Fotograf Dergisi

Transkript

Fotograf Dergisi
Kontrast
33
Ocak - Subat
.
Fotog raf Dergisi
ana sponsorluğunda yayımlanmaktadır.
1
Bizden Biri Berrin Cerrahoğlu
2
İMece Türkiye’de Fotograf Yayıncılığı
İlker Maga
İçindekiler
4
Usta İşi Fotoğrafçı Bir Aile, Göksaylar
Aysel Altun
Konuk Yazar Yayıncılığımızın Temel Sorunları
Ahmet Say
8
6
Söyleşi İlyas Göçmen
Kontrast
f/64 Sanat ile Esas
Özcan Yurdalan
14
13
Dosya Konusu Fotoğraf Yayıncılığı
Osman Ürper, Ömer Serkan Bakır, Hüseyin Yılmaz,
Uğur Kavas, Gültekin Çizgen, Kazım Şahbudak
Fotoğraf Üzerine Hatırla! En Son Hangi
Fotoğrafa 5 Dakikadan Fazla Baktın?
Gülser Günaydın
33
Kısa Metraj RAF (Alman Kızılordu
Fraksiyonu) ve “Kurşun Yıllar”
Nagihan Konukcu
Tarihçe Türkiye’nin Fotoğraf Dergilerinden
bir Portre: AFSAD Fotograf Dergisi
Osman Ürper
41
30
36
Kitaplık Fotoğrafçının Zihni
(Daha Başarılı Dijital Fotoğraflar İçin
Yaratıcı Düşünme) Michael Freeman
K.O.ntrast
Kapak Fotoğrafı:
Ayşe SARAY
AFSAD
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği
Adına Sahibi
Mustafa ERTEKİN
Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür)
Koray OLŞEN
Yayın Ekibi
Aysel Altun
Dora GÜNEL
Nejla Can Güler
Ayşe Saray
Redaksiyon
Ayşe Saray
Grafik Düzenleme
Ayşe Saray
Yönetim Yeri (Dergi İletişim)
AFSAD – Bestekar Sok. No: 28/21
Kavaklıdere – Ankara
Tel: 0312 4172115
Faks: 0312 4172116
GSM: 0533 7388208
www.kontrastdergi.com
www.afsad.org.tr
[email protected]
İki ayda bir yayımlanır.
AFSAD’ın ücretsiz yayınıdır.
Baskı
Mattek Matbaacılık
Basım Yayın Tanıtım Tic. San. Ltd. Şti.
Adres: Ağaç İşleri San. Sit. 1354 Cad. (21. Cad.)
1362 Sok. (601 Sok). No:35 İvedik / ANKARA
Tel: (0312) 433 23 10
Basım Tarihi: Ocak 2013
Yayın Türü: Bölgesel Süreli
ISSN: 1304-1134
Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı,
makale, fotoğraf, karikatür, illüstrasyon,
vb.’nin, elektronik ortamlar da dahil olmak
üzere, kullanım hakları AFSAD (Ankara
Fotoğraf Sanatçıları Derneği)’a ve/veya
eser sahiplerine aittir. İzin almaksızın,
hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun,
materyalin tamamının ya da bir bölümünün
kullanılması yasaktır.
Dergide yer alan yazıların sorumluluğu
yazarlarına aittir.
Berrin Cerrahoğlu
Bizden Biri
Hayalhane*
- Niçin kaybolmuş fotoğrafları arıyorsun? Elinde bir makinen var. Görüyorum.
Yeni fotoğraflar çeksene. Hatta o kaybolan fotoğrafları.
- Ama onlar hayallerimdi.
İskenderun’da doğdu. Ankara Üniversitesi Fizik bölümünden ön lisans derecesi
ile 1984’de mezun oldu. Bilgisayar programcılığına yöneldi. 1986 yılında girdiği
Halkbank Bilgi İşlem bölümünde, banka yeniden yapılanana kadar çalıştı. 2004
yılından beri de bir kamu kuruluşunda çalışmaktadır.
Fotoğrafa 1990 yılında AFSAD eğitimleri ile başladı. 1993-1996 yılları arasında
AFSAD Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. AFSAD’da olduğu yıllarda
Sanat’a Evet, GAP Belgeseli, Ankara Belgeseli gibi kimi uzun, kimi kısa birçok
projede çalıştı. Çeşitli karma sergi ve gösterilere katıldı.
Daha sonra fotoğraf çalışmalarını bireysel olarak sürdürdü. Birçok sunum yaptı,
fotoğraf sergisi açtı. En önemli çalışması ‘Cumartesi Portreleri Sergisi’ hem Ankara hem de İstanbul’da sergilendi ve kitap haline getirildi.
Çalışmalarını www.berrincerrahoglu.com isimli web sayfasında topladı.
*Ferit Edgü’nün minimal öykülerinden
1
Türkiye’de Fotograf Yayıncılığı
İMeceİşi İ l k Sibel
e r M aAcar
ga
Usta
I.
2
Konusu ne olursa olsun, fikrin vücut bulabildiği
zorunlu bir durak var: Yazı. Hiç ilgisi yokmuş gibi
görünen matematik ve spor gibi alanlarda bile durum
değişmeyecek, burada da fikir ancak yazıyla hayat
bulabilecektir. Herhangi bir alanda, yeteri kadar
yazılı bir üretim yoksa, o alanın o ülkede gerçek
varlığı konusunda şüpheye düşmek pek de yanlış
olmayacaktır. Tekrar olacak: En pratik görünen alanların bile arkasında saklı olan şey; “fikir”den başkası
değildir. Bunun da adı; “yazı” ve “yayıncılık”tır. Bir
alanda üretilen yazı oranı ve yayın çıkarma arayışı o
alanın o ülkede canlı bir yaşam sürdüğüne işarettir.
Bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye’de fotograf
yayıncılığına şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir:
Fotografın en temel eserleri sayılacak metin ve bilgiler, Türkçe kültür dünyasına henüz gerektiği kadar
kazandırılamamıştır. Bu konuda yapılan yayıncılık
denemelerinin birkaç yıl önceye dayandığını unutmamak gerekir. Son yıllarda fotograf yayınlarındaki
nicel artışın arkasında ise “ülkeye temel bir fotograf
kitaplığı kazandırmak” hedefi değil, daha çok ticarî
kaygılar ve ağırlıklı olarak kişisel kariyer arayışları
bulunmaktadır.
II.
Tarihte imparatorlukların kurulup yıkıldığını, çeşitli medeniyet ve yönetim biçimlerinin denendiğini,
bunların tümü olup biterken, geriye sadece kültürün
kaldığını biliyoruz. Sadece yüksek kültür üreten
medeniyet arayışları tarihe kalıyor. Kültürün vücut
bulduğu yer ise, şehir. Bu açıdan Doğu ve Batı
dillerinde şehir ile medeniyetin aynı anlamda kullanılmış olmasını tesadüf saymak yerine, “aklın yolu
birdir”e çarpıcı bir örnek olarak göstermek gerekir.
Ancak kültür üreten bir şehir, şehir vasfını hak eder.
Bir şehri şehir yapan, o şehirdeki nüfusun fazlalığı,
caddelerinin genişliği, yüksek binalarının sayısı ve
caddelerinden geçen lüks otomobil markaları değil,
kültürdür. Şehirleri ve genel olarak ülkeyi yönetenlerin en büyük görevlerinden biri de şehrin, kültür
üreten bir yerleşim merkezi olduğunun bilinciyle
hareket etmeleridir. Vergiyi gerektiğinde en ağır yöntemlerle toplayan devletin unutmaması gereken şey,
topladığı vergilerin halka kültür olarak geri dönmesinin doğal görevi olduğudur. Devlet, her alandan
kuşkusuz ki sorumlu değildir, ama kendi insanlarının
kültürel hayata aktif katılımı için gerekli alt yapıyı
(kültür merkezleri ve bunun içinde atölyeler) ve
bunun için gerekli pedagojik temel eserleri (o alanın
genel anlamda temel ürünleri) insanına sunmakla
yükümlüdür. Günümüz ortamında, devlet bu sıraladığımız temel sorumluluk alanlarından neredeyse
tamamen çekilmiştir.
İstisnasız herkesin kültürel hayata aktif katılabilmesi,
güzel sanatlardan ve bilimin ilerleyişinden hakkıyla
yararlanması, insan hakkıdır. Burada geçenler İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi’nin içinde özel bir madde
olarak belirlenmiştir ve Türkiye Cumhuriyeti bu bildirgeyi imzalamıştır.
Ancak burada sorun olarak gösterilmeye çalışılan bu
konular uzun zamandır devletin sorumluluk sahasından çıkmış; daha kötüsü ülkenin ilerici insanlarının
bu tür temel hak ve sorumlulukları, ilgililerine gerektiği gibi hatırlatmayı unutmuş olmalarıdır. Eğer kültürel gelişim açısından bakılırsa, dönemi, zamansız bir
ortaçağ olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır.
Böyle bir durumda, ülkenin kültür ortamına, burada
konumuz olan Türkiye’de fotograf yayıncılığına katkıda bulunmaya çalışan hümanist yayıncılık denemelerini sevinçle karşılamak gerekmektir. Burada
“hümanist” kelimesinin altı kalın kalın çizilmektedir.
Çünkü Türkiye’de uzun zamandır yayıncılık, genel
olarak kültür dünyası hümanist amaçlardan uzaklaşarak, sadece ticarî çıkarları hedeflemektedir. Kültür
ise; pazar ekonomisinin vicdanına terk edilemeyecek
tüm insanlığın en önemli değeridir.
Engin-Gültekin Çizgen’in çıkardığı “Yeni Fotograf”,
AFSAD’ın 70 sonlarında çıkardığı, ancak ödünç
alarak okuma fırsatı bulabildiğim, kâğıt katlamaya
çarpıcı bir örnek sayılacak Fotograf Dergisi, İFSAK
bültenleri, buna ek birkaç kitap denemesi… Bu
yayınların hepsi fotografa 80’li yıllarda başlayan
insanlar için zorunlu başvuru kaynaklarıydı. 90’larda
çıkan başka dergiler ve yayınlar… Bunların tümü
kurumlaşmanın olmadığı ülkede o sırada yetişmekte
olan kuşaklar için gizli birer okul özelliğinde oldular.
Fakat birbirinden çok farklı ve bağımsız bu parçalar
bir bütün oluşturarak ihtiyaç duyulan yayın eksikliğini
yerine getiremediler.
III.
Türkiye’de yayıncılık, fotograf yayıncılığı dendiğinde gözlerimin önüne bir de kendi tecrübem gelir:
Kültür ve yayıncılık ortamı giderek ticarîleşiyor ve
tekelleşiyordu. Kültür, tekellerin ve pazar ekonomisinin vicdanına teslim edilemeyecek önemli bir
insanlık değeri olduğunu düşünerek, iki arkadaşımla,
Türkiye’de doğruda durmasını beceren, temiz ve
yaratıcı insanlarının ortak bir havuzu olabilecek, bağımsız ve çok uzun süreli bir yayınevi tasarlamıştık.
Bu yayıncılık denemesinin ağırlık konularından biri
de fotograf yayıncılığıydı. Türkiye’ye temel bir fotograf kitaplığı kazandırmayı, kalite çıtasını yükseklere
taşımayı ve Türkiye’de üretilen bu kitapların bazılarını büyük kültür metropollerine ulaştırmayı, böylelikle
kültürlerarası diyalogu güçlendirmeyi hedefliyorduk.
IV.
Her şey, ama her şey bir programla mümkün. Ancak
programı olan bir ülke ve sistem kendine has insan
yetiştirebiliyor ve hedefine ulaşabiliyor. Türkiye ise;
birinci sınıf kapitalist ülkelerin peşinde koştuğu ve bu
nedenle rotasını onlara göre belirlediği için kendine
has bir programı ve hedefi olmayan ikinci sınıf bir
kapitalist ülke. Bu programsızlığın bedelini eğitim,
kültür ve sosyal hayatta, başta günlük yaşamın her
yerinde hissetmek mümkün. Fotograf yayıncılığı ise
bunların altında sadece küçük bir parça. Son yıllarda
artan fotograf yayınları yanıltıcı olmamalı; tersine,
nitel bir gelişme yerine girememeden söz ediliyorsa, bu yayın artışına şüpheyle yaklaşmalı. Önceki
yıllarda kısa bir süre fotografla ilgilenen kimse, en
yakın zamanda bir sergi açmanın yollarını ararken,
bu dönemde kitap yayınlatmanın yollarını arıyor.
Her şey sağlam bir temelle mümkün; en ağır dönemleri en az zararla atlatmak için de sağlam bir temel
gerekiyor; her şeyin temeli bir fikirdir ve fikrin vücut
bulabileceği tek alan, yazıdır. Bu anlamda insanlığın en temel mücadele aracı yazıdır. Ben yayıncılık
denince önce yazılı üretimi anlıyorum. “Bir resim bin
kelimeye bedel” değildir. Fikir üretebildikçe edebiyat,
bilim ve felsefeye paralel kamu dilimiz de gelişecek
ve birbirimizi daha iyi anlayacağız. Bu nedenle,
fotograf yayıncılığı denince önce fotografın temel
metinlerini; bunun yanında fotografın temel görsel
eserlerini düşünüyorum. Bunlar üzerinde üreteceğimiz yeni ürünler kesinlikle daha anlamlı olacaktır.
Çünkü her entelektüel müdahalenin başı ile sonu
birbirinden nitel olarak farklıdır. Fotografın entelektüel müdahaleye ihtiyacı var.
Yayıncılık, o ülkenin kültür ortamını gösteren önemli
bir veridir. Yayıncılığı aktif olarak yapmak ise o
ülkenin sahip olduğu mevcut kültürel birikimine daha
yakından bakabilme şansı tanır. Kendi yayıncılık
tecrübemde bu birikime doğrudan bakabilme ve
yaşama şansına sahip oldum. Vardığım sonuçlardan
birkaçını burada kısaca özetleyebilirim: Türkiye’nin
AFSAD
Ocak - Şubat 2013
İlker Maga
aydınlanma sürecinden geçtiği ya da bu süreci
tamamladığı çok kuşkuludur. Türkiye’de bir başkası
tarafından yönlendirilmeden, yani beğenileri bir başkası tarafından belirlenmeyen, sadece kendi iradesiyle yayın dünyasını takip eden okur sayısı insanı
dehşete düşürecek kadar azdır (Ortalama sayıyı
moral bozabileceğini düşündüğüm için sorumluluk
gereği burada vermiyorum). Türkiye’de iyi eserleri
anlayıp değerlendirebilecek okur sayısı, hümanist,
ama kendi yağıyla kavrularak bağımsızlığını koruyabilecek bir yayınevinin hayatta kalmasını sağlayacak
kadar değildir.
İMece
Birikimimiz, doğru bir şey yaptığımıza olan sarsılmaz
inancımız, kendi zaman ve enerjimiz tek sermayemizdi. Sağlam bir yayıncılık yapabilmek için imkân
buldukça kendimi eğitmeye çalıştım. Kitap üretiminin
her aşamasını öğrenebilmek amacıyla, kitap baskı
sanatının önemli bir merkezi olan Leipzig’de Güzel
Sanatlar Akademisi’nde misafir öğrencilik yaptım;
burada mücellithane dâhil pek çok atölyeye katıldım. Kendime has bir baskı tekniği geliştirebilmek
için, yine kitap baskısı sanatında en az bir yüz yıllık
geçmişi olan Leipzig’deki bir matbaada staj yaptım;
baskı sanatının aralıksız en az beş yüz yıllık tecrübesine sahip bu şehrin birikiminden olabildiğince
yararlanmaya çalıştım. Örnek kitaplar topladım, son
günlerini yaşayan efsanevi yayınevlerinde zaman
geçirdim, ilişkiler kurdum. Hedefime ulaştım, gerçekten de siyah-beyaz baskısında kendime has bir
baskı tekniği geliştirdim. Hedeflediğim siyah ve gri
tonlara ulaşabilmek için kendime has boya üretmeyi
bile becermiştim. Türkiye’nin kelimenin doğru anlamında duoton baskı tekniğiyle basılan ilk kitabı bu
denemenin ilk ürünüdür. Ardından benzer kalitede
yedi kitap daha yayınlandı. Bu arada litografilerin
yüklü olduğu CD’ler bu baskı tekniğinin sırlarını merak edenlerce “kaybedildi” . Bu kitaplardan bazıları
kopya edildi. Bu kitaplardan bazıları ödüller aldı,
bir kitap matbaacılığın iki anavatanından biri olan
Almanya’da en iyi yirmi kitaptan biri seçildi. Kitaplar
New York, Berlin, Londra ve Paris’e ulaşabilmişti.
Fotografın temel metinlerini yayınlamaya ise henüz
başlamıştık, yayınlamak istediğimiz kitapların listesi
hayli uzundu. Ticarî kaygılarla değil, hümanizmden
yola koyulmuştuk. Yaptığımız her fotograf kitabı
ilgiyle karşılandı. Bazı kitaplar yardımcı ders kitabı olarak hâlâ okutuluyor. Kimi yayınlarımızın ilgili
fakültelerde hâlâ incelendiğini duyuyoruz. Ama sadece fotograf yayınları değil, spor, felsefe ve çocuk
edebiyatı gibi pek çok alanda ilk olan kitaplar üretildi.
Türkçe düşünmek, Türkçe üretmek olmazsa olmaz
kuralların başında yer alıyordu. 2008’de Türkiye’nin
Frankfurt Kitap Fuarı’nın konuk ülkesi olması vesilesiyle yapılan bir ana konuşmada, “YGS Yayınları’nın
yayınladığı kitaplar sayesinde Türkiye’de fotografın
olduğunu öğrendik” ya da aynı fuarın bir yayınında,
çocuk kitapları yayınlayan alternatif küçük bir yayınevinin “YGS Yayınları’nın çocuk kitaplarını örnek
aldık” demeleri gibi daha pek çok güzel sürprizle
karşılaştık. Ama yalnızdık. Ne kadar birikimli ve
yaptığımızdan emin de olsak, yalnızdık. Karşımızda
sırtlarını büyük bankalara dayamış yayınevleri vardı.
Ama en kötüsü ise, kendi insanımızdan başkası
değildi. En ağır darbeleri, sırtımızı dayadığımız bu
yerlerden aldık. Tüm bunları yaparken çok defa
ticarî ahlâksızlıklarla karşılaştığımızı söylemek sanırım yeni bir durum olmaz.
3
Ays e l Al tu n
Fotoğrafçı bir aile, Göksaylar...
Usta İşi
Tophane parkı, 1931, Antalya, F: Ahmet Şevki
4
Antalya’daki Foto Türk Stüdyosunda düğün fotoğrafı, 1927,
F: Ahmet Şevki
Ahmet Şevki’nin fotoğrafla tanışma hikâyesi; 1887 yılında gözlükçü olarak çalışırken İngiliz subayının elinde o güne dek kendisinin
hiç görmediği bir şey görmesiyle
başlar. Gördüğü, fotoğraf makinesidir. Merakla inceleyip eve dönünce gözlük merceklerini kullanarak
gövdesi ahşap bir kutu yapar. Bu,
kendisinin uzun süre kullanacağı
fotoğraf makinesidir. Profesyonel
fotoğrafçılığa ne zaman başladığı
bilinmemekle beraber 1900 yılında
Lefkoşa’da Foto Türk adlı stüdyosunu açıncaya kadar akraba,
eş-dost fotoğrafları çeker, bunlar
üzerinde montaj yapar ve zamanla
bu teknikte ustalaşır. Ahmet Şevki;
Kıbrıs’ın ikinci, ama ilk Kıbrıslı
Türk fotoğrafçısıdır.
1910 yılına kadar asıl mesleği olan saatçilik ve
gözlükçülük ile birlikte sürdürür fotoğrafçılığı, bu
tarihten sonra onları bırakarak fotoğrafçı olarak
devam eder. 1900’de açtığı stüdyoya 1899 yılında
evlenmiş olduğu İsmet Hanım da girer, eşiyle birlikte
çalışır. Kısa bir sürede fotoğraf stüdyosunu çalıştıracak kadar bilgi ve deneyim kazanır. Aydın kişiliği
ve sosyokültürel nedenler İsmet Hanım’ı başarılı bir
stüdyo fotoğrafçısı yapar. “…Ahmet Şevki Bey eşinin
istediği gibi duvarlara çizdiği ve boyadığı resimlerle
estetik bir boyut kazandırır stüdyoya. Artık fotoğraflar deniz manzaralı, çiçekli bahçe resimlerinin
önünde çekilmektedir… Binsekizyüzlü yılların sonu.
Osmanlı dönemi. Kadınlar çarşaflı ve peçeli olarak
geliyorlar. Stüdyoda bunları çıkarıp anneanneme
fotoğraflarını çektiriyorlarmış. İşte böyle bir devirde
İsmet Hanım, tesettürsüz fotoğraflar çekmişti…” diye
anlatıyor torunları Tülay Arıcı.
Kıbrıs usulü gelin tahtı önünde düğün
fotoğrafı, 1894, Lefkoşe, F: İsmet ve
Ahmet Şevki
Diploma fotoğrafı, 1921, F: İsmet Şevki
Ays el Al tu n
Fikri Göksay’ın İzmir’deki fotoğrafhanesinin antetli zarfı
Usta İşi
Ahmet Şevki ve İsmet Hanım 1923 yılında Türklere yapılan baskıya dayanamayarak Lefkoşa’daki
stüdyosunun kapısını açık bırakıp, yanına aldığı
fotoğraf makinesi ve çocukları ile gizlice Antalya’ya
göç ederler. Kısa bir süre sonra yine Foto Türk
adını verdikleri stüdyoyu Antalya’da da kurarlar.
1930’da Atatürk’ün Antalya’ya gelişinde portresini Ahmet Şevki çeker. Fotoğrafçılığa daha sonra
İzmir’de devam edecek olan oğulları Fikri Göksay
ise, Atatürk’ün Antalya’da gezdiği yerlerde fotoğrafını
çeker. “…ertesi yıl Amerika’da açılan bir yarışmada
‘Mehmetçiğin Gözbebeği Atatürk’ isimli portremle
birincilik ödülü kazanacağımı ve Ata’nın bu genci
5
İsmet ve Ahmet Şevki’nin anısına Kıbrıs Posta İdaresinin
çıkardığı pulların prospektüsü ve damgalı pulu
Ankara’ya çağırın diyeceğini…sonra benim on gün
köşkte kalıp sabahtan akşama kadar gittiği gezdiği
yerlerde O’nun fotoğraflarını çekebilmek şerefine nail
olacağımı rüyamda görsem inanmazdım…”
Kaynakça: “Ben Bir Çiviyim” Tülay Arıcı, Saküder Kültür
Yayınları, Ankara 2006
Fikri Göksay büyük boy Atatürk agrandizmanlarından
birini hazırlarken, 1955
AFSAD
Aspendos, 1930 F: Fikri Göksay
Ocak - Şubat 2013
Konuk Yazar
Ah m et Say
Yayıncılığımızın Temel Sorunları
6
Yayıncılığın her türünde çalıştığımı söyleyebilirim.
İlkin, 1953’te İstanbul Erkek Lisesi’nin “Bizim Petek”
adlı dergisini yayınlamış, 1958’de ise Almanya’da
Türk Öğrenci Derneği’nin “Birlik” adlı organını
çıkarmıştım. Profesyonel yayıncılığa 1967 yılında
haftalık “Türk Solu” dergisinin yazı işleri müdürlüğünü üstlenerek başladım. Ve kısa süre içinde, hepsi
de ağır ceza mahkemelerinde görülen 14 dava
açılmıştı hakkımda. Bu davaların bir kısmı, “Devletin emniyet ve muhafaza kuvvetlerini neşren tahkir”
iddiasını taşıyordu. Biz ona kısaca, “yazıyla polise
hakaret” derdik. Dava konusu yazımın başlığı, “Bu
Polis Kimin Polisi”ydi. Olayı özetleyeyim: ABD’nin
6. Filo’sunun İstanbul’a gelip askerlerinin karaya
çıkmak istemesi üzerine, 40-50 kişilik bir grupla
Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Dolmabahçe rıhtımına
gelen Amerikalı denizcileri karga tulumba denize
atıyordu. Bu sırada, 100-150 kişilik bir polis kuvvetimiz olay yerine gelerek Denizleri engellemek istedi.
Bunun üzerine müthiş bir meydan kavgası çıktı. Ben
de orada bulunan bir gazeteci olarak gözlemlerimi
yazmış, Amerikan bahriyelilerini koruyan polisler için
yazımın başlığını, “Bu Polis Kimin Polisi?” olarak
koymuştum.
Sonuç? Avukatım Demir Özlü ve ben, gerçeği
yansıtmakla yetinen bu yazıyı savunduk ve tabii ki
aklandım.
1970’te “Türkiye Solu” dergisinin sahibiydim. 12
Mart 1971 darbesi döneminde ise askerî ve sivil
cezaevlerinde 17 ay kadar hapis yatarak yayıncılıkta biraz bedel ödedim. Doğrusunu isterseniz
hapislik işe yaramış, edebiyata yönelmemi sağlamıştı: Ankara’daki Merkez Cezaevi’nde tanıdığım
mahkûmlardan Kocakurt’un anlattığı ilginç ve renkli
dolandırıcılık serüvenlerinden yararlanarak bir
roman çıkardım. “Kocakurt” adını taşıyan bu roman,
Milliyet Gazetesi’nin yarışmasında ödül aldı ve Milliyet Yayınları tarafından yayımlandı. İzleyen yıllarda
yazdığım hikâyeler için birkaç ödül daha verdiler
bana. Bu hikâyeleri, Milliyet Yayınları’ndan çıkan
“Bingöl Hikâyeleri” adlı kitapta toplamıştım.
1974-77 yılları arası, yazarlık tutkusunu sürdürdüğüm bir dönemdi. Dostum Cemal Süreya, çok
beğendiği öykülerim üzerine yazdığı yazılarda beni
göklere çıkarıyordu. Bu yıllarda, başta Cemal olmak
üzere, edebiyatçı arkadaşlarla her pazar günü,
Ankara’daki Mülkiyeliler Birliği’nde uzun süren öğle
yemeği yiyorduk. Söz konusu yemekli toplantılar, bir
edebiyat dergisinin kaynağını oluşturmuştur diyebilirim. 1977 yılına geldiğimizde, Cemal Süreya’nın
öncülüğünde, Ankara’da aylık bir kültür-edebiyat
dergisi yayınlamaya karar verdik. “Türkiye Yazıları”
adlı bu derginin yayın yönetmenliğini doğal olarak
Cemal Süreya üstlenmişti. Ben derginin hem sahibi
hem yazı işleri müdürüydüm. Vecihi Timuroğlu,
Öner Ünalan, Ali Püsküllüoğlu ve ben, yazı kurulundaydık. Ayrıca, Demir Özlü, derginin İstanbul
temsilcisiydi. Türkiye Yazıları, 74 sayı yayınlandıktan sonra, 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ağır sansür
ortamında yeni bir söz getiremediği için, 1983 Nisan
ayında yayınını durdurdu.
Çok geçmeden, Ankara’daki yazar arkadaşlarla
“Dayanışma” adlı bir yayın kooperatifi kurduk. Bu
yayın ortaklığına, Aziz Nesin, İlhan Selçuk ve Fikret
Otyam gibi ünlü yazarlarımız destek oldular. Onların
çok satan kitaplarıyla yayın kooperatifimiz geniş bir
soluk aldı. Öte yandan, ben kooperatifte yalnızca
kuruculuk görevi yaptım. Kooperatifin başkanı Nusret Kemal Otyam, yayın müdürü ise hapisten yeni
çıkmış olan Ahmet Telli’ydi.
