kadın dergisi
Transkript
kadın dergisi
NEÜ BÜLTEN 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ ÖZEL EKİ MART 2012 Geçmişten günümüze Türk kadınının serüveni Siyasal alanda kadın sorunu nasıl aşılır? Medyanın perspektifinden kadın algısı Tasavvuf ve kadın sufiler KADININ ELİ ERKEĞİN ELİ İLE EŞİT AMA FARKLI... Osmanlı kadın hareketi Hem kadın hem engelli olmak Uçan Süpürge kadın muhabirler ağı Rektörden '8 Mart Dünya Kadınlar Günü' talihsiz bir olay neticesinde vuku bulmuş ve bazı değişimlere uğrayarak günümüze kadar ulaşmıştır. Şüphesiz bu gün kadınların güzel hediyelerle gönüllerinin hoş tutulduğu; alışılagelmiş cümlelerin sarf edildiği bir gün olmanın çok daha ötesindedir. 8 Mart, her şeyden önce erkekleri kadınlarla 'empati kurmaya' çağıran bir gündür. 8 Mart'ın asıl amacı kadınların bir güne mahsus olarak hatırlandığı, sorunlarının üstün körü dillendirildiği bir gün olmaktan öte, kadın olmanın ne demek olduğunu bir günlüğüne de olsa insanlara düşündürtmektir. Yani savunmasızca şiddete maruz kalmanın, sadece cinsiyetinden ötürü haksızlığa uğramanın, karşılık beklemeksizin o çok bildik tabirle 'saçını süpürge etmenin' ne demek olduğunu anlatmaktır bu günün tek gayesi. Bunun içindir ki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün asıl hedef kitlesi erkeklerdir. Zira kadınların kendilerinin konuşup kendilerinin dinlediği; kendilerinin tartışıp kendilerinin çözüm önerilerini sunduğu bir Kadınlar Günü amacına tam olarak hizmet etmiş olmayacaktır. Bu nedenle kadınları 8 Mart'ta en çok erkekler dinlemeli; en çok erkekler anlamalıdır. Böylece, kadın olmanın 'ötekilikle' eş değer tutulmadığı, kadını hor görmenin adetten sayılmadığı, kadınların cinsel obje olarak kullanılmadığı, adeta bir meta gibi alınıp satılmadığı, kadın yöneticilerin parmakla sayılmadığı, kadının kadın olmaktan utanmadığı dahası kadının her şeyden önce insan olduğunun hatırlandığı bir dünyada yaşamak mümkün olsun. Şüphesiz karşılıklı empati, özlemini çektiğimiz böylesi bir dünyada yaşamak için iyi bir başlangıç; kadın ve erkeğin kafa kafaya gelerek değil omuz omuza vererek, birlikte hareket ettikleri bir yapının inşası için önemli bir adımdır. Cinsiyet eşitliğine dayalı böylesi bir yapının inşası için bu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Nevşehir Üniversitesi olarak bir adım da biz atalım; arzu ettiğimiz bu yapıya bir tuğla da biz koyalım istedik. Çünkü biliyoruz ki, herkes için daha yaşanır bir dünyanın var olması için, birey olarak her birimize önemli görev ve sorumluluklar düşmekle birlikte, bu görev ve sorumluluklar toplumun temel dinamikleri olan yapılarca da desteklenmeli ve yerine getirilmelidir. Böylesi ciddi bir sorumluluğun bilincinde olan Üniversitemiz gerek yılın belirli dönemlerinde gerçekleştirdiği 'toplumsal cinsiyet eşitliğine' dayalı etkinlikler gerekse bu konuda yürüttüğü araştırmalar ve sosyal sorumluluk kampanyaları ile üzerine düşeni layıkıyla yapmaya çalışmaktadır. Şu an satırlarında göz gezdirdiğiniz 'NEÜ Bülten' dergimizin 'Kadın Özel Eki' de bunun somut bir örneği olarak nitelenebilir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne özel olarak bu yıl ilk kez hazırlanan bu dergi hem Üniversitemiz bünyesinde yer alan akademisyenlerimizin hem de başka üniversitelerdeki kadın çalışmaları alanında söz sahibi olan akademisyenlerin ve yazarların değerli katkıları ile hazırlanmıştır. Kadını metalaştırmadan temalaştırdığımız dergimizde başta bölgemizde yaşayan kadınlarla ilgili çalışmalar olmak üzere genelde Türk kadınının yaşadığı süreçlere, medyadaki yansımasına, siyasal alandaki konumuna, tasavvuftaki algısına, sözlü kültürün oluşumundaki katkısına dair önemli ayrıntılar bulacaksınız. Azimli kadınların portrelerini okurken kadınların imkânsızlıklar içinde nasıl yeni yollar açtıklarını görecek; şiddet gören kadınların sorunlarına tanıklık edecek; kadın olmanın üstelik engelli bir kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışacaksınız. Geniş bir yelpazede kadın algısını sorguladığımız dergimizin kadınlar kadar erkekler tarafından da ilgi ile okunacağını ümit ediyorum. Çünkü karşılıklı olarak haklarımızı gözettiğimiz bir dünyada yaşamak ancak birbirimizi tanımaktan ve anlamaktan geçer… Prof. Dr. Filiz KILIÇ Rektör neü İÇİNDEKİLER BÜLTEN KADIN ÖZEL EKİ 04 Tarihi görselleştiren kadın: Sibel Radiye Gül 14 AKADEMİK KADIN 06 OSMANLI KADIN HAREKETİ 05 KADIN ARTIK HER YERDE 10 SİYASAL ALANDA KADIN SORUNU 20 KIRSAL KESİMDE KADINA UYGULANAN ŞİDDET 36 SÖZLÜ KÜLTÜRÜN OLUŞUMUNDA KADINLARIN ETKİSİ 13 ENGELLİ KADINLARIN SORUNLARI NASIL AŞILIR? 38 GÖZLEME ve MANTI YAPARAK ÖĞRENCİLERE BURS SAĞLAYAN KADINLAR Kadın eli erkeğin eliyle eşit mi? 19 Kadın muhabirler ağı RÖPORTAJ 16 PROF. DR. FİLİZ KILIÇ: TÜRKLERDE KADIN, TOPLUMUN HER KATMANINDA KENDİNE YER BULMUŞTUR 32 PROF. DR. NİLÜFER NALÇAOĞLU: KADIN HEM KUTSAL; HEM ŞEYTAN Nevşehir Üniversitesi Adına Sahibi Prof. Dr. Filiz KILIÇ (Rektör) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Çetin PEKACAR Editör&Görsel Yönetmen Öğr. Gör. Fadime ŞİMŞEK Fotoğraf Editörü Uzm. Mustafa İşliyen Haberleşme Adresi Nevşehir Üniversitesi Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Birimi 2000 Evler/Nevşehir www.nevsehir.edu.tr [email protected] [email protected] t: 0384 228 10 33/34 f:0384 212 98 83 Tasavvufta kadın algısı 24 Baskı Simtel Ofset Matbaacılık Basın Yayın San. Tic. Ltd. Şti. Karasoku Mh. Meydan Sk No:3 Nevşehir Tel: 0384 213 38 66 0384 212 98 82 Fax: 0384 212 98 83 [email protected] [email protected] Haber Cinsiyet eşitsizliği sıralamasında Türkiye 122. sırada yer alıyor D ünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan 'Küresel Cinsiyet Eşitsizliği 2011 Raporu'nda Türkiye cinsiyet eşitsizliği sıralamasında sondan 13. sırada yer alıyor. 135 ülkenin bulunduğu listede ilk sıraları İzlanda, Norveç ve İsveç gibi Kuzey Avrupa ülkeleri alıyor. Listenin sonlarında ise Pakistan, Yemen ve Özbekistan bulunuyor. Açıklanan raporda Türkiye her ne kadar 122. sırada yer alıyor ise de geçen yıllara kıyasla Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda olumlu gelişmelerin yaşandığı görülüyor. 2006 yılından bu yana yayınlanan Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu cinsiyete dayalı eşitsizlikleri ortaya koymayı ve bu konuda yaşanan olumlu/olumsuz gelişmeleri takip etmeyi hedefliyor. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali Kısa Film Yarışması başvuruları bitmeden... B u yıl 15.’ si gerçekleşecek olan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali “Kısa Film Yarışması” bu kez “Size Baba Diyebilir miyim?” temasını ele alıyor. Hayatın her alanında karşılaşılan erk ve erkekliği, baba metaforu ile mercek altına alan Festival, kısa filmcileri kimi zaman şefkat gösteren kimi zaman şiddet uygulayan; kimi zaman güven uyandıran kimi zamansa korku salan baba figürünü sorgulamaya çağırıyor. 10-17 Mayıs tarihleri arasında Ankara’ da gerçekleştirilecek olan Festival’in başvuruları16 Mart’ta sona eriyor. Jürinin değerlendirmesi sonucunda dereceye giren filmler, 15.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin 10 Mayıs akşamı Ankara’da yapılacak açılış töreninde sahiplerini bulacak. Ayrıntılı bilgi için: www.ucansupurge.org 2012 yılı Türkiye’nin Kadın Girişimcileri Yarışması başvurular 20 Mart’ta sona eriyor G aranti Bankası, Ekonomist dergisi ve Türkiye Kadın Girişimciler Derneği’nin ortaklığıyla gerçekleştirilen "Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” bu yıl 6. kez düzenleniyor. Türkiye’deki tüm kadınlara örnek teşkil eden başarı hikayelerinin duyurulmasına hizmet eden Yarışma, kadınların "girişimci ruhunu" ortaya çıkartarak, Türkiye’deki kadın girişimci sayısının yükselmesine katkı sağlamayı amaç ediniyor. Kadınların "Türkiye’nin Kadın Girişimcisi"; "Türkiye’nin Gelecek Vaat Eden Kadın Girişimcisi" ve "Türkiye’nin Yöresinde Fark Yaratan Kadın Girişimcisi" kategorilerinde değerlendirmeye alınacağı yarışmanın son başvuru tarihi 20 Mart. Kadın girişimcilere duyurulur! Ayrıntılı bilgi için:www.kadingirisimciyarismasi.com Nevşehirli kadınlar, ‘Bin Öğrenciye Bin Yemek’ kampanyası için bir araya geldi N evşehir Öğrenci ve Gençlik Derneği (NÖGED)’nin üniversite öğrencileri için başlattığı ‘Bin Öğrenciye Bin Yemek’ kampanyasına bir destek de Türk Kadınlar Birliği Nevşehir Şubesinden geldi. Türk Kadınlar Birliği Nevşehir Şubesi tarafından NÖGED’in başlatmış olduğu kampanyaya destek amacı ile gerçekleştirilen çay partisinde konuşan Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Filiz Kılıç: “Bu üniversite, hepimizin üniversitesi. 2007 yılında kurulan Üniversitemiz, Nevşehir’in ve özellikle kadınlarımızın desteğiyle çok yol kat etti. Nevşehir Üniversitesini büyük bir aile olarak görüyorum ve bütün Nevşehir’i bu ailenin akrabaları, eşi ve dostu olarak nitelendiriyorum. Üniversitemizin, bu birliktelikle, ele ele vererek ve güç birliğimizi ortaya koyarak Nevşehirimize yakışır bir üniversite olması çabasındayız. Hiçbir şey tek başına olmuyor, birliktelikten güç doğuyor” dedi. Kadın&Erkek AYŞENUR YAZICI YAZAR Kadın Eli! Erkeğin eliyle eşit, ama farklı… Beş parmağı var, onun da benim de. İşe gitmek için kar yağarken durakta bekleşirken, avuç içlerimiz aynı sıcaklıkta yanar. İkimiz de evlilik yüzüğümüzü sol yüzük parmağımıza takarız. İkimizin de elleri kalem tutmuş, ikimizi de tek “Yaradan” ışığıyla donatmış, ikimizin de ellerine tutma gücü vermiş… Onun da anası, benimki gibi elinden tutarak “bak yavrum cici kuş” diyerek, önüne ekmek kırıntıları serpiştirdiği masum canlıyla tanıştırmış, merhameti ve adaleti işaret etmiştir. Erkek çocuk büyüdüğünde ilk iş sapanla bu serçelerden birini daldan indirmeyi dener! Ondan daha güçlü olduğunu hissetmektir amacı… Kadının eli kapıyı açar, çamaşır yıkar, bebeği okşar, tarlayı çapalar, ruj sürer… Kapı önünü yıkar, kızartma, badana, erişte yapar, dükkânın kapısını kilitler, kitap tutar, gözyaşını siler… Erkeğin eli taş toplar, direksiyon sallar, kaynak yapar, tornavida tutar… Çocuğun başını sever, alın terini siler… Kadınlar günüyle ilgili ne zaman bir şeyler karalamaya kalksam, İngiltere'de başlayan işçi kadın hareketinin bugünlere ulaşmasını anlatmaktan öte bir şeyler yazmak ister, sonra satırları siler, güncel cinayet rezaletlerinden dem vurup koca sayfayı doldururum. Boş şeyler! Değişmemiş değiştirilememiş, havanda su dövmekten başka işe yaramayan satırlar… Sonra dönüp baştan okuduğumda, geçen seneden ve bir önceki “elli yılda” yazılmışlardan farklı bir şey dökülmediğini görürüm. Çok üzülürüm. Bu gün bu döngüyü kırıyor ve aklıma geleni, haber arşivindeki hüzünlü ölümleri ortaya dökmeden yazıyorum. Geri dönüp tek satırı silmeden… Âdemoğlunu dengede tutan iki kanat var. Biri kadın diğeri erkekten oluşan bu iki kanattan biri, diğerinden aşağı 04 K adına saygıyı bir erkeğe annesi öğretir. Diyeceğim o ki ben anlatmaktan yoruldum. Zamana bırakıp annelerin “kadına” saygı duyan erkek çocukları yetiştirmesini beklemekten başka çarem yok. Buna da ömrüm yetmez biliyorum. Ama bir gün bu kısır döngüyü kıracaklar! durursa âdemoğlu ilerleyemez. Dengesi bozulur. Bunu biz kadınlar idrak edip söyleriz de erkeklere anlatmak neden zordur? Çünkü erkekler anneleriyle eşlerinin aynı cinsten olduğunu çabuk unutur ve belki de – Uluslararası klinik ve sosyal psikoloji uzmanı, akademisyen - Ayala Malach Pines'ın dediği gibi “annesinin memesinden ayrılıp birey olmak ona çok zor bir ayrılık travması yarattığından, tekrar bir kadına bağlanmakta zorluk çektiği için kadınla kendini bir tutmaz”! Yaşadığı sorun ne olursa olsun, erkek “paradigmasını değiştirmedikçe” kadınlar günü adında bir gün dünyada kutlanmaya devam edecek, herkes kadının ne kadar hırpalandığından, bölündüğünden ve ezildiğinden; hatta yaşamının elinden alındığından söz edecek. Olan biten trajedik, ilkel, adaletsiz, şoke edici kadın haberlerini gevelemek, yinelemek soruna çözüm getirmediği gibi, duyan kulaklarda sanki artık bu tip işler “olağanmış” sıradanlığı yaratıyor. Tehlikeli olan da bu zaten. Paradigma nasıl değişecek diye sorarsanız, ben sosyolog değilim ama yarım yüzyılı geçkin Anadolu toprağında süren yaşamım, gördüklerim ve okuduklarımla, dilim varmasa da şunu itiraf etmek zorundayım: Medya,- dünyanın her yerindekadının öldürülmesi, aşağılanması ve ikinci sınıf insan gibi gösterildiği haberlerin cümlelerini dikkatlice kurmak zorunda! Hatta haber merkezinde söylemekten dilimde tüy biten kalıbı burada da yazmalıyım: “Boşanmak isteyen karısının baba evini bastı, kayınvalidesini, karısını öldürdü kayınpederini yaraladı.” haberi verilirken “bunun cezasının kaç yıldan başladığını ve caninin hayatının ne kadarını hapiste geçireceğini” TCK'deki maddesiyle vermeliler. “Kızını kesti, astı, kız kardeşini öldürdü” haberleri de verilirken “TCK'deki cezası nedir”, neyle yargılanacağını da duymalı diğer ilkel âdemoğulları… Tv her eve giren en önemli bilgilenme aracı ve ölen kadın sadece “haber” olmamalı, madem kalbe bir iz bırakmıyor kulaklarda bir tortu bırakmalı. İlkel âdemoğullarının kanundan gözü korkmalı. Korkmalı ki Tanrı'nın yüreğinde “vicdan” ve “merhameti” eksilttiği bu erkekler paradigmalarını, korkuyla da olsa değiştirsinler. Bir erkeğin “anası” ile “karısı” arasındaki çürük tahtalı köprü ancak saygıyla onarılabilir. Kadına saygıyı da bir erkeğe annesi öğretir. Diyeceğim o ki ben anlatmaktan yoruldum. Zamana bırakıp annelerin “kadına” saygı duyan erkek çocukları yetiştirmesini beklemekten başka çarem yok. Buna da ömrüm yetmez biliyorum. Ha bir de kadına saygıyı öğretecek anaların kocalarının kırdığı kafalarını kaldırıp bunu nasıl becereceklerini de bilmiyorum. Ama bir gün bu kısır döngüyü kıracaklar. Ben üstüme düşeni yaptım. Ellerim bir erkek kadar geniş ve yıpranmış. Kadın Uzm. ARZU KAZAZ Selçuk Üniversitesi Selçuk Bakış Dergisi Editörü Kadınlar Günü, Anneler Günü, Babalar Günü gibi belirli günler 'Bir güne sığdırılamayacak kadar' manidar olması, ancak yılın sadece bir gününe sıkıştırılmaya çalışılması nedeniyle, ya da başka bir bakış açısıyla tüketim kültürünü körüklemesi ve kapitalizme hizmet etmesi iddiasıyla eleştirilir. Oysa bu tür günlerin var oluş amacı hediye temin etme ve günün konusu 'Kadın' ya da 'Erkeği' bir günlüğüne memnun etme değildir. Özellikle Kadınlar Günü üzerinden düşünecek olursak bu tür günlerin kalkınmakta olan ülkeler için önemi büyüktür. Çünkü konuşulacak, tartışılacak ve düzenlenecek konu çoktur. Yılda bir günlüğüne dahi olsa kadın sorunlarının bu anlamda gündemde olması aslında bu yönde atılacak tüm güzel adımlara vesiledir. Ülkemizde farklı ekonomik ve sosyal koşullarda, farklı coğrafyalarda birbirinden çok farklı acılar çeken, farklı hayaller kuran hayattaki öncelikleri ve amaçları bakımından birbirine hiç benzemeyen milyonlarca kadın var. Bazen bir kadının tek önceliği çocuklarıyla birlikte sığınacak bir yer bulabilmek iken, ne yazık ki diğeri için fizyolojik ya da psikolojik şiddet görmeden yaşamak hayatının en önemli önceliği, diğeri için cinsiyet ayrımcılığına uğramadan eşit koşullarda, eşit ücret karşılığı çalışmak en önemli şey iken başka bir kadın için ev-iş ve çocuklar üçgenindeki koşturmacada her zaman dinamik ve mükemmel olmak. Sanayi toplumu olma sürecinde, çalışan anne penceresinden bakıldığında bile düzenlenmesi, iyileştirilmesi gereken konular çoktur. Özellikle doğum öncesi ve sonrası izinler, bu sürecin beraberinde getirdiği zorlukların aşılması sürecinde yeterli bir istirahat ve esenlik sağlayacak uzunlukta belirlenmelidir. Özellikle Kadın her yerde 0-3 yaş arası bakım hizmeti veren kreşler belli bir sayıda kadının çalıştığı her işyerinde mutlaka bulundurulmalıdır. Yine aynı yaş gurubunda çocuğu olan anneler için, çalışılan işin içeriğinin uygun olduğu takdirde bir kısmının evden yürütülmesi organize edilmelidir. Böylelikle anne çocuk açısından en azından mekânsal bir yakınlık da oluşturulmuş olacaktır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken şudur. Kadının -annenin- rahatı ve konforu için atılacak her yeni adım, küçük de olsa her iyileştirme sağlıklı ve mutlu çocukların yetişmesi için uygun bir zemin hazırlanması anlamına gelmektedir. Özellikle kadınların iş hayatının her kolunda ve her platformda temsil edilmesinin sağlanması bu tür kolaylaştırıcı ve özendirici uygulamaların yerleşmesi ile ilgilidir. Unutulmamalıdır ki kadının rahat ve mutlu olduğu yaşam koşullarında mutlu çocuklar yetişir. Bu anlamda meseleye sadece kadın penceresinden bakmak yerine bir bütün olarak ailenin esenliğini ve refahını sağlayacak altyapılar olarak bakılmalıdır. Toplam nüfusumuzun yarısı kadınlardan oluşmakta ve ülkemiz coğrafyasında kadınlara çok fazla iş düşmektedir. Hiç şüphesiz kadının mutlu olduğu bir ailede diğer üyelerin de mutlu olması doğal bir sonuçtur. Bu anlamda kadın ile erkeğin birbirini tamamlayan ve yükselten unsurlar olarak ele alınması sağlıklı ve mutlu bir toplumsal yükselme için de zemin hazırlayacaktır. 'Güçlü olmak hem kadın doğasının bir özelliği hem kadın dünyasının bir zorunluluğudur ve her kadın ihtiyacı olan gücü ve yaşam enerjisini yakın çevresinden alır. Özgüven sahibi kadınlar yetiştirmek, kadının yaşamın her alanında var olmasını teşvik etmek, gelişmiş bir ülke olmanın başlangıç noktası kabul edilmelidir. S anayi toplumu olma sürecinde, kadın sorununa çalışan anne penceresinden bakıldığında düzenlenmesi gereken konular çoktur. Özellikle doğum öncesi ve sonrası izinler, bu sürecin beraberinde getirdiği zorlukların aşılması sürecinde yeterli bir istirahat ve esenlik sağlayacak uzunlukta belirlenmelidir 05 Akademik Doç. Dr. SERPİL ÇAKIR İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çoğumuzun bildiğinin aksine, günümüzde olduğu gibi, Cumhuriyet öncesinde de kadınlar, kadın oldukları için önlerine dikilen yasal ve kurumsal engelleri ortadan kaldırmak ve günlük yaşamda karşılaştıkları sorunları çözmek amacıyla mücadele ettiler, bir hareket başlattılar, maruz kaldıkları ayrımcı uygulamalara çeşitli yollarla isyan ettiler.* Hatta, kendisi de bu hareketin aktif bir üyesi olan Halide Edip, 1913'te verdiği bir konferansta, kendi döneminde bu hareketin tarihçesinin henüz yazılmadığını ifade ederken bu görevi biz torunlarına yüklemeyi ihmal etmeyecekti: “Gönül isterdi ki Osmanlı kadınlarının terakki ve tekâmül yolundaki küçük bir tarihçesi olsun. Fakat bugün böyle olmaması bence pek elim değildir. Her yerde kadınların uyanıp ilerlemeleri de başka hareketler gibi yavaş ve müselsele (zincirleme) bir hareket olmuştur. Osmanlı kadınlarının terakki yolundaki mesailerinin henüz bir tarihçesi olmaması, onların da bir şey yapmamış olmalarını intaç etmez. Bilakis bugün büyük ve umumi bir tiyatro salonundan kadınlığa bu kadar mahrem bir mevzudan bahsetmek ve bu mevzuu dinlemek için bu tiyatroda Osmanlı kadınlarından mürekkep, muhterem ve büyük bir kitle bulmak... Bunlar iftihar edilecek şeylerdir. Bugün bu saat, ben size böyle hitap ederken, siz beni dinlerken şüphesiz biz de tarih yapıyoruz, demektir. Bu tarihçeyi torunlarımız bir konferans dolduracak kadar uzun ve iftiharla yaptıkları zaman, elbet bizim aciz fakat hüsn-i niyet ve samimiyetle dolu bin müşkilâtla elde edilen mücadelemizden de bahsedeceklerdir.”* Kadın hareketi kadınların kendilerini baskı altına alan düzeni algılama, politik olarak tanımlama ve ona karşı mücadele yöntemleri geliştirme olarak tanımlanabilir. Hareketin Yüz yıl öncesinin kadın mücadelesi: Osmanlı Kadın Hareketi ideolojisi olan feminizm, kadın kurtuluş hareketi olarak, çağa, koşullara ve ülkelere göre farklılaşabilir. Bu yazıda, Cumhuriyet öncesi döneme ilişkin örnekler ortaya konulmaya çalışılmıştır. Yüzyılın başından itibaren dünyada ve Osmanlı toplumunda, çeşitli alanlardaki yaşanan değişim ve gelişim süreçlerine koşut olarak, kadınlar da hak ve özgürlük taleplerini gündeme getirdiler. İçinde bulundukları toplumsal yapıda, kendilerini tanımaya başladılar; bunları kamuoyunda tartışarak bir gündem oluşturdular. Bir cins olarak ikincil konumlarının farkındaydılar, erkeklere nazaran bulundukları konumu sorgulayarak bir kadınlık bilinci geliştirdiler: “Son zamanlarda Osmanlı kadınlığı can sahibi olduğunu, var olduğunu gösterdi. Onun her an iniltiler içinde kopup gelen sedasını işitiyoruz. 'Biz varız, uyanıyoruz, kalkacağız, kalkınız, yol gösteriniz' diyor. Bu hareketi kadınlığın bütün tabakalarında müşahade ediyoruz. Artık iman ettik ki, hayatımız iyi bir hayat değildir. Artık kadınlar böyle yaşamayacaktır ve yaşayamaz. Buna katiyen emin olunuz.” Kadınlar, kadın dergilerini ve dernekleri sorunlarının ifade edilmesinde belli başlı araçlar olarak kullandılar. 1869'da Terakki-i Muhaderat'la başlayan kadın dergi ve gazetelerinin sayısı Cumhuriyet'e kadar 40'a ulaştı: Hanımlara Mahsus Gazete, Şüküfezar, Demet, Mehasin, Kadın, Kadınlar Dünyası gibi kadın dergileri çıkarıldı. Bu dergiler kadınlara kendilerini birey olarak ifade etme, sorunlarını dillendirme ortamını sağladı. Her kesimden kadınların yazma ürkekliğini, çekimserliğini gidermede, taleplerini iletmede ve sesini duyurmada önemli işlev gördü. Erkeklerle kendi durumlarını kıyaslayan, bu duruma isyan eden, kadınlar, Şüküfezar, Kadınlar Dünyası gibi sahibi, yazı kadrosu, hatta mürettipleri bile kadınlardan oluşan dergiler çıkardılar. Bu dergilerdeki yazılara baktığımızda kadınların çözümü kendilerinde aradıklarına şahit oluruz. Erkeklerden gelen yardım teklifini, onları samimi bulmadıkları için geri çevirmişlerdir: “Evet Osmanlı erkeklerinden bazıları bizi, biz kadınları müdafaa ediyorlar; görüyoruz; teşekkürler ederiz. Biz Osmanlı kadınları kendimize mahsus inceliğimiz, kendimize mahsus adat ve adabımız vardır, bunu erkek muharrirler bir kadının anlayacağı ruhla anlamazlar. Lütfen bizi kendi halimize bıraksınlar, hayallerine oyuncak buyurmasınlar. Biz kadınlar hukukumuzu bizzat kendi çalışmamızla müdafaa edebiliriz.” Şükûfezar, sahibi kadın olan ve yazı kadrosunu tümüyle kadınların oluşturduğu ilk kadın dergisidir. 1886'da yayınlanan derginin sahibi Arife'nin yanı sıra, kendilerini baba ya da koca adıyla değil, Münire, Fatma Nevber, Fatma Nigâr gibi sadece kendi adlarıyla tanıtan kadınların yazıları vardır. Derginin önsözünde yayım amacı, kadınların varlığını kamuoyuna duyurmak ve kadınlar hakkındaki önyargıları kırmak olarak şöyle duyurulmuştur: "Biz ki saçı uzun aklı kısa, diye erkeklerin hande-i istihzasına [alaylı gülümseme] hedef olmuş bir taifeyiz. Bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek, şâh-râh-i sa'y-u amelde [çalışmanın doğru yolu] mümkün olduğu kadar payendâz-ı sebât [ayak diretmek] olacağız."