“DEV EKRANIN MİNİK İZLEYİCİLERİ” Mustafa Elbir

Transkript

“DEV EKRANIN MİNİK İZLEYİCİLERİ” Mustafa Elbir
“DEV EKRANIN MİNİK İZLEYİCİLERİ”
Mustafa Elbir
Özet
Bu çalışmada, televizyonun çocuk izleyicilerin yaşamındaki yeri incelenmektedir. Toplumsal ve teknolojik değişimin belirgin birçok yansıması aile
hayatında gözlenir. Devrim niteliğindeki kimi teknolojik değişimler aile
içinde rollerin yeniden dağıtılmasını sağlarken, gelişkin araçlar bazı rolleri
aile bireylerinden daha çok üstlenmeye başlar fark edilmeden. Toplumsal
yaşamdaki değişiklikler, çalışma hayatı, metropollerde trafik ve daha da uzayan ulaşım zamanları, aile bireylerinin toplam birliktelik zamanını kısıtlayan
her şey, oluşan boşluk ve bu boşluğu özellikle çocuklar için en kolay dolduran başköşe oyuncumuz; televizyon. Ekonomik ve toplumsal alt yapı
koşulları ile belirlenen üst yapının alt yapıya etki etmesi; boş zamanı doldurmak için kullanılan televizyonun bütün ev zamanımızı planlaması. Sadece
yalnızların değil, kalabalıkların ve daha kalabalıkların, dağınık toplulukların
en yüksek tonda konuşan aktörüdür televizyon. Sadece izlendiği anda değil,
bireyler ve topluluklar üzerinde yarattığı etkiyle sonrasında, daha sonrasında
varlığını tekrar eden bir yapısı vardır.
Bu çalışmada; televizyonun dev dünyasının genel anlamda sosyalleşme
etkisi ve özel olarak da küçük insanların sosyal gelişim ve ilişkilerine yansı319
masının araştırılması hedeflenmiştir. 6-11 yaş grubu çocukların çevrelerini algılamasında televizyonun zaman zaman aile bireyleri ya da arkadaşlar kadar
etkili olduğu söylenebilir.
Giriş
Modern toplum ve çalışma hayatı bireyi, önceki dönemlere kıyasla sosyal
anlamda zayıflattı. Zorlu çalışma koşulları yan yana çalışan yüzlerce insanın
birbirini görmeden işlerine odaklanmalarını zorunlu kıldı. Bazı iş sözleşmelerinde açıkça çalışanların çalışma saatlerinde birbirleri ile konuşmamaları işe alma ön şartı olarak belirtiliyor. Bireyi çevreleyen sosyal
kurumların kimi yok oldu, kimi zayıfladı kimi de işlerini farklı kurumlara
devretti. Geleneksel toplumda kişiler yoluyla karşılanan birçok ihtiyaç, modern toplumun kentsel yaşamında ücretli hale getirilip profesyonelleştiriliyor.
Geleneksel toplumda köyün bilgesine sorulan her sorunun modern toplumda
mesleki muhatabı ve de danışma ücreti var. Gelişen bilişim teknolojileri ise
kimi işlevleri kendi karşılamaya başladı. Bu kullanım kolaylığı ve ucuzluğu
açısından birey lehine bir gelişme gibi görülebilir ya da bireyselleşme adına
dev bir adımdır denilebilir.
Teknolojinin toplumsalın dönüşmesine olan etkileri sürecin keskin gerçekleri; dönemin tamamına birden “modern” dense de modern dönemin bir
yerinde yaşama formu keskin bir değişime uğramıştır ve bir daha eskisi gibi
olamayacak sıçramalarla değişmeye devam etmektedir. Televizyondan sonrası, televizyondan öncesinden tamamen farklıdır. İnternetten sonrası, internet öncesi döneme göre bambaşkadır. Öyle ki internet sunduğu kimi
kolaylıklarla kimi mesleklerin yok oluşunu hazırlamış, insanlık tarihinde
bambaşka bir dönem başlatmış, gündelik yaşamı bir daha asla eskisi gibi
yaşanmayacak formlara sokmuştur. Çağımızın, iletişim çağı olduğu klişesi
hemen her yerde karşımıza çıkıyor. İletişim çağında yeni iletişim olanakları
başka başka dönemlerin başlama alt yapısıdır. Bir dönem olarak modern
zaman çok geniş bir aralığı kapsar. Tüm bu aralık, sadece “modern” sıfatı ile
nitelendirilmemelidir. Modern kendinden öncekine göre modern, ancak modernizmin içindeki özellikle son 60 yıllık dönemde her 10 yıllık kesitler de en
az modernizm öncesi dönem kadar kesin ve büyük farklılıklar içeriyor. Her
10 yıllık dönem, kendinden önceki 10 yılı de-modernize etmiştir. Yeni bir üretim tarzı oluşturamadığı için de döneme yeni ad verilme gereği duyulmamıştır. Ancak oluşan yeni tüketim tarzları göz ardı edilmemelidir. Karşıtlar
arası ilişki iyi düşünülüp, “değişen tüketim tarzı üretim ilişkilerine nasıl etki
320
etmiştir” i analiz etmek gerekir. Oluşan üst yapının alt yapıya çok derin müdahaleleri, dönemin değişen karakterinin en güçlü nedeni olmuştur. Bireylerin çalışma hayatı içinde koşturmaları, sosyal yaşamlarının büyük bir
yoğunluk içinde fakirleşmesi dönemi, insanlık tarihi içinde modernizmden
ya da modernizm içinde belli bir süreçten ibaret değildir. İnsanın belli, rutin
bir yoğunluk içinde, doğasından kopuşu modernizmle başlamıştır denilebilir.
Doğasından kopan insanın bu zaafını kullanmak ise ona “yeni doğalar” biçebileceğini, satabileceğini planlayan modernizmin başka bir dönemidir.
Kapitalist üretimin geçerli olduğu sistemlerde toplum üyeleri, günlük
etkinlikleriyle, iki süreci eşzamanlı olarak ortaya çıkarırlar: kendi etkinliklerinin biçimini yeniden üretirler ve maddi koşulları ilk başta karşıladıkları bu
etkinlik biçimine dönüştürürler. Fakat ortaya çıkardıkları bu süreçlerin
farkında değildirler; kendi etkinlikleri onlara şeffaf değildir. Kendi etkinliklerinin, kontrollerinin ötesindeki doğal koşullara bir yanıt olduğu yanılsaması
içindedirler ve kendilerinin bu koşulların aktörleri olduğunu görmezler. Kapitalist ideolojinin görevi, insanların kendi etkinliklerinin günlük yaşam biçimlerini yeniden ürettiğini görmelerini engelleyen bu gizi devam ettirmektir.
Günlük yaşam, kapitalizm altında, toplumsal etkinliğin kapitalist biçimini
yeniden üreten ve onu genişleten etkinliklerin bileşiminden oluşur. Bir ücret
için iş-zamanının satılması, mallarda iş-zamanının cisimleşmesi, cismani veya
cismani-olmayan malların tüketilmesi– günlük yaşamı, kapitalizm altında,
karakterize eden bu etkinlikler ne “insan doğasının” göstergeleridirler, ne de
kendi kontrolleri dışındaki güçler tarafından insanlara zorla kabul ettiril mişlerdir.1
Sosyal hayatını bu sistematik koşuşturmaya kurban eden modern birey
bu fakirliğini ailesine taşımaya başlamıştır. 3 yaşındaki bir çocuk, çalışma
hayatının herhangi bir yerinde değildir ve çalışma hayatına dahil olması için
en az 15–18 yılı vardır. Fakat anne ve babası çalışan çocuk bir anlamda bu
hayatın içine doğar. Annesinin 16 haftalık doğum izninin bitmesi sonrası
çalışma koşullarının acımasızlığı ile tanışır bebek. Aslında anne karnında da
çalışma hayatına göbekten bağlanmış durumdadır. Bu en çok ihtiyaç duyduğu dönemde anne ve babasını ücret karşılığı ödünç vermiştir. Sosyal yapısı
gereği ihtiyaç duyduğu anne - baba gereksinimini bir şekilde doldurmak
zorundadır.
1- Freddy Perlman, Günlük yaşamın yeniden üretimi, Çev: Necmi Aydemir/ Sezgin
Ata 1969/ http://yabanil.net/gunluk-yasamin-yeniden-uretimi erişim tarihi
03/08/2011
321
Modernizmin bu televizyonla yaşanılan döneminde bireylerin ve ailelerin
kabukları çok kalınlaşmış ve dışa kapalı hale gelmişlerdir. Görünüm olarak
bireyler birbirlerine geleneksel toplumda olduğundan çok daha yakındırlar.
Geleneksel toplumda insanlar, metroda oturdukları şekliyle yan yana otursalar, en azından ülkemizde, onların eş ya da akraba olduğu düşünülür. Geleneksel toplumlarda misafirliğe gidilen evde bile böyle bir fiziksel
yakınlaşma yoktur. Ancak görüntüdeki yakınlaşma, modern toplumun en
büyük çelişkisidir. Görünen kalabalık ve yakınlık modernitenin en şatafatlı
yalanıdır aslında. Yan yanalık, zorundalıktan başka bir şey değildir artık.
Zorundalık bittiği anda yanyanalık da sona erecektir. Zorunlu yanyanalığı
sona erdirme noktasına kadar adeta bir geri sayım halindedir bireyler. İnilecek istasyona kadardır koltuk paylaşımı. Yan yana ve yakın görünen insanlar arasında derin uçurumlar vardır.
Modern toplumda bireylerin kabukları daha önce hiç olmadığı kadar
kalındır. Aynı vagonun içine sığmış yüzlerce insan, aynı metrekare içine
sığışmış ve birbiriyle fiziksel temas halinde bulunan insanların arasında bir
sosyal bağ yoktur. Öyle ki bu yaşam tipi sosyal ilişki kurmamak üzerine tasarlanmıştır. Birbirini duymamak üzere kullanılan kulaklık radyolar, FM radyonun çekmediği metroda internet üzerinden radyo, internetin de koptuğu
tünelde mp3 çalarlar, birbirini görmemek ve başka şey görmek üzere kullanılan taşınabilir video oynatıcılar, gitgide küçülen ve mobilize olmak adına
neredeyse tek elle kullanılabilir hale getirilmiş ve hareket halinde internete
bağlanabilen mini bilgisayarlar… Yan yana bulunduğu yüzlerce insanın
hiçbirini; en basitinden selamlaşma türünde bir sosyal ilişkiye bile dahil etmeyen birey ve o anda kilometrelerce uzaklıktaki bir başkasıyla canlı olarak
kurulmaya çalışılan sanal ilişki. Tüm bu mobilize ve kişiselleştirilmiş araçlar
bireyin gözünden kalabalığı uzaklaştırmak ama en büyük gerçekliği olan yalnızlığın da sessizliğini kırmak üzere tasarlanmıştır. Ve yalnızlığın zırhı gibi
çalışırlar ki etraftaki kimse yalnızlığını bozmasın. Dışarıdaki hiçbir sesi
duyurmayacak kadar kulakları iyi tıkayan kulaklıklar, dışarıdaki ışığı göstermeyen gözlük-ekranlar, interaktif yazılımlar, her hareketi insan tarafından
yönlendirilen karakterlerin dolaştığı bilgisayar oyunları. Bireyin etrafında
gerçek anlamda insan olmasa bile birey yalnız değildir. Burada yalnızlık unutturan araçları ile hareket halindeyken bile birey pazar haline gelmiştir ve bu
hale gelmek için para harcamıştır, güncel kalmak için de harcamaya devam
edecektir.
322
Kapitalizm, bireyin emek gücüne göz dikip onu mümkün olduğunca çok
çalıştırırken, boş zamanının da kıymetli bir meta olabileceğini keşfetti. Bu
keşif, bireyin boş zamanının yeni bir pazar olduğunun da keşfi oldu. Boş zamanını yaşamakta olan birey artık kapitalizm için tezgâhın diğer tarafına
geçmiş ve müşteri olmuştur. Bu zamanı planlama ve yaşama etkinliği bireyin
kendi keyfine bırakılamaz. Sistem artık müşteri olarak gördüğü bireyden, bu
boşlukta nasıl yararlanacağını kurmaktadır. Boş zamanında yiyeceği, alacağı,
yapacağı şeyler onun için düşünülür ve reklâm metinlerinde menü olarak
kendisine sunulur. Özünde bireyi tekleştiren ve yalnızlaştıran sermayenin
pazarlama stratejisidir. Yalnız adacıklardan oluşan bireylerin daha iyi birer
pazarcık olabilmelerinin keşfi. Ortak kullanım parçalandığı oranda daha çok
ürün satılabileceği gerçeği. Önce aileyi kurmaya teşvik edip, sonra aileyi
odalara dağıtmak gibi. Güçlenen birey vurgusu özünde bireyi güçlendirmiyor aksine yalnızlaştırıp güçsüzleştiriyor. Güçsüz ve bağımlı bireyler
eksikliklerini tüketerek ve sahip olarak kapatıyor.
Sınırsız bireyselleşme bireyi de sınırsız bir pazar haline getiriyor. Oturma
odası için bir televizyon alanın yan odasında hala bir televizyon yoksa hala
aç ve eksiği olan tüketici sayılabilir, daha sonra mutfağa ve çocuk odasına
televizyonlar alabilir. Evindeki televizyon ihtiyacını karşılamış birey için
taşınabilir televizyonlar, taşınabilir DVD oynatıcılar hala doyurulmamış
ihtiyaçlardır. Bu araçlar sayesinde sistem, bireyi istediği yola sokar. İşinden
evine 2 saatte giden kişi artık bu 2 saati kabullenmiştir ve yalnızlık araçları ile
o 2 saati hissedilmez hale getirmeye hazırdır. Bir anlamda günümüzde modern zamanın afyonu haline gelmiştir; yalnızlık saklayan mobilize araçlar.
Kaçınılmaz olan 2 saatlik zorundalıktan zevk almaya çalışmaktadır birey.
Günümüz kent ve çalışma hayatı bireylerin zamanının büyük çoğunluğunu almaktadır. Ebeveynler çocuklarıyla yeterince vakit geçirememekte,
birlikte geçirilen zamanlarda ise televizyon baş aktör konumundadır. Bu
çerçevede temel varsayımım günümüz toplumunda televizyon 6-11 yaş gurubu çocukların sosyalleşmesinde son derece etkili olduğudur.
Çalışmamız boyunca iletişim araçlarının, özellikle televizyonun toplumsal
hayata entegrasyonunu ve tüm bu toplumsal süreç içerisinde ilişkilere etkisini irdelemeye çalışacağız. İnsan nesilleri için yaşamı ve ilişkileri bir daha eskisi gibi olamayacak şekilde nasıl kökten değiştirdiğini anlatmaya çalışacağız.
323
Foucault, kapitalist ülkelerin insanlara "rahatlık" verirken "özgürlüğü”
geri aldığını söyler.2 Anlatmak istediği öz, sistemin karşılıksız olarak hiçbir
şey vermeyeceği gerçeğidir. Çocuklara ev içinde sınırsız eğlence imkânı
sunan televizyonun onlardan neleri aldığına bakmak gerekir. Televizyon
psikolojik ve fiziksel olarak kendi neslini yaratmıştır. Tüm gün hareketsiz
duran, kimseyle konuşmayan, tek noktaya odaklanmış, pek güneş görmeyen
kapalı mekân çocukları. Televizyonun reklâmını yaptığı ürünlerle beslenen,
fiziksel açıdan orantısız gelişmiş insan yavruları. Çocuklara eğlence aracı
veren kapitalizm onlardan önceki neslin bildiği çocuk olma kavramını alıyor.
Sistem, çocuk doğası dediğimiz şeyi değiştirip daha durağan ve büyükler
için zahmetsiz sayılabilecek bir şekle sokuyor. Çocuk olma özgürlüğü, çocuk
için çok da anlamı olamayacak bir şeye tercih ediliyor. Çocuklar, bir önceki
neslin eğlenceli saydığı ve çocukluğun en keyifli anlarını yaşatan birçok
oyunu ve aktiviteyi tanımadan farklı bir büyüme deneyiminden geçiyorlar.
Televizyon 1930’larda yayına başlayan titrek ve parazitli aygıttan çok farklı
bir konuma gelmiştir. Kendi içinde dönemler yaşayan televizyon sürekli
gelişmiştir. Birçok teknolojik aygıt yerine keşfedilenlerle tarihin çöplüğüne
gömülürken, televizyon, eski televizyonu çöpe attırıp yeni televizyon
aldırarak yoluna devam etmiştir. Kendisinden çok daha sonra keşfedilmiş
aygıtlar bugün hatırlanmasa da televizyon hala televizyon olarak yaşama
devam ediyor. Çevresindeki her şeyi yutan bir dev gibi televizyon için
üretilen yardımcı ekipmanları da bir bir kendi varlığına özellik sıfatıyla katmayı başarmıştır. DVD, uydu alıcısı, USB, DIV-X oynatıcılar artık televizyonların büyük ekstra ödemeler gerektirmeyecek özellikleri konumundadır.
Uzun zaman boyunca televizyonun varlığını tehdit edebilecek bilgisayarın,
PC formuna kavuşup evlere girmesi ile televizyonun yerini alabileceği
düşünülmüştür. Ancak internet özelliğini, internetli TV ve bir klavye ile alan
televizyon, IP TV olarak da internet üzerindeki videoların kullanımını çok
daha pratik hale getirmiştir. Ayrıca oyun konsolları sayesinde hala bilgisayara ciddi bir alternatif olacağını gösteriyor. Media Center ya da Shuttle denilen televizyon yanına konulan minik bilgisayarlar ise televizyonun
bilgisayarla işbirliği halinde de çalışabileceklerini gösteriyor. Bu birliktelik
için bilgisayar, televizyon yanına yakışacak boyuta ve siyah, parlak televizyon
tarzı bir görünüme bürünmüştür.
2-Tekelioğlu,Orhan, Foucault Sosyolojisi,Bağlam Yayıncılık, Ankara, 1999.ss.24
324
Televizyon hem içerik hem de teknoloji olarak sürekli eğlenceli olma iddiasını sürdürmüştür. Kendi dünyası içinde, eğlence yeterliği açısından getirilen eleştirilere karşılık daha çok eğlence yolu kullanarak eleştiriyi anlamsız
kılmıştır. Eleştiriden akademik eleştirilerin anlaşılmaması gerekiyor, sıradan
insanların içerik adına küçük beklentilerinin karşılanması, beklentilerin televizyon tarafından giderilmesi söz konusudur. Ayrıca bir aygıt olarak televizyon alınıp-satılma dinamizmini yıllar boyunca hiç kaybetmedi ve bu
yüzden de bir ikon olarak kapitalizm, televizyonu sürekli kullanarak vitrinlerin en güzel yerine koymaya devam etti. Market kataloğunda ya da
teknoloji marketi dergisinde, internet sitelerinin web sayfalarındaki duyurularında ön planda daima bir televizyon reklâmı vardır. 1980'li yıllarda artık,
“Türkiye toplumunun en azından bir kısmı telefona, düdüklü tencereye, televizyona, radyoya, pikaplara, daktilolara alışmış; bu bağlamda teknolojilerle
kurulan mesafeli ve ürkek ilişki ritüelleşmiş gündelik alışkanlıklara, beğenilerin cisimlenişleri olarak toplumsal alanda, aktörlerin birbirlerinden farklılıklarını yaratan 'şey'ler olmaya başlamışlardı”3
Ben çocukken önce büyük televizyon alma hayali kurduk, siyah beyaz
televizyonumuz 37 ekrandı çünkü. Büyük televizyon aldıktan sonra yıllarca
renkli televizyon almayı bekledik. Bu arada ikinci televizyon kanalı olan TRT
2 yayına başlamıştı ve biz VHF bandı olmayan televizyonumuzdan bu yayını
takip edemiyorduk. Renkli televizyon almak için renklerden daha fazla nedenimiz vardı. Renkli televizyon birden fazla kanal gösterecekti. Renkli televizyondan sonra uzaktan kumandalı renkli televizyon alamadığımız için
üzülmeye başladık. Artık TRT’nin dışında STAR BOX diye özel bir televizyon
kanalı vardı. Onu izlerken diğer kanalda ne olduğunu merak ediyorduk. Kısa
zamanda kanal değiştirmekten kumandasız renkli televizyonumuzun
düğmeleri bozulmuştu. Üniversite yıllarımda evimde uzaktan kumandalı
renkli televizyonum vardı ama hep büyük ekran uzaktan kumandalı renkli
televizyon hayali kurdum. Çalışmaya başlayınca uzaktan kumandalı renkli
büyük ekran televizyon aldım. Sonra plazmalar çıktı. Düşük çözünürlüklü
plazma alma hayali kurarken HD Ready plazmalar çıktı. HD Ready plazma
aldıktan sonra, Full HD plazmalar çıktı. Onu alamadığımıza üzülürken LCD
3- Çelik , Burçe, 80 Sonrası Türkiye 'sinde İletişim Teknolojileri ve Liberal Demokrasi
Türkoğlu, Nurçay, Sevilen T. Alayoğlu (der) Karaelmas 2009: Medya ve Kültür, Urban
yay. 2009, İstanbul.s.305.
325
teknolojisi plazma teknolojisini geçip enerji tüketimi 100 wattın altında yüksek kontrast oranlı olanlarını çıkardı. Gidip bir tane düşük elektrik tüketimli
LCD aldık ama çok geçmeden 3D televizyonlar çıktı. Hala gittiğimiz
mağazalarda 3D LCD televizyonları inceliyorduk ki, 3D televizyonların gözlüksüz kullanılan 500Hz olanları çıktı. Televizyon alma serüvenimiz doğduğumdan beri hiç bitmedi, bitecek gibi de görünmüyor. Teknoloji
dünyasında televizyona rakip olabilecek, bu kadar hızlı kendini yenileyen
cep telefonu ya da bilgisayardan başka rakip ürün yoktur. Tüm bu hızlı ilerlemeye rağmen anneannem 1978 de aldıkları siyah beyaz televizyondan hala
haberleri izleyip, birkaç dizi seyrederek televizyon tüketicisi olma ortaklığında rolünün gereğini yapabiliyor. En çok da bu özelliği nedeniyle; kolay
ulaşılabilir olduğu için televizyon toplumun en geniş kesişim alanını oluşturuyor.
Liberal bakışa göre, televizyon demokratik özgürleşmenin bir sembolü
olarak görülmektedir: “1990'lardan sonra medya kültürünü belirleyen özel
televizyonlar bir tür baskılanmış 'ötekiliğin' temsiline, mahremin duvarının
yıkılarak ortaya konmaya çabalanan bireysel arzuların dillendirilmesine,
bireyselleşmeye ve kimlik politikaları üzerinden kolektifleşmeye yol veren
'şey'ler olarak sayılabilir. Bu bağlamda da, özgürleşmenin, kendini arzu ettiği
biçimde gerçekleştirmenin ve bir tür eşitliğin ve çoğulluğun (daha geniş kesimlerin teknoloji deneyiminin içinde yer alması, toplumsal alanda verilen
kendini farklılaştırma mücadelesine, elitizmin ötekileştirdiği şehre kırsaldan
göç edenin, İslamcının, alt gelir gruplarının katılması bağlamında) alanları
olarak düşünülebilir teknolojiler.4 Öte yandan, eleştirel sosyal teoriye göre
ekonomik sınıflar, yaşanılan mekanlar ve statü farkı nedeniyle günlük
yaşamda birbirine sürekli teğet geçen gurupların en geniş kesişim alanını
oluşturan televizyon gelişimi ekonomi-politik sistem analizinden bağımsız
ele alınamayacağı gibi, kültürel yapıdan da bağımsız olarak ele alınmamalıdır.
4- Çelik , Burçe, 80 Sonrası Türkiye 'sinde İletişim Teknolojileri ve Liberal Demokrasi
,Türkoğlu , Nurçay, Sevilen T. Alayoğlu (der) Karaelmas 2009: Medya ve Kültür,
Urban yay. 2009, İstanbul.s.307
326
1. TELEVİZYON ve TOPLUMSAL YAŞAMIN DÖNÜŞÜMÜ
TELEVİZYONUN YAYGINLAŞMA SÜRECİ
İlk televizyon 1923 yılında James Jargeson tarafından İngiltere'nin Hastings kasabasında icat edilmiş olsa da televizyonun bu hale gelmesine öncülük
eden teknolojik gelişmeler, sosyal kimliğini kazanmadan önceki televizyon
varoluşunu hazırlar. Kimi teknolojik açıdan, kimi mümkün olabilirlik
düşüncesini geliştirmesi açısından kimi de aşamalı gelişimde televizyonun
evrimine basamak oluşturacak şekilde televizyona alt yapı oluşturmuş bir
dizi buluş. Bu şekilde elektrik, telgraf, fotoğraf, sinema ve radyodaki icatların
bileşimine ve gelişmelerle televizyonun icadının alt yapısı ve kullanımının
toplumsal tabanı hazırlanmış oldu. Ancak, tüm icatlardan daha hızlı bir şekilde dünyaya yayılmış, görüntüler sayesinde radyoya göre çok daha fazla enformasyon içermesi, gazeteye göre de anlaması daha kolay olup, izlemek için
yüksek bir eğitim, okuryazarlık gerektirmediğinden kısa zamanda kitle
iletişiminin vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir.5 Modern dünyada
iletişimsizliği mümkün kılan kitlesel araçlar içinde televizyon, gerek kullanım
kolaylığı gerek seçeneklerinin fazlalığı ve gerekse teknolojisi ile bugün
tartışılamayacak oranda en çok ve sıklıkla tercih edilen araç durumundadır.
Sesi ve görüntüyü anında ve eşzamanlı olarak iletme üstünlüğü ile izleyicilerin zamana, mekâna ve olayın oluş biçimine tüm boyutuyla görgü tanıklığı
yapma imkânı sunan televizyonun, aynı zamanda bireyin tanık olduklarıyla
yaşama ve içinde bulunduğu sosyal sisteme ilişkin genel anlamda kanaat
oluşturmasında da etkili olduğu görüşü yaygın bir görüştür. Kitle iletişim
araçlarıyla ilgili araştırmalarda televizyonun etkileri üzerine yapılan çalışmalar önemli bir yer tutar.
Bu kısa tarihle televizyon sıradan insanın dünyasına hazır hale geldi.
Keşfedildiği ilk dönemde soluk ve titrek ışıklarla belli belirsiz görüntü
arasında emekleyerek bir şeyler anlatma çabasındaki televizyonun, toparlandıktan sonra toplumsal hayata girişi hızlı oldu. İlk yayın BBC'den Baird 'in
ilk ilkel TV'yi icat ettiği dönemde, BBC gibi yayıncılar radyoya odaklanmıştı.
BBC'nin TV yayıncılığına geçişi, 1929'da sınırlı bir kitleye ulaşan ilk deneme
yayınıyla başladı. Günde iki yayın kuşağında hizmet vermeye başlayan BBC
5- Condry, J. 1989 s.2 den aktaran Gülten Treske, Türkoğlu Nurçay (Ed), Medya
Okuryazarlığı, İstanbul: Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları, İstanbul
2006 s.10
327
televizyonu, ilk kuşakta haber, ikinci kuşakta ise müzik yayını veriyordu.
Baird televizyondan sonra infrared ışınlar üzerinde de çalışmalar yaptı.
1930'ların başında televizyon elektronik eşya olarak satılmaya ve geniş
kitlelere hitap etmeye başladı. Örneğin 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları Almanya'da evlerdeki televizyonlardan izlendi. 1940'larda renkli televizyon
çalışmaları hız kazandı. 1950'lerde ABD'de ilk renkli televizyon satışa çıktı,
ancak renkli televizyon ABD'de 1960'larda geniş kitlelerce kullanılmaya başlandı.6
Televizyonun teknik serüvenindeki önemli duraklar bu şekilde. Çalışmamızda daha çok televizyonun toplumsal etkileri ve televizyon makinesindeki teknolojik gelişmelerin toplumsal yansımalarını irdeleyeceğiz.
Televizyon toplumsal hayata girdiği dönemde halk arasında kendinden
önceki buluşlara referans yaparak tanınmaya ya da tanıştırılmaya
çalışılmıştır. Döneminde araçlardan kendisine en çok benzeyeni radyo ama
görüntülü olduğu için daha çok sinemadır. Ya da şöyle diyebiliriz ruhu radyoya, görüntüsü sinemaya benzeyen bir buluştu. Televizyondan önce sinemanın bulunmuş olması kimilerinin iddia ettiği gibi onu televizyonun atası
ya da prototipi haline getirmez. Dziga Vertov 1923'te yazdığı makalede kamerayı şu şekilde tanımlıyor;
Bir gözüm ben. Mekanik bir göz. Ben, makina, size ancak benim
görebileceğim bir dünyayı açıyorum. Kendimi bugün de, bundan
sonra da insana özgü o hareketsizlikten kurtarıyorum. Hiç durmadan hareket ediyorum. Nesnelere yaklaşıp onlardan uzaklaşıyorum. Süzülüp altına giriyorum onların. Koşan bir atın ağzı boyunca
koşuyorum. Düşen, yükselen nesnelerle birlikte düşüp kalkıyorum
ben de. Karmakarışık hareketler, en karmaşık bireşimler içinde
hareketleri sırayla kaydederek dönen benim: Makina. Zaman ve yer
sınırlamalarından kurtulmuşum; evrenin her bir noktasını, bütün
noktalarını, nerede olmalarını istiyorsam ona göre düzenliyorum.
Benim yolum, dünyanın yepyeni bir biçimde algılanmasına giden
yoldur. Böylece size bilinmeyen bir dünyayı açıyorum.7
67- Vertov, Dziga’dan aktaran John Berger, Görme Biçimleri, Çev: Yurdanur, Salman,
Metis Yayınları, İstanbul,1999,s.17
328
Sinema hareketli görüntüyü iletişim alanında kullanan ilk araçtır. Kendisinden önceki dönemle kıyaslandığında Vertov’un ifade ettiği biçimiyle
“gören gözleri” insanlar üzerinde kör edici bir etki yapmış, ya da gözün zayıflığını ortadan kaldırmıştır. Ancak toplum üzerinde televizyon gibi derin bir
etki yapmadı. Vertov bu sözleri televizyon için söylemiş olsaydı, benzetmeyi
göz ile kısıtlamayıp önce kalan duyu organlarının da adını vermesi, sonra
insan beynine de gönderme yapması gerekecekti. Hayal gücünü rüyaları da
atlamadan insanın bütün algılama ve anlama birimlerine de atıfta bulunmalıydı.
Sinema bireysellikten çok sosyalleştirici bir araçtı, hala da öyle sayılır. Birlikte güldürüp birlikte korkutan, karanlıkta çığlıkları yükselten ya da kahkahanın sonunu getirmeyen, susanları yeniden güldüren filmden çok salondaki
atmosferdir. Yalnızken ağlanmayan şeye sinema salonunda hıçkırıklar
eşliğinde katılır, iç çekilir. Sinema kolektif bir etkinliktir. Tek kişi için salon
açıldığı zamanlarda o tek kişiden bütün salonun parasını almadan makinist
filmi başlatmaz. O seans için tek bileti alan kişiye, kibarca parasını iade edip
filmin başlamayacağını söyler. Yeni dönem “cep sineması” adı altında minik
salonlar inşa edilse de sinema hala birliktelikten alır gücünü. Ancak televizyon izleyen birey yalnızlığından rahatsız değildir. Kimi zaman doyasıya
izleyebilmek için tercihli yalnızlık içindedir. Televizyon kendinden sonra
çıkan bütün iletişim araçları için onların alt yapısı durumundadır. Varlıkları
bir şekilde televizyonla ilişkilidir. Televizyon kendinden öncekiler için ölümcül bir öneme sahiptir, hepsi varlığını sorgulayıp televizyondan sonra belli
değişiklikleri uygulamak zorunda kalmışlardır. Televizyon bireyi hem kendi
dünyasına çeken, hem de bireyin dünyasına girerken sadece kendi istediğini
gösteren bireyin göstereceklerine kapalı olan araçların ilkidir. Sinemayı aynı
anda yüzlerce kişi izlerken televizyonu milyonların aynı anda izliyor olmaları
da televizyonun daha sosyal olduğunu düşündürtebilir. Ancak televizyonun
can alıcı noktası milyonları tek tek yakalıyor olmasıdır.
Televizyon 1950'li yıllarda yaygınlaşmaya başladığında en yıkıcı etkisini
Hollywood'da gösterdi diyebiliriz. Gişeden beslenme üzerine kurulu
endüstrinin ihtiyacı olan seyirci evde televizyon izliyordu. Gerçi kısa sürede
iki araç arasında anlaşma sağlandı ve gişede başarılı olamayan iyi aile filmleri televizyon yayın akışı içinde sindirilmeye başlandı.8
8- Türkoğlu, Toplumsal İletişim,s.74
329
Günümüzün en yaygın kitle iletişim araçları olan radyo ve televizyon her
evin demirbaşı olmadan önce, insanlar kitleler halinde sinema salonlarında
kendilerine sunulanları tüketiyorlardı. Kitle için üretim yapan kişi, tek bir
ürünün bütün bir kitle tarafından aynı anda tüketilmesini düşünerek pazara
ürün sürmez. Kitlenin konsantrasyonu, yani aynı anda aynı ürünü tüketmeye şartlanması önemli değildir üretici için, önemli olan en fazla sayıda
tüketici sayısıdır. Bu sayıyı artırmak için kitlenin kendi içinde parçalara
ayrılmış olması, yani tüketmek için farklı gerekçelere sahip olmaları üretici
için önemlidir. Bir zamanlar daha üretim aşamasında ürünün sinema salonunda tüketileceği var sayılıyordu. Fakat radyo ve televizyonun keşfi ile
durum biraz değişti. Kimliksiz bir nesne olarak kabul edilen kitlenin algılanışını değiştiren şey televizyon ve radyonun sunduğu yeni tüketim şekli
oldu. Yeni kitle algılanışı, evlerinde dinlenmeye çekilmiş ama dolaylı yoldan
birbiriyle bağlantılı milyonlarca insan olarak değişmiştir9.
Modernizmin sinemayı keşfettiği ilk yıllarda hedef her şehre bir sinema
yansıtma makinesi satmaktı. Tabiî ki devamında her şehre her filmden bir
tane satmak da gerekecekti. Sonrasında her şehre ikinci üçüncü salonların
açılması sağlandı. Ardan geçen birkaç yıldan sonra artık film izlemek için şehirlere inmek gerekmeyecekti, her kasabaya da bir sinema yansıtma makinesi satılmaya başlanmıştı. 2000’lere gelene kadar televizyon sinema ile en
azından görsel açıdan pek rekabet edemedi. 2000’lerde tüplü televizyon
teknolojisinin aşılması ve plazma LCD maliyetlerinin düşmesi ile birlikte televizyon pazarının artık yeni bir iddiası vardı. Her eve bir sinema…
Günümüzde de sinema izleyicisi salonlara gidiyor, ancak sinema endüstrisi
denildiği zaman artık hesaplar, DVD Video kazançları da düşünülerek
yapılıyor. Filmlerin sinemadan videoya geçiş süreleri geçmişe oranla çok
daha kısa. Ayrıca abonelik gerektiren şifreli kanallar ve salonlar sayesinde
vizyondan birkaç ay sonra filmler bildiğimiz televizyon üzerinden de
izlenebiliyor. Beyaz perde de çok büyük gişe yapan filmler dışındaki filmler
için televizyon gösterimleri de açık bir gelir kapısı durumuna gelmiştir. Kimi
televizyon kanalları kendi sinemalarını kendi siparişleri ile çektirebiliyor.
