İndirmek İçin Tıklayınız!

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız!
Aralık 1997 Sayı: 3
Mızrak Olup Saplandık Zulmün Gösüne Vefa Saygın Ö
ütle
3
De ki brahim Halil Ayçan
6
'Okmeydanı" Devrimcileen Halk Kültürü -1- Selçuk Demirci
7
Bir Dosya, Bir Tarih: Emein Kavgası ve Müzik Grup Yorum
15
Türkülerimiz Ruhi Su
21
Anadolu'da nsan Semih Erkmen
23
Çanlar Kimin çin Çalıyor? Yi
it Tuncay
24
Yılmaz Güney "O Güzel Gülen Adam" Sadık Çelik
27
Yaadıımız Film: "Hayat" brahim Karaca
35
Denizin ve Sisli Daların nsanları: "Lazlar" Zerrin Kayalı
36
"Bizim dil'den Yansımalar Kayhan Demir
40
Nota "Uurlama" Grup yorum
42
Bir Film: "Masumiyet" brahim Köro
lu
44
Festivallerden Veli Gökta
45
Haber/Yorum Tavır
46
ön kapak: fosem
arka kapak: j. gallkus
ön iç kapak: sovyet katalou arivinden
Aylık Sanat Dergisi dil Kültür Sanat Bilimsel Aratırma Yay. Org. Film. Tic. San. Ltd. ti.
tarafından yayınlanmaktadır.
Sahibi
Aynur Cihan
Yazıilerl Müdürü
Yasin Ali Türkeri
Okmeydanı
Okmeydanı Halk Kültür Merkezi
Piyalepaa C. No: 148
Abone Koullan
(6 aykk) 900.000.-TL
(1 yıllık) 1.800.000.-TL
Yazıma Adresi
dil Kültür Merkezi Dereboyu C. No: 110/55 Ortaköy/lstanbul Tel/Fax:(212) 261 32 19,
Taksim
Aye Nil Halk Kütüphanesi
stiklal Cd. Korsan Çıkmazı
Saadet Ap.4/2 Beyolu
zmir
Ege Kültür Sanat Merkezi1. Beyler No: 22 Kat: 4/403 Kemeraltı
Hesap No:
(11): 1116-344793 Aynur Cihan Ibankası Ortaköy-lstanbul
(DM); 1116-281093 Aynur Cihan Ibankası Ortaköy-lstanbul
Adana
InönüC.
Aydın Ihanı No:505
Ofset Hazırlık
Tavır Yayınları
Almanya
Hagedorn str. 15
47169 Duisburg
Tel: (00 49 203) 4011 26
Baskı
Günay Ofset
TAVIR'dan
SOKAKLARA DÖKTÜÜMÜZ SESMZ, SLOGANLARIMIZI TOPARLAYIP düüyoruz yola. Çekilen acıların kahrı,
çilesi omuzlarımızda; yorgunlu
u, yüzümüzdeki her çizgide... Acıyı umuda, hüznü öfkeye devirip düüyoruz yola.
Katledilenlerimizin, kaybedilenlerimizin hesabını sormaya düüyoruz yola... Gencimiz, yalımız, kadınımız,
çolu
umuz-çocu
umuz; kol kola girip düüyoruz Ankara yollarına. Bir mızrak gibi keskin öfkemiz, bir mızrak gibi hızlı
ve kararlıyız, bir mızrak gibi saplanaca
ız zulmün kalbine.
Ankara kapılarına dayandık sesimizle, gücümüzle; halkımızın özgücü Halk Meclislerimiz ile dikildik karılarına.
Korku da
ları gibi dikildiler karımıza. Üfledik, yıkıldılar; ka
ıttan birer kaleymi me
er hepsi.
Susurluk Devleti'nin kalbine yapılan vakur, a
ır, kararlı ve onurlu bir yürüyüü zaferle noktaladık. Susurluk
Devleti' ni unutmak, affetmek olmaz; affetmedik ve hesap sorduk.
Alınlarına kurban kanı sürülenlerin yakasına yapımak için sokaklar, alanlar dar gelecek bize...
Dergimizin üçüncü sayısında, devrimcileen halk kültürüne örnek bir semti, Okmeydanı'nı inceliyoruz. Yıllardır
onlarca ehidin teriyle, canıyla, kanıyla emek verdi
i bir yer olan Okmeydanı, devletin tehlikeli saydı
ı bölgelerden...
Devrimcilere asla sırt çevirmeyen, bedel ödeyen, ödeten bir semt Okmeydanı... Yazı dizimizin bu bölümünde, semtin
kuruluu ve devrimcilerle kaynamasını inceledik.
Halk Meclisleri, bir mızrak gibi dütü Susurluk Devleti' nin kalbine. Grup Yorum elemanı Vefa Saygın Ö
ütle,
katıldı
ı bu yürüyüteki izlenimlerini yazdı dergimize.
Yılmaz Güney ve Ruhi Su... Devrimci sanatımızın iki yapı taı... Eylül ayındaki ölüm yıldönümleri nedeniyle,
gecikmi de olsa, sayfalarımızı açtık onlara. Ariv köesinde, Ruhi Su, halk türküleri ile ilgili düüncelerim kendi
kaleminden aktarıyor bizlere.
Bir önemli notumuz da, dergimizle bulumakta zorluk çekenlere... Dergimiz bundan böyle, Bir-Yay tarafından
bayilere da
ıtılacaktır. Bundan böyle, dergimize rahatlıkla ulaabileceksiniz.
Yeni sayımızda bulumak üzere, hoçakalın.
Dostlukla...
2
ZLENM
vefa saygın öütle
MIZRAK OLUP SAPLANDIK
ZULMÜN GÖSÜNE
B
ugün bayramdır bize,
bayram... Çetelerin
kalbine, Ankara'ya bir
mızrak
gibi
dümüüz. Titretmiiz
koltuklarını
asalakların. Bir korku
salmıız ki yüreklerine, iflah olmazlar artık.
Bugün bayramdır bize, bayram...
Katledilen, kaybedilen insanlarımızın
hesabını sormuuz bir bir. Dar etmiiz meclislerini kan emicilere. Kaçacak delik aramılar da bulamamılar.
Derin bir nefes al Nuri Amca, i-ir
iyice yanaklarını. iir ki, daha bir gür
çıksın zurnanın sesi. Gümbürde-sin
davulumuz... Zafer halayına duruyoruz, dostlar sıraya. Halay baım
irade çekecek, hemen yanı baında
kararlılık... •
Kasım'ın 1 'i... Güzel bir Cumartesi sabahı... Bu aylarda ender rastlanan cinsten bir güne, insanın içini
ısıtıyor. Günei içimize doldurup düüyoruz Kadıköy yoluna. Bugün, bir
baka görünüyor gözümüze insanlar,
daha bir sıcak, daha bir candan insanlarımız gözlerimizde.
Anadolu yakasını, düman orduları zapt etmi sanki. Öyle bir polis
kalabalı
ı... Haldun Taner Tiyatrosu'nun önünde ise tanıdık yüzler gözüme çarpıyor. Susurluk Devleti'nden hesap sormak için, aylardır
stanbul'un her mahallesini eylem
alanına çeviren Halk Meclisleri üyeleri... Birçok eylemlerinde yanlarında
bulunduk, tanıyoruz birbirimizi. Selamlaıyoruz.
Ses düzeni kuruluyor, sahne hazırlanıyor. Çok de
il bir kaç sene önce, Kadıköy'ün orta yerinde böyle bir
etkinlik olacak deseler, gülüp geçerdik. Bu durum, Halk Meclisleri'nin
merulu
unu ve gücünü ortaya koyuyor.
Bir Halk Meclisi üyesinin, yürüyüün amacını ve güzergahım anlattı
ı konumanın ardından sahneye ça
ırılıyoruz. Türkülerimizin ilk ezgileriyle
birlikte halaylar balıyor. Bu halaylar
yürüyüün sonuna kadar, her fırsatta
kurulacak. nsanlar, ne kadar da
cokulular... Üç, dört gün sürecek
yorucu bir yolculukmu, baskıymı,
gözaltıymı, ne gam...
enli
in ardından, düzenli kortejler halinde otobüslerimize yürüyoruz.
Analarımız, üzerlerine birer Önlük
giymiler. Bir yüzünde bir istek:
"Baımsız-Demokratik Türkiye" Bir
yüzünde bir hesap: "Bin Operasyon'un Katillerini istiyoruz!" 1000 gizli
operasyonda
o
ullarını,
kızlarını
yitiren analarımız, evlatlarının kanını
istiyor, analarımız yarım kalmı hesaplarını tamamlamaya gidiyor; yapıılmadık yakalara yapımaya, o yakaları parçalamaya gidiyor.
Otobüslerimiz, yılların kahrını
omuzlarında taımı emektarlar, anılarımızdan çıkıp gelmi gibiler; dökülmü boyaları tıknefes motorlarıyla.
Yine de çok güzel görünüyorlar
gözüme; çünkü o yalı tekerlekler, o
yorgun motor, biz hedefe, çetelerin
kalbine do
ru yayından çıkmı bir ok
gibi fırlarken yarenlik edecekler bize.
Bütün otobüslerin önüne "Halk Meclisleri" yazılı pankartlar asılıyor. Ve
kontaklar çevriliyor hesap sormaya...
Kadıköy'den sonraki ilk dura
ımız; Kartal. stanbul'u yürüyerek terkedece
iz. Yürüyerek terkedecek ve
kısa bir zaman için "hoçakal" diyece
iz "ehr-i stanbul"a. Otobüslerden inip kortejlerimizi oluturuyor ve
yürümeye balıyoruz. "Susurluk" un
Hesabını
Sormaya,
Ankara'ya
Yürüyoruz- Halk Meclisleri" yazılı
pankartımızı açtı
ımız an, polisler dikiliyor karımıza; pankartın bir ucundan onlar bir ucundan biz çekitiriyoruz; ille de açaca
ız bu pankartı Kartal'ın meydanında, ille de bir ferman
gibi gözüne sokaca
ız Ankara'dakilerin... Sloganlarımızla minibüs duraklarına kadar yürüyoruz. Bu sırada,
iki sivil polisin korku ve kaygıyla
gözlerini üzerimize diktiklerini farkediyoruz; hararetli hararetli tartııyorlar. Halk Meclisleri sözcüsü, burada
basına ve halka bir açıklama yapıyor;
Kadıköy'deki açıklamayı, buradaki
insanlara duyurmak amacıyla yapılıyor bu açıklama. Tek bir insan kalmasın istiyoruz, niye yürüdü
ümüzü
bilmeyen. Ardından, otobüslerimize
biniyoruz.
Ve yola devam...
Üçüncü dura
ımız; Gebze. Yapılan yürüyüün ardından, halaylar çekiliyor. Sesimiz hiç de kısılmamı,
hiç de yorulmamıız...
Bursa'ya do
ru yola çıkmak üzere feribota biniyoruz. Feribotta yemeklerimizi yiyoruz ve yine halay...
Yemeklerimizin da
ıtılması bir
komite aracılı
ıyla yapılıyor. Yürü-
3
fotoraf: FOSEM
kiinin birbiriyle kaynaması yaanan. Ne çok eyimiz varmı paylaacak...'
Artık uyku vakti... Ailelerimiz,
Bursa'daki evlere gidiyorlar. Geride
kalanlar ise, sendika binasında ve
otobüslerde... Onca yorgunlu
un üstüne, ku tüyü yatakta yatıyor gibiyiz.
yü boyunca yaadıklarımıza iki ey
damga vurdu diyebiliriz; biri kararlılı
ımız, di
eri de komitelerimiz...
sa
lıkçılarımız, yemek ekiplerimiz,
keif heyetimiz, basın ve kurumlarla
ilikiler komisyonumuz, meclis heyetimiz... Yürüyüün aksaksız yürümesi
için, üzerlerine düeni harfiyen yerine
getirmeye çalııyorlar.
Yıllar önce okudu
um bir kitap
geliyor aklıma. "Filistin'de ntifada
Dersleri" isimli bir kitaptı bu. Bir
ayaklanmanın destanım yazarken yapılan organizasyonlar anlatılıyordu.
imdi bizim komitelerimiz, bir cephe
savaının artçısı-öncüsü olarak üzerlerine düeni yapmak, zaferi kazanmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Yalova'ya girdi
imizde, bir polis
yı
ına
ıyla karılaıyoruz. Bu durum
karısında gülmekten kendimizi alamıyoruz. Çünkü, Halk Meclisleri'nin
Yalova'da yürümek gibi bir programı
yok. Onları kendi hallerine bırakıp
yolumuza devam ediyoruz. Ardımız.dan bakakalıyorlar.
Orhangazi'deyiz... Üçe giriinde
bizi, 50 kiilik bir grup karıladı. Hep
birlikte, Orhangazi sokaklarında yürüyoruz. Hava karardı
ı için, sokaklarda belirgin bir sessizlik var. Bu
sessizlikte sloganlarımız, tüm ilçeyi
çınlatıyor.
Bursa giriinde bizi karılayan
4
polislerle birlikte, gece konaklayaca
ımız Bursa Genel-i'e gidiyoruz, hsanlarımız yorgun ama, sohbet ekmekten vazgeçmiyorlar. Çünkü az
buz eyler de
il bugün yaadıkları.
Bir yandan sohbet ederken, bir yandan da akam yemeklerimizi yiyoruz. Yürüyü öncesi mahallelerde,
özellikle yürüyüümüze katılamayan
ailelerimizin hummalı çalımaları geliyor aklıma. Her evde yürüyüçüler
için hazırlanan kumanyalar... imdi
bu, bereketi baldan tatlı ekme
i sunuyor arkadalarımız sofraya. Saat
21:00'e yaklaıyor,imdi soka
a inmeliyiz... Pankartlarımız, sloganlarımız,
halaylarımızla
Genel-'in
önündeyiz. Iık söndürme eylemi,
yer ve koul tanımıyor. Dün stanbul'un Gazi'si, Okmeydanı'sı, Nurtepe'si, Ba
cılar'ındaydık, bugün çetelerin kalbine bir mızrak gibi saplanmak için Ankara yollarındayız.
Yine Genel-'teyiz. Bursa'ya gelene kadar olan gelimeleri, buradan
sonra neler yapaca
ımızı ve yürüyü
hakkındaki düünce ve duygularımızı
paylatı
ımız bir sohbet yapıyoruz.
nsanlarımız, samimice döküyor içlerini. Rahatsızlıklarım, isteklerini, özlemlerini, cokularım anlatıyorlar.
Sohbetin sonunda konuulmadık pek
bir. ey kalmıyor. Bire bir sohbetler
de tüm hızıyla sürüyor bu arada. 350
Yürüyüte ikinci günümüz...
Gençlerin bir kısmı, rüyalarında görmüler gibi, kalkar kalkmaz halaya
durmular. Mütevazi kahvaltımızı
yaptıktan sonra, yola çıkmak için hazırlıklara balıyoruz. Bu arada Bandırma ve stanbul'dan bir grup insanımız, yürüyüümüze katılmak için
yanımızdalar. Dayanımanın sıcaklı
ı sarıyor yüre
imizi...
Aa
ıya indi
imizde, yine bir polis
yı
ına
ıyla karılaıyoruz. Bur-sa'nın
bütün polisi burada herhalde. "Hiçbir
ey yapmadan, çekin gidin!" diyorlar.
Kimsenin onları umursadı
ı yok.
Hemen kuruyoruz halay kollarını,
sarıyoruz etrafım pankartlarımızla.
Patlıyor
sloganlarımız:
"Nereye
gidiyoruz? Ankara'ya! Ne için? Adalet
için!"
Bursa'dan sonra negöl'deyiz.
negöl'ün bütün giri-çıkılarını polis
otoları ile kesmiler. Polis otolarının
yetmedi
i yerde, halktan insanların
arabalarım kullanmılar. Üçe merkezine giremiyoruz ama, ilçenin sınırları
içindeki bir benzin istasyonunda inip
eylemimizi yapıyoruz.
Yönümüzü Eskiehir'e çeviriyoruz; kararlılı
ımızın, haklılı
ımızın,
Halk Meclisleri'mizin merulu
unun
dost ve düman tüm beyinlere, yüreklere kazındı
ı yere...
Eskiehir giriinde, bir yı
ın polis
kesiyor önümüzü. "Sizi buradan yürütmeyiz, hiç durmadan devam
edin!" diyerek sarıyorlar etrafımızı.
Kararlıyız, yolu yok yürüyece
iz. Bizim de içinde bulundu
umuz birinci
otobüs, hemen iniyor aa
ıya. Di
er
otobüslerin kapılarını tutan polis, insanların inmelerini engelliyor. Ve
kudurmuçasına saldırıyorlar...
Saldırıyla birlikte kenetleniyoruz
birbirimize. Sloganlarımızla haykırıyoruz öfkemizi. Küçülüyor düman,
eziliyor irademiz karısında. "Tekrar
tekrar saldırıyorlar. Her saldırılarında
daha da azgınlar. Çaresizliin getirdii
bir azgınlık bu. Polis amiri alayacak
neredeyse; "Polisimi madara ettirdi"
diye hayıflanıyor çaresizce. Bizi
koparamayınca yalılarımıza yöneliyorlar. 60 yaındaki Nuri Amca'yı,
yerlerde sürükleyerek otobüse atıyorlar. Ardından birer birer kopanlıyoruz. 29 insanımız polis otolarına alınırken, geriye kalanlar yolculuk ettikleri otobüslere hapsediliyor.
Bir kısmımız emniyette, bir kısmımız otobüste, ama hepimiz GÖZALTINDAYIZ...
Emniyet Müdürlüü ve Çevik
Kuvvet Müdürlüü'nü, Eskiehir'i
dar ediyoruz polislere. Marlarımız,
sloganlarımız; gece boyunca susmak
nedir bilmiyor. Yürüyüümüzün
üçüncü gününü, gözaltında karılıyoruz.
Keyfi uygulamalarla, baskılarla
balıyor üçüncü gün. Otobüslerin
içinde fiili olarak gözaltındayız. Tuvalet ihtiyacını gidermek isteyen arkadalara kimlik kontrolü, onursuz
arama, kamera çekimi gibi dayatmalar yapılıyor. Protesto ediyor, açlık
grevine balıyoruz. Tuvalete de çıkmayacaız. Bu arada, gözaltındaki
arkadalarımız mahkemeye çıkarılıyorlar.
Öleden sonra, arkadalarımızı,
ihtiyaçlarımızı karılayacaımız bir
yerde bekleme karan alıyoruz. Çevik
Kuvvet Müdürlüü'nden ayrılırken,
emniyet müdürüne söylediklerimiz,
kararlılıımızı bir kez daha yansıtıyor
"Arkadalarımız, bulunduumuz yere
gelmezlerse, Eskiehir merkezine
gireriz."
Gözaltındaki
arkadalarımızı
beklerken, istanbul'dan yola çıkan
ikinci ekip geliyor konaklama yerimize. Eskiehir'deki saldırının hemen ardından yola çıkmıa ikinci
ekibimiz. Tıpkı, 96 Ölüm Oruçlan'nda, ehit düen her Ölüm Orucu
Savaçısı'nın ardından, onlarca tutsaın meydan okurcasına ölüme yatması gibi... Kararlıımızı perçinlemek
için meydan okuyarak katılıyorlar
aramıza; sarma dola oluyoruz onlarla.
Gözaltındaki arkadalarımız da
çıkarıldıkları adliyeyi birbirine katıyorlar tabiri caizse. Zafer iaretleriyle,
"Halk
Meclisleri
Gücümüzdür"
sloganlarıyla giriyorlar adliyeye.
Halk Meclislerimiz'i, halkımız, kararlılıımız ve meruluumuz güçlendiriyor. Önce savcılıa çıkıyorlar,
ardından tutuklanma istemiyle hakimlie. Ama hepsi de serbest kalıyor arkadalarımızın. Onlar da aramıza katıldıktan sonra, önümüzde hiçbir
engel kalmadıı duygusuyla doluyoruz. Yine tüm barikatları birer birer
atık. te imdi Ankara kapılarına
dayandık.
Ankara-Polatlı'da yolumuz kesildiinde, devletin içine dütüü panii
ve yarattıımız etkiyi, çok somut bir
biçimde görüyoruz. Gecenin bir yarısında, Ankara'nın 100 km. dıında
bir yere, öyle bir yımak yapmılar ki
görmeyen anlayamaz... Otobüsler dolusu çevik kuvvet polisi, cemseler
dolusu jandarma ve katliamlardan,
köy yakmalardan tanıdıımız özel
harekat timleri, hepsi orada. Ortalıkta
dolaan yüzlerce sivil polis de cabası... Yalı bir amcamız, bu durumu
çok güzel dile getiriyor: "Türkiye-Irak
sınırında böyle yıınak yoktur,"
Eskiehir'de gösterdiimiz kararlılık, burada da devam ediyor. "Ankara'ya gireceiz" diyoruz ve giriyoruz.
Devasa bir konvoyla, Ankara'ya
doru ilerliyoruz. Cumhurbakanı bile,
böyle bir konvoyla dolarmıyordur
herhalde. Her ey, bizim güvenliimiz için(!)
Ankara'ya, gecenin saat ikisinde
giriyoruz. Son konaklama yerimiz;
Ankara Emniyet Müdürlüü'nün tam
karısı, eski hipodrom. Yürüyüümüzde dördüncü güne giriyoruz.
Haydi hayırlı olsun!
Sabahleyin otobüslerimizden iniyoruz. lk iimiz; halaylarımızı kurmak
oluyor. Pankartlarımız ve sloganlarımız da, vazgeçilmez yerlerini
alıyorlar. Ardından, 10 kiilik Halk
Meclisleri heyeti, TBMM'ye doru
yola çıkıyor. imdi bize düen, onla-
rı beklemek... Tuvalet konusunda,
Eskiehir'dekine benzer bir durumla
karılaıyoruz. Tavrımız da aynı oluyor: Açlık grevindeyiz!
Yürüyüümüz süresince, pek çok
destek eylemi hayata geçirildi. Eskiehir'deki gözaltı sırasında, bunu
protesto etmek ve gözaltına alınanların serbest bırakılması için, Ankara
Kızılay Meydanı'nda oturma eylemi
yapan yaklaık 250 kiilik kitleye polis
saldırdı. Bunun dıında, Eskiehir'de
iki örencinin gözaltına alındıı, bize
gelen bilgiler arasındaydı. Bizi
desteklemek için Ankara'ya gelen
yaklaık 200 kiilik bir grup ise, polis
tarafından ablukaya alındı. Aynı gece
Gazi Mahallesi'nde 5000 kii sloganlarım taıdı yanımıza. Onların sloganlarım yüreimizde duyduk, onların halayını gönül gözümüzle izledik.
Ve beklediimiz haber geldi. Heyetimiz, milletvekilleri ile görümü,
taleplerimizi ve incelemelerimizi içeren dosyalan onlara iletmi, geri dönüyorlar. 1000 Operasyon'un katilleri
vardı bu dosyada, suçlan birer birer
ilenmiti. Çarkın "lar, ahin'ler, Reat Altay'lar, Mehmet Aar'lar vardı
bu dosyada.
Zaferi kazanmanın cokusu, hepimizi sarmalıyor. Adlarının önüne koca
koca sıfatlar yakıtıran partilerin
göze alamadıını, halkın öz örgütlülüü olan Halk Meclisleri baanyor,
Ankara'yı zaptediyor. Ankara giriindeki polisin söyledikleri çınlıyor
kulaklarımda: "istediiniz oldu, bütün
Türkiye sizi konuuyor!"
stediimiz oldu: Katillerin yakasına yapıtık, yüzüne tükürdük,
stediimiz oldu: Halkın adaletini,
Ankara'nın tama topraına kazıdık.
STED
M
Z OLDU!
Ankara'ya giriimizde bize elik(!) eden konvoy ile birlikte Ankara
çıkıma doru yol alıyoruz. Çıkıa
yakın bir yerde duruyor, basın açıklamamızı okuyoruz. Nuri Amca, zurna
sıyla fırlıyor orta yere. Kuruyoruz zafer
halayım, kocaman bir halka eklinde.
Bugün bayramdır bize, bayram...
5
R
ibrahim halil ayçan
de ki
heey dalara sesimi
götüren
rüzgar
deki
kızıl saçlarında alev alev can
tututu kızlarımızın
kuytulara gömüldü ciwan
yavrularımız
hıçkırıklarımız yüreklerimizde
hapsedildi
deki
serimize ferman verilmi
evlerimiz alaz içinde
ne kaldı ki talan edilmedik
umutlarımızdan gayrı
ama de ki
mangal gibi yüreklerimizde
eksilmedi umutlarımız hiç bir
zaman
6
ARATIRMA
selçuk demirci
OKMEYDANI
Devrimcileen Halk Kültürü -1Eski istanbul'un bir baka olduu söylenir. Hele ki göçler balamadan önce. Ne aırt insan kalabalıı, ne trafik kemekei ne
de hava kirlilii... Haliç, laım kokan bir bataklık deil. Boaz, etrafı beton yıını görüntüsünden uzak. Hava kirlilii ise yok. O
dönemler, istiklal Caddesi'ne kravatsız girmenin görgüsüzlük sayıldıını yazıyor bazı yazarlar. Yani özlem doludur eskiye dair
anlatılanlar. Ama bu özlem; temiz havası, yeili, trafik azlıı ve "istanbul Efendilii"yle adlandırılan, batı hayranlııyla bezenmi
kimliine olsa da, hayat, Orhan Veli'nin iirindeki gibi "gözleri kapalı" yaanmıyor. Çünkü devlet aynı devlet. Yani; hiç de özlemle
anılmayacak kadar baskıcı ve yasakçı. Daha o zamanlardan yasaklanan grevler, iddetle engellenen hak arama çabaları,
sansürlenen filmler, yasaklanan kitaplar, haklarında davalar açılıp tutuklanan yazarlar, aydınlar, getirilen siyaset yasakları,
sürgünlerle ve tüm bunların dayandırıldıı onlarca anayasal maddeyle, önce kapitalizm yeertilmeye, ardından da emperyalizm
ülkeye davet edilmeye balanmı. Bir yandan ise, gelimesi için tüm kaynakların aktarıldıı dönemin ticaret burjuvazisine tanınan
haklar, kolaylıklar... Zaten yoksul olan ve bunu yaamının her anında hisseden halka yönelik sömürü politikaları durmaksızın
artıyor. Halkın ulusal ve kültürel haklarının, deerlerinin, onurunun hiç önemi yok.
1950'lerin ilk yılları, daha fazla karın, sömürünün ve emperyalizme baımlılıın artması adına, ticari ulaım alarının Anadolu
kent ve köylerine kadar gelitii bir sürecin balangıcıydı. Anadolu halkları, bir yandan elektrik ve telefon direkleriyle tanıırken, bu
ulaım aıyla gelen katarlar, onları imdiye
7
kadar hiç adını duymadı
ı ve ihtiyacı olmayan ürünlerle de tanıtırdı. Amerikan ürünleriydi bunlar.
Radyoların, gazetelerin ve politikacıların müjdeleriyle girdi bu ürünler, Anadolu'nun yoksul insanının
hayatına. Adı, Amerikan yardımıydı; Marshall Yardımı. Ama gelen yalnızca ürün de
il, yo
un bir sömürü
paketiydi. Azıcık olan tarlalarında, traktörlerin gezinip de ürünlerinin artaca
ına dair bir an umutlandı yoksul
köylü. Ama yeni çıkan toprak kanunları, artan vergiler, hiç de müjdeli bir haber gibi de
ildi. Amerikan artık
ürünleriyle birlikte yeni bir kültürle de tanıan halk, tüm bu politikaların kendisini yoksulken daha yoksul
kılaca
ını ve hayalinden bile geçiremeyece
i uzak diyarlara sürükleyece
ini tahmin edemezdi. Çok de
il
bir kaç yıl sonra, çerçilerin getirdi
i Amerikan çikletlerini, süt tozunu bile alamayacak kadar yoksullaan
halkın tek çaresi kalmıtı; eldekini avuçtakini satıp ehre göç etmek. Ne yapacaklarını, nerede
kalacaklarını bilmeden... Ama umut oradaydı! Orada isiz, asız ve evsiz kalınmazdı. Büyükler öyle
demiler, kendilerini oraya ça
ırmılardı. Anadolu köylüsü taı, topra
ı altın denilen o diyarın, stanbul'un
yolunu tuttu
unda, yanlarında götürebilecekleri bir ey kalmamıtı. Namusları dıında... Bir de
alıkanlıkları...
Ne devlet karıladı onları, ne de özlemle anılan istanbul efendileri. Bir "hogeldin" bile denmedi yoksul
köylüye. Kapılar açılmadı ardına kadar. Bir lokma ekmek, bir tas çorba paylaılmadı. Ne ev verildi
kendilerine, ne bir sıcak gülümseme, ne de Allah'ın bir selamı. Anlamılardı; hallerine acıyan yok,
balarının çaresine bakacaklardı.
Ürkek, akın ve çaresizlikle yöneldiler tek göz kondularını yapmaya. Ama ehrin çok uza
ında. Çünkü
ne apartmanlarda yaayabilecek güçleri vardı ne de kondularını oraya dikebilecek izinleri. Arsa mafyaları
ve bezirganların izniyle ve onca borçlanmayla dikebildikleri kondularda, yeni bir yaam balıyordu artık
istanbul'da. Devlet, ucuz igücüyle, açlı
ı ve çaresizli
iyle Anadolu'nun yoksul insanını çok uluslu
irketlere ve onun ibirlikçisi yerli burjuvaziye sunmu; yoksul halk ise her eye ra
men de
erlerini,
geleneklerini bozmadan, tok yaamanın yollarını arayacak bir mücadelenin içine girmiti.
Dilleri farklı, umutları farklıydı. Yürüyüleri, oturuları, kalkıları, kıyafetleri, yemekleri, oyunları, türküleri
farklıydı. Sevinçleri, üzüntüleri, a
layıları, gülüleri, korkuları, öfkeleri farklıydı. Yi
itlikleri farklıydı. Farklı
olan tüm yanlarıyla istanbul'a geldiler ve tüm özellikleriyle istanbullu oldular.
Yoksulluklarını oluturan baskı ve zulüm düzenine karı onurlu bir isyan tarihine ve bu tarihi oluturan
kahramanlara sahip Anadolu Halkı, tüm de
erleriyle birlikte, kendisine umut olan kahramanlarını da
beraberinde getirdi ehre; Pir Sultan'larını, Bedreddin' lerini, D adalo
lu' larını ve daha nice kahramanını
da beyniyle ve türküleriyle taıdı istanbul'a. Aç, açık yaanabilirdi belki ama, onlarsız asla. Umutsuz
yaanır mı? Açlı
ın, yoksullu
un ve zorbalı
ın ehirdeki uzantısıyla olan yaamlarında, onları tekrar
yaratmakta gecikmedi Anadolu Halkı. Onlar; devrimcilerdi. Umutlarının yeni ismi...
istanbul' un ve tüm ülkenin tarihi; gelip geçen zorba iktidarlar, yeni ve daha da a
ır ekonomik, siyasi
politikalar ve ba
ımlılı
ı artıran ilikilerin karısında onurlu, baı dik, teslim olmayan, adaleti, özgürlü
ü,
ba
ımsızlı
ı temsil eden devrimcilerle yazılıyor, insanı yozlatıran, bencilletiren ve kendi yaamına dahi
yabancılatıran kültürel gericili
e karı yoksul emekçi halk, kendi de
erlerini devrimci de
erlerle
buluturuyor ve bu kültürü besliyor, büyütüyor. Bu tarihsel geliim içerisinde, halkın kültürel yaamına yeni,
devrimci de
erler ve gelenekler ekleniyor. Böylesi bir süreç içerisinde birçok emekçi semt gibi, Okmeydanı
da ayrı bir öneme ve de
ere sahip. Okmeydanı'nın tarihsel süreci, istanbul'un ve giderek ülkenin yakın
tarihini birçok yanlarıyla özetliyor.
Ana halkalarıyla Okmeydanı semtini anlatmak istiyoruz sizlere. ehrin göbe
inde ama ondan çok uzak;
devletle sürekli karı karıya ve polisin baskısının hiç eksik olmadı
ı; devletin yerel hizmetlerinden ya hiç
ya da yarım yamalak ama binbir mücadeleyle yararlanıldı
ı; elektri
in günde birkaç kez kesildi
i; düzen
partilerinin seçim önceleri u
ramaya çalıtı
ı ama talanarak kovuldu
u; inançlarını ve kültürlerini korumak
için direnen, ba
rından çıkardıkları devrimcilerle ve onların özverili, kahramanca mücadeleleriyle yepyeni
umutlar kazanan, ehitler veren halkıyla Okmeydanı, bir anlamda gerçek istanbul'dur, bir anlamda da
Anadolu'nun kendisi, kimi gazete manetlerine göre ise "ayrı bir devlet gibi!"
8
PIYALEPAA,
MAHMUTEVKETPAA SMLER SZN
ÇN fazla bir anlam ifade etmeyebilir. Ya da Fetihtepe, Örnektepe, Kaptanpaa... Ama Okmeydanı
dedi
imiz zaman, hiç gitmemi,
görmemi olsanız da, hakkında
söyleyebilece
iniz birçok ey vardır.
Yukarıdaki isimler de, Okmeydanı
semtini oluturan mahalleler... E
er
ili, Ça
layan ya da çevre yolu ile
Topkapı yönünden gelirseniz, semtin
merkezi, Anadolu Kahvesi adında bir
duraktır. Di
er bir merkez ise,
hemen onunla bitiik olan ark
Kahvesi'dir. lki Mahmut evket
Paa
Mahallesi'ne,
di
eri
ise
Piyalepaa
Mahallesi'ne
ait...
Merkezden aa
ıya, ara sokaklara
girdikçe, hemen her sokaktaki duvar
yazılan karılar sizi. Kısa sürede
silinen ama inatla tekrar yazılan, kimi
yerde boya üzerine boya vurulması
nedeniyle
duvarların
neredeyse
kalınlatı
ı, kimi yerde aceleyle ve
bu nedenle özensiz, kimi yerde
itinayla yazılmı yüzlerce, yüzlerce
duvar yazısı Okmeyda-nı'nın tüm
sokaklarım
doldurmutur.
