Dergimizi pdf formatında indirmek için tıklayınız
Transkript
Dergimizi pdf formatında indirmek için tıklayınız
Gençlik Dergisi Bütün mazlumların yanındayız! ISSN 2148-5062 YIL: 8 SAYI: 44 TEMMUZ/AĞUSTOS 2014 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. YIL: 8 SAYI: 44 TEMMUZ/AĞUSTOS 2014 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik Dergisi Bütün mazlumların yanındayız! İÇİNDEKİLER KRİTİK SEÇİM Mustafa ÖZTÜRK_________________________________________________3 Cumhurbaşkanı Adayı Prof. Dr. EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU____________________________5 DÜŞÜNME HATALARINDAN “HAZIRDA OLAN” ETKİSİ Prof. Dr. Cihan DURA______________________________________________6 HEM DİNÎ , HEM MİLLÎ KUTSALLARIMIZDAN BİRİ BAYRAĞIMIZ Yrd. Doç. Dr. A.Vehbi ECER_________________________________________8 MAZLUM DİYARLAR Köksal AKÇALI____________________________________________________9 BİLGİYURDU GENÇLİK DERGİSİ YIL: 8 SAYI: 44 ISSN 2148-5062 SAHİBİ Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği Adına Dernek Başkanı Mustafa ÖZTÜRK YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Osman KARABABA YAZIŞMA ADRESİ Sahabiye Mah. Mete Cad. Boylar Sk. Çetinbulut Apt Nu:1 K:2 D:3 Kocasinan/KAYSERİ TELEFON (0352) 232 32 67 WEB www.bilgiyurdu.org.tr E-POSTA [email protected] GRAFİK TASARIMI Hatice İbakorkmaz BASKI Orka Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Organize San. Böl. 43. Cad. Nu: 11 KAYSERİ (0352) 322 17 00 Bağışlarınız İçin Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği Türkiye İş Bankası Sahabiye Şubesi Hesap Nu.: 5307-0618614 IBAN : TR920006400000153070618614 Yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukukî sorumluluk yazarlara aittir. 2 BEN “VİCDAN”IM… Osman KARABABA_______________________________________________10 MÜSLÜMANLAR ATATÜRK’E NEDEN SAHİP ÇIKMALIDIRLAR? Mehmet ÇAYIRDAĞ______________________________________________12 TÜRK İLİNDE İKİ CANAN Mustafa ÖZTÜRK________________________________________________13 ZULÜM AVLUDAN GİRERSE ADALET BACADAN ÇIKAR Prof. Dr. M.Kemal ATİK____________________________________________14 TÜRKİYE EKONOMİSİ NEREYE GİDİYOR? Hakan BOZDOĞAN_______________________________________________15 TÜRKMENLER KAN AĞLIYOR İsmail ÖZÖREN__________________________________________________16 KÜRT TARİHİNİN ALTIN ÖNDERLERİ Mustafa YILDIRIM________________________________________________17 ÇOCUKLARIMIZIN ZİHNİ AÇIK Hamza ERAVŞAR_________________________________________________18 KERKÜK’ÜN YETİMİ Betül ÖVÜNÇ____________________________________________________19 TYRKEN Seyit Ali ERGEÇ__________________________________________________20 BİR HASRETİN HİKÂYESİ İsmail BOZKURT_________________________________________________21 SEVERİM ÜLKEMİN İNSANLARINI Mehmet PUSAT__________________________________________________24 ANAYASAMIZ VE MİLLİYETÇİLİK Mehmet KILINÇ__________________________________________________25 TÜRKİYE’NİN IŞİD İLE İMTİHANI Ahmet MUHTAROĞLU____________________________________________27 ‘’Kayseri kompartımanı’’nda AYVAZ GÖKDEMİR Mustafa ŞERBETCİOĞLU__________________________________________30 TÜRKMENLER KAN AĞLIYOR Cenk OZAN (Nafiz Ağca)__________________________________________32 ÖĞRENMEYİ ÖĞRENME VE ÖĞRENME STRATEJİLERİ 2 İbrahim GÜNGÖR________________________________________________33 BAYRAKSIZ VATAN OLMAZ Aytekin AYDOĞAN_______________________________________________35 HABERLER HÂTIRAT YAZMAK DÜRÜSTLÜK ve İÇTENLİK GEREKTİRİR Mustafa ÖZTÜRK________________________________________________38 Gençlik Dergisi Mustafa ÖZTÜRK [email protected] KRİTİK SEÇİM Türk halkı, 10 Ağustos 2014 Pazar günü geleceğine yön verecek çok hayati bir tercih yaparak yeni Cumhurbaşkanını seçecek. Bu seçimi, önceki seçimlerle mukayese edilemez ölçüde önemli kılan, AKP iktidarında oluşan iki büyük sorundur. Bunlardan birincisi, Anayasa ile belirlenmiş devlet rejiminin geleceği, ikincisi ise bölücü terör örgütüne verilen tavizler sebebiyle “Türkiye Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünemez bütünlüğü” nün devam edip etmeyeceği… Bu iki büyük sorun Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde gelişip büyüdü. Ve Başbakan Erdoğan bugün Cumhurbaşkanlığının en güçlü adayıdır. Kaygılanmamak mümkün mü? REJİMLE İLGİLİ ENDİŞELER Görünen köy, kılavuz istemez. 12 yıllık iktidarları döneminde yaptıklarına bakıp gelecekte olacakları kestirmek hiç de zor değil. Saklamıyor zaten. Anayasa’da belirtilen yetkilerle yetinmeyeceğini kendisi söylüyor. Anayasa’da yer almayan yetkilerin kullanılması, hukuk devletinin hangi ilkesiyle bağdaşacaktır? O zaman devletin zirvesinde yetki çatışmasından kaynaklanan bir kriz çıkmayacak mıdır? Türkiye’nin rejimi, tüm modern ülkelerde olduğu gibi, kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter demokrasidir. Yasama, Yürütme ve Yargı güçlerinin görev ve yetkileri Anayasa’da belirlenmiş, ayrıca bir denetim mekanizması oluşturularak bu güçlerden birinin diğerlerine tahakkümü engellenmiştir. Vatandaşın temel hak ve hürriyetlerini yasal garantilerde koruyan parlamenter demokrasiye dünya ve Türkiye, çok büyük mücadelelerden sonra ulaştı. Buradan geriye, yetkinin tek elde toplandığı padişahlık, krallık, hükümdarlık devirlerine dönülemez. Bu sözcükler telaffuz edilmese de iktidar partisinde “başkanlık sistemini” isteyenler hiç de az değil. “Cumhurbaşkanı” değil “ başkan” seçeceklerini hiç saklamıyorlar. İyi de mevcut Anayasa’ya göre bu nasıl olacak? Anayasa’nın, hukukun bir değeri yok mudur? Konuşmalarından anlaşılan odur ki Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse, önceki Cumhurbaşkanları gibi bir Cumhurbaşkanı olmayacak; Yasama, Yürütme ve Yargı’ya da hükmetmeye çalışan bir başkan olacaktır. Mevcut Anayasa buna engel teşkil ettiğinden, seçilmesi halinde yapacağı ilk iş, başkanlık sistemine göre hazırlanmış yeni Anayasa’yı ülke gündemine getirmek olacaktır. Atatürk Orman Çiftliğinde kendisine boşuna mı saray yaptırıyor? Vatandaşın temel hak ve hürriyetlerini yasal garantilerde koruyan parlamenter demokrasiye dünya ve Türkiye, çok büyük mücadelelerden sonra ulaştı. Sayın Erdoğan son konuşmalarının birinde tarafsız değil taraflı bir Cumhurbaşkanı olacağını söyledi. Onlar devletin tarafında, ben milletin tarafındayım dediler. Galiba, 12 yıldır devlet makamında bulunduklarını, devletin tüm imkânlarını kullandıklarını unuttular. Millet ile devlet, karşıt kavramlar değildir. Dolayısıyla böyle göstermekde doğru olmaz. Tabii ki devlet, millet içindir. Sayın Erdoğan, milletten yana olduğunu söyledi. Güzel bir ifade. Ayrıca milliyetçiliğin en özlü tanımıdır milletten yana olmak. Ancak ortada milletin adı dahi yok. Bir türlü Türk milleti diyemiyor: Dediği vakit de Türkiye’de ne kadar etnik unsur var ise onları art arda sıralayıveriyor. Milletimizin adı Türk, ülkemizin adı Türkiye, meclisimizin adı Türkiye Büyük Millet Meclisi, ordumuzun adı Türk Silahlı Kuvvetleridir. Bunları gururla ve sevinçle söylemek lâzım. Söylemekle de kalmayıp sevgisini yaptıklarıyla göstermesi lâzım. Milletten yana olan bir kişi, ilkokullarda okutulan “andımız”ı yasaklamaz, devlet kurumlarından T.C harflerini silmez, “Ne mutlu Türk’üm diyene” vecizesine karşı çıkmaz, Türk milliyetçilerini küçümsemez ve Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpasa izin vermez. Bütün bunlar sayın Başbakanın iktidarları zamanında yaşadığımız facialardır. Bu faciaları yaşadık. 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Davasında “hukuk devleti” nin nasıl askıya alındığını gördük. Sayın Erdoğan’ın “başkanlık sistemi” hayali ve tek adam olma isteğini biliyoruz. Bu durumda Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi, Türkiye’nin rejimi için bir risk yaratmaz mı? 3 TAVİZLERE DEVAM, Sayın Başbakan Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde de açılım politikasını sürdüreceğini söyleyebilmektedir. VATAN BÖLÜNSE NE GAM Türkiye’nin ne kârı oldu ki devam kararı aldılar? DiAKP hükümeti ile terör örgütü PKK arasında Oslo’da başlayıp İmralı’da devam eden “çözüm süreci” nin yasal yorlar ki “artık cenaze kaldırmıyoruz.” Çünkü istedikledayanağı yoktu. Türk milletinden ve TBMM’den gizlenen ri her şeyi savaşmadan veriyorsunuz. Vermeye de devam yasa dışı görüşmeler meçhul kişiler tarafından sızdırılın- edeceğinizi taahhüt etmişsiniz. Politik hedeflerine bir bir ca, Hükümet suç işlettiği kişileri kurtarma çabasına düştü. ulaşan örgüt, Mehmetçiği neden öldürsün? Bu konuda akıl veren, iş ortakları Öcalan oldu; gazetelere Kürt açılımının söylenen en büyük hedefi, terör örgütüyansıyan şu sözleri söyledi: “şimdi siz de, biz de, heyet de ne silah bıraktırmaktı. Bıraktılar mı? Yurt dışına çekileceksuç işliyoruz. Yasal zemine bu görüşmelerin oturtulması lerdi. Çekildiler mi? Açılım yasaları Meclis’ten art arda gerekir.” geçiyor, Bebek katili sevinçten uçuyor ve her gün taviz üstüne taviz alıyor ama diğer Çözüm süreci kapsamınyanda Kandil’deki karargâh: da TBMM’de kabul edilen “Kürdistan halkı özgür ve deson yasa, anlaşılacağı gibi, mokratik yaşama kavuşmadan Bölücü başının AKP iktidakim direnişten vazgeçeceğirından talep ettiği bir yasadır. mizi ve silah bırakacağımızı Adı: Terörün Sona ErdirilmeToplumsal Bütünleşmenin sanıyorsa o hayal görüyordur.” si ve Toplumsal BütünleşmeGüçlendirilmesine Dair diyerek açılımcıların yalanını nin Güçlendirilmesine Dair Kanun... Ambalaj mükemmel ortaya koyuyor. Kanun. Ambalaj mükemmel ama içerisi zehir dolu. Terör ama içerisi zehir dolu. Terör Anlaşılacağı üzere, terör örgütüyle görüşüp müzakere örgütüyle görüşüp müzakere örgütü tüm hedeflerine ulaşyapanlara yasal zırh sağlıyor yapanlara yasal zırh sağlıyor madan ne silah bırakacak, ne ve Hükümete çok geniş ve Hükümete çok geniş iniside terörden vaz geçecektir. yatif tanıyor. Ne yaparlar ve Dolayısıyla siyasi iktidarca yüinisiyatif tanıyor. hangi kararı alırlarsa alsınlar rütülen çok zararlı ve tehlikeli yasal olarak sorumlu olmateslimiyet politikasının durduyacaklar. rulması gerekir. Durdurulmaz ise süper güçlerin de planında Bu yasa ile karşı taraftaki yer alan Kürdistan’ın Türkiye terör örgütü mensupları da toprakları üzerinde de kurulması, maalesef yakındır. başta bebek katili Öcalan olmak üzere meşruiyet kazanmış oldular. Öcalan, tabii ki çok mutlu, söz konusu yasayı “taİHSANOĞLU SEÇİLİRSE rihi bir karar” olarak nitelemektedir. Çünkü artık resmen Yukarıdaki anlatmaya çalıştığımız iki büyük tehlikeyi baş müzakerecidir. aşmak için Cumhurbaşkanı seçimini tarihi bir fırsata döÖcalan, ne istedi de bu Hükümet yapmadı? nüştürmek mümkündür. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Büyükşehir yasası, yerleşim yerlerine eski Kürtçe ad- seçilmesi halinde: larının verilmesi, Türk alfabesinde yer almayan harflerin Rejim krizi olmayacak, Türkiye’nin demokratik, laik, kullanılması, Kürtçenin seçmeli ders yapılması v.b sosyal hukuk devleti kimliği korunacak. Kürt açılımı sürecinde terör örgütünün çok büyük kaTürkiye’de yaşayan her ferdin, herkesin Cumhurbaşkazanımları oldu. Örgüte katılımlar çığ gibi arttı. Güvenilir nı olacakları için ülkede kardeşlik ve barış ortamı oluşakaynaklara göre Rus malı Cornet ve SA-8 füzelerini temin cak. eden örgüt, büyük eylemlere hazırlık yapıyor. Ordu kışlasıRafa kaldırılan hukuk devleti, tekrar işler hale gelecek. na çekildiği için PKK, geniş bir bölgede fiili bir hâkimiyet Dış politikada Türkiye’nin saygınlığı artacak. kurdu. Vergi toplamaya, kendisine özgü şehitlik oluşturEkmeleddin İhsanoğlu, adını yansıtan bir insan. Karakmaya başladı. İstediği zaman yol kesiyor, iş makinelerini teri sağlam, ahlâkı temiz… Sakin, çelebi bir bilim adamı. yakıyor, ana yolları aylarca trafiğe kapatıyor. Son olarak Yerel Yönetimler Yasasından hareketle bölgede çıkarılan Konuşmalarını dikkatle dinledim: Kimseye bağırmadı, petrolden pay istediler. Bölge halkı korkudan sinmiş du- hakaret etmedi, iftira atmadı. Milleti müşfik bir baba gibi rumda. Koruculardan boyun eğmeyenler katlediliyorlar. bütünüyle kucaklıyor, ayrımcılık yapmıyor. Seçilmeleri Bölgede görev yapan devlet görevlileri korku ve endişe Türkiye’miz için büyük bir şans olacaktır. Türkiye’nin demokratik rejimi ve millî birliğine kasteiçinde çalışıyorlar. Terör örgütü her türlü eylemi yaparken güvenlik kuvvetleri adeta seyircidir. Çünkü kendilerine den yakın tehlike üzerine, ideolojik farklılıkları bir kenara verilen Hükümet talimatı, böyle davranmayı gerektiriyor. atarak millî duyarlılıkla yan yana gelen siyasi partilerimizi Türk devleti, söz konusu bölgede, bağımsızlığının sem- de millet için siyasetin güzel bir örneğini bize gösterdiklebolü olan bayrağını bile koruyamaz hale düşürülmüştür. rinden kutlamamız gerekir. Bu durum, AKP iktidarının yürüttüğü çözüm sürecinin tabii bir sonucudur. Bu acı ve korkunç gerçeklere rağmen, 4 Gençlik Dergisi Cumhurbaşkanı Adayı Prof. Dr. EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU Prof. Dr. Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu, babasının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak görevli olduğu Kahire’de 1943 yılında dünyaya geldi. Babası, İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy’un arkadaşı Yozgatlı müdderris Mehmet İhsan Efendi, annesi de Rodoslu bir Türk ailesinin kızı olan Seniye Hanım’dır. Prof. Dr. Ekmeleddin M. İhsanoğlu, Mısır Ayn Şems Üniversitesi Fen Fakültesinden mezun olduktan sonra El-Ezher Üniversitesi’nde akademik hayata başlamış, 1970 yılında Türkiye’ye gelmiştir. 1974’te Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde doktorasını tamamlamış ve 1984’te profesör olmuştur. İstanbul Üniversitesi Bilim Tarihi Anabilim Dalı’nı kurmuş, ayrıca İngiltere Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası TÜBİTAK adına çok önemli bilisel çalışmalarda bulunmuştur. 1980 yılında İslam İşbirliği Örgütü’nün tavsiyesi ile İstanbul’da kurulan İslâm Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA)’nin başkanlığına getirilmiş, bu görevi 25 yıl sürdürmüştür. IRCICA bünyesinde Türk ve İslam kültürü konusunda büyük bir ihtisas kütüphanesi ve arşivi kurulmasına, özellikle Osmanlı tarihi, medeniyeti ve kültürüyle ilgili çok sayıda eserin yayımlanmasına öncülük etmiştir. 1 Ocak 2005 - 1 Ocak 2014 tarihleri arasında 9 yıl süreyle, Birleşmiş Milletler’den sonra dünyada ikinci büyük uluslararası örgüt olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın genel sekreterliğini yapmıştır. Bu teşkilatın, seçimle göreve gelen ilk genel sekreteridir. Prof. Dr. Ekmeleddin M. İhsanoğlu, evli ve 3 çocuk babasıdır. Çok iyi derecede İngilizce ve Arapça, orta derecede Fransızca ve Farsça bilmekte olup değişik dillere tercüme edilmiş çok sayıda kitabı vardır. Millî ve milletlerarası birçok bilim kurumunun üyesi olan İhsanoğlu, bilim, eğitim ve diplomasiye katkısından dolayı Devlet Üstün Hizmet Madalyasına layık görülmüştür. Eserleri: Yeni Yüzyılda İslam Dünyası, 2013 İslam Kültürü Çeşitli Konuları ile İslam’da Kültür ve Bilgi Cilt: 5, 2008 Osmanlı Tıbbi Bilimler Literatürü Tarihi (4 Cilt), 2008 Mısır’da Türkler ve Kültürel Mirasları, 2006 Osmanlı Tabii ve Tatbiki Bilimler Literatürü Tarihi: 1 2 Cilt, 2006 Osmanlıca Tıp Terimleri Sözlüğü, 2004 Osmanlı Askerlik Literatürü Tarihi, I - II Cilt, 2004 Osmanlılar ve Bilim, 2003 Mushrabiyya And Stucco Colored Glass in The Muslim World (Arapça), 2002 Osmanlı Coğrafya Literatürü Tarihi, 1 - 2, 2000 Suriye’de Modern Osmanlı Sağlık Müesseseleri, Hastahaneler ve Şam Tıp Fakültesi, 1999 Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi, 1-2, 1999 The West And Islam (Towards a Dialogue), 1999 Büyük Cihaddan Frenk Fodulluğuna, 1996 Istanbul: A Glimpse into the Past, 1987 İHSANOĞLU, Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde Türkiye ve Ortadoğu için çok büyük bir şanstır. -Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş esasları ve Anayasa’da belirtilen temel niteliklere bağlıdır. - Dindar, demokrat ve laiktir. - Tertemiz ve başarılarla dolu bir geçmişe sahiptir; çalmamıştır, çaldırmamıştır. - Ailesi ve akrabalarıyla ilgili hiçbir dedikodu ve şayia olmamıştır. - Eğitimlidir ve uluslararası tecrübe ve birikime sahiptir. - Türk ve İslam dünyasıyla iyi ilişkileri vardır. - Kavgacı değil, barıştırıcıdır. - Ayrıştırıcı, öteleyici değil, birleştirici ve bütünleştiricidir. - İnsanlara öfkeyle, kinle değil, sevgiyle yaklaşmaktadır. -Yalnız bir kesimin değil, bütünüyle Türk milletinin cumhurbaşkanı olacaktır. TÜRKİYE İÇİN BİRLİK PLATFORMU 5 Prof. Dr. Cihan DURA [email protected] DÜŞÜNME HATALARINDAN “HAZIRDA OLAN” ETKİSİ Düşünen bir insan muhaeder, hep onları kullanır. keme eder. Muhakemesine bir Oysa, o önermeler doğru veya birkaç önermeden hareket mudur? Bazıları -belki çoğu- deederek başlar. Zaman zaman da ğildir. Çünkü sağlam bir şekilde Bir muhakemenin doğru muhakeme sürecine yeni önerkazanılmamışlardır. Bazıları da sonuca ulaşması, kullanılan meler katar. Hemen belirteyim ki yeterli değildir. Sırf alıştığımız birden fazla kavram arasında bağ her önermenin doğru için, biz kolay hatırladığımız kurmaya “hüküm”, hükmün söziçin mi doğru olacaklar? Elbetolmasına bağlıdır. Eğer öyle ise le anlatılmasına “önerme” denir. te hayır! O zaman yanlış veya muhakeme, bir diğer deyişle Hükmün başlıca özelliği doğru yetersiz önermelerle muhakeme düşünme işi hatasız yapılmış veya yanlış olabilmesidir. İki ettiğimiz için, düşünme süredemektir. örnek: -Ağaç canlıdır. -İhtiyaçlar cimiz de hatalı olacaktır, tabîî sonsuzdur. Muhakeme ise, manulaştığımız sonuç da... tıklı bir şekilde bir önermeden ‘***’ diğerine geçerek bir sonuç önerİnsanı hatalı düşünmeye mesine ulaşmaktır. sevk eden önermeler –veya bilBir muhakemenin doğru sonuca ulaşması, kullanılan giler- çeşitli şekillerde kazanılır ki başlıcaları şunlardır: her önermenin doğru olmasına bağlıdır. Eğer öyle ise Çürük genelleme, sık tekrar, yeni bilgi edinmeme, etkilemuhakeme, bir diğer deyişle düşünme işi hatasız yapılmış yici olguları kullanma. Kısa kısa açıklayalım her birini. demektir. Oysa insan, düşünürken türlü sebeplerle muha1) Çürük Genelleme kemesine yanlış önermelerle başlayabilir veya muhakeme Yetersiz sayıda gözlemden hareket ederek genelleme sürecine yanlış önermeler katabilir. O zaman ulaştığı yapmaktır. Örnek veriyorum: sonuç da yanlış olur; başka bir deyişle, hatalı düşünmüş olur. Gözlem: Ömrü boyunca günde üç paket sigara içti. Yaşı 90’ı geçti. Hüküm: Demek ki sigara sağlığa zararlı Peki, neden böyle yapar, neden insan düşünme süredeğil. cinde yanlış önermeler kullanır? Bunun bir sebebi, söz konusu önermelerin akla kolay ve çabuk gelmesidir. KoBurada hazırda olan önerme “Ömrü boyunca günde lay ulaşılabilir olmaları, zihinde hazır bulunmaları ortak üç paket sigara içti” önermesidir. Bunun gibi birçok önerözellikleridir. Onun içindir ki bu şekilde yapılan düşünme me vardır belleğimizde. Muhakeme tek bir gözleme dahatasına “hazırda olan etkisi” adı verilir. yandığı için, genelleme yoluyla varılan hüküm yanlıştır. ‘***’ 2) Sık Tekrar Farklı bir yoldan bir daha anlatayım ne demek istediBir şey sık tekrarlanmışsa, düşünme sırasında onu ğimi: hatırlamak kolay olur. Doğru olması şart değildir. Yahudilik, Siyonizm, komünist, soykırım,… bu kavramlar, İnsan, hayatı boyunca türlü kanallardan doğru yanlış birçok şey öğrenir: Ailesinden, çevresinden öğrenir; okul- bunlar hakkındaki olumsuz yargılar çoğu insanın zihnine tekrar yoluyla yerleşmiştir, daha doğrusu yerleştirilmiştir. da, dernekte öğrenir; propaganda etkisiyle öğrenir; kenZihinde hazırdırlar, bir değerlendirme, muhakeme sırasındisi araştırıp okuyarak öğrenir. Öğrendiklerinden bazıları zamanla birer önerme haline gelir, zihnine yerleşir, kalıp- da kolayca kanıt olarak ileri sürülebilirler. laşıp tutunur, kök salar. Onlara iyice alışır, onlarla âdeta 3)Yeni Bilgiler Edinmeme bütünleşir. Zihninde, belleğinde artık daima hazır bulunur İnsan kendini sürekli olarak yetiştirmezse, bilgilerio bilgiler, önermeler. İşte bu yüzden, her gerek duyduni yenilemezse, eski, modası geçmiş, hatta doğru olmakğunda her biri kolayca aklına gelir. Bir olayı değerlenditan çıkmış önermelere mahkûm kalır. Hep onları kullanır rirken, biriyle tartışırken, muhakeme ederken, kısacası düşünürken, muhakeme ederken…, dolayısıyla yanlış düşünürken hep bu alışmış olduğu önermelerden hareket hükümler verir, yanlış sonuçlara ulaşır. 