Uluslararası Af Örgütü Bülteni

Transkript

Uluslararası Af Örgütü Bülteni
ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ ÜYE VE DESTEKÇİLERİ İÇİN
2015/2
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü
1
BÜLTEN [ 2015/2 ]
amnesty.org.tr
twitter.com/aforgutu
bit.ly/aforgutu
hakanyamananeoldu.org
acileylem.org.tr
ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ ÜYE VE DESTEKÇİLERİ İÇİN
2015/2
B U
S İ Z İ N
B Ü LT E N İ N İ Z
6
Merhaba,
Hong Kong’da bir otel odasında beklerken...
Oldukça hareketli geçen bahar aylarını geride bıraktık.
Edward Snowden yazdı: “Tam iki yıl önce, Hong Kong’daki bir otel odasında çalışan üç gazeteci
ve ben, Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) ABD’de gerçekleşen neredeyse her telefon görüşmesini
kaydettiğinin ortaya çıkmasına dünyanın nasıl tepki göstereceğini görmek için bekliyorduk.”
8
“Oğlumu kasten öldürdün!”
Uluslararası Af Örgütü Uluslararası Sekreterya Siyasi Danışmanı Beate Slydal yazdı: “
Bunlar, 3 Haziran 2013’de gaz fişeğiyle başından vurularak öldürülen 22 yaşındaki oğlu
Abdullah’ın, olay esnasındaki görüntülerini izlerken gözyaşlarına boğulan Hatice Cömert’in
sözleri...”
10-11
“#BizimleMisin?” diye sorduk
Sandıktan insan hakları çıksın istedik, siyasi partilere “#BizimleMisin?” diye sorduk.
Kimler mi evet dedi?
14
Kentlerdeki mülteciler ve baroların
mülteci alanındaki sorumluluğu
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı
Av. Taner Kılıç yazdı.
19
Mursi’ye ölüm cezasına hayır
Türkiye’de 7 Haziran genel seçimleri bizim için de insan hakları
taleplerimizi hatırlatmak açısından iyi bir fırsat oldu. Tüm siyasi
partilere yönelik “bizimle misin” kampanyasını yürüttük; seçime
katılan 20 siyasi partiye ifade özgürlüğüne saygı duymaları,
barışçıl protesto hakkını korumaları, polis şiddeti ve cezasızlığı,
kadına yönelik her türlü şiddeti önlemeleri, cinsel yönelim ve
cinsiyet kimliği ayrımcılığının yaşanmamasını sağlamaları ve
mültecilerin insan haklarına erişimini ve işçi haklarını güvence
altına almaları için çağrı yaptık. Mecliste grubu bulunan siyasi
partilerin yetkilileri ile yüz yüze görüşmeler gerçekleştirdik. Bazı
partiler taleplerimizin tümünü kabul ettiklerini açıkladılar. İmza
kampanyamıza katıldığınız için çok teşekkürler. Taleplerimizin
takipçisi olacağız...
İfade özgürlüğüne bir tehdit olarak son zamanlarda
“Cumhurbaşkanına hakaret” davaları ön plana çıkıyor. TCK’nin
299. Maddesi uyarınca yürütülen kovuşturmalar Türkiye’nin
tarafı olduğu ve ifade özgürlüğünü koruyan Uluslararası Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19. Maddesi’ni ve İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’ni ihlal ediyor. Yetkilileri bu
madde uyarınca yürütülen bütün kovuşturmaları düşürmeye ve
bu maddeyi yasadan çıkartmaya çağırıyoruz. Gözlemcilerimizin
izlediği davalardan birinde; bu madde kapsamında yargılanan İleri
gazetesi Yazı İşleri Müdürü Hanife Şahan’ın ilk duruşmada beraat
etmesi olumlu bir gelişme oldu. Darısı gazeteci Barış İnce, aktivist
Onur Kılıç ve diğerlerinin başına.
Tüm dünyada 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük mülteci krizi
ile karşı karşıyayız. Hemen yanı başımızdaki korkunç savaştan
kaçan insanlar ülkemize sığınıyor. Mülteci olmak dünyadaki en
Uluslararası Af Örgütü, yaşam hakkını ihlal eden ölüm cezasına istisnasız her durumda
karşıdır. Mursi’yi ya sivil bir mahkemede adil bir şekilde yeniden yargılayın ya da
serbest bırakın!