Kimi
duvarlarda ise, zamana adeta
meydan
okurcasına
silinmeden
kalmı ama solmu, 12 Eylül
öncesinden kalma yazılar göze çarpar. Tek katlı çok eski, yıkılmaya yüz
tutmu, tek tük kalmı gecekondu
evleridir bunlar.
Daha da eskilere, 40-45 yıl öncesine gitti
imizde ise, imdiki Okmeydanı'nın yerinde bombo bir
araziyle karılaırız. 1950'li yıllarda,
imdiki beton yı
ınlarının oldu
u
arazide, sahipleri Arnavut olan
birkaç mandradan baka hiçbir ey
yoktu. Okmeydanı'na ilk yerleenler;
Arnavutlar'dı. Daha sonra ise,
1960'dan itibaren Erzincanlılar ve
Sivaslılar bu bo arsaların ilk sahipleri oldular. Sahip olmaları ise hiçbir
resmiyete dayanmıyordu. Tapulu
olmayan ve vakfa ait arsalar, ilk
gelenlerce telle çevriliyor, örne
in
Arnavutlar'da oldu
u gibi bir mandra
açılıyor ve geri kalan arazi yırtlak
olarak kullanılıyordu. Aynı yıllarda
göçlerin balamasıyla bir-
likte, parsellenen ve telle çevrilen
araziler, yoksul köylüye, sahipleri
tarafından para karılı
ı verilmeye
balandı. Kimse sormuyordu; "Sana
bu arsayı kim verdi, tapusu ner-de,
senin burada hakim yok" diye.
Kimse cesaret edemiyordu; "Biz
buraya gecekondu yapacaız" diyerek o arsanın bir kısmını almaya.
Parayı verip arsayı uyanık-tüccardan satın alıyorlardı.
Okmeydanı'na ilk yo
un göç,
1965'lerde Sıvas ve Erzincan yöresinden oldu. Erzincanlılar, daha
sonra Ümraniye ve Dudullu tarafına
yöneldiler, ilk yerleilen bölgelerin
baında ise, bugün "ark Kahvesi"
diye anılan bölge geliyordu. O
bölgenin sahibi ise, Ali Rıza adlı
Erzincanlı bir tüccardı. Arazileri
parselleyenler, aynı zamanda çevrenin de ileri gelenleriydi. Bürokrasiyi bilen, karakolunu, komiserini,
hakimini tanıyan, belli bir çevre
edinmi böylesi insanlara ise, yeni
göçmü yoksulların çok ihtiyacı
vardı. Ali Rıza da bu uyanıklardan
biri. O zamanlar sinemacılık ve
kahvecilik yapıyor. Arazi sahibi olmasından öte, oraya önceden yerlemi ve çevreyi tanıyor olması çok
önemli. O dönemde, kahvesi
olanların büyük bir prestiji var.
Anadolu'dan göçen ve danıacakları
birine-ihtiyacı olan çaresizlerin ilk
gittikleri insan; kahvehane sahipleri.
te o dönemde, bombo ve tapusuz
arazileri halka, Arnavutlar ve Ali
Rıza gibi insanlar sattılar.
Arsalar, daha çok tanıdık ya da
akraba çevresine satılıyordu. Bu
nedenle yörelerin, köylerin insanları,
yo
un olarak belli bir mıntıkada
toplandılar. Tek tük baka bir bölgede ya da sokakta olanlar ise,
daha soma göçenler. Bu nedenle
Sivaslılar bir bölgede, Giresunlular
bir bölgede, örne
in Ordulular, Mahmut evket Paa'nın bir bölgesinde,
Tuncelililer ise baka bir bölgede bir
araya geldiler.
"ark Kahvesi'nden topa bir
vurduumuzda, Direni Parkı'nda
hatta daha da aaıda ancak
yaka-
lardık topu."
Göçün asıl olarak yo
unlatı
ı
1970'lere gelindi
inde ise Okmeydanı, artık büyük bir gecekondu
mahallesiydi. Kondularında yeni
yaamlarına ayak uydurmaya çalıan ve aç kalmamak için i edinmeye yönelen halkın en çok yaptı
ı i;
amelelikti. Kasımpaa'daki amele
pazarı; çocu
u, genci, yalısıyla
dolup taıyordu. O dönemin bir di
er popüler mesle
i ise, iskeletçilik
ve oymacılıktı. Gençler bu mesle
e
çırak olarak adım atmılar, bir süre
sonra da özellikle '80'lerin baında
binaların yükselmesiyle birlikte,
evlerinin altında açtıkları dükkanlarda bu mesle
i kalıcılatırmılardı. Zaman içerisinde oymacılık ve
iskeletçilikte Okmeydanı, stanbul'un
önemli merkezlerinden biri haline
geldi.
Gelece
i belirsiz, yoksul Anadolu köylüsü, yeni yaamlarında
birbirlerine sıkıca sarılmıtı. O dönemleri yaamı bir semt sakini,
öyle anlatıyor insan ilikilerini:
"O yıllar, imdiki Okmeydanı'nın
yarısı kondu, yarısı da araziydi.
Aaıya,
Baruthane'ye
doru
bombotu. Top oynadıımız zaman
bazen top aaıya doru kaçardı,
Direni Parkı' nda, hatta daha da
aaılarda yakalayabilirdik topu.
Evlerimiz 1977'ye kadar youn
olarak konduydu ama, '77'lerden
sonra yava yava tek katlı betonlatı. Aynı zamanda bahçeliydi. O
zamanlar hangi sokaa girilirse girilsin, Belgrad Ormanı misali her
taraf aaç, her taraf bahçeydi, insan
ilikilerimiz ise çok kuvvetliydi.
Zaten ya akrabaydık, ya aynı köyden ya da aynı yöredendik. Bir kaç
sokak ötede, baka yörelerden insanlar da vardı, ama aynı kaderi
paylaıyorduk. Birimizin kondusu
yıkılırsa, hemen el birliiyle yenisini
yapıyorduk. Birbirimizin sorunlarıyla
da çok ilgileniyorduk. Yani bugünkü
kadar, insanları yozlatı-rıcı bir iliki
yoktu.
Televizyon
da
yoktu,
birahane de. Herkes birbirini
tanıyordu. Birbirimizle dosttuk ve
yardımlaıyorduk. Akamları
9
birbirimizin evlerine, bahçelerine gidiyor,
misafir oluyorduk. Ama 12 Eylül tüm
bunları yok etti. Birbirimizin evlerine
gitmeye korkar olduk."
12 Eylül, Hem Yeili Hem de nsan
likilerini Yok Etti
12 Eylül darbesiyle birlikte Okmeydanı, devrimci avının en yo
un
yaandı
ı semtlerden biri oldu. leride de
de
inece
imiz, halkın kendi ba
rından
çıkarıp yetitirdi
i devrimcilere yönelik bu
saldırılar, halkın dayanıma ve paylama
ruhunu da zedeledi. Artık bir misafirli
e
bile gitmeye çekinen halk, ne hakkını
alabilmek ne de sorununu paylaabilmek
için bir araya gelebili-yordu. Tek
gidebilecekleri yer olan kahvehaneler bile
sakınca içeriyordu. Ve halk, bir kez daha
yalnızlı
a mahkum edildi. Umutsuz
yaanmıyor ya, bu sefer umutları da içerideydi, tutsaktı. Darbeyi, giderek daha
yo
un hissetti halk. Daha da fakirleti,
a
ızlar bantlandı. Faizmin, kendisinden
istedi
i tek ey vardı: Yalnızca kendini
düüneceksin, sesini çıkarmayacaksın!
1983 yılında çıkarılan gecekondu affı ise,
zedelenen insan ilikilerine yeni bir boyut
getirdi. O yıllara kadar sayısı çok az
kalmı gecekondular yıkılıyor, yerine
binalar yükseliyor, tek katlı evlerin üzerine
yeni katlar ekleniyordu. Ama tüm bunlarla
birlikte kendilerine, belki de köylerini
hatırlatan tek ey olan a
açlar da bir bir
yok oluyordu. Artık Okmeydanı bir beton
yı
ınıydı; so
uk, çirkin ve acımasız.
"Binalar yükselince yeni yeni insanlar
gelmeye baladı. Gelenler, sadece aynı
yörenin insanı da deildi. Örnein;
Tunceliler' in bulunduu sokaa Giresunlu
ya da Ordulu aileler geldiler. Böylece
akraba ilikileri de yava yava kopmaya
baladı. likiler akrabalıktan kopup
daılarak dierlerine de yöneldi ama öyle
çok youn deil. O eski dostluk ortamı
iyice parçalandı. Sadece kendimizi
düünür olduk. Kim kimdir, necidir, bir
derdi
10
var mı, varsa yardımcı olalım... Yani
aslında apolitikletikçe, düüncelerimiz
binaya ve paraya yöneldi. Sahipleri,
evlerin alt katını, maddi olarak kendilerini
desteklesin diye dükkan yapıyorlardı. Bu
paradan yana düünme, insan ilikilerini
de zedeledi. Oysa hepimizin derdi, sorunu bir. O kadar birbirimize benziyoruz
ki."
Bugün Okmeydanı 'nda göze ilk
çarpan; semtin çarpık ve plansız oluu.
Hemen hemen tüm sokaklar bir ara
geçitle birbirine ba
lanmı. '70'lerin
sonlarına kadar, elektrik direklerini
yalnızca seyretmi semt halkı. Ama
elektrikten yeterince faydalanamamılar.
Su ise hiç yok. Sadece merkezi yerlerde,
çemelerden
akıyormu.
Örne
in;
Hasköy'e kadar gidip çemelerden su
alınır-mı. Ya da kimi evler, bahçelerinin
içine kuyu açmılar, suyu oradan
alırlarmı. Bugün bile, hala kuyu
suyundan beslenen evlere rastlanıyor.
"Suyu Kasımpaa' dan, Has-köy'den
ya da Darülaceze'den bidonlarla taıyarak
getirirdik. Gece-yarılarına kadar kuyrukta
beklerdik. Yol yoktu. Tarlalardan, çamurların içinden aa aa gelebilirdik. 1970'in
balarında, mazot parasını kendimiz
karılamak suretiyle bir kepçe getirttik.
Toprak yol açtırttık. '75'lerden sonra da
gene kendi gayretimizle ta yol yaptırttık."
Asıl olarak 1980'e do
ru yollar
açılmaya, evlere elektrik ve telefon
tesisatı çekilmeye balanmı. Balanmı
ama, hep yarım kalan ve özensiz
çalımalar bunlar. Her eyin o kadar geç
ve a
ır yaatıldı
ı Okmeydanı'nda,
tepkiler ve direniler de o kadar yo
un
yaanıyor. Çünkü umut hiçbir zaman
yitmedi orada. '80'lerde içerideydi ama
solmadı; tekrar yeerdi ve tohumlarını
dıarı saçtı. çerideydi ama, teslim
alınamadı umut.
Devrimci Süreç
Tarihi boyunca, en büyük çelikisini
devletle
yaadı
Okmeydanı
Halkı.
Semtteki öncülerini de bu
çelikinin
içerisinden
yarattılar.
Devrimcili
i seçmeden önce de tutarlı
insanlardı bunlar. Nitelikleriyle kendilerini
gösteriyorlardı. lk olarak; sevilen, dürüst,
delikanlı,
sözünde
duran
insanlar
devrimci-letiler. Yüzbaı (brahim Karaku), bunlardan biriydi. Sonra Talip
Güldal, Yüksel Karan ve yüzlercesi.
Devrimcileen
evlatları
sayesinde
Okmeydanı Halkı'nın yaamı da yeni bir
döneme giriyordu. Halk, yaadı
ı onca
acıyı, gerçe
i, artık kendisine hiç de
yabancı olmayan bir dille, bir bakı
açısıyla daha farklı de
erlendiriyordu.
Çok açık ki; devlet kendilerine dümandı.
Doymak bilmez aç kurtların sofralarına bir
yemek gibi sunulmulardı. "Sömürü, sınıf
düzeni, mücadele, kurtulu, devrim,
sosyalizm" gibi kavramlar, halkın günlük
yaamının bir parçası haline geldi. Neden
ve ne u
runa topraklarında ezildiler,
buralara sürüklendiler; neden ve ne
u
runa bu baskı ve sömürü cenderesine
karı
mücadele
edilecek?
Bunları
kavramaya balamılardı. Bir zamanlar
köylerinden kopup hiç tanımadıkları bu
diyara gelirken beraberlerinde taıdıkları,
yüzlerce yıllık zalime karı isyan gelene
i,
sonunda vücut bulmutu. Bu gelenek,
ba
ırlarından çıkardıkları devrimcilerle
devam ediyordu.
lk olarak, 1975 yılında yazılamalarla
tanıtı Okmeydanı. O yıl, Mustafa
Timisi'nin Birlik Partisi'nin bir lokali açıldı
ark Kahve-si'nde. Aynı yıl ise DevGençliler'i karıladı Okmeydanı ve o
süreçte lokale gelen gençlerin büyük
kısmı Dev-Genç saflarına katıldılar. '77'ye
do
ru ise insanlar, ideolojik saflarını
belirlemeye balamıtı.
"Ama daha da öncelerine, '70' den de
önceye
dayanır
devrimcilerle,
tanııklıımız.
O
zamanlar
hep
gecekonduydu buralar. Fakat öylesine
plansızdı ki, mahalleye nereden girilir,
nereden çıkılır bilinmezdi. Bu nedenle
birçok
devrimcinin
saklanabilmesi
açısından çok elveriliydi. Hatta Mahir ve
Deniz de o zamanlar buralarda bir süre
saklandılar. Çok eskiler bilir bunu. Bu
nedenle Deniz Gezmi'in asılması ve
Kızıldere olayının etkisi, buralarda çok
daha büyüktür."
Devrimcileri barından çıkaran halk,
onları kucaklıyordu. Özellikle '78'den
sonra devrimciler, çok rahat ve hiç
çekinmeden evlere, inaatlara gidiyor,
insanlarla sohbet ediyor, bahçelerine
misafir oluyor, onlarla çok geni diyaloglar
kuruyordu. Toplumsal olaylar ve özellikle
giderek
yükselen
içi
eylemlilikleri
nedeniyle semtte, çok sık halk toplantıları
düzenleniyor
ve
halka
bir
bilinç
taınıyordu. Meydan toplantıları, 1974'e
kadar bo bir arsa olan ve o yıl halkın
youn ısrarıyla parka dönüen Dikilita
Parkı'nda yapılıyordu. Kahveler ise, en
youn kaynama yeriydi.
"Çou
zaman,
kahvede
kaıt
oynarken devrimciler gelirdi. Bildiimiz,
tanıdıımız insanlar; bir sandalye çekip
otururlardı. Çok deil, be dakika sonra
bir
bakmıız,
kaıtları
bırakmı,
devrimcileri dinliyoruz. Yaadıımız ama
farkına varamadıımız birçok eyi onlardan dinler, örenirdik. Merak ettiimiz
birçok eyi onlara sorardık. Güven
verirlerdi,
saygı
duyulacak,
bilge
insanlardı."
Böylesi sıfatlarla anılan insanların
devrimcilemeleri de hızlı, fakat iradi bir
emein ürünüydü. O dönemi tüm
younluuyla yaamı bir semt sakini, bu
süreci özellikle vurguluyor: "Ancak,
Yüzbaı gibi, Talip, Yüksel, Hüseyin
Ta gibi devrimcileri de ortaya çıkaran, bir
brahim Erdoan, bir Niyazi Aydın
vardır."
Yaın, ekerin, tekel ürünlerinin ve
birçok
temel
gıda
maddesinin
bulunamadıı, stokçuluun alıp baını
gittii bir dönem '80 öncesi. Devletin
ekonomik ve siyasi krizi daha da
yükselmi, 2. MC Hükümeti, tekelci
sermayeye nefes aldıracak, karlarını
artıracak önlemleri, yani zamları bir
yamur gibi halkın üzerine yadırmaya
balamıtı. Bir yandan zamlar, bir yandan
kısıtlanan haklar, yasaklar, bir yandan ise
kontrgerilla ve MHP'li faistlerin halka ve
devrimcilere
yönelik
saldırıları,
katliamları... Ancak tüm bu uygulamalar,
ne grevlerin artmasını ne de halk
yıınlarının devrimci saflara katılımını
engelleyebiliyordu. Köeye sıkıan devlet,
iktidar koltuunu elden kaptırmamak uruna, halka azgınca saldırısını daha da
boyutlandırdı. Kahramanmara Katliamı,
ite bu dönemde gerçekleti. Halkın
ulusal kimlii ve dini inançları, CIA
kaynaklı
emperyalist
politikalara,
kontrgerilla saldırısına malzeme olmutu.
27 Kasım 1978'de Kahramanmara'ta
halk, alevi olduu gerekçesiyle faistlerin
saldırısına uradı ve kadın, çocuk
demeden yüzlerce kii katledildi. Bu
katliam, 16 Mart 1977 ve 1 Mayıs
1977'deki katliamlarla birlikte, faizmin
kitle katliamlarına yönelmesinin irenç bir
boyutuydu. Kahramanmara Katliamı, tüm
ülkeyi olduu gibi Okmeydanı Hal-kı'nı da
sarstı. Okmeydanı Halkı, çounlukla
aleviydi.
lk
anda
ne
olduunu
anlayamamılardı. Gazetelerin yazdıına,
televizyonların söylediine göre aleviler,
komünistler camiye saldırmılar, bombalamılar,
bunun
üzerine
sünnilerle
çatıma balamıtı. Devletin istedii de
buydu:
Olaylar
buna
göre
deerlendirilmeli, halkın tepkisi devlete deil
birbirine olmalı, düman olan devlet deil,
bunca zaman birlikte yaadıı komusu,
i arkadaı olmalıydı. Ancak halk,
gerçein hiç de böyle olmadıını, kısa
zamanda örendi. Gerçei açıklayanlar;
bu katliamın ve çıkan olayların, emperyalizmin böl-parçala-yönet politikası
olduunu,
bu
oyuna
gelinmemesi
gerektiini söyleyenler, devrimcilerdi.
Devrimciler; bildiriler, afiler, duvar
yazıları,
kulamalar,
toplantılar
ve
eylemlerle halka gerçei taıyordu. Her
hafta sonu tıklım tıklım dolu olan düün
salonları, her seferinde devrimcilerin Kahramanmara'ı içeren konumalarına tanık
oluyordu. O dönemler K.Ma-ra, Sivas,
Çorum olayları nedeniyle birçok semtte
olduu gibi Ok-
meydanı'nda da, ehrin merkezine doru
kitlesel yürüyüler düzenlendi.
Devrimci Sol'un "sizlie, Faist
Teröre ve Hayat Pahalılıına Karı
Mücadele
Kampanyası",
eylemlerle
devam ediyordu. O dönemin büyük
tekellerinden Ünilever ve Migros'un
malları, emekçi semtlere uramazken, bu
mallar
subaylara
paket
paket
daıtılıyordu. Bu dönemde Okmeydanı
Halkı,
Mig-ros
kamyonlarını
kendi
mahallesinde de görmeye baladı. Ancak
içinde Hüseyin Ta ve yoldaları vardı.
Devrimciler,
Migros
araçlarını
kamulatırıp Okmeydanı ve çevresindeki
mahallelerde halka daıtıyordu. Hüseyin
Ta, 1 Austos 1979 tarihinde, Gürsel
Mahalle-si'nde,
böyle
bir
daıtım
sırasında polisle girdii çatımada ehit
dütü.
Okmeydanı Halkı'nın devrimcilerle iç
içelii, özellikle 1978'den soma daha da
younlatı.
Faist
terörün
giderek
younlatıı, MHP'li faistlerin emekçi
semtlerde sık sık kahveleri taradıı o
dönemde devrimciler, halkın en büyük
güvence-siydi. Faist teröre karı halkı
koruma mücadelesi, o dönemin en youn
çalıma biçimi olarak öne çıkıyordu. Bu
örgütlenmenin en iyi ina edildii
yerlerden
biri
de
Ok-meydanı'ydı.
Devrimciler,
halkın
youn
olarak
toplandıı kahvelerin çevresinde güvenlik
alıyor, geceleri ise mahallelerin giri ve
çıkılarında ve hemen her sokakta nöbet
tutarak semti kontrol altında tutuyordu.
Faistlerin giremedii yerlerde ise, çok
sık polis baskınları yaanıyordu. Bir semt
sakini, o dönemin polis baskınlarını öyle
anlatıyor:
"Faistler, birçok emekçi semte girip
tarıyorlar, saldırıyorlar. Hemen her gün,
bir kahvenin tarandıını duyardık. Ama
bizim buraya, örnein Piyalepaaya
MHP'liler gelip de tarayacak düüncesi
hiç yoktu. O derece güven veriyordu
devrimciler, içimiz bu konuda çok rahattı.
Polis her akam gittiimiz kahveleri
basardı. Ama gelmeleri
11
çok tuhaftı: Aniden camlardan atlarlar, hızla içeri dalarlar, hızla
arama yapıp sonra da hızla arabalara binip giderlerdi. Mesela; Nihat
Erim'in vurulduu gün, gene
camlardan atlayıp girdiler içeri.
Ama en fazla 10 saniye sonra mahalleden uzaklatılar. Bir gün, Uur
Gür de kahvelere dalmıtı. O
zamanın mehur polis efiydi Uur
Gür. Dierleri arama yaparken o
baırıyordu: 'Titre Oligari, Burada
Dev-Sol Var! Hani nerede?' Aklınca
güç gösterisi yapmıtı. Ama gene
hızla gittiler."
Halkın güveni ve sevgisi, devrimcileri polis saldırılarından koruyordu. Bir devrimci, ekip otosu tarafından alınmak istendi
inde, polislerin halk tarafından talanması
çok sık rastlanan ve tanık olunan
olaylardandı.
Halk, kendisini faistlerden koruyan, haklarım kendisiyle birlikte
arayan, yol gösteren, kültürlerine
ve inançlarına saygılı devrimcileri
koruyor, sahipleniyor ve adaleti de
onlarda arıyordu. "Bakasında aramaya gerek yok ki" diye anlatıyor
aynı semt sakini. "Bir hırsızlık ya
da iki insan arasında bir kavga olsa
ya da ne bileyim bir arsa sorunu
yaansa,
hemen
devrimcilerin
yanına giderdik. O zamanlar arap,
esrar içen bir kesim vardı. Bu
insanlara karı da devrimciler
mücadele ediyordu."
1978 yılıyla birlikte bir kesim
hızla devrimcileirken, bir kesim
genç ise lümpenleiyordu. Bu insanlar az 'da olsalar, kendi bölgelerinde bir güç oluturmulardı. Sınıf
gerçekleriyle uyumayacak biçimde serserileen ve devletin de bilinçli olarak göz yumdu
u bu kesime karı, semtteki devrimciler tarafından yo
un bir faaliyet balatıldı.
Amaç; öncelikle onurlu ve namuslu
yaamaları, kültürlerine, de
erlerine böylesine yabancılamamalarıydı.
Esrarın en yo
un satıldı
ı yer;
eski Erdemirler Yazlık Sineması'ydı. Sinemada oynatılan filmler
ise, o kesimin isteklerini yerine ge12
tiren filmlerdi. Böylesi bir yozlu
un en hızlı
yaandı
ı günlerde devrimciler, sinemayı
bastılar. Çıkıları kapatıp filmi yarıda
keserek izleyicilere bir konuma yaptılar.
Ardından çete haline gelen o insanları, tek
tek
izleyicilerin
arasından
çıkarıp
dövdüler. Aynı' günlerde, bir baka serseri
çetesini de halkın gözü önünde dövdüler.
Devrimciler, bu insanların pelerini
bırakmadılar. Günlük yaamları denetim
altına alındı ve birkaç ay içerisinde
devrimciler tarafından dövülenler hem
esrarı, içkiyi bıraktılar, hem giyim
ekillerini de
itirdiler, hem de bir ie girip
çalımaya baladılar. Ancak gruplarını
da
ıtmadılar. Bir süre önce içki-esrar içip
serserilik yapan o gruplar bu sefer, ili-.
ihane arasında sefer yapan ve semt
güzergahı içerisinde kadınlara laf atan
bazı
minibüs
öförlerini
durdurup
uyardılar.
Bir
zamanlar
kendileri
sorunken, artık benzer sorunların önüne
geçen bir dönüüme u
radılar.
12 Eylül: Var Olanı Korumak ve
Halka Zarar Vermemek
"Zaman azdı" diyor eski bir mahalleli.
"Devrimcilerle öyle iç içeydik ki...
Yayınlarını
okuyor,
kahvelerde,
evlerimizde konuuyor, sohbet ediyorduk.
Ama
darbe
çabuk
geldi.
Oysa
örenmemiz gereken çok ey vardı. 12
Eylül, bu birliktelii engelledi. Cunta,
istedii insanı hemen içeri atabiliyor,
sokaın baından girip sonuna kadar
arayabiliyordu. Çocuklar ya cezaevine
girdiler, ya saklandılar ama, gizli gizli
yapılan birçok eyle karılaıyorduk.
Kulamalar, duvar yazılamaları... Bazen
elimize bir bildiri geçiyordu. Gizli gizli
okuyorduk."
12 Eylül'le birlikte, devletin en yo
un
saldırdı
ı bölgelerden biriydi Okmeydanı.
Ancak bu durum, Devrimci Hareket'in
semtteki varlı
ını yok edememiti.
Çalımalar durmadı. Zor, sınırlı ama
devrimcilerin tükenmedi
ini, umudun bitmedi
ini gösteren faaliyetler halka
ulaıyordu. Kulamalar, yazılama-
lar ve bildiriler darbeyi ve cuntanın
niteli
ini anlatıyordu. Ancak süren
operasyonların ve darbelerin olması,
çalımanın daraltılmasını gerekli kıldı.
Çalımalar asıl olarak var olanı korumak,
halka ve kendine zarar vermeden
yayılmak biçiminde a
ırlık kazanıyordu.
12 Eylül öncesi devrimcilerle yo
un
ilikiler yaayan insanlarla evlerinde ya
da esnafsa dükkanlarında tek tek görümeler yapıldı. Onlara verilen bir mesaj
vardı. Tek cümlede a
ırlık kazanan bu
mesaj,
halka
umudun
bitmedi
ini
anlatıyordu:
"Mücadele
sürüyor!".
Çalıma çok titiz, itinalı ve insanlarda
güven
verip
zarar
görmeyecekleri
düüncesi
hakim
kılınarak
sürdürülüyordu.
Kitle çalıması yöntemi ise, asıl olarak
yayınlar aracılı
ıyla oldu. llegal nitelikli
merkezi yayınlar, herkesin korktu
u, her
sokak baında askerin oldu
u koullarda
geni olarak halka da
ıtıldı. Yayınlar süreci, hapishanelerdeki direnileri anlatıyor
ya da "Filistin sorunu" gibi tüm ezilen
halkları ilgilendiren olaylara devrimci bir
bakı açısı getiriyordu. Riskli olan
yayınlar, az sayıda almıyor, da
ıtılıyor,
sonra o insanlardan geri alınıp tekrar
da
ıtılıyordu. Örne
in; dergiler 50 insana
da
ıtılıyordu. Daha sonra bu dergiler, o
insanlardan geri alınmaya gidildi
inde
konuuluyor, soruları cevaplandırılıyor,
tartıılıyordu. Ve aynı 50 dergi, bir baka
50 insana da
ıtılıyordu. Bu yöntemlerle
dergilerin semte girii, da
ıtımı ve
saklanması, hem az oldu
u için
kolaylaıyor, hem de bir denetim
mekanizması do
uyordu.
Devrimci hareket, az sayıda kadro ve
taraftarla, en kötü koullarda bile
mücadelenin sürebilece
ini ve kitle
çalıması yapılabilece
ini göstermi,
kendi dıındaki sol kesimlerin ise suskun
ve yılgın olması, halkın devrimci harekete
olan inancını bir kez daha tazelemi ve
ona olan güvenini arttırmıtı. Hapishanelerdeki mücadele ve kolektivizm,
Okmeydanı'na
da
yansımıtı.
Hapishanelerde Okmeyda-
m'ndan da çok insan vardı. Dev- rimcilerin
aracılııyla, içeriye birçok yiyecek ve
giyecek gönderiliyordu. 19 Mayıs 1984'de,
tutsak: analarının Taksim'de gerçekletirdikleri
çelenk
eyleminde,
Okmeydanı'ndan analar da vardı. '80 sürecinde,
hapishanelerdeki direniler, 1984 Ölüm
Orucu süreci halka taı-nabildiyse,
yaratılan deerler halkın deerleri haline
getirilebildiyse,
direnilerin
dıarıya
yansımasında Okmeydanı Halkı da
sürekli yer aldıysa; bu, devrimci hareketin
halkın içinde çalıma yapmayı, hiçbir
koulda bırakmamı olmasındandı.
Seçimler ve Devrimciler
1984 seçimleri, Türkiye açısından
önemli bir dönemdi. '80 döne-minde
suskun kalmı, yıllarca zam alamayan,
her türlü hakkı kısıtlanmı, ei, dostu,
akrabası hapislerde ezilmi, korkmu,
konuamamı ama artık haykırmak
isteyen halk, bir mahallelinin deyimiyle
aızla- rındaki bantı çıkarmıtı: "1980
sonrası en youn halk toplantıları, seçim
döneminde yapıldı. Delege toplantıları en
çok
kahvelerde
yapılırdı.
Anadolu
Kahvesi ise, bunun en yaygın yerlerinden
biriydi. Bir delege toplantısına 100'ün
üzerinde insan geliyordu."
'84 seçimlerinde yapılan toplantılarda
devrimciler,
rahatlıkla
konuabiliyor, halk ise onları saygıyla
dinliyordu. Nakı nakı, titiz-likle, yıllar
boyu ilenen süreç sonunda halk,
devrimcilere inanıyordu:
"Devrimcilerin
bu
toplantılarda
yaptıkları konumaları ilgiyle dinlerdik.
Orada doru düünceleri koyarak bize
yön verirlerdi. Konuan devrimciler,
zaten hep bizimle olan, bildiimiz, saygı
duyduumuz insanlardı. Bu nedenle hiç
itiraz etmeden, güvenle dinlerdik."
O dönem siyasi partiler, kendi
altyapı çalımalarım da yeni yeni
yapıyorlardı. Niteliksiz ve kiilii bozuk
bazı insanlar ise, hızla o çalımaların
önünde yer almaya çalııyorlardı. Ama
devrimci hareketin
çalımaları ve toplantılara yön verme
çabalarıyla,
daha
nitelikli
insanlar,
özellikle SODEP içerisinde delege oldular.
Bu çabalar sonucu, daha duyarlı insanlar
öne çıktı. Devlet, suskun olan halkın,
"yasadıı-sol"
bir
potaya
girmesini
engellemek, SODEP gibi bir düzen
partisinin potası altında sesini çıkarsa bile, bunu kontrol altında tutmak istiyordu.
Bu nedenle, '83 seçimlerinin tarihini,
"SODEP, çalımalarını tamamlamadı"
diye bir hafta ileriye atmıtı. Devrimci
hareket açısından ise bu çalımanın
temeli; insan kazanmaktı. Genç ve duyarlı
insanları, bu çalımada geri plandan
çıkardı, bazı çıkarcıların çalımalarının
önüne geçti. Amaç; SODEP içerisinde,
ama onun ideolojisi dıında seslerinin
çıkmasını salamaktı. Bu durum ise, çok
kendine özgü bir sürece ilikindi. Nitekim
'86'lara gelindiinde, gönderilen insanların
bir çou oradan çıkarıldı ve tekrar
devrimci saflara alındılar.
1986 yılında ise, bunca yıllık çabanın
sonucu artık hareketin iskeleti kurulmutu.
Hareket, daha güçlü ve kitleseldi. O yıl T
AY AD (Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlama
DerneiYm.
kurulmasının
ardından, birçok emekçi mahallede
dernekler
açılmaya
balandı.
Okmeydanı'nda, Dörtyol'da devrimcilerin
kurduu BEYKAD (Beyolu Kültür
Aratırma Dernei) ve hastane tarafında
AKAD
(Anadolu
Kültür
Aratırma
Dernei), bunlardan ikisiydi. Dernek
çalımaları, semtteki çalımaların ye
faaliyetlerin daha derli-toplu olmaları yönünde büyük bir fayda saladı. Ancak
çalımalar hiçbir zaman dernek faaliyetleri
biçiminde
kalmadı.
Halkın
içinde
çalımaktan hiçbir zaman vazgeçilmedi.
Devrimciler, halkın youn olarak geldii
kahvelerde her zaman bulundular, insanlarla konutular, anlattılar. Yalan 3540'ın
üzerindeki
insanlar,
dernee
yeterince geliniyorlardı. Bu nedenle
devrimciler,
onların
bulundukları
kahvelere gittiler. Yani devrimcilerle
halkın, mahallelinin de-
yimiyle "kahve muhabbetleri" hiç bitmedi
ve her dönem en
youn iliki
biçimlerinden biri oldu.
Aynı dönemde Çözüm Dergi-si'nin
çıkması, demek faaliyetlerinin artması, o
güne kadar duraksa-maksızın yapılan
çalımalar, insanların kendilerini ideolojik
olarak rahatça ifade etmelerini saladı. O
dönemde, Ahmet Kaya'nın parçaları bile
sol çevrede youn olarak dinlenirken,
devrimci gecelerin, panellerin hızla
artması, Grup Yo-rum'un çıkıı, dergi
dıında
kitle-sellemenin
önemli
araçlarıydı.
Bu durum, Okmeydanı'nda çok somut
olarak yansımasını buldu. Tabi baskılar
da... Özellikle 1990'a gelindiinde,
devletin baskısının ilk yansıdıı yerlerden
biri de Okmey-danı'ydı. Okmeydanı
dıında bir eylem olsa bile, hemen
kahveler basılıyor, masalardaki insanlar
rast-gele toplanıp götürülüyordu. Bu
baskılı süreç halkta, devlete karı var olan
tepkiyi de younlatırıyor-du. Gençliin
ise, devrimcilerle ilikisi youn bir ekilde
artıyordu. '80 öncesi halka yönelik
saldırılarda, devrimcilerin halkı koruma
anlayıı, bu süreçte de hiç durmaksızın
yaandı.
