DOSYA VI: KONUT SORUNU, KONUT SORUNSALI

Transkript

DOSYA VI: KONUT SORUNU, KONUT SORUNSALI
+
-> Sayfa 3
Daha dört yaşında iken genç devletimiz
böylesine çağdaş bir adım atmıştır
Hera-C
Naciye Doratlı
-> Sayfa 4
DOSYA VI: KONUT SORUNU, KONUT
SORUNSALI
Türkan Ulusu Uraz, Hifsiye Pulhan, RESMiYE Alpar Atun,
Beril Özmen Mayer ve NesiL BAYTiN
konuk yazar:
KONUT VE YAŞAM
BİR MİMAR - BİR BİNA
Uğur Dağlı
Gazimağusa’nın Aslanı ve Brüksel’in
Manneken Pis’i
GELENEKTEN EVRENSELE
Koç Müzesinin Düşündürdükleri...
GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
KENT
MİMARLIK
ve TASARIM
GAZETESİ
15 GÜNDE BİR YAYINLANIR
18 TEMMUZ 2010/ SAYI 11
Hakkı Atun
-> Sayfa 5
Adamızdaki Yöresel Mimarinin Kültür
Turizmi ile Aktive Edilmesi
Kağan Günçe
konuk yazar:
Özlem O. Türker
-> Sayfa 6
Kamusal Açık Mekanlar
Cennetindeyim Galiba
AL GÖZÜM SEYREYLE
-> Sayfa 11
Çatışma, Uzlaşı ve Dönüşümün
Kesiştiği Kent: Belfast
Türkan Ulusu Uraz
konuk yazar:
RESMiYE A. Atun
-> Sayfa 12
Ihlamurlar Altında Mimarlık Tarihi
Beril Özmen Mayer
... Hep yeniden üretim, hep yeninin üretimi, ilk çağdan beri kendisi bir üretim
yeri olan konutu ‘tüketim’ malzemesi olmak durumuna getirmiştir. Artık bugün en temel beşeri gereksinme olan konut bir imaj olarak alınıp satılmaktadır. ‘Kuleler’, ‘Residanslar’, ‘konaklar’, ‘yalılar’ ve ‘villalar’ içeren toplu konut
projeleri ve uygulamaları bırakınız üst gelir grubunu neredeyse alt orta gelir
grubunun hayallerini süsler durumdadır... -> S 7-8-9-10
GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR
S 15 <-.....................................................................KARİKATÜRLER
Kutsal Öztürk
Begüm Mozaikçi
+
konuk yazar:
PROVO-ETKİNLİK
kapak resmi: Ceren Boğaç
Işıl Ruhi
-> Sayfa 13
Yeşil Bina
Ercan Hoşkara
SORULAR-CEVAPLAR
DOSYA VI: KONUT SORUNU, KONUT SORUNSALI
KENTİN TADI TUZU
Şebnem Hoşkara
CMYK
-> Sayfa 14
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11/. 2010.
02 EDİTÖR
Naciye Doratlı
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
EDİTÖR’DEN...
Değişen Yerel Yönetim
Anlayışı ve Güney Lefkoşa
Her yıl farklı bir ülke, farklı bir şehirde
gerçekleştirilen Europa Nostra Bilim
Komitesi konferans dizisinin altmış
altıncısı, bu yıl 8-12 Haziran 2010’da
İstanbul’daki Europa Nostra Kongresi
kapsamında yer aldı. Üç yıldır ben ve
Güney Kıbrıs’tan Agni Petridou, üyesi
olduğumuz Bilim Komitesi toplantılarında
bir araya geldiğimizde 1980’li yıllarda
birlikte çalıştığımız Lefkoşa İmar Planı ve
güneydeki uygulamalarıyla ve Agni’nin
görev yapmakta olduğu Belediye’nin
icraatları ile ilgili olarak sohbet etme
fırsatı buluyoruz. Bunun yanı sıra, Avrupa
Birliği üyesi olarak yapısal fonlardan
(structural funds) yararlanarak İmar Planı
kapsamında Lefkoşa Rum Belediyesi
tarafından kentsel koruma alanında
yapılan uygulamalardan bir kaçını da Bilim
Komitesi konferanslarındaki sunuşlarda
gıpta ederek izleme olanağım oldu. Finans
açısından sorun olmayınca iyi hazırlanmış
projelerin uygulanması sonucunda çok iyi
iş çıkarmışlar.
Benim bugün sizlerin dikkatine getirmek
istediğim konu bu projelerden çok, Agni’nin
İstanbul’daki konferansta sunduğu,
Güney Lefkoşa’nın Merkezi İş Alanı’nda
yer alan eski bir stadyum’un bulunduğu
bölgenin Lefkoşa İmar Planı kapsamındaki
öneriler çerçevesinde yenilenmesi
(regeneration/renewal) için Lefkoşa Rum
Belediyesi tarafından geçtiğimiz günlerde
gerçekleştirdiği mini referandumdur.
ve bu ekip seçmen listelerinden bu
bölgede ikamet etmekte olanları
belirlemiş. 31000 kayıtlı seçmen ve bu
alanda çalışmakta olan kişilere bir mini
referandum uygulanmış. Referandumu,
belirlenen kişilere posta yolu ile mektup
yollayarak gerçekleştirmişler. Soru olarak
da özetle ‘Bu alanın nasıl yenilenmesini,
geliştirilmesini arzu edersiniz?’ sorusu
sorulmuş. Posta ile yapılan bu uygulamaya
nasıl bir tepki aldıklarını sorduğumda,
yaklaşık %15’lik bir geri dönüş olduğu
ve Avrupa standartlarında böyle bir
geri dönüşün kabul edilebilir limitler
içinde olduğu cevabını aldım. Cevap
verenlerin önemli bir çoğunluğu, alanın
daha çok eğlence-dinlence amaçlı ve
düşük yoğunluklu olarak geliştirilmesi
yönünde fikir beyan etmiş. Proje ekibi bu
sonuç uyarınca harıl harıl proje üzerinde
çalışıyormuş.
Halkın Katılımı ve Mini
Referandum
1984 yılında Lefkoşa İmar Planı 2. etap
çalışmaları kapsamında Sur-içi ve hem
kuzeyde hem de güneydeki yakın çevresi
için projeler hazırlamıştık. Sur—içi’nin
yakın çevresi için hazırlanmış olan projeye
göre, kuzeyde Girne Kapısı’ndan bugünkü
Lefkoşa Otobüs Terminali’ne kadar olan
alanın Merkezi İş Alanı olarak geliştirilmesi
için çok güzel bir öneri geliştirmiştik. O
dönemin şartlarında, yasal, idari, mali
sorunlar nedeni ile sadece terminal
uygulanabilmiş ve maalesef projenin
gerisi güzel bir öneri olmaktan öteye
gidememişti. Güneyde ise Sur dışında
Kıbrıs Müzesi, Devlet Hastanesi ve civarı
için yapısal değişiklikler içeren bir proje
üretilmişti. Orada da anlaşılan işler yavaş
gitmiş olacak ki, eski hastane yakın bir
zamanda yıkılmış, başka bir yere çağdaş
bir stadyum yapıldıktan sonra bu alanda
yer alan eski stadyum ve yakın çevresinin
yenilenmesi ancak şimdi gündeme
gelebilmiş.
ulaştırılsa bile, kişiler cevap verir mi? Geri
dönüşler standart kabul edilebilir limitlere
ulaşır mı?
Her şeye rağmen karamsar olmamak
gerek. Önemli olan halkı etkileyecek olan
önemli konularda, halka sormak, fikir
almak. Özellikle günümüzde yerel yönetim
anlayışında meydana gelen değişiklikleri
dikkate aldığımız zaman, halkın katılımı
konusunda yeni açılımların takipçisi
olunması zamanı geldi, hatta geçiyor bile.
Sadece güneyde değil Türkiye’de de bazı
kentlerde bu konuda çağdaş modeller
uygulanıyor. Elbette başka yerlerdeki
uygulamaların aynısını uygulamak yerine
kendi bünyemize uyarlamak zorundayız.
Bu sizce çok mu zor?
İyi günler dileklerimle
Naciye Doratlı
Biz Böyle Bir Yöntemi
Kullanabilir miyiz?
Bizdeki Belediyeler benzer bir konuda
böyle ya da başka bir yöntemle halkın
istek veya beklentilerini belirleme yoluna
gider miydi acaba? Bu soruya evet demek
bir kaç nedenden dolayı neredeyse
imkânsız diye düşünüyorum. İlk olarak
niyet olsa bile pratikte bunu sağlamak
mümkün olmayabilir. Çünkü birçok
yerleşim yerimizde numerotaj (binaların
numaralanması) sorunu var. İkinci sorun
ise, posta yolu ile seçmene böyle bir anket
İmar Planı takımının, ya da Belediye proje
ekibinin alanın nasıl gelişmesi gerektiği
konusunda fikir üretmesi yerine Rum
Belediyesi halka sormayı uygun bulmuş.
Bunu gerçekleştirme biçimi gerçekten
ilginç. Belediye uzman bir ekip oluşturmuş
Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Ceren Boğaç, Şebnem Hoşkara, Kağan Günçe.
Soldan sağa (alt): Ercan Hoşkara,Begüm Mozaikci, Hıfsiye Pulhan,Naciye Doratlı, Kutsal Öztürk, Uğur Dağlı,
Türkan Ulusu Uraz.
MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ
Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara.
Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer,
Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa.
Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa.
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
BİR BİNA- BİR MİMAR
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
03
Uğur Dağlı
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
KOÇ MÜZESİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ...
Bazen binalar mimarları ile anılırken
“YAŞAYAN” BİR MÜZE
bazen de gerçekleşmesi için ilk düşünceyi
ortaya koyan malsahibleri ile anılmaktadır.
İşte böyle bir bina ve ayrıca benim geçmiş
ile geleceğimi sorgulamama etken olan
bina.
Müze’de ayrıca, sanayinin gelişimini
gösteren otomobil, gemi ve motorların
yanı sıra, zeytinyağı imalathanesi, sandal
atölyesi gibi ilginç bölümler de var. Sultan
Abdülaziz’in Saltanat Vagonu ise, müzenin
ilginç detaylarından biridir.
Müzede, çocuklar için özel bölümler
de düşünülmüş. Hem eğitici, hem de
eğlendiren bölümlerde, makinaların
nasıl çalıştığını görmek ve fizik deneyleri
yapmak mümküntür.
Yaşamımda ilk gittiğim müze, Barbarlık
Müzesi olmuştu. Çocukluğumun geçtiği
dönemlerde çok sevdiğim mahallemin
arka sokağındaki bu “eve”, annemin beni
yaklaştırmadığını; nedenini sorduğumda
ise “sen küçüksün öyle şeyleri
anlamazsın!” deyip tartışmayı kesip attığını
hatırlıyorum.
İlkokulda birgün gezi var, dersler
yapılmayacak diye bir haber almış ve
sevinmiştik. O gün bizi “gezi” adı altında o
kabus gibi yere götürmüşlerdi. O yaşlarda
orasının, aslında bir müze olmadığını, ve
daha önceden yazılmış ve sonu gelmesin
diye uğraştıkları kötü bir oyunun parçası
olduğunu anlayacak durumda değildik.
Gezi sonunda hepimiz hasta olmuş ve
kabuslar görmeye başlamıştık. Heran
“düşmanın” gelip kapımızı kıracağını
düşünüp korktuğumuz çok geceler
olmuştu. Yani şu anda küçük oğlumun
yaşında arkadaşlarımızla “bu müze” ortak
korkularımızı oluşturmuştu.
Yıl 2010 yılı ve ben 43 yaşındayım ve
Barbarlık Müzesi hala daha var. Ama
mutluyum; çünkü iki oğlumun da ilk
gördüğü müze, İstanbul’da Haliçe bakan
geniş bir alana yayılan “Rahmi Koç
Müzesi” olmuştu.
Müzecilik konusundaki öncülük ve
girişimciliğinden dolayı Avrupa Müzeleri
Konseyi Ödülünün “Museum Of the Year
Award” sahibi Rahmi M. Koç, oluşturduğu
müzenin çok yönlü ortamı ve etkinlikleri ile
müzecilik anlayışına yepyeni bir boyut ve
dinamizm getirmiştir.
Rahmi Koç Müzesi ilk olarak 1994’te,
Haliç’in kıyısında yer alan Hasköy Piri
Paşa Mahallesi’ndeki tarihi Lengerhane
Binası’nda kurulmuştu. Zamanla sergi
alanı dar gelmeye başlayınca, Rahmi Koç
Bu müzeyi 2002 yılında, tüm ilkokul ve
kolej hayatımda beraber okuduğumuz
ve büyük oğlumla, oğlu akran olan
ve İstanbul’da yaşayan eski mahalle
arkadaşım Berna tavsiye etmişti. Çünkü
biz (Berna ile ben), ilk müze olarak
Barbarlık müzesi ile tanışmış, ilkokul ve
lise dönemimizde müzeciliğin ne olduğunu
bu “kabus ev” sayesinde hep yanlış
öğrenmiştik. Ve Müzenin eğitici yanını çok
sonraları keşfettmiştik.
İki oğlumunda yaşamlarında tanıştığı
ilk müzenin “Rahmi Koç Müzesi”
olmasından dolayı ve işte bu yüzden
oğlularımın “müze” kavramını eğlence ile
bütünleştirebildiği için şu anda mutluyum.
Koç Müzesi/ İstanbul
Kaynak: http://lh4.ggpht.com
görkemli detaylarını ve güzelliklerini de
yakalayabiliyosunuz.
Binada, her bir mekanın, sergilendiği ürüne
uyum sağlayacak şekilde düzenlenmiş
olması mimari mekan anlayışına zenginlik
getirme düşüncesini ortaya koymaktadır.
Mekanlar, detaylar ve sergilenen ürünlerle
bütünleşmiş ve müzecilikte çok önemli
olan yönlendirme - sirkülasyon başarı ile
çözümlenmiş; kısacası Koç Müzesi’nde
mekanlar arasındaki geçiş, süreklilik
oldukca başarılı bir şekilde kugulanmıştır.
Müzecilik ve Kültür Vakfı yeni arayışlara
gitmiş; Müzenin karşısında harap halde
Haliç’e bakan Hasköy Tersanesi’ni satın
almış; aslına sadık kalarak restore
ettirmişdi. Toplam 11 bin 250 metrekarelik
kapalı alana sahip bu iki tarihi bina, şimdi,
kendileri gibi tarih kokan koleksiyonlara ev
sahipliği yapmaktadır.
Türkiye’nin sanayi ve teknoloji tarihini
barındıran ilk ve tek müzesini olan
bu binada maketler yanında orjinal
sanayi üretimlerinin sergilenmesi de
etkileyicidir. Bir savaş uçağının içine
girip sesleri ile birlikte uçağın kalkışını,
inişini hissedebiliyor; ya da şeffaf bir
bulaşık makinesinin çalışmasını veya
bir arabanın kesitinden tüm mekanik
detaylarını öğrenebiliyor; eski arabaların
Uğur Dağlı
Kaynak: http://www.rmk-museum.org.tr/
rmkvakifcalis.htm
Koç Müzesi’nden manazaralar/ İstanbul
Kaynak: http://www.hasseyahatdergisi.com
Koç Müzesi’nden manazaralar/ İstanbul
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
Naciye Doratlı
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
GAZİMAĞUSA’NIN ASLANI VE BRÜKSEL’İN MANNEKEN PİS’İ
Gazimağusa Aslan’ı
Manakken Pis kostümlerinden biriyle/
Brüksel
Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan herkes
olmasa bile Gazimağusa’lı olanlar
veya bu kentte uzun zamandan beri
yaşayanlar, Petek Pastanesi’nin karşı
tarafında, Deniz Kapısı’nın sağındaki
‘Aslan’ heykelini bilirler. Gazimağusa
Belediyesi’nin web sayfasında ‘Venedik
Aslanı’ olarak nitelendirilen bu heykelin,
kentin simgelerinden biri olduğu ifade
edilmektedir. Bazı kaynaklarda ise bu
aslanın, Othello Kalesi girişindeki ve
Deniz Kapısı’ndaki Venedikli St. Mark
Aslanı’ndan farklı olduğu ve büyük bir
olasılıkla ortaçağdaki kalenin kapısında
yer aldığı ve günümüze kadar geldiği
ifade edilmektedir. Bu aslan, efsanelere
de konu olmuştur. Yerel bir efsane, bu
aslanın bir gece ağzını açacağını ve bu
anı yakalayıp elini aslanın ağzına sokmayı
başaracak kişinin çok zengin olacağını
söyler. Mağusa halkı arasında yaygın olan
başka bir efsaneye göre ise; günümüzden
yıllar önce adada yaşanan açlık sırasında,
Mağusa kentinin en güçlü canlısı olan bu
Aslan doymak bilmez bir iştaha kapılmış,
halk onun bu iştahını doyuramaz olmuştur.
