kadın dergisi

Transkript

kadın dergisi
NEÜ
BÜLTEN
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ ÖZEL EKİ
MART 2012
Geçmişten
günümüze Türk
kadınının serüveni
Siyasal alanda
kadın sorunu nasıl
aşılır?
Medyanın
perspektifinden
kadın algısı
Tasavvuf ve kadın
sufiler
KADININ ELİ ERKEĞİN ELİ İLE
EŞİT AMA FARKLI...
Osmanlı kadın
hareketi
Hem kadın hem
engelli olmak
Uçan Süpürge kadın
muhabirler ağı
Rektörden
'8 Mart Dünya Kadınlar Günü' talihsiz bir olay neticesinde vuku bulmuş ve bazı değişimlere uğrayarak
günümüze kadar ulaşmıştır. Şüphesiz bu gün kadınların güzel hediyelerle gönüllerinin hoş tutulduğu;
alışılagelmiş cümlelerin sarf edildiği bir gün olmanın çok daha ötesindedir. 8 Mart, her şeyden önce erkekleri
kadınlarla 'empati kurmaya' çağıran bir gündür.
8 Mart'ın asıl amacı kadınların bir güne mahsus olarak hatırlandığı, sorunlarının üstün körü dillendirildiği bir
gün olmaktan öte, kadın olmanın ne demek olduğunu bir günlüğüne de olsa insanlara düşündürtmektir. Yani
savunmasızca şiddete maruz kalmanın, sadece cinsiyetinden ötürü haksızlığa uğramanın, karşılık
beklemeksizin o çok bildik tabirle 'saçını süpürge etmenin' ne demek olduğunu anlatmaktır bu günün tek
gayesi.
Bunun içindir ki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün asıl hedef kitlesi erkeklerdir. Zira kadınların kendilerinin
konuşup kendilerinin dinlediği; kendilerinin tartışıp kendilerinin çözüm önerilerini sunduğu bir Kadınlar Günü
amacına tam olarak hizmet etmiş olmayacaktır. Bu nedenle kadınları 8 Mart'ta en çok erkekler dinlemeli; en
çok erkekler anlamalıdır.
Böylece, kadın olmanın 'ötekilikle' eş değer tutulmadığı, kadını hor görmenin adetten sayılmadığı, kadınların
cinsel obje olarak kullanılmadığı, adeta bir meta gibi alınıp satılmadığı, kadın yöneticilerin parmakla
sayılmadığı, kadının kadın olmaktan utanmadığı dahası kadının her şeyden önce insan olduğunun hatırlandığı
bir dünyada yaşamak mümkün olsun.
Şüphesiz karşılıklı empati, özlemini çektiğimiz böylesi bir dünyada yaşamak için iyi bir başlangıç; kadın ve
erkeğin kafa kafaya gelerek değil omuz omuza vererek, birlikte hareket ettikleri bir yapının inşası için önemli
bir adımdır.
Cinsiyet eşitliğine dayalı böylesi bir yapının inşası için bu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Nevşehir
Üniversitesi olarak bir adım da biz atalım; arzu ettiğimiz bu yapıya bir tuğla da biz koyalım istedik. Çünkü
biliyoruz ki, herkes için daha yaşanır bir dünyanın var olması için, birey olarak her birimize önemli görev ve
sorumluluklar düşmekle birlikte, bu görev ve sorumluluklar toplumun temel dinamikleri olan yapılarca da
desteklenmeli ve yerine getirilmelidir.
Böylesi ciddi bir sorumluluğun bilincinde olan Üniversitemiz gerek yılın belirli dönemlerinde gerçekleştirdiği
'toplumsal cinsiyet eşitliğine' dayalı etkinlikler gerekse bu konuda yürüttüğü araştırmalar ve sosyal sorumluluk
kampanyaları ile üzerine düşeni layıkıyla yapmaya çalışmaktadır. Şu an satırlarında göz gezdirdiğiniz 'NEÜ
Bülten' dergimizin 'Kadın Özel Eki' de bunun somut bir örneği olarak nitelenebilir.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne özel olarak bu yıl ilk kez hazırlanan bu dergi hem Üniversitemiz bünyesinde
yer alan akademisyenlerimizin hem de başka üniversitelerdeki kadın çalışmaları alanında söz sahibi olan
akademisyenlerin ve yazarların değerli katkıları ile hazırlanmıştır. Kadını metalaştırmadan temalaştırdığımız
dergimizde başta bölgemizde yaşayan kadınlarla ilgili çalışmalar olmak üzere genelde Türk kadınının yaşadığı
süreçlere, medyadaki yansımasına, siyasal alandaki konumuna, tasavvuftaki algısına, sözlü kültürün
oluşumundaki katkısına dair önemli ayrıntılar bulacaksınız. Azimli kadınların portrelerini okurken kadınların
imkânsızlıklar içinde nasıl yeni yollar açtıklarını görecek; şiddet gören kadınların sorunlarına tanıklık edecek;
kadın olmanın üstelik engelli bir kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışacaksınız.
Geniş bir yelpazede kadın algısını sorguladığımız dergimizin kadınlar kadar erkekler tarafından da ilgi ile
okunacağını ümit ediyorum. Çünkü karşılıklı olarak haklarımızı gözettiğimiz bir dünyada yaşamak ancak
birbirimizi tanımaktan ve anlamaktan geçer…
Prof. Dr. Filiz KILIÇ
Rektör
neü
İÇİNDEKİLER
BÜLTEN KADIN ÖZEL EKİ
04
Tarihi görselleştiren kadın: Sibel Radiye Gül
14
AKADEMİK
KADIN
06
OSMANLI KADIN
HAREKETİ
05
KADIN ARTIK HER
YERDE
10
SİYASAL ALANDA KADIN
SORUNU
20
KIRSAL KESİMDE
KADINA UYGULANAN
ŞİDDET
36
SÖZLÜ KÜLTÜRÜN
OLUŞUMUNDA
KADINLARIN ETKİSİ
13
ENGELLİ KADINLARIN
SORUNLARI NASIL
AŞILIR?
38
GÖZLEME ve MANTI
YAPARAK ÖĞRENCİLERE
BURS SAĞLAYAN
KADINLAR
Kadın eli
erkeğin eliyle
eşit mi?
19
Kadın
muhabirler ağı
RÖPORTAJ
16
PROF. DR. FİLİZ KILIÇ:
TÜRKLERDE KADIN, TOPLUMUN HER
KATMANINDA KENDİNE YER
BULMUŞTUR
32
PROF. DR. NİLÜFER NALÇAOĞLU:
KADIN HEM KUTSAL; HEM ŞEYTAN
Nevşehir Üniversitesi Adına Sahibi
Prof. Dr. Filiz KILIÇ (Rektör)
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof. Dr. Çetin PEKACAR
Editör&Görsel Yönetmen
Öğr. Gör. Fadime ŞİMŞEK
Fotoğraf Editörü
Uzm. Mustafa İşliyen
Haberleşme Adresi
Nevşehir Üniversitesi Rektörlüğü
Basın ve Halkla İlişkiler Birimi
2000 Evler/Nevşehir
www.nevsehir.edu.tr
[email protected]
[email protected]
t: 0384 228 10 33/34
f:0384 212 98 83
Tasavvufta
kadın algısı
24
Baskı
Simtel Ofset Matbaacılık Basın Yayın San. Tic. Ltd. Şti.
Karasoku Mh. Meydan Sk
No:3 Nevşehir
Tel: 0384 213 38 66
0384 212 98 82
Fax: 0384 212 98 83
[email protected]
[email protected]
Haber
Cinsiyet eşitsizliği
sıralamasında Türkiye 122.
sırada yer alıyor
D
ünya Ekonomik Forumu
tarafından yayınlanan
'Küresel Cinsiyet Eşitsizliği
2011 Raporu'nda Türkiye cinsiyet
eşitsizliği sıralamasında sondan 13.
sırada yer alıyor. 135 ülkenin
bulunduğu listede ilk sıraları İzlanda,
Norveç ve İsveç gibi Kuzey Avrupa
ülkeleri alıyor. Listenin sonlarında ise
Pakistan, Yemen ve Özbekistan
bulunuyor.
Açıklanan raporda Türkiye her ne
kadar 122. sırada yer alıyor ise de
geçen yıllara kıyasla Türkiye'de
toplumsal cinsiyet eşitsizliği
konusunda olumlu gelişmelerin
yaşandığı görülüyor.
2006 yılından bu yana yayınlanan
Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu
cinsiyete dayalı eşitsizlikleri ortaya
koymayı ve bu konuda yaşanan
olumlu/olumsuz gelişmeleri takip
etmeyi hedefliyor.
Uçan Süpürge Kadın
Filmleri Festivali Kısa Film
Yarışması başvuruları
bitmeden...
B
u yıl 15.’ si gerçekleşecek olan
Uçan Süpürge Uluslararası
Kadın Filmleri Festivali “Kısa
Film Yarışması” bu kez “Size Baba
Diyebilir miyim?” temasını ele alıyor.
Hayatın her alanında karşılaşılan erk
ve erkekliği, baba metaforu ile mercek
altına alan Festival, kısa filmcileri
kimi zaman şefkat gösteren kimi
zaman şiddet uygulayan; kimi zaman
güven uyandıran kimi zamansa korku
salan baba figürünü sorgulamaya
çağırıyor. 10-17 Mayıs tarihleri
arasında Ankara’ da gerçekleştirilecek
olan Festival’in başvuruları16 Mart’ta
sona eriyor. Jürinin değerlendirmesi
sonucunda dereceye giren filmler,
15.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın
Filmleri Festivali’nin 10 Mayıs akşamı
Ankara’da yapılacak açılış töreninde
sahiplerini bulacak.
Ayrıntılı bilgi için: www.ucansupurge.org
2012 yılı Türkiye’nin Kadın Girişimcileri
Yarışması başvurular 20 Mart’ta sona eriyor
G
aranti Bankası, Ekonomist dergisi ve Türkiye Kadın
Girişimciler Derneği’nin ortaklığıyla gerçekleştirilen
"Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” bu yıl 6. kez
düzenleniyor.
Türkiye’deki tüm kadınlara örnek teşkil eden başarı hikayelerinin
duyurulmasına hizmet eden Yarışma, kadınların "girişimci ruhunu"
ortaya çıkartarak, Türkiye’deki kadın girişimci sayısının yükselmesine
katkı sağlamayı amaç ediniyor.
Kadınların "Türkiye’nin Kadın Girişimcisi"; "Türkiye’nin Gelecek Vaat
Eden Kadın Girişimcisi" ve "Türkiye’nin Yöresinde Fark Yaratan Kadın
Girişimcisi" kategorilerinde değerlendirmeye alınacağı yarışmanın son
başvuru tarihi 20 Mart. Kadın girişimcilere duyurulur!
Ayrıntılı bilgi için:www.kadingirisimciyarismasi.com
Nevşehirli kadınlar, ‘Bin Öğrenciye Bin
Yemek’ kampanyası için bir araya geldi
N
evşehir Öğrenci ve Gençlik Derneği (NÖGED)’nin
üniversite öğrencileri için başlattığı ‘Bin Öğrenciye Bin
Yemek’ kampanyasına bir destek de Türk Kadınlar Birliği
Nevşehir Şubesinden geldi.
Türk Kadınlar Birliği Nevşehir Şubesi tarafından NÖGED’in
başlatmış olduğu kampanyaya destek amacı ile gerçekleştirilen
çay partisinde konuşan Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Filiz
Kılıç: “Bu üniversite, hepimizin üniversitesi. 2007 yılında kurulan
Üniversitemiz, Nevşehir’in ve özellikle kadınlarımızın desteğiyle
çok yol kat etti. Nevşehir Üniversitesini büyük bir aile olarak
görüyorum ve bütün Nevşehir’i bu ailenin akrabaları, eşi ve dostu
olarak nitelendiriyorum. Üniversitemizin, bu birliktelikle, ele ele
vererek ve güç birliğimizi ortaya koyarak Nevşehirimize yakışır
bir üniversite olması çabasındayız. Hiçbir şey tek başına olmuyor,
birliktelikten güç doğuyor” dedi.
Kadın&Erkek
AYŞENUR YAZICI
YAZAR
Kadın Eli! Erkeğin eliyle eşit,
ama farklı…
Beş parmağı var, onun da benim de.
İşe gitmek için kar yağarken durakta
bekleşirken, avuç içlerimiz aynı
sıcaklıkta yanar. İkimiz de evlilik
yüzüğümüzü sol yüzük parmağımıza
takarız. İkimizin de elleri kalem
tutmuş, ikimizi de tek “Yaradan”
ışığıyla donatmış, ikimizin de
ellerine tutma gücü vermiş…
Onun da anası, benimki gibi elinden
tutarak “bak yavrum cici kuş”
diyerek, önüne ekmek kırıntıları
serpiştirdiği masum canlıyla
tanıştırmış, merhameti ve adaleti
işaret etmiştir. Erkek çocuk
büyüdüğünde ilk iş sapanla bu
serçelerden birini daldan indirmeyi
dener! Ondan daha güçlü olduğunu
hissetmektir amacı…
Kadının eli kapıyı açar, çamaşır
yıkar, bebeği okşar, tarlayı çapalar,
ruj sürer…
Kapı önünü yıkar, kızartma, badana,
erişte yapar, dükkânın kapısını
kilitler, kitap tutar, gözyaşını siler…
Erkeğin eli taş toplar, direksiyon
sallar, kaynak yapar, tornavida
tutar…
Çocuğun başını sever, alın terini
siler…
Kadınlar günüyle ilgili ne zaman bir
şeyler karalamaya kalksam,
İngiltere'de başlayan işçi kadın
hareketinin bugünlere ulaşmasını
anlatmaktan öte bir şeyler yazmak
ister, sonra satırları siler, güncel
cinayet rezaletlerinden dem vurup
koca sayfayı doldururum. Boş şeyler!
Değişmemiş değiştirilememiş,
havanda su dövmekten başka işe
yaramayan satırlar… Sonra dönüp
baştan okuduğumda, geçen seneden
ve bir önceki “elli yılda”
yazılmışlardan farklı bir şey
dökülmediğini görürüm. Çok
üzülürüm.
Bu gün bu döngüyü kırıyor ve aklıma
geleni, haber arşivindeki hüzünlü
ölümleri ortaya dökmeden
yazıyorum. Geri dönüp tek satırı
silmeden…
Âdemoğlunu dengede tutan iki kanat
var. Biri kadın diğeri erkekten oluşan
bu iki kanattan biri, diğerinden aşağı
04
K
adına
saygıyı bir
erkeğe
annesi öğretir.
Diyeceğim o ki ben
anlatmaktan
yoruldum. Zamana
bırakıp annelerin
“kadına” saygı
duyan erkek
çocukları
yetiştirmesini
beklemekten başka
çarem yok. Buna da
ömrüm yetmez
biliyorum.
Ama bir gün bu kısır
döngüyü kıracaklar!
durursa âdemoğlu ilerleyemez.
Dengesi bozulur. Bunu biz kadınlar
idrak edip söyleriz de erkeklere
anlatmak neden zordur?
Çünkü erkekler anneleriyle eşlerinin
aynı cinsten olduğunu çabuk unutur
ve belki de – Uluslararası klinik ve
sosyal psikoloji uzmanı,
akademisyen - Ayala Malach Pines'ın
dediği gibi “annesinin memesinden
ayrılıp birey olmak ona çok zor bir
ayrılık travması yarattığından, tekrar
bir kadına bağlanmakta zorluk
çektiği için kadınla kendini bir
tutmaz”!
Yaşadığı sorun ne olursa olsun, erkek
“paradigmasını değiştirmedikçe”
kadınlar günü adında bir gün
dünyada kutlanmaya devam edecek,
herkes kadının ne kadar
hırpalandığından, bölündüğünden ve
ezildiğinden; hatta yaşamının elinden
alındığından söz edecek.
Olan biten trajedik, ilkel, adaletsiz,
şoke edici kadın haberlerini
gevelemek, yinelemek soruna çözüm
getirmediği gibi, duyan kulaklarda
sanki artık bu tip işler “olağanmış”
sıradanlığı yaratıyor. Tehlikeli olan
da bu zaten.
Paradigma nasıl değişecek diye
sorarsanız, ben sosyolog değilim ama
yarım yüzyılı geçkin Anadolu
toprağında süren yaşamım,
gördüklerim ve okuduklarımla, dilim
varmasa da şunu itiraf etmek
zorundayım:
Medya,- dünyanın her yerindekadının öldürülmesi, aşağılanması ve
ikinci sınıf insan gibi gösterildiği
haberlerin cümlelerini dikkatlice
kurmak zorunda! Hatta haber
merkezinde söylemekten dilimde tüy
biten kalıbı burada da yazmalıyım:
“Boşanmak isteyen karısının baba
evini bastı, kayınvalidesini, karısını
öldürdü kayınpederini yaraladı.”
haberi verilirken “bunun cezasının
kaç yıldan başladığını ve caninin
hayatının ne kadarını hapiste
geçireceğini” TCK'deki maddesiyle
vermeliler.
“Kızını kesti, astı, kız kardeşini
öldürdü” haberleri de verilirken
“TCK'deki cezası nedir”, neyle
yargılanacağını da duymalı diğer
ilkel âdemoğulları… Tv her eve
giren en önemli bilgilenme aracı ve
ölen kadın sadece “haber” olmamalı,
madem kalbe bir iz bırakmıyor
kulaklarda bir tortu bırakmalı.
İlkel âdemoğullarının kanundan gözü
korkmalı. Korkmalı ki Tanrı'nın
yüreğinde “vicdan” ve “merhameti”
eksilttiği bu erkekler
paradigmalarını, korkuyla da olsa
değiştirsinler.
Bir erkeğin “anası” ile “karısı”
arasındaki çürük tahtalı köprü ancak
saygıyla onarılabilir. Kadına saygıyı
da bir erkeğe annesi öğretir.
Diyeceğim o ki ben anlatmaktan
yoruldum. Zamana bırakıp annelerin
“kadına” saygı duyan erkek çocukları
yetiştirmesini beklemekten başka
çarem yok. Buna da ömrüm yetmez
biliyorum. Ha bir de kadına saygıyı
öğretecek anaların kocalarının kırdığı
kafalarını kaldırıp bunu nasıl
becereceklerini de bilmiyorum.
Ama bir gün bu kısır döngüyü
kıracaklar. Ben üstüme düşeni
yaptım. Ellerim bir erkek kadar geniş
ve yıpranmış.
Kadın
Uzm. ARZU KAZAZ
Selçuk Üniversitesi
Selçuk Bakış Dergisi Editörü
Kadınlar Günü, Anneler Günü,
Babalar Günü gibi belirli günler 'Bir
güne sığdırılamayacak kadar'
manidar olması, ancak yılın sadece
bir gününe sıkıştırılmaya çalışılması
nedeniyle, ya da başka bir bakış
açısıyla tüketim kültürünü
körüklemesi ve kapitalizme hizmet
etmesi iddiasıyla eleştirilir.
Oysa bu tür günlerin var oluş amacı
hediye temin etme ve günün konusu
'Kadın' ya da 'Erkeği' bir günlüğüne
memnun etme değildir. Özellikle
Kadınlar Günü üzerinden düşünecek
olursak bu tür günlerin kalkınmakta
olan ülkeler için önemi büyüktür.
Çünkü konuşulacak, tartışılacak ve
düzenlenecek konu çoktur. Yılda bir
günlüğüne dahi olsa kadın
sorunlarının bu anlamda gündemde
olması aslında bu yönde atılacak
tüm güzel adımlara vesiledir.
Ülkemizde farklı ekonomik ve
sosyal koşullarda, farklı
coğrafyalarda birbirinden çok farklı
acılar çeken, farklı hayaller kuran
hayattaki öncelikleri ve amaçları
bakımından birbirine hiç
benzemeyen milyonlarca kadın var.
Bazen bir kadının tek önceliği
çocuklarıyla birlikte sığınacak bir
yer bulabilmek iken, ne yazık ki
diğeri için fizyolojik ya da
psikolojik şiddet görmeden yaşamak
hayatının en önemli önceliği, diğeri
için cinsiyet ayrımcılığına
uğramadan eşit koşullarda, eşit ücret
karşılığı çalışmak en önemli şey
iken başka bir kadın için ev-iş ve
çocuklar üçgenindeki koşturmacada
her zaman dinamik ve mükemmel
olmak.
Sanayi toplumu olma sürecinde,
çalışan anne penceresinden
bakıldığında bile düzenlenmesi,
iyileştirilmesi gereken konular
çoktur. Özellikle doğum öncesi ve
sonrası izinler, bu sürecin
beraberinde getirdiği zorlukların
aşılması sürecinde yeterli bir
istirahat ve esenlik sağlayacak
uzunlukta belirlenmelidir. Özellikle
Kadın her yerde
0-3 yaş arası bakım hizmeti veren
kreşler belli bir sayıda kadının
çalıştığı her işyerinde mutlaka
bulundurulmalıdır. Yine aynı yaş
gurubunda çocuğu olan anneler için,
çalışılan işin içeriğinin uygun
olduğu takdirde bir kısmının evden
yürütülmesi organize edilmelidir.
Böylelikle anne çocuk açısından en
azından mekânsal bir yakınlık da
oluşturulmuş olacaktır. Bu noktada
dikkat edilmesi gereken şudur.
Kadının -annenin- rahatı ve konforu
için atılacak her yeni adım, küçük de
olsa her iyileştirme sağlıklı ve mutlu
çocukların yetişmesi için uygun bir
zemin hazırlanması anlamına
gelmektedir. Özellikle kadınların iş
hayatının her kolunda ve her
platformda temsil edilmesinin
sağlanması bu tür kolaylaştırıcı ve
özendirici uygulamaların yerleşmesi
ile ilgilidir. Unutulmamalıdır ki
kadının rahat ve mutlu olduğu
yaşam koşullarında mutlu çocuklar
yetişir.
Bu anlamda meseleye sadece kadın
penceresinden bakmak yerine bir
bütün olarak ailenin esenliğini ve
refahını sağlayacak altyapılar olarak
bakılmalıdır. Toplam nüfusumuzun
yarısı kadınlardan oluşmakta ve
ülkemiz coğrafyasında kadınlara çok
fazla iş düşmektedir. Hiç şüphesiz
kadının mutlu olduğu bir ailede
diğer üyelerin de mutlu olması doğal
bir sonuçtur. Bu anlamda kadın ile
erkeğin birbirini tamamlayan ve
yükselten unsurlar olarak ele
alınması sağlıklı ve mutlu bir
toplumsal yükselme için de zemin
hazırlayacaktır.
'Güçlü olmak hem kadın doğasının
bir özelliği hem kadın dünyasının
bir zorunluluğudur ve her kadın
ihtiyacı olan gücü ve yaşam
enerjisini yakın çevresinden alır.
Özgüven sahibi kadınlar yetiştirmek,
kadının yaşamın her alanında var
olmasını teşvik etmek, gelişmiş bir
ülke olmanın başlangıç noktası
kabul edilmelidir.
S
anayi toplumu
olma sürecinde,
kadın sorununa
çalışan anne
penceresinden
bakıldığında
düzenlenmesi gereken
konular çoktur.
Özellikle doğum
öncesi ve sonrası
izinler, bu sürecin
beraberinde getirdiği
zorlukların aşılması
sürecinde yeterli bir
istirahat ve esenlik
sağlayacak uzunlukta
belirlenmelidir
05
Akademik
Doç. Dr. SERPİL ÇAKIR
İstanbul Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi
Çoğumuzun bildiğinin aksine,
günümüzde olduğu gibi, Cumhuriyet
öncesinde de kadınlar, kadın
oldukları için önlerine dikilen yasal
ve kurumsal engelleri ortadan
kaldırmak ve günlük yaşamda
karşılaştıkları sorunları çözmek
amacıyla mücadele ettiler, bir hareket
başlattılar, maruz kaldıkları ayrımcı
uygulamalara çeşitli yollarla isyan
ettiler.*
Hatta, kendisi de bu hareketin aktif
bir üyesi olan Halide Edip, 1913'te
verdiği bir konferansta, kendi
döneminde bu hareketin tarihçesinin
henüz yazılmadığını ifade ederken
bu görevi biz torunlarına yüklemeyi
ihmal etmeyecekti: “Gönül isterdi ki
Osmanlı kadınlarının terakki ve
tekâmül yolundaki küçük bir
tarihçesi olsun. Fakat bugün böyle
olmaması bence pek elim değildir.
Her yerde kadınların uyanıp
ilerlemeleri de başka hareketler gibi
yavaş ve müselsele (zincirleme) bir
hareket olmuştur. Osmanlı
kadınlarının terakki yolundaki
mesailerinin henüz bir tarihçesi
olmaması, onların da bir şey
yapmamış olmalarını intaç etmez.
Bilakis bugün büyük ve umumi bir
tiyatro salonundan kadınlığa bu
kadar mahrem bir mevzudan
bahsetmek ve bu mevzuu dinlemek
için bu tiyatroda Osmanlı
kadınlarından mürekkep, muhterem
ve büyük bir kitle bulmak... Bunlar
iftihar edilecek şeylerdir. Bugün bu
saat, ben size böyle hitap ederken, siz
beni dinlerken şüphesiz biz de tarih
yapıyoruz, demektir. Bu tarihçeyi
torunlarımız bir konferans
dolduracak kadar uzun ve iftiharla
yaptıkları zaman, elbet bizim aciz
fakat hüsn-i niyet ve samimiyetle
dolu bin müşkilâtla elde edilen
mücadelemizden de
bahsedeceklerdir.”*
Kadın hareketi kadınların kendilerini
baskı altına alan düzeni algılama,
politik olarak tanımlama ve ona karşı
mücadele yöntemleri geliştirme
olarak tanımlanabilir. Hareketin
Yüz yıl öncesinin kadın mücadelesi:
Osmanlı Kadın Hareketi
ideolojisi olan feminizm, kadın
kurtuluş hareketi olarak, çağa,
koşullara ve ülkelere göre
farklılaşabilir. Bu yazıda,
Cumhuriyet öncesi döneme ilişkin
örnekler ortaya konulmaya
çalışılmıştır.
Yüzyılın başından itibaren dünyada
ve Osmanlı toplumunda, çeşitli
alanlardaki yaşanan değişim ve
gelişim süreçlerine koşut olarak,
kadınlar da hak ve özgürlük
taleplerini gündeme getirdiler. İçinde
bulundukları toplumsal yapıda,
kendilerini tanımaya başladılar;
bunları kamuoyunda tartışarak bir
gündem oluşturdular. Bir cins olarak
ikincil konumlarının farkındaydılar,
erkeklere nazaran bulundukları
konumu sorgulayarak bir kadınlık
bilinci geliştirdiler: “Son zamanlarda
Osmanlı kadınlığı can sahibi
olduğunu, var olduğunu gösterdi.
Onun her an iniltiler içinde kopup
gelen sedasını işitiyoruz. 'Biz varız,
uyanıyoruz, kalkacağız, kalkınız, yol
gösteriniz' diyor. Bu hareketi
kadınlığın bütün tabakalarında
müşahade ediyoruz. Artık iman ettik
ki, hayatımız iyi bir hayat değildir.
Artık kadınlar böyle yaşamayacaktır
ve yaşayamaz. Buna katiyen emin
olunuz.”
Kadınlar, kadın dergilerini ve
dernekleri sorunlarının ifade
edilmesinde belli başlı araçlar olarak
kullandılar. 1869'da Terakki-i
Muhaderat'la başlayan kadın dergi ve
gazetelerinin sayısı Cumhuriyet'e
kadar 40'a ulaştı: Hanımlara Mahsus
Gazete, Şüküfezar, Demet, Mehasin,
Kadın, Kadınlar Dünyası gibi kadın
dergileri çıkarıldı. Bu dergiler
kadınlara kendilerini birey olarak
ifade etme, sorunlarını dillendirme
ortamını sağladı. Her kesimden
kadınların yazma ürkekliğini,
çekimserliğini gidermede, taleplerini
iletmede ve sesini duyurmada önemli
işlev gördü.
Erkeklerle kendi durumlarını
kıyaslayan, bu duruma isyan eden,
kadınlar, Şüküfezar, Kadınlar
Dünyası gibi sahibi, yazı kadrosu,
hatta mürettipleri bile kadınlardan
oluşan dergiler çıkardılar. Bu
dergilerdeki yazılara baktığımızda
kadınların çözümü kendilerinde
aradıklarına şahit oluruz.
Erkeklerden gelen yardım teklifini,
onları samimi bulmadıkları için geri
çevirmişlerdir: “Evet Osmanlı
erkeklerinden bazıları bizi, biz
kadınları müdafaa ediyorlar;
görüyoruz; teşekkürler ederiz. Biz
Osmanlı kadınları kendimize mahsus
inceliğimiz, kendimize mahsus adat
ve adabımız vardır, bunu erkek
muharrirler bir kadının anlayacağı
ruhla anlamazlar. Lütfen bizi kendi
halimize bıraksınlar, hayallerine
oyuncak buyurmasınlar. Biz kadınlar
hukukumuzu bizzat kendi
çalışmamızla müdafaa edebiliriz.”
Şükûfezar, sahibi kadın olan ve yazı
kadrosunu tümüyle kadınların
oluşturduğu ilk kadın dergisidir.
1886'da yayınlanan derginin sahibi
Arife'nin yanı sıra, kendilerini baba
ya da koca adıyla değil, Münire,
Fatma Nevber, Fatma Nigâr gibi
sadece kendi adlarıyla tanıtan
kadınların yazıları vardır. Derginin
önsözünde yayım amacı, kadınların
varlığını kamuoyuna duyurmak ve
kadınlar hakkındaki önyargıları
kırmak olarak şöyle duyurulmuştur:
"Biz ki saçı uzun aklı kısa, diye
erkeklerin hande-i istihzasına [alaylı
gülümseme] hedef olmuş bir taifeyiz.