*Hanımlara Mahsus Gazete ise, 1 Ağustos 1895'te yayımlanmıştır. Başyazarı ve yazı kadrosunun çoğunluğu kadınlardan oluşmuştur. Makbule Leman, Nigâr Osman, Fatma Şadiye, Mustafa Asım, Faik Ali, Talat Ali ve Gülistan İsmet başyazarlık görevlerini yapmışlardır. Yazı kadrosundaki *Konuyla ilgili olarak yararlanılan başlıca kaynak için bkz: Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 3.baskı, İstanbul, 2011 *Halide Edib Adıvar, “Yirminci Asırda Kadınlar”, Mektep Müzesi dergisi, 1913 *Arife, "Mukaddime", Şükûfezar, 1301, no: 1, s. 6. 06 Akademik U lviye Mevlan tarafından çıkarılan Kadınlar Dünyası dergisi, feminizmi, kendi hareketlerini tanımlayıcı bir kelime olarak kullanmayı yeğlerken, Muallim Fuad Şükrü'nün sahibi olduğu Genç Kadın dergisi, feminizmi Avrupa kökenli bir hareket olduğu gerekçesiyle reddetmiştir kadınlar, Fatma Aliye ve Emine Semiye, Şair Nigâr bint-i Osman Şair Leylâ (Saz) gibi dönemin aydınbürokrat kesiminin kızları ya da eşleri olan entelektüellerdir. 13 yıl süreyle çıkan, en uzun süreli kadın dergisidir. Dönemin aydın kadınlarının eserlerini kamuoyuna tanıtmasının yanı sıra, modernleşmeci erkek aydınların kadın söylemini de gösteren bir yayındır. "Nesil yetiştiriciliği" rolünden ötürü kadınların da geliştirilmesi, yükseltilmesi gerektiği vurgulanmış; kadının içinde bulunduğu durum ile toplum arasında bağlantı kurulmuş, kadınların konumu erkeklerle kıyaslanmıştır. Bunun ilk örneklerini, ilk kadın romancılardan biri olan Fatma Aliye vermiştir. Fatma Aliye için kadının gelişiminde engel teşkil eden etkenlerden en önemlisi, kadınların başarısını kıskanan erkeklerdir ve bu durum medeni ülkelerde de aynıdır: "Temeddün eden [medeni] milletlerin ulûm u fünûnda [ilim ve bilim] evvela erkekleri terakki eyledikleri ve kadınların onlara pey-rev [takipçi] oldukları görülüyor. Erkekler o hazineye girdiklerinin ibtidâsında kendilerini ta'kib eden kadınları kıskanıp o hazinenin cevherlerini onlardan sakınmak istiyorlar. Güya ki, hakk-ı takaddüm-ü hôd-gâmlık [bencilliğin verdiği önde bulunma hakkı] ile bir hakk-ı tasarruf [hak kısıtlaması] ve temellük [ kendine mal etmek] yerine koymak istiyorlar. Bu hep böyle olmuş, böyle gelmiş şeylerdendir. Ama 'böyle olmuş' dememiz 'böyle yapmışlardır' demektir. Yoksa bu ilm ü fazlın sahibi olan cenâb-ı feyyâz-ı mutlak [Allah] hazretleri anî [kemale ermiş] kullarının erkeğine dişisine hep birden ihsan buyurmuş olduğundan, bunu kadınlardan diriğe [esirgemeye] erkeklerin iktidarı erişebilir mi?"* 1913'ten 1921 yılına dek Ulviye Mevlan tarafından çıkarılan Kadınlar Dünyası dergisi, feminizmi, kendi hareketlerini tanımlayıcı bir kelime olarak kullanmayı yeğlerken, 1919'da Muallim Fuad Şükrü'nün sahibi olduğu, müdürlüğünü Süleyman Tevfik'in üstlendiği, Genç Kadın dergisi, feminizmi Avrupa kökenli bir hareket olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Yazarların tümünün kadın olduğu, sadece kadınlara açık olan Kadınlar Dünyası, bunu derginin önemli bir ilkesi olarak açıklamıştır: “Hukukumuz, hukuk-u umumiye arasında tanınmadıkça, kadın erkek her nevi mesaide iştirak kabul olunmadıkça, Kadınlar Dünyası sayfalarını erkeklere açamaz.” “Kadınlığa ilgisiz olan erkek gazetelerinde yazmanız bizim için daha hayırlı olacaktır!” Türk Kadını adlı dergi ise, gerçek kimliklerini belirtmek koşuluyla sayfalarını kadın ve erkek okuyuculara açtığını, Kadınlar Dünyası'nın ilkesini kabul etmediğini ifade etmiştir. Kadınlar Dünyası, Osmanlı kadınının hakkını aramada, değişmesini istediği değerleri sorgulamada etkin bir role sahiptir. Aynı zamanda Osmanlı kadınının hukukunu savunan, hakkını arayan, bu yolda bir hareket başlatan önemli bir dernek olan Müdâfaa-ı Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti [Osmanlı Kadınlarının Hukukunu Savunma Derneği]'nin de yayın organıdır. Toplumun farklı kesimlerindeki kadınlardan gelen yazı ve mektupları yayınlaması dolayısıyla da önemli bir kaynaktır. Feminizm kelimesini hareketlerinin ideolojisi olarak tanımlamaktan kaçınmamışlardır. Kadınlar Dünyası dergisinin yazarlarından Nimet Cemil, dergi kapağında fotoğrafının da yayınlandığı "Yine Feminizm, Daima Feminizm" başlıklı yazısında 1921 yılında bu konuya şöyle açıklık getirmiştir: “Birçok mühim şey vardır ki, her millette mevcut olduğu halde, birçok millette ismi hatta tercümesi bile yoktur (telgraf, otomobil, vapur, v.b) Binaenalyh nisailik, nisaiyun tabirlerine hiçbir ihtiyaç hissetmiyoruz. Feminizm kelimesini aynen kullanmayı tercih ederiz. Varsın lisanımıza ecnebi bir kelime daha girmiş olsun ne zararı var. Yalnız feminizmin vücudu ve vücubu (varlığı ve gerekliliği) kabil-i inkâr değildir.”* Döneme egemen olan milliyetçi ideoloji, özellikle erkekler tarafından çıkarılan yayınlarda fazlasıyla hakimdir. Örneğin bu dergilerden biri olan İnci dergisinde hem bu ideolojiyi, hem de ağırlıklı olarak erkeklerin kadınlara ait düşüncelerini görmek mümkündür. Kadını anne ve ev kadını olarak görmek, onları bu yolda mükemmelleştirmeye çalışmak İnci'nin çıkarılmasında başlıca amaçtır. Aynı tarihsel süreç içerisinde 30'a yakın kadın derneği kurulmuştur.* Dernekler bireysel talepleri örgütlü birliklere dönüştürmede, sorunların çözümünde, ortaya konulan önerileri uygulamaya geçirmede yardımcı olmuştur. İlk kurulan dernekler savaşların açtığı yaraları sarmaya yönelik yardım dernekleridir. Dernekler arasında kız çocuklarının eğitiminin temel amaç olarak alındığı, kadınların iş yaşamına girebilmeleri için mesleki eğitimin verildiği dernekler de vardır. Osmanlı Türk Kadınları Esirgeme Derneği, Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti Hayriyesi, Biçki Yurdu gibi dernekler benzer amaçlarla, atölyeler, terzi evleri açarak, kadınların istihdam olanaklarının geliştirilmesi için onlara beceri kazandırmaya çalıştı. Asri Kadın Cemiyeti, Cemiyet-i Nisvan Heyet-i Edebiyesi, Teali-i Nisvan Cemiyeti KırmızıBeyaz Kulübü gibi örgütler kadınları çeşitli açılardan bilgilendirme, bilinçlendirme amacına yöneliktir. *Fatma Aliye için bkz: Serpil Çakır, “Fatma Aliye (1862-1936)”, A Biographical Dictionary of Women's Movements and Feminisms. Central, Eastern, and South Eastern Europe, 19th and 20th Centuries, der. Francisca de Haan, Krassimira Daskalova and Anna Loutfi, Budapest and New York: Central European University Press, 2006, s.21-24; Mübeccel Kızıltan, Türk kadın hakları mücadele tarihinde Fatma Aliye Hanım'ın Yeri , Kuram Yayınları, İstanbul, 1993; Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Fatma Aliye :Uzak Ülke, Timaş yayınları, 2007. *Nimet Cemil, "Yine Feminizm, Dâima Feminizm", 19 Şubat 1921, no.194/8, s. 2. Ayrıca bkz.Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, 3.baskı, İstanbul, 2011, s.181. *Serpil Çakır, “Osmanlı Kadın Dernekleri” (Ottoman Women's Associations), Toplum ve Bilim, Bahar, 1991, s.139-157. 07 Akademik G enel kitaplık kadınlara kapalı olduğu için, bu ihtiyacı karşılamak adına Osmanlı Kadınının Hakkını Savunma Derneği üyelerinden Cazibe Hakkı Hanım bir kitaplık oluşturmak çabasına girişmiş, 1991 yılında kadınların kurduğu Kadın Eserleri Kütüphanesine fikir anneliği yapmıştı Ulviye Mevlan tarafından 28 Mayıs 1913'te kurulan Osmanlı Müdafaa-ı Hukuk-u Nisvan Cemiyeti (Osmanlı Kadınının Hakkını Savunma Derneği) ise, Kadınlar Dünyası (1913-1921) adlı yayın organı ile Osmanlı feminist hareketine önemli bir örnektir. Derneğe girmede aranan en önemli koşul, üyelerin kadınlık hakkının müdafaa ve yükseltilmesi yolunda çalışmalarıdır. Derneğin programında sıralanan amaçlar ise, kadının toplumsal yaşamla bütünleştirilmesi, çalışma yaşamına katılımının gerçekleştirilmesi olarak özetlenebilir. O yıllarda Batılı kadının gündeminde olan siyasal hak istemi, cemiyetin kuruluş programında yer almasa da bu talep, programa 1921 yılında girecektir. Zira kadınlar toplumsal yaşama girdikten sonra, iş siyasete de gelecektir. Kadını sımsıkı kuşatan geleneklere, kısıtlamalara, kadın-erkek eşitsizliğine, hukuksuzluğa, eğitimsizliğe karşı bir mücadele başlatıldı. Bu amaçla gerek aile yaşamında, gerekse toplumsal yaşamdaki ilişkiler ağında yeni bir düzenlemeye gitmenin gereği üzerinde duruldu. Bu amaçla bir "toplumsal inkılap" yapılması istendi. Boşanma hakkının kadına tanınması, çok kadınla evliliğin önlenmesi, evlenme biçiminde değişikliğe gidilerek, görücülük yerine eşlerin birbirini görmesi, tanıması gereği vurgulandı. Kadının ev dışında giydiği giysilerin düzenlenmesi için bir millî kıyafet oluşturulması gerekiyordu. Kadının çalışma yaşamına katılımını kolaylaştıracak çeşitli işyerleri açılması planlandı. Böylece hem kadının içinde bulunduğu sefalet azaltılacak hem de ülke sanayisinin gelişimine katkıda bulunulacaktı. Dernek bir terzi evi açtı, terzilik öğreterek, dışarıya siparişle iş yaptırmaya başladı. Çalışma yaşamında kadının erkekle beraber çalışması istendi. Derneğin bu uğurda yaptığı yayın başarılı oldu ve kadınlar tarafından çeşitli ticarethaneler açıldı. Ama dernek asıl başarısını, Osmanlı-Türk kadınının ilk kez bir kamu kuruluşuna girmesini sağlayarak gösterdi. Derneğin teşviki ve verdiği mücadele sonucu başvuruları önce kabul edilmeyen Bedra Osman Hanım ve arkadaşları, sonunda İstanbul Telefon İdaresi'ne kabul edildiler. Bedra Hanım aynı zamanda iş müfettişi olarak tayin edildi. Programdaki 3. maddede, kadınlığını yükseltecek ve bunu tüm topluma yayacak bir dizi amaç sıralanmıştı: Kadınlar için özel okulların açılması, gazete ve kitapların yayınlanması, konferanslar düzenlenmesi... Bu yolda ülkedeki en önemli sorun eğitimsizlik olarak belirlenmiş; okullarda köklü bir değişime gitmenin zorunluluğuna dikkat çekilmişti. Dernek yöneticilerinin savlarına göre, ilköğretim zorunlu ve tek tip olmalı, kızların eğitimine gereken önem verilmeli, yurdun her tarafında kız liseleri açılmalıydı. Kızlara yüksek öğrenim hakkı da verilmeliydi. Bu hakkın hem insanlık hakkı hem de vatanın ihtiyacı açısından bir an önce kazanılması gereğine işaret edilerek, hükümetten ve Maarif Nezareti'nden bu konuya yönelik girişimde bulunmaları istendi. Dahası, yüksek öğrenim için kızlar Avrupa'ya gönderilmeliydi. Dernek üyelerinden eğitimci Aziz Haydar Hanım, okul açma konusunda önderlik ederek tüm maddi desteğini kendisinin sağladığı bir okul açmış ve okulun yönetimini de üstlenmişti. Genel kitaplık kadınlara kapalı olduğundan, bu ihtiyacı karşılamak için dernek üyelerinden Cazibe Hakkı Hanım da bir kitaplık oluşturmak çabasına girişmiş, 1991 yılında kadınların kurduğu Kadın Eserleri Kütüphanesine fikir anneliği yapmıştı. Bu dönemde kadınlar konferanslar da düzenlediler. Örneğin, 1911 yılında İstanbul'da bir konakta düzenlenen bir dizi konferansın 300'ü aşan katılımcısı vardı. Konferansların birinde konuşmacı Fatma Nesibe, kadın hareketinin amacını ve yöntemini özetleyen ilkelere de değiniyordu: Hareketin kitleselliği, kadın dayanışması ve feminist bilinç. Son sözü ona bırakalım: “Hanımlar, size, bütün kadınlık, hatta topraklarında müebbeten susan dudaklar namına teşekkür ederim. Bugün üç yüz kişiyiz değil mi hanımlar? Demek hiç aldanmıyoruz ve bu cesaretle iddia ediyorum ki içtimaımıza vakıf olsalar, üç yüz bin hatta milyon kadın bize hiç olmazsa kalben iştirak edecekler. O halde vereceğim şu birkaç konferansla ben üç bin refikama telkin-i hakaike muvaffak olursam, siz niye olamayasınız, bu kuvvet sizden niçin beklenilmesin? Her şahsa üç bin kişinin isabeti pek açık, bir hesapla gösterir ki her birimizin üç biniyle dokuz milyon kalbin hele kadın teşebbüsünün müzahir-i istinad› olacağız değil mi? Ve bu az bir kuvvet mi? İşte Arşimet'e rağmen kainatı mihverinden koparacak yeni bir manivela kuvveti daha. Biz bugün vakıa üç yüzle başlıyoruz; yarın, mutlaka üç binle, ertesi gün altı binle.. Nihayet bir gün, bütün kitle-i nisviyetle [kadın kitlesi] başlıyacağız.”* Osmanlı Kadınının Hakkını Savunma Derneği'nin verdiği mücadeleler sonucu OsmanlıTürk kadınları ilk kez bir kamu kuruluşuna kabul edildiler *Konferansların konuşma metinleri 1911'de İstanbul'da yayınlanan Kadın adlı› dergide yayınlandı.Ayrıntı için bkz: Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, 3.baskı, İstanbul, 2011, s.118-125; Serpil Çakır, “Kadınlığın İlk Tarihi Şikâyeti: Beyaz Konferanslar”, Tarih-Toplum Dergisi, Mart 2003, s.40-47. 08 NÜKÇAM Yrd. Doç. Dr. AYSEL KEKİLLİOĞLU NÜKÇAM Müdürü Bir toplumun uygarlık düzeyi o toplumun kadına verdiği değerle ilişkilidir. Bu değerin yeterince anlaşılamadığı ya da değerlendirilmediği dönemlerde toplumlar gelişememiş ve ilerleyememişlerdir. Bugün dünyada kadınlar erkeklere göre daha uzun, ancak yaşam kalitesi düşük olarak yaşamaktadırlar. Kadınların yaşam kalitesindeki düşüklük, onların toplumdaki statüleri ile doğrudan ilgilidir. Oysa, kadınlar, aile ve toplum arasında bir köprü görevi üstlenerek, sosyal sistemin ilerleyişine ve ailede sağlıklı bir iletişim ortamının oluşmasına önemli katkı sağlamaktadır. Geçtiğimiz 50 yılda kadınlara yönelik çok önemli ilerlemeler ortaya çıkmıştır. Bu olumlu gelişmede; sürdürülebilir kalkınma ve dünyadaki sağlık düzeyini iyileştirme için kadınlara eşit olanaklar sunmanın ve statülerini geliştirmenin ön şart olduğunun fark edilmesinin rolü büyüktür. Ancak bu gelişmeye rağmen; hâlâ biyolojik ve toplumsal cinsiyet rollerine dayalı ayrımcılık yaygın olarak devam etmekte hatta bu ayrımcılık daha kadın doğmadan önce başlamakta, ölene kadar da devam etmektedir. Buna paralel olarak da kadınlar ve erkekler arasında, kaynaklara ulaşma ve onları kontrol etme konusunda, sahip oldukları ekonomik olanaklar, güç ve siyasi arenada seslerini duyurabilme açısından mevcut uçurumlar da sürekliliğini korumaktadır. Kadınlar hâlâ aynı iş ve meslekte çalışan erkeklerin kazandığından üçte bir oranında daha az kazanmakta ve tüm dünyada okur-yazar olmayanların üçte ikisini kadınlar oluşturmaktadır. Bu durumun bir sonucu olarak Dünyada kadın ve erkeğe yasal, sosyal ve ekonomik haklar konusunda eşit davranan çok az sayıda ülke bulunmaktadır.. Kadın hareketleri, kadın kuruluşları ve uluslararası kararların etkisi doğrultusunda; kadınların statüsünü yükseltmek için sürdürülen mücadelelerde kadın haklarını savunmak, daha iyi bir hayat için Nevşehir Üniversitesi Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi insan haklarının siyasal, sosyal, hukuksal ve ekonomik boyutunda eşitlik arayışını dile getirmek amacıyla gerçekleştirilen faaliyetleri daha bilimsel ve etkin kılmak için gelişmiş ve gelişmekte olan bazı ülke üniversitelerinde Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri kurulmaktadır. Ülkemizde 1995 yılında Pekin'de yapılan IV. Dünya Kadın Konferansı'nda alınan kararlar paralelinde “Üniversitelerde Kadın Sorunlarına İlişkin Araştırma Merkezleri” kurulmaya başlamıştır. Üniversite bünyesindeki Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri'nin ilki 1989 yılında İstanbul Üniversitesi bünyesinde kurulmuştur. Bunu takiben 1990'larda üniversitelerde kadın çalışmaları hızlı bir çoğalma göstermiş ve benzer amaçlarla Nevşehir Üniversitesi bünyesinde de NÜKÇAM (Nevşehir Üniversitesi Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi) kurulmuştur. NÜKÇAM'ın da yeni dahil olduğu üniversitelerde yürütülen kadın çalışmaları; kadın sorunlarını bilimsel bir kadın bakış açısıyla ortaya koyma, çözüm önerme, ulusal ve uluslar arası panel, konferans, seminer ve sempozyum düzenleme, eğitim materyali oluşturma, kadın çalışmaları alanında bilginin açığa çıkarılması ve yaygılaştırılması için yayınlar yapma aktiviteleri ile bulundukları bölgedeki kadın sorunları ve çözümüne yönelik aktivitelere öncelik verdiğinden, kadın sorunlarının çözümünde etkili olma mücadelesi vermektedir. NÜKÇAM olarak; kadınının toplumsal hayatın her alanında hak ettiği yeri almasının, ancak toplumsal statüsünün iyileştirilmesi ve "toplumsal cinsiyet eşitliği" ilkesinin her alanda uygulanması ile mümkün olabileceğine inanıyoruz. Buradan hareketle kadının toplumdaki yaşam kalitesini erkekle eş değer tutabilecek nitelikleri geliştirmeyi, sorunlara çözüm bulmayı ve bu anlamda katkı sağlamayı hedefliyoruz. Bu bağlamda kadının ve erkeğin birbirine göre üstünlüğü veya üstünsüzlüğü değil tam tersine bütünlüğünden yola çıkıyoruz. Üniversitenin ilgili bölüm ve birimlerinin işbirliği ile kadın sorunlarına ve cinsiyet ayrımcılığına karşı toplumsal duyarlılığı geliştirme misyonu ile hareket eden Merkezimiz, yurt içinde ve yurt dışında kadın sorunlarıyla ilgili her alanda yapılan araştırmaları takip etmekte ve hedeflerimiz çerçevesinde çeşitli alanlarda araştırma yaparak çalışmalarını sürdürmektedir. Toplumsal cinsiyet, aile içi şiddet, cinsel istismar vb. konularda projeler geliştiren Merkezimiz yakın zamanda bu projeleri hayata geçirerek kadınların güçlenmesine ve kadınerkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik genel bilinç ve zihniyet dönüşümü sürecine katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Araştırma ve projelerin yanı sıra NÜKÇAM, Nevşehir ili kapsamında kadın çalışmaları ve hakları alanında faaliyet gösteren kamu ve sivil toplum kurum ve kuruluşlarının katılımı ile “Nevşehir Kadın Platformu”nun koordinatörlüğünü yürütmektedir. Söz konusu platformun periyodik toplantılarında ilimiz öncelikli kadın sorunlarının tespit ve çözümüne dair konular gündeme alınmaktadır.Bununla birlikte, ilimizde gerçekleştirilen ya da gerçekleştirilmesi planlanan kadın sorunları ya da çalışmaları içerikli gerek sivil gerekse kamu kurum ve kuruluşlarının; yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası (Ankara Kadın dayanışma Vakfı, ENG- KAD, Uçan Süpürge, Nevşehir STK'lar, Nevşehir Barosu, İstanbul Ünv, Bahçeşehir Ünv, Valilik YEEP, Yerel yönetimler, Milli Eğitim, Emniyet… vb) faaliyet, proje, toplantı, çalıştay, seminer vb. çalışmalarına katkı ve katılım sağlanmaktadır. Bu bağlamda, tüm bu süreçler boyunca; üniversitemizin çeşitli birimlerinde yapılacak çalışmaların koordinasyonunun NÜKÇAM tarafından sağlanması ile özellikle Nevşehir ili ve çevresinin kadın sorunlarının bilimsel tespiti ve çözümüne katkı sağlamaya devam edeceğiz. 09 Akademik Yrd. Doç. Dr. LEYLA KAHRAMAN Nevşehir Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Siyaset en geniş anlamıyla; insanların hayatlarını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyetler olarak tanımlanabilir. Bu süreç şüphesiz 'çatışma ve işbirliği' kavramlarını kapsayan; rakip fikirlerin, farklı isteklerin, rekabet eden ihtiyaçların ve çatışan çıkarların varlığı ile şekillenmektedir. Siyasetin temel özelliğini genellikle rakip görüşlerin ve birbiriyle rekabet halindeki çıkarların uzlaştırıldığı bir çatışmayı çözme arayışı olarak tanımlamak mümkündür. Siyaseti insanlık durumunun kaçınılmaz boyutu haline getiren çeşitlilik (hepimiz aynı değiliz) ve kıtlığın (talebi karşılamaya yetecek miktarda mal-hizmet asla olmayacak) kaçınılmazlığıdır (Heywood: 2011: 27). Tüm bu unsurlar insanı mücadeleye, mücadelenin yapılmasının yolu olarak da iktidara taşımaktadır. Tarihsel gelişim süreci içerisinde insanın siyasal alandaki rolü ele alındığında hep ilerleme içinde olan düz bir çizgiden bahsetmek mümkün değildir. “Siyasal alanın öznesi olmak” yakın zamanlara dek tüm insanların sahip olduğu bir nitelik olmaktan çok uzak bir anlam taşımıştır. Bireylerin siyasal alanda karar verici konumda olduğu doğrudan demokrasi tarihsel süreç içinde çok sınırlı* uygulanabilen bir deneyim olmuştur (Çam, 2002: 399). Toplumsal farklılaşma ve işbölümünün artışı siyasal işlevi yerine getirenlerin bir şekilde toplumun dışında toplumdan ayrı bir grup olarak ortaya çıkmalarına yol açmıştır. En küçüğünden en büyüğüne, en ilkelinden en gelişmişine, en geçicisinden en kalıcısına kadar bütün sosyal topluluklarda yönetenler azınlığı ve yönetilenler çoğunluğu arasında temel bir ayrım doğmaya başlamıştır. Adına ister din adamları, büyücüler, aile reisleri ister yaşlılar ya da yetenekliler densin bir kişi ya da grup ama kesinlikle her zaman bir Türkiye'de siyasal alanda 'kadın sorunu' ne zaman ortadan kalkar? azınlık iktidarı/yönetimi elinde bulundurmuştur (Duverger, 1994:7,8). Gruplar ya da ölçütleri değişse de değişmeyen en önemli ortak unsur azınlığın her zaman erkeklerden oluşuyor olması gerçeğidir. İdealize edilen Antik Yunan polislerinde yurttaşlık, özgür ve yetişkin erkeklere özgü bir statü niteliği taşımıştır (Minogue, 2002:14, 15). Atina demos'unu büyük bir köle, yabancı ve kadın- nüfusun dışlandığı azınlık bir elit oluşturmuştur (Finley, 2003: 30). “Sınırlı oy” ilkesi bir taraftan sınıfsal tabana oturmasıyla (mülkiyete ve ödenen verginin miktarına bağlı olan ölçütlerin geçerli olması) diğer taraftan da kadınların -yetişkin nüfusun yarısının- siyasal alanın dışına itilmesiyle demokrasinin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur (Şaylan, 1998: 46). Siyasal alana dahil edilmeyen halk çoğunluğu bu süreçte karar verme mekanizmasının tamamen dışında kalan edilgen bir nesneden öte bir anlam taşımamıştır. Bu sınırlar, siyasal alanı ve siyasal karar verme mekanizmalarını sınırlı bir azınlığın iradesine tabi kılmasıyla demokrasinin özsel temelinden yoksun kalmasına neden olmuştur. Siyasal alanın mevcut durumu bu haliyle, Lincoln'ün (Akt:Heywood, 2011: 102) “Halkın halk tarafından, halk için yönetimi” olarak tanımladığı demokrasiyle örtüşmekten uzak kalmıştır. “Eşit, özgür ve genel oy hakkı” nın kadınları tamamen içermesi için uzun bir zaman beklenmesi gerekmiştir. İngiltere'de 1884 yılında yetişkin erkek nüfus seçme ve seçilme hakkına sahip olmuşken kadınlar oy hakkına ancak 1918'de, tüm siyasi haklarına ise tam olarak 1928'de sahip olabilmiştir (Şaylan, 1998: 51, 52). İsviçre'de kadınlar oy hakkını 1971 yılında elde etmiştir. Dünyada kimi Afrika ülkelerinde hala oy hakkı olmayan kadınlar bulunmaktadır. Suudi Arabistan kadınlara oy hakkını erkeklerin onayı ile ve sadece genel seçimler için tanımış, yerel seçimlerde ise oy hakkı tanımamıştır. Suudi kadınların toplumsal alanda olduğu gibi siyasal alanda da hemen hemen hiç hakkı bulunmamakta, yanlarında eşleri ya da kan bağı olan erkekler olmadan en basit günlük işleri bile yapamamaktadırlar (Suudi Arabistan'da…”, 25.09.2011). DÜNYADA KADININ MEVCUT DURUMU Siyasal haklara yasal olarak sahip olmak kadının siyasal alanın öznesi olabilmesi için yeterli olmamıştır. Kadının toplumsal ve ekonomik açıdan yaşadığı eşitsizlikler, kadının siyasal alanda etkin bir biçimde yer almasının önünü tıkamıştır. BM tarafından dünyadaki kadınların durumuyla ilgili 2011 yılında yayımlanan ''Dünyada Kadınların İlerlemesi'' başlıklı rapor, dünya genelinde kadınların yaygın biçimde ayrımcılığa ve şiddete maruz kaldığını bir kez daha çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Kanuni düzenlemelerdeki ilerlemelere rağmen milyonlarca kadının hâlâ yaşamlarında şiddete maruz kaldığı ve bu şiddetin de genellikle eşleri tarafından uygulandığı belirtilen raporda, 127 ülkenin evlilikte tecavüzü cezalandırmadığına dikkat çekilmektedir. 