1 RAMAZAN USTAMIZ Arş. Gör. Savaş Volkan GENÇ Mehmet Akif

Transkript

1 RAMAZAN USTAMIZ Arş. Gör. Savaş Volkan GENÇ Mehmet Akif
RAMAZAN USTAMIZ Arş. Gör. Savaş Volkan GENÇ Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji AD, Burdur Yugoslavya’nın Üsküp şehrinin Viçıtır kasabasında 1920 yılında İsmail Bey ve Hayriye hanımın dördüncü çocukları Ramazan dünyaya gelir. Aile beş çocuğuyla, 1922’de Türkiye’ye göç eder. Ankara’da Ulucanlar Süngü Sokakta dokuz numaralı kâgir, damı akan iki odalı eve yerleşirler. Türkiye’ye geldikten sonra İsmail Bey, geçimlerini sağlayabilmek için Boşnak Mahallesinden Dörtyola doğru giden yolda iki tane çay bahçesi kiralar ama bilmediği bu işte başarılı olamaz. Ardından arabacılık yapmaya başlar, saman taşır, o zamanlar Samanpazarı semti ismi ile müsemma yalnız saman satılan bir yerdir. En büyük ağabeyi pazarlarda hamallığa başlar. Küçük Ramazan da küfeyi kaldırabilecek çağa geldiğinde şimdiki Cebeci Stadyumu’nun olduğu yerde Perşembe günü kurulan pazarda ağabeyinin işini yapmaya çalışır. Ardından Postahane Caddesi’nde bir lokantada bulaşıkçılık, bakkalda çıraklık günleri başlar. Daha sonra Ulucanlar’dan aldığı simitleri Samanpazarı’nın sağ tarafına düşen Yahudi Mahallesi’nde satar. Mesleğini bulmadan önce yaptığı son iş ise Saimekadın’da yaşlı bir adamla beraber çapa yapmaktır. Günde 30 kuruş yevmiye ile çalışır. Yaşlı adamın nasihati dün gibi kulaklarında Ramazan Usta’nın “bu iş, iş değil, sen git bir sanat kap.” Hamdi Ağabeyi Köy Hocası Matbaasına çırak olarak girip mürettip ustası olmuş, bu ustalığı sayesinde 1933 yılında kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsü Matbaası’na girmiştir. Hamdi Ağabey 1936 yılının Haziran ayında Matbaa’nın Alman Ustasına kardeşi Ramazan’dan söz eder. Usta: “gelsin görelim” der. İlk izlenim kötüdür. Ustaya göre 15 yaşındaki Ramazan çırak olamayacak kadar büyüktür, ancak Ağabey’in ısrarlarını kıramaz ve “bir başlasın bakalım” der. Şimdiki Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğrenci İşleri Birimi’nin bulunduğu yer mücellithane, Okuma Salonu ise mürettiplerin çalıştığı makine dairesidir. Önce formaları üçe katlamayı öğrenir, sonra forma halindeki kitabı sökmeyi ardından dikiş dikmeyi. Usta ketumluk derecesinde titizdir yapılan işlerde. Çırak Ramazan’ın yaptığı ciltleri “olmamış” diye fırlatır atar, bir türlü beğenmez. Çırak Ramazan’ın 20 cildi çöpe gider ancak dördüncü yılın sonunda yaptığı kitabı kontrolünden sonra “eh işte” der Usta. İlk yıl 1 lira olan yevmiye, ikinci yıl 150 kuruşa, üçüncü yıl 180 kuruşa dördüncü yıl 2 liraya yükselir. Çıraklık döneminin sonunda diğer adaylar ile beraber tüm eseleri bir vitrinde sergilenir. Teftiş için gelen Heyet’in tüm eserleri incelemesi sonunda Ramazan Hergüner “Pekiyi” derece ile sertifika alır. Alman Usta aynı zamanda Tayyare Topçusu, II. Dünya Savaşı başladığı sırada ülkesine çağırılır. Matbaa çalışanları bir gün Almanya’dan bir mektup alırlar gönderen Ustalarıdır, Leipzig’de Sovyet işgali altındaki bölgeden yazmıştır mektubu ve onlardan makara ister. Tüm ekip makaraları nasıl yollayacaklarını düşünür en sonunda Ramazan Usta’nın aklına gelen fikir kabul edilir. İncir alıp içlerini boşaltacaklar, makaraları kâğıtlara sarıp incirler içine yerleştirecekler, incirleri ters şekilde bir sandığa dizip yollayacaklardır. Kabul edilen bu fikrin işe yarayıp yaramadığı Ustalarının yolladığı teşekkür mektubu ile anlaşılır. Mektup ondan aldıkları son haber olur. 1
