İndirmek İçin Tıklayınız!

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız!
"AYÇE İDİL ERKMEN SANATSAL ÜRÜNLER
KAMPANYASI"
O SANATÇI ELLERİYLE YAŞAMİ YENİDEN YARATAN
Ayçe İdil Erkmen... Bir sanatçıydı. Emekçiler hakettiği insanca yaşama
kavuşsun diye yüreğini, bilincini kavgaya sundu.
Önce türküledi yaşamı. En güzel notalara imzasını koydu, emekçiler için yazdı,
oyunlar sahneledi. Sanatsal yeteneklerini bir tanrı vergisi gibi görüp kendisine
saklamadı. "Tüm benliğim halkımındır" diyenlerdendi. O, halkın sanatçısıydı.
...Ve tutsak düştü. Halkı için yazdığı, halkı adına tiyatro oynadığı için tutsak
düştü. Zindan karanlığını aydınlığa çevirmek, ezilenlerin mücadelesini yükseltmek
için bedenini sundu yaşama; Ölüm Orucu'na yattı. Direnişin 68. gününde şehit
oldu. Şehit olurken bize büyüyen bir onur bıraktı. Halkın sanatçılarının onuru
oldu.
••
Şimdi Ayçe İdil Erkmen ve tüm Olum Orucu şehitlerinin anısını yaşatmak,
mücadelelerini anlatabilmek için bir kampanya başlatıyoruz.
Onları anlatan öykülerinizi, şiirlerinizi, tiyatro oyunlarınızı, şarkılarınızı,
marşlarınızı
1 Aralık 1996 tarihine kadar bekliyoruz!
ÖYKÜLERİMİZLE, ŞİİRLERİMİZLE,
MARŞLARIMIZLA, ŞARKILARIMIZLA,
TİYATRO OYUNLARIMIZLA, RESİMLERİMİZLE
AYÇE İDİL ERKMEN'İ YAŞATALIM!
m
Kültür ve Sanatta Halktan Yana TAVIR Dergisi
ANADOLU HALK KÜLTÜR-SANAT MERKEZİ
Adres: Anadolu Halk Kültür-Sanat Merkezi
Şahkulu Mah. İlk Belediye Cad. No: 10/3 Beyoğlu/İSTANBUL
Tel-Fax: (0212) 243 03 13
Özgür Halklar Komitesi (Information Zentrum für Freie Völker)
Kalkarer Str. 2 50733 Köln/ALMANYA
Tel: (00 49 221) 760 76 56 - 760 76 80
Fax:760 28 87
TAVIR EY LÜL 1996
1
BU SAYIDA
kültür ve s a n a t t a
halktan y a n a
TAVIR
ay lık sanat dergisi
ey lül'96
sayı:3
anadolu kültür sanat
bilimsel araştırma
y ay. org. f ilm. tic. san. ltd. şti.
adına sahibi:
sadık çelik
Merhaba
2
T avır
İnancı mı zı n Görkemli Dili
3
S e l ç u k Demirci
Kumrunun Sabah T ürküsü
7
B u c a Cezaevi Ölüm Orucu Direnişçileri
8
Çağla Akar
Kültür Cephesi ve Meclisler Üzerine
10
T avı r
Görüşler/Öneriler
13
T avı r
Frederic Joliot Curie
16
Hakan Alak
20
E r d e m Aydemir
Aydınm ı s ı n?
24
Ölüm Orucu Direnişçileri
Zafer Halayı
25
Ölüm Orucu Direnişçileri
Ş e y h Bedreddin Ayaklanması - II
26
Yasemin Özdemir
Film Karelerinde B ü y ü y e n Güzellik
35
Hüseyin Elçi
Karikatür
36
Yaşar Babalı k
Sı ra Sana Gelecek
37
İbrahim Karaca
T utsak Kumandana Dedi ki
38
Hayati Azim
41
Mehmet Özer
42
Erdoğan Ekiner
44
Grup Y o r u m
Direniş veT e bes s üm
y azıişleri müdürü
hüseyin avni akkaya
yazışma adresi
anadolu halk kültür sanat merkezi
şahkulu mah.
ilk belediye cad. no:10/3
bey oğlu/istanbul
tel/f ax:(0212) 243 03 13
iletişim adresleri:
Okmeydanı halk kültür merkezi
piyalepaşa cad. no: 148
Okmey danı/İstanbul
İzmir
ege kültür ve sanat merkezi
859 sok. no:5/A saray işhanı
konak
ankara
ekin sanat merkezi
sağlık sok. no:28/7 sıhhiye
adana
inönü cad. aydın işhanı kat:5
no:505
tel: (0322) 352 17 44
duisburg/almanya
hagedorn str. 15, 47169 duisburg
tel:(00 49 203) 40 11 26
abone koşullan (6 aylık)
450.000.-TL (1 y ıllık)
900.000.-TL
hesap no
(TL): 1116-0317930
işbankası ortaköy-istanbul şb.
ofset hazırlık:
tav ır y ay ınları
baskı:
gürtaş ofset
15-16 Haziranlar'la Dirilmek
2T em m uz
Ölümü Güle Çevirir Bedenlerimiz
Saklı Bir Sevgidir Gözlerimde
Güz Yanı ğı R e s i m l e r
Geliyoruz
2
TAVIR EYLÜL 1996
MERHABA
"Canım Yoldaşlarım
Sizlerle yaklaşık 1.5yıldır aynı cezaevini paylaşıyoruz. Birlikte çok şey
yaşadık; sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, direnişlerimiz. Bu geçen süre bana
birçok şey öğretti. Her birinizden birçok şey öğrendim. Ve onurlu bir
direnişin içerisinden sizleri selamlıyorum.
Bu direniş, kendini yenileme,
yoldaşlık sevgisi, bağlılık, kararlılık ve tarif edilemeyecek birçok duygu ve
düşünceyi yaşattı bana. Bunu bana yaşatan sizlersiniz; partime duyduğum güven. Direnişimiz şehitlerle zqfere
ulaşacak Bunun coşkusunu yaşıyorum. Her birinizle belki dolu dolu geçiremedik zamanımızı. Belki birbirimizi
üzdük, belki kırdık, belki daha çok emek harcamayı öğrendik. Şimdi bugün yaşananlar, bunların çok ötesinde
duygular ve düşünceler. Sizleri çok seviyorum. Gözlerinizdeki pırıltılı bakışlar en büyük güç kaynağı.
Herbirinizi Ölüm Orucu Direnişi'ne başladığımız günkü gibi sımsıkı kucaklıyorum. Zafer bizim olacak!"
"Ölürken bile olanca gücünü dünyanın en asil amacına; insanlığın kurtuluş mücadelesine adadığını
söyleyebilecek şekilde yaşayan" o insanlar olduğu için, gelecek o kadar aydınlık, o kadar sevinçli olacaktır
bizlere.
Yaşamayı öylesine çok seven, yaşama öylesine tutkuyla bağlı ama bir avuç çirkefin kirlettiği dünyamızda
eşitçe, namuslu, sınıfsız bir düzen için yaşatmayı görev bilen ve bu vatan, bu dünya ezilen halklarındır diyerek
bedenlerini gururla ölüme yatıran o insanlar olduğu için, gelecek o kadar umutlu, o kadar yakındır bizlere.
Tanımalıyız onları... Çünkü onları tanımak; dünyayı özgürleştirme, aydınlatma mücadelesinde atılacak
adımların daha da gürleşmesidir. O gür adımlara bir adım daha eklenmesi, yani çoğalmak, birlik olmaktır.
Onları tanımak; haklı bir dava uğruna ölünebilecek bir bilince, iradeye ve kararlılığa sahip olmayı gerekli
kılan en önemli duygunun, özgür vatan sevgisi, halk sevgisi olduğunu öğrenebilmektir.
Onların arasında sevgili İdil'imiz de vardı.
Tanıyın istiyoruz idil'i. O; sevdamızın, inancımızın, irademizin görkemli dili. O; halk ve vatan sevgisinin
yeni ismi.
İdil'i anlatmaya sonraki sayılarımızda da devam edeceğiz. Bir kampanya başlattık; "Ayçe İdil Erkmen
Sanatsal Ürünler Kampanyası"... Duygularınız ürünlere dönüşsün, bir devrimci sanatçı ve Ölüm Orucu
Savaşçısı ürünlerle de kalıcılaşsın diye. Bir kitap hazırlıyoruz; kendini adadığı gelecek bu kez de onun adıyla
müjdelensin diye.
Onun yoldaşlarına yazdığı son mektubuyla başlamak istedik "Merhaba"mıza. O sözler tüm insanlığa bir
sesleniş; sevgi dolu, umut dolu, öyle içten, öyle yalın.
Tanımalıyız onları ve idil'i Kökleri Kawalar'da Pir Sultanlar'da, Mahirler'de. Şeyh Bedreddin hareketini
anlatmaya devam ediyoruz. Bugünümüze ve geleceğimize ışık tutan değerlerimizi, tarihimizi hatırlamanın ve
daha ötesi kavramanın önemini vurgulamak istiyoruz. Yalnızca ülkemiz mi? Halkların kurtuluşu evrenseldir.
Dünya halklarının özgürlüğü uğruna kaba değerler yaratan nice örnekler var. Bilim adamı Frederic Joliot
Curie'de bunlardan biri. Onun gibileri de anlatmaya devam e d e c e ğ i . Ö r n e k almak ve değerlerine sahip
olabilmek için.
Dergimizi çıkarmanın ve sizlere ulaştırmanın güçlükleri sürüyor. Grup Yorum'un yurtdışı turnesi dönüşü
beraberinde getirdiği, maddi değerinden öte sizlerin malı olan ve dergimizi hazırladığımız bilgisayarımıza
polis tarafından el konuldu. Grup Yorum'a yönelik operasyonda bilgisayarımız da gözaltına alındı. Onun da
tutsaklığı(!) devam ediyor.
Bir önceki sayımız Erdem Aydemirin "Ver Elini Dağlara" adlı yazısından dolayı toplatıldı.
Tüm bunlar Tavır'ımızı çıkarmaya engel değil. Ama daha iyi nasıl olmalı? Sizlerin eleştirileri, düşünceleri
ve önerileri Tavır'ı daha zenginleştirecek, işlevini güçlendirecek. Mektuplarınızı bekliyoruz.
Bir sonraki sayımızda buluşmak üzere...
Dostlukla...
TAVIR EYLÜL 1996
3
SELÇ UK DEMİR C İ
İDİL
İNANCIMIZIN G ÖR K E M Lİ D İ L İ
M
it-ral-yöz... mitral-yöz... Sayıklıyor İdil. 63. günde
38 kiloya düşmüş
bedeni, direniyor
ölüme. Yoldaşları
başucunda anlamaya çalışıyorlar
dudaklarından belirsizce çıkan kelimeleri. Sarsılıyor koğuş. Bir yoldaşı
"Mitralyöz sensin İdil" diyor. Ve
İdil'in son sözü dökülüyor dudaklarından; "Evet mitralyöz benim"
Artık konuşmuyor. 69 gün süren direnip sürecinin 68. gününde, dudaklarında çok belirgin bir gülümsemeyle son nefesini verirken; direniş boyunca ölümle alay eden İdil, o son
sözüyle, daha birkaç gün önceden
yere çalıyor ölümü, kepaze ediyor.
"Mitralyöz benim!"
Hey insanlık!
Binlerce yıllık insanlık geçmişini bağrında taşıyan tarih!
Duyun bu sözü! Duyun ve katın; acıların, kıyımların ortasından
yeşerttiğiniz değerlerinize. Duyun
ve işleyin; ak sayfalarınıza.
"Mitralyöz"...
Beynin beslenebilmek için vücudu
hücre hücre yiyip bitirdiği bir anda;
inancın, kararlılığın sınandığı o
anda; dorukta konuşuyor İdil;
"Mitralyöz" "Mitralyöz sensin"
"Evet mitralyöz benim"
Bilinçaltının tüm benliğe hükmettiği
anlarda, insanın sarfettiği kimi
sözler onun kişiliğiyle açıklanamayabilir duyanlar tarafından. Küfreder
4
TAVIR EYLÜL 1996
insan, hem de ağız dolusu; yaşamı
boy unca o ana kadar bir kez olsun
ağzından kötü söz çıkmamış olsa
da. "Gidin başımdan, defolun" diy e
bağırır; y anıbaşında çok sevdiği insanlar olsa da. Sev diği bir insanın
adını say ıklar; belki o ana kadar sakladığı bir duy guy u açığa vurarak. Annesine seslenir, ağlar, güler; kendinde olsa belki de kesinlikle yapamay acağı bir şekilde. Ama hoşgörüy le
karşılanır. Çünkü sağlığında değildir,
uyku halindedir. Ama bir gerçek daha v ardır; o sözler, gizlenmiş de olsa
varolan bir duy gudur, kişiliğinin saklı
y anıdır.
Peki y a İdil? O anda; direnişin,
kararlılığın en son perdesinde sarfettiği o söz? Mitraly öz?
1991 y ılından bu y ana halklarının
kurtuluşuna duyduğu özlemle söylediği her sözün, attığı her ileri adımın
tek bir sözcükte ifadesi bu. Ve insanlığın y üzlerce y ıllık direniş tarihinden
süzülüp geliyor. Güç, kararlılık, inanç,
sev gi tek bir sözcükte kilitleniyor. O
kadar saf v e y alın. Zalimin
karşısında mazlumun duy gusu. Haklı
olanın zulmedene anlay acağı dilden
öf kesi, kini. Ve beynini, bedenini
insanlığa adamış bir insanın, bir sav aşçının diğer adı:
Mitralyöz... Bedreddin... Mitralyöz... Pir Sultan... Mitralyöz... Kawa... Mitralyöz... Mahir... Mitralyöz...
Apo, Fatih, Hasan, Haydar... Mitralyöz... Niyazi, Sabo, Sinan... Mitralyöz... Sibel... Mitralyöz... İdil...
İdil... bir sanatçı o. Müzisy en,
oy uncu, y azar. Hepsinde başarılı olmak istiy or. Y eteneklerinin f arkında.
Y eteneklerini besleyecek sınırsız bir
kay nağa sahip; halkın içinde ve örgütlü. Bunun yüklediği sorumlulukların f arkında.
Ve bir savaşçı o...
Sanatçı ve savaşçı... Olamaz
mı? Farkı ne? Bir sanatçı savaşçı
olamaz mı, sav aşamaz mı? Ay nı
duy gulara, ay nı duyarlılığa sahip değiller mi? Bir sanatçı savaşçı olamaz
mı? Bu, duy guların y itimi midir, körelmesi midir? Ülkem acı çekiy or, ülkem ağlıy or, vatanım işgal altında,
alınteri satılıy or ama ülkem halkımındır, özgürleşmelidir diy en her sanatçının önündeki bir seçenektir bu.
Konumuna alternatif bir seçenek de
değil. Bir çelişki hiç değil. Zıtlık yok
bu kararda. Bir sanatçı hiçbir duy gu
yitimine uğramadan sav aşçı olabilir.
"Döğüşeme mek bir mavzer kurşunu
kadar olsun bilfiil" (N. Hikmet) demeden, bedenini bir silaha dönüştürebilir. İdil de veriyor kararını. Ölüm Orucu Sav aşçısı olurken sanatçı y anını
bir kenara koymuy or. O, geçmişte
kalan bir özellik değil, kendisini sav aşçı yapan bir birikim, bir değerler
toplamı.
Özgürlüğüne henüz birkaç ay
kalmışken y atıy or Ölüm Orucu'na.
Bir ressamın y aratacağı en güzel
esere kay nak olur gibi hareketsizleştiriy or bedenini. Coşkun akan bir ırmağın denize ulaşması gibi durulaşıyor. Ama yüreği mitralyöz, beyni mitraly öz... Ve sanatçı y aratıcılığıy la en
güzel eserini sunuyor insanlığa; kendisin). Doruğa çıkıy or, zaf ere ulaşıy or.
Sanatçı y aşatandır, y aşamın en
güzel değer olduğunu, onun güzelliğini oluşturan incecik ayrıntıları insana ulaştırandır. Nasıl y aşanması gerektiğini aktarandır. İdil özgürlüğüne
11 ay kala y akalıy or o anı; görüy or
yaşatmak için en güzel eserin kendisi olduğunu v e atıy or adımını güv enle, y üzlerce y oldaşıy la birlikte düşman ormanına. İnsanlığın bütün değerlerini; namusunu, saf lığını, güzelliğini, özgürlük hasretini y anına alarak dalıy or karanlığın ortasına. Biliy or, bir gün binlerce, milyonlarca
İdil'in aydınlanan o y erde boy v ereceğini.
Hey sanatçılar, aydınlar!
Tanıyın İdil'i! Tanıyın ve aktarın yüreğinize. Sizi denize taşıyacak olan o deli ırmağa cesaretle
sokacak inançtır, bal tadında sevdadır yüreğinize kattığınız. Gurur
duyun İdil'le. Halkı için yaşayan
bir sanatçıdaki cüreti ve yaratıcılığındaki sınırsızlığı görün ve onurlanın.
1991 y ılının ilk ay larında Ortaköy
Kültür Merkezi'ne ilk adımını atıy or
İdil. Y anında bir arkadaşı, "Biz geldik" diyorlar. O anda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi 2. sınıf öğrencisi, İY Ö-DER'li, üniversite gençliğinin coşkulu dinamizmine sahip ama
yüreğine söz geçiremiyor. Çünkü bir
sanatçı o, tıpkı babası gibi. Babasının uzun bir tiy atro geçmişi var. Y ıllar
boy u prof osy onel oy unculuk v e y ö-
netmenlik yapmış Semih Amca.
Özelliklerini İdil'e taşımış; sanatçı
yüreğini, sanat sevgisini. Küçük yaşta piy ano kurslarına y olluyor. İdil Biret gibi olsun istiy or. Düny a tanısın
onu, y eteneğiy le say gınlık kazansın
istiy or. Arzusu gerçekleşsin diy e İdil
Biret'in ismini v eriyor kızına.
Piy ano çalışına tanık olan azdır
İdil'in. Çünkü insanların önünde utanıy or. Güzel çaldığını hepimiz biliy oruz ama o çalmamakta ısrar ediy or.
OKM'y e gelişinin ilk günlerinde bir
OKM çalışanı "Sen hangi enstrümanı çalıyorsun?" diy e soruyor. "Piyano" diy or İdil. "O zaman gel Yoru m
odasına gideli m de bir dinleyeyim".
Hey acanlanıy or İdil. Sınandığını düşünüyor. Y etkin bir müzisyenin kendi
yeteneğini ölçtüğünü sanıyor. Oturuyor klavyenin başına. Şimdiy e kadar
piy anoda çalışmış bu nedenle klavy ede zorlanıy or. Bethoov en'dan bir
parça çalıy or elleri titrey erek. Bitirdiğinde karşı taraf bir tepki v ermiy or.
Soruy or heyacanla; "Nasıl Buldun ?"
"Valla ben zaten müzikten anlama m ki!.."
Tüm hey ecanı geçiyor İdil'in. Oy sa şu geçen bir kaç dakika, belki de
okul hay atı boy unca geçirdiği sınav ların birçoğundan daha heyacanlıydı
onun için. Bir daha böy lesi heyecanlar y aşamak istemediğinden midir,
bilinmez ama piy ano başında İdil,
nadir rastlanan görüntülerden oluy or.
Babasının, sanat sevgisini kendisine taşımasını bir adım ileriy e götürüy or İdil. Sanatın işlevinin, halkların
özgürleşme mücadelesine katkı sunduğu oranda y erine gelebileceğini
kav rıy or. Bu mücadelenin v e y aratıcılığın isimsiz y eteneklerinden olmay ı y eğliy or. Çok y önlülük mayasında
v ar İdil'in. OKM'y e geldiğinde henüz
kurulmuş olan v e ilk elemanlarından
olduğu Özgürlük Türküsü'nün yoğun
çalışmaları, Ortaköy Halk Sahnesi'nin tiy atro çalışmasından alıkoy muy or onu. Sev iyor tiy atroy u. Sev mesinin yanısıra oy unculuk y eteneğini de açığa çıkarıy or.
İlk rolü ise... Bugünden bakıldığında bu rolün garip bir tesadüf olduğu düşünülebilir. Ama mücadelemiz
içerisinde bir gerçekliğin ifadesi.
Kendi özgünlüğü içerisinde bir yoldaşın görev ini sürdürmek, bir bayrağın dev ralınması... İdil'in ilk rolü "Ey-
TAVIR EYLÜL 1996
lül Anaları" adlı oyunda bir tutsak annesi. Ve bu rolü o ana kadar Ayşe
Gülen oy nuy ordu. Ama o gün Ayşe
gözaltında. 1 May ıs 91 kutlamalarında Ay şe, eylem sonrası gözaltına
alınıy or. Oyun ise 1 hafta sonra Harbiy e Muhsin Ertuğrul Tiy atrosu'nda
oy nanacak. Hemen koy uluyor çalışmalara. Nasıl da hey acanlı! Utangaç
yapısı hey acanını besliyor. Oy un günü kuliste ay na karşısından ay rılmıy or. Mimiklerine bakıy or, ezberini
tekrarlıy or. "Bir ana için çok mu genç
gösteriyorum?" diy e soruy or. Ama
duy gular? Biliy or evladı zulmün göbeğinde olan bir ananın acısını. Hissetmeye çalışıy or ve çıkıy or sahney e. Ana y üreğindeki acı, öfkeyi doğurur zalime karşı. Sahnede cezaev indeki subay, oğlunu sormak için
kendisine "Yavrum" diy e seslenen
bir anay a hakaret yağdırıy or; "Çekil
başımdan! Nerden yavrun oluyor
muşu m? Ko münist tohumu peydahlayanlar anam ola maz beni m!" İdil
atılıy or subay a, iki eliy le y akasından
kav ray ıp sarsıy or onu; "Bana bak!
Sert tohum bile olama mışsın. Evet
evet tohum bile değilsin sen. Senin
hiç baban ol ma mış" Sesi güçlü, bağırıy or ama titrey erek çıkıy or. Bu,
y alnızca hey ecandan değil... y akalıyor o duy guyu, hırslanıy or. Biraz daha sürse, belki de ağlay acak hırsından. Oy un boyunca bir çok duyguyu
y aşıy or; ağlıy or, meraklanıy or, kırıy or, gülüy or, neşeli türküler söylüy or... Oyun bittiğinde hey ecanı geç-
5
miy or. "Nasıldı?" diye soruyor herkese. Ama özellikle annesinin tepkisini
merak ediy or. Annesi v e abisi de izley enler arasında. Y aklaşımı çok
önemli İdil için. Onun da gelişmesini
istiyor. Ama annesi y anına gelmiy or.
Üzülüy or, hem de çok. Aile düzeni
sorunlu İdil'in. OKM'y i tercih etmesi
bu sorunu büyütüyor. Annesiyle arası tüm uğraşlarına rağmen giderek
açılıy or. Sık sık yurtdışı turnesi v e
tutsaklık dönemi istediği gibi ilgilenmesini engelliyor. Tutsaklığında y azdığı her mektupta "Babamla ilişkiyi
kesmeyin, annemle görüş meye çalışın" uy arısını tekrarlıy or.
İdil'in "Eylül Anaları" oy ununda
Ayşe'nin rolünü üstlenmesi şimdi
bambaşka bir öneme v e değere sahip. Bugün Türkiye halklarının mücadele v e kahramanlık tarihinde silinmemecesine yerlerini alan iki devrimci sanatçı, onurlu y aşamlarında
da bu rol say esinde birbirlerini dev am ettiriyorlar.
Ayşe Gülen 17 Nisan 1992'de
şehit düştükten bir süre sonra, İdil bir
mektup yazıy or ona. Tav ır Dergisi'nin Ekim-92 tarihli 20. say ısında
"Tavır" imzalı y ay ınlanan mektubunda, İdil bir şehide v e yol arkadaşına
olan sev gisini, bağlılığını, görev ini
dev ralacak bir sorumluluk bilincini
her satırda y ansıtıy or. Günler sürüy or mektubu bitirmesi. Bir oturuy or,
bir kalkıy or kağıdın başından. İşine
v erdiği önemi, titizliği, hey ecanını
orada da y ansıtıy or. Ayşe'ye lay ık
cümleler kaleminden akmay a başlıy or:
"Merhaba Ayşe
... Kahkahalarla çınlatarak süzüldüğün o odada şimdi çerçeveli bir
fotoğrafın duruyor. Elini sürekli oynadığın saçından hiç çekmeden
oturmayı tercih ettiğin o eski ama
alabildiğine rahat koltuğun tam karşısında duruyor fotoğrafın. Hemen
yanında o fotoğraftan esinlenerek
yapıl mış yağlı boya bir tablo yemliyor. Her zamanki o sıcak tebessümünle dolu bakışların, herşeyini,
aşını, giysini ve ölümü paylaştığın
Nil'in ışıltılı bakışlarıyla buluşuyor ve
odayı baştan başa sarıyor.
Bir çocuk neşesiyle koşarak çıkıp gittiğin bu odada aldık haberini.
Daha kendimizi toparlayamadan senin rolünü paylaştık. Ne kadar da
çok istiyordun o rolü oynamayı...
Şimdi ise aynı duygularla biz "seni"
oynuyoruz. Hem de Ayşe Gülen
Halk Sahnesi olarak...
Ayşe Gülen Halk Sahnesi adını
aldıktan sonra bu adın yüklediği sorumluluklarla daha sıkı sarıldık çalışmalara. Başarma mız gereken çok
şey vardı...
...AGHS adıyla ilk kez 1 Mayıs
öncesi işçi ve me murlar ın karşısına
çıktık. 1 Mayısta ise miting alanındaydık. Sen de oradaydın. Yanıbaşımızdaydın...
... Bundan sonra çalışmalarımızı, etkinliklerimizi, gelişmeleri sana
bu sayfalardan ulaştırmaya devam
6
TAVIR EYLÜL 1996
edeceğiz. Karadeniz'in serin esen
rüzgarlarına salıp göndereceğiz onları sana. Gel dinle havaları.
Duygu yüklü buğulu sesin yanıtlıyor bizi. Karadeniz'in hırçın dalgaları eşliğinde dağlara çarpıp yankılanıyor... Seslerimiz yanındadır, seslerimi zi seninledir Ayşe.
Hoşçakal"
İdil'in dev rimci sanatçı sorumluluğunun tüm güzelliği bu mektupta,
kendisini gösteriyor. Ama satırlardan
da öte bu güzelliği pratiğine, attığı
adımlarına y ansıtıy or.
17 Nisan 1992 Çif tehavuzlar direnişinde Sabahat Karataş v e Eda
Yüksel'in telef on konuşmalarını
AGHS, temsili bir seslendirmeyle kasete okuyor. İdil bu çalışmada Eda'yı
seslendiriy or. Onların duy gularını;
sakinliği, öfkeyi, kendine güv eni, y oldaşa şefkati y akalay abilmek çok zor
oluy or. İdil, Eda'nın telev izy onlardan
y ansıy an "Hadi! Ne duruyorsunuz!
Cesaretiniz varsa gelini" seslenişini
def alarca dinliy or. Taklit etmekten
öte duy umsamay a çalışıy or. Teslim
olmamanın, halk v e vatan sev gisinin, y oldaşlarına v e hareketine bağlılığın en görkemli if adeleri bu seslenişlerle açığa çıkıy or. Bunları kavrayarak okuyor. Seslendirmenin bir bölümü Grup Ekin'in "Cesaretiniz Varsa Gelin" adlı parçasının giriş bölümüne konuluyor.
Kendini geliştirmedeki, mücadele y olundaki titizliği, itinası dev rimci
y aşam biçiminin bir parçası haline
geliy or İdil'in. Her görev en iy isiy le,
en güzeliy le eksiksiz y erine getirilmeli. Bu anlay ışı İdil'i y ukarılara taşıyor. Koşuyor İdil. Siyasi olarak geliştikçe emekçi y anı da gelişiy or. Zay ıf
bedeni onlarca parçay a bölünmüş.
Bilet satıy or, temizlik y apıy or, yemek
pişiriy or, bulaşık y ıkıy or, matbaaya
gidiy or, dergileri paketliy or, postalıyor, yazı y azıy or, yazıları değerlendiriy or, diziy or, mizanpaj y apıy or, büroların açılışıy la ilgileniy or, denetliyor, bir işin nasıl yapılması gerektiğini anlatıy or, bir başkasından öğreniy or, seminer v eriy or, bir y oldaşının
sorunlarıy la ilgileniy or, kendi sorunlarını bi zlerle pay laşıy or... Günden
güne y arattığı y eni İnsan kişiliğiyle
say gınlığı da gelişiyor. Artık o herkesin İdil Abla'sı v e bir yönetici. Kollektiv izm onunla büy üyor. Özlemi büyüdükçe sorumlulukları da artıy or
idil'in. Masabaşında uyuyakalmış ya
da gün boy u uykusuzluktan gözleri
kızarmış dolaşan İdil'le karşılaşmak
doğal bir görüntü oluy or. Bir gün otobüste giderken arkadaşına "Genellikle otobüste uyuyorum a ma durağa
gel meden uyanıyoru m" diy or. Arkadaşı bunu nasıl y apıy orsun dediğinde "Artık alışkanlık olmuş" diyor.
1994 Ey lül'ünde tutuklanıy or İdil.
Uzun bir y urtdışı gezisi dönüşü gözaltına alınıy or. Bu gezi boy unca özletiy or kendisini. Kendisi de özlüy or,
telef on konuşmalarında bunu dile
getiriy or sık sık. Ve binlerce kilometrelik özlemi gidermeye henüz birkaç
yüz kilometre kalmışken, Ankara'da,
istasyonda, trenin kalkmasına say ılı
dakikalar kala polisler dikiliy or başına. Eski Adalet Bakanı Mehmet Topaç'ın DHKC taraf ından cezalandırıldığı o gün; y üreği kurtuluş özlemiyle dolu bir insanın, sokakları, caddeleri, giriş-çıkışları ablukaya alınmış
Ankara'da dolaşması bir gözaltı nedeni. Ve hele İdil gibi ü zerinde sosyalist basına ilişkin bir kimlik taşıy orsa. Tav ır'ın muhabir kartı İdil'in kav uşma özlemini büyütmey e y etiy or.
Kendi anlatımıy la "6 saat sonra sizinle birlikte olacağımı düşünürken,
6 saat sonra külçe gibi hücreye atıyorlar" İdil'i. Önce tutuklanıy or, hüküm giymesi ise hukuksuzluğun boyutunu bir kez daha yansıtıy or. Çıkarıldığı DGM'de, daha ilk mahkemede
sav unmasını okumasına bile f ırsat
verilmeden açıklanıyor karar: "Y asadışı örgüte y ardım y ataklıktan 3 yıl 9
ay ".
Artık y eni bir süreç v ar önünde
İdil'in. Hasretimizi görüş gününe taşıy oruz. Av luyu boydan boy a koşarak geliy or tel örgülere, her zamanki
neşesi ve heyacanıy la. "Hazırım" diyor. Göze almış olduğunu söy lüy or.
"Burada da işler çokmuş. Hiç boş
vaktimiz yok". 5 ay sonra Çanakkale
Cezaev i'ne naklediliyor. Açlık grevinin ilerley en günleri de dahil her
görüşe koşarak v e neşey le gelen,
hey acanla sorular soran, sohbet
eden bir İdil, gözlerimize asılı kalan
son resimlerinden.
Ve son rolüne çıkıyor İdil. Bu role
hiç y abancı değil. Ayşe Gülen Halk
Sahnesi'nin 1984 Ölüm Orucu Direnişçileri'ni anlattığı "Direniş, Ölüm ve
Yaşam" oy ununda canlandırdığı direnişçi, şimdi kendisinde vücut bulu-
y or. "Sevdiklerimiz için yaşa makla
gösteririz sevgimizi. Ve gerektiğinde
sevdiklerimiz içirt ölmekle de gösteririz sevgimi zi. Ölü müne diren mek
yetmiyorsa, ölüme yatarız" diy ordu
oy unda. Şimdi bunu y aşıy or. Halkına
duy duğu sevgiy le, vatanının özgürlüğüne duy duğu özlemle, topraklarını işgal edenlere karşı duy duğu kinle, hep bir âdım, bir adım daha ileri
atılan İdil "artık en önde olacağım"
diy or. Bedeni mermi, beyni mitraly öz
sıkıy or kendini düşmana. Şehit 12
Ölüm Orucu Savaşçısı içinde kadın
onuru olarak yazıy or kendini dev rim
tarihine.
Bir anay ı oy nadı; ev ladı tutsak
olan, acısını öfkey e dönüştüren.
Bir sav aşçıy ı seslendirdi; "Leşlerinizi sokaklardan toplayacaklar" diy erek düşmana korku salan.
Bir Kürt kadınını canlandırdı; "Kimi ki min yurdundan kovuyorsunuz"
diy en.
