SA⁄LI⁄IN BAfiKENT - Ankara İl Sağlık Müdürlüğü
Transkript
SA⁄LI⁄IN BAfiKENT - Ankara İl Sağlık Müdürlüğü
May›s 2009 / Say›: 14 SA⁄LI⁄IN BAfiKENT‹ Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Yay›n Organ›d›r. Dört Ayda Bir Yay›mlan›r. SA⁄LIK H‹ZMETLER‹NDE KAL‹TE Dr. Celal D‹NÇER YANIK YARALANMALARI Doç. Dr. Ahmet Ç›nar YASTI ANKARA KENT MERKEZ‹NDE BULUNAN ‹K‹ SA⁄LIK OCA⁄INA HERHANG‹ B‹R NEDENLE BAfiVURAN Y‹RM‹ YAfi ÜSTÜ K‹fi‹LER‹N HEPAT‹T C HAKKINDAK‹ B‹LG‹LER‹ Arfl. Gör. Dr. Ö. KARADA⁄ Ö¤r. Gör. Dr. S. ÜNER Prof. Dr. H. ÖZCEBE ÇOCUKLARDA TEMEL YAfiAM DESTE⁄‹ Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Acil Sa¤l›k Hizmetleri fiube Müdürlü¤ü TALASEM‹ (Cooley Anemisi, Akdeniz Anemisi) Prof. Dr. Bahattin TUNÇ TÜRK‹YE’DE TÜTÜN KONTROLÜNDE ÖNEML‹ B‹R TAR‹H YAKLAfiIYOR: 19 TEMMUZ 2009 Prof. Dr. Nazmi B‹L‹R Doç. Dr. Dilek ASLAN HUMAN PAP‹LLOMAV‹RUS Doç. Dr. Aydan Asyal› B‹R‹ Dr. Mehmet F›rat MUTLU Dr. Jale ÖZTÜRK fiÜPHEL‹/OLASI KIRIM KONGO KANAMALI ATEfi‹ (KKKA) HASTALARININ ENFEKS‹YON KL‹N‹KLER‹NE YATIfi YÖNET‹M‹ Mustafa AKSOY, Çi¤dem fi‹MfiEK, Ahmet ÖZLÜ, Gönül ÇULHA, Ömür KUL, Hasan Hüseyin ZORGÜL, Mine KAYA, Faik MADEN BEBEK VE ÇOCUK ‹ZLEMLER‹ PROTOKOLÜ Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Ana Çocuk Sa¤l›¤› ve Aile Planlamas› fiube Müdürlü¤ü SA⁄LAM ÇOCUK ‹ZLEMLER‹NDE GERG‹N PEN‹S BOYU ÖLÇÜMÜ VE DE⁄ERLEND‹R‹LMES‹ Uzm. Dr. Mustafa Özcan ÖZ Sa¤l›¤›n Baflkenti May›s 2009 Say›: 14 Dört ayda bir yay›mlan›r. ANKARA ‹L SA⁄LIK MÜDÜRLÜ⁄Ü SA⁄LI⁄IN BAfiKENT‹ DERG‹S‹ YAYIN EK‹B‹ SAH‹B‹ Sa¤l›k Müdürlü¤ü ad›na Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürü Uzm. Dr. Mustafa AKSOY YAZI ‹fiLER‹ MÜDÜRÜ VE ED‹TÖR Dr. S. Rahmi ACAR Sa¤. Md. Yrd. ED‹TÖR YARDIMCILARI Dr. Alev YÜCEL S‹EK Birim Sor. Gülcan fiAH‹N Atatürk EAH EDİTÖR’DEN Yaz mevsiminin, dalda açan çiçekleriyle “geliyorum” dediği bugünlerde, Sağlığın Başkenti’nin 14. sayısı ile tekrar birlikteyiz. Akademik ve aktüel olarak iki farklı alanda sizlerin beğenisine sunduğumuz dergimizin bir önceki sayısı sonrası aldığımız olumlu geri bildirimler, bizler için ayrı bir motivasyon kaynağı oldu. Bu motivasyonla, daha hızlı ve daha şevkle çalıştık. Bilimsel dergimizdeki konu başlıklarımızdan bazılarını yanık yaralanmaları, Türkiye’de tütün kontrolü, çocuklarda temel yaşam desteği, hepatit C, ve talasemi oluşturdu. YAYIN KURULU Dr. Mehmet Akif GÜLEÇ Sa¤. Md. Yrd. Dr. Halil KARA Sa¤. Md. Yrd. Dr. Selami KILIÇ Sa¤. Md. Yrd. Dr. Jale ÖZTÜRK Sa¤. Md. Yrd. Dr. Murat ÖZTÜRK Sa¤. Md. Yrd. Dr. Tali ÖZDEM‹R fiube Müdürü TEKN‹K DESTEK Avukat Sait KURT Disiplin - Hukuk Büro Amr. BASKI SENTEZ MATBAASI Büyük Sanayi 1. Cad. 107/40 ‹skitler/ANKARA Tel: 0312 341 44 67 YAZIfiMA ADRES‹ Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Ostim Ek Bina E¤itim fiube Müdürlü¤ü Ba¤dat Cad., No: 16 Macunköy - ANKARA www.asm.gov.tr Bu sayıdaki aktüel konumuz ise meslek hastalıklarıydı. Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi ile yürüttüğümüz ortak çalışmalar neticesinde elde ettiğimiz verilere yer verdiğimiz meslek hastaları ekimizde A’ dan Z’ ye meslek hastalıklarının güncel boyutlarını tartıştık. Henüz tam anlamıyla işlevselliği gün yüzüne çıkamamış bu konuda, siz değerli okuyucularımızın detaylı bilgi sahibi olmasını istedik ve çalışmalarımızı bu yönde tamamladık. Tüm ekip arkadaşlarımla birlikte, yoğun ve titiz bir çalışma süreci sonrası baskıya sunduğumuz Sağlığın Başkenti’nin bu sayısını umarım beğenirsiniz. Bir sonraki sayıda tekrar buluşmak ve görüşmek üzere sağlıklı ve güzel günler diliyorum. Hoşçakalın… SAĞLIĞIN BAŞKENTİ DERGİSİ BİLİMSEL DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Recep AKDUR Prof. Dr. Rıdvan AKIN Prof. Dr. Mustafa ALTINBAŞ Prof. Dr. Metin AYDIN Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Prof. Dr. Derya BALBAY Prof. Dr. Olcay BELENLİ Prof. Dr. M. Ali BUMİN Prof. Dr. Ahmet COŞAR Prof. Dr. Haşim ÇAKIRBAY Prof. Dr. Güner DAĞLI Prof. Dr. Ahmet DEMİROK Prof. Dr. Ali Pekcan DEMİRÖZ Prof. Dr. Orhan DENİZ Prof. Dr. Uğur DİLMEN Prof. Dr. Can Polat EYİGÜN Prof. Dr. Serdar GÖKTAŞ Prof. Dr. H. Canan HASANOĞLU Prof. Dr. Metin HASDE Prof. Dr. Murat KARAŞEN Prof. Dr. Ercan KURT Prof. Dr. Ahmet KUTLUHAN Prof. Dr. Tuncay KÜÇÜKÖZKAN Prof. Dr. Safa KAPICIOĞLU Prof. Dr. Haydar MÖHÜR Prof. Dr. Ahmet ÖZET Prof. Dr. Yaşar ÖZGÖK Prof. Dr. Zafer ÖZTEK Prof. Dr. Faruk ÖZTÜRK Prof. Dr. Serdar ÖZTÜRK Prof. Dr. Mustafa PAÇ Prof. Dr. Şaban ŞİMŞEK Prof. Dr. Nihat TOSUN Prof. Dr. Murat TUNCER Prof. Dr. Bahattin TUNÇ Prof. Dr. Ali Uğur URAL Prof. Dr. Cihangir UYAN Doç. Dr. Ramazan AKDEMİR Doç. Dr. Selami AKKUŞ Doç. Dr. Musa AKOĞLU Doç. Dr. Murat ALPER Doç. Dr. Ömer ANLAR Doç. Dr. Mesut ATLI Doç. Dr. Filiz AVŞAR Doç. Dr. Zehra AYCAN Doç. Dr. Hülya BAŞAR Doç. Dr. Ethem BEŞKONAKLI Doç. Dr. Murat BAVBEK Doç. Dr. Hatice BODUR Doç. Dr. Hürrem BODUR Doç. Dr. Engin BOZKURT Doç. Dr. Murat BOZKURT Doç. Dr. Nuray BOZKURT Doç. Dr. Ali COŞKUN Doç. Dr. Kerim ÇAĞLI Doç. Dr. Selçuk ÇOMOĞLU Doç. Dr. Mehmet DAKAK Doç. Dr. Şeref DEMİRKAYA Doç. Dr. Metin DOĞAN Doç. Dr. Murat DURANAY Doç. Dr. Salim ERKAYA Doç. Dr. Mustafa ERTEK Doç. Dr. Erol GÖKA Doç. Dr. Adil GÖKALP Doç. Dr. Ülker GÜL Doç. Dr. Serdar GÜLER Doç. Dr. Ali HABERAL Doç. Dr. Baki HEKİMOĞLU Doç. Dr. Mustafa KARAOĞLANOĞLU Doç. Dr. Nurettin KARAOĞLANOĞLU Doç. Dr. Mahmut KOÇ Doç. Dr. Hakan KORKMAZ Doç. Dr. Mahmut KÖMÜRCÜ Doç. Dr. Şeref KÖMÜRCÜ Doç. Dr. Şebnem KÖSEBALABAN Doç. Dr. Ahmet KUŞDEMİR Doç. Dr. Yaşar NAZLIGÜL Doç. Dr. Ali Rıza ODABAŞ Doç. Dr. Öner ODABAŞ Doç. Dr. Emin ORHAN Doç Dr. Haluk ÖZBAY Doç. Dr. Ayşegül ÖZGÖK Doç. Dr. Onur ÖZLÜ Doç. Dr. Bekir ÖZTÜRK Doç. Dr. Kenan SAĞLAM Doç. Dr. Ferit SARAÇOĞLU Doç. Dr. İrfan ŞENCAN Doç. Dr. Erol ŞENER Doç. Dr. Abdurrahman ŞİMŞEK Doç. Dr. A. Teoman TELLİOĞLU Doç. Dr. Tuğrul TİRYAKİ Doç. Dr. Hakan TÜRKÇAPAR Doç. Dr. Ali ÜNSAL Doç. Dr. Bülent YALÇIN Doç. Dr. Medaim YANIK Doç. Dr. Metin YILDIRIMKAYA Doç. Dr. Tahir K. YOLDAŞ Doç. Dr. Nurullah ZENGİN Yrd. Doç. Dr. Ümit AYDOĞAN Yrd. Doç. Dr. Turan BUZGAN Yrd. Doç. Dr. Ahmet DEMİRCAN Yrd. Doç. Dr. Mehmet ERYILMAZ Yrd. Doç. Dr. Ümit GÖKTOLGA Yrd. Doç. Dr. Berkant ÖZPOLAT Yrd. Doç. Dr. Gülhan EROĞLU SAMUR Op. Dr. Leyla MOLLAMAHMUTOĞLU Uzm. Dr. Fikri AK Uzm. Dr. Canan ATAKAN Uzm. Dr. Bayazit DİKMEN Uzm. Dr. Haluk GÜMÜŞ Uzm. Dr. Feyzullah GÜMÜŞLÜ Uzm. Dr. Koray GÜRSEL Uzm. Dr. Sema HÜCÜMENOĞLU Uzm. Dr. Hasan IRMAK Uzm. Dr. Can Demir KARACAN Uzm. Dr. Cebrail ŞİMŞEK ANKARA İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ SAĞLIĞIN BAŞKENTİ DERGİSİ YAZIM KURALLARI 1. Sağlığın Başkenti Dergisi, Ankara İl Sağlık Müdürlüğü’nün süreli yayını olarak dört ayda bir yayınlanır. 2. Sağlığın Başkenti Dergisi, sağlık çalışanlarının bilgi ve becerilerinin yenilenmesi ve geliştirilmesi için, tıp ve sağlık ile ilgili konularda araştırma ve derlemeleri yayınlamayı amaçlar. Dergide yayımlanacak makalelerin aşağıda belirtilen özellikleri taşıması gerekmektedir: 3. Yazılar sağlık hizmetine katkı sağlayacak nitelikte ve özellikle sıkça rastlanan sorunlara yönelik olmasına özen gösterilmelidir. 4. Derginin dili Türkçe’dir ve Türkçe yazılmış makaleler kabul edilmektedir. 5. Yayınlanmak üzere gönderilen bütün makalelerin dergimizin yazım kurallarına uygun hazırlanması gerekir. Gönderilen yazılar önce yayım kurulu ve editör tarafından değerlendirilir. Editör ve yayım kurulu onayını alan yazılar değerlendirilmek üzere bilimsel danışma kurulu üyelerine gönderilir. Gönderilen yazılar, resim ve disketler yazı kabul edilsin veya edilmesin iade edilmez. 6. Yayın Kurulu, yayın koşullarına uymayan yazıları yayınlamamak, biçim olarak düzenlemek veya metinde temel değişiklik yapmamak kaydıyla düzeltmek yetkisine sahiptir. 7. Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazıların, kongre tebliği dışında yayımlanmış veya yayımlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir. Daha önce sunulmuş bildiriler yer ve tarih belirtmek koşuluyla yayımlanabilir. 8. Yayımlanan yazıların bilimsel ve hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Bununla beraber Editör, gerektiğinde yazarlardan etik kurul belgesi isteme hakkını saklı tutar. 9. Dergimizde yayımlanan yazıların yayın hakkı Ankara Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’ne aittir. Yazarlara telif ücreti ödenmemektedir. Metinlerin gönderilmesi: 10. Dergiye gönderilecek yazılar [email protected] adresine e-mail olarak gönderilebileceği gibi posta ile de “Ankara Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü Sağlığın Başkenti Dergi Editörlüğü, Sağlık İl Eğitim Kurulu Birimi Ostim Ek Bina Bağdat Cad. No: 16, 06370 MacunköyAnkara” adresine gönderilebilir. 11. Yazıların hazırlanması: Yazı tipi: Posta ile gönderilen yazılar üç kopya halinde (bir kopyada yazar adı belirtilerek, diğer iki kopyada yazar adı belirtilmeden) beyaz A4 kâğıdının bir yüzüne, çift aralıklı olarak, bilgisayarda Times New Roman 12 punto ile yazılmalı ve CD veya diskete kaydedilmiş olarak gönderilmelidir. Sayfanın her iki tarafından 2,5 cm boşluk bırakılmalı, sayfalara başlık sayfasından başlayarak numara verilmeli, sayfa numaraları her sayfanın sağ alt köşesine yazılmalıdır. Araştırma ve olgu sunumu şeklindeki makaleler mutlaka aşağıda belirtilen düzene uygun olmalıdır (Başlık, Özet, Metin, Kaynaklar, Tablolar ve Şekiller). a- Başlık sayfası: Başlık: Kısa, bilgi verici ve ilgi çekici bir başlık olmalıdır. Yazarlar: Yazarların ad ve soyadları (yazar sayısı birden fazla ise adlar yan yana yazılır ve soyadı üzerine yıldız konularak akademik unvanları ve çalıştıkları kurumlar belirtilir), Kurum, Yazışma Adresi, e-posta ve telefon ve faks numarası, başlık sayfasında yer almalıdır. b- Özet: Türkçe olarak ve yaklaşık 200 kelimeden oluşmalıdır. Özet, Giriş ve Amaç, Gereç ve Yöntemler, Bulgular ve Sonuçlar olarak yapılandırılmalıdır. Özetten sonra en fazla 3 sözcükten oluşan Türkçe anahtar kelimeler yer almalıdır. c- Ana metinde orijinal makalelerde: Giriş, Gereç ve Yöntemler, Bulgular, Tartışma, Sonuç, bölümleri yer almalıdır. d- Kaynaklar: Kaynaklar ana metinde geçiş sırasına göre numaralandırılmalıdır. Kaynakların yazılımı bilimsel makale yazım kurallarına uygun olarak hazırlanmalıdır. İnternet kaynaklarında erişim tarihi belirtilmelidir. e- Tablolar: Makale içinde geçiş sıralarına göre Romen rakamları ile numaralandırılmalıdır. Her tablo ayrı bir sayfaya yazılmalı ve başlığı tablonun üstünde olmalıdır. Tablolarda kullanılan kısaltmalar ve açıklayıcı bilgiler dipnotta verilmelidir. f- Grafikler, şekiller ve resimler: Makale içinde geçiş sıralarına göre Romen rakamları ile numaralandırılmalıdır. Her şekil veya resim ayrı bir sayfaya yazılmalı ve alt kısımda başlık olmalıdır. Şekiller ve fotoğraflar basıma uygun şekilde net olmalıdır. Fotoğraf arkalarında yazar adı, numaraları ve oklarla üste gelecek yön belirtilmeli; şekil ve resim altlarına çift aralıklı açıklayıcı yazılar konmalıdır. Şekiller ana metinde ilk değinildikleri sıraya göre numaralandırılmalıdır. Başka yerde yayımlanmış şekiller için özgün kaynak belirtilmelidir. Resimler ve şekiller e-posta yolu ile gönderilecekse JPEG formatında olmalıdır. 12. Özel Bölümler Derlemeler: En son yenilikleri kapsayacak ve ülkemizdeki gelişmeleri de içine alacak şekilde, tercihen o konuda çalışmaları veya atıfta bulunulmuş yazıları olan yazarlarca deneyimleri ve/veya literatür bilgilerine dayalı olarak yazılmalıdır. Duyurular: Yurt içinde ve dışında yapılacak sağlık ve tıp ile ilgili kongre, seminer vb bilimsel toplantıların bildirileri Dergi Editörlüğü'ne gönderilirse yayınlanabilir. 13. Yayın hakkı: Derginin bütün hakları Ankara Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’ne aittir. 14. İlan: Yayın kurulunun uygun gördüğü reklamlar yayınlanabilir. ‹Ç‹NDEK‹LER Sa¤l›k Hizmetlerinde Kalite . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .6 Dr. Celal D‹NÇER Yan›k Yaralanmalar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .10 Doç. Dr. Ahmet Ç›nar YASTI Ankara Kent Merkezinde Bulunan ‹ki Sa¤l›k Oca¤›na . . . . . . . . . . . . . .14 Herhangi Bir Nedenle Baflvuran Yirmi Yafl Üstü Kiflilerin Hepatit C Hakk›ndaki Bilgileri Arfl. Gör. Dr. Ö. KARADA⁄ - Ö¤r. Gör. Dr. S. ÜNER Prof. Dr. H. ÖZCEBE Çocuklarda Temel Yaflam Deste¤i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .19 Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Acil Sa¤l›k Hizmetleri fiube Müdürlü¤ü TALASEM‹ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .23 (Cooley Anemisi, Akdeniz Anemisi) Prof. Dr. Bahattin TUNÇ Türkiye’de Tütün Kontrolünde Önemli Bir Tarih Yaklafl›yor: . . . . . . .30 19 Temmuz 2009 Prof. Dr. Nazmi B‹L‹R - Doç. Dr. Dilek ASLAN Human Papillomavirus . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .32 Doç. Dr. Aydan Asyal› B‹R‹ - Dr. Mehmet F›rat MUTLU Dr. Jale ÖZTÜRK fiüpheli/Olas› K›r›m Kongo Kanamal› Atefli (KKKA) . . . . . . . . . . . . . .38 Hastalar›n›n Enfeksiyon Kliniklerine Yat›fl Yönetimi M. AKSOY - Ç. fi‹MfiEK - A. ÖZLÜ - G. ÇULHA - Ö. KUL H. H. ZORGÜL - M. KAYA - F. MADEN Bebek ve Çocuk ‹zlemleri Protokolü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .44 Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Ana Çocuk Sa¤l›¤› ve Aile Planlamas› fiube Müdürlü¤ü Sa¤lam Çocuk ‹zlemlerinde Gergin Penis Boyu Ölçümü . . . . . . . . . .50 ve De¤erlendirilmesi Uzm. Dr. Mustafa Özcan ÖZ Sağlık Hizmetlerinde Kalite Dr. Celal D‹NÇER Ankara Vali Yard›mc›s› Devlet aygıtının halka dönük olan yüzünü kamu yönetimi oluşturmaktadır. Devlet, kamu yönetimini de kapsayan bir olgu olduğundan dolayı, dünyada yaşanan ekonomik, sosyal ve kültürel değişim ilk önce devlet yapılarını, bilahare bu yapının yürütücüsü olan kamu yönetimlerini etkilemektedir. Yaşanan ekonomik ve teknolojik gelişmelere paralel olarak, tüketici taleplerinde meydana gelen değişiklik, bütün sektörlerde müşteri istek ve ihtiyaçlarının en iyi şekilde karşılanabilmesi hususunda kuruluşları zorlamaya başlamıştır. Böylece, rekabette en önemli kriterlerden biri haline gelen "kalite"yi hayata geçirebilmek ve kaliteli ürünler üreterek rekabet edebilme güçlerini arttırmak isteyen işletmeler ve kurumlar, yönetim alanında yeni arayışlar içerisine girmişlerdir. Türkiye’de de yaklaşık iki asırdan beri mevcut idari sistemi daha rasyonel, etkin, beklenti ve taleplere cevap verebilen bir yapıya kavuşturmanın çabası ve arzusu vardır. Bu zaman içinde siyasal düzeyde gerçekleştirilen yeni yöneliş ve değişiklikler, idare ve diğer toplumsal alanlarda da bir dizi reformun yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. 6 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Cumhuriyet döneminde ve özellikle 1960 yılından sonra devlet aygıtının motorize gücü olarak kabul edilen kamu yönetiminin yeniden düzenlenmesi amacıyla bizzat siyasi iktidarlar tarafından çeşitli çalışmalar yaptırılmıştır. Mehtap Projesi (1962), İç Düzen Projesi (1967-1971), İdarenin Yeniden Düzenlenmesi Raporu (1971), Başbakanlık İdareyi Geliştirme Başkanlığı (1984), Kamu Yönetimi Araştırma Projesi (KAYA) (1988-1991),Kamu Yönetiminin İyileştirilmesi ve Yeniden Yapılandırılması (VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı-Özel İhtisas Komisyonu Raporu-2000), hep bu amaca yönelik olarak yaptırılan çalışmalar olmuştur. Bu projelerden hiç biri hayata geçirilememiştir(1). 1990’lı yıllarda devlet ve özellikle kamu yönetimindeki tıkanıklık, Dünya’daki gelişmelere paralel olarak yeniden gündeme gelmeye başlamıştır. Tüm Dünya’da ve Türkiye’de bu arayışlar sonucunda ortaya çıkan ve kalite kavramını temel alan yeni yönetim anlayışları, pek çok kuruluş tarafından benimsenerek uygulanmaya başlanmıştır. Bu yaklaşım, bir kuruluş içinde kaliteyi odak alan, kuruluşun bütün üyelerinin katılımına dayanan, müşteri Sa¤l›k Hizmetlerinde Kalite memnuniyeti yoluyla uzun vadeli başarıyı amaçlayan ve kuruluşun bütün üyelerine ve topluma yarar sağlayan yönetim yaklaşımıdır. Dünyada teknolojinin baş döndürücü bir şekilde geliştiği ve değişim rüzgarlarının estiği bir zaman diliminde, devletin rolünün, görev ve fonksiyonlarının yeniden tanımlanması gerektiği ve bu çerçevede ülkemizde kamu yönetiminin yeniden yapılanması için gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiği konusu, son on beş yılda gündemin baş köşesine oturmuştur. 