Dergi Adı: Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi İktisadi İşletmesi Bülteni
İmtiyaz Sahibinin Adı: Murat Çekiç
Sorumlu Yazı İşleri Müdürünün Adı: Erdal Demirdağ
Kapak ve Arka Kapak Fotoğrafı: © REUTERS Yannis Behrakis
Grafik Tasarım/Uygulama: Altuğ Çavuşoğlu
Yönetim Yeri, Adresi: Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi İktisadi İşletmesi Hamalbaşı Cad. No: 22 Dükkan 2 D2-D3-D4 Beyoğlu/İstanbul
Basımı Yapanın Adı ve Adresi: Ümit Bozkurt, Ümit Matbaacılık San. Ve Tic. Ltd. Şti., Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi Z-A / 6-10 Topkapı / İstanbul Tel: 0212 565 42 69
Basım Tarihi: Temmuz 2015
Yayın Türü: Yerel süreli yayın, 4 ayda bir yayımlanır
zor şeylerden biri. Yakınlarını kaybetmiş; evlerini arkada bırakmış,
canlarını kurtarmak için kaçan bu insanlara her türlü korumanın
sağlanması hükümetlerin görevi. Akdeniz’de güvenliğe kaçmaya
çalışan kadınlar, erkekler ve çocuklar boğularak ölüyor, Güneydoğu
Asya kıyılarında binlerce mülteci hiç bir ülke kendilerini kabul
etmediği için haftalarca denizde aç susuz sürüklendi. 20 Haziran
Dünya Mülteciler Günü öncesi Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta bir
brifing yayımlayarak mültecilerin eğitim, sağlık, barınma, yiyecek
gibi temel ihtiyaçlarının sağlanması, haklarının güvence altına
alınması, Akdeniz’de yaşanan ölümlerin engellenmesi, mültecilerin
bir an önce yeniden yerleştirmelerinin yapılması konularında
taleplerimizi uluslararası topluma bir kez daha tekrarladık.
Bültenimiz yayıma hazırlandığı sıralarda Mısır’ın eski
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ölüm cezasına mahkum
edildiğini öğrendik. Mısır’da 2014’ten bu yana 844 ölüm cezası
kararı verildi. Durum son derece kaygı verici. Bu kararlar açık
bir şekilde adil olmayan yargılamalardan sonra veriliyor. Ölüm
cezası; en temel insan hakkı olan yaşam hakkının devlet eli ile
hiçe sayılmasıdır ve Uluslararası Af Örgütü olarak hiç bir istisna
olmaksızın ölüm cezasına kesinlikle karşıyız. Bunun için her yıl
tüm dünyada ölüm cezası uygulamalarını izlediğimiz bir rapor
yayımlıyoruz. Tüm ülkelerde ölüm cezasının kaldırılması için güçlü
kampanyalar yürütüyoruz. İnsan haklarına duyarlı olan siz sevgili
destekçilerimizi http://acileylem.org.tr adresinde yer alan imza
kampanyasına katılmaya, yaşam hakkını korumak için harekete
geçmeye çağırıyoruz.
Bu sayımızda da insan hakları ihlallerinin sona ermesi için
yaptığımız çalışmaların bazılarını okuyacaksınız. Biliyoruz ki
dünya üzerindeki bütün insanların haklarını kazanması için daha
çok yolumuz var; birbirimizden aldığımız güçle yolumuza devam
ediyoruz.
Emek Eren, Vekil Direktör, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
2
3
BÜLTEN [ 2015/2 ]
BÜLTEN [ 2015/2 ]
TÜRKİYE AÇIKLAMALARI
CİNSİYET GEÇİŞ AMELİYATI İÇİN KISIRLAŞTIRMA
ŞARTININ ARANMASI AİHS’E AYKIRI
13 MART 2015
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 10 Mart günü
verdiği Y.Y. v. Türkiye kararında trans erkeğin
cinsiyet geçiş ameliyatı olabilmesi için üreme
yeteneğinden sürekli biçimde yoksun olmasının
şart koşulmasının özel hayata saygı hakkını
(Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesi)
ihlal ettiğine karar verdi. Uluslararası Af Örgütü
tarafından yapılan açıklamada, “trans bireylerin
cinsiyet geçiş ameliyatı olabilmeleri için
kısırlaştırmanın şart koşulmasını hükümsüz kılan
kararı, Avrupa’daki trans bireylerin eşitliği için
atılmış cesaretlendirici bir adım” denildi.
