filistin sorununa hümanist bakış

Transkript

filistin sorununa hümanist bakış
Anti Tez
FİLİSTİN SORUNUNA
HÜMANİST BAKIŞ:
Tarihsel Süreç, Değerlendirme
ve Çözüm Önerileri
Ben bu yazıyı kaleme alırken Filistin’de masum insanlar İsrail’in gerçekleştirdiği
askeri operasyon nedeniyle ölüyorlardı. Muhtemelen siz bu yazıyı okurken de ölüyor
olacaklar. Tüm bu katliamlar yaşanırken hepimiz elimiz kolumuz bağlı bir şekilde Gazze’de insanların zalimce öldürülmesini televizyondan izliyoruz. Artık yeni trend hiçbir
faydası olmadığını bile bile –sırf kendimizi rahatlatmak için- sosyal medya üzerinden
Filistinlilere destek yazıları paylaşmak. İsrail ürünlerini boykot edelim diyoruz, ancak
Akdeniz Üniversitesi SBE Kamu
kullandığımız malların çoğu İsrail malı olduğu için trajikomik bir durumun içinde buluyoruz kendimizi. Tüm dünya suspus bir şekilde –hatta bir kısmı da İsrail’i haklı göreYönetimi Anabilim Dalı
rek- Gazze’de kadın ve çocukların katledilmesini izliyor.
Doktorant
Bu yazıda bugün ve geçmişte Filistinlilerin yaşadıkları dramın yakın dönem tarihsel
köklerini ele alacağım. Böylece, Filistin sorununun ortaya çıkışının 5-10 hatta 50 yılda
olmadığını ortaya koyarak sorunun da kısa vadede çözümünün mümkün olmadığını
(örneğin; İsrail mallarını boykot etmek gibi) sizlere tarihsel perspektif içinde gözler önüne sereceğim. Dahası, konuya ilişkin
genel bir değerlendirme yaptıktan sonra kendi çözüm önerilerimi ortaya koyacağım.
Caner ERDOĞAN
Tarihsel Süreç
Arz-ı Mevut ve Dünya Siyonist Teşkilatı
Yakın dönem Ortadoğu tarihinin gidişatını belirleyen ilk önemli olay 1897 yılında Der Judenstaat (Yahudi Devleti) kitabının
yazarı Theodor Herzl önderliğinde Basel’de 1. Siyonist Kongresi’nin toplanmasıydı. 202 temsilcinin katıldığı bu kongrede Siyonistlerin ilk siyasi örgütlenmesi olan Dünya Siyonist Teşkilatı kurulmuştu. İleride Filistin topraklarında kurulacak olan İsrail devletinin ilk adımı da böylece atılmıştı. Ancak, her ne kadar toplantı siyasi bir içerik taşısa da bunca insanı bir araya getiren temel
motivasyon kaynağı Tevrat’tı. Çünkü, Yahudi inancına göre Tevrat’ta İsrailoğullarına “arz-ı mevut” denen topraklar vadedilmişti.
Tevrat’ta der ki: “O gün de Rab Abrahamla (İbrahim) ahdedip dedi: Mısır Irmağından büyük ırmağa, Fırat Irmağına kadar bu
diyarı (…) senin zürriyetine verdim.” (Tekvin Bölümü, Bap 15-18).”
Theodor Herzl kongrede Siyonizm’in amacını şu sözlerle açıkça ortaya koymuştu:
“Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki (Orta Anadolu) dağlara kadar dayanır. Güneyde de
Süveyş Kanalı’na; sloganımız Davud ve Süleyman’ın Filistin’i olacaktır.”
Yine, uzun vadede hedeflerini şu sözlerle ortaya koymuştur: “Basel’de ben Yahudi
Devleti’ni kurdum. Eğer bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş
sene içinde veya elli sene sonra herkes bunu böyle bilecektir.” Tarih Herzl’i haklı çıkarmıştır, çünkü Herzl’in bu sözlerinden tam 51 yıl sonra İsrail Devleti resmi olarak
kurulmuştur.
Herzl’in önderliğindeki Siyonistlerin amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için önlerindeki en büyük engel o dönem Filistin topraklarına sahip olan Osmanlı Devleti’ydi. Herzl
bu sorunu aşmak için padişah II. Abdülhamit ile bizzat görüşmüş ve tüm Osmanlı borçlarına karşılık Filistin’in kendilerine satılmasını teklif etmiştir. II. Abdülhamit bu teklife
çok kızmış ve rivayet olduğu üzere “Filistin’e ancak cesetlerimiz üzerinden girilebilir.
Böyle bir teklif yapan adam, bir adım daha atmasın ve memleketi terk etsin.” demiştir.
Bu tavır karşısında Herzl “Siyonizm’in amaçlarına ulaşabilmesi için Osmanlı’nın dağılmasını beklemeliyiz ” diyerek yeni stratejisini ortaya koymuştur.
İlk Siyonist kongrenin toplandığı 1897 yılından İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılına kadar tam 21 Siyonist Kongre toplanmıştı. 1901 yılındaki 5. Siyonist Kongre’de “Yahudi Milli Fonu” kurularak Siyonistler ciddi bir mali güç elde etmişlerdi. Ancak, Osmanlı
engelini bir türlü aşamayan Siyonistler 1903 yılındaki 6. Siyonist Kongre’de karamsarlığa kapılarak Filistin yerine daha uygun yer olarak Uganda’ya yerleşme fikrine daha
sıcak bakmışlardı. Yine de, 1907 yılındaki 7. Siyonist Kongre’de yeniden kesin olarak
56
Anti Tez
Filistin’e yerleşme kararı almışlardır. En
keskin çıkışın yapıldığı kongre 1911 yılındaki
10. Siyonist Kongre olmuştur. Bu kongrede
pratikçi Siyonistler etkin olmuş ve siyasi ortam beklenmeden Yahudi devletinin kurulması için temellerin atılması, bunun için de
tarım merkezleri ve kolonilerin kurulmasının
hızlandırılması kararı alınmıştır.