1980 ve 90'lı yıllarda yaşanan ve askeri-bürokratik rejimler ile doğu blokunun çöküşü ile hızlanan süreçte, demokratikleşme ve yeniden yapılanma kavramları ön plana çıkmaya başlamış, bütün dünyada önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. İletişim ve bilgi işlem teknolojisinde meydana gelen baş döndürücü gelişmeler ve kamu yönetimi anlayışındaki değişmeler ülkelerin yönetim yapılarını ve ilişkilerini derinden etkilemiştir. Avrupa ülkelerinde başlayan post-modern anlayış siyaset ve yönetime de yansımaya başlamıştır. ABD’de devletin yeniden örgütlenmesi yönünde bizzat yönetim tarafından çok kapsamlı araştırmalar yapılmıştır. Amaç, daha iyi, daha hızlı ve daha ucuz hizmet üretmektir. Bu anlamda merkeziyetçilikten uzaklaşma, devletin küçültülmesi ve etkinleştirilmesi, açık bir yönetim, insan haklarının ön planda olduğu bir demokratik yönetim yapısı ortak özlem haline gelmiştir. Bütün bu gelişmeler, kaçınılmaz olarak ülkemizi de etkilenme sürecine sokmuştur. Mevcut devletyönetim zihniyeti ve uygulamaları, örgütlenme ve hizmet verme yöntemi her düzeyde sorgulanmaya ve tartışılmaya başlanmıştır. Devlet ve yönetim yapımızdaki bu tıkanıklık, özellikle devlet-vatandaş ilişkilerinde kendini açık bir şekilde göstermeye başlamıştır. Devletin dokunulmaz, tartışılmaz ve hatasız bir kutsal varlık olarak görülmesi anlayışı, devleti vatandaşların aleyhine aşırı bir şekilde güçlendirmiş ve bu çerçevede “insana hizmet eden devlet anlayışı” yerine “devlete hizmet eden insan anlayışı” hakim olmaya başlamıştır. Devletin sunduğu sağlık hizmetleri de bu olumsuz tabloda yer almıştır. Sağlık hizmetleri arzının pahalılığı, talebinin tüketici tarafından belirleneme- mesi, bir bölümünün toplumsal ve sosyal amaçlı olması, talebinin tesadüfiliği ve talep esnekliliğinin katı olması gibi bir takım özellikler sağlık sisteminin ve idari yapılanmasının gözden geçirilmesi, aksaklıkların nedenlerinin belirlenmesi ve sağlık hizmetlerinde yeniden yapılanmasını zorunlu kılmıştır. İşte bu nedenle hükümetimiz 2003 yılından sonra “Sağlıkta Dönüşüm Projesi”ni hayata geçirmiştir. Proje uygulaması her geçen gün daha iyi ve olumlu bir şekilde sürdürülmektedir. Müşteri ve çalışanların koşulsuz memnuniyetlerini sağlamak, hataları daha ortaya çıkmadan önlemek, eldeki kaynakları mümkün olan en verimli biçimde kullanmak hedefindeki bu yeni yönetim anlayışı, aslında günümüzde “Toplam Kalite Yönetimi” (TKY) olarak adlandırılan anlayıştır. Mevcut durumla yetinmeyerek, hep bir adım ötesini hedefleyen ve sürekli gelişme amacında olan bu yeni yönetim anlayışı, sadece mal üreten endüstri işletmelerinde değil, benzer piyasa koşullarında varlıklarını devam ettirmeyi amaçlayan kamu kurumları ve özel hizmet işletmelerinde de kabul görmüş ve uygulama alanı bulmuştur. Bilindiği gibi bilgi çağının en önem verdiği unsur “önce insan” yaklaşımıdır. İnsan, üretilen mal veya sunulan hizmetin temel nedenini oluştururken mal veya hizmetin doğru, düzgün, süresinde sağlam, nitelikli, güvenilir, uygun fiyat, albenisi olan özelliklere de sahip olması günümüz çağdaş insanının en doğal beklentileri arasında yer almaktadır. Bu nedenlerle sağlık bakımında malî kaynakların gittikçe kısıtlandığı en gelişmiş ülkelerde verim arttırarak açığı kapatmak için geliştirilen ve kalitenin sürekli iyileştirilmesini amaçlayan TKY anlayışı, bizim gibi kaynakları çok daha dar olan ülkelerde üzerinde özellikle durulması gereken bir yönetim sistemi olarak görülmektedir. Günümüz dünyasında kamu alanında hizmet talep edenler “müşteri” olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Bu tanımlama ile birlikte daha önce beklenti ve ihtiyaçların sağlık profesyonellerince tasarlanıp kendilerine dayatılan hastane müşterilerinin kaliteye yönelik beklentileri ön plana çıkmıştır. Bu yaklaşım sonucunda 1990’lı yıllarla birlikte hastane işletmeciliği sektöründe müşteri tatmini önem kazanmıştır. Ülkemizde de bu düşünceye paralel gelişmeSa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 7 Dr. Celal D‹NÇER ler yaşanmış, Türk Standartları Enstitüsü tarafından “hasta hakları standartları” hazırlanarak yayınlanmıştır(2). Bu standartların uygulanmaya çalışılması ve ISO 9000 Kalite Güvence Belgesi alma girişimleri özellikleri kamu hastaneleri açısından bakıldığından hastanelerimizin sistematik kalite yönetimi ile tanışması sonucunu doğurmuştur. ISO 9000 Kalite Güvence Belgesi, uygulanan hastanenin performans göstergelerine olumlu katkı sağlamıştır. Örgütün yapı ve yönetim anlayışının bilimsel öngörüler ile uyum sağlamasına yardımcı olmuştur. Halkla ilişkiler anlayışında önemli değişiklikler meydana gelmiştir. ISO kalite güvence belgesi alan hastanelerde müşteri (hasta) memnuniyeti diğer hastanelere göre üst seviyelere çıkmıştır. Böylece Kalite Güvencesi gibi kalite hareketlerinden başlayarak, bilimsel metot ve araçların bir araya getirilmesiyle bütünleşen "Toplam Kalite Yönetimi"nin sanayi kesiminde olduğu kadar hastane işletmeciliğinde de önemli ilerlemelere kaynak oluşturabileceği anlaşılmıştır. Bu konuda tarafımdan yürütülen bir araştırmada(3) TKY’ni uygulayan hastanelerde uygulama sonuçları göstermiştir ki kanun ve yönetmeliklerin esnekliği kısıtlayan koşullarına, çalışanların ve hastaların eğitim ve görgü noksanlıklarına rağmen, Türkiye'de bu yönetim tarzını yerleştirmek, böylece liderlik niteliklerine sahip, hastane yönetiminde deneyimli, özverili yöneticilerin öncülüğünde yapısal bir transformasyona ulaşılabilmek mümkün olabilecektir. Eğer kamuda yönetim kalitesi iyileştirilirse, diğer bir deyişle çağımızın yönetim felsefesi olan Toplam Kalite Yönetimi anlayışı uygulanırsa, çok önemli başarılar elde edilebilmektedir. Üstelik yönetim kalitesinin iyileşmesiyle gelen kazanımlar için herhangi bir ek kaynak, yatırım gerekmeyecektir. Bugün bütünün küçük birer parçası olan TKY uygulamaları kamunun tamamına yayılabilirse, elde edilebilecek kazanımlar, belki de ülkemizin bugün karşı karşıya kaldığı bir çok güçlüğün aşılmasını sağlayacaktır. Netice itibarı ile bu yayılımın sağlanması için hükümetin bu konuyu sahiplenmesi ve kamu yönetiminin tamamına yönelik, bütünsel bir yaklaşım sergilemesi gerekmektedir. Ülkemiz için de hızlı değişim ve gelişmeyi yakalamanın bugün bilinen en iyi yolu, kamu kurumlarında “Kalite Yönetim Sistemi”ni beklemeden uygulamaktır. 8 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Bu uygulamalar ışığında ülkemiz hastanelerinde kalite iyileştirme faaliyetlerinin ilk adımı, toplam kalite yönetimi felsefesinin benimsenmesi ve bunun sonucunda her müşterinin (iç ve dış) tatmin olacağına inanılması olmalıdır. İtici gücü olmayan, rekabet nedeni bulunmayan hastaneler ve hekimlerle yapılacak kalite iyileştirme çabaları kağıt üzerinde de kalabilir. Bu nedenle rekabetçi bir ortamın sağlandığı ve hastanelerin profesyonelce yönetildiği ortamlarda çağdaş anlamda kalite uygulamaları çok daha kolay olacaktır. Bugün, hastaneler kaliteli hizmeti ancak, yüksek bedeller karşılığı verebilmektedir. Ekonomik durumu çok iyi olan insanlar devlet kurumlarına ait hastaneleri tercih etmemektedir. Daha kaliteli hizmet sunduklarına inandıkları özel sağlık kuruluşlarını tercih etmektedirler. Modern sağlık yönetimi anlayışının hekim ve hemşire odaklı olmaktan çıkarılıp, hasta ve kullanıcı odaklı hale getirilmesi gerekmektedir. Yaptığımız araştırmalarda ülkemizde sağlık kurumlarında hasta odaklılığa gerek fiziki mekan, gerek hekim dahil sağlık personelinin davranışı ve gerekse sağlanan hizmet açısından yeterince ulaşılamadığı görülmüştür. Ancak; bazı noktalarda sorunlu olmasına rağmen TKY sistemine geçmiş hastanelerin daha fazla imkanı bulunan ve henüz TKY sistemine geçmeyen hastaneden daha iyi noktalara götürülebildiği belirlenmiştir. Sorunları bulunan hastanelerde bile TKY iyi sonuçlar vermektedir ve bu iyi sonuçların sürekli olması için her zaman üzerinde özenle çalışılması, periyodik ölçümlerle değerlendirilmesi gerekmektedir. Hastane yönetimlerinin tek başına TKY geçiş kararı yeterli değildir. Bu karar özellikle hekimler ve hemşireler olmak üzere tüm personel ve hastanenin tedarikçileri tarafından desteklenmediği sürece sonuca tam olarak ulaşmak zor olmaktadır. Yukarıda yapılan açıklamalarımız ışığında ve ülkemizin yönetsel, kültürel ve sosyal yapısından kaynaklanan tüm olumsuzluklara rağmen, bilimsel prensiplere dayanan Toplam Kalite Yönetimi’ni hastane idarelerine monte etmeye imkan vardır. Burada temel şart liderlik nitelikleri üstün, hastane yönetiminde uzman profesyonellerin danışmanlığı al- Sa¤l›k Hizmetlerinde Kalite tında hastane yönetiminin çizdiği misyon ve vizyon kararlığını tüm çalışanlara yemin derecesinde benimsetmek ve onlara “kalitenin sürekli iyileştirilmesi” öğretisini ve davranışını kazandırmaktır. Sağlık işletmeleri, kendilerinden hizmet talep eden müşterilerine kaliteli hizmet vermek, son derece yüksek olan maliyetleri aşağı çekecek yöntemler geliştirmek, hizmet sunum sürecinin süresini optimum seviyeye çekebilmek, teşhis koyma ve tedavi yöntemini seçmede sıfır hatayı hedeflemek, hastaya durumu hakkında yeterli ve aydınlatıcı bilgi vermek, mümkün olduğunca hastayı sağlığına kavuşturabilmek, hastane sonrası yapması gerekenler hakkında hastayı yeterince bilgilendirilip yönlendirilmek ve müşterilerinin memnun olarak ayrılmalarını sağlamak çabası içinde olmalıdır. Sonuç olarak bizim insanımız da insan olduğunun farkına varmaya, insan odaklı bir anlayışa muhatap olmaya, daha kaliteli sağlık hizmeti almaya, dolayısıyla daha ucuza, daha iyiye, ihtiyaçlarının tam olarak karşılanmasına layıktır. İşte insanımıza bu kaliteyi yaşatabilmek için değişmeliyiz ve Toplam Kalite Yönetiminin başta sağlık kurumları olmak üzere tüm kurumlarımızda mutlaka uygulama yollarını bulmalıyız. 21. yüzyıl, topyekun mükemmelleşme odaklı kalite yönetimini tümüyle benimsemiş, kaliteyi zayıflıkların keşfi ve yok edilmesi olarak tanımlayan, bilgiyi kullanan ve üreten, düşünen ve merak eden insanlardan oluşmuş, öğrenen organizasyonlarla yönetilen toplumların, kurumların çağı olacaktır. KAYNAKLAR (1) TODA‹E Yay›nlar›. Yay›n No 238.D‹E Matbaas›. Ankara. 1991. (2) TSE 1222 No’lu standart. (3) Kamu Hizmetlerinde Toplam Kalite Konulu Yay›nlanmam›fl Doktora Çal›flmas›. Sakarya Üniversitesi. 2005. Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 9 Yanık Yaralanmaları Doç. Dr. Ahmet Ç›nar YASTI* Özet Yan›k yaralanmalar› toplumda oldukça s›k rastlanan travma çeflididir. Yak›c› ajana göre de¤ifliklik göstermekle birlikte genellikle benzer patofizyolojik sürecin izlendi¤i yan›k yaralanmalar›, niceliklendirilebilen tek travma çeflididir. Bu özelli¤i, yan›k olgular› ile karfl›lafl›lmas› halinde ortak bir dil kullan›lmas›na olanak sa¤lar. Yan›k yaralanmas›n›n boyutunun tariflenmesinde yan›¤›n derinli¤i ve yan›kl› vücut yüzey alan›n kullan›l›r. Bu de¤erlendirmelerin yap›lmas›n› takiben yan›kl› olgunun yaralanmas›n›n boyutu ortaya konularak mevcut flartlarda sa¤alt›m›n yap›labilirli¤i veya deneyimli bir merkeze nakli gereklili¤i de¤erlendirilebilir. Giriş Yanık yaralanmaları büyük oranda engellenebilir yaralanmalar olmakla birlikte halen ülkemiz ve tüm dünya için bir sağlık problemi oluşturmaya devam etmektedir. Yakın zamanlarda gelişmiş resüsitasyon ve hasta bakım olanakları ile mortalitede ciddi azalma sağlanmış olsa da halen ciddi morbidite ve sekel oranları izlenmektedir. Oluşma şekilleri ile fazlasıyla yıkıcı bir yaralanma çeşidi olan ya- nık, iyileşme süreci ve sonrasındaki sekelleri ile de kalıcı olabilen problemler taşımaktadır. Yaralanmaya neden olan etkene has patofizyolojik süreç takip eden yanık olguları yine yakıcı ajana ve kişiye özel tedavi protokolleri gerektirmektedir. Yanık yönetiminde en büyük gelişme yanık yarasının erken cerrahi eksizyonu ve hastaya özel planlanmış erken veya geç dönemde yara kapmama stratejileri olmuştur (1). Gerekli sağaltım planlama- *Ankara Numune E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi Yan›k Tedavi Merkezi e-posta: [email protected] 10 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Yan›k Yaralanmalar› olabilirken ayak topuğunda bu kalınlık 1 mm olabilir (2). Cildin kalınlığının büyük kısmını dermis tabakası oluşturur. Bu tabakanın kalınlığı cinsiyet, yaş ve vücudun değişik bölgelerine göre ince veya kalın olabilir. Cildin ana işlevleri arasında ısı düzenlemesi, su ve elektrolit kayıplarının ayarlanması ve düzenlenmesi, enfeksiyonlara ve radyasyona karşı koruma sayılabilir. Ayrıca cilt temas yolu ile etrafın tanınması, ısı ve ağrı algısının sağlanması işlevlerini de yerine getirir. Tüm bunlara ilaveten cilt, kişilerin ayırt edilmesi ve tanınması için en önemli belirleyiciliğinin yanında insan ilişkileri açısından sosyal iletişimde de büyük rol almaktadır. sının doğrulukla yapılabilmesi için öncelikle yanığın doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. Yanık yaralanması niceliklendirilebilen tek yaralanma çeşididir. Yanık yaralanmasının takibi yanığın derinliği, yanıklı vücut yüzey alanı ve yanan vücut kısım/kısımları göz önüne alınarak şekillendirilir. Bu anlamda, yanığın derinliği ve yanıklı vücut yüzey alanı (YVYA) doğrulukla tespit edilmelidir. Bunların yanında, yanık yaralanmasının tariflenmesinde yakıcı ajan mutlak ayırt edilmelidir. Etiyolojilerine göre irdelenmesi eşlik edebilecek inhalasyon yaralanması, kompartman sendromu veya çoklu travma varlığını ortaya koyacaktır. Yanık patofizyolojisi Cilt, vücuttaki en geniş yüzeyli organdır. Temel olarak iki tabakadan oluşmaktadır: epidermis ve dermis. Epidermisin kalınlığı vücut bölgeleri arasında değişkenlik gösterir, göz kapaklarında 0.05 mm Epidermisin temel hücresini keratinositler oluşturur. Bu hücreler bazal tabakadan bölünme ve farklılaşma ile yüzeye doğru iki ile dört hafta içerisinde ilerlerler. Epidermis içerisinde ultraviyole ışınlara karşı koruyucu melanin pigmentini üreten melanositler, bağışıklık sisteminde görev alan Langerhans hücreleri de bulunmaktadır. Epidermis kendini yenileyebilme yeteneğine sahip tabakadır. Dermis tabakası, epidermisin altındaki tabakadır. Hücre dışı dolgu bileşenleri oldukça fazla ve karmaşık yapıdadır. Temel protein kollojendir ve cildin mekanik gerilmelere direncini ve elastik yapısının esasını teşkil eder. Dermis tabakası kök hücrelerinin de bulunduğu tabakadır. Bunun yanında ter bezleri, sebase salgı bezleri, kıl follikülleri ve zengin damar ağı da içermektedir. Isı ile karşılaşma durumunda hücresel düzeyde protein denatürasyonu, buna bağlı olarak da plazma zar bütünlüğünde bozulma oluşur. Isının hem derecesi hem de süresi bunda etkili olur. Yani yüksek ısılar saniyeler içinde yanık hasarı oluştururken, cildin tahammül sınırları içerisinde olmasına rağmen uzun süreli temas ile yine yanık izlenebilir. Ayrıca yanık homojen de olmayabilir. Temasın veya ısının azamide olduğu yerlerde daha derin yanık izlenirken merkezden uzaklaştıkça azalan şiddette yanığa ikincil hasar izlenir, böylece merkezde daha derin hasarlanma olurken merkez dışı bölgelerde bu hasar daha az olacaktır. Yanık derinliğinin tespiti Güncel isimlendirmede artık yaralar üç haftada iyileşebilmelerine göre yüzeyel ve derin dermal yanıklar olarak ayrılmaktadır. Burada klasik bilgiler Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 11 Doç. Dr. Ahmet Ç›nar YASTI ağrılıdır. Bası ile yanık alan beyazlaşır, bası kalkınca hızla kapiller geri doluma bağlı renk eski halini alır. Bu yaralarda infeksiyon engellenirse 3 haftada iyileşir. Buraya kadar derinlikte olan yaralanmalarda sıklıkla fonksiyon bozukluğu izlenmez, nadiren hipertrofik skarlanma oluşur fakat bu yaralarda pigmentasyon oluşmuş ise genellikle kalıcıdır. ışığında yanıklar gruplanmıştır. Birinci derece yanıklarla ikinci derece yüzeyel yanıklar yüzeyel dermal yanıklar başlığı altında toplanmaktadırlar ve teorik olarak bu yaraların üç hafta süreçte iyileşeceği kabul edilebilir. İyileşme süreçleri daha uzun olan derin dermal yanıklar ise ikinci derece derinden dördüncü dereceye yanıkları kapsamaktadır. Yine bu grup yaralanmaların hemen tamamı deneyimli merkezlerce değerlendirilmesi gereken ve sıklıkla da yatırılarak takip edilmesi gereken yaralanmalardır. Yanık yarasının değerlendirilmesinde cildi oluşturan epidermis ve dermis tabakalarının hasarlanma derinliğine göre sınıflandırma yapılır. Bu anlamda sadece epidermise sınırlı yaralanmalar birinci derece yanıklar olarak kabul edilir. Bunlarda olay anında cilt bütünlüğünde bir bozulma izlenmez. Buna en güzel örnek güneş yanıklarıdır. Cildin nemini koruyan ve nemlendirici kremlerle giderilebilen yaralanmalardır. Klinik muayenede bu yaralanmalar soyulmazlar, dermal vazodilatasyonla eritematözdür, az miktarda ağrılıdır, 2-3 gün sonra ağrı azalır, yaralanmış epitel yaklaşık bir hafta sürede soyularak yenilenir. Yanık hasarının epidermisi aşarak dermis içine ilerlemesi ile birlikte ikinci derece yanıklar gündeme gelir. Dermisin derinliğine hasarın ilerlemesine paralel yüzeyel ikinci dereceden derin ikinci dereceye gidiş izlenir. Yüzeyel ikinci derece yanıklarda dermisin üst tabakaları tutulur, dermoepidermal bileşkede içi sıvı birikimli ayrılmalar izlenir ve bunlar için Fransızca içi su dolu kesecik anlamına gelen “bül” kelimesi kullanılır. Bül oluşumu 24 saate değin gecikebilir. Büller patlatıldığında yara pembe ve ıslak görünümlüdür (Şekil 1). Yara hava akımıyla 12 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Yine dermise sınırlı olmakla birlikte daha derin dermis tabakalarının tutulduğu yanıklara derin ikinci derece yanıklar denilmektedir (Şekil 2). Bu yaralarda da bül oluşumu izlenebilir, bu nedenle de bül varlığı veya yokluğu derinlik tayininde yanıltıcı olabilir. Yara benekli pembe ve beyazdır, yaralılarda ağrıdan ziyade rahatsızlık hissi vardır. Yaraya bası uygulanması ile kapiller geri dolum yavaştır veya yoktur. Yanık alana iğne batırılmasına çevre dokudan daha az hassastır. Bu yanık yaralarında enfeksiyon engellenirse genellikle 3-9 haftada iyileşir. Bu grup hastalarda aktif fizik tedavi yapılmazsa fonksiyon bozuklukları gelişebilir çünkü bu yanıklarda hipertrofik skar ve pigmentasyon sıktır. Daha derin dokuların yanık hasarına uğraması sonucu üçüncü derece yanıklar gelişmektedir. Üçüncü derece yanıklarda dermisin tüm katları tutulur ve yara beyaz, vişne çürüğü veya siyahtır (Şekil 3). Derin ayrılmalar olur veya olmaz lakin deri sert, basık, iğne batırılması ile ağrısızdır. Bu yaralar kontraksiyonla, epitelizasyonla veya greftle iyileşir. Yaralarda sıklıkla klasik yanık eskarı oluşur ve eğer müdehale edilmez ise bu eskar tabakası günler/haftalar içinde ayrılmalar gösterir. Dermis ve cilt altı dokuların daha derinlerine kadar ilerleyebilen yanık yaralanmalarında dördüncü derece yanıklardan bahsedilebilir. Bu yaralanmalarda cildin tüm katları tutulmakla kalmaz subkütanöz yağ ve derin yapılar da hasarlanır. Ciltte hemen her zaman kömürleşmiş görünümleri vardır (Şekil 4). Bu grup yaralanmalarda yanığın etmeni alttaki doku yıkımı hakkında bilgi verir (temas yanıkları, bazı daldırma yanıkları (yoğun sıvılar), yanma esnasında şuuru kapalı hastalar). Yanık genişliğinin tespiti Yanık yaralanmalarında yanığın genişliği erken dönemde yanık şokunun buna paralel olarak da erken dönemde sağ kalımın önemli belirleyicilerindendir. Yanık yaralanması “yanıklı vücut yüzey ala- Yan›k Yaralanmalar› nı” olarak belirtilir. Kabaca bir tahmin yapmada dokuzlar kuralı kullanılabilir. Bu değerlendirmede her bir üst ekstremide %9, gövde ön ve arka yüzler %18, her bir alt ekstremite %18 ve baş %9 olarak hesaplanabilir (3). Daha dorulukla bir tahmin yapılması gereğinde Lund ve Browder tekniği faydalı olacaktır (4). Lund ve Browder tekniğinde, olgunun yaşına göre değişiklik gösteren vücut oranları göz önüne alınarak hazırlanmış daha detaylı vücut yüzdeleri belirtilmektedir. Deneyimli merkezlerde detaylı değerlendirmeler tedavi için özellik arz etmekle birlikte, yanık olgusunun acil birimlerinde veya sahada değerlendirilmesinde dokuzlar kuralına göre hesaplama yapılması yanlış olmayacaktır. Sonuç Yanık yaralanmaları oluşumları esasıyla yıkıcı bir yaralanma şeklidir. Yine bu yaralanmalar tedavi süreçleri ve sonrasında ömür boyu kalıcı olabilen sekelleri ile özel önem arz eden travma çeşididir. Yanık yaraları, yaralanmaya neden olan etkene göre çeşitli tedavi yaklaşımları gerektirmekle birlikte yanık yaralanmasının tariflenmesinde ve hasta nakille- rine esas teşkil etmesinde ortak kullanım dili yanığın etkeni, yanık yaralarının derinliği ve genişliği olmaktadır. Bu anlamda, bir yanık yaralanması olgusuyla karşılaşıldığında travmanın öncelikli yaklaşımlarının tamamlanmasını takiben yanık yaraları değerlendirilmeli, yaranın boyutları net olarak ortaya konulmalı ve buna göre hastanın deneyimli bir merkeze nakli görüşülmelidir. KAYNAKLAR 1. The cornerstones and directions of pediatric burn care. Wolf SE, Debroy M, Herndon DN. Pediatr Surg Int 1997; 12: 312-20 2. Southwood WF. The thickness of the skin. Plast Reconstr Surg 1955; 15: 423-9 3. American Burn Association. Advanced burn life support providers manual. Chicago, IL: American Burn Association; 2005 4. Lund CC, Browder NC. The estimate of areas of burns. Surg Gynecol Obstet 1944; 79: 3528. Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 13 Ankara Kent Merkezinde Bulunan İki Sağlık Ocağına Herhangi Bir Nedenle Başvuran Yirmi Yaş Üstü Kişilerin Hepatit C Hakkındaki Bilgileri Arfl. Gör. Dr. Ö. KARADA⁄ Ö¤r. Gör. Dr. S. ÜNER Prof. Dr. H. ÖZCEBE* ÖZET G i r i fl v e A m a ç : Hepatit, ülkemizde ve dünyada s›k görülmesi, mortalite ve morbiditeye yol açmas› sebebiyle önemli bir halk sa¤l›¤› sorunu olarak kabul edilmektedir. Bu çal›flma, Ankara kent merkezinde bulunan iki sa¤l›k oca¤›na baflvuran eriflkinlerin hepatit ve hepatit C hakk›ndaki bilgi düzeylerinin de¤erlendirilmesi amac›yla yap›lm›flt›r. Gereç ve Yöntemler: Tan›mlay›c› tipteki araflt›rman›n evrenini, 8–15 A¤ustos 2007 tarihleri aras›ndaki befl ifl gününde, iki sa¤l›k oca¤›na baflvuran 20 yafl üstü 494 kifli oluflturmaktad›r. Araflt›rman›n verileri, standart anket formu ile yüz yüze görüflme tekni¤i ile toplanm›flt›r. Veriler SPSS 15.0 istatistik program› ile analiz edilmifl, gruplar aras› karfl›laflt›rmalarda t testi ve ANOVA kullan›lm›flt›r. B u l g u l a r : Araflt›rmaya kat›lanlar›n yafl ortalamas› 36,3±12,7 y›l ve %55,7’si kad›nd›r. %4,3’ü hayat›n›n herhangi bir döneminde hepatit tan›s› alm›fl- GİRİŞ Hepatit, ülkemizde ve dünyada sık görülmesi, mortalite ve morbiditeye yol açması sebebiyle önemli bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir (1,2). Hepatit C virüsünün neden olduğu hepatit C enfeksiyonu ise son yıllarda önemi gide- t›r. Araflt›rmaya kat›lanlar›n %38,9’u hepatitin s›k görüldü¤ünü, %74,9’u bulafl›c› oldu¤unu belirtmifltir. En çok bilinen belirti sar›l›k (%85,6), komplikasyon ise sirozdur (%63,0). Araflt›rmaya kat›lanlardan %61,7’si hepatit C’yi duydu¤unu belirtmifltir. Hepatit C’yi duyanlar›n %92,5’i hepatit C’nin kan yoluyla, %73,8’i cinsel yolla bulaflt›¤›n› belirtirken, en s›k görüldü¤ü meslek grubunu %84,9 ile seks çal›flanlar› olarak tan›mlam›fllard›r. Hepatit C bilgi puanlar›n›n da¤›l›m› incelendi¤inde, cinsiyetler aras›nda istatistiksel aç›dan anlaml› fark yokken; yafl azald›kça, ö¤renim düzeyi artt›kça, kan ba¤›fl› yapanlarda ve hepatit tan›s› alanlarda bilgi puan› ortalamalar› daha yüksek bulunmufltur (p<0,05). S o n u ç l a r : Toplumun hepatit C ile ilgili fark›ndal›¤›n›n ve bilgi düzeyinin artt›r›lmas› için sa¤l›k e¤itimi müdahalelerine gereksinim vard›r. A n a h t a r K e l i m e l e r : Hepatit C, bilgi düzeyi, sa¤l›k oca¤› rek artan bir enfeksiyondur. İlk olarak 1988 yılında bulunan bu viral enfeksiyon, günümüzde siroz, karaciğer kanseri ve karaciğer naklinin önde gelen nedenleri arasındadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2008 yılı verilerine göre dünyada 130-170 milyon kişi hepatit C virüsü taşımaktadır (3). En önemli *Hacettepe Üniversitesi T›p Fakültesi, Halk Sa¤l›¤› Anabilim Dal› e-posta: [email protected] Yaz›flma Adresi: Hacettepe Üniversitesi T›p Fakültesi, Halk Sa¤l›¤› Anabilim Dal› 06100 S›hhiye, Ankara N o t : Bu araflt›rma, 12.Ulusal Halk Sa¤l›¤› Kongresi’nde (21-25 Ekim 2008, Ankara) poster bildiri olarak sunulmufltur. 14 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Yirmi Yafl Üstü Kiflilerin Hepatit C Hakk›ndaki Bilgileri bulaşma yolu enfekte kan ile temas olan hepatit C enfeksiyonunda, virüs ile enfekte olan kişilerin %85-90’ı kronik taşıyıcı olmaktadır. Aşısının olmaması ve kronik taşıyıcılığın sık olması nedeniyle, hepatit C’yi önlemede bulaşma ve korunma yollarının iyi bilinmesi önem taşımaktadır (4). Bu çalışma, Ankara kent merkezinde bulunan iki sağlık ocağına başvuran erişkinlerin hepatit ve hepatit C hakkındaki bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM Tanımlayıcı tipteki araştırmanın evrenini, 8–15 Ağustos 2007 tarihleri arasındaki beş iş gününde, Ankara merkezinde bulunan iki sağlık ocağından birine herhangi bir nedenle başvuran 20 yaş üstü 494 kişi oluşturmaktadır. Sağlık ocağı bölgelerinin nüfusları 2007 yılı verilerine göre 20333 ve 15170 kişi olup, yıl içindeki toplam poliklinik başvuruları sırasıyla 62089 ve 25006 başvuru olarak verilmiştir. Sağlık ocaklarına belirtilen tarihler arasında başvuranlar arasından araştırmaya katılım, gönüllülük esasına göre yapılmıştır. Araştırmanın veri kaynağını, katılımcıların sosyodemografik özellikleri, hepatit ve hepatit C ile bilgilerini değerlendiren 29 soruluk anket formu oluşturmuştur. Tanımlayıcı tipteki araştırmanın verileri, iki sağlık ocağından herhangi birine başvuran kişilerle yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 15.0 istatistik programı yardımı ile sayı ve yüzde dağılımları incelenmiş, gruplar arası karşılaştırmalarda t testi ve ANOVA kullanılmıştır. İstatistiksel açıdan anlamlılık değerlendirmelerinde p değeri 0,05 alınmıştır. BULGULAR Araştırmaya katılanların yaş ortalaması 36,3±12,7 yıl ve %55,7’si kadındır. Katılımcıların %4,3’ünün kendisi, %16,0’sının hane halkından birisi hayatının herhangi bir döneminde hepatit tanısı almıştır. Katılımcıların %61,1’i hepatitin, karaciğerin hastalığı olduğunu bilmiş; %38,9’u hepatitin sık görüldüğünü, %74,9’u bulaşıcı olduğunu, %66,2’si tedavi edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hepatit belirtileri arasında en çok bilineni sarılık (%85,6) iken, komplikasyonlardan en çok bilinenler siroz (%63,0) ve kanserdir (%46,2). Araştırmaya katılanlardan %61,7’si hepatit C’yi duyduğunu belirtmiştir. Hepatit C’yi duyanların %92,5’i hepatit C’nin kan yoluyla, %73,8’i cinsel yolla bulaştığını belirtirken, %23,9’u yiyecekler ve su yoluyla bulaşabileceğini belirtmiştir. Hepatit C’yi duyanlar, hepatit C’nin en sık görüldüğü meslek gruplarını seks çalışanları (%84,9), sağlık çalışanları (%67,2) ve berberler (%34,8) olarak tanımlamışlardır. %80,3’ü güvensiz cinsel ilişkiye girmenin, %78,0’i damar içi madde kullanımının, %58,0’i dövme yaptırmanın, %33,1’i berberde tıraş olmanın, %12,0’si ise havuza girmenin hepatit C için riskli davranışlar olduğunu düşünmektedir. Çalışmaya katılanlardan hepatit C’yi duyanların %18,7’si, tıraş bıçağı, diş fırçası, tırnak makası gibi kişisel eşyaların yakınlarla paylaşılabileceğini belirtirken, %12,5’i hepatit B aşısının, çocuklarını ve kendilerini hepatit C’den korumada faydalı olduğunu; %15,7’si sürekli antibiyotik kullanımının, %14,8’i ise kreşte/okulda arkadaşlarından uzak kalmasını sağlamanın çocuğunu hepatit C’den koruyacağını düşünmektedir. Öte yandan katılımcıların yalnızca %9,2’si çocuğunu hepatit konusunda bilgilendirdiğini belirtmiştir. Araştırmaya katılanların hepatit C bilgi puanı ortalaması, 39 üzerinden 16,2±9,0 (min=0,0; maks=34,0) puan olarak hesaplanmıştır. Hepatit C bilgi puanlarının dağılımı incelendiğinde, cinsiyetler arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,894). Araştırmaya katılanlardan 2035 yaş grubunun puan ortalaması (17,2±8,7), 36-50 yaş grubu (15,8±9,1) ve 50 yaş üzerindekilerden (13,8±9,2) yüksek bulunmuştur ve gruplar arası fark istatistiksel açıdan anlamlıdır (p=0,009). Yüksekokul/üniversite mezunu olanların puan ortalamaları (23,4±5,7), lise mezunları (18,0±8,0) ve ortaokul ve altında eğitim görenlere (12,6±8,7) göre daha yüksektir ve gruplar arası fark istatistiksel açıdan anlamlıdır (p<0,001). Kan bağışı yapmış olanların puan ortalamaları, yapmayanlardan anlamlı düzeyde yüksek bulunurken (p=0,001), kan alan ve almayanlar arasında bilgi puanı açısından anlamlı fark bulunmamıştır (p>0,05). Katılımcılardan kendisi ve/veya yakını hepatit tanısı alanların puan ortalamaları, hepatit tanısı olmayanlardan yüksektir ve gruplar arası fark istatistiksel olarak anlamlıdır (sırasıyla p=0,002 ve p<0,001) (Tablo 1). Katılımcıların hepatit bilgilerini okul, sağlık Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 15 Arfl. Gör. Dr. Ö. KARADA⁄ - Ö¤r. Gör. Dr. S. ÜNER - Prof. Dr. H. ÖZCEBE Tablo 1. Sa¤l›k Ocaklar›na Baflvuranlar›n Hepatit C Bilgi Puanlar›n›n Sosyodemografik Özellikler, Kan Ba¤›fl› Yapma, Kan Nakli ve Hepatit Tan›s› Alma Durumlar›na Göre Da¤›l›m› (Ankara, 2007) Bilgi puan› (Ort±SS)* t/F;p Cinsiyet Erkek Kad›n 16,3±8,9 16,2±9,1 0,134 ; 0,894 Yafl (y›l) 20-35 36-50 >50 17,2±8,7 15,8±9,1 13,8±9,2 4,729 ; 0,009 Ö¤renim durumu Ortaokul ve alt› Lise Yüksekokul / Üniversite 12,6±8,7 18,0±8,0 23,4±5,7 62,958 ; <0,001 Dana önce kan ba¤›fllama durumu Ba¤›fllayan Ba¤›fllamayan 19,0±8,2 15,6±9,0 3,288 ; <0,001 Daha önce kan nakli yap›lma durumu Nakil yap›lan Nakil yap›lmayan 17,8±8,8 16,1±9,0 1,280 ; 0,201 Daha önce hepatit tan›s› alma durumu Tan› alan Tan› almayan 22,0±7,6 16,0±9,0 3,056 ; 0,002 Ailede hepatit tan›s› Var Yok 20,2±8,8 15,5±8,8 4,152 ; <0,001 * Ort±SS: Ortalama±Standart Sapma ocağı ve hastaneden edinme yüzdeleri sırasıyla %19,3, %21,0 ve %17,7 olarak bulunmuştur (Tablo 2). Katılımcılar tarafından toplumu hepatit konusunda bilgilendirmek için en etkili yöntemler ise bu konuların okul müfredatlarında yer alması (%76,1) ve yazılı/görsel medyanın kullanılması (%72,8) olarak belirtilmiştir. TARTIŞMA Tablo 2. Sa¤l›k Ocaklar›na Baflvuranlar Aras›nda Hepatit C’yi Duyanlar›n (n=305) Bilgi Kaynaklar›na Göre Da¤›l›m› (Ankara, 2007) Bilgi Kayna¤› * Say› Yüzde Televizyon / Radyo Gazete Aile/ Arkadafl Sa¤l›k oca¤› Okul Hastane ‹nternet Di¤er 218 147 131 64 61 54 43 3 71,5 48,1 43,0 21,0 20,0 17,7 14,1 1,0 *Baz› kat›l›mc›lar birden fazla bilgi kayna¤› belirtmifltir. * Ort±SS: Ortalama±Standart Sapma 16 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Ankara kent merkezinde bulunan iki sağlık ocağına başvuran erişkinlerin hepatit ve hepatit C hakkındaki bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi amacıyla yapılan bu çalışmada, katılımcıların %4,3’ünün kendisinin, %16,0’sının hane halkından birisinin hayatının herhangi bir döneminde hepatit tanısı aldığı bulunmuştur. Türkiye’de daha önce yapılan çalışmalarda toplumda hepatit B yüzey antijeni taşıyıcılığı için %4-10 arasında değişen sonuçlar bildirilirken, anti-HCV prevalansı için %0-1,8 arasında değişen sonuçlar bildirilmiştir (2). Araştırma kapsamında hepatit C dahil olmak üzere tüm hepatit tanıları değerlendirilmiş olduğundan, bulgular literatür ile uyumlu bulunmuştur. Yirmi Yafl Üstü Kiflilerin Hepatit C Hakk›ndaki Bilgileri Katılımcıların %61,1’i hepatitin, karaciğerin hastalığı olduğunu bilmiş; %38,9’u hepatitin sık görüldüğünü, %74,9’u bulaşıcı olduğunu, %66,2’si tedavi edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hepatit belirtileri arasında en çok bilineni sarılık (%85,6) iken, komplikasyonlardan en çok bilinenler siroz (%63,0) ve kanserdir (%46,2). Türkiye’de gerçekleştirilen çalışmaların çoğunda hepatit B ile ilgili bilgi düzeyi değerlendirilmiş olup, sağlık çalışanları, hasta grupları, berberler, seks çalışanları, lise öğrencileri gibi toplumun çok çeşitli gruplarında yürütülen araştırmalarda, hepatitler ile ilgili genel farkındalık ve bilgi düzeyinin yetersiz olduğu sonucuna varılmıştır (5-8). Araştırmaya katılanlardan %61,7’si hepatit C’yi duyduğunu belirtmiştir. Hepatit C’yi duyanların %92,5’i hepatit C’nin kan yoluyla, %73,8’i cinsel yolla bulaştığını belirtirken, %23,9’u yiyecekler ve su yoluyla bulaşabileceğini belirtmiştir. Bu bulgular, toplumda hepatit C enfeksiyonunun kan yolu ile bulaştığının yaygın olarak bilindiğine, ancak hepatit enfeksiyonlarının farklı bulaşma yollarını ve özelliklerini ayırmakta güçlük yaşandığına işaret etmektedir. Hepatit C’yi duyanlar, hepatit C’nin en sık görüldüğü meslek gruplarını seks çalışanları (%84,9), sağlık çalışanları (%67,2) ve berberler (%34,8) olarak tanımlamışlardır. %80,3’ü güvensiz cinsel ilişkiye girmenin, %78,0’i damar içi madde kullanımının, %58,0’i dövme yaptırmanın, %33,1’i berberde tıraş olmanın, %12,0’si ise havuza girmenin hepatit C için riskli davranışlar olduğunu düşünmektedir. Bu bulgular, araştırma grubunun hepatit C’ye özel bilgilerinin yetersiz ve kısmen yanlış olduğuna işaret etmekle birlikte, toplumun genel olarak kan yolu ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar açısından riskli olduğu kabul edilen davranışlar konusunda farkındalığını göstermesi bakımından olumlu görünmektedir. Çalışmaya katılanlardan hepatit C’yi duyanların %12,5’i hepatit B aşısının, çocuklarını ve kendilerini hepatit C’den korumada faydalı olduğunu ifade etmiş, öte yandan katılımcıların yalnızca %9,2’si çocuğunu hepatit konusunda bilgilendirdiğini belirtmiştir. Hepatit B aşısının tüm hepatitlere karşı koruyucu olduğu şeklindeki yanlış kanı, kişileri aşı ile korundukları düşüncesiyle riskli davranışlarda bulunmaya sevk edebilmesi açısından üzerinde önemle durulması gereken bir bulgudur (9). Araştırmaya katılanların hepatit C bilgi puanlarının dağılımı incelendiğinde, cinsiyetler arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,894). Araştırmaya katılanlardan 20-35 yaş grubunun puan ortalaması (17,2±8,7), 36-50 yaş grubu (15,8±9,1) ve 50 yaş üzerindekilerden (13,8±9,2) yüksek bulunmuştur (p=0,009). Genç nüfusun hepatit C ile ilgili bilgi düzeyinin daha yüksek bulunması, enfeksiyonun son 20 yıldır gündemde olması ve özellikle genç nüfus tarafından daha yakından takip edilen internet ve medyada daha geniş yer bulması ile ilişkili bir farkındalık artışına bağlı olabilir. Araştırmaya göre yüksekokul/üniversite mezunu olanların puan ortalamaları (23,4±5,7), lise mezunları (18,0±8,0) ve ortaokul ve altında eğitim görenlere (12,6±8,7) göre daha yüksek bulunmuştur (p<0,001). Sağlık bilgisi düzeyinin eğitim düzeyi ile birlikte artması, literatürde yer alan pek çok araştırma sonucu ile uyumlu bir bulgudur (10). Araştırmada kan bağışı yapmış olanların puan ortalamaları, yapmayanlardan anlamlı düzeyde yüksek bulunurken (p=0,001), kan alan ve almayanlar arasında bilgi puanı açısından anlamlı fark bulunmamıştır (p>0,05). Kan bağışı, bağış yapan kişileri kan yolu ile bulaşan enfeksiyonlar konusunda bilgilendirmek için bir fırsat yaratmaktadır. Literatürde kan bağışı merkezlerinin sağlık taramaları, sağlık eğitimleri vb. toplum sağlığı hizmetleri için de kullanılabildiğine dair bilgiler mevcuttur (11). Düzenli kan bağışı yapan kişilerin, enfeksiyonlar konusundaki bilgi düzeyinin topluma kıyasla daha yüksek olduğu bilinmektedir (12). Katılımcılardan kendisi ve/veya yakını hepatit tanısı alanların puan ortalamalarının, hepatit tanısı olmayanlardan yüksek bulunması (sırasıyla p=0,002 ve p<0,001) ise hastalık ile karşılaşmış olmanın etkisi ile beklenen bir bulgudur. Katılımcıların hepatit bilgilerini okul, sağlık ocağı ve hastaneden edinme yüzdeleri sırasıyla %19,3, %21,0 ve %17,7 olarak bulunmuştur. Bu bulgu, eğitim ve sağlık kurumlarının topluma yönelik sağlık eğitimleri açısından önemli rolüne rağmen, bu hizmetin sunumunda yeterince etkin olmadıklarını düşündürmektedir. Özellikle birinci basaSa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 17 Sa¤l›k Hizmetlerinde Kalite mak sağlık hizmeti veren kuruluşların, bulaşıcı hastalıklar konusunda toplumun farkındalık düzeyini artırmak ve koruyucu hizmetler sunmak açısından önemli rolü bulunmaktadır (13). 4) Jawaid A, Khuwaja AK., Treatment and vaccination for hepatitis C: Present and future. J Ayub Med Coll Abbottabad. 2008 JanMar;20(1):129-33. Katılımcılar tarafından toplumu hepatit konusunda bilgilendirmek için en etkili yöntemler; bu konuların okul müfredatlarında yer alması (%76,1) ve yazılı/görsel medyanın kullanılması (%72,8) olarak belirtilmiştir. Topluma yönelik müdahalelerin planlanması sırasında toplumun gereksinimlerinin ve beklentilerinin göz önüne alınması hizmetlerin başarısı açısından önem taşıdığından, araştırmanın bulguları, bu anlamda literatüre katkı sağlamaktadır. 5) Yalç›n D, Yeler H, Tufan N, Gedik R., Sivas CÜ Difl Hekimli¤i Fakültesine baflvuran hastalarda hepatit B, hepatit C s›kl›¤›n›n saptanmas›. Cumhuriyet Üniversitesi Difl Hekimli¤i Dergisi, 2001, Cilt 4, Say› 2. SONUÇ Araştırmaya katılanların hepatit C ile ilgili eksik ve yanlış bilgilerinin olduğunun belirlenmesi, toplumun hepatit C ile ilgili farkındalığının ve bilgi düzeyinin arttırılması için sağlık eğitimi müdahalelerine gereksinim olduğunu göstermektedir. Bu müdahaleler arasında örgün ve yaygın eğitim ile yazılı ve görsel medyanın kullanılması ön plana çıkmaktadır. Araştırmaya göre sağlık kuruluşlarının sağlık eğitimi sunumunda yeterince etkin olmadıklarına işaret eden bulgular ise sağlık eğitiminin, özellikle birinci basamak sağlık kuruluşları başta olmak üzere tüm basamaklarda sunulan sağlık hizmetlerine entegrasyonu için çaba gösterilmesi gerektiğini göstermektedir. KAYNAKLAR 1) Rantala M, Van de Laar MJ., Surveillance and epidemiology of hepatitis B and C in Europe a review, Euro Surveill. 2008 May 22;13(21). pii: 18880. 2) Baykan M, Ertu¤rul Ö., Türkiye’de HBV ve HCV enfeksiyonlar›n›n durumu. Genel T›p Dergisi 2001;11(2):89-92. 3) Baldo V, Baldovin T, Trivello R, Floreani A., Epidemiology of HCV infection. Curr Pharm Des. 2008;14(17):1646-54. 18 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 6) Saatçi E, Gereklio¤lu Ç, Bozdemir N, Akp›nar E. Adana’da lise ö¤rencilerinde hepatit B fark›ndal›k düzeyi. Türk Aile Hek Derg 2006; 10(1): 25-30. 7) Sarp N, Önder ÖR., Ankara’da erkek berberlerinin hepatit B konusunda bilgi ve tutumlar›. Ankara Üniversitesi T›p Fakültesi Mecmuas›, 2000, Cilt 53, Say› 2. 8) Çöteli Öcel B, Börekçi G. Genelevde çal›flan kad›nlar›n ve en kad›nlar›n›n cinsel yolla bulaflan hastal›klar konusundaki bilgi düzeylerinin anksiyete ile iliflkisi. Erciyes T›p Dergisi 2007;29(6):456-466. 9) Xiridou M, Wallinga J, Dukers-Muijers N, Coutinho R. Hepatitis B vaccination and changes in sexual risk behavior among men who have sex with men in Amsterdam. Epidemiol Infect. 2009 Apr;137(4):504-12. Epub 2008 Jul 17. 10) Kickbusch I.S. Health literacy: addressingthe health and ecuation divide. Health Promotion International, Sept 2001, 16 (3):289-97. 11) Davey RJ. The blood center as a community health resource. Vox Sang. 2006 Oct;91(3):206-13. 12) Shah R, Tiwari AK, Shah P, Tulsiani S, Harimoorthy V, Choudhury N. Knowledge about HIV-AIDS among first-time and regular voluntary non-remunerated blood donors. Indian J Pathol Microbiol. 2007 Oct;50(4):896-900. 