Şemsi Tebrizi`nin Gerçek Kimliği

Transkript

Şemsi Tebrizi`nin Gerçek Kimliği
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği, Mevlâna İlişkisi ve Ölümü Üzerine Yeni Görüşler
Haber Türk Gazetesi İçin Bir Ali Kemal Erdem Röportajı:
Yanıtlayan: İsmail Kaygusuz
Şems Tebrizi’nin kimliği esrar perdesini hala koruyor. Ancak ağırlık görüş Tebrizi
adından dolayı Tebriz’den geldiği ya da Tebrizli olduğu konusundaki görüş? Siz yeni bir
iddia ile Tebrizi’nin Alamut İmamı’nın oğlu olduğunu söylüyorsunuz? Bu konudaki
bilgilerin kaynağı nedir acaba?
Doğrudur, Şemseddin Tebrizi hakkında ne yazık ki, onun kimliğini açıklayan çok sağlıklı bilgiler
bulunmamaktadır. Bu da onun bir bâtıni oluşuna ve gerçek kimliğini gizlemiş olmasına
dayanmaktadır. Yaşamından sadece birkaç yıllık kesiti anlatan bazı ayrıntılar var ki, onu gerçek
kökeninden koparmıştır. Bunu yapan, Şafi-İşari ve Şii görüşlerin egemen olduğu Makalat'ın
birbirinden farklı nüshaları ve eski Mevlevi kaynakları olduğu kadar, bu kaynakları eleştirel
gözle incelemeden aynısıyla kullanan günümüz çağdaş araştırmacıların yapıtlarıdır.
Hemen baştan söyleyelim: Şemseddin Tebrizi (1183/4-1247/8) bir bâtıni İsmailidir. Ancak
sıradan bir İsmaili değil; bir İsmaili İmamının oğlu ve Huccet (zamanın İmamının tanığı, vekili),
diğer söylemle baş
Dai makamında
bulunan bir sufi, mutasavvıf düşünür ve bir
dava
adamıdır. Aynı zamanda onu, yaşamının değişik dönemlerinde yönetici, siyaset adamı, askeri
komutan, öğretmen ve diplomat olarak görmekteyiz.
Şemseddin Muhammed’in Tebrizî (Tebrizli) adını benimsemiş olması, onun hem bir
dönemTebriz’de tahsil görmesi ve büyük olasılıkla da babasının şeriatçı siyasetine,
1 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
sünnileşmesine karşı çıktığı için uzun süre burada yaşamaya zorunlu kılınmasına dayanabilir. Bu arada bazı İsmaili yazarların, post-Alamut (Alamut sonrası) İmamı Şemseddin Muhammed
(1257-1310) ile karıştırarak, Şems-i Tebrizi'nin İmam Alaaddin Muhammed III’ün (1210-1257)
torunu olduğu iddiası da kesinlikle doğru değildir; Şems 1180’in ilk yıllarında doğmuştur ve onun
büyük üvey kardeşidir. Alaaddin Muhammed III, 1221’de Alamut İmamı olduğunda 10 yaşında
bulunuyordu. Bize göre, son Alamut İmamı Rükneddin Hürşah’ın (1255-1257) oğlu ve ilk
post-Alamut İmamının Şemseddin Muhammed (1257-1310) adını taşıması da, İmam ailesindeki
bu ilk Şemseddin Muhammed’in varlığının anısına olmalıdır, tıpkı Hasan’lar, Alaaddin’ler gibi.
Anlaşılıyor ki, İmam Alaaddin Muhammed III, büyük üvey kardeşi Şemseddin Muhammed’i
Tebriz’den getirtip 3 yıl sonra onu vekili (huccet) olarak Kuhistan bölgesi muhtaşim’(yönetici,
vali)liğine atamıştır.
[1]
Abdülbaki Gölpınarlı Şems’in “Makalat”ının, onun sağlığında başlayarak bizzat Mevlâna’nın
oğlu Veled Çelebi’nin kaleme almış olduğunu düşünmektedir ki, bu doğru olabilir. Nevarki,
üstadın yararlandığı
Makalat nüshalarında çok farklı
bigiler bulunmakta; birinde yazılı olanlar diğerinde yoktur veya değişik biçimlerde anlatılmıştır.
Demekki, mevlevi
müstensih
ler makamına ve anlayışına göre işine gelmiyenleri, özellikle batıni düşüncelerini ılımlılaştırarak
ya da mevlevi görüş açısından yorumlayarak Şems’i değerlendirmişlerdir. Ne yazık ki Gölpınarlı
da, onlar gibi hareket ederek Şemseddin’in düşünce ve inancının çözümlemesini yapmaktadır.
“Şemsi Tebrizi, Eflâki’ye göre Melikdad oğlu Ali’nin oğludur”diye yazmış olmasını kabulleniyor.