6 Gençlik Dergisi Örnek: Kimi doktorların gözde tedavileri vardır. Bunları her türlü vakada uygularlar. Oysa daha uygun, yeni tedaviler olabilir. Eğer doktor okumaz, yenilikleri takip etmezse, o zaman zihninde hazır olan bilgiye başvurur, ona göre düşünür ve yapar. Elbette başka mesleklerde de vardır bu tip insanlar. Örneğin, kimi şirket danışmanları da bu şekilde davranabilir; kendini yenilemeyen öğretmenler, öğretim elemanları da… 4) Etkileyici Olguları Kullanma Bu sebep biraz uzun açıklama gerektiriyor. Heyecan verici, göze batan veya ses getiren olguları daha kolay ve kalıcı olarak algılar ve öğreniriz. Önemlerini de abartırız. Bunlar aklımızda hep hazır bulunur. Sessiz ve görünmez olguları ise ya hiç bilmeyiz ya da eksik öğreniriz. Dolayısıyla önemsemeyiz. Belleğimizde ya hiç ya da pek az yer tutarlar. Sonuç olarak, düşünme sırasında aklımıza hep birinci grupta olanlar gelir. Beynimiz dramatik düşünmeye eğilimlidir. Oysa, ikinci gruptakiler onlardan çok daha önemli ve belirleyici olabilir. Neticede yanlış hükümler veririz. Örnek olarak “mikro” boyutta edinilen bilgi ve önermeleri vereceğim. İnsan, esas itibariyle “mikro” boyutlu bir varlıktır; kendi küçük dünyasında yaşar genelde. Önce o dünyada olanı görür, gözlemler, algılar; bu yoldan edindiği bilgiye göre düşünüp davranır, tepki verir. Öncelikle zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak, hayatını idame ettirmek ilgilendirir onu, mutlu olmak ve kendi sonu olan ölüm ilgilendirir. Dolayısıyla düşünce dünyasının bilgileri, önermeleri büyük oranda bu mikro boyutlu olgularla ilgilidir. Tartışmalarını, muhakemelerini bunları kullanarak yapar. Çünkü o önermeler zihninde hep hazırdır, her gerektiğinde kolayca aklına gelir. Ancak madalyonun bir de öbür yüzü vardır: insan hayatında öyle olgular, öyle süreçler vardır ki geneldir, geniştir, makro düzeyde cereyan eder. İnsan işte bu dev boyutlu dünyada olup biteni doğrudan göremez, kolayca gözlemleyip algılayamaz, fark edemez; o dünyaya göre düşünüp davranamaz, tepki veremez. İçinde yaşadığı toplum, devletin bütünlüğü, ülkenin bağımsızlığı, ekonomik gelişme, demokrasi, uluslararası ilişkiler, dünyada olup bitenler, bunların toplumla, devletle, kendi varlığıyla ilişkileri… Halkın büyük çoğunluğu bu olguları göremez, soyut oldukları için kolay algılayamaz. Bilgisi yoktur, bilinçlenmiş değildir! O zaman, üzerinde düşünmez. Düşünemez, çünkü zihninde yoktur, aklına gelmez. Özetle, geniş mekânda ve zamanın uzun akışında olup bitenleri fark etmez, az çok fark etse de bağlantılarını ve sonuçlarını göremez, değerlendiremez. Düşünme sürecinde kullanamaz. Çünkü zihninde yoktur, olsa da çok zayıftır, hazır değildir, aklına gelmez. İnsan, eğitim düzeyine bağlı olarak mikro dünyada kaldıkça hep dezavantajlı durumdadır. Oysa dünyayı anlamak için makro düzeyde bilgiye de ihtiyacı vardır. Makro düzeyde gözlem yapmak, bilgi sahibi olmak, akıl yürütmek gerekir. Bu da yeteri kadar eğitim-öğretim görmüş olmaya bağlıdır. ‘***’ İnsanın zihin dünyası, tutum ve davranışları işte bu şartlar altında oluşup şekillenir: Hep kolay hatırladıkları ile, “hazırda olanlar”la düşünür; doğru olmasa da, yeterli olmasa da. Diyelim ki bir şehirdeyiz; orada başka bir şehrin haritası kullanılabilir mi? “Hazırda olan” etkisi bize bu türden saçmalıklar yaptırır. Öyleyse düşünme ve tartışma sırasında, aklımıza hemen geliveren kanıtlara karşı ihtiyatlı olmalıyız. Doğruluğundan emin olmadıkça, düşünme, yani muhakeme sürecine dahil etmemeliyiz. Bir fıkra ile bitirmek istiyorum “hazırda olan” etkisine dair bu yazımı: Nasrettin Hoca geç vakit evine gelir. Karanlıkta kapıyı açmaya çalışırken, anahtarını düşürür, aramaya başlar. Derken, ileride ay ışığının olduğu yere kadar gider, orada devam eder aramaya. Hocanın bu halini gören komşusu “İyi akşamlar hocam” der, “Bu vakitte orada ne arıyorsun?” Hoca “Anahtarımı arıyorum” der “Kaybettim de.” Bunun üzerine komşusu da katılır Nasrettin Hoca’ya, o da başlar aramaya. Çok geçmeden komşu başını kaldırır, “Nasrettin Hoca” der, “Sen nerede kaybettin anahtarını?” “Şu ilerde, kapımın önünde…” Komşu şaşırır: “Öyleyse neden burada arıyorsun?” Hoca yanıtlar: “Burası aydınlık, araması kolay oluyor.” __________________________________. KAYNAK: Rolf Dobelli, Hatasız Düşünme Sanatı Yapmamanız Gereken 52 Düşünme Hatası, NTV Yayınları, İst., 2013, s. 31–33. 7 HEM DİNÎ , HEM MİLLÎ KUTSALLARIMIZDAN BİRİ Yrd. Doç. Dr. A.Vehbi ECER [email protected] BAYRAĞIMIZ Her toplumun kutsalları vardır.Bu kutsalların ba- diye okuyanlar da vardır) G a z v e s i(savaşı)”ndeki zısı millî ve örfî kutsallardır. Bazıları da dinî içerikli uygulamadır. Anlaşılacağı üzere, bayrak, daha önkutsallardır. Bayrak,Türk milletince hem millî hem ceki satırlarda işaret ettiğimiz üzere İslâm’da ve Hz. de dinî yönden saygıya değer olarak kabul edilir. Muhammed (SAS)in uygulamasında da bir kutsallığa sahiptir. Bayrak; hürriyetin, hür millet ve müstakil devlet olmanın bir sembolüdür. Günümüzde ne kadar hür İslam tarihinde ilk Müslümanlarca «liva, raye millet ve müstakil devlet varsa hepsinin bayrağı veya sancak” diye anılan bayrağın ne kadar kutsal da vardır. Bayrakla birlikte, olduğunu gösteren örnek “Mute onunla ilgili olarak “marşlar” (“Muta” diye okuyanlar da vardır) okunması, dinlenmesi, her Gazvesi (savaşı)”ndeki uygulaikisine de saygılı davranılması madır. Bayrağı bez parçası olarak genel kabuller arasındadır. Bu Sekizinci hicret yılında görenler veya bayrak bakımdan bayrak alelade bir (Miladî 629) Peygamberimiz karşısında saygı duruşunda bez parçası değil; hürriyet, şe(SAS), Hâris bin Umeyr ile ref, haysiyet ve bağımsızlığın ayakta durmayı “p u t p e r e s t Bizans İmparatoru›na verilsembolüdür. O, daima yüksekte mek üzere bir mektup gönderir. l i k” sayanlar büyük bir yanlış tutulur, saygı duruşunda çalıİmparator adına mektup alan içindedirler. nan/söylenen/dinlenen millî Bizans›ın Şam valisi «Şurahbil marş eşliğinde gönderine çekibin Amr», Peygamberimizin lir. elçisi «Hâris bin Umeyr elBayrağı bez parçası olarak Ezdî”yi öldürür. Bu davranış görenler veya bayrak karşısında saygı duruşunda ve hareket karşısında Hz. Peygamber, 3000 kişiden ayakta durmayı “p u t p e r e s t l i k” sayanlar büoluşan bir ordu düzenler. Kendi azatlı kölesi Zeyd yük bir yanlış içindedirler. Bir dinin mensubu olan bin Hârise’yi de kumandan olarak tayin eder. Daha her toplumun kutsalları vardır ve bu kutsala daima sonra: “Savaşta Zeyd ölürse yerine Cafer bin Ebu saygı gösterilir; her saygı göstermeye tapınma deTalip geçsin, o da ölürse Abdullah bin Revaha geçnemez. Hira Dağı, Tanrı Dağı, Kur›an, Kâbe… büsin ve sancağı alsın, o da ölürse asker kimi isterse tün Müslümanlarca kutsaldır; ama onlara tapınılmaz. onu komutan yapsın” diye emir verir. Orduyu cesaretlendirmek için de onları “Seniyyetü’l-Veda” adıyHz. Peygamber ve onu izleyen dönemlerde “l i v la anılan yere kadar bizzat uğurladı. İslâm ordusu a” ve “r â y e” isimleri hem sancak hem de “b a y uzun bir yolculuktan sonra Mute denilen yere ulaştı. r a k” anlamında kullanılmıştır. İslâmiyetin gelişinden önce Mekke’deki idarî görevler arasında askerî Karşılaştıkları Bizans ordusu tahminlerin üzerinde 10.000 veya 100.000 kişilik büyük bir ordu idi. Geri ve idarî özellikli olmak üzere “s a n c a k t a r l ı k” veya “b a y r a k- t a r l ı k” (o günkü kullanımıyla dönmeyi içlerine sindiremediler ve savaşa karar «ukab”) görevi vardı. Bir savaş sırasında bu bayrak verdiler. Savaşa başladılar; ama komutan Zeyd bin “liva/ ukab” görevlisi tarafından taşınırdı. Prof. Mu- Harise şehit oldu. Bunun üzerine bayrağı Cafer aldı hammed Hamidullah’ın tespitlerine göre Hayber’in ve savaşa devam edildi. Cafer’in bayrağı tutan sağ eli düşmanlar tarafından kesildi. Cafer, öbür eliyle fethine kadar «râye”, daha sonra “liva” diye anılan bayrağı kavradı; fakat o eli de kesilince gene baybayraklar kullanılmıştır. İlk Müslümanlarca “liva, rağı bırakmadı ve kesik iki kolun kalan kısımları ve raye veya sancak” diye anılan bayrağın ne kadar bacaklarıyla sıkıştırarak bayrağın düşmesini engelkutsal olduğunu gösteren örnek “M u t e (“Muta” 8 Gençlik Dergisi lemeye çalıştı. Düşmanlar onu da şehit ettiler. Daha sonra Peygamberimiz’in emri gereği sancağı ashabın itibarlı şair kişilerinden biri olan Abdullah bin Revaha aldı. Kendi yazdığı ve bestelediği marşlarla kahramanca çarpıştı. Onun da şehadetinden sonra askerler kendi aralarında konuşarak (istişare ederek) Halid bin Velid’i komutan seçtiler. Hz.Peygamber, “Cafer’in kesilen kollarına karşılık olarak cennette Allah kendisine kanat ihsan edecektir” buyurdular. Bundan sonra “Caferü’t-Tayyar” unvanıyla anıldı ve Cafer’in cennetlik olduğu da müjdelenmiş oldu. “Seyfu’l-lah (Allah’ın kılıcı)” unvanı verilen “Halid bin Velid”, çok akıllıca bir taktik uygulayarak daha büyük kayıplar vermeden orduyu geri çekti. Görüldüğü gibi dinimizde bayrak kutsaldır; gerektiğinde uğruna ölünür, yere düşürülmesine izin verilmez. Bayrak, sadece millî değil dinî bakımdan da kutsalımızdır. Dindarlık adına bayrağa ve o göndere çekilirken okunan millî marşa saygısızlık yapanlar büyük bir yanlış içindedirler. Türk halkı olarak da dinimize uygun bir şekilde bayrağımızı milletimizin namus ve şerefinin simgesi, devletimizin de bağımsızlığının sembolü olarak görürüz. Merhum millî şairimiz «Arif Nihat Asya”, meşhur “Bayrak” şiirini şöyle tamamlar: “Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim! Yeryüzünde yer beğen. Nereye dikilmek istersen Söyle, seni oraya dikeyim!” “Munis Faik Ozansoy” ise “Bayrak Türküsü” başlıklı manzumesini şu beyit ile sonlandırır: “Al bayrağı göklerde tutan ellerimizdir; Bayrak ki bizim sönmeyecek tan yerimizdir.” Not: Gelecek sayıda -Allah’tan bir engel çıkmaz ise“Selefîler ve Yanlışları” konusunu sunacağım. (A.V.E.) MAZLUM DİYARLAR … KERKÜK Kerkük, Türkmen diyarı, yüz yıllardır yâr bize. Çakallar parçalıyor, bu suskunluk ar bize. KERKÜK Kanlı ekmeğim aşım, nerde benim gardaşım? Adım Kerkük olsa da, say ki ben de Maraş’ım. KERKÜK Katliamda kansızlar, nerdesin sağır gardaş? Can feryatta, kan sızlar, bu vebal ağır gardaş! MUSUL Yangın yeri şimdi Musul, can veriyor usul usul. Daha neyi beklemeli, yok mu el verecek bir kul? KIRIM Rabbim ordadır benim, gönlüm, yüreğim yarım. Sen ırkıma yardım et, Kırım görmesin kırım. BİZİM DİYARLAR Bu kadar uzakta mı, ata yurdu Türkistan? Telafer’in farkı ne, yavru vatan Kıbrıs’tan? BİZ Nerede bir Türk varsa, nabzımız orda atar. Her şehit mezarında, bizim canımız yatar. ZİLLET Billahi daha ağır, yoksulluk, zillet olmaz!. Esaret şerefsizlik, vatansız millet olmaz!.. Köksal AKÇALI 9 Osman KARABABA [email protected] BEN “VİCDAN”IM… Şimdi ben sana 10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı “Teröristlerle masaya oturan şerefsizdir” deyip sonra da seçiminde “gel, şu oy’unu bana ver” desem, ya afallaya- vahşetin enikleriyle mutabakat sağlayan ve 25 Aralık’ta cak, gülüp geçeceksin ya da bana kızacaksın, eminim… şerefini “sıfırlayan” değil! Hatta “Yahu sen de kim oluyorsun, benim irademe Ben, iktidarın “çözüm süreci ihaneti”yle çözülüme ipotek koyuyorsun? Benim aklım yok mu da, beni bana sürüklenen aziz “vatan”ım; Çankaya sevdasına, 30 bin bırakmıyorsun!”diyerek arkamdan bir çuval laf sayacakinsanın kanını içen Bebek Katili’nin özgürlüğünü gündesın… me taşıyan ve ihaneti onurlaştıran “şeytan” değil! Haksız da değilsin hani… Ben Çanakkale’de, Sakarya’da, Sarıkamış’ta… VaAncak ön yargılı davranmak, kime ve niçin oy verece- tanın her bir yerinde, şehit düşerek sana hayat veren “can”ım! Ülkeyi parçalayacak Büyük Ortadoğu Projesiğini bilmeden, gözü kapalı sandığa gitmek Müslüman’ın nin eşbakanı olan bir “başbakan” değil! işi değildir. Ben; kulluğun insana, paraya, makama vs değil, ancak Gözünü aç da iyi bak, ülke uçurumun kenarında, parça Allah’a yapılacağını beş vakit haykıran “ezan”ım! parça olacak! R.T.Erdoğan’a önce dokunBayrak indirildi, namus ormayı ibadet sayan, sonra onu tada… Adalet katledildi, “T.C.” 2. peygamber gibi gören, ancak sehpada... Sefalet diz boyu… bu kutsiyet kâfi gelmeyince Yüreklerde korku… Oyunu hakka “R.T.Erdoğan Allah’ın bütün Tarih, tekerrür ettiriliyor: vasıflarını üzerinde toplamış livermeyenler, girer 10 Ağustos 1920! Önümüzde derdir” diyerek onu tanrılaştıran ölüm fermanı: Sevr! Reçete:“Ya milletin kanına; siyasi nadan değil! istiklal, ya ölüm!” Öğrendin mi şimdi “ben”im hiçbir cinayet, kalmaz 10Ağustos 2014! Önümüzde kim olduğumu ve anladın mı tarihi bir seçim! Reçete:“Ya birniçin bana oy vermen gerektiğikimsenin yanına! lik, ya çözülüm!” ni?.. Benim görevim senin gibileri * uyarmak! Unutma ki; “Düşüncede Ben kim miyim? saplantı ahmaklık belirtisidir.” Ben “vicdan”ım; milletini din ile aldatıp hayal ötesi Saltanat dincilerine, şirk vaizlerine oy vermemekle dinserveti kenz eden İsviçre’deki 8 gizli hesaba ait “Cüzden çıkmazsın! dan” değil! Oyunu hakka vermeyenler, girer milletin kanına; Ben, 13 asırdır gerçek yönü öğretilmeyen ve Hûd siyasi hiçbir cinayet, kalmaz kimsenin yanına! Suresi 112. Ayette “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” Böyle bir seçimde sorumsuz davranmaya, nemelazımdiyen “Kur’an”ım! cı olmaya hiçbir Türk’ün hakkı yoktur! Çünkü birlikten, “Kabataş’ta başı örtülü kadına Gezi Parkı vandalları Türklükten yana kullanılmayan her oy; ülkenin bütünlütaciz etti.” putunu yontan,“Valide Sultan Camii’nde Gezi ğüne sıkılan birer kurşun demektir! Parkı çapulcuları içki içti” iftirasını atan, 17-25 Aralık Âlimlerin yüksek faziletlerine tabi olmayanlar, cahillepatentli dünyanın en büyük rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk rin zulmüne boyun eğerler. lağımının üstünü örten “türban” değilim! Bu durumda âlimi reddedip cahile oy veren topluluBen bu vatan, bu bayrak için oluk oluk akan “kan”ım; ğun üzerine Allah’ın gazabı vacip olur. 10 Gençlik Dergisi Bil ki, yalancı, sahtekâr, kalpazan, yolsuz, hırsız, din ile aldatan dinsizlerin aptallaştırıp aklını aldığı ahmaklar için Allah’ın tokadı hazırdır: Kuran-ı Kerim diyor ki: “Allah, aklını çalıştırmayanların üzerlerine pislik yağdırır. …” (Yunus Suresi 100. Ayet) * Şimdi sana turşu dedirtmeden, kelimelerle birkaç resim çizeceğim. Gözlerin kör değilse göstereceğim Kuran’sal, tarihsel gerçekleri; Mahalli seçimi sabote eden trafodaki hırsız kedileri… “Bakara makara” diyerek ayetle dalga geçen şirk tayfalarını, kendini yüceltmek için Hz. Peygamberimize gurur isnat eden gurur tapınaklarını… Yıllarca “darbe”, “komplo”, “şantaj”, “paralel”, montaj”la… “mağduriyet” yaratıp halkı ahmaklaştıranları… Onca yıl dini, imanı, Kuran’ı, türbanı morfin yaparak halkını uyuşturup soyan Karunları… Gör artık, gör!!! * Furkan Suresi 25/ 68. Ayette; “Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler! ....” diye emrederken Kur’an; Onlar ki; Allah’ın mülkü üzerinde Allah’ın Kuran-ı Kerim’le yasakladığı zinayı Meclis’te oylatarak suç olmaktan çıkartan; İslam adına üç dönemdir her türlü desiselerle tek başına iktidar oluşlarını Allah’ın inayetine dayandıran bu maskeli Müslümanlar değil mi? Hz. Muhammet (a.s), fitne ve fesat yuvası olan Mescid-i Dırar denilen camiyi yıktırmıştı. (Tevbe Suresi, 107-8-9-10. Ayetler) Şimdi devlet kurumları siyasetin birer odağı oldu ve camiler de asrın birer Mescid-i Dırarları… “Ilımlı İslam” senaryosuyla Kuran-ı Kerim’i, sahte Tevrat ve uydurma İncil’le aynı kefeye koyan da Müslüman!.. Moskova’da “Dinlerarası Diyalog” toplantısında Kuran’ı Kerim’i içkiye meze yapan da Müslüman!.. Söyler misin nerde kaldı Allah, Kur’an?!. Hırsızlıkla, yolsuzlukla kazandıkları seçimleri millî iradenin zaferi addedip “Allah bizimle beraberdir” diye entrikalarına Allah’ı ortak gösterenlerin imanı olamaz. Asrın en büyük hırsız, yolsuz ve rüşvetçisi ayakkabı kutularını, yatak odasındaki kasaları, dolar köpürttüren banyo keselerini, sıfırlanan avroları yüce divandan kurtaracak “Köşk”ün şerrinden Allah’a sığınırım Vicdanın ve imanın elveriyorsa sen de git istersen, Allah’ın yanında başka ilah yaratıp ona yalvaran saltanat dincilerine sığın. * 11 Mehmet ÇAYIRDAĞ MÜSLÜMANLAR ATATÜRK’E NEDEN SAHİP ÇIKMALIDIRLAR? Üzerlerine vacip olduğu için de, ondan. Her zaman belirttiğimiz gibi bizim nankör muhafazakârlar, her türlü iftirayı çekinmeden, dinî ve vicdanî mes’uliyetini düşünmeden atıp tutarken dünya Müslümanları hakşinaslık içinde onun İslâm’a ne büyük hizmet ettiğinin idraki içinde, onu asrın en büyük İslâm kahramanı olarak görmektedirler. Çünkü o yıkılmış, mahvolmuş, teslim olmuş imparatorluğun küllerinden, dünyada tek örnek olarak emperyalizme, bütün dünya devletlerine karşı verdiği silâhlı mücadele ile zafere ulaşıp yeni bir İslâm devleti vücuda getirmiştir. Her ne kadar “Lozan zafer mi, hezimet mi?” diye milletin kafasını karıştıran Damat Ferit bozuntusu (bugünkü fesli haliyle fiziken de tam ona benzemektedir) nankörlerin iftiralarına rağmen bu anlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti bir İslâm devleti olarak ortaya çıkmış, Müslüman azınlıkları Türk saymış, azınlık olarak sadece Hıristiyan ve Yahudileri kabul etmiştir. Bunlar, Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği nasıl böyle bir mucizeye leke sürmeye kalkarlar, anlaşılacak gibi değildir; ama vardır fıtratlarında Vahideddin, Damat Ferit ve Ali Kemal genleri. Türk milletinin ve İslâm’ın kader çizgisi olan; varlıkla yokluğun, mahvolmakla zaferin birkaç güne kaldığı 1922 Eylül Sakarya Savaşı’ının son günleri… Düşman üstün güçleri ile Türk ordusunu sürmüş, Ankara’ya yaklaşmış… Şimdi sizlere İstiklâl Savaşı esnasında olan ve yukarıda ele aldığımız meseleye açıklık getirecek, şimdiye kadar yazılmamış bir hadiseyi, görgü şahitlerinin anlatımlarından aktaracağız. Olayı bizlere Erciyes Üniversitesi’ne davetle geldiği bir sohbetinde anlatan rahmetli Fethi Tevetoğlu’ndan nakledeceğim. Ona da olaylara bire bir şahit Millî Mücadele’nin kahramanlarından Türk Ocakları Genel Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver anlatmış. 