13) McCarthy K, Prentice P. Commissioning health education in primary care. BMJ 2006;333:667-668 (30 September), doi:10.1136/bmj.38958.498484.80. Çocuklarda Temel Yaşam Desteği Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Acil Sa¤l›k Hizmetleri fiube Müdürlü¤ü Yeniden canlandırma gerektiren çocukların çoğunda solunum ve kalp yetersizliğine yol açan önemli problemler mevcuttur. Bu nedenle yeniden canlandırma işlemi tamamlandıktan sonra altta yatan nedenler (pnömoni, akut metabolik bozukluklar, gastroenterit vb.) araştırılmalı ve uygun şekilde tedavi edilmelidir. Bebek ve çocuklarda ani kalp durması erişkinlere göre çok daha nadir görülür. Çocuklarda genellikle solunum ve dolaşım giderek bozulur ve kalp durması ile sonuçlanır. Yani birincil olarak kalple ilgili nedenlere bağlı kalp durması çocuklarda çok nadirdir. Bu nedenle sekiz yaşına kadar olan bebek ve çocuklar ile sekiz yaşından büyük çocuklar ve erişkinlerde acil girişimlerin sırası küçük farklılıklar göstermektedir. Sekiz yaşından küçük çocuklarda solunumsal problemler ön planda olduğundan yeniden canlandırma gerektiren bir çocukla karşılaşıldığında ve etrafta yardım edecek başka bir kimse yoksa öncelikle beş döngü (yaklaşık iki dakika) süreyle yeniden canlandırma uygulamaları (YCU) yapılmalı, daha sonra 112 aranmalıdır. Çocuklarda kalp durmasının nedenleri • Sepsis • Enfeksiyonlar • Yabancı cisim aspirasyonu • Kafa travması • Boğulma • Üst ve Alt solunum yolu enfeksiyonu gibi hipoksi ile ilişkilidir. Solunumu olmayan ve nabzı alınamayan hastalarda tam şifa %4-16 dır.Fakat sadece solunumu duranlarda tam şifa %75-97 dir. Kardiyopulmoner resusitasyon gerektiren çocukların yarısına yakını 01 yaş arasındaki çocuklardır. Temel yaşam desteğindeki ilkeler • Güvenlik • Bilinç kontrolü • A (airway) havayolu, Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 19 Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü • B (breathing) solunum, • C (circulation) dolaşımın desteklenmesi A (airway) havayolu Havayolu tıkanıklığı nedenleri; • Dilin geriye kaçması • Burun ve ağızdaki kan, mukus, yabancı cisim • Laringospazm • Bronkospazm • Bronşial sekresyonlar • Mukozal ödem • Mide içeriğinin aspire edilmesi olabilir. A (airway) havayolu Jaw-thrust manevras› (Güvenli çene manevras›) Bebeklerde 2 yaşından daha küçük bebeklerde omuzların altına rulo şeklinde bir havlu konularak başın fleksiyonu önlenebilir. • Ağız içi görülerek kontrol edilir. Bebeklerde ve çocuklarda kör dalış yapılmaz Head tilt-chin lift manevrası (Baş-çene manevrası) Hastanın başı bir el ile alnından geriye itilip, diğer elin işaret ve orta parmağı ile çenesi öne doğru çekilerek solunum yolunun açıklığı sağlanır. Hastada travma şüphesi varsa servikal travma olabileceği düşünülerek baş-çene manevrası yapmak sakıncalıdır. B (breathing) solunum Çocuğun ya da bebeğin hava yolu açıldıktan sonra, solunumu Bak-Dinle-Hisset yöntemi ile 510 saniye değerlendirilir Yapay Solunum Head tilt-chin lift manevras› (bafl-çene manevras›) • Çocuklarda özellikle bebeklerde başa pozisyon verilirken hiperekstansiyondan kaçınılmalıdır, bu durum hava yolunun kapanmasına neden olabilir. • Süt çocuğunda boyun nötral pozisyona getirilirse omuzun en üst kısmı ile tragus aynı hizaya gelir ve havayolu rahatlar. 20 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • Çocuklarda ve bebeklerde 2 kurtarıcı soluk verilerek yapay solunuma başlanır. • Yapay solunum – Bebek 0-12 Ay arası Çocuk 1-8 Yaş arası gruba müdahale açısından verilen addır. – Çocuklarda ağızdan - ağıza – Bebeklerde ağızdan - ağız ve buruna yapılır. • Bebeklerde sadece ağız dolusu hava üflenir. Yapay solunum dakikada Çocuklarda 15-20, bebeklerde 20-25 olacak hızda yapılır. Çocuklarda Temel Yaflam Deste¤i • Yapay solunuma rağmen göğsün kalkmadığı görülürse hava yolu tekrar değerlendirilmeli ve doğru pozisyon verilerek tekrar yapay solunum uygulanmalıdır. • Bunlara rağmen göğüs kalkmıyorsa yabancı cisim aspirasyonu düşünülmelidir. C (Circulation) Dolaşımın Kontrol Edilmesi Çocuklarda Göğüs Kompresyonu Kalp masajı tek elle basılarak yapılır. Bası noktası yetişkinlerde olduğu gibi belirlenir. Büyük çocuklarda tek elin basısı yetersiz görülürse yine yetişkinlerdeki gibi uygulama yapılır. Bası gücü ise göğüs boşluğu 2.5-3.5 cm çökecek şekilde olmalıdır.(1/2-1/3).Çocuklarda da dakikada 100 bası uygulanır. İki kez hayat kurtarıcı soluk verildikten sonra çocuklarda dolaşımın varlığını kontrol etmek için aşağıdaki belirtilerden biri aranmalıdır. – Yeterli ve spontan solunum – Öksürük – Spontan hareketler – Nabız varlığı (10 saniye içinde hissedilmelidir) Çocuklarda karotis arterden Bebeklerde femoral veya brakial arterden 10 saniye nabız bakılır Nabız olmadığına emin olunursa göğüs kompresyonuna başlanır. • Çocuklarda ve Bebeklerde tek kurtarıcı ile 30 / 2 • Çocuklarda ve Bebeklerde iki kurtarıcı ile 15 / 2 kompresyon yapılır. Yabancı Cisim Aspirasyonu Çocuklarda Heimlich Manevrası Bebeklerde sırtına 5 kez vurulur + Sternum üzerine 5 kez bası uygulanır. Bilinç kapanınca çene kaldırma manevrası ile ağız ve farinks kontrol edilir. Temel yaşam desteğine başlanır ve devam edilir. Bebeklerde göğüs kompresyonu Bebeklerde dış kalp masajı 2 parmakla yapılır. İki meme başından geçen hayali bir çizginin bir parmak kadar altına iki parmak yan yana yerleştirilir. Kalp masajı göğüs kemiği 1-1.5 cm içeri çökecek şekilde yapılır. Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 21 Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü KAYNAKLAR 1. TC. Sa¤l›k Bakanl›¤› Temel Sa¤l›k Hizmetleri Genel Müdürlü¤ü Ç‹LYAD Kursu Kitab›, Editör Prof. Dr. Aytu¤ ATICI ve Yrd. Editör Yrd. Doç. Dr Ertan MERT. 22 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 TALASEMİ (Cooley Anemisi, Akdeniz Anemisi) Prof. Dr. Bahattin TUNÇ* Talasemi ülkemizde ve dünyada en sık görülen genetik geçişli kan hastalığıdır. Hemoglobin yapısındaki globin genlerinden bir veya birkaçının yetersiz sentezlenmesi veya hiç sentezlenememesi sonucu ortaya çıkar. Talasemi taşıyıcılarında önemli bir sağlık sorunu bulunmamasına rağmen talasemi major olgularında ciddi problemler ortaya çıkmaktadır. Hastalık genellikle bir yaşından önce halsizlik, solukluk, karın şişliği ve gelişme geriliği ile kendini gösterir. İyi takip ve tedavi edilemeyen hastalarda demir birikimine bağlı olarak kalp, karaciğer ve pankreas gibi organlarda hayatı tehdit eden ciddi fonksiyon bozuklukları ortaya çıkar. malar ile dünyada beta talasemiye neden olan yaklaşık 200 mutasyon belirlenmiştir. Bunlardan 40 farklı mutasyon Türkiye’de de rapor edilmiştir. Bunların içersinde ülkemizde en sık görüleni IVS1110 (GÆA) mutasyonudur (Tablo I). Epidemiyoloji Talasemi otozomal resesif geçiş gösteren önlenebilir bir kan hastalığı olmasına rağmen Ülkemiz için hala önemli bir mortalite ve morbidite nedeni olmaya devam etmektedir. Ülkemizin de içerisinde bulunduğu ‘Dünya Talasemi Kuşağı’, Akdeniz’den başlayıp Ortadoğu üzerinden Güneydoğu Asya ülkelerine kadar uzanmaktadır. (Şekil-I). Dünya sağlık örgütünün (DSÖ) verilerine göre, tüm dünyada 266 milyon hemoglobinopati taşıyıcısı bulunmaktadır. Türkiye’de sağlıklı popülasyonunda beta-talasemi taşıcığı sıklığı %2.1 olup, yaklaşık 1.400.000 taşıyıcı ve 4500-5000 civarında hasta bulunmaktadır. Ayrıca ülkemizde her yıl 300-400 yeni hasta çocuğun dünyaya gelmesi beklenmektedir. Bugüne kadar moleküler düzeyde yapılan çalış- fiekil - I. Talaseminin dünyada da¤›l›m› Tablo I. Ülkemizde en s›k görülen talasemi mutasyonlar› Mutasyon s›kl›¤› (%) IVS -I-110(G-A) 40-57,3 IVS-II-1 (G-A) 1,4-11,9 FSC-8(-AA) 2,2-6,6 Codon 39(C-T) 2,4-7,2 -30(T-C) 1,9-4 IVS-I-1(G-A) 2-28,2 FSC-5(-CT) 0,9-3,7 *Dr. Sami Ulus Kad›n Do¤um, Çocuk Sa¤l›¤› ve Hastal›klar› E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi Hematoloji Klinik fiefi Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 23 Prof. Dr. Bahattin TUNÇ Patogenez Normal bir yetişkinde hemoglobinin %96’ını HbA, %2.5-3’ünü HbA2 ve %1’den azını da HbF teşkil eder. Her bir hemoglobin molekülünün yapısında dört adet globin zinciri bulunur. Örneğin HbA=a2b2, Hb A2= a2d2 ve HbF=a2g2 globin zincirlerinden meydana gelir. Talasemide asıl patoloji bu globin zincirlerinden bir veya birkaçının sentez hızının azalması veya hiç sentezlenememesidir. Talasemiler sentezi azalan bu globin zincirine göre adlandırılır. Örneğin beta talasemide diğer globin zincir sentezleri normal olmasına rağmen bglobin zincir sentezi azalmıştır. Dolayısı ile b-globin ile eşleşemeyen, fazla a-globin zincirleri inklüzyonlar halinde eritrosit membranına çökerler. Eritrositte hemolize neden olurlar. Hb yapımı yavaşlar, sonuçta anemi gelişir. Dokulara yeterince oksijen taşınamadığından solukluk, halsizlik, çabuk yorulma, çarpıntı, gelişme geriliği gibi şikayetler ortaya çıkar. Kemik iliğinde eritroid hiper aktivite nedeniyle medulla genişler. Eritrositler dalakta yı- fiekil - II. Talaseminin fizyopatolojisi 24 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 kılır. Splenomegali ve hepatomegali ortaya çıkar. Perifer kan yaymasında hipokromi , mikrostoz, anizostoz görülür. (Şekil-II) Klinik b- talasemi üç ayrı klinik formda karşımıza çıkar: (Tablo-II) 1-Talasemi taşıyıcılığı (Talasemi Minör, Talasemi Trait): Bir beta talasemi alleline sahip olan kişilerdir. Taşıyıcılarda, anılan hatalı genin işlevini diğer sağlam gen üstlendiğinden, hastalık belirtisi yoktur. Klinik olarak sağlıklıdır. Hematolojik karakterleri ise hipokromik, mikrositik kırmızı hücreler ve bazofilik noktalanmadır. Anizostoz, poikilostoz ve target hücreleri görülür. (Şekil-III). MCV, MCH azalmış, eritrosit sayısı artmış, RDW normaldir (%12-14). Bazı taşıyıcılarda hafif anemi görülebilir. Erişkin bir taşıyıcıda Hb miktarı 10-11 gr/dl kadardır. Ülkemizde demir eksikliği anemisi sık görüldüğünden talasemi minörle ayırıcı tanısının iyi yapılması gerekir. (Tablo-III). Talasemi Tablo II. Talasemilerin klinik s›n›fland›r›lmas› Sessiz tafl›y›c› (a veya b) Talasemi tafl›y›c›s› (a veya b) Hb H hastal›¤› (a-tal) Hematolojik olarak normal Hafif anemi, mikrositoz, hipokromi Orta derecede hemolitik anemi, ikter ve splenomegali ‹ntrauterin ölüm A¤›r anemi, geliflme gerili¤i, hepatosplenomegali, kemik deformiteleri, kemik ili¤i genifllemesi Transfüzyon ba¤›ml› Transfüzyon ihtiyac› seyrek veya yok Hidrops fetalis (a tal) A¤›r b-talasemi (Cooley anemisi) Talasemi major Talasemi intermedia Beta talasemi taşıyıcılarında HbA2 seviyesi %3.5 üzerinde, HbF %1-5, a/b globin zincir sentez oranı 1.5-2.0 arasındadır. Taşıyıcılık bir hastalık değildir ve herhangi bir tedavi gerektirmez. Ancak taşıyıcılar, hastalık genini kendilerinden sonraki nesillere taşımaya devam ederler. Bu nedenle bireylerin taşıyıcı olduklarını, bir başka taşıyıcı ile evlenmeleri halinde hasta çocuk sahibi olabileceklerini bilmeleri oldukça önemlidir. (Şekil-IV). Taşıyıcı çiftler, bebek sahibi olmak istedikleri zaman mutlaka hekimlerine veya talasemi tanı merkezine başvurmalıdırlar. fiekil - III.Talasemi minörde periferik kan yaymas› Tablo III. Talasemi Minör ‹le Demir Eksikli¤i Anemisinin Ay›r›c› Özellikleri Parametre Talasemi trait DEA RBC › fl MCV fl fl MCHC N N RDW N › › N-fl › (%1-5) N <13 >13 <1530 >1530 N-› fl SDBK N › Transferin saturasyonu N fl Ferritin fl fl Mikrositoz ++ + HbA2 HbF Mentzer MCV/RBC Shine MCVxMCH SD 2-Beta Talasemi Major: (Ağır Hastalık Hali): Akdeniz anemisi veya Cooley anemisi olarak da bilinir. Hastalığın ağır formudur. Hem anne, hem de babanın hastalığı taşıması durumunda doğacak çocukların her biri %25 olasılıkla hasta olur. Çocuk anne ve babasından hastalıklı genleri almıştır. Yani fiekil - IV.Talaseminin genetik geçifli Efllerden biri tafl›y›c› di¤eri sa¤lam ise çocuklar %50 olas›l›kla tafl›y›c›, %50 olas›l›kla sa¤lam olur. Efllerin her ikisi de tafl›y›c› ise çocuklar %25 olas›l›kla sa¤lam, %25 olas›l›kla hasta ve %50 olas›l›kla tafl›y›c› olur. Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 25 Prof. Dr. Bahattin TUNÇ fiekil - V. Talasemi majorde yüz görünümü talasemi yönünden homozigot durumundadır. Bu nedenle beta globin zincirleri ya eksik sentezlenir ya da hiç sentezlenemez. Talasemi majörlü bebekler yaşamlarının ilk aylarında asemptomaktiktirler. Bu doğumda hemoglobinin büyük kısmının HbF yapısında olmasından kaynaklanmaktadır. 4-6 ay civarında ise HbA baskın duruma geçer ve bu dönemden sonra semptomlar başlar. Hastalarda derin anemi, halsizlik, solukluk, iştahsızlık, huzursuzluk, karaciğer-dalak büyümesi sonucu karın şişliği, iskelet sisteminde, yüz ve kafa kemiklerinde değişiklikler ortaya çıkar. Tipik bir yüz görünümü vardır: Alın ve elmacık kemikleri çıkık, burun kökü basık, çenede ve dişlerde bozukluk vardır. (Şekil-V). Büyüme ve gelişme geridir. Laboratuar bulgusu olarak anemiye ek olarak kırmızı hücrelerde hipokromi, mikrositoz, anizositoz, poikilositoz, bazofilik noktalanma ve periferal kanda çekirdekli eritrositler gözlenir. (Şekil-VI). Transfüzyona bağımlı olan hastaların en önemli sorunlarından birisi de vücutta fazla demir birikimidir. Son yıllarda gelişen şelasyon tedavisi sayesinde fazla demirin atılması ile bu hastalarda daha uzun yaşam süresi elde edilmiştir. Talasemi tanısı, aile öyküsü, klinik bulgular ve laboratuvar verileri eşliğinde kolaylıkla konulabilir. Anemi, periferik yaymada mikrositoz, parçalanmış eritrositler ve normoblastların görülmesi, Hb elektroforezinde HbF yüksek, HbA2 normal, azalmış veya artmış olabilir. HbA düşük (b+ talasemi) veya hiç yoktur (b0 talasemi). Genetik mutasyon tayini, bir sonraki bebeğin prenatal tanısında da gerekebileceğinden önemlidir. 26 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 fiekil - VI. Talasemi majorde periferal kan bulgusu Bu hastalar hayatları boyunca düzenli transfüzyon ve demir şelasyon tedavisi görmek zorundadırlar. Uygulanan tedaviler zor ve pahalıdır 3-Talasemi intermedia: Kan gereksinimleri daha az olan hastalığın hafif tipidir. Anne ve baba taşıyıcıdır. Beta globin genindeki mutasyon tipi nedeniyle talasemi majordan daha hafif bir klinik tabloya sahiptirler. Transfüzyon ihtiyaçları genellikle 2 yaşından sonra ortaya çıkar. Hemoglobinleri 7-10 g/dl arasındadır. Hastaların sahip oldukları mutasyon tipine göre klinik spektrumu oldukça geniş olup, her hastada değişkendir. Talasemi minöre yakın bir klinik seyirden, talasemi majora kadar değişen bir klinik tablo görülebilir. Bazıları normal büyüme ve gelişme gösterebilirler. Komplikasyonlar daha az sayıda ve daha ileri yaşta ortaya çıkar. Ekstra medüller hematopoez nedeniyle kort basıları olabilir. İntermedia şeklinde başlayan hastalar ileriki yıllarda transfüzyon ve şelasyon ihtiyacı gösterebilirler. Tedavi Talasemide tedavi prensipleri 1. Eritrosit transfüzyonu 2. Demir şelasyonu 3. Kemik iliği nakli 4. Splenektomi 5. Komplikasyonların tedavisi 6. Psikolojik destek Talasemi Transfüzyon Rejimi Talasemi hastası ömür boyu her 3-4 haftada bir kan desteğine ihtiyaç duyar. Kan transfüzyonları eritrosit suspansiyonu şeklinde olmalıdır. Asla tam kan verilmemelidir. Hb düzeyinin 7 g/dl altına inmesi ve 1 hafta süre ile bu düzeyde kalması, büyümede duraklama, ciddi kemik değişiklikleri ve dalakta hızlı büyüme kan transfüzyonun başlatılması için kriterlerdir. Kan transfüzyonu ile derin anemi düzeltilir, dokulara yeterli oksijen sağlanmış olur. İdeal bir kan transfüzyonunda kullanılacak olan eritrosit süspansiyonu, hastanın ABO, Rh ve subgrublarına uygun olmalı, yedi günden yaşlı olmamalı, viral markırları (HBV, HCV, HIV) negatif olmalıdır. Hastaların hemoglobin değeri transfüzyon öncesi 9.5g/dl’nin altında, transfüzyon sonrası 13.5g/dl üzerinde olmamalı, ortalama 10-12 g/dl’de tutulmalıdır. Kan transfüzyonu mutlaka lökosit filtreleri ile uygulanmalıdır. Kemik iliği transplant adayı olan olgularda kan irradiye edilmelidir. Plazma proteinlerine karşı oluşabilen antikorlar nedeni ile allerjik reaksiyonların gelişmesi halinde, önce antihistaminik uygulanmalı, sonra kan transfüze edilmelidir. Şelasyon tedavisi Hastalara her 3-4 haftada bir verilen her bir ünite eritrosit suspansiyonu ile vücuda 220 mg demir girer. İhtiyaçtan fazla demir karaciğerde depo edilir. Vücutta fazla demiri dışarıya atacak bir mekanizma yoktur. Karaciğer depo kapasitesini aşınca kalp, tiroid, pankreas, dalak gibi organlarda da demir birikimi olur. Demir bu organlarda hasara yol açar. Hastalarda kalp yetmezliği, diyabet, gelişme geriliği, hormonal yetersizlik gibi ciddi problemler ortaya çıkar. Bu nedenle fazla demirin vücuttan atılması hayati önem taşır. Vücuttan fazla demiri atmak için demir şelatörleri kullanılır. Demir şelatörleri: Desferroksaminin (Desferal) Deferiprone (Ferriprox) Deferasiroks (Exjade) mg/kg dozda başlanır. İlaç özel bir pompa ile haftada en az 5 gün, 8-10 saatlik deri altı infüzyonu şeklinde verilir.(Şekil-VII). Birlikte C vitamini verilirse daha etkili şelasyon sağlanır. Desferal infüzyonunu akşamları yatarken uygulamak en iyisidir. Desferal genellikle karın bölgesi, bacak ve koldan uygulanır. Bazen lokal reaksiyonlar görülebilir. Tedavi ile İdrar ve dışkının rengi koyulaşır. Hedef, serum ferritin düzeylerini 500-1000 Ìg/L arasında korunmaktır. Serum ferritin düzeyleri 3 ay aralarla kontrol edilir. Vücut demir yükünü ferritin düzeyleri dışında karaciğer biyopsisi ve MRI T2* ile de takip etmek mümkündür. İnvaziv bir yöntem olmasına rağmen karaciğer biyopsisi demir yoğunluğunun belirlenmesinde daha güvenilir bir göstergedir. Talasemi major olguları için optimal karaciğer demir yoğunluğu 3.2-7.0 mg/g kuru karaciğer dokusu aralığı olarak kabul edilmiştir. Desferal uzun kemikler ve vertebralarda kartilaj displazisi oluşturabilmektedir. Şelasyon tedavisinin başlanmasıyla, büyüme ve kemik gelişimi düzenli olarak izlenmelidir. Büyüme geriliği, hem yetersiz şelasyonun ve hem de aşırı desferal kullanımının sonucu olabilir. Yüksek dozlarda işitme kaybı, görme bozuklukları görülebilir. Ferriprox (Deferiprone) oral kullanılan bir şelatördür. Deferiprone mideden hızla emilir, Alındıktan sonra 45-60 dk da yüksek konsantrasyona erişir. Kandan eliminasyonu desferalden daha yavaştır, Çoğu hastada daha uzun süre kanda aktif kalır, desferal ile kombine kullanıldığında deferiprone hücreye daha hızlı ve daha kolay girer. Özellikle kardiyak demir yükünün azaltılmasında etkilidir. 