Ayrıca diğer mevlevi yazar Sipehsalar’ın “Şems’in gittiği yerlerde kervansaraylara konduğunu,
kalenderi veya tacir elbisesiyle gezdiğini ve riyazatla (sufi çilesi) vakit geçirdiğini” anlattığını ve
başına üstünde “Ya Ali Meded” yazılı olan kalenderi tacı giydiğini anlatmasına rağmen, aşağıda
görüleceği gibi Sultan Veled’in kitabında “ben bâtıninin de bâtınisiyim” dediği yazılı olmasına
rağmen Şems’in bâtıniği üzerinde bir açıklama yapmaya dili varmıyor; aksine “biraz melâmetilik
varsa da kendisinin mevlevi olduğunu söylemek mümkündür” demektedir. Oysa o dönemlerde
ortodoks İslam dünyasınını bâtıni İsmaili düşmanlığı yüzünden özellikle propagandacı bâtıni
dai
’ler (davetçiler) derviş, kalenderi, tacir, sarraf kıyafetleriyle dolaştıklarını bimiyor muydu
Gölpınarlı. Üstelik İsmaililerin “Ya Ali Meded” çığırışlarıyla zikre durdukları gibi, bugün de
birbirleriyle bu sözlerle selamlaştıklarını biliyoruz.
“Siz yeni bir iddia ile Tebrizi’nin Alamut İmamı’nın oğlu olduğunu söylüyorsunuz” demekt
esiniz ki, bu doğru değildir. Bu ne yeni bir iddia, ne de bana aittir. Bizim Sünni İslam bilgin ve
tarihçilerimiz hep ortodoks gözlüklerle bu tür tarihsel olaylara baktıkları için, kendi görüşlerine
aykırı düşen kaynaklara itibar etmiyorlar.
Örnek verebilir misiniz?
2 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Örneğin Abdülbaki Gölpınarlı; İsmaili’lerin düşmanı, Hulâgü Han’a Alamut’a giriş yollarını
gösterip kalenin yakılıp yıkılmasına neden olan ve 200 000 cilt kitaba sahip meşhur kitaplığında
kendisine yarayanları, kafasına uygun olanları yağmalayıp, geri kalanların hepsini “rafizi
kitapları” diyerek yaktırmış bulunan Moğol tarihçisi Sünni müslüman Ata Melik Cuveyni’nin
“Celaleddin Nev Müsülman’ın Alaaddin’den başka oğlu yoktur” [2] diye yazmış olmasını kabul
etmiştir. Oysa bu tarihçinin bâtıni İmamlarını sahte imamlar olarak nitelemiş olduğu ve İsmaililer
hakkında kasıtlı yalan-yanlış bilgiler ürettiği çok iyi bilinmektedir. Diğer taraftan aynı sayfalarda
aynı Gölpınarlı, “ sadece
Tez
kire-i Devletşah
’da, Şems’in bir İsmaili prensi olduğu kayıtlıdır. Devletşah’a göre Şemseddin Muhammed Tebrizi, Celaleddin Nev-Müsülman’ın (1210-1221) oğludur ve gizlice Tebriz’de okumuş”
[3]
olduğunu belirtmesine karşın bu bilgiyi hiç önemsemiyor.
Önemsenmesi gereken kaynaklarda Şems’e ilişkin hangi bilgiler vardır?
Gölpınarlı’nın alıntı yaptığı, ama önemsemediği Devletşah, “oğlunu gizlice öğrenim için Tebriz'e
gönderen Celaleddin Hasan III'ün, atalarının Sünni Müslümanlarca sapkın sayılan kitaplarını
yakmış olduğunu” da belirtme gereği duymuştur. Bu demektir ki, Celaleddin Hasan batıni
Alamut İsmaililiği inancı dışında oğlunu eğitmek ve kendisinin benimsediği Sünni şeriatının
gerektirdiği bilgileri kazanmasını arzu etmekteydi. Gerçekten onun bu arzusu yerine gelmiştir.
Şemseddin'in geleneksel/ortodoks din bilimlerinde çok iyi yetişmiş olduğunu her fırsatta
Devletşah vurgulamaktadır. Devletşah, Sipehsalar, Eflâki ve Cami'den farklı olarak verdiği bu
bilgiler dışında Şems'in yeniyetmelik döneminden de kesitler sunmaktadır. Örnek olarak şu
alıntıyı verebiliriz:
“Şems çok güzel bir çocuktu ve o kadar güzeldi ki, onu gören bir erkek bile hemen aşık
olabilirdi. Bu yüzden sarayın, erkeklerin değil kadınların bulunduğu yerde kalıyordu. Haremde
kadınların arasında yaşarken çok iyi nakış yapmasını öğrenmişti ve kendisine 'Altın Nakışçı'
diyorlardı”. [4]
1487 yılında “Tazkirat al-Şuara/Ozanların Yaşam Öyküleri” yapıtını tamamlamış olan
3 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Devletşah, 1476-77 yılları arasında Abdurrahman Cami'nin yazdığı “
Nafakat al-Uns/Dostlukların Rayihaları”
adlı yapıt dışında, gezileri boyunca rastladığı adlarını vermediği, kendilerini gizleyen gezginci
İsmaili dervişlerin Şems hakkındaki sözlü anlatımlarından yararlandığını belirtmiştir. Ayrıca
Kadı Nurullah Şustari (ö.1610) ise “
Majalis al-Mominin
” (İnananlar Meclisi) (vol. 6, s. 291) kitabında “Şems, bir İsmaili İmamının oğludur (
da'iyani Ismailiyya budand
)
” deyip, Devletşah'taki yukarıdaki bilgiyi de arkasına eklemiştir.
Mevlâna Celaleddin üzerinde en son çalışmalardan birini yapmış olan Franklin D. Lewis,
Şems'in gerçek İsmaili kimliği üzerinde bir inceleme yapma gereği duymadan, Makalat’tan adını
vermeden babası hakkında söyledikleri şu alıntıyı veriyor:
“Babam beni hiç anlamadı. Kendi kentimde bir yabancıydım, babam da bana yabancıydı.