12 Türk milletinin ve İslâm’ın kader çizgisi olan; varlıkla yokluğun, mahvolmakla zaferin birkaç güne kaldığı 1922 Eylül Sakarya Savaşı’ının son günleri… Düşman üstün güçleri ile Türk ordusunu sürmüş, Ankara’ya yaklaşmış… Ankara da düşmek üzere. Top sesleri Ankara’dan duyulmakta. Halk endişe ve galeyan içerisinde. İşte o günlerde ordunun başkumandanı Mustafa Kemal Paşa biraz ümitsizlik içerisinde ve tedbir olarak, Ankara’da açmış olduğu TBMM’nin ve devlete ait kurumların derhal Kayseri’ye naklini bir telgrafla Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na emretmiş ve bunun “beş dakika tehirinin idamı mucip olacağını” belirtmiştir. Çünkü daha önce bakanlar kurulu tedbir olarak Meclis’in Kayseri’ye naklini kararlaştırmış, Kayseri Lisesi, Büyük Millet Meclis’i olarak hazırlanmış, matbuat ve bazı kuruluşlar ve bir kısım ileri gelen Kayseri’ye gelmiş ve göç devam etmekte. Ancak hükümetin bu kararına karşı Meclis, milletvekilleri Ankara’yı terk etmeyi asla kabul etmemişler ve savaşı buradan takip etmeye devam etmişlerdi. Ancak bu son telgraf durumun vahametini ve ciddiyetini bütün açıklığı ile ortaya koymuştu. Telgrafı alan o zamanki meclis başkanı Adnan Bey (Adıvar) ne yapacağını şaşırmış, milletvekilleri o anda Ankara’nın çeşitli yerlerine dağılmış durumda olduklarından, bunlardan birçoğunun Meclis çalışma saatlerinin dışında beraber oldukları, Mehmet Akif’in kalmakta olduğu Taceddin Dergâhı’na koşmuş ve âcil telgrafı Mehmet Akif’e göstermiştir. Büyük vatan evlâdı Akif, “telaşa gerek yok” diyerek etrafındakileri alıp Meclis’e doğru harekete geçmiş ve Adnan Bey’e, yerleri bilinen diğer milletvekillerine de haber uçurulup derhal Meclis’e gelmelerinin sağlanmasını istemiştir. Bu şekilde durumdan haberdar olan milletvekilleri Meclis’e doğru gelirken, Ankara halkı da durumu öğrenmiş ve yaşlı, sakat ve çeşitli sebeplerle savaşa katılamayan kalabalık bir grup Ulus’taki eski meclis binasının etrafını sararak bağırıp çağırmaya başlamışlar, Ankara’nın işgali ile başlarına gelecek felâkette ne yapacaklarını sorarak Ankara’yı merkez yapıp felâketi buraya çeken Atatürk ve Kuvay-ı Milliyecileri yüksek seslerle protesto etmeye başlamışlardır. Bu hengâme ve çığlıklar arasında Meclis’e ulaşan Mehmet Akif, Meclis’in önüne gelince derhal girişteki basamakların başına çıkarak halkı sükûnete davet etmiştir. Burada Mehmet Akif’i gören ve ona her zaman hürmet gösteren Ankara halkı, onu dinlemek için sükûnet içine girmişlerdir. Halka hitap eden Mehmet Akif, koynundan çıkardığı Kur’an-ı Kerîm’i göstererek, onlara: Gençlik Dergisi TÜRK İLİNDE İKİ CANAN - Bu kitaba, inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz? diye sormuştur. Halk hep beraber: - Amenna, tabîî ki inanıyoruz. diye cevap vermişlerdir. O zaman Mehmet Akif: - İnanıyorsunuz da, bu kitapta Ankara’nın hiçbir zaman düşman eline düşmeyeceğini yazdığına neden inanmıyorsunuz? diye sorunca , ortada büyük bir sessizlik olmuş ve herkes şaşkınlıkla birbirine bakmaya başlamışlardır. Hatta, daha sonra Sebîlûrreşat’ta yazdığına göre, o sırada Mehmet Akif’in yanında olan onun en yakın arkadaşı Balıkesir Milletvekili, Kur’an tefsircisi Hasan Basri (Çantay), “Ben Kur’an hâfızıyım ve mealini iyi bilirim. Şimdiye kadar Kur’an’da Ankara’nın isminin geçtiğini bilmiyordum, neresinde geçiyormuş acaba ?” diye düşünmeye başlamıştır. Mehmet Akif, konuşmasına devamla: - Evet Kur’an’da Ankara geçiyor. Cenab-ı Hak demiyor mu ki “Bu dini biz indirdik, kıyamete kadar da bu dinin koruyucusu biziz biz!” Şu anda dünyada Ankara ve çevresinden başka kâfirler tarafından işgal edilmemiş bir karış İslâm toprağı kalmış mıdır? Ankara’da düşerse ne olur? Bu din yeryüzünden kalkmış olmaz mı? Hadi, herkes rahat olsun, ne Ankara düşecek ve ne de biz bir yere gidiyoruz. Diyerek halkı teskin edip evlerine gönderirken kendisi de arkadaşları ile birlikte Meclis’e girip durumu sabaha kadar müzakere etmişler ve sabaha karşı Ankara’yı terk etmeyeceklerine dair kararı alıp Mustafa Kemal Paşa’ya, cepheye bir telgrafla bildirmeye hazırlanırken cepheden Mustafa Kemal’den yeni bir telgraf gelmiştir. Heyecanla okunan yeni telgrafta Gazi, “Allah’ın yardımı ile düşmanı mağlup ettik, kaçan düşmanın peşindeyiz, Ankara’nın tahliyesine gerek kalmadı, birinci telgraf hükümsüzdür”… diye müjdeyi vermiştir. Evet … Türkiye devleti böyle kurulmuştur. Kuranlar İstanbul’u da yeniden fethederek Cenab-ı Peygamber’in hitabına mazhar olan kahramanlardır. Yazıklar olsun o kahramanlara dil uzatanlara!… Türk ilinde iki canan Biri Musul, biri Kerkük Hem çaresiz hem perişan Yürekciği kırık dökük Dört tarafı zalim, hain Dinlemezler nedir hâlin Türk olmaktır tüm vebalin Katledilir büyük küçük Türk değil de Kürt olsaydın Türkiye’ye dert olsaydın Keşke biraz sert olsaydın Görürlerdi seni büyük İnsanlıktan yok bir eser Cihat deyip kelle keser Bir iblistir değil beşer Her adımda bin kötülük Peşmerge’yi dost sanmayın Bizler kandık siz kanmayın Ne derlerse inanmayın Çünkü yaparlar nankörlük Şimdi orda iki şar var Değerleri petrol kadar Hoyratları susmuş susar Türkmen’inin boynu bükük Bir zulüm ki kol geziyor IŞİD Türkmen’i eziyor Evler mezara benziyor Bütün perdeleri örtük Baktım kapılar kilitli Ölmüş sanki Türkmen ili Tükenmiş, bitmiş fitili Gece olmuş lamba sönük Ne yapayım, ne edeyim Silahlanıp da gideyim Yay gibi gergin haldeyim Gönlüm iki yâre dönük Mustafa ÖZTÜRK 13 ZULÜM AVLUDAN GİRERSE ADALET BACADAN ÇIKAR Prof.Dr.M.Kemal ATİK Bilindiği üzere medeniyete mazhar olmuş devletlerin ve toplumların itibarı ancak adaletle ayakta durabilir, adaletle ebedîleşebilir. Bir ülkede ahenk, düzen ve birlik sadece adaletle tecelli bulur. Çünkü adaletin olmadığı bir devlette zulüm vardır, kötülük vardır, haksızlık vardır. Ayrıca adalet birlik ahlâkının da temel taşıdır. “Adaletsiz bir ülke güneşsiz bir dünyaya benzer” sözü boşuna söylenmemiştir. “Bir ülke ancak adaletle ebedileşir ve adaletsizlikle yıkılır” atasözü Germen toplumuna aittir. Atalarımız “Adalet ferman dinlemez”, “geciken adalet, adalet değildir”,“Adalet olmayan yerde sefalet olur” sözleriyle gerçeği dile getirmişlerdir. Kaşgarlı Mahmut diyor ki: “Zulüm avludan girerse adalet bacadan çıkar.” Pascal der ki: “Adalet güçlü, güçlülerin de âdil olması lazımdır” . Ünlü Filozof Sokrates ise şöyle der: “Hâkimin fazileti doğruyu görmek, yöneticinin fazileti de doğruyu söylemektir.” Çünkü insanı yüce erdemlere ulaştıran değerlerin başında adalet duygusu gelir. Onun için de adalet, tüm insanlığı bağlar. Âlicenaplık, vatan sevgisi, sadakat ya da yardımlaşma eğilimi ya da minnet duygusu, tüm bu erdemler adalet duygumuzun aktifliğinden kaynaklanır. İnsan, belirli bir tevazu içinde iyiyi, doğruyu yaşayanlarla dost olmayı, ahlâksız ve günahkârlar karşısında doğruluk adına amansız mücadele etmeyi adalet terazisinden bakarak icra eder. Doğru yaşayanlarla hiçbir şekilde ayrılığa düşmeme, kötülere karşı gücünü gerektiğinde hemen kullanma, mevkii ve makamı ne olursa olsun iyi ve doğru yaşam sürenlerin bir eşiti olarak kendini görme, sapkın insanlar karşısında ahlâk yasalarını devreye sokmaktan çekinmeme, hep adalet duygusunun gücü sayesinde olur. İnsanların çoğu, gölgeleri hakikat olarak kabullenmek suretiyle hayatının büyük kısmını cehaletin karanlığı içinde geçirseler de kendileri için daha iyi olana talip olma isteğini harekete geçirecek olan yine adalet duygusudur. Arzu, öfke, korku, yüreklilik, kıskançlık, sevinç, sevgi, kin, özlem, hırs ve acımanın yaşanacağı yer olan dünya gezegeninde bunlardan etkilenebilmemizi sağlayanlara ölçülü olmamızı bizlere telkin eden de adalet duygusudur. En doğru kişiye baskı yapan, rüşvet alan, mahkemede 14 mazlumun hakkını yiyenler karşısında susanlara karşı eyleme geçmeyi telkin eden de yine adalet duygusudur. Kötülüğe değil, iyiliğe yönelmeyi, kötülüklerden nefret etmeyi, iyiliği sevmeyi, mahkemede adaleti korumayı da yine adalet duygumuzun eyleme geçmesi sayesinde gerçekleştiririz.. Günahkâr bir toplumun, suç yüklü halkın, kötülük yapan bir insanın, baştan çıkmış neslin adaletin eyleme geçmesiyle düzeltilebileceğine inanırız. Ve yine baş büsbütün hasta olmuş, yürek büsbütün yaralı, bedenimiz tepeden tırnağa sağlıksız ise onun da tedavisi yine adaletle olacaktır. Haysiyetli davranışı meziyet, haysiyetsiz davranışı ahlâk bozukluğu olarak tanımlamayan bir toplumu bu cehaletin ortasından çekip çıkarmak da yine adaletle olacaktır. İnancın altını oyanları, hakikati saptıranları, birlik ve bütünlüğü bozanları, aykırı düşünceler ve hizipler icat edenleri de yine adalet mekanizması bertaraf edecektir. Dünyanın nesnelerine değer veren, o nesnelerin peşinde koşan ve ona hayran olan insanoğlu, niçin ve neden yaratıldığını unutuyor. O zaman zihinler yorgun düşüyor, düşünceler sefilleşiyor, iyi yerine kötüyü seçmek öne geçiyor. O zaman da insan mutlu olamıyor. Mutlu olamayınca da tüm varoluş nedenlerinin değerini anlayamıyor. Böylece adaleti adaletsiz yapan; hırsızlığı, zinayı, sahteciliği onaylayan; kötü ve muzır olanı iyi ve hayırlı olana tercih eden; bir yasayla adaletsizliği adaletli yapabilen zihniyetler çoğalıyor. İşte bu vahim tablo da yine adaletin zihinlerde yer etmesiyle önlenecektir. İlâhî dinlerin son mesajı olan Kur’an-ı Kerim bakınız ilâhî iradeyi nasıl dile getiriyor: “Ey iman edenler! Son derece adaletli olun, kendinizin, ana babanızın, akrabalarınızın aleyhine de olsa Allah için doğru şahitlik edin! Hakkında doğru şahitlik yaptığınız kimse ister zengin ister fakir olsun, adaletten ayrılmayın. Çünkü adaletten ayrılmamak zengin ve fakirin; ana. baba ve akrabaların hakkını korumaktan daha önemlidir. Onların haklarını Allah daha iyi gözetir. Boş arzu ve hevesinize uyarak adaletten ayrılmayın. Gerçeği saptırıp ya da şahitlik etmekten kaçınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır”( Nisa / 4: 135). Gençlik Dergisi TÜRKİYE EKONOMİSİ NEREYE GİDİYOR? Hakan BOZDOĞAN [email protected] 2002 yıllında AKP iktidara geldiğinde tek partinin iktidara gelmesinin ekonomik istikrar açısından önemi anlatıla anlatıla bitirilememişti. Ekonominin koalisyon hükümetlerindeki istikrarsızlığının sona erdiği, güçlü hükümetle ekonomik reformların yapılacağı, Türkiye’nin sırtında bir kambur olarak algılanan Kamu İktisadî Teşekküllerinin (KİT›lerin) özelleştirileceği yabancı yatırımcıların önündeki yasal ve bürokratik engellerin kaldırılacağı, Avrupa Birliği müzakerelerinin bir an önce tamamlanarak Türkiye’ye sermaye akışı sağlanacağı, Kıbrıs sorunun halledilerek Türkiye’nin ekonomik açıdan büyük bir yükten kurtulacağı, enflasyonun tek haneli rakamlara indirilerek ekonomik istikrarın gerçekleştirileceği gibi birçok argüman ekranlardaki lâf cambazları yoluyla sürekli dillendiriliyordu. İktidara geldiğinden beri devlet kurumlarını ele geçirmeyi amaç edinmiş AKP hükümeti parti devleti olma yolunda hızla ve emin adımlarla ilerlerken şimdiki adıyla Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olan Devlet İstatistik Enstitüsü(DİE) ve Merkez Bankası›nın özerkliğini kaldırmaya başlamıştı bile. Böylece ekonomik verileri istediği gibi açıklama imkânına sahip olmuştu. Yani günlük hayatta %35-40 seviyesinde olan enflasyon rakamlarını kendi oluşturdukları enflasyon sepeti sayesinde %8-9 seviyesinde gösterebiliyorlar veya hiç gereği yokken döviz kurunu Merkez Bankası›nın piyasaya sürdüğü dövizle dizginlemeye çalışıyorlardı. Böylece devletin likidite dövizi giderek eriyordu. Aslında veriler, kâğıt üzerinde istikrarlı bir ekonomi algısının oluşmasını sağlıyordu. Kamuoyunun ekonomik veriler konusunda yeterli akademik bilgilere sahip olmaması ve muhalefet tarafından ekonomik verilerden hareketle hükümete yönelik eleştiri- lerin fazla yapılmaması ya da kamuoyunu aydınlatacak çalışmaların yetersiz kalması nedeniyle AKP hükümeti ekonomide istediği manipülasyonu yapabiliyordu. Örneğin AKP hükümeti sürekli Türk parasının kendi dönemlerinde değer kazanmış olduğunu iddia etse de Cumhuriyet tarihinin en yüksek devalüasyonu paradan altı sıfır atılması sırasında yaşanmıştır. Şöyle ki, paradan altı sıfır atıldıktan sonra en büyük para birimi 200 TL olmuştur. 200 TL’nin eski para birimiyle değeri 200 milyon TL’dir. Hâlbuki paradan altı sıfır atılmadan önceki en yüksek para birimi 50 milyon TL idi. Gizli devalüasyon böylece bütün kamuoyunun dikkatinden kaçırılmış oldu. AKP hükümetinin sıklıkla başvurduğu ihracat oranlarındaki rakamlar ithalat oranları göz ardı edilerek aktarılmaktadır. Her ay düzenli olarak «Türkiye yine ihracat rekoru kırdı” denirken ithalat oranlarının rekorları görmezden gelinmektedir. Böylece dış ticaret açığı sürekli olarak artmaktadır. Ülkelerin dış ticaret hacimlerinde ihracatın ithalatı karşılama oranları bağımsız ve güçlü ekonomiler için çok önemlidir. Yani ülkelerin dışardan aldığı ürünler dışarı sattığı ürünlerden fazla olursa dış ticaret açığı oluşur. Bu da üretmeden tüketmek anlamına gelir. Türkiye öyle bir hale düşmüştür ki bir malı dışarı satarken bile dışarıdan ürün almak zorunda kalmaktadır. Örneğin beyaz eşya sanayinin ülkemizde gelişmişliğinden sürekli dem vururuz; ama beyaz eşyanın birçok aksamını dışardan alırız. Montaja dayalı bir ihracat dış ticaret açığının artmasına neden olur. Bu görüşlerimi devletin verilerinden yani TÜİK’in verilerinden hareketle açıklamak istiyorum. Örneğin ihracatın ithalatı karşılama oranı cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında %58 iken 1926’da %79’a, 1932’de %102 seviyesine yükselmiş, 1933’de 15 en yüksek seviyesine ulaşarak %129 olmuştur. Yani %29’luk dış ticaret fazlası verilmiştir. AKP hükümeti iktidara gelmeden bir yıl önce 2001 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı %75 idi. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonunda bu oran %70 olurken 2004 yılında %65 olmuş ve 2013 yılında da %60 seviyesine kadar gerilemiştir. Yani dış ticaret açığı % 40 seviyesine yükselmiştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan her fırsatta «Bunların bu ülkede tek çivisi var mı?” diye konuşurken %29 dış ticaret fazlasından %40’lık ticaret açığına gelindiğini göz ardı etmektedir. Bir kere Başbakan, üretim olmadan tüketime dayalı ekonomi anlayışının dış ticaret açığına neden olduğunu unutmamalıdır. “Bunların bu ülkede tek çivisi mi var?” derken dış ticaret fazlasının üretimden kaynaklandığını dikkate almalıdır. Sırf siyasî propaganda uğruna önceki iktidarların çalışmalarını görmezden gelmesi insafsızlıktır. Ekonomideki 12 yıldır süren yalan rüzgârının artık sonuna gelmekteyiz. Artık AKP’nin yalana dayalı ekonomi mumu sönmeye başlamıştır. Yani AKP kendi retoriğine mahkûm olmaya başlamıştır. Türkiye’nin ekonomisi, ekonomik büyüme ve istikrar yerine TOKİ’nin öncülüğündeki inşaat sektörü ve AVM kültürünün tetiklediği tüketime ve borçlanmaya dayalı bir yapıya dönüşmüştür. Türkiye ekonomisinin son dönemlerde büyüme eğilimlerinin hızlı bir şekilde düştüğünü görmekteyiz. Bununla beraber cari açık da hızla artmaktadır. 2013 yılının ilk dört ayındaki cari açık bir önceki yılın ilk dört ayına göre %17 artarak 24,3 milyar dolar olmuştur. 2013’ün tamamı düşünüldüğünde cari açığın ne boyutta olduğu daha iyi anlaşılabilir. Temmuz 2013 itibariyle kısa vadeli borç stoku 2012 yılı sonuna göre %24,5 oranında artışla 125.700 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu veriler Türkiye ekonomisinin her geçen gün dışa bağımlılığının arttığının göstergesidir. Şu anda 420 milyar dolarlık devlet borcunun yansıra 243 milyar dolarlık tüketici kredi borcu ve 93 milyar dolarlık kredi kartı borcu bulunmaktadır. Yani iç borç stoku 350 milyar dolar seviyesindedir. 2013 yılı öncesinde yaşanan ekonomik gelişmeleri AKP’nin ekonomik mucizesi olarak takdim edenler dünya gelişimlerini hiç hesaba katmamışlardır. Aslında Batı›dan kaçan sermaye gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine canlılık kazandırmıştır. AKP hükümetinin sürekli öğündüğü borsa verilerine dünyanın diğer gelişmekte olan ülkeleriyle beraber bakarsak borsada artışın hiç de abartılacak düzeyde olmadığını görebilmek mümkündür. IMF verilerine göre Arjantin’de gerçekleşen portföy yatırımlarının en az %93›ü, Brezilya’dakilerin %43’ü, Meksika’nın %88’i ve Türkiye’nin %60’ı yabancı yatırımcılar tarafından gerçekleştirilmiştir. Başbakanın kürsülere çıkıp sürekli «biz şöyle yaptık biz böyle yaptık” demesi hamasetten başka bir şey değildir. 12 yıldan beri AKP hükümeti yalanlara dayalı bir ekonomi balonunu uçurdu. Ancak bu uğurda Türkiye birçok bedel ödedi. Topraklarımız, madenlerimiz, devletin en stratejik ve çok kâr getiren kurumları yabancılara satıldı. Bir kriz sarsında devleti krizden kurutacak varlığımız kalmadı. Kamuoyunun birçok defa sun›î gündemle oylanmasına izin verilmemelidir. Bağımsızlığımızın en büyük teminatı ekonomimizdir. Kamuoyunu bilinçlendirmede ekonomiyi iyi anlatmalıyız. 