Dergimizi pdf formatında indirmek için tıklayınız

Transkript

Dergimizi pdf formatında indirmek için tıklayınız
Gençlik Dergisi
Bütün
mazlumların
yanındayız!
ISSN 2148-5062
YIL: 8 SAYI: 44
TEMMUZ/AĞUSTOS 2014
İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR
ÜCRETSİZDİR.
YIL: 8 SAYI: 44
TEMMUZ/AĞUSTOS 2014
İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR
ÜCRETSİZDİR.
Gençlik Dergisi
Bütün
mazlumların
yanındayız!
İÇİNDEKİLER
KRİTİK SEÇİM
Mustafa ÖZTÜRK_________________________________________________3
Cumhurbaşkanı Adayı
Prof. Dr. EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU____________________________5
DÜŞÜNME HATALARINDAN “HAZIRDA OLAN” ETKİSİ
Prof. Dr. Cihan DURA______________________________________________6
HEM DİNÎ , HEM MİLLÎ KUTSALLARIMIZDAN BİRİ BAYRAĞIMIZ
Yrd. Doç. Dr. A.Vehbi ECER_________________________________________8
MAZLUM DİYARLAR
Köksal AKÇALI____________________________________________________9
BİLGİYURDU
GENÇLİK DERGİSİ
YIL: 8 SAYI: 44
ISSN 2148-5062
SAHİBİ
Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği Adına
Dernek Başkanı
Mustafa ÖZTÜRK
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Osman KARABABA
YAZIŞMA ADRESİ
Sahabiye Mah. Mete Cad.
Boylar Sk. Çetinbulut Apt Nu:1 K:2 D:3
Kocasinan/KAYSERİ
TELEFON
(0352) 232 32 67
WEB
www.bilgiyurdu.org.tr
E-POSTA
[email protected]
GRAFİK TASARIMI
Hatice İbakorkmaz
BASKI
Orka Matbaacılık
San. Tic. Ltd. Şti.
Organize San. Böl.
43. Cad. Nu: 11 KAYSERİ
(0352) 322 17 00
Bağışlarınız İçin
Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği
Türkiye İş Bankası Sahabiye Şubesi
Hesap Nu.: 5307-0618614
IBAN : TR920006400000153070618614
Yazılar yayınlansın ya da
yayınlanmasın iade edilmez.
Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukukî
sorumluluk yazarlara aittir.
2
BEN “VİCDAN”IM…
Osman KARABABA_______________________________________________10
MÜSLÜMANLAR ATATÜRK’E NEDEN SAHİP ÇIKMALIDIRLAR?
Mehmet ÇAYIRDAĞ______________________________________________12
TÜRK İLİNDE İKİ CANAN
Mustafa ÖZTÜRK________________________________________________13
ZULÜM AVLUDAN GİRERSE ADALET BACADAN ÇIKAR
Prof. Dr. M.Kemal ATİK____________________________________________14
TÜRKİYE EKONOMİSİ NEREYE GİDİYOR?
Hakan BOZDOĞAN_______________________________________________15
TÜRKMENLER KAN AĞLIYOR
İsmail ÖZÖREN__________________________________________________16
KÜRT TARİHİNİN ALTIN ÖNDERLERİ
Mustafa YILDIRIM________________________________________________17
ÇOCUKLARIMIZIN ZİHNİ AÇIK
Hamza ERAVŞAR_________________________________________________18
KERKÜK’ÜN YETİMİ
Betül ÖVÜNÇ____________________________________________________19
TYRKEN
Seyit Ali ERGEÇ__________________________________________________20
BİR HASRETİN HİKÂYESİ
İsmail BOZKURT_________________________________________________21
SEVERİM ÜLKEMİN İNSANLARINI
Mehmet PUSAT__________________________________________________24
ANAYASAMIZ VE MİLLİYETÇİLİK
Mehmet KILINÇ__________________________________________________25
TÜRKİYE’NİN IŞİD İLE İMTİHANI
Ahmet MUHTAROĞLU____________________________________________27
‘’Kayseri kompartımanı’’nda AYVAZ GÖKDEMİR
Mustafa ŞERBETCİOĞLU__________________________________________30
TÜRKMENLER KAN AĞLIYOR
Cenk OZAN (Nafiz Ağca)__________________________________________32
ÖĞRENMEYİ ÖĞRENME VE ÖĞRENME STRATEJİLERİ 2
İbrahim GÜNGÖR________________________________________________33
BAYRAKSIZ VATAN OLMAZ
Aytekin AYDOĞAN_______________________________________________35
HABERLER
HÂTIRAT YAZMAK DÜRÜSTLÜK ve İÇTENLİK GEREKTİRİR
Mustafa ÖZTÜRK________________________________________________38
Gençlik Dergisi
Mustafa ÖZTÜRK
[email protected]
KRİTİK SEÇİM
Türk halkı, 10 Ağustos 2014 Pazar günü geleceğine
yön verecek çok hayati bir tercih yaparak yeni Cumhurbaşkanını seçecek. Bu seçimi, önceki seçimlerle mukayese
edilemez ölçüde önemli kılan, AKP iktidarında oluşan iki
büyük sorundur. Bunlardan birincisi, Anayasa ile belirlenmiş devlet rejiminin geleceği, ikincisi ise bölücü terör
örgütüne verilen tavizler sebebiyle “Türkiye Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünemez bütünlüğü” nün devam edip
etmeyeceği…
Bu iki büyük sorun Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın
başbakanlığı döneminde gelişip büyüdü. Ve Başbakan
Erdoğan bugün Cumhurbaşkanlığının en güçlü adayıdır.
Kaygılanmamak mümkün mü?
REJİMLE İLGİLİ ENDİŞELER
Görünen köy, kılavuz istemez. 12 yıllık iktidarları döneminde yaptıklarına bakıp gelecekte olacakları kestirmek
hiç de zor değil. Saklamıyor zaten. Anayasa’da belirtilen
yetkilerle yetinmeyeceğini kendisi söylüyor. Anayasa’da
yer almayan yetkilerin kullanılması, hukuk devletinin
hangi ilkesiyle bağdaşacaktır? O zaman devletin zirvesinde yetki çatışmasından kaynaklanan bir kriz çıkmayacak
mıdır?
Türkiye’nin rejimi, tüm modern ülkelerde olduğu gibi,
kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter demokrasidir.
Yasama, Yürütme ve Yargı güçlerinin görev ve yetkileri
Anayasa’da belirlenmiş, ayrıca bir denetim mekanizması
oluşturularak bu güçlerden birinin diğerlerine tahakkümü
engellenmiştir.
Vatandaşın temel hak ve hürriyetlerini yasal garantilerde koruyan parlamenter demokrasiye dünya ve Türkiye,
çok büyük mücadelelerden sonra ulaştı. Buradan geriye,
yetkinin tek elde toplandığı padişahlık, krallık, hükümdarlık devirlerine dönülemez. Bu sözcükler telaffuz edilmese
de iktidar partisinde “başkanlık sistemini” isteyenler hiç
de az değil. “Cumhurbaşkanı” değil “ başkan” seçeceklerini hiç saklamıyorlar. İyi de mevcut Anayasa’ya göre bu nasıl olacak? Anayasa’nın, hukukun bir değeri yok mudur?
Konuşmalarından anlaşılan odur ki Sayın Erdoğan
Cumhurbaşkanı seçilirse, önceki Cumhurbaşkanları gibi
bir Cumhurbaşkanı olmayacak; Yasama, Yürütme ve
Yargı’ya da hükmetmeye çalışan bir başkan olacaktır.
Mevcut Anayasa buna engel teşkil ettiğinden, seçilmesi
halinde yapacağı ilk iş, başkanlık sistemine göre hazırlanmış yeni Anayasa’yı ülke gündemine getirmek olacaktır.
Atatürk Orman Çiftliğinde kendisine boşuna mı saray yaptırıyor?
Vatandaşın temel hak
ve hürriyetlerini yasal
garantilerde koruyan
parlamenter demokrasiye
dünya ve Türkiye, çok
büyük mücadelelerden
sonra ulaştı.
Sayın Erdoğan son konuşmalarının birinde tarafsız
değil taraflı bir Cumhurbaşkanı olacağını söyledi. Onlar
devletin tarafında, ben milletin tarafındayım dediler. Galiba, 12 yıldır devlet makamında bulunduklarını, devletin
tüm imkânlarını kullandıklarını unuttular. Millet ile devlet,
karşıt kavramlar değildir. Dolayısıyla böyle göstermekde
doğru olmaz. Tabii ki devlet, millet içindir.
Sayın Erdoğan, milletten yana olduğunu söyledi. Güzel
bir ifade. Ayrıca milliyetçiliğin en özlü tanımıdır milletten
yana olmak. Ancak ortada milletin adı dahi yok. Bir türlü
Türk milleti diyemiyor: Dediği vakit de Türkiye’de ne kadar etnik unsur var ise onları art arda sıralayıveriyor.
Milletimizin adı Türk, ülkemizin adı Türkiye, meclisimizin adı Türkiye Büyük Millet Meclisi, ordumuzun adı
Türk Silahlı Kuvvetleridir. Bunları gururla ve sevinçle
söylemek lâzım. Söylemekle de kalmayıp sevgisini yaptıklarıyla göstermesi lâzım.
Milletten yana olan bir kişi, ilkokullarda okutulan
“andımız”ı yasaklamaz, devlet kurumlarından T.C harflerini silmez, “Ne mutlu Türk’üm diyene” vecizesine karşı
çıkmaz, Türk milliyetçilerini küçümsemez ve Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpasa izin vermez. Bütün bunlar sayın
Başbakanın iktidarları zamanında yaşadığımız facialardır.
Bu faciaları yaşadık. 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk
Davasında “hukuk devleti” nin nasıl askıya alındığını gördük. Sayın Erdoğan’ın “başkanlık sistemi” hayali ve tek
adam olma isteğini biliyoruz. Bu durumda Sayın Recep
Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi, Türkiye’nin
rejimi için bir risk yaratmaz mı?
3
TAVİZLERE DEVAM,
Sayın Başbakan Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde de açılım politikasını sürdüreceğini söyleyebilmektedir.
VATAN BÖLÜNSE NE GAM
Türkiye’nin ne kârı oldu ki devam kararı aldılar? DiAKP hükümeti ile terör örgütü PKK arasında Oslo’da
başlayıp İmralı’da devam eden “çözüm süreci” nin yasal yorlar ki “artık cenaze kaldırmıyoruz.” Çünkü istedikledayanağı yoktu. Türk milletinden ve TBMM’den gizlenen ri her şeyi savaşmadan veriyorsunuz. Vermeye de devam
yasa dışı görüşmeler meçhul kişiler tarafından sızdırılın- edeceğinizi taahhüt etmişsiniz. Politik hedeflerine bir bir
ca, Hükümet suç işlettiği kişileri kurtarma çabasına düştü. ulaşan örgüt, Mehmetçiği neden öldürsün?
Bu konuda akıl veren, iş ortakları Öcalan oldu; gazetelere
Kürt açılımının söylenen en büyük hedefi, terör örgütüyansıyan şu sözleri söyledi: “şimdi siz de, biz de, heyet de ne silah bıraktırmaktı. Bıraktılar mı? Yurt dışına çekileceksuç işliyoruz. Yasal zemine bu görüşmelerin oturtulması lerdi. Çekildiler mi? Açılım yasaları Meclis’ten art arda
gerekir.”
geçiyor, Bebek katili sevinçten uçuyor ve her gün taviz
üstüne taviz alıyor ama diğer
Çözüm süreci kapsamınyanda Kandil’deki karargâh:
da TBMM’de kabul edilen
“Kürdistan halkı özgür ve deson yasa, anlaşılacağı gibi,
mokratik yaşama kavuşmadan
Bölücü başının AKP iktidakim direnişten vazgeçeceğirından talep ettiği bir yasadır.
mizi ve silah bırakacağımızı
Adı: Terörün Sona ErdirilmeToplumsal Bütünleşmenin
sanıyorsa o hayal görüyordur.”
si ve Toplumsal BütünleşmeGüçlendirilmesine Dair
diyerek açılımcıların yalanını
nin Güçlendirilmesine Dair
Kanun... Ambalaj mükemmel
ortaya koyuyor.
Kanun. Ambalaj mükemmel
ama
içerisi
zehir
dolu.
Terör
ama içerisi zehir dolu. Terör
Anlaşılacağı üzere, terör
örgütüyle
görüşüp
müzakere
örgütüyle görüşüp müzakere
örgütü tüm hedeflerine ulaşyapanlara yasal zırh sağlıyor
yapanlara yasal zırh sağlıyor
madan ne silah bırakacak, ne
ve Hükümete çok geniş
ve Hükümete çok geniş iniside terörden vaz geçecektir.
yatif tanıyor. Ne yaparlar ve
Dolayısıyla siyasi iktidarca yüinisiyatif tanıyor.
hangi kararı alırlarsa alsınlar
rütülen çok zararlı ve tehlikeli
yasal olarak sorumlu olmateslimiyet politikasının durduyacaklar.
rulması gerekir. Durdurulmaz
ise süper güçlerin de planında
Bu yasa ile karşı taraftaki
yer alan Kürdistan’ın Türkiye
terör örgütü mensupları da
toprakları
üzerinde
de
kurulması,
maalesef yakındır.
başta bebek katili Öcalan olmak üzere meşruiyet kazanmış
oldular. Öcalan, tabii ki çok mutlu, söz konusu yasayı “taİHSANOĞLU SEÇİLİRSE
rihi bir karar” olarak nitelemektedir. Çünkü artık resmen
Yukarıdaki anlatmaya çalıştığımız iki büyük tehlikeyi
baş müzakerecidir.
aşmak için Cumhurbaşkanı seçimini tarihi bir fırsata döÖcalan, ne istedi de bu Hükümet yapmadı?
nüştürmek mümkündür. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun
Büyükşehir yasası, yerleşim yerlerine eski Kürtçe ad- seçilmesi halinde:
larının verilmesi, Türk alfabesinde yer almayan harflerin
Rejim krizi olmayacak, Türkiye’nin demokratik, laik,
kullanılması, Kürtçenin seçmeli ders yapılması v.b
sosyal hukuk devleti kimliği korunacak.
Kürt açılımı sürecinde terör örgütünün çok büyük kaTürkiye’de yaşayan her ferdin, herkesin Cumhurbaşkazanımları oldu. Örgüte katılımlar çığ gibi arttı. Güvenilir nı olacakları için ülkede kardeşlik ve barış ortamı oluşakaynaklara göre Rus malı Cornet ve SA-8 füzelerini temin cak.
eden örgüt, büyük eylemlere hazırlık yapıyor. Ordu kışlasıRafa kaldırılan hukuk devleti, tekrar işler hale gelecek.
na çekildiği için PKK, geniş bir bölgede fiili bir hâkimiyet
Dış politikada Türkiye’nin saygınlığı artacak.
kurdu. Vergi toplamaya, kendisine özgü şehitlik oluşturEkmeleddin İhsanoğlu, adını yansıtan bir insan. Karakmaya başladı. İstediği zaman yol kesiyor, iş makinelerini
teri
sağlam, ahlâkı temiz… Sakin, çelebi bir bilim adamı.
yakıyor, ana yolları aylarca trafiğe kapatıyor. Son olarak
Yerel Yönetimler Yasasından hareketle bölgede çıkarılan Konuşmalarını dikkatle dinledim: Kimseye bağırmadı,
petrolden pay istediler. Bölge halkı korkudan sinmiş du- hakaret etmedi, iftira atmadı. Milleti müşfik bir baba gibi
rumda. Koruculardan boyun eğmeyenler katlediliyorlar. bütünüyle kucaklıyor, ayrımcılık yapmıyor. Seçilmeleri
Bölgede görev yapan devlet görevlileri korku ve endişe Türkiye’miz için büyük bir şans olacaktır.
Türkiye’nin demokratik rejimi ve millî birliğine kasteiçinde çalışıyorlar. Terör örgütü her türlü eylemi yaparken
güvenlik kuvvetleri adeta seyircidir. Çünkü kendilerine den yakın tehlike üzerine, ideolojik farklılıkları bir kenara
verilen Hükümet talimatı, böyle davranmayı gerektiriyor. atarak millî duyarlılıkla yan yana gelen siyasi partilerimizi
Türk devleti, söz konusu bölgede, bağımsızlığının sem- de millet için siyasetin güzel bir örneğini bize gösterdiklebolü olan bayrağını bile koruyamaz hale düşürülmüştür. rinden kutlamamız gerekir.
Bu durum, AKP iktidarının yürüttüğü çözüm sürecinin tabii bir sonucudur. Bu acı ve korkunç gerçeklere rağmen,
4
Gençlik Dergisi
Cumhurbaşkanı Adayı
Prof. Dr. EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU
Prof. Dr. Ekmeleddin Mehmet
İhsanoğlu, babasının Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olarak
görevli olduğu Kahire’de 1943
yılında dünyaya geldi.
Babası, İstiklal
Marşı şairi Mehmet Akif
Ersoy’un arkadaşı Yozgatlı
müdderris Mehmet İhsan
Efendi, annesi de Rodoslu
bir Türk ailesinin kızı olan
Seniye Hanım’dır.
Prof. Dr. Ekmeleddin
M. İhsanoğlu, Mısır Ayn
Şems Üniversitesi Fen
Fakültesinden mezun olduktan
sonra El-Ezher Üniversitesi’nde
akademik hayata başlamış, 1970
yılında Türkiye’ye gelmiştir. 1974’te Ankara
Üniversitesi Fen Fakültesi’nde doktorasını tamamlamış
ve 1984’te profesör olmuştur. İstanbul Üniversitesi
Bilim Tarihi Anabilim Dalı’nı kurmuş, ayrıca
İngiltere Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası
TÜBİTAK adına çok önemli bilisel çalışmalarda
bulunmuştur.
1980 yılında İslam İşbirliği Örgütü’nün tavsiyesi
ile İstanbul’da kurulan İslâm Tarih Sanat ve Kültür
Araştırma Merkezi (IRCICA)’nin başkanlığına getirilmiş,
bu görevi 25 yıl sürdürmüştür. IRCICA bünyesinde
Türk ve İslam kültürü konusunda büyük bir ihtisas
kütüphanesi ve arşivi kurulmasına, özellikle Osmanlı
tarihi, medeniyeti ve kültürüyle ilgili çok sayıda eserin
yayımlanmasına öncülük etmiştir.
1 Ocak 2005 - 1 Ocak 2014 tarihleri arasında 9 yıl
süreyle, Birleşmiş Milletler’den sonra dünyada ikinci
büyük uluslararası örgüt olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın
genel sekreterliğini yapmıştır. Bu teşkilatın, seçimle
göreve gelen ilk genel sekreteridir.
Prof. Dr. Ekmeleddin M. İhsanoğlu, evli ve 3 çocuk
babasıdır. Çok iyi derecede İngilizce ve Arapça, orta
derecede Fransızca ve Farsça bilmekte olup değişik
dillere tercüme edilmiş çok sayıda kitabı vardır.
Millî ve milletlerarası birçok bilim kurumunun
üyesi olan İhsanoğlu, bilim, eğitim ve diplomasiye
katkısından dolayı Devlet Üstün Hizmet Madalyasına
layık görülmüştür.
Eserleri:
Yeni Yüzyılda İslam Dünyası, 2013
İslam Kültürü Çeşitli Konuları
ile İslam’da Kültür ve Bilgi Cilt:
5, 2008
Osmanlı Tıbbi Bilimler
Literatürü Tarihi (4 Cilt),
2008
Mısır’da Türkler ve
Kültürel Mirasları, 2006
Osmanlı Tabii ve Tatbiki
Bilimler Literatürü Tarihi: 1 2 Cilt, 2006
Osmanlıca Tıp Terimleri
Sözlüğü, 2004
Osmanlı Askerlik Literatürü
Tarihi, I - II Cilt, 2004
Osmanlılar ve Bilim, 2003
Mushrabiyya And Stucco Colored Glass in
The Muslim World (Arapça), 2002
Osmanlı Coğrafya Literatürü Tarihi, 1 - 2, 2000
Suriye’de Modern Osmanlı Sağlık Müesseseleri,
Hastahaneler ve Şam Tıp Fakültesi, 1999
Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi, 1-2, 1999
The West And Islam (Towards a Dialogue), 1999
Büyük Cihaddan Frenk Fodulluğuna, 1996
Istanbul: A Glimpse into the Past, 1987
İHSANOĞLU, Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde
Türkiye ve Ortadoğu için çok büyük bir şanstır.
-Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş esasları ve
Anayasa’da belirtilen temel niteliklere bağlıdır.
- Dindar, demokrat ve laiktir.
- Tertemiz ve başarılarla dolu bir geçmişe sahiptir;
çalmamıştır, çaldırmamıştır.
- Ailesi ve akrabalarıyla ilgili hiçbir dedikodu ve
şayia olmamıştır.
- Eğitimlidir ve uluslararası tecrübe ve birikime
sahiptir.
- Türk ve İslam dünyasıyla iyi ilişkileri vardır.
- Kavgacı değil, barıştırıcıdır.
- Ayrıştırıcı, öteleyici değil, birleştirici ve
bütünleştiricidir.
- İnsanlara öfkeyle, kinle değil, sevgiyle
yaklaşmaktadır.
-Yalnız bir kesimin değil, bütünüyle Türk milletinin
cumhurbaşkanı olacaktır.
TÜRKİYE İÇİN BİRLİK PLATFORMU
5
Prof. Dr. Cihan DURA
[email protected]
DÜŞÜNME HATALARINDAN
“HAZIRDA OLAN” ETKİSİ
Düşünen bir insan muhaeder, hep onları kullanır.
keme eder. Muhakemesine bir
Oysa, o önermeler doğru
veya birkaç önermeden hareket
mudur? Bazıları -belki çoğu- deederek başlar. Zaman zaman da
ğildir. Çünkü sağlam bir şekilde
Bir muhakemenin doğru
muhakeme sürecine yeni önerkazanılmamışlardır. Bazıları da
sonuca ulaşması, kullanılan
meler katar. Hemen belirteyim ki
yeterli değildir. Sırf alıştığımız
birden fazla kavram arasında bağ
her önermenin doğru
için, biz kolay hatırladığımız
kurmaya “hüküm”, hükmün söziçin mi doğru olacaklar? Elbetolmasına bağlıdır. Eğer öyle ise
le anlatılmasına “önerme” denir.
te hayır! O zaman yanlış veya
muhakeme, bir diğer deyişle
Hükmün başlıca özelliği doğru
yetersiz önermelerle muhakeme
düşünme işi hatasız yapılmış
veya yanlış olabilmesidir. İki
ettiğimiz için, düşünme süredemektir.
örnek: -Ağaç canlıdır. -İhtiyaçlar
cimiz de hatalı olacaktır, tabîî
sonsuzdur. Muhakeme ise, manulaştığımız sonuç da...
tıklı bir şekilde bir önermeden
‘***’
diğerine geçerek bir sonuç önerİnsanı hatalı düşünmeye
mesine ulaşmaktır.
sevk eden önermeler –veya bilBir muhakemenin doğru sonuca ulaşması, kullanılan
giler- çeşitli şekillerde kazanılır ki başlıcaları şunlardır:
her önermenin doğru olmasına bağlıdır. Eğer öyle ise
Çürük genelleme, sık tekrar, yeni bilgi edinmeme, etkilemuhakeme, bir diğer deyişle düşünme işi hatasız yapılmış
yici olguları kullanma. Kısa kısa açıklayalım her birini.
demektir. Oysa insan, düşünürken türlü sebeplerle muha1) Çürük Genelleme
kemesine yanlış önermelerle başlayabilir veya muhakeme
Yetersiz sayıda gözlemden hareket ederek genelleme
sürecine yanlış önermeler katabilir. O zaman ulaştığı
yapmaktır.
Örnek veriyorum:
sonuç da yanlış olur; başka bir deyişle, hatalı düşünmüş
olur.
Gözlem: Ömrü boyunca günde üç paket sigara içti.
Yaşı 90’ı geçti. Hüküm: Demek ki sigara sağlığa zararlı
Peki, neden böyle yapar, neden insan düşünme süredeğil.
cinde yanlış önermeler kullanır? Bunun bir sebebi, söz
konusu önermelerin akla kolay ve çabuk gelmesidir. KoBurada hazırda olan önerme “Ömrü boyunca günde
lay ulaşılabilir olmaları, zihinde hazır bulunmaları ortak
üç paket sigara içti” önermesidir. Bunun gibi birçok önerözellikleridir. Onun içindir ki bu şekilde yapılan düşünme me vardır belleğimizde. Muhakeme tek bir gözleme dahatasına “hazırda olan etkisi” adı verilir.
yandığı için, genelleme yoluyla varılan hüküm yanlıştır.