75mg/kg dozunda günde 3 dozda kullanılır. Yan etkileri nötropeni (500-1000/mm3) ve agranulositoz (<500/mm3)dur. Her 2-3 haftada bir lokosit kontrol edilmelidir. Deferasiroks (Exjade) yeni bir oral şelatördür. İlaç 2005 yılından itibaren Türkiye, Avrupa ve Amerika’da kullanılmaktadır. Yarı ömrü daha uzun olduğu için günde tek doz kullanma kolaylığı vardır. Günde 20-30 mg/kg dozunda kullanılır. Desferal 3 yaşın üstünde ve 2 kez ferritini 1.000 ng/dl'nin üzerinde çıkan hastalara 20-50 Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 27 Prof. Dr. Bahattin TUNÇ tedir. KİT’ in HLA tam uyumlu kardeşten yapılması tercih nedenidir. Kök hücre kaynağı olarak kemik iliği, periferik kan ve kord kanı kullanılabilir. Özet olarak; düzenli transfüzyon, şelasyon ve tedaviye mutlak uyum, talasemide tedavinin temelidir. Ancak bu şekilde talasemi hastaları için uzun ve nitelikli bir yaşam sağlamak mümkün olacaktır. Talasemi Major Komplikasyonları ve İzlemi Talasemili olgularda, psikososyal yaşam ve prognoz üzerindeki etkileri nedeni ile komplikasyonların erken tanı ve tedavisi oldukça önemlidir. Talasemi major olguları, kardiyak, hepatik ve endokrin komplikasyonlar bakımından yakından izlenmelidir. Komplikasyonlu olgular mutlaka bir hematolog, endokrinolog, kardiyolog ve psikoloğun bulunduğu tanı ve tedavi merkezinde değerlendirilmelidir. fiekil - VII. ‹nfüzyon pompas› ile Desferal infüzyonu Korunma Splenektomi Yıllık kan tüketimi normalin 1.5 katını aşmışsa (250 ml/kg/yıl) splenektomi endikasyonu vardır. Splenektomi 5 yaş altındaki olgularda, ciddi enfeksiyon ve sepsis riski nedeniyle uygulanmalıdır. Splenektomiden 4-6 hafta önce menengokok, pnömokok ve hemofilus influenza aşıları yapılmalı ve splenektomi sonrası yaşam boyu penisilin proflaksisi başlatılmalıdır. (Penisilin-V 250 mg x 2 /gün p.o. veya Benzatin Pen. 1 200 000 U 3 hafta aralarla i.m.) Kemik İliği Transplantasyonu Talasemilerde kemik iliği transplantasyonu halen tek küratif tedavi yöntemidir. Talasemilerde KİT uygulamasına 1981'de başlanmıştır. Başarı oranı %58-91 arasında bildirilmektedir. Başarı şansı düzenli şelasyonun uygulandığı, karaciğerin 3 cm’den küçük ve fibrozisi olmayan olgularda daha yüksektir. Dolaysı ile tek kesin tedavi yöntemi olan kemik iliği naklinden hastaların daha iyi yararlanabilmesi için düzenli izlenmiş, uygun kan transfüzyonu ve yeterli şelasyon tedavisi almış olması gereklidir. Ayrıca henüz demir yükü artmadan, karaciğer ve diğer organlara ait sorunlar ortaya çıkmadan erken dönemde uygulanan kemik iliği nakillerinde daha iyi sonuç alındığı kabul edilmek- 28 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Talasemi gibi otozomal resesif geçiş gösteren kalıtsal hastalıkların kontrolünde en etkili yol, toplumun hastalık yönünden aydınlatılması, kitle taramaları ile taşıyıcıların saptanması, bunlara genetik danışma verilmesi ve prenatal tanı metotlarını kullanarak yeni talasemili bebek doğumunun önlenmesidir. Talasemi, bu yöntemle birçok ülkede kontrol altına alınmış, yeni hasta sayısının azaltılması hatta sıfıra kadar inmesi mümkün olmuştur. Kitle taramaları sayesinde bir toplumda hemoglobinopati sorununun boyutu ortaya konarak buna yönelik hemoglobinopati kontrol programları geliştirilebilir. Doğum öncesi tanı hamileliğin 9-12. haftasında yapılabilir. Bebeğin hasta olup olmadığı tama yakın bir olasılıkla tespit edilebilir. Preimplantasyon genetik tanı yöntemi ile de tamamen sağlıklı bebek doğurma şansı elde edilebilir. Akraba evlilikleri talasemi gibi otozomal resesif geçişli genetik hastalıkların toplumdaki sıklığını arttırır. Türkiye’de her 5 evlilikten biri akraba evliliğidir. Yakın akraba evliliklerinden kaçınmanın sorunun çözümünde yardımcı olacağı açıktır. Riskli bölgelerde yaşayanlar mutlaka evlilik öncesi talasemi testi yaptırmalıdırlar. Önlenmesi kolay ve ucuz olan bu hastalığın Talasemi önüne geçebilmek için son 10 yıldan beri bütün dünyada 8 Mayıs “Dünya Talasemi Günü” olarak kutlanmaktadır. Konunun önemi nedeniyle böyle günlerde halk eğitimine yönelik çeşitli toplantı ve programlarla talaseminin halk sağlığı açısından önemi anlatılmalıdır. Sonuç olarak eğitim, taşıyıcıların tespiti, doğum öncesi tanı yöntemleri, genetik danışmanlık hizmetleri ve akraba evliliklerinden uzak durulması ülkemizde talasemi sorununu büyük ölçüde önleyecektir. KAYNAKLAR 1. Dubey AP, Parakh A,Dublish S. Current Trends ‹n The Management Of Beta Thalassemia Indian J Pediatr. 2008;75:739-43. 3. Taher AT, Otrock ZK, Uthman I, Cappellini MD. Thalassemia And Hypercoagulability. Blood Rev. 2008;22:283-92. 4. Thein SL. Genetic Modifiers Of The Beta-Haemoglobinopathies. Br J Haematol 2008;141:357-66. 5. Cunningham MJ. Update On Thalassemia: Clinical Care And Complications. Pediatr Clin North Am 2008;55:447-60 6. Cappellini MD, Piga A. Current Status ‹n ‹ron Chelation ‹n Hemoglobinopathies. Curr Mol Med 2008;8:663-74 7. Cunningham MJ, Sankaran VG, Nathan DG, Orkin SH, The Thalassemias In Look AT, Nathan DG, Orkin SH, Ginsburg D. (Eds) Nathan and Osk›'s Hematology Of Infancy and Childhood. 7TH edition 2009, Saunders.Canada.1015-1108. 2. El Rassi F, Cappellini MD, Inati A, Taher A.BetaThalassemia ‹ntermedia: An Overview. Pediatr Ann 2008;37:322-8. Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 29 Türkiye’de Tütün Kontrolünde Önemli Bir Tarih Yaklaşıyor: 19 TEMMUZ 2009 Prof. Dr. Nazmi B‹L‹R* Doç. Dr. Dilek ASLAN* Ülkemizde tütün kontrolü çalışmaları uzun yıllardan bu yana devam etmektedir. Bu konuda aşağıdaki başlıklar öne çıkmaktadır: 1. 4207 sayılı “Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun”u 7/11/1996 tarihinde kabul edilmiştir. 2. Dünya Sağlık Örgütü’nün taraf ülkelerin imzasına açtığı “Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi” 27 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 3. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu sözleşmeyi imzalamış; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylamıştır. 4. 5727 sayılı “Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun kabul edilmiştir. İki kademeli olan bu Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi hariç olmak üzere 19 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun “Tütün ürünlerinin yasaklanması” başlığını taşıyan 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi ise 19 Temmuz 2009 tarihinden itibaren özel hu*Hacettepe Üniversitesi T›p Fakültesi Halk Sa¤l›¤› AD. 30 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 kuk kişilerine ait olan lokantalar ile kahvehane, kafeterya, birahane gibi eğlence hizmeti verilen işletmelerde yürürlüğe girecektir. İki tarih arasında özellikle kamusal düzeyde tütün mücadelesi ile ilgili önemli gelişmeler aşağıda yer almıştır: Türkiye’de Tütün Kontrolünde Önemli Bir Tarih Yaklafl›yor: 19 Temmuz 2009 1. 2008-2012 tarihlerine yönelik oluşturulmuş ve temel hedefi ülkemizde 15 yaş üzerinde sigara içmeyenlerin sıklığını %80’in üzerine çıkarmak; 15 yaşın altında ise %100’e yakın olmasını sağlamak olan “Ulusal Tütün Kontrol Programı ve Eylem Planı” ile ilgili değerlendirme toplantıları yapılmıştır. Eylem planında yer alan başlıklar “Tütün ürünlerine olan talebin azaltılmasına yönelik önlemler”, “Tütün arzının ve tütün ürünlerinin kullanımının azaltılmasına yönelik önlemler” ve “Tütün kullanımı ve ulusal tütün kontrol programının izlenmesi, değerlendirilmesi ve raporlanması” şeklinde tanımlanmıştır. 2. Sağlık Bakanlığı teşkilat yapısı içinde tütün ile mücadele konusunda çeşitli kampanyalar ve projeler yürütülmektedir. Bu çalışmaların sonuçları kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Bu süreçte medya desteği alınmaktadır. 3. İllerde “İl Tütün Kontrol Kurulları” kurulmuştur. Sağlık Bakanlığının illerde tütün kontrol kurulları kurulmasına ilişkin 24/5/2007 tarihli, 11083 sayılı ve 2007/38 No’lu Genelgesi bu konuda yönlendirici olmaktadır. 4. İllerde Sağlık Müdürlüklerinde il tütün kontrol sorumluları belirlenmiştir. 5. İl tütün kontrol sorumlularının eğitimi Aralık 2008 tarihinde gerçekleştirilmiştir. 6. İl tütün kontrol kurulları ve sorumluları illerde çalışmalarını hızlandırmaktadır. Bunların yanı sıra; başka ülkelerin de benzer süreçleri yaşadığı tütün mücadelesi ile ilgili yasanın iki kademeli olmasının bazı sakıncaları olmuştur. Bu sakıncalar aşağıda tanımlanmaya çalışılmıştır: 1. Yasanın ikinci kademesinde (19 Temmuz 2009 tarihi itibarıyla) tütün kullanımını engelleyen lokanta, kahvehane, kafeterya, birahane sahipleri bu konuda karşıt tezler geliştirmektedirler. Bu tezlerini geliştirirken de yasanın halen geçerli olduğu alışveriş merkezlerinde müşterilerin sigara mekanlarında sigara içimine izin vererek yapmaktadırlar. Bir başka ifadeyle halen yürürlükte olan bir yasanın ihlalini henüz uygulanmaya geçmemiş bir yasayı kullanarak yapmaya çalışmaktadırlar. Her ne kadar il tütün kontrol kurulları bu konuda çalışmalarını hızlandırmış olsa da kamuoyunda bu ikili uygulama kafaları karıştırmakta; toplumun yasaya sahip çıkma gücünü zayıflatmaktadır. 2. Denetimlerde zaman zaman zayıflıklar görülmektedir. Örneğin; sigara içimi yasak olan kimi ticari taksilerde halen sigara içildiği gözlenebilmektedir. 3. Eğitim ve sağlık kurumlarının hiçbir alanında sigara içilememektedir. Ancak burada da kimi zaman yasanın delindiği gözlemleri olabilmektedir. Yukarıda yer alan benzeri durumların 19 Temmuz 2009 tarihinden sonra hızla gerilemesi beklenmektedir. Yasanın uygulayıcıları ve savunucularının kafalarında oluşmuş olan bu ikiliğin yasanın ikinci kademesinin yürürlüğe girmesinden sonra yok olması muhtemeldir. Ancak bu konuda denetimlerin hızlanması, kurumsal kimliklerinin güçlenmesi, kamuoyu desteğinin daha güçlü bir şekilde alınabilmesi önem taşımaktadır. Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 31 Human Papillomavirus Doç. Dr. Aydan ASYALI B‹R‹* Dr. Mehmet F›rat MUTLU* Dr. Jale ÖZTÜRK** HPV ENFEKSİYONU VE TOPLUMDA GÖRÜLME SIKLIĞI İnsan papilloma virus (HPV) enfeksiyonu dünya genelinde en yayın cinsel yolla bulaşan hastalıklardandır. Genital wart, serviks kanseri ve anal kanserin başlıca nedenidir. HPV enfeksiyonun görülme sıklığı % 2 ile %44 arasında değişmektedir ve ABD’de yaklaşık 24 milyon kadının HPV ile enfekte olduğu tahmin edilmektedir. HPV tespitinde kullanılan standart bir metot olmaması ve gelişmekte olan ülkelerle ilgili yeterli veri bulunmaması nedeniyle dünya genelindeki yaygınlığı bilinmemektedir. Bu viruslar serviks dışındaki bölgelerde de kanser oluşumuna yol açabilirler. Genel olarak bakıldığında yaygın olarak görülen kanserlerin %5.2’si HPV enfeksiyonu nedeniyle oluşur. HPV’ler ABD verilerine göre her yıl 100 000 kadından 8.2’sinde görülen serviks kanserinden, yassı hücreli anüs kanserinin %90’ından, vulva ve vajen kanserlerinin %40’ından, penis kanserinin %40’ından ve baş ve boyun kanserlerinin %12 sinden sorumludur. ABD’de her yıl ortalama 4000 kadın serviks kanseri nedeniyle hayatını kaybetmektedir. HPV prevalansı ve insidansının çok yüksek olmasına karşın enfeksiyonların çoğu vücudun doğal bağışıklık yanıtı sayesinde ilk 1-2 yıl içinde yok olur. Seksüel aktif kadınların en az %50’si hayatlarının bir döneminde PV ile enfekte olmaktadır. Bunların büyük bir kısmında semptom vermediği için olgular enfeksiyon geçirdiğini bilmemektedir. Virusun %70’i bir yıl, %91’i de iki yıl içersinde dokuda negatifleşmektedir. Fakat vücudun virustan tam olarak arındırıldığı veya arındırılmayıp sadece tespit edilebilen sınırların altında kaldığı, konusu tam olarak netleşmemiştir. HPV enfeksiyonlarından sorumlu tutulan farklı HPV tipleri vardır ve şimdiye kadar 120’den fazla tip saptanmıştır. Farklı HPV tipleri çeşitli patolojik durumlardan sorumlu tutulmakla birlikte çoğu nispeten zararsızdır, herhangi bir belirtiye yol açmadan kendiliğinden yok olurlar. Bazı tipleri ise, kadın ve erkek genital bölgelerinde enfeksiyona neden olurlar. HPV tipleri oluşturdukları enfeksiyon bölgelerine göre genel olarak üç grupta incelenir. Kutanöz tipler anogenital bölge dışında siğil gibi skuamöz hücrelerin benign tümörleri olan papillomalara neden olur. Epidermodysplasia Verricuformis (EV) *Gazi Üniversitesi T›p Fakültesi, Kad›n Hastal›klar› ve Do¤um AD. **Ankara ‹l Sa¤l›k Müdür Yard›mc›s› e-mail: [email protected] 32 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Human Papillomavirus tipler kutanöz tiplerle aynı grup altında bulunurlar ve nongenital cilt lezyonları oluştururlar. Mukozal tipler 40’dan fazla tipi içerir, genital ve nongenital bölgelerdeki mukozalarda enfeksiyon oluştururlar. Mukozal tiplerin önemi özellikle kadın genital yollarında enfeksiyon oluşturmalarından ve bazılarının servikal kanser ile yüksek derecede ilişkili olmalarından kaynaklanmaktadır. Mukozal HPV tipleri servikal kanser ile ilişkilerine göre düşük riskli, olası yüksek riskli ve yüksek riskli olarak üç gruba ayrılmıştır. Düşük riskli gruptakilerden en sık rastlanan Tip 6 ve 11, anüs, vulva ve vajen gibi bölgelerde anogenital siğil oluşumuna neden olurlar. Fakat yüksek riskli grupta yer alanlar; örneğin Tip 16 ve 18 anogenital bölgede düşük ve yüksek dereceli displaziler ve daha ileri dönemlerde invazif kanser oluşturabilirler. Serviks kanseri tüm dünyada kadınlarda görülen en yaygın kanserlerdendir ve kadınlarda kanserden kaynaklı ölümlerde ikinci sırada yer alır. Servikal kanserlerin tamamına yakınının altta yatan nedeni yüksek riskli HPV’lerdir. Tip 16 ve 18 servikal kanserlerin yaklaşık olarak %70’inden sorumlu iken kalan %30’luk orandan diğer tiplerin sorumlu olduğu kabul edilmektedir. HPV 16 tüm dünya genelinde en yaygın yüksek riskli tip olmakla birlikte diğer tiplerin dağılımı ülkeden ülkeye değişim göstermektedir. HPV’nin neden olduğu bir lezyon olan genital wartlar, seksüel aktif kadınlarda %0.5-2 oranında bulunmaktadır. 2006 yılında, ABD’de 420.000 kadın HPV’nin neden olduğu genital wartlar nedeniyle hekime başvurmuştur. Bulaş cinsel ilişki sırasında oluşan sürtünme ve abrazyonla artmaktadır, bu nedenle wart en çok vajen ağzı ve labia minörde oluşmaktadır. Virusun Yapısal Özellikleri İnsan papilloma virusu Papovirus ailesine ait zarfsız bir DNA virusudur. Sahip oldukları DNA sirküler yapıdadır ve çok küçük bir genoma (~ 8kb) sahiptir. Bu genomun L1 ve L2 genleri kapsid proteinlerini, E6 ve E7 genleri neoplastik proteinleri ve E2 ve E5 genleri virus üreme proteinlerini kodlarlar. E6 ve E7 proteinleri p53 ve retinoblastoma gibi insan hücrelerindeki tümör baskılayıcı genler tarafından kodlanan proteinleri etkisizleştiren proteinleri kodlarlar ve bu da virusun kanser oluştur- masıyla ilgili en önemli basamaktır. Yukarda bahsedilen HPV tiplendirilmesi (100’den fazla tip) L1 kapsid proteinine göre yapılmaktadır. Replikasyon Döngüsü ve Patogenez Virusun hücre kültürlerinde ürememesi nedeniyle viral replikasyonun özellikleri hakkında halen pek az şey bilinmektedir. HPV enfeksiyonu derinin bazal tabakasında olur. HPV bir kez hücreye girdiği zaman latent enfeksiyon oluşturur ve yıllarca epizomal şekilde latent olarak kalabilir. Enfeksiyon hem hücresel hem de humoral bağışıklığı uyandırabilir. Bu nedenle bazen oluşan siğiller kendiliğinden gerileyebilir. Neoplazi oluşması için virus hücre DNA’sına entegre olmalıdır. Bu durum gerçekleşirse aşırı miktarda E6 ve E7 onkoproteini oluşur ve bunlar da tümör baskılayıcı genlerin ürettikleri proteinleri etkisiz hale getirirler. Sonrasında prekanseröz lezyon ve bunun da ötesinde kanser gelişebilir. Tarama PAP smear kullanımında 50 yıl geride bırakıldıktan ve HPV’ye dayalı değerlendirmenin üzerinden 10 yıl geçtikten sonra taramanın değeri ve sürdürebilirliği konusunda araştırmalar devam etmektedir. 15’ten fazla çalışma primer tarama yöntemi olarak HPV DNA testlerinin kullanımının klasik veya sıvı esaslı sitolojik taramaya göre anlamlı olarak daha sensitif olduğunu göstermiştir. HPV DNA ile duyarlılık %25-30 oranında artmaktadır. Bu artışın nedenleri: a) HPV DNA varlığı servikal intraepiteliyal neoplazi için gereklidir. b) HPV testlerinin duyarlılığı ortalama teknolojik düzeye sahip bir laboratuarda bile yüksektir. (>%90) c) HPV DNA kolposkopi, sitoloji, histolojiden farklı olarak gözleme dayalı değildir. d) HPV viral DNA saptanması örnek alma becerisinden bağımsızdır. HPV DNA ile taramanın servikovajinal smear’e oranla sensitivitesi daha yüksek, spesifitesi %8-12 oranında düşüktür. Klinik Özellikler HPV ile enfeksiyonun oluşabilmesi için virusun bazal tabaka hücrelerine ulaşabilmesi gerekir. Bu genellikle deride veya mukozada travma sonucu oluşan mikrolezyonlar aracılığı ile gerçekleşir. HPV enfeksiyonları genellikle asemptomatik olSa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 33 Doç. Dr. Aydan ASYALI B‹R‹ - Dr. Mehmet F›rat MUTLU - Dr. Jale ÖZTÜRK makla birlikte üç tip enfeksiyondan söz edilebilir. Latent enfeksiyonda moleküler yöntemlerle HPV DNA tespit edilebilir ve herhangi bir bulgu veya sitolojik değişiklik söz konusu değildir. Subklinik enfeksiyonda muayene bulguları normaldir, kolposkopik muayene veya sitolojik değerlendirme ile enfeksiyon tespit edilir. Klinik enfeksiyonda gözle görünür lezyonlar olmuştur ve klinik semptomlar oluşabilir. Semptomatik olgularda en sık görülen klinik bulgu anogenital siğillerdir. sunun doku kültüründe çoğaltılma problemleri ve serolojik testlerin yeterince güvenilir olmamaları, HPV test yöntemlerinin viral DNA tespitine dayanılarak yapılmasına neden olmuştur. Dolayısıyla spesifik HPV tanısı için HPV DNA’sının gösterilmesi en güvenli yöntemdir. Polimeraz zincir reaksiyonu (HPV-PCR) ve hibrit yakalama-2 yöntemleri ile HPV DNA tespiti ve tiplendirilmesi yapılabilmekte ve kanser açısından yüksek risk oluşturan tipler belirlenebilmektedir. Serviksin HPV ile enfeksiyonu sonucu kanser gelişimi çok basamaklı bir süreç gerektirir. Bazen enfeksiyon gerçekleşir gerçekleşmez hızlı bir şekilde dokudan temizlenir. Enfeksiyonun 1-10 yıl kalması sonucunda prekanseröz değişiklikler oluşur. Ancak konakçının immün sistemi ve dokudaki hasarı onaran farklı mekanizmalar bu aşamada geri dönüşümü sağlayabilir. Geri dönüşümün olmadığı ve veya tedavinin yapılmadığı durumlarda ise kanser gelişir. Servikal pap-smear testinde histolojik olarak koilositoz (HPV tarafından enfekte olan skuamöz hücrede karakteristik bir sitoplazmik vakuol oluşması) görülmesi HPV lezyonu ile ilişkili kabul edilir. Servikal pap-smear testi ile servikste lezyon tespit edilen bireylerden hangilerinde servikal patoloji gelişeceğinin tahmin edilmesi açısından yukarıda sözü edilen yöntemlerden birisiyle HPV tiplerinin tespit edilmesi ve yüksek riskli HPV tipi bulunursa hastanın yakından izlenmesi gereklidir. Bu sayede hastalığın erken tespiti ve kanser geliştirmeden önlenmesi ile servikal kaynaklı kanserden ölümlerin azaltılabileceği düşünülmektedir. Serviks kanseri gelişimi ortalama olarak virusla karşılaşıldıktan 15 ila 25 yıl sonrasında olmaktadır. Bu süreçte önce düşük dereceli ve sonra da yüksek dereceli