16 İsmail ÖZÖREN iozoren@mynet.com TÜRKMENLER KAN AĞLIYOR Irak ve Suriye’de yaşayan soydaşlarımız şu günlerde ve hatta bu yazıyı kaleme aldığımız şu saatlerde zulüm ve işkence altında olup IŞİD denilen cinayet şebekesi tarafından acımasızca katlediliyorlar. Tarihte Müslüman olan Oğuz Türklerine “Türkmen” denilmiştir. Bugün Türk coğrafyasının her tarafında kavim- ulus ve devlet adı olarak kullanılmaktadır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı Devleti’nden ayrılıp “Irak” adı ile kurulan devletin vatandaşları olarak varlıklarını sürdüren Türklerden, uzun yıllar «Türkler» diye söz edilmiştir. Mustafa Kemal, Harbiye Mektebi öğrencisiyken «Bayat Türkleri» demiştir. Ancak Lozan Konferansı›nda İngiliz heyeti onları «Türkmenler» olarak adlandırdı. Buna karşılık Türk heyeti başkanı İsmet İnönü, Türkmen ile Türk’ün eş anlamlı olduğunu belirterek Türkiye Türklerinin de Türkmen olduklarını savunmuştur. Doğrusu da budur. Soydaşlarımızın yaşadığı bölgeye bakarsak, ne kadar stratejik bir coğrafya olduğunu anlarız. Her halde bu gerçeği sadece Türk hükümetleri anlayamadı, Türkmenler hep kendi kaderlerine terk edildi. Irak Türkmenleri Irak’ın kuzeyinden itibaren Telafer, Musul, Erbil, Altınköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Karatepe, Hanekin, Mendeli ve Bağdat’ın güney doğusunda bulunan Bedre’ye kadar uzanan bir şerit üzerinde yerleşmişlerdir. Bu bölgede ITC (Irak Türkmen Cephesi) verilerine göre yaklaşık 3,5 milyon Türkmen yaşamaktadır. Bu, Irak resmi nüfusunun yaklaşık %9’u demektir. Suriye’de de çoğunluğu Bayır Bucak bölgesinde olmak üzere 3,5 milyon Türkmen yaşamaktadır. Buna göre Ortadoğu’daki Türkmen varlığı 7 milyondan az değildir. Bu muazzam nüfus bugün katliamla yüz yüze bulunuyor. Türkiye ise milli güvenliği bakımından çok önemli olan bu nüfusun yok edilmesine seyirci kalmaktadır. Türkmen kardeşlerimizi katliamdan korumak için neler yapabiliriz? Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Merkez Hükümeti bir araya gelip orada yaşayan kardeşlerimizin can güvenliğinin sağlanması için ivedi tedbirleri almalıdırlar. Ayrıca Birleşmiş Milletler’in devreye sokulup oradaki bütün masum ve mazlum insanların korunması için acilen tedbir alınması sağlanmalıdır. Gençlik Dergisi Ayyıldızlı Bayrak yıllar önce düşürülmüştü KÜRT TARİHİNİN ALTIN ÖNDERLERİ Mustafa YILDIRIM Kürt şeyh-ağaları yüz yıldır uğraşıyorlar. Kürtler de ulus olamadıklarından aşiret ağalarının öz çıkarları uğruna çeteleşiyorlar, kan döküyorlar. PKK, 30 yıldır uğraşıyor, çoluk çocuk demeden kan döküyor; ama küçücük bir arsada bile egemenlik kuramıyordu. Gerçek Bağımsız Cumhuriyet dönemi (1923-1938) dışında, esenliğimiz için AB-ABD- Yunan kollarına atılmaktan başka çare bulamayan hükümetler de çok, ama çok yardım ettiler Kürtler devlet olsunlar diye; ne ki başaramadılar, yalnızca ulusal kalelerin surlarını içerden deldiler. ABD’nin, Avrupa’nın, Yunan’ın, Rusya’nın, İran’ın, Çin’in, Kuzey Kore’nin, Suud krallarının, Ayetullahların, körfez şeyhlerinin, Ortadoğu ülkelerini İngilizFransız himayesinde ele geçirmiş Haşimî hanedanlarının himayeleri olmasa ne Anadolu’da, ne Kandil’de barınabilirlerdi. Dünyanın yayılmacılarının desteğine karşın başaramayan Kürtlerin imdadına AKP hükümetleri yetişti; Doğu Anadolu’da Kürdistan bayrağı yükseltilerek ilân edilmemiş Kürt Devleti kuruldu. Akdeniz kıyılarında, Ege’de, İstanbul’da o Kürt devletinin himayesinde kurulan, T.C. egemenliğini reddeden Kürt kolonilerini de unutmamak gerekiyor. Kürdistan tarihine şeyh-ağaları, kan dökücü, nobran Apo’nun, terör eğitmeni Yunanların değil, Abdullah Gül’ün, R. Tayyip Erdoğan’ın adları altın harflerle yazılacaktır! Yalnız onların mı? Elbette hayır! On yıl önce MGK toplantılarında “Demokratik Açılıma devam” (Siz “Kürdistan kuruluşuna devam” diye okuyabilirsiniz) kararlarının altına ıslak imzalarını atan kuvvet komutanlarının adları da 24 ayar olmasa bile 14 ayar altınla yazılacaktır. Dersim eyaleti özerk yönetimi sevdalısı Kızıl Kiliseli Seyyid Kemal de açılıma hiçbir zaman karşı çıkmayarak gümüş harflerle Kürdistan kurucusu olarak tarihe geçecektir. Irak’taki gibi Kürt devleti kurulsun diye 13 yıldır Genel Kurmay’a kahve içmeye gelerek yol yordam öğreten Amerikan paşaları da birer üstün hizmet ödülünü hak ettiler! Onların öğütlerini ciddiye alan ve çuvala “Yes sir!” diyen The Generallere Washington’da “Barışa Hizmet” madalyası takılacağına kuşku yok! “Azınlık milliyetçiliği”ni sosyalistlik sananlar figüranlıktan öte geçemediklerinden adları bile anılmayacaktır. Şimdi “bayrak indirildi” diye ortalığı velveleye vermeye çalışan, Kürt tarihine adlarını altın harflerle yazılanlar bizi ahmak sanıyorlar! Kürdistan’da, Hizbullahi-PKK egemenliği kurulması için ellerinden geleni artlarına koymamışlar gibi! T.C armalarını söktürmüşler; yollar kesilmiş. TSK sınırları korumaktan caymış. Garnizonların duvarları aşılmış; ancak onlar garnizonun içinde “bayrak indirildi” diye bağırıyorlar! Türkler de bu cambazlığı yutuyorsa, ahmaklıktan daha ağır sıfatı hak etmiyorlar mı? Sonuç: 1: Apo önderliği çoktan kaptırdı; Türkiye Cumhuriyeti’ni demokrasi tuzağıyla ele geçirenlerdir artık gerçek önderler! Ve Kürt halkı onların anıtını dikecektir. Ders 1: Din, mezhep, tarikat, cemaat, demokratik X, üniforma, takke, külâh… Hepsi birer cilâlı boya! Sıyır boyayı, altından azınlık ırkçıları çıkacaktır! Her kim olurlarsa olsunlar. “Azınlık milliyetçiliği”ni sosyalistlik sananlar figüranlıktan öte geçemediklerinden adları bile anılmayacaktır. 17 Hamza ERAVŞAR ÇOCUKLARIMIZIN ZİHNİ AÇIK Bir kısım kötü niyetlilerce avlanmış, bilgisiz, gafil insanlar, işin nereye varacağını, Türk düşmanlığının kimlerin işine yarayacağını anlamadan, düşünmeden; kendilerine emanet edilen, saf, temiz, iyi niyetli çocuklarımızı yanıltıyor/aldatıyor, kendi milletine düşman ediyorlar. Derslerimin birinde 19 yaşındaki bir kızımızın itirazına maruz kalmıştım. Konu tarihimiz idi. Çocuğumuz, aldığı yanlış bilgiler sebebiyle Türklerin Osmanlı’dan sonra ortaya çıktığını, ondan önce Türk diye bir milletin olmadığını söylüyordu. Devlet ile milleti karıştırmaktaydı. Bunun üzerine, onun da bulunacağı bir derste, dünya Müslümanlarının dinlerini Türk milletine borçlu olduğunu anlatmaya karar verdim. Çocuklarımız, atalarının çok mühim hizmetlerini bilmiyorlar, onları yeterince tanımıyorlardı. Kızımıza, “Bu konuyu senin için seçtim. Türklerin ne kadar eski bir millet olduğunu ve İslâm âlemine yaptığı büyük hizmetleri anlatacağım” dedim. Konu başlığını, “ARAP ÇÖZÜLMESİ VE YETİŞEN TÜRKLER” olarak koymuştum. Dersin sonunda kızımız, “Ben artık öyle düşünmüyorum, siz anlattıktan sonra gerçeği öğrendim” dedi. Duygulandım ve gençlerimizin zihinlerinin ne kadar berrak olduğunu, gerçekleri görünce körü körüne inat etmediklerini görerek sevindim. Böyle gençler çok şey öğrenir; bildiğinden şaşmayan ise bildiği ile kalır. Yukarıda belirttiğim zavallıların avladığı bazı gençlerden, «Türk milletinden çok bahsediyor, benim bağlandığım insanları sevmiyor” diye dersi terk edenler oldu. Bu da en büyük üzüntüm... Bahsettiklerim sanki, kendi ataları değil de caniler, zalimler, insanlık düşmanları... Kendileri de idealist(!) ya... Tarih dersi veriyorum. Kendi milletimi bırakıp, Türk çocuğuna Alman veya Amerikan tarihi verecek değildim herhalde... Yeni bir ders yılı başlarken bir dernek yöneticisi, «Hocam, bazı veliler Türklükten çokça bahsetmenden rahatsız oluyor” demişti. Asıl rahatsız olanın kendisi olduğunu da biliyordum. Zavallılar! Araplardan, İranlılardan bahsetsem bu tepki gelir miydi acaba? Bu ne 18 Bu, «yal yediği çanağa pisleyen” hainler güruhunun yaygarasına bakıp da “Türkiye bunlardan ibarettir” zannedilmemeli… İnsanımızın kahır ekseriyeti vatansever ve milliyetçidir. sakim akıl! Nasıl da kendi kılıçları ile kendi başlarını kesiyorlar! Dünyanın başka bir yerinde de kendi milletine düşman yapılmış insanlar var mıdır acaba? Ben Almanya’da milletine ve devletine kayıtsız kalan Alman’a rastladım; ama düşman olanını görmedim. BESLE KARGAYI OYSUN GÖZÜNÜ 1980 öncesinde, «Türklerle Araplar savaşsa, Arapların yanında yer alırım” diyen şuursuzlar ve “Kızıl Ordu (Rus Ordusu) Türkiye’ye girse kapılarımı açarım” diyen hainler vardı. 1915 yılında, ihanetlerinden dolayı sürgünle karşı karşıya kalan Ermenilerden 500 bini Türk ismi alarak Müslüman(!) olmuş. Bir o kadar da Rum ve Yahudi din değiştirip(!) Türk ismi almış. Aramızda Müslüman gibi dolaşıp insanımızı Türklüğe düşman edenler herhalde o dönmelerin, nankörlerin torunlarıdır; bu ise bir gizli ırkçılıktır. Bu dönme ve devşirmelere ilâveten Türk düşmanlığı yarışına katılan çok sayıda nankör de var. Bunlar son on yılda iyice şımardılar, azdılar. Devletimizin en Gençlik Dergisi zor günlerini yaşadığı 19. yüzyılda, vahşi Hıristiyan sürülerinden kaçarak memleketimize sığınan, bizim de kucak açıp en güzel yerlere yerleştirdiğimiz dindaşlarımız da, işin nereye varacağını hesap etmeden, emperyalist devletlerin oyununa gelerek ihanet dokumaktadırlar. Bir başka ihanet merkezi de, Avrupa ve Amerika›nın emri ile devletine silâh çekenler... Garip değil mi? Başka devletlerin emri ile kendi devletine isyan ediyor. Bu nasıl bir ruh hali? Bir Müslüman devletin hür ve eşit mensubu olmak yerine, Hıristiyan Batı›nın kölesi olmak onlara hoş geliyor. Hakları gasp ediliyormuş da, vuruşa vuruşa onu elde edeceklermiş!.. Hoş, idarenin ihanete varan gafleti ve dış güçlerin desteği sayesinde epeyce de mesafe aldılar. Bu, «yal yediği çanağa pisleyen” hainler güruhunun yaygarasına bakıp da “Türkiye bunlardan ibarettir” zannedilmemeli… İnsanımızın kahır ekseriyeti vatansever ve milliyetçidir. Onların hakkını teslim etmek de boynumuzun borcu... Bu vatan hepimizin... Soy özürlülerin Türk düşmanlığını anlamak zor değil de; bu mübarek milletin nimeti ile beslenen, her yönü ile bu toprağın insanı olan zekâ özürlülere ne demeli? Bunların ne adına kendini inkâr ettiğini anlamak mümkün değil. Bu zavallılara ancak acınır. On yıl kadar önce, Türk düşmanlığını iman haline getiren cemaatin arasına katılmış böyle bir delikanlıya, «O Türk düşmanlarının arasında senin işin ne?” diye sormuştum da bana, “Hoca ben Türk değilim” demişti. 1461’de dip dedesini -topal olduğu için kaçamadığından- Fatih’in askerleri yakalayıp sünnetleyerek Müslüman etmiş... Adam, Türkçeden başka dil bilmiyor. Aradan 530 sene geçmiş, kendisini halâ Türk hissedemiyor; ama Türk devletinin her nimetinden fazlasıyla istifade ediyor. Ne yaparsın, tencere yuvarlanıp kapağını, b.k yuvarlanıp topağını buluyor işte... Ey Sultan Fatih! Neler ettin sen böyle? İstanbul›u aldın, Avrupalıları bize düşman ettin, Peygamber müjdesine mazhar oldun, soy özürlüleri kıskandırdın. Ermeni, Yahudi, Rum cemaatlerini adam yerine koyup dinlerini yaşamalarına imkân verdin; şimdi torunları gözümüzü oymaya kalkıyor. Kaçamayanları yakalatıp Müslüman ettin, torununu öfkelendirdin ve Türk düşmanı yaptın; bıraksan da o topal dedesi kıpkızıl gâvur kalsaydı ya!.. KERKÜK’ÜN YETİMİ Dünyaya gelmeden de anlıyor, yanıyorum; Babamı vuranları doğmadan tanıyorum. Senin feryatlarını duymadım sanma anne! Beni doğurup bir de acıma yanma anne! Çünkü benim Türk olmam suçtur onlara göre, Bu yüzden vuruyorlar Türk’ü göz göre göre. Türk düşmanı dünyaya doğurma beni anne! Babamın kanı ile yoğurma beni anne!… Kini kahkahasına dolarken o adamın, Şehadeti dilinde yarım kaldı babamın. Babam adımı Göktürk koyacaktı ya hani, Şimdi adım ne benim? Kerkük’ün yetimi mi? Anne doğurma beni, işte sen de gördün ya; Katledilirken ırkım, seyreyledi kör dünya. Sehpaya çekilirken, yanarken Türkmeneli, Tutmadı elimizi bir vefalı dost eli. Türk düşmanı dünyaya doğurma beni anne! Babamın kanı ile yoğurma beni anne!… Betül ÖVÜNÇ 19 Seyit Ali ERGEÇ TYRKEN Türkiye’de uçak üretimi devlet imkânlarıyla 1925 yılında başlamıştır. 1. Dünya Savaşı’nın enkazında kalan Almanya, işsiz kalmış yetişmiş uçak mühendislerinin bilgi ve becerilerini korunması için imkânlar araştırır. Bu dönemde yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başında ileri görüşlü Mustafa Kemal ATATÜRK vardır. İki ülke arasında zaten var olan iyi ilişkiler, uçak üretimi konusunda bir anlaşma ile sonuçlanır. 1926 tarihinden sonra Alman mühendislerin desteği ve Polonya’daki savaştan kaçan mühendislerin de katılımı ile uçak üretimine başlanır. Türkiye’de 6 ayrı yerde koordineli bir şekilde yerli imkânlarla 1952 yılına kadar değişik tipte olmak üzere 16 tip uçak tasarlanmış ve 126 adet uçak üretilmiştir. Bu üretime lisansları nedeniyle yurtdışına gönderilen uçaklar da eklenince 498 uçak ve 198 plânör imal edildiği değişik kaynaklarda geçmektedir. Bu üretimin sadece Kayseri’de üretilen kısmı; toplamda 236 Alman, 54 Amerikan, 67 Polonya, 102 İngiliz olmak üzere genel toplamda 459 uçak ve Türk Hava Kurumu için 29 plânör üretilmiştir. O yıllarda uçak üretiminde özel sektör bile büyük gelişme kaydetmiştir. Biz öyle bir milletiz ki 14 Ekim 1930’da tamamen yerli imkânlarla uçmayı başaran Vecihi Hürkuş’un uçağının ruhsat müracaatı için devlet Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir cevabını vermesine rağmen azim ve isteğini yitirmeyen bir milletiz. Türk halkı böyle bir başarıya imza atarken ne Amerika’da Boing ne de Avrupa’da Airbus uçak fabrikaları vardı. Ancak yıllar sonra Amerika uçak sanayinde çalışanların, Türkiye’den ülkelerine dönmek üzere ayrılan Polonyalı mühendislerin olduğu geç de olsa anlaşılmıştı. Türkiye, tarihinde uçak ihraç etmiş bir ülkedir. Yıllarca Danimarka’da ambulans uçak olarak hizmet veren ve Danimarka’daki adı Türkler anlamındaki Tyrken olan millli uçağımız bize bu onuru yaşatmıştır. Tyrken, Ankara Etimesgut’taki uçak fabrikasında tamamen Türk mühendis ve grafikerler tarafından tasarlanmış bir uçaktır. Ürdün, Hollanda, İsveç ve Danimarka’ya ihraç edilmiştir. Danimarka’da özellikle hava derecesinin çok düşük olduğu kuzey kutbuna yakın tipi ve karlı bölgelerdeki manevra kabiliyeti ve teknik özellik- 20 leri nedeniyle 1961 yılına kadar kullanılan tek uçaktır. “THK5” adı ile lisansı alınan uçak; iki motorlu, ahşap kanatlı, çift dümenli, 650 km mesafe uçabilen; 2 pilot, bir doktor ve iki hasta taşıma kapasitesine sahip bir ambulans uçaktı. Bazen bir mahkûmun naklinde, bazen broşür dağıtmada, asıl amacı olarak da ambulans hizmetin de kullanılan bu uçak ekonomik ömrünü tamamladıktan sonra Türkiye’deki diğer kardeşleri gibi yakılarak yok edilmiş ve bu hazin son kaderi olmuştur. ABD Marshall yardımlarıyla çökertilen uçak sanayimiz için trajik bir diğer konu da “THK13” modeli “uçan kanat” olarak tasarlayıp 1948 üretimini yaptığımız bir planörün 33 yıl sonra 1981 yılında Körfez Savaşı’nda “hayalet uçak” olarak karşımıza çıkmasıdır. Bu ülkenin kurucu iradesini zaman zaman küçümsemek veya tartışmaya açmak kimseye fayda sağlamaz. Yapılanları anlamak ve daha iyisini yapma istek ve iradesini ortaya koymak belki de daha büyük anlam ifade edebilir. Geleceğimiz olan nesillerimize millî benlik ve aidiyet duygusunu aşılamak hepimiz için bir görevdir. Millet olarak içimizdeki sevgi, dağarcığımızdaki bilgi ve başarma inancı meselelerin çözümünde anahtar niteliğindedir. Yeter ki bu gayreti ortaya koyalım. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” “Ne mutlu ‘Türk’üm’ diyene!” Gençlik Dergisi İsmail BOZKURT BİR HASRETİN HİKÂYESİ [email protected] Bu hikâye, 1970 ile 1975 yılları arasında Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü›ne bağlı Isparta ilindeki okullarda çalışırlarken 1975 Mayısından itibaren Türkiye sathına dağılarak görev yapan bir gurup ülkücü öğretmenin hikâyesidir. Suretleri farklı fakat siretleri aynı olan bu ülkü erlerinin asıl hikâyeleri «Korkut Koca” namlı İsmail Bozkurt’un yayımlanmamış “Göller Bölgesi Hatıraları” adlı kitabında anlatılmaktadır. Bunlar birbirlerini her zaman mektup, telefon, telgraf vs. ile takip etmişlerse de çoğunluğu bu yıl (2014) haziran ayına kadar yüz yüze gelmemişlerdir. Ekibin bir kısmı tam 39 yıl sonra Eskişehirli bir Türkmen ağası olan Nuh Ünsal’ın çağrısı üzerine buluşmak, görüşmek, dertleşmek ve emek verip ter döktükleri Türkiye’nin hâlini anlayıp anlatmak üzere 23 Haziran 2014 günü Eskişehir’de buluşmuşlardır. Bin dokuz yüz yetmiş beşin Rebiü’l-evvel ayında. Bir uç beyi haber saldı: “Toplanın mayıs sonunda”.. Doğu, batı, güney, kuzey. Erzurum’dan tâ Konya’ya. Bir ulakta çıkageldi, Gül diyarı Isparta’ya. Eğitimde tufan olmuş, Devlet aygıtı tekliyor. Dil bozuk, hayal yabancı, Türk genci hizmet bekliyor. Kırk yiğitten dokuzunu, Önce gönderip ileri. Hizmet hızlı ulaşmalı, Bekleyelim gelenleri. Hizmet bekler Anadolu, Gönderiyor gelenleri. Türkiye’nin dört yanında, Buluştu ülkü erleri. Şehir küçük, duygu büyük. Dostluk, sanmayın sıradan. Bir dokuz da çıkageldi, Gül diyarı Isparta’dan. Bu dokuz öyle dokuz ki, Hepsi gönülden bağlıydı. Kimi er, kimi komutan; Dokuz da evdeşi vardı. Her biri bir yerden gelmiş, Bu Isparta erenleri. Bu ne biçim bağlılık ki, Şaşırtıyor görenleri. Eşin alan ayrı düştü, “Bu ne ki?” diyen olmadı. Gönül bağlarından başka, Tutacak bağı kalmadı. Bir endiler, bir çıktılar; Türlü çileler çekmekten. Buluşmak nasip olmadı, Bir gün çalıp da felekten. Herkes bir tarafa gitti; Yerleştiler iyi kötü. Önayak olmalı biri, Bitirmeli bu hasreti. Herkes karışmış toruna, Öte yakın olmuş beri. Koca koca adam olmuş, Kucaktaki bebekleri. Zaman çok uzadı dostlar! Ölüm çökmeden ensene. Buluşalım; geçen zaman, Üç on bir de dokuz sene. Ne kadar ayrı düşseler, Yitirmediler özünü. Sesleri aynı kalsa da, Görmeliydiler yüzünü. Bu yıl haziran ayında, Biri birden bir ün saldı, Akıldane dedikleri, Kadimşehirli Ünsal’dı 21 “Yeter artık tükeniyor, Yüz yüze görmek muradı. Elde etmek gerek” deyi, Önce Korkut’u aradı. Biri bekler, biri gelir; Böylece tüketti yolu. Endi valiz alacaktı, Sardı onu dostun kolu. Ekibin en kocasıydı, Tanımaz kimse Yörük’ü. Nuh Ünsal’ın lûgatinde, Adı , “ünlü Türk büyüğü». Birbirinin sözün kırmaz, Yeter ki tutarsa dizi. Korkut Koca’yla Nuh Ünsal, Onlar: Düşünce ikizi. Seslenerek sardı onu, Sakın başkası sanmasın. Başka güman bırakmadan, Nuh’un geldiğin anlasın. Güler yüzlüdür her zaman, Kimsede görmez ayıbı İki darbe birden aldı, Hem felç vardı, hem can kaybı. Beklenmedik bir saatte, Bir gün bir telefon çaldı. “Kimsin?” demeye gerek yok, Karşıdaki Nuh Ünsal’dı. Seslenmeden yürürlerken, El kaldırıp selâm verse. İkisi de birbirini, Tanımaz sokakta görse. Neşesini kaybetmemiş, Güler karşılar herkesi. Hani