sayi 16 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 16 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YENİLİKÇİ RUHUMUZ,
SAHİP OLDUĞUMUZ
KÖKLÜ MİRAS VE
SAĞLIKLI YAŞAMA
OLAN BAĞLILIĞIMIZ
İLE HASTALARIMIZIN
YANINDAYIZ
Adımız AbbVie...
Biz 125 yıllık köklü bir geçmişe
sahip Abbott’tan doğan;
inancımızı, tutkumuzu ve
uzmanlığımızı hasta odaklılıkla
birleştirerek dünyanın en
karmaşık sağlık sorunlarına
etkili çözümler sunmak için
yola çıkan yeni bir biyofarma
şirketiyiz...
Başarılı bir ilaç şirketinin
uzmanlığını ve istikrarını
yenilikçi bir biyoteknoloji
şirketinin ruhu ile birleştiriyor;
Abbott kökenimizin mirası
olan ‘insanların yaşamlarında
etki bırakan çözümler
sunma’ sözümüzü inançla
sürdürüyoruz.
Adımız AbbVie...
Yaşama olan bağlılığımız
ve bilime olan tutkumuz
ile geleceği oluşturmak
için sağlam adımlarla yola
çıkıyoruz.
10-ACRP13Q1B12
www.abbvie.com.tr
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 2 Sayı: 16 • NİSAN 2013
EsasMedya Ltd. Şti. adına
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
M. Esat GÜZELGÖZ
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Eski Turizm Bakanı
Yayın Koordinatörü
Ayşe GÜZELGÖZ
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Prof. Dr. Elif DAĞLI
Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Haydar SUR
İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Editör
Hande AYDEMİR
Hukuk Danışmanı
Av. Bekir EREN
Kurumsal İletişim ve Reklam
M. Suat GÜZELGÖZ
Görsel Yönetmen
Mustafa HORUŞ
Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Grafik Tasarım
EsasMedya Tasarım
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Yayın İdare Merkezi
Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3
Çankaya / Ankara
Tel : 0312 472 44 63
Faks: 0312 472 44 83
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
“Yeryüzü Doktorları Türkiye” Yönetim Kurulu Başkanı
Üroloji Uzmanı
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Yayın Türü
Yaygın Süreli
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
Basım Yeri
İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş.
Macun Mah. 3. cad.
No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km.
Yenimahalle / ANKARA
Tel : 0312 397 91 40
Basım Tarihi
Nisan 2013, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas
edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar
yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına
iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir.
®EsasMedya - 2013
®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
Destek ve katkıları için
SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz.
/saglikinsandrg
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
“Teknoloji Çağında
Tıbbi Cihaz Sektörü”
Sağlık alanında gerçekleşen değişimler ve atılan adımlar
dikkat çekmeye devam ediyor. Bu alanın vazgeçilmez
bir parçası olan Tıbbi Cihaz Sektörü de, neredeyse her
gün değişen ve gelişen teknolojiye ve şartlara ayak
uydurmaya çalışıyor.
Ülkemizde “Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu”
tarafından yürütülen ve geliştirilmeye çalışılan “Tıbbi
Cihaz” konusuyla ilgili bu sayımızda sizlere kapsamlı bir
dosya sunuyoruz.
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim
Kerman, TİTUBB Daire Başkanı Dr. Osman Nacar, Sağlık
Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) Başkanı Metin
Demir, Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri
Federasyonu (TÜMDEF) Yönetim Kurulu Başkanı Kemal
Yaz, Rekabet Kurumu Denetim ve Uygulama Dairesi
Başkanlığından Hakan Suat Ölmez ve Tıbbi Cihaz
Denetim Sorumlusu Fatih Tan temsilcisi oldukları
kurumlar bakımından tıbbi cihaz sektörünün içinde
bulunduğu durumu, geleceğini, hedeflerini, söz konusu
plan ve projelerin ayrıntılarını sizler için dile getirdiler.
Nisan sayımızın “kurumlarımız” bölümünde, yine tıbbi
cihaz sektörü ile bire bir ilişkili olan iki önemli kurum;
TÜMDEF ve SEİS’i sizlere tanıtıyoruz.
Sağlık ve İnsan Dergisinde desteğini her zaman
hissettiğimiz Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Osman Güzelgöz bizler için Sağlık Bakanımız Sayın Dr.
Mehmet Müezzinoğlu ile sıcak ve samimi bir sohbet
gerçekleştirdi. Sayın Müezzinoğlu’nun, Bakanlığını bir
yana bırakıp çocukluğundan itibaren yaşadığı sıkıntıları,
attığı kararlı adımları, aile yaşantısını ve farklı yönleriyle
gönül dünyasını anlattığı bu sohbeti ilgiyle okuyacağınızı
ümit ediyoruz.
Geçtiğimiz ay kutlanan “14 Mart Tıp Bayramı” etkinlikleri
kapsamında Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün
ev sahipliğinde Çankaya Köşkü’nde bir resepsiyon
verildi ve 81 ilden gelen yılın doktorları ağırlandı.
Haberin ayrıntılarını “14 Mart Tıp Bayramı Etkinlikleri”
çalışmamızda bulabileceksiniz.
Dopdolu bir içerikle sizlere sunduğumuz Nisan
sayımızda, 1-7 Nisan Kanser Haftası dolayısıyla Sağlık
Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire
Başkanlığının bildirisi, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Başkan Yardımcısı Hasan Irmak’ın çevre sağlığı ile ilgili
yürütülen projeleri aktardığı makalesi, portre bölümünde
ele aldığımız Avea CEO’su Erkan Akdemir’in yaşam
hikâyesi de dikkat çeken diğer çalışmalarımız.
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan
Karaman’ın da Yayın Danışma Kurulumuza katılmasıyla
yolumuza daha kararlı adımlarla devam ediyoruz. Bu
vesileyle Sayın Prof. Dr. İhsan Karaman Hocamıza hoş
geldiniz diyoruz.
Sizlerin de desteğiyle hep daha iyi, daha farklı ve daha
dolu sayılarla buluşmayı diliyor, hepinize sevgi ve
saygılarımızı sunuyoruz…
M. Esat GÜZELGÖZ
İÇİNDEKİLER
Haber:
14 Mart Tıp Bayramı
Çeşitli Etkinliklerle Kutlandı
6
Haber:
USAF’tan Tıp Bayramına Görkemli Gala Gecesi
10
Kapak Konusu:
2013 Tıbbi Cihazlarda
Çok Hareketli Bir Yıl Olacak
12
Haber:
Sahte İşitme Cihazı
Satan Firmalara Ceza Yağdı
14
Kapak Konusu:
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz
Ulusal Bilgi Bankasındaki Gelişmeler
16
Kapak Konusu:
Piyasa Gözetimi ve
Denetimi(PGD) Uyarı Sistemi
20
Kapak Konusu:
Daha Çok Üretmeliyiz!
22
Kapak Konusu:
Tıbbi Cihaz Piyasası ve Rekabet
26
Kapak Konusu:
Tıbbi Cihazlara Bakanlık Onayı
30
Kapak Konusu:
Tıbbi Cihaz Sektörü Değerlendirmesi
34
Kurumlarımız:
Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve
Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF)
36
38
“Biz Farkındayız, Kanseri Yeneceğiz”
42
Röportaj:
Sağlık Bakanı
Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU
52
Haber:
Organ Bağışında Korkutan Rakamlar
54
Uzmanlarla Buluşma
58
Kurumlarımız:
Türkiye Sağlık Endüstrisi
İşverenleri Sendikası (SEİS)
60
Portre:
Erkan Akdemir
64
Gezelim Görelim:
Viyana
66
Haber:
Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşları Atama
Ve Yer Değiştirme Yönetmeliği Yayımlandı
68
Tuza Dikkat!
74
Çevre Sağlığı
78
Film:
Kelebeğin Rüyası
80
Kitap
haber
14 MART TIP BAYRAMI
ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLERLE KUTLANDI
YILIN DOKTORLARINI KABUL EDEN CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL:
“TOPLUMUMUZDA HERKES ÖNCE
DOKTOR OLMAK İSTER”
14 Mart Tıp Bayramı Sağlık Bakanlığı
başta olmak üzere çeşitli kurum ve
kuruluşlar tarafından çeşitli etkinliklerle kutlandı. Yılın Hekimleri seçildi
ve ödüllendirildi. Ayrıca bu yıl ilk kez
Cumhurbaşkanı Gül, 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla Çankaya Köşkü’nde
resepsiyon verdi.
14 Mart Tıp Bayramı Sağlık Bakanlığı
tarafından çeşitli etkinliklerle kutlandı. İstanbul’daki etkinlik İstanbul
İl Sağlık Müdürlüğü, Üniversite Hastaneleri Birliği ile Özel Hastaneler ve
Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD)
işbirliğiyle gerçekleştirildi. Haliç
Kongre Merkezinde yapılan etkinliğe
çok geniş bir katılım olduğu görüldü. Ankara’da da 14 Mart Tıp Bayramı
heyecanı yaşandı. Leyla Gencer Salonunda yapılan etkinlikte Yılın Doktorları ödüllerini aldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de 14
Mart Tıp Bayramı dolayısıyla Çankaya
Köşkü’nde resepsiyon verdi. Resepsiyona Sağlık Bakanı Mehmet Müezzi6
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
noğlu, Sağlık Bakan Yardımcısı Agâh
Kafkas ve Sağlık Bakanlığı Müsteşarı
Prof. Dr. Nihat Tosun ile 81 ilden “Yılın Doktorları” ve 6 ilden “Yılın Sağlık
Çalışanları” katıldı. Gül, resepsiyonda
sağlık çalışanlarını, 14 Mayıs Tıp Bayramı vesilesiyle Çankaya Köşkü’nde
ağırlamaktan memnuniyet duyduğunu ifade etti. Herkes önce doktor olmak ister
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, anketlerin sağlık hizmetlerinden büyük
memnuniyet duyulduğunu gösterdiğini belirterek, “Bunun altındaki esas
faktör sizlersiniz. Doktorlar ve bütün
sağlık personelinin hep beraber büyük bir özveriyle çalışması ve herkese
sizin elinizden şifa dağıtılması. O bakımdan, doktorluk, sağlık hizmetleri
hepsi gerçekten çok kutsal. Toplumumuzda onun için herkes önce doktor
olmak ister” diye konuştu.
Sağlık politikalarına verilen önemi vurgulayan Gül, Dünya Sağlık
Örgütü’nün raporlarında da Türkiye
ile ilgili kısımları okuduğunda gururlandığını bildirdi. Abdullah Gül,
çok büyük hastanelerin yapıldığını,
teçhizatların, sağlık cihazlarının çoğaldığını ancak esas faktörün sağlık
çalışanları olduğunu ve sorunlarına
da kulak verilmesi gerektiğine dikkati çekti.
Gül resepsiyonda, Sağlık Bakanı
Müezzinoğlu’nun tanıştırdığı doktorlarla da sohbet etti. Cumhurbaşkanı
Gül, beyin kanaması sonucu yürümekte güçlük çekmesine rağmen
Afyonkarahisar’ın Emirdağı ilçesi
Davulga Aile Sağlığı Merkezinde aile
hekimliği yapan Sebahattin Uz ve 17
Nisan 2012’de 17 yaşındaki bir hasta
yakını tarafından bıçaklanarak öldürülen Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı
Dr. Ersin Arslan’ın eşi Dr. Sibel Arslan
ile yakından ilgilendi. Doktorların sorunlarını da dinleyen
Gül, çocuğuna “Abdullah Gül” adını
veren bir sağlık çalışanıyla fotoğraf
çektirdi. SAĞLIK BAKANI MÜEZZİNOĞLU:
“DERTLER VE SIKINTILAR
PAYLAŞILDIKÇA AZALACAK”
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Sağlık Bakanlığı İstanbul İl
Sağlık Müdürlüğü, Üniversite Hastaneleri Birliği ile Özel Hastaneler ve
Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD)
işbirliğiyle Haliç Kongre Merkezinde
düzenlenen “Tıp Bayramı Kutlama
Töreni’ne katıldı.
Salondakilere hitaben, “Sizlere inanarak, güvenerek, sizlerle birlikte
ortak aklı oluşturarak, zaman zaman
zorlukları paylaşarak, zaman zaman
da zorlukların temsilini çözüm şekline dönüştürerek başarabileceğimize
inandığım için açıkçası bakan olalı
beri hiç uykum kaçmadı. İnşallah bu
yolculuğu sizlerle beraber uykumuz
kaçmadan başaracağız” diyen Müezzinoğlu, sağlıkla ilgili dertlerin herkesin derdi olduğunu söyledi.
Sağlık hizmetlerinde ulaşılan yüzde
77’lik başarıdan bahseden Müezzi-
noğlu, bu başarının onuru ve şerefinin bu milletin hekim ve sağlık çalışanlarına ait olduğunu, bu nedenle
kendilerine güvendiğini ifade etti.
“Sağlık camiası olarak özel sektörü,
üniversiteleri, kamu kesimi olarak birbirleriyle çatışan değil, birlikte başarı
çizgilerini yukarı taşıma ve ortak hedeflere koşma derdi olan bir grubuz
biz” diyen Müezzinoğlu, dertlerin ve
sıkıntıların paylaşıldıkça azalacağını
dile getirdi.
Bakan Müezzinoğlu, salondakilerin
sıkıntılarının kendilerinin sıkıntıları
olduğunu ifade ederek, salonda bulunanların da Bakanlığın sıkıntılarını
göz önünde bulundurması gerektiğini aktardı.
Bakan Müezzinoğlu, idealin hep birlikte basamak basamak yakalanacağını belirterek, şöyle devam etti:
“Yalnız kendi açımızdan, penceremizden, özel sektör, Sağlık Bakanlığı veya
kamu gözünden bakan bir anlayışla
ülke sağlığını daha iyi bir noktaya getirmemiz mümkün değil. Bize düşen
iyi bir orkestra şefi olmaktır. Ancak
orkestra şefi iyi bir şeflik yapmaya
çalışırken, elindeki aleti, enstrümanı
sağlıklı çalmayan, kullanmayan, ‘Benim canım böyle istiyor’ diyen varsa,
orada tabii ki bir düzenleme ve ortak
bakışı yakalamak için sorumluluklar
bize düşebilir. Ben inanıyorum ki bu
yolculukta çok sık bir araya geleceğiz. Sorunları devamlı değerlendiren
yapılar kuracağız ve bu anlamda her
geçen gün daha iyiye gideceğiz. Bu
ülkede ne yazık ki şu anda en az 30
bin hekime ihtiyaç var. Bu açığı bir
yerden bir yere kaydıralım deyip de
diğer yeri bozarak bir çözüm üretmemiz ne yazık ki çok mümkün değil.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
7
Dolayısıyla elimizdeki 125 bin hekimimizi azami verimlilikte olabildiğince şeffaf, takip edilebilen bir sistem
kurulmalı. Bu hekimler Hakkari’de
de, Ardahan’da da, Edirne’nin Meriç
ilçesinde de, İzmir’de de, Fethiye’de
de, özel sektöre de, üniversitelere de
bize de lazım. Burada önemli olan
‘benim için lazım olanları önceleyeyim sonra ne olursa olsun’ değil, oturalım birlikte değerlendirelim. Belki
bu anlamda özel sektörümüzün daha
çok büyüme yerine stratejik büyüme
alanlarını öncelemesi gerekecek. Bugün, yarın ne olacağının bilinmediği
bir öngörüsüzlük süreci yapmayacağız. Birlikte olmayacaksak olunmayacağı bilinecek.”
Bakan Müezzinoğlu, zaman zaman
sağlık çalışanlarının karşı karşıya kaldığı saldırılara da dikkati çekerek, bu
doktorların, hemşirelerin bu ülkedeki herkesin olduğunu, vatandaşların
sağlıklı olabilmesi için bu kişilere ihtiyacı bulunduğunu kaydetti. Sağlık
çalışanına sahip çıkma görevinin 75
milyonun olduğunu vurgulayan Mü-
8
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
ezzinoğlu, her zaman net bir şekilde
sağlık çalışanlarının yanında olacaklarının altını çizdi.
setti. Sağlık Bakanlığı’nın İstanbul’a
katkılarını anlatan Dokucu, tüm hekim ve sağlık çalışanlarının 14 Mart
Tıp Bayramı’nı kutladı.
Tıp Fakültelerinin İyileştirilmesi
OHSAD Başkanı Reşat Bahat da
Türkiye’nin hali hazırdaki doktor sayısının 2 katına, hemşire sayısının ise
2,5 katına ihtiyacı olduğunun söylendiğini ifade ederek, buna rağmen
halkın sağlık hizmetlerindeki memnuniyetinin yüzde 70-80’lerde olduğunu kaydetti. Bahat, halkın yüzde
80’inin memnun olmasına rağmen
sağlık çalışanlarının yüzde 40’ının
memnun olduğunu dile getirerek,
özel hastanelerin sorunlarına ilişkin
görüşlerini paylaştı.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya da YÖK olarak tüm paydaşlarıyla
buluşarak bir çalıştay düzenlediklerini ve burada bazı kararlar aldıklarını
söyledi.
Alınan kararlardan bahseden Çetinsaya, Üniversitede öğretim üyelerinin istihdam modelleri, kurumsal
faaliyetlerinin artırılması, öğretim
üyeleri ve sağlık çalışanlarının kurumsal memnuniyetlerinin artırılması meselelerine değindi. Çetinsaya,
öğretim üyelerinin üniversite hastanelerinde tam gün çalışmasının esas
olduğunu belirterek, mevcut tıp fakültelerinin iyileştirilmesi konusunda
önemli günlerin kendilerini beklediğini kaydetti.
İstanbul Sağlık Müdürü Ali İhsan Dokucu ise sağlık sektöründeki gelişmelerden ve istatistiki verilerden bah-
Etkinlikte, dünya üzerinde ihtiyacı
olan her coğrafyaya şifa ulaştıran
doktorlara da teşekkür plaketi verildi.
Kutlama törenine, Sağlık Bakanı
Mehmet Müezzinoğlu’nun eşi Faize
Müezzinoğlu, İstanbul Valisi Hüseyin
Avni Mutlu, AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, tıp fakültelerinin
dekanları, kamu ve özel hastanelerin
yöneticileri katıldı. haber
USAF’tan Tıp Bayramına
Görkemli Gala Gecesi
“Kara kıtanın bahtının kara olmasına gönlümüz razı değil”
Uluslararası Anadolu Sağlık Federasyonu (USAF)’nun düzenlediği 14
Mart Tıp Bayramı Gala Gecesi oldukça kalabalık ve üst düzey bir katılımla
gerçekleşti. Görkemli geceye Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, TBMM Aile, Sağlık ve Çalışma
Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Fatih Acar, üst düzey
bürokratlar, İç Anadolu’nun çeşitli
illerinden gelen hekimler ve sağlık
çalışanları katıldı.
Uluslararası Anadolu Sağlık Federasyonu (USAF) tarafından ATO Kongre
ve Sergi Sarayında düzenlenen Tıp
Bayramı Gala Gecesinde konuşan
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,
USAF’ın yurt içinde ve yurt dışında
hayırlı hizmetler yürüttüğünü belirterek, organizasyonun çalışmalarına
katkı sunanları kutladı.
10
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Her işin başının sağlık olduğunu
anımsatan Arınç, sağlığın kıymetinin genellikle kaybedildiğinde anlaşıldığını söyledi. Türkiye’de eskiden
SSK ve devlet hastanelerinin fiziki
şartlarının yetersiz olduğunu ancak
son 10 yılda bu durumun değiştiğini
söyleyen Arınç, devlet hastanelerinin
ihtiyaç duyduğu tüm donanımların
sağlandığını ve fiziki şartlarının iyileştirildiğini bildirdi. Bülent Arınç,
bu sayede devlet hastanelerinin özel
hastanelerle yarışır hale geldiğini ifade etti. “Emin olunuz ki bizdeki sağlık
hizmetleri ABD’dekinden iyidir” diyen
Arınç, artık Hakkâri’deki ve Van’daki
hastanelerin Ankara’nın merkezindeki hastanelerle aynı imkânlara sahip
olduğuna dikkati çekti.
“Dünya dertlileri de bizden medet bekliyor”
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de sorunlarının çözümünün
ve sorunların torunlara bırakılmama-
sının öncelikle ülke yöneticilerinin
görevi olduğunu, fakat sorunları dert
eden yöneticiler gibi sorunları dert
edinen sivil toplum örgütlerine de ihtiyaç duyulduğunu söyledi. USAF’ın,
sorunları dert edinen sivil toplum
örgütlerinden biri olduğunu belirten
Çelik, Türkiye’nin yardım elini birçok
ülkeye uzatmasına katkı sağladığı ve
ay yıldızlı bayrağı yurt dışında da dalgalandırdıkları için USAF’ı kutladı.
Bakan Faruk Çelik, son 10 yılda her
alanda büyük mesafeler kat edildiğini kaydederek, şöyle devam etti:
“Türkiye önemli mesafeler aldı. Kendi
sorunlarını çözme konusunda, gerek
kronik gerekse yüzeysel sorunları
çözme konusunda mesafe aldı. Geçmişiyle ele aldığınızda Türkiye’den
beklentinin fazla olduğunu, ayağa
kalkınca fark ettik. Son 10 yıl, bize gücümüzü gösterdi. Gördük ki dünya
dertlileri de bizden medet bekliyor.
Türkiye, dünya dertlerine karşı bek-
lenenleri karşılama konusunda atağa geçti. Türkiye, artık yokluğun kol
gezdiği yerlere de el atma gayretinde. Bu beklentilerin cevap bulması,
Türkiye’nin içeride istikrarlı, dışarıda
itibarlı olması sayesinde olmuştur.
Türkiye, el açan değil, kredi açan duruma geldi.”
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu
ise “Sizlerin en hayırlınız insana ve insanlığa en çok yararlı olanıdır” diyen
bir medeniyetin mensuplarıyla bir
arada olmaktan memnuniyet duyduğunu ifade ederek, “Yaptıklarımıza
baktığımızda yapacaklarımızın daha
çok olduğunu da görüyoruz. İnşallah
bu yapmak sorumluluğunda olduklarımızı da yapabilmeyi rabbim bizlere nasip etsin” dedi.
Ödüller
USAF 14 Mart Tıp Bayramı Gala Gecesinde Sağlığa Katkı Ödülü Başbakan Yardımcısı Arınç tarafından,
Emel-Mehmet Tarman çiftine verildi. Dumansız Hava Sahası Sigara
ile Mücadele Ödülü ise USAF Genel
Başkanı Ekrem Yeter tarafından Sağlık Bakanlığı adına Bakan Mehmet
Müezzinoğlu’na takdim edildi. Bakan Müezzinoğlu ödülü almak için
sahneye TBMM Sağlık Komisyonu
Başkanı Ünüvar’ı da alarak çıktı. Şükran plaketi ise Nijerya’nın Bauchi
eyaleti Sağlık Bakanı Sani Abubakar
Malami’ye, Bakan Faruk Çelik tarafın-
dan verildi. Yurtdışı Sağlık Yatırımları
Teşvik Ödülü ise K. Irak Erbil Sema
Hastanesi Başhekimi Dr. Ali Çolak’a,
Fatih Üniversitesi Rektörü Şerif Ali Tekalan tarafından takdim edildi. Öncü
Sağlıkçı Ödülü ise Nijerya Nizamiye
Türk Hastanesi Başhekim Yardımcısı
Operatör Dr. Mustafa Ahsen’e, Vefa
Sağlık Gönüllüleri Konfederasyonu
Genel Koordinatörü Celal Peynirci
tarafından verildi. Geceye katkı sağlayan Asya Emeklilik adına Murat
Dursun Özen’e, Azerbaycan Kafkas
Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ahmet
Sanic teşekkür plaketi verdi.
Törenin ardından Tümata grubunun
konseri izlendi.
“Kara kıtanın bahtının
kara olmasına gönlümüz razı değil”
USAF Genel Başkanı Ekrem Yeter de
dünyanın her köşesinde, Anadolu
insanının şifa eli olmayı amaç edindiklerini, ihtiyaç olan bölgelere acil
sağlık hizmeti götürdüklerini söyledi. Federasyona bağlı derneklerin
yaptığı faaliyetleri anlatan Yeter, Afrika’daki faaliyetlerinin artarak devam
edeceğini vurgulayarak, “Zira kara
kıtanın bahtının kara olmasına gönlümüz razı değildir” dedi.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
11
kapakkonusu
2013 TIBBİ CİHAZLARDA
ÇOK HAREKETLİ BİR YIL OLACAK
Sağlık Bakanlığı, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim
Kerman, genel müdürlükten kurum
aşamasına geçtikten sonra, bürokrasisi azaltılmış daha hızlı bir karar
mekanizması oluşturduklarının ve
Türkiye’deki tıbbi cihaz üretiminin artırılması gerektiğinin altını çizdi.
İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun 2011
yılı Kasım ayında kurulup faaliyetlerine başladığını dile getiren Dr. Saim
Kerman, kurumun ilaç, tıbbi cihaz ve
kozmetik sektörünün regülasyonundan sorumlu olduğunu belirtti.
12
milyon dolarlık ihracatımız var ama
yıllık tüketim 5 milyar TL civarında.
Hal böyle olunca tıbbi cihaz üretimini Türkiye’de artırma gerekliliği
doğuyor. Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Bakanlığımızın tıbbi
cihazlar, biyoteknolojik ürünler, ilaçlar konusunda ciddi destekleri bulunuyor. Örnek olarak, Sağlık Serbest
Bölgelerini verebiliriz, Sağlık Serbest
Bölgeleri Kanunu çıktı. Bir de ‘Offset’
finansman yöntemi var; Türkiye’de
üretimi yapılmayan ürünler için kullandıracağımız bu finansmanla yatırımın Türkiye’ye çekmeyi hedefliyoruz.
Böylece yan sanayiyi de beraberinde
geliştirmiş olacağız ve istihdam da
yaratacağız… Bu konuyu hem tıbbi
cihaz hem de ilaç sektörünün gelişmesi adına son derece önemli buluyoruz. Diğer yandan, klinik, bilimsel
araştırmalara da destek veriyoruz;
TÜBİTAK destekli araştırmalar da birlikte çalışıyoruz.”
Kerman, düzenlemeye çalıştıkları
sektörün çok stratejik olduğunu şu
açıklamalarla dile getirdi: “Her üç
alanda da Türkiye’nin kendi kendine
yeterli hale gelebilmesi için çaba sarf
ediyoruz. Arzu ettiğimiz, hedef koyduğumuz rakamlarda olmasa dahi,
ciddi miktarlarda ihracat yapar rakamlara ulaştık ve 15-20 yıl öncesine
göre çok iyiyiz. Ama maalesef tıbbi
cihazlarımızın önemli bir kısmını yurt
dışından ithal ediyoruz; yaklaşık 400
Ülke menfaatleri ön planda
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı
Dr. Saim KERMAN
Yapılacak mevzuat değişiklikleriyle
ilgili de bilgi veren Kerman, “Kurumsallaşmadan sonra Türkiye’de neler
yapabiliriz diye ilgilendiğimiz sektörün tekrar fotoğrafını çektik. Gerek bu ürünlerin üretimini artırmak,
gerekse yurt dışından ithal edilen
ürünlerin güvenli mi değil mi denetimlerini çoğaltmak için. Kamunun
yapması gerekenler, sektörle birlikte
yapmamız gerekenler, diğer kamu
kurumlarıyla çalışıp ortaya konacak
faaliyetler tespit edildi. Bunları gerçekleştirirken öncelikle ülke menfaatlerini ön plana alıyoruz ve insan
odaklı düşünüyoruz; planlarımızı bu
doğrultuda yapıyoruz. Yurt dışı firmaları da ‘Offset’ten faydalanabilir,
onlar da Sağlık Bölgeleri’ne girebilir;
önemli olan Türkiye’de yatırım yapılmasıdır.” dedi.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Medikal marketler geliyor
Türkiye’deki üreticilerin haritasını çıkardıklarını söyleyen Saim Kerman,
mevzuat açısından da tıbbi cihazlar
konusunda yeni bir dönemin başlayacağını şu sözleriyle anlattı: “Tıbbi
cihazların üretim yerlerinin standartlarının belirlenip ki her cihaz için
farklı farklıdır; buraları ruhsatlandıracağız, otorite tarafından ruhsatlandırılmış yerler olmasını sağlayacağız.
Bu teknik bir konu; akademisyenlerle, üniversitelerle, sektörle, STK’larla
birlikte çalışıyoruz, tarafların da görüşünü aldığımız için sindirerek yapıyoruz. Ama bir şekilde bunu yapacağız.
OSTİM’den başlayarak üretim yerlerini de ziyaret ediyoruz, üreticilerle
aramızdaki mesafeleri kaldırıyoruz.
Zaten onların ihtiyaçlarına göre bu
mevzuatları düzenliyoruz. Bir diğer
yapacağımız husus; cihaz üretildikten
sonra bunların depolanması… Her
bir tıbbi cihazın depolanması farklılık
arz edebilir; farklı ısılarda, farklı şekillerdeki depolarda muhafaza edilmesi
gerekebilir. Depolardaki şartları da
dikkate alacağız. Bir takım şartlar belirleyeceğiz ve depolanan yerleri de
belgeleyeceğiz. Ancak bizden onay
alınca depolama yapılabilecek. Bir diğer önemli konu da; tıbbi cihazların
satış noktaları… Bandaj, korse, pamuk, tansiyon aleti gibi kullanıcının
bir uzmana ihtiyaç olmadan kullanabileceği tıbbi cihazlar satın alınacaksa, Türkiye’de bunun bir standardı olmadığı için herkes dükkan açabiliyor.
Biz; şimdiki hallerine ‘dükkan’ diyoruz.
Bu dükkanların önemli bir kısmı hayli
sıkıntılı… Bu sektörü de düzenlemek
gerekiyor. Tıbbi cihazlar konusunda
geri çekme işleminde de; tıbbi cihazlar toplatılırken, bu satış yerleri bizde
kayıtlı olmadığından, tüm bunlar zaman kaybına da yol açıyor. Hem daha
kolay bir şekilde geri çekme işlemleri
yapabileceğiz, hem de düzgün yer-
lerde satışını gerçekleştirip standardizasyon da getireceğiz. En önemlisi
de bu medikal marketleri kimlerin
işletebileceğini tarifleyeceğiz. Dolayısıyla herkes kendi işini yapacak.
Biz bu tanımlamayı yaptıktan sonra
Avrupa’nın da pek çok yerinde olmayan ‘medikal market’ mesleği ortaya
çıkacak. Bir 10 yıl sonra daha eğitimli
insanlar bu işe bakacaklar, bunu da
çok önemli görüyoruz. Bir tıbbi cihazın nasıl kullanılacağını anlatmak da
uzmanlık gerektirir çünkü…”
Sistem kurmalıyız ki sistem doğru işlesin
Kerman, diğer önemli bir hususu da
tıbbi cihazların bakım ve onarımları olarak dile getirirken bakım ve
onarım yerlerini de yetkilendireceklerini açıkladı ve sözlerine şöyle devam etti: “Yetkilendirmeden sonra
sahadaki mevcut önemli sıkıntıları
minimize etmiş olacağız. Sistem teorikte çok güzel ve basit görünüyor
ama arka planında son derece teknik ayrıntılar var. Onun da üzerinde
çalışıyoruz, tamamlamak üzereyiz.
Sonuçta bizim kurumumuzun önderliğinde TSE gibi diğer kurumlarla
da iş birliği yapıyoruz. Bunu birisinin yapması gerekiyordu, elimizi biz
taşın altına koyduk. Diğer yandan;
test ve kalibrasyon işlemleri bulunuyor. Bakım onarım yerlerinin, test
ve kalibrasyondan ayrı olmalarını
arzu ettik. Bunların hepsi birbirini tamamlayıcı unsurlar. Ancak bu şekilde
güvenli bir ürün ortaya çıkabilir. Test
ve kalibrasyon merkezlerinin denetimiyle birlikte firmalar da işlerini daha
doğru şekilde yapacak. Biz bir sistem
kurmalıyız ki sistem düzgün işlesin.
Yine diğer bir husus da onaylanmış
kuruluşlarımız hakkında. Gerek bizim
yetki verdiğimiz onaylanmış yerli firmalar, gerekse yurt dışındaki firmaların burada temsilcilikleri bulunuyor. Türkiye’de toplamda 40’a yakın
böyle firma var; 7-8 aydır bunlara da
denetimler yapıyoruz. Bu coğrafyada
ithalat ve ihracat yapan tüm firmalar
CE belgesi; uygunluk belgesini almak
zorunda. CE; teknik mevzuata uygun
olarak ürünün düzenlendiğini gösteriyor; insanlar kullanılabilir, güvenlidir demek oluyor. Bu tarafsız firmaları denetlemek için de bir komisyon
kurduk; çalışmalar çok teknik olduğu
için uzun zaman alıyor”
Tüm dünyada mevzuat değişiyor
Her şeyin ötesinde artık tüm dünyada
tıbbi cihazların tanımının değiştiğini
kaydeden Kerman, Avrupa Birliğine
göre uyumlaştırılan mevzuatın şimdi
Avrupa’da baştan yeniden yazıldığını
vurguladı. Saim kerman konuyla ilgili; “Bugüne kadar uyumlaştırdığımız
Avrupa’daki tıbbi cihaz mevzuatı tamamen değişiyor; dolayısıyla bütün
dünya buna uymak zorunda; 2013 bizim için çok hareketli geçecek. Bizim
yapacaklarımızla da birlikte çok fazla
mevzuat değişikliği olacak. Neticede
önümüzdeki yıllarda, şu andaki mevzuatla tamamen farklı mevzuatlarla
karşı karşıya kalacağız çünkü ürünlerin sınıflandırılmalarına kadar her şey
değişiyor. Onaylanmış kuruluşların
da mevzuatları da değişiyor.” açıklamasını yaptı.