61 ülkenin de kadına kürtaj hakkını sınırladığı ve ayrıca genel kural haline gelmiş biçimde kadınlara erkeklere nazaran yüzde 10 ilâ yüzde 30 daha az maaş verildiği ortaya koyulmaktadır. Raporda, 600 milyon kadının çok güvenli olmayan kötü işlerde, yasal olmayan koşullarda çalıştırıldığı ifade edilmekte ve kadınlara yönelik suçların ifşa edilmemesinin de bütün bölgelerde ciddi sorun olduğuna işaret edilmektedir (BM Kadın…”, 08.07.2011). Cinsel şiddettin asırlardır savaş silahı gibi kullanıldığının hatırlatıldığı raporda, cinsiyetler arasındaki eşitlikle ilgili kanunun, kadınların adalete ulaşmasının temelini oluşturduğuna *Doğrudan demokrasi eski Yunan polislerinde uygulanmış olmakla birlikte; yurttaş tanımı içerisine halkın çoğunluğunun girmediği (kadınlar, köleler ve yabancılar), asli kararları etkileyenlerin belirli kişi ya da kişilerin olduğu göz önünde bulundurulursa bu düzenin demokratiklik düzeyinin büyük ölçüde sınırlanmış olduğu görülmektedir. 10 Akademik T ürkiye'de kadınların toplumsal ve ekonomik açıdan bulunduğu düzey olması gerekenden oldukça uzak bir tablo sergilemektedir. Türkiye'de okuma yazma bilmeyenlerin yüzde 87'sini kadınlar oluşturmaktadır dikkat çekilmektedir. Rapora göre, 125 ülkede aile içi şiddeti yasaklayan kanunlar mevcut olmasına rağmen, bugün 603 milyon kadın, bu tür şiddetin suç bile sayılmadığı ülkelerde yaşamaktadır. Ayrıca; 113 ülkede kadın ve erkeğe eşit ücret yasası olmasına rağmen kadınlar, erkeklere göre yüzde 30 oranında daha az maaş almaktadır. Aile içi şiddeti yasalarla engellemeyen ülkelerde vatandaşların yaklaşık yarısı, kadınların "belli durumlarda şiddete maruz bırakılmasının anlaşılır olabileceğini" düşünmektedir. Aynı oran Türkiye'de yüzde 22, Vietnam'da yüzde 21, ABD'de yüzde 12, Almanya'da yüzde 24 dolaylarındadır (BM Kadın…”, 08.07.2011). 2007 yılında yapılan bir araştırma sonucuna göre; yeryüzünde mutlak yoksulluk sınırındaki 1.5 milyar kişinin yüzde 70'ini kadınlar oluşturmaktadır. Dünyadaki işlerin yüzde 60'ını yapan kadınlar, toplam gelirin yüzde 10'una; dünya üzerindeki mal varlığının ise yüzde 1'ine sahiptir. Mültecilerin yüzde 80'ini kadınlar oluşturmaktadır. 280 milyonluk Arap dünyasında her 2 kadından biri okuma yazma bilmemektedir. 700 milyon kadın yeterli yiyecek ve içme suyu ile sağlık ve eğitim hizmetlerinden mahrum durumdadır. Birleşmiş Milletler'e üye 191 ülkenin sadece 12'sinin lideri kadındır (“Rakamlarla Kadının…”, 07.03.2007). Üst düzey pozisyonlarda çalışan kadın sayısı da erkeklere oranla düşüktür. Örneğin üst düzey yargı kurumlarında görev alan kadın oranı Türkiye'de yüzde 13'le sınırlıdır. Ruanda, Gürcistan, Güney Afrika, Kazakistan, Guatemala, Arnavutluk gibi ülkeler, yargı temsiliyetinde eşitlik bakımından Türkiye'nin ilerisinde bulunmaktadır (BM Kadın…”, 08.07.2011). Eğitim ve öğrenim alanında tüm dünyada yaşanan hızlı ilerleme ve gelişmelere rağmen, dünyanın pek çok bölgesinde kadınların eğitimi hâlâ önemli bir sorun alanıdır. Dünya genelinde okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin yüzde 67'sini kadınlar oluşturmaktadır. Eğitim olanağından yoksun 45 milyon erkek çocuğa karşılık, kızlarda bu rakam 85 milyona ulaşmaktadır. Kadınlar ve kız çocukları eğitim fırsatlarından erkeklere oranla daha az yararlanmakta, toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikler devam etmektedir. Oysa kadınların ekonomik, sosyal kültürel ve siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek ancak; hak, fırsat ve imkânlardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamakla mümkün olacaktır (KSGM, 2008, “Politika Dokümanı Kadın ve Eğitim”). sürekli olarak kadın istihdamını arttıracak tedbirler alındığı görülmektedir. İskandinav ülkelerinde ise bu oran yüzde 80'leri zorlamaktadır. (“Dünyada ve Türkiye'de Kadının Konumu ve STK'lar”, 2011). 2011 yılında toplam kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusun yüzde 50.9'unu kadınlar oluşturmasına rağmen toplam işgücünün yüzde 28.8'ini kadınlar oluşturmaktadır. İstihdam edilen toplam nüfusun yüzde 28.4'ünü kadınlar, yüzde71.6'sını ise erkekler oluşturmuştur. Kadın nüfusun yüzde 72.4'ü işgücüne dâhil değildir. Toplam kurumsal olmayan çalışma çağındaki 15 yaş ve üzeri kadın nüfusun yüzde 27.6'sı, kadın işgücünün ise yüzde 87'si istihdam edilmiştir. Kadınların işgücüne katılım düzeyinin düşük olmasının yanında ne şekilde istihdam edildiği de büyük önem taşınmaktadır. 2007 verilerine bakıldığında kadın nüfusun; yüzde 0.6'sını Kanun Yapıcı, Üst Düzey Memur ve Müdürler, yüzde 2.6'sını Profesyonel Meslek Mensubu, yüzde 1.6'sını Yardımcı Profesyonel Meslek Mensubu, yüzde 2.19'unu Büro ve Müşteri Hizmetlerinde Çalışan Elemanlar, yüzde 2.06'sını Hizmet TÜRKİYE'DE KADININ TOPLUMSAL VE SİYASAL ALANDAKİ KONUMU Türkiye'de kadınların toplumsal ve ekonomik açıdan bulunduğu düzey, olması gerekenden oldukça uzak bir tablo sergilemektedir. Türkiye'de okuma yazma bilmeyenlerin yüzde 87'sini kadınlar oluşturmaktadır. Yüksekokul ve fakülte mezunlarında kadınların durumu oransal olarak daha iyi durumda olmakla birlikte bu oran (yüzde 40.4) henüz yeterli düzeyde değildir. Bitirilen Eğitim Düzeyi Ve Cinsiyete Göre Nüfus ( 15 +yaş ) – 2010Türkiye BİTİRİLEN EĞİTİM DÜZEYİ Okuma yazma bilmeyen Okuma yazma bilen fakat bir okul bitirmeyen İlkokul mezunu İlköğretim mezunu Ortaokul veya dengi okul mezunu Lise veya dengi okul mezunu Yüksekokul veya fakülte mezunu Yüksek lisans mezunu Doktora mezunu Bilinmeyen Toplam Toplam 3.812.092 3.208.131 15.709.975 9.662.663 3.127.204 11.374.336 4.566.049 365.791 113.862 2.731.288 54.671.391 Erkek 697.305 1.171.687 6.973.926 5.497.236 1.946.744 6.556.319 2.692.405 217.892 70.788 1.447.424 27.271.726 Cinsiyet Kadın 3.114.787 2.036.444 8.736.049 4.165.427 1.180.460 4.818.017 1.873.644 147.899 43.074 1.283.864 27.399.665 TİKO yüzde 81.7 63.5 55.6 43.1 37.7 42.36 41.03 40.4 37.8 47 50.1 Kaynak: (TÜİK, 2010, “Bitirilen Eğitim Düzeyi ve Cinsiyete Göre Nüfus (15 +yaş), Türkiye). TİKO:Toplam İçindeki Kadın Oranı Kadınların çalışma alnındaki durumuna bakıldığında Avrupa Birliği (AB) ortalamasında kadınların yüzde 60'ının çalışmakta olduğu ve ve Satış Elemanları, yüzde 7'sini Nitelikli Tarım, Hayvancılık, Avcılık, Ormancılık ve Su Ürünleri Çalışanları, yüzde 1.1'ini Sanatkârlar 11 Akademik ve İlgili İşlerde Çalışanlar, yüzde 0.9'unu Tesis ve Makine Operatörleri ve Montajcıları, yüzde 3.49'unu Nitelik Gerektirmeyen İşlerde Çalışanların oluşturduğu görülmektedir (TÜİK ,“Meslek Grubuna (ISCO-88)” ve “İşteki Duruma Göre İstihdam Edilenler 2007”, Kadın”). Türkiye'de kadın nüfusun yüzde 11'i ücretli ve yevmiyeli (istihdam edilen kadınların yüzde 52.4'ü) yüzde 0.29'u işveren (istihdam edilen kadınların yüzde1.4'ü), yüzde 2.4'ü Kendi Hesabına (istihdam edilen kadınların yüzde11.5'i) olarak çalışmaktadır. Kadın parlamenterlerin yüzde 60'ını ücretliler, yüzde 32'sini işverenler, yüzde 6'sını ise Kendi Hesabına Çalışanlar oluşturmaktadır (Bu veriler, TUIK Web Sayfası, “İşyeri Büyüklüğüne ve İşteki Duruma Göre İstihdam Edilenler, 2007, Kadın” kaynağından faydalanılarak hazırlanmıştır). 2007 verilerine göre Türkiye'de, kadınların yüzde 76.4'ü işgücüne katılmamaktadır. Tüm bu toplumsal ve ekonomik göstergelerden hareketle kadınların içinde bulunduğu koşulların eşitsizliği ve zorluğu açıkça görülmektedir. Bunlara ek olarak toplumda hâkim olan ataerkil zihniyet, cinsiyete dayalı işbölümü ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri gibi temel bir takım unsurlar kadını çok sınırlı bir alana hapsetmekte ve her yönden etkilemekte ve engellemektedir. Çoğunluğunu eğitim düzeyi düşük, işsiz ya da orta düzeyde ücretli bir iş gücünün oluşturduğu ve bahsedilen toplumsal yükleri taşımak zorunda kalan kadınların siyasal alanda yer almasını beklemek gerçek dışı bir öngörüdür. Kadının siyasal alanda yer alabilmesi için önünde aşması gereken çok önemli engeller olduğu görülmelidir. Bu engeller görüldükten ve kaldırıldıktan sonra kadının siyasal alanda yer almaması sadece onun bir tercih sorunu olabilir. Siyasal alandaki verilere bakıldığında dünyada 1945 ile 1995 yılları arasında kadın milletvekili sayısının 4 kat arttığı söylenebilir. Bazı ülkelerde meclisteki kadın milletvekili sayısını artırmak için kadınlara pozitif ayrımcılık 12 uygulanmaktadır. Tüm ülkelerde parlamentodaki milletvekili sayılarına bakıldığında, kadınların siyasetteki temsiliyet oranının yüzde 30'a denk geldiği görülmektedir. Türkiye'de ise bu oran yüzde 14'dür. 1934 yılında birçok dünya ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkına sahip olan Türk kadınının ilerleme kat edememiş olması üzücüdür. Siyasal alan, toplumsal ve ekonomik alanın aynasıdır. Toplumsal ve ekonomik alanda eşitlik kazanamamış olan kadının siyasal alanda başarılı olması beklenemez. Erkek egemen siyasal alanda kadınların aktif olması da çok zordur. Nitekim toplumsal ve siyasal alanda yaşadığı sıkıntıları aşamayan kadınların çoğunluğunun genel ve yerel siyasal alana dahil olma oranı çok düşüktür. Siyasal alana girebilen kadınların toplumun genelindeki kadınlardan her yönden farklı olduğu asla gözden kaçmamalıdır. Genelde üst sınıfa mensup kadınlar siyasal alana girebilmekte ve siyasal alanda varlık gösterebilmektedir. Bu durumun ortaya çıkardığı bir diğer sorun ise temsil sorunudur. Ortalama Türk kadını siyasal alanda ya hiç temsil edilmemekte ya da çok az temsil edilmektedir. Siyasal alanda temsil yeteneği sadece cinsiyet temelinde gerçekleşmemektedir. Türkiye'de ve dünyada birbirinden farklı koşullarda yaşayan farklı sorunlar yaşayan ve farklı sınıflardan olan kadınlar yaşamaktadır. Bu farklılıkları siyasal alana yansıtabilmek için sadece kadın olmak da yetmemekte toplumun her kesimini temsil edebilecek kadınların siyasal alana dâhil olabilmesi gerekmektedir. Siyasal alanda kadın sorununu çözebilmek çok yönlü bir değişim ve dönüşümle mümkündür. Bu dönüşümün birçok boyutu vardır. Bunların en başta gelenleri; toplumsal, ekonomik ve düşünsel (ataerkil zihniyet, cinsiyete dayalı iş bölümü, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, vb) olanlardır. Bu alanlarda dönüşüm, değişim ve de eşitlik sağlandığı takdirde kadınlar siyasal alanda varlık gösterebilir ve temsil yeteneğine sahip olabilir. Ancak o zaman siyasal alanda kadın sorunu ortadan kalkabilir. KAYNAKLAR DUVERGER, Maurice (1994), Siyasal Rejimler, (Çev. Teoman Tunçdoğan), İstanbul: İletişim Yayınları. FINLEY, Moses I. (2003), Antik ve Modern Demokrasi, (Çev. Deniz Türker), Ankara: Ayraç Yayınevi. HEYWOOD, Andrew (2011), Siyaset, Ankara: Adres Yayınları. MINOGUE, Kenneth (2002), Siyaset ve Despotizm, (Çev. Ünal Gündoğan), Ankara: Liberte Yayınları. ŞAYLAN, Gencay (1998), Demokrasi ve Demokrasi Düşüncesinin Gelişmesi, Ankara:TODAIE Yayınları. “Dünyada ve Türkiye'de Kadının Konumu ve STK'lar”, http://www.siviltoplumakademisi.org.tr/index.php? option=com_content&view=article&id=693:dueny ada-ve-tuerkiyede-kadnn-konumu-vestklar&catid=44:son-haberler&Itemid=118, 2011. TÜİK, “İşgücü İstatistikleri Özet Tablolar, 2010, Türkiye”, http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul. “Türkiye'nin 186 Ülke İçinde Kadınların İşgücüne Katılım Oranı En Düşük 12 Ülke Arasında Yer Aldığını Biliyor Muydunuz?”, http://web.ku.edu.tr/ku/images/PR/KULE/kule31.p df, Erişim Tarihi: 25.10.2010. TÜİK, “TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) Veri Tabanı”, “Bitirilen Eğitim Düzeyi ve Cinsiyete Göre Nüfus (15 +yaş)-2010, Türkiye, http://rapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2 &ENVID=adnksdb2Env&report=wa_turkiye_cinsi yet_yas_egitim_top.RDF&p_xkod=egitim_kod&p_ yas=15&p_yil=2010&p_dil=1&desformat=html, Erişim Tarihi:10.12.2011. “Rakamlarla Kadının Durumu”, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/364326.asp, 07.03.2007. KSGM“Türkiye'de Kadının Durumu”, 2011. KSGM, “Politika Dokümanı Kadın ve Eğitim” (2008), http://www.ksgm.gov.tr/Pdf/egitim.pdf. “BM Kadın Raporu açıklandı”, http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/bm-kadinraporu-aciklandi-haberi-44338, 08.07.2011. “Suudi Arabistan'da Artık Kadınlar da Sandığa Gidebilecek”, http://www.kadinmedya.com/dunya/ortadogu/suudi -arabistanda-kadinlar-sandiga-gidebilecek.php, 25.09.2011. Kadın EZGİ SARITAŞ Kadın Dayanışma Vakfı Engelsiz bir kadın olarak, engelli kadınlarla ilgili bir yazı yazmanın hem çok zor olduğunu düşünüyor, hem de yerine ulaşmayacak bir çaba olmasından endişe duyuyorum. Fakat bir kadın örgütünde çalışan ve yakın zamana dek engelli kadınların deneyimlerine ne kadar az eğilmiş olduğunu fark eden bir kadın olarak, paylaşılan deneyimleri ve sorunları diğer kadınlarla ve kadın örgütleriyle paylaşmanın önemine inanıyorum. Sabancı Vakfı Toplumsal Gelişme Hibe Programları kapsamında desteklenen “Kadın Örgütlerinin Engelli Kadınlarla İlgili Farkındalıklarının Arttırılması Projesi” benim ve Kadın Dayanışma Vakfı'ndaki diğer arkadaşlarımın böyle bir farkındalığa varmamız için önemli bir adım oldu. Evet; engelli kadınlar vardı. Vakfımızın danışma merkezine başvuruyorlardı; bizimle ortak platformlarda bulunuyorlardı, fakat biz vakfımızın faaliyetlerinde, bu faaliyetlerin duyurulmasında, danışma merkezimizde engelli kadınları ne kadar gözetiyorduk? Bu soruların cevaplarının engelli kadınlarla daha fazla vakit geçirerek, yapılan her çalışmada onların fikirlerini alıp onlarla tartışarak verilebileceğini fark ettik. Engellilik ve engelli kadınların sorunları genelde aşağılama, azımsama, acıma, yardım etme duygularıyla şekillenen bir çerçevede ele alınıyor. Ne zaman engellilerin sorunlarını tartışacak olsak, “Hepimiz birer engelli adayıyız; bu nedenle engellilerin sorunlarına eğilmeliyiz” klişesiyle karşılaşıyoruz. Bu cümle aslında bize şunu söylüyor; “sorunlar yalnızca bize dair olduğunda ilgilenmeye değerdir.” Bu klişenin ötesine geçmek, engelliliğe hak temelli bir yaklaşım geliştirmek zorundayız. Her bireyin sahip olduğu haklardan engelli kadınların da yararlanabilmesi için neler yapabileceğimizi sorgulamalıyız. Bir arada oldukça fark edeceğiz ve güçleneceğiz N e zaman engellilerin sorunlarını tartışacak olsak, “Hepimiz birer engelli adayıyız; bu nedenle engellilerin sorunlarına eğilmeliyiz” klişesiyle karşılaşıyoruz. Bu cümle aslında bize şunu söylüyor; “sorunlar yalnızca bize dair olduğunda ilgilenmeye değerdir.” Bu klişenin ötesine geçmek, engelliliğe hak temelli bir yaklaşım geliştirmek zorundayız. Her bireyin sahip olduğu haklardan engelli kadınların da yararlanabilmesi için neler yapabileceğimizi sorgulamalıyız Evet; Türkiye'de eğitim hakkı var; ama yalnız başına sokağa çıkamayan tekerlekli sandalyeli bir kadın bu haktan ne kadar faydalanabiliyor? Türkiye'de herkesin sağlığa erişim hakkı var, ama acil bir durumda ambulans çağırmak için telefon etmek dışında bir şansı olmayan işitme engelli bir kadın bu haktan ne kadar faydalanabiliyor? Türkiye'de herkesin çalışma hakkı var; ama tüm nitelikleri ve eğitimi göz ardı edilerek santral memurluğuna mahkûm edilen görme engelli bir kadın kendini ne kadar gerçekleştirebiliyor? Tüm bu soruların cevapları için Türkiye'de hem kadına hem de engellilere yönelik bakış açısının ve hizmetlerin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Evde bakım hizmetleri ve özürlü aylığı, engellilere bakmakla yükümlü olan engelli yakını kadınları eve bağlı kılarak kamusal hayata katılımları önünde bir engel oluşturuyor. İhtiyacımız olan, her kadının engelli, engelli yakını, engelsiz ailelerinden bağımsız birer birey olarak hayatlarına devam edebilmelerini sağlayacak güçlendirici politikaların uygulanması. Oysaki hem toplumda hem de devlet politikalarında kadınların sadece annelik ve eş olma rolleriyle değerlendirildiğini, kadının bir birey olarak varoluşunun giderek daha çok göz ardı edildiğini görüyoruz. Bu kadınların toplumdaki ikincil konumlarından kaynaklanan ve bu konumu üreten bir bakış açısı. Bu bakış açısıyla engelli kadınlar ise daha da ikincilleştirilenler, varoluşları adeta yok sayılanlar oluyor. Engelli kadınlarla daha çok bir arada olmanın, daha çok paylaşmanın öneminden bahsetmiştim. Hak temelli yaklaşımın gelişmesi, ön yargıların yıkılması için en önemli adımlardan birisi de bu. Karşımızdakinin bizimle eşit bir birey olduğunu anlamak, kendisi için en iyi olana kendisinin karar verebileceğini kabul etmek ve dinlemek, karşımızdakini anlamaya çalışmak... Böylece sokakta gördüğümüz her görme engelli kadının yardıma ihtiyacı olduğunu düşünüp koluna girmeye çalışmadan önce, gerçekten de yardıma ihtiyacı olup olmadığını sormaya başlayabiliriz. Ve önemli olanın yardım etmek değil, yardıma ihtiyaç duymadan her kadının kendi kararlarını verip uygulayabilmesini mümkün kılacak fiziki ve sosyal ortamları yaratmak olduğunu görebiliriz. 13 Kültür-Sanat Öğr. Gör. FADİME ŞİMŞEK etmekle kalmıyor aynı zamanda Sibel Radiye Gül'ün kişisel tarihine de yakından bakma imkânı buluyorsunuz. Eski bir Rum konağını restore ederek 2005 yılında Bebek Müzesi haline getirdiğini belirten Sibel Radiye Gül müzede sergilenen tüm bebekleri kendisi yapmış. Bebek yapmanın kendinde bir hastalık olduğunu söyleyen Gül, bu müzmin hastalığa çocukluk yıllarında yakalanmış aslında: “Annem bize oyuncaklar yapar sonra da hikâyelerini anlatırdı. Ama biz yedi kardeştik ve annem artık hepimize yetişemiyordu. Ben de kendi bebeklerimi kendim yapmaya başladım. O zaman 9-10 yaşlarındaydım. Daha sonra kardeşlerime ve arkadaşlarıma da bebekler yaptım. Ancak o yıllardan ” BEBEKLERİN SERÜVENİ Ürgüp'ün mimarisi ile dikkat çeken Mustafa Paşa beldesinde yer alan 'Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi' ya da eski ve herkesçe bilinen adı ile 'Bebek Müzesi', el yapımı bebeklerle tarihin derinliklerine doğru görsel bir yolculuk yapmanızı sağlıyor. Yolculuğunuz esnasında Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethindeki coşkusuna tanık olurken diğer yandan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının toplantısına dahil oluyor ve kendinizi Milli Mücadele döneminde buluyorsunuz. Kimi zaman Mevlevilerin semâ ayinine katılıyor kimi zamansa Bektaşilerin semah ayinini seyre dalıyorsunuz. Oğuz Kağan, Damat İbrahim Paşa, Hürrem Sultan, Seyit Onbaşı, Koca Yusuf, eşeğine ters binmiş Nasreddin Hoca, Nevşehir'in önemli simalarından eşekli kütüphaneci Mustafa Güzelgöz… Hepsi ve daha birçok önemli isim sizi bu eşsiz müzede karşılıyor. Ancak bu müzede yalnızca Ülke tarihine tanıklık 14 Annem bize oyuncaklar yapar sonra da hikâyelerini anlatırdı. Ama biz yedi kardeştik ve annem artık hepimize yetişemiyordu. Ben de kendi bebeklerimi kendim yapmaya başladım unutamadığım bir anım var. Bir defasında bir gelin bebek yapmıştım. Annemin bir arkadaşı kızı ile bize gelmişti. Bu bebek onun çok hoşuna gitti ve ben de oynasın diye verdim. Ama bebek onunla birlikte gitti ve bir daha gelmedi. Ben çok üzüldüm ve çocuk psikolojisi ile bir daha bebek yapmadım.” Sibel Radiye Gül anne olduktan sonra oyuncak yapmaya yeniden başlamış. Ancak çocukları FOTOĞRAFLAR: MUSTAFA İŞLİYEN “İnsanlar büyüdükçe hayalleri küçülür mü?” Çağan Irmak'ın 'Babam ve Oğlum' filmi aracılığı ile yönelttiği bu soruya cevabınız büyük ihtimalle, “evet” olmuştur. Ancak bana kalırsa birçok kadın için geçerli olmayan bir durum bu. Neden? Çünkü kadınlar büyük hayaller peşinde koşmaktan hiçbir zaman vazgeçmez. Kim bilir belki de yüreklerinin bir yanı hep bir parça çocuk kaldığı içindir. Çocuklarını, çiçeklerini, sevgilerini 'itina' ile büyütürken içindeki çocuğu büyütmekten imtina eden kadınlara mutlaka bir yerlerde rastlamışlığınız vardır. Belki aynada, belki televizyonda, belki sokakta… Bense bu kadınlardan birine bir müzede rastladım. Sibel Radiye Gül… 'Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi'nin kurucusu. Çocukken kendi bebeklerini yapmaya başlayan Gül'ün başlangıçta hobiye; sonra da sanata dönüşen bebek yapma serüveni O'nun, hayallerinin peşinden giden bir kadın olduğunun somut bir göstergesi. Bebek Müzesini görün; çünkü... ” Nevşehir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Kültür-Sanat Dünya kadınlarının yöresel kıyafetleri ile temsili bebekleri büyüyünce yine oyuncak yapamaz olmuş. Bu kez bu tutkusundan vazgeçmek istememiş ve kurslara katılmaya başlamış. Kurslar aracılığı ile de bu hobisini hep canlı tutmuş. Katıldığı ilk kursun sene sonu sergisinde Gül'ün 'eşeğine ters binmiş Nasreddin Hoca' ve 'halı dokuyan kadın' oyuncakları sergilenmiş. Ancak ne var ki tarih tekerrür etmiş ve hocaları bu oyuncaklardan birini dönemin valisine hediye etmek istemiş: “Ben önce vermek istemedim. Gözlerim doldu. Ama halı dokuyan kadını hediye ettik.” Gül daha sonra işlerin bu noktaya nasıl geldiğini ise şöyle anlatıyor: “Dikiş, nakış, vitray… o kadar çok kursa katıldım ki. Bu kurslar sonucunda kıyafetler dikmeye başladım. Sonra arkadaşlarımla birlikte güzel bir moda evi açtık. Yaptığımız kıyafetleri küçük bebeklere giydirelim ve vitrine koyalım dedim. Minyatürleri vitrinde, orijinalleri içeride olsun istedim. Ben aynı zamanda bir dernekte görevliydim o yıllarda. Zihinsel özürlü çocuklar yararına bir okul yaptırdık. Okulun açılışına dönemin Milli Eğitim Bakanı geldi. Ben de açılışta, yaptığım kostümlü bebekleri ve konserve kutusundan, egzoz filtrelerinden yaptığım diğer değişik objelerimi sergiledim. Bakan çok beğendi. Bu şekilde başka yerlerde de sergiler açmaya devam ettim. Ve sonuç olarak şimdi o bebekleri burada sergiliyorum.” Müzede bebeklerin yanı sıra yine Gül'ün el emeği olan örtüleri, kırlentleri ve ilginç objeleri; büyükannesinden ve dedesinden kalan eski eşyaları da görme imkânı buluyorsunuz. Ve tüm bu gördükleriniz karşısında sevginin gerçekten emek olduğuna inanıyorsunuz. Fatih'in İstanbul'a girişinin temsili mâl olmuş nice önemli isim burada belirli bir kompozisyon ile birlikte sergileniyor. Bebeklerin kostümünden, sergilendikleri dekora kadar her şey tarihi araştırmaların ürünü. Yabancı turistlerin önyargılarını arkalarında bırakarak ayrıldığı Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi, bölgeyi ziyaret edenlerin mutlaka uğraması gereken bir yer. Çünkü burada görülesi yüzlerce bebek ve bir kadının takdire şayan hikâyesi var. ÖNYARGILARI KIRAN MÜZE Bebek Müzesi, ziyaretçilerinin isteği ile Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi adını almış. Çünkü müzeyi gezenler burada tarihin görsel olarak yaşatıldığı görüşünde. Ki haksız da sayılmazlar. Bu tarihi konak kendi kapıları ile birlikte geçmişin kapılarını da aralıyor çünkü. Tarihe Mustafa Kemal ve silah arkadaşları 15 Röportaj “Türk kadını, toplumsal hayatta önemli bir yere sahip olmuştur” Her zaman “kahramanlığı” ile anılan Türk kadınının geçmişten günümüze dek uzanan hikâyesi iniş çıkışlarla dolu. Bu süreçte, mevcut dönem şartlarının; kültürel ve siyasi yapının kadının konumunda belirgin