Bugün ise, halkın ve devrimcilerin
tarih boyunca yarattıkları deerler, yeni
deerlerin ve geleneklerin yaratılmasına
yol açıyor. Aaıda anlatılanlar, bu
bütünlemeye, yeni ve saf bir kültüre ve
gelecein
özgür
toplumuna
ilikin
örnekleri aktarıyor bizlere.
Cepheliler Anlatıyor
"Çok ehit vermiiz burada, çok
tutsaımız var, halkımız çok acı çekmi.
Onların adalet duygusu olabildiysek, en
ufak
sorunlarında
dahi
bize
gelebiliyorlarsa, hatta kendi çocuklarını
dahi
bize
ikayet
edebiliyorlarsa,
böylesine onurlu bir tarihe sahip
olduumuzdandır. Çok emek vererek ve
çok bedeller ödeyerek yaratılan bu tarih,
halkta büyük bir güven duygusu oluturdu.
Köklemi ve kalıcı deerler bunlar."
13
1
3
"Okmeydanı'nda halk, umut olarak
devrimcileri görüyor. Geçmiten beri
devrimcilerle iç içe yaıyorlar. Birçok
sorun için devrimcilere bavuruluyor:
Mahalledeki
serserilerin
yarattıI
huzursuzluk, birahanelerden ikayetler,
aile kavgaları, faistlerin saldırıları, bir
hırsızlık olayı, bir sarhoun yarattıı
huzursuzluk,
bir
kabadayının
davranıları, bir sarkıntılık, laf atma, taciz
gibi pek çok olayda öncelikle devrimcilere
ikayet ediliyor."
"'Palet' denilen bir adam var. Yaklaık
30 yaında, iri-yarı, kabadayı, mahallede
bu yanıyla bir statü oluturmu, belinden
bıçaı, silahı eksik olmayan, etrafa korku
saçan, dükkanlardan içki alıp parasını
vermeyen bir serseri... Defalarca uyarıldı.
En son ise, bir kadına laf atarken görüldü
ve uyarıldı. Ama kısa bir süre sonra
Anadolu
Kahvesi'nde
bir
esnafın
arabasının yolunu kesip onu komalık
edinceye kadar dövmü. 2 gün sonra,
devrimciler tarafından gece 00.30'da
yakalanıyor. Ara sokaa çekilip sorgulanıyor. Suçlarını kabul etmiyor. Ara
sokaktaki insanlar, bizi kapılarına,
pencerelerine çaırıp, son olaydaki
adamın O olduunu söylediler. Sonra
suçlarını itiraf ediyor. Palet, daha sonra
meydana getiriliyor, diz çöktürülüyor.
Etraftaki hah ka tehir ediliyor ve
dövülüyor. Ertesi gün de insanlara bu
durum bir kez daha anlatılıyor. Palet,
imdi ortada gözükmüyor."
"u anda semtin bir bölgesinde,
gençlerin gece yarıları sokak köelerinde
içki
içmeleri
Cephe
tarafından
yasaklanmı
durumda.
Bu
yasak,
gençlerin ailelerinin ikayetleri ve istekleri
üzerine ilan edildi ve. uygulamaya kondu.
Yasaın ilanı ise gençlere, aileleri
tarafından ile tildi. Akamları geç saate
kadar denetim yapılıyor, içki içene
rastlandıında o genç uyarılıyor, halkın
gelenekleri, deerleri ona anlatılıyor.
Karara karı çıkanlar oluyor, 'kimse bizim
içki içmemize karıamaz' diyenler oluyor.
Bu insanlarla uzun uzun konuularak ikna
edil-
14
meye çalıılıyor. Eer ısrarla kararları
çineyen olursa ve daha ileri götürüp
yoldan geçenlere laf atma, sarkıntılık,
küfür etmeye varan davranılara giden
olursa halka tehir ediliyor."
"Bunlar gibi daha pek çok örnek
sayabiliriz. Bizler halkın günlük, özel
yaamlarına onların onayını, isteklerini,
önerilerini almadan girmiyoruz. Ama tüm
bu yaam biçimleri, devletin politikalarının
sonuçları.
Bu
nedenle
tepkilerin
halklamasına
çalııyoruz.
Halkın,
kültürel
deerleri
ve
geleneklerini
koruması, yaatması, emekçi yapılarına
uygun bir yaam ve düünce tarzı içinde
olmaları bizler için çok önemli. Bizi onlar
büyüttüler,
yetitirdiler.
Devrimci
deerlerimizi onlara aktarabilmek, sınıf
bilincine ulamaları için çaba göstermek,
geleceklerine ilikin en salıklı kararları
alıp hayata geçirebilmelerini salamak;
bizim en temel çalıma amaçlarımız."
"Okmeydanı' nda 20 yılı akın bir
geleneimiz var. Halka zarar veren
herkesin karısında olmak ve bu konuda
harekete geçmek, devrimcilerin boynunun
borcudur. Bu nedenle, Okmeydanı
dıında bir emekçi semtine saldırı
olduunda, Okmeydanı da direnie
geçiyor. Desteklemek zorundayız, onları
yalnız bırakamayız."
"Halkın bizi sahiplenmesi, bizimle
birlikte olması; tarihimiz boyunca onların
içinde olmamız, onların yanından hiç
ayrılmamamız
ve
inançlarına,
deerlerine,
geleneklerine
saygılı
olmamızdandır.
Gerek gazete satılarıyla, gerek bildiri
daıtırken ve daha birçok kitle çalıması
aracılııyla onlarla yüz yüze geliyoruz.
Hastalık ya da ölümlerde, bayramlarda
elimizden geldiince ziyaretlere gidiyoruz.
Devrimcilerin kendilerini bu biçimlerde de
ziyaret etmesi çok memnun ediyor onları.
Bu görümelerde, yaptıımız sohbetlerle
bizleri daha iyi tanıyorlar. Aynı zamanda,
içinde yaadıkları koulların nedenlerini
de daha.iyi anlayabiliyorlar."
"Devlet halka hiçbir ey vermemi.
Tarih boyunca ona taıdıı tek politika;
zam, zulüm, ikence. Bu onursuzlua
karı Cepheli olabilmek bir onurdur."
"Farklı bir kültürdür, bir arınmadır
Cepheli
olmak.
Gazetelerde,
televizyonlarda ya da çeitli yayınlarda
görüyoruz. Bizi çoluk-çocuk, beyni
yıkanmı, bilgisiz, görgüsüz, kültürsüz,
cahil insanlar olarak gösteriyorlar. Ya da
çiçek kopartan, ezen, yakan, yıkan
insanlar. Ama insanlarımızı öldüren,
ikence eden, köylerimizi, ormanlarımızı
yakan, dalarımızı bombalayan, televizyonlardaki magazin programlarında,
spor programlarında insanları uyutan
kim? Mecliste ya da Yüksek Askeri
uralar'da arzı endam edenler mi
kültürlüler?
Emperyalizmi
ülkemize
sokanlar mı, Sabancılar'ı, Koçlar'ı yaratan
ve kollayanlar mı okumu, bilgili insanlar?
Bizler; genciyle, yalısıyla, devletin bize
aıladıı bin türlü pis alıkanlıkla
geliyoruz Cephe saflarına. Küçücük yata
içki ve sigara alıkanlıı edinmi, atari
oyunları-, nı sevmi, doruca okumayı
söke-memi, ailesine, büyüüne, küçüü'ne saygı, sevgi nedir, örenememi
insanlar var saflarımızda. Yani zaaflarımızla varız ve aynı zamanda bu
çelikilerimizle
mücadele
ediyoruz.
Cepheli olmakla, aynı zamanda bu
zaaflarımızdan,
alıkanlıklarımızdan
arınıyoruz.
Halkın
kendi
iktidarını
kurabildii, kendi kaderini tayin edebildii,
kendi anayasasını uygulayabildii bir
düzeni ö-rendikçe, kavradıkça yeni, saf
bir kültürle, deerlerle karılaıyoruz. Her
ananızda da bunun onurunu yaıyoruz."
-1.Bölümün SonuGELECEK SAYININ KONULARI
- Okmeydanı' nın ehitleri
- Bir Halk Adamı: Muhtar,
Güzel Otluçimen '
- Köy Dernekleri
- Fatma Girik Farkı'ndan Sibel Yalçın
Direni Parkı'na
- Grup Yorum ve Okmeydanı
- Okmeydanı Halk Meclisi
TARTIMA
grup yorum
Bir Dosya, Bir Tarih
EMEN KAVGASI VE MÜZK
"Emein müziini
istiyoruz;
insanın kendi elleriyle
kuracaı
yeni bir dünyaya doru yürüyüte
bize umut,
coku, mücadele azmi verecek estetik kavga silahları
verin bize... Evrensel Kültür Dergisi
Austos 1997 tarihli 68. sayısındaki
dosyasını 'Müzik ve Politika' konusuna ayırmı. Yukarıdaki çarı,
dosyanın giri yazısındaki son cümleler. Bu çarıya tüm devrimci demokrat müzikçilerin yürekten katılacaına eminiz. Ve Grup Yorum olarak yıllardır sürdürdüümüz devrimci
sanat pratiimizle bu çarıyı en
yüksek sesle dile getirirken, aynı zamanda onun gereklerini yerine getirme çabasında olduk. Evet, emein
müziini istiyoruz. Emekçinin kavgasının müziini... Ona kavgada
umut, coku, mücadele azmi verecek ;
müzii...
Ne var ki; Evrensel Kültür'ün
dosyada yer alan yazılan ve söyleilerdeki sorularıyla, sözü edilen
"emein müzii"nden ve elbetteki bu
çarıdan biç de aynı eyleri kastetmediimizi anlıyoruz. Dosyanın Nuray Sancar-Murat Polat imzalı ilk yazısında, dosyanın gerekçesi öyle
açıklanıyor; "Dergimizin bu sayısındaki dosya, son zamanlarda artan
kitlesel enlikler, mitingler, piknikler,
geceler ve çeitli etkinliklerin karakterinin, buralarda söylenen parçalarla uygunluk içinde olmadıı izlenimi, üzerine ekillendi. Emekçilerin, kendi somut talepleri etrafında
hızla örgütlenip mücadele ettii, kitlesel bir politizasyonun yaandıı
son süreçte devrimci müziin gerçek
alıcı kitlesine yönelik arkıların bu
kadar az olması düündürücüydü."
Daha ilk çıkı noktasında balıyor sakat düünce. Edinilen izlenim
neymi? "... çeitli etkinliklerin karakteri"nin
"buralarda
söylenen
parçalarla uygunluk içinde olmadıı"
izlenimi... Baından sonuna emekçi
kitlelerden dem vuran, onun kendi
özdeneyimlerinden,
somut
taleplerinden söz eden Evrensel Kültür, yüz binlerce emekçiye mal olmu; içisiyle, kamu emekçileriyle,
örencisiyle, gecekondulusuyla, çeitli milliyetlerden ve mezheplerden
ezilen kesimlerin dilinde dolaan,
yalnızca enliklerinde deil, direnilerinde ve eylemlerinde hep bir aızdan söyledii türküleri, marları "uygun görmüyor"mu. Devrimcilere
her fırsatta yönelttikleri, kitlelere güvensiz ve kitlelerden kopuk olunduu
konusundaki iddiaları, bu yazıda
uçlara savrulan bir aydın ukalalııy-la
sürüyor. Bu tarz, dosyadaki yazıların
her satırına sinmi.
Bu "düündürücü" konuda,
"Böyle bir dosya ile neler tartıılabilir?" diye düünüyoruz. Emekçi kitlelere nasıl bir ülkede yaadıkları,
kendi somut durumlarım nasıl deitirecekleri, sistemin hangi temeller
üzerinde kurulduu ve zulüm düzeninin emein kavgasını geriletmek,
yok etmek için hangi araçlarla, hangi
yöntem ve biçimlerle saldırdıı, tüm
bunlar karısında inançla ve kararlılıkla sürdürülen devrimci mücadelede yaratılan gelenekler, deerler,
bunların daha da gelitirilerek gelecek toplumun insanım ekillendiren
kültürü yaratacaı bilinciyle emekçi
kitlelere hangi araçlarla, hangi müzik
tarzıyla, nasıl ulatırılacaı gibi daha
birçok sorun ele alınabilir. Böyle bir
tartıma, aynı zamanda bu alanda çalıma yapan müzikçilerin pratii ile
birlikte ele alındıında çok yararlı,
verimli bir çalıma haline gelebilir.
Ne yazık ki dosyadaki tartıma bu
deil.
Dosyadaki ilk yazıda, 68'lerden
bugüne devrimci mücadeleye; onun
kültürel yönelimine, yaratılan deer
ve geleneklere, müzikteki ekillenie, konjonktürel(!) deerlendirmelerle
"çok bilimsel" yaklaılarak, koca bir
tarihin üzerine sünger çekiliveriyor.
"Devrimci hareket kendi estetik
deerlerini, baskı altında tutulan
halk kültüründen devirmeye balamı, Anadolu halkının direniini,
bakaldırısını anlatan türküler ve
15
arkılar gün yüzüne çıkarılmıtı". Bu
de
erlendirmede, sakın ola bu tür bir
geliimin do
al ve olumlu oldu
u
ifade ediliyor sanılmasın. Bunu ilerleyen bölümlerde çok daha iyi görece
iz. Hemen devam ediyor; "Ülkenin, popülizmin yeermesi için oldukça
uygun bir vasat oluturan youn bir
köylü nüfusa sahip olması, aırlıklı
olarak gençlik arasında filizlenen
devrimci hareketin küçük burjuva bir
sınıfsal karakter taıması ve politik
referansların
bir
ölçüde
Çin
Devrimi'nden veMao'nun 'kırlardan
ehirlere' düsturundan alınması, halk
kültürüne yönelii kaçınılmaz kılan
bir konjonktür oluturmutu."
Konjonktürel kaçınılmazlık olarak
ifade edilen gelime "popülizm",
hatta daha do
ru ifadesiyle "köylü
popülizmi" olarak nitelendiriliyor.
Popülizmin her türü proletarya ideolojisine, bilimsel sosyalizme aykırı
oldu
u için de tümüyle mahkum ediliyor. Bu önemli dersi aldıktan sonra
konjonktürü de ö
reniveriyoruz. Ne
de olsa bilimsel bir de
erlendirme,
elbette bu gelimenin nesnel koullarını tahlil edecek.
Köylü nüfusu ço
unlukta oldu
u
için halk kültürüne yönelinmi. Oysa
ilk cümlede "halk kültürü baskı altoda" deniliyordu. Demek ki, baskı altoda olan halk kültürünü''savunmak
bir görevdi. Sonra, diyelim ki köylü
nüfusu azınlıkta olsaydı hangi kültüre
yönelinecekti? ehirde yaayan
emekçi halkın kültürüne mi? Onlar
halk kültürünün dıında mı? Halkı,
ne ve kim olarak görüyorlar? Bu sorular, çok bilimsel satırların kurgusunu bozuveriyor ite.
Bir soru daha takılıveriyor aklımıza. Tüm bu popülist gelimeler yaanırken siz ne yapıyor, nerede yaıyordunuz? Bu sürece ne kadar müdahale ettiniz? Bu olumsuz örneklerin
karısında siz, ne gibi bir olumlu örnek yarattınız? Yaratamadıysanız neden? Neden bunlara dair bir de
erlendirmeniz yer almıyor bu dosyada?
Bir süreci tartıırken kendinizi onun
dıına koyamazsınız. Sonra adama,
"Tüm bunlar yaanırken sen
16
Ay'da mı yaıyordun?" diye sorarlar.
O dönem devrimci hareketin sınıfsal niteli
ini, devrimcilerin geldi
i
sınıfsal kökenle özdeletirerek,
küçük burjuva nitelendirmesiyle de
erlendiren mantık, tüm ideolojik
tespitleri, stratejileri ve en önemlisi
de devrimci prati
i bir çırpıda mahkum ediyor. Bu mantık, sosyalizmin
kurucuları da dahil dünya devrim önderlerini ve dünyada devrimleri zafere
ulatırmı olan örgütlenmeleri ve
onların mücadelelerini, en azından
balangıçta ve ilk geliim dönemlerinde küçük burjuva karakter taımakla mahkum etti
inin farkında de
il. Çünkü bu saydıklarımızın tümünde gençlik, balangıçta en aktif
güçtür, devrini önderlerinin sınıfsal
kökenleri de küçük burjuvadır. Öyle
ise, e
ri oturup do
ru konualım. Bîr
devrimci hareketin sınıfsal niteli
i,
onun ideolojisine, bu ideolojinin ete
kemi
e büründü
ü mücadele prati
ine göre belirlenir. Bu mücadele prati
idir ki, emekçi sınıfları kucakladıkça büyüyen güç olur ve adımları
hızlanır. Bunları bir kenara koyup sınıfsal karakteri gençlik'le belirleyip
kestirmeden devrimci hareketi mahkum eden mantık, en kaba mekanikli
in dar sınırlarında kendini avutmaktan bile aciz kalır. Sorunu, bu
noktada bu kadarla sınırlayıp asıl konumuzu ilgilendiren boyutuna dönelim. Diyelim ki; o dönemde devrimci
hareket küçük burjuva sınıfsal karakterliydi. Bu, devrimci hareketin halk
kültürüne yönelmesini neden zorunlu
kılsın? Küçük burjuvazinin, kendisine
daha uygun davranı biçimi olarak
tersine, çok daha etkisi altoda bulundu
u (ve Evrensel Kültür çizgisinin
kendisini de ifade eden) burjuva kültüre yönelmesi daha do
al de
il mi?
En azından burjuva kültürden etkilenie çok açık bir ekilleni yaratması
gerekmez mi? Bu ülkede küçük burjuvaziden söz ederken, herkes kendisine öyle bir dönüp bakmak ve daha
ciddi düünmek zorundadır. Mücadele tarihim de
erlendirmeye kalkanlar, bu tarih içindeki küçük burjuva
etkilenmeleri incelemi ve bunu
ö
renmi olmalıydı.
Konjonktürün üçüncü aya
ına
gelince; "politik referansı", "kırlardan
ehirlere" yerine "ehirlerden kırlara"
düsturuna ba
layanlar hangi kültüre
yönelecekti?
ehirlerden
kırlara
hangi insan unsuruyla yürüyecekti?
Ve o insanlara hangi kültürle
yaklaacaklardı? Proletarya mı, ehir
küçük burjuvazisi mi? Bunların, halk
kültürünün dıında apayrı bir kültürel
ekillenii mi var?
in özü; halk kültürü ile köy kültürü aynılatırılıyor. Dahası, ülkemizde kapitalizmin çarpık gelimesi,
özellikle 60'lı, 70'lı yıllarda proletaryanın, hatta küçük burjuvazinin bir
kısmının da esas olarak köyden kente göç eden emekçilerden olutu
u,
dolayısıyla kır kültürünün ehirlerde
kendine özgü yeniden biçimleniinin, bu kitlelerin kültürünü ifade etti
i
ya bilinmiyor ya da bilerek çarpıtılıyor.
Bilimsel yorumlar yapıp konjonktürler
saptayanlar, en azından kendi
dergilerinde bu dönemi anlatan bazı
yazıları okumu olmalıydılar. Kültür
dergisinde,
dosyalara
emek
hakkında, eme
in müzi
i hakkında
perspektif yazanlar, biraz mütevazi
olup azıcık emek harcayarak okuyucu kitlesine saygı göstermelidirler.
Sonuç olarak; ülke nüfusunun ekillenii ne olursa olsun, kim devrimi
hangi yoldan yürütürse yürütsün devrimci mücadele, emekçi halka ve halkın tarihten bugüne egemenlerin her
türlü baskısına ra
men yaattı
ı halk
kültürüne dayanmak zorundadır.' Bunu kaçınılmaz kılan ise; yalnızca
devrimci olmak, devrimde samimi
olmaktır.
Yazı, daha baından halk kültürüne yönelii olumsuzlamaya çalıırken ilerleyen bölümlerde, ne kadar
süslenmeye, çeitli tahlillerle açıklanmaya çalıılsa da, batan sona bir
halk kültürü dümanlı
ını iliyor.
Halktan, halkın mücadelesinden
uzaklamı, ona o kadar yabancılamı ki; nerede "halk" geçse, "popülizm" damgasını yapıtırıyor. Hızını
alamıyor, mücadeleye, mücadele
içinde yaratılan de
erlere, geleneklere saldırmaktan kendini alamıyor.
Örnein; halkının özgürlüü
için savaırken canını veren
ve
halkın
"ehitlerimiz"
diyerek sahiplendii devrimciler
için
"öldürülen
devrimciler", onları anlatan
türküler için "youn bir ölüm
vurgusu", mücadele içinde
ödenen
bedelleri
ve
yaratılan deerleri "ölüm,
ikence, cezaevi üzerinden
politika
yap-ma"ya
indirgeyerek deerlerin içini
boaltmaya,
deersizletirip
aaılamaya çalııyor. Kendi
geçmiini bir çırpıda silen,
geleneine sırtını dönen,
geçmiine
dümanlaan
ruh
hali,
onu
saldırganlatırıyor.
Ama
hatırlatmak
gerekiyor;
bugün böyle bir dergide,
devrimci sanat adına bu
kadar
rahat
ahkam
kesebilme,
yazılar
yazabilme
özgürlüünü,
faizmin azgın saldırılarına
direnerek
ehit
düen
devrimcilere
borçlu
olduunuzu
unutmamalısınız.
Halk
kültürü
dümanlıı, devrimci pratii
tümüyle mahkum ederken,
devrimci
müzik
adına
yapılanları da hiçe sayıyor. Politik
müzik dünyasında yapılan birtakım
yanlılıkları, eksiklikleri, sorunları ele
almak adına yapılan deerlendirmeler,
devrimci sanatın bütününü yadsıyarak
onu, emekçiler için, emein mücadelesi için zararlı görüyor. Böylece tüm
devrimci sanatçıları emein sesine
kulak vermemekle suçluyor.
"Tarihe ve bugüne baktıımızda
(evet, hep birlikte, hem tarihe hem de
bugüne bakarak okuyalım-bn.) kendi
eyleminden baka bir ey görmeyen
küçük burjuva için, ses kayıt stüdyolarına uzak dalarda verilen müca-
ya ses geçirmez binalarda oturup
televizyon ya da bir baka kitle
iletiim aracım izlemiyor, ya da
hayatında bir içiyle, memurla
sohbet etmemi. Böylesi bir
ortamda yaamasalar, o sözünü
ettikleri içilerin direnilerinde,
mitinglerinde, örencilerin forumlarında, faistlerle, polislerle
çatımalarında, memurların i
bırakmalarında, halaylarında binlerce aızdan, hep birlikte
haykırdıkları türkü ve marların
yankısını
duymamaları,
görmemeleri ya da haberdar
olmamaları mümkün olmazdı.
Bazı sesler var ki, rahatsız ediyor
Evrensel
Kül-türcüler'i.
"Düersem bu kavgada dosta
anlatın beni" diyenler, onları
rahatsız ediyor. "Doluunca
alanlar ehirde gel, kırda gel,
haykırınca zindanlar zincirleri
kır da gel" sesleri kulaklarını
tahri ediyor. "Cesaret Cesaret,
daha faz-la cesaret, kurtulu
mutlaka
ellerimizde"
haykırıları
canlarını
sıkıyor
olmalı. "Olmaz" diyorlar, "uygun
deil" diyorlar.
dele romantik duygular üretmeye elverili olduundan, Unkapanındaki MÇ
Blokları'nın karısındaki tersaneden, az
ilerdeki belediye binasının önünde
toplanan kamu emekçilerinden, yine
buraya 15 dakika uzaklıktaki istanbul
Üniversitesi'nden yükselen ses, bu
stüdyolara
ulaıp
esin
kaynaı
olamadı. Devrimci sanatçı, yaadıı
kente yüzünü çevirip soyut bir
mücadelenin soyut acılarını dile
getirmeyi tercih etti."
Bir dönüp kendimize, bir sözü
edilen kesimlere; içiye, memura,
örenciye, bir de Evrensel Kültürcü-lere
bakıyoruz. Bu satırları yazanlar
Böyle "izlenim" edindikleri için,
dosyalar açıp yargılamaya kalkıyorlar. Yaadıı kente, halka,
kitlelere ve devrimci mücadeleye
yüzünü çevirenin kim olduu bu
satırlarla çok daha açık deil mi? Ve
ruh
hallerinin
histeri-siyle,
küfre
dütüklerinin bile farkına varamıyorlar.
"Devrimci
sanatçı...,
soyut
bir
mücadelenin
soyut
acılarını
dile
getirmeyi tercih etti". Kitlelerin en
"somut" eylemlerinde, en "somut"
duygularını ifade ettikleri türkülerde
anlatılanlar, hangi soyut mücadelenin
soyut acıları?
Kitleler size kulak vermiyor. Ne
17
tımalar yaıyorlar, bunları yaarken
türkü ve marlarımızı daha bir öfkeyle
söylüyorlar. Gecekondulardaki halk,
soyut kondularında yaarken birden
bire soyut polisler, zabıtalar ve
dozerlerle soyut olarak yıkılıyor evleri.
Ve onlar, geceleri soyut bir so
ukta,
soyut bir açlıkla, soyut acılar
yaıyorlar. Bunları yaarken de
türkülerimizle soyut olarak ısınıyorlar.
Hangi türkümüz, hangi marımızda
soyut mücadelenin soyut acıları var?
"Ölüm, ikence, cezaevi" mi soyut
"da
larda verilen mücadele" mi?
"Kayıplar, katliamlar" mı soyut .
mücadelenin
sonuçları?
O
ulları,'
kızları kaybedilen, zindanlarda tutsak
edilen ailelerin, anaların duygulan mı
soyut acılar? Ve siz çok bilenler,
devrimciler
sizin
deyiminizleöldürülünce, hapishanelerde devrimci
tutsaklar, çivili sopalarla kafaları
parçalanarak öldürülünce, yüre
inizde
hissetti
iniz duygu nedir? Acıyı ve
öfkeyi tanıyor musunuz? Acıyı, öfkeyi
mücadele kararlılı
ına dönütürerek
anlattı
ımız türkülerde bu duygulan
göremiyor musunuz?
Grup Yorum için; "Kentte süren
mücadeleyi, içi sınıfını, dier emekçi
ve hareket halinde olan katmanları ne
yazık ki hak ettii ölçüde göremedi...
Zonguldak grevi sırasında yapılan iki
parça ve 'Grev Halayı' gibi önemli
türkülerinin dıında..." diyorsunuz.
Eletirilerinizi anladık ve aldık.
Eksiklerimizi görmeye açı
ız. Ancak
bu, soyut mücadelenin soyut acılarını
anlatma
suçlamasını
nereye
koyacaksınız? Derdiniz "içi" mi?
Peki, öyle olsun. Düzgün Tekin
içiydi, kaybedildi. Kenan Bilgin içi
önderiydi,
kaybedildi.
Neler
hissettiniz? Soyut muydu kaybedilileri, soyut muydu bedenlerine yönelen eller ve onların inançlarıyla teslim
aldıkları acılar? Ve bizlerin, devrimcilerin yüreklerindeki duyguları...
Anlatmayalım mı, emekçilere bunla-rı
söylemeyelim mi, emekçilerin mücadelesinde bunlara yer yok mu?
Evrensel Kültür, her satırında
kendisini Kaf Da
ı'nda gören bir aydın
kibirlili
i ile, aklına esen her ko18
nuda ahkam kesiyor. "Etkisi zayıf ve
yanlı bir mücadele anlayıı olduu için
hezimetle sonuçlanan..." diye balayıp
binbir emekle ve bedellerle yaratılan ve
faizmin
korkulu
rüyası,
emekçi
halkların kurtulu umudu olan gerillayı
"dada gezen devrimci" ye indirgeyerek
iyice küçülüyor, çapsızlaıyor. Daha da
ileri gidiyor, ehit düen gerillaları
anlatan türküleri " ölümseverlik"le
niteleyerek
iyice
de
ersizleiyor,
alçalıyor. Mücadele anlayıı ne kadar
farklı olursa olsun, sosyalizme, devrime
inanan hiç kimse, bu mücadelede
canım verenlerin inancına, davasına,
feda
bilincine
böylesi
bir
de
ersizletirmede bulunamaz, bunu
varlık sorunu olarak görür. Evrensel
Kültür, herkesten daha fazla sahiplenme
hakkım kendinde gördü
ü Deniz
Gezmi'lere ve verdikleri mücadeleye de
saygısızlık etti
inin, saldırdı
ının elbette
bilincindedir. Kendi geçmilerine, kökenlerine yüz çevirenlerin, savrula sav-rula
bu kadar yıl sonunda geldikleri yer, ite
bu. "Dada gezen ekıya", "Sonları
hüsran olacak" vb. söylemleri, bugüne
kadar
faizmin
kurmaylarından
dinledi
imizi
hatırlıyoruz.
Evrensel
Kültür'ün söylemleri, nasıl bu kadar
benzerlik
taıyabiliyor?
Tartıma
özgürlü
ü, kimseye bu hakkı vermez.
Evrensel Kültür, hangi zeminde oldu
unu
sorgulatacak kadar ciddi sorunları
oldu
unu görmek zorundadır. Evrensel
Kültürcüler, unu da bilmek zorundadır
ki, ancak halkına ve vatanına ba
lı
olanlar hiç tereddütsüz ölebilirler. Bu,
devrimcili
in bedellerinden biridir. Ancak
devrimcilikten bu kadar uzaklaanlar,
onun bedellerine de o ölçüde yabancılaırlar. Çünkü reformizm için, tutsaklık
bile kendine uzak bir kavramdır. Sizin
üstüne basa
basa vurguladı
ınız
"ölümsevertik",
aslında
ölümü
hiçletirmektir. nandı
ımız de
erlere sıkı
sıkıya ba
lanmaktır. Ölümü hiçe
saymayı, önümüzde engel olmaktan
çıkarmayı "ölümseverlik" olarak lanse
etmek, kavranılan da çarpıtmaktır.
Bunu böyle bilesiniz.
Görülen odur ki; Evrensel Kültür
"içici" mantı
ıyla, hiçbir yerde ve
hiçbir zaman bulamayaca
ı soyut bir
"içi", "emekçi" kavramına sarılarak
sosyalist arenada tutunmaya çalıırken, tüm varlı
ı, düünü tarzı, kültürü
ve yaam biçimiyle hızla yöneldi
i
düzende yerini sa
lamlatırmak için
bu tür saldırılara bavuruyor. Bu çaba
onu, devrimci müzik tartıması
yapmak adına halkın ve devrimin nice
bedeller ödenerek yaratılmı de
erlerine dümanca bir tutuma yöneltiyor.
Devrim ehitleri için yapılan
ürünleri, gerillayı ve da
ları, anlatan
türküleri, ikenceyi, ikencede direnii,
zindanlarda yaratılan teslim olmama
gelene
ini ileyen parçalan "emein
müziinin
dıında",
"romantizm",
"mistik duygusallıklar", "soyut acılar" ve
hatta' "ölümsever-lik" le nitelendiren bir
sapkınlı
ın dengesizli
idir yaanan.
Tüm bunları kolayca söyleyip
geçmeyi düünüyorlar. Ama, ite bir
pürüz var. Bu arenada birileri var ki;
"arabesk" desen de
il, "mistik duygusallık" da olmuyor, "ölümseverlik"
hiç inandırıcı de
il. Tüm nitelendirmeleri olumsuzlayan bir prati
in
temsilcileri var. Grup Yorum gerçe
i
var. imdi O'na ne denilecek?
Yöntem bulunuyor, ama çok ucuz bir
yöntem. Grup Yorum di
erlerinden
ayrılıyor, önce bir güzel olumlanıyor,
böylece di
er söylenenler kurtarılmı
oluyor. Ama ardından gelen cümleler,
yine niyeti ele veriyor.
"Kukusuz bazı grupları ve sanatçıları, bu arabesk tarzı sürdüren
sanatçılardan ayırmak gerekiyor."
Evet, önce ayırıyor. Sonra, "80'li yılların ikinci yarısında umutsuzluk ve.
karamsarlık üreten parçaların karısına cokuyu, umudu, mücadele azmini koyarak ortaya çıkan Grup Yorum, arabesk formu da reddederek
canlı ve heyecanla benimsenen parçalar yaptı. Çok geni bir kesim tarafından benimsenen Yorum arkıları,
birçok kiinin devrimcilemesinde etkili
oldu." Mücadele azmi, coku, umut
vb. diyerek, halen bu de
erleri
savunuyor oldu
unu gösterece
i bir
zemin oluturuluyor. Bu zemin oluturulduktan sonra, artık rahatça saldı-
rabilir. "Ancak son zamanlarda gitgide
belli bir anlayıın tabanına seslenen
parçalar yapmaya balayan grubun
söyledi
i arkı ve türkülerin politik
dayana
ı
da
di
erlerininkine
benziyordu."
Acemi kurnazlık sırıtıyor. Kendi
kendini reddeden cümlelerle sıkıntıdan
kurtulamıyor. Bakın ne yapmı Grup
Yorum: "Umutsuzluk ve karamsarlık
üreten parçaların karısına cokuyu,
umudu, mücadele azmini koyarak ortaya
çıkmı." Bu çıkıla birlikte "canlı,
heyecanla
benimsenen
parçalar
yapmı." Ve bu parçala: "çok geni bir
kesim
tarafından
benimsenmi."
Dahası,
"birçok
kiinin
devrimcilemesinde etkili olmu." Ve
tüm
bunları
gerçekletiren
Grup
Yorum'un söyledii arkı ve türkülerin
politik
dayanaı
"di
erle-rininkine
benziyor"mu.
Kimdir
"di
erleri"?
Yazının baından sonuna anlatılan,
birbirine taban tabana zıt olan anlayıları
da aynılatırarak toptan yerle bir ettii,
onlarla birlikte kaynaını aldıkları
mücadele anlayılarım ve mücadele
tarihi
içinde
yaratılan
deerleri,
gelenekleri de hiçe saydıı müzisyenler,
müzik grupları. Grup Yorum'un arkı ve
türkülerinin politik dayanaı, hangi ''di
erleri' 'ne benziyormu, görelim.