Bu gün televizyon dünyayla ev arasındaki en kısa ve güçlü köprü durumundadır. Bir günlük zaman diliminde açılmayan televizyon o ev içinde
dünyadan kopmuşluk hissini büyütür. Televizyonu bozulmuş ya da televiz9- Anders, Gunther,The Phantom World of TV, Mass Culture s.358.’den aktaran
Türkoğlu, Toplumsal İletişim,s.159
330
yonu olmayan ev ise çağ dışı kalmış gibidir birçokları için. Televizyon
metropol tipi insan ilişkisinin de prototipini oluşturmuştur. Yan yana olanların uzak, uzakların ise göründüğünden çok daha yakın olabileceğinin ispatıdır. Çevresinden kendine rol model arayan delikanlı, gerçek anlamda hiç
görmediği; televizyondaki yansıması ile özdeşim kurmaya çalıştığı televizyon
yıldızı ile yan yana hisseder kendini. Onun gibi konuşmak ve mimiklerini
ezberlemek için yüzünü cama yapıştırır. Geleneksel toplumda sosyal ilişki
fiziksel olarak yan yanalık gerektirir. Televizyon bir anlamında fiziksel birliktelik olmadan ilişki olabileceğinin prototipidir. Televizyon ortaya çıkış
olarak tek yönlü iletişimi kullanmıştır. Zamanla interaktif programlara telefonla katılım ya da izleyicinin özdeşim kurabileceği aynı sınıftan bireylerin
programlara katılımı ile kendinden bir şeyler bulmaya başlamıştır. Kendinden sonraki tüm iletişim olanaklarını başarılı bir şekilde lehine çevirmeyi
başarmış, faks, E-mail ve SMS’leri canlı yayında alarak izleyiciyi anında
ekrana yansıtıyor hissi vermiştir. Hayatı boyunca hiçbir televizyon programına bağlanmamış, hiç birine konuk olmamış, masaj göndermemiş
bireyler için bile bir katılım hissi uyandırır bu araçlar. Televizyon döneminin
sosyal yaşamında bireyin geleneksel toplumdan ve ilişkileri geleneksel
yaşama şeklinden farklı bir yaşamı vardır artık. Günümüz toplumunda
sosyal ilişkilerin yaşanma biçimi değişse de bireyin sosyal ihtiyaçları pek
değişmemiştir. Görünürde yalnız görünen birey farklı iletişim kaynaklarını
kullanarak bir hedefe mesaj gönderiyor ya da mesaj alıyor olabilir. Ya da
görünürde bir topluluk içinde bulunan birey onlarla her hangi bir yoldan
iletişim kurmamasıyla aslında yalnızdır ve başka kaynaklara yönelmek için
araç arayışındadır.
Öyleyse iletişim araçları toplumsallaşmayı sağlamaya yönelik araçlar olmaktan çok, toplumsalın kitleler içinde için için kaynamasını sağlayan araçlardır. Zaten bu mikroskobik gösterge düzeyinde anlamın için için kayna ması
olayının makroskopik düzeydeki uzantısından başka bir şey değildir.10 Televizyon sonrası dönem olarak adlandırdığımız dönem her ülke için farklılık
gösterebilir. Her ülke farklı yıllarda bu noktaya gelmiş olsa da tarihin
bugünkü döneminde genel bir televizyon toplumundan söz etmek mümkündür. Televizyon toplumunda her yaş gurubu kendine uygun alacak mesajlar
bulur. Farklı yaş guruplarından oluşturulmuş bir topluluk; örneğin aile aynı
10- Baudliard, Jean, Sessiz Yığınların Gölgesinde, Çev:Oğuz Adanır, Doğubatı, İstanbul:2003,s.56
331
anda aynı programı izlerken farklı mesajlar alabilir. Bu durum televizyonun
tüm bir aileyi karşısında birleştirmesi gibi görünse de, günümüz televizyon
programları birlikteyken bile gurupları ayırabilecek bir güce sahiptir.
“Radyo alıcısı ve tele-ekran olumsuz aile masasına; aile minyatür bir izleyici kitlesine dönüşmüştür.”11 Aile bireylerinin birbirleri ilgilenmek yerine
televizyonla ilgilendikleri dönem başlamıştır. Geleneksel aile algılayışı kendini televizyonun aileyi yeniden yorumlamasına bırakmıştır.
TELEVİZYON VE EKONOMİ-POLİTİK
Televizyon konusundaki çalışmaların yoğunlaştığı alanlar ve ulaştıkları
sonuçlar ne denli farklı olursa olsun, yaklaşımlar arasındaki temel ön kabullerden biri, televizyonun toplumsal yaşam içerisinde yadsınamaz bir rolü
olduğu varsayımıdır.12 Gerek modern toplumlarda, gerekse gelişmekte olan
ülkelerde televizyonun önemi üzerine yapılan çalışmalar, bu kitle iletişim
aracının medya tüketiminde en sık başvurulan araç olduğunu gösterir. Ulusal
nüfusun yüzde kaçının televizyon sahibi olduğunun sorgulanması, bu araç
karşısında tüketilen zamana oranı gibi kimi istatistiki verilerle de desteklenen
bu imalar incelendiğinde, televizyonun kitle iletişim sürecindeki merkezi
yaklaşımlardan biri olarak kabul edilmesi yanlış olmayacaktır.13
Modern endüstriyel toplumlarda çağdaş ve etkili bir kitle iletişim aracı,
gündelik yaşam deneyiminin en önemli parçalarından biri durumuna gelen
televizyonun aralıksız iletiler aracılığıyla yarattığı dünyanın doğrulanması
gerekir. Televizyonun, siyasal-ekonomik-kültürel atmosferden ayrı düşünülemeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu sürece etki eden çeşitli etmenler, anlam üretiminde ve sunumunda aracın kendi başına taşıdığı anlam ve
anlamlandırma içindeki yeri, kitle iletişiminin egemenlik ilişkilerindeki işlevi
ve ideolojinin üretiminde televizyonun görevi gibi pek çok ilişki türü bu atmosferin içinde yer alır.
11- Gunther Anders'den aktaran Nurçay Türkoğlu Toplumsal İletişim, Televizyonun
Düş Dünyası-3. Bölüm,s.160
12- Berger Artur Asa'dan aktaran Sungur Suat, Reklamın Büyülü Dünyası: Sahte İmajların Gerçek Yüzü, Galatasaray Üniversitesi İetişim Dergisi,2007, Sayı:6,s.89
13-Abercrombie,Nicholas’dan aktaran Sungur Suat, Reklamın Büyülü Dünyası: Sahte
İmajların Gerçek Yüzü, , Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi,2007, Sayı:6,s.90
332
Gustave Le Bon bir kitleye bağlı bulunan bireyin durumunu hemen hemen
uyutulan bu kimsenin durumuna benzetir. Artık hareketleri bilinçli değildir.
Bu kimsede, uyutulan bir hasta gibi, bazı davranışlar yok olmuş, bazıları da
oldukça hareketlidir. Yapılacak bir telkinin etkisi o kimseyi karşı konulamaz
bir coşkunlukla bazı işlere sürükleyebilir. Kitlelerdeki coşkunluk, uyutulan
kimsedekinden daha fazladır, çünkü telkin bütün bireyler için aynı olduğundan birbiri üzerine karşılıklı etkiler coşkunluğu arttırır. Bir kitlenin, telkine
karşı direnecek derecede güçlü kişiliğe sahip bireyleri, sayıca azdır ve genel
akım onları da sürükler. Kitle halinde bulunan bireyin, bilinçli kişiliğin kaybolması, bilinçaltı ile hareket eden kişiliğin baskınlığı, düşüncelerin, duyguların bulaşma yoluyla aynı yöne doğru yönelişi ve telkin edilen düşüncelerin
uygulamasına hemen başlamak isteği gibi belirtiler vardır. Bu özellikleri
taşıyan insan artık kendisi değildir, iradesi kendisine rehber olmaktan çıkmış
otomat haline gelmiştir. Bu durumda bir kitleye bağlı olması yüzünden insan,
uygarlık merdiveninden birçok basamak aşağı iner. Yalnız bulunduğu zaman
terbiyeli, aydın bir kimse iken, kitle halinde ise içgüdüleriyle hareket eden
bir yaratık, bir vahşi olmuştur. Artık ilkel bir adamın davranışına, şiddetine,
merhametsizliğine, heyecanlarına ve kahramanlıklarına sahiptir. Kelimelerle,
tasvirlerle kolay etkilenmek, en açık çıkarlarını ayakaltına alabilecek
hareketlere sürüklenebilmek yönleriyle de, kitleye bağlı olan bireyler iç içe
insanlara yaklaşırlar. Kitle içindeki birey, rüzgârın istediği gibi kaldırdığı kum
taneleri arasında, bir tek kum tanesi gibidir. Bu yönüyledir ki, üyelerinden
her birinin kişi ola-fak uygun bulmayacağı hükümler veren jüriler,
iyelerinden her birinin ayrı ayrı red edeceği kanun kabul eden millet meclisleri görülmüştür.14
Le Bonn’un tanımındaki kitle içersindeki bireyin davranışları, televizyon
etkisindeki bireyin davranışlarıyla büyük benzerlik gösterir. Televizyon tek
tek bireyleri bir anlamda birbiri ile seri bağlantılayarak en büyük kalabalığın
parçası haline getirir. Birbiri ile organik hiçbir bağı bulunmayan kitle aynı
anda akşam yemeğine oturur, aynı şeye gülüp, aynı habere şaşırır. Popüler
pratik olarak nitelenen her şey kitle iletişimiyle çeşitli biçimlerde üretilir. Bu
üretim programlardan reklâmlara, filmlerden müzik ve videoya, romanlardan şöhretli isimlerin günlük özel yaşamlarına kadar büyük bir çokluk içinde
yapılır. Günümüzde popülerin üretimindeki örgütlenmesi geleneksel yerel
14- Le Bonn, Gustave, Kitleler Psikolojisi,Çev: Yunus Ender, Hayat Yayıncılık, İstanbul,1997,s.34
333
karakterini yitirmiştir. Artık sosyallik, merkezileştirilmiş sistemleri medya
aracılığı ile üretilmekte ve dağıtılmaktadır. Kapitalist üretim tarzında ulus
içindeki bu merkezileşme, uluslararası seviyede küreselleşmenin yaygınlaşmasıyla ulusal karakterini yitirmekte ve küreselin çıkar ve bilincini yansıtan
karaktere dönüşmektedir Bir başka deyişle ulusal seviyedeki merkezi
öyküleme, giderek küresel sınırın çıkar merkezi eksenine kaymaktadır. Böylelikle ulus içi sermaye yerelin popüler pratiği ve pratiğin üretim ve dağıtımını
almaktadır.15
Günümüz toplumunda çok yönlü yabancılaşma insan zihnini boşaltmıştır.
Bu boşluk doğayı ve toplumu yine onların kendi içindeki olgularıyla, nedensonuç ilişkileri kurarak açıklamaya çalışan bilimsel nitelikli düşüncenin yokluğunun yarattığı boşluktur. Televizyonlu toplum başlı başına bir yabancı=
laşma örneğidir. Sosyal varlık olmasıyla diğer memelilerden ayrılan insanın
sosyalliğinin yeni bir boyutu ya da insanın insanla sosyalleşmeye yabancılaşmasıdır. Medya ve özelde televizyon egemen sınıfın elinde profesyonelleşip, egemen sınıfça kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmaya baş=
ladığı anda kitlelerin zihni bu içerikle dolmaya başlamıştır. Bilimsel düşünceden sistematik bir biçimde uzak tutulan zihinler özenle bu içerik ile doldurulmaktadır. Bilimsel düşünce de egemen sınıf çıkarlarına göre üretilmeye
başlanıp, bilimsel alana el konulunca geriye doğaüstü bir anlayış kalmıştır.
Bundan sonra bu bilinç formasyonunun biçimlenişinde televizyonun toplum
üzerindeki etkisi için açık bir alan yaratılmış olur. Televizyon ve birey karşı
karşıya geldiğinde televizyon daima önceden hazırlıklı olan taraftır. Birey ise
daima şaşırmaya, hayret etmeye, heyecanlanmaya mahkûmdur. Televizyon
son dakika haberini vermeye bile önceden hazırlıklıdır çünkü son dakika
haberleri bile bir jenerik eşliğinde verilir. Ürküten, yürekleri hoplatan, patlama ya da kaza sesi gibi bir jeneriktir ki bu ses genellikle son dakika
haberinin içeriğinden daha çok korkutur. Birey ve televizyon arası güç dengesi son derece orantısızdır ve birey aleyhine dengeyi daha da bozacak
araçları hep vardır televizyonun. Televizyon örgütlü, kurgusal, planlı ve karmaşık olan taraftır. Birey ise çok zaman açık kalan ağzını bile kapatmaya fırsat bulamadan, açık kalan ağzıyla ya şaşıran, ya gülen, ya da anlamaya
çalışan güçsüz mesaj alıcısıdır.
15- Erdoğan İrfan, Korkmaz Alemdar, Popüler Kültür ve İletişim, Ankara, Erk,
2005.s.14
334
Adorno televizyon ve görüntü arasında şu tür bağlantılar kurmaktadır.
“Kavramların dolayımından kaçan görüntünün dili, sözcüklerin dilinden
daha ilkeldir; televizyondaki konuşma, göresel olanın sese çevrilmesi ya da
görüntünün tamamlayıcısı gibidir. Görüntünün diline sinen televizyona
hakim olanların istencidir ve bu istenç, tüketicilerin dili gibi gösterilmeye
çalışılır. Görüntüler, görünüp kaybolarak, uçucu halleriyle yazının etkisine
yaklaşırlar; yakalanabilirler ama üzerine düşünülme olanağı sağlamazlar.
Gözün satırı takip etmesi gibi, görüntüler izlenir ve sayfanın çevrilmesi gibi
sahne değişir. Görüntü gibi, görüntü-yazma da üretici ve tüketicinin
karşılaştığı regresyonun bir aracıdır.”16
Türkiye’de televizyondan önce toplumsal yaşama girmiş olan alet
radyodur. Kendi kullanım alışkanlığını ve toplumsal yaşamını televizyondan
çok önce oturtmuştu. 1968 yılında Türkiye’de televizyon yayınları başladığında radyo çoktan çevresini oluşturmuş, vazgeçilmez olmayı kafasına
koymuştu. Dünya’da 1921 yılında başlayan radyo yayınları, gecikmeden
ülkemize de gelmiş, Türkiye 1923 yılında yayın deneyleri ve 1927 yılında
başlayan radyo yayınları ile bir anlamda radyo yayıncılığının ilk ülkelerinden
olmuştur. 1960lara gelindiğinde ülkemiz için radyo sosyal ortamını çoktan
oluşturmuştu. Daha sonraki yıllarda dünyada değişen dengeler, radyonun
kitleler üzerindeki büyük etkisinin keşfedilmesi ile birçok ülkede olduğu gibi
ülkemizde de radyo yayıncılığı devlet kontrolüne geçmiştir.17 Daha cumhuriyetin ilk yıllarında devlet bu konuyla ilgilenmiş, radyoculuk devlet eliyle
toplumsal yaşamın gündelik alanında etkin bir yer almıştır.
Türkiye'de ilk televizyon yayını 1968 yılında TRT tarafından siyah beyaz
olarak gerçekleştirildi. Başta tek kanalken sonradan TRT1, TRT2... gibi çeşitli
TRT kanalları oluşturuldu. Renkli televizyona geçiş 1980'lerde kısmen gerçekleşti. 1990'lı yılların başında özel televizyon kanalları yayına başladı.18
Türkiye gibi ülkelere iletişim teknolojileri sokulduğunda bunlara öncelikle devletin organları sahip olmuşlar, sivil alandaki kullanım devletin denetimi altında gelişmiştir. Televizyon, etkinlikleri ve ortaya koyduğu ürünlerle,
hem soğuk hem de sıcak savaşta belli amaçlar çerçevesinde enformasyon
16- Kejanlıoğlu, D. Beybin.Frankfurt Okulu’nun Eleştirel Bir Uğrağı: İletişim ve
Medya. Ankara: Bilim ve Sanat yay.2005.s.192
17- Aziz Aysel, Radyo Yayıncılığı, Nobel Yayın Dağıtım, İstanbul 2002.s.211
18- http://tr.wikipedia.org/wiki/Televizyon
335
toplayıp yaymaya, Körfez Savaşı’nda yapıldığı gibi sivil iletişimde belli
önemli öğelerden arındırılmış görüntülerle haberlerde gündemi ve içeriğini
etkilemeye, eğlence ve dinlenme adı altında bilinç yönetiminden geçerek iş
dışı boş zamanın kolonileştirilmesine kadar çeşitlenen görevler yapar. Bu
görevler dördüncü güç, demokrasi, enformasyonun serbest akımı, iletişim
özgürlüğü gibi kavramlarla idealleştirilerek sunulur.19
Türk toplum yapısının, yıllardır Avrupa kapısında beklememize rağmen
Avrupa topulundan çok Amerikan toplumuna benzemesinin bence en büyük
nedeni Türkiye Televizyon Tarihinin özellikle özel televizyonlardan sonra
daha da fazla Amerikan filmlerine ve dizilerine yer vermesidir. TRT döneminde hatırladığım yabancı dizilerin hemen hepsi Amerikan yapımıydı.
Devam eden dönemindeki Brezilya dizileri ise Amerikan dizlerinin bir
uyarlaması şeklinde çekilmişti. Birçok Brezilya dizisinde Holywood’un tanınmış yardımcı oyuncularını görmek mümkündü. Ayrıca Brezilya dizilerindeki
karakterlerin isimleri de yine Amerikan kökenliydi. Aynı konu benzer
senaryo yanında değişen tek şey oyuncuların renkleriydi. Yarışma programları, hatta Türkiye’de çekilen kimi diziler birebir uyarlama şeklinde baskın
kültürün yansıması. Çocuklar için popüler önemli çizgi filmlerden bir tek
Smurfs’un (Türkiye’de gösterildiği ismiyle Şirinler’in tasarımı aslında Belçika
kökenlidir) Amerikan üretimi değil, ki kurgusu ve işleyişi itibariyle bütün
çizgi filmlerden farklı olan serinin sakıncaları ile ilgili mailler hala sanal
dünyada dolaşıyor. Popüler olmayan birkaç Japon çizgi filmi de var tabiî ki.
Ancak çocuk dünyasının çizgi film algılayışını oluşturan yine Amerikan çizgi
filmleridir. Amerikan çizgi filmleri, Amerikalıların gündelik hayatında büyük
öneme sahip çizgi roman kültürlerini, farklı kültürlerin çocuk dünyasına çizgi
filmler aracılığı ile taşır. Bu da Spiderman tişörtünün başka bir ülkede satılmasının garantisidir. Büyük oranda lisanssız, ucuz, kopya ürünler satılsa da
yayılan şey ideolojinin kendisidir. A.B.D.’den uzakta üretilip A.B.D.
baskılarıyla ve bayrak renkleriyle süslenen kopyalar. Yenilmez güç Amerika
imgesinin onlarca cesur kahraman çizgi karakter aracılığı ile beynine kazınan çocuklardan hiç birinin büyüyünce bir A.B.D. askerini Dolmabahçe’den
denize atmaya cesaret olamayacaktır.
Televizyonun Türkiye’ye geldiği ilk yıllara bakıldığında birleştirici etkisinden bile söz edilebilir. Sahip olunması pahalı bir alet olan televizyon
19- Erdoğan, İrfan, Televizyon: Dünyaya Açılan Pencere, A. Ü. İletişim Fakültesi
İletişim Yıllığı 1999,s.54
336
komşular akrabalar için bir araya gelme nedeni olmuştur 70lerde. Bu birleştirici etki televizyonun geleneksel değerler üzerine gelişinin taze olduğu
yıllarla ve tek kanallı dönemle sınırlı kalmıştır. Televizyonun yaygınlaşması
ucuzlaması her eve girmesi bu geçici birleştirici etkinin sonu olmuştur. Ev
içindeki birleştirici etkisi ise çok kanallı dönem ve yan odaya alınan televizyonlarla odalara bölünme şeklinde son bulmuştur. İnsan dünyasına ilk
kez giren tüm yenilikler gibi, giriş kapısını aralayabilmek için kullandığı cazibe ve girdiği kılık, yeni yerini garanti ettikten sonra tam tersine dönmüştür.
Televizyon gelecekteki tercihleri ve kullanışları etkileyen tutumları eken
bir kurum gibi çalışır. Okuryazarlığın ve hareketliliğin tarihsel engellerinin
ötesine geçen televizyon nüfusun günlük kültürünün öncel ortak kaynağı olmuştur. Televizyon muhtemelen sanayi öncesi dinden beri ilk defa güçlü bir
kültürel bağ sağlar.20 Toplumsallaşmanın televizyon etkisiyle olması sadece
küçükler için değil yetişkinler için de geçerli bir olgudur. Bugün ülkemizde
yetişkin modasını belirleyen en önemli etkenlerden birisi televizyon
dizileridir. Öyle ki diziler, bu amaçla yapılan televizyon reklâmlarından daha
etkilidir. Bu etkiyle değişen yetişkinlerin çocukları etkilemesinde de dolaylı
yoldan televizyon etkisi olduğu yadsınamaz.
Nereye baksanız toplumsallaşmanın iletişim araçlarının gönderdiği
mesajlarla ilgilenme oranıyla doğru orantılı olarak ölçüldüğünü görürsünüz.
İletişim araçları ve gönderdikleri mesajlarla ilgilenmeyenler eksik ya da
gerçek düzeyde toplumsallaşmamış insanlar olarak kabul edilmektedir. Koyu
bir sohbetin en can alıcı yerinde, ortak konuşma konusunu oluşturan olay bir
dizide kahramanların yaşadıkları olunca, diziye hiç ilgi duymayanlar bile konunun dışında kalmamak ve ortama ait olmak için diziyi izlemek zorunda
oldukları için dizinin takipçileri haline dönüşebiliyorlar. Aynı durum çok
fazla futbolla ilgilenmeyen birinin sırf futbol muhabbetinde bir iki laf edebilmek için maç sonu tartışma programlarını izlemesinde de vardır.
Haber her yerde hızlı bir anlam dolanımını sağlamakla yükümlü kılınmıştır. Bu durum ekonomik açıdan Kapitalizmin hızlı bir şekilde el
değiştirme zorunluluğu sonucunda üretilen artı değer olayına benzetilebilir.
20- Gerbner, George'dan aktaran İzlem K. Vural, A Survay Conducted on the Janitors of Anadolu University in Terms of the Cultivating Role of Television, Galatasaray
Üniversitesi İetişim Dergisi,2007, Sayı:6,s.163
337
Haber iletişim yaratan bir şey gibi sunulmaktadır. Boşa üretilen haber
oranı çok yüksek boyutlara ulaşsa bile, genel bir “consensus”a dayanılarak
bu haddinden çok anlamın toplumsalın kılcal damarlarına kadar dağıtılması
istenmekte ve bu yüzden boşa üretilen haber kadar anlam üretimi konusunda
da kimsenin sesini çıkarmadığı görülmektedir. Aynen kendinden kaynaklanan bozukluklara ve irrasyonel yanlarına rağmen maddi üretimin daha
çok zenginlik ve toplumsal uyum üretmesini isteyen bir “consensus” gibi.
Hepimiz bu efsanenin suç ortaklarıyız. Bizim modernliğimizin başında da
maddi üretim vardır sonunda da. Maddi üretim olmasaydı bizim toplumsal
örgütlenmemiz inandırıcı olmazdı. Oysa sahip olduğumuz toplumsal
örgütlenme düzeni yine maddi üretim yüzünden çökmektedir.21
Küresel pazarda, yerleşik tüketicilerin en yaygın kesişme alanı ise Hollywood sinemasıdır. Amerikan tarzı olarak adlandırılan bahçeli dubleks evler
büyük arabalar büyük seçim menüler aşağı yukarı her filmin dekorudur ve
aslında aynı zamanda her dükkanın vitrinidir. Televizyon programları
arasında da sinema, önemli bir yere sahip. Dünya sinemacılığının merkezi
Amerika olunca, televizyon sinemalarında Amerikan sinemasının önemli bir
yer tutması da kaçınılmazdır. Hem yerel hem de küresel alandaki gücü
pekiştirmek için yapılan savaş filmleri kendi vatandaşlarına güven, çevredekilere korku ve tapınma aşılar. Bazen ters tepip nefrete dönüştüğü de
görülür. Pentagon’un gururlanmasıyla çoğalan bu filmler, bir yandan şiddet
yayarken, diğer taraftan ideoloji de transfer etmektedir. Amerika, sinema sektörüyle kültürel emperyalizmin her eve girmesini başarmıştır. Genç neslin
Amerikan sinemasıyla yetişmesi, Amerikan kültürünün zihinlere yerleşmesini kaçınılmaz kılıyor. Amerikalılaşan toplum, Amerikalı gibi düşünüp
onlar gibi yaşamaya başlar. Özellikle süper güç düşüncesi, süper gücün hiç
yenilmemesi, Amerika ile özdeşleştirilen; kimi zaman Amerikan bayrağı
giyen, kimi zaman bayrak renklerinde 52 yıldızlı, kimi zaman da sadece kırmızı mavi zemin üzerinde beyaz çizgilerden oluşan kıyafete sahip süper
kahramanın her bölümün sonunda galip gelip kötüleri yenilgiye uğratması
emperyalizmin siyasi geleceği açısından çok önemlidir. Bu alandaki bütün
çizgi filmler de savaşlar da televizyondan izlendi. A.B.D.’ye hiç gitmeyen,
belki de hiç Amerikalı görmeyen insanların dünyasına, Amerikalıların çok
güçlü ve değerli olduğu birçok propaganda aracının yanı sıra televizyon
21- Baudrillard, Jean, Tüketim Toplumu, Çev: Ferda Keskin, Hazal Deliçaylı,Ayrıntı
Yayınları,İstanbul 2010,s.76
338
aracılığı özenle ve en yaygın şekliyle yerleştirilmiştir. Uluslararası dengesel
değer ve psikolojik savaş açısından taşıdığı önem nedeniyle Amerika’da
sinema sektörü, büyük destek görüyor. A.B.D. filmleriyle öyle çok yerleşmiştir ki beyinlere, birkaç cadde ismi birkaç eyalet, birkaç köprü adını
çabucak sayabilir standart televizyon izleyicisi. California’ da New York’un,
New York’da Manhattan’ın, Manhattan’da Wall Street’in olduğunu, Manhattan’dan Brooklyn’e iki asmalı Brooklyn Köprüsü’nden geçildiğini birçok
televizyon izleyicisi bilir. Bir anlamda Amerikan patentli televizyon yayınları, başka ülkelerde yaşayan milyonlarca insana A.B.D. den birkaç eyalet,
birkaç şehir, cadde, sokak, gökdelen ismi ezberletmiştir. Empire State adındaki gökdelenin dünya çapında üne kavuşması çekilen ilk King Kong
filminin tarihi ile eştir. Bu noktada televizyonun başkenti A.B.D. dir demek
abartı olmayacaktır.
Geçtiğimiz aylarda son aşamasını yine televizyondan izlenilen Bin Ladin
operasyonunda A.B.D. medyası tarafından dünya üzerindeki en tehlikeli
terörist olarak sunulan Bin Ladin yayıncılık başarısı ve operasyonel uzmanlıkla öldürüldü. Süper güç tüm aşamaları ile sürecin kazananı oldu. Olayların işleyiş biçimi çizgi filmlerden ve kahramanlık anlatısı Hollywood
filmlerinden alışık olunan şekliyle; senaryoya göre olması gerektiği gibi bittiğinde en yetkili ağız olan A.B.D. başkanı olan biteni anlattı. Ses tonu ve yüz
ifadesi tüm süper güç çizgi filmlerinin final sahnesinden alışık olunan üsluba
uygundu. 11 Eylülden beri süregelen olaylar gösterilirken, güven veren ses
tonuyla Birleşik Devletler Başkanı olan biteni dili geçmiş zamanda bir kere
daha anlattı.
Emperyalizm, televizyonla girdiği evlerde öncelikle toplumun kültürünü
bireyden başlayarak dönüştürmeyi hedefler. Kültürü ve yasam tarzı değişen
toplumun zevkleri ve ihtiyaçları da değişecektir. İzleyici kitleye gerek
Amerikan müziği ve klipleriyle, Amerikan popülist kültürü yerleştirilir.
Dünyanın Amerikalılaşması, ortak zevk ve ihtiyaçlara sahip büyük bir kitleyi oluşturabilmek içindir. Amerikan rüyası denen şey A.B.D. de yaşanan
tüketime dayalı küresel ekonominin küçük bir modelidir. Tüketerek ve
mutlu; tüketebildikçe daha da mutlu yaşamaktır. Eğer televizyon programları ve reklâmları, ayni anda bir Amerikalının, bir Rus’un ve bir Arap’ın CocaCola içip Lewi’s giymesini sağlıyorsa, başarıya ulaşmış demektir. Tek bir
banttan çıkmış ürünün birçok ülkede ve hiçbir değişikliğe uğramadan zorunluluktan ve seçme şansı olmaksızın kullanılması komünizmin sefaleti olarak
339
anlatılmıştı yıllarca. Ancak aynı ürünün birçok ülkede, hiçbir değişikliğe
uğramadan zorunluluktan ve seçme şansı olmasına rağmen tüketicinin seçebileceği daha hesaplı ürünleri görmezden gelerek, hem de kuyruklar oluşturup bunları almak için tutkuyla beklemesi kapitalizmin zaferinden başka bir
şey değildir. Haberlerin en can alıcı yerinde İ-phone almak için 3 gün
kuyrukta bekleyen insanlar gösteriliyor. Avrupa”da 2. dünya savaşı karne ile
ekmek dağıtımından beri görülmeyen bu görüntüler bugün bir sefalet ya da
zorunluluk sonucu olarak değil, sadece seçme ve tüketme özgürlüğü adına
yaşanıyor. Geçmişte ancak yaşamsal nedenler ve açlık tehlikesi ile girilen bu
kuyruklara bugün büyük paralar ödeyerek giriliyor olması en çok da televizyon reklâmlarının yarattığı manüplasyonun ispatıdır.
Emperyalizm bütün bir dünyayı sömürüp toplumları aç bırakırken ”bunları yapan sizin iradeniz" mesajını verir. Televizyon kitleyi büyülerken, emperyalizm kişisel ve ulusal cepleri boşaltır. Bu çağdaş büyü sonucunda
eğlendiklerini, istedikleri şeyleri yaptıklarını sanan, ancak bunu yaparken
uluslararası emperyalizmin ekmeğine yağ süren büyük bir kitle ortaya çıkar.
Bunun sonucu bir ürünü satın almak için ona ihtiyaç duymaya gerek
görmeyen bireydir. Alış veriş arabasını tıka basa doldurmak, 35 çift
ayakkabısı olmak, 6 tane cep telefonu olmak gibi. Satılacak bir malın reklâmını yaparken eskiden "önce ihtiyaç yaratalım" denirdi. Bu toplumsal
düzende buna gerek kalmadı. Çünkü toplumda "istek duyma" uyarısı, tüketime çağıran medyanın kendi işleyişi içinde oluşturulmaktadır. Bu toplum
yapısının karakteristik özelliği "evladiyelik" kavramının ortadan kaldırılmış
olmasıdır. Artık bir buzdolabının, çamaşır makinesinin veya otomobilin 50
sene çalışmasını düşünemezsiniz. Bu sağlamlıkta ürünler de hala mevcutsa
bile kolay alınır değiller, ya da eskiden bütün ürünlerde standart olarak bulunan bu sağlamlık artık çok büyük bir ayrıcalık gibi pazarlanıyor. Aldığınız
ürünü almalı, en fazla garantisi dolana kadar kullanmalı ve daha sonra
yenisiyle değiştirmelisiniz. Bu sistem içinde aslında ürünler birer değere
dönüşmüş durumda. O ürünlere özel adları ile hitap ediliyor. Big Mac, İPad, Nexus, Whopper , İ-phone, Viagra…sayılanların hepsi birer film kahramanı ve hepsine medya eliyle birer kimlik giydirilmiş. Beyefendi i-phone,
genç i-pad gibi kimlikleriyle yan yana sergilenmediktirler. Ve birçok ürün
sadece reklâm başarısı çok iyi olduğu için bu derece toplumsallaşmıştır. O
sandviçi diğerlerinden ayıran tek şey iyi yazılmış bir reklâm metnine sahip olmasıdır. Ya da o bardağın içindeki kahveye sıradan kahvenin 5 katı daha fazla
340
para verdiren şey iyi pazarlanan bir dizinin iyi sahnelerinde tüketiliyor olmasıdır.
Bu kültürün alıcısı gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerden çok geri
kalmış ülke toplumlarıdır. Amerikan kültürü insan eliyle Pazar için üretilmiş
endüstriyel toplum yapısının ispatıdır. Bugün küresel kültür olarak itelenmeye çalışılan şey de özünde amerikan kültürüdür. Küresel sermayenin bir ülkeye yerleşmesinin en önemli aşamalarından biri o ülkede alınan medya
kuruluşlarıdır. Diziler reklâmlar sabah programları akşam haberleri sunucunun giyinme şekli hep bir yaşam tarzını dayatır niteliktedir.
Burada Althusser’in tanımlamasıyla televizyonu Devletin İdeolojik Aygıtı
olarak görmek çalışmamızın daha net anlaşılır olması açısından faydalı olacaktır. Üretim ilişkilerinin yeniden üreten bir D.İ.A. olarak televizyon. Tipik
(altyapı, üstyapı) diliyle söylersek: Büyük bir bölümünde, hukukî-siyasal ve
ideolojik üstyapı yoluyla sağlanır.22
Televizyonda kendi ideolojisi aracılığı ile sistem ideolojisini bireye taşıyan
etkin bir aygıttır. Her sınıf televizyonda kendi ifade biçimlerini gerçekleştirebilir. Tüm yoksullar, tüm yenilenler, tüm mazlumlar 120 şer dakikalık
dizilerde öfke ve nefretini yaşayarak boşaltır, mutsuz zenginler olmaktansa
mutlu yoksulluklarına, ya da hiç gerçekleşmeyecek zenginliktense 120
dakikalık zenginliklerine razı olurlar.
Bir anlamda baskı aygıtlarının işleyişini sağlayan da televizyondur. Polisi,
askeri öven, kahramanlık hikâyeleri anlatan diziler, belgeseller, baskı aygıtlarının “baskıdan” uzak var oluşuna alan yaratır. Baskı aygıtlarına karşı
duyulabilecek olası öfke, minnet ve sevgi, duygularına ustaca dönüştürülür.
D.İ.A. lar bu yönüyle baskı aygıtlarının bile koruyucusu sayılır.