Halk onu doyuramayınca, çevresindeki
insan/hayvan tüm canlıları bir bir tüketen
aslan, en sonunda kendi yavrusundan
bir parça koparmış ve bunun üzerine
öfkelenen Tanrı hem yavrusunu, hem de
baba Aslan’ı taşa dönüştürmüştür. Yıllar
önce Aslan heykelinin hemen solunda yer
alan yavru aslan heykelinin, yaklaşık 20
yıl önce bir anda ortadan kaybolmasıyla
yurtdışına satıldığı spekülasyonları ortada
dolaşmış, yavru aslan heykeli daha
sonraları bulunup yerine konmuştur. Ancak
yapılan son düzenlemelerden sonra bugün
akibetinin ne olduğu bilinmemektedir.
Bu Efsaneyi Kaç Kişi Bilir?
Gazimağusa’nın eskiden beri sakini
olanlar, tarihe sevdalı olanlar ve de
araştırmacılar dışında ‘Aslanı’ ve
efsanesini bilenlerin çok fazla sayıda
olduğunu düşünmüyorum. Bunun yanı
sıra, her ne kadar Belediye kaynaklarında
‘Kentin Simgesi’ olarak isimlendirilse de,
bir simgeye yaraşır bir biçimde muamele
gördüğünü söylemek de ne yazık ki
mümkün değil.
Manakken Pis/ Brüksel
Pis’in her yıl 9 Mayıs Avrupa Günü’nde
giyeceği kostümü resmen tanıtmış.
Söylemeden geçmeyelim, bu küçük
heykelciğe değişik günlerde İtfaiyeci, polis,
Noel Baba, Elvis Presley, Mickey Mouse
vb. değişik kıyafetler giydiriyorlar. Bu
güne kadar giydirilen elbise sayısı 846’yı
bulmuş. Belçika ve de Brüksel Manneken
Pis sayesinde iyi para kazanıyor. En çok
satılan kartpostalları 61 santimlik bu küçük
heykelcik süslüyor ve aynı zamanda
hediyelik eşyaların da vazgeçilmez figürü
durumunda.
Kıssadan Hisse
Gazimağusa Aslan’ı arabalardan görünmüyor
Kentin Simgesi Aslan ve
Sur-içi Modern Heykel
Güzergâh ve Parkı
Gazimağusa Belediyesi tarafından,
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
(UNDP) – Birleşmiş Milletler Proje Bürosu
(UNOPS) ve Avrupa Birliği Gelecek
İçin Ortaklık Programı (EU- PFF) mali
desteği ile 2005 yılında hazırlanan Suriçi Canlandırma Planı kapsamındaki
peyzaj projelerinden birisi, Canbulat
kapısından başlayıp Othello Kalesi’nin
önüne kadar uzanan, Deniz Kapısı ve
Aslanın da içinde bulunduğu alanı içeren,
Sur-içi Modern Heykel Güzergâh ve Parkı
projesidir. Bu projenin uygulanması yakın
geçmişte tamamlanmıştır. İlk bakışta
iyi bir uygulama izlenimi vermesine
rağmen, uzman bir kişi olarak bu proje
kapsamında bir takım hatalar yapılmış
olduğunu söylemek durumundayım. Bir
peyzaj projesinin sayfamın bugünkü
temel konusu olan Aslan’la ne ilgisi var
diyeceksiniz. Bu sayfayı dikkatli okuduktan
sonra yolunuz düşerse, Gazimağusa
Sur-içi’ne gidip Petek Pastanesi’nin
köşesinde durarak Deniz Kapısı ve
Aslan’ın olduğu tarafa doğru bir bakın
lütfen. Proje kapsamında tam da Deniz
Kapısı’nı karşılayacak ve Aslan’ın da
önünü kapatacak bir biçimde yapılmış park
cebindeki araçlardan veya otobüslerden
Gazimağusa Sur-içi’nin en önemli
simgelerinden ikisini göremeyeceksiniz.
İlk anda size bu söylemim çok anlamsız
gelebilir; ama başka kentlerde benzer ya
da daha az önemli değerlerin ibadet yerine
dönüştürüldüğünü görmüş iseniz, eminim
siz de benim gibi tepki gösterirdiniz.
Böyle yerler içinde ilk aklıma gelen, simge
ve heykel olması bakımından Aslan’la
benzeşen Brüksel’deki küçük bir heykelcik
oldu. Bu heykeli bilin ya da bilmeyin,
görmüş olun ya da olmayın, aşağıdaki
satırları okuyunca sizin de bana hak
vereceğinizden eminim.
Brüksel’in Manneken Pis’i
Belçika’nın başkenti Brüksel’in en
önemli simgelerinden biri ve kente
gelen binlerce turistin uğrak yeri olan
küçük bir heykelciktir ‘Manneken Pis’.
Erdinç Utku’nun, 27 Haziran 2010 tarihli
Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan
yazısında tam bir turizm pazarlama abidesi
olduğunu ifade ettiği, iki sokağın kesiştiği
bir köşe başında yer alan ve tarihi 16.
yüzyıla dayanan bu heykelcik, işeyen bir
çocuk figürünü temsil eder. Hakkında belki
de hiçbiri doğru olmayan birçok efsane
bulunan heykelcik, büyük bir olasılıkla
15. yüzyılda Avrupa’da yaygın olan
içme suyu gereksinimini sağlayan kent
meydanlarındaki çeşmelerden biriydi.
Ama Manneken Pis, Belçikalılar için
o kadar önemli ki temmuz başında
AB başkanlığını devraldıkları güne de
Manneken Pis ile hazırlanmışlar. AB
Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy,
geçtiğimiz çarşamba akşamı Manneken
+
CMYK
Sadece Brüksel’in değil, Belçika’nın
sembolü haline gelmiş daha doğrusu,
oyunu kuralına göre oynayarak getirilmiş
bu heykelciğe verilen önemden bizim
de çıkarmamız gereken önemli dersler
olduğunu düşünüyorum. Sizlerle birlikte
olmaya başladığımız ilk sayılarımızdan
birinde markalaşmadan söz etmiştim.
Burada bir kez daha hatırlatmak isterim ki
bir kültür hazinesi olan ülkemizde her biri
için efsaneler olan birçok değerimiz var.
Bu değerleri biz de koruyup kollamalıyız.
Sadece değerli oldukları için, ekonomik
açıdan da fayda sağlayabileceğimiz için.
Burada yeniden Gazimağusa’nın
Aslanı’na dönelim. Kentin simgelerinden
biri olan heykel, önünün araç park yeri
ile kapatılmasını hiç hak etmiyor. Hatta
yapılan çevre düzenlemesinde, önüne
park cebi yapmak yerine, Namık Kemal
Meydanı’ndan gelen Liman Yolu Sokağın
parke döşemeleri kesintisiz olarak önüne
kadar devam etmeliydi. Bunun yanında
turizm için bir çekim noktası olarak dikkat
çekmesi için stratejiler geliştirilmeliydi.
Son söz olarak, herhangi bir tarihi alanda
yapılacak her türlü çevre düzenleme
projesinde çok hassas davranıp, proje
alanında yer alan her değeri, hem önemli
bir potansiyel hem de önemli bir kısıtlayıcı
olarak okuyup tasarım kararlarının buna
göre alınmasına özen gösterilmeli. Hedef
her zaman alandaki değerleri ortaya
çıkarmak, yapılacak uygulamalarda onlara
saygılı bir biçimde fon oluşturmak olmalı.
Aslan’a karşı işlenmiş olan suçun en kısa
zamanda düzeltilmesi dileği ile....
Naciye Doratlı
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
KONUT VE YAŞAM
05
Hera-C konuk yazar: Hakkı Atun
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
Housing Education ,Research & Advisory Center/ EMU- Konut Eğitim Araştıma ve Danışmanlık Merkezi/ DAÜ [email protected]
KKTC’DE SOSYAL KONUT DENEYİMİ
Hakkı Atun, politik ve profesyonel
kimliğiyle ülkesi dışında da tanınan
bir kişilik. İTÜ Mimarlık fakültesi’nin,
devre arkadaşları arasında sevilen
ve gurur duyulan mezunlarından
biri. DAÜ Mimarlık Fakültesinin çoğu
etkinliğine verdiği destek sırasında
bizleri, entelektüel kişiliğiyle de
etkiledi. Şimdi de bu yazısı ile ‘devletin
düşük maliyetli konut üreterek, konut
sorununun çözümünde söz sahibi olması’
demek olan sosyal konut uygulaması
hakkında genç KKTC’nin bir dönem
kendisinin yürütücülüğündeki deneyimini
aktarmakta; ve devlet adamı kimliğiyle
örtüşen eleştirel bir bakışla bize, ‘Sosyal
Konut’un resmi olmayan tarihinden bir
kesit sunmaktadır.
HERA-C
Artan dünya nüfusunun konut ihtiyacını
karşılamak için devlet eliyle sosyal konut
yapımı hükümetlerin temel politikalarından
bir tanesidir. Nitekim bizde de böyle
olmuştur. Daha 1974 Barış Harekatı’nın
üzerinden dört yıl geçmeden, 23/78
Sayılı Sosyal Konut Yasası Yasama
Meclisimizden geçirilerek bu yönde
adımlar atılmaya başlanmıştır. Yasada
öngörülen amaç:
“Kıbrıs Türk Federe Devleti bölgesinde
ikamet edip kendisinin eşinin veya
velayeti altındaki çocuklarının oturmaya
elverişli bir konutu olmayan dar ve orta
gelirli Türk yurttaşlarını sağlık koşullarına
uygun sağlam ve ucuz birer konut sahibi
yapmaktır.”
Daha dört yaşında iken genç devletimiz
böylesine çağdaş bir adım atmıştır.
Hatta Bakanlar Kurulunda bazı bakanlar
elimizde hala Rum’dan kalan boş evler
olduğu gerekçesiyle, yasanın geçmesine
itiraz etmişlerdi. Daha da ileri giderek
kredili ve aylık taksit ödeme usulüyle inşa
edilip satılacak sosyal konut sahiplerinin
aylık ödemelere uymayacaklarını ileri
sürmüşlerdi.
Yasa bu konuda projelendirme ve
uygulama yetkisini sorumlusu olduğum
İmar İskan ve Rehabilitasyon Bakanlığına
vermişti. Uygulamacı birim de Şehir
Planlama Dairesi Sosyal Konut Şubesi idi.
Bu alanda esasında Türk toplumu ve
idaresi olarak deneyimsiz sayılmazdık.
20’nci yüzyılın başında Vakıflar İdaresince
inşa edilen Samanbahçe Mahallesi
Projesiyle, ilk örnek hayata geçirilmiş
ve başarılı olmuştu. Arkasından İngiliz
Standart evler/ Küçük Kaymaklı
Sosyal konutlar/ Metropol yolu
Sömürge İdaresi daha büyük çapta
Kaymaklı Belediye evlerini, (Samanbahçe
evlerinde kullanılan kerpiç malzeme ve
bitişik nizama karşılık) sarı taştan sıra ve
ikiz tip konutlardan oluşan bir mahalleyi
inşa etti. Aslında bu proje okulu, oyun
sahaları ve küçük bir sosyal merkezi olan
daha kapsamlı ve büyük bir uygulama
idi. 1960’lı Cumhuriyet yıllarında da ikiz
tip işçi evleri diye bilinen 15-20 konutluk
küçük ölçekli projeler Kıbrıs Cumhuriyeti
Planlama ve İskan Dairesi tarafından dar
gelirli ailelere taksitle verilmek üzere inşa
edildi. Memurlara da düşük faizli kredi
vermek üzere Building Society bankası
faaliyete geçirildi. Bu da orta sınıf devlet
memurlarını konut sahibi yapmakta
başarılı bir yoldu.
Göçmen evleri/ Göçmenköy
yönlerden irdelemeye ve ‘ortaya çıkan
sonuçlar itibarıyla ne derecede başarılı
olunmuştur’ sorusunun yanıtını ortaya
koymaya çalışacağım.
Her ne kadar 3 bine yakın konut
üretilmişse, ve bu sayıda aile
Anayasamızın öngördüğü biçimde birer
konut sahibi olmuşsa da malesef bu
konutların hiç olmazsa bir kısmını düşük
gelirli vatandaşa mal ettiremedik. Bu
konutlardan daha çok orta gelirli memur
kesimi yararlanmış oldu.
Geriye dönüp sosyal konutları
incelediğimizde sıra ve apartman tipinde
inşa edilen bu konutların mimari tasarımı
tatminkar ve ekonomik olmakla birlikte,
vaziyet planları yani konutların araziye
yerleştirilmesi çok daha başarılı olabilirdi.
Kanaatimce vaziyet planı (site planning)
çalışmaları yeterince olgunlaştırılamamış,
monotonluğu kıran hareketli cepheler
ve kendi içinde kapalı (enclosed) iç ve
dış mekanlar elde edilememiş, uçlar
çoğu zaman açık kalmış, özetle fiziki
kompozisyon yerli yerine oturmamıştır.
21 Aralık 1963 olayları sonrasında, kendi
kabuğuna çekilmek zorunda bırakılan
Türk toplumu, Türk Cemaat Meclisi çatısı
altında örgütlenerek 103 köyden atılan
25-30 bin göçmenini iskan etmek zorunda
kalmıştı. 1964-70 döneminde adanın her
yerinde sayısı 3 bine varan çeşitli tipte
ucuz evler (low cost housing) inşa edildi.
Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse
edilen bu proje hele Türk bölgelerine inşat
malzemesinin uzun süre sokulamadığı
düşünüldüğünde başlı başına ve apayrı bir
anlamı olan tarihi ve efsanevi bir çaba idi.
Ada çapındaki bu uygulamalar içinde, en
büyük ve dikkat çekici örnek Ortaköy’deki
2 bin 500 nüfuslu Göçmenköy’dü.
Sosyal Konut Yasasının uygulamaya
konduğu 1978 Federe Devlet dönemine
gelindiğinde işte böylesine deneyim
geçirmiş bir durumdaydık. Ayrıca
göçmenlerin iskanı projesini başarı ile
uygulayan bu ekip şimdi örgütlü bir
devlette siyasi yetki sahibi olmuşlardı.
Dolayısıyla cesaretle bu Yasayı
uygulayabilirlerdi.
Konuyu inşaat yönetimi (construction
management) olarak ele alırsak son
derece başarısız olduğumuzu görürüz.
Süreç bir süre sonra yozlaşmaya
başlamış, ihalelere suiistimal ve rüşvet
girmişti. Başbakanlık dönemimde bizden
önce yeterlilik belgesi aranmadan
ihaleyi kazanan müteahhidin daha işe
başlamadan ihaleyi yürütemeyeceği
anlaşılmış ihzarat olarak ödenmiş olduğu
bir miktar demiri şantiyeden kaçırmaya
kalkışmış ve neticede yüzlerce konutluk
ihaleyi iptal etmek ve yeniden ihaleye
çıkıp 3 ayrı müteahhide vermek zorunda
bırakılmıştık. Bilahare işin ehli müteahhitler
ihaleyi zamanında ve tatminkar biçimde
tamamlamayı başarmışlardı.
Yazımızın bundan sonraki bölümünde
işte bu sosyal konut uygulamasını çeşitli
Olayın mali yönetimine (financial
management) geldiğimizde durum daha
da vahimdi. Faizi devletçe sübvanse edilen
çok düşük faizli kredi ile hak sahiplerine
devredilen konutlarda finansman döner
sermaye olarak işletilememiştir. Taksitler
zamanında ödenmemiş, hesaplar
muntazam tutulamamış ve içinden
çıkılmaz hale gelmiştir. Faizlerin çok
yüksek olduğu o dönemde Suudi Kalkınma
Fonundan sağlanan 13 milyon Dolarlık
finansman da zaman içinde eriyip gitmiştir.