farklar yarattığını görüyoruz. Bu nedenle kadının zaman zaman sesi de olmuş; sessizliği de… Kimi zaman fikri sorulmuş, kimi zaman ismi duyulmuş kimi zamansa öteki olmuş. Biz de, kadının zikzaklar çizen kişisel tarihine yakından bakalım istedik ve sorularımızı Nevşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Filiz Kılıç'a yönelttik. Prof. Dr. Kılıç, konumu ne olursa olsun tarih sahnesinde kadının, erkeğin sorumluluklarını her zaman paylaştığı görüşünde. Öncelikli olarak tarihsel süreç içerisinde Türk kadınının toplum sahnesindeki rolünden kısaca bahseder misiniz? Türk kültür tarihini incelediğimizde, erkek kahramanların yanı sıra kadın kahramanların gerek mitolojik anlatmalarda, gerek diğer sözlü kültür ürünlerinde gerekse sosyal hayatta önemli bir yeri olduğunu görürüz. Türklerin mitolojik anlatmaları başta olmak üzere destandan efsaneye, atasözlerinden manilere, türkülerinden halk şiirine çeşitli kadın kahramanlar yer almaktadır. Çünkü Türkler, tarihleri boyunca kadına hep değer vermişler ve onu yüceltmişlerdir. Bu durumu en açık şekliyle “Oğuz Kağan” destanında görmekteyiz. Aynı şekilde 8. yüzyıla ait Orhun Kitabeleri'nde de Türk kadınından saygı ile bahsedilmekte ve kadınlarının sosyal ve siyasî alanlardaki çalışmalarına değinilmektedir. Bu dönemde kadın savaşta, siyasî toplantılarda ve sosyal ilişkilerde her zaman eşinin yanında yer almıştır. Türk kültürünün ve edebiyatının şaheseri olan “Dede Korkut Kitabı'nda” kadının hem aile hem de toplum içindeki yeri ve önemi hemen bütün anlatmalarda vurgulanan hususlardan biridir. Öyle ki aile her 16 bakımdan kadının yönetimindedir. Eski Türklerde kadın konusunda bilgilerin yer aldığı diğer bir yapıt Yusuf Has Hacip'in 1069 yılında yazdığı “Kutadgu-Bilig” adlı eserdir. Bu eserde de kadın ve kızın değerinden “nadir” deyimi ile söz edilir. Yine Türk Moğol inanışlarına göre Yer Ana Tanrıçası “Ötüken” de dişidir. Görüldüğü gibi Türk kadını, toplumsal hayatta önemli bir yere sahip olmuştur. Anadolu Selçuklularındaki Ahi teşkilatının kadınlar kolu olan “Bacıyan-ı Rum” teşkilatı, o günkü toplumda kadınların sosyal, ekonomik, kültürel hatta askerî ve siyasî alanlarda ne kadar etkin rol oynadıklarının en somut göstergesidir. O halde kadının toplumsal yaşamdaki konumlandırılışının bu günden daha ileri düzeyde olduğunu söyleyebilir miyiz? Eski Türklerde ana ve baba soyu değerce birbirine eşit tutulmuştur. Ayrıca ev yalnız kocanın malı olmayıp, karı ve kocanın ortak malıdır. Bu nedenle evin erkeğine “ev ağası” denildiği gibi, evin hanımına da “ev hanımı” denilmektedir. Ayrıca tüm aile uygulamalarında kadın ve erkeğin birlikte bulunması zorunluluk arz etmektedir. Öyle ki Türklerde bir emirname yazıldığı zaman “Hakan emrediyor ki…” ibaresiyle başlarsa kabul görmemektedir. Emirnamenin kabul görmesi için, “Hakan ve hatun emrediyor ki…” sözleriyle başlaması gerekmektedir. Aynı şekilde hakan tek başına bir elçiyi huzuruna kabul edememektedir. Elçiler, ancak sağda hakan ve solda hatun oturdukları bir zamanda, ikisinin birden huzuruna çıkmaktadır. Şölenlerde, kurultaylarda, ibadetlerde ve ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde hatun da mutlaka hakanla beraber bulunmaktadır. Hatta çeşitli antlaşmaları hakanın eşlerinin imzalandığı da bilinmektedir. Örneğin; Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete Han'ın hatunu imzalamıştır. Tarihte “devlet başkanlığı” yapan ilk kadın da Türklerdedir. “Delhi Türk Devleti”nde Raziye Sultan, Kirman'da “Kutluk Türk Devleti”nde Türkan Hatun da bunun ilk örnekleridir. Daha yakın tarihimizde kadının erkeğin sorumluluklarını hep paylaştığı görülür. Atilla, gelenekleri sürdürür, elçileri karısıyla birlikte kabul eder. Eski Türklerde evlilik kurumunda, “tek kadın – monogami”esastır. Ailede mal-mülk tümüyle ortaktır. Çocuklar üzerinde velayet hakkı da eşit olmuştur. Röportaj Türklerin tarihte göçebe bir yaşam tarzı sürdürmüş oldukları bilinen bir durumdur. Bu yaşam tarzının Türk kadınına kazandırdığı kişilik canlı ve hareketlidir. İslamiyet'ten önceki Türklere ait bilgiler M.Ö. 4000 yıl gerilere kadar gitmektedir. Bu köklü tarih içinde, Türk kadınının temel nitelikleri “analık” ve “kahramanlık”tır. Türklerin sosyo-kültürel yapısı içinde kadın ata binme, silah kullanma ve savaşabilme gücü ile dikkat çekmektedir. Osmanlı toplumuna geldiğimizde, özellikle devletin ilk dönemlerinde medreselerin, tarikatların etkisiyle, kısmen kadına da dini inanışlarına göre sosyal hayatta bir yer tanındığını görmekteyiz. Ancak bu durum zamanla kaybolmaya başlamıştır. Osmanlıda değişen sosyal ve kültürel yapının etkisiyle kadının da toplumsal hayat içinde rolünün değiştiğini görüyoruz. Kadın bu dönemde dışa dönük olmaktan ziyade içe dönüktür. CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK KADINI İÇİN DÖNÜM NOKTASI OLMUŞTUR Kadının temel hak ve hürriyetleri noktasında Cumhuriyet döneminden başlayarak bu güne geldiğimizde ne gibi gelişme ve değişimlerin yaşandığını söyleyebiliriz? Türkiye Cumhuriyeti'nde siyasal teoriler açısından tepeden inme ve devlet merkezli bir zorlama olarak görülse de, kadının radikal nitelikli hak kazanımlarına bu dönem adeta bir zemin hazırlamıştır. Söz konusu dönemde yaşanan deneyimlerin ve bu deneyimlerle ortaya konulan birikimin, Cumhuriyet Türkiyesi'ne aktarılan önemli bir miras olduğunu söyleyebilirim. Cumhuriyet döneminde Atatürk devrimleri ile kadınların toplumsal durumları önemli bir değişimin ve gelişimin içine girmiştir. Yasalarda kadın-erkek eşitliği büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Kadın, boşanma hakkına, seçme seçilme, eğitim, meslek seçimi ve kamu görevleri yapma haklarına kavuşmuştur. Gerçek anlamda modern bir toplumu oluşturan bütün sektörlerde en ciddi atılımlar bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk gibi bir önderin bunda belirleyici bir rol oynadığını söylemek gerekir. Gerçekte Atatürk'ün düşünce dünyasının oluşumunda Tanzimat'la birlikte yaşanan batılılaşma çabaları etkili olmakla birlikte, Atatürk'ün yalnızca yakın çevresinden gelen etkileyici faktörlerin yanı sıra, dünya klasiklerine olan yakın ilgisi ve yoğun okuma tutkusunun çok daha fazla yönlendirici olduğu söylenebilir. Bu nedenle, Türkiye'de kadın konusundaki fiili gelişmeleri yakından görüp anlayabilmek için, Atatürk'ün düşünce dünyasında yer alan kadın modelini ve bu konu ile ilgili öngörüleri iyi tahlil etmek gerekir. Cumhuriyet döneminde, kadının gerek toplumsal statüsünde, gerekse bizzat kendisinin, kendi bedensel ve ruhsal yapısının algılayışında ve tanımlayışında geçmiş dönemlerle kıyaslanamayacak farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu farklılığı yaratan başta kültür ve eğitim alanlarında olmak üzere, teknolojide, sanayileşmede, tarımda ve bürokraside yaşanan gelişmelerdir. Bütün bunlar, toplumun her kesiminde olduğu gibi kadın konusunda da yeni algılamalara ve statü edinme süreçlerine yol açmıştır. Kısaca Cumhuriyet kadını, bölgeler ve kültürler arasındaki farklılıklara ve yaşanan yoğun çelişkilere rağmen, önceki dönemlerden kıyaslanamayacak ölçüde farklıdır. Bu farklılık yalnızca kadının dış görünüşünde değil, toplumsal statüsünde, kültürel yapısında, kişilik tanımlamasında tanık olunan çok yönlü bir farklılıktır. Bu değişmeler, hiç kuşku yok ki, ülkede yaşanmış olan ekonomik, toplumsal ve kültürel alandaki yoğun değişmelerle paralellik göstermektedir. Cumhuriyet'le birlikte kadının toplumsal hayatta elde ettiği haklar ile yeniden geniş bir yelpazede söz sahibi olduğunu görüyoruz. Buna katılır mısınız? Elbette. Türklerde bilinen tarihten beri kadın-erkek ayrımı belirgin olmayan fakat fonksiyonelliğe dayanan bir ayrım olagelmiştir. Çünkü Türklerde kadın, toplumun her katmanında kendine yer bulabilmiştir. Kadın, eski Türklerde toplumun ayrılmaz bir parçasıdır. Aile veya devletin geleceği hakkındaki kararlara iştirak eder. Yaygın olan evlilik tek kadınla yapılan evliliktir. Eski Türklerde kadınlar ev işleri, çocuk bakımı gibi ev içi görevlerinin yanında binicilik ve savaşçılıkta da birer usta olarak yetiştirilmişlerdir. Osmanlı Devleti'nde kadının aile çevresi dışında tahsil ve meslek hayatının olmadığı; kadınlar için tahsilin ancak dini konularda bilgi sahibi olmaktan başka bir anlam ifade etmediği bilinmektedir. Yüksek tabakalar arasında edebiyat, musiki ve resim dersi alan ” Günümüzde kadın genellikle 'mağdur' olarak konumlanıyor. Hâlbuki geçmişe uzandığımızda Türk kadınının toplumda ne denli üstün olduğundan bahsettiniz. Peki, ne oldu da kadının toplumsal hayattaki rolü değişti? Cumhuriyet kadını, önceki dönemlerden kıyaslanamayacak ölçüde farklıdır. Bu farklılık yalnızca kadının dış görünüşünde değil, toplumsal statüsünde, kültürel yapısında, kişilik tanımlamasında tanık olunan çok yönlü bir farklılıktır. Bu değişmeler, hiç kuşku yok ki, ülkede yaşanmış olan ekonomik, toplumsal ve kültürel alandaki yoğun değişmelerle paralellik göstermektedir ” 17 Röportaj Peki, günümüze gelindiğinde kadının konumunu ekonomik, siyasi ve sosyal hayata uzanan geniş bir çerçevede nasıl değerlendirirsiniz? Günümüz Türkiye'sinde kadınların üretime daha fazla katılmaları ve gelişen teknolojiye uyum sağlamaları, onların bilgi ve beceri düzeylerinin yükseltilmesi ile mümkün olacaktır. Bu süreçte varılmak istenen hedefe ulaşmak için kadınların eğitilmesi, onların daha iyi koşullarda çocuk yetiştirmelerini, bu yolla da ülke kalkınmasına katkıda bulunmalarını sağlayacaktır. Bu nedenledir ki, kadının sadece ev 18 hizmetlerinde değil, her meslekte ülke kalkınmasına, sosyal, siyasal ve ekonomik yaşama aktif olarak katılması konusunda bütün tedbirleri almıştır. Türk kadınına düşen bu hakları görev bilip onlara sahip çıkmak, günümüz Türkiye'sinde kadının sosyal, ekonomik ve politik yaşama katılımında var olan aksaklıkların düzeltilmesine çalışmaktır. Bu konuyu Atatürk'ün şu anlamlı sözleri ile tamamlamak yerinde olacaktır: “Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Bu yol, büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlakî, içtimaî ve iktisadî hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur.” Kadınların siyasal karar mekanizmalarında eksik temsili, demokrasinin anlamına uygun bir biçimde çalışmasına imkân bırakmamaktadır. Kadınların karar alma süreçlerine eşit katılımı sadece adalet ve demokrasi talebi olmakla kalmayıp aynı zamanda kadının statüsünün geliştirilmesinin de gerekli bir koşuludur. Kadın milletvekili sayımızda 2011 seçimlerinde bir artış olsa da bugün için Türk kadını hâlâ mecliste istenilen oranda temsil edilememektedir. TBMM 2011 seçimleri milletvekili sayısı 550'dir ve bunun ancak 78'i kadındır. Yani kadınların temsil oranı yüzde 14'tür. Kadın bakan sayımız da birdir. Mülki idarelere ve üniversitelere baktığımızda durum daha da vahim. Cumhuriyet tarihinde 2 kadın vali dışında valimiz yok. 800 kadar kaymakamın 20 kadarı kadındır. Kadınların bürokrasi içerisinde üst düzey karar verici konumlarda yer alması oransal olarak çok düşüktür. Üniversitelerde kadın ve erkek dekan, müdür vb. sayısı karşılaştırıldığında sonucun kadın aleyhine çok düşük çıktığı görülür. Özellikle de kadın ” kadınlar olmasına rağmen bu onların sosyal hayattaki statüsünü artıran hususlar değil, kişisel zevk ve boş zaman değerlendirmek için yapılan bir uğraş niteliğindedir. Osmanlıda Batılılaşma hareketleriyle birlikte kadının toplum içindeki konumu, bir sorun olarak karşımıza çıkar ve bu dönemde kadın batılılaşmanın önemli ölçütlerinden biri olarak kabul edilir. Kadın, sosyal hayatın önemli ve vazgeçilmez bir parçası olduğuna göre toplum yapısı içindeki yeri ve sosyal gelişimi, mevcut sistem ve yapının diğer parçalarından ayrı düşünülemez. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e kadar genel yapı ve sistemi yenileme çabaları sonucunda elde edilen başarı ve uğranılan başarısızlıklar aynen kadın konusunda da geçerliliğini korumaktadır. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e kadar yapılanlar, Cumhuriyet dönemi için çok önemli bir referans ve tecrübe olmuştur. Dolayısıyla kadın sorununu, tarihî süreci ve sosyal yapıyı doğru okuyarak değerlendirmek gerekmektedir. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra, kadınlar kendi adlarına var olabilme imkânı buldukça sanattan edebiyata, bilimden teknolojiye, bütün üretken alanlarda ve dış dünya ile ilgili çalışma alanlarında başarılı ve üretken olabileceklerini göstermişler ve göstermektedirler. Bütün dünyada yeni nesiller, kalitenin belirleyicisinin cinsiyet olmadığını, eğitim ve öğretimle verimliliğe ve yaratıcılığa ortam sağlamanın her anlamda insana ve hizmete nitelik kazandırdığı konusunda bilinçlendikçe, insanlığın bilinçaltındaki ayrımcılıktan kurtulmak mümkün olacaktır. 2012 yılı itibariyle mevcut 170 üniversitenin ancak 9'unun rektörü kadın ” rektör sayısının çok az olduğu acı bir gerçektir. 2012 yılı itibariyle mevcut 170 üniversitenin ancak 9'unun rektörü kadındır. Bürokraside üst düzey yöneticilerin yüzde 93′ü erkek, yüzde 7′si kadındır. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Günümüzde çalışan ya da çalışmayan bütün kadınlar için fiziksel ve psikolojik şiddetin çok önemli bir sorun olduğunu görüyoruz. Şiddet, ne biçimde olursa olsun kadınların hayatına korku ve güvensizliği sokmakta, temel hak ve özgürlüklerini kullanmalarını engellemekte, özellikle aile içi şiddet, yaygınlığı tam olarak bilinemeyen, aile mahremiyetinin bir unsuru olarak görülerek gizlenmekte, bu sebeple de mücadele edilmesi ve önlenmesi güç bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Kadına sağlanan haklar konusunda dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olmamıza rağmen bu haklardan yararlanma konusunda çok da başarılı olmadığımız görülmektedir. Uygulanmayan ya da bilinmeyen kanunun kadına bir faydası olmamaktadır. Hukuki olarak kadın erkek eşitliğinin kabullenilmesi, toplumda kadına karşı var olan yanlış değer yargılarının, adetlerin ve uygulamaların değiştirilmesi için sürekli çalışılması gerekmektedir. Bu konuda da toplumun sürekli eğitilmesi ön şarttır. İşte bu noktada üniversitelere ve üniversite hocalarına büyük görevler düşmektedir. Sadece kadın akademisyenlerin değil erkeklerin de bu konuyu önemsemeleri, eğitimin gerekli olduğuna inanmaları ve toplumu bilinçlendirme ve eğitme konusunda duyarlı olmaları gerekmektedir. Nevşehir Üniversitesi “Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi” bu duyarlılık neticesinde kurulmuş ve çalışmalarına devam etmektedir. Teşekkür ederim. Medya SELEN DOĞAN Hayat haberdir! Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği Haber Merkezi Genel Yayın Yönetmeni İtalya'nın tanınmış gazetesi Le Figaro'nun kurucusu Hippolyte Villemessant, haberin doğasını “Okurlarım için Quartier Latin'de (Latin Mahallesi) çıkan yangın Madrid'deki devrimden daha önemlidir” diye açıklar. Walter Benjamin ise “Hikaye Anlatıcısı” adlı o eşsiz makalesinde gazetecinin bu sözlerini şöyle onaylar: “Artık uzaklardan gelen bilgi değil, bizi en yakında olup bitene ulaştıran haber kabul görüyor.” Villemessant'ın 19. yüzyılda yaptığı bu yorum, bugünün medya manzarasında ihmal edilmiş bir renk olarak yerel haberciliğe yeniden dönüp bakmayı gerektiriyor. Kendi halinde işliyor gibi görünen yerel medya sistemi, her ne kadar erkeklerin elindeyse de kadınlarla ilişkisi çok daha derin ve katmanlı. Çünkü yerele bakmak kadınlar için çok daha lüzumlu. Çünkü, evet, mahallemizde olup bitenler, bütün gününü özel alanda geçirmeye zorlanmış kadınlar için çok daha önemli. BİR İLK: YEREL KADIN MUHABİRLER AĞI Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği 2003 yılında 'Yerel Kadın Muhabirler Ağı'nı kurarken yerel haberciliği geliştirmenin yanında kadınların kendi medyasını oluşturmasına da alan açmaya niyetlenmişti. Bu ağ o tarihten beri kesintisiz olarak faaliyetini sürdürdü. Bu süre içinde Yerel Kadın Muhabirler Ağı medyaya toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden bir alternatif geliştirmekle kalmadı, aynı zamanda medya okur-yazarı kadınlar da yetiştirdi. Uçan Süpürge'nin Yerel Kadın Muhabirler Ağı projesi, esas olarak, anaakım medyada kadının yanlış ve eksik temsiline bir itiraz olarak doğdu. Kadınların ikincil konumunu pekiştiren, taciz-tecavüz ve her türlü şiddet olaylarında kadına bakışını ve yaklaşımını eleştirdiğimiz 'üçüncü sayfa' haberlerinin ya da kadınların arzu nesnesi olarak sunulduğu 'arka sayfa güzellerinin' bizi anlatmadığına inandığımız için “kendi haberimizi kendimiz yapalım” diyerek yola çıktık. Bir başka başlangıç noktası ise; ulusal medyanın haber havuzunun ağırlıklı olarak İstanbul ve diğer bazı büyük kentlerden beslendiğini, buna karşılık yereldeki kadınların ve kadın örgütlerinin çalışmalarını, örnek faaliyetlerini ve benzeri umut veren, yüz güldüren gelişmeleri çoğu kez 'haber' olarak kabul etmediğini görmemiz ve bundan bir kadın kuruluşu olarak rahatsızlık duymamızdı. Yerel Kadın Muhabirler Ağı projesi, alternatif bir kadın haber ağı örgütlenmesi olarak çıktı ortaya. Yani; kadın-erkek eşitliğine inanan, toplumsal cinsiyet konusunda duyarlık gösteren kadın muhabirlerimizin, yaşadıkları il ve bölgelerden topladıkları ya da bizzat yaptıkları haberlerle, sesini/sözünü duyuramayan kadınların sesi olmak… O kadınların sorunlarını, taleplerini, beklentilerini dile getirmelerine aracılık etmek... Kadınların yalnızca cinayete kurban gittiklerinde, tecavüze maruz kaldıklarında değil, hayatlarını değiştirip dönüştürdüklerinde, başarılı işler ortaya çıkardıklarında, kendileri ve çevrelerindeki kadınlar için iyi bir şeyler yaptıklarında da 'haber' olmalarını sağlamak… En başından beri muhabirlerimiz, kendi illerindeki kadın gündeminin izini sürerek; namus cinayetlerinden başarı öykülerine, girişimci kadınlardan kadın örgütlerinin çalışmalarına kadar geniş bir yelpazede haber gönderiyorlar bize. Bu haberler her cuma güncellenen www.ucansupurge.org adresindeki web sitemizde yayınlanıyor. KADINLARIN ALTERNATİF MEDYASI Kadın odaklı hak haberciliği, genelgeçer gazetecilik normlarına toplumsal cinsiyet perspektifinden alternatif bir önermedir. 'Kadın haberi' sadece ve doğrudan kadınlarla ilgili konuları içermez veya içinde ille de 'kadın' sözcüğü geçmesi gerekmez. Kadın haberi taraflı haberdir; toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana taraftır. Kadın haberi sadece kadın haklarını savunmaz, aynı zamanda savaşa karşıdır, her türlü şiddetin karşısındadır, çevre sorunlarının farkındadır. Çocuklar, yaşlılar, engelliler, eşcinseller gibi ihmal edilmiş veya ötekileştirilmiş toplulukları da görür. Haberin kaynağı kadar biçimi, görselleri kadar dili, yazanı kadar eleştireni de önemlidir. Bütün bunları bir araya getiren kriter ise kimimizin kadın bakışı dediği, kimimizin toplumsal cinsiyet bakışı demeyi tercih ettiği o eşitlikçi çerçevedir. Biz kadınlar kendi haberlerimizi yazmazsak kimse yazmaz bizi. Gazeteciler tutuklanır ve sınırda siviller öldürülürken, patlıcan pazarda zam şampiyonu olur ve karın deşen kocalar maktul eşlerini gazete manşetlerine taşırken ve daha bir sürü çılgın gündem başlıkları önümüzden geçip giderken kadın haberlerini üçüncü sayfalardan çıkaracak yeni bir bakışa ihtiyacımız yok mu? Kadınlar gazete binalarında eşit işe eksik ücretle cezalandırılırken, kadınların başarılı öyküleri erkeklerin köşelerini tuttuğu yazı işlerinde haber olarak görülmezken veya sadece iş kadınlarının yükselişi sanki hepimiz kapitale sahipmişiz gibi cilalı fotoğraflarla sunulurken, gerçek kadın gündemi için ısrar etmenin, ama çok ısrar etmenin vakti gelmedi mi? Şimdi biz kadınlar için haber vakti! Türkiye'nin neresinde olursak olalım, mesleğimiz, yaşımız, uğraşımız, diplomamız ne olursa olsun, hepimiz kendi haberlerimizi yazabilir ve kadın belleğine böylece binlerce not düşebiliriz. Zira anlatacaklarımız öz be öz kendi tarihimiz. Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği, her yaştan gönüllü kadınların yazıp gönderecekleri haberleri bekliyor. Yerel Kadın Muhabirler Ağı'na katılmak için: www.ucansupurge.org adresindeki başvuru formunu doldurmak yeterli. 19 Akademik Arş. Gör. PÜREN VEZİROĞLU Yrd. Doç. Dr. MÜGE K. DAVRAN Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Kırsal alanlar, ekonomik nitelikteki etkinliklerin ağırlıkla doğal kaynakların değerlendirilmesine dayandırıldığı, yüzyüze ilişkilerin göreceli olarak daha yaygın olduğu, yaşama kurallarının büyük ölçüde gelenek ve göreneklere göre biçimlendiği, teknik ve teknolojik gelişmeler ile ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerin daha yavaş ve dolayısıyla gecikmeli olarak gerçekleştiği ortamlardır (DPT, 1994). Kırsal yapının şehir hayatından farklı olarak onunla özdeşleşen bazı özellikleri bulunmaktadır. Özellikle ataerkil yapı, geleneksel değerlere bağlılık, kapalı yaşam, din vb faktörler kırsal toplulukların şiddete olan bakışını ve uygulamalarını doğrudan etkilemekte ve yönlendirmektedir. Ataerkillik; soyda, temel olarak babayı alan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluk olarak tanımlanmakta (www.tdk.gov.tr); feminist yazın, ataerkil değerlerin kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmasındaki merkezi rolüne vurgu yapmaktadır (DeKeseredy ve Macleod, 1997; Kelly, 1998; Smith 1990: aktaran Jiwani, 1998). Websdale ise bu kavramı daha da detaylandırarak “Kırsal Ataerkillik” ayırımına gitmiştir. Kırsal ataerkilliği din, toplumsal yapının birbirine aşırı bağlı olması ve geleneksellik ile ayrılmaz bir yapı olarak düşünmüştür. Bu sosyal ve davranışsal yapıya ek olarak ekonomik çerçeve de göz önünde bulundurulmuş; bölgelerin tarıma veya tek endüstriye bağımlı olması, şehirden ve komşu yerleşim alanlarından uzak olmasının, kırsal ataerkil yapıyı şehirden farklılaştırdığı vurgulanmıştır (Websdale 1998:48 aktaran Jiwani,1998). Dini inançlar ve ataerkil davranış kalıpları kırsal bölgelerde fazlaca kesişmekte ve birbirlerini güçlendirmektedirler (Jiwani, 1998). Kırsal bölgelerde din ve ataerkillik birbirlerinden ayrılması zor kavramlardır. Kadına yönelik 20 Kırsal kesimde şiddet ve kadın şiddetin uygulanmasında dinin tutucu yapısının kuvvetli etkisi görülmektedir. Şehirlerde ve kırsal alanlarda kadının maruz kaldığı şiddeti toplumun reddettiği ve sahiplenmediği görülmektedir. Bununla birlikte kırsal bölgelerde topluluğun küçüklüğünün getirisi olarak ilişkilerin çok yakın bir şekilde örülmüş olması bu durumu daha da yoğunlaştırmaktadır ( Lovelace, 1993; Peterson ve Weissert, 1982; aktaran:Jiwani,1998). Bu reddediş kendini, mağduru suçlama yolu ile şiddeti kabul etmek şeklinde de gösterebilir ve kırsal bölgede yaşayanlar fiziksel mahremiyet konusunda gösterdikleri hassasiyeti sosyal konuda göstermezler (Lovelace, 1993; aktaran: Jiwani,1998). “Burada herkes herkesin işini bilir” deyimi bunu ifade etmektedir (Weisheit vd'den (1994:393) aktaran Jiwani, 1998). Şiddet çalışmalarında “Aile içi Şiddet” başlığı altında ifade edilen şiddet mağduru, kavramsal olarak cinsiyet içermese de pratik olarak kadının mağdur olduğu durumları ifade etmektedir. Neden kadın sorusunun cevabı elbette birçok açıdan değerlendirilebilir. Ama temelde, toplumsal cinsiyet rollerinin eşitsiz dağılımı üzerine kurulu olduğunu söylemek çok yanlış bir tanımlama olmayacaktır. Son yıllarda, süregelen bir gerçek olan kadına yönelik şiddet, medyada ve kamuoyunda sıkça bahsedilir olmaya başlamıştır. 