‘***’
2) Sık Tekrar
Farklı bir yoldan bir daha anlatayım ne demek istediBir şey sık tekrarlanmışsa, düşünme sırasında onu
ğimi:
hatırlamak kolay olur. Doğru olması şart değildir. Yahudilik, Siyonizm, komünist, soykırım,… bu kavramlar,
İnsan, hayatı boyunca türlü kanallardan doğru yanlış
birçok şey öğrenir: Ailesinden, çevresinden öğrenir; okul- bunlar hakkındaki olumsuz yargılar çoğu insanın zihnine
tekrar yoluyla yerleşmiştir, daha doğrusu yerleştirilmiştir.
da, dernekte öğrenir; propaganda etkisiyle öğrenir; kenZihinde hazırdırlar, bir değerlendirme, muhakeme sırasındisi araştırıp okuyarak öğrenir. Öğrendiklerinden bazıları
zamanla birer önerme haline gelir, zihnine yerleşir, kalıp- da kolayca kanıt olarak ileri sürülebilirler.
laşıp tutunur, kök salar. Onlara iyice alışır, onlarla âdeta
3)Yeni Bilgiler Edinmeme
bütünleşir. Zihninde, belleğinde artık daima hazır bulunur
İnsan kendini sürekli olarak yetiştirmezse, bilgilerio bilgiler, önermeler. İşte bu yüzden, her gerek duyduni yenilemezse, eski, modası geçmiş, hatta doğru olmakğunda her biri kolayca aklına gelir. Bir olayı değerlenditan çıkmış önermelere mahkûm kalır. Hep onları kullanır
rirken, biriyle tartışırken, muhakeme ederken, kısacası
düşünürken, muhakeme ederken…, dolayısıyla yanlış
düşünürken hep bu alışmış olduğu önermelerden hareket
hükümler verir, yanlış sonuçlara ulaşır.
6
Gençlik Dergisi
Örnek: Kimi doktorların gözde tedavileri vardır.
Bunları her türlü vakada uygularlar. Oysa daha uygun,
yeni tedaviler olabilir. Eğer doktor okumaz, yenilikleri
takip etmezse, o zaman zihninde hazır olan bilgiye başvurur, ona göre düşünür ve yapar. Elbette başka mesleklerde
de vardır bu tip insanlar. Örneğin, kimi şirket danışmanları da bu şekilde davranabilir; kendini yenilemeyen öğretmenler, öğretim elemanları da…
4) Etkileyici Olguları Kullanma
Bu sebep biraz uzun açıklama gerektiriyor.
Heyecan verici, göze batan veya ses getiren olguları
daha kolay ve kalıcı olarak algılar ve öğreniriz. Önemlerini de abartırız. Bunlar aklımızda hep hazır bulunur. Sessiz ve görünmez olguları ise ya hiç bilmeyiz ya da eksik
öğreniriz. Dolayısıyla önemsemeyiz. Belleğimizde ya
hiç ya da pek az yer tutarlar. Sonuç olarak, düşünme sırasında aklımıza hep birinci grupta olanlar gelir. Beynimiz
dramatik düşünmeye eğilimlidir. Oysa, ikinci gruptakiler
onlardan çok daha önemli ve belirleyici olabilir. Neticede
yanlış hükümler veririz.
Örnek olarak “mikro” boyutta edinilen bilgi ve önermeleri vereceğim.
İnsan, esas itibariyle “mikro” boyutlu bir varlıktır;
kendi küçük dünyasında yaşar genelde. Önce o dünyada
olanı görür, gözlemler, algılar; bu yoldan edindiği bilgiye
göre düşünüp davranır, tepki verir. Öncelikle zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak, hayatını idame ettirmek ilgilendirir
onu, mutlu olmak ve kendi sonu olan ölüm ilgilendirir.
Dolayısıyla düşünce dünyasının bilgileri, önermeleri büyük oranda bu mikro boyutlu olgularla ilgilidir. Tartışmalarını, muhakemelerini bunları kullanarak yapar. Çünkü o
önermeler zihninde hep hazırdır, her gerektiğinde kolayca
aklına gelir.
Ancak madalyonun bir de öbür yüzü vardır: insan
hayatında öyle olgular, öyle süreçler vardır ki geneldir,
geniştir, makro düzeyde cereyan eder. İnsan işte bu dev
boyutlu dünyada olup biteni doğrudan göremez, kolayca
gözlemleyip algılayamaz, fark edemez; o dünyaya göre
düşünüp davranamaz, tepki veremez. İçinde yaşadığı toplum, devletin bütünlüğü, ülkenin bağımsızlığı, ekonomik
gelişme, demokrasi, uluslararası ilişkiler, dünyada olup
bitenler, bunların toplumla, devletle, kendi varlığıyla ilişkileri… Halkın büyük çoğunluğu bu olguları göremez,
soyut oldukları için kolay algılayamaz. Bilgisi yoktur,
bilinçlenmiş değildir! O zaman, üzerinde düşünmez. Düşünemez, çünkü zihninde yoktur, aklına gelmez. Özetle,
geniş mekânda ve zamanın uzun akışında olup bitenleri
fark etmez, az çok fark etse de bağlantılarını ve sonuçlarını göremez, değerlendiremez. Düşünme sürecinde kullanamaz. Çünkü zihninde yoktur, olsa da çok zayıftır, hazır
değildir, aklına gelmez.
İnsan, eğitim düzeyine bağlı olarak mikro dünyada
kaldıkça hep dezavantajlı durumdadır. Oysa dünyayı
anlamak için makro düzeyde bilgiye de ihtiyacı vardır.
Makro düzeyde gözlem yapmak, bilgi sahibi olmak, akıl
yürütmek gerekir. Bu da yeteri kadar eğitim-öğretim görmüş olmaya bağlıdır.
‘***’
İnsanın zihin dünyası, tutum ve davranışları işte bu
şartlar altında oluşup şekillenir: Hep kolay hatırladıkları
ile, “hazırda olanlar”la düşünür; doğru olmasa da, yeterli
olmasa da. Diyelim ki bir şehirdeyiz; orada başka bir şehrin haritası kullanılabilir mi? “Hazırda olan” etkisi bize
bu türden saçmalıklar yaptırır.
Öyleyse düşünme ve tartışma sırasında, aklımıza
hemen geliveren kanıtlara karşı ihtiyatlı olmalıyız. Doğruluğundan emin olmadıkça, düşünme, yani muhakeme
sürecine dahil etmemeliyiz.
Bir fıkra ile bitirmek istiyorum “hazırda olan” etkisine dair bu yazımı:
Nasrettin Hoca geç vakit evine gelir. Karanlıkta
kapıyı açmaya çalışırken, anahtarını düşürür, aramaya
başlar. Derken, ileride ay ışığının olduğu yere kadar gider, orada devam eder aramaya. Hocanın bu halini gören
komşusu “İyi akşamlar hocam” der, “Bu vakitte orada ne
arıyorsun?” Hoca “Anahtarımı arıyorum” der “Kaybettim
de.” Bunun üzerine komşusu da katılır Nasrettin Hoca’ya,
o da başlar aramaya. Çok geçmeden komşu başını kaldırır, “Nasrettin Hoca” der, “Sen nerede kaybettin anahtarını?” “Şu ilerde, kapımın önünde…” Komşu şaşırır: “Öyleyse neden burada arıyorsun?” Hoca yanıtlar: “Burası
aydınlık, araması kolay oluyor.”
__________________________________.
KAYNAK: Rolf Dobelli, Hatasız Düşünme Sanatı Yapmamanız Gereken 52 Düşünme Hatası, NTV Yayınları, İst., 2013, s. 31–33.
7
HEM DİNÎ , HEM MİLLÎ KUTSALLARIMIZDAN BİRİ
Yrd. Doç. Dr. A.Vehbi ECER
[email protected]
BAYRAĞIMIZ
Her toplumun kutsalları vardır.Bu kutsalların ba- diye okuyanlar da vardır) G a z v e s i(savaşı)”ndeki
zısı millî ve örfî kutsallardır. Bazıları da dinî içerikli uygulamadır. Anlaşılacağı üzere, bayrak, daha önkutsallardır. Bayrak,Türk milletince hem millî hem
ceki satırlarda işaret ettiğimiz üzere İslâm’da ve Hz.
de dinî yönden saygıya değer olarak kabul edilir.
Muhammed (SAS)in uygulamasında da bir kutsallığa sahiptir.
Bayrak; hürriyetin, hür millet ve müstakil devlet
olmanın bir sembolüdür. Günümüzde ne kadar hür
İslam tarihinde ilk Müslümanlarca «liva, raye
millet ve müstakil devlet varsa hepsinin bayrağı
veya sancak” diye anılan bayrağın ne kadar kutsal
da vardır. Bayrakla birlikte,
olduğunu gösteren örnek “Mute
onunla ilgili olarak “marşlar”
(“Muta” diye okuyanlar da vardır)
okunması, dinlenmesi, her
Gazvesi (savaşı)”ndeki uygulaikisine de saygılı davranılması
madır.
Bayrağı bez parçası olarak
genel kabuller arasındadır. Bu
Sekizinci hicret yılında
görenler veya bayrak
bakımdan bayrak alelade bir
(Miladî 629) Peygamberimiz
karşısında saygı duruşunda
bez parçası değil; hürriyet, şe(SAS), Hâris bin Umeyr ile
ref, haysiyet ve bağımsızlığın
ayakta durmayı “p u t p e r e s t
Bizans İmparatoru›na verilsembolüdür. O, daima yüksekte
mek üzere bir mektup gönderir.
l i k” sayanlar büyük bir yanlış
tutulur, saygı duruşunda çalıİmparator adına mektup alan
içindedirler.
nan/söylenen/dinlenen millî
Bizans›ın Şam valisi «Şurahbil
marş eşliğinde gönderine çekibin Amr», Peygamberimizin
lir.
elçisi «Hâris bin Umeyr elBayrağı bez parçası olarak
Ezdî”yi öldürür. Bu davranış
görenler veya bayrak karşısında saygı duruşunda
ve hareket karşısında Hz. Peygamber, 3000 kişiden
ayakta durmayı “p u t p e r e s t l i k” sayanlar büoluşan bir ordu düzenler. Kendi azatlı kölesi Zeyd
yük bir yanlış içindedirler. Bir dinin mensubu olan
bin Hârise’yi de kumandan olarak tayin eder. Daha
her toplumun kutsalları vardır ve bu kutsala daima
sonra: “Savaşta Zeyd ölürse yerine Cafer bin Ebu
saygı gösterilir; her saygı göstermeye tapınma deTalip geçsin, o da ölürse Abdullah bin Revaha geçnemez. Hira Dağı, Tanrı Dağı, Kur›an, Kâbe… büsin ve sancağı alsın, o da ölürse asker kimi isterse
tün Müslümanlarca kutsaldır; ama onlara tapınılmaz. onu komutan yapsın” diye emir verir. Orduyu cesaretlendirmek için de onları “Seniyyetü’l-Veda” adıyHz. Peygamber ve onu izleyen dönemlerde “l i v
la anılan yere kadar bizzat uğurladı. İslâm ordusu
a” ve “r â y e” isimleri hem sancak hem de “b a y
uzun bir yolculuktan sonra Mute denilen yere ulaştı.
r a k” anlamında kullanılmıştır. İslâmiyetin gelişinden önce Mekke’deki idarî görevler arasında askerî Karşılaştıkları Bizans ordusu tahminlerin üzerinde
10.000 veya 100.000 kişilik büyük bir ordu idi. Geri
ve idarî özellikli olmak üzere “s a n c a k t a r l ı k”
veya “b a y r a k- t a r l ı k” (o günkü kullanımıyla dönmeyi içlerine sindiremediler ve savaşa karar
«ukab”) görevi vardı. Bir savaş sırasında bu bayrak verdiler. Savaşa başladılar; ama komutan Zeyd bin
“liva/ ukab” görevlisi tarafından taşınırdı. Prof. Mu- Harise şehit oldu. Bunun üzerine bayrağı Cafer aldı
hammed Hamidullah’ın tespitlerine göre Hayber’in ve savaşa devam edildi. Cafer’in bayrağı tutan sağ
eli düşmanlar tarafından kesildi. Cafer, öbür eliyle
fethine kadar «râye”, daha sonra “liva” diye anılan
bayrağı kavradı; fakat o eli de kesilince gene baybayraklar kullanılmıştır. İlk Müslümanlarca “liva,
rağı bırakmadı ve kesik iki kolun kalan kısımları ve
raye veya sancak” diye anılan bayrağın ne kadar
bacaklarıyla sıkıştırarak bayrağın düşmesini engelkutsal olduğunu gösteren örnek “M u t e (“Muta”
8
Gençlik Dergisi
lemeye çalıştı. Düşmanlar onu da şehit ettiler. Daha
sonra Peygamberimiz’in emri gereği sancağı ashabın itibarlı şair kişilerinden biri olan Abdullah bin
Revaha aldı. Kendi yazdığı ve bestelediği marşlarla
kahramanca çarpıştı. Onun da şehadetinden sonra
askerler kendi aralarında konuşarak (istişare ederek)
Halid bin Velid’i komutan seçtiler. Hz.Peygamber,
“Cafer’in kesilen kollarına karşılık olarak cennette
Allah kendisine kanat ihsan edecektir” buyurdular.
Bundan sonra “Caferü’t-Tayyar” unvanıyla anıldı
ve Cafer’in cennetlik olduğu da müjdelenmiş oldu.
“Seyfu’l-lah (Allah’ın kılıcı)” unvanı verilen “Halid
bin Velid”, çok akıllıca bir taktik uygulayarak daha
büyük kayıplar vermeden orduyu geri çekti.
Görüldüğü gibi dinimizde bayrak kutsaldır; gerektiğinde uğruna ölünür, yere düşürülmesine izin
verilmez. Bayrak, sadece millî değil dinî bakımdan da kutsalımızdır. Dindarlık adına bayrağa ve o
göndere çekilirken okunan millî marşa saygısızlık
yapanlar büyük bir yanlış içindedirler. Türk halkı
olarak da dinimize uygun bir şekilde bayrağımızı
milletimizin namus ve şerefinin simgesi, devletimizin de bağımsızlığının sembolü olarak görürüz.
Merhum millî şairimiz «Arif Nihat Asya”, meşhur
“Bayrak” şiirini şöyle tamamlar:
“Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim!
Yeryüzünde yer beğen.
Nereye dikilmek istersen
Söyle, seni oraya dikeyim!”
“Munis Faik Ozansoy” ise “Bayrak Türküsü”
başlıklı manzumesini şu beyit ile sonlandırır:
“Al bayrağı göklerde tutan ellerimizdir;
Bayrak ki bizim sönmeyecek tan yerimizdir.”
Not: Gelecek sayıda -Allah’tan bir engel çıkmaz ise“Selefîler ve Yanlışları” konusunu sunacağım. (A.V.E.)
MAZLUM
DİYARLAR …
KERKÜK
Kerkük, Türkmen diyarı, yüz yıllardır yâr bize.
Çakallar parçalıyor, bu suskunluk ar bize.
KERKÜK
Kanlı ekmeğim aşım, nerde benim gardaşım?
Adım Kerkük olsa da, say ki ben de Maraş’ım.
KERKÜK
Katliamda kansızlar, nerdesin sağır gardaş?
Can feryatta, kan sızlar, bu vebal ağır gardaş!
MUSUL
Yangın yeri şimdi Musul, can veriyor usul usul.
Daha neyi beklemeli, yok mu el verecek bir kul?
KIRIM
Rabbim ordadır benim, gönlüm, yüreğim yarım.
Sen ırkıma yardım et, Kırım görmesin kırım.
BİZİM DİYARLAR
Bu kadar uzakta mı, ata yurdu Türkistan?
Telafer’in farkı ne, yavru vatan Kıbrıs’tan?
BİZ
Nerede bir Türk varsa, nabzımız orda atar.
Her şehit mezarında, bizim canımız yatar.
ZİLLET
Billahi daha ağır, yoksulluk, zillet olmaz!.
Esaret şerefsizlik, vatansız millet olmaz!..
Köksal AKÇALI
9
Osman KARABABA
[email protected]
BEN
“VİCDAN”IM…
Şimdi ben sana 10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı
“Teröristlerle masaya oturan şerefsizdir” deyip sonra da
seçiminde “gel, şu oy’unu bana ver” desem, ya afallaya- vahşetin enikleriyle mutabakat sağlayan ve 25 Aralık’ta
cak, gülüp geçeceksin ya da bana kızacaksın, eminim…
şerefini “sıfırlayan” değil!
Hatta “Yahu sen de kim oluyorsun, benim irademe
Ben, iktidarın “çözüm süreci ihaneti”yle çözülüme
ipotek koyuyorsun? Benim aklım yok mu da, beni bana
sürüklenen aziz “vatan”ım; Çankaya sevdasına, 30 bin
bırakmıyorsun!”diyerek arkamdan bir çuval laf sayacakinsanın kanını içen Bebek Katili’nin özgürlüğünü gündesın…
me taşıyan ve ihaneti onurlaştıran “şeytan” değil!
Haksız da değilsin hani…
Ben Çanakkale’de, Sakarya’da, Sarıkamış’ta… VaAncak ön yargılı davranmak, kime ve niçin oy verece- tanın her bir yerinde, şehit düşerek sana hayat veren
“can”ım! Ülkeyi parçalayacak Büyük Ortadoğu Projesiğini bilmeden, gözü kapalı sandığa gitmek Müslüman’ın
nin eşbakanı olan bir “başbakan” değil!
işi değildir.
Ben; kulluğun insana, paraya, makama vs değil, ancak
Gözünü aç da iyi bak, ülke uçurumun kenarında, parça
Allah’a yapılacağını beş vakit haykıran “ezan”ım!
parça olacak!
R.T.Erdoğan’a önce dokunBayrak indirildi, namus ormayı
ibadet sayan, sonra onu
tada… Adalet katledildi, “T.C.”
2. peygamber gibi gören, ancak
sehpada... Sefalet diz boyu…
bu kutsiyet kâfi gelmeyince
Yüreklerde korku…
Oyunu hakka
“R.T.Erdoğan Allah’ın bütün
Tarih, tekerrür ettiriliyor:
vasıflarını üzerinde toplamış livermeyenler, girer
10 Ağustos 1920! Önümüzde
derdir” diyerek onu tanrılaştıran
ölüm fermanı: Sevr! Reçete:“Ya
milletin kanına; siyasi
nadan değil!
istiklal, ya ölüm!”
Öğrendin mi şimdi “ben”im
hiçbir cinayet, kalmaz
10Ağustos 2014! Önümüzde
kim olduğumu ve anladın mı
tarihi bir seçim! Reçete:“Ya birniçin bana oy vermen gerektiğikimsenin yanına!
lik, ya çözülüm!”
ni?..
Benim görevim senin gibileri
*
uyarmak!
Unutma ki; “Düşüncede
Ben kim miyim?
saplantı ahmaklık belirtisidir.”
Ben “vicdan”ım; milletini din ile aldatıp hayal ötesi
Saltanat dincilerine, şirk vaizlerine oy vermemekle dinserveti kenz eden İsviçre’deki 8 gizli hesaba ait “Cüzden çıkmazsın!
dan” değil!
Oyunu hakka vermeyenler, girer milletin kanına;
Ben, 13 asırdır gerçek yönü öğretilmeyen ve Hûd
siyasi hiçbir cinayet, kalmaz kimsenin yanına!
Suresi 112. Ayette “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”
Böyle bir seçimde sorumsuz davranmaya, nemelazımdiyen “Kur’an”ım!
cı olmaya hiçbir Türk’ün hakkı yoktur! Çünkü birlikten,
“Kabataş’ta başı örtülü kadına Gezi Parkı vandalları
Türklükten yana kullanılmayan her oy; ülkenin bütünlütaciz etti.” putunu yontan,“Valide Sultan Camii’nde Gezi ğüne sıkılan birer kurşun demektir!
Parkı çapulcuları içki içti” iftirasını atan, 17-25 Aralık
Âlimlerin yüksek faziletlerine tabi olmayanlar, cahillepatentli dünyanın en büyük rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk
rin zulmüne boyun eğerler.
lağımının üstünü örten “türban” değilim!
Bu durumda âlimi reddedip cahile oy veren topluluBen bu vatan, bu bayrak için oluk oluk akan “kan”ım; ğun üzerine Allah’ın gazabı vacip olur.
10
Gençlik Dergisi
Bil ki, yalancı, sahtekâr, kalpazan, yolsuz, hırsız, din
ile aldatan dinsizlerin aptallaştırıp aklını aldığı ahmaklar
için Allah’ın tokadı hazırdır:
Kuran-ı Kerim diyor ki: “Allah, aklını çalıştırmayanların üzerlerine pislik yağdırır. …” (Yunus Suresi 100.
Ayet)
*
Şimdi sana turşu dedirtmeden, kelimelerle birkaç
resim çizeceğim. Gözlerin kör değilse göstereceğim
Kuran’sal, tarihsel gerçekleri;
Mahalli seçimi sabote eden trafodaki hırsız kedileri…
“Bakara makara” diyerek ayetle dalga geçen şirk tayfalarını, kendini yüceltmek için Hz. Peygamberimize gurur
isnat eden gurur tapınaklarını…
Yıllarca “darbe”, “komplo”, “şantaj”, “paralel”,
montaj”la… “mağduriyet” yaratıp halkı ahmaklaştıranları…
Onca yıl dini, imanı, Kuran’ı, türbanı morfin yaparak
halkını uyuşturup soyan Karunları… Gör artık, gör!!!
*
Furkan Suresi 25/ 68. Ayette;
“Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler! ....” diye emrederken Kur’an;
Onlar ki; Allah’ın mülkü üzerinde Allah’ın Kuran-ı
Kerim’le yasakladığı zinayı Meclis’te oylatarak suç
olmaktan çıkartan; İslam adına üç dönemdir her türlü
desiselerle tek başına iktidar oluşlarını Allah’ın inayetine
dayandıran bu maskeli Müslümanlar değil mi?
Hz. Muhammet (a.s), fitne ve fesat yuvası olan
Mescid-i Dırar denilen camiyi yıktırmıştı. (Tevbe Suresi,
107-8-9-10. Ayetler) Şimdi devlet kurumları siyasetin
birer odağı oldu ve camiler de asrın birer Mescid-i Dırarları…
“Ilımlı İslam” senaryosuyla Kuran-ı Kerim’i, sahte
Tevrat ve uydurma İncil’le aynı kefeye koyan da Müslüman!.. Moskova’da “Dinlerarası Diyalog” toplantısında
Kuran’ı Kerim’i içkiye meze yapan da Müslüman!..
Söyler misin nerde kaldı Allah, Kur’an?!.
Hırsızlıkla, yolsuzlukla kazandıkları seçimleri millî
iradenin zaferi addedip “Allah bizimle beraberdir” diye
entrikalarına Allah’ı ortak gösterenlerin imanı olamaz.
Asrın en büyük hırsız, yolsuz ve rüşvetçisi ayakkabı
kutularını, yatak odasındaki kasaları, dolar köpürttüren
banyo keselerini, sıfırlanan avroları yüce divandan kurtaracak “Köşk”ün şerrinden Allah’a sığınırım
Vicdanın ve imanın elveriyorsa sen de git istersen,
Allah’ın yanında başka ilah yaratıp ona yalvaran saltanat
dincilerine sığın.
*
11
Mehmet ÇAYIRDAĞ
MÜSLÜMANLAR
ATATÜRK’E NEDEN SAHİP
ÇIKMALIDIRLAR?
Üzerlerine vacip olduğu için de, ondan. Her zaman belirttiğimiz gibi bizim nankör muhafazakârlar, her türlü iftirayı çekinmeden, dinî ve vicdanî mes’uliyetini düşünmeden atıp tutarken dünya Müslümanları hakşinaslık içinde
onun İslâm’a ne büyük hizmet ettiğinin idraki içinde, onu
asrın en büyük İslâm kahramanı olarak görmektedirler.