"... sıkıtı
ında pani
e kapı-lan"ları,
"büyük bir hazla öldürülmeyi beklerken
kendine acıyan"lan, "örgütlü oldu
u
halde kendini yalnız hisseden ve bu
yüzden annesinin eteklerine koarak
sızlanan"arı anlatan arkılara...,
"Bir yanda kaçınılmaz, ölüm, bir
yanda sıcak çorbayla simgelenen eski
huzur; da
a çıkmadan önceki hayat"
arasına sıkımı "küçük burjuvanın tüm
çelikilerini son derece yorgun bir sesle,
acıklı dile getirii" olan arkılara...,
"Kitlelerden kopuk, soyut, ne oldu
u,
neye
hizmet etti
i belli olmayan,
çöküntü
içindeki
devrimcinin
kahramanlı
ını" anlatan arkılara...,
"Devrimci yaarken kaçınılmaz ölümüne
tevekkülle boyun e
iine övgüler dizmek"
demek olan arkılara... ,
"Öldükten sonra da arkasından
gözü yalı -a
ıtlar"la, "ölümsever-lik"\e
ifade edilen arkılara...
îte bu parçalarla, Grup Yorum'un
söyledii arkı ve türkülerin politik
dayanaı benziyormu. Ve bu parçalar
geni kesimler tarafından benimsenmi.
Bu
arkılar,
birçok
kiinin
devrimcilemesinde etkili olmu. Hayatın
gerçei, pratii, yalınlıı, kurulmaya
çalıılan örümcek aını nasıl da
parçalıyor, kurnazlık nasıl da sırıtıyor
deil mi? Neden bu kadar kendinizi
zorluyorsunuz? Politik müzik tartıması
bumu? Evrensel Kültür "ciddiyeti" bu
mu?
Grup Yorum, bugüne kadar çok
eletirildi. Bu eletirilerden çok yararlandı. Ürettii parçalar içilerden
memurlara, zindanlardan gecekondulara
kadar, hiç düünemeyeceiniz kolektif
bir tartıma, eletiri ve önerilerle yeniden
biçimlendi ve stüdyolardan böyle çıktı.
Eletiri-tartıma, üretkenliimizin motoru
oldu. Bundan sonra da böyle olacak.
Bunun için hiç kimsenin kendisini
zorlaması gerekmiyor. Ama dert eletiri
ve tartıma olmazsa, ite böyle saçmalamaya balanıyor. Ortada ne eletiri, ne
tartıma, ne de "ciddiyet" kalıyor.
Yazmm Grup Yorum için söyleyecekleri daha bitmedi. Bakın neler
yapmı Grup Yorum. "O, 12 Eylül'ün
bitkin, acılı devrimcisini Ahmet Kaya'nm
elinden kurtarıp alnında yıldızlı bereyle,
ama bu kez savrulmak ve acılanmak için
de
il, mücadele etmek için da
a
gönderdi." i
Grup Yorum, hiç kimseyi bir yere
göndermedi. Evet, mücadeleye çaırdı,
dalara da çaırdı. Çünkü bu ülkenin
daları vardı ve dalarında savaanları.
Grup Yorum, "12 Ey-lül'ün bitkin, acılı
devrimcisi"ni
kurtarmadı. Yüreinde,
bilincinde halk için, onurlu, namuslu bir
yaamı yaratmak için en küçük kıvılcım
olanların yüreine ve bilincine seslendi.
Emekçilere seslendi, gündelikçi
kadınlara seslendi, umutsuzluun hakim
kılınmaya çalııldıı koullarda inadına
mücadeleyi
yükselten
örencilere,
içilere, memurlara, gecekondululara
umudun bitmediini söyle-
di. Direnenlerin, savaı ve mücadeleyi
tüm benlikleriyle, varlıklarıyla, en zor
koullarda
büyütenlerin
hala
var
olduunu ve asla tüketilemeyeceini
söyledi. Ölümlerde sınanmı inancın
sesini halka, kitlelere taımaya çalıtı.
Tüm bunları yaparken, halkın diliyle
devrimcinin titizliini birletirmeye çalıtı.
Bu sesleni, 12 Eylül'ü direni ve
mücadele sloganlarıyla karılayan,
hiçbir koulda teslim olmayan bilincin ve
gelenein sesleniiydi. Grup Yorum,
bunu türkületirmeye çalıtı. Emein
kavgası
okullarda,
fabrikalarda,
iyerlerinde, gecekondularda, dalarda
ve zindanlarda büyüdü. Nerede halka
yönelik saldırılar varsa ve nerede bir ses,
bir slogan, bir direni varsa, Grup
Yorum'un gündemi oldu. Gecekondu
yıkımlarında, yakılan direni atelerinin
baında söylendi umudun türküleri. ten
atılan içilerin direniinde, katledilen
devrimcinin cenazesinde öfke oldu.
Oulları, kızları kaybedilen anaların
yüreinde kini acıya, öfkeye dönütüren
türkü oldu. Zindanları özgürletirenlerin
yüreinde coku, urunda mücadele
ettikleri emekçi halka direni ve kavga
çarısıydı türkülerimiz.
Devrimci sanatçının pratii kültür
merkezlerine,
stüdyo
salonlarına,
enliklere, konserlere hapsolamazdı.
Hayatın her alanında yaanan kavgayla
yüklenmemi olan sanatçı stüdyolara,
konserlere, enliklere mücadeleyi deil,
kendi kafasındaki kurgulan taıyabilir.
Bunun bilinciyle ekillendirdik pratiimizi.
Bu yüzden anlattıklarımız asla "soyut
mücadelenin soyut acıları" olmadı. Somut mücadeleden kopuk, onun içinde
olmadan,
kültür
merkezlerinin
pencerelerinden, kitapların arasından
yaamı seyretmekten bile aciz olununca
her ey soyut getir ona. Çünkü kendisi,
yaamıyla soyuttur.
Ve Evrensel Kültür finale geliyor,
sonuç tespitini yapıyor:
"imdi gereksinim duydu
umuz
müzik, eme
in müzi
idir. Yeni bir dünya
kurmak için harekete geçen, yüzü ileriye
dönük, enliklerle, halaylarla yeni moral
de
erler üreterek
19
ve elbette umutla, die di, tavizsiz
yürüyen kitlelerin kendi özdeneyimlerini
ve geleceklerini anlatan ve ülkenin tek- ve
en önemli gerçekliinin bu olduu bilinciyle
hareket eden sanatçıların ürettii parçalara
ihtiyacımız var bizim,"
Bu cümlelere en genelde katılmayacak
devrimcinin olmayacaını düünüyoruz.
Peki, onca deerlendir-me(!)nin mantıı
neydi? Sorun da burada yatıyor. Birincisi;
yapılanların, Grup Yorum'un yaptıkları
da dahil hiçbiri, "emein müzii" deildir!
Çünkü anlatılanların hiçbiri, "yeni bir
dünya kurmak içinjıareke-te geçen, yüzü
ileriye dönük, enliklerle, halaylarla yeni
moral deerler üreterek ve elbette
umutla, die di, tavizsiz yürüyen
kitlelerin kendi öz-deneyimlerini ve
geleceklerini" anlatmıyor! Yazarlarımız,
sanki Pata-gonya'da yaıyorlar. Dosyanın
hazırlayıcıları, Türkiye'den, bir Patagonyalı kadar bihaber.
1 Mayıs'lar kitlelerin özdeneyim-leri
deil. Gazi'ler, Nurtepe'ler kitlelerin
özdeneyimi deil. Memurlar, içiler hiç
gözaltına alınıp ikence görmezler.
Direnilere hiç polis, jandarma saldırmaz.
400'ü akın kayıp ve binleri aan
katliamlar
kitlelerin
sorunu
deil.
Hapishanelerdeki on bini akın tutsak
kitlesinin, kitlelerle hiçbir ilikisi yok.
Gecekondularda
yaanan
yıkımlar,
kitleleri ilgilendirmez. Oradakiler de kitle
deil zaten.
Peki kim kitle, özdeneyimi ne,
gelecei ne olacak?
Evrensel Kültür'ün tasarladıı kitle,
kendi kitlesi; kendi kafasında yarattıı
kitle.
Gecekonduda
oturmayan,
dolayısıyla yıkımları yaamayan, iten
atılmayan, gözaltına alınmayan, ikence
görmeyen, kayıpların ve katliamların
olmadıı,
hapishanelerinde
binlerce
devrimcinin tutsak edilmedii, dalarında
savaanların
olmadıı,
dolayısıyla
devrimci sanatçıların da böyle türküler,
parçalar yaparak bilincini bulandırmadıı
bir dünyada yaayan "kitleler".
Ne böyle bir ülke, ne de böyle kitleler
hiç olmadı, olmayacak. Ama zulmün
hakim olduu bir düzen ve
20
bu düzene karı "yepyeni bir dünya
kurmak için harekete geçen, yüzü ileriye
dönük, enliklerle, halaylarla (ve elbette ki
eylemleriyle, direnileriyle haklı ve meru
her türlü mücadele biçimiyle bn.), yeni
moral deerler üreterek ve elbette umutla,
die di, tavizsiz yürüyen kitleler" var bu
ülkede.
Zulüm düzenine karı, ezilen halkların
özgürlük mücadelesi, her türlü bedel
ödenerek,
direni
destanları,
kahramanlıklarıyla, yepyeni deer ve
gelenekler yaratarak her geçen gün halkı,
emekçi kitleleri daha fazla kucaklıyor,
ülkedeki politik gündemin merkezinde
daha etkin yer alıyor. Zulmün tüm
vahetiyle bu gelimeyi engelleme,
bastırma, yok etme çabalarına karın her
geçen gün büyüyen mücadele, bir yandan
devrimcilerin ve devrimci sanatçıların
omuzlarına yeni ve daha ileri görevler
yüklerken, bir yandan da daha büyük
enerji, daha fazla özveri, daha büyük
bedelleri
göze
almayı
gerektiriyor.
Devrimci sanatçılar açısından, bu süreçte,
mücadeleye en salıklı hizmet edecek
tarzda var olabilmenin de her eyden önce
örgütlenmekten, örgütlü mücadeleden
geçtii artık reddedilemiyor.
Yine de devrimci sanatçı, devrimci
kimliini
sanatçı
kimliiyle
salıklı
örtütüremedii
noktada,
örgütlü
mücadelenin, halkın özgürlük taleplerinin
güncel ve somut ifadesinin yansıtılabildii
ürünlere yönelmekte ciddi sorunlar
yaayabiliyor. Sonuçta unu söylemek
zorunlu: Sanatçının, faaliyetinde halka,
yaama ve mücadeleye en doru ve en
güçlü katkıda bulunabilmesi, onun ideolojik-politik bakı açısına balıdır.
Bu bakı açısıdır ki; ülkede süren sınıf
mücadelesinin
biçimlenilerini
doru
kavrar, buna devrimci tarzda yön
vermeye, doru rotaya oturtulmasına
çalıır. Sanatçı açısından da neyi
hedefleyecek, parçalarında, müziinde
sınıf mücadelesinin somut biçimleniine
hangi tarzda yer verecek, bu bakıla
ilgilidir.
Bakı açısı ne olursa olsun en genel bir
doru vardır ki; bütün ülkele-
rin
halklarının
mücadelesi,
kendi
kültürünü yaratır. Ve bu kültürün, o halkın
tarih içinde yüzyıllarca sürdürdüü sınıf
mücadelesiyle
yarattıı
kültürden
beslenmedikçe yaama ansı yoktur.
Bütün dünya devrimleri mücadelesinin
özgünlükleri de burada yatar.
Devrimci sanatçı, bu gerçei doru
kavrayabildii ölçüde ilevini yerine
getirebilir. Bu çerçevede Grup Yorum
olarak 12 yıldır sürdürdüümüz sanatsal
faaliyetimizde, tüm enerjimiz ye çabamızla
bunu yerine getirmeye çalıtık ve
çabalıyoruz. Sanatın halktan kopuk bir
küçük burjuva aydın faaliyeti olarak statületirilmi biçimlerine karı, ısrarla emekçi
halkımızın içinde, onlarla soluk alıp
veriyoruz.
Gecekonduları
balarına
yıkıldıında yanlarında oluyoruz, acıları
paylaıyoruz, umut ve direni yüklü
türküler söylüyoruz, umut ve direnç yüklü
duygularla besliyoruz yüreimizi.
ten atılan içilerin direnilerinde,
yoksul sofralarına konuk olduk, kararlılık
ve kazanma azmini dillendirdik, kararlılık
ve daha bir sınıf bilinci yüklenerek
ayrıldık.
Halkın
ve
onun
haklı
mücadelesinin bir parçası olabilmek için,
görevlerimizi yerine getirme çabası içinde
olduk. Kitlelerden, halktan örenmeyi, ona
öretmenin ön koulu saydık. Bu topraklarda yaayan emekçi halkların çok büyük
olanaklar sunan zengin kültür mirasım
devrimci bir tarzda deerlendirerek,
mücadelenin ve yaratılacak yeni, özgür bir
dünyanın kültürüne giden yolda köprü
edindik.
Elbette mükemmel deiliz. Ve elbette
bizden öncekileri yok saymadık. Bizimle
birlikte olan ve bizden sonra da var
olacak olana, pratiimizle ve eksik
yönlerimizle
deerlendirileceimiz
bir
birikim sunmaya çalııyoruz. Bu ülkede,
emekçi halklarımızın mücadelesi, her
zaman var olacaktır. Emekçiler, zulme
karı mücadelelerinde mutlaka Grup Yorum'u, Yorumlar'ı yanı balarında umut,
coku ve mücadele azmi taıyan
türküleriyle bulacaktır.
am, Halep,ve Diyarbakır civarında
ikamet etmesini önerir. Bu açık bir
sürgündür. Ege halkıyla Çakırcah
arasındaki köklü ba
koparılmak
istenmektedir. Çakırcah bu öneriyi hiç
tereddütsüz
reddeder
ve
kendi
artlarını
sıralar.
Çakırcalı'nın
artlarına göre çetesini da
ıtmayacak,
silah bırakmayacaktır. Bundan gayrisini
kabul etmesi söz konusu bile edilemez.
Osmanlı ise anlamayı kendi istedi
i
zemine çekmeye çalıır. 1904 yılında
yapılan görümelerde Osmanlı, bu kez
efelere Konya ve Ankara'da ikâmet
etmeleri önerisini götürür. Çakırcalı,
Osmanlı'nın
hilekar
yüzünü
çocukluktan beri tanımaktadır. Osmanlı'nın kendisini yok etme hesapları
yaptı
ını bilmektedir. Bu oyunu gören
Çakırcalı
bir saldırı düzenleyerek
Osmanlı'ya bir mesaj gönderir. Bu
saldırıda 22 kii öldürülür. Osmanlı bu
saldırı üzerine tekrar haber göndererek
e
er Ankara'da ikamet önerisini kabul
etmez
ise
üzerine
asker
gönderilece
ini
bildirir,
Çakırcalı
bunun üzerine, saldırılarının iddetini
arttır. Bölge valisi Kamil Paa,
Osmanlı'ya
gönderdi
i
raporda,
hakimiyetin tamamen elden gitti
ini ve
derhal bir anlama yapılmasının
gerekti
ini vurgular.
Bölgede tamamen yenilen Osmanlı, yeni bir heyet oluturarak
Çakırcalı'ya. gönderir. Görümelerde
Efe aynı artlan iletir: Hiç bir ekilde
suçlu
sayılmayacaklar,
silah
bırakmayacaklar ve Çine'nin Akçaova
köyünde oturacaklardır. Bu köy ve
yakınlarına jandarma ve tahsildar dahil
hiç bir devlet görevlisi gelmeyecektir.
Sadece
padiahın
affını
kabul
edeceklerdir. Bu artlan padiaha
bildiren Kamil Bey olumlu yanıt alır ve
kısa süre sonra Çakırcalı düze iner.
26 Mayıs 1904'te, af töreni önce Birgi
daha sonra Ödemi'te yapılır. Bu törenler çok kitlesel bir ekilde gerçekleir.
Çakırcalı düze indikten sonra da
halkının yanında olmutur. Zora düen
köylü solu
u Çakırcalı'nın
yanında almaktadır. Yöredeki a
alar
hallerine,
hareketlerine
dikkat
etmekte, haksızlık etmekten kaçınmaktadırlar; bilirlerdi ki, yapılan en
küçük haksızlıkta Efe karılarına
çıkacaktır.
Çıkarları sarsılan, gücüne güç
katamayan,
zorbalık
yapamayan,
a
alar ise sıkıntıdadır. Çakırcalıdan kurtulmak için Ege da
larını zapt
eylemi di
er ekıya çetelerinde umut
aramaktadırlar. Çakırcalı karıtı baka
çetelere destek verilir. Geçmiten beri
Çakırcalı karıtı olan Çamlıcalı
Hüseyin bulunur ve türlü yardımlarla
da
lara gönderilir. Bu ii yöre
zenginlerinden Hacı Ali Paa ve o
lu
Sadık Bey organize etmektedir.
Çamlıcalı da
a çıktıktan sonra ilk i
olarak Çakırcalı'nın kız kardeini ve
o
lunu öldürür. Haber Çakırcalı 'nın
yüre
i-ne kor bir ate gibi düer.
Bunun
kahrıyla
tutuur.
Ne
yapaca
ına karar verememektedir.
Öfkesi sel olup tamakta, bacısı ve
o
lunun intikamını almak için saniye
kaybetmek istememektedir. Çamlıcalı'yı bulmak gerekmektedir ama, O'da
iyi biliyordur ki; takip eden daima
yenilir. Çamlıcalı da bu maksatla
yapmıtır
katliamı.
Çakırcalı'nın
kendisinin takip etmesini istemektedir.
E
er takip ederse O'da pusu kurarak
Çakırcalı'yı öldürecektir. Çakırcalı
yerinde duramaz. Vakit kaybetmeden
kızanlarını toplar ve Çamlıcalı'nın
peine düer. Çıkan ilk çatımada en
sevdi
i kızanlarından Küçük Osman
hayatını kaybeder. Bu olay Çakırcalı'yı daha da yıkar ve köyüne geri
döner.
Çakırcalı Tekrar Dalarda
"Bir ekıya ne zaman silahından
vazgeçerse o zaman yok olur."
Ekıyalar arasında dolaıp duran bir
sözdür bu. Çakırcalı da düze indi
inde
bile yok olmamak için silahından
vazgeçmemitir. Çamlıcalı olayından
sonra
Çakırcalı
üzerinden
hiç
çıkarmadı
ı
zeybek
giysilerine,
silahına daha bir sıkı sarılır. "Düz bize
göre deil" diyerek da
-
lara döner yüzünü. lk olarak Tire ve
Alaehir'i basar. Yöre zenginlerinden
para ve silah alır. Osmanlı da tekrar
da
a çıkan Çakırcalı'nın peine düer.
Takipçilere kumandan olarak da çok
deneyimli bir asker olan Kara Sait Paa
atanır. Osmanlı, Çakırcalı'nın üzerine
kalabalık bir ordu birli
i yollar. Osmanlı,
bir an önce Çakırcalı 'yı im ha etmek
istemektedir. Ancak Çakırcalı, birbiri
ardına yaptı
ı baskınlarla Kara Sait
Paa'yı
hayrete
düürmütür.
Birbirinden çok farklı yerlerde ve takip
altındayken
çeitli
eylemler
yapılmaktadır. Hepsi için de "Çakırcalı
yaptı" denilmektedir. Kara Sait Paa,
Çakırcalı'nın izini bulmak için tüm
takipçi kuvvetlerinin yaptı
ı yönteme
bavurur; "tüm köylü efenin yataıdır"
diyerek halka ikence yapmaya balar.
O güne kadar böyle bir eziyet
görmemitir
Ege
köylüleri.
Jandarmaların, Çakırcalı'nın
izini
bulmak için insanları dayaktan öldürdü
ü bile olmaktadır. Ancak yinede
Jandarma
bir
iz
bulamamakta,
Çakırcalı ve emrindeki çeteler her gün
eylem yapmaktadır. Kara Sait Paa
akınlıktan
hangi
baskının
Çakırcalı'ya. ait oldu
unu anlayamaz.
Bu sırada Çakırcalı, Tire-Ala-ehir
taraflarındaki lira fabrikası'nı basar.
Bunun üzerine Kara Sait Paa ve
adamları takiplerine daha da hız
verirler.
Çakırcalı'nın
hedefi;
takipçilerin
komutanı
Kara
Sait
Paa'dır. O'nu pusuya düürecek ve
böylelikle takipçilere büyük bir darbe
indirecektir.
Plan
uygulamalaya
konulur.
Öncelikle hükümet güçlerine Çakırcalı'nın, kiz Da
'da oldu
u haberi
gönderilir. Ardından da Çakırcalı, kiz
Da
'da Kara Sait Paa'yı beklemek
üzere mevzilenir.
Çakırcalı'nın kiz Da
'ı seçmesinin
özel bir nedeni vardır. kiz Da
kayalıktır ve buraya gizlenildi-
inde
bulunmak hemen hemen olanaksızdır.
Kara Sait Paa, Çakırcalı'nın yerini
haber alır almaz yola koyulur. Ve tez
elden kiz da
ına varır.
21
Kara Sait Paa ve emrindeki çok
sayıdaki asker, Çakırcalı'nın namlusunun
önünden geçip giderler. Uzun bir süre
aramalarına ramen Çakırcalı'yı bulamaz
ve Çakırcalı'mn önünden geçip geri
dönerler. Çakırcalı, Kara Sait ve
adamlarına ate etmez. Daha sonra Kara
Sait'e bir mektup yazarak olayı ayrıntısıyla anlatır. "Dalar can pazarıdır. Eer
tekrar karıma çıkarsan seni mutlaka
öldüreceim" der. Bu mektubun ardından
Kara Sait Paa istifa eder.
Ancak Kara Sait bir süre sonra tekrar
Çakırcalı'nın peine düecektir.
Çakırcalı kinci Kez Düze
niyor
Kara Sait Paa yenilgisinden sonra
Osmanlı, tekrar Çakırcalı ile anlamanın
yollarını aramaya balamıtı. Ne yapıp
edip anlamanın bir yolunu bulmaya
çalıır. Bölgede hakimiyetini kaybetmitir.
Çakırcalı'nın yanı sıra dier çeteler de
her gün bir yerleri basmakta, soymakta,
öldürmektedir.
Bu sırada Çakırcalı ise, Milas'ın
zenginlerinden olan
Mandaki Hacı
Porduromus'un iki olunu kaçırmı,
karılıında 4000 Lira fidye istemitir.
Özellikle bu eylem, Osmanlı'yı oldukça
sıkıtırmıtır. Çakırcalı yabancılara karı
da saldırılar düzenlemeye balamıtır.
Oldukça telalanan devlet yetkilileri, 12
Mart 1906'da Çakırcalı'ya bir haber
göndererek anlama yapmak istediklerini
belirtirler. Çakırcalı'da anlamaya olumlu
bakar. Daha öncede denendii gibi
öncelikle Ankara, Konya ve Adana da
ikamet ettii takdirde affedilecei ve
kendisine maa balanacaı belirtilir.
Çakırcalı Osmanlı'nın oldukça zorda
olduunu görmü, önceki anlamalarda
önerdiklerinden daha geni bir istek
listesi hazırlamıtır. Ayrıca anlama
çarısının yapıldıı gün, Kuyucak
yakınlarında postayı vurarak ortamı biraz
daha kızıtırır.
Hükümetin pek fazla tartıacak
22
durumu kalmamıtır. Kamil Pa-a'nın
olu Mirli ve Sait Paa, Ta-hir Kenan
Bey, zmir'den Forbes ve Whitall
ailelerinden oluan heyetle yapılan
anlamayla Çakırcalı tekrar düze iner.
Anlamaya göre önceki artlar kabul
edilecek bunlara ek olarak Çakırcalı'nın
sürgüne gönderilen akrabaları geri
gelecek ve el konulan evi, eyaları ve
hayvanları geri verilecektir.
Anlama salanmasına ve Çakırcalı'nın düze inmesine ramen,
Çakırcalı hükümete güvenmedii için
emrindeki çeteleri uzun süre düze
indirmez, eylemlerini devam ettirir.
Dalar Bizimdir
Kara Sait Paa ve emrindeki 4000
kiilik ordusu, dalardaki çeteleri yok
etmek için yeniden harekete geçmitir.
Dalardaki küçük çeteler çatımaları
kaybederek imha olurlar. Kara Sait Paa,
düzdeki Çakırcalı'yı da silahlarını teslim
etmesini söyler. Ancak Çakırcalı'nın
yanıtı, "Erkek kısmı elindeki silahı
vermez, istersen gelir alırsın" eklinde
olur. Bu tehditten sonra Çakırcalı, 6
Kasım'da
Aydın'daki
Erbeyli
Tren
stasyonu'nu basar, istasyondaki telgraf
makinesini imha eder. Ardından z-mirAydın seferini yapan trene saldırır.
Çakırcalı tekrar dalardadır.
Peinde 4000 kiilik Kara Sait
Paa'nın
ordusu
olmasına
karın
Çakırcalı
durdurulamamaktadır.
Baskınlar düzenlemekte, adam öldürmekte,
soygunlar
yapmaktadır.
Çakırcalı bütün bunlarla birlikte yeni
sava taktikleri gelitirmektedir. Kendisi
dada çatıırken kendisine balı Kara Ali
ve çetesi lojistik ve istihbarat yönünden
destek salamak amacıyla düze inmitir.
Bu sırada bölge valisi Kamil Bey
görevinden alınmı yerine Faik Paa
atanmıtır.
Faik Paa ilk olarak, zorda bulunan
hükümet için zaman kazanma amacıyla
efeyi tekrar affeder. Ve Çakırcalı tekrar
köyüne döner.
Çakırcalı, dönemin büyük bir sava
ustasıdır. Büyük taktiklerle dümanı
bertaraf etmitir. Yöre insanının sevgisini
kazanmıtır. Pek çou, canını seve seve
verecek kadar sevmitir onu. Çok sayıda
kızanı vardır. Çakırcalı, her eye ramen
dada kalmayı sevmemektedir. Eldeki
bilgiler onun zorunluluklar yüzünden
dada kaldıını belirtir. Genel olarak
bütün efeler çeitli anlamalarla pek çok
kez düze inmitir. Ancak Çakırcalı'mn bu
denli çok düze inmesinin nedeni; dada
kalmayı
sevmeyiidir.
Yine
çeitli
kaynaklardan edindiimiz bilgilere göre,
Çakırcalı'nın giysisi dier efelerden ve
kızanlarından farklıdır. Bunun nedeninin
de daa çıkıındaki zorunlulukları ifade
etme niyetinde olmasıdır. Bu mantıına
karın Çakırcalı, üçüncü kez affı
istemeyerek de olsa kabul etmitir. Bir
anlamda hükümete lütfetmitir. Bundan
dolayı halk ara.-sında her an daa
çıkacaı söylentileri yayılmaktadır. Aynı
günlerde, 1907'de affedilen efenin
kumandanlarından Kara Ali, 1909 yılında
tutuklanır. Çakırcalı, bunun üzerine
devletle olan tüm ilikilerini koparır.
Çakırcalı, 11 Eylül 1909'da Manisa
Jandarma Alayı Binbaılarından Rüstem
Bey'i ve askerlerini pusuya düürür,
Binbaı Rüstem Bey'i ve sekiz eri
öldürür.
Çakırcalı'nın bu yeni saldırısı üzerine
yöreye yeni atanan vali Mahmut Muhtar
Paa neye uradıını aırmıtır.
Çakırcalı
arka
arkaya
baskınlar
düzenlemekte
ta
ta
üstünde
bırakmamaktadır. Önce Erbeyli kazasına
giderek merkez camiyi basar, yüzlerce
kiinin önünde yöre zenginlerinden Yörük
Sarıı Bey'i kaçırır. Ardından yine Erbeyli
zenginlerinden Hacı Ibra-himolu Molla
Mehmet'i, daha soma ise Aydın Belediye
Bakanı Bakatibi Osman Efendi'yi
kaçırır. 2500 Lira fidye aldıktan sonra onları serbest bırakır. Baskınlar arka arkaya
devam eder.
Bu baskınlar olduu sırada ise
hükümet, Çakırcalı'mn izini bula-
R semih erkmen
anadolu'da insan
hoyrat bir rüzgar eser ya
yüreinde insanın
yanık bir türküyü sürükler gibi,
içinde bin yılın izi
çatlamı topraktır acı
kavruk yüzlerinde kalın çizgilerle örülmü
ayııı dosttur cana
toprak damlarda sevdayla ıır
ve ahan gözlü yumurcaklar
çilesini emmi memede
aç, yalınayak ve donsuz
ve susuz
nasıl masum yüzlüyse da çiçekleri
bin hasret göçer dalara
ve dalar ki yankılanır
direniidir aıtlarda dünyaya
sonra kurumu ellerinde susuz bereket
sanki armaandır
topraından
ve mor erguvanlar açar
ve baharla gelen
ve bir nevroz günü çekilen halaylar
acının umuda yeermesidir
gece aır,
yamur deil üstüne yaan
tedirgin, ekiyaya pusuda,
gerilen bir yay,
seken bir kekliktir
ve dalarda ahan
ve tarlada ırgattır
ve yangını barında
yalaz yalaz yanandır
anadolu'da insan ölümün sessiz çılııdır
2
3
23
NCELEME
yiit tuncay
Çanlar Kimin çin Çalıyor?
Güllü Agop'tan stanbul Belediyesi ehir
Tiyatroları'na
T
iyatro... Anlam olarak
kökenine bakıldıında,
Yunan
dilindeki
seyretmek (theastai)
ve seyir yeri (theatron)
kelimelerinden
türemitir. Ancak bugün
herkesin bildii anlamıyla; "insanı, insana; insanla ve insanca anlatma sanatı" diye tanımlamaktayız. Burada sözü geçen "insanla ve insanca anlatım" dan kastedilen, dildir. Ancak bu dil, sadece
sözcüklerin bir araya gelmesiyle oluan konuma deildir. Çünkü, bedenin de bir dili vardır. nsanlıın geliiminde önemli bir kazanım sayılan
dili harekete geçirecek olan ey ise,
tabi ki düüncedir. Evet, düünüyoruz ve düündükçe olaylar ve olayların içindeki insanlar çıkıyor karımıza.
E, madem kazanımımız olan bir
dilimiz var, artık düüncelerimizi birbirimize, bir takım olaylar çerçevesinde bu dili kullanarak anlatır, anlaabiliriz deil mi? Ama, hangi insanı,
hangi insana anlatacaız? te bu,
üstünde durulması gereken bir konudur.
lk insanın evrimine baktıımız
zaman, dinsel baların bir gerei olarak ve insanın arınma duygusuna ulaabilmesi için dans (folklor) ettiini
görürüz. Bu, günümüzde hala uygu-
24
lanan "nevroz tiyatro" nun çıkı noktalarına bir örnektir. Tarihçilerin çou,
tiyatro sanatının kökleri olan bu
dansların kökenini, Eski Yunan'a dayandırmaktadır. Oysa ki, gölgede kalan aratırmacıların ortaya koyduu
gibi, tiyatro sanatının kökleri Orta
Asya ve Uzak Dou'ya dayanmaktadır. Yine bazı aratırmacıların söyledii gibi, Çada Batı Tiyatrosu'nu
tanıyabilmenin ön koulu; Orta Asya
ile Uzak Dou tiyatrolarım tanımak
gerektiidir. Çünkü, bütün Avrupa tiyatrosuna kaynaklık eden Yunan dramı da buradan gelimitir. Bu uyarıyı
dikkate alan Batılı tiyatro adamlarına,
Bertold Brecht ve Antenine Arta-ud
gibi isimleri örnek gösterebiliriz. Orta
Asya'da, bir tarım bölgesi olan
Kuça'da (Hoço) yapılan kazılar,
burada tiyatro yaamınm olduunu
göstermitir. Ayrıca, tüm Avrupa'yı
etkileyecek olan Japon, Çin tiyatrosundaki dramatik sanat da, Kuça,
Hindistan ve ran'dan 4 ila 6. yüzyıllarda gitmitir. Tüm bunlardan etkilenen göçebe Türkler ve Moollar'ın,
gittikleri yerlerde bu kültürel alıverii
salayamamı
olmaları
pek
mümkün deildir. Anadolu Türkleri,
yüzyıllar boyunca bu oyunları ilkel
biçiminde korumu ancak, Avrupalılar
gibi bu oyunlardan yetkin, olgun bir
tiyatro gelitirememilerdir. Aynı
ekilde Bizans da, üstelik Yunan ve
Roma uygarlıklarının devamı olmasına ramen, bin yıllık ömrü boyunca
bir dram ve tiyatro üretememitir.
Anadolu'da ise tiyatro, Osmanlı'nın kurduu egemenlik dönemi boyunca, bölge halklarının giderek eritilmeye balanmasının yanı sıra, hem
Türkler'in, hem de azınlık durumuna
dümeye balamı olan Hristiyanlar'rın tiyatroyu gelitirerek sürdürmesiyle devam etmitir. Kukla, gölge
oyunu, meddah, ortaoyunu vb. türlerle
devam eden tiyatro gelenei, III.
Selim döneminde balayan batılılamayla birlikte, "yeni" eklini almaya
balayacaktır. Batı örneindeki gibi
ekillenme; 1839'dan balayarak
1908'de II. Merutiyet'e kadar süren
Tanzimat tiyatrosu, 1908'den Cumhuriyet'in lanı'na kadar süren Merutiyet tiyatrosu, 1923'den günümüze kadar gelmi olan Cumhuriyet tiyatrosu biçiminde evrimim sürdürmütür.
