Medya Seminerleri 2011 e-kitap
Transkript
Medya Seminerleri 2011 e-kitap
MEDYA SEMİNERLERİ 1-22 Ekim 2011 Medya Derneği ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi İşbirliği ile MEDYA SEMİNERLERİ 05 Değişim Sürecinde Medya 1-22 Ekim 2011 Proje Koordinatörleri Deniz Ergürel Medya Derneği Genel Sekreteri Medya Derneği ve FSMSEM İşbirliği ile MEDYA SEMİNERLERİ Medya Derneği İstiklal Caddesi No:86 Kat:6 Beyoğlu, İstanbul Tel: +90 212 243 70 02 Faks: +90 212 243 70 03 www.medyadernegi.org Facebook: Twitter: YouTube: Flickr: SlideShare: facebook.com/medyadernegi twitter.com/medyadernegi youtube.com/medyadernegi flickr.com/medyadernegi slideshare.net/medyadernegi YASAL UYARI Medya Derneği © 2011 Medya Seminerleri’ne katılan eğitmenlerin yaptıkları konuşmalar eğitmenlerin kişisel görüşlerinin ifadesidir. Bu görüşler, Medya Derneği’nin kurumsal görüş, ilke ve değerlerini yansıtmayabilir. Bu kitabın yayın hakları CC Attribution-NonCommercial 3.0 Unported License altındadır. Kitapta yer alan notların kaynak gösterilmek kaydıyla, ticari olmayan faaliyetlerde kullanılmasında, paylaşılmasında ve alıntılanmasında sakınca bulunmamaktadır. Aksi durumlarda Medya Derneği’nin yazılı onayının alınması gerekmektedir. Rana Şenol Medya Derneği Proje Direktörü Erge Özcan Medya Derneği Proje Direktörü Projeye Katkı Sağlayanlar Gülin Alaca Medya Derneği Stajyeri Hayrunnisa Atabey Medya Derneği Stajyeri Yrd. Doç. Dr. Ahmet Avcı FSMSEM Müdürü Fulya Yapıcı FSMSEM Eğitim Danışmanı Soner Örnekol FSMSEM Kurumsal İlişkiler Yönetmeni Fatih Karataş FSMSEM Eğitim Koordinatörü 05 MEDYA SEMİNERLERİ Medya Derneği, 1 - 22 Ekim 2011 tarihleri arasında; gazetecilik sektörünün ünlü isimlerinin her hafta farklı konu başlığı altında konuşma yaptığı “Değişim Sürecinde Medya” adlı bir seminer serisi düzenledi. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Yenikapı Mevlevihanesi Yerleşkesi’nde gerçekleştirilen eğitim seminerlerinin amacı, medyayı değişime zorlayan etkenlerin doğru analiz edilmesine yardımcı olmak ve katılımcıları gazetecilik mesleği hakkında bilgilendirmekti. Toplam 4 hafta boyunca, Cumartesi günleri, 13.30 -16.30 saatleri arasında gerçekleştirilen eğitim seminerleri; mesleğinde uzmanlaşmış 9 medya profesyonelinin, konuk oldukları haftanın başlığı hakkındaki düşüncelerini aktardıkları oturumlardan meydana geldi. Medyanın gidişatı ve dünden bugüne gelişimi konusunda önemli düşüncelerin paylaşıldığı projeye, üniversite öğrencisi, yeni mezun, profesyonel gazetecilik yapan veya medya ile ilişkili bir işte çalışan toplam 50 kişi katıldı. Bu kitapçıkta yer alan notlar, konuşmacıların verdikleri seminerlerin özeti niteliğindedir. "Medya Seminerleri'nin gerçekleştirilmesindeki katkılarından dolayı; Medya Derneği Başkanı Salih Memecan'a, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Rektörü Musa Duman'a, Mütevelli Heyeti Başkanı Hikmet Özdemir'e, FSMSEM Müdürü Ahmet Avcı'ya, Kurumsal İlişkiler Yönetmeni Soner Örnekol'a ve Eğitim Danışmanı Fulya Yapıcı'ya teşekkür ederiz." MEDYA SEMİNERLERİ 1-22 Ekim 2011 Medya Derneği ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi İşbirliği ile MEDYA SEMİNERLERİ 05 Değişim Sürecinde Medya 12 Nuh Albayrak Genel Yayın Yönetmeni Türkiye 14 Cemil Barlas Genel Yayın Yönetmeni HaberX Ömer Özkan Genel Müdür Interpress 20 24 Nevval Sevindi Gazeteci-Yazar-Aktivist Nazlı Ilıcak Köşe Yazarı Sabah 30 34 Joost Lagendijk TR/AB Karma Parlamento Komisyonu eski Eşbaşkanı 40 Bülent Keneş Genel Yayın Yönetmeni Today’s Zaman Emre Aköz Köşe Yazarı Sabah 46 52 Mustafa Karaalioğlu Genel Yayın Yönetmeni Star 1 EKİM 2011 BİRİNCİ HAFTA “Teknoloji ve Değişen Medya Alışkanlıkları” “Değişim Sürecinde Medya” seminer serisinin açılış haftası konuşmacıları, Türkiye Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak, HaberX Genel Yayın Yönetmeni Cemil Barlas ve Interpress Genel Müdürü Ömer Özkan oldu. “Teknoloji ve Değişen Medya Alışkanlıkları” olan haftanın başlığına istinaden konuşmacılar; teknolojik gelişmelerden yararlanmanın gazetecilik açısından önemi, sosyal medya kullanımının gerekliliği, medya takibinin sağladıkları, yeniliklere adapte olmanın zorunluluğu konularına değindi. Açılış haftasının ilk semineri Nuh Albayrak tarafından verildi. Türkiye’de kurumsal anlamda gazetelerin teknolojiye uyum sağladığını ancak çalışanların bu hıza yetişemediklerini dile getiren Albayrak, gazetecilerin kaliteli haber yapabilmek için gelişmeleri yakından takip etmesi gerektiğini vurguladı. 1 EKİM 2011 Nuh Albayrak Genel Yayın Yönetmeni Türkiye Rekabetin de etkisiyle kurumsal anlamda teknolojik gelişmeler yakından takibe alınmıştır. Kurumsal anlamdaki teknolojik gelişmelerden azami olarak faydalanmak gerekir. Medya alanında çalışanın merakı ve gayreti çok önemlidir. Alışkanlıkları değiştirmek kolay değildir fakat bu zahmete katlanmak gerekir. Ferdin kendisi, günlük hayatta teknolojiye şahsi olarak adapte olmalıdır. iPad’deki bir program sayesinde, dünyanın neresinde olursam olayım, ofisteki bilgisayarıma bağlanabiliyorum. İşlerimi daha pratik halledebildiğim gibi, gazeteyi baskıya gitmeden önce kontrol edip müdahalede bulunabiliyorum. yöneticileri için Twitter ve internet olmazsa olmazlardan… İnternet medyasının negatif etkilerinden zarar görmemek için özgün, saf ve özel haber içerikli, güçlendirilmiş gazeteler üretilmeli. Birbirimizi anlama noktasında, 80’li yıllardan çok farklı bir yerdeyiz. Tüm kurumların kimliği, tarzları, yayın çizgileri birbirinden farklı. Bu sebeple, konuşmaktan çekinmememiz ve birbirimizin düşüncelerini anlamaya çalışmamız gerekiyor. Teknolojik gelişmeler çalışanları yeniliklere karşı kısırlaştırmamalı. Teknoloji sadece hız ve kolaylık değil, mesleki derinliği arttırmakta da kullanılmalıdır. Şu andaki internet medyası, gazeteleri tehdit edecek noktada değil. İnternet yayıncılarının kendilerine özgü ekipleri, haberleri olması lazım. Şimdiki internet medyasının sıkıntısı özel haber çünkü, hâlâ haberler diğer gazetelerden kopyalanıp hazırlanıyor. Twitter’da her şey hızlı ilerlediği için tüm sıcak gelişmeleri, olayların öncesini ve sonrasını takip edebiliyorsunuz. Medya Teknoloji gibi onu kullanan insan da çok önemli. Bu sebeple kendimizi geliştirmeliyiz. İlk haftanın ikinci konuşmacısı Cemil Barlas oldu. İnsanın ve teknolojinin tarihsel gelişiminden bahseden Barlas, internetin toplumsal olaylardaki rolüne değindi. Bilgi Çağı’nın sonuna gelindiğine dikkat çekerek, gazetecilere ve gazeteci adaylarına 10 önemli tavsiyede bulundu. 