Bunun aksini ispat etmeye
çalışacağız. Erkekliği kadınlığa,
kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek,
şâh-râh-i sa'y-u amelde [çalışmanın
doğru yolu] mümkün olduğu kadar
payendâz-ı sebât [ayak diretmek]
olacağız."*Hanımlara Mahsus
Gazete ise, 1 Ağustos 1895'te
yayımlanmıştır. Başyazarı ve yazı
kadrosunun çoğunluğu kadınlardan
oluşmuştur. Makbule Leman, Nigâr
Osman, Fatma Şadiye, Mustafa
Asım, Faik Ali, Talat Ali ve Gülistan
İsmet başyazarlık görevlerini
yapmışlardır. Yazı kadrosundaki
*Konuyla ilgili olarak yararlanılan başlıca kaynak için bkz: Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 3.baskı, İstanbul, 2011
*Halide Edib Adıvar, “Yirminci Asırda Kadınlar”, Mektep Müzesi dergisi, 1913
*Arife, "Mukaddime", Şükûfezar, 1301, no: 1, s. 6.
06
Akademik
U
lviye Mevlan tarafından çıkarılan Kadınlar Dünyası dergisi, feminizmi, kendi hareketlerini
tanımlayıcı bir kelime olarak kullanmayı yeğlerken, Muallim Fuad Şükrü'nün sahibi olduğu
Genç Kadın dergisi, feminizmi Avrupa kökenli bir hareket olduğu gerekçesiyle reddetmiştir
kadınlar, Fatma Aliye ve Emine
Semiye, Şair Nigâr bint-i Osman Şair
Leylâ (Saz) gibi dönemin aydınbürokrat kesiminin kızları ya da
eşleri olan entelektüellerdir. 13 yıl
süreyle çıkan, en uzun süreli kadın
dergisidir. Dönemin aydın
kadınlarının eserlerini kamuoyuna
tanıtmasının yanı sıra,
modernleşmeci erkek aydınların
kadın söylemini de gösteren bir
yayındır. "Nesil yetiştiriciliği"
rolünden ötürü kadınların da
geliştirilmesi, yükseltilmesi gerektiği
vurgulanmış; kadının içinde
bulunduğu durum ile toplum arasında
bağlantı kurulmuş, kadınların
konumu erkeklerle kıyaslanmıştır.
Bunun ilk örneklerini, ilk kadın
romancılardan biri olan Fatma Aliye
vermiştir. Fatma Aliye için kadının
gelişiminde engel teşkil eden
etkenlerden en önemlisi, kadınların
başarısını kıskanan erkeklerdir ve bu
durum medeni ülkelerde de aynıdır:
"Temeddün eden [medeni] milletlerin
ulûm u fünûnda [ilim ve bilim]
evvela erkekleri terakki eyledikleri
ve kadınların onlara pey-rev [takipçi]
oldukları görülüyor. Erkekler o
hazineye girdiklerinin ibtidâsında
kendilerini ta'kib eden kadınları
kıskanıp o hazinenin cevherlerini
onlardan sakınmak istiyorlar. Güya
ki, hakk-ı takaddüm-ü hôd-gâmlık
[bencilliğin verdiği önde bulunma
hakkı] ile bir hakk-ı tasarruf [hak
kısıtlaması] ve temellük [ kendine
mal etmek] yerine koymak istiyorlar.
Bu hep böyle olmuş, böyle gelmiş
şeylerdendir. Ama 'böyle olmuş'
dememiz 'böyle yapmışlardır'
demektir. Yoksa bu ilm ü fazlın
sahibi olan cenâb-ı feyyâz-ı mutlak
[Allah] hazretleri anî [kemale ermiş]
kullarının erkeğine dişisine hep
birden ihsan buyurmuş olduğundan,
bunu kadınlardan diriğe [esirgemeye]
erkeklerin iktidarı erişebilir mi?"*
1913'ten 1921 yılına dek Ulviye
Mevlan tarafından çıkarılan Kadınlar
Dünyası dergisi, feminizmi, kendi
hareketlerini tanımlayıcı bir kelime
olarak kullanmayı yeğlerken, 1919'da
Muallim Fuad Şükrü'nün sahibi
olduğu, müdürlüğünü Süleyman
Tevfik'in üstlendiği, Genç Kadın
dergisi, feminizmi Avrupa kökenli bir
hareket olduğu gerekçesiyle
reddetmiştir.
Yazarların tümünün kadın olduğu,
sadece kadınlara açık olan Kadınlar
Dünyası, bunu derginin önemli bir
ilkesi olarak açıklamıştır:
“Hukukumuz, hukuk-u umumiye
arasında tanınmadıkça, kadın erkek
her nevi mesaide iştirak kabul
olunmadıkça, Kadınlar Dünyası
sayfalarını erkeklere açamaz.”
“Kadınlığa ilgisiz olan erkek
gazetelerinde yazmanız bizim için
daha hayırlı olacaktır!” Türk Kadını
adlı dergi ise, gerçek kimliklerini
belirtmek koşuluyla sayfalarını kadın
ve erkek okuyuculara açtığını,
Kadınlar Dünyası'nın ilkesini kabul
etmediğini ifade etmiştir.
Kadınlar Dünyası, Osmanlı
kadınının hakkını aramada,
değişmesini istediği değerleri
sorgulamada etkin bir role sahiptir.
Aynı zamanda Osmanlı kadınının
hukukunu savunan, hakkını arayan,
bu yolda bir hareket başlatan önemli
bir dernek olan Müdâfaa-ı Hukuk-ı
Nisvan Cemiyeti [Osmanlı
Kadınlarının Hukukunu Savunma
Derneği]'nin de yayın organıdır.
Toplumun farklı kesimlerindeki
kadınlardan gelen yazı ve mektupları
yayınlaması dolayısıyla da önemli bir
kaynaktır.
Feminizm kelimesini hareketlerinin
ideolojisi olarak tanımlamaktan
kaçınmamışlardır. Kadınlar Dünyası
dergisinin yazarlarından Nimet
Cemil, dergi kapağında fotoğrafının
da yayınlandığı "Yine Feminizm,
Daima Feminizm" başlıklı yazısında
1921 yılında bu konuya şöyle açıklık
getirmiştir: “Birçok mühim şey
vardır ki, her millette mevcut olduğu
halde, birçok millette ismi hatta
tercümesi bile yoktur (telgraf,
otomobil, vapur, v.b) Binaenalyh
nisailik, nisaiyun tabirlerine hiçbir
ihtiyaç hissetmiyoruz. Feminizm
kelimesini aynen kullanmayı tercih
ederiz. Varsın lisanımıza ecnebi bir
kelime daha girmiş olsun ne zararı
var. Yalnız feminizmin vücudu ve
vücubu (varlığı ve gerekliliği) kabil-i
inkâr değildir.”*
Döneme egemen olan milliyetçi
ideoloji, özellikle erkekler tarafından
çıkarılan yayınlarda fazlasıyla
hakimdir. Örneğin bu dergilerden biri
olan İnci dergisinde hem bu
ideolojiyi, hem de ağırlıklı olarak
erkeklerin kadınlara ait düşüncelerini
görmek mümkündür. Kadını anne ve
ev kadını olarak görmek, onları bu
yolda mükemmelleştirmeye
çalışmak İnci'nin çıkarılmasında
başlıca amaçtır. Aynı tarihsel süreç
içerisinde 30'a yakın kadın derneği
kurulmuştur.* Dernekler bireysel
talepleri örgütlü birliklere
dönüştürmede, sorunların
çözümünde, ortaya konulan önerileri
uygulamaya geçirmede yardımcı
olmuştur. İlk kurulan dernekler
savaşların açtığı yaraları sarmaya
yönelik yardım dernekleridir.
Dernekler arasında kız çocuklarının
eğitiminin temel amaç olarak
alındığı, kadınların iş yaşamına
girebilmeleri için mesleki eğitimin
verildiği dernekler de vardır. Osmanlı
Türk Kadınları Esirgeme Derneği,
Osmanlı Kadınları Çalıştırma
Cemiyeti Hayriyesi, Biçki Yurdu gibi
dernekler benzer amaçlarla, atölyeler,
terzi evleri açarak, kadınların
istihdam olanaklarının geliştirilmesi
için onlara beceri kazandırmaya
çalıştı. Asri Kadın Cemiyeti,
Cemiyet-i Nisvan Heyet-i Edebiyesi,
Teali-i Nisvan Cemiyeti KırmızıBeyaz Kulübü gibi örgütler kadınları
çeşitli açılardan bilgilendirme,
bilinçlendirme amacına yöneliktir.
*Fatma Aliye için bkz: Serpil Çakır, “Fatma Aliye (1862-1936)”, A Biographical Dictionary of Women's Movements and Feminisms. Central, Eastern, and South Eastern
Europe, 19th and 20th Centuries, der. Francisca de Haan, Krassimira Daskalova and Anna Loutfi, Budapest and New York: Central European University Press, 2006, s.21-24;
Mübeccel Kızıltan, Türk kadın hakları mücadele tarihinde Fatma Aliye Hanım'ın Yeri , Kuram Yayınları, İstanbul, 1993; Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Fatma Aliye :Uzak
Ülke, Timaş yayınları, 2007.
*Nimet Cemil, "Yine Feminizm, Dâima Feminizm", 19 Şubat 1921, no.194/8, s. 2. Ayrıca bkz.Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, 3.baskı, İstanbul, 2011,
s.181.
*Serpil Çakır, “Osmanlı Kadın Dernekleri” (Ottoman Women's Associations), Toplum ve Bilim, Bahar, 1991, s.139-157.
07
Akademik
G
enel kitaplık kadınlara kapalı olduğu için, bu ihtiyacı karşılamak adına Osmanlı Kadınının
Hakkını Savunma Derneği üyelerinden Cazibe Hakkı Hanım bir kitaplık oluşturmak çabasına
girişmiş, 1991 yılında kadınların kurduğu Kadın Eserleri Kütüphanesine fikir anneliği yapmıştı
Ulviye Mevlan tarafından 28 Mayıs
1913'te kurulan Osmanlı Müdafaa-ı
Hukuk-u Nisvan Cemiyeti (Osmanlı
Kadınının Hakkını Savunma
Derneği) ise, Kadınlar Dünyası
(1913-1921) adlı yayın organı ile
Osmanlı feminist hareketine önemli
bir örnektir. Derneğe girmede aranan
en önemli koşul, üyelerin kadınlık
hakkının müdafaa ve yükseltilmesi
yolunda çalışmalarıdır. Derneğin
programında sıralanan amaçlar ise,
kadının toplumsal yaşamla
bütünleştirilmesi, çalışma yaşamına
katılımının gerçekleştirilmesi olarak
özetlenebilir. O yıllarda Batılı
kadının gündeminde olan siyasal hak
istemi, cemiyetin kuruluş
programında yer almasa da bu talep,
programa 1921 yılında girecektir.
Zira kadınlar toplumsal yaşama
girdikten sonra, iş siyasete de
gelecektir.
Kadını sımsıkı kuşatan geleneklere,
kısıtlamalara, kadın-erkek
eşitsizliğine, hukuksuzluğa,
eğitimsizliğe karşı bir mücadele
başlatıldı. Bu amaçla gerek aile
yaşamında, gerekse toplumsal
yaşamdaki ilişkiler ağında yeni bir
düzenlemeye gitmenin gereği
üzerinde duruldu. Bu amaçla bir
"toplumsal inkılap" yapılması istendi.
Boşanma hakkının kadına tanınması,
çok kadınla evliliğin önlenmesi,
evlenme biçiminde değişikliğe
gidilerek, görücülük yerine eşlerin
birbirini görmesi, tanıması gereği
vurgulandı. Kadının ev dışında
giydiği giysilerin düzenlenmesi için
bir millî kıyafet oluşturulması
gerekiyordu.
Kadının çalışma yaşamına katılımını
kolaylaştıracak çeşitli işyerleri
açılması planlandı. Böylece hem
kadının içinde bulunduğu sefalet
azaltılacak hem de ülke sanayisinin
gelişimine katkıda bulunulacaktı.
Dernek bir terzi evi açtı, terzilik
öğreterek, dışarıya siparişle iş
yaptırmaya başladı. Çalışma
yaşamında kadının erkekle beraber
çalışması istendi. Derneğin bu
uğurda yaptığı yayın başarılı oldu ve
kadınlar tarafından çeşitli
ticarethaneler açıldı. Ama dernek asıl
başarısını, Osmanlı-Türk kadınının
ilk kez bir kamu kuruluşuna
girmesini sağlayarak gösterdi.
Derneğin teşviki ve verdiği mücadele
sonucu başvuruları önce kabul
edilmeyen Bedra Osman Hanım ve
arkadaşları, sonunda İstanbul Telefon
İdaresi'ne kabul edildiler. Bedra
Hanım aynı zamanda iş müfettişi
olarak tayin edildi.
Programdaki 3. maddede, kadınlığını
yükseltecek ve bunu tüm topluma
yayacak bir dizi amaç sıralanmıştı:
Kadınlar için özel okulların açılması,
gazete ve kitapların yayınlanması,
konferanslar düzenlenmesi... Bu
yolda ülkedeki en önemli sorun
eğitimsizlik olarak belirlenmiş;
okullarda köklü bir değişime
gitmenin zorunluluğuna dikkat
çekilmişti. Dernek yöneticilerinin
savlarına göre, ilköğretim zorunlu ve
tek tip olmalı, kızların eğitimine
gereken önem verilmeli, yurdun her
tarafında kız liseleri açılmalıydı.
Kızlara yüksek öğrenim hakkı da
verilmeliydi. Bu hakkın hem insanlık
hakkı hem de vatanın ihtiyacı
açısından bir an önce kazanılması
gereğine işaret edilerek, hükümetten
ve Maarif Nezareti'nden bu konuya
yönelik girişimde bulunmaları
istendi. Dahası, yüksek öğrenim için
kızlar Avrupa'ya gönderilmeliydi.
Dernek üyelerinden eğitimci Aziz
Haydar Hanım, okul açma
konusunda önderlik ederek tüm
maddi desteğini kendisinin sağladığı
bir okul açmış ve okulun yönetimini
de üstlenmişti. Genel kitaplık
kadınlara kapalı olduğundan, bu
ihtiyacı karşılamak için dernek
üyelerinden Cazibe Hakkı Hanım da
bir kitaplık oluşturmak çabasına
girişmiş, 1991 yılında kadınların
kurduğu Kadın Eserleri
Kütüphanesine fikir anneliği
yapmıştı.
Bu dönemde kadınlar konferanslar da
düzenlediler. Örneğin, 1911 yılında
İstanbul'da bir konakta düzenlenen
bir dizi konferansın 300'ü aşan
katılımcısı vardı. Konferansların
birinde konuşmacı Fatma Nesibe,
kadın hareketinin amacını ve
yöntemini özetleyen ilkelere de
değiniyordu: Hareketin kitleselliği,
kadın dayanışması ve feminist
bilinç. Son sözü ona bırakalım:
“Hanımlar, size, bütün kadınlık, hatta
topraklarında müebbeten susan
dudaklar namına teşekkür ederim.
Bugün üç yüz kişiyiz değil mi
hanımlar? Demek hiç aldanmıyoruz
ve bu cesaretle iddia ediyorum ki
içtimaımıza vakıf olsalar, üç yüz bin
hatta milyon kadın bize hiç olmazsa
kalben iştirak edecekler. O halde
vereceğim şu birkaç konferansla ben
üç bin refikama telkin-i hakaike
muvaffak olursam, siz niye
olamayasınız, bu kuvvet sizden niçin
beklenilmesin? Her şahsa üç bin
kişinin isabeti pek açık, bir hesapla
gösterir ki her birimizin üç biniyle
dokuz milyon kalbin hele kadın
teşebbüsünün müzahir-i istinad›
olacağız değil mi? Ve bu az bir
kuvvet mi? İşte Arşimet'e rağmen
kainatı mihverinden koparacak yeni
bir manivela kuvveti daha. Biz bugün
vakıa üç yüzle başlıyoruz; yarın,
mutlaka üç binle, ertesi gün altı
binle.. Nihayet bir gün, bütün kitle-i
nisviyetle [kadın kitlesi]
başlıyacağız.”*
Osmanlı
Kadınının
Hakkını Savunma
Derneği'nin
verdiği
mücadeleler
sonucu OsmanlıTürk kadınları ilk
kez bir kamu
kuruluşuna kabul
edildiler
*Konferansların konuşma metinleri 1911'de İstanbul'da yayınlanan Kadın adlı› dergide yayınlandı.Ayrıntı için bkz: Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları,
3.baskı, İstanbul, 2011, s.118-125; Serpil Çakır, “Kadınlığın İlk Tarihi Şikâyeti: Beyaz Konferanslar”, Tarih-Toplum Dergisi, Mart 2003, s.40-47.
08
NÜKÇAM
Yrd. Doç. Dr. AYSEL KEKİLLİOĞLU
NÜKÇAM Müdürü
Bir toplumun uygarlık düzeyi o
toplumun kadına verdiği değerle
ilişkilidir. Bu değerin yeterince
anlaşılamadığı ya da
değerlendirilmediği dönemlerde
toplumlar gelişememiş ve
ilerleyememişlerdir. Bugün dünyada
kadınlar erkeklere göre daha uzun,
ancak yaşam kalitesi düşük olarak
yaşamaktadırlar. Kadınların yaşam
kalitesindeki düşüklük, onların
toplumdaki statüleri ile doğrudan
ilgilidir. Oysa, kadınlar, aile ve toplum
arasında bir köprü görevi üstlenerek,
sosyal sistemin ilerleyişine ve ailede
sağlıklı bir iletişim ortamının
oluşmasına önemli katkı
sağlamaktadır.
Geçtiğimiz 50 yılda kadınlara yönelik
çok önemli ilerlemeler ortaya
çıkmıştır. Bu olumlu gelişmede;
sürdürülebilir kalkınma ve dünyadaki
sağlık düzeyini iyileştirme için
kadınlara eşit olanaklar sunmanın ve
statülerini geliştirmenin ön şart
olduğunun fark edilmesinin rolü
büyüktür. Ancak bu gelişmeye
rağmen; hâlâ biyolojik ve toplumsal
cinsiyet rollerine dayalı ayrımcılık
yaygın olarak devam etmekte hatta bu
ayrımcılık daha kadın doğmadan önce
başlamakta, ölene kadar da devam
etmektedir. Buna paralel olarak da
kadınlar ve erkekler arasında,
kaynaklara ulaşma ve onları kontrol
etme konusunda, sahip oldukları
ekonomik olanaklar, güç ve siyasi
arenada seslerini duyurabilme
açısından mevcut uçurumlar da
sürekliliğini korumaktadır.
Kadınlar hâlâ aynı iş ve meslekte
çalışan erkeklerin kazandığından üçte
bir oranında daha az kazanmakta ve
tüm dünyada okur-yazar olmayanların
üçte ikisini kadınlar oluşturmaktadır.
Bu durumun bir sonucu olarak
Dünyada kadın ve erkeğe yasal, sosyal
ve ekonomik haklar konusunda eşit
davranan çok az sayıda ülke
bulunmaktadır..
Kadın hareketleri, kadın kuruluşları ve
uluslararası kararların etkisi
doğrultusunda; kadınların statüsünü
yükseltmek için sürdürülen
mücadelelerde kadın haklarını
savunmak, daha iyi bir hayat için
Nevşehir Üniversitesi Kadın Çalışmaları
Uygulama ve Araştırma Merkezi
insan haklarının siyasal, sosyal,
hukuksal ve ekonomik boyutunda
eşitlik arayışını dile getirmek amacıyla
gerçekleştirilen faaliyetleri daha
bilimsel ve etkin kılmak için gelişmiş
ve gelişmekte olan bazı ülke
üniversitelerinde Kadın Sorunları
Araştırma ve Uygulama Merkezleri
kurulmaktadır.
Ülkemizde 1995 yılında Pekin'de
yapılan IV. Dünya Kadın
Konferansı'nda alınan kararlar
paralelinde “Üniversitelerde Kadın
Sorunlarına İlişkin Araştırma
Merkezleri” kurulmaya başlamıştır.
Üniversite bünyesindeki Kadın
Sorunları Araştırma ve Uygulama
Merkezleri'nin ilki 1989 yılında
İstanbul Üniversitesi bünyesinde
kurulmuştur. Bunu takiben 1990'larda
üniversitelerde kadın çalışmaları hızlı
bir çoğalma göstermiş ve benzer
amaçlarla Nevşehir Üniversitesi
bünyesinde de NÜKÇAM (Nevşehir
Üniversitesi Kadın Çalışmaları
Uygulama ve Araştırma Merkezi)
kurulmuştur.
NÜKÇAM'ın da yeni dahil olduğu
üniversitelerde yürütülen kadın
çalışmaları; kadın sorunlarını bilimsel
bir kadın bakış açısıyla ortaya koyma,
çözüm önerme, ulusal ve uluslar arası
panel, konferans, seminer ve
sempozyum düzenleme, eğitim
materyali oluşturma, kadın çalışmaları
alanında bilginin açığa çıkarılması ve
yaygılaştırılması için yayınlar yapma
aktiviteleri ile bulundukları bölgedeki
kadın sorunları ve çözümüne yönelik
aktivitelere öncelik verdiğinden, kadın
sorunlarının çözümünde etkili olma
mücadelesi vermektedir.
NÜKÇAM olarak; kadınının
toplumsal hayatın her alanında hak
ettiği yeri almasının, ancak toplumsal
statüsünün iyileştirilmesi ve
"toplumsal cinsiyet eşitliği" ilkesinin
her alanda uygulanması ile mümkün
olabileceğine inanıyoruz. Buradan
hareketle kadının toplumdaki yaşam
kalitesini erkekle eş değer tutabilecek
nitelikleri geliştirmeyi, sorunlara
çözüm bulmayı ve bu anlamda katkı
sağlamayı hedefliyoruz. Bu bağlamda
kadının ve erkeğin birbirine göre
üstünlüğü veya üstünsüzlüğü değil
tam tersine bütünlüğünden yola
çıkıyoruz.
Üniversitenin ilgili bölüm ve
birimlerinin işbirliği ile kadın
sorunlarına ve cinsiyet ayrımcılığına
karşı toplumsal duyarlılığı geliştirme
misyonu ile hareket eden Merkezimiz,
yurt içinde ve yurt dışında kadın
sorunlarıyla ilgili her alanda yapılan
araştırmaları takip etmekte ve
hedeflerimiz çerçevesinde çeşitli
alanlarda araştırma yaparak
çalışmalarını sürdürmektedir.
Toplumsal cinsiyet, aile içi şiddet,
cinsel istismar vb. konularda projeler
geliştiren Merkezimiz yakın zamanda
bu projeleri hayata geçirerek
kadınların güçlenmesine ve kadınerkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik
genel bilinç ve zihniyet dönüşümü
sürecine katkı sağlamayı
amaçlamaktadır.
Araştırma ve projelerin yanı sıra
NÜKÇAM, Nevşehir ili kapsamında
kadın çalışmaları ve hakları alanında
faaliyet gösteren kamu ve sivil toplum
kurum ve kuruluşlarının katılımı ile
“Nevşehir Kadın Platformu”nun
koordinatörlüğünü yürütmektedir. Söz
konusu platformun periyodik
toplantılarında ilimiz öncelikli kadın
sorunlarının tespit ve çözümüne dair
konular gündeme
alınmaktadır.Bununla birlikte, ilimizde
gerçekleştirilen ya da
gerçekleştirilmesi planlanan kadın
sorunları ya da çalışmaları içerikli
gerek sivil gerekse kamu kurum ve
kuruluşlarının; yerel, bölgesel, ulusal
ve uluslararası (Ankara Kadın
dayanışma Vakfı, ENG- KAD, Uçan
Süpürge, Nevşehir STK'lar, Nevşehir
Barosu, İstanbul Ünv, Bahçeşehir Ünv,
Valilik YEEP, Yerel yönetimler, Milli
Eğitim, Emniyet… vb) faaliyet, proje,
toplantı, çalıştay, seminer vb.
çalışmalarına katkı ve katılım
sağlanmaktadır. Bu bağlamda, tüm bu
süreçler boyunca; üniversitemizin
çeşitli birimlerinde yapılacak
çalışmaların koordinasyonunun
NÜKÇAM tarafından sağlanması ile
özellikle Nevşehir ili ve çevresinin
kadın sorunlarının bilimsel tespiti ve
çözümüne katkı sağlamaya devam
edeceğiz.
09
Akademik
Yrd. Doç. Dr. LEYLA KAHRAMAN
Nevşehir Üniversitesi
İktisadi İdari Bilimler Fakültesi
Siyaset en geniş anlamıyla;
insanların hayatlarını düzenleyen
genel kuralları yapmak, korumak ve
değiştirmek için gerçekleştirdikleri
faaliyetler olarak tanımlanabilir. Bu
süreç şüphesiz 'çatışma ve işbirliği'
kavramlarını kapsayan; rakip
fikirlerin, farklı isteklerin, rekabet
eden ihtiyaçların ve çatışan çıkarların
varlığı ile şekillenmektedir. Siyasetin
temel özelliğini genellikle rakip
görüşlerin ve birbiriyle rekabet
halindeki çıkarların uzlaştırıldığı bir
çatışmayı çözme arayışı olarak
tanımlamak mümkündür. Siyaseti
insanlık durumunun kaçınılmaz
boyutu haline getiren çeşitlilik
(hepimiz aynı değiliz) ve kıtlığın
(talebi karşılamaya yetecek miktarda
mal-hizmet asla olmayacak)
kaçınılmazlığıdır (Heywood: 2011:
27). Tüm bu unsurlar insanı
mücadeleye, mücadelenin
yapılmasının yolu olarak da iktidara
taşımaktadır.
Tarihsel gelişim süreci içerisinde
insanın siyasal alandaki rolü ele
alındığında hep ilerleme içinde olan
düz bir çizgiden bahsetmek mümkün
değildir. “Siyasal alanın öznesi
olmak” yakın zamanlara dek tüm
insanların sahip olduğu bir nitelik
olmaktan çok uzak bir anlam
taşımıştır. Bireylerin siyasal alanda
karar verici konumda olduğu
doğrudan demokrasi tarihsel süreç
içinde çok sınırlı* uygulanabilen bir
deneyim olmuştur (Çam, 2002: 399).
Toplumsal farklılaşma ve
işbölümünün artışı siyasal işlevi
yerine getirenlerin bir şekilde
toplumun dışında toplumdan ayrı bir
grup olarak ortaya çıkmalarına yol
açmıştır. En küçüğünden en
büyüğüne, en ilkelinden en
gelişmişine, en geçicisinden en
kalıcısına kadar bütün sosyal
topluluklarda yönetenler azınlığı ve
yönetilenler çoğunluğu arasında
temel bir ayrım doğmaya başlamıştır.
Adına ister din adamları, büyücüler,
aile reisleri ister yaşlılar ya da
yetenekliler densin bir kişi ya da
grup ama kesinlikle her zaman bir
Türkiye'de siyasal alanda 'kadın
sorunu' ne zaman ortadan kalkar?
azınlık iktidarı/yönetimi elinde
bulundurmuştur (Duverger,
1994:7,8). Gruplar ya da ölçütleri
değişse de değişmeyen en önemli
ortak unsur azınlığın her zaman
erkeklerden oluşuyor olması
gerçeğidir. İdealize edilen Antik
Yunan polislerinde yurttaşlık, özgür
ve yetişkin erkeklere özgü bir statü
niteliği taşımıştır (Minogue, 2002:14,
15). Atina demos'unu büyük bir köle, yabancı ve kadın- nüfusun
dışlandığı azınlık bir elit
oluşturmuştur (Finley, 2003: 30).
“Sınırlı oy” ilkesi bir taraftan sınıfsal
tabana oturmasıyla (mülkiyete ve
ödenen verginin miktarına bağlı olan
ölçütlerin geçerli olması) diğer
taraftan da kadınların -yetişkin
nüfusun yarısının- siyasal alanın
dışına itilmesiyle demokrasinin
önündeki en büyük engellerden biri
olmuştur (Şaylan, 1998: 46). Siyasal
alana dahil edilmeyen halk
çoğunluğu bu süreçte karar verme
mekanizmasının tamamen dışında
kalan edilgen bir nesneden öte bir
anlam taşımamıştır. Bu sınırlar,
siyasal alanı ve siyasal karar verme
mekanizmalarını sınırlı bir azınlığın
iradesine tabi kılmasıyla
demokrasinin özsel temelinden
yoksun kalmasına neden olmuştur.
Siyasal alanın mevcut durumu bu
haliyle, Lincoln'ün (Akt:Heywood,
2011: 102) “Halkın halk tarafından,
halk için yönetimi” olarak
tanımladığı demokrasiyle
örtüşmekten uzak kalmıştır.
“Eşit, özgür ve genel oy hakkı” nın
kadınları tamamen içermesi için uzun
bir zaman beklenmesi gerekmiştir.
İngiltere'de 1884 yılında yetişkin
erkek nüfus seçme ve seçilme
hakkına sahip olmuşken kadınlar oy
hakkına ancak 1918'de, tüm siyasi
haklarına ise tam olarak 1928'de
sahip olabilmiştir (Şaylan, 1998: 51,
52). İsviçre'de kadınlar oy hakkını
1971 yılında elde etmiştir. Dünyada
kimi Afrika ülkelerinde hala oy hakkı
olmayan kadınlar bulunmaktadır.
Suudi Arabistan kadınlara oy hakkını
erkeklerin onayı ile ve sadece genel
seçimler için tanımış, yerel
seçimlerde ise oy hakkı tanımamıştır.
Suudi kadınların toplumsal alanda
olduğu gibi siyasal alanda da hemen
hemen hiç hakkı bulunmamakta,
yanlarında eşleri ya da kan bağı olan
erkekler olmadan en basit günlük
işleri bile yapamamaktadırlar (Suudi
Arabistan'da…”, 25.09.2011).
DÜNYADA KADININ MEVCUT
DURUMU
Siyasal haklara yasal olarak sahip
olmak kadının siyasal alanın öznesi
olabilmesi için yeterli olmamıştır.