Coşkun, nerde Cengiz? Dışardan duyuldu sesi. Sanki nefes almadılar, Selâm kelâm ve hâl-hatır. Gelip geçen olayları, Konuştular satır satır. Tepesinde yaylaların, Gün vurdu karlar eridi. Bunlar sefere çıkarken, Fidan gibi gençler idi. «Bir zamanlar kaptanımdı, Gelmedi mi Soner Turhan? Onu sormaya gerek yok, Hazır kuvvetim Ömer Han?» Hâl-hatır, selâmdan sonra, Nuh dedi Korkut Koca’ya: “Yirmi üç Haziran günü, Buyurun bizim obaya. Yüz yüze geldiği anda, Birden epeyce şaştılar. Sarılarak birbirine, Uzun süre bakıştılar. Herkesi tek tek sorarak, Gelenleri kucakladı. Daha gelmedi mi diye, Gözü Mevlüt’ü aradı. Baştan sana haber verip, Öbürlerin bekliyorum. Ölüm hariç, bir bahane, Sakın kabul etmiyorum.” El ele tutup koşsalar, Demen “Burda ne oluyor?”, Biri göğsünü tutarken, Öbrü omzundan soluyor. «Bekir Mavi, Emin Deniz Çıkmaz mı bunlar sokağa? Hani daha gelmedi mi, Mehmet Zengin, Himmet Ağa?» Duygulandı Bozkurt hoca, “Ne güzel olur!” diyordu. Yol uzun, kendisi yorgun; Gözü fazla yemiyordu. Birkaç ameliyat birden, Bu geçmişin hikâyesi. Alınmış fazlalık gibi, Hepsinin safra kesesi. Korkut Koca düşünüyor: «Görüşme nasıl olacak?» Geçmiş ile geleceği, İki güne sığdıracak. Kendi kendine düşünüp, “İnşallah olmaz zararım”. Döndü tekrar Nuh Ünsal’a, “Yirmi gün sonra ararım”. Şimdi ne düşünür onlar? Sorun bakalım bir kere. Güçlü bir emir alsalar, Yine çıkarlar sefere. «Herkes sözün tamamlasın, Duvara assın eleği. Yoldakiler tamam olsun, Konuşuruz geleceği. Korkut Koca darbe yemiş, Hem döşünden hem gözünden. Vaz geçmesi mümkün değil, Nuh’a verdiği sözünden. Başladılar toplanmaya, İlk gelen Korkut’un sesi. Toplanılan mekân ise, Ünsal’ın malikânesi. Sohbet balkonda sürecek, Çıkalım artık salondan.» Hatice Sultan yanında, Ömer Han geldi Bursa›dan. Yirmisi geldiği vakit, Telefon açıp aradı. “Geliyorum dostum” deyip, İlâçların torbaladı. Her şey sadelik içinde, Sofralarda zengin mönü. Güler yüzlü hoca hanım, Karşılıyor gelenleri. Sarmaş dolaş, hoş muhabbet; Herkesi tek tek taradı. «Nerde benim aziz dostum?» Deyip Cengiz›i aradı. Kayseriden yola çıktı, Yirmi’ki saat altıda. Karşıda bekleyen dostu, Zerikler durur uykuda. Yatmadılar oturdular, Dağı taşıdılar dağa. Bir de baktık çıkageldi, Yörük beyi Bayram Ağa. «Biraz sonra Mevlüt gelir, Artık son verelim düne. Purograma başlayalım, Cengiz Coşkun başka güne.» 22 Gençlik Dergisi Dediler: «Bir kural koyup, Konuşturalım herkesi. Ülke genelinde nasıl, Şu memleket meselesi?» “İnsan çabuk değişiyor, En büyük hedef ihale. Bir türlü akıl ermiyor, Nasıl gelindi bu hâle?” Otağ kurulmuş ortaya, Yükselmiş bayrak direği. Diğer çadırların hepsi, Sıralı, töre gereği. Derhal konuya geçildi, Eller defterli kalemli. Ne yaptığın bilir herkes, Bunlar eskiden talimli. “Dini pazara çeker de, Kucaklar dünya nimeti. Demiyor mu kutsal kitap ‘Satılmaz Allah âyeti’?” Duvar yıktık, helik seçtik; Yaşadık burda töreyi. Bu duyguyu yaşatansa, Gençlerden bir Yörük beyi. «Çay, kahve hazır!” deyince, Vakti biraz o bölüyor. Namazınki uzun değil, Herkes seferî kılıyor. “Ulaşmamız gerek halka, Anlatmalı bildiğini. Çılgın tüccarın elinden, Kurtulmalı İslâm dini.” İki gün kapalı kaldık, Hoş geldi dağın havası. Hoca hanım Karamanlı, Nuh Ünsal, Türkmen ağası. “Değerler alt üst oluyor, Bayrak sembol ve andımız. Haine dokunur oldu, Beş bin yıllık Türk adımız.” “Etrafta dost bırakmadık, Morali bozuk ordunun. Allah zeval göstermesin. Düşmanı çok Türk yurdunun.” Gelmişti ayrılık vakti. Bilet hazır, belli yeri. Herkes geldikleri yere Sırasıyla döndü geri. “Kutsalları kucaklayıp Harcıyorlar eğlenceye. Dom dom kurşun sıkar gibi Dalda ki garip serçeye.” “Çağı iyi okumalı, Devletsiz olmaz hürriyet. Haine güvence için, Ayak altında milliyet.” “Dünkü dostu düşman seçmiş, Bu gün gelmezse işine. Allah, Kur’an silâhıyla, Vuruyor din kardeşine.” “Bu ikilik neyin nesi? Düşman seçersin devleti? ‘Millet’ diyorsunuz; ama Neden değil ‘Türk milleti’?” İlk gelen Korkut Koca’ydı; Son giden de o olacak. Saat yirm’ikiden sonra, Acep nasıl ayrılacak? Arkaya bakmadan gidin, Ayrılmak gerek buradan. Nuh Ünsal, Kadriye Hanım, Onlar ayrıldı perondan. “Bir gariplik daha var ki, Bu yanlışlar yol alıyor. Gaflet uykusunda sarhoş, Herkes maşallah çalıyor.” İki gece, iki gündüz Durmadan çene yordular. Yaylaya atıp özlerin, Felekten bir gün çaldılar. Ayrılırken görmeyecek, Sıkıca tuttu nefesin. Ve böylece tamamladık, Bir hasretin hikâyesin. Türk İslam âleminin mübarek Ramazan Bayramı’nı kutlar herkese sağlık, mutluluk ve esenlikler dileriz. Derneğimizde bayramlaşma, bayramın üçüncü günü (30. Temmuz. 2014) saat, 13.30’da yapılacaktır. BİLGİYURDU GENÇLİK EĞİTİM VE KÜLTÜR DERNEĞİ 23 SEVERİM ÜLKEMİN İNSANLARINI Mehmet PUSAT Severim ülkemin insanlarını: Helâl rızık peşinde koşanları. Vakit geçirmek için değil üretmek için çalışanları… Motorcuları, kaportacıları, tornacıları… Sarılmak isterim onlara, varsın kirli olsun giysileri. Tezgâh başındaki işçiyi, direksiyon sallayan şoförü, ekin biçen köylüyü, proje yapan mimarı, kendini vere vere ders anlatan öğretmeni severim. Şehir uyanmış. Duraklar insan dolu… Servisler vızır vızır… Kepenkler açılıyor. Her yer de bir telaş, bir hareket. İş yerine ulaşmaya can atıyor memurlar. Gecikmek olmaz. Bu hengâmede kırmızı ışıkta duruyor, gişe önlerinde sıraya giriyorlar. Sıra-saygı, kural-kaide bilen bu vatandaşları severim. Otobüslerde, tramvaylarda kitaplarıyla, sırt çantalarıyla görürüm onları. Üniversitede öğrencilerimiz… Hangi şartlarda okuyorlar, olanakları var mıdır yok mudur? Onları düşünürüm. Ne zaman bir ilkokula gitsem göğsüm kabarır. Kuş cıvıltısı gibidir sesleri. Çoklukları, neşeleri gururlandırır beni. Hele al bayrak önünde İstiklâl Marşı’nı söyleyişleri, içtenlikleri… Başlarında vakur öğretmenleri… Milletimin sırtı yere gelir mi? Ne zaman otobüse, tramvaya binsem yer veriyorlar bana. Yaşlıyım ya. Bazen üzülüyorum: Belki yorgun bir işçi, uykusuz bir öğrencidir. Yine de yer veriyor. Temiz süt emdiği bellidir. Bir gün rahmetli Türkeş, Türk töresi nedir, diye sormuştu bize. Bir şeyler söyledik ama o, yeterli görmedi. Sonra kendisi, yavaş yavaş, tane tane şunları söyledi: Birincisi, küçüklere sevgi, büyüklere saygıdır. İkincisi, başkalarının hak ve hukuklarına riayet etmektir. Üçüncüsü, tertipli-düzenli olmaktır. Dördüncüsü, her insanın kişiliğine saygı göstermek ve asla baskı yapmamaktır. Beşincisi, ekmeğini helâl yoldan kazanmaktır. Can kulağımla dinlediğim için bu sözleri hiç unutmadım. Bir ihtiyar vardı köyümüzde. Bütün işi yolları temizlemekti. Güneş altında usanmadan çalışırdı, bir karşılık beklemeden. Çocuktum, hiç sormadım, neden diye. Ancak, şimdi idrak edebiliyorum: insana hizmet, Hakk’a hizmettir. O ihtiyar amca, imanın gereğini yapıyormuş. İşte ben, böyle şamatasız, gürültüsüz, reklâmsız hizmet edenleri severim. Güzel mi güzel bir vatanda yaşıyoruz. Taşı toprağı bana altın, suyu zemzem… Onu nasıl kıyıp kirlete biliyoruz? Bir kibrit çöpü atmaya kıyamam ben. Bu topraklar için 24 toprağa düşenleri düşünürseniz, siz de atamazsınız. Bir tarihte Dr. Mevlüt Merzan, eşi Dr. Emine Hanım, üçümüz otomobilleriyle Ankara’ya gidiyoruz. Elma, muz almışlar, yiyoruz. Muz kabuklarını koyacak yer bulamadım. Aracın kirlenmesini istemediğimden camı açıp dışarıya fırlatıverdim. Bir gaflet anı… Emine Hanım nasıl ayıpladı beni nasıl. Hâlâ utanıyorum ve aldığım dersi unutmuyorum. Vatanımı seviyorum sözünü çok duyarız. İyi de göster kardeşim sevdiğini. İcraat nerede? O lâfın vatana bir faydası var mı? Ne üretiyorsun onu söyle. Meselâ, bir kişiye bile olsa bir iyiliğin olmuş mudur? Yoksa “hep bana, hep bana” diyenlerden misin? Vatan, topraktan ibaret değildir. Vatan, toprak üzerinde var olan bütün canlı ve cansız varlıkların bütünüdür. İnsan, maden, çiçek, kurt, kuş, ırmak, dağ bayır hepsi bu kavramın içindedir. Dolayısıyla vatanını seven, vatanın dağını, ırmağını, bitkisini de sevecektir. Madenleri, bitkileri yabancılara peşkeş çekmeyecektir. Vatanı Mehmetçik gibi seveceksin. Bir heykel misali sessiz, soluksuz, gözlerini kırpmadan nöbet tutan Mehmetçik, nasıl görev yapılacağının bilincindedir. O, benim kahramanım, övüncümdür. Sevgiden daha ileri ona hayranlığım vardır. Türk’ü Türk yapan bütün değerleri severim ben. Açları doyuran, çıplakları donatan Oğuz beylerini, sinsin oynayan Avşar yiğitlerini, Elazığ’ın gakgoşlarını, Erzurum’un dadaşlarını, Karadeniz’in reislerini, Ege’nin efelerini, Torosların Yörüklerini, zulme baş eğmeyen Köroğlu benzeri koçları severim. Türkülerimiz, şarkılarımız, masallarımız, destanlarımız, fıkralarımız ne güzeldir. Onları söyleyen, anlatan dilleri severim. Gönül adamlarımız vardır, karıncayı bile incitmezler; kem söz nedir, bilmezler. Ahmet Yesevî’nin, Yunus’un soyundan gelmişlerdir. Kadir Tanrı›m kurutmasın bu soyu. Anne ile kızının, baba ile oğulun, askerlik arkadaşlarının sohbetleri tatlı mı tatlıdır. Çünkü, sözler gönülden dökülür. Sadece gözümüzü değil gönlümüzü de açalım dostlar! Gönül gözüyle bakarsak, sevilecek ne çok şey olduğunu görürüz ülkemizde. Sevebiliyorsak eğer, hayatın tadı onlardadır. Yoksa hayatı zehir ederiz kendimize. Kinle, nefretle bir ömür nasıl geçer? Kin ve nefretin omuzlarımızdaki yükünü atabilmeli, yüreğimizdeki pasını silebilmeliyiz. Bunun için Allah’ın verdiği sayısız nimetleri hatırlamak ve onlardaki güzellikleri seyre dalmak yeterlidir. Gençlik Dergisi Mehmet KILINÇ [email protected] ANAYASAMIZ VE MİLLİYETÇİLİK - 1 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Başlangıç” kısmında: “Türk vatanı ve milletinin ebedî varlığını ve yüce Türk devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa , Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda; Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve mânevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde ; Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun bu anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı; Kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu; Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve mânevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı; Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve maddî ve mânevî varlığını bu yönde gelştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu; Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda , millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde , nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu; FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere; TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN demokrasiye âşık Türk evlâtlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” denmektedir. Anayasanın maddeler halinde sıralanan bütün hükümleri, buna dayanılarak çıkarılan bütün kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgeler Anayasanın başlangıç kısmında belirtilen esaslara aykırı olamaz, hiçbir anayasa maddesi bu esaslara aykırı şekilde yorumlanamaz. Her kanun, her icraat bu anayasanın başlangıç kısmında belirtilen bakış açısına ve milliyetçilik anlayışına uygun şekilde yorumlanıp uygulanır. Anayasamız: 1. “Egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu”nu; 2. Anayasa maddelerinin ve buna bağlı olarak çıkarılan kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelerin “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda” yorumlanmak mecburiyetinde olduğunu; 3. “Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve mânevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği”ni çok açık ve kesin bir dille ifade etmektedir. Bütün bu âmir anayasa hükümlerinin temel kaynağı olan “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı” ile onun “ilke ve inkılâpları”nın bilinmesi, anlaşılması şarttır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan ve Cumhuriyet Türkiye’sine damgasını vuran Atatürk’ü anlamak, onun düşünce yapısını kavramak için onun icraatını bir bütün olarak ele almak gerekir. O zaman görülecektir ki Atatürk’ün düşünceleri bazı prensipler etrafında toplanmaktadır. Bunlar “milliyetçilik, inkılâpçılık ve lâiklik”tir. Atatürk ilkeleri olarak bilinen “cumhuriyetçilik, halkçılık ve devletçilik” bu üç prensiple yakından ilgilidir ve kolayca bu prensiplere bağlanabilir. Onun için biz burada Atatürk’ün düşüncelerinin ve icraatının temellerini teşkil eden bu üç prensipten “hukuk”la ilgili olan “laiklik”, hukukçuların ihtisas alanına girdiği için onu hukukçulara bırakacağız ve bu yazımızda milliyetçilik ve inkılâpçılık üzerinde durmaya çalışacağız. Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Atatürk Devrimleri 1. Milletlerarası Sempozyumu”nda sunduğu tebliğine: “Atatürk’ün çeşitli yönlerinden birini diğerine bağlayarak bir sentezini yapmak istediğimiz vakit bulabileceğimiz en hâkim vasfı Türkçülüğü ve milliyetçiliğidir.” diyerek başlar ve sonra da: “Millet, gene millet, daima millet; Millî Mücadele, TBMM, Millî Kurtuluş Savaşı, Millî irade, millet egemenliği ve nihayet millî eğitim ve millî kültür davası… İşte Atatürk’ün dilinden düşmeyen ve ölümünden beş yıl önce onu ‘Ne mutlu Türk’üm!’ diye sesi kısılırcasına haykırtan slogan hep bu.” diyerek birbiriyle ilgili birçok kavramı sıraladıktan sonra : “Mustafa Kemal gibi bir akıl adamına bu coşkunluk, bu etrafa meydan okurcasına direniş nereden geliyordu ve son günlerinde ‘Türk milleti dünyanın en asil soyudur.’ inancını ona kim vermişti?” diye sorar. Elden giden vatan topraklarının eski Türkiye haritası 25 üzerinde yeri bulunamayınca, devletin aczinden ayni dille yanıp yakınanların yaşaran gözlerinin ayni hınçla dolu olduğunu ifade eden Yakup Kadri, Mustafa Kemal’in ise yalnız bu hınçla kalmayıp ilk fırsatta bunu bir tepki haline koymuş olmasını anlamlı bulur ve şöyle devam eder: “Devlet düşkünü bir milletin kalbini kemiren bir aşağılık duygusu kompleksi… ihtilâl tarihlerinde başa geçenlere umulmadık bir dinamizm veren duygu da yarıdan yarıya asıl budur ve Mustafa Kemal’i Atatürk yapan etkilerin başında bu gelir ve yalnız ona masal tabirlerine göre ‘yedi düvele karşı savaşmak’ ve yeni bir devlet kurmak hamlesini vermiştir. Çünkü Atatürk’ün milliyetçiliği hudutsuz bir gurur, hudutsuz bir izzet-i nefis idi. Yaradılış itibariyle dünyada her şeye karşı hoşgörülü ve kalender denecek kadar rind olan bu adam, o hissine dokunulduğu zaman büsbütün tanınmaz bir hale girer; kızgın, mutaassıp bir lider kesilirdi.”[1] Atatürk’ün hayatı incelendiği zaman görülecektir ki büyük Türk fikir adamı Ziya Gökalp’ın onun üzerinde inkâr edilemeyecek derecede tesiri olmuştur. Bizzat Atatürk bu gerçeği bir yabancı gazetecinin sorusuna verdiği şu cevapta açıkça belirtir: “Hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tır.” Atatürk Samsun’a çıktıktan üç gün sonra İstanbul’da Sadaret (Başbakanlık) makamına yazdığı 22 Mayıs 1919 tarihli raporda “kurtuluş hareketinin birliğe, millî hâkimiyete ve Türk milliyetçiliği fikrine dayanacağı”nı dile getiriyordu.[2] A. Afetinan’ın naklettiğine göre Atatürk, bir konuşmasında: “Bizim milletimiz, milliyetinden tegafül edişin (bilmezliğe gelişin) çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dâhilindeki akvam-i muhtelife (muhtelif kavimler/milletler) hep millî akîdelere sarılarak milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden koğulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkîr, tezlîl ettiler. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış.”[3] Atatürk’e göre “Milletin idâme-i mevcudiyet için (varlığını devam ettirmek için) efradı (fertleri) için düşündüğü rabıta-i müştereke (ortak bağlar), asırlardan beri gelen sekil ve mahiyetini tebdil etmiş (değiştirmiş), yani millet, dinî ve mezhebî irtibat yerine Türk milliyeti rabıtasıyle efradını toplamıştır.”[4] Türk milliyetçiliğinin esaslarını belirlemek Mustafa Kemal’in üzerinde ısrarla durduğu bir husustur. Memleketin siyâsî kadrosunu teşkil etmek maksadıyla 1923 Ağustosunda kurduğu Cumhuriyet Halk Fırkasının İkinci Büyük Kongresinde 22 Ekim 1927 günü kabul olunan nizamnâmenin 1. maddesinde Fırkanın “cumhuriyetçi, halkçı ve milliyetçi” olduğu açıklandıktan sonra 4. maddede milliyetçiliğin “Türk dilini ve Türk kültürünü bihakkın tamim ve inkişaf ettirmek”i gerektirdiği kaydolunmuştur. Cumhuriyet Halk Fırkasının 1931 Mayısında toplanan 3. Büyük Kongresinde ise konu daha etraflı bir şekilde ele alınmış ve Türk milliyetçiliği “Bütün muasır milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimâî hayatının hususî seciyesini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmayı esas sayar.” cümlesiyle açıklanmıştır.