Çünkü o yıkılmış, mahvolmuş, teslim olmuş imparatorluğun küllerinden, dünyada tek örnek olarak emperyalizme,
bütün dünya devletlerine karşı verdiği silâhlı mücadele
ile zafere ulaşıp yeni bir İslâm devleti vücuda getirmiştir.
Her ne kadar “Lozan zafer mi, hezimet mi?” diye milletin
kafasını karıştıran Damat Ferit bozuntusu (bugünkü fesli
haliyle fiziken de tam ona benzemektedir) nankörlerin iftiralarına rağmen bu anlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti bir
İslâm devleti olarak ortaya çıkmış, Müslüman azınlıkları
Türk saymış, azınlık olarak sadece Hıristiyan ve Yahudileri kabul etmiştir. Bunlar, Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği nasıl böyle bir mucizeye leke sürmeye kalkarlar, anlaşılacak
gibi değildir; ama vardır fıtratlarında Vahideddin, Damat
Ferit ve Ali Kemal genleri.
Türk milletinin ve İslâm’ın
kader çizgisi olan; varlıkla
yokluğun, mahvolmakla
zaferin birkaç güne kaldığı
1922 Eylül Sakarya Savaşı’ının
son günleri… Düşman üstün
güçleri ile Türk ordusunu
sürmüş, Ankara’ya yaklaşmış…
Şimdi sizlere İstiklâl Savaşı esnasında olan ve yukarıda ele aldığımız meseleye açıklık getirecek, şimdiye kadar yazılmamış bir hadiseyi, görgü şahitlerinin anlatımlarından aktaracağız. Olayı bizlere Erciyes Üniversitesi’ne
davetle geldiği bir sohbetinde anlatan rahmetli Fethi
Tevetoğlu’ndan nakledeceğim. Ona da olaylara bire bir
şahit Millî Mücadele’nin kahramanlarından Türk Ocakları
Genel Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver anlatmış.
12
Türk milletinin ve İslâm’ın kader çizgisi olan; varlıkla
yokluğun, mahvolmakla zaferin birkaç güne kaldığı 1922
Eylül Sakarya Savaşı’ının son günleri… Düşman üstün
güçleri ile Türk ordusunu sürmüş, Ankara’ya yaklaşmış…
Ankara da düşmek üzere. Top sesleri Ankara’dan duyulmakta. Halk endişe ve galeyan içerisinde. İşte o günlerde
ordunun başkumandanı Mustafa Kemal Paşa biraz ümitsizlik içerisinde ve tedbir olarak, Ankara’da açmış olduğu
TBMM’nin ve devlete ait kurumların derhal Kayseri’ye
naklini bir telgrafla Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
emretmiş ve bunun “beş dakika tehirinin idamı mucip
olacağını” belirtmiştir. Çünkü daha önce bakanlar kurulu
tedbir olarak Meclis’in Kayseri’ye naklini kararlaştırmış,
Kayseri Lisesi, Büyük Millet Meclis’i olarak hazırlanmış, matbuat ve bazı kuruluşlar ve bir kısım ileri gelen
Kayseri’ye gelmiş ve göç devam etmekte. Ancak hükümetin bu kararına karşı Meclis, milletvekilleri Ankara’yı terk
etmeyi asla kabul etmemişler ve savaşı buradan takip etmeye devam etmişlerdi. Ancak bu son telgraf durumun vahametini ve ciddiyetini bütün açıklığı ile ortaya koymuştu.
Telgrafı alan o zamanki meclis başkanı Adnan Bey
(Adıvar) ne yapacağını şaşırmış, milletvekilleri o anda
Ankara’nın çeşitli yerlerine dağılmış durumda olduklarından, bunlardan birçoğunun Meclis çalışma saatlerinin
dışında beraber oldukları, Mehmet Akif’in kalmakta olduğu Taceddin Dergâhı’na koşmuş ve âcil telgrafı Mehmet
Akif’e göstermiştir. Büyük vatan evlâdı Akif, “telaşa gerek yok” diyerek etrafındakileri alıp Meclis’e doğru harekete geçmiş ve Adnan Bey’e, yerleri bilinen diğer milletvekillerine de haber uçurulup derhal Meclis’e gelmelerinin
sağlanmasını istemiştir. Bu şekilde durumdan haberdar
olan milletvekilleri Meclis’e doğru gelirken, Ankara halkı
da durumu öğrenmiş ve yaşlı, sakat ve çeşitli sebeplerle savaşa katılamayan kalabalık bir grup Ulus’taki eski meclis
binasının etrafını sararak bağırıp çağırmaya başlamışlar,
Ankara’nın işgali ile başlarına gelecek felâkette ne yapacaklarını sorarak Ankara’yı merkez yapıp felâketi buraya
çeken Atatürk ve Kuvay-ı Milliyecileri yüksek seslerle
protesto etmeye başlamışlardır.
Bu hengâme ve çığlıklar arasında Meclis’e ulaşan
Mehmet Akif, Meclis’in önüne gelince derhal girişteki basamakların başına çıkarak halkı sükûnete davet etmiştir.
Burada Mehmet Akif’i gören ve ona her zaman hürmet
gösteren Ankara halkı, onu dinlemek için sükûnet içine
girmişlerdir. Halka hitap eden Mehmet Akif, koynundan
çıkardığı Kur’an-ı Kerîm’i göstererek, onlara:
Gençlik Dergisi
TÜRK İLİNDE İKİ CANAN
- Bu kitaba, inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
diye sormuştur.
Halk hep beraber:
- Amenna, tabîî ki inanıyoruz.
diye cevap vermişlerdir. O zaman Mehmet Akif:
- İnanıyorsunuz da, bu kitapta Ankara’nın hiçbir zaman
düşman eline düşmeyeceğini yazdığına neden inanmıyorsunuz? diye sorunca , ortada büyük bir sessizlik olmuş ve
herkes şaşkınlıkla birbirine bakmaya başlamışlardır. Hatta,
daha sonra Sebîlûrreşat’ta yazdığına göre, o sırada Mehmet Akif’in yanında olan onun en yakın arkadaşı Balıkesir
Milletvekili, Kur’an tefsircisi Hasan Basri (Çantay), “Ben
Kur’an hâfızıyım ve mealini iyi bilirim. Şimdiye kadar
Kur’an’da Ankara’nın isminin geçtiğini bilmiyordum, neresinde geçiyormuş acaba ?” diye düşünmeye başlamıştır.
Mehmet Akif, konuşmasına devamla:
- Evet Kur’an’da Ankara geçiyor. Cenab-ı Hak demiyor mu ki “Bu dini biz indirdik, kıyamete kadar da bu dinin
koruyucusu biziz biz!” Şu anda dünyada Ankara ve çevresinden başka kâfirler tarafından işgal edilmemiş bir karış
İslâm toprağı kalmış mıdır? Ankara’da düşerse ne olur?
Bu din yeryüzünden kalkmış olmaz mı? Hadi, herkes rahat
olsun, ne Ankara düşecek ve ne de biz bir yere gidiyoruz.
Diyerek halkı teskin edip evlerine gönderirken kendisi de arkadaşları ile birlikte Meclis’e girip durumu sabaha
kadar müzakere etmişler ve sabaha karşı Ankara’yı terk
etmeyeceklerine dair kararı alıp Mustafa Kemal Paşa’ya,
cepheye bir telgrafla bildirmeye hazırlanırken cepheden
Mustafa Kemal’den yeni bir telgraf gelmiştir. Heyecanla
okunan yeni telgrafta Gazi, “Allah’ın yardımı ile düşmanı mağlup ettik, kaçan düşmanın peşindeyiz, Ankara’nın
tahliyesine gerek kalmadı, birinci telgraf hükümsüzdür”…
diye müjdeyi vermiştir.
Evet … Türkiye devleti böyle kurulmuştur. Kuranlar
İstanbul’u da yeniden fethederek Cenab-ı Peygamber’in
hitabına mazhar olan kahramanlardır. Yazıklar olsun o
kahramanlara dil uzatanlara!…
Türk ilinde iki canan
Biri Musul, biri Kerkük
Hem çaresiz hem perişan
Yürekciği kırık dökük
Dört tarafı zalim, hain
Dinlemezler nedir hâlin
Türk olmaktır tüm vebalin
Katledilir büyük küçük
Türk değil de Kürt olsaydın
Türkiye’ye dert olsaydın
Keşke biraz sert olsaydın
Görürlerdi seni büyük
İnsanlıktan yok bir eser
Cihat deyip kelle keser
Bir iblistir değil beşer
Her adımda bin kötülük
Peşmerge’yi dost sanmayın
Bizler kandık siz kanmayın
Ne derlerse inanmayın
Çünkü yaparlar nankörlük
Şimdi orda iki şar var
Değerleri petrol kadar
Hoyratları susmuş susar
Türkmen’inin boynu bükük
Bir zulüm ki kol geziyor
IŞİD Türkmen’i eziyor
Evler mezara benziyor
Bütün perdeleri örtük
Baktım kapılar kilitli
Ölmüş sanki Türkmen ili
Tükenmiş, bitmiş fitili
Gece olmuş lamba sönük
Ne yapayım, ne edeyim
Silahlanıp da gideyim
Yay gibi gergin haldeyim
Gönlüm iki yâre dönük
Mustafa ÖZTÜRK
13
ZULÜM AVLUDAN GİRERSE
ADALET BACADAN ÇIKAR
Prof.Dr.M.Kemal ATİK
Bilindiği üzere medeniyete mazhar olmuş devletlerin ve toplumların itibarı ancak adaletle ayakta durabilir,
adaletle ebedîleşebilir. Bir ülkede ahenk, düzen ve birlik
sadece adaletle tecelli bulur. Çünkü adaletin olmadığı bir
devlette zulüm vardır, kötülük vardır, haksızlık vardır.
Ayrıca adalet birlik ahlâkının da temel taşıdır. “Adaletsiz bir ülke güneşsiz bir dünyaya benzer” sözü boşuna
söylenmemiştir. “Bir ülke ancak adaletle ebedileşir ve
adaletsizlikle yıkılır” atasözü Germen toplumuna aittir.
Atalarımız “Adalet ferman dinlemez”, “geciken adalet,
adalet değildir”,“Adalet olmayan yerde sefalet olur” sözleriyle gerçeği dile getirmişlerdir. Kaşgarlı Mahmut diyor
ki: “Zulüm avludan girerse adalet bacadan çıkar.” Pascal
der ki: “Adalet güçlü, güçlülerin de âdil olması lazımdır”
. Ünlü Filozof Sokrates ise şöyle der: “Hâkimin fazileti
doğruyu görmek, yöneticinin fazileti de doğruyu söylemektir.” Çünkü insanı yüce erdemlere ulaştıran değerlerin
başında adalet duygusu gelir. Onun için de adalet, tüm
insanlığı bağlar.
Âlicenaplık, vatan sevgisi, sadakat ya da yardımlaşma
eğilimi ya da minnet duygusu, tüm bu erdemler adalet
duygumuzun aktifliğinden kaynaklanır.
İnsan, belirli bir tevazu içinde iyiyi, doğruyu
yaşayanlarla dost olmayı, ahlâksız ve günahkârlar karşısında doğruluk adına amansız mücadele etmeyi adalet
terazisinden bakarak icra eder. Doğru yaşayanlarla hiçbir
şekilde ayrılığa düşmeme, kötülere karşı gücünü gerektiğinde hemen kullanma, mevkii ve makamı ne olursa olsun iyi ve doğru yaşam sürenlerin bir eşiti olarak kendini
görme, sapkın insanlar karşısında ahlâk yasalarını devreye sokmaktan çekinmeme, hep adalet duygusunun gücü
sayesinde olur.
İnsanların çoğu, gölgeleri hakikat olarak kabullenmek
suretiyle hayatının büyük kısmını cehaletin karanlığı içinde geçirseler de kendileri için daha iyi olana talip olma
isteğini harekete geçirecek olan yine adalet duygusudur.
Arzu, öfke, korku, yüreklilik, kıskançlık, sevinç,
sevgi, kin, özlem, hırs ve acımanın yaşanacağı yer olan
dünya gezegeninde bunlardan etkilenebilmemizi sağlayanlara ölçülü olmamızı bizlere telkin eden de adalet
duygusudur.
En doğru kişiye baskı yapan, rüşvet alan, mahkemede
14
mazlumun hakkını yiyenler karşısında susanlara karşı
eyleme geçmeyi telkin eden de yine adalet duygusudur.
Kötülüğe değil, iyiliğe yönelmeyi, kötülüklerden nefret
etmeyi, iyiliği sevmeyi, mahkemede adaleti korumayı da
yine adalet duygumuzun eyleme geçmesi sayesinde gerçekleştiririz..
Günahkâr bir toplumun, suç yüklü halkın, kötülük
yapan bir insanın, baştan çıkmış neslin adaletin eyleme
geçmesiyle düzeltilebileceğine inanırız.
Ve yine baş büsbütün hasta olmuş, yürek büsbütün yaralı, bedenimiz tepeden tırnağa sağlıksız ise onun da tedavisi yine adaletle olacaktır. Haysiyetli davranışı meziyet,
haysiyetsiz davranışı ahlâk bozukluğu olarak tanımlamayan bir toplumu bu cehaletin ortasından çekip çıkarmak
da yine adaletle olacaktır.
İnancın altını oyanları, hakikati saptıranları, birlik
ve bütünlüğü bozanları, aykırı düşünceler ve hizipler icat
edenleri de yine adalet mekanizması bertaraf edecektir.
Dünyanın nesnelerine değer veren, o nesnelerin
peşinde koşan ve ona hayran olan insanoğlu, niçin ve
neden yaratıldığını unutuyor. O zaman zihinler yorgun
düşüyor, düşünceler sefilleşiyor, iyi yerine kötüyü seçmek öne geçiyor. O zaman da insan mutlu olamıyor.
Mutlu olamayınca da tüm varoluş nedenlerinin değerini
anlayamıyor. Böylece adaleti adaletsiz yapan; hırsızlığı,
zinayı, sahteciliği onaylayan; kötü ve muzır olanı iyi ve
hayırlı olana tercih eden; bir yasayla adaletsizliği adaletli yapabilen zihniyetler çoğalıyor. İşte bu vahim tablo
da yine adaletin zihinlerde yer etmesiyle önlenecektir.
İlâhî dinlerin son mesajı olan Kur’an-ı Kerim bakınız
ilâhî iradeyi nasıl dile getiriyor: “Ey iman edenler! Son
derece adaletli olun, kendinizin, ana babanızın, akrabalarınızın aleyhine de olsa Allah için doğru şahitlik edin!
Hakkında doğru şahitlik yaptığınız kimse ister zengin
ister fakir olsun, adaletten ayrılmayın. Çünkü adaletten
ayrılmamak zengin ve fakirin; ana. baba ve akrabaların
hakkını korumaktan daha önemlidir. Onların haklarını
Allah daha iyi gözetir. Boş arzu ve hevesinize uyarak
adaletten ayrılmayın. Gerçeği saptırıp ya da şahitlik
etmekten kaçınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan
haberdardır”( Nisa / 4: 135).
Gençlik Dergisi
TÜRKİYE EKONOMİSİ NEREYE
GİDİYOR?
Hakan BOZDOĞAN
[email protected]
2002 yıllında AKP iktidara geldiğinde tek partinin
iktidara gelmesinin ekonomik istikrar açısından önemi
anlatıla anlatıla bitirilememişti. Ekonominin koalisyon
hükümetlerindeki istikrarsızlığının sona erdiği, güçlü hükümetle ekonomik reformların yapılacağı, Türkiye’nin
sırtında bir kambur olarak algılanan Kamu İktisadî Teşekküllerinin (KİT›lerin) özelleştirileceği yabancı yatırımcıların önündeki yasal ve bürokratik engellerin kaldırılacağı,
Avrupa Birliği müzakerelerinin bir an önce tamamlanarak
Türkiye’ye sermaye akışı sağlanacağı, Kıbrıs sorunun halledilerek Türkiye’nin ekonomik açıdan büyük bir yükten
kurtulacağı, enflasyonun tek haneli rakamlara indirilerek
ekonomik istikrarın gerçekleştirileceği gibi birçok argüman ekranlardaki lâf cambazları yoluyla sürekli dillendiriliyordu.
İktidara geldiğinden beri devlet kurumlarını ele geçirmeyi amaç edinmiş AKP hükümeti parti devleti olma
yolunda hızla ve emin adımlarla ilerlerken şimdiki adıyla
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olan Devlet İstatistik
Enstitüsü(DİE) ve Merkez Bankası›nın özerkliğini kaldırmaya başlamıştı bile. Böylece ekonomik verileri istediği gibi açıklama imkânına sahip olmuştu. Yani günlük
hayatta %35-40 seviyesinde olan enflasyon rakamlarını
kendi oluşturdukları enflasyon sepeti sayesinde %8-9 seviyesinde gösterebiliyorlar veya hiç gereği yokken döviz
kurunu Merkez Bankası›nın piyasaya sürdüğü dövizle dizginlemeye çalışıyorlardı. Böylece devletin likidite dövizi
giderek eriyordu. Aslında veriler, kâğıt üzerinde istikrarlı
bir ekonomi algısının oluşmasını sağlıyordu.
Kamuoyunun ekonomik veriler konusunda yeterli akademik bilgilere sahip olmaması ve muhalefet tarafından
ekonomik verilerden hareketle hükümete yönelik eleştiri-
lerin fazla yapılmaması ya da kamuoyunu aydınlatacak çalışmaların yetersiz kalması nedeniyle AKP hükümeti ekonomide istediği manipülasyonu yapabiliyordu. Örneğin
AKP hükümeti sürekli Türk parasının kendi dönemlerinde
değer kazanmış olduğunu iddia etse de Cumhuriyet tarihinin en yüksek devalüasyonu paradan altı sıfır atılması
sırasında yaşanmıştır. Şöyle ki, paradan altı sıfır atıldıktan
sonra en büyük para birimi 200 TL olmuştur. 200 TL’nin
eski para birimiyle değeri 200 milyon TL’dir. Hâlbuki paradan altı sıfır atılmadan önceki en yüksek para birimi 50
milyon TL idi. Gizli devalüasyon böylece bütün kamuoyunun dikkatinden kaçırılmış oldu.
AKP hükümetinin sıklıkla başvurduğu ihracat oranlarındaki rakamlar ithalat oranları göz ardı edilerek aktarılmaktadır. Her ay düzenli olarak «Türkiye yine ihracat
rekoru kırdı” denirken ithalat oranlarının rekorları görmezden gelinmektedir. Böylece dış ticaret açığı sürekli olarak
artmaktadır. Ülkelerin dış ticaret hacimlerinde ihracatın
ithalatı karşılama oranları bağımsız ve güçlü ekonomiler
için çok önemlidir. Yani ülkelerin dışardan aldığı ürünler
dışarı sattığı ürünlerden fazla olursa dış ticaret açığı oluşur. Bu da üretmeden tüketmek anlamına gelir.
Türkiye öyle bir hale düşmüştür ki bir malı dışarı
satarken bile dışarıdan ürün almak zorunda kalmaktadır.
Örneğin beyaz eşya sanayinin ülkemizde gelişmişliğinden
sürekli dem vururuz; ama beyaz eşyanın birçok aksamını dışardan alırız. Montaja dayalı bir ihracat dış ticaret
açığının artmasına neden olur. Bu görüşlerimi devletin
verilerinden yani TÜİK’in verilerinden hareketle açıklamak istiyorum. Örneğin ihracatın ithalatı karşılama oranı
cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında %58 iken 1926’da
%79’a, 1932’de %102 seviyesine yükselmiş, 1933’de
15
en yüksek seviyesine ulaşarak %129 olmuştur. Yani
%29’luk dış ticaret fazlası verilmiştir. AKP hükümeti
iktidara gelmeden bir yıl önce 2001 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı %75 idi. AKP’nin iktidara geldiği
2002 yılı sonunda bu oran %70 olurken 2004 yılında
%65 olmuş ve 2013 yılında da %60 seviyesine kadar
gerilemiştir. Yani dış ticaret açığı % 40 seviyesine yükselmiştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan her fırsatta
«Bunların bu ülkede tek çivisi var mı?” diye konuşurken
%29 dış ticaret fazlasından %40’lık ticaret açığına gelindiğini göz ardı etmektedir. Bir kere Başbakan, üretim
olmadan tüketime dayalı ekonomi anlayışının dış ticaret
açığına neden olduğunu unutmamalıdır. “Bunların bu
ülkede tek çivisi mi var?” derken dış ticaret fazlasının
üretimden kaynaklandığını dikkate almalıdır. Sırf siyasî
propaganda uğruna önceki iktidarların çalışmalarını
görmezden gelmesi insafsızlıktır.
Ekonomideki 12 yıldır süren yalan rüzgârının artık
sonuna gelmekteyiz. Artık AKP’nin yalana dayalı ekonomi mumu sönmeye başlamıştır. Yani AKP kendi retoriğine mahkûm olmaya başlamıştır. Türkiye’nin ekonomisi, ekonomik büyüme ve istikrar yerine TOKİ’nin
öncülüğündeki inşaat sektörü ve AVM kültürünün tetiklediği tüketime ve borçlanmaya dayalı bir yapıya dönüşmüştür.
Türkiye ekonomisinin son dönemlerde büyüme eğilimlerinin hızlı bir şekilde düştüğünü görmekteyiz. Bununla beraber cari açık da hızla artmaktadır. 2013 yılının
ilk dört ayındaki cari açık bir önceki yılın ilk dört ayına
göre %17 artarak 24,3 milyar dolar olmuştur. 2013’ün
tamamı düşünüldüğünde cari açığın ne boyutta olduğu
daha iyi anlaşılabilir. Temmuz 2013 itibariyle kısa vadeli borç stoku 2012 yılı sonuna göre %24,5 oranında
artışla 125.700 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu
veriler Türkiye ekonomisinin her geçen gün dışa bağımlılığının arttığının göstergesidir.
Şu anda 420 milyar dolarlık devlet borcunun yansıra 243 milyar dolarlık tüketici kredi borcu ve 93 milyar
dolarlık kredi kartı borcu bulunmaktadır. Yani iç borç
stoku 350 milyar dolar seviyesindedir.
2013 yılı öncesinde yaşanan ekonomik gelişmeleri AKP’nin ekonomik mucizesi olarak takdim edenler
dünya gelişimlerini hiç hesaba katmamışlardır. Aslında
Batı›dan kaçan sermaye gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine canlılık kazandırmıştır. AKP hükümetinin
sürekli öğündüğü borsa verilerine dünyanın diğer gelişmekte olan ülkeleriyle beraber bakarsak borsada artışın hiç de abartılacak düzeyde olmadığını görebilmek
mümkündür. IMF verilerine göre Arjantin’de gerçekleşen portföy yatırımlarının en az %93›ü, Brezilya’dakilerin %43’ü, Meksika’nın %88’i ve Türkiye’nin %60’ı
yabancı yatırımcılar tarafından gerçekleştirilmiştir.
Başbakanın kürsülere çıkıp sürekli «biz şöyle yaptık biz
böyle yaptık” demesi hamasetten başka bir şey değildir.
12 yıldan beri AKP hükümeti yalanlara dayalı bir
ekonomi balonunu uçurdu. Ancak bu uğurda Türkiye
birçok bedel ödedi. Topraklarımız, madenlerimiz, devletin en stratejik ve çok kâr getiren kurumları yabancılara satıldı. Bir kriz sarsında devleti krizden kurutacak
varlığımız kalmadı. Kamuoyunun birçok defa sun›î
gündemle oylanmasına izin verilmemelidir. Bağımsızlığımızın en büyük teminatı ekonomimizdir. Kamuoyunu
bilinçlendirmede ekonomiyi iyi anlatmalıyız.
16
İsmail ÖZÖREN
iozoren@my​net.com
TÜRKMENLER
KAN AĞLIYOR
Irak ve Suriye’de yaşayan soydaşlarımız şu günlerde ve hatta bu yazıyı kaleme aldığımız şu saatlerde
zulüm ve işkence altında olup IŞİD denilen cinayet şebekesi tarafından acımasızca katlediliyorlar.
Tarihte Müslüman olan Oğuz Türklerine “Türkmen” denilmiştir. Bugün Türk coğrafyasının her
tarafında kavim- ulus ve devlet adı olarak kullanılmaktadır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı
Devleti’nden ayrılıp “Irak” adı ile kurulan devletin
vatandaşları olarak varlıklarını sürdüren Türklerden,
uzun yıllar «Türkler» diye söz edilmiştir. Mustafa Kemal, Harbiye Mektebi öğrencisiyken «Bayat Türkleri»
demiştir. Ancak Lozan Konferansı›nda İngiliz heyeti
onları «Türkmenler» olarak adlandırdı. Buna karşılık
Türk heyeti başkanı İsmet İnönü, Türkmen ile Türk’ün
eş anlamlı olduğunu belirterek Türkiye Türklerinin de
Türkmen olduklarını savunmuştur. Doğrusu da budur.