Sosyal konutların bugünkü durumlarına
gelince içlerine mal sahiplerinin
girmesinden sonra uğradığı fiziki
değişimler yaratılan bu sosyal konut
çevrelerini neredeyse tanınmaz hale
getirmiştir. Yasanın öngördüğü disiplin
kuralları kısa zamanda çiğnenmeye
başlanmış, belediyelerce imar kontrol
yönünden tam bir sorumsuzluk
sergilenmiş, 1965-70 yılları arasında
özellikle Göçmenköy’de başlayan gelişi
güzel ilaveler, yeni sosyal konutlarda da
devam etmiş böylece cephelerde tam
bir yozlaşma ortaya çıkmış genel sosyal
konut karakteri kaybolmuştur. Sosyal konut
konseptinin en önemli karakteristiği olan
tasarım ve görüntü bütünlüğü, önce garaj
ilaveleri ile sonra da kaldırımdan sonra
boş kalması gereken 10 ayaklık alan içine
taşan oda ilaveleriyle çirkin ve anlamsız bir
kent peyzajı yaratılmıştır.
Bunun affedilecek hoş görülecek bir tarafı
olamaz. Sosyal Konut Yasaları dünyanın
her yerinde kesinlikle genel cephe
görünümünü bozacak ilaveleri yasaklar.
Ancak bizde belediyelerin yetersiz hatta
hiç denecek kontrolü ve umursamazlığı
toplu konut yapmanın en önemli amacı ve
hedefi olan intizamı ve görsel bütünlüğü
ortadan kaldırmıştır. Belli ki 3 bin konut
üretmenin ve bir konuta sahip olmanın
verdiği huzur dışında kentlerimizde intizam
(order) ve estetik kalite henüz gündemde
değildir ve kültürümüzde yer etmeye
başlamamıştır. Kanaatimce bu hiçte iç
açıcı olmayan durumdan vatandaştan çok,
siyasi irade sahibi yöneticilerimiz sorumlu
tutulmalıdır.
Hakkı Atun
Şehirci – Y. Müh. Mimar
9. Sayı için düzeltme: Nesil Baytin’in
“Kapalı Yerleşkeler I” yazısının referansları
teknik bir hatadan dolayı yayınlanamadığı
içi aşağıda verilmiştir. Düzeltme için özür
dileriz.
1. TÜMER(*),H. Ö.& DOSTOĞLU, Ö.N.: ‘
Bursa’da Dışa Kapalı Konut Yerleşimlerinin
Oluşum Süreci ve Sınıflandırılması’, Uludağ
Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi
Dergisi, Cilt 13, Sayı 2, 2008
2. http://www.ustunalsac.com/?page_
id=854&lang=en
Çizimler/Resimler Kaynak:Geçmişten Kapalı
yerleşkeler örnekleri: http://www.ustunalsac.
com/?page_id=854&lang=en
Sosyal konutlar/ Taşkınköy
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ
Kağan GünÇe konuk yazar: ÖLEM OLGAÇ TÜRKER
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
ADAMIZDAKİ YÖRESEL MİMARİNİN KÜLTÜR TURİZMİ İLE AKTİVE
EDİLMESİ
Dünyadaki değişimler, dönüşümler
ve gelişmeler bağlamında en
çok büyüyen sektörlerden biri
hiç kuşkusuz turizmdir. Özellikle
son yıllarda, ‘kültür turizmi’ gerek
sosyal, gerek kültürel anlamda
ülkeler arasında önemli geçişlere ve
alışverişlere aracı olmaktadır. Kültür
turizmi, geleneksel tanımlaması ile
eski, yerel olan kültürel değerlerin,
etkinliklerin, sosyolojik olayların,
geleneklerin, mimarinin ve sanat
eserlerinin korunmasını; bunların
turizm arz kapasitesine dahil edilerek
turizmde ilgi ve gelir artırıcı olarak
kullanılması ile alakalandırılan
kavram olarak kullanılmaktadır.
Bu anlamda kültür turizmi, geçmişi
ve günümüzü değerlendiren bir
yapıda görünmektedir. Adamızda var
olan bu potansiyelin aktive edilmesi
gerektiği kaçınılmaz bir gerçektir.
Yöresel mimarinin kültür turizmi
ile canlandırılması bu değerlerin
yaşatılması için önemlidir.
‘Gelenekten Evrensele Mimari’
isimli sayfanın bu sayısında değerli
arkadaşım Özlem Olgaç Türker’i
misafir ediyorum. Adamızdaki
geleneksel yerleşimlerin kültür turizmi
için var olan ve aktive edilmeyi
bekleyen potansiyellerini Özlem’in
kaleminden okumaya çalışacağız.
Kağan Günçe
Global değişimlere paralel her alanda
yaşanan hızlı değişim ve gelişim, sosyal,
kültürel, ekonomik ve politik koşulların da
değişimine neden olmuş ve olmaktadır.
Bu değişime direnemeyen gelenekler,
görenekler, inançlar ve daha birçok değer
yaşam savaşı vermektedir.
Gerek iklim ve topoğrafya, gerekse
çevrede kolay bulunan malzemeler ve
yapım teknikleri vb. yöresel koşulların
ve yerel yaşam biçiminin şekillendirdiği
yöresel mimari de sözü edilen yok
oluştan nasibini almaktadır. Sahip
çıkılıp yaşatıldığında, modüler ve esnek
karakteriyle değişime kolayca adapte
edilebillen yöresel mimari, iklimle barışık;
sağlıklı yaşam ortamları sunmaktadır.
Özgün, yöresel dokular dönüşerek
günümüze gelmeyi başarmışlarsa da,
Avrupa Biriğine üyelik sürecinde artan
yapılaşmanın tehditi altındadırlar.
Kıbrıs kırsalında kullanım dışı kalarak
yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
olan geleneksel mimari dokuların
bulunduğu yerleşimlerin birçoğundaki
ortak problemlerden birincisi, iç ve
dış göç sonrası tüm yöresel konutları
dolduracak nüfus bulunmamasıdır. Bundan
ötürü, tarihi olarak nitelendirilebilecek
mevcut konutlara gerekli bakım –
onarım yapılamamakta, dolayısı ile
de bir yerleşimin temel gereksinimleri
olan bakkal, okul, otobüs, sağlık ocağı
vb. servisler sağlanamamaktadır. Bu
servislerin eksikliğinden dolayı kentlere
göç kaçınılmaz hale gelirken; göç
nedeniyle kırsal alanlardaki nüfus azlığı
sorunu, bir kısır döngüye girmektedir.
Kültür turizmi ile sürdürülen Dubrovnik’ten görüntüler, Hırvatistan
Yöresel mimari, işlevini yitirdiğinde
çevre dostu karakterinden ötürü doğaya
dönüşmekte; toprağa, taşa karışmakta;
ekolojik dengelere zarar vermeden doğaya
tekrar entegre olmaktadır. Tüm dünyanın
geri dönüşüm stratejileri ile kaynak
tüketimini azaltmaya yöneldiği günümüzde,
elimizde var olan sözkonusu konut
stoğunun rehabilite edilerek günümüze
uyarlanması, hem doğal kaynakların
tüketimini azaltacak; hem de mevcut yeşil
alanların betonlaşmasını engelleyecektir.
Ekolojik yaklaşım bizim kültürümüzde hep
vardı. Ne zaman ‘tüketici’ olduk tam olarak
bilemiyorum... Ama Kıbrıs geleneksel
yaşamında giysiden araç gereçlere,
yiyeceklerden eşyalara kadar her alanda
yeniden kullanım; değerlendirme; adapte
etme, yaşam biçimimizin vazgeçilmez bir
parçasıydı. Savaş sonrası birçok toplumda
görüldüğü gibi bizde de ortaya çıkan
konformist, tüketici bir yaşam biçiminin
benimsenmesiyle, toplumsal birçok değer
unutulmuş; buna bağlı olarak da toplumsal
ve bireysel yaşam biçiminin yansıması
olan geleneksel konut ve mekanları
da nasibine düşeni almıştır. Konutlar,
yaşamsal alan olmaktan çok, statü
sembolleri haline gelerek globalleşme
sonucu empoze edilen sembolik imajlara
dönüşmüştür.
Kurtuluş olabilecek çözümlerden biri,
planlı ve dengeli bir turizm girdisi ile
kendini finansal olarak sürdürebilecek
kırsal alanlardaki geleneksel yapı
stoğunun kullanılmasıdır. Önemli olan,
bu değişimin dengeli ve kontrollü olması;
turizme çekim noktası oluşturan doğal
ve otantik değerlerin yok olmadan veya
bir sahne dekoru gibi yapaylaşmadan
sürdürülebilmesidir. Günümüzde bazı
turizm işletmelerinin yaptığı gibi tiyatral
bir biçimde kültürün turistlere sunulması
ve turistlerin de izlemesi sağlanmaktadır.
Ancak hedeflenmesi gereken, turistlerin
yerel kültürü yerinde deneyimleyerek ve
yerel çevrenin de kültürel ve fiziksel açıdan
bozulmadan sürdürülmesi dengesinin
sağlanmasıdır.Kırsal yerleşimler için
turizm, evsahibi toplumlara yarar
sağlayarak, kültürel miras ve etkinliklerinin
korunması ve bakımı için motivasyon
oluşturacak biçimde kurgulanmalıdır.
Kültür mirası stoklarının, sonraki
nesillere aktarılmak üzere korunması ve
sürdürülebilir bir turizm endüstrisi elde
edebilmesi için, yerel toplum temsilcileri,
korumacılar, turizm operatörleri,
Dozerlerle temizlenen geleneksel mimari dokular, Kuzey Kıbrıs
malsahipleri, yasa yapıcılar, milli gelişim
planlarını yapanlarla alan idarecilerinin
katılımı ve işbirliği gereklidir.
Kitle turizmine eleştirilerin yoğunlaştığı
yıllarda ortaya çıkan alternatif turizm
türlerinden birisi olan kültür turizminin
temelinde yerellik, otantisite ve başka
yerde bulunmayan kültürel değerlerin
yerinde yaşanarak keşfedilmesi
yatmaktadır. Bu doğrultuda işlevlendirilmiş,
kültür turizmi sayesinde özgün karakter
ve dokusunu sürdürerek günümüze kadar
sağlıklı bir şekilde yaşatılan birçok olumlu
örnek vardır. Rodos Adasındaki Lindos
yerleşimi, Hırvatistandaki Dubrovnik şehri,
kültür turizmi ile sürdürülen şehirlerden
sadece ikisidir.
Lindos minicik bir kırsal yerleşim olmasına
rağmen, her yıl ziyaret eden turistlerle
dolup taşıyor. Eşeklerle kaleye tırmanış;
arastada alışveriş; daracık Akdeniz
sokaklarında yakalanacak fotoğraf
karelerinin heyecanı turistlere sunulan
etkinliklerin sadece birkaçı. Anıtsal yapılar
ve/veya tarihi önemi büyük meydanlar
olmadan da ‘turizm çekim noktası’
olabileceğini gözler önüne seren bir örnek
Lindos yerleşimi. O kadar güçlü bir tanıtım
stratejisi oluşturulmuş ki, Rodos’a ve/
veya civarına uğrayan herkes mutlaka
Lindos’a gitmek istiyor. Kültür turizmi
ile sürdürülen Lindos yerleşimini turist
olarak deneyimlerken, Kuzey Kıbrıs’taki
birçok kırsal yerleşimdeki bu potansiyelin
görülemeyip elimizden kayıp gitmesi,
çok üzücü bir durumdur. Bu özgün
dokuların oluşumunda önemli payı olan
tarihi yöresel konutlar, yukarıda sözü
edilen potansiyellerinin değerlendirilmesi
+
CMYK
bir yana; altında çocukların oynadığı,
‘virane’lere dönüşmüş birer tehdit olarak
görülmektedir. Bu ‘virane’lerin temizliği
adına alınan yıkım kararlarıyla, ne yazık ki
Kıbrıs kırsal mimarisi, anılarımız, kültürel
değerlerimiz ve çevre dostu duruşları hiçe
sayılarak dozerlerle temizlenmektedirler.
Yüzyılların birikimiyle oluşturulmuş
geleneksel yöresel mimari dokular,
atıl durumda kalmışken, ne yazık ki
yenileyerek kullanmak yerine, otantik
değerleri koruduğunu sanarak bu
konutların imitasyonunu inşa etmek
yollarına gidilmektedir. Kültürel mirasımız
bu kadar önemseniyorsa, yıkıp yerine yeni
bina yapmak veya çürümeye terketmek
yerine yenilenerek kullanılması; ve gelecek
nesillere kültürel mirasımızın bir parçası
olarak aktarılması şüphesiz daha doğru
olur.
Kıbrıs kırsal mimarisinin potansiyellerini
kullanmak yerine yeni beton kütleler inşa
etmek niye? Kırsal alanlarda “çağdaş
mimari” tanımını haketmeyen beton
yığınlarını kırsal alanlara kondurmayı
bırakıp da, mevcut geleneksel konut
stoğunu değerlendirerek sürdürülebilir bir
çevre ve sürdürülebilir yöresel mimariye
fırsat versek nasıl olur?
Özlem Olgaç Türker
Kaynakça:
•Türker, Ö. O. & Dinçyürek, Ö. (2007).
“Sustainable Tourism as an Alternative to Mass
Tourism Developments of Bafra, North Cyprus”.
Open House International, 32(4), pp. 107-118.
•Feilden BM. (1993). “Conservation and
Tourism”. International Scientific Symposium,
10th General Assembly on Cultural Tourism,
ICOMOS, Sri Lanka.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
DOSYA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
T
ASARIMIN EVRENSEL İKONLARI
“Uluslararası Kariyer İçin”
07
Hera-C
SAYFA
[email protected]
DOSYA VI: Konut/Sorun/Sorunsal ……KONUT SORUNU, KONUT
SORUNSALI
Giriş
İnsanoğlunun en iyi bildiği bina türü
‘Konut’; ilk algıladığı ve deneyimlediği
mekanlar ‘Konut Mekanları’dır. Mimarlığın
tek bina ölçeğindeki en temel birim, yine
konut; en temel işlev barınma ve en
önemli kentsel ölçek de ‘Yaşama ve Konut
Alanları’dır. Dolayısıyla konut, kentten
objeye kadar bütün tasarım ölçeklerinin
ortak paydasıdır. Belki, tam da bu nedenle
konutla olan kavgamız hiç bitmez ve konut
çoğu kez bir ‘sorun’dur; ve çoğu çevresel,
sosyal, yönetsel sorunun kaynağının da
KONUT SORUNU olduğu iddia edilir.
Konutun bu çoklu karakteri sadece
tasarım alanında kendini göstermez,
konut hem uygulama hem de araştırma
alanı olarak farklı meslek gruplarını
(politikacılar, müteahhitler, hukukçular vs.)
ve farklı bilgi alanlarını (ekoloji, sosyoloji,
psikoloji, ekonomi, ideoloji vbg.) kapsar.
Bu nedenle, batıda, bir zamanların
kentdışı yaşam modeli, ‘Amerikan
Rüyası’, kapitalist devlet ideolojisinin
beslenmesi adına devlet politikalarıyla
desteklenmiştir. Ne var ki sonunda, kent
merkezlerinin rağbetten düşmesi ve
Türkan Ulusu Uraz
ortaya çıkan kentsel/sosyal/ekonomik
çöküntünün giderilmesi için bu kez,
kentlerin kutsanması ve kente dönüşün
teşvik edilmesine öncülük edecek yeni
politikalar gerekmiştir.
Dünyanın uzak köşesinde bunlar
olup biterken, yanlış politikaların ve
‘batılılaşma’ rüzgarlarının etkisindeki
üçüncü dünya ülkelerinde de yerel
kent dokuları yıkılıp-yapılma yani
‘apartmanlaşma’ nedeniyle bozulmuş,
büyük kentlerin dış eteklerinde alt gelir
grubunun konut alanları, ‘gecekondu’
yerleşmeleri oluşmuştur. Ve günümüzde
çevresinden yalıtılmış ‘Dışa Kapalı’,
‘Korunaklı Yerleşmeler-Siteler’ bir başka
sosyal grubun kurtarılmış/kapalı yaşam
adaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bunlar önce farklı sorunlara çözüm
olarak kendini göstermekte; ama daha
uygulandıkları ilk günden başlayarak
bir başka konut sorunsalını davet edip,
yeni bir ‘konut sorunu’ gerçeğinin farklı
yüzlerini oluşturmaktadırlar. Ne yazık ki
çoğu kez devlet politikaların yanısıra güçlü
ve doğru ‘konut politikaları’ üretilememiş,
üretilmişse de uygulanamamış ve konut,
hep ‘sorun’ olmaya devam etmiştir.
konut çevrelerinin ve yaşam kültürünün
sürdürülmesi sağlanabilecektir.
