Yazıyı PDF formatından okumak için tıklayınız

Transkript

Yazıyı PDF formatından okumak için tıklayınız
İlhan KARAÇAY’dan Temmuz Bülteni
1- Wikileaks, İlhan Karaçay
bültenlerini 'AKP'ye rapor' olarak
yayınladı
2- Irkçılığa hedef olmayan, ırkçılık
yapmakta beis görmez
3- 1980'leri yeniden yaşıyorum
4- Monaco kulübünden kahpelik
5- Seyrettiklerini değil, skora
göre yorum yapanlar çıldırtıyor
Hollanda medyasında İlhan Karaçay'ı karalama
kampanyası
Wikileaks'teki Recep Tayyip Erdoğan belgelerinin
ifşaatından müthiş yorum çıkardılar
İlhan Karaçay AKP Hükümetine aylık rapor veriyormuş
Wikileax'ın Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP hükümeti ile ilgili olarak açıkladığı
yüzbinlerce email mesajının arasında, şahsıma ait email mesajları da açıklandı.
Naçizane şahsımın her ay 25 bin adrese gönderdiği aylık haber bültenleri, haliyle hükümet
yetkililerine ve tüm parlamenterlere gönderiliyor.
Ama işgüzar Hollanda medyası, şahsıma ait haber bültenlerini 'AKP'ye verilen aylık rapor'
olarak öne sürdüler.
Beni ilk önce Parool gazetesinden Bas Soetenhorst aradı. Wikileaks'a göre ben AKP
hükümetine aylık rapor gönderdiğimi söyleyen bu gazeteciye, 'Benim AKP ile hiçbir bağım
yok ve ben hiç kimseye rapor falan göndermedim' dedim. Gazeteciye, 'Lütfen bana sizdeki
mailleri gönderirmisiniz' diye ricada bulundum. Az sonra gelen mesajların birini açtığım
zaman 'Ocak Bülteni' başlığını görünce kahkahalarla gülmeye başladım. Benim her ay 25 bin
kişiye ve haliyle hem iktidar ve hem de muhalefet milletvekillerine gönderdiğim bültenler,
'Rapor' olarak kayda geçmiş.
Yayınlanan haberlerin birinde, şahsım üzücü bir şekilde eleştirilirken, göndermiş olduğum
raporları (!) Cemil Çiçek alıyormuş. Cemil Çiçek'in parlamento eski başkanı ve AKP
kurucularından olduğu da ballandıra ballandıra anlatılıyor.
Bir mail daha bulmuşlar. Mersin'den yazar dostum Erdal Akalın'ın yazmış olduğu bir yazı bu.
Akalın, yurtdışında Mersin'i çok iyi tanıttığımı ve buna karşında Mersin'de bir caddeye İlhan
Karaçay isminin verilmesi gerektiğini yazmıştı. Bu yorumdan kupür koymuşlar ve devletin
benim hizmetlerime karşı ödüllendirlmekte olduğum ima edilmiş.
Haber portallarında yayınlanan yazıların altında tabii ki okur tepkileri de var.
Vay anam vay, defolmam gerektiğini yazanlar, kovulmam gerektiğini yazanlar veryansın
ediyorlar. Bir zamanlar Ermeni iddialarına karşı yorumlarımdan da söz edilen haberlerde
hakaretler de var.
Eee, ne yaparsınız, Hollanda medyası hala eski jurnalci Türkleri danışman olarak kullanırsa
böyle olur işte.
Bu Hollanda medyası var ya !
Türk medyasını mumla aratır vallahi.
Yıllarca önce Alanya'da sapıklar tarafından öldürülen Hollandalı bir kız olayından sonra,
Hollanda medyası Türkiye'yi topa tutmuştu.
'Türkiye'ye gitmeyin' kampanyaları başlamıştı.
O zaman Prens olan şimdiki Kral Willem Alexander, eşi Maxima ile Türkiye'ye gidecektı.
Medya ve politikacılar bu ziyareti iptal ettirdiler.
Ben de oturdum bir yorum yazdım. O zaman yönettiğim AVRUPA DÜNYA gazetesinde
Hollandaca ve Türkçe olarak yayınladım.
Cinayeti işleyenlere lanet yağdırdım. Ama Türkiye'ye giden kızları ve anne-babalarını da
uyardım. 'Gittiğiniz yer İskandinav ülkesi değil. Oralarda yarı çıplak dolaşmayın.
Elinizde şarap şişesi ile dolaşmayın' gibi tavsiyelerde bulundum.