Althusser dönemi için “Okul-Aile çifti, Kilise-Aile çiftinin yerini aldı”
demiştir. Günümüz koşullarında “okul-aile-televizyon” üçlüsünü birlikte
anmak Althusser’in tanımlamasına güncellik kazandırmak olacaktır. Bunu
açıklamak için Althusser’in
D.İ.A. teorisini televizyonu sınamak için kullanalım;
1) Tüm DİA'lar, hangisi olursa olsun, aynı hedefe yönelir: Üretim ilişkilerinin yeniden-üretimi, yani kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden-üretimi:
22- Althuser, Louis., İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Y. Alp, M. Özışık,
İletişim Yayıncılık 1994,s.49
341
Burada televizyonun tamamlayıcı etkisi çok açıktır. Belki hedef kitleye zincirlerinden başka kaybedecek çok şey olduğuna inandırmanın en kolay yolu
televizyondur. Kurulacak bir hayalin, yazılıp yönetilip filme kaydedilmiş şeklini görmenin en kolay yoludur televizyon. İnsanları sefil dünyalarında hayal
kurma malzemesi aramaktan kurtarır. Güçsüzlerin vicdanı ilahi adaletin
tecellisidir televizyon. İzlenen her bir “Gerçek Kesit” ile kötülerden bir intikam daha alır mazlum.
2) Her biri bu tek hedefe kendine özgü yoldan katkıda bulunur: Siyasal
aygıt bireyleri devletin siyasal ideolojisine uydurur; bu, ya "demokratik",
"dolaylı" ideolojidir, ya da "dolaysız" ideoloji: Bireyin için televizyona dahil
olmak, programda katılımcı olmak, SMS göndermek, okur mektubu göndermek, telefonla bağlanmak, mail atmak katılımcılık ve söz sahibi olma ihtiyacını doyurur. Kendisi bunu yapmasa bile kendine benzeyen yapan kişileri
görerek tatmin olur. Bireyin tatmin olması, ya da itiraz etmeye gerek
görmemesi, ya da yaşadığı sahte başarmışlık hissi itiraz edebilecek bir bilinç
için morfin etkisindedir. Kendi temsilini hissetmek, katılmasa bile katılımın
bir parçası olduğunu düşündüren cümleler duymak, katılımcılar görmek,
kişiyi sakinleştirip hayatını ve sistemi sevmesini sağlayan etkin bir araçtır.
3) DİA ‘lar kimi zaman çelişkilerin bulandırdığı tek bir söylem tüm görüntüye egemendir. Milliyetçilik, ahlâkçılık ve ekonomizm: İstenilen değer televizyon eliyle çok kısa bir sürede üst değer olarak parlatılabilir. Tabiî ki diğer
iletişim araçlarının da etkisi büyüktür ancak günümüzde kitlesel bir tepki
oluşturan en vurucu gazete manşeti bile televizyon haberleriyle kitleselleşmektedir. Ülkenin en çok okunan köşe yazarının kitleleri harekete
geçirmesi yazının okunduğu andan sonra değil, yazının televizyondaki etkilerinden sonradır. Ülkemizde son dönemde bu gibi olayları daha çok spor
basının televizyona yansıması şeklinde izliyoruz.
4) DİA açıkça egemen rolü oynar; öylesine patırtısızdır ki! Okul. Tüm
toplumsal sınıfların çocuklarını ana-okulundan başlayarak alır ve ana-okulundan başlayarak, yeni veya eski yöntemlerle, yıllar boyunca, çocuğun "etkilere en açık" olduğu çağda, aile DİA'sı ve öğretimsel DİA arasında sıkışmış
olduğu yıllar boyunca, egemen ideolojiyle kaplanmış "becerileri, ya da sadece
katıksız egemen ideolojiyi tekrarlaya tekrarlaya çocukların kafasına yerleştirir. On altıncı yıla doğru bir yerde, dev bir çocuk kitlesi üretimin içine
düşer: Bunlar işçiler ve küçük köylülerdir. Öğrenim görebilecek gençliğin bir
342
başka bölümü yoluna devam eder: Ve zar zor kısa bir yol daha aldıktan sonra
bir kıyıya yıkılır kalır ve küçük ve orta teknisyenler, beyaz yakalı işçiler,
küçük ve orta devlet memurları, her türlü küçük-burjuva tabakaları oluşturur. Son bir bölümü zirveye ulaşır, ya aydınlara özgü yarı-işsizliğe düşmek ya
da "kolektif emekçinin Aydınlanışı”na, sömürü görevlileri (kapitalistler, işletmeciler), baskı görevlileri (askerler, polisler, siyaset adamları, yöneticiler vb.)
ve profesyonel ideologlar sağlamak üzere... Yolda düşüp kalan her kitle,
sınıflı toplumda yerine getireceği göreve uygun ideolojiye pratik olarak sahip
kılınır: Sö-mürülen olma görevi (son derece gelişmiş "meslekî", "ahlaki",
"medenî", "millî" ve apolitik vicdana sahip), sömürü görevlisi olma görevi
(işçilere emretmeyi ve onlarla konuşmayı bilmek: "İnsanî ilişkiler"), baskı
görevlileri (emretmek ve "tartışmaya yer bırakmadan" itaat ettirmeyi bilmek
ya da siyasal yöneticilerin belâgatinin demagojisini kullanabilmek) ya da profesyonel ideologlar olma görevi (bilinçleri saygı ile, yani hak ettikleri
aşağılama ve demagoji ile işleyerek, Ahlâk, Fazilet "Aşkınlık", Millet vb. ile
besleyebilme yeteneği). Elbette, birbirine karşıt olan bu erdemlerin çoğu (bir
yanda alçakgönüllülük, feragat, itaat, öbür yanda sinizm, kibir, küstahlık,
güven, kendini büyük görme, hatta tatlı dillilik ve kurnazlık) ailelerde,
kilisede, orduda, güzel kitaplarda, filmlerde ve hatta stadyumlarda da öğrenilir:23 Okul bir anlamda bireylerin sistemin işine yaraması açısından rafine
edildiği yerdir. Okuldan kalan zamanı başarılı bir şekilde dolduran televizyon okulda kural tanımaz ve akademik anlamda işe yaramaz bireyler
yaratsa bile aslında sistemin bir eksiğini giderip kimi mesleklere iş gücü
yaratıyor olabilir. Yani okulun bireyleri rafine sisteminde başarı şart değildir.
Sosyolojik açıdan kapitalist toplum düzeninde televizyonun nasıl kullanıldığını anlamaya çalışıyoruz. Yoksa günümüz toplumunda bile fantastik
varsayımlarla televizyonun bir karşı-DİA olabileceğini savunmak bile
mümkündür. Ancak, geçmişte de bu gibi denemeler devlet eliyle daha
başlama evresinde susturulmuştur. Televizyonu ya da sınırlamak isteyen bir
siyasal yönetimler (1972–73 yıllarında Nixon yönetimindeki gibi), bireysel
istasyonlar üzerinde baskı kurmayı, onlara şebekeler üzerine baskı uygulatmak ve böylece temelde onların siyasal içeriklerini özellikle haberlerde ve
yorumda değiştirmek üzere deneyebilirdi. Bu durum "sorumsuz" şebekelerin
"toplum tarafından denetimi" olarak ussallaştırılırdı; şebekeler gerçekten kamusal sorumluluğu olmayan büyük özel kurumlardı. Ancak istasyonlar izne
23- Althusser, 45
343
bağlı olarak alınıp satıldıkları için, onlar kamu çıkarlarının kapitalist uyarlamalarıdır, ancak bu küçük ölçekli kapitalizm, tümüyle gelişmiş bir tür
yayıncılık üretimi için gerekli olan büyük ölçekli şebekelere bağlıydı. Diğer
toplumlardaki "toplum televizyonu" hakkındaki tartışmaların çoğu; tekel ya
da şebeke çıkarları, küçük ölçekli yerel ya da sahte-yerel kapitalizm ve devletin siyasal gücü arasındaki haksız rekabetle aynı özellikleri gösterir.24
Günümüzde televizyonun sosyal hayata etkisi o kadar büyüktür ki, adeta
toplum televizyondan çıkmış ya da televizyona girmeye hazır bir haldedir.
Televizyon, toplumsal alanın tümünü kaplar bir yapıya sahip olmuştur. Televizyondaki her karakter toplumsal hayatta binlerce yansımasını üretir. Televizyondaki her karakterin davranışı toplum içindeki taklitçileri tarafından
tekrarlanır. Televizyondakiler gibi yürüyen, onlar gibi seven, onlar gibi koşan,
onlar gibi eğlenen hatta onlar gibi intikam alan kişiler gerçek hayatın
içindedir. Televizyon toplumu denetlemekten ve onun üzerinde hüküm kurmaktan ziyade aktif ve pasif kutupları ortadan kaldırmakta ve her şeyi bir
imgeye, bir sahneye dönüştürmektedir; bir sahneden ibaret kılmaktadır. Ama
böyle bir etkisizleştirme çok daha kötü olabilir. Andy Warhol'un "herkesin 15
saniyesinin olduğu" televizyondur söz konusu olan; televizyon artık ideoloji
üretmekten çok gerçekliğin kendisi haline gelmiştir; "gerçeğin kendine özdeş
bir yeniden-üretiminin yapılabilmesi olasılığı", yani "hiper-gerçeklik"tir. Baudrillard'ın yaklaşımının en ilginç yanı, hiç kuşkusuz bizzat medya ve televizyon sayesinde referansın radikal biçimde ortadan ka1ktığı iddiasıdır.
Simülasyon ilkesine göre çalışan televizyon, haberlerden dizilere kod
öğelerinin sonsuz biçimde oynanmasıyla işlemektedir; ortaya çıkan imgeler
gerçekliğin temsili değil, manipülasyonun ve modellemenin sonucudur.25
Toplumsal bilinç formasyonu belli toplumsal, tarihsel koşullarda topluma
mal olmuş, toplumun, doğal ve toplumsal hareketleri kavrayış ve onlara yaklaşım biçimidir. Yalnızca evreni duyumlarla algılayışı değil, aynı zamanda
bu algıların zihinsel yorumlanması, genellenmesi, bir yaşam felsefesi oluşturulması ve bunun pratiğe dönüştürülmesini de içerir. Üretim ilişkilerinin tüm
toplum düzeyinde benzer özelliklerle cereyan edişi gibi, bilinç de toplumsal
boyutludur. Tarihsel gelişimleri içinde bilinç formasyonları birbirleriyle etkileşirler. Bir önceki formasyon, bir sonraki içinde kalıntı olarak yaşar.26 Tele24- Williams, 30
25- Baudliard, Jean, Çaresiz Stratejiler, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2002. S: 30-34.
26- Belek,54
344
vizyonun günümüz dünyasına, toplumsal bilincin yaratılması üzerinde etkisi çok büyüktür. Toplumsal bilincin uyanamayışı, uyutulması ya da istendiği
şekle rahatça evirilebilmesi için televizyon kültürü etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Televizyon kültürü önceki kültürel formülasyonları kendi
çizgisinde kullanarak yeni bir bilinç yaratmıştır. Daha önceki bilinç formasyonu biçimsel olarak varlığını koruyor olsa da, sonuncusunun özüne uygun
biçimde görüntülenir. Bir başka açıdan yaklaşılırsa, daha sonra gelişen bilinç
formasyonu kendisinden öncekini kuşatır, içine alır.
Televizyonlu toplumda kitleler doğrudan kendi inisiyatiflerindeki değil,
kendilerine dayatılan bir bilinç yapısına sahiptirler. Öte yandan her bir bilinç
tipi, geleceğe dönük parçalar içerir. Televizyon toplumsal bilinci hem yönlendirir, hem de mevcut toplumsal bilincin izlerini taşır. Bugün 70lerde
yapılmış romantik Yeşilçam filmlerini izlerken bile toplumsal bilincin etkisini
net bir şekilde görüyoruz. Dönemin devlet televizyonundan bir kesit halinde
programlar izlediğimizde yine aynı bilincin yansımalarını görmemiz
mümkündür. Televizyon dönüşümlü olarak toplum üzerinde nesne-özne rollerini üstlenir. Toplumsal bilinç açısından olaya yaklaşıldığında belirlenen
çizgiye toplumun yakınlaştırmada televizyonun öznelik rolü önemlidir.
70lerdeki toplumsal bilincin dönüşümünü başlatan süreç 12 Eylül askeri
darbesi de zihinlerde TRT ekranlarından yapılan muhtıra ile hala canlıdır.
Televizyon ekranlarından izlenilen bu muhtıra, yeni bir toplumsal bilincin
yaratılmakta olduğunun, ilgili araçtan ilk örneğiydi. Yine aynı döneme dair
toplumsal bilincin kapalı, kabulcü, edilgen, direniş göstermeyen yapısının iz
düşümünü dönemin televizyon ürünleriyle sınayabiliriz. Dönemin müzik
videolarında bile sanatçıların yüzünde sebepsiz anlamsız bir gülümseme,
gülümseme arkasında gizli bir karamsarlık bilinçaltına atılmış bir şeyleri saklayan toplumsal bilinç gibidir.
Bu konuya bakışımı daha iyi ifade edebilmek için Jurgen Habermas’ın
yaklaşımı ile durumu yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Kültür
endüstrisini ekonominin mantığına göre düzenlenmesinin kitle iletişim
araçlarının örgütlenmesi, kamusal alanın oluşumu ve kitle kültürünün temel
nitelikleri üzerinde oynadığı rolü Jürgen Habermas, temelde Frankfurt Okulu’nun kültür endüstrisi eleştirilerini izleyerek dile getirir. Habermas, 20.
yüzyılda kamusal alanın gerilediğini, çöktüğünü düşünür. Bu çöküşü hazırlayan ise, öncelikle kitle kültürünün eleştirel boyutunu yitirerek tüketim nesnesine dönüş olmasıdır. Çöküşün bununla bağlantılı bir diğer hazırlayıcısı
345
ise, siyasi yaşamın halkla ilişkiler ve imge stratejilerinin mantığına boyun
eğişinin yanı sıra, kitle iletişim araçlarının eleştirel işlevlerinde görülen bir
gerilemedir.27
Kitle iletişim araçları üzerine yapılan çalışmalarda, üzerinde yoğunlaşılan
özgül alanın kendine özgü nitelikleri dolayısıyla pek çok farklı inceleme
türünden yararlanılır. Bu anlamda genel olarak, kitle iletişim araçları
içerisinde televizyonun - yazılı iletişimde olduğu gibi - bir metin olarak anlaşılması gerektiği yargısı, adı geçen yaklaşımlar arasındadır. Temelde içinde
sözlü kültürün önemli niteliklerini barındıran görsel bir kültür ürünü olan
televizyonun bir metin olarak ele alınmasının altında, televizyon iletilerinin
yazılı bir metinde olduğu gibi kimi "bilinçli" düzenlemelerden geçtiği, söz
konusu iletilerin yapılandırılmasında belirli bir söylem biçiminin benimsendiği ve televizyon aracılığıyla aktarılan şeylerin aynı bir metinde olduğu
gibi önceden tasarlanabildiği gerçeği yatmaktadır.28 Hartley ve Fiske'ye göre
televizyon, gerçekliğin üretiminde birbiriyle çatışma içerisinde olan sözlü ve
yazılı kültürün kesişme noktalarından yararlanır. Bu süreç içerisinde dil üzerine yapılandırılan gerçeklik izleyicinin dünyayı algılama yöntemiyle
örtüşür. Bu anlamda dil, izleyicinin doğal olanı yaratmasında kullandığı bir
güçtür. Dil aracılığıyla kurulan gerçeklik, gerçeğin bir yansıması ya da bozulması değildir ve gerçekte televizyon aracılığıyla sunulan, doğal gerçeklik
değil yapay gerçekliktir.29 Amerikalı eleştirmen Dwight, Mcdonalds kültürünü, büyük sermayeli işadamları tarafından istihdam edilen teknisyenler
aracılığıyla üretilen ve müşterilerinin bu sürece katılımlarının, bir malı almak
ya da almamak düzeyine indirgendiği bir kültürel yapı olarak tanımlamaktadır. Demek ki, kitle kültürünün tarihsel temellerini kitlesel üretime, sanayileşmeye bağlayabiliriz. Günümüzde kültür artık kitle kültürüne evrilmiştir.30
Buradan hareketle kitle kültürünün tarihsel temellerini kitlesel üretime/
sanayileşmeye bağlamak doğru olacaktır. Bu endüstriyel yaklaşım içerisinde
27- Habermas’dan Aktaran Nilgün Tutal Cheviron, Medya okur-yazarlığı: erişim
sorunu, Seyirselleşme ve sansasyonelleşme, ”, Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay
Türkoğlu, Kalemus Yayınevi,İstanbul 2010,s.120
28- Burton Greamer, Görünenden Fazlası: Medya Analizlerine Giriş, Çev. Nefin Dinç,
İstanbul, Alan Yayıncılık1995,s.38
29-Fiske John, John Hartley den aktaran Suat Sungur, Reklamın Büyülü
Dünyası;Sahte İmajın Gerçek Yüzü, Galatasaray Üniversitesi İletişim Yayını
Sayı:6,2007.Yaz.s.91
30- Televizyonda Haberin Magazinleşmesi, Hakan Ergül, İletişim Yayınları,2000,
s.35.
346
toplumsal onaydan geçmiş "çok satan" kültürel ürünlerde ise yenilenmeden
çok yinelenmeden söz edilebilir. Kitlesel üretimden geçen kültürel ürünlerde
"yenileme" ürünün içeriği üzerinde değil, biçimi üzerinde gerçekleştirilir.
Farklı görünümler altında bütün kültürel ürünlerin gizliden ya da açıkça paylaştıkları ortak özellik "tecimsellik", bir başka deyişle pazar içinde değişim
değerine sahip olmaktır, denilebilir.
Televizyon toplum açısından bir yaşam formu sunmuştur. Bu yaşam
formu o kadar büyüktür ki gittiğimiz her yere bizimle gelir. Çocukların yolculukları boyunca gökyüzüne bakıp ayın kendilerini izlediğini düşünerek;
ay dede her yere bizimle geliyor demeleri gibi, aslında bu durumun gökyüzündeki uydunun büyüklünden kaynaklanması ve onu izleyen çocuğun
ay tarafından umursanma ihtimalinin olmaması gibi.
Televizyon gittiği her yere izleyici ile gider ve bu içten içe mutlu edicidir.
Gece yarısı saatlerdir bekleyen insanlarla daha da sıkıcı hale gelmiş, havasız,
yerel tarımın tüm kokularını taşıyan köy istasyonunda televizyon sesi duymak, televizyon da tanıdık bir yüz görmek, onun ortak dilinden bir şeyler
anlıyor olmak ortamdaki yabancının hoşuna gider. Çünkü bu yabancı ortamda bildik, ait hissedilebilecek bir şeyler bulunmuş olur. Serum kokulu
hastane odalarında, ilk gecesindeki hasta her şeye o kadar yabancı ve
soğukken tavana asılmış 37 ekran televizyon ortamın en sıcak eşyasıdır, ilk
önce çevredeki televizyon görünümlü uzak akrabaları gibi kalp grafisi ya da
diğer tıbbi gözlemleri gösteren monitörlerden biri olduğu korkusuyla bakılır
ona. Ama o halktan biridir. Herkes gidip televizyonla baş başa kalınca, hele
de bir kumandası varsa, hasta odası kişiselleştirilmiş demektir, tüm hastanenin sesini yırtan sevilmeyen bir siyasetçi ya da çirkin sesli şarkıcı olsa da
bildik tanıdık olduğu için içten içe sevinilir.
TELEVİZYON VE TÜKETİM ALIŞKANLIKLARI
Modernizm sonrası dönemde kapitalizmin en önemli lokomotifi televizyon olmuştur. Kendisinin makine olarak üretiminin, elektrik aboneliğinden televizyon sehpalarına varana kadar başlı başına bir sektör üretmesi bir
tarafa üretilen diğer ürünlerin tanıtılması ve özendirilmesi için en etkili araç
olmuştur. Ayrıca özel sektör olan medyada ürünün her şeyden önce meta
olduğu açıktır; zira satış rakamları, yatırımdan gelir ve kâra kadar tüm
faaliyetlerin tek haklılık gerekçesidir. Televizyonun asıl duruşu izleyicinin
dikkatini mümkün olduğunca çekip kendisine bağlamaktır. Özel sektör
347
medya firmalarının yö-netiminde ticari başarı uğruna daha da takıntılı bir
biçimde bu hedefin peşinde koşulur. Bugün, son yıllarda artan televizyon
kanalı yoğunlaşmasının ve rekabetinin gölgesinde, durum tamamen kontrolden çıkmıştır. Özellikle televizyonun ve onun ardından geri kalan medya
sisteminin sınırsız pazarında artan özel sektör rekabeti aslında, medyaya
özgü iletişim tarzlarına yabancı bir ticari-yönelimli kurallar kümesi dayatmamaktadır.31 Tersine, başından beri medyada asli olarak var olan kuralların
denetimsiz biçimde bü-yümesine yol açmıştır. Bununla birlikte, daha az etkilenen dipteki kaliteli yazılı basından en çok etkilenen en tepedeki boyalı
basına ve ticari televizyonlara kadar, çeşitli medya tiplerinin meta niteliğinden etkilenme derecelerinin açık bir hiyerarşisi vardır.32 Günümüzde yayın
organlarının ticarileşmesinde televizyon en üstte durur. Çünkü daha önce de
belirttiğimiz gibi televizyon bütün diğer medya kanallarını kullanabilen bir
anlamda hepsini kapsayabilen bir yapıya sahiptir. Sansasyonel bir gazete
haberi bile manşetten önce televizyon yoluyla kitleye ulaşır.
Şiddetli çekişmelere sahne olan medya pazarında ticarileşme tüm medya
ürünlerine giderek daha fazla bir meta niteliği kazandırma eğilimindedir.
Zira gazetecilik ürünleri artık kâr azamileştirme potansiyelleri dikkate alınarak üretilmekte ve dağıtılmaktadır. İzleyici ilgisini çekme ve dolayısıyla
pazar paylarını ele geçirmeyle ilgili medya kuralları neredeyse diğer tüm
ilkeleri dışlayacak ölçüde işe egemendir ve iletişimin demokratik ya da
kültürel standartları hiç düşünülmeden uygulanır. Özel yayıncılık şebekelerinde ve boyalı basında tepeye tırmanmak için bu ticari sömürü kültüründen yararlanan bir gazeteci tipi vardır. Bu gazetecinin işe uygun temel niteliği, konuyu doğru verip vermediğine ve konunun asli standartlarına yanıt
verip vermediğine aldırmadan yarı sindirilmiş bilgi kırıntılarını gerçek medya ürünleri diye yutturmaya hazır oluşudur. Başarısı her şeyden önce, bir
konuya hakkının verilip verilmediğiyle değil, izlenme oranlarıyla ölçülür.
İşletmenin kâr kaygısının gazetecilik hedefiyle ya da siyasal hedeflerle çakıştığı, ya da bir medya şirketi kendi ekonomik faaliyetlerinin siyasal ortamını
etkilemeyi umut ettiği durumlardaysa, medya kuralları asla askıya alınmaz;
belli koşullar altında açık siyasal mesajların taşıyıcılarına dönüştürülür.33
31- Keane, John. “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümleri”. Medya Kültür Siyaset. Çev:
Süleyman İrvan. 2. Basım Ankara: Doğu Batı Yayınları,1989
32- Meyer, Thomas, Medya Demokrasisi, Çev:Ahmet Fethi, İş Kültür Yayınları, İstanbul 2004
33- Meyer,28
348
Reklâmların yayın organlarına göre etkinliğine bakıldığında, sadece reklâmların değil bütün programların birer reklâm aracı olarak kullanıldığı bu
alanda sadece satılacak ürünler podyuma çıkmıyor; bütün bir yaşam tarzı insanlara gösterilip taklit ettirilerek bir tüketim sepetine abone olmaları
sağlanıyor. Oturulan evden kullanılacak yemek yağı türüne ve hatta kullanılan yemek yağının ambalaj malzemesine kadar temel yaşam kalıpları
arasından bir paket seçtiriliyor.
1950 ler Amerika'sında film ve otomobil ile birlikte Amerikan yaşam
tarzının, yani tüm dünyaya hızla yayılmakta olan yeni bir modernlik dalgasının simgesi olarak ortaya çıktı.34 Teknolojiyi bir güç sorunu, gücü de hız
sorunu olarak incelemeyi öneren Paul Virilio otomobil ile televizyonun kurduğu birlikten söz etmekte son derece haklıdır. Kitle toplumu değişken hızların toplumudur. Söz konusu olan sürekli bir yolculuk ve hareketliliktir.
Televizyon dünyayı ayağımıza getirir ya da bizi olayın olduğu yere götü-rür;
otomobil ile bir yerden bir yere gider, dünyayı dolaşırız. Otomobilin kendi
yürüyen bir ev, ön camı da televizyon ekranı gibidir; otomobilde dolaşırken,
tıpkı evde televizyon seyreder gibi, reklâm panolarını, şehrin modern binalarını veya manzarayı seyrederiz.35 Buradaki en büyük benzerlik iki aracın
da diğer tüketimlere temel oluşturmasıdır. İki aracı da kullanan kişi diğer
tüketim alanlarına dahil olmuştur. Günümüzde otomobil daha sınırlı, daha
elit bir kesime hitap ederken televizyon toplumun en ücra ve en fakir köşesine kadar nüfuz eder. Bugün bir otomobil lastiği fiyatına rahatlıkla 37 ekran
bir televizyon alınabilir. Otomobil alamayacak insanların evlerinde birden
fazla televizyon vardır. Televizyon otomobil sahibi olamayacak olanlara da
tek kuruş ödemeden otomobil sahibi olma duygusunu yaşatabilecek bir
araçtır.
Post-modern dönem olarak adlandırılan yeni dönem aslında tam da televizyon yayınlarının toplumsal hayatın bir parçası olmaya başladığı
dönemdir. Post-modern dönemde modern döneme göre her şeyin yeri, duruş
biçimi değişmiştir ve bu etkiyi yaratan şey televizyonun sosyal yaşama dahil
olmasıdır. Burada tersten bakıp, televizyonun yarattığı tüketim biçiminin,
yeni üretim biçimleri olmasa da yeni üretim ve pazarlama fikirlerini doğurduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Bir şeyin farklı yoldan satılabileceğini
34- Virilio, Paul, Enformasyon Bombası. Çev: Kaya Şahin. Metis Yayınları, İstanbul:2004,s.124.
35- Virilio,s.124
349
keşfetmek, onun farklı şekilde üretilmesi gerektiğinin de düşünülmesini
sağlamıştır. Dönemine göre bir devrim sayılan televizyondan eğitim ve açık
öğretim fakülteleri bile televizyonla değişmeye yeltenen, bir deneme olarak
televizyonu araçsallaştırmaya çalışan eğitim kurumunun televizyon pratiği
olmuştur. Ya da televizyon üzerinden satış programları aracılığı ile ürün satılmaya çalışılmıştır. Ancak benim kastettiğim bu kadar birebir örneklerden çok
televizyonun dolaylı etkisinin satışı ve üretimi eskiye oranla değiştirmesidir.
Televizyon bu anlamda pazarı büyütücü bir etki de yapmıştır. Bu konuya ilerleyen bölümlerde ayrıntısı ile değineceğim.
İnsanın dönem dönem yalnız kalmaya ihtiyacı vardır. Dönem dönem kendini ve hayatı sorgulama fırsatı bulabilmesi için kendini dinlemeye ihtiyacı
vardır. Kişinin kendini sorgulama anları, kimlik bunalımları, yaşam amacı
için dünyaya dönemsel farklı bakışlar insan var oluşunun bir parçasıdır. Televizyon yayınlarının toplumsal hayatın bu derece içine girmeden önceki
dönem için diyebiliriz ki kendini arayan birey çevresindeki birçok şeye;
dünyaya bakıp anlamlandırma çabası içinde küçük dönüşümler yaşıyordu.
Diyebiliriz ki kendini arayan bireyin çevreye bakışı ve duyarlığı başka
bakışlardan çok daha farklıdır. Dünyanın yaşadığı önemli değişimlere
öncülük eden önemli kişilerin dönüşümünde bu bakış şeklinin önemi büyüktür. Çünkü her insan dünyaya kendi gözünden, ama daha çok kendi aklından
bakar. Sinemacılar tarafından insan gözünün zayıflığı olarak tanımlanan bu
özellik aslında insan beyninin en büyük mucizesidir. Aynı yere bakan milyonlarca insanın farklı şeyler görmesi. Aynı yere yönelmiş milyonlarca insanın
farklı şeyler düşünmesi. Aynı gözle milyonlarca insanın farklı şeylere bakması. Büyük buluşlar hep insanın dünyayı anlama ve anlamlandırma
çabasıyla, bu özgün bakışı sırasında gerçekleşmiştir. Televizyon insan bakışını
da tekleştirmiştir. İnsanla dünya arasındaki zorluklar birçok keşfi gerçekleştirmiştir. İnsanla dünya, insanla toplum, insanla insan arasındaki zorluklar, uzlaşma, anlama çabaları da ideolojilerin doğuşunu hazırlamıştır. İnsan
kendini tanıyıp çevreye bakmaya başlar; parçadan bütüne doğru bir yol izler.
Kendine dönüp çevreden topladıklarını değerlendirebilirse kimi zaman kendi
dünyasını, kimi zaman bütün dünyayı değiştirme fikrini kazanır.
Nietzsche "en az fark ettiğimiz şeyler en yakınımızda olanlardır" demişti.
Başka dünyalar, televizyonun göstermediği değil, bakarken görmediği, anlatırken anlamadığı, yatma, oturma odanıza getirirken orada bıraktığı, orada
unutulan dünyalardır. Televizyonun her evin başköşesinde olduğu bu çağda,
350
dünya başka bir yerde olamaz, kalamaz. Ama dünyanın televizyona yansıması, televizyondan kitlelere ulaşması gerçek anlamda dünyanın tanınması
anlamına gelir mi? Televizyonun sürati ve verimliliği aslında krizidir. Televizyon, temsil mekanizmalarına ait bir krizin kendini saklamaya çalışırken
ele verişidir. Uzaktakinin yakına gelmesi, getirilmesi, yakına gelenin uzaklığına dönüşür. Çünkü yakına gelen zorunlu olarak bilinen değildir, teknolojik yakınlaşma "mekanı açan" yani yakınlıkları ve uzaklıkları görmemizi ve
anlamamızı sağlayan bir işlem değildir, tersine uzaklığın, farkın saklanmasıdır. Temsilin temsil edilene özdeşliği bir teknoloji fantezisidir. Hükmetme, güç ve gösteri fantezisidir. 36
Dünya, bazıları için post-endüstrial ve post-modern bir dünya olarak
tanımlanırken, bu dünyanın bir parçası olarak kendimizi post-modern ilan
etmeden önce, bu dönemsel duruşla yerimizi çok iyi saptamamız ve ona göre
değerlendirmeler yapmamız gerekir. Görece post-modern tüketicilik varsa,
bu tüketicilik post-modern oluşu değil, post-modern bağımlılığı anlatır. Bir
anlamda televizyon merkezli tüketici kapitalizmin en çok sevdiği ve kolay
yönlendirdiği tüketici gurubudur. Çünkü televizyon merkezli bireylerin
bakışı da algısı da tekleşme yolundadır. Televizyonun en büyük gücü diğer
iletişim araçlarından farklı olarak mesajı alacak kişinin ayağına gitmiş olması,
evine kurulmuş olması, mahreminde en güzel yeri kapatmış olmasıdır. Ve
aslında birçok televizyon artık oturma odalarının başköşesinde değil, insanın
beynin ve kimliğinin merkezinde, algılarının en duyarlı yerinde oturuyor.
Televizyonlu toplumda artık kendi gözüyle değil, televizyon gözüyle gördüklerine inanmaya başlar. Televizyonsal yansıma dünyanın kimi gerçeklerini
bireyin gözünden kaçırıp, kimi gerçeklerini varmış gibi gösterebilir.
Düşüncenin maddeden türediğini varsayan diyalektik ilkeyle televizyonlu
dünyaya bakarsak, gözümüzden kaçırılan maddelerin, ve gözümüze
gözümüze sokulan olmayan maddelerin kombinasyonunda insan beyninin
hiç olmayan bir dünya yanılsaması yaşamasının ne büyük bir kaos olduğunu
görebiliriz.
Kapitalizm üretken bir sistem olarak üretim koşullarını yeniden üretir.
Yeniden üretim iş gücünün düzenin kurallarına uymasının sürdürülmesidir.
İş gücünün üretilmesi aileyi, ustalığın ve tekniklerin öğrenilmesi öğretim ve
eğitim sistemini gerektirir. Devlet toplumsal üretimin toplumun tümünün
36- Mutman, Mahmut, Televizyon Nasıl Sorgulanmalı, Toplum ve Bilim, Sonbahar
1995,ss.67
351
rızasıyla yapılmasını uzun dönemde sermayenin ve yönetici sınıf bloğunun
hegemonyasını sürdürmesini güvence altına alan yapıdır. Üretimin yapıldığı
aygıtlar, devlet tarafından örgütlenmiş olsun olmasın devletin ideolojik aygıtlarıdır. İdeolojik pratik; bir öznenin kendi gerçek hayat koşullarına bağlantı
kurma yolunun dönüşümüdür. İdeolojide sunulan, insanın yaşamını yöneten
gerçek ilişkiler sistemi değil, bu kişilerin içinde yaşadıkları gerçek ilişkilere
dayalı hayali ilişkidir.37
Günümüz toplumu hayali ilişkiler ağıyla örülmüştür. Birçoğu fiziksel açıdan ilişki sayılmayacak, araçsal açıdan iletişimin teknolojik olanaklarını kullanarak var olabilen ilişkilerdir. Sekiz aydır görmediğim annem ve babamla
her akşam kurduğum ilişkim de bu şekilde bir ilişkidir. Ama daha da ilginci
ideolojik ya da yaşamsal bağ kurulan birçok ilişkinin aslında hiç var olmamasıdır. Sevilen televizyon programıyla, sevilen siyasetçi ya da program
yapımcısı ile kurulan ilişki gibi.
Günümüzde medya alanında faaliyet gösteren büyük ya da küçük ölçekli,
ulusal ya da uluslararası şirketlere bakıldığında, hemen hemen çok az bir kısmının temel hizmeti yayın kurumu olduğu görülür. Şirketlerin faaliyetlerindeki temel motivasyonun kâr etmek olduğu; bu nedenle de öncelikle
şirket sahiplerinin karlarının ön planda geldiği açıktır.38 İletişim sektörüne
piyasa kurallarının getirilmesiyle birlikte, engelleyici ya da kısıtlayıcı düzenlemeler birer birer ortadan kaldırılmaya başlanır. Bunun sonucu olarak,
iletişim politikalarının belirleyicileri kültürel olmaktan çıkıp ekonomik nitelikli bir hâle dönüşür. Böylece, kamu çıkarı kavramı yerini şirket çıkarlarına
bırakır. Kültürel alanda hizmet veren şirketlerin başarısı artık kârlılık ve
büyük pazar paylarıyla ölçülür hale gelmiştir.39 Ticari yayın kuruluşlarının
farklı bölümleri, bu hesaplamaların farklı noktalarında yer alırlar. Bir yayın
kuruluşunun pazarlama, reklâm ve satış bölümleri kanalın reklâm gelirlerini
hesaplarken, program bölümleri ise maliyet hesapları yapmaktadırlar. Genellikle, bu iki bölüm arasında ciddi anlayış ve yaklaşım farklılıkları bulunmaktadır. Reklâm bölümleri birinci önceliğe kâr etme hedefini yerleştirirken,
programcılar yayıncılığın kültürel işlevleriyle daha fazla ilgilenmektedirler.