Kadının toplumsal ve ekonomik
açıdan yaşadığı eşitsizlikler, kadının
siyasal alanda etkin bir biçimde yer
almasının önünü tıkamıştır. BM
tarafından dünyadaki kadınların
durumuyla ilgili 2011 yılında
yayımlanan ''Dünyada Kadınların
İlerlemesi'' başlıklı rapor, dünya
genelinde kadınların yaygın biçimde
ayrımcılığa ve şiddete maruz
kaldığını bir kez daha çarpıcı bir
biçimde ortaya koymaktadır. Kanuni
düzenlemelerdeki ilerlemelere
rağmen milyonlarca kadının hâlâ
yaşamlarında şiddete maruz kaldığı
ve bu şiddetin de genellikle eşleri
tarafından uygulandığı belirtilen
raporda, 127 ülkenin evlilikte
tecavüzü cezalandırmadığına dikkat
çekilmektedir. 61 ülkenin de kadına
kürtaj hakkını sınırladığı ve ayrıca
genel kural haline gelmiş biçimde
kadınlara erkeklere nazaran yüzde 10
ilâ yüzde 30 daha az maaş verildiği
ortaya koyulmaktadır. Raporda, 600
milyon kadının çok güvenli olmayan
kötü işlerde, yasal olmayan
koşullarda çalıştırıldığı ifade
edilmekte ve kadınlara yönelik
suçların ifşa edilmemesinin de bütün
bölgelerde ciddi sorun olduğuna
işaret edilmektedir (BM Kadın…”,
08.07.2011). Cinsel şiddettin
asırlardır savaş silahı gibi
kullanıldığının hatırlatıldığı raporda,
cinsiyetler arasındaki eşitlikle ilgili
kanunun, kadınların adalete
ulaşmasının temelini oluşturduğuna
*Doğrudan demokrasi eski Yunan polislerinde uygulanmış olmakla birlikte; yurttaş tanımı içerisine halkın çoğunluğunun girmediği (kadınlar, köleler ve yabancılar), asli kararları
etkileyenlerin belirli kişi ya da kişilerin olduğu göz önünde bulundurulursa bu düzenin demokratiklik düzeyinin büyük ölçüde sınırlanmış olduğu görülmektedir.
10
Akademik
T
ürkiye'de kadınların toplumsal ve ekonomik açıdan bulunduğu düzey olması
gerekenden oldukça uzak bir tablo sergilemektedir. Türkiye'de okuma yazma
bilmeyenlerin yüzde 87'sini kadınlar oluşturmaktadır
dikkat çekilmektedir.
Rapora göre, 125 ülkede
aile içi şiddeti yasaklayan kanunlar
mevcut olmasına rağmen, bugün 603
milyon kadın, bu tür şiddetin suç bile
sayılmadığı ülkelerde yaşamaktadır.
Ayrıca; 113 ülkede kadın ve erkeğe
eşit ücret yasası olmasına rağmen
kadınlar, erkeklere göre yüzde 30
oranında daha az maaş almaktadır.
Aile içi şiddeti yasalarla
engellemeyen ülkelerde
vatandaşların yaklaşık yarısı,
kadınların "belli durumlarda şiddete
maruz bırakılmasının anlaşılır
olabileceğini" düşünmektedir. Aynı
oran Türkiye'de yüzde 22,
Vietnam'da yüzde 21, ABD'de yüzde
12, Almanya'da yüzde 24
dolaylarındadır (BM Kadın…”,
08.07.2011).
2007 yılında yapılan bir araştırma
sonucuna göre; yeryüzünde mutlak
yoksulluk sınırındaki 1.5 milyar
kişinin yüzde 70'ini kadınlar
oluşturmaktadır. Dünyadaki işlerin
yüzde 60'ını yapan kadınlar, toplam
gelirin yüzde 10'una; dünya
üzerindeki mal varlığının ise yüzde
1'ine sahiptir. Mültecilerin yüzde
80'ini kadınlar oluşturmaktadır. 280
milyonluk Arap dünyasında her 2
kadından biri okuma yazma
bilmemektedir. 700 milyon kadın
yeterli yiyecek ve içme suyu ile
sağlık ve eğitim hizmetlerinden
mahrum durumdadır. Birleşmiş
Milletler'e üye 191 ülkenin sadece
12'sinin lideri kadındır (“Rakamlarla
Kadının…”, 07.03.2007).
Üst düzey pozisyonlarda çalışan
kadın sayısı da erkeklere oranla
düşüktür. Örneğin üst düzey yargı
kurumlarında görev alan kadın oranı
Türkiye'de yüzde 13'le sınırlıdır.
Ruanda, Gürcistan, Güney Afrika,
Kazakistan, Guatemala, Arnavutluk
gibi ülkeler, yargı temsiliyetinde
eşitlik bakımından Türkiye'nin
ilerisinde bulunmaktadır (BM
Kadın…”, 08.07.2011).
Eğitim ve öğrenim alanında tüm
dünyada yaşanan hızlı ilerleme ve
gelişmelere rağmen, dünyanın pek
çok bölgesinde kadınların eğitimi
hâlâ önemli bir sorun alanıdır. Dünya
genelinde okuma yazma bilmeyen
yetişkinlerin yüzde 67'sini kadınlar
oluşturmaktadır. Eğitim olanağından
yoksun 45 milyon erkek çocuğa
karşılık, kızlarda bu rakam 85
milyona ulaşmaktadır. Kadınlar ve
kız çocukları eğitim fırsatlarından
erkeklere oranla daha az
yararlanmakta, toplumsal cinsiyete
dayalı eşitsizlikler devam etmektedir.
Oysa kadınların ekonomik, sosyal
kültürel ve siyasal yaşamdaki
konumlarını güçlendirmek ancak;
hak, fırsat ve imkânlardan eşit
biçimde yararlanmalarını sağlamakla
mümkün olacaktır (KSGM, 2008,
“Politika Dokümanı Kadın ve
Eğitim”).
sürekli olarak kadın istihdamını
arttıracak tedbirler alındığı
görülmektedir. İskandinav
ülkelerinde ise bu oran yüzde 80'leri
zorlamaktadır. (“Dünyada ve
Türkiye'de Kadının Konumu ve
STK'lar”, 2011).
2011 yılında toplam kurumsal
olmayan çalışma çağındaki nüfusun
yüzde 50.9'unu kadınlar
oluşturmasına rağmen toplam
işgücünün yüzde 28.8'ini kadınlar
oluşturmaktadır. İstihdam edilen
toplam nüfusun yüzde 28.4'ünü
kadınlar, yüzde71.6'sını ise erkekler
oluşturmuştur. Kadın nüfusun yüzde
72.4'ü işgücüne dâhil değildir.
Toplam kurumsal olmayan çalışma
çağındaki 15 yaş ve üzeri kadın
nüfusun yüzde 27.6'sı, kadın
işgücünün ise yüzde 87'si istihdam
edilmiştir.
Kadınların işgücüne katılım
düzeyinin düşük olmasının yanında
ne şekilde istihdam edildiği de büyük
önem taşınmaktadır. 2007 verilerine
bakıldığında kadın nüfusun; yüzde
0.6'sını Kanun Yapıcı, Üst Düzey
Memur ve Müdürler, yüzde 2.6'sını
Profesyonel Meslek Mensubu, yüzde
1.6'sını Yardımcı Profesyonel Meslek
Mensubu, yüzde 2.19'unu Büro ve
Müşteri Hizmetlerinde Çalışan
Elemanlar, yüzde 2.06'sını Hizmet
TÜRKİYE'DE KADININ
TOPLUMSAL VE SİYASAL
ALANDAKİ KONUMU
Türkiye'de kadınların toplumsal ve
ekonomik açıdan bulunduğu düzey,
olması gerekenden oldukça uzak bir
tablo sergilemektedir. Türkiye'de
okuma yazma bilmeyenlerin yüzde
87'sini kadınlar oluşturmaktadır.
Yüksekokul ve fakülte mezunlarında
kadınların durumu oransal olarak
daha iyi durumda olmakla birlikte bu
oran (yüzde 40.4) henüz yeterli
düzeyde değildir.
Bitirilen Eğitim Düzeyi Ve Cinsiyete Göre Nüfus ( 15 +yaş ) – 2010Türkiye
BİTİRİLEN EĞİTİM DÜZEYİ
Okuma yazma bilmeyen
Okuma yazma bilen fakat bir okul bitirmeyen
İlkokul mezunu
İlköğretim mezunu
Ortaokul veya dengi okul mezunu
Lise veya dengi okul mezunu
Yüksekokul veya fakülte mezunu
Yüksek lisans mezunu
Doktora mezunu
Bilinmeyen
Toplam
Toplam
3.812.092
3.208.131
15.709.975
9.662.663
3.127.204
11.374.336
4.566.049
365.791
113.862
2.731.288
54.671.391
Erkek
697.305
1.171.687
6.973.926
5.497.236
1.946.744
6.556.319
2.692.405
217.892
70.788
1.447.424
27.271.726
Cinsiyet
Kadın
3.114.787
2.036.444
8.736.049
4.165.427
1.180.460
4.818.017
1.873.644
147.899
43.074
1.283.864
27.399.665
TİKO
yüzde
81.7
63.5
55.6
43.1
37.7
42.36
41.03
40.4
37.8
47
50.1
Kaynak: (TÜİK, 2010, “Bitirilen Eğitim Düzeyi ve Cinsiyete Göre Nüfus (15 +yaş), Türkiye).
TİKO:Toplam İçindeki Kadın Oranı
Kadınların çalışma alnındaki
durumuna bakıldığında Avrupa
Birliği (AB) ortalamasında kadınların
yüzde 60'ının çalışmakta olduğu ve
ve Satış Elemanları, yüzde 7'sini
Nitelikli Tarım, Hayvancılık, Avcılık,
Ormancılık ve Su Ürünleri
Çalışanları, yüzde 1.1'ini Sanatkârlar
11
Akademik
ve İlgili İşlerde Çalışanlar, yüzde
0.9'unu Tesis ve Makine
Operatörleri ve Montajcıları,
yüzde 3.49'unu Nitelik
Gerektirmeyen İşlerde
Çalışanların oluşturduğu
görülmektedir (TÜİK ,“Meslek
Grubuna (ISCO-88)” ve “İşteki
Duruma Göre İstihdam Edilenler
2007”, Kadın”). Türkiye'de kadın
nüfusun yüzde 11'i ücretli ve
yevmiyeli (istihdam edilen
kadınların yüzde 52.4'ü) yüzde
0.29'u işveren (istihdam edilen
kadınların yüzde1.4'ü), yüzde
2.4'ü Kendi Hesabına (istihdam
edilen kadınların yüzde11.5'i)
olarak çalışmaktadır. Kadın
parlamenterlerin yüzde 60'ını
ücretliler, yüzde 32'sini işverenler,
yüzde 6'sını ise Kendi Hesabına
Çalışanlar oluşturmaktadır (Bu
veriler, TUIK Web Sayfası,
“İşyeri Büyüklüğüne ve İşteki
Duruma Göre İstihdam Edilenler,
2007, Kadın” kaynağından
faydalanılarak hazırlanmıştır).
2007 verilerine göre Türkiye'de,
kadınların yüzde 76.4'ü işgücüne
katılmamaktadır. Tüm bu
toplumsal ve ekonomik
göstergelerden hareketle
kadınların içinde bulunduğu
koşulların eşitsizliği ve zorluğu
açıkça görülmektedir. Bunlara ek
olarak toplumda hâkim olan
ataerkil zihniyet, cinsiyete dayalı
işbölümü ve toplumsal cinsiyet
eşitsizlikleri gibi temel bir takım
unsurlar kadını çok sınırlı bir
alana hapsetmekte ve her yönden
etkilemekte ve engellemektedir.
Çoğunluğunu eğitim düzeyi
düşük, işsiz ya da orta düzeyde
ücretli bir iş gücünün oluşturduğu
ve bahsedilen toplumsal yükleri
taşımak zorunda kalan kadınların
siyasal alanda yer almasını
beklemek gerçek dışı bir
öngörüdür. Kadının siyasal alanda
yer alabilmesi için önünde aşması
gereken çok önemli engeller
olduğu görülmelidir. Bu engeller
görüldükten ve kaldırıldıktan
sonra kadının siyasal alanda yer
almaması sadece onun bir tercih
sorunu olabilir.
Siyasal alandaki verilere
bakıldığında dünyada 1945 ile
1995 yılları arasında kadın
milletvekili sayısının 4 kat arttığı
söylenebilir. Bazı ülkelerde
meclisteki kadın milletvekili
sayısını artırmak için kadınlara
pozitif ayrımcılık
12
uygulanmaktadır. Tüm ülkelerde
parlamentodaki milletvekili
sayılarına bakıldığında, kadınların
siyasetteki temsiliyet oranının
yüzde 30'a denk geldiği
görülmektedir. Türkiye'de ise bu
oran yüzde 14'dür. 1934 yılında
birçok dünya ülkesinden önce
seçme ve seçilme hakkına sahip
olan Türk kadınının ilerleme kat
edememiş olması üzücüdür.
Siyasal alan, toplumsal ve
ekonomik alanın aynasıdır.
Toplumsal ve ekonomik alanda
eşitlik kazanamamış olan kadının
siyasal alanda başarılı olması
beklenemez. Erkek egemen
siyasal alanda kadınların aktif
olması da çok zordur. Nitekim
toplumsal ve siyasal alanda
yaşadığı sıkıntıları aşamayan
kadınların çoğunluğunun genel ve
yerel siyasal alana dahil olma
oranı çok düşüktür. Siyasal alana
girebilen kadınların toplumun
genelindeki kadınlardan her
yönden farklı olduğu asla gözden
kaçmamalıdır. Genelde üst sınıfa
mensup kadınlar siyasal alana
girebilmekte ve siyasal alanda
varlık gösterebilmektedir. Bu
durumun ortaya çıkardığı bir diğer
sorun ise temsil sorunudur.
Ortalama Türk kadını siyasal
alanda ya hiç temsil edilmemekte
ya da çok az temsil edilmektedir.
Siyasal alanda temsil yeteneği
sadece cinsiyet temelinde
gerçekleşmemektedir.
Türkiye'de ve dünyada birbirinden
farklı koşullarda yaşayan farklı
sorunlar yaşayan ve farklı
sınıflardan olan kadınlar
yaşamaktadır. Bu farklılıkları
siyasal alana yansıtabilmek için
sadece kadın olmak da
yetmemekte toplumun her
kesimini temsil edebilecek
kadınların siyasal alana dâhil
olabilmesi gerekmektedir.
Siyasal alanda kadın sorununu
çözebilmek çok yönlü bir değişim
ve dönüşümle mümkündür. Bu
dönüşümün birçok boyutu vardır.
Bunların en başta gelenleri;
toplumsal, ekonomik ve düşünsel
(ataerkil zihniyet, cinsiyete dayalı
iş bölümü, toplumsal cinsiyet
eşitsizliği, vb) olanlardır. Bu
alanlarda dönüşüm, değişim ve de
eşitlik sağlandığı takdirde kadınlar
siyasal alanda varlık gösterebilir
ve temsil yeteneğine sahip olabilir.
Ancak o zaman siyasal alanda
kadın sorunu ortadan kalkabilir.
KAYNAKLAR
DUVERGER, Maurice (1994), Siyasal Rejimler,
(Çev. Teoman Tunçdoğan), İstanbul: İletişim
Yayınları.
FINLEY, Moses I. (2003), Antik ve Modern
Demokrasi, (Çev. Deniz Türker), Ankara: Ayraç
Yayınevi.
HEYWOOD, Andrew (2011), Siyaset, Ankara:
Adres Yayınları.
MINOGUE, Kenneth (2002), Siyaset ve
Despotizm, (Çev. Ünal Gündoğan), Ankara: Liberte
Yayınları.
ŞAYLAN, Gencay (1998), Demokrasi ve
Demokrasi Düşüncesinin Gelişmesi,
Ankara:TODAIE Yayınları.
“Dünyada ve Türkiye'de Kadının Konumu ve
STK'lar”,
http://www.siviltoplumakademisi.org.tr/index.php?
option=com_content&view=article&id=693:dueny
ada-ve-tuerkiyede-kadnn-konumu-vestklar&catid=44:son-haberler&Itemid=118, 2011.
TÜİK, “İşgücü İstatistikleri Özet Tablolar, 2010,
Türkiye”,
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul.
“Türkiye'nin 186 Ülke İçinde Kadınların İşgücüne
Katılım Oranı En Düşük 12 Ülke Arasında Yer
Aldığını Biliyor Muydunuz?”,
http://web.ku.edu.tr/ku/images/PR/KULE/kule31.p
df, Erişim Tarihi: 25.10.2010.
TÜİK, “TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi
(ADNKS) Veri Tabanı”, “Bitirilen Eğitim Düzeyi
ve Cinsiyete Göre Nüfus (15 +yaş)-2010, Türkiye,
http://rapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2
&ENVID=adnksdb2Env&report=wa_turkiye_cinsi
yet_yas_egitim_top.RDF&p_xkod=egitim_kod&p_
yas=15&p_yil=2010&p_dil=1&desformat=html,
Erişim Tarihi:10.12.2011.
“Rakamlarla Kadının Durumu”,
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/364326.asp,
07.03.2007.
KSGM“Türkiye'de Kadının Durumu”, 2011.
KSGM, “Politika Dokümanı Kadın ve Eğitim”
(2008), http://www.ksgm.gov.tr/Pdf/egitim.pdf.
“BM Kadın Raporu açıklandı”,
http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/bm-kadinraporu-aciklandi-haberi-44338, 08.07.2011.
“Suudi Arabistan'da Artık Kadınlar da Sandığa
Gidebilecek”,
http://www.kadinmedya.com/dunya/ortadogu/suudi
-arabistanda-kadinlar-sandiga-gidebilecek.php,
25.09.2011.
Kadın
EZGİ SARITAŞ
Kadın Dayanışma Vakfı
Engelsiz bir kadın olarak, engelli
kadınlarla ilgili bir yazı yazmanın
hem çok zor olduğunu düşünüyor,
hem de yerine ulaşmayacak bir çaba
olmasından endişe duyuyorum.
Fakat bir kadın örgütünde çalışan ve
yakın zamana dek engelli kadınların
deneyimlerine ne kadar az eğilmiş
olduğunu fark eden bir kadın olarak,
paylaşılan deneyimleri ve sorunları
diğer kadınlarla ve kadın
örgütleriyle paylaşmanın önemine
inanıyorum.
Sabancı Vakfı Toplumsal Gelişme
Hibe Programları kapsamında
desteklenen “Kadın Örgütlerinin
Engelli Kadınlarla İlgili
Farkındalıklarının Arttırılması
Projesi” benim ve Kadın Dayanışma
Vakfı'ndaki diğer arkadaşlarımın
böyle bir farkındalığa varmamız için
önemli bir adım oldu. Evet; engelli
kadınlar vardı. Vakfımızın danışma
merkezine başvuruyorlardı; bizimle
ortak platformlarda bulunuyorlardı,
fakat biz vakfımızın faaliyetlerinde,
bu faaliyetlerin duyurulmasında,
danışma merkezimizde engelli
kadınları ne kadar gözetiyorduk? Bu
soruların cevaplarının engelli
kadınlarla daha fazla vakit geçirerek,
yapılan her çalışmada onların
fikirlerini alıp onlarla tartışarak
verilebileceğini fark ettik.
Engellilik ve engelli kadınların
sorunları genelde aşağılama,
azımsama, acıma, yardım etme
duygularıyla şekillenen bir
çerçevede ele alınıyor. Ne zaman
engellilerin sorunlarını tartışacak
olsak, “Hepimiz birer engelli
adayıyız; bu nedenle engellilerin
sorunlarına eğilmeliyiz” klişesiyle
karşılaşıyoruz. Bu cümle aslında
bize şunu söylüyor; “sorunlar
yalnızca bize dair olduğunda
ilgilenmeye değerdir.” Bu klişenin
ötesine geçmek, engelliliğe hak
temelli bir yaklaşım geliştirmek
zorundayız. Her bireyin sahip
olduğu haklardan engelli kadınların
da yararlanabilmesi için neler
yapabileceğimizi sorgulamalıyız.
Bir arada oldukça fark edeceğiz ve
güçleneceğiz
N
e zaman
engellilerin
sorunlarını
tartışacak olsak,
“Hepimiz birer engelli
adayıyız; bu nedenle
engellilerin
sorunlarına
eğilmeliyiz” klişesiyle
karşılaşıyoruz. Bu
cümle aslında bize
şunu söylüyor;
“sorunlar yalnızca
bize dair olduğunda
ilgilenmeye değerdir.”
Bu klişenin ötesine
geçmek, engelliliğe
hak temelli bir
yaklaşım geliştirmek
zorundayız. Her
bireyin sahip olduğu
haklardan engelli
kadınların da
yararlanabilmesi için
neler yapabileceğimizi
sorgulamalıyız
Evet; Türkiye'de eğitim hakkı var;
ama yalnız başına sokağa çıkamayan
tekerlekli sandalyeli bir kadın bu
haktan ne kadar faydalanabiliyor?
Türkiye'de herkesin sağlığa erişim
hakkı var, ama acil bir durumda
ambulans çağırmak için telefon
etmek dışında bir şansı olmayan
işitme engelli bir kadın bu haktan ne
kadar faydalanabiliyor? Türkiye'de
herkesin çalışma hakkı var; ama tüm
nitelikleri ve eğitimi göz ardı
edilerek santral memurluğuna
mahkûm edilen görme engelli bir
kadın kendini ne kadar
gerçekleştirebiliyor?
Tüm bu soruların cevapları için
Türkiye'de hem kadına hem de
engellilere yönelik bakış açısının ve
hizmetlerin yeniden gözden
geçirilmesi gerekiyor. Evde bakım
hizmetleri ve özürlü aylığı,
engellilere bakmakla yükümlü olan
engelli yakını kadınları eve bağlı
kılarak kamusal hayata katılımları
önünde bir engel oluşturuyor.
İhtiyacımız olan, her kadının engelli, engelli yakını, engelsiz ailelerinden bağımsız birer birey
olarak hayatlarına devam
edebilmelerini sağlayacak
güçlendirici politikaların
uygulanması. Oysaki hem toplumda
hem de devlet politikalarında
kadınların sadece annelik ve eş olma
rolleriyle değerlendirildiğini,
kadının bir birey olarak varoluşunun
giderek daha çok göz ardı edildiğini
görüyoruz. Bu kadınların
toplumdaki ikincil konumlarından
kaynaklanan ve bu konumu üreten
bir bakış açısı. Bu bakış açısıyla
engelli kadınlar ise daha da
ikincilleştirilenler, varoluşları adeta
yok sayılanlar oluyor.
Engelli kadınlarla daha çok bir arada
olmanın, daha çok paylaşmanın
öneminden bahsetmiştim. Hak
temelli yaklaşımın gelişmesi, ön
yargıların yıkılması için en önemli
adımlardan birisi de bu.
Karşımızdakinin bizimle eşit bir
birey olduğunu anlamak, kendisi
için en iyi olana kendisinin karar
verebileceğini kabul etmek ve
dinlemek, karşımızdakini anlamaya
çalışmak... Böylece sokakta
gördüğümüz her görme engelli
kadının yardıma ihtiyacı olduğunu
düşünüp koluna girmeye çalışmadan
önce, gerçekten de yardıma ihtiyacı
olup olmadığını sormaya
başlayabiliriz. Ve önemli olanın
yardım etmek değil, yardıma ihtiyaç
duymadan her kadının kendi
kararlarını verip uygulayabilmesini
mümkün kılacak fiziki ve sosyal
ortamları yaratmak olduğunu
görebiliriz.
13
Kültür-Sanat
Öğr. Gör. FADİME ŞİMŞEK
etmekle kalmıyor aynı zamanda
Sibel Radiye Gül'ün kişisel tarihine
de yakından bakma imkânı
buluyorsunuz.
Eski bir Rum konağını restore ederek
2005 yılında Bebek Müzesi haline
getirdiğini belirten Sibel Radiye Gül
müzede sergilenen tüm bebekleri
kendisi yapmış. Bebek yapmanın
kendinde bir hastalık olduğunu
söyleyen Gül, bu müzmin hastalığa
çocukluk yıllarında yakalanmış
aslında: “Annem bize oyuncaklar
yapar sonra da hikâyelerini anlatırdı.
Ama biz yedi kardeştik ve annem
artık hepimize yetişemiyordu. Ben de
kendi bebeklerimi kendim yapmaya
başladım. O zaman 9-10
yaşlarındaydım. Daha sonra
kardeşlerime ve arkadaşlarıma da
bebekler yaptım. Ancak o yıllardan
”
BEBEKLERİN SERÜVENİ
Ürgüp'ün mimarisi ile dikkat çeken
Mustafa Paşa beldesinde yer alan
'Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi'
ya da eski ve herkesçe bilinen adı ile
'Bebek Müzesi', el yapımı bebeklerle
tarihin derinliklerine doğru görsel bir
yolculuk yapmanızı sağlıyor.
Yolculuğunuz esnasında Fatih Sultan
Mehmet'in İstanbul'u fethindeki
coşkusuna tanık olurken diğer
yandan Mustafa Kemal Atatürk ve
silah arkadaşlarının toplantısına dahil
oluyor ve kendinizi Milli Mücadele
döneminde buluyorsunuz. Kimi
zaman Mevlevilerin semâ ayinine
katılıyor kimi zamansa Bektaşilerin
semah ayinini seyre dalıyorsunuz.
Oğuz Kağan, Damat İbrahim Paşa,
Hürrem Sultan, Seyit Onbaşı, Koca
Yusuf, eşeğine ters binmiş Nasreddin
Hoca, Nevşehir'in önemli
simalarından eşekli kütüphaneci
Mustafa Güzelgöz… Hepsi ve daha
birçok önemli isim sizi bu eşsiz
müzede karşılıyor. Ancak bu müzede
yalnızca Ülke tarihine tanıklık
14
Annem bize
oyuncaklar yapar
sonra da
hikâyelerini
anlatırdı. Ama biz
yedi kardeştik ve
annem artık
hepimize
yetişemiyordu. Ben
de kendi
bebeklerimi kendim
yapmaya başladım
unutamadığım bir anım var. Bir
defasında bir gelin bebek yapmıştım.
Annemin bir arkadaşı kızı ile bize
gelmişti. Bu bebek onun çok hoşuna
gitti ve ben de oynasın diye verdim.
Ama bebek onunla birlikte gitti ve
bir daha gelmedi. Ben çok üzüldüm
ve çocuk psikolojisi ile bir daha
bebek yapmadım.”
Sibel Radiye Gül anne olduktan
sonra oyuncak yapmaya yeniden
başlamış. Ancak çocukları
FOTOĞRAFLAR: MUSTAFA İŞLİYEN
“İnsanlar büyüdükçe hayalleri
küçülür mü?” Çağan Irmak'ın
'Babam ve Oğlum' filmi aracılığı ile
yönelttiği bu soruya cevabınız büyük
ihtimalle, “evet” olmuştur. Ancak
bana kalırsa birçok kadın için geçerli
olmayan bir durum bu. Neden?
Çünkü kadınlar büyük hayaller
peşinde koşmaktan hiçbir zaman
vazgeçmez. Kim bilir belki de
yüreklerinin bir yanı hep bir parça
çocuk kaldığı içindir. Çocuklarını,
çiçeklerini, sevgilerini 'itina' ile
büyütürken içindeki çocuğu
büyütmekten imtina eden kadınlara
mutlaka bir yerlerde rastlamışlığınız
vardır. Belki aynada, belki
televizyonda, belki sokakta… Bense
bu kadınlardan birine bir müzede
rastladım. Sibel Radiye Gül…
'Kapadokya Sanat ve Tarih
Müzesi'nin kurucusu. Çocukken
kendi bebeklerini yapmaya başlayan
Gül'ün başlangıçta hobiye; sonra da
sanata dönüşen bebek yapma
serüveni O'nun, hayallerinin
peşinden giden bir kadın olduğunun
somut bir göstergesi.
Bebek Müzesini görün; çünkü...
”
Nevşehir Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Kültür-Sanat
Dünya kadınlarının yöresel kıyafetleri ile temsili bebekleri
büyüyünce yine oyuncak yapamaz
olmuş. Bu kez bu tutkusundan
vazgeçmek istememiş ve kurslara
katılmaya başlamış. Kurslar aracılığı
ile de bu hobisini hep canlı tutmuş.
Katıldığı ilk kursun sene sonu
sergisinde Gül'ün 'eşeğine ters binmiş
Nasreddin Hoca' ve 'halı dokuyan
kadın' oyuncakları sergilenmiş.
Ancak ne var ki tarih tekerrür etmiş
ve hocaları bu oyuncaklardan birini
dönemin valisine hediye etmek
istemiş: “Ben önce vermek
istemedim. Gözlerim doldu. Ama halı
dokuyan kadını hediye ettik.” Gül
daha sonra işlerin bu noktaya nasıl
geldiğini ise şöyle anlatıyor: “Dikiş,
nakış, vitray… o kadar çok kursa
katıldım ki. Bu kurslar sonucunda
kıyafetler dikmeye başladım. Sonra
arkadaşlarımla birlikte güzel bir
moda evi açtık. Yaptığımız kıyafetleri
küçük bebeklere giydirelim ve vitrine
koyalım dedim. Minyatürleri
vitrinde, orijinalleri içeride olsun
istedim. Ben aynı zamanda bir
dernekte görevliydim o yıllarda.
Zihinsel özürlü çocuklar yararına bir
okul yaptırdık. Okulun açılışına
dönemin Milli Eğitim Bakanı geldi.
Ben de açılışta, yaptığım kostümlü
bebekleri ve konserve kutusundan,
egzoz filtrelerinden yaptığım diğer
değişik objelerimi sergiledim. Bakan
çok beğendi. Bu şekilde başka
yerlerde de sergiler açmaya devam
ettim. Ve sonuç olarak şimdi o
bebekleri burada sergiliyorum.”
Müzede bebeklerin yanı sıra yine
Gül'ün el emeği olan örtüleri,
kırlentleri ve ilginç objeleri;
büyükannesinden ve dedesinden
kalan eski eşyaları da görme imkânı
buluyorsunuz. Ve tüm bu
gördükleriniz karşısında sevginin
gerçekten emek olduğuna
inanıyorsunuz.
Fatih'in
İstanbul'a
girişinin
temsili
mâl olmuş nice önemli isim burada
belirli bir kompozisyon ile birlikte
sergileniyor. Bebeklerin
kostümünden, sergilendikleri dekora
kadar her şey tarihi araştırmaların
ürünü. Yabancı turistlerin
önyargılarını arkalarında bırakarak
ayrıldığı Kapadokya Sanat ve Tarih
Müzesi, bölgeyi ziyaret edenlerin
mutlaka uğraması gereken bir yer.