28 gazeteye servis yapan GPD Ajansının muhabiri aradı, sorularını yanıtladım.
Hollanda medyası, cinayeti işleyenlere ömür boyu hapis cezası veren Türk yargısını bile
karalıyordu. Ben de cinayeti işleyenleri lanetlemiştim. Ama ertesi gün Hollanda gazeteleri
benim yorumumu çarpıtarak yayınladılar. Güya ben yorumumda 'Kabahat kızlarda'
demişim.
Bir gün sonra Utrechtsdagblad gazetesinin başyazarı, 'İlhan Karaçay'ın yorumunda böyle
bir ifade yok' diye düzeltme yaptığı halde, kızların aaileleri beni mahkemeye verdiler
Avukatım iyi bir savunma yaptı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden örnekler verdi. Fikir
özgürlüğünden dem vurdu ama nafile. Hakimler bana 18 bin gulden tazminat ödettirdi.
İşte böyledir Hollanda medyası, istediklerini idam ettirirler.
Şimdi de aylık haberlerimi 'Rapor' yaptılar ve beni hedef gösterdiler.
Altta, Hollanda medyasında yayınlanan haberlerden bir örnek göreceksiniz.
Bu haberde şahsıma çok kötü bir şekilde hakaret ediliyor. Ama ne mutlu ki, bu haberin
yayınlanmasından sonra gönderdiğim açıklama, haberin altına eklenmiş. Eh, bu da etik bir
hareket tabii...
Nederlandse journalist Ilhan Karacay klikturk
AKP
Een journalist die klikt voor een regime dat echte journalisten het liefst allemaal achter de
tralies zet, die heeft een wel heel erg slecht afgesteld moreel kompas. Ilhan Karaçay, jarenlang
een vaste waarde in de Turks-Nederlandse journalistiek en - hoe kan het ook anders,
programmamaker voor de Nederlandse Staatsomroep, maar ook bij pro-Erdokrant Sabah duikt geregeld op in de documenten die WikiLeaks over het Turkse regime naar buiten heeft
gebracht. Blijkbaar geeft Karaçay middels een knipselkrantje aan AK-partimedewerkers door
hoe men hier in Nederland typt over Turkse zaken, zoals over onze bestie Ebru. Hij mailt
ondermeer met "[email protected]". Cemil Çiçek kennen we, want dat is de oudvoorzitter van het parlement en een hele meneer binnen de AK-partij; wat heet, hij is één van
de mede-oprichters. Karaçay schrijft onder andere dat het Turkse consulaat in Nederland 3e
en 4e generatieturken - met name Ebru Umar - beschouwt als "onze zonen en dochters".
Suspect en een journalist onwaardig, maar goed, van iemand die de Armeense genocide
ontkent hoeven we natuurlijk niet al te veel morele ruggengraat te verwachten. Nou Karaçay,
schrijf je baasjes in Ankara maar dat we je een ontzettende geitenlül vinden.
BRAVO ADAMLARA !
Wikilekasçılar, Mersin'de ebnden övgü ile söz eden yazar dostum Erdal Akalın'ın bir yazısını
da yakalamışlar. Erdal Akalın benden 'Amatör bir diplomat gibi' diye söz etmiş. Bu nedenle
de Mersin'de bir sokağa adımın verşmesini teklif etmiş.
Hollanda gazeteleri de bunu ballandıra ballandıra anlatıyor ve 'İşte İlhan Karaçay'ın bir
diplomat gibi faaliyetleri' anlamını taşıyan ifadeler kullanmış.
Erdal Akalın'ın kupürü altına Hollandaca yazılanlar şöyleydi:
Blijkbaar doet meneer zijn integratie-ondermijnende werk zo goed, dat hij met lof wordt
overladen; Ilhan Karacay wordt in dit stukje gezien als een echte echte amateur diplomaat. Hij
zou voor deze diensten een straat vernoemd moeten krijgen in zijn geboortestad Mersin.
Etik davranıp aşağıdaki açıklamamı yayınladılar.
Verklaring İlhan Karaçay:
Wikileaks heeft honderdduizenden e-mails openbaar gemaakt van de Turkse AKP, de
regeringspartij van president Recep Tayyip Erdoğan. Hierin zijn ook enkele email’s van mij
aan een parlementsleden van de AKP gepubliceerd.
Hierdoor wordt ik nu door verschillende Nederlandse nieuwssites ten onrechte beschuldigd
voor klikken aan het regime van Erdoğan.