premalign lezyon gelişir. Enfekte olgularda bağışıklığı azaltan sebeplerin olması (ek hastalıklar, immünsupresyon, sigara, vs) kanser gelişimini kolaylaştırmaktadır. Tersine, bağışıklık gelişen olgularda siğillerin ve premalign displazilerin kendiliğinden gerileyebilmesi olasıdır. Bulaş genellikle seksüel ilişki ile olmaktadır. Bu nedenle bulaş için en önemli risk faktörü kişilerin seksüel davranışlarıdır. Bunlar partner sayısı, seksüel ilişki biçimi, hayatı boyunca olan tüm partner sayısı ve bu partnerlerin seksüel davranışları olarak örneklenir. Bulaş için seksüel yönden penisin vajene penetrasyonu da şart değildir. Daha az oranda olmakla birlikte yüzeyel temasın da bulaştan sorumlu olduğu kanıtlanmıştır. Asemptomatik ve servikal pap-smear testinde patoloji bulunmayan kişilerde HPV DNA bakılması ve serolojik testlerin yapılması özel durumlar dışında gerekli değildir. Tedavi Anogenital siğillerin bir kısmı tedavi verilmeden de gerilemektedir. Yalnız bu şekilde yönetilen olgularda %30’lara varan oldukça yüksek bir rekürrens oranı ile karşılaşılmaktadır. Tedavide altın standart siğillerin cerrahi eksizyonudur. Ancak tedavi tipinin seçimi lezyonun büyüklüğü, yeri, sayısı, hastanın isteği, uyumu, tedavi masrafları, yan etkileri ve doktorun tecrübesi gibi özellikler değerlendirilerek yapılır. Tedavi uygulayıcısının hasta veya doktor olmasına göre ikiye ayrılır. Tanı Klinik enfeksiyonda tanı muayene ile konulabilir. Fakat latent ve subklinik enfeksiyonda virusun mevcudiyetinin araştırılması ve klinik enfeksiyonda da, enfeksiyonla virusun bağlantısının gösterilebilmesi için tanı yöntemlerine ihtiyaç vardır. Mikrobiyolojik tanı yöntemleri ile HPV tanısının konulması mümkünse de yüksek maliyet ve düşük duyarlılık nedeniyle kullanılması sınırlıdır. HPV viru- 34 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Anogenital siğillerin tedavisi Eksternal genital siğillerin tedavisi; Uygulayıcı hasta ise; • Podofilox %0.5’lik solüsyon veya jel: Pamuklu bir çubuk yardımıyla lezyonların üzerine günde 3 kez uygulanır ve ardından 4 gün ara verilir. Bu siklus 4 kere yapılabilir. Koşul Human Papillomavirus olarak genital siğillerin toplam alanı 10 cm2’yi ve bir günlük dozun 0.5 mL’yi geçmemesi gerekir. Gebelikteki kullanımı hakkında yeterli bilgi yoktur. • Imiquimod %5’lik krem: Günde 1 kez yatmadan önce, haftada 3 kez ve 16 hafta boyunca uygulanabilir. Uygulanan alan 6-10 saat sonra sabun ve suyla yıkanmalıdır. Gebelikteki kullanımı hakkında yeterli bilgi yoktur. Uygulayıcı doktor ise; • Krioterapi: 1-2 haftada bir sıvı nitrojen ve kriyoprobu ile uygulanır. • Podofilin reçine (%10 – 25’lik): Her siğilin üzerine ayrı ayrı uygulanır ve hava ile kurumaya bırakılır ve haftada 1 tekrarlanabilir. Koşul olarak genital siğillerin toplam alanı 10 cm2’yi ve bir günlük dozun 0.5 mL’yi geçmemesi ve uygulanacak yerde açık yara olmaması gerekir. • • Trichloroacetic acid (TCA) veya Bichloroacetic acid (BCA) (% 80–90’lık): Her siğilin üzerine ayrı ayrı uygulanır ve kurumaya bırakılır. Haftalık tekrarlanabilir. Cerrahi eksizyon: Soğuk eksizyon, küretaj, elektrocerrahi Alternatif Yöntemler: İntralezyoner İnterferon veya cerrahi Laser Vajinal ve anal siğillerde Krioterapi ve TCA veya BCA (% 80–90’lık), Üretral meatustaki siğillerde Krioterapi ve Podofilin reçine (%10 – 25’lik) kullanılması önerilmektedir. HPV’ye bağlı servikal prekanseröz lezyonların ve invaziv kanserin tedavisi ve yönetimi karmaşık bir konu olmasına rağmen cinsel aktivite başladıktan sonra düzenli olarak yapılması önerilen papsmear ile prekanseröz lezyonların tespit edilebilmesi serviks kanseri gelişmeden daha kolay ve ucuz yöntemlerle tedavi edilebilmesi mümkün olacaktır. Bu amaçla prekanseröz lezyonu olanlarda lezyon derecesine göre çeşitli takip ve tedavi programları geliştirilmiştir. İnvaziv kanserli olgularda tedavi hastalığın yayılımına (evresine) göre değişir. Tedavi başlıkları girişim gerektiren prekanseröz lezyonlar için koterizasyon, laser, krioterapi olarak sayılabi- lirken, invaziv hastalıkta radikal cerrahi, radyoterapi, kemoterapi ve bunların kombinasyonları olarak sıralanabilir. Korunma: Aşılar Günümüzde HPV enfeksiyonundan korunmak için geliştirilen tek eşlilik, kondom kullanımı, seksüel alışkanlıkların düzenlenmesi gibi stratejilerin yetersiz kalması, wart tedavisinde kullanılan podofilin ve imiquimod gibi ajanlara rağmen yeterli yanıt alınmaması ve yüksek tekrarlama oranları (%88, %65), elektrocerrahi, cerrahi eksizyon, krioterapi, laser gibi cerrahi yöntemlerin lezyonları yok etmede daha etkin ancak nüks oranlarının farmakolojik ajanlardan çok da farklı olmaması, modern kemoterapötik, radyolojik ve cerrahi yöntemlere rağmen halen serviks kanserinin 5 yılda mortalitesinin %30 olması nedeniyle HPV profilaksisi için aşılama önerilmektedir. Günümüzde bazı HPV tiplerine göre aşı geliştirilmiştir. HPV aşıları koruyucu ve tedavi edici olmak üzere iki çeşittir. Koruyucu aşılar: Bu aşıların amacı serbest virus partiküllerinin nötralize edilmesidir. Enfeksiyöz virionları taklit edebilen virus benzeri partiküller (HPV-VLP) ile bireyin karşılaşması sonucu antikor gelişimi sağlanır. Bu aşılar virusun kapsit antijeni olan L1 veya L1/L2 içerir. VLP protein yapıda olup diğer protein yapıdaki tetanoz ve hepatit aşıları gibi enfeksiyona neden olmamaktadır. VLP aşısı virusu nötralize eden antikor üretimini sağlayarak koruma sağlar. Bu nedenle yapılan çalışmaların çoğunda HPV tipine özgül antikor yanıtları değerlendirilmiştir. HPV aşıları sonrasında oluşan antikor düzeyinin doğal enfeksiyon sonucunda oluşanlardan 10-100 kat daha yüksek titrede olduğu gösterilmiştir. Aşı sonrası antikor düzeylerinin en yüksek olduğu dönem 3. aşı dozundan 1 ay sonradır, sonraki yıl minimal azalma gösterir ardından stabil seyreder. Günümüzde aşının koruyuculuğunun ne kadar sürdüğü bilinmemektedir, ancak günümüze kadar gelen çalışmalar sonucu koruyuculuğun en az 5 yıl olduğu bilinmektedir. HPV enfeksiyonunun en çok seksüel aktif, genç kızları etkilediği düşünüldüğünde aşının etkisinin en fazla olduğu grubun henüz cinsel ilişkiye girmemiş genç kızlar olduğu görülmektedir. Şu an bivalan (HPV 16-18, Cervarix, GlaxoSSa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 35 Doç. Dr. Aydan ASYALI B‹R‹ - Dr. Mehmet F›rat MUTLU - Dr. Jale ÖZTÜRK mithKline) ve quadrivalan (HPV 6,11,16,18 Gardasil, Merck) ve monovalan (HPV 16) olmak üzere 3 çeşit koruyucu HPV aşısı faz 3 çalışmalarını tamamlamış ve 8 Haziran 2006’da FDA tarafından onaylanmıştır. Quadrivalan aşı HPV-6-11-16 ve 18 virus benzeri peptid (VLP), L1 kapsit komponentlerine, bivalan aşı HPV-16 ve 18 VLP, L1 kapsit komponentlerine sahiptir. Her iki aşı tipinde serokonversiyon %100 iken HPV 16 ve 18’e karşı spesifik titreler bivalan aşıda daha yüksek olarak saptanmıştır. Bu iki tip HPV’ye karşı aşılanmanın servikal kanser vakalarını %70 oranında önleyebileceği çapraz koruma da göz önüne alındığında bu rakamların %75-80’e ulaşması mümkündür. 1998 yılından itibaren HPV aşılarını konu alan toplamda yaklaşık 50.000 olguyu içeren birbirinden farklı çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların çoğu genç yaşta kadınlarda yapılmıştır. Henüz literatürde erkeklerin, orta-ileri yaş kadınların ve immünitesi azalmış olguların aşılanması ile ilgili yeterli çalışma yoktur. Buna rağmen HPV’den korunma da aşıların yeni olarak kullanıma sunulması, bir takım yeni soruları da beraberinde gündeme getirmektedir. Birincisi, aşıdan maksimum korucu etkiyi elde etmek için uygun aşılama zamanının ne olduğudur. Kızların cinsel hayata başlamadan önce aşılanması gerekmektedir. CDC 11-12 yaşındaki tüm kız çocuklarına aşılama önermektedir. Bu dönemde aşılama yapılmadıysa 13-26 yaşları arasında yapılabileceğini benzer şekilde ACOG’a göre de 9-26 yaşları arasındaki olgulara rutin uygulanması önerilmektedir. İkincisi, erkeklerin HPV bulaşında ve yayılımında vektör olarak davranmaları nedeniyle, erkeklerin aşılanmasının daha uygun olup olmadığıdır. Bu soruya cevap olarak, 9 ila 15 yaş arasındaki erkekler çalışmalara daha yeni dahil edilmiştir ve bu aşıların erkekler üzerindeki koruyuculuğu ve immün yanıtı kesin olarak bilinmemektedir. Üçüncüsü, bu aşıların uzun dönem etkilerinin ne olduğudur. Uzun dönem koruyucu etkileri faz 3 çalışmalarına göre 5 yıl olduğu düşünülmektedir. Rapel dozların gerekli olup olmayacağı henüz bilinmemektedir. Kanserin uzun dönemde geliştiği düşünülürse, aşının kanser önleyici etkisinin anlaşılabilmesi için bu süreden daha uzun bir süre gerekmektedir. Aşılama öncesinde hastanın HPV taşıyıp taşımadığını test etmeye gerek yoktur. Bunun nedeni 36 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 testin maliyetinin yanında hangi HPV tipinin taşındığının tespit edilememesi ve HPV ile enfekte olgularda bile farklı suşlara karşı koruma sağlandığı için faydalıdır. Kuadrivalan aşı klinik çalışmalarında olguların %0,1’inde aşının kapsama alanındaki her 4 suşla birden enfekte olduğu, %70 olgunun bu 4 suşun hiçbirisiyle enfekte olmadığını göstermiştir. Bu nedenle ACOG uygun yaş aralığında olan olgularda anormal sitoloji, genital wart, servikal intraepiteliyal neoplazi olsa bile aşılamayı önermektedir. Aşıların ciddi bir yan etkisi saptanmamıştır. En sık görülen yan etki, enjeksiyon yerinde kısa süreli ağrıdır. Olguların %84’ünde, plasebo grubunun %48’inde enjeksiyon yerinde ağrı saptanmıştır. Maya ve maya bileşenlerine alerjisi olanlarda dikkatli olunmalıdır. Bunun yanında nadiren senkop, baş ağrısı, bulantı ve kusma yapabilir. Unutulmaması gereken konular; aşılanan olguların servikal kanser pap-smear ile tarama programlarına aynen devam etmesi gerekir ve bu aşıların diğer cinsel yoldan bulaşan hastalıklara karşı (örn: HIV…) koruyuculuğunun olmadığı hastalara belirtilmelidir. Dördüncü soru ise aşının gebelik üzerine etkisinin olup olmadığıdır. Aşı bugüne kadar çok az sayıda gebeye yapılmış olup bu olgularda konjenital anomali ve gebelik komplikasyon sıklığı artmamıştır. Fakat yeterli olgu sayısı olmadığı için aşının gebelik üzerine etkisi kesin olarak bilinmemektedir. Aşı; içindeki maddelerden herhangi birisine karşı allerjisi olanlara, bir önceki aşılama sırasında hipersensitivite geçirenlerde uygulanmamalıdır. Gebelikte kategori B olarak tanımlansa da önerilmemektedir. Aşılama dozlarının arasında gebe kalan olgularda doz gebelik sonuna kadar ertelenmelidir, emzirenlerde kuadrivalan aşı güvenle yapılabilir. Aşının maliyeti, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki aşı program farklılıkları, kim tarafından uygulanması gerektiği (jinekolog, pediatrist, aile hekimi…), etkinliğinin nasıl gösterileceği diğer soru başlıklarını oluşturmaktadır ve bunların cevapları henüz netlik kazanmamıştır. Hali hazırda önerilen aşı takvimi bivalan aşıda 0., 1. ve 6. aylar; quadrivalan aşıda 0., 2. ve 6. aylar şeklindedir. Aşı intamüsküler olarak ön kol deltoit kasa uygulanmalıdır. Tedavi edici aşıların hedefi; viral DNA’yı içi- Human Papillomavirus ne almış, E6 ve E7 proteinlerini bolca üreten hücreleri yıkıma uğratmaktır. Bunun için hücresel immünitenin uyarılmasını sağlarlar. Kullanılacak durumlar servikal kanserli hastalarda arta kalan malign hücrelerin eradikasyonu, servikal prekanseröz lezyon progresyonunun önlenmesi, enfekte hücrelerin eradikasyonu, genital siğillerin tedavisi olarak sıralanabilir. Koruyucu aşılarda elde edilen sonuçlar henüz tedavi edici aşılardan elde edilmemiştir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde diğer aşılama programları örnek alınarak HPV aşılama programları hazırlanmakta ve toplumun serviks kanseri ve HPV enfeksiyonları hakkında bilgilendirilmesi hedeflenmektedir. Çok yaygın ve cinsel yoldan geçen bir enfeksiyon olan HPV enfeksiyonun servikal kanser ve diğer anogenital bölge kanserleri ile ilişkisi ve anogenital bölgede yaygın olarak oluşan siğiller nedeniyle duyulan tedavi ihtiyacı dikkate alındığında; toplumun HPV açısından bilgilendirilmesi, seksüel davranışların erken yaşlarda sağlıklı bir şekilde öğretilmesi çok önemlidir. Servikal kanserlerden ölümü azaltmak için HPV tanısı, tiplendirilmesi ve aşılanma dahil tüm gelişmelere rağmen pap-smear taraması hala en önemli basamaktır. Smear testi ile servikal kanser için öncü olabilecek lezyonların tanınması, kanser ilerlemeden yakalanmasına olanak verdiği için servikal kanser sıklığını önemli ölçüde azaltmıştır. K A YN A KL A R 1. Munoz N, Bosch FX, de Sanjose S, ve ark. Epidemiologic classification of human papillomavirus types associated with cervical cancer. N Engl J Med 2003; 348:518–27. 2. Clifford GM, Smith JS, Plummer M, ve ark. Human papillomavirus types in invasive cervical cancer worldwide: a meta-analysis. Br J Cancer 2003; 88:63–73. 5. Schiffman M, Kjaer SK.Chapter 2: Natural history of anogenital human papillomavirus infection and neoplasia.J Natl Cancer Inst Monogr. 2003;(31):14-9. 6. Castle PE, Schiffman M, Herrero R, ve ark. A prospective study of age trends in cervical human papillomavirus acquisition and persistence in Guanacaste, Costa Rica. J Infect Dis 2005; 191:1808–16. 7. Ho GY, Bierman R, Beardsley L, Chang CJ, Burk RD. Natural history of cervicovaginal papillomavirus infection in young women. N Engl J Med 1998; 338:423–8. 8. Moscicki AB, Hills N, Shiboski S, ve ark. Risks for incident human papillomavirus infection and low-grade squamous intraepithelial lesion development in young females. JAMA 2001; 285:2995–3002. 9. Franco EL, Villa LL, Sobrinho JP, ve ark. Epidemiology of acquisition and clearance of cervical human papillomavirus infection in women from a high-risk area for cervical cancer. J Infect Dis 1999; 180:1415–23. 10. Centers for Disease Control and Prevention. Sexually transmitted diseases treatment guidelines 2002. MMWR Recomm Rep 2002; 51(RR6):1–78. 11. Centers for Disease Control and Prevention. Sexually transmitted diseases treatment guidelines 2006. 12. Villa LL, Costa RL, Petta CA, ve ark. Prophylactic quadrivalent human papillomavirus (types 6, 11, 16, and 18) L1 virus-like particle vaccine in young women: a randomised double-blind placebo-controlled multicentre phase II efficacy trial. Lancet Oncol 2005; 6:271–8. 3. Walboomers JM, Jacobs MV, Manos MM, ve ark. Human papillomavirus is a necessary cause of invasive cervical cancer worldwide: a metaanalysis. Br J Cancer 2003; 88:63–73. 13. Harper DM, Franco EL, Wheeler CM, ve ark. Sustained efficacy up to 4.5 years of a bivalent L1 virus-like particle vaccine against human papillomavirus types 16 and 18: follow-up from a randomised control trial. Lancet 2006; 367:1247–55. 4. Pagliusi SR, Teresa Aguado M. Efficacy and other milestones for human papillomavirus vaccine introduction.Vaccine. 2004 Dec 16;23(5):569-78. 14. John M.Tovar, Oralia V.Bazaldua, Leticia VaduateVargas, Erin Reile,Human pailloma Virus,Cervical Cancer, and the Vaccines. Postgraduate Medicine 2009; 121:1-8 Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 37 Şüpheli/Olası Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) Hastalarının Enfeksiyon Kliniklerine Yatış Yönetimi Mustafa AKSOY, Çi¤dem fi‹MfiEK, Ahmet ÖZLÜ, Gönül ÇULHA, Ömür KUL, Hasan Hüseyin ZORGÜL, Mine KAYA, Faik MADEN Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Giriş: Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) Hastalığı ilk olarak 1944 yılında Kırım’da ve 1956 yılında Kongo’da görülmesinden dolayı bu ismi alan kanamalarla seyreden ve ölümcül olabilen viral bir hastalıktır. Hastalık ülkemizde ilk olarak 2002 yılında bahar ve yaz aylarında özellikle kırsal kesimde yaşayanlarda görülmüştür. Sağlık Bakanlığının yaptığı çalışmalar sonucunda Ağustos 2003’te hastalığın KKKA Hastalığı olduğu belirlenmiştir. Hastalık her yıl Mart-Kasım ayları arasında görülmekte olup Temmuz-Ağustos aylarında pik yapmaktadır. Enfekte kenenin insana tutunması, kenenin ezilmesi, viremik dönemdeki enfekte hayvanın kan ve dokuları ile temas veya KKKA Hastalığı tanısı almış hastanın kan ve vücut sıvıları ile bulaş olabilmektedir. Riskli temastan sonra 10 gün içinde ateş, baş ağrısı, kas ağrısı, kırıklık, halsizlik, belirgin iştahsızlık, bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishal gibi şikayetlerle sağlık kuruluşlarına başvuran hastalardan şüpheli/olası vaka tanımına göre KKKA Hastalığı ön tanısıyla hastaneye yatışı yapılmaktadır. Amaç: Bu çalışmada, Ankara İlinde 2006, 2007 ve 2008 yıllarında KKKA Hastalığı ön tanısı ile hastanelere yatışı yapılan hastaların, enfeksiyon kliniklerine yatış yönetiminin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. 38 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Materyal Metod: Çalışma kapsamına, Ankara İlinde mevcut enfeksiyon hastalıkları kliniği olan eğitim araştırma hastanelerine, tıp fakültesi hastanelerine, enfeksiyon hastalıkları uzmanı bulunan devlet hastanelerine, özel hastanelere 2006, 2007, 2008 yıllarında yatışı yapılan ve Müdürlüğümüzce epi numarası verilen KKKA ön tanılı hastalar alınmıştır. Hastanelerin verileri, Sağlık Bakanlığı genelgeleri doğrultusunda günlük olarak doldurulan “KKKA Vaka İnceleme Formu” ile Mart-Kasım ayları arasında toplanmıştır. Toplanan veriler ACCESS ve SPSS 11.0 programlarıyla kayıt altına alınmış ve değerlendirilmiştir. Bulgular: Ankara İli’nde bulunan hastanelerde 2003 yılından itibaren KKKA Hastalığı ön tanısıyla yatış yapılmakta olup, vakaların her yıl arttığı gözlemlenmektedir. 2004 yılından itibaren sürveyans yapılmaktadır. Ankara İlinde hastaneye yatırılan vakaların % 62,6’sı il dışından sevk edilen hastalar olup, 2008 yılında İl içi vakalar toplamın %37.4’ünü oluşturmaktadır. 2008 yılında hastanelerde yatan KKKA vaka sayılarının artması üzerine ilimizde bulunan hastanelerde KKKA vakalarının yatış durumunu değerlendirmek üzere ve İl Danışma Kurulunu oluşturmak amacıyla 17 Haziran 2008 tarihinde Sağlık Bakanlığı yetkilileri, tıp fakültesi hastaneleri ve eğitim KKKA Hastalar›n›n Enfeksiyon Kliniklerine Yat›fl Yönetimi Tablo 1. Araflt›rma Grubunu Oluflturan Vakalar›n ‹llere Göre Da¤›l›m› De¤iflkenler Y›l ‹l Ankara 2006 2007 2008 n % n % n % 60 26,7 116 34,6 242 37,4 Bolu 8 3,6 18 5,4 16 2,5 Çank›r› 16 7,1 34 10,1 56 8,7 Çorum 68 30,2 53 15,8 94 14,5 Karabük 5 2,2 13 3,9 44 6,8 Kastamonu 13 5,8 38 11,3 82 12,7 Yozgat 36 16 47 14 61 9,4 Di¤er 19 8,4 16 4,9 52 8 Toplam 225 100 335 100 647 100 araştırma hastanelerinin enfeksiyon hastalıkları kliniklerinden sorumlu hekimler ile toplantı yapılmıştır. Ankara İlinde enfeksiyon hastalıkları kliniği bulunan 13 eğitim ve araştırma hastanesi, 5 üniversite hastanesi, 14 devlet hastanesi (enfeksiyon hastalıkları uzmanı) mevcuttur. Toplantı sonucunda şüpheli KKKA hastalarının Ankara’da sorunsuz tedavi ve takibi amaçlanmış, bu doğrultuda il dışı vakaları sevk eden ilin yetkilisinin vakayı Ankara’ya gönderirken öncelikle Ankara 112 Komuta Merkezini 0 (312) 592 95 00 numaralı telefondan arayarak haber vermesi, Ankara 112 Komuta Merkezi görevlisinin hastanelerin enfeksiyon hastalıkları klinikleri ile iletişim kurarak yatış yapılacak hastaneyi sevk eden kişiye bildirmesi kararları alınmıştır. 