2010 yılında evli kadınların yüzde 39'u fiziksel şiddete, yüzde 15'i cinsel şiddete ve yüzde 44'ü ise duygusal şiddete maruz kalmış olup (KSGM, 2011); 2002-2009 yılları arasında kadına yönelik şiddet oranı ise yüzde bin 400 artmıştır (www.hurriyet.com). Bununla birlikte kadına yönelik şiddet çalışmalarında kırsal ve kentli kadın ayrımı yapılmadan, kadınlar tek bir kategori olarak ele alınmaktadır. Oysa kırsal ve kentli kadınların yaşadıkları şiddetin nedenleri, türleri ve sonuçları Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi farklılık göstermektedir. Bu çalışmada şiddetin tanımı ve çeşitleri bağlamında, kırsal kadın açısından şiddet ele alınmıştır. CİNSİYET, TOPLUMSAL CİNSİYET ve ŞİDDET Kadına olan şiddeti tanımlayabilmek ve anlamak için öncelikle “Biyolojik Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet” kavramları tanımlanmalıdır. Biyolojik cinsiyet, doğuştan gelen, değiştirilemeyen ve üreme organlarına göre belirlenen cinsiyet (Giddens, 2005) olup; erkek ve kadın ayrımını açıklayan bir kavramdır (Marshall,1999). Toplumsal cinsiyet ise, kadınlık ve erkeklik kimliklerinin doğal, biyolojik ya da anatomik farklılıklarından değil toplumsal ve kültürel süreçlerden kaynaklanmasıdır (Özkazanç,2011). Erkekler ile kadınlar arasındaki, cinsiyete paralel olan, eşitsiz yapılanmaya ve bunun toplumsal düzlemde kurulmuş olan yönlerine dikkat çeker (Marshall,1999); kadınlar ile erkekler arasındaki psikolojik, kültürel ve toplumsal farklarla ve bunların toplumda nasıl yapılandırıldığı ile ilgilenir (Giddens,2005). Kadına karşı şiddet, kadına cinsiyeti nedeniyle ailede, sokakta uygulanan, ayrıca bazı ülkelerde devletin kolluk güçlerinin göz yumduğu ya da silahlı grupların çatışma ortamlarında başvurduğu sistematik şiddet davranışlarıdır. Güç göstermek, kontrol etmek, cezalandırmak ve öfke boşaltmak amacı taşır. Toplumdaki erkek egemenliği ve bunun sonucunda yaşamın her alanında görebileceğimiz kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliklerle doğrudan ilişkilidir. Bu bakımdan “eril şiddet” olarak da tanımlanır (Anonim, 2011). ERİL ŞİDDET BİÇİMLERİ Eril Şiddet fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik ve dijital olmak üzere 5 başlıkta ele alınmaktadır (Anonim, 2011). Fiziksel şiddet, Akademik Ş iddetin yaşandığı ailelerde çocuklar da şiddeti deneyimleyerek öğrenmektedirler. Erkek çocuklar babayı rol model alırken, kızlar da dayak yemeyi içselleştirmektedirler bedensel gücün veya üstünlüğün şiddet aracı olarak kullanıldığı durumları tanımlar. Duygusal şiddet, duygusal gücün veya ihtiyaçların şiddet aracı olarak kullanıldığı durumları tanımlar. Fiziksel şiddete oranla tanımlanması/tanınması daha güçtür. Duygu sömürüsü, suçlu hissettirme, kıskançlık, utandırma, küsmek, surat asmak, alay etmek, sıklıkla kullanılan duygusal şiddet yöntemleridir. Cinsel şiddet, kadını kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak, cezalandırmak amacıyla cinselliğin bir araç olarak kullanıldığı durumları kapsar. Ekonomik şiddet, öfke boşaltmak, güç göstermek, kontrol etmek ve cezalandırmak amacıyla maddi gücün veya üstünlüğün bir şiddet aracı olarak kullanıldığı durumları tanımlar. Kadının çalışmasına veya işinde yükselmesine engel olma, gelirine/birikimine el koyma, para biriktirmesine/hesap açmasına/yatırım yapmasına engel olma, çok küçük miktarda harçlıklarla günlük yaşamı döndürmesini isteme, bu olmadığı durumlarda şiddet uygulama, para için yalvartma, maddi ihtiyaçları kadını denetlemek adına keyfi ve tutarsız bir şekilde karşılama, kadının maddi gelirini sömürme, en yaygın ekonomik şiddet biçimlerindendir. Dijital şiddet, teknolojik gelişmelerin bir cezalandırma/kontrol etme/öfke boşaltma/güç gösterme aracı olarak kullanıldığı durumları tanımlar. Dijital ortamlarda teknolojik araçlar üstünden uygulanır. Dijital ortam kadının 24/7 saat gözetlenmesi ve denetlenmesi imkânını sağlar. Sürekli mesaj göndermek, kadından göndermesini istemek, sürekli olarak cep telefonundan arayarak takip etmek, denetlemek, sosyal paylaşım sitelerinde kadını küçük düşüren, hakaret, nefret içeren yorumlarda bulunmak son 10 yılda ortaya çıkan ve gittikçe yaygınlaşmakta olan 'yeni kuşak' şiddet biçimlerindendir. Bu şiddet biçimlerine eşlik eden ve kadını çaresizlik, güçsüzlük, suçluluk ve korku duyguları içinde yaşatmayı hedefleyen bazı psikolojik mekanizmalardan da kısaca bahsetmek gerekir. Aşırı kıskanmak; sürekli olarak kadını suçlamak; nereye gittiğini, kiminle görüştüğünü vb konularda sürekli denetlemek; kadını suçlu hissettirmek için çocukları kullanmak (kaçırma, elinden alınacağı ile ilgili, tehdit etme, şiddet vb.) ve izole etmek (kadının maddi ve manevi destek alabileceği bütün kişi ve kuruluşlarla arasını bozma/ulaşımını engellemek) sayılabilir (Anonim,2011). ERİL ŞİDDET VE KIRSAL KADIN Fiziksel şiddet gerek kırsal gerekse kentsel kesimde bireylerin ve toplumun en fazla farkındalık yaşadıkları şiddet türüdür. Çünkü görsel izleri mevcuttur. Özellikle kırsal kesimde sahip olunan değer yargıları, erkeğin hakim olduğu ataerkil yaşam biçimi ve toplumsal cinsiyet açısından toplumda kadının ikincil konumu bu fiziksel şiddeti erkek açısından haklı göstermektedir. Şiddetin yaşandığı ailelerde çocuklar da şiddeti deneyimleyerek öğrenmektedirler. Erkek çocuklar babayı rol model alırken, kızlar da dayak yemeyi içselleştirmektedirler. Diğer taraftan anne ve babaların çocukları yetiştirirken kullandıkları yegâne terbiye aracı da fiziksel şiddet olmakta ve bunu farkında olmadan çocuklara da aktarmaktadırlar. Duygusal şiddet de fiziksel şiddet kadar yaygındır kırsal kesimde. Genel olarak, kırsal kesimde kadının yaşı ile ters orantılı olduğu söylenebilir. Genç kızlar ve yeni evli kadınlar duygusal şiddete daha fazla maruz kalmaktadırlar. Kadınların bir şey bilmeyeceklerinden hareketle toplum içinde konuşturulmaması ve söz hakkı verilmemesi, namus kavramına bağlı olarak kıskançlık gösterilmesi, yanlış yaptıkları düşünülen hareketlerde ebeveynlerin ya da eşin küsmesi, aşağılanması vb. hareketler örnek olarak gösterilebilir. Özellikle töre-namus cinayetlerinin içerisinde genç kızların/kadınların kendi kendilerine intihar etmelerinin sağlanması için yapılan tavırların hepsi, kadının kendini şuçlu hissetmesi için uygulanan duygusal şiddettir. Kırsal kesimde cinsel şiddet, duygusal şiddetle birlikte ortaya çıkmaktadır. Kadının söz hakkının olmamasından hareketle özellikle doğuracağı çocuk sayısına karar verme, aile planlaması hizmetlerini kullanma vb. daha çok kadının kontrolünde olması gereken konularda söz hakkı çoğunlukla erkeklere aittir. Yine kadının erken yaşta ve istemediği kişilerle evlendirilmesi de üstü örtülü bir cinsel şiddettir. Ekonomik şiddet kırsal kesimde çoğunlukla bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kırsal kesimde kadınların yüzde 84.6'sı tarımda istihdam edilirken; bu istihdamın yüzde 83.2'si ücretsiz aile işgücüdür (www.tuik.gov.tr). Yani, tarımsal faaliyetlerin önemli bir kısmı kadın tarafından yapılmakla birlikte, kadın gelir üzerinde söz sahibi değildir. Tarımsal faaliyetler kadın tarafından ev işlerinin bir uzantısı olarak yapılmaktadır. Geçimlik üretim yapan ailelerde kadınlar, yetiştirdikleri 1-2 büyükbaş hayvandan ve ektiği ürünlerden elde ettiği geliri kendisi kullanmaktadır. Fakat bu gelir yine kadın tarafından ev ihtiyaçları ve çocuklar için harcanmaktadır. Diğer taraftan mevsimlik işçilik yapan ailelerde de kadının gelir üzerinde söz hakkı yoktur ve yapılan faaliyetler cinsiyete dayalı işbölümüne göre farklı şekilde ücretlendirilmektedir. Yine gezici olarak mevsimlik işçilik yapan ailelerde de kadın ekonomik şiddetin en yoğununu yaşamaktadır. Genelde işsiz olan aile reisi karşısında tek çare kadının çalışması/çalıştırılmasıdır ve 2-3 ay yapılan işçilik sonucunda elde edilen gelir bütün bir yılın masrafı için erkek tarafından harcanmaktadır. Üstelik kazanılan para doğrudan aile reisine verilmektedir. Kırsal kesim kentsel kesim kadar açık bir toplumsal yapıya sahip olmaması nedeniyle, hem kadınların hareket alanları kısıtlıdır hem de teknolojik gelişmeler daha geç kabul görmektedir. Bu nedenle özellikle dijital şiddet açısından kentli kadınların daha mağdur oldukları söylenebilir. Bununla birlikte kırsal kesimin toplumsal yapısı nedeniyle zaten kontrol altında tutulan kadınlar ve kızlar için teknoloji, daha fazla kontrol anlamına gelmekte ve şiddete meydan verebilmektedir. Diğer taraftan teknoloji kırsal kadın için bir 21 Akademik ş iddetin her türü, çoğunlukla kadının toplum içindeki ikincil konumundan kaynaklanan nedenlerle oluşmakta ve özellikle ataerkil yapı da bunu desteklemektedir. Bu konuda toplumsal bilinç oluşturmadan şiddetin önlenmesi ile ilgili olumlu sonuç almak zor olacaktır kontrol aracından çok, şiddete imkân veren bir unsur da olabilmektedir. Nitekim bir radyo kanalından, kendi isteği olmadığı halde, adına istenen bir şarkı sonrası intihar etmek zorunda bırakılan kadınlar bulunmaktadır ülkemizde (Faraç.2004). KADINA YÖNELİK ERİL ŞİDDETİ TETİKLEYEN KIRSAL YAŞAMA ÖZGÜ FAKTÖRLER* Toplumsal ve bireysel mahremiyet eksikliği Kırsal bölgelerin birbirine yakın ve bağlı ilişkileri kişilerin kişisel alan sınırlarının dar olmasına sebep olmaktadır. Fiziksel olarak mahremiyet konusunda sınırları korumalarına rağmen sosyal konularda kişilerin yaşadıkları bütün topluluk tarafından bilinir ve gözlenir. Yalnızlık (İzolasyon) Kırsal bölgede yaşayan kadın için yalnızlık (izolasyon) şiddete maruz kalmalarında temel bir faktördür. İzolasyon 3 temel bileşene ayrılabilir. Coğrafi izolasyon; kırsal bölgeler doğaları gereği şehir merkezlerine olan uzaklıklarından dolayı fiziksel olarak izoledirler. Şiddet uygulayan eşini terk etmek isteyen mağdur kadın fiziksel izolasyonun birçok engellemeleri ile karşı karşıya kalmaktadır. Evinin merkezi yerleşim yerinden uzak olması durumunda, evini terk etmek isteyen kadının, çocukları ile birlikte böyle bir yolu seçmesi engellenmektedir. Sosyokültürel izolasyon; kırsal aile yaşantısının cinsiyetçi yapısı ve ataerkil davranış kalıpları sosyokültürel izolasyonun keskin bir biçimini oluşturmaktadır. Bunlara ek olarak kadının sosyal, kamusal destek ve hizmetlere ulaşımının çoğunluğun kullandığı dili bilmiyor olmasından dolayı da engellenmiş olması söz konusudur. Psikolojik izolasyon, bu kavram hem kırsal kadın hem de kentli kadın için geçerli olan bir kavramdır. Kırsal alanda farklı olarak şiddete maruz kalan kadının yaşadığı bu durumu gören şahitlerinin az olması şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Komşular arasındaki mesafe, mağdurun kendini psikolojik olarak da tecrit altında hissetmesine neden *Jiwani,1998'den yararlanılmıştır. 22 olmaktadır. Ekonomik yapı Ekonomik krizler geleneksel ve tek endüstriye dayanan yapıları olan kırsal ekonomileri ciddi şekilde etkilemekte, kırsal bölgede yaşayan bireylerde stres ve güçsüzlük gibi yetersizlik duygularını hissetmelerini arttırmaktadır. Bununla birlikte Luxton'un (1980) yaptığı çalışmalarda ekonomik durgunluk dönemlerinde kadına yönelik şiddettin artış gösterdiği gözlemlenmiştir. (Luxton, 1980, aktaran Jiwani,1998). Ekonomik durgunluk veya kriz dönemlerinde bireylerin yaşadıkları kaygı ve korkular o dönemlerde eril şiddettin artmasının en büyük sebeplerinden biri olmaktadır. Öz yetersizlik duygusu hisseden bireylerin kendilerinden daha güçsüz olduklarını düşündükleri diğer bireylere şiddet uygulama eğilimi içinde olmalarına ek olarak yaşanan ekonomik sıkıntılar ve yetersizlik duygusunun bu durumdan dolayı katlanması uygulanan şiddetti aynı şekilde arttırmaktadır. Ekonomik yapının şiddeti başka bir açıdan da olumsuz anlamda etkilediğini söyleyebiliriz. Şiddet mağduru kadınların bulundukları ortamı terk etmek için ihtiyaç duydukları ekonomik özgürlük, kırsal bölgelerde yeterli iş imkânları ve mesleki eğitimler olmamasından dolayı elde edilememekte ve kadınların mağduriyetlerinin kırsal bölgelerde devam etmesine sebep olmaktadır. Hizmetlere erişim Kırsal bölgelerde hizmetlere yeterli bir şekilde ulaşılamamaktadır. Taşıma maliyetlerinin fazla olması, merkezden uzaklık ulaşımı zorlaştırmaktadır. Hizmet kavramının içerisine kamusal hizmetleri de dahil etmek gerekir. Adalet, eğitim, sağlık gibi hayati önem taşıyan kamusal hizmetler kırsal bölgelerde erişilmesi güç hizmetler olmaktadır. Websadale; hizmetlerin yetersiz ve sınırlı olmasına ilişkin sebeplerden biri olarak vergi gelirlerinin kırsal bölgelerde düşük olmasını göstermiştir. Bölge nüfusunun azlığı elde edilecek gelirin azalmasına sebep olmakta ve bu da hizmetlerin o bölgelere dağıtılması açısından sınırlandırıcı bir faktör olmaktadır. Kendi kendine yeterlilik davranış kalıbı Kırsal bölgelerdeki dış dünyaya kapalı, sorunu kendi içinde çözme davranışı, kadınların mağduriyetlerini sonlandırmaları için gereken yardımları talep etmelerini engellemekle birlikte bu feodal yapı bölge insanının birbirine aşırı bağlı/bağımlı olmasına yol açmaktadır. “Kol kırılır yen içinde kalır” mantığı yaşanan sağlıksız durumların ortaya çıkmasını ve çözümlenmesini engellemektedir. Silah kullanımı Kırsal bölgelerde silah ailenin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Bölgedeki doğal yaşam koşullarının etkisiyle silahlar kişilerin kendilerini korumaları, avlanmaları için zorunluluk halindedir. Nolan'a göre kırsal bölgelerdeki yaygın silah kullanımı kadına yönelik şiddetin kırsal bölgelerde daha farklı bir seyir izlemesine sebep olmaktadır (Nolan, 1992; aktaran Jiwani,1998). ZİRAAT ve EĞİTİM FAKÜLTELERİNDEKİ ÖĞRENCİLER ŞİDDETE İLİŞKİN DERS ALMALILAR Kadın ve şiddet üzerine yapılan çalışmalar son yıllarda yoğunlaşmakla birlikte kırsal ve kentli kadın ayrımı yapılmamaktadır. Bu ise kadınların yaşadıkları şiddetin nedenlerini ve çözüm önerilerini ortaya koymak için net yaklaşımlarda bulunmayı zorlaştırmaktadır. Kırda, kentte ve gecekondu bölgelerinde yaşayan kadınlar için ayrım yapmak, sorunların saptanmasında ve çözümünde kolaylık sağlayacaktır. Kırsal kadına yönelik şiddetin her türü, çoğunlukla kadının toplum içindeki ikincil konumundan kaynaklanan nedenlerle oluşmakta ve özellikle ataerkil yapı da bunu desteklemektedir. Bu konuda toplumsal bilinç oluşturmadan; özellikle çocukları ve erkekleri bu konuda eğitmeden, şiddetin önlenmesi ile ilgili olumlu sonuç almak zor olacaktır. Çünkü aile ve toplum içinde sosyalleşen bireyler, kız ya da erkek, öğrendikleri değerleri kendi çocuklarına da aktarmaktadırlar. Eğer toplumda, özellikle kamu tarafından sistemli ve bilinçli eğitim Akademik çalışmaları yapılmazsa, bu yanlış değerler kısır döngü olarak devam edecektir. Kadına uygulanan şiddetin etkileri ve sonuçları irdelenirken, eril şiddete bağlı bireysel etkilerle birlikte sosyal ve toplumsal etkilerin de dikkate alınması gerekmektedir. Dolayısıyla kadının maruz kaldığı şiddete sadece “kadın” olarak değil bir bütün, yani toplum olarak bakmak gerekmektedir. Çünkü şiddete maruz kalan kadının psikolojik ve fiziksel olarak olumsuz bir şekilde etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu ise kadının gerek ailesiyle gerekse toplumla ilişkilerini zedelemekte ve yetiştirdiği çocuklar da bundan zarar görmektedir. Yine toplum açısından bakacak olursak, baba evinde gördüğü şiddet nedeniyle kaçan veya babanın rızası olmadan evlenen kadınlar eşlerinden şiddet gördükleri zaman baba evine geri dönememektedir. Baba evinden babanın rızası/isteği ile evlenen kadınlar da geleneksel değerler (ör.kocanın hem sevebileceği hem de dövebileceği, dayağın cenneten çıktığı, evden çıkan kızın baba evine ancak kefenle geri dönebileceği vb.) nedeniyle çoğunlukla baba evine geri dönememektedir ve tüm bu süreçler şiddet türlerinin hepsinin katlanarak devam etmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla bireysel açıdan sadece kadın sorunu gibi görünen şiddet, çocuklarda ve kadınlarda yarattığı psikolojik sorunlar, intihar veya cinayete varan durumlar, intihar ve cinayet sonucu ortada kalarak ailesiz ve sevgisiz büyüyen çocuklar, sağlıksız aile ilişkileri gibi konular dikkate alındığında aslında önemli bir toplumsal sorundur. Kırsal kesimde kadın ve kadının yaşadığı tüm sorunlar ve özellikle şiddet için, yapılması gereken en önemli unsur bu konunun ciddi olarak ele alınması ve uzun vadeli planlanmasıdır. Şiddet uygulayan bireylere kısa süreli eğitim vererek, hiç yoktan iyi olmakla beraber, gerçek çözüm alınması mümkün görünmemektedir. Kamu ve özel sektör birimlerinin ve özellikle üniversitelerin bu konuda düzenli, sürekli ve ortak eğitim çalışmaları yapması gerekmektedir. Üniversitelerin ziraat ve eğitim fakültelerinde okuyan öğrencilerin şiddet konusunda ders almaları da, kırsal kesimde çalışacakları dikkate alınırsa önemli olacaktır. T eknoloji kırsal kadın için bir kontrol aracından çok, şiddete imkân veren bir unsur da olabilmektedir. Nitekim bir radyo kanalından, kendi isteği olmadığı halde, adına istenen bir şarkı sonrası intihar etmek zorunda bırakılan kadınlar bulunmaktadır ülkemizde. KAYNAKÇA Anonim, 2011. Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı Broşürü, 2011 DPT, 1994. Kırsal Sanayi Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu DPT Yayınları, Yayın No: DPT: 2356 ÖİK:424, Ankara Faraç, M.,2004. Töre Kıskacında Kadın, Günizi Yayıncılık, 3. Basım, İstanbul Giddens, A.2005., Sosyoloji (Yayına Hazırlayan: Cemal Güzel), ToplumbilimSiyasetbilim/06, Ayraç Yayınevi, Ankara Jiwani, Y., 1998. Rural Women and Violence:A Study of Two Communities in British Columbia KSGM, 2011. “Türkiye'de Kadının Durumu, Temmuz 2011”, T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara Marshall, G, 1999. Sosyoloji Sözlüğü (Çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara Özkazanç, A., 2011. Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı, http://bianet.org/bianet/bilim/122194bilim-ve-toplumsal-cinsiyet www.hurriyet.com. (erişim tarihi 23 Aralık 2011; Kemal Atlan'ın “kadın ve şiddet” haberi) www.tdk.gov.tr (Erişim tarihi 10 Aralık 2011) www.tuik.gov.tr “ Hanehalkı İşgücü İstatistikleri”(Erişim Tarihi 1-6 Ekim 2011) Kadının maruz kaldığı şiddete bir bütün, yani toplum olarak bakmak gerekmektedir. Çünkü şiddete maruz kalan kadının psikolojik ve fiziksel olarak olumsuz bir şekilde etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu ise kadının gerek ailesiyle gerekse toplumla ilişkilerini zedelemekte ve yetiştirdiği çocuklar da bundan zarar görmektedir 23 Röportaj “Hz. Mevlâna kadınlara manevi sorumluluklar vermekten çekinmemiştir” FADİME ŞİMŞEK İnsan sevgisi ile ön plana çıkan Mevlâna'nın sözlerine, hikâyelerine ve düşüncelerine tasavvuf ile ilgili değilseniz bile mutlaka bir yerlerde rast gelmişliğiniz vardır. Ancak hayatı birçok yönüyle ve farklı bir boyut ile değerlendiren Mevlâna'nın, kadını nerede ve nasıl konumlandırdığı fazla bilinmiyor. Aslına bakarsanız “Ne olursan ol gel” çağrısı ile herkesi kucaklayan bir zatın kadına bakışını kestirmek zor olmasa gerek. Zira O'nun için bütün iş, kadın ve erkek olmakta değil; yürekte… Yani kâmil insan olabilmekte… Biz de buradan hareketle kâmil insan olma yolunda kadının yolculuğunu konuşalım istedik. Ve sorularımızı yazar; aynı zamanda 'Şefik Can Uluslararası Mevlânâ Eğitim ve Kültür Derneği' Başkanı H. Nur Artıran'a yönelttik. Öncelikli olarak tasavvuf inancı ile giriş yapalım dilerseniz. Siz tasavvufu nasıl tanımlıyorsunuz? Efendim, Âşıklar sultanı Hz. Mevlâna tasavvuf hakkında Mesnevî'nin üçüncü cildinde şöyle der: “Tasavvuf nedir? Tasavvuf sıkıntı gam keder zamanında gönlün ferah ve huzur içinde olmasıdır.” Görüldüğü üzere Hz. Mevlâna tasavvufu her türlü şartta huzur ve esenlik içinde olmak şeklinde tanımlamıştır. Tasavvufun temelini oluşturan edeb ise yine Hz. Mevlâna tarafından şöyle dile getirilir: “Bil ki edeb edebsizlerin kabalıklarına, kötülüklerine sabretmekten ibarettir.” Bu hali yaşayabilmek için de çok güçlü bir iman sahibi olmak gerekir. En zor şartlarda bile ilâhi takdire karşı hoş bir tevvekül ile sabır ve sükût içinde olmak imanın alâmetlerindendir. O nedenle Peygamber Efendimiz sabrı olmayanın imanı da olmaz diye buyurmuştur. Hz. Mevlâna'da hiçbir tespih sabır derecesine ulaşmamıştır der. Sonuç itibariyle tasavvuf; her türlü şart ve koşulda yüce Rabbimizin rahmeti, kudret ve kuvvetinden şüpheye düşmemek, onun şefkat ve merhametinden ümit kesmemek, sabır ve sükut içinde huzurlu bir yaşam sürmeye çalışmaktır. Tasavvuf denilince Mevlâna; Mevlâna denilince de ilk olarak hoşgörü akla gelir. Bu anlamda Mevlâna'nın kadına bakışını nasıl değerlendirirsiniz? Hz. Mevlâna'nın tüm evrendeki yaratılmışlara, insana ve insani değerlere karşı göstermiş olduğu çok 24 yüksek sevgi ve saygının ana kaynağı; tümüyle İslamiyet, Peygamber Efendimizin örnek teşkil eden çok seçkin yaşantısı, dolayısıyla da hadis-i şerifleridir. O nedenle Hz. Mevlâna'nın kadın'a bakış açısı da hiç şüphesiz İslâmiyet'in ve Peygamber Efendimizin kadına verdiği en yüce makam değerindedir. Kur'an-ı Kerimi ve Peygamber Efendimizin ahlâkını kendilerine düstur edinen sahabiler ve İslam büyükleri, özellikle de Hz. Mevlâna, kadına gereken değeri verme hususunda her zaman örnek olmuşlardır. Ben yaşadığım müddetçe, Kur'an'ın kulu kölesi, Hz. Muhammed'in bastığı yerin toprağıyım diyen Hz. Mevlâna da Peygamber Efendimizin ilâhi rehberliği ışığında kadındaki kûtsiyeti her zaman ön planda tutmuş, hiçbir söz ve davranışıyla kadını ikinci plana taşımamıştır. Mesnevisinde: “Kadın sadece bir sevgili değildir. Kadın Hakk'ın ışığıdır, nurudur. Sanki o mahlûk değil de hâlıktır” diyecek kadar kadındaki manevi sırrı ve hakikati hiç çekinmeden en açık bir şekilde dile getirmiştir. Hz. Mevlâna'nın zamanında cariye kullanmak gayet tabii bir davranış olmasına rağmen hiçbir zaman özel cariyesi olmamış; tüm ömrü boyunca tek eşli olarak yaşamıştır. Tasavvufta her şeyin zıttı ile var olduğu anlayışı hâkimdir. Bu anlayış bizi, ataerkil anlayış tarafından yüceltilen erkeğin aslında, ikincil konumda tutulan kadın ile anlam bulduğu sonucuna götürür mü ? Kadınsız bir dünyada erkeğin varlığını ve bir mana ifade ettiğini düşünmek ne maddi ne de uhrevî olarak mümkün değildir. Çünkü böylesi bir düşünce ilâhi