sayi 16 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 16 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YENİLİKÇİ RUHUMUZ, SAHİP OLDUĞUMUZ KÖKLÜ MİRAS VE SAĞLIKLI YAŞAMA OLAN BAĞLILIĞIMIZ İLE HASTALARIMIZIN YANINDAYIZ Adımız AbbVie... Biz 125 yıllık köklü bir geçmişe sahip Abbott’tan doğan; inancımızı, tutkumuzu ve uzmanlığımızı hasta odaklılıkla birleştirerek dünyanın en karmaşık sağlık sorunlarına etkili çözümler sunmak için yola çıkan yeni bir biyofarma şirketiyiz... Başarılı bir ilaç şirketinin uzmanlığını ve istikrarını yenilikçi bir biyoteknoloji şirketinin ruhu ile birleştiriyor; Abbott kökenimizin mirası olan ‘insanların yaşamlarında etki bırakan çözümler sunma’ sözümüzü inançla sürdürüyoruz. Adımız AbbVie... Yaşama olan bağlılığımız ve bilime olan tutkumuz ile geleceği oluşturmak için sağlam adımlarla yola çıkıyoruz. 10-ACRP13Q1B12 www.abbvie.com.tr YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 2 Sayı: 16 • NİSAN 2013 EsasMedya Ltd. Şti. adına Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü M. Esat GÜZELGÖZ Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Yayın Koordinatörü Ayşe GÜZELGÖZ Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Prof. Dr. Elif DAĞLI Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar SUR İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Editör Hande AYDEMİR Hukuk Danışmanı Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam M. Suat GÜZELGÖZ Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Grafik Tasarım EsasMedya Tasarım Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Yayın İdare Merkezi Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı “Yeryüzü Doktorları Türkiye” Yönetim Kurulu Başkanı Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü www.saglikveinsandergisi.com [email protected] Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Yayın Türü Yaygın Süreli Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü Prof. Dr. Yunus SÖYLET İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı Basım Yeri İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi Nisan 2013, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. ®EsasMedya - 2013 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. Destek ve katkıları için SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz. /saglikinsandrg /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com “Teknoloji Çağında Tıbbi Cihaz Sektörü” Sağlık alanında gerçekleşen değişimler ve atılan adımlar dikkat çekmeye devam ediyor. Bu alanın vazgeçilmez bir parçası olan Tıbbi Cihaz Sektörü de, neredeyse her gün değişen ve gelişen teknolojiye ve şartlara ayak uydurmaya çalışıyor. Ülkemizde “Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu” tarafından yürütülen ve geliştirilmeye çalışılan “Tıbbi Cihaz” konusuyla ilgili bu sayımızda sizlere kapsamlı bir dosya sunuyoruz. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim Kerman, TİTUBB Daire Başkanı Dr. Osman Nacar, Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) Başkanı Metin Demir, Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yaz, Rekabet Kurumu Denetim ve Uygulama Dairesi Başkanlığından Hakan Suat Ölmez ve Tıbbi Cihaz Denetim Sorumlusu Fatih Tan temsilcisi oldukları kurumlar bakımından tıbbi cihaz sektörünün içinde bulunduğu durumu, geleceğini, hedeflerini, söz konusu plan ve projelerin ayrıntılarını sizler için dile getirdiler. Nisan sayımızın “kurumlarımız” bölümünde, yine tıbbi cihaz sektörü ile bire bir ilişkili olan iki önemli kurum; TÜMDEF ve SEİS’i sizlere tanıtıyoruz. Sağlık ve İnsan Dergisinde desteğini her zaman hissettiğimiz Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Osman Güzelgöz bizler için Sağlık Bakanımız Sayın Dr. Mehmet Müezzinoğlu ile sıcak ve samimi bir sohbet gerçekleştirdi. Sayın Müezzinoğlu’nun, Bakanlığını bir yana bırakıp çocukluğundan itibaren yaşadığı sıkıntıları, attığı kararlı adımları, aile yaşantısını ve farklı yönleriyle gönül dünyasını anlattığı bu sohbeti ilgiyle okuyacağınızı ümit ediyoruz. Geçtiğimiz ay kutlanan “14 Mart Tıp Bayramı” etkinlikleri kapsamında Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün ev sahipliğinde Çankaya Köşkü’nde bir resepsiyon verildi ve 81 ilden gelen yılın doktorları ağırlandı. Haberin ayrıntılarını “14 Mart Tıp Bayramı Etkinlikleri” çalışmamızda bulabileceksiniz. Dopdolu bir içerikle sizlere sunduğumuz Nisan sayımızda, 1-7 Nisan Kanser Haftası dolayısıyla Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığının bildirisi, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Hasan Irmak’ın çevre sağlığı ile ilgili yürütülen projeleri aktardığı makalesi, portre bölümünde ele aldığımız Avea CEO’su Erkan Akdemir’in yaşam hikâyesi de dikkat çeken diğer çalışmalarımız. Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman’ın da Yayın Danışma Kurulumuza katılmasıyla yolumuza daha kararlı adımlarla devam ediyoruz. Bu vesileyle Sayın Prof. Dr. İhsan Karaman Hocamıza hoş geldiniz diyoruz. Sizlerin de desteğiyle hep daha iyi, daha farklı ve daha dolu sayılarla buluşmayı diliyor, hepinize sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz… M. Esat GÜZELGÖZ İÇİNDEKİLER Haber: 14 Mart Tıp Bayramı Çeşitli Etkinliklerle Kutlandı 6 Haber: USAF’tan Tıp Bayramına Görkemli Gala Gecesi 10 Kapak Konusu: 2013 Tıbbi Cihazlarda Çok Hareketli Bir Yıl Olacak 12 Haber: Sahte İşitme Cihazı Satan Firmalara Ceza Yağdı 14 Kapak Konusu: Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Ulusal Bilgi Bankasındaki Gelişmeler 16 Kapak Konusu: Piyasa Gözetimi ve Denetimi(PGD) Uyarı Sistemi 20 Kapak Konusu: Daha Çok Üretmeliyiz! 22 Kapak Konusu: Tıbbi Cihaz Piyasası ve Rekabet 26 Kapak Konusu: Tıbbi Cihazlara Bakanlık Onayı 30 Kapak Konusu: Tıbbi Cihaz Sektörü Değerlendirmesi 34 Kurumlarımız: Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) 36 38 “Biz Farkındayız, Kanseri Yeneceğiz” 42 Röportaj: Sağlık Bakanı Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU 52 Haber: Organ Bağışında Korkutan Rakamlar 54 Uzmanlarla Buluşma 58 Kurumlarımız: Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) 60 Portre: Erkan Akdemir 64 Gezelim Görelim: Viyana 66 Haber: Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşları Atama Ve Yer Değiştirme Yönetmeliği Yayımlandı 68 Tuza Dikkat! 74 Çevre Sağlığı 78 Film: Kelebeğin Rüyası 80 Kitap haber 14 MART TIP BAYRAMI ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLERLE KUTLANDI YILIN DOKTORLARINI KABUL EDEN CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL: “TOPLUMUMUZDA HERKES ÖNCE DOKTOR OLMAK İSTER” 14 Mart Tıp Bayramı Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından çeşitli etkinliklerle kutlandı. Yılın Hekimleri seçildi ve ödüllendirildi. Ayrıca bu yıl ilk kez Cumhurbaşkanı Gül, 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla Çankaya Köşkü’nde resepsiyon verdi. 14 Mart Tıp Bayramı Sağlık Bakanlığı tarafından çeşitli etkinliklerle kutlandı. İstanbul’daki etkinlik İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, Üniversite Hastaneleri Birliği ile Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) işbirliğiyle gerçekleştirildi. Haliç Kongre Merkezinde yapılan etkinliğe çok geniş bir katılım olduğu görüldü. Ankara’da da 14 Mart Tıp Bayramı heyecanı yaşandı. Leyla Gencer Salonunda yapılan etkinlikte Yılın Doktorları ödüllerini aldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla Çankaya Köşkü’nde resepsiyon verdi. Resepsiyona Sağlık Bakanı Mehmet Müezzi6 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 noğlu, Sağlık Bakan Yardımcısı Agâh Kafkas ve Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Nihat Tosun ile 81 ilden “Yılın Doktorları” ve 6 ilden “Yılın Sağlık Çalışanları” katıldı. Gül, resepsiyonda sağlık çalışanlarını, 14 Mayıs Tıp Bayramı vesilesiyle Çankaya Köşkü’nde ağırlamaktan memnuniyet duyduğunu ifade etti. Herkes önce doktor olmak ister Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, anketlerin sağlık hizmetlerinden büyük memnuniyet duyulduğunu gösterdiğini belirterek, “Bunun altındaki esas faktör sizlersiniz. Doktorlar ve bütün sağlık personelinin hep beraber büyük bir özveriyle çalışması ve herkese sizin elinizden şifa dağıtılması. O bakımdan, doktorluk, sağlık hizmetleri hepsi gerçekten çok kutsal. Toplumumuzda onun için herkes önce doktor olmak ister” diye konuştu. Sağlık politikalarına verilen önemi vurgulayan Gül, Dünya Sağlık Örgütü’nün raporlarında da Türkiye ile ilgili kısımları okuduğunda gururlandığını bildirdi. Abdullah Gül, çok büyük hastanelerin yapıldığını, teçhizatların, sağlık cihazlarının çoğaldığını ancak esas faktörün sağlık çalışanları olduğunu ve sorunlarına da kulak verilmesi gerektiğine dikkati çekti. Gül resepsiyonda, Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun tanıştırdığı doktorlarla da sohbet etti. Cumhurbaşkanı Gül, beyin kanaması sonucu yürümekte güçlük çekmesine rağmen Afyonkarahisar’ın Emirdağı ilçesi Davulga Aile Sağlığı Merkezinde aile hekimliği yapan Sebahattin Uz ve 17 Nisan 2012’de 17 yaşındaki bir hasta yakını tarafından bıçaklanarak öldürülen Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Ersin Arslan’ın eşi Dr. Sibel Arslan ile yakından ilgilendi. Doktorların sorunlarını da dinleyen Gül, çocuğuna “Abdullah Gül” adını veren bir sağlık çalışanıyla fotoğraf çektirdi. SAĞLIK BAKANI MÜEZZİNOĞLU: “DERTLER VE SIKINTILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALACAK” Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Sağlık Bakanlığı İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, Üniversite Hastaneleri Birliği ile Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) işbirliğiyle Haliç Kongre Merkezinde düzenlenen “Tıp Bayramı Kutlama Töreni’ne katıldı. Salondakilere hitaben, “Sizlere inanarak, güvenerek, sizlerle birlikte ortak aklı oluşturarak, zaman zaman zorlukları paylaşarak, zaman zaman da zorlukların temsilini çözüm şekline dönüştürerek başarabileceğimize inandığım için açıkçası bakan olalı beri hiç uykum kaçmadı. İnşallah bu yolculuğu sizlerle beraber uykumuz kaçmadan başaracağız” diyen Müezzinoğlu, sağlıkla ilgili dertlerin herkesin derdi olduğunu söyledi. Sağlık hizmetlerinde ulaşılan yüzde 77’lik başarıdan bahseden Müezzi- noğlu, bu başarının onuru ve şerefinin bu milletin hekim ve sağlık çalışanlarına ait olduğunu, bu nedenle kendilerine güvendiğini ifade etti. “Sağlık camiası olarak özel sektörü, üniversiteleri, kamu kesimi olarak birbirleriyle çatışan değil, birlikte başarı çizgilerini yukarı taşıma ve ortak hedeflere koşma derdi olan bir grubuz biz” diyen Müezzinoğlu, dertlerin ve sıkıntıların paylaşıldıkça azalacağını dile getirdi. Bakan Müezzinoğlu, salondakilerin sıkıntılarının kendilerinin sıkıntıları olduğunu ifade ederek, salonda bulunanların da Bakanlığın sıkıntılarını göz önünde bulundurması gerektiğini aktardı. Bakan Müezzinoğlu, idealin hep birlikte basamak basamak yakalanacağını belirterek, şöyle devam etti: “Yalnız kendi açımızdan, penceremizden, özel sektör, Sağlık Bakanlığı veya kamu gözünden bakan bir anlayışla ülke sağlığını daha iyi bir noktaya getirmemiz mümkün değil. Bize düşen iyi bir orkestra şefi olmaktır. Ancak orkestra şefi iyi bir şeflik yapmaya çalışırken, elindeki aleti, enstrümanı sağlıklı çalmayan, kullanmayan, ‘Benim canım böyle istiyor’ diyen varsa, orada tabii ki bir düzenleme ve ortak bakışı yakalamak için sorumluluklar bize düşebilir. Ben inanıyorum ki bu yolculukta çok sık bir araya geleceğiz. Sorunları devamlı değerlendiren yapılar kuracağız ve bu anlamda her geçen gün daha iyiye gideceğiz. Bu ülkede ne yazık ki şu anda en az 30 bin hekime ihtiyaç var. Bu açığı bir yerden bir yere kaydıralım deyip de diğer yeri bozarak bir çözüm üretmemiz ne yazık ki çok mümkün değil. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 7 Dolayısıyla elimizdeki 125 bin hekimimizi azami verimlilikte olabildiğince şeffaf, takip edilebilen bir sistem kurulmalı. Bu hekimler Hakkari’de de, Ardahan’da da, Edirne’nin Meriç ilçesinde de, İzmir’de de, Fethiye’de de, özel sektöre de, üniversitelere de bize de lazım. Burada önemli olan ‘benim için lazım olanları önceleyeyim sonra ne olursa olsun’ değil, oturalım birlikte değerlendirelim. Belki bu anlamda özel sektörümüzün daha çok büyüme yerine stratejik büyüme alanlarını öncelemesi gerekecek. Bugün, yarın ne olacağının bilinmediği bir öngörüsüzlük süreci yapmayacağız. Birlikte olmayacaksak olunmayacağı bilinecek.” Bakan Müezzinoğlu, zaman zaman sağlık çalışanlarının karşı karşıya kaldığı saldırılara da dikkati çekerek, bu doktorların, hemşirelerin bu ülkedeki herkesin olduğunu, vatandaşların sağlıklı olabilmesi için bu kişilere ihtiyacı bulunduğunu kaydetti. Sağlık çalışanına sahip çıkma görevinin 75 milyonun olduğunu vurgulayan Mü- 8 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 ezzinoğlu, her zaman net bir şekilde sağlık çalışanlarının yanında olacaklarının altını çizdi. setti. Sağlık Bakanlığı’nın İstanbul’a katkılarını anlatan Dokucu, tüm hekim ve sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutladı. Tıp Fakültelerinin İyileştirilmesi OHSAD Başkanı Reşat Bahat da Türkiye’nin hali hazırdaki doktor sayısının 2 katına, hemşire sayısının ise 2,5 katına ihtiyacı olduğunun söylendiğini ifade ederek, buna rağmen halkın sağlık hizmetlerindeki memnuniyetinin yüzde 70-80’lerde olduğunu kaydetti. Bahat, halkın yüzde 80’inin memnun olmasına rağmen sağlık çalışanlarının yüzde 40’ının memnun olduğunu dile getirerek, özel hastanelerin sorunlarına ilişkin görüşlerini paylaştı. YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya da YÖK olarak tüm paydaşlarıyla buluşarak bir çalıştay düzenlediklerini ve burada bazı kararlar aldıklarını söyledi. Alınan kararlardan bahseden Çetinsaya, Üniversitede öğretim üyelerinin istihdam modelleri, kurumsal faaliyetlerinin artırılması, öğretim üyeleri ve sağlık çalışanlarının kurumsal memnuniyetlerinin artırılması meselelerine değindi. Çetinsaya, öğretim üyelerinin üniversite hastanelerinde tam gün çalışmasının esas olduğunu belirterek, mevcut tıp fakültelerinin iyileştirilmesi konusunda önemli günlerin kendilerini beklediğini kaydetti. İstanbul Sağlık Müdürü Ali İhsan Dokucu ise sağlık sektöründeki gelişmelerden ve istatistiki verilerden bah- Etkinlikte, dünya üzerinde ihtiyacı olan her coğrafyaya şifa ulaştıran doktorlara da teşekkür plaketi verildi. Kutlama törenine, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun eşi Faize Müezzinoğlu, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, tıp fakültelerinin dekanları, kamu ve özel hastanelerin yöneticileri katıldı. haber USAF’tan Tıp Bayramına Görkemli Gala Gecesi “Kara kıtanın bahtının kara olmasına gönlümüz razı değil” Uluslararası Anadolu Sağlık Federasyonu (USAF)’nun düzenlediği 14 Mart Tıp Bayramı Gala Gecesi oldukça kalabalık ve üst düzey bir katılımla gerçekleşti. Görkemli geceye Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, TBMM Aile, Sağlık ve Çalışma Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Fatih Acar, üst düzey bürokratlar, İç Anadolu’nun çeşitli illerinden gelen hekimler ve sağlık çalışanları katıldı. Uluslararası Anadolu Sağlık Federasyonu (USAF) tarafından ATO Kongre ve Sergi Sarayında düzenlenen Tıp Bayramı Gala Gecesinde konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, USAF’ın yurt içinde ve yurt dışında hayırlı hizmetler yürüttüğünü belirterek, organizasyonun çalışmalarına katkı sunanları kutladı. 10 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Her işin başının sağlık olduğunu anımsatan Arınç, sağlığın kıymetinin genellikle kaybedildiğinde anlaşıldığını söyledi. Türkiye’de eskiden SSK ve devlet hastanelerinin fiziki şartlarının yetersiz olduğunu ancak son 10 yılda bu durumun değiştiğini söyleyen Arınç, devlet hastanelerinin ihtiyaç duyduğu tüm donanımların sağlandığını ve fiziki şartlarının iyileştirildiğini bildirdi. Bülent Arınç, bu sayede devlet hastanelerinin özel hastanelerle yarışır hale geldiğini ifade etti. “Emin olunuz ki bizdeki sağlık hizmetleri ABD’dekinden iyidir” diyen Arınç, artık Hakkâri’deki ve Van’daki hastanelerin Ankara’nın merkezindeki hastanelerle aynı imkânlara sahip olduğuna dikkati çekti. “Dünya dertlileri de bizden medet bekliyor” Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de sorunlarının çözümünün ve sorunların torunlara bırakılmama- sının öncelikle ülke yöneticilerinin görevi olduğunu, fakat sorunları dert eden yöneticiler gibi sorunları dert edinen sivil toplum örgütlerine de ihtiyaç duyulduğunu söyledi. USAF’ın, sorunları dert edinen sivil toplum örgütlerinden biri olduğunu belirten Çelik, Türkiye’nin yardım elini birçok ülkeye uzatmasına katkı sağladığı ve ay yıldızlı bayrağı yurt dışında da dalgalandırdıkları için USAF’ı kutladı. Bakan Faruk Çelik, son 10 yılda her alanda büyük mesafeler kat edildiğini kaydederek, şöyle devam etti: “Türkiye önemli mesafeler aldı. Kendi sorunlarını çözme konusunda, gerek kronik gerekse yüzeysel sorunları çözme konusunda mesafe aldı. Geçmişiyle ele aldığınızda Türkiye’den beklentinin fazla olduğunu, ayağa kalkınca fark ettik. Son 10 yıl, bize gücümüzü gösterdi. Gördük ki dünya dertlileri de bizden medet bekliyor. Türkiye, dünya dertlerine karşı bek- lenenleri karşılama konusunda atağa geçti. Türkiye, artık yokluğun kol gezdiği yerlere de el atma gayretinde. Bu beklentilerin cevap bulması, Türkiye’nin içeride istikrarlı, dışarıda itibarlı olması sayesinde olmuştur. Türkiye, el açan değil, kredi açan duruma geldi.” Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise “Sizlerin en hayırlınız insana ve insanlığa en çok yararlı olanıdır” diyen bir medeniyetin mensuplarıyla bir arada olmaktan memnuniyet duyduğunu ifade ederek, “Yaptıklarımıza baktığımızda yapacaklarımızın daha çok olduğunu da görüyoruz. İnşallah bu yapmak sorumluluğunda olduklarımızı da yapabilmeyi rabbim bizlere nasip etsin” dedi. Ödüller USAF 14 Mart Tıp Bayramı Gala Gecesinde Sağlığa Katkı Ödülü Başbakan Yardımcısı Arınç tarafından, Emel-Mehmet Tarman çiftine verildi. Dumansız Hava Sahası Sigara ile Mücadele Ödülü ise USAF Genel Başkanı Ekrem Yeter tarafından Sağlık Bakanlığı adına Bakan Mehmet Müezzinoğlu’na takdim edildi. Bakan Müezzinoğlu ödülü almak için sahneye TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı Ünüvar’ı da alarak çıktı. Şükran plaketi ise Nijerya’nın Bauchi eyaleti Sağlık Bakanı Sani Abubakar Malami’ye, Bakan Faruk Çelik tarafın- dan verildi. Yurtdışı Sağlık Yatırımları Teşvik Ödülü ise K. Irak Erbil Sema Hastanesi Başhekimi Dr. Ali Çolak’a, Fatih Üniversitesi Rektörü Şerif Ali Tekalan tarafından takdim edildi. Öncü Sağlıkçı Ödülü ise Nijerya Nizamiye Türk Hastanesi Başhekim Yardımcısı Operatör Dr. Mustafa Ahsen’e, Vefa Sağlık Gönüllüleri Konfederasyonu Genel Koordinatörü Celal Peynirci tarafından verildi. Geceye katkı sağlayan Asya Emeklilik adına Murat Dursun Özen’e, Azerbaycan Kafkas Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ahmet Sanic teşekkür plaketi verdi. Törenin ardından Tümata grubunun konseri izlendi. “Kara kıtanın bahtının kara olmasına gönlümüz razı değil” USAF Genel Başkanı Ekrem Yeter de dünyanın her köşesinde, Anadolu insanının şifa eli olmayı amaç edindiklerini, ihtiyaç olan bölgelere acil sağlık hizmeti götürdüklerini söyledi. Federasyona bağlı derneklerin yaptığı faaliyetleri anlatan Yeter, Afrika’daki faaliyetlerinin artarak devam edeceğini vurgulayarak, “Zira kara kıtanın bahtının kara olmasına gönlümüz razı değildir” dedi. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 11 kapakkonusu 2013 TIBBİ CİHAZLARDA ÇOK HAREKETLİ BİR YIL OLACAK Sağlık Bakanlığı, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim Kerman, genel müdürlükten kurum aşamasına geçtikten sonra, bürokrasisi azaltılmış daha hızlı bir karar mekanizması oluşturduklarının ve Türkiye’deki tıbbi cihaz üretiminin artırılması gerektiğinin altını çizdi. İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun 2011 yılı Kasım ayında kurulup faaliyetlerine başladığını dile getiren Dr. Saim Kerman, kurumun ilaç, tıbbi cihaz ve kozmetik sektörünün regülasyonundan sorumlu olduğunu belirtti. 12 milyon dolarlık ihracatımız var ama yıllık tüketim 5 milyar TL civarında. Hal böyle olunca tıbbi cihaz üretimini Türkiye’de artırma gerekliliği doğuyor. Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Bakanlığımızın tıbbi cihazlar, biyoteknolojik ürünler, ilaçlar konusunda ciddi destekleri bulunuyor. Örnek olarak, Sağlık Serbest Bölgelerini verebiliriz, Sağlık Serbest Bölgeleri Kanunu çıktı. Bir de ‘Offset’ finansman yöntemi var; Türkiye’de üretimi yapılmayan ürünler için kullandıracağımız bu finansmanla yatırımın Türkiye’ye çekmeyi hedefliyoruz. Böylece yan sanayiyi de beraberinde geliştirmiş olacağız ve istihdam da yaratacağız… Bu konuyu hem tıbbi cihaz hem de ilaç sektörünün gelişmesi adına son derece önemli buluyoruz. Diğer yandan, klinik, bilimsel araştırmalara da destek veriyoruz; TÜBİTAK destekli araştırmalar da birlikte çalışıyoruz.” Kerman, düzenlemeye çalıştıkları sektörün çok stratejik olduğunu şu açıklamalarla dile getirdi: “Her üç alanda da Türkiye’nin kendi kendine yeterli hale gelebilmesi için çaba sarf ediyoruz. Arzu ettiğimiz, hedef koyduğumuz rakamlarda olmasa dahi, ciddi miktarlarda ihracat yapar rakamlara ulaştık ve 15-20 yıl öncesine göre çok iyiyiz. Ama maalesef tıbbi cihazlarımızın önemli bir kısmını yurt dışından ithal ediyoruz; yaklaşık 400 Ülke menfaatleri ön planda Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim KERMAN Yapılacak mevzuat değişiklikleriyle ilgili de bilgi veren Kerman, “Kurumsallaşmadan sonra Türkiye’de neler yapabiliriz diye ilgilendiğimiz sektörün tekrar fotoğrafını çektik. Gerek bu ürünlerin üretimini artırmak, gerekse yurt dışından ithal edilen ürünlerin güvenli mi değil mi denetimlerini çoğaltmak için. Kamunun yapması gerekenler, sektörle birlikte yapmamız gerekenler, diğer kamu kurumlarıyla çalışıp ortaya konacak faaliyetler tespit edildi. Bunları gerçekleştirirken öncelikle ülke menfaatlerini ön plana alıyoruz ve insan odaklı düşünüyoruz; planlarımızı bu doğrultuda yapıyoruz. Yurt dışı firmaları da ‘Offset’ten faydalanabilir, onlar da Sağlık Bölgeleri’ne girebilir; önemli olan Türkiye’de yatırım yapılmasıdır.” dedi. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Medikal marketler geliyor Türkiye’deki üreticilerin haritasını çıkardıklarını söyleyen Saim Kerman, mevzuat açısından da tıbbi cihazlar konusunda yeni bir dönemin başlayacağını şu sözleriyle anlattı: “Tıbbi cihazların üretim yerlerinin standartlarının belirlenip ki her cihaz için farklı farklıdır; buraları ruhsatlandıracağız, otorite tarafından ruhsatlandırılmış yerler olmasını sağlayacağız. Bu teknik bir konu; akademisyenlerle, üniversitelerle, sektörle, STK’larla birlikte çalışıyoruz, tarafların da görüşünü aldığımız için sindirerek yapıyoruz. Ama bir şekilde bunu yapacağız. OSTİM’den başlayarak üretim yerlerini de ziyaret ediyoruz, üreticilerle aramızdaki mesafeleri kaldırıyoruz. Zaten onların ihtiyaçlarına göre bu mevzuatları düzenliyoruz. Bir diğer yapacağımız husus; cihaz üretildikten sonra bunların depolanması… Her bir tıbbi cihazın depolanması farklılık arz edebilir; farklı ısılarda, farklı şekillerdeki depolarda muhafaza edilmesi gerekebilir. Depolardaki şartları da dikkate alacağız. Bir takım şartlar belirleyeceğiz ve depolanan yerleri de belgeleyeceğiz. Ancak bizden onay alınca depolama yapılabilecek. Bir diğer önemli konu da; tıbbi cihazların satış noktaları… Bandaj, korse, pamuk, tansiyon aleti gibi kullanıcının bir uzmana ihtiyaç olmadan kullanabileceği tıbbi cihazlar satın alınacaksa, Türkiye’de bunun bir standardı olmadığı için herkes dükkan açabiliyor. Biz; şimdiki hallerine ‘dükkan’ diyoruz. Bu dükkanların önemli bir kısmı hayli sıkıntılı… Bu sektörü de düzenlemek gerekiyor. Tıbbi cihazlar konusunda geri çekme işleminde de; tıbbi cihazlar toplatılırken, bu satış yerleri bizde kayıtlı olmadığından, tüm bunlar zaman kaybına da yol açıyor. Hem daha kolay bir şekilde geri çekme işlemleri yapabileceğiz, hem de düzgün yer- lerde satışını gerçekleştirip standardizasyon da getireceğiz. En önemlisi de bu medikal marketleri kimlerin işletebileceğini tarifleyeceğiz. Dolayısıyla herkes kendi işini yapacak. Biz bu tanımlamayı yaptıktan sonra Avrupa’nın da pek çok yerinde olmayan ‘medikal market’ mesleği ortaya çıkacak. Bir 10 yıl sonra daha eğitimli insanlar bu işe bakacaklar, bunu da çok önemli görüyoruz. Bir tıbbi cihazın nasıl kullanılacağını anlatmak da uzmanlık gerektirir çünkü…” Sistem kurmalıyız ki sistem doğru işlesin Kerman, diğer önemli bir hususu da tıbbi cihazların bakım ve onarımları olarak dile getirirken bakım ve onarım yerlerini de yetkilendireceklerini açıkladı ve sözlerine şöyle devam etti: “Yetkilendirmeden sonra sahadaki mevcut önemli sıkıntıları minimize etmiş olacağız. Sistem teorikte çok güzel ve basit görünüyor ama arka planında son derece teknik ayrıntılar var. Onun da üzerinde çalışıyoruz, tamamlamak üzereyiz. Sonuçta bizim kurumumuzun önderliğinde TSE gibi diğer kurumlarla da iş birliği yapıyoruz. Bunu birisinin yapması gerekiyordu, elimizi biz taşın altına koyduk. Diğer yandan; test ve kalibrasyon işlemleri bulunuyor. Bakım onarım yerlerinin, test ve kalibrasyondan ayrı olmalarını arzu ettik. Bunların hepsi birbirini tamamlayıcı unsurlar. Ancak bu şekilde güvenli bir ürün ortaya çıkabilir. Test ve kalibrasyon merkezlerinin denetimiyle birlikte firmalar da işlerini daha doğru şekilde yapacak. Biz bir sistem kurmalıyız ki sistem düzgün işlesin. Yine diğer bir husus da onaylanmış kuruluşlarımız hakkında. Gerek bizim yetki verdiğimiz onaylanmış yerli firmalar, gerekse yurt dışındaki firmaların burada temsilcilikleri bulunuyor. Türkiye’de toplamda 40’a yakın böyle firma var; 7-8 aydır bunlara da denetimler yapıyoruz. Bu coğrafyada ithalat ve ihracat yapan tüm firmalar CE belgesi; uygunluk belgesini almak zorunda. CE; teknik mevzuata uygun olarak ürünün düzenlendiğini gösteriyor; insanlar kullanılabilir, güvenlidir demek oluyor. Bu tarafsız firmaları denetlemek için de bir komisyon kurduk; çalışmalar çok teknik olduğu için uzun zaman alıyor” Tüm dünyada mevzuat değişiyor Her şeyin ötesinde artık tüm dünyada tıbbi cihazların tanımının değiştiğini kaydeden Kerman, Avrupa Birliğine göre uyumlaştırılan mevzuatın şimdi Avrupa’da baştan yeniden yazıldığını vurguladı. Saim kerman konuyla ilgili; “Bugüne kadar uyumlaştırdığımız Avrupa’daki tıbbi cihaz mevzuatı tamamen değişiyor; dolayısıyla bütün dünya buna uymak zorunda; 2013 bizim için çok hareketli geçecek. Bizim yapacaklarımızla da birlikte çok fazla mevzuat değişikliği olacak. Neticede önümüzdeki yıllarda, şu andaki mevzuatla tamamen farklı mevzuatlarla karşı karşıya kalacağız çünkü ürünlerin sınıflandırılmalarına kadar her şey değişiyor. Onaylanmış kuruluşların da mevzuatları da değişiyor.” açıklamasını yaptı. 