Maandelijks schrijf ik over verschillende onderwerpen welke ik naar 25.000 email adressen
verstuur. Dit zijn o.a. mediasites en parlementsleden van verschillende partijen zowel in
Nederland als in Turkije.
Ter verduidelijking kan ik deze emailadressen op verzoek u toezenden.
De berichten die ik schrijf zijn openbaar en worden ook gepubliceerd door verschillende
Turkse nieuws sites.
In mijn berichtgeving ben ik neutraal, objectief of voorzie deze duidelijk van commentaar.
Deze kunnen soms voor maar ook tegen het regime van Erdoğan zijn.
İlhan Karaçay
20 juli 2016
*****
Avrupa'da 50 yıldır ırkçılıkla mücadele eden İlhan
KARAÇAY yazdı:
IRKÇILIĞA HEDEF OLMAYAN,
IRKÇILIK YAPMAKTA BEİS GÖRMEZ
50 yıldır yaşadığım Hollanda'da, ırkçılık yapan insanlardan hep nefret ettim. Bireylerin
ırkçılığı beni sadece kızdırıyordu. O bireylere karşı hiçbir reaksiyonda bulunmadım.
Ama, topluma mal olmuş siyasetçiler ve medyaya karşı tutumum tabii ki başka oldu.
Onlarla kıyasıya mücadele ettim.
Hollanda'ya geldiğim 1967 yılında, ikamet ettiğim Leiden'de, gazetecilk faaliyetlerimi
öğrenen kent gazetesi benimle ilgili tam sayfaya yakın bir röportaj yayınlamıştı
Ekonomilerini ve endüstrilerini güçlendirmek için uzaklardan getirdikleri yabancı işçileri
kucaklayacakları yerde, onları her zaman aşağılayan ve horlayan insanları 'Irkçı' olarak
nitelemek yanlış olmazdı.
Ben şahsen 50 yıldır yazılı ve görsel medya işi yapmaktayım. Irkçılıkla mücadele ederken en
çok da medya mensupları ile çatıştım. Örneğin, ülkedeki ırkçılara çanak tutan, ülkenin en
büyük gazetesi De Telegraaf ile uğraştım.
Hollandaca yazılar yazdığım AVRUPA DÜNYA Gazetesi'ni, ülkedeki tüm medya
adreslerine, siyasetçilere, üniversitelere ve pek çok bireye ücretsiz gönderdim. Hem de
yıllarca...
Bu ücretsiz gönderinin de semeresini gördüm tabii.
Zira yazdığım yorumlar ülkede gündem oluşturuyordu.
Yorumlarım anında medyada yer alıyor, siyasetçiler de konuları ele alıyorlardı.
1975 yılında başlamıştı bu ırkçılık hareketleri. Hollanda medyası Türkler'i hedef alarak
başlamıştı ırkçı yayınlara. Suç işleyen birini haber başlıklarında, 'Bir adam cinayet işledi'
veya 'Bir adam hırsızlık yaptı' diye duyuran medya, failin Türk olması halinde, 'Bir Türk
cinayet işledi' demeyi adet haline getirmişti.
Göçmenlik her ülkede sorunların doğmasına neden olur. İşte Hollanda'da 1972 yılında
Rotterdam'da meydana gelen olaylardan sonraki gazete sayfalarımızdan biri
1976 yılında, Yarı devlet teşekkülü NOS için (Türkiye'nin TRT'si gibi) yaptığım televizyon
programlarının birinde bu konuya yer verdim. O günlerde Amsterdam'a yakın Haarlem
kentindeki Haarlem Gazetesi'nin Yayın Yönetmeni ile mülakat yaptım.
'Fail Hollandalı oldğu zaman 'Bir adam' diye yazıyorsunuz, ama Türk olunca 'Bir Türk'
vurgulaması yapıyorsunuz. Bunun nedenini açıklar mısınız' diye sorduğum zaman adam
şaşırdı.'İnanın hiç düşünmedim' dedi ve amaçlarının ırkçılık olmadığını belirtti.
O program Hollanda'da büyük bir yankı yaratmıştı. Müteakip aylarda pek çok medya organı
bu tutumdan vazgeçti ama, yıllar sonra aynı tutum devam edip durdu.
De Telegraaf Gazetesi mücadele ettiğim yayın organlarının başında geliyordu. Bu gazetede
pek çok dostum vardı. Bir gün bu dostlardan biri aradı ve 'İlhan, Genel Yayın
Yönetmenimiz seninle görüşmek istiyor. Bir öğle yemeğinde buluşabilir miyiz' diye
sordu. Hemen kabul ettim. Ertesi gün öğle yemeğinde buluştuk. 'Bizden ne istiyorsunuz'
diye sordu Genel Yayın Yönetmeni.