[5] Atatürk’ün inandığı “millet” mefhumu Ziya Gökalp’ın telâkkisinden farksızdır. Gökalp, milleti şöyle tarif ediyordu: “Millet, lisanen müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan harsî bir zümredir.” Atatürk ise milleti “Dil, kültür ve 26 mefkûre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve içtimâî heyet” olarak anlıyordu. Bugün Türkiye’yi eyaletlere, Türk milletini 36 etnik gruba bölmeye çakışan gafil ve hainlerin yıllar öncesindeki seleflerine de şöyle diyor: Bugün Türkiye’yi eyaletlere, Türk milletini 36 etnik gruba bölmeye çalışan gafil ve hainlerin yıllar öncesindeki selefleri için de şöyle diyor Atatürk: “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bu damarlar, birbirini tanısın. Türk milletinin toplumsal düzenini bozmaya yönelik çabalar boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir topluluk değildir.” “Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç düşman aleti mürteci, beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar. Bugün içimizde bulunan Hristiyan, Musevî vatandaşlar, mukadderat ve talihlerini Türk milletine vicdanî arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakılmak, medeni Türk milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi?” Atatürk, Türkçe konuşan ve kendini Türk hisseden her şahsı Türk saymıştır. Onun milliyet anlayışı toprak ile sınırlanmamıştı. Bu yüzdendir ki Türkiye dışında kalmış Türklerle yakından ilgilenir, Türkiye’ye sığınan Türklerden hiçbir yardımı esirgemezdi. Prof. Abdulkadir İnan’ın anlattığına göre Atatürk, dış Türkler konusundaki düşüncelerini şöyle açıklıyor: “Rusya’dan bize sığınan (Türk) siyaset adamları soydaşlarımız, kardeşlerimizdir. Dünyanın gittikçe karışan ve gittikçe tehlikeli bir istikbale yönelen tutumu muvacehesinde bizim durumumuza hususî bir önem vermelerini beklemek hakkımızdır. Şunu da takdir etmeleri lâzımdır ki Türk milleti Kurtuluş Savaşından beri, hatta bu savaşa atılırken bile mahkûm milletlerin hürriyet ve istiklâl davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara müzaheret etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve istiklâllerine kayıtsız davranması elbette tecviz edilemez. Fakat milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalâa ve müdafaa edilmemelidir. Milliyet davası siyasî bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir. Şuurlu ülkü demek, müsbet ilme, ilmî usullere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde propagandalarda müsbet usullere müracaat etmek esastır. Hareketlerin imkân sınırları ve sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müsbet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.” Görülüyor ki Atatürk Türk milletini bir bütün olarak ele almakta, bütün dünya Türklüğünün kültürce birleşmesini hürriyet ve istiklâllerine kavuşmaları için imkân dâhilinde çalışılmasını istemektedir. Gençlik Dergisi TÜRKİYE’NİN IŞİD İLE İMTİHANI IŞİD ( Irak Şam İslam Devleti ) adını Türkiye ve dünya kamuoyu yaklaşık bir yıldan beri Esat karşıtı güçlerden birisi olarak duymaya başladı. Aslında Irak’ta Sünnî Arapların yoğun olduğu bölgelerde konuşlanmış durumda gözüken bu örgüt,Türk kamuoyuna Niğde baskını ve Süleyman Şah türbesinin savunulması ile ilgili konularda yoğun olarak gündeme geldi. Bu örgüt,2014 Haziranında bir gece ansızın Musul’a girerek,neredeyse bir mermi dahi atmadan, Musul’u işgal etti ve Musul’da ne kadar banka varsa hepsini yağmaladı. Musul’u savunacak Irak ordusuna ait askerler ise sivil elbise giyerek Musul’u bu örgüte teslim etti. Üstelik ellerindeki silah ve cephaneyi hatta bir helikopteri IŞİD militanlarına teslim etti. Örgüt Musul’da özellikle Türklerin yaşadığı bazı yerleri tahrip etti, karşı gelen Türkmenleri fütursuzca öldürmekten çekinmedi, Kürtlere ise hiç dokunmadı. Irak ordusunu silah bırakmaya zorlayarak girdikleri şehirleri teker teker ele geçirdiler. Ancak bir yere dokunamadılar, o dokunmadıkları yer de Kerkük. Ne hikmetse Kerkük’e dokunmadılar. Orayı Kürtlerin işgaline terkettiler. Sanki zımnen paylaşıp Musul benim, Kerkük senin demeye getirdiler. Özellikle petrol bölgelerini, boru hatlarının geçtiği ve su kaynaklarının olduğu bölgeleri ele geçiriyorlar. Asıl hedeflerinin Bağdat olduğunu söylüyorlar. Özellikle Şii halktan kim olursa olsun öldürüyor, Şiilere hayat hakkı tanımıyor ve bu yaptıklarına mezhep çatışması görüntüsü vermeyi de ihmal etmiyorlar. Irak’tan ve Suriye’den koparıcakları topraklar üzerinde Sünnî bir İslam Devleti kuracaklarını söylüyorlar. Örgüt, tüm bu olup biten acı olayların daha da Ahmet MUHTAROĞLU acısını Türkiye’ye yaşatarak 49 konsolosluk görevlimizi ve 32 tır şöförümüzü rehin alarak Türkiye’ye oldukça ağır ve anlamlı bir mesaj verdi. PEKİ KİMDİR BU IŞİD DENEN ÖRGÜT? ABD, 1980’lerde Rusya’nın Afganistanı işgali ile bu bölgeyi Sovyetlerin hegomonyasına teslim etmemek ve pasifik politikalarını gerçekleştirmek için Afgan mücahitlerini destekleme adına Sovyetlere karşı El Kaide ismi ile anılan bir örgüt kurdu. Pakistan daki Taliban’dan tutunuz Suriye’deki El Nusra’ya, Nijerya’daki Boko Haram’a varıncaya kadar Ortadoğu ve Afrika’da ne kadar İslami bir örgüt varsa El Kaide’den doğmuştur. IŞİD örgütü de bunların bir koludur. Yüce gayelerinin İslam olduğunu söylüyorlar; ancak, zaman zaman gerçek Müslümanlıkla bağdaşmayan eylemler yaptıkları da bir vaka. El Kaide ile başlayan, yer yer taşeron görüntüsü de veren, kimin için ve hangi gayeye matuf işler yaptıkları hep sorgulanmış bir yapıyı içermektedir. Genellikle söz konusu örgütleri;tacından ve tahtından emin olmak, saltanatlarını güvenceye almak isteyen zengin Arap şeyh ve sultanlarının finanse ettiği bilinmektedir. IŞİD örgütünün özellikle Irak’ta gelişip güçlenmesinde 2003’de ABD’nin Irak işgaline karşı verilen savaş etkili olmuştur. Ancak bu emparyalist karşıtlığı yerini mezhep çatışmasına bırakmıştır. Bugün IŞİD örgütler koalisyonu görüntüsü vermektedir. İçerisinde mezhepçi olanlar var, El Kaideci olanlar var, El Kaideye karşı olanlar var, Arap milliyetçisi olanlar var, Vahabi (Selefi) olanlar var, emparyalizme karşı olanlar var; ancak değişik yapıda ve düşün- 27 cede olmalarına rağmen bir konuda ittifak etmişler: Irak bölünecek. Yani Irak’ın bölünmesinde hem fikirler. Irak resmen olmasa da fiilen 3’e bölünmüştür. Örgüt, Suriye’de Sünnîlerin yaşadığı yerler de dahil olmak üzere Irak’ta bir Sünnî Arap devletini kuracağına inanmış ve bu konuda hayli mesafe almıştır. Bugüne kadar bu örgütlerin El Kaide de dahil hiçbirisinin devleti olmamıştır. IŞİD ise şu anda örgütten devlete geçiş dönemini yaşamaktadır. Sünnî Araplar, Şii Araplar ve Kürtler olmak üzere fiilen 3’e bölünmüş olan Irak’ta IŞİD, Sünnî Arap devletçiğini kurmakla görevlendirilmiştir. 2003’den bu yana, yani ABD’nin Irak işgalinden bu yana geçen 10 yıl boyunca ülke, bu ve benzeri örgütler yüzünden iç savaş yaşamış, hergün ortalama 40-50 kişinin öldüğü bu iç savaşa malesef “Mezhep savaşı” görüntüsü verilmiştir. Oysa bu çatışmalar bölünmeye giden yola döşenen taşların ifadesiydi. Bu çatışmaları durdurmak adına uluslararası hiç bir kuruluşun ve kurumun hiç bir ülkenin (Türkiye dahil) bir çabasına pek şahit olunmamıştır. Gelinen bugünkü noktada ise ne Şii Arapların, ne Sünnî Arapların, ne de Kürtlerin birlikte yaşama ihtimalleri ve iradeleri kalmamıştır. Bu geçen zaman içerisinde Kürtler önce fiilen bir bağımsız federe devlet kurdular, kısmî istikrara kavuştular, Tabii öldürülen Türkmen Liderlerini saymaz isek. Şii Araplar ise başta Maliki olmak üzere ABD sayesinde bir Irak devletine kavuştuğunu zannederek Sünnî Araplara karşı haksız muamele ile bu sonu hızlandırdılar. Baştan beri de emperyalizmin planlarına hizmet ettiklerini bir türlü fark edemediler. Kürtlere söz geçiremeyen Maliki, Sünnî Arapları sistemden tasfiye etti. Sünnî Arapların bugünkü isyanı ve IŞİD’ın yanında yer almaları biraz da Maliki’nin yönetim tarzından kaynaklanmıştır. TÜRKİYE AÇISINDAN DURUM NE? Dış politikaların başarısı veya başarısızlığı sonuçlarına göre tartışılır.Bugün Türkiye’nin güneyinde bir Afganis- 28 tanlaşma oluşumu yaşanmaktadır. Eğer devleti zayıflatırsanız radikal gruplar öne çıkar ve boşluğu onlar doldurur. Irak’ta yaşananlar bugün budur. Keza Suriye’de de durum farklı değildir. ABD’nin 2003 işgali ile başta ordu ve Irak Devletinin tüm alt yapısı çökertilmiştir. Meydan radikal örgütlere teslim edilmiştir. Suriye’de de öyledir dedik ancak Irak’tan biraz farklı durum söz konusudur. Hiç bir batılı devlet ve de Türkiye Suriye’nin devlet yapısının bu kadar güçlü olduğunu kestirememiştir. 2011 Mart’ında Suriye’ye karşı başlatılan harekette Suriye ordusunun bir kaç fire hariç bu kadar sağlam olduğu hep gözlerden kaçmıştır. Aslında Türkiye’de de durum farklı değildir. Hükümetin kendi ifadesi ile TSK’ya kurulan kumpasla zayıf düşürülen ordunun komuta kademesinin zafiyeti sonucu açılımın gündeme gelmesi ve Oslo müzakerelerinin başlaması aynı zamana denk düşmekte ve askeri gücün kırıldığı oranda İmralı ile samimi ilişkiler ve devletle pazarlık dozu artarak devam etmiştir. Keza TSK ‘nın gücünün kırıldığı oranda Kuzey Irak’a harekât yapma hızı azalmış, PKK silah bırakmaya zorlanamamıştır. Musul’da elçiliğimizin basılma hadisesinin arkasında bile zaafa uğramış ve caydırıcılığı azalmış TSK’nın düşmanları cesaretlendirmesinin payı vardır. Musul hadisesi aslında Türkiye için tarihi bir olaydır. Arap dünyasının bölge ile ilgili politikamıza adete meydan okumasıdır. Belki de Sayın Davutoğlu’na nispetle ‘’Eğer Orta doğu’ya parmağınızı sokarsanız başınıza gelecekleri düşünün.’’ kabilinden bir mesaj verilmek istenmiş olabilir. Olaylar karşısında Türkiye’nin Musul ve Kerkük ile ilgili söyleyecek bir sözünün olmadığı biraz daha belirgin hale gelmiştir. Gerçi Kuzey Irak Kürt liderinin bağımsızlık söylemine karşı İsrail ‘’Ananızın ak sütü gibi helaldir; ve hak ettiniz’’ der demez AKP Genel Başkanı Yrd. Hüseyin Çelik durumdan vazife çıkararak Kürtlerin bağımsızlık hareketini destekleriz şeklinde beyanat vermiştir. Musul’un IŞID ve Kerkük’ün Kürtler tarafından paylaşılması bugünden ziyade geçmişte hazırlanmış projenin gereğidir. Buna mukabil Sayın Başbakan’dan duy- Gençlik Dergisi duğumuz Kerkük de özerk olacak formunun hesapları geri tepti. 3,5 Musul da hiç endişeniz olmasın sene boyunca düşmeden direnmebeyanının sıradan bir söylem olsinin 2 ana sebebi vardır: madığına inanmak isteriz. 1. Esat’a halkının desteği IŞİD örgütünü finanse Bu beyanlar yanında, anladığı2. Irak, İran ve Rusya’nın lojiseden diğer iki devletin de mız kadarıyla, Türkiye’nin kafası tik desteği. kendilerine göre hesapları karışık. Türkiye karar verme aşaPlatform üyeleri bu durumu vardır. Bunlardan bir tanesi masında. Bir yanda rehine krizi, net gördü. Bu lojistik desteği yıSuudi Arabistan ve diğeri de bir yanda uzun vadeli enerji anlaşkılmadan Suriye’nin yıkılmayacaması yaptığımız Kürtler, bir yanda Katar’dır. ğını anladı ve işe Irak’tan başlaTürkmenler ve biryandan da Sünnî dı. Suriye’ye olan Irak, İran ve Iraklıların temsilcisi konumundaki Hizbullah eksenindeki destek ve Suriye sınırında komşumuz olkesilirse Suriye ancak o zaman muş IŞİD örgütü. Bu denklem zor yıkılır diye düşünüldü. Ayrıbir denklem.Türkiye’nin kart açca, İsrail’in güvenliği açısından ması kolay değil. Neyi hedefleyeİran’dan Doğu Akdenize uzanan ceği bellli değil. Süreç çatışma üzerinden ilerliyor. Şimdiİran, Irak, Suriye, Lübnan, Hizbullah Şii ekseni İsrail’i ye kadar Türkmenler üzerinden bir güç oluşturulabilseydi, çok rahatsız ediyordu. Bu Şii zincirin oluşturduğu gücün Türkiye’nin işi belki daha kolay olurdu. halkası bir yerden koparılmalıydı. Bu da Irak’ta Sünnî Yok sayılan ve kendi kaderlerine terk edilen Türkmen- Arap Devletçiğinin kurulması ile mümkündü. Bizce IŞİD ler Kürtlerin insafına terk edilmiş durumdalar. Türkiye’nin olayının arka planlarından en önemlisi budur.İkinci ana stratejik kararını gözden geçirmesinin bizce tam zamanı. sebep IŞİD’in aslî görevlerinden birisi de Kürt devletinin, Bağımsız bir Kürdistanı mı destekleyecek, bağımsız bir bu hengâmede kuruluşunu gerçekleştirmek.Böylece IŞİD Sünnî Arap (IŞİD) devletini mi destekleyek, buna paralel olaylarında şimdilik kazanan iki taraf var biri İsrail diğeri olarak Kuzey Irak Kürt bölgesi ile yapılan 50 yıllık enerji de Kürtler. anlaşmasını mı sürdürecek, ya da Irak’ın toprak bütünlüBunların dışında IŞİD örgütünü finanse eden diğer iki ğünden yana mı olacak? Türkiye’nin bu sorulara cevaplar devletin de kendilerine göre hesapları vardır. Bunlardan bulma zarureti vardır. Suudi Arabistan ve Katar’ın dışında bir tanesi Suudi Arabistan ve diğeri de Katar’dır. Bu iki Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olan tüm Arap camiası ülkenin ezeli düşmanı bildiğiniz gibi İran’dır. İran’ın İran, Irak’ın bölünmesinden yana olan Türkiye için ne düşünürIrak, Suriye, Lübnan ekseninde doğalgazı Akdeniz ulaştıler acaba? Bağdat’ı, İran ve Suriye’yi dışlayarak, bunları racak boru hattı inşaatı şu an yürümektedir. Bu boru hattını karşımıza alarak yapılan 50 yıllık enerji anlaşmasının sürKatar, Suudi Arabistan ve İsrail engellemektedir. İnşaatın dürülebilmesi mümkün değildir. Keza bu petrol işbirliğine başlangıcından bu güne kadar bu boru hattı 54 defa bomABD ve İsrail de karşı olduklarını beyan etmişlerdir. Eğer balanmıştır. İsrail, Katar ve Suudi Arabistan, İran gazının Türkiye Irak’ın bölünmesinden yana tavır alırsa yani Akdenize çıkmasını engelleyip, kendi boru hatlarını faaIŞİD örgütüne ve onun üzerinden kurulan bu oyuna liyete geçirmek istemektedirler. Kısaca, yüklenicisi IŞİD destek verirse PKK ‘nın silahları da meşruiyet kazanır. olan Irak savaşının önemli gerekçelerinden birisi de, Doğu Siz PKK’ya silah bıraktıramazsınız. Ayrıca şu andaki Akdeniz e ulaştırılacak Selefi Doğalgaz Boru Hattı ile kaos ilerledikçe yeni yeni ittifakların doğacağı ve karşımıPars Şii Doğalgaz boru Hattı Savaşıdır.Tabii İsrail de za kimlerin çıkacağını kestirmek zor. Bütün bu olanları iyi kendi gazına rakip olan iki hattı da istemeyerek kavgaya analiz edip Türkiye’nin zihnini netleştirmesi lâzım. su taşımaktadır. Gelinen noktada Irak Savaşı’nın büyüme emareleri SONUÇ ve coğrafyada ateşin her yeri sarma belirtileri mevcuttur. Osmanlı Devletinin emperyalist batılılar tarafından pay- Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan Rusya, İran ve Mısır laştığı 1. Dünya Savaşı’nın son perdesinde, Ortadoğu’da bir araya gelerek deklerasyon yayınlamışlardır.Ayrıca İran cetvelle cizilerek kurulmuş devletlerin yerini şimdi petrol muhtemel IŞİD saldırılarına karşı Bağdat’ı korumak adına, devletçikleri alıyor. Şimdi bunların nasıl kurulduğuna şa- Irak sınırına 40 bin asker konuşlandırmış ve buna karşılık hitlik ediyoruz. Kurulu devletlerin aynı coğrafyada yaşa- Suudî Arabistan’ın 60 bin askerini Irak sınırına konuşlanyan halkın içinden peydahlanan yerli işbirlikçiler elliyle dırdığı basında yer almıştır. parçalanmsı daha da acı verici bir olay… Yüz yıl önce emIrak konusunda ülkemiz çok temkinli davranmak zoperyalist İngiltere Şerif Hüseyinin kulağına Osmanlıdan rundadır.Türkiye gelişen olaylardan sonra Irak’ın ve bağımsız büyük Arap devleti hayalini fısıldamıştı. Bugün Suriye’nin parçalanmasına asla rıza göstermemelidir.Şayet IŞİD örgütüne Irak Sünnî Arap Devleti vaad edilmiş. Oyun Irak bölünür,Sünnî Arap Devleti kurulur ise Suriye’nin yıaynı, oynatan aynı, oynayan aynı. Hedef hiç değişmemiş. kılması yeniden gündeme gelebilir.Çünkü, İran ve Irak’ın Yüzyıl önce hedef İsrail’in kuruluşu idi, bugün ise İsrail’in sağladığı lojistik destek kesilmiş olacaktır. güvenliği. O gün enerji kaynaklarına ulaşma savaşı, bugün ve Erbil bağımsız olursa, Türkiye Erbil’e bağımlı hale ise aynı savaşın devamı. gelecektir.Ancak, Türkiye enerjiye bir şekilde ulaşmak IŞİD’la verilmek istenen mesajları iyi algılamamız la- durumundadır.,Gelecek nesiller ve ülke bekaası için Türzım.Suriye’de başarısız olan batı geç de olsa şunu fark etti. kiye hesabını iyi yapmak zorundadır. Suriye’de batı sert kayaya çarptı. Suriye’yi yıkanlar plat- 29 ‘’Kayseri kompartımanı’’nda AYVAZ GÖKDEMİR Mustafa ŞERBETCİOĞLU Ayvaz Gökdemir ile ilgili olarak, bugüne kadar fikriyatını, mücadelesini ve siyasi çalışmalarını esas alan, yeteri kadar neşriyat yapılmıştır. Yazılmış olanların benzerleri ile huzuru işgal etmek, anlamsız olacaktır. Niyetimiz, yapılmış olan genel nitelikteki değerlendirmelerin ‘’Kayseri kompartımanı’’ ile ilgili, varsa, eksiklerini tamamlamaktır. Bir ve beraber olduğumuz günlerden kalanları arz etmektir. ’’hoş seda” yı biraz daha özel hale getirerek, ’’dost sesi’’ şeklinde takdimdir. Ders alınabilecek nitelikte gördüğümüz yaşanmışlıklardan, arkadaşlarımızın da haberdar olmalarını arzulamış olmaktır. Zira, bilebildiğimiz kadarıyla, hemen her seviyede, ’’anlamlı’’ sayılabilecek ilişkiler söz konusuydu… Öğretmenimizle ilk karşılaşmamız, şehrimizde milliyetçi olarak bilinen şahsiyetlerin ekseriyetinin iştiraki ile, Düzgün hocanın evinde yapılan toplantıda gerçekleşti.(Aslında Ali Akiş ağabey daha önce rahmetlinin namını muştulamıştı) İlk intiba önemlidir ve çoğunlukla da gerçeği yansıtır. Bu anlayış doğrultusunda huzurundaki genel kanaat, kendisini ispat ve kabul ettiren bir donanım ve kararlılık… Güzel konuşmanın ötesinde, ’’konuşan” bir insanla yüz yüzeydik. Genç yaşına rağmen, ülke meselerine olan vukufiyeti hemen fark ediliyordu. Karşılaşılan manzara, dava adına hepimizi memnun etmişti. Çünkü, fikriyatımız adına yeni bilgi ve değerlendirmelere şahit oluyorduk. Nitekim, çok geçmeden ‘’fark’’ hükmünü icra eyledi ve hoca çalışmaların ’’mihver’’ i oldu. Zira, bunu hak ediyordu, zaten başka türlüsü de yanlış olurdu. Sevgi –Ayvaz Gökdemir çiftinin görev yapacakları okul Kayseri Lisesi’dir.(30.11.1965)Tarihi ‘’Taş bina ‘’ daki ‘’Bismillah’’kısa sürede semereli ve nitelilikle bir boyut kazandı ve ‘’bu satıh’’ bütün Kayseri oldu.Epeyce de ses getirdi.(Söz konusu gelişmelerin yapısını ve kesafetini,biz gençlere nazaran muhterem Vehbi hocamız çok daha iyi bilir ve değerlendirirler) Ezcümle,Ayvaz ağabey,askerlik görevini ifa etmek için şehrimizden ayrıldığı 21.09.1968 tarihine kadar ‘’içtiğimiz suyun ayrı gitmediği’’bir münasebet şeklinin mimarı oldu. Ayrıca,öğrencileri ve diğer tanıyanlar bakımından önemli bir farklılıktı.Çevre bakımından da,her türlü siyasi mülahazanın ötesinde ‘’bir hakkı teslim’’etme söz konusuydu. (Sağlaması,otuz yıl sonra şehrimizden katılmış olduğu seçimde almış olduğu sonuçtur.Siyaset düşünen ve bir iddia sahibi olanlara takdimimizdir.) Rahmetli,bir milliyetçi için vazgeçilmesi mümkün ol- 30 mayan vasıflardan birisi olarak kabul ettiği ‘’dava adamı öncelikle görevini en iyi şekilde yapmak durumundadır.’’ ölçüsü gereğince ‘’essah öğretmen’’di. Ancak, asıl farkını göstereceği saha insan ilişkilerindeki performansı olacaktır.Çünkü,dahil olduğu her faaliyette kayda değer bir kalite üstünlüğü ortaya çıkıyordu. Bu kariyerin sonucu olarak da lafın ötesine geçen, elle tutulabilen bir icraatın içerisinde yer alıyorduk. Çalışmalarda, her halükarda bir neticeye yönelme anlayışına sahip olmaya başlamıştık.Bu anlayış farkı bizler için çok önemli bir merhaleydi.Ciddiyet,faaliyetlerimizde kaçınılmaz olarak hissediliyordu.Sorumluluk denilen bir ölçü ile tanışıyorduk. Bu vasıfları hazmettikçe de gururla ‘’milliyetçi böyle olur’’ diyor ve takdimde de bir endişe içerisinde bulunmuyorduk.Tabir-i caizse şehrimizde ülkü adına ‘’yeni bir devir ‘’ açılmıştı.Tartışmasız,heyecanı da bünyesinde barındıran ve fakat o günlere kadar pek de aşina olmadığımız bir muhteva ve hedef hayatımıza girmişti. Hoca önderliğinde milliyetçilik adına hatıra sayılır çalışmalar şehrimizde mekan ve meydan buluyordu. Miting,anma günleri,özel geceler,tiyatro gösterileri birbirini takip ediyordu.Haliyle,siyaset de gündemimizde baş köşedeki yerini muhafaza ediyordu.Daha önce yapılmış olan seçimde hangi sandıkta kaç oy aldığımızı ezbere biliyorduk. Bir devletlunun ağzından çıkan ‘’bizden’’ bir kelimenin takipçisi oluyorduk. Alenen, bir gönül seferberliği vecdiyle çalışıyor, âşık olmaya ’’bile vakit bulamıyorduk.Tesbite kim hangi ölçüde katılır bilemiyorum,söz konusu günlerde epeyce ‘’dua’’aldığımızı düşünüyor ve bugünlere de o vasatın’’bereketi’’ ile ulaştığımıza inanıyorum.Zira,ifade etmeye çalıştığımız ‘’halisanelik’’ karşısında ‘’teslim olmayan’’ yoktu. (Çok az sayıda da olsa, ’’ayrı’’ durmayı tercih edenler de oldu) Ayvaz Gökdemir Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nde Türk Medeniyeti Tarihi dersini tedris ile görevlendirilir. Bu durum, hoca için arayıp da bulamayacağı bir imkandır. Semereli olacağına inandığı bir çalışma alanıdır. Nitekim, kısa süre içerisinde, gerek dersin konusu ve gerekse tarafların yapısı sonucu, vatan-millet değerlendirmelerinin yapıldığı bir ortam teşekkül eder. Böylelikle bizler için de ilave bir çalışma alanı yaratılmış olur. Konuşmalar-görüşmeler olumlu bir şekilde devam ederken, kaçınılmaz sonuç olarak hoca ‘’fark’’ını konuşturur ve öğrenciler hangi kaynaktan beslenmiş olurlarsa olsunlar, müşterek faaliyetlerin birer üyesi olarak ‘’emre amade’’ olurlar. Mesela, Şafak dergi- Gençlik Dergisi sinin birlikte çıkartılması) Ayrıca, yeri ve zamanı uygun oldukça farklılıkları gündeme taşıyıp, anlamlı sohbetler tesis edilmeye başlanır.