Gözat

Transkript

Gözat
KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATININ GELECEĞİ VAR MI?:
UKRAYNA KONJONKTÜRÜNÜN IŞIĞINDA İZLEK BAĞIMLI BİR DEĞERLENDİRME
Ersan Bocutoğlu1
ÖZET
1992 yılında kurulan 12 üyeli Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİB) 22. yılına girmiş bulunuyor.
Kuruluş Sözleşmesi’nin II. Bölümünün 3. Maddesinde belirlenen Prensipler ve Amaçlar doğrultusunda ve
aynı bölümün 4. Maddesinde sayılan alanlarda üye ülkeler arasında işbirliği yapılması konusunda
mutabakat sağlanmış bulunmaktadır. İşbirliği alanları esas itibariyle iktisadi alanlar ve iktisat dışı alanlar
olarak iki grupta toplanabilir. Bu bildiri, ağırlıklı olarak iktisadi işbirliği alanları üzerinde durmakta,
KEİB’in zayıf iktisadi performansının ve zayıf kurumsal kapasitesinin nedenlerini ve Ukrayna’da ortaya
çıkan son gelişmelerin ışığında KEİB’in geleceğini değerlendirmeye teşebbüs etmektedir. Rusya’nın; kendi
kendini güçlendiren izlek bağımlı kurumları nedeniyle, Karadeniz Havzasında tamamen kendi
kontrolünde olmayan kurumların güçlü kapasiteye ve performansa sahip olmalarına sıcak
bakmamaktadır. Bu hipotezden hareketle KEİB’in kurumsal kapasitesinin ve iktisadi performansının zayıf
olması normal görülmelidir. Ukrayna Konjonktüründen sonra, mevcut yapısıyla, KEİB’in herhangi bir
geleceğinin olmadığı ve hatta de facto olarak ortadan kalktığı söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: KEİB, İzlek Bağımlılığı, Kurumsal Kapasite, Karadeniz Havzası, Ukrayna Konjonktürü
JEL Kodları: F02, F15, F50, F51, B52
1.Giriş
Bu bildiri, geçen yıl sunulan ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın (KEİB) iktisadi
performansını ve kurumsal kapasitesini değerlendiren bir başka bildirinin (Bocutoğlu,
2013b) devamı olup, esas olarak ilkindeki görüşleri geliştirmeyi ve Ukrayna’da ortaya
çıkan yeni konjonktürün ışığında KEİB’in geleceğini öngörmeyi amaç edinmektedir.
2013 bildirisinin giriş kısmında aşağıdaki değerlendirme yapılmaktadır (Bocutoğlu,
2013b: s.1):
“1992 yılında Türkiye’nin girişimiyle Geniş Karadeniz Havzasındaki ülkeler KEİB
etrafında bir araya geldiler. Kuruluş Sözleşmesi’nin II. Bölümünün 3. Maddesinde
belirlenen Prensipler ve Amaçlar doğrultusunda ve aynı bölümün 4. Maddesinde sayılan
alanlarda üye ülkeler arasında işbirliği yapılması konusunda mutabakat sağlandı. Söz
konusu işbirliği alanları genel hatlarıyla; ticaret ve iktisadi kalkınma, bankacılık ve
finans, haberleşme, enerji, ulaştırma, tarım ve tarıma dayalı endüstri, sağlık ve eczacılık,
çevre koruması, turizm, bilim ve teknoloji, istatistiki bilgilerin değişimi ve iktisadi
enformasyon, gümrük ve diğer sınır otoriteleri arasında yardımlaşma ile organize suç,
1
Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü, Ayrıntılı akademik bilgi için: ersanbocutoglu.net,
İletişim için: [email protected]
yasadışı ilaç, silah, radyoaktif materyal trafiği, terörizm ve yasadışı göç ile mücadele
olarak belirtilmektedir.
22 yıl önce yapılan bir değerlendirmede yeni teşkilatın, koyduğu iktisadi hedefler
itibariyle başarılı olamayacağı, durumun on haneli bir köyde ekmeğe sahip olmayan
dokuz hanenin, ekmeği olan bir hane etrafında zorunlu olarak toplanmasına benzediği,
müşkülat içinde bulunan hanelerin kendi ekmeğini kazanma kapasitesine ulaşır ulaşmaz
toplantının dağılacağı öngörülmüştü. Nitekim kuruluşu takip eden yıllarda yapılan
gözlemlerden elde edilen bulgulara göre, KEİB’in bir iktisadi başarı öyküsü olduğunu
söylemenin kolay olmadığı sonucuna varılmıştır (Bocutoğlu, 2006a: s.6). Bunun
nedenlerine aşağıda değinilecektir. Angeliki de hazırladığı Yüksek Lisans Tezinde
(Angeliki, 2009) “mükemmel fikirler ve önemli hedefleri içeren, ümit verici bir proje
olmakla birlikte; yeni girişimin (KEİB), kültürel çeşitlilik, iktisadi durgunluk ve çatışan
jeopolitik gündemlerle karşı karşıya kaldığını” vurgulamaktadır. Kuruluşundan 17 yıl
sonra KEİB hakkında yapılan bu akademik değerlendirme, hareket noktasına göre kat
edilen mesafenin küçük ve teşkilatın mütevazi başarı kayıtlarına rağmen hala ümit verici
bir proje olduğunu göstermektedir. Tsardanidis’e göre KEİB yarattığı fırsatlar kadar
kısıtlar ile de karşı karşıya bulunmaktadır (Tsardanidis, 2005): s.380).
Şurasını belirtmek gerekir ki bu bildiride KEİB’in iktisadi performans ve kurumsal
kapasite itibariyle zayıf bir performans gösterdiği ön kabulü vardır. Hatta bazı
çalışmaların (Sayan,2005) gösterdiği olumlu performansın KEİB’in sonucu mu olduğu,
yoksa KEİB olmasaydı bile doğal gelişmenin seyrinin bu şekilde mi kendini göstereceği
kuşkusuz tartışma konusu olarak kalacaktır. Bununla birlikte bölgesel güvenlik başta
olmak üzere diğer iktisat dışı hedeflerde KEİB’in gördüğü pozitif fonksiyon asla göz ardı
edilemez. Derin uzlaşmazlıklar içinde bulunan Geniş Karadeniz Havzasında böyle bir
platformun bulunması şüphesiz büyük bir imkan ve fırsattır.
KEİB’in iktisadi performansındaki ve kurumsal kapasitesindeki zayıflığın nedenleri,
genel gözlemlerden ziyade, daha kapsamlı teorik bir çerçevede değerlendirilmeyi hak
etmektedir. Bocutoğlu, 1992 yılında KEİB hakkında yaptığı naive değerlendirmeden
sonra, bölge hakkında -bölgesel güvenlik ağırlıklı olmak üzere- kapsamlı çalışmalar
gerçekleştirdi (Bocutoğlu, 2000,2002,2005a,2005b,2006a,2006b). Bu çalışmaların KEİB
konusuna teorik açıdan yaklaşmadığı, pratik hususları öne çıkardığı söylenebilir. 2006
yılından bu yana yaptığı okumalarda KEİB Teşkilatının iktisadi performansının ve
kurumsal kapasitesinin değerlendirilmesinde, çalkantılı geçiş ekonomileri, yoğun kayıt
dışılık, veri yetersizliği ve varsayımlarının sınırlayıcılığı gibi nedenlerle, ana akım
standart modellerin işe yaramayacağı sonucuna vardığı görülmektedir.”