Hep yeniden üretim, hep yeninin üretimi,
ilk çağdan beri kendisi bir üretim yeri
olan konutu ‘tüketim’ malzemesi olmak
durumuna getirmiştir. Artık bugün en
temel beşeri gereksinme olan konut bir
imaj olarak alınıp satılmaktadır. ‘Kuleler’,
‘Residanslar’, ‘konaklar’, ‘yalılar’ ve
‘villalar’ içeren toplu konut projeleri ve
uygulamaları bırakınız üst gelir grubunu
neredeyse alt orta gelir grubunun
hayallerini süsler durumdadır. Ne tür bir
kullanıcı profili amaçlandığı; yani hane
halkı kavramının nasıl yorumlandığı,
bunun çeşitliliği ve bu çeşitliliğin mekansal
gereksiniminin ne olduğu çoğu kez bu
imaj bombardımanı tarafından örtülmekte
ve önemsenmemektedir. Bir anlamda
‘özenti esaslı değer yargısı’ gerçek
gereksinimin önüne geçmekte; bu arada
‘kültürel miras’, yıllarca içinde yaşanmış
‘mevcut konutlar’ gözden düşmektedir.
Halbuki bunlar, bilinçli bir çabayla
çoğu kez yenilerden daha da kaliteli
olabilecek ve bu yolla kent dokusunun,
Böylece konut tasarımı, kullanıcının
değer yargılarını süsleyen bu imajların
yani klişe konut tipolojilerinin, bağlamına
uysun uymasın kaygısızca üretilmesine
indirgenmekte; hele bilgisayar ortamının
bu sürece sağladığı kolaylıkla ‘kopyala/
kes/yapıştır’ komutlarının yönlendirdiği
tasarımlar, üç boyutlu animasyon
teknikleriyle süslenerek daha da kışkırtıcı
boyutlarda kullanıcıya sunulmaktadır.
Sonunda ‘kalite’ bu sürecin neresindedir?
Uygulamada ve kullanım süreçlerinde
kalite nasıl sağlanır ve sürdürülür?
Bilinmemekte, ve sorgulanmamaktadır.
Mevcut Konut Stokunun Değerlendirilmesi/ Yaşatılması
Konut, geçmişten bugüne insan
yaşantısının en temel uzamı, aynı
zamanda fiziksel, sosyo-kültürel ve
ekonomik değerlerin bütünleşik bir
göstergesidir. Fiziksel değer olarak,
kentsel/kırsal alanlardaki mimari
dokunun en temel parçası olan konut,
sosyal değerler açısından öne çıkan
en önemli yaşamsal boyuttur; daha da
ötesi, yıllardır orada yaşayan insanların
deneyimlerini, nesilden nesile aktararak
oluşturdukları kimlik ve kültür birikimidir. Özetle, insanı anlatan ve insana ait
olanın bir bütünüdür. Konut alanları,
insanlara birbirleri ile karşılaşma imkanı
sunan, komşuluk ilişkilerinin kurulduğu
ve sosyal yaşamın geçtiği alanlardır.
Geçmişin bir parçası olup, aynı zamanda
gelecek için de bir kaynak oluşturan
mevcut konut dokusu, bir ‘somut ve
soyut’ belge olarak nitelendirilebilir. Bu
anlamda sosyal değer, ekonomik değer,
fiziksel değer ve kullanım değeri olmak
üzere bir değerler bütünü olan mevcut
konutların yaşatılması günümüzde sıkça
tartışılan sürdürülebilir gelişim için de son
derece önemlidir.
Bu bağlamda ‘yenileme’ yoluyla
zamansız ‘kayıpları önlemek’, stokun
ekonomik ‘ömrünü uzatmak’, yatırım
‘değerini korumak ve yükseltmek’,
sunulan hizmetlerin ve yaşam
çevrelerinin ‘standartlarını iyileştirmek’,
güncel ihtiyaç ve eğilimlere ‘uyum
sağlamak’ mevcut dokunun yaşatılması
açısından gereklidir. Bu sayede hem
kullanıcıların daha yüksek
Bu sayıdaki, dosya sayfası, tasarımın,
uygulamanın ve araştırmanın bu gözde
konusuna ‘Konut ve çevresine’ ayrıldı.
DAÜ Mimarlık Fakültesi Hera-C ‘Konut,
Eğitim, Araştırma ve Danışmanlık
Merkezi’ üyeleri, aslında kapsamı ve
çözüm önerileri çok geniş olan KONUT
SORUNU ile ilgili olarak yukarıdaki
kısa değinmelere siz, ‘Mekanperest
Okuyucuları’ için açıklık getirecekler.
Resmiye Alpar Atun
standartlarda konutlarda ve çevrede
yaşaması hem de temel bir ekonomik
kaynak olan konut stokunun daha verimli
şekilde kullanılması sağlanabilir.
maliyetininden daha düşük olmaması
gerekmektedir. Aksi durumda,
mevcut stoğun iyileştirilmesi pek önerilmez, çünkü beklendiği kadar verimli
olmaz. Dolayısı ile ekonomik boyutun
sadece maddi değil, sosyal ve fiziksel
kazanımlarla da desteklenebilmesi,
herşeyden önce yapılacak çalışmaların
sürdürülebilir olması için bir önkoşuldur;
ve bu nedenle de çok önemlidir.
Bir konut belirli bir yıpranmışlığa rağmen
ayakta kalabilmiş (strüktür olarak sağlam
veya kısmen sağlam) ise bu haliyle bile
gerek mal sahibi açısından, gerekse
ulusal zenginliğin bir parçası olarak
vazgeçilmez nitelikler taşımaktadır.
Yıkılmışlığa terk edilmesi ya da yıktırılıp
yerine başkasının yaptırılması önceden
imal edilmiş zenginlikten bir anlamda
vazgeçilmesi olarak kabul edilebilir. Oysa
yenilenerek kazanımının, yeniden inşa
edilmesine göre bazen, daha az maaliyete sahip olduğunu, yapılan araştırmalar
göstermektedir. Bu doğrultuda, yenileme
sadece mal sahibine değil bu işle ilgili
tüm kişilere (girişimci, inşaat ustaları,
vazıfsız işgücü vbg.) iş olanakları
açılmasına ve ‘dışsal ekonomi’nin
geliştirilmesine de yarar sağlar.
Böylelikle yaşam çevreleri, hem fiziksel
(yapının onarımı), hem sosyal (oluşan iş
olanaklarından bölge sakinlerinin yarar
sağlaması ve artan çevre kalitesi) hem
de ekonomik açılardan (kendi kendinin
ekonomik döngüsünü oluşturan çevre
yoluyla) desteklenmiş olur.
Bu durumda çok boyutlu (fiziksel/
sosyal/ekonomik) paydaları ve paydaşları
birarada bulunduran aynı zamanda
farklı katılımcıları (halk/özel girişimci/
yerel/merkezi hükümetler) da öngören,
her kesimin kazancını ortak noktalarda
buluşturan çözümler aranmalıdır. Bu
bağlamda, mevcut durumdaki
çevresel çöküntünün iyileştirilmesi
sonucu ortaya çıkan (fiziksel/sosyal/
ekonomik) gelişmenin iyi hesaplanması
ve bunun belirli bir dengeye oturtulması
şarttır. Özel girişimcilerin yatırım konusunda ikna edilmesi, yatırımların hangi
sürede ne ölçüde kazanca dönüşeceği ve
alınacak riskin boyutlarının belirlenmesi
gereklidir. Sonunda, bu çevrelerin doğru
kullanımlarının yaratacağı dışsal ekonomilerin nitelik ve çeşitliliği artacak ve
bu tekrar kamu yararına dönüşecektir.
Bu sonuca ulaşmak için yapının
yeniden kazanımı sürecinde yapılacak
yatırımların, yenileme sonrası elde
edilecek gelir artışından daha fazla
veya yatırımdan elde edilecek toplumsal
faydanın, yatırımın sosyal
Mevcut Konut dokusu, toplum
yaşantısının bir parçası ve hafızası
olmanın yanısıra, ülke için de temel bir
ekonomik kaynaktır. Ülkemizde
konut politikalarının odağında çoğu
zaman ‘yeni konut üretimi’nin’ yer aldığı
+
CMYK
görülür. Güncel ihtiyaçlara duyarlı, yeni
malzeme ve üretim teknolojilerinden
faydalanan konut üretimine her zaman
ihtiyaç duyulacağı bir gerçektir. Ancak
artık konut politikalarının birinci önceliği
‘yeni konut üretimi’ olmamalıdır. Buna
karşılık mevcut konut stoğunu ‘yenileme’
politikalarının oluşturulmasının,
sürdürülebilir gelişmenin hedeflendiği
günümüzde artık kaçınılmaz olduğu
görülmelidir. Bu politikaların mevcut
konut stokunun bakımı, iyileştirilmesi,
yaşam kalitesinin artırılması gibi konuları
içermesi, bununla birlikte kullanıcıları bu
konularda bilinçlendirilmesi ve teşvik
etmesi beklenir. Bu anlamda mevcut
konut stoğunun değerlendirilmesi hem
insan yaşamının vazgeçilmez parçası
olarak ‘sosyal değerler’ bütününün
yaşatılması, hem de sürdürülebilir
ekonomik dönüşümün sağlanabilmesi
açısından önemlidir.
KKTC kentleri ve köylerindeki mevcut
konut stoku, bugünkü görünümü ile gerek
fiziksel yapılarına, gerekse
sosyal doku anlamında vazgeçilemez
bir zenginlik olan yaşamsal boyutlarına
sahip çıkılmasını beklemektedir. Bunun
gerçekleşebilmesi çok fazla emek ve
çaba gerektiren, bireysel iradeden çok
toplumsal farkındalığa ihtiyaç duyan bir
süreçtir. Bu konuda oluşturulacak
toplumsal iradenin de siyasi ve idari
anlamda desteklenmesine ihtiyaç vardır;
hepimize gerek birey olarak, gerekse
toplum ve siyasi irade olarak çok iş
düşmektedir.
DEVAMI SAYDA 8’DE >>
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
08 DOSYA
Hera-C
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
DOSYA VI: Konut/Sorun/Sorunsal ……KONUT SORUNU, KONUT
SORUNSALI
Konuta Yönelik Değer Yargılarımız ve Beğenilerimiz
Mimari ürünün estetik değerlerini, biçim
dilinin sadece görsellik ağırlıklı özellikleri
üzerinden değil, ama bunun da ötesinde,
kullanıma dayalı ‘fonksiyon’, geometrik
düzenlemelerin oluşturduğu ‘oran’ ve
ilettiği ‘anlamlar’ ile ilişkilendirerek ele
almak gerekir. Binlerce yıl öncesinde
de, Romalı mimar-kuramcı Vitruvius,
başarılı bir mimarlık için, “Utilitas,
Firmitas, Venustas” gibi unsurların yani
‘kullanışlılık’, ‘sağlamlık’ ve ‘güzelliğin’
gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Böylece,
mimarideki başarının güzellik, güzelliğin
de genellikle sadece dışardan bakılıp
görülen biçimsel bir kaygı olmadığı
üzerinde durulur. Mimarlığın en önemli
ürünlerinden biri olan konuta bakıldığında,
günümüzün estetik değerleri ve değer
yargıları, yukarıda belirtilen unsurlara ek
olarak, büyük bir çeşitlilik göstermiştir.
Mimari tasarım bilgisi ve becerisinin
yanında artık, yazılı ve görsel medyanın,
hızlı iletişim teknolojilerinin ve tüketim
toplumu değerlerinin kullanıcı tarafından
enjekte edildiği bir tasarım sürecinin
ürünüdür günümüz konutu.
Tasarım ürünleri arasında, konut, aslında
en çok hayal edilip tutku ve ısrar ile
hatta saplantı düzeyinde beğenilen ve
istenilen mekanları, mekan bileşenlerini
ve donatılarını içerir. Tıpkı, bir dönemin
eski Türk filmlerinde olduğu gibi pembe
pancurlu ev, birçoğunun hayallerini
süsler. Yakın zamanda ise, çatılı veya
kemerli imajlar en popüler beğeniler
arasında yeralırken özellikle biçime
ilişkin temel kararların verilmesinde
belirleyici olmuşlardır. Gerek çatının
gerekse kemerin, konutun ayrılmaz
bir parçası olduğu bu tür beğenilerde,
belirli mekanların da tanımı ve kullanımı
Hıfsiye Pulhan
sözkonusu olmuştur. Çatı dışarıdan
bakıldığında, konutun genel görünümünü
belirlerken, içeride de çatıkatını oluşturur.
Öte yandan, tekrar eden kemerler evin
girişini tanımlarken, ada kültüründe
de çok tercih edilen yarı-açık mekan
kullanımlarını sunar. Aslında burada
yararsallığı da içeren bir estetik beklenti
sözkonusudur.
yavrusu” konutlarda ‘büyüklük’, kullanım
aşamasında bazı sorunları da yaratmıştır.
Büyük bir salonun içerisinde, organize
edilemeyen mobilyalardan tutun da, ısıtma
yada soğutma ile ilgili fiziksel sorunlara,
kullanıcının kendisini kaybolmuş gibi
hissetmesine neden olan psikolojik
huzursuzluğa da yol açtığı görülmüştür.
Öte yandan, büyük mutfak gerçeğinde de
çeşitli elverişsizlikler yaşanmıştır. Kolay
ulaşma mesafesi içinde ilişkilendirilmesi
beklenilen buzdolabı, evye ve ocak, artan
mekan boyutları sayesinden birbirinden
uzaklaşmakta ve mutfağı bir koşu alanına
dönüştürmektedir. Halbuki, metrekare
olarak büyük bir konutun, farklı amaçlar
için kullanılacak mekanlar içermemesi,
bunun yerine sadece devasa oturma
odası, mutfak ve holler sunması, buna
karşın iki yatak konamayacak kadar küçük
yatak odalarını barındırması akıl almaz bir
durumdur.
Mimari biçimin fonksiyon, mekan ve
stürüktürle bütünleşerek oluşturduğu
estetik değerler herzaman önemsenmiştir.
Mimari, sadece biçimsel kaygılarla
kurgulanmış bir heykel değildir. Mimari
biçim, ancak içerisine girilebilecek,
yaşanılabilecek ve de kullanılabilecek
mekanlar sunduğu sürece vardır. Bu
bağlamda, kemerli ve çatılı konutlara
bakıldığında, sundukları ilave mekan
kullanımları ve yerel öğelere yaptıkları
atıftalarla aslında ne kadar ölçülü, yalın,
mütevazi ve rasyonel oldukları farkedilir.
Buna karşın günümüz konutunda bu tür
değerlerin, genellikle önemini yitirdiği;
bunların yerine büyüklüğün önem
kazandığı; çeşitli ve karmaşık, gösterişli
ve hatta rüküş denebilecek düzeyde daha
çok post-modern eğilimlerin etkisindeki
beğeni ve bunu besleyen çözümlerin öne
çıktığı gözlenmiştir.
Gerek büyüklük, gerekse kullanılan
elemanların çeşitliliği açısından
abartının hakim olduğu bir tasarım
dalgası içerisinde, konutun biçim
dili de kaçınılmaz olarak değişmiştir.
Postmodern eğilimlerin etkisinde,
nostaljik öğeler ve düşsel dünyanın
fantazileri konut cephelerinde etkili
olmuştur. Özellikle, antik bir tapınağı
anımsatan, kolonlu, üçgen alınlı girişlere,
binbir gece masallarındaki kemerlere
ya da Rapunzel’in indiği kulelere sahip
konutlar, en tercih edilenler arasında
yeralmışlardır. Kaçınılmaz olarak yapılan
bu tür benzetmeler aslında, mimarlığın, bir
işaret dili olduğunu, mesajlar ilettiğini ve
özellikle de belirli formların belirli ‘şey’leri
simgelediğini bir kez daha hatırlatmıştır.
Bir güzellik, bir estetik değer katmak
Son zamanlarda, konuta ilişkin beğenileri
etkileyen unsurların başında çok açık
ki ‘büyüklük’ gelmektedir. Ailenin ‘ kaç
metrekarelik bir konutta yaşamakta
olduğu’ çoğu zaman hem kullanıcı
memnuniyetini hem de beğeni kriterlerini
ortaya koymuştur. Geniş salonlar, büyük
mutfaklar, ferah holler hep beğenilerimizi
anlatmak için kullandığımız değer
yargılarımız olmuştur. Halbuki, bu “saray
Gazimağusa yeni konutlara örnek (Fotoğraf: Ceren Boğaç/ 2009)
amacıyla tasarlanmış olan bu konutlar,
acaba günümüz çağdaş insanının
yaşamak istediği ortamı ne kadar
yansıtmaktadır?
