Aralık 2012 - Bilişim Uzmanları Derneği
Transkript
Aralık 2012 - Bilişim Uzmanları Derneği
Bilişim Uzmanları Bülteni Cilt 2, Sayı 7 7 Aralık 2012 Sunuş Gök Medrese Hayranlığından Fahri Rize Hemşeriliğine Libya’dan Esen Rüzgar: Trablusgarp Kahramanlarının 100. Yıl Anısına Bir Taşınma Hikayesi Kilise Bahçesine Dimitri ile Beşiktaş - Galatasaray Muhabbeti: Rodos’ta Bir Cuma Şiir: Mevsim Güz Hayatın Peşinde Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Bu bültende yer alan yazılarda ifade edilen yorum ve görüşler yazarlarına ait olup, Bilişim Uzmanları Derneği’nin görüşlerini yansıtmamaktadır. 19’uncu sayımızla merhaba, Mevsimler birbiri ardınca geçiverdi, günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Böylece 2012 yılının son ayına da girmiş olduk. Son dönemde sıkça merak edilen bir konu var, Kurum hizmet binası ile ilgili gelişmeler ne durumda? Kurum binasındaki gelişmeler, her ay birim amirleri ile yapılan Koordinasyon toplantılarının ilk gündem maddesini oluşturuyor. Yapılan son toplantıda Destek Hizmetleri Dairesi Başkanımız Sayın Bayram Aslan tarafından verilen bilgi ise şu şekildedir: “Kurum hizmet binamızın da yapılacağı arsa üzerinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hizmet binası ile Türkerler İnşaat firmasına ait bir AVM yapılacaktır. TOKİ tarafından yapılan ilk imar planına Çankaya Belediyesi tarafından bir kez, sonraki imar planına da yine Çankaya Belediyesi ikinci kez ve Türkerler İnşaat firması tarafından bir kez itirazda bulunulmuştur. Yapılan itirazlar kurum hizmet binamızın yapılacağı alan veya inşaatla ilgisi bulunmamaktadır. Nihai aşamada tüm itirazların dikkate alındığı imarla ilgili plan not değişiklikleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığının resen onayına sunulmuştur. Bakanlığın onaylayacağı plan değişikliklerine Türkerler İnşaat firmasınca itiraz edilmeyeceği tarafımıza sözlü olarak söylenmiştir. Çankaya Belediyesinin de itiraz etmeyeceği düşünülmektedir. Gerekçe ise, TOKİ’nin hizmet binamızı yapacak yüklenici firmaya yer teslimi yaparak fiilen hafriyat alınması için iksa direklerinin (veya duvar) yapılmasına başlanması yönünde talimat vermiş olmasıdır. Hali hazırda hizmet binamızın bulunduğu alan üzerinde bulunan Söğütlü Bahçe adındaki işletmeci bu hafta itibariyle taşınmaya başlamıştır. Bir hafta on gün içerisinde bu alana hizmet binamızın inşaatı ile ilgili büyük bir bilgilendirme panosu yüklenici firma tarafından konulacaktır. Diğer taraftan hizmet binamızla ilgili uygulama projeleri henüz tamamlanmamış olup 1-2 hafta içerisinde tamamlandıktan sonra TOKİ’nin onayına sunulacaktır. Onayı müteakip asıl inşaat işine başlanabilecektir. Bu sürecin yaklaşık olarak 1-2 ay içerisinde tamamlanması beklenmektedir. Özetle, uygulama projelerinin tamamlanması normal sürecinde ilerlerken, imar planı ile ilgili itirazların da aynı döneme gelmiş olması hizmet binamızın yapımına ilişkin olarak bir gecikme oluşturmamıştır. Sonuç olarak, önümüzdeki kış şartları da dikkate alındığında genel itibariyle Kurum hizmet binasının yapımı ile ilgili bir sorun bulunmamaktadır.” Konu hakkında yetkili olan birincil ağız tarafından yapılan bu açıklamayı sizinle paylaşmak istedim. Bu ayki konuğumuz Ankara Bölge Müdürümüz Sayın Mustafa Güneş oldu. Mustafa Beyi hatırlarsınız, Derneğimizin de kurucu üyelerinden. Çok tecrübeli, çok düşünceli ve hakikaten çok yönlü bir insan. Çalışanlarına çok değer veriyor, bu da Ankara Bölge Müdürlüğündeki arkadaşlarımızı oldukça motive ediyor. Geçen hafta Bölge Müdürlüğü personeli ile yaptığımız bir toplantıda, sorunlarımıza çözüm önerileri getiren arkadaşlarımı- Elif Özdemir, BiliĢim Uzmanları Derneği BaĢkanı zı görünce, personel ve amir arasındaki inanç ve güvenin önemine bizzat şahit oldum ve açıkçası gıpta ettim. Röportajımıza gelince, bu röportajda hem ruhumuz, hem de karnımız doydu. Mustafa Bey bize sürpriz yapıp, kendi yaptığı ekmekleriyle bir sofra hazırlamıştı. Sağlıklı beslenme ekseninde çok keyifli bir röportaj oldu, umarım siz de beğenirsiniz. Bültenimizde yine devam eden yazılarımız var. Katkı sağlayan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Bu vesileyle yeni yılınızı da tebrik ediyorum. 2013 yılı sağlık, başarı ve mutluluk yılı olsun ve tabii ki bu yıl da umudunuz hiç sönmesin. Selam ve saygılarımızla. Sayfa 2 Gök Medrese Hayranlığından Fahri Rize Hemşeriliğine... Her şey 1978 yılında Fransa’da İslam sanatı okumakta olan Amerikalı bir genç kızın derslerinden birinde görerek hayran olduğu Gök Medrese’yi yakından görmek üzere ailesinden habersiz Sivas’a gelmesiyle başlar… AyĢe Gül Mirzaoğlu, BiliĢim Uzmanı BTD, BTK 13. yüzyılda inşa edilen ve Türk-İslam mimarisinin sembollerinden olan bu Anadolu Selçuklu eserine ve Türk kültürüne duyduğu hayranlık, Amerikalı Katharine’ in hayata bakışını değiştirmiştir. Aradan geçen yarım ömür diyebileceğimiz sürede yaşadığı Türkiye serüveninde ülkemizin ekonomik, sosyal ve politik alanda geçirdiği büyük değişime şahit olan bu genç kız, 32 yıl boyunca aldığı notları bir 2010 yılında yayımlamış olduğu bir kitapta bir araya getirmiştir. ”Evet, bir çay daha lütfen” adıyla Türkçeleştirilen bu kitabın yazarı Amerikalı sanat tarihçisi Katharine Branning, belki de bizi bizden daha iyi tanıyan batılı bir kadın yazarın gözüyle Türk kültürünün kendine has güzelliklerine ışık tutmaktadır. “Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır.” (Lady Mary Montagu) Branning, kitabını bundan 3 asır önce de benzer şekilde Türk kültürünü batıya tanıtmayı amaçlayan bir başka batılı kadın yazar Lady Mary Montagu’nun “Şark Mektupları”ndan esinlenerek ve ona cevap yazıyormuşçasına kurgulamıştır. Lale devrinde İstanbul’da görev yapan bir İngiliz elçisinin eşi olan Lady Montagu da o dönemin Osmanlı kültürü’nü söz konusu kültüre karşı büyük bir önyargı duyan İngiliz arkadaşlarına son derece olumlu bir şekilde tanıtan mektuplar yazmıştır. Daha sonra bu mektuplar “Şark Mektupları” adlı eserde derlenmiştir. “Şark Mektupları”nda Türk kültürünün güzelliklerini vurgulayan Lady Montagu, “Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.” der. Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 3 Branning, “Evet, bir çay daha lütfen” kitabında misafirperverliğin ve diyaloğun sembolü olarak gördüğü ve “Türkiye’nin mayası” dediği Türk çayı ekseninde Türk kültürünü ve yaşayışını özetlemektedir. Bu sene Ramazan ayında “Bir bardak çay ailedir.” sloganıyla ekranlara gelen Çaykur reklamında da rol alan ve kendisine Rize Belediyesi tarafından fahri hemşerilik beratı da verilen Branning’e göre konuğu olduğu fakir bir Anadolu ailesinden, Cumhurbaşkanı Gül’e kadar herkes tarafından kendisine aynı şekilde ikram edilen Türk çayı, Türk insanı arasındaki seviye farkını ortadan kaldıran “demokratik bir içecek”tir. AyĢe Gül Mirzaoğlu, BiliĢim Uzmanı BTD, BTK “Türk insanının hiç değişmeyen Kitabında gerek Lady Montagu’nun kaleme aldığı 3 asır öncesine kıyasla ortaya çıkan, gerekse Türkiye’de bulunduğu 30 küsur yılda bizzat şahitlik ettiği değişiklikleri anlatan Branning, bu değişikliklere rağmen Türk insanının hiç değişmeyen nitelikleri olduğunu savunmaktadır. Ona göre, bu nitelikler; aile bağları, büyüklere saygı, herşeye iyi tarafından