2013 bildirisinde KEİB’in zayıf iktisadi performansının ve zayıf kurumsal kapasitesinin
nedenleri araştırılırken; tarihçi okuldan tümevarımcı tarihi yaklaşım kavramını, eski
kurumcu okuldan kurumsal değişim ve izlek bağımlılığı kavramını ve nihayet yeni
kurumcu okuldan da eksik sözleşmeler kavramları ödünç alınarak yapılan analizden elde
edilen sonuçlar ise şöyledir (Bocutoğlu, 2013b:s.7-8):
“SSCB’nin çökmesiyle birlikte belirli bir geçiş dönemi geçiren Rusya, Bağımsız Devletler
Topluluğu adı altında eski hayat alanını toparlamaya çalışmış ise de bunu
başaramamıştır. Doğu Avrupa’nın, Merkezi Asya’nın kendinden kopması, Baltık
Cumhuriyetlerinin dağılması, SSCB sonrası dönemde Karadeniz havzası merkez olmak
üzere bir güç boşluğu doğurmuştur. Bu boşluğun ABD ve AB gibi oyun kurucu ülkeleri
kendine çekmesi üzerine, kafa karışıklığı devam eden Rusya Federasyonu, KEİB Teşkilatı
gibi yapılanmaları kendi başına bırakmamak amacıyla içinde yer almış, bu örgütün
kurumsal kapasitesinin gelişmesini kontrol altında tutmuştur. Rusya İmparatorluğu ve
SSCB çizgisini izleyerek uluslararası seviyede oyun kurucu bir ülke konumuna geçmeye
çabalayan Rusya Federasyonu’nun izlek bağımlılığı ile aynı amacı gerçekleştirmeye
çalışacağını varsayabiliriz. Çünkü tarihi süreç içinde izlenen hedefler ve bu hedefleri
gerçekleştirmek için geliştirilen kurumlar, ancak belirli bir izlek bağımlılığı boyunca
değişime uğrar. Bugün dünün, yarın da bugünün devamıdır. Oyun kurucu devlet olma
hedefi güden Rusya’nın, SSCB çöktüğü için hedeflerinden ve kurumlarından vaz geçtiği
düşünülemez. Bu nedenle sistemin kalbinde yer alan Geniş Karadeniz Havzasında Rusya
Federasyonu’nun, amacı ne kadar yapıcı olursa olsun KEİB gibi yapılanmaların kendi
kontrolü dışında yeşermesine izin vermeyeceği tabiidir.
Rusya Federasyonu, Türkiye’nin başlattığı -kuşkusuz arkasında zımni olarak ABD, AB ve
NATO desteğinin bulunduğunu varsaymamız gereken- KEİB girişimine karşı
çıkmaktansa, onun gelişimini kontrol altında tutmayı ve gereğinde bloke etmeyi
planlamış olmalıdır. Çünkü Geniş Karadeniz Havzası bir kere ABD, AB ve NATO
inisiyatifine geçtikten sonra, Rusya Federasyonu’nun her ne isim altında olursa olsun
toparlanması, hayat alanını tekrar kontrol altına alması ve stratejik hedeflerini
gerçekleştirmesi beklenemez. Bu nedenle KEİB Teşkilatının sözleşmesini imzalarken,
girişimi başlatan ikinci ve üçüncü tarafların niyetlerini tam olarak bilemediği, eksik bilgi
sahibi konumunda olduğu için, KEİB’in amaçlarını gerçekleştirecek kurumsal
kapasitesini zayıflatacak bir eksik sözleşmenin ortaya çıkması için çaba harcamış
olmalıdır. İçinde Rusya Federasyonu’nun yer almadığı herhangi bir Geniş Karadeniz
Havzası işbirliği girişiminin başarılı olamayacağının farkında olan Rusya
Federasyonu’nun, havzada kurumsal kapasitesi yüksek bir işbirliği teşkilatının hayata
geçirilmesine izin vermeyen, yaptırımlardan uzak bir eksik sözleşmeye imza atmış
olması kabulü akla aykırı görünmüyor. Söz konusu eksik sözleşmenin zaman içinde
sorunlar çıkarması, sosyal ve iktisadi maliyet artışlarına yol açarak, KEİB’i zaafa
uğratması Rusya Federasyonu’nun amacına uygun görünüyor.
KEİB Teşkilatının zayıf iktisadi performansı ve zayıf kurumsal kapasitesinin sorumlusu
Rusya Federasyonu’dur. Rusya Federasyonu milli çıkarlarını korumak adına, kendi
noktainazarından tamamen haklı olmak üzere, hayat alanının kalbinde başarılı ve iyi
çalışan bir işbirliği sisteminin gelişmesine izin vermemiş ve Teşkilatın kapasitesini
kontrol altında tutmayı tercih etmiştir.
KEİB’in kendinden beklenen fonksiyonları başarıyla yerine getirebileceği bir kurumsal
kapasiteye sahip olması, tamamen ABD, AB ve NATO’nun, KEİB gibi uluslararası
örgütlenmelerin gerçek amaçları konusunda Rusya Federasyonu’nu ikna etmesine bağlı
görünüyor. KEİB Teşkilatı bu haliyle, sorunlarla örülü bir coğrafyada ortak bir konuşma
platformu sağlaması bakımından önemli bir fonksiyon görmektedir. Bu nedenle
devamında fayda vardır.”
2013 yılının Kasım ayından itibaren Ukrayna’da ortaya çıkan gelişmeler (bildiride buna
Ukrayna Konjonktürü adını verilmektedir), Kırım’ın Rusya Federasyonu’na katılmasıyla
birlikte uluslararası bir sorun haline dönüşmüş, Çin ve Kazakistan’ın Rusya
Federasyonu’nun yanında yer alması ile birlikte, uluslararası ilişkiler iki kutuplu bir
dünyaya dönüş sinyalleri vermeye başlamıştır (Erol, 2014: s.2). Bu durum Karadeniz
havzasında zaten kafi derecede gerilimli olan ilişkilerin daha da kötüleşmesine yol
açmıştır.i
Bu bildiri, Ukrayna Konjonktürünün ışığında KEİB’in geleceğini tartışmaya açmakta ve
öngörmeye çalışmaktadır. Bildiri kurumcu özellikler taşıyan izlek bağımlılığı kavramını ön
plana çıkararak, KEİB’in geleceğini ağırlıklı olarak izlek bağımlılığı ekseninde
değerlendirmeye teşebbüs etmektedir.
2.Ukrayna Konjonktürü Öncesinde KEİB’in Yapısal Sorunları
Tamamen devletlerarası karakterde tasarlanan ve Geniş Karadeniz Havzasında iktisadi
işbirliğinin geliştirilmesini hedef alan KEİB tarzı yapılanmaların aşağıdaki
değerlendirmede gösterilecek olan nedenlerden dolayı başarısızlıkla yüz yüze
gelmesinin kaçınılmaz olduğu –Ukrayna Konjonktürü öncesinde- öngörülmüştü
(Bocutoğlu, 2005b):
Eski çağdan beri Karadeniz havzasında milletlerarası ticaretin hakim iktisadi faaliyet
olduğu konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Karadeniz, sınır ötesi ticaret dahil
olmak üzere milletlerarası ticaret alanında, çevresinde bulunan ülkeler arasında doğal
bir geçit görevi yapmaktadır. 17. ve 18. Yüzyıllarda Avrupa devletleri Akdeniz
havzasındaki ticareti kontrol ederken, Osmanlı İmparatorluğu Karadeniz havzasında
hakim durumdaydı. Karadeniz üzerindeki milletlerarası ticaret yollarının tek devlet
tarafından kontrolü, ticaretin gelişimini engelleyici bir rol oynamaktaydı. SSCB
döneminde Karadeniz havzasındaki Sovyet kontrolünün de milletlerarası ticareti
engelleyici bir rol oynadığı söylenebilir.
SSCB’nin çökmesinden sonra Karadeniz havzası milletlerarası ticaret ve iktisadi işbirliği
konusunda tekrar coğrafi odak noktası haline geldi.
Sovyet sisteminin beklenmedik çöküşü, Doğu Avrupa’daki eski COMECON ülkeleri ve
eski SSCB cumhuriyetleri bakımından iktisadi ve siyasi bir boşluk doğurdu. Tabiat her ne
surette olursa olsun boşluğa izin vermeyeceği için, Karadeniz havzası, hakim bölgesel ve
milletlerarası oyuncuların söz konusu boşluğu doldurmak üzere bölgeye yönelmesine yol
açtı.
25 Haziran 1992’de kurulan KEİB, söz konusu boşluğu doldurmak için girişilmiş
çabalardan biridir. KEİB Karadeniz havzasını, işgücünün, sermayenin ve malların
serbestçe dolaşabileceği bir bölgelerarası işbirliği ve ortak refah alanı haline getirmeyi
amaçlayan bir teşebbüs olarak öne çıktı. KEİB hükümetleri, parlamentoları, özel
teşebbüsü, bankacılık ve finans kesimini ve akademik-ilmi boyutları kapsayan beş sütun
üzerine yapılandırıldı.
