Dünyanın sonu!

Transkript

Dünyanın sonu!
Dünyanın sonu! - Ercan Kesal
07.07.2016
Az evvel bitmiş bir açıkhava filminin insanın içinde bıraktığı duyguya benzer bir duyguyla çıktım
sokağa. Acilin önünde durdum. Bugün ortalık tenhaydı nedense. Kantinde üç beş hasta yakını,
önlerindeki bardağa yapışmış elleriyle sessizce bekleşiyorlardı. Her zaman karşı kaldırıma
tezgâhını açan simitçi gelmemişti. Güvenlik beni görünce sigarasını sakladı. Sokağın caddeyle
birleştiği yere kadar yürüdüm.
Hayat; hiçbir şeyin artık hiçbir zaman değişmeyeceğini bağırarak kaybolan haylaz bir sokak
çocuğu gibi bakıyordu sokağın köşesinden.
Vakit akşama yaklaşıyordu. Sefil bir mahallenin, ondan daha sefil ve yaşanmaz olduğu her
halinden belli başka bir mahalleyi kendine sınır ettiği yolun kenarında dikilip, etrafa baktım.
Öylesine… Kirli, umutsuz ve kalabalık sokaklar.
Epeydir buradaydım, bitmemiş bir hikâye gibiydim, yaşlanıyordum ve burda yaşayanlar
kendilerinin hâlâ Alucralı ya da Hafikli olduğunu düşünüyorlardı. Okmeydanı, Şark Kahvesi,
Piyalepaşa Mahallesi, Osmanoğlu Sokağın alt ucundan siyah ve tozlu bir kalabalık, havaya
görünmez dumanlar salarak bana doğru gelmeye başladı. Durdum, bir sigara yaktım. İkinci
nefeste yaşları en fazla oğlumun yaşında üç beş çocuk, yok onlarca, değil; galiba yüzlerce
çocuk önümden geçmeye başladı.
O sırada yanıma gelen Çorumlu muhasebeciye sordum:
"Osman, bu çocuklar kim?"
"Hocam, Suriyeli bunlar, mültecilerin çocukları."
"Allah, Allah… Suriyeli çocuklar… Bu kadar çok mu bunlar böyle?"
"Aşağıda okulları var… Ordan çıktılar galiba…"
Allah'ım, bu çocuklar niye bu kadar masum ve niye bu kadar çaresiz? Başlarına gelen onca
şeyi, tüm bunları hakedecek ne yaptılar ki?
Çocuklar önümüzden geçip gittiler, biz dertlerin kıyısında kaldık, çok derindi, geçemedik.
‘Osman, kimlerdir bunlar, necilerdir, bi sıkıntıları var mı, gidelim soralım.’
‘Gidelim hocam…’
Vardık bir apartmana. Ben bu apartmanı tanıyorum. Geçen sene fason atölye değil miydi
burası? Erzincanlı mı yoksa Vanlı mı biri çalıştırıyordu. İşleri ters gitmiş anlaşılan. Boşaltmışlar
ve çocuklara vermişler.
İçeri girdiğimizde kesif bir ter kokusu karşıladı ikimizi de. Fason atölyeden sonra değişmeyen
tek şey bu koku olmalı. Makinaların yerini derme çatma okul sıraları almış. İşçilerin duyuru
panosu karatahta olmuş. Sigortasız, kayıtsız üç otuz paraya bu izbe yere ömrünü gömen ince
esmer kızların, kavruk, soluk benizli delikanlıların yerinde kara gözlü, kıvırcık saçlı Suriyeli
çocuklar var artık.
Durduk biraz. Sonra küçük bir odaya girdik. İçerde hayatın girdabında birkaç kere döndükleri ve
hâlâ tutunmak için etrafa bakındıkları çok belli üç Suriyeli vatandaş, onların yanında ise bu
dünyaya dair yine de ümit etmemize vesile, bir gönüllü Türk öğretmen.
"Ben bilmem kim, işte yukardaki hastanede çalışıyorum. Merak ettim sizi, ne yapıyorsunuz?
Sizin için ne yapabilirim?’’ dedim.
Durdular önce ve birbirleriyle konuştular bir süre. Arapça…
Bak, nerden aklıma geldi; Refik Halit Karay’ın ‘Eskici’ hikâyesini bilir misiniz?