1984’te “Müzik Ansiklopedisi Yayınları”nı kurdum ve
adı üstünde olan bu işi yaklaşık 30 yıldan beri sürdürüyorum. Her işini yüklendiğim bu yayın çabasına
girişirken para kazanmak bir yana, çabucak batmamayı düşünüyordum. Türkiye gibi bir ülkede, müzik
kitapları yazıp yayımlarken “Çark dönsün, bu bana
yeter” niyetinin ötesinde bir beklentim yoktu. Neyse
ki 30 yıldır çark dönüyor ve ben de inandığım, dolayısıyla sevdiğim bir işi yerine getirirken, yayıncılığın
tatlı ve ekşi taraflarını tatmış bulunuyorum.
Oğlumun Ankara Devlet Konservatuvarı’nda piyano
ve kompozisyon öğrenimi gördüğü 1980’li yıllarda, Fransız teorisyen Lavignac’ın solfej kitapları
dizisinden başka hiçbir ders kitabı bulunmadığını
görünce çok şaşırmıştım. İnanması zor: Atatürk’ün
kurulmasına yol açtığı koskoca Ankara Devlet
Konservatuvarı, ders kitapları yönünden sıfırdaydı!
Bu yürekler acısı durum karşısında, İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın eski bir öğrencisi olarak
kendimce hazırladığım bir yayın programına göre,
dört ciltlik bir “Müzik Ansiklopedisi”nden sonra, her
biri doyurucu nitelikte olmasını öngördüğüm bir
“Müzik Tarihi”, “Müzik Öğretimi”, “Müzik Teorisi” ve
600 sayfalık bir “Müzik Sözlüğü”nün yayımlanması, yaklaşık 25 yılımı aldı. 2005 yılında, sil baştan
yeniden hazırlayarak altı yıl emek verdiğim “Müzik
Ansiklopedisi” ise her biri yaklaşık 700 sayfa olan üç
cilt halinde basıldı.
Konservatuvar öğrencileri ve üniversitelerimizin “Müzik Eğitimi Anabilim Dalı” olarak adlandırılan müzik
öğretmenliği lisans ve lisansüstü dönemleri için yayımladığım bu kitapların yanı sıra, Prof. Muammer
Sun, Murat Katoğlu, Prof. Koral Çalgan, Prof. Dr.
Ali Uçan, Prof. Dr. Uğur Alpagut, Doç. Dr. Yılmaz
Aydın, Leyla Pamir ve Fazıl Say gibi müzikçilerimizin de kitaplarını yayımladım. Böylece, müzik sanatı
alanında kullanılmak üzere ülkemiz, temel müzik
kitaplarından oluşan bir kitap dizisine sahip oldu.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün bulunmadığı yerde,
ne felsefe, ne bilim, ne de sanat gelişir. Cumhuriyet
aydını bunu çok iyi bilir. Özgürlüğe aykırı düşecek
her çeşit uygulama, aslında düşünce, bilim ve sanat
düşmanlığı yapmak demektir. Çok tehlikeli, çok
zararlı bir tutumdur bu. Olumsuz tarafları belirginleştikçe toplumda derin rahatsızlıklar uyandıracak bir
tutumdur. İnsanlığa ve insanlarımıza yazık etmektir.
Bu yazıyı yazdığım 18 Kasım 2012 günü gazetelerde, TÜYAP ile Türkiye Yayıncılar Birliği’nin düzenlediği Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın açılış
konuşmalarına cezaevindeki yazarlar ve gazeteciler
konusunun damga vurduğu belirtiliyordu. Ayrıca,
Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) Başkanı John
Ralston Saul, düşünce ve ifade özgürlüğü alanında
AFSAD
“PEN olarak dünyanın her yerinde edebiyat ile
düşünce ve ifade özgürlüğü için çalışıyoruz. Kitap
fuarları da aynı amacı taşıyor olmalı. Türkiye’de son
yıllarda gazeteci ve yazarlara yönelik artan tutuklamalar bize kaygı veriyor. Burada belirsizlik atmosferi
ve korku var. Bu nedenle acilen harekete geçilmesini, terör yasalarının tekrar ele alınmasını, uzun
tutuklulukların önüne geçilmesini talep ediyoruz.”
Yine aynı gün gazeteler, 12 Eylül 2012’den bu yana
süren açlık grevlerine dikkat çekmek için, tanınmış
köşe yazarlarının İstiklâl Caddesi’nde bildiri dağıtacağını yazıyordu. “Hükümeti vicdan siyasetine
davet ediyoruz” başlıklı bildirinin, şu köşe yazarları
tarafından dağıtılması öngörülmüştü: Cumhuriyet’ten
Hikmet Çetinkaya, Vatan’dan Zülfü Livaneli,
Milliyet’ten Can Dündar, Hürriyet’ten Ahmet Hakan, Habertürk’ten Balçiçek İlter, Birgün’den Doğan
Tılıç, Radikal’den Koray Çalışkan, Posta’dan Nedim
Şener.
Okurlarım aradaki farkı hemen görebilecektir sanırım: Bu yazıya sığdırdığım 1960’lı, 1970’li ve 1980’li
yılların düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda
iktidarların yaklaşımı, hatta darbecilerin yaklaşımı,
2012’nin şu günlerinden daha ılımlıydı. Günümüzde
ise PEN Uluslararası Başkanı Saul’un sezinlediği gibi
“Burada belirsizlik atmosferi ve korku var!”
Ocak - Şubat 2013
Ahmet
Demirer
Ah mGökhan
et Say
yaşanan sorunlara dikkat çekmek için Türkiye’ye
geldiğini söylüyor ve şu açıklamada bulunuyordu:
Konuk
KonukYazar
Yazar
Bu yaşanmış örneklerle Türkiye’de yayıncılığın ne
menem bir iş olduğunu az çok öğrendiğimi anlatmak
istiyorum. Bence yayıncılık, üretilen kitaplar ve dergilerin okura ulaştırılmasıyla sınırlı değildir. Yayıncılık,
düşüncede ve yaratıda ifade özgürlüğünü sonuna
kadar kullanabilmek demektir. Yayıncılığımızın bir
numaralı sorunu işte budur. Açık konuşalım: Yurdumuzda demokratik kavrayışın gereği olan ifade
özgürlüğü bu denli sınırlanmasaydı, çok sayıda
yazarımız, gazetecimiz, çevirmenimiz ve yayıncımız hapishanelerde yılları sayar mıydı? Bu gerçek,
Türkiye’de yazarlığın, gazeteciliğin, çevirmenliğin ve
yayıncılığın iktidarlar tarafından engellenerek, kültür
üreten insanlarımızın toplumu aydınlatma yolundan
alıkonduğunu gösterir.
7
Söyleşi
Ko ntra st
İlyas Göçmen
8
1944, Edirne doğumlu olan İlyas Göçmen`in fotoğrafla olan ilişkisi uzun yıllara dayanır. Fotoğrafa gerçek
anlamda 1980 senesinde İFSAK’a üye olarak başladı. Bu tarihten sonra fotoğrafın sanat yönü ile ilgilenen Göçmen’in yapıtları yurtiçi ve yurtdışında çeşitli
albüm ve kitaplarda gerek tek gerekse portfolyo
olarak yayınlandı.
1984 senesinde Uluslararası Fotoğraf Federasyonu
(FIAP) tarafından “AFIAP” unvanı ile onurlandırıldı.
Ulusal ve uluslararası yarışmalarda 49 ödül aldı.
1983 ve 1985 senesinde kişisel sergilerini açan İlyas
Göçmen, yurtiçi ve yurtdışında 150`den fazla toplu
gösterime ve sergiye katıldı.
1985`te kurulan FOG fotoğraf grubunun kurucu
üyeleri arasında bulunan Göçmen’in ödüllü fotoğrafları, bu grupla birlikte 1989 yılında yayınlanmış olan
“Birikimler” adlı albümde de yer aldı.
Birçok dergide fotoğraf ve turizmle ilgili yazı ve fotoğrafları yayımlandı.
Fotojurnalist ve yaratıcı fotoğraf tarzında çalışan
İlyas Göçmen yurtiçi ve yurtdışı yarışmalarda jüri
üyelikleri de yapmaktadır. Birçok konuda uzun soluklu çalışmalarına devam etmektedir.
İlyas Göçmen nerede doğdu, büyüdü?
Edrine’de dünyaya geldim fakat aslen İstanbul’luyum. Babam Atatürk’ün ilk polislerinden birisi. Polis
okulunu bitirdikten sonra, ilk tayini Edirne’ye çıkıyor.
Bu sırada ben dünyaya geliyorum. Bir yaşındayken
Edirne’den tekrar İstanbul’a döndük. Çocukluğum
İstanbul-Avcılar’da geçti, daha çok tatillerimizi bura-
da geçirirdik, Avcılar’daki evimiz çok güzeldi. Buradaki yerimiz üç dönüm arazi içinde büyükçe bir evdi.
Bahçemizde her türlü sebze, meyve yetişirdi. Arılarımız vardı, atlar, inekler, tavuklar küçük bir çiftlik gibiydi. Çocukluğum bu güzellikler içinde geçti. Genç
lik yıllarım ise Samatya’da... O dönemler Samatya,
İstanbul’un en nezih semtlerinden biriydi.. Hafta sonları ‘çay partileri’ yaptığımız, İstanbul’un o mozaiğini
hep birlikte yaşadığımız birçok Ermeni arkadaşım
vardı. REFİ Spor kulübünde arkadaşlarımızla sahilde
yüzerdik o zamanlar, hatta bir süre bu kulüpte yüzme ve kürek sporuyla da ilgilenme fırsatı buldum.
Fotoğraf serüveniniz nasıl başladı?
Henüz ilkokula gidiyordum, 4.sınıf öğrencisiydim
fotoğraf makinesiyle tanıştığımda… Arkadaşımın
babasına ait körüklü fotoğraf makinesi ile çekimler
yapıyorduk. Bazen makineyi ödünç alıp evde ailemin
ve kız kardeşimin portrelerini çekiyordum. Sonraları fotoğraf hakkında daha fazla şey öğrenebilmek,
fotoğrafların baskısının nasıl yapıldığını araştırmak
için; karanlık odayla ilgili kitaplar elde edip incelemeye başladım. Fotoğraflarımın baskısını ve banyoyu
kendim yapmak istiyordum. Bir de TAB sandığı yapmıştım kendi kendime. Haftalığımı aldığımda hemen
bir portakal kasası satın alıp, kasanın her tarafını
siyah bantla kapladım, üstüne buzlu cam koyup sandığın içersinde elektrik aksamını yerleştirdim. Filmi
buzlu camın üzerine , onun üzerine de kâğıdı koyup
elimle bastırarak sayıyordum, deneme yanılma yöntemiyle kendimce ilk denemelerimi yaptım. O sarı
Ko ntra st
Söyleşi
9
AFSAD
Ocak - Şubat 2013
yayının ikinci kitabı ‘100 fotoğrafçı’yı konu
alıyordu. Burada yer almak gerçekten onur
veriyor. Layık görenlere teşekkür ederim.
Söyleşi
Ko ntra st
Ne anlatmak istediğini ilk bakışta anladığımız ve akılda kalan fotoğraflar vardır.
Aklınızda böyle fotoğraflar var mı?
10
fotoğrafları hâlâ saklarım…Şimdi TAB sandığı nedir
diye sorsalar kimse bilmez.
Takip ettiğiniz dernek ve fotoğraf grupları veya yayınları var mı?
Fotoğraf derneklerini mümkün olduğunca takip ediyorum. Başta İFSAK-AFAD-BUFOD-EFOD-KASK
olmak üzere. Şu sıralar Bursa Fotoğraf Derneği
büyük bir atak yaptı, çok başarılı durumda. Bazı
dernekler kapatılmasına rağmen, BUFOD çok güzel
çalışmalara imza attı, onları alkışlamamak elde değil, bravo çalışanlara. Ara Güler’in yayın yönetmenliği yaptığı İZ dergisini takip ediyorum.
Fotoğrafçılığınızı ve fotoğrafçılıkta kendinizi tanımlayan bir ifade var mı?
Bu konuda uzun uzadıya bir şey söylemek gereksiz
olur. Beni en iyi ifade eden kelimenin An durduran!
olduğunu düşünüyorum. Birlikte söylendiğinde kulağa Fransızca gibi geliyor ama kelime öz Türkçe...
Türkiye’de veya dünyada tarzını, çalışmalarını ve fotoğraftaki duruşunu örnek aldığınız isimler var mıdır?
Ben yurdumun fotoğraflarını çeken biriyim. Yabancı
ülke fotoğrafçı ve fotoğraflarını da izlerim, severim,
fakat kültürümüzün ürünü fotoğrafları her zaman
tercih etmişimdir. Atatürk’ün fotoğraflarını çeken
Ahmet Işıksel hayli gıpta ettiğim fotoğrafçıdır. Yabancı sanatçılardan; Brezilyalı Sebastiao Salgado,
Fransız fotoğrafçı Henri Cartier’i de takip ederim ve
elbette Ara Güler! Benim hocam diye hitap ettiğim,
duruşunu, fotoğrafçılığını beğendiğim sanatçı. Kendi
deyimiyle foto muhabiri.
İstanbul Kültür A.Ş.nin yayınladığı “İstanbul’un 100
Fotoğrafçısı” adlı kitapta yer almış nadir fotoğrafçılardan biri olarak tanınan biri misiniz?
Fotoğraf camiasında tanınan biriyim. Fotoğrafla ilgili
olanlar beni tanırlar, tanımayanlar da var tabii…
Ben bu dünyanın içinde sabit duruyorum. Aramızda
en tanınmış fotoğrafçı Ara Güler’i bile tanımayanlar
vardır. İstanbul Büyükşehir’in seri haline getirdiği bir
Fotoğraf gruplarımızda zaman zaman
konuştuğumuz bir konudur bu. Kompozisyon ve teknik açıdan değerlendirdiğimiz
fotoğrafların yanısıra; konularına, taşıdığı
anlamlara ve çekildiği an’a kadar birçok kriterde fotoğrafları değerlendiririz. Fakat bir
sanatçı yaptığı birçok eserle değil, halkın
hafızasına sadece bir tanesi ile kazınıyor.
Bu örneği değerli dostum Ara (Ara Güler)
vermişti. Dedi ki, sen Leonardo da Vinci’nin
hangi eserini biliyorsun? Aklıma hemen Mona Lisa
geldi. Hâlbuki adamın mimarlık alanında resim, tıp
alanında daha birçok dalda eserleri var. Hepsi de
gün ışığında ortada... Biz hemen aklımıza Mona
Lisa’yı getiriyoruz. Sadece bir fotoğraf ile bile hafızalarda yer edebilmek mümkün ve tabii kolay değil.
Günümüz makineleri ile sizin o zamanki şartlarda
kullandığınız makineler arasında ne gibi farklar var?
İlk zamanlar fotoğraflar siyah-beyaz iken, ardından
renkliye geçiş ve analog makinelerden, sayısala
geçiş inanılmaz bir aşama…Bir saniyede bir trilyon
kareye çıkan, ışığı yakalayan çekimler var, bir za-
Müdahalesiz bir çekim bizim fotoğraf alışkanlığımızdan geliyor. Photoshop ile bir düzenleme bence pek
makbul değil. Ufak tefek tonlamalar bir dereceye
kadar kabul edilebilir. Ancak ben kendi şahsım adına
photoshop vb. programları kullanmıyorum. Çekerken
her şeyi bitmiş fotoğraflar çekiyorum. Benim çalışma
tarzım bu! Tabii ki bu bir reklam veya moda fotoğrafçısı için geçerli değil, muhakkak müdahale gereken
durumlar olabiliyor, modelin cildinde lekeler vb. varsa, temiz düzgün bir kare için hem makine, ekipman
hem de photoshop gerekebiliyor. O da dozunda
olmalı, fazlası fotoğrafın değerini yok ediyor.
Fotoğraflarınıza şiir kitabı yazılan, birçok dile çevrilerek piyasaya sunulan bir fotoğrafçısınız. Bu nasıl
oldu?
Azerbaycanlı Şair Selim Babulluoğlu ile İstanbulBahçeşehir’de tanıştım. Selim Babulluoğlu bana şiir
kitabını imzalayıp verince, ben de jest olsun diye
kendi fotoğraf kitabımı imzalayıp verdim. Fotoğraflarımdan etkilendiğini ve benim fotoğraflarıma şiir
yazacağını söyledi. Ben de ‘Nasıl yani, benim fotoğraf kitabıma mı?’ diye sordum. Kitaptaki her fotoğrafa ayrı ayrı şiir yazacağını söyledi. Açıkçası onur
duyarım dedim ve serüven böyle başladı.
Kırkpınar yağlı güreşlerini 40 yıldır takip ederek muazzam geniş bir doküman elde ettiniz. Deyim yerindeyse rekor sizde. Bu çalışma nereye kadar gidecek?
40 yılı aşkın süredir yağlı güreşleri çekiyorum. Kayınpederim sayesinde yağlı güreşleri takip etmeye
başladım. Eşimin babası eski yağlı güreşçi Servet
Meriç. Büyük hoca olarak tanınır. Birlikte Edirne’de
birkaç kez yağlı güreşlere gittim, zamanla ilgimi
çekmeye başladı. O zamandan beri her yıl giderim.
Yağlı güreşlerin içine girince çok farklı bir ortamla
karşılaşıyorsunuz, Pehlivanları çekmek tamamen
farklı bir alan. İşin heyecanını anlatan fotoğraflar
çekmek önemli. Farklı pozisyonları, güreşçilerin
terini akıttığı anları, detay görüntüleri çekmek emek
istiyor. Alanda kimi zaman 60 kişi oluyor. Hangisini
çekeceğinizi şaşırabilirsiniz. Dolayısıyla güreşçileri
önceden tanımaya çalışıyorum. Hangisi daha güzel
güreşir, kimin vücudu daha iyi fotoğraf verir, bunları
düşünerek çekiyorum. Bazen güreşenleri bazen de
dinlenenleri çekiyorum. Artık nereye kadar gider
bu çalışma bilemiyorum, fakat finali 40 sene olarak
planlamıştım, 40 sene Kırkpınar diye. Sonra fotoğrafçı dostum Yaşar Atankazanır, O projenin ismi öyle
olmaz dedi ve “41 sene Kırkpınar” olsun dedi. Ben de
Yaşar’a (Atankazanır) seni mi kıracağım, bir sene de
senin için giderim dedim, isim böylece ortaya çıktı.
40 şiire 40 fotoğraf, 41 sene Kırkpınar. 40 sayısı
hayatınızda çok önemli olmuş sanırım.
Bizim kültürümüzde 40 sayısı son derece önemli.
Kırk gün kırk gece düğün, bebeğin kırkının çıkması,
40 gün sonra mevlit okunması, kırk yıllık dost gibi...
Yazılarını çok beğendiğim rahmetli arkadaşım Bektaş Erdoğan’ın da 40 sayısının bereketi hakkında bir
yazısı vardı onu da çok beğenirim. Hayatımda da 40
sayısının olması özel ve bir o kadar da anlamlı benim
için.
Gösterimi ile büyük ilgi uyandıran “CANLI” isimli
serginizden bize bahsedebilir misiniz?
Çalıştığım birçok konu içinde, birdenbire karşıma
çıkan konulardan biri de; vitrinlerde, dışarıda duran
mankenlerin hayatımızda sessiz sakin fakat alışkanlık yaratan dünyaları idi. Onların gözünden “dünya
AFSAD
Ocak - Şubat 2013
Ko ntra st
Peki, eski makinelerin yarattığı alışkanlıklar var mı?
40 fotoğrafa 40 şiir yazdı. Azerbaycan’da çok ses
getirdi bu çalışma. Yazılı ve görsel basında, TV programlarında, Azerbaycan Kültür Bakanlığı tarafından
da ödüllendirildi. Azerbaycan’da ‘Kızıl Kalem’ ödülü
aldı Selim Babulluoğlu. Dünyada fotoğraf kitabına
özel şiir yazılan ilk ve tek kişi oldum, tabii ki gururlandım. Şiirler, 5-6 ülkenin diline çevrilerek basıldı,
şimdilerde şiirleri dilimize çeviriyoruz, ülkemizde de
basılmak üzere hazırlanıyor. Azerbaycan’dan pek
çok sanatçıdan, yazardan övgüler geldi, bilhassa
Azerbaycan Başbakan Yardımcısı Elçin Efendiyev’in
tebrik ve teşekkür yazısını aldım… Azarbaycan
Kültür ve Turizm Bakanı Abdulfes Karayev’in yazısı
beni çok onurlandırdı. ‘Bir millet, iki devlet arasında
dostluk köprüsü kurdunuz, tarihe geçtiniz’ diye…
Onur duymamak elde değil…
Söyleşi
manlar hayal bile edilemezken, şimdi gerçek oldu. 20
km’den, göz bebeğini çekebilen makineler var, teknolojiyi yakalamak çok zor…
11
Ko ntra st
Söyleşi
12
nasıl, nelere şahit oluyorlar, insanlar onların gözünde
neler yapıyor?” diye sordum kendi kendime. Lüks
semtlerden, varoşların içine kadar birçok yerde karşılaştığım; atılmış, ezilmiş, horlanmış, darbeler almış
mankenlerin arasında buldum kendimi... Türkiye’nin
dört bir tarafında Edirne’den, Mardin’e kadar karşılaştığım: Bildik tanıdık vitrin mankenlerinden, her
cins yaş ve ırka ait mankenlerin yaşantılarına, müzelerde, üniversitelerde kullanılan mankenlere kadar,
bambaşka bir dünyaya ait uzaylı mankenlerin yaşantılarına benim kadar hayretle bakmanızı istedim. Bu
çalışma 8 senelik bir çalışmanın birikimini oluştursa
da bütün dünyayı gizlice sarmış “CANLI” mankenlerin dünyası, çalışmamı bir o kadar daha işlesem
bitiremem.
Fotoğrafçılık hayatınızda sizi şaşırtan ilginç bir olayı
bizimle paylaşabilir misiniz?
Yaşarken, Meydan Larousse gibi önemli bir ansiklopediye girebilmişim. Girebilmişim diyorum çünkü
ansiklopedide yer aldığımdan haberim yoktu. Bu
çok onur verici. Bir gün kitaplığımda duran Meydan
Larousse Ansiklopedisini Ara Güler hakkında ne
yazmış diye açtım. Orada kendi portremi görünce
çığlık atmışım, ev halkı kalp krizi geçirdim sanmış.
Öleceğim aklıma gelirdi de, yıllardır kitaplığımda
duran ansiklopedide yer alacağım aklıma gelmezdi.
Çok şaşırdım ve gururlandım tabii ki. Beni bilenler
bilir, bugüne kadar çok başarılı çalışmalarım oldu.
Sayısını tam olarak bilmiyorum ama 130’un üzerinde
ödül almışımdır. Teşekkür ve Onur Belgeleri aldım.
Tabii ki başarının sınırı yok, bu yüzden eskiden 5
çalışıyorsam bugün 55 çalışıyorum.
Fotoğrafların içinde bir yaşam sürüyorsunuz. Tabir
yerindeyse, her ustanın bambaşka çalışma stili var.
İlyas Göçmen ise fotoğrafın içine giriyor. Bu fotoğrafa nasıl yansıyor?
Bu, yılların verdiği bir tecrübe idi tabii. Tecrübeyi
yetenek haline dönüştürmek gerek. Ben o tecrübe
ve yeteneği, bilgi ve kültürü fotoğraflarımda hayli
kullanıyorum. Anında dostluklar kurabiliyor, insanların mekânla ilişkilerini daha rahat oluşturabiliyorum.
Eğer oradaki kareyi kaçıracağımı düşünüyorsam
fotoğrafımı çekip oradan ayrılıyorum.
Fotoğraf çekmeye gidip çekemediğiniz zamanlar
oldu mu?
Elbette, bu sene Kırkpınar’da oldu, adamlar toplanmış içiyorlar bir tanesi yatmış sızmış. Onu çekerken
yanıma geldiler. “Onu mu çekiyorsun” diye sordular.
Sonra oturduk 15-20 dakika, büyük ağacın altında.
Ben de fotoğrafçı arkadaşlarımı aradım. Tabii biz
fotoğraf çekmeyi bıraktık. O kadar çok eğlendik ki o
gün anlatamam...
Fotoğraf çıkmasa da o yaşadığın ortamlar unutulmaz olabiliyor. Fotoğraf çekmek için o kadar zorlamamak gerekiyor bazen. Zaten fotoğraf her yerde
var. Yeter ki sen onu görebilmeyi, dünyaya bakmayı
başarabilesin.
Bizim gibi eğitilmiş orta sınıfların tahayyülünde
“sanat” özel bir yer tutuyor. Hele yaradılış itibariyle
inceliklere biraz meraklı, biraz yaratıcı dürtü sahibi,
biraz yeniliklere açık kişiliğimiz varsa, biraz da bu işlerle uğraşacak zaman ve ekonomi sahibiysek, hayli
ayrıcalıklı bir sanat statüsü kurguluyoruz zihnimizde.
İrademizden bağımsız bir alan olarak tanımlanan
“sanat” ile bizim merkezinde olduğumuz hayat gailesi
denilen “esas” arasında ciddi bir mesafe bulunuyor.
Tahayyülde olduğu gibi fiiliyatta da böyle...
Endüstri öncesi toplumdaki sanat ile bugün tanımladığımız sanat arasında ciddi farklar vardı. Sanatın
“yapıcısı” ile “muhatabı” arasındaki ilişki, hayatın
olağan akışı içinde kendiliğinden kurulurdu. “Sanat”
ile “esas” arasındaki çizgi silikti.
Kullanılan sanat araçları, bu geçirgen ilişkiye imkân
veriyordu. Sanat üretmek için alet edevat elbet gerekiyordu ama sanat vasıtası olarak makineler henüz
icat edilmişti. “Eser”, özel olarak kendisi için düzenlenmiş mecralara fazlaca gerek olmadan, hatta çoğu
zaman kendiliğinden günlük hayata karışabiliyordu.
Endüstri toplumuna geçerken durum değişmeye
başladı. Modernizm, sanatı yeniden tanımladı. Sanat
yapıcısı ile muhatabı arasında hiyerarşik ilişki kurmaya yarayan mekanizmalar ortaya çıktı. “Eser” çoğaltılarak, dağıtılarak ve tanıtılarak ulaşılır hale geldi.
tanımlamak” önemli bir yer tutuyor. Bu tanım birkaç
fasılda işe yarıyor.
En başta, “sanat” ile “esas” arasındaki ilişkiyi belirlerken “ücret karşılığı mesaili çalışma”yı “esas”
kabul ediyor; haliyle sanatı endüstriyel bir alan olarak
tanıyor; ayrıca sanatçılık bir mertebe olarak idealize
ediliyor. Öte yandan sanatı bu tanımıyla tahayyül
dünyasında var edenler için de bir alan açıyor, bir
imkân yaratıyor. İdeal ile yakınlık tesis etme imkânı.
Bu ideal forma, yakınlık derecesine göre hayatta
kendi konumunu belirleme fırsatı. Her şeyi hızla
tüketip giderken bir şeylere tutunma umudu... Bu sayede hobi sanatları toplumsal alanda önemli bir işlev
görüyor. (Günümüzde belki de sanat bu.)
Endüstriyi merkeze koyarak, yukarıda yaptığım
toplumsal şablon gerçek değil biliyorsunuz. Toplumlar, ne böyle endüstri öncesi, endüstri sonrası
diye keskin ayrımlarla belirlenmiş dönemler yaşıyor
ne de süreçlerin biri bittikten sonra diğeri başlıyor.
Sanat ise çoktan beri, sadece toplumsallık üstünden
okunabilecek bir alan olmaktan çıktı. Kaldı ki pek
çok toplumda olduğu gibi, bizim memlekette de bu
toplumsal dönemlerin hepsi bir arada, iç içe, hep
birlikte yaşanabiliyor. Lakin muradımızı karşılıklı
anlatabilmek için, ama daha önemlisi anlayabilmek
için, ettiğimiz lafı oturtacağımız bir bağlam gerekli,
ben de dönemlerden söz ederek bu bağlama işaret
ediyorum.