Bu evrimin öncülüünü, Batı kültürüyle daha rahat iliki kurabilen Ermeniler yapmıtır. Ermenice temsillerin yanında Türkçe temsiller de veren topluluklar için, Çıraan, Yıldız
ve Dolmabahçe saraylarında tiyatro
binaları yapılmıtır. Bu ortam içinde
yetien Güllü Agop, Asya Tiyatrosu'nu kurduktan sonra, Müslüman
Türk oyuncuların da içinde olaca
ı
Osmanlı Tiyatrosu'nu kurar. Egemenlerin ilk ödenekli tiyatrosu, Güllü
Agop'un Osmanlı Devleti'yle imzaladı
ı
bir
"Tekel
Fermanı"yla
kurulur.
stanbul'un çeitli yerlerinde tiyatrolar
açılmasıyla, Darülbeda-yi'ye (stanbul
Belediyesi ehir Tiyatroları) kadar
evrilecek olan, egemen güçlerin
kontrolünde, salt stanbul merkezli ve ilk
ödenekli-bürokra-tik
tiyatro
süreci
balamı olur. Muhalefetin en önemli
damarlarından biri olabilmesi mümkün
olan tiyatro, özerk ve özgür üretime
sahip olamadan, daha çıkıında devlet
kontrolüne girmi olur böylece.
Çok geni topraklara sahip olan
Osmanlı'nın bürokratik tiyatrosu, stanbul dıında sadece zmir ve Bursa'da devamını bulabilir. 1913-1914
yıllarında stanbul Valisi Operatör Cemil
Paa, devlet denetiminde sanatçı
yetitirmek için bir konservatuar (sanat
okulu) açar. "Konservatuar" kelimesine
karılık olarak, kendi düdillerinde
"Darülbedayii Osmani" ismini bulurlar.
Okulun baına yönetici olarak, dünya
çapında önemli bir tiyatro adamı olan
Andre Antoine düünülür ve Antoine ile
Paris'te bir anlama imzalanır. Ancak, I.
Emperyalist Paylaım Savaı 'nın
çıkması üzerine, Antoine ülkesine
döner. çinde, Avrupa görmü Muhsin
Ertu
rul'un da oldu
u bir "heyet-i
temsiliye" ile yoluna devam eden
Darülbedayi, kı-sa sürede, sanatçıların
Bizans oyunlarıyla sarsıntılar geçirmeye
balar. lk Türk müslüman kızlarının
sahneye çıktı
ı bu tiyatro, hem az
ödenekten, hem de içerideki Bizans
oyunlarının bir sonucu olarak, 1923
yılında tamamen çöker.
1923-24
sezonunda,
ortaklaa
ödeneksiz yürütmeyi deneyen sanatçıların ardından, 1923- 26 sezonunda,
Rait Rıza ve bir kaç arkadaının
patronlu
unda,
Darülbedayi
kumpanyası sürer. Sezon sonunda da
ılan
topluluk, stanbul Valisi Muhittin Bey
tarafından yeni bir düzene ba
lanarak
"ehir Tiyatrosu" haline ge-tirilir.
Oyuncularla imzalanan anlamalar ve .
Galip'in yönetmenli
inde
çalımalarına devam eden ehir Tiyatrosu,
Cumhuriyet
Hükümeti'nin
Ankara'da bir devlet konservatuarı
kurmasına paralel olarak gelimesini
sürdürür.
Osmanlılar döneminden itibaren
balayan güdümlü tiyatro, Cumhuriyet
Hükümeti'nin devam eden politikalarının
bir devamı olarak, stanbul'un çeitli
semtlerinde kurulmaya devam etti.
Çeitli ülkelerde tiyatroyu inceleyerek
Türkiye'ye dönen Muhsin Ertu
rul, bir
süre sonra ehir Tiyatroları'nın baına
geçer. Yabancı dillerden çevrilen ve M.
Ertu
rul'un
Türkiyeli
yazarları
zorlamasıyla yaz-dırttı
ı oyunlarla ehir
Tiyatroları oyunlarını sergiler. Tam
anlamıyla Batılı tiyatronun yansıması
olan bu dönem, tiyatroda "ulusal kültür"
adına bir gelimenin olmadı
ı, ancak, tiyatro anlayıının geliti
i bir dönem
olmutur. Zaten bu dönemde tiyatro,
seyirci potansiyeli açısından, stanbullu
azınlıkların sosyal faaliyetinin bir
parçası durumundadır. Türkiye'nin
geneli için bir anlam ifade etmeyen bu
dönem, çıkıında bir halk kültürünün
sonucu olan tiyatro sanatının toplumun
tüm kesimlerine yayılmaması; sınıflı
toplumun
yarattı
ı
merkez-çevre
ilikisine sıkııp kalmasına ve kendi öz
dinami
inden beslenebilmesinin önüne
engeller koymasına neden olmutur.
"Toplumun geneline yayılama-yan
sanatın
olumsuzlanması",
sarayın
kuca
ında ekillendirilmeye balayan
tiyatronun da egemen ideolojinin
güdümünde evrilmesinin ve eitsiz
gelimenin bir sonucu olarak, sanatın
devrimci
özünün
yok
edildi
inin
göstergesidir. "Tiyatro bir uygarlık
potasıdır. nsancıl ayinler için bir araya
gelinilen
yerdir.
Tüm
etaplarının
incelenmesi gerekir. Halkın ruhu
tiyatroda biçimlenir." (V. Hugo, W.
Shakespeare, I, IV, 2.) diyebilmemiz
için, yaptı
ımız çözümlemelerde oldu
u
gibi, halk sanatı olan tiyatronun giderek
halktan koparılması, olsa olsa bir
barbarlık belirtisidir.
Bu uygarlık potası, tüm dünya
halklarının kendi öz dinami
ine dayanarak gelimesi gereken kültürleri-
nin bütünleti
i bir potadır. Ancak,
sanatın egemen sınıf tarafından yönlendirilmesi, bu potanın oluumunun
önünü kesmitir. Statükonun devamı için
birbirine düman edilen halklar, kendi öz
dinamiklerinden gelitirdikleri kültürlerini
bu potada eriteme-dikleri gibi, temeli
halka dayanan sanattan da gün geçtikçe
uzaklatırılmılardır.
Peki, ezilenlerin kendi kültürleri yok
mudur? Tabi ki vardır. Özellikle
Anadolu'da Pavlakiler, Baba shak,
Balkanlara uzanan Bogomil, Karaburun'da çatıanlar, Koçgiri ve Dersim
deneyimlerinin yarattı
ı bir kültür vardır.
Bu kültür, sesini sanatta bulamamıtır.
Sınıf mücadelesinin bir ürünü olması
gereken bu tarz bir sanat anlayıının
halk müzi
inde örneklerinin olmasına
ra
men, tiyatro alanında olamayıının
sebepleri, yukarıda evrimini kabaca
anlatmaya
çalıtı
ımız
nedenlere
dayanmaktadır.
Ne yazık ki, sanatçıların aklını bilimselletiremeyii, yüreklerini korkak
alıtırmalarının da bunda büyük payı
vardır. Yalnız, unutmamak gerekir ki;
sınıf
mücadelesinin
yükselme
dönemleri, sanatın devrimcile-meye
baladı
ı dönemlerdir. Bunun en tipik
örne
i, 60'lı yıllarda balayan süreçte
yaanmıtır. 60 'lı yılların baından
itibaren yükselmeye balayan emekçi
kitlelerin hareketlili
i, tarihin motorunu
hızlandırmıtır. 1980 12 Eylül'üne
kadar süren bu dalga, Türkiye'de
devrimci tiyatroya ve buna paralel olarak
tiyatroda devrime neden olmutur.
Bu dönem içinde, özgür üretimin
sa
lanabildi
i özerk devrimci tiyatroların
oluması ve devlete ba
lı, ödenekli
tiyatro olmasına ra
men BT (stanbul
Belediyesi
ehir
Tiyatroları)
sanatçılarının bu dalgadan etkilenmesi;
kendi öz dinami
ine dayanan bir tiyatro
gelene
inin
yaratılması,
tiyatronun
burjuvazinin
egemenli
inden
çıkarılması açısından önemli adımlar
olmutur. Ayrıca bu dönem içinde,
tiyatro sanatı ile halk arasına koyulan
mesafenin daraltılması da sa
lanmaya
balamıtır. Hatta 1967 yılında kurulan
T-SEN
25
(Türkiye Tiyatrocular Sendikası), tiyatro Di
er bir yandan, bunlara karı çıkmaya
emekçilerinin iktisadi ve hukuki haklarını
çalıan ve asimilasyona u
rayan
korumak ve kültürü gelitirmek,
sanatçıların
yanı
sıra,
devlet
yozlamayı önlemek üzere
ödene
inden
12
ay
maalarım
alan
örgütlenmeye balamı önemli bir
memur
"sanatçı"lar,
zihin
polisi
kazanımdır. Bu sendika, 1968 yılında
stanbul ehir Tiyatrosu grevinde ve
medyanın televizyon kanalizasyonlarına
Tunceli'ye turneye giden Halk
hücum ederek yoz kültürün üreOyuncuları'na düzenlenen komploya
tilmesinde ön ayak olmaya devam etkarı sürdürülen mücadelenin içinde
mektedirler. Bir de bu sanatçıların kibulunmutur.
mileri "demokratik"-de
erlere sahip
1980'de hızlandırılan karı-devçıktıklarını iddia ederler. Sınıf mücarimci süreçte ise, sınıf mücadelesinin
delesini bilimsel temellerine oturtan K.
ivmesinin düüe geçmesi, devrimci
Marx'tan tutun da, ülkemizde canı
sanat adına kazanılan mevzilerin, yine
pahasına mücadele etmi devrimcileri,
sanatçılar tarafından boaltılmasına yol
burjuvazi
ile
birlikte
a
ızlarına
açmıtır. Öncelikle, 1980'de, 1402.
dolamaktadırlar.
Hatta,
bunun
üstünden
maddeye dayanılarak atılan tiyatro
rant
elde
etmeye
çalımaktadırlar.
sanatçılarının
BT'ye dönüü çok
Bu durum karısında bir kere daha,
hazin olmutur. "Güdümlü tiyatro,
yıllar
önce Lenin'in yaptı
ı çögüdümlü sanatçı" modeli tekrardan
zümlemeyi
aktarmayı gerekli görüileme konulmutur.
yorum:
"Geçmite
birçok ihtilalci
Darbenin arkasından devreye giren
düünürlerin
ve
ezilen
sınıfların
kurtulu
ANAP döneminde, BT'nin genel sanat
mücadelesi
liderlerinin
doktrinlerinin
yönetmenli
ine
Yıldız
Ken-ter
defalarca baına gelen ey, bugün
önerilmitir. Devlet sanatçısı unvanına
Marx'ın doktrininin baına geliyor.
sahip olan Kenter, bu öneriye karılık
Egemen sınıflar, salıklarında büyük
olarak o dönemde var olan, emekçi
devrimcileri ardı arkası gelmez amansız
çocuklarının
sanatçı
olmak
için
cezalarla
mükafatlandırırlar;
ortaokuldan sonra girerek yarardoktrinlerini,
en
vahi
dümanlık, en
lanabildi
i Belediye Konservatu-arı'nı
koyu
kin,
en
hayasız
yalan ve iftira
kapatıp, kendine devletten ikinci bir
kampanyalarıyla
karılarlar.
akademik ünvan alabilmek ve sanatta
Ölümlerinden
sonra,
büyük
devrimcileri
burjuvazinin egemenli
ini pekitirmek,
zararsız azizler haline getirmeye, söz
yoz kültürün da
arcı
ının geniletilmesi
uygun düerse, evliya-latırmaya, ezilen
u
runa teklifi geri çevirmitir. Artık,
sınıfları 'teselli etmek' ve onları
tiyatro emekçisi olmak isteyen emekçi
aldatmak için isimlerini bir hale ile
çocukları, üniversite düzeyine kadar
süslemeye çalıırlar. Böylece, onların
okuyup tiyatro bölümünün imtihanlarına
devrimci doktrinlerinin gerçek özü
hak ka-zanamadan, gördükleri iktisadi
küllendirilir, basit-letirilir ve ihtilalci
iddetin, sömürünün yarattı
ı engelleri
keskinlikleri törpülenir. Bugün, burjuvazi
aamayıp ön elemede haklarını kayve içi hareketinin oportünistleri,
bedeceklerdir.
marksizmin safiyetini bozmak, onu 'ie
Kenter bu kadarla kalmayıp görevini
yarar' bir duruma getirmek konusunda
yerine getirmek için, dönemin Belediye
ibirlii kaimdedirler." (Lenin, Devlet ve
Bakanı Bedrettin Dalan'a öneri olarak,
htilal, sf. 11-12.)
devletin içinde sa
lam yerlere sahip
Görüldü
ü gibi, memur edilen
olan bir ahısın eini, yani Gencay
sanatçılar
ile onu besleyen hakim sınıf,
Gürün'ü genel sanat yönetmenli
ine
birleik kaplara benzemektedirler. Artık
önerir. Sonuçta devlet, güdümünde bir
aydınlar ve sanatçılar, 1980 darbesinin
sanata
bekçi
bulmu,
Belediye
faturasını
sosyalist
hareket
ve
Konservetuvarı mezunu olan Kenter ise
dolayısıyla
emekçi
kitlelere
çıartık çift maalı profesör olmutur.
karmılardır.
Neo-liberal
dalganın
BT'de oturtulmasının mimarların-
26
dan biri olan Gencay Gürün, imdi
DYP saflarından milletvekili olarak
girdi
i mecliste oturmaktadır. Böylesine
gericileen BT, istanbul Belediyesi
seçimlerini kazanan Refah Partisi'ne
karı tuhaf bir ekilde "ile-rici'lik
hezeyanına girmitir. Sürekli, belediye
yönetimiyle aralarında çeliki oldu
unu
tekrarlamaktadır. Ancak u ana kadar,
BT'nin ve sanatçılarının, Refah
Partisi 'yle aralarında ciddi bir
anlamazlık oldu
u gözlenmemitir.
Herkesin bildi
i gibi, burjuvazinin
kendi mantı
ına dayanan beledi -. ye
sistemi, aslında, bünyesinde ödenekli
hale
getirdi
i
tiyatronun,
kendi
egemenli
i do
rultusunda tüm halkın
yararlanabilece
i
yerel
tiyatroların
kurulması ve tiyatronun ülkenin her
yöresine götürülmesini amaçlamaktadır.
Oysa, bunu bile becerememi-ler ve
belediyeye ba
lı ödenekli tiyatro,
sadece stanbul merkezli bir halde
kalmıtır. Devletin kültür politikasının
yarattı
ı
bolukları
sermaye,
festivallerle doldurmaya çalısa da,
kültür alam hala bo bir alandır.
Halkın ruhunun biçimlendi
i tiyatro
ve artık ona göbekten ba
lanan
televizyon kanalizasyonları, halkın
ruhunun çalındı
ı mekanlar olmutur.
Tüm bunlara karılık, sanatçıların
mehur rahatlama deyimi olan "sanat
politik de
ildir" söylemi, bir kez daha
kulaklarımızı doldurmaktadır. Güney
Amerikalı tiyatro ustası Augusto
Boal'in dedi
i gibi: "Tiyatro eylemi
zorunlu
olarak
politiktir,
çünkü
insanların bütün eylemleri politiktir ve
tiyatro da bu eylemlerden yalnızca
biridir...
Tiyatroyu
politikadan
soyutlamaya çalıanlar, bizi temel bir
yanlıa sürüklemek istiyorlar ki, bu da
politik bir tutumdur..."
Yine bir Ekim sabahı... Tiyatroda
oyunun balayaca
mı seyirciye haber veren ve ardarda 3 kere çalan
canlan duyaca
ız uzaktan... Çanların
çalmasıyla Bizans'ın cadı kazanı yeniden kaynamaya balıyor. Oynanan
bu oyun ne?..
Ve "Çanlar kimin için çalıyor?" Bu
bile, balı baına bir oyun konusudur...!
-BYOGRAF —
sadık çelik
"
enç, esmer, ipince, çok
güzel gülen bir adam, hurda
bisikletiyle ve paslı film
kutularıyla yazlık sinemalara
her gece gelirdi. Sinemadan
sinemaya
film
bobinleri
taıyan bu adam, çocukları
sinemanın arka kapısında
sabırla beklerdi. Bu genç, esmer, ipince,
çok güzel gülen adam, her akam
sinemaya gidecek parası olmayan o
çocuklara arka kapıyı gizlice açardı."
G
Bu muzip, iyiniyetli, sinema tutkunu
genç adam yıllar sonra, kendi filmleriyle
büyüyecek olan yüz bin-lerce yoksul
çocu
un ba kahramanı, efsanevi
sinemacısı
olacaktır.
"Sü-rü"nün,
"Yol"un "Yılmaz Güney"i olacaktır.
Vatan topra
ı kadar sıcak ve bereketli, bir o kadar kahır çeken ama
onur yüklü bir halk adamıdır Yılmaz
Güney ve O'nu böylesine erdemlerle
donatan, tüm hataları ve sevaplarıyla
halktan yana bir sinema adamı yapan
maya, ite bu bereketli toprakların
kültüründen gelmektedir.
imdi gelin, beyazperdeye yansıyan
ıık selinin o büyüleyici ahen-ginde, bizi
"arka kapıdan gizlice içeriye alan o
güzel gülen adam"ın gerçek yaamım
izleyelim.
YILMAZ PÜTÜN'DEN YILMAZ
GÜNEY'E...
Urfa-Siverek'in Destman Kö-yü'nde,
yoksul bir Kürt ırgatın o
ludur Hamit
PÛTÜN. Hamit, 11 yaında, kan davası
nedeniyle babasını kaybeder. Bir gün,
yoksullu
un kahrını, köy büyükleriyle
ka
nılara, katırlara yükleyip Adana' ya,
Yenice
Köyü'ne
gelir.
Artık
Çukurova'da, a
aların tarlalarında bir
ırgattır Hamit. Irgatlıkla geçer yıllar...
"Gule" adında bir ırgat kızıyla yaamım
birletirir. Çok geçmeden yoksul ırgat
evinde, çı
lık çı
lı
a bir çocuk dün-
yaya gelir. Adım "Yılmaz" koyarlar. Ne
kadar haksızlı
a u
rasa, ne kadar
saldırılsa yıkılmasın, dimdik dursun
diye ayakta.
Anne Gule, tarla kenarında çı
lık
çı
lı
a a
layan o
lunun sesini bastırmak için, hırsla vurur çapayı topra
a.
Toprak karıır tohuma, tohum yemie,
ba
a, bahçeye... Sonra Yılmaz'ın
küçük ırgat elleri, buluur hayatla.
"Çalımaya 5-6 yalarında baladım.
Bostanlarda,
meyve
bahçelerinde
çalıtım. Sokaklarda, fındık fıstık
sattım, gazete sattım. Sonra bir bakkalın yanında çırak durdum." Oysa
babası hep okumasını istiyordu Yılmaz'
m. "Oku o
lum; oku da, bizim gibi
kulluk, kölelik etme bakasına."
diyordu.
Yıl bin dokuz yüz kırk bir... Yılmaz,
Yenice'ye 6 km. uzaklıktaki Kadıköy
lkokulu'na yazılır. Çamur-lara bata çıka
gitti
i okulu bırakmaz, hem ırgatlı
ı,
hem ö
rencili
i yürü-tür Yılmaz.
27
resim: ahmet erkanlı
dükkanında, içime düen atein adını ve
hangi sınıfın adamı olduumu örendim."
ADANA ERKEK LSES YILLARI
Sinemacılıa giden yolun baında
edebiyat vardı. iir ve öyküler dönemi
balıyor. Bu dönemi, gelin yine
Yılmaz'ın kendisinden dinleyelim: "Lise
2. sınıftayken, duvar gazetesi için hasta
karısını köyden kente, doktora getiren
yoksul bir köylü üzerine bir öykü
yazmıtım. Köylünün hiç parası yoktur.
Ve doktora vizite ücreti olarak bir horoz
getirmitir. Doktor, bu garip vizite
ücretini kabul etmez ve köylüyü de,
karısını da, horozunu da kapı dıarı
eder. Solcu öeler taıdıı gerekçesiyle
öykümü yayınlamadılar. Oysa o sıralar
ben, solculuun ne olduunu bile
bilmiyordum."
Liseyi bitirdikten sonra, edebiyata
büyük bir sevgiyle balanır. Önceleri
ahır olan evinin tek göz odasında,
dıardaki sokak lambasından sızan lo
ııkta hikayeler yazmaya balar. Esas
olarak,, kendi yaamından yola çıkarak
yazdıı bu hikayeler, bu dönem
yayınlanan birçok dergi ve gazetede
yayınlanma olanaı-bulur.
BN DOKUZ YÜZ ELL'L YILLAR
VE SNEMA
Yalı gezgin çıırtkan, azında
hunisi, bas bas baırıyordu: "Heyecan,
ak, yumruk, kurun... Hepsi bu filmde.
Baytekin bu sinemada... 32 kısım
tekmil
birden..."
Yalan
tarih
canlanıyor... 20-25 yıl öncesi, etrafı film
afileriyle donatılan modern araçlar ve
hoparlörlerinden çınlayarak yayılan "bu
akam..." diye balayıp caddelerden
sokak aralarına kaybolarak yiten
çıırtkan anonsları. O da geçmite
kaldı... Yıllar sonra, kendi film anonsları
baka sinemacıları heyecanlandıracak
olan Yılmaz, çok geçmeden, bu,
sokakları bayram yerine çeviren
gezginci sinema çıırt-kanıyla tanıır.
Okul çıkılarında koarak yanına gittii
bu adama gönül-
28
lü yardımcı olur. Derken bir gün, tıpkı o
adam gibi, sırtına panoyu alıp mahalle
aralarına, caddelere çıkar. Az gider uz
gider, yükü artar. Paslı film kutularım
hurda bir bisikletle yazlık sinemalara,
taır.
KOLONYACI
DÜKKANINDA
NAZIM VE SOSYALZM
"Sosyalizmin ilk cana yakın soluunu
1953-54'lerde, Adana' nın
inönü
Caddesi' nde, bir kolonyacı dükkanında
duydum. Genç bir adam, içilerden,
köylülerden söz eden, spanya iç
Savaı'nın acılarını anlatan iirler
okuyordu. Kim yazmıtı yüreime coku
dolduran bu etkili iirleri? ilk kez ondan
duyuyordum: Bir air vardı; adı Nazım
Hikmet... Limon çiçei kokan o küçük
kolonyacı
VE ADI KOMÜNSTE ÇIKAR
"Üç Bilinmeyenli Eitsizlik Sistemleri"... "Onüç" adlı dergide yayınlanan bu öyküsünde, komünizm
propagandası «yapmakla suçlanır.
Derginin bu sayısı, bütün kitapçılardan
ve abonelerden toplanıp imha edilir.
"Para, din ve yönetici kadro; öykümdeki
her ey, Türkiye gerçeinden alınmıtı.
Beni,
komünizm
propagandası
yapmakla suçladılar. Adım komüniste
çıktı." O günlerde Türkiye, Küçük
Amerika hayalleriyle, ABD' ye yaranma
çabası içindeydi.
Amerika'ya
Karı
Faaliyetleri
Aratırma Komisyonu'nun Türkiye'deki
ubesi olan "Komünizmle Mücadele
Dernei" de youn bir faaliyet
içerisindeydi.
Gözaltına
alınıp
ikencelerden geçirilen aydınlar, hapishanelere doldurulmaktaydı. Yılmaz
da bu süreçten nasibini almakta
gecikmedi. Bir buçuk yıl hapis, altı
ay sürgün cezası verildi. (Bu cezası
1961 yılında onaylanacak ve Yılmaz
ilk hapislik günlerine balayacaktır.)
1956... ANKARA HUKUK FAKÜLTES, K AY SÜRER
Kabına sı
mayan Yılmaz, Ada-na'dan
Ankara'ya gelip Hukuk Fa-kültesi'ne girer.
Ancak ailesine yardımcı olacak i
imkanları bulamayın-ca, iki ay sonra
Adana'ya geri döner. Sinemayla ilk
tanıtı
ı yıllarda yaptı-
ı film taıma iini,
bu defa Toros-lar'dan Kürdistan'a uzanan
bir hat özerinde, daha ustaca sürdürür.
Yılmaz, irketin film gösterim paylarını
toplamak için Gaziantep, Elazı
, Mardin,
Diyarbakır, Ergani, Maden, Guleman gibi
il ve ilçelere gidip gelir.
1957... STANBUL'U ZAPTA GELR
Yılmaz, 1957 sonlarında, Dar Film'in
Beyo
lu'ndaki
merkez
bürosunda
çalımak üzere stanbul'a gelir. "Fatih
Sultan Mehmet, istanbul' u aldıı zaman
21 yaındaydı. Ben, 21 yaında
stanbul'a geldim. Tünel'de bir pansiyon
odasını zaptet-tim, günlüü dört liraya.
'Merhaba istanbul ehri. Hemen teslim ol.
Beni uratırma lütfen!' dedim. Bern dinlemedi. Pansiyon sahibi, yalı bir
madamdı. Bana sordu: 'Niye geldin
istanbul' a?'. 'istanbul' u zapta gel-dim
madam' dedim. Güldü, oysa ben ne kadar
ciddiydim. Atım ve kılıcım olmadıı için
inanmadı kimse."
Ankara'da, Hukuk Fakültesi'ne ancak
iki ay gidebilen Yılmaz, bu defa stanbul'da
ktisat Fakültesi'ne girer.
1956'DAN GELEN "TAK-BAT"
VE MAHKUMYET
Tarih, 16 Haziran 1961'i göstermektedir. "Tatlı Bela" filminin çevrimleri
yapılmaktadır. Set, çekim anında polis
tarafından basılır. Yılmaz, buradan önce
Paakapısı
Hapishanesi'ne,
oradan
Nevehir Hapishanesine sevk edilir.
Bir buçuk yıl sonra, hapishane
kapısı Konya'ya, sürgün yollarına
açılacaktır.
te böylesi bir dönemin zorunlu bir
rastlantısı olarak, (yalnızca yatacak ve
karnım doyuracak bir yer olarak
düündü
ü) bir "pavyon"da "fedai" olarak
çalımaya balar. O'nun bu günleri, daha
sonra birçok
filmine yansıyacaktır.
Yılmaz'ın pek bilinmeyen bu dönemi,
kukusuz onun vurdulu-kırdılı "avantür"
filmlerinin çözümlenmesinde yardımcı
olmaktadır. Sürgün biter... Bu arada
Yılmaz, sürgün günlerinde tanıtı
ı Can
Ünal'a (Elif adındaki ilk çocu
unun
annesi) olan vefa borcunu ödemeyi de
unutmaz.
Sürgün
dönüü
O'nu,
bulundu
u kötü yaamdan çekip kurtarır.
SÜRGÜN
DÖNÜÜ
TEKRAR
SNEMA
1963
Haziran'ında,
Konya'daki
sürgününü
tamamladı
ında,
tekrar
stanbul'a gelir. Ancak birlikte filmler
yapmayı düündü
ü Dar Film, "Komünist"
damgalı, sabıkalı biriyle çalımaktan
çekinir. Ve yüzüne kapanan ilk kapı, "Dar
Film" olur. Sonra di
erleri... Her yandan
kuatılmaktadır. Ancak kuatmayı yarmak
zorundadır. Kazanaca
ına inanır ve
silahım çeker. Bir süre sonra sinemacı Atıf
Yılmaz ve Azar Kemal, Yıl-maz'a yardım
elini uzatır.
"Arkadalar, ben kararımı verdim,
artist olacaım..."
Dostları; "Yılmaz, imdi nereden çıktı
bu?" dediler. Arif Keskiner: "Tamam, bir
iki filmde oynadın. Ama Yeilçam'da adın
bile unutuldu. Üstelik piyasa tutulmu
durumda. Yakııklı jönler var, seni yerler.
Daha ilk adımını atmadan parçalarlar, yok
ederler seni." O, kararlı bir tonla
dostlarına: "Hayır, kararımı verdim.
Mücadele edeceim. Göre-' ceksiniz
tahtlarını, taçlarını yerle bir edeceim o
bebek yüzlülerin..." dedi.
Söyledi
ini yaptı. "kisi de Cesurdu"
filminin senaryosuna ve oyunculu
una,
"Yılmaz GÜNEY" takma adıyla ilk imzayı
attı. 1963'te, "Yılmaz Pütün" yerine
"Yılmaz GÜNEY" vardır artık.
Senaryo yazarlı
ı ve oyunculu
u, 1964
yılından itibaren hız kazandı. "Yılmaz
GÜNEY Sineması"nın temellerinin atıldı
ı
bu ilk dönemin yapıtları arasında; Kınalı
Zeybek, Kara ahin, Karacao
lan,
Prangasız Mahkumlar, Da
ların Kurdu
Koçero, Zımba Gibi Delikanlı, Mor Defter,
Halime'den Mektup var, On Korkusuz
Adam ve Her gün Ölmektense filmleri
sayılabilir. Bu arada, Neba-hat Çehre ile
evlendi. Bu evlilik, dört yıl sürdü; 1968'de
askere gitmeden önceki filmleri ise; Azrail
Benim,
Beyo
lu
Canavarı,
Öleceksin/Can Pazarı, Kavgacı Halil,
Marmara Hasan, Öldürmek Hakkımdır,
Pire Nuri, Seyyit Han Topra
ın Gelini
isimle-rindedir. 1968'de, "Azrail Benim"
filminin setinde, aynı yıl evlenece
i Fato
Arden'le tanıtı. Evlendiklerinde, Yılmaz
Güney'in deyimiyle "kapıda askerlik
vardı".
"1968'de askere gittim. 1970 Nisan'ında döndüm. Hayatımdan çalınan iki
yıl..." Fakat "hayatından çalınan bu iki yıl",
O'na yıllar önce çalınan (asimile edilen)
kimli
ini yeniden kazandırdı. Askerli
ini
yaptı
ı Mu, O'nun kimli
i, dili, topra
ı, tarihiydi. "Askerliimin Mu'ta oluu, Kürt
Halkı ile yeniden kucaklamam, Kürt
gerçeini
yeniden
görmem,
beni
alabildiine
derinden
sarstı."
Bu
sarsıntıyı, Mu'ta askerken çekti
i "Aç
Kurtlar" filminde de görmek mümkündür.
"Aç Kurtlar" O'na, öylei bir unvanı da
vermitir:
Askerken
film
yöneten
sinemacı...
Yılmaz Güney, Yılmaz Pütün; Yılmaz
Pütün, Yılmaz Güney'di aslında. Bakın
ne diyor bu konuda: "Ben oyuncu olarak
halkın giyiminden, davranılarından farklı
olmamaya çalııyorum. Zaten olamazdım
ki... Ben, zaten kendimi oynuyordum.
Çünkü yaptıım bütün filmlerde benden bir
parça vardır. Bilmem nerede, herhangi bir
haksızlıa karı nasıl davranıyorsam,
filmde benzeri bir durumda da aynı tavrı
gösteriyor-dum. Mesela; filmde fakir
babası bir adam isem, özel hayatımda da
öyleyim. Cebimdeki bütün parayı daıtıyordum. Ona buna daıtıyordum".
29
YILMAZ GÜNEY YÜRÜYÜÜ
Bir halk adamı olan Yılmaz Güney, on
milyonlarca yoksul insanın gündelik
yaantısından süzerek, üze- P-V
rine giydi
i do
al karakteristik özellikleri,
bütün filmlerine taıdı. Gülüü, duruu,
yürüyüü, bakıı... O hep, içinden geldi
i
milyonların aynasıy-dı. Ancak bu aynadaki
karakterler,
"Yeilçam
Sineması"nın
kalıplarına yabancı ve aykırıydı, ite,
Yılmaz Güney'i Yılmaz Güney yapan da,
bu yabancı ve aykırı duru, gülü ve yürüyütü.
"Üçünüzü de Mıhlarım" filminin
yönetmeni Bilge Olgaç'ın "Yılmaz Güney
Yürüyüü"nü kefi... "Senaryoda bir sahne
vardı. Yılmaz annesine tecavüz edildi
ini
ö
reniyor,
koarak
intikam almaya
gidiyordu. Yılmaz 'Komasam, yürüsem
olmaz mı?' dedi. 'Bir görelim' dedim.
Kalktı, bir yürüdü, inanılmaz bir eydi.
'Yılmaz Güney Yürüyüü' diye isim
taktım... Daha sonraki senaryolara da
'Yılmaz Güney Yürüyüü' koyduk."
Yılmaz GÜNEY, hızla ve hırsla
yürüyüüne devam etti.
"Tahtlarını, taçlarını yerle bir etti o
bebek yüzlülerin". Adını kendisi koydu:
"Çirkin Kral"... "Sinemada iki kral olur
mu?" diyenlere O; "Ne yapalım, Ayhan
Iık kesme eker gibi düzgün bir kralsa,
ben de 'Çirkin Kral'ım" dedi. Bu dönemde,
Yılmaz Güney hanesine bakın neler yazılmı: At Avrat Silah, Çirkin Kral, Tilki Selim,
Erefpaalı,
Hudutların
Kanunu
(Yönetmen Ö.Lütfü Akad), Yedi Da
ın
Aslanı, Anası Yi
it Do
urmu, Kovboy Ali,
Silahların Kanunu ve Silahlara Veda,
Kibar Haydut, Yalnız Adam vd.
1970... "UMUT"... YEN BR DÖNÜM
NOKTASI...
1970'de öne çıkan "Umut", yalnızca
Yılmaz Güney için de
il, Yeilçam
Sineması için de bir dönüm noktasıdır.
"Umut"un sinemasal anlatım dilinde,
Yeni-Gerçekçilik'in derin izleri bulunsa
da, bir arayıın ustalı
ı vardır.
30
Yılmaz Güney, "Umut için; "Halkımın
içinde bulunduu deiimin, toplumsal
uyanıın bana yansıyan cokusunu ve
sevincini
beynimin
barajlarında
biriktirmek, enerjiye dönütürmek, onların
bilinçlenmelerine
katkıda
bulunmak
görevimdir." diyordu.
"Umut" filminin birçok sahnesi sansür
kurulunun makaslarından kurtulamadı,
gösterimi engellendi. Yurtdıına çıkıı
yasaklandı. Ama bütün bu karı çıkılara
ra
men "Umut" yurtdıına çıkarıldı.