1 EKİM 2011 Cemil Barlas Genel Yayın Yönetmeni HaberX Gazeteciliğin özü değişimdir. Yani, değişimi takip etmek demektir gazetecilik. Zaten ismi de İngiliz dilinden, yenilikten geldiği için değişimin kendisidir. Dolayısıyla, değişim sürecinde medyayı incelemek çok doğru bir nokta diye düşünüyorum. Gelişimin tarihinin yanında, insanlığın tarihine de biraz değinmek istiyorum. İnsanlarla hayvanlar arasındaki temel farklardan biri, beyindeki ‘korteks’ dediğimiz şeydir. Bu tabakada bizim sonradan öğrendiğimiz bilgiler duruyor. Mesela, bir at doğduğu zaman hemen yürümeye başlıyor, her şeyi yapabiliyor. Yeni bir şeyler öğrenmesine lüzum yok çok fazla. İnsanlarda ise sonradan öğrenilen bilgiler çok fazla. İnsan ortalama yirmi yıldan sonra, o korteks tabakasını doldurup tam anlamıyla bir şeyler yapabilmeye başlıyor. İnsanlık tarihinde geçilen evreler, biri kapanıp diğeri açılan çağlar gerçekten çok mühim. Korteks tabakaları geliştikçe, bir şeyleri daha kitlesel paylaşmaya başlıyor insanlar ve yavaş yavaş ortak bir akıl oluşturmaya başlıyor. Derken matbaanın bulunması, birçok gelişimi beraberinde getiriyor ve en sonunda Bilgi Çağı’na ulaşıyoruz -ki ben bu Bilgi Çağı’nın da sonuna geldiğimizi düşünüyorum. Matbaadan sonra devamlı katmanlı bir dönüşüm halinde ilerliyor yıllar. Telefon, televizyon, internet, kanal ve sonra kanallar şeklinde gelişiyor süreç. En son Bilgi Çağı’ndayız ve Bilgi Çağı’nın sonundayız. Çünkü artık değişim nitelik olarak değil, nicelik olarak ilerleyecek gibi görünüyor. Eskiden gazeteler haberleri milletin yararına değil, kendi yararlarına çıkarmaya çalışıyorlardı. Günümüzde ise gerçekleri manşetler değiştiremiyor, olaylar değiştiriyor. Artık kimsenin yalan haber yapma lüksü yok. Sosyal medyada doğrulanıyor ya da yalan olduğu ortaya çıkıyor. Teknoloji geliştikçe eski ahlaki sorunlar azaldı. Yalan haber yapılamaz hale geldi. “Eskiden gazeteler haberleri milletin yararına değil, kendi yararlarına çıkarmaya çalışıyorlardı. Günümüzde ise gerçekleri manşetler değiştiremiyor, olaylar değiştiriyor.” 16 Bununla beraber, yeni ahlaki sorunlar da ortaya çıktı. Bunlardan bir tanesi, “Bir birey kendi fikrini mi, yoksa kurumunun fikrini mi yansıtmalı?” sorusudur ki, bu soru halen tartışılıyor. Şahsen internet sansürünü hakaret olarak görüyorum. İnternet sansürü ile ilgili 5651 no’lu yasa, ilerlememizi engelliyor. İnternet özgür olmalı. Türkiye sırf bu problem yüzünden beyin göçü veriyor. Özgür ortamı ve basın özgürlüğünü sağlamak, başta gazeteciler olmak üzere herkesin birincil kaygısı olmalı. İnternet yasasının acilen kalkması gerekiyor diye düşünüyorum. 17 Teknolojik gelişmelerin birçoğu savaşlar nedeniyle oluyor. Mesela, internet iletişim aracı olarak ordu tarafından bulundu. Bizler Bilgi Çağı’nın meyvelerini topluyoruz. Bilgi Çağı’nın bize sunabileceği en önemli meyve, savaş ekonomisinin çökmesi olacaktır çünkü artık savaşlar katkı değer sağlamıyor. Savaşın temel sorunu sınırlardır. Sınırların temel sorunu ise enerji kaynaklarıdır. Bir gün sınırsız bir enerji kaynağı bulunursa, beraberinde terör ve savaş da biter. Bireyler uzun vadeli projeleri yapamaz. Burada bu iş devlete düşer. Dönüşümü devletler gerçekleştirmelidir. Devletler enerjiye para yatırmalıdır ve bireylerin tek başına yapamadığı projeleri yapmalıdır. Medyacı olarak bizim görevimiz ise savaşlara karşı durmak ve enerji kaynaklarını devlete yöneltmektir. Gazetecilere 10 Tavsiye: 1- Her haberin bir amacı vardır. Yaptığınız haberin neye, kime hizmet ettiğini çok iyi belirleyin. 2- Değişimi çok iyi takip edin. Sosyal medyanın dışında kalmayın. 3- Bir haberi yaparken, kendi objektiflerinizi sorgulayın. Kendinize, “Ben bu haberin neresindeyim?” sorusunu sorun. 4- Özel hayat / kamusal hayat çizgisini doğru çizin. Özel hayatı ifşa etmeyin. 5- Kendi patronunuza soramadığınız bir soruyu başkasının patronuna da sormayın. Sosyal medyada kimi zaman herkes kendisinin patronudur. Bu durumda, kendinize yöneltmeyeceğiniz soruyu başkasına da sormayın. “İnternet iletişim aracı olarak ordu tarafından bulundu. Bizler Bilgi Çağı’nın meyvelerini topluyoruz. Bilgi Çağı’nın bize sunabileceği en önemli meyve, savaş ekonomisinin çökmesi olacaktır çünkü artık savaşlar katkı değer sağlamıyor.” 6- İnsanların hayatlarına katma değer sağlayacak, kaliteli haberler yapmak lazım. Hayatta karşılaşacakları sorunları önceden bildiren haberler yaparsanız, insanların hayatlarını kolaylaştırırsınız. 7- Uyanık olun ama uyanıklık yapmayın. Dikkatli olun ve tartarak haber yapın. 8- Zamanı iyi kullanın. Kısa ve öz haberin yanında, son söylenecek sözleri ilk söyleyin. Okuyucu hiçbir zaman haberin tamamını okumaz. Haberi okuyan kişi, bir tek başlığını okuduğunda bile o haberin içeriğini anlayabilmeli. Haberin yayınlandığı zaman da önemlidir. Doğru bilgi, doğru zaman, doğru uzunluk… 9- Hiçbir insanı ve davranış biçimini küçümsememeye dikkat edin. Karşılaştığınız insanların kartvizitine değil, gözlerine bakın. 