Bu sayede “biz neyiz, ne yapıyoruz?” sorusu her
zaman gündemde kalabiliyor. “Tahayyüllerimizin hayattaki karşılığı nedir?” diye merak etmekten vazgeçmiyoruz. “Sanata ve fotoğrafa ilişkin tanımlarımız ve
tasavvurlarımız neye tekabül ediyor?” diye didikleyip
duruyoruz. Üretim biçimleriyle birlikte ilişkilerimiz ve
hayat algımız da değişiyor elbette ama, bu değişim
sürecine bizim katkımız azımsanmayacak önemde.
O nedenle, zaten itirazımızla buluşan değiştirme enerjimizle birlikte hayata müdahil olmaya çalışıyoruz.
“Sanat” ile “esas” arasındaki mesafe açıldıkça, sanatçı “ayrı/calıklı” bir statü ediniyordu. Sanata ulaşmak, fiziki olarak kolaylaşmış ama sanata ulaşması
beklenen öznenin morali ve motivasyonu bakımından durum zorlaşmıştı.
Bu motivasyon eksikliğini giderecek, alana moral
destek verecek yeni mekanizmalar gerekliydi. Bu
arayışa paralel olarak sanat, hızla endüstri haline
geliyordu.
“Esas” ve “sanat” arasına aşılmaz bir duvar inşa
edilmiş, birbirine temas edebilmeleri için özel zaman,
daha yaygın deyişle “boş zaman” gerekmeye başlamıştı. “Boş zaman” kavramı ile birlikte “boş zamanı
değerlendirme” ihtiyacı ortaya çıktı.
Endüstri sonrası toplum, sanatın, boş zaman meşgalesi olarak örgütlenmesine özel önem verdi. Bu
sayede giderek sektör haline gelen yeni bir iş alanı
doğdu. (Gelecekte bir vakit, bizim bugünkü hayatımıza bakanlar belki de “sanat” başlığı altında bir kategori olarak örgütlenmiş “hobi olarak sanat” alanını
kayda değer bularak değerlendireceklerdir, kimbilir.)
Hobi sanatları kaleminden fotoğraf, memleket içinde
nasıl önemli bir yer tutuyorsa dünyada da benzer bir
yeri var. Lakin bu yer pek bizdeki gibi görünmüyor.
İnsan, hayatında makbul sayılacak bir iş yapmış
olmak için nasıl sadece sanatla uğraşmak zorunda
değilse, fotoğraf da bir işlev gerçekleştirebilmek için
sanat olmak zorunda değil elbet. Eğer öyleyse “Sanat ne? Fotoğraf bugün nerede ve hangi imkânlara
sahip?” diye sormaktan vazgeçmemek gerekiyor.
Galiba kendi sınırlarımızın ötesindeki fotoğraf dünyasıyla ayrıldığımız kavşak tam da bu dönemecin
arkasında duruyor.
Bu alanın merkezinde “bağımsız bir statü olarak
sanat ve sanatçılığı hayatın ‘ideal formları’ olarak
AFSAD
Ocak - Şubat 2013
Kısa
Çekiç
f/64Metraj
Özcan Bora
Yurdalan
Sanat ile Esas
13
Söyleşi
Aysel Altun
- T. Deniz
Çakır
Dosya Konusu
Fotoğraf
Yayıncılığı
Bozkırda Açan Kaktüsler:
Türkiye’de Fotoğraf Yayınları ve Yayıncılığı
Osman Ürper
Okumakta olduğunuz yazıda; daha çok Türkiye’nin
fotoğraf yayınlarının tarihsel süreciyle ilgili olarak, bu
araştırmada elde edilen saptamalar ve bunlara ilişkin
geliştirilen öneriler bulunmaktadır. Her ne kadar bu
araştırma sonrasında Türkiye’de fotoğraf yayınları konusunda cılız bir kıpırdanma olsa da değişen çok da
fazla bir şeyin olmadığı gözlenmeye devam etmektedir.
Yazılı kültür ürünleri, bir ülkenin gelişmişlik göstergelerinin içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bir ülkede
yayımlanmış eserlerin sayısı ve niteliği o ülkenin sosyokültürel yapısı hakkında bilgiler verir. Türkiye, farklı
sosyolojik verilere göre “gelişmekte olan ülke” olarak
kabul edilmektedir. Cumhuriyetin ilanından günümüze değin yayımlanmış eser sayısına bakıldığı takdirde “gelişmekte olan ülke” konumundan pek de ileri
gidilemediği görülecektir. Türkiye’nin nüfus ve eğitim
düzeyinde ciddi bir artış olmasına karşın, yayımlanan kitap sayılarında ve tirajlarında aynı oranda
önemli bir artış gözlenememektedir. Türkiye’nin, kitap
okuma oranı, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında
arada büyük bir fark olduğu görülmektedir. Eğitim
düzeyinin yükselmesine karşın, Türkiye genel olarak
yazılı kültür ürünleri yerine, sözlü kültür ürünlerinin
daha fazla tüketildiği bir toplum görüntüsündedir. Bu
konuda yapılan araştırmalar da durumu gözler önüne
sermektedir. 1
14
Fotoğrafa yeni başladığım 1990’lı yılların başlarında
AFSAD’ın Fotograf dergisine bir yıllık abone olmama
rağmen, derginin bir daha yayımlanamaması üzerine,
maalesef bir sayısı bile elime geçmemişti. Sonraki
dönemde FSK’nın talihsizce ancak bir sayı yayımlanabilen Fotoğraf Dünyası dergisinde ve internette
yayımlanan ilk fotoğraf dergisi olan Fotografya’nın
yayımlanma sürecinde yaşadıklarım Yüksek Lisans
eğitimim sonrasında hazırlayacağım tez konusunu
belirlememde çok önemli bir etken oldu. “1960-2000
Yılları Arası Türkiye’de Fotoğraf Yayınları ve Yayıncılığı” başlıklı tez çalışması ile Türkiye Fotoğrafının
önemli bir problemi olan fotoğraf yayınları ve yayıncılığının tarihsel süreç içerisindeki gelişimini araştırarak, bu alanda yaşanan sorunların tespit edilmesini
ve çözüm önerileri geliştirmeyi hedeflemiştim. Bu
konuda ilgi çekici bir çok bilgiye ulaştım. İkinci bir
hedefim de bu çalışmanın bir yayın olarak basılarak
fotoğraf literatürüne katkı sağlamaktı. Ancak aradan
geçen on küsur yıla rağmen satış kaygıları nedeniyle
yayınevlerinin böyle bir kitabı basmaya yanaşmamaları da ülkemizde fotoğraf yayınlarına verilen önemin
bir göstergesi olarak ortada durmaktadır.
Bir ülkenin kültür yaşamını doğrudan etkileyen bir
unsur olarak yayınların ve yayıncılık kuruluşlarının da
güçlü bir temele oturması gerekmektedir. Böyle bir
ortamın gerekliliklerini Alpay Kabacalı şöyle açıklamaktadır: “Yayıncılık, hedefine dağıtımcı, ilan-reklam,
tanıtma-eleştiri, kitapçı halkalarıyla eklemlenerek
ulaşır. Bu halkalar güçlendirilmediği sürece, yayıncılık güçlü bir kuruluş olamayacaktır.” 2
Yazılı kültürün özel bir alanı olarak kabul edebileceğimiz fotoğraf yayınlarının da bu tablodan oldukça
etkilendiği görülmektedir. Türkiye’nin sosyoekonomik ve kültürel yapısı, yayıncılık ve matbaacılık
alanındaki teknik gelişmeler ve fotoğraf alanındaki
gelişmeler, fotoğraf yayınlarının gelişimini önemli
ölçüde etkilemiştir. Doğal olarak fotoğraf yayınları
nicelik ve nitelik açısından incelendiğinde, Türkiye’nin
sosyolojik gerçekleriyle paralel olarak “az gelişmişlik”
düzeyindedir. Osmanlı döneminden 2000’li yıllara
Türkiye’de yayımlanan fotoğraf yayınlarında tür ve
nitelik bakımından bir gelişme gözlenmektedir. Ancak
bu gelişimin ideal bir gelişmişlik düzeyinde olduğundan söz edilemez. Söz konusu dönemdeki önemli
gelişmeleri özetlemekte fayda bulunmaktadır.
Sol: Ameli Fotografya, A.Nezihi, Mesai Matbaası. 1331, İstanbul, 52 Sayfa. Sağ: Fotoğrafçılık Rehberi, Selanik Bon Marşesi. 1333 (1917) 126 Sayfa
Osmanlı Döneminden 1960’lı Yıllara Fotoğraf Yayınları:
Dünya basım tarihinde ilk eğitici fotoğraf yayını, 1839
yılında Daguerre’nin otuz baskı yapan bütün Avrupa
dillerine de çevrilen cep kitabıdır. Ceride-i Havadis’in
15 Ağustos 1841 tarihli sayısındaki haberde
Daguerre’nin bu kitabının İstanbul’a getirildiği ve tercüme edildiği yazmaktadır. 3 Ne yazık ki bu kitaptan
herhangi bir ize rastlanamamaktadır. O dönemdeki
iletişim araçlarının yetersizliği ve sonraki dönemlerde
fotoğrafın Osmanlı’da kabulü uzun sürse de, dönemin koşulları altında bu kitabın Türkçe’ye çevrilmiş
olması da ilginçtir.
S. Ali Ak ve Alberto Modiano’nun hazırlamış oldukları Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’nda Osmanlı
Döneminde eski harflerle yayımlanmış 50 adet eser
bulunmaktadır. Bu kitapların büyük bir çoğunluğunu
fotoğrafın kimyasal, teorik ve pratik yönüne ilişkin
eserler oluşturmaktadır. Eski harflerle yazılmış kitapların önemli bir bölümü ressam subaylarca yazılmıştır. 1871’de Yüzbaşı Hüsnü yurt dışında edindiği deneyimlerini bir araya getirerek ilk Türkçe telif fotoğraf
kitabı olan Risale-i Fotoğrafya’yı hazırlamıştır. Subay
yazarlarımızdan fotoğrafla ilgili en çok yayını olan
Sadullah İzzet’tir. Askeri matbaada çalışmış olan
Sadullah İzzet fotoğrafın kimyası, renklendirilmesi ve
pratiğiyle ilgili beş eserin yazarıdır.
Cumhuriyetin kuruluşu ve sonrasında Latin alfabeye
geçilmesinin yanısıra matbaa ve yayıncılık alanında
da önemli gelişmeler yaşanırken, fotoğraf yayınlarında çok fazla artış sağlanamamıştır. Türkçe Fotoğraf
Yayınları Kataloğu’nda 1928-1960 yıllarında fotoğraf
üzerine toplam yirmi beş adet kitap bulunmaktadır.
Yayınların önemli bir bölümü resmi kurumların
havacılık, polislik, tarım, orman gibi mesleki alanlarda fotoğrafın kullanımına yönelik teknik kitaplardan
oluşmaktadır.
Cumhuriyet sonrası ilk dönemde fotoğraf yayınları
açısından dikkat çeken isim Şinasi Barutçu’dur. Barutçu Türkiye’de fotoğrafın yaygınlaşması için örgütleşme ve eğitim gibi alanlardaki çabalarının yanısıra
AFSAD
1960-2000 Dönemi:
1960-1970 Döneminde Türkiye’de fotoğraf üretenlerin ve sanatsal söylemleri benimseyenlerin sayısında
belirli bir artış gözlenmektedir. Hatta bu dönemdeki
çalışmalarıyla öne çıkan isimler, fotoğrafımızda 1960
kuşağının temsilcileri olarak görülürken, aynı hareketlilik fotoğraf yayınlarında görülmemektedir.
Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’nda 1960-1970
yılları arasında oniki adet yayın görülmektedir. Bu
yayınların genel özelliği fotoğrafın tekniğini öğretmeyi
amaçlayan yayınlar olmalarıdır. Bu kitapların bir bölümü yabancı kaynaklardan çeviri yapılarak dilimize
kazandırılmış, bir kısmı da telif olarak yazılmış eserlerdir. Bu yıllarda yayımlanan eserlerin çoğunlukla
dış yayınlardan çeviri yapılarak dilimize kazandırılması, fotoğraf tekniğinde bilgi birikimine sahip, yetkin
bir kadronun henüz tam olarak oluşmamasından
kaynaklanmaktadır. Bu birikime sahip kişiler varsa
bile bunun yayınlara yansıması az olmuştur.
Türkiye içinde yaşanan siyasi ve ekonomik sorunlar,
1970’li yıllarda ülkede fotoğrafın gelişmesini önemli
ölçüde olumsuz olarak etkilemişse de fotoğraf adına
birçok önemli gelişme de olmuştur. Sami Güner’in
benzetmesiyle “Bebek doğmuş ve gelişmeye başlamıştır.” 1970’li yıllar fotoğraf üzerine olumlu ya da
olumsuz birçok sorgulama yapılmış ve yapılmaktadır.
Bununla birlikte kurumsal örgütlenmenin artması,
Fotoğraf Enstitüsü’nün açılması, çok sayıda fotoğraf
etkinliğinin yapılması ve fotoğrafın daha geniş kitlelere benimsetilmesi yönünde önemli çabalar gösterilmiştir. 60’lı yıllardan gelen kuşağa bu dönemde de
nitelikli çalışmalarıyla birçok yeni isim katılmıştır.
1971-1980 Döneminde, Türkiye’nin her alanında görülen hareketlilik gibi, fotoğraf yayınlarında da geçmiş
yıllara nazaran gelişmeler olmuştur. Türkçe Fotoğraf
Yayınları Kataloğu’nda bu dönemde yayımlanan 19’u
teknik yayın, 13’ü albüm olmak üzere toplam 32 eser
bulunmaktadır. Yine bu dönemde üç fotoğraf dergisi de yayımlanmıştır. Bu yayınların çoğunluğunun
ortak özelliği yine fotoğraf tekniği üzerine olmalarıdır.
Temel olarak fotoğrafçılığı öğretme düşüncesine
dayanan bu yayınların önemli bir kısmını yabancı
kaynaklardan yapılan çeviriler oluştururken, telif eserlerde geçmiş döneme nazaran bir artış olmuştur. Bu
Ocak - Şubat 2013
Fotoğraf Yayıncılığı
Dosya Konusu
fotoğraf yayınlarına da büyük önem vermiştir. İlk
Öğretim Gazetesi’nde çıkan yazıları daha sonra Foto
Konuşmaları adı altında toplanıp kitap haline getirilmiştir. Barutçu’nun eğitici kimliğiyle bütünleşmiş yazılarından oluşan başka kitapları da bu dönem içerisinde yayımlanmıştır. Öğretici Filmler Merkezi, Kılavuz
Kitaplar serisinde, 1954 yılında Şinasi Barutçu’nun
hazırladığı Diya, Film, Kısa Notlar’ı üç ayrı kitap
olarak yayımlamıştır. Şinasi Barutçu, Safder Sürel’le
birlikte 1945 yılında Türkiye’nin ilk fotoğraf dergisi
olan, “Profesyonel ve Amatörün Dergisi” Foto’yu yayımlamıştır. Suat Fenik’in hazırladığı İstanbul (1940)
isimli albüm de bu dönem içinde yayımlanan ilk ve
tek fotoğraf albümü olarak önem taşımaktadır.
15
Fotoğraf Yayıncılığı
yayımlanan Türk Fotoğrafı Yıllıkları’dır. 1978 yıllığı
dört dilde, 1980 yıllığı ise iki dilde yayımlanmıştır. Bu
iki çalışma “yıllık” anlayışı içerisinde yayımlanmış ilk
çalışmalar olması nedeniyle Türkiye fotoğraf sanatı
ve fotoğrafçıları için önem taşımaktadır. Ayrıca yıllıklar yabancı dillerde de yayımlanması nedeniyle Türk
fotoğrafının dışa açılan penceresi olmuştur.
Dosya Konusu
1970’li yılların sonlarına doğru teknik kitap ve dergilerin dışında Albüm ve katalogların da yayımlanmaya
başladığı görülmektedir. Türkçe Fotoğraf Yayınları
Kataloğu’nda bu dönemde yayımlanmış 11 adet
albüm bulunmaktadır. Bu yayınların fotoğraf yayınlarımızda belirgin bir artış ve canlılık getirdiği söylenebilir. Yine bu dönemde faaliyet gösteren Umut Poster
Yayıncılık ve Milliyet Yayınları ikişer albüm çalışmaları
ile bu alana kurumsal olarak destekte bulunmuşlardır.
16
dönemde yayımlanan bazı yayınların baskıları daha
sonraki yıllarda tekrarlanmıştır. Aydemir Gökgöz’ün
Bütün Yönleriyle Fotoğrafçılık Siyah-Beyaz, Renkli
kitabı 1977 ve 1980’de 5000’er adet basılmış, 1985
yılında ise basımı 3. kez tekrarlanmıştır. Aydemir
Gökgöz’ün bu kitabına bu kadar ilgi duyulmasının
nedeni, kitapta fotoğrafın tüm teknik süreçlerinin ayrıntılı olarak işlenmesi ve fotoğrafın her düzeyindeki
bilgi gereksiniminin karşılanabilmesidir.
Gültekin Çizgen ve Engin (Çizgen) Özendes tarafından 1976’da ilk sayısı yayınlanan Yeni Fotoğraf
dergisi Türkiye’de fotoğrafın gelişmesi ve genişlemesi adına önemli bir adım olmuştur. Yeni Fotoğraf, bir
süreli yayın olma özelliğinin dışında, pek çok başarılı
projelere imza atmıştır. Yeni Fotoğraf dergisinin
başarılı çizgisi yeni fotoğraf yayınlarını da beraberinde getirmiştir. Yayıncılık alanında dergi ve Fotoğraf
Yıllıkları ile elde edilen başarı sonucunda, farklı konu
ve düzeyde yeni fotoğraf yayınlarının yayımlanması
yönündeki düşüncelerle kurulan Fotoğraf Yayınları,
Türkiye’de sadece fotoğraf yayınları yayımlayan ilk
profesyonel yayınevi olmuştur. Fotoğraf Yayınları
Teknik ve Teorik Dizisi içinde, Gültekin Çizgen’in
hazırladığı Fotoğrafçılık ve Karanlık Oda Bilgisi, Rauf
Miski’nin hazırladığı Fotoğraf Okulu, Sabit Kalfagil’in
hazırladığı Fotoğraf Sanatında Kompozisyon kitapları
yayımlanmıştır. Bu kitapların dışında Red-House Yayınevi adına Çocuklarımız albümü de Yeni Fotoğraf
organizasyonu ile hazırlanmıştır. Yeni Fotoğraf’ı Türk
fotoğrafı ile bütünleştiren iki çalışma 1978 ve 1980’de
1970’li yıllarda fotoğraf yayınlarında sayıca çok olmasa da geçmişe göre belli bir artış olmasının nedeni,
bu dönemde çeşitli şehirlerde açılmaya başlayan
fotoğraf dernekleriyle birlikte, bu derneklerin fotoğrafa olan ilginin artmasına katkı sağlamış olmasıdır. Bu
dönemde yayımlanan kitapların bir kısmı siyah beyaz
fotoğraf tekniğinin yanında, artık daha fazla kullanılmaya başlanan renkli fotoğraf tekniğini de kapsamaktadır. Bazı kitapların tüketilmesiyle birlikte tekrar
baskıya girmeleri de fotoğraf yayınlarına ihtiyacın
giderek arttığını göstermektedir. Bu dönemde fotoğrafı bir fikir ürünü olarak savunanların sayısı belirgin
bir biçimde artarken, bunun yayınlara yansıması pek
gözlenmemektedir. Fotoğraf kavramını sorgulayan
düşünsel yayınlar ortaya çıkarılamamıştır. Bu konuda
üretilen bazı yazılar ancak kültür sanat dergilerinin
sayfalarıyla sınırlı kalmıştır.
Daha önceki dönemlere göre, 1980’lerde daha hızlı
bir gelişim gösteren Türkiye’nin, kültürel alanında yaşanan değişim dikkat çekicidir. İletişim teknolojilerine
yönelik yapılan yatırımların bu değişimin dinamiğine
önemli katkıları olmuştur. 1970’li yıllarda başlayan
televizyon yayınları, önce siyah-beyaz ve ardından
renkli yayına geçilmesi, 1980’li yıllarda tek kanaldan
iki kanala geçilmesi ile görsel yayıncılık Türkiye’de
sosyal yaşamı en çok etkileyen etkenlerden biri
olmuştur. Bu dönemin hemen başında yaşanan 12
Eylül 1980 darbesinden en çok etkilenen alanların
başında basım ve yayım sektörü gelmektedir. Darbe
sonrasında kapatılan basın ve yayın kuruluşları,
tutuklanan yazar ve yayıncılar, toplatılan, yasaklanan
ve imha edilen kitaplar darbenin bu alanda ne derece
etki ettiğinin bir göstergesidir. Fotoğraf Yayınları
Kataloğun’da bu dönemde 7 teknik kitap, 16 derleme
yayın, 3 dergi ve 27 adet albüm kaydı bulunmaktadır.
1981-1990 yılları arasında yayımlanan fotoğraf
yayınlarında içerik olarak yeni türlerin ve fotoğraf tarihimize ilişkin incelemelerin yayımlanmaya başladığı
görülmektedir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi teknik
ağırlıklı kitapların dışında, bu süreçte yeni tür yayınlar
yer almaya başlamıştır. Bu yayınlar arasında; Seyit
Ali Ak’ın araştırmacı kimliği ile bütünleşmiş eserleri,
fotoğraf tarihimizi aydınlatan önemli çalışmalardır. Bu
Türkiye’de fotoğraf yayınlarının en üretken kişilerinden biri olan Engin Özendes ise önemli araştırmalarıyla bu dönemde, fotoğrafta Osmanlı dönemini
aydınlatan iki albüme imza atmıştır. Haşet Kitabevi
tarafından yayımlanan albümlerin ilki 1987’de yayımlanan Osmanlı İmparatorluğunda Fotoğraf 1839-1919
olmuştur. 1989’da yayımlanan Fotoğrafçı Ali Sami
isimli albümde, yine Osmanlı döneminin subay fotoğrafçılarından Ali Sami’nin yaşam öyküsü ve fotoğrafları, fotoğraf tarihimizin ilk döneminin önemli belgeleri
olarak gün ışığına çıkarılmıştır. Engin Özendes,
Seyit Ali Ak, Alberto Modiano gibi araştırmacıların
Türkiye’nin fotoğraf tarihi ile ilgili incelemelerinin bu
dönemde yayımlanması, fotoğraf tarihimizin aydınlatılması, bu yayınlarla kayıtlara geçirilmesi ve araştırmacılara kaynaklık edecek önemli eserlerin kazandırılması fotoğraf yayınları için de önemli gelişmelerdir.
Bu dönemde yayımlanan teknik kitaplar, renkli baskı
tekniklerinin yaygınlaşmasına karşın, maddi koşullar
nedeniyle siyah beyaz olarak yayımlanabilmiştir.
Yayınevlerinin fotoğraf yayınlarına pek fazla rağbet
etmemeleri nedeniyle bu dönemde Türkiye fotoğrafının kurumsallaşma çabalarına önemli hizmetlerde
bulunan İFSAK ve AFSAD gibi iki fotoğraf derneği
yayımladıkları dergi ve kitaplarla bu açığı kapatma
çabasına girmişlerdir.
1980-1990 yıllarında yayımlanan derleme yayınlarının hemen hepsinin altında İFSAK imzası bulunmaktadır. Türkiye’nin en eski fotoğraf derneği olmasının
yanısıra İFSAK, yayımladığı eserlerle de bu konuda
öncülük etmiş bir kuruluştur. İFSAK’ın bu tavrı fotoğraf yayıncılığının Türkiye’de gelişmemiş olması ve
bu alanda oluşan boşluğu giderme çabasıdır. 1980
sonrasında Türkiye’de yayımlanan fotoğraf albümlerinin sayısının giderek arttığı, sayının yanında farklı
anlayışlarla yayımlanan birçok albümün, baskı kaliteleriyle de olumlu yönde gelişmelerin olduğu dikkat
çekmektedir. Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’nda
bu dönemde yayımlanmış 27 albüm bulunmaktadır.
Bu albümlerin bir kıs-mı yayınevlerince yayımlanırken, önemli bir çoğunluğu da fotoğrafçıların kendi olanaklarıyla yayımladığı albümler olarak dikkat çekmektedir. Fotoğrafçıların albümlerini kendi olanaklarıyla
yayımlamasının nedeni yayınevlerinin bu konuya,
maliyetlerin yüksek, satışın ise az olması nedeniyle
kaçınmaları ve genellikle isim yapmış fotoğrafçıların
çalışmalarını yayımlama eğilimleridir. Buna karşılık
fotoğrafçıların kendi kısıtlı olanaklarıyla yayımladıkları
albümler birer özveri ürünü olarak kabul edilebilir.
Bu dönemde yayımlanan 27 albümden 11 tanesi
fotoğrafçıların kendilerinin yayımladıkları albümlerdir.
Bunların bir kısmı sergi albümü niteliğinde, bir kısmı
da farkı dönemlerde yapılmış çalışmaların bir araya
getirildiği albümler olarak dikkat çekmektedir.
Bu dönemde yayımlanan Tahir Ün’ün Düşlenmiş
Manzaralar/Değişiklik Anları, Orhan Alptürk’ün 40
Öykü albümleri bu anlayışın tipik örneklerindendir.
AFSAD
1991-2000 yılları arasında yayımlanan fotoğraf yayınlarının bir önceki döneme göre sayıca artmış ve
farklı çizgide yeni yayınların olduğu gözlenmektedir.
Bu dönem içerisinde fotoğraf tekniği ile ilgili temel
ve üst düzeylere yönelik olarak yayımlanan 29 yayın
bulunmaktadır. Bu dönemde fotoğraf üzerine derleme ve kuramsal kitapların sayısında da büyük bir
artış olmuş, toplam 9 derleme, 29 adet de fotoğrafın
yapısı ve felsefesi üzerine kuramsal kitap yayımlanmıştır. Albüm sayısında da büyük bir artış olmuş,
100 civarında albüm yayımlanmıştır.5 Teknolojinin
gelişimi ile birlikte CD -ROM ve İnternet dergileri gibi
yeni yayınlar Türkiye’de de yayınlanır olmuştur.
Bu dönem içerisinde yayımlanan fotoğraf yayınları
içerisinde 25 teknik kitabın 16 tanesini temel düzeydeki kitaplar, 6 tanesini ileri düzeye yönelik teknik
kitaplar, 3 tanesini fotoğrafın farklı meslek dallarında
kullanımına yönelik kitaplar oluşturmaktadır. Temel
düzeye yönelik kitapların 10 tanesini telif eserler oluştururken, 6 tanesi de yabancı kaynaklardan yapılan
çevirilerle dilimize kazandırılmıştır. Üniversitelerde
fotoğraf programlarının konulmaya ve sayılarının giderek artmaya başlamasıyla birlikte, bu kurumların ve
öğretim üyelerinin hazırlamış olduğu yayınlar, fotoğraf
yayınlarının sayısının artmasına katkıda bulunmuştur.
1991 yılından itibaren derleme ve kuramsal yayınların
hızla artmakta oldukları görülmektedir. Geçmiş dönemlerde yalnızca fotoğraf tekniğini öğreten yayınlar
yayımlanırken, 1990’lı yıllarda yayımlanan kuramsal
kitaplar, derleme ve kılavuzlar, fotoğraf yayınlarına
büyük bir canlılık getirmiştir. Bu dönem içerisinde,
İhsan Derman’ın hazırlamış olduğu Fotoğraf ve
Gerçeklik adlı eserle başlayan ve fotoğraf kavramını
sorgulayan, açıklayan birçok eser yayımlanmıştır. Fotoğraf ve Gerçeklik farklı yayınevleri tarafından üç kez
yayımlanmıştır. İhsan Derman, Villem Flusser’in fotoğrafı sorgulayan kuramsal bir çalışma olan Bir Fotoğraf
Felsefesine Doğru eserini de dilimize çevirmiştir.