Büyük Göçler (Aliyah), Üretim Kolonileri
ve Kentlerin Kurulması
1800’lü yılların sonu itibariyle Yahudiler dünyanın dört bir yanına dağılmış durumdaydı. Ancak, bazı Yahudiler yaşadıkları
bölgelerde gerek antisemitizm (Yahudi düşmanlığı) gerekse de ekonomik, sosyal ve
siyasal sebepler nedeniyle huzursuzluk içerisindeydiler. 1897 yılında Herzl önderliğinde
toplanan 1. Siyonist Kongre’nin temel amacı
aslında özellikle Doğu Avrupa’da yayılan Yahudi düşmanlığına karşı çözüm bulmaktı. Bu
çözüm de Filistin’de bir İsrail devleti kurarak
Yahudilerin oraya göç etmesini sağlamaktı.
Dünya kamuoyunun bu fikri ileride destekleyebilmesi için Filistin’de etkin bir Yahudi
nüfusunun bulunması gerekliydi. Bu nedenle Yahudiler Siyonist teşkilatın desteği ve
yönlendirmesiyle hem mecburiyetten hem
de bu stratejinin bir sonucu olarak kafileler
halinde kendi anayurtları olarak gördükleri
Filistin’e göç etmeye başladılar.
1. Göç 1882-1903 yılları arasında 35.000
Rusya ve Yemen Yahudisinin, 2. Göç 19041914 yılları arasında Rusya’da büyük huzursuzluk yaşayan 40.000 Rusya Yahudisinin bölgeye göçmesi ile gerçekleşmiştir. İlk tarımsal
üretim kolonilerinin kurulması bu göçler neticesinde gerçekleşmiştir. Ancak, bu göçler
doğrudan Filistin’e değil Suriye’nin güneybatısına yapılmıştır.
1914 yılında başlayan 1. Dünya Savaşı
Siyonistler için büyük bir kazanım olmuştur.
Öyle ki, Filistinliler 1.Dünya Savaşı’nda İngilizleri destekleyince Osmanlı Devleti Filistin
Cephesi’ndeki savaşı İngilizlere karşı kaybetmişti. Araplar burada stratejik ve hayati bir
hata yapmışlar ve İsrail devletinin kurulma-
sının önündeki en büyük direnç olan Osmanlı Devleti’nin bu toprakları İngilizlere teslim etmek zorunda kalmasına neden olmuşlardı. Arapların yaptığı
bu büyük hata İngiltere’nin 1917 yılında yayınladığı Balfour Deklarasyonu ile
tescillenmişti. Bu deklarasyon ile İngiltere Filistin’de bir Yahudi devletinin
kurulmasına destek verileceğini açıklamış, Fransa, İtalya ve ABD de deklarasyona destek vermiştir. 1917’de İngilizlerin Kudüs’ü işgali ve sonrasında
1920’de İngiliz Mandası ve 1922’de fiili İngiliz işgali sonrasında artık Yahudiler Filistin’e doğrudan ve kolayca göç edebilme imkanına kavuşmuşlardır.
Hatta fiili İngiliz yönetiminin en yüksek komiseri Herbert Samuel’in de bir
Siyonist olması Filistinlilerin Osmanlı’ya karşı İngilizleri destekleyerek aslında
bindikleri dalı kestiklerini açıkça ortaya koymuştu.
1919-1923 yılları arasında 3. Göç ile 40.000 Rusya, Polonya, Romanya
ve Litvanya Yahudisi, 1924-1928 yılları
arasında da 4. Göç
ile 80.000 Polonya,
Rusya, Macaristan,
Romanya,
Litvanya, Yemen ve Irak
Yahudisi doğrudan
Filistin’e göç etmiştir. Bu göçler ile birlikte artık kentlerin
inşa süreci ve büyük
kentlerin kurulması
süreci başlamıştı.
İlk Arap-Yahudi
Çatışmaları
İngiliz hakimiyeti sonrası Filistinli Araplar Yahudi göçleri ile kendi ülkelerinde bir İsrail Devleti kurulması için şartların olgunlaştırılmaya çalışıldığını iyice fark ederek
ayaklanmaya başladılar. 1920 yılında Arapların ayaklanmasıyla ilk Arap-Yahudi çatışması gerçekleşmiştir. Bu ayaklanmada 5 Yahudi ve 4 Arap ölmüş, 211
Yahudi ve 21 Arap da yaralanmıştır.
1921 yılında Araplar Yahudilere ve Yahudi yerleşimlerine saldırılar düzenlemişler ve bu saldırılarda 47 Yahudi ve 48 Arap ölmüş, 146 Yahudi ve 73 Arap
da yaralanmıştır. 8 yıl ara verilen çatışmalardan sonra 1929 Kudüs Ayaklanması ile birlikte Araplar yine Yahudilere saldırmıştır. Çünkü, artık Filistin’de
Yahudiler iyice çoğalmaya başlamış ve satın alma yoluyla ülkenin en verimli
topraklarına sahip olmaya başlamışlardı. Kudüs Ayaklanması, Hebron Katliamı, Mescid-ül Aksa Camii Baskını ve Safed Katliamı’nda Araplar ve Yahudiler
birbirlerine saldırmışlardır. Kudüs’te meydan muharebeleri şeklinde geçen
bu olaylarda 110 Arap ve 133 Yahudi ölmüş, 232 Arap ve 339 Yahudi de
yaralanmıştır.