10- Kurumsal değil, toplumsal hiyerarşiye önem verin. Makamların haberlerde hiçbir değeri yoktur. Sosyal medyanın gerek gazeteciler, gerek politikacılar, gerekse tüm insanlar için çok ciddi bir terbiye olduğunu düşünüyorum. Sosyal medya insanlara farklı görüşlere saygı göstermeyi öğretti. İnternet medyasında haber yapmak değil, haberi tartışmak daha önemlidir. İnteraktiviteyi sağlamak ve düşünce trendini yakalamaktır gerekli olan. Bu sebeple, haber sitelerinin yaptığı interaktivite ile fark yaratması ve insanların dikkatlerini çekmesi lazım. İlk haftanın son konuğu Ömer Özkan konuşmasında, günümüzde medya organlarının sayıca fazlalığından ötürü, medya analizine ihtiyacın arttığını belirterek medya takibinin önemini vurguladı. Özkan, Türkiye’de medya takibinin doğuşu ve gelişimi üzerinde durdu. 1 EKİM 2011 Ömer Özkan Genel Müdür Interpress Türkiye’de medya takibi 1940 yılında, İstanbul’da basın takibi -yani yazılı basının takibi- şeklinde başlıyor ve zamanla profesyonel bir hizmete dönüşüyor. var. Ayrıca 1985’ten bugüne kadar olan tüm reklamların toplandığı bir arşivimiz var. Kısacası, çok ciddi bir arşiv kültürümüz bulunmakta. Medya takibinin iki ana kanadı var: 1- Haber takibi 2- Reklam takibi Medya takip işinin müşterileri tüm markalardır. Şirketler kendi imajlarını oluşturur ve oluşturdukları imajları yönetirken de medya takip hizmetlerinden yararlanırlar. Türkiye’ye radyo geliyor ama radyo takibi yapılmıyor. Ardından televizyon işin içine girse de, televizyonda da bir takip refleksi oluşmuyor. Fakat 1990’ların başından itibaren özel radyo ve televizyonların ortaya çıkmasıyla beraber, basın takibine ek olarak radyo ve televizyon takibi de bir ihtiyaca dönüşüyor. Medya mecralarının çokluğu, haberlerin derlenip toplanmasını zorlaştırıyor. Medya mecraları arttıkça, analiz ihtiyacı da artıyor. Şirketler, ürünlerini geliştirme ve eksikleri giderme konusunda medya takibinden yararlanıyor. 1981’den bugüne uzanan, kelime bazlı aramanın yapılabildiği dijital arşivlerimiz Medya takibinde geliştirilen tekniklerle, haber atlamayı sınırlamak mümkün fakat sıfıra indirmek imkânsızdır. Tüm mecralardan elde ettiğimiz verileri internet üzerinden sunuyoruz. Artık medya takibi dijital ortamda yapılıyor ama verilerin bir editörün elinden geçmesi gerekiyor. Interpress, 2000’e yakın kaynağı, 170 kişiyle tarıyor. 5-6 kişilik bir yazılım grubu var. Kullanılan tüm teknolojiye rağmen, hâlâ insan emeği yoğun bir iş. 8 EKİM 2011 İKİNCİ HAFTA “Medyada Kadın” Medya Seminerleri’nin ikinci hafta başlığı, son zamanlarda artan kadın cinayetleri ile birlikte daha da önem kazanan bir konu olan “Medyada Kadın” idi. Gazeteci - Yazar ve Aktivist Nevval Sevindi ve Sabah Gazetesi Yazarı Nazlı Ilıcak’ın konuşmacı olarak katıldığı ikinci hafta seminerlerinde, ‘kadın’ başlığı çok boyutlu olarak incelendi. Sevindi ve Ilıcak konuşmalarında; kadına uygulanan şiddet haberlerinin medyada verilişi, şiddet haberlerinin pornografik sunumu, kadının bizim tarihimizde dünden bugüne sosyolojik panoraması, kadının toplumdaki yerini belirlemede medyanın üstlendiği roller, toplumsal ahlakın kadın cinayetlerindeki rolü, medya çalışanı kadınların durumu ve çektikleri zorluklar gibi başlıklara dikkat çektiler. İkinci haftanın ilk semineri Nevval Sevindi tarafından verildi. Sevindi konuşmasında kadının medyada sunumunda izlenen çifte standarta, töre cinayetlerine ve toplumsal ahlâk sorunsalına, kadına şiddetin pornografik sunumuna değindi. 8 EKİM 2011 Nevval Sevindi Gazeteci-Yazar Aktivist “Şiddetin pornografisi” son zamanlardaki kadın haberleri için uygun bir tanımlama… Kadına yönelik şiddeti anlatan haberler dahi, belli bir pornografik eğilimle veriliyor. Bu tarz bir gazetecilik de, erkeğin şiddeti ve kadına tecavüzü içselleştirmesine neden oluyor. Basında ve medyada, kadını değersizleştirme son derece yaygın. Etik kurallara uymayan da bu tutum zaten. 28 Mart olaylarında hem maddi hem de manevi şiddete uğradım. Fethullah Gülen ile yaptığım röportaj sebebi ile ise ‘fahişe’ ye varan ağır ithamlarla karşılaştım. Şahsıma yapılan hakaretlerin ve uğradığım haksızlığın önlenmesi için Basın Konseyi’ne başvursam da, konsey durumla gerektiği gibi ilgilenmedi ve hakareti gerçekleştirenleri suçsuz ilan etti. Basın Konseyi gerektiği gibi çalışmıyor. Bu zor dönemleri yaşarken, gazeteci bir kadının ne kadar yalnız olduğunu daha da iyi kavradım. Bu olaylar yaşanırken beni eleştirenler, hep belden aşağı vurdular. 1990’lardan sonra namus cinayetleri öğrenilip medyada yerini bulmaya başladı. Oysa ki bu cinayetler 80’lerde de vardı. O dönemlerde kadın cinayetleri hep hasıraltı ediliyordu. Kadınların ölümü sorulduğunda hep, “Kireç kuyusuna düştü’’, ‘‘Traktör geri geri giderken ezildi,’’ şeklinde ifadelerle olayların aslı geçiştirilmeye çalışılıyordu. O dönem yasalarında konuyla ilgili yaptırım olmaması ve bölge halkının bu cinayetleri kültür gibi görüp örtmesi, namus cinayetlerini daha da arttırıyordu. Tüm bunları ben yerinde, birinci ağızdan dinledim. Size eski bir töre cinayetinden örnek vereceğim: 1975- 1995 arası terör olayları sebebiyle sinemalar ihraç edilmişti. Her şehirde yalnızca bir sinema kalmıştı ki bunlar da yalnızca dönemin furyası olan seks filmlerini oynatan sinemalardı. Kadıncağızın biri su içmek için sinemaya girmiş ve bunu gören çevre halkı da kocasına haber vermiş. Kadın sırf seks “ ‘Şiddetin pornografisi’ son zamanlardaki kadın haberleri için uygun bir tanımlama… Kadına yönelik şiddeti anlatan haberler dahi, belli bir pornografik eğilimle veriliyor. Bu tarz bir gazetecilik de, erkeğin şiddeti ve kadına tecavüzü içselleştirmesine neden oluyor.” filmleri oynayan bir mekanda bulunduğu için öldürüldü. Öldüren kocaya, ‘‘Yazık etmedin mi? Hem bir insanın hayatını sona erdirdin, hem de hapishanede çürüyecek olan kendi hayatını… Yazık olmadı mı?’’ sorusunu yönelttiğimde, ilginç bir cevapla karşılaştım: ‘‘Namusumuzdan başka hiçbir şeyimiz yok. Onu da kaybedersek ne yaparız?’’ Kadınların öldürüldüğü töre cinayetlerine karışan erkeklerle konuştuğumda hemen hepsi, ‘‘Biz yapmasak da toplum bizi yapmaya zorluyor; yoksa bizi öldürürler,’’ sözleriyle durumu açıklıyordu. Bu konuşmalardan şu sonuç çıkıyordu; bu cinayetleri işlemek zorunda bırakan şey, toplum kültürünün töre yaptırımı ve feodal yapıydı. Öldürmedikleri takdirde, onları o bölgede yaşatmıyorlardı. Dün, yani 7 Ekim 2011 tarihinde yayınlanan Habertürk sürmanşetine istinaden söylemek istediklerim var. Habertürk Gazetesi, kocası tarafından öldürülen bir kadının çıplak sırtına saplanan bıçaklı cesedinin korkunç fotoğrafını hiçbir mozaik görüntü olmadan doğrudan manşetine taşımıştır fakat öldüren kocanın fotoğrafı bile paylaşılmamıştır. Kısacası, öldüren erkek değil, ölen kadın deşifre edilmiştir. Önemli olan nokta bu: öldüren erkeği deşifre etmeleri gerekirken, öldürülen kadını deşifre ediyorlar. İşte bu, şiddetin pornografisidir. Kadınlarla ilgili haberlere göz attığımız zaman, medyada gizli bir kadın ayrımcılığı olduğu gözlemleniyor. Mesela, güncel haberleri incelediğimizde bir trafik kazası haberi manşetinde, ‘‘Kadın şoför öldürdü’’ başlığını görebiliyoruz. Oysa ki erkeklerin yaptığı kazaları aktaran haberlerde asla, ‘‘Erkek şoför trafik kazası yaptı’’ şeklinde bir başlıkla karşılaşmıyoruz. Trafik kazalarının %97’si erkek şoförler tarafından yapılmasına rağmen, yalnızca %2’si kadın şoförler tarafından meydana geliyor (%1 de kimliği belirsiz) ve buna rağmen bir kadın kaza yaptığında, “Kadın şoför öldürdü” gibi başlık atılıyor. Bu ayrımcılıktır! Tecavüz ve cinayet haberleri verilirken dahi, saldırıya maruz kalmış kadının üstüne giydiği kıyafet, kadının olay sırasında sarhoş olması veya gece geç bir saatte sokakta yalnız yürümesi gibi noktalar üzerinde duruluyor. Erkeklerin işlediği suç hafifletilmeye çalışılarak, mağdura ‘uygunsuz kadın’ imajı veriliyor. ‘‘Mini etek giydi, bıçaklandı’’, ‘‘Gece saat 2’de Göztepe’de yürürken tecavüze uğradı’’ gibi başlıklarla çok sık karşılaşıyoruz. Bu başlıkların altında yatan mesaj, şiddetin nedenini kadına bağlamaktan başka bir şey değil… Medyada kadınlar ne yazık ki hala üst düzey pozisyonlarda yer bulamıyorlar. Bu yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada böyle... Günümüzde gazeteci kadınların sayısı artmakla birlikte, gazetecilik yapan kadınlar hâlâ sektörün yalnızca %10’luk bir grubunu oluşturuyor. Amerika gibi bir medya devinde dahi, gazetelerin ve medyanın genelinin %90’ını erkekler oluşturuyor. Medya taraması yaptığımız zaman, kadın programlarını aşağılayıp küçük gören pek çok metinle ve pek çok yazıyla karşılaşabiliyoruz fakat erkeklerin mahalle kavgasına dönen tartışmalarını gösteren sözüm ona tartışma programlarına hiçbir eleştiri getirilmiyor. Kadınlar iş hayatında erkeklerle aynı şartlarda yarışmaya itiliyor fakat erkekler gibi işten geç çıktıkları zaman saldırıya uğrasalar bile haberlerde, ‘Gece sokak- ta dolaşan uygunsuz kadın’ olarak yer alıyorlar. Erkekler kadınlara, işlerine geldiği gibi bir eşitlik kavramını uygun görüyorlar. İhanet haberlerinde de ihaneti gerçekleştiren kadın ve erkeğin fazlasıyla farklı sunulduğunu görüyoruz. İki erkeği aynı anda idare eden bir kadın hakkındaki haber, ‘‘Fettan kadın iki erkeği yaktı’’ şeklinde veriliyor fakat aynı anda iki kadınla nişanlanan bir astsubayla ilgili haber, ‘‘Fettan astsubay iki kadını yaktı’’ başlığıyla aktarılmıyor; aksine, erkeğin çapkınlığını yüreklendirecek şekilde, ‘‘Vay çapkın vay’’ şeklinde veriliyor. Tecavüz olayları pornografik şiddet şeklinde sunuluyor. Aslında, tecavüz mağdurunun izni olmadan fotoğrafının kullanılmaması gerekir. Medya başkalarına öldürmemesini fetva verirken, kendisi katil oluyor. Yani, “Katillik kötüdür,” derken, haberi verişiyle kendi katil oluyor. Ana haber bültenlerinde haberleri anlatan dış ses de fark ettiyseniz genelde hep erkek sesidir. Bu durum, ‘haberin değerlendirici mecrasının erkek olduğu’ düşüncesinin beynimize işlenmesine neden oluyor. Medyadaki kadın algısı hep şablonlar üzerinden veriliyor. ‘Fettan kadın’, ‘savunmaya muhtaç kadın’ gibi şablonlar yaratılıyor. Oysa ki, cinsiyetlere göre kalıplar yaratmak manasızdır çünkü fıtratlar cinsi değildir. Aslında, Türk kültüründe kadın ve erkek tarihler boyunca eşit olarak görülmüştür. Bunun en büyük kanıtlarından biri de tarihimizin en eski kaynaklarından biri olan Dede Korkut Destanı’dır. Dede Korkut metinlerine bakarsanız, kadınlar erkeklerle aynı eğitime tabi tutulurlar; silah kullanır, ata biner ve güreş tutarlar. Avrupa’da ise eski dönemlerde kadınların değeri sıfırdı. O yüzden feminizm Avrupa’da doğdu. Kadınların ikinci sınıf birey görülmesinde, çocukken okutturulan çocuk kitapları da rol oynuyor. 1923’den 1950’ye ve 1950’den günümüze kadar olan okuma kitaplarını araştıran bir incelemeden örnekler verecek olursam… 1923’lerdeki okuma kitaplarında, kadınların mesleklerinden ve ailedeki karar alma mekanizmasındaki aktif rolünden bahsedilirken; 1950 sonrası okuma kitaplarında, kadının mesleğinden hiç bahsedilmeyip, karar verme mecrasının da hep erkeğe yönlendirildiğini görüyoruz. Çocukken okutulan okuma kitapları da aslında kadını ikinci sınıf birey olarak konumlandıran düşünceyi içselleştirmemizi sağlıyor. “Değişim Sürecinde Medya” seminer serisinin ikinci hafta konuklarından Nazlı Ilıcak konuşmasında, kadın ve erkek tabiatının farklılıkları, kadına tanınan sınırlı politik pozisyon, medya çalışanı kadınların durumu ve çektikleri güçlükler üzerinde durdu. 