84 Ölüm Orucu Direnişçileri'ni
oy nadı; "Güzeldir canımın canı güzeldir/ Verebilmek sevdamızın görkemli diliyle milyonlara bilincimizi" diy en.
Ve kendini oy nadı; Clara Zetkin'den Rosa Lüxemburg'a, Ley la
Halit'ten Vlasova Ana'y a, Sabo'dan
Sibel'e uzanan kadın ın sosy alizm
yolunda özgürleşmesi mücadelesine
bir imza da kendisi attı. Ay nı ey lem
içinde Adalet'le, Y ükselle buluştu.
Hey Analar! Dünyanın tüm ezilen kadınları!
Unutmayın bu ismi; İdil'i.
O sizin tarih boyunca yok sayılan, aşağılanan kimliğinizin özgürleşme yolunda yeni bir simgesidir.
Unutmayın 26 Temmuz 1996
tarihini; o gön İdil, eşitlik, özgürlük, adalet için; namusu pazara
sunulan kadının ve insanlığın kurtuluşu uğruna bir kadının nasıl
yaşaması gerektiğini öğretti dünyaya.
TAVIR EYLÜL 1996
7
Buca Cezaevi Ölüm
Orucu Direnişçileri
KUMRUNUN SABAH
TÜRKÜSÜ
Ötüşün
kumru kuşu,
Dağlanma doğan şafakları
hatırlatıyor bana Ötüşün
deli ediyor beni.
Bilmezdim
böyle özleyebileceğini insanoğlunun. Seni böyle
sevebileceğimi, sende bulabileceğimi
köyümün kıvrıla kıvrıla inen toprak
yolunu, sesinin
böyle hazin,
böyle umutlu olduğunu bilmezdim... İnsan böyle
özledi mi türküler söylemeli, türküler yakmalı.
Bir şiir yazmalı, iyi bir şey yapmalı. İnsan böyle
özledi mi
yatmamalı daha fazla yatakta,
uyanıp yurdunun sesini dinlemeli. Böyle
özledi mi insan
kalkıp sokağa çıkmalı,
pencereyi açmalı, nemli
toprak kokusunu aramalı. Yanmalı
bir kez olsun toprak süremediğine
Karıncaları davet edip göğsüne uzanmadığına
sıcacık toprağa bir ikindi vakti ağaç
gölgelerinde. İnsan böyle özledi mi
Ferhat olmalı
Kerem olmalı.
Böylesi özlem dağları deler,
zindanı yıkar
tutuşturur duvarları.
Böylesi özlem
böylesi yiğit ve umutlu...
Ötme kumru kuşu ötme ötme
dağlarımdan selam eden
o tanıdık sesinle.
Birazdan güneş doğacak
havalandırmamıza ve
sen susacaksın
yarım bırakıp o güzel türküyü. Açılacak
demir kapı, ben çıkacağım serin bir yaz sabahına.
Yoldaşlarım var benim.
Bugün ölüm yolculuğunun 49. gününde
Ötme,
bugün hüzün gerekmez bize. Yarım
kalmış türkülerin vakti değil. Bugün
sevgimiz, hıncımız, umudumuz
bir dağ sabahı gibi
heybetli ve güzel olmalı. Ötme,
yüreklerimizde
özlemenin buruk tadı uyanmasın. Ötme,
sevinmesin ölümümüzü bekleyenler
görüp hüznümüzü.
Ötme, kimse ağladığımızı sanmasın.
9 Te mmuz 1996
Buca, saat 06: 00
8
TAVIR EYLÜL 1996
ÇAĞLA AKAR
Bir Destanı Yazarken;
DİRENİŞ VE TEBESSÜM
Y
aşatmak isteriz sizi ve
son sözlerinizi, diy or
ilanın
sonunda.
Y aşama
gözlerini
y umduktan
sonra
çıkmıştı gazetelerde bu
ilan. Ama sen bu Hani
daha
önceden
biliy ordun. Seni ve diğer
Ölüm
Orucu
Sav aşçılarımızı ölüme uğurlay an o
f aksa kızsak da, sen tebessümle
karşılamıştın.
Gözlerin kapalı, vücudun yorgun,
bilincinse iradenin verdiği komutların
y avaş y avaş dışına çıkıy ordu.
Aramızdan ay rılışın ne kadar
sessiz oldu y oldaşım, y aşantındaki
sadeliğin gibi. Oysa o anda sana dokunan beş insandık. Hiçbir şey hissettirmeden "Ben görevimi tamamladım" demesine y umdun gözlerini v e
y aşama son noktay ı koy dun.
Seni tanıy alı beri sözden çok
pratiğini konuşturduğunu gördüm.
Ölümünle bir destanı y azarken de
öy leydin; inanç, direniş v e tebessüm... Bu üçü 65 gün boy unca hiç
eksik olmadı sende. Bir de namusum dediğin alnındaki kızıl bantın...
Bilinçaltı ve bilinçüstünde, her şeyinle kenetlenmiştin o banta. Onur demiştin, halk demiştin, v atan, umut
demiştin o bantın adına. Onun için
de hiçbir şey e tepki v eremez olduğun bir anda "baritini takalım mı?"
sorusuna, "takalım" y anıtınla y ükünü
taşımay a dev am ettiğini müjdeliy ordun.
Sahi İdil sen kimdin? Ailenin,
üzerine gelecek planları kurduğu,
piy ano dersleriyle sanatçı olarak
y etiştirmey e çalıştığı, üniv ersite
eğitiminin sonuda "garantili bir
geleceğe" sahip olan biri miy din? O
ince narin eller y alnızca piyano mu
çalacaktı? O zeki bakışlar, çakmak
çakmak o gözler y alnız iktisat mı
okuy acaktı? O ay aklar y alnız "garantili" geleceğin yollarında mı gidip gelecekti?
Sen bu olabilir miy din İdil?...
Daha y eni tanışmış olmana rağmen üç arkadaşla birlikte dergi yararına bir günde 600 kalem satmanla,
sonrasındaysa, OKM'y i y uvan belleyip her şeyini oray a vermenle reddediy ordun sana çizilmey e çalışılan sınırı.
O eller, o parmaklar emeğin,
onurun bestelerini y apmaya, oyunlarını y azmaya; o ayaklar çamurlu dar
sokaklara, y ıkık damlara umut taşımay a başladı. Sev giyle ışılday an,
ana sıcaklığında gülen o gözler evsize ev, işsize iş, esir alınmışa özgürlük yolunu göstermeye başladı. Söy lenmemiş en güzel türküler, oy nanmamış en güzel oyunlar şimdi ardına
düştüğün hasretin için y azılıp oy nanacaktı.
Kadındın sen, anay dın İdil. "Ama
O'nun çocuğu yoktu" mu diy orlar sana, gülerim onlara. Binbir özenle çıkardığınız, kanınızı, canınızı kattığınız TAVIR, senin en değerli çocuğundu. Y azısında, dizisinde, her satırında emeğin v ardı senin. Zamanında y etişmemişse, eksik bırakılmışsa bir şeyler, öfkenin önünde durulmazmış o zaman senin.
Kimilerine abla, kimilerine güv en
veren bir dost olmuşsun. Bizeyse kadın bir komutan, yol gösteren... "İdil
Ablam" dey ip sana içini dökenler,
gözaltına seninle alındığı için kendine güv eni gelen insanlar olmuş
İdil'im. Sarmış sarmalamış, kucaklamışsın onları; çizdiğin yolla bir de bizi, makina başındaki emekçiyi, ev ladının ardından ağıt y akanı, genç kadınlarımızı, kızlarımızı.
Hiçleyerek acıy ı Anadolu kadını
oluy orsun. Dakika dakika gelen ölümü hasretle buyur ediyorsun ölüm
y atağında. Ölüm olmalı! Zaf erimiz
için ölüm şart! Y aşamda nasıl koşar
adım aldıysan y olunu, ölümü güzellemede de öyle çabuk dav ranıy orsun. Sen ona, o sana yakışıy or. Sessizce buluşup son nefeste anlaşıy or-
sunuz. Isıtmaya çabaladığımız bedenin şimdi bay rağımız kadar kızıl,
bay rağımız kadar sıcak. Bu ne kitaplardaki dizili satırlara, ne alt alta sıralanmış şiir dizelerine, ne de melodisi
güzel ezgilere benziy or. Hiçbir şey
bu direnişi anlatmaya y etmiyor. Hiçbir şey , kırmızı gelinliğini geçirip sırtına, ölümsüzlük y olunu y ürümey e
başladığın günkü mutluluğunu anlatmıy or İdil... O gün düğünümüz vardı.
İki gelin y ollay acaktık ölümün koynuna. Ölüm ne haldeydi bilinmez ama,
siz y arine kav uşacak bir gelinin mutluluğunu taşıy ordunuz.
Seni, ölümü güzellemeye taşıy an
ney di İdil? "Gönüllüyüm" dey işin mi
y alnızca? Gönüllüler ordusu değil
miy dik bizler? Y ok, öy le değil tabi...
Gönüllülük disiplindi, yoldaş sıcaklığıy dı, sabırdı, özveriydi; gönüllük samimiyetti, v ef aydı, mütevazilikti. Söz
değildi y ani gönüllülük, y aşamın
kendisiy di. Onun için de aramızda
onu hak eden şanslımız sen oldun.
Gülünce ne kadar güzel oluyorsun y oldaşım. Çocuklaşıy or, daha
bir masumlaşıy orsun. İçin dışına mı
v uruyor ne... Tek tek kucaklaşırken
hepimizle, narin ellerinden, incecik
kalmış kollarından beklenmey en bir
kuvv etle kucaklıy orsun bizi, y aşamda kucakladığın gibi, kanatlarının altına alıp korumak istediğin gibi; ana
gibi, y oldaş gibi.
Nasıl acılar çektiğini bilemedik
İdil. Her şeyiy le iradene karşı gelen
bedeninin sana nasıl acılar çektirdiğini bilemedik. Hiçbir şey hissettirmiyordun kil.. "Of!" desen de, demesen
de acın haf if lemey ecekti ama belki
biraz rahatlamış hissedecektin kendini. Demedin İdil'im, bir kez olsun o
söz çıkmadı ağzından. Y umruklarını
sıktın, ayakların gerildi, dayanılmaz
olduğunda kasıldın, hepsi o kadar. O
acıy ı çekmek o kadar doğal, o kadar
gerekli ki senin için, normal y aşamdaki ekmek yemek, su içmek gibi. O
sesi bize duyurduğunda içimizin eri-
TAVIR E YLÜL 1996
yeceğini düşündün. Her soruşumuzda "iyiyim" dey işlerin ondandı, bir de
ölüme gitmenin iç rahatlığını taşıy or
olman.
Sen rahattın ama, bizde huzursuzluk, sıkılganlık v ardı. Ölüm Orucu'na başlanmışken Süresiz Açlık
Grev i'ne ara v ermiş olmak o kadar
ağır geliy or ki, ruh halimizi anlıy orsun. Son zamanlarda herkesle konuşmak, sohbet etmek için çağırıy orsun. Hemen y anına gelmiyorum,
üstüm başım y emek kokuy or. Gözlerin kapalı, ışık seni rahatsız ediy or.
Sesimden tanıy orsun beni, etini uzatıy orsun. Her zamanki gülümsey iş
var yüzünde. Nasıl olduğumu, ne düşündüğümü, barikat hazırlıklarını soruy or, dikkatle dinliyorsun. Farkediy orsun ezikliğimi. Y ere bakarak konuştuğumu anlıy orsun. Halden anlıy orsun y ani. Başımı kaldırmamı istiy orsun. "Söz bitti, bundan sonrası
eylem za man ı, eylem konuşacak, bu
hepimi z için geçerli" diyorsun. Ellerimizi daha sıkı kav rayarak anlaşıy or,
y eminleşiyoruz. Eylem konuşacak!
Bu sohbetimiz boy unca elin sürekli
ağzında. Niy e diyorum. Aldığım y anıt İdil'in y anıtı; "Ağzım kokuyor, sizi
rahatsız etmesin"... Oday a her giren
o günkü eylemleri, bilmem kaçıncı,
def adır tekrar ediyor. Say ımız 19.
Y ani neredeyse 19 kere. "Of aman
y eter" demeden kimsey i incitmeden
sabırla gülerek dinliyorsun. Kurtuluştaki y azı başlığı geliy or aklıma:
"Eylem Öğretiyor". Sen öğretiy orsun
İdil. Ey lem içinde ey lem y apmakla
öğretiy orsun dev rimciliği.
Barikat ekibimizde sen de v ardın.
Barikatı nasıl kuracağız, neyi nasıl
yerleştireceğiz, günlerce ölçüp, biçip
tartışmıştık. En sonunda başarıy or,
bedeninle y ıkılamay acak bir barikat
kuruy orsun düşmanın karşısına. İşe
bak ki ekipte y er alamadığına üzülüyor, siper y oldaşına "Hadi eyleme gideli m" diy orsun. O gün kapı dövme
ey lemimiz var. En uf ak sesten rahatsız olurken, o sesler sana güzel geliy or v e "özlemişim" diyorsun. Oysa
barikat ekibinin komutanı olmuştun.
Sen ekibi yatağından yöneteceksin,
dediğimizde ise utangaçlık seni suskunlaştırıy or. Hep böy le olmaz mıy dı? Ne zaman senin özelliklerine ilişkin bir söz geçse ya konuyu değiştirmey e çalışır, y a da "görev im" dey ip
suskunlaşırdın.
9
İçin dışına çıkacak gibi oluyor.
Acı içindesin ama, başucunda seni
bekleyen yoldaşımıza sıv ı alma saati
olduğunu hatırlatarak gitmesini, çay ını içmesini istiyorsun. Sen, o arada
acı çekiy orsun İdil. Ama disiplini ne
kendin için, ne de başkaları için elden bırakmıyorsun y oldaşım. Kolunu
kaldıracak halin kalmamışken akşamları pijamalarını, sabahsa kırmızı tişörtünü giy ip bandını takmak istemen, elini yüzünü sabunlaman şaşırtmıy or bizi. Sen, sen olmaktan
v azgeçmiy orsun İdil. Kurallı y aşam
konusunda kimi zaman sıkıntılar y aşamıy or değildik, y aşıy orduk elbet.
Ama sen y aşantını o kadar doğal bir
şekilde sürdürüyordun ki, ilkeler-kurallar zor değildi senin için. Çatışmalar da y aşıy orduk. Ama sen tavizsizdin. Bir gün olsun y emeğe geç indiğin, çalışmalara geç oturduğun, dinlenme saatleri dışında uy uduğun olmamıştır. "Yarın bi zi m nöbeti miz
var". Hatırlıy or musun idil bu sözünü? 62. gündesin v e bilincin kapalı.
Sen, sen olmaktan hiç vazgeçmiyorsun.
Kav ga ettiğimiz gün geliy or aklıma.
Sof raday ız.
Gürültülü
y emek
sohbetlerimizden biri. Sen y ine en
sessizimizsin. Hiç olmadık bir anda
sudan bir sebepten ötürü ben parlıy orum v e küsüyorum. Ve bunu karşımdakini düşünmek adına y apıy orum, seni düşünmek adına... Sonra
köşeme çekiliy orum. Kısa süre sonra y anımdasın; her zaman olduğu gibi, sıkkın bir y üreğin her zaman yanında y er aldığın gibi. Konuşmakta
zorlandığımı, sıkıldığımı ve pek fazla
konuşmadığımı biliy orsun. Ama sensin işte. Sorun v arsa konuşulup halledilmeli. Sıkıntılı başlayan bir sohbetin başında ağlay an v e sonrasında kahkahalarla gülen iki tip çıkıy or
ortaya. Öy le giriyorsun ki insanın kanına, sana dert anlatılıy or. Dinliy orsun çünkü. Dedim ya, halden anlıy orsun. Ama y anlışı düzeltmekten
v e hatalarımızla alay etmekten geri
kalmıy orsun. İnsana adım attırıy orsun y ani İdil, insanı sürüklüyorsun.
Hatırlıy or musun, sorun gerçekten
su sorunuy du. En çok da buydu güldüğümüz.
"Neden aramızda değilsin?",
"Sohbetlere neden katılmıy orsun?
diy e eleştiriliy orsun. Üst ranzaların
bir köşesinde elinde kağıt-kalem,
gözlerin uzaklara dalmış hatırlanıy orsun yoldaşım. Mav ra muhabbetleri sıkıy or seni, gelemiy orsun boş
konuşmalara. Ama aldığın eleştiri
düşündürüy or seni. Çünkü dinliy orsun, yanlış y a da doğru, sonuna kadar dinliy or v e anlamaya çalışıy orsun sana söy lenmek isteneni. Kapris
yok, kırgınlık y ok, dargınlık y ok sende. Ne anlatılmay a çalışılıy orsa, onu
almak istiyorsun. Aramıza daha f azla karışıy orsun. Sessizliğinden pek
f azla bir şey kaybetmiy or, dinlemeyi
tercih ediy orsun. İy i bir gözlemcisin,
onun için de sağlıklı değerlendirmeler y apıy or v e doğru y aklaşıy orsun
insanlara. İnsanlar seni dinliy or, senin söylediklerini yapıy or İdil.
Sen başkasın İdil. Bize olanüstü
gelen, zor gelen şeyler, sende o kadar doğal ki, ne öv ünmeye, ne abartılmay a, ne de konuşulmaya... hiçbirine ihtiy aç duymuy orsun. Köylü kadının tarlada iş görmesi gibi, ananın
çocuğunu emzirmesi gibi; yalın v e
doğal.
Rahatsızsın. Nöbetini biz tutalım
ısrarlarımıza her def asında kısa ve
net yanıt veriyorsun; "Cık". Bir tek bu
öneriy e kapalısın zaten. Bunun dışındaki önerilerimizi "olabilir", "deney ebiliriz"le y anıtlıy orsun. Biz öneri
sundukça seviniy orsun. Sorumlulukların bizden daha ağ ır. Ama senin
için dert değil ki bu; işlerimizde bize
yardım etmende, sıkıntılarımızı çözmede engel değil ki. Çünkü sen ölesiy e bağlısın y oldaşlarına, ölesiye
bağlısın halkımız dediğin o büy ük
güce, uğruna ölünür dediğin bu vatana.
Biliy or musun İdil, analarımız seni
gururla taşıy or ellerinde, sokaklarda,
gösterilerde. Çok uğraşıp da anlatmay ı beceremediğimiz, dinletemediğimiz şeyleri kav rattın onlara.
Y alnızca onları mı İdil, yalnızca onları
mı? Sen kendini anlattın İdil. Sen
Sabahat Abla'daki özv eriy i, Sibel'deki yoldaşlığı, Perihan'daki, Zehra'daki feda ruhunu anlattın. Gün gün, saat saat yaşattın. Sen bize bizi tanıttın. Küfemize y ükleyip bu onurlu y ükü taşıy ın diyorsun; fabrikadaki kadına, evinde sömürülene, yollarda sürüklenen ak saçlıy a taşıy ın geleceği,
taşıy ın özgürlüğü, taşıy ın yarınlara.
Ali Rıza Komutan'ın dediği gibi; acımızı gözy aşlarımızla haf if letmeden
taşıy acağız o büyük güne.
10
TAVIR E YLÜL 1996
TAVIR
KÜLTÜR CEPHESİ
VE
MECLİSLER ÜZERİNE
K
ültür ve sanat alanına
yönelik iktidar merkezli saldırılar artık
hepimizin gündemine
rutin başlıklar halinde
dizilmişlerdir. Hemen
hergün ya bir konser
yasaklanmakta, ya bir
kitap hakkında toplatma kararı çıkarılmakta, dava açılmakta ya da açılan
bu davalardan dolayı aydınlara ve
sanatçılara cezalar verilmektedir. Hatta,
Küttür Bakanlığı kendi finanse ettiği
yapımlara dahi yaptırım, baskı yasak
uygulayabilmektedir.
" 'Düşünceye Özgürlük' Davasına
Dün de Devam Edikül"
"Grup Yorum Elemanları Tutuklandı!"
" 'İstanbul Kanatlarımın Altında"Filmi Kayseri'de de Yasaklandı! "
Bu başlıklar artık hiçbirimizin yabancısı olmadığı başlıklardır.
Bu, baskıların sadece bir yönüdür.
Hayatın her alanında demokratik
muhalefetin her köşesinde bulunan
insanlara yönelik baskılar bilinmektedir.
Yakılan köyler, göçler katliamlar,
sürece yyeni bir halka ekleyen iller
yasası ve onun bir parçası
olan polise verilen "vur yetkisi" diğer
yandan günden güne yükselen "Tutsaklara Özgürlük" şiarı, cezaevleri
cephesinde bayraklaşan direnişler. Yani
hayat olanca hızıyla akıyor. Ve iki irade
çatışıyor. Ezilernlerin ve ezenlerin
iradesi. Bir yandan emeğin erdemin,
namusun mücadelesi diğer yandan baskı
ve zulüm...
Bu baskılan sadece baskıya maruz
kalan kesimin sorunu olarak görebilir
miyiz? Biz "hayır* diyoruz. Bizce tüm
bunlann hepsi ama hepsi aydın ve
sanatçılarımızın da sorunlarıdır.
P eki, halka yönelik iktidar cephesinden böylesi yoğun bir saldırı başlatılmışken duyarlı, devrimci demokrat
sanatçılar cephesindeki gelişmeler
nelerdir?
Açıkçası kendi cephemizde, yaşanan irili ufaklı gelişmelere karşın
güçlü bir karşı koyuştan sözedemiyoruz. Baskılara karşı örgütlenen
tepkiler ya yüzeysel, birkaç basın
açıklamasıyla sınırlanmakta; ya da bu
tepkiyi örgütleyenin yörüngesine takılıp
kalmaktadır.
Bugün hemen tüm duyarlı kesimler
kendi
çevrelerinde
bir
takım
mücadeleler yürütmektedirler. Ancak
bunlar çoğu zaman dar bir çev-
rede yürütülen mücadeleler olarak
kaldığından düzen tarafından çok çabuk
eritilmekte, yaptırım gücü
fazla
olamamaktadır.
Yalnızlaşma bir süre sonra sadece
kurumlar arası olmaktan çıkmış
yapılanmaların kendi insanlarından
kopmaları yönünde kendini göstermeye
başlamıştır.
Örneğin,
dönüp
baktığımızda sahip çıkılmayan birçok
sinema ve tiyatro oyuncusu, müzisyen
derneği, sendika ve ve vakıflarının
varlığını görürüz.
Demokratik mücadelede yalnızlaşma, saldırılar karşısında da yalnızlaşma
demektir.
Çevresindeki
güçlerle birlikte hareket etmeyen yapılanmalar, iktidarın saldırılarına karşı
topyekün bir direniş hattı oluşturamazlar.
Bu hattı yaratmak ve güçlendirmek
zorundayız!
Varolan tepkileri, hoşnutsuzlukları
ve bu tepkileri kendi başına örgütlemeye, ileriye taşımaya çalışan
aydınları; onların oluşturduğu kitle
örgütleri ve mesleki kuruluşlarını biraraya getirmek ve bu yapıları bir çatı
altında toplamak zorundayız. Ancak o
zaman güçlenir ve karşımızda bizi
ezmek
için
bekleyen
cendereyi
parçalayabiliriz.
TAVIR EYLÜL 1996
Birleşmeliy iz!
"Birlik" sözü bugüne dek maalesef toplumsal mücadelenin hemen
her saf hasında gerek örgütlü çevrelerden gerekse de örgütsüz ay dın
v e sanatçılar taraf ından sıkça v e
hoy ratça sarfedilen fakat bir türlü somut, kalıcı örgütlenmey i y aratacak
önerilerle şekillenmey en, dolay ısıy la
kurulmadan y ıkılan bir y apıdan ibaret bir sözcük haline gelmiştir.
Bugüne kadar birçok kez ay dınlar v e sanatçılar arasında birlikteliklerin adımlarını atma gayretinden sözedilebilir. Fakat bu platformlar, kimi
zaman ay dınların kendi aralarındaki
kişisel kısır çekişmeler, kimi zaman
da sol söy lemli sanatçıların kendilerinin dışında gördükleri sanatçılara
karşı dışlay ıcı v e değer vermez yaklaşımları birliği bir ihtiy aç olarak gören v e biraray a gelen insanların v e
kurumların hev esini kırmış, birliği
baltalamıştır. Bu platformların da
ömrü bu sebeplerle kısa olmuştur.
Fakat bunların y anısıra birçok
duy arlı ay dın v e sanatçının da hemen her gün birlik üzerine söy lev ler
v erdiği ama somut önerilerle kendilerine gidildiğinde nasıl geri çekildikleri de bilinmektedir.
Bu tür y aklaşımlar aslında birliği
bir ihtiy aç olarak görememenin sonucudur. Bu anlay ışı y ıkmak zorunday ız ama nasıl?
Biz birlikteliğimizi nasıl sağlay acağız?
Aslında birlikteliğimizin önü açıktır v e hiçbir aydının, hiçbir sanatçının
birlikteliğinin önünde engel y oktur.
Biz bu birlikteliğin sağlanabilmesi
güçlü bir zemine oturabilmesi için örgütlü, örgütsüz, duy arlı, demokrat
tüm aydın v e sanatçıların biraray a
gelip, Ay dın v e Sanatçı Meclislerinin
kurulmasını
öneriy or
ve
bu
meclislerin kurulması için çabalıy oruz. Meclisler, alanımızın tüm sorunlarının tartışıldığ ı, çözümlerin üretildiği bir mev zidir. 'Sürekli, dinamik,
alanın kendi özgün y anlarından y ola
çıkan v e bu alandaki örgütlülükleri
geliştiren bir zemindir.
Şimdi haliy le sorulacaktır. Bu
meclis nasıl örgütlenecek, nasıl
oluşturulacak? Bu soruyu anlıy oruz.
Sorunların çözümü için böy lesi bir
öneri bugüne dek ay dınların gündeminde ne yeralmış, ne de tartışılmış-
11
tır. Bu y üzden görüşlerine başvurduğumuz birçok aydın-sanatçı, meclisleri olumlu bulduğunu ama sanatçılar içinde böyle bir örgütlenmenin
nasıl oturtulacağını merak ettiklerini
belirtmiştir.
Meclisler ne biçim ne de içerik itibariy le ay dın-sanatçı çev resinde henüz kav ranamamıştır. Ama tartışmalarımız henüz başlamıştır; daha çok
y enidir. Meclis önerimizi tüm ay dınların gündemine sokacağız. Meclis
konusunda ısrarlıy ız; çünkü bugüne
dek ay rı noktalarda duran ama birçok ortak y anları bulunan yüzlerce
ay dın kendini ancak meclis çatısı altında if ade edebilir. Örneğin, görüştüğümüz ay dınlardan Şair Ataol
Behramoğlu, sanatçılar içinde böy le
bir oluşumu y aşama geçirmenin zor
olduğunu ama böy lesi bir örgütlenmenin de gerçekleştiği takdirde çok
büy ük işler başarılabileceğini belirtmiştir.
Ev et; aydınlar meclisin gücünü,
y apılabilecekten daha. meclisler kurulmadan görebilmektedirler. Ama
bugüne dek ay dın örgütlenmelerinde
yaşanan olumsuzluklar, aydınların
örgütsüzlük geleneği örgütlenme konusunda samimi, duy arlı ay dınların
da gözünü korkutmaktadır. Say ın
Behramoğlu, Türkiye Y azarlar Sendikası (TY S)'nın başkanıdır. Belki, .
"TY S'y e y azarlar ne denli sahip çıkmaktadır ki meclislere sahip çıksınlar" diy e düşünebilir. Bu, müzisy enlerin dernekleri, sinemacıların y eraldığı kurumların y öneticileri için de
geçerlidir. Ama meclisler işler hale
geldiğinde içerisinde y eralan kurumlar da bundan kazançlı çıkacaktır. Bu
kurumların işlerliği, v erimliliği artacaktır. Tabi bunu başlıbaşına meclisler başaramayacaktır. Karşılıklı
olarak iki taraf da birbirini geliştirecektir. Çalışmalara hız v eren dinamik
bir
kurumada sahip
olacaktır.
Meclislere emek v erdikçe sonuçları
v erimli olacaktır. Onun için geçmişte
yaşanan olumsuzluklar gözümüzü
korkutmamalıdır. Emek verildiğinde
kazanacak olan aydınların örgütlülüğüdür. Emek vermeyi bilmek gerekir.
Geçmişte y aşanan olumsuzluklardan dersler çıkarmak için yürütülen tartışmalara "ev et" diy oruz ama
y eni örgütsüzlüklere zemin hazırlay an tartışmaların örgütlenmesine
şimdiden "hay ır" diy oruz.
Meclis, bugüne dek ortaya atılmamış bir öneridir. Bunun için işley işinden örgütlenmesine dek her yanı
onu oluşturan kesimlerce y ani aydın
ve sanatçılarca tartışılacaktır. Biz de
dergimiz sayf alarında bundan sonra
bu tartışmalara devam edeceğiz.
Meclis, tüm aydınlar için kendilerini
en demokratik v e en geniş biçimde
if ade edebilme, ay dın hareketini
y önlendirme, ivme kazandırma aracıdır. Aydınlar, güç verdiği omuz v erdiği oranda büy üyecek, meclis güçlü
bir silaha dönüşecektir.
Meclislerin Oluşturulması Kültür
Cephesi Ve Meclisleri iktidar
organları gibi görmemek gerekir.
Ama iktidarı hedef ley en, sarsan, hatta gerileten sonuçları y akalamak
üzere kitle örgütlerinden tek tek birey lere dek birlik ortamının y aratıldığı bir mev zi v e demokratik muhalefetin etkin bir parçası haline dönüşmelidir. Meclislerimiz öncelikle demokratik muhalefeti birleştirme mücadelesinin etkin bir parçası olabilmelidir.
Hay atın her alanında bölük pörçük
güçler haline gelmiş emekçi örgütlenmeleri birleşmek, birlikte hareket
etmek ve etkin v uruşlar y apmak zorundadır. Tüm demokratik örgütlenmeler biraray a gelmeli v e demokratik muhalefet odaklarının nasıl birleştirilebileceğini tartışıp sonuçlar almalıdır. Demokratik Muhalefet Meclisleri'ne giden y olda sağlam adımlar atılmalıdır. Bu alanda son süreçte iyice
yoğunlaşan tartışmalar y aşanmaktadır. Bu tartışmalar bugün birçok kesimin gündemindedir. Sanatçı v e Ay dın Meclisleri de demokratik muhalefetin merkezileşmesini sağlamak y önünde hareket etmelidir. Tabi bunun
için ilk adım ayrı ay rı y erlerde duran
ay dınlan biraraya toplamak olmalıdır. Sanatçı v e Ay dın Meclisleri bu
misy onla hareket edebilmelidir.
Kültür Cephesi, Sanatçı v e Ay dın
Meclisleri'nin f aaliy etleri tartışılırken
tabi ki aydın v e sanatçıların kendi
alanlarındaki özgün sorunlarından
y ola çıkılacak, tartışmalar bu y önde
şekillenecektir. Örneğin müzisyenlerin gündeminin önemli bir y anını
oluşturan "telif hakları" sorununa
meclis nasıl y aklaşacaktır? Bu konuda araştırmaları, bulguları v e çözüm
önerileri ne olacaktır? Y a da, Kültür
12
TAVIR EYLÜL 1996
Bakanlığı'nın f inansıy la f ilm y apanlar
için edilen "besleme" sözü v e bu sözü ettiren mantığa karşı v erilecek
mücadele nasıl şekillenecektir? Sanatsal f aaliyetlerin yasaklanmasına
karşı nasıl bir politika izlenecektir?
Tüm bunlar meclislerin çalışma alanıdır. Muhatap alınan odak Kültür
Bakanlığı'y sa buranın dikkate alacağı bir güç haline gelmek gerekmektedir. Son y ıllarda tüm demokrat kesimin rahatsız olduğu bir konu v ardır. O da kültürel dejenerasyondur.
Meclisler bu meseley i derinlemesine
tartışmalıdır. "Alternatif kültür; demokratik halk kültürünü nasıl işley eceğiz, nasıl hay ata geçireceğiz? Çalışmalarımız neler olacak?" Çünkü
dejenerasy on, değerlerimizin gün
gün eriy ip gitmesidir. Hiçbir aydın
buna tav ırsız kalmamalıdır. Herkesin
bu konuda y apacağı birşey ler v ardır.
Herkes bu soruları tartışmalıdır. Bu
da, v arolan tüm kuruluşlara eklenen
bir Kültür Cephesi oluşumuyla değil,
v arolan tüm kuruluşların biraray a
geldiği v e hepsinin kendini özgürce
if ade edebildiği meclisleri güçlendirmekle olabilecek birşeydir. Kültür
Cephesi v e Meclisler, ay nı zamanda
demokrasi mücadelesinin örgütlü
sesi olma misy onuyla şekillenecektir. Meclisler, y alnız kendi alanına
özgü sorunlara çözüm aray ıp, f aaliy et üreten değil, bu sınırı aşarak ay nı zamanda ülke gündemini önüne
koy an, emekçi halkın sorunlarıy la ilgilenen bir anlay ış da geliştirmelidir.