5 milyar dolar ihracat hedefi! Saim Kerman, sözlerini şu şekilde bitirdi: “Biz bütün bu saydıklarımızı gerçekleştirebilirsek koyduğumuz 5 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşmış olacağız ve ülkemiz kendi kendine de yetebilir duruma gelecek. Amacımız; üreticiler ve ithalatçılar arasında eşit rekabeti ve eşit piyasa şartlarında mücadele edebilmelerini sağlamak. Tüm bu düzenlemeleri bu yüzden yapıyoruz. Bu arada elimizde tıbbi cihazlara ait bir envanter çalışması bulunmuyor. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde, sektörle birlikte bu envanteri de çıkarmak zorundayız. Türkiye’de hangi tıbbi cihazların üretilebileceğini bilelim ki önümüze daha iyi hedefler koyabilelim.” SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 13 haber SAHTE İŞİTME CİHAZI SATAN FİRMALARA CEZA YAĞDI SAĞLIK BAKANLIĞI SAHTE İŞİTME CİHAZLARINA SAVAŞ AÇTI Sağlık Bakanlığı, televizyon ve internet üzerinden ruhsatsız ‘ses yükseltici işitme cihazı’ satışı yapan firmaları mercek altına aldı. İşitme cihazlarının sadece ruhsatlandırılmış merkezlerde satışına izin veren bakanlık, doğrudan ve online olarak sahte işitme cihazı satan firmalara ceza yağdırdı. Bu kapsamda Microtron, Silversonic ve Invisitone firmalarına toplamda 20 bin 250 TL para cezası kesildi. Her kulağa, anatomik yapısına ve işitme rahatsızlığı seviyesine göre farklı cihazlar takılması gerektiğini söyleyen Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Ercan Şimşek ruhsatsız ses yükseltici cihazlarına karşı halkı uyardı: “İşitme cihazı öngörülen her hastanın işitme kaybı farklıdır. Kulak burun boğaz hekimlerinin raporu olmadan bu tür cihazlar alınmamalı.” İşitme cihazı satış ve uygulaması yapan merkezlere açılış izini verilmesine ilişkin yönetmelik 2011 yılında yayınlandı. Yönetmeliğe göre işitme cihazlarının Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmış işitme cihazı merkezlerinin dışında satışı yasak. İlgili yönetmelikte işitme cihazları, tıbbi cihazlar içinde ‘Tehlike 14 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Sınıfı II-A’da yer alıyor. Bu sınıfta yer alan ürünlerin sadece ruhsatlı merkezlerde, uzman kişiler tarafından uygulanması ve satışının yapılması zorunluluğu var. Ancak son günlerde televizyon ve internet üzerinden satışı yapılan ruhsatsız ‘ses yükseltici cihazlar’ halkın sağlığını tehdit ediyor. 100–130 TL arasında değişen fiyatlarla satışı yapılan sahte cihazlarla ilgili Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna her gün onlarca şikâyet geliyor. Şikâyetleri değerlendiren kurum, ilk etapta tespit ettiği 3 firmaya ‘tüketiciyi aldattığı ve halkın bilgi eksikliğinin istismar edilerek sağlığı ile oynandığı’ gerekçesi ile para cezası verdi. Söz konusu firmaların internet adresleri Bilgi ve İletişim Teknolojileri Kurumuna (BTK) iletilerek ‘güvenli internet’ adresleri kapsamına alındı. Böylelikle ilgili firmaların internet erişimi engellendi. Konu hakkında bilgi veren Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Ercan Şimşek işitme kaybının öncelikle uzman hekimler tarafından yönlendirilerek tetkiklerinin yapılması ve bu tetkikiler sonucuna göre hastanın işitme cihazı kullanması gerektiğini belirtti. Şim- şek, “İşitme kaybı hafif, orta ve ileri derecede olabilir. Bu nedenle her bir hastanın işitme kaybına göre uygulanacak işitme cihazının tespit edilmesi ve odyoloji üzerine eğitim almış personeller tarafından uygulanması gerekmektedir” diye konuştu. kapakkonusu TÜRKİYE İLAÇ VE TIBBİ CİHAZ ULUSAL BİLGİ BANKASINDAKİ GELİŞMELER Dr. Osman NACAR Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu TİTUBB Daire Başkanı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Ulusal Bilgi Bankası’nda (TİTUBB) Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından yapılan çalışmalar kapsamında sistemin daha efektif ve etkin kullanılması amacı ile büyük adımlar atılmıştır. Tıbbi Cihaz Yönetmelikleri kapsamında TİTUBB sistemine firmaların, ürün ile ilgili belgelerin ve ürünlerin kaydı yapılmaktadır. Özellikle son günlerdeki çalışmalarda sisteme kayıt için getirilen ürünlere ait EC sertifikalarının hasta ve ürün 16 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 güvenliği kapsamında belgenin hazırlandığı onaylanmış kuruluşa belgeler sorulmaktadır. Onaylanmış kuruluşlardan gelen cevaba göre belge geçerli değil ise belgenin onayı sistemden düşürülmektedir. Belge üzerinde sahtecilik işlemi yapılmış işe yine belgenin onayı sistemden düşürülmekte ve hukuki süreç başlatılmaktadır. Böylece geçerliliği olmayan belgenin sisteme kaydı engellenmektedir. Belge süreleri dolan ürünlerin kayıtlarını farklı bir renge dönüştürülerek kullanıcıların dikkatini çekilerek farkındalık oluşturulmuştur. Böylelikle hasta güvenliği kapsamında önemli adımlar atılmıştır. TİTUBB sistemine kullanıcıların şifre ile girişi engellenip kişisel e-imza ve mobil imzaya geçilmiştir. Bununla beraber firmaların şifre çalınması olaylarının önüne geçilmiş olup firmaların veri güvenliği sağlanmıştır. TİTUBB uygulamasının Bakanlık Veri Merkezine taşınması sistemin güvenliği ile sıkıntılı olan donanımsal ve yazılımsal performansının da üst seviyelere çıkarılması bakımından büyük avantajlar sunmuştur. Hâlihazırda eski TİTUBB donanımları sektörün ve Veri Merkezine taşınmasıyla birlikte donanımsal darboğaz aşılmış ve sistemin ihtiyacına yönelik donanımsal iyileştirmeler esnek biçimde kolaylıkla giderilebilecek hale gelmiştir. TİTUBB sunucularının eski ve yeni özellikleri aşağıdaki gibidir; Kurumumuzun değişen ve gelişen ihtiyaçlarına tam anlamıyla karşılık verememekte bu durum TİTUBB sistemini aktif olarak kullanan Kurum personelinin, firmaların ve ilgili kamu kurumlarının çalışmalarında aksamalara sebep olmaktaydı. Uygulamanın TİTUBB Veritabanı Sunucuları Eski Sunucu İşletim sistemi Yeni Sunucu Windows Server 2008 R2 Enterprise (64-bit) Windows Server 2012 R2 Enterprise (64-bit) İşlemci 4 adet 6 Çekirdekli Intel Xeon 2.40GHz 4 adet 16 Çekirdekli AMD Opteron Processor 6276, 2300 Mhz Hafıza(RAM) 64 GB RAM 96 GB RAM Data server Microsoft SQL Server 2008 Microsoft SQL Server 2012 Disk ~4,5 TB ~8 TB TİTUBB Uygulama Sunucuları Eski Sunucu(1 Adet) Yeni Sunucu(4 Adet)** İşletim sistemi Windows Server 2008 R2 Enterprise (64-bit) Windows Server 2012 R2 Enterprise (64-bit) İşlemci 4 adet 6 Çekirdekli Intel Xeon 2.40GHz 16 Çekirdekli Intel Xeon 2.40GHz Hafıza(RAM) 64 GB RAM 64 GB RAM SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 17 Yukarıda belirtilen özellikler sanallaştırma teknolojisinin kullanılması sayesinde ihtiyaç halinde esnek biçimde kolaylıkla arttırılabilecek ve istenen düzeyde RAM, işlemci ve disk kapasitesinde sunucular rahatlıkla oluşturulabilecektir. Eski sunucu ortamında bütün kullanıcılar ve ilgili kurumlar tek sunucu üzerinden sisteme bağlanmakta ve tek bir disk üzerinden veri çekmekteydiler. Bu durum tahmin edileceği gibi büyük bir darboğaz oluşturmaktaydı. Güncel durumda ise kullanıcılar ve ilgili kurumlar yükleri dengeli olarak dağıtılmış 4 ayrı sunucu üzerinde çalışmakta ve performans olarak son derece iyileştirilmiş ve 7 ayrı diske yayılmış olan bir veritabanı üzerinden veri çekmektedirler. Bahsedilen tüm uygulama sunucuları yedekli çalışmaktadır. Veritabanı sunucuları da veri güvenliğini sağlamak üzere birebir yedekli çalışan iki ayrı sistemde tutulmaktadır(Cluster yapısı). Verilerin yedeklenmesi de ayrıca her akşam alınan full backup işlemiyle sağlanmaktadır. Eski sistemlere ait internet çıkışı 100 Mbps iken yeni durumda Veri Merkezinde 300 Mbps’lik 18 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 minimum hız garanti edilmek şartıyla limitsiz bir internet çıkış bant genişiliği sunan bir dış bağlantı mevcuttur. Sağlanan en önemli avantajlardan birisi de güvenlik hizmetleridir. Güvenlik hizmetleri de yine profesyonel şekilde Türk Telekom tarafından hizmet paketi içinde verilmektedir. Dışarıdan içeriye gelecek olan tehdit, trojan, spyware vb ataklarla ilgili DDOS ve IPS saldırı önleyici sistemler mevcuttur. Yine iyileştirme çalışmaları kapsamında Kurumumuz tarafında özellikle toplu ürün onayında kendisini hissettiren sorunun çözümlenmesi için MEDULA ile TİTUBB sistemleri arasında noktadan noktaya 5 Mbps’lik bir bağlantı kurulması planlanmış ve SGK, Türk Telekom ve SBSGM ile koordine olarak devrenin kurulum işlemleri tamamlanmıştır. Bahsi geçen tüm bu sistem, network, entegrasyon, veritabanı ve yazılımsal iyileştirmeler sonucunda birçok kazanım elde edilmiştir. Örnek vermek gerekirse, taşınmadan önce çoğu zaman veri çekerken hata veren normal çalıştığında ise bir veriyi yaklaşık 4000-5000 milisaniyede çeken SGK Optik Provizyon sistemi bu çalışma- lardan sonra bir veriyi yaklaşık 100 milisaniye civarında çekmeye başlamıştır. Bu değerler SGK ile sürekli irtibatta kalarak takip edilmektedir. Ayrıca taşınma öncesi donanımsal darboğazın da etkisiyle 4-5 adet ürünü ancak onaylayabilen sistem 500 adet ürünü ~4 dk. gibi bir sürede onaylamaya başlamıştır. Yine veritabanı sunucularının performansı da üst durumdadır. İşlemci ve hafıza kullanımı ile sorguların yanıtlanma zamanları son derece iyi durumdadır. Zaten yeni durumda veritabanı ve sistemlerin performansı sürekli takip edilmekte karşılaşılan en küçük problemde dahi hızlı biçimde koordine olunarak sorun giderilmekte ve sistemin hizmet seviyesinin her zaman üst düzeyde devam etmesi için çalışılmaktadır. Kamu İhale Kurumu ile de halen TİTUBB-EKAP entegrasyonundan alınan verimi üst düzeye çıkarmak ve bu sayede Kamu İhale Kurumunun hedeflediği e-ihale projesini olabildiğince hızlı hayata geçirebilmesini sağlamak amacıyla karşılıklı teknik çalışmalar ve iyileştirmeler çalıştaylar şeklinde devam etmektedir. FIFA , Ac›badem Fulya Sporcu Sa€l›€› Merkez‹’N‹ Mükemmel‹yet Merkez‹ OLARAK seçT‹ FIFA Türkiye’de ilk defa bir merkeze “FIFA MEDICAL CENTRE OF EXCELLENCE” sertifikas› verdi. Bu sertifikaya dünyada sadece 26 merkez sahip. Bu gurur Türkiye’nin... www.sporcusagligimerkezi.com kapakkonusu TIBBİ CİHAZ PİYASA GÖZETİMİ VE DENETİMİ(PGD) UYARI SİSTEMİ Fatih TAN Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Tıbbi Cihaz Denetim Sorumlusu 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ilaçlar, ilaç üretiminde kullanılan etken ve yardımcı maddeler, ulusal ve uluslararası kontrole tabi maddeler, tıbbî cihazlar, implante edilebilir aktif tıbbi cihazlar, vücut dışı tıbbî tanı cihazları, geleneksel bitkisel tıbbî ürünler, kozmetik ürünler, homeopatik tıbbî ürünler ve özel amaçlı diyet gıdalar hakkında düzenleme ve denetleme yapmakla yetkili İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu kurulmuştur. Yine 663 sayılı KHK’de Kurumumuz görev, yetki ve sorumlulukları arasında; ilaç, tıbbî cihaz ve ürünle20 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 rin piyasa gözetimi ve denetimini yapmak, gerektiğinde toplatmak, imha etmek veya ettirmek, piyasadaki ürünler için güvenlilik bildirim yöntemlerini belirlemek, gerekli bildirimleri yapmak, laboratuvar analizlerini yapmak veya yaptırmak, ilaç, tıbbî cihaz ve ürünlerle ilgili uyarı sistemlerini kurmak veya kurdurmak, işletmek veya işlettirmek görevleri yer almakta olup, bu faaliyetler yeni kurulmuş olan, doğrudan Kurum Başkanlığına bağlı, Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı uhdesinde yürütülmektedir. Ulusal tıbbi cihaz mevzuatımız, AB müktesabat uyum programı çerçevesinde uyumlaştırılmış olup, AB tıbbi cihaz düzenlemelerindeki her türlü güncel gelişme ve değişiklikler yakından takip edilmekte ve ulusal mevzuata yansıtılmaktadır. Tıbbi cihazların piyasaya arzı veya dağıtımı aşamasında ya da ürün piyasada iken ilgili teknik düzenlemeye uygun üretilip üretilmediğinin, güvenli olup olmadığının denetlenmesi, uygunsuzluk veya güvensizlik tespiti halinde ürünlerin piyasaya arzının durdurulmasına, yasaklanmasına, toplatılmasına, bertarafına yönelik tüm iş ve işlemler tıbbi cihaz PGD’ nin kapsamını oluşturmaktadır. Bu faaliyetler, ürünlerin üretildiği, depolandığı, satıldığı, kullanıldığı tüm yerlerde gerçekleştirilmektedir. Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığına yapılan kamu, firma/ şahıs başvuruları ve diğer ülke yetkili otoritelerinden gelen tüm bildirimler değerlendirilmeye alınmaktadır. Bildirimlere istinaden yapılan reaktif denetimlere ek olarak resen ve risk değerlendirilmesine dayalı ürün grubu bazlı denetimler de yapılmaktadır. Bu faaliyetler, tıbbi cihaz alanında eğitimli, sertifikalı ve deneyimli 48 (merkezde 15, sahada 33) personel tarafından gerçekleştirilmektedir. Söz konusu personel her yıl kapsamlı bir hizmet içi eğitim programına tabi tutulmakta olup, 2013 yılı ilk hizmet içi eğitim programı 5 gün süre ile Şubat ayında gerçekleştirilmiştir. Tıbbi cihaz sektörünün büyüklüğü ve ürün çeşitliliği göz önüne alındığında, etkin ve verimli denetim faaliyetlerinin yürütülmesi amacıyla, denetçi sayısının artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmış olup, kariyer meslek olarak tanımlanmış 250 adet ürün denetmeninin kurum bünyesinde istihdam edilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Kısa zaman içerisinde, bu personelin denetim faaliyetlerinde aktif olarak yer almasına ilişkin çalışmalar devam etmektedir. Tıbbi cihaz PGD faaliyetleri kapsamında, konu ile ilgili tüm taraflar ile (Ekonomi Bakanlığı, Gümrük Ve Ticaret Bakanlığı, TOBB Sivil Toplum Kuruluşları, SGK, RTÜK vb.) ulusal PGD stratejisi doğrultusunda ortak çalışmalar yürütülmektedir. Diğer taraftan tıbbi cihaz piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetleri hakkında yurt içi ve yurt dışı toplantı, komisyon, fuar ve aktivitelere katılım sağlanmakta olup, henüz AB’ de tam üye olmamıza rağmen, tıbbi cihaz politikalarının belirlenmesinde aktif olarak rol almaktayız. Tıbbi cihazlar alanında yürütülen denetim faaliyetleri yıllara göre düzenli bir artış göstermektedir. Örneğin 2007 yılındaki denetim sayısı 170 iken, 2012 yılında yaklaşık olarak 700 denetimde 1850 ürün denetlenmiştir. 2012 yılında denetlenen ürünlerin 400 adedinin teknik düzenlemeye aykırı olduğu tespit edilmiş, bu ürünlere ilk etapta düzeltici faaliyet uygulanmıştır. Bu ürünlerden, düzeltici faaliyet gerçekleştirmeyen sadece 19 adedine idari yaptırım uygulanmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere tespit edilen uygunsuzluklara doğrudan cezai işlem tesis edilmemiştir. Başkanlığımız tarafından tıbbi cihaz PGD faaliyetlerinde cezalandırıcı değil yol gösterici ve rehberlik edici denetim anlayışı benimsenmiş olup ülke içerisinde firma standartlarını ve ürün kalitesinin yükseltilmesi amaçlanmıştır. Bununla birlikte denetim sayısının ve etkinliğinin artırılması yoluyla piyasada güvensiz ürün bulunmasının önüne kati suretle geçilmesi hedeflenmektedir. Diğer taraftan 2012 yılında gerçekleştirilen denetimlerde 71 tıbbi cihazın güvensiz olduğu tespit edilmiştir. İlgili mevzuat gereği söz konusu güvensiz ürünler hakkında idari yaptırım başlatılmış ve bu ürünler kamuoyuna duyurulmuştur. Başkanlığımızca yürütülen denetim sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılmasına devam edilecektir. Kurumumuzca kamuoyu bilgilendirmelerinde güvensiz ürünlerin piyasaya arzından sorumlu firma bilgileri ifşa edilmemekte olup sadece ürüne yönelik seri, lot, marka vb. bilgiler paylaşılmaktadır. Aynı zamanda bu bilgiler Ekonomi Bakanlığı aracılığı ile AB Komisyonuna da bildirilmektedir. Daire Başkanlığımızca gerçekleştirilen Tıbbi cihaz PGD faaliyetlerinin yanı sıra tıbbi cihaz uyarı sistemi de aktif olarak yürütülmektedir. Tıbbi cihaz uyarı sistemi, cihazların kullanımı esnasında, ölüm, yaralanma veya ciddi sağlık sorunlarına yol açmış ya da açabilecek olumsuz olayların izlenmesi ve değerlendirilmesi sürecidir. Bu süreç yurtiçi ve yurtdışından olmak üzere üretici, ithalatçı, kullanıcı, hastane, onaylanmış kuruluş, diğer ülkelerin yetkili otoriteleri vb. taraflarından yapılan bildirimler ile başlamaktadır. Bu bildirimlerin tamamı Daire Başkanlığı bünyesinde değerlendirmekte ve derhal işlem başlatılmaktadır. Süreç içerisinde aykırılığı tespit edilen ürünler hakkında gerektiğinde düzeltici önleyici faaliyetler ile birlikte idari yaptırımlar uygulanmaktadır. Uyarı sistemi kapsamında 2012 yılında 600 adet bildirim alınmış olup işlem yapılmıştır. Bütün bu çalışmaların dışında Daire Başkanlığımızca ürün güvenliğinin sağlanmasına yönelik üretici, ithalatçı, kullanıcı, tüketicilerin bilinçlendirilmesi için kapsamlı eğitim programları planlanmaktadır. Ayrıca teknolojideki gelişmeler göz önüne alınarak tüm bu faaliyetlerin daha süratli yürütülebilmesi, olaylara daha hızlı müdahale edilebilmesi, bildirimlerde erişim kolaylığı sağlamak maksadıyla PGD veri tabanı ve uyarı takip sistemi veri tabanı (UTS) çalışmaları yapılmış ve pilot uygulamaya açılmıştır. Bu takip sistemleri ile kurumumuza elektronik ortamda daha hızlı ve kolay bildirim yapılması mümkün olacaktır. Denetim anlayışımızı, cezalandırmaya dönük faaliyet olarak değil, daha güvenli ve kaliteli ürünlerin piyasada bulunması için sektörle birlikte aynı hedefe yönelik faaliyetler olarak değerlendirmekteyiz. Cezalandırıcı değil yol gösterici, bilgilendirme maksatlı, rehberlik edici denetim faaliyeti gerçekleştirmek denetim felsefemizin temelini oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, insan sağlığını hiçe sayarak ticari faaliyette bulunmak isteyenlere de fırsat verilmeyecektir. Denetim stratejimiz, sektörün son derece dinamik, hızla değişen yapısına uygun şekillendirilecek olup, sürekli geliştirme politikası çerçevesinde faaliyetlerimiz devam edecektir. Her ne kadar etkin denetimin gerçekleştirilmesi için tüm önlemler alınsa da, piyasa da güvenli tıbbi cihazların bulunması ancak bilinçli kullanıcı ve tüketici, sorumlu ithalatçı, üretici ve sivil toplum kuruluşları ile bilim üreten üniversitelerimizin birlikte dayanışma içerisinde çalışmasıyla mümkün olacaktır. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 21 kapakkonusu DAHA ÇOK ÜRETMELİYİZ! Metin DEMİR Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) Başkanı Tıbbi cihaz alanı multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Bilişim, mekanik, elektronik, fizik, kimya, tıp ve eczacılık bilimlerinden faydalanır. Çok geniş bir yelpazeyi kapsadığından tıbbi cihazlarla ilgili genellemeler yapmak zordur ancak, tıbbi cihazlar kabaca iki grupta ele alınabilir: geleneksel teknolojiler ve ileri teknoloji ürünleri. Gelişmiş ülkelerde ileri teknolojilerin üretiminin yanı sıra geniş ürün çeşitliliği gözlenmektedir. Ancak Dünya pazarının %89’u büyük 30 şirketin elindedir. Diğer %11lik pazarı 2700civarında şirket paylaşmaktadır. Dolayısı ile pek çok ülke için sorun aynıdır, küresel devlerle mücadele etmeye çalışan yerli üretici… Türkiye geleneksel ürünlerde üretim kapasitesine sahiptir. Ancak işgücünün, enerjinin ve vergilendirmenin daha ucuz olduğu ülkelerde bu cihazların Türkiye’deki üretim maliyetlerinin çok altında üretilme olasılığı 22 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 yüksektir. İleri teknoloji ürünü cihazların ülkemizde üretimi ise aşağıdaki nedenlerle zordur: • İleri teknoloji ürünü cihazlar ge- liştirme sürecinde uzun süren, pahalı klinik testler ve validasyon süreçlerinden geçmek zorundadır. • Bazı cihazlar için, yerli pazar üretim maliyetlerini karşılayacak kadar büyük olmadığından veya yoğun rekabet olduğundan bazı alanlarda üretim yapmak daha riskli ve zordur. • Yerli üreticinin küresel ölçekte pazarlama tecrübe ve bilgisi eksiktir. • Satın Alma ve Geri Ödeme süreçlerinde iç pazarda henüz çözülememiş belirsizlikler mevcuttur. Tıbbi Cihaz sektörünün en temel denklemi herkes için erişilebilir, kaliteli, daha iyi bir sağlık hizmet sunumunu sürdürülebilir bir şekilde sağlamaktır. Bu ise sürekli gelişen teknoloji ile finansman arasındaki dengeye dayanır. Kamu Hastane Birlikleri, Hudut Sahiller, bir süredir işlemekte olan Çerçeve İhaleler gibi toplu satın alma yöntem ve araçları, ihaleyi alamayarak dışın- da kalan üreticiler için uzun süreli pazar dışı kalmak demek olduğundan zorlayıcı olmaktadır. Tıbbi cihazların tüm pazara erişebilmesi için ulusal ölçekte bir ağ yapılanmasına ihtiyacı vardır. Yerel pazarların yeterli olmadığı ve ihracat beklentisi olan bazı cihazlar için uluslararası ağ yapılarına ihtiyaç vardır. Yerel şirketler küresel devlerle yarışmak zorundadır ancak sektörde bunu yapabilecek sermaye birikimi oluşmamıştır. Sektörde pazarlama maliyetleri en az Ar-Ge maliyetleri kadar yüksektir. Buna ek olarak yeni ürün ve yeni üreticilere karşı bir kullanıcı direnci mevcuttur. Yerli üretimi desteklemek için Kamu İhale Kanunu’nda (KIK) yerli malına %15 fiyat avantajı sunulmaktadır ancak hastanelerin fazla ödedikleri miktarların döner sermayelerine kalan payı etkilemesi nedeniyle fiilen uygulanamamaktadır. İhale uygulaması, en ucuz ürünü almayı hedeflemektedir, artan sağlık maliyetlerini düşürmek için alınan önlemler de uygulayıcıları bu yönde davranmaya yöneltmektedir. Şimdiye kadar yeni tıbbi teknolojiyi değerlendirerek maliyet etkinlik, fayda-maliyet analizleri yapılmadığından ya da geri ödemeye esas teşkil etmediğinden yeni teknolojilerin ülkemizde doğmasına olanak sağlayacak bir ortam oluşmamıştır. Ayrıca geri ödeme sistemi, yatırımcı için riskli ve öngörülemez şekilde çalışmaktadır. Ürünlerin geri ödeme listelerine dâhil olma süreci ve koşulları belirsizdir. 2012 yılında hazırlanan bir klavuz ile bu belirsizliğin önüne geçilmesi amaçlanmış olsa da henüz uygulaması olamadığı için belirsizlik devam etmektedir. Daha önce ödeme sisteminde yer alan ürünler yeterli açıklama yapılmadan geri ödeme sisteminden çıkarılabilmektedir. Yerli pazarda bu öngörülmeyen risk ortamında ayakta duracak, sermaye yapısı güçlü şirketler bulunmamaktadır. Üreticiler çoğunlukla aynı zamanda başka ürünlerin ithalatını da yapmakta ve pazar belirsizliğinden kaynaklanan olası kayıpları dengelemeye çalışmaktadırlar. Yerli üretimin rekabet edebilirliğini iki eksende tartışmak gerekmektedir. Birincisi yerli üreticinin ithal ikamesi ürünlerde rekabet edebilirliği çoğunlukla genel üretim sorunları nedeniyle risk altındadır. Üretim maliyetlerinin daha düşük olduğu ülkelere kayan imalat nedeniyle geleneksel teknolojilerde üretim yapan şirket- lerin üretimi bırakma eğiliminde oldukları görülmektedir. Geleneksel teknolojiler dışındakilerin ise küresel devlerin saldırgan pazarlama stratejileri ile baş edebilecek sermaye birikimi noksandır. Dünya pazarında büyük bir pay sahibi olan şirketlerin bir ülkede çok düşük kar marjları ile ürün vermesi o şirketin varlığını etkilemezken, yerli üreticilerin varlığını tehdit etmektedir. Ameliyat ipliği, şırınga, bandaj gibi ürünlerin yeni teknolojiler ile birleştirilerek geleneksel kategorilerden farklılaşması (termal ameliyat iplikleri, nanoteknoloji içeren amaçları farklılaştırılmış bandajlar vb.) beklense de, bu ürünlerin üreticilerinde bu sıçramayı yapabilecek sermaye birikimi oluşmamıştır. Bu sıçramanın sonunda da ürünlerin daha ucuz üretim maliyetleri olan ülkelerde üretilmesi beklenebilir. İthal ikamesi ürün üreticilerinin bir diğer karşılaştığı problem, zaman zaman ihale şartnamelerinin nitelik farkını gözetecek şekilde hazırlanamamasıdır. Hastane yönetimi için aynı işlevi göreceği düşünülen ürünlerden doğal olarak ucuz olanı tercih edilirken, kullanılan ürünlerde kalite düşüşü gözlenmektedir. Ürünün cinsine göre bu nitelikte kalite düşüşü, klinik fay- dayı etkileyecek düzeyde ise, Piyasa Gözetim Denetim (PGD) süreçlerinin uygulanması beklenmektedir. Ürünlerin asgari kalite standartlarının altında olanlarının engellemesinin tek yolu etkin kullanılan bir PGD’dir. İkinci olarak yerli üreticinin karşılanmamış bir tıbbi ihtiyaca yanıt verecek nitelikte ürünler üretmesinin önünde sektörel öznelliklere dayanan yapısal bazı engeller bulunmaktadır. İlk olarak, karşılanmamış tıbbi ihtiyaca yanıt vermek için doktor mühendis işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Mühendislerin hastane/tıp fakültesi ortamında teknik servis dışında girmeleri düşük olasılıktır. İkincisi, bu işbirliğinin sonuçlarının denenmesi gerekmektedir. Bu validasyondan akreditasyona pahalı bir klinik araştırma sürecidir. Ürünler güvenilirliklerini klinik başarılarından alırlar ve klinik çalışma sayısı önemlidir. Küresel dev şirketler ile bu açıdan yarışabilmek ancak sistemik bir destekle mümkün olabilecektir. Bir diğer engel, yeni ürünlerin sisteme dâhil edilmesi süreçlerinde yaşanan belirsizlik ve yüksek risktir. Üretildiği ülkede kullanılmayan bir ürünün dış pazarlara girmesi neredeyse imkânsızdır. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 23 Türkiye’de ise bir ürünün geri ödeme sistemine girmesi problemli bir alandır. Ayrıca sürekli artan sağlık harcamaları geri ödeme sistemini fiyatlar konusunda daha baskıcı olmaya itmektedir. Yeni ürünün, klinik fayda yanı sıra uzun vadede maliyet avantajı sağladığını ispat için de belirli bir süre, sisteme tam anlamıyla dâhil olmadan varlığını özkaynaklarıyla sürdürmesi gerekmektedir. Türkiye’de inovasyona dayalı üretime geçilmesinin önünde yapısal bazı engeller bulunmaktadır: • Yerli üreticinin yeni ürünler için pazara girmeden önce aldığı risk yüksektir. Bu riskin düşürülmesi için kamunun yeni ürüne teşvik, destek, sahiplenme gibi çeşitli boyutlarda destek olması gerekmektedir. • Sağlık harcamalarının sürekli aşa- ğı çekildiği ortamda, üreticilerin yeni ürünlerini satabileceklerine olan inançları, yaptıkları Ar-Ge’nin geri dönüşünü alacaklarına olan güvenleri yoktur. Bu nedenle sektör başka ülkelerde geliştirilmiş, ödeme sistemine girmiş ürünleri taklit etmeye yönelmektedir. Oysa kamunun yerli olarak geliştirilmiş ürünlerin kullanımına ilişkin sahiplik göstermesi önemlidir: ArGe’den doğan doğal risklerin üstüne kamunun pazarda belirleyici olması ve yenilikçi ürünlere direnç göstermesinden kaynaklanan 24 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 riskleri de eklemekte ve yerli yeni ürün geliştirmeyi engellemektedir. • SGK geri ödeme listelerine girmek için şirketlerin izlemesi gereken yollar muğlak ya da tıkalıdır. Kurumun önceliği sağlık maliyetlerini düşürmektir ve buna uygun olarak geri ödeme sistemine yeni ürün eklemek noktasında tutucu davranmaktadır. Bu sistemin yerli ürünü destekler şekilde ve objektif ve şeffaf kriterlere dayandırılarak yapılandırılması gerekmektedir. Bu yapısal sorunlar iyileştirildiğinde, Türkiye’nin tıbbi cihaz üretimi ve ihracatında dünya devleri ile yarışabilecek bir coğrafi konumu ve insan kaynakları potansiyeli vardır. SEİS tıbbi cihaz sektörünün önümüzdeki beş yıllık ve on yıllık hedeflerini “2018 yılında 2 milyar $ ve 2023 yılında 5 milyar $ ihracat değeri yaratarak %85 oranında dışa bağımlı olan tıbbi cihaz tüketimimizi %30 oranında yerli üretimle karşılama yetkinliğine ulaşmak” olarak görmektedir. Bu hedefin gerçekleşebilmesi için, • Geç ödemeler sorunlarının çözül- • Stratejik bir alan olan ve emek yoğun değil makine yoğun değil bilgi yoğun olduğu bilinen sektörümüze yönelik yatırım teşviklerinin alt limitinin 1 Milyon TL’ye çevrilmesi; Bu teşviklerin 1-10 milyon TL arasındakileri için 5. Bölge benzeri bir uygulama ile 10 milyon üstündekilerin ise 6. Bölge benzeri bir uygulama ile verilmesi, • Off-set uygulamaları ile sağlanacak olan yerlileştirmenin üretimi olmayan alanlarda düşünülmesi ve yerli üretimi olan ürünlerde ise yerli malı kullanımının teşvik edilmesi , (özellikle uygulanamayan %15 fiyat avantajı yerine hastanelerin döner sermaye paylarından ödedikleri hazine payında yerli malı kullanım oranları kadar indirime gidilmesi yolu ile) • Sağlık Teknolojisi Değerlendirme ve Piyasa Gözetim ve Denetimin aktif çalışması ve sektör temsilcilerinin bu kurumlarda aktif çalışmasının sağlanması, • PPP ve Merkezi toplu alımlarda yerli malı kullanımının teşvik edilmesi, mesi, • S2B ve benzeri teknoloji transferi bir KDV oranında birleştirilerek çözülmesi, • Sanayi envanteri ve Pazar duru- • %8 -%18 olan KDV oranlarının tek • Yerli ürünler hakkındaki olumsuz algının değiştirilmesi, ve teknoloji envanteri çalışmalarının ulusallaşarak yaygınlaşması, muna ilişkin verilerin toplanarak yerli üretici ile paylaşılması gerekmektedir. kapakkonusu TIBBİ CİHAZ PİYASASI VE REKABET Hakan Suat ÖLMEZ* Rekabet Kurumu III. Denetim ve Uygulama Dairesi Başkanlığı Mesleki Koordinatör Tıbbi cihaz piyasası, Tıbbi Görüntüleme, laboratuar, diagnostik, diyaliz, sarf malzemeleri ve bu piyasaların ardıl piyasası niteliğinde olan bakım onarım piyasası gibi çok sayıda piyasayı içerebilmektedir. Her bir alt pazarın kendine göre yapısı farklılık göstermekle birlikte bu yazıda tıbbi cihaz piyasası genel olarak ele alınacak ve Rekabet Kurumunun gerçekleştirdiği inceleme ve soruşturmalar çerçevesinde karşılaştığı bazı rekabetçi sorunlara yer verilecektir. Ayrıca rekabet hukukunun doğrudan ilgi alanına girmemekle birlikte hâlihazırda bir yeniden yapılanma içerisinde olan sağlık sektörüne yönelik bazı değerlendirmelerde de bulunulacaktır. Tıbbi cihaz piyasası, genellikle ileri teknoloji gerektiren ürünlerden oluşan ve ciddi bir sermaye ve Ar-Ge yatırımı gerektirdiğinden piyasaya girişlerin oldukça sınırlı olduğu, dolayısıyla genellikle ithalat bağımlılığının yüksek olduğu bir sektördür. Bunun yanı sıra insan sağlığını ilgilendiren ve ayrıca birçok düzenleyici kurumu ilgilendiren yönüyle oldukça dikkatli ve ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulması gereken bir piyasa konumundadır. 26 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Türkiye’de üretici firmalar ağırlıkla uluslararası firmalar olup, bunun dışında distribütörlük ve bayilik sistemi oldukça gelişmiştir. Ulusal firmaların genelde küçük çaplı üretimler yapabilmeleri ya da uluslararası firmaların bayiliğini yaparak faaliyetlerini sürdürüyor olmaları nedeniyle ulusal bir tıbbi cihaz teknolojisi oluşturulabildiğimizi söylemek güçtür. Bu nedenle, bu piyasayı düzenleyen kurum ve kuruluşların ulusal bir tıbbi cihaz teknolojisinin geliştirilmesi, ithalat bağımlılığının asgariye indirilmesi yönünde politikalar geliştirmesi büyük önem taşımaktadır. Bu minvalde teknoloji transferinin sağlanması açısından ihtiyaç duyulan cihazların ithalat yoluyla temini yerine, teknolojik üstünlüğü olan uluslararası firmaların Türkiye’ye yatırımının teşvik edilmesi, bu firmaların yerli firmalarla ortaklıklar kurmaları yönünde inisiyatifler alınması, yerli firmaların yatırımlarında yüksek teşvik uygulaması getirilmesi, kamu-özel ortaklığıyla iler düzey teknolojik cihazlara yatırım yapılması ve off-set benzeri çeşitli stratejiler ile ulusal teknoloji- nin geliştirilmesine destek verilmesi oldukça önemlidir. Hâlihazırda %85 oranında dışa bağımlı olan bu piyasada ihracatın ithalatı karşılama oranının %10 seviyelerinde olduğu düşünüldüğünde gidilmesi gereken oldukça uzun ve önemli bir yol olduğu çok açıktır. Bu bakış açısıyla sağlıkta yeniden yapılanmanın gündeme geldiği bugünlerde tıbbi cihaz sektörü açısından önemli olan iki konuya değinmekte fayda görüyoruz. İlki Kamu Özel İşbirliği Modeli (public private partnership “PPP”) ile gerçekleştirilmeye çalışılan Entegre Sağlık Kampüsleri veya daha bilinen adıyla “Şehir Hastaneleri” projeleri, ikincisi ise yakın zamanda gündeme gelen toplu alım ihaleleri. Şehir hastaneleri projesinin Türkiye’de sağlıkta dönüşüm anlamında oldukça önemli bir kilometre taşı olduğunu düşünmekteyiz. Türkiye’nin sağlık ekonomisi anlamında attığı bu adımın özel sektör yatırımlarıyla birlikte Türkiye’ye, bölgesinde bir sağlık merkezi olması yönünde ciddi bir ivme kazandıracaktır. Bununla birlikte, önemli faydaları olacağını ifade ettiğimiz bu yapılanmanın piyasa açısından en az olumsuzluk içerecek şekilde dikkatlice dizayn edilmesinde de fayda görülmektedir. Şehir hastaneleri projesinde birçok hastanenin birleşimiyle oldukça büyük tek bir hastane kurulması amaçlanmakta ve bu hastanenin işletilmesi ise 30 yıl gibi bir süreliğine ihaleyi kazanan firmaya verilmektedir. Bunun sonucunda daha önce birçok teşebbüs tarafından hizmet verilen hastaneler azalarak birkaç büyük teşebbüsün işletmesini yaptığı az sayıda hastanenin olduğu yapıya geçiş olmaktadır. Bu yeni yapının bütün Türkiye’ye yayılması sonucunda tıbbi cihaz piyasasını da yakından etkileyecek yeni bir yapı ortaya çıkacaktır. Bu hastanelerin işletmesini alacak olan büyük teşebbüsler ya kendi sahip oldukları firmalar üzerinden veya anlaşmalı firmalar üzerinde bu hizmeti vereceklerinden, daha önce ihalelerle veya hizmet alımlarıyla bu hastanelere çalışan bazı teşebbüsler artık çalışamaz hale geleceklerdir. Şehir hastaneleri konusunu toplu alımlar ile birlikte değerlendirmek daha doğru olacaktır. Toplu alımlar yeni kurulan Kamu Hastane Birlikleri ile daha da önemli hale gelmiş ve ihalelerin merkezi bir şekilde yapılması ve alınacak cihazların toplulaştırılarak ihaleye çıkılması, küçük teşebbüslerin ihalelere girmeleri önünde önemli bir kısıtlama riski barındırmaktadır. Bu konu Şehir Hastaneleri mevzuundan çok daha çabuk bir şekilde piyasanın dönüşümünü gerçekleştirecek bir etkiye sahiptir. Kamu alımlarının mümkün olduğunca en az maliyetle gerçekleştirilmesi çalışılması doğal bir gelişme olmakla birlikte, toplu alımlar, henüz ulusal teknolojinin gelişmediği, yerli teşebbüslerin ölçek olarak oldukça küçük olduğu bu piyasada üretici firmaların güçlerini artırmalarına ve bunun neticesinde birçok bayiinin piyasa dışına çıkmasına yol açabilecek etkiye sahip olacaktır. Ayrıca altı çizilmesi gereken diğer bir husus ise, toplu alımlar nedeniyle kısa dönemde kamunun sağlayacağı maliyet avantajı olsa da orta ve uzun dönemde piyasada kalan az sayıda teşebbüsün pazarlık gücünün artma riski nedeniyle, kamunun karşı karşıya olacağı maliyet daha yüksek olabileceğidir. Piyasa dışına çıkacak birçok bayiinin yaratacağı istihdam açığı da göz önüne alınması gereken başka bir noktadır. Belirtilmesi gereken bir diğer husus, tıbbi cihaz alımlarında birçok farklı cihaz türünün aynı anda alınmak istenmesi durumunda, cihazların tümünü karşılayamayan ancak alınacak cihazların bazılarında teklif verebilecek teşebbüsler ihale dışı kalabilecek olmasıdır. Bu nedenle toplu ihalelere çıkılması durumunda bu ihalelerin her bir kalem için ayrı ayrı yapılması daha rekabetçi bir ortamın oluşmasına katkı saylayacaktır. Hem şehir hastaneleri projeleri hem de toplu alımlara baktığımızda, kamu otoritesinin bundan sonra karşısında çok parçalı küçük teşebbüsler değil az sayıda ama daha büyük teşebbüsler görmek istediği yönünde bir düşünce hâsıl olmaktadır. Ancak Türkiye’nin hâlihazırda ithal bağımlısı bir ülke olması, tıbbi cihaz tedarikçisi teşebbüslerin ağırlıklı kısmının yabancı firmalardan oluşması nedeniyle, bu politikalar dengeli uygulanmadığı takdirde Türkiye’nin ulusal bir tıbbi cihaz teknolojisi stratejisinin sekteye uğrayabileceği düşünülmektedir. Ülkemizin tıbbi cihaz piyasasının yabancı üreticilerin egemenliğinde bir piyasa haline dönmesini istemiyorsak ve ayrıca binlerce istihdam sağlayan bayilik sisteminin tamamen çökmesini istemiyorsak ve nihayetinde bu piyasadaki katma değerin önemli bir kısmının yurtdışına aktarılmasını istemiyorsak bu politikanın gözden geçirilerek maliyet-fayda dengesini sağlayacak dengeli bir tıbbi cihaz piyasasının kurulması çalışmalarının yapılması önem arz etmektedir. Bu dengenin nasıl sağlanacağı konusu başlı başına bir yazı konusu olduğundan bu konuyu burada bırakarak biraz daha rekabet hukuku perspektifinden bu piyasada gördüğümüz bazı aksaklıklara aşağıda değinmek istiyoruz. Tıbbi Cihaz Piyasasında Karşılaşılan Rekabet Sorunları Tıbbi cihaz piyasasına yönelik olarak Rekabet Kurumu tarafından çok sayıda inceleme ve soruşturma gerçekleştirilmiştir. Bu incelemelerin hepsine burada değinmek olanaksız olduğundan, önemli görülen bazı belli başlı hususlara dikkat çekmeye çalışılacaktır. Tıbbi Cihazlarda Şifre Uygulamaları Tıbbi görüntüleme cihazları pazarında faaliyet gösteren firmaların rekabet ihlali oluşturduğu iddia edilen davranışlarından birisi, söz konusu cihazların teknik servis bölümüne erişim için şifre ve benzeri erişim kısıtları uygulanmasıdır. Cihazlara ait çeşitli ayarların (kalibrasyon vb.), arıza tespitinin, yedek parça değişimlerinin ve benzeri uygulamaların yapılabilmesi için söz konusu şifreye veya benzer işlev gören cihaza sahip olmak gerekmektedir. Bu erişim engelleri, belli rakamlardan oluşan bir kod, dongle veya key adı verilen ve cihaza harici olarak eklenen bir aygıt şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bunların, cihazın ayar menüsüne ulaşmak isteyen kişi ve kurumlara verilmediği veya yüksek bir ücret SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 27 karşılığı satıldığı bağımsız servis firmalarınca ve hastanelerce dile getirilmiştir. Söz konusu şifreler ya da aparatlar, yalnızca üretici firmanın kendi mühendislerine verilmektedir. Bu uygulamalara gerekçe olarak konunun doğrudan insan sağlığına ilişkin olması, cihazların sorumluluğunun üretici firma üzerinde olması ve ehil olmayan insanların cihazların ayarlarını değiştirmemesi gerekliliği gösterilmektedir. Cihazların garanti süresi boyunca makul görülebilecek şifre ve benzeri uygulamalar garanti süresi sona erdikten sonra, cihazların sahibi ve sorumlusu olan hastanelerin, bu cihazlar üzerindeki tasarrufunu kısıtlayıcı hale dönüşmekte ve hastaneleri cihazların servis ve bakımı için kullanım süresi boyunca üreticilere bağımlı hale getirmektedir. Bu durumun rekabete olumsuz etkisi bağımsız servis sağlayıcıların servis pazarına girememeleri veya girseler dahi pazarda tutunamamaları şeklinde kendini göstermektedir. Bu tespitlerle Rekabet Kurulu’nun 18 Şubat 2009 tarihli kararı ile Tıbbi görüntüleme ve teşhis pazarında faaliyet gösteren teşebbüslere “Tıbbi cihazların garanti sürelerinin bitiminden sonra, cihazları satın alan müşterilerin yazılı talepte bulunması durumunda, cihazlara ilişkin şifrelerin veya bu anlama gelecek her türlü dâhili sistemin firmalar tarafından mücbir sebepler haricinde, ücretsiz olarak temin edilmesi,” yükümlülüğü getirilerek ardıl piyasadaki rekabetin gelişmesi amaçlanmıştır. Bu karar sonrasında piyasadaki izlenimlerimizden bazı hastanelerin bakım onarım anlaşmalarının eski anlaşmalara nazaran %10-20 aralığına düştüğü görülmüştür. Bu da yapılan işlemin sonuçları açısından önemli bir gösterge niteliğindedir. 28 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Yedek Parça Temini Konusundaki Uygulamalar Piyasadaki bazı teşebbüslerin kendi markası altında bulunan tıbbi cihazların yedek parçalarındaki hâkim durumundan faydalanarak müşterilerini bağlamaya ve rakip servis sağlayıcıların faaliyetini zorlaştırmaya yol açabilecek uygulamalarda bulundukları, hâlihazırda servis pazarında bu tür sorunlarla karşılaşılmasa da bunun potansiyel olarak ciddi sakıncalar barındırdığı açıktır. Bu tür hususlar rakipleri dışlayıcı olabileceği gibi, müşterileri kendisine mecbur bırakmaya yönelik de olabilir. Bu ayrımcı uygulamaların rakip firmaları piyasa dışında tutmaya yönelik veya rakip servislerle anlaşan müşterileri cezalandırma anlamına gelecek politikalar şeklinde olması rekabet açısından sakıncalıdır. Bu nedenle tıbbi cihazlarının bakım ve onarım hizmetinin verilebilmesi için gerekli olan yedek parçaların satışında firmaların kendi servis departmanları ile diğer servis firmaları arasında objektif kıstaslara dayanmayan ayrımcılık yapılması durumunda veya yedek parça satışını servis satışına bağlamaya zorlanması gibi politikalar olması durumunda rekabet açısından önemli sakıncalar doğabilecektir. Bu durum yine Rekabet Kurulu’nun 18 Şubat 2009 tarihli kararı Tıbbi görüntüleme ve teşhis pazarında faaliyet gösteren teşebbüslere yönelik “Cihaz harici takılan ve anılan cihazlara ilişkin teknik servis verilmesine olanak sağlayan aparatlar/cihazların, müşterilerin yazılı talepte bulunması veya bu yazılı talepleri müşterilerden alan teknik servislerin yazılı başvuruda bulunması durumunda müşteriye tesliminin yapılması,” yükümlülüğü getirmiştir. Hem şifre konusundaki hem de yedek parçalar konusundaki bu yü- kümlülükler ile özellikle tıbbi cihaz piyasasının ardıl piyasası olan bakım onarım piyasasının gelişmesi ve müşteri konumunda bulunan teşebbüslerin (genelde kamu ve özel hastaneler) cihaz üreticilerine bağımlılığının azaltılmasını ve böylece piyasanın ilerleyen zamanda daha rekabetçi hale gelmesi hedeflemiştir. Kamu İhaleleri ve Tıbbi Cihaz Piyasası Kamu hastaneleri alımlarını Kamu İhale Kanunu çerçevesinde yapmaktadırlar. Öncelikle Kamu İhale Kanunu’nun tüm sektörlere aynı ihale mevzuatını uygulaması bazı sıkıntılar doğurmaktadır. Öncellikle sağlığın söz konusu olduğu ve cihaz temin sürelerinin, test, kullanılabilirlik, kalite, doktor tercihi, servis imkânları, ardıl piyasadaki durum, garanti süreleri, patent hakları vesaire birçok kriterin söz konusu olduğu bu piyasanın, bir bayındırlık, inşaat benzeri ihalelerle aynı çerçevede ele alınmasının doğru olmadığı düşünülmektedir. Bu nedenle sektöre özgü özel ihale kurallarının gündeme gelmesi yerinde olacaktır. İhaleler konusunda öncelikle belirtilmesi gereken husus şudur ki, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesine göre belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler hukuka aykırı ve yasaktır. Bu anlamda ihaleler öncesinde teşebbüslerin ihale fiyatını belirleme, hastane paylaşımı gibi danışıklı davranışları rekabet kuralları çerçevesinde ihlal niteliğindedir. Bu Kamu alımlarına yönelik ihalelere bakıldığında çokça karşımıza çıkan sorunlardan biri de “yan teklifler” konusudur. Yan teklif konusu da özünde teşebbüsler arası danışıklılığı barındırmakta ve kamu alımlarına danışıklı teklif verme sonucunu doğurmaktadır. Bazı hallerde usule ilişkin sürecin hızlanması amacıyla kullanılan “yan teklif”lerin kötü niyetli olarak kullanılmasının ve kamunun zarara uğratılmasının mümkün olduğu da bilinmektedir. Bilindiği üzere, sağlık kuruluşlarının, tıbbi sarf malzemeleri ile test ve tetkik sarf malzemeleri gibi ihtiyaçlarını önceden planlayarak 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nda sayılan temel alım usulleri ile temin etmeleri esastır. Bu bağlamda sağlık kuruluşlarında tıbbi cihaz ve malzemelerin temel temin esası açık ihale usulüdür. Bunun dışında belirli koşulların varlığı halinde sağlık kuruluşları “belirli istekliler arasında ihale usulü” “pazarlık usulü” ya da “doğrudan temin” ile de mal alımı gerçekleştirebilmektedirler. Kamu İhale Kanunu’nun 20. maddesi belirli istekliler arasında yapılan ihale usulünü düzenlemektedir. Bu kapsamda ihaleye davet edilebilecek aday sayısının beşten az olması veya teklif veren istekli sayısının üçten az olması hallerinde ihalenin iptal edileceği öngörülmektedir. Benzer şekilde anılan Kanun’un 21. maddesinde düzenlenen pazarlık usulü ihalelerinde ilan yapılmaması durumunda da en az üç isteklinin davet edilmesi gerekmektedir. Diğer alım türlerinde ise böyle bir şart öngörülmemektedir. Öte yandan yapılan incelemeler neticesinde sektörde gerçekleştirilen tüm alım türlerinde üç teklif verme şartının arandığı gibi bir izlenimin oluştuğu ve teşebbüslerce alımı yapan idareye farklı teşebbüslerden temin edilen ve sektörce “yan teklif” olarak bilinen tekliflerin sunulduğu görülmüştür. Özellikle doğrudan temin usulünde ve araştırma projeleri kapsamında yapılan alımlarda “yan teklif”lerin usulün bir parçası haline geldiği anlaşılmaktadır. Yapılan incelemelerde Yan teklifler konusunda sorunun ilk ayağını idarelerin oluşturduğu, başka bir ifadeyle yan tekliflerin çoğu zaman alımı gerçekleştiren idarece talep edildiği görülmüştür. Bu nedenle sorunun çözümü noktasında idarelere de önemli bir görev düşmektedir. Ayrıca görüldüğü kadarıyla yan teklif uygulaması sektörün tamamına hatta mal alımına konu olan tüm sektörlere yayılmış bulunmaktadır. Hukuka aykırı olan böyle bir uygulamanın, piyasanın işleyişi için neredeyse bir zorunluluk olarak görülmesi durumun vahametine işaret etmektedir. Bununla birlikte şunun belirtilmesi gerekir ki, yan tekliflerin idare tarafından istenmesi veya tüm sektörce yaygın kullanılıyor olması durumu, hukuka uygun olmayan bir durumu haklı çıkarmamaktadır. Dolayısıyla teşebbüsler gerçekleştirmiş oldukları eylemler bakımından sorumlu bulunmaktadır. İhale türü her ne olursa olsun teşebbüsler arasında koordinasyon riskini oldukça artıran bu tür uygulamaların önüne geçmek amacıyla Rekabet Kurumu olarak ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına görüş yazıları gönderilmiş, ayrıca ilgili meslek kuruluşlarına yazılar gönderilerek üyelerinin bu konuda bilinçlenmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Şartname Hazırlıkları Kamu İhalelerinde şartname hazırlık sürecinde idareler ile teşebbüsler arasında çeşitli irtibatlar gözlenmektedir. Bu irtibatlar bazı durumlarda ihalenin bazı teşebbüsler lehine geliştirilmesiyle sonuçlanabilmektedir. Çeşitli sektör incelemelerinde gözlemlenen şartname çalışması genellikle iki şekilde olmaktadır. Birincisi; kendi ürününün özelliklerini alım yapan kurum personeline anlatarak ihale aşamasında devre dışı kalmasını önlemek şeklinde olmaktadır ki bu husus makul bir çalışmadır. Şöyle ki, bazı durumlarda şartnamenin hazırlanması esnasında gözden kaçan küçük kriterler nedeniyle, aslında ihaleye girebilecek bazı firmalar ihale dışı kalabilmektedir. Bu durumda da genellikle çok az sayıda veya tek bir tane teşebbüs ihaleye girebilmektedir. Böylece hem piyasada rekabet etkilenmiş olmakta hem de ihale fiyatı yukarıya çıktığından kamu zararı oluşabilmektedir. Bu nedenle ihaleye kendisinin de girme (eğer benzer özelliklere sahip ise) yönünde çalışma yapılması genellikle makul karşılanmaktadır. İkinci tür ise, başka bir firmanın ihaleye girmesini engellemek amacıyla yapılan, bu maksatla şartnamenin hazırlanması için çalışma yapılmasıdır ki, bu durum rekabet hukuku anlamında olmasa dahi cezai işlem gerektiren bir husustur. Şartname çalışmalarını rakip firmalar danışıklı bir şekilde sadece kendilerine uygun bir şartname çıkarmak amacıyla yaptıklarında ise 4054 sayılı Kanun çerçevesinde değerlendirilecek bir durum ortaya çıkacağı açıktır. Yetki Belgesi Sorunu Kamu ihalelerine girerken istenen yetki belgesinin bazı durumlarda ihaleye girişi kısıtladığı görülmektedir. Özellikle birden fazla cihaz türünün aynı anda alındığı ihalelerde sadece bir tane cihazı temin edemeyen teşebbüs diğer ihale kalemleri elinde olsa dahi ihale dışı kalabilmektedir. Bu cihazı cihaz üreticisinden temin etmek istediğinde ise yetki belgesi verilmemesi dolayısıyla temin edememektedir. Yetki belgesi üretici firmanın bayilik sistemini beslemesi açısından bazı durumlarda gerekli olabilmekle birlikte, özellikle az önce belirttiğimiz bir durumda kritik bir giriş engeli halini alabilmektedir. Bu tür durumlarda yetkinin verilmesinin bayi fiyatı üzerinde yapılması durumunda (fahiş olmayacak şekilde) hem bayilik sisteminin zarara uğratılmaması hem de giriş engeli olabilecek bu durumun ortadan kaldırılması sağlanabilecektir. Sonuç olarak şunu belirtmekte fayda vardır ki, her sektörde olduğu gibi Tıbbi Cihaz sektöründe de çeşitli rekabet aksaklıkları mevcut görünmektedir. Ancak insan sağlığını ilgilendiren bu piyasada bazı rekabet aksaklıkları rekabet kuralları çerçevesinde çözümlenebilirken, bazı aksaklıkların giderilmesinde ise rekabet kurallarının yetersiz kaldığı bir gerçektir. Dolayısıyla, bu piyasanın daha gelişmesi amacıyla yapılacak düzenlemelerin tek bir düzenleyici kurumun perspektiften yola çıkarılarak yapılmaması, tüm ilgili kamu ve özel sektör temsilcilerinin katkısıyla bir sektör stratejisi oluşturularak ve bu stratejiyi destekleyen politikaların geliştirilmesiyle sağlıklı yapıda bir sağlık sektörü oluşturulabilir. * Yazıda yer verilen, Rekabet Kurulu Kararları haricindeki görüşler Rekabet Kurumu’nu bağlayıcı olmayan, yazarın kişisel görüşleridir. Yazıya ilişkin görüş ve öneriler solmez@ rekabet.gov.tr adresine iletilebilir. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 29 haber TIBBİ CİHAZLARA BAKANLIK ONAYI Sağlık Bakanlığı, kalp, ortopedi, beyin cerrahisi gibi birçok alanda kullanılan tıbbi cihazlar için daha sıkı bir kontrol mekanizması uygulayacak. Bakanlık uzmanlarının onayı bulunmayanlar Türkiye’de en büyük alıcı konumundaki Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) geri ödeme listesine alınmayacak. TİTUBB’a kaydedilen ürünleri geri ödüyor. Ancak bugüne kadar bu sistem beyana dayalı işliyordu. Bundan sonra uygulamaya konulacak sistemle bakanlığımızın uzmanlarınca yapılacak inceleme sonrası bu kayıt mümkün olabilecek.” Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Tıbbı Cihaz Daire Başkanı Uzman Dr.İsmet Köksal, yaptığı açıklamada, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Ulusal Bilgi Bankası’nda (TİTUBB) kaydı olmayan tıbbi cihazların SGK tarafından geri ödenmediğini anımsattı. Bugüne kadar bu sisteme kaydın beyan esasına dayalı olduğunu, gerek endikasyon gerekse etkinlik yönünden firmaların ileri sürdüğü kanıtların geçerli kabul edildiğini anlatan Köksal, şunları belirtti: Gerekirse İncelemeyi Üniversiteler Yapacak “Tıbbi cihaz sektörüyle ilgili dünyada oturmuş bir sistem yok. İlaçta maliyet etkinlik ile ilgili bir sistem oturmasına rağmen tıbbi cihazda bu sağlanabilmiş değil. Bir tıbbi cihazın endikasyonu ya da fiyatı gibi konularda standart bir sistem işlemiyor. Ülkemizde geri ödeme kurumu SGK kurumuzda 30 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Bu incelemenin gerekirse üniversitelerce de yapılacağını ifade eden İsmet Köksal, bunun için 15 üniversite ile protokol aşamasında olduklarını bildirdi. Köksal, “Bu hasta güvenliği açısından büyük önem taşıyor. Artık daha güvenilir ve kanıta dayalı cihazların kullanılması mümkün olabilecek” dedi. Piyasadakiler İncelenecek Piyasadaki tıbbi cihazların belirli bir standarda oturtulması için incelemeler yapılacağını belirten Köksal, bu incelemelerin ilk etapta beyin cerrahisi ve ortopedi alanındaki tıbbi cihazlara yönelik olacağını şu sözleriyle ifade etti: “Bu ürünler piyasadaki 1 milyon 300 bin cihazın yüzde 30’unu oluşturuyor. Her iki ürün grubu da yüksek risk grubunda yer aldığı için seçtik. İnceleme sonucunda belki bazı ürünler toplatılacak, belki de bazılarının ülkeye girişi engellenecek. Belirli uzmanlık alanlarına yönelik bu inceleme Türkiye’de ilk olacak.” SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 31 haber ANKARA KALKINMA AJANSI GENEL SEKRETERİ DOÇ. DR. ASIM BALCI: “YERLİ ÜRETİME OLAN İNANCIMIZ GİDEREK ARTIYOR” Ankara Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Doç. Dr. Asım Balcı ajansın çalışmalarını ve sağlık alanında destekledikleri projeler ve stratejileri dergimize anlattı. “Ajanslar sadece mali destekler sağlayan kurumlar değil, bölgelerindeki kurumlar arasında işbirliğini geliştirecek platformları kurgulayan ve destekleyen yapılardır” diye konuşan Balcı kendilerine bugüne kadar toplam 609 proje desteği başvurusu yapıldığını, bunlardan; ‘Doğrudan Faaliyet Desteği’ kapsamında 43 proje, ‘Teknik Destek Programı’ kapsamında ise 50 faaliyetin desteklendiğini açıkladı. Ankara Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Doç. Dr. Asım Balcı kuruluş ve çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: 32 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 “Ankara Kalkınma Ajansı, 5449 Sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bakanlar Kurulu’nun 2009 tarihli ‘Bazı Düzey 2 Bölgelerinde Kalkınma Ajansları Kurulması Hakkında Karar’ ile kurulan tüzel kişiliğe haiz bir kuruluş. Ajanslar, bölgesel gelişme stratejilerinin hazırlanması, rekabet gücünün desteklenmesi, kamu, özel kesim, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi, girişimciliğin desteklenmesi, bölge potansiyelinin harekete geçirilmesi gibi konularda görevlendirilmişlerdir. Ankara Kalkınma Ajansı olarak, başkent Ankaramızın kalkınmasında öncü olmak, yerel yönetimler, kamu kuruluşları, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları arasında eşgüdüm sağlamak için çalışmaktayız. Ortak çalışma, proje üretme anlayışı ve yaklaşımıyla Ankara’nın ekonomik büyümesinin ötesinde Ankaralının yaşam kalitesinin artması öncelikli hedeflerimiz arasında. Ankara Kalkınma Ajansı faaliyetleri; planlama çalışmaları, malı ve teknik destekler, yatırım takip ve koordinasyon faaliyetleri, eğitim ve seminer faaliyetleri ve tanıtım faaliyetleri olmak üzere beş başlık altında incelenebi- lir. Ankara Kalkınma Ajansı, Ankara Bölgesi’nde Aralık 2010 tarihi itibarıyla çok boyutlu bir bölge planlama çalışması sürecine başlamıştır. Kamu kurumlarından, sivil inisiyatife; üniversitelerden özel kuruluşlara değin 600’ün üzerinde katılımcıyla 60’tan fazla toplantı gerçekleştirilerek oluşturulan Ankara Bölge Planı; katılımı ve sahiplenme bilincini geliştirmesi, kalkınma sürecine yol göstermesi, daha yaşanabilir bir bölgenin resmini çizecek olması ve yerel kuruluşların politika önceliklerine rehberlik etmesi açısından Ankara ili için çok önemli. Ankara Kalkınma Ajansı’nın çalışma prensiplerini; vizyonu ve misyonuyla şekillendirdik. Buna göre bakış açımızı anlatan vizyonumuz; Ankara’yı ekonomik, kültürel ve siyasal açıdan küresel bir başkente dönüştürecek kalkınma stratejilerinin geliştirilmesinde ve hayata geçirilmesinde öncü olmaktır. Ankara Kalkınma Ajansı’nın misyonu ise; “Sürdürülebilir bölgesel kalkınmayı hızlandırmak ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak; bölgeye yönelik stratejiler geliştirmek, destekler vermek, işbirliği ve koordinasyon sağlamak, izleme ve değerlendirmeyle tanıtım ve iletişim faaliyetlerini yürütmek” olarak belirlendi. Elbette, ajansların kalkınma çalışmalarında önemli bir başlık, destek programlarıdır. Ankara Kalkınma Ajansı kurulduğu 2010 yılından bu yana ‘Doğrudan Faaliyet Desteği’ ve ‘Proje Teklif Çağrısı’ programları kapsamında malı destekler ve ‘Teknik Destek Programı’ kapsamında da teknik destek sağladı. Ajansımıza bugüne kadar toplam 609 proje desteği başvurusu yapıldı. Bunlardan; ‘Doğrudan Faaliyet Desteği’ kapsamında 43 proje, ‘Teknik Destek Programı’ kapsamında ise 50 faaliyet desteklendi. 