37- Althusser, Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları 5.Baskı Mayıs 2002, İstanbul,s.21
38- Çaplı, Bülent 2002, Medya ve Et/k, Ankara, İmge Yayınları ,S:183
39- Çaplı,145
352
Nitekim pratikteki uygulamalara bakıldığında televizyon endüstrisinde
programlar ile ilgili kararların verilmesinde ekonomik kaygıların oldukça
önemli rol oynadığı görülür. Ticari bir işletme olarak yayın kuruluşlarının,
program faaliyetlerinin gelirlerden fazla olması durumuna karşı tahammülsüz oldukları bilinmektedir. Yeni bir program önerisi gündeme geldiğinde ya
da yayındaki bir programın geleceği söz konusu olduğunda, yayıncıların
kararlarını belirlemelerinde bu maliyet hesaplamaları çok önemli rol oynar.
Programın yanından elde edilecek gelirin doğrudan reytinglere bağlı olması
nedeniyle, Reytingler her zaman için yayıncıların program planlaması yaparlarken vurguladıkları en temel ve en önemli araç olmaktadır. Yeni bir program önerisinin gündeme gelmesiyle birlikte, o programın yayınlanmasının
düşünüldüğü kuşağın o anki reyting durumu, programın elde edebileceği
reyting, programın hedef izleyicisinin yapısı, programın alabileceği olası reklâmların sayısı, sponsorlardan gelebilecek gelirler gibi faktörler dikkate alınmaktadır. Bu hesaplamaların sonucunda programın olası maliyeti ile gelirleri
arasındaki oran ortaya çıkar.40 Günümüz televizyon yayıncılığının mantığı,
kurumun ekonomik yapısının mantığıyla aynı şeydir.
Günümüz dünyasında ekonomik kaygılar, çıkarlar ve amaçlar hep gizlenerek var edilir. Açık açık asıl hedefin karlılık ve hedef tutturmak, pazarı
büyütmek, daha çok kazanmak olduğu hiç söylenmez. Küreselleşme tanımı
ve kavramın kendisi için de geçerlidir bu durum. Bildiğimiz basit tanımıyla
gelişen ulaşım ve iletişim olanakları ile küçülen dünyadan bahseder küreselleşme. Küreselleşen dünyada birey özgürdür. Bireyi sınırlayabilecek sınırlar, mesafeler yok sayılır. Oysa yıllarca bu özgürlük için savaşmıştık. Sınırları
olmayan, her şeyin herkese ait olduğu bir dünya için. Küreselleşme ‘kazananların’ ama ‘çok kazananların’ varsaydığı, asıl amaçları saklamaya yarayan bir
tanımdır. Bu tanım birkaç cümle ile ne sınırları kaldırabilir, ne de dünyayı
küçük bir köye dönüştürebilir. Küreselleşmenin dünyayı küçülttüğü
doğrudur. Ama dünya kültürel anlamda küçülür. Parça parça dünyayı satın
almış bulunan küresel şirketler isterlerse dünyayı küçültür, isterlerse
büyütürler. Nasıl daha iyi satacaklarsa, dünyanın raflarını ve sınırlarını o
şekle sokarlar. Günümüzde ulusları istenilen şekle sokmanın etkin ana aracı
medyadır. Tabi medya eliyle kullanılacak ideoloji, ideoloji için üretilecek
haberler ana aracın altındaki araçlardır. Medya kendinden önceki bütün bir
40- Sungur,Suat, Reklamın Büyülü Dünyası, Sahte İmajın Gerçek Yüzü, İletişim,
Haziran 2007
353
kültürel birikimi kullanırken kitlelere ve sonsuzluğa seslenir bir ahkâmla
kurar söylemini. Küresel şirketler daha iyi satabilmek için dükkân gerekiyorsa dükkân alır, insan gerekiyorsa “aydın” insan, ya da gazete gerekiyorsa
gazete alır. Karlılık hedefiyle kurulmuş bu şirketler, başarıya ulaşmak için
alıp satacağı malzemenin ayırımını yapmaz. Fabrika alan, uçak filosu alan,
gemi, ada alan şirketler bir de gazete, televizyon alır. Pazarda o kadar çok
parası olmayanlar sadece yazar ya da haber sunucusu da alabilir. Artık
medya kuruluşları da ait oldukları şirket grubuna göre sınıflandırılır, adlandırılır. Bugün ülkemiz için herhangi bir iş kolunda faaliyet gösteren bir
guruba bağlı olmayan medya kuruluşu neredeyse yok. Küresel dünyada
haber metadır, haberci de. Haberin malzemesi sayılan “çarpıcı” bir fotoğraf
çekmişseniz, gidip bunu paraya çevirebilirsiniz; tüm amatörlüğünüze rağmen size profesyonelce para ödeyebilirler. Bir gecede bütün bir yayın kuruluşu, tüm çalışanları ile sermaye sahibi guruba satılıp o sermayenin işleyen
bir mekanizmasına dönüşür. Şirketlerin yalnızca karlılık hedefiyle kurguladığı bu dünya düzeninde medya da hedeflere ulaşmanın önemli bir
aracıdır. Farklı ulusların, farklı taraflarını kışkırtıcı bir şekilde göstererek,
ulusların birbirine düşman olması için gerekenleri yapar. Emperyalizmin
oraya demokrasi getirmesi için her türlü kargaşayı çıkarır. Birbirinin aynı
olan insanları birbirine yabancı saydırır. Bu kurgunun hayata geçirilmesi
medya etkisi olmaksızın çok zor olurdu.
İdeolojik ve kurgusal olarak kocaman bir gezegenden bahseden küreselleşme kavramı pratiğe dönünce özünü ‘sonradan olma’ Amerikan
kültürüne indirgeyecek kadar küçültür. Küreselleşme kültürleri küçültür ve
indirger. Pazara, pazarlamaya en uygun hale getirir. Binlerce yıllık mirasın
üzerinde oturan eski dünyanın efendileri 300 yıllık yeni yetme girişimcilerin
pazarına göre kalıplara girer. Bu yolla pazardaki ürüne göre yaratılan kültür
ve tüketici bireyler medya eliyle sosyalleştirilir. Önceki nesille bağları hızlı
bir şekilde kopartılır. 20 yıllık yaş farkı ile aslında araya ülkeler kıtalar ve
kültürler girer. Kuşak çatışması gibi algıladığımız bu süreç toplumsal
dönüşümün kendisidir. Medya eliyle dönüştürülen kültür, küresel tüketim
alışkanlıklarını hızla yaşam pratiğine alır. Amerikan kültürünü ve özünde
aynı şey olup başka bir ürünmüş gibi satılmaya çalışılan küresel kültürü
öncelikle “kültür” olarak kabul edip etmeyeceğimize karar vermemiz gerekecek. Burada bahsettiğim “sonradan olma kültür” kavramını biraz açmak istiyorum. Tabiî ki kültür özü itibariyle sonrada olmadır ve gökten inmemiştir.
354
Ancak bu sonradan oluş süreci olağan seyrinde gelişen toplumsal yaşamda
toplumun ihtiyaçları karşılanırken, gündelik yaşam devam ederken ve
toplumun beklentileri ortaya çıktıkça ağır işleyip yavaş dönüşen bir süreçtir.
En önemlisi toplumun büyük bir kısmının katılımıyla kolektif bir sürecin
sonucudur. Kültür, insan topluluklarının zaman içerisinde tarihsel olaylar
eşliğinde toplumsal büyüklükte değişim gösteren somut ve soyut tüm değerleridir.
Bu tanıma göre Amerikan kültürünü sadece zaman konusunda çok hızlı
davrandığı için yok saymıyorum. Özgün olmadıkları gerçeği de onları yok
saymamız için yeterli değildir. Ya da pragmatik bir yaklaşımla dünyanın
bütün kültürlerini farklı birer çiçek bahçesi olarak görüp en faydalı çeşitletmeyi kimseye sorma gereği duymadan yapmış olmaları da onları yok sayma
nedenimiz olamaz. Amerikan toplumu bir projedir ve dünya üzerindeki bazı
erkler bu projeyi hazırlamıştır. Amerikan kültürü toplumu oluşturan çoğunluk tarafından değil, bu toplumun nasıl bir arada sürekli sıkılmadan tüketeceğini öngörmeye çalışan bir gurup masa başı ideolog tarafından oluşturulmuşçasına yapay ve sonradan olmadır. Bilinçli bir süreçle yaratılmıştır. Şimdi
kültürün tanımına dönecek olursak kültür oluşturulurken asla “olsun” diye
var edilmez. Tüm toplumun ortak ihtiyaçları doğrultusunda kültür var olur.
Buna beşerilik de diyebiliriz. Örneğin mandalina kültürel bir öğe değildir.
Mandalinanın var oluşu kültürel bir konu değildir. Ancak portakal tamamen
sosyolojik bir olgudur ve insan eliyle turunç adlı meyvenin ağacının aşılanması ile yapılır. Portakal doğanın ya da tanrının bir lütfu değildir. Portakal
tamamen insan yaratımıdır. Portakal bu açıdan sosyolojik bir meyvedir. Eğer
insanlar turunç ağacını aşılamayı öğrenmeseler sonraki nesillere öğretmeseler
doğa kısa zamanda portakalı unutur. Bu açıdan kendi halinde bir meyve
olarak gördüğümüz portakalın bile hikayesi dinlendiği zaman kültürel kimliğini kabul ettirdiği sosyal bilimler alanında Amerikan Kültürüne kültür
değildir diyerek yok saymak pek bilimsel bir yaklaşım olmayacaktır. Sonradan olmalık, doğal akışını dışında bir şeyler ortaya koymak kültürün kendisidir zaten. Hatta Amerikan Kültürü de en az portakal kadar kültürel
özellik taşır. Ama eğer Amerikan kültüründe kültün üretim sürecini anlamak
için bir ürüne bakacaksak bu kesinlikle Corn-Flakes olmalıdır. İnsan vücudunun ihtiyacına göre, tarlada fazlaca ve kolaylıkla üretilen, doyurucu,
maliyeti düşük, depolaması kolay, taşıması kolay, hacimli ve çıtır sesli,
tüketilirken yanında farklı ürünlerin de tüketilmesini sağlayan, insanı bütün
355
bir kahvaltı kargaşasından kurtaracak ya da kahvaltı zevkinden mahrum
bırakacak kadar da zahmetsiz, bu yüzden alışması kolay bir ürün. Arz ve
talebi birleştiren bir numaralı besin maddesi. Tüketecek kadar insan ve
tüketilecek kadar mısır varsa haydi reklâmını çekip taşı gediğine koyalım
şeklinde hazırlanmış bir karışım. Bireyin ihtiyaçlarını piyasanın ihtiyaçlarına
göre rahatlıkla şekillendiren bir ürün. Bir de filmlerde her sabah yemelerine
rağmen Corn-Flakes kutusunu ellerine alıp tabağa boşaltırken öyle bir marifet yapma, zor işi başarma ifadeleri vardır ki yüzlerinde Amerikalıların, bu
da üretilen yerel tadı küreselleştirilme çabasındaki gizli reklâmın ta kendisidir. Bu kültürü ve işlevlerini birazcık deşifre edebilmek için öncelikle
üretenlerine bakmalıyız, ne de olsa üretenlerin beklentilerine uydurulmuş
bir kültürden bahsediyoruz. Üretici daha fazlasını satabilsin diye uydurulmuş “American Size” kavramı bu kurmacanın en büyük deşifresidir aslında.
“American Size” en büyük sandviç, en büyük kola, en büyük patates kızartması, en çok yakıt tüketen otomobil demektir. Yiyemeyecekleri kadar büyük
sandviç ve kolalarla beslenen kişiler pazarda büyük ürünler satılmak istendiği için pazara uydurulmuş, pazara uygun vücutlar, menüye uygun
mideler ve obezite yeni adıyla “American Size” olarak tanımlanmaya
başlamıştır. Günümüzde “American Dream” de aşağı yukarı buna dönüşmüş
durumdadır. Dünyanın en çok tüketen toplumu dünyanın yarıdan fazlasını
tüketmektedir.
Amerikan kültürü olarak adlandırdığım tüketim topluluğu tarihsel olarak
kültürün üretim süreçlerinden geçmemiştir. O daha çok endüstriyel dönemde
pazardaki bir metanın üretim aşamalarında pazara göre düzenli müdahalelerle bu şeklini almıştır. Ancak yaratılan kültürün kendisi bir üretim aracıdır;
kapitalizmin kalbini üretir, tüketimi üreten üretim aracı. Toplumun en kaba
tanımına ailelerden oluştuğu cümlesi ile başlanır. Modern dönemlere gelininceye kadar toplum bir üretim birimi idi. Geçimlik üretiminden fazlasını
üretip diğer ihtiyaçlarını karşılamak için tasarruf halinde ürettiklerini de
söyleyebiliriz. Bugün kapitalizmin sürekliliği için en önemli üretimin tüketim
olduğunu düşünerek, tüketimi üreten bir birim olarak aileyi hala üretici birbirim sayabiliriz. Hatta tüketim kültürünün pazarlanamadığı coğrafyada
küçük meta üretimi hala aile içinde gerçekleşir. Aile bireylerinin üretime
dönük iş bölümü içinde görev paylaştığını görürüz. Amerika’da toplum bir
tüketim birimi olarak karşımıza çıkar. Ya da az önceki tanımımıza göre aile
tüketimi üreten en küçük toplum birimidir. Aile sistemin sürmesi için tüketimin en küçüğünün de en büyüğünün de üretildiği birimdir. Amerikan
356
rüyası çerçevesinde çizilen aile resmine baktığımızda pazardaki malın büyük
bir çoğunluğunun hedef kitlesi tüketici bir gurup görürüz.
Amerikan toplumunda aile tüketimin en küçük örgütleniş birimidir.
Amerikan toplumun ve ekonomisinin sürekliliği için aile ve televizyon
vazgeçilmez bir ikilidir. Bu tüketim biriminin örgütlenmesi öncelikle televizyon aracılığı ile gerçekleşir. Televizyon kanalları her eve girebilen, sıfır
maliyetle toplumsal sınıfların en geniş kesişim alanını oluşturan buluşma
noktasıdır. Televizyon reklâmları aynı anda milyonlarca kişiye seslenir. Aynı
mesajı farklı alıcılara farklı tonlarda verir. Kimisi olduğu gibi, kimisi hak ettiği gibi, kimisi de hiç olmadığı halde bir gün olabileceği gibi hissetmek
vaadiyle ürünlerle tanıştırılır. Televizyon aracılığıyla toplumu oluşturmada
ilk basamak; kitleyi televizyon tiryakisi yapmak ve onları bu görsel
büyücünün etki alanına sokmaktır. Televizyonun kitleler arasındaki genel
kabul gören mahiyeti onun bir eğlence aracı olduğudur. Televizyonun içeriği
oluşturulurken de ”eğlence aracı” imajına zarar verilmez. Bu yüzden ana
haber bültenleri birçok ölüm ve kaza haberine rağmen Anchorman’in kapanıştan önce sırıtarak verdiği yavrulamış bir hayvan haberiyle, atılan ilginç
golle, marifetini amcalara gösteren çocuk çekimleriyle “eğlenceli” bir sonla
bitirilir. Televizyon, toplum üzerindeki manipülasyon sürecine hem televizyonun araç özelliklerinden, hem içeriğinden kaynaklanmaktadır.
Reklâmlarda 10-20 saniyelik zaman diliminde geçen her görüntü önemlidir. Örneğin; çocuğuna yemek veren anne, sıradan ev kadınının onunla
özdeşleşmesini engellemeyecek ölçüde güzel olmalıdır. Evin dekorasyonu,
sarışın mavi gözlü çocuklar ve hatta bir-iki saniyelik pencereden görünen
bahçe görüntüsü, gerçeğinden daha güzel olan ideal dünyanın özlemine
yöneliktir. Bu ideal dünyanın, reklâmı yapılan ürüne yansıması amaçlanır.
Ürünü alana bu dünya vaat edilir.
Televizyon reklamı demek bir anlamda izleyiciyi görüntü ile etkilemek anlamına gelir. Görüntünün bu denli etkin kullanımı ve görüntüye yatkınlık
beraberinde yine günümüzde ağırlıkla tartışılan okuma ve yazma kültürü ile
ilgili tartışmaları da belirginleştirmektedir. Heinz Buddemeier’e göre de
görüntüye bu derece bağlılık da beraberinde yaygın kitlelerin (özellikle
yaygın bir şekilde yer alan anlık görüntülerin) düşünce ve duygularını kontrol edememelerine neden olmaktadır.41 Televizyon-insan ilişkisinin genel
41- Buddemeier, den aktaran ,Erol Nezih Orhon , Görüntü ve Etnografik Anlatım
Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Kalemus Yayınevi,İstanbul ss.128
357
karakterinde olduğu şekilde, televizyon reklamları izlerken de daha baskın
bir tonda insan görüntüye teslim olmuş durumdadır.
Reklâm filmlerinde, sinemada üretilen ya da pembe dizilerde mitolojik
kahraman haline gelmiş karakterler oynatılır. Reklâmı izleyenler, hem bu mitolojik kahramanın kullandığı ürünü kullanmak isteyecek, hem de onu satın
alabilecek kadar gücü olduğundan dolayı, markasına güveni artacaktır.
Zaman zaman reklâmlar için süper kahramanlar da üretilir ama reklâm için
üretilen kahramanlar hep kısa soluklu, etkinliği varsa da hızla kaybeden
karakterler olmuştur. Bunun yanında ulaşılmak istenen hedef kitleye benzer
birinin ürünü sunmasının da etkili olacağı düşünülür. Deterjan reklâmlarında ev kadınları oynatılır. Ev reklâmında yeni ev almaya hevesli genç
çiftler oynatılır. Bu da etkili olmazsa yetkili bir kişinin markaya onay vermesi
de tavsiye sunması denenir. Burada da televizyon yıldızı haline gelmiş profesörler, doktorlar, haber sunucuları konusunda uzman kişiler üst perdeden
bir sesle ne yapmamız gerektiğini, neden bu ürünü almamız gerektiğini
bütün bilgelikleri ve güvenilirleri ile tavsiye görüntüsü altında emrederler.
Televizyon için hazırlanan reklâmların büyük bir bölümünde reklâmı
yapılan üründen çok reklâmda ürünü kullananlar üzerine ilgi ve tanıtım
yoğunlaşmıştır. Bu nedenle reklâmlarda izleyicinin ilgisi çekebilecek güzellikte kadın, erkek ya da çocuk yer alır. Çoğu zaman güzelliği tescillenmiş
tanıdık kişilere yer verilir. Ya da söz konusu reklâm için “yeni yüz” arayışına
girilip izleyiciyi cezp edecek reklâm oyuncusu mini bir güzellik yarışmasını
andıran titizlikle seçilir. Ajanslar güzelliğine güvenen yetişkin, çocuk ya da
bebeklerle dolar. Reklâm oyuncusu için alınacak paralar çok fazla olmasa da
televizyon kanalıyla tescillenmek yeterince doyurucu bir karşılıktır.
Televizyonlar için hazırlanan yarışma programları, genelde bir sponsorun
himayesinde düzenlenir. Sponsor firmalar, bu tür programlara bir şart öne
sürüyor; malinin iyi satılması. Sponsorun malinin satısının artması, programın izlenmesine bağlıdır; programın izlenmesi ise eğlenceye. Yarışma programlarının temel niteliği olan eğlence, bu yarışma programlarının içeriğini
bilgi ve kültüre dayalı olmaktan çıkarır. Çünkü izleyiciyi cezp edenin bilgi
ve kültürden ziyade eğlence olduğu düşünülür. Bunun için yarışmacıya iki
kere iki bile sorulsa, bunun eğlenceli hale getirilmesi yeterlidir.
Televizyon reklâmlarında kapitalizm politikalarına uygun olarak yapılmak istenen, ihtiyaçları artırmaktır. Bunun için suni ihtiyaçlar oluşturulur.
Bu ihtiyaçlar devamlı artmakta, hayat taksite bağlanmaktadır. Kapitalizmin,
358
tüketicinin tasarruf biçimini bile değiştirmiş, onu da salt tüketim haline getirmiştir. Tasarruf amacıyla evler, arabalar alınırken yapılan, tüketim çılgınlığından başka bir şey değildir. İnsanlar oturmayacakları evleri, kullan=
mayacakları arabaları para biriktirmek amacıyla almaya çalışırlar. Oysa bunu
yaparken para harcarlar. İyi bir reklâmcı, tüketicinin tasarruf etmeyeceği
paradan zengin olabilir. Bu, başlangıçta bir çiklet parasıdır. Ancak yapılan
her reklâmda, tasarruf etmeye değmez gözüken miktar, büyür. Tüketici, bir
malı almakla kalmaz; onun aldığı her ürün bir diğer ihtiyacı doğurur. Reklâmlarla bütün bunlar yapılırken de hiçbir yönlendirme yapılmadığı izlenimi verilir: aslında reklâmcıların pazarladıkları, temel ihtiyaçtır. Bunlar
alınmadıkça hayat çekilmez. Oysa reklâmcılar, suni ihtiyaçlar satar. Bunların
sonucunda dünya üzerinde temel ihtiyaç maddelerine ayrılan bütçe azalırken, suni ihtiyaçlara ayrılan bütçe artmaktadır.
Adorno’ya göre "Eğlence, geç kapitalizm koşullarında çalışmanın uzantısıdır. Mekanikleştirilmiş emek süreciyle yeniden baş edebilmek için ondan
kaçmak isteyen kimselerin aradığı bir şeydir." Çünkü makineleşme insanın
boş zamanı üzerinde öyle büyük güce sahiptir ki, "eğlence metalarının üretimini" öyle temelden belirler ki, kitle kültürü deneyimleri "emek süreçlerinin
kopyaları"ndan başka bir şey değildir.42 Bir eğlence aracı olarak televizyon
kapitalizmin ihtiyaç duyduğu işgücünün de kapitalizm için psikolojik
yeniden üretim aracıdır. Bu konuya televizyonun toplumsal yaşama olan yansıması ile ilgili bölümde uzun uzun değineceğiz ancak tüketim için gerekli
koşulların; yani tüketilen üretici gücün yerine konulması noktasında da televizyonun göz ardı edilmemesi gerekiyor. Artık proleteryanın zincirlerinden
başka kaybedecek bir de televizyonu vardır. Televizyonu bugün 500 liralık
bir araç olarak kaybetmekten bahsetmiyorum. Yazlığı, tatili, arabası, uçak
biletiyle gidilen tatili olmayan proleterya için televizyon birkaç saatlik tatiller,
birkaç sezonluk arabalar, birkaç gecelik yazlıklar, birkaç aylık adalar verir.
Bu programları izleyen izleyici, en azından izlediği süreç için dertlerinden
uzaklaşır, gidemeyeceği yazlıkta, sahip olamayacağı arabada mutlu birkaç
saat geçirir. Dahası gerçekten bu tatillere gidenlerle konuşacak birkaç cümlesi,
temiz ve kirli sahilleri, sıcak ve tuzlu denizleri ayıracak kadar görsel birikimi
vardır. Ertesi gün çalışmaya hazır, gidemediği tatilin bilgisiyle, giremediği
eğlence mekanının manzarasıyla, binemediği arabanın şoför mahalli görün
42- Adorno, W. Theodor, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, Çev: Nihat Ünler,
Mustafa Tüzel- Elçin Gen, İletişim; 2001, s.21
359
tüsüyle kısmen rahatlamıştır. Kısıtlı bütçeye sahip, düşük fiyatlara emeğini
satarak geçinen bireyler için böylesi bedelsiz bir eğlence de hem kolay tercihtir, hem de başka bir alternatifi yoktur.
Sanatın temel işlevinin eğlendirme olarak algılanmasının kökeninde
özdeşleşme ve 'katarsis' olgusu yatar. Ve bu olgu, eğlendirme işlevini en iyi
gerçekleştiren sanat dalı olan sinema ve televizyonda doruk noktasına ulaşır.
Bu yüzden sinema ve televizyonun edebiyata göre insanların üzerinde daha
fazla etkisi vardır. Bu etki de onu popülerleştirerek bir meta haline sokar.
Sinema ve televizyon, edebiyatın ulaştığı soyutlamanın düzeyine ulaşamamış
olmasına rağmen, bu dezavantajlarını kitleler üzerindeki etkileriyle avantaja
çevirirler. Kameraya çekildikten sonra popülerleşen edebi eserlere ve tanınan yazarlara her zaman rastlanır.43 Bu da günümüz toplumunun kültürlenmesinde televizyonun başat rolü oynadığını gösterir. Sokağa çıkıp Reşat Nuri
Gültekin’i sorsak muhtemelen insanlardan çok net şeyler duyamayız. Ancak
sokakta Reşat Nuri Gültekin’i “Yaprak Dökümü” nün yazarı olarak sorsak,
yakın dönemin bu en popüler dizisini izleyen büyük bir kitle televizyondan
onlara yansıyan diziye göre bir Reşat Nuri Gültekin profiliyle tanımlayacaklardır. Televizyon bu şekliyle hem kendinden önceki sanat dallarının etkisini
köreltmiş, hem de onların tüm gücünü kendi bünyesine katmıştır. Televizyonlu dönemde artık roman okumak ya da bütün bir edebiyat alanı eskisi
kadar popüler değildir. Televizyon isterse yazarları ya da eserleri popülerleştirir, ancak kendi isteği şekle sokarak, artık edebiyattan ayrı bir şey olmalarını sağlayarak yapar bunu. Kimsenin ilgilenmediği unutulmaya yüz
tutmuş, hatta içerik itibariyle çağ dışı bile sayılabilecek eserleri yeniden alınır
satılır bir şekilde tüketim nesnesi haline getirir. Birazcık farklı bir şekilde;
artık roman romanlıktan ve edebilikten çıkmış, dönemini de sanatçının dilini
de kaybetmiştir.
2. AİLE KUCAĞINDA TELEVİZYON İZLEMEK
Tabiî ki toplumsallaşma deyince aklımıza sadece çocuk gelmeyecek. Televizyonla toplumsallaşma da bütün yaş gurupları için geçerlidir. Ancak çalışmamızın konusu gereği bu konuyla özellikle ilgileniyoruz. Çocuk televizyon
karşısında büyüklere göre çok daha savunmasız ve hamdır. Televizyonun
verdiği mesajların kurgusal boyutunu anlayamayacak düzeydedir.
43- Sayın, Aylin "Türk Sinemasında Edebiyat Uyarlamaları ve Bu Uyarlamaların
Toplumsal Yapıy¬la Etkileşimi" Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV Anasanat Dalı Sinema-TV 2005, s.27
360
Çocuklar televizyon karşısında etkileşime en açık, en hassas grubu oluşturmaktadır. Çocukların televizyon mesajlarına açıklığının bir tehlikesi de
çocukların, gördüklerini “gerçeklik” olarak algılamaları, televizyonda gördükleri her şeyin “olabilirliğine” inanmalarıdır. Çocuklar düzenli bir alışkanlık olarak TV seyretmeye 2- 2,5 yaşında başlamaktadırlar.44 Bireyin toplumsallaşma süreci içerisinde etkileri yadsınamayacak boyutta olan televizyon
ve içeriklerinin özellikle son yıllarda yapılan birçok bilimsel çalışmaya da
konu olan başlıklarla tartışılmakta olduğu gözlenmektedir. Özel ticari
yayıncılık sürecinde henüz kısa denebilecek bir geçmişe sahip olan
Türkiye'de, ticari sistemin kaçınılmaz bir sonucu olarak "izlenme oranı"nın
esiri olan televizyon yayıncılığında mesleki ve etik ilkelerden uzaklaşma,
yanlı ya da indirgemeli habercilik, içeriklerde şiddet ve magazinin gözle
görülür yoğunluğu Türkiye’de iletişimin akademik boyutu ile ilgilenen bilim
insanlarının da ilgilenimlerinin başında gelmektedir. Ekranda izlediği görüntünün gücüne ve tanıt olduklarına çoğu zaman kayıtsızca ve farkında olmadan inandırılışına boyun eğen bir oyun, maruz kaldığı görüntü ve
içerikleri gerçeklik olarak kabullenebilmektedir; diğer bir deyişle birey,
'yetiştirme ve sosyal öğrenme kuramı' odaklı yapılmış olan bilimsel çalışma
verilerinin de işaret ettiği üzere, bireyin televizyon karşısında geçirdiği zamanın yoğunluğu arttıkça (Türkiye'de RTÜK araştırmasına göre ortalama
olarak günde 4-5 saat televizyon izlenmektedir. Bizim araştırmamız araştırma
gurubumuz için ortalamanın 5 saatten az olmadığını gösteriyor.) yaşadığı
dünyayı da televizyon dünyasından verilen mesajlar çerçevesinde ve doğrultusunda algılayabilmektedir.45
İnsan belirli koşullar içine doğar ve kendini bu koşullara uydurarak
yaşamını sürdürmeye çalışır. Toplumsal yaşamdaki örgütlü koşullar, insanların geliştirdiği üretim biçimi ve ilişkileriyle yaratılmış koşullardır. Bu
koşullara insan birçok mekanizmalar aracılığıyla uymayı öğrenir. Bunlar
arasında toplumsallaşma, çocuk yetiştirme, eğitim, öğretim, gibi süreçler
vardır. İnsan aynı zamanda içinde bulduğu koşulları daha iyiye dönüştürmeye çalışır. Bunun için de kendi koşullarını değiştirmek istemesi gerekir.
İletişim araçlarının genel olarak bu değiştirme çabası ile olumlu anlamda, bir
44- Condry’den aktaran Gülden Treske, “Medya Okuryazarlığı Neden Gerekli”,
Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Kalemus Yayınevi,İstanbul 2010.s.11
45- Vural ,İzlem, Televizyon Haberlerini Okumak: Çocuk İzleyicilere Göre Televizyon
Haberlerinden Yansıyan Türkiye, İletişim Dergi, Sayı 9,İstanbul.2008
361
ilişkisi yoktur. İnsanın yaşamını sürdürebilmek için iletişime gereksinim duyduğu ve onu çeşitli yöntemler kullanarak geliştirdiği bilinir. Ama çağdaş
iletişim araçları bu masum gereksinimin ötesinde güç elde etmek, bu gücü
korumak ve onu başka güç arayışlarının temeline koymak biçiminde kendini
gösterdiği için televizyon da insanın kendi koşullarını değiştirme gereksinimden çıkmamıştır. Televizyon günümüzde kilisenin, tanrının, destanların
ve destan anlatıcılarının, büyücülerin, palyaçonun, bin bir ürün satan gezgin
tüccarın ve ekmek ve sirk politikalarındaki sirkin yerini almıştır (veya onların amaçlarına yardım eden araç durumundadır). Televizyon insanları
eğlendirmek ya da onlarda hoş vakit geçirildiği duygusunu yaratmak, başka
bir deyişle oyalamak için vardır. Gücü de büyük ölçüde insanlarda gerçekten
böyle bir duygu yaratabilmesinden gelmektedir. Televizyon önünde vakit
öldüren insan kendisine dayatılan yaşam koşullarını sorgulamak yerine
sunulan seçenekler arasından biri ile gerçekten iyi zaman geçirdiğine inanabilmektedir. Toplumlar insanı ücretli/ücretsiz/düşük ücretli köle haline getiren bir düzeni yaratıyorlarsa onun “bekçi köpeğini” ya da köpeklerini de
yaratmak zorundadırlar. Televizyon bu nedenle ABD’de en başından beri özel
teşebbüs çıkarlarına ve pazar denetimi gereksinimlerine göre olmuştur.
Türkiye gibi ülkelerde ise ABD’nin ekonomik sömürü ve siyasal denetim
gereksinimleri ve içteki egemen güçlerin bilinçli veya bilinçsiz olarak emperyalizme sarılışıyla beyin yönetimi gereksinimine bağlı olarak kurulmuş
ve geliştirilmiştir. Televizyon toplumdaki geniş kitlelerin kendi ekonomik,
kültürel ve siyasal gereksinimlerini karşılamak için icat ettiği bir araç değildir;
aksine geniş kitleler üzerindeki egemenliğin sürdürülmesinin aracıdır.46
Günlük kesintisiz yayın akışında izleyiciye sunulan içeriklerin çoğunluğunu oluşturan dizi, film, eğlence, magazin, bülten, tartışma ve reality
show programlarında zaman zaman izleyicilerin farklı çözümlemelere,
kanaat ve yorumlara ulaştıkları; yani, farklı kod açımlamaları yapabildiği
görülmektedir. Elbette bireylerin bilgi ve eğitim düzeyleri, sosyal ve
ekonomik konumları, politik görüşleri gibi değişkenlerin bu kod açımlamalarında etkin rolü bulunmaktadır; ancak, izleyicilerin genel olarak gerçeklik olarak algıladıkları haber bültenlerinde, örneğin, Türkiye'de hemen
hemen televizyon kanallarının büyük çoğunluğunun aynı haber havuzlarından beslendiği düşünüldüğünde, bültenlerde zaman zaman aynı haberin
46- Erdoğan, İrfan, Televizyon: Dünyaya Açılan Pencere, A. Ü. İletişim Fakültesi
İletişim Yıllığı 1999,s:51
362
kimi zaman ideolojik, kimi zaman da yayın politikaları gereği farklı kodlamalarla verildiği görülmektedir. Siyasi partilerin icraatları televizyon
kanalının ideolojisi ile ya da sermaye grubunun sahipliği çıkarı doğrultusunda seyrettiğinde, gerçekliğin sunumu olarak algılanan haber bültenlerinden verilen mesajlara ilişkin yapılacak kod açılımlarının ve buna bağlı
olarak yorumların ve kanaatlerin de farklılaştığı görülmektedir. Diğer kitlesel araçlara göre çok daha yüksek oranda bireyin gündelik yaşamı içinde yer
bulan televizyon, bugün daha fazla evin, ailenin hayatına girmiş, özellikle
çocukların büyük çoğunluğu edindikleri enformasyonu, kültürü hatta dünya
görüşünü aile üyelerinden değil televizyonlardan alır hale gelmiştir.47
Kitlesel ürünün evlerde tüketilmesi aileyi aynı fiziksel ortamda bir arada
tutmakta ancak ailenin çözülmesine neden olmaktadır. Evde ilgiyi çeken
odak noktası olan televizyon gerçek ya da kurgusal olarak hep dış dünyadan
söz eder. Bireyin ilgi alanını uzaktaki olgular ve olaylar kaplayınca yakınındaki olgu ve olaylar, insanlar, bireyden uzaklaşmaktadır. Uzak olan yakınlaşınca, yakın olan da uzaklaşmaktadır. Düş gerçeğin yerini alınca, gerçek de
düş haline gelmektedir. Eskiden ailenin toplanma yeri oturma odasının ortasındaki büyük masif masaydı. Masa ailenin birleşme merkeziydi, televizyon ise günümüzde masanın toplama işlevini üstlenmektedir, ancak tüm
dikkati kendisi üzerinde toplar. Aile bireylerinin birbirleriyle ilgilenmeleri
için televizyondaki hareketten gözlerini ayırmaları gerekir. Çünkü ekran
karşısındaki oturma yerleri aile bireylerinin yüz yüze gelemeyeceği biçimde
düzenlenmiştir. Televizyon ortak bir merkez değil, ortak bir kaçış alanı sağlar.