bakan kaderci bakış açısı, hayattan keyif alma eğilimi ve umutlu olma halidir. Branning’in bu tespitlerin hala geçerli olduğuna tüm kalbimle inanmak istiyorum. Branning’in geçtiğimiz yıl içinde sosyal medyada epeyce izlenen ve beğeni toplayan Türk çayı ve Türk kültürü hakkındaki videoyu mümkünse kendisinin vurgularını daha iyi kavramak için İngilizce haliyle youtube’dan izlemenizi tavsiye ederim. Gök Medrese gibi nice eşsiz eserler barındıran Türkiyemizin kendine özgü kültür ve sanatıyla Amerikalı bir genç kızı olduğu kadar, ülkemizdeki gençleri de heyecanlandırmasını ve bizi öz benliğimizi kavramaya yaklaştırmasını dilerim. Sevgilerimle… Kaynaklar: http://www.usasabah.com/Guncel/2010/11/09/amerikali_yazarin_turkiye_aski http://www.medyaloji.net/haber/caykur_un_yeni_reklam_yuzu_rize_nin_fahri_hemsehrisi.htm nitelikleri; aile bağları, büyüklere saygı, herşeye iyi tarafından bakan kaderci bakış açısı, hayattan keyif alma eğilimi ve umutlu olma halidir.” (Katharine Branning) Sayfa 4 Libya’dan Esen Rüzgar: Trablusgarp Kahramanlarının 100. Yıl Anısına M. Bilal Ünver Daire BaĢkanı SRD, BTK Transit bir yolcu olarak Trablus’da bulunuşum, hiç aklımdan geçmeyen ihtimal hesaplarının kaderle buluşması karşısında aciz ve mecbur kaldığım bir yolculuk, diğer yandan zihnimde oldukça uzayan bir 15 saatten ibaretti. Benim tercihimse bu kısa ve zorunlu seyahatin bende uyardığı duygu ve düşünce dünyasına kendimi atmak oldu. Bunu yapmamın önünde bir dizi engel vardı ve bunları aşmak çok da kolay olmadı. Bir önceki uçağın gecikmesi nedeniyle yaptığım son dakika ısrarlarına gümrüktekilerin kulak tıkayışını ve muhatap bulamamam neticesinde yaşadığım hayal kırıklığını burada zikretmem gerek. Bu hayal kırıklığı çok hızlı bir şekilde sinema şeridinden geçen bazı karelerle buluşunca benim için ucu dipsiz bir tünele girişten farksızdı. Yani, Libya ve ben günlerden bir gün buluşacaktık ve kimin aklına gelirdi bu durum ve çaresizliğim? Çaresizliğim ve sorularım karşısında yetkililerin bana havaalanındaki bankı göstermeleri, “Birkaç gün içinde gidersin elbet” ya da “Bakarız bir çaresine” tarzındaki yaklaşımları tam beynimdeki kanın sıçramasına sebebiyet verecekti ki; Türkiye’den çok uzaklarda, bir Kuzey Afrika ülkesinde olduğum aklıma geldi ve savaş sonrasını yaşayan dramatik ve belki de zavallı bir coğrafyada bulunduğum gerçeğini kendime hatırlattım. Ülkenin genel manzarasını sadece havaalanındaki genel başı boşluk bile anlatmaya yetiyordu ama ben yine de iyimserliğimi kaybetmemeye çalışıyordum, belki de nafile bir çabayla… Muhataplarımı seçmeye kısmen de olsa özen gösteriyor, derdimi anlatacağım ve İngilizceden anlayan birisini bulana kadar da bir yandan kafamda planlar kuruyordum. Ben ne kadar plan kursam da planlarının işe yaramadığını görüp, çoğu kez iradem dışı bir planın beni sürüklediğine hayatında şahit olanlardanım. Nitekim bu sefer de öyle oldu. Paramın yetersizliği, ertesi güne çıkma derdi düşüncesi derken, bir adamın dükkanı kapatırken sakin ama bende farkındalık uyaran bir bakış yöneltmesiyle kendimi toparladım ve kendisine banka veya kredi kartıyla para bulabileceğim bir yer olup olmadığını sordum. İçine düştüğüm sıkıntılı durumu anlatınca adamın yardımsever hali ve tutumu umutsuzluğumu gölgeledi. Ertesi günün biletini ayarlamış olsam da geceyi nasıl geçireceğim hala meçhuldü ve bu belirsizliği gidermek için Hakim isimli bu yeni dostumun rehberliğine başvurdum. Güven telkin eden hali İngilizce birkaç kelime dahi olsa kendini ifade etmesiyle birlikte benim o gece can simidim oldu. Derken düştük yola… Gideceğimiz otelin ucuz olmasını gözeterek çıktığımız yolda sağa sola bakınırken gördüğüm savaş sonrası Trablus manzarası, buraya sadece acının düştüğünün değil, aynı zamanda ülkedeki telafisi zor bir yıkımın izlerinin de canlı şahitleriydi. Yolun izin belli olmadığı, pek çok yerde çöp yığını ve moloz birikintisi görebileceğiniz ve dolayısıyla dışarıdan gelen birisi için iç karartıcı bu tablodan sonra, beklentilerimi bir hayli düşürsem de otelin tüm beklentilerimi tepe taklak hale getirdiğini söylemem mübalağa olmaz. Ben yanılmak istemiyor, dostumun önüme düşüp yol göstermesinden dolayı tarihi dostluklar ağında gidip geliyor isem de gördüğüm manzara gerçekten de tam bir fiyaskoydu. Kaldığım otel katından bir fotoğraf Havaalanına giden yolda bir şehir manzarası (Trablus, Aralık 2012) Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 5 Rutubetli, ıslak ve sürekli su sızdıran, bir tuvalet kağıdından mahrum banyosundan mı, yoksa priz telleri görünen soğuk duvarlardan, yerlerdeki toz ve yatağın içler acısı halinden mi dem vurayım bilemiyorum. Fakat bütün bunlar, benim içimdeki Trablus mazisini yok edecek cinsten değildi. Evet, bu yaşanılanlar bana havaalanında gördüğüm yerel kıyafetli halkın aynı yerellik ve cesaretle Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal’in talimatlarını dinlerken sıraya dizilişlerindeki manzarayı zihnimden silmeye yetmedi. Bu coğrafyada tam yüzyıl önce yaşanılanları, aynı yıl cereyan eden Balkan Savaşları biraz gölgelese de benim bunları unutmaya hiç niyetim yoktu. Otel odasında gördüklerim ve hissettiğim soğuğun, yüzyıl öncesindeki rüzgarı dindirmeye hiç hakkı yoktu. Libya’nın kanaat önderlerinden (1920’de Anadolu’ya gelerek Milli Mücadele’ye katılan) Şeyh Sünusi’ye verdiği desteği oraya gönderdiği askerlerle kanıtlayan ve Libyalı Bedevileri eğiterek savaşa hazırlayan Osmanlı ordusuna verilecek nişane, duvarda asılıydı ve bu bir günden az süren Libya yolculuğu, bu asıl ve uzun yolculuğa bir davetiyeydi. Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, Bedevi Kuvvetleri önünde emirlerini yazdırırken (Derne, 1912) Enver Bey ve Nuri Conkerbey Bey Trablusgarp’da Asıl yolculuğun beni sürüklediği tarihi günlere gidiyorum. İtalyan saldırılarına dur diyecek hal ve kuvvetimizin olmadığı, Osmanlının seferber olmakla beraber elinden gelenin sadece çoğu gönüllü olan subayları göndermekten ibaret olduğu acı dolu yıllara… Başta Binbaşı Enver Bey, Mustafa Kemal (Atatürk), Eşref (Kuşçubaşı) ve Ali Fethi (Okyar) olmak üzere pek çok önemli ismin değişik kılık ve kıyafetlerde İngiltere kontrolündeki Mısır üzerinden, özellikle Eşref Bey’in Arapça bilgisi ve yerel halkla sıkı diyaloğu sayesinde Trablusgarb’a ulaşması ve onları organize etmeleri tek başına önemli bir başarı olarak kayda değer. Ancak ortaya konulanlar bununla sınırlı kalmamış ve 900 kişilik Arap direnişçilerin sayısı yirmibine çıkmış, bunlar eğitilip organize edilerek savaşa hazır hale getirilmişti 1. İtalyan ordusunun hiç ummadığı savunma muharebelerine adını yazdıran yerel direnişçilerin İtalyanların kabusu olmasında adı geçen komutanların payı hiç azımsanmayacak kadar büyüktü. Ve sonuç: Ekim 1911’de çıkarma yaptıkları Derne, Tobruk ve Bingazi limanına sıkışıp kalan İtalyanlar Libya içlerine ilerleyememiş, ateşkes için Babıali’ye Almanya aracılığıyla mesaj göndermişlerdi. Gönüllü direnişin bu başarısı karşısında söz konusu mesaja olumlu cevap vermemeyi tercih eden İstanbul’u zor günler beklese de bu moralle başlayan direnişin uzun yıllar devam ettiğini ve İtalyanların tam bir üstünlüğü 1920’lerde kurduğunu belirtmek gerek. İtalyan donanması Trablus’u kuşatıyor (Ekim 1911) İtalyan askerleri Trablus’a yapılan çıkartma sırasında (Ekim 1911) Trablus’u bombalayan İtalyan zeplinleri İtalyan bataryaları Bingazi’yi bombalarken (1911) Gerçekten de Osmanlı kurmaylarının gidişi önemli denecek ölçüde Libya halkının yarasını sarmış, onları cesaretlendirmişti. Aldıkları eğitimi ve dayanışma ruhunu vatanlarını kurtarma azmiyle birleştiren Bedevilerin İtalyanları püskürtmesi inanılası gibi değildi. Buna misilleme olarak İtalya’nın önce Beyrut’u bombalaması, ardından Boğazlara yönelmesi ve oniki adayı işgali Osmanlıların Balkan Savaşları 1 Bu yöndeki gayretlerin ve dayanışmanın bu bölgedeki Hamidiye Alayları’nın oluşturulmaya başlandığı bir 30 yıl kadar öncesine dayandığını belirtmekte de fayda var. M. Bilal Ünver Daire BaĢkanı SRD, BTK Sayfa 6 Libya’dan Esen Rüzgar: Trablusgarp Kahramanlarının 100. Yıl Anısına M. Bilal Ünver Daire BaĢkanı SRD, BTK nedeniyle kıskıvrak yakalandığı bir döneme rast gelmişti ve netice hazindi. 