nizama ve yaratılış sırrına uymaz. İslâm öncesi cahiliye devrine ait olan ve erkeği öncelikli kılan zihniyeti günümüze kadar taşıyıp yaşatanların başında, erkek evladı farklı bir duyguyla doğuran ve yetiştiren analarımız gelir. Şunu kabul etmek gerekir ki, erkeği yücelten ve onu öncelikli kılan zihniyete en büyük destek yine kadınlarımız tarafından verilmiştir. Doğudaki yaşam kültürü incelendiğinde bu çok açık bir şekilde görülecektir. Bunları arz etmekteki gayem erkeklerin öncelikli ve egemen olmasında dahi kadının varlığı söz konusu olduğunu göstermektir. Fakat durum ve şartlar ne olursa olsun asıl gerçek; kadınsız erkek, erkeksiz de kadın olmaz. Cenâb-ı Allah kadının varlığını erkeğe, erkeğin varlığını da kadına muhtaç bir şekilde yaratmıştır. Birinin ötekini inkâr etmesi kişinin kendini inkâr etmesi demektir. O nedenle ne körü Röportaj Kamil insan olma yolunda erkek ve kadın ayrımından söz etmek olası mıdır? Yoksa aslolan tüm ayrımları ve hatta benliği- insan olma paydasında yok etmek midir? Kur'an-ı Kerîm dolayısıyla da İslâmiyet manevî açıdan kadın ile erkek arasında hiçbir ayrım yapmamaktadır. Kadın ve erkek, her ikisi de Allah'ın emir ve yasaklarına muhatap olmada eşit tutulmaktadır. Peygamber Efendimiz, bütün insanların insan olmaları itibariyle bir tarağın dişleri gibi eşit olduklarını vurgulamış, kadın ile erkeği bir bütünün iki yarısı şeklinde tanımlamıştır. Bunun için, İslâm'a göre üstünlük, ancak takva ile yani Allah'a karşı sorumluluk bilinciyledir. Manevî açıdan kadınla erkek arasında hiçbir ayrım olmadığı gibi İslamiyet'in kadınları en yüksek makamlara taşıdığı da oldukça aşikardır. Bilindiği üzere Hıristiyan düşüncesi kadına ancak 1547 yılında kutsal kitapları İncil'e dokunabilme hakkını vermiştir. Bu tarihten önce Hıristiyan kadınları değil manevi sorumluluk sahibi olmak, İncil'e dokunmayı bile hayal edemezdi. Hâlbuki o tarihten yüzlerce yıl önce, bu neredeyse bin sene eder, İslâmiyet'in özü, temeli, en kutsal kitabı Kur'an-ı Kerîm Hz. Ebubeki'den sonra Hz. Ömer'in kızı Hafsa hanıma emanet edilmiştir. Bir dinin temelini teşkil eden en yüce kitap daha İslâmiyet'in başlangıcında onlarca yıl bir kadın tarafından koruma altına alınarak muhafaza edilmiştir. Daha sonra Hz. Ömer zamanında kitaplaştırılmıştır. Kadına bundan daha alâ verilebilecek yüce bir manevi makam ve duyulacak daha yüksek bir güven olabilir mi? İnsani ve manevî açıdan erkeği kadından daha farklı kabul etmek Hz. Allah'ı, İslamiyet'i, dolayısıyla da Peygamber Efendimizi yeterince bilmemek, zamanın gerekli kıldığı bazı özel şartları, yöresel olan gelenek ve görenekleri din kabul etmektir. misyon sahibi olurken, Hıristiyan kadınları 1500'lü yıllarda İncil'i eline alabilmiştir. Bu durum gerçek İslami düşüncenin kadına bakış açısını açıkça ortaya koymaktadır. Bu açıdan bakıldığı takdirde Mevlevilik yolunda kadınların ne gibi misyonları olmuştur? Mevlevilik tarihinin en önemli kaynaklarından biri olan Eflaki hazretleri; Peygamber Efendimizin kadınları da irşat ettiğini, fakat bunun ancak Peygamber'e mahsus özel bir davranış olarak kabul edildiği için, Hz. Mevlâna'ya kadar hiçbir asırda, hiçbir velinin, Hz. Mevlâna kadar kadınlarla yakından ilgilenip, onlara ilgi göstermediğini yazmıştır. Peygamber Efendimizden sonra ilk defa kadınlara bu denli saygı duyup, onlara ilgi gösteren bunu da hiç çekinmeden ortaya koyan Hz. Mevlâna; elbette yürüdüğü ilahî aşk yolunda da kadınlarla birlikte yürümüş, erkeklerle birlikte onlara da manevi sorumluluklar vermekten çekinmemiştir. Mevlevî tarihini nakleden güvenilir kaynaklarda, Hz. Mevlâna'nın torunu Şeref Hatun'un (Sultan Veled Hazretlerinin kızı) birçok erkek öğrenciye sahip olduğu kaydedilmektedir. Ayrıca Konyalı Ârife-i Hoş-likâ Hatun, Tokat'da Mevlevî halifesidir. Ve birçok erkek onun öğrencisidir. 1600'lü yıllarda Kütahya Mevlevihanesinde elli yıl şeyhlik yapan Mehmet Dedenin vefatından sonra, Mesnevîhân Kâmile Hanım, Mehmet Dedenin yerine Meşihat (mürşit) makamında görev yapması için Konya'dan Kütahya'ya gönderilmiştir. Görüldüğü üzere Kâmile Hanım hem mürşit hem de Mesnevîhândır. Kâmile Hanımın kızı Fatma Hanım da Kütahya Mevlevihanesinde vazife yapmış; annesi gibi Mesnevîhân olması ve dervişlerin bütün ihtiyaçlarına samimiyetle koşmasından dolayı Ümmü'l-Fukara diye isimlendirilmiştir. Sadece erkeklerin yapabileceği zannedilen bu tür hizmetleri yerine getiren Mevlevi kadınlarını yüz yıllar öncesinden günümüze kadar saymak mümkün. Daha ileriye gidecek olursak Hz. Ayşe annemiz hadis, Fatıma annemiz de Kur'an mufessirliği yapmışlardır. Sonuç itibariyle İslam kadını daha ilk günlerden itibaren erkeklere dini eğitim verecek düzeyde çok önemli ASLINA BAĞLI KALINDIĞI SÜRECE KADINLARIN SEMA YAPMASI GAYET DOĞALDIR Tasavvuf kültüründe geçmişe uzandığımızda önemli kadın sufîlerin adlarına rastlıyoruz ki az önce de bazılarının isimlerini andık. Peki, kadın sufî olur da kadın semazen olmaz mı diye sorsak… Mevlevi kaynaklarında Hz. Mevlâna'nın kadınların sema meclislerine gittiği, onlarla birlikte sema ettiği ve kadınların Hz. Pir'in başına güller serptiği yazılıdır. İslamiyet dolayısıyla da Mevlevilik tümüyle manevi edeb, nezaket, nezahet demektir. Sema gerçek manası itibariyle çok ciddi bir ibadettir. Bir şeyin değer ve kutsiyeti içindeki samimiyet ve edeble ölçülüdür. İslâmi edeb ve terbiye dahilinde kadınların da sema yapması gayet tabiidir. Olayı bu çerçeveden düşünmek gerektiğine inanıyorum. ” körüne feminist olmak, ne de aynı körlükle kendini öncelikli ve egemen görmek çok yanlış olacaktır. Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda, ne kadın vardır, ne de erkek. Sadece 'eşref-i mahlûkat' olarak yaratılan insan vardır. Biri iki görmek biz aciz kullara mahsustur. Herkes yaratılış gayesine uygun bir şekilde yerini ve haddini bildiği takdirde hiçbir sorun olmayacaktır. Mevlevi kaynaklarında Hz. Mevlâna'nın kadınların sema meclislerine gittiği, onlarla birlikte sema ettiği yazılır ” 25 Röportaj Efendim, konu ve içeriği ne olursa olsun hiç fark etmez bir olayı dramatize etmek, olaylar hakkında farklı bağlantılar kurmak, onları sembolleştirmek, sayısı belirsiz şahsi yorumlarla kişilere farklı misyonlar yüklemek örneklerinden görüldüğü üzere hiç de zor değil. Özellikle şunu arz etmek isterim ki; çok yüksek manevî değerlerimizden söz etmek oldukça önemli bir manevi sorumluluk olduğu gibi, bu tür yazıları okumakta yine çok ciddi bir manevi sorumluluk sayılır. Çünkü bu gibi yazılar kişinin imanını ve inancını etkiler. Nasıl ki Allah kelamı olan Kur'an-ı Kerîm'den dahi söz ederken, Hz. Allah şöyle buyurdu diyemiyoruz. Gerektiği takdirde hangi sure ve ayet olduğuna dair bir beyanda bulunma mecburiyetimiz var. O nedenle tümüyle Kur'an ahlakına dayalı bir yaşam süren Allah dostlarından söz ederken de hiçbir güvenilir kaynak göstermeden, bazı olayları şahsi görüş ve düşüncelerimiz doğrultusunda yorumlayarak, çok ulvi olan gerçekleri kendi cüzi aklımızla maddeye dayalı bir şekilde aktarmaya çalışmak çok büyük bir vebaldir, terk-i edeptir. Bu tür eserleri yazanlar bu manevi sorumluluğun bilincinde olmayabilir, okuyucunun da bu konularda dikkat ve hassasiyet sahibi olması gerekmez mi? Kişisel hayaller çerçevesinde hazırlanmış, güvenilir hiçbir temel kaynağı olmayan yazıları, akademik, ilmi bir eser gibi okuyup, olaylara da bu açıdan bakıp değerlendirmek ne derece doğru olur? Elbette tüm bu söylenenler gerçeği yansıtmayan eserler hakkında. Kimya Hatun'a gelince; hakkında sahih güvenilir bilgiler oldukça az olmakla birlikte gerçek olan şu ki: Hz. Mevlâna gibi yüce bir Âşıklar sultanının manevi evladı, Şems-i Tebrizi gibi ulu bir velinin eşi olma bahtiyarlığına 26 erişmiş, iki cihan bahtiyarı yüce bir kadındır. Hz. Mevlâna ve Şems-i Tebrizi'nin hayatı akl-ı selim bir şekilde incelendiği takdirde attıkları her adımda, aldıkları her nefeste sadece Hakk âşıklarına mahsus olan Hz. Peygamberimizin izi, nişanı görülür. Cenâb-ı Allah'ın nasıl bir ilahi lütfudur ki Kimya Hatun gelmiş ve gelecek Hakk âşıklarının önderi olan iki büyük veliye maddi ve manevi yakın olma şerefine erişmiştir. Bu hâl yaratılmış tüm kadınların sultanı olan Fatıma anamızın yaşamına benzer. Bilindiği üzere, Fatıma anamız da, Peygamber Efendimizin kızı, Hz. Ali gibi büyük bir velinin eşidir. Bu çerçeveden bakıldığı takdirde fazla bir şey söylemeye gerek kalmıyor. Ne söylerseniz söyleyin bundan daha önemli bir konu ve konum olması düşünülemez. Fakat istendiği takdirde varsayımlara dayalı ciltler dolusu eserler yazmak da mümkün. Son söz olarak ne söylemek istersiniz? Bunca sözün özü ne kadın, ne de erkek olmak değil, insan olmanın şuur ve idrâki içerisinde yaşamaktır. Üzerinde durulması gereken asıl gerçek, kadın kendinde bulunan ilâhi tecellilerin farkında olmadan sadece cinselliğini ön plana çıkarır. Erkek de kadında ki ilâhi güzelliği fark etmeden sadece onu cinsel arzuları doğrultusunda düşünür. O nedenle ki Hz. Mevlâna Mesnevi'sinde kadının sadece cinsel bir meta gibi görülmesine karşı çıkarak, ondaki ilâhi manaya dikkat çekmiştir. Kadındaki ilahi kutsiyeti hiç fark etmeden, ona tümüyle cinsel bir obje gibi bakmak, yaratılış gayesine aykırıdır. Cenâbı Hakk'ın Rahim ism-i şerîfinin tecellisi olan kadının önce kendisinin sadece cinsel bir obje olmadığını idrak etmesi, bu doğrultuda bir yaşam sürmesi gerekir ki, erkek de kadındaki ulvi olan bu güzellikleri fark edebilsin. ” Mevlâna ve Şems-i Tebrizi'ye ait çeşitli romanlar yayımlanıyor, bu konuda neler söylersiniz? Ayrıca madem ki konumuz kadın Kimya hatundan da birkaç cümle ile söz eder misiniz? Hz. Mevlâna Mesnevi'sinde kadının sadece cinsel bir meta gibi görülmesine karşı çıkarak, ondaki ilâhi manaya dikkat çekmiştir. Kadındaki ilahi kutsiyeti hiç fark etmeden, ona tümüyle cinsel bir obje gibi bakmak, yaratılış gayesine aykırıdır ” Akademik Öğr. Gör. Dr. AYŞEGÜL ÖZCAN Toplumsal cinsiyet ve kadın sağlığı Nevşehir Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı, "Yalnızca hastalık ya da sakatlığın olmaması değil, kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali" olarak tanımlamıştır (1). Tüm dünyanın kabul ettiği bu tanıma göre, dil, din, etnik köken, cinsiyet vb. ayrımı olmadan her bireyin eşit olarak sağlıklı olma hakkı vardır. Ancak dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların sağlık durumunu incelerken; hastalık ve sakatlık yönünden olduğu kadar, ruhsal ve sosyal yönden de tam bir iyilik halinin olup olmaması ve kadınların "tam iyilik durumlarını" etkileyen faktörler yönünden de sorunu irdelemek ve tanımlamak gerekmektedir. Bu nedenle kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanmasını etkileyen eğitim düzeyi ya da sosyal olanakların kullanılmasında belirleyici olan toplumsal cinsiyetin de sağlık kavramı içerisinde incelenmesi gerektiği düşünülmektedir (2). Toplumsal cinsiyet kadına, çalışmak için eşlerinden izin alma zorunda kalmaları, ev içinde çocuk bakma, ev temizliği gibi işlerle ilgilenme, erkek çocuk doğurarak statüsünü yükseltme gibi sorumluluklar yüklemiştir. Erkeklere ise bu alanlarda kadınlara ilişkin belirlenen rollerin tam tersi roller yüklemektedir (3,4). Kadınların çalışma, aile, evlilik ve sosyal yaşam alanlarına ilişkin yaşadığı ayrımcı tutumlar, sosyal statüsünü olumsuz yönde etkilemektedir (5,6). Bu nedenle kadınlar toplum içerisinde istenilen statüye ulaşamamış ve cinsiyetler arası eşitsizlik ortaya çıkmıştır. Toplumsal cinsiyet, eğitimde, gelir dağılımında, çalışma koşullarında ve toplumsal konumda da kadının aleyhine bir ayrımcılık yaratmaktadır. Bu eşitsizlik kadınların eğitim düzeylerinde belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. Bugün dünyada hâlâ ilkokula başlamayan 130 milyon çocuğun 2/3'ünü kızlar oluşturmaktadır. Kadınlar dünya nüfusunun yüzde 50'sinden fazlasını temsil ettikleri, iş saatlerinin yüzde 66'sını doldurdukları halde, dünya gelirlerinin sadece yüzde 10'una, mülkiyetlerin de yüzde1' ine sahiptirler. Ülkemizde kadınların çalışma yaşamına katılma oranları 2011 yılı verilerine göre yüzde 30.0'dır (7). Kadınlar kullanılan oyların yarısına sahip oldukları halde, tüm dünyada parlamentoda yüzde 14.2, kabinede bakan olarak sadece yüzde 6 koltuğa sahiplerdir. Başlık parası ve zorla evlendirme konularındaki geleneksel uygulamalar ve kadına yönelik şiddet sorunları hâlâ varlığını sürdürmektedir. Eğitim, hukuk, sosyal ve siyasal alanda cinsiyetler arasındaki eşitsizlikler kadının toplumda, özel olarak da aile içinde sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir (7,8,9). Kadın ve erkeklerdeki sağlık ve hastalık örüntüleri de belirgin farklılıklar gösterir. Kadınların ruh sağlığı problemlerine erkeklere nazaran daha duyarlı olması, medeni durum, iş ve toplumda sahip olunan rolle yakın bir ilişki içindedir. Kadınlar eş ve anne olarak, çocuklarına ve hasta aile üyelerine bakan birinci kişidir. Kadınlar toplumsal cinsiyete dayalı; yoksulluk, açlık, beslenme bozukluğu, aşırı çalışma ve yakın partnerlerinden (eş, arkadaş) şiddet görmektedirler. Gelişmiş ülkelerde sağlık ve hastalıkta cinsiyet farklılığı ile ilgili yapılan çalışmalarda, kadınların kendi sağlık durumlarını erkeklerinkinden daha olumsuz değerlendirdikleri belirlenmiştir. Örneğin; ABD'de yapılan bir araştırmaya göre kadınlar, erkeklerden yüzde 25 daha fazla sağlık problemleri nedeniyle aktivitelerini kısıtlamakta ve akut durumlardan dolayı da erkeklerden yüzde 35 gün daha fazla yatakta kalmaktadırlar (10). Bireysel ve aile düzeyinde toplumsal cinsiyet rollerini belirleyen norm ve değerler, sağlık bakımı, yasal düzenlemeler, ekonomi ve dini kuruluşlar gibi tüm kurum ve organizasyonlarda da bulunmaktadır. Cinsiyet ayrımcılığını yansıtan bu norm ve değerler sistemi, kadın ve erkeğin ulaşabileceği fırsatları, kaynakları ve seçenekleri şekillendirmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ve kadının güçlendirilmesinin başarılması için sağlık, eğitim ve istihdam alanlarındaki tüm politika ve programların geliştirilmesi, uygulanması, izlenmesi ve değerlendirilmesinde temel olarak gereken toplumsal cinsiyet analizinin kullanımı sağlanmalı ve uygulanma kapasitesi arttırılmalıdır. Bu çerçevede, toplumsal cinsiyet yaklaşımı, sağlık problemleri ve kadının sağlık sorunlarına cevap veren politika ve programların analizine entegre edilmesinin önemine dikkat çekilmelidir. KAYNAKLAR 1. Fişek N.H. Halk Sağlığına Giriş. Ankara, 1985. 2. Özvarış Ş.B. Kadın ve Sağlık. Sted 2007; 16(7). 3.Belek İ. Sınıf Sağlık Eşitsizlik. Sorun Yayınları, İstanbul,1998: 75-100. 4.Crimmins EM, Kim JK, Hagedorn A. Life with and without disease: Women experience more of both . Journal of Women Aging 2002; 14(1/2): 47–59. 5.Ereş F. Türkiye'de kadının statüsü ve yansımaları. Gazi Üniversitesi Endüstriyel Sanatlar Eğitim Fakültesi Dergisi 2006;19:40-52. 6.Yeşilorman M. Toplumsal eşitlikte kör nokta: Kadın eşitsizliğine genel bir bakış. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2002;11(2):269-280. 7.Türkiye-İşgücüne katılım oranı. TÜİK. http://www.tuik.gov.tr/Gosterge (11.10.2011) 8.Ucuz İşgücü Oranı Devletin Saklayamayacağı Kadar Yüksek. Yeni demokrat kadın.net/index (12.10.2010). 9.Esin M N, Öztürk N. Çalışma yaşamı ve kadın sağlığı. Türk Tabipleri Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi 2005:38-42 10. Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sağlığı. http:// www.sabem.saglık.gov.tr/ Akademik/ aspx. Erişim Tarihi: 10.01. 2012. 27 Araştırma Kadın Nevşehir İl Merkezinde Yaşayan Kadın ve Erkeklerin Cinsiyet Eşitsizliğinden Kaynaklanan Sorunlarının Belirlenmesine Yönelik Araştırma Sonuç Raporu Araştırmacı Yazarlar: Okt. Rahşan KOLUTEK, Okt. Simla ADAGİDE, Safiye KAVAK Araştırma Danışmanları: Prof. Dr. Nimet KARATAŞ, Yrd. Doç. Celal GÜLŞEN GİRİŞ Günümüzde insan haklarının vazgeçilmez bir hak olarak algılandığı ülkelerde, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmaları, artık insan haklarının bir gereği olarak değerlendirilmekte, kadınların siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik hayata katılımını sağlayacak tüm haklardan erkeklerle eşit şekilde yararlanmaları gerektiği kabul edilmektedir. Kadın erkek eşitliğinin hukuki zemini güçlendirilmekle birlikte bu hakların hayata geçirilebilmesi açısından uygulamada sorunlar yaşanmaktadır. Kız çocuklarının okullulaşması, kadınların sağlık hizmetlerine erişimi, istihdama ve yetki-karar alma süreçlerine eşit katılımı gibi alanlarda halen önemli sorunlar mevcuttur. Diğer taraftan, kadına yönelik şiddet konusu tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli sorun alanlarından biri olarak varlığını sürdürmektedir. Toplumsal yapı içindeki cinsiyetçi değer ve yargılar kadınların sosyal yaşam alanında; gündelik yaşam pratikleri içinde mevcut yasal haklardan yararlanmalarının önünde engeller oluşturmaktadır. Kadınların toplumsal yaşamda karşılaştıkları sorunların pek çok konuyla bağlantısı nedeniyle konunun bütünlükçü bir yaklaşımla ele alınması ve bu alanda faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların işbirliği içinde hareket etmeleri gerekmektedir. Ülkemizde kadınların sosyal ve ekonomik konumlarını iyileştirmek için farklı illerde birçok çalışma yürütülmektedir. Bu çalışmalardan biri de Birleşmiş Milletler, İçişleri Bakanlığı ve Sabancı Vakfı'nın ortaklaşa yürüttüğü 'Birleşmiş Milletler “Kadın ve Kız Çocuklarının İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi” Ortak Programı (BMOP)'dır. Program illerinden biri olan Nevşehir'de programın başlama tarihi 2005 yılından bu yana yerelde cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik 28 birçok çalışma yürütülmüştür. Öncelikle yerelde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik yol haritası olarak da tanımlanan yerel eşitlik eylem planı (YEEP) yerel yönetim görevlileri ve yerel kadın kuruluşları tarafından hazırlanmıştır. Yerel Eşitlik Eylem Planlarının hayata geçirilmesi için Sabancı Vakfı Hibe Programı tarafından yerel projelere destek verilmiştir. Yerelde cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında önemli paydaşlardan biri olan Nevşehir Üniversitesi' de “Cinsiyet Eşitliği Bakış Açısı Kazandırmada Erkek Eğitimi” adlı projesiyle Sabancı Vakfı Hibe Programından destek alan kurumlardan biridir. Proje kapsamında gerçekleştirilen birçok faaliyet arasında yer alan kamuoyu araştırmasında yereldeki kadınların sağlık, eğitim, şiddet ve yoksulluk gibi alanlarda yaşadıkları sorunların ortaya çıkarılması ve bu sorunlara yönelik kamuoyunda farkındalık geliştirme hedeflenmiştir. Bu hedef, yerel eşitlik eylem planının 'Kentsel Hizmetler' başlığında yer alan 'Kent bazındaki kayıtların cinsiyet ayrımlı olarak tutulması ve kadınların kentsel hizmetlere yönelik gereksinmelerini ve taleplerini ortaya çıkaracak çalışmaların sürekli olarak yapılması' alt başlığı ile birebir örtüşmektedir. Eylem planında da belirtildiği gibi Nevşehir'de mevcut istatistikî veriler ve kayıtlar yeterli olmayıp çoğu kurum ve kuruluş, kayıtlarını cinsiyet ayrımlı olarak toplamamaktadır. Oysa cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında yapılan çalışmaların çözüme yönelik, etkin ve gerçekçi olabilmesi öncelikle kadınların ihtiyaç, talep ve öncelik alanlarının belirlenmesi ile mümkündür. Ayrıca yapılacak yeni çalışmalara yön göstermesi ve temel oluşturması ve geçmişte yapılmış olan çalışmaların etkinliğinin değerlendirilmesi açısından bilimsel çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu gerekçeyle Nevşehir ilinde gerçekleştirilen bu araştırma aile, eğitim, istihdam, yerel hizmetlerden yararlanma ile toplumsal ve siyasal katılımdaki sorunların genel hatlarını belirlemek üzere yapılmıştır. Araştırma sonuçları öncelikler, sorunlar ve talepler anlamında hem Nevşehirli kadınların bakış açısını ortaya koymakta hem de bu konularda erkeklerin durum, tutum ve kanaatlerinin anlaşılmasını sağlamaktadır. YÖNTEM Araştırma Nevşehir il merkezinde yaşayan kadın ve erkeklerin cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan sorunların ortaya çıkarılması amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmış ve uygulanmıştır. Nevşehir Türkiye'nin en önemli turizm merkezlerinden biridir. Bölgede halk tarım ve turizmle uğraşmaktadır. Nevşehir, daha çok genç ve orta yaş gruplarında yoğunlaşan 84 bin 631 nüfusa sahiptir. Araştırmanın evrenini 18-65 yaş grubuna giren tüm bireyler oluşturmuştur. Bu grup 50 bin kişidir. Araştırmada 50 bin kişiyi temsil edebilecek nüfus, evrendeki eleman sayısı biliniyorsa kullanılan formüle göre (n= N t² p q / d²(N-1)+ t² p q) 1003 olarak belirlenmiştir. Nevşehir'de 2009 yılı itibariyle sağlık ocakları, aile sağlığı merkezlerine dönüştürülmüştür. Aile Sağlığı Merkezlerine kayıtlı kişilerin tam listesi olmadığı için, örnekleme alınan kişiler kartopu örnekleme yöntemi ile belirlenmiştir. Örneklemdeki bireylere ulaşmak için hanelerine gidilmiştir. 