Çünkü burada görülesi yüzlerce
bebek ve bir kadının takdire şayan
hikâyesi var.
ÖNYARGILARI KIRAN MÜZE
Bebek Müzesi, ziyaretçilerinin isteği
ile Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi
adını almış. Çünkü müzeyi gezenler
burada tarihin görsel olarak
yaşatıldığı görüşünde. Ki haksız da
sayılmazlar. Bu tarihi konak kendi
kapıları ile birlikte geçmişin
kapılarını da aralıyor çünkü. Tarihe
Mustafa Kemal ve silah arkadaşları
15
Röportaj
“Türk kadını, toplumsal hayatta önemli bir yere sahip
olmuştur”
Her zaman “kahramanlığı” ile
anılan Türk kadınının geçmişten
günümüze dek uzanan hikâyesi
iniş çıkışlarla dolu. Bu süreçte,
mevcut dönem şartlarının;
kültürel ve siyasi yapının kadının
konumunda belirgin farklar
yarattığını görüyoruz. Bu nedenle
kadının zaman zaman sesi de
olmuş; sessizliği de… Kimi
zaman fikri sorulmuş, kimi
zaman ismi duyulmuş kimi
zamansa öteki olmuş.
Biz de, kadının zikzaklar çizen
kişisel tarihine yakından bakalım
istedik ve sorularımızı Nevşehir
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Filiz Kılıç'a yönelttik. Prof. Dr.
Kılıç, konumu ne olursa olsun
tarih sahnesinde kadının, erkeğin
sorumluluklarını her zaman
paylaştığı görüşünde.
Öncelikli olarak tarihsel süreç
içerisinde Türk kadınının toplum
sahnesindeki rolünden kısaca
bahseder misiniz?
Türk kültür tarihini incelediğimizde,
erkek kahramanların yanı sıra kadın
kahramanların gerek mitolojik
anlatmalarda, gerek diğer sözlü kültür
ürünlerinde gerekse sosyal hayatta
önemli bir yeri olduğunu görürüz.
Türklerin mitolojik anlatmaları başta
olmak üzere destandan efsaneye,
atasözlerinden manilere,
türkülerinden halk şiirine çeşitli
kadın kahramanlar yer almaktadır.
Çünkü Türkler, tarihleri boyunca
kadına hep değer vermişler ve onu
yüceltmişlerdir. Bu durumu en açık
şekliyle “Oğuz Kağan” destanında
görmekteyiz. Aynı şekilde 8. yüzyıla
ait Orhun Kitabeleri'nde de Türk
kadınından saygı ile bahsedilmekte
ve kadınlarının sosyal ve siyasî
alanlardaki çalışmalarına
değinilmektedir. Bu dönemde kadın
savaşta, siyasî toplantılarda ve sosyal
ilişkilerde her zaman eşinin yanında
yer almıştır.
Türk kültürünün ve edebiyatının
şaheseri olan “Dede Korkut
Kitabı'nda” kadının hem aile hem de
toplum içindeki yeri ve önemi hemen
bütün anlatmalarda vurgulanan
hususlardan biridir. Öyle ki aile her
16
bakımdan kadının yönetimindedir.
Eski Türklerde kadın konusunda
bilgilerin yer aldığı diğer bir yapıt
Yusuf Has Hacip'in 1069 yılında
yazdığı “Kutadgu-Bilig” adlı eserdir.
Bu eserde de kadın ve kızın
değerinden “nadir” deyimi ile söz
edilir. Yine Türk Moğol inanışlarına
göre Yer Ana Tanrıçası “Ötüken” de
dişidir.
Görüldüğü gibi Türk kadını,
toplumsal hayatta önemli bir yere
sahip olmuştur. Anadolu
Selçuklularındaki Ahi teşkilatının
kadınlar kolu olan “Bacıyan-ı Rum”
teşkilatı, o günkü toplumda
kadınların sosyal, ekonomik, kültürel
hatta askerî ve siyasî alanlarda ne
kadar etkin rol oynadıklarının en
somut göstergesidir.
O halde kadının toplumsal
yaşamdaki konumlandırılışının bu
günden daha ileri düzeyde olduğunu
söyleyebilir miyiz?
Eski Türklerde ana ve baba soyu
değerce birbirine eşit tutulmuştur.
Ayrıca ev yalnız kocanın malı
olmayıp, karı ve kocanın ortak
malıdır. Bu nedenle evin erkeğine “ev
ağası” denildiği gibi, evin hanımına
da “ev hanımı” denilmektedir. Ayrıca
tüm aile uygulamalarında kadın ve
erkeğin birlikte bulunması zorunluluk
arz etmektedir. Öyle ki Türklerde bir
emirname yazıldığı zaman “Hakan
emrediyor ki…” ibaresiyle başlarsa
kabul görmemektedir. Emirnamenin
kabul görmesi için, “Hakan ve hatun
emrediyor ki…” sözleriyle başlaması
gerekmektedir. Aynı şekilde hakan
tek başına bir elçiyi huzuruna kabul
edememektedir. Elçiler, ancak sağda
hakan ve solda hatun oturdukları bir
zamanda, ikisinin birden huzuruna
çıkmaktadır. Şölenlerde,
kurultaylarda, ibadetlerde ve
ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde
hatun da mutlaka hakanla beraber
bulunmaktadır. Hatta çeşitli
antlaşmaları hakanın eşlerinin
imzalandığı da bilinmektedir.
Örneğin; Büyük Hun İmparatorluğu
adına Çin ile ilk barış antlaşmasını
Mete Han'ın hatunu imzalamıştır.
Tarihte “devlet başkanlığı” yapan ilk
kadın da Türklerdedir. “Delhi Türk
Devleti”nde Raziye Sultan,
Kirman'da “Kutluk Türk Devleti”nde
Türkan Hatun da bunun ilk
örnekleridir. Daha yakın tarihimizde
kadının erkeğin sorumluluklarını hep
paylaştığı görülür. Atilla, gelenekleri
sürdürür, elçileri karısıyla birlikte
kabul eder. Eski Türklerde evlilik
kurumunda, “tek kadın –
monogami”esastır. Ailede mal-mülk
tümüyle ortaktır. Çocuklar üzerinde
velayet hakkı da eşit olmuştur.
Röportaj
Türklerin tarihte göçebe bir yaşam tarzı
sürdürmüş oldukları bilinen bir durumdur.
Bu yaşam tarzının Türk kadınına
kazandırdığı kişilik canlı ve hareketlidir.
İslamiyet'ten önceki Türklere ait bilgiler
M.Ö. 4000 yıl gerilere kadar gitmektedir.
Bu köklü tarih içinde, Türk kadınının
temel nitelikleri “analık” ve
“kahramanlık”tır. Türklerin sosyo-kültürel
yapısı içinde kadın ata binme, silah
kullanma ve savaşabilme gücü ile dikkat
çekmektedir. Osmanlı toplumuna
geldiğimizde, özellikle devletin ilk
dönemlerinde medreselerin, tarikatların
etkisiyle, kısmen kadına da dini
inanışlarına göre sosyal hayatta bir yer
tanındığını görmekteyiz. Ancak bu durum
zamanla kaybolmaya başlamıştır.
Osmanlıda değişen sosyal ve kültürel
yapının etkisiyle kadının da toplumsal
hayat içinde rolünün değiştiğini görüyoruz.
Kadın bu dönemde dışa dönük olmaktan
ziyade içe dönüktür.
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK
KADINI İÇİN DÖNÜM NOKTASI
OLMUŞTUR
Kadının temel hak ve hürriyetleri
noktasında Cumhuriyet döneminden
başlayarak bu güne geldiğimizde ne gibi
gelişme ve değişimlerin yaşandığını
söyleyebiliriz?
Türkiye Cumhuriyeti'nde siyasal teoriler
açısından tepeden inme ve devlet merkezli
bir zorlama olarak görülse de, kadının
radikal nitelikli hak kazanımlarına bu
dönem adeta bir zemin hazırlamıştır. Söz
konusu dönemde yaşanan deneyimlerin ve
bu deneyimlerle ortaya konulan birikimin,
Cumhuriyet Türkiyesi'ne aktarılan önemli
bir miras olduğunu söyleyebilirim.
Cumhuriyet döneminde Atatürk devrimleri
ile kadınların toplumsal durumları önemli
bir değişimin ve gelişimin içine girmiştir.
Yasalarda kadın-erkek eşitliği büyük
ölçüde gerçekleştirilmiştir. Kadın,
boşanma hakkına, seçme seçilme, eğitim,
meslek seçimi ve kamu görevleri yapma
haklarına kavuşmuştur. Gerçek anlamda
modern bir toplumu oluşturan bütün
sektörlerde en ciddi atılımlar bu dönemde
gerçekleştirilmiştir. Mustafa Kemal
Atatürk gibi bir önderin bunda belirleyici
bir rol oynadığını söylemek gerekir.
Gerçekte Atatürk'ün düşünce dünyasının
oluşumunda Tanzimat'la birlikte yaşanan
batılılaşma çabaları etkili olmakla birlikte,
Atatürk'ün yalnızca yakın çevresinden
gelen etkileyici faktörlerin yanı sıra, dünya
klasiklerine olan yakın ilgisi ve yoğun
okuma tutkusunun çok daha fazla
yönlendirici olduğu söylenebilir. Bu
nedenle, Türkiye'de kadın konusundaki
fiili gelişmeleri yakından görüp
anlayabilmek için, Atatürk'ün düşünce
dünyasında yer alan kadın modelini ve bu
konu ile ilgili öngörüleri iyi tahlil etmek
gerekir.
Cumhuriyet döneminde, kadının gerek
toplumsal statüsünde, gerekse bizzat
kendisinin, kendi bedensel ve ruhsal
yapısının algılayışında ve tanımlayışında
geçmiş dönemlerle kıyaslanamayacak
farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu farklılığı
yaratan başta kültür ve eğitim alanlarında
olmak üzere, teknolojide, sanayileşmede,
tarımda ve bürokraside yaşanan
gelişmelerdir. Bütün bunlar, toplumun her
kesiminde olduğu gibi kadın konusunda da
yeni algılamalara ve statü edinme
süreçlerine yol açmıştır. Kısaca
Cumhuriyet kadını, bölgeler ve kültürler
arasındaki farklılıklara ve yaşanan yoğun
çelişkilere rağmen, önceki dönemlerden
kıyaslanamayacak ölçüde farklıdır. Bu
farklılık yalnızca kadının dış görünüşünde
değil, toplumsal statüsünde, kültürel
yapısında, kişilik tanımlamasında tanık
olunan çok yönlü bir farklılıktır. Bu
değişmeler, hiç kuşku yok ki, ülkede
yaşanmış olan ekonomik, toplumsal ve
kültürel alandaki yoğun değişmelerle
paralellik göstermektedir.
Cumhuriyet'le birlikte kadının toplumsal
hayatta elde ettiği haklar ile yeniden
geniş bir yelpazede söz sahibi olduğunu
görüyoruz. Buna katılır mısınız?
Elbette. Türklerde bilinen tarihten beri
kadın-erkek ayrımı belirgin olmayan fakat
fonksiyonelliğe dayanan bir ayrım
olagelmiştir. Çünkü Türklerde kadın,
toplumun her katmanında kendine yer
bulabilmiştir. Kadın, eski Türklerde
toplumun ayrılmaz bir parçasıdır. Aile
veya devletin geleceği hakkındaki
kararlara iştirak eder. Yaygın olan evlilik
tek kadınla yapılan evliliktir. Eski
Türklerde kadınlar ev işleri, çocuk bakımı
gibi ev içi görevlerinin yanında binicilik
ve savaşçılıkta da birer usta olarak
yetiştirilmişlerdir. Osmanlı Devleti'nde
kadının aile çevresi dışında tahsil ve
meslek hayatının olmadığı; kadınlar için
tahsilin ancak dini konularda bilgi sahibi
olmaktan başka bir anlam ifade etmediği
bilinmektedir. Yüksek tabakalar arasında
edebiyat, musiki ve resim dersi alan
”
Günümüzde kadın genellikle 'mağdur'
olarak konumlanıyor. Hâlbuki geçmişe
uzandığımızda Türk kadınının toplumda
ne denli üstün olduğundan bahsettiniz.
Peki, ne oldu da kadının toplumsal
hayattaki rolü değişti?
Cumhuriyet kadını,
önceki dönemlerden
kıyaslanamayacak
ölçüde farklıdır. Bu
farklılık yalnızca
kadının dış
görünüşünde değil,
toplumsal
statüsünde, kültürel
yapısında, kişilik
tanımlamasında
tanık olunan çok
yönlü bir farklılıktır.
Bu değişmeler, hiç
kuşku yok ki, ülkede
yaşanmış olan
ekonomik, toplumsal
ve kültürel alandaki
yoğun değişmelerle
paralellik
göstermektedir
”
17
Röportaj
Peki, günümüze gelindiğinde
kadının konumunu ekonomik, siyasi
ve sosyal hayata uzanan geniş bir
çerçevede nasıl değerlendirirsiniz?
Günümüz Türkiye'sinde kadınların
üretime daha fazla katılmaları ve
gelişen teknolojiye uyum
sağlamaları, onların bilgi ve beceri
düzeylerinin yükseltilmesi ile
mümkün olacaktır. Bu süreçte
varılmak istenen hedefe ulaşmak için
kadınların eğitilmesi, onların daha iyi
koşullarda çocuk yetiştirmelerini, bu
yolla da ülke kalkınmasına katkıda
bulunmalarını sağlayacaktır. Bu
nedenledir ki, kadının sadece ev
18
hizmetlerinde değil, her meslekte
ülke kalkınmasına, sosyal, siyasal ve
ekonomik yaşama aktif olarak
katılması konusunda bütün tedbirleri
almıştır. Türk kadınına düşen bu
hakları görev bilip onlara sahip
çıkmak, günümüz Türkiye'sinde
kadının sosyal, ekonomik ve politik
yaşama katılımında var olan
aksaklıkların düzeltilmesine
çalışmaktır. Bu konuyu Atatürk'ün şu
anlamlı sözleri ile tamamlamak
yerinde olacaktır: “Daha selametle,
daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol
vardır. Bu yol, büyük Türk kadınını
çalışmamızda ortak yapmak,
hayatımızı onunla birlikte yürütmek,
Türk kadınını ilmî, ahlakî, içtimaî ve
iktisadî hayatta erkeğin ortağı,
arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu
yapmak yoludur.”
Kadınların siyasal karar
mekanizmalarında eksik temsili,
demokrasinin anlamına uygun bir
biçimde çalışmasına imkân
bırakmamaktadır. Kadınların karar
alma süreçlerine eşit katılımı sadece
adalet ve demokrasi talebi olmakla
kalmayıp aynı zamanda kadının
statüsünün geliştirilmesinin de
gerekli bir koşuludur.
Kadın milletvekili sayımızda 2011
seçimlerinde bir artış olsa da bugün
için Türk kadını hâlâ mecliste
istenilen oranda temsil
edilememektedir. TBMM 2011
seçimleri milletvekili sayısı 550'dir
ve bunun ancak 78'i kadındır. Yani
kadınların temsil oranı yüzde 14'tür.
Kadın bakan sayımız da birdir.
Mülki idarelere ve üniversitelere
baktığımızda durum daha da vahim.
Cumhuriyet tarihinde 2 kadın vali
dışında valimiz yok. 800 kadar
kaymakamın 20 kadarı kadındır.
Kadınların bürokrasi içerisinde üst
düzey karar verici konumlarda yer
alması oransal olarak çok düşüktür.
Üniversitelerde kadın ve erkek dekan,
müdür vb. sayısı karşılaştırıldığında
sonucun kadın aleyhine çok düşük
çıktığı görülür. Özellikle de kadın
”
kadınlar olmasına rağmen bu onların
sosyal hayattaki statüsünü artıran
hususlar değil, kişisel zevk ve boş
zaman değerlendirmek için yapılan
bir uğraş niteliğindedir.
Osmanlıda Batılılaşma hareketleriyle
birlikte kadının toplum içindeki
konumu, bir sorun olarak karşımıza
çıkar ve bu dönemde kadın
batılılaşmanın önemli ölçütlerinden
biri olarak kabul edilir. Kadın, sosyal
hayatın önemli ve vazgeçilmez bir
parçası olduğuna göre toplum yapısı
içindeki yeri ve sosyal gelişimi,
mevcut sistem ve yapının diğer
parçalarından ayrı düşünülemez.
Tanzimat'tan Cumhuriyet'e kadar
genel yapı ve sistemi yenileme
çabaları sonucunda elde edilen başarı
ve uğranılan başarısızlıklar aynen
kadın konusunda da geçerliliğini
korumaktadır. Tanzimat'tan
Cumhuriyet'e kadar yapılanlar,
Cumhuriyet dönemi için çok önemli
bir referans ve tecrübe olmuştur.
Dolayısıyla kadın sorununu, tarihî
süreci ve sosyal yapıyı doğru
okuyarak değerlendirmek
gerekmektedir.
Özellikle 20. yüzyılın ikinci
yarısından sonra, kadınlar kendi
adlarına var olabilme imkânı
buldukça sanattan edebiyata,
bilimden teknolojiye, bütün üretken
alanlarda ve dış dünya ile ilgili
çalışma alanlarında başarılı ve
üretken olabileceklerini göstermişler
ve göstermektedirler. Bütün dünyada
yeni nesiller, kalitenin belirleyicisinin
cinsiyet olmadığını, eğitim ve
öğretimle verimliliğe ve yaratıcılığa
ortam sağlamanın her anlamda insana
ve hizmete nitelik kazandırdığı
konusunda bilinçlendikçe, insanlığın
bilinçaltındaki ayrımcılıktan
kurtulmak mümkün olacaktır.
2012 yılı itibariyle
mevcut 170
üniversitenin ancak
9'unun rektörü
kadın
”
rektör sayısının çok az olduğu acı bir
gerçektir. 2012 yılı itibariyle mevcut
170 üniversitenin ancak 9'unun
rektörü kadındır. Bürokraside üst
düzey yöneticilerin yüzde 93′ü erkek,
yüzde 7′si kadındır.
Son olarak eklemek istediğiniz bir
şey var mı?
Günümüzde çalışan ya da çalışmayan
bütün kadınlar için fiziksel ve
psikolojik şiddetin çok önemli bir
sorun olduğunu görüyoruz. Şiddet, ne
biçimde olursa olsun kadınların
hayatına korku ve güvensizliği
sokmakta, temel hak ve
özgürlüklerini kullanmalarını
engellemekte, özellikle aile içi şiddet,
yaygınlığı tam olarak bilinemeyen,
aile mahremiyetinin bir unsuru olarak
görülerek gizlenmekte, bu sebeple de
mücadele edilmesi ve önlenmesi güç
bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır.
Kadına sağlanan haklar konusunda
dünyanın önde gelen ülkelerinden
biri olmamıza rağmen bu haklardan
yararlanma konusunda çok da başarılı
olmadığımız görülmektedir.
Uygulanmayan ya da bilinmeyen
kanunun kadına bir faydası
olmamaktadır. Hukuki olarak kadın
erkek eşitliğinin kabullenilmesi,
toplumda kadına karşı var olan yanlış
değer yargılarının, adetlerin ve
uygulamaların değiştirilmesi için
sürekli çalışılması gerekmektedir. Bu
konuda da toplumun sürekli
eğitilmesi ön şarttır. İşte bu noktada
üniversitelere ve üniversite
hocalarına büyük görevler
düşmektedir. Sadece kadın
akademisyenlerin değil erkeklerin de
bu konuyu önemsemeleri, eğitimin
gerekli olduğuna inanmaları ve
toplumu bilinçlendirme ve eğitme
konusunda duyarlı olmaları
gerekmektedir. Nevşehir Üniversitesi
“Kadın Sorunlarını Araştırma ve
Uygulama Merkezi” bu duyarlılık
neticesinde kurulmuş ve
çalışmalarına devam etmektedir.
Teşekkür ederim.
Medya
SELEN DOĞAN
Hayat haberdir!
Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği
Haber Merkezi Genel Yayın Yönetmeni
İtalya'nın tanınmış gazetesi Le
Figaro'nun kurucusu Hippolyte
Villemessant, haberin doğasını
“Okurlarım için Quartier Latin'de
(Latin Mahallesi) çıkan yangın
Madrid'deki devrimden daha
önemlidir” diye açıklar. Walter
Benjamin ise “Hikaye Anlatıcısı”
adlı o eşsiz makalesinde gazetecinin
bu sözlerini şöyle onaylar: “Artık
uzaklardan gelen bilgi değil, bizi en
yakında olup bitene ulaştıran haber
kabul görüyor.”
Villemessant'ın 19. yüzyılda yaptığı
bu yorum, bugünün medya
manzarasında ihmal edilmiş bir renk
olarak yerel haberciliğe yeniden
dönüp bakmayı gerektiriyor. Kendi
halinde işliyor gibi görünen yerel
medya sistemi, her ne kadar
erkeklerin elindeyse de kadınlarla
ilişkisi çok daha derin ve katmanlı.
Çünkü yerele bakmak kadınlar için
çok daha lüzumlu. Çünkü, evet,
mahallemizde olup bitenler, bütün
gününü özel alanda geçirmeye
zorlanmış kadınlar için çok daha
önemli.
BİR İLK: YEREL KADIN
MUHABİRLER AĞI
Uçan Süpürge Kadın İletişim ve
Araştırma Derneği 2003 yılında
'Yerel Kadın Muhabirler Ağı'nı
kurarken yerel haberciliği
geliştirmenin yanında kadınların
kendi medyasını oluşturmasına da
alan açmaya niyetlenmişti. Bu ağ o
tarihten beri kesintisiz olarak
faaliyetini sürdürdü. Bu süre içinde
Yerel Kadın Muhabirler Ağı
medyaya toplumsal cinsiyet eşitliği
perspektifinden bir alternatif
geliştirmekle kalmadı, aynı zamanda
medya okur-yazarı kadınlar da
yetiştirdi.
Uçan Süpürge'nin Yerel Kadın
Muhabirler Ağı projesi, esas olarak,
anaakım medyada kadının yanlış ve
eksik temsiline bir itiraz olarak
doğdu. Kadınların ikincil konumunu
pekiştiren, taciz-tecavüz ve her türlü
şiddet olaylarında kadına bakışını ve
yaklaşımını eleştirdiğimiz 'üçüncü
sayfa' haberlerinin ya da kadınların
arzu nesnesi olarak sunulduğu 'arka
sayfa güzellerinin' bizi anlatmadığına
inandığımız için “kendi haberimizi
kendimiz yapalım” diyerek yola
çıktık. Bir başka başlangıç noktası
ise; ulusal medyanın haber
havuzunun ağırlıklı olarak İstanbul
ve diğer bazı büyük kentlerden
beslendiğini, buna karşılık yereldeki
kadınların ve kadın örgütlerinin
çalışmalarını, örnek faaliyetlerini ve
benzeri umut veren, yüz güldüren
gelişmeleri çoğu kez 'haber' olarak
kabul etmediğini görmemiz ve
bundan bir kadın kuruluşu olarak
rahatsızlık duymamızdı.
Yerel Kadın Muhabirler Ağı projesi,
alternatif bir kadın haber ağı
örgütlenmesi olarak çıktı ortaya.
Yani; kadın-erkek eşitliğine inanan,
toplumsal cinsiyet konusunda
duyarlık gösteren kadın
muhabirlerimizin, yaşadıkları il ve
bölgelerden topladıkları ya da bizzat
yaptıkları haberlerle, sesini/sözünü
duyuramayan kadınların sesi
olmak… O kadınların sorunlarını,
taleplerini, beklentilerini dile
getirmelerine aracılık etmek...
Kadınların yalnızca cinayete kurban
gittiklerinde, tecavüze maruz
kaldıklarında değil, hayatlarını
değiştirip dönüştürdüklerinde,
başarılı işler ortaya çıkardıklarında,
kendileri ve çevrelerindeki kadınlar
için iyi bir şeyler yaptıklarında da
'haber' olmalarını sağlamak…
En başından beri muhabirlerimiz,
kendi illerindeki kadın gündeminin
izini sürerek; namus cinayetlerinden
başarı öykülerine, girişimci
kadınlardan kadın örgütlerinin
çalışmalarına kadar geniş bir
yelpazede haber gönderiyorlar bize.
Bu haberler her cuma güncellenen
www.ucansupurge.org adresindeki
web sitemizde yayınlanıyor.
KADINLARIN ALTERNATİF
MEDYASI
Kadın odaklı hak haberciliği,
genelgeçer gazetecilik normlarına
toplumsal cinsiyet perspektifinden
alternatif bir önermedir. 'Kadın
haberi' sadece ve doğrudan kadınlarla
ilgili konuları içermez veya içinde
ille de 'kadın' sözcüğü geçmesi
gerekmez. Kadın haberi taraflı
haberdir; toplumsal cinsiyet
eşitliğinden yana taraftır. Kadın
haberi sadece kadın haklarını
savunmaz, aynı zamanda savaşa
karşıdır, her türlü şiddetin
karşısındadır, çevre sorunlarının
farkındadır. Çocuklar, yaşlılar,
engelliler, eşcinseller gibi ihmal
edilmiş veya ötekileştirilmiş
toplulukları da görür. Haberin
kaynağı kadar biçimi, görselleri
kadar dili, yazanı kadar eleştireni de
önemlidir. Bütün bunları bir araya
getiren kriter ise kimimizin kadın
bakışı dediği, kimimizin toplumsal
cinsiyet bakışı demeyi tercih ettiği o
eşitlikçi çerçevedir.
Biz kadınlar kendi haberlerimizi
yazmazsak kimse yazmaz bizi.
Gazeteciler tutuklanır ve sınırda
siviller öldürülürken, patlıcan
pazarda zam şampiyonu olur ve karın
deşen kocalar maktul eşlerini gazete
manşetlerine taşırken ve daha bir
sürü çılgın gündem başlıkları
önümüzden geçip giderken kadın
haberlerini üçüncü sayfalardan
çıkaracak yeni bir bakışa ihtiyacımız
yok mu? Kadınlar gazete binalarında
eşit işe eksik ücretle
cezalandırılırken, kadınların başarılı
öyküleri erkeklerin köşelerini tuttuğu
yazı işlerinde haber olarak
görülmezken veya sadece iş
kadınlarının yükselişi sanki hepimiz
kapitale sahipmişiz gibi cilalı
fotoğraflarla sunulurken, gerçek
kadın gündemi için ısrar etmenin,
ama çok ısrar etmenin vakti gelmedi
mi?
Şimdi biz kadınlar için haber vakti!
Türkiye'nin neresinde olursak olalım,
mesleğimiz, yaşımız, uğraşımız,
diplomamız ne olursa olsun, hepimiz
kendi haberlerimizi yazabilir ve
kadın belleğine böylece binlerce not
düşebiliriz. Zira anlatacaklarımız öz
be öz kendi tarihimiz. Uçan Süpürge
Kadın İletişim ve Araştırma Derneği,
her yaştan gönüllü kadınların yazıp
gönderecekleri haberleri bekliyor.
Yerel Kadın Muhabirler Ağı'na
katılmak için: www.ucansupurge.org
adresindeki başvuru formunu
doldurmak yeterli.
19
Akademik
Arş. Gör. PÜREN VEZİROĞLU
Yrd. Doç. Dr. MÜGE K. DAVRAN
Çukurova Üniversitesi
Ziraat Fakültesi
Kırsal alanlar, ekonomik nitelikteki
etkinliklerin ağırlıkla doğal
kaynakların değerlendirilmesine
dayandırıldığı, yüzyüze ilişkilerin
göreceli olarak daha yaygın olduğu,
yaşama kurallarının büyük ölçüde
gelenek ve göreneklere göre
biçimlendiği, teknik ve teknolojik
gelişmeler ile ekonomik, toplumsal
ve kültürel gelişmelerin daha yavaş
ve dolayısıyla gecikmeli olarak
gerçekleştiği ortamlardır (DPT,
1994). Kırsal yapının şehir
hayatından farklı olarak onunla
özdeşleşen bazı özellikleri
bulunmaktadır. Özellikle ataerkil
yapı, geleneksel değerlere bağlılık,
kapalı yaşam, din vb faktörler kırsal
toplulukların şiddete olan bakışını ve
uygulamalarını doğrudan etkilemekte
ve yönlendirmektedir.
Ataerkillik; soyda, temel olarak
babayı alan ve ailede çocukları baba
soyuna mal eden topluluk olarak
tanımlanmakta (www.tdk.gov.tr);
feminist yazın, ataerkil değerlerin
kadına yönelik şiddetin
meşrulaştırılmasındaki merkezi
rolüne vurgu yapmaktadır
(DeKeseredy ve Macleod, 1997;
Kelly, 1998; Smith 1990: aktaran
Jiwani, 1998).
Websdale ise bu kavramı daha da
detaylandırarak “Kırsal Ataerkillik”
ayırımına gitmiştir. Kırsal ataerkilliği
din, toplumsal yapının birbirine aşırı
bağlı olması ve geleneksellik ile
ayrılmaz bir yapı olarak
düşünmüştür. Bu sosyal ve
davranışsal yapıya ek olarak
ekonomik çerçeve de göz önünde
bulundurulmuş; bölgelerin tarıma
veya tek endüstriye bağımlı olması,
şehirden ve komşu yerleşim
alanlarından uzak olmasının, kırsal
ataerkil yapıyı şehirden
farklılaştırdığı vurgulanmıştır
(Websdale 1998:48 aktaran
Jiwani,1998).
Dini inançlar ve ataerkil davranış
kalıpları kırsal bölgelerde fazlaca
kesişmekte ve birbirlerini
güçlendirmektedirler (Jiwani, 1998).
Kırsal bölgelerde din ve ataerkillik
birbirlerinden ayrılması zor
kavramlardır. Kadına yönelik
20
Kırsal kesimde şiddet
ve kadın
şiddetin uygulanmasında dinin tutucu
yapısının kuvvetli etkisi
görülmektedir.