1920-1929 arasında yaşanan çatışmalar neticesinde Yahudiler gerek kendilerini savunmak gerekse de saldırılar düzenlemek için silahlı paramiliter
gruplar oluşturmuşlardır. Bu silahlı kuvvetler zamanla İsrail’in ordu gücünü
oluşturacaktır.
1929 Arap Ayaklanmasından sonra İngiltere sorunun tespiti ve çözümü
için çeşitli araştırmalar yapmış, Walter Shaw başkanlığındaki hukukçulardan
oluşan komisyonun önerileri dikkate alınarak çözüm teklifi olarak Passfield
Beyaz Kitabı’nı yayınlamıştır.
Passfield Beyaz Kitabı’nda yapılan şu tespit oldukça önemlidir: “Filistin’de ekilebilir toprakların miktarı 6.544.000 dönümdür. Yahudilerin iyi bir
teşkilatlanma ile ve başarılı bir toprak politikası takip ederek 1 milyon dönüm toprağa sahip olmasına karşılık, Arap nüfusun üçte biri topraksızdır.
Her Arap ailesinin normal yaşantısı için kuru arazide 130 dönüme ihtiyaç
olduğu halde, ortalama ancak 90 dönüm araziye sahip bulunmaktadır. Arap
kitlesinin nüfusunu göz önüne alınca aradaki farkı kapatabilmek için daha
8 milyon dönüm ekilebilir toprağa ihtiyaç vardır.” Bu kitapta “Yahudi göçlerinin” Araplar için hem toprak yetersizliğine ve işsizliğe neden olduğu açıkça
vurgulanmış, çözüm önerisi olarak Yahudi göçlerinin ve toprak satışının sınırlandırılması gerektiği belirtilmiştir.
57
Anti Tez
Passfield Beyaz Kitabı’nın Arapların lehine ve Yahudilerin aleyhine tespit
ve çözüm önerileri içeriyor olması Siyonistlerin bu kitaba ve İngiltere’ye sert
bir tepki ortaya koymasına neden olmuştur. Balfour Deklarasyonu ile açıkça
Yahudilere destek veren İngiltere’nin bir anda Arapları destekler noktaya gelerek siyasetini değiştirmesi Siyonistlerin yoğun tepkisi ve baskısı sonucu çok
kısa sürebilmiştir.
1933 ve 1936’da Filistin’deki Arap ayaklanmaları Yahudi göçlerinin hızını
kesememiştir. Passfield Beyaz Kitabı’nın da İngiltere tarafından daha uygulanmadan rafa kaldırılması, Almanya ve Doğu Avrupa’da hızla yayılan Yahudi
düşmanlığı 1929-1939 yılları arasında 5. Göç ile bu bölgede yaşayan 250.000
Yahudinin Filistin’e yerleşmesini sağlamıştır. 5. Göçün önceki göçlerden en
temel farkı önceki göçlerde olduğu gibi tarım işçisi Yahudilerin değil bilim
adamı, sanatçı ve entelektüel Yahudilerin göçüne sahne olmuş olmasıdır. Nitekim, Filistin Filarmoni Orkestrası, Haifa Limanı ve petrol rafinelerinin kurulması bu göçten sonra gerçekleşmiştir.
1882 yılında Filistin’de Yahudilerin esamesi bile okunmazken, 1940 yılına
gelindiğinde 5 büyük göç sonrası Filistin’de toplam Yahudi nüfus 450.000’e
ulaşmıştır.
1939-1945 yılları arasında gerçekleşen 2. Dünya Savaşı’nda Naziler Avrupa’da 6 milyon Yahudi’ye karşı soykırım uygulamıştır. Filistin’de yaşayan Yahudiler bölgenin İngiliz hakimiyetinde olması nedeniyle herhangi bir zarar
görmemişlerdir. Bu süreçte Filistinliler İngilizlere karşı stratejik olarak Nazileri
desteklemişlerdir. Araplar ile Yahudiler bu süreçte oluşturdukları silahlı güçlerle birbirlerine saldırıları sürdürmüşlerdir. Ayrıca, Nazi hakimiyetinin olduğu
bölgelerden kaçan Yahudilerin büyük çoğunluğu İngilizlerin göç kotası nedeniyle illegal olarak göçlere devam etmişlerdir.
İsrail Devletinin Kuruluşu
2. Dünya Savaşı sonrasında Filistin nüfusunun 1/3’ünü Yahudiler oluşturuyordu. Bu Yahudiler Filistin topraklarının %6’sına sahipti. Yahudilerin Naziler tarafından uğradığı büyük soykırım uluslararası camianın Yahudi Devleti konusunda daha duygusal yaklaşmasına ve beraberinde bu fikre destek
vermelerine neden olmuştur. Bu konjonktürde İngiltere 1947 yılında Filistin
Sorununu Birleşmiş Milletler’e taşıdı ve Filistin Paylaşım Planı’nı ortaya attı. Bu
paylaşım planı Filistin topraklarının %56,47’sinin Yahudi
Devletine, %45,53’ünün de
Arap Devleti’ne verilmesi
anlamına geliyordu. Bu paylaşım planı Türkiye’nin de
aralarında olduğu 13 ülkenin
red oyuna rağmen 33 ülkenin kabul oyu kabul edilmişti. 10 ülke çekimser kalmıştı.