Günümüzde, yazılı ve görsel medyanın,
radyo, televizyon, internet gibi
elektronik iletişim araç ve ortamlarının
etkisini gözardı edemeyiz. Birçok
populer dergideki veya internet
sitesindeki, gözalıcı konut projesini,
mimari uygulamalar için kolaylıkla
alıp kullanılabiliyoruz. Ancak, bir
dergide görmüş olduğumuz kıyafetin
bile bedenimize, boyutlarımıza, hayat
tarzımıza uygun olup olmadığını
sorgularken, içerisinde yıllarboyu
yaşayacağımız, anılarımızı biriktireceğimiz
ve çocuklarımıza miras bırakacağımız
aslında büyük paralar harcayarak
gerçekleştirdiğimiz kendi konutumuz
için karşımıza çıkan örneklerin “bize,
bizim yaşam biçimimize uygunluğunu”
sorgulamakta neden çoğu zaman
kayıtsız ve yetersiz kalırız! Bu nedenle
olsa gerek, ortaya çıkan konutlar, ilk
bakıştaki etkileyici özelliklerine rağmen,
konut ihtiyacını çözmekten öte, ülke
kaynaklarının tüketimine, görsel ve
fiziksel çevre kirliliğine neden olurken
işlevsel yetersizliğe bağlı olarak kullanım
dışı kalmakta ve konut sorunsalının bir
parçasını oluşturmaktadırlar.
Özetle,Konut, en önemli mimarlık
ürünüdür; bize, kullanımımıza ve
beğenilerimize göre özenle tasarlanıp,
bir mimari kullanım ve estetik kaliteye,
ancak yetkin bir tasarımcı mimar
sorumluluğunda ve bilinçli bir kullanıcı
desteğiyle ulaşabilecektir.
Gazimağusa yeni konutlara örnek (Fotoğraf: Ceren Boğaç/ 2009)
+
CMYK
DEVAMI SAYFA 9’DA >>
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
DOSYA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
09
Hera-C
SAYFA
[email protected]
DOSYA VI: Konut/Sorun/Sorunsal ……KONUT SORUNU, KONUT
SORUNSALI
Yeni Üretim Toplu Konutların Pazarlanması Girişimleri(gazete ilanı)
Mağusa’dan Konut Görünümleri (fotoğraf: t. ulusu uraz 2005)
Konutta Tasarım Tipolojileri
Beril Özmen Mayer
Ülkemizde küresel taleplerin getirdiği
aynı zamanda bir hizmet sektörü olması
nedeniyle, daha iyi yaşam koşullarındaki
hali-vakti yerinde kullanıcı grubu ise konut
tasarlama kararları üzerinde fazlasıyla
baskın bir güç oluşturmaktadır. Bu iki
birbirine karşıt grubun, birlikte kullanıcı
profilinin büyük bir kısmını oluşturduğu
bu ortam, mimarın hala teknik bir meslek
insanı olarak görüldüğü toplumumuzda,
tasarım uygulamaları açısından pasifize
olmasına neden olabilmektedir.
Yap-Sat davranışına dönüşmüştür. Belli
konut imajlarının sürekli tekrarı ister
istemez, bireyler ve toplum üzerinde
baskın ve belirgin bir konut tiplemesinin
dışına çıkılamıyacağı mesajını
vermektedir. Konut, fırsatların kullanılacağı
bir yatırım aracı olarak, yüklenicilerin kar
marjlarını arttırmaya hizmet ederken,
kişinin başını sokacağı, içinde yaşayacağı
veya kiraya verebileceği bir fiziksel ortam
olarak önem kazanmıştır.
Konut sektöründeki aktörler, konutların
yerel ve sürdürülebilir özelliklerini satınalınabilir kılan bir ilişkiye kurban verirken,
bu tüketim ideolojisi tavizsiz bir şekilde
bizi kuşatmakta, medyayi kullanarak
bina tipolojilerini etkilemekte ve ticari
yap-sat düşüncesine koşut olarak
tasarlanagelmektedir. Hızlı, kontrolsüz
ve duyarsız bu tasarım eyleminin kentin
tümüne olduğu kadar, ekolojinin ve
kentsel kimliğin silinmesine neden olduğu
açıktır.
Bu durum mimarlık meslek alanının da bir
yaşam ve geçim kavgasına dönüşmesine
bağlı olarak mimarlarda ‘hayal kaybı’na
neden olmaktadır. Bu bağlamda, mimarın
kendi sorumluluğu ile farklı konut
çözümleri belirleme ve kent içerisindeki
konumunu dengeleme gibi bir tasarım
mesleği olan mimarlığın genel-geçer
bilinen öğelerini bile tartışma konusu
yapması olanaksız kılınmaktadır. Ayrıca,
mimarların ‘bir sanat objesi, bir mekan dili
ve yaşam tarzı yaratmak’ gibi kaygılarla
tasarıma yaklaştığı çağdaş arakesitte,
kullanıcı ile tasarımcı arasında farklı bir
anlam ve amaç ayıracının ortaya çıkması
da bu anlamda bir zıtlık yaratmaktadır.
Gerçek dünyada ise bilgiyar destekli
tasarımın kolaylaştırıcı etkisiyle konut
binalarındaki formasyonun birbirine benzer
ve fazla düşünülmeden çözümlendiği
bir anlayış biz tasarımcıları dünya
standartlarında bir tasarım kalitesine
ulaşmasını engellemektedir. Konut
tasarımı ve uygulaması süreci bir yaşam
mekanının sorgulanarak tasarlanması
ve mimari değerlere sahip türlü nitelikleri
taşıması yerine bir tür Kopyala-Çoğalt-
Bu anlamda, çevremizde örneklerini
izlediğimiz yapılaşmalar, insanların
konutlarıyla ilgili beklentilerini kısıtlamakta,
tekil konutlarda gözlenen bu durum,
villa yerleşmelerinde benzer parsellere
bölünerek / çoğaltılarak uygulanmaktadır.
Uzun yıllardır süregelen alışılmış
yöntemlerde yakalanan artıların günümüz
uygulamalarında da yeni yaklaşımlarla ve
politikalarla geliştirilmesi gerekmektedir.
Yönetmeliklerin oluşturduğu yaptırımlar
mimarların müşteri ve yükleniciler
karşısında elini zayıflatmakta,
konut çözümleri ise sağlanması
gereken minimum gereksinmelerin
ötesine ulaşamamaktadır. Ekonomik
koşullanmalar, alan kaybetmeden
tekrarlanan konut birimleri, iklime uygun
gölgelenen mekanların tasarlanmasını
önlemektedir. Ayrıca, konut - komşuluk
ünitelerinde ortak kamusal alanlar, ara
geçiş mekanları, peyzaj düzenlemeleri,
kent mobilyaları ve sanatsal motiflerlerin
de eksiklikleri gözlemlenmektedir.
Geleneksel ‘mimarsız mimarlık’
örneklerinde ise günümüz mimarlığının
sağlayamadığı nitelikte konut örneklerine
spekülatif rekabet, kentlerimizin
yaşam alanlarında kar marjı güden bir
yapılaşmaya yol açarak konut tasarımında
oldukça sorunlu bir süreci başlatmıştır.
Yeni konutlarla alışageldiğimiz evlerin
tipolojileri arasındaki ilişkisizlik, kültürel
üretim süreçlerinde ortaya çıkan paralel
bir atlamanın belirtilerini göstermekte ve
yaşanmamış bir dönemin sancısını bizlere
anımsatmaktadır.
Sosyo-kültürel durumlara göre tercih
edilen konutlar, kullanıcı ile eşleştirilerek
incelendiğinde ise çelişkili sonuçlar
ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda,
iki tür belirgin sorun gözlenmektedir.
Ülkemizde ortaya çıkan birincil sorun,
en düşük gelir grubundan kaynaklanan
ve konut kavramsalını ‘kendisine ve
ailesine sadece bir barınak’ aramaya
indirgeyen düşünce biçimidir. Konut
edinme sorununa bakıldığında, bireylerin
konut hakkı, onları gelecek nesiller
ve kara günler için yatırım yapmaya
yöneltmektedir. Öte yandan mimarlığın
+
CMYK
rastlamaktayız. ‘Avlu – havlı’, ‘sundurma
–sündürme’ gibi yerel kültürün yaşam
tarzını yansıtan, iklimi doğayı evlerimizle
içine alan mekanlar yok olmaktadır.
Bu olumlu öğelere, aile nüfusu ya da
kazancı arttıkça eklenen esnek tasarım
ölçütü de eklenirse, monotonluk ve tek
tip seri üretime karşıt olarak, esnek
gelişebilir konut tasarım kavramı yeni
konut tipolojilerine iyi bir esin kaynağı
oluşturabilir. Üçünçü Milenyumda dikkat
çekilen ekolojik mimarlık ilkelerine uyumlu
yerel malzeme ve inşaat tekniğinin
yeniden düşünülmesi ise sürdürülebilir
söylemlerde sık sık ortaya konulmaktadır.
Çoklu konut projelerinin seri üretiminde
tekrarlayan tiplemelerin kaçınılmazlığına
rağmen mimarlar, meslek heyecanı gereği
‘düş ve yaratı’ların peşine düşmektedirler.
Firma başarısı için öne sürülen sloganlar,
konutların niteliği ile tasarlanan yaşantı ve
imgelerin örtüşmesi, o toplumu oluşturan
bireylerin eğilimlerini araştırarak, düşsel
portföylerini geliştirme sorumluluklarıyla
olasıdır. Böylelikle, çevremizde bulunan
yaşam stilleri, iklim özellikleri, inşaat
tekniklerinin anlamlı yorumlamaları ile
yeni yaşam çevrelerinin daha duyarlı
bir şekilde tasarımı mümkündür. Bu
anlamda, çevremizde az sayıda da olsa,
kopyalamadan daha özgün biçimde
tasarlanmış çağdaş yaşam biçimi
ve geleneksel mekan çözümlerinin
birlikteliğinin özümsendiği farklı
yaklaşımlarda tasarlanmış başarılı konut
örnekleri de görebilmekteyiz ve görmekte
devam etmek istiyoruz.
DEVAMI SAYFA 10’DA>>
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ /18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
10 DOSYA
Hera-C
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
DOSYA VI: Konut/Sorun/Sorunsal ……KONUT SORUNU, KONUT
SORUNSALI
Yaşam, Yaşam Kalitesi: Konut Ve Konut Çevrelerinde Kalite
“Bir dost ‘Seçenekler ömrü uzatır.’ dedi
ve şöyle devam etti: ‘...insanoğlu birşeyler
arasından seçim yaparken var olduğunu
hisseder.’ ‘’
Bu yazıyı hazırlarken, Sayın Prof.Dr.Nur
Esin’in, bir söyleşi yazısında aktardığı bu
dost sözü yolumu aydınlatıverdi birden.
(1) Hani ‘Hızır’casına, yaşantınızın zor
anlarında birden beliriveren bir yardım eli
gibi.
Yaşantımızın hemen her anında seçimler
yapıyoruz, yapmak zorunda kalıyoruz.
Bazen de seçeneksiz bırakılıveriyoruz,
başkalarının ürettiği seçimler sonucunda.
İşte o zaman, ‘var olduğumuzu’
hissetmemiz çok güçleşiyor.
O halde, yaşamımızın, sunulan
‘Seçenekler’ arasından yapılan
‘Seçimler’ e bağlı olduğunu söylemek
hiç de abartı değil. Eğer seçenekler ve
seçimler insan yaşamında bu denli önemli
ise: ‘Seçenekler nasıl ve kimler tarafından
oluşturuluyor?’, ‘Ne niteliğe sahip
seçenekler?’, ‘Neye göre seçim?’
Yaşam, Kalite, Yaşam
Kalitesi
Her seçim bir hedefe yönelik olarak
yapılır.İnsanoğlunun ilksel ve öncelikli
hedefi, diğer bütün canlılar gibi, yaşamını
sürdürmektir. 21. yy. insanı için bu hedef
artık:’Yaşamı KALİTELİ sürdürmek’
olmuştur. Öyleyse, seçimlerimizi belirleyen
ana ölçüt, yaşamda ‘KALİTE’ ye ulaşmak
ve geliştirerek, sürdürmektir.
İnsanoğlu için bu denli önemli olan
‘KALİTE’ kavramı “hata yapmamak/
yapılmasını önleyebilmek” ve
“mükemmele ulaşma isteği” nden
kaynaklanmış olup, standart bir tanımı
yoktur: Kalite anlayışı birey/kullanıcı
özelliklerine ( Beşeri:fizyolojik/psikolojik;
çevresel: fiziksel:doğal/yapma; sosyokültürel, ekonomik, politik,vbg.) bağlı
olarak değişebilen, farklı gereksinim ve
beklentileri doğrultusunda şekillenebilen,
öznel bir kavramdır; onun kullandığı
üründen her açıdan memnuniyetini
sağlama amacına yöneliktir. Özetle,
Kaliteli Kentsel Yaşam?
KALİTE, kullanıcı MEMNUNİYETİnin
ölçüsüdür.
Nesil Baytin
özetleyen ‘Doyum alanları’ nı saptayan
birçok gösterge oluşturulmuştur. İlginç
olan, bu göstergelerin tümünde ‘Ekonomik
durum’ la ilgili doyum alanının- toplumda
yerleşik genel kanının tam tersine- en
son sırayı alması ve böylece, Dünya
Sağlık Örgütü’nün saptamalarının
doğrulanmasıdır.
‘Yaşam’ ve ‘Kalite’ kavramlarını biraraya
getiren ‘YAŞAM KALİTESİ’ hakkında
çeşitli tanımlar yapılmıştır: Dünya Sağlık
Örgütüne göre: “Hedefleri, beklentileri,
standartları, ilgileri ile bağlantılı olarak,
kişilerin, yaşadıkları kültür ve değer
yargılarının bütünü içinde durumlarını
algılama biçimi” olup, laboratuar
işlemleriyle, nesnel ölçülebilecek bir
nicelik değil, öznel olarak yaşanan
bir niteliktir.(2) Shin ve Johnson,
yaşamın tüm alanlarını kapsayan
tanımlamalarında yaşam kalitesini; bireyin
isteklerini gerçekleştirmesi, etkinliklere
katılması, kişisel gelişim olanaklarından
yararlanması, nitelikleri bakımından yeterli
kaynaklara sahip olması ve bu kaynakların
sosyal karşılaştırmalar yoluyla yeterli
bulunması” olarak ele alır.(3)
Bu göstergelerde ‘Konut’, sağlık ve
aile yaşamının hemen sonrasında,
bireylerin genel yaşam kalitesi, ‘Konut
çevreleri’ ve ‘Kentsel’ yaşam kalitesi’
nin ana belirleyicilerinden biri olarak yer
almaktadır. “Kentsel Yaşam Kalitesi’’,
dar anlamıyla: ‘Toplumsal, ekonomik ve
mekânsal öğeler açısından kent tanımına
giren yerlerde, kentsel alt yapı, iletişim,
ulaşım, konut ve benzeri olanakların
sunulma düzeyinin önceden belirlenen
ölçülerin üstünde olması’ durumudur
Geniş anlamıyla ise: ‘Toplumsal, kültürel,
siyasal öğe ve süreçleri de içerir;...kentin
sunduğu olanak ve fırsatlardan...bireylerin
eşit, dengeli, gereksinimleri oranında
yararlanması, eğitsel, sanatsal, ekinsel,
siyasal etkinliklere, süreçlere etkin biçimde
katılabilme olanaklarına sahip olabilmesi
söz konusudur.’ (5)
Yaşam kalitesi, günlük konuşma dilinde
yaygınlıkla kullanılan, ‘Özsaygı, İyilik hali,
Mutluluk, Sağlık, İtibar, Yaşamın önemi’
gibi farklı terimlerle ifade edilen anlamları
birarada taşımaktadır.(4)
‘Kalite’ kavramının yorum ve uygulanışının
bireyin kişisel özellikleri çerçevesinde
şekillendiği gerçeği, bazı birey/ topluluk/
bireylerin oluşturduğu/yönlendirdiği
sistemlerin ürettiği ve sunduğu
seçeneklerin, onların kendi kalite anlayış
düzeylerine koşut olarak, ‘Yaşam kalitesi’ni
yükseltmeye yönelik olmayacağını
doğrulamaktadır. Dolayısıyla, seçenekler
arasında seçim yaparken ölçütümüz
’YAŞAM KALİTESİ’ ne ulaşmak/ulaştırmak
olmalıdır. Çünkü yaşam kalitesini
yakalamış insan iç dünyasında huzurludur;
bu huzurdan aldığı gücü dış dünyasında
da yararlılığa yönelik kullanır; böylelikle
toplumun yaşam kalitesine de olumlu
katkısı olur.