Haberin devamı için:
http://bit.ly/aforgutu20
TÜRKİYE: POLİSE MUHALİFLERİ SİNDİRMEK İÇİN
GENİŞ KAPSAMLI YETKİLER VERİLİYOR
27 MART 2015
Uluslararası Af Örgütü, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nden 27 Mart’ta geçen ‘İç Güvenlik Paketi’
ile ilgili bir açıklama yayımladı. Örgüt tarafından
yapılan açıklamada, “Kabul edilen bir güvenlik
paketi, muhalif görüşleri sindirmek için kolluk
kuvvetlerine silah kullanma ve insanları gözaltına
alma hususunda geniş ve tehlikeli yetkiler veriyor”
denildi. Örgüt, bu paketin halihazırda göstericilere
karşı yaygın bir şekilde kullanılan keyfi gözaltı
pratiğini kolaylaştıracağını ve daha fazla insan
hakları ihlalinin önünü açacağını ifade ederken,
bunlar arasında siyasi amaçlı cezai soruşturmalar
ve yaşam hakkı ihlalleri örnek gösterildi.
Haberin devamı için:
http://bit.ly/aforgutu21
ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ SAVCI KİRAZ’IN REHİN
ALINMASI VE ÖLDÜRÜLMESİNİ KINADI
1 NİSAN 2015
Uluslararası Af Örgütü, 31 Mart günü silahlı sol
örgüt DHKP-C (Devrimci Halk Kurtuluş PartisiCephesi) tarafından gerçekleştirilen ve savcı
Mehmet Selim Kiraz’ın ölümüyle sonuçlanan rehin
alma olayını kınadı. İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde
savcının ofisinde gerçekleşen rehin alma olayı
neticesinde, rehin alan iki kişi ve savcı, polis ile
gerçekleşen çatışma sonrasında ölmüştü.
Haberin devamı için:
http://bit.ly/aforgutu22
SAVCININ RAHATSIZ EDİCİ GÖRÜNTÜLERİ
ERİŞİMİN ENGELLENMESİNİ MEŞRU KILMAZ
1 NİSAN 2015
Uluslararası Af Örgütü, bir mahkemenin, Google’a
erişimi engelleme kararı üzerine bir açıklama
yayımladı. Açıklamada “Savcıyı silah zoruyla
tutulurken gösteren rahatsız edici fotoğrafların
yayımlanması, internette ifade özgürlüğünün
üzerine daha fazla gitmek için bir mazeret olarak
kullanılmamalı” denildi. İstanbul’daki mahkeme,
fotoğrafların ‘terör örgütü propagandası yaptığı’na
ve ‘halkı kin ve düşmanlığına tahrik ettiği’ne
hükmetmiş, arama sonuçlarında ilgili fotoğrafa yer
veren sayfaların kaldırılmaması halinde Google’a
erişimin engellenmesine karar vermişti.
Haberin devamı için:
http://bit.ly/aforgutu23
1 MAYIS: TÜRKİYELİ YETKİLİLER
PROTESTOCULARIN BARIŞÇIL TOPLANMA HAKKINA
SAYGI DUYMALI
30 NİSAN 2015
Planlanan 1 Mayıs gösterilerinin arefesinde
Uluslararası Af Örgütü, Türkiye yetkililerini
protestocuların haklarına saygı duymaya çağırıyor.
İstanbul’daki yetkililer, 1 Mayıs için geleneksel bir
alan olan şehir merkezindeki Taksim Meydanı’nda
gerçekleşecek gösterilere izin vermeyi yine
reddetti. Ek olarak, barışçıl toplanma hakkının
engellenmesiyle birlikte, protestocular polisin
aşırı güç kullanımı, keyfi gözaltı ve adil olmayan
kovuşturma riski altında. Uluslararası Af Örgütü ise
İstanbul’daki gösteriler için gözlemci gönderecek.