Şehirlerde ve kırsal alanlarda kadının
maruz kaldığı şiddeti toplumun
reddettiği ve sahiplenmediği
görülmektedir. Bununla birlikte
kırsal bölgelerde topluluğun
küçüklüğünün getirisi olarak
ilişkilerin çok yakın bir şekilde
örülmüş olması bu durumu daha da
yoğunlaştırmaktadır ( Lovelace,
1993; Peterson ve Weissert, 1982;
aktaran:Jiwani,1998). Bu reddediş
kendini, mağduru suçlama yolu ile
şiddeti kabul etmek şeklinde de
gösterebilir ve kırsal bölgede
yaşayanlar fiziksel mahremiyet
konusunda gösterdikleri hassasiyeti
sosyal konuda göstermezler
(Lovelace, 1993; aktaran:
Jiwani,1998). “Burada herkes
herkesin işini bilir” deyimi bunu
ifade etmektedir (Weisheit vd'den
(1994:393) aktaran Jiwani, 1998).
Şiddet çalışmalarında “Aile içi
Şiddet” başlığı altında ifade edilen
şiddet mağduru, kavramsal olarak
cinsiyet içermese de pratik olarak
kadının mağdur olduğu durumları
ifade etmektedir. Neden kadın
sorusunun cevabı elbette birçok
açıdan değerlendirilebilir. Ama
temelde, toplumsal cinsiyet rollerinin
eşitsiz dağılımı üzerine kurulu
olduğunu söylemek çok yanlış bir
tanımlama olmayacaktır.
Son yıllarda, süregelen bir gerçek
olan kadına yönelik şiddet, medyada
ve kamuoyunda sıkça bahsedilir
olmaya başlamıştır. 2010 yılında evli
kadınların yüzde 39'u fiziksel
şiddete, yüzde 15'i cinsel şiddete ve
yüzde 44'ü ise duygusal şiddete
maruz kalmış olup (KSGM, 2011);
2002-2009 yılları arasında kadına
yönelik şiddet oranı ise yüzde bin
400 artmıştır (www.hurriyet.com).
Bununla birlikte kadına yönelik
şiddet çalışmalarında kırsal ve kentli
kadın ayrımı yapılmadan, kadınlar
tek bir kategori olarak ele
alınmaktadır. Oysa kırsal ve kentli
kadınların yaşadıkları şiddetin
nedenleri, türleri ve sonuçları
Çukurova Üniversitesi
Ziraat Fakültesi
farklılık göstermektedir. Bu
çalışmada şiddetin tanımı ve çeşitleri
bağlamında, kırsal kadın açısından
şiddet ele alınmıştır.
CİNSİYET, TOPLUMSAL
CİNSİYET ve ŞİDDET
Kadına olan şiddeti tanımlayabilmek
ve anlamak için öncelikle “Biyolojik
Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet”
kavramları tanımlanmalıdır.
Biyolojik cinsiyet, doğuştan gelen,
değiştirilemeyen ve üreme
organlarına göre belirlenen cinsiyet
(Giddens, 2005) olup; erkek ve kadın
ayrımını açıklayan bir kavramdır
(Marshall,1999).
Toplumsal cinsiyet ise, kadınlık ve
erkeklik kimliklerinin doğal,
biyolojik ya da anatomik
farklılıklarından değil toplumsal ve
kültürel süreçlerden
kaynaklanmasıdır (Özkazanç,2011).
Erkekler ile kadınlar arasındaki,
cinsiyete paralel olan, eşitsiz
yapılanmaya ve bunun toplumsal
düzlemde kurulmuş olan yönlerine
dikkat çeker (Marshall,1999);
kadınlar ile erkekler arasındaki
psikolojik, kültürel ve toplumsal
farklarla ve bunların toplumda nasıl
yapılandırıldığı ile ilgilenir
(Giddens,2005). Kadına karşı şiddet,
kadına cinsiyeti nedeniyle ailede,
sokakta uygulanan, ayrıca bazı
ülkelerde devletin kolluk güçlerinin
göz yumduğu ya da silahlı grupların
çatışma ortamlarında başvurduğu
sistematik şiddet davranışlarıdır. Güç
göstermek, kontrol etmek,
cezalandırmak ve öfke boşaltmak
amacı taşır. Toplumdaki erkek
egemenliği ve bunun sonucunda
yaşamın her alanında
görebileceğimiz kadınlarla erkekler
arasındaki eşitsizliklerle doğrudan
ilişkilidir. Bu bakımdan “eril şiddet”
olarak da tanımlanır (Anonim, 2011).
ERİL ŞİDDET BİÇİMLERİ
Eril Şiddet fiziksel, duygusal, cinsel,
ekonomik ve dijital olmak üzere 5
başlıkta ele alınmaktadır (Anonim,
2011). Fiziksel şiddet,
Akademik
Ş
iddetin yaşandığı ailelerde çocuklar da şiddeti deneyimleyerek öğrenmektedirler.
Erkek çocuklar babayı rol model alırken, kızlar da dayak yemeyi
içselleştirmektedirler
bedensel gücün veya üstünlüğün şiddet
aracı olarak kullanıldığı durumları
tanımlar. Duygusal şiddet, duygusal
gücün veya ihtiyaçların şiddet aracı
olarak kullanıldığı durumları tanımlar.
Fiziksel şiddete oranla
tanımlanması/tanınması daha güçtür.
Duygu sömürüsü, suçlu hissettirme,
kıskançlık, utandırma, küsmek, surat
asmak, alay etmek, sıklıkla kullanılan
duygusal şiddet yöntemleridir. Cinsel
şiddet, kadını kontrol etmek,
denetlemek, küçük düşürmek,
aşağılamak, cezalandırmak amacıyla
cinselliğin bir araç olarak kullanıldığı
durumları kapsar. Ekonomik şiddet,
öfke boşaltmak, güç göstermek, kontrol
etmek ve cezalandırmak amacıyla
maddi gücün veya üstünlüğün bir
şiddet aracı olarak kullanıldığı
durumları tanımlar. Kadının
çalışmasına veya işinde yükselmesine
engel olma, gelirine/birikimine el
koyma, para biriktirmesine/hesap
açmasına/yatırım yapmasına
engel olma, çok küçük miktarda
harçlıklarla günlük yaşamı
döndürmesini isteme, bu olmadığı
durumlarda şiddet uygulama, para için
yalvartma, maddi ihtiyaçları kadını
denetlemek adına keyfi ve tutarsız bir
şekilde karşılama, kadının maddi
gelirini sömürme, en yaygın ekonomik
şiddet biçimlerindendir. Dijital şiddet,
teknolojik gelişmelerin bir
cezalandırma/kontrol etme/öfke
boşaltma/güç gösterme aracı olarak
kullanıldığı durumları tanımlar.
Dijital ortamlarda teknolojik araçlar
üstünden uygulanır. Dijital ortam
kadının 24/7 saat gözetlenmesi ve
denetlenmesi imkânını sağlar. Sürekli
mesaj göndermek, kadından
göndermesini istemek, sürekli olarak
cep telefonundan arayarak takip etmek,
denetlemek, sosyal paylaşım sitelerinde
kadını küçük düşüren, hakaret, nefret
içeren yorumlarda bulunmak son 10
yılda ortaya çıkan ve gittikçe
yaygınlaşmakta olan 'yeni kuşak' şiddet
biçimlerindendir. Bu şiddet biçimlerine
eşlik eden ve kadını çaresizlik,
güçsüzlük, suçluluk ve korku duyguları
içinde yaşatmayı hedefleyen bazı
psikolojik mekanizmalardan da kısaca
bahsetmek gerekir. Aşırı kıskanmak;
sürekli olarak kadını suçlamak; nereye
gittiğini, kiminle görüştüğünü vb
konularda sürekli denetlemek; kadını
suçlu hissettirmek için çocukları
kullanmak (kaçırma, elinden alınacağı
ile ilgili, tehdit etme, şiddet vb.) ve
izole etmek (kadının maddi ve manevi
destek alabileceği bütün kişi ve
kuruluşlarla arasını bozma/ulaşımını
engellemek) sayılabilir (Anonim,2011).
ERİL ŞİDDET VE KIRSAL KADIN
Fiziksel şiddet gerek kırsal gerekse
kentsel kesimde bireylerin ve toplumun
en fazla farkındalık yaşadıkları şiddet
türüdür. Çünkü görsel izleri mevcuttur.
Özellikle kırsal kesimde sahip olunan
değer yargıları, erkeğin hakim olduğu
ataerkil yaşam biçimi ve toplumsal
cinsiyet açısından toplumda kadının
ikincil konumu bu fiziksel şiddeti
erkek açısından haklı göstermektedir.
Şiddetin yaşandığı ailelerde çocuklar
da şiddeti deneyimleyerek
öğrenmektedirler. Erkek çocuklar
babayı rol model alırken, kızlar da
dayak yemeyi içselleştirmektedirler.
Diğer taraftan anne ve babaların
çocukları yetiştirirken kullandıkları
yegâne terbiye aracı da fiziksel şiddet
olmakta ve bunu farkında olmadan
çocuklara da aktarmaktadırlar.
Duygusal şiddet de fiziksel şiddet
kadar yaygındır kırsal kesimde.
Genel olarak, kırsal kesimde kadının
yaşı ile ters orantılı olduğu
söylenebilir. Genç kızlar ve yeni evli
kadınlar duygusal şiddete daha fazla
maruz kalmaktadırlar. Kadınların bir
şey bilmeyeceklerinden hareketle
toplum içinde konuşturulmaması ve
söz hakkı verilmemesi, namus
kavramına bağlı olarak kıskançlık
gösterilmesi, yanlış yaptıkları
düşünülen hareketlerde ebeveynlerin
ya da eşin küsmesi, aşağılanması vb.
hareketler örnek olarak gösterilebilir.
Özellikle töre-namus cinayetlerinin
içerisinde genç kızların/kadınların
kendi kendilerine intihar etmelerinin
sağlanması için yapılan tavırların
hepsi, kadının kendini şuçlu hissetmesi
için uygulanan duygusal şiddettir.
Kırsal kesimde cinsel şiddet, duygusal
şiddetle birlikte ortaya çıkmaktadır.
Kadının söz hakkının olmamasından
hareketle özellikle doğuracağı çocuk
sayısına karar verme, aile planlaması
hizmetlerini kullanma vb. daha çok
kadının kontrolünde olması gereken
konularda söz hakkı çoğunlukla
erkeklere aittir. Yine kadının erken
yaşta ve istemediği kişilerle
evlendirilmesi de üstü örtülü bir
cinsel şiddettir. Ekonomik şiddet
kırsal kesimde çoğunlukla bir yaşam
biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kırsal kesimde kadınların yüzde 84.6'sı
tarımda istihdam edilirken; bu
istihdamın yüzde 83.2'si ücretsiz aile
işgücüdür (www.tuik.gov.tr). Yani,
tarımsal faaliyetlerin önemli bir kısmı
kadın tarafından yapılmakla birlikte,
kadın gelir üzerinde söz sahibi değildir.
Tarımsal faaliyetler kadın tarafından
ev işlerinin bir uzantısı olarak
yapılmaktadır. Geçimlik üretim yapan
ailelerde kadınlar, yetiştirdikleri 1-2
büyükbaş hayvandan ve ektiği
ürünlerden elde ettiği geliri kendisi
kullanmaktadır. Fakat bu gelir yine
kadın tarafından ev ihtiyaçları ve
çocuklar için harcanmaktadır. Diğer
taraftan mevsimlik işçilik yapan
ailelerde de kadının gelir üzerinde söz
hakkı yoktur ve yapılan faaliyetler
cinsiyete dayalı işbölümüne göre farklı
şekilde ücretlendirilmektedir. Yine
gezici olarak mevsimlik işçilik yapan
ailelerde de kadın ekonomik şiddetin
en yoğununu yaşamaktadır. Genelde
işsiz olan aile reisi karşısında tek çare
kadının çalışması/çalıştırılmasıdır ve
2-3 ay yapılan işçilik sonucunda
elde edilen gelir bütün bir yılın masrafı
için erkek tarafından harcanmaktadır.
Üstelik kazanılan para doğrudan
aile reisine verilmektedir. Kırsal kesim
kentsel kesim kadar açık bir toplumsal
yapıya sahip olmaması nedeniyle, hem
kadınların hareket alanları kısıtlıdır
hem de teknolojik gelişmeler daha
geç kabul görmektedir. Bu nedenle
özellikle dijital şiddet açısından kentli
kadınların daha mağdur oldukları
söylenebilir. Bununla birlikte
kırsal kesimin toplumsal yapısı
nedeniyle zaten kontrol altında tutulan
kadınlar ve kızlar için teknoloji, daha
fazla kontrol anlamına gelmekte ve
şiddete meydan verebilmektedir. Diğer
taraftan teknoloji kırsal kadın için bir
21
Akademik
ş
iddetin her türü, çoğunlukla kadının toplum içindeki ikincil konumundan kaynaklanan nedenlerle
oluşmakta ve özellikle ataerkil yapı da bunu desteklemektedir. Bu konuda toplumsal bilinç
oluşturmadan şiddetin önlenmesi ile ilgili olumlu sonuç almak zor olacaktır
kontrol aracından çok, şiddete imkân
veren bir unsur da olabilmektedir.
Nitekim bir radyo kanalından, kendi
isteği olmadığı halde, adına istenen bir
şarkı sonrası intihar etmek zorunda
bırakılan kadınlar bulunmaktadır
ülkemizde (Faraç.2004).
KADINA YÖNELİK ERİL
ŞİDDETİ TETİKLEYEN KIRSAL
YAŞAMA ÖZGÜ FAKTÖRLER*
Toplumsal ve bireysel mahremiyet
eksikliği
Kırsal bölgelerin birbirine yakın ve
bağlı ilişkileri kişilerin kişisel alan
sınırlarının dar olmasına sebep
olmaktadır. Fiziksel olarak mahremiyet
konusunda sınırları korumalarına
rağmen sosyal konularda kişilerin
yaşadıkları bütün topluluk tarafından
bilinir ve gözlenir.
Yalnızlık (İzolasyon)
Kırsal bölgede yaşayan kadın için
yalnızlık (izolasyon) şiddete maruz
kalmalarında temel bir faktördür.
İzolasyon 3 temel bileşene ayrılabilir.
Coğrafi izolasyon; kırsal bölgeler
doğaları gereği şehir merkezlerine olan
uzaklıklarından dolayı fiziksel olarak
izoledirler. Şiddet uygulayan eşini terk
etmek isteyen mağdur kadın fiziksel
izolasyonun birçok engellemeleri ile
karşı karşıya kalmaktadır. Evinin
merkezi yerleşim yerinden uzak olması
durumunda, evini terk etmek isteyen
kadının, çocukları ile birlikte böyle bir
yolu seçmesi engellenmektedir. Sosyokültürel izolasyon; kırsal aile
yaşantısının cinsiyetçi yapısı ve
ataerkil davranış kalıpları sosyokültürel izolasyonun keskin bir
biçimini oluşturmaktadır. Bunlara ek
olarak kadının sosyal, kamusal destek
ve hizmetlere ulaşımının çoğunluğun
kullandığı dili bilmiyor olmasından
dolayı da engellenmiş olması söz
konusudur. Psikolojik izolasyon, bu
kavram hem kırsal kadın hem de kentli
kadın için geçerli olan bir kavramdır.
Kırsal alanda farklı olarak şiddete
maruz kalan kadının yaşadığı bu
durumu gören şahitlerinin az olması
şeklinde de ortaya çıkabilmektedir.
Komşular arasındaki mesafe,
mağdurun kendini psikolojik olarak da
tecrit altında hissetmesine neden
*Jiwani,1998'den yararlanılmıştır.
22
olmaktadır.
Ekonomik yapı
Ekonomik krizler geleneksel ve tek
endüstriye dayanan yapıları olan kırsal
ekonomileri ciddi şekilde etkilemekte,
kırsal bölgede yaşayan bireylerde stres
ve güçsüzlük gibi yetersizlik
duygularını hissetmelerini
arttırmaktadır. Bununla birlikte
Luxton'un (1980) yaptığı çalışmalarda
ekonomik durgunluk dönemlerinde
kadına yönelik şiddettin artış gösterdiği
gözlemlenmiştir. (Luxton, 1980,
aktaran Jiwani,1998). Ekonomik
durgunluk veya kriz dönemlerinde
bireylerin yaşadıkları kaygı ve korkular
o dönemlerde eril şiddettin artmasının
en büyük sebeplerinden biri
olmaktadır. Öz yetersizlik duygusu
hisseden bireylerin kendilerinden daha
güçsüz olduklarını düşündükleri diğer
bireylere şiddet uygulama eğilimi
içinde olmalarına ek olarak yaşanan
ekonomik sıkıntılar ve yetersizlik
duygusunun bu durumdan dolayı
katlanması uygulanan şiddetti aynı
şekilde arttırmaktadır.
Ekonomik yapının şiddeti başka bir
açıdan da olumsuz anlamda etkilediğini
söyleyebiliriz. Şiddet mağduru
kadınların bulundukları ortamı terk
etmek için ihtiyaç duydukları
ekonomik özgürlük, kırsal bölgelerde
yeterli iş imkânları ve mesleki
eğitimler olmamasından dolayı elde
edilememekte ve kadınların
mağduriyetlerinin kırsal bölgelerde
devam etmesine sebep olmaktadır.
Hizmetlere erişim
Kırsal bölgelerde hizmetlere yeterli bir
şekilde ulaşılamamaktadır. Taşıma
maliyetlerinin fazla olması, merkezden
uzaklık ulaşımı zorlaştırmaktadır.
Hizmet kavramının içerisine kamusal
hizmetleri de dahil etmek gerekir.
Adalet, eğitim, sağlık gibi hayati önem
taşıyan kamusal hizmetler kırsal
bölgelerde erişilmesi güç hizmetler
olmaktadır. Websadale; hizmetlerin
yetersiz ve sınırlı olmasına ilişkin
sebeplerden biri olarak vergi
gelirlerinin kırsal bölgelerde düşük
olmasını göstermiştir. Bölge nüfusunun
azlığı elde edilecek gelirin azalmasına
sebep olmakta ve bu da hizmetlerin o
bölgelere dağıtılması açısından
sınırlandırıcı bir faktör olmaktadır.
Kendi kendine yeterlilik davranış
kalıbı
Kırsal bölgelerdeki dış dünyaya kapalı,
sorunu kendi içinde çözme davranışı,
kadınların mağduriyetlerini
sonlandırmaları için gereken yardımları
talep etmelerini engellemekle birlikte
bu feodal yapı bölge insanının birbirine
aşırı bağlı/bağımlı olmasına yol
açmaktadır. “Kol kırılır yen içinde
kalır” mantığı yaşanan sağlıksız
durumların ortaya çıkmasını ve
çözümlenmesini engellemektedir.
Silah kullanımı
Kırsal bölgelerde silah ailenin olmazsa
olmaz bir parçasıdır. Bölgedeki doğal
yaşam koşullarının etkisiyle silahlar
kişilerin kendilerini korumaları,
avlanmaları için zorunluluk halindedir.
Nolan'a göre kırsal bölgelerdeki yaygın
silah kullanımı kadına yönelik şiddetin
kırsal bölgelerde daha farklı bir seyir
izlemesine sebep olmaktadır (Nolan,
1992; aktaran Jiwani,1998).
ZİRAAT ve EĞİTİM
FAKÜLTELERİNDEKİ
ÖĞRENCİLER ŞİDDETE İLİŞKİN
DERS ALMALILAR
Kadın ve şiddet üzerine yapılan
çalışmalar son yıllarda yoğunlaşmakla
birlikte kırsal ve kentli kadın ayrımı
yapılmamaktadır. Bu ise kadınların
yaşadıkları şiddetin nedenlerini ve
çözüm önerilerini ortaya koymak için
net yaklaşımlarda bulunmayı
zorlaştırmaktadır. Kırda, kentte ve
gecekondu bölgelerinde yaşayan
kadınlar için ayrım yapmak, sorunların
saptanmasında ve çözümünde kolaylık
sağlayacaktır.
Kırsal kadına yönelik şiddetin her türü,
çoğunlukla kadının toplum içindeki
ikincil konumundan kaynaklanan
nedenlerle oluşmakta ve özellikle
ataerkil yapı da bunu desteklemektedir.
Bu konuda toplumsal bilinç
oluşturmadan; özellikle çocukları ve
erkekleri bu konuda eğitmeden,
şiddetin önlenmesi ile ilgili olumlu
sonuç almak zor olacaktır. Çünkü aile
ve toplum içinde sosyalleşen bireyler,
kız ya da erkek, öğrendikleri değerleri
kendi çocuklarına da aktarmaktadırlar.
Eğer toplumda, özellikle kamu
tarafından sistemli ve bilinçli eğitim
Akademik
çalışmaları yapılmazsa, bu yanlış
değerler kısır döngü olarak devam
edecektir.
Kadına uygulanan şiddetin
etkileri ve sonuçları irdelenirken,
eril şiddete bağlı bireysel etkilerle
birlikte sosyal ve toplumsal
etkilerin de dikkate alınması
gerekmektedir. Dolayısıyla
kadının maruz kaldığı şiddete
sadece “kadın” olarak değil bir
bütün, yani toplum olarak bakmak
gerekmektedir. Çünkü şiddete
maruz kalan kadının psikolojik ve
fiziksel olarak olumsuz bir
şekilde etkilenmesi kaçınılmazdır.
Bu ise kadının gerek ailesiyle
gerekse toplumla ilişkilerini
zedelemekte ve yetiştirdiği
çocuklar da bundan zarar
görmektedir. Yine toplum
açısından bakacak olursak, baba
evinde gördüğü şiddet nedeniyle
kaçan veya babanın rızası
olmadan evlenen kadınlar
eşlerinden şiddet gördükleri
zaman baba evine geri
dönememektedir. Baba evinden
babanın rızası/isteği ile evlenen
kadınlar da geleneksel değerler
(ör.kocanın hem sevebileceği hem
de dövebileceği, dayağın
cenneten çıktığı, evden çıkan
kızın baba evine ancak kefenle
geri dönebileceği vb.) nedeniyle
çoğunlukla baba evine geri
dönememektedir ve tüm bu
süreçler şiddet türlerinin hepsinin
katlanarak devam etmesine yol
açmaktadır. Dolayısıyla bireysel
açıdan sadece kadın sorunu gibi
görünen şiddet, çocuklarda ve
kadınlarda yarattığı psikolojik
sorunlar, intihar veya cinayete
varan durumlar, intihar ve cinayet
sonucu ortada kalarak ailesiz ve
sevgisiz büyüyen çocuklar,
sağlıksız aile ilişkileri gibi
konular dikkate alındığında
aslında önemli bir toplumsal
sorundur.
Kırsal kesimde kadın ve kadının
yaşadığı tüm sorunlar ve özellikle
şiddet için, yapılması gereken en
önemli unsur bu konunun ciddi
olarak ele alınması ve uzun vadeli
planlanmasıdır. Şiddet uygulayan
bireylere kısa süreli eğitim
vererek, hiç yoktan iyi olmakla
beraber, gerçek çözüm alınması
mümkün görünmemektedir.
Kamu ve özel sektör birimlerinin
ve özellikle üniversitelerin bu
konuda düzenli, sürekli ve ortak
eğitim çalışmaları yapması
gerekmektedir. Üniversitelerin
ziraat ve eğitim fakültelerinde
okuyan öğrencilerin şiddet
konusunda ders almaları da, kırsal
kesimde çalışacakları dikkate
alınırsa önemli olacaktır.
T
eknoloji kırsal
kadın için bir
kontrol
aracından çok, şiddete
imkân veren bir unsur
da olabilmektedir.
Nitekim bir radyo
kanalından, kendi isteği
olmadığı halde, adına
istenen bir şarkı sonrası
intihar etmek zorunda
bırakılan kadınlar
bulunmaktadır
ülkemizde.
KAYNAKÇA
Anonim, 2011. Mor Çatı Kadın Sığınma
Vakfı Broşürü, 2011
DPT, 1994. Kırsal Sanayi Yedinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas
Komisyonu Raporu DPT Yayınları, Yayın
No: DPT: 2356 ÖİK:424, Ankara
Faraç, M.,2004. Töre Kıskacında Kadın,
Günizi Yayıncılık, 3. Basım, İstanbul
Giddens, A.2005., Sosyoloji (Yayına
Hazırlayan: Cemal Güzel), ToplumbilimSiyasetbilim/06, Ayraç Yayınevi, Ankara
Jiwani, Y., 1998. Rural Women and
Violence:A Study of Two Communities in
British Columbia
KSGM, 2011. “Türkiye'de Kadının
Durumu, Temmuz 2011”, T.C.
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü, Ankara
Marshall, G, 1999. Sosyoloji Sözlüğü
(Çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü),
Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara
Özkazanç, A., 2011. Ankara Üniversitesi
Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı,
http://bianet.org/bianet/bilim/122194bilim-ve-toplumsal-cinsiyet
www.hurriyet.com. (erişim tarihi 23
Aralık 2011; Kemal Atlan'ın “kadın ve
şiddet” haberi)
www.tdk.gov.tr (Erişim tarihi 10 Aralık
2011)
www.tuik.gov.tr “ Hanehalkı İşgücü
İstatistikleri”(Erişim Tarihi 1-6 Ekim
2011)
Kadının maruz kaldığı şiddete bir
bütün, yani toplum olarak bakmak
gerekmektedir. Çünkü şiddete maruz
kalan kadının psikolojik ve fiziksel
olarak olumsuz bir şekilde
etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu ise
kadının gerek ailesiyle gerekse
toplumla ilişkilerini zedelemekte ve
yetiştirdiği çocuklar da bundan zarar
görmektedir
23
Röportaj
“Hz. Mevlâna kadınlara manevi sorumluluklar
vermekten çekinmemiştir”
FADİME ŞİMŞEK
İnsan sevgisi ile ön
plana çıkan
Mevlâna'nın sözlerine,
hikâyelerine ve
düşüncelerine tasavvuf
ile ilgili değilseniz bile
mutlaka bir yerlerde
rast gelmişliğiniz vardır.
Ancak hayatı birçok
yönüyle ve farklı bir
boyut ile değerlendiren
Mevlâna'nın, kadını
nerede ve nasıl
konumlandırdığı fazla
bilinmiyor. Aslına
bakarsanız “Ne olursan
ol gel” çağrısı ile
herkesi kucaklayan bir
zatın kadına bakışını
kestirmek zor olmasa
gerek. Zira O'nun için
bütün iş, kadın ve erkek
olmakta değil;
yürekte… Yani kâmil
insan olabilmekte…
Biz de buradan
hareketle kâmil insan
olma yolunda kadının
yolculuğunu konuşalım
istedik. Ve sorularımızı
yazar; aynı zamanda
'Şefik Can Uluslararası
Mevlânâ Eğitim ve
Kültür Derneği' Başkanı
H. Nur Artıran'a
yönelttik.
Öncelikli olarak tasavvuf
inancı ile giriş yapalım
dilerseniz. Siz tasavvufu
nasıl tanımlıyorsunuz?
Efendim, Âşıklar sultanı Hz.
Mevlâna tasavvuf hakkında
Mesnevî'nin üçüncü cildinde
şöyle der: “Tasavvuf nedir?
Tasavvuf sıkıntı gam keder
zamanında gönlün ferah ve
huzur içinde olmasıdır.”
Görüldüğü üzere Hz.
Mevlâna tasavvufu her türlü
şartta huzur ve esenlik içinde
olmak şeklinde
tanımlamıştır. Tasavvufun
temelini oluşturan edeb ise
yine Hz. Mevlâna tarafından
şöyle dile getirilir: “Bil ki
edeb edebsizlerin
kabalıklarına, kötülüklerine
sabretmekten ibarettir.” Bu
hali yaşayabilmek için de
çok güçlü bir iman sahibi
olmak gerekir. En zor
şartlarda bile ilâhi takdire
karşı hoş bir tevvekül ile
sabır ve sükût içinde olmak
imanın alâmetlerindendir. O
nedenle Peygamber
Efendimiz sabrı olmayanın
imanı da olmaz diye
buyurmuştur. Hz.
Mevlâna'da hiçbir tespih
sabır derecesine
ulaşmamıştır der. Sonuç
itibariyle tasavvuf; her türlü
şart ve koşulda yüce
Rabbimizin rahmeti, kudret
ve kuvvetinden şüpheye
düşmemek, onun şefkat ve
merhametinden ümit
kesmemek, sabır ve sükut
içinde huzurlu bir yaşam
sürmeye çalışmaktır.
Tasavvuf denilince
Mevlâna; Mevlâna
denilince de ilk olarak
hoşgörü akla gelir. Bu
anlamda Mevlâna'nın
kadına bakışını nasıl
değerlendirirsiniz?
Hz. Mevlâna'nın tüm
evrendeki yaratılmışlara,
insana ve insani değerlere
karşı göstermiş olduğu çok
24
yüksek sevgi ve saygının ana
kaynağı; tümüyle İslamiyet,
Peygamber Efendimizin
örnek teşkil eden çok seçkin
yaşantısı, dolayısıyla da
hadis-i şerifleridir. O nedenle
Hz. Mevlâna'nın kadın'a
bakış açısı da hiç şüphesiz
İslâmiyet'in ve Peygamber
Efendimizin kadına verdiği
en yüce makam değerindedir.
Kur'an-ı Kerimi ve
Peygamber Efendimizin
ahlâkını kendilerine düstur
edinen sahabiler ve İslam
büyükleri, özellikle de Hz.
Mevlâna, kadına gereken
değeri verme hususunda her
zaman örnek olmuşlardır.
Ben yaşadığım müddetçe,
Kur'an'ın kulu kölesi, Hz.
Muhammed'in bastığı yerin
toprağıyım diyen Hz.
Mevlâna da Peygamber
Efendimizin ilâhi rehberliği
ışığında kadındaki kûtsiyeti
her zaman ön planda tutmuş,
hiçbir söz ve davranışıyla
kadını ikinci plana
taşımamıştır. Mesnevisinde:
“Kadın sadece bir sevgili
değildir. Kadın Hakk'ın
ışığıdır, nurudur. Sanki o
mahlûk değil de hâlıktır”
diyecek kadar kadındaki
manevi sırrı ve hakikati hiç
çekinmeden en açık bir
şekilde dile getirmiştir. Hz.