'Türkiye ve Türkler aleyhindeki yayınları durdurmanızı' diye direkt bir cevap verdim ve
örnekler gösterdim. O zamanlar Türk Tur Operatörleri, Türkiye'ye turist götürebilmek için
gazetelere milyonlarca euroluk ilanlar veriyorlardı. Bu ilanlardan en büyük payı da
De Telegraaf alıyordu. Sayfalarında Türkiye ilanları doluydu ama, aynı sayfalarda Türkiye
turizmini aşağılayan çok çirkin haberler yer alıyordu.
'Bu ne biçim iş' diye sordum.
Adam derin derin düşündü, dudak büktü, savunmaya geçmedi ve ekledi, 'Türk tur
operatörleri ile bir yemekte buluşmak istiyorum. Bunu ayarlar mısınız?' diye sordu.
O zamanlarda Tur Operatörlüğü yapan pek çok Türk vardı. 6'şarlık iki grup halinde iki öğle
yemeğinde buluştular.
De Telegraaf, hem ilan fiyatlarında indirim yaptı, hem de Türkiye aleyhinde haber ve
yorumları durdurdu. Cabası, Türkiye lehinde de güzel haberler yapmaya başladı.
Demek oluyor ki, her hangi bir konuda mücadele edersen, semeresini de çabucak görüyorsun.
Peki, bitt mi bu ırkçı tutumlar?
Tabii ki hayır.
Hollanda'da ırkçılık aynı minval üzerinde devam ediyor.
1972'de Rotterdam ve 1974'te Schiedam kentlerindeki olaylardan sonraki gazete sayfaları
Hollanda'daki ırkçılıkla mücadele serüvenim için kitaplar doldurmak gerekir.
Biz gelelim şimdiki Türkiyemizde cereyan eden ırkçı tutumlara.
Özellikle Suriye'den göç eden çaresiz insanlara karşı söylenen sözler, ırkçılıktan da öte,
acımasız ve vicdansız sözlerdir.
Savaştan kaçtıkları için 'Vatanlarını terk eden vatan hainleri' diye horlanan Suriyeliler,
eleştirilmeyi hak ediyorlarsa, daha insancıl sözlerle eleştirilmelidirler.
Ben burada, Suriyeliler hakkında hüküm yürütmeyeceğim.
Durumdan memnun olmayanlar, serzenişte bulunmaya ve şikayet etmeye haklıdırlar.
Göçmenlik zor bir oluşumdur. Göçmenlerin bulunduğu toplumlarda her zaman hoş olmayan
olaylar cereyan eder.
Bu Amerika'da da öyledir, Avrupa'da da...
Haliyle Türkiyemiz'de de göçmenler ile yerli halk arasında anlaşmazlıklar ve bazen de
çatışmalar olacaktır.
Burada önemli olan çözümdür. 'Suriyeliler'i istemiyoruz' veya 'Savaştan kaçan vatan
hainleri' gibi afişler bastırıp dağıtmak sorunu çözmez.
Sosyal medyada, yakından tanıdığım ve hatta akraba olduğum o kadar isimle karşılaşıyorum
ki, adeta şoke oluyorum. Hiç ummadığım eğitimli ve kültürlü bir dostumun yazdıklarına
şaşırıyorum. 'Eyvah, sen de azılı bir ırkçıymışsın' diye beni düşündüren bu dostlarıma yanıt
bile veremiyorum.
Schiedam ve Rotterdam olaylarından sonra Türk ve Hollanda gazeteleri
Öyle ki, çok sevdiğim bir dostum, Çukurova'ya yerleşmiş olan Suriye kökenli Türk
vatandaşları ile, bugünkü Suriyeliler'i, terazinin aynı kefesine koyarcasına bir yorum yazmıştı.
O yorum beni çok üzmüştü ve bu tutuma karşı aşağıdaki yorumu yazmıştım.
Önce o yoruma bir göz atın lütfen:
SURİYE KÖKENLİ ESKİ TÜRK VATANDAŞLARI İLE
ŞİMDİKİ SURİYELİLER'İ AYNI KEFEYE KOYMAYIN.
Türkiye'mizi, özellikle güney kentlerimizi adeta istila eden Suriyeliler'e 'vatandaşlık verilsin
mi, verlmesin mi' tartışmaları yapılırken, Çukurova'da yerleşik Suriye kökenli Türk
vatandaşlarına sataşılmaktadır.