Gelişimini kısaca özetlenen bu süreçten sonra, KEİB’in kuruluş tarihinden itibaren,
eninde sonunda kusursuz bir şekilde işlemesini engelleyen, iktisadi başarısını ve
kurumsal kapasitesini zayıflatan yapısal sorunların ortaya çıkacağı ileri sürülmüştü. Bu
öngörüyü destekleyen deliller şöyle sıralanabilir:
1. SSCB’nin dağılmasından sonra, Karadeniz havzasındaki ülkeler, bölgesel işbirliği
için yasal bir platform ve düzenleyici enstrümanlar geliştirmek ve bölgesel
politikaları gerçekleştirmek üzere bir araya geldiler. Ancak bölgenin jeostratejik
önemi milletlerarası oyuncuların ilgisini derhal Karadeniz havzasına çekti.
Avrupa Birliği’ni Karadeniz üzerinden Merkezi Asya’ya bağlayan (Doğu-Batı
Koridoru), Rusya Federasyonu’nu Karadeniz, Anadolu ve Türk Boğazları ve
Süveyş Kanalı üzerinden Akdeniz havzasına, Orta Doğuya ve Güney Yarımküreye
bağlayan (Kuzey-Güney Koridoru) Karadeniz havzasında kesişmektedir.
Karadeniz’in bu stratejik önemi nedeniyle, milletlerarası oyuncular arasında
Karadeniz havzası üzerinden süregelen adı konulmamış çıkar çatışmaları KEİB’i,
hedeflerini gerçekleştirecek sağlam bir kurumsal yapıya ve kapasiteye sahip
olmaktan alıkoyacaktır.
2. Doğu Avrupa’daki eski COMECON ülkeleri, SSCB’nin dağılmasından sonra, eski
Sovyet Cumhuriyetleri ile birlikte, merkezi planlı bir ekonomiden serbest piyasa
ekonomisine doğru ağır bir kurumsal değişim geçirmektedir. Geçiş ekonomileri
işin başında bir süre bocaladıktan sonra, iktisadi sistemlerini dönüştürmeye
karar verdiler. Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan ve üyelik yolunda bulunan
Türkiye, geçiş ekonomilerine serbest piyasa ekonomisine doğru dönüşme hedefi
bakımından iyi örnekler olarak göründü. Geçiş ekonomilerinin dönüşüm süreci
devam ederken, Karadeniz havzasında üç farklı coğrafi kümelenme ortaya çıktı.
A) Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Sırbistan ve Karadağ gibi
Avrupa Birliği alanında bulunan ülkeler gurubu, B) Türkiye, Moldova, Ukrayna ve
Rusya Federasyonu gibi ortadaki ülkeler gurubu, C) Gürcistan, Ermenistan ve
Azerbaycan gibi Güney Kafkasya ülkeleri gurubu. A gurubu ülkeler, stratejik
olarak geleceklerini genişletilmiş bir Avrupa Birliği içinde görmektedirler.
Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya Avrupa Birliği üyesi olup, Arnavutluk,
Sırbistan ve Karadağ Güneydoğu Avrupa, yani Balkanlar, ile birlikte Avrupa
Birliği’ne entegre olacaklardır. B gurubu ülkeler yol ayırımında durmaktadır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik süreci 1963 yılından beri sürmekte ve başarıyla
sonuçlanacağı şüpheli görünmektedir. Ukrayna ve Moldova Avrupa Birliği
bağlamında Avrupa’ya bakan ülkelerdir. Ukrayna’nın başvurması halinde Avrupa
Birliği’ne üye olma şansı Türkiye’den yüksektir. Rusya Federasyonu Avrupa
birliği ile iyi ilişkiler geliştirme konusunda titiz politikalar izlemekte, fakat
Avrupa Birliği ile entegrasyonu, hiç olmazsa kısa dönemde, gündemine
almamaktadır. Rusya Federasyonu’nun, dağılan SSCB’nin hayat alanını korumak
için ciddi çabalar içinde bulunduğu bir gerçektir (Minchev, 2010,2012). C gurubu
ülkelerin konumu özeldir, çünkü Güney Kafkasya doğal bir Doğu-Batı, KuzeyGüney koridoru sağladığı için milletlerarası oyuncuların çıkarları C gurubu
ülkelerinin bulunduğu coğrafya üzerinde tabii olarak çatışmaktadır. Karadeniz
havzasında yürütülecek bir iktisadi işbirliği sürecinin selameti bakımından, C
gurubu ülkeler kilit taşı konumunda bulunmakta ve daha derin bir analizi hak
etmektedir. Güvenlik ve ekonomi yakından ilintili meseleler olduğu ve iktisadi
işbirliği ve kalkınma süreci güvenli ve istikrarlı bir çevrede gelişebileceği için,
Güney Kafkasya’da barış ve istikrarın temini, sadece bölgenin iktisadi kalkınması
bakımından değil fakat aynı zamanda KEİB girişiminin başarısı bakımından da
bir sine qua non mesabesindedir. KEİB’e dahil ülkelerin gelecekleri ile ilgili
tasavvurları arasında uyuşmazlık vardır ve bu durum KEİB’in performansını ve
kurumsal kapasitesini olumsuz yönde etkileyecektir.
3. KEİB halen ister canlı ister dondurulmuş seviyede çok sayıda bölge-altı çatışma
yaşamaktadır. Moldova, Gürcistan, Azerbaycan gibi KEİB Teşkilatı üyesi ülkelerin
coğrafi bütünlüklerini bozan (Adams, Emerson, Mee and Vahl, 2002) ve onları
başarısız devlet (failed state) konumuna sokan çözülmemiş sorunlar
bulunmaktadır. Moldova ve Gürcistan toprak bütünlüğünden mahrumdur.
Azerbaycan’ın %20’si Ermenistan’ın işgali altındadır. İşin ilginç yönü, çatışan
tarafların KEİB üyesi konumunda bulunmalarıdır. Bu durum, KEİB’in amacına
uygun bir tarzda fonksiyon görmesini önleyen önemli bir faktördür.
4. KEİB’e üye ülkelerin çoğu geçiş ekonomileri adı verilen guruba dahildir. Geçiş
sürecinde, bu ülkelerde hukukun üstünlüğü/egemenliği tesis edilmiş değildir.
Kayıt dışı ekonomiler, idari suiistimal, devlet kurumlarının ele geçirilmesi ve etki
altında tutulması, Dünya Bankası’na göre, geçiş ekonomilerinin temel
karakteristiğidir (Hellman, Geraint, Kaufmann, Schankerman,2000; Hellman,
Geraint, Kaufmann,2000). Bu özelliklere sahip ülkelerin bir ekonomik işbirliği
sürecini sürdüremeyecekleri öngörülebilir.
2005 yılında yapılan bu değerlendirme, 2013 şartlarında yeniden gözden geçirildiğinde;
merkezi planlı ekonomilerden serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecinde kısmi mesafe
alındığı ve tecrübe kazanıldığı söylense de, KEİB’in iktisadi performansını ve kurumsal
kapasitesini doğrudan etkileyen, temel küresel ve bölgesel oyuncular arasında jeopolitik
konumdan kaynaklanan çatışmalar, kurumsal değişim, üyeler arası çatışmalara yol açan
etnik ve kültürel farklılıklar, Dünya Bankası’nın tespit ettiği kayıt dışı ekonomiler, idari
suiistimaller, devlet kurumlarının ele geçirilmesi ve etki altında tutulması gibi geçiş
ekonomisi karakteristikleri varlığını korumaktadır.
Bu yapısal sorunlar ortadan kaldırılmadan bu haliyle KEİB’in sağlam bir kurumsal
kapasite yaratma ve iktisadi performansını iyileştirme ihtimalinin gelecek on yıllarda da
sınırlı kalacağını öngörmek yanlış olmaz.”
3.İzlek Bağımlılığı
3.1. İzlek Bağımlılığının Tanımı ve Kapsamı
“Ergodikii olmayan ve bu nedenle geçmişinden (tarihinden) bağımsız olarak hareket
edemeyen ve izlek bağımlı sonuçlar doğuran süreçlere izlek bağımlı süreçler denildiği
gibi, izlek bağımlı rassal (stokastik) süreç, asimptotik dağılımı sürecin kendi tarihinin
sonucu (fonksiyonu) olarak gelişen süreç olarak ta tanımlanabilir” (David, 2000:s.5).
Demek ki izlek bağımlı süreçler “non-ergodik” süreçlerdir ve geçmişine (tarihine)
bağlıdır.
İzlek bağımlılığı, bir kimsenin verili şartlar altında yüz yüze geldiği kararlar kümesinin,
bireyin geçmişte verdiği kararlar tarafından nasıl sınırlandırıldığını açıklayan bir
kavramdır (Praeger,2007). Örgütsel evrim de geleneksel anlamda izlek bağımlıdır.