Mevlâna'nın zamanında
cariye kullanmak gayet tabii
bir davranış olmasına
rağmen hiçbir zaman özel
cariyesi olmamış; tüm
ömrü boyunca tek eşli
olarak yaşamıştır.
Tasavvufta her şeyin
zıttı ile var olduğu
anlayışı hâkimdir. Bu
anlayış bizi, ataerkil
anlayış tarafından
yüceltilen erkeğin
aslında, ikincil
konumda tutulan
kadın ile anlam
bulduğu sonucuna
götürür mü ?
Kadınsız bir
dünyada erkeğin varlığını ve
bir mana ifade ettiğini
düşünmek ne maddi ne de
uhrevî olarak mümkün
değildir. Çünkü böylesi bir
düşünce ilâhi nizama ve
yaratılış sırrına uymaz. İslâm
öncesi cahiliye devrine ait
olan ve erkeği öncelikli kılan
zihniyeti günümüze kadar
taşıyıp yaşatanların başında,
erkek evladı farklı bir
duyguyla doğuran ve
yetiştiren analarımız gelir.
Şunu kabul etmek gerekir ki,
erkeği yücelten ve onu
öncelikli kılan zihniyete en
büyük destek yine
kadınlarımız tarafından
verilmiştir. Doğudaki yaşam
kültürü incelendiğinde bu
çok açık bir şekilde
görülecektir. Bunları arz
etmekteki gayem erkeklerin
öncelikli ve egemen
olmasında dahi kadının
varlığı söz konusu olduğunu
göstermektir. Fakat durum ve
şartlar ne olursa olsun asıl
gerçek; kadınsız erkek,
erkeksiz de kadın olmaz.
Cenâb-ı Allah kadının
varlığını erkeğe, erkeğin
varlığını da kadına muhtaç
bir şekilde yaratmıştır.
Birinin ötekini inkâr etmesi
kişinin kendini inkâr etmesi
demektir. O nedenle ne körü
Röportaj
Kamil insan olma yolunda erkek ve
kadın ayrımından söz etmek olası
mıdır? Yoksa aslolan tüm ayrımları ve hatta benliği- insan olma
paydasında yok etmek midir?
Kur'an-ı Kerîm dolayısıyla da
İslâmiyet manevî açıdan kadın ile
erkek arasında hiçbir ayrım
yapmamaktadır. Kadın ve erkek,
her ikisi de Allah'ın emir ve
yasaklarına muhatap olmada eşit
tutulmaktadır. Peygamber
Efendimiz, bütün insanların insan
olmaları itibariyle bir tarağın
dişleri gibi eşit olduklarını
vurgulamış, kadın ile erkeği bir
bütünün iki yarısı şeklinde
tanımlamıştır. Bunun için, İslâm'a
göre üstünlük, ancak takva ile
yani Allah'a karşı sorumluluk
bilinciyledir. Manevî açıdan
kadınla erkek arasında hiçbir
ayrım olmadığı gibi İslamiyet'in
kadınları en yüksek makamlara
taşıdığı da oldukça aşikardır.
Bilindiği üzere Hıristiyan
düşüncesi kadına ancak 1547
yılında kutsal kitapları İncil'e
dokunabilme hakkını vermiştir.
Bu tarihten önce Hıristiyan
kadınları değil manevi
sorumluluk sahibi olmak, İncil'e
dokunmayı bile hayal edemezdi.
Hâlbuki o tarihten yüzlerce yıl
önce, bu neredeyse bin sene eder,
İslâmiyet'in özü, temeli, en kutsal
kitabı Kur'an-ı Kerîm Hz.
Ebubeki'den sonra Hz. Ömer'in
kızı Hafsa hanıma emanet
edilmiştir. Bir dinin temelini
teşkil eden en yüce kitap daha
İslâmiyet'in başlangıcında
onlarca yıl bir kadın tarafından
koruma altına alınarak muhafaza
edilmiştir. Daha sonra Hz. Ömer
zamanında kitaplaştırılmıştır.
Kadına bundan daha alâ
verilebilecek yüce bir manevi
makam ve duyulacak daha
yüksek bir güven olabilir mi?
İnsani ve manevî açıdan erkeği
kadından daha farklı kabul etmek
Hz. Allah'ı, İslamiyet'i,
dolayısıyla da Peygamber
Efendimizi yeterince bilmemek,
zamanın gerekli kıldığı bazı özel
şartları, yöresel olan gelenek ve
görenekleri din kabul etmektir.
misyon sahibi olurken, Hıristiyan
kadınları 1500'lü yıllarda İncil'i eline
alabilmiştir. Bu durum gerçek İslami
düşüncenin kadına bakış açısını
açıkça ortaya koymaktadır.
Bu açıdan bakıldığı takdirde
Mevlevilik yolunda kadınların
ne gibi misyonları olmuştur?
Mevlevilik tarihinin en önemli
kaynaklarından biri olan Eflaki
hazretleri; Peygamber Efendimizin
kadınları da irşat ettiğini, fakat bunun
ancak Peygamber'e mahsus özel bir
davranış olarak kabul edildiği için,
Hz. Mevlâna'ya kadar hiçbir asırda,
hiçbir velinin, Hz. Mevlâna kadar
kadınlarla yakından ilgilenip, onlara
ilgi göstermediğini yazmıştır.
Peygamber Efendimizden sonra ilk
defa kadınlara bu denli saygı duyup,
onlara ilgi gösteren bunu da hiç
çekinmeden ortaya koyan Hz.
Mevlâna; elbette yürüdüğü ilahî aşk
yolunda da kadınlarla birlikte
yürümüş, erkeklerle birlikte onlara da
manevi sorumluluklar vermekten
çekinmemiştir.
Mevlevî tarihini nakleden güvenilir
kaynaklarda, Hz. Mevlâna'nın torunu
Şeref Hatun'un (Sultan Veled
Hazretlerinin kızı) birçok erkek
öğrenciye sahip olduğu
kaydedilmektedir. Ayrıca Konyalı
Ârife-i Hoş-likâ Hatun, Tokat'da
Mevlevî halifesidir. Ve birçok erkek
onun öğrencisidir.
1600'lü yıllarda Kütahya
Mevlevihanesinde elli yıl şeyhlik
yapan Mehmet Dedenin vefatından
sonra, Mesnevîhân Kâmile Hanım,
Mehmet Dedenin yerine Meşihat
(mürşit) makamında görev yapması
için Konya'dan Kütahya'ya
gönderilmiştir. Görüldüğü üzere
Kâmile Hanım hem mürşit hem de
Mesnevîhândır. Kâmile Hanımın kızı
Fatma Hanım da Kütahya
Mevlevihanesinde vazife yapmış;
annesi gibi Mesnevîhân olması ve
dervişlerin bütün ihtiyaçlarına
samimiyetle koşmasından dolayı
Ümmü'l-Fukara diye
isimlendirilmiştir. Sadece erkeklerin
yapabileceği zannedilen bu tür
hizmetleri yerine getiren Mevlevi
kadınlarını yüz yıllar öncesinden
günümüze kadar saymak mümkün.
Daha ileriye gidecek olursak Hz.
Ayşe annemiz hadis, Fatıma annemiz
de Kur'an mufessirliği yapmışlardır.
Sonuç itibariyle İslam kadını daha ilk
günlerden itibaren erkeklere dini
eğitim verecek düzeyde çok önemli
ASLINA BAĞLI KALINDIĞI
SÜRECE KADINLARIN SEMA
YAPMASI GAYET DOĞALDIR
Tasavvuf kültüründe geçmişe
uzandığımızda önemli kadın
sufîlerin adlarına rastlıyoruz ki az
önce de bazılarının isimlerini andık.
Peki, kadın sufî olur da kadın
semazen olmaz mı diye sorsak…
Mevlevi kaynaklarında Hz.
Mevlâna'nın kadınların sema
meclislerine gittiği, onlarla birlikte
sema ettiği ve kadınların Hz. Pir'in
başına güller serptiği yazılıdır.
İslamiyet dolayısıyla da Mevlevilik
tümüyle manevi edeb, nezaket,
nezahet demektir. Sema gerçek
manası itibariyle çok ciddi bir
ibadettir. Bir şeyin değer ve kutsiyeti
içindeki samimiyet ve edeble
ölçülüdür. İslâmi edeb ve terbiye
dahilinde kadınların da sema yapması
gayet tabiidir. Olayı bu çerçeveden
düşünmek gerektiğine inanıyorum.
”
körüne feminist olmak, ne de aynı
körlükle kendini öncelikli ve egemen
görmek çok yanlış olacaktır. Cenâb-ı
Hakk'ın huzurunda, ne kadın vardır,
ne de erkek. Sadece 'eşref-i mahlûkat'
olarak yaratılan insan vardır. Biri iki
görmek biz aciz kullara mahsustur.
Herkes yaratılış gayesine uygun bir
şekilde yerini ve haddini bildiği
takdirde hiçbir sorun olmayacaktır.
Mevlevi kaynaklarında
Hz. Mevlâna'nın
kadınların sema
meclislerine gittiği,
onlarla birlikte sema
ettiği yazılır
”
25
Röportaj
Efendim, konu ve içeriği ne olursa olsun
hiç fark etmez bir olayı dramatize etmek,
olaylar hakkında farklı bağlantılar kurmak,
onları sembolleştirmek, sayısı belirsiz şahsi
yorumlarla kişilere farklı misyonlar
yüklemek örneklerinden görüldüğü üzere
hiç de zor değil. Özellikle şunu arz etmek
isterim ki; çok yüksek manevî
değerlerimizden söz etmek oldukça önemli
bir manevi sorumluluk olduğu gibi, bu tür
yazıları okumakta yine çok ciddi bir manevi
sorumluluk sayılır. Çünkü bu gibi yazılar
kişinin imanını ve inancını etkiler. Nasıl ki
Allah kelamı olan Kur'an-ı Kerîm'den dahi
söz ederken, Hz. Allah şöyle buyurdu
diyemiyoruz. Gerektiği takdirde hangi sure
ve ayet olduğuna dair bir beyanda bulunma
mecburiyetimiz var. O nedenle tümüyle
Kur'an ahlakına dayalı bir yaşam süren
Allah dostlarından söz ederken de hiçbir
güvenilir kaynak göstermeden, bazı olayları
şahsi görüş ve düşüncelerimiz
doğrultusunda yorumlayarak, çok ulvi olan
gerçekleri kendi cüzi aklımızla maddeye
dayalı bir şekilde aktarmaya
çalışmak çok büyük bir vebaldir,
terk-i edeptir. Bu tür eserleri
yazanlar bu manevi
sorumluluğun bilincinde
olmayabilir, okuyucunun
da bu konularda dikkat
ve hassasiyet sahibi
olması
gerekmez mi? Kişisel
hayaller çerçevesinde
hazırlanmış,
güvenilir hiçbir
temel kaynağı
olmayan yazıları,
akademik, ilmi bir
eser gibi okuyup,
olaylara da bu
açıdan bakıp
değerlendirmek ne
derece doğru olur?
Elbette tüm bu
söylenenler gerçeği
yansıtmayan eserler
hakkında.
Kimya Hatun'a
gelince; hakkında
sahih güvenilir
bilgiler oldukça az
olmakla birlikte gerçek
olan şu ki: Hz. Mevlâna
gibi yüce bir Âşıklar
sultanının manevi evladı,
Şems-i Tebrizi gibi ulu bir
velinin eşi olma bahtiyarlığına
26
erişmiş, iki cihan bahtiyarı yüce bir
kadındır. Hz. Mevlâna ve Şems-i Tebrizi'nin
hayatı akl-ı selim bir şekilde incelendiği
takdirde attıkları her adımda, aldıkları her
nefeste sadece Hakk âşıklarına mahsus olan
Hz. Peygamberimizin izi, nişanı görülür.
Cenâb-ı Allah'ın nasıl bir ilahi lütfudur ki
Kimya Hatun gelmiş ve gelecek Hakk
âşıklarının önderi olan iki büyük veliye
maddi ve manevi yakın olma şerefine
erişmiştir. Bu hâl yaratılmış tüm kadınların
sultanı olan Fatıma anamızın yaşamına
benzer. Bilindiği üzere, Fatıma anamız da,
Peygamber Efendimizin kızı, Hz. Ali gibi
büyük bir velinin eşidir. Bu çerçeveden
bakıldığı takdirde fazla bir şey söylemeye
gerek kalmıyor. Ne söylerseniz söyleyin
bundan daha önemli bir konu ve konum
olması düşünülemez. Fakat istendiği
takdirde varsayımlara dayalı ciltler dolusu
eserler yazmak da mümkün.
Son söz olarak ne söylemek istersiniz?
Bunca sözün özü ne kadın, ne de erkek
olmak değil, insan olmanın şuur ve idrâki
içerisinde yaşamaktır. Üzerinde durulması
gereken asıl gerçek, kadın kendinde
bulunan ilâhi tecellilerin farkında olmadan
sadece cinselliğini ön plana çıkarır.
Erkek de kadında ki ilâhi
güzelliği fark etmeden sadece
onu cinsel arzuları
doğrultusunda düşünür. O
nedenle ki Hz. Mevlâna
Mesnevi'sinde kadının
sadece cinsel bir meta
gibi görülmesine
karşı çıkarak,
ondaki ilâhi
manaya dikkat
çekmiştir.
Kadındaki ilahi
kutsiyeti hiç fark
etmeden, ona
tümüyle cinsel
bir obje gibi
bakmak,
yaratılış
gayesine
aykırıdır. Cenâbı Hakk'ın Rahim
ism-i şerîfinin
tecellisi olan
kadının önce
kendisinin sadece
cinsel bir obje
olmadığını idrak
etmesi, bu
doğrultuda bir yaşam
sürmesi gerekir ki,
erkek de kadındaki ulvi
olan bu güzellikleri fark
edebilsin.
”
Mevlâna ve Şems-i Tebrizi'ye ait çeşitli
romanlar yayımlanıyor, bu konuda neler
söylersiniz? Ayrıca madem ki konumuz
kadın Kimya hatundan da birkaç cümle ile
söz eder misiniz?
Hz. Mevlâna
Mesnevi'sinde
kadının sadece
cinsel bir meta gibi
görülmesine karşı
çıkarak, ondaki
ilâhi manaya
dikkat çekmiştir.
Kadındaki ilahi
kutsiyeti hiç fark
etmeden, ona
tümüyle cinsel bir
obje gibi bakmak,
yaratılış gayesine
aykırıdır
”
Akademik
Öğr. Gör. Dr. AYŞEGÜL ÖZCAN
Toplumsal cinsiyet ve kadın sağlığı
Nevşehir Üniversitesi
Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı,
"Yalnızca hastalık ya da sakatlığın
olmaması değil, kişinin bedensel,
ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik
hali" olarak tanımlamıştır (1). Tüm
dünyanın kabul ettiği bu tanıma göre,
dil, din, etnik köken, cinsiyet vb.
ayrımı olmadan her bireyin eşit
olarak sağlıklı olma hakkı vardır.
Ancak dünya nüfusunun yarısını
oluşturan kadınların sağlık durumunu
incelerken; hastalık ve sakatlık
yönünden olduğu kadar, ruhsal ve
sosyal yönden de tam bir iyilik
halinin olup olmaması ve kadınların
"tam iyilik durumlarını" etkileyen
faktörler yönünden de sorunu
irdelemek ve tanımlamak
gerekmektedir. Bu nedenle kadınların
sağlık hizmetlerinden yararlanmasını
etkileyen eğitim düzeyi ya da sosyal
olanakların kullanılmasında
belirleyici olan toplumsal cinsiyetin
de sağlık kavramı içerisinde
incelenmesi gerektiği
düşünülmektedir (2).
Toplumsal cinsiyet kadına, çalışmak
için eşlerinden izin alma zorunda
kalmaları, ev içinde çocuk bakma, ev
temizliği gibi işlerle ilgilenme, erkek
çocuk doğurarak statüsünü yükseltme
gibi sorumluluklar yüklemiştir.
Erkeklere ise bu alanlarda kadınlara
ilişkin belirlenen rollerin tam tersi
roller yüklemektedir (3,4).
Kadınların çalışma, aile, evlilik ve
sosyal yaşam alanlarına ilişkin
yaşadığı ayrımcı tutumlar, sosyal
statüsünü olumsuz yönde
etkilemektedir (5,6). Bu nedenle
kadınlar toplum içerisinde istenilen
statüye ulaşamamış ve cinsiyetler
arası eşitsizlik ortaya çıkmıştır.
Toplumsal cinsiyet, eğitimde, gelir
dağılımında, çalışma koşullarında ve
toplumsal konumda da kadının
aleyhine bir ayrımcılık
yaratmaktadır. Bu eşitsizlik
kadınların eğitim düzeylerinde
belirgin bir şekilde göze
çarpmaktadır. Bugün dünyada hâlâ
ilkokula başlamayan 130 milyon
çocuğun 2/3'ünü kızlar
oluşturmaktadır. Kadınlar dünya
nüfusunun yüzde 50'sinden fazlasını
temsil ettikleri, iş saatlerinin yüzde
66'sını doldurdukları halde, dünya
gelirlerinin sadece yüzde 10'una,
mülkiyetlerin de yüzde1' ine
sahiptirler. Ülkemizde kadınların
çalışma yaşamına katılma oranları
2011 yılı verilerine göre yüzde
30.0'dır (7). Kadınlar kullanılan
oyların yarısına sahip oldukları
halde, tüm dünyada parlamentoda
yüzde 14.2, kabinede bakan olarak
sadece yüzde 6 koltuğa sahiplerdir.
Başlık parası ve zorla evlendirme
konularındaki geleneksel
uygulamalar ve kadına yönelik şiddet
sorunları hâlâ varlığını
sürdürmektedir. Eğitim, hukuk,
sosyal ve siyasal alanda cinsiyetler
arasındaki eşitsizlikler kadının
toplumda, özel olarak da aile içinde
sağlığını olumsuz yönde
etkilemektedir (7,8,9).
Kadın ve erkeklerdeki sağlık ve
hastalık örüntüleri de belirgin
farklılıklar gösterir. Kadınların ruh
sağlığı problemlerine erkeklere
nazaran daha duyarlı olması, medeni
durum, iş ve toplumda sahip olunan
rolle yakın bir ilişki içindedir.
Kadınlar eş ve anne olarak,
çocuklarına ve hasta aile üyelerine
bakan birinci kişidir. Kadınlar
toplumsal cinsiyete dayalı;
yoksulluk, açlık, beslenme
bozukluğu, aşırı çalışma ve yakın
partnerlerinden (eş, arkadaş) şiddet
görmektedirler. Gelişmiş ülkelerde
sağlık ve hastalıkta cinsiyet farklılığı
ile ilgili yapılan çalışmalarda,
kadınların kendi sağlık durumlarını
erkeklerinkinden daha olumsuz
değerlendirdikleri belirlenmiştir.
Örneğin; ABD'de yapılan bir
araştırmaya göre kadınlar,
erkeklerden yüzde 25 daha fazla
sağlık problemleri nedeniyle
aktivitelerini kısıtlamakta ve akut
durumlardan dolayı da erkeklerden
yüzde 35 gün daha fazla yatakta
kalmaktadırlar (10).
Bireysel ve aile düzeyinde toplumsal
cinsiyet rollerini belirleyen norm ve
değerler, sağlık bakımı, yasal
düzenlemeler, ekonomi ve dini
kuruluşlar gibi tüm kurum ve
organizasyonlarda da bulunmaktadır.
Cinsiyet ayrımcılığını yansıtan bu
norm ve değerler sistemi, kadın ve
erkeğin ulaşabileceği fırsatları,
kaynakları ve seçenekleri
şekillendirmektedir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ve
kadının güçlendirilmesinin
başarılması için sağlık, eğitim ve
istihdam alanlarındaki tüm politika
ve programların geliştirilmesi,
uygulanması, izlenmesi ve
değerlendirilmesinde temel olarak
gereken toplumsal cinsiyet analizinin
kullanımı sağlanmalı ve uygulanma
kapasitesi arttırılmalıdır. Bu
çerçevede, toplumsal cinsiyet
yaklaşımı, sağlık problemleri ve
kadının sağlık sorunlarına cevap
veren politika ve programların
analizine entegre edilmesinin
önemine dikkat çekilmelidir.
KAYNAKLAR
1. Fişek N.H. Halk Sağlığına Giriş.
Ankara, 1985.
2. Özvarış Ş.B. Kadın ve Sağlık. Sted
2007; 16(7).
3.Belek İ. Sınıf Sağlık Eşitsizlik. Sorun
Yayınları, İstanbul,1998: 75-100.
4.Crimmins EM, Kim JK, Hagedorn A.
Life with and without disease: Women
experience more of both . Journal of
Women Aging 2002; 14(1/2): 47–59.
5.Ereş F. Türkiye'de kadının statüsü ve
yansımaları. Gazi Üniversitesi
Endüstriyel Sanatlar Eğitim Fakültesi
Dergisi 2006;19:40-52.
6.Yeşilorman M. Toplumsal eşitlikte kör
nokta: Kadın eşitsizliğine genel bir bakış.
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
2002;11(2):269-280.
7.Türkiye-İşgücüne katılım oranı. TÜİK.
http://www.tuik.gov.tr/Gosterge
(11.10.2011)
8.Ucuz İşgücü Oranı Devletin
Saklayamayacağı Kadar Yüksek. Yeni
demokrat kadın.net/index (12.10.2010).
9.Esin M N, Öztürk N. Çalışma yaşamı
ve kadın sağlığı. Türk Tabipleri Birliği
Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi
2005:38-42
10. Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sağlığı.
http:// www.sabem.saglık.gov.tr/
Akademik/ aspx. Erişim Tarihi: 10.01.
2012.
27
Araştırma
Kadın
Nevşehir İl Merkezinde Yaşayan Kadın ve Erkeklerin Cinsiyet
Eşitsizliğinden Kaynaklanan Sorunlarının Belirlenmesine Yönelik
Araştırma Sonuç Raporu
Araştırmacı Yazarlar: Okt. Rahşan KOLUTEK, Okt. Simla ADAGİDE, Safiye KAVAK
Araştırma Danışmanları: Prof. Dr. Nimet KARATAŞ, Yrd. Doç. Celal GÜLŞEN
GİRİŞ
Günümüzde insan haklarının
vazgeçilmez bir hak olarak
algılandığı ülkelerde, kadınların
erkeklerle eşit haklara sahip olmaları,
artık insan haklarının bir gereği
olarak değerlendirilmekte, kadınların
siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik
hayata katılımını sağlayacak tüm
haklardan erkeklerle eşit şekilde
yararlanmaları gerektiği kabul
edilmektedir. Kadın erkek eşitliğinin
hukuki zemini güçlendirilmekle
birlikte bu hakların hayata
geçirilebilmesi açısından uygulamada
sorunlar yaşanmaktadır. Kız
çocuklarının okullulaşması,
kadınların sağlık hizmetlerine
erişimi, istihdama ve yetki-karar alma
süreçlerine eşit katılımı gibi alanlarda
halen önemli sorunlar mevcuttur.
Diğer taraftan, kadına yönelik şiddet
konusu tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de önemli sorun
alanlarından biri olarak varlığını
sürdürmektedir. Toplumsal yapı
içindeki cinsiyetçi değer ve yargılar
kadınların sosyal yaşam alanında;
gündelik yaşam pratikleri içinde
mevcut yasal haklardan
yararlanmalarının önünde engeller
oluşturmaktadır. Kadınların
toplumsal yaşamda karşılaştıkları
sorunların pek çok konuyla bağlantısı
nedeniyle konunun bütünlükçü bir
yaklaşımla ele alınması ve bu alanda
faaliyet gösteren kurum ve
kuruluşların işbirliği içinde hareket
etmeleri gerekmektedir.
Ülkemizde kadınların sosyal ve
ekonomik konumlarını iyileştirmek
için farklı illerde birçok çalışma
yürütülmektedir. Bu çalışmalardan
biri de Birleşmiş Milletler, İçişleri
Bakanlığı ve Sabancı Vakfı'nın
ortaklaşa yürüttüğü 'Birleşmiş
Milletler “Kadın ve Kız Çocuklarının
İnsan Haklarının Korunması ve
Geliştirilmesi” Ortak Programı
(BMOP)'dır. Program illerinden biri
olan Nevşehir'de programın başlama
tarihi 2005 yılından bu yana yerelde
cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik
28
birçok çalışma yürütülmüştür.
Öncelikle yerelde toplumsal cinsiyet
eşitliğini sağlamaya yönelik yol
haritası olarak da tanımlanan yerel
eşitlik eylem planı (YEEP) yerel
yönetim görevlileri ve yerel kadın
kuruluşları tarafından hazırlanmıştır.
Yerel Eşitlik Eylem Planlarının
hayata geçirilmesi için Sabancı Vakfı
Hibe Programı tarafından yerel
projelere destek verilmiştir. Yerelde
cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında
önemli paydaşlardan biri olan
Nevşehir Üniversitesi' de “Cinsiyet
Eşitliği Bakış Açısı Kazandırmada
Erkek Eğitimi” adlı projesiyle
Sabancı Vakfı Hibe Programından
destek alan kurumlardan biridir. Proje
kapsamında gerçekleştirilen birçok
faaliyet arasında yer alan kamuoyu
araştırmasında yereldeki kadınların
sağlık, eğitim, şiddet ve yoksulluk
gibi alanlarda yaşadıkları sorunların
ortaya çıkarılması ve bu sorunlara
yönelik kamuoyunda farkındalık
geliştirme hedeflenmiştir. Bu hedef,
yerel eşitlik eylem planının 'Kentsel
Hizmetler' başlığında yer alan 'Kent
bazındaki kayıtların cinsiyet ayrımlı
olarak tutulması ve kadınların kentsel
hizmetlere yönelik gereksinmelerini
ve taleplerini ortaya çıkaracak
çalışmaların sürekli olarak
yapılması' alt başlığı ile birebir
örtüşmektedir. Eylem planında da
belirtildiği gibi Nevşehir'de mevcut
istatistikî veriler ve kayıtlar yeterli
olmayıp çoğu kurum ve kuruluş,
kayıtlarını cinsiyet ayrımlı olarak
toplamamaktadır. Oysa cinsiyet
eşitliğinin sağlanmasında yapılan
çalışmaların çözüme yönelik, etkin ve
gerçekçi olabilmesi öncelikle
kadınların ihtiyaç, talep ve öncelik
alanlarının belirlenmesi ile
mümkündür. Ayrıca yapılacak yeni
çalışmalara yön göstermesi ve temel
oluşturması ve geçmişte yapılmış
olan çalışmaların etkinliğinin
değerlendirilmesi açısından bilimsel
çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu
gerekçeyle Nevşehir ilinde
gerçekleştirilen bu araştırma aile,
eğitim, istihdam, yerel hizmetlerden
yararlanma ile toplumsal ve siyasal
katılımdaki sorunların genel hatlarını
belirlemek üzere yapılmıştır.
Araştırma sonuçları öncelikler,
sorunlar ve talepler anlamında hem
Nevşehirli kadınların bakış açısını
ortaya koymakta hem de bu
konularda erkeklerin durum, tutum ve
kanaatlerinin anlaşılmasını
sağlamaktadır.
YÖNTEM
Araştırma Nevşehir il merkezinde
yaşayan kadın ve erkeklerin cinsiyet
eşitsizliğinden kaynaklanan
sorunların ortaya çıkarılması
amacıyla tanımlayıcı olarak
planlanmış ve uygulanmıştır.
Nevşehir Türkiye'nin en önemli
turizm merkezlerinden biridir.
Bölgede halk tarım ve turizmle
uğraşmaktadır.
Nevşehir, daha çok genç ve orta yaş
gruplarında yoğunlaşan 84 bin 631
nüfusa sahiptir. Araştırmanın
evrenini 18-65 yaş grubuna giren tüm
bireyler oluşturmuştur. Bu grup 50
bin kişidir. Araştırmada 50 bin kişiyi
temsil edebilecek nüfus, evrendeki
eleman sayısı biliniyorsa kullanılan
formüle göre (n= N t² p q / d²(N-1)+
t² p q) 1003 olarak belirlenmiştir.
Nevşehir'de 2009 yılı itibariyle sağlık
ocakları, aile sağlığı merkezlerine
dönüştürülmüştür. Aile Sağlığı
Merkezlerine kayıtlı kişilerin tam
listesi olmadığı için, örnekleme
alınan kişiler kartopu örnekleme
yöntemi ile belirlenmiştir.
Örneklemdeki bireylere ulaşmak için
hanelerine gidilmiştir. 290 erkek, 713
kadına ulaşılmıştır. Görüşme yapılan
bireylerin önerdiği hanelerde genelde
kadın bulunduğu için anket kadına
yapılmıştır. Bu yüzden kadın sayısı
erkek sayısından fazla çıkmıştır.
Araştırmaya ruh sağlığı yerinde olan,
Araştırma
Kadın
anket uygulaması için görüşmeyi
kabul eden erişkin bireyler örneğe
alınmıştır. Araştırmanın verileri,
araştırmacı tarafından literatüre
dayalı olarak hazırlanan anket formu
aracılığı ile elde edilmiştir.
Anket formunda Nevşehir de yaşayan
bireylerin tanıtıcı özelliklerini
içeren, şiddet ve cinsiyet eşitliğine
yönelik sorunları belirlemek
amacıyla hazırlanmış sorular ve
kadınlara yönelik üreme sağlığıyla
ilgili toplam 74 soru bulunmaktadır.
Uygulama 01 mayıs 2009-01 haziran
2009 tarihleri arasında yapılmıştır.
Elde edilen veriler, bilgisayar
ortamında (spss 15. for Windows
evaluation version) değerlendirilmiş
olup sonuçlar grafik, tablo ve
yüzdeliklerle ifade edilmiştir.
ARAŞTIRMA SONUÇLARI
Araştırmamıza katılan bireylerin
yüzde 28,9'unu erkek, yüzde 71,1'ini
kadın oluşturmaktadır.
Araştırmamıza katılanların
çoğunluğu 20-29 yaş grubunda olup;
bu grupta erkek nüfusu (%35,3),
kadın (%33,1'i) nüfusundan fazladır.
Araştırmamıza katılan hem erkek
hem de kadınların çoğunluğu evlidir.