Konut
- Bireyin yalnız kendisine ait ve kendisinin
de ona ait olduğu (AİDİYET-AİT
OLMA: Beşeri,sosyo-kültürel), --Kendisini ve sosyo-ekonomik konumunu
ifade ettiği (SEMBOLİK-Beşeri
ve,sosyal,kültürel,ekonomik),
- Kendisi ile, özgürlük ve seçim hissi,
kişisellik ifadesi, estetik değer yargılarını
yansıtması açısından kimliksel olarak
bütünleştirdiği (KİMLİKLENDİRMEBeşeri,sosyo-kültürel,fiziksel),
- Özel yaşamını geçirdiği, mahremiyet ve,
egemenlik sınırının belirleyicisi olduğu ve
kontrol etme gücünü aldığı koruyucu bir
sığınak olma (BARINAK-Fiziksel,beşeri,
sosyo-kültürel),
- Fiziksel çevrede yer edinme/yerleşiklik
ifadesi/ilan etmesi görevi taşıma (YERFiziksel) gibi karmaşık ve biribiriyle içiçe
algılanan çok sayıda özellik ve önemi
içermektedir.
Herbiri tek tek önemli olan birçok bileşenin
(Fizyolojik ve maddi iyilik hali, yaşama
doyumlu katılımı sağlayan fiziksel: doğal/
yapma çevreler, hak ve fırsat eşitliği,
vbg.) oluşturduğu bir bütün olan ‘Yaşam
kalitesi’, birinin bile eksikliği halinde
zedelenir. Araştırmalar sonucunda,
insanların mutluluk ve doyum duygularını
‘KONUT ÇEVRESİ’ ise, konutu
sarmalayan ‘Komşuluk birimi’
ve ‘Toplumsal çevre’ yi (sosyokültürel/ekonomik) ve bireyin bu
çevrelerle beşeri,fiziksel,sosyal ilişkisini
kapsamaktadır. Konut ve çevresinin,
bireylerin gereksinmelerini, memnuniyet
ve doyum sağlayarak karşılaması, onların
ve giderek toplumun yaşam kalitesi ve
genel sağlık düzeyinin yükselmesi için bir
‘Vazgeçilmez’dir.
Bu nedenle, birey ve topluma
‘SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM KALİTESİ’
sunmak hedefine yönelik konut alanlarının
oluşturulması (yeni konut yerleşmelerinin
geliştirilmesi ve varolan konut stokunun
iyileştirilmesi) için, olmazsa olmaz
‘Amaçlar bütünü’ geliştirilmelidir. Birleşmiş
Milletler İnsan Yerleşmeleri Habitat
Gündemi’nin aşağıda sıralanan temel
amaçları bu konuda belirleyici olabilir:
• Sağlık ve yaşam kalitesi
• Çevresel sürdürülebilirlik
• Ekonomik ve sosyal canlılık
• Katılımcı yönetim (6)
Geliştirilen ‘Amaçlar bütünü’
doğrultusunda, ‘Arzu edilen’ yaşam
kalitesinin sağlanmasına yönelik ölçütler
saptanması gerekmektedir. Bu ölçütlerin
geliştirilmesinde, başta kullanıcı (birey/
bireyler/komşuluk ünitesi üyeleri) olmak
üzere konuyla ilgili tüm aktörlerin ( yerel
yönetimler, üniversiteler,meslek odalarımimarlık, kent planlama, vbg.) ortak
ve bütüncül katılımı, gelecek nesillere
bırakma sorumluluğunu taşıdığımız
‘KALİTELİ YAŞAM ÇEVRELERİ’nin
belirleyicisi olacaktır.
Her türlü çevrenizin sizlere KALİTELİ
YAŞAM SEÇENEKLERİ sunması dileği
ile.
Yararlanılan Kaynaklar
•(1) http://nuresin.blogspot.com/2010/03/
secenek-omru-uzatir.html
•(2),(3),(4) ZORBA, E.: “Yaşam Kalitesi ve
Fziksel Aktivite” 10Th. International Sports
Sciences Congress, ss: 82-85.
•(5) http://tr.wikipedia.org/wiki/Ya%C5%9Fam_
kalitesi
•(6) http://www.planlama.org/new/imp/konutve-yasam-kalitesi.html
-http://www.itudergi.itu.edu.tr/tammetin/
itu-a_2006_5_2_OL_Kellekci.pdf
AAAH,DOĞA!!!!
Siz,sayın kullanıcı,bu resmin neresinde
Başlık:Kuzguna yavrusu ANKA görünür
Kaynak:http://www.mersinmimar.com/architect/2009/12/22/
Kaynak: http://www.mersinmimar.com/architect/2009/12/22/
Kaynak: (http://rasityakalikarikaturokulu.blogspot.com/
Kaynak: (http://rasityakalikarikaturokulu.blogspot.com/
mimarlarin-ortak-dilicizgi.html
mimarlarin-ortak-dilicizgi.html
2009_10_01_archive.html)
2009_10_01_archive.html)
olmak isterdiniz? -
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
KENTİN TADI TUZU
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
11
Şebnem HoŞKARA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
KAMUSAL AÇIK MEKANLAR CENNETİNDEYİM GALİBA : BİZİM
KENTLERİMİZ İÇİN İYİ DİLEKLERİMLE...
Londra`ya her gelişimde aynı duyguları
yaşarım ama galiba bu sefer daha
fazla etkilendim. Londra`da sokaklar,
meydanlar İtalya`daki ya da başka Avrupa
kentlerindeki gibi çok fazla tanımlı, üç
boyutlu, kapalılık hissi veren ortaçağ kent
mekanları gibi değil… Kasvetli de değil…
Hava koşullarının çoğu kez olumsuz
olmasına karşın, canlı, cap-canlı, sürprizli,
insan dolu, etkinlik dolu. Londra`da
sokaklarda yürürken ansızın bir kamusal
kent mekanı çıkıyor karşınıza. Yeşiliyle,
tasarlanmış zemin dokusuyla, çağdaş
görünümlü binaları ve detaylarıyla, varsa,
restore edilip yeniden kullanılmakta olan
tarihi binalarıyla, geçerken içinden geçip
gitmek değil, kalıp zaman geçirmek,
hissetmek, yaşamak isteyeceğiniz türden
kentsel mekanlar bunlar.
planlama, yapım, uygulama ve denetim
düzeni de bunu destekler nitelikte.
yapan ve politikalar üreten bir birim (4)
daha mevcut.
Kentte, doğrudan Londra Belediye
Başkanına bağlı çalışan Design For
London (Londra İçin Tasarım) adlı,
küçük, esnek bir çalışma ekibi mevcut.
Danışmanları arasında, Belediye
Başkanı’nın Mimarlık ve Kentsel
Tasarım Baş Danışmanı olan mimar
Sir Richard Rodgers’ın da bulunduğu
Design For London, kentin tasarım ve
gelişme sektöründeki ilgili kişi, kurum
ve kuruluşlarla işbirliği içinde, Londra’yı
yerlileri için daha iyi yaşanabilir ve daha
iyi çalışılabilir, ziyaretçileri için de daha
çekici bir kent yapma yolunda, mimari ve
kentsel tasarım projeleri üretip uyguluyor /
uygulatıyor. Kentin daha refah, ulaşılabilir,
bağlantıları güçlü, ve çevresel olarak
Tüm bu (ve belki de daha isimlerini
bilemediğimiz diğer) birimler, kentteki
mimari ve kentsel mekan kalitesini
artırmak üzere projeler üretilmesine
yönelik çalışmalar yapmakta, yapılan
çalışmaları denetlemekte ve takip etmekte.
Tabi bu durumda, ortaya çıkan mimari ve
kentsel çevreler de, haliyle daha kaliteli,
daha yaşanabilir ve daha kullanıcı-dostu.
Peki biz bütün bunları – çağdaş kentsel
mekanları, yüksek kaliteli binaları, daha
iyi görünümlü ve kullanımı kolay kamusal
açık alanları - sadece, müthiş bir nüfus
zenginliği ve yoğunluğu yaşayan, Londra
gibi metropolitan kentlerde mi bulabiliriz,
Londra’dan kent mekanları - Barbican
Her mekanda bir aktivite.. Müzik; yürüyen,
koşuşan, çimlerde yatan insanlar; araba
şovları; paten kayan gençler; bisiklet
süren ya da çimlerde emekleyen çocuklar;
banklarda oturan, yemek yiyen, birşeyler
içen yaşlılar, gençler… Ne ararsanız, kimi
ararsanız var… Hem kullanım hem de
kullanıcı zenginliği sunuyor bu mekanlar
size. Tabi hem de tasarım olarak çağdaş
bir fiziksel estetik zenginlik.
Mekanların tasarım değeri, sadece
dış mekanın, açık alanın tasarım
zenginliğinden kaynaklanmıyor tabi. Bina
tasarım ve inşaat kalitesi de var işin içinde.
Zaten kamusal açık alanları sınırlayan
ve tanımlayan dış çeperler, binaların
dış cepheleri değil mi? Bu mekanların
yüksekliklerini ve üst tavan formunu, yine
binalarin yükseklikleri ve çatı çizgileri
vermiyor mu? Londra`da özellikle son
yıllarda inşaa edilen binalar, konut ya da
kamusal bina ayrımı olmaksızın, bir dünya
kenti olma çizgisini takiben, yüksek mimari
değerlerle tasarlanıyor görüşündeyim.
Zaten, kentteki tüm imar kuralları,
yapılanmaya giderek, oluşturacakları
danışma, denetim ve uygulama
birimleriyle, farklı ve daha çağdaş bir yerel
yönetim anlayışına geçemezler mi?
Binaların kalitesini ilk etapta geçtim –
bundan sorumlu bir de Meslek Odamız ve
KTMMO Birliğimiz var ve bu ayrı bir yazı
konusu – ama en azından kamusal açık
alanlarımızı daha kaliteli tasarlayamaz
mıyız? Biz Mağusalılar, siz Girneliler,
Lefkoşalılar, Lefkeliler, Güzelyurtlular…
ve tüm Kuzey Kıbrıs yaşayanları, böyle
çağdaş mekanları ve çağdaş anlayışları
hak etmiyor muyuz?
Yaklaşık üç hafta önceki yerel seçimler
sonrasında seçilerek, önümüzdeki
dört yıl için yenilenmis olan yerel
yönetimler döneminde, yaşam kalitemizi
Londra’dan kent mekanları - Trafalgar Meydanı
yoksa bu türden kamusal açık alanlara
ulaşmak heryerde mümkün mü?
daha sorumlu hale getirilebilmesinde,
mimarlık ve kentsel tasarımın en gerekli
araçlar (ve dolayısıyla mimarların ve
kentsel tasarımcıların gelişim sürecinin
vazgeçilmez bir parçası) olduğuna
inanan Design for London, `iyi tasarım`ı;
çevresel performansta yüksek standartları
yakalamayı; sürdürülebilirliği; okunabilir,
ulaşılabilir, ve demokratik sokak ve kent
mekanlarını; alanlarında en başarılı
tasarımcıları; iyi uygulamalar çevresinde
gelişen yaratıcılığı ve araştırmaları;
tasarım ve planlamada katılımcı anlayışı;
ve geniş kapsamlı mekansal düşünceyi, en
önemli değerler olarak savunuyor. (1, 2)
Bunun dışında ayrıca, Londra
Gelişme Ofisi (London Development
Agency) adında, yine Londra Belediye
Başkanlığı’na bağlı olarak çalışan,
kentin ekonomik sürdürülebilirliğinden
sorumlu bir başka birim (2, 3) ile Kentsel
Tasarım Londra (Urban Design London)
adında, yapılaşmış çevre için proje
üreten profesyonellere kaliteli çevreler
tasarlayabilmeleri konusunda danışmanlık
Örneğin, yoğun araç trafiği yanında,
özellikle üniversiteli gençlerin bulunduğu
dönemlerde, yoğun bir yaya akışını da
barındıran Gazimağusa Salamis yolunda;
yaya yolları / kaldırımlar, yeterli genişliğe
sahip olarak, iyi işçilikle döşenmiş çağdaş
zemin malzemesiyle, özel tasarlanmış
-otobüs durakları, aydınlatma ve oturma
elemanları, çöp bidonları gibi- sokak
mobilyalarıyla `kullancı-dostu` olarak
tasarlansa, Londra`dakilere benzer çağdaş
bir kentsel-kamusal mekanımız olamaz
mı?
destekleyecek yeni yönetim, denetim
ve tasarım anlayışları ile, daha çağdaş,
yaşanabilir ve kullanıcı-dostu kentsel
kamusal mekanlara ulaşabilmemiz
dileklerimle…
Şebnem Hoşkara
Kaynakca:
(1)
www.designforlondon.gov.ukHoskara,
S., “Londra Mimarlık Festivali’nden İzlenimler”,
Yapı, No 322, Eylül/September 2008, s. 80-86
(2)
www.lda.gov.uk
(3)
www.urbandesignlondon.com
Ya da Belediyemiz (ve ülkedeki tüm
Belediyeler), daha çağdaş bir örgütsel
+
10. Sayı için düzeltme: Geçen sayımızda yazmış olduğumuz “kent mekanı ile en
iyi ilişki kuran kamusal bina” yarışmasında birinci olan Büyük Han binasını, Elda
Istillozlu - Nesil Afşin grubu yanında ayrıca Nurbanu Tosun Soyel arkadaşımız da
önermişti. Yazı içinde Nurbanu arkadaşımızın ismi geçmemişti. Bu sayıda bunu
belirtmeyi bir borç biliriz.
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
12 AL GÖZÜM SEYREYLE
Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Resmiye A.Atun
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
[email protected] [email protected]
“Uluslararası Kariyer İçin”
ÇATIŞMA, UZLAŞI VE DÖNÜŞÜMÜN KESİŞTİĞİ KENT: BELFAST
Turizmin,
ülkelerin ve kültürlerin sahip
olduğu doğal, sosyal ve kültürel herşeyi
kural tanımaz bir şekilde tükettiği
bilinmekle beraber bu furyada, yakın
geçmişteki bir iç savaşın, bundan
sağ çıkmış kanıtlarıyla; öyküler, anılar,
mimari ve kentsel karakterler olarak
yer aldığını görmek çok etkileyici.
Resmiye Alpar Atun akıcı bir dille
günümüz Belfast’ından işte böyle bir
resim veriyor bize. Yazı, kente ait temel
turistik bilginin ötesine geçmekte,
geçmişte yaşananları unutulmaması
ama yine de sıradanlaşmasının;
acılı gerçekliğin her iki tarafa da ait
olduğunun sergilenmesinin ve aslında
toplumun dünya önünde kendiyle
hesaplaşması ve hesap vermesinin
önemini vurgulamakta. Bütün bunlar
için turizm aslında en sivil ve barışçıl
bir ortam sunuyor. ‘Unutmamak aslında
bir daha yaşamamak içindir’ diye
düşündürtüyor….. Yine de bu yazıda
Belfast bir korku filmi değil olsa olsa bir
‘Reality Show’ platosu…
Turkan Ulusu Uraz
Kuzey İrlanda’nın başkenti ve aynı
zamanda en büyük şehri Belfast, büyük
bir liman kenti olarak başlıca ulaşım
ve en önemli sanayi merkezi. Etnik
çatışmanın şekillendirdiği duvar ve tellerle
örülü kent dokusu hüzünlü geçmişi
sergilerken, aynı zamanda kentin geleceğe
dönük yüzü olarak; “kentsel dönüşüm
mücadelesi adına geçmişten geleceği inşa
etmek…” söylemiyle yeniden karşımıza
çıkıyor. Ve sonunda, Belfast kıyılarının
dönüşüm projesi, Avrupa’nın en başarılı
uygulamaları arasında.