5 milyar dolar ihracat hedefi!
Saim Kerman, sözlerini şu şekilde
bitirdi: “Biz bütün bu saydıklarımızı
gerçekleştirebilirsek koyduğumuz 5
milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşmış olacağız ve ülkemiz kendi kendine de yetebilir duruma gelecek.
Amacımız; üreticiler ve ithalatçılar
arasında eşit rekabeti ve eşit piyasa
şartlarında mücadele edebilmelerini
sağlamak. Tüm bu düzenlemeleri bu
yüzden yapıyoruz. Bu arada elimizde
tıbbi cihazlara ait bir envanter çalışması bulunmuyor. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde, sektörle birlikte
bu envanteri de çıkarmak zorundayız. Türkiye’de hangi tıbbi cihazların
üretilebileceğini bilelim ki önümüze
daha iyi hedefler koyabilelim.”
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
13
haber
SAHTE İŞİTME CİHAZI SATAN FİRMALARA CEZA YAĞDI
SAĞLIK BAKANLIĞI
SAHTE İŞİTME
CİHAZLARINA
SAVAŞ AÇTI
Sağlık Bakanlığı, televizyon ve internet üzerinden ruhsatsız ‘ses yükseltici işitme cihazı’ satışı yapan firmaları
mercek altına aldı. İşitme cihazlarının
sadece ruhsatlandırılmış merkezlerde satışına izin veren bakanlık, doğrudan ve online olarak sahte işitme
cihazı satan firmalara ceza yağdırdı.
Bu kapsamda Microtron, Silversonic
ve Invisitone firmalarına toplamda
20 bin 250 TL para cezası kesildi. Her
kulağa, anatomik yapısına ve işitme
rahatsızlığı seviyesine göre farklı cihazlar takılması gerektiğini söyleyen
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu
Başkan Yardımcısı Dr. Ercan Şimşek
ruhsatsız ses yükseltici cihazlarına
karşı halkı uyardı: “İşitme cihazı öngörülen her hastanın işitme kaybı
farklıdır. Kulak burun boğaz hekimlerinin raporu olmadan bu tür cihazlar
alınmamalı.”
İşitme cihazı satış ve uygulaması
yapan merkezlere açılış izini verilmesine ilişkin yönetmelik 2011 yılında yayınlandı. Yönetmeliğe göre
işitme cihazlarının Sağlık Bakanlığı
tarafından ruhsatlandırılmış işitme
cihazı merkezlerinin dışında satışı
yasak. İlgili yönetmelikte işitme cihazları, tıbbi cihazlar içinde ‘Tehlike
14
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Sınıfı II-A’da yer alıyor. Bu sınıfta yer
alan ürünlerin sadece ruhsatlı merkezlerde, uzman kişiler tarafından
uygulanması ve satışının yapılması
zorunluluğu var. Ancak son günlerde televizyon ve internet üzerinden
satışı yapılan ruhsatsız ‘ses yükseltici
cihazlar’ halkın sağlığını tehdit ediyor. 100–130 TL arasında değişen
fiyatlarla satışı yapılan sahte cihazlarla ilgili Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz
Kurumuna her gün onlarca şikâyet
geliyor. Şikâyetleri değerlendiren kurum, ilk etapta tespit ettiği 3 firmaya
‘tüketiciyi aldattığı ve halkın bilgi eksikliğinin istismar edilerek sağlığı ile
oynandığı’ gerekçesi ile para cezası
verdi. Söz konusu firmaların internet
adresleri Bilgi ve İletişim Teknolojileri Kurumuna (BTK) iletilerek ‘güvenli
internet’ adresleri kapsamına alındı.
Böylelikle ilgili firmaların internet
erişimi engellendi.
Konu hakkında bilgi veren Türkiye
İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan
Yardımcısı Dr. Ercan Şimşek işitme
kaybının öncelikle uzman hekimler
tarafından yönlendirilerek tetkiklerinin yapılması ve bu tetkikiler sonucuna göre hastanın işitme cihazı
kullanması gerektiğini belirtti. Şim-
şek, “İşitme kaybı hafif, orta ve ileri
derecede olabilir. Bu nedenle her bir
hastanın işitme kaybına göre uygulanacak işitme cihazının tespit edilmesi
ve odyoloji üzerine eğitim almış personeller tarafından uygulanması gerekmektedir” diye konuştu.
kapakkonusu
TÜRKİYE İLAÇ VE TIBBİ CİHAZ
ULUSAL BİLGİ BANKASINDAKİ
GELİŞMELER
Dr. Osman NACAR
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu
TİTUBB Daire Başkanı
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Ulusal Bilgi Bankası’nda (TİTUBB) Türkiye İlaç
ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından
yapılan çalışmalar kapsamında
sistemin daha efektif ve etkin kullanılması amacı ile büyük adımlar
atılmıştır.
Tıbbi Cihaz Yönetmelikleri kapsamında TİTUBB sistemine firmaların,
ürün ile ilgili belgelerin ve ürünlerin kaydı yapılmaktadır. Özellikle
son günlerdeki çalışmalarda sisteme kayıt için getirilen ürünlere ait
EC sertifikalarının hasta ve ürün
16
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
güvenliği kapsamında belgenin
hazırlandığı onaylanmış kuruluşa
belgeler sorulmaktadır. Onaylanmış kuruluşlardan gelen cevaba
göre belge geçerli değil ise belgenin
onayı sistemden düşürülmektedir.
Belge üzerinde sahtecilik işlemi yapılmış işe yine belgenin onayı sistemden düşürülmekte ve hukuki süreç
başlatılmaktadır. Böylece geçerliliği
olmayan belgenin sisteme kaydı engellenmektedir. Belge süreleri dolan
ürünlerin kayıtlarını farklı bir renge
dönüştürülerek kullanıcıların dikkatini çekilerek farkındalık oluşturulmuştur. Böylelikle hasta güvenliği kapsamında önemli adımlar atılmıştır.
TİTUBB sistemine kullanıcıların şifre
ile girişi engellenip kişisel e-imza ve
mobil imzaya geçilmiştir. Bununla
beraber firmaların şifre çalınması
olaylarının önüne geçilmiş olup firmaların veri güvenliği sağlanmıştır.
TİTUBB uygulamasının Bakanlık Veri
Merkezine taşınması sistemin güvenliği ile sıkıntılı olan donanımsal ve yazılımsal performansının da üst seviyelere çıkarılması bakımından büyük
avantajlar sunmuştur. Hâlihazırda
eski TİTUBB donanımları sektörün ve
Veri Merkezine taşınmasıyla birlikte
donanımsal darboğaz aşılmış ve sistemin ihtiyacına yönelik donanımsal
iyileştirmeler esnek biçimde kolaylıkla giderilebilecek hale gelmiştir.
TİTUBB sunucularının eski ve yeni
özellikleri aşağıdaki gibidir;
Kurumumuzun değişen ve gelişen
ihtiyaçlarına tam anlamıyla karşılık
verememekte bu durum TİTUBB sistemini aktif olarak kullanan Kurum
personelinin, firmaların ve ilgili kamu
kurumlarının çalışmalarında aksamalara sebep olmaktaydı. Uygulamanın
TİTUBB Veritabanı Sunucuları
Eski Sunucu
İşletim sistemi
Yeni Sunucu
Windows Server 2008 R2 Enterprise (64-bit) Windows Server 2012 R2 Enterprise (64-bit)
İşlemci
4 adet 6 Çekirdekli Intel Xeon 2.40GHz
4 adet 16 Çekirdekli AMD Opteron
Processor 6276, 2300 Mhz
Hafıza(RAM)
64 GB RAM
96 GB RAM
Data server
Microsoft SQL Server 2008
Microsoft SQL Server 2012
Disk
~4,5 TB
~8 TB
TİTUBB Uygulama Sunucuları
Eski Sunucu(1 Adet)
Yeni Sunucu(4 Adet)**
İşletim sistemi
Windows Server 2008 R2 Enterprise (64-bit)
Windows Server 2012 R2 Enterprise (64-bit)
İşlemci
4 adet 6 Çekirdekli Intel Xeon 2.40GHz
16 Çekirdekli Intel Xeon 2.40GHz
Hafıza(RAM)
64 GB RAM
64 GB RAM
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
17
Yukarıda belirtilen özellikler sanallaştırma teknolojisinin kullanılması
sayesinde ihtiyaç halinde esnek biçimde kolaylıkla arttırılabilecek ve
istenen düzeyde RAM, işlemci ve
disk kapasitesinde sunucular rahatlıkla oluşturulabilecektir. Eski sunucu ortamında bütün kullanıcılar ve
ilgili kurumlar tek sunucu üzerinden
sisteme bağlanmakta ve tek bir disk
üzerinden veri çekmekteydiler. Bu
durum tahmin edileceği gibi büyük
bir darboğaz oluşturmaktaydı. Güncel durumda ise kullanıcılar ve ilgili
kurumlar yükleri dengeli olarak dağıtılmış 4 ayrı sunucu üzerinde çalışmakta ve performans olarak son
derece iyileştirilmiş ve 7 ayrı diske
yayılmış olan bir veritabanı üzerinden veri çekmektedirler. Bahsedilen
tüm uygulama sunucuları yedekli
çalışmaktadır. Veritabanı sunucuları
da veri güvenliğini sağlamak üzere
birebir yedekli çalışan iki ayrı sistemde tutulmaktadır(Cluster yapısı).
Verilerin yedeklenmesi de ayrıca her
akşam alınan full backup işlemiyle
sağlanmaktadır. Eski sistemlere ait
internet çıkışı 100 Mbps iken yeni durumda Veri Merkezinde 300 Mbps’lik
18
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
minimum hız garanti edilmek şartıyla
limitsiz bir internet çıkış bant genişiliği sunan bir dış bağlantı mevcuttur.
Sağlanan en önemli avantajlardan
birisi de güvenlik hizmetleridir. Güvenlik hizmetleri de yine profesyonel şekilde Türk Telekom tarafından
hizmet paketi içinde verilmektedir.
Dışarıdan içeriye gelecek olan tehdit, trojan, spyware vb ataklarla ilgili
DDOS ve IPS saldırı önleyici sistemler
mevcuttur. Yine iyileştirme çalışmaları kapsamında Kurumumuz tarafında özellikle toplu ürün onayında
kendisini hissettiren sorunun çözümlenmesi için MEDULA ile TİTUBB
sistemleri arasında noktadan noktaya 5 Mbps’lik bir bağlantı kurulması
planlanmış ve SGK, Türk Telekom ve
SBSGM ile koordine olarak devrenin
kurulum işlemleri tamamlanmıştır.
Bahsi geçen tüm bu sistem, network,
entegrasyon, veritabanı ve yazılımsal
iyileştirmeler sonucunda birçok kazanım elde edilmiştir. Örnek vermek
gerekirse, taşınmadan önce çoğu
zaman veri çekerken hata veren normal çalıştığında ise bir veriyi yaklaşık
4000-5000 milisaniyede çeken SGK
Optik Provizyon sistemi bu çalışma-
lardan sonra bir veriyi yaklaşık 100
milisaniye civarında çekmeye başlamıştır. Bu değerler SGK ile sürekli
irtibatta kalarak takip edilmektedir.
Ayrıca taşınma öncesi donanımsal
darboğazın da etkisiyle 4-5 adet
ürünü ancak onaylayabilen sistem
500 adet ürünü ~4 dk. gibi bir sürede onaylamaya başlamıştır. Yine veritabanı sunucularının performansı
da üst durumdadır. İşlemci ve hafıza
kullanımı ile sorguların yanıtlanma
zamanları son derece iyi durumdadır. Zaten yeni durumda veritabanı
ve sistemlerin performansı sürekli
takip edilmekte karşılaşılan en küçük
problemde dahi hızlı biçimde koordine olunarak sorun giderilmekte ve
sistemin hizmet seviyesinin her zaman üst düzeyde devam etmesi için
çalışılmaktadır. Kamu İhale Kurumu
ile de halen TİTUBB-EKAP entegrasyonundan alınan verimi üst düzeye
çıkarmak ve bu sayede Kamu İhale Kurumunun hedeflediği e-ihale
projesini olabildiğince hızlı hayata
geçirebilmesini sağlamak amacıyla
karşılıklı teknik çalışmalar ve iyileştirmeler çalıştaylar şeklinde devam
etmektedir.
FIFA , Ac›badem Fulya
Sporcu Sa€l›€› Merkez‹’N‹
Mükemmel‹yet
Merkez‹
OLARAK seçT‹
FIFA Türkiye’de ilk defa bir merkeze
“FIFA MEDICAL CENTRE OF EXCELLENCE” sertifikas› verdi.
Bu sertifikaya dünyada sadece 26 merkez sahip.
Bu gurur Türkiye’nin...
www.sporcusagligimerkezi.com
kapakkonusu
TIBBİ CİHAZ
PİYASA GÖZETİMİ VE DENETİMİ(PGD)
UYARI SİSTEMİ
Fatih TAN
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu
Tıbbi Cihaz Denetim Sorumlusu
663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ilaçlar, ilaç üretiminde kullanılan etken ve yardımcı maddeler,
ulusal ve uluslararası kontrole tabi
maddeler, tıbbî cihazlar, implante
edilebilir aktif tıbbi cihazlar, vücut
dışı tıbbî tanı cihazları, geleneksel
bitkisel tıbbî ürünler, kozmetik ürünler, homeopatik tıbbî ürünler ve özel
amaçlı diyet gıdalar hakkında düzenleme ve denetleme yapmakla yetkili
İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu kurulmuştur.
Yine 663 sayılı KHK’de Kurumumuz
görev, yetki ve sorumlulukları arasında; ilaç, tıbbî cihaz ve ürünle20
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
rin piyasa gözetimi ve denetimini
yapmak, gerektiğinde toplatmak,
imha etmek veya ettirmek, piyasadaki ürünler için güvenlilik bildirim
yöntemlerini belirlemek, gerekli
bildirimleri yapmak, laboratuvar
analizlerini yapmak veya yaptırmak,
ilaç, tıbbî cihaz ve ürünlerle ilgili
uyarı sistemlerini kurmak veya kurdurmak, işletmek veya işlettirmek
görevleri yer almakta olup, bu faaliyetler yeni kurulmuş olan, doğrudan
Kurum Başkanlığına bağlı, Denetim
Hizmetleri Daire Başkanlığı uhdesinde yürütülmektedir.
Ulusal tıbbi cihaz mevzuatımız, AB
müktesabat uyum programı çerçevesinde uyumlaştırılmış olup, AB
tıbbi cihaz düzenlemelerindeki her
türlü güncel gelişme ve değişiklikler
yakından takip edilmekte ve ulusal
mevzuata yansıtılmaktadır.
Tıbbi cihazların piyasaya arzı veya
dağıtımı aşamasında ya da ürün piyasada iken ilgili teknik düzenlemeye uygun üretilip üretilmediğinin,
güvenli olup olmadığının denetlenmesi, uygunsuzluk veya güvensizlik
tespiti halinde ürünlerin piyasaya
arzının durdurulmasına, yasaklanmasına, toplatılmasına, bertarafına
yönelik tüm iş ve işlemler tıbbi cihaz
PGD’ nin kapsamını oluşturmaktadır.
Bu faaliyetler, ürünlerin üretildiği, depolandığı, satıldığı, kullanıldığı tüm
yerlerde gerçekleştirilmektedir.
Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığına yapılan kamu, firma/ şahıs
başvuruları ve diğer ülke yetkili otoritelerinden gelen tüm bildirimler
değerlendirilmeye alınmaktadır. Bildirimlere istinaden yapılan reaktif
denetimlere ek olarak resen ve risk
değerlendirilmesine dayalı ürün grubu bazlı denetimler de yapılmaktadır.
Bu faaliyetler, tıbbi cihaz alanında
eğitimli, sertifikalı ve deneyimli 48
(merkezde 15, sahada 33) personel
tarafından
gerçekleştirilmektedir.
Söz konusu personel her yıl kapsamlı
bir hizmet içi eğitim programına tabi
tutulmakta olup, 2013 yılı ilk hizmet
içi eğitim programı 5 gün süre ile Şubat ayında gerçekleştirilmiştir.
Tıbbi cihaz sektörünün büyüklüğü
ve ürün çeşitliliği göz önüne alındığında, etkin ve verimli denetim faaliyetlerinin yürütülmesi amacıyla,
denetçi sayısının artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmış olup, kariyer
meslek olarak tanımlanmış 250 adet
ürün denetmeninin kurum bünyesinde istihdam edilmesi için gerekli
düzenlemeler yapılmıştır. Kısa zaman
içerisinde, bu personelin denetim faaliyetlerinde aktif olarak yer almasına
ilişkin çalışmalar devam etmektedir.
Tıbbi cihaz PGD faaliyetleri kapsamında, konu ile ilgili tüm taraflar ile
(Ekonomi Bakanlığı, Gümrük Ve Ticaret Bakanlığı, TOBB Sivil Toplum Kuruluşları, SGK, RTÜK vb.) ulusal PGD
stratejisi doğrultusunda ortak çalışmalar yürütülmektedir.
Diğer taraftan tıbbi cihaz piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetleri hakkında yurt içi ve yurt dışı toplantı,
komisyon, fuar ve aktivitelere katılım
sağlanmakta olup, henüz AB’ de tam
üye olmamıza rağmen, tıbbi cihaz
politikalarının belirlenmesinde aktif
olarak rol almaktayız.
Tıbbi cihazlar alanında yürütülen denetim faaliyetleri yıllara göre düzenli bir artış göstermektedir. Örneğin
2007 yılındaki denetim sayısı 170
iken, 2012 yılında yaklaşık olarak 700
denetimde 1850 ürün denetlenmiştir. 2012 yılında denetlenen ürünlerin
400 adedinin teknik düzenlemeye
aykırı olduğu tespit edilmiş, bu ürünlere ilk etapta düzeltici faaliyet uygulanmıştır. Bu ürünlerden, düzeltici
faaliyet gerçekleştirmeyen sadece 19
adedine idari yaptırım uygulanmıştır.
Buradan da anlaşılacağı üzere tespit
edilen uygunsuzluklara doğrudan
cezai işlem tesis edilmemiştir. Başkanlığımız tarafından tıbbi cihaz PGD
faaliyetlerinde cezalandırıcı değil yol
gösterici ve rehberlik edici denetim
anlayışı benimsenmiş olup ülke içerisinde firma standartlarını ve ürün kalitesinin yükseltilmesi amaçlanmıştır.
Bununla birlikte denetim sayısının
ve etkinliğinin artırılması yoluyla piyasada güvensiz ürün bulunmasının
önüne kati suretle geçilmesi hedeflenmektedir.
Diğer taraftan 2012 yılında gerçekleştirilen denetimlerde 71 tıbbi cihazın güvensiz olduğu tespit
edilmiştir. İlgili mevzuat gereği söz
konusu güvensiz ürünler hakkında idari yaptırım başlatılmış ve bu
ürünler kamuoyuna duyurulmuştur.
Başkanlığımızca yürütülen denetim
sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılmasına devam edilecektir. Kurumumuzca kamuoyu bilgilendirmelerinde güvensiz ürünlerin piyasaya
arzından sorumlu firma bilgileri ifşa
edilmemekte olup sadece ürüne yönelik seri, lot, marka vb. bilgiler paylaşılmaktadır. Aynı zamanda bu bilgiler Ekonomi Bakanlığı aracılığı ile AB
Komisyonuna da bildirilmektedir.
Daire Başkanlığımızca gerçekleştirilen Tıbbi cihaz PGD faaliyetlerinin
yanı sıra tıbbi cihaz uyarı sistemi de
aktif olarak yürütülmektedir. Tıbbi
cihaz uyarı sistemi, cihazların kullanımı esnasında, ölüm, yaralanma veya
ciddi sağlık sorunlarına yol açmış ya
da açabilecek olumsuz olayların izlenmesi ve değerlendirilmesi sürecidir. Bu süreç yurtiçi ve yurtdışından
olmak üzere üretici, ithalatçı, kullanıcı, hastane, onaylanmış kuruluş,
diğer ülkelerin yetkili otoriteleri vb.
taraflarından yapılan bildirimler ile
başlamaktadır. Bu bildirimlerin tamamı Daire Başkanlığı bünyesinde
değerlendirmekte ve derhal işlem
başlatılmaktadır. Süreç içerisinde aykırılığı tespit edilen ürünler hakkında
gerektiğinde düzeltici önleyici faaliyetler ile birlikte idari yaptırımlar uygulanmaktadır. Uyarı sistemi kapsamında 2012 yılında 600 adet bildirim
alınmış olup işlem yapılmıştır.
Bütün bu çalışmaların dışında Daire
Başkanlığımızca ürün güvenliğinin
sağlanmasına yönelik üretici, ithalatçı, kullanıcı, tüketicilerin bilinçlendirilmesi için kapsamlı eğitim
programları planlanmaktadır. Ayrıca
teknolojideki gelişmeler göz önüne
alınarak tüm bu faaliyetlerin daha
süratli yürütülebilmesi, olaylara daha
hızlı müdahale edilebilmesi, bildirimlerde erişim kolaylığı sağlamak maksadıyla PGD veri tabanı ve uyarı takip
sistemi veri tabanı (UTS) çalışmaları
yapılmış ve pilot uygulamaya açılmıştır. Bu takip sistemleri ile kurumumuza elektronik ortamda daha hızlı
ve kolay bildirim yapılması mümkün
olacaktır.
Denetim anlayışımızı, cezalandırmaya dönük faaliyet olarak değil, daha
güvenli ve kaliteli ürünlerin piyasada
bulunması için sektörle birlikte aynı
hedefe yönelik faaliyetler olarak değerlendirmekteyiz. Cezalandırıcı değil yol gösterici, bilgilendirme maksatlı, rehberlik edici denetim faaliyeti
gerçekleştirmek denetim felsefemizin temelini oluşturmaktadır. Bunun
yanı sıra, insan sağlığını hiçe sayarak
ticari faaliyette bulunmak isteyenlere de fırsat verilmeyecektir. Denetim
stratejimiz, sektörün son derece dinamik, hızla değişen yapısına uygun
şekillendirilecek olup, sürekli geliştirme politikası çerçevesinde faaliyetlerimiz devam edecektir. Her ne kadar
etkin denetimin gerçekleştirilmesi
için tüm önlemler alınsa da, piyasa
da güvenli tıbbi cihazların bulunması
ancak bilinçli kullanıcı ve tüketici, sorumlu ithalatçı, üretici ve sivil toplum
kuruluşları ile bilim üreten üniversitelerimizin birlikte dayanışma içerisinde çalışmasıyla mümkün olacaktır.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
21
kapakkonusu
DAHA ÇOK ÜRETMELİYİZ!
Metin DEMİR
Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası
(SEİS) Başkanı
Tıbbi cihaz alanı multidisipliner bir
yaklaşım gerektirir. Bilişim, mekanik,
elektronik, fizik, kimya, tıp ve eczacılık bilimlerinden faydalanır. Çok geniş bir yelpazeyi kapsadığından tıbbi
cihazlarla ilgili genellemeler yapmak
zordur ancak, tıbbi cihazlar kabaca
iki grupta ele alınabilir: geleneksel
teknolojiler ve ileri teknoloji ürünleri.
Gelişmiş ülkelerde ileri teknolojilerin
üretiminin yanı sıra geniş ürün çeşitliliği gözlenmektedir. Ancak Dünya
pazarının %89’u büyük 30 şirketin
elindedir. Diğer %11lik pazarı 2700civarında şirket paylaşmaktadır. Dolayısı ile pek çok ülke için sorun aynıdır,
küresel devlerle mücadele etmeye
çalışan yerli üretici…
Türkiye geleneksel ürünlerde üretim
kapasitesine sahiptir. Ancak işgücünün, enerjinin ve vergilendirmenin
daha ucuz olduğu ülkelerde bu cihazların Türkiye’deki üretim maliyetlerinin çok altında üretilme olasılığı
22
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
yüksektir. İleri teknoloji ürünü cihazların ülkemizde üretimi ise aşağıdaki
nedenlerle zordur:
• İleri teknoloji ürünü cihazlar ge-
liştirme sürecinde uzun süren,
pahalı klinik testler ve validasyon
süreçlerinden geçmek zorundadır.
• Bazı cihazlar için, yerli pazar üretim maliyetlerini karşılayacak
kadar büyük olmadığından veya
yoğun rekabet olduğundan bazı
alanlarda üretim yapmak daha
riskli ve zordur.
• Yerli üreticinin küresel ölçekte pazarlama tecrübe ve bilgisi eksiktir.
• Satın Alma ve Geri Ödeme süreçlerinde iç pazarda henüz çözülememiş belirsizlikler mevcuttur.
Tıbbi Cihaz sektörünün en temel
denklemi herkes için erişilebilir, kaliteli, daha iyi bir sağlık hizmet sunumunu sürdürülebilir bir şekilde
sağlamaktır. Bu ise sürekli gelişen
teknoloji ile finansman arasındaki
dengeye dayanır.
Kamu Hastane Birlikleri, Hudut Sahiller, bir süredir işlemekte olan Çerçeve
İhaleler gibi toplu satın alma yöntem
ve araçları, ihaleyi alamayarak dışın-
da kalan üreticiler için uzun süreli pazar dışı kalmak demek olduğundan
zorlayıcı olmaktadır. Tıbbi cihazların
tüm pazara erişebilmesi için ulusal
ölçekte bir ağ yapılanmasına ihtiyacı
vardır. Yerel pazarların yeterli olmadığı ve ihracat beklentisi olan bazı
cihazlar için uluslararası ağ yapılarına
ihtiyaç vardır. Yerel şirketler küresel
devlerle yarışmak zorundadır ancak
sektörde bunu yapabilecek sermaye
birikimi oluşmamıştır. Sektörde pazarlama maliyetleri en az Ar-Ge maliyetleri kadar yüksektir. Buna ek olarak yeni ürün ve yeni üreticilere karşı
bir kullanıcı direnci mevcuttur. Yerli
üretimi desteklemek için Kamu İhale
Kanunu’nda (KIK) yerli malına %15
fiyat avantajı sunulmaktadır ancak
hastanelerin fazla ödedikleri miktarların döner sermayelerine kalan payı
etkilemesi nedeniyle fiilen uygulanamamaktadır. İhale uygulaması, en
ucuz ürünü almayı hedeflemektedir,
artan sağlık maliyetlerini düşürmek
için alınan önlemler de uygulayıcıları
bu yönde davranmaya yöneltmektedir. Şimdiye kadar yeni tıbbi teknolojiyi değerlendirerek maliyet etkinlik,
fayda-maliyet analizleri yapılmadığından ya da geri ödemeye esas teşkil etmediğinden yeni teknolojilerin
ülkemizde doğmasına olanak sağlayacak bir ortam oluşmamıştır.
Ayrıca geri ödeme sistemi, yatırımcı
için riskli ve öngörülemez şekilde çalışmaktadır. Ürünlerin geri ödeme listelerine dâhil olma süreci ve koşulları belirsizdir. 2012 yılında hazırlanan
bir klavuz ile bu belirsizliğin önüne
geçilmesi amaçlanmış olsa da henüz
uygulaması olamadığı için belirsizlik
devam etmektedir. Daha önce ödeme sisteminde yer alan ürünler yeterli açıklama yapılmadan geri ödeme sisteminden çıkarılabilmektedir.
Yerli pazarda bu öngörülmeyen risk
ortamında ayakta duracak, sermaye
yapısı güçlü şirketler bulunmamaktadır. Üreticiler çoğunlukla aynı zamanda başka ürünlerin ithalatını da
yapmakta ve pazar belirsizliğinden
kaynaklanan olası kayıpları dengelemeye çalışmaktadırlar.
Yerli üretimin rekabet edebilirliğini
iki eksende tartışmak gerekmektedir.
Birincisi yerli üreticinin ithal ikamesi
ürünlerde rekabet edebilirliği çoğunlukla genel üretim sorunları nedeniyle risk altındadır. Üretim maliyetlerinin daha düşük olduğu ülkelere
kayan imalat nedeniyle geleneksel
teknolojilerde üretim yapan şirket-
lerin üretimi bırakma eğiliminde oldukları görülmektedir. Geleneksel
teknolojiler dışındakilerin ise küresel
devlerin saldırgan pazarlama stratejileri ile baş edebilecek sermaye
birikimi noksandır. Dünya pazarında
büyük bir pay sahibi olan şirketlerin
bir ülkede çok düşük kar marjları ile
ürün vermesi o şirketin varlığını etkilemezken, yerli üreticilerin varlığını
tehdit etmektedir. Ameliyat ipliği, şırınga, bandaj gibi ürünlerin yeni teknolojiler ile birleştirilerek geleneksel
kategorilerden farklılaşması (termal
ameliyat iplikleri, nanoteknoloji içeren amaçları farklılaştırılmış bandajlar vb.) beklense de, bu ürünlerin
üreticilerinde bu sıçramayı yapabilecek sermaye birikimi oluşmamıştır.
Bu sıçramanın sonunda da ürünlerin
daha ucuz üretim maliyetleri olan ülkelerde üretilmesi beklenebilir. İthal
ikamesi ürün üreticilerinin bir diğer
karşılaştığı problem, zaman zaman
ihale şartnamelerinin nitelik farkını
gözetecek şekilde hazırlanamamasıdır. Hastane yönetimi için aynı işlevi
göreceği düşünülen ürünlerden doğal olarak ucuz olanı tercih edilirken,
kullanılan ürünlerde kalite düşüşü
gözlenmektedir. Ürünün cinsine göre
bu nitelikte kalite düşüşü, klinik fay-
dayı etkileyecek düzeyde ise, Piyasa
Gözetim Denetim (PGD) süreçlerinin
uygulanması beklenmektedir. Ürünlerin asgari kalite standartlarının altında olanlarının engellemesinin tek
yolu etkin kullanılan bir PGD’dir.
İkinci olarak yerli üreticinin karşılanmamış bir tıbbi ihtiyaca yanıt verecek
nitelikte ürünler üretmesinin önünde
sektörel öznelliklere dayanan yapısal bazı engeller bulunmaktadır. İlk
olarak, karşılanmamış tıbbi ihtiyaca
yanıt vermek için doktor mühendis
işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır.
Mühendislerin hastane/tıp fakültesi
ortamında teknik servis dışında girmeleri düşük olasılıktır. İkincisi, bu
işbirliğinin sonuçlarının denenmesi
gerekmektedir. Bu validasyondan akreditasyona pahalı bir klinik araştırma sürecidir. Ürünler güvenilirliklerini klinik başarılarından alırlar ve
klinik çalışma sayısı önemlidir. Küresel dev şirketler ile bu açıdan yarışabilmek ancak sistemik bir destekle
mümkün olabilecektir. Bir diğer engel, yeni ürünlerin sisteme dâhil edilmesi süreçlerinde yaşanan belirsizlik
ve yüksek risktir. Üretildiği ülkede
kullanılmayan bir ürünün dış pazarlara girmesi neredeyse imkânsızdır.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
23
Türkiye’de ise bir ürünün geri ödeme
sistemine girmesi problemli bir alandır. Ayrıca sürekli artan sağlık harcamaları geri ödeme sistemini fiyatlar
konusunda daha baskıcı olmaya itmektedir. Yeni ürünün, klinik fayda
yanı sıra uzun vadede maliyet avantajı sağladığını ispat için de belirli bir
süre, sisteme tam anlamıyla dâhil olmadan varlığını özkaynaklarıyla sürdürmesi gerekmektedir.
Türkiye’de inovasyona dayalı üretime
geçilmesinin önünde yapısal bazı engeller bulunmaktadır:
• Yerli üreticinin yeni ürünler için
pazara girmeden önce aldığı risk
yüksektir. Bu riskin düşürülmesi
için kamunun yeni ürüne teşvik,
destek, sahiplenme gibi çeşitli boyutlarda destek olması gerekmektedir.
• Sağlık harcamalarının sürekli aşa-
ğı çekildiği ortamda, üreticilerin
yeni ürünlerini satabileceklerine
olan inançları, yaptıkları Ar-Ge’nin
geri dönüşünü alacaklarına olan
güvenleri yoktur. Bu nedenle sektör başka ülkelerde geliştirilmiş,
ödeme sistemine girmiş ürünleri
taklit etmeye yönelmektedir. Oysa
kamunun yerli olarak geliştirilmiş
ürünlerin kullanımına ilişkin sahiplik göstermesi önemlidir: ArGe’den doğan doğal risklerin üstüne kamunun pazarda belirleyici
olması ve yenilikçi ürünlere direnç
göstermesinden
kaynaklanan
24
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
riskleri de eklemekte ve yerli yeni
ürün geliştirmeyi engellemektedir.
• SGK geri ödeme listelerine girmek
için şirketlerin izlemesi gereken
yollar muğlak ya da tıkalıdır. Kurumun önceliği sağlık maliyetlerini düşürmektir ve buna uygun
olarak geri ödeme sistemine yeni
ürün eklemek noktasında tutucu
davranmaktadır. Bu sistemin yerli
ürünü destekler şekilde ve objektif
ve şeffaf kriterlere dayandırılarak
yapılandırılması gerekmektedir.
Bu yapısal sorunlar iyileştirildiğinde, Türkiye’nin tıbbi cihaz üretimi ve
ihracatında dünya devleri ile yarışabilecek bir coğrafi konumu ve insan
kaynakları potansiyeli vardır. SEİS
tıbbi cihaz sektörünün önümüzdeki
beş yıllık ve on yıllık hedeflerini “2018
yılında 2 milyar $ ve 2023 yılında 5
milyar $ ihracat değeri yaratarak %85
oranında dışa bağımlı olan tıbbi cihaz tüketimimizi %30 oranında yerli
üretimle karşılama yetkinliğine ulaşmak” olarak görmektedir.