Bu paylaşım planı Arapların
büyük tepkisine neden oldu
ve Arap-Yahudi çatışması iyice artmaya başladı.
İngiltere’nin 14 Mayıs
1948 yılında Filistin’deki
manda yönetimini sona erdirmesinin hemen ardından,
Yahudi Milli Konseyi İsrail
Devleti’ni kurduğunu ilan
etti. ABD ve Sovyetler Birliği
İsrail Devleti’ni hemen tanıdılar. Siyonistler 50 yıl gibi
kısa kabul edilebilecek bir
sürede amaçlarına ulaşmışlardı. Filistinli Araplar İsrail
58
Devletinin fiili olarak kurulduğu 15 Mayıs’ı
“Felaket Günü” (el Nakba) olarak halen anmaktadırlar.
Arap Birliği ve Filistin İçin Arap-İsrail Savaşı
1922’de Mısır, 1932’de Suudi Arabistan
ve Irak, 1941’de Lübnan, 1946’da Suriye ve
Ürdün’ün bağımsızlıklarını ilan etmesi ile
birlikte kurulan Arap Birliği, sonraki yıllarda
Nasır Sosyalizmi ve Baas Hareketi ile Arap
milliyetçiliği ve anti-emperyalizm rüzgarı estirecekti. Ortadoğu’daki tüm Arapları bir araya
getirmeyi ve düşmanlara karşı birlikte hareket etmeyi hedefleyen Arap Birliği Filistin’de
Yahudi nüfusun çoğalması ve topraklarının
artması ile İsrail Devleti’nin kurulmasından
büyük rahatsızlık duyuyordu.
Nitekim, 14 Mayıs 1947’de İsrail Devletinin ilanından birkaç saat sonra Mısır, Ürdün,
Suriye, Irak ve Suudi Arabistan’dan oluşan
Arap Birliği İsrail’e karşı savaş açtı. Ancak, bu
savaşta Arap Birliği başarısız olunca durum
Filistinli Araplar açısından çok daha kötüye
gitti. Öyle ki, 1947 BM Paylaşım Planı’na göre
%54 toprağa sahip olan İsrail bu savaş sonunda %78’lik bir Filistin toprağına hakim olmayı
başardı. Bunun yanı sıra yaklaşık 700.000 Filistinli Arap diğer Arap bölgelerine yerleşmek
zorunda kaldı. Bu 700.000 Arabın 250.000’i
Gazze’ye yerleştirilmiştir. 1948-1970 yılları
arasında Arap ülkelerinde yaşayan ve bu
ülkelerden kovulan yaklaşık 1 milyon Yahudi
de Filistin’deki Yahudilerin ele geçirdiği topraklara yerleştirilmişlerdir. Bu nüfus hareketi
sonrası 1947’de 650.000 olan Yahudi nüfus
1949 yılında 758.000’e ulaşmıştır. Mısır ancak
Gazze’yi, Ürdün de Batı Şeria’yı kontrol altında tutabilmiştir.
İsrail Devleti’nin kurulması ve Arap-İsrail
Savaşı’nda da zafer kazanılmasının ardından
Filistin’deki Yahudi yerleşim bölgelerine göçler hızlı bir şekilde devam etmiştir. Ancak,
İsrail gerek devlet otoritesi gerekse de askeri
Anti Tez
güç olarak iyi bir noktaya geldiği için Filistinli Araplar artık Yahudilere karşı etkili bir
mücadele yürütemedikleri gibi, tam tersine
İsrail Filistin’deki Araplara karşı sürekli bir
sindirme operasyonu yürütmeye devam etmiştir.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Sahneye
Çıkıyor
Filistinli Araplar, Filistin Sorununun çözümü için Suriye ve Mısır gibi ülkelerin kısır
önderlik mücadelesinden rahatsızlık duyarak
artık mücadeleyi içeriden kendi çabalarıyla çözme yoluna gitmişlerdi. Bu amaçla ilk
olarak 1959 yılında İsrail’e karşı direnişi örgütlemek ve İsrail’le silahlı mücadele
yürütmek üzere Yaser Arafat önderliğinde El Fetih Örgütü kurulmuştu.
El Fetih İsrail’e karşı başarılı silahlı
mücadele yürütmekle birlikte, aynı
ekip siyasi platformda da mücadele
yürütmek üzere 1964 yılında Filistin
Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) kurmuştu.
Nitekim, bu örgüt 1974 yılından itibaren Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü ve Birleşmiş Milletler tarafından
Filistin’in tek meşru temsilcisi olarak
tanınacaktı.
İsrail ile Mısır, Ürdün ve Suriye
arasında artan gerginlik 1967’de Altı
Gün Savaşları’na neden olmuştur.
İsrail kendisinden daha güçlü Arap
ülkelerini 6 gün gibi kısa bir sürede
yenilgiye uğratarak deyim yerindeyse Ortadoğu’nun kaderini tek başına belirlemişti. Mısır’dan Gazze ve Sina Yarımadası’nı,
Suriye’den Golan Tepelerini ve Ürdün’den
de Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü alan İsrail
500.000 Filistinliyi de mülteci durumuna düşürerek Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye’ye
göç etmelerine neden olmuştur.
Altı Gün Savaşlarında hezimete uğrayan
ve toprak kaybeden Mısır ve Suriye topraklarını geri almak için 1973 yılında Yom Kippur
Savaşı ile İsrail’e saldırdılarsa da yine sonuç
alamadılar.