Haberin devamı için:
http://bit.ly/aforgutu24
‘BİZİMLE MİSİN?’ KAMPANYASINA
DÖRT PARTİDEN DESTEK
1 HAZİRAN 2015
Uluslararası Af Örgütü’nün 7 Haziran 2015
tarihinde gerçekleşecek Türkiye Genel Seçimleri
öncesi başlattığı ‘Bizimle Misin?’ kampanyası
doğrultusunda, tüm siyasi partilerle iletişime
geçmiş, halihazırda TBMM’de grubu bulunan
dört partinin üstdüzey temsilcileriyle de bir
araya gelmişti. 14 Nisan’da gerçekleşen bir
basın toplantısıyla başlangıcı yapılan kampanya
kapsamında Uluslararası Af Örgütü, tüm siyasi
partileri “ifade özgürlüğüne saygı duyulan, barışçıl
protesto hakkının korunduğu, polis şiddeti ve
cezasızlığın olmadığı, kadına yönelik her türlü
şiddetin önlendiği, cinsel yönelim ve cinsiyet
kimliği ayrımcılığının yaşanmadığı, mültecilerin
insan haklarına erişebildiği ve işçi haklarının
güvence altına alındığı” bir Türkiye için hareket
etmeye çağırmıştı. Kampanya kapsamında
Halkların Demokratik Partisi (HDP), Hak ve
Özgürlükler Partisi (HAK-PAR), Demokratik Sol
Partisi (DSP) ve Liberal Demokrat Parti (LDP), insan
hakları odaklı talepleri kabul ettiğini açıkladı.
Haberin devamı için:
http://bit.ly/aforgutu25
TÜRKİYE VE LÜBNAN AĞIR BİR YÜKÜ OMUZLARKEN
DÜNYA OTURUP SEYREDİYOR
15 HAZİRAN 2015
Uluslararası Af Örgütü, 20 Haziran Dünya Mülteci
Günü öncesi Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta bir
brifing yayımladı. Brifingde, “dünya liderleri,
temel insani koruma sağlanamaması sebebiyle
milyonlarca mültecinin dayanılmaz şartlarda
oluşunu ve on binlercesinin hayatını bu nedenle
kaybetmesini sadece kınıyor” denildi. ‘Küresel
Mülteci Krizi: Bir İhmalin Komplo Teorisi’
başlıklı brifing, Lübnan’dan Kenya’ya, Andaman
Körfezi’nden Akdeniz’e milyonlarca mültecinin
mustarip olduğu korkutucu acıları ortaya koyuyor
ve dünyanın mültecileri ele alma konusunda
radikal değişiklikler çağrısında bulunuyor. Konuyla
ilgili bir açıklama yapan Uluslararası Af Örgütü
Genel Sekreteri Salil Shetty, “Lübnan ve Türkiye
gibi ülkeler böylesine ağır bir yükü omuzlarken
dünya artık oturup izleyemez. Sadece çatışmaların
yaşandığı bir ülkeyle aynı sınırı paylaştığı için,
başkalarından gelen çok az yardımla böylesine ağır
bir insani krizle başetmek durumunda olan bir ülke
kalmamalı” şeklinde konuştu.
Haberin devamı için:
http://bit.ly/aforgutu26
TÜRKİYE MÜLTECİ HUKUKUNA İLİŞKİN
NOTLAR-3
Suriye’den Gelen Mültecilerin Türkiye’deki Hukuki Statüsü
Mayıs 2014’ten Sonra Irak’tan Gelen
Mültecilerin Türkiye’deki Hukuki Statüsü
Kararnamenin eki Karara aşağıdaki madde
eklenmiştir.
- Ülkesine gönüllü olarak geri dönmek
isteyenlere gerekli kolaylık sağlanması
İslam Devleti (IŞİD) adlı silahlı grubun 2014
yılında Musul ve Şengal’e yönelik saldırıları
sonucu aralarında Êzidî inancına mensup
Kürtlerin ve Türkmenlerin de olduğu on
binlerce Iraklı yerinden edildi. Iraklıların
büyük bölümü Irak’ın kuzeyine, Irak Kürdistan
Bölgesel Yönetimi kontrolündeki şehirlere
göç etmek zorunda kaldı. Irak’ın kuzeyinde
yoğunlaşan kalabalık nüfusun temel ihtiyaçlara
erişiminin kısıtlı olması ve bu bölgenin de
saldırı tehdidi altında olmasından dolayı
binlerce Iraklı Türkiye’ye sığındı. Büyük bölümü
pasaportlarıyla Habur sınır kapısından giriş
yaptı. Bir kısmı ise pasaportu olmadığı için sınır
kapısından içeri alınmadı. Pasaportu olmayan
binlerce kişi Uludere / Roboski bölgesinden
düzensiz olarak Türkiye’ye giriş yaptı.