Kalbim ondan uzaktı. Onun hep beni ezdiğini düşünürdüm. Benimle nazikçe konuşsa bile, beni
dövüp evden kovacağını sanıyordum. Babamla aynı kumaştan urba giymiyorduk” [5]
Şems'in Makalat'ta hakkında konuştuğu, aralarında büyük yabancılık ve çelişkilerin olduğunu
söylediği babasının Alamut İmamı Nev Müslüman lakaplı Celaleddin Hasan III (1210-1221)
olmaması için hiç bir neden yoktur.
Anlaşılıyor ki, Abbasi halifesine bağlanarak Sünniliği seçmiş olan Nev-Müslüman (yeni
Müslüman) lakaplı Celaleddin Hasan III, oğlu Şemseddin Muhammed’i, olasılıkla Tebrizli Şeyh
Ebu Bekir’e Alamut’tan uzaklaştırılmak üzere teslim etmişti. Daha prenslik döneminde Sünni
eğilimler göstermeye başlamış olan Hasan III, belki de Alamut İmamı olduğu1210 yılından bir-iki
yıl önce Tebriz’e göndermişti onu. Şeyh Ebu Bekir’den İslam şeriatını öğrenecek, arkasından da
babasının ‘Yeni Müslüman Hasan’ olarak bağlandığı Abbasi halifesinin başkentine gidip
Medrese tahsili yapması gerekecekti. Şemseddin, Şeyh Ebu Bekir’e gizlice teslim edildiğinde
yirmisini geçmiş olmalıdır ve de dedesi Ala Muhammed II (1166-1210) zamanında yeterince
batıni eğitimi almıştı. Bir süre sonra Şemseddin’in, Şeyh Ebu Bekir Selebaf’ı, “
ona kahrederek bırakıp Bağdad’ gittiğini
”
Makalat’
ından öğreniyoruz.
4 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Bu durum, Hasan III’ün kendisinden sonra, Alamut’ta Sünnileştirme siyasetini sürdürmesi için
oğlunu gizli olarak hazırladığı anlamına gelmektedir. Ama Hasan III’ün siyasetinin tersi gelişti;
Alamut’un başında bulunduğu on bir yıl içinde, Şemseddin aldığı eğitimle zahiri değil, tam
tersine ilk eğitimini gördüğü batıni yönüyle gelişti. Bizce Şems, Konya’da kesinlikle babasının ve
ailesinin kim olduğunu herkesten saklamıştı. Onun bâtıniliğini birçokları biliyorsa da İmam soylu
İsmaili baş Dai'si olduğunu bilen –Mevlâna dışında-fazla kişi olduğunu sanmıyoruz.
Peki Mevlâna Celaleddin Şemseddin Tebrizi’yi nasıl görüyordu?
Önce oğlu Sultan Veled’in, ‘İbtida-name’ adlı yapıtında neler yazdığına bakalım: O Mevlâna ile
Şems’in buluşmasını Musa Peygamber’le Hızır’ın buluşmasına benzetmekte. (Buluşma tarihini
Gölpınarlı 23 Ekim 1244 olarak hesaplamıştır.) Sultan Veled’e göre Mevlâna Musa’yı, Şems de
Hızır’ı temsil ediyordu. Orada buluşmayı şöyle anlatıyor:
“Ansızın Şemseddin geldi, ona ulaştı Mevlâna’nın gölgesi onun ışığında kayboldu... Şems dedi
ki: ‘Bâtın aleminde ilerisin, ama ben batıninin de da batınisiyim. Sırların sırrıyım, nurların
nuruyum ben. Erenler, benim sırlarıma erişemez. Aşk yolumda perdedir benim. Diri sevgi
tapımda ölüdür...’ Şems onu öyle şaşılacak bir aleme çağırdı ki, o alemi ne bir Türk rüyasında
gördü ne de Arap, fakat Şems’in ona gösterdiği bilgi, yepyeni bilgiydi. Şems onu da maşûkluk
cihanına davet etti, Mevlâna da can yoluyla canlar canına kavuştu...” [6]
“Ben batıninin de batınisiyim”, “Şems onu şaşılacak bir aleme çağırdı” ve “can yoluyla
canlar canına kavuştu
”ve “
yolgösterici oldu
” gibi cümleler, Şems’in Mevlâna’yı
çağırdığı şaşılacak alem
olan İsmaili batıniliğinin söylemleridir.
Henry Corbin’in “Huccet görevi üstlenmiş Şemsi Tebrizi” tanımlamasından hareket edersek, bu
buluşmayı yine onun vurguladığı İsmaililikteki “
batıni hacılığı”
simgesel olarak görebiliriz. Yine H. Corbin’in açıkladığı gibi “
Canlar canına kavuşmak
”, “
batıni hacılığın
” kendisidir.
5 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Mevlâna’nın ona ulaşarak batıni hacı olduğu Şemseddin Muhammed için yazdığı şiirlerden şu
birkaç beyitiyle “canlar canı”na neler dediğini görelim:
“ Gayret gözyaşlarıyla abdest aldım da namazımda kıblem (bu) sevgilinin yüzü oldu. Senden
başka başım varsa yokolsun. Sensiz yaşarsam yak varlığımı, Kabede de mabudum sensin
kilisede de. Yukarıdan da maksudum sensin, aşağıdan da. Ekmeğini gördüm, artık(başkasında)
gözüm yok. Suyunu içtim, bu sudan usandım, vazgeçtim. Kişi taptığının derecesindedir, onun
değerindedir. Ne mutlu bana ki ona tapmadayım.” [7]
Ayrıca “Celaleddin Rumi Divan'ında, Şems'i Peygamberin mirasçısı olarak bildirmekte (beyit
no.2473
) ve onu Ali ile karşılaştırmakta ve onun mazharı görmektedir (
beyit no.1944
). Bunların sadece bir İmama atfedilmiş olduğu bilinmelidir.”