Ramazan Usta 1942 yılında askere alınır. Davutpaşa Kışlası Ölçme Alayı’na verilir; bu alayda 1943 yılına kadar kalır. İstanbullu askerlerin çamaşırlarını yıkayarak harçlığını çıkartmaya çalışır, izin günlerinde de İstanbul’a gider. Kışla ile Topkapı arası yürüyerek 45 dakika mesafededir, Topkapı’dan Şişli’ye tramvay vardır ama tramvaya binmek yerine Şişli’ye kadar yürür orada bir yemek yer ve geze geze Kışlaya döner, tam yemek vaktinde. O yıl İstanbul’un kışı çok ağırdır. Bir nöbeti sırasında donma tehlikesi geçirir, bilincini kaybeder, kendine geldiğinde revirdedir. İki senenin sonunda verilen bir ay izinle Ankara’ya gelir, izin sonunda yeni yeri Genelkurmay Matbaasıdır. Matbaa ile Fahrettin Altay ilgilenmektedir. Genelkurmay Matbaasında çalışırken her Cuma Mareşal Fevzi Çakmak’ı Cuma namazına giderken görür. Paşa’nın O heybetli halini anlatırken “yok artık öyle babayiğit adamlar” der. Bir yıl çalışmanın ardından Gülhane’ye tayin edilir, burada rahattır, hafta sonları harçlığını çıkartmak için bir arkadaşının Ulus’taki matbaasında çalışır. Askerden 1944 yılı sonunda döner ancak Enstitü’de henüz kadro yoktur. Ancak bir süre sonra Ziraat Fakültesinde bir kadro bulur, Muhlis Erkmen Kütüphanesi için cilt yapar. Ağabeyi evlendikten sonra Ramazan Usta da arkadaşlarının yanına bekâr evine taşınır. Ev sahiplerinin kızı Ayvalık’ta halasıyla yaşamaktadır. Yanlarında Gülseren isimli birinci sınıf terzilik yapan güzel bir kız kalmaktadır. Gülseren ile Ramazan’ı birbirlerine yakıştıran büyükler konuyu açarlar. Ramazan Usta kabul eder ama bir noktayı önemle vurgular “neyim var evlenecek, bir somya bir sandalye” aile bunun üzerinde durmaz. Yapılan tahkikat tığ gibi delikanlı Ramazan’ın lehinedir eşya, para olmayı versin mesleği var. Anafartalar Caddesi’nde bir vesikalık çektirir rötuş vs istemez 15–20 dakika vakit ayırdığı bu resim çok beğenilir. Gülseren Hanım da bahçede bir ağaç dalını tutarken çektirdiği resmini yollar. Herkes mutlu, bu iş olacak gözüyle bakarken Ramazan Usta çok tedirgindir. Bu kız ne yiyip içecek kazancım yetecek mi diye? Gün gelir, İzmir’e gidilir oradan Ayvalık’a gitmek şimdiki gibi kolay değildir. Ramazan Usta bu yolculuğu bir yağ kamyonu ile yapar. Ayvalık’ta arkadaşları karşılar altı lokanta olan bir motele yerleşir. İki arkadaşı da Ayvalık’tadır bir hafta gezer dolaşır. En sonunda ev sahibi Mehmet Ağabey gelir “aşağıda yemeğini ye nişana gideceğiz” der. Heyecandan bir lokma bile yiyemez. Eve varırlar kapıyı açıp hoşgeldin diyen Gülseren Hanımdır ama Ramazan Usta heyecandan fark edemez iki katlı evin merdiveni insanlarla doludur. Yukarı çıkar otururlar dünür başı “şimdi kızdan su isteyeceğim gelince