“MADDE 61 - Ülkeye geliş ve ülkede bulunuş
şekillerine bakılmaksızın 1/5/2014 tarihinden
itibaren Irak’tan ülkemize gelen ve kalış
durumları İçişleri Bakanlığınca belirlenen Irak
uyruklu yabancılara, kendilerine geçici koruma
statüsü tanınmaksızın, Sağlık Bakanlığı ve
bağlı kuruluşları tarafından geçici koruma
statüsü altındakilere sağlanan sağlık
hizmetlerinin sunulması, 8/1/2002 tarihli ve
4736 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin birinci
fıkrası hükmünden muaftır.”
- Ülkesine geri dönemeyeceklere 6458 sayılı
kanunda düzenlenen “insani ikamet izni”
verilmesi
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma
Kanuna göre, Iraktan Türkiye’ye sığınma
amacıyla gelenlerin uluslararası koruma
başvurusu (şartlı mülteci) başvurularının
alınması ve bu başvurularının sonucunda
uluslararası koruma prosedürünün işletilmesi
gerekiyordu.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü
21.08.2014 tarih ve 2014/23 sayılı bir
genelge yayımlayarak Iraklılara “Yabancı
Tanıtım Kartları” düzenlenerek Türkiye’de
kalış izni verilmesini istemiş, böylece başta
sağlık olmak üzere Iraklıların temel haklara
erişimi kısıtlanmıştı. Bu genelge ile Iraklıların
uluslararası koruma başvuru işlemleri fiilen
askıya alınmıştı.
26.01.2015 tarihinde yapılan bakanlar kurulu
toplantısında aşağıdaki karar alınmıştır:
Bilindiği gibi bir göç hareketinin kitlesel
olup olmadığına karar verip, geçici koruma
rejimine dahil edilmesi karar yetkisi bakanlar
kurulundadır. Yaklaşık altı ay boyunca Irak’tan
gelen mültecilerin geçici koruma rejimine dahil
edilecek kitlesel bir göç akını olup olmadığı
konusunda karar vermeyen bakanlar kurulu, bu
süre boyunca Iraktan gelen mültecilerin hukuki
statülerinin belirsiz kalmasına neden oldu.
12 Şubat 2015 tarihinde İçişleri Bakanlığı
tarafından “Irak Uyruklu Yabancılarla İlgili
Yapılacak İş ve İşlemler” başlıklı yeni bir
genelge yayımlandı. Genelgede Türkiye’de
yaşayan Iraklıların sağlık, eğitim, çalışma gibi
hizmetlere erişimlerinde aksaklıkların olduğu
ve bu ihtiyaç üzerine yeni bir düzenlemenin
yapıldığı vurgulanıyordu. Iraklıların “geçici
koruma rejimi” altında olmadıkları ise
genelgede yeniden vurgulanan bir nokta.
Bu genelgeyle beraber Irak’tan gelen göç
dalgasının kitlesel bir göç dalgası olmadığı ve
dolayısıyla bireysel prosedürlerin işletilmesi
gerektiği karara bağlanmış oldu.
- 6458 sayılı kanunda düzenlenen uluslararası
koruma başvurusu (şartlı mülteci) yapmak
isteyenlerin başvurularının alınması
Mayıs 2014’ten şu ana kadar “98” ile başlayan
yabancı tanıtım numarası ve belgesine
sahip Iraklılar uluslararası koruma veya
geçici koruma rejimine dahil olmadıkları için
sağlık giderleri AFAD veya SGK tarafından
karşılanmıyordu. Yalnızca acil sağlık hizmetleri
ücretsiz olarak karşılanabiliyordu. Bu genelge
ile ise uluslararası koruma başvurusunda
bulunacak Iraklılara verilecek “uluslararası
koruma başvuru sahibi kimlik kartı” ve “99” ile
başlayan yabancı kimlik numarası ile SGK’ya
kayıtlarının yapılıp sağlık hizmetlerinden
ücretsiz yararlanma imkanı tanınmasının
önü açılıyor. Yine bu genelgeyle, Türkiye’deki
okullara kayıt yaptırmak isteyen çocukların
resmi kayıtlarının alınması mümkün olacaktır.