2008 yılı içerisinde Ankara İline il içi ve il dışı tespit edilip tedavi amaçlı gelen vakalara hizmet veren 14 hastanenin enfeksiyon servisi yatak sayısı 237 ve KKKA hastalığı için ayrılan yatak sayısı 97’dir. Ankara İlinde 2006 yılında KKKA teşhisi alan hastalar 11 hastanede, 2007 yılında KKKA teşhisi alan hastalar 13 hastanede, 2008 yılında KKKA teşhisi alan hastalar 19 hastanede tedavi edilmiştir. Tablo 2. Ankara ‹li’nde 2008 Y›l›nda KKKA Hastal›¤› Ön Tan›s›yla Hasta Yat›fl› Yap›lan Enfeksiyon Klini¤i Yatak Say›lar›n›n Hastanelere Göre Da¤›l›m› KKKA Hastal›¤› Ön Tan›s›yla Yat›fl Yap›lan Hastane Ad› Enfeksiyon Servisi Yatak Say›s› KKKA Hastal›¤› Vakalar› ‹çin Ayr›lan Enfeksiyon Servisi Yatak Say›s› Numune EAH 26 20 Ankara EAH 24 16 D›flkap› EAH 15 8 Atatürk EAH 11 5 Keçiören EAH 10 5 AÜ T›p Fak. ‹bn-i Sina H 32 15 Hacettepe Ü T›p Fak. H 10 4 Gazi Ü T›p Fak. H 15 4 D›flkap› EAH (Çocuk) 27 7 Sami Ulus Çocuk EAH 25 5 HÜ T›p Fak. Çocuk H. 18 2 AÜ T›p Fak. Cebeci H. 15 4 GÜ T›p Fak. (Çocuk) 9 2 237 97 TOPLAM Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 39 M. AKSOY, Ç. fi‹MfiEK, A. ÖZLÜ, G. ÇULHA, Ö. KUL, H. H. ZORGÜL, M. KAYA, F. MADEN fiekil 1. Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü KKKA Hastal›¤› Vaka Yaklafl›m› ve Sevk Algoritmas› K K K A il içi flüpheli kene temas› 1.Basama¤a baflvurulur kene ç›kar›l›r, 10 günlük takibe al›n›r Takip s›ras›nda flüpheli KKKA ve/veya hasta da klinik müspet ve/veya laboratuvar de¤erleri müspet (lökopeni, trombositopeni, AST, ALT, LDH, CK de¤erlerinde yükselme) ve/veya epidemiyolojik ba¤lant› K K K A il d›fl› h a s t a nakil ve sevk zinciri klinik menfi laboratuvar menfi 0 312 592 95 00 telefon aran›r Vaka takibi sonland›r›l›r Hasta ile ilgili gerekli bilgiler ilden al›n›r Yatak tesbiti yap›larak ‹lgili hastaneye yönlendirilir Sevk edilir Hastane Triaj› uygulan›r fiüpheli KKKA vakas› için il olanaklar› yetersiz Ankara iline nakil isteniyor Ayaktan tetkik ve tedavi Ambulansla uygun nakil sa¤lan›r fiüpheli KKKA vakas› yat›r›l›r Hastane Triaj› uygulan›r Hasta flifayla taburcu 2. kan numunesi RSHM' ne gönderilir Sa¤l›k Müdürlü¤ünden epi numaras› al›n›r, RSHM'ne 1. kan numunesi gönderilir Klinik gözlem ve tedavi Hasta Ex. Sa¤l›k Müdürlü¤üne hemen bilgi verilir, 2.kan numunesi RSHM'ye gönderilir Cenazenin hastanede uygun flartlarda defin ifllemleri yap›larak aç›lmamak üzere tabuta konur Vakaların, 2006 yılında % 55,1’i (124 vaka), 2007 yılında % 55,2’si (185 vaka) 2008 yılında % 33.8’i (219 vaka) Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine (EAH), 2006 yılında % 8,9’u (20 vaka), 2007 yılında % 19,7’si (66 vaka) 2008 yılın- 40 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Defin edilecek bölgeye nakledilirken ilgili SGB'ye bilgi verilerek; defin ifllemi, iki metre derinli¤indeki mezara tabutla gerekli korunma önlemleri al›narak yap›l›r da % 20,6’sı (133 vaka) Ankara EAH’ne, 2006 yılında % 8’i (18 vaka), 2007 yılında % 9’u (30 vaka) 2008 yılında % 11,4’ü (74 vaka) Dışkapı EAH’ne, 2006 yılında % 3,6’sı (8 vaka), 2007 yılında % 3,3’ü (11 vaka) 2008 yılında % 10,2’si (66 KKKA Hastalar›n›n Enfeksiyon Kliniklerine Yat›fl Yönetimi vaka) Atatürk EAH’ne, 2006 yılında % 12’si (27 vaka), 2007 yılında % 5,4’i (18 vaka) 2008 yılında % 5,4’ü (35 vaka) Dr. Sami Ulus Çocuk Hastalıkları EAH’ne, 2006 yılında % 2,7’si (6 vaka), 2007 yılında % 2,1’i (7 vaka) 2008 yılında % 4,3’ü (28 vaka) Dışkapı Çocuk Hastalıkları EAH’ne, 2006 yılında % 2,2’si (5 vaka), 2007 yılında yatırılan vaka yok, 2008 yılında % 4,2’si (27 vaka) Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi’ne, 2006 yılında % 5,3’ü (12 vaka), 2007 yılında % 2,7’si (9 vaka) 2008 yılında % 2,6’sı (17 vaka) Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine, 2007 yılında % 0,6’sı (2 vaka) 2008 yılında % 2,6’sı (17 vaka) Keçiören EAH’ne, 2006 yılında % 0,4’ü (1 vaka), 2007 yılında % 0,3’ü (1 vaka) 2008 yılında % 1,1’i (7 vaka) Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesine, 2007 yılında % 0,9’u (3 vaka) 2008 yılında % 0,9’u (6 vaka) Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine, 2006 yılında % 1,3’ü (3 vaka) 2007 yılında % 0,3’ü(1 vaka) 2008 yılında % 0,8’i (5 vaka) Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine, 2008 yılında % 0,8’i (5 vaka) Dr. Abdurrahman YURTASLAN Onkoloji EAH’ne, 2008 yılında % 0,3’ü (2 vaka) Etlik İhtisas EAH’ne, 2008 yılında % 0,3’ü (2 vaka) GATA Hastanesine, 2008 yılında % 0,2’si (1 vaka) Türkiye Yüksek İhtisas EAH’ne, 2008 yılında % 0,2’si (1 vaka) Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı EAH’ne, 2006 yılında % 0,4’ü (1 vaka) Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları EAH’ne yatırılmış KKKA hastalığı tedavisi görmüştür. Tablo 3. Araflt›rma Grubunu Oluflturan Vakalar›n Hastanelere Göre Da¤›l›m› (Ankara) De¤iflkenler Y›llar ‹l 2006 2007 2008 n % n % n % Numune EAH 124 55,1 185 55,2 219 33,8 Ankara EAH 20 8,9 66 19,7 133 20,6 D›flkap› EAH 18 8 30 9 74 11,4 Atatürk EAH 8 3,6 11 3,3 66 10,2 Sami Ulus ÇH EAH 27 12 18 5,4 35 5,4 D›flkap› Çocuk EAH 6 2,7 7 2,1 28 4,3 AÜ T›p Fak. ‹bn-i Sina H 5 2,2 0 0 27 4,2 GÜ T›p Fak. H 12 5,3 9 2,7 17 2,6 Keçiören EAH 0 0 2 0,6 17 2,6 AÜ T›p Fak. Cebeci H 1 0,4 1 0,3 7 1,1 Fatih Ü T›p Fak. H 0 0 3 0,9 6 0,9 Hacettepe Ü T›p Fak. H 3 1,3 1 0,3 5 0,8 Onkoloji EAH 0 0 0 0 5 0,8 Etlik ‹ht. EAH 0 0 0 0 2 0,3 T.Yüksek ‹htisas EAH 0 0 0 0 1 0,2 ZTB EAH 0 0 0 0 1 0,2 1 0,4 0 0 0 0 0 225 0 100 2 335 0,6 100 4 647 0,8 100 Etlik ZH EAH Di¤er Toplam 2008 yılında şüpheli/olası KKKA teşhisi ile Ankara İli’nde bulunan hastanelerde yatarak tedavi gören 647 vakanın Refik Saydam Hıfzıssıhha Mer- kezi Viroloji Laboratuarında incelenen kan örneklerinde; Ig M % 34,6’sı (224 vaka) pozitif, PCR % 24,4’ü (158 vaka) pozitif tespit edilmiştir. Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 41 M. AKSOY, Ç. fi‹MfiEK, A. ÖZLÜ, G. ÇULHA, Ö. KUL, H. H. ZORGÜL, M. KAYA, F. MADEN Tablo 4. Araflt›rma Grubunu Oluflturan Vakalar›n Ig M Sonucuna Göre Da¤›l›m›, Ankara, 2008 De¤iflkenler Ig M Hastaneler Negatif n Pozitif % n Sonuç Gelmeyen % n % Numune EAH 106 48,4 87 39,7 26 11,9 Ankara EAH 71 53,4 38 28,6 24 18,0 D›flkap› EAH 25 33,8 32 43,2 17 23,0 Atatürk EAH 32 48,5 29 43,9 5 7,6 Sami Ulus ÇH EAH 21 60,0 8 22,9 6 17,1 D›flkap› Çocuk EAH 19 67,9 7 25,0 2 7,1 AÜ T›p Fak. ‹bn-i Sina H 15 55,6 9 33,3 3 11,1 GÜ T›p Fak. H 9 52,9 5 29,4 3 17,6 Keçiören EAH 11 64,7 6 35,3 0 0 AÜ T›p Fak. Cebeci H 6 85,7 1 14,3 0 0 Fatih Ü T›p Fak. H 2 33,3 1 16,7 3 50,0 Hacettepe Ü T›p Fak. H 5 100 0 0 0 0 Onkoloji EAH 5 100 0 0 0 0 Etlik ‹ht. EAH 2 100 0 0 0 0 3 333 60,0 51,5 1 224 20,0 34,6 2 90 20,0 13,9 Di¤er Toplam Tablo 5. Araflt›rma Grubunu Oluflturan Vakalar›n PCR Sonucuna Göre Da¤›l›m›, Ankara, 2008 De¤iflkenler PCR* Hastaneler Negatif n Pozitif % n Sonuç Gelmeyen % n % Numune EAH 85 38,8 56 25,6 78 35,6 Ankara EAH 47 35,3 45 33,8 41 30,8 D›flkap› EAH 29 39,2 25 33,8 20 27,0 Atatürk EAH 28 42,4 13 19,7 25 37,9 Sami Ulus ÇH EAH 18 51,4 6 17,1 11 31,4 D›flkap› Çocuk EAH 10 35,7 4 14,3 14 50,0 AÜ T›p Fak. ‹bn-i Sina H 11 40,7 4 14,8 12 44,4 GÜ T›p Fak. H 7 41,2 2 11,8 8 47,1 Keçiören EAH 10 58,8 1 5,9 6 35,3 AÜ T›p Fak. Cebeci H 4 57,1 1 14,3 2 28,6 Fatih Ü T›p Fak. H 3 50,0 0 0 3 50,0 Hacettepe Ü T›p Fak. H 4 80,0 0 0 1 20,0 Onkoloji EAH 4 80,0 1 20,0 0 Etlik ‹ht. EAH 1 50,0 0 0 1 50,0 4 264 66,6 40,8 0 158 0 24,4 2 225 33,3 34,8 Di¤er Toplam *PCR: Polimeraz Zincir Reaksiyonu 42 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 KKKA Hastalar›n›n Enfeksiyon Kliniklerine Yat›fl Yönetimi SONUÇ: KKKA hastalığına yaklaşımda; çalışmaların Sağlık Bakanlığının konu ile ilgili genelgeleri doğrultusunda yürütülmesi, sağlık personeline ve halka yönelik eğitimlerin sürekliliğinin sağlanması, halk eğitimlerinde özellikle “riskli alanlara giderken açık renkli ve mümkün olduğunca kapalı giysiler giyme, riskli alan dönüşlerinde mutlaka kendi vücudunu ve çocuklarının vücudunu kene yönünden kontrol etme, keneleri çıplak elle toplamama ve ezmeme, vücuda tutunmuş kene gördüğünde en kısa sürede mümkünse en yakın sağlık kuruluşunda çıkarılma ve kene tutunmasından sonra 10 gün süreyle ateş, baş ağrısı, kas ağrısı, kırıklık, halsizlik, belirgin iştahsızlık, bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishal gibi şikayetler olursa en yakın sağlık kuruluşuna gitme” konularında mesajlarının veril- mesi, afiş, broşür ve kene kovucu repellent spreylerin düzenli olarak halka ulaşmasının sağlanması, filyasyon çalışmalarına ve gerekli bilgilendirmelere özen gösterilmesi, hasta nakil ve yatış işlemlerinin ivedilikle sağlanması önem arz etmektedir. 2008 yılında şüpheli KKKA hastalarının Ankara’da sorunsuz tedavi ve takibi amaçlanmış olmasına rağmen enfeksiyon hastalıkları kliniklerinin yatak sayılarına göre hasta yatışında hastaneler arasında ciddi fark olduğu görülmektedir. Özellikle tıp fakültesi hastanelerinin KKKA hastalarına daha çok yatak ayırmalarının iş yükünün ve riskin bölüşümü açısından son derece gerekli olduğu düşünülmektedir. Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 43 Bebek ve Çocuk İzlemleri Protokolü Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Ana Çocuk Sa¤l›¤› ve Aile Planlamas› fiube Müdürlü¤ü Doğumdan itibaren bebeklik ve çocukluk dönemi boyunca geçen sürede sağlık hizmetlerine erişilebilirlik, sağlık hizmetlerinden faydalanma, bu hizmetlerin kalitesi ve hizmet sunumunda aynı ölçütlere uyulması bebek ve çocuk ölümlerini önleme, bebekleri yaşatma ve sağlıklı gelişimlerini sağlamada önemlidir. Bebek ve Çocuk İzlem Protokolleri; bebeğe doğum sonrası bakımla başlayan, bebeğin büyümesi ve gelişimindeki önemli basamaklarda en uygun yaklaşımı sağlayacak olan hizmetlerin verilmesinde kullanılır. Böylelikle bebek ölümlerinin önlenmesi, sağlık sorunlarının yarattığı diğer olumsuzlukların zamanında giderilmesine yönelik bütüncül bir yaklaşım sağlanır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve diğer ilgili uluslar arası kaynaklardan yararlanılarak, bebeklere standart bir hizmetin sunumu için Sağlık Bakanlığı tarafından Bebek ve Çocuk İzlem Protokolü geliştirilmiştir. Sağlık Bakanlığı tarafından 05.06.2008 tarih ve 3178 sayı ile duyurulan 2008/45 sayılı genelge ile hazırlanan bu protokol kapsamında; – Bölgemize bağlı bulunan nüfusta, doğan her bebek kayıt altına alınmalı, – Doğumdan itibaren kaydedilen her bebek belirtilen protokol uyarınca izlenmelidir. 44 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 – Protokolde belirtildiği gibi ilk bir yaşına kadar her bebeğin sağlık personeli tarafından en az 9 kez olmak üzere; 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. İzlem: Doğumda, İzlem: İlk 48 İçerisinde, İzlem: 15.Günde, İzlem: 41.Günde, İzlem: 2.Ayda, İzlem: 3.Ayda, İzlem: 4.Ayda, İzlem: 6.Ayda, İzlem: 9.Ayda izlemleri yapılmalıdır. Bir yaşından sonraki izleme dönemleri protokolde de belirtildiği gibi aşağıda yer aldığı şekilde devam ettirilmelidir: 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. İzlem: 12.Ayda, İzlem: 18. Ayda, İzlem: 24. Ayda, İzlem: 30. Ayda, İzlem: 36. Ayda, İzlem: 4 Yaşında İzlem: 5 Yaşında İzlem: 6 Yaşında Bebek ve Çocuk ‹zlemleri Protokolü Gebelik, doğum ve doğum sonu bakım hizmetlerinin ulaşılabilirliğinin ve kalitesinin arttırılmasına yönelik bütüncül yaklaşımlı çalışmalarımız sonucu hazırlanan ve loğusanın hastanede ve evde doğum sonu bakım hizmetlerini düzenleyen Doğum Sonu Bakım Yönetim Rehberi hazırlanmıştır. Sağlık Bakanlığının 2008/80 sayılı genelgesi ile hazırlanan bu protokol kapsamında; Genel olarak hastanede kalma süresi komplikasyon gelişmeyen vakalar için vajinal doğumdan sonra en az 24 saat, sezaryen ile doğumdan sonra ise en az 48 saat olarak kabul edilmektedir. Dolayısı ile bebeklerin ilk izlemi doğumun gerçekleştiği hastaneler tarafından yapılmaktadır. (Ankara’da doğumların %99.9’u hastanelerde meydana gelmektedir.) Bu bilgilerin eksiksiz olarak bebek izlem kartlarına yazılması gerekmektedir. Yeni Doğmuş Bebeğin Değerlendirilmesi I-Doğum Anı ve Doğumun Hemen Sonrası akış şeması II. Bebek Stabilize olduktan Sonra Bebeğin göbek ve göz bakımı yapın, 1 mg. İ.M. K vitamini uygulayın, bebeği dikkatle tartın, Bebeğin baş çevresini ölçün, Bebekte doğumsal anomali olup olmadığına bakın, sarılığı var mı kontrol edin, Bebeğin ısısını kaybetmesini önlemek için bebeği giydirin, Mümkün olan en kısa sürede anne sütü alması için anneyle tensel temasını ve emzirilmesini sağlayın, 1 ve 5. dakikada APGAR değerlendirmesi yapın III. Bebek ve anne kurumdan ayrılmadan önce: a- Fenilketonüri (FKU) ve Hipotiroidi için kan alın, Hepatit B aşısını yapın. Aşağıdaki konularda anneye danışmanlık verin: emzirme, gaz çıkarma tekniği, kundaklamanın zararları, emzik ve biberon kullanmama, el yıkama ve bebek ile sağlıklı iletişim, göbek bakımı, önemli hastalık bulguları (ateş, iyi emmeme, kusma, ishal, sarılık, uykuya meyil, vs) , bebek hijyeni, bebeğin giysileri, bebek banyosu, kazalardan korunma: ilk aylarda bebeğin yatağının çok yumuşak olmaması, yüzüstü yatırılmaması, bebeğin küçük çocuklarla yalnız bırakılmaması konusunda ebeveynleri uyarın, aile planlaması İşitme taraması hakkında bilgilendirme ya- bcdef- pın. Hastaneden ayrılmadan işitme taraması yapılmasını sağlayın Bulgularınızı bebeğin kayıtlarına işleyin Aileye aşı kartını düzenleyip verin Aileye doğum raporunu hazırlayıp verin Ailenin sorularını yanıtlayın ve verilen önerilerle ilgili broşürleri verin Kontrol için randevu tarihini belirleyin Bebeğin İlk 48 Saat İzlemi a- Anneyi ve bebeği karşılayın ve uygun iletişimi kurun. Anneyi ve bebeği nazik bir şekilde karşılayın, gerekli mahremiyeti sağlayın, kendinizi tanıtın, annenin ve bebeğin adını öğrenin ve kullanın, gerekli olumlu beden dilini kullanın, iletişim için gerekli mesafeyi ayarlayın, anne ile yüz yüze olun, göz teması kurun, her aşamada soru sorabileceğini belirtin b- Bebek bilgilerini kullandığınız kayıt sistemine girin. Tanımlayıcı bilgiler, annenin gebelik öyküsü, bebeğin doğumu ile ilgili bilgiler c- Anneye bebeğin herhangi bir sorununun olup olmadığını sorun. Muayene başlamadan önce ellerinizi yıkayın, Baş çevresini ölçün, Bebeği tartın, Vücut ısısını ölçün , Bebeğin genel görünümüne bakın.(Hareketli mi?, Canlı bir sesle ağlıyor mu ?) (Yukarıdaki her iki durumda cevap hayır ise hipotiroidi akla gelmelidir:), Gözle veya fizik muayene ile saptanan doğumsal bir anomalisi var mı? Cildi muayene edin. (Sarılığı var mı?, Gözlerden iltihaplı akıntı geliyor mu?, Göbekte kızarıklık ya da iltihaplı akıntı var mı?, Deride püstül var mı?), Baş ve boyun muayenesi yapın, Solunumu ve kalbi değerlendirin , Gelişimsel Kalça Displazisi risk faktörü varsa (kız bebek veya makat gelişse veya ailede GKD öyküsü varsa) USG’ye yönlendirin, Reflekslerini kontrol edin , Üreme organlarını muayene edin d- Aşağıdaki konularda anneye danışmanlık verin. Emzirme, gaz çıkarma tekniği, uyku, kundaklamanın zararları, emzik ve biberon kulSa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 45 Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü lanmama, el yıkama ve bebek ile sağlıklı iletişim, göbek bakımı, önemli hastalık bulguları (ateş, iyi emmeme, kusma, ishal, sarılık, uykuya meyil, vs), bebek hijyeni, bebeğin giysileri, bebek banyosu , kazalardan korunma:(ilk aylarda bebeğin yatağının çok yumuşak olmaması, yüzüstü yatırılmaması, bebeğin küçük çocuklarla yalnız bırakılmaması konusunda ebeveynleri uyarın), bebeklerin yanında sigara içilmemesi gerekti- 46 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 ef- gh- ği, aile planlaması Bebeğin doğar doğmaz Hepatit B aşısının yapılıp yapılmadığını sorgulayın Yenidoğan taraması için bebeğin topuğundan daha önce kan alınıp alınmadığını sorgulayın Yenidoğan işitme taraması yapılıp yapılmadığını sorgulayın Anneye ücretsiz D vitamini verin ve bilgilendirme yapın Bebek ve Çocuk ‹zlemleri Protokolü ı- Bulgularınızı kayıtlarınıza işleyin j- Değerlendirmeniz sırasında bebekte bir sorun saptarsanız ilgili yönergelere göre hareket edin, gerektiğinde bebeği bir uzmana yönlendirin k- Ailenin sorularını yanıtlayın ve verilen önerilerle ilgili broşürleri verin l- Kontrol için randevu tarihini belirleyin Bebeğin 15. - 41. Gün ve 2. Ay İzlemleri a- Anneyi ve bebeği karşılayın ve uygun iletişimi kurun b- Bebeği ilk kez görüyorsanız; Bebek izlem fişinin ilk 3 bölümü doldurun, Gözle veya fizik muayene ile saptanan doğumsal bir anomalisi var mı?, Gelişimsel Kalça Displazisi risk faktörü varsa (kız bebek veya makat gelişse veya ailede GKD öyküsü varsa) USG’ye yönlendirin, Üreme organlarını muayene edin, daha önce D vitamini başlanıp başlanmadığını, kullanıp kullanmadığını sorgulayın c- Anneye bebeğin herhangi bir sorununun olup olmadığını sorun Sorun yoksa izlem şemasına devam edin, Sorun varsa duruma göre ilgili yönergeleri işleme sokun d- Bebeği muayene edin İlk 48 saat izlem muayenesine ek olarak; İdrar yolu enfeksiyonunu sorgulayın, Bebeğin işitmesini kontrol edin, bebeğin görmesini değerlendirin, çocuk ihmali ya da istismarını işaret eden bulgulara (bakımsız bebek, ilgisiz anne, annenin veya bakıcının bebeğe sert tavırları, vs) dikkat edin. e- Daha önceki izlemlerde tespit ettiğiniz bir sorun varsa onu tekrar değerlendirin f- Bebeğin gelişimini 2. aydan itibaren “Gelişimi İzleme ve Değerlendirme Rehberi (P3-AŞ2a, AŞ2b) ”ni kullanarak değerlendirin g- Bebek prematüre ise “2. ay izleminde” uygun yönergeleri kullanarak bebeğe profilaktik demir başlayın h- İlk 48 saat izlem muayenesinde belirtilen konularda anneye danışmanlık verin ı- Bebeğin aşılarını kontrol edin eksik aşılarını jk- lm- tamamlayın, aşı yan etkileri hakkında bilgilendirme yapın Bulgularınızı bebek izlem kartına işleyi Değerlendirmeniz sırasında bebekte bir sorun saptarsanız ilgili yönergelere göre hareket edin, gerektiğinde bebeği bir uzmana yönlendiri Ailenin sorularını yanıtlayın ve verilen önerilerle ilgili broşürleri verin Kontrol için randevu tarihini belirleyin Bebeğin 3 – 4 Ay İzlemleri a- Anneyi