Bu hedefin gerçekleşebilmesi için,
• Geç ödemeler sorunlarının çözül-
• Stratejik
bir alan olan ve emek
yoğun değil makine yoğun değil
bilgi yoğun olduğu bilinen sektörümüze yönelik yatırım teşviklerinin alt limitinin 1 Milyon TL’ye
çevrilmesi; Bu teşviklerin 1-10 milyon TL arasındakileri için 5. Bölge
benzeri bir uygulama ile 10 milyon
üstündekilerin ise 6. Bölge benzeri
bir uygulama ile verilmesi,
• Off-set uygulamaları ile sağlanacak olan yerlileştirmenin üretimi
olmayan alanlarda düşünülmesi
ve yerli üretimi olan ürünlerde ise
yerli malı kullanımının teşvik edilmesi , (özellikle uygulanamayan
%15 fiyat avantajı yerine hastanelerin döner sermaye paylarından
ödedikleri hazine payında yerli
malı kullanım oranları kadar indirime gidilmesi yolu ile)
• Sağlık Teknolojisi Değerlendirme
ve Piyasa Gözetim ve Denetimin
aktif çalışması ve sektör temsilcilerinin bu kurumlarda aktif çalışmasının sağlanması,
• PPP
ve Merkezi toplu alımlarda
yerli malı kullanımının teşvik edilmesi,
mesi,
• S2B ve benzeri teknoloji transferi
bir KDV oranında birleştirilerek çözülmesi,
• Sanayi envanteri ve Pazar duru-
• %8 -%18 olan KDV oranlarının tek
• Yerli ürünler hakkındaki olumsuz
algının değiştirilmesi,
ve teknoloji envanteri çalışmalarının ulusallaşarak yaygınlaşması,
muna ilişkin verilerin toplanarak
yerli üretici ile paylaşılması gerekmektedir.
kapakkonusu
TIBBİ CİHAZ PİYASASI VE REKABET
Hakan Suat ÖLMEZ*
Rekabet Kurumu
III. Denetim ve Uygulama Dairesi Başkanlığı
Mesleki Koordinatör
Tıbbi cihaz piyasası, Tıbbi Görüntüleme, laboratuar, diagnostik, diyaliz,
sarf malzemeleri ve bu piyasaların
ardıl piyasası niteliğinde olan bakım
onarım piyasası gibi çok sayıda piyasayı içerebilmektedir. Her bir alt
pazarın kendine göre yapısı farklılık
göstermekle birlikte bu yazıda tıbbi
cihaz piyasası genel olarak ele alınacak ve Rekabet Kurumunun gerçekleştirdiği inceleme ve soruşturmalar çerçevesinde karşılaştığı bazı
rekabetçi sorunlara yer verilecektir.
Ayrıca rekabet hukukunun doğrudan ilgi alanına girmemekle birlikte
hâlihazırda bir yeniden yapılanma
içerisinde olan sağlık sektörüne yönelik bazı değerlendirmelerde de bulunulacaktır.
Tıbbi cihaz piyasası, genellikle ileri
teknoloji gerektiren ürünlerden oluşan ve ciddi bir sermaye ve Ar-Ge
yatırımı gerektirdiğinden piyasaya
girişlerin oldukça sınırlı olduğu, dolayısıyla genellikle ithalat bağımlılığının yüksek olduğu bir sektördür.
Bunun yanı sıra insan sağlığını ilgilendiren ve ayrıca birçok düzenleyici
kurumu ilgilendiren yönüyle oldukça
dikkatli ve ayrıntılı düzenlemelere
tabi tutulması gereken bir piyasa konumundadır.
26
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Türkiye’de üretici firmalar ağırlıkla
uluslararası firmalar olup, bunun dışında distribütörlük ve bayilik sistemi
oldukça gelişmiştir. Ulusal firmaların
genelde küçük çaplı üretimler yapabilmeleri ya da uluslararası firmaların
bayiliğini yaparak faaliyetlerini sürdürüyor olmaları nedeniyle ulusal bir
tıbbi cihaz teknolojisi oluşturulabildiğimizi söylemek güçtür.
Bu nedenle, bu piyasayı düzenleyen
kurum ve kuruluşların ulusal bir tıbbi cihaz teknolojisinin geliştirilmesi,
ithalat bağımlılığının asgariye indirilmesi yönünde politikalar geliştirmesi
büyük önem taşımaktadır. Bu minvalde teknoloji transferinin sağlanması
açısından ihtiyaç duyulan cihazların
ithalat yoluyla temini yerine, teknolojik üstünlüğü olan uluslararası firmaların Türkiye’ye yatırımının teşvik
edilmesi, bu firmaların yerli firmalarla ortaklıklar kurmaları yönünde
inisiyatifler alınması, yerli firmaların
yatırımlarında yüksek teşvik uygulaması getirilmesi, kamu-özel ortaklığıyla iler düzey teknolojik cihazlara
yatırım yapılması ve off-set benzeri
çeşitli stratejiler ile ulusal teknoloji-
nin geliştirilmesine destek verilmesi
oldukça önemlidir. Hâlihazırda %85
oranında dışa bağımlı olan bu piyasada ihracatın ithalatı karşılama
oranının %10 seviyelerinde olduğu
düşünüldüğünde gidilmesi gereken
oldukça uzun ve önemli bir yol olduğu çok açıktır.
Bu bakış açısıyla sağlıkta yeniden yapılanmanın gündeme geldiği bugünlerde tıbbi cihaz sektörü açısından
önemli olan iki konuya değinmekte
fayda görüyoruz. İlki Kamu Özel İşbirliği Modeli (public private partnership “PPP”) ile gerçekleştirilmeye
çalışılan Entegre Sağlık Kampüsleri
veya daha bilinen adıyla “Şehir Hastaneleri” projeleri, ikincisi ise yakın
zamanda gündeme gelen toplu alım
ihaleleri.
Şehir
hastaneleri
projesinin
Türkiye’de sağlıkta dönüşüm anlamında oldukça önemli bir kilometre taşı olduğunu düşünmekteyiz.
Türkiye’nin sağlık ekonomisi anlamında attığı bu adımın özel sektör
yatırımlarıyla birlikte Türkiye’ye, bölgesinde bir sağlık merkezi olması yönünde ciddi bir ivme kazandıracaktır.
Bununla birlikte, önemli faydaları olacağını ifade ettiğimiz bu yapılanmanın piyasa açısından en az olumsuzluk içerecek şekilde dikkatlice dizayn
edilmesinde de fayda görülmektedir.
Şehir hastaneleri projesinde birçok
hastanenin birleşimiyle oldukça büyük tek bir hastane kurulması amaçlanmakta ve bu hastanenin işletilmesi ise 30 yıl gibi bir süreliğine ihaleyi
kazanan firmaya verilmektedir. Bunun sonucunda daha önce birçok
teşebbüs tarafından hizmet verilen
hastaneler azalarak birkaç büyük teşebbüsün işletmesini yaptığı az sayıda hastanenin olduğu yapıya geçiş
olmaktadır. Bu yeni yapının bütün
Türkiye’ye yayılması sonucunda tıbbi
cihaz piyasasını da yakından etkileyecek yeni bir yapı ortaya çıkacaktır.
Bu hastanelerin işletmesini alacak
olan büyük teşebbüsler ya kendi
sahip oldukları firmalar üzerinden
veya anlaşmalı firmalar üzerinde bu
hizmeti vereceklerinden, daha önce
ihalelerle veya hizmet alımlarıyla bu
hastanelere çalışan bazı teşebbüsler
artık çalışamaz hale geleceklerdir.
Şehir hastaneleri konusunu toplu
alımlar ile birlikte değerlendirmek
daha doğru olacaktır. Toplu alımlar
yeni kurulan Kamu Hastane Birlikleri ile daha da önemli hale gelmiş
ve ihalelerin merkezi bir şekilde yapılması ve alınacak cihazların toplulaştırılarak ihaleye çıkılması, küçük
teşebbüslerin ihalelere girmeleri
önünde önemli bir kısıtlama riski barındırmaktadır. Bu konu Şehir Hastaneleri mevzuundan çok daha çabuk
bir şekilde piyasanın dönüşümünü
gerçekleştirecek bir etkiye sahiptir.
Kamu alımlarının mümkün olduğunca en az maliyetle gerçekleştirilmesi
çalışılması doğal bir gelişme olmakla
birlikte, toplu alımlar, henüz ulusal
teknolojinin gelişmediği, yerli teşebbüslerin ölçek olarak oldukça küçük
olduğu bu piyasada üretici firmaların
güçlerini artırmalarına ve bunun neticesinde birçok bayiinin piyasa dışına çıkmasına yol açabilecek etkiye
sahip olacaktır.
Ayrıca altı çizilmesi gereken diğer
bir husus ise, toplu alımlar nedeniyle
kısa dönemde kamunun sağlayacağı
maliyet avantajı olsa da orta ve uzun
dönemde piyasada kalan az sayıda
teşebbüsün pazarlık gücünün artma
riski nedeniyle, kamunun karşı karşıya olacağı maliyet daha yüksek olabileceğidir. Piyasa dışına çıkacak birçok
bayiinin yaratacağı istihdam açığı da
göz önüne alınması gereken başka
bir noktadır.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus,
tıbbi cihaz alımlarında birçok farklı
cihaz türünün aynı anda alınmak istenmesi durumunda, cihazların tümünü karşılayamayan ancak alınacak
cihazların bazılarında teklif verebilecek teşebbüsler ihale dışı kalabilecek
olmasıdır. Bu nedenle toplu ihalelere
çıkılması durumunda bu ihalelerin
her bir kalem için ayrı ayrı yapılması
daha rekabetçi bir ortamın oluşmasına katkı saylayacaktır.
Hem şehir hastaneleri projeleri hem
de toplu alımlara baktığımızda, kamu
otoritesinin bundan sonra karşısında
çok parçalı küçük teşebbüsler değil az
sayıda ama daha büyük teşebbüsler
görmek istediği yönünde bir düşünce hâsıl olmaktadır. Ancak Türkiye’nin
hâlihazırda ithal bağımlısı bir ülke
olması, tıbbi cihaz tedarikçisi teşebbüslerin ağırlıklı kısmının yabancı
firmalardan oluşması nedeniyle, bu
politikalar dengeli uygulanmadığı
takdirde Türkiye’nin ulusal bir tıbbi
cihaz teknolojisi stratejisinin sekteye uğrayabileceği düşünülmektedir.
Ülkemizin tıbbi cihaz piyasasının yabancı üreticilerin egemenliğinde bir
piyasa haline dönmesini istemiyorsak ve ayrıca binlerce istihdam sağlayan bayilik sisteminin tamamen çökmesini istemiyorsak ve nihayetinde
bu piyasadaki katma değerin önemli
bir kısmının yurtdışına aktarılmasını
istemiyorsak bu politikanın gözden
geçirilerek maliyet-fayda dengesini sağlayacak dengeli bir tıbbi cihaz
piyasasının kurulması çalışmalarının
yapılması önem arz etmektedir.
Bu dengenin nasıl sağlanacağı konusu başlı başına bir yazı konusu olduğundan bu konuyu burada bırakarak
biraz daha rekabet hukuku perspektifinden bu piyasada gördüğümüz
bazı aksaklıklara aşağıda değinmek
istiyoruz.
Tıbbi Cihaz Piyasasında
Karşılaşılan Rekabet Sorunları
Tıbbi cihaz piyasasına yönelik olarak Rekabet Kurumu tarafından çok
sayıda inceleme ve soruşturma gerçekleştirilmiştir. Bu incelemelerin
hepsine burada değinmek olanaksız
olduğundan, önemli görülen bazı
belli başlı hususlara dikkat çekmeye
çalışılacaktır.
Tıbbi Cihazlarda Şifre Uygulamaları
Tıbbi görüntüleme cihazları pazarında faaliyet gösteren firmaların rekabet ihlali oluşturduğu iddia edilen
davranışlarından birisi, söz konusu
cihazların teknik servis bölümüne
erişim için şifre ve benzeri erişim
kısıtları uygulanmasıdır. Cihazlara
ait çeşitli ayarların (kalibrasyon vb.),
arıza tespitinin, yedek parça değişimlerinin ve benzeri uygulamaların
yapılabilmesi için söz konusu şifreye
veya benzer işlev gören cihaza sahip olmak gerekmektedir. Bu erişim
engelleri, belli rakamlardan oluşan
bir kod, dongle veya key adı verilen
ve cihaza harici olarak eklenen bir
aygıt şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bunların, cihazın ayar menüsüne
ulaşmak isteyen kişi ve kurumlara
verilmediği veya yüksek bir ücret
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
27
karşılığı satıldığı bağımsız servis firmalarınca ve hastanelerce dile getirilmiştir. Söz konusu şifreler ya da
aparatlar, yalnızca üretici firmanın
kendi mühendislerine verilmektedir. Bu uygulamalara gerekçe olarak
konunun doğrudan insan sağlığına
ilişkin olması, cihazların sorumluluğunun üretici firma üzerinde olması
ve ehil olmayan insanların cihazların
ayarlarını değiştirmemesi gerekliliği
gösterilmektedir.
Cihazların garanti süresi boyunca
makul görülebilecek şifre ve benzeri uygulamalar garanti süresi sona
erdikten sonra, cihazların sahibi ve
sorumlusu olan hastanelerin, bu cihazlar üzerindeki tasarrufunu kısıtlayıcı hale dönüşmekte ve hastaneleri cihazların servis ve bakımı için
kullanım süresi boyunca üreticilere
bağımlı hale getirmektedir. Bu durumun rekabete olumsuz etkisi bağımsız servis sağlayıcıların servis pazarına girememeleri veya girseler dahi
pazarda tutunamamaları şeklinde
kendini göstermektedir. Bu tespitlerle Rekabet Kurulu’nun 18 Şubat 2009
tarihli kararı ile Tıbbi görüntüleme
ve teşhis pazarında faaliyet gösteren
teşebbüslere “Tıbbi cihazların garanti
sürelerinin bitiminden sonra, cihazları
satın alan müşterilerin yazılı talepte
bulunması durumunda, cihazlara ilişkin şifrelerin veya bu anlama gelecek
her türlü dâhili sistemin firmalar tarafından mücbir sebepler haricinde, ücretsiz olarak temin edilmesi,” yükümlülüğü getirilerek ardıl piyasadaki
rekabetin gelişmesi amaçlanmıştır.
Bu karar sonrasında piyasadaki izlenimlerimizden bazı hastanelerin bakım onarım anlaşmalarının eski anlaşmalara nazaran %10-20 aralığına
düştüğü görülmüştür. Bu da yapılan
işlemin sonuçları açısından önemli
bir gösterge niteliğindedir.
28
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Yedek Parça Temini
Konusundaki Uygulamalar
Piyasadaki bazı teşebbüslerin kendi markası altında bulunan tıbbi cihazların yedek parçalarındaki hâkim
durumundan faydalanarak müşterilerini bağlamaya ve rakip servis sağlayıcıların faaliyetini zorlaştırmaya
yol açabilecek uygulamalarda bulundukları, hâlihazırda servis pazarında
bu tür sorunlarla karşılaşılmasa da
bunun potansiyel olarak ciddi sakıncalar barındırdığı açıktır.
Bu tür hususlar rakipleri dışlayıcı olabileceği gibi, müşterileri kendisine
mecbur bırakmaya yönelik de olabilir. Bu ayrımcı uygulamaların rakip
firmaları piyasa dışında tutmaya yönelik veya rakip servislerle anlaşan
müşterileri cezalandırma anlamına
gelecek politikalar şeklinde olması
rekabet açısından sakıncalıdır. Bu nedenle tıbbi cihazlarının bakım ve onarım hizmetinin verilebilmesi için gerekli olan yedek parçaların satışında
firmaların kendi servis departmanları
ile diğer servis firmaları arasında objektif kıstaslara dayanmayan ayrımcılık yapılması durumunda veya yedek
parça satışını servis satışına bağlamaya zorlanması gibi politikalar olması durumunda rekabet açısından
önemli sakıncalar doğabilecektir. Bu
durum yine Rekabet Kurulu’nun 18
Şubat 2009 tarihli kararı Tıbbi görüntüleme ve teşhis pazarında faaliyet
gösteren teşebbüslere yönelik “Cihaz
harici takılan ve anılan cihazlara ilişkin
teknik servis verilmesine olanak sağlayan aparatlar/cihazların, müşterilerin
yazılı talepte bulunması veya bu yazılı talepleri müşterilerden alan teknik
servislerin yazılı başvuruda bulunması
durumunda müşteriye tesliminin yapılması,” yükümlülüğü getirmiştir.
Hem şifre konusundaki hem de yedek parçalar konusundaki bu yü-
kümlülükler ile özellikle tıbbi cihaz
piyasasının ardıl piyasası olan bakım
onarım piyasasının gelişmesi ve müşteri konumunda bulunan teşebbüslerin (genelde kamu ve özel hastaneler) cihaz üreticilerine bağımlılığının
azaltılmasını ve böylece piyasanın
ilerleyen zamanda daha rekabetçi
hale gelmesi hedeflemiştir.
Kamu İhaleleri ve Tıbbi Cihaz Piyasası
Kamu hastaneleri alımlarını Kamu
İhale Kanunu çerçevesinde yapmaktadırlar. Öncelikle Kamu İhale
Kanunu’nun tüm sektörlere aynı
ihale mevzuatını uygulaması bazı
sıkıntılar doğurmaktadır. Öncellikle
sağlığın söz konusu olduğu ve cihaz temin sürelerinin, test, kullanılabilirlik, kalite, doktor tercihi, servis
imkânları, ardıl piyasadaki durum,
garanti süreleri, patent hakları vesaire birçok kriterin söz konusu olduğu
bu piyasanın, bir bayındırlık, inşaat
benzeri ihalelerle aynı çerçevede ele
alınmasının doğru olmadığı düşünülmektedir. Bu nedenle sektöre özgü
özel ihale kurallarının gündeme gelmesi yerinde olacaktır.
İhaleler konusunda öncelikle belirtilmesi gereken husus şudur ki, 4054
sayılı Rekabetin Korunması Hakkında
Kanun’un 4. maddesine göre belirli
bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti
engelleme, bozma ya da kısıtlama
amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte
olan teşebbüsler arası anlaşmalar,
uyumlu eylemler hukuka aykırı ve yasaktır. Bu anlamda ihaleler öncesinde
teşebbüslerin ihale fiyatını belirleme,
hastane paylaşımı gibi danışıklı davranışları rekabet kuralları çerçevesinde ihlal niteliğindedir.
Bu Kamu alımlarına yönelik ihalelere
bakıldığında çokça karşımıza çıkan
sorunlardan biri de “yan teklifler”
konusudur. Yan teklif konusu da
özünde teşebbüsler arası danışıklılığı barındırmakta ve kamu alımlarına danışıklı teklif verme sonucunu
doğurmaktadır. Bazı hallerde usule
ilişkin sürecin hızlanması amacıyla
kullanılan “yan teklif”lerin kötü niyetli olarak kullanılmasının ve kamunun
zarara uğratılmasının mümkün olduğu da bilinmektedir.
Bilindiği üzere, sağlık kuruluşlarının,
tıbbi sarf malzemeleri ile test ve tetkik sarf malzemeleri gibi ihtiyaçlarını önceden planlayarak 4734 sayılı
Kamu İhale Kanunu’nda sayılan temel alım usulleri ile temin etmeleri
esastır. Bu bağlamda sağlık kuruluşlarında tıbbi cihaz ve malzemelerin
temel temin esası açık ihale usulüdür. Bunun dışında belirli koşulların varlığı halinde sağlık kuruluşları
“belirli istekliler arasında ihale usulü”
“pazarlık usulü” ya da “doğrudan temin” ile de mal alımı gerçekleştirebilmektedirler.
Kamu İhale Kanunu’nun 20. maddesi belirli istekliler arasında yapılan
ihale usulünü düzenlemektedir. Bu
kapsamda ihaleye davet edilebilecek
aday sayısının beşten az olması veya
teklif veren istekli sayısının üçten az
olması hallerinde ihalenin iptal edileceği öngörülmektedir. Benzer şekilde
anılan Kanun’un 21. maddesinde düzenlenen pazarlık usulü ihalelerinde
ilan yapılmaması durumunda da en
az üç isteklinin davet edilmesi gerekmektedir. Diğer alım türlerinde ise
böyle bir şart öngörülmemektedir.
Öte yandan yapılan incelemeler neticesinde sektörde gerçekleştirilen
tüm alım türlerinde üç teklif verme
şartının arandığı gibi bir izlenimin
oluştuğu ve teşebbüslerce alımı yapan idareye farklı teşebbüslerden
temin edilen ve sektörce “yan teklif”
olarak bilinen tekliflerin sunulduğu
görülmüştür. Özellikle doğrudan temin usulünde ve araştırma projeleri
kapsamında yapılan alımlarda “yan
teklif”lerin usulün bir parçası haline
geldiği anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemelerde Yan teklifler
konusunda sorunun ilk ayağını idarelerin oluşturduğu, başka bir ifadeyle
yan tekliflerin çoğu zaman alımı gerçekleştiren idarece talep edildiği görülmüştür. Bu nedenle sorunun çözümü noktasında idarelere de önemli
bir görev düşmektedir. Ayrıca görüldüğü kadarıyla yan teklif uygulaması
sektörün tamamına hatta mal alımına konu olan tüm sektörlere yayılmış
bulunmaktadır. Hukuka aykırı olan
böyle bir uygulamanın, piyasanın
işleyişi için neredeyse bir zorunluluk
olarak görülmesi durumun vahametine işaret etmektedir.
Bununla birlikte şunun belirtilmesi
gerekir ki, yan tekliflerin idare tarafından istenmesi veya tüm sektörce
yaygın kullanılıyor olması durumu,
hukuka uygun olmayan bir durumu
haklı çıkarmamaktadır. Dolayısıyla
teşebbüsler gerçekleştirmiş oldukları
eylemler bakımından sorumlu bulunmaktadır.
İhale türü her ne olursa olsun teşebbüsler arasında koordinasyon riskini
oldukça artıran bu tür uygulamaların önüne geçmek amacıyla Rekabet
Kurumu olarak ilgili kamu kurum ve
kuruluşlarına görüş yazıları gönderilmiş, ayrıca ilgili meslek kuruluşlarına
yazılar gönderilerek üyelerinin bu
konuda bilinçlenmeleri sağlanmaya
çalışılmıştır.
Şartname Hazırlıkları
Kamu İhalelerinde şartname hazırlık
sürecinde idareler ile teşebbüsler
arasında çeşitli irtibatlar gözlenmektedir. Bu irtibatlar bazı durumlarda
ihalenin bazı teşebbüsler lehine geliştirilmesiyle sonuçlanabilmektedir.
Çeşitli sektör incelemelerinde gözlemlenen şartname çalışması genellikle iki şekilde olmaktadır. Birincisi;
kendi ürününün özelliklerini alım
yapan kurum personeline anlatarak
ihale aşamasında devre dışı kalmasını önlemek şeklinde olmaktadır
ki bu husus makul bir çalışmadır.
Şöyle ki, bazı durumlarda şartnamenin hazırlanması esnasında gözden
kaçan küçük kriterler nedeniyle,
aslında ihaleye girebilecek bazı firmalar ihale dışı kalabilmektedir. Bu
durumda da genellikle çok az sayıda
veya tek bir tane teşebbüs ihaleye
girebilmektedir. Böylece hem piyasada rekabet etkilenmiş olmakta
hem de ihale fiyatı yukarıya çıktığından kamu zararı oluşabilmektedir.
Bu nedenle ihaleye kendisinin de
girme (eğer benzer özelliklere sahip ise) yönünde çalışma yapılması
genellikle makul karşılanmaktadır.
İkinci tür ise, başka bir firmanın ihaleye girmesini engellemek amacıyla
yapılan, bu maksatla şartnamenin
hazırlanması için çalışma yapılmasıdır ki, bu durum rekabet hukuku
anlamında olmasa dahi cezai işlem
gerektiren bir husustur.
Şartname çalışmalarını rakip firmalar
danışıklı bir şekilde sadece kendilerine uygun bir şartname çıkarmak
amacıyla yaptıklarında ise 4054 sayılı
Kanun çerçevesinde değerlendirilecek bir durum ortaya çıkacağı açıktır.
Yetki Belgesi Sorunu
Kamu ihalelerine girerken istenen
yetki belgesinin bazı durumlarda ihaleye girişi kısıtladığı görülmektedir.
Özellikle birden fazla cihaz türünün
aynı anda alındığı ihalelerde sadece
bir tane cihazı temin edemeyen teşebbüs diğer ihale kalemleri elinde
olsa dahi ihale dışı kalabilmektedir.
Bu cihazı cihaz üreticisinden temin
etmek istediğinde ise yetki belgesi
verilmemesi dolayısıyla temin edememektedir. Yetki belgesi üretici
firmanın bayilik sistemini beslemesi
açısından bazı durumlarda gerekli
olabilmekle birlikte, özellikle az önce
belirttiğimiz bir durumda kritik bir
giriş engeli halini alabilmektedir. Bu
tür durumlarda yetkinin verilmesinin
bayi fiyatı üzerinde yapılması durumunda (fahiş olmayacak şekilde)
hem bayilik sisteminin zarara uğratılmaması hem de giriş engeli olabilecek bu durumun ortadan kaldırılması
sağlanabilecektir.
Sonuç olarak şunu belirtmekte fayda vardır ki, her sektörde olduğu
gibi Tıbbi Cihaz sektöründe de çeşitli rekabet aksaklıkları mevcut görünmektedir. Ancak insan sağlığını
ilgilendiren bu piyasada bazı rekabet aksaklıkları rekabet kuralları çerçevesinde çözümlenebilirken, bazı
aksaklıkların giderilmesinde ise rekabet kurallarının yetersiz kaldığı bir
gerçektir. Dolayısıyla, bu piyasanın
daha gelişmesi amacıyla yapılacak
düzenlemelerin tek bir düzenleyici
kurumun perspektiften yola çıkarılarak yapılmaması, tüm ilgili kamu ve
özel sektör temsilcilerinin katkısıyla
bir sektör stratejisi oluşturularak ve
bu stratejiyi destekleyen politikaların geliştirilmesiyle sağlıklı yapıda bir
sağlık sektörü oluşturulabilir.
* Yazıda yer verilen, Rekabet Kurulu Kararları
haricindeki görüşler Rekabet Kurumu’nu
bağlayıcı olmayan, yazarın kişisel görüşleridir. Yazıya ilişkin görüş ve öneriler solmez@
rekabet.gov.tr adresine iletilebilir.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
29
haber
TIBBİ CİHAZLARA
BAKANLIK ONAYI
Sağlık Bakanlığı, kalp, ortopedi, beyin
cerrahisi gibi birçok alanda kullanılan
tıbbi cihazlar için daha sıkı bir kontrol
mekanizması uygulayacak. Bakanlık
uzmanlarının onayı bulunmayanlar
Türkiye’de en büyük alıcı konumundaki Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK)
geri ödeme listesine alınmayacak. TİTUBB’a kaydedilen ürünleri geri
ödüyor. Ancak bugüne kadar bu sistem beyana dayalı işliyordu. Bundan
sonra uygulamaya konulacak sistemle bakanlığımızın uzmanlarınca
yapılacak inceleme sonrası bu kayıt
mümkün olabilecek.” Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Tıbbı Cihaz Daire
Başkanı Uzman Dr.İsmet Köksal,
yaptığı açıklamada, Türkiye İlaç ve
Tıbbi Cihaz Ulusal Bilgi Bankası’nda
(TİTUBB) kaydı olmayan tıbbi cihazların SGK tarafından geri ödenmediğini anımsattı. Bugüne kadar bu
sisteme kaydın beyan esasına dayalı
olduğunu, gerek endikasyon gerekse etkinlik yönünden firmaların ileri
sürdüğü kanıtların geçerli kabul edildiğini anlatan Köksal, şunları belirtti: Gerekirse İncelemeyi
Üniversiteler Yapacak
“Tıbbi cihaz sektörüyle ilgili dünyada
oturmuş bir sistem yok. İlaçta maliyet
etkinlik ile ilgili bir sistem oturmasına
rağmen tıbbi cihazda bu sağlanabilmiş değil. Bir tıbbi cihazın endikasyonu ya da fiyatı gibi konularda standart bir sistem işlemiyor. Ülkemizde
geri ödeme kurumu SGK kurumuzda
30
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Bu incelemenin gerekirse üniversitelerce de yapılacağını ifade eden
İsmet Köksal, bunun için 15 üniversite ile protokol aşamasında olduklarını bildirdi. Köksal, “Bu hasta güvenliği açısından büyük önem taşıyor.
Artık daha güvenilir ve kanıta dayalı
cihazların kullanılması mümkün olabilecek” dedi. Piyasadakiler İncelenecek
Piyasadaki tıbbi cihazların belirli bir
standarda oturtulması için incelemeler yapılacağını belirten Köksal, bu incelemelerin ilk etapta beyin cerrahisi ve ortopedi alanındaki tıbbi cihazlara yönelik olacağını şu sözleriyle
ifade etti:
“Bu ürünler piyasadaki 1 milyon 300
bin cihazın yüzde 30’unu oluşturuyor. Her iki ürün grubu da yüksek
risk grubunda yer aldığı için seçtik.
İnceleme sonucunda belki bazı ürünler toplatılacak, belki de bazılarının
ülkeye girişi engellenecek. Belirli uzmanlık alanlarına yönelik bu inceleme Türkiye’de ilk olacak.”
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
31
haber
ANKARA KALKINMA AJANSI GENEL SEKRETERİ
DOÇ. DR. ASIM BALCI:
“YERLİ ÜRETİME OLAN İNANCIMIZ
GİDEREK ARTIYOR”
Ankara Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Doç. Dr. Asım Balcı ajansın çalışmalarını
ve sağlık alanında destekledikleri projeler ve stratejileri dergimize anlattı.
“Ajanslar sadece mali destekler sağlayan kurumlar değil, bölgelerindeki
kurumlar arasında işbirliğini geliştirecek platformları kurgulayan ve
destekleyen yapılardır” diye konuşan Balcı kendilerine bugüne kadar
toplam 609 proje desteği başvurusu
yapıldığını, bunlardan; ‘Doğrudan Faaliyet Desteği’ kapsamında 43 proje,
‘Teknik Destek Programı’ kapsamında ise 50 faaliyetin desteklendiğini
açıkladı.
Ankara Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Doç. Dr. Asım Balcı kuruluş ve çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi:
32
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
“Ankara Kalkınma Ajansı, 5449 Sayılı
Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında
Kanun ile Bakanlar Kurulu’nun 2009
tarihli ‘Bazı Düzey 2 Bölgelerinde Kalkınma Ajansları Kurulması Hakkında
Karar’ ile kurulan tüzel kişiliğe haiz bir
kuruluş. Ajanslar, bölgesel gelişme
stratejilerinin hazırlanması, rekabet
gücünün desteklenmesi, kamu, özel
kesim, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğinin
geliştirilmesi, girişimciliğin desteklenmesi, bölge potansiyelinin harekete
geçirilmesi gibi konularda görevlendirilmişlerdir. Ankara Kalkınma Ajansı
olarak, başkent Ankaramızın kalkınmasında öncü olmak, yerel yönetimler, kamu kuruluşları, üniversiteler ve
sivil toplum kuruluşları arasında eşgüdüm sağlamak için çalışmaktayız.
Ortak çalışma, proje üretme anlayışı
ve yaklaşımıyla Ankara’nın ekonomik
büyümesinin ötesinde Ankaralının
yaşam kalitesinin artması öncelikli
hedeflerimiz arasında.
Ankara Kalkınma Ajansı faaliyetleri;
planlama çalışmaları, malı ve teknik
destekler, yatırım takip ve koordinasyon faaliyetleri, eğitim ve seminer faaliyetleri ve tanıtım faaliyetleri olmak
üzere beş başlık altında incelenebi-
lir. Ankara Kalkınma Ajansı, Ankara
Bölgesi’nde Aralık 2010 tarihi itibarıyla çok boyutlu bir bölge planlama
çalışması sürecine başlamıştır. Kamu
kurumlarından, sivil inisiyatife; üniversitelerden özel kuruluşlara değin
600’ün üzerinde katılımcıyla 60’tan
fazla toplantı gerçekleştirilerek oluşturulan Ankara Bölge Planı; katılımı
ve sahiplenme bilincini geliştirmesi,
kalkınma sürecine yol göstermesi,
daha yaşanabilir bir bölgenin resmini
çizecek olması ve yerel kuruluşların
politika önceliklerine rehberlik etmesi açısından Ankara ili için çok önemli.
Ankara Kalkınma Ajansı’nın çalışma
prensiplerini; vizyonu ve misyonuyla
şekillendirdik. Buna göre bakış açımızı anlatan vizyonumuz; Ankara’yı
ekonomik, kültürel ve siyasal açıdan
küresel bir başkente dönüştürecek
kalkınma stratejilerinin geliştirilmesinde ve hayata geçirilmesinde öncü
olmaktır. Ankara Kalkınma Ajansı’nın
misyonu ise; “Sürdürülebilir bölgesel kalkınmayı hızlandırmak ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak;
bölgeye yönelik stratejiler geliştirmek, destekler vermek, işbirliği ve
koordinasyon sağlamak, izleme ve
değerlendirmeyle tanıtım ve iletişim
faaliyetlerini yürütmek” olarak belirlendi. Elbette, ajansların kalkınma
çalışmalarında önemli bir başlık, destek programlarıdır. Ankara Kalkınma
Ajansı kurulduğu 2010 yılından bu
yana ‘Doğrudan Faaliyet Desteği’
ve ‘Proje Teklif Çağrısı’ programları
kapsamında malı destekler ve ‘Teknik Destek Programı’ kapsamında da
teknik destek sağladı.