Benzer biçimde fotoğraf kuramı üzerine iki yayın
Reha Akçakaya’nın çevirileriyle dilimize kazandırılmıştır. Bu eserler, çağımızın önemli yazarlarından biri
olan Roland Barthes’in Camera Lucida ve Susan
Sontag’ın Fotoğraf Üzerine adlı çalışmalarıdır. Türkiye’de fotoğraf üzerine en çok yazı yazan ve düşünce
Ocak - Şubat 2013
Fotoğraf Yayıncılığı
Bu albümlerin yayınlanış öykülerini Tahir Ün “Herkesin araba ve ev almak için tüketici kredisi aldığı
dönemde biz albüm çıkarabilmek için tüketici kredisi
kullandık. Baskı ve renk ayrımı maliyetlerini düşürmek ve pazarlık olanağı bulabilmek için birleşerek, iki
ayrı albümü ortak yayımladık. 1000’er adet basılan
albümler, basında, sanat dergileri ve kitap eklerinde
tanıtılmasına karşın 2-3 yılda ancak tüketilebildi”
şeklinde ifade etmektedir.4
Dosya Konusu
yayınlar içerisindeki ilk eser; 1982 yılında yayımlanan
Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’dur. Bu eserle
Osmanlı döneminden 1982 yılına değin yayımlanan
fotoğraf yayınları ciddi bir araştırma ile ortaya çıkarılmış, yayınlar türlere ayrılarak künyeleri ile birlikte
fotoğraf araştırmacılarına kaynaklık edecek bir yayın
olarak ortaya çıkarılmıştır. Bu yayının geliştirilmiş
baskısı, güncellenerek Seyit Ali Ak-Alberto Modiano
imzasıyla 1993 yılında tekrar yayımlanmıştır.
17
Fotoğraf
Estetik
Fotoğrafve
Yayıncılığı
Dosya Konusu
18
üretenlerin başında gelen Gültekin Çizgen’in, bu dönemde farklı yayınevi ve dernekler tarafından birçok
kitabı yayımlanmıştır. Çizgen’in bu dönemde İFSAK
yayınlarından çıkan Fotoğrafın Yapısı ve Kimliği Üzerine Denemeler, 1993 yılında Varlık Yayınlarından
çıkan Ve Fotoğraf, 1994 yılında Fotoğraf ve Yaşam
Yokuşunda İlk 50, 1998 yılında Arkeoloji ve Sanat
Yayınlarından çıkan Fotoğrafın Görsel Dili, Kelaynak
Fotoğraf kuramsal dizisinden çıkan Işık Çağı-Fotoğraf Çağı ve 2000 yılında Om Yayınlarından çıkan
Fotoğraf 2000 isimli kitapları yayımlanmıştır. 19912000 yılları arasında Türkiye’de fotoğraf albümlerinin
sayısında büyük bir artış olmuştur. Farklı boyut, biçim
ve içeriklerle 100 civarında albüm yayımlanmıştır.6
Engin Özendes bu dönemde, 1998 yılında Yapı Kredi
Yayınları tarafından yayımlanan Abdullah Freres,
Osmanlı Sarayının Fotoğrafçıları ve 1999 yılında
Sebah&Joaillier’den Foto Sabah’a Fotoğrafta Oryantalizm, Yapı Endüstri Yayınları tarafından yayımlanan
Osmanlı’nın İlk Başkenti Bursa, Osmanlı’nın İkinci
Başkenti Edirne, Osmanlı’nın Son Başkenti İstanbul,
Tarih Vakfı ve Pamukbank tarafından yayımlanan
Türkiye’de Fotoğraf, 2000 yılında Tarih Vakfı ve Pamukbank tarafından yayımlanan Merhaba Atina-Here
İstanbul gibi pek çok başarılı yayın çalışmasına imza
atmıştır. Engin Özendes’in albümlerinin önemli bir
özelliği de, hazırladığı her albümün metinlerinin İngilizce çevirilerinin bulunmasıdır. İngilizce metinlerle
albümlerin dışarıya yönelik satışlarının kolaylaştırılması düşüncesinin yanında, Türkiye fotoğrafının dışa
yönelik tanıtımı da amaçlanmaktadır.
Ara Güler’in, geçmiş dönemler içerisinde Türkiye’de
Fotoğraflar ve Ara Güler’in Sinemacıları adlı albümleri
yayımlanmıştı. Küçük boyutlardaki bu iki albümün
ardından, bu dönem içerisinde iki yayın şirketi tarafından Ara Güler’in dört büyük fotoğraf albümü yayımlanmıştır. Ana Yayıncılık tarafından 1994’te Bir Ömür
Böyle Geçti Kalanlara Selam Olsun, 1995’de Yüzlerinde Yeryüzü; Dünya Yayınları tarafından 1994’te
Eski İstanbul Anıları, 1995’de Yitirilmiş Renkler
albümleri yayımlanmıştır. Dünya Yayınları tarafından
yayımlanan albümler Türkçe ve İngilizce olarak ayrı
ayrı yayımlanmıştır. Ara Güler’in Yitirilmiş Renkler
ve Yüzlerinde Yeryüzü albümlerinde renkli, diğer iki
albümde ise siyah beyaz çalışmaları yayımlanmıştır.
Ara Güler’e Saygı ise 1998 yılında Probil tarafından
doğumunun 70. yılına armağan olarak hazırlanmıştır.
1990’lı yıllarda bir devrim niteliğindeki bilgisayar alanındaki gelişmelerden hiç kuşkusuz yayıncılık alanı
da etkilenmiştir. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren
özellikle büyük basım ve yayın kuruluşlarında, yayınların hazırlık aşamasında kullanılmaya başlanan
bilgisayarlar daha sonraki yıllarda, özellikle 1990’lı
yılların ikinci yarısında, yeni bir yayıncılık türü olarak
elektronik yayınları ortaya çıkarmıştır. Elektronik yayınlar iki ayrı tür olarak gelişim göstermiştir. Birincisi
internet yayınları, ikincisi CD-ROM’lardır. Türkiye’nin
teknolojiyi yakından izlemesi nedeniyle, bu yeni yayın
türlerinde yayınlar, Türkiye’de de yayımlanır olmuştur.
Bu yayın türünün sağlamış olduğu büyük olanaklar
elektronik fotoğraf yayınlarını da gündeme getirmiş-
tir. Gelişen multimedya programlarının CD-ROM’lar
üzerine video görüntüsü ses, yazı ve animasyon
kaydı gibi değişik olanaklar tanımaya başlamasıyla,
CD-ROM’lar aynı zamanda sunum aşamasında da
kullanılmaya başladılar. Türkiye’de Arif Aşçı’nın İpek
Yolunda Son Kervan, Coşkun Aral’ın Sözün Bittiği
Yer albümlerine ek olarak verilen CD-ROM’larla ve
İFSAK tarafından hazırlanan CD-ROM bu yeni yayın
türünün öncü çalışmalarından olmuştur.
Yine bilgisayar teknolojisinin gelişiminin etkisiyle yeni
bir yayıncılık türü olarak İnternet yayıncılığı gündeme
gelmiş, Fotografya dergisi de bu yeni türün Türkiye’deki öncüsü olmuştur. Bu dönemde yayımlanan bütün
fotoğraf yayınlarına bakıldığında yayınevlerinin yine
fotoğraf yayınlarına mesafeli yaklaştıkları görülmektedir. Yayınevleri daha çok teknik ve teorik kitaplara
yönelirken, genelde tanınmış fotoğrafçıların çalışmalarına yer veren az sayıda albümü de yayımlamışlardır.
Sonuç Yerine:
Fotoğraf yayınlarında ve yayıncılığında bazı temel
sorunların henüz tam olarak çözülemediği açıktır.
Türkiye’de fotoğraf yayınları, çoğunlukla kişisel
özverilerle yayımlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de
profesyonel anlayışla fotoğraf yayıncılığı birkaç örnek
dışında yapıl(a)mamıştır. Yayınevleri, fotoğraf yayınlarının maliyetlerinin yüksek, bunun yanında satışların da genel olarak düşük olması nedeniyle bu alana
pek ilgi göstermemektedirler. Yayınevlerinin fotoğraf
yayınlarına ilgisizliğinden doğan bu boşluk, konuya
önem veren kişi ya da kuruluşların, kişisel çaba ve
özverileriyle kapatılmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de
yayımlanmış birçok fotoğraf yayını bu koşullar altında
iyi niyetlerle yayımlanmaya çalışılmıştır. Yayıncılık
konusunda bilinç ve deneyim eksiklikleri, fotoğraf
yayını konusunda çaba ve emek harcayan kişileri de
zaman zaman maddi ve manevi olarak zor durumda
bıraktıkları gibi bu yayınlar, yeterli tanıtımı yapılamadığı için de hedef kitleye kolay ulaşamamaktadır.
Yayınevleri dışında Türkiye’de “Fotoğraf Müzesi”,
“Fotoğraf Federasyonu” gibi örgütlenmelerin yayınlar
konusunda henüz beklenen katkıyı sağlayamamış olmaları, Kültür Bakanlığı ve üniversiteler gibi var olan
kurumların da “ödenek yetersizliği” nedeniyle gereken ilgiyi göstermemeleri nedeniyle, fotoğraf yayınlarını yeterli düzeyde destekleyecek kurumlar yoktur.
Fotoğraf dernekleri de maddi zorluklar nedeniyle bu
konuya yeterince ilgi gösterememektedir. Türkiye’deki fotoğraf sektörü de son dönemlerde artış gösteren
sponsorluk anlayışına karşın fotoğraf yayınlarına
ilgisiz kalmaktadır.
Türkiye’de fotoğrafla ilgilenenlerin sayıları, geçen
zaman içerisinde artış gösterse de, fotoğraf yayınlarına aynı oranda ilgi gösterilmemektedir. Fotoğraf
yayınlarında arz-talep ilişkisi tam olarak gelişmemektedir. Yazar, yayıncı ve okuyucu üçgeninde tam
bir ilişki bulunmamaktadır. Fotoğrafla ilgilenenlerin
yayınlara ilgi göstermemeleri genel olarak iki nedene
dayanmaktadır. Birincisi; genel okuma alışkanlığının
olmaması, fotoğrafa ilgi duyan kişilerde, yayınla-
Fotoğraf Yayıncılığı
rın kendilerini geliştirebileceği bilincinin tam olarak
oluşmamış olması gibi nedenlerdir. İkinci olarak;
ekonomik etkenler de okuyucu ilgisini azaltmaktadır.
Fotoğraf malzemelerinin ithal mallar olması nedeniyle
sürekli döviz ve fiyat artışlarının olması ve fotoğrafın
Türkiye’de giderek pahalı bir uğraş haline gelmesiyle yaşanan maddi sorunlar fotoğrafla uğraşanları
olumsuz olarak etkilemektedir. Bunun yanında bazı
yayınların fiyatlarının yüksekliği, ekonomik olarak
zorlanan fotoğrafçıları etkileyebilmektedir.
Fotoğraf yayınlarında karşılaşılan bir başka sorun da
baskı kalitesinde yaşanmaktadır. Fotoğraf yayınları belli bir baskı kalitesinin üzerinde olmalıdır. Son
dönemlerde yayımlanan fotoğraf yayınlarında belli
bir kaliteye ulaşılsa da, yayımlanan eserlerin baskılarında sorunlar yaşanmaktadır. Baskı tekniklerinin
ve teknolojisinin gelişmiş olmasına karşın, özellikle
matbaalar bu konuda yeterli titizliği göstermemektedirler. Fotoğraf yayınlarının okuyuculara daha kolay
ulaşmasını sağlayacak yeterli düzeyde tanıtımları
yapılamamaktadır. Tanıtımların yeterli düzeyde
yapılması halinde, yayınların daha fazla sayıda kişiye
ulaşabilmesi sağlanacaktır.
Fotoğraf yayınları, fotoğraf tekniğinin ve sanatının
öğrenilmesinde ve ülke fotoğrafının kurumsal bir yapı
içerisinde gelişimini sürdürebilmesinde, önemli bir
işleve sahiptir. Fotoğraf yayınlarının gelişmesi ancak
bu konuda yeterli bir bilinçlenme sağlandığında
mümkün olacaktır. Bu bilinçlenmenin sağlanabilmesi
için fotoğraf kuruluşlarına, yöneticilerine ve konuya
duyarlı bireylere, yönlendiriciler olarak büyük iş düşmektedir. Yayınevlerinin, fotoğraf yayınlarına daha
fazla ilgi gösterebilmeleri için öncelikle bu konuda
arz-talep dengesinin yaratılması gerekmektedir.
Fotoğrafa ilgi duyanların bu yönde talepleri artırılmalıdır. Yayınevleri, fotoğraf yayınlarına talebin yüksek
olması durumunda konuya ilgi göstereceklerdir.
Daha iyi fotoğraf yayınlarının yayımlanabilmesi için
profesyonel ve deneyimli bir kadro oluşturulmalıdır.
Yayınevleri, kendi bünyelerinde fotoğraf konusunda
uzmanlaşmış kişi ya da kişilerin danışmanlığında
fotoğraf konusunda ilgi uyandırabilecek konuları
belirleyecek “Fotoğraf Dizisi” biçiminde birden fazla
yayın hazırlayarak daha çok ilgi çekebilir. Fotoğraf
konusunda yapılmış bilimsel çalışmalar ya da deneyimler böyle bir dizi içerisinde değerlendirilebilir. Fotoğraf sanatı ya da tekniği üzerine yapılan çalışmalar
ve edinilen deneyimler, ileride yayımlanacak yayın
projeleri olarak hazır hale getirilmelidir. Çalışmaları
AFSAD
Dosya Konusu
Tez araştırması sırasında, fotoğraf dernekleri ve
üniversitelerin fotoğraf bölümlerinde, yayımlanan
fotoğraf yayınlarının topluca bulunabileceği gelişmiş
bir alan kütüphanesinin bulunmadığı gözlenmiştir.
Bu kuruluşlarda bulunan kütüphaneler de, ekonomik
nedenler ya da bu konuya kayıtsız kalınmasıyla tam
olarak geliştirilememektedir. Türkiye’de yayımlanan
bütün kitaplardan en az iki tane gönderilme zorunluluğunun olduğu Milli Kütüphane’de bile, yayımlanan
fotoğraf yayınlarının birçoğu bulunmamaktadır.7 Ayrıca kütüphaneleri etkin bir şekilde kullanma alışkanlığının gelişmemiş olduğu da bir gerçektir.
kitap ya da albüm haline getirme düşüncesi yaygınlaştırılmalıdır. Fotoğraf yayınları, kişisel özveri yerine,
kurumsal desteklerle yayımlanmalıdır. (Günümüzde
Say Yayınlarının fotoğraf dizisi, sadece fotoğraf yayınları basımı yapan Espas Yayınevinin çalışmaları
ve Açıköğretim Fakültesi bünyesinde hazrılanan ders
kitapları bu konuda olumlu örneklerdir.)
Fotoğraf etkinlikleri düzenlenen ortamlarda, yeni çıkan
ya da daha önce yayımlanan kitapların sahipleri ile
imza günü, söyleşi gibi etkinlikler daha düzenli biçimde gerçekleştirebilir. Küçük okuma grupları oluşturularak yayınlar üzerinde düşünsel tartışmalar yapılmasıyla yayınlara daha fazla ilgi duyulması sağlanabilir. Bu
tür etkinlikler yayınlara olan duyarlılığı artıracaktır.
Yayınevleri ya da yayıncı kuruluşların, derneklere,
fotoğraf eğitimi verilen okullara yayınlarından armağan etmeleri halinde, bu kuruluşların kütüphanelerini
daha kolay geliştirebilmeleri sağlanacaktır. Ayrıca,
fotoğraf kuruluşları sınırlı da olsa, bütçelerinden,
yayınlara belirli bir pay ayırmalıdır. Fotoğraf yayınlarının baskı kalitelerinin artırılması için, konuya duyarlı,
sanat yayını basımı yaptığının bilincinde matbaalarla
çalışılmalı ya da çalışılan matbaalarla daha etkili bir
diyalog kurularak gerekli hassasiyetin gösterilmesi
sağlanmalıdır. Yayınların tanıtımına önem verilmeli,
bu konuda daha etkin çalışmalar yapılmalıdır. Fotoğraf dergileri içeriklerinde yayın tanıtımlarına daha
fazla yer ayırmalıdır. Yayınlar, daha fazla tanıtımının
yapılabilmesi için yayımlanan eserlerden kütüphane-
Ocak - Şubat 2013
19
Fotoğraf
Estetik
Fotoğrafve
Yayıncılığı
Dosya Konusu
20
lere olduğu gibi dergilere ya da tanıtıcı yazı yazan
kişilere de gönderilmelidir.
Satış fiyatları çok yüksek olan büyük boyutlu, ciltli albümlerin yanı sıra, Türkiye dışında olduğu gibi, daha
küçük boyutlarda ve karton kapaklı tıpkıbasımlarının
yapılması ve daha ucuz fiyatlarla satışa sunulmasıyla, fotoğraf sanatı örneklerinin daha geniş kitlelere
ulaşması sağlanabilecektir.
Fotoğraf yayınlarının gerek nicelik gerekse nitelik
açısından çağdaş ölçülerde yayımlanıyor olması,
Türkiye’de fotoğraf sanatını daha iyi düzeye getireceği gibi, Türkiye’nin çağdaş kültürel gelişim düzeyini
yakaladığının da bir göstergesi olacaktır.
Gül SILACI ve Reyhan TUTUMLU; “Türkiye’de Kitap
Okunuyor Mu?”, E Aylık Kültür ve Edebiyat Dergisi, Ocak
2001, Sayı 22
2
Alpay KABACALI; “1980 Sonrası Yayıncılık”, Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul
1995, Cilt 15, Sayfa 1470
3
Şinasi BARUTÇU; “Foto Konuşmaları”, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Gazetesi Yayınları, Ankara 1947, Sayfa
14
4
Tahir ÜN ile yapılan 30 Ağustos 2000 tarihli görüşme
5
1993 yılında yayımlanan “Türkçe Fotoğraf Yayınları
Kataloğu 1871’den 1993’e” kitabını hazırlayan Alberto
Modiano’nun yayınlanmamış notları
1
“Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu”nu hazırlayan Alberto Modiano’nun yayınlanmamış notları
7
2527 Sayılı “Basma Yazı ve Resimleri Derleme
Kanunu”na göre yayımlanan bütün eserler başta Milli
Kütüphane olmak üzere Ankara, İstanbul, İzmir İl Kütüphanelerine gönderilmesi gerekir.
6
Kaynakça:
AK Seyit Ali, MODİANO Alberto.. “Türkçe Fotoğraf Yayınları Katoloğu 1871’den 1993’e”, Ataol Yayıncılık, İstanbul
1993
BARUTÇU Şinasi. “Foto Konuşmaları”, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Gazetesi Yayınları, Ankara 1947, Sayfa 14
GÜNER Sami. “Bebek Ayağa Kalkıyor”, Hürriyet Gösteri
Dergisi, Mayıs 1982
KABACALI Alpay. “1980 Sonrası Yayıncılık”, Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul
1995, Cilt 15 Sayfa 1470
MODİANO Alberto. Yayımlanmamış notları
SILACI Gül, TUTUMLU Reyhan. “Türkiye’de Kitap Okunuyor Mu ?”, E Aylık Kültür ve Edebiyat Dergisi, Ocak 2001,
Sayı 22
ÜN Tahir. 30 Ağustos 2000 tarihli görüşme
ÜRPER Osman. “1960-2000 Yılları Arasında Türkiye’de
Fotoğraf Yayınları ve Yayıncılığı” Marmara Üniversitesi
Güzel Sanatlar Enstitüsü Fotoğraf Ana Sanat Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
TCK 2527 Sayılı Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini
Derleme Kanunu
Bu zorlukların aşılması konusunda önerileriniz?
Fotoğraf Dergisi, ülkemizde şimdiye kadar yayınlanmış en uzun süreli fotoğraf dergisi oldu. İlk çıkış
tarihi 1995 ve 2013 yılına girdiğimizde 18 yılı geride
bırakmış olacağız. Özellikle 2000’li yılların başında
insanlar bazı bilgileri internette bulabilmeye başladılar. İlk zamanlarda herkesin hoşuna giden bu özellik,
günümüzde bazı sorunları da beraberinde getiriyor.
İnternette bulduğunuz bilgi ne kadar doğru ve ne
kadar güvenilir? Hepimizin başına gelmiştir, internette bir konu hakkında arama yaptığınızda karşınıza
alakası olmayan binlerce içerik de çıkabilir. Tabii bu
söylediklerim internet ortamının sağladığı avantajları
ortadan kaldırmıyor.
Fotoğraf Dergisi’nde her sayı, en az 14 yazarımızın
o sayı için özel olarak hazırladığı içerikleri sunuyoruz. Yani dergiyi insanların her yerde bulabileceği
ürün haberleri ile doldurmuyoruz. Böylece dergiyi
para verip satın alan okuyucularımıza özel bir içerik
sunmuş oluyoruz. Fotoğraf Dergisi’nde bize uzun
yıllardır destek veren çok değerli hocalarımız da var.
Bu yazar kadrosu daha önce hiçbir dergide bir arada
olmadı, bu çok önemli. Fotoğraf Dergisi’nin sadece
son yıllarda değil, ilk çıktığı yıllardan beri yapmaya
çalıştığı bir diğer şey ise eğitim konularına ağırlık
vermek.
Bir fotoğraf kitap veya dergisinin içeriği sizce nasıl
olmalı?
Fotoğraf kitabı ayrı bir konu. Ancak bir fotoğraf dergisi
nasıl olmalı derseniz, bu tek bir derginin içeriğinde
çok zor. Ülkemizde fotoğraf sektörü ve yayınları destekleyenler çok az. O yüzden başka ülkelerdeki gibi,
onlarca yayın maalesef çıkamıyor. Türkiye’de bizden
sonra çıkan her yayın Fotoğraf Dergisi’nin takipçisi
oldu. Bizde yayınlanan konular, içerikler, dosyalar,
portfolyolar tekrar tekrar yayınlandı. Kısaca yeni bir
üslup ya da içerik geliştiremediler. Sadece İz Dergisi’
ni bunun dışında tutabilirim. Bir portfolyo fotoğraf dergisi olarak başarılı buluyorum. Esasında ben de kişisel olarak idealimdeki dergiyi yapabildiğimi tam anlamıyla söyleyemem. En basitinden bazı konularda ve
sürekli olarak yazı yazabilecek uzman kişiler çok az.
Basılı yayın çıkartmanın zorlukları (maddi, konulan
emek) konusunda neler söylemek istersiniz?
Bunun aşılması için insanlarımızın okuma alışkanlığı kazanması ve daha çok dergi, kitap takip etmesi
gerekiyor. İkinci olarak da, fotoğraf ve sanatı destekleyen kurumların biraz daha ilgi göstermesi…
Ülkemizdeki ve dünyadaki fotoğraf yayıncılığı konusunda ne söylemek istersiniz?
Ülkemizde uzun yıllar sadece bir adet fotoğraf dergisi
çıkmış. Biri kapanmış, sonra diğeri çıkmış. Fotoğraf
Dergisi çıkmadan bir süre önce de yine bir yayın
kapanmış ve dergi o zaman çıkmış. Yurt dışına baktığımızda ise o yıllarda bile onlarca dergi çıkıyordu.
Bir derginin yaşaması için onun okunması ve satın
alınması gerekiyor. Yoksa kimsenin okumayacağı
ya da sadece yüz kişiyi ilgilendiren bir dergi yapmak
pek mantıklı değil. Eskiden yapılan hatalardan biri bu
olmuş. Dergiler içerisinde kimsenin ilgilenmediği ya
da gereksiz içerikler sunulmuş. Bugün de bazı yayınlarda aynı hataları görüyorum.
Ancak, dergilerin dışında artık Türkçe pek çok fotoğraf kitabı ve fotoğraf albümü yayınlanıyor. Hatta sadece fotoğraf kitapları yayınlayan kitabevleri bile var.
Dosya Konusu
Sanal ortamda da yayınlanan çokça bilgi olmasına
rağmen neden basılı yayın?
Çıkardığınız derginin yeterince fotoğrafsevere ulaştığını düşünüyor musunuz? Ya da ulaşması konusundaki önerileriniz neler?
21
Ülkemizde satılan fotoğraf makinesi sayısı her yıl
daha da artıyor. Bu rakam neredeyse bir milyona
ulaşmış durumda. Ancak iş makine satın almakla
bitmiyor tabii ki. Fotoğrafçılığı geliştirmek için bilgi,
tecrübe ve sabır gerekiyor. Bir derginin yedi-sekiz
bin kişiye ulaşması elbette yeterli değil. Biraz önce
bahsettiğim okuma alışkanlığının da artması lazım.
Ancak böyle olursa dergiler ve yayınlar daha fazla
takip edilebilir. Son olarak şunu söylemek gerekir ki,
tüm fotoğraf yayınları içerisinde hâlâ en çok satan
dergi Fotoğraf Dergisi’dir.
Bir yılı aşkın zamandır bir de yeni bir web sitesi
hazırlıyoruz: www.fotografbilgimerkezi.com. Burada fotoğraf severlere sıkça güncellenen ve dergide
veremediğimiz içerikleri, videoları, incelemeleri
sunuyoruz. Bu web platformunda da yine bir boşluğu
doldurduğumuzu düşünüyorum. Fotoğrafseverlere
güncel, hızlı, doğru ve güvenilir bir içerik sunuyoruz.
Basılı yayınların çoğunun iki gelir kaynağı vardır.
Biri reklamlar, diğeri de satışlar. Fotoğraf Dergisi’nin
satışları eskiye nazaran artsa da fotoğraf sektörü küçüldüğü için reklam sayısında bir azalma oldu. Bu da
bazı sıkıntıları beraberinde getiriyor. İstediğiniz kalitede kâğıt kullanamıyorsunuz mesela. Basılı dergi için
kâğıt, baskı, dağıtım ve diğer tüm masraflar ciddi bir
yük. Ancak tüm bunlara rağmen, Fotoğraf Dergisi’ni
Türkiye genelinde bulabiliyorsunuz.
AFSAD
Fotoğraf Yayıncılığı
Ömer Serkan Bakır
Ocak - Şubat 2013
Fotoğraf
Estetik
Fotoğrafve
Yayıncılığı
Dosya Konusu
22
Fotoğraf Yayıncılığı Üzerine Birkaç Söz
Hüseyin Yılmaz
Sanal ortamda fotoğrafla ilgili bolca bilgi bulmak
mümkün ancak, bu bilgilerin ne kadarının doğru ya
da yanlış bilgiler içerdiğini söylemek mümkün değil.
Bir yandan sanal ortam bilgiyi kolaylıkla paylaşma
imkânı sunarken diğer yandan yanlış filtrelenen bilgileri yayma olanağı yaratıyor. Basılı yayın bu anlamda
sanal ortamdan daha sorumlu davranmayı gerekli
kılan bir ortam. Sanal ortamdaki bir sürü gereksiz bilgiyi dışarıda tutma ve arşivlenme imkânı da sunuyor.
Dijital arşivleme sistemlerinin güvenirliği henüz kanıtlanmış değil. Yarın güneşteki bir patlama insanlığın
elindeki bütün dijital veriyi silebilir. Bunu derken sanal
ortamda yeni gelişen e-kitabı reddetmemek gerektiğini düşünüyorum.
Basılı yayın çıkarmanın en temel zorluğu, maddi
konulardaki sorunlar olduğu görülse de aslında öyle
değil. Doğru, basılı bir yayını meydana getirmek
için her aşamada para ödemek gerekli, yoksa yayın
çıkmıyor meydana. Ancak esas sorun; ülkemizdeki
okuma kültürünün zayıf olması, kurumsal desteğin
hiç olmaması ve okuyucu kitlesinin geliştirilmesi sorunudur. Örneğin çoğu fotoğrafsever hatta profesyonel
fotoğrafçı onbinlerce liralık makineler alırken fotoğraf
kitabı almıyor ya da almak istemiyor. Çözüm; her
fotoğrafçının kitap alması. Fotoğraf kitapları arasında en az satılanı fotoğraf albümleri. Çoğu zaman
satılmıyor bile. Peki o zaman fotoğrafçı arkadaşlara
soruyorum sizin albümünüz basıldığında kim alacak?