Yapmayın arkadaşlar, o sözü edilen Suriye kökenli Türk vatandaşları arasında benim ailem
de vardır.
Suriye, 29 Haziran 1939'da, Hatay'da yapılan referandum sonucunda Türkiye'ye kazandırıldı.
O referanduma benim sulelem gibi yüzlerce Suriye kökenli sulale Hatay'a gitti ve
referandumda Türkiye için oy kullandılar. Bu nedenle de tehlike yaşadılar, tehdit edildiler.
Suriye kökenli eski Türk vatandaşları ile şimdiki Suriyeliler'i aynı kefeye koymayınız lütfen.
Bazılarının 'Fellah' diye aşağıladıkları Suriye asıllı Türk vatandaşlarının dualarında, 'Allah
Türk ordusuna, kara kuvvetlerine, hava kuvvetlerine, deniz kuvvetlerine, Atatürk'ün
kurduğu Türkiye Cumhuriyetine zeval vermesin' gibi Türkçe ve Arapça sözler de var ve bu
dua halen de yaşatılmaktadır.
Şahsen ben ve benim gibi yüzbinlerce Suriye kökenli Türk, kendimizi Türk vatandaşlığı ile
yücelttik ve Türk bayrağı altında yaşama zevki ile ihya olduk.
Hollanda'da ırkçılık o raddeye gelmişti ki, ülkenin en ciddi dergisi REVU, 'Tüm Türkler'e
ölüm' haberini kapak yapmıştı
Hiç kimse, ama hiç kimse, özellikle Çukurova ve Anadolu'nun her tarafında yaşamakta olan
Suriye kökenli Türk vatandaşları ile, şimdiki göçmen Suriyeliler'i aynı kefeye koymasın lütfen.
Böyle bir hareket, Suriye kökenli Türk vatandaşlarına yapılan en büyük haksızlık olur.
Şimdi gelelim, 'Göçmen Suriyeliler'e Türk vatandaşlığı verilsin mi, verilmesin mi'
tartımasına. Bu tartışma yapılırken kullanılan ırkçı sözlere dikkat edelim.
Irkçılıktan en çok mustarip olmuş biz yurtdışında yaşayan Türkler, bunun acısını hala
çekiyoruz. Irkçı söylemleri bizim için kullanan Avrupalılar'ı nasıl eleştiriyorsak, Türkiye'de de
ırkçı söylem kullananları eleştirme hakkımız var.
Suriyeliler için lehte ve aleyhte söylenen sözlerin hepsine saygı duymalıyız.
Ama ırkçı olan söylemlere değil...
Bazen bakıyorum, Facebook'ta bu konuda afişler bile yayınlanıyor. Benim yakınlarım ve
yakından tanıdığım bazı dostlarım da bu afişleri onaylıyorlar. Ama bunu bilinçsiz bir şekilde
yaptıklarına inanıyorum.
Dünya, tüm insanlık için vardır. Her insanın da dünyanın her yerinde yaşama hakkı vardır.
Yeter ki, ihanet içinde olmasınlar...
Benim bu ifadelerimden sonra, hala savunmaya geçecek olanlar varsa, onlara söyleyecek tek
bir kelimem bile olmayacak.
Hollanda'da çocuklarımızın asimile edilmek istenmesi ve horlanmalar gazetelerin ana
konusuydu
Şimdi gelelim, Türkiyemiz'deki bugünkü tartışmalara:
Bakınız İsmet Berkan Hürriyet'te ne yazmış:
' Bizim ırkçılarımız Suriyelileri istemiyor. Peki ama ne yapacağız?
Onları savaşa ve ölüme geri mi göndereceğiz?
Burada toplama kamplarına mı kapatacağız?
Denize mi dökeceğiz?
Otobüslere bindirip Yunanistan veya Bulgaristan sınırına mı bırakacağız?'
İsmet Berkan gibi pek çok sağduyulu dostum buna benzer ifadeler kullanıyorlar. Irkçıymış
gibi görünen, aslında ırkçı olduklarına inanmadığım dostlarımı ve akrabalarımı daha yumuşak
bir dil ile uyarmak isterim.
Yapmayın dostlar, söylemek istediklerinizi, iyice düşündükten sonra söyleyin.
Hiçbir kabahatları olmadığı halde, yurtlarından kaçmak mecburiyetinde kalan ve bize sığınan
insanlara yardım etmek insanlık borcumuzdur. Hadi yardım etmeyi bir kenara koyalım. Çoluk
çocuğu ile perişan bir halde olan bu insanların, insan gibi bir yaşam sürmeleri için toleranslı
olalım. Onları 'Vatan haini' olarak suçlamayalım.