Soydaşlarımızın yaşadığı bölgeye bakarsak, ne
kadar stratejik bir coğrafya olduğunu anlarız. Her halde
bu gerçeği sadece Türk hükümetleri anlayamadı, Türkmenler hep kendi kaderlerine terk edildi.
Irak Türkmenleri Irak’ın kuzeyinden itibaren Telafer, Musul, Erbil, Altınköprü, Kerkük, Tuzhurmatu,
Kifri, Karatepe, Hanekin, Mendeli ve Bağdat’ın güney
doğusunda bulunan Bedre’ye kadar uzanan bir şerit üzerinde yerleşmişlerdir. Bu bölgede ITC (Irak Türkmen
Cephesi) verilerine göre yaklaşık 3,5 milyon Türkmen
yaşamaktadır. Bu, Irak resmi nüfusunun yaklaşık %9’u
demektir.
Suriye’de de çoğunluğu Bayır Bucak bölgesinde olmak üzere 3,5 milyon Türkmen yaşamaktadır. Buna göre
Ortadoğu’daki Türkmen varlığı 7 milyondan az değildir.
Bu muazzam nüfus bugün katliamla yüz yüze bulunuyor.
Türkiye ise milli güvenliği bakımından çok önemli olan
bu nüfusun yok edilmesine seyirci kalmaktadır.
Türkmen kardeşlerimizi katliamdan korumak için
neler yapabiliriz? Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Merkez Hükümeti bir araya gelip orada yaşayan kardeşlerimizin can güvenliğinin sağlanması için
ivedi tedbirleri almalıdırlar. Ayrıca Birleşmiş Milletler’in
devreye sokulup oradaki bütün masum ve mazlum insanların korunması için acilen tedbir alınması sağlanmalıdır.
Gençlik Dergisi
Ayyıldızlı Bayrak yıllar önce düşürülmüştü
KÜRT TARİHİNİN ALTIN ÖNDERLERİ
Mustafa YILDIRIM
Kürt şeyh-ağaları yüz yıldır uğraşıyorlar. Kürtler de
ulus olamadıklarından aşiret ağalarının öz çıkarları uğruna çeteleşiyorlar, kan döküyorlar.
PKK, 30 yıldır uğraşıyor, çoluk çocuk demeden kan
döküyor; ama küçücük bir arsada bile egemenlik kuramıyordu.
Gerçek Bağımsız Cumhuriyet dönemi (1923-1938)
dışında, esenliğimiz için
AB-ABD- Yunan kollarına
atılmaktan başka çare bulamayan hükümetler de çok,
ama çok yardım ettiler Kürtler devlet olsunlar diye; ne ki
başaramadılar, yalnızca ulusal kalelerin surlarını içerden
deldiler.
ABD’nin, Avrupa’nın,
Yunan’ın, Rusya’nın, İran’ın,
Çin’in, Kuzey Kore’nin,
Suud krallarının, Ayetullahların, körfez şeyhlerinin,
Ortadoğu ülkelerini İngilizFransız himayesinde ele geçirmiş Haşimî hanedanlarının
himayeleri olmasa ne Anadolu’da, ne Kandil’de barınabilirlerdi.
Dünyanın yayılmacılarının desteğine karşın başaramayan Kürtlerin imdadına AKP hükümetleri yetişti; Doğu
Anadolu’da Kürdistan bayrağı yükseltilerek ilân edilmemiş Kürt Devleti kuruldu.
Akdeniz kıyılarında, Ege’de, İstanbul’da o Kürt devletinin himayesinde kurulan, T.C. egemenliğini reddeden
Kürt kolonilerini de unutmamak gerekiyor.
Kürdistan tarihine şeyh-ağaları, kan dökücü, nobran Apo’nun, terör eğitmeni Yunanların değil, Abdullah
Gül’ün, R. Tayyip Erdoğan’ın adları altın harflerle yazılacaktır!
Yalnız onların mı? Elbette hayır!
On yıl önce MGK toplantılarında “Demokratik Açılıma devam” (Siz “Kürdistan kuruluşuna devam” diye
okuyabilirsiniz) kararlarının altına ıslak imzalarını atan
kuvvet komutanlarının adları da 24 ayar olmasa bile 14
ayar altınla yazılacaktır.
Dersim eyaleti özerk yönetimi sevdalısı Kızıl Kiliseli
Seyyid Kemal de açılıma hiçbir zaman karşı çıkmayarak
gümüş harflerle Kürdistan kurucusu olarak tarihe geçecektir.
Irak’taki gibi Kürt devleti
kurulsun diye 13 yıldır Genel
Kurmay’a kahve içmeye gelerek
yol yordam öğreten Amerikan
paşaları da birer üstün hizmet
ödülünü hak ettiler! Onların
öğütlerini ciddiye alan ve çuvala
“Yes sir!” diyen The Generallere
Washington’da “Barışa Hizmet”
madalyası takılacağına kuşku
yok!
“Azınlık milliyetçiliği”ni sosyalistlik sananlar figüranlıktan
öte geçemediklerinden adları bile
anılmayacaktır.
Şimdi “bayrak indirildi” diye
ortalığı velveleye vermeye çalışan, Kürt tarihine adlarını altın
harflerle yazılanlar bizi ahmak
sanıyorlar!
Kürdistan’da, Hizbullahi-PKK egemenliği kurulması
için ellerinden geleni artlarına koymamışlar gibi! T.C
armalarını söktürmüşler; yollar kesilmiş. TSK sınırları
korumaktan caymış. Garnizonların duvarları aşılmış;
ancak onlar garnizonun içinde “bayrak indirildi” diye
bağırıyorlar!
Türkler de bu cambazlığı yutuyorsa, ahmaklıktan daha
ağır sıfatı hak etmiyorlar mı?
Sonuç: 1: Apo önderliği çoktan kaptırdı; Türkiye
Cumhuriyeti’ni demokrasi tuzağıyla ele geçirenlerdir
artık gerçek önderler! Ve Kürt halkı onların anıtını dikecektir.
Ders 1: Din, mezhep, tarikat, cemaat, demokratik X,
üniforma, takke, külâh… Hepsi birer cilâlı boya! Sıyır
boyayı, altından azınlık ırkçıları çıkacaktır! Her kim olurlarsa olsunlar.
“Azınlık milliyetçiliği”ni
sosyalistlik sananlar
figüranlıktan öte
geçemediklerinden adları
bile anılmayacaktır.
17
Hamza ERAVŞAR
ÇOCUKLARIMIZIN
ZİHNİ AÇIK
Bir kısım kötü niyetlilerce avlanmış, bilgisiz, gafil
insanlar, işin nereye varacağını, Türk düşmanlığının
kimlerin işine yarayacağını anlamadan, düşünmeden;
kendilerine emanet edilen, saf, temiz, iyi niyetli çocuklarımızı yanıltıyor/aldatıyor, kendi milletine düşman ediyorlar. Derslerimin birinde 19 yaşındaki bir kızımızın
itirazına maruz kalmıştım. Konu tarihimiz idi. Çocuğumuz, aldığı yanlış bilgiler sebebiyle Türklerin
Osmanlı’dan sonra ortaya çıktığını, ondan önce Türk
diye bir milletin olmadığını söylüyordu. Devlet ile
milleti karıştırmaktaydı. Bunun üzerine, onun da bulunacağı bir derste, dünya Müslümanlarının dinlerini
Türk milletine borçlu olduğunu anlatmaya karar verdim. Çocuklarımız, atalarının çok mühim hizmetlerini bilmiyorlar, onları yeterince tanımıyorlardı. Kızımıza, “Bu konuyu senin için seçtim. Türklerin ne
kadar eski bir millet olduğunu ve İslâm âlemine
yaptığı büyük hizmetleri anlatacağım” dedim. Konu
başlığını, “ARAP ÇÖZÜLMESİ VE YETİŞEN TÜRKLER” olarak koymuştum. Dersin sonunda kızımız,
“Ben artık öyle düşünmüyorum, siz anlattıktan sonra
gerçeği öğrendim” dedi. Duygulandım ve gençlerimizin zihinlerinin ne kadar berrak olduğunu, gerçekleri
görünce körü körüne inat etmediklerini görerek sevindim. Böyle gençler çok şey öğrenir; bildiğinden
şaşmayan ise bildiği ile kalır. Yukarıda belirttiğim zavallıların avladığı bazı
gençlerden, «Türk milletinden çok bahsediyor, benim bağlandığım insanları sevmiyor” diye dersi terk
edenler oldu. Bu da en büyük üzüntüm... Bahsettiklerim sanki, kendi ataları değil de caniler, zalimler, insanlık düşmanları... Kendileri de idealist(!) ya... Tarih
dersi veriyorum. Kendi milletimi bırakıp, Türk çocuğuna Alman veya Amerikan tarihi verecek değildim
herhalde...
Yeni bir ders yılı başlarken bir dernek yöneticisi,
«Hocam, bazı veliler Türklükten çokça bahsetmenden
rahatsız oluyor” demişti. Asıl rahatsız olanın kendisi
olduğunu da biliyordum. Zavallılar! Araplardan, İranlılardan bahsetsem bu tepki gelir miydi acaba? Bu ne
18
Bu, «yal yediği çanağa pisleyen”
hainler güruhunun yaygarasına
bakıp da “Türkiye bunlardan
ibarettir” zannedilmemeli…
İnsanımızın kahır ekseriyeti vatansever ve milliyetçidir.
sakim akıl! Nasıl da kendi kılıçları ile kendi başlarını kesiyorlar! Dünyanın başka bir yerinde de kendi
milletine düşman yapılmış insanlar var mıdır acaba? Ben Almanya’da milletine ve devletine kayıtsız kalan
Alman’a rastladım; ama düşman olanını görmedim.
BESLE KARGAYI OYSUN GÖZÜNÜ
1980 öncesinde, «Türklerle Araplar savaşsa,
Arapların yanında yer alırım” diyen şuursuzlar ve
“Kızıl Ordu (Rus Ordusu) Türkiye’ye girse kapılarımı
açarım” diyen hainler vardı.
1915 yılında, ihanetlerinden dolayı sürgünle karşı
karşıya kalan Ermenilerden 500 bini Türk ismi alarak
Müslüman(!) olmuş. Bir o kadar da Rum ve Yahudi
din değiştirip(!) Türk ismi almış. Aramızda Müslüman gibi dolaşıp insanımızı Türklüğe düşman edenler herhalde o dönmelerin, nankörlerin torunlarıdır;
bu ise bir gizli ırkçılıktır.
Bu dönme ve devşirmelere ilâveten Türk düşmanlığı yarışına katılan çok sayıda nankör de var. Bunlar
son on yılda iyice şımardılar, azdılar. Devletimizin en
Gençlik Dergisi
zor günlerini yaşadığı 19. yüzyılda, vahşi Hıristiyan sürülerinden kaçarak memleketimize
sığınan, bizim de kucak açıp en güzel yerlere
yerleştirdiğimiz dindaşlarımız da, işin nereye
varacağını hesap etmeden, emperyalist devletlerin oyununa gelerek ihanet dokumaktadırlar.
Bir başka ihanet merkezi de, Avrupa ve
Amerika›nın emri ile devletine silâh çekenler... Garip değil mi? Başka devletlerin emri ile
kendi devletine isyan ediyor. Bu nasıl bir ruh
hali? Bir Müslüman devletin hür ve eşit mensubu olmak yerine, Hıristiyan Batı›nın kölesi
olmak onlara hoş geliyor. Hakları gasp ediliyormuş da, vuruşa vuruşa onu elde edeceklermiş!.. Hoş, idarenin ihanete varan gafleti ve dış
güçlerin desteği sayesinde epeyce de mesafe
aldılar.
Bu, «yal yediği çanağa pisleyen” hainler
güruhunun yaygarasına bakıp da “Türkiye bunlardan ibarettir” zannedilmemeli… İnsanımızın kahır ekseriyeti vatansever ve milliyetçidir.
Onların hakkını teslim etmek de boynumuzun
borcu... Bu vatan hepimizin... Soy özürlülerin Türk düşmanlığını anlamak
zor değil de; bu mübarek milletin nimeti ile
beslenen, her yönü ile bu toprağın insanı olan
zekâ özürlülere ne demeli? Bunların ne adına
kendini inkâr ettiğini anlamak mümkün değil. Bu zavallılara ancak acınır. On yıl kadar
önce, Türk düşmanlığını iman haline getiren
cemaatin arasına katılmış böyle bir delikanlıya, «O Türk düşmanlarının arasında senin işin
ne?” diye sormuştum da bana, “Hoca ben Türk
değilim” demişti. 1461’de dip dedesini -topal
olduğu için kaçamadığından- Fatih’in askerleri yakalayıp sünnetleyerek Müslüman etmiş... Adam, Türkçeden başka dil bilmiyor. Aradan
530 sene geçmiş, kendisini halâ Türk hissedemiyor; ama Türk devletinin her nimetinden
fazlasıyla istifade ediyor. Ne yaparsın, tencere
yuvarlanıp kapağını, b.k yuvarlanıp topağını
buluyor işte...
Ey Sultan Fatih! Neler ettin sen böyle?
İstanbul›u aldın, Avrupalıları bize düşman ettin, Peygamber müjdesine mazhar oldun, soy
özürlüleri kıskandırdın. Ermeni, Yahudi, Rum
cemaatlerini adam yerine koyup dinlerini yaşamalarına imkân verdin; şimdi torunları gözümüzü oymaya kalkıyor. Kaçamayanları yakalatıp Müslüman ettin, torununu öfkelendirdin
ve Türk düşmanı yaptın; bıraksan da o topal
dedesi kıpkızıl gâvur kalsaydı ya!..
KERKÜK’ÜN YETİMİ
Dünyaya gelmeden de anlıyor, yanıyorum;
Babamı vuranları doğmadan tanıyorum.
Senin feryatlarını duymadım sanma anne!
Beni doğurup bir de acıma yanma anne!
Çünkü benim Türk olmam suçtur onlara göre,
Bu yüzden vuruyorlar Türk’ü göz göre göre.
Türk düşmanı dünyaya doğurma beni anne!
Babamın kanı ile yoğurma beni anne!…
Kini kahkahasına dolarken o adamın,
Şehadeti dilinde yarım kaldı babamın.
Babam adımı Göktürk koyacaktı ya hani,
Şimdi adım ne benim? Kerkük’ün yetimi mi?
Anne doğurma beni, işte sen de gördün ya;
Katledilirken ırkım, seyreyledi kör dünya.
Sehpaya çekilirken, yanarken Türkmeneli,
Tutmadı elimizi bir vefalı dost eli.
Türk düşmanı dünyaya doğurma beni anne!
Babamın kanı ile yoğurma beni anne!…
Betül ÖVÜNÇ
19
Seyit Ali ERGEÇ
TYRKEN
Türkiye’de uçak üretimi devlet imkânlarıyla 1925 yılında başlamıştır. 1. Dünya Savaşı’nın enkazında kalan Almanya, işsiz kalmış yetişmiş uçak mühendislerinin bilgi ve
becerilerini korunması için imkânlar araştırır. Bu dönemde
yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başında ileri görüşlü
Mustafa Kemal ATATÜRK vardır. İki ülke arasında zaten
var olan iyi ilişkiler, uçak üretimi konusunda bir anlaşma
ile sonuçlanır. 1926 tarihinden sonra Alman mühendislerin desteği ve Polonya’daki savaştan kaçan mühendislerin de katılımı ile uçak üretimine başlanır. Türkiye’de 6
ayrı yerde koordineli bir şekilde yerli imkânlarla 1952 yılına kadar değişik tipte olmak üzere 16 tip uçak tasarlanmış ve 126 adet uçak üretilmiştir. Bu üretime lisansları nedeniyle yurtdışına gönderilen uçaklar da eklenince
498 uçak ve 198 plânör imal edildiği değişik kaynaklarda
geçmektedir. Bu üretimin sadece Kayseri’de üretilen kısmı; toplamda 236 Alman, 54 Amerikan, 67 Polonya, 102
İngiliz olmak üzere genel toplamda 459 uçak ve Türk
Hava Kurumu için 29 plânör üretilmiştir. O yıllarda uçak
üretiminde özel sektör bile büyük gelişme kaydetmiştir.
Biz öyle bir milletiz ki 14 Ekim 1930’da tamamen
yerli imkânlarla uçmayı başaran Vecihi Hürkuş’un uçağının ruhsat müracaatı için devlet Tayyarenin teknik
vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir cevabını vermesine rağmen
azim ve isteğini yitirmeyen bir milletiz.
Türk halkı böyle bir başarıya imza atarken ne
Amerika’da Boing ne de Avrupa’da Airbus uçak fabrikaları vardı. Ancak yıllar sonra Amerika uçak sanayinde çalışanların, Türkiye’den ülkelerine dönmek üzere ayrılan Polonyalı mühendislerin olduğu geç de olsa anlaşılmıştı.
Türkiye, tarihinde uçak ihraç etmiş bir ülkedir.
Yıllarca Danimarka’da ambulans uçak olarak hizmet veren ve Danimarka’daki adı Türkler anlamındaki
Tyrken olan millli uçağımız bize bu onuru yaşatmıştır.
Tyrken, Ankara Etimesgut’taki uçak fabrikasında tamamen Türk mühendis ve grafikerler tarafından tasarlanmış bir uçaktır. Ürdün, Hollanda, İsveç ve Danimarka’ya
ihraç edilmiştir. Danimarka’da özellikle hava derecesinin çok düşük olduğu kuzey kutbuna yakın tipi ve karlı bölgelerdeki manevra kabiliyeti ve teknik özellik-
20
leri nedeniyle 1961 yılına kadar kullanılan tek uçaktır.
“THK­5” adı ile lisansı alınan uçak; iki motorlu, ahşap
kanatlı, çift dümenli, 650 km mesafe uçabilen; 2 pilot, bir doktor ve iki hasta taşıma kapasitesine sahip
bir ambulans uçaktı. Bazen bir mahkûmun naklinde, bazen broşür dağıtmada, asıl amacı olarak da ambulans hizmetin de kullanılan bu uçak ekonomik ömrünü tamamladıktan sonra Türkiye’deki diğer kardeşleri gibi yakılarak
yok edilmiş ve bu hazin son kaderi olmuştur. ABD Marshall yardımlarıyla çökertilen uçak sanayimiz için trajik bir diğer konu da “THK­13” modeli “uçan kanat” olarak tasarlayıp 1948 üretimini yaptığımız bir planörün 33 yıl sonra 1981 yılında Körfez Savaşı’nda
“hayalet uçak” olarak karşımıza çıkmasıdır.
Bu ülkenin kurucu iradesini zaman zaman küçümsemek veya tartışmaya açmak kimseye fayda sağlamaz. Yapılanları anlamak ve daha iyisini yapma istek ve iradesini
ortaya koymak belki de daha büyük anlam ifade edebilir. Geleceğimiz olan nesillerimize millî benlik ve aidiyet duygusunu aşılamak hepimiz için bir görevdir. Millet
olarak içimizdeki sevgi, dağarcığımızdaki bilgi ve başarma inancı meselelerin çözümünde anahtar niteliğindedir.
Yeter ki bu gayreti ortaya koyalım.
“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”
“Ne mutlu ‘Türk’üm’ diyene!”
Gençlik Dergisi
İsmail BOZKURT
BİR HASRETİN HİKÂYESİ
[email protected]
Bu hikâye, 1970 ile 1975 yılları arasında Öğretmen
Okulları Genel Müdürlüğü›ne bağlı Isparta ilindeki okullarda çalışırlarken 1975 Mayısından itibaren Türkiye sathına dağılarak görev yapan bir gurup ülkücü öğretmenin
hikâyesidir.
Suretleri farklı fakat siretleri aynı olan bu ülkü
erlerinin asıl hikâyeleri «Korkut Koca” namlı İsmail
Bozkurt’un yayımlanmamış “Göller Bölgesi Hatıraları” adlı kitabında anlatılmaktadır. Bunlar birbirlerini her
zaman mektup, telefon, telgraf vs. ile takip etmişlerse de
çoğunluğu bu yıl (2014) haziran ayına kadar yüz yüze
gelmemişlerdir. Ekibin bir kısmı tam 39 yıl sonra Eskişehirli bir Türkmen ağası olan Nuh Ünsal’ın çağrısı üzerine buluşmak, görüşmek, dertleşmek ve emek verip ter
döktükleri Türkiye’nin hâlini anlayıp anlatmak üzere 23
Haziran 2014 günü Eskişehir’de buluşmuşlardır.
Bin dokuz yüz yetmiş beşin
Rebiü’l-evvel ayında.
Bir uç beyi haber saldı:
“Toplanın mayıs sonunda”..
Doğu, batı, güney, kuzey.
Erzurum’dan tâ Konya’ya.
Bir ulakta çıkageldi,
Gül diyarı Isparta’ya.
Eğitimde tufan olmuş,
Devlet aygıtı tekliyor.
Dil bozuk, hayal yabancı,
Türk genci hizmet bekliyor.
Kırk yiğitten dokuzunu,
Önce gönderip ileri.
Hizmet hızlı ulaşmalı,
Bekleyelim gelenleri.
Hizmet bekler Anadolu,
Gönderiyor gelenleri.
Türkiye’nin dört yanında,
Buluştu ülkü erleri.
Şehir küçük, duygu büyük.
Dostluk, sanmayın sıradan.
Bir dokuz da çıkageldi,
Gül diyarı Isparta’dan.
Bu dokuz öyle dokuz ki,
Hepsi gönülden bağlıydı.
Kimi er, kimi komutan;
Dokuz da evdeşi vardı.
Her biri bir yerden gelmiş,
Bu Isparta erenleri.
Bu ne biçim bağlılık ki,
Şaşırtıyor görenleri.
Eşin alan ayrı düştü,
“Bu ne ki?” diyen olmadı.
Gönül bağlarından başka,
Tutacak bağı kalmadı.
Bir endiler, bir çıktılar;
Türlü çileler çekmekten.
Buluşmak nasip olmadı,
Bir gün çalıp da felekten.
Herkes bir tarafa gitti;
Yerleştiler iyi kötü.
Önayak olmalı biri,
Bitirmeli bu hasreti.
Herkes karışmış toruna,
Öte yakın olmuş beri.
Koca koca adam olmuş,
Kucaktaki bebekleri.
Zaman çok uzadı dostlar!
Ölüm çökmeden ensene.
Buluşalım; geçen zaman,
Üç on bir de dokuz sene.
Ne kadar ayrı düşseler,
Yitirmediler özünü.
Sesleri aynı kalsa da,
Görmeliydiler yüzünü.
Bu yıl haziran ayında,
Biri birden bir ün saldı,
Akıldane dedikleri,
Kadimşehirli Ünsal’dı
21
“Yeter artık tükeniyor,
Yüz yüze görmek muradı.
Elde etmek gerek” deyi,
Önce Korkut’u aradı.
Biri bekler, biri gelir;
Böylece tüketti yolu.
Endi valiz alacaktı,
Sardı onu dostun kolu.
Ekibin en kocasıydı,
Tanımaz kimse Yörük’ü.
Nuh Ünsal’ın lûgatinde,
Adı , “ünlü Türk büyüğü».
Birbirinin sözün kırmaz,
Yeter ki tutarsa dizi.
Korkut Koca’yla Nuh Ünsal,
Onlar: Düşünce ikizi.
Seslenerek sardı onu,
Sakın başkası sanmasın.
Başka güman bırakmadan,
Nuh’un geldiğin anlasın.
Güler yüzlüdür her zaman,
Kimsede görmez ayıbı
İki darbe birden aldı,
Hem felç vardı, hem can kaybı.
Beklenmedik bir saatte,
Bir gün bir telefon çaldı.
“Kimsin?” demeye gerek yok,
Karşıdaki Nuh Ünsal’dı.
Seslenmeden yürürlerken,
El kaldırıp selâm verse.
İkisi de birbirini,
Tanımaz sokakta görse.
Neşesini kaybetmemiş,
Güler karşılar herkesi.
Hani Coşkun, nerde Cengiz?