Erkeklerin yüzde 34'ü lise, yüzde
23'ü üniversite mezunu, kadınların
ise yüzde 31'i lise, yüzde 13'ü
üniversite mezunudur. Kadınlardan
yüksek eğitimli olanların oranı
erkeklere göre oldukça düşüktür.
Araştırmaya katılan bireylerin
çoğunluğu (%77,8'i) çekirdek aileye
mensuptur
Erkeklerin yüzde 83,0'ı gelir getirici
bir işte, kadınların ise yüzde 33,9'u
gelir getirici bir işte çalışmaktadır.
Görüldüğü gibi kadınların çoğunluğu
herhangi bir işte
çalışmamaktadır(%66). Hem
erkeklerin hem de kadınların
çoğunluğu memur ve işçi olarak
çalışmaktadır.
Erkeklerin yüzde 33,8'i iş bulamadığı
için, yüzde 10.0'ı sağlık
probleminden dolayı çalışamadığını,
kadınların ise yüzde 26,9'u
çocuklarına bakmak için, yüzde
16,7'si gerek görmediği için, yüzde
16,4'ü iş bulamadığı için, yüzde
14,9'u eşi izin vermediği için
çalışmadığını ifade etmiştir.
Kadınların yüzde 33,9'unun,
erkeklerin yüzde 83,0'ının kendine ait
geliri bulunmaktadır. Geliri olan
erkek sayısı, geliri olan kadın
sayısından yaklaşık iki buçuk kat
daha fazladır.
Araştırmaya katılan bireylerin
çoğunluğu orta gelir düzeyinde olup
cinsiyet farklılığı yoktur.
Hem erkeklerin hem de kadınların
çoğunluğunun sosyal güvencesi
vardır. Ancak kadınların yüzde 66'sı
çalışmadığı için eşlerinden dolayı
sosyal güvenceye sahiptirler.
Erkeklerin yüzde 10,3'ü, kadınların
yüzde 7,9'u çocuklarının gelir
getirebilen bir işte çalışmasının
gerekli olduğunu düşünmektedir.
Araştırmamıza katılan erkelerin
yüzde 49,7'si, kadınların ise yüzde
65,4'ü kız çocuklarını okutmaya
öncelik vereceğini ifade etmiştir.
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
65,1'i, kadınların yüzde 70,7'si aile
planlaması yöntemi kullanmaktadır.
Nevşehir'de en çok kullanılan aile
planlama yöntemi kondomdur.
Erkeklerin yüzde 42'si, kadınların
yüzde 27'si kondomla gebelikten
korunduklarını ifade etmişlerdir.
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
48,3'ü, kadınların ise yüzde 21,1'i
ailede karar vermede kendisinin etkili
olduğunu belirtmiştir. Araştırmaya
katılan erkeklerin yüzde 50,7'si,
kadınların yüzde 23,3'ü aile gelirinin
harcanmasını kendisinin kontrol
ettiğini belirtmiştir.
Erkeklerin yüzde 65,6'sı, kadınların
yüzde 50,4'ü aileyi erkeğin
geçindirmesi gerektiğini ifade
etmiştir. Hem erkeklerin hem de
kadınların büyük çoğunluğunun
dayağı ve küfrü şiddet davranışı
olarak kabul ettiği görülmektedir.
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
24,7'si, kadınların yüzde 51,6'sı
şiddete maruz kaldığını ifade
etmiştir. Şiddete maruz kalan
erkeklerin yüzde 69,8'i, kadınların
yüzde 53,2'si dayağa, maruz
kalmıştır. Erkeklerin yüzde 65,7'si,
kadınların yüzde 54,2'si sadakatsizlik
nedeniyle kadına şiddet
uygulanabileceğini belirtmiştir.
Erkeklerin yüzde 72,2'si, kadınların
yüzde 58,8'i, kadın namusu
zedeleyecek davranışta bulunursa
kadının ceza alması gerektiğini
belirtmiştir. Araştırmaya katılan
erkeklerin yüzde 73,5'i, kadınların
yüzde 72,6'sı Nevşehir'de namus
cinayetlerinin olduğunu belirtmiştir.
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
86,5'i, kadınların yüzde 87,0'ı namus
cinayeti işleyenlerin cezalandırılması
gerektiğini belirtmiştir.
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
54,5'i, kadınların yüzde 37,0'ı
'kadının yeri evidir' görüşüne
katılmaktadır.
Erkeklerin yüzde 52,7'si, kadınların
yüzde 53,1'i düşük ücret nedeniyle
çalışma koşullarından memnun
olmadığını ifade etmiştir.
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
33,3'ü, kadınların yüzde 38,4'ü
kadınların işyerinde kadın olmaktan
kaynaklı sıkıntılar yaşadığını ifade
etmiştir. Kadınların yüzde 59,3'ü
düşük ücret ve yüzde 14,8'i çok
çalıştırılma nedeniyle sıkıntılar
yaşadığını belirtmiştir. Erkeklerin
yüzde 62,4'ü, kadınların yüzde 68,9'u
işyerinde taciz olaylarının
yaşandığını belirtmiştir.
Erkeklerin yüzde 31,4'ü, kadınların
yüzde 37,8'i kadının çalışmasını
toplumun hoş gördüğünü ifade
etmiştir.
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
67,9'u, kadınların yüzde 90,6'ı
kadınların çalışma hayatına katılması
gerektiğini belirtmiştir. Kadınların
çalışma hayatına katılması
gerektiğini söyleyen kadın sayısı
erkek sayısından fazladır. Erkeklerin
yüzde 35,6'sı, kadınların yüzde 59,3'ü
mesleki eğitim almak istemektedir.
Kadınların yarıdan fazlası mesleki
eğitim almak istemektedir.
Araştırmaya katılan mesleki eğitim
almak isteyen erkeklerin yüzde 50,5'i
bilgisayar eğitimi, kadınların yüzde
23,5'i biçki dikiş ve yüzde 20,5'i
bilgisayar eğitimi almak istemektedir.
Araştırmaya katılan hem erkeklerin
hem de kadınların büyük çoğunluğu
kadın-erkek eşitliğinin, eşit miras
hakkının, adil ücret ve sosyal
güvence hakkının anayasada güvence
altına alındığını ifade etmiştir.
Erkeklerin yüzde 66,9'u, kadınların
yüzde 32,7'si yaşadığı toplumun
kadına değer verdiğini ifade etmiştir.
Erkeklerin yüzde 54,8'i, kadınların
yüzde 68,9'u boşanmış kadının toplum
tarafından dışlandığını ifade etmiştir.
Araştırmaya katılan
erkeklerin yüzde
24,7'si, kadınların
ise yüzde 51,6'sı
şiddete maruz
kaldığını ifade
etmiştir
29
Araştırma
Kadın
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
56,2'si, kadınların yüzde 52,3'ü yerel
yönetimin kadınlara yönelik
hizmetlerinden haberdar olmadığını
ifade etmiştir. Erkeklerin yüzde
39,3'ü, kadınların yüzde 48,5'i
belediyenin (yerel yönetimin)
kadınlara yönelik hizmetinin yeterli
olmadığını düşünmektedir.
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
19,3'ü, kadınların yüzde 13,6'sı
belediyeye giderek herhangi bir
hizmet talebinde bulunmuştur.
Araştırmaya katılan hem erkeklerin
hem de kadınların çoğunluğu sağlık
hizmetlerinden yeterince
faydalanabildiğini belirtmiştir.
Erkeklerin yüzde 92,8'i, kadınların
yüzde 93,0'ı yerel ve genel
seçimlerde oy kullanmaktadır.
Araştırmamıza katılan kadın ve
erkeklerin çoğunluğunun Nevşehir'de
bulunan kadın derneklerinden
haberdar olmadığı görülmektedir.
Erkeklerin yüzde 30,2'si, kadınların
yüzde 56,0'ı desteklemediği parti olsa
bile kadın sorunlarına duyarlı partiye
oy verebileceğini belirtmiştir.
Erkeklerin yüzde 56,9'u, kadınların
yüzde 76,7'si seçimlerde kadın
adayları destekleyebileceğini
belirtmiştir. Erkeklerin yüzde 59,0'ı,
kadınların yüzde 52,8'i kadınların
siyasete girmesinde engeller
olduğunu belirtmiştir. Erkeklerin
yüzde 28,5'i, kadınların yüzde 21,8'i
siyasete katılmak istemektedir.
Araştırmaya katılan bireylerin temel
olarak sağlık, beslenme, eğitim ve
barınmaya ihtiyaç duyduğu
görülmektedir.
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
36,6'sı, kadınların yüzde 38,3'ü
kadınların siyasete girmesini
engelleyen durumu, toplumda
erkeklerin egemen olmasına
bağlamaktadır.
ARAŞTIRMA SONUÇLARI
1- Yerel yönetimlerin verdiği
hizmetlerden kadınların
haberdarlığının az olduğu ortaya
çıkmıştır. Bu bağlamda yerel
yönetimlerin verdiği hizmetlerden
etkin faydalanılabilmesi için bu
hizmetlerin duyurularının yapılması
gerekir. Bunun için;
* Yerel televizyon ve yerel
radyolarda tanıtım programları
yapılmalıdır.
* Yerel gazeteler aracılığıyla duyuru
yapılmalıdır.
* Toplum liderleri aracılığıyla (
muhtar, imam, öğretmen…gibi)
toplantılar yapılarak bu hizmetler
duyurulabilir.
* Yerel yönetimlerin hizmetlerini
duyurmaya yönelik kentin değişik
yerlerine ( otobüs duraklarına,
duvarlara, park yerlerine…) ilanlar
asılabilir.
2- Kadınlara yönelik hizmetlerin
geliştirilmesi ve başarılı olabilmesi
için yerel yöneticilerin kadınların
taleplerini bilmeleri gerekir. Bu
talepleri saptamak için;
* Anket çalışmaları ve toplantılar
yapılabilir.
* Kadın dernekleri aracılığıyla
mahallelerdeki kadınlara ulaşılabilir.
* Belediyede kadınlara yönelik
hizmet vermek üzere birim
kurulabilir. Bu birimde kadınlara
hukuk danışmanlığı yapılabilir,
kadınlardan gelen istekler ve öneriler
değerlendirilebilir.
3- Toplumda görülen şiddetin
nedenlerini saptamaya yönelik
çalışmalar yapılabilir. Bu çalışmalar
sonucunda şiddetin nedenlerini
ortadan kaldırmak ve böylece şiddeti
önlemek için kurum ve kuruluşlar ile
işbirliği yapılabilir. Kadına karşı
şiddet ve aile içi şiddetle mücadele
etmek amacıyla yapılan diğer
çalışmalara katkı sağlanabilir.
4- Çalışmamızın sonuçları arasında
kadınların meslek edinip çalışmayı
istedikleri saptanmıştır. Bu
çerçevede;
* Kadınların en çok istedikleri
konularda mesleki eğitim kursları
açılabilir.
* Kadınların iş gücü piyasasına
girmesi için fırsatlar tanınmalıdır.
Kadınların hem evde iş yaparak
(örgü, dantel, oya, dikiş…) hem de ev
dışında çalışıp gelir elde etmeleri için
olanaklar yaratılmalıdır. Yerel
yöneticiler ve sivil toplum kuruluşları
iş bulma ve pazarlamada etkin rol
oynayabilirler. Örneğin Nevşehir
önemli bir turizm merkezidir.
Kadınların evde yaptıkları el işlerini
turistlerin gezdikleri yerlerde
pazarlamaları için imkân tanınabilir.
5- Kadın derneklerinin çok
bilinmediği çalışmamız
sonuçlarından biridir. Bu bilgisizlik
kadın derneklerinin kendilerini ve
faaliyetlerini iyi duyurmadıklarından
kaynaklanabilir. Bu kapsamda;
* Kadın derneklerinin kendilerini ve
faaliyetlerini daha iyi tanımlamaları
gerekmektedir. Bunun için yerel
medyadan ve toplum liderlerinden (
muhtar…) faydalanabilirler.
6- İnternet bilgiye ulaşmada en çok
kullanılan ve en kolay araçtır.
İnternet kadınların rahat soru
sorabileceği bir alandır. Fakat
güvenilir bilgi veren internet siteleri
oluşturulması gerekir. Kadın
derneklerinin internet siteleri
oluşturmanın yanında, internet
imkânı olmayan kadınlar için bilgi ve
ihbar telefon hatları kurması gerekir.
7- Çalışmamızda kadınların çalışma
yaşamına katılmaya ve ailenin
geçimini paylaşmaya erkeklerden
daha istekli olduğu tespit edilmiştir.
Ailenin geçim yükünü erkeğin
sağlaması gerektiğini düşünen
kadınlar da vardır. Fakat erkekler
aileyi geçindirmede kendilerini
sorumlu tutmaktadır. Kadınların
çalışma hayatına girmesiyle hem aile
bütçesine katkı hem de ev hayatından
çıkarak toplum yaşamına katılması
sağlanacaktır. Yeni Türk Medeni
Kanunu'na göre kadına eşinin iznini
almadan çalışma hakkı verilmiştir. Bu
konuda da bireylere eğitim verilebilir.
8- Çalışmamızın sonuçlarından biri
de yerel yönetimlerin ilgilendirici
eğitimler verdikleri hizmetlerden
bireylerin haberdar olma oranının
düşük olmasıdır. Yerel yönetimlerin
verdikleri hizmetlerde başarılı
olabilmesi için faaliyetlerini
tanımlamaları ve hizmeti planlama
aşamasında bireylerin önerilerini
almaları gerekir.
9-Bireylerin önemsedikleri konular
arasında en çok sağlık, yeme içme,
barınma gibi temel fiziksel
gereksinimlerin ön planda olduğu
saptanmıştır. Bireylerin psiko-sosyal
gereksinimlerinin de farkındalığını
sağlamaya yönelik çalışmalar
Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 36,6'sı, kadınların yüzde 38,3'ü kadınların
siyasete girmesini engelleyen durumu, toplumda erkeklerin egemen olmasına
bağlamaktadır
30
Araştırma
Kadın
?
yapılmalıdır.
10- Kadınların sorunlarının, nedenlerinin
ve çözüm önerilerinin getirildiği çalıştay
yapılabilir.
11- Toplumsal cinsiyet eşitliğinin
sağlanması için kadınlarımızın; eğitim
imkânlarından daha fazla
yararlanmalarını sağlamak, işgücüne
katılımlarını artırmak, geleneksel çalışma
alanları dışında farklı sektörlerde
istihdama katılım düzeylerini yükseltmek,
sosyal güvenlik göstergelerini
iyileştirmek, sağlık hizmetlerine
erişimlerini artırmak gerekmektedir.
12- İç Anadolu bölgesinde ya da
Türkiye'deki üniversitelerde bulunan
kadın merkezlerinin bir araya gelerek
deneyim paylaşımında bulunulması,
aralarında bir network ağı oluşturulması
sağlanabilir. Hatta kadın rektörlerin de bu
toplantılara katılmasıyla üniversitelerde
kadın çalışmaları daha da güçlenebilir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin başarılması
için sağlık, eğitim ve istihdam
alanlarındaki tüm politika ve
programların geliştirilmesi, uygulanması,
izlenmesi ve değerlendirilmesinde temel
olarak gereken toplumsal cinsiyet
analizinin kullanımı sağlanmalı ve
uygulanma kapasitesi arttırılmalıdır.
Uygulama kapasitesinde özellikle
erkekleri dahil etmeli ve kadınların her
konuda erkeklerle eşit olmasını
sağlayacak olanaklar artırılmalıdır.
Kadınlar ve erkeklerin toplumsal rolleri,
gereksinimleri, sorunları ve beklentileri
aynı değildir. Bu nedenle yerel
yönetimlerin halka sunduğu veya
sunacağı sosyo-ekonomik ve mekânsal
hizmetlerden kadınların da
yararlanabilmesi için farklı düzenlemeler
yapmaları gerekmektedir.
Toplumsal cinsiyet
eşitliğinin
sağlanması için
sağlık, eğitim ve
istihdam
alanlarında yeni
politikaların
geliştirilmesi ve
uygulanması
gerekmektedir
31
Röportaj
“Feminizm, kadınların özgür ve eşit bireyler olma talebi
olmasına karşılık erkek düşmanlığı olarak tanımlanıyor”
FADİME ŞİMŞEK
Her şeyin görüntüye
indirgendiği
günümüzde,
görünürlük oldukça
önemli hale geldi.
Bunun içinse ilk adres
hiç şüphesiz medya.
Bu nedenle medyada
temsil ediliyor olmak,
adeta var olmakla eş
değer. Ancak bununla
birlikte nasıl temsil
edildiğin de büyük
önem taşıyor. Öyle ya
ne renk olursa olsun
kaşın gözün;
medyanın
gösterdiğidir rengin!
Bu düşünceden
hareketle kadının
rengini merak ettik ve
sorularımızı İstanbul
Üniversitesi İletişim
Fakültesi Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Nilüfer
Nalçaoğlu'na
yönelttik.
32
“Medya ve kadın” konusu
uzun yıllardır tartışılıyor.
Sizce bu konuyu
konuşmaktan ancak ne
zaman vazgeçeriz?
Medya ve kadın konusu
gazeteciliğin başlangıcından
itibaren başlayan ve
teknolojik gelişmelerle
birlikte artan biçimde devam
eden bir konudur. Toplumsal
cinsiyet eşitliğine dayalı bir
toplumsal yapı inşa
edilmedikçe bu konuyu
konuşmaya devam edeceğiz.
Tarihin demokrasi ideali
olarak sunduğu eski Yunan
demokrasilerinde kadınlar
demokratik tartışmanın ve
karar almanın temeli olan
iletişimsel alandan
dışlanmıştı. Kadınların ve
erkeklerin toplumsal iletişim
konumlarındaki eşitsiz
ilişkisi iletişimin teknoloji
aracılığıyla yapılır hale
gelmesiyle, yani
kurumsallaşmasıyla birlikte
de devam etti. Matbaanın
ortaya çıkmasıyla birlikte
başlayan yazılı iletişim
biçimlerinin temel hedef
kitlesi sınırlı sayıdaki
okuryazardır. Toplumdaki
hiyerarşik/güç ilişkileri ile
yakından ilişkili olan
okuryazarlık hem sınıfsal
hem cinsiyetlendirilmiş
görünümüyle karşımıza
çıkar. Başlangıçta aristokrat
ve sonra burjuva erkek
(nadiren burjuva kadın);
aydınlanma süreci ve
modernite ile okuryazarlığın
artması sonucunda büyük
oranda okuryazar erkek
iletişim araçlarının hedef
kitlesini oluşturmuştur. Bu
durum okuryazarlığa ilişkin
bir yetenek sorunu değil,
kadınların ve erkeklerin
toplumsal cinsiyetlendirilmiş
toplumsal
konumlandırılmalarının
kaynaklara erişime ilişkin
yarattığı eşitsizlikle
ilişkilidir. Özel alan içinde
tanımlanan kadın için gerekli
olan enformasyon özel
alanın bilgisidir. Bu ise
kadınların zaten gündelik
pratiklerinin içinde olan,
çevre ve gelenek aracılığıyla
aktarılan deneyimden ibaret
olarak görülmektedir. Dış
dünya, ekonomi ve siyasete
dayalı insanlar arası ilişkiler,
yani kamusal alanın bilgisi
ise erkekler için
öngörülmektedir. İletişim
araçları kamusal alanın
bilgisini dolaşıma sokması
vesilesiyle erkek okuryazar
kitle için, onların ilgi ve
bilgisini aktaran ve yeniden
üreten bir içerik ve işleve
sahip görülmüştür. Kadın ve
erkeğin konumlandırılmış
yaşam alanını merkeze
alarak biçimlenen gazetecilik
haber yapısı, dili ve içeriği
yanında format özellikleri ile
de erkek okur özneyi
merkeze alarak gelişmiştir.
Kadın okuryazarlığı ve
kamusal alanda kadınların
görünürlülüğü artıkça
gazetelerin içerik olarak
kapsamları genişlemiş ancak
erkekler için ciddi haberler
(hard news) kadınlar için
magazin/toplum (soft news)
haberleri ayrımı ile devam
etmiştir. Gazetenin kendisi
erkek, magazin sayfaları ve
ekleri kadınlar için
düşünülmektedir. Aynı yapı
radyo ve televizyonun
gelişimiyle birlikte de devam
etmiştir. Radyo ve
televizyon izleyen kadın
sayısının erkeklerden fazla
olmasına karşın, izleme
saatleri ile program tür ve
içerikleri arasındaki ilişki
toplumsal cinsiyet kalıp
yargılarına dayalı ve onları
yeniden üretir nitelik
göstermektedir. Gündüz
kuşağı kadın programları
karşısında primetime
haber/spor/siyaset/ekonomi
programları gibi. Medya
anlamı kuran ve yeniden
üreten bunu yaparken de
toplumsalın egemen
anlamlarını da içeren bir
yapılanmadır. Bu hem içerik
üretiminin aktörlerinin, yani
medya endüstrisinin erkekler
tarafından ve erkek
değerlerince üretildiğine
işaret eder, hem de içerik ve
temsil sistemlerinin erkek
merkezli olduğunu söyler.
Bu durum tarihsel olarak
sorunsallaştırılarak
günümüze gelmiştir.
Kadınların medya tarafından
temsil edilmediği, imha
edildiği; nesneleştirildiği ve
araçsallaştırıldığı artık bir
olgu halini almıştır. Kadın
kurtuluş hareketi ve
feministlerin toplumsal
mücadelesi içerisinde önemli
bir yer tutan medya ile
mücadelede oldukça önemli
kazanımlar elde edilmiş
olmasına karşılık bu durum
bir adım ileri iki adım geri
biçiminde devam etmektedir.
Medyada kadının genellikle
iki şekilde temsili söz
konusudur: Kadın, ya
kutsal bir varlıktır ya da
fettandır. Bu
stereotipleştirmeyi neye
bağlıyorsunuz?
Medyada kadının temsil
biçimleri üzerine söz
söylemeden önce söylenmesi
gereken şudur: Anaakım
medya belirli bir tarihsel
Röportaj
toplumsal hafızayı belirlemektedir.
Kadın iki kez ikincilleştirilmektedir.
Hem erkeğe tabi kılınmakta hem de
erkek egemen ahlaki değerler
üzerinden kendisi, imgesi parçalara
ayrılmaktadır.
Medya ve popüler kültür ürünleri ise
iyi ve kötü karşıtlığına dayalı anlatı
yapısı içerisinde kadını erkeğe göre
ayarlarken, kadını da kendi içinde
ikili karşıtlığa tabi tutarak
erdemli/günahkâr olarak
sınıflamaktadır. Kadın özneyi kuran
bu karşıtlık kurgusunun hakimliğine
karşılık, çalışmalar kadınların
temsilinde farklı ve çelişkili
modellerin bir arada olduğunu
gösterir. Kadınlar toplumsal anlamın
egemen üretimine eklemlendiği
oranda çoklu biçimlerde vardır; tek
tip, tek model bir kadın yoktur.
Egemen medya toplumda egemen
anlamları üretirken toplumun
ortalama değerleri üzerinden hareket
eder. Dolayısıyla belirli bir tarihsel
dönemde mevcut olan toplumsal
anlamlar medyada da içerilir ancak
bazıları daha değerli görülüp ön plana
çıkarılır.
”
dönemin ekonomi/politiği ile uyumlu
olan ve normal kabul edilen değerler
sisteminin meşruiyetini sağlayan ve
bunu yeniden üreten bir alandır.
Kadınlık ve erkeklik de egemen
değerler sistemine göre tanımlanır.
Erkek yapan-eden, iradi, rasyonel,
karar veren ve uygulayan; kadınlar
irrasyonel, mağdur ve tabi olandır.
Kadınlar; korunması, himaye
edilmesi gereken öteki taraftır.
Kadının rolü, statüsü, işlevi erkeğe
göre tanımlanır. Toplumsal cinsiyetin
biyolojik cinsiyetten farkı işte budur.
Biyoloji toplumsalın anlamını da
belirler. Erillik ve dişillik, erkeklik ve
kadınlığa dönüşürken kadın
ikincilleştirilir. Meşruiyet kaynağı da
kadın bedeninin kırılganlığı ve
yeniden üretim aracı olmasıdır. Yani
biyolojik olan doğası gereği gibi
kabul edilmektedir. Toplumsal anlam
tarihsel olarak böyle inşa edilince bu
zihniyet yapısı tanrısal, doğal ve
değişmez olarak kabul edilmiştir.
Toplumsal üretimin her alanı bu
anlamın yeniden üretilmesi üzerinden
işlemektedir.
Kadınların dinsel, mitolojik
kurgularından başlayarak popüler
söyleme sirayet ederek derinleşen
karşıt temsilleri kutsal-anne/ ve
baştan çıkarıcı/fettan kadındır.
Kadınlar bir taraftan doğurucu
özellikleri ile bir tür hayat verici
olarak kutsallaştırılır. Annelik
tanrısal bir güçtür ve bu dünyanın
maddi değerleriyle ölçülemeyecek bir
maneviyata sahiptir. Kutsal
metinlerin anlatısının anneliği
yücelten yapısına karşılık anneliğe
değerini veren yine de erkektir. Erkek
kadına doğurucu özelliğini veren,
anneliği bahşedendir. Kadın
bedeninin doğurganlık aracılığı ile
denetlenmesinin meşruiyet kaynağı
olarak anneliğin kutsanması dinsel ve
mitolojik kurguların
merkezinde yer almaktadır. Bu
kurgular modern ideolojilerde yaşam
bulmuştur. Topluluklar, cemaat,
millet ve devletler anneliğin
kutsallığı, yüceltilmesi üzerinden
söylem üretir.
Diğer taraftan Havva ile başlayan ilk
günah kadının dinsel söylem
içerisinde konumuna ilişkin bir başka
adlandırmadır. Bedeninin dünyevi
eril arzunun nesnesi kılınması
kadının şeytanlaştırılmasına yol açar.
Kadının kötülükle arlandırılması yine
erkek egemen anlatının kadın
bedenini konumlandırmasının
meşruiyet zeminini oluşturur. Bu iki
söylem neredeyse evrensel biçimde
Havva ile başlayan
ilk günah kadının
dinsel söylem
içerisinde
konumuna ilişkin
bir başka
adlandırmadır.
Bedeninin dünyevi
eril arzunun nesnesi
kılınması kadının
şeytanlaştırılmasına
yol açar
”
Hegemonik mücadele alanı olarak
medyada kadınlık ve erkeklikle ilgili
değer ve anlamlar birbiriyle çelişkili
de olsa bir çoğulluk içerisinde yer
alır. Yani kadınlık temsillerinin her
biri medyada mevcuttur ancak
bazıları ortak değerler, ahlaki
normlar, kültür, sağduyu, kamu
ahlakı ve hatta kamu düzeni gibi
adlandırmalarla statükoyla ilişkisi
çerçevesinde daha ayrıcalıklı olarak
konumlanır. Bu ayrıcalıklı olma hali
kadınların tabi/bağımlı statüsünü
devam ettirmeye hizmet eder.
Kamusal alanda özgür bir birey
olarak yer almanın koşulu özel alanın
ihmal ediliyor oluşu, bencillik,
kötülük vb. olarak çağrışımlara konu
edilir ve bunun bedeli kadınlar için
mutsuzluk ve yalnızlıktır. Tüketim,
hem modern toplumda iyi eş ve anne
olmanın bir koşuludur hem de
kamusal alanda başarılı olmanın.
Güzellik, başarı, kariyer piyasaya
dayalı tüketime endekslenmiştir. Ev
kadını, anne, çalışan kadın,
özgür/süper kadın, yurttaş kadın vb.
gibi yarattığı mitlerle kadınlığa
yetersiz, suçlu, asla
tamamlanamayacak bir biçimde
seslenir. Kadının özneliği bu mitler
üzerinden inşa edilir.
Toplumsal cinsiyet kalıplarının
içselleştirilmesine hizmet eden
mitler üzerinden devam edersek
medyanın 'feminizme' ilişkin mitini
nasıl değerlendirirsiniz?
Medyanın yarattığı mitlerden en
önemlisi feminizm kavramına
ilişkindir. Bu kavramı tahrip ederek
medya feminist hareketi erkek
düşmanlığına dönüştürmektedir.
Feministler ise çeşitli sıfatlar altında
neredeyse 'toplum dışılaştırılıyor'.
Farklı toplumsal grupların hakları
statükonun taraflarının çıkarlarıyla
bir zıtlık içeriyorsa medyanın
çıkarlarıyla da bir zıtlık içerecektir.
İşçilerin hak mücadelesinde haberin
işveren perspektifine hizmet ettiği
söylenebilir, keza öğrencilerin hak
mücadelesi de çoğu zaman terörizmi
de içeren öğrenci hareketi olarak
damgalanır. Kadınların hak
mücadelesinin de doğal olmadığı,
gayri-meşru olduğuna ilişkin inanç da
medya tarafından beslenir. Feminizm,
kadınların özgür ve eşit bireyler olma
talebi olmasına karşılık erkek
düşmanlığı olarak tanımlanagelmiştir.
Eşitlik ve özgürlükten yana olan
kadın ve erkek herkesin doğal olarak
feminist olması gerekirken, feminizm
33
Röportaj
NEYİN DOĞRU, NEYİN YANLIŞ
OLDUĞU MEDYA
ARACILIĞIYLA
KAMUSALLAŞTIRILIYOR
Son zamanlarda kadına yönelik
şiddet haberlerinin artmasını neye
bağlıyorsunuz? Sizce artan şey
şiddetin kendisi mi yoksa konunun
haber değeri mi arttı?
Kadına yönelik şiddet haberlerinin
artışının birbiriyle çelişkili birçok
nedeni olabilir. Şiddetin artıp
artmadığına ilişkin bir saptamada
bulunmak zordur çünkü şiddet
kayıtlarının, istatistiklere yansıması
oldukça yenidir. Kadının uğradığı
şiddet kaydı tutulur hale gelmiş ve
istatistiklere yansımaya başlamıştır.
Şiddet artık görünür hale gelmiştir.
Ancak uğradığı şiddeti gizleyen
kadınların var olduğu da
bilinmektedir.