(Türk Kültür Derneği faaliyetleri)Münasebetler daha kıvamlı bir nitelik kazanır. Yine böyle bir toplantı sonrasında herkes evine gitmek üzere vedalaşırken,arkadaşlarımızdan birinin Ayvaz ağabey ile tokalaştığını gören bir enstitü talebesi taraflara hitaben ”siz niye ayrılıyorsunuz, kardeş değil misiniz …”dedi. Bu durum karşısında ilgili şahsa,tarafların soyadlarının farklı olmasından hareketle, kardeş olmadıkları anlatıldı. Ancak başarılı olunamadı. Çünkü anlaşıldığına göre,arkadaşın bizleri tanımış olduğu günden beri şahit olduğu münasebet şekli onda,’’kardeş olmaları icap eder’’kanaatini uyandırmıştı. Sonuç olarak söz konusu enstitülü arkadaşımız eski görüşünde ısrar ederek ‘’öyleyse enişte-kayınsınız’’hükmünde karar kıldı,bu durumda daha da üzerine gidilmedi. ’’Vaat ettiğinizi yaşantınızla temine mecbursunuz’’iddiasına örnek teşkil etmesi ve bir güzelliği paylaşmış olmak adına nakletmiş olduğumuz bu anektod, herhangi bir ilave bir yoruma ihtiyaç duyurmayacak netlikte, bir Ayvaz Gökdemir hülasasıdır. Milliyetçilik faaliyetlerine başladığımız ilk günlerden beri kendisinden istifade ettiğim bir ağabeyim, geçenlerde, Ayvaz ağabey ile olan başlangıçtaki münasebetimizi kast ederek,’’Nasıl oldu da Ayvaz’ın peşine takıldınız?… anlamına gelen bir latifede bulundu. Soru, özel tarafı bir yana, bugün de çekilmekte olan sıkıntıların sebebini bünyesinde taşıyor olması bakımdan, önemli ve anlamlıydı. Soruyu soran ağabeye, ’’elimi yüzüme alarak’’ ve cesaretle ‘’sizlerin yapamadığını yaptığı için’’dedim ve aramızdaki konu bu minval üzere kapandı. Şimdi, buyurun ‘’peşe takılmayı’’ gerekli kılan ve bugünkü yozlaşmanın ilacı mesabesinde gördüğümüz esbaba birlikte bir göz atalım: Evliliğinin ertesi günü şehrimize gelmiş,eşyasının ‘’emanet’’olduğu bir evde ve oturacak sandalyenin ancak altı ay sonra alınabildiği bir maddi imkana sahip olarak,gece yarılarına kadar süren toplantılarla birlikte yürütülen bir ‘’taze’’evlilik…Sizi,sizden önce düşündüğüne inandığınız ve güvendiğiniz bir ağabey…Anlama hususunda garip olsak da,’’Hak dostluğu’’(Hak ölçülere uyarak bir ve beraber olmak,kese ve gönül birliği tesis edebilmek)ölçüleri ile tanışmak…Bunlar,aklı ve gönlü olan için,peşe düşmeyi gerekli kılacak nitelikte nedenler değil midir? Oysa, diğer büyüklerimiz imkan ve rahatlık bakımlarından mukayese kabul etmeyen bir farka sahiplerdir.Ancak belirtmek gerekir ki,ayrıca söz konusu ağabeyler aradığımız ‘’manevi’’gıda bakımından ‘’yavan’’ kalıyorlardı. Abarttığımı zannetmeyin,içerisinde yer aldığımız vasat ve Gökdemir’lerle olan münaset şeklimiz,bir çoğumuzun ailesi indinde ‘’kıskançlık’’vesilesi olmuştur.İlişkinin boyutlarını anlamak bakımından bilinmelidir ki, aradan geçen uzun senelere ve mekan farkına rağmen,rabıta devam etmiş,bir çoğumuz rahmetlinin cenaze namazını kılmış. Dostluğa-ülküdaşlığa özen göstermek nasıl olur,niçin vazgeçilmezdir.İnanç uğruna bedel ödemek ne anlama gelir, nasıl olur da insan hiçbir zorlama olmadan kendisini bir takım görevler bakımından sorumlu hisseder,’’öncelik’’hangi kritere göre tespit edilir?...Bunlar ve benzeri ‘’yaşama sanatı’’gerçekleri ile yüz yüze gelme faslında elinizden tutan insanla bir ve beraber olabilmek…Az şey mi bunlar? Aslında rahmetlinin işi kolay değildi.Bir defa ‘’hocası’’yoktu,hemen her meselenin muhatabı kendisi idi.Anamın tabiri ile,’’kuru söğütten düdük çıkartmak’’durumundaydı.Olumsuzlukları da fırsata çe- Ayaktakiler: Muzaffer Tok, Ayvaz Gökdemir, Mehmet Düzgün, Mustafa Şerbetçioğlu Oturanlar: Mehmet Kocakahyaoğlu, Fikret Yağmur virmek zorundaydı. Özetle, Ayvaz ağabey için ‘’Kayseri kompartımanı ‘’ikinci bir ‘’mektep’’ konumundaydı. Hem öğreniyor hem de öğretiyordu. 1968’li yıllar, heyecanımız şahlanmış ki, sormayın gitsin. İstiyoruz ki ülke bir gecede güllük-gülistanlık, yanlışlar hemen izale olsun, Turan acele kurulsun…niye olmasın ki? Heyecan,mübarek,eyvallah,ancak ayakların yere basması da gerekiyor.Saz hocanın elinde: ‘’yanlış’’bugüne kadar hep var olmuştur, bundan sonra da mevcut olacaktır. Bizlere düşen, ’’iyilerin’’ sayısının ‘’kötüler’’ den çok olmasını sağlamaktır’’… Hem duygulara yoldaş olmak hem de ‘’doğru’’ olanı işaret etmek;daha da önemlisi ‘’erken kifayet duygusu’’tehlikesinin altını çizmek. Kayseri’deki beraberliğin sonu görüldü hoca askere, Sevgi öğretmenim de babasının yaşadığı yer olan Uzunköprü ‘ye gidecekler. Ev eşyaları ise hali ile Uzunköprü’ye taşınacak. Kamyon temin edilir. Ancak bu sırada işi bilenler,yolun tehlikeli olduğunu,araba vapurunda yanlışlıkların yaşanılabileceğini söylerler.Kamyonun üzerinde bir kişinin bulunması tavsiye edilir.teklifi makul bulunur.Ancak,göreve birden çok kişi talip olur.Hoca para-tura atarak görevliyi tespit eder,yük de salimen yerine ulaşır.Asıl manidar gelişmeler bundan sonra yaşanacaktır.Uzunköprülü sakinler bu kadar uzun yolu kamyon sırtında geçirilmesini bir türlü izah edemezler ve sorarlar” akrabanız olmayan bekli de bundan sonra hiç görüşemeyeceğiniz insanlar için katlanmış olduğunuz bu fedakarlığın sebebi nedir?’’Şu sebep- bu neden ifadeleri sonuç vermez dostluk – ülküdaşlık gerekçeleri ‘’ama’’lar karşılanır.Konuşmaya,’’görevli’’nin” ben bu vazifeyi kur ‘a 31 kazanarak elde ettim,siz nelerden bahsediyorsunuz’ şeklindeki ifadesi son noktayı kor.(Haber kutsal,yorum hür’dür.) Aradan otuz yıl geçmiş Muzaffer’in cenazesinde Ayvaz hoca ev sahipliği yapıyor,sanki de,’Biz sevince az sevmeyiz’ taahhüdünün sağlamasını ortaya koyuyor… Beşeriz,tamam da,’’insan olmak’’ da halimize göre salınmayı gerektirmez mi? Biline ki,sloganlarla konuşan,stadyumlara oynayan insan için,bilmem kaç yıl sonra kalem oynatılmaz,sohbetlerde gündeme gelmez.Ak sakallı Ali Kargı’nın,Ayvaz ağabeyin şehrimizde katıldığı seçim çalışmaları esnasında söylemiş olduğu ‘’duyduk ki seferberlik ilan edilmiş,katılmaya geldik’’ sözünü de izah edebilmek mümkün olmaz. Kelime anlamının dışında kavram derinliğinde bir ‘’Hak dostluğu’’ yorumunu rahmetlinin takdiminde ve ‘’Allah rızası için bir araya gelmiş iki kişinin üçüncü ‘’o’’dur’’ hükmü doğrultunda anlamaya çalışmak, sanki Vecihi Öğütçüoğlu büyüğümüzün Ankara’daki tedrisinin Kayseri’de gediriye yatırılmış bir uygulamasıydı. Talibin talebi hangi cihete teveccüh ediyor olursa olsun, niyet, söz konusu edilen manevi havayı yaşama ve yaşatma cehdi yönünde olmalı.Aslında, inandığı Allah olanın endişe içerisinde olması, eşyanın tabiatına aykırıydı.(Halini test etmek isteyenler için bulunmaz bir mihenk)Tabii,ifade edilmeye çalışılan keyfiyetin Emevi Müslümanlığı’ ile bir ilgisinin bulunmadığı, izahtan varestedir.Zaten, yanılmıyorsam M. İkbal, bir zaruret olarak, ‘’İslamiyet’i Müslümanlarla test etmeyin’’ der. Ayrıca da Yaradan,’’ ne söylediğini bilmeyeni’’ sorumlu tutmuyor... Hülasa: Son zamanlarda yaygın bir şekilde kullanılan ‘’Ah o eski günler’’ yakınmaları ve duyarsızlıktan şikayetçi olanlar;aradığını bulamadığı için huzursuzluk içerisinde bulunanlar, sizler için ‘’deva’’ olur düşüncesi ile bir yaşanmışlık-ölçü ortaya koymaya çalıştık.Çarenin çok uzaklarda olmadığının altını çizmek istedik.Dualar, fiili dua olsun demeye çalıştık. Dr. N. Özgelen’in geçenlerde söylemiş oldu, ‘’Bu cehaletle, bu bilgisizlikle bu topraklarda hüküm sürmemize izin vermezler’’ dehşet-engiz tesbitine, bir vesile dikkat çekmiş olduk.Amellerimiz ve emellerimiz bizi hangi noktaya götürmüş, bir görelim ve kendi kendimizi silkeleyelim, istedik.Belki de böylelikle halimize döner de bir bakarız diye düşündük.Umarız bir yanlışımız olmamıştır. ‘’İnsan sevdikleri ile beraberdir’’ denilir ya, acaba ölüm anı da bu temenniye dahil midir? Gerçek nedir bilinmez ama, gönlüm, bir tevafukun söz konusu olduğunu söylüyor ve rahmetliye de böylesi yakışırdı diyor.Çünkü, ölümün vuku bulduğu günün kaydı şöyle düşülmüş : ‘’Ayvaz Gökdemir 19.04.2008’de Türk Ocakları’nın Kurultayı’nda dostlarının kollarında Hakk’a yürüdü. ‘’Ayrıca Sevgi Gökdemir de cenazenin başında şunları ifade ediyor : ‘’Dirisi de, ölüsü de dostlarına emanet.’’ Evet, ‘’Hesaplaşılmaz, helalleşilir’’ denilen gönlü yüce insan ‘’ ...kendisine yakışanı yapmış ve müthiş bir final oynamıştı.’’ Gaziantep’in Arıl Köyü’nde 1942 yılında başlayan hayat çizgisi 66 yıl gibi ‘’kısa bir süre’’ sonra, en sevdiği mekanda hitam bulmuştu. (Yapabileceklerini erken bitirmiş olacak ki , göçü de bu ölçüye denk düşmüş oldu.) Yaradan, en doğru olanı bilendir.Zira,’’O görür . . .’’Ayvaz ağabey için de nasibi olan tahakkuk edecektir. Şahidi üzerindeki kitabe : ‘Türkiye ve Türklük için yaşadı.’’ I. Gediriye yatırmak : Bir kökün dalını toprağa gömerek yeni bir kök oluşturmak. 32 TÜRKMENLER KAN AĞLIYOR Cenk OZAN (Nafiz Ağca) Türkmenler kan ağlıyor, bitmez yürek sızısı Zulüm, ölüm ve çile, anlımızın yazısı Müslüman Türk’sen eğer, çekiyorsun bunları Vururlar, katlederler istiyorsa canları Unutulduk bu yurtta, kimse sormaz halimiz Bazen Arap, bazen Kürt başımızda valimiz Onlar bizi anlamaz, dilimiz Türkçe’dir de Baş eğmedik zalime, huyumuz mertçe’dir de Teslim olmadık, lakin yaramız ağır derin Dört gözle bekliyoruz gelmesini erlerin Ölüyoruz gelin artık, kurtarın balamızı Hep beraber yapalım, yıkılan kalamızı Ölsek de beşer onar, ayrılmayız Türklük’ten Biliriz Türkiye de hiç vaz geçmez Kerkük’ten Bu umutla yaşarız, Türkiye’miz var olsun Muhammed Mustafa’mız, hepimize yar olsun Gençlik Dergisi ÖĞRENMEYİ ÖĞRENME VE İbrahim GÜNGÖR [email protected] ÖĞRENME STRATEJİLERİ 2 Daha önce öğrenme stratejileri üzeuygun bir durumda bu stratejirine yazdığımız yazının devamı olarak leri kullanmaları için hatırlatma öğrenme stratejilerine devam ediyoruz. yapmak gerekebilmektedir. AnÖnceki yazılarda, öğrenme stratejisinin cak bilgiyi olduğu gibi sadece ne demek olduğu ve öğrenmeyi öğrentekrar tekrar okumak ya da söyme konusunda açıklayıcı bilgiler verillemek bilgiyi kısa süreli bellekte mişti. Daha sonra öğrenmeyi öğrenme bir müddet canlı tutmakla birlikstratejilerinden dikkat stratejileri anlate, anlamlandırılıp uzun süreli Sürekli ve amaçlı olarak yapılan tılmıştı. Bu yazıda tekrar stratejileri ve belleğe gönderilmediği takdirde anlamlandırmayı artıran stratejinin bir geri getirilmesi zor olmaktadır. günlük tekrarlar hatırlamayı bölümü ele alınarak bilgiler verilmeye Gruplama stratejileri de kısa üst düzeye çıkaran çalışma ve çalışılacaktır. Konu yine öğrenmeyi süreli bellekteki kapasite sınıröğrenme sisteminin kalbidir. öğrenme kavramı içinde değerlendirilılığını azaltıcı, daha çok bilgilecektir. Diğer stratejiler ilerleyen sayıyi kısa süreli bellekte tutmayı larda anlatılacaktır. sağlayıcı stratejilerdir. Örneğin; hayvanların bir listesini öğren2 Tekrar Stratejileri meye çalışan bir öğrenci bu hayKısa süreli belleğin aldığı bilgi mikvanları gruplara ayırarak daha tarı ve bilginin burada kalış süresi bakolay öğrenebilir. Burada bilgiyi kımından bazı sınırlılıkları bulunmakorganize etme vardır. Daha kartadır. Bu sınırlılıkları en aza indirmek için zihinsel tekrar maşık öğrenme hedeflerine ulaşmak için, kavramlar ve dive gruplama stratejileri kullanılmaktadır. ğer bilgileri şöyle gruplayabilir; grafik çizebilir, bilginin Sürekli ve amaçlı olarak yapılan günlük tekrarlar hatır- ana hatlarını (ana başlık ve alt başlıkları) belirleyebilir. lamayı üst düzeye çıkaran çalışma ve öğrenme sisteminin Öğrenciler, anahtar sözcük ya da anahtar ifadeleri kullakalbidir. Duyu organlarının tamamının tekrarlara katılma- narak öncelikle metindeki ana fikri belirleyebilir ve daha sı hatırlamayı üst düzeye çıkarır. Tekrar sorası öğrencinin sonra da ana fikri destekleyen yan fikirleri ve ayrıntıları kendisini ödüllendirmesi de öğrencinin güdülenmesi açı- tanımlayabilirler. Belirlenen bu başlık ve alt başlıklar, kisından önemlidir (Kutlu & Bozkurt, 2003). Ancak tekrar taptan öğrenirken bilgiyi gruplamada öğrencilere yardım yaparak ders çalışmak, bilgilerin sınavda kullanılmak üze- etmektedir (Senemoğlu , 2002). re saklanması demek değildir. Tekrar yapmak öğrenmenin 3. Anlamlandırmayı Artıran Stratejiler en çok gerçekleştiği durumlardan biri olması nedeniyle Anlamlandırmayı artıran stratejiler bilginin aynen uzun aynı zamanda öğrenme için önemli bir öğrenme kazanım süreli belleğe geçişinden çok, anlamlı bir bütün olarak yersağlamaktadır (Hamilton, 2003). leşmesini sağlamaktadırlar. Yeni gelen bilgiye anlam veZihinsel tekrar stratejileri, örneğin bir dizi ülkenin başrilebilmesi için bireyin konu ile ilgili ön bilgileri olmalı kentini tekrar etme ya da kitaptaki bilgiyi aynen tekrar ve yeni bilgiyi var olan bilgilerle ilişkilendirebilmelidir. etme vb. stratejilerdir. Zihinsel tekrar stratejileri bilgiyi, Karmaşık amaçlarının gerçekleşmesinde kendi kendine daha sonra uzun süreli belleğe yerleştirmek için gerekli öğrenenler, açıklama ve soru sorma, yaratıcı sözel ya da olan ileri işlemlere hazır halde tutmayı sağlar ve ayrıca ezgörsel imgelerle bilinenlerden yeni bilgi için benzetimler berleme için kullanılmaktadır. Bilgiyi bellekte tutmak için oluşturma gibi taktikleri kullanabilmektedirler. Bireyin tekrar etme stratejilerini çocukların, çok küçük yaşlarda kendine ya da başkalarına soru sorarak düşünme stratejisi da kullanabildikleri gözlenmiştir. Ancak bazen çocuklara, kullanması, etkili bir kodlama tekniğidir. Soru sorma oku- 33 nan materyalin anlaşılmasına yardım etmektedir (Ulusoy, Güngör, Akyol, Subaşı, Üniver, & Koç, 2003) . Anlamlandırma stratejisinin bilişsel amacı; öğrenilen bilginin mevcut halinin önceki bilgiyle bütünleştirme yoluyla değiştirilerek öğrenen kişinin bilgiyi kendisine mal etmesini sağlama, yeni bilgiyi kodlayarak ilişkili bilgi bütününün içinde örgütleme, bilginin daha derinlemesine incelenmesini ve yorumlanmasını sağlama ve imgeler ve hatırlatıcılar yoluyla bilginin geri getirilmesini kolaylaştırmadır (Öztürk, 1995). Anlama becerisinin geliştirilmesi açısından ilk okumada kitap ya da yazıdaki ana ve yan düşünceleri tespit etmek gerekir. Bu sırada not çıkarma ve satırların altını çizme gibi işlemler yapılmamalıdır. İkinci okumada ise; ana ve yan düşünceler kesin olarak belirlenmeli ve satır altları çizilmelidir. Bütün parça-bütün yöntemindeki çalışmaları yerine getirmek iyi okumak demektir (Çelik, 2006). Öz öğretimli öğrenciler, daha karmaşık öğrenme hedef- lerine ulaşmak için, benzetimler vb. gibi eklemleme stratejilerini, not tutma, özetleme, ana hatları belirleme, bilgiyi şematize etme (bilgi haritasını çıkarma), bilgiyi tablolaştırma gibi örgütleme stratejilerini etkili olarak kullanabilmektedirler.. Eklemleme Stratejileri: Eklemleme stratejilerinden en önemlisi benzetimler kurmadır. Eklemleme stratejileri, eski ve yeni bilgiler arasında ilişkiler kurmayı sağlayan stratejilerdir. Benzetimler, yeni bilginin daha önceden bilinen eski bilgiyle yeni bilgiyi somut olarak açıklamamamıza yardım eder. Yeni bilginin eski bilgiyle benzerliklerini bularak ilişkilerini kurmamızı ve yeni bilgiyi anlamamızı sağlar. Örneğin; su pompası ve kalp arasındaki benzetim ya da zihin işleyişi ile bilgisayar arasındaki benzetim gibi. Örneğin; “Okullar, fabrikalar gibidir. Öğrenciler fabrikanın ham maddeleridir. İşlemler yoluyla bu hammaddeler ürüne dönüştürülür. Fabrikanın ürünleri ise eğitilmiş bireylerdir.” Cümlesi benzetime örnek olarak verilebilir (Senemoğlu , 2002). Anlamlandırmayı artıran stratejilerden eklemleme stratejisini burada tamamlayarak bir virgül koyuyoruz. Anlamlandırmayı artıran diğer stratejilere gelecek yazıda devam edilecektir. Yararlı olması dileğiyle saygılarımı sunuyorum. KAYNAKÇA Çelik, Ş. (2006, 11 01). ilkgenclik. 11 01, 2006 tarihinde www. egitim.com: http://www.egitim.com./ilkgenclik/0301/0301.1.dikkatedi n.3.asp?BID=03 adresinden alındı Hamilton, D. (2003). Sınavda Başarı. (F. Çamlıkaya, Çev.) Eskişehir: Bilim Teknik Yayınevi. Kutlu, O., & Bozkurt, M. C. (2003). Okulda ve Sınavlarda Adım Adım Başarı. Konya: Çizgi Kitabevi. Öztürk, B. (1995). Genel Öğrenme Stratejilerinin Öğrenciler Tarafından Kullanılma Durumları. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Senemoğlu , N. (2002). Gelişim Öğrenme ve öğretim, Kuramdan Uygulamaya. Ankara: Gazi Kitabevi. Tay, B. (2002). İlköğretim 4. ve 5. Sınıf Öğrencilerinin Sosyal Bilgiler Dersinde Sınıf Ortamında Kullandıkları Öğrenme Stratejileri. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ulusoy, A., Güngör, A., Akyol, A. K., Subaşı, G., Üniver, G., & Koç, G. (2003). Gelişim ve Öğrenme (2 b.). Ankara: Anı Yayıncılık. 