Ajansımıza bugüne kadar toplam
609 proje desteği başvurusu yapıldı.
Bunlardan; ‘Doğrudan Faaliyet Desteği’ kapsamında 43 proje, ‘Teknik Destek Programı’ kapsamında ise 50 faaliyet desteklendi. 2011 Yılı Proje Teklif
Çağrısı kapsamında ise 121 başarılı
proje desteklenmeye hak kazandı.
Toplam bütçesi 25 milyon TL olan
program ile öngörülen eş finansman
ile birlikte 44 milyon TL’lik bir mali
kaynak kalkınma projeleri için harekete geçirilmiş durumda. ‘Turizm Potansiyelinin Harekete Geçirilmesi Mali
Destek Programı’ ve ‘Yenilikçi Uygulamalar Mali Destek Programı’ başlıkları
altında gerçekleşen ‘2011 Yılı Proje
Teklif Çağrısı’ kapsamındaki projeler
tamamlanma aşamasına geldi. “
Sağlık Sektörü Destekleri
Asım Balcı, sağlık sektörünün gelişimini, bugününü ve Ankara’da sağlık
sektörünün seyrini şöyle özetledi:
“Bildiğiniz gibi Sağlık Bakanlığı,
Türkiye’de sağlık ürünlerinde yerli üretimin arttırılması için özel bir
düzenleme yaptı. Buna göre, Sağlık
Bakanlığı ve bağlı kuruluşları, sağlık
hizmeti sunumunda ihtiyaç duyulan
ve ileri teknoloji gerektiren ürün ve
hizmetlerin üretimine, teknolojilerinin geliştirilmesine ve yurt dışından
transferine yönelik, yerli ve yabancı
yatırım ve teknoloji imkânlarını araştıracak, teşvik edecek, gerektiğinde
bu konudaki girişimlere iştirak edecek. Bu amaçla şirket kurabilecek,
ihtiyaç halinde alım garantili yerli
üretim yaptıracak, bu ürünlerle ilgili
araştırma, geliştirme, prototiplerin
imalini sağlayacak. Uzun vadeli, ön
ödemeli siparişler ve diğer mali ve
ekonomik teşvikleri tespit edecek,
bu ürünlerin off-set ticaretini düzenleyecek.
Kentimizde kurulu olan OSTİM
Türkiye’ye örnek olacak biçimde kümelenme anlayışını, iş geliştirme ve
büyütme anlayışını, pazar büyütme
anlayışını hedef almış bir kuruluş. Bunun için oluşturduğu alt kuruluşları
var. Sağlıkla ilgili olarak yerli üreticilerin bir araya geldiği Medikal Sanayi
Kümelenmesi oluşmuş durumda. Bizim yerli üretimi desteklemek adına
ortaya koyduğumuz desteklerle birlikte bu tip projelerin içeriğini geliştirmeye çalışacağız.
OSTİM’de gördüğümüz iş yapma ve
üretme heyecanının beni heyecanlandırdığını söylemeliyim, bu heyecanın yerli üretime olan inançlarımızı
arttırdığını belirtebilirim.
Ankara’da sağlık sektöründe hizmet
veren akademik çevreler, araştırma
merkezleri, üreticiler, araştırmacılar,
karar vericiler ve politika yapıcılar,
uygulayıcılar ve sivil toplum kuruluşlarının potansiyelini daha verimli bir
şekilde kullanmak için mevcut durumun detaylı olarak analiz edilmesini
amaçlayan projelere destek verdik.
Ankara’nın ve ülkemizin sağlık sektöründeki kapasitesinin detaylı analizi yapılarak neler yapılabileceği
planlandı.
Ankara sağlık sektörü değer zinciri
içinde yer alan tüm aktörlerin (araştırmacı, üniversite, sanayi, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları, çalışanlar, hastaneler, yerel yönetimler
ve kamu kurumları gibi) bir araya gelmesiyle şehrin bu konudaki rekabetçiliği hakkında farkındalık ve ortak bilinç oluşturulması yönünde projelere
destek veriyoruz.
Sağlık sektöründe mevcut imkân ve
kapasitelerin bir araya getirilmesi ve
ortak akıl çerçevesinde bir işbirliği
hareketi başlatılarak tüm aktörlerin niyet ve irade beyan etmelerini
önemsiyoruz.
Ankara’nın sağlık araştırmaları, tıbbi
malzeme ve tıbbi cihazlar sektöründe tasarımdan, üretime kadar tüm
aşamalardaki payının artırılmasını
içeren proje ve çalışmaları destekleyeceğiz. Bu bağlamda ‘Ankara Sağlıkta Yenilikçilik Hareketi’ başlıklı projeyi
destekledik.
Ankara’nın sahip olduğu tarihsel,
kültürel ve sağlık potansiyelini ortaya koymak için geçtiğimiz ay Moskova Turizm Fuarı’na katıldık. Birkaç
ay önce de Berlin’de gerçekleştirilen
ITB Turizm Fuarı’nda Ankara’yı tanıtma fırsatı bulmuştuk. Bu çalışmalarla
Başkent Ankara, sahip olduğu tarihsel, kültürel değerlerini ve sağlık
sistemlerini uluslararası arenada da
tanıtmaya başlamış durumda. Bu anlamda turizm sektöründe Türkiye’nin
önemli bir pazarı olan MITT Moskova
Fuarı’na katıldık. Özellikle Ankara’nın
sahip olduğu sağlık turizmi potansiyelini burada katılımcılara anlatma
fırsatı bulduk.”
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
33
kapakkonusu
TIBBİ CİHAZ SEKTÖRÜ
DEĞERLENDİRMESİ
Kemal YAZ
TÜMDEF Yönetim Kurulu Başkanı
Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında yapılan ve sektörümüzü yakından etkileyen düzenlemeler ve
geleceğe yönelik beklentilerimize
geçmeden önce Sağlık Bakanımız
Sayın Dr. Mehmet Müezzinoğlu’na
başarı dileklerimizi Sağlık ve İnsan
Dergisi vasıtasıyla bir kez daha iletmek ve Bakanlık görevine başladıktan kısa bir süre sonra çıkartılan
Kamu Özel İşbirliği Modeli kanunuyla, Federasyon olarak sıklıkla gerek toplantılarda ve gerekse sağlık
sektörüyle ilgili yazılı basında dile
getirdiğimiz, yerli üretici aleyhine ortaya çıkacak dezavantajları azaltacak
34
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
düzenleme yapılmasını sektörümüz
adına oldukça sevindirici bulduğumuzu belirtmek isterim.
6428 sayılı Sağlık Bakanlığınca Kamu
Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi Hizmet Alınması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun 3’üncü
maddesi 16’ncı fıkrasında “Bu kanun
çerçevesinde yaptırılacak işlerdeki
sabit yatırım içerisinde yer alan tıbbi donanımın en az yüzde yirmisinin yerli üretim olması zorunludur.
Kullanılacak ürünlerdeki yerli üretim
oranı, yerlilik şartları ve esasları ihale
dokümanında belirtilir” denilmektedir. Sektörümüz adına sevindirici bir
haber olan bu düzenleme için başta
Sağlık Bakanımız Sayın Mehmet Müezzinoğlu olmak üzere tüm çalışma
ekibine şükranlarımızı iletiyoruz.
Ülkemizdeki yerli tıbbi cihaz üreticilerimiz ağırlıklı olarak sarf niteliğindeki tıbbi cihazları üretmektedir. AB
Tıbbi Cihaz Komisyonunca yayımlanan Tıbbi Cihaz Rehber Dokümanına
göre yerli üreticilerimiz tarafından
üretilen ve laboratuvar hizmetlerinde kullanılan analitik özellikli birçok
cihaz çok amaçlı kullanılan cihaz niteliğinde olduğundan, yerli üretilen
sabit yatırım kapsamında değerlendirilecek tıbbi cihaz sayısı da oldukça
sınırlı sayıda olmaktadır.
Örnek verecek olursak, MEDDEV.
2.14/1 rev. 1 January 2004 tarihli
Guidelines On Medical Devices rehber dokümana göre; sterilizatörler,
laboratuvar santrifüjleri, genel kullanımlı otomatik pipetler, ağırlık ölçen
aletler, mikrotomlar, çok amaçlı tüpler, pipetler ve şişeler v.s. gibi invitro
diagnostik kullanım için bir spesifik-
liği olmayan laboratuvar cihazlarının IVD direktifinin kapsamına girdiği
kabul edilmemektedir. Örnekler, üreticinin beyan edilen amacının invitro
diagnostik tıbbi cihaz tanımına girmediği takdirde, foetal sığır serumu,
kültür mediumları ve boyalar gibi
genel kullanım için olan cihazları da
içerir.
Bu açıklamalar dâhilinde öncelikle
Bakanlığımızın sayın yetkililerinin
yerli üreticilerimiz ve temsilcileri ile
bir araya gelerek yapılan düzenlemenin sektörde beklenen canlılığı yaratması, sarf malzemesi niteliğindeki
tıbbi cihazları da kapsar hale getirilmesi için çalışma başlatmasını ve Sayın Bakanımızın bu konuda müspet
desteklerini beklemekteyiz.
Yürürlüğe konulan ve bizler açısından önemli olan bir diğer konu toplu
alımlardır. Sektörümüzün devamlılığını ve ekonomik etkinliğini sürdürebilmesi, yeterli rekabet ortamının
sağlanabilmesi için Kamu Hastane
Kurumu tarafından yayımlanan genelgeler gereğince Kamu Hastane
Birliklerince tek merkezden yapılacak toplu alımın, tek listeye bütün
olarak tek bir firma tarafından teklif
verme şeklinde olmaması, kalem
kalem ihaleye çıkılarak her firmaya
ihaleye katılma imkânı sağlanarak
tek merkezden yapılacak ihale şeklinde değerlendirilmesi konusunda
düzenleme yapılarak sektörümüzde
kapanması muhtemel işyerlerinin iş
hayatında devamlılıklarının sağlanabilmesi için Sayın Bakanımızın gerekli hassasiyeti göstereceğini umut
ediyor ve bekliyoruz.
Yani merkezi/toplu alımın bir tek firmadan alım olarak değil, tek merkezden alım olarak düşünülmesinin ve
uygulamaya konulmasının hem biz
tedarikçiler hem de ülkemiz açısından daha yararlı olacağına inanmaktayız.
Tek merkezden yapılacak alım sırasında farklı sağlık kurumlarındaki
nitelikli kişiler bir araya getirilerek
yetenekli ve bilgi birikimine sahip
profesyonellerin yapacağı ihalelerde
biz tedarikçiler ile kullanıcılar (Kamu
Hastane Birlikleri) arasında sıklıkla
ortaya çıkan sorunlar da minimum
düzeye indirilecek ve ihtiyaçlar daha
kısa sürede sağlanacaktır. İl bazında
tek merkezden alım yapıldığında çok
fazla sayıda kişi bu amaçla görevlendirilmeyerek personel giderleri, kırtasiye ve diğer giderlerden de tasarruf
sağlanacaktır.
Ayrıca tek merkezden alım aşamasında küçük, orta ve büyük ölçekli tıbbi
malzeme ve tıbbi hizmet tedarikçilerinin aynı anda, aynı ihalelere girebilmesine elverişli şartnameler hazırlanarak yerel, bölgesel ve ulusal bazda
tam rekabetin sağlanması halinde fiyat avantajı nedeniyle kamunun elde
edeceği tasarruf miktarı toplu alımdan sağlanacak tasarruf miktarından
daha da fazla olacaktır.
Tek merkezden yapılacak tıbbi cihaz/
malzeme alımlarına ilişkin şartnamelerde, kalem kalem teklif verme veya
tıbbi hizmet alımlarında hastanelerin
tipine göre A,B,C,D,E; hizmet sunum
kapasitesine göre 60, 90 veya 120 numune çalışabilecek cihazlarla ihaleye
girilmesine vb. düzenlemelere yer
verilmesi hem tedarikçiler hem de
rekabet ortamı yaratılması açısından
oldukça önemlidir.
Tek merkezden yapılacak ihalelerde ihtiyaçların gerçekçi miktarlarda
tespit edildiği ve piyasa şartlarını ve
ödeme sürelerini de dikkate alan bir
yaklaşık maliyet ile ihaleye çıkılması
(yaklaşık maliyet belirlenirken sadece
MKYS verilerinin tek emsal fiyat olarak benimsenmemesi, bölgesel özellikler, ulaşım vb. nedenlerin de değerlendirmeye alınması) da tasarruf
sağlama ve sağlık bakım hizmetlerinde kaliteli tıbbi cihazın kullanılması
açısından oldukça etkili olacaktır.
Bu konuda son olarak, toplu alım
yüzünden kapanacak her iş yeri nedeniyle ortaya çıkacak işsiz sayısının
oluşturacağı vergi ve prim kayıplarının, sağlık hizmetinden yararlanmada karşılaşacakları sıkıntılar veya
işsiz kalanların tedavi giderlerinin de
devlet tarafından karşılanacağının
ve yaratacağı diğer sosyal sorunların
göz önüne alınmasının ve dikkatle
değerlendirilmesinin yararlı olacağını ifade etmek isterim.
Toplumdaki herkes gibi bizlerin
düşüncesi de kolay ulaşılabilir ve
güvenilir sağlık hizmetinden yararlanmanın tüm vatandaşlar için en
temel insan hakkı olduğu yönünde-
dir. Sağlıkta Dönüşüm Programının
temel argümanlarından olan kaliteli
ve hakkaniyete dayalı sağlık hizmetinin sürekliliği ise finansal sürdürülebilirlik ile yakından ilgili olduğu gibi
hizmet sunumu sırasında kullanılacak tıbbi cihazların beklenen güvenilirlikte ve kalitede olması da hem
kullanıcı hem de tedaviyi uygulayan
sağlık çalışanları açısından önemli
bir diğer etkileyici unsurdur. Tıbbi
cihazların tüketiciye güvenli ve istenen kalitede sunulmasını ve gerektiğinde hatalı, sahte veya bozulmuş
ürünlerin piyasadan geri çekilmesini
sağlamak amacıyla Türkiye İlaç ve
Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından yürütülmekte olan ve Federasyonumuzca
da desteklenen, çalışmalarına iştirak
edilen ve henüz taslak halindeki “Tıbbi cihaz satışı yapan depo ve perakende satış merkezleri hakkında
yönetmelik” çalışmalarıdır.
Taslak Yönetmelik son halini alarak
uygulamaya girdiği takdirde sektörde merdiven altı üretici/satıcı diye
tabir edilen, kimi zaman da çantacı
olarak adlandırılan ve faaliyetleri ile
sektörümüz imajını olumsuz olarak
etkileyen dönemsel firmalar faaliyet
sürdüremez hale gelecektir. Ancak
Yönetmeliğin uygulamaya girmesi tıbbi cihaz tedarikçilerine kimi
yükümlülükler getirmekle birlikte,
ihalelere katılacak firmalardan istenecek belgelerde Bakanlıkça verilecek ruhsatın da istenmesine yönelik
düzenleme yapılması sektörde sadece güvenilir firmaların faaliyetlerini
sürdürmesi açısından büyük önem
taşımaktadır.
Sağlık Bakanlığının bir paydaşı olarak
hem yerli üreticiler hem de ithalatçılar açısından tıbbi cihaz sektörünün
gelişmesi ve Bakanlığımız politikalarının desteklenmesi yanında, tıbbi
cihaz alanında inovasyon ve off-set
uygulamaları bakımından sektörde
faaliyet gösteren tıbbi cihaz üreticilerini ve tedarikçileri ortak paydada
buluşturmaya çalışıp sermaye, ortak
akıl ve ortak enerjiyi bir araya getirerek ülke ekonomisine yapılacak
katkıyı artırmaya çalışmak olacaktır.
Ayrıca yerli üretimin artırılması ve
sektörde uygulamaya konulacak yeni
üretim yöntemleri ile istihdam politikalarına da katkı sağlamak diğer hedeflerimizdendir.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
35
kurumlarımız
TÜM TIBBİ CİHAZ ÜRETİCİ VE
TEDARİKÇİ DERNEKLERİ FEDERASYONU
Türkiye’de mevcut ‘Tıbbi Cihaz Üretici, İthalatçı ve Tedarikçi Dernekleri’
ve üyeleri arasında mesleki birlik,
yardım, sosyal dayanışma, uyum ve
disiplini geliştirmeyi misyon olarak
benimsemiş olan, Tüm Tıbbi Cihaz
Üretici Ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu TÜMDEF, 9 Eylül 2004 tarihinde kurulmuştur.
Kurulu oluşturulması, Tüzük hazırlanması tamamlanmış, 9 Eylül 2004 tarihinde “TÜMDEF” kısaltması ile “Tüm
Medikal Dernekler Federasyonu”
resmen kurulmuştur. Daha sonra, 11
Nisan 2007 tarihinde federasyonun
ismi “Tüm Tıbbi Cihaz Üretici Ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu” olarak
değiştirilmiştir.
Tıbbi cihaz sektöründe ilk örgütlenme çalışmaları, ortak amaç ve menfaatlerin gerek kamuoyu, gerekse
kanun koyucu kurum ve kuruluşlar
nezdinde savunulması ve sektörün
ülke menfaatleri doğrultusunda gelişimine katkı sağlanması amacıyla,
1991 yılında ‘Ege Tıbbi Malzemeciler
Derneği’nin kurulması ile başlamıştır.
Bugün 9 dernek ve 1000’e yakın sektörel firma üyeliği ile faaliyetlerine
devam etmektedir.
Yaklaşık bir yıl sonra Marmara Sağlık
Sektörü İşadamları Derneği kurulmuştur. Bunları, birçok ilde benzer
örgütlenme çalışmaları takip etmiştir.
Derneklerin ülke çapında yaygınlaşması sonucu, güç birliği yapma
amacıyla 2003 yılında Federasyon
kurulması fikri etrafında bir araya gelinmiştir. Görüşmeler ve çalışmalar
sonucunda 16 Şubat 2004’te dokuz
dernek öncülüğünde, geçici Yönetim
36
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Öncelikle Sağlık Bakanlığı Türkiye
İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Türkiye
Kamu Hastaneleri Kurumu ve Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığı olmak
üzere, sektör Kamu Kurumları ile
ilişkilerimizde, sektörün sivil toplum
önderliği konumumuzun getirdiği
saygınlık ve ciddiyet içinde, sektörün
düzenlenmesine olumlu katkılarda
bulunmaya çalışmaktayız.
Federasyonumuz, ülkenin sağlık sistemi ve ekonomisine en üst seviyede katkı sağlamayı ilke edinmiş, etik
değerleri her türlü ticari kazancın
önünde tutan ve bu amaçlar etrafında örgütlenmesini tam anlamıyla
sağlamış bir sektör yaratmak vizyonu
ile çalışmalarını sürdürmektedir.
Sağlık sistemi yeniden yapılandırma
sürecinde, yürütülmekte olan birçok
mevzuat düzenleme çalışmasında,
federasyonumuzun kamu tarafından
sektör adına en önemli paydaş olarak
görülmesi ve görüşlerinin dikkate
alınması, federasyonumuzun yaklaşık 10 yıllık geçmişindeki olumlu çalışmalarının sonucudur.
Bugüne kadar dördüncüsünü 2012
yılında düzenlediğimiz “Ulusal Tıbbi
Cihaz Üretici ve Tedarikçileri Kongreleri” ile iki senelik aralıklarla, gerek
kamu gerek özel sektör kurumlarını
bir araya getirerek, sektörün içinde
bulunduğu sorunları ve çözüm alternatiflerini birlikte tartışarak uzlaşma
platformu yaratılmaya çalışılmıştır.
Kemal Yaz başkanlığında 15 üyeden
oluşan Federasyon Yönetim Kurulumuz, Nisan 2010 tarihinde yapılan
5.Genel Kurul ile devraldığı ve 3 yıl
başarıyla sürdürdüğü görev bayrağını, 27 Nisan 2013 tarihinde yapılacak
6. Olağan Genel Kurul ile yeni oluşacak yönetime devredecektir.
haber
KANSER DAİRE BAŞKANLIĞI:
“BİZ FARKINDAYIZ, KANSERİ YENECEĞİZ”
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı tarafından “1-7 Nisan
Kanser Haftası” dolayısıyla yayınlanan bildiride şu açıklamalara yer verildi:
Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler
sıralamasında kalp ve damar hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebi
olması açısından önemli bir toplum
sağlığı problemidir. Özellikle ortaya
çıkışının önlenebildiği, taramalarla
ölümün yok edilebildiği ve erken tedavinin yaşam kalitesine çok şey katabildiği kanser türlerini göz önüne
alırsak korunmanın önemi artmaktadır. Ülkemizde her yüz bin erkeğin
280’i, ve her yüz bin kadının 172’si
38
kansere yakalanmaktadır. Doğru
korunma stratejileri ile kanserlerin
üçte biri önlenebilir. Kanser korunabilir bir hastalıktır. Çevresel etkenler
kanser oluşumunun %90-95’inden
sorumludur. Kötü beslenme, sedanter yaşam, tütün kullanımı, alkol kullanımı, güneş ışığının zararlı
etkilerine maruz kalma gibi kanser
oluşumunda etkisi olan çevresel etkenlerin kontrol altına alınması ile
kanser görülme sıklığı azaltır.
Kanser önleme çalışmalarımız arasında tütün ve obezite ile tüm teşkilatımızla mücadeleye devam edeceğiz.
Ayrıca 2013 yılında Türkiye Radon
haritalandırma ve eylem planı, Türkiye Asbest Kontrolü Stratejik Eylem
planlarını hayata geçireceğiz.
Kanser tarama programlarımızla,
KETEM’lerimizde “Erken teşhis hayat kurtarır!” prensibiyle yola çıkarak
meme, kolorektal ve serviks kanserlerine karşı tarama hizmetlerimizi
ücretsiz olarak vermekteyiz. Vatandaşlarımızın kanser taramalarına
daha kolay ulaşabilmesi için Mobil
KETEM araçlarımızla mahallere kadar
giderek taramalara devam etmekteyiz. Bu uygulamayı geliştirerek yurt
genelinde yaygınlaştıracağız. Kanser
taramaların 2013 yılında tüm illerde
Aile Hekimlerimizi entegre edeceğiz.
Ülkemizde meme kanserinin daha
erken yaşlarda görülmesi nedeniyle meme kanseri tarama yaşı 40’a
indirilmiştir. Rahim ağzı kanserlerinin erken teşhisi için 30-65 yaşlarda
devam ettirdiğimiz smear (sürüntü)
programına HPV testlerini de ekledik. Yurt genelinde bağırsak kanserlerine yönelik 50-70 yaş arasındaki
vatandaşlarımızı gaytada gizli kan
testi ve kolonoskopi ile tarayacağız.
Tüm bu taramalar ile her üç kanserde
de erken teşhis oranlarımız artacak,
hastalarımızda ciddi yan etkilere yol
açan tedavilerin de önüne geçmiş
olacağız.
Tüm bu çabalarımızla beraber vatandaşlarımızın ağrı kontrolünde
kullanılan morfinlere ulaşabilmeleri
için yerli morfin üretim çalışmaları başlatılmıştır. Benzer şekilde ilk
defa ulusal ilaç firmalarımızca yerli
kemoterapiler üretilmeye ve hatta
ihraç edilmeye başlanmıştır. Robotik
kemoterapi hazırlama ünitelerimizi
ve radyoterapi merkezlerimizi 2023
planlamamıza göre yaygınlaştırmaya
devam ediyoruz. Türkiye’de uluslararası tüm standart tedavilere her vatandaşımız kolayca ve ücret ödemeden ulaşabilmektedir. Sosyal devletin
bir parçası olan bu anlayışımızı önümüzdeki yıllarda da devam ettireceğiz. Hastalarımızı rahat ettirmek için
2012 yılında pilot merkezler ile başlattığımız Palyatif Bakım ünitelerimizi yurt genelinde yaygınlaştıracağız.
Önümüzdeki 3 yıl içerisinde 200’ün
üzerinde palyatif bakım merkezi kurmayı hedefliyoruz. Böylelikle, kanserle mücade ederken, hayatının son
günlerini yaşayan vatandaşlarımızın
her türlü ihtiyacını karşılayan, fiziksel,
ruhsal, psikososyal ve maddi açıdan
destekleyen bir sağlık sistemini kurmuş olacağız.
Kanserle mücadele etmenin en
önemli parçalarından bir tanesi de
veri toplamaktır. Kanser verilerinin
toplanması kanser hastalıkları arasında önceliklerin belirlenmesine yardımcı olmaktadır. Ülkemizde 12 olan
kanser kayıt merkezimiz 2012’de 15’e
çıkmıştır, 2013 yılında toplamda 28
şehirlerimizde kurulacaktır.
Kanser Daire Başkanlığı olarak ülkemizde kanserle olan mücadelemiz
başta Sayın Bakanımızın desteği olmak üzere, tüm toplumsal unsurların
desteği ile devam edecektir.
Biz farkındayız, kanseri yeneceğiz…
2013 KANSER HAFTASI ÖDÜLLERİ
1) Onkoloji Hizmet Ödülü; Prof Dr Nijad Bilge’ye
2) Tütün ile Mücadele Ödülleri; Tütün ile Mücadele Ödülleri Dumansız
Aileler Projesi ile Malatya eski valisi Doç.Dr.Ulvi Saran’a, ayrıca Dumansız Kampüs Projeleri nedeniyle Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Başhekimi Prof. Dr. Ömer Uğur’a, Gazi Üniversitesi Hastaneleri
Başhekimi Prof. Dr. Mustafa Benekli’ye ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Sigara Savaş Grubu Adına Prof.Dr. Fikri İçli’ye,
3) Kanser Taramalarında başarılı olan illerimiz Gümüşhane, Aksaray, Karaman ve Çankırı Halk Sağlığı Müdürlüklerine, taramalarda sivil toplum kuruluşu olarak işbirliği içinde olan Trabzon Umut ve Savaşım
Derneği’ne,
4) Kanser kayıtçılığı alanında 20. Yılını dolduran İzmir Halk Sağlığı
Müdürlüğü’ne ve İstanbul’da 2012 yılında kanser kayıtçılığına başlayan İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü’ne,
5) Onkolojide Yerli Yatırım Teşvik Ödülü; Koçak Farma’ya,
6) Kanser kontrolünde işbirliği ödülü; İstanbul Büyükşehir Belediyesi,
Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’a takdim edilecektir.
39
haber
SAĞLIKLI NESİLLER İÇİN HİJYENİK GIDA TOPLANTISINDA KONUŞAN
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI MEHDİ EKER:
“ÇOCUKLARIMIZIN DAHA HİJYENİK KOŞULLARDA
GÜVENİLİR GIDAYA ULAŞMASINI HEDEFLİYORUZ”
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Mehdi Eker, “Okul Kantinleri İçin Hijyen Kılavuzu” hazırladıklarını belirterek, “Bu, okul kantinlerinde çalışanların eğitiminden başlamak üzere
zorunlu bir eğitim olacak, Nisan ayında başlayacak ve bütün kantin çalışanları hijyen eğitimi almış olacak.
Bu eğitimi almayan olursa kesinlikle
ceza alacak ve onların çalışmasına
izin verilmeyecek” dedi.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının öncülüğünde “Sağlıklı Nesiller
İçin Hijyenik Gıda” sloganıyla çıkarılan, “Okul Kantinlerine Dair özel
Hijyen Kuralları Yönetmeliği” ile okul
kantinleri için üç önemli adım atıldı.
Yeni uygulama ile hijyen standartlarının yükseltilmesi, çocukların daha
hijyenik koşullarda güvenilir gıdaya
ulaşması, eğitimsiz personel kalmaması hedefleniyor. Toplantıda Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi
Eker, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ve
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
hazırlanan “Okul Kantinlerine Dair
Özel Hijyen Kuralları Yönetmeliği”
hakkında kamuoyunu bilgilendirdi.
40
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
projede emeği geçen herkese teşekkür etti. “Sağlıklı Nesiller İçin Hijyenik Gıda” sloganının önümüzdeki
dönemde Sağlık Bakanlığının, Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve
Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte yürüteceği en önemli çalışma alanlarından biri olduğunu vurgulayan Bakan
Müezzinoğlu, “Çünkü bizim için sağlıklı nesiller önemli bir hayal, sağlıklı
beslenme ile sağlıklı bir yaşam felsefesine sahip olmaları bakış açımızın
yine önemli bir boyutudur. Yalnız
sağlıklı beslenme değil yaşama sağlıklı bakabilme ve yaşam dinamiklerini sağlıklı bir hayat felsefesi üzerine
oturtabilmeyi hem Milli Eğitim Bakanlığı, hem Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı
olarak önemsiyoruz. Bu nedenle bir
taraftan sağlıklı beslenirken, diğer
yandan sağlıklı bir fiziksel yaşamı
devreye sokmak ve bu anlamda hem
aile içinde hem de okullarımızda
sağlık beslenme, hijyenik ortamları
sağlama hedeflerimizi önümüzdeki
süreçte çok daha dinamik, çok daha
aktif olarak değerlendirmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.
BAKAN MÜEZZİNOĞLU:
“KANTİNDEKİ GIDALARIN
HİJYENLE SUNULMASI ÇOK ÖNEMLİ”
Sağlıklı beslenmede eksiklik veya
hata olması durumunda, ya obeziteyle ya da anemi gibi farklı hastalıklarla karşılaşıldığını belirten Müezzinoğlu, “O zaman çocuklarımızın
ya algılamada sorunları oluyor ya da
kendilerini bir ortama adapte etmekte problemler yaşıyorlar. Devam veya
devamsızlık sorunları, hayata dinamik veya aktif olarak katılmada yetersizlikleri de oluşabiliyor. Bu nedenle
beslenmenin sağlıklı olması ve dolayısıyla çocukların kantinden beslenmeleri, kantindeki gıdaların hijyenle
sunulması çok önemli. Önümüzdeki
süreçte kantinlerde hizmet veren
sunucuların eğitimden geçirilmesi
ve sertifikasyonu en önemli stratejik
alanlarımızdan bir tanesi olacak” ifadelerini kullandı.
röportaj
YENİ SAĞLIK BAKANI
DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU’NUN
KULAĞINA KÜPE OLAN BABA NASİHATİ:
Röportaj: Osman GÜZELGÖZ
“Oğlum Biz Sana Güveniyoruz.
Önce Kendini Mahcup Etme, Sonra da Bizleri…”
Yeni Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu birçok bakımdan farklı ve istisnai bir insan. O, Batı Trakyalı mütevazı ve dindar bir ailenin beklenenden
geç gelen zeki, çalışkan, idealist ve kararlı çocuğu.
Bakkal dükkânı olan, çiftçilikle uğraşan ve köyün camisinde müezzinlik yapan (Rahmetli) Ali Efendi’nin ilk oğlu olan Mehmet’in; Türkiye’ye, ana vatana
gitme kararlılığı ile başlayan, yaşadıkları ve karşılaştıkları ile gerçekten “roman” olacak kadar ibret dolu bir hayat öyküsü var.
Türkiye’de doğup büyüyenlerin asla bilemeyecekleri “vatansızlık” duygusunu iliklerine kadar hissetmiş birisi Sayın Müezzinoğlu. Zorluklardan, güçlüklerden, yüzüne kapanan kapılardan korkmayacak kadar dirayetli, tevafuklara inanan mütevekkil ama bir o kadar da azimli bir fıtrata sahip.
Sağlık Bakanımızla hususi bir röportaj gerçekleştirdik. Bunu klasik bir soru cevap formatında değil de, kendi duygu dünyasını yine kendisinin bize
anlatması şeklinde yapmayı arzu ettik. Röportajımız sırasında çok nadir araya girip bazı sorularla konuyu detaylandırdım. Daha çok kendisi “kendini”
anlattı bize. Hem de ne anlatış; gürül gürül akan bir duygu seli ile…
Bu söyleşide Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu ile doğduğu köyden başlayan anlamlı bir yolculuk yaptık. Nereye kadar geldiğimize röportajın
sonunda siz karar vereceksiniz. Ben sadece anlatımlarını ara başlıklar koyarak şekillendirdim. Şu ana kadar yapılan benzer söyleşilerde bulamayacağınız nüansları da bu röportajda bulabileceğiniz kanaatindeyim.
Şimdi sizleri Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun, Batı Trakyalı Mehmet’in yaşam öyküsünü sımsıcak bir samimiyetle bize aktardığı sohbete
davet ediyorum.
Buyrun, virgülüne bile dokunmadan birlikte okuyalım:
42
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Doğduğum Köyden İlk Hatırladıklarım…
9 Ocak 1955’te Batı Trakya’nın Gümülcine Vilayeti Kozlukebir Nahiyesinde doğmuşum. İlk hatırladığım,
herhalde 4-5 yaşlarındayken rahmetli “Babadedemi” hacca uğurlama
törenidir sanırım. O köyden giderken
kalabalık bir grup tekbirlerle köyün
dışına kadar, otobüse kadar yürümüştük. Ben de o grubun arkasında
kendimi böyle hayal meyal hatırlıyorum. Ufak bir çocuk, 4 veya 4,5 yaşlarındayım. İşte o tekbir getirilen an var
hafızamda, kalabalıklar var, rahmetli
babadedemi Hacca uğurlarken. Ondan daha ileri veya geri olarak bir şey
hatırlamıyorum.
Köyümüz büyük bir köydü, nahiyeydi, 450 haneli bir köy, 1200 nüfusu
olan bir nahiye… Bölgede 13 köy bizim nahiyeye bağlıydı. Nahiye Müdürü de rahmetli babamın amcasıydı,
o da rahmetli oldu. Uzun süre görev
yaptı, sevilen bir Nahiye Müdürüydü.
Çocukluğum, Ailem, Babam…
Ailenin ilk çocuğuyum ben. Biraz da
geç gelen bir çocuğum, 6-7 yıl sonra.