Hani, sürgün yaşadığı bir Arap ülkesinde, ayakkabı tamiri için gittiği evde karşılaştığı Türk
çocuğunu olmadık bahanelerle Türkçe konuşturan bir adamın hikâyesi. İstanbullu eskici, ağzına
bir avuç çiviyi doldurarak başlar işine. Onu seyreden çocuk dayanamaz konuşur: ‘Çiviler
batmıyor mu ağzına?’ Eskici irkilir ve merakla sorar: ‘Türk müsün sen?’
Ondan sonrası bir çağlayanın akışı gibidir zaten. Zaptedilmez ve ışıltılı. Çocuk dünden hazır
1/2
Dünyanın sonu! - Ercan Kesal
07.07.2016
konuşmaya. O da sürgün sayılır aslında. Eskiciden farkı yoktur. Saatlerce anlatır. İstanbul’u,
mahallelerini, hastalanıp ölen annesini ve çaresiz buradaki akrabalarının yanına gelişini. Eskici
ne kadar yavaştan alsa da, işi biter nihayetinde. Çocuk bırakmak istemez adamı ve ardından
ikisinin de gözyaşlarını koyverdiği uzun bir kucaklaşma.
O hikâyeden de anlamıştım, insanın ana dili, üstelik bir de sürgündeyse eğer, ağıza
doldurulmuş bir avuç çivi gibidir. Doludur ama batmaz nedense. Sivridir, gezinir dilinin ucunda
ama yaralamaz. İnceden değer, diline, dişine belki ama oradan kalbin en tenha ve hassas
yerlerine gider, oraya batar!
Arapça da öyle parlamıştı birden Okmeydanı’nda, şimdi çocuklara okul olan kara duvarlı sefil bir
atölyenin duvarında ve kalbimin en hassas yerine batarak.
Son silahımı kullanır gibi konuştum;
‘Size nasıl yardım edebilirim, neye ihtiyacınız var sizin?’
Bir an sustular, kendilerine verilmiş bir hakkı kullanmaktan utanır gibi baktılar birbirlerine. Bir
süre öylece bekledik. Ne kadar sürdü o sessizlik bilmiyorum. Neden sonra orta yaşlı, şişman ve
bıyıklı olan konuştu. Türk öğretmen hemen çevirdi tabii ki:
"Bizim güvene ihtiyacımız vardır diyorlar" dedi. Anlamamış gibi baktım, doğru; anlamamıştım.
Ekmek, aş, iş, para… lafı beklerken odanın ortasına düşen ağır bir avize gibi inmişti kelimeler
hepimizin önüne. Henüz parçalanmamıştı lakin. Öğretmen durdu biraz, ‘’Güven…’’ dedi biraz
daha kısık bir sesle.
Suriyeli göçmen bir şeyler daha söyledi. Öğretmenin çevirip çevirmemekte kararsız kaldığını
anladım. Yüzüne baktım. Çevirdi çaresiz:
‘İstanbul’a geldikleri günden bugüne kadar beş tane çocuklarını çalmışlar. Beş kız çocuğunu…
Çalmışlar… O yüzden diyor!’’
Kıyamet koptu da henüz biz mi fark etmedik acaba? Çocukların bir eşya, bir çanta, bir paket gibi
çalındığı yeryüzü bize cehennem değilse nedir?
Kutsal kitapta, ‘’Sur’a bir defa üfürülünce, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine çarptırılınca, işte
o gün olacak olmuş, kıyamet kopmuştur’’ deniyor.
Sur’a üflenmiş çoktan; kayıp çocukların sesi Sur’un sesine karışmış, belki de bu yüzden
duymuyoruz yakarışlarını. Ercan Kesal BirGün 2/2

Benzer belgeler

HEDEF SIRALAMASI Ricky Greenwald Vakamızın travma/kayıp

HEDEF SIRALAMASI Ricky Greenwald Vakamızın travma/kayıp Vakamızın travma/kayıp olayları tarihçesinden EMDR hedefimizi nasıl nasıl seçebiliriz? Herşeyden önce, elimizde gelişi güzel on en kötü şey değil, tüm travma/kayıp olaylarını içeren bir listenin bu...

Detaylı

the PDF file

the PDF file TIYATRO EGITIMI

Detaylı