Dışardan duyuldu sesi.
Sanki nefes almadılar,
Selâm kelâm ve hâl-hatır.
Gelip geçen olayları,
Konuştular satır satır.
Tepesinde yaylaların,
Gün vurdu karlar eridi.
Bunlar sefere çıkarken,
Fidan gibi gençler idi.
«Bir zamanlar kaptanımdı,
Gelmedi mi Soner Turhan?
Onu sormaya gerek yok,
Hazır kuvvetim Ömer Han?»
Hâl-hatır, selâmdan sonra,
Nuh dedi Korkut Koca’ya:
“Yirmi üç Haziran günü,
Buyurun bizim obaya.
Yüz yüze geldiği anda,
Birden epeyce şaştılar.
Sarılarak birbirine,
Uzun süre bakıştılar.
Herkesi tek tek sorarak,
Gelenleri kucakladı.
Daha gelmedi mi diye,
Gözü Mevlüt’ü aradı.
Baştan sana haber verip,
Öbürlerin bekliyorum.
Ölüm hariç, bir bahane,
Sakın kabul etmiyorum.”
El ele tutup koşsalar,
Demen “Burda ne oluyor?”,
Biri göğsünü tutarken,
Öbrü omzundan soluyor.
«Bekir Mavi, Emin Deniz
Çıkmaz mı bunlar sokağa?
Hani daha gelmedi mi,
Mehmet Zengin, Himmet Ağa?»
Duygulandı Bozkurt hoca,
“Ne güzel olur!” diyordu.
Yol uzun, kendisi yorgun;
Gözü fazla yemiyordu.
Birkaç ameliyat birden,
Bu geçmişin hikâyesi.
Alınmış fazlalık gibi,
Hepsinin safra kesesi.
Korkut Koca düşünüyor:
«Görüşme nasıl olacak?»
Geçmiş ile geleceği,
İki güne sığdıracak.
Kendi kendine düşünüp,
“İnşallah olmaz zararım”.
Döndü tekrar Nuh Ünsal’a,
“Yirmi gün sonra ararım”.
Şimdi ne düşünür onlar?
Sorun bakalım bir kere.
Güçlü bir emir alsalar,
Yine çıkarlar sefere.
«Herkes sözün tamamlasın,
Duvara assın eleği.
Yoldakiler tamam olsun,
Konuşuruz geleceği.
Korkut Koca darbe yemiş,
Hem döşünden hem gözünden.
Vaz geçmesi mümkün değil,
Nuh’a verdiği sözünden.
Başladılar toplanmaya,
İlk gelen Korkut’un sesi.
Toplanılan mekân ise,
Ünsal’ın malikânesi.
Sohbet balkonda sürecek,
Çıkalım artık salondan.»
Hatice Sultan yanında,
Ömer Han geldi Bursa›dan.
Yirmisi geldiği vakit,
Telefon açıp aradı.
“Geliyorum dostum” deyip,
İlâçların torbaladı.
Her şey sadelik içinde,
Sofralarda zengin mönü.
Güler yüzlü hoca hanım,
Karşılıyor gelenleri.
Sarmaş dolaş, hoş muhabbet;
Herkesi tek tek taradı.
«Nerde benim aziz dostum?»
Deyip Cengiz›i aradı.
Kayseriden yola çıktı,
Yirmi’ki saat altıda.
Karşıda bekleyen dostu,
Zerikler durur uykuda.
Yatmadılar oturdular,
Dağı taşıdılar dağa.
Bir de baktık çıkageldi,
Yörük beyi Bayram Ağa.
«Biraz sonra Mevlüt gelir,
Artık son verelim düne.
Purograma başlayalım,
Cengiz Coşkun başka güne.»
22
Gençlik Dergisi
Dediler: «Bir kural koyup,
Konuşturalım herkesi.
Ülke genelinde nasıl,
Şu memleket meselesi?»
“İnsan çabuk değişiyor,
En büyük hedef ihale.
Bir türlü akıl ermiyor,
Nasıl gelindi bu hâle?”
Otağ kurulmuş ortaya,
Yükselmiş bayrak direği.
Diğer çadırların hepsi,
Sıralı, töre gereği.
Derhal konuya geçildi,
Eller defterli kalemli.
Ne yaptığın bilir herkes,
Bunlar eskiden talimli.
“Dini pazara çeker de,
Kucaklar dünya nimeti.
Demiyor mu kutsal kitap
‘Satılmaz Allah âyeti’?”
Duvar yıktık, helik seçtik;
Yaşadık burda töreyi.
Bu duyguyu yaşatansa,
Gençlerden bir Yörük beyi.
«Çay, kahve hazır!” deyince,
Vakti biraz o bölüyor.
Namazınki uzun değil,
Herkes seferî kılıyor.
“Ulaşmamız gerek halka,
Anlatmalı bildiğini.
Çılgın tüccarın elinden,
Kurtulmalı İslâm dini.”
İki gün kapalı kaldık,
Hoş geldi dağın havası.
Hoca hanım Karamanlı,
Nuh Ünsal, Türkmen ağası.
“Değerler alt üst oluyor,
Bayrak sembol ve andımız.
Haine dokunur oldu,
Beş bin yıllık Türk adımız.”
“Etrafta dost bırakmadık,
Morali bozuk ordunun.
Allah zeval göstermesin.
Düşmanı çok Türk yurdunun.”
Gelmişti ayrılık vakti.
Bilet hazır, belli yeri.
Herkes geldikleri yere
Sırasıyla döndü geri.
“Kutsalları kucaklayıp
Harcıyorlar eğlenceye.
Dom dom kurşun sıkar gibi
Dalda ki garip serçeye.”
“Çağı iyi okumalı,
Devletsiz olmaz hürriyet.
Haine güvence için,
Ayak altında milliyet.”
“Dünkü dostu düşman seçmiş,
Bu gün gelmezse işine.
Allah, Kur’an silâhıyla,
Vuruyor din kardeşine.”
“Bu ikilik neyin nesi?
Düşman seçersin devleti?
‘Millet’ diyorsunuz; ama
Neden değil ‘Türk milleti’?”
İlk gelen Korkut Koca’ydı;
Son giden de o olacak.
Saat yirm’ikiden sonra,
Acep nasıl ayrılacak?
Arkaya bakmadan gidin,
Ayrılmak gerek buradan.
Nuh Ünsal, Kadriye Hanım,
Onlar ayrıldı perondan.
“Bir gariplik daha var ki,
Bu yanlışlar yol alıyor.
Gaflet uykusunda sarhoş,
Herkes maşallah çalıyor.”
İki gece, iki gündüz
Durmadan çene yordular.
Yaylaya atıp özlerin,
Felekten bir gün çaldılar.
Ayrılırken görmeyecek,
Sıkıca tuttu nefesin.
Ve böylece tamamladık,
Bir hasretin hikâyesin.
Türk İslam âleminin mübarek Ramazan
Bayramı’nı kutlar herkese sağlık, mutluluk ve
esenlikler dileriz.
Derneğimizde bayramlaşma, bayramın
üçüncü günü (30. Temmuz. 2014) saat,
13.30’da yapılacaktır.
BİLGİYURDU
GENÇLİK EĞİTİM VE KÜLTÜR DERNEĞİ
23
SEVERİM ÜLKEMİN
İNSANLARINI
Mehmet PUSAT
Severim ülkemin insanlarını:
Helâl rızık peşinde koşanları. Vakit geçirmek için değil
üretmek için çalışanları… Motorcuları, kaportacıları, tornacıları… Sarılmak isterim onlara, varsın kirli olsun giysileri.
Tezgâh başındaki işçiyi, direksiyon sallayan şoförü,
ekin biçen köylüyü, proje yapan mimarı, kendini vere vere
ders anlatan öğretmeni severim.
Şehir uyanmış. Duraklar insan dolu… Servisler vızır
vızır… Kepenkler açılıyor. Her yer de bir telaş, bir hareket.
İş yerine ulaşmaya can atıyor memurlar. Gecikmek olmaz.
Bu hengâmede kırmızı ışıkta duruyor, gişe önlerinde sıraya giriyorlar. Sıra-saygı, kural-kaide bilen bu vatandaşları
severim.
Otobüslerde, tramvaylarda kitaplarıyla, sırt çantalarıyla
görürüm onları. Üniversitede öğrencilerimiz… Hangi şartlarda okuyorlar, olanakları var mıdır yok mudur? Onları
düşünürüm.
Ne zaman bir ilkokula gitsem göğsüm kabarır. Kuş
cıvıltısı gibidir sesleri. Çoklukları, neşeleri gururlandırır
beni. Hele al bayrak önünde İstiklâl Marşı’nı söyleyişleri,
içtenlikleri… Başlarında vakur öğretmenleri… Milletimin
sırtı yere gelir mi?
Ne zaman otobüse, tramvaya binsem yer veriyorlar
bana. Yaşlıyım ya. Bazen üzülüyorum: Belki yorgun bir
işçi, uykusuz bir öğrencidir. Yine de yer veriyor. Temiz süt
emdiği bellidir.
Bir gün rahmetli Türkeş, Türk töresi nedir, diye sormuştu bize. Bir şeyler söyledik ama o, yeterli görmedi.
Sonra kendisi, yavaş yavaş, tane tane şunları söyledi:
Birincisi, küçüklere sevgi, büyüklere saygıdır.
İkincisi, başkalarının hak ve hukuklarına riayet etmektir.
Üçüncüsü, tertipli-düzenli olmaktır.
Dördüncüsü, her insanın kişiliğine saygı göstermek ve
asla baskı yapmamaktır.
Beşincisi, ekmeğini helâl yoldan kazanmaktır. Can kulağımla dinlediğim için bu sözleri hiç unutmadım.
Bir ihtiyar vardı köyümüzde. Bütün işi yolları temizlemekti. Güneş altında usanmadan çalışırdı, bir karşılık beklemeden. Çocuktum, hiç sormadım, neden diye. Ancak,
şimdi idrak edebiliyorum: insana hizmet, Hakk’a hizmettir. O ihtiyar amca, imanın gereğini yapıyormuş. İşte ben,
böyle şamatasız, gürültüsüz, reklâmsız hizmet edenleri severim.
Güzel mi güzel bir vatanda yaşıyoruz. Taşı toprağı bana
altın, suyu zemzem… Onu nasıl kıyıp kirlete biliyoruz?
Bir kibrit çöpü atmaya kıyamam ben. Bu topraklar için
24
toprağa düşenleri düşünürseniz, siz de atamazsınız.
Bir tarihte Dr. Mevlüt Merzan, eşi Dr. Emine Hanım,
üçümüz otomobilleriyle Ankara’ya gidiyoruz. Elma, muz
almışlar, yiyoruz. Muz kabuklarını koyacak yer bulamadım. Aracın kirlenmesini istemediğimden camı açıp dışarıya fırlatıverdim. Bir gaflet anı… Emine Hanım nasıl
ayıpladı beni nasıl. Hâlâ utanıyorum ve aldığım dersi unutmuyorum.
Vatanımı seviyorum sözünü çok duyarız. İyi de göster
kardeşim sevdiğini. İcraat nerede? O lâfın vatana bir faydası var mı? Ne üretiyorsun onu söyle. Meselâ, bir kişiye
bile olsa bir iyiliğin olmuş mudur? Yoksa “hep bana, hep
bana” diyenlerden misin?
Vatan, topraktan ibaret değildir. Vatan, toprak üzerinde
var olan bütün canlı ve cansız varlıkların bütünüdür. İnsan,
maden, çiçek, kurt, kuş, ırmak, dağ bayır hepsi bu kavramın içindedir. Dolayısıyla vatanını seven, vatanın dağını,
ırmağını, bitkisini de sevecektir. Madenleri, bitkileri yabancılara peşkeş çekmeyecektir.
Vatanı Mehmetçik gibi seveceksin. Bir heykel misali
sessiz, soluksuz, gözlerini kırpmadan nöbet tutan Mehmetçik, nasıl görev yapılacağının bilincindedir. O, benim
kahramanım, övüncümdür. Sevgiden daha ileri ona hayranlığım vardır.
Türk’ü Türk yapan bütün değerleri severim ben. Açları
doyuran, çıplakları donatan Oğuz beylerini, sinsin oynayan Avşar yiğitlerini, Elazığ’ın gakgoşlarını, Erzurum’un
dadaşlarını, Karadeniz’in reislerini, Ege’nin efelerini, Torosların Yörüklerini, zulme baş eğmeyen Köroğlu benzeri
koçları severim.
Türkülerimiz, şarkılarımız, masallarımız, destanlarımız, fıkralarımız ne güzeldir. Onları söyleyen, anlatan dilleri severim.
Gönül adamlarımız vardır, karıncayı bile incitmezler;
kem söz nedir, bilmezler. Ahmet Yesevî’nin, Yunus’un soyundan gelmişlerdir. Kadir Tanrı›m kurutmasın bu soyu.
Anne ile kızının, baba ile oğulun, askerlik arkadaşlarının sohbetleri tatlı mı tatlıdır. Çünkü, sözler gönülden
dökülür. Sadece gözümüzü değil gönlümüzü de açalım
dostlar!
Gönül gözüyle bakarsak, sevilecek ne çok şey olduğunu görürüz ülkemizde. Sevebiliyorsak eğer, hayatın tadı
onlardadır. Yoksa hayatı zehir ederiz kendimize. Kinle,
nefretle bir ömür nasıl geçer? Kin ve nefretin omuzlarımızdaki yükünü atabilmeli, yüreğimizdeki pasını silebilmeliyiz. Bunun için Allah’ın verdiği sayısız nimetleri hatırlamak ve onlardaki güzellikleri seyre dalmak yeterlidir.
Gençlik Dergisi
Mehmet KILINÇ
[email protected]
ANAYASAMIZ VE
MİLLİYETÇİLİK - 1
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Başlangıç” kısmında:
“Türk vatanı ve milletinin ebedî varlığını ve yüce
Türk devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu
Anayasa , Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz
önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;
Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir
üyesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı,
maddî ve mânevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde ;
Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin
kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun bu anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi
ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına
çıkamayacağı;
Kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî
bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk
varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının,
Türklüğün tarihî ve mânevî değerlerinin, Atatürk
milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet
işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve maddî ve mânevî varlığını
bu yönde gelştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda , millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak
ve ödevlerde , nimet ve külfetlerde ve millet hayatının
her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik
duygularıyla ve “yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı
içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle
yorumlanıp uygulanmak üzere;
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN demokrasiye âşık
Türk evlâtlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi
olunur.” denmektedir.
Anayasanın maddeler halinde sıralanan bütün hükümleri, buna dayanılarak çıkarılan bütün kanun, tüzük,
yönetmelik ve genelgeler Anayasanın başlangıç kısmında
belirtilen esaslara aykırı olamaz, hiçbir anayasa maddesi
bu esaslara aykırı şekilde yorumlanamaz. Her kanun, her
icraat bu anayasanın başlangıç kısmında belirtilen bakış
açısına ve milliyetçilik anlayışına uygun şekilde yorumlanıp uygulanır.
Anayasamız:
1. “Egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait
olduğu”nu;
2. Anayasa maddelerinin ve buna bağlı olarak çıkarılan
kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelerin “Atatürk’ün
belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda” yorumlanmak mecburiyetinde olduğunu;
3. “Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk
varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının,
Türklüğün tarihî ve mânevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği”ni çok açık ve kesin bir
dille ifade etmektedir.
Bütün bu âmir anayasa hükümlerinin temel kaynağı olan “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı” ile
onun “ilke ve inkılâpları”nın bilinmesi, anlaşılması şarttır.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan ve Cumhuriyet Türkiye’sine damgasını vuran Atatürk’ü anlamak,
onun düşünce yapısını kavramak için onun icraatını bir
bütün olarak ele almak gerekir. O zaman görülecektir ki
Atatürk’ün düşünceleri bazı prensipler etrafında toplanmaktadır. Bunlar “milliyetçilik, inkılâpçılık ve lâiklik”tir.
Atatürk ilkeleri olarak bilinen “cumhuriyetçilik, halkçılık
ve devletçilik” bu üç prensiple yakından ilgilidir ve kolayca bu prensiplere bağlanabilir. Onun için biz burada
Atatürk’ün düşüncelerinin ve icraatının temellerini teşkil eden bu üç prensipten “hukuk”la ilgili olan “laiklik”,
hukukçuların ihtisas alanına girdiği için onu hukukçulara
bırakacağız ve bu yazımızda milliyetçilik ve inkılâpçılık
üzerinde durmaya çalışacağız.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Atatürk Devrimleri 1.
Milletlerarası Sempozyumu”nda sunduğu tebliğine:
“Atatürk’ün çeşitli yönlerinden birini diğerine bağlayarak bir sentezini yapmak istediğimiz vakit bulabileceğimiz en hâkim vasfı Türkçülüğü ve milliyetçiliğidir.” diyerek başlar ve sonra da:
“Millet, gene millet, daima millet; Millî Mücadele,
TBMM, Millî Kurtuluş Savaşı, Millî irade, millet egemenliği ve nihayet millî eğitim ve millî kültür davası… İşte
Atatürk’ün dilinden düşmeyen ve ölümünden beş yıl önce
onu ‘Ne mutlu Türk’üm!’ diye sesi kısılırcasına haykırtan
slogan hep bu.” diyerek birbiriyle ilgili birçok kavramı
sıraladıktan sonra :
“Mustafa Kemal gibi bir akıl adamına bu coşkunluk,
bu etrafa meydan okurcasına direniş nereden geliyordu
ve son günlerinde ‘Türk milleti dünyanın en asil soyudur.’
inancını ona kim vermişti?” diye sorar.
Elden giden vatan topraklarının eski Türkiye haritası
25
üzerinde yeri bulunamayınca, devletin aczinden ayni dille yanıp yakınanların yaşaran gözlerinin ayni hınçla dolu
olduğunu ifade eden Yakup Kadri, Mustafa Kemal’in ise
yalnız bu hınçla kalmayıp ilk fırsatta bunu bir tepki haline
koymuş olmasını anlamlı bulur ve şöyle devam eder:
“Devlet düşkünü bir milletin kalbini kemiren bir aşağılık duygusu kompleksi… ihtilâl tarihlerinde başa geçenlere umulmadık bir dinamizm veren duygu da yarıdan
yarıya asıl budur ve Mustafa Kemal’i Atatürk yapan etkilerin başında bu gelir ve yalnız ona masal tabirlerine
göre ‘yedi düvele karşı savaşmak’ ve yeni bir devlet kurmak hamlesini vermiştir. Çünkü Atatürk’ün milliyetçiliği
hudutsuz bir gurur, hudutsuz bir izzet-i nefis idi. Yaradılış
itibariyle dünyada her şeye karşı hoşgörülü ve kalender
denecek kadar rind olan bu adam, o hissine dokunulduğu
zaman büsbütün tanınmaz bir hale girer; kızgın, mutaassıp
bir lider kesilirdi.”[1]
Atatürk’ün hayatı incelendiği zaman görülecektir ki
büyük Türk fikir adamı Ziya Gökalp’ın onun üzerinde
inkâr edilemeyecek derecede tesiri olmuştur. Bizzat Atatürk bu gerçeği bir yabancı gazetecinin sorusuna verdiği şu
cevapta açıkça belirtir: “Hislerimin babası Namık Kemal,
fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tır.”
Atatürk Samsun’a çıktıktan üç gün sonra İstanbul’da
Sadaret (Başbakanlık) makamına yazdığı 22 Mayıs
1919 tarihli raporda “kurtuluş hareketinin birliğe, millî
hâkimiyete ve Türk milliyetçiliği fikrine dayanacağı”nı
dile getiriyordu.[2]
A. Afetinan’ın naklettiğine göre Atatürk, bir konuşmasında:
“Bizim milletimiz, milliyetinden tegafül edişin (bilmezliğe gelişin) çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dâhilindeki akvam-i muhtelife (muhtelif kavimler/milletler) hep millî akîdelere sarılarak milliyet mefkûresinin
kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa
ile içlerinden koğulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkîr, tezlîl ettiler. Anladık ki kabahatimiz
kendimizi unutmaklığımızmış.”[3]
Atatürk’e göre “Milletin idâme-i mevcudiyet için (varlığını devam ettirmek için) efradı (fertleri) için düşündüğü
rabıta-i müştereke (ortak bağlar), asırlardan beri gelen
sekil ve mahiyetini tebdil etmiş (değiştirmiş), yani millet,
dinî ve mezhebî irtibat yerine Türk milliyeti rabıtasıyle efradını toplamıştır.”[4]
Türk milliyetçiliğinin esaslarını belirlemek Mustafa
Kemal’in üzerinde ısrarla durduğu bir husustur. Memleketin siyâsî kadrosunu teşkil etmek maksadıyla 1923
Ağustosunda kurduğu Cumhuriyet Halk Fırkasının İkinci Büyük Kongresinde 22 Ekim 1927 günü kabul olunan
nizamnâmenin 1. maddesinde Fırkanın “cumhuriyetçi,
halkçı ve milliyetçi” olduğu açıklandıktan sonra 4. maddede milliyetçiliğin “Türk dilini ve Türk kültürünü bihakkın
tamim ve inkişaf ettirmek”i gerektirdiği kaydolunmuştur.
Cumhuriyet Halk Fırkasının 1931 Mayısında toplanan 3.
Büyük Kongresinde ise konu daha etraflı bir şekilde ele
alınmış ve Türk milliyetçiliği “Bütün muasır milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimâî hayatının
hususî seciyesini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmayı esas sayar.” cümlesiyle açıklanmıştır.[5]
Atatürk’ün inandığı “millet” mefhumu Ziya
Gökalp’ın telâkkisinden farksızdır. Gökalp, milleti şöyle tarif ediyordu: “Millet, lisanen müşterek olan,
yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan
harsî bir zümredir.” Atatürk ise milleti “Dil, kültür ve
26
mefkûre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve içtimâî heyet” olarak anlıyordu.
Bugün Türkiye’yi eyaletlere, Türk milletini 36 etnik gruba
bölmeye çakışan gafil ve hainlerin yıllar öncesindeki seleflerine de şöyle diyor:
Bugün Türkiye’yi eyaletlere, Türk milletini 36 etnik gruba bölmeye çalışan gafil ve hainlerin yıllar öncesindeki selefleri için de şöyle diyor Atatürk:
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu,
Trakyalı ve Makedonyalı, hep aynı cevherin damarlarıdır.
Bu damarlar, birbirini tanısın. Türk milletinin toplumsal
düzenini bozmaya yönelik çabalar boğulmaya mahkûmdur.
Türk milleti kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri
aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve
milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli
emelleri anlamayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir
topluluk değildir.”
“Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde
kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık
fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş
vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç
düşman aleti mürteci, beyinsizden başka hiçbir millet ferdi
üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu
millet fertleri de umum Türk camiası gibi aynı müşterek
maziye, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar. Bugün içimizde bulunan Hristiyan, Musevî vatandaşlar, mukadderat ve talihlerini Türk milletine vicdanî arzularıyla
bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle
bakılmak, medeni Türk milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi?”
Atatürk, Türkçe konuşan ve kendini Türk hisseden her
şahsı Türk saymıştır. Onun milliyet anlayışı toprak ile sınırlanmamıştı. Bu yüzdendir ki Türkiye dışında kalmış
Türklerle yakından ilgilenir, Türkiye’ye sığınan Türklerden hiçbir yardımı esirgemezdi. Prof. Abdulkadir İnan’ın
anlattığına göre Atatürk, dış Türkler konusundaki düşüncelerini şöyle açıklıyor:
“Rusya’dan bize sığınan (Türk) siyaset adamları soydaşlarımız, kardeşlerimizdir. Dünyanın gittikçe karışan ve
gittikçe tehlikeli bir istikbale yönelen tutumu muvacehesinde bizim durumumuza hususî bir önem vermelerini beklemek hakkımızdır. Şunu da takdir etmeleri lâzımdır ki Türk
milleti Kurtuluş Savaşından beri, hatta bu savaşa atılırken
bile mahkûm milletlerin hürriyet ve istiklâl davalarıyla
ilgilenmeyi, o davalara müzaheret etmeyi benimsemiştir.
Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve istiklâllerine
kayıtsız davranması elbette tecviz edilemez. Fakat milliyet
davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalâa ve
müdafaa edilmemelidir. Milliyet davası siyasî bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir. Şuurlu ülkü demek, müsbet ilme, ilmî usullere dayandırılmış bir
hedef ve gaye demektir. O halde propagandalarda müsbet
usullere müracaat etmek esastır. Hareketlerin imkân sınırları ve sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müsbet
ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk
dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin
dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.”