8 EKİM 2011 Nazlı Ilıcak Köşe Yazarı Sabah Kadınlar iş dünyasında hep belli başlı pozisyonlarda konumlandırılıyor. Politikadan örnek verecek olursak… Kadınlar politikada yüksek mevkilerde çok da yer bulamıyorlar. Bakan olsalar bile ya, ‘Kadından Sorumlu Devlet Bakanı’ ya da ‘Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’ oluyorlar. Neden Bayındırlık Bakanı bir kadın olamıyor? Medyada çalışan kadınlara baktığımızda kadın muhabirin çok olduğunu fakat yazı işleri gibi, medyada daha söz sahibi alanlarda çalışan kadın sayısının azaldığını görüyoruz. Medyada kadına, sadece güzellik ve magazin konularında yazı yazdırılmak isteniyor. Ben, kadının medya ve basın sektöründe erkeğin gerisinde kalması durumunu dış etkenlere bağlamak yerine, fizyolojik ve metabolik yapıya bağlıyorum. Kadının tabiatında annelik duygusu var ve bu sebeple, erkekten daha çok çocuk sahibi olmak istiyor. Bu doğal güdüler kadını bu güç savaşında aşağı çekiyor. Bir mücadele vererek evin dışına çıkıyoruz ama tabiat da bizi içeri çekiyor. Tabiattan ötürü zorluk çekiyoruz. Kendi kaderimizden şikayet etmemeliyiz çünkü annelik sebebiyle insanlığı biz yetiştiriyoruz. Kadına şiddetten şikayet ediyorsak, erkek çocuklarımızı da ona göre yetiştirmeliyiz. Erkek evlatlarımızı kayırmamalı ve onları fazla şımartmaktan kaçınmalıyız. Dizilere yönelik eleştirileri mantıksız buluyorum. Kendim de bir dizi izleyicisiyim. Tabii şu da bir gerçek ki, Türk dizilerinde kadına karşı şiddet yoğun olarak görülüyor. Şiddetin var olduğunu kabul etmek gerekir ama yine de sansüre karşıyım. Geçenlerde RTÜK’ün yaptığı bir araştırmaya denk geldim. Bu araştırma, kadınların dizilerden sonra en çok ana haber bültenlerini takip ettiğini ortaya koyuyordu. Kadınların en çok izlediği programların ikincisinin haberler olduğunu öğrenmek bir kadın olarak beni mutlu etti. 15 EKİM 2011 ÜÇÜNCÜ HAFTA “Dış Basınla İlişkiler” Medya Seminerleri üçüncü haftasında, “Dış Basınla İlişkiler” başlığını tartışmaya açtı. TR / AB Karma Parlamento Komisyonu Eski Eşbaşkanı Joost Lagendijk ve Today’s Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’in kürsüye çıktığı seminerlerde, Türk medyası ve yabancı medya arasında belirginleşen farklılıklar, oryantalist yaklaşımların batı medyası üzerindeki etkileri gibi önemli noktalara değinildi. Üçüncü haftanın ilk seminerini veren Joost Lagendijk, konuşmasında Türk ve Avrupa medyasını karşılaştırırken gazetecilik yapıları arasındaki farklara değindi. 10 yıl öncesine göre Türk medyasının daha demokratik bir görünüm çizdiğini belirtti. 15 EKİM 2011 Joost Lagendijk TR/AB Karma Parlamento Komisyonu eski Eşbaşkanı Türkiye’deki medya (TV ve gazeteler) ile Avrupa’daki medya arasındaki birinci yapısal fark, patronaj yapısıyla ilgili. Türkiye’de medya, holdinglerin ticari faaliyetlerinden yalnızca bir tanesi. Böyle olunca, farklı ticari amaçlar için kullanılabiliyor. Hükümeti memnun etmek, işinizi yaptırmak (örneğin bir havaalanı yaptırmak) gibi farklı ticari amaçlar için kullanılıyor medya. Örneğin Fox Haber, medya dışında herhangi bir işle uğraşan bir patronu olmadığı için hükümet tarafından, “Bak böyle haber yapmazsan, bu ihaleyi kaybetmezsin,” gibi bir yaptırıma uğramıyor. Böyle bir korkusu yok. İkinci yapısal fark, politik ve hukuki ortamdan kaynaklanıyor. Türkiye’de politikacılar gazetecinin yaptığı bir haberi beğenmediklerinde, uygun bir kanun maddesi bulup gazeteciyi dava edebiliyor fakat Avrupa’da herhangi bir cezai hukuk, gazeteciler üzerinde bu şekilde işlemiyor. Örneğin Hollanda’da bir kanun var: Kraliçeye gazeteciler dahil kimse hakaret edemez. Bu çok eski ve herkesin bildiği, 40 yıllık bir kanundur fakat bunun gazeteciler üzerinde kullanıldığı hiç görülmemiştir. Ama Türkiye’de durum böyle değil. Her kanun gazeteciler üstünde kullanılabiliyor. Üçüncü yapısal fark ise, Türkiye’de gazeteciler arasında çok ciddi boyutta görüş farklılığı ve polarizasyon oluşu. Sağ ve sol görüş arasında çok büyük görüş farklılıkları var. Örneğin sol basından birine dava açılınca sağ tarafının gazetecileri buna tepki göstermiyor fakat Avrupa’da görüş farklılığa da olsa, gazeteciler bu tip dava durumlarında bir araya gelip birbirlerini destekliyor. Türkiye’de durum böyle olmadığından, bu aşırı polarizasyon yetki sahiplerinin medya üzerinde çeşitli oyunlar oynamasına olanak sağlıyor. Avrupa’daki gazeteciler ve Türkiye’deki gazetecilerin mesleği uygulayışları arasında da farklar var. Bu farklardan ilki, röportajları yapışlarıyla ilgili. Örneğin “Türkiye’yi 10 yıl önceyle karşılaştırdığımda, medyanın farklılaştığını, özgürleştiğini ve geliştiğini söyleyebilirim. Medya, şu an konuşulabilen konular bakımından eskiden çok baskı altındaydı.” ne zaman bir Türk gazeteci bana röportaj yapmak için gelse, eski röportajlarımı hiç okumadan, oldukça hazırlıksız bir şekilde geldiğini görüyorum. Avrupa’da ise muhakkak daha önceden araştırma yapıp hazırlanıyorlar ve “2 sene önce böyle demiştiniz,” diyebiliyorlar. Fakat Türkiye’de böyle bir hazırlık yok. Bu da politikacıların işini çok kolaylaştırıyor. Türkiye’de gazeteciler politikacıların önceki röportajlarını okumadıkları ve bir röportaja giderken yeterince hazırlanmadıkları için politikacılar da gazetecinin sorularından kolaylıkla sıyrılabiliyorlar. Söyleyeceğim kaba kaçabilir ama röportajı yapan gazetecinin ısrarcı olması lazım çünkü politikacı, mümkün olduğunca az bilgi vermek ister. Gazetecinin görevi ise onu zorlamak ve ısrarcı olup röportajdan alabileceği kadar bilgiyi almaktır. Eğer yeterince ısrarcı olmazsanız, bir röportajdan yeni bir şeyler öğrenerek çıkmanız çok zor. Bunu yapmanız çok da kolay değil aslında çünkü politikacı sizi editörünüze şikayet edebilir. Sizin değiştirilmenize neden olabilir çünkü bir gazetecinin diğer gazeteciyle değiştirilmesi çok da zor değil. Türkiye ve Avrupa’daki gazetecilerin ‘özel’ ve ‘kamuya açık’ kavramlarını algılayışları da oldukça farklı. Neyin özel, neyin kamuya açık olduğuyla ilgili bir farklılık da var Türkiye ve Avrupa’da. Mesela başbakanın annesi öldüğünde, gazeteciler tüm detayları vermekten çekinmediler. Avrupa’da bu böyle olmaz. Başbakan acısıyla baş başa bırakılır, burnunun ucuna kamera dayanmaz. Bir diğer örnek ise, birkaç yıl önce Hollanda’da düşen Türk uçağı haberiyle ilgili. Bu kaza sonrasında Hollanda polisi yaralıların ve ölülerin ismini vermek istememişti çünkü önce emin olmak istediler ve durumu öncelikle kaza kurbanlarının ailelerine bildirmek istediler. Fakat Türk basını buna karşı çıktı ve “Bizden bilgi saklıyorlar,” gibi suçlamalarda bulundu. Türkiye ve Avrupa’daki gazeteciler arasındaki bir diğer farklılıksa, tartışma programlarının yönetimiyle ilgili. Türkiye’de gazeteciler ve politikacıların katıldığı tartışma programlarını takip ediyorum; gazeteciler politikacıların kendilerini anlatması için çok uzun süre tanıyor. 