Annenin, ailenin beklediği, uğraştığı
bir evladım. Benden sonra 2 yaş küçüğüm bir erkek kardeşim var, bir de
kız kardeşim var, o benden 10 yaş küçük, yani üç kardeşiz.
Ben ufakken bakkal dükkânımız
vardı, çiftçilik yapıyorduk. Buğday,
mısır, bağ-bahçenin yanında esas
gelir kaynağımız tütüncülüktü. Yani
büyük oranda tütün eker, tütün işler
ve tütünleri satarak geçinirdik; ana
geçim kaynağımız tütündü, diğerleri yardımcı ürünlerdi. Bir de babam
köyün müezzini idi. Bana da işte çocukluğumda küçük müezzin, küçük
müezzin derlerdi, sonra da Müezzinoğlu… Tabii köyün minaresinde
çok ezan okumuşumdur. Camide
özellikle Ramazanlarda müezzinlik yapmışımdır. Çocukluğum tarla,
okul ve bakkal dükkânı üçgeninde
geçmiştir.
Sağlıklı bir ailem vardı, sağlıklı bir çocukluk geçirdim. Dedemler, dayımlar,
teyzemler, amcamlarla bir aradaydık.
Zaman zaman düşünürüm, evlatlarımın da baba-evlat ilişkisi benim
rahmetli babamla yaşadığım gibi
geçmesini isterim. Onun bana hiçbir
zaman güvensizliğini hissetmedim,
her zaman arkamda durdu destek
oldu, sahip çıktı ve ben de onlara layık olmaya çalıştım.
Bizde ilkokul 6 sene, ilkokul bittikten
sonra Gümülcine’de iki tane gidebileceğimiz Türk okulu vardı; Bunlardan
birisi Medres-i Hayriyye diye bizim
imam hatiplerimiz dengi diye yorumlanan bir okuldu. Üç sene oraya
gittim. Türkiye’den gelen hocalarımız
vardı ama onlar çok kısa süreli geliyordu. İki tane ilkokul öğretmenimiz
vardı, birinci sınıfta başladık, altıncı
sınıfta onlarla bitirdik. Dolayısıyla hiç
değişmeyen iki tane öğretmenim
oldu. Onlar bize eğitimde ve o günkü
eğitim koşullarına çok şey vermişler,
Türkiye’ye geldiğimde açıkçası çok
eğitim sıkıntısı da çekmedim.
Ana Vatan Özlemim,
Türkiye’ye Gelme Kararlılığım…
14-15 yaşındaydım. Zor bir süreçti.
Gümülcine’nin yanında bir Dedeağaç vilayetimiz vardı. Okul bizi gezi
olarak Dedeağaç’a götürmüştü. Bir
de Kavala vardı, Kavalalı Mehmet Ali
Paşa’nın heykelinin olduğu Kavala’ya
götürmüştü okul bizi. Yani en geniş
çemberimiz Dedeağaç, Gümülcine
ve Kavala, o kadardı. Ama ana vatan
işte, ana vatana gitme özlemi... Radyoyu dinliyorduk. Ben 7-8 yaşlarımdayken rahmetli babam eve radyo
almıştı. Büyük bir bataryası vardı, bizim kaldıramadığımız 4-5 kiloluk bir
batarya… Radyo akşam 12’de kapanır, sabah 7’de, 8’de açılırdı.
Ben tabii pasaport nedir, yurt dışına çıkmak nedir bilmiyordum. Ama
bizden önceki yıllarda Adapazarı’na
veya Balıkesir’e giden abilerimiz vardı. O abilerle, biz de nasıl gideriz,
nasıl olur, ne yapıyorsunuz gibi konuşurken gitmeye niyet ettim. Ama
ailenin çok daha geniş bir dünyası
yok. Türkiye’de de herhangi bir tanıdığımız veya akrabamız da yok. Dolayısıyla, kendimin de gidersem şuraya
gideceğim diyeceğim bir kişi veya
yer de yok. Ama bütün buna rağmen
niyetim var gitmek için. Önce o çocuk
aklımla bizim Gümülcine’de Türkiye
Cumhuriyeti Başkonsolosluğu var.
Hiç kimseye sormadan Başkonsolosluğa gittim.
Ortaokul öğrencisiyim, yılsonu yaklaşıyor, üçüncü sınıftayım, muhtemelen Mayıs ayı. Kapıda zile bastım, bir
pencereyi açtılar. Buyur dedi. Dedim,
ben Türkiye’ye gitmek istiyorum.
Pasaport dediler. Pasaport yok dedim. Öncelikle pasaport çıkartmanız
lazım, dediler. O zaman anladım
pasaportun ne olduğunu ama nerden çıkartıldığını bilmiyorum. Artı
bu konuyu kimseyle de konuşmuyorum. Kendi duygu dünyamda bir niyetim var, bir de Türkiye’ye gideceğime göre Türkiye Başkonsolosluğuna
gitmem lazım bakayım ne diyecekler
diye düşündüm. Onlar pasaport çıkartman gerekir deyince, tabii bir de
aileyle konuşmam lazım.
Babamın Beni Şaşırtan Cevabı:
“Oku da, İstersen Amerika’ya Git!”
Biliyorum ki annem karşı çıkacak.
Dolayısıyla önce işi stratejik götürmem lazım, tarlada yoncalarımız
vardı, yonca çeviriyoruz. Bir ara dinlenirken tarlanın kıyısında babamı
gördüm, baktım ki ortam müsait,
“Baba okumak için Türkiye’ye gitmek
istiyorum” dedim. Hiç beklemediğim,
hiç de unutamadığım bir cevap verdi babam, “Oğlum oku da istersen
Amerika’ya git” dedi. Yani o zaman
Türkiye’ye bile nasıl gidileceğini bilmeyen bir çocuk için babanın “Oku
da istersen Amerika’ya git!” demesi
hem özgüvenimi çok besledi hem de
hiç unutmayacağım bir hatıra oldu.
Yani bana güvenen birileri vardı. Elhamdülillah çok iyi bir baba-evlat
hukukumuz oldu babamla. Rabbim
gani gani rahmet eylesin.
Sonradan tabii akşam eve bu konu
gelince evde fırtınalar koptu. Annem Fatma Hanım, “Çok mu çocuğumuz var, oralarda kimimiz var, nereye gidecek, sokakta mı bulduk biz
bunları!” gibi serzenişlerde bulundu.
Epeyi bir fırtına koptu ama benim
kararlılığım işi 1 hafta, 10 gün sonra
yoluna soktu. Pasaport çıkartmamız
gerekiyor ama yine o arada evdeki fırtına dolayısıyla konuyu da çok
açamıyorum.
Pasaport için Şapçı kazamız var, Şapçı kazasına gittim. İşte bu arada oradaki büyüklerime falan soruyorum
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
43
ne yapacağımı. Vesikalık fotoğraflar
çektirdim, karakola gittim, Şapçı’daki
karakola anlattım derdimi. Dediler
ki nahiyede, köyündeki karakola gideceksin. Döndüm köydeki karakola
gittim, yine aileden kimsenin haberi
yok. Babanla geleceksin dediler, çünkü 14 yaşında çocuğum yani neticede reşit değilim. Ondan sonra akşam
tekrar böyle suhuletle dedim baba
böyle böyle, artık pasaportu çıkartmamız lazım, ben fotoğrafları hazırladım, işte karakola da gittim seni
istiyorlar. Ertesi gün müracaatları falan yaptık. Sonra yaklaşık okullar açılmadan 20 gün kadar önce Türkiye’ye
geldim.
Cebimde Bin Lira İle Türkiye Yolculuğu,
Babamın Kulağıma Küpe Olan Nasihati
Cebimde bin liram var. Sonraları anladım, bin lira ne kadar değerliymiş.
Babamdan “Sirkeci’de şu otele gideceksin, oradan Adapazarı’na geçeceksin. Aman bak Sirkeci’de dikkat
et, paranı çaldırma, hepsini yanında
taşıma” gibi tembihler aldım.
Tabii yine unutamadığım bir şey rahmetli babamla ilgili; tam trene binerken elinde valizimiz, elimden tuttu;
“Oğlum, yolun açık olsun, biz sana
güveniyoruz. Önce kendini mahcup etme, sonra da bizleri…” dedi.
O cümlesini hiç unutmam. Çünkü
genelde anneleri babaları “sakın bizi
mahcup etme veya bizi utandırdın,
bizim başımızı eğdin” gibi şeyler söylerken duyarım. Bu yüzden, “önce
kendini mahcup etme” cümlesi çok
etkiledi beni.
Yine öğrenciliğim döneminde de
hep o cümle beni kontrolde tutmuştur. Zaman zaman ufak tefek hatalarımız olsa bile, “Aman ha Mehmet
ne yapıyorsun, kendine gel, sana
güvenenler var, kendini mahcup
etme” demişimdir kendi kendime.
Türkiye’de 40 Günlük Çok Zor Bir Süreç…
İlk geldiğimde çok zor bir süreç oldu,
yaklaşık 40 gün süresince. Türkiye’de
bürokrasiyi, bürokrasinin çıkmazlarını algılayamadım. Ankara’ya geliyoruz, Kızılay’da Milli Eğitim Bakanlığı deniyor, Milli Eğitim Bakanlığına
gidiyoruz. İçişleri Bakanlığı deniyor,
44
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
İçişleri Bakanlığına gidiyoruz. Tabii
elimizden mutlaka tutanlar var ama
akrabamız, eşimiz-dostumuz falan
yok. Bir dilekçe veriyoruz; git, haftaya
gel diyorlar.
Yaklaşık 40 gün veya 1 ay kadar sonra bir yerde işim oluyor, bir yerde
olmuyor, nerede olduğunu, nerede olmadığını da algılayamıyorum.
Çünkü o bakanlıktan bu bakanlığa
koşturuyorum. Talim Terbiye diyorlar, Talim Terbiye’ye gidiyorum. İşte
ne bileyim, İçişleri Bakanlığında şu
şubeye gideceksin diyorlar, oraya dilekçe veriyoruz. Bol bol dilekçe yazmayı öğrendim. “Aslen Batı Trakyalı
olup” diyerek başlıyor, cümle bu. 1 ay
kadar sonra olmaz dediler.
Adapazarı’nda da artık paramız azaldı, otelde kalamıyoruz. Adapazarı’ndaki imam hatibin temizlikçisinin
gecekondu evi var. Bizde kalsın dedi.
Evinde girişte bir sahanlık vardı ayakkabıların çıkarıldığı sahanlık, oraya
hanımı yatak yapıyordu. İşte orada
herhalde 1 hafta, 10 gün kaldım.
Sonra dediler ki bir eczacı senatör
var, senatöre bu çocuğu götürelim.
Ondan sonra Adapazarı’nda eczacı senatör İsmail Beye gittik. Allah
rahmet eylesin. Dedi ki Salı günü
Ankara’ya gel, beni şurada bul,
Kızılay’da falan. Neyse biz yine Salı
günü geldik Ankara’ya, onu bulduk,
o beni Dışişleri Bakanlığına götürdü.
Dışişleri Bakanlığında önce rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil’e gittik…
Orada bir şeyler anlatıldı. Ondan
sonra Batı Trakya veya Yunan Dairesinden birini çağırdı. Orada, biz bunu
imam hatibe alamayız, ancak ortaokula alabiliriz dediler.
Kapanan Kapılar… Açılan Kapılar…
Yıkılan Hayallerim…
Yeşeren Ümitlerim…
Orada bana ortaokula alabiliriz denince, “benim için fark etmez, ben
buraya okumaya geldim” dedim.
Ama seni ortaokula almamız için de
ilkokul diploması getirmen lazım dediler. Ben ilkokul diplomasını medreseye giderken oraya vermişim, üç
sene okuduktan sonra da buraya tasdiknameyle gelmişim.
Elimde diploma yok, alıp getirme
şansım da yok. Tabii orada birden
yine dünyam yıkıldı. Paramız da büyük oranda bitmişti ve umutlar da
bitti, yani Bakana, Dışişleri Bakanına
kadar çıkmışız ama yine olmamış,
artık bizim de umudumuz kalmadı.
Sonra döndüm İstanbul’da otele,
oradan trenle geri dönecektim.
40 gün falan oldu, tren yol parası
kadar paramız kalmıştı, günlerden
Cuma günü, hiç unutmam. Cuma akşam 7’de var tren, sadece akşamları
kalkıyor. Cuma’dan sonra saat 2 gibi
tren istasyonuna gittim bilet almaya,
gişede bir yazı; “Kolera nedeniyle
Yunanistan seferleri iptal edilmiştir”. Bir daha dünyamız karardı.
Çünkü artık burada umut yok, para
yok, gitmemiz lazım ama gidemiyoruz. Ondan sonra otele gittim. Otelin sahibi İhsan Ağabeye; “İhsan abi,
gidecektim, ama tren seferleri iptal
olmuş, param da yok” dedim, “Olsun
oğlum, gece bekçisi Arif var, Tokatlı
Arif, onunla kalırsın, onunla yer içersin” dedi.
Otelin adı Erzurum Palas Oteli, ama
nedense bizim Batı Trakyalılar orayı
adres edinmişler. Yani onun neden
öyle olduğunu bilmiyorum. Batı
Trakyalılar Sirkeci Tren Garının yanında Erzurum Palas Oteline gidiyor,
üçüncü sınıf bir otel. İhsan Abi Çorumlu, gece bekçisi Arif de Tokatlı.
Biz tabii orada kalınca onlarla hep
akraba gibi olduk.
Sonra tabii cumartesi yapacak hiçbir
şey yok. Üç öğün de Arif’le yiyemezsin ama para da yok. Biraz yarı aç yarı
tok geçirdik. Pazar günü de etraftan, Yalova’dan, Zeytinburnu’ndan,
Bakırköy’den Batı Trakyalılar, bizim
hemşerilerden kim var kim yok diye
oraya geliyorlar. Biz de Pazar sabahından itibaren kim gelecek diye
bekliyoruz. Sonra saat 10-11 gibi
bizim köyden Allah rahmet eylesin
bir aile dostumuz geldi. Rahmetli babam onunla para göndermiş.
Para gelince bir nefes aldık. En azından karnımızı doyuracak, otele paramızı verecektik. O gelen para bizi
en az 10-15 gün idare edecek, 10-15
gün sonra neticede tren yolu açılır,
biz de geri döneriz. Artık başka bir
umudumuz yok.
Türkiye’de ‘Dayı’nın
Ne İşe Yaradığını Öğreniyorum!
Kalma umudumuz yoktu. İyi kötü
namerde muhtaç olmayalım, kendi
kendimizi idare edelim. Bu anlamda o para beni psikolojik olarak çok
rahatlattı. 1 saat kadar sonra benim
medresede aynı sınıfta okuduğum,
yurtta aynı odada kaldığım, köylerimiz arasında yaklaşık 10-11 kilometre mesafe olan bir arkadaşım
çıkageldi. “Hakkı ne yapıyorsun” dedim. “Ben okuyorum” dedi. Nerede
okuyorsun? İstanbul İmam Hatip’te.
“Nasıl olur biz 40 gündür kapı kapı
gezdik olmadı, seninki nasıl oldu” dedim; “Benim burada dayım var” dedi.
Zaman zaman espriyle hep bunu
derim; Türkiye’de dayının ne işe
yaradığını 14 yaşında öğrendim
diye. Hakkı’ya sordum, senin dayın
benim işimi de yapmaz mı diye. Yapar dedi, niye yapmasın. Nerede dedim dayın, Kadıköy Selamiceşme’de.
Atladık Kadıköy vapuruna gittik
Selamiçeşme’ye, muhtemel öğlen
saat 12-1, biz Selamiçeşme’deyiz.
Neyse, Allah selamet versin, uzun
ömür versin Selahattin Abi ile eşi
yenge hanım bizi misafir ettiler. O
akşam orada kaldık. Hala da görüşürüm, Allah onlardan razı olsun. Sabahleyin hemen Kadıköy’den kalktık erkenden İstanbul İl Milli Eğitim
Müdürlüğüne gittik. İstanbul İl Milli
Eğitim Müdür Yardımcısı herhalde
tanıdığı arkadaşı, çünkü Müdür Yardımcısının odasına gittiğimizi hatırlıyorum. Sonra elimize bir yazı verdiler, İstanbul İmam Hatip Lisesi 5-B
sınıfına misafir öğrenci olarak kaydı
uygundur. Elimizde yazı, Pazartesi günü üçüncü derste biz İstanbul
İmam Hatip sınıfında derse girdik.
Öğlen tatilinde de yurda kaydımızı
yaptırdık. Ondan sonra o akşam da
yurtta kaldık.
Hep Açılan Kapılar ve Güzel Tevafuklar!
Hani derler ya yani Cenabı Allah bir
kapı kapatırsa binlerce kapı açar diye.
Ben o günden beri hiçbir zaman
karşıma olumsuzluklar, zorluklar
çıktığında moralimi bozmam, hiç
umutsuzluğa düşmem. Yani neticede burada bir olumsuzluk, bir sıkıntı,
bir zorluk varsa, bir başka yerde bir
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
45
kapakkonusu
farklı kapının açılabileceğine inanırım. Ömrüm boyunca da hep bu kapıların açıldığını görmüşümdür.
Tabii o süreç içinde yine bazı sıkıntılarımız oldu, özellikle şahsım adına değil ama Hakkı bana vesile oldu, sonra
aynı olumsuzlukları Hakkı da yaşadı, sınır dışı edildi. Sonra Türkiye’ye
vize verilmedi. Sınır dışı edilme yazısı bana yılsonu Mayıs ayı gibi geldi.
Aynı yazı Hakkı’ya da gitti, bizim baştan karşılaştığımız olumsuzluklarla
Hakkı sonradan karşılaşmaya başladı.
Biz Hakkı’nın arkasından o yola girdiğimiz için bizimki daha gecikmeli
geldi.
Bana, Mayıs ayında sınır dışı edilme
yazısı geldi. Sonra okul müdürü, yabancılar şubesi, devamsızlık hakkımı
da kullandırarak, 13-14 gün de idare
edelim dediler. O şekilde seneyi tamamladım. Ondan sonraki süreçte
vize konularında bir olağanüstülük
yaşamadan dönemi atlattık. Ama
Hakkı eğitimini devam ettiremedi,
Hakkı ve dayısı bizim burada kalmamıza vesile oldu ama kendisi
Yunanistan’da kaldı. Kader tabii. Bazılarına zaman zaman kapılar kolay
açılırken sonra kapanıyor, bazıları için
de önce kapandıktan sonra açılıyor.
Hani ayeti kerime der ya: “Hayır zannettikleriniz şer, şer zannettikleriniz
de hayır vardır.”
46
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
5-B Sınıfı ve
Recep Tayyip Erdoğan İle Tanışma
Tabii o yılın bir getirisi, 5-B sınıfında
bugün Başbakanımız Recep Tayyip
Erdoğan’la aynı sınıfta sınıf arkadaşlığı yapmak... Tevafuk oldu. Ondan
sonraki süreçte gidip geldik, zaman
zaman zorluklar oldu. Kıbrıs çıkartmasında orada yakalandık, yaz tatillerinde zaten gidiyoruz. Kıbrıs
çıkartması sonrası gelip üniversite
imtihanlarına yetişemedim. ODTÜ
Matematiğin kayıtlarına gelemedim, kazandım kaydolamadım. Sonra işte bir Erzurum’a yabancı uyruklu statüsüyle kayıt olabiliyordum.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat
Fakültesinde 1 yıl okudum. Sonra
Tıbbiyeyi kazanınca Cerrahpaşa’ya
geldim.
Aslında hukuk bekliyordum, çünkü
bir taraftan İmam Hatip diplomam
vardı, onunla Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesine kaydolmuştum. Lise farklarını vererek de lise
diploması aldım, lise diplomasıyla da
İstanbul Hukuk’u kazanırsam hukuka
kaydımı yaptıracağım, onun devam
mecburiyeti yok. Yani Erzurum’da
okuyacağım, İstanbul Hukuk’u da takip ederek, imtihanlarına girerek bir
taraftan ziraat, bir taraftan hukuk bitireceğim... Ama Tıbbiyeyi kazanınca
o defterlerin ikisini de kapattık, çünkü çocukluğumdan beri en çok istediğim meslek hekimlikti.
Tıp Talebesi İken Faize Hanım ile
Evlilik ve Çocuklar…
77 yılında tıbbiye ikinci sınıftayken
evlendim. Hatta nişanlanmam Kıbrıs
çıkartmasının olduğu gündü. Kız istemeye rahmetli amcam gitti. O günün akşamında da sokağa çıkma yasağı başlamıştı. Bizim köy Türk köyü
olunca, Rum tankları köyü sardı. Hava
kararmadan akşam ezanından önce
gidildi kız istemeye. Eşim de aynı
köyden. 3 yıl nişanlı kaldıktan sonra
77’de evlendik. Büyük kızım (Nesrin
Hanım) 1978 yılında orada doğdu,
küçük kızım (Feride Hanım) 1982’de
Türkiye’de doğdu.
Yine Yeniden Kapılar...
Kararlar ve Türkiye’ye İltica İçin Kaçış
Kıbrıs çıkartmasından sonra Yunanistan’da azınlığa asimilasyon baskıları olmaya başladı. Biz tıbbiyeyi
bitirmişiz ama orada hekimlik yapma hakkı vermiyorlar. Türkiye’de de
yabancı uyrukluyuz diye hekimlik
yapma hakkımız yok. Dolayısıyla iki
taraftan baskıdayız, zor durumdayız.
Aile yıllarca büyük oğlunu okutmuş
ama bir mesleği de olsa yapabilecek
koşulları yok. Evlenmişiz hayata tutunmamız lazım, çoluğumuz, çocuğumuz var. Bir tercih yapmak durumundayız, Yunanistan’da istikbalimiz
karanlık görünüyor, Türkiye’de ise
vatandaş olmadığımız için hekimlik
yapma şansımız yok. Dolayısıyla çıkış yolu, Yunanistan’dan Türkiye’ye
iltica etmek. Ben de dedim ki, Türkiye iltica edeceğim kaçak olarak.
İnsan tacirlerimi deniyor ne deniyor
onlardan yardım alıp Meriç Nehrine
kaçarak geldim 83 Ağustos ayında. 4
gün kadar Edirne’de, İpsala’da nezarette kaldık. Son 3,5 - 4 yıl haymatlos
(vatansız, dünya vatandaşı) olarak
Türkiye’de kaldım. Yunanistan vatandaşlıktan atıyor, Türkiye Cumhuriyetinde vatandaşlık müracaatında
bulunuyoruz.
Vatansızlığı İyi Bilirim!
Bir taraftan da Haseki Hastanesinde
haymatlos olarak dâhiliye ihtisasıma
devam ettim. Batı Trakya’ya da vatandaşlık kolay vermiyorlar, oradaki
nüfus azalmasın diye. Müracaatları-
mıza Bakanlar Kurulundan ret kararı
geliyor. Bir sene geçiyor bir daha müracaat ediyorum, yine ret geliyor.
Sonradan tabi bir taraftan da ihtisasım bitiyor. Bu sefer ihtisasım bitmiş
olmasına rağmen yine hekimlik yapma şansım yok. Bir ülkenin vatandaşı da değilim ki, hani Almanya’ya,
İsviçre’ye bir yere gideyim. O şansım
da yok. Dolayısıyla dünya vatandaşı
olarak bir çıkış yolu, tek bir çıkış yolum var, ne yapıp yapıp Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak.
Başhekim Alaattin
Yavaşça Sorunu Çözüyor
Yine kapılar tam kapanıyor derken,
bir gün arşivden dosyamı çıkartan
Ganimet Hanım bana, “Doktor Bey
Bakanlar Kuruluna ret kararı için yazı
yazılacak” dedi. Vatandaşlık talebi
yine reddedildi. “Ya hu abla bunun çıkış yolu yok mu?” dedim. “Başhekimle
aran nasıl?” dedi Ganimet Abla, “Başhekim, bu doktora bizim ihtiyacımız
var diye talepte bulunursa istisnai
durumdan vatandaşlık alabilirsin,
başka türlü alamazsın” gibi bir cüm-
le söyleyince benim dünyam yine
aydınlandı. Çünkü Başhekimimiz
Alaattin Yavaşça Bey de, Allah uzun
ömür versin, çok değer verdiğim bir
büyüğümdü. Babamdan sonra yine
en çok iyiliğini gördüğüm, gerçekten çok farklı bir değerdi benim için.
Beni de çok severdi, onların aile doktoru gibiydim Haseki’de. Ben bütün
olmazları bir tarafa bıraktım hemen
İstanbul’a Hocama gittim, “Hocam
benim böyle bir yazıya ihtiyacım var”
dedim. Git Recep Beye (idarede kâtip
Recep Bey vardı) istediğin gibi yazdır
getir dedi. Sonra o yazıları yazdık. 1-2
defa Ankara, öyle değil, böyle olacak
dedi, bazı zorluklar çıktı ama Alaattin
Bey 10 defa gerekirse 10 defa yazacağım dedi. Herhalde 6-7 defa yazı yenilemesinden sonra 27 veya 28 Ağustos 1986’da ihtisas sınavımı verdim,
1 Ekim 86’da da Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığı geldi. Hem ihtisasım
bitti hem vatandaşlık geldi. Ondan
sonra aynı hastanede başasistan olarak kaldım. Üç yıl baş asistan olarak
hizmet verdim. Sonradan da özel
muayenehane, poliklinik derken bir
hastanenin kuruculuğunu yaptım.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
47
Recep Tayyip Erdoğan İle Tekrar
Kesişen Yollar ve Açılan Yeni Kapılar…
Tabi 92 yılında bir farklı şey gelişti.
Sayın Başbakanı takip ediyordum,
siyaset yapıyordu ama önce vatandaş olamamam, vatandaş olduktan
sonra kendi ayaklarımızın üzerinde
durma çabamız derken o mücadelede yalnız takip edebiliyordum,
herhangi bir iletişimimiz yoktu. 92
yerel seçimlerinde İstanbul’da 6 ilçede seçim oldu, Avcılar da bunların
arasında. Biz de Avcılar’ın ilk dâhiliye
doktoruyuz, Avcılar’da girmediğimiz
ev yok, sevilen bir doktorum. Bölge
olarak Avcılar’ı iyi tanıyorum. İşte
Doğru Yol Partisi geldi bizden belediye başkanı adayı ol, yok dedim ben.
Hakikaten siyaseti düşünmüyorum
ve işim gücüm var. Sonra Anavatan
Partisi geldi ki o zaman Anavatan
Partisi’nin o bölgede çok güçlü olduğu dönemdi. Oraya da ben yine düşünmüyorum dedim. Refah Partisi bir
araştırma yaptırıyor; Mehmet Müezzinoğlu diye bir doktor var, onu alabilirsek başarılı olabilir diyorlar, Tayyip Bey’e isim gidiyor. O zaman diyor
bunu bir ziyaret edelim. Tabi benim
imam hatipteyken soyadım Mehmet
Alioğlu’ydu. Sonradan Mehmet Mehmet oldu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olurken de soyadı talebi oluyor,
bana da hep köyde veya rahmetli
babamı tanıyanlar, aileyi tanıyanlar
küçük müezzin veya Müezzinoğlu
dedikleri için ben soyadımı Müezzinoğlu olarak istedim. Kardeşlerimin
soy ismi Şapçı’dır. Yani bizim sülalenin soyadı Şapçı. Dolayısıyla benim
kardeşimle soyadlarım da farklıdır.
“Yahu Sen Bizim Alioğlu Değil misin?”
Sonra gidelim bir kendisiyle görüşelim diyor Tayyip Bey. Neyse bize
diyorlar ki, böyle böyle Tayyip Bey
size ziyarete gelecek. Tabi hayhay diyorum ben kimin geleceğini bilmiyo-
rum da 92 Ağustos ayında. Ama Tayyip Bey de Avcılar’da tanınan, sevilen
bir doktora geleceğini biliyor sadece.
Kapıdan girer girmez şöyle bir dikkatli baktı “Yahu sen bizim Alioğlu
değil misin?” dedi.
Düşünün, tam 20 yıl sonra beni bir
kez görünce tanıyor ve soruyor bunu.
Ben de evet dedim. Ondan sonra içeriye geçti, siyaset ve adaylık konusu
gündeme gelince ben siyaset yapmayı düşünmüyorum dedim ama
epey kalabalık bir heyetle geldiler,
30-35 kişi. Onlara sordu ne düşünüyorsunuz diye. Sonra “adayımız belli,
o da doktor bey” dediler. Ben ona
rağmen evet demedim ama sonra
eşimle o gece bir daha, bir daha düşündük ve sabah ezanı okunurken
dedik ki, yahu neticede bu ülke bize
bir şeyler nasip etti, vatandaşlığını aldık, imkânlar elde ettik, bu bölgede
sevildik bir talep var, bir de borcumuz sorumluluğumuz var. Bu sorumluluktan kaçmak olmazdı ve sabahın
erken saatinde karar verdik; sizden
bir talebimiz yok, size teslimiz dedik.
O gün bugün siyasette bu bakışla devam ediyoruz.
92’de öyle başlayan süreç bugüne kadar geldi.
Batı Trakya İle İlgili Düşünceler…
Batı Trakya için olduğu kadar, Balkanların tamamı için söyleyebileceğim bir şey var, gittiğim bütün
Balkan ülkelerinde gördüm bunu,
Makedonya’da, Kosova’da ve Batı
Trakya’nın her tarafında bütün gönül dünyası, hayal dünyası tamamen
ana vatan üzerine şekillenmiş. Varsa
yoksa ana vatan. Belki de Yunanlıların hep ikinci sınıf vatandaş olarak
görüyor olmasının da etkisi vardır.
Bizim oradaki vatandaşlarımız da
Yunanistan’a veya oradaki yönetimlere kendi yönetimi veya kendi ülkesi
gibi bir duyguyla bakmaz. Biraz da
Yunanlılara karşı kendi içinde değerlerine sahip çıkarak yani biz Türk’üz
ve Müslümanız diyerek kendilerini
korumaya çalışırlar. Onlar baskı yaptıkça biz kendi içimizde, kendi değerlerimize daha çok sahip çıkmışız.
Oradaki o kendi değerlerine kilitlenme, Türkiye’ye geldiğimizde zaman
zaman bizi hayal kırıklığını da uğratmıştır. Çünkü kendi değerlerinizi zor
48
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
koşullarda koruyan bir kitle olarak
Türkiye’yi o değerler anlamında daha
ileride bekleriz, hayal ederiz. Oradaki
zafiyetler dolayısıyla niye böyle gibi
yadırgadığımız, kendi duygu dünyamızda fırtınalar yaşadığımız da olmuştur.
Hayata Dair Vazgeçilmez Prensipler:
Saygınlık… Samimiyet… Duyarlılık…
Ben hayatı biraz saygınlık, samimiyet ve duyarlılık üzerine şekillendiririm, yani gençlere de bu kelimeleri
söylerim. İnsanın kendisine saygısı
olması gerek. Kendisine saygısı olmayan insana, bir başkası saygı duymaz. Kendisine yalan söyleyen bir
insan, ne kadar çok severse sevsin
bir başkasına da mutlaka yalan
söyler. Çünkü insan en çok kendini sever. Kendisine yanlış yapabiliyorsa, bir başkasına da yapmaması
mümkün değil. Dolayısıyla saygınlığı,
samimiyeti çok önemserim. Bir de
duyarlılık, yani diyelim ki ben kendime çok saygı duyuyorum çok da samimiyim ama duyarlılığım yok; işte
o zaman bunun çok da anlamı yok.
Çok duyarlıyım, ama samimi değilim, onun da anlamı yok. Yani hayatı
bir sacayağı gibi gördüğünüzde yani
samimi olma, kendine ve karşısındakine saygı duyma ve duyarlı olma.
Ben gerek mesleki hayatımda, gerek
kendi özel yaşamımda, gerekse siya-
set hayatımda bu üç kelimeyi ısrarla
ve inatla söylerim. Çocuklarıma, yakın çevreme de... Ama bunu söylemekten ziyade kendi hayat felsefeme
bunu koyarım, yani öncelikle ben
kendime saygımı yitirmeyeyim. İki;
karşı tarafa samimi olayım. Yapabileceğim azdır, çoktur, bazen hiçtir veya
yapamayacaksındır. Bilirsin darılacaktır, bilirsin küsecektir karşındaki belki.
Ama yani neticede yapamayacaksın.
Niye? Çünkü ona göre doğru olan
sana göre doğru değildir. O zaman,
“Kusura bakma, bana göre doğru
değil ve yapmayacağım” diyebilmek
lazım. Yani topluma, çevrene duyarlı
olmak lazım, bu üç kelimeyi ısrarla
söyledim.
“3 Öz” ve “3 M” Hayat Prensipleri…
Benim böyle üçlü kelimelerim vardır
özellikle gençlere. Diğer bir üçlü kelime dizim “öz” ile başlar. Bir insanın
mutlaka öz değerleri olmalı, öz
saygısı olmalı, özgüveni olmalı…
Öz değer, öz saygı, özgüven… Diğer bir üçlüme, “3 M” derim; münazaracı olmak, müzakereci olmak,
mücadeleci olmak. Bunu daha fazla
Genel Başkanımızın şahsında şekillendiririm. Çünkü onu 14-15 yaşından beri tanırım ama o yaşlarda da
iyi bir münazaracı, iyi bir müzakereci
ve mücadeleciydi. Baktığınız zaman,
bu üç kelime onu esasında başarıya
götürmüştür.
Bizim gençlerimize de, çocuklarımıza
da bunları vermemiz lazım, yani bir
çocuğa öz değerleri anlamında değerlerini vermeniz lazım. Öz saygısını
şekillendirmek lazım. Özellikle anneler, babalar çocuklarının öz saygılarını çok zedeler.