Bir fotoğraf kitabının ve dergisinin içeriği nasıl olmalı?
Ülkemizde fotoğraf dergiciliğinin geçmişi, fotoğraf
kitabı yayıncılığına göre eski, ancak dergilerimizde
ciddi bir içerik zenginliği sorunu halen mevcut. Çoğu
dergi teknik sorunlara gömülmüş durumda. Fotoğrafa
dair (tarihi, felsefesi, etik ve estetik sorunlar, dünyadaki gelişmeler vb.) tartışmalar maalesef çok az.
Fotoğraf kuramına dair kitaplar son yıllara kadar çok
azdı, fakat son dönemde bir kıpırdanma var. Fotoğrafla ilgili kitaplar, yaşadığımız dünyanın ve ülkemizin
sorunlarıyla, tarihiyle ilgili olmalı. Fotoğrafı sosyal ve
kültürel tarihten ayrı ele alan kitapların, fotoğrafa ve ülkemizin sorunlarını çözmede anlamlı bir katkı sunacağına inanmak zor. Fotoğraf kitapları; bir ifade dili olan
fotoğrafın ülkemiz fotoğrafçılarının bu dili doğru ve
etkili kullanmaları için katkı sunacak özellikte olmalı.
Dünyada bugüne kadar yaklaşık yüzellibin civarında
fotoğrafla ilgili kitap basılmış. Ülkemizde bunun binde
biri bile basılmış değil. Ancak, bugün dünyada ve ülkemizde fotoğraf albümleri basmak hem zor, hem de
sorunlu. Çünkü albümler satılmadığı için yayıncılar
için büyük külfet olarak görünmeye başlamış durumda. Bu konuda daha çok kamusal ve özel desteklerin
devreye girmesi şart. Devlet ve üniversite kütüphaneleri kitap alım bütçelerini artırmalı.
Kontrast Dergisi, içindeki yazıların niteliğiyle öne
çıkıyor, bu anlamda daha etkin bir dağıtımla faydalanacak kesimlere ulaşmalı. Özellikle fotoğraf eğitimi
veren okullara, derneklere ve fotoğrafçıların bir araya
geldiği fotoğraf günleriyle festivallerde etkin dağıtımı
yapılabilir diye düşünüyorum.
Uğur Kavas
Öncelikle, iki küçük fotoğraf albümü (Çizgiler-1994),
(Bir Başka Ankara-2005) ile iki ciltlik Türkiye’de Basın
Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi Osmanlı’dan-1960’a
ve Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi
1960’dan Günümüze adlı yayınları olan bana, düşüncelerimi aktarma fırsatı verdiğiniz için teşekkür
ederim. 1977 yılında fotoğrafa başladım. Bir dönem
AFSAD’da bulundum. Belediye ve Başbakanlık muhabirliği yaptım. BYEGM’den 2007’de emekli oldum.
2000 yılından beri, özellikle Ankara üzerine araştırmalar yapıp bunları yayına dönüştürmekle uğraşıyorum. Şu an yayına hazır bir çalışmam var. 2013
sonunda yayınlamayı düşündüğüm bir başka kitap
üzerinde çalışmalarım devam etmekte.
Sanal ortamda da yayınlanan çokça bilgi olmasına
rağmen neden basılı yayın?
Doğrudur. Sanal ortamda yayınlanan çokça bilgi (!)
var. Ancak, bunun üzerinde biraz düşünmek gerek.
Bu bilgilerin ne kadarı doğru, kaynakları nedir? Kopyala yapıştır sistemi ne kadar işlemekte? Bilgi kirliliği
hangi safhada? Google amca’nın her dediği doğru
mu? Kendi adıma söylemem gerekirse, sanal ortamdan hiçbir keyif almıyorum. Benim gibi 60’ına merdiven dayamış gelenekçiler için kitap vazgeçilmez.
Tanrıya şükür ailemiz de bizi kitap sevgisiyle büyüttü.
Sayfaya dokunmalı, kitabın kokusunu içimde hissetmeliyim. Tıpkı bir müzeyi gezerken aldığım haz gibi.
Düşünün, şimdi dünyada her şey teknoloji sayesinde
birkaç saniyede size ulaşıyor. Güzel de bir şey, karşı
olmam mümkün değil zaten. Ama yine müzeden
örnekleyecek olursak, müzeyi sanal ortamda görmek
mi iyi, yoksa o ortamı yaşamak, binlerce yılın medeniyetine, sütunlara dokunabilmek mi? E-kitapların
indirildiği şu ortamda basılı yayınların hâlâ devam
etmesi, yukarıda belirttiğim hazzı alanların şükürler
olsun çokluğundan olsa gerek. Basılı yayın kavramı
öyle kolay kolay yok olmayacak.
Bir fotoğraf kitap veya dergisinin içeriği sizce nasıl
olmalı?
Fotoğrafa başladığımda, fotoğraf dergi ve kitaplarına
ulaşmak o kadar kolay değildi. Zaten ortada çok fazla
da kayda değer şey yoktu. Baskı kaliteleri berbattı.
Fotoğraf Yayıncılığı
Dosya Konusu
Bulabildiğimiz yabancı kaynaklara hayranlıkla
bakardık. Fotoğrafa ilgi duyanların sayısı, şimdiki
gibi değildi. İlgi arttıkça, baskı teknolojileri ilerledikçe, ürünler çeşitlendi. Fotoğraf sektörüne hitap
eden, fotoğrafın tüm yönlerinin incelendiği eserler
ve dergiler rafları birbiri ardına süsledi. Dergilerin
bir kısmının yayın hayatı kısa sürdü. Bir kısmı ara
verdi, sonra tekrar başladı. Bir kısmı ise, zararına da olsa bu serüveni sürdürüyor. Bir fotoğraf
kitabı ya da dergisinin içeriği nasıl olmalı sorusuna
gelirsek, her şeyden önce, baskı kalitesi çok iyi
olmalı, kullanılan kağıttan, mürekkebine kadar
özen gösterilmeli. Fotoğrafın dilinin anlaşılması iyi
baskılarla mümkündür. Pek işlenmeyen konular
üzerinde araştırmalar yapılarak bunlar irdelenmeli,
uzun soluklu, üzerinde emek olan işler gösterilmeli.
Piyasada onlarca kitap, birbirine çok benzemekte
ama, farklı olana bakış bir başka oluyor.
Basılı yayın çıkartmanın zorlukları (maddi-emek)
konusunda neler söylemek istersiniz?
Bu soru beni can evimden vuran bir soru. Yaşadıklarımı anlatmak, belki biraz da sorunun cevabı
olacak. 1994’de dört arkadaş “Çizgiler” albümünü
çıkartırken neler yaşadık? Önce, elimizdeki diaların
iyilerini Turizm Bakanlığı’na sattık, ikili ilişkilerle
kataloğun arkasına ilgisiz bir reklâm aldık ve şansımız yaver gitti, bir ajans için reklâm fotoğrafları
çektik. Hepsinden gelen para ile bu albüm çıktı.
Satışı sıfır oldu. Çünkü albümler dörde bölündü,
herkes eşine dostuna dağıttı.
“Bir Başka Ankara” albümümde ise, bir reklâm aldım. Gerisini kendim karşıladım. Ancak, Ankara’nın
iyi bir matbaası çok kötü bir iş çıkarttı, berbat bir baskı
yaptı. Katil olmaktansa, lanet olsun dedim.Kitaplarda
nispeten şanslı idim. İlk kitabıma sponsor buldum. Kitap,1000 adet basıldı, toplu alımlar oldu. Şu an mevcudu 90 adet. İkinci kitapta bana söz veren firma, son
dakikada adeta kaçarcasına sponsorluktan vazgeçti.
İmdadıma derneğim TFMD yetişti. 1000 adet basılan
kitabın 500’ünün baskısını üstlendi. Dernek üyelerine
dağıtıldı. O kitaptan zarar ettim. Son anda olan bir
toplu satış beni biraz kurtardı.
Kitaplarımla kendi konusunda bir ilk gerçekleştirildi.
Türkiye’de basın fotoğrafçılığı üzerine pek yazılı
kaynak yoktu. Bu açıklık dikkatimi çekti. İlk kitap, 5
yılımı, ikincisi 3 yılımı aldı. Verilen bu kadar emeğin
karşılığı alındı mı? Maddi açıdan; Hayır. Manevi
açıdan; Evet. Literatüre girmek, çok önem verdiğiniz
hocaların övgüsünü almak hepsine değdi doğrusu.
Zaten bu işlerden para kazandım diyen yalan söyler.
Kitabınızı bir yayınevi bassa, durum nedir? Yayınevi
size %7-8 verir. 20 liraya satılan bir kitabın % 8’i, 1.6
liradır. 1000 tane kitabınız satılsa alacağınız 1,600
liradır. Onu da, kitap satıldıkça alırsınız. Emeğinizin
karşılığı mıdır? Hayır. Kitabınızı yayınevi değil de
kendiniz bassanız durum nedir? Bu sefer, dağıtımla
uğraşırsınız. Bu da % 45 demektir. Dağıtımcı sizden
bu oranı talep eder. Parayı almak için de peşinde
koşarsınız. Yayınevleri, ancak ünlü yazarlara %20-25
pay verirler. Durum böyle olunca, bu işlerle uğraşmak
AFSAD
23
pek akıl kârı değildir. Ama manevi yönü ağır bastığından eser vermeye devam edilir. Türkiye’de ne yazık
ki, sponsorluk da daha iyi anlaşılmamıştır.
18.11.2012 tarihinde Prof. Şükrü Kızılot, Hürriyet
Gazetesi’ndeki yazısında şöyle diyor:
“Spor olayının “sponsorluk” yönüyle, ayrıcalığı var.
Amatör spor dalları ile ilgili sponsorluk harcamalarının tamamı, profesyonel spor dalları için de yarısı,
sponsor şahıs veya şirket tarafından elde edilen
kazançtan indirilebiliyor. Ülkemizi tanıtacak, adını
duyuracak bir filmin yapımına sponsor olan firma,
bununla ilgili ödemelerini, şirket kazancından indiremiyor. Benzer durum konser, beste, müzikal, tiyatro,
resim, kitap, heykel, el sanatları ile ilgili sponsorlukta
da söz konusu. Yani bunlarla ilgili ödemeler de indirilemiyor. Özellikle futbolda, büyük kulüplerin, transferde paraları adeta sokağa attığını görünce, spordışı
sponsorlukların niye teşvik edilmediğini anlamak
daha da zorlaşıyor...” Durum böyle olunca, sponsor
bulmak da oldukça zor.
Bu zorlukların aşılması konusunda önerileriniz nelerdir?
Bu zorluklarla boğuşan biri olarak ne yazık ki öneri
getiremiyorum. Ancak, iyi işler zor da olsa, destekçisini buluyor. Özellikle holdingler iyi ve farklı şeylere
destek vermekte. Birçok örneği var. Ama yapılan işin
Ocak - Şubat 2013
Fotoğraf
Estetik
Fotoğraf ve
Yayıncılığı
Dosya Konusu
24
farklı olması, görsel zenginlik taşıması lazım. Ayrıca,
doğru zamanda, doğru yerde olmak ve şans faktörü
önemli. Bazen çok iyi işler, destekçi bulamazken,
bazen çok kötü işler inanılmaz destek alıyor. Şu an
böyle bir durumla karşı karşıyayım. On yıldır malzeme topladığım, hiç işlenmemiş bir konu üzerinde
yaptığım çalışmam, baskıya hazır durumda bekliyor.
Çalmadığım kapı kalmadı. Herhalde iş başa düşecek ve yine zararla bir kitap daha çıkacak.
Ülkemizdeki ve dünyadaki fotoğraf yayıncılığı konusunda ne söylemek istersiniz?
Ülkemizde bazı yürekli yayınevleri, Say yayınları
gibi, bıkmadan fotoğraf yayıncılığına devam ediyor. İz dergisi olumsuz ekonomik koşullara rağmen
yayınını sürdürüyor. Diğer ülkelerde fotoğraf yayıncılığı daha iyi durumda. En azından çıkan albümler,
yapılan işler sponsor buluyor. Sanata bakışla da
ilgili. “Böyle sanatın içine tükürürüm” diyen, Kars’taki
heykeli “ucube” diye nitelendiren zihniyetin olduğu bir ülkede, daha fazla ne denebilir ki. Ülkemiz
açısından geçmişi düşündüğümüzde yine de ümitsiz
olmamak gerek...
Ülkemizdeki Fotoğraf Yayıncılığı
Gültekin Çizgen
Sanal ortamda da yayınlanan çokça bilgi olmasına
rağmen neden basılı yayın?
Sanal ortam ismi üstünde sanaldır. Çağdaş bir teknoloji yapısıdır. Ancak ak kâğıt üzerine basılı yapı,
uygarlığımızın temel yapısıdır ve kalıcıdır. Kitaplıklar,
kütüphaneler uygarlığın bilinç mabetleridir. Nitekim
sanal ortamda da birçok belge sonradan basılı hale
getirilip, yaşama geçer.
Bir fotoğraf kitap veya dergisinin içeriği sizce nasıl
olmalı?
Bu sorunun çok değişik cevapları olabilir. Stratejik
soru, “nasıl bir fotoğraf dergisi ve kitabı?” olmalıdır.
Gereksinim nedir? Bu da fotoğraf kültürünün entelektüel içeriğiyle bağlantılıdır. Yayıncılığın bir tarihi var.
Bir dünü var ve bugünü var. 50 yılı aşan kariyerimin
içinde, fotoğraf alanında neredeyse hiçbir albüm ve
kuramsal kitap yokken ben sanat yazarlığına işbaşı
yapmıştım. Sanırım ilk çağdaş sanat fotoğrafı albümü ile deneme kitabı benim emeklerimle yayınlandı.
Artık ülkemizde fotoğraf külliyatı olarak pek çok
sanatçının yayınlanmış albümü var. Bu alanla ciddi
olarak uğraşanların temel hedefi portfolyolarını albümleştirmektir. Herkes bu alanda haklı olarak ciddi
gayret gösteriyor. Bir de fotoğraf dergileri var. Şimdiye kadar yayınlanmış 10 ayrı ismin yanında halen
yayınlanmakta olan dergilerin sayısı 7’dir. İsimlerini
sıralayalım. Photo World, Fotoğraf, İz, Atlas Fotoğraf Dergisi, İFSAK Dergisi, Foto Line ve AFSAD’ın
Kontrast Dergisi. Bunun, fotoğraf yayıncılığında hiç
de küçümsenmeyecek önemli bir gayret olduğunu
söylemeliyiz. Tüm bunların hepsine fotoğraf yazıları
yazmaktayım. Oradan detaylı olarak yapıyı tanıyorum.
Elbette yapılmış, yapılmıştır. Konu, yeni ufuklar için
neyin daha farklı ve iyi olabileceğini düşünmektir. Artık fotoğrafın pek çok alanı üzerine yayın yapılmıştır.
Yapılması gereken varolan durumu değerlendirmek
ve yarına ufuk açmaktır. Bu bağlamda bazı dosya
başlıklarını teklif edebilirim. Fotoğraf Eğitimi, Fotoğraf Sanatçısının Yapısı, Müze ve Koleksiyonlar gibi
fotoğraf kültürüne, birikimine katkıları olacak konular
ele alınmalıdır.
Yayınların, ülkemizdeki fotoğraf üretiminin gelişmesine daha güçlü katkıları olması gerek. Unutmayalım ki
fotoğraf, görsel sanatlar içinde ülkemizdeki en yaygın
alandır. Bu çaba güçlenerek sürmelidir. Fotoğraf
rüzgarı herkesi sarıp, sarmalamalıdır.
Kongre Kitaplığı standartlarına göre sınıflanmış, çoğunluğu sanat kitabı olan, 7.000’i aşkın kitabı kapsayan kütüphanemde bugün yerli pek çok fotoğraf
albümü ve kitabı var. Hedef, fotoğraf sanatını topluma
Fotoğraf Yayıncılığı
Basılı yayın çıkartmanın zorlukları (maddi-emek)
konusunda neler söylemek istersiniz.
Her yayının içeriği ve biçim yapısı vardır. Teknik de
ayrı bir sorun. Her şey birikime ve maddi güce de
bağlıdır. Fotoğraf yayını zor bir yapıdır. Yeni Fotoğraf Dergisi’ni çıkardığımız yıllarda, yayıncılıkta
kâğıttan mürekkebe kadar büyük yokluklar yaşanırdı.
Gayretimiz neredeyse pirinçsiz pilav yapmak gibi bir
şeydi. Ancak söyleyecek sözümüz ve enerjimiz vardı.
Bundan dolayı yayın alanında özel bir duruşu ve etkisi olan dergiyi yıllarca çıkarabildik. Bugünkü ortam
neredeyse bir cennet.
Fotoğraf, özel matbaa yapısı ve bilgisi gerektiren
bir altyapı ister. Yıllar önce İsviçre’de Picasso’nun
albümlerini basan çok önemli bir matbaayı ziyaret
etmiştim. Bizim övünç duyduğumuz Yeni Fotoğraf
Dergisi’ni önlerine koyduğumuz zaman bizimle
ilgilenen teknik müdür dergiyi karıştırmadan önce
lup’u çıkarıp tramlara bakmıştı. Matbaacılık teknik bir
yapıdır. Uzmanlık işidir.
Bugün ülkemizde fotoğraf albümleri konusunda
uzmanlaşmış başta Mas Matbaa, Bilnet, Still gibi
birikimli, güçlü kuruluşlar var. Dijital devrimden ve
dört renk ünitesi olan baskı makinelerinin yaygınlaşmasından sonra fotoğrafta baskı kalitesi çok arttı. Bu,
fotoğraf yayıncılığımızın bir kazanımıdır.
Bu zorlukların aşılması konusunda önerileriniz.
Bu bir yayıncılık sorunudur. Bağlı olarak arz ve talep
sorunudur. Ülkemizde talep yapısı gelişmedikçe yayın
da arzu edilen noktalara kolayca gelemeyecektir. Her
yıl milyon adetten fazla kitap yayınlayan çok büyük bir
yayın kuruluşunun yönetim kurulu başkanının fotoğraf yayınları konusunda geçen yıl söylediği bir cümle
bizi aydınlatabilir. “Bizim iki tür kitap basmamız çok
zor, hatta yasak. Çünkü satılmıyor. Biri fotoğraf diğeri
karikatür” demişti. 2012 rakamlarına göre, bu yıl 100
bin ayrı konuda kitap yayınlanmış. Aman ne kadar
güzel diyorsunuz. Ancak yine aynı büyük yayınevinin
genel müdürü daha geçenlerde bana “ülkemizde şiir
yazanların sayısı galiba şiir okuyanlardan daha fazla”
dedi. Böylece o da esprili bir dille, şiir kitaplarının ne
kadar az sattığına değindi. Maalesef talep bu.
Bunu aşmak için artık sayıları yüze yaklaşan ülkeAFSAD
mizdeki fotoğraf derneklerinin kampanyalarla, yalnız
kendi merkezlerinde değil, üyelerine de özel fotoğraf
kitaplıkları kurdurması lazım. Çünkü bilgi kuvvettir.
Bunu doğru tanımlayıp, anlamayanlar fotoğrafı başaramazlar. Bu da ancak yayın üzerinden gelişir.
Ülkemizdeki ve dünyadaki fotoğraf yayıncılığı konusunda ne söylemek istersiniz?
Dünyada fotoğraf yayıncılığı genel anlamda gelişmiş,
çeşitlenmiş, kurumlaşmış bir yapıdır. İyi fotoğrafın
yaygın zemini basılı fotoğraftır, yayındır. Fotoğraf yayıncılığı dolaylı olarak görsel kültürümüzün gelişmesinin temelidir. Eğer gelişmiş uygarlığın yaygın kanıtı
olarak insan varlığına saygı, fiziksel çevrede estetik
duyarlılık ve fotoğraf sanat yapıtlarının üretilmesiyse
eğer, bu insan malzememizin gelişmesiyle doğru
orantılıdır. Buna fotoğrafın çok güçlü katkısı olduğunu düşünüyorum.
Çıkardığınız derginin yeterince fotoğraf severe ulaştığını düşünüyor musunuz ya da ulaşması konusundaki önerileriniz.
Dergiyi yöneten ben olmadığım için bu alandaki sayısal bilgilerin uzağındayım. Ancak her dergi elbette
daha çok yere, çok noktaya ulaşmalı. Buna Kültür
Bakanlığı’nın katkısı elbette olmalı. Ülkemizde çok
sayıda, hatırladığım kadar 800 civarında kütüphane
var. Bunlara abonelik pek çok yayın yapısını güçlendirebilir. Yeni Fotoğraf Dergisi’ni yayınladığım yıllarda
iyi sayılan bu ilişkilerin bugün nasıl olduğu hakkında
bir bilgim yok. Kültür Bakanlığı kapıları zorlanmalı.
Ocak - Şubat 2013
Dosya Konusu
mal etmek olmalıdır. Kendi payıma bu alanda bir hayli
çalışkan davrandım. 2012 itibariyle, yayın alanında
yapıp etmelerimin muhasebesi şöyle, 22 adet fotoğraf
albümü, 12 adet fotoğraf ve sanat üzerine deneme
kitapları, 8 adet fotoğrafın tekniği ve estetiği, 3 adet
anı, 2 adet gezi, 16 adet “Fotoğraf Geçidi 2010”
küratörlüğü, albüm ve fotoğraf okumaları, 10 cilt Yeni
Fotoğraf Dergisi, 21 adet resim tekniği ve sanatsal
cam üzerine katalog olmak üzere, yalnız fotoğraf
alanında 94 adet telif yayını. Bir de fotoğraf sanatına
katkılar var. İçeride ve dışarıda yayınlanan pek çok
yazı ve fotoğraf. 50. sanat yılımdaki bilanço kabaca
bu. İşte bu bilançoya yaslanarak yayın alanında bazı
düşüncelerimin olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
25
Fotoğraf
Estetik
Fotoğraf ve
Yayıncılığı
Dosya Konusu
26
Türkiye’de Fotoğraf Dergisi Yayıncılığı
ve Yayınlanan Fotoğraf Dergileri
Kazım Şahbudak
Ülkemiz fotoğraf dergisi yayıncılığı incelendiğinde üç
ana dönemden bahsedilebilir.
İlk dönem yayıncılığını 1932 ile 1976 yıllarını kapsayan “Denemeler Dönemi” olarak adlandırabiliriz. Bu
dönemde; ülkemizin ekonomik koşulları ve fotoğrafın
yaygın olmamasına paralel olarak özverili çabalarla
ve sınırlı teknik olanaklarla baskıları yapılan fakat
yayın hayatları çok kısa süren dergilerin yayını söz
konusudur.
Cılız Sesler İlk Denemeler:
Şinasi Barutçu’nun Safder Sürel ile birlikte yayınladıkları “Profesyonel ve Amatörün Foto Dergisi” Cumhuriyet döneminin ilk fotoğraf dergisi olarak adlandırılabilir. Yayın merkezi Ankara olan derginin yayın tarihi
1945’dir ve iki sayı yayınlanabilmiştir. Bunu 1948 yılında, İzmir’de Fikri Göksay’ın yayınladığı “Fotoğraf”
dergisi izler. Yayın hayatı kısa olan ve iki sayı yayımlanabilen dergi 32 sayfadır.
1958-1959 yıllarında Sungar Taylaner’in çıkarttığı ve
toplam 14 sayı yayımlanabilen “Foto ve Fotoğrafçılık
Mecmuası” ise üçüncü dergi olarak değerlendirilebilir.
Dergi, aynı zamanda teknik içerikli ekler hazırlayarak
okuyucularına sunmuştur.
1962 yılında Suzan ve Ayhan Babacan’ın yayınladığı “Fotoğraf Dergisi” de altı sayı yayınlanabilmiştir.
01.08.1962 tarihli ilk sayısında Ara Güler’in kapı
tokmağını konu alan S/B bir fotoğrafını kapakta
kullanan dergi, siyah beyaz baskılı ve 33 sayfa olarak
çıkmıştır. “Başlarken” adlı sunu yazısında, iki tür
fotoğraf dergisi yayınlanabileceği dile getirilmektedir.
Bunlardan ilkinin; tamamen öğretici içerikte, ikincisinin ise, modern fotoğrafı izleyen ve sanat değeri olan
çalışmalara yer veren bir dergi içeriğinde çıkması
gerektiği vurgulanmaktadır. Fotoğraf dergisi yayın
kurulu bu iki anlayışı birleştirip, eğitici yanı ağır basan
bir dergi içeriğinin o günün Türk fotoğrafı gerçeğine
daha uygun olacağını düşünerek ilk sayıdan itibaren
bu anlayışa uygun bir içerikte dergiyi yayınlar. Dergi,
kitabevleri ve bayiler aracılığı ile dolaşıma sokulmadan abonelik sistemi ile yayın hayatını sürdürmüştür.
Şubat 1977’de yayın hayatına başlayan ve Moral
Tanıtım ve Tic. Kol. Şirketi tarafından yayımlanan
“Fotoğraf Sanatı” dergisi de beş sayılık bir yayın
hayatı sürdürebilmiştir. Yazı işleri müdürlüğünü Ö.
Engin ERAĞAN’ın, yayın yönetmenliğini ise Güler
Ertan’ın yürüttüğü derginin birinci sayısında kaleme
alınan sunu yazısında; Fotoğrafın Türkiye’de layık
olduğu yere kavuşamadığı, azınlık bir grubun elinde
olduğu ve henüz eğitim kurumlarında dahi fotoğraf
eğitimi verilmediği gibi sorunlar dile getirilmekte ve
derginin tüm amatör ve profesyonel fotoğrafçılara
hitap edeceği ifade edilmektedir. Fotoğraf dergileri
içinde ilk renkli fotoğraf, derginin ilk sayısı ile birlikte
yayınlanmaya başlanır. 20- 28,5 cm ebatlarında ve
renkli yayınlanan derginin 4. sayısında Ernst Haas’a
ait renkli bir fotoğraf poster boyutunda basılarak dergi
içinde ek olarak verilmiştir. Derginin yayın merkezi
İstanbul’dur.
Uzun Soluklu Yayınlar Başlıyor
Ayağa kalkma ya da uzun soluklu yayınların başlangıcı olarak da adlandırabileceğimiz ikinci dönemi,
1977-1993 yılları arasına oturtabiliriz. Bu dönem için
daha uzun soluklu ve kurumsal destek ile dergilerin yayınlanmaya başlamış olduğu söylenebilir. Bu
dönem aynı zamanda, ülkemizde fotoğrafın yaygınlık
kazandığı yıllardır. İkisi Ankara, biri İstanbul merkezli
olan üç önemli dergiden bahsedilebilir. Daha profesyonel bir yaklaşım, reklâm gelirleri ve önemli bir
okuyucu kitlesinin oluşmaya başladığı yıllar olarak da
değerlendirilebilir. Bu dönem dergi yayıncılığının ana
karakteri için belki de; fotoğraf dünyasına karşılıksız
sahip çıkma, idealizim ve bir çeşit gönüllükten bahsedilebilir. Bu dönemin önemli dergilerinden ilki olan
“Yeni Fotoğraf Dergisi”, Ekim 1976’da yayın hayatına
başlar. Mayıs 1981’e kadar yayın hayatını sürdürerek
ilk uzun süreli yayın yapan dergi olur. Sahibi ve Yazı
İşleri Sorumluluğunu Engin (Çizgen) Özendes’in yaptığı dergiyi, Gültekin Çizgen ile birlikte çıkartırlar. İlk
sayı renkli kapaklı, iç sayfalar ise siyah beyaz olarak
yayınlanır. Nisan 1977’de yayınlanan 7. sayı ile iç
sayfalarda da renkli fotoğraf kullanılmaya başlanır.