[8]
Mevlâna'nın bu ifadeleri bize, gerçekten Şems'in İmam soylu olduğunu, kendisinin de onun
bildiğini göstermektedir.
Çok kısa olarak Şems Tebrizi’nin, Mevlana’yı bu denli etkileyip kendine bağlayan ve
öğrencisi yapan tasavvufi hikmet düzeyinden, bâtıni tasavvuf inancından sözeder
misiniz?
Bunlardan sözetmek sayfalar alır, onun düzeyini gösteren bir-iki örneklemeyle yetinelim.
Şemseddin Tebrizi 1243-1247 yılları arasında Rum’da, Ali soyundan ve İmam Cafer’in oğlu
İsmail kolundan inme İmam soylu bir İsmaili Hüccet’i olarak bulunuyordu. Bir batıni davetçisiydi.
Mevlana’nın dediği gibi “ O, öğrendiği tüm zahiri bilimleri bırakmış
tecrit, tefrit
ve
tevhid
i
seçmiştir.” Bunlar sufilik kadar bâtıniliğin de ana ilkeleridir. Tanınmış bir söz vardır:
Her İsmaili sufidir, ama her sufi İsmaili değildir.
6 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Şimdi kendisini bir sufi gibi gösteren Şems’in benimsediği marifet, bilim ve tevhit anlayışını
Ariflerin Menkıbeleri
’nden okuyalım:
“Yine biri: ‘Marifet nedir?’ diye sordu: O (Şemseddin): Gönlün Tanrı ile diriliğidir. Diri olanı öldür.
Bu diri senin vücudundur. Ölü olanı dirilt, bu da senin kalbindir... Var olanı yok et; o da arzudur.
Yok olanı var et; bu da senin niyetindir. Marifet kalpte, şehadet dildedir. Cehennem’den
kurtulmak istersen, hizmet et. Cennet istersen niyet et. Eğer Tanrıyı istersen, yüzünü ona çevir
ki o anda, onu bulasın. O beni tanıyan bana yönelir, beni isteyen beni arar, beni arayan beni
bulur ve benden başkasının yüzüne bakmaz buyurdu.”
[9]
Bu tasavvufi birlik, yani vahdet-i vücud anlayışıyla, insanları kendi göstericiliğini yaptığı yola
çağırıyor. Tanrısallık özünü taşıyan öğretici-aydınlatıcı, yani mürşit olarak kendini gösteriyor.
Zaten bâtıniliğin yetkin kuramını (
talimiyye
) geliştiren Hasan Sabbah (ö.1124) da “
her zaman eğitici bir büyük mürşide gereksinim vardır
” demekteydi.
[10]
Bu çağrının arkasından, tasavvufun son aşaması Enel hakta (Tanrı benim) karar kılıyor ve aynı
sayfada kendisine ulaşmanın yöntemlerini sıralıyor:
“Biri Şems’ten: ‘Sana nasıl ulaşırım?’ diye sordu. O da: ‘Tenini bırak da gel; çünkü kul ile Tanrı
arasındaki perde tendir. Ten dört şeydir: tenasül aleti, boğaz, mal ve mansıb (mevki, makam)...
Arifin alameti üçtür: Kalbin fikirle, tenin hizmetle, gözün yakınlıkla meşgul olmasıdır. Arifin
nazarında dünyanın önemi, ahiretin eseri, Tanrının bedeli olmaz. İlim üç şeydir: Anan dil,
şükreden kalb, sabreden ten. İlim olmayan bir vücut susuz bir şehirdir... İlimin yararlı, amelin
sağlıklı, sözün de öğüt verici olması gerekir. İlmi kolaylıkla arayan zahmet çeker... Bilginde üç
nitelik bulunmalıdır: Yumuşaklık, başkasının malında gözü olmamaklık, sakınmaklık. Bütün
şeylerin en büyüğü ikidir: Biri ilim, öbürü yumuşaklık, yani hilimdir’. [11]
Bir başkası hikmetten (felsefeden) sordu. Şems: ‘Hikmet üç türlüdür; birisi söz, ikincisi ibadet,
üçüncüsü didardır. Söz hikmeti alimlerin, ibadet hikmeti ibadet edenlerin, didar hikmeti ise
ariflerindir’.”
7 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Tebrizi’nin babası olan Celaleddin Hasan, Hassan Sabah’ın torunu mudur?Hasan
Sabbah’tan biraz sözeder misiniz?