Görülüyor ki Atatürk Türk milletini bir bütün olarak ele
almakta, bütün dünya Türklüğünün kültürce birleşmesini
hürriyet ve istiklâllerine kavuşmaları için imkân dâhilinde
çalışılmasını istemektedir.
Gençlik Dergisi
TÜRKİYE’NİN
IŞİD İLE İMTİHANI
IŞİD ( Irak Şam İslam Devleti ) adını Türkiye ve dünya kamuoyu yaklaşık bir yıldan beri Esat karşıtı güçlerden birisi olarak duymaya başladı. Aslında Irak’ta Sünnî
Arapların yoğun olduğu bölgelerde konuşlanmış durumda gözüken bu örgüt,Türk kamuoyuna Niğde baskını ve
Süleyman Şah türbesinin savunulması ile ilgili konularda
yoğun olarak gündeme geldi. Bu örgüt,2014 Haziranında bir gece ansızın Musul’a girerek,neredeyse bir mermi
dahi atmadan, Musul’u işgal etti ve Musul’da ne kadar
banka varsa hepsini yağmaladı. Musul’u savunacak Irak
ordusuna ait askerler ise sivil elbise giyerek Musul’u bu
örgüte teslim etti. Üstelik ellerindeki silah ve cephaneyi
hatta bir helikopteri IŞİD militanlarına teslim etti. Örgüt
Musul’da özellikle Türklerin yaşadığı bazı yerleri tahrip
etti, karşı gelen Türkmenleri fütursuzca öldürmekten çekinmedi, Kürtlere ise hiç dokunmadı. Irak ordusunu silah
bırakmaya zorlayarak girdikleri şehirleri teker teker ele
geçirdiler. Ancak bir yere dokunamadılar, o dokunmadıkları yer de Kerkük. Ne hikmetse Kerkük’e dokunmadılar.
Orayı Kürtlerin işgaline terkettiler. Sanki zımnen paylaşıp
Musul benim, Kerkük senin demeye getirdiler. Özellikle
petrol bölgelerini, boru hatlarının geçtiği ve su kaynaklarının olduğu bölgeleri ele geçiriyorlar. Asıl hedeflerinin
Bağdat olduğunu söylüyorlar. Özellikle Şii halktan kim
olursa olsun öldürüyor, Şiilere hayat hakkı tanımıyor ve
bu yaptıklarına mezhep çatışması görüntüsü vermeyi de
ihmal etmiyorlar. Irak’tan ve Suriye’den koparıcakları
topraklar üzerinde Sünnî bir İslam Devleti kuracaklarını
söylüyorlar. Örgüt, tüm bu olup biten acı olayların daha da
Ahmet MUHTAROĞLU
acısını Türkiye’ye yaşatarak 49 konsolosluk görevlimizi
ve 32 tır şöförümüzü rehin alarak Türkiye’ye oldukça ağır
ve anlamlı bir mesaj verdi.
PEKİ KİMDİR BU IŞİD DENEN ÖRGÜT?
ABD, 1980’lerde Rusya’nın Afganistanı işgali ile bu
bölgeyi Sovyetlerin hegomonyasına teslim etmemek ve
pasifik politikalarını gerçekleştirmek için Afgan mücahitlerini destekleme adına Sovyetlere karşı El Kaide ismi
ile anılan bir örgüt kurdu. Pakistan daki Taliban’dan tutunuz Suriye’deki El Nusra’ya, Nijerya’daki Boko Haram’a
varıncaya kadar Ortadoğu ve Afrika’da ne kadar İslami
bir örgüt varsa El Kaide’den doğmuştur. IŞİD örgütü de
bunların bir koludur. Yüce gayelerinin İslam olduğunu
söylüyorlar; ancak, zaman zaman gerçek Müslümanlıkla
bağdaşmayan eylemler yaptıkları da bir vaka. El Kaide ile
başlayan, yer yer taşeron görüntüsü de veren, kimin için ve
hangi gayeye matuf işler yaptıkları hep sorgulanmış bir yapıyı içermektedir. Genellikle söz konusu örgütleri;tacından
ve tahtından emin olmak, saltanatlarını güvenceye almak
isteyen zengin Arap şeyh ve sultanlarının finanse ettiği bilinmektedir.
IŞİD örgütünün özellikle Irak’ta gelişip güçlenmesinde
2003’de ABD’nin Irak işgaline karşı verilen savaş etkili
olmuştur. Ancak bu emparyalist karşıtlığı yerini mezhep
çatışmasına bırakmıştır. Bugün IŞİD örgütler koalisyonu
görüntüsü vermektedir. İçerisinde mezhepçi olanlar var,
El Kaideci olanlar var, El Kaideye karşı olanlar var, Arap
milliyetçisi olanlar var, Vahabi (Selefi) olanlar var, emparyalizme karşı olanlar var; ancak değişik yapıda ve düşün-
27
cede olmalarına rağmen bir konuda ittifak etmişler: Irak
bölünecek. Yani Irak’ın bölünmesinde hem fikirler.
Irak resmen olmasa da fiilen 3’e bölünmüştür. Örgüt,
Suriye’de Sünnîlerin yaşadığı yerler de dahil olmak üzere
Irak’ta bir Sünnî Arap devletini kuracağına inanmış ve bu
konuda hayli mesafe almıştır. Bugüne kadar bu örgütlerin
El Kaide de dahil hiçbirisinin devleti olmamıştır. IŞİD ise
şu anda örgütten devlete geçiş dönemini yaşamaktadır.
Sünnî Araplar, Şii Araplar ve Kürtler olmak üzere fiilen
3’e bölünmüş olan Irak’ta IŞİD, Sünnî Arap devletçiğini
kurmakla görevlendirilmiştir.
2003’den bu yana, yani ABD’nin Irak işgalinden bu
yana geçen 10 yıl boyunca ülke, bu ve benzeri örgütler
yüzünden iç savaş yaşamış, hergün ortalama 40-50 kişinin
öldüğü bu iç savaşa malesef “Mezhep savaşı” görüntüsü
verilmiştir. Oysa bu çatışmalar bölünmeye giden yola döşenen taşların ifadesiydi. Bu çatışmaları durdurmak adına
uluslararası hiç bir kuruluşun ve kurumun hiç bir ülkenin (Türkiye dahil) bir çabasına pek şahit olunmamıştır.
Gelinen bugünkü noktada ise ne Şii Arapların, ne Sünnî
Arapların, ne de Kürtlerin birlikte yaşama ihtimalleri ve
iradeleri kalmamıştır. Bu geçen zaman içerisinde Kürtler
önce fiilen bir bağımsız federe devlet kurdular, kısmî istikrara kavuştular, Tabii öldürülen Türkmen Liderlerini saymaz isek. Şii Araplar ise başta Maliki olmak üzere
ABD sayesinde bir Irak devletine kavuştuğunu zannederek
Sünnî Araplara karşı haksız muamele ile bu sonu hızlandırdılar. Baştan beri de emperyalizmin planlarına hizmet
ettiklerini bir türlü fark edemediler. Kürtlere söz geçiremeyen Maliki, Sünnî Arapları sistemden tasfiye etti. Sünnî
Arapların bugünkü isyanı ve IŞİD’ın yanında yer almaları
biraz da Maliki’nin yönetim tarzından kaynaklanmıştır.
TÜRKİYE AÇISINDAN DURUM NE?
Dış politikaların başarısı veya başarısızlığı sonuçlarına
göre tartışılır.Bugün Türkiye’nin güneyinde bir Afganis-
28
tanlaşma oluşumu yaşanmaktadır. Eğer devleti zayıflatırsanız radikal gruplar öne çıkar ve boşluğu onlar doldurur.
Irak’ta yaşananlar bugün budur. Keza Suriye’de de durum
farklı değildir. ABD’nin 2003 işgali ile başta ordu ve Irak
Devletinin tüm alt yapısı çökertilmiştir. Meydan radikal
örgütlere teslim edilmiştir. Suriye’de de öyledir dedik
ancak Irak’tan biraz farklı durum söz konusudur. Hiç bir
batılı devlet ve de Türkiye Suriye’nin devlet yapısının bu
kadar güçlü olduğunu kestirememiştir. 2011 Mart’ında
Suriye’ye karşı başlatılan harekette Suriye ordusunun bir
kaç fire hariç bu kadar sağlam olduğu hep gözlerden kaçmıştır. Aslında Türkiye’de de durum farklı değildir. Hükümetin kendi ifadesi ile TSK’ya kurulan kumpasla zayıf
düşürülen ordunun komuta kademesinin zafiyeti sonucu
açılımın gündeme gelmesi ve Oslo müzakerelerinin başlaması aynı zamana denk düşmekte ve askeri gücün kırıldığı
oranda İmralı ile samimi ilişkiler ve devletle pazarlık dozu
artarak devam etmiştir. Keza TSK ‘nın gücünün kırıldığı
oranda Kuzey Irak’a harekât yapma hızı azalmış, PKK
silah bırakmaya zorlanamamıştır. Musul’da elçiliğimizin
basılma hadisesinin arkasında bile zaafa uğramış ve caydırıcılığı azalmış TSK’nın düşmanları cesaretlendirmesinin
payı vardır. Musul hadisesi aslında Türkiye için tarihi bir
olaydır. Arap dünyasının bölge ile ilgili politikamıza adete
meydan okumasıdır. Belki de Sayın Davutoğlu’na nispetle
‘’Eğer Orta doğu’ya parmağınızı sokarsanız başınıza
gelecekleri düşünün.’’ kabilinden bir mesaj verilmek istenmiş olabilir. Olaylar karşısında Türkiye’nin Musul ve
Kerkük ile ilgili söyleyecek bir sözünün olmadığı biraz
daha belirgin hale gelmiştir. Gerçi Kuzey Irak Kürt liderinin bağımsızlık söylemine karşı İsrail ‘’Ananızın ak sütü
gibi helaldir; ve hak ettiniz’’ der demez AKP Genel Başkanı Yrd. Hüseyin Çelik durumdan vazife çıkararak Kürtlerin bağımsızlık hareketini destekleriz şeklinde beyanat
vermiştir. Musul’un IŞID ve Kerkük’ün Kürtler tarafından
paylaşılması bugünden ziyade geçmişte hazırlanmış projenin gereğidir. Buna mukabil Sayın Başbakan’dan duy-
Gençlik Dergisi
duğumuz Kerkük de özerk olacak
formunun hesapları geri tepti. 3,5
Musul da hiç endişeniz olmasın
sene boyunca düşmeden direnmebeyanının sıradan bir söylem olsinin 2 ana sebebi vardır:
madığına inanmak isteriz.
1. Esat’a halkının desteği
IŞİD örgütünü finanse
Bu beyanlar yanında, anladığı2. Irak, İran ve Rusya’nın lojiseden diğer iki devletin de
mız kadarıyla, Türkiye’nin kafası
tik
desteği.
kendilerine göre hesapları
karışık. Türkiye karar verme aşaPlatform üyeleri bu durumu
vardır. Bunlardan bir tanesi
masında. Bir yanda rehine krizi,
net gördü. Bu lojistik desteği yıSuudi Arabistan ve diğeri de
bir yanda uzun vadeli enerji anlaşkılmadan Suriye’nin yıkılmayacaması yaptığımız Kürtler, bir yanda
Katar’dır.
ğını anladı ve işe Irak’tan başlaTürkmenler ve biryandan da Sünnî
dı. Suriye’ye olan Irak, İran ve
Iraklıların temsilcisi konumundaki
Hizbullah eksenindeki destek
ve Suriye sınırında komşumuz olkesilirse Suriye ancak o zaman
muş IŞİD örgütü. Bu denklem zor
yıkılır diye düşünüldü. Ayrıbir denklem.Türkiye’nin kart açca, İsrail’in güvenliği açısından
ması kolay değil. Neyi hedefleyeİran’dan Doğu Akdenize uzanan
ceği bellli değil. Süreç çatışma üzerinden ilerliyor. Şimdiİran, Irak, Suriye, Lübnan, Hizbullah Şii ekseni İsrail’i
ye kadar Türkmenler üzerinden bir güç oluşturulabilseydi,
çok rahatsız ediyordu. Bu Şii zincirin oluşturduğu gücün
Türkiye’nin işi belki daha kolay olurdu.
halkası bir yerden koparılmalıydı. Bu da Irak’ta Sünnî
Yok sayılan ve kendi kaderlerine terk edilen Türkmen- Arap Devletçiğinin kurulması ile mümkündü. Bizce IŞİD
ler Kürtlerin insafına terk edilmiş durumdalar. Türkiye’nin olayının arka planlarından en önemlisi budur.İkinci ana
stratejik kararını gözden geçirmesinin bizce tam zamanı. sebep IŞİD’in aslî görevlerinden birisi de Kürt devletinin,
Bağımsız bir Kürdistanı mı destekleyecek, bağımsız bir bu hengâmede kuruluşunu gerçekleştirmek.Böylece IŞİD
Sünnî Arap (IŞİD) devletini mi destekleyek, buna paralel olaylarında şimdilik kazanan iki taraf var biri İsrail diğeri
olarak Kuzey Irak Kürt bölgesi ile yapılan 50 yıllık enerji de Kürtler.
anlaşmasını mı sürdürecek, ya da Irak’ın toprak bütünlüBunların dışında IŞİD örgütünü finanse eden diğer iki
ğünden yana mı olacak? Türkiye’nin bu sorulara cevaplar
devletin de kendilerine göre hesapları vardır. Bunlardan
bulma zarureti vardır. Suudi Arabistan ve Katar’ın dışında
bir tanesi Suudi Arabistan ve diğeri de Katar’dır. Bu iki
Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olan tüm Arap camiası
ülkenin ezeli düşmanı bildiğiniz gibi İran’dır. İran’ın İran,
Irak’ın bölünmesinden yana olan Türkiye için ne düşünürIrak, Suriye, Lübnan ekseninde doğalgazı Akdeniz ulaştıler acaba? Bağdat’ı, İran ve Suriye’yi dışlayarak, bunları
racak boru hattı inşaatı şu an yürümektedir. Bu boru hattını
karşımıza alarak yapılan 50 yıllık enerji anlaşmasının sürKatar, Suudi Arabistan ve İsrail engellemektedir. İnşaatın
dürülebilmesi mümkün değildir. Keza bu petrol işbirliğine
başlangıcından bu güne kadar bu boru hattı 54 defa bomABD ve İsrail de karşı olduklarını beyan etmişlerdir. Eğer
balanmıştır. İsrail, Katar ve Suudi Arabistan, İran gazının
Türkiye Irak’ın bölünmesinden yana tavır alırsa yani
Akdenize çıkmasını engelleyip, kendi boru hatlarını faaIŞİD örgütüne ve onun üzerinden kurulan bu oyuna
liyete geçirmek istemektedirler. Kısaca, yüklenicisi IŞİD
destek verirse PKK ‘nın silahları da meşruiyet kazanır.
olan Irak savaşının önemli gerekçelerinden birisi de, Doğu
Siz PKK’ya silah bıraktıramazsınız. Ayrıca şu andaki
Akdeniz e ulaştırılacak Selefi Doğalgaz Boru Hattı ile
kaos ilerledikçe yeni yeni ittifakların doğacağı ve karşımıPars Şii Doğalgaz boru Hattı Savaşıdır.Tabii İsrail de
za kimlerin çıkacağını kestirmek zor. Bütün bu olanları iyi
kendi gazına rakip olan iki hattı da istemeyerek kavgaya
analiz edip Türkiye’nin zihnini netleştirmesi lâzım.
su taşımaktadır.
Gelinen noktada Irak Savaşı’nın büyüme emareleri
SONUÇ
ve coğrafyada ateşin her yeri sarma belirtileri mevcuttur.
Osmanlı Devletinin emperyalist batılılar tarafından pay- Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan Rusya, İran ve Mısır
laştığı 1. Dünya Savaşı’nın son perdesinde, Ortadoğu’da bir araya gelerek deklerasyon yayınlamışlardır.Ayrıca İran
cetvelle cizilerek kurulmuş devletlerin yerini şimdi petrol muhtemel IŞİD saldırılarına karşı Bağdat’ı korumak adına,
devletçikleri alıyor. Şimdi bunların nasıl kurulduğuna şa- Irak sınırına 40 bin asker konuşlandırmış ve buna karşılık
hitlik ediyoruz. Kurulu devletlerin aynı coğrafyada yaşa- Suudî Arabistan’ın 60 bin askerini Irak sınırına konuşlanyan halkın içinden peydahlanan yerli işbirlikçiler elliyle dırdığı basında yer almıştır.
parçalanmsı daha da acı verici bir olay… Yüz yıl önce emIrak konusunda ülkemiz çok temkinli davranmak zoperyalist İngiltere Şerif Hüseyinin kulağına Osmanlıdan rundadır.Türkiye gelişen olaylardan sonra Irak’ın ve
bağımsız büyük Arap devleti hayalini fısıldamıştı. Bugün Suriye’nin parçalanmasına asla rıza göstermemelidir.Şayet
IŞİD örgütüne Irak Sünnî Arap Devleti vaad edilmiş. Oyun Irak bölünür,Sünnî Arap Devleti kurulur ise Suriye’nin yıaynı, oynatan aynı, oynayan aynı. Hedef hiç değişmemiş. kılması yeniden gündeme gelebilir.Çünkü, İran ve Irak’ın
Yüzyıl önce hedef İsrail’in kuruluşu idi, bugün ise İsrail’in sağladığı lojistik destek kesilmiş olacaktır.
güvenliği. O gün enerji kaynaklarına ulaşma savaşı, bugün
ve Erbil bağımsız olursa, Türkiye Erbil’e bağımlı hale
ise aynı savaşın devamı.
gelecektir.Ancak, Türkiye enerjiye bir şekilde ulaşmak
IŞİD’la verilmek istenen mesajları iyi algılamamız la- durumundadır.,Gelecek nesiller ve ülke bekaası için Türzım.Suriye’de başarısız olan batı geç de olsa şunu fark etti. kiye hesabını iyi yapmak zorundadır.
Suriye’de batı sert kayaya çarptı. Suriye’yi yıkanlar plat-
29
‘’Kayseri kompartımanı’’nda
AYVAZ GÖKDEMİR
Mustafa ŞERBETCİOĞLU
Ayvaz Gökdemir ile ilgili olarak, bugüne kadar fikriyatını, mücadelesini ve siyasi çalışmalarını esas
alan, yeteri kadar neşriyat yapılmıştır. Yazılmış
olanların benzerleri ile huzuru işgal etmek,
anlamsız olacaktır. Niyetimiz, yapılmış
olan genel nitelikteki değerlendirmelerin
‘’Kayseri kompartımanı’’ ile ilgili, varsa, eksiklerini tamamlamaktır. Bir ve
beraber olduğumuz günlerden kalanları
arz etmektir. ’’hoş seda” yı biraz daha
özel hale getirerek, ’’dost sesi’’ şeklinde takdimdir. Ders alınabilecek nitelikte gördüğümüz yaşanmışlıklardan,
arkadaşlarımızın da haberdar olmalarını
arzulamış olmaktır. Zira, bilebildiğimiz
kadarıyla, hemen her seviyede, ’’anlamlı’’ sayılabilecek ilişkiler söz konusuydu…
Öğretmenimizle ilk karşılaşmamız, şehrimizde milliyetçi olarak bilinen şahsiyetlerin ekseriyetinin iştiraki ile, Düzgün hocanın evinde yapılan toplantıda gerçekleşti.(Aslında Ali Akiş ağabey daha
önce rahmetlinin namını muştulamıştı) İlk intiba önemlidir
ve çoğunlukla da gerçeği yansıtır. Bu anlayış doğrultusunda
huzurundaki genel kanaat, kendisini ispat ve kabul ettiren
bir donanım ve kararlılık… Güzel konuşmanın ötesinde,
’’konuşan” bir insanla yüz yüzeydik. Genç yaşına rağmen,
ülke meselerine olan vukufiyeti hemen fark ediliyordu.
Karşılaşılan manzara, dava adına hepimizi memnun etmişti.
Çünkü, fikriyatımız adına yeni bilgi ve değerlendirmelere
şahit oluyorduk. Nitekim, çok geçmeden ‘’fark’’ hükmünü
icra eyledi ve hoca çalışmaların ’’mihver’’ i oldu. Zira, bunu
hak ediyordu, zaten başka türlüsü de yanlış olurdu.
Sevgi –Ayvaz Gökdemir çiftinin görev yapacakları okul
Kayseri Lisesi’dir.(30.11.1965)Tarihi ‘’Taş bina ‘’ daki
‘’Bismillah’’kısa sürede semereli ve nitelilikle bir boyut
kazandı ve ‘’bu satıh’’ bütün Kayseri oldu.Epeyce de ses
getirdi.(Söz konusu gelişmelerin yapısını ve kesafetini,biz
gençlere nazaran muhterem Vehbi hocamız çok daha iyi bilir ve değerlendirirler)
Ezcümle,Ayvaz ağabey,askerlik görevini ifa etmek için
şehrimizden ayrıldığı 21.09.1968 tarihine kadar ‘’içtiğimiz
suyun ayrı gitmediği’’bir münasebet şeklinin mimarı oldu.
Ayrıca,öğrencileri ve diğer tanıyanlar bakımından önemli
bir farklılıktı.Çevre bakımından da,her türlü siyasi mülahazanın ötesinde ‘’bir hakkı teslim’’etme söz konusuydu.
(Sağlaması,otuz yıl sonra şehrimizden katılmış olduğu seçimde almış olduğu sonuçtur.Siyaset düşünen ve bir iddia
sahibi olanlara takdimimizdir.)
Rahmetli,bir milliyetçi için vazgeçilmesi mümkün ol-
30
mayan vasıflardan birisi olarak kabul ettiği ‘’dava
adamı öncelikle görevini en iyi şekilde yapmak
durumundadır.’’ ölçüsü gereğince ‘’essah
öğretmen’’di. Ancak, asıl farkını göstereceği saha insan ilişkilerindeki performansı olacaktır.Çünkü,dahil olduğu her faaliyette kayda değer bir kalite üstünlüğü
ortaya çıkıyordu. Bu kariyerin sonucu
olarak da lafın ötesine geçen, elle
tutulabilen bir icraatın içerisinde yer
alıyorduk. Çalışmalarda, her halükarda bir neticeye yönelme anlayışına
sahip olmaya başlamıştık.Bu anlayış
farkı bizler için çok önemli bir merhaleydi.Ciddiyet,faaliyetlerimizde kaçınılmaz olarak hissediliyordu.Sorumluluk denilen bir ölçü ile tanışıyorduk.
Bu vasıfları hazmettikçe de gururla ‘’milliyetçi böyle olur’’ diyor ve takdimde de
bir endişe içerisinde bulunmuyorduk.Tabir-i
caizse şehrimizde ülkü adına ‘’yeni bir devir ‘’
açılmıştı.Tartışmasız,heyecanı da bünyesinde barındıran ve fakat o günlere kadar pek de aşina olmadığımız bir
muhteva ve hedef hayatımıza girmişti.
Hoca önderliğinde milliyetçilik adına hatıra sayılır çalışmalar şehrimizde mekan ve meydan buluyordu.
Miting,anma günleri,özel geceler,tiyatro gösterileri birbirini takip ediyordu.Haliyle,siyaset de gündemimizde baş köşedeki yerini muhafaza ediyordu.Daha önce yapılmış olan
seçimde hangi sandıkta kaç oy aldığımızı ezbere biliyorduk.