Ben onun için hep babamı örnek
gösteririm. Bana, “Önce kendini mahcup etme, sonra bizleri” demişti.
“Hiçbir Batı Trakyalı
Beşiktaş Dışında Takım Tutamaz”
Ben çocukluğumdan beri Beşiktaşlıyım. Rahmetli dayım fanatik Beşiktaşlıdır, ben fanatik değilim. 7-8
yaşlarındayken bakkal dükkânımızı
ortak çalıştırıyorduk, o benden 10 yaş
büyüktü. Bir gün böyle 7-8 yaşlarındayken beni yakaladı, “Bak çocuğum,
hiçbir Batı Trakyalı Beşiktaş dışında
başka bir takım tutamaz” dedi. Sebebi de, Balkan Harbinde Osmanlı
Balkanları kaybedince, Beşiktaş’ın
kırmızı beyaz olan renklerini siyah,
beyaz olarak değiştirmesidir. Bizim
için renklerini değiştiren bir başka
takım yoktur, dolayısıyla hiçbir Batı
Trakyalının da Beşiktaş’tan bir başka
takımı olamaz derler. Kardeşlerim de,
aile de, sülale de rahmetli dayımın bu
fanatikliği nedeniyle Beşiktaşlı olmuşuzdur. Benim de şimdi çocuklarım
da Beşiktaşlı.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
49
Tayyip Bey İle Unutulmaz
Bir Batı Trakya Gezisi…
Tayyip Bey Başbakan olmazdan
önce, cezaevinden çıktıktan iki ay
kadar sonra yanılmıyorsam Haziran
başıydı, bir gece saat 23.30 gibi aradı,
“Ya doktor, sizin memlekete gidelim
bu Cumartesi günü” dedi. Günlerden de yanılmıyorsam perşembeydi, oraları bir gezelim dedi. Sonra
olur dedik, gittik. Makedonya’da,
Kalkandelen’de Harabati Baba Tekkesinde 7 gece, 8 gün kaldık. O zaman
Sayın Başbakanı çok farklı duygu
dünyasıyla tanıma imkânım oldu. O
8 günde sabah namazıyla başlayıp,
gece yarılarına kadar filan yerde bir
Müslüman köyü var, filan yerde bir
Türk köyü var, filan yerde Arnavut
köyü var dedik, gezdik. O zaman bir
ömür boyu siyaset yasağı vardı. Yani
normal bir vatandaş bile değildi. Yani
o ekibin böyle olağanüstü imkânları
yoktu. Toz toprak yollarda arabalar doğru düzgün araba bulamayız,
doğru düzgün imkânlarımız yok, o
halde 8 gün Makedonya’da ne kadar
köy varsa gezdik.
O zaman Genel Başkan da değildi,
cezaevinden yeni çıkmıştı, parti falan yoktu. Tayyip Bey oradaki milletin değerlerine, tarihine, kültürüne,
geçmişine oradaki varlığına çok
duyarlıydı. Balkanlarda gezdikten
sonra “kendimden utandım” tabirini
o gün hissetim. Yani evet ben Bal-
50
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
kanlar çocuğuyum, Balkanlara duyarlıyım ama kendimde bile o düzeyde
bir duyarlılığın olmadığını hissettim.
Yani toz, toprak, yağmur, çamur,
imkânsızlık… Atatürk’ün Manastır’da
okuduğu İdadiyi ziyarete gittik ve anı
defterine yazdığı notun ne olduğunu
şu anda hatırlamıyorum ama deftere
yazdı. Geri dönüp baksak, Türkiye’de
Atatürkçülerin, Atatürk’ü kullananların oralara gidip de ziyaret etmedikleri, gezmeye gitseler bile oraya uğramadıkları kanaatindeyim.
Başbakan Tayyip Bey İle
Unutulmaz Bir Yunanistan ve
Batı Trakya Gezisi Daha…
Çok duygulandığım bir gezi daha
vardır, 2004 yılında Atina ve Batı
Trakya’ya. Ben o zaman AK Parti İstanbul İl Başkanıyım. Sayın Başbakan
heyete beni de aldı. Yani sevdiklerimi, annemi, ailemi, büyüklerimi,
yakınlarımı, akrabalarımı her şeyimi
bırakarak ceketimi alıp geldiğim bir
ülke var, bırakıp geldim. Bıraktığım
ülkenin Başbakanı ve geldiğim ülkenin Başbakanı ile aynı masada görüşmelere katılıyorum. Bu duygusal olarak beni çok etkilemişti. Ama en çok
etkileyen, tabi o gezide Batı Trakya’ya
beraber gitmiş olmamızdı. Programa koymamalarına rağmen yine Sayın Başbakanımız o kıvrak zekâsıyla
önce eşi Emine Hanımefendiyle bizi
kayınvalidemin evine gönderdi, sonra da protokolü yapan resmi heyete
“Biz de hanımı almaya gidelim” dedi.
Böylece bizim köye gittik. Tabi köy
meydanı dolmuş, etraf köyler falan
2-3 bin kişi... Benim için o an çok etkileyiciydi. Köy meydanında Tayyip
Bey topluma hitap edecek, mikrofonu aldı eline ve bana uzattı. Ama kelimeler boğazımda düğümlendi; ufacık çocukken minarenin şerefesinde
ezan okuduğum zamanlarım, sonra
7-8 yaşlarında rahmetli babamın
önünde bisikletten düştüğüm gözümün önüne geldi. Ben konuşamayacağım dedim, o duygunun benim
hayatımda yeri başkadır, belki ancak
yaşayanlar onu hissedebilir.
Çektiğim Sıkıntıları Seviyorum…
Allah’a şükür zaman zaman şu cümleyi söylerim, ben hayatımda çok zorluk, çok sıkıntı gördüm ama en çok
neyi seviyorsunuz diye üç şeyi sayın
deseler birincisi, ikincisi diye sıralamayacağım ama üçüncü sırada mutlaka çektiğim sıkıntılar vardır. Çünkü
çektiğim sıkıntılar bana hep farklı bir
bereket, farklı bir rahmet, farklı bir
zenginlik olarak döndü. Dolayısıyla
gençlere de şunu söylemek isterim;
ne olur çocuklar, sıkıntıdan korkmayın, zorluktan korkmayın. Sıkıntılar
ve zorluklar size çok farklı kapıları
açacaktır. Kendinizi farklı zenginliklere ve farklı ufuklara taşıyın, yeter ki o
sıkıntıları ben aşarım diyebilin, iradeniz olsun. Ben yaşadığım bu sıkıntıların hiçbirinden de şikâyetçi
değilim. Allah’a şükürler
olsun ki karşıma o zorluklar, o sıkıntılar çıkmış ve bunları aşabilmek bana nasip
olmuş.
FAİZE MÜEZZİNOĞLU:
“Siz hayata nasıl bakarsanız
hayat da size öyle bakıyor”
Mehmet Beyle aynı köyde aynı mahallede yaşıyorduk. Ailelerimiz birbirini tanıyordu. Zaten ufak bir yer
Batı Trakya. Beni istemeye Mehmet
Bey’in amcası geldi, aileler de birbirini tanıdığı için sorun olmadı açıkçası.
1974’te nişanlandık 14-15 yaşlarımdaydım, 77’de evlendik. Köy düğünü
oldu.
Ben ilk defa 77’de evlenince Türkiye’ye
geldim ve Türkiye’yi hiç bilmiyordum. İlk olarak Kocamustafapaşa’da
oturduk. 79 yılında Avcılar’a geçtik ve
5 sene öncesine kadar Avcılar’da ikamet ettik. Son 5 yıldır Bahçeşehir’de
ikamet ediyoruz. Artık çocuklarımla
aynı binadayım.
İki kızımız, üç torunumuz var. Şimdi
Ankara, İstanbul, Edirne arasında gidip gelince biraz daha zor oluyor birlikte vakit geçirmek ama İstanbul’a
gidince hep beraberiz. Aynı binada
olduğumuz için beraber vakit geçirebiliyoruz.
dım. Annemler zaten Yunanistan’da.
Biz hep beraber hareket ettik. Onun
için bana Mehmet Bey’in bakanlık
görevi zor gelmedi. O zaman da 33
ilçe var ve hele Ramazan’da her akşam başka bir yerde iftardaydık. Her
zaman birlikteydik. Yani açıkçası Bakanlıkla ilgili yoğunluğu ve tempoyu
pek sorun olarak görmüyorum. Hayata nasıl bakarsanız hayatta size
öyle bakıyor.
Bana 20 yıl önce Türkiye’ye gideceksiniz, vatandaş olacaksınız deselerdi
aklıma gelmezdi açıkçası. Orda Hocalarım var onların bile gözlerinin içi
gülüyor. Ben her gidişte onların ellerini öperim, Mehmet Bey de öyle. Zaten ikimizin hocaları oluyor. Tabi yani
orda bir çiftçi ailenin çocuğusun,
köyde doğup büyümüşsün. Yani hiç
aklımıza gelmez. Ama Cenab-ı Allah
bize de nasip etti.
Bakanlık görevinden sonra ilk defa
28 Mart’ta Yunanistan’a gideceğiz.
Yani tabi bu güzel bir duygu ama
bana ekstra bir şey katmadı açıkçası.
Yaşayış tarzımızdan dolayı mı bilmiyorum. Hep şunu deriz; “Bu işi inşallah alnımızın akıyla yaparız...”
36 yılı bitirdik, şimdiye kadar çok
şükür bir sıkıntı yaşamadık. Tabi ki
inişler çıkışlar olur hayatta ama çok
şükür büyük bir sıkıntı olmadan çocuklarımızla, torunlarımızla hayatımızı devam ettiriyoruz.
Mehmet Bey zaten çok zor bir çocukluk ve gençlik dönemi yaşamış.
İltica etmiş ve tıp öğrencisiyken de
biz evlendik. İlk yıllar zordu belki
ama açıkçası şimdi arıyorum o günleri. Şimdi çok bolluk var ama o eskisi gibi değil birçok şey. Ben hep o
günleri arıyorum, düşünüyorum o
günlerde olanları. Şimdi çok rahatız ama eskiden daha çok mutluluk
vardı. Çocuklara anlatırken bile yüz
ifadem değişir. Komşular arasında,
arkadaşlar arasında daha sıcak daha
samimi bir ortam vardı.
Mehmet Bey’in İl başkanlığında ben
yoğun bir hayata alışıktım. Çocuklar
o zamanlar yurtdışındaydı ve yalnızSAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
51
haber
ORGAN BAĞIŞINDA
KORKUTAN RAKAMLAR
Organ Nakli Koordinasyon Derneği
(ONKOD) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Sağlık Bakanlığı Organ ve
Doku Nakli Ulusal Koordinasyon Kurulu Üyesi Dr. Eyüp Kahveci, 14 Mart
Dünya Böbrek Günü nedeniyle organ
nakline dikkat çekti. “Bağış yoksa nakil de yok” diyen Kahveci, Türkiye’deki organ bağışı oranlarını paylaştı. 10
yıl önce yüzde 75 olan organ bağışı
oranının, Ocak ayı itibariyle yüzde
22’lere indiğini ifade eden Kahveci,
şunları söyledi:
“Bu rakamlar ülkemiz açısından
bir felakettir ve kırmızı alarm durumudur. AB ülkelerinin ortalamasına baktığımızda yüzde 75 civarında
bağış yapıldığını görüyoruz. İyilik ve
yardımlaşmanın esas olduğu bir ülkede yaşıyor olmamıza rağmen, bağış konusundaki düşüşü açıklamakta
zorlanıyoruz. Bir insana hayat vermek
iyilik konusunda gelinebilecek son
noktadır.
52
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Temel Problem Organ Kıtlığı
“Ülkemizde çeşitli organ nakilleri
bekleyen yaklaşık 30 bin hasta bulunuyor. Maalesef organ bağışı tüm
çabalara rağmen yetersiz kalıyor ve
organ ihtiyacı büyük bir hızla artıyor.
Canlı vericiden sağlanan organlarla
gerçekleştirilen nakiller kadavradan
sağlanan organlardan gerçekleştirilen nakillerden çok daha fazla. Tüm
dünya, bağışların büyük bir kısmım
kadavradan sağlarken, ülkemizde
beyin ölümüne inanılmadığı için organlar genellikle canlı vericiden sağlanıyor. “
Mahalle Baskısı Etkili
Dr. Eyüp Kahveci, insanların yüzde
40’ında kültürel nedenlerden yani
mahalle baskısından, yüzde 15’inde
dini nedenlerden ve yüzde 10’unun
da beyin ölümünün gerçekleştiğine
inanılmamasından dolayı organların
bağışlanmadığını ifade eden Kahveci
sözlerine şöyle devam etti:
“Ülkemizdeki ölüden temin edilecek
organ kaynaklarına baktığımızda,
oldukça yaygın bir yoğun bakım hizmet ağına sahip olmamıza rağmen
yeterli sayıda potansiyel organ vericisine ulaşamıyoruz.
Organ nakli koordinatörlerinin görevlerinden en önemlisi kadavradan
yani ölüden organ sağlamaktır. Bunun için hastanelerin yoğun bakım
ünitelerinde meydana gelen beyin
ölümlerinin zamanında tespit edilmesi önemlidir. Ardından ailenin organ bağışı yapması en sonunda ise,
bağışlanan organların uygun alıcılar
ile buluşturulması süreci gelir. Kadavra konusunda Avrupa’daki oran
yüzde 80 - 85 iken, ülkemizde yüzde
20 ile 25 oranlarındadır. Geçen yıl bin
477 beyin ölümü tespit edilmiş ve ailelerin izni ile sadece 345 organ bağışı alınmış.”
soru-cevap
UZMANLARLA BULUŞMA
Johnson&Johnson Medikal’in Ortopedi odaklı şirketi DepuySynthes Türkiye, 2012
yılında başlattığı “Uzmanlarla Buluşma” adlı profesyonel eğitimlerine bu sene de
devam ediyor. Eğitimler; canlı cerrahi, vaka tartışmaları, teorik ve uygulamalardan
oluşuyor. Şu ana kadar Ankara İbn-i Sina Hastanesi, İstanbul Bezm-i Âlem Hastanesi
ve Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma hastanelerinde eğitimler gerçekleştirdi.
DepuySynthes Türkiye’nin başlattığı “Uzmanlarla Buluşma” etkinlikleri kapsamında,
Prof. Dr. Murat Bozkurt ve Prof. Dr. Bülent Erdemli ile doktorlarımıza yönelik eğitimler
üzerine konuştuk.
Türkiye’de hekimlerimize yönelik yapılan eğitimlerin içeriği nasıl olmalı ve şu
anda uzmanlıktan sonra ne gibi eğitimler vardır?
Şu an ülkemizde mezuniyet sonrasına ait bazı programlar olsa da, gerek “Tıp Fakültesi” gerekse “uzmanlık
dönemi” kadar planlı ve programlı
olmadığını düşünüyorum.
Düzenlenen eğitim ve kongrelerin
lerin gelişimine etkileri nasıl?
İyi planlanmamış kongre ve eğitim
programlarının çok ciddi katkı ve faydasının olduğunu düşünmüyorum
aslında. Gerçekte bu işin de ciddi uzmanlık istediği açık. Eğiticilerin veya
konuşmacıların da eğitimli olması
ve eğitimi veya sunumu nasıl, hangi
yöntemle, ne kadar sürede yapacağını iyi bilip buna göre planlaması gerekmektedir. Bu şekilde hekimlerin
ve hekimliğin gelişimine katkı sağlanabilir.
Türkiye’de pratik/kadavra eğitimlerinin
yapılabilmesi için gerekli enstitüler var mı
veya varsa yeterli sayıda mıdır?
Gerçek bir cevap istiyorsanız, ciddi
manada böyle bir merkez maalesef
yok. Tıp fakültelerinde bu iş yapılmaya çalışılsa da bence gerekli profesyonellikte değil.
Eğitimler ile ilgili projeleriniz var mı?
Eğitimin diğer alanlarda olduğu gibi
54
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Prof. Dr. Murat Bozkurt
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Ortopedi ve Travmatoloji İdari ve Eğitim Sorumlusu
Ortopedi ve Travmatoloji’de de önümüzdeki 10 yılın en önemli konusu
ve yapılması gereken işi olduğu açık.
Benim içinde olduğum bir grup ile
üniversitelerin de desteğini alarak
bir eğitim merkezi kurma planımız
var. Bu merkezde kadavra laboratuarı, hayvan laboratuarı ve simülasyon
laboratuarı olacak. Bu merkezde sadece ülkemize değil aynı zamanda
uluslararası boyutta da eğitim verilecek. Ayrıca multidisipliner-hibrid
modeller de uygulanacak.
Türkiye’de medikal şirketlerin hekim eğitimlerine bakış açısı nasıl?
Sanırım iyi yönlendirmeler ve uygun
düzenlemeler ile daha profesyonel
ve etik bir bakış elde edilecektir.
Johnson&Johnson ile birlikte düzenlediğiniz ve başkanı olduğunuz uzmanlarla
buluşma toplantısı içerik olarak katılımcılara fayda sağlıyor mu?
Gerek interaktif sunumlar, gerek didaktif sunumlar gerekse de canlı cerrahi uygulamaları ve etkin, sonuca
yönelik workshop uygulamaları ile
faydalı oluyor diye düşünüyorum.
Ama en önemlisi aldığımız iyi geri
bildirimlerin varlığı…
J&J’nin eğitim politikalarını nasıl buluyorsunuz?
“Etik ve iyi niyetli” bir tavır sergilemekte ve eğitime önem vermektedirler. Ülkemize uygun şekilde bir
eğitim stratejisi geliştirmek için çalışmaktadırlar.
Türkiye’de hekimlerimize yönelik yapılan eğitimlerin içeriği nasıl olmalı ve şu
anda uzmanlıktan sonra ne gibi eğitimler vardır?
Hekimlik mesleği ve eğitimi, tıp fakültesindeki yıllardan başlayıp asistanlık, uzmanlık ve sonrasında da
devam eden oldukça uzun bir süreçtir. Bilindiği üzere aslında mesleğimiz temelde bir usta çırak ilişkisine
dayanmaktadır. Fakülte yıllarında
mesleğin köşe taşlarını oluşturacak
temel ve klinik bilimlerin bilgi ve
becerilerini kazanan bir doktor mezun olduktan sonra seçtiği uzmanlık
alanının ileri becerilerini ve bilgilerini asistanlık döneminde kazanır.
Ancak uzman olmuş bir hekimin de
o uzmanlık dalının bünyesinde seçeceği alt uzmanlık eğitimi neredeyse
mesleğe devam ettiği süre boyunca
devam etmektedir. Bu nedenledir ki
hekimlere yönelik yapılan eğitimin
içeriği belirlenirken hedef kitle ve o
kitleye yönelik eğitim sonunda kazanılması beklenen bilgi ve becerilerin
neler olabileceği saptanmalıdır. Basit
bir örnek vermek gerekirse ortopedi
asistanlığı döneminde artroplastiye
ait temel bilgi ve cerrahi becerilerin
kazanılması hedeflenirken, mesleki
yaşantısında bu konuda yoğun çalışan bir uzman hekim için daha ileri
düzeyde hedefleri olan programlar
uygulanabilir.
Şu anda ülkemizde özellikle Ortopedi ve Travmatoloji uzmanlığını almış
bir hekimin katılabileceği pek çok
eğitim faaliyeti vardır. Bu konuda
başta Türk Ortopedi ve Travmatoloji
Birliği Derneği (TOTBİD) ve Türk Ortopedi ve Travmatoloji Eğitim Konseyi
TOTEK’in yanı sıra alt dal uzmanlık
derneklerinin katkıları çok büyüktür.
Örneğin ortopedi asistanları için temel artroplasti, travma, tümör, pediatrik ortopedi, vertebra, el cerrahisi
gibi alanlarda programlar düzenlenmekte, ayrıca gene bu konularda
temel klinik becerilerin kazanıldığı
uygulamalı kurslar, canlı cerrahilerin
de olduğu bilimsel aktiviteler gerek
dernekler gerekse üniversite ve eğitim hastaneleri bünyesinde yapılmaktadır.
Düzenlenen eğitim ve kongrelerin hekimlerin gelişimine etkileri nasıl?
Ülkemizde ortopedi ve travmatoloji
bünyesinde çok sayıda toplantı düzenlendiği bir gerçektir. Ancak her
toplantının o toplantıya katılan hekimlerin gelişimine etkisi aynı mıdır
ya da yeterli midir, bunu tartışmak
gerekir. Ayrıca gene Sağlık Bakanlığı
bünyesinde alınan kararlar gereği bir
hekimin bir yıl içerisinde katılabileceği toplantı sayısı şayet bilimsel bir
sunu ya da konuşma yapmıyorsa, 1
yurt dışı, 2 yurt içi toplantıyla kısıtlanmıştır. Dolayısıyla önümüzdeki
yıllarda hekim bir yıl içerisinde çok
sayıdaki toplantıdan sadece kendi
gelişimine katkı sağlayacak toplantıya katılmak isteyecektir. İşte bu
noktada düzenlenen eğitim aktivitelerinin veya kongrelerin içeriği son
derece önem kazanmaktadır.
Türkiye’de pratik/kadavra eğitimlerinin
yapılabilmesi için gerekli enstitüler var mı
veya varsa yeterli sayıda mıdır?
Bu konuda ülkemizde çok az
sayıda merkez bulunmaktadır. Özellikle Antalya Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde çok iyi organize olmuş
bir ekip bulunmaktadır. Keza
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde de bu noktada pek
çok kurs düzenlenmiştir. Sayı
yeterli midir sorusunun cevabı
tabiî ki hayır… Kişisel düşüncem
ülkemizde iyi organize olmuş birkaç merkez
belirlenip bu konuda gelişmelerini desteklemek
y ö n ü n d e d i r.
Sonuçta burada mekândan daha
önemli nokta kadavra teminidir. O
nedenle merkez sayısının artırılması
yerine toplamda 2 ya da 3 merkezin
belirlenip ülke çapında temin edilecek kadavraların o merkezlerde
toplanması daha önemli bir karar
olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü
kadavra eğitimi özellikle ortopedide
olmazsa olmazlardandır. Özellikle
öğrenme eğrisinin uzun olduğu ortopedik girişimler açısından, her asistanın ya da her uzmanın bu noktada
desteğe ihtiyacı olabilmektedir.
Eğitimler ile ilgili projeleriniz var mı?
Eğitim aslında bizim açımızdan daha
öncede değindiğim gibi tüm meslek
hayatımız boyunca devam eden bir
süreçtir. Bu süreç içerisinde özelliklede cerrahi branşlarda usta çırak ilişkisi son derece önemlidir. Çıraklığını
yapmadığımız bir işin ustası olamayacağımızı çok iyi anlamalıyız. Mesleğin hangi noktasında olursak olalım hepimizin bir
başkasından öğreneceği bir husus bulunmaktadır. Bu nedenle eğitim alanında
tamamen hedef
kitlenin ihtiyacına
yönelik faaliyetlerin rağbet göreceğini düşünüyorum. Şöyle ki, bir
ortopedi
Prof. Dr. Bülent Erdemli
Ankara Üniversitesi
Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
55
asistanının eğitimi boyunca temel
bilimler, temel artroplasti, travma,
vertebra, tümör, spor yaralanmaları
ve artroskopi, omuz, dirsek, el cerrahisi ve ayak bileği konusunda kursları
alması yeterlidir. Ama uzman olduktan sonra ilgi duyduğu konularda düzenlenecek ileri eğitim faaliyetlerine
ihtiyacı olacaktır. İşte bu noktada biz
eğiticilere büyük görev düşmektedir.
Düzenlenecek faaliyetin içeriği, bilgi
düzeyi ve pratik hayata katkısı bu faaliyetlere ilgiyi de artıracaktır.
Türkiye’de medikal şirketlerin hekim eğitimlerine bakış açısı nasıl?
Ülkemizde medikal şirketlerin eğitime olan ilgisi son yıllarda bazı değişiklikler gösteriyor. Geçmiş yıllarda
olduğu gibi günümüzde de branş
derneklerinin düzenlediği toplantılara endüstri sponsor anlamında
katılmaktadır. Ancak yakın dönemde
görüyoruz ki, özellikle eğitime önem
veren bazı firmalar kendileri de bilimsel faaliyetler düzenleme çabası
içerisindeler. Bu da yapılan toplantıların daha küçük katılımlı olup daha
interaktif bir ortamda yapılmasına
56
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
olanak sağlıyor. Hedef kitle böyle
toplantılara katılarak eğitici ile birebir konuşma, ameliyatları izleme ve
vaka tartışmalarına katılma imkânı
buluyor. Gördüğüm kadarıyla da her
geçen gün buna önem veren şirketlerin sayısı artıyor.
Johnson&Johnson ile birlikte düzenlediğiniz ve başkanı olduğunuz uzmanlarla
buluşma toplantısı içerik olarak katılımcılara fayda sağlıyor mu?
Eylül ayı içerisinde Johnson & Johnson firmasıyla birlikte, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve
Travmatoloji Anabilim Dalı olarak, bir
günlük 40 kişi katılımlı “Uzmanlarla
Buluşma” adında bir toplantı düzenledik. Toplantının konusu primer diz
protezi uygulaması idi. Hastanemizin
ameliyathanesinde bulunan eğitim
salonunda bu toplantıyı gerçekleştirdik. Bu toplantı salonu ile ameliyathane arasında bulunan fiberoptik
iletişim sayesinde bir gün içerisinde
4 ameliyatı katılımcılarla birlikte interaktif olarak gerçekleştirdik. Ayrıca
gün içerisinde konuyla ilgili sunum-
lara da yer verdik. Tüm katılımcıların
geri bildirimlerinin ortak noktası, bu
toplantının son derece eğitici olduğu
ve günlük pratiklerine fayda sağlayacağı yönünde olmuştur. Tabi burada
ki püf nokta, bilginin beceriyle birlikte sunulması ve katılımcının birebir
cerrahla konuyu tartışabilmesidir.
Gene bu toplantı içerisinde, Ülkemizde zannediyorum ilk defa gerçekleştirilen 3 boyutlu diz protez cerrahisi
de büyük ilgi görmüştür.
J&J’nin eğitim politikalarını nasıl buluyorsunuz?
J&J ülkemizde sektöre girdiğinden
bu yana giderek artan bir ivme ile
hedefe yönelik toplantıları desteklemeyi kendisine misyon belirlemiş görünüyor. Nitekim bizim başlattığımız
“Uzmanlarla Buluşma” toplantılarını
başka merkezlerde de gerçekleştirmiştir. Niye bunu bu kadar destekliyor diye düşündüğümüzde zannediyorum cevap şu olmalıdır, bilgi ve
beceri paylaşıldığı zaman daha anlamlı oluyor. J&J’nin, bunu görebilen
şirketlerin başında geldiğini düşünüyorum.
kurumlarımız
TÜRKİYE SAĞLIK ENDÜSTRİSİ
İŞVERENLERİ SENDİKASI (SEİS)
Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri
Sendikası (SEİS), Tıbbi Cihaz sektöründe hizmet vermekte olan şirketlerin karlı ve sürdürülebilir bir ilerleme
ortamında gelişmesini desteklemek
ve ulusal sağlık politikalarının belirlenmesinde sektörün temsilciliğini
üstlenmek amacıyla 2003 yılından
beri çalışmaktadır. Sendikanın genel
olarak; insan kaynakları, genel sekreter, araştırma uzmanı, idari personel, hukuk müşaviri, danışmanlar,
yönetim kurulu üyeleri ve üyelerden
oluşmaktadır. Proje yoğunluğu olduğu zamanlarda, sendika, projelerini
yürütmek için ek istihdama başvurmaktadır.
Bünyesinde 110 üye şirket bulunan
sendika, çözüm odaklı, şeffaf ve proaktif bir yaklaşım benimsemiştir. Tıbbi Cihaz sektöründe bulun şirketleri,
Sağlık Bakanlığı, Türkiye İlaç ve Tıbbi
Cihaz Kurumu, Sosyal Güvenlik Kurumu, Kamu Hastaneleri Birliği, Sanayi
Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve diğer ilgili kurumlar nezdinde temsil
etmektedir.
Yoğun disiplinler arası bilgi gerektiren ileri teknoloji içeriğine sahip bir
sektör olması ve insan sağlığını doğrudan etkilemesi nedeniyle regülasyonların gerekli ve önemli olduğu
bu sektörde yapılan düzenlemelerin
hem kamu yararını gözetmesi hem
de sektördeki şirketler için uygulanabilir olmasını sağlamak amacıyla
çalışmaktadır. Düzenlemelerin sektörün gelişmesine katkıda bulunacak
şekilde olması ve yaşanan olumsuzlukların giderilmesini hedefleyen çalışmalar yürütmektedir.
Tıbbi Cihaz sektörünün ölçülebilir hale getirilmesi amacıyla Sağlık
Bakanlığı Müsteşarı Sayın Necdet
Ünüvar ile Protokol yaparak; Tıbbi
cihaz alanında çalışan ancak sayısı
bile belirlenemeyen firmaların kayıt
altına alınması, firmalardaki çalışan
sayısının belirlenerek sektörün sağladığı istihdamın tespit edilmesi, yıllık
58
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
cirolarının çıkartılarak sektörün işlem
hacminin görülmesi ve asıl önemlisi
ülkemizde mevcut üretici firmaların
ve ürettikleri ürünlerin belirlenmesi
amacıyla Tıbbi Cihaz ve Malzeme Kayıt Sistemi projesi başlatılmıştır. 2005
yılında başlayan proje yaklaşık bir yıl
süreyle devam etmiş ve sona erdiğinde sektörde faal 932 firma ve bu
firmaların 96’sına ait 25638 ürünün
kaydı yapılmıştır. Bu proje Türkiye’de
tıbbi cihaz sektöründe kamu – özel
işbirliği ile gerçekleştirilen ilk projedir. Bu çalışma ile eşzamanlı yürütülen ve SEİS’in de desteklediği “Sağlık
Hizmetleri Finansman Yönetiminin
Güçlendirilmesi ve Yeniden Yapılandırılması için Altyapı Geliştirilmesi
Projesi” kapsamında Hacettepe Üniversitesi koordinatörlüğünde yürütülen başka bir proje birleştirilerek
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Bilgi Bankası (TİTUBB) olarak devam etmiştir.
SEİS, TİTUBB’nin geliştirilmesi çalışmalarında da çekirdek grupta yer
almış ve halen yer almaktadır. SEİS;
TİTUBB’nin tıbbi cihaz sektörü için
yararlı ve kullanışlı bir şekilde tasarlanması ve yürütülmesi konusunda
tüm paydaşlar ile işbirliği içindedir.
Ülkemizde TİTUBB’ye kayıtlı olmayan
bir firma tıbbi cihaz satamamakta ve
TİTUBB a kayıtlı olmayan bir ürün satılamamaktadır. TİTUBB Uluslar Arası
Sosyal Güvenlik Birliği (ISSA)’nden iyi
uygulama ödülünü almış bir projedir.
SEİS’in çok önem verdiği bir çalışma
alanı da sektörün nitelikli insan kaynağı ihtiyacıdır. Tıbbi cihazlar pek çok
farklı disiplini içeren karmaşık yapıları ile üretim, bakım-onarım ve satışpazarlama konusunda özel ihtisasa
ihtiyaç duymaktadır. Şirketler bu ihtiyacı şirket içi eğitimler ile gidermeye
çalışmakta, ancak eğitim alan kişilerin meslekten kaçışı sonucu nitelikli
insan gücü maliyetleri ve yetiştirme
süreci şirketler için bir yük olmaya
devam etmektedir. Bu nedenle sendikamız MYK ile protokol imzalayarak
Meslek Standardı hazırlama kuruluşu
olarak yetkilendirilmiştir. Bu kapsamda Tıbbi Cihaz Bakım Onarım Elemanı ve Tıbbi Cihaz Satış ve Pazarlama
Temsilcisi Meslek Standartlarını geliştirmiştir. MEB ve YÖK’ün Biyomedikal
Cihaz Teknoloji Alanında geliştirdiği
eğitim programlarının iyileştirilmesi için yapılan MEGEP ve IKMEP gibi
ulusal projelerde de sektörü temsil
etmektedir.
Sendikanın bir diğer çalışma alanı,
tıbbi cihazların yerli üretimi ve sanayimizin katma değeri yüksek ürünler üretecek kapasiteye çıkmasıdır.
Türkiye’de tıbbi cihaz sektörünün, ArGe ve ileri teknoloji destekli, katma
değeri yüksek, yenilikçi ürün/hizmet
ve süreçlerle, uluslararası rekabette
sürdürülebilir güç sahibi olabilmesi için gerekli Ar-Ge faaliyetlerinin
stratejik önceliklerini belirlemek, bu
faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için
kurumlararası işbirliği oluşturarak
sektörde inovasyon olgusunu ve
bilincini geliştirmek amacıyla çeşitli faaliyetler yürütülmektedir. Bu
hedefle, üniversite-sanayi işbirliğini
gerçekleştirme amacıyla “Daha Çok
Üretmeliyiz” proje yarışması 7 yıldır
sürdürülmektedir. SEİS, proje yarışmasının yanında, teknoloji transferi
ve yenileşim kültürünün gelişmesini
hedefleyen Inovankara, S2B, Mediplat gibi bölgesel ve ulusal projelerin
sahipliğini ya da ortaklığını yürütmüştür.
SEİS, Tıbbi Cihaz ve Ekipmanlar sektöründe hizmet veren TİSK üyesi bir
işveren sendikasıdır. TİSK, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu,
tüm sektörlerden işverenleri, pek çok
önemli ulusal ve uluslararası kuruluşun organlarında temsil etmektedir. Ayrıca, Sosyal Güvenlik Kurumu
Yönetim Kurulu, İş Kur gibi pek çok
ulusal kurum ile Uluslararası Çalışma
Örgütü gibi pek çok uluslararası kurumda temsil edilmemizi sağlayan
TİSK ve ona bağlı işveren sendikaları
ile birlikte çalışmaktadır.
portre
ERKAN AKDEMİR
Avea’nın fark yaratan CEO’su
Erkan Akdemir Kimdir?