İkincisi şiddetin saklanıp, gizlenecek,
özel alanın konusu olarak bırakılacak
biçimindeki algının kırılmasında
yatmaktadır. Şiddet gören kadın, adli
34
”
o kadar korkulan ve küçük düşüren
bir kavram haline getirilmiştir ki
kadınlar bile feminist olmayı
“damgalanmak” olarak
tanımlamaktadır. Feministler erkek
düşmanı, özgür (çoğu zaman cinsel
özgürlük peşinde koşan) ve hatta
kimi zaman “tehlikeli” olarak
tanımlanmaktadır. Bu tarz tanımları
kuran söylem elbette masum değildir.
Kadınlık üzerine kurulan mitler,
cinsiyetçidir yani kadınlar üzerinde
bir iktidar hiyerarşisi kurarken ve
kadınları kontrol altında tutmanın
araçlarını oluşturmaktadır. Benim
“sürdürülebilir cinsiyet politikası”
olarak adlandırdığım bu durum
içerisinde kadınlık ve erkekliğin
meşru toplumsal sınırları çizilirken,
bunların dışında yer alana yaşam
imkânı sunulmamaktadır. Aile,
evlilik, ilişkiler, ilgiler, özel ve
kamusal alana ilişkin anlam dünyası
kadınlar ve erkekler için inşa
edilmekte ve bu anlam dünyası maddi
gerçekliğin kendisini de içine dahil
etmektedir. Medyanın yaygınlığı,
gücü karşısında başka anlam üretim
pratiklerinin, yapılarının giderek
gerilediğini görmekteyiz. Kamusal
bilgi günümüzde giderek artan
oranda medya üzerinden
kurulmaktadır. Artık kendimizi,
ailemizi, ilişkilerimizi medyanın
anlam dünyası içinden
tanımlamaktayız.
Kamusal bilgi
günümüzde
giderek artan
oranda medya
üzerinden
kurulmaktadır.
Artık kendimizi,
ailemizi,
ilişkilerimizi
medyanın anlam
dünyası içinden
tanımlamaktayız
”
makamlardan yardım
isteyebilmektedir. Son yıllarda şiddeti
önlemeye yönelik bir kamu
duyarlılığı söz konusudur. Bu
duyarlılığı yaratan ise kadın sivil
toplum kuruluşlarıdır. Kadınların
mücadelesi sonucunda artık şiddete
uğrayan kadın yardım
isteyebilmektedir.
Diğer taraftan özellikle 1980 sonrası
neo-liberal, küresel politikaların
sonucunda ortaya çıkan ekonomik
yapılanma sonucunda işsizlik,
fakirlik artışı, 'erkekliğin krizi'
kavramıyla birlikte
değerlendirilmelidir. Kadınların
kamusal alanda kendine güvenen
bireyler olarak giderek yer almaları,
güçlenmeleri ile erkek egemen
iktidarın baskıcı pratiklerinin
zayıflaması arasında bir ilişki söz
konusudur. Bu durum, kaybedilen
kaleleri yeniden ele geçirme
mücadelesi şiddeti yaratmaktadır.
Bunun yanında küresel olarak ve
kendi coğrafyamızda gündelik
hayatta yaşanan şiddet ve çatışma
atmosferinin şiddeti körüklediği de
söylenebilir. Yalnızca kadınlara
yönelik değil, erkek, kadın ve
özellikle çocuklara yönelik şiddetin
oranında bir artış söz konusudur.
Şiddetin haber değerinin arttığı da
inkâr edilemez bir gerçekliktir. Şiddet
ve felaket, anaakım medya
haberciliğinin zaten üzerinde
yükseldiği alanlardır.
Şiddet haberlerinin bu sıklıkla
veriliyor olması konuya dikkat
çekmesi açısından iyi bir gelişme mi
yoksa insanların bu konuyu
kanıksamasına mı yol açıyor?
Şiddet vb. gibi felaket haberlerinin
medyada veriliyor olması hem
olumlu hem olumsuz sonuçlara neden
olabilmektedir. Bu durum medyanın
iki yüzüdür. Bir taraftan bu tür
haberlerin medyada yer alması,
şiddetin üstünün kapatılmaması;
görünür kılınması için bir alan
sağlamaktadır. Şiddetin özel alanın
konusu olmadığı yani yalnızca
karı/koca arasında bir mesele
olmadığı, kamusal bir mesele
olduğuna ilişkin kabul, ancak bu tür
haberlerin medya aracılığıyla
içerilmesiyle mümkün olmaktadır.
Şiddeti ortadan kaldırmaya,
toplumsal cinsiyete duyarlı bir kamu
politikası oluşturmaya yönelik
adımlar ancak görünür kılmak,
kamusallaştırmakla mümkündür.
Nitekim Türkiye'nin kamu
politikalarının biçimlenmesinde bu
durumun giderek artan oranda
belirleyici olduğu söylenebilir. Son
iki yıldır aileden sorumlu bakanlığın
çalışmaları şiddete ilişkin politika
geliştirmek konusunda ciddiyetlerini
ortaya koymaktadır. Bu medyanın ve
sivil toplum kuruluşlarının açığa
çıkarıcı, zorlayıcı, baskı oluşturucu
rolüyle gerçekleşmiştir.
Diğer taraftan medyanın şiddeti
haberleştirmesinin yarattığı
istenmeyen sonuçlar da söz
konusudur. Medyada herhangi bir
içeriğe/davranışa maruz kalmanın o
davranışı özendirip, benimsettiği
konusunda yoğun bir iddia olmasına
karşılık, bu konuda tarihsel olarak
yapılan çalışmalar davranışı
benimsetme konusunda tek yönlü bir
etki sürecinin mevcut olmadığını
göstermiştir. İletişim çalışmalarında
kullandığımız bazı temel kavramlar
bu konudaki farklı perspektifleri de
ortaya koymaktadır. Bunlardan birisi
katarsis/arınma kavramıdır. Şiddetin
dramatik temsilinin bireylerdeki
şiddet eğilimini giderdiği, yani
arınmaya yol açtığı bir görüştür.
Ancak bu görüşü destekleyen bir
akademik bulgu da yoktur.
Kanıksama, duyarsızlaştırma gibi
kavramlar ise bu konuda daha rahat
kullanılabilir. Şiddet gösteriminin
şiddeti meşrulaştırıp, şiddete ilişkin
algıyı normalleştirdiği de
söylenebilir. Yalnızca şiddet
konusunda değil terör, deprem gibi
felaketler için de benzer yorum
geçerlidir. Bu durumu sansasyonel,
dramatik ve trajik kılmak üzere
kullanılan stratejilerin yanında
magazinelleştirme de hayli
Röportaj
başvurulan bir yöntemdir. Okurlara
biçilen rol ise, orada dışarıda uzakta
olan, başkalarının başına gelenleri
medyanın sunduğu dil sınırları içinde
ve izin verdiği kadar empati kurarak
izleyip, duygulanıp, tekrar hayata
devam etmektir. Bu tür haberler
şiddetin nedenleri, sorumluları,
yapan/eden aktörleri, bunların
çıkarlarını ortaya koymaya yönelik aklı
davet etmekten çok, empati sınırlarını
iyice genişletip empatiyi ortadan
kaldıran, öfke, keder ve hüznü ön
plana çıkaran ve insanın aslında ne
kadar aciz oluşunu ön plana çıkaran bir
duygu dilini davet etmektedir.
Daha önce söylendiği gibi anaakım
medyanın dili egemen değerleri meşru
kılmaya yöneliktir. Bu yönüyle
muhafazakârdır. Yani insanın
statükonun sınırlarından
özgürleşmesine izin vermez. Bu dilin
insanları tek yönlü olarak, doğrudan
sürükleyip kışkırttığını söyleyemeyiz.
Ancak medyanın dili, “normal”, “
kabul edilebilir”,” ahlaki” vb. olanı
tanımlayıp bunları meşru kılmaya
yöneliktir. Neyin doğru, neyin yanlış,
normal ve sapkın olanın ne olduğu
medya aracılığıyla
kamusallaştırılmaktadır. Dolayısıyla
medyanın dili meşru olanın sınırlarını
belirler, “normal” olarak
tanımladığının meşruiyetini kurar.
MEDYA ŞİDDETİN
ESTETİKLEŞTİRİLMESİNİ
SAĞLIYOR
Ulusal bir gazetenin sürmanşetinde
“kadına şiddette son nokta” başlığı ile
duyurduğu haberin fotoğrafı bir hayli
tartışma yaratmıştı hatırlanacağı
üzere. Sizin bu konuya bakışınız ne
yönde?
Fotoğrafın gücü sözden daha fazladır.
Şiddet, felaket görüntüleri de
okurun/izleyicinin felakete tanıklık
etmesini sağlamaktadır. Görüntü,
belgeleme amacını taşır; mevcut
durumun niteliğini belirler. Hangi
görüntünün seçildiği; görüntüde neyin,
kimin nasıl verildiği; ne kadar süreyle
kullanıldığı ve ekranda/manşette yer
aldığı alımlamanın sınırlarını belirler.
Görüntü günümüz anaakım
haberciliğinde dramatik etkiyi
artırmak, yoğun duygulanımlar
yaratmak üzere şiddeti estetikleştirmek
üzere kullanılmaktadır. Şiddetin
estetikleştirilmesi ise faşizan bir
yöntemdir. İnsanların aklını
sorgulamak üzere değil,
duygusallaştırmak üzere yönlendirir.
Yakın çekimler, en dramatik an üzerine
odaklanmak, oradaki insanın, durumun
vehametini/acısını en yoğun duygusal
etkiyi yaratmak üzere kullanmak.
Fotoğrafın kimin nereden baktığının
bir sonucu olduğu bilgisiyle, mümkün
olduğunca insanın varlığını,
bütünlüğünü ihlal etmeden
kullanılması önemlidir. Etik kodlar
çerçevesinde mağdurun mağduriyetini
estetik bir malzeme yapmadan,
bedenin mahremiyetini ve
masumiyetini objeleştirmeden,
durumun tespiti fotoğraf kullanımının
ilkeleri arasındadır. Görünmesi
gerekmeyen, istenmeyen, irade
dışında, teşhir edilmeyen görüntüler
önemlidir. Burada özellikle kadın ve
çocukların teşhir edilmemesi,
insanların suçlu da olsa suçlu/hedef
gösterilmemesi önemlidir.
Şiddet haberleri ile kadına düşen rol
hep “mağduru” oynamak. Buradan
hareketle mağdur kadın temsilinin
ataerkil düzeni yeniden ürettiği gibi
bir tespit yapmak mümkün mü?
Şiddet, kendi başına dramatik ve trajik
bir durumdur; şiddete uğrayan
mağdurdur. Yalnızca şiddete
uğrayanlar açısından değil buna
tanıklık edenler ve okurlar açısından da
dramatik ve trajiktir. Şiddet haberciliği
ise doğal, toplumsal, kurgusal
şiddet/felaketler içerisinde yer alan
veya etkilenen insanın algı, tepki ve
deneyimini haberin yukarıda belirlenen
anaakım rasyonalitesiyle uyumlu
biçimde en çok okunma stratejisine
yarayacak biçimde öyküleştirmedir.
Haberin gücü ve etkisi izleyici/okura
daha fazla gözyaşı döktürmeyle
eşdeğer kılınmaktadır. Terör, deprem,
kaza, şiddet, cinayet vb. içerisinde
insanın bütünlüğünün, mahremiyetinin,
acısının, mağduriyetinin haber olarak
ilginç kılınmasıdır. Felaketin mağduru
olan kadın/insan ikinci kere mağdur
edilip haberin mağduru
kılınmaktadır. Bu yolla kadının
tarihsel olarak kurulmuş olan
mağduriyeti onaylanmaktadır.
Bunu dönüştürmek üzere alternatif
bir habercilik rasyonalitesine
ihtiyaç vardır. İnsanın
bütünlüğünü dikkate alan,
mahremiyetini ihlal etmeyen,
acısını, kederini mağduriyetini
öyküleştirip dramatik bir
kurguya büründürmeyen bir
habercilik anlayışı. Bu
habercilik anlayışı kâr,
verimlilik, ilgi çekicilikten
ziyade haberin gücünü
mağdur olandan yana kullanmakta
bulmalıdır. Haberciyi her şeyi bilen,
mutlak iktidar sahibi bir biliciden,
dramatik bir öykü yazarından bir
aktarıcı konumuna çekmek, tarafların
eşitliğini, insanın ve olayın
bütünlüğünü dikkate almak, resmi
kayıtlardan, kaynaklardan, kayda
geçirilmemiş, resmi olmayanlara da
başvurmak, dillendirilenin, temsil
edilenin ötesinden dillendirilmeyen,
temsil edilmeyen, görünmeyeni de gün
yüzüne çıkarmak, hazır cevapların
ötesinde sorular sormak ve hep sormak
alternatif bir habercilik dili kurmak için
önemlidir.
Şiddet
yalnızca
karı koca
bir
arasında
mesele
olmaktan
çıktı
Son olarak toplumsal cinsiyet ve medya
alanında
gerçekleştirdiğiniz/gerçekleştirmeyi
planladığınız çalışmalardan kısaca
bahseder misiniz?
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
lisans programında ve İstanbul
Üniversitesi Kadın Çalışmaları
Anabilim Dalı yüksek lisans
programında “Toplumsal Cinsiyet ve
Medya” derslerini vermeye devam
ediyorum.
Öğrencilerimle birlikte yaptığımız
çalışmaları geniş bir okur kitlesine
ulaştırmak üzere çalışıyorum.
İstanbul Üniversitesi Kadın
Sorunları Araştırma ve Uygulama
Merkezi tarafından çıkarılan
'Kadın Çalışmaları' dergisinin
“Toplumsal Cinsiyet ve Medya”
konulu sayısının editörlüğünü
yürütüyorum. Sizin derginiz
aracılığıyla makale çağrısında
bulunmak isterim. İlgilenen
arkadaşlar çalışmalarını
[email protected]
adresime gönderebilir.
35
Sözlü kültürün yaratım ve
aktarımında kadınlar:
Nevşehir örneği
Yrd. Doç. Dr. ADEM ÖGER
Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
36
Metin Çakıllı Albümünden/1961
Akademik
Ayağında gümüş zincir,
Gurbet ele giden kızlar,
Ölmez ama zırıncır.”
gerçekleştirilmektedir. Acı ve
üzüntünün sözle buluştuğu yöre
ağıtlarından biri şöyledir:
Nevşehir yöresi, mani söyleme
geleneğinin canlı olarak yaşatıldığı
ve mani yönünden zengin olan bir
ilimizdir. Bağda-bahçede çalışırken
sataşma ve laf atma, kadınlar ve
erkekler arasında atışma,
mektuplarda sevgi ve aşkı ifade etme,
dünürlükte kız isteme, Ramazan
gecelerinde davulcular tarafından
halkı sahura kaldırma ve bahşiş
toplama gibi amaçlarla söylenen yöre
manileri, konu yönünden de oldukça
zengindir. Yörede sevgi, aşk, gurbet
ve ayrılık gibi çeşitli konuların yanı
sıra askerlik, gelin-kaynana ilişkisi,
yer adları, din ve inanç sistemi,
meslekler gibi toplumsal konuları
işleyen maniler de vardır. Daha çok
kadınlar tarafından yaratılan bu
manilerin icracılarına “mani yakıcı”
veya “mani düzücü” denilmektedir.
Bu manilerde yörenin sosyo-kültürel
ve ekonomik yapısını da tespit etmek
mümkündür. Örneğin;
“Dürüyem'e aldım allı ferace,
Gızım seni saldıydım ilaca,
Gurbanlar olurum sarı Dürüyem,
Yatağı boş galdı bu gece.
Zamana meydan okuyup yüzyılların
süzgecinden geçerek günümüze
ulaşan masal, efsane, mani, ninni,
ağıt ve türkü gibi sözlü kültür
ürünleri, toplum hafızasında
kodlanmış olarak korunmakta ve
gelecek kuşaklara aktarılmaktadır. Bu
bağlamda Nevşehir yöresi, sözlü
kültür ürünlerinin canlı olarak
yaşatıldığı ve bu ürünlerin
yaratımında kadın anlatıcı ve
icracıların önemli ter tuttuğu
illerimizden biridir. Köklü ve zengin
bir geleneğe sahip olan yörede,
kadınların bu geleneğin yaratımı
kadar genç nesillere aktarımında da
önemli bir rol oynadığını
söyleyebiliriz. Çocukların hayal
dünyalarının gelişiminde büyük etkisi
olan masallardan başlayarak kına
türkülerine, tarlada, bağda-bahçede
çalışırken yakılan manilere, bebekleri
uyutmak ve avutmak için söylenen
manilere, beklenmeyen ani ölümlerin
ardından yakılan ağıtlara ve yöre
insanının duygusuna tercüman olan
türkülere kadar bu ürünlerin
yaratımında kadınlar ön plana
çıkmaktadır.
İnsan hayatının geçiş dönemlerinden
birini oluşturan evlilik, kına ve düğün
töreni aracılığıyla toplumun geneliyle
paylaşılmaktadır. Özellikle geçmiş
dönemlerde kına gecesinde yörede tef
alçarak kına türküleri icra eden
kadınlar, bu türkülerde bir yandan
gelin olan kızın duygularına
tercüman olurken, diğer taraftan da
sosyal bir kurum olan evlilikle ilgili
toplumsal anlayış ve beklentinin
gereklerini dile getirmiştir. Aşağıda
verdiğimiz birkaç kına türküsü bu
durumu örneklemektedir:
“Avanos'un pınarı,
Avratlar yur çuvalı,
Zordur halı dokumak,
En zoru da zambaklı.”
“Yüklettiler göçümü,
Kınaladılar kuzumu,
Yıktın viran ettin,
Büyük evin içini.”
Nevşehir didikleri,
Üzümdür yidikleri,
Çok hoşuma gidiyor,
'Aboo guzum!' didikleri.”
“Damınızda ot muydum,
Üstünüzde yük müydüm,
Bir kız size çok muydum,
Anam anam canım anam.”
“Acıgöl'ün kışı var,
Deresinin akışı var,
Ah kızı görseniz,
Ne candan bakışı var.”
“Yağmur yağsın yerleriniz yaş olsun,
Eşiğiniz mermer ile taş olsun,
Ben gidiyorum ağam,
Gül hatırınız hoş olsun.”
“Keklik gelir seke seke,
Kulağında gümüş küpe,
Ben annemden ayrılmazdım,
Ayırdılar çeke çeke.”
“Al güvercin, mor güvercin,
“Köprünün altı arpa,
Su gelir çarpa çarpa,
Yenile bir yar sevdim,
Anasından korka korka.”
Dama serdim kilimi,
Çek kaynana dilini,
Şimdi oğlun gelirse,
Kırar kambur belini.”
İnsan hayatının geçiş dönemlerinden
biri de ölüm olayıdır. Özellikle trafik
kazası, boğulma, yanma vb.
beklenmeyen ölümler karşısında
insanoğlunun şaşkınlığı ve üzüntüsü
daha fazla olmakta ve bu duygular
ağıt olarak dile getirilmektedir. Köklü
ve tarihi bir geçmişe sahip olan ağıt
yakma geleneği, yörede daha çok
kadınlar tarafından
Ne bakıyon Özcan oğlum yüzüme,
Bir ateş düştü de yanar özüme,
Gurbanlar oluyum küçük Özcan'ım,
Senin ile gideceğim mezara.
Parmağı uzun da benzer kaleme,
Bir gızımı yazmaz oldun selama,
Ayağı çarıklı çiftçi eyledin,
Son cevabın bu mu idi anana.”
Kadınlar tarafında icra edilen sözlü
kültür ürünlerinden biri de
ninnilerdir. Annenin sevgi ve
şefkatini yansıtan ninniler, çocuğun
gelişiminde son derece etkili olup
onların dil gelişimi ve çeşitli
açılardan eğitiminde büyük rol
üstlenmektedir. Bu bağlamda
Nevşehir yöresinde ninni söyleme
geleneği canlı olarak yaşatılmaktadır.
Yöreye ait ninnilerden bazıları
şöyledir:
“İnce elekten elediğim,
Boz toprağa belediğin,
Yaradandan dilediğim,
Guzuma ninni.”
“Bebeğin beşiği bakır,
Yerinden kalkmıyor ağır,
Ben sallarım tangır tıngır,
Nenni bebeğim nenni.
Ninni desem beni yakar,
Beşiğinde güller kokar,
Senin gahrını annen çeker,
Ninni yavrum ninni.”
Sonuç olarak, geçmişten beslenip
günümüzün sosyo-kültürel yaşamıyla
güncellenen ve geleceğe aktarılan
sözlü kültür ürünlerinin icrası ve
aktarımında kadınların yeri
yadsınamaz. Davranışlarımızı
şekillendiren bu geleneksel ürünlerin
günümüzde oldukça zayıfladığı da bir
gerçektir. Ancak geçmiş ile geleceği
birbirine bağlayan bu geleneksel
ürünlerin yaratımını devam
ettirebilmenin yolu, günümüzün
ihtiyaçlarına, zevk ve estetik
anlayışına uygun olarak yeniden
yaratılmasıdır ki bu durumda da
kadınlarımıza önemli görevler
düşmektedir.
Kaynak: Nevşehir Halk Kültürü Araştırmaları 1, Editör: Yrd. Doç. Dr. Adem Öger, Nevşehir Üniversitesi Yayınları, 2011.
37
Sosyal Sorumluluk
“Ben kadınların ayakları yere sağlam bassın istiyorum”
FADİME ŞİMŞEK
38
Aldığımız siparişlere göre de
gözlemeleri hazırlıyorduk. Bir yıl
sonra dışarıya açılarak bankalara,
resmi dairelere, vilayete duyurduk
mantı ve gözleme yaptığımızı. Ve
artık insanlar kendileri gelmeye
başladılar. Şimdi salı günleri
gerçekleştirdiğimiz bu etkinliğe çok
sayıda kişi geliyor; mantımızdan,
gözlememizden yiyor. Biz önceleri
dernek üyeleri olarak bu işi kendimiz
üstlenmiştik. Ancak daha sonra
işlerimizi büyütünce burs verdiğimiz
öğrencilerin annelerini çağıralım,
onlar da bize yardımcı olsun dedik.
Zaten tüzüğümüzde 'emek karşılığı
yardım' maddemiz var. Sonra anneleri
çağırdık ve onlar da çok sıcak
baktılar bu olaya. Bu şekilde birlikte
çalışmaya başladık. Onlar bize
emekleri ile destek oluyor biz de
onlara maddi olarak katkı sağlıyoruz.
Diyorum ki gelen annelere, 'siz
buradan maddi destek alıyorsunuz
ama diyeceksiniz ki ben de her hafta
onlara yardıma gittim.' Dolayısıyla bu
şekilde bir eziklik hissetmeyecekler.”
Şu anda 52 üniversite öğrencisine
burs sağlayan derneğin Türkiye'nin
her yerinden öğrencisi var. Büyük
şehirlerde okuyanlar, anne ve babası
olmayanlar, derneğin burs konusunda
öncelik verdiği öğrenciler. Bay,
ayrıca kız öğrencilere de öncelik
tanındığını söylüyor ve ekliyor:
“Hanımların okumasını çok istediğim
için ağırlık kız öğrencilere veriliyor.
Ben kadınların ayakları yere sağlam
bassın istiyorum. Mutlaka bir
güvenceleri olmalı. Kız
öğrencilerimize diyorum ki,
'eğer okulunuzu
bitirdikten
T
ürkiye
Yardım
Sevenler
Derneği Nevşehir
Şubesi, derneğe üye
kadınların yapıp,
sattıkları gözleme ve
mantı ile üniversite
öğrencilerine burs
sağlıyor. Burs için
öncelikli olan
öğrenciler, büyük
şehirlerde
okuyanlar, anne ve
babası olmayanlar
ve de kız öğrenciler
FOTOĞRAFLAR: MUSTAFA İŞLİYEN
Elif Şafak “Siyah Süt” adını verdiği
otobiyografik romanında kendi
içindeki parmak kadınlardan
bahseder. “Anaç Sütlaç Hanım”,
“Pratik Akıl Hanım”, “Sinik Entel
Hanım”, “Soğan Şehvet Hanım” ve
diğerleri… Bu sayede yazarın, içinde
çok tane kendinden barındırdığını
anlarız; tıpkı diğer kadınlar gibi.
Sonuçta her kadın bir parça
'matruşka' değil midir? Sahip olduğu
tek bedende nice küçük kadını
müebbet kiracı olarak barındırmaz
mı? Kimiyle çatışır kimiyle barışır o
başka. İdealist olan kadınlar ise
hepsinden yararlanmayı bilir. Tüm
halleri ve var güçleri ile üreten kadın
olma yolunda ilerler. İşte bu
kadınlardan biri de Türkiye Yardım
Sevenler Derneği Nevşehir Şube
Başkanı Fatma Bay. Emekli öğretmen
Fatma Bay hem tüm anaçlığı hem de
eğitimci yönüyle 1993 yılından bu
yana derneğin başkanlık görevini
yürütüyor. Göreve başladığı günden
bu güne birçok yardım faaliyeti
gerçekleştiren Bay, yalnızca maddi
olarak değil manevi olarak da
insanlara destek sağlamayı kendine
düstur edinmiş.
35 üyesi bulunan dernekte her şey
gönüllük esasına dayalı. Derneğin
yürüttüğü çalışmalar arasında ilk akla
gelen faaliyet, dernek üyesi
kadınların yaptıkları mantı ve
gözlemeleri satarak üniversite
öğrencilerine burs sağlaması. Çok iyi
bir ekiple çalıştığını söyleyen Fatma
Bay, on yılı aşkın bir süredir burs
faaliyetini sürdürdüklerini belirtiyor:
“Burs işine derneğimize yapılan
bağışlarla ve dernek olarak
gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerle
başladık. 2000 krizi sırasında
bağışlar kesilebilir düşüncesi ile
mantı yapmaya karar verdik.
'Deneyelim yürürse devam
ederiz' dedik. Sonraları
mantının yanına gözlemeyi
de ekledik. İlk zamanlarda
dışarıya çok açılmıyorduk. Ben
derneğimizin de içinde
bulunduğu iş hanını elime bir
defter alıp tek tek geziyordum;
'gözleme yapıyoruz almak ister
misiniz?' diye soruyordum.
Sosyal Sorumluluk
Dernek olarak gerçekleştirdiğimiz geziler esnasında hanımlar arasında denizi ilk kez görenler
olduğuna şahit oldum. Bir hanım nasıl bağırıyor , 'hocam denize bak, üzerindeki kocaman gemiye
bak, ne olur bir ayağımı sokayım' diye. O kadar duygulandım ki
sonra çalışmazsanız emeğimiz boşa
gider ve ben size hakkımı helal
etmem.' Ben bunu kendi kızlarıma da
söylüyorum.”
DENİZİ İLK KEZ GÖREN
KADINLAR
Derneğe emekleri ile katkı sağlayan
öğrenci velileri ile de yakından
ilgileniyor Fatma Bay. Onlarla
konuşuyor, onları dinliyor,
sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyor.
Velileri de derneğin işlerine dahil
ederek kadınlara farklı bir bakış açısı
kazandırmayı amaç edinen Bay, bu
şekilde her şeyden önce kadınların
dışarıya çıkmasını sağladık diyor:
“Öyle anneler var ki 'ben sadece salı
günleri buraya geliyorum, diğer
günler dışarı çıkmıyorum' diyor.
Nedenini soruyorum. Geçerli bir
nedenleri de yok bahaneleri de.
Dolayısıyla ben dışarı çıkmaları için
diyorum ki 'sen kesilen mantıları
karıştırmak için yarın da geleceksin.'
Arkasından da ekliyorum, 'sırf senin
dışarı çıkman için söylüyorum' diye.
Onlarla konuştukça şöyle bir gerçekle
de karşılaştık; Nevşehir'de oturup da
yer altı şehirlerini, peribacalarını hiç
görmemiş kadınlar var. Bunun
üzerine onlara Kapadokya bölgesini
gezdirmeye karar verdim.
Desteklerini bizden hiçbir zaman
esirgemeyen Belediye Başkanımız
Hasan Ünver Bey'e gittim. Durumu
anlattım ve araba ricasında
bulundum. Bu şekilde Kapadokya
bölgesini gezme imkânımız oldu.
Benim eşim emekli İngilizce
öğretmeni aynı zamanda profesyonel
rehber. Eşim de rehberliğimizi yaptı.
Hanımlar o kadar mutlu oldular ki.
Hatta bu gezimize dair şu anımı da
paylaşmak isterim: Hanımın biri geldi
dedi ki 'hocam ben ilk kez masada
yemek yiyorum, masaya biraz yemek
döktüm, bana kızarlar mı?' O kadar
içim yandı ki. 'Hayır' dedim; 'istersen
tabağını ters çevir, kimse kızmaz
sana.' Burada amacımız yalnızca
kadınlarımızı gezdirmek, onlara
eğlenceli bir gün yaşatmak değil aynı
zamanda daha önce hiç yaşamadıkları
şeyleri tecrübe etmelerini sağlamak
diyebilirim. Ben bayanlarla sohbet
ettiğim zamanlarda onlara başka
”
yerleri anlatıyorum, o yerlerle ilgili
bilgi veriyorum. Sonra diyorlar ki
'hocam biz oraya nasıl gideceğiz?'
Hal böyle olunca Kapadokya
gezimizden sonra Belediye tarafından
temin edilen araçlar ile başka yerlere
de gitmeye karar verdik. Anıtkabir'e,
Konya'ya, Çanakkale'ye, Hatay'a,
Urfa'ya gezilerimiz oldu. Hanımlar
arasında denizi ilk kez görenler bile
vardı. Bir hanım nasıl bağırıyor ,
'hocam denize bak, üzerindeki
kocaman gemiye bak, ne olur bir
ayağımı sokayım' diye. O kadar
duygulandım ki.” Dernekte bu
etkinliklerin yanı sıra kermesler ve
çaylar da düzenleniyor. Kadınların
kendi el emeği ürünlerini sattıkları bu
etkinliklerde de yine elde edilen
gelirler ile ihtiyaç sahibi olan ailelere
gıda ve giyim yardımı sağlanıyor.
Pişiren, diken belki de en önemlisi
öğrenmeye meraklı olan kadınların
yer aldığı dernekte, kadının emek
halini, kadının şefkat halini, kadının
çocuk halini, kadının idealist halini
ya da kısaca kadının matruşka halini
görmek mümkün...
39
”