Çünkü gelecekteki gelişmelerin takip edeceği istikametler, geçmişteki gelişmelerde
benimsenen istikametler tarafından baştan durdurulur veya engellenir
(Nootebloom,1997:s.57).
İzlek bağımlılığı, tarihin önemli olduğunu, kurumların aşamalı evrimini izlemeden
bugünün tercihlerinin anlaşılamayacağı ve ekonomik performansın modellenmesinde
bu tercihlerin tanımlanamayacağı anlamına gelir (North, 2002: s.131). “Teknoloji ve
kurumsal değişim toplumsal ve ekonomik evrimin temel anahtarlarıdır ve her ikisi de
izlek bağımlılığının bazı özelliklerini sergilerler. Tek bir model hem kurumsal hem de
teknolojik değişimi açıklayabilir mi? Bir çok ortak noktaları olduğu kesin. Artan getiriler
ikisi için de gerekli unsurlardan biridir. İdeolojik inançlar, kararları belirleyen
modellerin öznel yapılanmasını etkilediği için oyuncuların algıları, teknolojik
değişimden çok kurumsal değişimde merkezi bir rol oynar. Formel ve enformel kısıtlar
arasındaki karmaşık iç ilişkilerden dolayı, kurumsal bağlamda tercihler çok daha fazla
yönlüdür. Sonuç olarak hem kilitlenme hem de izlek bağımlılığı, kurumlar örneğinde
teknoloji örneğinde olduğundan çok daha karmaşık gibi gözükmektedir. Siyasi bünye ve
ekonomi arasındaki karşılıklı etkileşim, kurumsal değişimi etkileyebilecek çok sayıda
oyuncunun değişen derecelerde pazarlık gücü ve çok sayıda enformel kısıtlamanın inatla
ayakta kalmasının ardında yatan kültürel mirasın rolü gibi unsurların hepsi bu karmaşık
yapıya katkıda bulunuyor gibi gözükmektedir... Uzun dönemli ekonomik değişim,
doğrudan ve dolaylı olarak (dışsal etkilerle) performansı biçimlendiren ekonomik ve
siyasi girişimcilerin sayılamayacak kadar çok kısa dönemli kararlarının kümülatif
sonucudur. Yapılan tercihler girişimcilerin çevreye ilişkin öznel modellerini yansıtır. Bu
nedenle, sonuçların başlangıçtaki niyetle örtüşme derecesi, girişimcinin modelinin ne
kadar doğru bir model olduğunu yansıtacaktır. Modeller fikirleri, ideolojileri ve inançları
yansıttığı ve bu fikirler, ideolojiler ve inançlar en iyi durumda uygulanan politikaların
gerçek sonuçlarına ilişkin geri besleme sistemiyle ancak kısmen inceltilip geliştirildiği için,
belli bazı politikaların sonuçları sadece belirsiz değil, aynı zamanda önemli bir oranda da
kestirilemezdir. Tarihte ve günümüzde siyasi ve ekonomik tercihlerin şöyle bir
incelenmesi bile, niyetler ve sonuçlar arasında derin bir uçurum olduğunu gösterecektir.
Belli kısa dönemli izlekler kestirilemez, ancak kurumsal matrisin artan getiri özelliği ve
oyuncuların bunu tamamlayan öznel modelleri, uzun dönemde takip edilen izleğin çok
daha belirli ve çok daha zor geri döndürülebilir olduğu hissini uyandırmaktadır” (North,
2002: s. 135-136).
Mahoney bütün izlek bağımlılığı analizlerinin üç tanımsal özelliği bulunduğunu ileri
sürmektedir (Mahoney,2000: s.510):
1. İlk olarak izlek bağımlı analiz, tarihi bakımdan ardışık olan toplam dönemlerin
ilk aşamalarında yer alan olaylara son derece duyarlı olan nedensellik ilişkilerini
inceler.
2. İkinci olarak, ardışık bir süreçte, başlangıçtaki olaylar tesadüfi olgulardır ve
başlangıç şartları veya daha önceki olaylar temelinde açıklanamaz. İzlek
bağımlılığı öyle bir sistemin özelliğidir ki bir zaman dilimi boyunca ortaya çıkan
sonuçlar, belirli her hangi bir başlangıç şartları kümesi tarafından belirlenmez.
İzlek bağımlılığı gösteren bir sistem, sonuçların rassal olarak başlangıç şartları ile
ilişkili olduğu bir sistemdir. Bir başka ifade ile tarihin herhangi bir döneminde
belirli bir başlangıç şartları kümesi, tarihin bir başka döneminde aynen sağlansa
bile, bir önceki örnekteki sonuçların aynısını doğurur denemez.
3. Nihayet, rassal tarihi bir olay ortaya çıkınca, izlek bağımlı zaman dilimi, göreceli
olarak deterministik nedensel kalıplar veya inertia şeklinde kendini gösterir.
İnertia’dan kasıt şudur: Tarihi süreç bir kere harekete geçip belirli bir sonucu
izlemeye başlayınca, söz konusu süreç aynı yönde hareket etme eğilimi içine girer
ve söz konusu sonucu izlemeye devam eder.
Page, tanımı son derece karmaşık ve yanlış anlaşılmaya müsait olan izlek bağımlılığı
kavramını basitleştirip, anlaşılır bir şekle sokmak için dinamik süreçler başlığı altında
bağımsız süreçler, durum (state) bağımlı süreçler, phat bağımlı süreçler ve izlek (path)
bağımlı süreçler kavramlarını tanımlar. Herhangi bir dönemdeki sonuç, geçmiş
sonuçlara veya zaman periyoduna dayanmıyorsa bağımsız süreç; herhangi bir
dönemdeki sonuç, sadece o dönemdeki sürecin durumuna bağlı ise durum bağımlı süreç;
herhangi bir dönemdeki sonuç, tarihe dayanıyor fakat olayların zaman içindeki oluş
sırasına dayanmıyor ise phat bağımlı süreç; herhangi bir dönemdeki sonuç, hem tarihe
hem de tarihsel olayların zaman içindeki oluş sırasına dayanıyor ise, söz konusu dinamik
sürece izlek bağımlı süreç adını alır (Page,2006:ss.91-97).
Page aynı zamanda sonuç bağımlı ve denge bağımlı dinamik süreçler ayırımı da yapar. t=
zamanı, xt= t zamanda ortaya çıkan sonucu, T= tarihi, ht= T-1 dönemindeki bütün xt
sonuçlarının bileşimini ve Gt sonuç fonksiyonunu göstermek üzere,
x t+1 = Gt (ht)
yazılabilir. Tarih, t zamanda ortaya çıkan sonucu (xt) belirlemede etkin ise sonuç bağımlı
bir dinamik süreç; sonuçlar üzerindeki uzun dönem denge dağılımı, geçmiş sonuçlara
dayanıyorsa denge bağımlı bir dinamik süreç söz konusudur. Aslında denge bağımlılığı,
sonuç bağımlılığına da tekabül etmektedir. Sonuçlar üzerindeki denge dağılımı geçmişe
dayanıyorsa, bireysel zaman dönemlerindeki sonuçlar da geçmişe dayanmalıdır
(Page,2006:ss.92-93).
İzlek bağımlılığı, davranışsal alışkanlıklar, sosyal bağlar veya bir kurum etrafında bilişsel
yapıların birikmesine, oluşumuna ve yığılmasına gerek duyar (Page,2006: s. 89). İzlek
bağımlılığı hem deterministik hem de stokastik tarzda tanımlanabilmekle birlikte
(David,2006:s.6), gelecek deterministik değildir, stokastiktir ve tarihsel olarak alınan ilk
kararlara doğru yanlıdır (Page,2006:s.91). Bununla birlikte başlangıç şartlarının tesadüfi
olduğu kabulü yapılmak şartıyla, izlek bağımlılığının deterministik olarak analizi de
mümkündür.
Bununla birlikte izlek bağımlılığı, “tarih önemlidir” veya “geçmiş geleceği etkiler”
ifadelerinden biraz daha farklıdır ve karmaşıktır (Mahoney, 2000:s.507). Tarihçi
sosyologların yürüttüğü izlek bağımlılığı çalışmalarına iki ardışıklık türü hakimdir.