Kay ıplar, katliamlar, işkenceler, işçi
kıy ımları, memurların sendika mücadelesi, köy y akma ve boşaltma gibi
çoğaltılacak say ısız gerçekliğe kendi
yaklaşımını sunan bir işlev kazanmalıdır. Dahası, bu sorunlara karşı
oluşturulan duyarlılığı güçlendiren
kararlar almalı ve bunları ısrarlı bir
şekilde takip ederek hay ata geçirmelidir. Gelişen ülke gündemine, aydınlarımızın v akit geçirmeksizin tav ır
koy ması gerekmektedir. Burada neler y apılabilir diy e düşündüğümüzde
birçok şey in yaşama geçirilebileceğini
görüy oruz. Örneğin, kamuoy unu
bilgilendirecek açıklamalardan inceleme hey etleri oluşturmaya, bu konuda kararlar alıp y etkili merciilere
baskı uy gulamay a dek çalışma alanı
ve y etkisi geniş olmalıdır. Ölüm Orucu Direnişi süresinde aydınların y arattığı duy arlılık v e etkisi bilinmekte-
dir. Kısacası ay dınlar değiştirecek
güce sahiptir. Geniş sanatçı kesimleWB harekete geçirecek, birçok sanat kuruluşunun birlikte hareket
edebileceği koşulları sağlayacak bir
örgütlenme modeli olmalıdır meclisler. Yakın zamanda birçok sanatçı v e
sanat kurumunun biraray a gelerek
oluşturduğu Sanatçı Day anışması'nın Ortaköy'de gerçekleştirmek istediği ey lem bu söylediğimize bir örnektir. Cezaevlerindeki açlık grev lerine destek v ermek amacıy la Ortaköy de biraraya gelen sanatçılar burada direnişe destek vermek için şiirler okuy acak, türküler söyleyeceklerdi. Gerçi polisin saldırısıy la bu gerçekleşemedi. Burada, y aşanan soruna ortak müdahale etme konusunda
sanatçıların nasıl biraray a gelip,
ürettiğinin örneği v ardır.
Düşünülüp araştırıldığında hem
birlikte hareket etmenin koşullarının
y aratıldığını, hem de özgün tarzda
ey lemlerin üretildiğini görebiliy oruz.
Y ine Ölüm Orucu'nda şehitlerin verilmesiy le birçok aydın v e sanatçı geç
de olsa girişimlerde bulunmuşlar,
duy arlılıklar göstermişlerdir. Ölüm
Orucu aydınlarımız için bir insanlık
sınav ı olmuştur. Ancak bu sınav ın,
gerek kültür-sanat alanında, gerekse
emekçilere yönelik her saldırıda v erilmesi gerekmektedir. Çünkü aydın
v e sanatçıların tek tek bilgi v e yetenekleri zaten insanlığın aydınlanması
ve gelişimi i ç i n değil midir? Ve toplumsal sorunlar, baskılar, onların kişisel y aşamlarındaki sıkıntılardan ve
bağlı oldukları kurumların özgün sorunlarından daha öncelikli v e acildir.
Ancak ne aydın v e sanatçıların y aşamsal sıkıntılarını, ne de kurumlarındaki sorunları görmezden gelemey iz. Çünkü bunlar sistemin politikalarının y arattığı sorunlardır. Meclisler, tüm bunların birbirinden bağımsız görünmediği v e birlikte ele
alınıp tartışıldığı bir oluşumdur.
Meclisler sadece bir bölgeyle sınırlı kalmamalı, orta v adede tüm ülkede kurumlaşmalarını y aratabilmelidir. Zamanla tüm ülkeye yay ılan
meclislerin, kendi içinden seçtiği
temsilciler ülke çapında kurultaylar
örgütley ebilmeli v e kararlar alabilmelidir. Bu hem meclislerin merkezileşmesini sağlay acak, hem de tüm
ülkedeki sanatçıların sorunlarına çö-
zümler aramada adımlar atılmasına
olanak sağlayacaktır.
Meclisler v e Kültür Cephesi aslında birbirinden kopmaz bütünlerdir.
Meclisler y aptıkları çalışmalar sonucu aldıkları kararlarla ortak bir cephe
y aratılmasını gündeme, getirebilirler. Y ani ortak bir düşünceyle, ortak
bir hedef e y önelme, cephey le gündeme gelebilir. Dolay ısıy la Kültür
Cephesi'nin bir ön adımıdır Aydın v e
Sanatçı Meclisleri.
Meclislerin Adımlarını Atmalıy ız!
Soy ut tartışmalardan, kurgulardan uzaklaşıp somut adımlara y önelmek gerekmektedir. Aydın v e Sanatçılar Meclisi'nde kim, ney i if ade
etmek İstiy or? Kim, kiminle nerey e
kadar birlikte olabilir? Eğer halklarımızı ezip, sömüren faşizme v e empery alizme karşıy sak; eğer y urdumuza ay nı sevdayla bağlıysak, emeğin, özgürlüğün y anındaysak birliğimizin önünde engel y oktur. Birleşmek zorunday ız. Birleşmek, bulunduğumuz alandan sömürüye bir tokat da bizler v urmak zorunday ız.
Unutmayalım; Hitler Almanya'da iktidarı ele geçirdiğinde, Almanya nüf usunun % 37'si Hitler'i destekliyordu.
Y ani % 63 faşizmin karşısınday dı.
Ama bu y üzde birleşemediği için f aşizm, Av rupa halklarına kan kusturan zulüm dönemine imzasını attı.
Bugün ay nı durum ülkemizde geçerlidir. Ama bizler ay nı hatay a düşmemeliy iz; geçmiş bizlerin dersler çıkaracağı bir ödev olmalıdır.
Sorun, bu meclislere kimin öncülük ettiği tartışmasına gelip takılabilir. Meclislerin öncülüğü de emekçiliği de onu oluşturan unsurların olmalıdır. Bizler böy le bir öneriyi getirdik
diy e bizim -hegemony amız altında
oluşacak bir meclisten sözedilemez.
Önerimizi birlikte oturup tartışalım,
zenginleştirelim. Önerimiz herkesin
katkısına, düşüncesine açıktır. Bizim
için gerçek anlamda inisiy atif doğru
önermelerdedir. Doğru önermeler
yapmak, emek harcamak, birliği güçlendirmek için çaba sarf etmek...
önemli olan budur.
Birleşirsek kazanırız. Ve kazanırsak, bugüne kadar sahip olmadığımız birşey e sahip oluruz: Özgürlüğümüze...
TAVIR EYLÜL 1996
13
RÖPORTAJ
KÜLTÜR CEPHESİ ÜZERİNE
GÖR ÜŞ LER VE ÖNE RİLE R
Kültür Cephesi ve Meclisler üzerine yürüttüğümüz
tartışmalarda aydın ve
sanatçıların görüşlerini,
önerilerini aldık. Bu sayımızda ilk olarak Aydın
Ilgaz, Fevzi Kurtuluş ve
Mesut Akusta'nın düşüncelerini yayınlıyoruz. Röportajlarımıza bundan
sonraki sayılarımızda da
devam edeceğiz.
aydın ılgaz
yayıncı
Ülke gerçekleri karşısında aydınların bugüne kadar birlikte hareket edemediğini;- kalıcı, sürekli,
birlikler yaratamadığını görüyoruz. Sizce bunun sebepleri nelerdir?
Cumhuriy etten bu y ana ay dınlarımızın çoğunun halktan kopuk ve
halk kesimlerinden çok uzak-olduğu
bir gerçektir. Aydınlarımızın halktan
kopuk olması nedeniy le, onların sorunlarına da çare bu lunmaz hale
larımız, bu çalışanlar, politikadan, siy asetten, kültürden, sanattan çok
uzak kalıy orlar. Y ani bir yerde sırf
y emek ve içmek için yaşamış hale
getiriliy orlar. İşte ülkemizdeki patlamay a hazır insan g r u b u bu. Kül-
Biz aydınız ama acımıyoruz bile o
insanın sömürülmesine. Her an patlayacak çöplüğün yanında yaşanıldığı
ama aydınım diyenlerin varmadığı,
gitmediği yerler oralar. Başkaları (RP
vs.) gidiyor. "Bomba patlayacak, insanlar ölecek" demesi bile gerekirken
demiyor aydınlar. Siyasi iktidarlar bunu yapmıyorsa bizlerin bunu bir şekilde yapmamız gerek.
geldi. Şöy le; eskiden hiç olmazsa
A n a d o lu'nun kırsal kesimlerindeki
köy lerde bir öğretmen köyün içinde
y aşar, çalışır v e hatta. oraya emekli
olarak bile y erleşirdi. Günlük bir
gazete, radyodaki haberler, köy
kahvelerinde okunur, dinlenir ve
orada y aşamını sürdüren bir öğretmen, halkın sorunlarını, ülkenin
sorunlarını köy lüy le tartışır v e buna
bir çare bulmay a çalışırdı. Hiç olmazsa köylü vatandaşların da aydınlanmasında öncülük y aparlardı. Değişen çağımızın koşullarında kasaba-köy ilişkilerinin kopması, bu kesimin halkla bağının kopmasına da
neden olmuştur. Bugün ülkemizde
varoşlar dediğimiz - ki ben o kelimeyi y abancı dilden geldiği için benimsemiy orum. "Kenar Mahalle", bize
göre en uy umlusu. Y aşam kaygısı
içinde olan bu insanlar, sabahleyin
erkenden kalkıp, geç saatlere kadar,
tekstil sanayiinde, trikotajda, konfeksiy onda, ağır işlerde, döküm işlerinde, demir işlerinde çalıştıkları için,
herşey den kopmuşlar v e ekmek parası karşılığında çalışıp emeklerini
değerlendiriy orlar. Y ani kısacası hiç
boş v akitleri y ok. Şimdi bu arkadaş-
türel v e sanatsal açıdan, onların
boş v akitlerinde d e ğ e r-lendirebileceği, gidip bir a r a d a yaşayabileceği mekanlar oluşmadığı için
toplum bi-rey leşmiş; tek başına
doğuy or, büy üyor, ölüy or. Y ani
arkasında bir iz bırakmay acak hale
gelmiş
insanlarımız.
İşte
ay dınlarımıza,
eğitimcilerimize,
yazar-çizer, sanatçı, şairlerimize
burada çok iş düşüy or. En başta
y apılması gereken; biraray a gelinerek toplu bir şekilde müziğimizin, kültürümüzün, sanatımızın oluşmasında tohumların atılması olmalıdır.
Belli gruplar, belli gruplardan
koptuğu için biraray a gelememenin
sıkıntılarını çekiy oruz. Temelde kültürü, sanatı v e insanı y eniden yeşertecek bir noktada buluşmamız gerekiy or. O noktadan y ola çıkılır. Sonradan düşünce farklılıklarını; bu kaba
mermili, kaba ağacı y ontarak bir şekle sokabiliriz. O zaman zaten çağdaş
düşüncelerin, çağdaş kültürün oluştuğunu hissederiz. Nüanslar üzerinde tartışılabilir ama bugün nüanslardan y ola çıkıp y ontulmamış bir merminin üzerinde nüansını tartışmak
bence çok yersiz. Bu birikimi birara-
14
TAVIR EYLÜL 1996
y a getirmemiz mutlaka lazım y oksa
bir erozy on oluşmakta.
Biraraya gelip daha güçlü bir
muhalefet oluşturma isteğimizin
nedeni de bu.
Doğada nasıl toprak denize gidiy orsa, insan da yok olmay a başladı.
Biz, insanımıza sahip çıkmak için
önce onun, çağımızın gereksinimlerinden f aydalanmalarını sağlamak
zorunday ız. Y ani önce birşeyin farkına v ardırtmak lazım. Onlara, birileri
pop müzik dinlediğinde mutlu olacağını söy lemiş. Bir taraftan çalışmadan da para kazanacağını söy lemiş.
Bir taraftan eroin taşırsa, kadın satarsa para kazanacağını söy lemişler.
Anadolu'dan göçmüşler v e musluğundan su akmasının, elektriğinin
olmasının onun hakkı olmadığını öğretmişler. Okul y ok, eğitim y ok, bilgi
y ok... Bu insanların elinden tutmak
gerekiyor. Refah Partisi bunu beceriy orsa biz de becermeliy iz. Açıkça
söy ley eyim; biz ezilen insanın y anına gitmiyoruz . Biz ay dınız ama acımıy oruz bile o insanın sömürülmesine. Her an patlay acak çöplüğün yanında y aşanıldığı ama ay dınım diy enlerin varmadığı, gitmediği yerler
oralar. Başkaları (RP. vs.) gidiyor.
"Bomba patlayacak, insanlar ölecek"
demesi bile gerekirken demiy or aydınlar. Siy asi iktidarlar bunu yapmıy orsa bizlerin bunu bir şekilde yapmamız gerek.
Ülke gerçekleri karşısında ay-
ruz. Sizce bunun sebepleri nelerdir?
Örgütlenememe genel anlamda
da bir sorun. Aydınların ise %90'ı küçük burjuva bir anlay ış ve y aşam biçimi içerisinde. Biraraya gelmenin de
getireceği zorluklar v ar. Bireysel çıkışlar dev let taraf ından pek baskı
görmüy or. Örgüttü mücadelenin
sonucunda bir güç olunacağı için
baskılar gelecektir. Bir de aydınlarda
disiplinden kaçan bir anlay ış v ar.
Birlikte mücadele etmek v eya bir
cephe oluşturmak geçmişte de
benim
bulunduğum
bir
çok
platf ormda yapılmay a çalışıldı.
Gördük ki, söy lemler aşamasında
her kaf adan bir ses çıkıy or. Bir
bakıy orsun en uç noktalar-
cak diye bir kural da y ok aslında.
Ben inanıy orum ki herkesin kendi
çapında y apabileceği katabileceği
birşey ler vardır. Sanatçılar gerçekten düzenin değişmesini istiyorlarsa
mutlaka yapacakları bir şey vardır.
Y ani, bir bildiriye imza atmaları v ey a
bir sanatsal etkinlikte, bir konserde
güncele y önelik bir demeç v ermeleri
bir olumluluktur.
Bizim tartışmaya açtığımız
Kültür Cephesi ve meclisler konusu var. Sizin bu konudaki görüşleriniz ve önerileriniz nelerdir?
Tüm merkezi grupların kendi içlerinde bir meclis oluşturması, demokratik kararlar alması ve bunu ya-
Birçok yerde belli bir gruba angaje olma korkusuyla
hareket ediliyor. İlk soru "Kim öncülük ediyor?",
"Kimler yapıyor?" oluyor. Bu kaygıyı misyonlarına ya
da kişilere güvensizliklerinden dolayı duyuyorlar. O
pota içinde eriyip, yok olmaktan veya silikleşmekten
korkuyorlar. Herkes en önde mücadele edecek veya en
radikal tavrı koyacak diye bir kural da yok aslında.
Ben inanıyorum ki herkesin kendi çapında yapabileceği katabileceği birşeyler vardır.
da öneriler çıkıyor ama pratiğe gelince, ortadan kay boluyorlar.
Bir başka nokta da, kimin öncülük ettiği meselesi. Birçok y erde belli
bir gruba angaje olma korkusuy la
hareket ediliy or. İlk soru "Kim öncülük ediy or ?", "Kimler y apıy or?" oluyor. Bu kay gıy ı misyonlarına y a da
kişilere güv ensizliklerinden dolay ı
fevzi kurtuluş
şama geçirmesi gerektiğini düşünüy orum. Kültür Cephesinin oluşumunun aslında geç bile kaldığını söy lemeliy im. Bu konuda adımların atılmasını ülkemizdeki son y aşananları
da dikkate aldığımızda çok yakıcı bir
ihtiy aç olarak görüyorum. Mutlaka
bir kurumlaşmay a yönelmek gerektiğini düşünüy orum. Örneğin, yeri belli
olan, adı belli olan, insanların
muhatap bulabileceği,
belli günlerde oturup
toplanıla-bileceği,
konf eranslar
düzenley ebileceği, belki
de
mesleki
eğitim
anlamında bir takım
eğitimlerin v erilebileceği y ani bu sanat cephesindeki insanların aralarındaki dayanışma duy gularını güçlendirici, birbirlerine katkılar sunabilece-
müzisyen
dınlanıl bugüne kadar birlikte hareket edemediğini, kalıcı, sürekli,
birlikler yaratamadığını görüyo-
duy uy orlar. O pota içinde eriy ip, y ok
olmaktan v eya silikleşmekten korkuy orlar. Herkes en önde mücadele
edecek vey a en radikal tav rı koy a-
TAVIR EYLÜL 1996
15
ği bir merkezi y apılanmanın olması
gerektiğini düşünüy orum.
Meclislerin hedefleri, çalışma
alanı ve sınırı sizce ne olmalıdır?
Genel anlamda bütün sorunların
temelinde iktidar meselesi y atıy or.
Sanat cephesinde ise kaypak bir zemin v ar. Bu insanlar ne kadar hepsi
bir düzey de v eya aynı pay ede düşünebilirler, orası tartışmalıdır. Bana
göre sanat cephesi ve diğer bütün
legal alandaki cepheler tali bir örgütlenme biçimidir. Bu cephenin temel
örgütlenmenin demokratik alandaki
uzantıları olması gerektiğini düşünüy orum.
Aydınların, yapılan birlik önerilerine' "kim öncülük ediyor?"
kaygısıyla yaklaştığını söylediniz.
Biz diyoruz ki, meclisler kimsenin
güdümünde, yönlendiriciliğinde
değildir, Orada aydınlar ve sanatçılar karar mekanizmasını ve hiyerarşiyi kendileri belirlemelidir. Bu
konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Bence, en başta niy et önemlidir.
Gerçekten burda bir cephe oluşumuna ihtiy aç hissediliy or mu, hissedilmiy or mu? Bana göre en önde sav aşan, misyonun temsilcileri olan sanatçılar sonuçta y ine bence belirley ici
olacaktır. Kim nederse desin. Y ani
son noktay ı onlar koy acaktır. Onlara
y aklaşırken, cepheye çağırırken iy i
tahlil etmek, onların hangi sev iyede
olduklarını, nelerle katılabileceklerini
iy i görüp; ona göre, onların bir
katkısını sunabileceği platf ormlar yaratmak, yani kendi çabalarıy la bu işin
içinde olduğunu hissettirmek gerekir.
Ben hep "Bitmey en Kav gadaki bir
bölümü
örnek veririm: Doktor
olmadığı halde bir kadına doğum
y aptırılmaktadır. Romanın kahramanı
da y üzlerce işçiy i seferber eder. Çok
f azla beze ihtiy aç olmamasına
rağmen herkes birşey ler bulup, getirmiştir. Bir arkadaşı neden böy le y aptığını sorduğunda, "Bir tane bez y eterdi ama herkesin y apılan işte katkısının olduğunu bilmesi için böyle
y aptım" der. Bizim de böy le davranmamız lazımdır, insanları katabilecekleri bir şey olduğu yönünde ikna
etmek gerekmektedir. Ancak bu şekilde başarılı olunabilinir.
mesut akusta
olmalıdır.
Türkiy e'de yaşayan o kadar çok
kültür v ar ki, bunların ortak dil oluşturması bu kadar kolay değildir. Ama
en azından ortak bir dil mutlaka bulunur. Ortak dil de zaten herkesin bildiği v e y ıllarca söylenmiş olan bir dildir.
Herkesin Sav aşmak için bir silahı
vardır. Tiy atrocunun replikleri, ressamın f ırçası, heykeltraşın çamuru,
operacının sesi, balerinin v ücut hareketi, işçinin çekici, köy lünün orağı
ve diğer insanlarında beyni ve yüreği
v ar.
Kültür Cephesinin bir amacı da
gecekondularda yaşayan insanlara
kültür hizmetini götürmek yani o insanları merkeze taşımak, y erine merkezde v ar olan bütün
etkinlikleri oray a
taşımak, onlarla tanıştırmak olmalıdır.
Çünkü bu bölgelerde yaşay an insanların sorunlarını bizzat kendile-
hadi çaman yeditepe tiyatrosu oyuncusu
Merhaba Kültür Cephesi, merhaba Kültür Cephesini oluşturan dostlara; eşit, hak ve özgürlüklere ihtiyacı olan tüm insanlara
Bugünlerde bir HABITAT'tır gidiy or. Sadece burjuvazinin y aşadığı
y erleri milyarlarca lira harcay arak
rengarenk süsley ip dış dünyadan
gelen insanlara sadece bu bölgeleri
gösteriliy or.
Oysa, İstanbul'un bir adım ötesindeki yerleşim birimlerinde insanlar hala çeşmelerde kuyruk olup, bir
damla su için saatlerce kuy rukta
beklerken, karanlığa boğulmuş evlerinde bir damla ışığa ihtiyacı varken,
sokaklarda binlerce işsiz dolaşırken,
çöplerden ekmek arayan insanlarla
dolup taşarken HABITAT'ı protesto
etmek için sokağa dökülen insanlara
"HABITAT Polisi" coplarını konuşturuy orsa sistemin ne kadar çürümüş
olduğunu görmemek mümkün değil.
Küttür Cephesi bu anlamda bir
hareket başlatıy or. Bu insanların sorunlarının tartışılacağı muhalef et
meclisleri kuruyor.
İstanbul'un her köşesine ulaşıp
onlarla bir aray a gelmeliy iz. Tabi bu
bir aray a geliş sadece lafta kalmamalı, pratikte de karşılığını bulmalıdır.
Her kültürün farklı dili var. Küftür
Cephesinin amacı da bu kültürleri bir
aray a getirip ortak bir dil oluşturmak
Kültür Cephesinin bir
amacı da gecekondularda yaşayan insanlara
kültür hizmetini götürmek
yani o insanları merkeze
taşımak yerine merkezde
var olan bütün etkinlikleri
oraya taşımak, onlarla
tanıştırmak olmalıdır.
riy le birlikte konuşarak, tartışarak
anlay abilir v e çözüme ulaştırabiliriz.
Ortak kültür ses verir. Kardeşlik
adına, bir cana hasret koşar. Büy ük
adımlarla kültür cephesine.
Kendi insanımız ve kendi kültürümüz için Kültür Cephesi'nde buluşalım!
16
TAVIR EYLÜL 1996
HAKAN ALAK
insanlığın yüzakı
bir bilimadamı:
FREDERİC JOLİOT-CURİE
F
rederic
Joliot-Curie...
Y üzy ılımızın en büy ük
düşünürlerinden... Nötron
ve
pozitronun
bulunmasında
büy ük
bir pay sahibi olmuş,
y apay rady oaktiflik v e
zincirleme tepkileşimi
bularak adını bilim
tarihinin sayfalarına altın harflerle
y azdırmış bir bilim insanı... İnsanlık
onu,
sadece
bilime
yaptığı
katkılardan değil Fransa halkının f aşizme karşı verdiği kurtuluş mücadelesinde y ürüttüğü önderlikten tanır.
Onurlu bir bilim adamı kişiliği, v atansev erliği ite ülkemizin ilerici-demokrat ay dın kesimi için de incelenmesi,
tartışılması v e örnek alınması gereken bir insandır Frederic Joliot-Curie.
dönüştürülmesine karşı aktif bir mücadele v ermiştir.
Onurlu aydın tav rı nedeniy le her
zaman egemenlerin hedefi olan Juliot, karşılaştığı zorluklar v e çektiği
acılar nedeniy le y ılmamış, y aşamının son anına dek inandığı doğrular
uğruna mücadele v ermiştir.
Frederic Joliot, y ine yüzy ılımızın
en büy ük fizikçilerinden Pierre v e
Marie Curie'nin y anında eğitimini
sürdürmüş, çalışmalarını bu iki değerli bilim insanının y anında şekillendirmiş, burada y etkinleşmiştir. Pierre v e Marie Curie'nin kızı Irene Curie ile 1926 y ılında ev lenen Frederic
Joliot bu tarihten sonra çalışmalarını
hep Juliot-Curie ismiy le imzalamıştır.
1900 y ılında Paris'te doğan Joliot-Curie'nin babası Paris Komünü
sav aşçılarından bir maden işçisi, annesi ise y ine komün y ıllarını y aşamış, hay atı boy unca haksızlığın v e
zulmün karşısında olmuş bir insandı. Vatansev er bir ailenin çocuğu olarak büy üy en Frederic Joliot, Fransa'nın Nazi işgali altında y aşadığı
y ıllarda direniş hareketi içinde y eralmış, Ulusal Cephe'nin Genel Başkanlık görev ini üstlenmiştir. Juliot, bu
görev ini Hitler faşizminin Fransa'dan
temizlendiği güne kadar sürdürmüştür. Bilim), uygarlığı ileriy e taşımada
bir araç olarak gören Juliot, II. düny a
sav aşı sonrasında da -özellikle Hiroşima ve Nagasaki katliamlarından
sonra- bilimin, empery alistlerin elinde halkları y okeden bir silah haline
Avrupa'da Faşizmin Yayılışı
1920-30'lu y ıllarda tüm Av rupa
ekonomik ve siy asi bir bunalım içindey di. Almany a'da da siy asi v e ekonomik kriz günden güne derinleşiyor,
hiç bir siyasi önlem bunalımı aşmaya
yetmiy ordu. Ekonomi tamamen çökmüştü. 1926 y ılında 1 ABD dolar ı 4
mily on Alman markına eşdeğer durumundaydı. Almanya'nın, kalbi Berlin'de sosy alistler hızla örgütleniyor
ve y aygınlaşıy orlardı. O y ıllarda yeni
yeni örgütlenmeye başlayan f aşistler
de y aşanılan kriz ortamını iy i değerlendirip seçimler yoluy la iktidara gelmek, sonra da bir darbey le diktatörlük kurmak istiy orlardı. Bu günlerde,
bir kaç y ıl öncesinin sokak serserisi
bir Av usturyalı, tekellerin de desteğiy le adım adım Almany a Başbakanlığına getirildi. Bu, Hitler'den başkası
değildi.
Hitler'in 1933 y ılında iktidara getirilişiyle önce Almanya'da tüm demokratik haklar terör y öntemleriyle
raf a kaldırıldı; siyasal partiler, sendikalar kapatıldı. Hitler, 1934'te Cumhurbaşkanı Hildenburg'un ölümüyle
boşalan Cumhurbaşkanlığı makamına el koydu. Seçimle iktidarı alan f aşizmin darbe y öntemleriyle dev am
ettirdiği kurumlaşma tamamlanmıştı.
Bundan sonra tek tek tüm Avrupa ülkeleri işgal altına alınmay a başlandı.
Mily onlarca sosy alist, komünist, yahudi, açılan toplama kamplarına dolduruldu. 1187 toplama kampında
ölen insanların say ısı birçok ülkenin
nüf usuy la boy ölçüşebilecek yoğunluktadır. Bu say ı, y aklaşık 4 milyondur.
Faşizm, kafatasçı anlay ışını bilimsel ve kültürel alana da yansıtmış,
"Alman Fiziği", "Alman Kimy ası" gibi
kav ramları ortay a atmıştır. Faşizmin
bilimi y orumlay ışı Philipp Lenart'ın
şu sözleriy le özetlenebilir. " 'Bilim
uluslararası niteliktedir' deniy or. Bu
yanlıştır. Gerçekte bilini her insan f aaliy eti gibi bir ırk olay ıdır v e insanın
taşıdığı kanla koşullanmıştır."
Faşizm, Almany a'nın bilimde
uzun y ıllar sonucu katettiği mesafeyi
kısa sürede y erlebir etti. Faşizmin
baskısı altında çalışma koşulları kalmay an birçok bilim adamı ülkeyi terketti. Aynı durum daha sonra Hitler
f aşizminin işgal ettiği ülkelerde de
y aşandı.
Ay nı y ıllarda Fransa'da da büyük
TAVIR EYLÜL 1996
ekononomik krizin etkileri hissediliyordu. 1932 y ılında sağcı iktidar çökmüş, radikaller de sosyalistlerin desteğiy le iktidara gelmişti. Burada da
faşist örgütlenmeler tekellerin desteğiy le yay gınlaşıy ordu. Radikallerin
iktidara gelişinden kısa bir süre sonra hükümetin y aptığı y olsuzluklar ortay a çıkınca faşistler Paris'te meclise y ürüdü. 6 Şubat 1934'te düzenlenen bu gösteride polisin açtığı ateş
sonucu 15 f aşist öldü. Bu açıkça
f aşist
bir
darbe
girişimiy di. Birkaç gün
sonra ise 4 mily on kişi
Paris
caddelerini
"Faşizme Geçit Y ok"
sloganlarıy la
inleterek
y ürüyordu.
Faşistlerin
darbe
girişimi
daha
hazırl ık aşamasındayken
halk
taraf ından
bastırılmıştı.
1936
seçimlerinde
komünistler, sosy alistler,
sendikalar v e
ilerici
kesimlerin
birlikte
oluşturduğu Halk Cephesi seçimi kazandı.
Fakat,
radikallerle
sosyalistler
arasındaki
ekonomi ve İspany a İç
Sav aşı gibi konulardaki
anlaşmazlıklar sonucu
iktidar tekrar merkezi
sağ koalisy onun eline
geçti.
Irene v e Frederic
Joiiot-Gurie,
Halk
Cephesi
döneminde
kurulan
hükümetin
Eğitim Bakan Y ardımcısı
görev ini üstlenmişlerdi.
Bu dönemde Frederic
Joliot,
hem
eğitim
sisteminde
reformlar
gerçekleştirmek, hem de
Fransa
Bilimsel
Araştırmalar Merkezi'nin
kurulması için y oğun
bir çaba harcamıştır.
1936 y ılında İspany a İç Savaşı
başladığında Joliot-Curie'ler Cumhuriy etçiler'den y ana tav ır almıştır.
Cumhuriy etçiler lehinde y ürütülen
çalışmalarda etkin görevler alan Joliot-Curie'ler Sosyalist Parti'nin bu sav aşta önce kararsız, sonra da -radi-
17
kallerin baskısıy la- karışmama yanlısı politikaları üzerine partiyle bağlarını koparmışlardır.
"Benim Yerim Burası"
Naziler, 1938 y ılının Mart ay ında
Av ustury a'y ı işgal ettiler. Hitler'in bir
sonraki hedef i Çekoslavakya'y dı.
Fransa, Çekoslovakya'yla yaptığı karşılıklı yardım anlaşmasına uymay ınca
Almanya, Çekoslavakya'y ı işgal etti.
Frederic ve Irene Joliot Curie
Almanlar kısa bir süre sonra da
Fransa'y a girdiler. Fransa'nın işgal
edildiği sırada iktidarda aşırı sağcı
Rey naud hükümeti bulunuy ordu. İşbirlikçi hükümet, işgal üzerine halka
silah dağıtılması y önündeki önerileri
reddediy ordu. Bu açık bir boy un eğiş; faşizme ülkenin kapılarını ardına
dek açmak demekti.
İşgali haber alan Joliot'nun ilk işi
bilimsel çalışmaları için çok önemli
bir y eri olan v e düny ada çok sınırlı
bir miktarda bulunan "ağır su"y u ülkeden çıkarmak oldu. Joliot, ağır suy un Almanlar'ın eline geçtiğinde nasıl bir silaha dönüşeceğini çok iy i biliy ordu. Önce bir cezaev inin idamlıklar için hazırlanan hücrelerinde saklanan ağır suy la dolu bidonları daha
sonra gemiy le İngiltere'y e kaçırdı.
16 Haziran gecesi Joliot, eşi trene, dostları
Mureu, Halban v e Kowarski ile ClermontFerrand'da bir evde,
sabaha dek, yaşadıkları
günleri
ve
neler
y apacaklarını
tartıştı.
Tartışmanın
sonunda
Joliot kararını açıkladı:
"Bu boy uneğme durumu
sonsuza
dek
sürüp
gidemez. Fransa'da y eni
bir
y önetim
altında
Naziler'e karşı direniş
başlay acaktır. Ben bu
ülkeden
ay rılmam;
benim yerim burası."
Sav aş sırasında, Almany a ve onun işgali
altındaki ülkelerde faşizmin karşısında y eralan bilimadamları dahi
ülkelerini
terke-derken
O,
ülkesinin
bağımsızlığ ını herşe-y in
üzerinde
görmüştür.