1912 yılı boyunca, tüm bu olup bitenlere rağmen müdafaayı kesmeyen ve İstanbul’a sürekli direniş yönünde telgraf mesajları gönderen Enver Bey’in bu çabaları sonuçsuz kaldı. 14 Ekim 1912’de imzalanan Uşi Anlaşmasıyla önce Libya’dan, ardından da (ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra resmen Yunanistan’a bırakılan) oniki adadan çekilmek zorunda kaldık. Bu duruma kanlı savaşlarla sürüklenilmesi hem üzücü hem de düşündürücüydü. Zira, ne Cezayir-Tunus’un Fransa tarafından işgalinde, ne de İngiltere’nin Mısır’daki kontrolü ele alışında bu tür bir karşı direniş olmamıştı ve Trablusgarp’daki halkın yabancı güçlere karşı tutumları diğer ülke halklarından daha farklıydı. Şeyh Sünusi’nin Libya’dan ayrılmasını istemediği, kendisine kılıcını hediye ettiği, ancak Osmanlı’nın geri çağırması karşısında buradan ayrılan Enver Paşa’nın (25 Kasım 1912 tarihli günlüğündeki) şu ifadesi tarihe not düşmektedir: “Nihayet! Karar verildi. O halde İstanbul’a dönmek, orada yarbay olarak tekrar görev yapmak için çok sevdiğim Krallığım Sirenayka’yı 2 ve gerçekten bağımsız bir görevi terk ediyorum” Tek Enver Bey’in değil, yerel halkın da içine düşen acı tarifsizdi ve Sultan olmasa dahi ona bağlı kalacaklarına söz veren Sünusilere, Kuloğullarına, Karamanlılara denebilecek çok bir şey yoktu ve yine Enver Bey’in ifadesiyle, vatanın çıkarları nerede gerektiriyorsa orada göreve devam edilecekti. Ancak, Enver Bey’i buraya tutkun kılan ve onu Libyalılara sevdiren neydi? Sanırım Libya’nın kendine has Osmanlılığıydı ve bunu tarihî ve kültürel kodlarına taşımasıydı. Nitekim bu kodlar yıllar sonra kısa süreliğine de sonra bir Türkün Libya’da Başbakan olmasına zemin hazırlayacaktı. Evet yanlış duymadınız. 1559’da Osmanlı’ya bağlanan Trablusgarp uzun süre “Dayı” denen yerel beylerle yönetilmiş, ama bunların gerektiğinde birbirlerine karşı Avrupalılarla işbirliği yaptığı fark edilince bölgenin idaresi ve güvenliği için merkezden asker sevkiyatına karar verilmişti. Ağırlıklı olarak Aydın, İzmir, Manisa, Muğla gibi Batı Anadolu’dan toplanan çoğu devşirme levendlerin ve yeniçerilerin oraya gitmesi sonucu Türk-Arap-Bedevi karışımı Kuloğulları denen toplumsal bir kesim ortaya çıkmış ve bu silsileden gelen Salih Koloğlu, 1950’de Libya’nın ilk Başbakanı olarak görev yapmıştı. Libya’daki Turgut Reis Camii ve Türbesi Yüzyıllar öncesinde göçlerle Türklerin bu bölgeye gitmesinin bu tür meyvelerini vermesi tarihin garip bir cilvesi değil mi? Ne var ki; biz bu tarihî ve kültürel köprüleri global bakışın ve medyanın etkisiyle çoğu zaman görmezlikten gelmeyi tercih ediyoruz. Bu bağı maziden geleceğe taşımak şöyle dursun, söz konusu birikimin farkında bile olamıyor; çoğu zaman kayıp Türkleri kendi kaybolmuşluğuna terk 2 Sirenayka, Bingazi ve Trablusgarp ile birlikte bugünkü Libya’yı oluşturan üç bölgeden biriydi. Bu üç bölge Trablusgarp Beylerbeyliği’ne bağlı olarak Osmanlı Garp Ocaklarından birini oluşturuyordu. Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 7 ediyoruz. Bu tarihî köprülerin kurulması zor olduğu gibi zihnî ve tarihî belleğimizden silinmesi de o kadar kolay olmuşa benziyor. Linç edilerek öldürülen devrik diktatör Kaddafi’nin son zamanlarında bu tarihî bağlara atıf yaparak bazı hatırlatma ve taleplerde bulunması da trajikomik bir olgu olarak duruyor karşımızda. Bu tür bir hamlenin politik koz niteliği belirgin olsa da politik olmayan ve karşımızda dimdik duran tarihin Trablusgarp sayfasını yeniden açmamız ve bundan öğrenmemiz gereken çok şey olduğu açık. Tarihin kendi mahzeninde saklı olan Trablusgarp direnişi, ardından geçen yüzyıla rağmen kendini bize şerh etmiş, sırlarını açmış değil ve belli ki her vesileyle bu sorumluluğu yerine getirmek istiyor. Sırtındaki bu yükten kurtulmak istiyor adeta… Öyle bir yük ki; Osmanlı buralardan ayrıldıktan sonra Albert Houran’nin ifadesiyle on yıl can çekişen bir ruhu ve şuuru temsil ediyor o. Bunu hatırlatan gerçekler o kadar çok ki. Sadece benim dönüş günü tanıştığımız babası Libyalı, annesi Türk bir gence rastlamam dahi bu gerçeğe parmak basan basit bir anekdot. Kaddafi’yi deviren Ulusal Geçiş Konseyi Askerlerinin Trablus’daki zafer görüntüsü Savaş sonrası Trablus’dan bir görüntü (Aralık, 2012) Savaş sonrası Trablus’dan bir görüntü (Aralık, 2012) Osmanlının çöküş döneminde gevşeyen ilişkilere rağmen akraba topluluklar arasındaki bağın nelere kadir olduğunu Trablusgarp direnişi tek başına gösteriyor. Bu bağ sayesinde daha önce kendilerini İtalyanlara karşı savunan Libyalıların şimdi içinde bulunduğu çaresizlik ve takatsizlik karşısında tarihin açtığı menfezlerden onlara bakabilsek. Onların beden diliyle bize yönelttikleri taleplerine kulak verebilsek? Bu taleplerinin sadece onların şahsî ve ulusal çıkarlarıyla değil, ülkemizin de çıkarlarıyla örtüştüğünü fark edebilsek? Sadece inşaat şantiyeleri, müteahhitlik anlaşmalarıyla değil, bu insanları içinde bulundukları akıl tutulması ve güvensizlik ortamından çıkararak bunu başarabilsek..? Sanırım bunları yapabilirsek, oralara ellerindeki imkanları sonuna kadar zorlayarak gitmeyi başaran Osmanlı ordusu ve subaylarının başarılarını taçlandırmış ve onların buradan ayrılık hüznünü bir nebze de azaltmış oluruz. M. Bilal Ünver Daire BaĢkanı SRD, BTK Sayfa 8 Bir Taşınma Hikâyesi - 2 Abdurrahman Er BiliĢim Uzmanı, SDD, BTK Kâhin bizim heyete han içerisinde tahtakurularının cirit attığı, böceklerin gezintiye çıktığı, farelerin kol gezdiği kötü, pis bir baraka gösterdi. Yerde pis yataklar vardı ve anlaşılan onların üzerinde uyumaları gerekiyordu. Söz meclisten dışarı köpek bağlansa dahi orada duramazdı. Heyetten bazıları bu kâhin olsa olsa sahtekârdır; kimse geleceği bilemez ve bu kadar pis olamaz diyor, lakin bir kısmı da onca yolu boşu boşuna tepmedik ya, elbet bize bu kâhini tavsiye edenlerin bir bildiği vardır diyordu. Hatta o kötü pis yerde birkaç gün sabretmenin her şeye değeceğini söyleyenler de yok değildi. Tüm bu tartışmalar sürerken kâhin insafa gelmiş ve bizimkilere acımış olmalı ki barakanın önünde peyda oldu ve barakayı bir güzel temizletti. Odaya baştan aşağıya gül suyu döktürdü ve nihayet oda eline yüzüne bakılır bir hale geldi. Aradan birkaç gün geçmişti ki kâhin hazırlıklarını tamamladığını söyledi. Öyle bir