15-20 dakika gibi bir zaman veriliyor ki bu televizyonda çok uzun bir zamandır. Oysa ki Avrupa televizyonlarında gazeteciler, konuşmacının kısıtlı bir zamanda açık ve kesin cevaplar vermesi için ona müdahale ederler. Ama Türkiye’de yetki sahipleri (politikacılar, milletvekilleri, bakanlar), gazetecilerin müdahalesiyle karşılaşmadığı için uzun uzun cevaplar vererek, aslında sizin sorunuza cevap vermeden demeçte bulunuyor. bu konularda daha rahat konuşup yazmak mümkün. Yani, Türkiye’yi 10 yıl önceyle karşılaştırdığımda, medyanın farklılaştığını, özgürleştiğini ve geliştiğini söyleyebilirim. Medya, şu an konuşulabilen konular bakımından eskiden çok baskı altındaydı. — Türkiye’de diğer farklılık ise köşe yazarlarının fikirlerine çok fazla değer veriliyor olması. Bu durum Avrupa’da böyle değil. Az sayıda köşe yazarı var ve kendi fikirlerinden çok, somut gerçeklerle ilgili yazılar yazarlar. Türkiye’de köşe yazarlarının fikirlerine Avrupa’da olduğundan daha fazla önem veriliyor. Türkiye’de her gazetede neredeyse 10-15 köşe yazarı var ama Avrupa’da bu böyle değil. Her gazetede 3-4 tane köşe yazarı vardır ve kendi görüşlerini değil kesin bilgileri köşelerinde yazarlar. — Hükümetin gazetecilere karşı yapılan cezai yaptırımları azaltacağı konusunda umutluyum. — Türkiye’deki gazeteciliği çok eleştirdim ama şunu da söylemeliyim ki, Türkiye’deki gazeteciliği 10 yıl öncesi ile karşılaştırdığımızda çok geliştiğini görüyoruz. Eskiden tabu alanlar vardı ve gazeteciler bu alanlarda konuşamaz, yazamazdı. Özellikle ordu, Ermeniler ve Kürtlerle ilgili konularda… Ama şimdi — Medyadaki tekelleşmenin ve medya patronlarının gazetecileri baskı altında bırakmasının uzun vadede çözüleceğine inanıyorum. — Gazetecilerin görüş ayrılıkları olsa dahi birlik olmayı ve meslektaşlarını desteklemeleri gerektiğini öğrenmeleri gerekir. Aynı zamanda, kimin gerçek gazeteci olduğu ve kimin gazeteciliği etiket olarak kullandığını anlamaları da lazım. Mesela, Oda TV’dekilerin yaptıkları gazetecilik değil, propagandaydı. Gazeteciliği etiket olarak kullandılar. — Çok güzel bir mesleğiniz var. Ben de politikacı olmasam gazeteci olurdum. Gazeteciler olmadan demokrasi işleyemez. Ben inanıyorum ki gazeteciler ileride daha eleştirel bir yapıya sahip olacak Türkiye’de. Gazetecilerin daha eleştirel ve daha araştırmacı olması lazım. Bunun için de gazetecilerin daha dişli olması gerekiyor. Medya ve politika arasındaki denge çok önemli. Gazetecilerin en zorlandığı konu dengeyi tutturmaktır. Hem politikacılarla iletişimi iyi kurmalısın ki onların seninle konuşmasını sağlayabilesin, hem de onları eleştirebilmelisin. Her iyi gazeteci bu dengeyi tutturabilir diye düşünüyorum. Terör haberlerini yazmamak, terör saldırılarını durdurmaz. Bu tür haberleri yazmak, bildirmek zorundayız. Daha kısıtlı şekilde yazarsak propagandaya daha az yol açmış oluruz. Önemli olan, bu tür haberleri herhangi bir propagandaya yol açmadan, en doğru şekilde yazmaktır. Üçüncü hafta seminerlerinde kürsüye çıkan bir diğer isim Bülent Keneş oldu. Keneş konuşmasında, medyadaki temsil sorunu, batılı medyanın oryantalist yaklaşımı, Türk gazetelerindeki tanımsızlık, objektivite oyunu ile objektifmiş gibi davranma arasındaki farklılıklar gibi konulara değindi. 22 EKİM 2011 Bülent Keneş Genel Yayın Yönetmeni Today’s Zaman Patronaj yapısı Batı medyasında bizden çok farklı değil. Medyanın bağımsızlığının, medya patronlarının başka işlerde olmayışıyla ölçülmesini yanlış buluyorum. Amerika’nın %80’i birbirine çok kenetli bir grup tarafından temsil ediliyor. Böylelikle anti İslam imajının nasıl yayıldığını görebiliyorsunuz. Fox News farklı çalışıyor, doğru ama bağımsızlığı yalnızca Joost’un baktığı noktadan ölçmeyi doğru bulmuyorum. Los Angeles Times gibi gazeteler ile iş birliği yaptık ama onların bizimle alakalı saha haberlerini kullanmak istediğimizde, objektif yazmayı çabalasalar da yazıların belli bir Amerikan düşünce yapısıyla kaleme alındığını gördük. Gazetecilik bilimsel bilgi, evrensel bilgi üretmiyor. Mutlak anlamda iyiler ve mutlak anlamda kötüler diye bir şey yok. Ben ters bir şey söyleyeceğim: Allah’a şükür ki polarizasyon var. Bu polarizasyon çift kanallı değil, çok kollu bir kutuplaşma. Ben bugünkü polarizasyonu, 1990’larda neredeyse aynı çizgide yayın yapan medyaya tercih ediyorum. Bu kadarcık bir değişimin bile Türkiye’de yaptığı gelişimi görebiliyoruz. 