Frederic
Joliot,
çok
sev diği
bilimsel
çalışmalarını artık f aşizm
koşullarında
sürdürecektir. Y ıllar sonra
bir
sohbette
ülkeyi
terketmey işini sadece şu
sözlerle
açıklar:
"Kal ma m
gerekiyordu;
elbette, kalma m gerekiyordu,"
Direnişin Nüveleri ve Bilimsel
Çalış malar
Joliot, Paris'in dışında bulunduğu
sıralarda aldığı haberlerden Almanlar taraf ından sorgulanmak üzere
arandığını, Almanlar'ın laboratuv arına sık sık gelip gittiklerini öğrenmişti.
18
TAVIR E Y L ÜL 1996
Gelen bu haberler üzerine yeniden
P aris'e dönmeye karar verdi.
Joliot-Curie'lerin çalışma notlarını
ele geçiren Almanlar, laboratuvarı
sürekli araştırıyorlar, personeli de
sorguya çekiyorlardı. Aradıkları ağır
suydu. Sadece bu iş için Almanya'dan
özel ekipler getirilmişti. Joliot P aris'teki
laboratuvarının başına döndüğü sırada
Almanlar tekrar geldi. Joliot'yu
etkilemek, işbirliğine çekmek gibi bir
düşünce içindeydiler. Bu yüzden de
Joliot'ya
oldukça
ölçülü
davranıyorlardı. Joliot da onlara karşı
dengeli bir tavır almıştı. Ne, tam olarak
karşı çıkıyor ne de A l -manlar'a
tamamen kucak açıyordu. Almanlar'ın
asıl aradığı ağır suydu. Nerede
olduğunu sorduklarında Joli-ot'dan
yurtdışına çıkardığı cevabını aldılar.
Nasıl çıkardığı sorulduğunda ise Joliot
ağır suyu çıkardıktan sonra Almanlar
tarafından batırılmış i k i geminin
ismini verdi ve bu gemilerle ağır suyu
kaçırdığını söyledi. Böylece, Almanlar'ı
ağır suyun denizin dibini boyladığına
ikna etti.
İşgal altında da olsa ülkesinde
kalma ve çalışma koşullarını yaratan,
Jolipt-Curie, kendisinin yurtdışına
çıkması için tekrar tekrar getirilen
önerileri reddediyordu. Bu önerilere
"gelecek kuşağın fizikçilerini yetiştireceğim" cevabını veriyordu. Joliot,
Fransa'da devam ettirdiği bilimsel
çalışmalardan ötürü 1943 yılında
Fransız Tıp Akademisi üyeliğine seçilmiştir.
Bu arada Almanlar, Joliot'nun
kendileriyle işbirliğine gireceği umudunu hiç yitirmiyordu. Joliot da uzun
bir süre Almanlar'la geçinir göründü.
Bu yüzden de pekçok kişi başlarda onu
işbirlikçi zannediyordu.
DirenişYılları
1940 yılının ders yılı başlangıcında
üniversitelerde üçerli, beşerli gruplar
oldukça
hararetli
tartışmalar
yürütüyorlardı. Joliot'nun da katıldığı
bir toplantıda direnişçilerden gelen
mektuplar okundu ve aydınların direnişin içinde alması gereken tavır tartışıldı. Bu yıllar, Fransa'da umutsuzluğun henüz kınlamadığı, Alman-lar'ın
zaferinin
geniş
kesimlerce
kabullenildiği yıllardı.
Bu yılgınlık perdesinin yırtıldığı ilk
atılım işgal altındaki Fransa'nın kukla
Vichy Hükümeti'nin aldığı bir
karar üzerine oldu. Yürürlüğe konan
kararnameye göre Yahudiler kamu
görevlerinden atılacaktı. Birkaç yıl
önce Almanya'da yaşananlar şimdi
Fransa'da
yaşanmaya
başlıyordu.
Ardısıra yapılacak katliamların, soykırımın i l k adımıydı bu karar. Karar
ülkede büyük bir tepki topladı.
Ardından ünlü fizikçi Langevin'in
tutuklanması Fransa halkının yanısı-ra
tüm dünya kamuoyunun dikkatini
çekmişti.
Langevin, Solvey Dünya Fizikçiler
Kongresi'nin sürekli başkanı, Savaşa ve
Faşizme Karşı Dünya Komi-tesi'nin
genel başkanı, "Dimitrov'a Özgürlük"
kampanyasının örgütleyi-cilerindendi.
Langevin'in tutuklanması haberi
üzerine illegal koşullarda çalışma
yürüten Fransa Komünist P artisi,
"Langevin'e Özgürlük" sloganıyla bir
kampanya başlattı. P aris'te binlerce
duvara bu slogan yazılıyor, Langevin'in tutsak edildiği cezaevine binlerce
destek telgrafı yağıyordu.
Langevin'in yeni ders yılında vermesi gereken i l k ders 8 Kasım'daydı.
Tüm P aris'te kulaktan kulağa yayılıyordu; "8 Kasım'da College de France'a" sözü. 8 Kasım günü, Almanlar
dersin yapılacağı salonun kapısını
kilitlemişlerdi. Buna rağmen, salonun
önünde büyük bir kalabalık birikmişti.
Alman polislerin arasından hızla
ilerleyen Joliot, kilitli salonu elindeki
anahtarla açtı ve kürsüye geldi.
Gözlerine yaş damlaları birikmişti. Kısa
ve kararlı bir tonla:
"Fransa'nın onuru ve yüzakı P rf .
Langevin serbest bırakılmadıkça laboratuvarımı kapatacağımı ve derslerimi tatil edeceğimi herkesin önünde
duyuruyorum" dedi.
Direniş büyüyordu. "Langevin'e
Özgürlük Kampanyası"'gün gün yaygınlaşıyordu. Yükselen tepki üzerine
Langevin'in de cezaevindeki yaşam
koşulları iyileştirilmişti.
Aynı günlerde "Özgür Üniversite"
isimli bir yeraltı yayın organı çıkmaya
başlamıştı. Dergiyi çıkaran grubun
çalışmalarına zaman zaman Jo-liot da
katılıyordu. Özgür Üniversi-te'nin
çatışmalarını
yürüten
grup
da,
Juliot'nun diğer çatışmalarında yardımcı olduğu gruplar da komünistlerden oluşuyordu. Fakat Joliot'nun Komünist P arti'yle örgütlü bir ilişkisi
yoktu. Bu gönlerde Fransız Komü-
nist P artisi, disiplinli örgütlülüğü nedeniyle saygın ve kitlesel bir yapıydı.
Fransa Komünist P artisi, 1921 yılının
Mayıs ayında Naziler'e ve Vichy
Hükümeti'ne karşı Ulusal Cephe
Komiteleri kurulması yönünde bir çağrı
yaptı. Bu çağrı sonrası, Haziranda
Üniversiteler Komitesi kurulmuştu bile.
Cephe, her görüşten direnişçiyi
bünyesinde barındırıyordu.
Juliot,
Üniversite
Komitesinin
komünist
olmayan üyelerindendi ve kısa bir süre
içinde komitenin başkanlığına seçilmişti.
İşin ilginç olan yanı ise komitenin
başkanlığına seçildikten hemen sonra
hakkında çıkan tutuklama kararıydı.
Juliot'nun FKP üyesi olduğu iddiasıyla
hakkında tutuklama emri çıkarılmıştı.
Nitekim, 29 Ha-ziran'da da tutuklandı.
Tutukluluğu kısa sürdü.
1941 'e gelindiğinde Ulusal Cephe'nin komiteleri ülkenin hemen her
yerinde kurulmuştu. Bu dönemde
komitelerin, merkezi yönetim komitesine bağlanması karar altına alındı.
Merkezi yönetimin başkanlığına da yine
Juliot seçildi. Bu görevini savaşın
sonuna dek sürdürecektir.
Ulusal Cephe'nin yönetim komitesi
ayda bir toplanıyordu. Toplanma yeri
de, toplanma saatinden bir saat önce
kararlaştırılıyordu. Toplantılar k i m i
zaman bir evde, k i m i za man okulda, k
i m i zaman da b i r dükkanın arka
bahçesinde
gerçekleşiyordu.
Bu
zamanlarda birçok yeraltı gazetesinin
hazırlıkları
gözden
geçiriliyor,
kamuoyuna yapılacak
açıklamalar
kaleme alınıyor, diğer direniş örgütleriyle ilişkiler belirleniyordu. Bütün
bu çalışmaların içinde düşünce yapısı
itibariyle hayatın farklı yerlerinde
bulunan ama ortak noktaları antifaşistlik ve yurtseverlik olan insanlar
biraraya geliyordu. Yani, komünistler
de, katolikler de, bu cephenin içinde
çalışıyordu.
Nobel ödüllü, ünü dünyaya taşmış
Frederic Joliot Curie, 1942 yılının
Mayıs ayında FKP 'ye üyelik için
başvurdu. İsteği hemen kabul edildi.
Yıllar sonra, neden üye olduğunu soranlara şu cevabı vermiştir: "Ben bu
karan ülkemi sevdiğim için verdim."
Direniş hareketinin etki alanı
günden güne büyüyordu. P asif direnişten, etkin sabotajlara kadar uzanan
eylemler
Naziler için
Fransa'yı
cehennem haline getiriyordu. Hit-
TAVIR EYLÜL 1996
ler'in, "Öldürülen her Alman için yüz
Fransız öldürün" emri f ayda etmemişti. Direniş büyüy ordu. Buna karşın Naziler de v ahşetlerini arttırıy ordu. Katledilenlerin say ısı onbinlerle
if ade ediliyordu. Öldürülenlerin büy ük bir kısmı da komünistti. Fransa
Komünist Partisi'nin adı "Kurşuna
Dizilenlerin Partisi" olarak anılmaya
başlanmıştı.
Bu sıralarda Joliot'nun üniv ersitedeki laboratuvarı, direniş için elbombası, molotof koktey li, telsiz cihazı imal eden bir cephaneliğe dönüşmüştü. Asıl ilginç olan, laboratuv ar Almanlar'ın karargah olarak kullandıktan Paris Üniv ersitesi'nin içindey di. Joliot'nun ünü öy lesine tartışılmaz bir boy uttaydı ki, bu laboratuv arı aramak Almanlar'ın aklının
ucundan bile geçmezdi. Direniş sürecinde, Paris Üniv ersitesi'nde böyle
18 laboratuv ar daha kuruldu.
Açıktan y ürüyen sav aşın boy utlanması Juliot için de bazı tedbirleri
almak gerekliliğini doğuruy ordu. Etraf ındaki çember daralıy or, bu da
kendi y aşamında bazı düzenlemeler
y apmasını gerektiriyordu. Eşi Irene
ve çocuklarını İsv içre'ye geçiren Joliot, Sorbounne'da bindiği yeraltı treninden, Paris'in Beville mahallesinde
indiğinde bambaşka biriydi. O artık
ne bir f izikçi, ne de Frederic JoliotCurie'y di. Adı Jean-Pierre Garamont'du. İllegal y aşayan bir direnişçiy di.
Joliot'nun illegal çalışma v e y aşama koşullarına geçtiği dönem ay nı
zamanda Amerikan ve İngiliz ordularının Normandiy a Çıkarması'nı gerçekleştirdikleri, Sovyet ordularının
Naziler'i bozguna uğratan y az saldırıların ı başlattıkları dönemdir. Y ine
bu dönemin Ağustos ay ında Direniş
Komitesi Paris'in kurtarılması için
ay aklanma başlatılması kararını v erdi. Joliot, bu ayaklanma hazırlıklarında doğrudan görev aldı.
Paris'teki ayaklanma 19 Ağustos'ta başladı. Paris'in tüm caddeleri
barikatlarla donandı. Barikatların ardında, üniv ersitelerin laboratuvarlarında ay larca süren çalışmalarla imal
edilen el bombaları depolanıy or; bu
bombalar, Nazilerin ileri sürdükleri
zırhl ı araçların üzerinde patlıy ordu.
19
Ay aklanma altı gün altı gece sürdü
ve Paris f aşizmin işgalinden kurtarıldı. Şehir, Naziler'den temizlenirken
de Joliot y ine ön saf lardaydı.
Savaş Bitince
Faşizmin Paris'ten temizlenmesi
üzerine Joliot laboratuvarının kapısına raptiy ey le tutturulmuş kartonu
asılı olduğu y erden çıkardı. Kartonun üzerinde şöyle yazıy ordu: "Fransız Gönüllüleri v e Partizanları Silah
Dünya Barış Konseyi toplantısında, Berlin 1952
Y apım Ately esi"
Kurtuluştan hemen sonra Joliot'y a direnişteki y ararlılıklarından
dolay ı sav aş madalyası v erildi. Bunun y anısıra Danışma Meclisi v e
Ekonomik Konsey üyeliğine seçildi.
Sav aş sonrası v ar gücüyle ülkesinin bilimsel çalışmalarını y önlendiren Joliot, y anmış y ıkılmış Fransa'y ı
yeniden ay ağa kaldırmak için yürütülen çalışmaların öncüsü olmuştur.
Sav aşın bitimi Joliot için mücadelenin sona ermesi anlamına gelmiy ordu. O, bu dönemde y eni bir
mücadeley e adamıştı kendini. Bu,
atom suçlularına karşı mücadeledir.
Joliot, bu mücadelesini ömrünün sonuna dek, çeşitli zorluklara, baskılara v e engellere rağmen sürdürmüştür.
1958 y ılında ise Joliot-Curie ardında kendisine minnet dolu, gözü
y aşlı, dua eden, sabırlı v e metin olmay a çalışan mily onlarca insan bıraktı.
Halkın Aydını Olabilmek için
"Laboratuvarıma kapan mak beni m için hep çekici olmuştur ama
kendime sor muşu mdur: Buluşlarımdan kim yararlanacak? O zaman anla mışımda ki, laboratuvarımda rahatça çalışabilmek için, bilimin kirli
amaçlara, savaş hazırlıklarına değil,
barışa hizmet etmesini isteyenlerin
saflarında savaşım ver me m gerekiyor... Biz bilim adamlar ı ancak sürekli bir barış varoldukça iç huzuruna kavuşabilir ve bütün günlerimizi
laboratuvarlarımızda geçirebiliriz."
Onun "sürekli barış" sözüy le v urguladığı, kendi y aşam pratiğinden
de görülebileceği gibi, sömürenlere
karşı, onları y okedinceye dek sürdürülecek bir savaştır. Onun "barış"ı,
halkların kendi topraklarında özgür
iradeleriy le y aşamasıy dı.
Frederic Joliot-Curie yaşamını
insanlığın kurtuluşuna adamış, zulmün karşısına bilim v e insanlık onuruy la çıkmış bir insandır. Bir bilim
adamıdır ama herşey den önce bir
halk önderidir. Joliot-Curie'nin önderlik v asf ı faşizmin v ahşetinin en
y oğun yaşandığı günlerde bile ülkesini terketmeyişinde, v atanını sav unma azmindedir. Onun önderlik vasfı,
FKP'y e üye olduğu için binlerce insanın kurşuna dizildiği bir dönemde
tereddütsüz Komünist Parti saflarında sav aşını y ükseltme bilincindedir.
Gerektiğine inandığı için sav aş koşullarında dahi bilimsel çalışmalarını
sürdürmüştür. Sav aş koşullarında
dahi y üzlerce öğrencisini eğitmiş,
onları Fransa'ya fay dası dokunan
say ısız bilim insanının arasına katmıştır. Bunun için de bilim düny asının bir öncüsüdür Joliot. Y ine gerektiğine inandığı zaman adını, ününü,
deney tüplerini v e kişisel güv enliğini
bir kenara bırakıp illegal y aşama
geçmiştir.
Frederic Juliot-Curie'nin y aşamı
ülkemiz ay dınları için incelenmesi,
tartışılması ve dersler çıkarılması
gereken özgünlüklerle doludur.
Onun örnek alınması gereken y anı,
direnişçiliği, vatansev erliği v e bilimi
insanlığın hizmetine sunmadaki inadıdır. Onun bu yanlarını özümserken
değerlerini kıskançlıkla korumalıy ız.
20
TAVIR EYLÜL 1996
ER DEM AYDE MİR
15-16
HAZİRANLAR'LA
DİRİLMEK
B
ir Haziran sabahıy dı.
Şaf ağın
alaca
karanlığı
giderek
berrak
bir
güne
ev riliyordu.
Güneş
tan y erinde kızıl
ışıklar
saçarak
ay dınlatıy ordu. Selvi
dalın da
y apraklar,
koca çınarlar v e şemsiye gibi gölge
saçan dalları, gün aşırı sulanan
rengarenk bahçe çiçekleri sabahın
ilk ışıklarıyla canlanmaya başlamıştı.
Kuşlar
daldan
dala
uçarak
paslaşıy ordu.
Y ataklarından f ırlayanları masmav i bir gün bekliy ordu. Teneffüs
edilen hav a uyku mahmurluğundan,
yorgunluktan eser bırakmıy ordu. Haziran sıcağı erken bastırmıştı o gün.
Güneş tesirini gösterdikçe boğucu
bir sıcaklık sarıy ordu her y anı. Daha
tezgah başlarına v arılmadan emekçi
alınlardan boncuk boncuk terler süzülüyordu. Y eni bir güne başlamanın
telaşı da eklenince, sıcaklığın ağırlığı kendini daha da gösteriy ordu.
Her şey önceden hazırlanmıştı.
Görev ler dağılmış, toplanılacak y erler belirlenmişti. Taşınacak pankartlar özenle hazırlanmıştı. İşçiler çalıştıkları f abrikaların önüne gidecekti v e
işy erlerinden toplu olarak y ürünecekti. Start ilk fabrikadan v erilecekti.
Fabrika fabrika birleşilecek v e etkin
edilecekti İstanbul'a. Geride katanlar
ise şalterleri indirecek ve gelecek y ü rüy üş kollarına katılacaktı.
Serv is şof örü her günkü olağan
dav ranışlarından farklı bir heyecan
içerisindey di. Çok sevdiği eşinin hazırladığı kahv altıy ı iştahla y edi. Gece
boy unca tartışmışlardı "Seninle geleyim", "Sesine ses, gücüne güç katmal ıyım... " demişti. İkna edememişti
kocasını. Kızgın değildi ama o gün
olacaklardan duy duğu tedirginlik y üzünden okunuy ordu. Koca bir maşrapay a su doldurdu. Arabay a doğru
yürüy erek kocasının arkasından dökecekti. "... kazasız, belasız git ve
gel..."demekti bu.
Kahv altıdan sonra Maltepe cıgarasından peş peşe duman çekmek
en zevkli anıydı. Y üreğinin derinliklerinden gelen v e her seferinde ciğerlerini y erinden sökercesine kasan
öksürüğe aldırmadan dumanlıyordu.
Serv is arabasının etraf ından bir tur
attıktan sonra sol eliyle şoför mahalli
kapısının koluna asıldı. Sağ etiy le
açılan kapının y uv asından tuttu. Bir
hamlede direksiy ona geçecek kadar
çev ik değildi. Fakat onu eskiten y ıllar değildi. Bir dilim ekmek için çalmadığı kapı kalmamıştı...
Memo Day ı'dan başlay arak her
zamanki güzergahından y ola çıktı.
Kırışık alınlar v e gergin yüzler, nasır
bağlamış sert elleriy le sarılıy orlardı
birbirlerine. Onları anlatan sadece
sert elleri, kırışık alınları değildir.
Bunlar kadar sevecen ve sıcak y ürekleridir. Boncuk boncuk ter döktü-
ren ateşin karşısında çalışmanın bedeli olarak beyazlaşan y üzler, çukurlaşmış gözler bile "Kazanacağız"
inancını; o parlay an gözbebeklerinden y ansıy an kararlılığı y ok edemiy ordu.
Ve çıktılar yola... Fabrikay a vardıklarında diğer servis arabaları çoktan gelmişti. Dav ullar gümbürdüyor.
"...tey tey" sesleriyle halaya durmuştu işçiler. Coşkuları doruktaydı. Hep
bir ağızda n türkü söy ley erek eşlik
ediy orlardı davul, zurnay a.
Sustu davullar. Birden alkış tuf anı koptu. Peşinden sloganlar yükseldi. Ceplerinden çıkardıkları ak mendillerle alınlarındaki teri silerek yaklaşan y ürüyüş kervanına katılmay a
hazırland ılar.
Ankara Asf altı zaptedilmişti. En
önde "Savaş Başladı", "Zincirlerimizden Başka Kaybedeceğimiz Bir Şeyimiz Yok" ve "Tü m Gericiler ve Faşizm Kahrolsun..." pankartlarıy la
OTOSAN işçileri geliy ordu. Say ıları
ikibiny ediy üz kadardı.
Saat dokuz sularıy dı. Marşlar,
türküler ve sloganlarla kadınlı-erkekli işçiler yürüy ordu. "Yürüyordu umudun ordusu, umutsuzluğu kurşuna
dizerek. "Kaderlerini, nasır bağlamış
av uçları arasına almış. "Bizsiz hiçbir
şey olmaz! Bizsiz bu ülke yönetilmez!" diy orlardı. Y ürüy orlardı sert
adımlarıy la yeri göğü sarsarak. Hedef ; İzmit, Gebze, Kartal, Maltepe v e
TAVIR EYLÜL 1996
diğer y erlerdeki emekçilerle birleşmek. Kadıköy'e v e oradan da Taksim'e varılacak, onlarca ırmaktan
akıp gelen işçilerle birleşip gelecekleri üzerine hesap y apanlara karşı
tek bir y umruk olacaklardı.
Onlar için yaşamak, sadece nefes alıp v ermek değildir. Y aşamak
insanca olmalı. Haklarını gaspedenler bunu bile çok görüyorlardı. Ama
egemenlerin bu oy unu bozulmalıy dı.
Alınlardan dökülen her damla terin
ve göznurunun karşılığı alınmalıy dı".
Bu kolay olmayacaktı. Kurtuluşun
yolu mücadeleden geçiyordu. Sömürü çarkları kar hırsıy la dönüy ordu.
Her zamanki gibiydi. Başarı ise birlik, day anışma, sabır ve emekten geçiy ordu. Birlikten doğan güçle kenetlenmeliy diler. Bunun için gerektiğinde sokaklar zaptedilmeliydi. Haykırılmalıy dı. Haramiler sarsıntı geçirmeliy di oturdukları y erden...
Her işin zor bir y anı v ardır. Onlar
için de kolay olmamıştı ey lem kararını almak. Aşılması gereken; tek başına egemenlerin cephesindeki barikat değildi. Emekten yana olduğunu
iddia eden sarı sendikacılar barikatı
da bir o kadar aşılması gereken engeldi. Kararsız işçiler ikna edilecekti.
Kuşkusuz bütün bunlar sınıf bilinçli
işçilere düşen görev lerdi. Onlar sendika ağaları gibi kay pak v e tepeden
inme dav ranışlara giremezdi. "Olmaz"ları, çoktan silmişlerdi kitaplarından. "Bu işçilerle bir y ere v arılmaz" diy en ve emek vermeden hazıra konan sendika ağalarının kaf alarına v ura vura, doğru ve somut politikalarla zoru başardılar.
Gece gündüz demeden çatıştılar,
tartıştılar günlerce. Aç kaldılar, susuz kaldılar ama şikay et etmediler
hallerinden. Sabırla ördüler yapı taşlarını. Fabrika f abrika yay dılar direnişi. Kendi güçlerini en iy i onlar biliyordu.
Günlerden 13 Haziran'dı. Nef esler tutulmuş, soluklar kesilmişti. Herkesi hey ecan sarmıştı. Gözler DİSK
toplantı salonunday dı. Onlarca işçi
temsilcisi sınıf adına karar alacaktı.
Alınacak karar tarihe "15-16 Haziran" olarak kazınacak bir gün olacaktı.
Tartışma ortamında sakin ve olgun bir hav a v ardı. Onlar, ne y apmaları gerektiğini biliy orlardı. Ref ormist sendika ağalan da bu hav ay ı
21
sezmişlerdi. Onun için panik İçindeydiler. İşçiler, doğal üsluplarıy la sürdürüy orlardı tartışmalarını. Zorluklarını, neleri başaracaklarını v e başaramay acaklarını anlattılar birbirlerine. Herşeye rağmen direnmek gerekiyordu. Başka da çıkar yol yoktu. Y a
teslim olunacak, hakları gasp edilecek, onurları lekelenecek ya da başları dik tarihin önüne çıkacaklardı.
Onlar, ikincisini seçtiler.
Mehmet:
-Kardeşlerim bizi m fabrikada çok
'değerli' bir müdür vardır. Bize afedersiniz, tuvalete gitmeyi marka hesabına koyuyor ve...
Hüseyin:
-Arkadaşlar biz bugün 600 işçi
bu kanun için direnmeye ve ölmeye
hâzır ız.
Memo Day ı:
-Ben, 1500 işçinin çalıştığı Türk
De mirdökü m Fabrikası işçilerinin
temsilcisiyim. Biz, fikrimizi, kararımızı kendi miz ver meliyiz. Ne Genel
Başkan ne de Genel Başkan Vekili
bizi m adımıza karar veremez. Devrimci sendikalar tabandan idare edildiği için kararı taban verir. Burada
kardeşlerim kararı bizler vermeliyiz.
Bizler De mirdökü m işçileri olarak karar verdik ve and içtik. Namusu muz
ve onurumuz gibi koruduğumu z sendikaları kapatmak isteyenler kapatabilirler. Ama bizi m kafamızdaki bilgileri asla kapatamazlar...
Karar oy çokluğuyla alınmıştı.
Verilen söz, emek adına onur ve namus sözüy dü. Lekeletilmezdi... Sarı
sendikacılar alınan bu karara karşı
kay ıtsız kalamazdı. Kandırma, oy alama taktikleri hükmünü y itirmişti artık. Açıktan tehditler yağdı. Y ürüy üşe
katılacakların sendika üyeliklerinin
düşürüleceği, işy erinden atılmay ı
göze almaları gerektiği v e daha ileri
gidilerek tutuklanmay ı, sürülmeyi gözönünde bulundurmaları gerektiğini
söy lüy orlardı işçilere. Bu tehditlerin
sökmediği y erde "vatan-millet" edebiy atıy la katılımı düşürmeye çalışıy orlardı.
Reformistler ise iplerin kendi ellerinde olmasını hesaplıy orlardı v e insiy atifi kay betmemenin telaşını taşıy orlardı . Maskelerinin düşmesi için
sıcak iki gün y etecekti.
Egemenler güçsüz v e cılızdı.
Düny a emperyalist tekellerinin koltuk
değnekleriy le kör-topal, aksayarak
y ürüyordu. Kendine güv ensizliği olduğu kadar istikrarsızdı da. Kriz derinleşmiş, yönetenler y önetemez olmuşlardı. En uf ak bir muhalif güç olsun istenmiyordu. Sendika mı? Şey tan barındıran y uvaydı. Hem Türk-İş
yetmiy or muydu işçilere? Evet, onlar
Türk-iş gibi uşaklaşmış sarı sendikalar istiy orlardı. Çünkü Türk-iş, işçilerin değil sermay enin istekleri için
vardı. Bu oy unu bozan sendika anlay ışına tahammül gösteremezdi. Hele
22
TAVIR EYLÜL 1996
ülkede v e düny ada y aşanan gelişmeler hiç mi hiç hoşlarına gitmiyordu.
'60'lı y ıllar, Alman f aşizminin yenilgisi sonrasında sosyalizmin, işçi
sınıf ı v e emekçiler arasında büy ük
prestij kazandığı, anti - emperyalist
gençlik hareketlerinin de başta Avrupa olmak üzere düny ay ı kasıp kavuran bir f ırtına gibi estiği yıllardı. Ülkemiz de benzer f ırtınalara gebey di.
Başta gençlik cephesi olmak üzere
tüm halk kesimleri harekete geçecek bir kıv ılcım bekliyordu. "Yanke
Go Ho me!", "6. Filo Defol!" gibi antiemperyalist sloganlarla başlay an, giderek ülkenin ekonomik, sosyal ve
siy asal sorunlarında da söz sahibi
olmak isteyen, bu sorunları da devrimci düşünceler temelinde tartışan
v e çözümler üreten hareketler oluşuy ordu.
İşçi sınıf ı içerisinde de sosy alist
örgütlenme giderek güç kazanmıştı.
Dev let eliy le örgütlenen tek y etkili
konf ederasyon Türk-İş'ti. Türk-İş,
patron y anlısı sarı sendikacı anlay ışıy la örgütlenmişti. İşçi sınıf ının o
dönemdeki düşünce v e taleplerine
cev ap veremiyordu. Bu aşılmalıy dı.
Kollar sıv andı. Y erine dev rimci düşüncelerle gelişen DİSK örgütlendi.
DİSK kısa sürede örgütlü işçilerin
içerisinde büyük bir üye say ısına
ulaştı. Türk-iş'i büy ük oranda etkisizleştirdi. Bir çok iş kolunda y etkiyi
kendi büny esinde toparladı. Bu durum başta egemen güçler ve Türkiş'i rahatsız etmeye başladı. Buna
engel olunmalıy dı.
Dönemin iktidarı AP (Adalet Partisi), bir grup CHP milletv ekili desteğini alarak, DİSK'i geriletecek ve hatta kapatmay a götürecek y asalar
üzerinde çalışmay a başladı. Bu yasaları parlamentodan geçirmek için
de harekete geçti. AP hükümeti her
sef erinde DİSK'in gerçekleştirdiği bir
kaç örnek direnişi gündeme getire-,
rek kapatılması yönünde tehditler
sav uruy ordu.
Ev et, Demirel Hükümeti zaman
geçirmeden 274 ve 275 say ılı y asalar üzerinde çalışmalar başlattı. 8u
yasalar, DİSK'in y etkilerini sınırlay an
ve örgütlenme koşullarını zorlaştıran
içeriktey di. Grev hakkını zorlaştıran,
yetki barajlarını getiren yasalardı. Bu
durum DİSK'in sonu olacaktı. Ay nı
zamanda devrimci ve demokrat mu-
halef ete de önemli bir darbey di. Dönemin Başbakanı Morisson Süley man, ülkenin içine düştüğü krizi ifade
ederken, muhalefeti susturmak için
de "havuç-sopa" politikasını y ürütüy ordu. Sav urduğu tehditlerin yanında demogojik söy lemlerle de emekçilere sahte umutlar aşılamaya çalışıy ordu. Halkın v aatlere karnı toktu.
Kimsenin Morisson Süleyman'ın v aatlerini dinley ecek hali y oktu. Y olsuzluktan, rüşv etleriy le ve baskıcı
y önleriyle halk kesimlerinin içerisinde güv en yitirmişti.
İşçi sınıf ı cephesinde artık beklenilecek tahammül kalmamıştı. Geç
kalmak belki de sonları olacaktı. Gelecek kuşaklara bunu nasıl açıklayacaklardı. "Elimi zden bir şey gelmedi", "örgütlenemedik mi?" diy eceklerdi? Hay ır, hay ır! Bu daha ağır bir sorumluluktu. İşte bu bilinçle yola çıktılar. Barikatları aştılar. Emeğin ve ülkenin kurtuluşu için tarihi bir adımdı
bu. Kimine göre kendiliğinden gelişmey di ama sınıf ın egemenlere karşı
ilk güçlü adımıy dı bu...
İzmit'ten iki koldan döküldüler yola. Doğudan Köseköy y öresinde Pirelli v e Good Y ear, diğeri Y arım-
TAVIR EYLÜL 1996
ca'dan Bazal, Ay gaz Anadolu Döküm ve Türk Kablo f abrikaları birleştiler. Nasırlı ellerle alkış tutarak her
y ana mesaj iletiy orlardı. "Haydi",
"Haydi" diy erekten Dicle ve Fırat'ın
coşkun akışı gibi birleştiler GebzeÇay ırov a ve Tuzla işçileri...
Engel olamıy ordu polis v e jandarma barikatları. Bir bir aşıy ordu öfkeli y ürekler. Hedef "Kadıköy Yoğurtçu Parkı!" diye haykırıy orlardı
hep bir ağızdan.
İstanbul dört koldan işçilerin gür
sesiy le inliyordu. Y ürüyüşün bir kolunu izley en burjuva gazeteci -y azarın da belirttiği gibi "İstanbul yeniden
fethediliyordu." Bakırköy, Topkapı,
Gaziosman Paşa ve Eyüp'ten, Aksaray'dan Cağaloğlu'na doğru y ürüyüşe geçmişti diğer bir y ürüyüş kolu.
Bu güzergahta Bab-ı Ali Caddesi'yle,
Div any olu Caddesi'nin kesiştiği yerde ilk barikatla karşılaştılar. Barikatı
kuranlar çaresiz v e ürkektiler. Korkuy orlardı, deli coşarlığıy la akan, düşman barikatlarını silip süpüren
emekçi selinden. Y ollar enlemesine
tank ve panzerlerle kapatılıy ordu. İşçiler birbir tankların etraf ından ve
kenarlarından atlayarak geçiyorlardı
Tıpkı şimdilerde Gazi barikatındaki
gibi..Tıpkı Sezgin'İer gibi. Gözlerini
oy uyorlardı tankların. Tankı kullananlar çaresizdiler. Çarey i Galata
Köprüsü'nü açmakta buldular..