Aile bireylerinin birlikte yaptıkları tek şey, gerçek dışı bir alanda, aslında hiç
kimseyle paylaşmadıkları bir dünyada gezintiye çıkmaktır. Televizyonla birlikte aile minyatür bir izleyici kitlesine, ev ise minyatür sinema salonuna
dönüştürülmüştür.48
TELEVİZYON REKLÂMLARI VE ÇOCUK
Televizyon reklâmları açısından çocuk hem reklâmın alıcısı hem de reklâmın malzemesi olarak iki kere kullanılmaktadır. Bugün yetişkinler için
üretilen birçok ürünün televizyon tanıtımında annelik babalık duygularını
47- Wılson S.’dan aktaran Vural İzlem, televizyon Haberlerini Okumak: Çocuk İzleyicilere Göre televizyon Haberlşerinden Yansıyan Türkiye, iletişim, 2008, Kış, Sayı:
9. s.73
48- Türkoğlu Nurçay, Toplumsal İletişim, 3. Baskı, İstanbul: Urban Yayınları,
İletişim,2009.s.191-192
363
mesajı daha dikkat çekici hale getirmek için sıklıkla kullanılır. Televizyon dili
kuruluşunun yetişkin tarzı ve daha çok baba gibi bir dış sesle ne yapılıp ne
yapılmaması gerektiğini söyler. Söz konusu reklâmlar olduğunda satışı artırmak için yapılmayacak numara, girilmeyecek kılık yok gibidir.
Günümüzde hem yetişkinlere, hem de çocuklara yönelik reklâmların asıl
imgesi giderek artan bir önem kazanmaktadır. Sevimlilikleri nedeniyle hedef
kitlenin ilgisini çekmekte bir araç olarak kullanılan çocuklar, çoğu reklâmda
bilinçli ve etkin tüketiciler gibi gösterilir, gereksinimlerini dile getirir, yaşıtlarına ve büyüklere ürün önerisinde bulunurlar.
Çocuk imgesi reklâmlarda çeşitli tüketim değerleri yaratmak amacıyla kullanılır. Ele aldığımız reklâmlarda çocuk imgesinin ürüne yaşama sevinci,
saflık, tazelik, yenilik gibi değerler yükleme amacıyla, yetişkinlere yönelik
reklâmlarda da sorumluluk duygusu aşılama amacıyla kullanıldığı gözlemlenir. Kimi reklâmlarda çocuklara özgü bir evren yaratıldığı izlenimi
uyandırılmaya çalışılsa da tüketim değerlerinin yeniden üretildiği sonucuna
varılabilir. Batılı/Doğulu, kentli/köylü, varsıl/yoksul gibi toplumsal farklılıklar öne çıkarılarak, çocukların konuşmaları, özellikle de dış görünüşleri
aracılığıyla yansıtılır. İncelediğimiz damlarda çoğunlukla kentli, açık tenli,
sevimli, bakımlı ve Batılı görünüşlü cuklar ürünü önerir ya da kullanırlar.
Esmer ve yoksul görünen, gerçekte Türk toplumunun çoğunluğunu temsil
ettikleri düşünülebilecek çocukların reklâmda sorumluluk ve acıma duyguları uyandırmaktır. Dolayısıyla ele aldığımız reklâmlarda birbirinden farklı
nesneler, farklı imgelerle ve farklı biçimlerde sunulsa da, genellikle aynı
değerlere gönderme yapıldığından, toplu olarak elendiğinde belirli bir benzerlikten söz edilebilir.
Roland Barthes "Oyuncaklar" başlıklı yazısında yetişkinin çocuğu bir
başka kişi gibi, küçük bir adam gibi gördüğünü, buna uygun olarak da çocukların gelecekteki rollerine uygun olarak "koşullandırılmak" istendiğini belirtir49. Yazara göre, çocuklara serüvenden, şaşkınlıktan yoksun edimler
içindedir; çocuklar nesneler evreni önünde yaratıcı değil, ancak mal sahibi,
kullanıcı olarak yer alırlar. Reklâm evreninde de yazarın oyuncaklar dizgesi
konusunda açıkladığı üslerin geçerli olduğunu görebiliyoruz. Ele aldığımız
reklâmlarda çocuklar gerçeküstü uzamların" yaratıldığı reklâmlarda bile iz
49- Barthes Roland, Çağdaş Söylen/er, Çev. Tahsin Yücel, Hürriyet Vakfı Yayınları,İstanbul 1990:s.43
364
leyici konumundadırlar. Bu uzamları gerçeküstü kılan da ürünü simgeleyen
animasyon kahramanları, kullanılışıyla tüketim ürününün kendisidir.
Çocuklar da reklâm anlatısında gönderici nesne alıcı, engelleyici gibi işlevler
üstlenseler de reklâmcının gözünde yalnızca tüketme araçlarıdır.
Reklâm evrenindeki toplumsal cinsiyet anlayışına çocuklara yönetilen reklâmlarda da sadık kalındığı saptanabilir. Özellikle çocukların yetişkin kılığına
büründürüldükleri reklâmlarda, erkek çocuklar, işe giden, kahvaltıda gazete
okuyan, ailenin geçimini sağlayan, kız çocuklarsa spor salonunda aerobik
yapan, ev hanımı olarak kocasının sağlığıyla ilgilenen küçük yetişkinler gibi
gösterilmektedirler. Bunların dışında kalan reklâmlarda da babalarını baştan
çıkarma oyunlarını keşfeden kız bebeklere, anneleriyle birlikte ev işlerini
yapıp televizyon dizisi izleyen kız çocuklarına, babalarıyla birlikte zaman
geçiren, kimi zaman onlarla birlikte işe giden, otomobillerinin teknik özellikleri üzerinde konuşan erkek çocuklarına oldukça sık rastlanmaktadır.
Reklâmlarda tanıtılan nesne ve hizmetler işlevlerine göre farklı kullanımsal tüketim değerleri yansıtırlar, ancak tanıtılan nesne ve hizmetler çok çeşitli
olsa da kullanımsal tüketim değerleri aracılığıyla ulaşılan var oluşsal tüketim
değerleri arasında büyük benzerlikler vardır. Reklâmlarda tüm temel
kavramlar içeriğinden boşaltılarak, indirgemeci bir anlayışla ele alınır. Aynı
durum reklâmlardaki çocuklar için de geçerlidir. Reklâm evreninde çocuklar, kolay çözümlenebilir sorunları olan, yalın varlıklardır. Karmaşık ve üstün
olan varlıklar nesnelerdir. Reklâm öyküleri gerçek yaşama gönderme yapıyor
gibi görünse de birçok açıdan farklı, kimi zaman gerçek evrenin karşıtı bir
evren kurar.50 Tanıtılan nesne ya da hizmet karmaşık, sistemleşmiş bir yapı
olarak sunulurken, çocuğun sorunları alabildiğine yalınlaştırılır, kendisi tek
boyuta indirilir.
Reklâmlarda kullanılan temel çocuk kimliklerine ve rollerine incelemek,
çocuğun hem alıcı hem de satıcı olarak bu pazara nasıl dahil olduğunu net bir
şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır. Kimi zaman eline bir mikrofon tutuşturulmuş sunucu çocuk tiplemesi görülür. Bu çocuk tüketiciye ne alıp ne almaması gerektiğini sempatik bir dille anlatır. Yetişkinlere benzetilmiş bebeklerin
büyükler gibi giydirilip yetişkinlere has özellikler onlara atfedildiğini sık sık
görülür. Şarkıcı çocuklar da sıklıkla karşımıza çıkan bir kalıptır. Kimi zaman
50- YÜCEL, Halime- KARA, Barış Reklamda Çocuk İmgesinin İşlevi İletişim, 2009
365
sessiz sedasız kendi işini yapan çocuklara dış ses eşlik eder. Üretici kurumun
simgesi olarak çocuk temsili de sıklıkla kullanılır, kurumun ve ürettiği bütün
ürünlerin iyi niyetine ve saflığına inanılması amaçlanır. Çocukların özne
olduğu reklâmlarda ürünü kullanan reklâm kişileri çocuklardır. Aileye yönelik ürünlerde birleştirici öğe olarak çocuk kullanımını da sıklıkla görülür.
Çocuğun aileyi birleştirip mutluluk verici bir nesne olmasına yönelik karakter ürüne atfedilir. Çocuk kullanılan reklâmların büyük bölümünde büyükler avlanmaya çalışılır. Bir yetişkine sevginin en saf ve temiz halini anlatmanın en kolay yolu, bir bebek gösterip onun sevilmesini sağlamaktır. Tabiî
ki bembeyaz pamuk gibi son derece güzel bebekler seçilir. Bebeğinin güzel
olduğunu düşünen anneler de soluğu reklâm ajanslarında alırlar. Tüketicinin
duygularına hitap etmenin en kolay yollarından birinin çocuk olduğunu
söyledik. Korumaya muhtaç bir varlık olarak çocuk kullanımı da tüketicinin
bu yöndeki ilgisini fazlasıyla çekmeye yetecektir. Rahatlık, kolaylık, yumuşaklık gibi kavramlar daha çok 2-3 yaşında çocuklarla bir arada verilir. Bu
çocuk bu kanepeye açabiliyorsa siz de açabilirsiniz, bu çocuk bu koltukta ne
kadar da rahat uyuyor gibi mesajlarla birlikte kullanılır. Sağlık söz konusu
olduğunda da özellikle anne babaların en duyarlı olduğu nokta çocuklarıdır
ve sağlık hiç taviz vermeyecekleri bir alandır. Bu yüzden hijyen temizlik ve
ilgili deterjan reklâmları sürekli çocukla birlikte verilir. Besin değerlerinin
yüksek olduğu vurgusu ve özenle beslediği mesajı daima bir çocukla iç içe
verilir. Bu ürünlerle beslendikleri zaman çabucak büyüyecekleri, boylarının
çok uzun olacağı gibi yanlış ve gerçek dışı mesajlar çocuk esprileri arasında
kaynatılarak yedirilir. Çocukların kullanıldığı kimi reklâmlarda da çocuklara
annelik, babalık gibi toplumsal cinsiyet rolleri atfedilir. Gündelik hayatta
sadece çocuk olan bu kişiler reklâm gereği birer yetişkine dönüştürülebilir.
Kimi zaman da çocuk yenilik anlamında sunulur. Yeni çıkmış bir ürün taptaze
bir çocukla bütünleştirilir. Eskisi yaşlanmıştı yenisi yaptık gibi tüm eskiler
bayatladı bizimki yenidir gibi mesajlarla verilir. Çocuk yaşama sevinci ve
umut demektir, reklâmlar bu anlamı da boş geçmez yeri geldiği zaman ustaca
kullanırlar. Ayrıca çocuk sahibi olmak demek sorumluluk sahibi olmak gerektiği anlamına gelir. Bu konuda da çocuklar ustaca kullanılır ve çocuklarla birlikte verilen reklâmlarda ebeveynlere sorumluluklarına yerine getirip ilgili
ürünü almaları söylenir. Sorumluluğu yerine getirmek için alınacak çocuklar
için güvenli bir araba, güvenli oyun alanına sahip ev, güvenli malzemeden
yapılmış koltuk, ya da güvenle yiyecek saklayan bir buzdolabı tavsiye
ediliyor olabilir.
366
Televizyon reklamlarının çocuklar üzerindeki etkilerini görebilmek için
Oya Tokgöz tarafından 1978 yılında Ankara'da yapılan alan araştırması, bu
alanda yapılan ilk çalışmadır.51 Bu çalışmada; çocukların televizyonun büyük
tüketicileri olduğu, çocukların televizyon karşısında çok zaman harcadıkları
ve televizyonun çocukların duygularına yöneldiği ve televizyonun çocuklara
bazı bilgiler kazandırdığı varsayımları üzerinde durulmuştur. 1978 yılında
yapılan bu araştırmanın aşağıdaki sonuçlarının günümüzle benzer sonuçlar
içerdiği görülmektedir:
“En çok beğeni kazanan reklamlar, şarkılı, danslı, komik, çizgi filmli,
içinde çocukların bulunduğu, kısacası çok hareketli ve kurmacaya (fantazya)
dönük olanlardır. Bu tür içerikli reklamları özellikle, çok küçük yaşlardaki anaokulu ilkokulun ilk sınıfları çocukları seçmektedir. Bu yaş kümesinde bulunan çocuklar; aynı zamanda henüz televizyon programları ile reklamlar
arasındaki ayrımı da kavrayamamışlardır. Özellikle, televizyon programı ve
reklamlar arasındaki farkı bilme yönünden yaş, cinsiyet ve gelir gibi sosyoekonomik değişkenler ilişkiye pek açıklık getirmemektedir. Bununla beraber,
eğitim değişkeni dikkate alınınca, anlamlı sonuçlar çıkmaktadır. İlkokul 4.
sınıftan itibaren televizyon programı ile reklam arasındaki farkı bilme
kristalleşmektedir.”52
Bu ve benzeri araştırmalar, çocukların televizyon izlerken pasif değil, aktif
olabildiklerini de göstermektedir. Kuşkusuz aktivite, televizyondan görüneni
taklit etme yolundadır. Bu aktivitenin sadece vücuda yönelik olduğu, ya da
beyni de kapsadığı ayrı bir tartışma konusudur.
Televizyon sistemin çocuk açısından en etkili manipülasyon aracıdır.
Günümüz teknoloji düzeyinde televizyon her şeyi olduğundan daha eğlenceli gösterme noktasında birkaç adım daha ileriye gitmiştir. Zaten standart uydu yayınlarında DVD kalitesinde görüntü yayını yapılıyor.
İstanbul’un varoşlarında ve araştırma gurubumuzun yerleşim yeri olan İzzet
Paşa Mahallesi’nde başka türlü televizyon izleme imkânı bulunmuyor. Standart uydu kalitesinde 640x480 e varan çözünürlük ve CD düzeyinde ses
kalitesi çocuklar için gerçek hayatta olamayacak kadar net ve berrak. Gerçek
hayatta olmayan renklerle süslenmiş çizgi dünya çocukların gerçeğinden
51- Toköz,Oya, Televizyon Reklamlarının Anne ve Çocuk ilişkisine Etkileri, Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi Yayın Yeri: ANKARA Yayın Tarihi: Sayı: 1-4 Cilt: 35 S.93-110
52- Tokgöz,106
367
kopmasına neden olabiliyor. Tüm bu görkemli ve eğlenceli dünyadan sonra
dönüp çevresine bakan çocuk çevresinin o kadar da ilgi çekici olmadığını
düşünebiliyor. Gerçeğinden daha gerçek ya da gerçeğinden çok daha eğlenceli olan bu dünyadan sonra gerçek dünyaya ilgisi azalan çocuk yeniden televizyon dünyasına yöneliyor. Bahsettiğim DVD kalitesinde görüntü sağlayan
DV-B teknolojisi çoktan demode oldu. Şu an Full HD yayın yapan 6 ulusal
kanal var ve 3 tanesi ücretsiz izlebiliyor. Full HD yayın yapan 24 üyelik gerektiren kanal da bulunuyor. Hala HD yayına geçmiş bir çocuk kanalı yok.
Araştırma gurubundaki çocuklara hayallerindeki hayatın resmini
çizdirdiğimde tek katlı bahçeli ev, etrafta birçok hayvan ve bitki, akan bir
dere, yakınlarda bir göl gibi doğayla iç içe bir hayatı resmederler. Sistemin
onlara sunduğu yaşamda 7 katlı gecekondular dip dibe ve pencereden görünen diğer binanın kara duvarı, onların için resmini çizdikleri hayatın
mümkün olabileceği tek yer televizyon.
On dokuzuncu yüzyıla gelinceye dek, insanların deneyimleri kendi doğal
fiziksel gelişmeleriyle sınırlıyken, kitle iletişim araçları izleyicilerin başka yer
ve zamanda olmuş veya hiç olmamış olaylara yarı-tanıklık sağlamaktadır.53
Sınıf ortamında sıradan gündelik konuşmalarımızda bile çocuk dünyasının
çok büyük bir bölümünün televizyondan yansıyan imgelerden oluştuğunu
açıkça görüyoruz. Bir zamanların hikâyeleri, hayalleri, masalları çoğu
eğlendiren ve hayal gücünü geliştiren her şey televizyon tarafından yutulup
başka bir şekilde çocuğa sunulur hale gelmiştir. Televizyon etkisiyle sıradan
çocuk hayalleri bile mutasyona uğramış gibi, televizyon radyasyonundan nasibini almıştır. En sevdiği hayvanı canlı olarak gören çocuk sayısı yüzde yirmi
civarında. Sevdikleri hayvanları, hayalini kurdukları evleri, giyecekleri
kıyafetleri, büyüyünce olacakları kişiyi genellikle büyükler için yapılmış programlardan hayal meyal algılamaya çalışıp seçiyorlar. Belirli klişeler içinde
olmak koşuluyla sıradan insanlara da toplumsal enformasyona girmelerine
izin verilerek, görünür olmaları sağlanmakta; izleyiciler kendilerine benzer
bir özelliğe sahip gördükleri tiplemeleri benimseyebilmektedirler54. Burada
kontrol dışı olan durum çocuğun sadece ceketini sevdiği bir adamı benimseme girişimidir. Sadece bindiği arabadan hoşlandığı dizi kahramanının,
53- Funkhouser, G.Ray, Eugene F. Shaw, uHow Syntethic Experience Sha-pes Social
Reality", Journal Of Communication, 40-2, Bahar, 1990 s.75-78,
54- Joshua Meyrowitz, No Sense of Place: The Impact of Electronic on So-cial Behaviour, Oxford University Press, New York, 1985, s.309
368
aslında hiç de sevmeyeceği özelliklerini kontrol dışı bir şekilde alıyor olabilir.
Ya da tam tersi; örneğin İbrahim Tatlıses’in sadece sesini ve şarkısını beğenen çocuk sesinin ona daha çok benzemesi için mavi ceket giymek istediğini
ifade ediyor. Televizyonda imgeler farklı parçalardan oluşan bir yapı olarak
sunulunca genç beyinler alması ya da almaması gereken mesajın ayırımına
varamıyor. Televizyonda ciddiyetten arındırılmış şiddet gösterimlerinin fantazya mı yoksa yaşanan gerçekliğin uzantısı mı olduğunun ayırt edilmesi,
kitle toplumu insanı için gitgide güçleşmektedir55.Bu durum çocuklar açısından güçlüğünün bile farkına varılamadığı bir kaos ve yanlış anlamalar şeklinde gerçekleşiyor. Televizyondan öğrendiği bir repliği tekrar etmeye
çalışırken anlamını bilmediği sözcükleri, anlamını bildiği benzer sözcüklerle
değiştirerek bambaşka mesajlar yaratıp anlamlandırmaya çalışıyor. Televizyonun izleyici kitlesi içinde geniş yer kaplayan çocuklar, çoğu zaman
eğlenmek ya da boş zaman geçirmek adına, bu aktivitelerini ebeveyninin
dışında gerçekleştirmektedirler. Bu durum çocukların aynı zamanda Yetişkinler için üretilmiş olan mesajları da almalarına neden olmaktadır. Çocukların
ekrandan gelen mesajlara yetişkinlere oranla çok daha fazla maruz kaldıkları ve bu mesajları çoğunlukla süzmeden doğrudan aldıkları düşünülecek
olursa, özellikle duygusal ve ruhsal gelişimlerinin de bu edinimlerden etkilenmiyor olduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. Sonuç program
yapımcılarının bile hiç kestiremediği yanlış anlamalarla çocuğun dünyasını
alt üst eder bir şekilde ne çocuk ne büyük denilebilecek yorumlara ve anlamlandırmalara dönüşür. Televizyondaki cinselliği çocuğun nasıl anlamlandıracağını düşünmemiz bu alt üst olmuşluk konusunda az çok fikir
verecektir.
Çocukluk ve ilk ergenlik dönemlerinde, bireyin yaşadığı dünyayı anlaması anlamlandırması, bu dünyaya ait toplumsal göstergeleri öğrenmesi ve
bu algılama dahilinde bireysel düşünce, davranış ve ruh kalıplarını yoğun
olarak oluşturması söz konusudur. Sunmuş olduğu görüntünün gücüyle ikna
ediciliği en üst düzeyde olan mesajların çocuklar üzerinde çok ayrı bir önemi
ve hükmü de söz konusudur. RTÜK tarafından yapılmış olan araştırmaya
göre Türkiye'de çocukların yılda 900 saatlerini okulda 1500 saatlerini ise televizyon karşısında geçirdiklerini saptayan 2008 yılında yapılan RTÜK araştırması düşünüldüğünde, özellikle gelişme dönemlerinde sosyal iletişimlerinde
55- Oskay,Ünsal 19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri, Der
Yayınları, İstanbul.2000.s.370-371
369
gerileme ihtimalinin yüksek olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ekran
önünde bu denli yoğun ve pasif olarak zaman geçiren çocukların, izlediklerinin gerçek, kurgusal gerçek ya da gerçek dışı olduğunun farkına varabilme yetisi henüz yeterince gelişmediği; diğer bir deyişle, mesajları eleştirel
bakış açısı ile değerlendirme becerisine sahip olmadıkları için savunmasız
olarak bu içeriklere maruz kalmakta oldukları söylenebilir. Diğer yandan
çocukların izlediği içeriklere göre gerçekliği ya da gerçek dişiliği ayırt etme
süreçleri de farklılık göstermektedir. Çizgi film içeriğinde görmüş olduklarını
birer fantazya ve kurmaca olarak algılayabilirlerken, haber bülten-lerinde
gördüklerini gerçeklik olarak değerlendirebilmeleri de mümkündür. Televizyon, çocuğun gelişim düzeyine göre her yaşta farklı etkiler yaratabilmektedir ve bu etkiler kuşkusuz kısa zamanda fizyolojik veya ruhsal sorunlar
olarak kendilerini göstermeyebilir. Soyut düşünce gücü gelişmediği ve henüz
gerçek ile gerçek olmayan arasındaki farkı ayırt edemeyen özellikle okul
öncesi dönemdeki çocuklar, gerek çizgi filmlerde gerekse diğer televizyon
içeriklerinde gördüklerine tanık olmaları nedeniyle gerçek dünya algılamalarını bu yönde geliştirebilmektedirler. Gözlemsel öğrenime daha çok duyarlı olan çocuklar için gösterilenin "gerçekleri" gözlemsel öğrenimlerini de
etkilemektedir. Özellikle düşle gerçeği ayırma süreci içindeki yaş grubunda
olan çocuklarda bu konu büyük önem taşımaktadır.56
Benzer şekilde televizyonun karşısında pasif olarak yoğun zaman geçiren
ve özellikle yetişkinler için hazırlanan içeriklere maruz kalan çocukların
sosyal ve kişilik gelişimleri de olumsuz olarak etkilenebilmektedir. Gelişim
evreleri içinde öncelikle yakın çevresindekileri rol model alan çocuk, ekran
karşısında geçirdiği zaman arttıkça, bu kez ekranda gördüğü kişi ve kişilikleri rol model olarak benimsemeye başlayarak duygusal boyutta yaşamında
sıklıkla uzaklaşma yaşayabilir. Ekran önünde yoğun olarak geçirilen ortak
süreler de sosyalleşme ve iletişim kurma becerilerini olumsuz etkileyen bir
süreç olarak düşünülmektedir. Dinlediğini anlayan ancak konuşma ve kendini ifade yönünden yetersiz çocuklarla sıklıkla karşılaşıyoruz. Sınıf ortamına
bile televizyon gibi katılıp inter-aktif davranamayan çocukların bulundukları durumda televizyonun payının büyük olduğunu düşünüyorum. Anlatılan bir konudan sonra kendisine yöenlinip dönüt istendiğinde heyecanlanan, bunu beklemediği her halinden belli olan çocuklar aslında televizyon56- Vural ,İzlem, Televizyon Haberİerini Okumak: Çocuk İzleyicilere Göre Televizyon
Haberlerinden Yansıyan Türkiye, İletişim. Sayı 9, İstanbul.2008
370
un tek yönlü seyrine fazlasıyla alış olanlar gibidir. Bir başka yan etki de televizyondan aldığı mesajların okuyamayan ne anlama geldiğini çözemeyen
çocuk, toplumsal yaşam içinde aykırı olarak kabul edilen tutum ve
davranışları taklit etme yoluyla yaşamına dahil ederek dikkat çekmeye çalışmaktadır.
Televizyon ekranı karşısında uzun zaman geçirmenin çocuk için olumsuz
birçok sonuç doğuracağını savunan Shapiro, ebeveynlerin kendilerinin televizyon bağımlılığı nedeniyle çocuklarının da televizyon önünde geçirdikleri
zamanı denetleyemediklerini ve televizyonun modern dünyada hiç de pahalı olmayan hıı bebek bakıcısı olduğunu; ancak, duygusal zekâ gelişimi yüksek çocuklar yetiştirebilmek için televizyon izleme konusunda katı kuralların
uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır. Çocuğun yaratıcılığının gelişmesin önündeki en büyük engel olarak televizyon izleme eyleminin olduğunu
belirten Shapiro, televizyonun çocuklarda fiziksel bir bağımlılıktan öte
psikolojik bağımlılık yaratan bir süreç olduğunu da ifade emektedir.57 Bu ifadelerden de yola çıkılarak, çocuğun duygusal zekâ gelişiminde televizyonun
önemli etkilerinin olduğunu söylemek mümkündür. Televizyonun çocuğun
dünyasına kattıkları görüntüsel açıdan önemlidir. Ama çocuk bunları anlamlandıramadan ve zamanından önce dünyasına kabul ettiği zaman sürecin
doğal ilerleyişi sekte ye uğrar ve çocuk gerekli basamakları atlayarak vaktinden önce kimi kavramlarla tanışır. Bu da çocuk beynini pratiğiyle birlikte
yaşarak geliştirecek olan süreçlerden yoksun bırakır. Bu sosyal ilişkiler açısından da geçerlidir tabiî ki. Çocuk televizyondan gördüğü bir arkadaşlığın
sadece son aşamasını taklit ederek kurduğu bir ilişkide ilişkinin doğal
sürecini atlamış ve sosyal yönden eksik kalmış olabilir.
Burkovik'e göre, EQ ve IQ her bireyde var olan, bireyin yaşamında ve hinliğinde ve yaşamsal süreçlerinde birbirlerini destekleyen iki önemli unsurdur. Çimçekte insanoğlunun hayat mücadelesi için daima kullandığı
güçlerden olan IQ bilim adamlarınca her zaman ve her yaşta geliştirilip ilerletilebilen, nörofonilebilir bir zekâ olarak görülmektedir. Duygusal zekâda,
muhakeme ve IQ İçin yaşamsal öneme sahip olan ve duygusal güçleri gerektiği gibi kullanmasını bilen bireylerin yaşamlarının her anını kendileri için
kolaylaştırabildikleri de ifade edilmektedir. Duygusal gücünü kullanan birey
duygularını tanır, onları kabullenir bir şekilde ifade eder ve ayrıca kendi duy57- Shapıro, Layvrence E. Yüksek EO'lu Bir Çocuk Yetiştirmek. Çev.: Ümran Kartal
Varlık Yayınları, İstanbul.1999:s.42-43
371
gusunu tanımlayabildiği ve tanıdığı; bir deyişle, farkındalık düzeyi yüksek
olduğu için karşısındaki kişilerin hislerini de anlayıp, kendisini başkasının
yerine koyabilmeyi de başarabilmesinden dolayı bireyler arası iletişimde ve
günlük yaşamdaki sorunların çözümlerinde başarılı olabilmektedir.58
Duygular kuşkusuz pek çok yol ile ifade edilmektedir; sözel ve sözsüz
yöntemlerini doğru ve yerinde kullanabilme becerisi olan her birey ifade edebilme ve karşısındakini doğru anlayabilme şansına da doğal olarak sahiptir.
İletişim kurabilme becerisi de elbette bireyin zihinsel süreçleriyle de doğrudan ilgilidir; birey günlük yaşamında birçok konuya ilişkin, zekâsını kullanabilme yetisi kadar, düşünme yetisini de bu sürece dahil ettiğinde daha
anlayışlı olacaktır. Duygular ile gerçekleştirilen süreçlerin birçoğundan elde
edilen öğrenimler ve deneyimler özellikle çocuklukta alınan duygusal dersler, bireyin davranışlarını ve kalıplarını belirleyen unsurlardır. Evlerine
konuk olup oturma odalarında televizyon izlerken gözlediğim çocuklarda
gözlemlenebilen en yoğun duygular mutluluk, heyecan, endişe, merak, korku
ve hırstır. Çocuğun ekran karşısında gülmesine sıklıkla rastlıyoruz. Şiddet
içerikli sahnelerde sahnenin dozuna göre hırs, endişe ve korku, dizilerde ise
merak üst seviyede. Futbol sever koyu taraftar olan çocuklar banttan yayınlanan gol sahnelerinde bile çok heyecanlanıp bedensel hareketlerle heyecanını ifade ediyorlar.
Toktamışoğlu'na göre duygusal zekânın dört temel unsuru bulunmaktadır.
Bunlar, özbilinç, özyönetim, sosyal bilinç ve ilişki yönetimidir. Toktamışoğlu,
bireyin olgunlaşma süreci olarak tanımlanan akıl ve duygusal gelişme ve
deneyimleme sürecinde gördüklerine, yaşadıklarına, yaşattıklarına ve
okuduklarına kendi yorumlarını katamayan bireylerin etkili, başarılı ve kalıcı
olamayacağını savunmaktadır. Duygusal öz bilinci yüksek olan bireyler iç
sinyallerin (duygularının) daha hızlı farkına varmakta ve duygularının kendilerini ve performanslarını nasıl etkilediğini bilebilmektedirler.59
Duygusal zekânın gelişimi için bireylerde kimi yetkinlikler olması gerektiğini ifade eden Goleman'a göre, bireyin kendini tanıması ilk sırada gelmektedir. Bireyin kendini bilmesi; yani, kendini tanıması önemli bir aşamadır.
58-Burkovık, Yıldız, Duygusal Zeka. Nisan, 2006. S:12
59- Toktamışoğlu, M. (2003). Aklın Öteki Sesi. İstanbul: Kapital Medya Hizmetleri
Aş.:s.24-70
372
Goleman, bireylerin duygusal sürecine ilişkin olarak "bireyler ilk bakışta
zaten duygularının ortada olduğunu düşünebilir, ancak üzerinde durulduğunda çoğu kez bir konuya ilişkin ne hissedildiğini hatırlayamayabilirler;
kişinin duygularının farkında olabilmesi iç dünyasında olup bitenlerin de
sürekli farkında olması anlamındaki "öz bilinçtir" vurgulamasını yapmaktadır.60
Duygusal zekâ gelişiminin öncelikli vurgu alanlarından olan "kendini tanımak", duyguların farkında olmak ve duygusal özdenetim gibi temel duygusal yeterliliktir. Bireyin duygularının ve gereksinimlerinin farkında olması,
hedeflerini belirleyebilmesi, yaşamın kendisine sunduğu seçenekler içinde
tercihlerini yapabilmesi ve tün bunlar için kişisel deneyimlerinin ve donanımının farkında olması anlamına da gelmektedir. Goleman, duygusal
zekâ gelişiminin seyri için bireyin "kendini yönetebilmesi"nin de gerekliği
üzerinde durmaktadır. Bireyin kendini gözlemleyerek yönetebilmesini,
bireyin sahip olduğu duygu ve düşüncelerini kontrol etmesi olarak değerlendirilmektedir. Bu, bir anlamda bireyin duygularından kendini arındırarak
ve esiri olmaktan kurtararak yön verebilmesine işaret etmektedir. Öfke,
kuşkusuz bireyin kendini yönetebilmesinde önemli bu duygusal sınav sürecidir. Goleman'a göre bireye sıkıntı veren duygulara hâkim olabilme, duygusal sağlığın da anahtarıdır; fazla yoğun ve uzun süreli duygular bireyin
dengesini bozmaktadır. Özellikle bireyin kendini yönetmesinde en sık
karşılaştığı ruh hali olan öfkenin baştan çıkarcılığının yoğun olduğunu ve
öfkenin ikna gücünün diğer ruh hallerine göre daha yüksek olduğunu, bireye
enerji veren ve uzlaşılması güç bir ruh hali olduğunu belirten Goleman,
bireyin bu ruh halinden kurtulabilmesinin yolunu ise genel olarak yine
bireyin kendi olanaklarıyla mümkün olduğunu ifade etmektedir.61 Ancak
televizyonlu toplumda çocuğun ruh halini yönlendiren şey büyük oranda
izlediği programın ritmi oluyor. Program heyecan istediğinde çocuk heyecanlanıyor, biraz sıkıcı bir akış bilinçli şekilde verilip duygu geçişi için alt
yapı hazırlıyor ardından korku, şiddet; iç içe geçmiş birçok duygu veriliyor.
Çocuğun kendiyle baş başa kalmasına fırsat tanımaksızın durmadan ilerleyen
bir hortum gibi her an çocuğun zihnini meşgul edecek bir hikayeyi içine alıp
çocuğun zihninde döndürüyor.
60- Goleman, D.(2006). Duygusal Zeka EQ Neden IQ'dan Daha Önemlidir. İstanbul:
Varlık Yayınları.:s.77
61- Golleman, s.2-93
373
Motivasyon da duygusal zekânın yetkinlikleri içerisinde kabul edilmektedir, yoğun olarak heves ve güven gibi duygularını harekete geçirebilmesi ile
mümkün kılmaktadır. Özellikle aşılması güç durum ve olaylara ilişkin bireyin
başarma gücünü etkileyen, kaygı ve tasa duyguları yaşamasına neden olan
süreçlerde motivasyon sağlayabilmesi çözüm üretmesini sağlayan bir kurtarıcı olarak da bilinmektedir. Bireyin duyguları düşünmek ve planlamak,
uzak ve güç görünen hedefe hazırlanmak ve sorunları çözmek gibi yeteneklerini engellediği ya da güçlendirdiği ölçüde doğuştan gelen zihin yetilerini
kullanma kapasitesinin tınılarını çizerek neler yapabileceğini belirlemektedir. Bu bağlamda duygusal aklın motivasyon konusuna eğilmesinin nedeni
de açıkça ortaya çıkmaktadır; iş heves ve keyifle ve motive olunan ölçüde
bireyi başarıya ulaştıracaktır.62 Bu durumda televizyonun çocuklar üzerindeki
gizli duygusal etkilerine ve motive edici etkisine bakmamızda fayda var. Karlılık hedefine göre kurulmuş bir kuruluş tabiî ki yayınlarında da tüketicisine
yaptığı motivasyonda da yine karlılığını gözetecektir. İncelediğim abonelik
gerektiren çizgi film ve çocuk kanallarıyla ulusal çocuk kanalları arasındaki
en büyük fark ki buna TRT Çocuk da dahil, ulusal çocuk kanallarında reklâm
sürelerinin çok çok uzun olması. Örneğin araştırma gurubumuzdaki çocukların en sevdiği çizgi film kahramanlarında olan Calilou’nun yayınlandığı
kanalda Calilou’nun yayın saatinden önce ve Calilou’nun yayın saatinden
sonra çizgi karakterin lisanslı ürünleri onar dakika tanıtılıyor. Bu da çizgi
filmin yayın süresine eşit. Diğer çocuk kanallarında tanıtımı yapılan ürünlerin ise büyük bir bölümü oyuncaklar. Alınıp bir defa oynanıp sıkılacağı çok
net bir biçimde belli olan oyuncaklarla çılgınlar gibi oynayan çocuk görüntüleri güçlü birer motivasyon aracı olarak karşımızda.