2011 Yılı Proje Teklif Çağrısı kapsamında ise 121 başarılı proje desteklenmeye hak kazandı. Toplam bütçesi 25 milyon TL olan program ile öngörülen eş finansman ile birlikte 44 milyon TL’lik bir mali kaynak kalkınma projeleri için harekete geçirilmiş durumda. ‘Turizm Potansiyelinin Harekete Geçirilmesi Mali Destek Programı’ ve ‘Yenilikçi Uygulamalar Mali Destek Programı’ başlıkları altında gerçekleşen ‘2011 Yılı Proje Teklif Çağrısı’ kapsamındaki projeler tamamlanma aşamasına geldi. “ Sağlık Sektörü Destekleri Asım Balcı, sağlık sektörünün gelişimini, bugününü ve Ankara’da sağlık sektörünün seyrini şöyle özetledi: “Bildiğiniz gibi Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de sağlık ürünlerinde yerli üretimin arttırılması için özel bir düzenleme yaptı. Buna göre, Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşları, sağlık hizmeti sunumunda ihtiyaç duyulan ve ileri teknoloji gerektiren ürün ve hizmetlerin üretimine, teknolojilerinin geliştirilmesine ve yurt dışından transferine yönelik, yerli ve yabancı yatırım ve teknoloji imkânlarını araştıracak, teşvik edecek, gerektiğinde bu konudaki girişimlere iştirak edecek. Bu amaçla şirket kurabilecek, ihtiyaç halinde alım garantili yerli üretim yaptıracak, bu ürünlerle ilgili araştırma, geliştirme, prototiplerin imalini sağlayacak. Uzun vadeli, ön ödemeli siparişler ve diğer mali ve ekonomik teşvikleri tespit edecek, bu ürünlerin off-set ticaretini düzenleyecek. Kentimizde kurulu olan OSTİM Türkiye’ye örnek olacak biçimde kümelenme anlayışını, iş geliştirme ve büyütme anlayışını, pazar büyütme anlayışını hedef almış bir kuruluş. Bunun için oluşturduğu alt kuruluşları var. Sağlıkla ilgili olarak yerli üreticilerin bir araya geldiği Medikal Sanayi Kümelenmesi oluşmuş durumda. Bizim yerli üretimi desteklemek adına ortaya koyduğumuz desteklerle birlikte bu tip projelerin içeriğini geliştirmeye çalışacağız. OSTİM’de gördüğümüz iş yapma ve üretme heyecanının beni heyecanlandırdığını söylemeliyim, bu heyecanın yerli üretime olan inançlarımızı arttırdığını belirtebilirim. Ankara’da sağlık sektöründe hizmet veren akademik çevreler, araştırma merkezleri, üreticiler, araştırmacılar, karar vericiler ve politika yapıcılar, uygulayıcılar ve sivil toplum kuruluşlarının potansiyelini daha verimli bir şekilde kullanmak için mevcut durumun detaylı olarak analiz edilmesini amaçlayan projelere destek verdik. Ankara’nın ve ülkemizin sağlık sektöründeki kapasitesinin detaylı analizi yapılarak neler yapılabileceği planlandı. Ankara sağlık sektörü değer zinciri içinde yer alan tüm aktörlerin (araştırmacı, üniversite, sanayi, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları, çalışanlar, hastaneler, yerel yönetimler ve kamu kurumları gibi) bir araya gelmesiyle şehrin bu konudaki rekabetçiliği hakkında farkındalık ve ortak bilinç oluşturulması yönünde projelere destek veriyoruz. Sağlık sektöründe mevcut imkân ve kapasitelerin bir araya getirilmesi ve ortak akıl çerçevesinde bir işbirliği hareketi başlatılarak tüm aktörlerin niyet ve irade beyan etmelerini önemsiyoruz. Ankara’nın sağlık araştırmaları, tıbbi malzeme ve tıbbi cihazlar sektöründe tasarımdan, üretime kadar tüm aşamalardaki payının artırılmasını içeren proje ve çalışmaları destekleyeceğiz. Bu bağlamda ‘Ankara Sağlıkta Yenilikçilik Hareketi’ başlıklı projeyi destekledik. Ankara’nın sahip olduğu tarihsel, kültürel ve sağlık potansiyelini ortaya koymak için geçtiğimiz ay Moskova Turizm Fuarı’na katıldık. Birkaç ay önce de Berlin’de gerçekleştirilen ITB Turizm Fuarı’nda Ankara’yı tanıtma fırsatı bulmuştuk. Bu çalışmalarla Başkent Ankara, sahip olduğu tarihsel, kültürel değerlerini ve sağlık sistemlerini uluslararası arenada da tanıtmaya başlamış durumda. Bu anlamda turizm sektöründe Türkiye’nin önemli bir pazarı olan MITT Moskova Fuarı’na katıldık. Özellikle Ankara’nın sahip olduğu sağlık turizmi potansiyelini burada katılımcılara anlatma fırsatı bulduk.” SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 33 kapakkonusu TIBBİ CİHAZ SEKTÖRÜ DEĞERLENDİRMESİ Kemal YAZ TÜMDEF Yönetim Kurulu Başkanı Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında yapılan ve sektörümüzü yakından etkileyen düzenlemeler ve geleceğe yönelik beklentilerimize geçmeden önce Sağlık Bakanımız Sayın Dr. Mehmet Müezzinoğlu’na başarı dileklerimizi Sağlık ve İnsan Dergisi vasıtasıyla bir kez daha iletmek ve Bakanlık görevine başladıktan kısa bir süre sonra çıkartılan Kamu Özel İşbirliği Modeli kanunuyla, Federasyon olarak sıklıkla gerek toplantılarda ve gerekse sağlık sektörüyle ilgili yazılı basında dile getirdiğimiz, yerli üretici aleyhine ortaya çıkacak dezavantajları azaltacak 34 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 düzenleme yapılmasını sektörümüz adına oldukça sevindirici bulduğumuzu belirtmek isterim. 6428 sayılı Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi Hizmet Alınması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 3’üncü maddesi 16’ncı fıkrasında “Bu kanun çerçevesinde yaptırılacak işlerdeki sabit yatırım içerisinde yer alan tıbbi donanımın en az yüzde yirmisinin yerli üretim olması zorunludur. Kullanılacak ürünlerdeki yerli üretim oranı, yerlilik şartları ve esasları ihale dokümanında belirtilir” denilmektedir. Sektörümüz adına sevindirici bir haber olan bu düzenleme için başta Sağlık Bakanımız Sayın Mehmet Müezzinoğlu olmak üzere tüm çalışma ekibine şükranlarımızı iletiyoruz. Ülkemizdeki yerli tıbbi cihaz üreticilerimiz ağırlıklı olarak sarf niteliğindeki tıbbi cihazları üretmektedir. AB Tıbbi Cihaz Komisyonunca yayımlanan Tıbbi Cihaz Rehber Dokümanına göre yerli üreticilerimiz tarafından üretilen ve laboratuvar hizmetlerinde kullanılan analitik özellikli birçok cihaz çok amaçlı kullanılan cihaz niteliğinde olduğundan, yerli üretilen sabit yatırım kapsamında değerlendirilecek tıbbi cihaz sayısı da oldukça sınırlı sayıda olmaktadır. Örnek verecek olursak, MEDDEV. 2.14/1 rev. 1 January 2004 tarihli Guidelines On Medical Devices rehber dokümana göre; sterilizatörler, laboratuvar santrifüjleri, genel kullanımlı otomatik pipetler, ağırlık ölçen aletler, mikrotomlar, çok amaçlı tüpler, pipetler ve şişeler v.s. gibi invitro diagnostik kullanım için bir spesifik- liği olmayan laboratuvar cihazlarının IVD direktifinin kapsamına girdiği kabul edilmemektedir. Örnekler, üreticinin beyan edilen amacının invitro diagnostik tıbbi cihaz tanımına girmediği takdirde, foetal sığır serumu, kültür mediumları ve boyalar gibi genel kullanım için olan cihazları da içerir. Bu açıklamalar dâhilinde öncelikle Bakanlığımızın sayın yetkililerinin yerli üreticilerimiz ve temsilcileri ile bir araya gelerek yapılan düzenlemenin sektörde beklenen canlılığı yaratması, sarf malzemesi niteliğindeki tıbbi cihazları da kapsar hale getirilmesi için çalışma başlatmasını ve Sayın Bakanımızın bu konuda müspet desteklerini beklemekteyiz. Yürürlüğe konulan ve bizler açısından önemli olan bir diğer konu toplu alımlardır. Sektörümüzün devamlılığını ve ekonomik etkinliğini sürdürebilmesi, yeterli rekabet ortamının sağlanabilmesi için Kamu Hastane Kurumu tarafından yayımlanan genelgeler gereğince Kamu Hastane Birliklerince tek merkezden yapılacak toplu alımın, tek listeye bütün olarak tek bir firma tarafından teklif verme şeklinde olmaması, kalem kalem ihaleye çıkılarak her firmaya ihaleye katılma imkânı sağlanarak tek merkezden yapılacak ihale şeklinde değerlendirilmesi konusunda düzenleme yapılarak sektörümüzde kapanması muhtemel işyerlerinin iş hayatında devamlılıklarının sağlanabilmesi için Sayın Bakanımızın gerekli hassasiyeti göstereceğini umut ediyor ve bekliyoruz. Yani merkezi/toplu alımın bir tek firmadan alım olarak değil, tek merkezden alım olarak düşünülmesinin ve uygulamaya konulmasının hem biz tedarikçiler hem de ülkemiz açısından daha yararlı olacağına inanmaktayız. Tek merkezden yapılacak alım sırasında farklı sağlık kurumlarındaki nitelikli kişiler bir araya getirilerek yetenekli ve bilgi birikimine sahip profesyonellerin yapacağı ihalelerde biz tedarikçiler ile kullanıcılar (Kamu Hastane Birlikleri) arasında sıklıkla ortaya çıkan sorunlar da minimum düzeye indirilecek ve ihtiyaçlar daha kısa sürede sağlanacaktır. İl bazında tek merkezden alım yapıldığında çok fazla sayıda kişi bu amaçla görevlendirilmeyerek personel giderleri, kırtasiye ve diğer giderlerden de tasarruf sağlanacaktır. Ayrıca tek merkezden alım aşamasında küçük, orta ve büyük ölçekli tıbbi malzeme ve tıbbi hizmet tedarikçilerinin aynı anda, aynı ihalelere girebilmesine elverişli şartnameler hazırlanarak yerel, bölgesel ve ulusal bazda tam rekabetin sağlanması halinde fiyat avantajı nedeniyle kamunun elde edeceği tasarruf miktarı toplu alımdan sağlanacak tasarruf miktarından daha da fazla olacaktır. Tek merkezden yapılacak tıbbi cihaz/ malzeme alımlarına ilişkin şartnamelerde, kalem kalem teklif verme veya tıbbi hizmet alımlarında hastanelerin tipine göre A,B,C,D,E; hizmet sunum kapasitesine göre 60, 90 veya 120 numune çalışabilecek cihazlarla ihaleye girilmesine vb. düzenlemelere yer verilmesi hem tedarikçiler hem de rekabet ortamı yaratılması açısından oldukça önemlidir. Tek merkezden yapılacak ihalelerde ihtiyaçların gerçekçi miktarlarda tespit edildiği ve piyasa şartlarını ve ödeme sürelerini de dikkate alan bir yaklaşık maliyet ile ihaleye çıkılması (yaklaşık maliyet belirlenirken sadece MKYS verilerinin tek emsal fiyat olarak benimsenmemesi, bölgesel özellikler, ulaşım vb. nedenlerin de değerlendirmeye alınması) da tasarruf sağlama ve sağlık bakım hizmetlerinde kaliteli tıbbi cihazın kullanılması açısından oldukça etkili olacaktır. Bu konuda son olarak, toplu alım yüzünden kapanacak her iş yeri nedeniyle ortaya çıkacak işsiz sayısının oluşturacağı vergi ve prim kayıplarının, sağlık hizmetinden yararlanmada karşılaşacakları sıkıntılar veya işsiz kalanların tedavi giderlerinin de devlet tarafından karşılanacağının ve yaratacağı diğer sosyal sorunların göz önüne alınmasının ve dikkatle değerlendirilmesinin yararlı olacağını ifade etmek isterim. Toplumdaki herkes gibi bizlerin düşüncesi de kolay ulaşılabilir ve güvenilir sağlık hizmetinden yararlanmanın tüm vatandaşlar için en temel insan hakkı olduğu yönünde- dir. Sağlıkta Dönüşüm Programının temel argümanlarından olan kaliteli ve hakkaniyete dayalı sağlık hizmetinin sürekliliği ise finansal sürdürülebilirlik ile yakından ilgili olduğu gibi hizmet sunumu sırasında kullanılacak tıbbi cihazların beklenen güvenilirlikte ve kalitede olması da hem kullanıcı hem de tedaviyi uygulayan sağlık çalışanları açısından önemli bir diğer etkileyici unsurdur. Tıbbi cihazların tüketiciye güvenli ve istenen kalitede sunulmasını ve gerektiğinde hatalı, sahte veya bozulmuş ürünlerin piyasadan geri çekilmesini sağlamak amacıyla Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından yürütülmekte olan ve Federasyonumuzca da desteklenen, çalışmalarına iştirak edilen ve henüz taslak halindeki “Tıbbi cihaz satışı yapan depo ve perakende satış merkezleri hakkında yönetmelik” çalışmalarıdır. Taslak Yönetmelik son halini alarak uygulamaya girdiği takdirde sektörde merdiven altı üretici/satıcı diye tabir edilen, kimi zaman da çantacı olarak adlandırılan ve faaliyetleri ile sektörümüz imajını olumsuz olarak etkileyen dönemsel firmalar faaliyet sürdüremez hale gelecektir. Ancak Yönetmeliğin uygulamaya girmesi tıbbi cihaz tedarikçilerine kimi yükümlülükler getirmekle birlikte, ihalelere katılacak firmalardan istenecek belgelerde Bakanlıkça verilecek ruhsatın da istenmesine yönelik düzenleme yapılması sektörde sadece güvenilir firmaların faaliyetlerini sürdürmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Sağlık Bakanlığının bir paydaşı olarak hem yerli üreticiler hem de ithalatçılar açısından tıbbi cihaz sektörünün gelişmesi ve Bakanlığımız politikalarının desteklenmesi yanında, tıbbi cihaz alanında inovasyon ve off-set uygulamaları bakımından sektörde faaliyet gösteren tıbbi cihaz üreticilerini ve tedarikçileri ortak paydada buluşturmaya çalışıp sermaye, ortak akıl ve ortak enerjiyi bir araya getirerek ülke ekonomisine yapılacak katkıyı artırmaya çalışmak olacaktır. Ayrıca yerli üretimin artırılması ve sektörde uygulamaya konulacak yeni üretim yöntemleri ile istihdam politikalarına da katkı sağlamak diğer hedeflerimizdendir. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 35 kurumlarımız TÜM TIBBİ CİHAZ ÜRETİCİ VE TEDARİKÇİ DERNEKLERİ FEDERASYONU Türkiye’de mevcut ‘Tıbbi Cihaz Üretici, İthalatçı ve Tedarikçi Dernekleri’ ve üyeleri arasında mesleki birlik, yardım, sosyal dayanışma, uyum ve disiplini geliştirmeyi misyon olarak benimsemiş olan, Tüm Tıbbi Cihaz Üretici Ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu TÜMDEF, 9 Eylül 2004 tarihinde kurulmuştur. Kurulu oluşturulması, Tüzük hazırlanması tamamlanmış, 9 Eylül 2004 tarihinde “TÜMDEF” kısaltması ile “Tüm Medikal Dernekler Federasyonu” resmen kurulmuştur. Daha sonra, 11 Nisan 2007 tarihinde federasyonun ismi “Tüm Tıbbi Cihaz Üretici Ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu” olarak değiştirilmiştir. Tıbbi cihaz sektöründe ilk örgütlenme çalışmaları, ortak amaç ve menfaatlerin gerek kamuoyu, gerekse kanun koyucu kurum ve kuruluşlar nezdinde savunulması ve sektörün ülke menfaatleri doğrultusunda gelişimine katkı sağlanması amacıyla, 1991 yılında ‘Ege Tıbbi Malzemeciler Derneği’nin kurulması ile başlamıştır. Bugün 9 dernek ve 1000’e yakın sektörel firma üyeliği ile faaliyetlerine devam etmektedir. Yaklaşık bir yıl sonra Marmara Sağlık Sektörü İşadamları Derneği kurulmuştur. Bunları, birçok ilde benzer örgütlenme çalışmaları takip etmiştir. Derneklerin ülke çapında yaygınlaşması sonucu, güç birliği yapma amacıyla 2003 yılında Federasyon kurulması fikri etrafında bir araya gelinmiştir. Görüşmeler ve çalışmalar sonucunda 16 Şubat 2004’te dokuz dernek öncülüğünde, geçici Yönetim 36 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Öncelikle Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı olmak üzere, sektör Kamu Kurumları ile ilişkilerimizde, sektörün sivil toplum önderliği konumumuzun getirdiği saygınlık ve ciddiyet içinde, sektörün düzenlenmesine olumlu katkılarda bulunmaya çalışmaktayız. Federasyonumuz, ülkenin sağlık sistemi ve ekonomisine en üst seviyede katkı sağlamayı ilke edinmiş, etik değerleri her türlü ticari kazancın önünde tutan ve bu amaçlar etrafında örgütlenmesini tam anlamıyla sağlamış bir sektör yaratmak vizyonu ile çalışmalarını sürdürmektedir. Sağlık sistemi yeniden yapılandırma sürecinde, yürütülmekte olan birçok mevzuat düzenleme çalışmasında, federasyonumuzun kamu tarafından sektör adına en önemli paydaş olarak görülmesi ve görüşlerinin dikkate alınması, federasyonumuzun yaklaşık 10 yıllık geçmişindeki olumlu çalışmalarının sonucudur. Bugüne kadar dördüncüsünü 2012 yılında düzenlediğimiz “Ulusal Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçileri Kongreleri” ile iki senelik aralıklarla, gerek kamu gerek özel sektör kurumlarını bir araya getirerek, sektörün içinde bulunduğu sorunları ve çözüm alternatiflerini birlikte tartışarak uzlaşma platformu yaratılmaya çalışılmıştır. Kemal Yaz başkanlığında 15 üyeden oluşan Federasyon Yönetim Kurulumuz, Nisan 2010 tarihinde yapılan 5.Genel Kurul ile devraldığı ve 3 yıl başarıyla sürdürdüğü görev bayrağını, 27 Nisan 2013 tarihinde yapılacak 6. Olağan Genel Kurul ile yeni oluşacak yönetime devredecektir. haber KANSER DAİRE BAŞKANLIĞI: “BİZ FARKINDAYIZ, KANSERİ YENECEĞİZ” Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı tarafından “1-7 Nisan Kanser Haftası” dolayısıyla yayınlanan bildiride şu açıklamalara yer verildi: Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kalp ve damar hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebi olması açısından önemli bir toplum sağlığı problemidir. Özellikle ortaya çıkışının önlenebildiği, taramalarla ölümün yok edilebildiği ve erken tedavinin yaşam kalitesine çok şey katabildiği kanser türlerini göz önüne alırsak korunmanın önemi artmaktadır. Ülkemizde her yüz bin erkeğin 280’i, ve her yüz bin kadının 172’si 38 kansere yakalanmaktadır. Doğru korunma stratejileri ile kanserlerin üçte biri önlenebilir. Kanser korunabilir bir hastalıktır. Çevresel etkenler kanser oluşumunun %90-95’inden sorumludur. Kötü beslenme, sedanter yaşam, tütün kullanımı, alkol kullanımı, güneş ışığının zararlı etkilerine maruz kalma gibi kanser oluşumunda etkisi olan çevresel etkenlerin kontrol altına alınması ile kanser görülme sıklığı azaltır. Kanser önleme çalışmalarımız arasında tütün ve obezite ile tüm teşkilatımızla mücadeleye devam edeceğiz. Ayrıca 2013 yılında Türkiye Radon haritalandırma ve eylem planı, Türkiye Asbest Kontrolü Stratejik Eylem planlarını hayata geçireceğiz. Kanser tarama programlarımızla, KETEM’lerimizde “Erken teşhis hayat kurtarır!” prensibiyle yola çıkarak meme, kolorektal ve serviks kanserlerine karşı tarama hizmetlerimizi ücretsiz olarak vermekteyiz. Vatandaşlarımızın kanser taramalarına daha kolay ulaşabilmesi için Mobil KETEM araçlarımızla mahallere kadar giderek taramalara devam etmekteyiz. Bu uygulamayı geliştirerek yurt genelinde yaygınlaştıracağız. Kanser taramaların 2013 yılında tüm illerde Aile Hekimlerimizi entegre edeceğiz. Ülkemizde meme kanserinin daha erken yaşlarda görülmesi nedeniyle meme kanseri tarama yaşı 40’a indirilmiştir. Rahim ağzı kanserlerinin erken teşhisi için 30-65 yaşlarda devam ettirdiğimiz smear (sürüntü) programına HPV testlerini de ekledik. Yurt genelinde bağırsak kanserlerine yönelik 50-70 yaş arasındaki vatandaşlarımızı gaytada gizli kan testi ve kolonoskopi ile tarayacağız. Tüm bu taramalar ile her üç kanserde de erken teşhis oranlarımız artacak, hastalarımızda ciddi yan etkilere yol açan tedavilerin de önüne geçmiş olacağız. Tüm bu çabalarımızla beraber vatandaşlarımızın ağrı kontrolünde kullanılan morfinlere ulaşabilmeleri için yerli morfin üretim çalışmaları başlatılmıştır. Benzer şekilde ilk defa ulusal ilaç firmalarımızca yerli kemoterapiler üretilmeye ve hatta ihraç edilmeye başlanmıştır. Robotik kemoterapi hazırlama ünitelerimizi ve radyoterapi merkezlerimizi 2023 planlamamıza göre yaygınlaştırmaya devam ediyoruz. Türkiye’de uluslararası tüm standart tedavilere her vatandaşımız kolayca ve ücret ödemeden ulaşabilmektedir. Sosyal devletin bir parçası olan bu anlayışımızı önümüzdeki yıllarda da devam ettireceğiz. Hastalarımızı rahat ettirmek için 2012 yılında pilot merkezler ile başlattığımız Palyatif Bakım ünitelerimizi yurt genelinde yaygınlaştıracağız. Önümüzdeki 3 yıl içerisinde 200’ün üzerinde palyatif bakım merkezi kurmayı hedefliyoruz. Böylelikle, kanserle mücade ederken, hayatının son günlerini yaşayan vatandaşlarımızın her türlü ihtiyacını karşılayan, fiziksel, ruhsal, psikososyal ve maddi açıdan destekleyen bir sağlık sistemini kurmuş olacağız. Kanserle mücadele etmenin en önemli parçalarından bir tanesi de veri toplamaktır. Kanser verilerinin toplanması kanser hastalıkları arasında önceliklerin belirlenmesine yardımcı olmaktadır. Ülkemizde 12 olan kanser kayıt merkezimiz 2012’de 15’e çıkmıştır, 2013 yılında toplamda 28 şehirlerimizde kurulacaktır. Kanser Daire Başkanlığı olarak ülkemizde kanserle olan mücadelemiz başta Sayın Bakanımızın desteği olmak üzere, tüm toplumsal unsurların desteği ile devam edecektir. Biz farkındayız, kanseri yeneceğiz… 2013 KANSER HAFTASI ÖDÜLLERİ 1) Onkoloji Hizmet Ödülü; Prof Dr Nijad Bilge’ye 2) Tütün ile Mücadele Ödülleri; Tütün ile Mücadele Ödülleri Dumansız Aileler Projesi ile Malatya eski valisi Doç.Dr.Ulvi Saran’a, ayrıca Dumansız Kampüs Projeleri nedeniyle Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Başhekimi Prof. Dr. Ömer Uğur’a, Gazi Üniversitesi Hastaneleri Başhekimi Prof. Dr. Mustafa Benekli’ye ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Sigara Savaş Grubu Adına Prof.Dr. Fikri İçli’ye, 3) Kanser Taramalarında başarılı olan illerimiz Gümüşhane, Aksaray, Karaman ve Çankırı Halk Sağlığı Müdürlüklerine, taramalarda sivil toplum kuruluşu olarak işbirliği içinde olan Trabzon Umut ve Savaşım Derneği’ne, 4) Kanser kayıtçılığı alanında 20. Yılını dolduran İzmir Halk Sağlığı Müdürlüğü’ne ve İstanbul’da 2012 yılında kanser kayıtçılığına başlayan İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü’ne, 5) Onkolojide Yerli Yatırım Teşvik Ödülü; Koçak Farma’ya, 6) Kanser kontrolünde işbirliği ödülü; İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’a takdim edilecektir. 39 haber SAĞLIKLI NESİLLER İÇİN HİJYENİK GIDA TOPLANTISINDA KONUŞAN GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI MEHDİ EKER: “ÇOCUKLARIMIZIN DAHA HİJYENİK KOŞULLARDA GÜVENİLİR GIDAYA ULAŞMASINI HEDEFLİYORUZ” Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, “Okul Kantinleri İçin Hijyen Kılavuzu” hazırladıklarını belirterek, “Bu, okul kantinlerinde çalışanların eğitiminden başlamak üzere zorunlu bir eğitim olacak, Nisan ayında başlayacak ve bütün kantin çalışanları hijyen eğitimi almış olacak. Bu eğitimi almayan olursa kesinlikle ceza alacak ve onların çalışmasına izin verilmeyecek” dedi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının öncülüğünde “Sağlıklı Nesiller İçin Hijyenik Gıda” sloganıyla çıkarılan, “Okul Kantinlerine Dair özel Hijyen Kuralları Yönetmeliği” ile okul kantinleri için üç önemli adım atıldı. Yeni uygulama ile hijyen standartlarının yükseltilmesi, çocukların daha hijyenik koşullarda güvenilir gıdaya ulaşması, eğitimsiz personel kalmaması hedefleniyor. Toplantıda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ve Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, hazırlanan “Okul Kantinlerine Dair Özel Hijyen Kuralları Yönetmeliği” hakkında kamuoyunu bilgilendirdi. 