1. İlk olarak bazı izlek bağımlılığı araştırmacıları, verili bir kurumsal kalıbın ilk kez
ortaya çıkması ile uzun dönemde kendini yeniden üretmesi olguları tarafından
karakterize edilen, kendi kendini güçlendiren ardışıklığı inceler. Kendi kendini
güçlendiren ardışıklık kendisini sıklıkla, iktisatçıların artan getiriler olarak
nitelediği durum olarak gösterir. Artan getiriler durumunda, bir kurumsal kalıp –
bir kere benimsenince- benimseme süresince artan getirilere yol açar ve zaman
içinde benimsenen kalıbı dönüştürmek ve daha önce elde bulunan seçenekler
mevcut seçenekten daha etkin olsa bile, etkin seçeneklere dönmek giderek
zorlaşır (Mahoney,2000:s.508).
2. İkinci olarak izlek bağımlılığı araştırmaları reaktif ardışıklığı inceler. Reaktif
ardışıklık, zamana göre sıralı ve nedensel olarak birbirine bağlı olaylar zinciridir.
Bu ardışıklığa reaktif denilmesinin nedeni, ardışık süreçte yer alan her olayın,
zamana göre sıralı bir önceki olaya tepki olarak ortaya çıkmasıdır. Böylece
zamana bağlı olaylar zincirindeki her adım, bir önceki adıma bağımlıdır. Reaktif
ardışıklıkta, dizilimdeki nihai olay, tipik olarak incelene sonuçtur ve toplam
olaylar zinciri, bu sonuca ulaştıran bir yol gibi görülebilir. Reaktif ardışıklığın
özel bir izlek bağımlılığı yolu takip etmesi için, zinciri harekete geçiren tarihi
olayın tesadüfi özellik taşıması gerekir (Mahoney,2000:s.509).
3.2.Kendi Kendini Güçlendiren İzlek Bağımlılığı Yaklaşımı
Bu bildiride kullanılan analitik bir alet olması bakımından, kendi kendini güçlendiren
izlek bağımlılığı yaklaşımını biraz açmakta fayda vardır (Mahoney,2000: ss. 513-517).
Kendi kendini güçlendiren ardışıklıkta, kurumların ilk ortaya çıktıkları dönemdeki
‘kritik bağlantı noktasına’ vurgu yapılır. Kritik bağlantı noktası, iki veya daha fazla
seçenek arasından belirli bir kurumsal seçeneğin tercih edilmesi ile ortaya çıkan
süreçteki ikinci adımı oluşturur. Bağlantının kritik olmasının sebebi, birinci adımda fazla
sayıda seçenek arasından biri seçildikten sonra, bu tercihten vazgeçip diğer tercihlere
dönmenin giderek zorlaşmasıdır. Tarih sosyologları, başlangıç şartlarında eğer farklı bir
tercihte bulunulmuş olsaydı, tarihin hangi yönde gelişeceği ve hangi sonuçların ortaya
çıkabileceği konularında spekülasyon yapmak amacıyla, kritik bağlantı noktası
kavramını kullanırlar.
İzlek bağımlı yapıda, seçenekler arasındaki tercih süreci, kendini “tesadüfilik” özelliği ile
gösterir. Tesadüfilik; ister deterministik isterse probabilistik karakterli olsun herhangi
bir teorinin, belirli bir sonucun ortaya çıkmasını öngörme ve açıklama kabiliyetine sahip
olamayacağı anlamına gelir. Nedensellik sürecinin nasıl çalıştığı konusundaki teorik
anlayış veri olmak üzere, tesadüfi olay, ortaya çıkması beklenmeyen bir olgudur.
Durumu aşağıdaki şekil yardımı ile daha iyi açıklayabiliriz.
ZAMAN
1
• BAŞLANGIÇ
ŞARTLARI
• A SEÇENEĞİ, B
SEÇENEĞİ, C
SEÇENEĞİ
ZAMAN
2
• KRİTİK BAĞLANTI
NOKTASI
• B SEÇENEĞİ TERCİH
EDİLDİ.
ZAMAN
3
• B SEÇENEĞİ KENDİ
KENDİNİ
GÜÇLENDİRİR.
• B,B,B,B,B,B,B,B,B,B,B,
Şekildeki Zaman 1, başlangıç şartlarının oluşturulduğu dönemi temsil etmektedir.
Zaman 1’de A, B, C gibi üç seçeneğin bulunduğu görülmektedir. Eğer bu seçenekler
kurumları temsil ediyorsa, hangi kurumun tesis edileceğine bu aşamada karar
verilecektir. İzlek bağımlılığı yaklaşımına göre, ister deterministik isterse stokastik
karakterli olsun hiç bir teori bu aşamada yapılacak tercihin ne olacağını öngöremez ve
açıklayamaz.
Zaman 2, kritik bağlantı noktasını göstermektedir ki bu dönemde artık tercih yapılmış,
hangi kurumun seçileceği belirlenmiştir. Örnekte B Seçeneği, diğer alternatiflere tercih
edilmiştir. Bu seçim tesadüfi bir olaydır.
Zaman 3, izlek bağımlılığının kendi kendini güçlendirme dönemine karşılık gelmektedir.
B seçeneğinin tercih edilmesi, başlangıç aşamasında B seçeneğinin alternatiflerine göre
avantajlı olduğunu gösterir ve B seçeneği zaman içinde kendi kendini güçlendirerek, geri
dönüşü zor bir yola girer.
Şekil tesadüflerin kendi kendini güçlendirici izlekteki rolünü sembolik olarak
göstermektedir. Bu örnekte Zaman 1’de tercih edilebilecek A, B ve C gibi üç seçenek
mevcuttur. Zaman 1’deki başlangıç şartlarının temelinde, herhangi bir seçeneğin tercih
edilmesi (örnekte B seçeneği) öngörülemez ve açıklanamaz. Bu seçeneğin başlangıçta
tercih edilmesi tamamen tesadüfi bir olaydır. İzlek bağımlılığı yaklaşımına göre, B
seçeneği bir kere tercih edilince, gelen zaman boyunca istikrarlı olarak yeniden
üretilmektedir.
Güncel araştırma geleneğinde sosyal analizci, açıklanması mevcut teorinin kapsama
alanı dışına düşen olayları tesadüfi olarak kabul eder. Bu tür sonuçları değerlendirmek
üzere özel olarak geliştirilen bir teorinin tahminlerine uymayan olaylar da tesadüfi
olaylar başlığı altında değerlendirilir.
İktisatta izlek bağımlılığı yaklaşımının temel özelliği, başlangıçtaki tercih sürecinin,
Neo-klasik teorinin aksine, tesadüfi varsayılmasıdır. Başlangıçtaki tercihin tesadüfi
olması varsayımı olmaksızın, izlek bağımlılığı süreci “örgörülemezlik” ve “etkinsizlik”
özellikleri ile ilişkilendirilemez. Bu durum izlek bağımlılığı yaklaşımının Neo-klasik
analize alternatif olma iddiasının temelinde yatan bir özelliktir. Çünkü neoklasik
iktisatta, tam bilgi varsayımı nedeniyle öngörülemezliğe ve Pareto optimumu ilkesi
nedeniyle de etkinsizliğe yer yoktur. Halbuki gerçek hayat öngörülemezlik ve
etkinsizliklerle doldur.
İzlek bağımlılığı yaklaşımında, bir kurumun yeniden üretilme sebepleri ile bir kurumun
ilk kez kurulma sebepleri birbirinden farklıdır. İzlek bağımlı süreçler, bir kurumun ilk
kez kurulmasına yol açan etkenlerin bulunmaması durumunda bile mevcuttur.
Kurumların ilk kuruluş dönemlerinin aksine, ki bunlar teorik beklentilere göre tamamen
tesadüfidir, kurumsal yeniden üretim sürecine hakim olan mekanizmalar öylesine
etkindir ki, tercih edilmiş bir kurumsal kalıbın dışına çıkmayı engeller, adeta bu
kurumları kendi kendini güçlendirici yönde kilitler.
3.3.Rusya’nın Kurumsal Değişiminde İzlek Bağımlılığı
Bu bildiride Rusya Federasyonu’nun uluslararası işbirliği alanında ve Ukrayna
Konjontüründe takip ettiği politikaların, kendi kendini güçlendiren izlek bağımlı
kurumlara dayalı olduğu hipotezi ileri sürüldüğü için, analizde kullanılan izlek bağımlı
yaklaşımın özelliklerinin belirtilmesi gerekir. Analizde kullanılan izlek bağımlılığı
yaklaşımı eklektik özellikler taşımakta olup, tarih sosyologlarının ortaya koyduğu kendi
kendini güçlendirici ardışıklığa dayanan izlek bağımlılığı sürecini içermektedir.