Celaleddin Hasan III, Nizari İsmaili Aleviliğinin, İmam Cafer Sadık’ın büyük oğlu İsmail
soyundan gelen 25.İmam’dır. Günümüzde 22 ülkede yaşamakta olan 20 milyonun üzerindeki
Nizari İsmaililerin önderi aynı soydan Kerim Aga Han 49.İmam’dır. Celaleddin Hasan III,
23.İmam Hasan Ala Zikrihi’s Selam’ın (ö.1166) torunudur. Alamut Nizari İsmaili Devleti’nin
kurucusu Hasan Sabbah (ö.1124) İmam değil, İmam Nizar’ın (ö. 1097) oğlu 20.İmam Hadi’nin
(ö.1136) huccet’i, yani baş dai’sidir. İmam Hadi’yi 25 yaşlarındayken Hasan Sabbah 1097’de
güvenilir bir
Dai ‘nin yardımıyla gizlice Kahire’den Alamut’a
getirtmişti. Büyük İsmaili
Dai’si, döneminin bilgin
ve düşünürü, örgütçü bir devlet adamı olan Hasan Sabbah’ın, 19.İmam Nizar’ın adına ve İsmaili
Aleviliği inanç öğretisini daha da geliştirerek, onun özündeki özgürlükçü, barışçıl, eşitlik ve
paylaşımcılık temeli üzerinde kurduğu Alamut Nizari Devleti (1090-1257) 167 yıl yaşamıştır.
Hasan Sabbah, hakkındaki onca yalanlar ve karaçalmaların aksine savaştan nefret ederdi.
Kendisini barıştan uzaklaştıracak ve sakin yaşamını bozacak karışıklıklardan hep kaçındı.
Gereksiz yere kan dökülmesine hep karşıçıktı, fakat ezeli bâtıni düşmanları onu savaş ateşinin
içine ittiler. Ancak böylece büyük güçlerini göstererek onu ortadan kaldıracaklarını sandılar.
Hasan Sabbah kötülük ve zararlı tohumlar saçan, saldırıya hazırlanan ve barışı bozan bencil
yöneticileri öldürmeye ve kötülüklere kaynaklık eden nedenleri ortadan kaldırmaya sıkça
başvurdu. Onun kurduğu
Fedayin
(Fedailer) örgütü, yalnızca iktidarlarını artırmak için zulüm ve kırım yapan baskıcı yöneticilere,
çevreye kin ve düşmanlık saçmayı sürdürenlere suikastlar düzenlemişlerdir. Bunlar da gerekli
ve adilceydi, önceden uyarılıyordu.
[12]
J. Bosworth’un dediği gibi “Ve yine kesin olarak anlaşılıyor ki,
fedailer
terrorist değil,
fedailik
de terörizm değildir. Bazı bilim adamları İsmaili mücadelesini bir devrim olarak görmekte haklı
olmalarına rağmen, kesin olan, onlarınki hayatta kalma ve inancıyla birlikyte varlığını sürdürme
mücadelesiydi...”
[13]
Tebrizi’nin Konya’ya gelme nedeni neydi?
Nizari İsmailileri eski Kuhistan valisi/muhtaşim’i (1224-1226) ve altmış yaşını aşmış bulunan
8 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Şemseddin Muhammed Tebrizi, Alamut tarafından büyük davetçi (
Dai al-Duat, huccet
) olarak Rum'da (Anadolu'da) görevlendirilmiştir. Kısacası Şemseddin Tebrizi ve Mevlâna
buluşması olarak İslam mistisizmi (tasavvuf) tarihine geçen olay, olağan İsmaili
Dava
(misyonerlik) siyasetinden başkası değildi. Konya’da etkili bir ortodoks İslam bilgini olan
Mevlâna Celaleddin Rûmi’nin (ö. 1273),
vahdet-i vücut
(insan tanrı birliği) ve
vahdet-i mevcut
(varlık/doğa tanrı birliği) inançsal ilkesiyle insanı merkez alan bâtıniliğe çevrilmesi demek, etkili
olduğu kent toplumunu kent dışındaki köy, kasaba ve göçebe topluluklarının siyasal ve
toplumsal sorunlarına ortak etmeye kapı açmaktır. Diyar-ı Rum (Anadolu), tarihçi Urfalı
Mateos’a göre11.yüzyıldan beri “Haci” lakâplı
dai
’leriyle bâtınilerin yayılma alanıydı. Şems olasılıkla ilk önce Kuhistan yöneticiliği sırasında
tanıyıp yetiştirdiği ve kendisine bağlı bâtıni
dai
’si Haci Bektaş Veli’yi ziyaret etmiş olmalı. Belki asıl amaç Mevlana’yı onu kent surlarının dışına
çıkartıp geniş halk kitleleriyle buluşmasını sağlamaktır. Dışarıda Gıyaseddin Keyhusrev’in
ölümüyle birlikte istilacı Moğollara karşı İzzeddin Keykâvus’u tutan Hünkâr Hacı Bektaş Veli’ye
bağlı geniş Alevi Türkmen tuplulukları ve Ahi Evren’i Pir bilen kent ve kasabalardaki Ahi örgütleri
ve Bacılar örgütü ölümüne mücadele vermeye başlamıştır. Hatta Şems, Mevlâna ile
buluşmadan önce 1244 yılı içerisinde Sivas ve Kırşehir Ahilerinin direniş savaşlarına da, 1226
yılındaki Sistanlılar karşı yapılan savaşları yönetmiş eski bir siyasetçi ve askeri komutan olarak
stratejik katkılarda da bulunmuş olabilir.
Öldürülme nedeniyle ilgili sizin iddia ettiğiniz konularda yazılı kaynaklarda bir ifade
bulunuyor mu? Öldürülme nedeni hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Hayır, kaynaklarda bizim öldürülme nedeni olarak ileri sürdüğümüz konuda açık bir ifade yoktur.