iksir yapmıştı ki “Nereye Taşınmalı” sorusunu bir mermere yazıp üzerine iksiri serpince cevap aşağıya kendiliğinden yazılacaktı. Fakat heyetten birinin yardımına ihtiyacı vardı, kâhin iksiri serperken o da iksir şişesini elinde tutacaktı. Öyle bir iksir yapmıştı ki “Nereye Taşınmalı” sorusunu bir mermere yazıp üzerine iksiri serpince cevap aşağıya kendiliğinden yazılacaktı. Artık her şey hazırdı, kahin şu şişeyi şöyle tut beyzadem dedi ve ne olduysa o anda oldu; şişeyi tutan eğik mi tuttu, kahin ölçüyü mü tutturamadı veya yanlış bir hesap mı yaptı nedir bilinmez; nasıl olduğunu kahin kendisi bile anlayamadan bizim heyet adeta hayal süratiyle kendini 2012 yılının Ankara’sında buluverdi. Bir anda zaman ve mekan değiştirmişlerdi; o şaşkınlıkla kimi feryat figan ediyor, kimi Allah’ın hikmetinden sual olunmaz diyordu. Birkaç tanesi de kalakalmıştı ve tirtir titriyordu. Uzatmayalım, neden sonra şaşkınlıklarını atıp kendilerine gelebildiler. Heyetteki adamcağızlar bir de ne görsünler; etrafta hareket eden demirler ve içlerinde insanlar vardı. Ortalıkta at filan gözükmüyordu. Devasa çok katlı yapılar ve sokaklarda farklı kıyafetler giyinmiş birileri vardı. Onlarda insandı ama giyim kuşamları bambaşkaydı. Hemen oracığa Ankaralılar sökün etmeye başlayıp, bizimkilerin etrafına toplandılar. Allah’tan zar zor da olsa anlaşabiliyorlardı; ne garipti ki onların kullandığı bazı kelimeler 2012 yılında halen kullanılıyordu. Anlaşamadıkları zaman mimik hareketleri, beden dili, gözlerdeki manalı bakışlar kısacası işaret dili imdatlarına yetişti. Her zaman olduğu gibi halk yardımseverdi; derhal ilgili kurumlara haber verildi, bizim heyet bir devlet kurumunun misafirhanesinde ağırlandı. Para keselerinde bulunan akçeler tarihi eser değeri üzerinden alındı ve karşılığında yüklü miktarda para verildi. Kendilerine bir de rehber tayin edildi ve öncelikle hemen gidilip kılık kıyafet alındı. Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 9 Bir Taşınma Hikâyesi - 2 Günler gelip geçiyor bizim heyettekiler bir taraftan kendi dönemlerine, ailelerinin yanına dönmek istiyor bir taraftan da araba, telefon, internet, TV… gibi hayatı kolaylaştıran bu güzel imkanları bırakmak istemiyorlardı. Fakat bu dönemde koşuşturmaca, vakit kıtlığı, gibi şeylerin hayatı ne denli zorlaştırdığını da fark etmişlerdi. Abdurrahman Er BiliĢim Uzmanı, SDD, BTK Birkaç ay içerisinde 2012 yılına alışmaya başladılar ama onlara göre her şey değişmişti; insanoğlu fezanın derinliklerini keşfetmiş, arabalar, uçaklar yapmıştı. Kalp ve beyin ameliyatları yapabiliyorlardı, hatta Ay’a bile çıkmışlardı. Her konuda ne kadar da ileri gitmişlerdi. Şaşmamak, hayretler içerisinde kalmamak mümkün değildi. Fakat öyle ki; her konuda fersah fersah ileri giden, binlerce şeyi keşfeden insanoğlu halen kendini, kalbini, ruhunu keşfedememişti; Kendisini elemlere boğan birçok şeyin farkında değildi,maddi şeyler çok ön plandaydı, büyüklere saygı ve komşuluk gibi insanlık namına bazı değerler yok olmuştu… Kısacası çok şey değişmişti, fakat ne gariptir ki insana müteallik bazı sorunlar asla değişmiyordu; mesela, asırlar sonrasına gidip de halen kendileri gibi yer bulamayan, taşınamayan devlet erkanı olacağı asla akıllarına gelmezdi. Bu taşınma işi öyle kolay halledilecek mesele olsaydı şu teknoloji devrinde Ankaralılar hallederdi; demek o kadar uğraşmamız, yollara düşmemiz yersiz değilmiş diye moral bulmadılar da değil hani. Ve sonunda çok şükür biz cevabı bulduk da Allah Heyettekiler ailelerinin yanına dönmek istiyor, fakat bunu nasıl yapacaklarını bir türlü bulamıyorlardı. Üniversitelere, TÜBİTAK’a da müracaat ettiler ama nafile. Bizimkiler uğraşadursun nasıl olduğunu bir Allah bir de kâhin kendisi bilir heyet tekrar geçmişe döndü. Ha, bu arada kahin sorunun cevabını da bulmuştu, mermerin altında şunlar yazıyordu; “Siz taşınmak istediğinizi zannediyorsunuz, fakat bu istek dilden gönüle inemiyor; çünkü farkında olmasanız da çoğunuz kurulu düzenini bozmak istemiyor. İnsanoğlu var olalı her zaman değişime direnç göstermiştir. Ne zaman ki taşınmayı kalben çok arzularsınız nereye taşınacağınız kendiliğinden ortaya çıkacaktır.” Bunu okuyunca cevabı almış oldular, nasıl olmuştu da hiçbiri bunu akıl edememişti. Ve sonunda çok şükür biz cevabı bulduk da Allah Ankaralılara yardım etsin diyerek ülkelerine döndüler. Ankaralılara yardım etsin diyerek ülkelerine döndüler. Sayfa 10 Kilise Bahçesinde Dimitri İle Beşiktaş-Galatasaray Muhabbeti, Rodos’ta Bir Cuma - 2 Dr. Ahmet E. ÇavuĢoğlu , Daire BaĢkanı, UĠD BTK Biraz daha yürüyünce İbrahim Paşa Camii beliriveriyor. Bir Osmanlı Camii, Rodos’un çalışır vaziyetteki tek camii. Biraz daha yürüyünce İbrahim Paşa Camii beliriveriyor. Bir Osmanlı Camii, Rodos’un çalışır vaziyetteki tek camii. Kapının önünde turistleri görüyorum. Herhalde onlar da tarihi camiyi merak etmişler ki ziyaret etmeye çalışıyorlar. Günlerden Cuma ama henüz namaz saati değil. Belki içeride yerli birini görüp, konuşurum düşüncesiyle içeri giriyorum. İçeride minberin yanında birisini görüp yanına gidiyorum, karşımdakini selamlayıp kendimi tanıtıyorum. Caminin imamıymış. İlter Hoca ile tanışıyoruz. “Rodoslusunuz herhalde diyorum”. Hayır diyor Ben İskeçeliyim. Hocayı bulmuşken buradaki Türklerin ve diğer Müslümanların durumunu soruyorum. Hoca çok dertli, buradaki Türklerin maalesef bir kısmının asimile olduğunu, karma evliliklerinde bir hayli fazla olduğunu söylüyor. Burada bir Vakıf var bu camii de vakfa bağlı. Bu gördüğünüz camii sadece öğlenleri açılıyor. Vakıf başkanı bana camiinin anahtarını vermiyor, biliyor ki verse ben 5 vakit camiyi açacağım. Ama yine de ümitsiz değil bir Türk Dostluk Derneği açtıklarını, açılışı Türkiye Büyükelçisinin yaptığını söylüyor. Bu dernek binasında Kuran dersleri veriyorlarmış. Bazı etkinlikler yapıyorlarmış. Ev ev dolaşıyorum diyor. Sahip çıkılmazsa bunların hepsi Yunanlaşacak. Dernek açmaları da bayağı olay olmuş. Yunan basınında ve etrafta bayağı tepki görmüş. Doğrusu bu çalışmaları takdir ediyoruz. Hocaya varsa Türk lokanta, esnaf onlara destek olmak için gitmek istediğimizi söylüyorum. Yürüyerek gidilecek kadar yakında Türk lokantası olmadığını ancak arabayla gidilebileceğini söylüyor. Ama diyor cumadan sonra gelin karşıda bir Yunan lokantası var, bizi tanıyor, etleri de ona göre ayarlıyor, fiyat da makul diyor. Cuma namazına daha bir iki saat var. Hocayla bilahare görüşmek üzere vedalaşıp, gezimize devam ediyoruz. Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 11 Kilise Bahçesinde Dimitri İle Beşiktaş-Galatasaray Muhabbeti, Rodos’ta Bir Cuma - 2 Camiden aşağıya doğru dar sokaktan inince yine bir meydana çıkıyoruz. Burada da da tarihi taş binaların içerisinde genellikle turistlere yönelik eşyalar satan dükkanlar ile kafe ve restoranlar var. Kırlent, masa örtüsü gibi elişleri ile hediyelik eşya satan bir dükkanın önüne gelince eşim bunlara biraz ilgi gösteriyor ve hemen biri yanımıza geliyor ve gayet güzel bir İngilizce ile bize yardımcı olmaya çalışıyor. Adama Türkçe de bilip bilmediğini soruyoruz. “Ben bilmem ama arkadaşım bilir” diyor içerideki birisini işaret ederek biz de içeri geçip onunla bu defa Türkçe konuşmaya başlıyoruz. Adamın Türkçe’yi çok iyi konuştuğunu görünce eşim “Türkçeniz çok iyi” diyor. Adam da “Çünkü ben Türküm” diyor. İsmi Yusuf’muş, işletmenin de sahibi imiş Yusuf. Bizi dışarıda karşılayan Yunan genci ise Yusuf’un yanında çalışıyormuş. Biz de sevindiğimizi söylüyoruz. O da bizi gördüğüne çok sevindiğini söylüyor, çünkü bu vesile ile Türkçe konuşabiliyormuş. Yoksa Türkçe konuşacak kimse pek yok diyor. Yusuf’un dükkânından aslında hiç ihtiyacımız olmamasına rağmen sırf bir nebze olsun destek olabilmek için ufak bir alışveriş yapıyoruz. Dr. Ahmet E. ÇavuĢoğlu , Daire BaĢkanı, UĠD BTK “Burada 36 camii Sonra gezmeye devam ediyoruz. Bir yerden kafeden serinletici bir şeyler alıp yolumuza devam edecekken, birden Türkçe konuşan bir başka esnafla karşılaşıyoruz. O da burada kuyumcuymuş. Burada Türk esnaf başka var mı diyoruz. Yanındaki mağazayı gösteriyor, “işte Eşref” diyor. Eşref de geliyor yanımıza biraz da onlarla sohbet ediyoruz sevinerek. Eşref bizi yanındaki bir başka Rodoslu Türk ile tanıştırıyor. Ankara’dan geldiğimizi öğrenince, ben Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum, Ankara’da 4 yıl kaldım diyor. Peki, dönünce burada ne yaptınız? Diye soruyorum. Burada hiçbir şey yapmadım, İsveç’e gittim. Stockholm’de öğretim üyesiyim ben, diyor. Sonra konuşmaya devam ediyor bakın bu gördüğünüz çarşının tamamı Türklerindi. Ama şimdi çok az kaldı. Bu dükkanlar vakıf malı, ama vakfın başına kendilerinden Yunan gibi bir Türk’ü getirdiler. O da bu dükkanları ya yok pahasına sattı, ya da 100 yıllığına kiraya verdi. Bu çarşı da Türk azaldı. Oysa İtalyanlar döneminde bile bu gördüğünüz surların kapıları akşam kapanır Müslüman olmayanların hepsi dışarı çıkar, gece burada sadece Müslümanlar kalırdı. Yahudiler ticarette çok iyidir. Çok Yahudi tüccar burada ticaret yapardı ama gece onlarda dışarı çıkardı. Burada 36 camii vardı ama şimdi sadece İbrahim Paşa açık bir de Süleymaniye Camiini bu bayram açtılar. Bayram namazı kılındı. Oysa adada 4 bin Türk var. “Türkiye de bize hiç yardım etmiyor” diyince devletine toz kondurmak istemeyen bir refleksle atıldım: “Ama burada bizim bir Başkonsolosluğumuz var” Evet, yok denecek kadar az sayıda vatandaşımızın yaşadığı Rodos gibi küçük bir adada bir başkonsolosluk açmanın tek sebebi herhalde, daha önce İtalyan şimdiyse Yunan vatandaşı olarak burada yaşayan 4 bin Türk olmalıydı. “Evet var ama bize pek bir faydaları yok” diyince, buna verebilecek bir cevaba çok hazırlıklı değildim. Eşim imdadıma yetişti, biraz da yukarılara doğru gitmeyi önerip kibar bir şekilde veda ederek. vardı ama şimdi sadece İbrahim Paşa açık bir de Süleymaniye Camiini bu bayram açtılar. “ Sayfa 12 Kilise Bahçesinde Dimitri İle Beşiktaş-Galatasaray Muhabbeti, Rodos’ta Bir Cuma - 2 Dr. Ahmet E. ÇavuĢoğlu , Daire BaĢkanı, UĠD BTK Bu arada Cuma namazı saatinin yaklaştığını görünce yine gezerek İbrahim Paşa Camiine doğru yol aldık. Bu arada Cuma namazı saatinin yaklaştığını görünce yine gezerek İbrahim Paşa Camiine doğru yol aldık. Camiye vardığımızda burada tıpkı ABD ve Avrupa’da olduğu gibi bayanların da Cuma namazını kılabilmeleri için üst katta yer ayrılmış olduğunu gördük. Camiye girdiğimizde ezanın okunmasına henüz biraz daha vardı ve Hoca Türkçe olarak vaaz veriyordu. Vaazda Hoca domuz eti yemenin haram olduğunu anlatıyordu. Herhalde bu konuda aydınlatılmaya buradaki insanların daha çok ihtiyacı var diye düşündüm. Daha sonra tıpkı Türkiye’de olduğu gibi içeride okunan ezan, sünnet namazı, hutbe, farz ve diğer namazlar. Cemaatin çoğu Rodoslu değil. Türklerin bir kısmı bizim gibi turist olarak gelenler. Cemaatin yarısı ise Afrikalı, Filistinli, Iraklı, Pakistanlı, Bangladeşli veya Uzakdoğulular. Eşim cemaatteki bayan bir Filistinli ile konuşmuş, Filistinli Hanımefendi anlayamadığı vaaz ve hutbenin herhalde Yunanca verildiğini sanıyormuş. Eşim burası Türk Camisi, imam da Türkçe vaaz ve hutbe veriyor diyince çok şaşırmış. Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 13 Kilise Bahçesinde Dimitri İle Beşiktaş-Galatasaray Muhabbeti, Rodos’ta Bir Cuma - 2 Cumadan çıkınca doğru bir taksiye binmek üzere surların dışına, limana doğru yol alıyoruz. Amacımız yine sahibi Türk olan STANİ pastanesine gitmek. Bu pastanenin bir zincir halinde birkaç şubesi olduğunu ve çok güzel dondurma ve tatlı yaptığını okumuştum. Bindiğimiz taksi şöförüne STANİ pastanesine gitmek istediğimizi söylüyoruz. İngilizce konuşan şöför de oranın buralardaki en iyi dondurma ve pasta salonu olduğunu söylüyor. Bizim Türk olduğumuzu anladığından, bize Türkiye’ye birkaç kez geldiğini anlatıyor. Kendisi Meis’liymiş ve Kaş’a defalarca gitmiş. Bu arada başka yerleri de gezmiş. Sonunda bizi eski şehrin biraz uzağında yeni binaların bulunduğu bir semte getirip, STANİ pastanesinin tam önünde bizi indiriyor. Burası pastanenin aynı zamanda imalat yeriymiş görüntüden öyle anlaşılıyor. İçeride Türkçe konuşabilenlerle karşılaşacağımı sanıyorum ama yanılıyorum. Ne tezgâhtar kızlar ne garsonlar ne de imalatta çalışanlar Türkçe bilmiyorlar. Benimle İngilizce konuşmaya çalışıyorlar ama bende de inat işte, patronu Türk olan bir işletmede illa Türkçe konuşmaya çalışıyorum. Sonunda aralarında “Hafize” dediklerini duyuyorum herhalde “Hafize”yi çağıralım diyorlar. İnatla bekliyorum, ama anlaşılan Hafize’nin de gelmesi uzun sürecek, kızım bana yaklaşıp “Baba istersen ben bunlarla İngilizce konuşup, siparişi vereyim yoksa çok bekleyeceğiz” diyor. Haklı da sonunda siparişimizi İngilizce olarak veriyoruz. Şimdi empati yapıyorum da benim bir dükkanım olsa ve müşterim benimle Türkçe yada İngilizce değil de “Yunanca” konuşmak için ısrar etse “Ben acaba buradakiler kadar sabırlı olurmuyum?” Dr. Ahmet E. ÇavuĢoğlu , Daire BaĢkanı, UĠD BTK … Marmaris şehir merkezinden Rodos görünmüyor ama Rodos’tan Türkiye çok net gözüküyor hemen karşısı Türkiye. STANİ pastanesinden ayrılırken eşim bir taksi çağırmak yerine yürümeyi öneriyor. Biraz uzun bir yol ama “bir yer en iyi yürüyerek öğrenilir” diyor. Kah sokaklarda yürüyerek, kah parklarda dinlenerek, kah tarihi bina ve eserlere bakarak başladığımız noktaya geliyoruz. Özellikle deniz kenarından Türkiye’ye bakmak çok etkileyici, Marmaris şehir merkezinden Rodos görünmüyor ama Rodos’tan Türkiye çok net gözüküyor hemen karşısı Türkiye. Akşam gelince de limana gidip yine bir gemiye binip karşıya Türkiye’ye geçiyoruz. Tabii kalbimiz de ince bir sızı ile “Niçin daha önce Rodos’a hiç gelmedik? Ve artık burası daha çok ziyaret edilmeli, çünkü burada ecdat yadigârı çok şey var, boyunları bükük ziyaret edilmeyi bekliyorlar. Sayfa 14 Şiir Mesut Tekkoyun , BiliĢim Uzman Yrd., YED, BTK MEVSĠM GÜZ Firkat hüznü sararmakta şimdi mevsim güz Bedir dehlizde gülümseyen nazenin yüz Geceleri küçük bir çocuk ağlar dağda Hasret yüreciğini kavurmuş ilk çağda Ağaç dalından yere sızar ab-ı hazan İhtiyar elleri dua eder anbean Toprak ıssız hava ayaz derya dalgalı Ulu tuğrul geçti semadan sim gagalı Mazi denizi tutuştu şimdi mevsim güz Dişini sık kulaç at ve nevbahara yüz Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 15 Hayatın peşinde... Yaklaşık iki üç haftadır NASA’nın Mars’ta canlı organizma (mikroorganizma veya fosili) tespit etmiş olabileceğine ilişkin dedikodular internette alıp başını yürümüştü. En sonunda beklenen açıklama geldi ama büyük ölçüde hayal kırıklığı yarattı. Mars’ta bir süredir gezinen 2,5 milyar dolarlık tekerlekli robot-laboratuar Curiosity’nin örnek inceleme modülünün karmaşık organik bileşikler tespit etmiş olabileceği söylendi. Tabi teyit için örneklerin dünyada incelenmesi gerekiyordu. Kısacası dağ fare doğurdu. Bu durum doğal olarak NASA’nın başarısız bir halkla ilişkiler denemesi olarak eleştirildi. Curiosity Mars’a gönderilen en son robotik araç. Geçtiğimiz on yıl içinde Mars’a bir dizi robotik keşif aracı gönderildi. Bu robotların öncüsü Mars Pathfinder 1996 yılında uzaya fırlatılan yaklaşık 10 kiloluk bir araçtı. 