Duygusal zekânın önemli bir diğer sacayağı ise empatidir. Empati en basit
tanımıyla bireyin kendini karşısındakinin yerine koyarak düşünebilme ve
duygularını anlayabilmesidir; diğer bir deyişle, empati, karşısındaki kişinin
gözlerinden hayata bakabilmek ve herkesin gördüğü manzaranın birbirinden
farklı olabileceğine kanaat getirmektir. Goleman’a göre empatinin kökenlerini
öz bilinç göstermektedir; birey kendi duygularına ne kadar açıksa karşısındakinin duygularını okumayı ve anlayabilmeyi de o oranda becerebilmektedir. Kendini tanıma konusunda zihinleri karışık olan bireyler, diğerleri
hislerini onlarla paylaştığında benzer şekilde karışıklık yaşamaktadırlar;
diğerlerinin ne hissettiğini anlamak duygusal zekâ açısından bir eksiklik
62- Golleman, s.17-119.
374
olarak değerlendirilmektedir.63 Empati karşıdaki bireyi olduğu gibi kabul
edebilmek, kendi düşünebilenleri de anlayabilmek ve hissedebilmek anlamına da gelmektedir. Çocuk çevresinde empati kurabilecek kendine eş insnalar görerek empati pratiğini yaşayarak öğrenebilir. Ancak karşısındaki
televizyon kişisiyle kurulan empati çocuğun çevre algılamasını da kendini
anlamlandırmasını da son derece karmaşık bir noktaya getirecektir.
Sosyal yeterlilik kavramı da duygusal zekânın önemli bileşenlerinden
birini ifade etmektedir. Sosyal yeterlilik, bireylerin duygularını ne denli iyi
ya da kötü ifade edebildikleridir; benzer bir deyişle, bireylerarası ilişki becerilerinin sonucudur. Bu beceriler diğerleriyle ilişkide etkili olabilmeyi
sağlayan sosyal alillerdir ve bu konudaki eksiklikler sosyal dünyada yetersizliğe ya da ilişkilerde sıkça tekrarlanan felaketlere yol açmaktadır. Sosyal zeka
bireylerin bir teması şekillendirmesine, diğerlerini harekete geçirip ölmesine,
yakın ilişkilerini sürdürebilmesine ve bireyleri ikna edip olanak tanımaktadır.
Bu, aynı zamanda ilişkilerde takım olabilme ve ait hissedebilme duygusunu
da ön plana çıkararak motivasyonu da güçlendirmektedir. Sosyal yeterlilik
gibi, benzer olarak iletişim becerisi de duygusal zekâ mı önemli bir bileşendir;
doğru iletişim kurabilmek, kendini doğru ifade bilmek, yanlış anlamaları ortadan kaldırmak üzere önemli bir yetenek olarak görülür. İletişim kuşkusuz
her zaman kendini ifade etmek anlamına gelir, kendini ifade edebilmek kadar
dinleyebilmek de temel iletişimin gereksinimidir. Sinyaller sürecin her iki
tarafında olan bireyi de etkilemektedir. Sosyal yeterlilikler ve iletişim becerisi
arttıkça birey gönderdiği ya da aldığı duygusal sinyalleri daha iyi kontrol
edebilir düzeye gelecektir.64
Çocukluk dönemi boyunca öğrenilenlerin yaşam boyu sürecek en duygusal mesajları da beraberinde taşıyacağını savunan Goleman'a göre, çocuklukta alınan dersler aynı zamanda yaşamın alacağı yönü de belirleyen
derslerdir ve çocuklar büyüdükçe almaya hazır oldukları ve ihtiyaç duyduktan belirli duygusal dersler bulunmaktadır.65 Aile yaşamı ve ebeveynle
çocukların ilk duygusal derslerini aldıkları okuldur. Bu okul, çocuğun kendisini nasıl göreceğini, başkalarının çocuğun hislerine ne şekilde tepki vereceğini, bu hisler hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini ve tepki verirken ne
63- Golleman,s.137.
64- Golleman, s.139.
65- Goleman,s.254.
375
gibi seçeneklerinin olduğunu, umutlarını ve korkularını nasıl ifade edeceğini
öğrendiril bir kurumsal yapıdır. Bazı duygusal beceriler yıllar geçtikçe
çocuğun sosyal yaşamı içerisindeki diğer kişi ve kişiliklerle de bilenmekte ve
elde ettiği izlenimlerle duygusal zekâ gelişimine yön vermektedir. Henüz
çocukluk evrelerindeyken aile ve yakın çevreden alınan dersler çocuğun duygusal zekâ boyutundaki gelişimini belirlerken, sosyal yaşamın içine girmeye
başlamasıyla okul, arkadaş veya özdeşleşme içinde bulunulan diğer kişiliklerle de perçinlenmektedir. Bu bağlamda modern dünyada bir sosyal
geliştirici (sosyalleştirici) ve öğretici olarak da tanımlanan kitle iletişim
araçları ve özellikle de yaygın kullanımı açısından televizyon, çocukların
duygusal zekâ gelişiminde kuşkusuz önemli etkinliği yaratmaktadır. Televizyon ekranında görülen çizgi film karakterleri, süper kahramanlar, onlar
tarafından sergilenen kişilik özellikleri ve davranışlar, görerek ve taklit ederek öğrenme süreci yaşayan çocukların fiziksel benzerlik ve ortaklık yaratmak kadar ruhsal ortaklık geliştirmelerine de neden olabilmektedir. Söz
edilen ortaklık kurma eylemi, özellikle ergenlik çağına kadar olan süre çocuklarda sıkça görülen bir yatkınlık olarak da gözlenmektedir.
Henüz gerçek olan ile olmayanı ayırt etme yetisi gelişmemiş, televizyon
mesajlarının çözümlemesini ya da mesajların alt anlamlarını keşfedilme yani,
medya okuryazarlığı becerisine sahip olamayan ve televizyon karşısında tüm
mesajlara savunmasız olarak maruz kalan çocuğun, duygu zekâ gelişiminde
tıpkı aile ve yakın çevresinin etkisi ve belirleyiciliği ile televizyonun da etkisinin ve belirleyiciliğinin yadsınamayacak boyutta olduğunu söylemek
mümkündür. Günlük 6 saatini televizyon karşısında geçiren çocukların
sosyal öğreticilerden etkilenimi, duygusal zekâ gelişimlerinin televizyondan
kalan kısmı derslerle yontuldu. Çocukların televizyonda izlemiş oldukları
mesajlara ilişkin genel yargılarını anlamak, bu mesajları ne yönde okuyarak
nasıl bir toplumsal sistem içinde işliyor olduklarını belirlemek ve anlamak
önemli. Ayrıca duygusal zekânın temel yetileri çerçevesinde iliştirilmiş olan
duygularını ifade etme, duygusal olarak etkilenme, duygularını ve tanık
olduklarını paylaşma, empati kurabilme gibi duygusal süreçlerinde televizyondan ne kadar etkilendiklerini anlamak önemlidir.
TELEVİZYON DİZİLERİ, AİLE VE ÇOCUK
Yaptığımız anketler gösterdi ki tüm ailenin bir arada olduğu anlarda en
çok izlenen program türü diziler. Tüm ailenin bir arada olduğu saatlerde
dizilerden sonra en çok izlenen ikinci tür ise haberler. Ancak haberlerle ilgili
376
derinlemesine sorunlar sorulduğunda televizyonun ailenin bir arada olduğu
o an için açık olduğu, çocukların haberlere çok fazla odaklanmadığı
görülmüştür. Haberler daha çok baba istediği için açılmakta ve dizi saati beklenirken programa araştırma gurubumuz adına annenin de çok fazla odaklanmadığı anlaşılmıştır. Bir arada geçen zamanların en çok izlenen program
türü olan diziler, aile içi iletişimde de özdeşim kurma ve benzetme yolu ile
etkinliğini tüm yollarla hissettirmektedir.
Dizi denildiği zaman aklımıza sadece bölümler halinde çekilmiş sürükleyici hikayeler gelmemelidir. Dizi bütün bir televizyon pratiğinin özü özeti
gibidir. Dizi televizyonsal karakteristiği içinde barından ve yeniden
üretilmesini insan beyninde örgütleyen bir yapıdadır. Dizi, reklâm ve tüketimi de içinde barındırır. Kitle iletişimi yönetimsel bir iletişimdir ve etkisini,
etkili olacağı diğer faaliyet koşullarının, özellikle de insanların üzerinde
psikolojik baskılar kurarak gerçekleşmektedir. Dolayısıyla kitle iletişim
araçları ile üretilen gerçeklik, aynı zamanda promosyon, özendirme ve satışı
dolayısıyla iletişimin pazarlaşması bir sonuca ulaşmıştır. Ev içi en popüler
faaliyet olan televizyonun eve girişiyle evin biçim bile değişmiştir. Günümüzde televizyon, ev içi dinlenme, birlikte olma, oturma gündemini belirleyen ve yöneten bir araç haline gelmiştir. Evde popülerin ne olduğunu
öğreten televizyon, ev dışı popüler faaliyetleri de belirler. Mullan'a göre, televizyon kültürün ayrılmaz bir parçası olarak, onun adına karmaşık değerler
dizisini topluma iletir. Özellikle kapitalist toplumlarda, televizyonun hiç
şaşırtıcı olmayan bir biçimde, ticari malların pazarlanmasını yapmakta olduğu bilinir. Televizyon, tüketimin insanlar için doğal olarak 'iyi' olduğunu ve
malları tüketmenin mutluluk anlamına geldiğini anlatır.66 "Küresel ekonomiyi
biçimlendiren başlıca kuvvetler arasında, teknolojinin özellikle enformasyon
teknolojisinin bütün dünyada tüketicilerin değer yargıları ve tercihleri üzerindeki geri döndürülemez etkisidir.67 Amerikan kültürünün temel özelliği,
mutluluğa ulaşma aracı olarak mal edinme ve tüketim; yenilik kültü ve
toplumda tüm değerlerin egemen ölçüsü olarak para değeridir.68 Murdock'a
66- Mullan Bob'dan aktaran Suat Sungur, Reklamın Büyülü Dünyası;Sahte İmajın
Gerçek Yüzü, Galatasaray Üniversitesi İletişim Yayını Sayı:6,2007.Yaz.s.89
67- Ohmae Kenichi, "Ulus Devletin Sonu", Küreselleşme Okumaları, Ed. Kudret Bülbül, Ankara, Kadim Yayınları.2006,s.265
68- Leach William, Land of Desire: Merchants, Povver and the Rise of a New American Culture, New York, Pantheon Book.1993,s.3
377
göre, insanlar televizyon seyrettikleri zaman sadece belirli programlara yönelik tepkilerini biçimlendirmemekte, aynı zamanda yoğun tüketim davranışlarının oluşturduğu bir şebekenin de içerisine girmektedirler. Öte yandan
medya dünyasında öne çıkan kişiler ve kimlikler, kitleler üzerinde insanların
özdeşleşmek istedikleri rol modellerine dönüşmekte, ikonlaşmaktadır. Ticari
yayıncılığın giderek yaygınlaşmasıyla birlikte, izleyicilerin televizyonlarda
kendilerine sunulan mallar dünyasının ayrılmaz bir parçası olmaya başladıkları gözlemlenir. Pembe dizilerden, durum komedilerine, neredeyse tüm dramalarda sunulan mallar dünyasında, oyuncuların kıyafetleri, arabaları,
yedikleri, içtikleri, evlerindeki ya da bürolarındaki eşyalar izleyicinin tüketimine sunulur.69 Bu noktada ifade edilmeye çalışılan yaklaşımı destekleyenlerden biri olarak Frith, Marx'ın "... başarılı kapitalist üretici yalnızca pazar
için mal üretmez, daha da önemlisi, ürünü için pazar yaratır" yorumuna anlamlı göndermede bulunmaktadır.70 Televizyon tarihini deşifre eden bu cümleler en büyük gerçekliğini program olarak televizyon dizilerinde bulur.
Türkiye'de özel televizyon yayıncılığından önce de televizyon dizileri
vardı. Özel televizyonlara kadar olan dönemde ağırlığı yabancı diziler oluşturuyordu. Özel televizyonlarla birlikte özel program formatları, özel dizi
kalıpları da oluşmaya başladı. TRT dönemi yerli yapım diziler bir kaçı hariç
daha çok radyo programlarındaki arkası yarın etkisini taşıyordu. Özel televizyonlarla birlikte eski ve yeni formatlar birlikte kullanılarak dönüşüm
yaşandı. 1990 sonrası değişen yayıncılık anlayışıyla birlikte, 2000 sonrası
sayıları hızla artan edebiyat uyarlamalarının televizyondaki durumu bu çalışmada değerlendirilecektir. Reyting oranları pek çok programı geride bırakan
alt tür uyarlamaların bu kadar popülerleşmesinin nedenlerini aramak, televizyon toplum ilişkisinin anlaşılması açısından önemlidir. Çoğunlukla yerli
dramaların alt türü olan uyarlamaların popülerleşmesinin nedeni, izleyici
tercihinin bu yönde olması, niceliksel artışa bağlı olarak öne sürülen niteliğin
çeşitlenmesi, öz kaynaklara sahip çıkma gibi düşünceler tartışma konuları olmakla birlikte bu çalışmada, uyarlamaların hızlı biçimde popülerleşmesi,
değişen yayıncılıkla birlikte ticari düşüncenin öne geçmesi, kâr güdüsü ve
69- Murdock Graham, "Peculiar Commodities: Audiences at Large in the World of
Goods", Consuming Audiences? Production and Reception in Media Research, New
Jersey, Hampton Press 2000,s.48
70- Marx, Karl,Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev: S. Nişanyan, Birikim
Yayınevi,İstanbul. 1979,s.89
378
bunun için de izleyiciyi elde tutmak için içeriklerde istenilen kodların yerleştirilmesi gibi nedenler üzerinde durulmuştur. 1990'lardan sonra hızla yeni
kanalların kurulması, kültürel içeriklerin çeşitliliği biçimleri açısından da belirleyici olacak bir çerçeveyi beraberinde getirmiştir.71 Bu dönemde kanalların
sayısı ve televizyon seyircisinin yerli programlara olan ilgisinin artması, birbiri ardına televizyon için dizi ve çeşidi program türleri üreten önemli bir
sektörü ortaya çıkarmıştır.72
TRT'nin televizyon yayıncılığında tekel olduğu dönemden beri, televizyon
dizileri önemli türlerden biri olarak karşımıza çıkmıştır. Sayıları fazla olmayan yerli yapımların dışında, bu dönemde öncelikle ABD ve İngiltere'den
ithal edilen seriler televizyon damalarının çoğunluğunu oluşturmuştur. Üretimi klasik romanların televizyon için dizileştirildiği ara TRT yayınlarında da
sıkça yer veriliyordu. 1990'larla birlikte çok kanallı televizyon ortamında
temalar, toplumsal ilişkiler ya da farklı kategorilerden televizyon ünlülerinin
temelinde çeşitli eğilimler sergilenmiştir. Belli toplumsal katmanın ilişkileri
belirli bir temayı ve belirli niteliklere sahip bir oyuncu kadrosuyla sürdüren
tekil " televizyon dramasının sağladığı başarı çok sayıda benzerinin yapılmasını kışkırtıcı bir etki yaratmıştır. Böylelikle benzer niteliklere sahip oyuncularla yapılan, benzer mekânlar ve toplumsal ilişkiler üzerine kurulmuş
öykülerle program açısından başarılı olmanın sırrı bulunmuştur.72 TRT döneminden özel televizyon dönemine geçiş tek partili dönemden çok partili
döneme geçişe benzetilebilir. Aslında TRT döneminde de çok kanallı yayın
başlamış TRT 1 in yanında TRT 2 de yayın yapar olmuştu. Ancak TRT 1 ve
TRT 2 arasındaki tek fark ekrandaki 1 ve 2 rakamlarıydı. Aynı dış ses, benzer
jenerikler, bir çoğu aynı programlar tümüyle TRT ideolojisinin yansımasıydı.
Dönemin yükselen değeri liberalizm rüzgarı özel televizyon furyasını başlatmış ve deyim yerindeyse başlangıçta yayınlanan tüm formatlar hızla
tüketilmişti. Bugün geri dönüp bakıldığında Türkiye Televizyon yayıncılığının kısa geçmişine en çok iz bırakan, dahası toplum üzerinde en belirgin
etkiyi yapan tür dizilerdir. Dönem dönem farklı türler de popüler olup, kimi
zaman dizi saatine bile sarkabiliyor. Geçmişte reality showların, açık oturum71- Aksop, Gülseren, "Televizyon Türlerinde Dönüşüm" AÜ İletişim Fakültesi Yıllık.
1999 s.234
72- Çetin, Erus, Zeynep "Son On Yılın Popüler Türk Sinemasında Televizyon Sektörünün Rolü" Marmara İletişim Dergisi. 12, Ocak-2007,s.123
73- Çelenk, Sevilay,"Televizyon, Temsil ve Kültür" Ütopya Yayınevi, Ankara.2005,
s.291
379
ların ya da yarışma programlarının çok popüler olduğunu gördük. Etkisi üst
üste iki sezonu geçmeyen bu yapımlar kolay kolay prime time diye adlandırılan en popüler televizyon izleme saatine yerleşemediler. Prime Time’
ın her zaman geçer akçesi yerli diziler olmuştur. Dahası aradan yıllar geçtikçe
geriye dönülüp bakıldığında, toplumsal bilinç analizi yapıldığında dizilerin
toplum ve bellekler üzerindeki etkisi çok daha net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Dönemlik popüler olan diğer türler de kendini kısmen dizi formatına
sokarak, dizilerin kullandığı yöntemlerle ya da dizilerden alışık olduğumuz
drama kurgusuyla bu alanda başarılı olmuştur.
Türkiye'de televizyon yayıncılığı, endüstriyel gereklilikler nedeniyle ilk
yıllardaki akışı ağırlıklı olarak yabancı dizi ve filmlere dayandırılmıştır. Bu
ticari durumun kendisini sunuş biçimi farklıdır. Ticari televizyon pratiği
sayesinde, TRT tekeli döneminde izleyicinin alışmış olduğu, dramatik anlatıda bile öğüt vermeyi öncelikli amaç olarak gözeten, araya giren, yol
gösteren ya da eğitmeye çalışan üst-dil duyulmaz olmuştur. İzleyici durmaksızın akan farklı, renkli ve dolu dünyaların anlatısı ile baş başa kalmıştır.
Özel televizyon yayıncılığının sonraki yıllarında, İstanbul'da endüstriyel
altyapının gelişmesi ile birlikte, yerli yapımların sayısı hızla artmıştır.74 Yerli
yapımlar arasında her dönem birkaç uyarlama yapıt da dikkati çeker.
Uyarlama, edebiyat ve film arasındaki karşılıklı alışverişte bir romanın,
oyunun veya diğer edebi kaynağın filme aktarılmasını tanımlayan en yaygın
uygulamadır75. Uyarlama ilişkisinde edebiyatın şiir, öykü ve roman formu,
sinema ve televizyon aracılığı ile üretimden tüketime büyük farklılıklar içerir.
Öncelikle sinema ve televizyon, yapım, seyirci tarafından seyredilmesi ve
tüketilmesiyle edebiyattan farklı olarak kitlesel bir sanattır. Ayrıca, bu kitlesellik, onların popüler kültür belirlenimine daha kolay girmesine neden
olurken, onları kapitalizmin en çok kâr getiren sanat dalı yapar. Popülerliği
ile dünyanın her tarafına ulaşabilmeleri, ürettikleri yıldızlarla reklâm
piyasasında da etken olmalarıyla edebiyattan ayrılırlar. Bu açıdan edebiyatın
bir türü olan roman, sanayi toplumuyla birlikte doğmuş olmasına rağmen,
sinema ve televizyon endüstrisi sanayi toplumuyla var olagelmiştir. Edebiyat
eserleriyle sinema ve televizyonun ilişkisine bakıldığında; klasik romanda
her şey kendi karşıtlığıyla vardır; neden-sonuç ilişkisine dayanır. Bunun nedeni dramatik yapıyı kurmuş olmasıdır. Bu yüzden de klasik roman,
74- Çelenk, s.297-298.
75- Çetin Erus, s.16
380
hikâyenin nasıl taşınacağını televizyon ve sinemaya göstermiş ve bu endüstrilerin yapımları üretirken etkilendiği bir kaynak olmuştur.76
Başlangıçta kadın izleyiciyi hedeflemiş olarak yola çıkan dizi filmlerde akıl
almaz ilişkiler zinciri kurulur, çünkü kadınların "meraklı" olduğuna dair bir
anlayış yaygındır; bu "meraklı olma" halinin domestik yaşamla bir bağlantısı vardır. Ev dışı dünyayla ilişkisi sadece çalışan erkek aracılığıyla olan
kadın, dışında kaldığı bu erkek dünyasını merak eder, bilgi eksikliği iktidar
eksikliğini de getirir.77 Burada varsayılan kadın tipi ataerkil toplumun ev
bekleyen kadın tipidir. Çocukları yetiştiren kadın; aslında bu durum çocukları da dizilerin bir numaralı tüketicisi haline getirmiş oluyor. Biraz daha
ileriye gidip, televizyon programlarına yön veren erklerin varsayılan kadın
tipine göre program uyarlamaları, genel televizyon izleyicisinin izleme
davranışlarının varsayılan kadın tepkileriyle sonuçlanmasına neden olmuştur diyebiliriz. Yani dizilerde kahramanların sırları, sadece merak etmek için
yaratılan kimin yaptığı belli olmayan gizli işler, en olağan sürecinde işleyen
basit bir adım atma ya da başını kaşıma hamlesinin bile büyük bir belirsizlik
içinde verildiği kurgu.
Dizilerden bahsederken bir noktaya da değinmek istiyorum. Genel anlamda izlediğimiz dizileri bir yana bırakacak olursak, dizisel format televizyonun öz formatıdır. Sadece diziler için değil, bütün bir televizyon alanına
hakim olan şey dizisel formatıdır. Haberler, spor haberleri, belgeseller dizisel
bir süreklilik ve tamamlayıcılık içinde öncesine atıflar sonrakine referanslar
şeklinde özenle bir bütünlü ve süregelmeyi korumaya çalışır. Öyle ki reklâm
filmleri bile zaman zaman reklâm kahramanın başından geçen olaylar dizgesiyle sunulur. Süreklilik içinde bir parça kaçırsanız her şeyi kaybedeceğiniz
hissi uyandırır. Ayrıca eğer öncesini bilirseniz bu televizyonla sizin aranızda
bir yakınlık, bir bağ oluşturur. Kısacık reklâm arasında bile başından ayrılıp
kanal değiştirmemeniz için “az sonra” uyarıları ile bu süreklilik vurgusu
yinelenir. Televizyonun bu formatla çalışmasının nedeni, "olayları aynı anda
alımlama akımı" olmasıdır. Yani televizyon izleyicileri aslında sinema izleyicileri gibi filmleri "izlemekten" çok monitörlerinin ekranında görülen olayları "alırlar"78. Televizyonun kurduğu özne, monitörü olan ve kendisinin bu
76- Sayın, s.19-20
77- Türkoğlu Nurçay, Toplumsal İletişim, 3. Baskı, İstanbul: Urban Yayınları,
İletişim,2009. s.295.
78- Simon During; Routledge, Londra, 1993:s.310
381
aleti kullandığı hayal eden yaşayan bir mesaj-alımlayıcıdır. Anlatışa dinamikten ziyade anlık bir alınım söz konusudur; Walter Benjamin'in yüzyılın
başında dikkatimizi çektiği "şok halinde algılamanın" vardığı yeni bir aşama,
bir çeşit kesintili, sürekli süreksizlik. Örneğin haberlerde bir önem sırası
vardır. Haberlerin böyle anlatı parçalarına bölünmesi, reklâm arası ya da
spikerin bağlayıcı cümlelerinden sonra başka bir habere dönülmesi, ortaya
filmden radikal olarak farklı bir gündelik yapı çıkarmaktadır.79 Televizyonun
dizisel formatı, televizyonun sürekliliğini ve bitmemişliğini sağlar; televizyon
böylelikle kendine zamansal düzeyde bir gerçeklik de kazandırır.
Öte yandan, dizisel format ile, Benjamin'in "mekanik yeniden-üretim"
olarak tanımladığı medyanın belli başlı özelliği doruk noktasına varır. Televizyonda "referans" kaybolmaya yüz tutar. Televizyon imgesi, hep bir imgenin imgesidir, yani bir yeniden üretim bağlamına sokulmuş bir imge. Böy1e
bir imge, Derrida’nın ifadesiy1e, özünde bir fantomdur, bir hayaletten farklı
değildir. Televizyon gibi bir tekno1ojinin fantom bir yapısı vardır, çünkü televizyonda aslında bir imge görüyor ya da bir şey algılıyor değiliz. Herhangi
bir imgenin daha ilk algılanışı bir yeniden üretim yapısına bağlıysa, orada
fantom, hayali bir yapı var demektir.80 Bu dizisel format ve fantom yapı, televizyonun sık sık değinilen tarihi yok etme özelliğini ima ederler. Tarihsel
dizisele olaylar ise fantazmalara dönüşür. İçerik zaten yoktur, ve geriye kalan
sadece formattır. Televizyon, sanki hatırlamaktan çok unutmaya yarar. Enformasyon, görüntü, söz parçacıklarının atıldığı bir çeşit çöplük veya
mezarlık gibidir. Tüm bu özelliklerin birleşimi olarak televizyon gündelik
dediğimiz alanı kendi bölgesi yapmıştır81. Bu örneğin televizyonun ya da televizyonda: söz edilen veya gösterilen şeylerin çoğu kez günlük konuşma
konusu olmasında kendini gösterir. Sürekli konuşma, sürekli görüntü... İzleyiciler olarak bizle böylelikle olup biteni öğrendiğimizi, bildiğimizi veya
anladığımızı varsayarız. Halbuki gerçekte çoğu kez aranılan belli bir mesaj ya
da anlam değil, tek tük sözcüklerin duraksız gidiş gelişiyle garanti edilen bir
çeşit tanımlanmamış iletişim vaadidir82. Zaten kimse televizyona bir ideolo79- Simon ,s.316.
80- Derrida, Jaques, Marks’ın Hayaletleri, Çev:Alp Tümertekin,Ayrıntı yayınları,İstanbul,2001.s.61
81- Fiske John' den aktaran Suat Sungur, Reklamın Büyülü Dünyası;Sahte İmajın
Gerçek Yüzü, Galatasaray Üniversitesi İletişim Yayını Sayı:6,2007.Yaz,s.91
82- Blanchot Mauric, Karanlık Thomas,Çev:Sosi Dolanoğlu,Metis Yayınları,İstanbul,1993,s.140
382
jiye ya da Tanrı'ya inandığı gibi inanmaz; ama televizyona böyle inanmak da
gerekmez. İzleyiciler, televizyonda iletilen şu ya da bu fikre, haber veya programa tabii ki inanmayabilirler; televizyona inanmaları veya çoğu kez basitçe uzaktan kumandanın düğmesine basıp seyretmeleri yeterli olabilir; daha
doğrusu televizyon, bu devasa kurumsal ve teknolojik aygıt, açma, dinleme
ediminin arzuya bağlanmasıdır. Bu arada, televizyona hiç inanmayanlar da,
artık araç olmaktan çıkıp bağlam haline gelmiş televizyonun kurduğu
toplumsallığa ötekilerden daha az tabi değillerdir. Televizyonla hesaplaşma,
onunla uğraşma bu yüzden kaçınılmazdır.
Dizi izleyicileri senaryo ile bütünleşmeyi, kendilerini onun yerine koymayı severler ve bunu yapabilecekleri dizileri isterler. Dizilerin konularının
son derece basit, basitken karmaşıklaştırılmış gibi verilmesi bundandır. Basit
içerikte kimi bölümleri izleyiciye buldurmaya çalışarak, izleyiciye diziye ve
senaryoya katılmış hissi yaşatırlar. Edebiyat uyarlaması dizileri günümüz
koşullarına esere dokunmadan uydurmak mümkün değildir. Günümüz
uyarlamalarında sadece karakter isimlerinin ve ana olayın alındığını kalan
her şeyin dizi formatıyla günümüz koşullarında yeniden yazıldığını görüyoruz. Dizilerin geçmiş çekimleri v günümüz çekimleri arasında da fark inanılmaz boyuttadır. Aşk-ı Menu, Yaprak Dökümü, Dudaktan Kalbe, Hanımın
Çiftliği gibi iki kez çekilmiş dizilerin ilk ve ikincisi arasında aynı eserde olamayacak kadar büyük farklıklar vardır. Bu duruma en iyi örnek daha çok
klasik romanların uyarlamalarında ortaya çıkar: Kahramanların cep telefonuyla konuşması, internet başından kalkmaması ya da lüks araçlarla 2000'li
yılların İstanbul'unda yaşamaları dahası popüler konserler ya da alış veriş
merkezleri 80 yıllık roman karakterlerinin hayatına monte edilerek tüketim
araçları ile diziye güncellik kazandırılmaya çalışılır. Monte Kristo Kontu
uyarlaması olan Ezel adlı dizide eserin orjinalindeki birçok bölüm atlanıp bir
İstanbul kabadayısının hikâyesi haline getirilmiştir.
Dizi uyarlamaları ismi duyulmuş popüler bir üründen yola çıkılarak hazırlandığında izleyicinin ilgisini çekmeye hazırdır. Kahramanlara isim ya da
olay boyutunda bir tanıdıklık varsa izleyici dizinin hazır müşterisi haline
gelmiştir. Erkekler gibi kadını da evin dışında, daha çok avukatlık veya doktorluk gibi mesleklerde çalışırlar, meslek düzeyinde çoğu kez erkeklerle eşittirler. Fakat herkes, zamanın çoğunu kişisel veya aile içi krizleri yaşamak veya
tartışmakla geçirir. En sık rastlanılan klişeler: Kötü kadın, büyük fedakârlık,
ayrı yaşayan bir sevgili ya da eşin yeniden uzanılması, kadınla parası/saygın383
lığı vb için evlenmek, nikâhsız anne, çocuğun gerçek babası ile ilgili komplolar, ev kadını olmak ile meslek sahibi olmak ikilemi, alkolik kadın gibi83.
Yine son dönem dizilerde hiç hak etmediği halde çok zor durumlara
düşürülen dizi kahramanı genelde güzel kadın, tüm haksızlıkların
merkezinde verilir. Diziyi izleyen seyirci kendini kadının kurtarıcısı, kadının
kıymetini bilebilecek kişi olarak görür. Bu klişeler ile anlatı yapıları arasında
değişiklikler sağlanabilir. Dizi anlatı yapıtla; kurulu düzene dokunulmaması,
ele alman sorunların toplumsal açıdan göstermemesi ve sistemle ilinti kurulmaması, soyut fakat gerçekmiş gibi gösterilerek sunulması söz konusudur.84 Dizilerde çok büyük oranda sistem sorunu yoktur. Kötü adamlar ve
kötü kadınlar sorun yaratırlar. Dönem dizilerinde siyasi geçmişi anlatan dizilerde bile durum bu şekildedir. Kötü adam ya da kötü kadın cezalandırıldığı
zaman hem izleyici rahatlar, hem de sorun ortadan kalkmış olur. Mevcut sistemle ilgili sorunlara dokunmadan dönem dizi çekilmesiyle deyim
yerindeyse ne şiş ne de kebap yanmadan amaca ulaşılmış olur. Aslında siyasi
bir çatışma yokken, sadece kıskanç, kibirli, kötü niyeti, birbirinin sevgilisine
göz koymuş insanlar yüzünden siyaset de fraksiyonlar da acımasız ca kullanılmış ve izleyici bunu 30 yıl sonra dizi münasebetiyle öğrenmiştir. Bu yanlış aktarma ve anlamsızlaştırma bir lütuf gibi algılanır televizyon kafalı
insanlar tarafından. Özgürlükçü eşitlikçi ve demokrat yönetimlerin bu tür
dizilerin çekilmesine yayınlanması müsaade etmesi toplumsal gelişmişlik
düzeyimiz ve A.B. kabulü için neden olarak sunulur. Sonuç olarak, televizyondaki yerli dizilerin popülerliğinin ve çokluğunun yayıncılığın ticari
bir hale bürünmesi nedeni ile bu ürünlerin son derece kârlı birer meta haline
getirilebilmesinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Diziler hem
pazarlama hem de yönetme aracı olarak ideolojinin işini oldukça kolaylaştıran aygıtlardır.
3- MEDYA OKURYAZARLIĞI / MEDYA PAYLAŞIMI ARAŞTIRMASI
Bu bölümde, rehber öğretmen olarak çalıştığım bir ilköğretim sınıfında
gerçekleştirdiğim araştırmayı paylaşacağım. Ancak öncelikle medya
okuryazarlığı ve çocukla ilgili tartışmaların literatürüne bir göz atmakta yarar
var.
83- Modleski Tania, Eğlence İncelemeleri, Çev: Nurdan Gürbilek, 1. Basım, İstanbul:
Metis Yayınları,1998.s.81
84- Çetin, s.7.
384
Eğitime Yararlı Medyadan Eğitime Zararlı Medyaya; 1970’li yıllarda, medyanın eğitimin bir parçası olarak kullanıldığını, sınıfta gazete, dergi okunduğunu, televizyon yayınlarının okulda topluca izlendiğini, okul radyosu,
okul gazetesi gibi uygulamaların ilk-orta öğretimde yer aldığını görüyoruz.
1980’li yılların sonlarında medyada varlığını gösteren globalleşme ile birlikte
bu kez, yurttaşların medyanın etkisine karşı korunması gündeme geldi; uluslararası kurum ve kuruluşların çeşitli projelerinde “medya okuryazarlığı”
eğitiminin önemi tartışılmaya başlandı. Bilgi edinme ve edinilen bilgiyi kullanma hakkının, temel yurttaşlık hakkı olduğunu kabul ettiğimize göre; kitle
iletişim araçları, bu hakkın gerçekleştirilmesi için vazgeçilmez kaynaklar
olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazılı ve görsel tüm kaynakların oluşturduğu
iletilerle donatılmış bir dünyada etkin bir yurttaş olarak yaşamak için yeni
iletişim becerilerine gerek var. Medya okuryazarlığını tartışırken unutulmaması gereken, bir etkinlik halinin olduğudur; yani önemli olan sadece beceri
sahibi olmak değil, bu becerilerin hayata geçirilebilmesidir. Bu kavramdaki
"okuryazarlık" vurgusu, medyaya erişimin, değerlendirme ve eleştiri yapabilecek donanıma sahip olmak, iletileri yalnızca alma becerisiyle yetinmeyerek, yeni iletileri oluşturabilmek ve dile getirebilmek gibi etkin katılımı da
içerir. Medya okuryazarlığı kavramını, eğitimde medyanın kullanılmasıyla
ilgili olarak 20. yüzyıl başından bu yana uygulanan, kitlesel iletişim
aracılığıyla liberal toplumsallaşma yaklaşımının bir devamı olarak görmek
olasıdır. Medya okuryazarlığı programları, medyadaki her şeyin kurmaca
olduğu, gerçekliği medyanın oluşturduğu, medyanın ticari, toplumsal ve
siyasal bağlantılarının varlığı, medya iletilerinin ideolojik olduğu, medyada
biçim ve içeriğin yakından ilişkili olduğu, her aracın kendine has bir estetik
formu olduğu yolunda uyarılarda bulunur.