Haziran 2009’dan bu yana Avea
CEO’su olarak görev yapan Erkan Akdemir, Avea’ya katılmadan önce Cisco
Systems’in Genel Müdürlüğü görevini yürütmekteydi. Bu görevi öncesinde Kablo Net’in Yönetim Kurulu
Başkanlığı ve Eurasiasat’ın Yönetim
60
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Kurulu Başkanlığı görevlerini başarıyla yürüten Akdemir, 2002 yılından
özelleştirme sonrasına kadar geçen
dönemde ise Türk Telekom’un Yönetim Kurulu Başkanı olarak sektörde
önemli bir yer edindi. Profesyonel
kariyeri boyunca stratejik görevlerde ve fark yaratan önemli projelerde
kilit rol oynayan Erkan Akdemir, Türk
Telekom Yönetim Kurulu Başkanlığı öncesinde ise Telekomünikasyon
Kurumu Kurul Üyesi, DTP Müsteşarı
Danışmanı, DPT telekomünikasyon
uzmanı, Türk Standartları Enstitüsü
ve Enka’da ise çeşitli görevler üstlenmiştir.
Akdemir, evli ve üç çocuk babasıdır.
Okul Yılları
1963 Çorum doğumlu olan Erkan
Akdemir, Ankara Başkent Lisesini
bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Elektronik Mühendisliği
Bölümünden mezun oldu. Ardından
ABD’ye giderek; eğitim hayatını burada tamamlayarak Colorado Üniversitesinde telekom alanında yüksek lisans yaptı.
Profesyonel İş Yaşamı
Mühendislik eğitiminin kazandırdığı
matematiksel zekâyı, iş yaşamında
edindiği sosyal tecrübeyle harmanlayan Akdemir; CEO’luğa kadar uzanan
başarılarla dolu bir hikâyenin ana kahramanı…
Üniversiteden mezun olduktan sonra profesyonel iş hayatı ENKA’da
başlayan Akdemir, bu yeni görevi
için Ankara’dan İstanbul’a taşınır. ENKA’daki görevi boyunca “veritabanı
geliştirme” üzerine odaklandığını
belirten Akdemir, burada sürdürdüğü çalışma sürecini “farklı ve öğretici”
olarak nitelendiriyor.
Akdemir’in, bu ilk işinde gösterdiği
performansın yanı sıra sahip olduğu
çalışma azmi de kısa sürede yeni bir
iş teklifi almasını sağlar.
ENKA’daki bu ilk profesyonel iş deneyiminin ardından, Türk Standartları
Enstitüsünde (TSE) mühendis olarak
çalışmaya başlayan Akdemir, bu yeni
görevi ile birlikte üniversite yıllarından sonra ayrıldığı Ankara’ya geri döner. Türk Standartları Enstitüsündeki
görevi sırasında ise; yurtdışında katıldığı eğitimin de etkisiyle haberleşme
sektörüne ilgi duymaya başlar.
Devlet Planlama Teşkilatındaki görevle haberleşme sektörüne atılan
ilk adım…
1989 yılında o günkü adı İktisadi
Planlama Başkanlığı olan günümüzün Devlet Planlama Teşkilatındaki
uzman yardımcısı göreviyle, kariyer
basamaklarını hızla tırmanan Erkan
Akdemir; buradaki yıllarını kariyerinin “mihenk taşı” olarak nitelendiriyor. Akdemir, İktisadi Planlama
Başkanlığı bünyesinde yıllık planlar,
fizibilite çalışmaları, sektör stratejileri, projeler ve bütçelerle geçen yoğun
çalışma temposuna rağmen, haber-
leşme sektörünü yakından takip etmeyi de ihmal etmez.
dönemdi. Bugün bile, bu çalışmanın
karşılığını aldığımızı düşünüyorum.”
Colorado Üniversitesinde haberleşme alanında yüksek lisans eğitimi
alan Akdemir, Telekom sektörünün
MBA’i olarak geçen “Interdisciplinary Telecommunication Programme” eğitimini neden tercih ettiğini ise şu sözlerle ifade ediyor:
Akdemir, gerçekleştirdiği bu önemli
çalışmaların ardından 2000 yılında,
bugün Bilişim Teknolojileri Kurulu
(BTK) olarak adlandırdığımız, dönemin Telekomünikasyon Kuruluna
Bakanlar Kurulu Kararı ile 2 yıllığına
kurucu üye olarak atanır.
“Telekom sektörünü iyi bilmeniz ve bu
konuda uzmanlaşabilmeniz için diğer
disiplinlerle ilişkisini çok iyi bilmeniz
gerekir. Özellikle uluslararası boyutunu, hukukunu, ekonomisini, finansmanını bilmek elzemdir. Ben de bu nedenle bu bölümü tercih ettim.”
Bu atamanın ardında kurulun en
genç üyesi olarak; sahip olduğu yeni
fikir ve yaklaşımlarıyla ön plana çıkar.
BTK’daki görevi boyunca önce strateji ve planlama yapıp, sonra sahada
çalışmaya başlar. “Kökleşmiş bir organizasyonu çok farklı bir alana yönlendiriyorsunuz ki bu hiç de kolay bir iş
değil” diyerek BTK yıllarını değerlendiren Akdemir, DPT’deki görevi devam ederken, Kablo Net’in Yönetim
Kurulu Başkanlığına da getirilir.
Akdemir 1988 yılında Telekom cihazlarının test edilmesi görevini üstlenerek; iletişim, bilişim, teknoloji alanında sahip olduğu akademik bilgileri,
kariyerinin yapı taşlarına dönüştürmeye başlar.
Akdemir, “Hacettepe Üniversitesi
Elektronik Mühendisliği Bölümü mezunuyum. Fakülte yıllarımda devre
tasarımından elektromanyetiğe, telekomünikasyondan mikro elektroniğe
kadar birçok alanda önemli hocalardan dersler aldım. Bizim dönemimizde üniversite yıllarında uzmanlaşma
yoktu, dolayısıyla bölümümüzle ilgili
her şeyi öğrendik. Uzmanlaşma fazı
ise mesleğe ve profesyonel iş hayatına
adım attığınızda başlardı. Benim için
telekom cihazlarını test etme görevi,
akademik bilgilerimi profesyonel yaşamda kullanmaya başlamam için bir
zemin sağladı.” sözleriyle bu dönemi
özetliyor.
Akdemir Devlet Planlama Teşkilatında
uzman yardımcısı olarak başladığı görevine; “Haberleşme ve OECD araştırmalarına göre Türkiye’nin 1990 – 2010
yılları arasındaki telekomünikasyon
talebi” üzerine hazırladığı ekonometrik tez çalışmasıyla, “uzman” sıfatıyla
devam etmeye hak kazanır.
DPT bünyesinde hazırladığı bu başarılı çalışmayla üstlerinin de ilgisini
çeken Erkan Akdemir; bu başarının
sırrını şöyle anlatıyor; “Öngörüde
bulunup, ülke kaynaklarını iyi planlamamız için bu şekilde bir çalışma
yapmamız gerekiyordu. Pazarın regülasyonu, sektörün liberalleşmesi,
PTT’nin özelleştirilmesi gibi konular
üzerine gerçekten çok çalıştığımız bir
Sektörün gelişmesi için gerçekleştirdiği önemli çalışmalarla; özel sektörün de yakından takip ettiği bir
isim haline gelen Erkan Akdemir,
Cisco’dan iş teklifi alır.
Stockholm’da katıldığı e-devlet
konferansı sırasında Cisco Yönetim
Kurulu Başkanı Kaan Terzioğlu tarafından genel müdürlük teklifi alan
Erkan Akdemir, kendisine üst üste 2
kere yılın genel müdürü ödülünü getiren bu görevi bir fırsat olarak gördüğünü söylüyor:
“Cisco beni Stockholm’deki e-devlet
konferansına ve sonrasında Nobel
Barış Ödülleri Töreni’ne davet etmişti.
Cisco’nun başında o sırada Kaan Terzioğlu bulunuyordu. Tren yolcuğunda
6-7 saat sohbet ettik. Oslo’ya geldik.
Ödül töreninden sonra kutlamaya katıldık. Bu sırada bana Genel Müdürlük
teklifinde bulundular. Akabinde İnsan
Kaynakları ve Genel Müdürle yemek
yedik. Uzun bir görüşme oldu ve görüşmenin sonunda anlaştık. Farklı bir
kariyer fırsatıydı benim için.“
Avea CEO’su Erkan Akdemir: “Çizgi dışı
bir yöneticiyim, hedefe doğru koşmak
DNA’mda var…
Akdemir, kendisine 2 yıl “yılın genel
müdürü” ödülünü getiren zorlu süreci
şu sözlerle dile getiriyor:
“Cisco’daki satış hedefi zordu. 4,5 saat
sunum yaptım Londra’da. Çok zordu
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
61
ama bir o kadardı zevkliydi. Çizgi dışı
bir yöneticiydim. İlk yıl yüzde 56, ikinci
yıl yüzde 37 satışta büyüme elde ettik.
Bu başarı ise bana Cisco Global’de iki
sene üst üste yılın genel müdürü ödülünü getirdi.”
Türk Telekom ve ardından
Avea’ya kadar sürükleyen Telekom Aşkı…
Cisco’daki başarılı performansıyla,
iktisadi alandaki başarısını satışta
perçinleyen Erkan Akdemir, ardından
içindeki sesi dinleyerek, kendi tabiriyle kalbindeki sektör olan telekomünikasyona, Türk Telekom’la geri döner.
Cisco’daki görevi süresince aldığı
ödüllerle dikkatleri üzerine geçen Erkan Akdemir, Türk Telekom’dan gelen
teklifi değerlendirme ve karar verme
aşamasının çok uzun sürmediğini
belirtiyor: “Telekom aşkım her zaman
güçlüydü. Bir gün Paul Doany beni arayıp, bir kahvaltı yapmak istediği söyledi. Türk Telekom’u severdim. Özellikle
büyüklüğü, dinamizmi, iş yapma yeteneği beni hep cezbederdi. Bunun sonucunda, teklif gelince geri döndüm.”
Tüm kariyerini rekabetin en yoğun
yaşandığı sektörlerde geçiren Erkan
Akdemir, üstlendiği her görevi kısa
sürede zirveye taşımayı başarır. Başarılı bir iş adamı olmasının yanında
vizyoner bir yönetici de olan Akdemir, kurduğu ekiplerle de bilgi birikimini geleceğin liderlerine aktarıyor.
“Sektörü avucunuzun içi gibi
bilirseniz başarı da sizinle birlikte gelir”
Avea CEO’su Erkan Akdemir yılların
birikimiyle kazandığı derin tecrübelerine istinaden geleceğin liderleri
için tavsiyelerde bulunuyor:
62
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
“Liderlik kabiliyetlerini geliştirmelerini öneririm. Hatta bu kabiliyetten de
önce hangi alanda çalışıyorlarsa başarı için o alanı çok sevmeleri hatta o alana aşık olmaları gerektiğine inanıyorum. Bence liderlik öğretilemez çünkü
herkes özgündür. Birinin davranış şekli
diğerini tutmaz. Ama tüm liderlerde
ortak olan bazı davranışlar vardır. Vizyonerlik gibi… Vizyoner olmalısınız,
herhangi bir konuya ekibinizden farklı bakabilmelisiniz. Şirketin hedefleri
oluyor ama o hedeflere giden yolculuğu ve yol haritasını lider oluşturuyor.
Lider, teknik direktör ve antrenördür
aynı zamanda. Bunun için de şeffaf
olmalıdır. Ama en önemlisi ekibin hedeflerine inandırmasını sağlamasıdır.
Elbette içinde bulundukları sektörü de
360 derece bilmelidir.. Sektörü avucunuzun içi gibi bilmek başarıyı da beraberinde getirir.“
Haziran 2009’dan
günümüze uzanan Avea yılları…
Numara taşıma uygulamasına geçilmesinin ardından karlılığın düştüğü
sektörün belki de en zor döneminde, 2009 yılının Haziran ayında Avea
CEO’su olarak göreve başlar. Öncelikli
olarak Avea’da yeniden bir yapılanma
başlatarak 2009 yılsonu hedefini; büyüme ve karlılık ivmesini yukarı yöne
çevirme ve lider kadrosunu yeniden
oluşturma olarak çizer.
CEO olarak göreve başladığı yıl, şirket içi yöneticilik pozisyonlarında da
önemli boşluklar olan Avea’da kararlılık, azim ve cesaret üzerine odaklı
kültürü yeniden aşılayarak şirketi 3
yılda zirveye taşır.
Erkan Akdemir’li Avea yıllarının her
birinin bir adı var: 2010 “kalite”, 2011
“yatırım”, 2012 ise zirvelerin yılı…
Erkan Akdemir, bir CEO’dan fazlası olmaya kararlıdır ve tek tek tüm
departmanlarla yakından ilgilenir.
Ciddi bir İnsan Kaynakları çalışması
yaptırarak, bugünkü başarılı yönetim kadrosunun tohumlarını atmaya başlar. Pazarlama, Satış, Teknoloji
ve alttaki direktörlüklerde ciddi bir
yapılanma gerçekleştirir. Ekipleri
yenilemenin yanı sıra güçlendirir.
Satış, pazarlama organizasyonunda
ciddi bir değişim gerçekleştirir. Yeni
yönetim anlayışının ortaya koyduğu
vizyon, operasyonel faaliyetlerden
insan kaynakları yönetimine, pazarlamadan AR-GE’ye tüm iş birimlerine
yansır. Yenilenen yönetim kadrosuyla Avea, kendine daha çok güvenen
bir marka haline gelir. Hem satış ve
bayi kanalına yapılan yatırımlar hem
de hizmet kalitesinin artırılmasıyla,
Erkan Akdemir önderliğindeki Avea,
2012 yılını 7 farklı alanda zirve yaparak kapatır.
Teknoloji, rekabet ve azim…
Tüm kariyeri rekabetin yoğun olduğu
sektörlerde geçen Avea CEO’su Erkan
Akdemir’i belki de en iyi anlatan 3
kelimeye karşılık Erkan Akdemir:
“Zorlukları var ama benim için artık
rutin. Bu benim rutinim. Rekabetin
yoğun olması enerjinizi yüksek tutarken beyninizin sürekli hızlı çalışmasını sağlıyor, bu da beni mutlu ediyor.
Bu benim için süreklilik arz eden bir
gelişim sürecinin de ana kaynağı aynı
zamanda”
4'üncü yılımızda bölgenin “Kalp Sağlığı Merkezi” olduk. Tedavisini Ankara ve İstanbul gibi
uzak şehirlerde yaptırmak zorunda kalan binlerce hemşerimize umut olduk.
GÜNEYDOĞU’NUN KALBİ
EMİN ELLERDE
Çareyi Uzakta Aramayın
Kanser Tedavi Merkezimiz
Hizmetinizde
Kemoterapi
 Tıbbi Onkoloji Ünitesi
 Kanser Tedavi Konseyi
 Kemoterapi Ünitesi
 Radyoterapi Ünitesi
 Cerrahi Onkoloji
 Meme Kanseri
 Tiroit Kanseri
 Karaciğer Kanseri
 Mide Kanseri
 Pankreas Kanseri
 İnce Barsak Kanseri
 Rektum Kanseri
 Kolon Kanseri
Radyoterapi
Cerrahi Onkoloji
 Beyin Tümörleri Cerrahisi
 Göğüs Cerrahisi
 Akciğer Kanseri
 Göğüs Hastalıkları
 Bronkoskopi uygulaması
 Gastroenteroloji Ünitesi
 ERCP Uygulaması
 Kolonoskopi
 Endoskopi
 Rektoskopi
 PET/CT
 Patoloji Laboratuarı
444 63 00
0414 314 44 46
Merkez / ŞANLIURFA
www.osmortadogu.com
www.twitter.com/osmortadoguh
www.facebook.com/osmortadogu
gezelimgörelim
Viyana
Tamamıyla klasik müzik ve sanat kokan ihtişamlı fakat biraz da bohem
bir şehir Viyana. Mozart, Beethoven,
Schubert ve daha birçok unutulmaz
ismin şehri aynı zamanda...
Hal böyle olunca Viyana da her şey
bu yönde, hediyelik eşyacılar, çikolatacılar, kafelerde çalan müzikler, konserler hep bu duayenleri hatırlatıyor
ve belki de bu tarz müzikle ilgisi olmayanları bile etkiliyor.
64
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Müzelerini gezmek, bir şehrin tarihini öğrenmek için en iyi yol ve Viyana
özellikle çok sayıda müze ve saraya
ev sahipliği yaptığından bu anlamda
turistlerin ilgi odağı oluyor. 2. Dünya
Savaşında şehrin bazı yerleri yıkılsa
da şehir hala eski görünümde. Viyana
sanat tarihi müzesinde ünlü ressamların bir sürü eserleri sergileniyor,
Efes müzesi ise Artemis heykeliyle
büyülüyor...
Müze ziyaretleriniz bittiğinde tam sanat tarihi müzesinin karşısında duran
faytonlarla kısa bir Viyana turu atabilir ve şehir hakkında bilgi alabilirsiniz.
Söz konusu bir Viyana seyahatiyse,
oldukça turist çeken bir yapı olan
St. Stephens Katedrali’ni görmeden
gelmemeli. Gotik tarzda yapılmış bu
sanat eseri şehrin göbeği diye tabir
edilebilecek bir konumda bulunuyor.
Schönbrunn Sarayı da yine turistlerin ilgi odağı olan yerlerden biri.
“Viyana’nın Versailles’i” da denilen
köşkte 1400’den fazla oda ve birçok
büyük bahçe bulunmakta. Özellikle
odalardaki dekor görülmeye değer.
İçeride aynı zamanda “Coach and
Carriage Museum” adında bir müze
de bulunuyor.
Bahçeleriyle ve sanat gelerileriyle
Viyana’nın en çekici yerlerinden biri
olan Belvedere Sarayı, Dünyanın en
iyi sanat koleksiyonunu bulunduran müzelerden Kunsthistorisches
Museum ve çoğu kişiye göre dünya
operasının merkezi konumunda görülen Staatsoper (Opera Binası) ve
daha birçok ihtişamlı yapı Viyana’da
turistlerin vazgeçilmez seyir noktalarından.
Kafeleriyle ve kahveleriyle de ünlü
olan Viyana’da ufacık bir masada
kahvenizi yudumlayıp, şehri seyrederek saatler geçirebilirsiniz. Restoranları ise farklı tatlar ve ilginç dekorasyonlarıyla hem gözünüze hem
damağınıza hitap edecektir. Aslında Macaristan’a ait bir yemek olan
“gulaş”ı veya Viyana’nın ünlü şnitzelini deneyebilirsiniz.
Viyana’da nerede kalırsanız kalın,
merkezden çok da uzaklaşmış olamayacaksınız. Şehrin bir ucundan
diğer ucuna yürüyerek 40 dakikada
geçilebiliyor. Viyana’dan farklı lokasyonlara da kolayca ulaşım sağlanabiliyor. Trenle Prag ve Budapeşte 2-3
saatlik mesafede. Bratislava’ya ise
yarım saatlik bir seyahatle ulaşılabilir.
Eğer sanatla ilgileniyorsanız, klasik
müziği seviyor ve bildiğimiz bütün
büyük müzik duayenlerinin yaşadıkları evleri görmek istiyorsanız Viyana
size gerçek doyumu sağlayacaktır.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
65
haber
SAĞLIK BAKANLIĞI VE BAĞLI KURULUŞLARI
ATAMA VE YER DEĞİŞTİRME
YÖNETMELİĞİ YAYIMLANDI
Sağlık hizmetlerinin yurt genelinde
etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı ve
bağlı kuruluşlarında görev yapan
sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık
hizmetleri sınıfı personelinin atama
ve yer değiştirmelerine ilişkin usul ve
esasları belirleyen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği yayımlanarak
yürürlüğe girdi.
26 Mart 2013 tarihli Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren Yönetmelikte yer alan bazı
düzenlemeler şöyle:
revlendirilebilmesi için düzenleme yapıldı.
• Kamu Hastane Birlikleri bünyesin-
• Mazeret tayin talebi uygun bulu-
nan ancak görev yaptığı kurumda kadro olmamasından dolayı
ataması yapılamayan personelin
Bakanlık ve bağlı kuruluşlarının
teşkilatları arasında atanabilmesine imkân sağlandı.
de sözleşme imzalayan personelin
eşlerinin talepleri halinde eşlerinin
görev yaptığı ile atanmasına veya
sözleşme süresince görevlendirilmesine imkân sağlandı.
• Mazeret takibinde 6 yıllık süre 5
tercih yapılabilmesi sınırı kaldırıldı.
• Eşinden boşanan personele C ve D
• Kurum içi naklen atamada en çok 5
• Stratejik personelin eş durumundan atamalarında kura şartı kaldırıldı.
yıla düşürüldü.
grubu illerin yanında halen görev
yaptığı hizmet bölgesi ve grubundaki illerden birine ya da alt bölge
illerine atanma hakkı verildi.
• Tabip ve uzman tabiplerin farklı • Sözleşmeli aile hekimi olarak çalı- • Terör
şanların başka bir ilde aile hekimbir kadroda çalıştığı sürelere de
hizmet puanı verilmesine dair düzenleme yapıldı.
liği sözleşmesi imzalaması halinde
o ile atanması imkânı sağlandı.
kapsamında ücretsiz izinde geçirilen süreler ile Kamu Hastaneleri
Birliği bünyesinde sözleşmeli geçirilen sürelere de hizmet puanı
verilmesi sağlandı.
ların eş durumundan faydalanması sağlandı.
• 657 sayılı Kanunun 77. maddesi • Kamuda geçici işçi olarak çalışan• Eşleri
özel sektörde çalışanların
prim ödeme süresi 4 yıldan 3 yıla
indirildi.
• Zorunlu yer değiştirmeye tabi per- • Aynı
sonelin görev yaptığı ilden başka
bir ilde görevlendirilmesi halinde,
eşi olan personelin de bu ile gö-
66
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
hizmet grubunda bulunan
stratejik personelin eş durumu
tayinlerinde eşlerin istedikleri ilde
bir araya gelmeleri sağlandı.
eylemleri sebebiyle şehit,
gazi veya mâlûl olanların Bakanlığımız personeli olan birinci derece
yakınlarına döneme bağlı kalmaksızın nakil hakkı tanındı.
• Eş ve öğrenim mazeretinden tayin
olanların da bir defaya mahsus alt
bölge tayin talebinde bulunabilmeleri sağlandı.
• Kamu Hastane Birlikleri bünyesinde görev yapan personelin Birlik
içinde Genel Sekreterlikçe yer değişikliğine imkân sağlandı.
Bilim Adamlarından Uyarı:
TUZa Dikkat!
Sağlık Bakanlığı, sosyal medya gündemine bu kez de tuzla mücadeleyi taşıdı. “11-17 Mart, Dünya
Tuza Dikkat Haftası” nedeniyle, Twitter Anında Soru-Cevap Uygulamasının yeni gündemi tuzla
mücadele oldu. Gerçekleştirilen programda, vatandaşlar, tuza ilgili merak ettiği her şeyi sordu ve
konunun uzmanları sorulara twitter üzerinden anında cevap verdi.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Erdoğan, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülden Pekcan, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Nefroloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rahmi Yılmaz ve Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik
Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muhittin Tayfur programa uzman olarak katıldı.
TUZLA İLGİLİ SORULAR VE CEVAPLARI
Soru: Çok tuzlu yemek yemenin göze zararlı olduğu söyleniyor. Doğru mudur?
Soru: Tuz hipotroidi rahatsızlığı olanlar hangi tuzu tüketmelidir? İyotlu mu iyotsuz mu?
Yüksek tuz alımı kan basıncının göz üzerine olan olumsuz etkilerinin artmasına neden olacaktır. Zararlıdır.
Hipotroidi rahatsızlığı olanlar için iyotlu veya iyotsuz
tüketimi önemsizdir çünkü hormonu dışarıdan almaktadırlar.
Soru: Kaya Tuzu olarak kastedilen nedir?
Kaya tuzu, işlenmemiş, rafine edilmemiş, tabiattan elde
edilmiş tuzdur.
68
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Soru: Yemekleri tuzsuz yemek de sağlığa zararlı değil midir?
Değildir çünkü besinler içerisinde yeterince tuz bulunmaktadır. Tuz eklemek gerekmemektedir.
Soru: Tuzu hayatımdan çıkarmak imkânsız gibi duruyor.
Ne yapmalıyım?
İnsana birçok şey imkânsız görünür ama sağlık için bazı
şeylere katlanmamız gerekiyor. Hakikaten tuzun kısıtlanması sağlık açısından çok önemlidir.
Soru: Sağlık bakanlığı olarak günlük tuz tüketiminin
azaltılması yönünde bundan sonra yapılacak çalışmalar
nelerdir?
Ülkemizde “Aşırı Tuz tüketiminin Azaltılması Programı”
kapsamında çalışmalar yoğun bir şekilde devam edecektir.
Soru: Tuz, böbrek yetmezliğine de neden olur diyorlar.
Ne kadar doğru? Neden?
Yüksek tuz alımı hem kan basıncını arttırıp, hem de bağımsız bir şekilde böbrek yetmezliğine sebep olmaktadır.
Soru: Deniz Tuzu ve Göl Tuzu ile ilgili Sağlık Bakanlığının
düşüncesi nedir?
Tuzu denizden ve gölden sağlayabiliyoruz ancak asıl
önemli olan tuzun iyi rafine edilmesi ve sofraya sağlıklı
gelmesidir.
Soru: Yüksek tansiyon varsa hiç tuz tüketmemek mi gerekir? Modern tansiyon ilaçlarıyla tuzu tam kısıtlamak gerekmemektedir ancak tansiyonu problemi olanlarda tuz alımını günlük 4 gramın altına indirmek gerekir.
Soru: Gut hastalığı için tuz önerir misiniz? Özel bir tuz önerisi yoktur.
Soru: Bir de pembe Himalaya tuzunun sağlık açısından
daha iyi olduğu söyleniyor. Doğru mudur? Kullanmak
sakıncalı mıdır?
Hayır. Kimyasal olarak tuz sodyum klorürden oluşur,
Himalaya’da ya da Japonya’da olması arasında bir fark
bulunmamaktadır. Önemli olan içindekilerden emin olmamızdır onun için her zaman rafine ve aksi bildirilmedikçe iyotlu tüketmeliyiz. Soru: Yemekler de tuzsuz yenmiyor ki. Kilo verirken tuzu
kesin diyorlar. Neden?
Tuzsuz yemeğe alışma süreci 21 gündür. Sadece kilo
vermek için değil her zaman sağlıklı olmak için de tuzu
azaltmak yararlıdır.
Soru: Alışverişte iyi tuzun hangisi olduğunu nasıl anlarız?
Küçük tuz paketlerinin seçilmesi tercih edilmelidir, rafine
ve iyotlu tuz tercih sebebi olmalıdır.
Soru: Yemekleri tuzsuz yemek de sağlığa zararlı değil
midir?
Doğal olarak tüm besinler ve içecekler tuz içermektedir.
Aslında dışarıdan eklenmiş tuza gerek yoktur.
Soru: Tuz kullanımı kalp damar tıkanıklığına neden olabilir mi?
Evet. Aşırı tuz tüketimi; kalp krizi, kalp yetmezliği, inme
benzeri kalp ve damar hastalıklarına neden olmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
69
Soru: Diyelim ki evde dikkat ettik tuz kullanımına. İşte ne
gelirse onu yiyoruz. Diğerlerini kullanmamaya nasıl ikna
edeceğim?
Soru: Yaklaşık 4 yıldır çok az tuz kullanıyorum, sadece
yemeklerde olan tuzu tüketiyorum. Az da olsa iyotlu tuz
yemem gerekir mi?
Sağlık Bakanlığı olarak yürüttüğümüz programın önemli
bir bölümü de okul, iş yeri, lokanta vb toplu beslenme
yapılan yerlerde aşırı tuz kullanımının azaltılmasıdır. Bu
konuda da çeşitli çalışmalarımız olacaktır.
Aldığınız tuz büyük ihtimalle yeterlidir, günlük yemeklerle alınan tuz 8 gramdır. Sadece yemeklerinizde pişirilirken kullanılan tuzun iyotlu olduğuna emin olunuz.
Soru: Tuzu doğal olarak alabiliyoruz ama asıl önemli olan
iyot değil mi onu nereden alacağız?
Soru: Gıda etiketlerinde tuzun başka formlarını nasıl biliriz? Tuz değil de kimyasal tuz formülleri yazılabiliyor,
zararlı mıdır?
İyotun kaynağı sofralık tuzdur. Aşırı tuz tüketimimizi
azalttığımızda bile yeterli miktarda iyot alabiliriz.
Soru: Rafine edilmiş tuz nedir?
Doğal tuzun fabrikalarda yabancı maddelerden ağır metallerden arındırılmış ve içine iyot eklenmiş şeklidir.
Soru: Günlük tuz tüketiminin azaltılması yönünde bundan sonra yapılacak çalışmalar nelerdir?
Tuz tüketiminin azaltılmasının sağlık üzerine olumlu
etkileri bilinmektedir. Aşırı Tuz tüketiminin Azaltılması
Programı kapsamında çalışmalar yapılacaktır.
Soru: Sporcular neden tuzdan kaçınır?
Alınan tuz vücutta su tutulmasına neden olacaktır. Sporcularda kilo önemlidir, kilo almamak adına tuza dikkat
edilmektedir.
Soru: Tuzun bağışıklık sistemine herhangi bir zararı var
mıdır?
Soru: Unu ve şekeri anladım ama tuz kilo yapar mı? Tuz direkt olarak kilo yapmasa da kilo artışında dolaylı
etkileri vardır. Kiloyla birlikte görülen kalp ve damar hastalıklarını arttır. Soru: Tatlı ve tuzlu şeyleri bir arada tüketmeyi seviyorum, bir zararı var mıdır?
Yüksek tuz tüketimi ve tatlı tüketimi her durumda sağlık açısından risklidir. Uygun miktarlarda tüketilmesi
önerilir.
Soru: Hangi tür yemekler sodyum zenginidir? Nasıl bileceğiz? Özellikle kahvaltılık gıdalar zeytin peynir ve turşu sodyum zengini yemeklerdir. Vardır, fazla tuz bağışıklık sistemini baskılamaktadır.
Daha fazla enfeksiyon riski yaratmaktadır.
Soru: Tuz tüketimini tamamen kestiğimizde vücudumuzdaki sodyum miktarı da düşecektir, bu da tansiyonumuzu düşürmez mi?
Soru: Su tutmak ne?
Kan basıncı düşer fakat vücuttaki toplam sodyum miktarı düşmez çünkü hiç bir zaman sıfır sodyum almak mümkün değildir. Su tutmak demek vücutta su birikmesi demektir ve ellerde, yüzlerde, bacaklarda şişlikler (ödem) oluşur.
Soru: Tuz kullanımı diyabet ve diyalize nasıl etki yapar?
Diyabetik, obez ve hipertansiyon olan hastalarda tuz tüketimi olabildiğince düşük kalmalıdır. Böylece kilo almayacaklardır.
Soru: Deniz suyundaki tuz için faydalı diyorlar. Ne gibi
faydaları var? Sodyum klorürün hangi kaynaktan geldiği önemli değildir. Önemli olan ağır metallerden fakir ve görece temiz
tuzlar tüketmektir.
70
Bu konudaki tüm bilgilere web sayfamız http://beslenme.gov.tr’den ulaşabilirsiniz.
Soru: Günlük tuz tüketimi ne kadar olmalı ya da bu durum kişiden kişiye değişir mi? Günlük tuz tüketimi 5 gram altında olmalı ve kişiden kişiye değişiklik söz konusu değildir.
Soru: Yöresel bazı lezzetler üretilirken tuz yoğun kullanılıyor, peynir, turşu gibi. Biz bu lezzetlerden vazgeçemiyoruz, ne önerirsiniz?
Bunları mutlaka suda bekletip tuzdan arındırıp tüketmeye çalışmalıyız.
Soru: Renkli renkli tuzlar çıkmış şimdilerde. Bunları da
yemeklerde kullanabiliyor muyuz?
Soru: İyotlu tuz kullanımı vücutta ödem yapar mı? Tiroidi
etkiler mi?
Çok çeşitli tuzlar var ama tükettiğiniz tuzun içinde ne olduğundan emin olunuz.
Tuz tüketimi ödem yapar, iyotlu olması hipotroidi açısından koruyucudur. İyot ödem oluşumunu değiştirmez. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Soru: Neye göre kime göre rafine tuz iyi, rafine tuz mineralsiz tuz değil mi?
Tabiattan elde edilen tuz, rafine edilmediğinde ağır metaller içerebilmektedir. Bunlar vücut için zararlıdır. Rafine
tuz bunları içermez.
Soru: Bakanlık olarak cipslerdeki aşırı tuz (bilimsel olarak
kanıtlanıp kanıtlanmadığını bilmiyorum) hakkında ne
yapılıyor?
Bilimsel olarak kaynağı ne olursa olsun yüksek tuz alımının zararı kanıtlanmıştır. Bu konuda Bakanlık tuzu
azaltmak için çalışmaktadır. Ülke politikası çerçevesinde
firmalarda ürünlerinde tuz azaltma yoluna gideceklerdir.
Bilinçli tüketici bu ürünleri satın almamalı.
Soru: Tuz alırken açık ya da kapalı kutularda olması neyi
değiştirir?