Olsaydı zaten şimdiye kadar çoktan açıklanmış ve sorunsallık ortadan kalkmış olurdu.
Araştırmalarımız Şemseddin Tebrizi ile 1224-1226 yılları arasında Kuhistan eyaleti İsmaili muht
aşim
'
i Şemseddin Muhammed (bin) Hasan–ı İhtiyar'ın aynı kişi olduğu düşüncesine götürdü. Bu
düşünceden hareketle tezimizi geliştirdik. Alamut İmamı Celaleddin Hasan'ın büyük oğlu olan
Şemseddin Muhammed'in kırk yaşlarındayken Kuhistan valisi olarak (1224-1226) atanması
kadar doğal bir durum olamazdı. Bu olayın üzerinde İsmaili Tarihi araştırmacıları hiç durmamış
görünüyor.
9 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Ayrıca biz, 1227'den itibaren aynı Şemseddin Muhammed'in, Hind ve Sind bölgelerinde yıllarca
İsmaili dava etkinliklerini çok etkili bir biçimde yürütmüş olduğuna inanıyoruz. Eğer böyle
olmasaydı, 14.yüzyılın ilk çeyreğinden, ikinci yarısının başlarına kadar yerli dillerde söylediği
binlerce ginan (beyitler) ve garbi'leriyle (şarkılar) bu inancın propagandasını yapmış ve keramet
olarak günümüze gelmiş etkinlikleriyle gönüllerde taht kurmuş; ayrıca soyundan gelen Pir'lerle
davayı kuşaklar boyu sürdürmüş Pir Şemseddin Muhammed Multani'den (ö.1356) sonra, hâlâ
İsmaili inançlı halkların toplumsal belleğinde Şemsi Tebrizi kalır mıydı? Annemarie Schimmel “Şemsi Tebrizi Hindistan’da efsanevi bir şahsiyet olmuştur” demektedir.
1244 yılında aynı Şemseddin Muhammed’i artık Şemseddin Tebrizi adıyla Konya'da görüyoruz.
11 Şubat 1246 tarihinde kimseye birşey söylemeden ansızın ortadan kayboluyor. Bu ortadan
kayboluş, Mogol başkenti Talikan’da, dünyanın her yanından tam 2000 kişinin katıldığı 24
Ağustos 1246'da toplanan ve Ögeday oğlu Guyuk’un Mogol Hanı seçildiği Kurultay'la yakından
ilgilidir.
Kurultay hakkında en geniş bilgiyi bize, papa İnnocent IV tarafından elçi olarak gönderilmiş ve
1247 yılı sonunda İtalya'ya dönmüş olan Fransisken rahibi John Plan del Carpin vermektedir. [
14]
Konuyla ilgili olarak Selçuklu Sultanlığından giden elçilik heyeti hakkında Abul Farac'ın Tarihi’nd
e çok daha fazla bilgi bulunmakta. Alamut İmamı Alaaddin Muhammed III (1221-1256), Abbasi
Halifesi al-Mutasım (1242-1258) diğer birçok İslam önderleri tarafından ortak anlaşmayla
düzenlenen bir elçilik heyetinin başına, eski Kuhistan valisi ve baş
dai’
lerden Şihabeddin ve Şemseddin Muhammed (Tebrizi) geçirilerek Karakurum'daki Mogol
başkentine gönderildi.
Alamut önderi İmam Alaaddin Muhammed III, bu heyetle babası Celaleddin Hasan ile Mogollar
arasında 1220’de yapılan anlaşmayı anımsatan bir memorandum gönderdi Guyuk Han’a.
Ancak, Alamut Nizari elçileri Han tarafından hakarete uğradı ve huzurdan kovuldular.
Memorandum
’a da ağır sözlerle karşılık verildi. Han'ın bu ağır sözleri ve hakaretlerine muhatap olan bu elçilik
heyeti, Kurultay geleneklerine aykırı olduğu için öldürülmekten kurtulmuştu.
10 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
İşte Şemseddin Muhammed Tebrizi Rum’da (Anadolu’da) davetçilik (Huccet olarak) yaptığı,
Mevlana’ya batıniliği öğrettiği sırada Alamut’a çağrılıp ona bu görev verilmiştir. 20 yıl kadar önce
Sistanlılara karşı büyük bir savaş vererek, yıllarca süren anlaşmazlıkları sona erdirmiş bulunan
Şemseddin’in başarılı bir askeri kumandan oluşu ve diğer başarıları onun bu diplomatik göreve
seçilmesini sağlamıştır.