Lev ent y önünde Şişli'ye v e oradan da Taksim'e y ürüyenlerin önü
ise ilk Tekfen'in önünde kesildi. Cop
v e kalaslar en önde y ürüyen Tekel
işçileri olan kadınların kafasında kırıldı. Düşüy orlardı bir bir. "Geri adım
yok" diy e hay kırıy orlardı geridekiler.
Düşenlerin yeri geridekilerce dolduruluy ordu. Arkadaşlarını düşmanın
eline teslim etmeden geri çekiliyorlardı. Burada da aşıldı barikatlar. Ve
Philips'e ulaştılar.
Onlar ki; toprakta karınca,
Suda balık,
Havada kuş kadar çoktular.
Korkak,
Cahil,
Haki m,
Ve çocuktular.
Ve kahreden,
Yaratan ki onlardır,
Destanımızda yalnız onların,
Maceraları vardır...
23
Kartal'dan OTOSAN önünde birleşerek, Ankara asfaltından Üsküdar
y önüne y ürüyen y ürüyüş koluna polis v e jandarmanın silahlı saldırısının
ilk haberi y ay ıldı. Öfke doruktay dı
şimdi. Maltepe Tekel'den, Arçelik'ten
ve Cam Fabrikası'ndan akın akın barikatı parçalamak için yürüy orlardı
emekçiler. Parçaladılar etten barikatları. Katiller panik içindey di. Sanki, Çiftehav uzlar'da, Bağcılar'da,
Balmumcu kuşatmasıdır y aşananlar.
Y ine kalleş ve sinsiydiler. Y eni değildir sırtlarını bahçe duvarlarına yaslamaları. Devam edecekti bu korkuları.
Gazi v e Ümraniy e'de ay nı şey i yapmadılar mı?..
Otomatik tarakalarının tetiklerine, çöp bidonları v e bahçe duv arlarını siper edinerek basıy orlardı. Ancak ölüm kusan namlular emeğin
sesini boğmay a y etmiy ordu artık. Öf ke daha da kabarıy ordu. Hep bir
ağızdan "...Yürü üstüne üstüne/Tükür yüzüne celladın. Fırsatçının ve
hayının..."haykırışlarıyla karşı konuluy ordu.
Y oğurtçu Parkı v e civ arı tam bir
sav aş alanına dönmüştü. İşçiler silahsızdı. Onlar haklarına sahip çıkmak ve kendilerini ölüme mahkum
edecek baskı y asalarını protesto etmek için meşru haklarını kullanıy orlardı. Ama karşılarına y ine polis, yine
jandarma dikilmişti. Y ine ölüm kusan
namlular dikilmişti. Üç şehit verilmiş,
bir de polis ölmüştü. Onlarca y aralı
v ardı.
Asıl ihaneti ise, reformist uzlaşmacı DİSK yöneticilerinden gördüler.
Korktular işçinin kabaran öf kesinden, İstanbul v e İzmit'te sıkıy önetim ilan edilmişti. Toplantı üzerine
toplantı düzenleniy ordu. Sıkıy önetimin bütün toplantılarına DİSK yöneticileri de katılıyordu. Sıkıy önetim komutanı Kemalettin ATALAY 'ın tehditlerine boy un eğilmiş, rady olardan
ve gazetelerden yurtsev erlik çağrıları birbirini izliy ordu...
Ref ormizm değişik dönemlerde
v e mekanlarda da olsa hep ay nı havay ı solumay a devam ediyordu. Korku v e kaygı hep ay nı. Ne zaman
emekçiler cephesinden düzeni sarsan bir gelişme y aşansa onlar hepbir ağızdan ,işçi v e emekçilere saldırarak düzene ne kadar bağlı olduklarının y arışına girerler. Bu tav ırları
günümüzde de sürüyor.
Gazi'de KESK'in, yakın tarihte 96
1 May ıs'ından DİSK v e diğer ref ormistlerin tavrı y ine "yurtseverceydi"
İşçiler sırtlarından hançerlenmişti. Uğruna sav aş v erdikleri, namusum v e onurum dedikleri sendikalarına sahip çıktıkları bir dönemde, ref ormist yöneticilerin ihanetçi tav ırlarıy la karşılaştılar.
Buna hazırlardı aslında. Y ürüyüş
kararının tartışılmasında v e alınmasında da ref ormistlerin tav ırları ay nıy dı. Kararı, reformist v e sarı sendikacılar değil tabandaki işçiler almıştı.
İşçiler, konf ederasy onlar arasındaki
çelişkiyi v e it dalaşını aşarak gerçek
bir birlik yaratmışlardı. Türk-İş'in f a y/r" kararına rağmen mey danlara dökülenlerin çoğu Türk-İş üy esi emekçilerdi. "Sendikadan atacağız" tehditlerine
boy un
eğmemişlerdi.
DİSK'li sınıf kardeşleriy le alınteri v e
göznuru olan hakların ı korumak için
bu kararı birlikte almışlardı. Birlikte
yürüdüler v e birlikte aştılar barikatları. Birlikte öldüler..
Günümüze taşınan en güzel miras da budur. Olmaz denileni, y aratılmaz denileni güçlü kollarını kenetley erek başardılar. 15-16 Haziran'ı
tarihe kazıdılar.
İstanbul semaları gri bulutlarla
kaplanmıştı. Gün ağırlaşmıştı, insan
içini ürperten harabe görünüm hakimdi İstanbul sokaklarına. Ve bomboştu; korkulu gözlerle etraf a göz
gezdiren askeri dev riyelerden başka... Kaldırımlara saçılan cam v e
kırık eşy aları ayaklarının ucuy la
kenara iterek, gezinmek için y ol
açıy orlardı kendilerine. Çıkan sesten
bile ürküyorlardı. Kimbilir belki de İstanbul'u sarsan ay ak seslerini bir
daha duy mak istemiy orlardı....
Y ararlanılan Kay naklar:
Toplumsal Mücadeleler ve
Sosy alizm Ansiklopedisi
24
TAVIR EYLÜL 1996
ÖLÜM OR UC U DİR ENİŞ ÇİLER İ
kıracağın bir tükenmez kalemin? Sesinde mi yok senin? Sen... ay dın-
mısın?
S
ana aydın diy orlar. Ama ben
yine de soracağım: Gerçekten
öy le
misin?
Uluslararası
düşünce v e sanat adamlarının
toplantılarında sana ay rılmış
bir sandaly e hep v ar. Kitapların birkaç dilde basılır.
Şiirlerini,
türkülerini
Av rupalar'da,
ABD'lerde
bile
tanıy anlar vardır. En azından siy ahbey az
baskılı
ciddi
y abancı
gazeteler, bir kez olsun "Türkiy e'nin
durumu
üzerine
f ikirlerine
başv urmuştur. Ama ya sen, aydın
mısın?
Nazi Almany a'sında bir papaz
varmış. Hatırlarsın; "önce komünistleri götürdüler, sustum sonra sosyalistleri, radikalleri, demokratları, yahudileri... sıra bana geldiğinde ses
çıkaracak kimse kalma mıştı." diy ordu y a. Ne de güzel çizmiştin bu öy künün karikatürünü... Sıra sana gelmedi mi? Var mı bir garanti belgen,
dokunulmazlık zırhın? Y üksek mevkilerde sıkı bir dostun f alan? Varsa
bile emin sayılmazsın. Belki dün f ilan
ilin DGM'sinde bir davan vardı y azdığın üç beş satır için senin y oksa
dostlarının v ardır mutlaka. Sen huzurlu v e rahat mısın? aydın mısın?
Öyküleri y azmak kolay, y eni öy külere konu y aratmak zor..» Sen çok
y azdın. Biz senin yazdıklarından
okuduktan sonra karanlıktan ışık,
çirkeften onur süzmey e girmiştik.
aydın mısın ?
Her gün -ya da haftada bir- basındaki köşenden satırlarını okuruz.
TV'lerde sohbetler, y orumlar y aparsın zekice esprilerinle. Eleştiri oklarının ince alayı değeni y akar. Edebiy at
ya da müzik üzerine yazdıkların hayli
dikkate değer. Sen, Türk diline
önemli katkılar y aptın. Senin adını
önemli birkaç eleştirmenin arasında
say arlar . Ülkede yaprak kımıldasa,
birçok kişi "O ne diy or?" diye önce
senin y azılarına bakar. Ekonomi,
edebiy at, siy aset, düny a haberleri,
her türlü müzik, f iloloji, psikoloji, f elsef e daha aklımızın erdiği, ermediği,
insanlığın ürettiği ama henüz birçoğunun nasiplenmediği kültür değerleri senden sorulur. Ama ben y ine de
soruy orum: aydın mısın?
Hani bir Fransız prof esör vardı.
Şu, Cezay ir'deki Fransa terörünü
protesto etmek için cübbesini kürsüye bırakıp istif a eden... Y anılmıy orsam, ilk senin köşende okumuştum
bu öyküy ü "İnsan oldu mu böyle
onurlu ol malı" demiştim. Satırların,
kısa-çarpıcı cümlelerin hala gözümün önünde... Senin mevkin, kariyerin, cübben, kürsün yok mu? Y ok mu
Sen onuru üretiyor musun? Sahi sen
aydın mısın?
Bilmem, okudun mu mektubumu
buray a kadar? Y oksa imzasına bakıp "y ine mi cezaev leri?" dey ip attın
mı çöpe? Kızdın mı sâna "sen" diy e
hitap ettiğim için. "Bu haddini bilmezin haddine mi düştü beni yargılamak?" diy e düşündün mü?
Sana zindanları anlatmay acağım. Y ansı y alan yanlış da olsa, gazetelerin v erdiği haberlerden anlarsın buranın halini. Telev izy on haberleri bile gösteriy or ak saçlı analarımızın başlarından Ankara sokaklarına,
sıv anan kanları. Hiçbirinden olmazsa
sizin camiada "mahpus yatan"
çoktur. Aç bir telefon sor birine, eksik
de olsa anlatır buraları.
İnsanlarımız Ölüm Orucu'nda.
Elli günü geçiyor ki açlar. 1980'lerde
Diy arbakır, Metris, Sağmalcılar. İrlanda zindanları gün gün eriy erek
ölen onurlu insanları tanıd ı. Sen de
bilirsin ama yanlış anlama. Şikayetim y ok ölüme direnmekten. Onur
denilen y iğit kuş, başeğmez çiçek
ölümlerden doğuy or bugünün dünyasında. Ve ölümlerde yaşamı yaratmaktan göğsümüz kabarıy or '96'nın
Türkiy e'sinde
Benim sorularım senin aydın
kimliğine. Böyle diy orlar sana. Bak
Rıf at Ilgaz ustanın ölüm y ıldönümü
de geçti. Onun sözleriyle soruyorum
sana aydın mısın?
Cübbelerini bırakan prof esörler,
"Satmaktansa kırarım bu kale mi" diyen gazeteciler, Brunolar, Galileler,
Kubilay lar, Pir Sultanlar ve diğerleri,
isimlerini benden daha doğru ve çok
say abileceğin tüm bu tarih olmuş kişilikler... Y a sen! Kör müsün, y oksa
sağır mı? - Sökmey ecek misin artık
ağzın daki bantları?
Sesini duy ar gibiy im: "Ben köşemde yazdım bu konuyu", "Ben de
duyarlıyım cezaevlerine", "Siz teröristsiniz ama insansınız, böyle olmamalı..." Tamam belki y azdın iki satır,
y azdın üç - beş gün. Y etti mi? Y arın .
cesetlerimizle tarih y azılırken sormay acaklar mı sanıy orsun sana "Ne
y aptın?" diy e? "Yazdım yal" mı diyeceksin? Ak saçlı şehit analarını ikna edecek mi sözlerin? Geçtim onları,
bir v icdanın v ardır senin de. Ona, o
en büy ük y argıca ne diy eceksin?
aydın mı diy eceksin kendine?
Y ok mu senin karanf ilin? Y ok mu
senin bedenin? Y ok mu senin sesin,
av azın, çığlığın? Bak, altmış y aşındaki anamın bile senden daha çok
çıkıy or sesi. Bizim ölüm kararlılığımız kıtalar ötesinden y ankı y apıy or.
Ne köşemiz, ne gazetemiz, ne kürsümüz, ne mevkimiz ne anıldı mı durup düşünülen isimlerimiz v ar bizim.
Ama istedikmi deliyoruz medy anın
gündemini.
Karay eller senin de kapını çalar.
Sel suları bastığın toprağı dönüm
dönüm sürükler ayaklarının altından.
Büy üy en karanlığa sen de y em olursun. Susma! Rıf at Ilgaz Usta, "Aç iki
kolunu korkuluk ol!" diyor y a. Susma
ki, göğsünü kabartıp Evet, aydınım!
diy e cev ap verebilesin tarihin
sorgusunda.
Buca Cezaevi'nden
DHKP-C'li Ölüm Orucu Direnişçileri
Bernar Satar, Yusuf Sarp, Nevzat Kalaya,
Mehmet Göcekli, Ali Teke, Gülten lşık, Zeliha Koyupınar, Yasemin Cancı
TAVIR E YL ÜL 1996
25
ÖLÜM ORUCU DİRENİŞÇİLERİ
zafer halayı
Havalandırmanın ortasındaki halayda, kapalı
geniş bir halka üzerinde omuz omuzaydı insanlar.
"Hey! Hop!" haykırışlarıyla ağır ağır dönmeye başladı halka. Halay kolu henüz ilk birkaç dönüşünü tamamlamıştı ki, halkanın bir tarafı koptu. Yanıbaşındaki yoldaşının omuzbaşını tutmayı bırakan tutsak
bir elde Cephe yıldızlı bir mendil, halaybaşını çekmeye başladı. Ta ki halay başının merkezinde kaldığı sarmal bir yuvarlak oluşuncaya kadar halay kolu hızlandıkça hızlandı. Türkünün son sözlerinin bitişi cezaevinin duvarlarını inleten alkışlarla birlikte
oldu. Ve sloganlarla ilan edildi Genel Direniş:
"Yaşasın Açlık Direnişimizi"
"Yaşasın Devrimci Dayanışma!"
Mayıs ayının son haftasında, onlarca cezaevinden 1500 tutsağın zafere doğru açlık yürüyüşü böyle başladı...
Bu kaçıncı kavga halayı duvarların ardında? Bu
kaçıncı zafer çağrısı?
Bu soru size, cunta zindanlarının havalandırmasındaki çelik ağlar. Gökyüzünü karelere bölen her
bir parçanızda yankılanmadı mı direniş haberleri?
Nemden çürüyen tecrit hücreleri, işkence altında
gün be gün hırpalanan bedenler nice bekledi bu
müjdeleri, nice direniş ateşlendi Metris'te, Sağmalcılarda...
Bu soru size; Apo'ya, Fatih'e, Haydar'a, Hasan'a
ev sahipliği yapan hastane koğuşları. Baygın kollara bağlanan ihanetin serum şişelerinin dişlerle parçalandığını, ölüme sınırdaş bedenleri mevzi zaferlerini ve ölümün bir zafer müjdesi gibi beklendiğini siz
gördünüz.
Bu soru size Dicle kıyısındaki kentin zindanları.
Bu yanan alevler dörtlerin halayı değil mi? Aynı böyle bir Mayıs gününün gecesinde tarihe armağan
edilmişti hani...
Bu soru size; Buca'nın Ümraniye'nin demir kapıları. Hala size uzanan eller Uğur'un, Mecit'in kanıyla yıkıyorlar ellerini. Hala bu kapılardan giren ve çıkanlar bu kanlar üzerine ediyor savaş yeminlerini.
Hala bu kanlar haykırıyor: "Burası vatan bize!"
Bu soru size bütün zindanlar. Sonra dünyanın
başka kö şeleri... Saygon, Evin, Peru, Moabit...
Vatanımızın ve dünyanın tüm yiğit anaları, babaları şahittir bunlara. Gün gelip kapı önünde kendini
o kocataş binalara zincirleyip açlığa yatan, gün gelip tabutluk duvarlarını yaşlı, mor damarları çıkmış
ama güçlü elleriyle darmaduman eden eden analar,
babalar, kardeşler, eşler...
Bir kez daha!... Bir kez daha!...
Zulüm tasını tarağını toplayıp gitmedikçe bu ellerden; yolu yok, direnişimiz ve savaşımız varoşların, kırların, işliklerin, okulların kavgasına karışacak.
Yolu yok, aç bedenlerimizden dökülen ölü parçalarımızla tuğlalar öreceğiz o aydınlık yapıya, yarına.
Yolu yok, direnişteyiz!
Kavga kardeşliğinin mutlu tadı var ağzımızda,
direnmenin kararlı tadı, yudumlanan çayın, şekerli
suyun onurlu tadı var. En önemlisi bize bakan, "Dayanın!" diyen, "Binlerce ananın eli katillerin yakasındadır!"diyen, "Zafere dek!" diyen o en büyük hakimin, halkın gözlerinin tadı var damağımızda. Ve asla unutmayacağımız, her kezinde yoktan başlayıp
çarpışa çarpışa, can vere vere kazandığımız zaferlerin; iradenin ve inancın zaferinin tadı...
Bunca onurlu ve güzel tad varken damağımızda
açlık da ne? Açlık çoktan yenildi Haziran günlerinde, ölüm bir bozgun ordusu gibi defalarca kaçtı çıplak ayaklı muzaffer ordularımızın önünden.
Ve işte bir kez daha zafer saraylarının kapısını
açtık. Gün gün büyütüyoruz zaferi. Omuz omuza,
yan yana, yürek yüreğe...
Ne sandınız ya karanlığın çakalları!
Eskişehir'in köhne hücrelerinde rehin olan parçalarımızı bırakırmıyız iğrenç ellerinize?
Özgürlüğü bırakıp mahkum esaretinize demir
atar mıyız?
Unutur muyuz gözlerimizin içine bakan o yiğit,
onurlu emekçi gözleri, şehitlerimizi, halkımızı?
Havalandırmanın ortasında dönüyor halayımız,
dönüyor sanla sanla, kucaklaşa kucaklaşa. Bir ucu
zindanlarda, bir ucu dağlar başında, bir ucu dünyanın meydanlarında, bir ucu 70'lik anamızın açlık direnişinde. Hiç durmadan sürdürüyoruz halayı. Ta ki
halay başının zafer müjdeleyen parmaklarıyla düşmanın gövdesine imzamızı atıncaya, köhne duvarları parçalayıncaya dek.
Ta ki sarsıncaya dek yarınsız yürekleri "Yaşasın
Direniş! Yaşasın Zafer!" sloganlarımızın dehşetli
korkusu...
26
TAVIR E YL ÜL 1996
YASEMİN ÖZ DEMİR
Bedreddin
henüz
genç
bir
öğrenciy ken Edirne'den Kahire'y e
ka-tettiği yolu
geri
dönerken
bambaşka bir insan olmuştu. Y irmibeş y ıl önce hakikat ve adalet
arama y olculuğuna çıktığında genç
bir öğrenciy di. Şimdi ise Anadolu
topraklarında y üzlerce müridiyle bir
bilim ışığı, bir devrimci...
Ahlati ölmeden önce Bedreddin'in şeyhliğini kabul ettiğini söyleyenler sözlerinde durmamışlar, Bedreddin'e burun kıv ırmışlardı. Onun
pey gamber soyundan gelmediğini
ileri sürerek, şey hliğini kabul etmey eceklerini ima ediy orlardı. Hırs ve
ün düşkünlüğü gözlerini kör etmişti.
Bedreddin'in gizlice Kahire'yi terk ettiğini öğrendiklerinde ise y anlış yaptıklarını anladılar. Bedreddin'e y akın
olanlar v e dostları kerv ana Kudüste
y etişerek ona katıldılar.
Bedreddin y olculuk boyunca
geçtiği topraklar üzerinde bütün toplumsal ve etnik kesimden insanların
büy ük ilgisiyle karşılaşıy ordu. Bunun
nedeni, önceki y aşamındaki kariyeri
say esinde ekle ettiği ün olmakla birlikte, insanları asıl çeken, onun y aymay a çalıştığı y eni bir düzeni temsil
eden hak ve adalet düşüncesiydi.
Kahire'den Edirne'y e kadar olan
y olculuk, geleceğe yönelik sağlam
ilişkiler kurularak geçildi. Şey h Bedreddin Halep, Kony a, Kütahya, Denizli, İzmir v e Rum adaları boy unca
karşılaştığı güv enilir insanların bir
kısmını derv işliğe kabul ediy or v e
bunlara daha sonra nasıl bağlantı
kurabileceklerini belirterek kutsal dav asına onlarca y eni taraftar kazanıy ordu.
Şey h Bedreddin bu yolculuk sırasında İzmir'deyken Rum adalarına
y aptığı ziy aretle önemli kazanımlar
elde etmiş, adalar egemeni v e oğlu
ile iki papazı da müridleri arasına
katmıştı. Bunlar daha sonra, Karaburun'daki ay aklanma sırasında
Rumlar'ın örgütlenmesinde y er alacak v e önemli görev lerde bulunacaklardı.
Bu uzun, y orucu ve bir o kadar
önemli yolculuktan sonra nihay et baba ocağına, Edirne'y e ulaştı Bedreddin. İlkin kadı babasının gözetiminde
Edirne medresesinde dersler v erdi.
Dersleri o güne değin görülmemiş
kalabalıklar izlerken Bedreddin'in
anlattıkları, duy an herkesi etkiliy or,
sarsıyordu. Özellikle hukuk ve adalet
üzerine Bedreddin'in söy ledikleri o
güne değin bilinenleri mahkum ediyor ve dile getirdiği adalet düşüncesi
yav aş y avaş toplumda yankısını buluy ordu. Bedreddin'le birlikte insanların kaf asında hiç düşünmedikleri
sorular oluşmaya başladı. Egemenlerin adaleti tartışılır bale geliyordu..
Bir süre sonra Osmanlı devletinde Sultanlar arasında y aşanan iktidar kav gasında Musa Çelebi, Rumeli
Sultanlığı'nı ele geçirdi. Musa Çelebi babasıyla birlikte Timur ordularına tutsak düştüğünde tanıştığı Bed-
reddin'e, Rumeli kazaskerliği önerir.
Teklif i kabul edip etmeme konusunda Musa Çelebi v e müridleriy le uzun
tartışmalar yapan Bedreddin şöy le
der:
"Bizi m istediğimi z düzenle, sizin
düşündüğünüz arasında fark vardır
Hakan'ım... Biz dilemekteyiz ki, kulun kula kulluğu son bulsun. İnsan
emeği, ege menliklerin en yücesi, en
değerlisi haline gelsin. Yeryüzündeki tüm sö mürü çarkları kır ılsın... Bu,
insanların ilkin bilinçlenmesiyle yürün meye başlanan bir yoldur. İlkin,
bilinçlenecekler. Bunun gereğini, insan olma onuru sayacaklar. Ondan
sonra, direnmeye, kendi emek değerlerinin yüceliğini herkese kabul
ettirmeye başlayacaklar. Ondan da
sonra, kavgaya girecekler. Ve dahi,
kendi egemenliklerini sonsuza değin, kayıtsız ve dahi koşulsuz elde
edebil mek için, belki de, milyonlarcasının kanını dökecekler. Ondan
sonra belki, başarılı bir ege menlik
sahibi olur insanlar... Sizin istediğiniz ise, kendinizin ege men olduğu,
a ma, insanların daha az yakınan,
bugünkünden daha çok mutlu bir
toplumdur. Bilesiniz ki, baştan çatışmaktadır, isteklerimiz. Siz, bizi m istediğimizi yapa mazsın ız. Varlığın ıza
aykırıdır. Yaptırma zlar da..." (Azap
Ortaklan, Cilt II, s. 19, Erol Toy ).
"En üstte beylerbeyleri ile, vezirler ve sultan... Şimdi biz bunlardan
birinin yerine geçeceğiz... Ortağı
olacağız ilkin sömürü düzenin. Sonra bunu adaletle yürütmeye uğraşacağız. Yapacağımız nedir? Sö mürüyü yitirmek mi? Ta m tersine, biraz
azaltıp, yavaşlatmak... ama, bunun
karşılığında da tüm sö mürülenlerin,
düzenden kıvanmasın ı sağlamak...
ŞEYH BEDREDDİN
A Y A K L A N M A S I -2H AR E K E Tİ N Ö RGÜ TL ENM ES İ
TAVIR E YLÜL 1996
27
Sö mürüyü ortadan kaldıralım
diye yola çıkarken, onu
büsbütün güçlendirmek durumundayız... İşte korkumuz
budur..."(Age, s. 35).
Bedreddin
tartışmalar
sonunda, sömürü üzerine
kurulu bir iktidara hizmet etmek dünya görüşü ile uyuş-.
masa da, bu teklifi kabul
eder.
Bu görev sırasında Bedreddin de görür ki; sömürü
ortadan kalkmıy or. Y eni beyler türüy or. Halkın y oksulluğu, açlığı, adalet özlemleri
bitmiy or. Bedreddin iktidarı
v e uy gulamalarını tanımay a
ve kazaskerliğini bir araç olarak kullanmay a çatışır.
Kendi y andaşlarını Rumeli'nin birçok bölgesinde
Kadı olarak görev lendirerek
"adalet" düşüncesini y aymaktadır. Şey h Bedreddin'e
bağlı kadıların bey lere, paşalara karşı y oksul halkın y ararına aldığı birtakım kararlar
toplumda bir sempatinin '
doğmasına y ol açar v e Şey h
Bedreddin düşüncesi Rumeli
topraklarında
y ay ılmaya
başlar.
Osmanlı Devletindeki iktidar kavgasında Musa Çelebi y enilir. Tahtına kardeşi
Mehmet Çelebi otururken
kendisi de öldürülür. Mehmet
Çelebi aslında Şeyh
Bedreddin'i öldürtmek ister.
Ancak Bedreddin'in toplum
içindeki say gınlığı v e şöhreti
RASİN (Bedreddin Üçlemesi-!) "Tedris"
hem katlinin hem de zindana
atılmasının önünde engeldir. Fakat
harekete geçme kararını burada v eSuttan, iktidarı İçin bunca tehlikeli bir
rir.
adamı özgür bırakmak da istemez;
Bundan sonra Bedreddin'in yaİznik'e sürgün gönderir.
şamı hak v e adaletin egemen olduğu
bir düzeni y aratma uğruna atılacak
İznik'ten Serez'e Bir Onurlu
adımlarla daha da özdeşleşecektir.
Destan
Bedreddin, sürgün y aşantısının ilk
İznik sürgünü Bedreddin'in yaşagünlerinde önce Edirne sürecini v e
mında y eni bir sayfadır. Çeşitli uy Rumeli Kazaskerliği'ni bir kez daha
garlıklara başkentlik y apmış v e birdeğerlendirerek sonuçtan dersler çıçok tarihsel olay a sahne olmuş bu
karır. Egemenin iktidarına ortak olgöl kasabası, Bedreddin'in gelmemanın sömürüy ü engellemeyip aksisiy le hakikat uğruna verilecek amanne daha da güçlendirdiğini ve bunsız kav ganın hazırlıklarının görüldüdan sonra "Hakikat" diy e ifade ettiği,
ğü
bir
karargaha
dönüşür.
hak v e adaletin egemen olduğu düBedreddin iktidarın ete geçirilmesine
zenin y aratılması için örgütlenip sailişkin
düşüncelerini
burada
vaşmaktan başka y ol olmadığını deolgunlaştırır v e
ney iyle anlar.
"Şimdi...
Şimdi yeni bir düzen başlamakta bizi m için. Gördük ki,
bir ege mene dayanarak tepeden işler kurcalamak yeterli
değil... egemenliğin ilk koşulu
yenmek...
Halk
kendi
ege menliğine
sahip
ol mak
istemekteyse,
ilkin
varolan
egemenleri yen mek zorunluluğundadır.
Şimdiye hep kaçındık savaştan.
A ma,
nere
gittikse
kimi
gördükse
savaşmaktadır.
De mek ki, savaş kaçınılma z.
Salt egemenlere öğüt vermekle,
haksızlıkların
yolsuzlukların
hakkından gelmek mü mkün
değil... Öyleyse, bundan öte
öğüt, yoksulun kılıcı ol malıd ır.
Kavga öyle bir başlamalıd ır ki,
yoksul kendi hakkı için ölsün bir
kez... Şimdiye kadar bir egemenden, ötekinin egemenli ğini
kurtarmak için verdi canını,
anlasın, ki bundan öte ölüm,
kendi egemenliğinin sancağı
olmaktadır... Madem ki bizi
Anadolu'ya sürdüler... . Bir iyice inceleyelim Anadolu'yu... Sorup soruşturalım.
Ondan sonra, başlatırız kavgayı...
Öyle bir kavga ki, yeryüzünden
ege menleri silip süpür-melidir..."
(Age, s. 101 -102) Bedreddin
böy le bir kav ga için öngördüğü
hazırl ığı İznik'te yapıy ordu.
Kendisine sığınak olarak seçtiği
Y akup Çelebi
Tekkesi'nde
durmadan
öğrencilerine
birşeyler
anlatıyor,
kalan
zamanında da Anadolu'dan
gelen bilgileri değerlendirip,
okuy or ve yazıy ordu.
Anadolu'nun kalbi kurtuluş için
bu tarihi kasabada atarken, kendi
halindeki küçük tekkey e her gün,
kendi halinde görünen sayısız insan
girip çıkıy ordu. Bu kişiler y aşadıkları
bölgelerden Bedreddin'e haberler
getirmekte, Bedreddin'i bilgilendirdikten sonra biraz dinlenip memleketlerine yeniden dönerek" hakikat
düşüncesini y aymay a devam etmekte v e güv enilir taraftarlar toplamaktalardı.
Anadolu'nun dörtbir y anından
28
TAVIR -E YL ÜL 1996
gelen v e Y akup Çelebi tekkesine
akan haberler, Anadolu'nun durumunun hiç de iç açıcı olmadığını gösteriy ordu. Osmanlı'nın Ankara y enilgisinden sonra Sultanlar arasındaki iktidar kav gası Anadolu'y u perişan etmiş, halkı iyice yoksullaştırmış v e az
da olsa v ar olan ticareti yok etmiştir.
Anadolu'nun y oksul topraklarını eşkiy alık v e hırsızlık kaplamış, bey ler
v e sultanlar Anadolu halkının can
düşmanı olmuş, ekinlerin y akılması,
köy lülerin kılıçtan geçirilip köy lerin
boşaltılması sıradan olay lar haline
gelmiştir.
Anadolu halkının canından bezdiğini gören Bedreddin ey leme geçme zamanının geldiğin e karar v erir.
Ama önce kav ga için İznik'ten bir yolunu bulup çıkmalı, kendini bekleyen
yoksul halka ulaşarak savaşı başlatmanın bir y olunu bulmalıy dı. Ve bu
amaçla Bedreddin bir sav aş hilesi
düşünür. "Hacca gitmek" talebiy le
sürgünden kurtulmay ı dener.
Edirne'y e, Sultan Mehmet Çelebi'y e elçi gönderir, ancak olumsuz
y anıt alır. Bunun üzerine Bedreddin
o güne değin y etiştirdiği öğrencilerini
bu tarihi göreve koşmay a karar verir.
Y ıllardır derv işlerini eğitiy or, hak v e
adalet davasının omuzlay ıcıları haline getirebilmek için çaba sarf ediyordu. Y ılların emeğini artık kav gay a
dökme zamanı gelmişti.
Şey h Bedreddin, o an İznik'te bulunan v e kısa sürede gelebilecek bütün derv işlerini biraray a toplay arak
onlara hitaben şu konuşmay ı yaptı:
"Karındaşlarımız, Anadolu ve
Ru meli'nin duru munu, yoksulun çektiği acıyı iyi bitmektesiniz. İçlerinde,
onlarla birlikte yaşamakta, çok zaman dayana madığ ınızı belirtip, bizden dayanak aramaktasınız. Hep,
sözlerimi zin tek umut kaynağı hafine
geldiği anlatılmaktadır. Bu ortam, artık eyleme geç me za manın ın geldiğini göstermektedir. Yoksulun ensesine binen asalakların, Bizans ve
Avrupa'nın saraylarını gölgede b ırakacak davranışlarına son verilmeli~dir. Sömürü çarkı bir vuruşta tuz buz
edil melidir. Yoksul kendi ürettiğince
pay sahibi olmalıd ır. O za man göreceksiniz ki, insan güzel, iyi ve temizdir. Şimdiye değin biz ne ki öğrendik,
tümünü size ve sizin yolunuzla insanlara verdik. Her biriniz insan topluluğunun mutluluğa nice ulaşacağı-
nı, bizi m ölçü mü zde biliyor, bizi m
yüreğimi zle inanıyorsunuz bildiğinize... Biz de biliyoruz ve bildiriyoruz
ki, eylemin göbeğinde, her biriniz
bizden daha sağla m dur masını başarırsınız. İşte o nedenle egemen bize izin ver miyor, düşüncemizi gerçekleştirmemi z için. A ma, biz sizden
ditiyoruz Anadolu ve Ru meli'nde örgütlenip, eylemi başlatmayı kurarız.