İyot içeren rafine tuz ambalajlı satılmaktadır. İyotlu tuz
koyu renkli kaplarda saklanmalı güneş, ısı, ışık, nem almamalıdır.
Soru: Aşırı tuz tüketimi karaciğeri ve görme bozukluğunu etkiler mi?
Etkiler, çünkü tansiyonu etkileyecektir. Dolayısıyla görme ve karaciğer problemleri de yaşanabilir. Soru: İlerleyen yaşlarda 5 gramlık tuz tüketiminin düşmesi gerekir mi?
Özellikle kalp yetmezliği veya ödemle giden bir hastalık
yoksa gerekmez.
Soru: Tuz kullanımı kaç yaşından sonra azaltılmalıdır?
Tuz tüketimine bebeklikten başlayarak alışılmamalıdır.
Tuzu az tüketme, yaşam biçimi olmalıdır. Yetişkinlik çağından itibaren kısıtlanmalıdır ancak çocuklara da çok
tuzlu yedirerek tuz lezzetini alıştırmamak gerekir.
Soru: 5 gr tuz gözümde canlanmıyor. Nasıl hesaplayacağım yediğim tuz az mı fazla mı?
Bir çay kaşığı dolusu tuz aşağı yukarı 5 gram ağırlığındadır.
Soru: Gut hastalığında tuzun bir etkisi var mıdır?
Yoktur ama yüksek tuz tüketimiyle birlikte olan gut kardiyovasküler hastalıklara neden olabilir.
Soru: Tuz guatr etkiler mi? Tuzun eksikliği baharatlarla
giderilebilir mi?
İyotsuz tuz tüketimi guatr ve sağlık sorunlarına neden
olur. Baharat tuz tüketimini azaltmaya yardımcıdır. Eklenmiş tuz olmadan doğal besinlerle alınan tuz ile yaşanır.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
71
haber
SAĞLIK SEKTÖRÜ ÇÖZÜM İÇİN
DÖRDÜNCÜ KEZ BULUŞUYOR
Bu yıl 4.’sü gerçekleşecek olan OHSAD Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları, 24-28
Nisan 2013 tarihleri arasında Antalya Belek’te sağlık sektörünü bir araya getirecek.
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları
Derneği (OHSAD) tarafından organize edilen ‘Sağlıkta Ortak Çözüm
Toplantıları’nın dördüncüsü 24-28 Nisan 2013 tarihleri arasında Antalya’da
düzenleniyor.
Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, SGK, İl Sağlık Müdürlükleri, Özel
Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları,
Kamu Hastaneleri, Hastane Birlikleri
Yöneticileri, Üniversite Hastaneleri ve
Sigorta Şirketleri sağlık sektöründe
yaşanan gelişmeleri değerlendirmek
için bir araya geliyor.
72
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
OHSAD tarafından organize edilen
kurultay, sektörün tüm paydaşlarını
bir araya getirerek sektörün sorunlarına ortak çözüm alternatifleri oluşturmayı hedefliyor.
cüsü 24-28 Nisan 2013 tarihinde Belek / Antalya’da yapılacak toplantıda
tüm özel ve kamu sağlık yöneticilerini aramızda görmekten büyük
mutluluk duyacağız.”
OHSAD başkanı Op. Dr. Reşat Bahat
geçen yıllarda yine Antalya’da yapılan toplantılara Sağlık Bakanlığı,
Çalışma Bakanlığı ve SGK üst düzey
yöneticileri ile özel sağlık kuruluşlarının üst düzey yöneticileri ve medikal
sektörün ileri gelenlerinin katıldığını
vurgularken toplam 750 kişinin bulunduğunun bilgisini verdi. Bahat,
sözlerini şöyle sonlandırdı: “Dördün-
OHSAD Sağlıkta Ortak Çözüm
Toplantıları’nın hazırlıkları devam
ederken katılımcıların sayısı da artıyor. Kurultaya katılmak isteyen sağlık
yöneticileri http://www.ohsadkurultayi.org/ sitesinden kayıt formu doldurabiliyor.
CORNELIA DIAMOND
“Sağlıkta kalite için el ele”
ÖZEL HASTANELER VE SAĞLIK
KURULUŞLARI DERNEĞİ
T.C. ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANLIĞI
www.ohsadkurultayi.org
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
73
haber
ÇEVRE SAĞLIĞI
Uzm. Dr. Hasan IRMAK
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Başkan Yardımcısı
Çevre; dünya üzerinde yaşamını sürdüren canlıların hayatları boyunca
ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır.
Diğer bir tanımlamayla çevre, karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak
biçimde birbirlerine etki yapan canlı
organizmalarla, cansız maddelerin
bulunduğu ortam; ekosistemdir. Özellikle hızla artan dünya nüfusu,
plansız sanayileşme, sağlıksız kentleşme, tarım ilaçları, yapay gübreler
ve deterjanlar gibi kimyasal maddelerin kullanımdaki artış vb. birçok
unsur çevrenin hızla kirlenmesine
neden olmaktadır. Bu kirlenme sonucunda hava, su ve toprağın yapısındaki değişimler canlıların yaşamını
olumsuz yönde etkileyecek boyutlara ulaşmıştır.
Çevre sağlığının sınırlarını ortaya koyan en net tanım Dünya Sağlık Ör74
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
gütü (DSÖ)’nün tanımıdır. Buna göre
Çevre Sağlığı için temel esas, sağlığı
olumsuz etkileyebilecek olan ve bireyin dışında yer alıp onu ve davranışlarını etkileyen bütün fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörleri saptamak ve
kontrol altına almaktır. Burada hedef,
sağlığı korumak ve sağlığı destekleyici çevreler oluşturmaktır.
insan ve çevre sağlığı üzerine olumsuz etkilerini önlemek üzere gerekli
inceleme, izleme, değerlendirme ve
denetleme faaliyetlerini yürütmekten; görev alanına giren konularda
ruhsatlandırma işlemlerini yapmak,
mevzuat hazırlamak, ulusal veya
uluslararası düzeyde program ve
projeleri uygulamaya koymak ve
çevre sağlığı ile ilgili konularda diğer kurum ve kuruluşlarla işbirliği ve
koordinasyonu sağlamaya kadar çok
geniş bir faaliyet alanına sahip olan
Çevre Sağlığı Daire Başkanlığının faaliyet konuları aşağıda özetlenmektedir:
663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı
Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 02.11.2011 tarihli ve 28103
(Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle birlikte sağlığın korunması ve geliştirilmesi anlamında büyük önem taşıyan
çevre sağlığı hizmetlerinin iyileştirilmesi faaliyetleri Türkiye Halk Sağlığı
Kurumuna bağlı Çevre Sağlığı Daire
Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. İllerde çevre sağlığı hizmetleri,
Halk Sağlığı Müdürlükleri bünyesindeki Çevre Sağlığı Şubeleri tarafından yürütülmektedir.
a) Halka yeterli ve sağlıklı su temini ile
su kaynaklarının korunması konusunda araştırma, geliştirme, düzenleme ve
denetim hizmetlerini planlamak; ilgili
kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde gerekli her türlü tedbiri almak veya
aldırmak:
İnsan sağlığını korumak için, olağan
ya da olağan dışı durumlarda görev
alanına giren çevresel faktörlerin
Kaynağından alınan suyun arıtılarak
kullanıcının musluğuna kadar güvenli ve temiz bir şekilde ulaştırılması
gerekmektedir. Ancak sanayileşme,
kentleşme, uygarlık düzeyinin artması ve teknolojik gelişmeler bir
yandan ihtiyaç duyulan su miktarını
artırırken, diğer yandan da su kaynaklarının kirliliğini artırmakta ve
kullanılabilir su kaynaklarının azalmasına neden olmaktadır. Nitekim
içme-kullanma suyu sorununu çözememiş ülkelerde görülen her dört
hastalıktan birisi suyla bulaşan hastalıktır.
Ülkemizde topluma içme-kullanma
suyu sağlanmasından yerel yönetimler sorumludur. Sağlık Bakanlığı ise
yerel yönetimlerce sağlanan suyun
denetim ve kontrollerini yapmakta,
ayrıca yerel yönetimlere danışmanlık
hizmeti vermektedir. Sağlık Bakanlığı
tarafından Türkiye’nin AB’ye üyeliği sürecinde sularla ilgili mevzuatta
uyumlaştırma çalışmaları yapılmış
olup Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik 01 Aralık 2004, İnsani
Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ise 17 Şubat 2005 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Yönetmelikler, 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlığımız
teşkilat yapısındaki değişiklikler ve
yapılması düşünülen düzenlemeler
dikkate alınarak güncellenmiş olup
7 Mart 2013 tarihli Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında
Yönetmelik, suları kaynak suyu, içme
suyu ve içme-kullanma suyu şeklinde
tanımlayarak, denetim ve kontrol izlemeleriyle suların kimyasal, fiziksel,
mikrobiyolojik ve radyoaktivite yönünden kalitesinin izlenmesini öngörmüştür. Denetim ve kontrol izlemesi parametrelerinden herhangi
birinin uygunsuzluğu durumunda düzeltici önlemlerin
ve kullanım sınırlamalarının yapılması için ge-
rekli tedbirler aldırılır. Uygunsuzluk
durumlarında tüketiciler bilgilendirilerek gerekli uyarılar yapılır.
Söz konusu parametrelerin analizleri
için her bir şebekeyi ve yerleşim yerini temsil edecek şekilde daha önceden tespit edilen su numunesi alım
noktalarından yıl içinde denetim ve
kontrol izlemesi için su numuneleri
alınır. Yeni oluşturulan veri toplama
sisteminde alınan numunelere ait
bilgiler elektronik ortamda laboratuvarlara gönderilmekte, sonuçların
izlenmesi ve raporlanması da elektronik ortamda otomatik olarak yapılmaktadır.
Kaynak, içme ve doğal mineralli suların ruhsatlandırılma işlemleri 31
Temmuz 2009 tarihine kadar Sağlık
Bakanlığınca yapılmıştır. İlgili Yönetmeliklerde yapılan değişikliklerle bu
tarihten itibaren adı geçen suların
ruhsatlandırılması işlemleri valiliklere devredilmiştir. Bu suların ruhsatlandırılması işlemleri ile denetim ve
kontrollerinin yapılması esnasındaki
işlerin daha etkin ve sağlıklı yürütülebilmesi için Ambalajlı Su Takip Sistemi geliştirilmiştir.
76/160/EEC sayılı AB Direktifi doğrultusunda uyumu yapılan “Yüzme
Suyu Kalitesi Yönetmeliği” çerçevesinde yüzme suyu kalitesi de Çevre
Sağlığı Daire Başkanlığı tarafından
izlenmektedir. İzleme çalışmaları
kapsamında, yüzme amaçlı kullanılan veya kullanılacak olan yüzme
alanları, çevresel kirleticiler, yüzmeye gelenlerin yoğunluğu ve yerel
alışkanlıklar dikkate alınarak belir-
lenmektedir. Her yüzme alanı bir
numune noktası ile temsil edilmektedir. Bakanlık yüzme suyu izlemi
için bölgelere göre minimum yüzme
sezonunu belirlemiştir. Minimum
yüzme sezonu Karadeniz ve Marmara Bölgesi ile iç sular için (göl, nehir,
baraj) 15 Haziran-15 Eylül, Ege Bölgesi için 1 Haziran-30 Eylül ve Akdeniz Bölgesi için 1 Mayıs-30 Ekim’dir.
Bu tarihlere göre yüzme sezonu
boyunca Karadeniz ve Marmara Bölgesi ile iç sular için en az 7 numune,
Ege Bölgesi için en az 9 numune,
Akdeniz Bölgesi için ise en az 13 numune alınması zorunludur. Belirtilen
numune sayıları bir yüzme sezonu
boyunca alınması gereken numune
sayısıdır. Belirlenmiş olan minimum
yüzme sezonu doğrultusunda Halk
Sağlığı Müdürlükleri iklimsel özellikler ve geleneksel yaklaşımları da
dikkate alarak yerel yüzme sezonunu belirleyebilir. Bu durumda bir sezon boyunca alınacak numune sayısı
zorunlu olarak alınması gereken numune sayısından fazla olabilir.
Belirlenen yüzme sezonu boyunca
Toplum Sağlığı Merkezlerince 15
günde bir numune alınmakta ve üç
mikrobiyolojik parametre izlenmektedir. Bu parametreler toplam koliform, fekal koliform ve fekal streptokoktur. İzlemi yapılan parametre
verileri yüzme suyu veri toplama sistemine işlenmektedir. Uygunsuz bulunan yüzme alanlarında uygunsuzluk yönetiminin yapılması ve yüzme
suyu kalitesinin iyileştirilmesini sağlamak amacıyla sınır değerleri aşan
analiz sonuçları Çevre ve Orman İl
Müdürlüğüne ve Belediyelere iletilmektedir. Zorunlu değerleri aşan
analiz sonuçları bulunduğunda ise
halkın yüzme alanlarını kullanımının
engellenmesi için yetkililer uyarılmaktadır.
Yüzme suyu veri toplama sisteminde yapılan otomatik sınıflamaya göre yerel rapor hazırlanmakta ve Halk Sağlığı
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
75
Kurumuna raporlanmaktadır. Yüzme
suyu izlemi yapılan 34 ildeki yüzme
alanlarına ait yerel raporlar dikkate
alınarak Türkiye Halk Sağlığı Kurumunca ulusal rapor hazırlanıp her yıl
Ocak ayı içinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderilmektedir.
Yüzme amacıyla kullanılan açık ve
kapalı yüzme havuzlarının halk sağlığının korunması amacıyla izlenmesi ve denetlenmesi çalışmaları Halk
Sağlığı Müdürlükleri tarafından yürütülmektedir. Yüzme havuzlarının
denetimi, su kalitesinin izlenmesi ve
havuz işletmesiyle ilgili koşullarının
denetlenmesini kapsamaktadır. Yüzme havuzlarının izlenmesine ilişkin
veri toplama sistemi çalışmalarımız
devam etmekte olup 2013 yılı ortasında faaliyete geçirilmesi planlanmaktadır.
b) Doğal kaynakların korunması amacıyla; biyosidal ürünler, kimyasallar ve diğer
çevre kirleticilerinin kontrol altına alınması çalışmalarını planlamak ve uygulamasını sağlamak, üretilen veya ithal edilen biyosidal ürünlerin ruhsatlandırma ve
izin işlemlerini yürütmek
Biyosidal ürünlerin kamu, özel kurum
ve kuruluşlarca kullanımına esaslar
getirmek, izin prosedürlerini belirlemek, bu alanda çalışan personelin
eğitim ve sertifikasyon işlemlerini
gerçekleştirmek amacıyla çalışmalar
yapılmakta, ilgili kuruluşlarca yapılan
haşere ve kemirici mücadele çalışmalarını izlemek, değerlendirmek ve
gerekli düzenlemeleri yapmak için
çeşitli faaliyetler yürütülmektedir.
76
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Zararlılarla mücadele amacıyla kullanılan kimyasal ve biyolojik ürünler
“Biyosidal Ürünler Yönetmeliği” kapsamında yer almaktadır. Uzun yıllar
dezenfektanlar ve pestisitler denetim altında tutulurken 31 Aralık 2009
tarihinde yürürlüğe giren Biyosidal
Ürünler Yönetmeliği ile 23 ürün tipi
Biyosidal Ürün kapsamına alınmıştır.
Bu yönetmelikle 5 yıllık bir geçiş sürecinde piyasada bulunan 23 ürün
tipinin ruhsatlandırılması amaçlanmıştır. Bu ruhsatlandırma işlemleri
ile denetim ve kontrollerinin daha
etkin ve sağlıklı yürütülebilmesi için
veri toplama sistemi çalışması devam
etmektedir.
Diğer taraftan biyosidal ürünleri uygulayan firmaların mesul müdürlerinin ve uygulayıcı elemanlarının eğitim çalışmaları yürütülmektedir.
c) Oyuncaklar, hava aromatize edici ürünler ve deterjanlar gibi halkın kullanımına
sunulan ürünlerin piyasa gözetim ve denetimini yürütmek
88/378/EEC sayılı Oyuncakların Güvenliği Hakkındaki Konsey Direktifi,
17 Mayıs 2002 tarihinde Sağlık Bakanlığı tarafından uyumlaştırılarak iç
mevzuata aktarılmış ve Oyuncaklar
Hakkında Yönetmelik 17 Kasım 2003
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Söz konusu yönetmelik kapsamında oyuncakların piyasa gözetimi ve denetimi
faaliyetleri Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından yürütülmektedir. Tüketici Güvenliği Laboratuvarları Daire
Başkanlığı Oyuncak Analiz Laboratuvarında oyuncakların piyasa gözeti-
mi ve denetimine yönelik analizler
yapılmaktadır. Ayrıca, Kurumumuz
saha elemanlarının gayretleri sonucunda açık deterjan satışları önemli
ölçüde engellenmektedir.
d) Çevresel etkileri izleme ve değerlendirme
Çevre sağlığı risk faktörlerini belirlemek ve izlemek amacıyla çevre sağlığı etki değerlendirme araştırmaları
ve çalışmaları yürütülmektedir. Bu
kapsamda, Gayrı Sıhhi Müesseselerin
(GSM) sınıf tespiti işlemleri ile ilgili
genel usul ve esasları belirlenmekte,
bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlara
görüş verilmektedir. İklim değişikliği ve küresel ısınmanın insan sağlığı
üzerindeki etkileri konularında eylem planı hazırlamak ve uygulanması
konusunda gerekli koordinasyonu
sağlamak, iyonlaştırıcı olmayan radyasyon kaynakları ve elektromanyetik kirliliğinin zararları konusundaki
başvuruları değerlendirilmek üzere
“Elektromanyetik Alanlar Sağlık Etkileri Değerlendirme Alt Kuruluna”
sunmak ve ilgili kurum ve kuruluşlarla iş birliği çalışmaları, bu kapsamda
yürütülen faaliyetler arasında yer almaktadır.
e) Doğal afetlerde; çevre sağlığı hizmetlerinin yerinde, zamanında ve etkili bir
şekilde yapılmasını sağlamak
f) Ölü defin ve nakil işlemleri ile ilgili genel esasları belirlemek, hizmetlerin bu
esaslar doğrultusunda yürütülmesini
kontrol etmek
g) Çevre sağlığı hizmetlerinin iyileştirilmesi amacıyla ulusal veya uluslararası
düzeyde çalışmalar yapmak, ortak program ve projeler geliştirmek ve uygulamak
Bu kapsamda rutin hizmetlere ilaveten yürütülen programlar aşağıda
özetlenmiştir:
İçme ve Kullanma Suyu Kalite Kontrol Sistemi
2012 yılının ilk çeyreğinde kullanıma
açılmıştır. Bu sistem sayesinde bütün
illerde yapılan kontrol ve denetim izlemeleri, bakiye klor ölçüm takipleri
ile bu suların kaynak, depo, şebeke
sistemi gibi bütün sistemlerinin özellikleri anlık olarak coğrafi bilgi sistemi
üzerinden izlenebilmektedir.
Yüzme Suyu Kalite Kontrol Sistemi 34 ildeki
yüzme alanlarında yapılan analizlerin
sonuçları ve yüzme alanlarının özelliklerinin izlendiği sistemdir.
Ambalajlı Su Takip Sistemi ile ülkemizdeki
tüm ambalajlı su üretimi yapan firmaların elektronik ortamda kayıtları
alınıp, tesis, çalışma saatleri, imlâ şekilleri ve diğer birçok bilgiye ulaşılması sağlanmaktadır. Sistem 2012 yılı
sonunda tamamlanmıştır.
Damacana Takip Sistemi, damacanaların
ilk üretildiği andan son kullanıcıya
kadar takibi ve üretim tesislerindeki
yıkama suyu sıcaklığına kadar bütün
izlemlerin tam anlamıyla yapılmasına
olanak sağlayacak coğrafi bilgi sistemidir. Sistemin 2014 yılı ilk yarısında
kullanıma açılması planlanmıştır.
Kaplıca Takip Sisteminin kurulmasına dair
çalışmalar ise 2012 yılı sonunda başlatılmış olup 2013 yılı içerisinde faaliyete geçirilmesi planlanmıştır. Bu
sistem ile ülkemizdeki tüm ruhsatlı
kaplıcalar elektronik ortamda kayıt
altına alınıp tesis, çalışma saatleri, fiziki koşulları, varsa tıbbi endikasyonları, anlık havuz suyu sıcaklıkları gibi
birçok bilginin takibi planlanmaktadır.
235 akademisyen, 138 Sağlık Bakanlığı çalışanı 386 diğer Bakanlık ve Kurum temsilcileri olmak üzere toplam
759 kişi görev yapmıştır.
Piyasa Gözetim Denetim Bilgi Sistemi de piyasa gözetim denetimine ilişkin bilgilerin ve takiplerin elektronik ortamda
yapılabilmesi amacıyla oluşturulmuştur. 2013 yılında sistemin aktif olarak
kullanılması planlanmaktadır.
Çevresel Faktörlerin İnsan Sağlığı Üzerine
Etkilerinin Araştırılması Projesi’nin amacı
ise çevresel faktörlerin insan sağlığı
üzerine olan etkilerini tespit etmek
ve bunları azaltmak üzere model geliştirmektir. Proje yeniden yapılanma
süreci öncesinde planlanmış olmakla
birlikte saha çalışmaları Türkiye Halk
Sağlığı Kurumu tarafından yürütülmektedir. Çalışmanın, sanayinin
olumsuz etkileri açısından çok fazla
gündeme gelen Kocaeli ilinde yapılması ve karşılaştırma ilinin Antalya
olması planlanmıştır. Daha sonra Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli illeri de çalışmaya dâhil edilmiştir. Çalışma her
konu için belirlenmiş uzmanlık dallarından danışman öğretim üyeleri ile
yürütülmektedir.
Çok Sektörlü Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı ile amaçlanan, çok sektörlü sağlık sorumluluğu yaklaşımı
ile tarafların harekete geçirilmesi ve
işbirliği çerçevesinde halkın sağlık
düzeyini yükseltmek ve geliştirmektir. Proje çalışmalarına 2011 yılı Ocak
ayında Sağlık Bakanlığı ve Kalkınma
Bakanlığından (DPT) onay alınarak
Sağlık Bakanlığı ve Düzce Üniversitesi arasında yapılan protokol ile başlanmıştır. 2012 yılı sonu itibarıyla Proje tamamlanarak geliştirilen Program
uygulanabilir hale getirilmiştir. Sağlık
Bakanlığı koordinasyonunda bilimsel
katkı sağlayan 33 Üniversite ile uygulama birimleri olan tüm kamu kurum
ve kuruluşları ile işbirliği yapılarak
Sonuç olarak insan, günlük yaşamında çevre ile sürekli etkileşim içerisindedir. Bu etkileşim, bireyin çevresini
etkilediği gibi bireyin performansını,
fiziksel kapasitesini ve sağlığını da etkileyebilir. Bu nedenle, başta sağlığı
olumsuz etkileyen faktörler olmak
üzere bütün çevresel faktörler kontrol altına alınmalı ve düzeltilmelidir.
Çevre Sağlığı Daire Başkanlığı da temel çevre sağlığı konularında çalışma
yaklaşımı ile bu konuların standartları, kontrol ve izleme yöntemleri, önleme stratejileri ve politikaları üzerine
odaklanmakta, böylece muhtemel
olumsuz sağlık etkilerini engellemeye veya en aza indirmeye yönelik çalışmalarını sürdürmektedir.
Biyosidal Ürün Ruhsat Bilgi Sistemi; Biyosidal ürünlerle ilgili iş ve işlemlerde
firmalar ile olan irtibatın elektronik
olarak sağlanabilmesi, başvurunun,
başvuru takibinin, değerlendirmelerin ve değerlendirmeler hakkındaki
bilgilendirmelerin elektronik ortamda yapılabilmesi amacıyla sistem
üzerinde çalışmalar tamamlanmıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
77
film
Kelebeğin
Rüyası
Bu sayımızda tanıtacağımız filmimiz
“Kelebeğin Rüyası”; 1900’lü yılların
ortalarında Zonguldak’ta yaşayan
şiire ve edebiyata gönül vermiş iki
gencin masum ve hüzünlü hikâyesini
konu ediniyor; Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu…
Filmin yönetmen ve senaristliğini üslenen Yılmaz Erdoğan, aynı zamanda Behçet Necatigil olarak çıkıyor
karşımıza. O yıllarda 20’li yaşlarında
olduğu söylenen Necatigil rolü için
bazı eleştirmenler tarafından biraz
yaşlı bulunsa da, birçok kişi Yılmaz
Erdoğan’ın oyunculuğunun bunu
arka planda bıraktığı düşüncesinde…
78
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
Maden ocaklarında görevli bir mühendis olan Rüştü Onur’u filmde
Mert Fırat canlandırıyor. Son yıllarda oyunculuğuyla beğeni toplayan
Mert Fırat, Kelebeğin Rüyası’nda da
yine beğeniyle izleniyor. Seyirci, filmin başlarında hayatı ciddiye almamaya çalışan biri gibi görünen Rüştü
Onur karakterinin dönemin vebası
veremin pençesinde olduğunu öğrenince filmin hüznü ağır basmaya
başlıyor.
Yine son yılların beğenilen genç
oyuncularından Kıvanç Tatlıtuğ da
filmin başrollerinden. Kıvanç Tatlıtuğ
tarafından hayat verilen Muzaffer
Tayyip Uslu ile Rüştü Onur çok yakın
iki arkadaş olmanın ötesinde, veremle mücadelede de aynı makûs talihi
paylaşıyorlar. Şiire gönülden bağlı
olan bu iki genç çoğu zaman hüzünlendirse de, zaman zaman aralarında
geçen tatlı atışmalarla izleyiciyi gülümsetmeyi de başarıyorlar.
İki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer
Tayyip Uslu, yeni yeni modernleşen
bu madenci kentinde memuriyet
hayatlarını sürdürürken, bir yandan
da sanatla, edebiyatla ve en çok da
şiirle iç içe olmaktan vazgeçmezler.
Belediye Başkanının kızı Suzan’ın
Zonguldak’a geri gelmesiyle Rüştü
ve Muzaffer’in şiire olan inancı daha
da artar ve henüz lise öğrencisi olan
Filmin Künyesi
Süresi: 2s 18dk Tür: Dram Yönetmen: Yılmaz Erdoğan
Oyuncular: Kıvanç Tatlıtuğ, Mert Fırat, Yılmaz Erdoğan, Belçim Bilgin,
Farah Zeynep Abdullah, Ahmet Mümtaz Taylan, Taner Birsel
Suzan, çevrenin istememesine rağmen iki gençle yakın arkadaşlığa başlar.
Filmde Belçim Bilgin’in canlandırdığı
Suzan karakteri, babası ve arkadaşlarının baskısına rağmen, aslında
kendisinin yaşadığı lüks hayattan çok
uzak olan bu iki gencin yaşamlarını
önemser ve birlikte zaman geçirmek için elinden geleni yapar. Fakat
1940’lı yılların vebası olan verem,
iki genç insanın da sağlığını git gide
tehdit etmektedir. Önce Rüştü’yü
şehrinden uzaklaştırır verem, tedavi
için Heybeliada’ya giden Rüştü
Onur’u burada daha farklı bir hayat
beklemektedir.
Rüştü’nün ardından Muzaffer de veremle mücadelede güçsüzleşir ve
hocası Behçet Necatigil’in de desteğiyle arkadaşı Rüştü Onur’un yanına,
Heybeliada’ya gider. Rüştü burada
kendini farklı bir hayat kurmak peşinde olsa da Muzaffer’in aklı ve kalbi
hala Suzan’dadır.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Yılmaz Erdoğan’ın üstlendiği filmin
yapımcılığı yine BKM’ye ait. Çekimler Zonguldak ve İstanbul’da gerçekleştirilen yapım aynı zamanda
Zonguldaklı madencilerin de öyküsüne değiniyor. Oyuncu kadrosunda
Erdoğan’ın yanı sıra Mert Fırat, Kıvanç
Tatlıtuğ, Belçim Bilgin’in yanı sıra Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan ve
Farah Zeynep Abdullah gibi gençusta pek çok isim de yer alıyor.
Bir dönem filmi olduğu için film atmosferinin 1940’lı yıllara uyarlanması, kostümler ve Zonguldak’ta
kurulan dev film platosu büyük bir
özveriyle hazırlanmış. Bu emeğe son
derece gerçekçi olan oyunculuklar ve
Zonguldak’ın doğal güzellikleri eklenince tam bir görsel şölen oluşturulmuş.
Filmin şiirle akıp giden öyküsü aynı
zamanda o dönemde yaşanan sıkıntıları da sunuyor izleyiciye. Mükellefiyet Kanunu sonrası Zonguldak’ta
bir maden ocağında çalıştırılan insanların sefaleti, çelimsiz vücutları,
yorgunluklarını taşıyan yüz çizgileri
birer birer gözünüzün önüne geliyor.
Kelebeğin Rüyası her şeyin ötesinde,
iki şairin rüyasını ölümlerinden 70 yıl
sonra gerçek kılan bir film…
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013
79
kitap
ANNEM VE HAYATIN ANLAMI
Yazar: Irvin Yalom
Çeviri: Zeliha Babayiğit
Sayfa: 314
Dil: Türkçe
Yayınevi: Kabalcı Yayınevi
Yayın Tarihi: 2000
Nietzsche Ağladığında ve Aşkın Celladı gibi
tanınmış kitapların yazarı Irvin Yalom, bu
kitapta psikoterapi ve hayatın anlamını
arama çabasında kendisinin ve hastalarının yaşadığı deneyimleri konu ediyor.
Ölümünden birkaç yıl sonra düşlerine
giren kendi annesi, ölümcül bir kansere
yakalanmasına rağmen hayatın anlamını
yitirmeyen Paula, çok sevdiği ağabeyini ilk gençlik yıllarındaki bir araba
kazasında yitirmiş ve şimdi de beyin kanserine yakalanmış kocasının ölümünü yaşamakta olan Irene ve diğer yaşantılar... Her biri terapinin pasif bir
çözümleme sürecinden ibaret olmadığını, hastanın ve doktorun birbirini
karşılıklı olarak eğittiğini ortaya koyuyor. Kitap boyunca Yalom, kanser gibi
ürkütücü bir hastalığa sahip insanların kendi kendilerini iyileştirmeyi başarma güçlerinin yanı sıra çağdaş tıbbın sınırlarını sergilemekten çekinmiyor.
Annem ve Hayatın Anlamı, ölüm üzerine, insanın daha anlamlı yaşamak
için verdiği kişisel mücadeleler üzerine derin gözlemler içeren bir kitap.
DÜNYAYA
BEYNİNE FORMAT AT
HÜKMEDEN SULTAN KANUNİ
Yazar: Talha Uğurluel
Sayfa: 240
Dil: Türkçe
Yayınevi: Timaş Basım
Yayın Tarihi: 2013
Sayfa: 252
Dil: Türkçe
Yayınevi: Doğan Kitap
Yayın Tarihi: 2013
Kanuni Sultan Süleyman; Sokullu Mehmet Paşa, Barbaros, Mimar Sinan, Ebussuud Efendi, Bâki gibi tarihin
en önemli şahsiyetlerinin yaşadığı bir dönemde sınırları
üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu’nu yıllarca
adaletle yönetti. Kimdi bu cihan sultanı? Nerede, nasıl
ve kimler tarafından yetiştirilmişti? Bu yetişme sürecinde
nerelerde kalmış ve hangi vazifeleri yerine getirmişti?
Buralarda hayatının ilerleyen safhalarını etkileyen ne
gibi gelişmeler olmuştu? Saltanat yıllarında hangi seferlere çıkmış, siyasi olarak nasıl bir mücadele sergilemişti?
M. Barış Muslu’nun uzun süredir beklenen yeni
kitabı Beynine Format At Doğan Kitap etiketiyle
raflarda. “Yıka Beynini!” kitabı ile çok satanlar
listesinden haftalarca inmeyen Muslu, yeni
kitabı “Beynine Format At”da sigara bağımlığından kilo sorunlarına, panik ataktan fobilere,
kronik hastalıklardan ağrılara, depresyondan
aşk acısına hayatımızı zorlaştıran pek çok
konuda devrim niteliğinde bir çözüm yöntemi
sunuyor.
Televizyon ve gezi programlarıyla 7den 70e herkese
tarihi sevdiren Talha Uğurluel, şimdi de Kanuni Sultan
Süleyman’ın fethettiği beldeleri, bıraktığı eserleri, yaptırdığı kaleleri fotoğraflar eşliğinde anlatıyor.
Muslu’nun uzun yıllara dayanan çalışmaları sonucu geliştirdiği NeuroFormat® Tekniği beynin
aslında bizi “hayatta tutmak” adına verdiği
tepkilerle oluşan ve gerçekte önümüzü tıkayan,
hayatımızı zorlaştıran pek çok programı devre
dışı bırakmanın yollarını öğretiyor. Tamamen
teknik bir yöntem olan NeuroFormat® Sistemi
bir anlamda beynimizin ilkel programlarını
devre dışı bırakarak çok daha mutlu, sağlıklı,
başarılı, korkusuz bir hayat için beynimize
format atıyor.
Talha Uğurluel, Dünyaya Hükmeden Sultan Kanuni kitabıyla okuyucusunu Kanuni’nin doğduğu Trabzon’dan
şehzadelik yaptığı Manisa’ya, padişah olarak geldiği
İstanbul’dan fetihlere çıktığı Avrupa’ya götürüp; Hürrem
Sultan’dan Pargalı İbrahim’e, Mihrimah Sultan’dan Rüstem Paşa’ya kadar birçok tarihî şahsiyetin bilinmeyen
yönlerini anlatıyor...
80
Yazar: M. Barış Muslu
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013

Benzer belgeler