Gerek kişilerin ve gerekse olayların tarihsel olarak bu denli üstüste üstüste düşüşü bir rastlantı
olamazdı. Böylece Şemseddin Muhammed Tebrizi’nin bu son yüklendiği siyasal ve diplomatik
görevin içeriğinin, yeni Mogol Hanı Guyuk (ö. 1248) tarafından düşmanca karşılanması
yüzünden, artık sonu gelmiş oluyordu. Bu nedenledir ki onu, ne Mevlâna’nın küçük oğlu
Alaaddin kıskançlık yüzünden, ne dindar Sünni Konya eşrafı Mevlâna’yı baştan çıkartıp
kendilerinden uzaklaştırdığı için ve ne de son zamanlarda ortaya atılmış tasavvufi görüş
farklılığından ötürü Ahi Evren öldürtmüştür. Bir yıl dört ay sonra sonra Konya'ya geri dönen
Şemseddin Tebrizi’nin ölümünden, kendilerine menşur (yarlıg) fermanı verip Rum'a Sultan
olarak atamış olan Guyuk Han'a yaranmak isteyen, Rukneddin Kılıçarslan III'ün veziri
Bahauddin bundan sorumludur. Bize göre işte bu vezir, 1247-1248 yılları içinde, Mogolların
desteğiyle saldırganlığını sürdürürken, Kurultay’da tanık olduğu bu olayın içinde gördüğü
Şemseddin Tebrizi'yi Konya'ya adamlarını gönderip öldürttü. Bu yıllarda Mogol yanlısı -ayrıca
Mogol asıllı- olarak Rükneddin Kılıç Arslanı tutan geleceğin büyük veziri ve Mevlana
Celaleddin'in baş müridi olan Muinnuddin Pervane Tokat'ta Bahauddin'in buyruğunda bir askeri
kumandandı. Vezir Bahauddin bu işi Pervane'ye de havale etmiş; onu ve Şems'i kıskanan
Mevlana'nın müritlerini de kullanmış olabilir.
Şems'in öldürülmesinin ardından geçen birkaç yıl içinde Anadolu Selçuklu Sultanlığı tamamıyla
Mogol İmparatorluğunun tam bir doğu eyaleti durumuna girdiğinden, Mevlana dahil kimse bu
öldürme olayından sözedememiştşr. 70 yıl gibi uzun bir zaman aşımından sonra olay hakkında
bir çok varsayımlar ve söylentiler yazıya geçirilmiştir. Kısacası “faili meçhul bir siyasi cinayet
” olarak kapanmıştır.
Şems Tebrizi’nin sağlığında Batinilerin suikastçilikteki ustalığı sürüyor muydu? Daha
açık sormak gerekirse Şems Tebrizi de bu konuda eğitim almış biri olabilir mi?
Batınileri hâlâ suikastçılar (assassins) olarak suçlayan anlayışı içinde taşıyan ve katledilmiş bir
bilgenin, böyle bir yüce insanın da suikastçılık eğitimi aldığı kuşkusunu içeren soruyu
yanıtlamak istemiyorum.
11 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
Mevlâna Celâleddin Rumî’nin adaletli din bilgini olarak Tebrizi’nin katli karşısındaki tavrı
ne oluyor?
Belki bazılarını kizdıracak, ama Mevlâna’nın, devletlerarası siyasal faili meçhul bir cinayete
kurban giden batıni öğretmeni Şemseddin Muhammed Tebrizi’nin katliyle yaşamının sonuna
kadar ilgilenmemiş ve hiçbir yapıtında bu konuda ufacık bir bilgi vermemiş olması, diyet olarak
devletten ‘kan parası’ aldığı kuşkusunu uyandırmaktadır. D.Franklin Lewis’in Eflaki’den
kaynaklanarak anlattığı iki olay bu kuşkuyu onaylıyor.
Birinci olay şudur: Celâleddin Rumî, müritlerinden birinin evinde saklanan cinayetten suçlu bir
adam için, Muinuddin Pervane'ye, iltimas yapmasını rica eden bir mektup yazmış. Pervane'den,
bir cinayet davası üzerinde bir baskı yapabileceği birşey olmadığı yanıdını alınca; Rumi buna,
"katilin, Tanrının iradesi gereğince iş yaptığını ileri sürerek, bir başkasını öldüren kişinin, ölüm
meleğinin oğlu (gibi) düşünülmesi gerektiği karşılığını vermiş. Bu yanıttan hoşlanan Pervane
iltimasını yapmış; maktulun ailesini, katilin bir diyetle razı etmesi ve kan parası vermeyi kabul
etmesini sağlamıştı. Böylece katil özgür kalmış oluyordu.
“Bu anlatılan olayın gerçekten kuşku duyulan bir temeli varsa bile diyor, Franklin D. Lewis, 1247
ya da 1248'de ortadan yokolan Şems ile ilgili olamaz.” Doğrudur olamaz, ama ikinci olayla
birlikte değerlendirilirse Mevlâna’nın adalet anlayışı ortaya çıkar.
Eflaki'nin anlattığı ikinci olayda Rumî, kendisine çok bağlı bir vaizin, yine kendisi hakkında kötü
konuşan birini yumruklayarak ölümüne neden olması üzerine Konya'da evine gelip sığındığını
emirlerden Alaaddin Kaymar'a yazıyor. Onun ilgilenmesiyle katil vaiz, maktulun (öldürdüğü
kişinin) akrabalarına 40 000 dirhem(gümüş) “Kan Parası” ödemesi üzerine serbest kalıyor. [15]
Bu örnekte Mevlâna Celâleddin, bizzat Mevlana'nın kendisini savunduğu için katil olan bir vaizi,
ricacı olup cezalandırılmaktan kurtarmıştır. Birinci örnekte ise olay doğrudan Şems ile ilgili
olmasa da dolaylı ilişki üzerindeki kuşkuyu saklama kaydını düşüyoruz; çünkü Şems'in
katledilmesinde, Mogol ataması vezirin Mevlana'nın müridlerini suçortağı yaptığı ve onları bu
eylemde kullandığı kesin biçimde söylenebilir. Birinci örnekteki "katil kişi ölüm meleğinin
(Azrail'in) oğlu olduğu ve Tanrısal iradeyi yerine getirdiği" fetvasını vermiştir. Bir katile bu gözle
bakan Mevlana'dan, Şemseddin Tebrizi'nin katilinin ortaya çıkartılıp cezalandırılması talebi
beklenemezdi. Şemseddin Tebrizi ile ilgili çalışmamızda genişçe anlattığımız gibi bu iki
12 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
örnekleme bize açıkça gösteriyor ki, belki devlet tarafından Mevlana ailesine, maktulun (yani
Şems'in) en yakını olarak çok yüklü miktarda "kan parası" ödenerek, Mevlana Celaleddin
Rumi'nin gözyaşları(!) durdurulmuştur.