Bir devletlunun ağzından çıkan ‘’bizden’’ bir kelimenin takipçisi oluyorduk. Alenen, bir gönül seferberliği vecdiyle
çalışıyor, âşık olmaya ’’bile vakit bulamıyorduk.Tesbite
kim hangi ölçüde katılır bilemiyorum,söz konusu günlerde epeyce ‘’dua’’aldığımızı düşünüyor ve bugünlere de o
vasatın’’bereketi’’ ile ulaştığımıza inanıyorum.Zira,ifade
etmeye çalıştığımız ‘’halisanelik’’ karşısında ‘’teslim olmayan’’ yoktu. (Çok az sayıda da olsa, ’’ayrı’’ durmayı tercih
edenler de oldu)
Ayvaz Gökdemir Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nde
Türk Medeniyeti Tarihi dersini tedris ile görevlendirilir. Bu
durum, hoca için arayıp da bulamayacağı bir imkandır. Semereli olacağına inandığı bir çalışma alanıdır. Nitekim, kısa
süre içerisinde, gerek dersin konusu ve gerekse tarafların
yapısı sonucu, vatan-millet değerlendirmelerinin yapıldığı bir ortam teşekkül eder. Böylelikle bizler için de ilave
bir çalışma alanı yaratılmış olur. Konuşmalar-görüşmeler
olumlu bir şekilde devam ederken, kaçınılmaz sonuç olarak
hoca ‘’fark’’ını konuşturur ve öğrenciler hangi kaynaktan
beslenmiş olurlarsa olsunlar, müşterek faaliyetlerin birer
üyesi olarak ‘’emre amade’’ olurlar. Mesela, Şafak dergi-
Gençlik Dergisi
sinin birlikte çıkartılması) Ayrıca, yeri ve zamanı uygun oldukça farklılıkları gündeme taşıyıp, anlamlı sohbetler tesis
edilmeye başlanır.(Türk Kültür Derneği faaliyetleri)Münasebetler daha kıvamlı bir nitelik kazanır.
Yine böyle bir toplantı sonrasında herkes evine gitmek
üzere vedalaşırken,arkadaşlarımızdan birinin Ayvaz ağabey
ile tokalaştığını gören bir enstitü talebesi taraflara hitaben
”siz niye ayrılıyorsunuz, kardeş değil misiniz …”dedi. Bu
durum karşısında ilgili şahsa,tarafların soyadlarının farklı
olmasından hareketle, kardeş olmadıkları anlatıldı. Ancak
başarılı olunamadı. Çünkü anlaşıldığına göre,arkadaşın bizleri tanımış olduğu günden beri şahit olduğu münasebet şekli onda,’’kardeş olmaları icap eder’’kanaatini uyandırmıştı.
Sonuç olarak söz konusu enstitülü arkadaşımız eski görüşünde ısrar ederek ‘’öyleyse enişte-kayınsınız’’hükmünde
karar kıldı,bu durumda daha da üzerine gidilmedi. ’’Vaat
ettiğinizi yaşantınızla temine mecbursunuz’’iddiasına örnek
teşkil etmesi ve bir güzelliği paylaşmış olmak adına nakletmiş olduğumuz bu anektod, herhangi bir ilave bir yoruma
ihtiyaç duyurmayacak netlikte, bir Ayvaz Gökdemir hülasasıdır.
Milliyetçilik faaliyetlerine başladığımız ilk günlerden
beri kendisinden istifade ettiğim bir ağabeyim, geçenlerde,
Ayvaz ağabey ile olan başlangıçtaki münasebetimizi kast
ederek,’’Nasıl oldu da Ayvaz’ın peşine takıldınız?… anlamına gelen bir latifede bulundu. Soru, özel tarafı bir yana,
bugün de çekilmekte olan sıkıntıların sebebini bünyesinde
taşıyor olması bakımdan, önemli ve anlamlıydı. Soruyu soran ağabeye, ’’elimi yüzüme alarak’’ ve cesaretle ‘’sizlerin
yapamadığını yaptığı için’’dedim ve aramızdaki konu bu
minval üzere kapandı.
Şimdi, buyurun ‘’peşe takılmayı’’ gerekli kılan ve bugünkü yozlaşmanın ilacı mesabesinde gördüğümüz esbaba
birlikte bir göz atalım: Evliliğinin ertesi günü şehrimize
gelmiş,eşyasının ‘’emanet’’olduğu bir evde ve oturacak
sandalyenin ancak altı ay sonra alınabildiği bir maddi imkana sahip olarak,gece yarılarına kadar süren toplantılarla
birlikte yürütülen bir ‘’taze’’evlilik…Sizi,sizden önce düşündüğüne inandığınız ve güvendiğiniz bir ağabey…Anlama hususunda garip olsak da,’’Hak dostluğu’’(Hak ölçülere uyarak bir ve beraber olmak,kese ve gönül birliği tesis
edebilmek)ölçüleri ile tanışmak…Bunlar,aklı ve gönlü olan
için,peşe düşmeyi gerekli kılacak nitelikte nedenler değil
midir? Oysa, diğer büyüklerimiz imkan ve rahatlık bakımlarından mukayese kabul etmeyen bir farka sahiplerdir.Ancak belirtmek gerekir ki,ayrıca söz konusu ağabeyler aradığımız ‘’manevi’’gıda bakımından ‘’yavan’’ kalıyorlardı.
Abarttığımı zannetmeyin,içerisinde yer aldığımız vasat ve
Gökdemir’lerle olan münaset şeklimiz,bir çoğumuzun ailesi indinde ‘’kıskançlık’’vesilesi olmuştur.İlişkinin boyutlarını anlamak bakımından bilinmelidir ki, aradan geçen uzun
senelere ve mekan farkına rağmen,rabıta devam etmiş,bir
çoğumuz rahmetlinin cenaze namazını kılmış.
Dostluğa-ülküdaşlığa özen göstermek nasıl olur,niçin
vazgeçilmezdir.İnanç uğruna bedel ödemek ne anlama gelir,
nasıl olur da insan hiçbir zorlama olmadan kendisini bir takım görevler bakımından sorumlu hisseder,’’öncelik’’hangi
kritere göre tespit edilir?...Bunlar ve benzeri ‘’yaşama
sanatı’’gerçekleri ile yüz yüze gelme faslında elinizden tutan insanla bir ve beraber olabilmek…Az şey mi bunlar?
Aslında rahmetlinin işi kolay değildi.Bir defa
‘’hocası’’yoktu,hemen her meselenin
muhatabı kendisi idi.Anamın tabiri ile,’’kuru söğütten düdük
çıkartmak’’durumundaydı.Olumsuzlukları da fırsata çe-
Ayaktakiler: Muzaffer Tok, Ayvaz Gökdemir, Mehmet Düzgün,
Mustafa Şerbetçioğlu Oturanlar: Mehmet Kocakahyaoğlu, Fikret
Yağmur
virmek zorundaydı. Özetle, Ayvaz ağabey için ‘’Kayseri
kompartımanı ‘’ikinci bir ‘’mektep’’ konumundaydı. Hem
öğreniyor hem de öğretiyordu.
1968’li yıllar, heyecanımız şahlanmış ki, sormayın gitsin. İstiyoruz ki ülke bir gecede güllük-gülistanlık, yanlışlar
hemen izale olsun, Turan acele kurulsun…niye olmasın ki?
Heyecan,mübarek,eyvallah,ancak ayakların yere basması
da gerekiyor.Saz hocanın elinde: ‘’yanlış’’bugüne kadar
hep var olmuştur, bundan sonra da mevcut olacaktır. Bizlere düşen, ’’iyilerin’’ sayısının ‘’kötüler’’ den çok olmasını sağlamaktır’’… Hem duygulara yoldaş olmak hem de
‘’doğru’’ olanı işaret etmek;daha da önemlisi ‘’erken kifayet duygusu’’tehlikesinin altını çizmek.
Kayseri’deki beraberliğin sonu görüldü hoca askere, Sevgi öğretmenim de babasının yaşadığı yer olan Uzunköprü
‘ye gidecekler. Ev eşyaları ise hali ile Uzunköprü’ye taşınacak. Kamyon temin edilir. Ancak bu sırada işi bilenler,yolun
tehlikeli olduğunu,araba vapurunda yanlışlıkların yaşanılabileceğini söylerler.Kamyonun üzerinde bir kişinin bulunması tavsiye edilir.teklifi makul bulunur.Ancak,göreve birden çok kişi talip olur.Hoca para-tura atarak görevliyi tespit
eder,yük de salimen yerine ulaşır.Asıl manidar gelişmeler
bundan sonra yaşanacaktır.Uzunköprülü sakinler bu kadar
uzun yolu kamyon sırtında geçirilmesini bir türlü izah edemezler ve sorarlar” akrabanız olmayan bekli de bundan sonra hiç görüşemeyeceğiniz insanlar için katlanmış olduğunuz
bu fedakarlığın sebebi nedir?’’Şu sebep- bu neden ifadeleri
sonuç vermez dostluk – ülküdaşlık gerekçeleri ‘’ama’’lar
karşılanır.Konuşmaya,’’görevli’’nin” ben bu vazifeyi kur ‘a
31
kazanarak elde ettim,siz nelerden bahsediyorsunuz’ şeklindeki ifadesi son noktayı kor.(Haber kutsal,yorum hür’dür.)
Aradan otuz yıl geçmiş Muzaffer’in cenazesinde Ayvaz
hoca ev sahipliği yapıyor,sanki de,’Biz sevince az sevmeyiz’ taahhüdünün sağlamasını ortaya koyuyor…
Beşeriz,tamam da,’’insan olmak’’ da halimize
göre salınmayı gerektirmez mi? Biline ki,sloganlarla
konuşan,stadyumlara oynayan insan için,bilmem kaç yıl
sonra kalem oynatılmaz,sohbetlerde gündeme gelmez.Ak
sakallı Ali Kargı’nın,Ayvaz ağabeyin şehrimizde katıldığı
seçim çalışmaları esnasında söylemiş olduğu ‘’duyduk ki
seferberlik ilan edilmiş,katılmaya geldik’’ sözünü de izah
edebilmek mümkün olmaz.
Kelime anlamının dışında kavram derinliğinde bir ‘’Hak
dostluğu’’ yorumunu rahmetlinin takdiminde ve ‘’Allah rızası için bir araya gelmiş iki kişinin üçüncü ‘’o’’dur’’ hükmü
doğrultunda anlamaya çalışmak, sanki Vecihi Öğütçüoğlu
büyüğümüzün Ankara’daki tedrisinin Kayseri’de gediriye
yatırılmış bir uygulamasıydı. Talibin talebi hangi cihete teveccüh ediyor olursa olsun, niyet, söz konusu edilen manevi
havayı yaşama ve yaşatma cehdi yönünde olmalı.Aslında,
inandığı Allah olanın endişe içerisinde olması, eşyanın tabiatına aykırıydı.(Halini test etmek isteyenler için bulunmaz
bir mihenk)Tabii,ifade edilmeye çalışılan keyfiyetin Emevi Müslümanlığı’ ile bir ilgisinin bulunmadığı, izahtan varestedir.Zaten, yanılmıyorsam M. İkbal, bir zaruret olarak,
‘’İslamiyet’i Müslümanlarla test etmeyin’’ der. Ayrıca da
Yaradan,’’ ne söylediğini bilmeyeni’’ sorumlu tutmuyor...
Hülasa: Son zamanlarda yaygın bir şekilde kullanılan
‘’Ah o eski günler’’ yakınmaları ve duyarsızlıktan şikayetçi olanlar;aradığını bulamadığı için huzursuzluk içerisinde
bulunanlar, sizler için ‘’deva’’ olur düşüncesi ile bir yaşanmışlık-ölçü ortaya koymaya çalıştık.Çarenin çok uzaklarda
olmadığının altını çizmek istedik.Dualar, fiili dua olsun demeye çalıştık. Dr. N. Özgelen’in geçenlerde söylemiş oldu,
‘’Bu cehaletle, bu bilgisizlikle bu topraklarda hüküm sürmemize izin vermezler’’ dehşet-engiz tesbitine, bir vesile
dikkat çekmiş olduk.Amellerimiz ve emellerimiz bizi hangi
noktaya götürmüş, bir görelim ve kendi kendimizi silkeleyelim, istedik.Belki de böylelikle halimize döner de bir bakarız diye düşündük.Umarız bir yanlışımız olmamıştır.
‘’İnsan sevdikleri ile beraberdir’’ denilir ya, acaba ölüm
anı da bu temenniye dahil midir? Gerçek nedir bilinmez
ama, gönlüm, bir tevafukun söz konusu olduğunu söylüyor
ve rahmetliye de böylesi yakışırdı diyor.Çünkü, ölümün
vuku bulduğu günün kaydı şöyle düşülmüş : ‘’Ayvaz Gökdemir 19.04.2008’de Türk Ocakları’nın Kurultayı’nda dostlarının kollarında Hakk’a yürüdü. ‘’Ayrıca Sevgi Gökdemir
de cenazenin başında şunları ifade ediyor : ‘’Dirisi de, ölüsü
de dostlarına emanet.’’
Evet, ‘’Hesaplaşılmaz, helalleşilir’’ denilen gönlü yüce
insan ‘’ ...kendisine yakışanı yapmış ve müthiş bir final oynamıştı.’’
Gaziantep’in Arıl Köyü’nde 1942 yılında başlayan hayat
çizgisi 66 yıl gibi ‘’kısa bir süre’’ sonra, en sevdiği mekanda
hitam bulmuştu. (Yapabileceklerini erken bitirmiş olacak ki
, göçü de bu ölçüye denk düşmüş oldu.)
Yaradan, en doğru olanı bilendir.Zira,’’O görür . . .’’Ayvaz ağabey için de nasibi olan tahakkuk edecektir.
Şahidi üzerindeki kitabe : ‘Türkiye ve Türklük için yaşadı.’’
I. Gediriye yatırmak : Bir kökün dalını toprağa gömerek
yeni bir kök oluşturmak.
32
TÜRKMENLER
KAN AĞLIYOR
Cenk OZAN (Nafiz Ağca)
Türkmenler kan ağlıyor, bitmez yürek sızısı
Zulüm, ölüm ve çile, anlımızın yazısı
Müslüman Türk’sen eğer, çekiyorsun bunları
Vururlar, katlederler istiyorsa canları
Unutulduk bu yurtta, kimse sormaz halimiz
Bazen Arap, bazen Kürt başımızda valimiz
Onlar bizi anlamaz, dilimiz Türkçe’dir de
Baş eğmedik zalime, huyumuz mertçe’dir de
Teslim olmadık, lakin yaramız ağır derin
Dört gözle bekliyoruz gelmesini erlerin
Ölüyoruz gelin artık, kurtarın balamızı
Hep beraber yapalım, yıkılan kalamızı
Ölsek de beşer onar, ayrılmayız Türklük’ten
Biliriz Türkiye de hiç vaz geçmez Kerkük’ten
Bu umutla yaşarız, Türkiye’miz var olsun
Muhammed Mustafa’mız, hepimize yar olsun
Gençlik Dergisi
ÖĞRENMEYİ ÖĞRENME VE
İbrahim GÜNGÖR
[email protected]
ÖĞRENME STRATEJİLERİ 2
Daha önce öğrenme stratejileri üzeuygun bir durumda bu stratejirine yazdığımız yazının devamı olarak
leri kullanmaları için hatırlatma
öğrenme stratejilerine devam ediyoruz.
yapmak gerekebilmektedir. AnÖnceki yazılarda, öğrenme stratejisinin
cak bilgiyi olduğu gibi sadece
ne demek olduğu ve öğrenmeyi öğrentekrar tekrar okumak ya da söyme konusunda açıklayıcı bilgiler verillemek bilgiyi kısa süreli bellekte
mişti. Daha sonra öğrenmeyi öğrenme
bir müddet canlı tutmakla birlikstratejilerinden dikkat stratejileri anlate, anlamlandırılıp uzun süreli
Sürekli ve amaçlı olarak yapılan
tılmıştı. Bu yazıda tekrar stratejileri ve
belleğe gönderilmediği takdirde
anlamlandırmayı artıran stratejinin bir
geri getirilmesi zor olmaktadır.
günlük tekrarlar hatırlamayı
bölümü ele alınarak bilgiler verilmeye
Gruplama stratejileri de kısa
üst düzeye çıkaran çalışma ve
çalışılacaktır. Konu yine öğrenmeyi
süreli bellekteki kapasite sınıröğrenme sisteminin kalbidir.
öğrenme kavramı içinde değerlendirilılığını azaltıcı, daha çok bilgilecektir. Diğer stratejiler ilerleyen sayıyi kısa süreli bellekte tutmayı
larda anlatılacaktır.
sağlayıcı stratejilerdir. Örneğin;
hayvanların bir listesini öğren2 Tekrar Stratejileri
meye çalışan bir öğrenci bu hayKısa süreli belleğin aldığı bilgi mikvanları gruplara ayırarak daha
tarı ve bilginin burada kalış süresi bakolay öğrenebilir. Burada bilgiyi
kımından bazı sınırlılıkları bulunmakorganize etme vardır. Daha kartadır. Bu sınırlılıkları en aza indirmek için zihinsel tekrar
maşık öğrenme hedeflerine ulaşmak için, kavramlar ve dive gruplama stratejileri kullanılmaktadır.
ğer bilgileri şöyle gruplayabilir; grafik çizebilir, bilginin
Sürekli ve amaçlı olarak yapılan günlük tekrarlar hatır- ana hatlarını (ana başlık ve alt başlıkları) belirleyebilir.
lamayı üst düzeye çıkaran çalışma ve öğrenme sisteminin Öğrenciler, anahtar sözcük ya da anahtar ifadeleri kullakalbidir. Duyu organlarının tamamının tekrarlara katılma- narak öncelikle metindeki ana fikri belirleyebilir ve daha
sı hatırlamayı üst düzeye çıkarır. Tekrar sorası öğrencinin sonra da ana fikri destekleyen yan fikirleri ve ayrıntıları
kendisini ödüllendirmesi de öğrencinin güdülenmesi açı- tanımlayabilirler. Belirlenen bu başlık ve alt başlıklar, kisından önemlidir (Kutlu & Bozkurt, 2003). Ancak tekrar taptan öğrenirken bilgiyi gruplamada öğrencilere yardım
yaparak ders çalışmak, bilgilerin sınavda kullanılmak üze- etmektedir (Senemoğlu , 2002).
re saklanması demek değildir. Tekrar yapmak öğrenmenin
3. Anlamlandırmayı Artıran Stratejiler
en çok gerçekleştiği durumlardan biri olması nedeniyle
Anlamlandırmayı artıran stratejiler bilginin aynen uzun
aynı zamanda öğrenme için önemli bir öğrenme kazanım
süreli
belleğe geçişinden çok, anlamlı bir bütün olarak yersağlamaktadır (Hamilton, 2003).
leşmesini sağlamaktadırlar. Yeni gelen bilgiye anlam veZihinsel tekrar stratejileri, örneğin bir dizi ülkenin başrilebilmesi için bireyin konu ile ilgili ön bilgileri olmalı
kentini tekrar etme ya da kitaptaki bilgiyi aynen tekrar
ve yeni bilgiyi var olan bilgilerle ilişkilendirebilmelidir.
etme vb. stratejilerdir. Zihinsel tekrar stratejileri bilgiyi,
Karmaşık amaçlarının gerçekleşmesinde kendi kendine
daha sonra uzun süreli belleğe yerleştirmek için gerekli
öğrenenler, açıklama ve soru sorma, yaratıcı sözel ya da
olan ileri işlemlere hazır halde tutmayı sağlar ve ayrıca ezgörsel imgelerle bilinenlerden yeni bilgi için benzetimler
berleme için kullanılmaktadır. Bilgiyi bellekte tutmak için
oluşturma gibi taktikleri kullanabilmektedirler. Bireyin
tekrar etme stratejilerini çocukların, çok küçük yaşlarda
kendine ya da başkalarına soru sorarak düşünme stratejisi
da kullanabildikleri gözlenmiştir. Ancak bazen çocuklara,
kullanması, etkili bir kodlama tekniğidir. Soru sorma oku-
33
nan materyalin anlaşılmasına yardım etmektedir (Ulusoy,
Güngör, Akyol, Subaşı, Üniver, & Koç, 2003) .
Anlamlandırma stratejisinin bilişsel amacı; öğrenilen
bilginin mevcut halinin önceki bilgiyle bütünleştirme yoluyla değiştirilerek öğrenen kişinin bilgiyi kendisine mal
etmesini sağlama, yeni bilgiyi kodlayarak ilişkili bilgi
bütününün içinde örgütleme, bilginin daha derinlemesine
incelenmesini ve yorumlanmasını sağlama ve imgeler ve
hatırlatıcılar yoluyla bilginin geri getirilmesini kolaylaştırmadır (Öztürk, 1995).
Anlama becerisinin geliştirilmesi açısından ilk okumada kitap ya da yazıdaki ana ve yan düşünceleri tespit etmek gerekir. Bu sırada not çıkarma ve satırların altını çizme gibi işlemler yapılmamalıdır. İkinci okumada ise; ana
ve yan düşünceler kesin olarak belirlenmeli ve satır altları
çizilmelidir. Bütün parça-bütün yöntemindeki çalışmaları
yerine getirmek iyi okumak demektir (Çelik, 2006).
Öz öğretimli öğrenciler, daha karmaşık öğrenme hedef-
lerine ulaşmak için, benzetimler vb. gibi eklemleme stratejilerini, not tutma, özetleme, ana hatları belirleme, bilgiyi
şematize etme (bilgi haritasını çıkarma), bilgiyi tablolaştırma gibi örgütleme stratejilerini etkili olarak kullanabilmektedirler..
Eklemleme Stratejileri: Eklemleme stratejilerinden
en önemlisi benzetimler kurmadır. Eklemleme stratejileri, eski ve yeni bilgiler arasında ilişkiler kurmayı sağlayan
stratejilerdir. Benzetimler, yeni bilginin daha önceden bilinen eski bilgiyle yeni bilgiyi somut olarak açıklamamamıza yardım eder. Yeni bilginin eski bilgiyle benzerliklerini
bularak ilişkilerini kurmamızı ve yeni bilgiyi anlamamızı
sağlar. Örneğin; su pompası ve kalp arasındaki benzetim
ya da zihin işleyişi ile bilgisayar arasındaki benzetim gibi.
Örneğin; “Okullar, fabrikalar gibidir. Öğrenciler fabrikanın ham maddeleridir. İşlemler yoluyla bu hammaddeler
ürüne dönüştürülür. Fabrikanın ürünleri ise eğitilmiş bireylerdir.” Cümlesi benzetime örnek olarak verilebilir (Senemoğlu , 2002).
Anlamlandırmayı artıran stratejilerden eklemleme
stratejisini burada tamamlayarak bir virgül koyuyoruz.
Anlamlandırmayı artıran diğer stratejilere gelecek yazıda
devam edilecektir. Yararlı olması dileğiyle saygılarımı sunuyorum.
KAYNAKÇA
Çelik, Ş. (2006, 11 01). ilkgenclik. 11 01, 2006 tarihinde www.
egitim.com: http://www.egitim.com./ilkgenclik/0301/0301.1.dikkatedi
n.3.asp?BID=03 adresinden alındı
Hamilton, D. (2003). Sınavda Başarı. (F. Çamlıkaya, Çev.) Eskişehir: Bilim Teknik Yayınevi.
Kutlu, O., & Bozkurt, M. C. (2003). Okulda ve Sınavlarda Adım
Adım Başarı. Konya: Çizgi Kitabevi.
Öztürk, B. (1995). Genel Öğrenme Stratejilerinin Öğrenciler
Tarafından Kullanılma Durumları. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Senemoğlu , N. (2002). Gelişim Öğrenme ve öğretim, Kuramdan
Uygulamaya. Ankara: Gazi Kitabevi.
Tay, B. (2002). İlköğretim 4. ve 5. Sınıf Öğrencilerinin Sosyal
Bilgiler Dersinde Sınıf Ortamında Kullandıkları Öğrenme Stratejileri.
Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Ulusoy, A., Güngör, A., Akyol, A. K., Subaşı, G., Üniver, G., &
Koç, G. (2003). Gelişim ve Öğrenme (2 b.). Ankara: Anı Yayıncılık.