Filistinliler için ilk büyük mevzi kaybı
1979 yılında Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın 1978 yılında Camp David Barış Antlaş-
masını imzalamasıydı. Bu anlaşma sonrası İsrail 1967 yılında ele geçirdiği
Sina Yarımadasını Mısır’a geri verdi. Mısır Filistinli Araplardan ve diğer Arap
ülkelerinden habersiz böyle bir pazarlığa giriştiği için büyük tepki toplamıştı.
Enver Sedat Filistin Davasına ihanetin bedelini 1981 yılında kendi ordusundaki askerler tarafından öldürülerek ödeyecekti.
1982 yılında FKÖ’nün bir diğer silahlı kanadı Ebu Nidal Örgütü’nün İsrail’in Londra Büyükelçisine suikast girişimini bahane eden İsrail, FKÖ’yü pasifize etmek için onun mevzilendiği Lübnan’ı işgal etti. FKÖ militanları çekilince
onların koruduğu mülteci kampları korumasız kalmıştı. İsrail’in desteğiyle
Falanjistler (Hristiyan sağcı bir grup) Sabra ve Şatilla mülteci kamplarına saldırarak yüzlerce kadın ve çocuğu katletmiştir.
Arap ülkelerinden desteğini kaybeden Filistinli Araplar FKÖ önderliğinde İsrail’e karşı mücadelelerini yürütüyorlardı. Bu kapsamda İsrail’e karşı ilk
topyekün sivil direniş (1. İntifada) 1987-1993 yılları arasında düzenlendi. Sivil
itaatsizlik, yazılama, grevler, barikatlar halinde devam eden bu sivil direnişin
en akılda kalan görüntüleri ağır silahlı İsrail askerlerine taş atan Filistinlilerdi.
1991 Körfez Savaşı’nda FKÖ’nün Saddam Hüseyin’i desteklemesi savaş
sonrasında FKÖ’nün bölgedeki destekçilerini kaybederek zayıflamasına yol
açmıştı.
Özerk Filistin Devleti’nin kurulması
1993 yılında İşçi Partisi’nin İsrail’de yeniden iktidara gelmesi (ki 1977’de
iktidarı aşırı sağcılara kaptırmışlardı) barış rüzgarlarının esmesini sağladı. Yapılan gizli Oslo Görüşmeleri sonucunda İlkeler Deklarasyonu ilan edildi ve
Yaser Arafat ile Yitzak Rabin Washington’da tokalaşarak bu tarihi belgeyi imzaladılar. Bu deklarasyon ile Filistinli Araplar İsrail Devleti’ni tanımışlar, bunun
karşılığında İsrail’in işgal ettiği Arap bölgelerinden aşamalı olarak çekilmesi
taahhüdünü almışlardı. Bu anlaşma gereği İsrail Gazze ve Eriha gibi şehirlerden çekilmişti. Artık, Filistin’in Arap hakimiyetindeki topraklarda “Filistin Ulusal İdaresi” adıyla özerk bir Filistin Yönetimi kurulmuş ve Arafat bu yönetimin
başkanı olmuştu. 1996 yılında
yapılan ilk seçimde de Arafat
özerk Filistin Yönetiminin başkanı seçilmişti.
Filistin’de İsrail Ablukası
ve İşgaller
Ancak, İsrail’in çekildiği
işgal bölgelerinde kalan az
sayıdaki Yahudi nüfusa karşı
Arapların sürekli olarak kanlı
eylemler gerçekleştirmeleri
barış rüzgârlarının ters yönde esmesine neden olmaya
başlamıştı. Özellikle El Fetih’e
göre daha radikal bir tutum
sergileyen Hamas’ın Filistin’deki Arap yerleşim yerlerinde ve İsrail’de yaşayan Yahudilere karşı gerçekleştirdiği eylemler sürecin
tıkanmasına neden olmuştu. 1996 yılında İsrail’de sağcıların yeniden iktidara
gelmesi Oslo Barış Sürecini noktalamıştı. Ancak, ABD’nin sürece müdahil olması ile birlikte İsrail istemese de Oslo Antlaşmasında söz verdiği el Halil
şehrinden ve Batı Şeria’dan çekilmişti.
1999 yılında İşçi Partisi yeniden iktidara gelince Başbakan Ehud Barak
Araplarla İsrailliler arasındaki 100 yıllık kavgayı sona erdirmeyi vaat etmişti.
Ancak, Ehud Barak bu süreçte Lübnan’dan çekilmek dışında barış adına herhangi bir aşama kaydetmemişti. İsrail’in işgal altındaki bölgelerden tamamen
çekilmemiş olması Filistinlilerin sabrını iyice taşırdı ve 2000 yılında topyekün
sivil direniş anlamına gelen 2. İntifada başladı.
2001 yılında İsrail’de aşırı sağcı Arial Şaron’un yeniden iktidara gelmesi
ile ortam yeniden gerildi. Şaron’un politikası Filistinli militanlara karşı suikastlar, hava saldırıları ile Filistin yönetimi altındaki topraklara saldırılar yapmak
üzerine kuruluydu. Bu durum can kayıplarını yükseltirken, Filistinli militanlar
da intihar eylemleri ile karşılık vermeye çalışıyorlardı. Nitekim, İsrail 2002 yı-
59
Anti Tez
lında Gazze ve Batı Şeria’nın tamamını
işgal etti. İsrail Ordusu Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin mülteci kampında büyük bir
katliam gerçekleştirdi. Bizzat, Uluslararası
Af Örgütü Cenin ve Nablus’ta İsrail’in savaş
suçu işlediğini bildirmişti. İsrail Filistin yerleşimlerini ablukaya almak için büyük duvarların inşasına başlamıştı. Lahey Adalet Divanı
duvarları inşasını yasadışı ilan etse de İsrail
duvarların inşasına devam etti.