23.5x22 cm, kare formatta yayınlanan derginin ilk
sayı sunu yazısında derginin amatör ve profesyonel
tüm alanlara hitap edecek bir içerikte yayınlanacağı
vurgusu yapılır. Dergi, fotoğrafa yeni başlayanlar için
öğretici, profesyoneller için ise sorunlarının tartışılacağı bir platform olacaktır. Yeni Fotoğraf Dergisi, aynı
zamanda, yayınladığı yıllıklar ile de önemli bir işlevi
yerine getirir. Dergi zor koşullarda özverili çalışmaların bir sonucu olarak yaşam bulur.
Şimdiye kadar yayınlanan dergilerin ötesinde sayfalarına reklam da alan dergi 53-64 sayfa aralığında 45
sayı olarak yayınlanır.
İkinci önemli dergi ise, Ankara Fotoğraf Sanatçıları
Derneği’nin yayınladığı “Fotograf Dergisi”dir. Kasım
1978’de ilk sayısı yayınlanan dergi, ülkemizde şimdiye kadar yayınlanan fotoğraf dergileri içinde müstesna bir yere sahiptir. Döneminin sosyoekonomik ve
teknolojik koşulları göz önüne alındığında, ayrı ve
önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. Profesyonel
bir ekip yerine, amatör bir fotoğraf derneği kadrolarının
“O dönemde sponsorluk denen bir anlayış yoktu. Kaldı ki olsa bile nasıl yaklaşırdık tartışmalı bir konu bu.
Fotograf dergisi küçük küçük ilanlar da alıyordu ve bu
ilan paraları küçük rakamlar da olsa katkı sağlıyordu.
Yazı Kurulu dergiye girecek yazı ve fotoğraflara karar
verirdi. O dönemdeki imzasız yazıların (sunum yazıları vs) birçoğu bana aittir. Derginin farklı bir formatı
vardı. Önce ikiye katlanır, sonra dörde katlanır ve
küçülür, açılınca büyürdü. Camera Work dergisinden
esinlenmiştik bu tasarımı.
Bu başlık altında yapılan sektörel yayın tanımı,
yayıncı kuruluşlar tarafından yayınlanan ve fotoğraf
sektörü içindeki kuruluşların reklam destekleri ve
dergi satışlarından elde edilen gelir ile yayın hayatını
sürdüren dergileri kapsamaktadır. Burada tamamen
bir profesyonellik ve sermayenin varlığı sözkonusudur. Bu dönemi başka adlarla tanımlamak da mümkündür. Bu tanımın ilk örneği, daha önce kurucuları
arasında yer aldığı Rönesans şirketler grubu içerisinde yayın alanında hizmet veren Şerif Antepli’nin,
edindiği tecrübelerle 1995’de Ant Yayınlarını kurarak “Fotoğraf” dergisini yayınlamaya başlamasıdır.
Ş.Antepli’nin imtiyaz sahipliğinde ve Ö. Serkan
Bakar’ın yayın yönetmenliğinde (1995-2008 arası
Nadir Ede) çıkan Fotoğraf Dergisi’ne sektör dergilerinin bu dönemdeki ilk örneği denebilir. İlk sayısı Haziran 1995’de yayınlanan dergi 82 sayfa renkli kuşe
kağıda baskılı olarak yayınlanır. Dergi sektöre ait
ürün tanıtımı ve reklam sayfalarının yanında röportajlar, makaleler ve portfolyo yayını ile fotoğraf dünyasından haberlere yer veren bir içeriği barındırır. İki
ayda bir yayınlanan ve 105. sayı ile yayınına devam
eden dergi ülkemizin bu alandaki en uzun soluklu
dergisidir. Ant Yayıncılık Ocak 1999’da Photo Digital
dergisini yayınlamaya başlar. 2000 yılında Collection
ve Bilgisayar Gazetesi de yayıncı kuruluşun çıkarttığı
dergilere eklenir.
Tanıdık matbaalarda mümkün olduğunca ucuza basılır
ve dağıtımı biz yapardık. Yeni Fotoğraf Dergisi’nden
sonra ikinci fotoğraf dergisi bizim dergiydi. İki derginin hacimleri karşılaştırılamazdı. Bizimki biraz daha
dergi-bülten havasındaydı ve o zaman en uzun süre
yayınlanan fotoğraf dergisiydi. Kontrollü ve toplumsal
içeriği olan bir dergiydi.” (Özcan Yurdalan söyleşisi)
İFSAK’ın fotoğraf ve sinema dergisi ilk olarak “Aylık Haber Bülteni” ismi ile Eylül 1978’de yayınlanır.
Mart 1985’de yayınlanan 51 ve 52. sayı ile birlikte
“Fotoğraf-Sinema” ismi ile çıkmaya başlar. 16 Mayıs
1985’de bugünkü ismi olan “İFSAK Fotoğraf ve Sinema Dergisi” adı ile yayınlanmaya başlar. Yılda 10 sayı
olarak aylık yayınlanır. Satışı yapılmayan dergi daha
çok dernekiçi haberleşme ve bilgilenme için kullanılır.
129. sayı ile Temmuz 1999’a kadar yayınlanır. Bu
tarihten sonra dergi yeni içerik ve tasarımla yayınlanır. Yeni dergi haber ve röportaj ağırlıklıdır. Sinema
yazılarının da yer aldığı dergi 2012’de yeni baştan
ele alınarak büyük boy formatta ve zengin bir içerikle
120-140 sayfa aralığında yayınlanmaya başlanır. Yılda dört sayı çıkması düşünülen derginin, her sayıda
belirli bir tema üzerine kuramsal ve araştırma yazılarının yer alacağı bir içeriği barındırması hedeflenmiştir.
Dönemin üçüncü önemli dergisi ise; ilk sayısı Şubat
1988’de yayınlanan “Refo Fotoğraf Sanatı Dergisi”
dir. İki ayda bir yayınlanan derginin İmtiyaz Sahibi
Halim Kulaksızdır. Yazı İşleri Müdürlüğünü ise Servet
AFSAD
Bu dönem için bahsedebileceğimiz bir diğer yayın
da, “Yeni Objektif” dergisidir. Ağustos 1990’da çıkan
4. sayı ile Eylül-Ekim 1990’daki 5 ve 6. sayısına
ulaşabildiğim derginin basım ve yayın merkezi
İstanbul’dur. İmtiyaz sahipliği ve genel yayın yönetmenliğini Çetin Demirtaş’ın yaptığı dergi, siyah beyaz
baskılı 32 sayfadan oluşmaktadır. Baskı kalitesi
düşük olan dergi altı sayı yayınlanmıştır.
Sektörel ve Profesyonel Yayınlar Dönemi
Şerif Antepli’nin Fotoğraf dergisi ile başlatabileceğimiz
bu süreç, grafik uygulamalar ve digital teknolojinin
sunduğu geniş olanaklarla biçim olarak iyi tasarlanmış ve kaliteli baskıların yapıldığı ve çağdaş dergicilik
anlayışının fotoğraf dergilerine de yansıdığı dönemin
başlangıcı olabilir. Finansal destek ağırlıkta sektöre
ait şirketlerden alınan reklamlarla sağlanmaktadır.
Bu dönem aynı zamanda dergi yayıncılığının İstanbul
merkezli yayınlarla devam ettiği bir süreçtir. Ankara
merkezli iki yayın olan Refo Fotoğraf Sanatı dergisi
ve AFSAD’ın Fotograf Dergisi’nin yayınlarının son
bulması sonucu bu alandaki tek yayıncı il İstanbul
Ocak - Şubat 2013
Fotoğraf Yayıncılığı
Kulaksız yürütür. Renkli kuşe kağıda baskılı ve 50
sayfa çıkan dergi, fotoğraf dergisi yayıncılığında yeni
bir sayfa açar. İçeriğinde; portfolyo yayınlarının,
makalelerin ve teknik içerikli bilgilerin yer aldığı dergi,
aynı zamanda fotoğraf dünyasından haberlere de
sayfalarında genişçe yer verir. Derginin yayınlanmasında Halim Kulaksız’ın özverili çalışmaları önemli
olmuş ve yayınlandığı dönemde Türk fotoğrafında
önemli işlevler yerine getirmiştir. Dört yıl yayın hayıtını sürdüren dergi Ekim 1991’de yayınlanan 23. sayı
ile birlikte yayın hayatını bitirir.
Dosya Konusu
çıkarttığı ve 14. sayıdan sonra yayınevi ve kitapçılarda satışı yapılan derginin gösterdiği başarı, amatör
fotoğraf derneklerinin Türk fotoğrafı içindeki başarısı
için de önemli bir örnektir. Başlangıçta siyah beyaz
olarak yayınlanan dergi, Aralık 1984’de yayınlanan
23. sayıdan itibaren yeni bir boyut ve içerikle, renkli
olarak yayınlanır. 49. sayıya kadar düzenli bir şekilde
çıkar. Aralık 1986’da yayınlanan 46. sayıda FIAP
onayı alır. Ekonomik zorluklar amatör bir derneğin
sınırlarını aşınca, Haziran 1987 yayınlanan 49. sayıdan itibaren yayına ara verilir. Dört yıllık bir aranın ardından, 50. sayı ile 1991’de yeni bir anlayışla derginin yayınına başlanır. İki ayda bir yayınlanan derginin
ayakta kalması her dönem için ciddi sıkıntılar yaratsa
da, dernek yöneticileri ve yayın kurulları bu zorlukların üstesinden gelmiştir. AFSAD’ın Fotograf Dergisi
yayıncılığı macerası 1993’de yayınlanan 57. sayı
ile son bulsa da derneğin kuruluşundan günümüze
kadar ulaşan bir yayıncı anlayış damarı bulunmaktadır. Şu an elimizde bulunan Kontrast fotoğraf dergisi
de, bu yayıncı anlayışın, dernek olanakları ölçüsünde
başarılı devamı niteliğindedir.
27
Fotoğraf Yayıncılığı
Dosya Konusu
28
olur. Şu anda ülkemizde yayınlanan tüm süreli fotoğraf dergisi yayınların merkezi İstanbul’dur. Diğer
illerimizde bu konuda herhangi bir çalışma yoktur ve
uzun vadede de olmayacağı görülmektedir.
Dijital fotoğrafın yaygınlık kazanması ile birlikte
bu alanda yeni dergiler de yayınlanmaya başlanır.
2005’de Grafik market yayınları tarafından yayınlanmaya başlayan ve yayın yönetmenliğini Özlem
Paker’in yaptığı Magazin Photoshop dergisi, yine
aynı yıl Etna yayıncılık tarafından yayınlanmaya başlayan ve yazı işleri müdürlüğünü Seçil Bayraktar’ın
yayın danışmanlığın ise Emre İkizler’in yaptığı Photoline dergisi bu dergilere örnektir. Bu dergilere son
örnek ise 1 Nisan 2012’de yayınlanmaya başlayan
ve 4.sayısı yayınlanan Digital SLR dergisidir. Derpa
dergi yayınları tarafından yayınlanan derginin editörlüğünü Onur Korkmaz yürütmektedir. Bu dergileri
yayınlayan yayıncı kuruluşlar aynı zamanda farklı
konularda da dergi yayıncılığı yapmaktadırlar.
Dönemin sektör dergileri dışında yayınlanan iki
önemli dergisi ise; “Geniş Açı” ve “İz” dergisidir.
Boğaziçi Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü üyesi bir
grubun yayınladığı ve genel yayın yönetmenliğini
Refik Akyüz’ün yaptığı “Geniş Açı” dergisi, 1997’de
yayın hayatına başlar. Üç ayda bir yayınlanan dergi
daha sonra iki ayda bir yayınlanmaya başlar. Her
sayısında farklı dosya konularını ele alarak, fotoğraf
yanında metin ve röportaj ağırlıklı bir yayın politikası
izler. Ağırlıklı olarak yurt dışından fotoğrafçıların çalışmalarına ve röportajlarına yer veren dergi, önemli
fotoğrafçıların çalışmalarına yer verir. Sınırlı sayıda
reklam alan dergi, 10 yıllık bir yayın hayatı sürdürür
ve Kasım 2006’da 50. sayı ile yayın hayatına son
verir. Yayın merkezi İstanbul’dur.
Bu dönemle birlikte, günümüzün de önemli dergilerinden olan İz dergisi, Ara Güler yönetiminde ve Hasan
Şenyüksel’in yazı işleri sorumluluğunda 2006’da
yayınlanmaya başlar. Fotoğrafevi yayınlarından çıkan derginin ilk sayısı Ocak 2006 yayınlanır. İki ayda
bir yayınlanan dergi daha ilk sayısından itibaren göz
dolduran tasarımı ve baskı kalitesi ile kamuoyunun
beğenisini kazanır. Yazıdan çok fotoğrafa ve onun
anlatım diline ağırlık veren dergi, tasarım ve baskı
kalitesi olarak da yurt dışında yayınlanan fotoğraf
dergilerinin kalitesini aratmayacak başarılı bir yayın
anlayışı izler. Dergi ağırlıklı olarak Magnum fotoğrafçılarına ve bu anlayışa uygun çalışmalara yer verir.
Bunun yanında yurtiçi ve dışından kurgusal çalışmalar yapan fotoğrafçılar da kendilerine yer bulur.
Sponsor desteği de bulan dergi 7. yılında ve 42. sayı
ile yayın hayatına devam etmektedir.
Mart 2010’da yayına giren ve imtiyaz sahipliğini
Ahmet Turgut’un, yayın yönetmenliğini ise Eren
Erdem’in yaptığı “46” dergisi, dergi yayıncılığına yeni
bir soluk ve anlayış getirmiştir. Profesyonel bir yaklaşımla hazırlanan ve ağırlıklı olarak Mehmet Turgut’un
fotoğraf çalışmalarının yer aldığı dergi, çeşitli kavramlar etrafında ülkemizin ünlü sanatçıları ile yapılan söyleşileri de içeriğinde barındırmaktadır. Ürün
tanıtımı ve reklâm sayfalarının da içerikte yer aldığı
dergi, iki ayda bir yayınlanmakta ve 17. sayısı ile
yayın hayatına devam etmektedir. Yayıncı şirket merkezi Ankara olan derginin yayın merkezi İstanbul’dur.
Yüksek gramajlı kâğıda baskılı dergi 120 sayfalık bir
içerikle yayınlanmaktadır. Türkiye’de yayınlanan fotoğraf dergileri içinde, gerek yayın ve gerekse içerikte
yer alan çalışmalar bakımından, ismi bir fotoğrafçı ile
anılan ilk dergi denebilir. Bu isim günümüzün önemli
fotoğrafçıları arasında yer alan Mehmet Turgut’tur.
Fotoğrafçı dergiye hayat veren isimdir aynı zamanda.
Bu dönemde yayınlanan bir diğer dergi ise “Photoworld” dergisidir. Genel yayın yönetmenliğini Murat Gür’ün yaptığı dergi, aynı ismi taşıyan fotoğraf
merkezi tarafından yayınlanmaktadır. Eylül 2007
tarihinde yayın hayatına başlayan dergi, 32. sayı ile
yayınını sürdürmektedir. İki ayda bir yayınlanan ve
72 sayfalık bir içeriğe sahip olan dergi, aynı zamanda, fotoğraf makine ve malzemeleri için çeşitli testler
yapmakta ve bu testler sektör tarafından referans
olarak kullanılmaktadır. Amatör ve ileri amatörlere
dönük ve sayfalarında profesyonel çalışmalara yer
veren derginin yayın merkezi İstanbul’dur. Finansı,
alınan reklâmlar ve satışlarla sağlanmaktadır.
Bu dönemin en kısa süreli yayını ise, Temmuz
2007’de ilk sayısı yayınlanan ve yayın hayatı üç sayı
süren “f: Fotoğraf Dergisi” dir. Mehmet Oflazoğlu
yönetimindeki Fotofilm Sanat Merkezi tarafından
2012’de yayınlanmaya başlayan ve 2. sayısı raflarda
olan Fotofilm Fotoğraf Dergisi ise en genç yayındır.
1995-2012 yılları arası sektörel ve profesyonel dergi
yayıncılığı olarak adlandırdığım dönem öncesi yayınlanan dergilerin, bu dönem dergilerinden ayrıldığı en
temel nokta kanımca, karşılıksız bir gönüllük -bekli
de bir idealizm- içinde çalışılmasıdır. AFSAD Fotograf dergisinde, Refo Fotoğraf Sanatı dergisinde,
Yeni Fotoğraf dergisinde ve önceki dergilerde de bu
gönüllülüğü ve Türk fotoğrafına karşılıksız bir sahip
çıkma isteğini görmek mümkündür. Dönemin ekonomik ve teknolojik koşullarını da göz önüne aldığımızda bu çabalar anlam kazanmaktadır. Sektörel ve
profesyonel dönem olarak adlandırdığım ve günümüzü de içine alan süreç ise profesyonel bir tavrı içinde
barındırmaktadır. Amatör ya da yarı profesyonel bir
tavrın ötesinde ardında belirli bir sermaye gücü olan
kurum ve yayıncı kuruluşlar fotoğraf dergisi yayınında rol almaya başlarlarlar. Bu durum olması gereken
ve geç kalınmış bir süreçtir. Fotoğrafın ve sektörün
ülkemizde yaygınlık kazanması ile paralel olarak
gelişen bir yayıncılık sürecidir bu aynı zamanda.
Basılı dergi yayıncılığı yanında sanal dergi yayıncılığında da son yıllarda hızlı bir artış yaşanmaktadır.
Başarılı yayınların yapıldığı bu alan, ayrı bir makalenin konusu olabilecek ölçektedir.
AFSAD
Ocak - Şubat 2013
Söyleşi
Nejla Can Gülser
Güler Günaydın
Fotoğraf Üzerine
Hatırla!
En Son Hangi Fotoğrafa 5 Dakikadan Fazla Baktın?
30
Fotoğrafçılar sık sık kendi bildiklerinden daha iyi fotoğraf çekerler. Bu tespit kulağa hoş geliyor. Öyle ya,
tam da bilmeden, üzerine düşündüğümüzden daha
iyi fotoğraflar üretebiliyoruz. İtiraf edeyim; benim
başıma da geldiği oldu. Evet, oldukça hoş! Ne zararı
var ki böyle olmasının?
Biraz düşünelim. Bu faydalı sezgisel yetenek, iyi
fotoğraflar üretmemize neden olurken, maalesef, fotoğrafları değerlendirebilme, deşifre etme (anlamlandırma, okuma) konusundaki eksik bilgilerimizi gidermeye ve bu konuda bizi heveslendirmeye yaramıyor,
bu işe ayrı bir çaba ve merak gerekiyor. Hadi biraz
daha ileri gidelim ve sorumluluk gerektiriyor diyelim.
Ne de olsa fotoğrafçıyız!!!! Hem kendi fotoğraflarımızın başkaları tarafından bizim istediğimiz şekilde
anlaşılmasını kolaylaştırmak, hem de bir başkasının
fotoğraflarını daha doğruya yakın yorumlayabilmek
amacında isek eğer; fotoğraf tarzları, teknikleri, kuramları, yani külliyatı hakkında birikime sahip olmalıyız. Maalesef doğal yeteneklerimiz burada yardıma
yetişemiyor.
Eğer bir görüntü bizde bir takım duygular uyandırdıysa onu deşifre etmeli, kendi kendimize sormalıyız. Bu hissettiğim ne, neden var, tepki verdiğim
şey konu mu, biçimler mi yoksa benim ile ilgili daha
kişisel bir şey mi?
Bir fotoğrafın ne için çekildiği ve amacı, onun en
önemli varlık sebebi yani gerekçesi olmalıdır. Bu
gerekçe, genel bir tespitten çok kişisel bir dışavuruma kadar uzanan farklı ifadeler olabilir. Fotoğrafların
varlık sebeplerini anlama ise fotoğraf okuma ve
anlamlandırma yöntemlerinde karşılık bulur. Fotoğraf okuma bir yerde eleştiridir ve iyi bir eleştiri bakış
açımızı zenginleştirir. Aynı fikirde değilsek bile, en
azından, o fikre karşı oluşturduğumuz karşı savlarımızı geliştirebilir.
Son olarak; eleştiriler birbirinden farklı olsa da fotoğraf okumada tutarlılık önemlidir diyerek kendi fotoğraflarımı okumaya başlayayım.
İşte benim denemelerim:
BENİ NASIL BİLİRDİNİZ?
Görünenin altında (düz anlam, konu) hep yan anlamlar (tema) aradığım için fotoğraf üretirken ve izlerken
hep beni etkileyen o çok belli ya da belli belirsiz
hissin peşinden gitmeye çalışırım. Fotoğrafın klasik
dilini bilmeye önem versem de temel kompozisyon
kuralları ve teknik bana sadece hizmet eden yardımcılar, yol gösterici rehberler olmuştur. Bu yüzden, ileri
teknik demeleri bir amaca hizmet etmiyorsa dikkatimi fazlaca çekmez. Teknik dil ya da hatalar anlamı
Söz konusu olan kendi fotoğrafım olsa bile, önce
görüntüde olanları okumalı sonra da yorumlamaya
çalışmalı diye düşünürüm. Bazen apaçık olsa dahi
görünene işaret etmek gerekir. Çünkü bir izleyici için
apaçık olan şey bir başkası için görünmez olabilir.
Bir sürü ‘ben’ var ve sizin hangi ‘ben’i göreceğiniz
hem bana, hem size, hem de kestiremeyeceğimiz bir
sürü şeye bağlı. Acaba siz hangi ‘ben’i gördünüz?
İlk fotoğrafta siyah bir zemin üzerinde aynı kişinin
dört ayrı fotoğrafını üst üste görüyoruz. Fotoğraflar
birbiri üzerine atılmış, kısmen şeffaf, uzaysal boşlukta birbirinin üstüne düşüyor gibi. Tek tek bakıldığında
aynı kişinin aynı mekânda çekilmiş değişik ifadelerini de fark ediyoruz. Bu fotoğraflardan oluşan son
fotoğrafta ise hepsinin birleşmesinden oluşan yeni bir
yüz var. Şeffaf diğer fotoğrafların arasından buluştuğumuz bu deforme yüz, hepsinden izler taşımasına
rağmen, onlardan farklı ve sanki asıl randevumuz da
bu kişi ile. Arkada hissedilen yastık bir ev ortamı ya
da kapalı alan hissi veriyor. Fotoğrafta görünenler
kısaca bunlar…
İnsanın kendi fotoğrafını okumada tarafsız olması
mümkün değil. Çünkü fotoğrafı oluşturma niyetini
bilmek avantajı ile oluşan fotoğrafın bunları yansıtıp
yansıtmadığı konusunda objektif olamama tehlikesini
barındırabilir. Bu yüzden öncelikle fotoğraf üretirken
ve fotoğraf okurken kendi bakış açımı anlatmak
faydalı olabilir.
Fotoğrafımı yorumlamaya çalışırsam; oldum olası
fotoğrafın sahip olduğu o tek kare ile anı yakalama
ve yarattığı gerçeklik duygusunu büyülü bulurum (bu
duyguyla oynanıp büyük yalanlar söylenebileceğini
de bilmeme rağmen). O anın kıymetini bilmeme rağmen, bu aralar beni ilgilendiren bu anların etrafındaki
boyutlar ve katmanlar. Sanki bir şeylerin olma hissi
ve kavrama duygusu.
Yaşarken etrafımızda olanların bizde yarattığı etkiler
çoğunlukla tek bir duygu ile anlatılamaz. Aynı şekilde bizim diğerleri üzerinde oluşturduğumuz etkiler
ve imajlar birçok an ve kesitlerden oluşan karma,
kompozit bir algı. Bizimle ilgili birçok küçük bilgi,
duygu, anı toplamından oluşan fikirler ile yeni, her
kişide ayrı bir imaj oluştururuz. Hepimizde olan zayıf,
güçlü, hastalıklı, korkak vb. yanlarımızdan oluşan
yüzlerimizi anlayabilmek, görebilmek hem bize hem
de bize bakanlara bağlı. Böyle bir fotoğraf da en güzel kompozit bir teknikle anlatılabilir diye düşündüm.
AFSAD
COSMOBERGER
Öncelikle gördüğüm fotoğrafı kategorize etmek
isterim. Bu fotoğraf niçin çekilmiş olabilir? Belge mi,
an fotoğrafı mı, kavramsal bir fotoğraf mı, amacı ne?
Fotoğrafçı hangi yaklaşımla (realistik, empresyonist,
modernist ya da postmodernist...) fotoğraf üretmiş.
Fotoğrafın içindekilerle kurduğum bağlam doğru mu?
Fotoğrafının amacı dışında görüntüde başka şeyler
görmek ve söylemekle onu başka bir şeye dönüştürürüz, kendi fotoğrafımızı yaratırız ve daha çok
kendimizden bahsederiz. Bu yanılsamadan uzaklaşmak isterim.
Fotoğrafın içinde neler var ve bu görüntüler ne anlatmaya çalışıyor? Teknik olarak önemli kusur ya da
inceliği var mı ve bu fotoğrafa değer ya da kusur katıyor mu? Düz anlamın altında fotoğrafçının anlatmak
istediği yan anlamlar var mı? Ve son tahlilde bana
göre amacına ulaşıyor mu yani başarılı olmuş mu?
Cosmoberger’e gelince: Fotoğraf pek çok fotoğraftan
oluşan bir kompozit fotoğraf. Belli başlı iki parçaya
ayrılan fotoğrafta kapalı bir mekânda aynı koltuğun o
koltukta oturan model ile iki farklı şekilde yorumlanışını görüyoruz. Her iki yorumda da bir uçta pencere,
diğer uçta mekâniçi aydınlatma sistemini görüyoruz.
Gece-gündüz devamlılığı ve bir ev ortamında geçen
Ocak - Şubat 2013
Gülser Günaydın
Tüm yüzlerin ağızda ve dudaklarda birleşmesiyle ise,
aynı sözcüklerle birçok farklı algı yaratabiliriz demek
istedim.
Fotoğraf Üzerine
gölgeliyorsa eğer, kusur kabul ederim. Yani kısaca
kendime sorarım; burada ne var, ne hakkında, bu iyi
mi ve bazen de daha ileri giderim; bu sanat mı?
31
Gülser Günaydın
İbrahim
Göğer
Fotoğraf Üzerine
Üzerine
Fotoğraf
32
zamanın sürekliliğini hissettiriyor. Sol taraftaki
yorumda berjer adeta kübist bir yaklaşımla, birçok
ünitenin birçok bakış açısı ile tekrarlandığını görüyoruz. Diğer berjer görüntüsünde ise tekrarlanan
üniteler daha yumuşak ama modelin yüzü aynen
Picasso’nun yüzleri gibi birçok kesiti barındırıyor ve
başın ortasında kulak ve birçok gözden oluşuyor.
Bu fotoğraf bize ne demek istiyor? Hayat değişiyor, dünya değişiyor, biz değişiyoruz. Bazen
de pek değişmeyen şeylere karşı bizim algımız,
tavrımız, tutumumuz, bakış açımız değişiyor. Bizi
korkutan şeylere daha cesaretli ya da kabullenici
yaklaşabiliyoruz ya da bazen tam tersi. Bazen,
şeyler ulaşamayacağımız kadar uzak ve büyük,
bazen de aynı şeyler elimizin hemen altında
ulaşılabilecek kadar yakın. Burada Cosmoberger
demekle kastettiğim; kozmik dünyayı berjer temsil
ediyor. Dünyamızı hayatımız olarak düşünelim.
Üstünde de biz varız. Bizimle birlikte her şey
değişim ve devinim halinde. Yaşadığımız küçük ve
güvenli kendi hayat alanımız bile bu değişimden
her an nasibini alıyor. Bir sürü seçeneğe sahibiz
ama her zaman fark edemiyoruz. Duygularımız,
modumuz, aklımız bize dünyayı, yani yaşamımızı farklı algılatabiliyor. Sonsuz seçenekler var.