1999’da fırlatılan Mars Polar Lander yaklaşık 3,5 kiloluk bir araçtı. Amacı Mars’ın güney kutbuna inmek ve robot kolu yardımıyla yüzeyi kazarak donmuş su aramaktı. Uzayda kayboldu. Bu başarısızlığı 2003’de uzaya gönderilen Mars Keşif Robotları, her biri 180 kilo gelen Spirit ve Oppurtunity izledi. Bu küçük robotlar üç aylık kısa bir dönem için görev yapmaları planlanmasına karşın yıllar boyu çalışır vaziyette kaldılar. Mars Phoenix, Mars Polar Lander’ın görevini devam ettirecek yeni bir robottu. Ancak Mars’a indikten sonra iletişim kurulamadı. Mars Bilim Laboratuarı veya namı diğer Curiosity ise bu robotik keşif araçlarının sonuncusu, en irisi ve iddialısı. Nükleer bozunmaya dayalı bir güç kaynağı var ve yaklaşık iri bir araba büyüklüğünde. Amacı Mars’tan kaya ve toprak örnekleri alarak organik bileşikler aramak. Mars’ın yörüngesinde de gezegeni sürekli inceleyen çalışır durumda araçlar var. Kısacası tüm bu görevlerin tek bir amacı var su ve dolayısıyla hayat arıyorlar. En azından izini. Hayatın nasıl ortaya çıktığı sorusu bilimsel çevreleri uzun süredir meşgul ediyor. Bilim insanları evrenimizin yaşını büyük patlamadan bu yana 13,75 milyar yıl olarak tahmin ediyor. Güneş sistemi ve dünyamızın yaşını ise 4,54 milyar yıl. Bilimsel kanıtlar en azından 3,55 milyar yıl önce dünyada karmaşık bir hayatın var olduğunu gösteriyor. Hayatın nasıl oluştuğu hakkında sayısız hipotez var. Bunlara uzaylıların uzay gemileriyle canlı organizmaları dünyaya gönderdikleri gibi hipotezler de dahil. Ancak bilim insanlarının asıl test etmek istediği hayatın belli bir kurala göre doğal bir süreç olarak ortaya çıkıp çıkmadığı. Diğer bir deyişle, nasıl bütün yere düşen bütün cisimler yerçekimi kanuna uyuyorsa belli fiziksel şartlar yerine geldiğinde de canlı organizmalar zaman içerisinde doğal olarak oluşabiliyor mu? Canlıları oluşturan elementler karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen, sülfür ve fosfor. Yavuz Göktaylar , BiliĢim BaĢuzmanı, SAD, BTK Ancak bilim insanlarının asıl test etmek istediği hayatın belli bir kurala göre doğal bir süreç olarak ortaya çıkıp çıkmadığı. Son yirmi otuz yılda dünyanın aşırı uç ortamlarında (derin okyanus çukurları, mağaralar ve volkan kenarları gibi) yapılan çalışmalar hayatın hiç beklenmeyecek ortamlara dahi uyum sağlayabildiğini gösterdi. Bu sonuçlardan umutlanan bilim insanları güneş sisteminde su ve hayat izi aramaya başladı. Bu çalışmaların odak noktalarını Mars gezegeni, Satürn’ün uyduları (Titan, Enceladus) ve Jüpiter’in uydusu Europa oluşturuyor. Bizim anladığımız anlamda hayatın oluşması için su gerekli. Yakın zamana kadar bilim insanları dünya dışında güneş sisteminde suyun bolluğu konusunda kötümserdiler. Ancak robotik uzay araçlarıyla yapılan çalışmalar sonucunda şaşırtıcı bir şekilde Ay’da, Mars’ta ve Merkür’de en azından donmuş halde su bulunduğuna dair kanıtlar elde edildi. Bu konuda ki gelişmeleri bültenin ilerleyen sayılarında sizinle paylaşmaya devam edeceğim. Kaynaklar: 1. http://mars.jpl.nasa.gov/programmissions/missions/ 2. http://en.wikipedia.org/wiki/Age_of_the_universe 3. http://en.wikipedia.org/wiki/Age_of_the_Earth 4. http://www.americanscientist.org/issues/feature/the-beginnings-of-life-on-earth/1 5. http://www.ntvmsnbc.com/id/25403662/ Mars Sayfa 16 2012 Yılının Önemli Olayları GüneĢ Sisteminde dünya dıĢında hayatın oluĢup oluĢmadığını araĢtırmak amacıyla yapılan çabalar kapsamında NASA Curiosity adlı araç robotu Mars yüzeyine baĢarıyla indirdi. Olimpiyat yarıĢmaları Londra’da gerçekleĢtirildi. Barack Obama ikinci kez ABD BaĢkan’ı seçilirken, Vladimir Putin Rusya’nın BaĢkanlık koltuğuna bir kez daha oturdu. Sayfa 17 2012 Yılının Önemli Olayları Suriye istihbarat uçuĢu yapan uçağımızı düĢürdü. Ġki subayımız Ģehit oldu. Honduras’ta hapishane de çıkan yangın 350’den fazla kiĢinin ölümüne yol açtı. ABD ve AB tek taraflı olarak Ġran’a kapsamlı petrol ambargosu uygulamaya baĢladılar. Ġspanya, AB’den 100 milyar Avro’luk finansal yardım paketi almak zorunda kaldı. Sayfa 18 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Elif Özdemir BUD BaĢkanı, YED Dai. BĢk.V. BTK Mustafa GüneĢ Ankara Bölge Müdürlüğü, BTK Yavuz Göktaylar BiliĢim BaĢuzmanı, SAD, BTK Bu sayımızın Sayın GüneĢ Röportaj talebimizi kabul edip bize vakit ayırdığınız için öncelikle teĢekkür ediyoruz. Bildiğiniz gibi köĢemizde konuklarımızın kamuoyunda fazla bilinmeyen farklı yönlerini ortaya koyup keyifli bir sohbet yapmaya çalıĢıyoruz. Sizi sakin ve beyefendi bir insan olarak tanıyoruz. Aynı zamanda www.ekmeksanati.com gibi bir web siteniz ve hobileriniz var. Günümüz Türkiye’sinde çoğu insan sadece zorunlu olduğu iĢleri yaparak rutin bir hayat döngüsü içinde ömrünü dolduruyor. KiĢisel düĢüncem bunun üzücü olduğu yönünde. Hayat zorunluluklardan ibaret olmamalı. Okuyucularımıza bu sitenin ortaya çıkma hikâyesini paylaĢabilir misiniz? konuğu olduğu için Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Ankara Bölge Müdürü Sayın Mustafa Güneş’e teşekkür ederiz. Fotoğraflar: Sevinç Ünal Bu yıl saatler sanırım son kez değişiyor. Kış saatine girince erken bastıran karanlık insanın ruh haline pek iyi gelmiyor. En azından benim için bu böyle. Yine de bu ay şanslıyım çünkü bu ayki konuğumuz Ankara Bölge Müdürü Mustafa Güneş. Kısacası, aynı binada olunca trafik endişesine kapılmam gerekmiyor. Bu sayımızda sağolsun Sevinç Hanımda (Sevinç Ünal) bizi kırmıyor ve güzel fotoğraflarıyla katkıda bulunuyor. Bu sefer de Dernek Başkanımız trafiğe takılıyor ama fazla geçmeden keyifli sohbetimize katılıyor: Modern hayat yavrularımızla ortak zamanlarımızı ve faaliyetlerimizi bizden çalıyor. Bizim neslin geriye doğru baktığında heyecana sevk eden, gah sevindiren, gah hüzünlendiren çok fazla anısı var. Kinestetik olmam sebebiyle bunu fazlasıyla yaşıyorum. Oysa evlatlarımızın bu şansı yok. Daracık bir ortam, mıknatıs gibi bir televizyon ve kara delik İnternet. Bu faaliyetin temelinde yavrularımızla ortak zaman geçirebileceğimiz, ortak tatlar tadabileceğimiz, hem gözlerinde hem de dimağlarında iz bırakacak, ileride anı olabilecek bir şeyler yapma arzusu yatmaktadır. Gerisi ise vesileler olmuştur. Netice itibariyle bunu da başardığımızı sanıyorum. Sıcacık ekmekler, ev yapımı makarnalar, tatlılar, dondurmalar sayesinde tatlı mı tatlı, lezzetli mi lezzetli bir çok ortak anımızın ortaya çıktığına inanıyorum. Cilt 2, Sayı 7 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Ev ekmeklerinin itici yanı, fırınlarımızda yapılan ekmeklerin kekimsi olması, taş fırın ekmeğine benzer kıtır kabuk ve çiğnemlik