Medya Okuryazarlığı temel ilkeleri:
Medya kurgusaldır: hiç bir kitle iletişim aracı, dışsal gerçekliği olduğu gibi
yansıtamaz. Bir gerçekliğin medyada yer alması, konumlandırılması, bir dizi
karar süreci sonunda mümkündür. Medya okuryazarlığı bu sürecin öncelikle
yapısal çözümlemesini yapar.
Medya gerçekliği kurgular: yaşadığımız ortam hakkındaki bilgilerimiz bu
kurgulanmış gerçekler eliyle sağlanır. İzleyici-okuyucu, içinde yer aldığı
toplumsal grup özelliklerine göre medyadan aldığı anlamı içselleştirir ya da
çözümler. Medya okuryazarlığı analiz etme-çözümleme becerilerinin oluşmasına yardımcı olur. Medyanın tecimsel bağlantıları mutlaka vardır: me385
dyada mülkiyet ve piyasa ilişkileri belirleyicidir, medya okuryazarlığı bu
bağlantıların farkına varılmasını sağlamayı amaçlar. Medya iletileri ideoloji
ve değerler üzerine kurulur: açık ya da örtük olarak medya yayın politikalarının benimsedikleri değerler, toplumun genel kabul gördüğü değerler
olarak iletilir.
Medyanın toplumsal ve siyasal bağlantıları vardır ve bunlar gündemimizi
oluşturur, toplumsal değişimi etkiler. Medyada biçim ve içerik yakından ilintilidir: her aracın kendine özgü anlatım tarzı vardır ve farklı anlatımlar
farklı anlamlar yaratır (televizyonda sit-com’lar ile drama dizileri arasındaki
farklılıklar gibi).
Her aracın kendine özgü bir estetik formu vardır: beğeni uyandıran farklı
araçların kendilerine özgü etkileme tarzları vardır (televizyon ve sinema
karşılaştırması gibi).
Medya okuryazarlığı projesinin temel amaçlarının "kitle iletişim araçları
eliyle enformasyon, bilgi, haber ve ifade alış verişi konusunda kamunun
farkındalığını sağlamak; eğitim, kültürel, politik, sosyal ve ekonomik programlarda medya okuryazarlığının önemini vurgulamak; her yurttaşın hem
formel hem informel eğitim içinde, medya kullanımı sırasında azami ölçüde
bilgi ve beceri sahibi olmaya hakkı olduğu ilkesiyle hareket etmek” olduğu
söylenebilir. Böylece, medya okuryazarlığına sahip yurttaşların önyargılı,
saldırgan ve zararlı medya içeriklerini ve faaliyetlerini tanıma, engelleyebilme ve karşı çıkabilme yeteneğine sahip olması amaçlanır.85
Ece Algan, “Medya Okuryazarlığında Pratik Yaklaşımlar” başlıklı makalesinde; medya okuryazarlığı eğitiminin çocukları ve gençleri negatif medya
etkilerinden korumasıyla ilgili liberal bakışı şöyle özetliyor:
“Medya okuryazarlığı ile ilgilenen eğitimcilerin; öğrencilerin iletişim
becerilerini geliştirme, ırk, sınıf ve cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekme,
demokrasi, yurttaşlık ve politik katılımla ilgili tavırları iyileştirme,
iletişim politikalarını ve medya endüstri pratiklerini gözden
geçirme, kişisel gelişime yardımcı olma, gençleri kimyasal madde
bağımlılığı, şiddet, materyalizm ve kültürün ticarileşmesi gibi konularda bilinçlendirme ve kariyer becerilerini ve eğitim kalitesini iyi85- Türkoğlu Nurçay, Toplumsal İletişim, 3. Baskı, İstanbul: Urban Yayınları,
İletişim,2009,s.95.
386
leştirmek gibi çeşitli amaçları var. Amerika’da bu soru ile ilgilenen
eğitimcilerin, entelektüellerin, kamu görevlilerinin ve akademisyenlerin gözünde medya tüketimi bir risk faktörü oluşuyor ve medya
okuryazarlığı ise bu riski önleyici bir faktör olarak görülüyor. ”86
Öte yandan, medya okuryazarlığının gençleri medyanın negatif etkilerinden koruyabileceği inancı tartışmalıdır. Bu düşünce “gençlerin ve üniversite eğitimi olmayanların medyanın her dediğine inandığını yani kendi
düşünme ve değerlendirme yetileri olmadığını” varsaymaktadır. Medya
okuryazarlığı ise toplumsal kurumlara eleştirel bakabilen yurttaşların
yetişmesini sağlar.
Ülfet Kutoğlu ise yine aynı derlemedeki “Medya Okuryazarlığı ve Çocuk
Eğitimi” başlıklı makalesinde; televizyonlardaki iyi ve eğitici programların
çocukları olumlu yönde etkilediğini ve onların huzurlu ve mutlu bir yaşam
sağlamalarına katkıda bulunduklarına inanmaktadır. Susam Sokağı gibi
eğitici programların okul öncesi çocuklara alfabeyi ve sayıları öğreterek okula
hazırlamayı amaçladığını hatırlatmaktadır.87
2008-2009 Eğitim Öğretim yılında Medya Okur Yazarlığı dersi ilköğretim
ikinci kademede seçmeli ders olarak okutulmaya başlandı. Burada T.C. Milli
Eğitim Bakanlığı’nın öngördüğü birincil amaç çocukların maruz kaldıkları
“medya kirliliğinden” korunması ve gelenek göreneklerimize medya tarafından zarar verilmemesi şeklinde özetlenebilir.88
Yine Medya Okur Yazarlığı web sayfasında RTÜK Üst Kurul Müşaviri
Yaşar UGÜROL un konu ile ilgili mesajındaki benzetmesi ilgililerin konuya
yaklaşımını anlamamız açısından önemlidir.
“Çığ gibi üzerimize gelen medya afeti önce yavrularınızı kuşatmaktadır. Biricik ve savunmasız çocukları bu felakete karşı koruma
önceliği erdemli yapımcılara ve ilkeli yayıncılara düşmektedir.”89
86- Ece Algan, “Medya Okuryazarlığında Pratik Yaklaşımlar” içinde: Medya
Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Melda Cinman Şimşek, 2006, Kalemus, s.39
87- Ülfet Kutoğlu, “Medya Okuryazarlığı ve Çocuk Eğitimi” içinde: Medya
Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Melda Cinman Şimşek, 2006, Kalemus, s.68
88- http://www.medyaokuryazarligi.org.tr/ogretmen_1.html / Erişim tarihi
23.06.2011
89- http://www.medyaokuryazarligi.org.tr/ogretmen_1.html/ Erişim tarihi
04.08.2011
387
RTÜK’ün ve MEB in medya okuryazarlığına yaklaşımı bizim akademik
anlamda tartıştığımız medya okuryazarlığından oldukça farklı. Öğretmen
için hazırlanmış kılavuz kitapta iletişim bilimlerinin temel kavramlarının
hemen hepsi var. Öğretmen kılavuz kitabı ortalama bir ilköğretim öğretmeni
için bile oldukça ağır. Ancak dersin ilköğretimde algılanışı ve beklenen uygulama medya-okuryazarlığının içeriğinden çok farklı. Bu durum yorumsuz bir
şekilde resmi kurumların web sayfalarından net olarak görülebilir. Hem
RTÜK’ün hem de MEB in anlayışı öğrencilerin otokontrolü vasıtasıyla her
beyine bir RTÜK uygulanması şeklinde.
ARAŞTIRMA SONUÇLARI
A) Araştırmanın konusu:
6-11 yaş dönemi ilköğretim birinci kademe (1. sınıftan 5. sınıfa kadar olan)
öğrencilerinin televizyon aracılığı ile öğrendikleri davranış, alışkanlık, oyun,
şarkı, şaka, vb. ölçmek.
B) Amacı
Araştırmanın amacı televizyon etkisinin çocuk gelişimi üzerindeki etkisinin gösterilmesidir. Televizyon etkisiyle sosyalleşen çocukların hangi istendik ya da istenmedik durumlarla karşı karşıya kaldıklarının
gözlemlenmesi. Televizyon programlarının çocuk üzerindeki yansımalarının
okul ortamında diğer çocuklarla olan etkileşim sonucu yeni bir sosyalleşme
modeli geliştirip geliştirmediğinin gözlemlenmesi.
C) Kapsam
1) Evreni: Araştırma evreni olarak T.C. Ulusal Sınırlar içinde kentsel
bölgede yaşayan ve ilköğretim birinci kademeye devam eden 6-11 yaş gurubu çocuklar alınmıştır.
2) Örneklem Seçimi: İstanbul ili Şişli İlçesi İzzet Paşa Mahallesi Mustafa
Sarıgül İlköğretim Okulu birinci kademesinde eğitimine devam eden 549
öğrenciden 300ü anket formlarını ebeveynleri ile birlikte doldurdular. Form
dolduran 300 öğrencinin velilerine de anket formu uygulandı. Anket formlarının güvenirliği ve değişimin gözlenmesi açısından 1 yıl içersinde aynı
deneklere aynı amaca yönelik toplamda 3 anket yapıldı. Ayrıca okul dönemi
ve yaz dönemi alışkanlıkların ölçülmesi amacıyla benzer sorulardan oluşan
yaz dönüşü anketi okulun açıldığı ilk hafta yapıldı. Araştırmamızda kul388
landığımız tablolar (Tablo 1 den Tablo 9 da dahil olmak üzere Tablo 9 a kadar
olan tablolar) kadar 300 kişilik gruba uygulanan form sonuçlarından oluşmuştur. Tablo oluşumunda veli formları kullanılmamış olup, öğrenci formları
ile karşılaştırmak amacı ile veliler anket uygulanmıştır.
3) Gözlem Sınıfı: Mustafa Sarıgül İlköğretim Okulu 1-C sınıfı gözlem sınıfı
olarak seçildi ve bu grupla birlikte 1 eğitim öğretim yılı süresince kişi bazında
ayrıntılı olarak çalışıldı. Gözlem sınıfı çalışmaları ayrıntılı ve kapsamlı oldu.
Gözlem sınıfında ilişkiler yüz yüze ve haftalık 38 ders saati birlikte olduğumuz için TV izleme tercihlerini takip etmek konusunda oldukça etkili oldum.
Evlerine en az bir kez gidilip onlarla birlikte 1 saat süreyle televizyon izleyerek gözlem yapıldı. Bu gözlem sonuçları da Tablo 11 de paylaşılmıştır. Okul
geneli anketleri 30 EYLÜL 2009–30 MAYIS 2011 döneminde yapıldı.
E) VERİ TOPLAMA YOLU VE ARAÇLAR
Veri toplama yöntemi olarak anket formları, birebir görüşmeler, öğrenci
velileri ile mülakat ve gözlem teknikleri kullanılmıştır. Gözlemlerin bir kısmı
video kamera ile kayıt altına alınıp tez yazım aşamasında tekrar değerlendirilmiştir.
MEDYA OKURYAZARLIĞI / MEDYA PAYLAŞIMI DERSİ
Bir eğitim öğretim yılı boyunca haftalık 1 serbest etkinlik ders saatimizi
okul idaresinin izni ile “medya-paylaşımı” adı altında çocukların izleyici
birikimlerini paylaşmaya ayırdık. Drama dersine benzer bir planlama ve
etkinlik sunumu şeklinde her hafta televizyonda izleyip beğendikleri programın canlandırmasını yaptılar. Dizilerin canlandırmasını yapanlar, video
klip formatında şarkı söyleyenler, çizgi filmlerden sahneler canlandıranlar,
ya da siyasetçilerin konuşmalarını canlandırmaya çalışanlar oldu.
Ailelerinden alınan izinle bazı gösteriler çalışmamızda kullanmak üzere kayıt
altına alındı. Genel anlamda televizyon programlarını canlandırmayı çok
sevdiler ve medya paylaşım saatinin gelmesini sabırsızlıkla beklediler.
Sunum hazırlamaya ve gösteri yapmaya çok zor ikna edilen öğrenciler de
oldu. Bazı öğrenciler de haftalık tek sunum sınırını bildikleri halde çok fazla
sunum hazırlayıp sahneyi gereğinden fazla işgal etme eğiliminde oldular.
ANLIK DOĞAÇLAMA MÜLAKATLAR:
Öğrencilerle teneffüslerde, nöbetlerde, beslenme saatlerinde, giriş çıkış
törenlerinde bir araya geldikçe, araştırmamızda yol gösterici olabilecek
389
konuşmalarımız oldu. Anlık doğaçlamalarda alınan önemli cevaplar öğrencilerin Medya Paylaşım dosyalarına işlendi. Bu mülakatlar sırasında,
1-Dizilerdeki ve çizgi filmlerdeki popüler karakterleri bulmaya yönelik
sorular soruldu.
2-Programlardaki popüler rolleri ve rollerin hayatla ilişkilendirilmesini
anlamaya yönelik sorular (kahraman, katil, polis, avukat, mafya, fedai gibi)
soruldu.
3-Anket sorularının doğru cevaplanıp cevaplanmadığını anlamaya yönelik sorular soruldu.
4-Moda olan ve arkadaşlarından dışlanmamak için takip ettikleri programları belirlemeye yönelik sorular soruldu.
5-Evdeki misafir profiline göre değişen televizyon programı tercihini anlamaya yönelik sorular soruldu.
DİĞER DERSLERLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ:
Türkçe dersi yazılı anlatım görevlerinde konu ile ilgili olabilecek yazılı anlatım konuları öğrencilere görev olarak verildi. Resim dersinde yaptığımız
çalışmalarda oturma odalarının resmini yapıp aile bireylerinin isimlerini
koltukların üzerine yazdırlar. Amacımız televizyon merkezli yerleşimin
öğrenciler tarafından da fark edilip edilmediğini görmekti. Ayrıca 2. sınıf
boyunca tuttukları günlükler, her hafta pazartesi günleri öğle arasında öğrencilerden toplanarak, araştırma veri toplama açısından işe yarayabilecek bilgiler not edildi. Beden eğitimi derslerinde, dersi sınıfta işlediğimiz günlerde
televizyondan öğrendikleri oyunları arkadaşlarına öğretmelerini istedim. Gözlem sınıfımızdaki 40 öğrencinin her birine ayrı bir “Medya Takip Dersi”
dosyası hazırlanarak, ayrı ayrı televizyon izleme profilleri oluşturuldu.
VELİ GÖRÜŞMELERİ:
Veli görüşmeleri de öğrencilerin verdikleri bilgilerin güvenirliği ve geçerliği açısından onlardan alınan bilgiler eşliğinde velilerle de görüşüldü.
Görüşme sonuçları medya paylaşım dosyasına işlendi.
ARAŞTIRMA VE GÖZLEM SINIFI İLE İLGİLİ AYRINTILAR
1- Gözlem Sınıfı:
-İstanbul Şişli ilçesi İzzet Paşa Mahallesi'nde yaşayan 40 çocukla 8 ay
390
boyunca her hafta cuma günleri seçmeli dersimiz olan sanat etkilikleri dersinde televizyonla ilgili birikimlerini paylaştık. Bu dersi Medya Paylaşım saati
olarak adlandırıp bu ders içinde her öğrencinin mutlaka tahtaya çıkıp televizyondan gördükleri ve canlandırmak istedikleri herhangi bir şeyi canlandırmalarını istedim. 6-7 yaş gurubundaki ilköğretim 1. sınıf öğrencilerinden oluşan gözlem gurubumuz hiçbir yönlendirme yapılmadan izlenimlerini
içlerinden geldiği gibi sergilediler. Taklit ve gösteri yeteneği olmayanlar
sadece anlatmakla yetindiler. Sadece sanat etkinlikleri dersinde değil tüm
derslerde ve teneffüslerde televizyon orijinli davranışlar net bir şekilde
izlenebiliyordu. 21 kız ve 19 erkek öğrenciden oluşan sınıfımızda sınıf tekrarı
yapan 4 öğrenci bulunuyordu. Gözlem sınıfı aile profili çoğunluğu muhafazakâr sayılabilecek bir yapıya sahip. Kuştepe Mahallesi ile sınır olması nedeniyle mahallede ve okulda ciddi bir Roman nüfusu da var. Normalde
gözlem sınıfı ile birlikte Medya Paylaşım saatini sadece 1-C sınıfında 20092010 eğitim öğretim dönemi için planlamıştık. Çocukların Medya Paylaşım
saatine alışarak, kendilerini ifade etme fırsatı bulmaları bu ders saatine olan
ilgilerini artırdı. 2. sınıfa geçtiğimizde onlardan gelen yoğun istek ve çalışmanın bir yıl uzaması nedeniyle Medya Paylaşım saatine 1 yıl daha devam
ettik. 2. sınıf boyunca süren etkinliğimiz daha çok drama tadında geçti. 3 kişiden az olmamak kaydıyla televizyonda gördükleri kahramanlara kendi
sosyal yaşamlarındaki olaylara ve belirli gün ve haftalara göre roller vererek
kısa oyunlar hazırlayıp sergilerdiler. Örneğin Yeşilay Haftasında kurguladıkları oyunda Selena sigara içenlere büyü yapıyordu ya da Recep İvedik
Orman Haftasında ağaç kesenleri cezalandırıyordu. Artık 2. sınıfta olmamız
nedeniyle Medya Paylaşım saatini sosyal kulüp çalışmalarıyla ilişkilendirerek
kullanmaya çalışıyorduk.
2- Gelir Düzeyi:
-5 aile işsiz,18 aile asgari ücretli çalışan,6 aile işportacı,7 aile serbest
meslek,4 aile ticaret ile geçiniyor. Kiracı olmayıp kendi evinde oturan aile
sayısı 7. Aylık hane geliri 1500 ün üzerinde olan 3 aile bulunuyor.
3- Neler izliyorlar:
-Anketlerden 213 tane program ismi çıktı. Yetişkinlerin izledikleri bütün
programları izliyorlar ve üzerine çizgi film ve çocuk programları da ekleniyor. Gözlemlerde ve davranışlarda en çok yer edenler, popüler diziler
oluyor. Burada dizinin niteliği popülerliği de önemli. Hem ev içindeki hem
391
de ait olduğu diğer gruplarda ki popülerlik önem taşıyor. Örneğin arkadaş
muhabbetlerinde, özellikle lider karakterli arkadaşlarının takip ettiği dizileri
diğer çocuklar da takip etmek istiyor. Dram tarzı acıklı diziler ve şiddet içeren
diziler paylaşmayı en çok sevdikleri.
4- İzledikleri TV programlarındaki karakterlerle ilgili neleri taklit ediyor:
-Genellikle başrol oyuncularının bakışı, duruşu, sesi, yürüyüşü, kıyafetler
(serbest kıyafet izni olduğunda etki çok net görülüyor, öğrencinin en sevdiği
kıyafeti Recep İvedik gömleği), replikler, silah tutuşları, ateş etmeleri, ateş
ederken saklanmalar, büyü yapmaları, yumruk atmaları, kahramanların kaçması, araba kullanmaları, kahramanın yanlış söylediği kelimeler, tikler taklit
ediliyor. Popüler olan klip ya da dans varsa bunu televizyondan takip edip
birbirlerinin becerip beceremediklerini test ediyorlar. Örneğin 2010 yılındaki
“Apaçi Dansı” nı nereden öğrendiklerini sorduğumda aldığım yanıt televizyondan öğrendikleriydi.
5- Neleri ciddiye alıyor, neleri gülmece unsuru olarak kullanıyorlar:
-Burada çizgi çok net değil, ciddiye aldıkları şeyleri beceremedikleri
zaman gülüyorlar, ama net bir şekilde başrol oyuncularının erki ve kudreti en
çok ciddiye aldıkları ve öykündükleri nokta. Kızlarsa daha çok güzel bulunmayı, güzel ya da çirkin karakterleri benzetilmeyi ciddiye alıyorlar. Özellikle
dizilerdeki romantik içeriği ve sahneleri taklit ederek hep birlikte gülüyorlar. Dizilerin jenerik müziklerini enstrüman sesi çıkararak mırıldanırken, dizi
karakterinin hareketlerini canlandırmaları ise başka bir taklit unsuru.
6- Birbirlerini medya figürlerinin isimlerini takıyorlar mı:
-Genelde öğrenciler bu isimlerle anılmayı kendileri istiyorlar."-Bana Polat
de ! " şeklinde o isimle anılmak derdindeler, bazı öğrencilerse kendilerini o
kadar çok kaptırmış ve karakterle öyle çok bütünleşmiş ki; kimi öğretmenleri
bile artık onları o isimleriyle çağırıyor. Kız öğrenciler arasında isimlendirilme
evcilik içinde rol paylaşımı şeklinde gerçekleşiyor.
“-Ben Stella olacağım, sen de Bloom ol” şeklinde anlaşmaya varıp rolün
gereğini yaparak eğleniyorlar. Kız öğrenciler arasındaki televizyon patentli en
popüler yansıma grup halinde isimlendirilip, grup halinde rolleri paylaşmak.
Örneğin sınıfta kendilerine bir müzik grubu olan “Hepsibir” in adını takmış
3 farklı gurup var. Tüm gurupların içinde roller ayrı ayrı paylaşılmış.
392
7- Anne-babalardan medyayla ilgili şikâyet-öneri geldi mi?
-Anne babalar durumun sakıncasının farkındalar, ya da karşılarında öğretmen olduğu için bu şekilde duyarlı konuşuyorlar. Televizyonun tek eğlence
aracı olmasından ve mahallenin çarpık mimarisinden çocukların futbol oynayacak yer bulamamalarından şikayet ederken kendi çocukluklarında bu
kadar televizyon izlenmemesinin güzelliğinden dem vuruyorlar. Televizyonun mevcut zaman geçirme alternatifleri arasında en az tehlikeli olanı
olduğunu düşünüyorlar. "Medya" tanımlamasına karşı üstü kapalı ve altı boş
bir öfkeleri olsa da çok sevdikleri dizileri ya da dizi kahramanları birer medya
unsuru olarak görmüyor ebeveynler. "Medya"nın onlardaki karşılığı daha
çok yanlı haber yapılması. Medya biraz hükümet aleyhine çalışan zararlı varlık gibi tanımlanıyor. Medya ile ilgili şikâyetleri "televizyonla sosyalleşme"
olgusundan çok "televizyonun siyasallaşması" noktasına götürüyor konuşmaları. Şiddet ama daha çok da cinsel içerikten yakınmalar televizyon
şikâyetlerinin başka bir boyutu veliler arasında. Kimi kanallarda çocuklara
zararlı içerikten bahsederken ortak fikirleri “cinsel içerik” boyutunda birleşiyor.
8- Okul müdürünün medyayla ilgili tavrı:
-Okul müdürümüz okulun maddi imkânsızlıklarından oldukça şikayetçi.
Okula para getirebilecek her şeye dört kolla kucak açmış durumda. Okulda
bir reklâm filmi ve bir de İbrahim Tatlıses'in "Şemamme" klibi çekilmiş, her
fırsatta bunların okulun tanıtımına olan faydasından bahseder. Okulun adı
Mustafa Sarıgül İlköğretim Okulu. Mustafa Sarıgül, okulun isim değişikliği
yapıldığı ilk yıllarda çok büyük çaba sarf etmiş orada burada okul adı duyurmak için. Okulun eski adı(36 yıl boyunca kullanılmış) İzzet Paşa İlköğretim
Okulu. Bölge halkı okulu hala bu isimle anıyor. 24.03.2006 tarihinden sonra
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik okula Mustafa Sarıgül adının verilmesini
sağlıyor ve bakanlar kurulu kararı ile okulun adı değişiyor.(okul belediyenin
bütçesi ile yaptırılmış) Müdürün medya ile ilgili tek olumsuz yaklaşımı öğretmen aleyhine yapılan haberlerden ibaret.
9- Diğer öğretmenlerin medyayla ilgili tavırları:
-Öğretmenler genellikle medyayla ilgili olumsuz ve eleştirel bir tavır takınmaya çalışıyorlar. Bu görüntü için ciddi çaba sarf etseler de medyayla ilgili
söyleyebildikleri 3-5 klişe cümleyi geçemiyor. Neredeyse öğretmenlerin
tamamı her akşam en az bir dizi izliyor. Teneffüslerde öğretmenler odasında
393
sıklıkla konuşulan konu diziler ve karakterler oluyor. 35 öğretmenin sadece
8 i erkek bu yüzden öğretmenler odası konuşmalarında başlıklar kadın öğretmenler tarafından belirleniyor. Örneğin Bursa Spor un şampiyonluğu başlıklı
muhabbet bir kaç cılız cümleden sonra "Bihter'in İntikamı" konulu büyük
tartışmaya yeniliyor. Medyaya eleştirel bakan öğretmen camiası televizyon
ve dizi sektörüne nasıl bir destek verdiklerinin farkında değiller. Ayrıca dizi
modasını da yakından takip eden kadın öğretmenler saç stilleri, takılar ve
giysiler konusunda televizyonla oldukça barışıklar. Öğrencilere dağıtılan anketler sayesinde okuldaki öğretmenlerin çalışmamızdan haberleri vardı.
Sınıflarında yaşanan medya-okuryazarlığı örneklerini fırsat buldukça benimle paylaşmak için çaba sarf ettiler.
10- Günlük dersler ile bayram-mezuniyet vb. gösterilerde çocukların
medyayı taklit etme eğilimleri arasında fark var mı?
-Özellikle eğlence, parti ve kutlamalarda çocuklar farklı kıyafetlerle gelip
dans ederlerken, ailelerinde pek karşılığını bulamadıkları davranışları uygulamaya çalıştıklarında. Örneğin partide yabancı bir şarkı çalıyor ve çocuklar
ilginç dans figürleri yapıyorlar, nereden öğrendiklerini sorduğumda genelde
televizyondan adresler söyleniyor. Öğrencilerin eğlence sırasında uyguladıkları dans figürleri büyük oranda popüler video kliplerden alıntı. Burada
ilginç başka bir durum ise hayli muhafazakâr ailelerin çocuklarının İngilizce
şarkılara eşlik etmeleri ve dans figürlerini ustaca becermeleri. Yine döneminde moda olan “kolbastı” figürlerinin kaynağı olarak televizyonu adres
gösterenler oldukça fazla.
11- Giysi, ders malzemesi, çanta, takı, vb. medya referanslı eşya
kullanıyorlar mı?
-BEN10 erkek öğrenciler için her şeyin markası olmuş durumda, daha
sonra ezici etkisini kaybetmiş ama her zaman moda olan Spiderman, X-man,
Superman geliyor. Ama en popüler olan her dönem için süper güçleri olan bir
kahraman ve onun gücünü yansıtan eşyalar. Gerçekte zamanı bile göstermeyen sadece kola takılan BEN10 saatine 63 lira ödetiyor bu çocuklar. Kız
öğrencilerin klasiği Barbie eşyaları ve Winx Clup, Barbie'nin ve Winx Clup ın
çizgi filmlerinde de gizli güçler ve büyü en önemli öğe. Büyük oranda pembe
ve lila tonlar kullanılan Barbie aksesuarlarının piyasada pek çok benzeri var.
Kız öğrenciler özellikle büyü ve sihir vurgusu olan eşyalara ilgi gösteriyorlar.
Ayrıca televizyonda yayınlanan popüler dizi ve çizgi filmlerin iskambil kartlarına benzeyen pek çok paketi satılıyor. Çocuklar kendilerince bu kartları
394
oyunlar içinde yarıştırıp kartları kazanıp kaybederek el değişmesini sağlıyorlar. Bakugan çizgi filminin oyuncağı olarak satılan, içinde yapay yaratık
çıkan Bakugan topları erkek öğrencilerin en popüler oyuncakları arasında.
Bakugan topları o kadar değerli ki kaybetme ya da öğretmene kaptırma korkusuyla okula bile getirmiyorlar.
12- Kendi aralarındaki konuşmaları ile videoyla çekim yapıldığı sıradaki
davranışları farklı oluyor mu?
-Öğretmen yanlarında olmadığı teneffüs saatlerinde yine "Polatcılık ve
Adanalıcılık Ezelcilik ya da Smack Down oyununu oynuyorlar sürekli yasaklamama rağmen. Kendi aralarındaki oyunlarda tekmeler ve yumruklar
gerçek oluyor, küfürler birbiri ardına geliyordu. Kızlar büyü yaparken kimi
zaman dokunarak, saç çekerek, parmak sokarak büyü yapıyor. Öğretmenin
olmadığı yerde şiddetin dozu ve şiddetin ciddiyeti çok farklı oluyor. Kamera varken daha hoşgörülü ve kibar davrandıkları net bir şekilde fark ediliyor.
13- Müfredatta verilen medya-okuryazarlığı konuları/kılavuzu ne kadar
takip edildi, ne kadar inisiyatif kullanıldı?
-Müfredatta verilen medya okuryazarlığını tam 1 yıl boyunca 6. sınıf
öğrencilerine okuttum. Kılavuz son derece ayrıntılı ve henüz 5. sınıftan
gelmiş öğrencilerin anlayamayacağı yoğunlukta. Haftada 1 ders saati ile yerleştirilmiş bu seçmeli derste bunları kılavuzdaki yoğunluğu ile anlatabilmek
oldukça zordu. En azından haftalık 3 ders saatine ihtiyaç var o kavramları ve
tanımları öğrencilere kavratabilmek için. Bu kadar ayrıntılı kavram ve tanım
arasında dersin asıl amacının unutulacağı düşüncesindeydim. Ben kılavuzdaki temel kavramları (toplamda 25 kadar kavram) öğrencilere tanıttıktan
sonra yüzde yüz inisiyatif kullanarak tamamladım yılı. Kavramların onların
elinden onlara sunmaya çalıştım. Medya örneklerini sınıfta karşılaştırıp
örneklere bakarak yeni örnekler ürettik. Örneğin bir hafta istihbarat muhabiri
gibi çalışarak mahalledeki bir olayla ilgili bilgi topladık, ertesi hafta editör
gibi çalışıp haberini yaptık, sonraki hafta haberi çok olumsuz bir gelişme gibi
verip, daha sonraki hafta dünyanın en hayırlı işi gibi vermeyi denedik.
Yemekteyiz programını sınıfta canlandırıp nelerin saçma olduğunu, nelerin
kurmaca olabileceğini, neler yapılırsa daha çok ilgi çekebileceğini konuştuk.
Spor programlarını (6. sınıf erkek öğrencilerin en çok ilgi gösterdiği programların başında geliyor) sınıfta canlandırıp bu futbol yazarlarının neden
böyle acayip benzetmeler yaptığını konuşarak izlenme adına her şeyi yapa395
bilecekleri sonucuna ulaştılar. Kendi gazetelerini, dergilerini, dizi senaryolarını performans görevi olarak hazırlayıp sınıfta canlandırdılar. Sene sonuna geldiğimizde müfredatla pek bir bağımız kalmamıştı ama öğrenciler
medyanın her alanında çalışmış gibi hissediyorlardı. Sıradan bir anlatımı
showa dönüştürmek ve, sıradan bir olayı habere dönüştürmek arasında birinci elden bağlantı kurmalarını sağlamaya çalıştım. Bu dersi okuturken temel
amacım medyanın bir kurmaca olduğunu öğrencilerin deneyerek görmesi,
üreterek anlamaları ve öncelikle televizyona ama özde bütün medya ürünlerine daha eleştirel yaklaşmalarını sağlamaktı.
Dersi okuttuğum dönemde tarihi Galata Köprüsü, okulumuzun aşağısında Haliç’in iki yakasını birleştirecek şekilde bölgeye kuruldu. Sınıfa
verdiğim proje ödevinin konusu Galata köprüsü oldu. İki haber yapmalarını
istedim.
Birinci haberde Galata köprüsünün çok güzel fotoğraflarını çekmelerini,
haber içinde köprünün tarihini anlatmalarını, bölge sakinlerinin Eyüp ve Feshane’ye gidip eğlenirkenki fotoğraflarını habere koymalarını istedim. Ayrıca
bölge halkının konu ile ilgili bütün olumlu düşüncelerine yer vermelerini,
köprü sayesinde işleri daha da canlanan Eyüp esnafının da fotoğraf ve görüşleri ile habere kusursuz bir iyimserlik katmalarını istedim.
İkinci haberde köprünün en köhne ve paslı bölümlerini bularak fotoğraflarını çekmelerini, iş yapamayan sandalcıların fotoğraf ve görüşlerine
yer vermelerini istedim. Ayrıca tarihi Galata Köprüsünün Haliç’te su akışını
engellediğini, bunun büyük bir çevre felaketine yol açtığının abartılarak yazılmasını, birkaç ölü balık resmi konulmasını istedim.
Burada amacım kurgusallığı kendi elleri ile tecrübe ederek kavramalarını
sağlamaktı. Ortaya çıkan kimi ürünler ise herhangi bir medya organında editör eli değmeden yayına girebilecek cinstendi.
Bütün Medya-Okuryazarlığı çalışmamızı uygulamalı hale getirmek için
yılsonunda bir okul dergisi çıkardık. Bin adet basılan dergiyi medya-okuryazarlığı dersi anlattığımız sınıflarla ortak bir çalışma şeklinde hazırladık.
Dergi çizimini derslerde birlikte yapıp, editörlük deneyimini birlikte yaşadık.
konuları birlikte belirleyip, birlikte eledik. Dergiye koymak için karar
verdiğimiz röportajlara birlikte soru hazırladık. Röportaj alabilmek için Kadir
İnanır 'a bir mail yazdık. Onu ikna edebilmek için cümleleri özenle tek tek
ve birlikte kurduk. Tüm röportajlara farklı sınıflardan en az 3 öğrenci ile bir396
likte gittik. Röportajlarda çekilen fotoğraflardan uygun olanları birlikte seçtik.
Kapak hazırlarken, olası kapak çizimlerini belirleyip oylama yaptık, yine en
çok oy alan kapağı dergimiz için seçtik.
Özetle bir medya ürününün oluşturulmasındaki olası aşamaları elimizden geldiğince birlikte üreterek yaşadık. Derginin basım sürecinde geçen 3
hafta boyunca matbaadan çıkışını birlikte bekledik. Bu dergiyi öğrencilerin
dergisi olarak çıkarmayı başardık. Dergide çalışmış gibi çeşitli kurullar adı
altında öğretmen isimleri yayınlasa da bunun bürokratik bir zorunluluktan
başka bir şey olmadığını tüm öğrenciler ve öğretmenler biliyordu. Bütün bu
üretim sürecini yaşayan bir medya ürününün yaklaşık olarak geçtiği aşamalarda aktif rol alan öğrencilerin bu faaliyet sayesinde medyanın kurgusal
boyutunu az da olsa kavrayabildiklerini düşünüyorum.