Yabancı düşmanlığının zirveye çıktığı günlerdeki yayınlarımız
Düşünün bir kere, bugün Güney-Doğu illerimizde yaşanan terör olayları yüzünden binlerce
yurttaşımız yurtlarından göç etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu Kürt kökenli ınsanların
zaruri göçü, Anadolu'nun diğer yerlerinde yaşayanların dikkatini çekmemiş olabilir. Allah
muhafaza, terör aynı şekilde diğer illerimize yansır ise ve bu illerdeki vatandaşlarımız da göçe
zorlanırsa ne yaparız?
Başkalarını suçlamadan önce, kendimizi onların yerine koyalım. Çoluk çocuğu ile çöp
konteynirlerinin içinde yatan insanları horlamayalım.
'Göçmenleri asimile mi edelim, entegre mi?' sorusuna gelince:
Asimilasyon, dünyamızda yaşanacak en kötü ve çirkin eylemlerin birincisidir.
Ben şahsen, Hollanda'da doğan kızım ve oğlumu, asimile etmek isteyen Hollanda yönetimine
hep isyan ettim. Çok şükür, çocuklarım entegrasyon ile hem kendi kültürlerini, dillerini ve
dinlerini korudular, hem de Hollandalılar ile uyum içinde yaşamasını öğrendiler. Şimdi
çocuklarımın çocukları olan torunlarım aynı dert ile boğuşuyorlar. Açık yüreklilikle bir şey
söyleyeyim mi? Belki torunlarımız da bizim gayretlerimiz ile entegrasyon sayesinde çift
kültürlü ve çift dilli olacaklardır ama, onlardan doğacak dördüncü nesil çocuklarımızın akibeti
bilinmemektedir.
Bunlar nasıl ki bizim için büyük sorun teşkil ediyorsa, ülkemize sığınan Suriyeliler için de
sorun teşkil etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Suriyeliler için yaptıkları takdire şayandır.
Bu aşamadan sonra, 'Suriyeliler'in buraya kaçışına kim sebep oldu' gibi tartışmalara
girmek, hiç kimseye bir fayda sağlamaz. Bundan önce yapılanlar arasında hatalar olabilir.
Önemli olan, bundan sonra hata yapılmamasıdır.
Dünya'nın refah ülkelerindeki yerli halk, nasıl ki göçmenlerden şikayetçi olmuşlarsa, bizim
halkımızın da göçmenlerden şikayetçi olma hakları vardır.
Ama, insancıl davranarak ve ırkçı söylemlerden uzak durarak.
Hepsinden önemlisi, içimizdeki ırkçılıkla hesaplaşmaktır. Irkçılığı birlikte ayıplamaktır. Bunu
başardığımız zaman, insanlığa faydalı bireyler olma yolunda adım atmış oluruz.
IRKÇILIĞA VE IRKÇILARA LANET SLOGANINA SİZ DE SAHİP ÇIKINIZ.
*****
1980'LERİ YENİDEN YAŞIYORUM
1980'de Hürriyet Benelux Temsilcisi ve TRT Hollanda Muhabiri olarak çalışıyorum.
Ülkemde siyaset çirkinleşmiş, yurttaşlarım kamplara bölünmüştü.
Yurtdışındaki Türkler de aynı durumdaydı.
Sağcı, solcu, dinci diye nitelenen örgütler arasında kıyasıya bir kavga vardı.
Öyle ki, Türkiye'deki siyasi çekişmeler nedeniyle yurtdışında da cinayetler işleniyordu.
Hürriyet temsicisi olarak ben, hiçbir siyasi hareketin yanında bulunmuyor, hiçbir siyasi grubu
övmüyor ve yermiyordum.
Ama buna rağmen bütün gruplar tarafından, en azından 'Bizden değil' gerekçesiyle 'tu-kaka'
durumundaydım.
Mesleğim icabı, her grup içinde temasta olduğum kişiler vardı.
Kimi ile dosttum da...
İnanır mısınız, Hollanda polisi tarafından iki defa koruma altına alındım.
Birinde, 'Seni sağcılar öldürecek' denildi, ikincisinde ise 'Seni solcular öldürecek'
denildi.
Hollanda polisi çelik yelek giyememi şart koşmuştu.
Allah'a şükür, söylenenler ve iddialar gerçek çıkmadı ve bana da hiçbir şey olmadı.
Türkiye'mizde son günlerde cereyan eden acı olaylardan sonra, kendimi 1980'lerdeki gibi
hissetmeye başladım.