Fransa'nın Gre-noble kentindeki film
enli
inde "Büyük Jüri Ödülü"nü aldı.
12 MART 1971... CUNTA YILLARI
VE YENDEN MAHKUMYET...
Devrimci hareketin, Anadolu halkları
için bir umut, burjuvazi için bir kabus
olmaya baladı
ı bu günler, feda
kua
ının
kahramanlık
des-tanlarıyla
çalkalanıyordu. Bu süreci, yüre
indeki o
büyük cokuyla karılayan Güney,
"Gençlik, bugün en doru eylemi
yapıyor." diyordu.
17 Mayıs 1971... srail Bakonsolosu
Efraim
Elrom,
THKP-C
tarafından
kaçırıldı. 22 Mayıs 1971... "Fırtına 1
Operasyonu" ve soka
a çıkma yasa
ında,
Elrom öldürülmü olarak bulundu.
22 Mayıs'ı 23 Mayıs'a ba
layan gece...
Soka
a çıkma yasa
ına bir saat kala
Cephe, Yılmaz Güney'i ça
ırdı. Yılmaz
Güney, hiç tereddütsüz bu ça
rıya kulak
verdi. Ve arabasına atlayıp THKP-C
önderlerinin bulundu
u Fatih'teki eve
do
ru hareket etti. Ula, bir kaç saat
sonra, Saffet Alp'in Fatih'deki evine
döndü... Ula, Mahir'e "Gidiyoruz" dedi.
Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Ula
Bardakçı ve Oktay Etiman silahlarını
kuanıp soka
a çıktılar. Çıkar çıkmaz,
kapıya yanaan gri renk bir araba ile
karılatılar. Yılmaz Güney, Cephe'nin
önder ve savaçılarını arabasına alıp
Levent'teki evine do
ru yola çıktı.
Soka
a çıkma yasa
ı balıyor...
Bütün yollar askerlerce tutulmu. Adım
baı arama... Arabalar durdurulup didik
didik aranmaktadır. Yıl-
maz Güney'in kullandı
ı araba, kontrol
noktasına yaklaıp durur. Askerler arama
için arabaya yaklaırlar. Direksiyon
camına e
ilen asker, direksiyonda
oturanın ünlü sinema oyuncusu Yılmaz
Güney oldu
unu farkedince, birden
heyecanlanıp aırır: "Aaa Yılmaz Abi sen
misin? Kusura bakma, alıkoyduk. Hadi,
güle güle abi" der. Araba kontrol noktasından uzaklaır... Ula Bardakçı, Levent
civarında bir yerde arabadan iner.
stanbul'un birçok yerinde evlerin kapıları
çalınmaya balamıtır bile. Yılmaz
Güney'in sürdü
ü araba, içinde Mahir
Çayan, Hüseyin Cevahir ve Oktay Etiman
olmak üzere, Levent'teki eve gelir.
Güney, Mahir ve arkadalarım evinin
en güvenli bir yerine, çatı arasına
yerletirir. Gece... Gergin bekleyi...
Sabaha karı beklenen misafirler gelir.
Sabaha kadar uyumayan Güney, evinin
penceresinden, soka
a giren askerleri
izlemektedir. Kapı çalınır. Askerlere
komuta eden subay, kapı aralı
ından
bakan
Güney'i
görünce
mahçup,
gülümser: "Kusura bakmayın, rahatsız
ettik. Ama görev... Anaristleri arıyoruz.
Görev gere
i her evi arıyoruz." Güney
yana çekilip subay ve erleri içeri alır. Subay, "kaçakları arıyoruz" diye tekrar
edince Güney, gülümseyerek sa
elinin
iaret parma
ıyla yukarıyı, tavanı gösterir:
"yukardalar." Subay, böylesi bir akaya
dayanamayarak kahkahayla güler.
Oysa aka de
il, gerçektir. O sırada
Mahir ve arkadaları, elleri tetikte, çatı
arasında bekliyorlardır.
Yılmaz Güney, o gece subaya yaptı
ı
"aka"yı daha sonra öyle anlatacaktır:
"Hayatımın en büyük ve en zor rolünü
oynadım. Rolümü inandırıcı bir biçimde
oynamı olmalıyım ki subay, 'aka'
karısında ikna oldu. Evi doru dürüst
aramadan, tavan arasına bakmadan çıkıp
gitti."
ki yıl sonra...
19 ubat 1972 ... Arnavutköy'de bir ev
sarılır. "Teslim ol" ça
rısına atele cevap
verilir. Bir süre sonra, evden sedyeyle
çıkarılan Ula Bar-dakçı'dan bakası
de
ildir. Ula'ın
ölümü, ertesi gün büyük manetlerle
duyurulur.
Yılmaz Güney, olunun beiini
sallıyor. Usul usul türkü söylüyor O'na.
"...
Ben
öpmeye
kıyamazdım,
belemiler kızıl kana..." Alıyordu
Güney... Ei Fatof'tan gözyalarını
gizliyerek...
16 MART 1972...
THKP-C davasının 12 numaralı
sanıı Yılmaz Güney... Güney, davanın
ilk durumasında, iddia makamının
Mahir Çayan ve arkadalarına yardım
ve yataklık ettii iddialarına, bakın nasıl
yanıt veriyor:
"Benden, bugün de benzeri istekleri bulunsa, davranıım fine aynı
olurdu."
Mahkemeler kısa sürede sonuçlandı. Yılmaz Güney, yedi yıl hapis ve
üç yıl sürgünle cezalandırıldı.
Ancak O, hapsedilmekten korkmuyordu. Ei Fato'a yazdıı mektuplardan birinde öyle diyordu: "Asıl
hapishane, insanın kafasında yarattıı
hapishanedir.
Hayatı
sınırlayan
hapishane odur ki, ilk fırsatta
yıkılmalıdır."
Her eye ramen "sinema" diyordu.
"Bir gün, Türkiye sinemasını dünyaya
ben ve benim gibi düünenler
götüreceiz. Hapis olan benim fiziimdir, kafam hapis deil ve onu
kimse durduramaz."
Öyle de oldu. Onu kimse durduramadı. Öyküler, romanlar, senaryolar
hiç aralıksız, gece gündüz döküldü
kaleminden. Kitap, kalem ve kaıda
sevdalı bir adamdı O. Hapishane,
O'nun "kendini ama" inancını büyük
bir hırsla sınadıı bir okuldu. 16 Ekim
1972'de, ei Fato'a gönderdii bir
mektubunda öyle diyordu: "Kendimi
aacaım. Bütün im-kansızlıkları yenip
dünya çapında filmler yapacaıma
inandırıyorum kendimi... Yapacaım
deil mi, baaracaım deil mi sevgili ?"
Ve 'inancı', O'nu dorulayan ilk
sonuçları yarattı. Önce, "Boynu Bükük
Öldüler" adlı romanı, "Orhan Kemal
Roman Ödülü"nü aldı. Sonra, Milliyet
Sanat Dergisi'nin 25 sanatçı ve yazar
arasında düzenledii yarı-
mada "Yılın Sanatçısı" seçildi. Ardından da, Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından "Yılın Halk Sanatçısı"...
Bu arada "Yılmaz Güney'e Özgürlük"
kampanyaları da, bu sürecin önemli
halkalarından biri oluyordu.
13 ülkeden birçok sanatçı ve yazar, "Yılmaz Güney'e Özgürlük" talebini dile getirdiler. Elizabeth Taylor'dan Jean Paul Sartre'a, Costa
Gavras'tan Jules Dassin'e kadar birçok ünlü, bu talebi imzalarıyla siyasal
iktidara ilettiler.
Jules Dassin, ABD'de McCartty
döneminin ""sakıncalı" adamlarından
biri olarak kovuturmalara urayan ve
J.Berry ve Joseph Losey gibi sinemacılarla birlikte ülkeyi terkedip
Fransa'ya, Paris'e yerlemek zorunda
kalanlardandı.
"Yılmaz
Güney'e
Özgürlük" talebini, en iyi O anlıyordu.
18 Mayıs 1974...Yeni iktidar CHP,
"Af ilan ediyor.
20 Mayıs 1974'te serbest bırakılan
birçok kii arasında, Yılmaz Güney de
vardır.
GÜNEY'N
YÜRENDE
71'N ZLER...
'71'in tarihsel izleri, Yılmaz Göney'in yüreini, ezilenlerin yanında,
safında buluturur.
stanbul Spor ve Sergi Sarayı'nda
düzenlenen Özgürlük ve Demokrasi
Gecesi'nde dostlarına ve dümanlarına
öyle
seslenir:
"Bizim
safımız,
halkımızın safıdır. Dümanımız; emperyalizm ve oligaridir. Bu mücadelede üstüme düeni yaparım."
"ARKADA"...
Bu film, "Yılmaz Güney mito-su"nu
parçalaması bakımından, bir dönüm
noktasını
ifade
eder.
Kitlelerin
karısında artık "devrimci" bir Yılmaz
Güney vardır.
Ancak '71'in inkarcı mirasyedileri,
O'nun kadar saf ve temiz deillerdir.
Hapisten çıktıklarında, Mahir-ler'in
manifestosuyla açıa çıkan potansiyeli
fark ederler. Barutu bitmi bu eski
tüfekler, kitleleri yeniden yönetme
sevdasına tutulurlar, ancak bu defa
inançla deil, inkarla... Kısa sü-
rede, kitleleri yeniden etkileri altına alan
bu
devrim
kaçkınları,
yarattıkları
ideolojik karmaanın bir sonucu olarak
ortaya çıkan "sol içi çatı-ma"ın da ba
mimarlıını yaparlar. Bu süreçten
olumsuz olarak etkilenen birçok iyi
niyetli unsur arasında, sinema sanatçısı
Yılmaz Güney de vardır.
ADANA-YUMURTALIK OLAYI VE
YENDEN HAPSHANE
14Eylül 1974'te "...Hiç aklımızda
yokken, beklenmedik bir olay sonucu
yeniden
hapishaneye
dütüm"
diyecektir. Adana-Yumurtalık savcısı
Sefa Mutlu'yu öldürmekle suçlanan
Güney,
Yumurtalık
Nezarethanesi'nden
Ceyhan'a,
Ceyhan'dan
Adana'ya ve oradan da Ankara Merkez
Kapalı Hapishanesi'ne götürülür.
Hapishane günleri, cokun akan bir
ırmak gibiydi. Her gününü dolu dolu
yaıyordu. Ayrıcalıklı deildi. Kurallı ve
disiplinliydi. Öyle ki; içerdeki zamandan
ikayetçiydi. çerdeki günlük yaamın
doal sıralaması olan spor, yemek,
günlük, haftalık gazete ve dergilerin
okunması,
TV
izlenmesi,
gelen
mektupların okunması, bir kısmının
cevaplanmasından sonra, kalan 8 saat
için öyle diyordu: "... Arta kalan 8 saat
içinde düüneceksin, okuyacaksın,
arkadalarla
günlük
sorunları
konuacaksın, nöbetçi isen yemek
yapıp bulaık yıkayacaksın, temizlik
yapacaksın. Açıkçası gün yetmiyor."
Yılmaz Güney, 25 Haziran 1976
günü, Ankara 1. Aır Ceza Mahkemesi'nde
savunmasını
yaparken,
kendisini yargılayanlara öyle seslenecektir: "Biz, kitlelerin devrimci
mücadelesine inanır ve dayanırız.
Yalnız dikkatinizi çekmek isteriz. Bizi bir
sokak intikamcısı gibi göstererek kitleleri
aldatmak isteyen kiiler, yakınlarınızda
pusudadır.
Onlardan
sakınınız.
Önümüzde, hukuki ve insani deerleri
çineyen Ali Elverdi gibi bir örnek var. Ali
Elverdi, üç devrimcinin idamında,
onlarca devrimcinin en aır cezaya
çarptırılmasında bir maa olmanın
mükafatını, AP safla-
31
rında milletvekili olmakla görmü-tür.
Bizim için o mükafat; halkına ihanet
etmenin, halk çocuklarının kanına elini
bulamanın, sömürücülere uaklık etmenin
karılııdır. erefsizlik belgesi olarak
devrimcilik tarihimize lanetlenmi bir leke
olarak yazılmıtır."
Güney, son sözlerinde ise, adeta
"kırın
kalemlerinizi!"
diye
meydan
okumaktadır. "... Bizim için durumalar,
sizin
kurallarınızla
sınırlanmadan
sürecektir.
Fabrikalarda,
okullarda,
sokaklarda, iyerlerinde, evlerde, her
yerde... Halkın vicdanında sürecektir.
Mücadelemiz,
kitlelerin
bilincinde
sürecektir,
inanıyorum
ki,
eliniz
mahkumdur. Bu koullarda objektif
davranmanız mümkün olmayacaktır."
O'nu yargılayanlar, O'na, 19 yıl a
ır
hapis cezası verdiler.
1975-76 yıllan... Ankara Merkez
Kapalı Hapishanesi... Üretimlerinin en
yo
un günleridir. Roman ve senaryo
çalımaları bugünlerde hız kazanır.
Hapishaneyi, edebiyat ve sinemasal bir
mekan olarak, en ince ayrıntısına kadar
gözlerine
hapsediyordu.
Hapishane
arkadalarından biri, O'nun bu yönünü
öyle anlatıyordu: "Hapishanede kii
olarak, insanların konumalarından çok
davranılarım izlerdi. Bir mahkumun tek
baına volta atmasından dierleriyle
konumalarına her eylerini gözlerdi onların... Örnein; mektubu gelenleri özellikle
izlerdi.
Ranza
üstünde
mektup
okumalarını, sonra kendi balarına
kaldıklarında yaptıklarım müthi izlerdi.
Aslında aynı zamanda müthi üzülüyor,
mektup okuyanın acısını da çekiyordu.
Ama sonuçta, çok seviyordu o tür
ilikileri." O'nun bu ola
anüstü gözlem
yetene
i, O'na bir roman yazdıracaklar:
"Soba, Pencere Camı ve ki Ekmek
stiyoruz"... Güney bu romanında da, yine
yaadıklarından yola çıkacaktır. Hapishanede çocukların balattı
ı bir isyanı anlatır
bu roman. Firardan sonra, bu romanın bir
uyarlaması olan "Duvar" filmini Fransa'da
çeker.
Yılmaz Güney ve arkadaları bu
isyandan sonra, 1976 Mayıs'ında,
32
Ankara
Merkez
Hapishanesi’nden
Kayseri Hapishanesi'ne sürülürler. Yine
isyanlar ve direnilerle geçen bu sürecin
sonunda,
1977'de
Güney,
zmit
Hapishanesi'ne getirilir.
"SÜRÜ'NÜN GÜN IIINA ÇIKII...
1978... TOPTAI HASTANES...
1972-73 Selimiye günlerinin kısa kısa
notlarından oluan "Sürü'nün senaryosu,
Toptaı Hapishanesi'nde, bir rastlantı
sonucu ortaya çıkar. Güney, senaryonun
üzerinde tekrar çalııp çekim için
hazırlıklara giriir.
"Sürü'nün çekim süreci, bir sinemacının her koulda film üretebilece
inin, yönetebilece
inin serüvenidir.
Çekim çalımaları bitti
inde film, Toptaı
Hapishanesi'nde, seyyar bir gösterici
aracı ile Güney'e de gösterilir. Yine
Yılmaz Güney anlatıyor: "Uzun ve zorlu
bir çalımadan sonra, borç harç çekim
bitti.. Filmin kaba kurgulu halini Toptaı
Hapishanesinde, beyaz bir çarafın üzerinde izledim, Kurgu için düüncelerimi
ayrıntıları ile Zekiye (Ökten bn.) anlattım.
Film, birçok arkadaın fedakarlıı, çabası
ile, olabildiince iyi seslendirilmeye,
müziklendirilme-ye çalııldı."
te devrimci sanatçılık ve yaratıcılık,
o günün koullarında bir sinemacıda
böyle geliir.
"Sürü", 1979 ubat'ında, zmir,
Ankara ve stanbul'da gösterime girdi.
Ancak
stanbul'daki
(ÜsküdarFıstıka
acı'nda) gösteriminden bir gün
sonra, gösterildi
i sinema, faistler
tarafından bombalandı.
Bu dönemde faizm, ülkenin birçok
yerinde halka karı saldırılarını, de
iik
biçimlerde- sürdürmektedir. Her alan
gibi, halkın kültür ve sanat alam da, bu
saldırıların hedefi durumundadır. Antifaist mücadele, her alanda, her boyutta
alternatifler
yaratmak
zorundaydı.
Dolayısıyla halkın kültürü, halkın sanatı
da savunulmalı, korunmalıydı.
"Sürü'nün sinemalardaki gösterim
sürecinde yaanan deneyler,- alternatif
halk
kültürümüzün
özgünlüklerini
sergilemesi bakımından ö
-
reticiydi.
"Sürü"
filminin
gösterimlerinin
bombalarla engellenmeye çalıılmasına,
bata devrimciler olmak üzere, halktan
yana olan herkes çeitli araçlarla engel
olmaya çalıır. Hatırlanacaktır: "Sürü"
filminin
ilk
gösteriminden
sonra
Üsküdar'da
bombalanması
üzerine,
yoksul mahallelerdeki devrimciler, silahlı
güvenlikleri eli
inde halkı, "Sürü'nün
oynatıldı
ı
sinemalara
taıdılar.
Devrimciler ve halk, "Sürü" filmini böyle
sahiplenirken, Yılmaz Güney de bo
durmuyordu. Dostlarından biri, Güney'in
'yeraltı sineması'nı öyle anlatıyordu:
"Gösterim zorlukları üzerine Güney,
'yeraltı sineması' fikrini oluturdu. Yılmaz
Abi, vurucu kısa filmler çektirmek,
çekmek; bunları önceden korunması
salanmı
bir
mahallede
geceleri
duvarlarda oynatmayı düündü, ispanya'
da, böyle bir yöntemin uygulandıını
anlatıyordu."
NSAN 1979 MRALI
Toptaı
Hapishanesi'nde
isyan
çıkaraca
ı gerekçesiyle Sa
malcı-lar'a
gönderilen Güney, burada da süren isyan
nedeniyle fazla kalamaz. mralı Yarı Açık
Hapishanesi'ne
gönderilir.
Güney'in
hapishane yaamı, sürgünler ve baskılarla
geçmitir. Ancak bu süreçte, "halk
sineması" fikrinden ve yaratıcılı
ından
zerrece bir ey kaybetmemitir. Hatta
denebilir ki; en güzel ürünlerinin fikri,
buralarda gelimitir.
12 EYLÜL 1980...
Cunta, bütün halka ve devrimcilere
saldırıyordu.
Da
larda,
sokaklarda,
fabrikalarda, okullarda, evlerde ve
hapishanelerde vahetin hükmü kol
geziyordu. Faizmin genarel-ler çetesi,
halka dair her eye saldırmaktadır. Kam
akıtılan, yerlerde sürüklenen, aa
ılanan,
toplama kamplarına doldurulan, asılan,
teslim alınmaya çalıılan; 45 milyon
halktır.
Aralık 1980... mralı Adası... Donanma
gemileri...
Gece... Adayı çepeçevre kuatıyorlar
önce. Sonra, hücum botlardan
inen askerler, adanın her tarafına daılıp
her yeri arıyarlar. Olanları kulübesinden
izleyen Adalı, her eye ha-zırlıklı
bekliyor. Kuatılan düman; Kitaplar ve
onların
daimi
ibirlikçisi
Yılmaz
Güney'dir.
Kahraman yüzbaı komutasında
[askerler, büyük bir törenle Adalı'nın
Kulübesini basarlar. Kulübenin sahi-bi,
olanları sakince izler. Yüzbaı, ki-tap imha
operasyonunu
tamamlandı-ında,
öfkesini filmlerinden hatırla-lyacaımız
Güney; "Bakın yüzbaı! suç unsuru
bulunsa bile, sakın yazılarımın baına
bir i gelmeye. Peini bırakmam!.." der.
Yüzbaı "Merak etmeyin Yılmaz Bey.
Kitaplarınıza ve yazılarınıza bir ey
olmayacaktır."
Çıkarma
harekatını
tamamlayan
askeri
birlik
Yılmaz
Güney'e, "Hazırlan, bizimle birlikte
geleceksin!" derken, aynı anda ada
mahkumlarından bir grup da aynı
uyarıyla karılaıyordu.
O gece adayı ele geçiren donanma komutanı yüzbaı, tutsak ganimetlerini alıp Mudanya'ya doru yo-
la çıktı.
Mudanya'ya getirilen Güney, buradan askeri kordon altında, Bursa
Hapishanesi'nde bulunan, "Dip Hücre"
ya da "Ölüm Hücresi" denilen yere
götürüldü. Laım akan bu hücrede, iri
fareler arasında kaldı. "Arkada" fihrıinin
kahramanı
"Azem"i
tokatlayanlar,
genareUeri aracılııyla, imdi gerçekten
intikam alıyorlardı.
kence, günlerce sürdü.
Sonra bir gün O'nu, sparta Yarı
Açık Hapishanesi'ne götürdüler.
SPARTA
YARI
AÇIK
HAPSHANES, FRARA GDEN YOLU
AÇIYOR.
Devrimci hareket, "Cunta, 45 Milyon
Halkı Teslim Alamayacak!" iarını içerde
ve dıarda, direni hattında, gücü
oranında yükseltmeye çalııyordur.
Ancak, cuntayı geriletecek güçlü
tehir kampanyalarına da ihtiyaç vardır.
Devrimci
hareketin,
ülkede
ve
Avrupa'da ytijüttüü kampanyaları
besleyecek, zenginletirecek kampanyalara....
Güney, cuntanın yaklatıı günlerde, birçok filmin negatiflerini, belgelerini yurtdıına çıkartır.
Artık zamanın geldiine karar verir.
Bu arada, "Yol" filminin çekimleri de
tamamlanmıtır.
"Ülkemden ayrılmamı gerektiren asıl
neden, hakkımda düüncelerimden
ötürü açılan ve yüzyılı aan davalar
deildir. Böyle bir dönemde, Türkiye için
bir eyler yapabilmek, ezilen halk ve
ulusların, mücadelesine aktif olarak
katılmak için, Türkiye'den geçici olarak
ayrılıyorum."
EKM 1981... YILMAZ GÜNEY
FRAR ETT
17 Ekim 1981 tarihli Cumhuriyet
Gazetesi'nde: "Film sanatçısı Yılmaz
Güney'e teslim olması için tanınan süre
bugün biterken, kendisinden hiçbir haber
alınamadıı bildirildi. Adalet Bakanlıı
yetkilileri, Yılmaz Güney'in büyük bir
olasılıkla
yurtdıında
olduunu
sandıklarım bildire-
33
rek, yurt çapında arama çalımalarının
sürdü
ünü söylediler... Güney'in cezası
1984'te itiyordu. Yılmaz Güney, bugün
teslim olmadı
ı takdirde
artlı salıverilme hakkım yitirecek." diye
yazıyordu.
GÜNEY, AVRUPA'DA...
PARS... "YOL"...
"Yol" filmi, dublajı tamamlanır
tamamlanmaz, Mayıs bamda Can-nes
Film
Festivali'ne
katılır.
Yılmaz
Güney'in cuntaya karı balattı
ı tehir
kampanyasının balangıç bildiriiydi
"Yol". Dünya kamuoyunun, ülkemizde
yaananları
görmesi,
ö
renmesi
bakımından önemli bir yapıttı.
Ve Altın Palmiye ile, bir bayapıt
olma onurunu da kazandı. O, yular
önce, ei Fato Güney'e yazdı
ı bir
mektubunda; "Bir gün, Türkiye sinemasını dünyaya, ben ve benim gibi
düünenler götüreceiz..." demiti. Ve
bugün, bu sözler yerini buluyordu.
Güney, Cannes Film Festiva-li'nde
Altın Palmiye Ödülünü alırken büyük bir
gücün, milyonlarca yoksulun alımı, sıkılı
yumru
uyla
bir
bayrak
gibi
dalgalandırdı. Azem yıllar sonra, o
tokatın, halklarına çektirilen onca
acının, kaderin ve hala devam eden
zulmün hesabım güçlü bir silahla,
sinemayla sormaya balamıtır.
HESAP DEVAM
"DUVAR"...
EDYOR...
Çekimi türlü zorluklarla, aksiliklerle
geçen
film,
Güney'in
çalıtı
ı
insanlarla, "devrimciler"le arasındaki
problemleri çok derinden hissetti
i bir
yapıt ünvanı kazandı. Kendilerine
"devrimciyim" diyen, ama devrimcilikle
asla ilgisi kalmamı birçok asalak, bu
filmin en pahalı (maddi, manevi)
maliyetini oluturuyordu. Güney, ço
u
zaman hayal kırıklıkları yaıyordu.
Hastalı
ındaki gidiat, bu problemlerle
biriikte daha da çekilmez acılar
veriyordu O'na. Ancak her eye
ra
men O, "Duvar"ın çekimlerini
tamamlamak için gece gündüz irade
savaı veriyordu. Bu savata kazanmak
istiyordu. Halkına
34
verdi
i sözü mutlaka tutmalıydı. Doktor
kontrollerinde, durumunun giderek
kötületi
ini
görüyor
ancak;
"Yaamamız lazım. Yaayacaız!"
diyordu. Ameliyat sonrası doktor, ei
Fato'a, o azap veren gerçe
i söyledi.
Yılmaz Güney, kanserdi. Fato Güney,
sarsılarak karıladı
ı bu gerçe
i, O'na
hissettirmemeye karar verdi. Ancak
Güney, kendi durumunun farkındaydı
ve O da, Fato'a bunu farkettirmemeye
çalııyordu. Güney, yaamak için büyük
bir gayret gösteriyordu. Spor yapıyordu,
yazılar yazıyordu. Ve en önemlisi, "Duvar" filmini bitirmenin huzurunu yaıyordu.
Nisan 1984... Türkiye Hapishaneleri'nde Ölüm Orucu baladı.
Nisan 1984... Paris'ten Strasbourg'a dek sürecek olan "uzun yürüyü"
balıyor. Yürüyüün baında Yılmaz
Güney var. Foto
raflarda, Güney'in
aırı derecede zayıflamı oldu
u
görülüyor. Hastalı
ın en kritik günleri ...
450 km.lik Paris-Strasbourg yürüyüü, "Cuntayı Tehir Yürüyüü"
olarak önemli bir kamuoyu yarattı.
Yürüyü, 8 Mayıs'ta Strasbourg'ta
tamamlandı
ında, büyük bir toplantı
düzenlendi. Halk Mahkemeleri kuruldu
ve
cunta üyeleri ölüme mahkum
edildi. Güney bu savaı da kazandı.
Bundan sonraki günler, Güney için daha
da zorlamaktaydı.
Hastaneye ikinci kez yattı
ında,
artık durumu çok ciddiydi. Artık hastane
günlerini paylaan dostları saygı nöbeti
tutuyorlardı.
"ÜÜYORUM,
ÜÜYORUM
ÜSTÜME
PARS
KOMÜNARLARI'NIN
BATTANYELERN
ÖRTÜN
9 Eylül gecesi sabahı...
O gece sabahında, Güney'in baucunda nöbeti tutanlar; Seyithan'ın
Seyit'i, Açkurtlar'ın Serçe Meh-med'i,
A
ıt'm
Çobano
lu'su,
Kızılırmak
Karakoyun'un
Ali
Haydar'ı
ve
Hudutların Kanunu'nun Hı-dır'ıdır...
Film karelerinden çıkıp gelmilerdi.
Güney, ilk kez kahramanlarıy-
la yer de
itiriyordu.
Cenazesi,13 Eylül'de yapıldı.
Güney, Pere Lachaise Mezarlı
ı'nın Müslümanlar Bölümü'ne gömüldü.
O gün, bütün dostları oradaydı.
Bütün kahramanlar oradaydı.
Bütün halkı oradaydı. Adana, stanbul, Diyarbakır, Siverek, Ergani,
Silvan, Mu, Dersim, Kars, zmir,
Kayseri, mralı, zmit, Nevehir, sparta,
Konya, Edirne, Antalya, Konya, Söke,
Bucak, A
rı... Oradaydı;
Siyahlar giyinmi bir güzel kız,
elindeki kırmızı gülü getirdi, Güney'in
tabutunun üzerine bıraktı.
"Hayatın her alanında iyi savaçılar,
baarılı savaçılar olmak ve yetitirmek
zorundayız. Biz sazımızı iyi, çok iyi
çalmalıyız.
Biz, iyi, çok iyi türküler söylemeliyiz,
iyi hikayeler^ iyi iirler, güçlü romanlar
yazmalıyız...
Dalarımız, ovalarımız, ormanlarımız bizi bekliyor. Biz, bütün ömrümüzü gurbette geçirip gurbet türküleri
söylemek istemiyoruz.
Biz, yiitlikleriyle destanlar yazr hu
bir halkız ve önümüzde duran bütün
güçlükleri yenecek azme ve güce
sahibiz. Türk, Acem, Arap ve Kürt;
ezilen halkların sınıf kardelii, en güçlü
silahlarımızdan biridir.
Dost ve düman herkes bilsin ki,
kazanacaız... Mutlaka kazanacaız. Bir
köle olarak yaamaktansa, bir özgürlük
savaçısı olarak ölmek daha iyidir.
Yaasın Kürt, Türk, Arap, Acem
Halkları'nın kardelii ve dayanıması."
O güzel gülen adama; Yılmaz
Güney'e, hayal etti
i özgür ba
ımsız
sinemayı bir gün mutlaka arma
an
edece
iz.
BR GÜN MUTLAKA!...
Kaynakça:
M. ehmus Güzel
"tnsan Yılmaz Güney"
Ahmet Kahraman
"Yümaz Güney Efsanesi"
Mahmut Baksi
"Kürt Gözüyle Yılmaz Güney"
Ahmet Soner
"Herkes O'ndan Söz Ediyor "
DENEME ibrahim karaca
Y
ıllar önce, diktatör
Marcos ve O'nun
karısı
melda'ya
ilikin kimi gazete
ve dergilerde çıkan
haberleri
okudu
umda, halkın baına çöreklenen bu
karı-kocayı ayıplar ve aa
ılardım; onlara
acırdım Görgüsüz, hayvani ve cahil bulurdum onları. Onların bu rezil yaamları karısında, onca sefalete ve insan yerine konulmamaya ra
men günlük yaanıma devam eden halkın kendisi de, bu yaklaımdan payını alırdı.
Diktatör Marcos, kayalık bir. tepeyi
yontturup kendi yüzüne benzetmeye çalıırken; karısı da gardrobundaki iki yüz elli çift
ayakkabıyı basına göstermekle meguldü;
cafcaflı, "sonradan görme" bir yaam,
insanın midesi kalkıyor. Bu halk, bunları
nasıl baında tutuyordu? Bu karı-kocanın
görgüsüz yaamı beni rahatsız ediyordu
ama bunun sorumlusunun halk oldu
unu
düünüp öfkeleniyordum. Bu öfkenin içinde
halkı kastederek kullandı
ım "beyinsiz" nitelemesi de olurdu ço
u kez. Onca yoksulluk, acı, itilmili
in içinde yaayıp da bu
atafata nasıl sessiz kalınırdı? Bu acı ve
yoksullu
u, diktatörlü
e karı, küçük de olsa
bir rahatsızlı
a dönütüremezler miydi?
Kendilerine reva görülen bu hayatın rantım
yiyenlerin yüre
ine korku salacak basit ama
haklı
eylemler
yapamazlar
mıydı?
Kaybedecek hiçbir eyi kalmayan kesim
içerisinden bir "Don Kiot" grubu çıkaramazlar mıydı?
Bütün bu sorular beynimi kurcalardı. Sonra
bir gün, oturdu
umuz ö
renci evinde
arkadalarla sohbet ederken ileri-geri,
öfkeli konumalarım karısında söylenen u
cümle, beni daha "akıllı" düünmeye itmiti:
"O
lum, sen kendi ülkene bir bak;
Filipinler'i o zaman daha iyi anlarsın"
Kendi ülkemize bakmıyor de
ildik el- bet
Bu öfke belki de, kendi ülkemize bakıp
"bakakalmamızın" sonuçlarından biriydi,
kimbilir...
Yıl 1981-82... Üniversite yıllan... Hayata soldan (yani yoksul ve yoksun bırakılmı, halkın gözleriyle) bakan insanların
üzerinden silindir geçirme ilemi, kültürel ve
ideolojik boyuta ile birlikte yürütülüyor. Bir
yanda sürek avları, di
er yanda birlikberaberlik söylevleri, öte yanda salınan
korku, yozlama, yoksullama, üçe bee
katlanan bilanço karları, dejenerasyon, arabeskleme, çürüme ve sa
lanan 'huzur'...
Sihirli bir sözcük...
Soka
a bile çıkamıyorduk ya... Can
güvenli
imiz yoktu ya....
imdi huzur içindeyiz...
Yaasın Huzur!
Egemen sınıflar, istedikleri ilikileri
topluma hakim kılmak için, bütün olanaklan kullanırlar. Bu, onlar açısından bakıldı
ında, anlaılması hiç de zor olmayan bir
durumdur. Hukuk, anayasa, e
itim, kültür...
Ve hatta radyodaki, televizyondaki
haberler bile, bu "milli" hedefe kilitlenir,
iktidarlar bunun için oluturulur, de
itirilir,
yeniden oluturulur. Biz adım nasıl koyarsak
koyalım, sonuçta, birilerine göre düzenlenmi bir hayatı yaamak zorunda kalıyoruz. Beylik deyimle, bizim buna "elimiz
mahkum"... E
er toplumsal bilinç dumura
u
ratılmısa, kabul etmesek bile o hayat,
bizim yazgımız olmaktadır.
Verili hayatin dıından bihaber olan
veya bu dayatma, hayatın gayri insanili
ini
kavramaktan uzakta kaldı
ı için, toplumla
"uyumlu" sayılan insan tipi, yabancılatırılmı
bu sahte dünyanın tabam olmaktadır.
Kurulu düzen, kendi de
er yargılanın hakim kılarak, kimileri için cennet, kimileri için
cehennem olan bu ilikileri sürdürmektedir.