Tesadüfi başlangıç şartlarının yol açtığı izlek bağımlılığı, olayların tarih sırasını da
dikkate alarak, zaman içinde deterministik tarzda kendi kendini güçlendirici bir yapı
kazandığı için, geri dönülemeyecek sonuçlara yol açmakta, Rusya’nın hareketlerini
sınırlamakta ve manevra alanını daraltmaktadır.
“Rusya’nın Avrupa sahnesinde bir büyük güç olarak çıkışının nasıl beklenmedik bir olay
olduğunu anlamak için özel bir çaba harcamak gerekir” (Roberts,2010: s.365). Roberts’in
bu ifadesi, Rusya’nın kurumsal yapılanmasının başlangıcında tesadüfi bir şokun yattığını
ileri sürmektedir. MÖ 2000 yıllarında Karpatların doğusuna yerleşen, 10. Yüzyıla kadar
Bulgarların slavlaşması ile birlikte Balkanlara hakim olan ve daha sonra Kiev Knezliğini
kuran slavların uluslararası bir güç haline dönüşme öyküsü ilginçtir. Moğolların 1240
yılında Kiev’i zapt etmesiyle gerileyen Knezlik, Altın Orda Devletinin parçalanması ve
Litvanya’nın çökmesinden sonra, 1547’de Bütün Rusya’nın Çarı unvanı ile taç giyen IV.
İvan (Korkunç İvan) ile bir uluslararası güç olma sürecine girmiştir. Korkunç İvan ile
başlayan süreç, 1682 yılında tahta çıkan I. Petro (Büyük, Deli) ve 1762’de tahta çıkan II.
Katerina (Büyük) ile Rusya İmparatorluğunun bir dünya gücü olmasıyla sonuçlandı.
Rusya İmparatorluğunun 1917 Bolşevik İhtilali ile yıkılmasıyla ortaya çıkan SSCB,
imparatorluktan tek partili cumhuriyete formel bir dönüş yapmış olmakla birlikte,
enformel olarak imparatorluğun zihniyeti ve kurumsal yapısı muhafaza edildi. 8 Aralık
1991’de Minsk’te bir araya gelen Rusya, Ukrayna ve Belarus liderleri SSCB’nin sona
erdiğini ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulduğunu duyurduklarında da Rus
imparatorluk zihniyeti ve kurumsal yapısı aynen muhafaza edilmişti (Roberts,2010: ss.
151, 217, 219, 267, 365, 375, 608, 752).
1991-1999 arasındaki 8 yıllık çalkantılı bir geçiş döneminden sonra Rusya Federasyonu,
1999 yılından beri Başbakan ve Devlet Başkanı olarak görev yapan Vladimir Putin
önderliğinde tekrar toparlanma sürecine girdi. Ukrayna Konjonktüründen sonra Rusya
Federasyonu’nun Çarlık-SSCB karması bir imparatorluk siyasetine döndüğü düşüncesi
yaygındır. Nitekim Putin’in 2012 tarihli bir konuşmasında yer alan ifadeler, bu
düşünceyi doğrular niteliktedir (Galeotti ve Bowen, 2014): “Milli şuuru canlandırabilmek
için, tarihi dönemlerimizi birbiri ile ilişkilendirmeye, Rusya’nın 1917’de veya 1991’de
kurulmadığı, 1000 yılı aşkın bir döneme yayılan genel ve sürekli bir tarihe sahip olduğu
temel gerçeğini anlamaya çalışmalıyız. Milli kalkınmada ihtiyaç duyduğumuz içsel gücü ve
amacı bulmak için bu temel gerçeğe dayanmalıyız”.
Rusya Federasyonu’nun uluslararası işbirliği alanında ve Ukrayna Konjonktüründe takip
ettiği politikaların, tesadüfi bir süreç olarak IV. İvan ile başlayan ve I. Petro-II. KaterinaSSCB-BDT-Rusya Federasyonu (Vladimir Putin) çizgisinde kendi kendini güçlendiren
izlek bağımlı kurumlara dayalı olduğu hipotezini aşağıdaki şekil yardımı ile göstermek
mümkündür.
ZAMAN
1
• A SEÇENEĞİ:
MAHALLİ GÜÇ
• B SEÇENEĞİ:
BÖLGESEL GÜÇ
• C SEÇENEĞİ:
ULUSLARARASI GÜÇ
ZAMAN
2
• C SEÇENEĞİ SEÇİLDİ.
• KURUMSAL YAPI C
SEÇENEĞİNE GÖRE
OLUŞTURULDU
ZAMAN
3
• KURUMSAL YAPI C
SEÇENEĞİNE GÖRE
ÇARLIK-SSCBBAĞIMSIZ
DEVLETLER
TOPLULUĞU-RUSYA
FEDERASYONU
(PUTİN) İZLEĞİNDE
KENDİ KENDİNİ
GÜÇLENDİRDİ.
• KURUMLARIN FORMU
DEĞİŞTİ ÖZÜ AYNI
KALDI.
Bu şekilden çıkarılacak sonuç şu olabilir: Rusya’nın askeri, siyasi, iktisadi, teknolojik vb.
alanlarda dış ilişkilerini düzenlemek üzere tesis ettiği kurumlar, deterministik tarzda
kendi kendini güçlendiren izlek bağımlı bir yapıya sahip olduğu için, bu alandaki
gelişmelere verdiği tepkiler izlek bağımlı süreçler tarafından belirlenmektedir. Bu
nedenle, şartların değişmesi ile Rusya’nın kurumsal yapısında formel değişiklikler
ortaya çıkmakla birlikte, kurumsal yapının özü güçlenerek aynı kalmaktadır. Be tespitin
yol açacağı sonuçlar aşağıda değerlendirilmektedir.
5.Analiz, Genel Değerlendirme ve Sonuçlar
Teorilerin çizdiği çerçevenin dışındaki gerçek dünyada, milletlerarası münasebetlerde ülkeler
eşit ağırlık taşımıyor. Bazı ülkeler oyun kurucu konumda bulunuyor, diğerleri de kapasiteleri
ölçüsünde oyun kurucu ülkelerin belirlediği kurallar dahilinde oyuna katılıyor. Sayıları ancak
bir elin parmaklarını geçecek sayıda olan oyun kurucu ülkeler, Huntington’un medeniyetler
çatışması tezinde yer aldığı şekliyle (Huntington, 2005) kuralları koyuyor. Bazı ülkeler de
oyunun kurallarına uyum göstermeye çalışmakla birlikte, ya mevcut medeniyet alanları içinde
sivrilmeye veya eski medeniyet alanını toparlamaya çalışıyor. Bu sınıflamaya göre Rusya’nın
oyun kurucu bir ülke olduğu söylenebilir. Oyun kurucu ülkelerin kurumsal yapıları, oyunun
kurullarına uyum göstermeye çalışan ülkelerin kurumsal yapılarından farklı olmalıdır. Oyun
kurucu bir ülke olarak Rusya’nın kurumsal gelişimi, deterministik tarzda kendi kendini
güçlendirici bir izlek bağımlılığı süreci içinde şekillenmekte ve kurumlarının formel yapıları
değişse bile özü güçlenerek aynı kalmaktadır. Bu nedenle Rusya’nın, çarlık-SSCB-Bağımsız
Devletler Topluluğu-Rusya Federasyonu izleğindeki hedeflerinden vazgeçtiği
söylenemez. Rusya, anakarasının kalbinde yer alan Geniş Karadeniz Havzasında, amacı
ne kadar yapıcı olursa olsun KEİB gibi yapılanmaların kendi kontrolü dışında
yeşermesine izin vermeyeceği tabiidir.