İnsani ikamet izni alacak Iraklıların ise
temel ihtiyaçlarının kendileri tarafından
karşılanması gerekmektedir. Genelge ile
Iraklılara sunulan “gönüllü geri dönüş”,
“insani ikamet izni” ve “uluslararası koruma
başvurusu” seçeneklerinin tümü çeşitli hak ve
yükümlülükleri beraberinde getirmektedir. Bu
hak ve yükümlülükler 6458 sayılı Yabancılar ve
Uluslararası Koruma Kanununda ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir.
Genelgede Irak’tan Türkiye’ye sığınanlara ilişkin
üç farklı işlem yapılabileceği öngörülüyor;
28/1/2002 tarihli ve 2002/3654 sayılı
Bültende açıklanmasını istediğiniz konuları [email protected] adresine iletebilirsiniz.
4
BÜLTEN [ 2015/2 ]
5
BÜLTEN [ 2015/2
2015/1 ]
BLOG
BLOG
HOLLANDALI GAZETECİ
DAVASINDA
ŞAŞIRTAN DÖNÜŞ:
İYİ HABER Mİ?
HONG KONG’DA
BİR OTEL
ODASINDA
BEKLERKEN...
Tam iki yıl önce, Hong Kong’daki bir otel odasında
çalışan üç gazeteci ve ben, Ulusal Güvenlik Ajansı’nın
(NSA) ABD’de gerçekleşen neredeyse her telefon
görüşmesini kaydettiğinin ortaya çıkmasına dünyanın
nasıl tepki göstereceğini görmek için bekliyorduk. Takip
eden günlerde bu gazeteciler ve diğerleri demokratik
hükümetlerin, yanlış hiçbir şey yapmamış normal
vatandaşlarının özel aktivitelerini gözlemlediğini ortaya
koyan belgeleri yayımladı.
Birkaç gün içinde ABD hükümeti, 1. Dünya Savaşı
döneminden kalma espiyonaj yasası uyarınca aleyhimde
suçlamalarda bulunarak karşılık verdi. Gazeteciler,
ABD’ye geri döndükleri takdirde tutuklanma veya
mahkemeye çıkarılma riski altında oldukları hususunda
avukatlar tarafından uyarılmıştı. Politikacılar, Amerika
karşıtı ve hatta ihanet olarak değerlendirilen bu
çabalarımızı kınama yarışına girişmişti.
Şahsen, hayatımızı bir hiç uğruna riske
edebileceğimizden endişe ettiğim bazı anlar vardı.
Mesela kamuoyunun bu ifşaatlara ilgisiz bir şekilde
veya yerleşmiş alaycılıkla tepki verebilmesi gibi.
Yanılmış olmama daha önce hiç bu kadar
sevinmemiştim.
İki yıl sonra farklılık derinleşti. Tek bir ay içinde NSA’in
arama izleme programı mahkeme tarafından yasa dışı
ilan edildi ve Kongre tarafından sahiplenilmedi.
Beyaz Saray tarafından yapılan bir soruşturmaya göre
bu program tek bir terörist saldırıyı bile durdurmamıştı.
Hatta bir zamanlar programın yerindeliğini savunan
Başkan bile ifşaatı eleştirmiş ve programın sona
erdirilmesi talimatını vermişti.
Bu bilgilendirilmiş kamuoyunun gücüydü.
Birleşik Devletler Vatanseverlik Yasası uyarınca özel
telefonların kitlesel dinlemesini sona erdirmek, tüm
vatandaşların hakları için tarihi bir zaferdir. Fakat
6
BÜLTEN [ 2015/2 ]
küresel farkındalıkta bir değişimin de en son ürünüdür.
tarafından baskıya uğramaktadır.
2013’ten beri, Avrupa’daki kuruluşlar benzer yasalar
ve operasyonların yasa dışı olduğuna hükmediyor ve
gelecekteki faaliyetler için yeni kısıtlamalar empoze
ediyor. Birleşmiş Milletler kitlesel dinlemenin insan
haklarının kesin ihlali olduğuna karar verdi. Latin
Amerika’da, Brezilya vatandaşlarının çabaları dünyanın
ilk internet insan hakları beyannamesi olan Marco
Civil’in oluşmasına öncülük etti.
Milyarlarca cep telefonu konum kaydı ve iletişimi,
etkilenenlerin suçlu ya da masum olup olmadığına
bakılmaksızın yetkililer tarafından elde edilmektedir.