Kent 1177`de kurulmuş, 1888’de
Kraliçe Victoria tarafından kent statüsü
verilmiş. Büyüyen keten endüstrisi ile
birlikte 19. yy`da hızlı bir kentleşme
süreci yaşanmış, her ne kadar sonu iyi
olmamışsa da kent için bir gurur kaynağı
olaran ‘Titanik’ gemisi burada inşa
edilmiş ve denize 1912 yılında buradan
indirilmiş. 1950’lerin sonrasında endüstri
faaliyetlerindeki gerileme ve ortaya çıkan
sivil gerilim (the troubles), 1968’de Kuzey
İrlanda’da Protestanlar ile Katolik azınlık
arasında çıkan bir dizi anlaşmazlıkların
sonucunda, bombalı saldırılara ve silahlı
çatışmalara dö¬nüşerek, Belfast’ta yaşamı
önemli ölçüde etkilemiş. 1970’lerden
sonra ekonomik yavaşlama ve kent
dışına göçlerin artışı ile birlikte şiddet
eylemleri devam etmiş. 1980’lere kadar
süren çatışmalar, 1994 yılında ilan
edilen ateşkes ve 1998 yılındaki Belfast
anlaşması ile birlikte sonunda kalıcı bir
uzlaşı sağlanmış.
Bölgede şiddetin durdurulması, ekonomik
kalkınmayı da beraberinde getirmiş,
eskiden marjinalliğe mahkûm edilen
militanların toplumla bütünleşmesini
hedefleyen sosyal politikalarla, toplumsal
birlik sağlanmaya çalışılmıştır. Geliştirilen
ekonomik politikalarla da Kuzey İrlanda
halkının en büyük sorunlarından olan
işsizliğin azaltılması, çatışma yaratacak
olası bir potansiyeli de zayıflatmıştır.
Geçmiş ise teatral bir dekor şeklinde
korunup, yaşananlardan alınması gereken
dersleri hatırlatır nitelikte bu dönüşüme
eşlik ediyor artık….
binaların üzerindeki grafiti ve semboller
size hangi alanda olduğunuzla ilgili
bilgi veriyor. Belfast’da yaşayanlar
kentin bu mekansal ayrışmış yapısını
iyi biliyor. Her ne kadar eskiden bunu
bilmek kendinizi korumak anlamında
gerekli ve kaçınılmazdıysa da bugün
bu ayrışma, kent dokusunun bir
parçası olarak kanıksanmış ve kente
gelen turistler için ise bir ‘özgünlük’ ve
bir merak konusu. Bunun sonucunda,
temel turizm politikaları, bu ‘imajın’
turizm odaklı pazarlanmasına yönelik
olarak kurgulanmış. Turistik bir gezinin
olmazsa olmazı olan kent turları size
kentin çatışma ve savaş sürecinin bir
özetini rehber eşliğinde yaşatılmasını
vaat ediyor. Turun yarısında katolik
diğer yarısında ise protestan
rehberden ‘karşı tarafın’ çatışma
sürecindeki ‘rolünü’ dinliyorsunuz. Tabi
ki son derece ‘taraflı’ bir bakış açısıyla.
Katolik ya da protestan bölgelerinde
ilerlerken bunları birbirinden ayıran
duvar boyları ve ziyarete açık anıt
mezarlar ana çekim noktalarını
oluşturuyor. Protestan bölgelerini,
protestan bir rehberle gezip, duvarlara
kazınmış olaylar (yani katoliklerin
nerede, kaç kişiyi nasıl öldürdüğü)
anlatılırken, daha sonra turun
yarısından sonra katolik rehberle yola
devam ettiğinizde benzer hikayeleri
dinliyorsunuz, ama bu kez kötü adam
aktörler, protestanlar oluyor...
Son 15 yıldaki ekonomik büyüme
ve kararlılık, kentin aldığı iç göç, ve
bunların yanısıra dini ve etnik ayrışmanın
durulması, kentin yeniden yapılanması
adına kentsel dönüşüm projelerini
gündeme getirdi. Hüzünlü geçmişi
simgeleyen parçalı doku korunurken,
kent kimliğinin yeniden ortaya
çıkartılmasına yönelik geliştirilen Belfast
kıyılarının dönüşüm projesi ve bu amaç
doğrultusunda nitelikli mimari ve kentsel
mekânların yaratılmasına yönelik projeler
hayata geçirildi.
Kentin bir gerçeği olan farklı karakterdeki
katmanlar bugün belediye ve planlama
ofisi tarafından da bir potansiyel olarak
kabul edilmiş ve kentin geleceğine
yönelik düzenlemeler bu doğrultuda
gerçekleşmiştir. Bu anlamda, Etnik Alanlar;
mekansal ayrışmanın göstergesi duvarlar
tarafından şekillenen ve genellikle düşük
gelir grubunun yaşadığı alanlar olarak
tanımlanmıştır. Nötr alanlar; genelde
kent merkezi ve nehir boyunda yer alan
eğlence, konut, alışveriş gibi kullanımların
yer aldığı kentin güven veren modern yüzü
olarak ifade edilmiştir. Paylaşılan alanlar;
uzlaşıyı teşvik eden farklılıkların bir arada
yer aldığı ortak kullanımlarla şekillenmiştir.
Kozmopolit alanlar ise, karakter olarak
daha fazla uluslararası çekim merkezleri,
bölgesel ayrışmaları içinde barındırmayan
yeni gelişmekte olan bölgeleri, nehir
boyunu ve kentsel dönüşüm projelerini de
içermektedir.
2002’li yıllarda ortaya atılan ve
insanların “savaş”, “savaş alanları”
veya benzeri trajik olaylara olan
ilgisini bir pazar olarak gören ve
işleyen turizm türü ‘Dark Turizm’
olarak tanımlanıyor. Dark turizm, iki
önemli olayla ilişkili olarak gündeme
gelmiş. Biri, II. Dünya Savaşı sonrası
Auschwitz-Birkenau’ya ve ikincisi,
John F Kenedy’inin öldürülmesinin
yeniden canlandırıldığı Dallas’a olan
ilgi. Bu farklı turizm yaklaşımına,
ziyaret edilen yeri daha çok, ‘geçmişin
yeniden canlandırılması ve bunun
seyri’ olarak algılamayı tercih eden
günümüz turisti oldukça fazla rağbet
ediyor. Bağlı olarak da literatürdeki
yerini çoktan almış görünüyor...
Kuzey İrlanda dark turizm açısından
oldukça popüler bir örnek. Ülkedeki
politik durumun kırılganlığı, bakış
açısına ve kişiye göre yeniden
kurgulanan geçmişin yorumlanması
ve aktarılması; bir kesim tarafından
Turizme bakıldığında ise özellikle son
10 yılda Belfast daha özellikli bir sektör
gelişimi sergiler. Kentin geleceğe
dönük yüzü ve geçmişi yanyana,
oldukça özgün bir duruş ortaya koyar.
Turizm acentaları, kent turlarını ‘Savaş/
Çatışma/Ayrışma/Birleşme’ söylemi
üzerine kurgulayıp, hatta bunu bir ilgi
çekme aracı olarak kullanırlar. Bu aynı
zamanda, geçmişteki problemlerin de
artık o kadar derin boyutta kalmayıp,
bir pazarlama stratejisi kapsamında
iki tarafın da ortak ‘kazanımları’
doğrultusunda yorumlanabileceğini
gösteriyor.
Bugün hala ‘girilemeyen bölgeler’
kalmamışsa da geçmişin gettolarını
ayıran mevcut duvarlar ve teller
toplumsal belleğin kaybolmaması
adına özenle korunuyor. Bölgeler,
Katolik veya Protestan olarak ayrışmış
ve gerek bayraklar gerek duvar ve
Belfast’dan manzaralar
yüceltilen savaş kahramanlarının diğer
kesim tarafından katillikle suçlanan
caniler olarak nitelendirilebilmesi son
derece olağan görünüyor. Aslında
savaş söylemi ve barış diyalogları
arasındaki geçişler savaş turiziminin
varlığını ve sürdürülmesini sağlıyor.
Bugün turizm acentaları resmi ve
güvenli seyahat imkanları ile Belfastı
bir açık hava savaş müzesi olarak
tanıtıyorlar. Peacelines (eski çatışma
bölgelerini ayıran sınır boyları) artık
karşılıklı deneyimlerin paylaşıldığı
bir ilan panosu görünümünde. Bu da
kente ait kültürel bir olguya çoktan
dönüşmüş durumda.Turizm aslında
barış sürecinin bir yan ürünü olarak
değerlendirilebilir, artık günümüzde bir
espiri anlayışının da ürünü; özellikle
yerli insanların farklılık ve karşıtlıklarını
politik slogana dönüştürmeden
birbirleri ile diyalog kurmalarının
bir arayışı olarak da görülebiliyor.
Bütün bunlar bir turizm potansiyeli ve
Belfast’ta art niyet şüphesini aşıp hatta
gülümseyerek izlenebilen grafitiler
yoluyla da ortaya konmuş…
Bugün birçok açıdan Belfast herhangi
bir orta ölçekteki endüstri sonrası
kentinin yaşadığı sorunlarla başa
çıkmaya çalışan tipik bir 21. yy kenti
olarak nitelendirilebilir. Ancak benzer
birçok kentten farkı: Yaşanılan etnik
çatışma ve ayrışmaların fiziksel çevreyi
yeniden şekillendirmedeki etkisi
ve bunun kentin ruhuna başarıyla
işlemesi. Bu nedenle, bütün kasvetine
ve yaşanılanların ağırlığına rağmen
kentle bir bağ kurabiliyorsunuz.
Bunu belki de ‘gerilimli’ başka bir
coğrafyadan geldiğimiz için biz
yapabildik, bilemiyoruz. Ne var ki,
belirli bir süreden sonra Belfast, ağır
ve hüzünlü turizm objesi olmaktan öte,
geri plandaki trajik geçmişin bugün
değişip, dönüşen farklı katmanlarıyla,
özgün bir sentez olarak ortaya çıkışı ile
algılanıyor. Başta oldukça zor anlaşılan
ama sonunda kulağımıza daha
melodik ve hoş gelmeye başlayan
İrlanda aksanı, burası ile özdeşleşen
Guiness birası ve bölgedeki sayısız
geleneksel ‘İrlanda Barları’,
turistlerin olduğu kadar yerli halkın da
sosyalleşme mekanları durumunda.
Katolik, Protestan herkesin buluşma
mekanı, burada herkes espiri, sohbet
ve guiness’le “Irish”.
Resmiye Alpar Atun
Belfast’dan manzaralar
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
PROVO- ETK İNLİK
13
Beril Özmen Mayer konuk yazar: Işıl RuHi
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
[email protected]
IHLAMURLAR ALTINDA MİMARLIK TARİHİ: EAHN 2010
Provo-Etkinlik Yaz aktiviteleri için özel
olarak ve sıcağı sıcağına hazırladığımız
bu sayfamızın konuk yazarı, ODTÜ
Mimarlık Fakültesi ve Milano Politeknik
Bina ve Çevre Teknolojisi Bölümü’nde
doktora öğrencisi olan genç arkadaşımız
Işıl Ruhi.. Kendisi bize teşekkürlerimizle
mimarlık tarih ve kuramına ilişkin ilginç
bir konferansdan izlenimlerini aktaracak.
Beril Özmen Mayer
Avrupa Mimarlık Tarihi Ağı / European
Architectural History Network / EAHN’nin
17-20 Haziran 2010 tarihleri arasında,
Portekiz’in Guimarães kentinde
düzenlenen ilk uluslararası konferansını
sizlere aktarmaya çalışacağım.
Universidad da Minho’nun ev sahipliği
yaptığı konferans, 20 oturum ve 5 yuvarlak
masa toplantısı ile 5 kıta, 17 ülkeden
150’den fazla konuşmacı ve oturum
yürütücüsünü 3 gün boyunca antik ve
ortaçağ mimarisinden erken modern
döneme kadar uzanan tartışmaların yer
aldığı bir ortamda birleştirdi. Gündüz
ve öğleden sonra olmak üzere paralel
oturumlar ve davetli konuşmacıların
sunumları ile süren ve 4. gündeki mimari
gezileriyle renklenen konferanstan
izlenimlerimi ve gezi günlüğümü buraya
taşıyorum.
Rota Porto’ya 50 km uzaklıkta olan
Guimarães. Porto’dan otobüs ile yaklaşık
45 dakika, trenle ise 1 saat süren bir
yolculuk sizi 9. yüzyılda temelleri atılan ve
tarihiyle birlikte yaşayan yaklaşık 52.000
nüfuslu Guimarães’e ulaştırıyor. UNESCO
tarafından 2001 yılında Dünya Miras
listesine alınan ve 2012 yılında Avrupa
Kültür başkentlerinden biri olacak olan
şehir daha ilk adımınızı attığınız andan
itibaren sizi var olduğunuz zamandan
kopartıp adeta bir ortaçağ şehrine taşıyor.
12. yüzyılda Portekiz’in doğduğu yer
olarak bilinen şehrin günümüze kadar
inanılamayacak derecede iyi korunmuş
mimarisi sizi bir anda sarıyor. Geleneksel
malzeme kullanımı ve yapım teknikleriyle
15. ile 19. yüzyıllar arasına tarihlenen
Portekiz mimarisinin zengin bina
tipolojilerini barından şehir merkezi, sizi
ıhlamur kokusunun peşinden koşturarak
kendini hissettiriyor ve halkın nasılda
günümüz yaşam biçimiyle yüzyıllar içinde
biçimlenmiş mimari arasında kurduğu
hayatı paylaşmanıza izin veriyor.
Konferansın ilk günü açılış konuşmaları
ve EAHN’nin en temel amaçlarından
birinin vurgusu: Akademik dünya ile halkı
birleştirmek. İlk katıldığım oturum ise
ODTÜ’den Elvan Altan Ergut ve Belgin
Turan Özkaya yürütücülüğünde ‘Authors
of Architectural History from the Ottoman
Empire to Nation-States’ – ‘Mimarlık Tarihi
Yazarları: Osmanlı İmparatorluğu’ndan
Ulus Devlete’ başlıklı oturumdu. 19. yüzyıl
ortası ve 20. yüzyıl başını kapsayan
kısa ama çok hızlı değişimleri içeren bir
dönemde mimarlık tarihi nasıl şekillendi
ve bu dönem tarih yazarlarını dönemin
şekillenmesinde rolü oturumun temelde
sorguladığı konuydu. Birçok tartışmaya
sahne olan oturum Sırbistan’dan, Yunan
adalarına kadar uzanan bir bölgede
ayrılma süreçlerinin yansıdığı mimarlık
ortamını derinlemesine irdeleme şansı
EAHN 2010’dan bir an
tanıdı. Ancak oturumda belki de eksik
kalan bir nokta geçmiş dönemlere ait
mimari konular vurgulanırken günümüze
yansımaları nasıl tartışılacağının eksik
kalmasıdır.
genç nesil için ufuk açıcıydı. Özellikle
1976 yılında Benjamin Franklin anısına
yaptıkları tasarımın temel aldığı ölçütleri
anlatırken, tarihin ve yaşanmışlıkların
nasıl tasarıma girdi sağlandığını anlatması
belki de bir açıdan post modern mimari
anlayışlarını ikna edici kıldı diyebilirim, tabi
en azından benim açımdan.
Konferansın ikinci günü, benim de
sunumumun olduğu Britt-Inger Johansson
tarafından yürütülen Fictionalising the
City - Kentin Anlatılması başlıklı oturumda
ise özelikle günümüz medyasının tarihi
şekillendirmekteki rolünü tartışıldı.
Televizyon dizileri, kitaplar, müzik eserler
veya sinema filmleri günümüzde yeni bir
turistik gezi anlayışı geliştirmesinin ya
da var olan turistik yerleri yeni bir açıdan
seyirciye sunarken çekildikleri ya da konu
ettikleri kentleri, mekanları anlattıkları
hikayeyle yeni bir yüz kazandırmasının
mimarlık tarihi açısından önemi vurgulandı.
Slumdog Millionaire’den, Asmalı Konak’a
ve oradan Venedik’e uzanan konularıyla
oturumun, sadece araştırma düzeyinde
kalmaması ve birebir halkla buluşan bir
tarih anlayışı içinde yeni konular ortaya
koyması, konferansın içinde ayrı bir yere
sahip olmasını sağladı. ‘Asmalı Konak’
dizisinin, çekildiği yöre yani Kapadokya
ve ilk konağın bulunduğu Mustafapaşa
kasabası üzerine olan etkisini anlattığım
konuşmam, Türkiye’deki dizi turizminin
gelip geçiciliğine dikkat çekerken, aslında
halkın bölgeye ziyaretlerinin sadece dizi
mekanları ve konuları odaklı geliştiğini
aktarmaya çalıştı. Bu nedenle de
ziyaretlerin bölgenin hem mimari, hem
de tarihi zenginliğini aktarmakta yetersiz
kaldığını ortaya koymaya çalıştı.