Yurttaşlarımız yine kamplara bölünmüşler.
'Bölünmüşler' diyorum ama bunu Hollanda medyasına bağlıyorum.
Bugün Hollanda medyası, Hollanda'daki Türkler'in kamplara bölündüğünü ve durumun
tehlikeli boyutlara ulaştığını belirtiyor. Bakanlar ve milletvekilleri bu konuda fikir beyan
ediyorlar.
Ben yine 1980'lerde olduğu gibi, aşırıya kaçan hiçbir grubun yanında olmuyorum.
Her grupta dostlarım var.
Söylemlerine katıldıklarım ve katılmadıklarım var.
Ama ben, siyaset uğruna kendimi harcamak istemiyorum.
Dostluklarımın da devam etmesini istiyorum.
Bu tutumum için bana yine 'RENKSİZ' diyecekler.
Varsın öyle olsun. Ben siyasi çekişmeleri, siyasetçilere bırakma tarafındayım.
Yarın bir siyasi etiket taşırsam, o zaman tarafımı seçer ve desteklerim.
Ama ben yarın da siyasi etiket taşımayacağım.
Sadece ve sadece Türklüğüm ile övünmeye devam edeceğim.
Türklüğü ile övündüklerine inandığım dostlarıma da, siyaseti, siyasetçilere bırakmalarını ve
birbirimiz ile çatışmaya girmemeyi tavsiye ediyorum.
Kalın sağlıcakla.
*****
KAHPELİĞİN DANİSKASI !
MONACO, 'FENERBAHÇE MAÇINA GELMEM' DEDİ
Fenerbahçe'nin, Şampiyonlar Ligi ön ele maçındaki rakibi Monaco, maçı oynamak için
İstanbul'a gitmek istemediğini açıkladı. Gerekçe de, can güvenliklerinin olmaması.
Şimdi, buna kahpelik denmez de ne denir Allah aşkına?
Monaco'nun burnunun dibindeki Nice şehrinde yüze yakın kişinin öldüğü kamyon terörüne
ne demeli?
O zaman Fenerbahçe de 'Can güvenliğimiz yok' desin ve maçın Münih'te veya Berlin'de
oynanmasını istesin.
Ben Monaco'ya 1989 yılında gitmiştim. Hem de iki defa. Birincisinde Tanju Çolak'ın Altın
Ayakkabı ödülü aldığı törene. O zaman Tanju Çolak'ı almak isteyen Avrupa takımlarına
teklifi ben götürmüştüm. Tanjuyu pek çok kulübün başkanı ve antrenörü izlemişti.
Tanju'yu seyretmeye gelen kulüp temsilcileri stadın giriş kapısında
Monaco'ya ikinci gidişim 1 Mart 1989 tarihindeki Monaco-Galatasaray maçıydı. Tanju için
görücüler de o maça gelmişlerdi. Ne mutlu ki o maçı hem de Tanju'nun golüyle 0-1
kazanmıştık.
Bu skor O kadar zorlarına gitmişti ki, Monaco polisi biz basın mensuplarına büyük zorluk
çıkarmış ve pek çok Türk seyirciyi de tutuklamıştı.
Tanju'nun Altın Ayakkabı ödülüne gelen Van Basten, Gullit ve Rijkaart ile
Geçen haftaki acı terörün yaşandığı Nice kentine de 13 Eylül 1994 tarihinde bir Fenerbahçe
maçı için gitmiştim. Fenerbahçe bu maçı 5-1 kaybetti. Ama Fransız polisi taraftarlarımıza
yine kötü davrandı.
Bu maçın ertesi günü Barcelona'ya geçmiştim. O gece de Galatasarayımız Barcelona ile
oynamıştı. 14'üncü dakikada Kubilay Türkyılmaz galatasaray'ı öne geçiren golü atınca
havalara sıçramıştık. Ama duruma el koyan teknik direktör Johan Cruyff, Koeman'a 'İleri geç'
ültimatomu verdi ve oyun değişti. Önce Koeman, sonra da Amor birer gol attı ve Galatasaray
maçı 2-1 kaybetti.
Bunlar güzel nostaljiler.
İyi ama şimdi bu Fransızlar'ın yaptığına ne demeli?
Yüzkarası mı, iki yüzlülük mü, utanmazlık mı ne?
Bundan sonrasını siz söyleyin !
*****
SEYRETTİKLERİNİ DEĞİL, SKORA
GÖRE YORUM YAPANLAR
ÇILDIRTIYOR...