34 Gençlik Dergisi Aytekin AYDOĞAN [email protected] BAYRAKSIZ VATAN OLMAZ 2002 yılından beri iktidar olan sindeki bayrağı direkten indirmeye AKP hükümeti döneminde ülkeçalışan haine hiçbir gücün müdamizin bağımsızlığı ve bütünlüğü hale etmemesi çok düşündürücütahmin edilmeyecek derecede ağır dür. Bu olayın nedeni açıklanırken darbeler almıştır. Doğu Anadolu “Bayrağı indiren kişi çocuk olduğu Bölgesi PKK’ya teslim edilmiş; için asker hassasiyet göstermiş. İki Türk bayrağı, 623 yıllık Osmanlı müebbet hapse mahkûm, bebek kael uyarı ateşiyle yetinmiştir.” safimparatorluğunun külleri tili Abdullah Öcalan itibar görmeye satasıyla geçiştirilmeye çalışılmış başlamıştır. Şehit kanlarıyla sulanve son derece saçma ve yersiz bir üzerinden filizlenen büyük mış topraklar üzerinde yüce Türk açıklama yapılmıştır. Bu tür saçbir Cumhuriyetinin ebedi var milletinin şanlı bayrağı kahpece malıkların arkasına sığınmak yeoluşunun şerefli belgesidir. indirilerek milletin namusu alenen rine, yapılması gereken odur ki, ayaklar altına alınmıştır. Ülkede Türk bayrağına kastedecek hain adalet tamamen yok edilmiş… Milveya hainlere bu cürümlerinin beletimizin can damarı gelir kaynakdeli hemen orada canıyla ödetilları yok edildikçe insanlar “yollar meliydi. Ülke bu olayın şokundan yapıldı, hastane kuyrukları azaldı, henüz çıkmadan bir yenisi eklenIMF borcu bitti, yaşam şartları iyimiş… İstanbul Gaziosmanpaşa’da leşti, refah seviyesi yükseldi vb.” bir takım yalan yanlış bulunan bir hastanenin bahçesindeki Türk Bayrağı indisöylemlerle uyutulmaktadır. Dergimizin değerli yazar- rilmiş... Ardından oranın Emniyet Müdürlüğü önündeki larından Osman Sel, Bilgiyurdu’nun 42. sayısında “Ter- bayrağı da gönderden indirmek isteyen haine, anında cihiniz Geleceğinizdir” başlıklı yazısında bu konuyu çok bacağından vurulmak suretiyle, cezası verilmiş, bu bir güzel bir şekilde dile getirmiştir. Okunmasını hararetle nebze de olsa halkın yüreğine su serpmiştir. Bu da “ağza tavsiye ederim. dadak sürmek” deyimini bize hatırlatmıştır. Mesele o bayrağı indirmeye cüret eden adamı bacağından yaraBir bayrak bir ülkenin namusunun simgesi, bağımsızlılamak olmamalı, bilakis bir daha hiç kimsenin bayrağı nın en önemli sembolüdür. Bayrak toplumların millet olma indirme cüretinde bulunmasını engelleyecek köklü tedbilincinin, bütünlüğünün koparılmayan bağıdır. Bugün hainler tarafından ayaklar altına alınmaya çalışılan Türk birler almak olmalıydı. Bir Türk bayrağının yere indirilbayrağı, 623 yıllık Osmanlı imparatorluğunun külleri mesi, milletin namusundan, güvenliğinden, hayatından üzerinden filizlenen büyük bir Cumhuriyetinin ebedi var sorumlu olanların acizliğinin göstergesidir. Başta Genel oluşunun şerefli belgesidir. O bayrakta Çanakkale’nin, Kurmay Başkanı olmak üzere, devletin güvenliğinden Dumlupınar’ın, Sakarya’nın, Sarıkamış’ın…bedeli var- sorumlu olan birimlerin tepesindeki şahıslar derhal gödır. O bayrakta milyonlarca şehidin kanı, milyonlarca revlerinden istifa etmeliydiler. insanın canı, namusu vardır. Anayasamızda belirtildiği gibi «Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” Türkiye CumŞanlı Türk bayrağı şu son zamanlarda bir kısım çevhuriyeti bu zamana kadar hiçbir vatandaşına hiçbir şekilreler tarafından şuurlu olarak şahsi emeller uğruna alet de ayrımcılık yapmamış, birlik ve bütünlük içerisinde 90 edilerek itibarsızlaştırılmak istenmektedir. Öyle ki Başyılı geride bırakmıştır. Orada indirilen bayrak sadece bir bakan Recep Tayyip Erdoğan 30 Mart 2014 yerel seçimkesimin değil Türkiye topraklarında yaşayan herkesin, lerine giderken Türk bayrağını seçim propagandası olarak gölgesinde barındığı bir bayraktır. Bir ülkenin bayrağıkullanmış, bir takım karanlık güçlerin indirmeye çalıştığı nın indirilmesi demek, ülkenin dünya milletler platforbayrağı kedilerinin tekrar göndere diktiği imajı veren bir munda saygınlığının sarsılması, bir anlamda devletinin reklam yapmıştır. Türk bayrağı seçim zamanı reklam malyok sayılması ya da ülkemizde olduğu gibi ikinci bir zemesi olarak kullanılacak bir nesne değildir. Türk milleti bayrağın dalgalandırılmasına zemin hazırlanmış olması o bayrağı kimlerin indirdiğini de kimlerin sahiplendiğini demektir. Bu ise asla kabul edilemeyecek vahim bir dude çok iyi bilmektedir. rumdur. Çünkü bayrağı olmayan bir milletin devleti de Türk bayrağına yapılan son kahpelik Diyarbakır olmaz, vatanı da olmaz, dili de olmaz, kültürü de, geleLice’de 2. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı nizamiyeceği de olmaz! sindekiyle bitmemiş, bilakis gün geçtikçe artmıştır. Hele Türk milleti; namusuna, kimliğine, tarihine, ülkesinin Lice 2. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı nizamiyebütünlüğüne sahip çıkmak zorundadır. 35 İSRAİL CESARETİ NEREDEN ALIYOR? Mübarek ramazanda İslâm coğrafyasının her tarafında oluk oluk kan akıyor. Suriye, Irak, Yemen, Pakistan, Mısır ve Libya’da iç kargaşa olanca hızıyla devam ediyor ve her gün yüzlerce masum insan katlediliyor. Bu ülkelerde yaşanan acılara şimdi Filistin de eklendi. Tüm dünyanın gözleri önünde Gazze’ye giren İsrail, bebek, çocuk, yaşlı demeden katliam yapmaktadır. Bu yazı kaleme alınırken katledilenlerin sayısı 58ü’ü bulmuştu. Bu vahşet karşısında Batı’nın sözde medeni ve demokrat devletleri ya seyirci ya da İsrail’in yanındadırlar. Arap devletleri ve Türkiye’nin ise Filistin’in yardımına koşacak mecalleri ve iradeleri yoktur. Suriye, Irak, Pakistan, Afganistan, kendi dertleriyle uğraşıyor. Suudi Arabistan ve Mısır gibi devletler ise ABD politikasından sapamazlar. Türkiye ise AKP iktidarında bölgesel güç olmaktan çıktı, yanlış Osmanlıcılık politikası yüzünden Ortadoğu’da etkinliğini kaybetti. Türkiye yönetimi, iç politika hesabıyla bağırıp çağırmaktan başka bir şey yapmıyor. İsrail’in savunması için kendi topraklarında radar üssü kuran ve Barzani petrolünü İsrail’e aktaran AKP iktidarının eylemi ile söylemi bir birine uymamaktadır. Ortadoğu’nun Müslüman ülkeleri birbirlerinin toprak bütünlüğüne saygı göstererek iyi komşuluk ilişkilerini sürdürebilselerdi İsrail Müslüman Gazze’ye saldırmaya cesaret edemeyecekti. Irak’ın ve Suriye’nin parçalanması kimin işine yarıyor, gördünüz mü? Her zaman söylüyoruz: Türkiye milli ve üniter yapısıyla ayakta durduğu müddetçe Ortadoğu istikrar bulur. Dolayısıyla Türkiye’nin içinden bir Kürdistan çıkarmak isteyenlerin de büyük İsrail’e hizmet ettiklerini unutmamalıyız. Türk milletinin şiarı, mazlumun yanında ve zalimin karşısında olmaktır. Bu görevi ifa edecek milletin güçlü olmak gibi bir mecburiyeti vardır. BİLGİYURDU NAMIK KEMAL ZEYBEK’İN BİLGİYURDU ZİYARETİ Eski Kültür Bakanlarından Namık Kemal Zeybek 21 Haziran 2014 Cumartesi günü Saat 16.00’da Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür Derneğini ziyaret etti. Dernek üyelerinin değişik konulardaki sorularını cevaplayan Zeybek, İslâm ülkelerinin geri kalış sebepleri üzerine geniş ve doyurucu açıklamalar yaptı, Türk tasavvufunu anlattı. Şehit Gümrük Bakanı Gün Sazak’ın Müsteşarlığı, Kültür Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı gibi çok önemli görevlerde bulunan Zeybek, yayımladığı kitaplarla Türk-İslâm irfanına hizmet vermeye devam ediyor. Bu ziyareti daha da anlamlı kılabilmek adına dernek başkanı Mustafa Öztürk, kadim dostu Zeybek’e Bilgiyurdu’nca yayımlanmış kitapları ve dergileri takdim etti. Avukat Tural Pınarbaşı da değerli bir teşbihlerini hediye etti. Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Cesur Onmaz’ın düğününde bulunmak üzere Kayseri’ye gelen Sayın Namık Kemal Zeybek’in Bilgiyurdu ve Türk Ocakları gibi milliyetçi sivil toplum kuruluşlarını ziyaret etmesi ne kadar güzel ve anlamlı. Aynı duyarlılığı her Türk milliyetçisinin de göstermesini temenni ediyoruz. 36 Gençlik Dergisi TÜRK HUKUK ENSTİTÜSÜ KAYSERİ ŞUBESİ AÇILDI Türkiye’nin köklü sivil toplum kuruluşlarından olan Türk Hukuk Enstitüsü’nün Kayseri Şubesi açıldı. Açılış nedeniyle İl Kültür Müdürlüğü Konferans Salonunda 21.06.2014 Cumartesi günü saat 14.30’da bir açılış töreni ve konferans düzenlendi. Açılış töreni ve konferansa hukukçular, üniversite öğretim elemanı ve öğrencileri, avukatlar ve diğer hukukçular ile Kayseri’nin sivil toplum kuruluşlarının ve meslek odalarının temsilcileri katıldı. Açılış töreninde konuşan şube başkanı Av. İsmail Tanrıöven, derneğin temel amacının “Türk hukukunun gelişmesine, etkinliğine ve daha yaygın olarak bilinmesine ve hukukçular arasında birlik ve dayanışmaya katkıda bulunmak.” Olduğunu “Türk Hukuk Enstitüsü Kayseri Şubesi dernek tüzüğüne uygun olarak Türk Hukukunun gelişmesi, Türk Hukukunun milli ve demokratik hukuk devleti ruhuna uygun uygulanması için gerekli çalışmaları yapacağını” belirtti. Türkiye’nin güncel yargı sorunları ile ilgili olarak İsmail Tanrıöven şu görüşleri belirtti: “Son zamanlarda yapılan ve hukuku ilgilendiren tartışmalardan birisi de bir merkezden talimat alan bir grubun devleti ve yargıyı ele geçirdiği iddiasıdır. Bir merkezden talimat alan bir grubun yargıyı ele geçirmesi hukuk dışı ve tehlikeli olduğu kadar, siyasal iktidarın yargıyı kendi organı haline getirmesi de o kadar tehlikeli ve hukuk dışıdır. Yargı bağımsızlığı hukuk devleti ve hukuk önünde eşitliğin en önemli şartıdır. Yargı bağımsızlığı belli merkezlere karşı bağımsızlığın yanı sıra siyasal iktidara karşı bağımsızlığı da ifade eder. Netice olarak hukukun siyasallaşmasına, aynı zamanda milletin iradesini hiçe sayan illegal ve gayrimeşru her faaliyete karşı olmak hukukçu olarak görevimizdir. Şahsi ve siyasi Saiklerle hareket ederek hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, hukuk önünde eşitlik gibi temel ilkelerin ihlal edilmesi ülkemizi anti demokratik bir mecraya sürüklemektedir. Bu çerçevede iktidarı ve tüm grupları hukukun üstünlüğüne riayet etmeye, bağımsız ve tarafsız yargıyı da bağımsız ve tarafsız kalmaya ve baskılara boyun eğmemeye, kanunsuz emir ve talimat verilmesi halinde idare organlarını kanunsuz emir ve talimatlara uymamaya, tüm hukuk camiasını, hukuk kurumlarını, baroları, diğer sivil toplum kuruluşlarını ve kamuoyunu hukuk devleti ilkesini korumaya davet ediyoruz. Türk milli ve demokratik devletinin geleceğini tehlikeye sokan yanlış politikalara karşı ise özetle; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti’nin adının, vatandaşlık tarifinden ve Anayasa’dan çıkarılamayacağını”, “Devletimizin eşit ve şerefli üyeleri olan aziz vatandaşlarımızın, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamayacağını”, “Anadolu coğrafyasında Selçuklu ile başlayıp çeşitli Türk devletleri ve Osmanlı ile devam eden Türk Milleti’nin kesintisiz egemenliğini esas alan büyük Atatürk’ün kurduğu milli devlet yapısının ortadan kaldırılamayacağını” ifade ediyoruz.” Açılıştan sonra düzenlenen konferansta Türk Hukuk Enstitüsü Genel Başkanı Prof. Dr. Ali Akyıldız tarafından Türkiye’nin güncel meseleleri konulu konferans verildi. Prof. Dr. Ali Akyıldız, Türk Hukuk Enstitüsünün amacına uygun olarak Türkiye’de hukuk devletinin gelişmesi ve hukuk devleti farkındalığının oluşturulması için çalışılmasının önemini izah etti. son zamanlarda hukuk devleti ilkesine engel olan ve ihlal eden uygulamalar hakkında bilgi verdi ve “hukuk devletinin yeniden inşasının gerektiği”, bunun için çalışılması gerektiği görüşünü açıkladı. Türk Hukuk Enstitüsü Kayseri Şubesi yönetim organları şu isimlerden oluştu: Yönetim Kurulu: İsmail Tanrıöven (Başkan), Halil İbrahim Keçebaş, Tarık Çulha, Neslihan Sel Kırçıl, Yalçın Erzurum, Burçin Yaldız Akbulut, Murat Boz, Ziya Koç, Doğanay İğde, Cavit Dursun, Orkun Kaya, Mustafa Orhan Taşçı, Fatih Şen, Fatma Karababa. Denetim Kurulu: Hüseyin Akoğlu, Rukiye Gülmez, Uğur Altun, Ertan Alev, Murat Kaan, Rezzan Yıldırım Yazıgülü. Disiplin Kurulu: Mehmet Keskin, Serap Altuntaş Eroğlu, Özgür Bozkurt, Özgür Arslan, Zafer Tuğrul Sarıarslan. Genel Merkez Delegeleri: İsmail Tanrıöven, Tarık Çulha, Yalçın Erzurum, Cavit Dursun, Oğuz Erinç, Özgür Bozkurt, Mehmet Soytürk, Ünal Keskin. 37 HÂTIRAT YAZMAK DÜRÜSTLÜK ve İÇTENLİK GEREKTİRİR Mustafa ÖZTÜRK Bir kişinin başından geçen veya tanık olduğu önemli olayların anlatılmasıyla oluşan esere hâtıra, hâtırat veya anı diyoruz. Hâtıratlar günü gününe tutulan notlara, sıcağı sıcağına yazılan “günce” lere dayanıyorlarsa tarihçi için önemli belge olurlar. Böyle değil de, herhangi bir saikle sonradan hatırlananlar kaleme alınmışsa, bunlara itibar edilmesi, gerçeğe ulaşmayı her zaman zorlaştıracaktır. Çünkü, hafızayı beşer nisyân ile malûldür. Hâtırat yazmak ciddi bir iştir. Andre Gide’nin dediği gibi, “ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.” Dolayısıyla dürüstlük, samimiyet, ciddiyet, sorumluluk ister ki bunlar, hatıratların olmazsa olamazlarıdır. Siyasî, ideolojik veya şahsi çıkar düşüncesiyle ve olayları çarpıtarak yazılan hâtıratın ise hiçbir tarihi değeri olamaz. Çünkü, yeni nesilleri yanlış yönlendirirler. Böyle hâtırat yazmaktansa yazmamak daha hayırlıdır. Yaşadığımız yıllarla ilgili anı kitaplarını okuduğumuzda yalanları görüp hayrete düşüyoruz. Baştan sona ön yargı, dedikodu ve yalan üzerine bina edilen samimiyet ve dürüstlükten yoksun böyle kitaplara hâtırat demek çok zordur. Bazı hâtırat yazarları, ya kendisini savunmak, ya birilerini karalamak, ya da kendisini hatırlatmak amacıyla kaleme sarılıyorlar. Geçmişte yapılmış bir hata sebebiyle bir kişinin savunma yapması veya “ben buradayım” diyerek kendini hatırlatması gayet doğal. Ancak aynı kişinin suçunu örtmek için yalana başvurması ve suçsuz insanları karalaması asla kabul edilemez. Meşhur hâtıratları önemli ve ilginç kılan, yapılmış olan kişisel hataların içtenlikle itiraf edilmesidir. Jean Jacgues Rousseau’nun “İtirafları” ı ve Babür Şah’ın “Babürnâme” si, bu nedenle büyük eser sayılmışlardır. Son yıllarda böyle eserler göremiyoruz. Çünkü, şahsi hataları yazmak ve özeleştiri yapmak, dürüstlük ve cesaret gerektirir. Bazı kişiler de sadece övünmek, önemli oldukların hatırlatmak amacıyla anılarını yazıyorlar. Böyleleri çiğ kalanlardır. Zaman onları olgunlaştıramamış. Kendilerini dünyanın merkezinde sanıyor, yapılan tüm güzel işleri 38 kendilerine mâl etmeye çalışıyorlar. Oysa kendilerinin bir çamda kertikleri yoktur. Görevi ve davası gereği güzel işler yapanların övünmeye, böbürlenmeye ihtiyaçları olmamalı. Gerçek dava adamları görev icabı yaptıklarını; yemek, içmek, yürümek, nefes almak gibi tabii şeylerden sayar, övünmeyi akıllarına bile getirmezler. Çünkü, önemli olan yapılan iş veya ifa edilen görevdir. Anılarını yazacak olanlar, önce iyi yazılmış anı kitaplarını okusunlar. Meselâ, Halide Edip Adıvar’ın “Türk’ün Ateşle İmtihanı” nı, Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” sını, Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” ını… Geçmişe yalan katmamak ve geleceğe ışık tutmak şartıyla herkes anılarını yazabilir. Ancak berrak bir hafıza ve olaylara tanıklık yapan belge ve dokümanlar mutlaka yanlarında bulunmalıdır. Milliyetçi-ülkücü hareketin geçmişi üzerine yazı yazanların da bu temel esaslara uymaları, kendini kanıtlamış ve adları Türk milliyetçiliği ile beraber anılan şahsiyetler hakkında daha uygun bir dil kullanmaları ve ispatlayamayacakları ithamlardan kaçınmaları gerekir. Ben, “günce” tutamadığım için hâtıratımı yazmayı düşünmedim. Ancak belgeli olanları ve net hatırladıklarımı yazabilirim. Herkese de bunu tavsiye ederim. Çünkü, hafızamız bizi yanıltabilir. Bu yüzden yanlış şeyler söyleyebiliriz ki bunun vebali büyüktür. Tarihe ve yeni nesillere yanlış bilgiler sunmaktan Allah bizi korusun. BAYRAK NAMUSTUR TÜRK MİLLETİ NAMUSUNA SAHİP ÇIK! Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki Türk bayrağının bir PKK eylemi sırasında yüzü maskeli bir terörist tarafından indirilmesi, söylenip geçilecek veya unutulacak bir olay değildir. Çünkü, Türk bayrağı, milletimizin namus ve şerefinin simgesi, devletimizin bağımsızlığının sembolüdür. Bu yüzden onu hep göklerde görmek ister, sonsuza dek dalgalanması için canımızı seve seve veririz. Bayrak ve vatan için ölünmeyecekse ordu kurma ve ordu donatmanın da bir anlamı ve mantığı yoktur. Sizin harîm-i ismetinize girildiğinde bir şey yapmıyorsanız mevcudiyetiniz neye yarar? Devlet niçin var? Türk Silahlı Kuvvetleri niçin var? Yanıt istiyoruz. Çanakkale’yi geçilmez yapan, Sakarya ve Dumlupınar destanlarını yazan Türk Ordusu neredesin? Kimler seni böyle koyun sürüsüne çevirdi, silâhını ve ruhunu kimler aldı elinden? Genel Kurmay Başkanlığı, konuyla ilgili bildirisinde, bayrağı indiren yüzü kapalı kişinin 14-15 yaşlarında birisi olduğunu söylüyor. Bize göre, hiç de öyle görünmüyor; kocaman adam… mazeret üretiyorlar ama bu rezaletin mazereti olmaz. “Çocuk” veya “provokasyon” diyerek konuyu basite indirgeyemezsiniz. Ortada apaçık duran bir hakikat var: Türk vatanı ve milletinin bütünlüğüne, Türk devletinin bağımsızlığına karşı plânlı bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bu saldırıyı def etmesi gerekenler, büyük bir aymazlık içinde, siyasî ve şahsî çıkarlarının tutsağı olmuşlardır. “Çözüm süreci” diyerek, Türkiye’yi bölünmenin eşiğine sürüklediler. Bölücü terör örgütü asker yazdı, görmediler; vergi topladı, duymadılar; kendi bayrağını açtı, altında halay çektiler; tehdit etti, kulaklarını kapadılar; «Kürdistan! Kürdistan!»naraları atıldı, alkış tuttular; “Türkiye’de böyle bir yer yoktur”, diyemediler. Şimdi sıra bayrağımıza geldi. Ne provokasyonu? Adamlar diyor ki: «Burası bizim, çekilin buradan! Bu bayrağa burada yer yok!” Siz hâlâ provokasyon deyip milleti kandırıyorsunuz. Bir defa da millete doğruları söyleseniz olmaz mı? Meselâ, Oslo’yu anlatsanız, İmralı pazarlıklarını anlatsanız… ve içinizde birazcık vatan, bayrak, hak ve hakikat sevgisi kalmışsa yanılgılarınızı anlatsanız. Sonra da alıp milleti arkanıza PKK ve uzantısı bütün pislikleri temiz vatan toprağından süpürüp atsanız. Milletin beklentisi budur sizden. Türk milleti infial içindedir. Sabır taşı çatlamak üzeredir. Onu yalanlarla artık oyalayamazsınız. Devleti yöneten kadrodan hiçbiri sorumluluktan kaçamaz. Hepsi doğrudan ve dolaylı olarak sorumludur. Bu nedenle Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’na kadar devletin bütün makamlarını bir kez daha yasalarla belirlenmiş görevlerini yapmaya, “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini korumaya” davet ediyoruz. Bu görevlerin ifasında acziyet kabul edilemez. Bir acizlik var ise karşılığı da olmalı, istifa müessesesi mutlaka çalıştırılmalıdır. Özgür bir ülkede iki devlet, iki ordu, iki bayrak olmaz. Yol kesen, araç yakan canilere bir devlet yalvarıp yakarmaz. Bölücü çakalların özelliği nedir ki onlara iltimas gösteriliyor? Sözcülerini, dalkavuklarını televizyonlara çıkarıp milletin aklıyla alay ediyorlar. Siyasî iktidarın çözüm dediği şeyin Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefi olan Türk bayrağını semadan indirmek ve Kürtlere bir devlet kurmak olduğu anlaşılmıştır. Bu yanlıştan acilen dönmelerini bekliyoruz. Dönmezler ise Türk bayrağını koruyamayanların alınlarındaki onursuzluk damgası asla silinmeyecektir. Ülkemizi yönetenler, bugün olduğu gibi görevlerini ifada basiretsizliğe devam ederlerse, Türk milleti kanının ve vicdanının sesine uyarak bayrağını ve vatanını korumak için mutlaka harekete geçecektir. Nasıl derseniz, söz konusu bayrak ve vatansa, gerisi teferruattır. BİLGİYURDU 13.06.2014