Çünkü, o da biliyor: Kurulu düzenin de
er
yargılarıyla beslenen, onları referans alan
insan, istese bile daha insani bir dünyaya
varamaz.
'80'li yıllarda a
ırlıklı olarak kullanılan
ve adına "arabesk kültür" denilen yozlu
un,
ideolojik bir ilevi de vardı: Apolitik, kaderci,
sessiz (veya sesini sadece a
lamak için
çıkaran), bovermi bir toplum yaratmak.
Darbe koullarında, halk böyle güdüldü.
Bugün, hiç dillerinden düürmedikleri
"küreselleip globalleen" dünyaya uygun
pop kültürüne ihtiyaç duyuyorlar.
"Hızla tüket, kullan ve at" Bu fast-food
kültürü, aynı zamanda yuppi kılıklı bir fastfood gençli
i de yaratmı durumda. Kendi
düledikleri yarın için, bugünden kültür
oluturuyorlar, taban yaratıyorlar! Kitle iletiim araçları da, bu yeni kültürün taıyıcılı
ını (yer yer öncülü
ünü) yapıyor. Sahibinin
sesi oluyor yani... Adına 'Yeni liberalizm"
denilen kölelik düzeni bunu emrediyor.
Bir çalıda toplanan keklikler aa
ıdaki
avcıları izlerken, içlerinden bazıları, attı
ını
vuran avcıların niancılı
ına övgü dolu
sözler ediyorlarmı. Oysa bu filmde, kekli
in
adına "av" demliyordu. Kekli
i hayata
avcının gözüyle baktıran ey neydi?
Bu kültür nasıl olumutu?
Toplumun en geri kesimine denk düen ve büyük oranda ırk ve din temalarına
dayanan aydınlanma dıı kültürle beslenerek oluturulan politikalar, meyvelerini verip
de ilk ucubeler ortaya çıktı
ında ve bu
ucubeler ço
alıp onlar için de "ciddi bir
tehdit" oluturmaya baladı
ında, "laiklik
elden gidiyor" naralarını atarak sa
a sok
saldırmaları, vahim ama, bizim açımızdan
bildik bir durum do
rusu. Çünkü, bir zamanlar, toplumsal aydınlanma için u
ra
veren, düünen önderleri susturmak için,,
topluma "din elden gidiyor" paranoyasını
hakim kılanlar da, yine kendileriydi.
Hayatın yükünü sırtlamı olan ço
unlu
a, "kurgulanmı bellek" sunan ve onları
kendine yabancılatırılmı sahte bir dünyaya (sahte gerçekli
e) çeken "bakalarının
düzeni", kendi sonunu geciktirmek için bir
"algılama bunalımı" yaratıyor. Bunun için,
gelenekte bulunan hastalıklı kültürel unsurlardan, dinsel bo inançlardan, felsefeden,
sanattan, edebiyattan ve statükodan yararlanıyor. Hiç sorgulamadan, verileni oldu
u
gibi alan insan, hangi dolaylı ya da do
rudan e
itim sürecinden geçmitir? Yazılı ya
da görsel basın, bu kültürün olumasında
etkisiz midir? "Modern yaam" adı altında
sunulan silik, yoz, insani de
erlerden uzak,
sürü bilinci üreten kültürel-ideolojik kuatma,
nasıl bir kitle yaratmaktadır?
Bu nasıl bir hegemonyadır?
Faili meçhullerin, kayıpların, ya
manın,
çetelerin ve dökülen kanların dizboyu-nu
geçip gırtla
a dayandı
ı bir toplumda, karı
kültür faaliyetini oluturup yaygınlatırmak,
netameli bir yolculu
u da gerekli kılıyor.
35
ARATIRMA
zerrin kayalı
denizin ve
sisli daların insanları!
lazlar
oxokua eni skudara
Y
eil ve mavi, bir
bakadır oralarda.
Hiçbir yerde bu yeili
ve
bu
maviyi
bulamazsınız. Tıpkı
güne, deniz, bulut
gibi bakadır. Yeili
dingindir, huzur verir
bakıldıında. Mavisi hırçındır; insanın
içi kabar kabar olur yansıyınca rengi
yüree. Renklerin tonu, hayali zorlar.
Öylesine zenginliklere sahiptir ki,
neresinden
anlatmaya
balayacaınızı aırırsınız.
Çok sık karılatıımız bir durum
vardır. Herhangi bir ortamda sohbetin konusu Lazlar'sa, oradan mutlaka
kahkaha sesi yükselir. Daha ötesi
kendinizi "Laz" olarak tanıttıysanız,
karınızdakinin yüz ifadesi mutlaka
deiir ve bir refleks olarak gülümsemeye dönüür. Oysa ortada, henüz
gülünecek bir ey yoktur.
Bu gerçekliin tespiti için, öyle
uzun aratırmaya ve gözleme ihtiyaç
yoktur. Günlük yaantımızda, Lazlar'la ilgili anlatımlara biraz dikkat
ettiimizde hepimizin görebilecei,
tanık olduu bir yan olarak Lazlar'ın
mizahla özdeletii bilinmektedir.
Anadolu toprakları, çok çeitli
halkların vatanı olmutur. Bu corafyada yaayan halklar, kendilerini özgürce ifade etme olanaklarından yoksundur. Egemen ovenist zihniyet,
var olan bu çeitlilii bir ekilde kendine balamı ve kendince roller biçmitir. Kimi halklara esas olarak bas-
36
kı ve iddetle yönelirken, kimilerine
de aaılama Ve çarpıtma yöntemlerini uygulamaktadır.
tte bu politikada Lazlar'ın payına
düen de, "elencelik halk" konumudur.
Lazlar'ın mizahi yanlarının öne
çıkmasında, elbette yanlı bir ey
yoktur. Onları gerçek anlamda tanımaya kalktıımızda, yaantılarının
mizahi bir içerik taıdıım da görürüz. Nasıl ki her halkın kendine özgü
kültürü ve özellikleri varsa ve bu
yanlarıyla anılırsa, Lazlar için de mizah, vazgeçilmez bir özelliktir. Buraya
kadar bir sorun yoktur. Bizim, Laz
gerçeini yok sayanların, bu özellikleri bir aaılama, alay konusu yapmalarına itirazımız vardır. in vahim
yanı; Lazlar'ın mizah yoluyla aaılanmaları öyle bir hal almıtır ki; kelimenin tam anlamıyla doallatırılmıtır. Bu doallık, bir biçimde kültür
haline getirilmi ve Laz Halkı'na
yönelik esprili hakaretin yolu, her düzeyde merulatırılmıtır. Daha da
acısı, kendine yabancılatırılan Laz
Halkı bile, bu "meruluun" bir parçası durumuna getirilmitir.
LAZLAR KMDR, NEREDE
YAARLAR?
Lazları tanımaya mitolojik bir öyküyle balayalım:
Tanrı yeryüzünü yaratmı ve tüm
halklara sırasıyla bölütürmeye balamı. Tüm halklar, kendilerine düen topraı örenip geri dönmüler.
Laz Halkı'nın temsilcisi, Tanrı'nın
yanına giderken, bir yandan da yolculuu horon oynaya oynaya katettii için daıtım iine geç kalmı. Tanrı
sormu; "Sen kimsin, ne istiyorsun?"
diye. Laz, kendini tanıtmı ve bir
toprak parçası almadan geri dönmeyeceini söylemi. Sonuçta, Laz
inadı Tanrı'yı pes ettirmi. Ve Tanrı
demi ki; "Bak, bütün dünyayı bölütürdüm. Hiçbir yer kalmadı. Ancak
madem ki bu kadar ısrar ediyorsun, o
halde yeryüzünde kendim için
ayırdıım cenneti size vereyim."
Bu "cennet" tarihsel olarak sınırları; bugünkü Trabzon ve Abhazya
arasındaki kıyı erididir.
Bu mitolojik, ho anlatım bir yana; Lazlar'ın tarihsel kökleri ve Anadolu'ya yerlemeleri hakkında unları
söyleyebiliriz:
Anadolu corafyasının en eski
halklarından birisidir Lazlar. Bölgenin
Antik Ça'daki adı; Kolhida olarak
geçer. Daha sonraları Kolhida
(Kolkhis) adı, yerini Lazika'ya bırakır.
M.S. 5. yy'dan sonra Lazika bölgesi, Persler (ranlılar) ve Romalılar
arasmda paylaılır. Bir dönem Pers,
bir dönem Romalı istilası altında
uzun yıllarını tüketir Laz Halkı.
1512'de Osmanlılar, Lazika'yı istila
ederler. Bu tarihlerde, bölgede Gürcülerin egemenlii vardır. Lazlar,
Osmanlı'nın istilasma kadar Hristiyan dinini yaıyorlardı. Osmanlılar
istila sonrası, Lazlar'a slamiyet'i da-
resim: nedret sekban
yatırlar. Bu yıllarda,
sistemli
bir
islamlatırma
politikasıyla acımasız bir
süreç balatılır. Laz
okulları
kapatılır.
Asimilasyonun
her
cepheden
yürütüldü
ü bir kampanyadır
bu. Laz kimli
i ve
kültürü, ite o yıllarda
Türkletirilmeye
balanır. Laz Halkı,
güçlü
Osmanlı
iktidarına
karı,
açıktan bir direni
örgütleyemez. Daha
çok, içe kapanarak
kimli
ini
korumaya
çalıır.
Osmanlı
imparatorlu
u'nun
tüm
baskılarına
ra
men bu dönemde
Laz
bölgesi,
"Lazistan
Sanca
ı"
olarak
isimlendirilmeye
devam eder.
ARADAN
GEÇEN
YILLAR
SONUNDA...
"Gecenin geç vaktidir.
Kaçak silah ve asker ceketi yükleyen
Laz takaları
Hürriyet ve umut
Su ve rüzgardılar"
(Nazım Hikmet)
Kurtulu Savaı'nın en fedakar
ve savaçı halkları arasında Lazlar da
yer almıtır. Yüzlerce Laz insanı,
emperyalizme karı yürütülen savata ehit dümütür. Daha da ötesi ilk
kurucu mecliste 70'e yakın Lazistan
mebusu (milletvekili), kendi ulusal
kimlikleriyle yer almılardır. Kemalist
iktidarın gerici politikalarına direnen
Laz mebusları, bu tavırlarının
karılı
ında komplolara u
rayıp tasfiye edilmilerdir.
Cumhuriyet'le birlikte Lazistan
Sanca
ı, bir süre varlı
ını sürdürür.
Daha sonra Kemalistler, kendi iktidarlarını sa
lamlatırdıklarına inandıkları noktada, tüm Anadolu halklarına oldu
u gibi, Lazlar'a da yönelir-
ler. 1923'ten sonra Lazistan Sanca
ı
kaldırılır. Laz Halkı'nın o dönem yo
un olarak yaadı
ı bölgeler, yerleim bütünlü
ünü bozmayı amaçlayan
bir tarzda yeniden düzenlenir. Lazistan Sanca
ı, Rize ve Artvin illeri arasında paylatırılır. Artık resmi söylemde "Lazistan" sözcü
ü yasaktır.
Laz dili suç haline gelir ve unutulması
için yok edici tedbirler alınır. Yerleim
bölgelerinin,
köylerin
isimleri
de
itirilir, Türkçe isimler verilir.
Soyadı Yasası, halkları köklerinden
koparma yöntemi olarak Lazlara da
uygulanır. Lazlar, idari ve fiziki yöntemlerin tümü kullanılarak ulusal
kimliklerinden uzaklatırılmaya çalıılır. Belli bir süre sonra Lazlar,
Türkçe'yi Karadeniz ivesiyle konuan insanlar olarak anılmaya balarlar.
M. Kemal'e, izmir'de suikast
planladı
ı gerekçesiyle idam edilenler arasında yer. alan Lazistan mebusu Ziya Hurit, komplonun farkına
varmı ve idam sehpasındaki son
sözleri, "Beni o kadar yüksee asın
ki, alçaklar ayaımızın altında kalsın." olmutur.
lerleyen yıllarda derin bir sessizli
e gömülen Laz Halkı, '60'lı yıllarda
kültürel vs. konularda kıpırdanmalar
gösterse de, bu uzun soluklu
olmamı ve suskunlu
u devam etmitir.
Her Karadenizli, Laz de
ildir.
ovenizmin etkisi ve bilinçli yok
sayma politikaları sonucu Laz Halkı
ve kültürü, "Karadenizlilik" denilen ve
ne oldu
u belli olmayan, ekilsiz bir
kültüre dönütürülmütür. Karadeniz,
kıyısı üzerinde çok çeitli halkları
barındırır.
Lazlar,
Karade-niz'in
do
usunda yaayan ayrı bir halktır.
Kukusuz, ortak kaderi paylatı
ı,
yakın
ilikilerde
bulundu
u,
etkilendi
i çeitli halklar bulunmaktadır. Rumlar, Ermeniler, Gürcüler;
tarihsel olarak Lazlar'la çok yakın
ilikilerde bulunmu halklardır. Ancak
her birinin kendine özgü, farklı
yanları vardır. Ortak noktalan, bir süreçte, aynı denizin kıyılarını paylamak olan bu halkların tümünü "Karadenizli" gibi bir kavramla eitlemek
do
ru de
ildir. Bu, halkları yadsımaktır. Bugün açısından durum budur.
37
Lazca konuan ve. tarihsel olarak
süreklilii olan Laz bölgeleri; Rize ve
Artvin illerine balı Pazar (Atina), Ardaen,
Fındıklı (Viçe), Arhavi, Hopa ilçeleridir.
Laz
Halkı
günümüz
koullarında,
saydıımız bu yerleim bölgelerinde
varlıını koruyabilmitir.
Dorudur, "mizah" denilince ilk anda
Lazlar (daha geni anlamda Karadeniz'in
dousundaki halklar) akla gelir. Kukusuz,
bunun maddi bir zemini vardır. Sözkonusu
maddi zemini anlamak için Lazlar'ın
yaam tarzını, sosyal yapısını, corafi
koullarını,
geleneklerini
incelemek
gerekiyor.
Laz insanım, topraa balı ekonomi
belirlemez. Çünkü yüksek daların
oluturduu
ve
geni
vadilerden
meydana gelen bir yerleim alanına
sahiptirler. Toprak, altın kadar deerlidir.
"Ekmeini tatan çıkarma" deyimi,
herhalde en fazla Lazlar'ı ifade eder.
Doanın yarattıı bu zorunluluk, buna
uygun bir yaamı ve. kültürü de
yaratmıtır. Lazlar daları, yaylaları
barınak, denizi yaam nedeni saymıtır.
Balıkçılık ve buna balı ekonomi; en
temel geçim kaynaıdır. Buday ekecek
geni tarlalara sahip olmadıkları için, daha
kolay yetien mısıra yönelmi, yanına da
38
ustalatıkları balıkçılıklarıyla- Karadeniz'in
en
güzel
nimeti
olan
hamsiyi
eklemilerdir.
Hamsinin
ve
mısır
ekmeinin
vazgeçilmezlii bundandır. "Dümende ve
baaklarında insanlar vardır kil Bunlar
uzun eri burunlu ve konumayı ehvetle
seven insanlardı kil Sırtı lacivert
hamsilerin ve mısır ekmeinin zaferi için/
Hiç kimseden hiçbir ey beklemeksizin/ Bir
arkı söyler gibi ölebilirlerdi..."
Nazım Hikmet'in Lazlar'ı betimledii
bu dizeler, onların hamsi ve mısır
ekmeiyle kopmaz baım, en özlü
biçimde anlatmaktadır.
Hamsi ve mısır, yalnızca yaamlarım
sürdürmek için balandıkları eyler deil,
aynı zamanda Laz dünyasının temel
direkleridir. Halk oyunlarından türkülerine,
fıkralarından iirlerine... Yaamlarının her
arımda, bu iki "kutsal" simge mutlaka öne
çıkar.
Lazlar, sabırsız ve inatçıdırlar. Bir an
önce sonuç almak için acele etmeleri
gerekir. Geni tarlaları ekip hasat
mevsimini bekleyecek olanakları olmadıı
için, tüm umutlarım denizdeki berekete
balamılardır. Karadeniz, her zaman
cömert olmaz. Hamsiyi tutabilmek ve
kıyıya dönebilmek, kimi zaman haftaları
alabilir. Karadeniz'le olan bu kavga, onları
her alanda inatçı olmaya mecbur etmitir.
Sarp vadilerde, neredeyse bir karı topraı
elleriyle öütüp günlük ihtiyaçlarını
karılayacak küçük bahçeler olutururlar.
Büyük bir emektir harcanan. "Lazlara
hazır sunulmu hiçbir ey yoktur." dersek,
abartmı olmayız.
Yaadıı corafyanın, insanı bu kadar
belirledii bir baka yer zor bulunur
herhalde. Bir bakarsınız; bardaktan
boanırcasına yamur yaı-yordur, küçük
bir tepeyi geçersiniz; ortalık güllük
gülistanlıktır. Yerleim için yeterli alanları
olmadıı için, bulabildikleri uygun yerlere
yaparlar evlerini. Her biri, bir baka
yamaçta ve birbirinden uzaktır. Büyük
hüner ve ustalık ister Laz evleri. Her biri,
ayrı bir sanat eseri gibidir.
Denizi hırçın, yamuru sel, bitki-
si arsız, deresi cokun, daı geçit vermezdir bu toprakların. Tüm zorlukların
üstesinden gelmek için, ince bir zekaya
sahip olmak gerekir. Tepkileri normalin
üzerindedir. Tez canlı, hemen parlayan
insanlardır
Lazlar.
Karadeniz'in
ve
daların yapısı, kiiliine de yansır. Kimi
zaman öfkesinde sınır tanımaz, kimi
zaman aılacak durgunluktadır.
Zekası üzerine en çok tartıılan halktır
Lazlar. Lazlar'ın yaadıı koullar gerei,
pratik bir zekaya sahip olması ve bu
özellikleriyle birçok konuda yaratıcılıkları,
aynı
zamanda
kendi
kendilerini
eletirmeleri gibi olumlulukları yadsınmı,
saflıkları "aptallık" olarak yansıtılmaya
çalıılmıtır.
Bir çok fıkraya konu olmalarının
nedeni; yaama alaycı bakabilmeleri, her
anlarım
dolu
dolu
geçirmeleri,
beklenmeyen tepkileri, canlılıkları, silaha
balılıkları, baarma hırslarıdır.
Bu noktada, sinsi ve hesaplı bir
aaılama vardır. Kimlikleri yok sayılan
bütün halklara karı getirilen sistemli bir
politikadır bu.
Laz Halkı'nın kendine özgü farklılıkları,
bir anlamda onu dier halklardan ayıran
özellikleridir. Ancak bu durum, hiçbir
koulda dierlerine karı bir üstünlük
sayılamaz. Laz Halkı'nın kendi kültüründe
dostluk vardır, paylamak vardır.
Aslında Laz Halkı, bu önyargılara ve
aaılamalara,
yine
kendi
ürettii
mizahıyla karılık verir. Kendisiyle dalga
geçenleri, küçümseyenleri, en olmadık
fıkralara konu edenleri, yine mizahla
vurur.
Lazlar'ın insan ilikilerindeki sıcaklıkları, cokuları, acıyı tezelden
yenebilme, zorlukları aabilme yanları
türküsünde, horonunda, fıkrasında kendini
gösterir.
Lazlar'ın ince, esprili zekasına küçük
bir örnek verelim:
Ege'nin Harmandalı oyununu izleyen
Laz'a sormular; "Nasıl buldun?" diye.
Laz hemen yanıt vermi: "O kadar
düündükten sonra ben de oynarım".
Buna benzer birçok fıkrada, Lazlar'ın
pratik zekasını bulabili-
riz.
Yine, zor anlardan sıyrılmanın
yöntemini de mizahta bularlar.
"istanbul' da tercihli yola giren
Laz'ı, trafik polisleri telala durdurur.
Ba
ıra ça
ıra oförün yanına gelir ve
'Kardeim, burası tercihli yol' diye
çıkıırlar. Laz, hemen cevabı yapıtırır:
'iyi ya, ben de bu yolu tercih ettim.' "
Hiç bitmeyen, saat 12.00'den sonra
kafasının çalımama meselesi vardır ki,
artık sorun bilimsel(!) aratırmalar
düzeyinde tartıılmaya balanmıtır.
Bu, 12.00'nin öle mi, ge-ceyarısı mı
olduuna ilikin tartımalar devam
ederken, son zamanlardaki bilimsel(!)
sonuçlar, saat 12.00'den sonra,
Lazlar'ın
normal
düünce
kapasitesine döndükleri üzerinedir.
Sözkonusu tartımalardan etkilenen bir aratırmacı, meseleyi ciddiye
almı ve kendince u sonuca varmıtır: Lazlar'ın tatlı kültürü olmadıından, sabah aldıkları eker (glikoz),
ancak ölene kadar idare ettii için,
beynin çalımasındaki düüün bu
saatten sonra yaandıına karar vermi. Bir de hamsi ve mısır ekmeinin
çok tüketilmesinden dolayı, böyle bir
sorunun var olduu söylenir. Daha da
ötesinde birçok neden sayılır.
Bu lafların, aratırmaların (!) hiçbir
deeri yoktur. Laz Halkı'nın yaantısını bilmeyen onları tanımayanların ve asıl olarak da, halklara dümanca yaklaanların karalamalarıdır
bunlar.
Gururuna dükündür Laz Halkı.
Birçok kez kendisine zarar verse de,
incinen gururunun hesabım mutlaka
sormak ister. Bir meselede fazla hesap-kitap yapmadan hareket eder.
Yaanmı bir olayı anlatalım:
Birbirini pek sevmeyen iki Laz,
tek kiinin geçebilece
i küçük bir
köprüde karılaırlar. Birbirlerine yol
vermek zorundadırlar ama, ikisi de
bunu gurur meselesi yapar ve birbirlerine yol vermezler. Köprünün
ortasında burun buruna gelirler. ri
olanı di
erine bir tokat atar ve yoluna
devam eder. Dereye düen, yoluna
devam edene seslenir: "Seni vuraca
um". Ertesi gün sözünü tutar ve on
dört kurunla, incinen gururunun hesabını sorar.
Hiç tereddüt etmeden ve belki
bakaları için, çok sıradan nedenlerden
dolayı can almasına alırlar. Ama aynı
zamanda,
tartımasız
bir
insan
sevgisiyle doludurlar. Dier halklarda
olduu gibi, Lazlar'da da bulunan
konukseverlik, insana verilen deerin
göstergesidir. Kapıma geleni, bir
eyler vermeden asla çevirmezler.
Yenilie açıktır Laz Halkı. Gericilie, yobazlıa, hurafelere prim
vermez. likilerinde, sevgi bata gelir.
Feodal
kalıplar,
tutuculuk,
katı
geleneklerden çok, saygılı bir mesafe
vardır aralarında. Üç kuak bir arada,
sıcak ve sevecen bir ortamda, dolu
dolu yaamayı becerebilen bir iliki
biçimi yaratmılardır.
Siz bakmayın erkeklerin üç adım
önde yürümesine. Son söz ve yetki,
kadınların elindedir. Özellikle yalı
kadınlar, tam bir otoritedir. "Neneka"
denilen bu yalılar, birçok sosyal ilikide, adeta ba danıman gibidir.
Silahı; tutku, ak derecesinde sever Lazlar. Bu balılık Lazlar'ı, hiçbir
teknik bilgi ve eitime sahip olmadan,
onu üretebilmeye kadar götürmütür.
Aslında bu yetenekleri, birçok biçimde
ortaya
çıkar.
Silah
yapımındaki
hünerleri,
matematik
ve
hesap
gerektiren tekne yapımında da kendini
gösterir.
Yaam
deneyleri,
zanaatçılıklarıyla birletiinde, altodan
kalkamayacakları i yoktur Lazlar'ın.
Belki de kimseye mecbur olmama,
minnet etmeme duygusu, bu yaratıcılıklarına neden olmutur. Silah
mı? Düünmü ve bir yolunu bulup
yaratmıtır, Böylelikle resmi kurumlara
ii dümemi, ne kadar ihtiyacı varsa
o kadar üretmitir.
Kimilerince, Lazlar'ın devletle
barıık olduu iddia edilir. Kukusuz,
Laz kökenli birçok insan, devlet içinde
önemli görevlerdedir. Ancak bu
noktada, bir gerçein unutulduunu
düünüyoruz. Cumhuriyet'in kuruluu
sürecinde, Laz Halkı'nın temsilcilerinin
nasıl
birer-ikier
katledildiini
belirtmitik. Sonraki yıllarda devam
eden asimilasyona ve baskılara ra-
men, Laz Halkı'ndan, Lazca konuan
insanlardan söz edebiliyorsak bu, aynı
zamanda devletin politikalarına karı bir
direniin
ifadesidir.
Laz
Halkı
aaılanmasına,
yok
sayılmasına
ramen yolunu aramaya devam etmektedir. Kukusuz bu arayı, artık
etnik kökenin ötesinde, ulusal ve sınıfsal mücadelenin kapsamına girmektedir. Laz Halkı, sisli dalarda,
özgürce horonların oynacaı günleri,
yalnızca kendilerinin özgürlüü olarak
düünmemektedir. Lazcada, "barı"
sözcüünün karılıı yoktur. Bunun bir
nedeni, dilde yaadıı erozyon olsa da,
dier yanı; Lazlar'ın tarih boyunca,
çeitli nedenlerle, sürekli bir sava
içerisinde olmalarıdır.
"Laz inadı", tüm zorlukları aacak
güçtedir. Aynı zamanda, lider olma
özellikleriyle,
halkların
özgürce
yaayacaı topraklar için dövümekten
kaçınmayacaktır.
Yani,
toplumsal
gelimelerin uzaında ve bu gelimelere
duyarsız deildir Laz Halkı. Bu konuda
da sözü, bilinen bir fıkraya bırakalım:
"Memlekette yaanan rezillikler,
Laz'ın canına tak etmitir. 'Cumhurbakam olaca
um' der. Arkadaları
itiraz ederler, 'Deli misin?' derler.
Bizimki yanıt verir: 'art midur?' "
Sonuç olarak bu yazımızda, Lazlar'la ilgili bazı noktaları anlatmaya
çalıtık. Elbette ki aktarılması gereken
birçok yan var. Unutturulmaya çalıılan
bir kültürün yaatılması ve gelitirilmesi,
yalnızca akademik çalımalarla olanaklı
deildir. Özgürlemesinin ve halk
gerçeine
sahip
çıkmanın
yolu,
mücadeleden geçer.
Laz Halkı dünden bugüne, Anadolu'nun kurtuluu için, devrimci hareketin önderlerinden Sinan Kukul,
Bahattin Anık ve devrimci sanatçılıın
onuru, Laz Halkı'nın yiit kızı Aye
Gülen gibi sayısız evladını kavga
alanlarında ölümsüzlüe uurla-mıtır.
Onlar bir kere inanmaya görsünler, bir
kere
harekete
geçsinler...
Derin
vadilerin fırtına yaratan ırmakları gibi,
hiçbir güç durduramaz onları.
(*) Özgürlük için yaayacaksın
39
DEERLENDRME
kayhan demir
"Bizim dil"den
Yansımalar
s
abahın ilk ııkları
tatlı bir esintiyle
gülümsüyor, ırnak'ın da
köylerinden. Küçük çocuklarımız, ellerindeki beslenme
çantalarını sa
a
sola savurup sabırsızlık içinde okul
servislerinin gelmesini bekliyorlar.
Az sonra hepsi, bu irin minibüslerine binecek olan asker amcalarına
el sallamaları ve 'iyi dersler' dilekleriyle, yine asker amcaları kadar irin okullarının yolunu tutacaklar.
Yöre esnafı ise, her sabah oldu
u
gibi bugün de bol kazanç dilekleri ile
açıyorlar kepenklerini. Besmeleyi
Çekip kepengi açınca, de
mesin kimseler keyfimize...
Yeni asfaltlanmı köy yollarından arabalar geliyor sıra sıra. Herkesin yüzünde bin sevincin simgesi
bir gülümseme... Yolun kıyısındaki
üniversitenin daimi sahiplerinin yüzlerindeki sevinç tomurcukları ise,
her zamankinden daha fazla. Bir merak gözlerimizde!. Çok geçmeden anlaılıyor gülümsemelerin ve bunca
telaın sebebi. Esnaf birer birer kepenklerini kaldırdıkça kocaman afiler
beliriyor camlarda. "Bizim dil
40
Festivali'ne
tüm halkımız
davetlidirdil Belediye
Bakanı-Robert CollegeÇYDD" Duvarlar bir
kaç gün önceden, Akdeniz kıyı kaa
balarındaki
gibi bembeyaz boyanmı. Da
ların ardından
güne yüks el d i k ç e ,
bembeyaz
evler, Zap
suyunun yakamozları gibi parlıyorlar. Ortalık
'güllük gülistanlık'
Durun
hele! Hemen
öyle sinirlenmeyin. Bu yazdıklarımın
ne kadar inandırıcılıktan uzak
oldu
unu ben de biliyorum ama birileri, sanki bana nispet yaparcasına
böyle mutlu tablolar çizmedi mi? Bir
ço
umuz, ırnak'ın dil lçesi'ne
hiçbir zaman gitmemi olsak da, anlatılan yerin 'Bizim dil' olmadı
ını,
olamayaca
ını biliyoruz.
imdi durup dururken bana bunca öyküyü yazdıran nedir, diye sormayın; yukarıda da bahsetti
im gibi,
geçti
imiz günlerde dil'de bir festival vardı; "Bizim dil Festivali". dil'in
sosyo-kültürel yapısı ve kırsal
kalkınma projeleri, dil'de sa
lık ve
e
itim panelleri gibi etkinliklerin yer
aldı
ı festival kapsamında bir de
Rock konseri vardı: Bulutsuzluk Özlemi Konseri.
Kalemimize davranmamıza sebep olan da ite bu konser. Burjuva
medyanın, gündeme bombardıman
eklinde soktu
u, oldukça ilginç bir
haber olarak gözümüze sokulan,
beynimize tıkılan bir haberdi bu.
"imdi durduk yerde, kendi halinde bir festivale niye bu kadar yer
ayırıyoruz ki?" diye de sorulabilir
ama bu, öyle sıradan bir festival de
il. Bu, savaın ortasında bir ehirde
yapılan
bir
festival.
'Sevgili'
MGK'mızın eliyle düzenlenen bir
festival.
"Bölücü ve' yıkıcı terörü, irin
Anadolu topraklarımızdan silip atmak için", gecelerini gündüzlerine
katıp çalııyor ya büyüklerimiz; da
lara, köylere sıkılan roketlerden,
kurunlardan sonra, bir de beyinlerin
en duyarlı hücrelerine kurun sıkmaya karar vermiler. Bunu da, öyle
küçük bir metal parçasına bırakmak
istememiler, 'masraflı, cafcaflı bir
silahla yapalım' deyip bir festival
düzenlemiler. Kürt Halkı'na ite
böyle bir kültür etkinli
i tanımılar.
Hani hep dinleriz ya televizyonlarımızdan, okuruz ya gazetelerimizden
tavsiye nitelikli MGK kararlarını;
"Yöre insanım sosyal aküvitelere
çekmek, bölgede spor tesisleri kurmak" diye balayan cümleler vardır;
ite buna denk düen bir festivale
'öncülük etmi devlet büyüklerimiz
ve sermayedarlarımız.
Kültürü üzerinde adeta tepinilen;
dili, ahlakı, gelenekleri, görenekleri
bombardımana u
rayan bir halka,
böylesi güzel bir etkinlik vermiler
de, Kürt Halkı aman kültür oku yaamasın, kültürsüz kalmasın diye.
Bu festivalde yaanan bir baka
boyuta ise, yine yukarıda kısaca de
inmitik. Bulutsuzluk Özlemi de bu
festivalde bir konser verdi ve bu
konser gazete sayfalarından televizyon ekranlarına kadar birçok yerde'
geniçe yer buldu.
Bulutsuzluk Özlemi, takip etti
imiz, birçok duyarlılı
ını takdirle
karıladı
ımız bir müzik toplulu
u.
Her kültürün bir alıcısı vardır,
Her kültür, kendi alıcısına hitap
eder. Örnein stanbul'da,
Ankara'da ya da
zmir'de yaanan bir
Bulutsuzluk özlemi konserinin
izleyicisi, yine onların
dinleyicilerinden ya da bu
grubu merak ettiinden gelen
insanlardan oluacaktır. Yani,
bu kültürü almaya açık
insanlardan oluacaktır. Fakat,
dil'de gerçekleen bu konserde,
bu kouldan kesinlikle söz
edemeyiz. Buradaki insanlar,
kendi yoz kültürlerini koruma
mücadelesi vermektedirler;
dillerini bile özgürce
konuamamaktadırlar. Kabul
edilir ki; bu insanlara sunulan
bu kültür, bir dayatmadır.
Yaptıkları müzi
e, düüncelerine
hiçbir itirazımız yok. Belki bir ço
una katılmayız, onlar gibi düünmeyiz ama, onları saygıyla karılarız.
Fakat dil'de gerçekletirdikleri bu
konsere
cepheden
karıyız.
Çünkü, devlet eliyle hazırlanan bir
oyuna alet olmulardır.
Her kültürün bir alıcısı vardır.
Her kültür, kendi alıcısına hitap
eder. Örne
in stanbul'da, Ankara'da ya da zmir'de yaanan bir Bulutsuzluk Özlemi konserinin izleyicisi, yine onların dinleyicilerinden ya
da bu grubu merak etti
inden gelen
insanlardan oluacaktır. Yani, bu
kültürü almaya açık insanlardan oluacaktır. Fakat, dil'de gerçekleen
bu konserde, bu kouldan kesinlikle
söz edemeyiz. Buradaki insanlar,
kendi öz kültürlerini koruma mücadelesi vermektedirler; dillerini bile
özgürce konuamamaktadırlar. Kabul edilir ki; bu insanlara sunulan bu
kültür, bir dayatmadır. Hayal aleminden sıyrılalım, gerçek dünyaya
dönelim. Böyle atafatla festival düzenlenen dil'de, baka sanatçılar
konser yapabiliyor mu? Devrimci,
demokrat sanatçılar, nasıl bir baskıya maruz kalıyorlar bilinmiyor mu?