34
Gençlik Dergisi
Aytekin AYDOĞAN
[email protected]
BAYRAKSIZ VATAN OLMAZ
2002 yılından beri iktidar olan
sindeki bayrağı direkten indirmeye
AKP hükümeti döneminde ülkeçalışan haine hiçbir gücün müdamizin bağımsızlığı ve bütünlüğü
hale etmemesi çok düşündürücütahmin edilmeyecek derecede ağır
dür. Bu olayın nedeni açıklanırken
darbeler almıştır. Doğu Anadolu
“Bayrağı indiren kişi çocuk olduğu
Bölgesi PKK’ya teslim edilmiş;
için asker hassasiyet göstermiş. İki
Türk bayrağı, 623 yıllık Osmanlı
müebbet hapse mahkûm, bebek kael uyarı ateşiyle yetinmiştir.” safimparatorluğunun külleri
tili Abdullah Öcalan itibar görmeye
satasıyla geçiştirilmeye çalışılmış
başlamıştır. Şehit kanlarıyla sulanve son derece saçma ve yersiz bir
üzerinden filizlenen büyük
mış topraklar üzerinde yüce Türk
açıklama yapılmıştır. Bu tür saçbir Cumhuriyetinin ebedi var
milletinin şanlı bayrağı kahpece
malıkların arkasına sığınmak yeoluşunun şerefli belgesidir.
indirilerek milletin namusu alenen
rine, yapılması gereken odur ki,
ayaklar altına alınmıştır. Ülkede
Türk bayrağına kastedecek hain
adalet tamamen yok edilmiş… Milveya hainlere bu cürümlerinin beletimizin can damarı gelir kaynakdeli hemen orada canıyla ödetilları yok edildikçe insanlar “yollar
meliydi. Ülke bu olayın şokundan
yapıldı, hastane kuyrukları azaldı,
henüz çıkmadan bir yenisi eklenIMF borcu bitti, yaşam şartları iyimiş… İstanbul Gaziosmanpaşa’da
leşti, refah seviyesi yükseldi vb.” bir takım yalan yanlış bulunan bir hastanenin bahçesindeki Türk Bayrağı indisöylemlerle uyutulmaktadır. Dergimizin değerli yazar- rilmiş... Ardından oranın Emniyet Müdürlüğü önündeki
larından Osman Sel, Bilgiyurdu’nun 42. sayısında “Ter- bayrağı da gönderden indirmek isteyen haine, anında
cihiniz Geleceğinizdir” başlıklı yazısında bu konuyu çok bacağından vurulmak suretiyle, cezası verilmiş, bu bir
güzel bir şekilde dile getirmiştir. Okunmasını hararetle nebze de olsa halkın yüreğine su serpmiştir. Bu da “ağza
tavsiye ederim.
dadak sürmek” deyimini bize hatırlatmıştır. Mesele o
bayrağı
indirmeye cüret eden adamı bacağından yaraBir bayrak bir ülkenin namusunun simgesi, bağımsızlılamak
olmamalı,
bilakis bir daha hiç kimsenin bayrağı
nın en önemli sembolüdür. Bayrak toplumların millet olma
indirme
cüretinde
bulunmasını engelleyecek köklü tedbilincinin, bütünlüğünün koparılmayan bağıdır. Bugün
hainler tarafından ayaklar altına alınmaya çalışılan Türk birler almak olmalıydı. Bir Türk bayrağının yere indirilbayrağı, 623 yıllık Osmanlı imparatorluğunun külleri mesi, milletin namusundan, güvenliğinden, hayatından
üzerinden filizlenen büyük bir Cumhuriyetinin ebedi var sorumlu olanların acizliğinin göstergesidir. Başta Genel
oluşunun şerefli belgesidir. O bayrakta Çanakkale’nin, Kurmay Başkanı olmak üzere, devletin güvenliğinden
Dumlupınar’ın, Sakarya’nın, Sarıkamış’ın…bedeli var- sorumlu olan birimlerin tepesindeki şahıslar derhal gödır. O bayrakta milyonlarca şehidin kanı, milyonlarca revlerinden istifa etmeliydiler.
insanın canı, namusu vardır.
Anayasamızda belirtildiği gibi «Türkiye devleti, ülkesi
ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” Türkiye CumŞanlı Türk bayrağı şu son zamanlarda bir kısım çevhuriyeti
bu zamana kadar hiçbir vatandaşına hiçbir şekilreler tarafından şuurlu olarak şahsi emeller uğruna alet
de
ayrımcılık
yapmamış, birlik ve bütünlük içerisinde 90
edilerek itibarsızlaştırılmak istenmektedir. Öyle ki Başyılı
geride
bırakmıştır.
Orada indirilen bayrak sadece bir
bakan Recep Tayyip Erdoğan 30 Mart 2014 yerel seçimkesimin
değil
Türkiye
topraklarında yaşayan herkesin,
lerine giderken Türk bayrağını seçim propagandası olarak
gölgesinde
barındığı
bir
bayraktır. Bir ülkenin bayrağıkullanmış, bir takım karanlık güçlerin indirmeye çalıştığı
nın
indirilmesi
demek,
ülkenin
dünya milletler platforbayrağı kedilerinin tekrar göndere diktiği imajı veren bir
munda
saygınlığının
sarsılması,
bir anlamda devletinin
reklam yapmıştır. Türk bayrağı seçim zamanı reklam malyok
sayılması
ya
da
ülkemizde
olduğu gibi ikinci bir
zemesi olarak kullanılacak bir nesne değildir. Türk milleti
bayrağın
dalgalandırılmasına
zemin
hazırlanmış olması
o bayrağı kimlerin indirdiğini de kimlerin sahiplendiğini
demektir. Bu ise asla kabul edilemeyecek vahim bir dude çok iyi bilmektedir.
rumdur. Çünkü bayrağı olmayan bir milletin devleti de
Türk bayrağına yapılan son kahpelik Diyarbakır
olmaz, vatanı da olmaz, dili de olmaz, kültürü de, geleLice’de 2. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı nizamiyeceği de olmaz!
sindekiyle bitmemiş, bilakis gün geçtikçe artmıştır. Hele
Türk milleti; namusuna, kimliğine, tarihine, ülkesinin
Lice 2. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı nizamiyebütünlüğüne sahip çıkmak zorundadır.
35
İSRAİL CESARETİ NEREDEN ALIYOR?
Mübarek ramazanda İslâm coğrafyasının her tarafında
oluk oluk kan akıyor. Suriye, Irak, Yemen, Pakistan, Mısır ve Libya’da iç kargaşa olanca hızıyla devam ediyor ve
her gün yüzlerce masum insan katlediliyor.
Bu ülkelerde yaşanan acılara şimdi Filistin de eklendi.
Tüm dünyanın gözleri önünde Gazze’ye giren İsrail, bebek, çocuk, yaşlı demeden katliam yapmaktadır. Bu yazı
kaleme alınırken katledilenlerin sayısı 58ü’ü bulmuştu.
Bu vahşet karşısında Batı’nın sözde medeni ve demokrat devletleri ya seyirci ya da İsrail’in yanındadırlar.
Arap devletleri ve Türkiye’nin ise Filistin’in yardımına
koşacak mecalleri ve iradeleri yoktur.
Suriye, Irak, Pakistan, Afganistan, kendi dertleriyle
uğraşıyor. Suudi Arabistan ve Mısır gibi devletler ise
ABD politikasından sapamazlar.
Türkiye ise AKP iktidarında bölgesel güç olmaktan çıktı, yanlış Osmanlıcılık politikası yüzünden
Ortadoğu’da etkinliğini kaybetti. Türkiye yönetimi, iç
politika hesabıyla bağırıp çağırmaktan başka bir şey yapmıyor.
İsrail’in savunması için kendi topraklarında radar üssü
kuran ve Barzani petrolünü İsrail’e aktaran AKP iktidarının eylemi ile söylemi bir birine uymamaktadır.
Ortadoğu’nun Müslüman ülkeleri birbirlerinin toprak
bütünlüğüne saygı göstererek iyi komşuluk ilişkilerini
sürdürebilselerdi İsrail Müslüman Gazze’ye saldırmaya
cesaret edemeyecekti. Irak’ın ve Suriye’nin parçalanması
kimin işine yarıyor, gördünüz mü?
Her zaman söylüyoruz: Türkiye milli ve üniter yapısıyla ayakta durduğu müddetçe Ortadoğu istikrar bulur.
Dolayısıyla Türkiye’nin içinden bir Kürdistan çıkarmak
isteyenlerin de büyük İsrail’e hizmet ettiklerini unutmamalıyız.
Türk milletinin şiarı, mazlumun yanında ve zalimin
karşısında olmaktır. Bu görevi ifa edecek milletin güçlü
olmak gibi bir mecburiyeti vardır.
BİLGİYURDU
NAMIK KEMAL ZEYBEK’İN BİLGİYURDU ZİYARETİ
Eski Kültür Bakanlarından Namık Kemal Zeybek 21
Haziran 2014 Cumartesi günü Saat 16.00’da Bilgiyurdu
Gençlik Eğitim ve Kültür Derneğini ziyaret etti. Dernek
üyelerinin değişik konulardaki sorularını cevaplayan Zeybek, İslâm ülkelerinin geri kalış sebepleri üzerine geniş ve
doyurucu açıklamalar yaptı, Türk tasavvufunu anlattı.
Şehit Gümrük Bakanı Gün Sazak’ın Müsteşarlığı, Kültür Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı gibi çok
önemli görevlerde bulunan Zeybek, yayımladığı kitaplarla
Türk-İslâm irfanına hizmet vermeye devam ediyor.
Bu ziyareti daha da anlamlı kılabilmek adına dernek başkanı Mustafa Öztürk, kadim dostu Zeybek’e
Bilgiyurdu’nca yayımlanmış kitapları ve dergileri takdim
etti. Avukat Tural Pınarbaşı da değerli bir teşbihlerini hediye etti.
Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Cesur
Onmaz’ın düğününde bulunmak üzere Kayseri’ye gelen
Sayın Namık Kemal Zeybek’in Bilgiyurdu ve Türk Ocakları gibi milliyetçi sivil toplum kuruluşlarını ziyaret etmesi ne kadar güzel ve anlamlı. Aynı duyarlılığı her Türk
milliyetçisinin de göstermesini temenni ediyoruz.
36
Gençlik Dergisi
TÜRK HUKUK ENSTİTÜSÜ KAYSERİ ŞUBESİ AÇILDI
Türkiye’nin köklü sivil toplum kuruluşlarından olan
Türk Hukuk Enstitüsü’nün Kayseri Şubesi açıldı. Açılış
nedeniyle İl Kültür Müdürlüğü Konferans Salonunda 21.06.2014 Cumartesi
günü saat 14.30’da bir açılış töreni ve
konferans düzenlendi. Açılış töreni ve
konferansa hukukçular, üniversite öğretim elemanı ve öğrencileri, avukatlar
ve diğer hukukçular ile Kayseri’nin
sivil toplum kuruluşlarının ve meslek
odalarının temsilcileri katıldı.
Açılış töreninde konuşan şube başkanı Av. İsmail Tanrıöven, derneğin
temel amacının “Türk hukukunun gelişmesine, etkinliğine ve daha yaygın
olarak bilinmesine ve hukukçular arasında birlik ve dayanışmaya katkıda bulunmak.” Olduğunu “Türk Hukuk Enstitüsü
Kayseri Şubesi dernek tüzüğüne uygun olarak
Türk Hukukunun gelişmesi, Türk Hukukunun milli
ve demokratik hukuk devleti ruhuna uygun uygulanması
için gerekli çalışmaları yapacağını” belirtti.
Türkiye’nin güncel yargı sorunları ile ilgili olarak İsmail Tanrıöven şu görüşleri belirtti: “Son zamanlarda yapılan ve hukuku ilgilendiren tartışmalardan birisi de bir
merkezden talimat alan bir grubun devleti ve yargıyı ele
geçirdiği iddiasıdır. Bir merkezden talimat alan bir grubun yargıyı ele geçirmesi hukuk dışı ve tehlikeli olduğu kadar, siyasal iktidarın yargıyı kendi organı haline getirmesi
de o kadar tehlikeli ve hukuk dışıdır. Yargı bağımsızlığı
hukuk devleti ve hukuk önünde eşitliğin en önemli şartıdır. Yargı bağımsızlığı belli merkezlere karşı bağımsızlığın
yanı sıra siyasal iktidara karşı bağımsızlığı da ifade eder.
Netice olarak hukukun siyasallaşmasına, aynı zamanda
milletin iradesini hiçe sayan illegal ve gayrimeşru her faaliyete karşı olmak hukukçu olarak görevimizdir. Şahsi ve
siyasi Saiklerle hareket ederek hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, hukuk önünde eşitlik gibi
temel ilkelerin ihlal edilmesi ülkemizi
anti demokratik bir mecraya sürüklemektedir.
Bu çerçevede iktidarı ve tüm grupları hukukun üstünlüğüne riayet etmeye, bağımsız ve tarafsız yargıyı da
bağımsız ve tarafsız kalmaya ve baskılara boyun eğmemeye, kanunsuz emir
ve talimat verilmesi halinde idare organlarını kanunsuz emir ve talimatlara
uymamaya, tüm hukuk camiasını, hukuk
kurumlarını, baroları, diğer sivil toplum
kuruluşlarını ve kamuoyunu hukuk devleti ilkesini korumaya davet ediyoruz.
Türk milli ve demokratik devletinin geleceğini tehlikeye sokan yanlış politikalara karşı ise özetle; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk
Milleti’nin adının, vatandaşlık tarifinden ve Anayasa’dan
çıkarılamayacağını”, “Devletimizin eşit ve şerefli üyeleri
olan aziz vatandaşlarımızın, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamayacağını”, “Anadolu coğrafyasında Selçuklu ile
başlayıp çeşitli Türk devletleri ve Osmanlı ile devam eden
Türk Milleti’nin kesintisiz egemenliğini esas alan büyük
Atatürk’ün kurduğu milli devlet yapısının ortadan kaldırılamayacağını” ifade ediyoruz.”
Açılıştan sonra düzenlenen konferansta Türk Hukuk
Enstitüsü Genel Başkanı Prof. Dr. Ali Akyıldız tarafından
Türkiye’nin güncel meseleleri konulu konferans verildi.
Prof. Dr. Ali Akyıldız, Türk Hukuk Enstitüsünün amacına uygun olarak Türkiye’de hukuk devletinin gelişmesi ve
hukuk devleti farkındalığının oluşturulması için çalışılmasının önemini izah etti. son zamanlarda hukuk devleti ilkesine engel olan ve ihlal eden uygulamalar hakkında bilgi
verdi ve “hukuk devletinin yeniden inşasının gerektiği”,
bunun için çalışılması gerektiği görüşünü açıkladı.
Türk Hukuk Enstitüsü Kayseri Şubesi yönetim organları şu isimlerden oluştu: Yönetim Kurulu: İsmail Tanrıöven (Başkan), Halil İbrahim Keçebaş, Tarık Çulha, Neslihan Sel Kırçıl, Yalçın Erzurum, Burçin Yaldız Akbulut,
Murat Boz, Ziya Koç, Doğanay İğde, Cavit Dursun, Orkun
Kaya, Mustafa Orhan Taşçı, Fatih Şen, Fatma Karababa.
Denetim Kurulu: Hüseyin Akoğlu, Rukiye Gülmez, Uğur
Altun, Ertan Alev, Murat Kaan, Rezzan Yıldırım Yazıgülü.
Disiplin Kurulu: Mehmet Keskin, Serap Altuntaş Eroğlu, Özgür Bozkurt, Özgür Arslan, Zafer Tuğrul Sarıarslan. Genel Merkez Delegeleri: İsmail Tanrıöven, Tarık
Çulha, Yalçın Erzurum, Cavit Dursun, Oğuz Erinç, Özgür
Bozkurt, Mehmet Soytürk, Ünal Keskin.
37
HÂTIRAT YAZMAK
DÜRÜSTLÜK ve İÇTENLİK GEREKTİRİR
Mustafa ÖZTÜRK
Bir kişinin başından geçen veya tanık olduğu önemli
olayların anlatılmasıyla oluşan esere hâtıra, hâtırat veya
anı diyoruz. Hâtıratlar günü gününe tutulan notlara, sıcağı
sıcağına yazılan “günce” lere dayanıyorlarsa tarihçi için
önemli belge olurlar. Böyle değil de, herhangi bir saikle
sonradan hatırlananlar kaleme alınmışsa, bunlara itibar
edilmesi, gerçeğe ulaşmayı her zaman zorlaştıracaktır.
Çünkü, hafızayı beşer nisyân ile malûldür.
Hâtırat yazmak ciddi bir iştir. Andre Gide’nin dediği
gibi, “ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.” Dolayısıyla
dürüstlük, samimiyet, ciddiyet, sorumluluk ister ki bunlar,
hatıratların olmazsa olamazlarıdır. Siyasî, ideolojik veya
şahsi çıkar düşüncesiyle ve olayları çarpıtarak
yazılan hâtıratın ise hiçbir tarihi değeri olamaz.
Çünkü, yeni nesilleri
yanlış
yönlendirirler.
Böyle hâtırat yazmaktansa yazmamak daha
hayırlıdır.
Yaşadığımız yıllarla
ilgili anı kitaplarını okuduğumuzda yalanları görüp hayrete düşüyoruz.
Baştan sona ön yargı,
dedikodu ve yalan üzerine bina edilen samimiyet
ve dürüstlükten yoksun
böyle kitaplara hâtırat
demek çok zordur.
Bazı hâtırat yazarları, ya kendisini savunmak, ya birilerini karalamak, ya da kendisini hatırlatmak amacıyla
kaleme sarılıyorlar. Geçmişte yapılmış bir hata sebebiyle
bir kişinin savunma yapması veya “ben buradayım” diyerek kendini hatırlatması gayet doğal. Ancak aynı kişinin
suçunu örtmek için yalana başvurması ve suçsuz insanları
karalaması asla kabul edilemez.
Meşhur hâtıratları önemli ve ilginç kılan, yapılmış olan
kişisel hataların içtenlikle itiraf edilmesidir. Jean Jacgues
Rousseau’nun “İtirafları” ı ve Babür Şah’ın “Babürnâme”
si, bu nedenle büyük eser sayılmışlardır. Son yıllarda böyle
eserler göremiyoruz. Çünkü, şahsi hataları yazmak ve özeleştiri yapmak, dürüstlük ve cesaret gerektirir.
Bazı kişiler de sadece övünmek, önemli oldukların
hatırlatmak amacıyla anılarını yazıyorlar. Böyleleri çiğ
kalanlardır. Zaman onları olgunlaştıramamış. Kendilerini dünyanın merkezinde sanıyor, yapılan tüm güzel işleri
38
kendilerine mâl etmeye
çalışıyorlar.
Oysa
kendilerinin
bir çamda kertikleri yoktur. Görevi ve
davası gereği güzel
işler yapanların övünmeye, böbürlenmeye
ihtiyaçları olmamalı.
Gerçek dava adamları
görev icabı yaptıklarını; yemek, içmek,
yürümek, nefes almak
gibi tabii şeylerden
sayar, övünmeyi akıllarına bile getirmezler. Çünkü, önemli
olan yapılan iş veya
ifa edilen görevdir.
Anılarını yazacak olanlar, önce iyi yazılmış anı kitaplarını okusunlar. Meselâ, Halide Edip Adıvar’ın “Türk’ün
Ateşle İmtihanı” nı, Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” sını,
Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” ını…
Geçmişe yalan katmamak ve geleceğe ışık tutmak şartıyla herkes anılarını yazabilir. Ancak berrak bir hafıza ve
olaylara tanıklık yapan belge ve dokümanlar mutlaka yanlarında bulunmalıdır. Milliyetçi-ülkücü hareketin geçmişi
üzerine yazı yazanların da bu temel esaslara uymaları, kendini kanıtlamış ve adları Türk milliyetçiliği ile beraber anılan şahsiyetler hakkında daha uygun bir dil kullanmaları
ve ispatlayamayacakları ithamlardan kaçınmaları gerekir.
Ben, “günce” tutamadığım için hâtıratımı
yazmayı düşünmedim.
Ancak belgeli olanları
ve net hatırladıklarımı
yazabilirim. Herkese
de bunu tavsiye ederim. Çünkü, hafızamız
bizi yanıltabilir. Bu
yüzden yanlış şeyler
söyleyebiliriz ki bunun
vebali büyüktür. Tarihe
ve yeni nesillere yanlış
bilgiler sunmaktan Allah bizi korusun.
BAYRAK NAMUSTUR
TÜRK MİLLETİ NAMUSUNA SAHİP ÇIK!
Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki Türk
bayrağının bir PKK eylemi sırasında yüzü maskeli bir terörist tarafından indirilmesi, söylenip geçilecek veya unutulacak bir olay değildir.
Çünkü, Türk bayrağı, milletimizin namus ve şerefinin
simgesi, devletimizin bağımsızlığının sembolüdür. Bu yüzden onu hep göklerde görmek ister, sonsuza dek dalgalanması için canımızı seve seve veririz.
Bayrak ve vatan için ölünmeyecekse ordu kurma ve ordu
donatmanın da bir anlamı ve mantığı yoktur. Sizin harîm-i
ismetinize girildiğinde bir şey yapmıyorsanız mevcudiyetiniz neye yarar?
Devlet niçin var?
Türk Silahlı Kuvvetleri niçin var? Yanıt istiyoruz.
Çanakkale’yi geçilmez yapan, Sakarya ve Dumlupınar
destanlarını yazan Türk Ordusu neredesin?
Kimler seni böyle koyun sürüsüne çevirdi, silâhını ve
ruhunu kimler aldı elinden?
Genel Kurmay Başkanlığı, konuyla ilgili bildirisinde,
bayrağı indiren yüzü kapalı kişinin 14-15 yaşlarında birisi olduğunu söylüyor. Bize göre, hiç de öyle görünmüyor;
kocaman adam… mazeret üretiyorlar ama bu rezaletin mazereti olmaz.
“Çocuk” veya “provokasyon” diyerek konuyu basite indirgeyemezsiniz. Ortada apaçık duran bir hakikat var: Türk
vatanı ve milletinin bütünlüğüne, Türk devletinin bağımsızlığına karşı plânlı bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bu saldırıyı
def etmesi gerekenler, büyük bir aymazlık içinde, siyasî ve
şahsî çıkarlarının tutsağı olmuşlardır.
“Çözüm süreci” diyerek, Türkiye’yi bölünmenin eşiğine
sürüklediler.
Bölücü terör örgütü asker yazdı, görmediler; vergi topladı, duymadılar; kendi bayrağını açtı, altında halay çektiler; tehdit etti, kulaklarını kapadılar; «Kürdistan!
Kürdistan!»naraları atıldı, alkış tuttular; “Türkiye’de böyle
bir yer yoktur”, diyemediler.
Şimdi sıra bayrağımıza geldi. Ne provokasyonu? Adamlar diyor ki: «Burası bizim, çekilin buradan! Bu bayrağa
burada yer yok!”
Siz hâlâ provokasyon deyip milleti kandırıyorsunuz. Bir
defa da millete doğruları söyleseniz olmaz mı?
Meselâ, Oslo’yu anlatsanız, İmralı pazarlıklarını anlatsanız… ve içinizde birazcık vatan, bayrak, hak ve hakikat
sevgisi kalmışsa yanılgılarınızı anlatsanız. Sonra da alıp
milleti arkanıza PKK ve uzantısı bütün pislikleri temiz vatan toprağından süpürüp atsanız. Milletin beklentisi budur
sizden.
Türk milleti infial içindedir. Sabır taşı çatlamak üzeredir.
Onu yalanlarla artık oyalayamazsınız.
Devleti yöneten kadrodan hiçbiri sorumluluktan kaçamaz. Hepsi doğrudan ve dolaylı olarak sorumludur. Bu
nedenle Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan ve Genelkurmay
Başkanı’na kadar devletin bütün makamlarını bir kez daha
yasalarla belirlenmiş görevlerini yapmaya, “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini korumaya”
davet ediyoruz. Bu görevlerin ifasında acziyet kabul edilemez. Bir acizlik var ise karşılığı da olmalı, istifa müessesesi
mutlaka çalıştırılmalıdır.
Özgür bir ülkede iki devlet, iki ordu, iki bayrak olmaz.
Yol kesen, araç yakan canilere bir devlet yalvarıp yakarmaz.
Bölücü çakalların özelliği nedir ki onlara iltimas gösteriliyor? Sözcülerini, dalkavuklarını televizyonlara çıkarıp milletin aklıyla alay ediyorlar.
Siyasî iktidarın çözüm dediği şeyin Türkiye
Cumhuriyeti’nin şan ve şerefi olan Türk bayrağını semadan
indirmek ve Kürtlere bir devlet kurmak olduğu anlaşılmıştır. Bu yanlıştan acilen dönmelerini bekliyoruz. Dönmezler
ise Türk bayrağını koruyamayanların alınlarındaki onursuzluk damgası asla silinmeyecektir.
Ülkemizi yönetenler, bugün olduğu gibi görevlerini ifada basiretsizliğe devam ederlerse, Türk milleti kanının ve
vicdanının sesine uyarak bayrağını ve vatanını korumak
için mutlaka harekete geçecektir. Nasıl derseniz, söz konusu
bayrak ve vatansa, gerisi teferruattır.
BİLGİYURDU 13.06.2014

Benzer belgeler