290 erkek, 713 kadına ulaşılmıştır. Görüşme yapılan bireylerin önerdiği hanelerde genelde kadın bulunduğu için anket kadına yapılmıştır. Bu yüzden kadın sayısı erkek sayısından fazla çıkmıştır. Araştırmaya ruh sağlığı yerinde olan, Araştırma Kadın anket uygulaması için görüşmeyi kabul eden erişkin bireyler örneğe alınmıştır. Araştırmanın verileri, araştırmacı tarafından literatüre dayalı olarak hazırlanan anket formu aracılığı ile elde edilmiştir. Anket formunda Nevşehir de yaşayan bireylerin tanıtıcı özelliklerini içeren, şiddet ve cinsiyet eşitliğine yönelik sorunları belirlemek amacıyla hazırlanmış sorular ve kadınlara yönelik üreme sağlığıyla ilgili toplam 74 soru bulunmaktadır. Uygulama 01 mayıs 2009-01 haziran 2009 tarihleri arasında yapılmıştır. Elde edilen veriler, bilgisayar ortamında (spss 15. for Windows evaluation version) değerlendirilmiş olup sonuçlar grafik, tablo ve yüzdeliklerle ifade edilmiştir. ARAŞTIRMA SONUÇLARI Araştırmamıza katılan bireylerin yüzde 28,9'unu erkek, yüzde 71,1'ini kadın oluşturmaktadır. Araştırmamıza katılanların çoğunluğu 20-29 yaş grubunda olup; bu grupta erkek nüfusu (%35,3), kadın (%33,1'i) nüfusundan fazladır. Araştırmamıza katılan hem erkek hem de kadınların çoğunluğu evlidir. Erkeklerin yüzde 34'ü lise, yüzde 23'ü üniversite mezunu, kadınların ise yüzde 31'i lise, yüzde 13'ü üniversite mezunudur. Kadınlardan yüksek eğitimli olanların oranı erkeklere göre oldukça düşüktür. Araştırmaya katılan bireylerin çoğunluğu (%77,8'i) çekirdek aileye mensuptur Erkeklerin yüzde 83,0'ı gelir getirici bir işte, kadınların ise yüzde 33,9'u gelir getirici bir işte çalışmaktadır. Görüldüğü gibi kadınların çoğunluğu herhangi bir işte çalışmamaktadır(%66). Hem erkeklerin hem de kadınların çoğunluğu memur ve işçi olarak çalışmaktadır. Erkeklerin yüzde 33,8'i iş bulamadığı için, yüzde 10.0'ı sağlık probleminden dolayı çalışamadığını, kadınların ise yüzde 26,9'u çocuklarına bakmak için, yüzde 16,7'si gerek görmediği için, yüzde 16,4'ü iş bulamadığı için, yüzde 14,9'u eşi izin vermediği için çalışmadığını ifade etmiştir. Kadınların yüzde 33,9'unun, erkeklerin yüzde 83,0'ının kendine ait geliri bulunmaktadır. Geliri olan erkek sayısı, geliri olan kadın sayısından yaklaşık iki buçuk kat daha fazladır. Araştırmaya katılan bireylerin çoğunluğu orta gelir düzeyinde olup cinsiyet farklılığı yoktur. Hem erkeklerin hem de kadınların çoğunluğunun sosyal güvencesi vardır. Ancak kadınların yüzde 66'sı çalışmadığı için eşlerinden dolayı sosyal güvenceye sahiptirler. Erkeklerin yüzde 10,3'ü, kadınların yüzde 7,9'u çocuklarının gelir getirebilen bir işte çalışmasının gerekli olduğunu düşünmektedir. Araştırmamıza katılan erkelerin yüzde 49,7'si, kadınların ise yüzde 65,4'ü kız çocuklarını okutmaya öncelik vereceğini ifade etmiştir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 65,1'i, kadınların yüzde 70,7'si aile planlaması yöntemi kullanmaktadır. Nevşehir'de en çok kullanılan aile planlama yöntemi kondomdur. Erkeklerin yüzde 42'si, kadınların yüzde 27'si kondomla gebelikten korunduklarını ifade etmişlerdir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 48,3'ü, kadınların ise yüzde 21,1'i ailede karar vermede kendisinin etkili olduğunu belirtmiştir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 50,7'si, kadınların yüzde 23,3'ü aile gelirinin harcanmasını kendisinin kontrol ettiğini belirtmiştir. Erkeklerin yüzde 65,6'sı, kadınların yüzde 50,4'ü aileyi erkeğin geçindirmesi gerektiğini ifade etmiştir. Hem erkeklerin hem de kadınların büyük çoğunluğunun dayağı ve küfrü şiddet davranışı olarak kabul ettiği görülmektedir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 24,7'si, kadınların yüzde 51,6'sı şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir. Şiddete maruz kalan erkeklerin yüzde 69,8'i, kadınların yüzde 53,2'si dayağa, maruz kalmıştır. Erkeklerin yüzde 65,7'si, kadınların yüzde 54,2'si sadakatsizlik nedeniyle kadına şiddet uygulanabileceğini belirtmiştir. Erkeklerin yüzde 72,2'si, kadınların yüzde 58,8'i, kadın namusu zedeleyecek davranışta bulunursa kadının ceza alması gerektiğini belirtmiştir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 73,5'i, kadınların yüzde 72,6'sı Nevşehir'de namus cinayetlerinin olduğunu belirtmiştir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 86,5'i, kadınların yüzde 87,0'ı namus cinayeti işleyenlerin cezalandırılması gerektiğini belirtmiştir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 54,5'i, kadınların yüzde 37,0'ı 'kadının yeri evidir' görüşüne katılmaktadır. Erkeklerin yüzde 52,7'si, kadınların yüzde 53,1'i düşük ücret nedeniyle çalışma koşullarından memnun olmadığını ifade etmiştir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 33,3'ü, kadınların yüzde 38,4'ü kadınların işyerinde kadın olmaktan kaynaklı sıkıntılar yaşadığını ifade etmiştir. Kadınların yüzde 59,3'ü düşük ücret ve yüzde 14,8'i çok çalıştırılma nedeniyle sıkıntılar yaşadığını belirtmiştir. Erkeklerin yüzde 62,4'ü, kadınların yüzde 68,9'u işyerinde taciz olaylarının yaşandığını belirtmiştir. Erkeklerin yüzde 31,4'ü, kadınların yüzde 37,8'i kadının çalışmasını toplumun hoş gördüğünü ifade etmiştir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 67,9'u, kadınların yüzde 90,6'ı kadınların çalışma hayatına katılması gerektiğini belirtmiştir. Kadınların çalışma hayatına katılması gerektiğini söyleyen kadın sayısı erkek sayısından fazladır. Erkeklerin yüzde 35,6'sı, kadınların yüzde 59,3'ü mesleki eğitim almak istemektedir. Kadınların yarıdan fazlası mesleki eğitim almak istemektedir. Araştırmaya katılan mesleki eğitim almak isteyen erkeklerin yüzde 50,5'i bilgisayar eğitimi, kadınların yüzde 23,5'i biçki dikiş ve yüzde 20,5'i bilgisayar eğitimi almak istemektedir. Araştırmaya katılan hem erkeklerin hem de kadınların büyük çoğunluğu kadın-erkek eşitliğinin, eşit miras hakkının, adil ücret ve sosyal güvence hakkının anayasada güvence altına alındığını ifade etmiştir. Erkeklerin yüzde 66,9'u, kadınların yüzde 32,7'si yaşadığı toplumun kadına değer verdiğini ifade etmiştir. Erkeklerin yüzde 54,8'i, kadınların yüzde 68,9'u boşanmış kadının toplum tarafından dışlandığını ifade etmiştir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 24,7'si, kadınların ise yüzde 51,6'sı şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir 29 Araştırma Kadın Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 56,2'si, kadınların yüzde 52,3'ü yerel yönetimin kadınlara yönelik hizmetlerinden haberdar olmadığını ifade etmiştir. Erkeklerin yüzde 39,3'ü, kadınların yüzde 48,5'i belediyenin (yerel yönetimin) kadınlara yönelik hizmetinin yeterli olmadığını düşünmektedir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 19,3'ü, kadınların yüzde 13,6'sı belediyeye giderek herhangi bir hizmet talebinde bulunmuştur. Araştırmaya katılan hem erkeklerin hem de kadınların çoğunluğu sağlık hizmetlerinden yeterince faydalanabildiğini belirtmiştir. Erkeklerin yüzde 92,8'i, kadınların yüzde 93,0'ı yerel ve genel seçimlerde oy kullanmaktadır. Araştırmamıza katılan kadın ve erkeklerin çoğunluğunun Nevşehir'de bulunan kadın derneklerinden haberdar olmadığı görülmektedir. Erkeklerin yüzde 30,2'si, kadınların yüzde 56,0'ı desteklemediği parti olsa bile kadın sorunlarına duyarlı partiye oy verebileceğini belirtmiştir. Erkeklerin yüzde 56,9'u, kadınların yüzde 76,7'si seçimlerde kadın adayları destekleyebileceğini belirtmiştir. Erkeklerin yüzde 59,0'ı, kadınların yüzde 52,8'i kadınların siyasete girmesinde engeller olduğunu belirtmiştir. Erkeklerin yüzde 28,5'i, kadınların yüzde 21,8'i siyasete katılmak istemektedir. Araştırmaya katılan bireylerin temel olarak sağlık, beslenme, eğitim ve barınmaya ihtiyaç duyduğu görülmektedir. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 36,6'sı, kadınların yüzde 38,3'ü kadınların siyasete girmesini engelleyen durumu, toplumda erkeklerin egemen olmasına bağlamaktadır. ARAŞTIRMA SONUÇLARI 1- Yerel yönetimlerin verdiği hizmetlerden kadınların haberdarlığının az olduğu ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda yerel yönetimlerin verdiği hizmetlerden etkin faydalanılabilmesi için bu hizmetlerin duyurularının yapılması gerekir. Bunun için; * Yerel televizyon ve yerel radyolarda tanıtım programları yapılmalıdır. * Yerel gazeteler aracılığıyla duyuru yapılmalıdır. * Toplum liderleri aracılığıyla ( muhtar, imam, öğretmen…gibi) toplantılar yapılarak bu hizmetler duyurulabilir. * Yerel yönetimlerin hizmetlerini duyurmaya yönelik kentin değişik yerlerine ( otobüs duraklarına, duvarlara, park yerlerine…) ilanlar asılabilir. 2- Kadınlara yönelik hizmetlerin geliştirilmesi ve başarılı olabilmesi için yerel yöneticilerin kadınların taleplerini bilmeleri gerekir. Bu talepleri saptamak için; * Anket çalışmaları ve toplantılar yapılabilir. * Kadın dernekleri aracılığıyla mahallelerdeki kadınlara ulaşılabilir. * Belediyede kadınlara yönelik hizmet vermek üzere birim kurulabilir. Bu birimde kadınlara hukuk danışmanlığı yapılabilir, kadınlardan gelen istekler ve öneriler değerlendirilebilir. 3- Toplumda görülen şiddetin nedenlerini saptamaya yönelik çalışmalar yapılabilir. Bu çalışmalar sonucunda şiddetin nedenlerini ortadan kaldırmak ve böylece şiddeti önlemek için kurum ve kuruluşlar ile işbirliği yapılabilir. Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetle mücadele etmek amacıyla yapılan diğer çalışmalara katkı sağlanabilir. 4- Çalışmamızın sonuçları arasında kadınların meslek edinip çalışmayı istedikleri saptanmıştır. Bu çerçevede; * Kadınların en çok istedikleri konularda mesleki eğitim kursları açılabilir. * Kadınların iş gücü piyasasına girmesi için fırsatlar tanınmalıdır. Kadınların hem evde iş yaparak (örgü, dantel, oya, dikiş…) hem de ev dışında çalışıp gelir elde etmeleri için olanaklar yaratılmalıdır. Yerel yöneticiler ve sivil toplum kuruluşları iş bulma ve pazarlamada etkin rol oynayabilirler. Örneğin Nevşehir önemli bir turizm merkezidir. Kadınların evde yaptıkları el işlerini turistlerin gezdikleri yerlerde pazarlamaları için imkân tanınabilir. 5- Kadın derneklerinin çok bilinmediği çalışmamız sonuçlarından biridir. Bu bilgisizlik kadın derneklerinin kendilerini ve faaliyetlerini iyi duyurmadıklarından kaynaklanabilir. Bu kapsamda; * Kadın derneklerinin kendilerini ve faaliyetlerini daha iyi tanımlamaları gerekmektedir. Bunun için yerel medyadan ve toplum liderlerinden ( muhtar…) faydalanabilirler. 6- İnternet bilgiye ulaşmada en çok kullanılan ve en kolay araçtır. İnternet kadınların rahat soru sorabileceği bir alandır. Fakat güvenilir bilgi veren internet siteleri oluşturulması gerekir. Kadın derneklerinin internet siteleri oluşturmanın yanında, internet imkânı olmayan kadınlar için bilgi ve ihbar telefon hatları kurması gerekir. 7- Çalışmamızda kadınların çalışma yaşamına katılmaya ve ailenin geçimini paylaşmaya erkeklerden daha istekli olduğu tespit edilmiştir. Ailenin geçim yükünü erkeğin sağlaması gerektiğini düşünen kadınlar da vardır. Fakat erkekler aileyi geçindirmede kendilerini sorumlu tutmaktadır. Kadınların çalışma hayatına girmesiyle hem aile bütçesine katkı hem de ev hayatından çıkarak toplum yaşamına katılması sağlanacaktır. Yeni Türk Medeni Kanunu'na göre kadına eşinin iznini almadan çalışma hakkı verilmiştir. Bu konuda da bireylere eğitim verilebilir. 8- Çalışmamızın sonuçlarından biri de yerel yönetimlerin ilgilendirici eğitimler verdikleri hizmetlerden bireylerin haberdar olma oranının düşük olmasıdır. Yerel yönetimlerin verdikleri hizmetlerde başarılı olabilmesi için faaliyetlerini tanımlamaları ve hizmeti planlama aşamasında bireylerin önerilerini almaları gerekir. 9-Bireylerin önemsedikleri konular arasında en çok sağlık, yeme içme, barınma gibi temel fiziksel gereksinimlerin ön planda olduğu saptanmıştır. Bireylerin psiko-sosyal gereksinimlerinin de farkındalığını sağlamaya yönelik çalışmalar Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 36,6'sı, kadınların yüzde 38,3'ü kadınların siyasete girmesini engelleyen durumu, toplumda erkeklerin egemen olmasına bağlamaktadır 30 Araştırma Kadın ? yapılmalıdır. 10- Kadınların sorunlarının, nedenlerinin ve çözüm önerilerinin getirildiği çalıştay yapılabilir. 11- Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için kadınlarımızın; eğitim imkânlarından daha fazla yararlanmalarını sağlamak, işgücüne katılımlarını artırmak, geleneksel çalışma alanları dışında farklı sektörlerde istihdama katılım düzeylerini yükseltmek, sosyal güvenlik göstergelerini iyileştirmek, sağlık hizmetlerine erişimlerini artırmak gerekmektedir. 12- İç Anadolu bölgesinde ya da Türkiye'deki üniversitelerde bulunan kadın merkezlerinin bir araya gelerek deneyim paylaşımında bulunulması, aralarında bir network ağı oluşturulması sağlanabilir. Hatta kadın rektörlerin de bu toplantılara katılmasıyla üniversitelerde kadın çalışmaları daha da güçlenebilir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin başarılması için sağlık, eğitim ve istihdam alanlarındaki tüm politika ve programların geliştirilmesi, uygulanması, izlenmesi ve değerlendirilmesinde temel olarak gereken toplumsal cinsiyet analizinin kullanımı sağlanmalı ve uygulanma kapasitesi arttırılmalıdır. Uygulama kapasitesinde özellikle erkekleri dahil etmeli ve kadınların her konuda erkeklerle eşit olmasını sağlayacak olanaklar artırılmalıdır. Kadınlar ve erkeklerin toplumsal rolleri, gereksinimleri, sorunları ve beklentileri aynı değildir. Bu nedenle yerel yönetimlerin halka sunduğu veya sunacağı sosyo-ekonomik ve mekânsal hizmetlerden kadınların da yararlanabilmesi için farklı düzenlemeler yapmaları gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için sağlık, eğitim ve istihdam alanlarında yeni politikaların geliştirilmesi ve uygulanması gerekmektedir 31 Röportaj “Feminizm, kadınların özgür ve eşit bireyler olma talebi olmasına karşılık erkek düşmanlığı olarak tanımlanıyor” FADİME ŞİMŞEK Her şeyin görüntüye indirgendiği günümüzde, görünürlük oldukça önemli hale geldi. Bunun içinse ilk adres hiç şüphesiz medya. Bu nedenle medyada temsil ediliyor olmak, adeta var olmakla eş değer. Ancak bununla birlikte nasıl temsil edildiğin de büyük önem taşıyor. Öyle ya ne renk olursa olsun kaşın gözün; medyanın gösterdiğidir rengin! Bu düşünceden hareketle kadının rengini merak ettik ve sorularımızı İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilüfer Nalçaoğlu'na yönelttik. 32 “Medya ve kadın” konusu uzun yıllardır tartışılıyor. Sizce bu konuyu konuşmaktan ancak ne zaman vazgeçeriz? Medya ve kadın konusu gazeteciliğin başlangıcından itibaren başlayan ve teknolojik gelişmelerle birlikte artan biçimde devam eden bir konudur. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir toplumsal yapı inşa edilmedikçe bu konuyu konuşmaya devam edeceğiz. Tarihin demokrasi ideali olarak sunduğu eski Yunan demokrasilerinde kadınlar demokratik tartışmanın ve karar almanın temeli olan iletişimsel alandan dışlanmıştı. Kadınların ve erkeklerin toplumsal iletişim konumlarındaki eşitsiz ilişkisi iletişimin teknoloji aracılığıyla yapılır hale gelmesiyle, yani kurumsallaşmasıyla birlikte de devam etti. Matbaanın ortaya çıkmasıyla birlikte başlayan yazılı iletişim biçimlerinin temel hedef kitlesi sınırlı sayıdaki okuryazardır. Toplumdaki hiyerarşik/güç ilişkileri ile yakından ilişkili olan okuryazarlık hem sınıfsal hem cinsiyetlendirilmiş görünümüyle karşımıza çıkar. Başlangıçta aristokrat ve sonra burjuva erkek (nadiren burjuva kadın); aydınlanma süreci ve modernite ile okuryazarlığın artması sonucunda büyük oranda okuryazar erkek iletişim araçlarının hedef kitlesini oluşturmuştur. Bu durum okuryazarlığa ilişkin bir yetenek sorunu değil, kadınların ve erkeklerin toplumsal cinsiyetlendirilmiş toplumsal konumlandırılmalarının kaynaklara erişime ilişkin yarattığı eşitsizlikle ilişkilidir. Özel alan içinde tanımlanan kadın için gerekli olan enformasyon özel alanın bilgisidir. Bu ise kadınların zaten gündelik pratiklerinin içinde olan, çevre ve gelenek aracılığıyla aktarılan deneyimden ibaret olarak görülmektedir. Dış dünya, ekonomi ve siyasete dayalı insanlar arası ilişkiler, yani kamusal alanın bilgisi ise erkekler için öngörülmektedir. İletişim araçları kamusal alanın bilgisini dolaşıma sokması vesilesiyle erkek okuryazar kitle için, onların ilgi ve bilgisini aktaran ve yeniden üreten bir içerik ve işleve sahip görülmüştür. Kadın ve erkeğin konumlandırılmış yaşam alanını merkeze alarak biçimlenen gazetecilik haber yapısı, dili ve içeriği yanında format özellikleri ile de erkek okur özneyi merkeze alarak gelişmiştir. Kadın okuryazarlığı ve kamusal alanda kadınların görünürlülüğü artıkça gazetelerin içerik olarak kapsamları genişlemiş ancak erkekler için ciddi haberler (hard news) kadınlar için magazin/toplum (soft news) haberleri ayrımı ile devam etmiştir. Gazetenin kendisi erkek, magazin sayfaları ve ekleri kadınlar için düşünülmektedir. Aynı yapı radyo ve televizyonun gelişimiyle birlikte de devam etmiştir. Radyo ve televizyon izleyen kadın sayısının erkeklerden fazla olmasına karşın, izleme saatleri ile program tür ve içerikleri arasındaki ilişki toplumsal cinsiyet kalıp yargılarına dayalı ve onları yeniden üretir nitelik göstermektedir. Gündüz kuşağı kadın programları karşısında primetime haber/spor/siyaset/ekonomi programları gibi. Medya anlamı kuran ve yeniden üreten bunu yaparken de toplumsalın egemen anlamlarını da içeren bir yapılanmadır. Bu hem içerik üretiminin aktörlerinin, yani medya endüstrisinin erkekler tarafından ve erkek değerlerince üretildiğine işaret eder, hem de içerik ve temsil sistemlerinin erkek merkezli olduğunu söyler. Bu durum tarihsel olarak sorunsallaştırılarak günümüze gelmiştir. Kadınların medya tarafından temsil edilmediği, imha edildiği; nesneleştirildiği ve araçsallaştırıldığı artık bir olgu halini almıştır. Kadın kurtuluş hareketi ve feministlerin toplumsal mücadelesi içerisinde önemli bir yer tutan medya ile mücadelede oldukça önemli kazanımlar elde edilmiş olmasına karşılık bu durum bir adım ileri iki adım geri biçiminde devam etmektedir. Medyada kadının genellikle iki şekilde temsili söz konusudur: Kadın, ya kutsal bir varlıktır ya da fettandır. Bu stereotipleştirmeyi neye bağlıyorsunuz? Medyada kadının temsil biçimleri üzerine söz söylemeden önce söylenmesi gereken şudur: Anaakım medya belirli bir tarihsel Röportaj toplumsal hafızayı belirlemektedir. Kadın iki kez ikincilleştirilmektedir. Hem erkeğe tabi kılınmakta hem de erkek egemen ahlaki değerler üzerinden kendisi, imgesi parçalara ayrılmaktadır. Medya ve popüler kültür ürünleri ise iyi ve kötü karşıtlığına dayalı anlatı yapısı içerisinde kadını erkeğe göre ayarlarken, kadını da kendi içinde ikili karşıtlığa tabi tutarak erdemli/günahkâr olarak sınıflamaktadır. Kadın özneyi kuran bu karşıtlık kurgusunun hakimliğine karşılık, çalışmalar kadınların temsilinde farklı ve çelişkili modellerin bir arada olduğunu gösterir. Kadınlar toplumsal anlamın egemen üretimine eklemlendiği oranda çoklu biçimlerde vardır; tek tip, tek model bir kadın yoktur. Egemen medya toplumda egemen anlamları üretirken toplumun ortalama değerleri üzerinden hareket eder. Dolayısıyla belirli bir tarihsel dönemde mevcut olan toplumsal anlamlar medyada da içerilir ancak bazıları daha değerli görülüp ön plana çıkarılır. ” dönemin ekonomi/politiği ile uyumlu olan ve normal kabul edilen değerler sisteminin meşruiyetini sağlayan ve bunu yeniden üreten bir alandır. Kadınlık ve erkeklik de egemen değerler sistemine göre tanımlanır. Erkek yapan-eden, iradi, rasyonel, karar veren ve uygulayan; kadınlar irrasyonel, mağdur ve tabi olandır. Kadınlar; korunması, himaye edilmesi gereken öteki taraftır. Kadının rolü, statüsü, işlevi erkeğe göre tanımlanır. Toplumsal cinsiyetin biyolojik cinsiyetten farkı işte budur. Biyoloji toplumsalın anlamını da belirler. Erillik ve dişillik, erkeklik ve kadınlığa dönüşürken kadın ikincilleştirilir. Meşruiyet kaynağı da kadın bedeninin kırılganlığı ve yeniden üretim aracı olmasıdır. Yani biyolojik olan doğası gereği gibi kabul edilmektedir. Toplumsal anlam tarihsel olarak böyle inşa edilince bu zihniyet yapısı tanrısal, doğal ve değişmez olarak kabul edilmiştir. Toplumsal üretimin her alanı bu anlamın yeniden üretilmesi üzerinden işlemektedir. Kadınların dinsel, mitolojik kurgularından başlayarak popüler söyleme sirayet ederek derinleşen karşıt temsilleri kutsal-anne/ ve baştan çıkarıcı/fettan kadındır. Kadınlar bir taraftan doğurucu özellikleri ile bir tür hayat verici olarak kutsallaştırılır. Annelik tanrısal bir güçtür ve bu dünyanın maddi değerleriyle ölçülemeyecek bir maneviyata sahiptir. Kutsal metinlerin anlatısının anneliği yücelten yapısına karşılık anneliğe değerini veren yine de erkektir. Erkek kadına doğurucu özelliğini veren, anneliği bahşedendir. Kadın bedeninin doğurganlık aracılığı ile denetlenmesinin meşruiyet kaynağı olarak anneliğin kutsanması dinsel ve mitolojik kurguların merkezinde yer almaktadır. Bu kurgular modern ideolojilerde yaşam bulmuştur. Topluluklar, cemaat, millet ve devletler anneliğin kutsallığı, yüceltilmesi üzerinden söylem üretir. Diğer taraftan Havva ile başlayan ilk günah kadının dinsel söylem içerisinde konumuna ilişkin bir başka adlandırmadır. Bedeninin dünyevi eril arzunun nesnesi kılınması kadının şeytanlaştırılmasına yol açar. Kadının kötülükle arlandırılması yine erkek egemen anlatının kadın bedenini konumlandırmasının meşruiyet zeminini oluşturur. Bu iki söylem neredeyse evrensel biçimde Havva ile başlayan ilk günah kadının dinsel söylem içerisinde konumuna ilişkin bir başka adlandırmadır. Bedeninin dünyevi eril arzunun nesnesi kılınması kadının şeytanlaştırılmasına yol açar ” Hegemonik mücadele alanı olarak medyada kadınlık ve erkeklikle ilgili değer ve anlamlar birbiriyle çelişkili de olsa bir çoğulluk içerisinde yer alır. Yani kadınlık temsillerinin her biri medyada mevcuttur ancak bazıları ortak değerler, ahlaki normlar, kültür, sağduyu, kamu ahlakı ve hatta kamu düzeni gibi adlandırmalarla statükoyla ilişkisi çerçevesinde daha ayrıcalıklı olarak konumlanır. Bu ayrıcalıklı olma hali kadınların tabi/bağımlı statüsünü devam ettirmeye hizmet eder. Kamusal alanda özgür bir birey olarak yer almanın koşulu özel alanın ihmal ediliyor oluşu, bencillik, kötülük vb. olarak çağrışımlara konu edilir ve bunun bedeli kadınlar için mutsuzluk ve yalnızlıktır. Tüketim, hem modern toplumda iyi eş ve anne olmanın bir koşuludur hem de kamusal alanda başarılı olmanın. Güzellik, başarı, kariyer piyasaya dayalı tüketime endekslenmiştir. Ev kadını, anne, çalışan kadın, özgür/süper kadın, yurttaş kadın vb. gibi yarattığı mitlerle kadınlığa yetersiz, suçlu, asla tamamlanamayacak bir biçimde seslenir. Kadının özneliği bu mitler üzerinden inşa edilir. Toplumsal cinsiyet kalıplarının içselleştirilmesine hizmet eden mitler üzerinden devam edersek medyanın 'feminizme' ilişkin mitini nasıl değerlendirirsiniz? Medyanın yarattığı mitlerden en önemlisi feminizm kavramına ilişkindir. Bu kavramı tahrip ederek medya feminist hareketi erkek düşmanlığına dönüştürmektedir. Feministler ise çeşitli sıfatlar altında neredeyse 'toplum dışılaştırılıyor'. Farklı toplumsal grupların hakları statükonun taraflarının çıkarlarıyla bir zıtlık içeriyorsa medyanın çıkarlarıyla da bir zıtlık içerecektir. İşçilerin hak mücadelesinde haberin işveren perspektifine hizmet ettiği söylenebilir, keza öğrencilerin hak mücadelesi de çoğu zaman terörizmi de içeren öğrenci hareketi olarak damgalanır. Kadınların hak mücadelesinin de doğal olmadığı, gayri-meşru olduğuna ilişkin inanç da medya tarafından beslenir. Feminizm, kadınların özgür ve eşit bireyler olma talebi olmasına karşılık erkek düşmanlığı olarak tanımlanagelmiştir. Eşitlik ve özgürlükten yana olan kadın ve erkek herkesin doğal olarak feminist olması gerekirken, feminizm 33 Röportaj NEYİN DOĞRU, NEYİN YANLIŞ OLDUĞU MEDYA ARACILIĞIYLA KAMUSALLAŞTIRILIYOR Son zamanlarda kadına yönelik şiddet haberlerinin artmasını neye bağlıyorsunuz? Sizce artan şey şiddetin kendisi mi yoksa konunun haber değeri mi arttı? Kadına yönelik şiddet haberlerinin artışının birbiriyle çelişkili birçok nedeni olabilir. Şiddetin artıp artmadığına ilişkin bir saptamada bulunmak zordur çünkü şiddet kayıtlarının, istatistiklere yansıması oldukça yenidir. Kadının uğradığı şiddet kaydı tutulur hale gelmiş ve istatistiklere yansımaya başlamıştır. Şiddet artık görünür hale gelmiştir. Ancak uğradığı şiddeti gizleyen kadınların var olduğu da bilinmektedir. İkincisi şiddetin saklanıp, gizlenecek, özel alanın konusu olarak bırakılacak