Yılgınl ıkla başlanan iş sonuca ulaşmaz. Aranızdan, "ben yokum" diyen,
şimdiden vazgeçmelidir. Yoksa güçlünün annacında yıldı mı kişi, kendisiyle birlik, yoldaşlarını da yenilgiye
salar... Eğer, tümünüz eylemden yana iseniz, hemen hazırlayalım te msil
belgelerini. Aranızda işbölümü yapıp
ayrılın. Ve gözünüzü yarıya dikip,
göğsümüzü acıya kalkan ederek, işe
girişelim..."(Age, s. 141).
Sözleri büy ük bir heyecanla dinley en Bedreddin Y iğitleri'ne söy leyecek söz kalmamıştı.
Bedreddin, y etiştirdiği öğrencilerinden en y etkini; "akıllıdır, yüreklidir"
dediği Börklüce Mustaf a'y ı Ege'nin
kıy ı kentlerinden İzmir, Urla, Karaburun v e Aydın y öresinde görev lendirerek Anadolu Şeyhi Ban ederken,
dürüstlüğünü taktir ettiği ve uzak görüşlülükte ustadır dediği Torlak Kemal'i de Börklüce Mustafa'ya bağlı
olarak Manisa'ya gönderir. Aralarında Kay gusuz Abdal, Şey hoğlu Satı,
abdallar v e torlakların da bulunduğu
onu aşkın can yoldaşını y ine Börklüce Mustaf a'ya bağlı olarak Ege'de
görev lendirir. Kendisi de Rumeli'y e
geçmek ve isy an hareketini başlatmak için hazırlıklara girişir; Rumeli'deki ay aklanmanın ön hazırl ıklarının y apılması için Kadı Botoğ'u Rumeli Şey hi ilan eder.
Bedreddin'in isyan hareketinin
özellikle Ege v e Rumeli'den başlamasının nedeni ise Ege'de halkın
büy ük bir y oksulluk içinde olması
bey adamlarının y oksul halka y aptığı
zulüm v e müridlerinin bir kısmının bu
bölgeden olması idi. Batı Anadolu'nun tercih edilmesinde bölgenin
merkezi otoritey e uzak oluşu da
önemli bir etkendi, Rumeli'de ise ay nı y oksulluğun yaşanmasıyla birlikte,
Şey h Bedreddin'in Rumeli Kazaskerliği döneminde, halka adaletli
yaklaşımı say esinde kurduğu iy i iliş-,
kiler v e Deliorman civ arında y aşay an Alev iler ile Y unan, Sırp, Romen
v e Bulgar halklarından birçok taraftarlarının olması tercih nedeniydi.
Şey h Bedreddin savaşı başlatma
kararı ile birlikte hakikat sav aşında
y alnızca müridlerini değil, eski ilişkilerini, okul arkadaşlarını, kendisine
gönül borcu duy anlardan kişisel
sempati duyanlara dek her olanağı
sav aşın y ükseltilmesine katkı için istihdam etmeye çalışmıştır. Ancak
onlardan y ardımlarını bir bağış şeklinde y a da egemenliğini tanıy arak
değil, mücadelelerinin ney e hizmet
ettiğini anlay arak y apmalarını istemiştir. Kimseyi küçümsemeyen ama
kimseden de bağış dilemeyen bu tav ır çeşitli destekler sağlamış, hareketin sempatiyle karşılanmasına y ol
açmıştır. Fiili katılımın yanında saray
çev resindeki gelişmelerin aktarılmasından çeşitli bölgelerden birtakım
olanakların ay aklanma bölgesine iletimine kadar bir dizi konularda yararlar sağlanmıştır.
Börklüce Mustafa önderliğinde
Ege'y e dağılan Bedreddin y iğitleri
durmaksızın hak ve adalet temelinde
propaganday a başlarlar. Bey lerin,
sultanların gerçek yüzlerini halka
açıklarlar. Canından bezmiş yoksul
halk, canını dişine takarak kendisi
için koşturan bu insanları, y ol göstericilikleriyle, düşünceleriyle umut olarak görmeye başlar. Daha öncesinden de çok say ıda Bedreddin taraf tarının y aşadığı bölgede örgütlenmey e koy ulurlar. Ay dın-Tire arasındaki Cuma Dağları'nın dik y amaçlarında sıkışmış bir köy ev ini kendine
karargah seçen Börklüce Mustafa
eski bir savaş arkadaşının komutasındaki müf reze ile halka zulmeden
aşını-ekmeğini elinden alan bey
adamlarına, koltuk güçlerine karşı
"gerilla tarzı" saldırılar da y apıy ordu.
Börklüce Mustaf a'ya bağlı müfreze,
düşman güçlerini vadilerde, boğazlarda, geçitlerde sıkıştırarak pusuya
düşürüy or, y ok ediyor ve yeniden
dağlara çekiliyordu.
Kısa zamanda sev ilen Bedreddin Y iğitleri halka yaklaşımdaki ustalıklarıy la uzun süre düşmana hissettirmeden çalışma y ürütebiliy orlardı.
Bu gizlilikle birlikte köylerde, kasabalarda y ürütülen ayaklanma propagandasının açığa çıkması engelleniy or v e vur-kaç ey lemlilikleri bey ler
taraf ından basit birer eşkıy alık olarak değerlendiriliy ordu.
TAVIR E YLÜL 1996
29
Ay aklanmanın hazırlık döneminde köy lerin birinde köy lüler Bedreddin taraftarlarının öncülüğünde Bey
için y ıllık vergileri toplayan mültezimlere v e kolluk güçlerine karşı orak,
çekiç ve palalarla direnerek vergilerini v ermezler ve köy den kovarlar. Bunun üzerine beyin adamları daha büyük bir kuvvetle köy e gelerek ekinleri y akınca, bu bölge halkı içinde büy ük bir öfke yaratır.
Özellikle köy lük alanlarda ve kasabalarda iki y ıl boy unca durmaksızın bu şekilde çalışan Bedreddin Y iğitleri, beyin vergileri, iki katına çıkarmasıyla halkta oluşan tepkileri iyi değerlendirip ay aklanmay ı başlatırlar.
Başlangıçta bir köy de ortay a çıkan
ay aklanma çev re köylere de sıçrar
v e bu köy lerde komiteler oluşturur-
lar. Menderes Gediği'nde bu komitelerin tümünün bir aray a gelmesiyle
temsilciler seçilerek, Tire'den ay rılıp
Ay dın merkezine y erleşmiş olan
Börklüce Mustaf a'y a gönderilirler.
Ay dın merkezinde ise ahilerin
önderliğinde halk egemene karşı
ay ağa kalkarak, Börklüce Mustaf a'dan kendilerine önderlik ederek
bey egemenliğine son v ermesini isterler. Börklüce Mustafa, Ay dın mey danında halka seslenir:
"... Bir bakınız yörenize... Şuan,
bir kent, yerlisi yabancısıyla bir ordu
gibiyiz. Öyle bir ordu ki, yeryüzünde
yaratan adına ne ki vardır, bizim
e meği mi z sonucu filizlenip, meyvelen mektedir. Öyleyse baştan alalım
işi yoldaşlar! Baştan alalım ve dahi,
sürdüre gelerek durumu mu zu bir iyi-
RASİN (Bedreddin Üçlemesi-ll) "Kanı Helal Diyenler
ce saptayalım. Ne denilmektedir kutsal kitaplarda? 'Yeryüzünü yarattık,
insanlara bağışladık.' Bize bağışlanmıştır yeryüzü... Öyleyse insan sıfatına layık olan herkes, bu tanrı bağışından ortak hak sahibi değil midir?
Sahibidir ki, hem de nasıl... Çünkü
yine denilmektedir ki, kutsal kitaplarda, 'Biz yerleri, gökleri ve dahi ikisinin arasındakilerle, altında ve üstündekileri insanların yaşaması için var
ettik... O insanlar, çalışsınlar, üretsinler ve dahi yaşamlarını sürdürsünler için akıl verdik, güç verdik, bilgi ve görgü verdik...' Öyleyse yerin
altındakiler, madenler, kaynaklar,
tüm değerler... yerin üstündekiler...
bitki, su, ateş, gökyüzündekiler... hava, yağmur, yıldızlar ve dahi güneş...
Hepsi, hepsi insanların ortak
30
TAVIR E YLÜL 1996
malıd ır..."(Age, s. 164)
"Siz çalış maktasınız dur maksızın. Üret mekte, yaratmaktasınız...
A ma, bunların tümünden kendini
azade sayan bir zorba yöresine topladığı başka zorbalarla, üreti min
binlerce insanın e meğinin en büyük
payını, kendi keyfinin haznesine doldur maktadır.
... Hangi hakla derseniz... palasını sıyırmakta. Ve dahi siz susmaktasiniz... Oysa toprak sizindir. Hak sizindir... Yeter ki, siz de benim, diyene aynı yanıtı verebilesiniz. Palayı
sıyırabilesiniz. O za man görürsünüz
ki siz güçlüsünüz... Bey bir tanedir...
yüz tanedir... bin tanedir... Daha çoğu olmaz.. Beyin ortakları, askerleri,
vurucu gücü de diyelim ki buncadır...
Bir sömürenden daha çok insan pay
ala maz... Siz ise... Siz, milyonlarsınız... Bir kez direnir, başınızı dikerseniz size pala gösterenler kaçacak
delik arar...(Age, s. 166)
Eşitlik ve özgürlüğü koruyacak
silahlar gereklidir. Yoksa hükümetler, bir zulü m ve saldırı ürünüdürler... Onların saldırılarım hoş görmek, insan kardeşliğinin, eşitliğinin
mutluluğunun ve dahi özgürlüğünün
karşıtı buyruklarına boyun eğ-mek,
tanrının bize verdiği hak ve yetkilere
hıyanet etmek demektir." (Age, s.
168)
"İşte bizden istediğiniz... Ve dahi
bizi m ver meyi kesinlediğimiz... Karara varırsanız, canımız yolunuza kurbandır... Varmazsanız, bizi m yapabileceğimi z, tükeninceye anlatmak,
gerekirse zamanı u zat mak a ma ille
vuruşmaktır. (Age, s. 169)
Bir hafta sonra ahiler önderliğinde bütün bir halk Menderes Bükü'nde bir aray a gelerek örgütlenirler.
Böy lece Aydın-Karaburun y öresinde
bey lerin zulmüne karşı ahiler v ergi,
tüccarlar haraç v e köy lüler aşar vermey erek yoldaşlık temelinde yaratılacak ortakça düzenin ilk temellerini
atarlar. Ay dın Karaburun y öresindeki
ay aklanmadan sonra Börklüce Mustaf a ay lardır Manisa y öresinde dağlarda, kırlık alanlarda gizlice çalışma
y ürüten Torlak Kemal önderliğindeki
Bedreddin y iğitlerine ay aklanmay ı
başlatma emri v erir. Buradaki Bedreddin y iğitleri halk arasında iki y ıla
yakın bir süre. hak ve adaletin hüküm
sürdüğü bir düzenin propagandasını
y aparak halka kurtuluşun yolunu
göstermişlerdi. Bölgede y ürütülen
çalışma sonucu, aralarında Y ahudilerin v e ahilerin de bulunduğu büyük
bir halk kesimi hakikat düşüncesini
destekler hale gelmişti.
Börklüce Mustaf a'nın v erdiği
emir ise halkın desteğini daha da arttırmak ve Aydın-Karaburun y öresine
saldırı hazırlığ ı içinde olan bey leri
şaşırtmak ve güçlerini bölmek için
düşmana karşı küçük de olsa bir zaferin kazanılmasıy dı. Bununla birlikte Börklüce'den gelen bir diğer talimat ise, ayaklanma başladıktan sonra halkın seçtiği delegelerin bir kısmının hakikat düşüncesine olan
inançlarının artması için y eni bir düzenin kurulduğu Karaburun'a gönderilmesiy di.
Ay aklanma talimatıy la birlikte
Manisa'da çalışmalarını y oğunlaştıran Bedreddin y iğitleri Manisa'daki
bey kuvvetlerinin Karaburun v e Ay dındaki y eni kurulmuş düzeni y ıkmak için ay rıldıkları bir sırada ay aklanarak Manisa'y ı ele geçirliler. Halkın desteğinin daha da artması için
kaley i.de ele geçirmeyi hedef lerler
ama başaramazlar. Bunun için kaleyi kuşatarak teslim almaya çalışırlar.
İznik'te sürgünde bulunan Şey h
Bedreddin, Batı Anadolu'daki ayaklanmanın başarıy a ulaşmasından
sonra ay aklanmay a önderlik etmek
v e Rumeli'deki ay aklanmay ı başlatmak için sürgünden kaçar. Önce
düşmanı şaşırtmak için Doğu Karadeniz'e hareket eder, buradan da
gemiy le Rumeli'y e çıkar. Şey h Bedreddin önce Karadeniz kıy ısında
Ağaç Denizi diy e bilinen ormanlık
alanda kamp kurmuş daha sonra ise
Kadı Botoğ aracılığıy la en y akın
kentte konaklamıştır. Konakladığı
ev in ay aklanmanın geleceği için uy gunsuz olmasından dolay ı buradan
ay rılarak Deliorman bölgesine geçmiş v e y ıllardır kendisini bekleyen taraftarlarıy la buluşmuştur.
Rumeli halkı Bedreddin'i kazaskerliği döneminden tanımakta v e
bölgede birçok taraftan bulunmaktadır. Bu av antajlarla kısa sürede örgütlenen Şey h Bedreddin, Kadı Botoğ'un y ardımlarıy la önemli bir gücü
etraf ında topladı.
Ege bölgesindeki bütün örgütlenmeden, Börklüce Mustafa sorumluydu. Ayni zamanda bölgedeki, en üst
yönetim organı olan Büyük Kurultay 'ın da başkanıy dı. Karaburun'da
ise y aşamı örgütley en, düzenley en
Börklüce Mustafa'ya bağlı üç kişilik
bir kurul oluşturulmuştu. Bu üç kişiden ikisi eğitim ve yönetim işleriy le ilgilenirken bir diğeri de askeri işlerden sorumluy du. Manisa v e civarında Torlak Kemal örgütleniyordu. Torlak Kemal ele geçirdiği Manisa'yı Ahi
Şey hi ile birlikte yönetmey e başlar
mıştı.
Küçük köyler bir araya getirilerek
aralarında temsilciler seçiliy or v e
derv işler katında danışma kurulları
oluşturuluyordu. Bu kurullardan seçilen delegeler ise "ortaklar"da (ay nı
y erde kurulan kasaba bugün ay nı
isimle anılmaktadır) toplanan büyük
kurultay a katılıy ordu. Karar aşamasında ortay a çıkan sorunlarda, organlara başkanlık edenler son sözü
söy leme hakkına sahiptiler. Bunlar
genellikle Bedreddin'in hakikat düşüncesini kav ramış insanlardan oluşuy ordu.
Büy ük Kurultay, Ay dın, Tire-Birgi, Ödemiş, Ayasluğ, Söke, MilasY atıgan, Muğla-Nazilli, Germencik'ten v e buralara bağlı köy lerden
kurultay delegeleriyle toplanıy ordu.
Kurultay a katılan delegelerin her biri
sırasıy la kendi bölgesindeki işleri anlatıy or, sorunlar v e yapılması gerekenler hakkında açıklamalarda bulunuy orlardı.
Hak v e adaletin sağlandığı bu
yeni düzende ulaklar aracılığıy la Ortaklar, Manisa, Ay dın, İznik v e diğer
y erler arasında düzeni bir haberleşme ağı kuruldu. Haberleşmede denenmiş, güv enilir insanlara görev verilmekte, şifreleme yöntemi kullanılmakta, gizlilik kuralları işletilmekteydi.
Ay aklanmanın başarıy a ulaştığı
bölgelerin tümünde, köylerde ve büy ük y erleşim bölgelerinde denetim,
oluşturulan müfrezelerle sağlanıy ordu. Bölgede ne kadar mültezim, muhaf ız, korucu v e Osmanlı askeri v arsa tümü kovulmuş, dağ geçitleri, v adi girişleri, y ollar tutularak güv enlik
altına alınmıştır.
Batı Anadolu'da Ortakça Y aşam
başladı karşımızda bir çocuk gibi
gül meğe
TAVI R EYL ÜL 1996
bir adım geride ağlayan toprak.
Bak ki, incirler iri zümrüt gibidir,
kütükler zor taşıyor kehribar
salkımlar ı.
Saz
sepetlerde
oynayan
balıkları gör:
Islak derileri pul pul, ışıl ışıldır
ve körpe kuzu eti gibi aktır
yumuşaktır etleri.
Burda insan toprak gibi, güneş
gibi, deniz gibi bereketli.
Burda insan gibi verimli deni z,
güneş ve toprak..."
Batı Anadolu'da y aşam hak v e
adalet
düşüncesiyle
y eniden
düzenlendi. Düzenleme sırasında
Ahi Ocakları'nda görev yapmış
ustaların
deney imlerinden
y ararlanılıp, bunlara çeşitli görevler
verildi. İnsanlar hiç kimseden, hiçbir
şey beklemeksizin hakça, ortakça
bir düzen için kendilerini işlerine
v erdiler; çünkü bu düzende üretilen
her şey kendileri içindi.
Y eni düzende y aşam bir tür komün biçiminde örgütlenirken, bütün
mallar üzerindeki mülkiyet hakkı ortadan kaldırılarak, bütün işlerin, işbölümü
esasına
göre
ortak
yapılması sağlandı.
Bunun sonucunda, tarlalardaki
sınırlar kaldırılarak, bütün ürünler
ortak bir şekilde ekilip biçilmeye
başlandı. Hasat sonunda elde
edilen ürünler ise dağlarda depo
olarak kullanılan mağaralar ile
köy lerde
oluşturulan
köy
odalarında saklanmaya başlandı.
Köy lüler toprakları bu şekilde
işlerken, esnaf ve zanaatkarlar da
(ahiler) üretimi kolay laştıracak alet
v e edavat yapımını üstlenmişlerdi,
ahiler
önderliğinde oluşturulan
gruplar ile y eni işlikler açılarak
halkın
her
türlü
ihtiy acının
karşılanması için çaba sarf edildi.
Erkekler ile kadınlar tarlada ve
harmanda
çalışırken,
y aşlılar
köy lerin beklenmesi, y emeklerin
pişirilmesi v e çocukların bakımını
üsttendiler.
Çocuklar
"hakikat"
düşüncesinin ilkelerine göre toplu
eğitilirken geçirilirken, gençler ise
çeşitli
ordularda
komutanlık
y apmış,
eski
kahramanların
komutasında atlı v e yaya olarak her
türlü silahın kullanımını öğrenerek
zorlu günlere hazırlandılar. Gençler
v e çocuklar bunların y anın-
31
da sınırlı da olsa üretimde y er alırken, nöbetleşe olarak çevre gözcülüğünden de sorumluy dular.
Kadınlar ise komün üy eleri için
gerekli giysi, dokuma, dikme işleriyle
hayvanların ortak bakımı ile bunlardan elde edilenlerin (pey nir, yoğurt
vb.) değerlendirilerek pay laşımından
sorumlu oldular. Bunların yanında
sav aşçılığa v e y öneticiliğe kadar bir
dizi görev üstlendiler.
Erkekler tarlada v e harmanda
çalışmanın y anısıra birer sav aşçı
olarak üretim alanlarının v e topraklarının bütünlüğünün korunmasıyla sav aş için yapılan hazırlıklardan sorumluy dular.
Halk yeni düzenle birlikte kolektif
y aşamın bütün güzelliklerini burada
sergiley ip, olmaz denilenleri bir bir
başardı. Birçok y erleşim alanlarında
aşev leri açılarak, y üzlerce kişinin
hep bir arada y emek y iyebileceği
yerler inşa edildi. Çocukların topluca
kalabilecekleri odalar y apıldı. Tarlalar için y eni kanallar ve y eni bentler
y apıldı.
Köy lerin derme-çatma olmasına
v e dağınıklığa son v ermek için y eni
y erleşim alanları oluşturdular. Toprak damı kaldırıp, yerine "bey konakları" gibi kiremit döşediler. Ortak
emeğin bütün y aratıcılığı buralarda
somutlandı. Keşfettikleri y el çarkı bu
y aratıcılığın ürünüdür.
Y eni düzenin kurulduğu bütün
bölgelerde y aşay an insanların düşünceleri kararlarda gözönüne atındı. Y aşamın örgütlendiği her y erde
büy ükten küçüğe herkesin söz hakkı
v ardı. İnsanlar üretimde olduğu gibi
yönetimde de söz sahibi idi.
Ortakça Düzen'i, hakikat düzeni-:
ni kuranlar arasında ahiler de bulunmaktay dı. Geçmişten taşıdıkları "fütüvvet" denilen ahi topluluklarının y asası niteliğindeki birtakım kurallardan y eni toplumun y asalarını yaratırken yararlanabileceklerini de düşünmekteydiler.
Ahilerin içinde y aşadığı düzen;
anlama, güv en v e uyuma day alı bir
düzendi. Ölen birinin malın ın tüm
topluma kalması ahilerdeki paylaşımcılığın bir göstergesiydi.
Y eni düzenin kurulmasıy la birlikte bu y aşamı düzenley en bir hukuk
sistemi oluşturuldu. Köy lülerin arasındaki sorunlardan, ortak y aşamda
ortaya çıkan sorunlara kadar her şey
bu anlay ışla çözüme bağlandı. Hukukun temelinde adil bölüşüm, hak
eşitliği, ihtiy açların gözetilmesi, haklılık v e akıl v ardı. Komün y aşamını
etkiley ecek suçları işley enler halkın
karşısına çıkarılarak y argılanıy orlardı. Komün üy elerinden herhangi
bir kişi komün içi y a da dışı köy lerden herhangi birinde suç işlediğinde
suç işlediği yerde bir mahkeme kuruluy or v e halkın katılımıy la gerçekleşen y argılamada çıkan kararlar ne
olursa olsun uy gulanıyordu.
Y eni düzenin kurulduğu ilk günlerde çıkan en önemli sorun pay laşımın nasıl olacağı noktasındaydı. Bu
sorun, herkesin çalışmasına v e çıkardığı işe göre değil kişilerin gereksinimine göre, kendisine yetecek kadar, ihtiyacı kadar alması y öntemiyle
çözülmüştü.
Manisa'da yeni düzenin kurulduğu ilk günlerde buğday sıkıntısı çekildiği bir dönemde torlaklardan birinin ihtiy aç duyulan buğday ı zorla
köy lülerden alması karşısında, bu
torlak baskı uyguladığı köy e gönderilmiş ve o köy ün halkının kendisine
vereceği cezay a katlanması emredilmiştir. Bir başka olay da iki torlağın
genç kızlara sataşması karşısında
"teşhir ve tecrit" ile cezalandırılan
torlaklar bellerine kadar soy ulup, bir
dev eye bindirilmişler: "bacılarımızla
şerefi ile oynayan ahlaksızların başına gelecek budur!" denilerek tellaklarla dolaştırılmalardır. Bu iki örnek
yeni düzenin adaletini gösteriyordu.
Y eni düzende çıkan diğer sorunlar da, Şeyh Bedreddin'in daha
hareketin
Karaburun'da
başlamasının
ilk
günlerinde
söy lediği sözler temelinde hareket
edilerek çözüldü. Şey h Bedreddin
şöy le seslenmişti mürid-lerine:
"Bizi m a maçladığ ımız şeyleri
dosta düşmana göstersinler. Biz ne
bir derviş topluluğuyuz ne de gizli bir
din örgütüyüz. Bizim a maçladığımız
şey hakikattir! Amacımıza ulaş mak
içki başvurulacak araçlara çok dikkat edilmeli; düş man çekemediği nden, dost işin özünü anlayamadığından bize vaktinden önce bir engel çıkarma mal ı. Birşeyi hiç unutmayalım:
araçlar amaca uygun olmalıdır. Düşman bizi ayartmak için kulağımıza
hep şunu fısıldayacaktır: 'hayırlı bir
amaç uğruna her araca başvurulabilir. ' Ne denli zor durumda kalırsak
32
TAVIR E YLÜL 1996
kalalım bu ayartmalara asla kanmamalıyız. Saygı değer a maçlara ancak saygı değer araçlarla ulaşılabilir." (Ben de Halimce Bedreddinem,
s. 269)
Bu sözler Bedreddin yiğitlerinin
ışığı, y ol göstericisi oldu.
Din ve Kültürlerin Kaynaşması- Halkların Kardeşliği
Y üzy ıllardır egemenler, halkları
değişik din ve mezheplere, topluluklara bölerek, aralarında düşmanlık
tohumlarının f ilizlenmesine y olaçmıştır. Y aratılan öny argılar halkları
birbirine düşürerek güçsüz kalmalarını sağlamıştır.
Bey ler, paşalar, sultanlar, prensler bir bakıma iktidarlarını halklar
arasında y arattıkları düşmanlıklarla
ve onları bölerek sürdürebilmişlerdir.
Osmanlı sultanları, İslam beyleri,
hıristiyan prensleri, ulemalar, papazlar, rahipler, hahamlar bu politikay ı
hay ata geçirmişlerdir. Müslüman y ahudiy e, hıristiyan y ahudiye y a da
Türkler Rumlar'a, Bulgarlar'a düşman edilmişlerdir. Türk'ü Rum'a y a
da Ermeni'ye, Bulgar'a, müslümanın
yahudiy e, hıristiy ana ne gibi bir düşmanlığı olabilir? Sünni'nin alev i ile,
katolik'in, protestan'la y a da Ortodoks'la ne gibi düşmanlığı olabilir?
Halklar farklı din v e inanca sahip olsalar da, f arklı kökenden, kültürlerden gelseler de aynı y aşamı paylaşmakta, sömürülmekte, zulme uğray ıp, ezilmektedirler.
Osmanlı İmparatorluğu da değişik halkları siy asi v e askeri zoruy la
kendine bağlayıp kölece çalıştırarak
sömürmüş v e iktidarını y aşatmıştır.
Hıristiy an ve müslüman halk, Y ahudiler, Ermeniler, Rumlar aynı mekanı
pay laşmakta, aynı köy de yaşamakta, birbirleriyle dostluk ilişkileri kurmaktadırlar. Egemenler bu y aşama
kendi çıkarları için müdahale etmedikleri sürece bu böyle dev am etmektedir.
Şey h Bedreddin ve müridleri, bu
hareketin önderleri, halklar arasındaki çıkar birliklerini v e kardeşlikleri,
dostlukları ön plana çıkartarak kaynaşmalarını sağlamaya çalışmışlardır.
Şey h Bedreddin Kahire dönüşü
Anadolu'y a geldiğinde çalışmalarına
Rum papazlarıy la yaptığı tartışmalar
sonunda onları örgütleyerek başlar.
Hıristiyan, Müslüman ayrımını kabul
etmez ve bu uğurda savaşımını sürdürür. Rumeli'de Musa Çelebi'nin iktidarı döneminde kazaskerlik y aparken hıristiyanlarla y akın ilişkiler kurar, alev ileri örgütler. Şey h Bedreddin İznik'e sürgün edildiğinde adı
düny anın birçok y erinde saygıy la
anılan bir bilim adamı olmasının y anında y oksulun v e ezilenin y anında
olmasıy la da tanınmaktadır.
İznik'te yerleştiği Y akup Çelebi
Tekkesi'ne her dinden v e inançtan,
her kültürden ve bölgeden insanlar
gelmekte, Şey h Bedreddin ile ilişki
sürdürmektedir.
"... Saçları, sakalları, kaşları, bıyıkları kazınmış cavlaklar; üzerlerinde tepe kısmı kukulateyi andırır boz
çuhadan abaları, kuşaklarına bağladıkları ve sadaka toplamakta kullandıkları hindistan cevizi kabuğundan,
ya da bakırdan maşrapa/arıyla Kalenderiler; kuşaklarına sokulu kılıçları
ve mızrak gibi sivriltilmiş sopalarıyla cengaver abdallar, omuzlarında
ikili toprak dümbelekleri, parmaklarında zilleriyle atlı torlaklar, bez bir
kılıf içindeki sazlarıyla aşıklar... Tekkeye uğrayanlar arasında Araplar,
İranlılar, Türkmenler, Valahlar, Bulgarlar, Ermeniler hatta Yunanlılar bile
vardı. (...) Halep'ten, Kahire'den,
Ankara'dan, Bursa'dan, Edirne'den,
Silistre'den, Manisa'dan, Aydın'dan
Şeyhin adını duymuş, ona gönül
vermiş insanlardan haberler getiriyorlardı bunlar." (Ben de Halimce
Bedreddinem, s. 16)
İznik'e gelenler Bedreddin düşüncesiy le tanışıy orlar, gittikleri y erlerde "hakikat düşüncesi"ni y ayarak,
gelecekteki örgütlenmenin ve sav aşın da zeminini oluşturuy orlardı.
Börklüce Mustaf a v e Torlak Kemal Batı Anadolu'ya Ay dın v e Manisa'y a geldiklerinde Türkmenler,
Rumlar, yahudiler, müslümanlar, hıristiy anlar, torlaklar, abdallar, cav laklar gibi her din v e kültürden, kökenden halk içinde eşitlik v e kardeşliği,
day anışmayı, sömürüsüz bir düzeni
kurma sav aşını y ürütmüşlerdir. Bu
sav aşın ortaya çıkardığı bir gerçek
v ardır ki, egemenler v e sahte din
adamları, sömürücüler halkın yakasından ellerini çektiklerinde, halklar
tam bir kardeşlik, eşitlik v e dayanışma ruhuy la ortakça yaşamlarını örgütlemektedirler.
Şey h Bedreddin, yoldaşlarının
Batı Anadolu'da kurduğu ortakça düzeni Rumeli'de kurabilmek v e Osmanlı saltanatını y ıkabilmek için İznik'ten Rumeli'ye geçtiğinde Hıristiyanlar, Aleviler, Ermeniler, Bulgarlar,
Sırplar v e Türkmenleri v e değişik
halkları sav aşa katabilmiş, Hakikat
düşüncesi altında halkların birliğini
v e kardeşliğini sağlamay a çalışmıştır.
Anadolu'da v e Rumeli'de tam bir
din v e mezhepler, kültürler mozaiğini
oluşturan halklar, Şey h Bedreddin
Ay aklanması'na kendi eşitlik ve mutlulukları için katılmaktan geri durmadılar.
Şey h Bedreddin v e müridleri, diğer dinlerden insanlarla v e onların
din bilginleriyle yaptıkları tartışmalarda, her dinsel topluluğun ezeni v e
ezileni olduğu gerçeğinden hareketle, ezilen kesimlere sesleniyor, onların hakikat savaşında kendi inançları
ve kültürleriy le y er almalarını sağlamay a çalışıy orlardı. Aslolan, din değiştirmeleri değil, kendi kültür v e
kimlikleriy le bu savaşta y er almalarıy dı.
".. Eğer sözlerimiz yüreğinize
düştüyse, eğer düşüncelerimiz size
yakın gelirse, bilesiniz ki hangi
inançtan olduğunuz bizi m için hiç
önemli değildir. İster hıristiyan olsun,
ister yahudi, ister müslü man..."
(A.g.e., s. 21)
"... başka dinden olanlara namussuz diyen müslümanlar ın asıl
kendileri namussuzdur..." (A.g.e., s,
267) diy en Bedreddin müridleri, başka dinlerden de olsalar halkların tümüne olan say gılarını if ade ediy orlardı.
Şey h Bedreddin v e yoldaşlarının
ay aklanma çağrısına yoksul köylüler, ahiler y anıt veriy orlar, baskı v e
sömürüden kurtuluşun yolunu Bedreddin'in "Hakikat Düzeni"nde buluy orlardı. Bunun karşısında statüleri
bozulan din adamları da boş durmuyorlar, egemenlerden y ana tav ır alarak köy lüleri y anıltmay a çalışıyorlardı. Örneğin din adamları müslümanlara:
"... Bedreddin kendini peygamber gibi gösteriyor ve Allah'a karşı
geliyor..."(Age, s. 415)
diy erek saf larda bozgun y aratmay ı hedef lerken, Rum ve Bulgarlar'ı ise; "... Bedreddin sizi atalarınızın
TAVIR E YL ÜL 1996
dininden
döndürecek.
Sizin
yardımınızla Osmanlı tahtına bir
oturdu mu, bugünkü halinizi mumla
ararsınız..." (age, s. 417)
tehditleriy le sav aştan uzak tutmay a çalışıy orlardı. Ancak ne
Rumlar ne de Bulgarlar bunlara
kulak asmadılar. Kurtuluş umudu
olarak gördükleri bu sav aşa
katılmaktan vazgeçmediler.