40 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, projede emeği geçen herkese teşekkür etti. “Sağlıklı Nesiller İçin Hijyenik Gıda” sloganının önümüzdeki dönemde Sağlık Bakanlığının, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte yürüteceği en önemli çalışma alanlarından biri olduğunu vurgulayan Bakan Müezzinoğlu, “Çünkü bizim için sağlıklı nesiller önemli bir hayal, sağlıklı beslenme ile sağlıklı bir yaşam felsefesine sahip olmaları bakış açımızın yine önemli bir boyutudur. Yalnız sağlıklı beslenme değil yaşama sağlıklı bakabilme ve yaşam dinamiklerini sağlıklı bir hayat felsefesi üzerine oturtabilmeyi hem Milli Eğitim Bakanlığı, hem Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı olarak önemsiyoruz. Bu nedenle bir taraftan sağlıklı beslenirken, diğer yandan sağlıklı bir fiziksel yaşamı devreye sokmak ve bu anlamda hem aile içinde hem de okullarımızda sağlık beslenme, hijyenik ortamları sağlama hedeflerimizi önümüzdeki süreçte çok daha dinamik, çok daha aktif olarak değerlendirmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu. BAKAN MÜEZZİNOĞLU: “KANTİNDEKİ GIDALARIN HİJYENLE SUNULMASI ÇOK ÖNEMLİ” Sağlıklı beslenmede eksiklik veya hata olması durumunda, ya obeziteyle ya da anemi gibi farklı hastalıklarla karşılaşıldığını belirten Müezzinoğlu, “O zaman çocuklarımızın ya algılamada sorunları oluyor ya da kendilerini bir ortama adapte etmekte problemler yaşıyorlar. Devam veya devamsızlık sorunları, hayata dinamik veya aktif olarak katılmada yetersizlikleri de oluşabiliyor. Bu nedenle beslenmenin sağlıklı olması ve dolayısıyla çocukların kantinden beslenmeleri, kantindeki gıdaların hijyenle sunulması çok önemli. Önümüzdeki süreçte kantinlerde hizmet veren sunucuların eğitimden geçirilmesi ve sertifikasyonu en önemli stratejik alanlarımızdan bir tanesi olacak” ifadelerini kullandı. röportaj YENİ SAĞLIK BAKANI DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU’NUN KULAĞINA KÜPE OLAN BABA NASİHATİ: Röportaj: Osman GÜZELGÖZ “Oğlum Biz Sana Güveniyoruz. Önce Kendini Mahcup Etme, Sonra da Bizleri…” Yeni Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu birçok bakımdan farklı ve istisnai bir insan. O, Batı Trakyalı mütevazı ve dindar bir ailenin beklenenden geç gelen zeki, çalışkan, idealist ve kararlı çocuğu. Bakkal dükkânı olan, çiftçilikle uğraşan ve köyün camisinde müezzinlik yapan (Rahmetli) Ali Efendi’nin ilk oğlu olan Mehmet’in; Türkiye’ye, ana vatana gitme kararlılığı ile başlayan, yaşadıkları ve karşılaştıkları ile gerçekten “roman” olacak kadar ibret dolu bir hayat öyküsü var. Türkiye’de doğup büyüyenlerin asla bilemeyecekleri “vatansızlık” duygusunu iliklerine kadar hissetmiş birisi Sayın Müezzinoğlu. Zorluklardan, güçlüklerden, yüzüne kapanan kapılardan korkmayacak kadar dirayetli, tevafuklara inanan mütevekkil ama bir o kadar da azimli bir fıtrata sahip. Sağlık Bakanımızla hususi bir röportaj gerçekleştirdik. Bunu klasik bir soru cevap formatında değil de, kendi duygu dünyasını yine kendisinin bize anlatması şeklinde yapmayı arzu ettik. Röportajımız sırasında çok nadir araya girip bazı sorularla konuyu detaylandırdım. Daha çok kendisi “kendini” anlattı bize. Hem de ne anlatış; gürül gürül akan bir duygu seli ile… Bu söyleşide Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu ile doğduğu köyden başlayan anlamlı bir yolculuk yaptık. Nereye kadar geldiğimize röportajın sonunda siz karar vereceksiniz. Ben sadece anlatımlarını ara başlıklar koyarak şekillendirdim. Şu ana kadar yapılan benzer söyleşilerde bulamayacağınız nüansları da bu röportajda bulabileceğiniz kanaatindeyim. Şimdi sizleri Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun, Batı Trakyalı Mehmet’in yaşam öyküsünü sımsıcak bir samimiyetle bize aktardığı sohbete davet ediyorum. Buyrun, virgülüne bile dokunmadan birlikte okuyalım: 42 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Doğduğum Köyden İlk Hatırladıklarım… 9 Ocak 1955’te Batı Trakya’nın Gümülcine Vilayeti Kozlukebir Nahiyesinde doğmuşum. İlk hatırladığım, herhalde 4-5 yaşlarındayken rahmetli “Babadedemi” hacca uğurlama törenidir sanırım. O köyden giderken kalabalık bir grup tekbirlerle köyün dışına kadar, otobüse kadar yürümüştük. Ben de o grubun arkasında kendimi böyle hayal meyal hatırlıyorum. Ufak bir çocuk, 4 veya 4,5 yaşlarındayım. İşte o tekbir getirilen an var hafızamda, kalabalıklar var, rahmetli babadedemi Hacca uğurlarken. Ondan daha ileri veya geri olarak bir şey hatırlamıyorum. Köyümüz büyük bir köydü, nahiyeydi, 450 haneli bir köy, 1200 nüfusu olan bir nahiye… Bölgede 13 köy bizim nahiyeye bağlıydı. Nahiye Müdürü de rahmetli babamın amcasıydı, o da rahmetli oldu. Uzun süre görev yaptı, sevilen bir Nahiye Müdürüydü. Çocukluğum, Ailem, Babam… Ailenin ilk çocuğuyum ben. Biraz da geç gelen bir çocuğum, 6-7 yıl sonra. Annenin, ailenin beklediği, uğraştığı bir evladım. Benden sonra 2 yaş küçüğüm bir erkek kardeşim var, bir de kız kardeşim var, o benden 10 yaş küçük, yani üç kardeşiz. Ben ufakken bakkal dükkânımız vardı, çiftçilik yapıyorduk. Buğday, mısır, bağ-bahçenin yanında esas gelir kaynağımız tütüncülüktü. Yani büyük oranda tütün eker, tütün işler ve tütünleri satarak geçinirdik; ana geçim kaynağımız tütündü, diğerleri yardımcı ürünlerdi. Bir de babam köyün müezzini idi. Bana da işte çocukluğumda küçük müezzin, küçük müezzin derlerdi, sonra da Müezzinoğlu… Tabii köyün minaresinde çok ezan okumuşumdur. Camide özellikle Ramazanlarda müezzinlik yapmışımdır. Çocukluğum tarla, okul ve bakkal dükkânı üçgeninde geçmiştir. Sağlıklı bir ailem vardı, sağlıklı bir çocukluk geçirdim. Dedemler, dayımlar, teyzemler, amcamlarla bir aradaydık. Zaman zaman düşünürüm, evlatlarımın da baba-evlat ilişkisi benim rahmetli babamla yaşadığım gibi geçmesini isterim. Onun bana hiçbir zaman güvensizliğini hissetmedim, her zaman arkamda durdu destek oldu, sahip çıktı ve ben de onlara layık olmaya çalıştım. Bizde ilkokul 6 sene, ilkokul bittikten sonra Gümülcine’de iki tane gidebileceğimiz Türk okulu vardı; Bunlardan birisi Medres-i Hayriyye diye bizim imam hatiplerimiz dengi diye yorumlanan bir okuldu. Üç sene oraya gittim. Türkiye’den gelen hocalarımız vardı ama onlar çok kısa süreli geliyordu. İki tane ilkokul öğretmenimiz vardı, birinci sınıfta başladık, altıncı sınıfta onlarla bitirdik. Dolayısıyla hiç değişmeyen iki tane öğretmenim oldu. Onlar bize eğitimde ve o günkü eğitim koşullarına çok şey vermişler, Türkiye’ye geldiğimde açıkçası çok eğitim sıkıntısı da çekmedim. Ana Vatan Özlemim, Türkiye’ye Gelme Kararlılığım… 14-15 yaşındaydım. Zor bir süreçti. Gümülcine’nin yanında bir Dedeağaç vilayetimiz vardı. Okul bizi gezi olarak Dedeağaç’a götürmüştü. Bir de Kavala vardı, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın heykelinin olduğu Kavala’ya götürmüştü okul bizi. Yani en geniş çemberimiz Dedeağaç, Gümülcine ve Kavala, o kadardı. Ama ana vatan işte, ana vatana gitme özlemi... Radyoyu dinliyorduk. Ben 7-8 yaşlarımdayken rahmetli babam eve radyo almıştı. Büyük bir bataryası vardı, bizim kaldıramadığımız 4-5 kiloluk bir batarya… Radyo akşam 12’de kapanır, sabah 7’de, 8’de açılırdı. Ben tabii pasaport nedir, yurt dışına çıkmak nedir bilmiyordum. Ama bizden önceki yıllarda Adapazarı’na veya Balıkesir’e giden abilerimiz vardı. O abilerle, biz de nasıl gideriz, nasıl olur, ne yapıyorsunuz gibi konuşurken gitmeye niyet ettim. Ama ailenin çok daha geniş bir dünyası yok. Türkiye’de de herhangi bir tanıdığımız veya akrabamız da yok. Dolayısıyla, kendimin de gidersem şuraya gideceğim diyeceğim bir kişi veya yer de yok. Ama bütün buna rağmen niyetim var gitmek için. Önce o çocuk aklımla bizim Gümülcine’de Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğu var. Hiç kimseye sormadan Başkonsolosluğa gittim. Ortaokul öğrencisiyim, yılsonu yaklaşıyor, üçüncü sınıftayım, muhtemelen Mayıs ayı. Kapıda zile bastım, bir pencereyi açtılar. Buyur dedi. Dedim, ben Türkiye’ye gitmek istiyorum. Pasaport dediler. Pasaport yok dedim. Öncelikle pasaport çıkartmanız lazım, dediler. O zaman anladım pasaportun ne olduğunu ama nerden çıkartıldığını bilmiyorum. Artı bu konuyu kimseyle de konuşmuyorum. Kendi duygu dünyamda bir niyetim var, bir de Türkiye’ye gideceğime göre Türkiye Başkonsolosluğuna gitmem lazım bakayım ne diyecekler diye düşündüm. Onlar pasaport çıkartman gerekir deyince, tabii bir de aileyle konuşmam lazım. Babamın Beni Şaşırtan Cevabı: “Oku da, İstersen Amerika’ya Git!” Biliyorum ki annem karşı çıkacak. Dolayısıyla önce işi stratejik götürmem lazım, tarlada yoncalarımız vardı, yonca çeviriyoruz. Bir ara dinlenirken tarlanın kıyısında babamı gördüm, baktım ki ortam müsait, “Baba okumak için Türkiye’ye gitmek istiyorum” dedim. Hiç beklemediğim, hiç de unutamadığım bir cevap verdi babam, “Oğlum oku da istersen Amerika’ya git” dedi. Yani o zaman Türkiye’ye bile nasıl gidileceğini bilmeyen bir çocuk için babanın “Oku da istersen Amerika’ya git!” demesi hem özgüvenimi çok besledi hem de hiç unutmayacağım bir hatıra oldu. Yani bana güvenen birileri vardı. Elhamdülillah çok iyi bir baba-evlat hukukumuz oldu babamla. Rabbim gani gani rahmet eylesin. Sonradan tabii akşam eve bu konu gelince evde fırtınalar koptu. Annem Fatma Hanım, “Çok mu çocuğumuz var, oralarda kimimiz var, nereye gidecek, sokakta mı bulduk biz bunları!” gibi serzenişlerde bulundu. Epeyi bir fırtına koptu ama benim kararlılığım işi 1 hafta, 10 gün sonra yoluna soktu. Pasaport çıkartmamız gerekiyor ama yine o arada evdeki fırtına dolayısıyla konuyu da çok açamıyorum. Pasaport için Şapçı kazamız var, Şapçı kazasına gittim. İşte bu arada oradaki büyüklerime falan soruyorum SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 43 ne yapacağımı. Vesikalık fotoğraflar çektirdim, karakola gittim, Şapçı’daki karakola anlattım derdimi. Dediler ki nahiyede, köyündeki karakola gideceksin. Döndüm köydeki karakola gittim, yine aileden kimsenin haberi yok. Babanla geleceksin dediler, çünkü 14 yaşında çocuğum yani neticede reşit değilim. Ondan sonra akşam tekrar böyle suhuletle dedim baba böyle böyle, artık pasaportu çıkartmamız lazım, ben fotoğrafları hazırladım, işte karakola da gittim seni istiyorlar. Ertesi gün müracaatları falan yaptık. Sonra yaklaşık okullar açılmadan 20 gün kadar önce Türkiye’ye geldim. Cebimde Bin Lira İle Türkiye Yolculuğu, Babamın Kulağıma Küpe Olan Nasihati Cebimde bin liram var. Sonraları anladım, bin lira ne kadar değerliymiş. Babamdan “Sirkeci’de şu otele gideceksin, oradan Adapazarı’na geçeceksin. Aman bak Sirkeci’de dikkat et, paranı çaldırma, hepsini yanında taşıma” gibi tembihler aldım. Tabii yine unutamadığım bir şey rahmetli babamla ilgili; tam trene binerken elinde valizimiz, elimden tuttu; “Oğlum, yolun açık olsun, biz sana güveniyoruz. Önce kendini mahcup etme, sonra da bizleri…” dedi. O cümlesini hiç unutmam. Çünkü genelde anneleri babaları “sakın bizi mahcup etme veya bizi utandırdın, bizim başımızı eğdin” gibi şeyler söylerken duyarım. Bu yüzden, “önce kendini mahcup etme” cümlesi çok etkiledi beni. Yine öğrenciliğim döneminde de hep o cümle beni kontrolde tutmuştur. Zaman zaman ufak tefek hatalarımız olsa bile, “Aman ha Mehmet ne yapıyorsun, kendine gel, sana güvenenler var, kendini mahcup etme” demişimdir kendi kendime. Türkiye’de 40 Günlük Çok Zor Bir Süreç… İlk geldiğimde çok zor bir süreç oldu, yaklaşık 40 gün süresince. Türkiye’de bürokrasiyi, bürokrasinin çıkmazlarını algılayamadım. Ankara’ya geliyoruz, Kızılay’da Milli Eğitim Bakanlığı deniyor, Milli Eğitim Bakanlığına gidiyoruz. İçişleri Bakanlığı deniyor, 44 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 İçişleri Bakanlığına gidiyoruz. Tabii elimizden mutlaka tutanlar var ama akrabamız, eşimiz-dostumuz falan yok. Bir dilekçe veriyoruz; git, haftaya gel diyorlar. Yaklaşık 40 gün veya 1 ay kadar sonra bir yerde işim oluyor, bir yerde olmuyor, nerede olduğunu, nerede olmadığını da algılayamıyorum. Çünkü o bakanlıktan bu bakanlığa koşturuyorum. Talim Terbiye diyorlar, Talim Terbiye’ye gidiyorum. İşte ne bileyim, İçişleri Bakanlığında şu şubeye gideceksin diyorlar, oraya dilekçe veriyoruz. Bol bol dilekçe yazmayı öğrendim. “Aslen Batı Trakyalı olup” diyerek başlıyor, cümle bu. 1 ay kadar sonra olmaz dediler. Adapazarı’nda da artık paramız azaldı, otelde kalamıyoruz. Adapazarı’ndaki imam hatibin temizlikçisinin gecekondu evi var. Bizde kalsın dedi. Evinde girişte bir sahanlık vardı ayakkabıların çıkarıldığı sahanlık, oraya hanımı yatak yapıyordu. İşte orada herhalde 1 hafta, 10 gün kaldım. Sonra dediler ki bir eczacı senatör var, senatöre bu çocuğu götürelim. Ondan sonra Adapazarı’nda eczacı senatör İsmail Beye gittik. Allah rahmet eylesin. Dedi ki Salı günü Ankara’ya gel, beni şurada bul, Kızılay’da falan. Neyse biz yine Salı günü geldik Ankara’ya, onu bulduk, o beni Dışişleri Bakanlığına götürdü. Dışişleri Bakanlığında önce rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil’e gittik… Orada bir şeyler anlatıldı. Ondan sonra Batı Trakya veya Yunan Dairesinden birini çağırdı. Orada, biz bunu imam hatibe alamayız, ancak ortaokula alabiliriz dediler. Kapanan Kapılar… Açılan Kapılar… Yıkılan Hayallerim… Yeşeren Ümitlerim… Orada bana ortaokula alabiliriz denince, “benim için fark etmez, ben buraya okumaya geldim” dedim. Ama seni ortaokula almamız için de ilkokul diploması getirmen lazım dediler. Ben ilkokul diplomasını medreseye giderken oraya vermişim, üç sene okuduktan sonra da buraya tasdiknameyle gelmişim. Elimde diploma yok, alıp getirme şansım da yok. Tabii orada birden yine dünyam yıkıldı. Paramız da büyük oranda bitmişti ve umutlar da bitti, yani Bakana, Dışişleri Bakanına kadar çıkmışız ama yine olmamış, artık bizim de umudumuz kalmadı. Sonra döndüm İstanbul’da otele, oradan trenle geri dönecektim. 40 gün falan oldu, tren yol parası kadar paramız kalmıştı, günlerden Cuma günü, hiç unutmam. Cuma akşam 7’de var tren, sadece akşamları kalkıyor. Cuma’dan sonra saat 2 gibi tren istasyonuna gittim bilet almaya, gişede bir yazı; “Kolera nedeniyle Yunanistan seferleri iptal edilmiştir”. Bir daha dünyamız karardı. Çünkü artık burada umut yok, para yok, gitmemiz lazım ama gidemiyoruz. Ondan sonra otele gittim. Otelin sahibi İhsan Ağabeye; “İhsan abi, gidecektim, ama tren seferleri iptal olmuş, param da yok” dedim, “Olsun oğlum, gece bekçisi Arif var, Tokatlı Arif, onunla kalırsın, onunla yer içersin” dedi. Otelin adı Erzurum Palas Oteli, ama nedense bizim Batı Trakyalılar orayı adres edinmişler. Yani onun neden öyle olduğunu bilmiyorum. Batı Trakyalılar Sirkeci Tren Garının yanında Erzurum Palas Oteline gidiyor, üçüncü sınıf bir otel. İhsan Abi Çorumlu, gece bekçisi Arif de Tokatlı. Biz tabii orada kalınca onlarla hep akraba gibi olduk. Sonra tabii cumartesi yapacak hiçbir şey yok. Üç öğün de Arif’le yiyemezsin ama para da yok. Biraz yarı aç yarı tok geçirdik. Pazar günü de etraftan, Yalova’dan, Zeytinburnu’ndan, Bakırköy’den Batı Trakyalılar, bizim hemşerilerden kim var kim yok diye oraya geliyorlar. Biz de Pazar sabahından itibaren kim gelecek diye bekliyoruz. Sonra saat 10-11 gibi bizim köyden Allah rahmet eylesin bir aile dostumuz geldi. Rahmetli babam onunla para göndermiş. Para gelince bir nefes aldık. En azından karnımızı doyuracak, otele paramızı verecektik. O gelen para bizi en az 10-15 gün idare edecek, 10-15 gün sonra neticede tren yolu açılır, biz de geri döneriz. Artık başka bir umudumuz yok. Türkiye’de ‘Dayı’nın Ne İşe Yaradığını Öğreniyorum! Kalma umudumuz yoktu. İyi kötü namerde muhtaç olmayalım, kendi kendimizi idare edelim. Bu anlamda o para beni psikolojik olarak çok rahatlattı. 1 saat kadar sonra benim medresede aynı sınıfta okuduğum, yurtta aynı odada kaldığım, köylerimiz arasında yaklaşık 10-11 kilometre mesafe olan bir arkadaşım çıkageldi. “Hakkı ne yapıyorsun” dedim. “Ben okuyorum” dedi. Nerede okuyorsun? İstanbul İmam Hatip’te. “Nasıl olur biz 40 gündür kapı kapı gezdik olmadı, seninki nasıl oldu” dedim; “Benim burada dayım var” dedi. Zaman zaman espriyle hep bunu derim; Türkiye’de dayının ne işe yaradığını 14 yaşında öğrendim diye. Hakkı’ya sordum, senin dayın benim işimi de yapmaz mı diye. Yapar dedi, niye yapmasın. Nerede dedim dayın, Kadıköy Selamiceşme’de. Atladık Kadıköy vapuruna gittik Selamiçeşme’ye, muhtemel öğlen saat 12-1, biz Selamiçeşme’deyiz. Neyse, Allah selamet versin, uzun ömür versin Selahattin Abi ile eşi yenge hanım bizi misafir ettiler. O akşam orada kaldık. Hala da görüşürüm, Allah onlardan razı olsun. Sabahleyin hemen Kadıköy’den kalktık erkenden İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gittik. İstanbul İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı herhalde tanıdığı arkadaşı, çünkü Müdür Yardımcısının odasına gittiğimizi hatırlıyorum. Sonra elimize bir yazı verdiler, İstanbul İmam Hatip Lisesi 5-B sınıfına misafir öğrenci olarak kaydı uygundur. Elimizde yazı, Pazartesi günü üçüncü derste biz İstanbul İmam Hatip sınıfında derse girdik. Öğlen tatilinde de yurda kaydımızı yaptırdık. Ondan sonra o akşam da yurtta kaldık. Hep Açılan Kapılar ve Güzel Tevafuklar! Hani derler ya yani Cenabı Allah bir kapı kapatırsa binlerce kapı açar diye. Ben o günden beri hiçbir zaman karşıma olumsuzluklar, zorluklar çıktığında moralimi bozmam, hiç umutsuzluğa düşmem. Yani neticede burada bir olumsuzluk, bir sıkıntı, bir zorluk varsa, bir başka yerde bir SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 45 kapakkonusu farklı kapının açılabileceğine inanırım. Ömrüm boyunca da hep bu kapıların açıldığını görmüşümdür. Tabii o süreç içinde yine bazı sıkıntılarımız oldu, özellikle şahsım adına değil ama Hakkı bana vesile oldu, sonra aynı olumsuzlukları Hakkı da yaşadı, sınır dışı edildi. Sonra Türkiye’ye vize verilmedi. Sınır dışı edilme yazısı bana yılsonu Mayıs ayı gibi geldi. Aynı yazı Hakkı’ya da gitti, bizim baştan karşılaştığımız olumsuzluklarla Hakkı sonradan karşılaşmaya başladı. Biz Hakkı’nın arkasından o yola girdiğimiz için bizimki daha gecikmeli geldi. Bana, Mayıs ayında sınır dışı edilme yazısı geldi. Sonra okul müdürü, yabancılar şubesi, devamsızlık hakkımı da kullandırarak, 13-14 gün de idare edelim dediler. O şekilde seneyi tamamladım. Ondan sonraki süreçte vize konularında bir olağanüstülük yaşamadan dönemi atlattık. Ama Hakkı eğitimini devam ettiremedi, Hakkı ve dayısı bizim burada kalmamıza vesile oldu ama kendisi Yunanistan’da kaldı. Kader tabii. Bazılarına zaman zaman kapılar kolay açılırken sonra kapanıyor, bazıları için de önce kapandıktan sonra açılıyor. Hani ayeti kerime der ya: “Hayır zannettikleriniz şer, şer zannettikleriniz de hayır vardır.” 46 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 5-B Sınıfı ve Recep Tayyip Erdoğan İle Tanışma Tabii o yılın bir getirisi, 5-B sınıfında bugün Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’la aynı sınıfta sınıf arkadaşlığı yapmak... Tevafuk oldu. Ondan sonraki süreçte gidip geldik, zaman zaman zorluklar oldu. Kıbrıs çıkartmasında orada yakalandık, yaz tatillerinde zaten gidiyoruz. Kıbrıs çıkartması sonrası gelip üniversite imtihanlarına yetişemedim. ODTÜ Matematiğin kayıtlarına gelemedim, kazandım kaydolamadım. Sonra işte bir Erzurum’a yabancı uyruklu statüsüyle kayıt olabiliyordum. Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesinde 1 yıl okudum. Sonra Tıbbiyeyi kazanınca Cerrahpaşa’ya geldim. Aslında hukuk bekliyordum, çünkü bir taraftan İmam Hatip diplomam vardı, onunla Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesine kaydolmuştum. Lise farklarını vererek de lise diploması aldım, lise diplomasıyla da İstanbul Hukuk’u kazanırsam hukuka kaydımı yaptıracağım, onun devam mecburiyeti yok. Yani Erzurum’da okuyacağım, İstanbul Hukuk’u da takip ederek, imtihanlarına girerek bir taraftan ziraat, bir taraftan hukuk bitireceğim... Ama Tıbbiyeyi kazanınca o defterlerin ikisini de kapattık, çünkü çocukluğumdan beri en çok istediğim meslek hekimlikti. Tıp Talebesi İken Faize Hanım ile Evlilik ve Çocuklar… 77 yılında tıbbiye ikinci sınıftayken evlendim. Hatta nişanlanmam Kıbrıs çıkartmasının olduğu gündü. Kız istemeye rahmetli amcam gitti. O günün akşamında da sokağa çıkma yasağı başlamıştı. Bizim köy Türk köyü olunca, Rum tankları köyü sardı. Hava kararmadan akşam ezanından önce gidildi kız istemeye. Eşim de aynı köyden. 3 yıl nişanlı kaldıktan sonra 77’de evlendik. Büyük kızım (Nesrin Hanım) 1978 yılında orada doğdu, küçük kızım (Feride Hanım) 1982’de Türkiye’de doğdu. Yine Yeniden Kapılar... Kararlar ve Türkiye’ye İltica İçin Kaçış Kıbrıs çıkartmasından sonra Yunanistan’da azınlığa asimilasyon baskıları olmaya başladı. Biz tıbbiyeyi bitirmişiz ama orada hekimlik yapma hakkı vermiyorlar. Türkiye’de de yabancı uyrukluyuz diye hekimlik yapma hakkımız yok. Dolayısıyla iki taraftan baskıdayız, zor durumdayız. Aile yıllarca büyük oğlunu okutmuş ama bir mesleği de olsa yapabilecek koşulları yok. Evlenmişiz hayata tutunmamız lazım, çoluğumuz, çocuğumuz var. Bir tercih yapmak durumundayız, Yunanistan’da istikbalimiz karanlık görünüyor, Türkiye’de ise vatandaş olmadığımız için hekimlik yapma şansımız yok. Dolayısıyla çıkış yolu, Yunanistan’dan Türkiye’ye iltica etmek. Ben de dedim ki, Türkiye iltica edeceğim kaçak olarak. İnsan tacirlerimi deniyor ne deniyor onlardan yardım alıp Meriç Nehrine kaçarak geldim 83 Ağustos ayında. 4 gün kadar Edirne’de, İpsala’da nezarette kaldık. Son 3,5 - 4 yıl haymatlos (vatansız, dünya vatandaşı) olarak Türkiye’de kaldım. Yunanistan vatandaşlıktan atıyor, Türkiye Cumhuriyetinde vatandaşlık müracaatında bulunuyoruz. Vatansızlığı İyi Bilirim! Bir taraftan da Haseki Hastanesinde haymatlos olarak dâhiliye ihtisasıma devam ettim. Batı Trakya’ya da vatandaşlık kolay vermiyorlar, oradaki nüfus azalmasın diye. Müracaatları- mıza Bakanlar Kurulundan ret kararı geliyor. Bir sene geçiyor bir daha müracaat ediyorum, yine ret geliyor. Sonradan tabi bir taraftan da ihtisasım bitiyor. Bu sefer ihtisasım bitmiş olmasına rağmen yine hekimlik yapma şansım yok. Bir ülkenin vatandaşı da değilim ki, hani Almanya’ya, İsviçre’ye bir yere gideyim. O şansım da yok. Dolayısıyla dünya vatandaşı olarak bir çıkış yolu, tek bir çıkış yolum var, ne yapıp yapıp Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak. Başhekim Alaattin Yavaşça Sorunu Çözüyor Yine kapılar tam kapanıyor derken, bir gün arşivden dosyamı çıkartan Ganimet Hanım bana, “Doktor Bey Bakanlar Kuruluna ret kararı için yazı yazılacak” dedi. Vatandaşlık talebi yine reddedildi. “Ya hu abla bunun çıkış yolu yok mu?” dedim. “Başhekimle aran nasıl?” dedi Ganimet Abla, “Başhekim, bu doktora bizim ihtiyacımız var diye talepte bulunursa istisnai durumdan vatandaşlık alabilirsin, başka türlü alamazsın” gibi bir cüm- le söyleyince benim dünyam yine aydınlandı. Çünkü Başhekimimiz Alaattin Yavaşça Bey de, Allah uzun ömür versin, çok değer verdiğim bir büyüğümdü. Babamdan sonra yine en çok iyiliğini gördüğüm, gerçekten çok farklı bir değerdi benim için. Beni de çok severdi, onların aile doktoru gibiydim Haseki’de. Ben bütün olmazları bir tarafa bıraktım hemen İstanbul’a Hocama gittim, “Hocam benim böyle bir yazıya ihtiyacım var” dedim. Git Recep Beye (idarede kâtip Recep Bey vardı) istediğin gibi yazdır getir dedi. Sonra o yazıları yazdık. 1-2 defa Ankara, öyle değil, böyle olacak dedi, bazı zorluklar çıktı ama Alaattin Bey 10 defa gerekirse 10 defa yazacağım dedi. Herhalde 6-7 defa yazı yenilemesinden sonra 27 veya 28 Ağustos 1986’da ihtisas sınavımı verdim, 1 Ekim 86’da da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı geldi. Hem ihtisasım bitti hem vatandaşlık geldi. Ondan sonra aynı hastanede başasistan olarak kaldım. Üç yıl baş asistan olarak hizmet verdim. Sonradan da özel muayenehane, poliklinik derken bir hastanenin kuruculuğunu yaptım. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 47 Recep Tayyip Erdoğan İle Tekrar Kesişen Yollar ve Açılan Yeni Kapılar… Tabi 92 yılında bir farklı şey gelişti. Sayın Başbakanı takip ediyordum, siyaset yapıyordu ama önce vatandaş olamamam, vatandaş olduktan sonra kendi ayaklarımızın üzerinde durma çabamız derken o mücadelede yalnız takip edebiliyordum, herhangi bir iletişimimiz yoktu. 92 yerel seçimlerinde İstanbul’da 6 ilçede seçim oldu, Avcılar da bunların arasında. Biz de Avcılar’ın ilk dâhiliye doktoruyuz, Avcılar’da girmediğimiz ev yok, sevilen bir doktorum. Bölge olarak Avcılar’ı iyi tanıyorum. İşte Doğru Yol Partisi geldi bizden belediye başkanı adayı ol, yok dedim ben. Hakikaten siyaseti düşünmüyorum ve işim gücüm var. Sonra Anavatan Partisi geldi ki o zaman Anavatan Partisi’nin o bölgede çok güçlü olduğu dönemdi. Oraya da ben yine düşünmüyorum dedim. Refah Partisi bir araştırma yaptırıyor; Mehmet Müezzinoğlu diye bir doktor var, onu alabilirsek başarılı olabilir diyorlar, Tayyip Bey’e isim gidiyor. O zaman diyor bunu bir ziyaret edelim. Tabi benim imam hatipteyken soyadım Mehmet Alioğlu’ydu. Sonradan Mehmet Mehmet oldu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olurken de soyadı talebi oluyor, bana da hep köyde veya rahmetli babamı tanıyanlar, aileyi tanıyanlar küçük müezzin veya Müezzinoğlu dedikleri için ben soyadımı Müezzinoğlu olarak istedim. Kardeşlerimin soy ismi Şapçı’dır. Yani bizim sülalenin soyadı Şapçı. Dolayısıyla benim kardeşimle soyadlarım da farklıdır. “Yahu Sen Bizim Alioğlu Değil misin?” Sonra gidelim bir kendisiyle görüşelim diyor Tayyip Bey. Neyse bize diyorlar ki, böyle böyle Tayyip Bey size ziyarete gelecek. Tabi hayhay diyorum ben kimin geleceğini bilmiyo- rum da 92 Ağustos ayında. Ama Tayyip Bey de Avcılar’da tanınan, sevilen bir doktora geleceğini biliyor sadece. Kapıdan girer girmez şöyle bir dikkatli baktı “Yahu sen bizim Alioğlu değil misin?” dedi. Düşünün, tam 20 yıl sonra beni bir kez görünce tanıyor ve soruyor bunu. Ben de evet dedim. Ondan sonra içeriye geçti, siyaset ve adaylık konusu gündeme gelince ben siyaset yapmayı düşünmüyorum dedim ama epey kalabalık bir heyetle geldiler, 30-35 kişi. Onlara sordu ne düşünüyorsunuz diye. Sonra “adayımız belli, o da doktor bey” dediler. Ben ona rağmen evet demedim ama sonra eşimle o gece bir daha, bir daha düşündük ve sabah ezanı okunurken dedik ki, yahu neticede bu ülke bize bir şeyler nasip etti, vatandaşlığını aldık, imkânlar elde ettik, bu bölgede sevildik bir talep var, bir de borcumuz sorumluluğumuz var. Bu sorumluluktan kaçmak olmazdı ve sabahın erken saatinde karar verdik; sizden bir talebimiz yok, size teslimiz dedik. O gün bugün siyasette bu bakışla devam ediyoruz. 92’de öyle başlayan süreç bugüne kadar geldi. Batı Trakya İle İlgili Düşünceler… Batı Trakya için olduğu kadar, Balkanların tamamı için söyleyebileceğim bir şey var, gittiğim bütün Balkan ülkelerinde gördüm bunu, Makedonya’da, Kosova’da ve Batı Trakya’nın her tarafında bütün gönül dünyası, hayal dünyası tamamen ana vatan üzerine şekillenmiş. Varsa yoksa ana vatan. Belki de Yunanlıların hep ikinci sınıf vatandaş olarak görüyor olmasının da etkisi vardır. Bizim oradaki vatandaşlarımız da Yunanistan’a veya oradaki yönetimlere kendi yönetimi veya kendi ülkesi gibi bir duyguyla bakmaz. Biraz da Yunanlılara karşı kendi içinde değerlerine sahip çıkarak yani biz Türk’üz ve Müslümanız diyerek kendilerini korumaya çalışırlar. Onlar baskı yaptıkça biz kendi içimizde, kendi değerlerimize daha çok sahip çıkmışız. Oradaki o kendi değerlerine kilitlenme, Türkiye’ye geldiğimizde zaman zaman bizi hayal kırıklığını da uğratmıştır. Çünkü kendi değerlerinizi zor 48 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 koşullarda koruyan bir kitle olarak Türkiye’yi o değerler anlamında daha ileride bekleriz, hayal ederiz. Oradaki zafiyetler dolayısıyla niye böyle gibi yadırgadığımız, kendi duygu dünyamızda fırtınalar yaşadığımız da olmuştur. Hayata Dair Vazgeçilmez Prensipler: Saygınlık… Samimiyet… Duyarlılık… Ben hayatı biraz saygınlık, samimiyet ve duyarlılık üzerine şekillendiririm, yani gençlere de bu kelimeleri söylerim. İnsanın kendisine saygısı olması gerek. Kendisine saygısı olmayan insana, bir başkası saygı duymaz. Kendisine yalan söyleyen bir insan, ne kadar çok severse sevsin bir başkasına da mutlaka yalan söyler. Çünkü insan en çok kendini sever. Kendisine yanlış yapabiliyorsa, bir başkasına da yapmaması mümkün değil. Dolayısıyla saygınlığı, samimiyeti çok önemserim. Bir de duyarlılık, yani diyelim ki ben kendime çok saygı duyuyorum çok da samimiyim ama duyarlılığım yok; işte o zaman bunun çok da anlamı yok. Çok duyarlıyım, ama samimi değilim, onun da anlamı yok. Yani hayatı bir sacayağı gibi gördüğünüzde yani samimi olma, kendine ve karşısındakine saygı duyma ve duyarlı olma. Ben gerek mesleki hayatımda, gerek kendi özel yaşamımda, gerekse siya- set hayatımda bu üç kelimeyi ısrarla ve inatla söylerim. Çocuklarıma, yakın çevreme de... Ama bunu söylemekten ziyade kendi hayat felsefeme bunu koyarım, yani öncelikle ben kendime saygımı yitirmeyeyim. İki; karşı tarafa samimi olayım. Yapabileceğim azdır, çoktur, bazen hiçtir veya yapamayacaksındır. Bilirsin darılacaktır, bilirsin küsecektir karşındaki belki. Ama yani neticede yapamayacaksın. Niye? Çünkü ona göre doğru olan sana göre doğru değildir. O zaman, “Kusura bakma, bana göre doğru değil ve yapmayacağım” diyebilmek lazım. Yani topluma, çevrene duyarlı olmak lazım, bu üç kelimeyi ısrarla söyledim. “3 Öz” ve “3 M” Hayat Prensipleri… Benim böyle üçlü kelimelerim vardır özellikle gençlere. Diğer bir üçlü kelime dizim “öz” ile başlar. Bir insanın mutlaka öz değerleri olmalı, öz saygısı olmalı, özgüveni olmalı… Öz değer, öz saygı, özgüven… Diğer bir üçlüme, “3 M” derim; münazaracı olmak, müzakereci olmak, mücadeleci olmak. Bunu daha fazla Genel Başkanımızın şahsında şekillendiririm. Çünkü onu 14-15 yaşından beri tanırım ama o yaşlarda da iyi bir münazaracı, iyi bir müzakereci ve mücadeleciydi. Baktığınız zaman, bu üç kelime onu esasında başarıya götürmüştür. Bizim gençlerimize de, çocuklarımıza da bunları vermemiz lazım, yani bir çocuğa öz değerleri anlamında değerlerini vermeniz lazım. Öz saygısını şekillendirmek lazım. Özellikle anneler, babalar çocuklarının öz saygılarını çok zedeler. Ben onun için hep babamı örnek gösteririm. Bana, “Önce kendini mahcup etme, sonra bizleri” demişti. “Hiçbir Batı Trakyalı Beşiktaş Dışında Takım Tutamaz” Ben çocukluğumdan beri Beşiktaşlıyım. Rahmetli dayım fanatik Beşiktaşlıdır, ben fanatik değilim. 