Sanat, zaten en çok farklı seçenekleri göstermeye
yarar diye düşünüyorum.
PENCERE
Fotoğraf üretirken ya başta bir fikrimiz vardır ve
onun peşinden gideriz ya da çekim anında oluşan aura ve içgüdülerimiz bize bir şeyler yaptırır.
Bazen de bu yaratım süreçleri birbirlerine karışır. Bu
biraz makinenin arkasındaki kişi ile ilgilidir. Görüntüde her nesne, bir sözcükle ifade edilemeyecek kadar
bilgi içerir ve gören ve tarafsız olduğuna inandığımız
gözümüz aslında hiç de objektif değildir yani sadece
o anı algılamaz. En az o an ve o an gördüğünden
daha eskidir. Eskiye ve diğer duyu organlarına takıntılıdır ve önyargılı çalışır. Seçer, ayrımcılık yapar,
birleştirir, çözümler, anlamlar yükler, inşa eder. Bu
yüzden en düz fotoğraflar bile yoruma ihtiyaç duyar.
Gördüğümüz bir görüntü ile ilgili fazla bir şey söylemesek de bizde oluşan izlenim tek sözcükle anlatılamayacak kadar çoktur.
Fotoğrafın sihri gerçeklik duygusu olmasına rağmen,
fotoğraflar ne doğaldır ne de doğadır. İnançlara ve
kanaatlere sahip bireylerin ürünüdür ve böyle de
olmalıdır. Mana (‘meaning’) daha kişiseldir ve bir
fotoğrafın bizi nasıl etkilediğidir. Anlam ise (önem,
‘significance’) daha nesneldir, fotoğrafın içinde ne olduğu ile ilgilidir ve birçok insan aynı şeyi söyleyebilir.
Camera Lucida’da Barthes’in tanımlaması bir çok
fotoğrafta bizi etkileyen şeylerin ayrımını yapmada
kolaylık sağlar. Barthes kitabında fotoğraflardaki
studium ve punctumlardan bahseder. Studium bir
fotoğrafa baktığımızda, özel bir keskinliği olmadan,
hemen herkesin benzer duygular hissedeceği,
hoşlanacağı, etkileneceği kısımlar iken, punctum
izleyiciden gelen ve ona ait olan duygularla ilgilidir
ve studiumu kırar, delip geçer. Studium genelde
kodlanmış bilgilerden ve duygulardan oluşturulurken,
punctum kodlanmamıştır. Punctum o fotoğrafta biz
ve bizim geçmişimizle ilgili olan, bize ait duyguları
uyandıran, başka kimsede aynı etkiyi yapmasını beklemeyeceğimiz göstergelerdir (kalabalık bir fotoğrafta
bizi bir bakışın yakalaması ve o bakışın annemizi
hatırlatması gibi).
Bu fotoğrafta gördüklerim; siyah beyaz fotoğraf, eski
olduğu anlaşılan bir ev duvarı ve duvarda güneşli bir
günün yansıması. Duvarın karşısında bir pencerede
güneşli bir gün ve pencereden günü selamlayan bir
kadın. Siyah beyaz fotoğrafın estetik anlatımı ve
grafik düzenlemenin zevki ile fotoğraf olabildiğince
sadeleştirilmiş. Gölge oyunu ile uzamış el ve parmaklarla yeni güne merhaba demenin en güzel hali.
Bu haliyle bu fotoğraf kimilerine güzel, kimilerine
sıradan gelebilir, ama beni etkileyen punctumu
ise; resmin alt köşesinde eski Karadeniz evlerinde
tipik olan duvardaki ahşap süsleme olmalı. Üstüne,
fotoğraftaki kişinin ben olmam, büyüdükten sonra
çocukluğumda yaz tatillerine gittiğim babaannem
ve dedemin evine yaptığım ziyaret ve pencereden
baktığımda hatırladığım tüm anılar…
“Eğer biri bir araba yakarsa bu suçtur;
Eğer biri yüzlerce araba yakarsa, bu politik bir eylemdir.”
Ulrike Meinhof
Bu açıdan dünyaya baktığımızda, 1960’ların sonlarından itibaren ABD, İtalya, Fransa, Japonya ve Almanya gibi kapitalist ülkelerde, toplumsal ve siyasal dönüşüme
karşı tepkiselleşen aşırı sol unsurlar, özellikle öğrenci ve işçi hareketleriyle giderek
genişlemeye başlamıştır. Proleter bir sınıfsal nitelik taşımayan, ortak dayanak
noktaları ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü
savaşa muhalefet etmek olan bu hareketler, başlarda birbirlerinden bağımsız ve plansız
biçimde gelişirken; zaman içinde radikalleşen bazı
gruplar yeraltına inerek silahlı mücadeleyle birlikte, insanlığı savaşa sürüklemekle suçladıkları bir
uygarlığa karşı ciddi eylemlere girişmişlerdir. Artık
radikalleşme süreçleri ve bu sürecin aktörleri politik bir söylem ve onun savunucuları olarak değil,
devleti hedef alan projeler ve bunların uygulayıcıları
olarak nitelenirler. Sommier’e göre bu dönemin söz
dağarcığındaki hemen her şey savaş terminolojisine
referans verir ve kolektif eylem ile şiddet birbirine
eşlik eder (2012: 15).
1970’lerde Almanya’da devlet ile karşı karşıya
geldiği çatışma alanında hem kendi özgürleşmesini sağlamaya hem de devleti bir darbe pratiğine
sürüklemeye çalışan Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu
(RAF), şüphesiz ayrıcalıklı bir konuma sahiptir.
60’ların sonundaki Alman öğrenci hareketinden
yükselen, radikal ve uzlaşmaz bir politikayla devletin araçları ve koşulları tarafından belirlenmeyi
reddeden RAF, bireyin özgürleşmesi için silahlı
mücadeleye yönelen bir grup olarak ortaya çıkmıştır.
70’li yıllarda Almanya’da radikalleşen eylemleriyle
gündelik yaşam pratiğini, silahlı mücadeleyle birlikte
yürütebilmenin olanaklı olduğuna inanır ve bu yolda
ilerlerken, devlet bu entelektüel deneyimin karşısına
toplumsal ve fiziksel tecriti çıkarmıştır. Önce sokakları, sonra da yeraltını terk etmeye zorlansalar bile,
AFSAD
Kısa Metraj
Moden dünya karşıtlıklar üzerine kuruludur, sürekliliğini de aynı şekilde buna
borçludur ve modernizmin kendi bağlamı
içinde yarattığı karmaşa, beraberinde
farklı bir dünya arayışını yaratır. Bu arayışın peşinde kendi kimliklerinin de izini
sürenler, geçmişin ve bugünün sayfalarını
karıştırdıkça, devletin ve toplumun rollerini
sorgulama refleksine kapılırlar.
Nagihan Konukcu
RAF (Alman Kızılordu Fraksiyonu)
ve “Kurşun Yıllar”
33
RAF üyeleri direnişlerini cezaevlerinde sürdürmüşler,
Almanya’nın kendilerine yönelttiği baskı politikaları
ve işkence faaliyetleri karşısında geri adım atmamışlardır. Diğer yandan Steiner ve Debray’ın deyişiyle,
kendini sosyal demokrasi misyonu ardına gizleyen
Almanya, baskı yasalarıyla direnmenin yasaklandığı,
savunma hakkının kısıtlandığı toplumsal yaşamın
her alanında, ciddi polisiye önlemler alarak, anayasal hukuk devletinden olağanüstü hal devletine
dönüşmüştür (2009: 136-137).
Devlet karşısında her türlü uzlaşıyı ve pazarlığı reddeden RAF’a göre, sistemi düzeltmek olanaksızdır.
Tarihi misyona sahip bir sınıfı değil, sistemi reddedip
ona karşı mücadele veren bireyi kucaklayan devrimci özne anlayışını merkezine alan RAF, eylemleriyle
bir yandan Nazi Almanya’sının belleklerde bıraktığı
kötü anılara karşı tarihsel bir refleks olarak varlık gösterirken; diğer yandan da ulusal çerçevede kalmakla
yetinmemiş, tüm Üçüncü Dünya ülke halklarının özgürlüğü için mücadele vermiştir. Gerek yeraltında
gerekse cezaevinde yürüttükleri mücadele, sisteme
karşı hareketlerin faaliyete geçmelerinde cesaret verici bir referans noktası olmuştur. Bu mücadelenin referans noktası olduğu alanlardan birisi de sinemadır.
RAF’ın politik sinemada temsili ilk olarak Yeni Alman
Sineması içinden doğmuş, o dönemi tüm sertliğiyle
yaşayan yönetmenler için tarihsel bir sorgulama alanı
yaratmış; bu yönetmenlerin verdikleri ürünler, üzerine
Ocak - Şubat 2013
Fotoğraf
Üzerine
İbrahim
Göğer
Kısa Metraj
Nagihan
Konukcu
34
ilişkisini de yeraltından kurmuştur.
çok konuşmadıkları geçmişe dair birbirine benzer
deneyimlerini açığa çıkaran karbon kâğıdı görevi
görmüştür.
Büyük Savaş sonrası, özelde RAF’ın, genelde ise radikalleşen bütün grupların eylemleriyle birlikte, 70’ler
Almanya’sında ideolojik dönüşümün dışavurumu
konusunda cesaret kazanan sinema da, bir grup yönetmen sayesinde “Yeni Alman Sineması” adı altında
yeni kimliğine kavuşur. Almanya’nın, 1961 yılında
Berlin Duvarı’nın inşa edilmesiyle, hem coğrafi hem
de ideolojik olarak bölünmesi, 1960’ların “Genç Alman Sineması”nın karşısına 1970’lerde “Yeni Alman
Sineması”nı çıkarır.
Rainer Werner Fassbinder, Volker Schlöndorff, Werner Herzog, Hans Jürgen Syberberg, Alexander Kluge, Jean-Marie Straub, Margarettevon Trotta ve Wim
Wenders gibi yönetmenler Yeni Alman Sineması’nın
kurucu isimleri olmuşlar, temsil ettikleri ülkenin lekeli
kimliğiyle başa çıkmaya çalışan ulusal bir sinema
anlayışı geliştirmişlerdir. Tül Akbal Süalp’e göre
savaşın içine ve sonlarına doğmuş bu kuşak, geçmişin konu-şulmamaya çalışıldığı, mırıltılarla ve sızlanmalarla geçiştirildiği bir ortamda büyüyerek yoksun
bırakılanların dilini yakalamaya çalışmışlardır (2004:
206). Batı Almanya’nın bastırılan geçmişiyle ilgili
daha derin bir tarihsel anlayış arzusuyla
(Kaes, 2003: 695) yola çıkıp, sinemanın
politik işlevine duydukları inançla Nazi
döneminin izlerini silmeye çalışmışlardır.
Hatta politik sinema pahasına kişisel yaratıma vurgu yapan “auteurist” yaklaşımlarından uzağa düşmüşlerdir. Sinemasal
kaygıları açısından farklılıklar taşımakla
birlikte, buluştukları ortak payda, kapitalizm ve sistemle özdeşleşmenin reddidir.
Bu çerçevede ortaya koydukları yapıtlar,
60’ların politik ortamının ruhunu taşımakta; özgürlük, toplumsal eleştiri, yeni bir
yaşam biçimi arama ideallerini paylaşmaktaydı. Devrimci söylemlerin ön plana
çıktığı Yeni Alman Sineması, Almanya’
daki sinema ortamının bir anlamda endüstriyel açıdan faşizm dönemine denk
düşmesi nedeniyle, İtalyan Yeni Gerçekçiliği ve Fransız Şiirsel Gerçekçiliği ile
1977 sonbaharında, Alman bir sanayici
ile eski Nazi Partisi görevlisinin kaçırılıp
öldürülüşü, RAF üyesi üç tutuklunun
cezaevinde esrarengiz biçimde ölümü ve
hükümetin aldığı sert önlemler, Federal
Almanya’da ciddi bir krize yol açmıştır.
Batı Almanya’dan bazı sinemacılar da bu
krizin Almanya’nın geçmişindeki köklerine inmeyi kendilerine görev saymışlar ve tarihe “Alman Sonbaharı” olarak
geçen bu dönemi, belgesel niteliğinde
ve yorumsamacı bir anlayışla ele alacakları bir film üretmek üzere bir araya
gelmişlerdir (Kaes, 2003: 699). Onbir
yönetmenin imzasını taşıyan “Sonbaharda Almanya”
(Deutschland Im Herbst, 1978), dönemin politik ortamını ve Alman devletinin herkese potansiyel terörist
gibi yaklaşımını eleştirmektedir.
1981 yapımı “Kurşun Yıllar” (Die Bleierne Zeit), Yeni
Akım yönetmenlerinden olan Margarethe von Trotta’
dan gelir. Film, RAF’ın kilit üyesi Gudrun Ensslin’in
ablası ile ilişkisi üzerinden, Alman siyasal tarihine
genel bir bakışı imlerken, aynı zamanda toplumsal
bilincin dışında biçimlenen politik ortamın, iki kız kardeşin yaşama ve sisteme bakış açılarını nasıl değiştirdiğini ve dönüştürdüğünü gözler önüne serer. Yani
filmin amacı; terörizmi tartışmak değil, dünyanın ve
Almanya’nın tanıklık ettiği savaş sonrası bir kuşağın
neler hissettiğini, geçmişini nasıl sorguladığını anlatmaktır. Bu bağlamda, RAF’ın filmdeki varlığı, yozlaşmış burjuva değerlerinin eleştirisini açığa çıkarır.
Yönetmenin, Ensslin’in ablası Christiane’e (Juliane)
adadığı film, onun bakış açısıyla anlatılır. Kızkardeşi
Marianne başlarda dingin, itaatkâr, ailesine bağlı bir
karakterken, Julianne asi ve uyumsuz bir kişilik ortaya koyar. Marianne’i bir burjuva simgesi olarak çello
çalarken, Julianne’yi ise varoluşçu ve sorgulayıcı bir
eğilimin yansıması olarak Sartre okurken görürüz.
Oysa ilerleyen süreçte birbirleriyle yer değiştirerek,
Sonbaharda Almanya filmine benzer şekilde Kurşun
Yıllar’da da yine bir tarihle hesaplaşma ve geçmişin
biriktirdiği hayaller, öfkeler ve deneyimlere dair yanılsamaların sorgulanması söz konusudur. Toplumsal
ve kültüre içkin olanın resmini geçmişte aramak ve
bulmak, üzerine konuşulmamış şeyleri konuşmak,
bugüne ve geleceğe katılmak için neredeyse zorunluluk halini almıştır. Çocukken Nazi kamplarındaki
vahşete, yıllar sonra ise Vietnam’daki vahşete tanık
oldukları filmler, iki kızkardeşi yıllar içinde değişen
hiçbir şeyin olmadığı, savaşın ve şiddetin her dönemde varlık gösterdiği gerçeğiyle yüzleştirir. Değişen
tarih değil, kendileridir; ancak onları değiştiren de
tarihin kendisidir. Eskiden kendisinin de savunduğu
bir dava için eşini, çocuğunu, tüm yaşamını geride bırakarak RAF’a katılan kız kardeşini eleştiren
Julianne’in bu eleştirisi, politik değil kişisel bir tavır
olarak görülebilir. Özellikle Marianne’in yakalanışının ardından cezaevi sürecindeki ziyaretlerinde geri
dönüşlerle anımsadıkları ortak geçmiş, o zamanlar
farklı bir yöne bakıyor olsalar bile bugün aslında
aynı dünya görüşünü paylaştıklarının, ancak pratikte
Julianne’in eyleme geçecek cesareti gösteremediğinin kanıtı olur. Barton Byg’e göre, film Alman ulusal
kimliğinin eğretilemeli bir araştırmasıdır; iki kızkardeşin bölünmüşlüğü ise, Almanya’nın bölünmüşlüğünü
simgeler (akt. Öztürk, 1999: 75). Kardeşler ancak,
Julianne’nin Marianne’i anlaması ve onun ölümüyle
ilgili gerçeği bulmayı kendisine takıntı haline getirmesinin ardından özdeşleşerek bir olurlar. Julianne
AFSAD
kadın hareketi içindeki aktif rolü ile Kürtaj Karşıtı
Yasa’ya karşı protestolar içerisinde ön saflarda yer
alır. Kendi geleceğine karar verme anlayışını simgeleyen bu yönelimi, Marianne’in seçtiği yaşama karşı
gösterdiği direncin ironisidir. Bir annenin kucağındaki
çocuğuyla Hitler’in yanında boy gösterdiği resimler,
doğurgan annelere verilen onur madalyaları, çocuğun anneyi yücelttiği ve annelerin faşizmin oluşumuna en fazla katkıyı sağlayıp sonra da en çok acıyı
yine onların çektiği söylemi, Nazi döneminin eril
yapısını ve faşizmde özel alanın olamayacağı
gerçeğini ortaya koyar. Erkek ülkeyi, kadın da ülkenin neslini korurken, artık annelik de özel hayata
içkin bir durum olmaktan çıkarılmış, politik söylemlerin yerini aile değerleri almıştır.
Marianne cezaevinde resmî tarihe göre intihar
ederek, rasyonel vicdana göre infaz edilerek devlet
terörünün kurbanı olurken, Marianne’in oğlu Jan
ise terörist olarak anılan bir kadının oğlu olduğu için
saldırıya uğrayarak toplumsal terörün kurbanı olmaktan kıl payı kurtulur. Şiddetin salt devlet nezdinde
değil, toplumu oluşturan bireyler arasında da kabul
gördüğünü açığa vuran bu izlek, dönemin toplumsal yapısında etiği ve vicdanı tartışmaya açarken,
adaletsizliğin daha çocukken yaşamlarımıza girdiği
gerçeğini sunar. Film bu anlamda RAF’ın ideolojik
varlığını, artık sistemin de kendi kurbanlarını verme
sırasının geldiğinden duyduğu endişeyi açık eden bir
tehdit olarak yapılandırır.
Kaynakça
Kaes, Anton (2003). “Yeni Alman Sineması”, Dünya
Sinema Tarihi (Editör: Geoffrey Nowell-Smith) içinde. Çev.
Ahmet Fethi. İstanbul: Kabalcı. 692-706.
Öztürk, S. Ruken (1999). “Kurşun Yıllar mı? Marianne ve
Juliane mi?”, 25. Kare, 29: 73-75.
Steiner, Anne ve Debray, Loic (2009). Kızıl Ordu Fraksiyonu, Batı Avrupa’da Şehir Gerillası, Çev. Ruşen Çakır.
İstanbul: Metis.
Sommier, Isabelle (2012). Devrimci Şiddet. İstanbul:
İletişim.
Süalp, Z. Tül Akbal (2004). “İklimler ve Rüzgarlar ve Rüzgargülleri.” Zaman Mekan içinde. İstanbul: Bağlam.
Ocak - Şubat 2013
Kısa Metraj
Ensslin ile aynı kuşaktan gelen yönetmen, 50’li yıllardaki
büyüme sürecine ilişkin şunları
söyler: “Ulus olarak suçlu bir
geçmişimiz olduğunu hisseder,
ama bunu okulda konuşamazdık.
Soru sorsanız yanıt alamazdınız.
Bu ağır yükle büyüdük. Sonra
60’larda toplum biraz daha açık görüşlü olduğunda,
geçmişimizin ve yapmış olduğumuz şeylerin ayırdına
vardık.” (akt. Öztürk, 1999: 74). Filmde, dışarıdaki
dünyada toplumun içinden geçtiği yıkım ve yabancılaşma sürecini Julianne duygusal bir itirazla karşılarken, içerde Marianne bir “terörist”e devlet eliyle
dayatılan apolitikleştirilme ve yoksunluk baskısına
karşı hâlâ ideolojik ve fizyolojik düzlemde savaş
vermektedir. Özgürlüğü mümkün kılacak olanın kaybedilmiş kimliği yeniden kazanmak olduğuna inanan
Marianne, diğer RAF üyeleriyle birlikte tecrite karşın
kavgasını bilinç düzeyinde yürütmektedir.
Nagihan Konukcu
karşıt yaşam pratikleri içinde
yer alırlar. Yıllar sonra sistemi
yok etmek için silahlı mücadele
yürüten bir militana dönüşen
Marianne’in aksine Julianne,
burjuva düzeni ile uyumlaşır ve
kızkardeşinin, bir zamanlar kendisinin de savunduğu ama şimdi
uzağına düştüğü siyasal görüşlerine karşı çıkan birine dönüşür.
35
Türkiye’nin Fotoğraf Dergilerinden Bir Portre:
Os m a n Ü r p e r
AFSAD “FOTOGRAF” Dergisi
sanatı açısından büyük bir önem taşımaktadır. Bu
dergiler arasında ilk defa ticari kaygı gütmeksizin,
bir fotoğraf derneği olarak AFSAD’ın yayımlamış
olduğu “Fotograf” dergisinin ayrı bir yeri bulunmaktadır. 3 farklı yayın döneminde 57 sayı yayımlanan
“Fotograf”, ülkemiz fotoğraf dergiciliğinin yanı sıra,
fotoğraf tarihimizden kesitler yansıtması açısından
da önem taşımaktadır.
Tarihçe
Kasım 1978 yılında ilk sayısı yayımlanan “Fotograf”,
AFSAD’ın aylık yayın organı olarak yayımlanmaya
başlanmıştır. Biçim olarak bir dergi gibi değil, daha
çok geliştirilmiş bir bülten görünümündedir. 19.5x28
cm boyutunda 8 sayfa olarak yayımlanan “Fotograf”,
AFSAD’ın bilinçli bir örgütlenme çabasının ürünüdür.
Dernek faaliyetlerinin duyurulduğu teksir metinler ve
duvar gazetesi sonrasında, İFSAK’la birlikte ortak
olarak yayımlanması planlanan “Gerçekçi Fotoğraf”
isimli bir fotoğraf dergisine de hazırlık amacı taşımaktadır. Bu proje zaman içerisinde gerçekleşememiş, AFSAD dergi olarak “Fotograf”ı yayımlamaya
devam etmiştir.
36
Bir sanat dalının edebiyatı, yazınsal eserleri ne
kadar zenginse o sanat dalı da o kadar zengindir.
Dergiler ise bu zenginliğin en önemli göstergelerinden biridir. Ülkemizde fotoğraf sanatının ve kültürünün gelişiminin izlerini arayanlara fotoğraf dergileri
önemli ipuçları vermektedir. Şinasi Barutçu, Safder
Sürel’le birlikte 1945 yılında Türkiye’nin ilk fotoğraf
dergisi olan, “Profesyonel ve Amatörün Dergisi”
“Foto”yu yayımlamıştır. Ancak iki sayı yayımlanan
bu derginin ardından, aralıklı dönemlerde yayımlanan diğer fotoğraf dergilerinin de kaderleri “Foto”
dergisi gibi birkaç sayıyı pek geçmemiş ve 1970’li
yılların sonlarına değin uzunca bir dönem Türkiye’de
fotoğraf üretenlerin bir dergisi olamamıştır. 1962’de
Ayhan Babacan tarafından ancak altı sayı yayımlanan “Fotoğraf” dergisinden, 1977’de yayımlanmaya
başlanan “Yeni Fotoğraf” dergisine değin uzunca bir
boşluk bulunmaktadır. Bu tablo ülkemizde genelde
fotoğraf yayıncılığı, özelde de, fotoğraf dergileri
hakkında çarpıcı bir tablo sunmaktadır. Kuşkusuz
her bir yayının ardında, yayımlanma fikrinden son
sayısına kadar değişik süreçlerde yaşanan pek
çok çarpıcı hikâye bulunmaktadır. Bu hikâyelerin
her biri, aslında ülkemizin fotoğraf tarihi, kültürü ve
AFSAD’ın böyle bir çalışma içinde olması, içinde
bulunulan dönemin siyasal hareketliliğinin etkisiyle,
toplumsal sorunlara duyarlılık gösterilmesi ve fotoğrafı kitlelere ulaştırmada yayınların öneminin kavranmasından kaynaklanmaktadır. “Fotograf” dergisinin
ilk sayısında yayımlanan bir yazıda “Tutarlı yayıncılığın gerçekleşmesi için, tutarlı bir örgütlenmenin
kaçınılmazlığı bilincindeyiz. Bu nedenle fotoğrafın
işlevini yaşama geçirebilmesi, fotoğrafın yaşamın
gerçeğini algılama olarak yaygınlaşması açısından,
tabanın yayınlar karşısında edilgenlikten kurtulup,
etkin duruma geçmesi gereklidir. Taban yayının
oluşumuna, gidişine doğrudan yön verebileceği gibi,
yayın da tabanın yönelimlerinde belirleyici olur.”1
şeklindeki ifade ile yayın konusuna verilen önemin
altı çizilmektedir. Yeni kurulan bir dernek olmasına
karşın AFSAD’ın belirli bir potansiyeli kazanması
sonucunda “Fotograf”ın yayımlanmaya başlanmasını, sonraki yıllarda yaptığı bir değerlendirmede
dönemin AFSAD başkanı Kemal Cengizkan “1978
sonbaharında dernek olarak kendimizi bir dergi
çıkarabilecek durumda görerek kolları sıvadık.”2
şeklinde anlatmaktadır. Dergi, içeriğinin hazırlanmasından, basımına kadar tüm aşamaları dernek üye
ve yöneticilerinin çaba ve emekleriyle hazırlanmıştır. Derginin hazırlık aşamalarında pikaj ve montaj
işlerini yapan Çerkes Karadağ, “Fotograf” dergisinin,
özellikle AFSAD’ın başkanı Kemal Cengizkan’ın,
Özcan Yurdalan ve Merter Oral’ın büyük çabalarıyla
yayımlandığını ifade etmiştir.3 Dernekiçi yardımlaşma ile hazırlanan dergi okuyucu ve üyelerine yaptığı
4. sayısından itibaren dergide, ekonomik konularda bir hareketlilik göze çarpmaktadır. Derginin 4.
sayısında fiyatı; 5 TL’den 10 TL’ye artmış, bunun
yanında derginin, fotoğraf çevresinde gördüğü ilgi
nedeniyle baskı adedi de iki katına çıkarılmıştır. Bu
artışların nedeni; yayına ilk başlandığında AFSAD’ın
olanaklarıyla yayımlanan derginin bağımsız olarak
kendi olanaklarıyla yayımlanabilmesini sağlamasıdır. Bir diğer önemli neden olarak; o dönemde yaşanan yüksek enflasyon, sürekli fiyat artışları ve kağıt
karaborsasının, derginin maliyetlerinin artmasına
neden olduğu, derginin dördüncü sayısında okurlara açıklanmıştır. Okurlardan gelen sayfa sayısının
artırılması talebi ise derginin beşinci sayısında “Şu
andaki 8 sayfalık dergimizi, bu doğrultuda gelişecek, daha dolgun ve yetkin bir dergi için başlangıç
aşaması olarak görüyoruz. Fakat “fotoğraf sanatının
toplumsal işlevini” yaşama geçirebileceğimiz ölçüde
bu nicel değişim gerçekleşebilecektir.” şeklinde
yanıt bulmuştur.
Derginin 10. sayısı, Türkiye içinde yaşanan siyasi ve
ekonomik karışıklıklar nedeniyle, gecikmeli olarak
11. sayı ile birleşik sayı yayımlanmıştır. Bu sayıdan
itibaren dergi fiyatı yine % 100’lük bir artışla, 10
TL’den, 20 TL’ye çıkarılır. Bu durum dergide okurlara şöyle açıklanır: “Hür ekonomik düzenimizin
bir cilvesi olan kâğıt karaborsasının yanı sıra, tüm
giderlerde görülen % 100’e varan artışlar nedeniyle
içine düştüğümüz darboğaz, dergiyi sizlerden böyle
uzun bir süre ayırabildi. Artan maliyetleri karşılamak
amacı ile fiyatımız da bundan böyle 20 TL olacak.”