Rusya Federasyonu, Türkiye’nin başlattığı -kuşkusuz arkasında ABD, AB ve NATO
desteğinin zımnen bulunduğunu varsayılması gereken- KEİB girişimine karşı
çıkmaktansa, onun gelişimini kontrol altında tutmayı ve gereğinde bloke etmeyi
planlamış olmalıdır. Çünkü Geniş Karadeniz Havzası bir kere ABD, AB ve NATO
inisiyatifinin kontrolüne düştükten sonra, Rusya Federasyonu’nun her ne isim altında
olursa olsun toparlanması, hayat alanını tekrar kontrol altına alması ve stratejik
hedeflerini gerçekleştirmesi beklenemez. Bu nedenle KEİB Teşkilatının sözleşmesini
imzalarken, girişimi başlatan ikinci ve üçüncü tarafların niyetlerini tam olarak
bilemediği, eksik bilgi sahibi konumunda olduğu için, KEİB’in amaçlarını
gerçekleştirecek kurumsal kapasitesini zayıflatacak bir eksik sözleşmenin ortaya çıkması
için çaba harcamış olmalıdır. İçinde Rusya Federasyonu’nun yer almadığı herhangi bir
Geniş Karadeniz Havzası işbirliği girişiminin başarılı olamayacağının farkında olan
Rusya Federasyonu’nun, havzada kurumsal kapasitesi yüksek bir işbirliği teşkilatının
hayata geçirilmesine izin vermeyen, yaptırımlardan uzak bir eksik sözleşmeye imza
atmış olması kabulü akıl aykırı görünmüyor. Söz konusu eksik sözleşmenin zaman
içinde sorunlar çıkarması, sosyal ve iktisadi maliyet artışlarına yol açarak zaafa
uğraması amaca uygun görünüyor. Buna göre KEİB Teşkilatının zayıf iktisadi
performansı ve zayıf kurumsal kapasitesinin sorumlusu Rusya Federasyonu’dur. Rusya
Federasyonu milli çıkarlarını korumak adına, kendi noktainazarından tamamen haklı
olmak üzere, hayat alanının kalbinde ve “kendi kontrolünün dışında” başarılı ve iyi
çalışan bir işbirliği sisteminin gelişmesine izin vermemiş ve Teşkilatın kapasitesini
kontrol altında tutmayı tercih etmiştir.
Ukrayna Konjonktüründe Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’daki gelişmelere dayalı
olarak uluslararası topluma verdiği tepki tamamen deterministik kurumsal izlek bağımlı
karakterde olup, KEİB Teşkilatına verdiği “politik” tepkinin “silahlı” türüdür. Geniş
Karadeniz Havzasında izlek bağımlı kurumsal yapılara sahip oyun kurucu ülkelerin
birbirlerinin gücünü sınadıklarını söylemek mümkündür. Rusya Federasyonu’nun ABD,
AB ve NATO’yu da karşısına almaktan çekinmediği Ukrayna Konjonktüründe,
oluşumunda zımni olarak ABD, AB ve NATO desteğinin bulunduğu KEİB Teşkilatının
geleceğini bloke ettiği görülmektedir. Ukrayna Konjonktüründen sonra, mevcut
yapısıyla, KEİB’in herhangi bir geleceğinin olmadığı ve hatta de facto olarak ortadan
kalktığı söylenebilir.
5.Kaynakça
Adams, T., Emerson, M., Mee, L., Vahl, M., (2002), Europe’s Black Sea Dimension, Center
for European Policy Studies, Brussels.
Angeliki, N., (2009), The Black Sea Economic Cooperation (BSEC): As a Determinant and
Multilateral Factor in the Black Sea Region and European Uninon, MA Dissertation,
Department of Balkan, Slavic and Oriental Studies, University of Macedonia.
Basılgan, M., (2010), “ Alman Tarihçi Okulu’nun Joseph Alois Schumpeter Üzerine Etkisi”,
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 65-3.
Bocutoğlu, E., Çelik, K., (2000), “The Effects of Russian Economic Crisis on Turkish
Economy: A Brief Assessment”, Journal of Qafqaz University, Vol. III, Number 1., Baku.
Bocutoğlu, E. Çelik, K., (2002), “A Retrospective and Prospective Approach to the Crossborder Economic Relations of Turkey with the Russian Federation and the Southern
Caucasian States: Possibilities and Challenges”, Workshop on Turkey at the Crossroads of
Commercial Routes: Cross-border Economic Relations, French Institute of Anatolian
Studies, Georges Dumézil Institute, 15 March 2002, İstanbul.
Bocutoğlu, E., (2005a), “BSEC’s Caucasian Dimension: EU and UN Efforts for Peace and
Stability in the Southern Caucasus”, The Second International Silk Road Symposium,
BSEC Studies, organized by Georgian Ministry of Economy, Georgian Academy of
Sciences and International Black Sea University, 6-7 May, Tbilisi, 2005.
Bocutoğlu, E., (2005b), “The Lessons from Black Sea Economic Cooperation (BSEC)
Experience and the Need for a New Approach to Security and Cooperation in the Black Sea
Region”, Conference on the Black Sea Region: Setting a Safe Course on Democracy and
Development, organized by South Caucasus Institute of Regional Security, Der Standard
and Haus Wittgenstein Bulgarisches Kulturinstitut, 27 November-1 December, Vienna,
2005.
Bocutoğlu, E., (2006a), “Economic Conflicts in the Black Sea Region in the Post Cold War
Era”, The Second Meeting of Black Sea Commission on Conflict Resolutions and South
Caucasus Institute of Regional Security, Tbilisi.
Bocutoğlu, E., Koçer,G., (2006b), “The Black Sea Security: Is There a Role for BSEC?”,
Romanian Journal of International Studies, Quarterly Published by EURISC Foundation,
Romanian Institute of International Studies (IRSI), Bucharest, 2006.
Bocutoğlu, E., (2009), “Krizin Makro İktisadından Makro İktisadın Krizine: Eleştirel Bir
Değerlendirme”, Uluslararası Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 31 Ekim- 1 Kasım
2009, Yalova.
Bocutoğlu, E., (2012), İktisadi Düşünceler Tarihi, (2. Baskı), Murathan Yayınevi, Trabzon.
Bocutoğlu, E.,(2013a), “Türkiye’nin Dış Ticaret Açığı Sorununun Çözümünde Kobilerin
Rolü”, TÜMSİAD Uluslararası Kobi Şurası, 12-15 Eylül 2013, İstanbul.
Bocutoğlu, E., (2013b), “Kuruluşunun 21. Yılında Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Teşkilatı’nın Zayıf İktisadi Performansı ve Kurumsal Kapasitesi Hakkında Heterodoks Bir
Değerlendirme”, 17. Ulusal İktisat Sempozyumu, Türkiye Ekonomi Kurumu ve Atatürk
Üniversitesi İİBF, Cari Açık Enerji Sektörü ve Ortadoğu ve Asya Ülkeleri ile Ekonomik
İlişkiler, 24-25 Ekim 2013, Erzurum.
Çetin, T., (2012), “Yeni Kurumsal İktisat”, Sosyoloji Konferansları, No: 45 (2012/1).
David, A.P.,(2000), “Path Dependence, Its Critics and Quest for Historical Economics”,
economics.ouls.ac.uk/12448/1/0502003.pdf
David, A.P., (2006), “Path Dependence- A Foundational Concept for Historical Social
Science”, ecohst.history.ox.ac.uk/readings/David-pathdependent206.pdf
Erol, M.S.,(2014), “Ukrayna-Kırım Krizi Ya Da İkinci Yalta Süreci”, Karadeniz
Araştırmaları, Sayı: 41, 2014.
Finkel, C., (2007), Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı: Osmanlı İmparatorluğunun Öyküsü
1300-1923, Timaş yayınları, İstanbul.
Fukuyama, Francis, (1992) The End of History And The Last Man, New York: Free Press.
Galeotti, M. Ve Bowen, A.S., (2014), “Putin’s Empire of Mind”, Foreign Power, 12 Nisan
2014. www.foreignpolicy.com
Güler, E., (2012), “Geçiş Ekonomileri ve Yeni Kurumsal İktisat’ın Yeniden Yükselişi”, Doğuş
Üniversitesi Dergisi, 13(1).
Helmann, J.S., Geraint, J., Kaufmann, D., Schankermann, M., (2000), “Measuring
Governance, Corruption, and State Capture: How Firms and Bureaucrats Shape the
Business Environment in Transition Economies”, World Bank, Policy Research Working
Paper, No. 2312.
Helmann, J.S., Geraint, J., Kaufmann, D.,(2000), “Seize the State, Seize the Day: State
Capture, Corruption and Influence in Transition”, The World Bank, Policy Research
Working Paper, No. 2444.
Huntington, S.P., (2005), Medeniyetler Çatışması, (10. Baskı), Vadi yayınları/Toplum
Dizisi, Ankara.
Lawson, T., (2006), “The Nature of Heterodox Economics”, Cambridge Journal of
Economics, 30(4).
Kama, Ö., (2011), “Yeni Kurumsal İktisat Okulunun Temelleri”, Gazi Üniversitesi İİBF
Dergisi, 13/2.
Mahoney, J., (2000), “Path Dependence in Historical Sociology”, Theory and Society,
Vol:29, No.4.