397
398
399
400
401
402
403
404
405
406
407
408
409
410
411
412
413
414
4. SONUÇ
Günümüzde televizyon toplumsal olarak çok önemli işlevleri yerine getiren toplumsal yapının bir organıdır. Toplumun kültürel bir gerçeği, bir
ürünüdür. Televizyon hem toplumu yansıtır, hem de televizyondan yansıyanlar toplumda bir karşılığa bürünür. Televizyonun icat edilmesi kadar,
icat edildikten sonra toplumsal hayatın bir parçası, vazgeçilmezi olması da
önemlidir. Televizyon 1920 lerde icat edilen makineden çok daha ilerilere gitmiş, sosyal alanda büyük dönüşümlere etki etmiştir. Televizyon toplumda
birçok ihtiyaca cevap verir hale gelmiştir. Bu ihtiyaçların büyük bir kısmını
da kendi oluşturmuştur, oluşturmaktadır. Televizyon günümüz toplumunda
bireyin gündelik ihtiyaçlarından biridir. Oturma odasında televizyon olmayan ev yok denecek kadar azdır.
Televizyon yoğun çalışma hayatında ev-iş arasında gidip gelen bireyin
günlük olağan akışını değiştiren en önemli aracıdır. Ya da işsizlik nedeniyle
evden çıkamayan insanın, ya da tüm gün evde kalmak zorunda olan ev
kadınlarının, ya da evde büyüyen çocukların… Özellikle alt ekonomik sınıflar
için televizyon, kullanıcısı açısından dünya ile kurulan köprü, sıkıntı gidermeye yarayan araç, yemek tarifi veren, çocuk bakıcılığı yapan, anlatanların
dertlerine derman bulan, şarkı söyleyen, dans etmeyi öğreten, siyaset bilen,
ibadetlere eşlik eden, politik yorumlarla kafa bulanıklığını gideren, zaman
zaman felsefi birkaç cümle kuran bilge ve ermiş çağın akıl almaz parlak buluşudur. Çocuklar içinse sınırsız bir eğlence kutusudur. Kısıtlı bütçesiyle
geçinmeye çalışan alt sınıfların yaşama sevincidir demek abartı olmaz.
Televizyon zaman planlayıcısıdır. Hayat kişinin biyoritmine göre değil,
televizyonun yayın akışına göre planlanır. Akşam yemeği de kahvaltı da belli
programlarla uyum içinde masaya gelir. Misafir kabulleri bile dizi günlerine
göredir. Misafirlerin kalkış saati dizinin bitmesiyle netlik kazanır. Uyku saati,
ertesi gün için hazırlıklar, bulaşık yıkama, kısaca ev içinde yapılan zorunlu ya
da keyfi tüm faaliyetlerin efendisi televizyondur. Ev dışındaysa kişiyi bir an
önce eve çağıran bağımlılık yapabilecek programlar mutlaka vardır. Bazı
dizilerin yayın saatlerinde dışarının çok tenha olmasıyla övünen yapımcılar,
televizyonun ev dışındaki zaman planlamasına etkisinin kanıtı gibidirler.
Televizyon eğlence tercihini belirleyendir. Daha önce hiç eğlenmediğiniz
şekilde eğlenebileceğinizi her seferinde kanıtlamıştır. Birbirinden ilginç yarışmalarda stüdyoda böcek yiyen, kırk dakika boyunca aralıksız ve melodili
415
gaz çıkaran, burnuyla trampet çalan, kulağından balon çıkaran marifetli
yarışmacılarla izleyicinin ilgisini çekmeyi başarıp, her seferinde daha da çok
eğlendirerek gücünü ispat etmiştir.
Televizyon modayı belirler. Televizyon popülerin belirlendiği alandır.
Popüler olan neyse moda da ona uymak zorundadır. Son dönemin gündelik
modası ve küçük aksesuarları dizi oyuncularının aksesuarları ile belirleniyor.
Ve ev içi yerleşim, eşya tercihleri, duvar renkleri, perde stilleri hep televizyon
dizilerine atıfta bulunarak yeni şekillerine kavuşuyor. Yine dizi oyuncularının
saç şekilleri, renkleri, kesimleri oldukça yaygın olarak tercih ediliyor. Sadece
ev ya da kişi modası değil otomobil aksesuarları da tercih edilirken televizyon
etkisini oldukça önemsiyor.
Televizyon uluslar arası dengelerin oluşturulmasında, dünyanın yeniden
paylaşımında ve güç hesaplarında önemli bir araçtır. Son dönemde Ortadoğu’da ve Balkanlar’da etkinliğini artırmaya niyetlenen Türkiye’nin dizileri
ilişkide olduğu bölge ülkelerinde oldukça popüler. Bölgeye yatırım için giden
işadamları bu dizilerle oluşan kültürlenmenin görüşmelerindeki pozitif etkisinden bahsederler.
Televizyon iç siyasette de bir denge unsurudur. Ülkemizde son dönem
siyasette güneydoğu ile de ilgilenildiğinin, devletin o bölgeye de hizmet
götürdüğünün en somut kanıtlarından biri olarak TRT 6 yayınları gösterilmektedir.
Televizyon sosyal patlamaları engelleyebilir. Toplumun ezici bir çoğunluğunu oluşturan alt ekonomik sınıftaki insanlar televizyon dünyasında düşlerini gerçekleştirip biraz da olsa rahatlarlar. Televizyon boyundan
beklenmeyecek bir rahatlama ve huzur kaynağıdır onlar için. Öfkelerini atmalarını sağlayacak kadar ustaca kullanılan kontrollü şiddet, deşarj olmalarını sağlayabilir. İzlenen program boyunca gerilen izleyici haklı
yumrukları haklı kurşunları görerek yaşar, içindeki öfkeyi dindirir.
Televizyon bir turizm rehberidir. Gidip göremediğiniz yerleri bir gün
görme umuduyla, ya da bugün geziyormuşçasına anlatır. Yerel tatları, su sıcaklığını ve meşhur lokantaların adresini verir. Televizyon evlendirir. Şu an
devam eden 4 evlendirme programında her hafta birkaç çifti tanıştırıp
evlendirme görevini üstlenir. Kimilerinin düğünleri stüdyoda yapılır. Televizyon hem kız tarafı hem erkek tarafıdır. Programda evlenenlerden çocuk
sahibi olanlar zaman zaman çocuklarını programda canlı yayına getirirler.
416
Televizyon kalpsiz dünyanın vicdanı, ezilenlerin dayısı, acı çekenlerin
dindirici morfinidir. Kötülük yapan hainlerin başına sonunda mutlaka gelen
korkunç olaylar, ve ilahi adalet, hep yaşanmış olayları anlattığı iddiasında
olan bir dizi acemi canlandırma sabırlı olmanın faydalarını anlatır. Sonunda
cezasını bulan kötülerden, tüm izleyiciler paylarına düşen intikamı alır.
Çünkü herkesin dünyasında birkaç kötü ve alınacak birkaç kötü adamlık intikam vardır.
Televizyon farklı toplumsal sınıfları tanıştırır, yaşam formlarını kesiştirir.
Aynı anda aynı programları izleyen birbirinden çok farklı ekonomik sınıftan
insanlar yan yana olmasalar da kültürel bir paylaşım içindedirler. Birbirlerinin temsilcilerini gördükleri programlar içinde oyuncular aracılığı ile kısmen de olsa tanışırlar. Bir malikâne, bir kapıcı evi, bir öğrenci evi, yapımcının
temsil etmeye çalıştığı kadarıyla ve göstermek istediği şekliyle kurmaca da
olsa göremeyecek kişilere gösterilir. Tüm bu farklı yaşam formlarının anlatıldığı her hikâyenin sonunda kendi hayatlarını daha da sevip sarılmalarına
yarayacak bir ana fikir mutlaka bulurlar.
Televizyon toplumsal değerleri etkiler. Televizyonda haberin veriliş şekline
göre kimlerin vatan haini, kimlerin vicdansız, kimlerin yardımsever, kimlerin
şefkatli, kimlerin kahraman olduğu belli davranışlarla ilişkilendirerek verilir.
Nerede nasıl davranacağımız gizliden söylenir bize. Toplumsal değerler televizyonla güncellenir. Haber sunucusu tok sesiyle geleneklerimize uyan ya
da uymayan davranışları ilgili kişiler üzerinde göstererek onaylar ya da onaylamaz. Binlerce yıldır süregelen gelenek yeni şekline bir sunucunun bir
metin yazarının ya da yönetmenin inisiyatifi ile kavuşur.
Televizyon dini bütündür. Ramazanda sahura kaldırır, oruç açtırır, yemek
duası yaptırır. En meşhur imamlar ve vaizler tarihi konuşmalarını minberden değil, televizyondan yaparlar. Gidemeyen müminleri her iftar saati kutsal topraklara götürür. Kâbe’nin siyah üzerine altın yaldızlı işlenmiş örtüsü
ve çevresindeki parlak ışıkları gitmeden görmeyi mümkün kılar. Kandillerde
yıllardır en büyük dua cemaati “televizyonları başında âmin diyen Müslümanların ellerini de boş çevirme yarabbi” cümlesindeki müminlerdir.
Televizyon çocuklara, gerçek dünyada göremediklerini gösterir. Yıllardır
sokaklarda oynanan seksek ve mendil kapmaca, Ç.O.K.S.F.(Çocuk Oyunlar
ve Spor Kulüpleri Federasyonu) nin TRT Çocuk’tan canlı yayınlanan seksek
ve mendil kapmaca müsabakalarından sonra çocukların dünyasına yeniden
417
girdi. Oyunun televizyonda meşhur olmasının ardından evlere ve sınıfların
içine seksek oyun alanı çizilmeye başladı. Üzerinde seksek deseni olan
muşambalar artık okul önleri kırtasiyelerde satılıyor. Televizyondan izledikleri seksek de muşamba üzerinde kare tahta ile oynandığı için seksek bu yeni
ekipmanla çocukların dünyasına döndü.
Televizyon çocuk bakıcısıdır. Evden çıkamadığı için sıkılan çocuğu evde
tutmanın en kolay yoludur televizyon. Eğlence isteyen çocuğunuzu en zahmetsiz eğlendirme yöntemi bir kumanda tuşuyla kanal değiştirmektir. Evin
sessizliğinden sıkılan çocuklar için de inanılmaz gürültülü ve evin tek
düzeliğinden sıkılan çocuklar için çok renkli yeni dönem çizgi filmler evi çok
daha eğlenceli hale getirebilir. Öyle ki kimi çocuklar dışarı çıkmayı unutacak
kadar uzun dönemler televizyonla yaşayıp, parka gitmek, piknik yapmak,
arkadaşlarıyla oynamak gibi kavramları unutacak kadar uyum sağlayabilirler televizyonlu yaşama.
Okul dönemi televizyon izleme sürelerine bakıldığında, araştırma gurubumuzdaki öğrencilerin okul dışındaki zamanlarının büyük çoğunluğunu
televizyonla geçiriyorlar. Öğle yemeğinde eve giden öğrenciler yarım saatlik
yemek yeme sürelerinde bile televizyon izlediklerini söylüyorlar. İzledikleri
program çok ilgilerini çekmişse okulda arkadaşları ile paylaşıyorlar. Ya da
öğlen yemekten döndüklerinde televizyondan akıllarında kalan bir reklam
müziğini mırıldanıp bir reklam sloganını espri olarak söylüyorlar. Okulun
tam gün eğitim yapması ve mahallede, sokak arasında bile oyun mekânı olmaması okul dışı zamanın dışarıda geçebilmesine ciddi engel oluşturuyor.
Mahallede karşılıklı kimi binaların birbirine yakınlığı sadece bir metre. Bölgeye yakın sayılabilecek tek başlarına gidebilecekleri yeşil alan ve park da
bulunmuyor. Yeni İstanbul Adliyesinin arka tarafında bulunan Abide-i Hürriyet Parkı’na ancak ebeveynleri ile gidebiliyorlar.
Tatil döneminde, okuldan boşalan zamanı doldurma etkinliğinde televizyonun çok büyük bir payı var. Okul dönemine göre televizyon izleme
süreleri yaklaşık iki katına çıkıyor. Okuldaki başarı durumu en düşük olan
çocuğun bile hayatına okulun kattığı sosyallik, okulun kapalı olduğu döneme
göre oldukça fazla. Okul dönemi ve tatil dönemi anketlerine bakarak okulun
öğrencileri televizyondan uzak tuttuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tatil dönemine göre okul, öğrenciyi televizyondan uzak tutan, en etkili sosyalleşme
aracı. Ayrıca ödevler ve ev görevleri de televizyon izlenme süresini kısıtlayan
418
başka uğraşılar. Tatil döneminde memleket, köy gibi mahalle dışına
çıkıldığında televizyon izleme süreleri okul dönemi ile dengeleniyor. Anketimizde bulunan "Tatilini nerede geçirdin?" sorusuna İstanbul dışı yanıtını
verenlerin genelinde televizyon izleme süreleri İstanbul'da kalanlara oranla
daha düşük. Birçok öğrencinin tatilini geçirdiği yerlerde uydu yayınlarını
izleyebilecekleri olanaklara sahip olduklarını gördük. Buna rağmen ev
dışında zaman geçirme olanağı bulunan yerlerde televizyon izleme süresinin
2-3 saat azaldığını görüyoruz. Bu veriye dayanarak araştırma gurubumuzdaki öğrencilerin yaşam koşulları nedeniyle ve başka alternatif olmadığı için
televizyon izleme sürelerinin fazlalığından söz edebiliriz.
Program türlerine olan ilgileri incelendiğinde dizi, çizgi film,yarışma, klip
ve sinema filmi olarak 5 ana gurupta ilginin toplandığını görüyoruz. Oranlarda sınıf bazından çok kişisel dalgalanmalar çok daha fazla. Bunun nedeni
de çocukların istedikleri yayını seçememeleri, genellikle evdeki büyüklerin
izlenecek programa karar vermeleri. Tüm ailenin bir arada olduğu saatlerde
evde çizgi film kanalı açabilen öğrenci sayısı araştırma gurubumuz için
sadece iki kişi. Eğer evde ergen abla ağabey var ise klip izleme oranı yükseliyor.
Araştırmamızda çocukların müzik dinleme tercihlerinde de televizyonun
oldukça etkili olduğunu gördük. Genellikle klipi olan şarkıları seviyorlar.
Televizyonda en çok izledikleri şarkıcıları sorarak oluşturduğumuz listeyi,
piyasanın popüler dinlenme oranlarıyla karşılaştırıcınca büyük oranda benzerlik olduğunu gördük. Televizyondan yansıyan müzik popülerliği
konusunda yetişkin-çocuk ayrımı yok. Eve giren birçok iletişim öğesinde
olduğu gibi müziğin de; özellikle öncesinde belli bir müzik dinleme alışkanlığı, müzik türü beğenisi oluşmamış 6-11 yaş gurubu için televizyon aracılığı
ile eve girdiğini görüyoruz. Arkadaşları ile etkileşim sonucu öğrendikleri
şarkıları ve sanatçıları yine TV den takip ettiklerini görüyoruz. Özellikle
arkadaş gurubunda beğenilen bir şarkıcının saç tipi, giysileri gibi bilgileri
yine televizyondan öğreniyorlar.
Yarışma programlarında yine en çok ilgi gören dizi formatında çekilen
yapımlar. Çocukların merak duygusunu uyandıran programlar onların
dünyasına daha rahat girebiliyor.
Programlar bir kaç tekrar halinde
günün değişik saatlerinde yayınlandığı için çocukların programı izledikleri
saat bölüm ya da sezon farklılık gösterebiliyor. Sınıfta gözlenebilen sosyal
419
hayata en büyük etkiyi yapan türün yerli diziler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Dizi karakterleri ile ilgili en çarpıcı nokta bütün karakterlerin çok büyük
oranda tanınması. Gözlem sınıfı 2-C de yaptığımız bir deneyde, tüm öğrenciler sırayla tahtaya gelerek daha önce yazılmamış bir dizi karakteri ismi
yazdılar. 40 dakikalık ders bittiğinde tahtada 160 tane isim yazılmıştı. bu da
ortalama 15 saniyede bir isim anlamına geliyor. Aynı deneyi çizgi film kahramanları için yaptığımızda bir ders saatinde yazabildiğimiz çizgi film kahramanı sayısı 78 de kaldı.
İzlenecek program seçimi çocuklara bırakıldığında birçoğu çizgi filmi
diziye tercih edeceklerini söylüyorlar ancak dizi ve çizgi film saatleri genelde
çakışmıyor. Ailece geçirilen zamanlarda yüzde doksan yetişkinlerin isteği
programlar izleniyor. Bir anlamda ebeveyn eli ile çocuklara dizi izletiliyor.
Çocuk için belli bir alışkanlık düzeyinden sonra, çizgi film izleme seçeneği
sunulsa bile devamını merak ettikleri dizileri seçmek istediklerini söylüyorlar. Tüm diziler için geçerli olmasa da dönemin en popüler bir kaç yapımı
için isim verilerek sorulduğunda kimi dizilerin çizgi film yerine tercih
edildiğini görüyoruz. Burada ailelerin çocukları dizilere alıştırmasının
yanında dizi yapımcılarının da çocukların ilgisini çekmeyi başardıklarını
görüyoruz. Dizinin konusuna ve karakterlerine bağlanan çocuklar yetişkinler kadar ilgili dizi izleyicilerine dönüşebiliyorlar.
Televizyondan öğrenilen oyunlar gibi bir kavramdan da bahsetmek
gerekiyor. En yaygın olanı ekranda görülen hareket, tavır, davranışların
tekrarı şeklinde çocukların uyarlaması ile oyun şeklini almış bazen
doğaçlama ile yapılan aksiyon sahneleri. Sadece seksek televizyonda da oyun
olarak oynatılan oyun sınıflamasına girebilecek bir seçenek. Yarışma programlarının kimi bölümlerinin tekrarı, oyunlu yarışmalardaki oyunları kendi
uyarladıkları araçlarla oynamaları da oldukça yaygın. Genellikle teneffüs
saatinde ve okul içinde oynama fırsatı buluyorlar. Televizyon olmayan ortamlarda ve daha eski dönemlerde kovboyculuk, atçılık gibi isimlendirilen
oyunlar oynanıyordu. Ancak orada da oyunların temelinde video filmleri ya
da sinema filmleri vardı. Gerçek hayatta hiç kovboy ya da kızıl derili
görmemiş çocuklar, onların ekrandan yansımasını taklit etme yoluyla oyun
oynuyorlardı. Oyun çeşitliliği bugünkü kadar çok değildi. Ayrıca ev gözlemlerinde araştırma gurubundan her öğrencinin evine bir kez konuk olunarak günlük planındaki olağan televizyon seyretme saatinde öğrenci ile
420
televizyon karşısında gözlem yapıldı. Televizyon kumandası öğrenciye
bırakılarak her gün izlediği şekilde izlemesi istendi. 1 saat boyunca
öğrencinin sergilediği davranışlar izlenerek program türüne göre gözlenen
en güçlü davranış işaretlendi. Öğrenciler gözlemin başında öğretmenleri eve
geldiği için heyecanlı ve farklı davrandılar. Görüşme boyunca mümkün
olduğunca öğretmenleri ile iletişim kurmamalarını söylendi. Bir süre sonra
izledikleri programa kendilerini kaptırıp, sadece televizyon izleme eylemine
devam ettiler. Tüm gözlemin genelinde gözlenen en güçlü davranışların
heyecan,merak ve mutluluk olduğu görüldü. Bu da çocuğun dünyasına da
televizyonun en temel şekliyle eğlence aracı olarak yerleştiğinin açık göstergesidir.
Öğrencilerin giysi, oyunca ve okul eşyası tercihlerinde televizyon etkisini
görmek için çeşitli çalışmalar yapıldı. Serbest kıyafet günlerinde, ya da beden
eğitimi derslerinde tercih edilen tişört ve ayakkabılar da çizgi film kahramanı
ya da müzik gurubu resimleri içeren giysiler oldukça fazla. Yine futbolcu forması tercihlerinde yeni sezon, eski sezon forması ayrımını televizyondan görerek yaptıklarını söylediler. Medya paylaşım saatinde en sevdikleri
oyuncaklarını sınıfa getirmeleri istendi ve oyuncakları neden çok sevdikleri,
nereden görerek aldıkları soruldu. Bu tercihlerde de yüzde seksenlik net bir
oranda televizyon etkisi görüldü.
Araştırmamız, çocuğun dünyasının oluşmasında, kavramları ve çevreyi
algılayıp anlamlandırmasında en güçlü etkilerden birini yapan şeyin televizyon olduğunu gösterdi. Televizyon çocuğun dünyaya açılan gözü,
dünyayı ona gösteren penceresidir. Hayalleri, umutları, gelecek düşleri, beklentileri televizyonla şekillenen çocuk ve televizyon artık birlikte düşünülmelidir. Çocuk yalnız kaldığı anlarda, ihmal edildiğinde ya da başka sebeplerden
kendisi ile ilgilenilmediğinde televizyonla baş başadır. Başta televizyonu
başka seçenek olmadığı için seçmiş bulunan çocuk, zamanla farklı seçenekler olabileceğini bile unutmaktadır. Bazı ebeveynler sadece kolay olduğu için
çocuğu televizyona terk ediyor. Bazı ebeveynler bilinçli olduklarını iddia etseler de alıştıkları ve bu şekilde bir düzen oluşturdukları için önlem alamadıklarını söylüyorlar. Bazı ebeveynler diğer tehlikelerle kıyaslandığında
televizyon izleyen çocuğun güvende olduğunu düşündükleri için bilinçli
olarak duruma göz yumduklarını söylüyorlar.
Gerekçe ne olursa olsun, sonuç okul çağı çocuğunun televizyonla birlikte
büyüdüğü gerçeğidir. Sosyal hayatı dışsal nedenlerle sekteye uğrayan insan
421
sosyal bir varlık olduğunu kendine hissettirecek araçlar yaratacak kadar zeki
ve beceriklidir. Çocuk çevresinde etkileşimde bulunacak yeteri sayıda insan
göremediği zaman insanımsılara yönelmesi bir “sosyal” bir içgüdüdür.
Günümüz için televizyon insanımsıları en kolay ve en çok yansıtan alettir. 2
yaşında bir çocuğun bile düğmesine basabileceği kadar kolaydır içindeki insanlara ulaşmak. Günümüz toplumunda çocuk televizyon eline doğuyor,
hayatı oradan görüp öğreniyor. Yeni neslin konuşmayı öğrenmesinde de,
söyleyebildiği ilk kelimelerde televizyon etkisi büyük. Büyük oranda engel
olunamayan televizyon ve çocuk birlikteliğini kabul edip, bu gerçeği
dönüştürme yoluna gidilesi gereklidir. Çocuk televizyonla sosyalleşiyorsa,
televizyonun çocuk için bir sosyalleştirme aracı gibi kullanılmasının önü açılmalı, bu birliktelik pedagojik ve toplumsal faydalar gözetilerek uzmanların
denetiminde kontrol altında düzenlenmelidir.
422
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
Adorno, W. Theodor, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, Çev: Nihat Ünler,
Mustafa Tüzel- Elçin Gen, İletişim; 2001
Akay, Ali, Tekil Düşünce, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2004
Alemdar, Korkmaz, Erdoğan İrfan, İletişim ve Toplum, Bilgi Yay., Ankara, 1990
Althusser Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev:Yusuf Alp,Mahmut
Özışık,5.Baskı Mayıs 2002, İstanbul
Aymaz, Göksel, Popüler Gerilim, İstanbul: Yeni Hayat Yayınları: 2004
Aziz, Aysel, Radyo ve Televizyona Giriş, A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,
Ankara.1976
Aziz, Aysel, Radyo Yayıncılığı, Nobel Yayın Dağıtım, İstanbul 2002
Barthes, Roland, Çağdaş Söylenler, Çev. Tahsin Yücel, Hürriyet Vakfı Yayınları,
İstanbul 1990
Belek, İlker, Toplumsal Bilinç, İstanbul: Sorun Yayınları:1991
Bek, Mine Gencel ve Binark, Mutlu, Eleştirel Medya Okur Yazarlığı, İstanbul:
Kalkedon Yayınları, 2007
Baudrilliard, Jean, Çaresiz Stratejiler, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2002
__________, Sessiz Yığınların Gölgesinde, Çev: Oğuz Adanır, Doğubatı, İstanbul:2003
__________, Tüketim Toplumu, Çev: Ferda Keskin, Hazal Deliçaylı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010
Berger, John, Görme Biçimleri, Çev: Yurdanur, Salman, Metis Yayınları, İstanbul,1999
Berger, Artur Asa, "Text in Contexts", Mass Media Effects Across Cultures, Ed. Felipe Korzenny, Stella Ting-Toomey, Londra, 1992
Blanchot, Mauric, Karanlık Thomas, Çev: Sosi Dolanoğlu, Metis Yayınları, İstanbul, 1993
Bourdieu, Pierre. Televizyon Üzerine, Çev: Turhan Ilgaz. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları, 2000.
Burkovik, Yıldız, Duygusal Zeka, Nisan, 2006. Nisan 12,2008. Memory Center
http://www.mcaturk.com
423
Burton, Graeme, Görünenden Fazlası: Medya Analizlerine Giriş, Çev. Nefin Dinç,
İstanbul, Alan Yayıncılık1995
Condry, J. The Psychology of Television. USA: Lawrence Earlbaum Ass. New Jersey.1989
Cankaya, Özden, Dünden Bugüne Radyo Televizyon, Beta yayın., 1997
Çaplı, Bülent, 2002, Medya ve Etik, Ankara, İmge Yayınları
Çelenk, Sevilay, Televizyon Temsil Kültür, 1. Baskı Ankara: Ütopya Yayınevi: 2005
Derrida, Jaques, Marks’ın Hayaletleri, Çev: Alp Tümertekin, Ayrıntı yayınları, İstanbul, 2001
Dursun, Çiler, TV Haberlerinde İdeoloji, 1. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi: 2001
Erdoğan, İrfan, Kapitalizm, Kalkınma, Postmodernizm ve İletişim, 1. Baskı,
Ankara, Ocak 2000
Erdoğan, İrfan, Korkmaz Alemdar, Popüler Kültür ve İletişim, Ankara, Erk,
2005.s.14
Ergül, Hakan, Televizyonda Haberin Magazinleşmesi, İletişim Yayınları,2000
Ergun Doğan, Sosyoloji ve Tarih, 3. Baskı Ankara: İlke Yayınevi 1995
Fiske, John, İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev.Süleyman İrvan, 2. Basım, Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları,2003
________, John Hartley, Reading Television, Londra, 1990
Fromm, Erich, Özgürlükten Kaçış, Çev: Şemsa Yeğin, 2. Baskı, İstanbul: Payel
Yayınları, 1996
Goffman, Erwing, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, Çev. Barış Cezar. 1. Basım,
İstanbul: Metis Yayınları, 2009
Goleman, Daniel, Duygusal Zekâ EQ Neden IQ'dan Daha Önemlidir. İstanbul:
Varlık Yayınları.2006
Gökçe, Birsen, Toplumsal Bilimlerde Araştırma, 2. Basım, Ankara 1992
Kaya, Raşit, Kitle İletişim Sistemleri, Teori Yayınları, Ankara: 1985
Keane, John. “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümleri”. Medya Kültür Siyaset. Çev:
Süleyman İrvan. 2. Basım Ankara: Doğu Batı Yayınları,1989
Kıray, Mübeccel, Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme, İstanbul, Bağlam yayınları;
2006
Kongar, Emre, Türkiye Üzerine Araştırmalar, “İzmir Kentsel Ailenin Değişimi”,
Ankara, Remzi Kitabevi, 1993
424
Leach, William, Land of Desire: Merchants, Power and the Rise of a New American, Culture, New York, Pantheon Book.1993 s.3
Le Bon, Gustave, Kitleler Psikolojisi, İstanbul, Hayat Yayıncılık: 1997
Marx, Karl, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev: S. Nişanyan, Birikim
Yayınevi, İstanbul. 1979
Meyer, Thomas, Medya Demokrasisi, Çev:Ahmet Fethi, İş Kültür Yayınları, İstanbul 2004
Meyrowitz, Joshua, No Sense of Place: The Impact of Electronic on Social Behav-
iour, Oxford University Press, New York, 1985
Modleski, Tania, Eğlence İncelemeleri, Çev: Nurdan Gürbilek, 1. Basım, İstanbul:
Metis Yayınları,1998
Mullan Bob, Consuming Television, Oxford, Blackvvell Publishers. 1999
Mutlu, Erol, Televizyonu Anlamak, 2. Basım, Ankara: Ayraç Yayınevi, 2008
_________, Televizyon ve Toplum, 1. Basım, Ankara: Türkiye Radyo Televizyon
Kurumu Yayınları: 2008
Murdock, Graham, "Peculiar Commodities: Audiences at Large in the World of
Goods", Consuming Audiences? Production and Reception in Media Research, New
Jersey, Hampton Press 2000.
Ohmae, Kenichi, "Ulus Devletin Sonu", Küreselleşme Okumaları, Ed. Kudret Bülbül, Ankara, Kadim Yayınları.2006
Onur, Bekir, Türkiye’de Çocukluğun Tarihi, Ankara İmge Kitabevi: 2002
Oskay, Ünsal, 19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri, Der
Yayınları, İstanbul.2000
____________, İletişimin ABC'si, Simavi Yayınları, İstanbul, 1992
____________, Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri, Der Yayınları, İstanbul, 1993
____________, Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım. İstanbul, YKY: 1998
Poster, Mark, Eleştirel Aile Kuramı, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1989
Reich, Wilhelm, Dinle Küçük Adam, Çev: Hüsen Portakal, Selkar Yayınları, İstanbul: 1976
Shapiro, Lawrence E. Yüksek EQ'lu Bir Çocuk Yetiştirmek. Çev.: Ümran Kartal
Varlık Yayınları, İstanbul.1999
Smith, D. Anthony, Toplumsal Değişme Anlayışı, Çev: Ülgen Oskay, Gündoğan
Yayınları, Ankara, 1996
425
Swingewood, Alan. Kitle Kültürü Efsanesi, Çev: Aykut Kansu, Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları: 1996
Tekelioğlu, Orhan, Foucault Sosyolojisi, Bağlam Yayıncılık, Ankara, 1999
Toktamışoğlu, Murat, Aklın Öteki Sesi. İstanbul: Kapital Medya Hizmetleri Aş.
2003
Topuz, Hıfzı, Öngören Tali, Aziz Aysel, Yarının Radyo Televizyon Düzeni, TÜSES
İLAD Ortak Yayını, 1990
Türkoğlu Nurçay, Toplumsal İletişim, 3. Baskı, İstanbul: Urban Yayınları, 2009
______________, Görüyorum, İstanbul. Der Yayınları, 2000
______________, (der.), Medya Okuryazarlığı, İstanbul: Marmara Üniversitesi
İletişim Fakültesi Yayınları, İstanbul 2006
Türkoğlu, Nurçay, Sevilen T. Alayoğlu (der) Karaelmas 2009: Medya ve Kültür,
Urban yay., 2009, İstanbul.
Virilio, Paul, Enformasyon Bombası. Çev: Kaya Şahin. Metis Yayınları, İstanbul:2004
Yumlu, Konca, Kitle İletişim Kuram ve Araştırmaları, İzmir: 1994
Yücel, Halime-Kara, Barış Reklâmda Çocuk İmgesinin İşlevi, İletişim, 2009
Williams, Raymond, Televizyon Teknoloji ve Kültürel Biçim, Dost Kitabevi,
Ankara; 2003
MAKALELER
Akçay, Zeynep Gültekin, “Toplumsal Dönüşümler Ve Televizyon: Günümüz Dizi
Uyarlamaları Üzerine Eleştirel Bir Bakış”, Medya ve Kültür, der. N. Türkoğlu, S. T.
Alayoğlu, Urban, 2009
Aksop, Gülseren, "Televizyon Türlerinde Dönüşüm" AÜ İletişim Fakültesi Yıllık.
1999
Algan, Ece, “Medya Okuryazarlığında Pratik Yaklaşımlar” içinde: Medya
Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Melda Cinman Şimşek, 2006, Parşömen,
Çetin Erus, Zeynep "Son On Yılın Popüler Türk Sinemasında Televizyon Sektörünün Rolü" Marmara İletişim Dergisi. 12, Ocak-2007,s.123
Erdoğan, İrfan, “Televizyon: Dünyaya Açılan Pencere”, A.Ü. İletişim Fakültesi
İletişim Yıllığı 1999:Ankara
Funkhouser, G.Ray, Eugene F. Shaw, How Syntethic Experience Shapes Social Reality", Journal Of Communication, 40-2, Bahar, 1990
426
Kutoğlu, Ülfet, “Medya Okuryazarlığı ve Çocuk Eğitimi” içinde: Medya
Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Melda Cinman Şimşek, 2006, Parşömen
Mutman, Mahmut, “Televizyon Nasıl Sorgulanmalı”, Toplum ve Bilim, Sonbahar
1995, s.67
Perlman, Fredy, “Günlük Yaşamın Yeniden Üretimi”, Çev: Necmi Aydemir/ Sezgin Ata 1969 http://yabanil.net/gunluk-yasamin-yeniden-uretimi erişim tarihi
03/08/2011
Sayın, Aylin "Türk Sinemasında Edebiyat Uyarlamaları ve Bu Uyarlamaların
Toplumsal Yapıyla Etkileşimi" Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV Anasanat Dalı Sinema-TV2005
Sungur, Suat, “Reklamın Büyülü Dünyası: Sahte İmajların Gerçek Yüzü”,
Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi, 2007, Sayı:6, ss:90
Tanrıöver, Hülya Uğur, “Kimliklerin ve Toplumsallıkların Televizyon Pratikleri
aracılığı ile oluşturulması: Göçmen Türkler ve Televizyon Dizileri”, Galatasaray
Üniversitesi İletişim Dergisi 3. Sayı. İstanbul
Tokgöz, Oya, “Televizyon Reklamlarının Anne ve Çocuk ilişkisine Etkileri”,
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi Yayın Yeri: ANKARA Yayın Tarihi: Sayı: 1-4 Cilt: 35
Yayınlandığı sayfalar: 93-110
Vural, İzlem, “Televizyon Haberlerini Okumak: Çocuk İzleyicilere Göre Televizyon Haberlerinden Yansıyan Türkiye”, Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi.
Sayı 9, İstanbul.2008
Yücel, Halime, “Reklâmlarda Çocuk İmgesinin İşlevi”, İletişim Dergisi 6. sayı,
sayfa 122-139
YAYINLANMAMIŞ ARAŞTIRMA RAPORU
Türkoğlu, Nurçay, Toplumsal Dönüşümler ve Medyada İzleyici Katılımı Araştırması, İstanbul:2010
DİĞER KAYNAKLAR
www.sahibinden.com
Türkiye Gazeteciler Derneği İnternet Sayfası, http://www.tgc.org.tr/bildirge.
html
427

Benzer belgeler