7-8 yaşlarındayken bakkal dükkânımızı ortak çalıştırıyorduk, o benden 10 yaş büyüktü. Bir gün böyle 7-8 yaşlarındayken beni yakaladı, “Bak çocuğum, hiçbir Batı Trakyalı Beşiktaş dışında başka bir takım tutamaz” dedi. Sebebi de, Balkan Harbinde Osmanlı Balkanları kaybedince, Beşiktaş’ın kırmızı beyaz olan renklerini siyah, beyaz olarak değiştirmesidir. Bizim için renklerini değiştiren bir başka takım yoktur, dolayısıyla hiçbir Batı Trakyalının da Beşiktaş’tan bir başka takımı olamaz derler. Kardeşlerim de, aile de, sülale de rahmetli dayımın bu fanatikliği nedeniyle Beşiktaşlı olmuşuzdur. Benim de şimdi çocuklarım da Beşiktaşlı. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 49 Tayyip Bey İle Unutulmaz Bir Batı Trakya Gezisi… Tayyip Bey Başbakan olmazdan önce, cezaevinden çıktıktan iki ay kadar sonra yanılmıyorsam Haziran başıydı, bir gece saat 23.30 gibi aradı, “Ya doktor, sizin memlekete gidelim bu Cumartesi günü” dedi. Günlerden de yanılmıyorsam perşembeydi, oraları bir gezelim dedi. Sonra olur dedik, gittik. Makedonya’da, Kalkandelen’de Harabati Baba Tekkesinde 7 gece, 8 gün kaldık. O zaman Sayın Başbakanı çok farklı duygu dünyasıyla tanıma imkânım oldu. O 8 günde sabah namazıyla başlayıp, gece yarılarına kadar filan yerde bir Müslüman köyü var, filan yerde bir Türk köyü var, filan yerde Arnavut köyü var dedik, gezdik. O zaman bir ömür boyu siyaset yasağı vardı. Yani normal bir vatandaş bile değildi. Yani o ekibin böyle olağanüstü imkânları yoktu. Toz toprak yollarda arabalar doğru düzgün araba bulamayız, doğru düzgün imkânlarımız yok, o halde 8 gün Makedonya’da ne kadar köy varsa gezdik. O zaman Genel Başkan da değildi, cezaevinden yeni çıkmıştı, parti falan yoktu. Tayyip Bey oradaki milletin değerlerine, tarihine, kültürüne, geçmişine oradaki varlığına çok duyarlıydı. Balkanlarda gezdikten sonra “kendimden utandım” tabirini o gün hissetim. Yani evet ben Bal- 50 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 kanlar çocuğuyum, Balkanlara duyarlıyım ama kendimde bile o düzeyde bir duyarlılığın olmadığını hissettim. Yani toz, toprak, yağmur, çamur, imkânsızlık… Atatürk’ün Manastır’da okuduğu İdadiyi ziyarete gittik ve anı defterine yazdığı notun ne olduğunu şu anda hatırlamıyorum ama deftere yazdı. Geri dönüp baksak, Türkiye’de Atatürkçülerin, Atatürk’ü kullananların oralara gidip de ziyaret etmedikleri, gezmeye gitseler bile oraya uğramadıkları kanaatindeyim. Başbakan Tayyip Bey İle Unutulmaz Bir Yunanistan ve Batı Trakya Gezisi Daha… Çok duygulandığım bir gezi daha vardır, 2004 yılında Atina ve Batı Trakya’ya. Ben o zaman AK Parti İstanbul İl Başkanıyım. Sayın Başbakan heyete beni de aldı. Yani sevdiklerimi, annemi, ailemi, büyüklerimi, yakınlarımı, akrabalarımı her şeyimi bırakarak ceketimi alıp geldiğim bir ülke var, bırakıp geldim. Bıraktığım ülkenin Başbakanı ve geldiğim ülkenin Başbakanı ile aynı masada görüşmelere katılıyorum. Bu duygusal olarak beni çok etkilemişti. Ama en çok etkileyen, tabi o gezide Batı Trakya’ya beraber gitmiş olmamızdı. Programa koymamalarına rağmen yine Sayın Başbakanımız o kıvrak zekâsıyla önce eşi Emine Hanımefendiyle bizi kayınvalidemin evine gönderdi, sonra da protokolü yapan resmi heyete “Biz de hanımı almaya gidelim” dedi. Böylece bizim köye gittik. Tabi köy meydanı dolmuş, etraf köyler falan 2-3 bin kişi... Benim için o an çok etkileyiciydi. Köy meydanında Tayyip Bey topluma hitap edecek, mikrofonu aldı eline ve bana uzattı. Ama kelimeler boğazımda düğümlendi; ufacık çocukken minarenin şerefesinde ezan okuduğum zamanlarım, sonra 7-8 yaşlarında rahmetli babamın önünde bisikletten düştüğüm gözümün önüne geldi. Ben konuşamayacağım dedim, o duygunun benim hayatımda yeri başkadır, belki ancak yaşayanlar onu hissedebilir. Çektiğim Sıkıntıları Seviyorum… Allah’a şükür zaman zaman şu cümleyi söylerim, ben hayatımda çok zorluk, çok sıkıntı gördüm ama en çok neyi seviyorsunuz diye üç şeyi sayın deseler birincisi, ikincisi diye sıralamayacağım ama üçüncü sırada mutlaka çektiğim sıkıntılar vardır. Çünkü çektiğim sıkıntılar bana hep farklı bir bereket, farklı bir rahmet, farklı bir zenginlik olarak döndü. Dolayısıyla gençlere de şunu söylemek isterim; ne olur çocuklar, sıkıntıdan korkmayın, zorluktan korkmayın. Sıkıntılar ve zorluklar size çok farklı kapıları açacaktır. Kendinizi farklı zenginliklere ve farklı ufuklara taşıyın, yeter ki o sıkıntıları ben aşarım diyebilin, iradeniz olsun. Ben yaşadığım bu sıkıntıların hiçbirinden de şikâyetçi değilim. Allah’a şükürler olsun ki karşıma o zorluklar, o sıkıntılar çıkmış ve bunları aşabilmek bana nasip olmuş. FAİZE MÜEZZİNOĞLU: “Siz hayata nasıl bakarsanız hayat da size öyle bakıyor” Mehmet Beyle aynı köyde aynı mahallede yaşıyorduk. Ailelerimiz birbirini tanıyordu. Zaten ufak bir yer Batı Trakya. Beni istemeye Mehmet Bey’in amcası geldi, aileler de birbirini tanıdığı için sorun olmadı açıkçası. 1974’te nişanlandık 14-15 yaşlarımdaydım, 77’de evlendik. Köy düğünü oldu. Ben ilk defa 77’de evlenince Türkiye’ye geldim ve Türkiye’yi hiç bilmiyordum. İlk olarak Kocamustafapaşa’da oturduk. 79 yılında Avcılar’a geçtik ve 5 sene öncesine kadar Avcılar’da ikamet ettik. Son 5 yıldır Bahçeşehir’de ikamet ediyoruz. Artık çocuklarımla aynı binadayım. İki kızımız, üç torunumuz var. Şimdi Ankara, İstanbul, Edirne arasında gidip gelince biraz daha zor oluyor birlikte vakit geçirmek ama İstanbul’a gidince hep beraberiz. Aynı binada olduğumuz için beraber vakit geçirebiliyoruz. dım. Annemler zaten Yunanistan’da. Biz hep beraber hareket ettik. Onun için bana Mehmet Bey’in bakanlık görevi zor gelmedi. O zaman da 33 ilçe var ve hele Ramazan’da her akşam başka bir yerde iftardaydık. Her zaman birlikteydik. Yani açıkçası Bakanlıkla ilgili yoğunluğu ve tempoyu pek sorun olarak görmüyorum. Hayata nasıl bakarsanız hayatta size öyle bakıyor. Bana 20 yıl önce Türkiye’ye gideceksiniz, vatandaş olacaksınız deselerdi aklıma gelmezdi açıkçası. Orda Hocalarım var onların bile gözlerinin içi gülüyor. Ben her gidişte onların ellerini öperim, Mehmet Bey de öyle. Zaten ikimizin hocaları oluyor. Tabi yani orda bir çiftçi ailenin çocuğusun, köyde doğup büyümüşsün. Yani hiç aklımıza gelmez. Ama Cenab-ı Allah bize de nasip etti. Bakanlık görevinden sonra ilk defa 28 Mart’ta Yunanistan’a gideceğiz. Yani tabi bu güzel bir duygu ama bana ekstra bir şey katmadı açıkçası. Yaşayış tarzımızdan dolayı mı bilmiyorum. Hep şunu deriz; “Bu işi inşallah alnımızın akıyla yaparız...” 36 yılı bitirdik, şimdiye kadar çok şükür bir sıkıntı yaşamadık. Tabi ki inişler çıkışlar olur hayatta ama çok şükür büyük bir sıkıntı olmadan çocuklarımızla, torunlarımızla hayatımızı devam ettiriyoruz. Mehmet Bey zaten çok zor bir çocukluk ve gençlik dönemi yaşamış. İltica etmiş ve tıp öğrencisiyken de biz evlendik. İlk yıllar zordu belki ama açıkçası şimdi arıyorum o günleri. Şimdi çok bolluk var ama o eskisi gibi değil birçok şey. Ben hep o günleri arıyorum, düşünüyorum o günlerde olanları. Şimdi çok rahatız ama eskiden daha çok mutluluk vardı. Çocuklara anlatırken bile yüz ifadem değişir. Komşular arasında, arkadaşlar arasında daha sıcak daha samimi bir ortam vardı. Mehmet Bey’in İl başkanlığında ben yoğun bir hayata alışıktım. Çocuklar o zamanlar yurtdışındaydı ve yalnızSAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 51 haber ORGAN BAĞIŞINDA KORKUTAN RAKAMLAR Organ Nakli Koordinasyon Derneği (ONKOD) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Sağlık Bakanlığı Organ ve Doku Nakli Ulusal Koordinasyon Kurulu Üyesi Dr. Eyüp Kahveci, 14 Mart Dünya Böbrek Günü nedeniyle organ nakline dikkat çekti. “Bağış yoksa nakil de yok” diyen Kahveci, Türkiye’deki organ bağışı oranlarını paylaştı. 10 yıl önce yüzde 75 olan organ bağışı oranının, Ocak ayı itibariyle yüzde 22’lere indiğini ifade eden Kahveci, şunları söyledi: “Bu rakamlar ülkemiz açısından bir felakettir ve kırmızı alarm durumudur. AB ülkelerinin ortalamasına baktığımızda yüzde 75 civarında bağış yapıldığını görüyoruz. İyilik ve yardımlaşmanın esas olduğu bir ülkede yaşıyor olmamıza rağmen, bağış konusundaki düşüşü açıklamakta zorlanıyoruz. Bir insana hayat vermek iyilik konusunda gelinebilecek son noktadır. 52 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Temel Problem Organ Kıtlığı “Ülkemizde çeşitli organ nakilleri bekleyen yaklaşık 30 bin hasta bulunuyor. Maalesef organ bağışı tüm çabalara rağmen yetersiz kalıyor ve organ ihtiyacı büyük bir hızla artıyor. Canlı vericiden sağlanan organlarla gerçekleştirilen nakiller kadavradan sağlanan organlardan gerçekleştirilen nakillerden çok daha fazla. Tüm dünya, bağışların büyük bir kısmım kadavradan sağlarken, ülkemizde beyin ölümüne inanılmadığı için organlar genellikle canlı vericiden sağlanıyor. “ Mahalle Baskısı Etkili Dr. Eyüp Kahveci, insanların yüzde 40’ında kültürel nedenlerden yani mahalle baskısından, yüzde 15’inde dini nedenlerden ve yüzde 10’unun da beyin ölümünün gerçekleştiğine inanılmamasından dolayı organların bağışlanmadığını ifade eden Kahveci sözlerine şöyle devam etti: “Ülkemizdeki ölüden temin edilecek organ kaynaklarına baktığımızda, oldukça yaygın bir yoğun bakım hizmet ağına sahip olmamıza rağmen yeterli sayıda potansiyel organ vericisine ulaşamıyoruz. Organ nakli koordinatörlerinin görevlerinden en önemlisi kadavradan yani ölüden organ sağlamaktır. Bunun için hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde meydana gelen beyin ölümlerinin zamanında tespit edilmesi önemlidir. Ardından ailenin organ bağışı yapması en sonunda ise, bağışlanan organların uygun alıcılar ile buluşturulması süreci gelir. Kadavra konusunda Avrupa’daki oran yüzde 80 - 85 iken, ülkemizde yüzde 20 ile 25 oranlarındadır. Geçen yıl bin 477 beyin ölümü tespit edilmiş ve ailelerin izni ile sadece 345 organ bağışı alınmış.” soru-cevap UZMANLARLA BULUŞMA Johnson&Johnson Medikal’in Ortopedi odaklı şirketi DepuySynthes Türkiye, 2012 yılında başlattığı “Uzmanlarla Buluşma” adlı profesyonel eğitimlerine bu sene de devam ediyor. Eğitimler; canlı cerrahi, vaka tartışmaları, teorik ve uygulamalardan oluşuyor. Şu ana kadar Ankara İbn-i Sina Hastanesi, İstanbul Bezm-i Âlem Hastanesi ve Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma hastanelerinde eğitimler gerçekleştirdi. DepuySynthes Türkiye’nin başlattığı “Uzmanlarla Buluşma” etkinlikleri kapsamında, Prof. Dr. Murat Bozkurt ve Prof. Dr. Bülent Erdemli ile doktorlarımıza yönelik eğitimler üzerine konuştuk. Türkiye’de hekimlerimize yönelik yapılan eğitimlerin içeriği nasıl olmalı ve şu anda uzmanlıktan sonra ne gibi eğitimler vardır? Şu an ülkemizde mezuniyet sonrasına ait bazı programlar olsa da, gerek “Tıp Fakültesi” gerekse “uzmanlık dönemi” kadar planlı ve programlı olmadığını düşünüyorum. Düzenlenen eğitim ve kongrelerin lerin gelişimine etkileri nasıl? İyi planlanmamış kongre ve eğitim programlarının çok ciddi katkı ve faydasının olduğunu düşünmüyorum aslında. Gerçekte bu işin de ciddi uzmanlık istediği açık. Eğiticilerin veya konuşmacıların da eğitimli olması ve eğitimi veya sunumu nasıl, hangi yöntemle, ne kadar sürede yapacağını iyi bilip buna göre planlaması gerekmektedir. Bu şekilde hekimlerin ve hekimliğin gelişimine katkı sağlanabilir. Türkiye’de pratik/kadavra eğitimlerinin yapılabilmesi için gerekli enstitüler var mı veya varsa yeterli sayıda mıdır? Gerçek bir cevap istiyorsanız, ciddi manada böyle bir merkez maalesef yok. Tıp fakültelerinde bu iş yapılmaya çalışılsa da bence gerekli profesyonellikte değil. Eğitimler ile ilgili projeleriniz var mı? Eğitimin diğer alanlarda olduğu gibi 54 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Prof. Dr. Murat Bozkurt Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji İdari ve Eğitim Sorumlusu Ortopedi ve Travmatoloji’de de önümüzdeki 10 yılın en önemli konusu ve yapılması gereken işi olduğu açık. Benim içinde olduğum bir grup ile üniversitelerin de desteğini alarak bir eğitim merkezi kurma planımız var. Bu merkezde kadavra laboratuarı, hayvan laboratuarı ve simülasyon laboratuarı olacak. Bu merkezde sadece ülkemize değil aynı zamanda uluslararası boyutta da eğitim verilecek. Ayrıca multidisipliner-hibrid modeller de uygulanacak. Türkiye’de medikal şirketlerin hekim eğitimlerine bakış açısı nasıl? Sanırım iyi yönlendirmeler ve uygun düzenlemeler ile daha profesyonel ve etik bir bakış elde edilecektir. Johnson&Johnson ile birlikte düzenlediğiniz ve başkanı olduğunuz uzmanlarla buluşma toplantısı içerik olarak katılımcılara fayda sağlıyor mu? Gerek interaktif sunumlar, gerek didaktif sunumlar gerekse de canlı cerrahi uygulamaları ve etkin, sonuca yönelik workshop uygulamaları ile faydalı oluyor diye düşünüyorum. Ama en önemlisi aldığımız iyi geri bildirimlerin varlığı… J&J’nin eğitim politikalarını nasıl buluyorsunuz? “Etik ve iyi niyetli” bir tavır sergilemekte ve eğitime önem vermektedirler. Ülkemize uygun şekilde bir eğitim stratejisi geliştirmek için çalışmaktadırlar. Türkiye’de hekimlerimize yönelik yapılan eğitimlerin içeriği nasıl olmalı ve şu anda uzmanlıktan sonra ne gibi eğitimler vardır? Hekimlik mesleği ve eğitimi, tıp fakültesindeki yıllardan başlayıp asistanlık, uzmanlık ve sonrasında da devam eden oldukça uzun bir süreçtir. Bilindiği üzere aslında mesleğimiz temelde bir usta çırak ilişkisine dayanmaktadır. Fakülte yıllarında mesleğin köşe taşlarını oluşturacak temel ve klinik bilimlerin bilgi ve becerilerini kazanan bir doktor mezun olduktan sonra seçtiği uzmanlık alanının ileri becerilerini ve bilgilerini asistanlık döneminde kazanır. Ancak uzman olmuş bir hekimin de o uzmanlık dalının bünyesinde seçeceği alt uzmanlık eğitimi neredeyse mesleğe devam ettiği süre boyunca devam etmektedir. Bu nedenledir ki hekimlere yönelik yapılan eğitimin içeriği belirlenirken hedef kitle ve o kitleye yönelik eğitim sonunda kazanılması beklenen bilgi ve becerilerin neler olabileceği saptanmalıdır. Basit bir örnek vermek gerekirse ortopedi asistanlığı döneminde artroplastiye ait temel bilgi ve cerrahi becerilerin kazanılması hedeflenirken, mesleki yaşantısında bu konuda yoğun çalışan bir uzman hekim için daha ileri düzeyde hedefleri olan programlar uygulanabilir. Şu anda ülkemizde özellikle Ortopedi ve Travmatoloji uzmanlığını almış bir hekimin katılabileceği pek çok eğitim faaliyeti vardır. Bu konuda başta Türk Ortopedi ve Travmatoloji Birliği Derneği (TOTBİD) ve Türk Ortopedi ve Travmatoloji Eğitim Konseyi TOTEK’in yanı sıra alt dal uzmanlık derneklerinin katkıları çok büyüktür. Örneğin ortopedi asistanları için temel artroplasti, travma, tümör, pediatrik ortopedi, vertebra, el cerrahisi gibi alanlarda programlar düzenlenmekte, ayrıca gene bu konularda temel klinik becerilerin kazanıldığı uygulamalı kurslar, canlı cerrahilerin de olduğu bilimsel aktiviteler gerek dernekler gerekse üniversite ve eğitim hastaneleri bünyesinde yapılmaktadır. Düzenlenen eğitim ve kongrelerin hekimlerin gelişimine etkileri nasıl? Ülkemizde ortopedi ve travmatoloji bünyesinde çok sayıda toplantı düzenlendiği bir gerçektir. Ancak her toplantının o toplantıya katılan hekimlerin gelişimine etkisi aynı mıdır ya da yeterli midir, bunu tartışmak gerekir. Ayrıca gene Sağlık Bakanlığı bünyesinde alınan kararlar gereği bir hekimin bir yıl içerisinde katılabileceği toplantı sayısı şayet bilimsel bir sunu ya da konuşma yapmıyorsa, 1 yurt dışı, 2 yurt içi toplantıyla kısıtlanmıştır. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda hekim bir yıl içerisinde çok sayıdaki toplantıdan sadece kendi gelişimine katkı sağlayacak toplantıya katılmak isteyecektir. İşte bu noktada düzenlenen eğitim aktivitelerinin veya kongrelerin içeriği son derece önem kazanmaktadır. Türkiye’de pratik/kadavra eğitimlerinin yapılabilmesi için gerekli enstitüler var mı veya varsa yeterli sayıda mıdır? Bu konuda ülkemizde çok az sayıda merkez bulunmaktadır. Özellikle Antalya Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde çok iyi organize olmuş bir ekip bulunmaktadır. Keza Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde de bu noktada pek çok kurs düzenlenmiştir. Sayı yeterli midir sorusunun cevabı tabiî ki hayır… Kişisel düşüncem ülkemizde iyi organize olmuş birkaç merkez belirlenip bu konuda gelişmelerini desteklemek y ö n ü n d e d i r. Sonuçta burada mekândan daha önemli nokta kadavra teminidir. O nedenle merkez sayısının artırılması yerine toplamda 2 ya da 3 merkezin belirlenip ülke çapında temin edilecek kadavraların o merkezlerde toplanması daha önemli bir karar olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü kadavra eğitimi özellikle ortopedide olmazsa olmazlardandır. Özellikle öğrenme eğrisinin uzun olduğu ortopedik girişimler açısından, her asistanın ya da her uzmanın bu noktada desteğe ihtiyacı olabilmektedir. Eğitimler ile ilgili projeleriniz var mı? Eğitim aslında bizim açımızdan daha öncede değindiğim gibi tüm meslek hayatımız boyunca devam eden bir süreçtir. Bu süreç içerisinde özelliklede cerrahi branşlarda usta çırak ilişkisi son derece önemlidir. Çıraklığını yapmadığımız bir işin ustası olamayacağımızı çok iyi anlamalıyız. Mesleğin hangi noktasında olursak olalım hepimizin bir başkasından öğreneceği bir husus bulunmaktadır. Bu nedenle eğitim alanında tamamen hedef kitlenin ihtiyacına yönelik faaliyetlerin rağbet göreceğini düşünüyorum. Şöyle ki, bir ortopedi Prof. Dr. Bülent Erdemli Ankara Üniversitesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 55 asistanının eğitimi boyunca temel bilimler, temel artroplasti, travma, vertebra, tümör, spor yaralanmaları ve artroskopi, omuz, dirsek, el cerrahisi ve ayak bileği konusunda kursları alması yeterlidir. Ama uzman olduktan sonra ilgi duyduğu konularda düzenlenecek ileri eğitim faaliyetlerine ihtiyacı olacaktır. İşte bu noktada biz eğiticilere büyük görev düşmektedir. Düzenlenecek faaliyetin içeriği, bilgi düzeyi ve pratik hayata katkısı bu faaliyetlere ilgiyi de artıracaktır. Türkiye’de medikal şirketlerin hekim eğitimlerine bakış açısı nasıl? Ülkemizde medikal şirketlerin eğitime olan ilgisi son yıllarda bazı değişiklikler gösteriyor. Geçmiş yıllarda olduğu gibi günümüzde de branş derneklerinin düzenlediği toplantılara endüstri sponsor anlamında katılmaktadır. Ancak yakın dönemde görüyoruz ki, özellikle eğitime önem veren bazı firmalar kendileri de bilimsel faaliyetler düzenleme çabası içerisindeler. Bu da yapılan toplantıların daha küçük katılımlı olup daha interaktif bir ortamda yapılmasına 56 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 olanak sağlıyor. Hedef kitle böyle toplantılara katılarak eğitici ile birebir konuşma, ameliyatları izleme ve vaka tartışmalarına katılma imkânı buluyor. Gördüğüm kadarıyla da her geçen gün buna önem veren şirketlerin sayısı artıyor. Johnson&Johnson ile birlikte düzenlediğiniz ve başkanı olduğunuz uzmanlarla buluşma toplantısı içerik olarak katılımcılara fayda sağlıyor mu? Eylül ayı içerisinde Johnson & Johnson firmasıyla birlikte, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı olarak, bir günlük 40 kişi katılımlı “Uzmanlarla Buluşma” adında bir toplantı düzenledik. Toplantının konusu primer diz protezi uygulaması idi. Hastanemizin ameliyathanesinde bulunan eğitim salonunda bu toplantıyı gerçekleştirdik. Bu toplantı salonu ile ameliyathane arasında bulunan fiberoptik iletişim sayesinde bir gün içerisinde 4 ameliyatı katılımcılarla birlikte interaktif olarak gerçekleştirdik. Ayrıca gün içerisinde konuyla ilgili sunum- lara da yer verdik. Tüm katılımcıların geri bildirimlerinin ortak noktası, bu toplantının son derece eğitici olduğu ve günlük pratiklerine fayda sağlayacağı yönünde olmuştur. Tabi burada ki püf nokta, bilginin beceriyle birlikte sunulması ve katılımcının birebir cerrahla konuyu tartışabilmesidir. Gene bu toplantı içerisinde, Ülkemizde zannediyorum ilk defa gerçekleştirilen 3 boyutlu diz protez cerrahisi de büyük ilgi görmüştür. J&J’nin eğitim politikalarını nasıl buluyorsunuz? J&J ülkemizde sektöre girdiğinden bu yana giderek artan bir ivme ile hedefe yönelik toplantıları desteklemeyi kendisine misyon belirlemiş görünüyor. Nitekim bizim başlattığımız “Uzmanlarla Buluşma” toplantılarını başka merkezlerde de gerçekleştirmiştir. Niye bunu bu kadar destekliyor diye düşündüğümüzde zannediyorum cevap şu olmalıdır, bilgi ve beceri paylaşıldığı zaman daha anlamlı oluyor. J&J’nin, bunu görebilen şirketlerin başında geldiğini düşünüyorum. kurumlarımız TÜRKİYE SAĞLIK ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (SEİS) Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS), Tıbbi Cihaz sektöründe hizmet vermekte olan şirketlerin karlı ve sürdürülebilir bir ilerleme ortamında gelişmesini desteklemek ve ulusal sağlık politikalarının belirlenmesinde sektörün temsilciliğini üstlenmek amacıyla 2003 yılından beri çalışmaktadır. Sendikanın genel olarak; insan kaynakları, genel sekreter, araştırma uzmanı, idari personel, hukuk müşaviri, danışmanlar, yönetim kurulu üyeleri ve üyelerden oluşmaktadır. Proje yoğunluğu olduğu zamanlarda, sendika, projelerini yürütmek için ek istihdama başvurmaktadır. Bünyesinde 110 üye şirket bulunan sendika, çözüm odaklı, şeffaf ve proaktif bir yaklaşım benimsemiştir. Tıbbi Cihaz sektöründe bulun şirketleri, Sağlık Bakanlığı, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Sosyal Güvenlik Kurumu, Kamu Hastaneleri Birliği, Sanayi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve diğer ilgili kurumlar nezdinde temsil etmektedir. Yoğun disiplinler arası bilgi gerektiren ileri teknoloji içeriğine sahip bir sektör olması ve insan sağlığını doğrudan etkilemesi nedeniyle regülasyonların gerekli ve önemli olduğu bu sektörde yapılan düzenlemelerin hem kamu yararını gözetmesi hem de sektördeki şirketler için uygulanabilir olmasını sağlamak amacıyla çalışmaktadır. Düzenlemelerin sektörün gelişmesine katkıda bulunacak şekilde olması ve yaşanan olumsuzlukların giderilmesini hedefleyen çalışmalar yürütmektedir. Tıbbi Cihaz sektörünün ölçülebilir hale getirilmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Sayın Necdet Ünüvar ile Protokol yaparak; Tıbbi cihaz alanında çalışan ancak sayısı bile belirlenemeyen firmaların kayıt altına alınması, firmalardaki çalışan sayısının belirlenerek sektörün sağladığı istihdamın tespit edilmesi, yıllık 58 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 cirolarının çıkartılarak sektörün işlem hacminin görülmesi ve asıl önemlisi ülkemizde mevcut üretici firmaların ve ürettikleri ürünlerin belirlenmesi amacıyla Tıbbi Cihaz ve Malzeme Kayıt Sistemi projesi başlatılmıştır. 