dokuya sahip olmamasıdır. Beni düşündüren ve endişelendiren bu konunun Ekmek Yapma Makineleri (EYM) ile aşılabildiğini görünce satın aldığım EYM’ler ile macera başlamış oldu. Bir müddet sonra EYM ekmeğinin maalesef bizim damak tadımıza uymadığını anlayınca arayış hızlandı. Bu arada ilginçtir, “tepe kümbeti”, “maya sönüm yırtığı” gibi literatürde olmayan terimler ortaya çıktı ve sonradan kullanılmaya da başlandı. EYM’de bu güne kadar uygulanmayan yavaşlatılmış mayalamalı ve yoğrulmayan ekmek, ya da çifte kavrulmuş teknikleri geliştirildi. Aynı zamanda “el emeği” dediğimiz, artizan ekmek uygulamaları başladı. Bu arada yurt dışından bol miktarda kitap satın almak zorunda kaldım. İnternetten temin ettiğim dokümanlarla birlikte ciddi bir kütüphane oluşturdum. Evimizde yapılan ekmeklerden komşularımıza, özellikle de bu konularda ihtisas sahibi bir akademisyen büyüğümüze takdim edip hijyen dahil her konuda fikrini sürekli aldım. Bu da bana bu bilgilerin paylaşıldığı bir web sitesi hazırlamam gerektiği ödeviyle geri döndü. Sayfa 19 Sayfa 20 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Kütüphane şeklinde olan http://www.ekmeksanati.com’un yanında, yine bu işe gönül veren bir arkadaşımızdan http://www.ekmeksanati.info formu önerisi geldi. Bu forumda 1300’den fazla üye, 10.000’den fazla ekmek üzerine mesaj bulunmaktadır. Ekmek üzerine hemen her türlü soru ve yorumun bulunduğu, çevrim içi cevaplar bile alabildiğiniz bu platform da şu anda ülkemizde alanında tekdir. Sitenizi incelediğimde ciddi miktarda kılavuzun özenli bir Ģekilde hazırlanmıĢ olduğunu gördüm. Örneğin “Evde El Emeği Ekmek Yapım Teknikleri” adlı 161 sayfalık harika bir ekmek yapmak kılavuzu var. Doğrusu tutarlı ve özenli bir metin yaratmanın çok ciddi bir öz disiplin, zaman ve emek gerektirdiğini kendi deneyimlerimden biliyorum. ĠĢ yaĢamı da göz önüne alındığında okuyucularımız bu hobiye nasıl ve ne kadar zaman ayırabildiğinizi merak ediyorlardır. Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 21 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Sitede ciddi emek sarf edilmiş çok miktarda özgün çalışma var ve tamamı ücretsiz olarak indirilebiliyor. Bu tür hobiler genelde akşamları ya da hafta sonları, az da olsa sürekli zaman ayırmayı gerektiriyor. Damlaya damlaya göl olur misali. Son zamanlarda vakit ayıramadığım için tamamlayamadığım çalışmanın adı “ekşi mayada ustalaşmak” idi ve ülkemizde alanında tek kaynak olacaktı. Ekmek Sanatı’nı incelediğimde dikkatimi çeken bir diğer hususta herhangi bir maddi kaygı gözetilmemiĢ olması. Yani herhangi bir reklam alma gibi bir durum söz konusu olmamıĢ. Ancak ciddi bir takip edeni de var. En azından yaptığınız masrafların bir kısmını çıkarmayı hiç düĢünmediniz mi? Hem sitede, hem de forumda reklam ya da sponsorluk tekliflerine sıcak bakmadık. Bu bize ürün testlerine tarafsız yaklaşmamızı sağladı. Ayrıca ürün belirterek satın almak isteyen, maya vb temin etmek isteyen, yurt içinde ve dışında yatırım için yardım isteyen, ürün geliştirme esnasında yaşadığı sıkıntılar için yardım isteyen, yüz yüze tanışmak isteyen, uygulamalı ders almak isteyen, ortak iş yapmak isteyen gibi ilginç çok teklifler ile karşılaşıyorum. Elimden gelen yardımı da muhtelif şekillerde yapmaya çalışıyorum. Sayfa 22 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Anladığım kadarıyla eĢinizin www.cennetsofrasi.com adında da bir yemek sitesi var. Amacı da unutulmaya yüz tutmuĢ geleneksek lezzetlerin yaĢatılması. Buradan değiĢik lezzetlere ailece gönül verdiğiniz anlaĢılıyor. Merak ettiğim bir husus bu iĢe sizin mi yoksa eĢinizin mi önce gönül verdiği? Eşim, Allah vergisi bir yeteneğe sahiptir. Sitenin ortaya çıkış sebebi de yemek konusunda eşin dostun telefonlarına ciddi zaman ayırmak zorunda kalması olmuştur. Günün belli bir kısmı tarif benzeri konuşmalarla geçince siteyi kurmasını istedim, soranları da oraya yönlendirince bizim için ayrılan zaman artmış oldu. Mutfak sanatına olan sevginiz ve düĢkünlüğünüz size göre kaynağı nedir? Konuyu dağıtmak istemiyorum ancak beni yakinen tanıyanlar güzel sanatlara yatkınlığımı bilir. Her ne kadar dış görüntüm tersini söylese de şiir konusunda derecelerim olduğu gibi resme kabiliyetim konusunda da sevgili Hale Metya Hocam’dan gönüllü resim dersleri almamı sağladığını ifade etmem yeterli olacaktır. Benim ile özel ilgilenmiş ve ciddi bir eğitim vermişti. Yazı konusunda kendimce denemelerim olduğu gibi, İnternette Manisa ile ilgili çalışmamı gören yerel bir gazeteden gezi yazıları yazmam konusunda teklif almıştım. Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 23 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Belki içimde kalan bu hisleri ekmek yaparak tatmin ediyorum, bilemiyorum. Yukarıda da değindiğim gibi kinestetik olmam hamurla oynamama farklı bir mana katıyor sanırım. Ayrıca ilginçtir, tarifleri ikinci kez denemedim. İlk defa uygulasam da, bazı tariflerimin orijinalinden çok daha iyi olduğunu söylediler. Mustafa Bey, günlük olarak piĢirdiği ekmeği tatmamız için ikram etti. Bize de tadına bakmak düĢtü. Gerçekten çok lezzetli... Mustafa Bey, gıdaların mümkün olduğunca doğal ve lezzetli olmasına özen gösteriyor. Sayfa 24 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Sevdiğiniz bazı yemekleri bizimle paylaĢır mısınız? Damak tadıma düşkünüm. Yalın lezzetler ararım. Karmaşık, ne olduğu anlaşılamayan ya da maskelenmiş lezzetleri sevmem. Bu nedenle iyi kalite bir peynir ve el yapımı bir ekmek lezzet olarak eşsiz olabilir. Günlük esmer ekmek Yoğrulmayan ekmek tekniğine göre yapılmıĢ kekikli ekmek Yoğrulmayan ekmek tekniğine göre yapılmıĢ ayçiçekli ekmek Yoğrulmayan ekmek tekniğine göre yapılmıĢ tam buğday ekmeği Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 25 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Sıcak bazlama içinde gerçek bir bal lezzet olarak tarifsizdir. Önceleri yabancı bir takım mutfaklarda arayışlarım olduysa da sonunda gerçek damak tadımın çiğden pişirilen sebzelerde olduğunu anladım. Yemekler hem kolay hazırlanmalı, hem de mümkün olduğunca sade olmalı diye düşünüyorum. Mesela tadı damağınızda kalacak basit bir taze fasülye tarifi vereyim. Fasülyeyi yıkayıp ayıklıyor ve kırıyorsunuz. Uygun bir kaba yuvarlak dilimlenmiş soğan ve biberi koyduktan sonra üzerine fasülyeyi yayıyorsunuz. En üste kabukları soyulmuş ve ince doğranmış yeterince domates, zeytin yağı ve tuzu koyup kapağını kapatıyorsunuz. Çok kısık ateşte 3-4 saat pişiriyorsunuz. Ortaya çıkan lezzeti tatmayan bilemez. Farklı konularda oldukça yetenekli olduğunuz anlaĢılıyor. Geriye dönüp baktığınızda üniversite zamanında yaptığınız seçimlerden memnun musunuz? ġu an ki bilinç düzeyinize o zaman sahip olsaydınız farklı bir Ģeyler yapmak ister miydiniz? Sayfa 26 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş O yıllarda Manisa’da hızlı gelişen sanayi arkadaşlarımızı henüz okul bitmeden istihdam ediyordu, gayet iyi ücretler de ödeniyordu. Dolayısıyla ben de aynı gruptan olarak erken hayata atılmak amacıyla Teknik Lise Elektrik-Elektronik Bölümünü bitirdim. Sonradan arkadaşlarımın aksine Üniversiteye gitmeye karar verdim ve daha sonraları isabetli karar verdiğimi müşahede ettim. İş hayatına atıldıktan