biçimindeki algının kırılmasında yatmaktadır. Şiddet gören kadın, adli 34 ” o kadar korkulan ve küçük düşüren bir kavram haline getirilmiştir ki kadınlar bile feminist olmayı “damgalanmak” olarak tanımlamaktadır. Feministler erkek düşmanı, özgür (çoğu zaman cinsel özgürlük peşinde koşan) ve hatta kimi zaman “tehlikeli” olarak tanımlanmaktadır. Bu tarz tanımları kuran söylem elbette masum değildir. Kadınlık üzerine kurulan mitler, cinsiyetçidir yani kadınlar üzerinde bir iktidar hiyerarşisi kurarken ve kadınları kontrol altında tutmanın araçlarını oluşturmaktadır. Benim “sürdürülebilir cinsiyet politikası” olarak adlandırdığım bu durum içerisinde kadınlık ve erkekliğin meşru toplumsal sınırları çizilirken, bunların dışında yer alana yaşam imkânı sunulmamaktadır. Aile, evlilik, ilişkiler, ilgiler, özel ve kamusal alana ilişkin anlam dünyası kadınlar ve erkekler için inşa edilmekte ve bu anlam dünyası maddi gerçekliğin kendisini de içine dahil etmektedir. Medyanın yaygınlığı, gücü karşısında başka anlam üretim pratiklerinin, yapılarının giderek gerilediğini görmekteyiz. Kamusal bilgi günümüzde giderek artan oranda medya üzerinden kurulmaktadır. Artık kendimizi, ailemizi, ilişkilerimizi medyanın anlam dünyası içinden tanımlamaktayız. Kamusal bilgi günümüzde giderek artan oranda medya üzerinden kurulmaktadır. Artık kendimizi, ailemizi, ilişkilerimizi medyanın anlam dünyası içinden tanımlamaktayız ” makamlardan yardım isteyebilmektedir. Son yıllarda şiddeti önlemeye yönelik bir kamu duyarlılığı söz konusudur. Bu duyarlılığı yaratan ise kadın sivil toplum kuruluşlarıdır. Kadınların mücadelesi sonucunda artık şiddete uğrayan kadın yardım isteyebilmektedir. Diğer taraftan özellikle 1980 sonrası neo-liberal, küresel politikaların sonucunda ortaya çıkan ekonomik yapılanma sonucunda işsizlik, fakirlik artışı, 'erkekliğin krizi' kavramıyla birlikte değerlendirilmelidir. Kadınların kamusal alanda kendine güvenen bireyler olarak giderek yer almaları, güçlenmeleri ile erkek egemen iktidarın baskıcı pratiklerinin zayıflaması arasında bir ilişki söz konusudur. Bu durum, kaybedilen kaleleri yeniden ele geçirme mücadelesi şiddeti yaratmaktadır. Bunun yanında küresel olarak ve kendi coğrafyamızda gündelik hayatta yaşanan şiddet ve çatışma atmosferinin şiddeti körüklediği de söylenebilir. Yalnızca kadınlara yönelik değil, erkek, kadın ve özellikle çocuklara yönelik şiddetin oranında bir artış söz konusudur. Şiddetin haber değerinin arttığı da inkâr edilemez bir gerçekliktir. Şiddet ve felaket, anaakım medya haberciliğinin zaten üzerinde yükseldiği alanlardır. Şiddet haberlerinin bu sıklıkla veriliyor olması konuya dikkat çekmesi açısından iyi bir gelişme mi yoksa insanların bu konuyu kanıksamasına mı yol açıyor? Şiddet vb. gibi felaket haberlerinin medyada veriliyor olması hem olumlu hem olumsuz sonuçlara neden olabilmektedir. Bu durum medyanın iki yüzüdür. Bir taraftan bu tür haberlerin medyada yer alması, şiddetin üstünün kapatılmaması; görünür kılınması için bir alan sağlamaktadır. Şiddetin özel alanın konusu olmadığı yani yalnızca karı/koca arasında bir mesele olmadığı, kamusal bir mesele olduğuna ilişkin kabul, ancak bu tür haberlerin medya aracılığıyla içerilmesiyle mümkün olmaktadır. Şiddeti ortadan kaldırmaya, toplumsal cinsiyete duyarlı bir kamu politikası oluşturmaya yönelik adımlar ancak görünür kılmak, kamusallaştırmakla mümkündür. Nitekim Türkiye'nin kamu politikalarının biçimlenmesinde bu durumun giderek artan oranda belirleyici olduğu söylenebilir. Son iki yıldır aileden sorumlu bakanlığın çalışmaları şiddete ilişkin politika geliştirmek konusunda ciddiyetlerini ortaya koymaktadır. Bu medyanın ve sivil toplum kuruluşlarının açığa çıkarıcı, zorlayıcı, baskı oluşturucu rolüyle gerçekleşmiştir. Diğer taraftan medyanın şiddeti haberleştirmesinin yarattığı istenmeyen sonuçlar da söz konusudur. Medyada herhangi bir içeriğe/davranışa maruz kalmanın o davranışı özendirip, benimsettiği konusunda yoğun bir iddia olmasına karşılık, bu konuda tarihsel olarak yapılan çalışmalar davranışı benimsetme konusunda tek yönlü bir etki sürecinin mevcut olmadığını göstermiştir. İletişim çalışmalarında kullandığımız bazı temel kavramlar bu konudaki farklı perspektifleri de ortaya koymaktadır. Bunlardan birisi katarsis/arınma kavramıdır. Şiddetin dramatik temsilinin bireylerdeki şiddet eğilimini giderdiği, yani arınmaya yol açtığı bir görüştür. Ancak bu görüşü destekleyen bir akademik bulgu da yoktur. Kanıksama, duyarsızlaştırma gibi kavramlar ise bu konuda daha rahat kullanılabilir. Şiddet gösteriminin şiddeti meşrulaştırıp, şiddete ilişkin algıyı normalleştirdiği de söylenebilir. Yalnızca şiddet konusunda değil terör, deprem gibi felaketler için de benzer yorum geçerlidir. Bu durumu sansasyonel, dramatik ve trajik kılmak üzere kullanılan stratejilerin yanında magazinelleştirme de hayli Röportaj başvurulan bir yöntemdir. Okurlara biçilen rol ise, orada dışarıda uzakta olan, başkalarının başına gelenleri medyanın sunduğu dil sınırları içinde ve izin verdiği kadar empati kurarak izleyip, duygulanıp, tekrar hayata devam etmektir. Bu tür haberler şiddetin nedenleri, sorumluları, yapan/eden aktörleri, bunların çıkarlarını ortaya koymaya yönelik aklı davet etmekten çok, empati sınırlarını iyice genişletip empatiyi ortadan kaldıran, öfke, keder ve hüznü ön plana çıkaran ve insanın aslında ne kadar aciz oluşunu ön plana çıkaran bir duygu dilini davet etmektedir. Daha önce söylendiği gibi anaakım medyanın dili egemen değerleri meşru kılmaya yöneliktir. Bu yönüyle muhafazakârdır. Yani insanın statükonun sınırlarından özgürleşmesine izin vermez. Bu dilin insanları tek yönlü olarak, doğrudan sürükleyip kışkırttığını söyleyemeyiz. Ancak medyanın dili, “normal”, “ kabul edilebilir”,” ahlaki” vb. olanı tanımlayıp bunları meşru kılmaya yöneliktir. Neyin doğru, neyin yanlış, normal ve sapkın olanın ne olduğu medya aracılığıyla kamusallaştırılmaktadır. Dolayısıyla medyanın dili meşru olanın sınırlarını belirler, “normal” olarak tanımladığının meşruiyetini kurar. MEDYA ŞİDDETİN ESTETİKLEŞTİRİLMESİNİ SAĞLIYOR Ulusal bir gazetenin sürmanşetinde “kadına şiddette son nokta” başlığı ile duyurduğu haberin fotoğrafı bir hayli tartışma yaratmıştı hatırlanacağı üzere. Sizin bu konuya bakışınız ne yönde? Fotoğrafın gücü sözden daha fazladır. Şiddet, felaket görüntüleri de okurun/izleyicinin felakete tanıklık etmesini sağlamaktadır. Görüntü, belgeleme amacını taşır; mevcut durumun niteliğini belirler. Hangi görüntünün seçildiği; görüntüde neyin, kimin nasıl verildiği; ne kadar süreyle kullanıldığı ve ekranda/manşette yer aldığı alımlamanın sınırlarını belirler. Görüntü günümüz anaakım haberciliğinde dramatik etkiyi artırmak, yoğun duygulanımlar yaratmak üzere şiddeti estetikleştirmek üzere kullanılmaktadır. Şiddetin estetikleştirilmesi ise faşizan bir yöntemdir. İnsanların aklını sorgulamak üzere değil, duygusallaştırmak üzere yönlendirir. Yakın çekimler, en dramatik an üzerine odaklanmak, oradaki insanın, durumun vehametini/acısını en yoğun duygusal etkiyi yaratmak üzere kullanmak. Fotoğrafın kimin nereden baktığının bir sonucu olduğu bilgisiyle, mümkün olduğunca insanın varlığını, bütünlüğünü ihlal etmeden kullanılması önemlidir. Etik kodlar çerçevesinde mağdurun mağduriyetini estetik bir malzeme yapmadan, bedenin mahremiyetini ve masumiyetini objeleştirmeden, durumun tespiti fotoğraf kullanımının ilkeleri arasındadır. Görünmesi gerekmeyen, istenmeyen, irade dışında, teşhir edilmeyen görüntüler önemlidir. Burada özellikle kadın ve çocukların teşhir edilmemesi, insanların suçlu da olsa suçlu/hedef gösterilmemesi önemlidir. Şiddet haberleri ile kadına düşen rol hep “mağduru” oynamak. Buradan hareketle mağdur kadın temsilinin ataerkil düzeni yeniden ürettiği gibi bir tespit yapmak mümkün mü? Şiddet, kendi başına dramatik ve trajik bir durumdur; şiddete uğrayan mağdurdur. Yalnızca şiddete uğrayanlar açısından değil buna tanıklık edenler ve okurlar açısından da dramatik ve trajiktir. Şiddet haberciliği ise doğal, toplumsal, kurgusal şiddet/felaketler içerisinde yer alan veya etkilenen insanın algı, tepki ve deneyimini haberin yukarıda belirlenen anaakım rasyonalitesiyle uyumlu biçimde en çok okunma stratejisine yarayacak biçimde öyküleştirmedir. Haberin gücü ve etkisi izleyici/okura daha fazla gözyaşı döktürmeyle eşdeğer kılınmaktadır. Terör, deprem, kaza, şiddet, cinayet vb. içerisinde insanın bütünlüğünün, mahremiyetinin, acısının, mağduriyetinin haber olarak ilginç kılınmasıdır. Felaketin mağduru olan kadın/insan ikinci kere mağdur edilip haberin mağduru kılınmaktadır. Bu yolla kadının tarihsel olarak kurulmuş olan mağduriyeti onaylanmaktadır. Bunu dönüştürmek üzere alternatif bir habercilik rasyonalitesine ihtiyaç vardır. İnsanın bütünlüğünü dikkate alan, mahremiyetini ihlal etmeyen, acısını, kederini mağduriyetini öyküleştirip dramatik bir kurguya büründürmeyen bir habercilik anlayışı. Bu habercilik anlayışı kâr, verimlilik, ilgi çekicilikten ziyade haberin gücünü mağdur olandan yana kullanmakta bulmalıdır. Haberciyi her şeyi bilen, mutlak iktidar sahibi bir biliciden, dramatik bir öykü yazarından bir aktarıcı konumuna çekmek, tarafların eşitliğini, insanın ve olayın bütünlüğünü dikkate almak, resmi kayıtlardan, kaynaklardan, kayda geçirilmemiş, resmi olmayanlara da başvurmak, dillendirilenin, temsil edilenin ötesinden dillendirilmeyen, temsil edilmeyen, görünmeyeni de gün yüzüne çıkarmak, hazır cevapların ötesinde sorular sormak ve hep sormak alternatif bir habercilik dili kurmak için önemlidir. Şiddet yalnızca karı koca bir arasında mesele olmaktan çıktı Son olarak toplumsal cinsiyet ve medya alanında gerçekleştirdiğiniz/gerçekleştirmeyi planladığınız çalışmalardan kısaca bahseder misiniz? İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi lisans programında ve İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı yüksek lisans programında “Toplumsal Cinsiyet ve Medya” derslerini vermeye devam ediyorum. Öğrencilerimle birlikte yaptığımız çalışmaları geniş bir okur kitlesine ulaştırmak üzere çalışıyorum. İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından çıkarılan 'Kadın Çalışmaları' dergisinin “Toplumsal Cinsiyet ve Medya” konulu sayısının editörlüğünü yürütüyorum. Sizin derginiz aracılığıyla makale çağrısında bulunmak isterim. İlgilenen arkadaşlar çalışmalarını [email protected] adresime gönderebilir. 35 Sözlü kültürün yaratım ve aktarımında kadınlar: Nevşehir örneği Yrd. Doç. Dr. ADEM ÖGER Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi 36 Metin Çakıllı Albümünden/1961 Akademik Ayağında gümüş zincir, Gurbet ele giden kızlar, Ölmez ama zırıncır.” gerçekleştirilmektedir. Acı ve üzüntünün sözle buluştuğu yöre ağıtlarından biri şöyledir: Nevşehir yöresi, mani söyleme geleneğinin canlı olarak yaşatıldığı ve mani yönünden zengin olan bir ilimizdir. Bağda-bahçede çalışırken sataşma ve laf atma, kadınlar ve erkekler arasında atışma, mektuplarda sevgi ve aşkı ifade etme, dünürlükte kız isteme, Ramazan gecelerinde davulcular tarafından halkı sahura kaldırma ve bahşiş toplama gibi amaçlarla söylenen yöre manileri, konu yönünden de oldukça zengindir. Yörede sevgi, aşk, gurbet ve ayrılık gibi çeşitli konuların yanı sıra askerlik, gelin-kaynana ilişkisi, yer adları, din ve inanç sistemi, meslekler gibi toplumsal konuları işleyen maniler de vardır. Daha çok kadınlar tarafından yaratılan bu manilerin icracılarına “mani yakıcı” veya “mani düzücü” denilmektedir. Bu manilerde yörenin sosyo-kültürel ve ekonomik yapısını da tespit etmek mümkündür. Örneğin; “Dürüyem'e aldım allı ferace, Gızım seni saldıydım ilaca, Gurbanlar olurum sarı Dürüyem, Yatağı boş galdı bu gece. Zamana meydan okuyup yüzyılların süzgecinden geçerek günümüze ulaşan masal, efsane, mani, ninni, ağıt ve türkü gibi sözlü kültür ürünleri, toplum hafızasında kodlanmış olarak korunmakta ve gelecek kuşaklara aktarılmaktadır. Bu bağlamda Nevşehir yöresi, sözlü kültür ürünlerinin canlı olarak yaşatıldığı ve bu ürünlerin yaratımında kadın anlatıcı ve icracıların önemli ter tuttuğu illerimizden biridir. Köklü ve zengin bir geleneğe sahip olan yörede, kadınların bu geleneğin yaratımı kadar genç nesillere aktarımında da önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Çocukların hayal dünyalarının gelişiminde büyük etkisi olan masallardan başlayarak kına türkülerine, tarlada, bağda-bahçede çalışırken yakılan manilere, bebekleri uyutmak ve avutmak için söylenen manilere, beklenmeyen ani ölümlerin ardından yakılan ağıtlara ve yöre insanının duygusuna tercüman olan türkülere kadar bu ürünlerin yaratımında kadınlar ön plana çıkmaktadır. İnsan hayatının geçiş dönemlerinden birini oluşturan evlilik, kına ve düğün töreni aracılığıyla toplumun geneliyle paylaşılmaktadır. Özellikle geçmiş dönemlerde kına gecesinde yörede tef alçarak kına türküleri icra eden kadınlar, bu türkülerde bir yandan gelin olan kızın duygularına tercüman olurken, diğer taraftan da sosyal bir kurum olan evlilikle ilgili toplumsal anlayış ve beklentinin gereklerini dile getirmiştir. Aşağıda verdiğimiz birkaç kına türküsü bu durumu örneklemektedir: “Avanos'un pınarı, Avratlar yur çuvalı, Zordur halı dokumak, En zoru da zambaklı.” “Yüklettiler göçümü, Kınaladılar kuzumu, Yıktın viran ettin, Büyük evin içini.” Nevşehir didikleri, Üzümdür yidikleri, Çok hoşuma gidiyor, 'Aboo guzum!' didikleri.” “Damınızda ot muydum, Üstünüzde yük müydüm, Bir kız size çok muydum, Anam anam canım anam.” “Acıgöl'ün kışı var, Deresinin akışı var, Ah kızı görseniz, Ne candan bakışı var.” “Yağmur yağsın yerleriniz yaş olsun, Eşiğiniz mermer ile taş olsun, Ben gidiyorum ağam, Gül hatırınız hoş olsun.” “Keklik gelir seke seke, Kulağında gümüş küpe, Ben annemden ayrılmazdım, Ayırdılar çeke çeke.” “Al güvercin, mor güvercin, “Köprünün altı arpa, Su gelir çarpa çarpa, Yenile bir yar sevdim, Anasından korka korka.” Dama serdim kilimi, Çek kaynana dilini, Şimdi oğlun gelirse, Kırar kambur belini.” İnsan hayatının geçiş dönemlerinden biri de ölüm olayıdır. Özellikle trafik kazası, boğulma, yanma vb. beklenmeyen ölümler karşısında insanoğlunun şaşkınlığı ve üzüntüsü daha fazla olmakta ve bu duygular ağıt olarak dile getirilmektedir. Köklü ve tarihi bir geçmişe sahip olan ağıt yakma geleneği, yörede daha çok kadınlar tarafından Ne bakıyon Özcan oğlum yüzüme, Bir ateş düştü de yanar özüme, Gurbanlar oluyum küçük Özcan'ım, Senin ile gideceğim mezara. Parmağı uzun da benzer kaleme, Bir gızımı yazmaz oldun selama, Ayağı çarıklı çiftçi eyledin, Son cevabın bu mu idi anana.” Kadınlar tarafında icra edilen sözlü kültür ürünlerinden biri de ninnilerdir. Annenin sevgi ve şefkatini yansıtan ninniler, çocuğun gelişiminde son derece etkili olup onların dil gelişimi ve çeşitli açılardan eğitiminde büyük rol üstlenmektedir. Bu bağlamda Nevşehir yöresinde ninni söyleme geleneği canlı olarak yaşatılmaktadır. Yöreye ait ninnilerden bazıları şöyledir: “İnce elekten elediğim, Boz toprağa belediğin, Yaradandan dilediğim, Guzuma ninni.” “Bebeğin beşiği bakır, Yerinden kalkmıyor ağır, Ben sallarım tangır tıngır, Nenni bebeğim nenni. Ninni desem beni yakar, Beşiğinde güller kokar, Senin gahrını annen çeker, Ninni yavrum ninni.” Sonuç olarak, geçmişten beslenip günümüzün sosyo-kültürel yaşamıyla güncellenen ve geleceğe aktarılan sözlü kültür ürünlerinin icrası ve aktarımında kadınların yeri yadsınamaz. Davranışlarımızı şekillendiren bu geleneksel ürünlerin günümüzde oldukça zayıfladığı da bir gerçektir. Ancak geçmiş ile geleceği birbirine bağlayan bu geleneksel ürünlerin yaratımını devam ettirebilmenin yolu, günümüzün ihtiyaçlarına, zevk ve estetik anlayışına uygun olarak yeniden yaratılmasıdır ki bu durumda da kadınlarımıza önemli görevler düşmektedir. Kaynak: Nevşehir Halk Kültürü Araştırmaları 1, Editör: Yrd. Doç. Dr. Adem Öger, Nevşehir Üniversitesi Yayınları, 2011. 37 Sosyal Sorumluluk “Ben kadınların ayakları yere sağlam bassın istiyorum” FADİME ŞİMŞEK 38 Aldığımız siparişlere göre de gözlemeleri hazırlıyorduk. Bir yıl sonra dışarıya açılarak bankalara, resmi dairelere, vilayete duyurduk mantı ve gözleme yaptığımızı. Ve artık insanlar kendileri gelmeye başladılar. Şimdi salı günleri gerçekleştirdiğimiz bu etkinliğe çok sayıda kişi geliyor; mantımızdan, gözlememizden yiyor. Biz önceleri dernek üyeleri olarak bu işi kendimiz üstlenmiştik. Ancak daha sonra işlerimizi büyütünce burs verdiğimiz öğrencilerin annelerini çağıralım, onlar da bize yardımcı olsun dedik. Zaten tüzüğümüzde 'emek karşılığı yardım' maddemiz var. Sonra anneleri çağırdık ve onlar da çok sıcak baktılar bu olaya. Bu şekilde birlikte çalışmaya başladık. Onlar bize emekleri ile destek oluyor biz de onlara maddi olarak katkı sağlıyoruz. Diyorum ki gelen annelere, 'siz buradan maddi destek alıyorsunuz ama diyeceksiniz ki ben de her hafta onlara yardıma gittim.' Dolayısıyla bu şekilde bir eziklik hissetmeyecekler.” Şu anda 52 üniversite öğrencisine burs sağlayan derneğin Türkiye'nin her yerinden öğrencisi var. Büyük şehirlerde okuyanlar, anne ve babası olmayanlar, derneğin burs konusunda öncelik verdiği öğrenciler. Bay, ayrıca kız öğrencilere de öncelik tanındığını söylüyor ve ekliyor: “Hanımların okumasını çok istediğim için ağırlık kız öğrencilere veriliyor. Ben kadınların ayakları yere sağlam bassın istiyorum. Mutlaka bir güvenceleri olmalı. Kız öğrencilerimize diyorum ki, 'eğer okulunuzu bitirdikten T ürkiye Yardım Sevenler Derneği Nevşehir Şubesi, derneğe üye kadınların yapıp, sattıkları gözleme ve mantı ile üniversite öğrencilerine burs sağlıyor. Burs için öncelikli olan öğrenciler, büyük şehirlerde okuyanlar, anne ve babası olmayanlar ve de kız öğrenciler FOTOĞRAFLAR: MUSTAFA İŞLİYEN Elif Şafak “Siyah Süt” adını verdiği otobiyografik romanında kendi içindeki parmak kadınlardan bahseder. “Anaç Sütlaç Hanım”, “Pratik Akıl Hanım”, “Sinik Entel Hanım”, “Soğan Şehvet Hanım” ve diğerleri… Bu sayede yazarın, içinde çok tane kendinden barındırdığını anlarız; tıpkı diğer kadınlar gibi. Sonuçta her kadın bir parça 'matruşka' değil midir? Sahip olduğu tek bedende nice küçük kadını müebbet kiracı olarak barındırmaz mı? Kimiyle çatışır kimiyle barışır o başka. İdealist olan kadınlar ise hepsinden yararlanmayı bilir. Tüm halleri ve var güçleri ile üreten kadın olma yolunda ilerler. İşte bu kadınlardan biri de Türkiye Yardım Sevenler Derneği Nevşehir Şube Başkanı Fatma Bay. Emekli öğretmen Fatma Bay hem tüm anaçlığı hem de eğitimci yönüyle 1993 yılından bu yana derneğin başkanlık görevini yürütüyor. Göreve başladığı günden bu güne birçok yardım faaliyeti gerçekleştiren Bay, yalnızca maddi olarak değil manevi olarak da insanlara destek sağlamayı kendine düstur edinmiş. 35 üyesi bulunan dernekte her şey gönüllük esasına dayalı. Derneğin yürüttüğü çalışmalar arasında ilk akla gelen faaliyet, dernek üyesi kadınların yaptıkları mantı ve gözlemeleri satarak üniversite öğrencilerine burs sağlaması. Çok iyi bir ekiple çalıştığını söyleyen Fatma Bay, on yılı aşkın bir süredir burs faaliyetini sürdürdüklerini belirtiyor: “Burs işine derneğimize yapılan bağışlarla ve dernek olarak gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerle başladık. 2000 krizi sırasında bağışlar kesilebilir düşüncesi ile mantı yapmaya karar verdik. 'Deneyelim yürürse devam ederiz' dedik. Sonraları mantının yanına gözlemeyi de ekledik. İlk zamanlarda dışarıya çok açılmıyorduk. Ben derneğimizin de içinde bulunduğu iş hanını elime bir defter alıp tek tek geziyordum; 'gözleme yapıyoruz almak ister misiniz?' diye soruyordum. Sosyal Sorumluluk Dernek olarak gerçekleştirdiğimiz geziler esnasında hanımlar arasında denizi ilk kez görenler olduğuna şahit oldum. Bir hanım nasıl bağırıyor , 'hocam denize bak, üzerindeki kocaman gemiye bak, ne olur bir ayağımı sokayım' diye. O kadar duygulandım ki sonra çalışmazsanız emeğimiz boşa gider ve ben size hakkımı helal etmem.' Ben bunu kendi kızlarıma da söylüyorum.” DENİZİ İLK KEZ GÖREN KADINLAR Derneğe emekleri ile katkı sağlayan öğrenci velileri ile de yakından ilgileniyor Fatma Bay. Onlarla konuşuyor, onları dinliyor, sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyor. Velileri de derneğin işlerine dahil ederek kadınlara farklı bir bakış açısı kazandırmayı amaç edinen Bay, bu şekilde her şeyden önce kadınların dışarıya çıkmasını sağladık diyor: “Öyle anneler var ki 'ben sadece salı günleri buraya geliyorum, diğer günler dışarı çıkmıyorum' diyor. Nedenini soruyorum. Geçerli bir nedenleri de yok bahaneleri de. Dolayısıyla ben dışarı çıkmaları için diyorum ki 'sen kesilen mantıları karıştırmak için yarın da geleceksin.' Arkasından da ekliyorum, 'sırf senin dışarı çıkman için söylüyorum' diye. Onlarla konuştukça şöyle bir gerçekle de karşılaştık; Nevşehir'de oturup da yer altı şehirlerini, peribacalarını hiç görmemiş kadınlar var. Bunun üzerine onlara Kapadokya bölgesini gezdirmeye karar verdim. Desteklerini bizden hiçbir zaman esirgemeyen Belediye Başkanımız Hasan Ünver Bey'e gittim. Durumu anlattım ve araba ricasında bulundum. Bu şekilde Kapadokya bölgesini gezme imkânımız oldu. Benim eşim emekli İngilizce öğretmeni aynı zamanda profesyonel rehber. Eşim de rehberliğimizi yaptı. Hanımlar o kadar mutlu oldular ki. Hatta bu gezimize dair şu anımı da paylaşmak isterim: Hanımın biri geldi dedi ki 'hocam ben ilk kez masada yemek yiyorum, masaya biraz yemek döktüm, bana kızarlar mı?' O kadar içim yandı ki. 'Hayır' dedim; 'istersen tabağını ters çevir, kimse kızmaz sana.' Burada amacımız yalnızca kadınlarımızı gezdirmek, onlara eğlenceli bir gün yaşatmak değil aynı zamanda daha önce hiç yaşamadıkları şeyleri tecrübe etmelerini sağlamak diyebilirim. Ben bayanlarla sohbet ettiğim zamanlarda onlara başka ” yerleri anlatıyorum, o yerlerle ilgili bilgi veriyorum. Sonra diyorlar ki 'hocam biz oraya nasıl gideceğiz?' Hal böyle olunca Kapadokya gezimizden sonra Belediye tarafından temin edilen araçlar ile başka yerlere de gitmeye karar verdik. Anıtkabir'e, Konya'ya, Çanakkale'ye, Hatay'a, Urfa'ya gezilerimiz oldu. Hanımlar arasında denizi ilk kez görenler bile vardı. Bir hanım nasıl bağırıyor , 'hocam denize bak, üzerindeki kocaman gemiye bak, ne olur bir ayağımı sokayım' diye. O kadar duygulandım ki.” Dernekte bu etkinliklerin yanı sıra kermesler ve çaylar da düzenleniyor. Kadınların kendi el emeği ürünlerini sattıkları bu etkinliklerde de yine elde edilen gelirler ile ihtiyaç sahibi olan ailelere gıda ve giyim yardımı sağlanıyor. Pişiren, diken belki de en önemlisi öğrenmeye meraklı olan kadınların yer aldığı dernekte, kadının emek halini, kadının şefkat halini, kadının çocuk halini, kadının idealist halini ya da kısaca kadının matruşka halini görmek mümkün... 39 ”