Davetli konuşmacılar dediğimde ilk
aklıma gelen Denise Scott Brown ile
Gülsüm Baydar’ın bir sohbet tadında
geçen söyleşisi oluyor. Denise Scott
Brown denilince tabi ki eşi Robert
Venturi ile beraber 20. Yüzyıl mimarisi
ve kent planlaması alanında uzun yıllar
süren çalışmaları aklına geliyor insanın.
Neredeyse 80 yaşına gelmiş olmasına
rağmen halen büyük bir heyecanla
bizlerle paylaştığı tasarım dönemlerine ve
kitap yazımlarına dair hikâyeleri ile kent
planlamasının ve özellikle küçük ölçekte
yaptıkları tasarımlarının temellerini nasıl
konumlandırdığını dinlemek özellikle
Konferansın belki de en can alıcı noktası
Antoine Picon’un kapanışta yaptığı ve
tüm oturumlarda ortaya çıkan önemli
konuları özetleyici konuşmasıydı. Bu
noktalardan bazıları tarih çalışmalarının
günümüzde tasarım süreçlerinden kopuk
olarak ilerleyen bir araştırma çizgisinde
oluşuydu. Mimarlık eğitiminin değişmez
bir parçası olan mimarlık tarihi derslerinin
öğrencilerin tasarım sürecinde aslında
pek de bir etkisinin olmayışı konferansın
birçok oturumunda tartışılan sorunlardan
biri olduğu söylenebilir. Bu nokta aslında
tüm oturumlar boyunca aklımdan
geçen bir soruydu. Evet, gerçekten çok
önemli bulgular sunuluyordu, ortaçağ
Avrupa’sındaki palazzolar, faşist dönemin
mimari yapılanma üzerinde etkileri, kadın
mimarların tarihteki yeri… Ancak tekrar
düşünülüp bakıldığında bu çalışmaların
günümüzde nasıl vuku bulması gerektiği
kanımca ucu açık olarak bırakılıyor.
Çağdaş mimari anlayışı içinde geçmişteki
örneklerin nasıl bir yer alması gerektiği
durumunun halen daha sorgulanması
gerektiği tartışılması gereken bir durum
oluyor. Mimarlık tarihi alanında yapılan
bu konferanslardaki dikkatimi çeken
bir durum aslında çok fazla kendi içine
kapanık bir kitleye hitap ediyor olması belki
de. Sadece bu alanda ilgilenen insanların
katıldığı bir ortam yerine günümüzde
tasarıma dair alanlarda çalışan bilfiil
tasarım yapan tasarımcıları da içine alan
bir ortam yaratması gerektiğini eklemek
isterim.
Işıl Ruhi
ODTÜ Mimarlık Fakültesi ve Milano
Politeknik Bina ve Çevre Teknolojisi
Bölümü Doktora Öğrncisi
+
CMYK
Künye- EAHN
Mimarlık tarihi alanında uzun zamandır
hissedilen bir ağ oluşturma ihtiyacı sonucunda, 2005 yıllında Avrupa’da mimarlık
tarihi alanında çalışanlar ile Avrupa mimarisi
üzerine araştırmalarını yürütenler tarafından
Fransız yasalarına göre geçici bir dernek
olarak kurulan European Architectural History Network (EAHN)’ün gelecekti amacı
sürekli bir kurumun alt yapısını oluşturmaktır.
EAHN’nin Genel Görevleri:
EAHN düzenlediği forumlar yoluyla
araştırma ve eğitimi destekleyerek
mimarlık tarihi bilgisinin kitlelere ulaşmasını
destekleyen bir yapıya sahiptir. Avrupa
merkezli olup, mimarlık tarihçilerine ve
ilgili alanlardaki araştırmacılara çalışma
alanlarına yönelik hizmet etmektedir. Ağ ulusal sınırları ve kurumsal anlayışları aşarak
aşağıda belirtilen amaçları hedef edinmiştir:
•
Araştırmacıların ve halkın mimarlık
tarihi disiplininin tanınmasını sağlamak
•
Bilimsel başarı ve yenilikleri desteklemek.
•
Kapsamlı, milletlerarası, disiplinler
arası ve birçok kültürü bir araya getiren
yaklaşımları desteklemek.
•
Mekan üzerine çalışan disiplinler
arasındaki iletişimi teşvik etmek.
•
Araştırma sonuçlarının paylaşmanı
kolaylaştırmak.
•
Disiplinle ilişkisi olan alanlardan bilgi
alınmasını desteklemek.
EAHN’nin aktiviteleri:
•
Elektronik e-posta iletişi üzerinden
konferans, sergi ve yayınların duyurulması.
•
Web sitesi üzerinden EAHN’nin
organizasyon gelişimi ile ilgili belge ve
tartışmaların yayınlanması.
•
Şehir ve bölgelere düzenlenen
geziler.
•
Tematik alt gruplar: Doğu Avrupa
Mimarisi, sömürgeleştirme dönemi mimarisi
(hazırlık aşamasında).
•
Yılda 4 kez yayınlanan haber bülteni.
EAHN hakkında daha fazla bilgi almak,
haber bültenine ulaşmak ve üye olmak için
www.eahn.org adresine başvurabilirsiniz.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR
Ercan HoŞKARA
SAYFA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
YEŞİL BİNA
Bu çalışmada, özetle, Yeşil Bina elde
edebilmek için kullanılan yöntemlere
değinilecek ve bu yöntemlerin ne anlama
geldiği, ve nasıl kullanıldığı ile ilgili
sorulara örnekler üzerinden cevap
aranacaktır.
Yeşil bina tasarımı nedir?
Enerjinin etkin kullanımı yanısıra, su,
malzeme ve bina arazileri gibi kaynakların
da etkin kullanımını ve aynı zamanda
atıkların geri kazanılması, yeniden
kullanımı gibi konuları da içeren bir
tasarım yaklaşımıdır. Bu bağlamda enerji
etkin kullanım yöntemlerine ilaveten, su
etkin, malzeme etkin ve arazi etkin
kullanım yöntemlerini de içermektedir.
Yeşil Bina, Yeniden kullanım (Re-use)
veya yeniden kullanılabilecek kaynakların
kullanımı; Geri dönüşüm (Re-cycle) veya
geri dönüşümü mümkün olan kaynakların
kullanımı; Yenilenebilir Malzeme (ahşap
gibi) Kullanımı; Yenilenebilir Enerji (güneş,
rüzgar gibi...) kullanımı ve yıkım yerine
Söküm (De-construction) gibi ilkelerin
binalarda uygulanmasını gerektirmektedir.
Binaların arsaya göre
(güneşten
faydalanmak için) yerleşimi
ne demektir?
Binanın arsa üzerinde güneşe göre
konumlandırılması, güneş enerjisinden
maksimum düzeyde faydalanabilmek
için çok önemlidir. Genelde, yaşam
mekanlarının güneye (Kuzey yarım küre
için) bakması ve kışın güneşten
maksimum faydalanılması hedeflenir.
Yazın ise güneş ışınları dik geldiği için,
güneş kırıcı (gölge sağlayıcı) bir eleman
kullanarak, istenmeyen yaz güneşinin
etkisinden kurtulmak mümkündür.
Alternatif enerji
kaynaklarının kullanımı ne
demektir?
Binada kullanılan enerjinin hepsi
olmasa bile bir kısmının, rüzgar ve güneş
gibi alternatif ve yenilenebilir enerji
kaynaklarını kullanarak elde edilmesidir.
Bina cephesine veya çatısına yerleştirilen
güneş panelleri sayesinde ve bina çatısına
veya bahçesine yerleştirilen rüzgar
gülleri sayesinde enerji elde etmek mümkün olabilmektedir.
Gömülü enerjisi düşük
malzeme nedir?
Gömülü enerjisi düşük malzeme,
malzemenin üretimi için gerekli olan
toplam enerji miktarını ifade eden bir
kavramdır. Binada kullanılan malzemelerin
düşük enerjiyle elde edilen malzemelerden
oluşması enerji verimliliği için önemli bir
yöntemdir.
Enerji tasarrufu sağlayacak
detaylandırma ve malzeme
seçimi neden önemlidir?
Isıtılan veya soğutulan binaların ısılarını
koruyabilmeleri için, ısı iletimi düşük
olan malzeme kullanımı ve kapı, pencere, duvar, döşeme ve çatılarda doğru
detaylandırma veya bir başka değişle
yalıtım, enerji tasarufu için son derece
önemlidir.
Aydınlatmada gün ışığından
yararlanma neden
önemlidir?
Binanın arsa üzerinde doğru
konumlandırılması ve pencerelerin doğru
yerleştirilmesiyle maksimum düzeyde
gün ışığından faydalanmak mümkündür.
Böylece, yapay aydınlatma için ihtiyaç
duyulacak enerji miktarı azaltılabilecektir.
Londra’da mahalle sakinleri için (Grassroots) yapılmış ve ödül kazanmış bir
sosyal tesis binası.
Bina’da yeşil çatı kullanılarak topografya ile uyum sağlanmış, aynı zamanda
çatıdan dolayı ısı kaybı minimize edilmiştir.
Çelik gibi, geri dönüşümü ve yeniden kullanımı mümkün olan yapı malzemesi
kullanılmıştır.
Cephede yer alan güneş panelleri sayesinde güneş enerjisi kullanılarak bina
için elektrik enerjisi elde edilmektedir. Böylelikle CO2 emisyonları da azaltılmış
olmaktadır.
Binada kullanılan gerek aydınlatma elemanları gerekse diğer bütün elektrikli
ekipmanlar düşük enerji tüketimi sağlayanlardan oluşturulmuştur.
Binada yağmur suyu toplanmakta ve yeniden kullanılmaktadır.
Binada düşük debili, basınçlı armatürler, vakumlu ve biyokompoze tuvaletler
kullanılmıştır.
Enerji etkin ekipman
kullanma ne demektir?
Binada kullanılan gerek aydınlatma
elemanlarının gerekse diğer bütün
elektrikli ekipmanların düşük enerji tüketimi
sağlayanlardan oluşturulması anlamına
gelmektedir.
Binalarda Suyun etkin
kullanımı nasıl mümkün
olmaktadır?
Bina içinde yer alan bir gösterge ile, o
an itibariyle ve toplam olarak, güneş
enerjisi kullanarak elde edilen enerji miktarı gösterilmekte ve bu yolla
yayılımı azaltılan CO2 miktarı belirtilmektedir. Bu gösterge sayesinde
kullanıcılarda duyarlılığın artırılması
hedeflenmektedir. Enerji tüketimi
yanısıra, binadaki su tüketimini de
gösteren benzer bir gösterge de
bulunmaktadır.
Binalarda, düşük debili, basınçlı armatürler, vakumlu ve biyokompoze tuvaletler
kullanılmasıyla; bina çatısına ve/ya
arsasına düşen yağmur suyunun
depolarda toplanarak kullanılmasıyla;
binada kullanılan suyun arıtılarak bahçe
sulamada kullanılması ve/veya lavabo
ve banyoda kullanılan suların toplanıp
klozetlerde yeniden kullanılması gibi geri
dönüşüm ve yeniden kullanma yöntemlerinin kullanılmasıyla mümkün olmaktadır.
Binalarda yapı
malzemesinin etkin
kullanımı ne anlama
gelmektedir?
Malzeme tasarrufu sağlayabilmek için
binanın uygun boyutlandırılması ve buna
göre tasarlanması; yapım sırasında
malzeme israfını azaltacak tedbirlerin
alınması; mevcut binaların rehabilitasyonu; geri dönüştürülmüş veya daha
önce kullanılmış malzemelerin yeniden
kullanılması; geri dönüştürülebilmesi veya
yeniden kullanımı mümkün olan
malzemelrin kullanılması anlamına gelmektedir.
Bina arazilerinin etkin
kullanımı ne demektir?
Bu binada kullanılan yapı malzemeleri, geri dönüşümü ve yeniden kullanımı
mümkün malzemelrden seçilmiştir.
Binada kullanılan taşıyıcı sistem ve cephe kaplamalarının bir kısmı geri
dönüşümü mümkün olan metal malzemelerden oluşturulmuştur.
Bina cephesinde yer alan taş kaplama malzemesinde harç kullanılmamış, bunun
yerine taşlar çelik bir kafes içine yerleştirilmiştir. Böylelikle malzemenin gömülü
enerjisi minimum düzeyde tutulmuştur.
Mevcut, kullanılmayan eski bina alanlarının
yeniden kullanımı; Bina tasarımlarının
doğal topografya ile uyumlu olması; ve
bina arazilerinin genişlemesinin
engellenmesi demektir.
Ercan Hoşkara
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 TEMMUZ. SAYI 11. 2010.
GÜNCEL HABERLER
Doğu Akdeniz Üniversitesi
[email protected] - [email protected]
MÜZE YAPILARI
depolandığı, saklandığı,
korunduğu ve sergilendiği
kurumların başında gelen,
kökeni antik çağlara kadar
uzanan müzeler, toplum için
büyük önem arz etmektedir.
Geçmiş çağlardan bu güne
müze yapıları hem bina olarak,
hem de içinde sergiledikleri
eserler olarak insanoğlunun
ilgisini çekmiştir.
Birçok şehirde en gösterişli
tasarımlar müze binaları
için yapılmıştır, biz de son
günlerde gündem oluşturan
bazı ilgi çekici müze yapılarını
sizler için derledik.
Yarının Müzesi
15
Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ
“Uluslararası Kariyer İçin”
Kültürel mirasın ve belleğin
SAYFA
MAXXI - 21. Yüzyıl Sanatları Ulusal Müzesi
Zaha Hadid Arkitects tasarim
ekibi tarafından hazırlanan proje,
yapıyı bir nesne olarak sunmaktan
çok bir yarı-kentsel alan, içine
dalınacak bir “dünya” öneriyor.
Kampüs düzenlenmiş, kilit noktalar
yerine yoğunluk dağılımının ve
yönlendirilmiş akışın temeline göre
yönlendirilmiş ve bu durum bir
bütün olarak MAXXI’nin gözenekli
ve üstün karakterini yansıtıyor.
Hem dış hem de iç sirkülasyon
kalabalık, engelleme ve çalkantı
alanlarına yerleşmiş dikey ve yatık
sirkülasyon elemanlarıyla
Yarının Müzesi
eğimli bir geometriyi takip
ediyor. Nesneden alana doğru
olan hareket mimari ve burada
ev bulduğu sanat açısından
eleştirisel durumda. Yol nesnelerin
ilişkili birçok alanlara doğru
kutsanışından uzak kalıyor.
Görseller: Zaha Hadid Architects
Studio
Kaynak:Arkitera
Yarının Müzesi
Dünyaca ünlü mimar Santiago
Calatrava, son tasarımını açıkladı:
Brezilya’nın Rio de Janeiro kenti
için planlanan şık ve sürdürülebilir
“Yarının Müzesi”. Şu anda
kullanılmayan Pier Maua’ya
yapılacak olan “sürdürülebilirlik
odaklı” müze, kentin 2016
Olimpiyat Oyunları’na hazırlığı
kapsamında gerçekleştirilen dev
kentsel yenileme projelerinin
bir parçası. Şık konsollu yapı
çevresiyle birlikte ele alınıyor
ve değişebilen cephesiyle
farklı çevresel koşullara ayak
uydurabiliyor.
Müze hakkında konuşan
Calatrava, “Brezilyanın büyülü
MAXXI- 21. Yüzyıl Sanatları Ulusal Müzesi
+
CMYK
atmosferi Rio de Janeiro’nun
zengin geçmişi ve kültürel
mirası, engin ormanları, güzel
peyzajı ve insanlarının ruhuna
yayılıyor. Rio de Janeiro benim
hayallerimi süslüyor ve mekan
ve form anlatımı ile bu maceraya
başlamak için sabırsızlanıyorum”
diyor.
Rio de Janeiro kenti yaklaşan
Olimpiyatlara hızla hazırlanırken
kentte giderek daha fazla mimari
harikaların ortaya çıkarılması
bekleniyor.
Yazı ve Görseller: Inhabitat
Çeviri: Mimdap
+
+
REKLAM
CMYK

Benzer belgeler