[1] Konumuzla ilgili ayrıntılı bilgi ve açıklamalar için bkz. İsmail Kaygusuz, Nizari İsmaili
Devletinin Kururcusu HASAN SABBAH ve ALAMUT (Öğretisi, Tarihi, Felsefesi)
, Su Yayınları, İstanbul-2004, s.132-136/ 161-167;
Anadolu Bilgeleri
, Su Yayınları, İst. 2005, s.13-63/64-119.
[2] Cihan-guşa, C.III, s. 249’dan aktaran A.Gölpınarlı, Mevlâna Celaleddin, s.50.
[3] Tezkire-i Devletşah, Nefahat çevirisi, İst. 1289, s.195’ten aktaran Abdüllbaki Gölpınarlı, Mev
lâna Celaleddin
, s.49-50)
[4] Devletşah, Tazkirat al-Shu'ara, s.216'dan aktaran Franklin D.Lewis, RUMİ, Past and
Present, East and West; The Life, Teachings and Poetry of Jalal al-Din Rumi
, Oneworld-Oxford, 2000, s.265-6 : " Bazı modern eşcinsel yazarlar ve çevirmenler Devletşah'ın
bu pasajlarından, Şems ile Celaleddin Rumi arasında bu tür bir ilişki olduğunu çıkarmaktadırlar.
Oysa Devletşah onların ilişkilerinin fiziksel olduğunu kesinlikle belirtmez. Kaldı ki, Şemseddin'in
kendisi
Makalat
'ında Evhadeddin Kirmani'yi genç erkeklerle ilişkisinden dolayı kınamaktadır."
[5] Şemseddin, Makalat 740.
13 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
[6] Sultan Velet, İbtida-Name, s. 42, 197,198’den aktaran A. Gölpınarlı, agy. s. 71-72)
[7] Mevlâna’nın Mesnevi’sinden den aktaran A.Gölpınarlı, agy. s.69-70
[8] www.ismaili.net:"Poet Nizari Kohistani" başlıklı yazarı belirtilmeyen bir makaleden.
[9] A. Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, s. 80.
[10] “Bu kurala uyularak tanrısal birlik (tevhid) inancına ulaşılabilir. Şöyle ki, tanrısal birlik ancak
Tanrı-Peygamber-İmam üçlemine eşit derecede uygun düşmektedir. Hasan’ın teorilerinin
uzandığı en uç nokta buydu
.” Muhammed bin Abd al-Kerim al–Shahristani, Çev.
Jean-Claude Vadet,
Kitab el-Milal, Paris,1984, s.318. İmam
Hasan II Zikrihi’ s Selam’dan (1164) sonra tanrısal birlik tam belirginleşti. Zamanın İmamı, Ali’nin
ruhunu taşıyor, onu temsil ediyordu; böylelikle Allah-Muhammed-Ali birliği (tevhid) inancı
Anadolu Aleviliğinde günümüze ulaştı.
[11] Hacı Bektaş Veli’nin ‘Her şeyin büyüğü ilim ve hilimdir; çünkü ilimle Hakka yol bulunur,
hilimle-yumuşaklıkla da Halka tahammül edilir
’ sözüyle anlatılan
inanç felsefesi üstüste düşmektedir.
[12] Daha geniş bilgi için bkz.İsmail kaygusuz, Nizari İsmaili Devletinin Kururcusu HASAN
SABBAH ve ALAMUT (Öğretisi, Tarihi, Felsefesi)
, Su Yayınları, İstanbul-2004, s.17-69.
[13] J.Bosworth, “The Islamic Dynasties”, Islamic Survey, series no.5, Edinburg, s. 128.
[14] Steven Runciman, A History of the Crusades, Vol.III, 5.Baskı, London-1990, s.259-260; Jean Paul Roux
, Orta Asya/Tarih ve
Uygarlık
, Çev.Lale
Arslan, Kabal Yayınları: İstanbul-2001;Karş. Gregory Abul Farac(Bar Hebraus)
14 / 15
Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği
, Abul Farac Tarihi II
, İngilizce'den Türkçeye çev. Ömer Rıza Doğrul, 2.Baskı, Ankara-1987,s.546)
[15] Ahmet Eflaki’den (prgf.155, 459) aktaran LEWIS Franklin D., RUMİ, Past and Present,
East and West; The Life, Teachings and Poetry of Jalal al-Din Rumi
, Oneworld-Oxford, 2000
s.657-658.
15 / 15

Benzer belgeler

Şemseddin Tebrizi, Hacı Bektaş Veli ve İlişkileri

Şemseddin Tebrizi, Hacı Bektaş Veli ve İlişkileri Hacı Bektaş Veli Yesevi Yolu Yolcusu Değil, O Bir Batınidir Hacı Bektaş Veli, Yesevi yolunun yolcusu değildir, olamaz. Tarihsel olarak Nişabur’da geçen olaylar ve Horasan bölgesindeki Moğol saldırı...

Detaylı