2005 yılında FKÖ’nün lideri Arafat’ın hayatını kaybetmesi ile birlikte Mahmud Abbas
Filistin Yönetiminin başına getirildi.
İsrail’in Lübnan’dan çekilmesi beraberinde o bölgedeki otorite boşluğundan yararlanan Hizbullah’ın büyük bir güç elde etmesini
sağlamıştı. İsrail’e karşı işgal altındaki Güney
Lübnan’ı işgalden kurtarmak için kurulan Hizbullah İsrail Lübnan’dan çekildikten sonra da
Filistinlilere destek vermiştir. Bu destek nedeniyle İsrail’in hedefinde olan Hizbullah 2
İsrail askerini kaçırınca İsrail Lübnan’a savaş
açmıştı.
Hamas’ın Gazze’de Hakimiyeti
2006 Seçimleri Filistin için tarihi dönüm
noktalarından biri olmuştur. Gazze’de seçimleri Hamas’ın kazanması ile birlikte Filistin
genelinde El Fetih ve Hamas militanları arasında çatışmalar başladı. Filistin iç savaşın
eşiğine geldi. İsrail Devleti’ni tanımayı reddeden Hamas’a karşı uluslararası ambargo uygulanmaya başlandı. Coğrafi olarak 2 parça
halinde olan Filistin’in Gazze Şeridi’nde Hamas, Batı Şeria’da da El Fetih yönetimlerini
sürdürmeye başladılar.
Hamas İsrail’e yönelik saldırgan tavrını
devam ettirince 2008 yılında İsrail Gazze’ye
60
askeri operasyon düzenleyerek şehri abluka altına almıştır. İsrail’in Mavi
Marmara baskını da bu süreçte yaşanmıştır. Bu savaşta 1133 masum Filistinli
hayatını kaybetmiş, 4000’in üzerinde Filistinli de yaralanmıştır. On binlerce Filistinli de evsiz kalmış ve yaşadıkları bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlardır.
Son olarak, İsrail 8 Temmuz 2014’te havadan, denizden ve karadan Gazze’ye askeri operasyonlara başlamıştır. 1 Ağustos itibariyle İsrail tarafından
öldürülen Filistinli sayısı 1.458’dir.
Değerlendirme
Filistin’de yaşanan dramı daha iyi analiz edebilmek, tespitlerde bulunmak
ve çözüm önerileri ortaya koyabilmek için bu sorunun yaklaşık 130 yıllık tarihi geçmişini iyi bilmemiz gerekmektedir. Öyle ki, Filistin topraklarında İsrail
Devleti’nin kurulması ve topraklarının genişlemesi büyük bir siyasi ve ekonomik gücü elinde tutan Siyonistlerin 50 yıllık sistemli ve azimli çabalarının
sonucu olmuştur.
Nitekim, tarihsel bir perspektifle baktığımızda bugün Filistin’de yaşanan
drama neden olan çok sayıda etken karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki, Filistinliler Osmanlı Devleti’ne karşı 1. Dünya Savaşı’nda İngilizleri destekleyerek
tarihi bir hata yapmışlardır. Çünkü, o dönem
Filistin topraklarında İsrail Devletinin kurulmasının önündeki en büyük engel Osmanlı
Devleti’ydi. Osmanlı Devleti’nin Filistin’deki
hakimiyeti sona erince İngilizlerin desteğiyle İsrail Devleti’nin kurulma süreci önlenemez noktaya gelmiştir. Denilebilir ki,
yıkılmak üzere olan Osmanlı Devleti zaten o
toprakları kaybedecekti. Ancak, tarihin seyri
mevcut olan durumdan daha kötüye gidemezdi ya da en azından İsrail’in kurulma süreci geciktirilerek 1920 Arap Ayaklanmaları
öncesinde Filistinliler daha avantajlı durumda olabilirlerdi.
Filistinlilerin yaptığı bir diğer tarihi hata
çiftçilerin ellerindeki verimli toprakları Yahudilere satarak onların göç yoluyla Filistin
topraklarına yerleşmelerine bilinçli ya da
bilinçsiz katkı sağlamalarıydı. Bir devletin
olmazsa olmaz şartı olan “insan faktörü”
ve “egemenlik” bu göçler neticesinde oluşturulmuştu. Eğer toprak satışları gerçekleşmeseydi Yahudilerin Filistin’de nüfus olarak
çoğalmaları mümkün olamazdı. Öyle ki, 1903 yılındaki 6. Siyonist Kongre’de
alınan kararlar örneğinde olduğu gibi Yahudiler Filistin yerine Uganda ya da
başka bir Afrika ülkesine yerleşme fikrine yoğunlaşabilirlerdi.
İsrail Devleti’nin kuruluşu Siyonistlerin 1897’den itibaren ne kadar başa-
Anti Tez
yönelik bir bezdirme ve soykırım politikası
yürütülmektedir.