Bize göre Bulutsuzluk Özlemi elemanlarının göstermesi gereken davranı, böyle bir teklifi reddetmek olmalıydı. Ama olmadı. Orada, böyle
bir festivalde yer almak daha cazip
geldi bu arkadalarımıza.
Herkesin dilinde, konsere yöresel kıyafetleriyle gelen ve coan insanlar var. Hangi coku allahakına?
Belki bir ço
u Türkçe bile konuamayan bu insanlarımız, bir rock kbnserinde kendilerine ait neyi bulup da
coacak veya üzüleceklerdir. Kendimizi kandırmayalım ne olur! Elektro
gitarın tınısında yakılan köyler mi
gizlidir, konuulamayan anadil mi
gizlidir, yoksa hasreti çekilen özgür
vatan mı? O gün verilen konserde
bunların hangisini bulmutur dil
Halkı?
Konsere gelen mi denmeli o
alanda bulunanlara, yoksa getirilen
mi? nsanlarımızın hangi tehditlerle
o alana getirebildiklerini, biz tahmin
edebiliyoruz peki ya siz?
Bulutsuzluk Özlemi, devlet eliyle
düzenlenen bu yoz festivale katılarak, isteyerek ya da istemeyerek,
Kürt Halkı üzerinde oynanan bir
oyuna alet olmutur. Bulutsuzluk
Özlemi, bu yanlıım görmeli ve bu
konseri vermekle bu kadar da övünmemelidir.
41
4
1
grup yorum
NOTA
Uurlama
42
Söz: brahimKaraca
Müzik: Grup Yorum
bu kente yalnızlık çöktüü zaman uykusunda
gecenin ucunda gün aralanır yar
bir ku ölür ecelsiz alıp da baını gitmek
sevdası ile yürek bilenir sızılı bir ırmak
istersin karanlık sokaklar kör, saır, dilsiz
uurlar seni su olup akarsın kır çiçeklenir
ey sevda kuanıp yollara düen bilesin bu
ey sevda kuanıp yollara düen bilesin
yollar dalar dolanır yare ulamadan
bu yollar dalar dolanır yare ulamadan
düersen eer yarma sesinin yankısı kalır
düersen eer yarına sesinin yankısı
kalır
43
ELETR
ibrahim körolu
bir film: masumiyet
Yönetmen-Senaryo: Zeki Demirkubuz
Görüntü Yönetmeni: Ali Utku
Müzik: Cengiz Onural
Oyuncular: Haluk Bilginer, Derya Alabora, Güven Kıraç
Z
eki Demirkubuz, ilk
filmi "C Blok"tan sonra,
ikinci
filmi
"Masumiyet'le
sinemaseverlerin karısın-"
da.
"Masumiyet",
geçtiimiz
günlerde,
Antalya Film Festivali'nde 'alamadıı' ödüllerle hayli
tartıma yaratmı, gürültü koparmıtı.
Filmin, sinemalarda gösterime girii
ise, yine bir o kadar sessiz, sedasız
oldu.
Antalya'da yarattıı tartıma bir
yana bırakılırsa "Masumiyet", senaryosu ve oyunculuklarıyla gerçekten takdire deer bir çalıma.
Film, bir hapishane müdürünün
odasında balıyor. Müdür, dıarıya
çıkmaktan korktuu için tahliye olmak
istemeyen, ömrünün sonuna dek
hapiste kalmak isteyen Yusuf un
dilekçesini okur. zleyici, daha filmin
baında
karılatıı
bu
olay
karısında,
oturduu
yerden
'hoppala' dercesine, yarı akın, yarı tebessümlü bir duyguya bürünür.
Yusuf, en yakın arkadaını, askerden
döndüü gün, ablasıyla birlikteyken
yakalayıp öldürmü, ablasını ise
azından vurup dilini parçalamıtır.
Hapiste geçirdii 10 yıl boyunca,
içine kapanık bir yaam sürer. Bir
adam öldürmütür ama, katil-bir
kiiliin aksine insani, duygulu bir
kimlii vardır Yusuf un. Hani hep
denir ya temiz, saf Anadolu çocuu
olmak diye; ite o yanını simgeler
Yusuf, Anadolu insanının. Öldürmesi
gerektii için öldürmü, hapis yatması
gerektii
için
hapis
yatmıtır.
cabederse bitirim olur, elde ereti de
dursa tespihim racona uygun sallar
ama, çocuk yanı hep vardır Yusuf
gibilerinin. Bakılarında,
44
tepkilerinde, bir sözünde...
Kaldıı otel odasının bir duvarında Yılmaz Güney'in, dierinde
Orhan Gencebay'ın posterleri asılıdır. Bir duvarda acılar, baskılar ve
buna isyan varken, dierinde ezilmilik, sindirilmitik, kadercilik vardır.
Yani, arabesk kültür vardır. Yani, 12
Eylül'ün yoz kültürü vardır. Filmdeki
iki karakter de, kapitalizmin yarattıı
kiilikleri temsil ediyor. Uur (Derya
Alabora), sevdii hapse giren ve
onun peinde il il dolaan, yaamak
için de fahielik yapan bir kadını
canlandırıyor. Bekir (Haluk Bilginer),
Uur'a aık olan ama O'nun
boyunduruu altına girmi, elinde
avucunda ne varsa satıp savmı
ama, sevdii kadına ulaamamı bir
kiiliktir.
Filmde görünen herkes, ezilmi,
sorunları olan kiilikleri temsil ediyor. 10 yalarında küçük bir çocuktan tutun da, yaı kemale ermi kiilere kadar herkes, belli sorunları
temsil ediyor filmde. Filmde sıkça
tekrarlanan, otel lobisinde hipnotize
olmuçasına film seyreden insanlar,
belli bir bunalmılıı anlatmaya çalııyor. Oteldeki televizyon esprisi,
film boyunca sıkça tekrarlandıı için,
sıkıcı olmaya da balıyor. Yine
odanın kararması esprisi de, filmin
ilerleyen dakikalarında, yüzeyselleme intihası uyandırıyor.
"Masumiyet"in bazı bölümlerinde
yönetmen, bazı masum politik
göndermeler de yapmı. Örnein;
Yusuf'la dilsiz kız Çilem'in otobüs
yolculuu sırasında verilen molada,
arka fondaki televizyon haberleri;
hareket görüntüleri ve yanyana dizilmi gerilla cesetleri... Yönetmen,
anlatmak istedii öyküye dokunmadan, geri plandan izleyicinin dikka-
tine yönelmeye çalımı. Yine, mühürlü pavyona yürürken fondan duyulan Kürtçe türküde, böylesi bir
vurguya denk düüyor.
"Masumiyet", yalın ama etkileyici
bir öykünün, yine yalın ama etkileyici yorumlanmasıyla baarılı bir
çalıma haline gelmi. Güven Kıraç'ın
masumiyeti simgeleyen oyunculuu
ve Haluk Bilginer'in
abartısız
yorumu, filmi çekici hale getiren
etkenler. Fakat, tüm bunların yanı
sıra, anlatımda bazı tutuklukları da
gözlemledik. Bazı bölümlerde, bizce
kopukluklar söz konusu. Bu, hem
kurgudan, hem de senaryodan kaynaklanıyor. Bir dier yön de, tüm
bunları belli bir bunalım, bir sıkımılık duygusu içerisinde anlatmaya
çalımak, olayları kiiletirmek ya
da bu mantıkla toplumsallatırmak,
bu ruh halinin nasıl olutuunu anlatmakta eksik kalıyor. "Yönetmen,
öyküde buraya vurgu yapmalıydı"
diye düünüyoruz.
Altın Portakal'ın sıradan tartımalarından kurtulup Adana Altın
Koza'da soluklanan ve dört ödül kazanan "Masumiyet", gerçekten de
iyi niyetli bir çalıma.
Sözün burasında, sinema salonlarına ve daıtımcılara da deinmek
istiyoruz.
Salonlarının
kapısını,
Amerikan filmlerine ardına kadar
açanlar, böyle arada bir çıkılar yapan yerli filmleri de, oda kadar salonlara hapsediyorlar. Çünkü, onların yerli filmleri oynatmasına bile, bir
lütuf gözüyle bakılıyor. Amerikan film
tekellerinin bir baka tartıması olan
Oscar'a,
bizim
hangi
filmi
göndereceimiz
tartııladursun,
"Masumiyet" gibi iyi niyetli çalımaların devamının gelmesini diliyoruz.
DEERLENDRME
veli gökta
ntalya Altın Portakal
Film
Festiva-li'nin
otuz dördüncüsü, 15
Ekim
tarihleri
arasında gerçekleti.
Festival,
sonuçları
itibarıyla, her sene
oldu
u gibi
bu sene de tartımalara sahne oldu. Tartımaların oda
ında ise, ödülleri belirleyen jüri ve jürinin kararları vardı.
Haluk Bilginer'e, "Masumiyet"te barol
oynamasına ra
men, "En yi Yardımcı
Erkek Oyuncu" Ödülünün verilme-si,
üzerinde en çok tartıılan konulardan biri
oldu. Tanju Gürsu'ya "En yi Erkek
Oyuncu" ödülünün verilmesi ise, tepkile-ri
iyice arttırdı. Bunun sebebi; "Köpekler
Adası" adlı filmde Tanju Gürsu'yu, Müfik
Kenter'in seslendirmesiydi.
Jürinin aldı
ı pek çok kararın eletiriye
maruz kalması, aklımıza "Madem jüriyi
beenmiyordun, niye filmini festi- valden
çekmedin?" sorusunu getiriyor, Bütün
film festivallerinde, jürinin kimilerden
oluaca
ı çok önceden bilinirken, ödülleri
kimlere da
ıtaca
ı az-çok tahmin
edilebilir. Bu durumda, do
ru olan iki yol
vardır: Ya, bu jürinin alaca
ı ka- rarları
sa
lıklı bulmaz, filmini festivale hiç
sokmazsın, ya da festivale katılıp jürinin
alaca
ı kararlara saygı gösterirsin. Önce
festivale katılıp ardından jüriye veryansın
etmek, "Belki bize de bir ey- ler düer"
mantı
ının sonucudur.
Bununla birlikte festival sonuçlarının yarattı
ı tartımanın haber-magazin
programlarına taınması da, yaananları
iyice baya
ılatırdı.
Bunca gürültü, kıyamete karın festivaldeki organizasyon rezil bir boyuttaydı.
Güya yerli sinemanın en büyük ödülü olan
Altın Portakal'da, ödül törenine pek ilgi
gösterilmedi. Ödül kazanan oyuncuların
ço
unun festivale katılmaması ve ödül
töreninde bu oyuncuların vekilleri-
A
nin bulunması için yapılan anonslar festivale gölge düüren önemli ayrıntılardandı.
Festivalin "En yi Film" ödülünü bu
yıl, Ferzan Özpetek'in yönetmenli
ini
yaptı
ı "Hamam" adlı film aldı. Ferzan
Özpetek bu filmle, "En yi Yönetmen"
ödülünü alırken, "En yi Film Müzi
i"
ödülü de yine bu filme verildi.
"En yi Erkek Oyuncu" ödülü,
"Köpekler Adası" adlı filmdeki rolüyle
Tanju Gürsu'ya verilirken, "En yi Kadın
Oyuncu" ödülünü de, "Masumiyet" adlı
filmdeki rolüyle Derya Alabora aldı. Di
er
ödüller ise öyle sıralandı:
"En yi Yardımcı Erkek Oyuncu"
ödülü; Haluk Bilginer (Masumiyet), "En
yi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülü;
Meral Çetinkaya (Solgun Bir San Gül),
"En yi Senaryo" ödülü; Barı Pirhasan
(Usta Beni Öldürsene), "En iyi Görüntü
Yönetmeni" ödülü; Erdal Kahraman
(Nihavend
Mucize-Kuatma
Altında
Ak), "En yi Kurgu" ödülü; Mevlüt
Koçak (Nihavend Mucize- Masumiyet).
KEND HALNDE BR FESTVAL:
Altın Koza
8-12 Ekim tarihleri arasında gerçekleen Altın Koza Film Festivali de organizasyon bozuklukları ile geçti.
Festivalde oynayacak filmlerin tarih
ve yerlerini gösteren çizelgenin, çok geç
ve yetersiz sayıda basılması, pek çok sinema izleyicisinin festivali takip edememesine neden oldu. Çizelgenin, basıldıktan sonra tekrar de
itirilmesi ise, var
olan karmaayı iyice arttırdı.
6 Ekim'den itibaren, Sun Sineması'nda gösterime girmesi gereken ö
renci
filmleri, ancak 10 Ekim'de gösterime
girdi. Bunun sonucu pek çok izleyici,
Sun Sineması'nın kapısından geri çevrildi.
Festivalde "En yi Film" seçilen
"Masumiyef'in, sadece bir kez, küçük
bir salonda gösterilmesi; biletlerin, filme
yarım saat kala tükenmesine neden oldu.
Aynı durum birçok filmin gösteriminde
yaandı.
Jürinin 19 filmi, dört günde seyretmek zorunda kalması, alınan kararların
ne kadar sa
lıklı oldu
unu düündürüyordu. Günde be film seyretmek zorunda kalan jüri üyeleri, bu durum karısındaki tepkilerini, "mahvolduk" sözleriyle
dile getiriyorlardı.
Festivalde, Haluk Bilginer'e "En yi
Erkek Oyuncu" ödülünün verilmesi ise,
Altın Portakal Film Festivali'nde yapılan
hatanın telafisi eklinde yorumlandı.
Alto Koza'da bu yıl, Zeki Demirkubuz'un "Masumiyet" adlı filmi, "En yi
Film" seçildi. "Masumiyet" ayrıca, Zeki
Demirkubuz'a "En yi Yönetmen", Haluk
Bilginer'e "En yi Erkek Oyuncu" ve
Derya Alabora'ya "En yi Kadın
Oyuncu" ödüllerini kazandırdı.
"En yi Yardımcı.Erkek Oyuncu"
ödülü, "Çökertme" adh filmdeki rolüyle
Kuzey Vargın'a verilirken, "En yi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülünü, "Hamam" adlı filmdeki rolüyle erif Sezer
aldı. Di
er ödüllerin sıralaması ise öyle:
"En yi Senaryo"; Macit Koper ve
Ömer Kavur (Akrebin Yolculu
u), "En
yi Görüntü Yönetmeni"; Ercan Yılmaz
(Solgun Bir San Gül), "En yi Film
Müzi
i"; Atilla Özdemiro
lu (Akrebin
Yolculu
u), "En yi Kurgu"; Mevlüt
Kolçak (Nihavend Mucize), "Yılmaz
Güney Özel Ödülü"; Nuri Bilge Ceylan
(Kasaba),
"Ö
renci Filmleri Yarıması" jürisinin
verdi
i ödüller ise öyle:
"En yi Konulu Film"; Rengin Arvay (Misafir), "En yi Deneysel Film";
Ebru Hacıo
lu (Mobius), "En yi Belgesel Film"; Fulten Ersun (Devrim), "Sad-ri
Alıık Özel Ödülü"; Bergama Hal-kı'nın
siyanürlü altına karı verdi
i mücadeleyi
konu alan "Altının S'si".
45
HABER/YORUM
ADANA BÜROMUZ KUNDAKLANDI
Dergimizin Adana Bürosu, 3 Kasım 1997 Pazartesi akamı saat 19.30
sıralarında, Adana Kontrgerillası tarafından kundaklandı. Dergi bürosuna
girdiklerinde, önce enstrümanları parçalayan kontracılar, daha sonra büroyu
atee verdiler. Adana Büromuz tamamen yandı ve büyük hasar meydana
geldi.
28 Ocak 1997 tarihinde de bu tip bir saldırıya maruz kalan büromuz, o
tarihte, polis tarafından yönlendirilen, "Hüseyin" isimli bir kontracı tarafından
yakılmıtı. O dönem, yangına zamanında müdahale edilmi, büroda çok fazla
bir hasar meydana gelmemiti. Ancak bu kez yangını, itfaiye bir süre sonra
kontrol altına alabilmitir.
Adana Polisi'nin bu kundakçı yaklaımı, geçmiten beri süregeliyor. 1993
yılında da Çukurova Özgür-Der'i kundaklayan polis, Adana'daki demokratik
kitle örgütlerini de günaırı basarak yıldırmaya, faaliyetlerini engellemeye
çalııyor.
Adana Büromuz, faaliyetlerini dümana inat sürdürecek. Halktan yana
sanatımız engellenemeyecek.
EMN KARACA'YA CEZA
Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Sekreteri ve aratırmacı-yazar Emin
Karaca, çevirisini yaptı
ı "Gladio" adlı kitaba yazdı
ı önsöz nedeniyle
yargılandı
ı DGM tarafından 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezayı üç yıl
tecil eden mahkeme, aynı suçun üç yıl içinde tekrar etmesi halinde, bu
cezanın da yürürlü
e girece
ini belirtti.
DL KÜLTÜR MERKEZ'NE BASKIN
dil Kültür Merkezi, 3 Kasım Pazartesi akamı, sivil ve resmi polisler tarafından basıldı. Bir ihbar üzerine geldi
ini iddia eden polis, kültür merkezi çahanlannın ve kafeteryada bulunan misafirlerin kimliklerini kontrol eti. Kültür
merkezinin odalarım aramaya çalıan polise arama izni soran dil Kültür Merkezi çalıanı Aziz Akal tartaklandı.
Susurluk'un yıldönümünde pervasızlıklarını simgelemek için kültür merkezini basan polisler, kartvizit defterindeki kartların bir bölümünü ve kafeterya
standındaki dergimizi alıp tehditler savurarak kültür merkezinden gitti.
Yine 4 Kasım Salı günü dil Kültür Merkezi'nde yapılacak bir basın açıklamasını bahane eden polis, kültür merkezini aramaya çalıtı. Bunda baarılı
olamayınca tehditler savurarak gittiler.
Her iki baskın, dil Kültür Merkezi, Grup Yorum, Özgürlük Türküsü, Aye
Gülen Halk Sahnesi, Foto
raf ve Sinema Emekçileri, Kültür Sanatta TAVIR.
Dergisi, Okmeydanı Halk Kültür Merkezi, Berhan imek, Orhan yiler, Orhan
Aydın, brahim Karaca, Metin lkin, Cengiz Gündo
du, Berrin Ta, Ruhan
Mavruk, rfan Ertel ve Hilmi Bulunmaz tarafından protesto edildi. Açıklamada,
"Tüm bu yaananları bir rastlantı olarak görmüyoruz, iki gün üst üste aynı
pervasızlıın yaanması, kültür merkezimiz üzerinde belli bir baskı oluturulmaya çalııldıının göstergesidir. Susurluk' un yıldönümünü baskınlarla
kutlamaya çalıan polis, keyfi ve yasadıı her davranıının cevabını alacaktır."
denildi.
46
KISA HABER
Grup Yorum
8 A
ustos 1997;
Ordu Fatsa'da katledilen Ali Haydar
Çakmak'ın Gazi Mahallesi'nde yapılan cenaze
törenine katıldı. rad ve Özcan, bu cenazeye
katıldıkları için, 12 A
ustos gecesi kaldıkları
evden gözaltına alınıp iki gün sonra DGM
Savcılı
ı'nca serbest bırakıldılar.
10 Austos 1997;
Ordu Fatsa'da katledilen Bülent Pak'ın
Bilecik Bozüyük'te yapılan cenaze törenine
katıldı.
10 A
ustos 1997; SEV-DER'in kır
gezisine katıldı.
11 A
ustos 1997;
kitelli Altınehir'de, sivil faistler
tarafından katledilen Ali Aslan'ın Alibeyköy'de
gerçekleen cenaze törenine katıldı.
17 A
ustos 1997;
Alibeyköy Halk M eclisi Giriimi tarafından,
Alibeyköy Cemevi'.nin bahçesinde düzenlenen
sünnet enli
inde, yaklaık 500 kiiye seslendi.
31 A
ustos 1997;
Antakya'da Tavla Belediyesi'nin
düzenledi
i enlik kapsamında, yaklaık 20 bin
kiiye seslendi.
12 Eylül 1997;
Trabzon'da yapılacak olan Gazi Katliamı
Davası'na katılım ça
rısı yapan Grup Yorum
elemanı Kemal Sahir Gürel, Beikta'ta Gazi
Davası Komitesi Sözcüsü, 1996 Ölüm Orucu
Direniçisi Mehmet Akdemir'le birlikte gözaltına
alındı. Akdemir tutuklanırken, Gürel bir gün
sonra serbest bırakıldı.
4 Ekim 1997;
Osmanbey'deki La Bella Dü
ün
Salonu'nda, TAYAD'ın açılı enli
ine katıldı.
Ortaköy'deki "Sürekli Aydınlık çin 1
Dakika Karanlık" eylemine katıldı.
5 Ekim 1997;
Okmeydanı Fatma Girik Parkı'nda,
DLMK'nın 7. Geleneksel enli
i'ne katıldı.
Okmeydanı'nda "Sürekli Aydınlık çin 1
Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 2000
kiiye seslendi.
10 Ekim 1997;
1 Mayıs Mahallesi'nde "Sürekli Aydınlık
çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık
600 kiiye seslendi.
11 Ekim 1997;
Nurtepe'de "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika
KISA HABER
Karanlık' eyleminde, yaklaık 1500 kiiye
seslendi.
12 Ekim 1997;
Örnektepe'de "Sürekli Aydınlık çin 1
Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık
3000 kiiye seslendi.
15 Ekim 1997;
Geleneksel TÜ Alternatif Açılı
enli
i'ne katıldı.
17 Ekim 1997;
Ümraniye Birlik Mahallesi'nde
"Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika
Karanlık" eyleminde, yaklaık 300
kiiye seslendi.
18 Ekim 1997;
dil
Kültür
Merkezi'nde
gerçekletirilen Konserde, yaklaık 600
kiiye seslendi.
Ortaköy'de, "Sürekli Aydınlık
çin 1 Dakika Karanlık" eylemine
katıldı.
19 Ekim 1997;
" Gülsuyu'nda "Sürekli Aydınlık çin 1
Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 400
piiye seslendi.
21 Ekim 1997;
Gazi Mahallesi'nde "Sürekli Aydınlık
çin l Dakika Karanlık" eyleminde,
yaklaık 6000 kiiye seslendi.
22 Ekim 1997;
Okmeydanı'nda "Sürekli Aydınlık çin 1
Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 3000
' kiiye seslendi.
23 Ekim 1997;
Ba
cılar'da "Sürekli Aydınlık çin 1
Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık
1000 kiiye seslendi.
24 Ekim 1997;
Gazi Karayollarında "Sürekli Aydınlık
çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde,
yaklaık 500 -kiiye seslendi.
25 Ekim 1997;
Semiramis Dü
ün Salonu'nda, BEMSEN'in 8. Kurulu enli
i'ne katıldı.
26 Ekim 1997;
Ça
layan'da "Sürekli Aydınlık çin 1
Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 1500
Kiiye seslendi.
28 Ekim 1997;
Yenibosna'da "Sürekli Aydınlık çin 1
Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık
1000 kiiye seslendi.
29 Ekim 1997;
Ankara Genel-l Merkez Binası'nda,
Mehmet Karagöz'ün görevine iade
edilmesi ve kapatılan ubelerin tekrar
açılması için
DL KÜLTÜR MERKEZI'NDEN, AYÇE DL ERKMEN ADINA
FUTBOL TURNUVASI
dil Kültür Merkezi, Ayçe dil Erkmen'in adını verdi
i bir futbol turnuvası
düzenledi. "dil'in adını, her yerde yaatmak amacıyla böyle bir çalımaya
giritiklerini belirten kültür merkezi yetkilileri, ayrıca bu turnuvada, insanlarımıza
dayatılan yoz, çıkarcı ve bireyci spor anlayıı yerine paylaımı, dayanımayı
güçlendiren bir kültürü yaatmak istediklerini vurguladılar. 12 takımın yer aldı
ı
ve üç grup halinde mücadele verilen turnuvada, gruplarında ilk iki sırayı alacak
takımlar ikinci tura çıkacaklar. kinci tur, eliminasyon sistemine göre
oynanacak. Kalan üç takım ise, tek devreli lig usülüne göre karılaacak ve
birinci olan takım, "Ayçe dil Erkmen Kupası"nı kazanacak.
Turnuvaya katılan takımlar ise unlar: Kurtulu Gazetesi, Do
u Spor,
Gülsuyu Spor, Okmeydanı Halk Meclisi, Gazi Halk Gücü, Ça
layan Dere
Gücü, Bahçelievler Halk Gücü, Nurtepe Halk Gücü, dil Kültür Merkezi, Saya
Yokuu Halk Gücü, Hürriyet Mahallesi, Güzeltepe Spor
Dergimiz yayına hazırlandı
ı sırada, turnuvanın eleme grubu maçlarında
son maça gelinmiti. Bu duruma göre Nurtepe Halk Gücü ve Gazi Halk Gücü
final grubuna kalmılardı.
ÖLÜM ORUCU GECES'NE DAVA AÇILDI!
26 Temmuz 1997 Cumartesi günü Renk Organizasyon tarafından
düzenlenen ve Grup Yorum, Ferhat Tunç, Erdal Erzincan, Deste Günaydın,
Koma Amed, Karde Türküler ve Gülbahar'ın katıldı
ı Halk Konseri'ne gözaltı
ve dava... 26 Temmuz'da gerçekleen bu gecede yıldönümü olması
nedeniyle Ölüm Orucu'na de
inilmi, gece Ölüm Orucu ehitleri'ne
adanmıtı. Gece daha bitmeden salonda terör etiren polis, gecenin bitiminde
Grup Yorum elemanlarını rehin almıa.
Geceden bir süre sonra Renk Organizasyon'un sahibi Sabahat
De
irmenci, sanatçı Gülbahar ve Koma Amed elemanı Serap Sönmez
gözaltına alındılar. Sanatçıların dört gün gözaltında kalmasının ardından,
gecede yer alan katılımcılar hakkında soruturma balatıldı ve ardından kısa
bir süre sonra da dava açıldı.
Açılan davaya göre Grup Yorum elemanları Kemal Sahir Gürel, Özcan
enver, rad Aydın, Ufuk Lüker, Vefa Saygın Ö
ütle ve Hakan Alak; Koma
Amed elemanları Serap Sönmez ile Süleyman Gültekin; Renk Organizasyon
sahibi Sabahat De
irmenci ve Gülbahar Uluer "yasadıı örgüt propagandası"
yapmakla yargılanırken, Ferhat Tunç, Avukat Behiç Açı ve Deste
Günaydın'a "bölücülük" suçlamasıyla dava açıldı.
Bu davanın ilk duruması, 27 Kasım 1997 günü, istanbul 2 No'lu
DGM'de görülecek.
FSAK FOTORAF GÜNLER
IFSAK 13. istanbul Foto
raf Günleri, 31 Ekim'de baladı. Etkinlik
programında sergiler, gösteriler, panel, foto-maraton yarıması ve dia
gösterisi yarıması yer aldı. Ayrıca, katılımın serbest oldu
u "foto
rafınla gel"
isimli bir bölüm de, etkinlik kapsamının içindeydi.
47
HABER/YORUM
AYNUR CHAN, FATSA'DA GÖZALTINA ALINDI
Dergimizin sahibi ve dil Kültür Merkezi müdürü Aynur Cihan, beraberindeki talyan gazeteci ve televizyoncular ile Avusturyalı bir hemireden
oluan bir heyetle birlikte Fatsa'da gözaltına alındı. Karadeniz'de yaanan
son gelimeleri incelemek ve haber yapmak amacıyla Ordu'ya giden gazeteci
ve televizyoncular, Fatsa'da jandarma tarafından durdurularak gözaltına
alındılar. Gözaltında sürekli Ordu'ya neden geldikleri, nasıl bulutukları,
kimler tarafından gönderildikleri sorulan heyetteki talyan gazeteci ve
televizyoncularla Avusturyalı hemire, aynı gün serbest bırakılırken heyete
rehberlik eden Aynur Cihan, iki gün keyfî bir ekilde, DHKP-C üyesi oldu
u
gerekçesiyle gözaltINda tutuldu.
9 Ekim 1997 Perembe günü konuyla ilgili dil Kültür Merkezi'nde babasın
toplantısı düzenlendi. Kültür Sanata TAVIR Dergisi, Grup Yorum, Özgürlük
Türküsü, Aye Gülen Halk Sahnesi, Foto
raf ve Sinema Emekçileri
(FOSEM), dil Kültür Merkezi ve Okmeydanı Halk Külür Merkezi imzalı
açıklamada,"...Arkadaımız Aynur Cihan ve talyan basın mensuplarının keyfi
bir biçimde gözaltına alınması devletin Karadeniz'de yarattıı terörü gizleme
telaındandır. Daları, köyleri bombalayan, halkı zorla koruculatırmaya
çalıan devlet, bölgeye sadece kendi medyasını diledii gibi haber yaptırmak
için sokuyor; halkın haber alma özgürlüü engelleniyor." denildi.
Halk Meclisleri tarafından düzenlenen ve Susurluk'un, 1000 Operasyon'un hesabını sormak için balatılan Ankara Yürüyüü'ne yönelik Eskiehir'de yapılan saldırıdan, dil Kültür Merkezi çalıanları da payını aldı. 1
Kasım'da balayan ve 4 Kasım'da Ankara'da son bulan yürüyüte Halk
Meclisleri, Eskiehir'e vardı
ında polis, yürüyüçülere vahice saldırdı ve 32
kiiyi gözaltına aldı. Bu saldırıda Tavır Dergisi sahibi Aynur Cihan, Aye
Gülen Halk Sahnesi oyuncuları Naciye Eyi ve Hakan Hekimo
lu, Yazıileri
Müdürümüz ve Özgürlük Türküsü elemanı Yasin Ali Türkeri gözaltna alındı.
Gözaltna alınanlar, bir gün sonra çıkarıldıkları mahkeme tarafından serbest
bırakıldı.
Gözaltına alınanların mahkemeye çıkarıldı
ı sırada basına saldıran polis,
Kurtulu ve Gündem Gazeteleri'nin muhabirleriyle birlikte dergimiz muhabiri
Olcay Karada
'ı da kısa süreli bir gözaltına altına aldı. Muhabirimizin
kamerasındaki kasete el koyan polis, üç gazetenin muhabirini de serbest
bıraktı.
GRUP YORUM KONSERLERNE
YASAKLAMA
Grup Yorum'un Adana ve skenderun'da verece
i
konserler yasaklandı. Her iki konserin de yasaklanıları,
gerçekten mizah dergilerine geçecek türden. Adana
konserini yasaklayan valilik, grup elemanlarının DHKP-C
Halk Ordusu isimli örgüte üye olduklarım bildirdi. Valilik
Yorum elemanlarını, DHKP-C'nin bile kurmadı
ı bir
örgüte üye yaptı. skenderun'da ise, Valilik ve Emniyet'in
izin verdi
i konseri kaymakamlık tehlikeli bularak
yasakladı.
48
DÜZELTME VE
ÖZÜR
kinci sayımızın
kapaında yer alan
ve Jose Marti'ye ait
olan iirin ilk dizesi;
"Aynı yalınlıkta ölmek istiyorum" eklinde çıkmıtır.
Dorusu, "Aynı yalınlıkta ölmek isterim" eklindedir.
Düzeltir, özür dileriz.
KISA HABER
balatılan açlık grevine, kısa bir dinletiyle
destek verdi.
29 Ekim 1997;
Esenler'de "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika
Karanlık" eyleminde, yaklaık 600 kiiye
seslendi.
30 Ekim 1997;
1 Mayıs Mahallesi'nde "Sürekli Aydınlık
çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık
500 kiiye seslendi.
1 Kasım 1997;
Halk Meclisleri'nin örgütledi
i Ankara
Yürüyüü'nün Kadıköy skele Meydanı'ndaki
Balangıç enli
i'nde yaklaık 600 kiiye
seslendi.
3 Kasım 1997;
Susurluk'un yıldönümünde Gazi
Mahallesi'nde yapılan enlikte, yaklaık 5000
kiiye seslendi.
5 Kasım 1997;
Halk Meclisleri'nin, Ankara Yürüyüü'nün
sonuçlarını de
erlendirmek ve kamuoyuna
duyurmak için, Okmeydanı Fatma Girik
Parkı'nda düzenledi
i basın açıklamasında
küçük bir dinleti verdi.
6 Kasım 1997;
Beyazıt Meydanı'nda düzenlenen "6
Kasım YÖK Boykotu'na katılarak küçük bir
dinleti verdi.
8 Kasım 1997;
Belçika'da düzenlenen bir geceye katıldı.
FOSEM
Fotoraf ve Sinema Emekçileri
Susurluk'la ilgili hazırladı
ı dia
gösterilerini sokaklarda gerçekletiren FOSEM,
bu etkinliklerini
5 Ekim 1997 tarihinde Okmeydanı'nda,
11 Ekim 1997'de Nurtepe'de,
21 Ekim 1997'de Gazi Mahallesi'nde,
gerçekletirdi.
4 Ekim 1997;
ili La Bella Dü
ün Salonu'nda
gerçekletirilen TAYAD'ın açılı enli
inde bir
dia gösterisi sundu.
25 Ekim 1997;
BEM-SEN'in Osmanbey Semiramis Dü
ün
Salonu'nda gerçekletirdi
i 8. Kurulu
Yıldönümü enli
i'nde bir dia gösterisi sundu.
2 Kasım 1997;
dil Kültür Merkezi'nde düzenlenen "6
Kasım Boykotu ve Gençlik" isimli panelde, bir
sinevizyon gösterimi gerçekletirdi.
Aye Gülen Halk Sahnesi dil
Kültür Merkezi
ehitlerimizin Sımsıcak Yürei Can Veriyor...
AYE NL
HALK KÜTÜPHANES
Film Gösterimleri
Söyleiler Kütüphane
Kafeterya
Adres: stiklal Cd. Korsan Çıkmazı Sk. Saadet Apt. Kat:5
Asmalı Mescit/Beyolu
13 ARALIK'TA AÇILIYOR!

Benzer belgeler