2005 yılında başlayan proje yaklaşık bir yıl süreyle devam etmiş ve sona erdiğinde sektörde faal 932 firma ve bu firmaların 96’sına ait 25638 ürünün kaydı yapılmıştır. Bu proje Türkiye’de tıbbi cihaz sektöründe kamu – özel işbirliği ile gerçekleştirilen ilk projedir. Bu çalışma ile eşzamanlı yürütülen ve SEİS’in de desteklediği “Sağlık Hizmetleri Finansman Yönetiminin Güçlendirilmesi ve Yeniden Yapılandırılması için Altyapı Geliştirilmesi Projesi” kapsamında Hacettepe Üniversitesi koordinatörlüğünde yürütülen başka bir proje birleştirilerek Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Bilgi Bankası (TİTUBB) olarak devam etmiştir. SEİS, TİTUBB’nin geliştirilmesi çalışmalarında da çekirdek grupta yer almış ve halen yer almaktadır. SEİS; TİTUBB’nin tıbbi cihaz sektörü için yararlı ve kullanışlı bir şekilde tasarlanması ve yürütülmesi konusunda tüm paydaşlar ile işbirliği içindedir. Ülkemizde TİTUBB’ye kayıtlı olmayan bir firma tıbbi cihaz satamamakta ve TİTUBB a kayıtlı olmayan bir ürün satılamamaktadır. TİTUBB Uluslar Arası Sosyal Güvenlik Birliği (ISSA)’nden iyi uygulama ödülünü almış bir projedir. SEİS’in çok önem verdiği bir çalışma alanı da sektörün nitelikli insan kaynağı ihtiyacıdır. Tıbbi cihazlar pek çok farklı disiplini içeren karmaşık yapıları ile üretim, bakım-onarım ve satışpazarlama konusunda özel ihtisasa ihtiyaç duymaktadır. Şirketler bu ihtiyacı şirket içi eğitimler ile gidermeye çalışmakta, ancak eğitim alan kişilerin meslekten kaçışı sonucu nitelikli insan gücü maliyetleri ve yetiştirme süreci şirketler için bir yük olmaya devam etmektedir. Bu nedenle sendikamız MYK ile protokol imzalayarak Meslek Standardı hazırlama kuruluşu olarak yetkilendirilmiştir. Bu kapsamda Tıbbi Cihaz Bakım Onarım Elemanı ve Tıbbi Cihaz Satış ve Pazarlama Temsilcisi Meslek Standartlarını geliştirmiştir. MEB ve YÖK’ün Biyomedikal Cihaz Teknoloji Alanında geliştirdiği eğitim programlarının iyileştirilmesi için yapılan MEGEP ve IKMEP gibi ulusal projelerde de sektörü temsil etmektedir. Sendikanın bir diğer çalışma alanı, tıbbi cihazların yerli üretimi ve sanayimizin katma değeri yüksek ürünler üretecek kapasiteye çıkmasıdır. Türkiye’de tıbbi cihaz sektörünün, ArGe ve ileri teknoloji destekli, katma değeri yüksek, yenilikçi ürün/hizmet ve süreçlerle, uluslararası rekabette sürdürülebilir güç sahibi olabilmesi için gerekli Ar-Ge faaliyetlerinin stratejik önceliklerini belirlemek, bu faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için kurumlararası işbirliği oluşturarak sektörde inovasyon olgusunu ve bilincini geliştirmek amacıyla çeşitli faaliyetler yürütülmektedir. Bu hedefle, üniversite-sanayi işbirliğini gerçekleştirme amacıyla “Daha Çok Üretmeliyiz” proje yarışması 7 yıldır sürdürülmektedir. SEİS, proje yarışmasının yanında, teknoloji transferi ve yenileşim kültürünün gelişmesini hedefleyen Inovankara, S2B, Mediplat gibi bölgesel ve ulusal projelerin sahipliğini ya da ortaklığını yürütmüştür. SEİS, Tıbbi Cihaz ve Ekipmanlar sektöründe hizmet veren TİSK üyesi bir işveren sendikasıdır. TİSK, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, tüm sektörlerden işverenleri, pek çok önemli ulusal ve uluslararası kuruluşun organlarında temsil etmektedir. Ayrıca, Sosyal Güvenlik Kurumu Yönetim Kurulu, İş Kur gibi pek çok ulusal kurum ile Uluslararası Çalışma Örgütü gibi pek çok uluslararası kurumda temsil edilmemizi sağlayan TİSK ve ona bağlı işveren sendikaları ile birlikte çalışmaktadır. portre ERKAN AKDEMİR Avea’nın fark yaratan CEO’su Erkan Akdemir Kimdir? Haziran 2009’dan bu yana Avea CEO’su olarak görev yapan Erkan Akdemir, Avea’ya katılmadan önce Cisco Systems’in Genel Müdürlüğü görevini yürütmekteydi. Bu görevi öncesinde Kablo Net’in Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Eurasiasat’ın Yönetim 60 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Kurulu Başkanlığı görevlerini başarıyla yürüten Akdemir, 2002 yılından özelleştirme sonrasına kadar geçen dönemde ise Türk Telekom’un Yönetim Kurulu Başkanı olarak sektörde önemli bir yer edindi. Profesyonel kariyeri boyunca stratejik görevlerde ve fark yaratan önemli projelerde kilit rol oynayan Erkan Akdemir, Türk Telekom Yönetim Kurulu Başkanlığı öncesinde ise Telekomünikasyon Kurumu Kurul Üyesi, DTP Müsteşarı Danışmanı, DPT telekomünikasyon uzmanı, Türk Standartları Enstitüsü ve Enka’da ise çeşitli görevler üstlenmiştir. Akdemir, evli ve üç çocuk babasıdır. Okul Yılları 1963 Çorum doğumlu olan Erkan Akdemir, Ankara Başkent Lisesini bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. Ardından ABD’ye giderek; eğitim hayatını burada tamamlayarak Colorado Üniversitesinde telekom alanında yüksek lisans yaptı. Profesyonel İş Yaşamı Mühendislik eğitiminin kazandırdığı matematiksel zekâyı, iş yaşamında edindiği sosyal tecrübeyle harmanlayan Akdemir; CEO’luğa kadar uzanan başarılarla dolu bir hikâyenin ana kahramanı… Üniversiteden mezun olduktan sonra profesyonel iş hayatı ENKA’da başlayan Akdemir, bu yeni görevi için Ankara’dan İstanbul’a taşınır. ENKA’daki görevi boyunca “veritabanı geliştirme” üzerine odaklandığını belirten Akdemir, burada sürdürdüğü çalışma sürecini “farklı ve öğretici” olarak nitelendiriyor. Akdemir’in, bu ilk işinde gösterdiği performansın yanı sıra sahip olduğu çalışma azmi de kısa sürede yeni bir iş teklifi almasını sağlar. ENKA’daki bu ilk profesyonel iş deneyiminin ardından, Türk Standartları Enstitüsünde (TSE) mühendis olarak çalışmaya başlayan Akdemir, bu yeni görevi ile birlikte üniversite yıllarından sonra ayrıldığı Ankara’ya geri döner. Türk Standartları Enstitüsündeki görevi sırasında ise; yurtdışında katıldığı eğitimin de etkisiyle haberleşme sektörüne ilgi duymaya başlar. Devlet Planlama Teşkilatındaki görevle haberleşme sektörüne atılan ilk adım… 1989 yılında o günkü adı İktisadi Planlama Başkanlığı olan günümüzün Devlet Planlama Teşkilatındaki uzman yardımcısı göreviyle, kariyer basamaklarını hızla tırmanan Erkan Akdemir; buradaki yıllarını kariyerinin “mihenk taşı” olarak nitelendiriyor. Akdemir, İktisadi Planlama Başkanlığı bünyesinde yıllık planlar, fizibilite çalışmaları, sektör stratejileri, projeler ve bütçelerle geçen yoğun çalışma temposuna rağmen, haber- leşme sektörünü yakından takip etmeyi de ihmal etmez. dönemdi. Bugün bile, bu çalışmanın karşılığını aldığımızı düşünüyorum.” Colorado Üniversitesinde haberleşme alanında yüksek lisans eğitimi alan Akdemir, Telekom sektörünün MBA’i olarak geçen “Interdisciplinary Telecommunication Programme” eğitimini neden tercih ettiğini ise şu sözlerle ifade ediyor: Akdemir, gerçekleştirdiği bu önemli çalışmaların ardından 2000 yılında, bugün Bilişim Teknolojileri Kurulu (BTK) olarak adlandırdığımız, dönemin Telekomünikasyon Kuruluna Bakanlar Kurulu Kararı ile 2 yıllığına kurucu üye olarak atanır. “Telekom sektörünü iyi bilmeniz ve bu konuda uzmanlaşabilmeniz için diğer disiplinlerle ilişkisini çok iyi bilmeniz gerekir. Özellikle uluslararası boyutunu, hukukunu, ekonomisini, finansmanını bilmek elzemdir. Ben de bu nedenle bu bölümü tercih ettim.” Bu atamanın ardında kurulun en genç üyesi olarak; sahip olduğu yeni fikir ve yaklaşımlarıyla ön plana çıkar. BTK’daki görevi boyunca önce strateji ve planlama yapıp, sonra sahada çalışmaya başlar. “Kökleşmiş bir organizasyonu çok farklı bir alana yönlendiriyorsunuz ki bu hiç de kolay bir iş değil” diyerek BTK yıllarını değerlendiren Akdemir, DPT’deki görevi devam ederken, Kablo Net’in Yönetim Kurulu Başkanlığına da getirilir. Akdemir 1988 yılında Telekom cihazlarının test edilmesi görevini üstlenerek; iletişim, bilişim, teknoloji alanında sahip olduğu akademik bilgileri, kariyerinin yapı taşlarına dönüştürmeye başlar. Akdemir, “Hacettepe Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü mezunuyum. Fakülte yıllarımda devre tasarımından elektromanyetiğe, telekomünikasyondan mikro elektroniğe kadar birçok alanda önemli hocalardan dersler aldım. Bizim dönemimizde üniversite yıllarında uzmanlaşma yoktu, dolayısıyla bölümümüzle ilgili her şeyi öğrendik. Uzmanlaşma fazı ise mesleğe ve profesyonel iş hayatına adım attığınızda başlardı. Benim için telekom cihazlarını test etme görevi, akademik bilgilerimi profesyonel yaşamda kullanmaya başlamam için bir zemin sağladı.” sözleriyle bu dönemi özetliyor. Akdemir Devlet Planlama Teşkilatında uzman yardımcısı olarak başladığı görevine; “Haberleşme ve OECD araştırmalarına göre Türkiye’nin 1990 – 2010 yılları arasındaki telekomünikasyon talebi” üzerine hazırladığı ekonometrik tez çalışmasıyla, “uzman” sıfatıyla devam etmeye hak kazanır. DPT bünyesinde hazırladığı bu başarılı çalışmayla üstlerinin de ilgisini çeken Erkan Akdemir; bu başarının sırrını şöyle anlatıyor; “Öngörüde bulunup, ülke kaynaklarını iyi planlamamız için bu şekilde bir çalışma yapmamız gerekiyordu. Pazarın regülasyonu, sektörün liberalleşmesi, PTT’nin özelleştirilmesi gibi konular üzerine gerçekten çok çalıştığımız bir Sektörün gelişmesi için gerçekleştirdiği önemli çalışmalarla; özel sektörün de yakından takip ettiği bir isim haline gelen Erkan Akdemir, Cisco’dan iş teklifi alır. Stockholm’da katıldığı e-devlet konferansı sırasında Cisco Yönetim Kurulu Başkanı Kaan Terzioğlu tarafından genel müdürlük teklifi alan Erkan Akdemir, kendisine üst üste 2 kere yılın genel müdürü ödülünü getiren bu görevi bir fırsat olarak gördüğünü söylüyor: “Cisco beni Stockholm’deki e-devlet konferansına ve sonrasında Nobel Barış Ödülleri Töreni’ne davet etmişti. Cisco’nun başında o sırada Kaan Terzioğlu bulunuyordu. Tren yolcuğunda 6-7 saat sohbet ettik. Oslo’ya geldik. Ödül töreninden sonra kutlamaya katıldık. Bu sırada bana Genel Müdürlük teklifinde bulundular. Akabinde İnsan Kaynakları ve Genel Müdürle yemek yedik. Uzun bir görüşme oldu ve görüşmenin sonunda anlaştık. Farklı bir kariyer fırsatıydı benim için.“ Avea CEO’su Erkan Akdemir: “Çizgi dışı bir yöneticiyim, hedefe doğru koşmak DNA’mda var… Akdemir, kendisine 2 yıl “yılın genel müdürü” ödülünü getiren zorlu süreci şu sözlerle dile getiriyor: “Cisco’daki satış hedefi zordu. 4,5 saat sunum yaptım Londra’da. Çok zordu SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 61 ama bir o kadardı zevkliydi. Çizgi dışı bir yöneticiydim. İlk yıl yüzde 56, ikinci yıl yüzde 37 satışta büyüme elde ettik. Bu başarı ise bana Cisco Global’de iki sene üst üste yılın genel müdürü ödülünü getirdi.” Türk Telekom ve ardından Avea’ya kadar sürükleyen Telekom Aşkı… Cisco’daki başarılı performansıyla, iktisadi alandaki başarısını satışta perçinleyen Erkan Akdemir, ardından içindeki sesi dinleyerek, kendi tabiriyle kalbindeki sektör olan telekomünikasyona, Türk Telekom’la geri döner. Cisco’daki görevi süresince aldığı ödüllerle dikkatleri üzerine geçen Erkan Akdemir, Türk Telekom’dan gelen teklifi değerlendirme ve karar verme aşamasının çok uzun sürmediğini belirtiyor: “Telekom aşkım her zaman güçlüydü. Bir gün Paul Doany beni arayıp, bir kahvaltı yapmak istediği söyledi. Türk Telekom’u severdim. Özellikle büyüklüğü, dinamizmi, iş yapma yeteneği beni hep cezbederdi. Bunun sonucunda, teklif gelince geri döndüm.” Tüm kariyerini rekabetin en yoğun yaşandığı sektörlerde geçiren Erkan Akdemir, üstlendiği her görevi kısa sürede zirveye taşımayı başarır. Başarılı bir iş adamı olmasının yanında vizyoner bir yönetici de olan Akdemir, kurduğu ekiplerle de bilgi birikimini geleceğin liderlerine aktarıyor. “Sektörü avucunuzun içi gibi bilirseniz başarı da sizinle birlikte gelir” Avea CEO’su Erkan Akdemir yılların birikimiyle kazandığı derin tecrübelerine istinaden geleceğin liderleri için tavsiyelerde bulunuyor: 62 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 “Liderlik kabiliyetlerini geliştirmelerini öneririm. Hatta bu kabiliyetten de önce hangi alanda çalışıyorlarsa başarı için o alanı çok sevmeleri hatta o alana aşık olmaları gerektiğine inanıyorum. Bence liderlik öğretilemez çünkü herkes özgündür. Birinin davranış şekli diğerini tutmaz. Ama tüm liderlerde ortak olan bazı davranışlar vardır. Vizyonerlik gibi… Vizyoner olmalısınız, herhangi bir konuya ekibinizden farklı bakabilmelisiniz. Şirketin hedefleri oluyor ama o hedeflere giden yolculuğu ve yol haritasını lider oluşturuyor. Lider, teknik direktör ve antrenördür aynı zamanda. Bunun için de şeffaf olmalıdır. Ama en önemlisi ekibin hedeflerine inandırmasını sağlamasıdır. Elbette içinde bulundukları sektörü de 360 derece bilmelidir.. Sektörü avucunuzun içi gibi bilmek başarıyı da beraberinde getirir.“ Haziran 2009’dan günümüze uzanan Avea yılları… Numara taşıma uygulamasına geçilmesinin ardından karlılığın düştüğü sektörün belki de en zor döneminde, 2009 yılının Haziran ayında Avea CEO’su olarak göreve başlar. Öncelikli olarak Avea’da yeniden bir yapılanma başlatarak 2009 yılsonu hedefini; büyüme ve karlılık ivmesini yukarı yöne çevirme ve lider kadrosunu yeniden oluşturma olarak çizer. CEO olarak göreve başladığı yıl, şirket içi yöneticilik pozisyonlarında da önemli boşluklar olan Avea’da kararlılık, azim ve cesaret üzerine odaklı kültürü yeniden aşılayarak şirketi 3 yılda zirveye taşır. Erkan Akdemir’li Avea yıllarının her birinin bir adı var: 2010 “kalite”, 2011 “yatırım”, 2012 ise zirvelerin yılı… Erkan Akdemir, bir CEO’dan fazlası olmaya kararlıdır ve tek tek tüm departmanlarla yakından ilgilenir. Ciddi bir İnsan Kaynakları çalışması yaptırarak, bugünkü başarılı yönetim kadrosunun tohumlarını atmaya başlar. Pazarlama, Satış, Teknoloji ve alttaki direktörlüklerde ciddi bir yapılanma gerçekleştirir. Ekipleri yenilemenin yanı sıra güçlendirir. Satış, pazarlama organizasyonunda ciddi bir değişim gerçekleştirir. Yeni yönetim anlayışının ortaya koyduğu vizyon, operasyonel faaliyetlerden insan kaynakları yönetimine, pazarlamadan AR-GE’ye tüm iş birimlerine yansır. Yenilenen yönetim kadrosuyla Avea, kendine daha çok güvenen bir marka haline gelir. Hem satış ve bayi kanalına yapılan yatırımlar hem de hizmet kalitesinin artırılmasıyla, Erkan Akdemir önderliğindeki Avea, 2012 yılını 7 farklı alanda zirve yaparak kapatır. Teknoloji, rekabet ve azim… Tüm kariyeri rekabetin yoğun olduğu sektörlerde geçen Avea CEO’su Erkan Akdemir’i belki de en iyi anlatan 3 kelimeye karşılık Erkan Akdemir: “Zorlukları var ama benim için artık rutin. Bu benim rutinim. Rekabetin yoğun olması enerjinizi yüksek tutarken beyninizin sürekli hızlı çalışmasını sağlıyor, bu da beni mutlu ediyor. Bu benim için süreklilik arz eden bir gelişim sürecinin de ana kaynağı aynı zamanda” 4'üncü yılımızda bölgenin “Kalp Sağlığı Merkezi” olduk. Tedavisini Ankara ve İstanbul gibi uzak şehirlerde yaptırmak zorunda kalan binlerce hemşerimize umut olduk. GÜNEYDOĞU’NUN KALBİ EMİN ELLERDE Çareyi Uzakta Aramayın Kanser Tedavi Merkezimiz Hizmetinizde Kemoterapi Tıbbi Onkoloji Ünitesi Kanser Tedavi Konseyi Kemoterapi Ünitesi Radyoterapi Ünitesi Cerrahi Onkoloji Meme Kanseri Tiroit Kanseri Karaciğer Kanseri Mide Kanseri Pankreas Kanseri İnce Barsak Kanseri Rektum Kanseri Kolon Kanseri Radyoterapi Cerrahi Onkoloji Beyin Tümörleri Cerrahisi Göğüs Cerrahisi Akciğer Kanseri Göğüs Hastalıkları Bronkoskopi uygulaması Gastroenteroloji Ünitesi ERCP Uygulaması Kolonoskopi Endoskopi Rektoskopi PET/CT Patoloji Laboratuarı 444 63 00 0414 314 44 46 Merkez / ŞANLIURFA www.osmortadogu.com www.twitter.com/osmortadoguh www.facebook.com/osmortadogu gezelimgörelim Viyana Tamamıyla klasik müzik ve sanat kokan ihtişamlı fakat biraz da bohem bir şehir Viyana. Mozart, Beethoven, Schubert ve daha birçok unutulmaz ismin şehri aynı zamanda... Hal böyle olunca Viyana da her şey bu yönde, hediyelik eşyacılar, çikolatacılar, kafelerde çalan müzikler, konserler hep bu duayenleri hatırlatıyor ve belki de bu tarz müzikle ilgisi olmayanları bile etkiliyor. 64 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Müzelerini gezmek, bir şehrin tarihini öğrenmek için en iyi yol ve Viyana özellikle çok sayıda müze ve saraya ev sahipliği yaptığından bu anlamda turistlerin ilgi odağı oluyor. 2. Dünya Savaşında şehrin bazı yerleri yıkılsa da şehir hala eski görünümde. Viyana sanat tarihi müzesinde ünlü ressamların bir sürü eserleri sergileniyor, Efes müzesi ise Artemis heykeliyle büyülüyor... Müze ziyaretleriniz bittiğinde tam sanat tarihi müzesinin karşısında duran faytonlarla kısa bir Viyana turu atabilir ve şehir hakkında bilgi alabilirsiniz. Söz konusu bir Viyana seyahatiyse, oldukça turist çeken bir yapı olan St. Stephens Katedrali’ni görmeden gelmemeli. Gotik tarzda yapılmış bu sanat eseri şehrin göbeği diye tabir edilebilecek bir konumda bulunuyor. Schönbrunn Sarayı da yine turistlerin ilgi odağı olan yerlerden biri. “Viyana’nın Versailles’i” da denilen köşkte 1400’den fazla oda ve birçok büyük bahçe bulunmakta. Özellikle odalardaki dekor görülmeye değer. İçeride aynı zamanda “Coach and Carriage Museum” adında bir müze de bulunuyor. Bahçeleriyle ve sanat gelerileriyle Viyana’nın en çekici yerlerinden biri olan Belvedere Sarayı, Dünyanın en iyi sanat koleksiyonunu bulunduran müzelerden Kunsthistorisches Museum ve çoğu kişiye göre dünya operasının merkezi konumunda görülen Staatsoper (Opera Binası) ve daha birçok ihtişamlı yapı Viyana’da turistlerin vazgeçilmez seyir noktalarından. Kafeleriyle ve kahveleriyle de ünlü olan Viyana’da ufacık bir masada kahvenizi yudumlayıp, şehri seyrederek saatler geçirebilirsiniz. Restoranları ise farklı tatlar ve ilginç dekorasyonlarıyla hem gözünüze hem damağınıza hitap edecektir. Aslında Macaristan’a ait bir yemek olan “gulaş”ı veya Viyana’nın ünlü şnitzelini deneyebilirsiniz. Viyana’da nerede kalırsanız kalın, merkezden çok da uzaklaşmış olamayacaksınız. Şehrin bir ucundan diğer ucuna yürüyerek 40 dakikada geçilebiliyor. Viyana’dan farklı lokasyonlara da kolayca ulaşım sağlanabiliyor. Trenle Prag ve Budapeşte 2-3 saatlik mesafede. Bratislava’ya ise yarım saatlik bir seyahatle ulaşılabilir. Eğer sanatla ilgileniyorsanız, klasik müziği seviyor ve bildiğimiz bütün büyük müzik duayenlerinin yaşadıkları evleri görmek istiyorsanız Viyana size gerçek doyumu sağlayacaktır. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 65 haber SAĞLIK BAKANLIĞI VE BAĞLI KURULUŞLARI ATAMA VE YER DEĞİŞTİRME YÖNETMELİĞİ YAYIMLANDI Sağlık hizmetlerinin yurt genelinde etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarında görev yapan sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri sınıfı personelinin atama ve yer değiştirmelerine ilişkin usul ve esasları belirleyen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği yayımlanarak yürürlüğe girdi. 26 Mart 2013 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yönetmelikte yer alan bazı düzenlemeler şöyle: revlendirilebilmesi için düzenleme yapıldı. • Kamu Hastane Birlikleri bünyesin- • Mazeret tayin talebi uygun bulu- nan ancak görev yaptığı kurumda kadro olmamasından dolayı ataması yapılamayan personelin Bakanlık ve bağlı kuruluşlarının teşkilatları arasında atanabilmesine imkân sağlandı. de sözleşme imzalayan personelin eşlerinin talepleri halinde eşlerinin görev yaptığı ile atanmasına veya sözleşme süresince görevlendirilmesine imkân sağlandı. • Mazeret takibinde 6 yıllık süre 5 tercih yapılabilmesi sınırı kaldırıldı. • Eşinden boşanan personele C ve D • Kurum içi naklen atamada en çok 5 • Stratejik personelin eş durumundan atamalarında kura şartı kaldırıldı. yıla düşürüldü. grubu illerin yanında halen görev yaptığı hizmet bölgesi ve grubundaki illerden birine ya da alt bölge illerine atanma hakkı verildi. • Tabip ve uzman tabiplerin farklı • Sözleşmeli aile hekimi olarak çalı- • Terör şanların başka bir ilde aile hekimbir kadroda çalıştığı sürelere de hizmet puanı verilmesine dair düzenleme yapıldı. liği sözleşmesi imzalaması halinde o ile atanması imkânı sağlandı. kapsamında ücretsiz izinde geçirilen süreler ile Kamu Hastaneleri Birliği bünyesinde sözleşmeli geçirilen sürelere de hizmet puanı verilmesi sağlandı. ların eş durumundan faydalanması sağlandı. • 657 sayılı Kanunun 77. maddesi • Kamuda geçici işçi olarak çalışan• Eşleri özel sektörde çalışanların prim ödeme süresi 4 yıldan 3 yıla indirildi. • Zorunlu yer değiştirmeye tabi per- • Aynı sonelin görev yaptığı ilden başka bir ilde görevlendirilmesi halinde, eşi olan personelin de bu ile gö- 66 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 hizmet grubunda bulunan stratejik personelin eş durumu tayinlerinde eşlerin istedikleri ilde bir araya gelmeleri sağlandı. eylemleri sebebiyle şehit, gazi veya mâlûl olanların Bakanlığımız personeli olan birinci derece yakınlarına döneme bağlı kalmaksızın nakil hakkı tanındı. • Eş ve öğrenim mazeretinden tayin olanların da bir defaya mahsus alt bölge tayin talebinde bulunabilmeleri sağlandı. • Kamu Hastane Birlikleri bünyesinde görev yapan personelin Birlik içinde Genel Sekreterlikçe yer değişikliğine imkân sağlandı. Bilim Adamlarından Uyarı: TUZa Dikkat! Sağlık Bakanlığı, sosyal medya gündemine bu kez de tuzla mücadeleyi taşıdı. “11-17 Mart, Dünya Tuza Dikkat Haftası” nedeniyle, Twitter Anında Soru-Cevap Uygulamasının yeni gündemi tuzla mücadele oldu. Gerçekleştirilen programda, vatandaşlar, tuza ilgili merak ettiği her şeyi sordu ve konunun uzmanları sorulara twitter üzerinden anında cevap verdi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Erdoğan, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülden Pekcan, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Nefroloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rahmi Yılmaz ve Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muhittin Tayfur programa uzman olarak katıldı. TUZLA İLGİLİ SORULAR VE CEVAPLARI Soru: Çok tuzlu yemek yemenin göze zararlı olduğu söyleniyor. Doğru mudur? Soru: Tuz hipotroidi rahatsızlığı olanlar hangi tuzu tüketmelidir? İyotlu mu iyotsuz mu? Yüksek tuz alımı kan basıncının göz üzerine olan olumsuz etkilerinin artmasına neden olacaktır. Zararlıdır. Hipotroidi rahatsızlığı olanlar için iyotlu veya iyotsuz tüketimi önemsizdir çünkü hormonu dışarıdan almaktadırlar. Soru: Kaya Tuzu olarak kastedilen nedir? Kaya tuzu, işlenmemiş, rafine edilmemiş, tabiattan elde edilmiş tuzdur. 68 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Soru: Yemekleri tuzsuz yemek de sağlığa zararlı değil midir? Değildir çünkü besinler içerisinde yeterince tuz bulunmaktadır. Tuz eklemek gerekmemektedir. Soru: Tuzu hayatımdan çıkarmak imkânsız gibi duruyor. Ne yapmalıyım? İnsana birçok şey imkânsız görünür ama sağlık için bazı şeylere katlanmamız gerekiyor. Hakikaten tuzun kısıtlanması sağlık açısından çok önemlidir. Soru: Sağlık bakanlığı olarak günlük tuz tüketiminin azaltılması yönünde bundan sonra yapılacak çalışmalar nelerdir? Ülkemizde “Aşırı Tuz tüketiminin Azaltılması Programı” kapsamında çalışmalar yoğun bir şekilde devam edecektir. Soru: Tuz, böbrek yetmezliğine de neden olur diyorlar. Ne kadar doğru? Neden? Yüksek tuz alımı hem kan basıncını arttırıp, hem de bağımsız bir şekilde böbrek yetmezliğine sebep olmaktadır. Soru: Deniz Tuzu ve Göl Tuzu ile ilgili Sağlık Bakanlığının düşüncesi nedir? Tuzu denizden ve gölden sağlayabiliyoruz ancak asıl önemli olan tuzun iyi rafine edilmesi ve sofraya sağlıklı gelmesidir. Soru: Yüksek tansiyon varsa hiç tuz tüketmemek mi gerekir? Modern tansiyon ilaçlarıyla tuzu tam kısıtlamak gerekmemektedir ancak tansiyonu problemi olanlarda tuz alımını günlük 4 gramın altına indirmek gerekir. Soru: Gut hastalığı için tuz önerir misiniz? Özel bir tuz önerisi yoktur. Soru: Bir de pembe Himalaya tuzunun sağlık açısından daha iyi olduğu söyleniyor. Doğru mudur? Kullanmak sakıncalı mıdır? Hayır. Kimyasal olarak tuz sodyum klorürden oluşur, Himalaya’da ya da Japonya’da olması arasında bir fark bulunmamaktadır. Önemli olan içindekilerden emin olmamızdır onun için her zaman rafine ve aksi bildirilmedikçe iyotlu tüketmeliyiz. Soru: Yemekler de tuzsuz yenmiyor ki. Kilo verirken tuzu kesin diyorlar. Neden? Tuzsuz yemeğe alışma süreci 21 gündür. Sadece kilo vermek için değil her zaman sağlıklı olmak için de tuzu azaltmak yararlıdır. Soru: Alışverişte iyi tuzun hangisi olduğunu nasıl anlarız? Küçük tuz paketlerinin seçilmesi tercih edilmelidir, rafine ve iyotlu tuz tercih sebebi olmalıdır. Soru: Yemekleri tuzsuz yemek de sağlığa zararlı değil midir? Doğal olarak tüm besinler ve içecekler tuz içermektedir. Aslında dışarıdan eklenmiş tuza gerek yoktur. Soru: Tuz kullanımı kalp damar tıkanıklığına neden olabilir mi? Evet. Aşırı tuz tüketimi; kalp krizi, kalp yetmezliği, inme benzeri kalp ve damar hastalıklarına neden olmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 69 Soru: Diyelim ki evde dikkat ettik tuz kullanımına. İşte ne gelirse onu yiyoruz. Diğerlerini kullanmamaya nasıl ikna edeceğim? Soru: Yaklaşık 4 yıldır çok az tuz kullanıyorum, sadece yemeklerde olan tuzu tüketiyorum. Az da olsa iyotlu tuz yemem gerekir mi? Sağlık Bakanlığı olarak yürüttüğümüz programın önemli bir bölümü de okul, iş yeri, lokanta vb toplu beslenme yapılan yerlerde aşırı tuz kullanımının azaltılmasıdır. Bu konuda da çeşitli çalışmalarımız olacaktır. Aldığınız tuz büyük ihtimalle yeterlidir, günlük yemeklerle alınan tuz 8 gramdır. Sadece yemeklerinizde pişirilirken kullanılan tuzun iyotlu olduğuna emin olunuz. Soru: Tuzu doğal olarak alabiliyoruz ama asıl önemli olan iyot değil mi onu nereden alacağız? Soru: Gıda etiketlerinde tuzun başka formlarını nasıl biliriz? Tuz değil de kimyasal tuz formülleri yazılabiliyor, zararlı mıdır? İyotun kaynağı sofralık tuzdur. Aşırı tuz tüketimimizi azalttığımızda bile yeterli miktarda iyot alabiliriz. Soru: Rafine edilmiş tuz nedir? Doğal tuzun fabrikalarda yabancı maddelerden ağır metallerden arındırılmış ve içine iyot eklenmiş şeklidir. Soru: Günlük tuz tüketiminin azaltılması yönünde bundan sonra yapılacak çalışmalar nelerdir? Tuz tüketiminin azaltılmasının sağlık üzerine olumlu etkileri bilinmektedir. Aşırı Tuz tüketiminin Azaltılması Programı kapsamında çalışmalar yapılacaktır. Soru: Sporcular neden tuzdan kaçınır? Alınan tuz vücutta su tutulmasına neden olacaktır. Sporcularda kilo önemlidir, kilo almamak adına tuza dikkat edilmektedir. Soru: Tuzun bağışıklık sistemine herhangi bir zararı var mıdır? Soru: Unu ve şekeri anladım ama tuz kilo yapar mı? Tuz direkt olarak kilo yapmasa da kilo artışında dolaylı etkileri vardır. Kiloyla birlikte görülen kalp ve damar hastalıklarını arttır. Soru: Tatlı ve tuzlu şeyleri bir arada tüketmeyi seviyorum, bir zararı var mıdır? Yüksek tuz tüketimi ve tatlı tüketimi her durumda sağlık açısından risklidir. Uygun miktarlarda tüketilmesi önerilir. Soru: Hangi tür yemekler sodyum zenginidir? Nasıl bileceğiz? Özellikle kahvaltılık gıdalar zeytin peynir ve turşu sodyum zengini yemeklerdir. Vardır, fazla tuz bağışıklık sistemini baskılamaktadır. Daha fazla enfeksiyon riski yaratmaktadır. Soru: Tuz tüketimini tamamen kestiğimizde vücudumuzdaki sodyum miktarı da düşecektir, bu da tansiyonumuzu düşürmez mi? Soru: Su tutmak ne? Kan basıncı düşer fakat vücuttaki toplam sodyum miktarı düşmez çünkü hiç bir zaman sıfır sodyum almak mümkün değildir. Su tutmak demek vücutta su birikmesi demektir ve ellerde, yüzlerde, bacaklarda şişlikler (ödem) oluşur. Soru: Tuz kullanımı diyabet ve diyalize nasıl etki yapar? Diyabetik, obez ve hipertansiyon olan hastalarda tuz tüketimi olabildiğince düşük kalmalıdır. Böylece kilo almayacaklardır. Soru: Deniz suyundaki tuz için faydalı diyorlar. Ne gibi faydaları var? Sodyum klorürün hangi kaynaktan geldiği önemli değildir. Önemli olan ağır metallerden fakir ve görece temiz tuzlar tüketmektir. 70 Bu konudaki tüm bilgilere web sayfamız http://beslenme.gov.tr’den ulaşabilirsiniz. Soru: Günlük tuz tüketimi ne kadar olmalı ya da bu durum kişiden kişiye değişir mi? Günlük tuz tüketimi 5 gram altında olmalı ve kişiden kişiye değişiklik söz konusu değildir. Soru: Yöresel bazı lezzetler üretilirken tuz yoğun kullanılıyor, peynir, turşu gibi. Biz bu lezzetlerden vazgeçemiyoruz, ne önerirsiniz? Bunları mutlaka suda bekletip tuzdan arındırıp tüketmeye çalışmalıyız. Soru: Renkli renkli tuzlar çıkmış şimdilerde. Bunları da yemeklerde kullanabiliyor muyuz? Soru: İyotlu tuz kullanımı vücutta ödem yapar mı? Tiroidi etkiler mi? Çok çeşitli tuzlar var ama tükettiğiniz tuzun içinde ne olduğundan emin olunuz. Tuz tüketimi ödem yapar, iyotlu olması hipotroidi açısından koruyucudur. İyot ödem oluşumunu değiştirmez. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Soru: Neye göre kime göre rafine tuz iyi, rafine tuz mineralsiz tuz değil mi? Tabiattan elde edilen tuz, rafine edilmediğinde ağır metaller içerebilmektedir. Bunlar vücut için zararlıdır. Rafine tuz bunları içermez. Soru: Bakanlık olarak cipslerdeki aşırı tuz (bilimsel olarak kanıtlanıp kanıtlanmadığını bilmiyorum) hakkında ne yapılıyor? Bilimsel olarak kaynağı ne olursa olsun yüksek tuz alımının zararı kanıtlanmıştır. Bu konuda Bakanlık tuzu azaltmak için çalışmaktadır. Ülke politikası çerçevesinde firmalarda ürünlerinde tuz azaltma yoluna gideceklerdir. Bilinçli tüketici bu ürünleri satın almamalı. Soru: Tuz alırken açık ya da kapalı kutularda olması neyi değiştirir? İyot içeren rafine tuz ambalajlı satılmaktadır. İyotlu tuz koyu renkli kaplarda saklanmalı güneş, ısı, ışık, nem almamalıdır. Soru: Aşırı tuz tüketimi karaciğeri ve görme bozukluğunu etkiler mi? Etkiler, çünkü tansiyonu etkileyecektir. Dolayısıyla görme ve karaciğer problemleri de yaşanabilir. Soru: İlerleyen yaşlarda 5 gramlık tuz tüketiminin düşmesi gerekir mi? Özellikle kalp yetmezliği veya ödemle giden bir hastalık yoksa gerekmez. Soru: Tuz kullanımı kaç yaşından sonra azaltılmalıdır? Tuz tüketimine bebeklikten başlayarak alışılmamalıdır. Tuzu az tüketme, yaşam biçimi olmalıdır. Yetişkinlik çağından itibaren kısıtlanmalıdır ancak çocuklara da çok tuzlu yedirerek tuz lezzetini alıştırmamak gerekir. Soru: 5 gr tuz gözümde canlanmıyor. Nasıl hesaplayacağım yediğim tuz az mı fazla mı? Bir çay kaşığı dolusu tuz aşağı yukarı 5 gram ağırlığındadır. Soru: Gut hastalığında tuzun bir etkisi var mıdır? Yoktur ama yüksek tuz tüketimiyle birlikte olan gut kardiyovasküler hastalıklara neden olabilir. Soru: Tuz guatr etkiler mi? Tuzun eksikliği baharatlarla giderilebilir mi? İyotsuz tuz tüketimi guatr ve sağlık sorunlarına neden olur. Baharat tuz tüketimini azaltmaya yardımcıdır. Eklenmiş tuz olmadan doğal besinlerle alınan tuz ile yaşanır. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 71 haber SAĞLIK SEKTÖRÜ ÇÖZÜM İÇİN DÖRDÜNCÜ KEZ BULUŞUYOR Bu yıl 4.’sü gerçekleşecek olan OHSAD Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları, 24-28 Nisan 2013 tarihleri arasında Antalya Belek’te sağlık sektörünü bir araya getirecek. Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) tarafından organize edilen ‘Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları’nın dördüncüsü 24-28 Nisan 2013 tarihleri arasında Antalya’da düzenleniyor. Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, SGK, İl Sağlık Müdürlükleri, Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları, Kamu Hastaneleri, Hastane Birlikleri Yöneticileri, Üniversite Hastaneleri ve Sigorta Şirketleri sağlık sektöründe yaşanan gelişmeleri değerlendirmek için bir araya geliyor. 72 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 OHSAD tarafından organize edilen kurultay, sektörün tüm paydaşlarını bir araya getirerek sektörün sorunlarına ortak çözüm alternatifleri oluşturmayı hedefliyor. cüsü 24-28 Nisan 2013 tarihinde Belek / Antalya’da yapılacak toplantıda tüm özel ve kamu sağlık yöneticilerini aramızda görmekten büyük mutluluk duyacağız.” OHSAD başkanı Op. Dr. Reşat Bahat geçen yıllarda yine Antalya’da yapılan toplantılara Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve SGK üst düzey yöneticileri ile özel sağlık kuruluşlarının üst düzey yöneticileri ve medikal sektörün ileri gelenlerinin katıldığını vurgularken toplam 750 kişinin bulunduğunun bilgisini verdi. Bahat, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Dördün- OHSAD Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları’nın hazırlıkları devam ederken katılımcıların sayısı da artıyor. Kurultaya katılmak isteyen sağlık yöneticileri http://www.ohsadkurultayi.org/ sitesinden kayıt formu doldurabiliyor. CORNELIA DIAMOND “Sağlıkta kalite için el ele” ÖZEL HASTANELER VE SAĞLIK KURULUŞLARI DERNEĞİ T.C. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI www.ohsadkurultayi.org SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 73 haber ÇEVRE SAĞLIĞI Uzm. Dr. Hasan IRMAK Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Çevre; dünya üzerinde yaşamını sürdüren canlıların hayatları boyunca ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır. Diğer bir tanımlamayla çevre, karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan canlı organizmalarla, cansız maddelerin bulunduğu ortam; ekosistemdir. Özellikle hızla artan dünya nüfusu, plansız sanayileşme, sağlıksız kentleşme, tarım ilaçları, yapay gübreler ve deterjanlar gibi kimyasal maddelerin kullanımdaki artış vb. birçok unsur çevrenin hızla kirlenmesine neden olmaktadır. Bu kirlenme sonucunda hava, su ve toprağın yapısındaki değişimler canlıların yaşamını olumsuz yönde etkileyecek boyutlara ulaşmıştır. Çevre sağlığının sınırlarını ortaya koyan en net tanım Dünya Sağlık Ör74 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 gütü (DSÖ)’nün tanımıdır. Buna göre Çevre Sağlığı için temel esas, sağlığı olumsuz etkileyebilecek olan ve bireyin dışında yer alıp onu ve davranışlarını etkileyen bütün fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörleri saptamak ve kontrol altına almaktır. Burada hedef, sağlığı korumak ve sağlığı destekleyici çevreler oluşturmaktır. insan ve çevre sağlığı üzerine olumsuz etkilerini önlemek üzere gerekli inceleme, izleme, değerlendirme ve denetleme faaliyetlerini yürütmekten; görev alanına giren konularda ruhsatlandırma işlemlerini yapmak, mevzuat hazırlamak, ulusal veya uluslararası düzeyde program ve projeleri uygulamaya koymak ve çevre sağlığı ile ilgili konularda diğer kurum ve kuruluşlarla işbirliği ve koordinasyonu sağlamaya kadar çok geniş bir faaliyet alanına sahip olan Çevre Sağlığı Daire Başkanlığının faaliyet konuları aşağıda özetlenmektedir: 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 02.11.2011 tarihli ve 28103 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle birlikte sağlığın korunması ve geliştirilmesi anlamında büyük önem taşıyan çevre sağlığı hizmetlerinin iyileştirilmesi faaliyetleri Türkiye Halk Sağlığı Kurumuna bağlı Çevre Sağlığı Daire Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. İllerde çevre sağlığı hizmetleri, Halk Sağlığı Müdürlükleri bünyesindeki Çevre Sağlığı Şubeleri tarafından yürütülmektedir. a) Halka yeterli ve sağlıklı su temini ile su kaynaklarının korunması konusunda araştırma, geliştirme, düzenleme ve denetim hizmetlerini planlamak; ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde gerekli her türlü tedbiri almak veya aldırmak: İnsan sağlığını korumak için, olağan ya da olağan dışı durumlarda görev alanına giren çevresel faktörlerin Kaynağından alınan suyun arıtılarak kullanıcının musluğuna kadar güvenli ve temiz bir şekilde ulaştırılması gerekmektedir. Ancak sanayileşme, kentleşme, uygarlık düzeyinin artması ve teknolojik gelişmeler bir yandan ihtiyaç duyulan su miktarını artırırken, diğer yandan da su kaynaklarının kirliliğini artırmakta ve kullanılabilir su kaynaklarının azalmasına neden olmaktadır. Nitekim içme-kullanma suyu sorununu çözememiş ülkelerde görülen her dört hastalıktan birisi suyla bulaşan hastalıktır. Ülkemizde topluma içme-kullanma suyu sağlanmasından yerel yönetimler sorumludur. Sağlık Bakanlığı ise yerel yönetimlerce sağlanan suyun denetim ve kontrollerini yapmakta, ayrıca yerel yönetimlere danışmanlık hizmeti vermektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye’nin AB’ye üyeliği sürecinde sularla ilgili mevzuatta uyumlaştırma çalışmaları yapılmış olup Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik 01 Aralık 2004, İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ise 17 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Yönetmelikler, 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlığımız teşkilat yapısındaki değişiklikler ve yapılması düşünülen düzenlemeler dikkate alınarak güncellenmiş olup 7 Mart 2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik, suları kaynak suyu, içme suyu ve içme-kullanma suyu şeklinde tanımlayarak, denetim ve kontrol izlemeleriyle suların kimyasal, fiziksel, mikrobiyolojik ve radyoaktivite yönünden kalitesinin izlenmesini öngörmüştür. Denetim ve kontrol izlemesi parametrelerinden herhangi birinin uygunsuzluğu durumunda düzeltici önlemlerin ve kullanım sınırlamalarının yapılması için ge- rekli tedbirler aldırılır. Uygunsuzluk durumlarında tüketiciler bilgilendirilerek gerekli uyarılar yapılır. Söz konusu parametrelerin analizleri için her bir şebekeyi ve yerleşim yerini temsil edecek şekilde daha önceden tespit edilen su numunesi alım noktalarından yıl içinde denetim ve kontrol izlemesi için su numuneleri alınır. Yeni oluşturulan veri toplama sisteminde alınan numunelere ait bilgiler elektronik ortamda laboratuvarlara gönderilmekte, sonuçların izlenmesi ve raporlanması da elektronik ortamda otomatik olarak yapılmaktadır. Kaynak, içme ve doğal mineralli suların ruhsatlandırılma işlemleri 31 Temmuz 2009 tarihine kadar Sağlık Bakanlığınca yapılmıştır. İlgili Yönetmeliklerde yapılan değişikliklerle bu tarihten itibaren adı geçen suların ruhsatlandırılması işlemleri valiliklere devredilmiştir. Bu suların ruhsatlandırılması işlemleri ile denetim ve kontrollerinin yapılması esnasındaki işlerin daha etkin ve sağlıklı yürütülebilmesi için Ambalajlı Su Takip Sistemi geliştirilmiştir. 76/160/EEC sayılı AB Direktifi doğrultusunda uyumu yapılan “Yüzme Suyu Kalitesi Yönetmeliği” çerçevesinde yüzme suyu kalitesi de Çevre Sağlığı Daire Başkanlığı tarafından izlenmektedir. İzleme çalışmaları kapsamında, yüzme amaçlı kullanılan veya kullanılacak olan yüzme alanları, çevresel kirleticiler, yüzmeye gelenlerin yoğunluğu ve yerel alışkanlıklar dikkate alınarak belir- lenmektedir. Her yüzme alanı bir numune noktası ile temsil edilmektedir. Bakanlık yüzme suyu izlemi için bölgelere göre minimum yüzme sezonunu belirlemiştir. Minimum yüzme sezonu Karadeniz ve Marmara Bölgesi ile iç sular için (göl, nehir, baraj) 15 Haziran-15 Eylül, Ege Bölgesi için 1 Haziran-30 Eylül ve Akdeniz Bölgesi için 1 Mayıs-30 Ekim’dir. Bu tarihlere göre yüzme sezonu boyunca Karadeniz ve Marmara Bölgesi ile iç sular için en az 7 numune, Ege Bölgesi için en az 9 numune, Akdeniz Bölgesi için ise en az 13 numune alınması zorunludur. Belirtilen numune sayıları bir yüzme sezonu boyunca alınması gereken numune sayısıdır. Belirlenmiş olan minimum yüzme sezonu doğrultusunda Halk Sağlığı Müdürlükleri iklimsel özellikler ve geleneksel yaklaşımları da dikkate alarak yerel yüzme sezonunu belirleyebilir. Bu durumda bir sezon boyunca alınacak numune sayısı zorunlu olarak alınması gereken numune sayısından fazla olabilir. Belirlenen yüzme sezonu boyunca Toplum Sağlığı Merkezlerince 15 günde bir numune alınmakta ve üç mikrobiyolojik parametre izlenmektedir. Bu parametreler toplam koliform, fekal koliform ve fekal streptokoktur. İzlemi yapılan parametre verileri yüzme suyu veri toplama sistemine işlenmektedir. Uygunsuz bulunan yüzme alanlarında uygunsuzluk yönetiminin yapılması ve yüzme suyu kalitesinin iyileştirilmesini sağlamak amacıyla sınır değerleri aşan analiz sonuçları Çevre ve Orman İl Müdürlüğüne ve Belediyelere iletilmektedir. Zorunlu değerleri aşan analiz sonuçları bulunduğunda ise halkın yüzme alanlarını kullanımının engellenmesi için yetkililer uyarılmaktadır. Yüzme suyu veri toplama sisteminde yapılan otomatik sınıflamaya göre yerel rapor hazırlanmakta ve Halk Sağlığı SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 75 Kurumuna raporlanmaktadır. Yüzme suyu izlemi yapılan 34 ildeki yüzme alanlarına ait yerel raporlar dikkate alınarak Türkiye Halk Sağlığı Kurumunca ulusal rapor hazırlanıp her yıl Ocak ayı içinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderilmektedir. Yüzme amacıyla kullanılan açık ve kapalı yüzme havuzlarının halk sağlığının korunması amacıyla izlenmesi ve denetlenmesi çalışmaları Halk Sağlığı Müdürlükleri tarafından yürütülmektedir. Yüzme havuzlarının denetimi, su kalitesinin izlenmesi ve havuz işletmesiyle ilgili koşullarının denetlenmesini kapsamaktadır. Yüzme havuzlarının izlenmesine ilişkin veri toplama sistemi çalışmalarımız devam etmekte olup 2013 yılı ortasında faaliyete geçirilmesi planlanmaktadır. b) Doğal kaynakların korunması amacıyla; biyosidal ürünler, kimyasallar ve diğer çevre kirleticilerinin kontrol altına alınması çalışmalarını planlamak ve uygulamasını sağlamak, üretilen veya ithal edilen biyosidal ürünlerin ruhsatlandırma ve izin işlemlerini yürütmek Biyosidal ürünlerin kamu, özel kurum ve kuruluşlarca kullanımına esaslar getirmek, izin prosedürlerini belirlemek, bu alanda çalışan personelin eğitim ve sertifikasyon işlemlerini gerçekleştirmek amacıyla çalışmalar yapılmakta, ilgili kuruluşlarca yapılan haşere ve kemirici mücadele çalışmalarını izlemek, değerlendirmek ve gerekli düzenlemeleri yapmak için çeşitli faaliyetler yürütülmektedir. 76 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Zararlılarla mücadele amacıyla kullanılan kimyasal ve biyolojik ürünler “Biyosidal Ürünler Yönetmeliği” kapsamında yer almaktadır. Uzun yıllar dezenfektanlar ve pestisitler denetim altında tutulurken 31 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Biyosidal Ürünler Yönetmeliği ile 23 ürün tipi Biyosidal Ürün kapsamına alınmıştır. Bu yönetmelikle 5 yıllık bir geçiş sürecinde piyasada bulunan 23 ürün tipinin ruhsatlandırılması amaçlanmıştır. Bu ruhsatlandırma işlemleri ile denetim ve kontrollerinin daha etkin ve sağlıklı yürütülebilmesi için veri toplama sistemi çalışması devam etmektedir. Diğer taraftan biyosidal ürünleri uygulayan firmaların mesul müdürlerinin ve uygulayıcı elemanlarının eğitim çalışmaları yürütülmektedir. c) Oyuncaklar, hava aromatize edici ürünler ve deterjanlar gibi halkın kullanımına sunulan ürünlerin piyasa gözetim ve denetimini yürütmek 88/378/EEC sayılı Oyuncakların Güvenliği Hakkındaki Konsey Direktifi, 17 Mayıs 2002 tarihinde Sağlık Bakanlığı tarafından uyumlaştırılarak iç mevzuata aktarılmış ve Oyuncaklar Hakkında Yönetmelik 17 Kasım 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Söz konusu yönetmelik kapsamında oyuncakların piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetleri Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından yürütülmektedir. Tüketici Güvenliği Laboratuvarları Daire Başkanlığı Oyuncak Analiz Laboratuvarında oyuncakların piyasa gözeti- mi ve denetimine yönelik analizler yapılmaktadır. Ayrıca, Kurumumuz saha elemanlarının gayretleri sonucunda açık deterjan satışları önemli ölçüde engellenmektedir. d) Çevresel etkileri izleme ve değerlendirme Çevre sağlığı risk faktörlerini belirlemek ve izlemek amacıyla çevre sağlığı etki değerlendirme araştırmaları ve çalışmaları yürütülmektedir. Bu kapsamda, Gayrı Sıhhi Müesseselerin (GSM) sınıf tespiti işlemleri ile ilgili genel usul ve esasları belirlenmekte, bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlara görüş verilmektedir. İklim değişikliği ve küresel ısınmanın insan sağlığı üzerindeki etkileri konularında eylem planı hazırlamak ve uygulanması konusunda gerekli koordinasyonu sağlamak, iyonlaştırıcı olmayan radyasyon kaynakları ve elektromanyetik kirliliğinin zararları konusundaki başvuruları değerlendirilmek üzere “Elektromanyetik Alanlar Sağlık Etkileri Değerlendirme Alt Kuruluna” sunmak ve ilgili kurum ve kuruluşlarla iş birliği çalışmaları, bu kapsamda yürütülen faaliyetler arasında yer almaktadır. e) Doğal afetlerde; çevre sağlığı hizmetlerinin yerinde, zamanında ve etkili bir şekilde yapılmasını sağlamak f) Ölü defin ve nakil işlemleri ile ilgili genel esasları belirlemek, hizmetlerin bu esaslar doğrultusunda yürütülmesini kontrol etmek g) Çevre sağlığı hizmetlerinin iyileştirilmesi amacıyla ulusal veya uluslararası düzeyde çalışmalar yapmak, ortak program ve projeler geliştirmek ve uygulamak Bu kapsamda rutin hizmetlere ilaveten yürütülen programlar aşağıda özetlenmiştir: İçme ve Kullanma Suyu Kalite Kontrol Sistemi 2012 yılının ilk çeyreğinde kullanıma açılmıştır. Bu sistem sayesinde bütün illerde yapılan kontrol ve denetim izlemeleri, bakiye klor ölçüm takipleri ile bu suların kaynak, depo, şebeke sistemi gibi bütün sistemlerinin özellikleri anlık olarak coğrafi bilgi sistemi üzerinden izlenebilmektedir. Yüzme Suyu Kalite Kontrol Sistemi 34 ildeki yüzme alanlarında yapılan analizlerin sonuçları ve yüzme alanlarının özelliklerinin izlendiği sistemdir. Ambalajlı Su Takip Sistemi ile ülkemizdeki tüm ambalajlı su üretimi yapan firmaların elektronik ortamda kayıtları alınıp, tesis, çalışma saatleri, imlâ şekilleri ve diğer birçok bilgiye ulaşılması sağlanmaktadır. Sistem 2012 yılı sonunda tamamlanmıştır. Damacana Takip Sistemi, damacanaların ilk üretildiği andan son kullanıcıya kadar takibi ve üretim tesislerindeki yıkama suyu sıcaklığına kadar bütün izlemlerin tam anlamıyla yapılmasına olanak sağlayacak coğrafi bilgi sistemidir. Sistemin 2014 yılı ilk yarısında kullanıma açılması planlanmıştır. Kaplıca Takip Sisteminin kurulmasına dair çalışmalar ise 2012 yılı sonunda başlatılmış olup 2013 yılı içerisinde faaliyete geçirilmesi planlanmıştır. Bu sistem ile ülkemizdeki tüm ruhsatlı kaplıcalar elektronik ortamda kayıt altına alınıp tesis, çalışma saatleri, fiziki koşulları, varsa tıbbi endikasyonları, anlık havuz suyu sıcaklıkları gibi birçok bilginin takibi planlanmaktadır. 235 akademisyen, 138 Sağlık Bakanlığı çalışanı 386 diğer Bakanlık ve Kurum temsilcileri olmak üzere toplam 759 kişi görev yapmıştır. Piyasa Gözetim Denetim Bilgi Sistemi de piyasa gözetim denetimine ilişkin bilgilerin ve takiplerin elektronik ortamda yapılabilmesi amacıyla oluşturulmuştur. 2013 yılında sistemin aktif olarak kullanılması planlanmaktadır. Çevresel Faktörlerin İnsan Sağlığı Üzerine Etkilerinin Araştırılması Projesi’nin amacı ise çevresel faktörlerin insan sağlığı üzerine olan etkilerini tespit etmek ve bunları azaltmak üzere model geliştirmektir. Proje yeniden yapılanma süreci öncesinde planlanmış olmakla birlikte saha çalışmaları Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından yürütülmektedir. Çalışmanın, sanayinin olumsuz etkileri açısından çok fazla gündeme gelen Kocaeli ilinde yapılması ve karşılaştırma ilinin Antalya olması planlanmıştır. Daha sonra Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli illeri de çalışmaya dâhil edilmiştir. Çalışma her konu için belirlenmiş uzmanlık dallarından danışman öğretim üyeleri ile yürütülmektedir. Çok Sektörlü Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı ile amaçlanan, çok sektörlü sağlık sorumluluğu yaklaşımı ile tarafların harekete geçirilmesi ve işbirliği çerçevesinde halkın sağlık düzeyini yükseltmek ve geliştirmektir. Proje çalışmalarına 2011 yılı Ocak ayında Sağlık Bakanlığı ve Kalkınma Bakanlığından (DPT) onay alınarak Sağlık Bakanlığı ve Düzce Üniversitesi arasında yapılan protokol ile başlanmıştır. 2012 yılı sonu itibarıyla Proje tamamlanarak geliştirilen Program uygulanabilir hale getirilmiştir. Sağlık Bakanlığı koordinasyonunda bilimsel katkı sağlayan 33 Üniversite ile uygulama birimleri olan tüm kamu kurum ve kuruluşları ile işbirliği yapılarak Sonuç olarak insan, günlük yaşamında çevre ile sürekli etkileşim içerisindedir. Bu etkileşim, bireyin çevresini etkilediği gibi bireyin performansını, fiziksel kapasitesini ve sağlığını da etkileyebilir. Bu nedenle, başta sağlığı olumsuz etkileyen faktörler olmak üzere bütün çevresel faktörler kontrol altına alınmalı ve düzeltilmelidir. Çevre Sağlığı Daire Başkanlığı da temel çevre sağlığı konularında çalışma yaklaşımı ile bu konuların standartları, kontrol ve izleme yöntemleri, önleme stratejileri ve politikaları üzerine odaklanmakta, böylece muhtemel olumsuz sağlık etkilerini engellemeye veya en aza indirmeye yönelik çalışmalarını sürdürmektedir. Biyosidal Ürün Ruhsat Bilgi Sistemi; Biyosidal ürünlerle ilgili iş ve işlemlerde firmalar ile olan irtibatın elektronik olarak sağlanabilmesi, başvurunun, başvuru takibinin, değerlendirmelerin ve değerlendirmeler hakkındaki bilgilendirmelerin elektronik ortamda yapılabilmesi amacıyla sistem üzerinde çalışmalar tamamlanmıştır. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 77 film Kelebeğin Rüyası Bu sayımızda tanıtacağımız filmimiz “Kelebeğin Rüyası”; 1900’lü yılların ortalarında Zonguldak’ta yaşayan şiire ve edebiyata gönül vermiş iki gencin masum ve hüzünlü hikâyesini konu ediniyor; Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu… Filmin yönetmen ve senaristliğini üslenen Yılmaz Erdoğan, aynı zamanda Behçet Necatigil olarak çıkıyor karşımıza. O yıllarda 20’li yaşlarında olduğu söylenen Necatigil rolü için bazı eleştirmenler tarafından biraz yaşlı bulunsa da, birçok kişi Yılmaz Erdoğan’ın oyunculuğunun bunu arka planda bıraktığı düşüncesinde… 78 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 Maden ocaklarında görevli bir mühendis olan Rüştü Onur’u filmde Mert Fırat canlandırıyor. Son yıllarda oyunculuğuyla beğeni toplayan Mert Fırat, Kelebeğin Rüyası’nda da yine beğeniyle izleniyor. Seyirci, filmin başlarında hayatı ciddiye almamaya çalışan biri gibi görünen Rüştü Onur karakterinin dönemin vebası veremin pençesinde olduğunu öğrenince filmin hüznü ağır basmaya başlıyor. Yine son yılların beğenilen genç oyuncularından Kıvanç Tatlıtuğ da filmin başrollerinden. Kıvanç Tatlıtuğ tarafından hayat verilen Muzaffer Tayyip Uslu ile Rüştü Onur çok yakın iki arkadaş olmanın ötesinde, veremle mücadelede de aynı makûs talihi paylaşıyorlar. Şiire gönülden bağlı olan bu iki genç çoğu zaman hüzünlendirse de, zaman zaman aralarında geçen tatlı atışmalarla izleyiciyi gülümsetmeyi de başarıyorlar. İki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, yeni yeni modernleşen bu madenci kentinde memuriyet hayatlarını sürdürürken, bir yandan da sanatla, edebiyatla ve en çok da şiirle iç içe olmaktan vazgeçmezler. Belediye Başkanının kızı Suzan’ın Zonguldak’a geri gelmesiyle Rüştü ve Muzaffer’in şiire olan inancı daha da artar ve henüz lise öğrencisi olan Filmin Künyesi Süresi: 2s 18dk Tür: Dram Yönetmen: Yılmaz Erdoğan Oyuncular: Kıvanç Tatlıtuğ, Mert Fırat, Yılmaz Erdoğan, Belçim Bilgin, Farah Zeynep Abdullah, Ahmet Mümtaz Taylan, Taner Birsel Suzan, çevrenin istememesine rağmen iki gençle yakın arkadaşlığa başlar. Filmde Belçim Bilgin’in canlandırdığı Suzan karakteri, babası ve arkadaşlarının baskısına rağmen, aslında kendisinin yaşadığı lüks hayattan çok uzak olan bu iki gencin yaşamlarını önemser ve birlikte zaman geçirmek için elinden geleni yapar. Fakat 1940’lı yılların vebası olan verem, iki genç insanın da sağlığını git gide tehdit etmektedir. Önce Rüştü’yü şehrinden uzaklaştırır verem, tedavi için Heybeliada’ya giden Rüştü Onur’u burada daha farklı bir hayat beklemektedir. Rüştü’nün ardından Muzaffer de veremle mücadelede güçsüzleşir ve hocası Behçet Necatigil’in de desteğiyle arkadaşı Rüştü Onur’un yanına, Heybeliada’ya gider. Rüştü burada kendini farklı bir hayat kurmak peşinde olsa da Muzaffer’in aklı ve kalbi hala Suzan’dadır. Yönetmenliğini ve senaristliğini Yılmaz Erdoğan’ın üstlendiği filmin yapımcılığı yine BKM’ye ait. Çekimler Zonguldak ve İstanbul’da gerçekleştirilen yapım aynı zamanda Zonguldaklı madencilerin de öyküsüne değiniyor. Oyuncu kadrosunda Erdoğan’ın yanı sıra Mert Fırat, Kıvanç Tatlıtuğ, Belçim Bilgin’in yanı sıra Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan ve Farah Zeynep Abdullah gibi gençusta pek çok isim de yer alıyor. Bir dönem filmi olduğu için film atmosferinin 1940’lı yıllara uyarlanması, kostümler ve Zonguldak’ta kurulan dev film platosu büyük bir özveriyle hazırlanmış. Bu emeğe son derece gerçekçi olan oyunculuklar ve Zonguldak’ın doğal güzellikleri eklenince tam bir görsel şölen oluşturulmuş. Filmin şiirle akıp giden öyküsü aynı zamanda o dönemde yaşanan sıkıntıları da sunuyor izleyiciye. Mükellefiyet Kanunu sonrası Zonguldak’ta bir maden ocağında çalıştırılan insanların sefaleti, çelimsiz vücutları, yorgunluklarını taşıyan yüz çizgileri birer birer gözünüzün önüne geliyor. Kelebeğin Rüyası her şeyin ötesinde, iki şairin rüyasını ölümlerinden 70 yıl sonra gerçek kılan bir film… SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013 79 kitap ANNEM VE HAYATIN ANLAMI Yazar: Irvin Yalom Çeviri: Zeliha Babayiğit Sayfa: 314 Dil: Türkçe Yayınevi: Kabalcı Yayınevi Yayın Tarihi: 2000 Nietzsche Ağladığında ve Aşkın Celladı gibi tanınmış kitapların yazarı Irvin Yalom, bu kitapta psikoterapi ve hayatın anlamını arama çabasında kendisinin ve hastalarının yaşadığı deneyimleri konu ediyor. Ölümünden birkaç yıl sonra düşlerine giren kendi annesi, ölümcül bir kansere yakalanmasına rağmen hayatın anlamını yitirmeyen Paula, çok sevdiği ağabeyini ilk gençlik yıllarındaki bir araba kazasında yitirmiş ve şimdi de beyin kanserine yakalanmış kocasının ölümünü yaşamakta olan Irene ve diğer yaşantılar... Her biri terapinin pasif bir çözümleme sürecinden ibaret olmadığını, hastanın ve doktorun birbirini karşılıklı olarak eğittiğini ortaya koyuyor. Kitap boyunca Yalom, kanser gibi ürkütücü bir hastalığa sahip insanların kendi kendilerini iyileştirmeyi başarma güçlerinin yanı sıra çağdaş tıbbın sınırlarını sergilemekten çekinmiyor. Annem ve Hayatın Anlamı, ölüm üzerine, insanın daha anlamlı yaşamak için verdiği kişisel mücadeleler üzerine derin gözlemler içeren bir kitap. DÜNYAYA BEYNİNE FORMAT AT HÜKMEDEN SULTAN KANUNİ Yazar: Talha Uğurluel Sayfa: 240 Dil: Türkçe Yayınevi: Timaş Basım Yayın Tarihi: 2013 Sayfa: 252 Dil: Türkçe Yayınevi: Doğan Kitap Yayın Tarihi: 2013 Kanuni Sultan Süleyman; Sokullu Mehmet Paşa, Barbaros, Mimar Sinan, Ebussuud Efendi, Bâki gibi tarihin en önemli şahsiyetlerinin yaşadığı bir dönemde sınırları üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu’nu yıllarca adaletle yönetti. Kimdi bu cihan sultanı? Nerede, nasıl ve kimler tarafından yetiştirilmişti? Bu yetişme sürecinde nerelerde kalmış ve hangi vazifeleri yerine getirmişti? Buralarda hayatının ilerleyen safhalarını etkileyen ne gibi gelişmeler olmuştu? Saltanat yıllarında hangi seferlere çıkmış, siyasi olarak nasıl bir mücadele sergilemişti? M. Barış Muslu’nun uzun süredir beklenen yeni kitabı Beynine Format At Doğan Kitap etiketiyle raflarda. “Yıka Beynini!” kitabı ile çok satanlar listesinden haftalarca inmeyen Muslu, yeni kitabı “Beynine Format At”da sigara bağımlığından kilo sorunlarına, panik ataktan fobilere, kronik hastalıklardan ağrılara, depresyondan aşk acısına hayatımızı zorlaştıran pek çok konuda devrim niteliğinde bir çözüm yöntemi sunuyor. Televizyon ve gezi programlarıyla 7den 70e herkese tarihi sevdiren Talha Uğurluel, şimdi de Kanuni Sultan Süleyman’ın fethettiği beldeleri, bıraktığı eserleri, yaptırdığı kaleleri fotoğraflar eşliğinde anlatıyor. Muslu’nun uzun yıllara dayanan çalışmaları sonucu geliştirdiği NeuroFormat® Tekniği beynin aslında bizi “hayatta tutmak” adına verdiği tepkilerle oluşan ve gerçekte önümüzü tıkayan, hayatımızı zorlaştıran pek çok programı devre dışı bırakmanın yollarını öğretiyor. Tamamen teknik bir yöntem olan NeuroFormat® Sistemi bir anlamda beynimizin ilkel programlarını devre dışı bırakarak çok daha mutlu, sağlıklı, başarılı, korkusuz bir hayat için beynimize format atıyor. Talha Uğurluel, Dünyaya Hükmeden Sultan Kanuni kitabıyla okuyucusunu Kanuni’nin doğduğu Trabzon’dan şehzadelik yaptığı Manisa’ya, padişah olarak geldiği İstanbul’dan fetihlere çıktığı Avrupa’ya götürüp; Hürrem Sultan’dan Pargalı İbrahim’e, Mihrimah Sultan’dan Rüstem Paşa’ya kadar birçok tarihî şahsiyetin bilinmeyen yönlerini anlatıyor... 80 Yazar: M. Barış Muslu SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2013