ve bebeği karşılayın ve uygun iletişimi kurun b- Bebeği ilk kez görüyorsanız yukarıda belirtilen basamakları takip edin c- Anneye bebeğin herhangi bir sorununun olup olmadığını sorun d- Bebeği muayene edin e- Daha önceki izlemlerde tespit ettiğiniz bir sorun varsa onu tekrar değerlendirin f- Bebeğin gelişimini “Gelişimi İzleme ve Değerlendirme Rehberi (P3-AŞ2a, AŞ2b)”ni kullanarak değerlendirin g- Bebeği anemi yönünden değerlendirin. Anemisi varsa uygun yönergeleri kullanarak tedavi dozunda demir başlayın, Anemisi yoksa 4. aydan itibaren uygun yönergeleri kullanarak proflaktik dozda ücretsiz demir damlası verin h- Daha önceki izlemlerde belirtilen konularda anneye danışmanlık verin ı- Bebeğin aşılarını kontrol edin eksik aşılarını tamamlayın, aşı yan etkileri hakkında bilgilendirme yapın j- Bulgularınızı bebek izlem kartına işleyin k- Değerlendirmeniz sırasında bebekte bir sorun saptarsanız ilgili yönergelere göre hareket edin, gerektiğinde bebeği bir uzmana yönlendirin l- Ailenin sorularını yanıtlayın ve verilen önerilerle ilgili broşürleri verin m- Kontrol için randevu tarihini belirleyin Bebeğin 6, 9 ve 12. Ay izlemleri a- Anneyi ve bebeği karşılayın ve uygun iletişimi kurun Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 47 Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü b- Bebeği ilk kez görüyorsanız yukarıda belirtilen basamakları takip edi c- Anneye bebeğin herhangi bir sorununun olup olmadığını sorun d- Bebeği muayene edin. e- Daha önceki izlemlerde tespit ettiğiniz bir sorun varsa onu tekrar değerlendirin f- Bebeğin gelişimini “Gelişimi İzleme ve Değerlendirme Rehberi (P3-AŞ2a, AŞ2b)”ni kullanarak değerlendirin g- Bebeği anemi yönünden değerlendirin. Anemisi varsa uygun yönergeleri kullanarak tedavi dozunda demir başlayın, Anemisi yoksa 4. aydan itibaren uygun yönergeleri kullanarak proflaktik dozda ücretsiz demir damlası verin h- Daha önceki izlemlerde belirtilen konularda anneye danışmanlık verin ı- Bebeğin aşılarını kontrol edin eksik aşılarını tamamlayın, aşı yan etkileri hakkında bilgilendirme yapın j- Bulgularınızı bebek izlem kartına işleyin k- Değerlendirmeniz sırasında bebekte bir sorun saptarsanız ilgili yönergelere göre hareket edin, gerektiğinde bebeği bir uzmana yönlendirin l- Ailenin sorularını yanıtlayın ve verilen önerilerle ilgili broşürleri verin m- Kontrol için randevu tarihini belirleyin 13 - 36 Ay Arası Çocuk İzlemleri a- Anneyi ve bebeği karşılayın ve uygun iletişimi kurun b- Bebeği ilk kez görüyorsanız yukarıda belirtilen basamakları takip edin c- Anneye bebeğin herhangi bir sorununun olup olmadığını sorun d- Bebeği muayene edin. (Daha önceki izlemlerde yapılan muayeneye ek olarak; 3 yaşında çocuğun kan basıncını ölçün, 3 yaşında görme keskinliği muayenesi yapın (Görme keskinliğinde azalma ya da iki göz arasında fark saptanan çocuklar değerlendirilmek üzere sevk edin) e- Daha önceki izlemlerde tespit ettiğiniz bir sorun varsa onu tekrar değerlendirin 48 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 f- Çocuğun gelişimini “Gelişimi İzleme ve Değerlendirme Rehberi (P3-AŞ2a, AŞ2b)”ni kullanarak değerlendirin g- Çocuğu anemi yönünden değerlendirin h- Aşağıdaki konularda anneye danışmanlık verin Emzirme (2 yaşa dek), Yaşına uygun olarak beslenmeyi değerlendirin, Tuvalet eğitimi, önemli hastalık bulguları, iyotlu tuz, çocuk hijyeni, çocuk giysileri, çocukların yanında sigara içilmemesi gerektiği, diş sağlığı, kazalardan korunma, üreme sağlığı ı- Çocuğun aşılarını kontrol edin eksik aşılarını tamamlayın, aşı yan etkileri hakkında bilgilendirme yapın j- Bulgularınızı çocuk izlem kartına işleyin k- Değerlendirmeniz sırasında çocukta bir sorun saptarsanız ilgili yönergelere göre hareket edin, gerektiğinde çocuğu bir uzmana yönlendirin l- Ailenin sorularını yanıtlayın ve verilen önerilerle ilgili broşürleri verin j- Kontrol için randevu tarihini belirleyin 4- 5 Yaş Arası Çocuk İzlemleri a- Anneyi ve bebeği karşılayın ve uygun iletişimi kurun b- Bebeği ilk kez görüyorsanız yukarıda belirtilen basamakları takip edin c- Anneye bebeğin herhangi bir sorununun olup olmadığını sorun d- Bebeği muayene edin. e- Daha önceki izlemlerde tespit ettiğiniz bir sorun varsa onu tekrar değerlendirin f- Çocuğun gelişimini “Gelişimi İzleme ve Değerlendirme Rehberi (P3-AŞ2a, AŞ2b)”ni kullanarak değerlendirin g- Çocuğu anemi yönünden değerlendirin h- Anneye danışmanlık verin ı- Çocuğun aşılarını kontrol edin eksik aşılarını tamamlayın, aşı yan etkileri hakkında bilgilendirme yapın j- Bulgularınızı çocuk izlem kartına işleyin k- Değerlendirmeniz sırasında çocukta bir sorun saptarsanız ilgili yönergelere göre hareket edin, gerektiğinde çocuğu bir uzmana yönlendirin Bebek ve Çocuk ‹zlemleri Protokolü l- Ailenin sorularını yanıtlayın ve verilen önerilerle ilgili broşürleri verin j- Kontrol için randevu tarihini belirleyin Akış şemaları ve yönergeler Bebek ve Çocuk İzlem Protokollerinin ekinde mevcuttur. Ayrıntılar için. www.saglik.gov.tr/genelgeler, www.asm. gov.tr/acsap şube müdürlüğü sayfasında yer almaktadır. AÇSAP Şube Müdürlüğü İzleme Değerlendirme Ekibi tarafından izlemler sırasında sağlık grup başkanlıkları ve birinci basamak sağlık kuruluşlarına bu protokolle ilgili eğitimler yerinde yapılmaktadır. Akış Şeması 2 (AŞ2) KAYNAKLAR 1.Sa¤l›k Bakanl›¤› 05.06.2008 tarih ve 3178 say› ile duyurulan 2008/45 say›l› Genelgesi ile haz›rlanan protokol. Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 49 Sağlam Çocuk İzlemlerinde Gergin Penis Boyu Ölçümü ve Değerlendirilmesi Uzm. Dr. Mustafa Özcan ÖZ* Sağlam çocuk izlemi, öykü, fizik muayene, büyüme ve gelişmenin değerlendirilmesi, bağışıklık, tarama testleri ve sağlık danışmanlığını kapsayan önemli bir temel sağlık hizmetidir. Sağlam çocuk izlemleri, çocuklarımızı çocukluk çağındaki hastalıklardan ve oluşabilecek sakatlıklardan korumayı, önlenebilir ölümleri azaltmayı, çocuklarımızın normal gelişimlerini destekleyerek sağlıklı erişkinler olarak yaşamlarını sürdürmelerini amaçlar. Bu izlemler birinci basamak sağlık kuruluşlarında ve hastanelerin sağlam çocuk kliniklerinde yapılmaktadır. İzlemler sırasında bebeğin ya da çocuğun yaşına göre, beslenmesi, büyüme ve gelişmesi, kazalardan korunma, diş çıkarma ve uyku problemleri, tuvalet eğitimi, aile ve sosyal ilişkiler gibi birçok konuda ailelere bilgi ve destek sağlanırken, fizik muayene ile birlikte yapılan birçok tarama testiyle hastalıkların erken tanısı konabilmekte ve tedavilerine hemen başlanabilmektedir. . Sağlam çocuk izlemleri, ebeveynlerden ve varsa bakıcıdan bebek ya da çocuğun genel sağlık durumu, beslenmesi, büyüme ve gelişmesi ile ilgili Tablo I. Sa¤lam Çocuk ‹zlemlerinde Yap›lan Tarama Testleri • FKU (Fenilketonüri) taramas› • Hipotiroidi taramas› • Geliflimsel kalça displazisi taramas› • Ürogenital anomalilerin (Hipospadias, inmemifl testis, mikropenis ve makropenis) taramas› • Anemi taramas› • Hipertansiyon taramas› • Hiperkolesterolemi taramas› • Görme taramas› • ‹flitme taramas› • A¤›z ve difl sa¤l›¤› taramas› bilgilerin alınması ile başlar. Kapsamlı fizik muayenenin ardından yaşına uygun tarama testleri ile devam eder. Muayene ve test sonuçlarının değerlendirilmesi ve ebeveynlere önerilerle sonlanır. Muayene sonunda bebeğin ya da çocuğun o kontrolde yapılması gereken aşısı varsa ve aşı olmasına engel bir *Ankara Sa¤l›k Müdürlü¤ü, Aile Hekimli¤i fiube Müdürlü¤ü 50 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Sa¤lam Çocuk ‹zlemlerinde Gergin Penis Boyu Ölçümü ve De¤erlendirilmesi muayene bulgusu yoksa aşısı yapılarak bir sonraki kontrolü için randevu verilir. Sağlam Çocuk İzlemlerinde Gergin Penis Boyu Ölçümünün Önemi Sağlam çocuk muayenesinin en önemli parçalarından birisi olan gergin penis boyu ölçümü klinik olarak kendini mikropenis ya da makropenis olarak gösteren bazı konjenital hastalıklarla, endokrinopatilerin tanısının konulmasında klinisyeni yönlendirebilecek basit ancak önemli bir fizik inceleme yöntemidir. Doğru ölçüm ve değerlendirme, doğuracağı sonuçlar açısından oldukça önemlidir. Değerlendirme sonucu ortaya çıkan yanlış pozitiflik çocuğa birçok gereksiz tetkik yapılmasına, bu tetkik sürecinde hem çocuğun hem de ailenin travmatize olmasına neden olabileceği gibi aile ve ülke ekonomisine de büyük yük getirecektir. Aksine bir durum olan yanlış negatiflikte ise bu hastalıkların erken tanı şansının kaybolması sonucunda mortalite ve morbidite üzerinde olumsuz etkilere neden olacaktır. Bu nedenlerden dolayı başta birinci basamakta çalışan hekimler olmak üzere sağlam çocuk izlemi yapan tüm hekimlerin gergin penis boyu ölçümü ve değerlendirmesini yapabilmesi büyük önem taşımaktadır. Gergin Penis Boyu Ölçümü Nasıl Yapılır? Gergin penis boyu ölçümü için farklı birkaç yöntem olmasın karşın en sık kullanılanı, klasik yöntem olarak bilinen yöntemdir. Bu yöntemde ölçümler tahta dil basacağı (abeslang-ahşap spatula) yardımı ile yapılır. Ölçümler bebek ya da çocuk ılık ortamda ve sırtüstü yatar pozisyonda iken yapılmalıdır. Tahta dil basacağının (abeslang) bir ucu ramus pubise dayanır. (Bu nokta penis kökünün dorsal kısmının yaklaşık 0.5-1.0 cm üzerine denk gelir) ve tahta dil basacağı penisin dorsal yüzü boyunca uzatılır. Penis prepisyumdan tutularak spatula üzerinde gergin hale getirilir. Penis gergin durumda iken glans ucunun yeri tahta dil basacağı (abeslang) üzerinde işaretlenir ve aradaki mesafe cetvel ile ölçülür. Ölçümlerin daha güvenilir olması açısından her ölçümün iki kez yapılması önerilir. Gergin Penis Boyu Ölçümlerinde Normal Değerler Gergin penis boyu ölçümü sonuçlarının değer- lendirilmesinde gergin penis boyu referans eğrileri ve tabloları kullanılır. Değerlendirme yapılırken ölçüm kadar kullanılan referans değerler de oldukça önemlidir. Tablo 2. Gergin Penis Boyu Ölçümlerinin Normal De¤erleri (5) Yafl ort± SS (cm) ort- 2,5 SS (cm) 30 hafta 2.5+0.4 1.5 34 hafta 3.0+2.4 2.0 Term yenido¤an 3.5+0.4 2.5 0-5 ay 3.9+0.8 1.9 6-12 ay 4.3+0.8 2.3 1-2 yafl 4.7+0.8 2.6 2-3 yafl 5.1+0.9 2.9 3-4 yafl 5.5+0.9 3.3 4-5 yafl 5.7+0.9 3.5 5-6 yafl 6.0+0.9 3.8 6-7 yafl 6.1+0.9 3.9 7-8 yafl 6.2+1.0 3.7 8-9 yafl 6.3+1.0 3.8 9-10 yafl 6.3+1.0 3.8 10-11 yafl 6.4+1.1 3.7 11.1-12 yafl 5.2+1.3 3.3 12.1-14 yafl 6.2+2.0 1.2 14.1-16 yafl 8.6+2.4 2.6 16.1-18 yafl 9.9+1.9 5.7 18.1-20 yafl 11.0+1.1 8.3 Eriflkin 13.3+1.6 9.3 Günümüzde referans olarak kullanılan penis boyu normal değerleri Schonfeld’in 1942 (1) ve 1943’de (2), Feldman ve Smith’in 1975’de (3), Flatau ve ark’nın (4) ise 1975’de yapmış olduğu çalışmaların sonuçlarıdır. Tablo 2’de bu çalışmalar sonucu oluşturulan ve günümüzde de referans olarak kullanılan yaşa göre gergin penis boyu değerleri verilmiştir. Penis boyu normal değerleri ırklar arasında farklılıklar gösterdiği gibi çevresel faktörlerden de etkilenir. Bu yüzden referans tablolarının her toplum için ayrı ayrı oluşturulması ve zaman zaman güncellenmesi gereklidir. Bu amaçla, Türk çocuklarında ve diğer beyaz çocuklarda penil gelişim için yeni normal referans eğriler oluşturulmak amacıyla Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 51 Uzm. Dr. Mustafa Özcan ÖZ Tablo 3. 0-5 Yafl Grubu Sa¤l›kl› Türk Çocuklar›nda Gergin Penis Boyu Ölçümlerinin Normal De¤erleri (6) Yafl gruplar› (ay) Say› (n=1040) Penis boyu ort ± ss (cm) Penis boyu min-max (cm) Penis boyu art›fl h›z› (mm/ay) Ort - 2.5SS (cm) Ort + 2.5SS (cm) 0-0,9 (Term) 165 3,65±0,27 3.1-4.3 - 2,96 4,33 1- 3 112 3,95±0,35 3.2-4.7 1 3,05 4,85 3,1- 6 130 4,26±0,40 3.4-5.2 1 3,24 5,27 6,1- 12 148 4,65±0,47 3.6-5.5 0,6 3,48 5,83 12,1- 24 135 4,82±0,44 3.8-5.8 0,1 3,82 5,83 24,1- 36 120 5,15±0,46 4.2-6.0 0,2 3,98 6,33 36,1- 48 117 5,58±0,47 4.6-6.4 0,3 4,39 6,77 48,1- 60 113 6,02±0,50 4.7-6.6 0,3 4,80 7,23 bir çalışma yapılmıştır. Çalışmamıza 2005 yılı Kasım ayından 2006 Kasım ayına kadar Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlam Çocuk Polikliniği’ne başvuran 0-5 yaş grubundaki 1040, sünnetsiz, sağlıklı erkek çocuğunu dahil ettik. Ölçümleri tahta dil basacağı yardımı ile ve klasik yöntemle yaptık. Yayınlanan çalışmamızla sağlam çocuk izlemlerinde özellikle ülkemiz çocukları için kullanabileceğimiz güncel referans tablosu oluşturduk.(6) Bu tablo aşağıda ayrıntılı olarak verilmiştir. Gergin Penis Boyu Ölçüm Sonuçlarının Değerlendirilmesi: Penis büyümesine ilişkin patolojiler çoğunlukla kendini mikropenis veya makropenis olarak gösterir. Ölçümler sonucunda mikropenis ya da makropenis saptanan çocukların altta yatan nedene yönelik daha ileri tetkikleri gereklidir. Bu nedenle mikropenis ve makropenis tanımlarını ve nedenlerini bilmek değerlendirmenin anahtar noktasıdır. Mikropenis ve Nedenleri: Mikropenis, penis boyunun hipospadias bulunmadan yaşa göre ortalama değerin -2.5 SS altında olması olarak tanımlanır. Penisin büyümesi gonodotropin, testesteron ve büyüme hormonu etkisi ile olur. Mikropenis, hipofizer ya da hipotalamik hormon eksikliklerinin gözle görülen tek bulgusu olabildiği gibi çeşitli sendromlara da eşlik edebilmektedir. Mikropenis düşünülen tüm olgularda endokrinolojik inceleme gerekir. Mikropenis yanında kriptorşidizm ve hipospadias varsa hasta genital farklılaşma kusurları açısından da incelenmelidir. 52 • Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 Mikropenis Nedenleri (7) 1-Hipotalamus veya hipofiz patolojilerine ba¤l› geliflen hipogonadotropik hipogonadizm: a- Hipotalamik patolojilere ba¤l› olanlar: • Kallman sendromu • Prader Willi Sendromu • Laurance- Moon- Biedl sendromu b- Hipofizer patolojilere ba¤l› olanlar • Septo – optik displazi (de Morsier Sendromu) Büyüme hormonu (BH) eksikli¤i • Gonadotropin eksikli¤i 2- Androjen yap›m yetersizli¤i • Klinifelter sendromu • Robinow sendromu • Testis disgenezisi • Ço¤ul X kromozomlu olgular 3- Parsiyel androjen yan›ts›zl›¤› sendromu 4- ‹diyopatik mikropenis Mikropenisle Birlikte Olan Di¤er Sendromlar (7) • Gonodotropin salg›lat›c› hormon (GnRH) reseptör mutasyonu • Pallister- Hall sendromu • Mc Kusick-Kaufman sendromu • Holoprosensefali • Malpeuch Facial Cleft sendromu • Najjar sendromu • Varadi-Papp sendromu • Juberg- Marside sendromu • Johanson-Blizzard sendrom • Börjeson-Forssman sendromu Sa¤lam Çocuk ‹zlemlerinde Gergin Penis Boyu Ölçümü ve De¤erlendirilmesi Makropenis ve Nedenleri: Makropenis, penis uzunluğunun yaşa göre ortalama değerin +2.5 SS üzerinde olması olarak tanımlanır. Kısaca penisin normalden büyük olması olarak da tanımlanabilir. Etiyolojik nedenlere ikincil hormonal bozukluğa bağlı olarak erken ergenlik (puberte prekoks) oluşur. (8) Makropenis Nedenleri (8) 1-Testisin interstisyel hücreli tümörü 2-Adrenal korteksin virilizan tümörleri 3-Adrenal bezin kongenital hiperplazisi Ölçümlerin değerlendirilmesi sonucunda mikropenis ya da makropenis tespit edilen çocuklar vakit geçirilmeden ileri tetkik ve tedavi amacıyla ilgili bölüme yönlendirilmelidir. Sonuç olarak iyi ve yeterli olarak yapılan sağlam çocuk izlemleriyle bir çok hastalığa erken tanı konabilmektedir. İzlemlerde yapılan gergin penis boyu ölçümleri sonucunda tespit edilen patolojilerde tedaviye erken başlanması mortaliteyi azaltırken aynı zamanda bu çocukların puberteye normal ulaşmasını, puberte sonrası cinsel yaşamlarını normal olarak sürdürebilmelerini ve fertilizasyonlarını da sağlayacaktır.(9,10,11,12) Bütün bu yararlar göz önünde tutularak sağlam çocuk izlemlerinde gergin penis boyu ölçümü ve değerlendirmesi mutlak suretle yapılmalıdır. KAYNAKLAR: 1- Schonfeld WA, Beebe GW. Normal growth and variation in the male genitalia from birth to maturity. J Urol 1942;48:759-77. 2- Schonfeld WA. Primary and secondary sexual characteritics: study of their development in ma- les from birth through maturity, with biometric study of penis and testes. Am J Dis Child 1943;65:535-49 3- Feldman KW, Smith DW. Fetal phallic growth and penile standarts for newborn male infants. J Pediatr 1975;86(3):395-8. 4- Flatau E, Josefsberg Z, Reisner SH, Bialic O, Laron Z. Penile size in the newborn infants. Letter to the Editor.J Pediatr 1975;87: 663-4 5- Günöz H,Öcal G,Yordam N, Kurdo¤lu S. Pediatrik Endokrinoloji Pediatrik Endokrinoloji ve Onkoloji Derne¤i yay›nlar› 1. bas›m, 2003; 685-782 6- Camurdan AD, Oz MO, Ilhan MN, Camurdan OM, Sahin F, Beyazova U, Current stretched penile length: cross-sectional study of 1040 healthy Turkish children aged 0 to 5 years. Urology 2007 Sep;70(3):572-5 7- Neyzi O. Ertu¤rul TY. Pediatri Nobel T›p Kitabevleri 2. Bask› 1993; 1. cilt : 78-86,2. cilt: 531, 534, 587, 592, 608, 618-19, 770 8- Özyurt M. Çocuk Ürolojisi ‹smail Akgün Vakf› Matbaas› 1. bask›, 1983 ; 196-7. 9- D.R McMahon, S.A. Kramer and D.A. Husmann Micropenis:Does early treatment with testesterone do more harm than good? The Journal of Urology August 1995;154: 825-9. 10- Klugo RC, Cerny JC May Response of micropenis to topical testesterone and gonodotropin J Urology 1978 ;119(5):667-8. 11- Reilly JM, Woodhouse CRJ. Small penis and the male sexual role. J Urol 1989;142:569-71 12- Wisniewski AB, Migcon CJ, Gearhart JP, Rock SA, Berkowitz GD, Plotnick LP, Meyer – Bahlburg HF, Money J. Congenital micropenis, long term medical, surgical and psychosexual follow up of individuals raised male or female. Horm Res 2001; 56 (1-2):3-11 Sa¤l›¤›n Baflkenti • May›s 2009 • Say›: 14 • 53 May›s 2009 / Say›: 14 SA⁄LI⁄IN BAfiKENT‹ Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Yay›n Organ›d›r. Dört Ayda Bir Yay›mlan›r. SA⁄LIK H‹ZMETLER‹NDE KAL‹TE Dr. Celal D‹NÇER YANIK YARALANMALARI Doç. Dr. Ahmet Ç›nar YASTI ANKARA KENT MERKEZ‹NDE BULUNAN ‹K‹ SA⁄LIK OCA⁄INA HERHANG‹ B‹R NEDENLE BAfiVURAN Y‹RM‹ YAfi ÜSTÜ K‹fi‹LER‹N HEPAT‹T C HAKKINDAK‹ B‹LG‹LER‹ Arfl. Gör. Dr. Ö. KARADA⁄ Ö¤r. Gör. Dr. S. ÜNER Prof. Dr. H. ÖZCEBE ÇOCUKLARDA TEMEL YAfiAM DESTE⁄‹ Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Acil Sa¤l›k Hizmetleri fiube Müdürlü¤ü TALASEM‹ (Cooley Anemisi, Akdeniz Anemisi) Prof. Dr. Bahattin TUNÇ TÜRK‹YE’DE TÜTÜN KONTROLÜNDE ÖNEML‹ B‹R TAR‹H YAKLAfiIYOR: 19 TEMMUZ 2009 Prof. Dr. Nazmi B‹L‹R Doç. Dr. Dilek ASLAN HUMAN PAP‹LLOMAV‹RUS Doç. Dr. Aydan Asyal› B‹R‹ Dr. Mehmet F›rat MUTLU Dr. Jale ÖZTÜRK fiÜPHEL‹/OLASI KIRIM KONGO KANAMALI ATEfi‹ (KKKA) HASTALARININ ENFEKS‹YON KL‹N‹KLER‹NE YATIfi YÖNET‹M‹ Mustafa AKSOY, Çi¤dem fi‹MfiEK, Ahmet ÖZLÜ, Gönül ÇULHA, Ömür KUL, Hasan Hüseyin ZORGÜL, Mine KAYA, Faik MADEN BEBEK VE ÇOCUK ‹ZLEMLER‹ PROTOKOLÜ Ankara ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü Ana Çocuk Sa¤l›¤› ve Aile Planlamas› fiube Müdürlü¤ü SA⁄LAM ÇOCUK ‹ZLEMLER‹NDE GERG‹N PEN‹S BOYU ÖLÇÜMÜ VE DE⁄ERLEND‹R‹LMES‹ Uzm. Dr. Mustafa Özcan ÖZ