iyi bak” der, ilk su getirmede Ramazan Usta kafasını bile kaldıramaz. Sonra herkes su ister Gülseren Hanımdan ki Ramazan Usta ile birbirlerini görebilsinler. Ardından baba gelir, kıza sorar “yüzükleri takayım mı” diye, Gülseren Hanım evet demesine şaşırmaz Ramazan Usta şimdi bile “tığ gibi delikanlıydım, kim istemez beni” der. Ankara’ya döner, aradan 10 ay geçer bu sürede gizli gizli mektuplaşırlar. Derken 1949 sonunda evlenirler üç çocukları, Recep 1950, Fatih 1955 ve Arzu da 1965’de dünyaya gelir. 2
Hiç unutamadığı bir anısı vardır; 60’lı yılların başında genç heyecanlı bir asistan günde iki – üç kez mücellithaneye kâğıt kesmek için gelir. Ama iş dışarıdan göründüğü gibi kolay değildir, ya kâğıtlar yere düşer ya eğri kesilir, sürekli bir aksaklık vardır. Bu iş böyle sürüp gidemez. Ramazan Usta “olmaz böyle Hocam ver ben yapayım der”. Genç asistan zahmet çıkarmak istemez. Ancak, yanlış kesilirken ortalığa saçılan kâğıtlar daha da zahmettir. Genç asistan kâğıtları alıp çıkmaya hazırlanırken: “Ramazan Usta, gün ola harman ola birgün ben burada Dekan olur, senin jübileni yaparım” der. Ustanın cevabı “ooo sen Dekan oluncaya kadar ben öbür tarafa çoktaaan giderim” olur. Aradan yıllar geçer 23 Aralık 1988 günü bir telefon gelir Ramazan Ustaya; Dekanlık Toplantı Salonunda bir tören vardır ve Ramazan Hergüner’i de çağırmaktadır, Dekan. Salona gider, arka tarafta bir yere oturur. Ön sıra dolmuş, ikinci sıraya da insanlar oturmaktadır. Biraz sonra Dekan yanına gelir “sen niye burada oturuyorsun” diye sorar, “nerede oturayım” der Ramazan Usta öyle ya protokol yerini almaktadır. Dekan biraz kızarak “benim asabımı bozma ikinci sıra da doluyor” diyerek koluna girer ve Ramazan Ustayı ön tarafa oturtur. Genç Asistan Ferruh Dinçer sözünde durmuştur. Dekan olduğu zaman Mücellit Ustası Ramazan Hergüler’in jübilesini yapar. O gün aldığı onurluk, emekliliğinin üzerinden 22 sene geçmesine rağmen ilk günkü heyecanla gelerek çalışmaya devam ettiği mücellithanenin başköşesinde hâlâ durmaktadır. 10 Kasım her yurtseverde olduğu gibi Ramazan Usta’da da derin bir acıyı anımsatır. “O gün Alman Usta bizlere iş yaptırmadı” der, zaten iş yapacak halleri olmadığını da ekler. “Herkes ağladı, hepimiz ağladık, bütün Millet ağladı, hâlâ da ağlıyorum, nasıl ağlanmaz öyle bir insan için bak geldi mi dünyaya onun gibisi?” diyerek anlatırken her Atatürk ismi geçtiğinde rahmet okur. Özgürlük, güven ve huzur dönemidir Atatürk dönemi Ramazan Usta için. “Ölümünden sonra çıkamaz olduk Kavaklıdere’den yukarıya, sadece bağ evleri olanlar giderdi, önceleri gidip Köşkü, Köşkün Kütüphanesini gezerdik, bir keresinde, Atatürk balkondan bize el sallamıştı” diye anlatıyor. Şimdilerde moda olan Atatürk Devrimlerinin zorla yaptırıldığı tartışmalarına çok kızar ve bu satırlara ekleyemeyeceğimiz bir cevap verir. O zamanları yaşamış bu 89 yaşındaki delikanlı: “Ben o devri yaşadım; bana bir kişi göstersinler zorla bir şey yaptırılmış, kim bilir nasıl işlemişler onları, ellerinden gelse Anıtkabir’i yıkar dümdüz eder bu iftiracılar” diyor. 3

Benzer belgeler