Avrupa Futbol Şampiyonası'nda izlediğimiz Fransa-Almanya futbol maçı, gerçek
futbolseverleri kahreden bir skor ile sonuçlanmıştı:2-0.
Maç öncesinde ve sonrasında okuduğumuz ve dinlediğimiz bizim yorumcular, maçı
seyrettiklerine göre değil, skoruna göre yorumladılar.
Sevgili dostum Hıncal Uluç'un her zaman acımasızca yaptığı yorumcu eleştirilerine
üzülürdüm ama şimdi üzülmeyeceğim.
O akşam sahada Fransa diye bir takım var mıydı Allah aşkına?
Hollanda'nın Total Futbol'unu Ajax'ta öğrendikten sonra Fransa milli takımının başına
getirilen Stefan Kovacs, Rinus Michels'in yarattığı Total Futbol'u Fransa milli takımına monte
etmişti.
Savunma hattıyla hücum hattı arasındaki mesafeyi daraltmayı amaçlayan ve futbol takımının
oyuncularının her mevkide oynayabilmesini öngören bu futbol ekolü ile yükselen Fransa'dan
eser kalmamıştı. Dün akşam Stefan Kovacs'ın kemikleri sızlamıştır.
Hollanda'nın Total Futbolu'nu Fransa'ya monte eden Stefan Kovacs ile görünüyorum
O akşamki maçta, uzatma bile işaret edilmediği halde 46'ncı dakikada gelen talihsiz penaltı
golüne kadar, sahada Almanya kedi, Fransa ise fare idi.
İkinci yarıda da aynı durum devam etti. Ama umutlar kaybolunca ve Fransız seyircisi coşunca
Fransız takımı da biraz coştu, o kadar.
Maç sonrasında dinlediğimiz ve okuduğumuz yorumcular bir başka maçı anlatıyorlardı adeta.
Yazık ki çok yazık.
Ama hakkını vereyim, Oğuz Çetin hepimizin onaylayacağı şu sözleri döktürmüştü: 'Sonuç ne
olursa olsun, turnuvanın en güzel maçlarını oynayan bir Almanya seyrettik.'
Bravo Oğuz Çetin'e...
Şidi soruyorum: Fransa pazar günü Portekiz'i yenip Avrupa şampiyonu olursa, bu
şampiyonluğu hak etmiş olacak mı?
Bir maç hariç, oynadıkları maçlarda dökülen Fransa milli takımı şampiyonluğu hak
etmeyecektir.
Bu nedenle, pazar günü Ronaldolu, Nanili ve belki de Quaresmalı Portekiz'in şampiyon
olmasını dileyelim.
Spikerler için birkaç eleştirim daha var:
RAKAM İLE SAYI ARASINDAKİ FARKI BİLMEYEN MUHABİRLER...
Türkçemiz, hem de bu dili çok iyi bilmesi gerekenlerce yanlış ve kötü kullanılıyor.
Rakam ile sayı arasındaki farkı bilmeyecek kadar cahil kalmış muhabirler var.
Dün akşam Kanal D'de Giresun'da düşen helikopter haberi verilirken Ankara'daki muhabir
Gülşen Coşkun'a bağlanıyor. Gülşen Coşkun şöyle diyor: ' Ölüler hakkında değişik rakamlar
geliyor. Ölülerin rakamları değişiyor'.
Rakam yerine sayı demesi gereken bu kızı stüdyodakiler de uyarmıyor.
Rakam, sayıları yazılı olarak göstermeye yarayan, 0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9'dur.
Yani 10 adettir.
Bunlar ile sayı oluşur.
Nasıl ki harflerden kelime olşursa, rakamlardan da sayı oluşur.
KRİTİK KELİMESİNİ YANLIŞ KULLANAN MAÇ SPİKERLERİ
Daha önce de şikayet etmiştim: Televizyonda maç anlatan spikerlerin çoğu 'Kritik'
kelimesini çok yanlış yerlerde kullanıyorlar. Bir spiker hariç: Levent Özçelik. Zira Levent ile
bu konuyu daha önce tartışmıştık.
Kritik kelimesi, tehlikeli, endişe veren, tereddütlü anlamında kullanılır. Ayrıca eleştiri olarak
da kullanlır.
Ama bizim spor spikerlerimiz, 'Çok muhteşem bir kurtarış' diyeceği yerde, 'Çok kritik bir
kurtarış' diyorlar.
10 defa yazdım.
Bundan sonra yazmam ve çüş derim.
Spiker arkadaşlarım kusura bakmasınlar.
*****

Benzer belgeler