1990’lı yılların başına kadar Türkiye’de belli bir kesimin, Türk medyasının büyük bir bölümünü yönettiğini biliyoruz. Tüm bu demokratikleşmeye rağmen, şu anda Türkiye’de ve dünyada hala medyada temsil sorunu yaşandığını düşünüyorum. Dünya basını da bu temsil sorununu yaşıyor. Çok küçük bir kesimin, kamunun fikrini nasıl etkilediğini görüyoruz. Bütün hastalıklarına rağmen, Batı medyasını daha sahici buluyorum. Türkiye’deki gazetelerde, “Falanca gazetecimiz falanca partiye üye olmuştur. Bu sebeple kadromuzdan çıkarılmıştır,” denebiliyor. Bunu da deklare ederek yapıyorlar. Amerika’da bir gazetede, “Biz Obama’yı destekliyoruz. Biz bu düşünceyi savunuyoruz ve bizi buna göre okuyun,” diyebiliyorlar. Kimi okuduğunuzu bilmeniz daha sağlıklıdır diye düşünüyorum. “Ben bugünkü polarizasyonu, 1990’larda neredeyse aynı çizgide yayın yapan medyaya tercih ediyorum. Bu kadarcık bir değişimin bile Türkiye’de yaptığı gelişimi görebiliyoruz.” Oysa Türkiye’de objektivite oyunu oynamak objektiflikten daha iyiymiş gibi düşünülüyor. Halbuki her kim, “Tarafsızız ve her düşünceye eşitiz,” diyorsa, bu doğru değil. Bizim bir taraflılığımız var; bunu saklamıyoruz. Biz Today’s Zaman olarak tarafız: Demokrasiden tarafız, özgürlüklerden tarafız, gazetecilik etiketi altında başka şeyleri yapanlara karşı cephe alanlardan tarafız… Kim ki, “Biz objektif gazetecilik yapıyoruz. Her fikre eşit yaklaşıyoruz,” diyorsa, bilin ki bu doğru değildir. Batıyla Türk medyasını ayıran unsurlardan biri, orada kimin ne olduğunu biliyorsunuz; her şey tanımlı ama Türkiye’de her şey tanımsız. Türkiye’de bir gazeteyi okuduğunuzda neyle karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. Bizde yarı mainstream, yarı bulvar gazetesi, yarı müstehcen, yarı aile gazetesi olabiliyor gazeteler. 22 EKİM 2011 DÖRDÜNCÜ HAFTA “Demokratikleşme Süreci ve Medya” Dördüncü ve son hafta seminerleri, Sabah Gazetesi Köşe Yazarı Emre Aköz ve Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu tarafından verildi. “Demokratikleşme Süreci ve Medya” başlığını tartışan Aköz ve Karaalioğlu konuşmalarında, Türkiye’de devlet ve medya ilişkisi, demokratikleşme sürecinin medyaya yansımaları, medyada yıkılan tabular ve değişen dil, toplumun kendini anlaması için basın ve konuşma özgürlüğünün şart oluşu, gazetecinin demokrat olma zorunluluğu gibi konular üzerinde durdu. Tarihimizde basın ve devletin iç içe geçen ilişkisine değinen Emre Aköz, günümüzde medyada pek çok tabunun yıkıldığından ve daha önce kaleme alınamayacak pek çok konunun rahatlıkla yazılabildiğinden bahsetti. Demokrasinin gelişebilmesi için basın özgürlüğünün şart olduğunu vurguladı. 22 EKİM 2011 Emre Aköz Köşe Yazarı Sabah Terör olaylarının ardından Başbakan, bu hafta medya kuruluşlarının patronları ve genel yayın yönetmenlerini çağırarak bir toplantı düzenledi ve bu toplantıda gazetecilerden terör olayları hakkında haber yaparken özenli olmalarını rica etti. Yasemin Çongar’ın yazısına bakacak olursak, birileri hemen, “Karayılanla yapılan röportaj yayınlansın mı, yayınlanmasın mı?” demiş bir öğrenci tavrıyla. Bence bu, gazeteciye yakışan bir tavır değildir. Böyle bir soru Başbakan’a sorulmaz. Bir haberi yayınlayıp yayınlamayacağına gazeteci olarak kendin karar verirsin. Burada haber vermenin ötesinde, kaba tabirle ‘medyanın borazanlık yapma durumu’ nu görüyoruz. Sizce biz bu noktaya nasıl geldik? Yayınlayalım mı, yayınlamayalım mı süreci yani… Devletle basının iç içe geçmesi durumu çok eskilere, Bâb-ı Âli’ye kadar gidiyor. Böyle bir geçmişe sahibiz biz. Bu öylesine bir geçmiş ki, 1950’de Demokrat Parti başa geçtiğinde kurulan gazetelerle de iş değişmiyor. Onlar da Demokrat Parti militanı oluveriyor. Harf devrimi yapıldığında eski harfli matbaaları bulunan pek çok matbaacı zor duruma düşüyor. Bu sebeple devlet de matbaalara devlet kredisi vermeye başlıyor. Hürriyet’in kurucusu Sedat Simavi kredi almayarak, “Elimdeki para yeter,” diyor. Sırf bu sebeple adamı sorguya çekiyorlar; “Sen ne hakla kredi almazsın,” diye. Yani öyle bir sistem var ki, medya organları özerk olmak, bağımsız olmak istemiyorlar. Dolayısıyla, basının demokratikleşmesini istemiyorlar. Bunu devlet de istemiyor, basındakiler de istemiyor. Yani o dönemlerde, böyle enteresan bir iç içe geçmişlik var basın ile devlet arasında. Şunu anlatmaya çalışıyorum; kitaplarda okuduğumuz bir demokrasi var ya… Aslında Türkiye’de kimse o demokrasiyi istemiyor. 1984’de PKK saldırıları başlamış, devam ediyordu. Bir şey söylemek istiyorduk ama ‘Kürt’ demek yasaktı. Peki, bu nasıl bir “Çalışanlara patronlar tarafından hükümet hakkındaki haberleri dikkatli yapmaları gerektiği emri veriliyor. “Şu Bakanla işim var; dikkatli yapın haberi,” deniliyor. Bu da karşılıklı birbirinden beslenme durumunu doğuruyor.” yasaktı? Uygulamalı bir yasaktı. Bu yasalarda belirtilen bir yasak değildi ama yine de ‘Kürt’ diyemiyorduk. Düşünebiliyor musunuz, gazetecilik yapıyorsunuz ve ‘Kürt’ diyemiyorsunuz… Bir röportaj geliyor, elin mahkum Kürtler’den bahsetmelisin ama bahsedemiyorsun. Böyle bir ortamdı ve bu ortamı ne basın organları ciddi bir şekilde değiştirmek istiyordu ne de devlet… ‘Kürt’ demenin yasak olması durumu bir röportajla birlikte tepetaklak oldu. Mehmet Ali Birand gitti Abdullah Öcalan ile röportaj yaptı. Siyasal yönüyle de değil, magazinsel yönüyle yaptı bu röportajı. Öcalan’ın Galatasaray’ı tutması, kola içmesi, elinde tespih olması yazıldı röportajda. Bu röportajla birlikte, o otokontrol yerle bir oldu. Yani, basın özgürlüğü çok da talep edilerek gelmedi. Kürtler isyan etti; bir faydası olmadı ama bir röportaj yapıldı ve o yasak birden kayboldu. Avrupa medyasında durum daha farklı. Avrupa’da basın özgürleşmeye çalışıyordu ama devlet izin vermiyordu -farklı durumlar da var ama ağırlıklı durum bu-. Bizde ise durum böyle değildi. Basının çoğunluğu devlete yaranmaya çalışıyordu. Tabii bunda medya patronlarının da etkisi vardır. Medya patronlarının sermayeleri, devletten ihale alınarak sağlandığı için çalışanlara patronlar tarafından hükümet hakkındaki haberleri dikkatli yapmaları gerektiği emri veriliyor. “Şu Bakanla işim var; dikkatli yapın haberi,” deniliyor. Bu da karşılıklı birbirinden beslenme durumunu doğuruyor. Olayı şöyle görmek lazım: Ne kadar konuşulursa o kadar iyi. Bu Aleviler olabilir, türban konusu olabilir… Bırakın insanlar konuşabilsinler, dertlerini dile getirebilsinler. Problemleri olan insanlar karnından değil, bırakın açıkça konuşsunlar, dertlerini söylesinler ki duyalım, bilelim, öğrenelim. Anlatsınlar; anlatmadıkça