Rumlar da Hakikat Sav aşı'na
katılan halklar arasında y erlerini
aldılar. Onların Batı Anadolu'da
sav aşa katılmasında Bedreddin'le
ay nı düşünceleri pay laşan bir Rum
papazın da büy ük katkısı olmuştur.
Bedred-din'le ilişkisini gizley erek,
özellikle Sakız Adası halkı içinde
f aaliyet yürüten bu papaz, inziv aya
çekilmiş bir keşiş görünümünde
yaşıy ordu. Tan-rı'nın tekilliğini ve
dinlerin
de
birbirinden f arklı
olmadığını anlatarak f arklı dinlere
mensup
halklar
arasındaki
öny argıların ortadan kaldırılmasına
hizmet
ediyordu.
Onun
bu
anlattıkları, hıristiyan inanışına
sahip Rumlar'ı derinden etkiliy ordu.
Üstelik onun kendi üslubuyla
anlattıkları Börklüce Mustaf a'ya
bağlı müridlerin
anlattıklarıy la
büy ük benzerlik gösteriyordu.
Hem kilisenin hem de soyluların
yoğun baskısı altında geçimlerini taş
ocaklarında, çok ağır koşullarda
çalışarak, damla sakızı toplay arak
balık-çılık,
gemicilik
y aparak
sağlay an y oksul Rumlar, Bedreddin
müridleri-ne
katılmakta
gecikmediler.
150
y ıl
önce.
Moğol
istilacılarına karşı Selçuklular'la
omuz omuza çarpışan Ermeniler
için de hak v e adalet zamanı
gelmişti. Bedreddin'in önderliğinde
y ürütülen Hakikat Sa-v aşı'nda
onlar da onurlu bir şekilde y erlerini
aldılar.
Hakikat Sav aşı'nda y eralan bir
başka
dinsel
topluluk
ise
Y ahudi'lerdi.
Bedreddin
düşüncesini
benimseyen
Y ahudiler, Manisa'da y aşıy orlar ve
çeşitli zanaatlarla uğraşarak yaşamlarını sürdürüy orlardı. Onlar da
Osmanlı'nın v e onlarla işbirliği
içinde olan Y ahudi aristokratlarının
baskısı v e zulmünden kurtulmak
için bu savaşa katılmışlardır.
Manisa'da
müs-lümanlardan
y alıtılmış bir bölgede yaşayan
Y ahudiler, cemaatin başı say ılan
v e "Parnes" adı v erilen Y ahudi
soy lusu taraf ından sömürülme-ye
karşı çıkmışlardır.
Sepicilik, boy acılık,
kunduracılık,
şarapçılık
v b.
işler
yaparak
y aşamlarını sürdüren y ahudiler,
Anadolu'nun bu çalışkan insanları
paranın egemenliğinin kaldırılacağı
ve bütün halkların kardeşce y aşay acağı hakikat düzeninin y aratılması
için mücadele ettiler. Y ahudiler Ana-,
dolu'da yaşamları boyunca ilk kez silahlanarak Torlak Kemal'in "bütün
halklar ve dinler birdir"'diyen ordusuna katıldılar.
Hıristiyan ve yahudilerin dışında
Bedreddin v e y oldaşlarının y anında
"Hakikat Sav aşı'na Türkmenler v e
çeşitli savaşlarda y iğitlikleriyle ün
salmış torlaklar da katılıy ordu. Türkmenler hayv ancılıkla geçiniy orlardı
ve özellikle at y etiştiriciliği konusunda kendilerini yetiştirmişlerdi.
Hakikat Savaşı'na katılan atlı birliklerin başında torlaklar geliyordu.
Torlaklar hiçbir dinsel akımın etkisinde olmay an coşkulu, atak, gözükara
insanlardı. Kışın, kent ve kasabalarda çeşitli zenaat işlerinde çalışırken;
y azları, başına buy ruk y ayla yay la
geziy or, haklı v e güçsüz olanları
haksızların zulmünden korumay ı
kendilerine doğal görev ediniy orlardı. Çalışmadıkları zaman esrar v e
şarap içip günlerini gün ediyorlardı.
Önderleri Torlak Kemal'in, Şeyh
Bedreddin'e katılmasının ardından
bütün torlaklar Kemal'in peşinden
gittiler. Torlakların hepsi ulemalara
v e şeyhlere karşı oldukları halde,
Bedreddin'i, önderleri Torlak Kemal'in Şeyh Bedreddin'e katılmasının ardından bütün halka zulmeden,
dev leti sav unan ulemalardan ay ırmış v e onun hakikat düşüncesine
inanmışlardı.
Bedreddin Ay aklanması'nda bu
f arklı din v e kültürlerden insanlar
"Yarin yanağından gayri, her yerde,
her şeyde, hep beraber" ilkesinde
somutlanan "Hakikat Düzeni"nde
halkların sömürülmeden, kardeşçe
bir arada y aşayabileceğini gösteriy orlardı. Halklar, üzerlerinde hiçbir
baskı hissetmediklerinde, her işi elbirliğiy le yapıy orlar, ölüme de ay nı
şekilde birlikte gidiyorlardı.
"(...)
Hakikat bayrağının altında toplanın, saflarımızda yer tutun!" (Ben de
Halimce Bedreddinem, s. 372-373)
Bedreddin'in bu sözleri Bulgar'ı,
Türk'ü, Arnavut'u, Ef laklı'sı, hıristiy anı, müslümanıy la bütün ezilen halk-
ları etkiledi. Ezilen halklar kardeşçe
birlikteliğin örneğini sergilediler.
Halkların kardeşliği önündeki her engel düşman görülmüş ve mücadele
edilmiştir. Bu konuda kültürel düzey de, günlük y aşamda, dilde her türlü
açık ya da gizli düşmanlıklar kimi zaman "iç düşman" olarak görülmüş ve
"bey lerin, egemenlerin bu y öndeki girişimlerine karşı çıkılmıştır.
Şey h Bedreddin v e y oldaşları
Anadolu toprakları üzerinde y aşayan
Türkmen'i, Ermeni'y i, müslüman'ı,
hıristiy an'ı, yahudiy i, Rum'u, torlakları, cav lakları, çoğunluğu y oksul
köy lü halktan oluşan kitleleri bir araya getirerek onların zengin kültürlerini ay aklanma kültürü içinde bir araya
getirmişlerdir.
Şey h Bedreddin v e yoldaşları
halkların örgütlenmesi v e ayaklanmasında halkın sevdiği din adamlarını örgütleyerek o dinsel topluluk içinde hakikat düşüncesini v e sav aşın
y ay ılmasına çalışmışlardır. Ay rıca
dinsel kurumlardan da y ararlanılmış,
buraların ele geçirilip halka gidilmesi
için çaba gösterilmiştir.
Halkın örgütlenmesinde v e sav aşa katılmasında amaca uygun, hakikate uygun düşen araçlar kullanmışlardır. Saygıdeğer a maçlara, ancak
saygıdeğer araçlarla ulaşılabilir" diyerek halka y aklaşımda, halkı örgütlemede f aydacı y aklaşmamışlar v e
kör hedef peşinde koşmamışlardır.
Bu kav ray ış halka açık olma, halka
hesap verme sorumluluğuyla bütünleştirilmiş; halk y anlışların, hataların,
amaca uymayan çarpıklıkların sorgulay ıcısı olarak görülmüştür. .
Birçok sorunda, hak aray ışında
v e adalet dağıtmada halkla birlikte
karar v erilmiş, birçok olay halkın
zengin y aratıcılığıy la kolay lıkla çözümlenmiştir. Halka gitme, halkla
birlikte mücadele etme engin bir halk
sev gisiyle gerçekleşmiştir. Halkın
çektiği acılar v e gördüğü zulüm karşısında halkın y anında olma ve bunları içinde hissetmenin sonucu halklar örgütlenebilmiş ve Hakikat Savaşı'na katılabilmiştir.
Şey h Bedreddin Deliorman'da,
Zagora'daki yoksul, ezilen halkla birlikte Edirne üzerine y ürümek, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal üzerindeki ölüm tehlikesini uzaklaştırabilmek, hakikat düzenini hakim kılabilmek için hıristiy an'ı, müslüman'ı,
TAVIR E YLÜL 1996
kadınları erkekleri, y aşlıları v e gençleri bir araya getirmiştir. İşte bu sırada y aşananlar ayaklanmaya katılan
halkların day anışmasını v e gönül
birliğini özlü bir şekilde anlatıy ordu.
"... Akşam, yakılan ateşlerin başında şarkılar, türküler söylendi.
Herkes kendi dilinde söylüyordu:
Türkler, yanık bozkır türküleri; Rumlar, aşk ve hasretlik şarkıları; Arnavutlar, tıpkı dağları gibi insanın içine
ürperti salan savaş şarkıları, Ermeniler, dağ ırmakları gibi coşkulu sevda şarkıları ve Bulgarlar; halka olup
düğün şarkıları söylediler. Sonra da
hep bir ağızdan, Durası E mre'nin
yeni yaktığı bir özgürlük türküsünü
söylediler. Herkes becerebildiği kadar katıldı türküye. Kimi sesli kimi
sessiz... Ama türkü söylenirken herkes kendinde gitgide büyüyen bir
güç duyuyordu."
Y a Rumlar'a ne demeli? Ölüme
giderken ille de dans etmek isteyen
bir başka halk daha var mıdır acaba
düny a üzerinde?.." (A.g.e., s. 383)
Halklar egemensiz v e sömürüsüz bir düzen v e kendileri için sav aşırken coşkulu v e mutludurlar, kardeştirler. Şeyh Bedreddin bunu
y aratmıştır.
RASİN
(Bedreddin Üçlemesi-lll)
"Zulüm Olan Yerden Göçmek
Gerek"
Gelecek Sayı: HA REKETİN YENİLGİSİ
TAVIR E YLÜL 1996
Yılmaz Güney'e
T arihin yüzünde kanlı sürgünler/sınırsız katliamlar
Kartal yuvalarına gizlenen ömrüm
Sonra göçlerin ve ağıtların yıldönümünde
Dersim'den, Desman'a uzanan dağınık öykü
Siverek düzünde kızgın bir rüzgar
Marabaların elinde büyüyen azaplık
Ülkemin imgeleminde kurtuluş çözümlemeleri
Yılmaz, o zaman
Zaza boylu siyah şalvarlı bir fırtınaydı
Ömrünün tomurcuğuna açlık yağmaktaydı
Kan davalarına ayarlanmış mevsimler
Ve
Orada aşiretler töreleri kanla yıkamaktaydı
Göçlerin ve ağıtların yıldönümünde
Desman'dan, Çukurova'ya uzanan
Dilsiz bir yalnızlıktı
Sivrisinek ısırıklarıyla küçülen ekmekler
T aşıdı koynunda
Sonra
Cezaevlerinde film şeritlerine takılmış bir ömür
İmralı'da domates tarlası işliyordu
Hep
Bir senaryonun kaç no'lu sahnesi
Kurgulanır düşlerinde (İç/Dış,
Gece/Gündüz) İmgelemine ülkesi
düşer Büyür öksüzlüğü Siverek
ovasında...
35
Film
Karelerinde
Büyüyen
Güzellik
TAVIR E YL ÜL 1996
37
İBRAHİM KARACA
SIRA SANA
GELECEK
-kayıplar için-
Yavaş yavaş çoğalıyor yıldızlar
Herbirinde birinizin yüzü var
Şimdi size kim öldü diyebilir
Dilinizde hala. sevda sözü var
Bir şarkı söyledik sana
Dinle kardeş, duyacaksın
Çığlığını yele bırak
Sen insansın, insana bak
Susma
Sustukça
Sıra sana gelecek
Beyaz bir kuş yuva kurmuş
göğsüme
Her kayıpta sızlar, kanar yarası
Ateşler içinden çıkıp da gelmiş
Kanadında bir parça is karası
Bir şarkı söyledik sana
Dinle kardeş, duyacaksın
Kirlenmesin gökte mavi
Gölde balık, dalda çiçek
Susma
Sustukça
Sıra sana gelecek
38
TAVIR EYLÜL 1996
HAY ATI AZIM
Ü
ç ölü çıktı bu cezaev inden.
Cezaev i
kapısının üst taraf ındaki iğde, bahçey e
sere serpe y ay ılmış
kalın göv deli ağaçlar,
şu çamlar, serviler...
mav i boy alı demir
çubuklardan y apılmış raylı kapı...
hepsi, hepsi gördü bu ölüleri.
Ancak bir metre y üksekliğinde,
öy lesine sıradan bu kapı cezaev ini
değil de daha çok bir fabrika, bir şantiye kapısını çağrıştırıy or. Y eşilliğiyle
bahçey i kaplay arak cezaev inin görülmesini engelleyen ağaçlar da bu
çağrışımı güçlendiriy or. Böy lesi bir
y erden üç ölü çıktığına inanası gelmiy or insanın. Fakat, çıktı işte. Bir
değil, iki değil, üç... Üç ölü.
Cezaev i denince ne içerdekinin
dışarısını, ne d ışardakinin içerisini
göremey eceği boy utlarda, demirden
y apılmış kale kapıları gelir aklıma.
Kapı büy ük olacak ki, daha oraya girerken demir bir y umruk gibi vursun
kaf ana. Kuşatılmışlığını, güçsüzlüğünü anlatmaya yetip artsın. Daracık
koridorlara sıralanmış, day ak atmada ustalaşmış askerlerin bir de hoşgeldin sopaları... Devrimciliğini değil,
adını bile unutasın. Görüşüne gelen
kişinin o kapıy ı gördüğünde secdeye
durası gelsin.
Bu demir kapının y anındaki nöbetçi kulübesinin önünden geçtiğimde, bahçedeki ağaçların arasından
tombul yanaklarına, kara gözlerine
konmuş gülüşüyle bana doğru koşup
geliv erecek Barış! Belki de iri gövdeli, dal budak salmış ağaçlardan birine sırtını v ermiş, gitar çalıp türkü
söy lüyordur. İy i çalardı gitarı. Görüşmey eli daha da ustalaşmıştır. Şu
ağaçların bana ettiğine bak!.. Üç ölü
çıktı bu cezaev inden. Barış da yaralı. Ağır y aralı hem de. Kimbilir kaç
yerinden patladı kaf ası, kaç dikiş attılar? Saçlarını da kesmişlerdir kaf a-
sındaki y ırtıklara dikiş atarken. Elinde, kolunda kırıklar, alçılar v ar mı?
Hala öyle tombul y anaklı, çocuk yüzlü mü? Yoksa açlık grevinde süzülüp
kaldı mı? Görüşe gelebilir mi? Y attığı y erde doğrulabiliyorsa gelir. Daha
"nasılsın" demey e kalkmadan anlatmay a başlar direnişi:
-Kalabalıktılar. Kapı aralığından
gördüm. Savcı, müdür... önde. Arka-
dan/ Güneşe dönüktü yüzleri..."
Dağın eteğine tutunmuş; kay ısı,
elma, erik ağaçları arasında bir köy.
Taştan topraktan örülmüş bir evin ön
duv arı. Pencerenin sol tarafında boy asız, tahta bir kapı... tahtaları biraz
kararmış. Az ötede başıboş birkaç
inek. Duv arın tam önündeyse elli
y aşlarında, üç etekli bir kadın. Başörtüsünün altından saçının beyazlı-
TUTSAK
KUMANDANA
DEDİ Kİ...
larındaysa kasklı, kalkanlı, değnekli
askerler. Kalabalıklar. Malta tıklım
tıklım dolu. Adım atacak yer yok. O
kalabalığa karşın ortalık bir sessiz
ki, sinek uçsa duyulacak. Birden
elektrikler kesildi. Maltaya alacakaranlık çöktü. Savcı temsilcinizi çağırın dedi. Zaten temsilcimize haber
vermiştik. Düşün ki ben temsilciyim.
Maltaya çıkıp savcının karşısına dikiliyorum. Öyle ezil miş, büzül müş
değil...
Barış anlatıy or. Ben ise temsilcinin duruşunu düşünüy orum. Barış'ın
dizeleri uçuşuy or beynimde. "Köylü
kumandana dedi ki/ He ku mandan
efendi he/ Geçti o dediklerin bura-
ğı düşmüş alnına. İki ay ağı da sağlam mı sağlam basmış toprağa. Bir
elini kaldırmış, sanırsın ki dağları tutacak.
Belki, kay ısı ağaçları y oktu Barış'ın şiirinde. Bozkırın ortasında y a
da kay alıkların hemen dibinde bir
köy dü. İnekler de yoktu. Ev ise biraz
daha harap v e yoksul. Fakat, kadının ay aklarını sağlam basışının, elini
dağları tutacak gibi uzatışının belkisi
y ok. O kesinlikle öyle.
Barış bu şiiri nasıl y azdı? Böy lesi bir köye mi düşmüştü y olu? Y oksa
gecenin bir yerinde, koğuşun ışıkları
söndüğünde, düşleriyle uzanıv ermiş
miy di? Barışı gördüğümde, zaman
TAVIR E YL ÜL 1996
kalırsa soracağım bu şiiri nasıl y azdın diy e. Belki bir şiir daha yazmıştır
şimdi. Belki bir öykü. Direnişin öyküsü. "Tutsak kumandana dedi ki" diye
başlay an bir öykü: Koğuş temsilcisi
olarak savcının karşısına dikildim.
Ayaklarım sağla m basıyordu yere.
Savcı: 'Sayım al maya geldik' dedi.
Gülümsedi m. 'Yalanlarınıza inan mıyorum' diyen, alaysı bir gülümse me
bu. Ali Rıza'nın özgürlük eyleminden
bu yana, yani iki aydır baskı altındayız. Mahkemeye gidip gelirken saldırıya, hakarete uğruyoruz. İnsanca
yaşama haklarımızdan hergün biri
gaspediliyor... Bu sorunlar çözülene
değin sayım vermeyeceğimizi söylemiştik. Üç gündür de sayım ver miyoruz.
"Sorunlarımızın çözül mesini istiyoruz. Eğer zorla almaya kalkarsanız buradan ölü çıkar. Bunun hesabını verebilecek misiniz?" de dim.
"Ben karışmıyorum. Ne haliniz varsa
görün" dedi. "Saldırın!" demekti bu.
Koğuşa, arkadaşlarımın yanına döndüm."
Cezaev inin kapısınday ım Barış.
Kara saçlı, bey az y üzlü gencecik
kızların, ellisinde altmışında başörtü
lü, kırışık y üzlü anaların arasında...
Gözleri göky üzünden
bulut,
ateşlerden birer parça. İşte bu kalabalığın arasından sıy rılıp, kulübedeki görevlinin y anına gideceğim. Kalabalıktan birkaç kişi birden bana bakıyor. İçlerinden biri umutsuzluk dökülen sesiyle "görüştürmüyorlar" diy or.
Az önce onların gözlerind eki duy gu
bey nimde uçuşurken, "neden" diy e
soruy orum. "Birinci dereceden akraba olmak" gerekiy ormuş. Hemen tepemde duran koskocaman tabelada
da y azıy or ay nı şey. Birinci dereceden akraba... Birinci... Görev liy e gidip ben, ben Barış'ın birinci dereceden akrabasıy ım diyesim geliy or. Biz
Barış'la gitar çaldık, türkü söy ledik.
Onun y azdığı şiiri okuduk...
Küçük bir kağıda adımı y azdım
ve cezaev inde birinci dereceden akrabası olan, görüşe girebilen birine,
Barış'a iletilmesi için v erdim. Barış,
benimle görüşmek istediğini söyleyecek idareye. Görüşemesek bile,
en azından benim burada olduğumu
bilecek.
Şu kapıdan girebilmiş olsaydım,
görüş kabininde olacaktım şimdi.
Barış'ı biraz daha iy i görebilmek için
39
gözlerimi cama yapıştırır, ellerimi de
başımın iki yanından uzatarak avuçlardım cam bölmeyi. Barış da öteki
cam bölmeden Buca Direnişi'ni anlatırdı:
Te msilcimiz içeriye, yani koğuşa
giriyor. Biz saldırı olacağını sezinlemişiz. De mir dolapları sessizce yaklaştırmışız kapıya. Te msilcimi z koğuşa girdi. Dolaplardan birini hemen
sürdük kapının arkasına. Sonra, üstüste koyduğumuz iki dolabı daha
sürdük kapının arkasına. Direnişimiz
barikatla başladı. Ya herşeyimizle
teslim olacağız, boyun eğeceğiz zulme; teslim olup yokolacağız. Ya da;
siyasi kimliği mizi, onurumuzu, insanca yaşama hakkımızı savunmak için
canımızı koyacağız barikatlara. Teslim ol mak yok ki geleneğimizde.
Gazi Mahallesi 'ndeki barikatlarda olduğumu düşündüm bir an. Gerçi oradaki gibi onbinler değiliz. Topu
topu kırk kişiyiz. Barikat çözülürse
gidebileceğimi z bir yer de yok. Duvarlar, ranzalar, barikat ve biz...
Koğuşun öteki ucundaki dolapları da taşıdık barikata. Öylesine çarçabuk. Son dolabı, ayakları betona
gömülü olan ranzaya dayadık. Boşluk kalan yerlere battaniyeler sıkıştırdık.
Koğuşun arka tarafı mavi, mor
du manlarla dol maya başladı. Mazgaldan gaz veriyorlar. Islak havlu ile
burnu mu kapattım. Burnumu zu kapattık. Her birimiz bir mazgala koşuyoruz. Mazgal deliklerini ıslak havlularla kapatıyoruz. Bir sopa yardımıyla havluyu orada tutmaya çalışıyorum. Havluları yakıyorlar. Yanmış
havluyu ıslatıp tekrar yerine koyuyorum.
Raylı, mav i kapının tam karşısındaki kahvede çay içiyorum Barış. Biliy orsun burada olduğumu, hatta çay
içtiğimi... Gözlerim raylı kapıda. "Belki" diy orum, "belki bir haber gelir
senden." Görüş serbest diy e bir söz
uçuşuv erir kapının önünde. Koşar
gelirim.
Bana
dışarıdakilerin
algılay amadığı "özgür tutsaklığı" anlat
derim.
Ray lı, mavi kapıy la aramda bir
yol var. Arabalar, otobüsler gelip geçiy or durmaksızın. Arada bir de lacivert boyalı ringler girip çıkıy or cezaev ine. İçinde sen v armışsın duygusuy la bakıy orum herbirine. Herşey
gözönünde. Bir o kadar da gözden
ırak. Kapı önünde bekleşen bizler-
den bile... Üç ölü çıktı bu cezaev inden. Üç ölü... İşte bu kapıdan.
İçim daralıy or. Kahv eden kalkıp
kapıy a yürüy orum, oradan da cezaev i duvarı boyunca yukarıy a. Y ukarı
doğru y ürüdükçe bahçedeki ağaçlar
say ıca azalıy or. Daha boy lanmamış
birkaç ağacın arasında cezaev i çırılçıplak. Üçgen çatılarıy la, bir alçalıp,
bir y ükselen, enine boyuna bir duvar.
Cezaev inin gerçek yüzü, soğuk yüzü...
Y usuf, Uğur, Turan oraday dı işte.
Bu upuzun duv arın ardında. Bana
ölümü anlat Barış. Bir metre boyunda, y umruk kalınlığında, ucundan
sapına doğru incelen, kara boy alı
değnekleri, su borularını... v e bunları tutan elleri anlat.
-Yangın söndür me hortu mlar ından fışkıran su, kurşun olup çarpıyor
bedeni me. Savrulup düşüyorum.
Koğuşu su basmış. Suyun içinde
çizmeler, kasklar, kalkanlar... Demir
borular, değnekler doldurmuş gökyüzünü. Toparlanıp kalkıyoru m. Birbirimi ze tutunuyoruz. Bir değnek
savrulup oturuyor beynime. Gün geceye dönüyor o an. Yıldızlarla beraber düşüyorum suyun içine. Değnekler, tekmeler, küfürler karışıyor
birbirine.
Barış orada... bir o kadar yüksek,
bir o kadar uzun, upuzun duvarın ardında. Gözetleme kuleleri görmüyor,
gözlerimle deliyorum duvarları.
Barış anlatıy or; anlatmıy or da, tiy atrolaştırmış oynuy or.
-Bak şimdi ben Yusuf'um: Mazgalın altındaki sac kapıyı zorluyorlar.
Mazgalın önüne kurduğu muz barikata sırtımı verdi m. Balyozlar var ellerinde; biri inip, biri kalkıyor. Her vuruşta gök gürlüyor; koğuş sallanıyor.
Barikatı delip gelen ses, hücrelerime
dolup boşalıyor. "Haydi gelini." diye
meydan okuyorum onlara "Arkadaşlar! Burası sağlam. Öteki barikatlara
gidin!"
Bir saldırı da kütüphanenin olduğu duvardan başladı. Balyozun vuruşları duvarda değil de beynimde.
Burayı destekleyecek ne dolabımız,
ne suntamız kaldı. Bir balyoz vuruşu, bir daha... Ben Uğur'um, yastıkları ve yüreğimi koydum o duvara.
Giriş kapısındaki barikatta en
üstteki dolap esnemeye başladı. Dolapların arasına soktukları kalasları
kaldıraç gibi kullanıyorlar. "Arkadaş-
40
TAVIR E YL ÜL 1996
lar buraya gelin, barikat esniyor!"
Olanca gücümü koyuyorum esneyen dolaplara. Sonra da tavanla dolap arasındaki boşluğa battaniye sıkıştırıp esnekliği engelliyorum.
D işardaki konuşmalar geliyor kulağıma. Biri: "Oksijen kaynağı getirin" dedi. Az sonra da oksijen kaynağının tıslayan sesi geldi. Kapıyı kesiyorlar.
"Yaşasın Barikat Direnişimiz!"
Bu ses; barikatı, duvarları delip
geçen tokat olup, katillerin yüzünde
patlarken, diğer koğuşlardaki tutsaklara umut oldu. Direniş sürüyordu.
Aynı sese diğer koğuşlar da kattı
seslerini.
Kapının bir bölü mü kesilmişti.
Onlar dışardan demir borularla açılan deliği büyütmeye çalışıyor, biz
de içerden yatak, yorgan...koğuşta
bulduğumu z herşeyi barikata yığıyoruz.
Barikatta bu direniş sürerken tavandan da balyoz sesleri gelmeye
başladı. Bir an koğuşa tavandan geleceklerini düşündüm ve eli mde sopayla seslerin geldiği yerin altında
beklemeye başladım. Tavanın sıvaları döküldü. Sonra da de mir bir kazıkla küçük bir delik açıldı. Açılan
delikten gaz bombası atıyorlar.
Bo mbayı alıp su dolu bidona b ırakıyorum. Uğur'la ranzalar ın ü zerine
çıktık. Tavandaki deliğin altına bir
havlu gerdik. Yakaladığımız bo mbaları su dolu bidona atıyoruz. Çok
geçmeden mekanik bir işe dönüşüyor yaptığımız şey. Bomba... geliyor... yakalandı... suyun içinde etkisizleştirdik. Birden kulakları sağır
eden, koğuşu sarsan ve o an yaşamı durduran bir patla ma. Hepi mi z
şaşkınca birbirimize bakıyoruz.
Bo mbaları koyduğu muz su bidonu
parçalanmış. Bidona ve bombalara
çok yakın olma ma rağ men yaralanma mıştım. He men koğuşa seslendi m: "Arkadaşlar! Ses bombası, ağzın ızı açık tutun." Bomba seslerine
sesimizle karşılık veriyoruz: "Bo mbalar Bizi Yıldıra ma z!"
Gaz bo mbası, ses bombası...
bo mba, bo mba, bo mba... Direnişimi z sürüyor. Barikattaki kapı yok artık; dolaplar dışarı çekilmiş. Tek bir
Bir Operasyon Sonrası Bayrampaşa Cezaevi
dolap... onlar dışarı çekiyor, biz içeri. Sopalar, kalaslar savruluyor. Dolabın üstüne çıkıyorum. Ca m parçaları fırlatarak savunuyorum barikatı.
Kasklı ve kalkanlı olduklarından ellerine nişan alıyorum. Barikat neredeyse çözülmek üzere. Ca m parçalar bitiverse, gelip girecekler koğuşa.
Sık sık "cam getirin!" diye bağ iriyorum arkadaşlara. Turan'ı görüyorum
o ara, ellerine havlu sarmış. Kucak
kucak cam taşıyor. Cam parçalar ı
karşısında kalaslar, etkisiz kaldığında itfaiye hortumları geldi.
Barikat çözüldü. Koğuşa girdiier.
Ara mada iki-üç metre ancak var.
Koğuş onca kalabalık, bir tarafta onlar, bir tarafta biz. Bunca kalabalığa
karşın derin bir sessizlik... Soluk
alışlarını duyuyorum. Alev saçan soluklarını. Kasklardan sadece gözleri
görülüyor. Yılanlar oynaşan gözleri.
Hep birden küçük bir adım atıyorlar.
Öldürecekler bizi, bu belli. Sessizliği,
öteki koğuşlardan yükselen "İşkencecilerden hesap sorduk, soracağız!" sloganları bozuyor.
Arkalardan biri "Vurun, öldürün"
diye bağırıyor. Bir adım daha atıp
duruyorlar yine karşımızda. Biz de
bir adım geriledik. Öldürecekler bizi.
Öleceğiz. Koğuşu santim santim savunarak öleceğiz. Direnmenin onuruyla öleceğiz. Havaya kalkmış değneklere bakıyorum. Saymak geçiyor
içimden. Öylesine de çoklar ki... Bir
sigara vardı cebimde. Islanmış mıdır? Çıkarıp yaksam şimdi. Bir iki nefes çeksem. Yu mruklarımız havada.
Bir de saz sapı var elimde. "Haydi
arkadaşlar!" diye bağırıyor içimizden
biri. Te msilcimi zin sesi bu. Yumruklarımız değneklerin üzerine yürüyor.
Değnekler bozguna uğradı, gerisingeri kaçıyor. Öbek öbek yığılıyorlar
birbirinin üzerine. Sonra toparlanıp,
o küçük adımlar ıyla tekrar geliyorlar
üstümüze. "Vurun öldürün!"
Bu kez önde itfaiye hortumu,
hortumun arkasında değnekler...
Basınçla bedenimi ze çarpan suya
karşın ayakta durabilmek güç. Birbirimi ze tutunuyoruz. Bir değnek, bir
değnek daha...
Yerdeyim. Duvarlara yapışan
insan etleri...
Üç ölü çıktı bu cezaev inden, üç...
TAVI R E YLÜ L 1996
41
MEH MET ÖZER
2 TEMMUZ Ölümü
Güle
Çevirir
Bedenlerimiz
A
lçaktır, size benzer
darağaçlarınız. Boyunuz yetmez, onu benden yükseğe aldıramazsın ız. Siz en iyisi
ayaklarımdan ayrıl mak
istemeyen şu toprağı
kazınız. Meraklanmayın
yıldızlar tutar beni, eğer
çekmez de koparsa boynumdaki
yağlı urganınız."
Pir Sultan Abdal, boynunda yağlı
urgan, başı y ıldızlarda; dönüp kalabalığa, "Dönen dönsün/ben dön meze m yolu mdan" diy en, inançlı bir
halk ozanı. Pir Sultan Abdal; Şalvarı
şaltak Osmanlı/eyeri kaltak Osmanlı/ek mede yok biçmede yok/yemede ortak Osmanlı"y a karşı kızıl
sancağı açmış kav ga adamı. Bundandır başının üstündeki y ıldızlar.
Bundandır, y ılanlar çatal dilleriy le
"ölüm, ölü m" diy erek ona saldırmaları. Y üzy ıllar önce öldü diye kocaman
çığlıklarla sev inseler de, ölen teniydi,
y aşay an zulme başkaldırmanın hak
olduğu inancı. Onun türkülerinden
korktular. Onu çağrıştıran ne varsa
ölümüne hüküm kıldılar.
2 Temmuz 1993. Ağızları çürümüş yosun kokan ölümlülerin yüzy ıllar sonra, çağdaş Pir Sultan Abdallar'a karşı giriştikleri toplu öldürüm, bu
korkunun sonucudur. Bilinmelidir ki
,ölüm bile küçülür karşımızda, ölümü
güle çev irir bedenlerimiz. Rüzgar
ateş kuşunun kanatlarında taşır hasretimizi. Prometheus'du otuzbeşlerin
herbiri. Ateşten v e ölümden geçerek
taşıdılar umudu. Madımakta bir kez
daha kırmak istediler f idanları, çaresizdi f idan, tohum itiy ordu toprağın
altından.
Bakın göky üzüne, hay atın ateşten çocukları bir tutam yangın almışlar Madımak'tan, azcık hüzünlü olsa
da taşıy orlar kuytulara, daha direngen y angınlar için.