sonra kendi alanımda severek çalıştım. Geçen süreçte Mühendislik yerine sosyal bilimlere, belki de beşeri bilimlere yönelmem gerektiğini fark ettim. O zamanlar çok fazla seçim şansım olmadığı için tercihimden pişmanlık duyamıyorum. Ekmek Sanatı’ndan ilgi alanlarınızın müzik, sinema ve kiĢisel geliĢim olduğunu öğreniyoruz. Tercih ettiğiniz müzikler ise Ömer Faruk Tekbilek, Türk San’at Musikisi, Türk Halk Müziği ve “Maalesef biraz da Arabesk”. Neden maalesef? Ömer Faruk Tekbilek Arabesk, hani derler ya, biraz “damardan” yakalıyor ve beni ziyadesiyle etkiliyor. Anlayamadığım bir büyüsü var. Bu da beni ürkütüyor. Biraz bundan “maalesef” diyorum. Cilt 2, Sayı 7 Sayfa 27 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş Arabesk denilince ilk akla gelen isimlerden Orhan Gencebay Zeki Müren Müzeyyen Senar Emel Sayın Sizde iz bırakan bazı sinema filmlerini okuyucularımızla paylaĢır mısınız? Ciddi bir film arşivine sahibim. Sadece bunun için Sharp, Marantz ve Kenwood’dan müteşekkil sıkı bir sistemim var. Eskiden beri ailecek özellikle animasyon filmlerini bu ortamda seyretmeye bayılırız. Şahsen efektlerle bezenmiş, derinliği olmayan ve bilinçli olarak gözükulağı-duyguyu hapseden filmleri izlesem de anlık oluyorlar. Pek adı sanı duyulmayan “Little Miss Sunshine”, “The Notebook” ya da “The Magic of Belle Isle” gibi filmler hoşuma gidiyor. Sayfa 28 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş “Papillon”, “Marathon Man”, “Man on Fire”, “The Departed”, “Shutter Island”, “Inception”, “Memento”, “The Hunting Party”, “Crash” aklıma bir çırpıda geliveren ve beni etkileyen filmler. Liam Neeson’un ses rengi ve “Taken”da çizdiği baba karakteri ilgimi çekmiştir. “The English Patient”i izlediğimde abartısız üç gün kendime gelememiştim. Tabii ki, zamanında bir çok gençte olduğu gibi Anthony Quinn’in ¶ Er-Risale∙ ve ¶ Çöl Aslanı filmlerinde canlandırdığı¶ Hz. Hamza∙ ve Ömer Muhtar unutulmazların başına yerleşmiştir. 1996 yılında vizyona giren English Patient toplam 9 dalda Oscar ödülü aldı. Son olarak nasıl bir teknoloji kullanıcısı olduğunuzu öğrenmek istiyoruz. Kendinizi nasıl bir teknoloji kullanıcısı olarak görüyorsunuz. Evinizde internet bağlantısı var mı? Akıllı telefon kullanıyor musunuz? Yeni çıkan geliĢmiĢ ürünleri hemen dener misiniz? Bir tarafta hiç kullanmıyorum bir tarafta teknoloji bağımlısıyım yazan bir sıkala yapsak kendinizi nereye koyarsınız? Cilt 2, Sayı 7 Ayın Konuğu: Mustafa Güneş İnternet yaygınlaşmadan öncesinde dial-up bağlandığımız Bulletin Board Systems (BBS) dediğimiz bir ağ mevcuttu ve telnet’le bağlanarak bilgi paylaşımında bulunurduk. Şu an isimlerini bile hatırlamakta zorluk çekiyorum. 1995 senesinde ilk Web sayfamı tasarladığımda kimler bakacak diye merak ediyordum. Kısacası işim gereği teknolojiyi takip etmek zorundayım. Evimizde ya da çevremizce İnternet bağlantısı sürekli olmuştur. Evimizde sürekli birden fazla bilgisayar bulunmuştur. Bilgisayarlar da gelişen ihtiyaçlar doğrultusunda hep güncel kalmıştır. Akıllı telefonum daha önceden mevcuttu. Donanımdan ziyade yazılım konusunu güncel tutmaya çalışıyorum. Örnek olarak geçenlerde hem Windows 8, hem de ofis 2013’ü denemiştim. Teknoloji bağımlısı ifadesinden ziyade Teknoloji kullanıcısı olarak kabul edilmesi daha uygun olacak sanırım. Bu durumda beni altına yazabilirsiniz. İşlerimizi teknolojiyi kullanarak hafifletmek amaçlarımdan biridir. Sayın GüneĢ konuk olduğunuz, bize vakit ayırdığınız ve sorularımıza samimi yanıtlar verdiğiniz için size teĢekkür ediyoruz. Dergiyi ilk sayısından itibaren hem merakla okuyor, hem de katkıda bulunmaya çalışıyorum. Arkadaşlarımı da dergiye yazmaları hususunda uyarıyor ve cesaretlendiriyorum. Sizlerin destek ve emekleri ile Dergimiz çizgisini buldu ve güzel yerlere geldi. Böylesi özel ve seviyeli bir dergide yer alabilmek şahsen beni mütehassis etmiştir. Bu imkânı bana sunduğunuz için bilhassa teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim. Sayfa 29 Sayfa 30 ÇEKTİKLERİMİZ Aysel Deniz Çaycı BiliĢim Uzmanı SAD, BTK Hollanda Gouda Peyniri, Amsterdam Amsterdam Cilt 2, Sayı 7 Bu Ay Ankara’da Ne Var? “Disney Live! Mickey’nin Müzik Festivali” Aralık ayında Türkiye turuna çıkıyor ve 12 - 16 Aralık 2012 tarihlerinde Ankara’ya geliyor. Congresium Ankara’da izleyebilirsiniz. 13 Aralık 2012, MEB Şura Salonu Sayfa 31 BĠLĠġĠM UZMANLARI DERNEĞĠ BĠZ KĠMĠZ? Bilişim Uzmanları Derneği, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nda çalışan bilişim uzmanları tarafından 11 Ekim 2010 tarihinde kurulmuştur. YazıĢma Adresi Anadolu Bulvarı Öz Ankara Toptancılar Sitesi 1. Blok No: 41 Yenimahalle Ankara AMACIMIZ NEDĠR? Amacımız, Derneğimiz üyeleri arasında sosyal, kültürel, ekonomik ve mesleki yardımlaşmayı sağlamak; üyelerimizin meslekî gelişmesini teşvik edecek faaliyetlerde bulunmak ve ülkemizde bilgi teknolojileri ve iletişim alanlarında farkındalığın artırılmasını sağlamaktır. Telefon 0 (123) 456 78 90 Faks 0 (123) 456 78 90 E-posta: BĠLĠġĠM UZMANLARI DERNEĞĠ YÖNETĠM KURULU [email protected] Elif Özdemir bilisimuzmanlari.org Salim Ketevanlıoğlu Cengiz Eken Ahmet E. Turgut Beytullah Kuşcu Nigar Samsa Mehmet Özcan Editörün Notu 2012’de geçti... Bültene Katkıda Bulunanlar Abdurrahman Er Ahmet E. Çavuşoğlu A. Deniz Çaycı Ayşe Gül Mirzaoğlu Elif Özdemir M. Bilal Ünver Mesut Tekkoyun Mustafa Güneş Nur Saygı Sevinç Ünal Yavuz Göktaylar BİLİŞİM UZMANLARI BÜLTENİ 2012 yılının sonuna geldik. 90’lı yılların başında henüz lisedeyken 2000’li yıllar denince hep uçan arabalar aklıma gelirdi. 2000 yılını aşınca her taraf uçan araba dolacaktı. En azından Bilim ve Teknik dergisinin o zamanki sayılarından bu izlenimi ediniyordunuz. Yıl oldu 2013. Etrafta uçan araba göremesek de epey bir normal taşıt var. Ankara’nın yollarının bir kısmının halen çukur, bozuk ve yamalı olduğu konusuna hiç girmeyeceğim. 2012 yılı sonunda geriye dönüp baktığımda bazı olayları tatsız ve iç karartıcı bazılarını da oldukça heyecan verici buluyorum. Diğer bir deyişle, dünya dönmeye devam ediyor. 21 Aralık’ta dünyanın sonu gelecek mi doğrusu bilmiyorum. Bakalım Maya’lar takvimlerini dünyanın sonunu öngördükleri için mi sona erdirmişler yoksa bu kadar hesap yeter mi demişler hep birlikte göreceğiz. Dünya’nın sonu demişken aklıma Arthur C. Clark’ın bir klasik olan 1953 tarihli Childhood’s End adlı romanı geldi. Kitap okumaya sevenlere ve özellikle bilim kurgu veya gizem sevenlere okumalarını tavsiye ederim. Yavuz Göktaylar BiliĢim BaĢuzmanı SAD, BTK Yayın politikamızı hatırlatmak gerekirse yaptığınız iş, Aralık sayımızla Bülten’in 19. etkilendiğiniz filmler, kitapsayısını sizlerin katkılarıyla lar, gezilerini, anılarınız, belli çıkarmış olduk. Bu sayımızda bir konuda paylaşmak istediAnkara Bölge Müdürü Musğiniz düşünceler … İlginiz tafa Güneş ile yaptığımız ve olan ve vakit ayırmaktan keyifle okuyacağınızı düşünhoşlanacağınız her konuda düğümüz bir röportajımız bize yazabilirsiniz. 2013 yılıvar. Eğlenceli yazılarımız da nın sizlere sağlık ve mutluluk tabi ki. Orijinal Vücut düngetirmesini temenni ediyoyası sergisi bu ay sona eriyor. rum. Hala görmemiş olanlara bir, Saygılarımla; bir buçuk saatlerini ayırıp gidip görmelerini öneririm. Yavuz Göktaylar [email protected]