konular açıklığa kavuşmuyor. Adam çıksın ve desin ki, “Kardeşim biz ayrılmak ve başka devlet kurmak istiyoruz!” Bir başkası desin, “Ben özerklik istemiyorum.” Bırakın konuşsunlar ve öğrenelim ne istediklerini. Haber ve haberin yorumu ne işe yarar? Bunu takip eden insan topluluklarının, kendilerini ve toplumlarını daha iyi anlamalarını sağlar. Toplumun kendini anlaması için her röportaj yayınlansın. “Basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü, kişiler ve kavramlar hakkında mitolojiler üretmemizi engeller. Herkesin konuşmasına izin verildiği bir ortamda demokrasi gelişir. Ancak böyle bir ortam geliştiği zaman, birbirimizi anlayıp daha nitelikli kavgalar yapabiliriz.” Karayılan röportajı da yayınlansın, Bengi Yıldız konuşması da yayınlansın. Röportaj yapıldığında Karayılan, “Saldırıları bırakıyoruz,” demişti ama meğerse bunları söylerken bile adamlar yeni bir saldırı planlıyormuş. Peki, bu röportajın yapılması neyi gösterdi? “Tamam, bu adamlar cesur adam -çünkü dağa çıkmak belli bir cesaret ister- ama demek ki tüm cesaretin yanında, biraz da yalancılar galiba,” gerçeğini görmemizi sağladı. Bengi Yıldız’ın özerklik talep edip ardından özerkliğin getirecekleri sorulduğunda öylece kaldığı konuşmasına şahit olduğumuzda ne diyoruz? “Bu adam milletvekili olmuş, tamam ama pek kültürlü bir adam da değil galiba,” diyoruz. İşte tüm bunları görmek için o röportajların yayınlanmasını sağlayan demokratik ortam ve medya özgürlüğü gerekiyor. Bu röportajların yapılması, gösterilmesi gerekiyor. Aksi halde bunu göremeyiz ve Karayılan, Kürtlere göre dağlarda gezen cesur bir adam, mitolojik bir kahraman olarak kalır. Basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü, kişiler ve kavramlar hakkında mitolojiler üretmemizi engeller. Herkesin konuşmasına izin verildiği bir or- tamda demokrasi gelişir. Ancak böyle bir ortam geliştiği zaman, birbirimizi anlayıp -kavgalar bitmese de- daha nitelikli kavgalar yapabiliriz. 2007 yılında Doğan grubu hükümete karşı büyük atağa başladı. “Malezya mı oluyoruz?”, “Ilımlı İslam mı oluyoruz?” gibi başlıklar attılar. En beğendiğim CHP’li olan Tarhan Erdem bile, “Türban serbest olursa iki sene içinde tüm açık kızlar da kapanmaya zorlanır,” gibi bir yazı yazdı. Türban serbest olalı kaç sene oldu? Bir sene… Kimseye zorla türban taktırılıyor mu? Hayır. İşte ben ikinci seneyi bekliyorum. İkinci senenin ardından Tarhan Erdem’in gırtlağına yazımla yapışacağım. Demokrasi iyidir ama ‘ideal demokrasi’ diye bir şey yoktur. Herkes kendi özgürlüğünü yaşamak için demokrasiyi ister; bu da bizi geliştirir. Türbanlı arkadaşların haklarını savunması da demokrasi için iyidir, başka bir kesimin haklarını savunması da… Seminer serisinin son konuşmacısı Mustafa Karaalioğlu, gazetecinin demokrat olması gerektiğini vurguladı. Teknolojinin insanları eşitlediğini belirterek, gazetecinin fark yaratabilmek için muazzam bir genel kültüre sahip olması gerektiğini söyledi. 22 EKİM 2011 Mustafa Karaalioğlu Genel Yayın Yönetmeni Star Gazetecilik mesleğinin bizden beklediği şey yenilenme duygusudur. Bütün duyduklarınızın aksine, iyi adamlar her zaman hak ettikleri yerlere gelmişlerdir. İyi adamlar hiçbir şekilde engellenemez gazetecilik mesleğinde çünkü gazeteci aynı zamanda kendi yolunu açmayı başaran kişidir ve iyiyseniz zaten sonuna kadar giderseniz. Gazeteci her durumda demokrat olmalı. Demokrat değilseniz, hem iyi olma şansınız hem de mutlu olma şansınız yok. Bu durum sizi tatsızlaştırıp militanlaştırır. İyi bir gazeteci olmak için önyargıları, kendi inançlarınızı, kendi yaklaşımlarınızı terk etmeniz lazım. Önyargılar gazetecilik için en büyük tehdittir. Önyargı derken, sadece inançlardan bahsetmiyorum. Haber hazırlamada fazla aceleci olmak ve ilk kaynağa inanıp aceleci haber yapmak da bir önyargıdır. İlk kaynak size çekici gelebilir ama unutulmamalıdır ki her haberin iki tarafı vardır. Gazetecilik artık çok zor. Teknoloji insanları eşitliyor. Artık herkes araştırıyor, haberleri takip ediyor. Ürün satacağınız kitle, böyle bilgili bir kitle. Sizin döneminizde kalite daha da yükselecek. Bu da bir farklılık gerektirir. Gazeteci farklılık yaratabilmelidir. Bir gazeteci artık yalnızca Kürt sorununu değil; İspanya’daki ETA’yı da bilmek zorunda, IRA’yı da bilmek zorunda, Tamil Kaplanları’nı da bilmek zorunda. Yani internet mantığında söylemek gerekirse, bir haberin yanında ilgili konular linki verilecek konuları da bilmek zorunda. Artık gazeteci olmak için muazzam bir genel kültür, muazzam bir uzmanlaşma şart. Lütfen bugünlerde yaşananları not edin. Kronolojik olayları not edin. Çok önemli şeyler oluyor son zamanlarda. Yalnızca 2010 bile muazzam bir kaynak. Anayasa değişimi, yargı, referandum, orduyla olanlar… Aslında çok önemli şeylere tanık olduk. Bunları lütfen yazın bir yere. İlerde “Gazetecilik artık çok zor. Teknoloji insanları eşitliyor. Artık herkes araştırıyor, haberleri takip ediyor. Ürün satacağınız kitle, böyle bilgili bir kitle. Gelecekte kalite daha da yükselecek. Bu da bir farklılık gerektirir. Gazeteci farklılık yaratabilmelidir.” bunlar sizin için çok önemli kaynaklar olacak. Bu yaşananları internetten tarayın, açık kaynaklardan tarayın… Lagendijk’in bir önceki hafta ifade ettiği, “Medya Patronları medyadan başka iş alanlarına kaymamalı,” fikrine katılmıyorum. Türkiye’de sermaye derinliği eksik. Keşke medya patronları başka alanlarda çalışsa da sermaye derinliği artsa. Medya patronları başka iş yapmazlarsa medya da olmaz. “Medya patronunun başka işi olmasın,” demek, 3. Dünya görüşüdür. Önemli olan şeffaflık ve hesap verebilirliktir. Türkiye’de 10 milyon gazete okuyucusu var ama sadece 4 milyon gazete satılıyor; gerisi internet okuyucusu. Bu okuyucu kitlesini anlamak ve onlara ulaşmak için değişime açık olmak ve sürekli yenilenmek gerekiyor.