Gördüğünüz f otoğraf, 2 Temmuz
günü küttür merkezi önünde, önce
parçalanarak, sonra da boynuna ip
takılıp y erlerde sürüklendikten sonra
Madımak y angınına atılan Ozanlar
Anıtı'nın f otoğraf ıdır.
Pir Sultan Abdal etkinliklerinin bir
parçası olarak düşünülmüştü Ozanlar Anıtı. Y anında bir de Kangal köpeği v ardı. Çünkü Siv as, ozanları v e
kangal köpeği ile ünlüy dü. Ne f arkeder, ozan sözcüğü ürkütüy ordu. Tırnakları uzun, ağzı çürümüş y osun
kokan ölümlüleri. Bir de göky üzüne
doğru uzanan, bulutlarla sev işen bir
saz olursa hükmü ölümdü anıtın.
Gecenin korkusuydu türküler. Zulmün kabusuy du Pir Sultanlar. Fotoğrafta göremiy orsunuz ama sol taraf ında kavak ağaçlan v ardı anıtın.
Kökleri y eraltı nehirlerinden besleniy ordu, başı y ıldızlarda. Önce sazını
parçaladılar, sonra kırdılar ellerini,
y etmedi, boy nuna bir ip geçirerek
dolaştırdılar caddelerde. Ağladı kav ak gölgesi. Düşmeyecekti, şarkılar
söy lemeyecekti bir daha. Sev indi kav ak, kökleri derindeydi, başkaldırıp
çıkardı karanlığın altından. İlk katillerden f arklı değildi. Çığl ık çığlığa
ateşe koşuy orlardı. Ellerinde irin, y üreklerinde sonsuz karanlıklar. Sonra
ateşle buluşuyor Pir Sultan, otuzbeşlerin gülücükleriyle türküye dönüşüy or:
"Sivas ellerinde sazım çalınır"
Söy ley in dostlar türküler mi daha
güçlüdür, türküleri y akanlar mı?
Ülkemizi örgütley en otuzbeşlerin
anısına say gıy la.
Fotoğraf: Mehmet Özer
42
TAVIR E YL ÜL 1996
ERDO ĞA N E KİNER
SAKLI BİR SEVGİDİR GÖZLERİMDE
GÜZ
YANIĞI
Önümde uzayıp giden göç yolları
hüzzam şarkılar
Geride, dalgın sabahların suçlu aşkları
Çiçek tozları, başka bir zamana saklı şiirler
güz yanığı resimler
Savrulup giden bir bildiri gibi gençliğim
Yüzümde uzak denizler, gizemli doğu, başka iklimler
Ağlar(dı) annem
Ne zaman beni alıp götürseler
Yıldız yağmuru, yabanıl gül Yangın ve kül ülkem T alan
edilmiş ömürler geçer sokaklardan Ve kırlangıçlar uçar
mavi atlasından gökyüzünün Bir yıldız kayar, büyür
ellerimde korku birilerinin Kurşunlanır gece
Ne zaman, derin koyaklara Vurulan
gençlerin yankısı düşse Ağlar annem
RESİMLER
TAVIR E YL ÜL 1996
43
Erol Özden "Bekleyiş"
Kimi kez, eksik bir ömrü çoğaltmak için
küçük sevinçlerle
Küçük mutluluklar arar günlerin gizeminde
Kitaplar okur kimi kez
Yaşamı kendinden öğrenen bir bilge yüzle
Ve gülümserdi, sür günlerle örselenmiş ömrümüze
Bilirim nedenini bu yüzden Paydası
ortaktır acıların gölgesinde Annelerin
yüzündeki susuşun
Yani, duyabilmek sancısını kırılan bir gülün Ve,
'Sizin çocuklarınız biziz' diyebilmek bir gün Oğulları
öldürülen annelere
44
TAVIR E YLÜL 1996
GRUP Y ORU M
GELİYORUZ
Ezilmiş, horlanmış, talan edilmiş ama direngen ama isy ankar Anadolu
topraklarının kurtuluş hasretini dindirmek için ateşi av uçlarımız arasına alıp
GELİYORUZ!...
Baba İshak ordularının Kony a'y a yürüdüğü gibi; Bedreddin müridle-rinin
"on bin balta olup düşman ormanına" girdiği gibi; Bolu Dağla-rı'ndan zalime
korku salan Köroğlu gibi; "Dağlar Bizimdir" diyen Dada-loğlu gibi; Hacı
Bektaş gibi bilge, Y unus Emre gibi sev ecen; dostuna dost, düşmanına
zülf ikar gibi keskin ve acımasız y ürüyoruz. Özgür bir v atan, sömürüsüz bir
düny a için GELİYORUZ!...
Geleceğimizin barikat barikat örüldüğü, özlemimizin ay aklanma olup
dalga dalga y ay ıldığı gecekondu sokaklarından, koca bir çığ gibi sel gibi
GELİYORUZ!...
Öy le bîr sel ki bu, karşısında duranı alıp girdabına katıy or önüsıra.
Katıy or eski ve köhnemiş ne v arsa. Durdurulamaz, dindirilemez koca bir halk
seli bu. Biz GELİYORUZ!...
Çağımızın Pir Sultan'larıy la, Demirci Kawa'larıy la, Hallac-ı Mansur'larıy la, Sey it Rıza'larıy la; Türk, Kürt, Laz, Çerkes, arap, Gürcü ay rımı
gözetmeksizin, barikat başında birlikte nöbet tutan, türkü söyley en, şehit
düşen civ anlarımızla büy üy or, büy üy or, büy üyoruz... v e özgür v atana
y ürüyoruz. Titreyin zalimler Biz GELİYORUZ!...
Y ürüdükçe daha bir gür çağlıy or ırmaklarımız, daha bir y eşilleniy or
ov alarımız... Büy üdükçe sesini sokaklara, y üreğini dağlara v eriy or f idanlarımız. Emekçiler en büy ük halaylarda, grev halaylarında el ele tutuşsun,
mendil sallasın diy e canımızdan çok sev diklerimizi uğurluy oruz göğsümüzün
en sıcak y erine.
Ne zaman en büy ük meydanlarda çekilirse grev halay ları, ne zaman
binlerle dönülürse semahlarımız, ne zaman y eri göğü inletirse horonlarımız,
işte en güzel türkümüzü o gün söy leyeceğiz.
GELİYORUZ!...
O türküyü söy lemek için... Halkın ve haklının türküsünü söy lemek için...
Dev rimin türküsünü söylemek için...
GELİYORUZ!...
O
nbirinci
kasetimiz
"Geliy oruz", uzun bir
ön
çalışma
döneminden
sonra,
y aklaşık 240 saatlik
bir stüdyo çalışması
sonucu oluştu. Bir
Kürtçe, bir Arapça,
bir Lazca, bir de Alev i Halk
Dey işi'nin y eraldığı kasetimizde ondört parçadan oluşuy or. Kasetimiz
birçok sanatçı dostumuzun v e hay atın her alanından mücadele ateşini
harlamak için ter döken ailemizin birey lerinin önerileri ve sanatsal y aratıcılıklarını kolektivizmimize kattıkları
bir çalışma oldu. Bu çalışmamızda
da türkü, şarkı ve marş formlarına v e
anlatımlarımızı güçlendirecek düzenlemelerle örülmüş parçalara y er
vermeye çalıştık. Bunun için de hem
türkü f ormundaki parçalarımızda
hem de, marş f ormundaki parçalarımızda dinamik öğeler ve akustik
enstrümanlar kullandık.
Parçalarımızı v e kasetimizi
oluştururken halkımızın y aşadığı
son bir y ılı anlatmak istedik.
"Geliyoruz"u tüm çalışmalarımızda
olduğu
gibi
halkın y aşay ışı,
sorunları, zorlukları v e mücadelesi
yönlendirdi.
Bir önceki kasetimiz "İleri"den,"Geliyoruz"a dek tam onaltı
ay geçti. Bu onaltı ay, herhangi bir
şekilde y aşanılan ve tekdüze geçen
bir süre değildi. Bu günler içinde,
Mart'ın ay azında, zulmün bağrına
bir hançer gibi saplandı Gazi. Sonra
Elbistan'dan,
Gazi'den,
Kırklareli'den onuru v e namusu için
ay ağa kalktı halk. Gözlerimizden
bir damla y aş olup akanları, dört
mevsime,
y edi
iklime
sorduklarımızı, 300 insanımızı köşe
bucak, didik didik aradık. Gelinlik
çağında bir genç kız y üreğine doldurup umudu sokak sokak destan
yazdı. Anadolu'nun binlerce y ıllık
vef a, özv eri ve isy an tarihini
dakikalara sığdırdı.
Ümraniy e,
Buca koğuş koğuş savunuldu.
Y usuf, Orhan, Gülte-kin, Turan... bir
sevda dizesi olup ak-
TAVIR E YLÜL 1996
tılar türkülerimize; zindan karanlığında bir şimşe olup çaktılar. Dillerde direncin sloganı oldular; şimdi direncin
odağı onlar. İşçiler Ağustos sıcağında dört bir koldan sardı Ankara'y ı.
Joplandılar, y erlerde sürüklendiler,
döv üldüler, satıldılar... Ama ulaştılar
"haramilerin başkenti"ne, sarstılar yine zulmün saltanatını... "Halk için
eğitim istiy oruz" diy erek Taksim'i,
Bey azıt'ı, Kızılay 'ı zaptetti gençlik.
Ay aklarımızın değdiği hery eri özgürleştirdik, Gazi'leştirdik. Şimdi ne zaman zulmü boğmak için doldursak
soluğumuzu ciğerlerimize, o zaman
yeşillenir, bire bin verir topraklarımız,
bereketlenir.
Bunları anlatmay ı hedef ledik.
Halkı, mücadelesini gün gün anlatmay ı hedef ledik. Böylesine dolu dolu
geçen günleri bir kasete sığdırmak
tabi ki oldukça zordu; sancılı bir süreç demekti bu. Bu süreci biz de dolu dolu y aşadık. Gerçi, bugünden
baktığımızda bazı parçalarımızda
duy gularımızı daha iy i anlatabileceğimizi de düşündük, tutsaklarımızın
sav aşını işlemekte eksik kaldığımızı
da belirtmek istiyoruz.
Parçalarımızı düzenlerken mekanik seslerden özellikle kaçındık.
Türkülerimizi akustik, birçok parçada
da y erel enstrümanlarla besledik.
"Şahan Kanatlılar"da bağlamay ı
v e kavalı dinamik bir alty apıy la yer
yer Rock motif leriyle birleştirdik.
"Yarın Bizi mdir" v e "Mehmet Sait'in Türküsü"nde, Anadolu'nun isy an, haksızlığa v e zulme başeğmeme tarihini günümüze taşımay a çalıştık. "Dağlar Bizi mdir" diy en Dadaloğlu'nun soluğu şimdi Canikler'de,
Toroslar'da, Dersim'de ete kemiğe
bürünüy or, sav aşıy or. Y üzy ıllar önce
Dadaloğlu'y la, Demirci Kawa'y la,
Şey h Bedreddin, Pir Sultan'la başlayan isyan sürüy or. Ta ki, Anadolu
özgür olana dek isyan türkülerimiz
söylenecek.
"Yarın Bizimdir'\ sözleriy le uy umlu bir coşkuda v e bir halay ritminde
besteledik. "Mehmet Sait'in Türküsü" ise zindanları v atanlaştıran Buca'nın özgür tutsaklarından ulaşan
bir y iğitlik buketiydi. Onu da tıpkı
Mehmet Saitler gibi, tıpkı Buca'nın
kahramanları gibi v ekarlı v e mağrur
bir söy lemle düzenledik.
Daha önceki kasetlerimizde Kürtçe, Çerkesçe v e Arapça türkülere
45
y er vermiştik. Bunu sadece kasetlerimizi renklendirmek adına y apmadık. Anadolu toprakları üzerinde y aşay an tüm halkların sesiyiz, soluğuy uz; onların tarihe gömülmek istenen kültürlerini y aşatmak v e ileriy e
götürmek gibi bir sorumluluğumuz
var. Bu çalışmamızda da bir Laz türküsü olan "Avleskani Cuneli"ye y er
v erdik. Karadeniz'in hırçın sularını
andıran tulumun sesini curayla v e
orkestra flütüyle kay naştırmak istedik. Arapça bir türküyü ise ilk kez
geçtiğimiz kasetimizde seslendirmiştik. Marcel Xhalif a'nın "Ya Arise El
Cenubi" isimli parçadan sonra bu kasetimizde sözlerini Liman -İş Sendikası Genel Başkanı Hasan Biber'in
yazdığı "Haydi Tenruh"isimli parçay ı
kendi y aptığımız müzikle seslendirdik. Halklarımızın anadillerinden türküleri bundan sonra da söy lemey e
dev am edeceğiz. Önümüze orta v adede hedef olarak koy duğumuz çalışmalardan Arapça bir kasetin müjdesini de şimdiden siz dinley enlerimize v erebiliriz. Halklarımızın türkülerini kasetlerimizde tek tek söy lemekten ötey e geçmeyi istiy oruz.
Bundan sonra Y orum, bir Kürtçe kasetle, bir Çerkesçe, Gürcüce kasetle
de çıkacaktır halklarımızın karşısına.
Çakılan bir kıv ılcımdı Gazi; bugüne y angın olup akan. Coşkunun, kararlılığ ın simgesi. Halkın gücünü
y adsıy anların y üzüne çarpan bir tokattı. Gazi'y i v e Gazi'y i y aratanların
seslenişini y ansıttık "Gazi Marşı"nda. Y ürüy üşlerde, 1 May ıslar'da,
mitinglerde bir gelenek haline gelen
"rap rap"larla süsledik müziğini. Rap
raplarımız dev rimimizin ayak sesleridir. Dostumuzun kulağına en tatlı
sev da sözlerini f ısıldarken, düşmanın kulağını sağır eden bir çığlık olur.
Bu çığlığı büy üteceğiz!
Erken büy üyor çocuklarımız. On
y aşında bisikletli küçük kız, onaltısında dirinişçi, onsekizinde de bir
kahraman oluveriy or. Sibel Y alçın,
Onsekiz y aşında bir emekçi mahallesini, Okmeydanı'nı zaf er sloganlarıy la sarstı. -Bu sarsıntı mahallelerimizin üzerinden egemenlerin saray larına ulaştı, v urur onları kalbinden.
Sibel Y alçın, dakikalara sığan direnişiyle halkımıza mücadelemizi anlattı,
kim olduğumuzu anlattı. Halkımız
için kendi çocuklarından f arksız bir
insan oldu, tek kelimeyle anıldı "Si-
bel" dendi sadece.
Sibel Y alçın, şehit düştü sonra
da dev am etti sav aşmaya. Cenazesini v ermey enlere karşı, büyüdüğü
ev in önünde direnişler başlatıldı, barikatlar kuruldu- Ta ki çekip alana
dek halk evlâdını zulmedenlerin ellerinden.
Sibel Y alçın'ı bir destanla anlatmanın uy gun olacağını düşündük.
Böy lesi direnişlerin tek bir duy guyla
yüklü olmadığına, vef a, kararlılık, cesaret, sadakat gibi birçok erdemle
birlikte hüzün v e coşkuyla y üklü
olduğuna inanıy oruz. Onun için de
böy lesi direnişlerin ancak destan
tarzı parçalarla anlatabileceğini
düşünüy oruz.
"Sibel
Yalçın
Destanı'n da bu y aşanan süreci şiir
v e marşlarla anlattık. Bu tür
çalışmalarımızı
daha
da
y oğunlaştıracağız. Çünkü insanlarımız y eni destanlara bileniy or gün be
gün.
Geçtiğimiz sürece damgasını vuran kitlelere
Y orum'u susturmak istey enlere;
baskıy la, y asakla sesimizi boğmak
isteyenlere takılmadan, sendelemeden y ürüyoruz y olumuzda. Aramıza
binlerce kilometrey e karşın Sumru
sesini kattı sesimize. Çalışmamızda
bir parça oldu. Özgün deneyimlerle
dolu sayf alarımıza bir not olup düştük bu yaşadığımız günleri.
Ev latlarına gülüm demeye dilleri
v armay an analarımız, babalarımız,
kav gaya gönderiy or onları bir düğüne gönderir gibi, öy le tereddütsüz
uğurluy orlar ki...
"Gidene" zindan karanlığına direnen ev latları için bedenlerini açlığa
yatıran, "dev rime kadar düşmem"diyen analarımızın, babalarımızın türküsüdür.
Hiç Durmadan dev am ediy oruz
türkülerimizi seslemey e. Şimdi y eni
bir çalışmanın hazırlıkları içindey iz.
1980 öncesinin ve sonrasının sev ilen türküleri ve marşlarıy la geleceğiz
kısa bir süre sonra. 1 May ıs'ı, Enternasy onali, Kızıldere'y i sesleyeceğiz.
Ateş hattından getiriy oruz türkülerimizi. Onbirinci y ılımızda onbirinci kasetimizle, dünyay ı bir kez
de
Türkiy e'den
sarsacak
olacağımızın
bitmez
inancıy la
selamlıy oruz halklarımızı.
46
TAVIR E YLÜL 1996
FOSEM'DEN SER Gİ:
DEMİR KAPILAR DA YANAR
Çalış malarını Anadolu Halk Kültür-Sanat Merkezi'nde
sürdüren FOSEM (Fotoğraf ve Sinema Emekçileri)'in
"Demir Kapılar da Yanar" is imli fotoğraf sergis i 18-30 Haziran târihleri arasında Evrensel Kültür Merkezi'nde, 7-21
Temmuz tarihleri arasında da BEKSAV'da sergilendi. 50
fotoğrafın yeraldığı sergide, ülkemiz cezaevlerinde 12
Eylül sürecinden bugüne yaşanan hak gaspları ve bunun
karşısındaki direnişler resmedildi.
Fotoğraf ve Sinema Emekçileri sergiye iliş kin yaptıkları
açıklamada; "On yıllardır siyasal onur ve insanca yaşam koşulları için can bedeli mücadele eden tutsaklar ve
onların yakınları bugün yeniden kamuoyu gündemindeler. Ve bugün onları daha çok sahiplenmek gerekiyor.
Onları, kendi dilleriyle, gözleriyle ve yürekleriyle anlatabilmek bu fotoğraf sergisine sığmayacaktır. Bunu biliyoruz. Ancak yine de, onların dili, gözü ve yüreği olmaya
çalışmak emeğimizin onuru olacaktır."sözlerine yer verdiler.
Boyabat'ta
ONDÖRTLÜ KARİKATÜR SERGİSİ
Boy abat Halk Kütüphanesi Sergi Salonunda 11-14 Haziran tarihleri arasında çizgilerini Tav ır'dan tanıdığınız Aşkın Ay rancıoğlu, Behiç Ay rancıoğlu, E.Y aşar Babalık
v e Ahmet Erkanlı'nın y anısıra Mustafa Bilgin, Hüseyin Çakmak, Mehmet Gölebatmaz, Muhittin Köroğlu, Eray Özbek, Mecit
Özbek, Sey it Saatçi, Engin Selçuk, Seçkin
Temur'un karikatürlerinin y eraldığı "Ondörtlü Karikatür Sergisi" v ardı. Sergide onur
konuğu olarak Semih Balcıoğlu v e konuk
sanatçı olarak da 1993'te Siv as'ta
katledilen Asaf Koçak'ın çizgilerine y er
v erildi.
Sanatçılar hazırladıkları bildiride, "Karikatürü işlevsizleştirenlere, karikatürde sistemin dilini kullananlara, karikatürü 'çizgi
dili'nden 'yazı dili'ne dönüştürenlere, karikatürü para kazanma aracı yapanlara karşı
yıldan yıla daha da güçlenerek 'insani bir
dünya' kurma yolunda direngen bir silah olmayı sürdürüyoruz" cümleleriy le sergiy e
ilişkin görüşlerini açıklıy orlardı.
GÜN KARANFİL KOKUYOR
TAVIR YAYINLARI'NDAN
HAYATİ AZİM İN ÖYKÜ KİTABI
KİTAPÇILARDA '
*TAVIR BÜROLARI'NDA
KURTULUŞ GAZETESİ
BÜROLARI'NDA
İrtibat: Anadolu Halk Kültür-Sanat Merkezi
Tel: (0 212) 243 03 13
TAVIR E YLÜL 1996
47
TUTSAKLARDAN MEKTUP VAR
NOKTA
Kültür ve Sa natta Halktan Ya na Tavır Dergisi'ne;
Kavgamızın sa natını yapan, ca n dostla ra;
Her geçen gün gelişip güçlenen Halk Kurtuluş Sav aşımız karşısındabüy ük bir korkuy a kapılan egemen sınıf lar dev rimci mücadelenin geliştiği her süreçte olduğu gibi bugün de hiçbir ay rım y apmadan tüm halk
GRUP YORUM
17 Mayıs 1996; Geleneksel İTÜ
şenliğinde yaklaşık 500 kişiye seslendi.
25 Mayıs 1996; Kırşehir'de HADEP'in düzenlediği geceye katıldı.
Koma Agire Siyan ve MKM Halk
Oyunları Ekibi'nin de yeraldığı geceyi
yaklaşık bin kişi izledi.
7 Haziran 1996; Çanakkale
İHD'nin düzenlediği "Tutsaklarla
Dayanışma Gecesi" nde yaklaşık iki
bin kişiye seslendi.
8 Haziran 1996; Akyüz Kitapevi'nin düzenlediği imza gününde ayrı
ca bir söyleşi gerçekleştirdi.
9 Haziran 1996; Ordu Ünye'de
gerçekleştirilen konserde yaklaşık bin
kişiye seslendi.
13 Haziran 1996; "Sanatçı Dayanışması"nın cezaevlerinde başlatılan süresiz açlık grevine destek
amacıyla gerçekleştirdikleri bir günlük destek açlık grevine katıldı.
21 Haziran 1996; Kartal'da Dersim Kasetçilik'in düzenlediği imza
gününde ayrıca bir de söyleşi gerçekleştirdi.
13 Temmuz 1996; BEKSAV'da
bir konser gerçekleştirdi.
13 Temmuz 1996; Tutsak aileleri
nin cezaevlerine destek amacıyla
Mecidiyeköy Konut-İş binasında sür
dürdükleri açlık grevini ziyaret etti.
14 Temmuz 1996; Kutup Yıldızı
ile birlikte Avcılar Şükrübey Halk Pa
zarı'nda cezaevlerindeki Ölüm Orucu
Direnişi'ni desteklemek ve baskıları
protesto için bir dinleti gerçekleştirdi.
14 Temmuz 1996; MKM'de iki
seans halinde konser gerçekleştirdi.
16 Temmuz 1996; Ölüm Orucu
Direnişi'ni desteklemek amacıyla ailelerin Gazi Cemevi'nde başlattıkları
açlık grevini ziyaret etti. Sokağa taşan
şenlikte Kutup Yıldızı ile birlikte türkülerini seslendirdi. Şenliğe Mehmet
Özer şiirleriyle katıldı.
18 Temmuz 1996; Gazi Mahallesi'nde cezaevlerindeki baskıların so-
kesimlerine azgınca saldırıy or, susturup, teslim almaya çalışıy or.
Kuşkusuz bu saldırılardan Kültür Cephesinden onurlu, kararlı bir mücadeley i sürdüren sizler de pay ınıza düşeni alıy orsunuz.
Bugün bu saldırılar ın öne çıkan y anı cezaev leri cephesindeki saldırılar olsa da susturulup teslim alınmak istenen tüm halklarımızdır. Boğulmak istenen Türkiy e Halklarının dev rimci mücadelesidir.
Halklarımıza y önelik bu teslim alma politikalarına karşı iz Özgür
Tutsaklar olarak bir kez daha bedenlerimizi açlığa y atırdık. Ve 3 Temmuz
'96 tarihinde, 45. günde Ölüm Orucuna dönüştürdük.
Ölümler pahasına da olsa teslim olmay acak, Ölüm Oruçlarında
Apo'ların, Buca'da Turanların, Ümraniy e'de Mecit'lerin y ükseltmiş oldukları kurtuluş bay rağını bir kez daha düşmanın kalelerine dikeceğiz. Bir
kez daha diz çöktüreceğiz düşmana, şehitler v erece, bedeller ödey ecek
ama halk lar ımızın kurtuluş umudunu asla karartmay acağız. Ölüm Orucu
direnişimizi bu inanç ve kararlılıkla sürdürüyoruz.
Zaf eri devrimci tutsakları sahiplenen, f aşizme karşı direnen teslim
olmay an halklarımızla birlikte kazanacağız. Zaf er bir kez daha bizim
olacak.
Zaferi Şehitlerimizle Kazanacağız!
Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!
Sağmalcılar Cezaevi
Ölüm Orucu Direnişçisi DHKP-C Tutsakları
FİLM KURULUŞLARIN DAN BAKANLIĞA PROTESTO!
Film-Y ön, FİY AP, ÇASOD, TÜRSAK ve Sine-Sen, Kültür Bakanlığı'nın sinema kuruluşlarını "besleme" olarak nitelendirmesini yazılı bir açıklamay la
protesto ettiler.
Sanata ve sanatçıy a sahip çıkılması, sanatsal ürünlerin desteklenmesi gerektiğinin anayasada y azılı olarak belirtildiğini, 64. maddede devletin kültüre
yaklaşımının v e görevinin açık olarak belirtildiğine değinen ve Kültür Bakanlığı'nın buna uymamasını da anayasay ı ihlal olarak değerlendiren kuruluşlar bu
noktada anayasa mahkemesine görev düştüğünü belirttiler.
Devletin bütçesinden sanat ve kültür alanına ayırdığı % 6'lık payın yetersizliğinin tartışıldığı v e birçok sanat kuruluşunun bu pay ın arttırılması için girişimlerde bulunduğu süreçte eski Kültür Bakanı Agah Oktay Güner'in "İstanbul Kanatlarımın Altında" filmini bahane ederek sanatçılara "besleme" v e "cicimama"
olarak hitap etmesi beş sinema kuruluşu taraf ından, Kültür Bakanlığı koltuğunda oturan "kişinin artık kendilerinin muhatabı olmadığı değerlendirmesiy le
kınandı.
48
TAVIR E YL ÜL 1996
GRUP YORUM'A ÖZGÜRLÜK
Grup Yorum elemanl arı Kemal Sahir Gürel, Ufuk Lüker, İrşad Aydın ve Özc an
Şenver 21 Haziran Cuma gec esi gözaltına alındılar. Özcan Şenver ve İrşad Aydın saat
23.00 sıralarında gitti kleri evl erinden, Kemal Sahir Gürel ve Ufuk Lüker ise kaset
çalışmasını sürdürdükleri stüdyonun çıkışında adeta bir infaz provasıyla, havaya ateş
açılarak göz altına alındılar. Sanatçıların evlerini de basan polis, buralarda karakol
kur arak evl eri talan etti.
1 3 gün gözaltında kalan ve iş kenceli sorgulardan geçirilen sanatçılar 4 Temmuz
tarihinde DGM'ye çıkarıldı. Mahkemede grup el emanlarından Özcan Şenver-ve Irşad
Aydın serbest bırakılırken, Ufuk Lüker ve Kemal Sahir Gürel "örgüt üyesi" oldukl arı
iddiasıyla tutuklandılar.
Metris Cezaevi ne konan sanatçılar 8 Temmuz tarihinde Kütahya E Tipi Cezaevi'ne oradan da Sakar ya Cezaevi'ne s evkedildiler.
Grup Yorum elemanl arı bu gelişmeler üzerine 8 Temmuz tarihinde Anadolu H alk
Kültür-Sanat Merk'zi'nde bir basın toplantısı düzenlediler.
Sine-Sen Genel Baş kan Yardımcısı Yusuf Çetin ve Tohum Kültür Merkezi adına
bir temsilcinin katıldığı toplantıda grup elemanları şu açıkl amayı yaptılar:
"... Göz altında tutul duğumuz s üre boyunc a örgüt üyesi olduğumuz yönündeki
iddiaları işkencelerle kabul ettirilmeye alışıldı. Grup Yorum 'dan ayrıl mamızı istiyorlardı. Grup Yorum ' dan ayrılırsak her türlü ol anağı sunac aklarını söyl üyorlardı. Biz ,
devri mci sanatçılığı seçerk en her türlü zenginliği, s efahati eli mizin tersiyle ittik. Bizi m
için en büyük z enginlik, halkımızın iki göz k ondus unda onunla ay nı tastan ç orba iç mek
ve yaş amın z orluklarını payl aş mak ol muş tur.
. . Şi mdi yeni bir sınav dayız . Kemal ve Ufuk cezaevinde, Sumru y urtdış ında;
mily onların göz ü üzeri miz de. Halklarımız bizleri, evlatl arını yeni zaferlerle bekliyor. Bu
zaferi yeni kas eti miz de; coşk ulu, bi nlerce kişiye verdiği miz konserleri mizle onlara
hediy e edec eğiz."
Açıklama Grup Yorum'un dostl arına yaptığı çağrıyla son buldu:
" En zor anımız da bizleri yal nız bırak may an dostlarımız!... Biliyoruz ki yine omuz
vereceksiniz omz umuza; s esinizi katacaksınız sesi mize. Birlikteyiz biliyoruz. Bu
birlikteliği güçlendireli m, türkül eri mizin düş manlarını yokedeli m.
TÜRKÜLERİMİZİN ATEŞİYLE DEMİR KAPILAR DA YAN AR!"
GRUP YORUM'DAN ÇAĞRI!
13 Eyİül 1996 tarihinde İstanbul 3 No'lu DGM'de mahkememiz var.
Bu sefer de "örgüt üyeliği"nden yargılanacağız.
11 Yıllık tarihimiz mahkemelerin tarihi oldu aynı zamanda. Ama her duruş mada yargılanan değil yarg ılayan olduk.
Çünkü suçlanan bizlerin şahsında türkülerimiz, değerlerimiz
oldu. Onlar ı kirletmedik sonuna kadar savunduk.
Şimdi bir kez daha sanık sandalyesinde olacağız ve bir
kez daha halklarımız ın değerlerini ve devrimci sanatç ılığın
onurunu koruyacağız. Türkülerimizin susturulmayacağım,
türkülerimizin ateşiyle demir kapılar ın da yanacağını haykıracağız.
Bu dava halklar ımız ın onurlu aydınlarının savunulacağı
bir davadır.
Hepinizi yanımızda gör mek istiyoruz.
NOKTA
na ermesi için başlatılan barikat direnişinin içinde türküleriyle direnişçilerle omuz omuzaydı.
18 Temmuz 1996; Aks aray Genel-lş'te sendikacıların cez aevlerin
deki Ölüm Orucu'nu destek amacıyla
sürdürdükleri açlık grevini ziyaret etti.
26 T emmuz 1996; Os manbey
Germinal Kitabevi'nde "Geliyoruz"
kasetinin tanıtımı için düzenlenen imza gününe katıldı.
4 Ağustos 1996; Evr ensel Kültür
Merkezi'nde iki sean s halinde konser
gerçekleştirdi. ' .
25 Ağu stos 1996; Bulunmaz Kültür Merkezi'nde bir konser gerçekleştirdi.
ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ 9 Mayıs
1996; Ok meydanı PSA C anlar
Derneği'nde açlık gr evindeki tutsak
ailelerini ve yakınl arını ziyar et
ederek bir d inleti verdi.
12 Mayıs 1996; Anneler Günü'nde AKSM'yi ziyarete g elen şehit ve
tutsak analarına bir dinleti verdi.
19 Mayıs 1996; OKM'd e verd iği
konserde yaklaşık 150 kişiye seslendi.
30 Mayıs 1996; DLMK'nın geleneksel pi kniğine katıld ı.
1 Hazir an 1996; Ank ara Genç
Umut Dergisi'nin düzenlediği şenlikte
yaklaşık 700 kişiye seslendi.
3 Hazir an 1996; SİDAD'ın düzenlediği Nazım Hikm et'i Anma Etkinliği'ne katıldı.
9 Haziran 1996; Kadıköy PSA
Kültür Derneği'nin gezisine katıldı.
14 Haz iran 1996; PER PA'da iş
bırakma eylemindeki Aktif Dağıtım işçiler ini ziyar et etti.
22Hazir an 1996; Bulunmaz Kül tür
Merkezi'nde bir konser gerçekleştirdi.
9-10 T emmuz 1996; Öl üm Orucu
Direnişi'ni dest ek am acıyla K adıköy
Salı Paz arı, Bah çelievler ve Avcılar
halk pazarlarında dinletiler verdi.
14 Tem muz 1996; Genç Ekin Sanat Mer kezi'nde bi r konser ger çekleştirdi.
22 Temmuz 1996; Geleneksel
Yozgat Bahadın Şenl ikleri'nin son
gününde bir konser gerçekleştirdi.

Benzer belgeler