Bu sayıda yapılan uzun bir açıklamada, Türkiye’de
dergi yayıncılığının o dönemde yaşananlara ilişkin
tespit ve eleştiriler içermektedir. “Günümüzde yayın
dünyasındaki bunalımın sadece ekonomik bunaAFSAD
İlk 13 sayısı 1978-1979 yıllarında yayımlanan “Fotograf” dergisi, yayınına ara verdikten sonra, Ocak
1984’te yayımlanan 14. sayısı ile yayım yaşamında ikinci dönemine girmiştir. “Fotograf” dergisinin
okuyucularından aldığı yeniden yayımlanma istekleri ve AFSAD’ın bu yöndeki çabaları derginin bu
dönemdeki ilk sayısında, “Fotograf dergisi olarak
sorumluluğumuzun salt fotoğraf yayıncılığı, teknik
bilgi ve haber aktarımıyla sınırlı kalmaması gerektiğinin bilincinde olarak, ülkemiz fotoğraf sanatının bu
önemli boşluğunun doldurulmasına katkıda bulunmaya çalışacağız.” denilerek ikinci yayın dönemine
girmiştir.
O dönemde AFSAD başkanı olan Kemal Cengizkan,
“Fotograf” dergisinin çıkarılış öyküsünü 34. sayıda
şöyle anlatıyor. “1983 sonbaharında dergi hazırlıkları başladığında 3. hamur kâğıda bile olsa bir dergi
çıkarma zorunluluğunu hissetmekteydik. Ülkemizde
gelişen fotoğraf potansiyeli bunu gerektirmekteydi.
Bizler de AFSAD olarak böyle bir dergiyi gerçekleştirebilecek bir örgütlülükte olduğumuzu düşünmekteydik. Dergilerin maliyetlerinin milyonlarla anlatıldığı
günümüzde böylesine bir işe nasıl başlanacaktı.
AFSAD çevresinde bir abone kampanyası ile derginin ilk sayısının maliyeti karşılandı. Satılan dergilerle
ikinci sayı çıkarılacak ve böylece rayına oturabilecekti. Ne yazık ki ilk iki sayıyı dağıtan şirket iflas edip
ortadan kaybolunca satış gelirleri de suya düştü ve
dergi yükü yine fotoğrafseverlerin omuzuna yıkıldı.”
Dergi, yaşanan bu olaya karşın özveriye dayalı bir
çabayla yaşamına devam etmeyi başarabilmiştir.
Ön ve arka kapakların kullanımıyla birlikte toplam
16 sayfa olarak yayımlanmaya başlayan derginin bu
yeni yayın döneminde 23. sayısına kadar sadece
siyah beyaz fotoğraf yayımlanmıştır. Aralık 1984’te
yayımlanan 23. sayı ile birlikte derginin kapağında
Ocak - Şubat 2013
Os m a n Ü r p e r
lımlara dayandığını söylemek istemiyoruz tabii. Her
şeyin birbirine bağlı olduğunu gözardı etmeden şu
söylenebilir: ekonomik ve politik baskılar bir bütün
oluşturur, paranın iki yüzü gibi. Dolaylı ya da açıkça
bu ilişki böylece sürer. Kültür sanat alanındaki yayınların, dergilerin giderek darboğazlara girmelerinin yanı sıra, cicili-bicili, renkli-boyalı, dedikodulu,
baldır-bacaklı yayınların alabildiğine yaygınlaşması
başka nasıl açıklanabilir? Ülkemizdeki çarpık kapitalist düzen, yayın alanında şunu dayatıyor: yayın
işi büyük sermayeye dayanmalı. Öyle her önüne
gelenin dergi, kitap v.b. yayınlayıp huzur bozmasına
olanak verilmemeli. Bu bir ölçüde sermayenin insiyatifi dışında, kapitalizmin ekonomik-politik yasalarına uygun olarak oluşan bir olaydır. Ama sermaye
bu olgunun bilincinde olarak hızlandırabilir bu gidişi;
kâğıt tahsisleri kısılır, dağıtım engellenir, toplatılır,
kapatılır yayınlar bu uğurda.” Derginin bir sonraki
sayısında da aynı durum yaşanmaya devam eder.
12. ve 13. sayılar birleşik sayı olarak yayımlanır.
İçinde bulunulan güç ekonomik koşullar, okur katkılarıyla ve amatör çabalarla yayımlanan bu derginin
daha fazla yayımlanabilmesine olanak tanımaz.
Ekim-Kasım 1979 sayıları olan 12-13, derginin bu
dönem içerisinde yayımlanan son sayıları olur.
Tarihçe
çağrılarla onların da aktif olarak bu çabaya katılmalarını istemektedir. Derginin ikinci sayısında yapılan
duyuruda “Sadece abone olmak ya da dergiyi almak, bu bağı kurmak için yeterli değildir. Edilgen ve
tüketici okurlar değil, etken ve üretici okur ve üyelere
gereksinme duymaktayız. Ölgün ve yabancı bir dergi değil, okuru ile bir bağ kuran, canlı, hareketli bir
yayın organı amaçlıyoruz.” sözleriyle okuyucularıyla
yakın bir ilişki içerisinde olmayı hedefleyen “Fotograf” dergisinde, yayın çizgisi olarak da dönemin en
yaygın fotoğraf görüşü “Sosyal Gerçekçi” anlayışın
oldukça hâkim olduğu gözlenmektedir. Bunun yanında, içerikte yer alan haber, fotoğraf ve yazılarda,
dönemin hareketli siyasal yaşamının da izleri görülmektedir. Dergide, bu konuda okurlara sık sık çağrı
yapılarak, Türkiye sorunlarını belgeleyen fotoğraf ve
yazıların yayınlanmak istendiği belirtilmektedir. “Fotograf” ayrıca bir fotoğraf derneği tarafından yayımlanan ilk dergi olma özelliğini de taşımaktadır. Dergi
içeriğinde yer alan fotoğraflar o dönemdeki koşullar
nedeniyle sadece siyah beyaz olarak basılabilmiştir.
Derginin her sayısında siyah beyaz fotoğraf tekniği
üzerine yazıların yanı sıra, yabancı kaynaklardan
yapılan fotoğraf estetiği üzerine çeviriler ve Kemal
Cengizkan’ın hazırlamış olduğu “Fotoğraflara Bakarken” adlı sayfa ile yabancı fotoğrafçıların çalışmaları
okurlara tanıtılmıştır.
37
Tarihçe
Os m a n Ü r p e r
den oluşan bu kitapla ilgili olarak şöyle yazmaktadır:
“Kimi arkadaşlarımızın büyük bir emek ve özveri ile
hazırladıklarına inandığımız kaynakların tükenmiş olmaları nedeniyle piyasada bulmak olanaksız. Bunlar
ve benzeri nedenlerin zorlamasıyla AFSAD olarak bir
‘Fotograf’ dergisi yayımlamaya ve bunun eklerinde
çeşitli teknik ve kuramsal yazılara yer verme kararı
aldık. Bir yıllık yayın yaşamını tamamladığımız şu
günlerde, bunda başarılı olduğumuzu da sanıyoruz.
Fakat okuyucularımızdan aldığımız yoğun istek mektuplarında fotoğraf alanında karşılaştıkları sorunların
çözümüne katkıda bulunacak kaynakları önermemizi istiyorlardı. Kimi zaman bunu yapabildik. Fakat
nitelikli Türkçe yayınların tükenmesi ve Türkiye’nin
her yöresine dağıtılamaması, böyle bir hizmeti okuyucularımız için doğrudan doğruya bizim yapmamız
noktasına getirdi bizleri”.
38
ve içeriğinde ilk kez renkli fotoğraf kullanılmıştır.
Bu sayıda Türkiye’de gerçekleştirilen FIAP Renkli
Fotoğraf Bienali’nden, sekiz fotoğraf renkli olarak
basılmıştır. Renkli fotoğrafın maliyetinin daha yüksek
olması kısıtlı bütçe ile çıkarılan dergiyi zorlamaktadır.
Bu durumda bulunan farklı bir formülü derginin 37.
sayısında, Yazı İşleri Müdürü Abdullah Ersoy şöyle
açıklıyor: “Elimizdeki kısıtlı olanaklar içerisinde sayfa
sayısını artırmaya çalışacağız. Renkli sayfa sayısının artırılması ancak, renkli baskının doğurduğu ek
maliyetlerin bir bölümüne, fotoğrafları yayımlanan arkadaşların katkıda bulunması ile mümkün olabiliyor.”
Aylık olarak yayımlanan dergi, dernek yayını olması
ve derneğin yaz aylarında çalışmaması nedeniyle
yaz aylarında tatil uygulayarak yılda 10 sayı yayımlanmıştır.
Derginin bu döneminde, boyutunda ve sayfa sayılarında bir değişim gözlenmektedir. 14-43. sayıları
17.5x24.5 cm, 44-49. sayılar ise 19x27 cm boyutunda yayımlanan derginin sayfa sayılarında da sürekli
bir değişim olmuştur. 14 ve 15. sayıları reklamsız 16
sayfa iken, 16. sayıdan itibaren ön kapak içi ve arka
kapağına reklam alarak 24 sayfaya, 33. sayıda 32
sayfaya, 37. sayıdan 43’e kadar 40 sayfaya çıkmıştır. 44. sayı ile birlikte derginin boyutu büyüyerek 36
sayfa olarak yayımlanmıştır. Derginin sayfa sayılarındaki bu değişimin; derginin giderek güven kazanmasıyla ve alınan reklamlardaki artışla birlikte, 14.
sayıda AFSAD’ın bir sergisinin broşürünün verilmesiyle başlayan ve ardından bir dönem teknik çeviri ve
yazıların dergi ile birlikte fasikül olarak verilmesinin
de etkisi vardır. 14-23 sayı arasında; 8-12-16 sayfa
arasında değişen ve her biri farklı konulardan oluşan
bu fasiküllerin ardından, 24-32. sayılar arasında
Ahmet Tolungüç’ün hazırladığı notlardan oluşan fasiküllerle “Amatör Fotoğrafçının El Kitabı” isimli temel
fotoğraf bilgilerini veren bir kitap ek bir yayın olarak
doğmuş, daha sonraki sayılarda bu kitabın cildi
okurlara dağıtılmıştır. 24. sayıda verilen ilk fasikülde,
Ahmet Tolungüç, dergi ile birlikte verilen fasiküller-
Derginin içeriğinde; bir yerli bir de yabancı fotoğrafçının çalışmalarının tanıtılması, yarışma, sergi,
gösteri vb. fotoğraf ortamıyla ilgili etkinlik haberleri
yer almakta, özellikle ilk sayılarda teknik ve kuramsal
yazılara pek fazla yer verilmemektedir. Fasikül uygulamasının sona ermesinden sonra, sayfa sayısının
artmasıyla birlikte, dergide daha fazla yazıya yer
verilmeye başlanmıştır.
Aralık 1986’da yayımlanan 43. sayı ile birlikte dergi,
“FIAP Onaylı Dergi” unvanı almış ve sonraki sayılarında FIAP logosu dergi sicilinde kullanılmıştır.
Bununla birlikte dergi içeriğinde FIAP’la ilgili bilgiler
ve yarışma duyuruları düzenli olarak yer almaya
başlamıştır.
14. sayıdan itibaren Kemal Cengizkan sahipliğinde
yayımlanan “Fotograf” dergisinde, 33. sayıya kadar
yazı işleri müdürlüğünü Merter Oral yapmış, A. Rıza
Akalın, Halide Akcengiz, Tuğrul Çakar, Abdullah
Ersoy, Nilgün Günden, İbrahim Göğer, Dora Günel,
Tayfun Özel ve Ahmet Tolungüç yayın kurulunda
görev almışlardır. 34. sayıda ise dergideki görev
paylaşımında değişikliğe gidilerek, Abdullah Ersoy
yazı işleri müdürlüğü görevine getirilmiş ve 49. sayıya kadar dergi yayın kurulsuz olarak yayın yapmıştır.
“Fotograf” Mart 1987’de yayımlanan 46. sayısı ile birlikte Türkiye’de en fazla sayı çıkaran fotoğraf dergisi
olmuş ve bu sayıda, özelliğin coşkusu yaşanmıştır.
Fakat ne yazık ki dergi bu özelliğini dört sayı ileri
götürebilmiştir.
Dergi sürekli olarak maddi güçlükler içinde yayımlanabilmiş, 1500’leri bulan tirajı ve sürekli olmayan reklamlarla ayakta durmaya çalışmıştır. Dergide yayımlanan sunu yazılarında sürekli olarak okurlardan dergiye destek olmaları ve abone bulmaları konusunda
yardım istenmiştir. Fakat 49. sayı ile birlikte karşılaşılan başka bir problem, derginin yayın yaşamının
tekrar durmasına neden olmuştur. Basında yaşanan
acımasız rekabet koşulları kendileri dışındakileri yok
edecek yeni kurallara yol açmıştır. Dağıtım tekelini
elinde bulunduran iki büyük şirketin, gazete bayilerine kendi dağıttıkları dergiler dışındaki yayınlara satış
yasağı getirmeleri “Fotograf” dergisinin de devamını
Böyle bir engelle derginin ikinci yayın dönemi, Ocak
1984-Haziran 1987 arasında toplam 36 sayı yayımlanarak, sona
ermiştir.
AFSAD “Fotograf” dergisi, bu yayın döneminde de
farklı bir ekip tarafından çıkarılmıştır. Tanju Akdeniz’
in genel yayın yönetmenliğinde yayımlanan derginin
yayın künyesindeki isimlerde sürekli bir değişim gözlenmektedir. Dergi yayımlandıkça, yayın kurulundaki
isimler de değişmiştir. Aynı hareketlilik sonradan
oluşturulan danışma kurulunda da olmuş ve hatta
bu kurul daha sonra kaldırılmıştır. Dergi kadrosunda
yaşanan bu değişimin, dernek yönetiminin değişmesi gibi etkenlerin olmasıyla birlikte, devamlılığı olmayan bir ekip tarafından çıkarılmasının da derginin bu
dönemdeki yayın yaşamının uzun olmamasına etkisi
büyüktür.
Bu dönemde derginin tasarımında da değişiklikler
olmuş, kapağında daha kalın ve lak kaplamalı bir
kuşe kâğıdı kullanılmıştır. Eski sayılarda siyah zemin
Eylül 1991’de 50. sayısı ile birlikte
AFSAD “Fotograf” dergisi yeniden
yayınlanmaya başladı. AFSAD’ın
bu yayını sürdürmedeki ısrarında, fotoğraf çevresinden gelen
isteklerle birlikte, iletişim alanında
yaşanan hareketli bir dönemin de
etkisi olmuştur.
Os m a n Ü r p e r
göre değişerek iki ayda bir yayımlanması düşünülmüş, ancak bu iki aylık periyodu 54. sayıya kadar
düzenli olarak devam etmiştir. Bu sayıdan, derginin
bu döneminin son sayısı olan 57. sayıya kadar, üç
sayıda dergi ancak altı ayda bir yayımlanabilmiştir.
Tarihçe
engellemiştir. Derginin 49. sayısı, bu durum nedeniyle gecikerek ve sayfa sayısı yarıya düşerek yayımlanmıştır. Derginin son sayısında Abdullah Ersoy
okuyucularına bu olayı şöyle duyurmaktadır. “Bu
sayı ile birlikte karşımıza çıkan dağıtım sorunundan
herhalde haberdarsınızdır. Türkiye’de yazılı basının
dağıtım tekelini elinde bulunduran Gameda ve Hür
Dağıtım Haziran ayında bayilere gönderdikleri bir
duyuru ile kendilerinin dağıtımını yaptıkları dergilerin
dışındaki yayınların bayilerde satılmalarını yasakladılar. Basın yayın alanın-da Türkiye’de son yıllarda yaşanmakta olan tekelleşmeyi hızlandırmaya
yönelik bu girişim aynı zamanda basın özgürlüğüne
indirilmiş büyük bir darbe olarak görünüyor. Aslında
bu dağıtım şirketleri bazı yayınların dağıtımını önlerken, bu yayınları kendileri de dağıtmaya yanaşmıyorlar. Çünkü her iki dağıtım şirketi de aylık asgari
10.000’lik bir dağıtım sınırı belirlemiş durumda. Bu
sayıda basılmayan ya da bu sayı üzerinden dağıtım
komisyonu ödemeyen yayınların okuyucuya ulaşması bu yolla engellemiş oluyor.”
39
Dört yıl ara verilen “Fotograf” dergisinin, fotoğraf çevresinin, yayına yeniden başlaması yönündeki
talepleri, dergiyi derneğin gündeminden düşürmemiştir. Derginin
bu döneminde genel yayın yönetmeni olan Tanju Akdeniz 50.
sayıdaki sunu yazısında okurlarına çağrıda bulunarak “Fotograf’ın
makyajını biz yapıyoruz, içeriğini
de sizler belirleyeceksiniz. Sizlerden gelen görüş ve önerilerin
ışığında Fotograf’a hep birlikte
yön vereceğiz. Arada makinenizi
bir kenara bırakıp kaleme sarılın.
Fotoğraf üretenler olduğu kadar
felsefesini yapanlara da gereksinimimiz var” demektedir. Bu
çağrıda okurlarıyla bütünleşen bir
dergi olabilme çabasının yanında,
fotoğrafımızı daha düşünsel bir
zemine oturtma çabası da yer
almaktadır.
“Fotograf” dergisinin üçüncü
dönemi olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde, derginin yayın
süresi daha önceki dönemlere
AFSAD
Ocak - Şubat 2013
Os m a n Ü r p e r
Tarihçe
A
40
üzerine yerleştirilen kapak fotoğrafı bu dönemin son
iki sayısında renkli bir zemin üzerine oturtulmuştur.
Dergi boyutunda da küçük bir değişiklik yapılarak
20x27 cm ve ortalama 40 sayfa olarak yayımlanmıştır.
Derginin içeriğinde yer alan reklamlarda bu dönemde
artış olmuştur. Daha önceki dönemlerde ön kapak
içi ve arka kapakta yer alan reklamlara, bu dönemde
dergi sayfalarında da yer verilmiştir. Derginin devam
edebilmesi için bir gereklilik olan reklamların sayısındaki bu artış, bazı okurları tarafından eleştirilmekle
birlikte, reklamların dergi sayfaları arasında, uygun
bir tasarımla, yazıları bölmeden, yazı ve bölüm sonlarına yerleştirilerek, dikkati dağıtmadan kullanılmasıyla, bu eleştirilerin önüne geçilmeye çalışılmıştır.
“Fotograf” dergisi bu dönemde, özenli grafik tasarımı, kaliteli kuşe kâğıt kullanımı ve titiz baskısıyla
daha kaliteli bir dergi kimliğine bürünmüştür. Derginin kaliteden ödün vermeyeceği, bu dönemin ilk
sayısı olan 50. sayıda okurlarına duyurulmuştur.
Derginin genel yayın yönetmeni Tanju Akdeniz bu
sayıdaki sunuş yazısında “Siyah beyaz fotoğrafları ton zenginliğinden ödün vermeksizin basmanın
zorlukları bilindiğinden siyah beyaz fotoğraf sayfaları
“double tone” renk ayrımı yapılarak basıldı. Bir fotoğraf dergisinde fotoğraf kalitesinden ödün vermeyi
hiçbir zaman kabullenemeyeceğimizden maliyeti
üç-dört katına çıkarmasına karşın bu yöntemi uygulamaya gelecek sayılarda da sürdüreceğiz” demektedir. Bu kalite anlayışı sonucunda dergide yayımlanan
fotoğrafların baskılarında kayıplar en aza indirgenmeye çalışılmıştır. Dergide bu anlayışın yanında,
yine bu dönemde, matbaa ve baskı teknolojilerindeki
gelişmelerin etkisiyle önceki dönemlere göre daha
fazla renkli fotoğraf kullanılmıştır.
“Fotograf” dergisinin içeriği, bu dönemde daha
kapsamlı hale getirilmiştir. Daha önceki dönemlerde
sürdürülen, bir yerli, bir de yabancı fotoğrafçı tanıtımı bu dönemde de aynı çizgide devam ettirilmiştir.
Bunlara ek olarak, bu dönemde daha fazla teknik ve
düşünsel yazılara yer verilmiştir. Dergide Türkiye’deki fotoğraf etkinliklerine ve fotoğraf alanındaki gelişmelere yer verilmiştir. Daha önceleri “Milliyet Sanat”,
“Hürriyet Gösteri” gibi dergilerde yer alan fotoğraf
tartışmaları, karşılıklı yanıtlar biçiminde “Fotograf”
dergisinde de yer almaya başlamıştır. Bu tartışmalar, fotoğrafımıza belli bir dinamik katmakla birlikte,
karşılıklı yanıtların kişisel tartışmalara dönüşmesi,
okurlar arasında rahatsızlık duyulmasına yol açmıştır. Fotoğraf yayınlarının bu dönemde belirli bir artış
göstermesi, bu yayınlara olan talebi ve ilgiyi daha da
artırma düşüncesi, fotoğraf yayınlarının tanıtımında
ve okuyucuya ulaşmasındaki güçlükler nedeniyle,
dergi içeriğinde fotoğraf yayınlarını tanıtan yazılar da
düzenli olarak yer almaya başlamıştır.
Derginin böyle başarılı bir yayın çizgisine ve yayımlandığı dönemde Türkiye’nin tek fotoğraf dergisi
olmasına karşın, yaşanan ekonomik güçlükler, derginin düzenli olarak çıkmasını engellemiştir. Dergiyi
ekonomik olarak besleyecek olan reklamların, dergi
sınırlı bir okuyucu kitlesine ulaştığı için, reklam verecek kuruluşlarca cazip olmadığı düşüncesiyle belirli
bir düzene oturtulamaması ve Türkiye’de yeni yeni
gelişen sponsorluk kavramının fotoğraf alanında tam
olarak işlememesi, derginin yayın yaşamına düzenli
olarak devam edebilmesini engellemiştir. Bunun
yanında, derginin kaliteden ödün vermeyişi ve maliyetinin zaten yüksek olmasıyla birlikte, Türkiye’de
sürekli yükselen enflasyonla, maliyetlerin her geçen
gün daha da artması ve dergi satışlarının dağıtım
şirketlerince belirlenmiş rakamların altında kalması
nedeniyle, bu şirketlerce dağıtımının yapılmaması
ve satışın sadece abonelik sistemine dayanması
gibi ekonomik sorunlar, derginin yaşamını devam
ettirmesini engellemiştir. 57. son sayısında okurlara
duyurulan Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’nün 300
dergilik aboneliği de derginin yaşamasına yetmemiş
ve dergi bu sayıdan sonra yayın yaşamını üçüncü
kez durdurmuştur.
Bir dernek yayını olan ve kesintilere uğrayarak üç
ayrı dönemde toplam 57 sayı olarak yayımlanan
“Fotograf”, Türkiye’de en fazla sayıya ulaşan fotoğraf
dergisi olarak, Türkiye fotoğrafına önemli bir katkıda
bulunmuştur.4 Okurlarının desteği ve Türkiye’nin en
köklü fotoğraf kuruluşlarından biri olan AFSAD’ın birikimiyle yayımlanan dergi, her döneminde ekonomik
güçlükler nedeniyle zorlanmıştır. AFSAD üyelerinden oluşan gönüllü ve özverili bir kadro ile maddi bir
beklenti olmadan, derneğin kendi sınırlı olanaklarıyla
yayımlanan dergi, Türkiye fotoğrafçılarının birbiriyle
iletişim kurmalarını sağlamıştır. Fotoğraf yayınlarında görülen boşluğu kapatma düşüncesiyle yayımlanan dergi, AFSAD’ın geleneksel sloganı “Fotoğrafta
Ortaklaşa Çaba”nın ürünü olarak Türk fotoğrafına 57
sayı armağan etmiştir.
Kaynakça:
Fotoğraf Dergisi 1-57. Sayılar
“Fotoğraf Sanatının Kitlelere Ulaşma Sorunu ve Yeni
Adımlar” Fotoğraf dergisi, Kasım 1978, Sayı:1
2
Kemal Cengizkan, “Dünden Bugüne Afsad” Fotograf Dergisi, Mayıs 1987, Sayı 48, Sayfa: 31
3
Çerkes Karadağ ile yapılan 12 Şubat 2001 tarihli görüşme
4
Bu sayı Ant yayıncılık tarafından da halen yayımlanmakta
olan Fotoğraf dergisi tarafından Ocak 2005’de yayımlanan
58. Sayısı ile egale edilmiştir.
1
Fotoğrafçının Zihni: Daha Başarılı Dijital
Fotoğraflar İçin Yaratıcı Düşünme
1. Genel olarak tatmin edici bir görüntü oluşturmak.
Bir görüntü temel teknik ve estetik kurallarına başkaldırsa bile, bunu bu kuralların bilincinde olarak
yapmalıdır.
2. Uyarıcı ve kışkırtıcı olmak. Bir fotoğraf heyecan
uyandırmıyor ya da dikkat çekmiyorsa, olsa olsa
yeterli olabilir, daha fazlası değil.
3. Çok katmanlı olmak. Yüzeydeki grafik düzenin
altında daha derin bir anlam da taşıyarak birden
fazla katmanda işlev gören bir görüntü daha iyidir.
İzleyiciler olarak keşfetmek hoşumuza gider.
4. Kültürel ortamla uyum içinde olmak. Fotoğrafçılık
görsel açıdan günlük hayatımızın öyle büyük bir parçasıdır ki, doğası gereği günceldir. Çoğu kişi de bunun böyle olmasından ve fotoğrafçılığın, içinde bulunulan mekân ve zamanla ilgilenmesinden hoşlanır.
5. Bir fikir içermek. Her sanat eseri onu yaratırken
AFSAD
kullanılan fikirlerin derinliğini taşır. Bu görüntü sadece dikkat çekmekle kalmamalı, aynı zamanda ona
bakanın hayalgücünü de çalıştırmalıdır.
Kendi sanatsal ortamına sadık olmak. Sanat eleştirmenliğinde uzun süredir hâkim olan bu görüş, her
sanat formunun kendi ortamının iyi olduğu yönleri
keşfedip kullanmasını, diğer sanat formlarının taklidine başvurmamasını, başvuracaksa da bunu alaycı
bir tutumda yapmamasını söyler.” (Giriş bölümünden)
Michael Freeman’ın Fotoğrafçının Zihni (Daha Başarılı Dijital Fotoğraflar İçin Yaratıcı Düşünme) adlı kitabı
Remzi Kitabevi tarafından yayınlanmış. Üç bölümden
oluşuyor; Birinci bölümün başlığı Niyet. Bu bölümde
“İnsanların çekmiş olduğunuz bir fotoğrafa dikkatini
vermesini ve ondan keyif almasını istiyorsanız, o fotoğrafa bir göz atmaktan ötesini yapmaları için bir sebep sunmanız gerekir.” düşüncesinden hareketle bunun ayrıntıları veriliyor. İkinci bölümün başlığı Tarz.
Bu başlık altında, insanların fotoğrafın sizin olduğununun ayırdına varabilmesi için yapmanız gerekenler
anlatılırken çağdaş fotoğrafçılıktaki ana tarz şekilleri
sıralanıyor. Üçüncü bölüm İşlem Süreci’nde ise bir fotoğrafın ortaya çıkarılması sırasında hem makinenin
neler yapabileceği hem de makineyi kullanma şeklinizin bu süreci nasıl etkilediği örneklerle anlatılıyor.
Ocak - Şubat 2013
Kitaplık
“İyi bir fotoğraf nelere sahiptir? … Konuya geniş bir
açıdan bakabilmek için bir adım geriye çekilirsek, iyi
görüntülerin niteliklerini sıralamak o kadar da zor olmayacaktır. Ben altı maddelik bir liste oluşturdum.
Buna sizin de ekleyecekleriniz olabilir ama bence eklenecek diğer maddeler, burada sıraladıklarımın altkümeleri olarak işlev göreceklerdir. Bütün iyi fotoğraflar, aşağıdaki özelliklerin hepsini olmasa da, çoğunu
taşır:
K.O.ntrast
Michael Freeman
41

Benzer belgeler