Sonuç ve Öneriler
rılı ve etkili bir politika yürüttüklerinin
açıkça kanıtı olmuştur. Sahip oldukları ekonomik güç ve organize olabilme kabiliyeti
siyasi gücü de beraberinde getirmiş 1948
öncesinde İngiltere’den, sonrasında da
ABD’den büyük destek almışlardır. Kuruluş
öncesinde İngiliz hükümetinin ve manda
yönetiminin desteği, kurulduktan sonra da
Arap-İsrail Savaşlarında ABD’nin sağladığı
siyasi, askeri ve teknolojik destek İsrail’in
Arap devletlerine karşı girdiği tüm savaşları
kazanarak Ortadoğu’nun ve Filistin’in kaderini tek başına belirleyebilmesine neden olmuştur. Günümüzde İsrail’in Filistinli masum
insanlara yönelik katliamlarına karşın ABD ve
Avrupa Birliği ülkeleri bu duruma göz yumdukları gibi saldırıları “İsrail’in meşru müdafaa” hakkı gibi görmekte, kendi ülkelerindeki
kamuoyu açıkça yanıltılmaktadırlar.
Günümüzde coğrafi olarak iki parçaya
bölünmüş olan Filistin’de iki büyük siyasi güç
vardır. Gazze’de Hamas ile Batı Şeria’da -Filistin Yönetiminin Başkanlığını da yürüten- El
Fetih. Hamas İsrail Devleti’ni tanımayan ve
Yahudileri cihat ile Filistin’den kovmayı amaçlayan bir örgüt iken, El Fetih İsrail Devleti’ni
1993’ten beri tanıyan (“Yahudi devleti” olarak değil “devlet” olarak), onunla müzakereleri kabul eden ve fiili şartlar altında bir özgür
Filistin Devleti kurmayı hedefleyen daha ılımlı bir örgüt. Bu siyasi yapı İsrail’in kanlı askeri
operasyonlarını El Fetih’in kontrolündeki Batı
Şeria yerine Hamas’ın kontrolündeki Gazze’ye yöneltmesinin temel nedenidir.
İsrail bu saldırıların gerekçesini Hamas’ın
yaptığı bazı eylemler sonucu bölgeyi Hamas
militanlarından arındırma olarak açıklamaktadır. Ancak, yapılan askeri operasyonun
mahiyeti açık bir şekilde kontrolsüzce masum insanları öldürmeye yönelik olduğu
için Gazze’de İsrail tarafından insanlık suçu
işlenmesi bir yana sistemli olarak Araplara
Bugün Filistinlilerin yaşadığı en büyük
sorun İsrail’in yaptığı onca katliama rağmen
yaşadıkları “yalnızlık”tır. Yahudi lobisi tüm
demokratik ülkelerin halklarını ve iktidarlarını çevrelemiş durumdadır. Bu nedenle,
biran önce Filistin Davasını destekleyen
devletler tarafından “Filistini Sevenler Birliği” kurulmalıdır. Bu birliğin temel amacı
uluslararası kamuoyuna Filistin’de gerçekleştirilen katliamları anlatmak ve onlara Filistin Davasının haklılığına ikna edebilmek
için “Filistin Lobisi” oluşturmak olmalıdır. Bu
lobi faaliyetlerinin yaygınlaşması ve yoğunlaşması için gerekli maddi altyapı (propaganda, reklam, haberler, röportajlar,
eylemler, sinema, bilimsel ve akademik çalışmalar vs) bu ülkeler tarafından
“Filistin Destek Fonu” kurularak karşılanmalıdır. Bu şekilde elinde büyük ekonomik ve siyasi imkanlar bulunduran Yahudi Lobisine karşı uluslararası düzeyde bir propaganda savaşı yürütülebilecektir.
Özellikle ABD ve Avrupa Birliği gibi demokrasiyle yönetilen ve demokrasiyi içselleştirmiş yurttaşlardan oluşan ülkelerde gerçekleştirilecek yoğun lobi
faaliyetleri bu ülke halklarının ve kamuoyunun Filistin’de gerçekte yaşanan
katliamlara karşı seslerini yükseltmelerini sağlayacak, böylece siyasi iktidarlara ve yöneticilere baskı yapacaklardır. Bu durum, İsrail’e tüm yapmış oldukları
katliamlara rağmen koşulsuz destek veren ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin
yöneticilerinin bu konuda ellerinin zayıflamasına neden olacaktır. Sosyal
medyanın etkili bir şekilde kullanımı işte burada büyük önem arz edecektir.
Şunu unutmamalıyız ki, Filistin’de yaşanan dram medya tarafından sansüre uğradığı için ve tam tersine İsrail mağdur gibi lanse edildiği için ABD
ve Avrupa’da halklar olaylara karşı tepki ortaya koymamaktadırlar. Hatta, bu
halklar bizatihi Yahudilerin mağdur olduğunu düşündükleri için hükümetlerini Filistin politikası konusunda desteklemektedirler. İşte, oluşturulacak güçlü
bir Filistin lobisi bu durumu terse çevirip Filistin yerine İsrail’in yalnızlaşmasına neden olabilecektir.
Yine bu lobi faaliyetlerinin bir diğer amacı da “İslamofobi” nedeniyle Filistin Davasının haklılığına inanma noktasında direnç gösteren Hristiyan ağır-
61
Anti Tez
lıklı bu halkların İslam dinine ve Müslümanlara karşı önyargılarının yıkılması olmalıdır. Bu halklara “sivillere saldırı düzenleyen
intihar bombacılarının” ya da “intikam yemini eden cihatçıların ürkütücü görüntüleri”
yerine Filistin halkının yaşadığı büyük katliamlara karşı uluslararası desteğin gerekliliği
noktasında ikna çabalarına yoğunlaşılmalıdır.