Minchev, O., (2010), “Russia and Euro-Atlantic World: Bilateral Resetting or Geopolitical
Reshaping”, Institute for Regional and International Studies, (June 3, 2010).
Minchev, O., (2011), “The Black Sea Region: Strategic Balance and Policy Agenda”,
Institute for Regional and International Studies, (November 18, 2011).
Nootebloom, B.,(1997), “Path Dependence of Knowledge: Implications for the Theory of
the Firm”, Evolutionary Economics and Path Dependence içinde, Edward Elgar,
Cheltenham.
North, D., (2002), Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, Sabancı
Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
Page, E.S., (2006), “Path Dependence”, Quarterly Journal of Political Science, 2006/1.
Praeger, D., (2007), “Our Love of Sewers: A Lesson in Path Dependence”, Daily Cos.
Roberts, J.M., (2010), Avrupa Tarihi, İnkılap Kitabevi, İstanbul.
Sayan, S., (2005), “The Effects of the BSEC on Regional Trade Flows”, Agora without
Frontiers, Vol: 10 (4).
Tezkan, Y.,(2001), “Rusya Federasyonu’nun Milli Güvenlik Konsepti”, Kadim Komşumuz
Yeni Rusya içinde, Ülke Kitapları:9.
Tezkan, Y.,(2001), “Rusya Federasyonu’nun Dış Politika Konsepti”, Kadim Komşumuz Yeni
Rusya içinde, Ülke Kitapları:9.
Tsardanidis, C., (2005), “The BSEC: From New Regionalism to Inter-regionalism?”, Agora
without Frontiers, Vol: 10 (4).
iBu
bildirinin yazarının, Ukrayna krizinin Kırım’ın Rusya Federasyonuna katılması ile sonuçlanması
üzerine hazırladığı basın bildirisi (19 Mart 2013) şöyledir:
“Küresel Sermaye Rusya Federasyonunun sinir uçları ile oynamaktan vazgeçmelidir: Küresel sermayenin
Ukrayna’yı Batı Bloğuna dahil etme teşebbüsü, Kırım’ın Rusya’ya katılması ile sonuçlandı. Her ne kadar
Rusya Federasyonu Başkanı Putin, Doğu Ukrayna’daki Rus nüfusu üzerinde şimdilik hak iddia
etmeyeceklerini açıklamış ise de, böyle bir ihtimalin daima namludaki mermi gibi sessizce beklediğini
akılda tutmak gerekir.
Sivil bir ayaklanma ile Ukrayna’yı Batı Bloğuna dahil etmeyi planlayan küresel sermaye, bu teşebbüsünün
Kırım’ın Rusya Federasyonu’na katılımıyla sonuçlanacağını ve Doğu Ukrayna’nın potansiyel bir tehdit
altına gireceğini öngörmüş müdür? Bu soruya ne tür bir cevap verilirse verilsin, küresel sermayenin
halkları kışkırttığı, fakat son tahlilde, arkasında duramadığı aşikardır. Anglo-Amerikan dünyası, Avrupa
Birliği ve NATO; Ukrayna konusunda, fikir birliği içinde değildir. Rusya Federasyonu’nun Almanya ve Çin’i
ikna ettikten sonra Kırım adımını attığı öngörülebilir. Rus-Alman ilişkileri göründüğünden daha derin
olmalıdır. Kara Avrupa’sının ve Avrupa Birliği’nin patronunun Almanya olduğu bir realitedir.
Orta ve Kuzey Afrika, Orta Doğu, Pakistan, Bangladeş, Afganistan ve Endonezya gibi medeniyeti sahipsiz
olan memleketlerde fikir birliği içinde, cür’etle ve sür’atle operasyonlar yürüten küresel sermaye, tıpkı
Gürcistan’da olduğu gibi Ukrayna’da da parçalı ve düşük bir profil verecek ve sessizliğini koruyacaktır.
Sanki Ukrayna senaryosu Kırımı Rusya Federasyonuna terk etmek üzerine kurulu gibidir. Eğer bu
ihtimalde hakikat payı varsa, küresel sermaye Kırım karşılığında Rusya Federasyonundan nasıl bir taviz
koparmıştır? Eğer vizyona konan bu gösteri, “Kırımı al, Ukrayna’yı ver!” operasyonu ise, göstermelik ağız
dalaşı ve tehditler ile küresel ekonomiyi germeye gerek yoktur.
Küresel sermaye, sorunlu bölgelerinden ayıklanmış bir Ukrayna’yı Avrupa Birliği’ne almayı düşünüyor ise,
Türkiye için de benzer niyetleri var mıdır? Bu soru üzerinde derinliğine düşünmek gerekir.
Federal Rezerv Bankasının eski başkanı Alan Greenspan, Ukrayna konusunda silahlı müdahale yerine,
Rusya Federasyonu ekonomisinin finansal bir kriz ile yıkılmasını önerdi. Washington Konsensüsünün
finansal küreselleşme ile aldığı yeni istikametin hedefinde, gereğinde ülkeleri finansal krizler ile
çökertmek te bulunmakta ise Türkiye dahil yükselen BRIC ekonomilerinin, finansal küreselleşme
karşısında daha dikkatli olmaları gerekir.
Küresel sermaye, Rusya Federasyonu’nun sinir uçları ile oynamaktan vazgeçmelidir. Bu tutum Rusya
Federasyonu’nu daha agresif politikalara itmekten başka bir amaca hizmet etmeyecek, Rusya’nın Kırım’a
müdahalesi öncesindeki status quo ile elde edilen kazanımları tehdit edecektir.
Olan Kırım Kıpçaklarına olmuştur. Uzun ve meşakkatli mücadelelerle elde ettikleri kazanımların geleceği
belirsizdir. Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası ittifaklarla birlikte hareket etmesi tabiatıyla dış
politikasının gereğidir. Bununla birlikte, Ukrayna ve Kırım konusunda Türkiye’nin NATO ile Rusya
Federasyonu arasında dengeli bir politika izlemesi şarttır. Suriye konusunda Türkiye’nin önce sıfır sorun
politikasından sapmaya zorlanması ve sonra yalnız bırakılması tecrübesi dikkate alınarak, Ukrayna
konusunda azami hassasiyetin gösterilmesine lüzum vardır. Milletler komşularını seçemezler. Rusya
Federasyonu, Türkiye’nin komşusudur ve Türkiye ile ortak stratejik çıkarlara sahiptir.
Karadeniz Havzasında huzurun ve istikrarın tesisi ve medeniyet dairemizin ayrılmaz bir parçası olan
Kırım Kıpçaklarının hukukunun korunması amacıyla Türkiye’nin “özel” bir politika geliştirmesi elzemdir.
Türkiye’nin Kırım Kıpçaklarından vazgeçmesi düşünülemez. Başkan Putin’in Kırım Tatarcasının, Ukranca
ve Rusça yanında Kırımın üç resmi dilinden biri olacağı vaadi, tarihin bütün acı hatıralarına rağmen,
kulağa hoş gelmektedir. Uluslararası reel politiğin ve pragmatizmin rehberliği herkesin istifadesine
açıktır.
Küresel sermaye; enerji koridorlarının kontrolü, ABD dolarını hakim para konumuna getiren Bretton
Woods sisteminin idamesi ve İsrail Devleti’nin güvenliğinin tesis dışında ilkeli politikalara sahip değildir.
Demokrasi konusundaki tutumu problemlidir. Ukrayna’daki demokratikleşme sürecini desteklerken,
Mısır’daki demokratikleşme sürecini engellemektedir. Bu tutumu nedeniyle, küresel sermayenin arzu
ettiği, bütün kuralları kendisinin koyup kendisinin bozduğu tek kutuplu bir dünyaya asla müsaade
edilmemelidir. Birbirini dengeleyen kuvvetlerin bulunduğu bir dünya, bütün milletler ve medeniyetler
için herhalde daha güvenlidir.
ii
Ergodiklik, stokastik sistemlerin pozitif, tekrarlayan ve periyodik olmayan durumudur. Bu durum
olasılıkta, başlangıç şartlarından bağımsız olan sınırlı bir forma eğilim gösterir. Ergodik sistemlerde,
olaylar geçmişten bağımsız hareket edilebilir ve geçmiş bugünü etkilemez. Tam bilgi varsayımı nedeniyle
neoklasik iktisat teorisi ergodik bir sistemdir. Ergodikliğin zıddı non-ergodikliktir.

Benzer belgeler