Artık mevcut durum Filistinliler açısından
verdikleri mücadelenin gerçekçi bir zemine
çekilmesi bakımından da önemlidir. Tarihsel süreçteki tecrübeler göstermiştir ki, İsrail
Devleti’ni tanımamak ve içindeki Yahudilerle
birlikte topyekün yok etme arzusu taşımak
mantıklı bir hedef değildir. Bu yüzden Filistin
sorununun aşılması bakımından asıl hedef
dünya üzerinde yüzün üzerinde ülke tarafından tanınan ancak toprakları İsrail tarafından
işgal ve abluka altında olan bağımsız Filistin
Devleti’nin konumunun güçlendirilerek istikrarlı ve güvenli bir yapıya kavuşturulmasıdır.
Bunun tek yolu sorunun müzakere zeminine taşınması ile mümkündür. Bu şekilde,
daha önce Oslo Barış Görüşmelerinde olduğu gibi Filistin topraklarında İsrail İşgalinin
sonra ermesi, Filistin ile İsrail Devletlerinin
sınırlarının kesin olarak tespit edilmesi, İsrail
sınırları içerisinde kalan Filistinlilerin haklarının savunulması, Kudüs’ün statüsünün belirlenmesi gibi bir çok konuda sonuç almak
mümkün olabilecektir. Tarihsel süreç göstermiştir ki, İsrail ile yapılan savaşlar sorunu
çözmek bir yana yenilgiler nedeniyle her seferinde daha da derinleştirmiştir.
Şunu da unutmamakta fayda var ki, günümüzde de artık gerek İsrail’deki siyasi iktidarlar gerekse de halk (aşırı sağı
fanatikler dışında) 1920 yılından
beri aralıksız devam eden çatışmaların sona ermesi, barış ve istikrarın
gelmesi için büyük bir motivasyona
sahip görünmektedirler. Artık, bazı
fanatik gruplar dışında Büyük İsrail
Devleti ve vadedilmiş topraklarda
(Suriye, Irak, Lübnan, İran, Ürdün ve
Türkiye topraklarını da kapsayan) hakimiyet ideali (Yunanlıların Megalo
İdeası ve Ermenilerin Büyük Ermenistan’ı gibi) mevcut durumda onlar
açısından da ulaşılamaz görünmektedir. Şu anda ulaşmış oldukları nokta da onlar açısından çok büyük bir
başarı olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla İsraillilerin içinde bulunduğu
bu psikolojik travma durumundan
da faydalanmak Filistin açısından
olumlu olacaktır.
Bu açıdan bakıldığında, barış
sürecinin önündeki en büyük engel
olarak gerek İsrail’de gerekse de Filistin’de bulunan radikal gruplar görülmektedir. Bu nedenle Filistin’de
62
Hamas’ın tamamen dışlanmadan daha kontrollü olması sağlanarak müzakerelerin El Fetih üzerinden yürütülmesi, ulusal birliğin de El Fetih çatısı altında
yürütülmesi gerekmektedir. Yahudilere ve hatta kendisini desteklemeyen
Filistinlilere karşı aşırı şiddete eğilimli olan ve İsrail Devleti’ni tanımayan
Hamas’ın pasif duruma getirilmesi Filistin’in Birleşmiş Milletler nezdinde de
daha avantajlı bir durum elde etmesini sağlayacaktır.
Unutulmamalıdır ki, hiçbir masum insanın hayatı kısır siyasi çekişmelerden, radikal grupların ulaşılamaz hayallerinden, uzlaşmayı acizlik olarak
gören zihniyetin egolarından ve kutsal kitapları referans göstererek ölüm
fermanları imzalayan din bezirgânlarının bağnazlıklarından daha değersiz
değildir. Tüm Filistinliler ve İsrailliler özgür biçimde refah, barış, demokrasi ve
adalet içerisinde insanca yaşama hakkına sahiptir. Bizim ısrarla savunmamız
gereken de bu olmalıdır.
Türkiye ve bazı diğer Müslüman ülkelerde İslami tabandan beslenen siyasi grupların Filistinlilerin kanlarını çözümsüzlük üzerine inşa edilen popülist
söylemlerle siyasi malzeme yapmak yerine, bu kanın durması için neler yapılması gerektiği üzerine yoğunlaşmaları gerekmektedir. Bir Filistinli çocuğun
hayatı şovenist söylemlerle fazladan alınacak bir oydan daha kıymetlidir.
Öyle ki, açıkça görülmektedir ki sorunun çözümü her iki taraf açısından
savaşmak değil uzlaşmak ve barışmak ile mümkündür. Nitekim, İsraillilerin
masum Filistinlilere yaptığı katliamlar ne kadar adi ise, Filistinli silahlı grupların masum İsraillileri öldürmeleri de o kadar adidir. Her iki tarafın da ihtiyaç
duyduğu şey barıştır. İlk etapta 94 yıldır süren çatışmaların ve ölümlerin getirdiği kin, nefret ve intikam duygusu nedeniyle direnç olacaktır, ancak her iki
taraf da barışın tadını alınca direnç kırılacaktır. Amaç, geçmişteki husumetlere saplanıp geleceği de karartmak yerine, bundan sonraki nesillerin barış ve
refah içinde yaşamalarını sağlamak olmalıdır.
Tarihsel süreç hakkında detaylı bilgi için:
Fahir ARMAĞANOĞLU - 20.Yüzyılın Siyasi Tarihi, Alkım Yayınevi, İstanbul,
2011.
Mete ÇUBUKÇU - Bizim Filistin, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2014.
Ilan PAPPE, Modern Filistin Tarihi (Tek Ülke, İki Halk), Phoenix Yayınları,
Ankara, 2007.
Mim Kemal ÖKE, Siyonizm ve Filistin Sorunu, Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul, 2012.

Benzer belgeler