Hükümetimizin özel hayatları açık kitaplara çevirmek
için internetin temel güvenliğini ‘arka kapılar’ ile kasıtlı
olarak zayıflattığını öğrendik.
Hükümetin aşırılıklarını düzeltmede bilinçli bir
kamuoyunun kritik rolü tanınarak, Avrupa Konseyi,
ifşaatlarda bulunanların kovuşturulmasını önleyen yeni
yasalar için çağrıda bulundu.
Hukukun sınırları ötesinde, ilerleme daha hızlı geldi.
Teknoloji uzmanları etrafımızı kuşatan aletlerin
güvenliğini yeniden tasarlamak için internetin kendi
diliyle birlikte dur durak bilmeden çalıştılar. Kitlesel
dinlemeleri sağlayabilmek için hükümetler tarafından
istismar edilen kritik alt yapılardaki gizli kusurlar tespit
edildi ve düzeltildi.
Bir zamanlar içsel ve gereksiz bulunan şifrelemeler gibi
temel teknik önlemler, telefonunuz çalınsa dahi özel
hayatınızın gizli kalmasını sağlayan Apple gibi öncü
şirketlerin ürünleriyle standart hale getirildi.
Böyle yapısal teknolojik değişimler, mahremiyet karşıtı
yasaların keyfi boşluklarından sıradan vatandaşları
izole ederek, tıpkı Rusya’daki temel mahremiyete erişim
sağlamayı mümkün kılabilir.
Her ne kadar uzun bir yol kat etsek de, ABD Haklar
Bildirgesi’nde yer verilen özgürlüklerin temeli olan
mahremiyet hakkı, diğer programların ve otoritelerin
tehdidi altında kalmaya devam etmektedir. Dünyanın
en popüler çevrimiçi servisleri NSA’in kitlesel dinleme
programıyla partner olarak listelenmektedir ve teknoloji
şirketleri, müşterileriyle çalışmak yerine onların
aleyhinde çalışmak için dünya çapında hükümetler
Metadata (veriye dair veri), sıradan internet
kullanıcıların kişisel ilişkileri ve ilgilerinin tarihte
görülmemiş bir ölçekte ele geçirildiğini ve izlendiğini
ortaya koyuyor. Yani siz bu yazıyı okurken, ABD hükümeti
bir not hazırlıyor.
ABD’nin dışında, Avustralya, Kanada ve Fransa’daki
istihbaratçılar, bu otoritelerin saldırıları önlemediğine
dair güçlü kanıtlar olmasına rağmen müdahaleci
yeni güçler aramak için son yaşanan trajedilerin
sömürmüştür. İngiltere Başbakanı David Cameron
geçenlerde, “İnsanlar arasında gerçekleşen ama
bizim okuyamadığımız iletişim yöntemlerine izin
vermekte emin miyiz? düşüncesine gark oldu. Sonunda
Cameron aradığı sorunun cevabını buldu: “Uzun
bir zaman boyunca pasif hoşgörülü bir toplum oldu
ve vatandaşlarımıza söylüyoruz ki, kanunlara itaat
ettiğiniz sürece, sizi yalnız bırakacağız.” Ve milenyumun
başında birkaç kişi, vatandaşların kendi liderlerine
karşı açık toplum kavramını savunmak zorunda olduğu
bir demokrasinin geliştirildiği hayalini kurdu.
Henüz güçler dengesi değişmeye başlıyor. Terör
sonrası yeni neslin ortaya çıkışına tanık oluyoruz, tekil
trajediden kaynaklanan dünya görüşünü reddeden bir
nesil. 11 Eylül saldırılarından beri, ilk defa korkuyu ve
reaksiyonu geri çeviren, esnekliği ve elverişliği tercih
eden bir siyaseti görüyoruz. Her mahkeme zaferi ile, her
hukuki değişimle, gerçeklerin korkudan daha ikna edici
olduğunu gösteriyoruz. Ve toplum olarak, bir hakkın
değerinin sakladığında değil, koruduğunda olduğunu
yeniden keşfediyoruz.
Edward Snowden
Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink’in davası, dün sabah Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada beklenmedik bir dönüşe
sahne oldu.Terör örgütü propagandası yapmakla suçlanan Geerdink,
suçlamaları reddeden ifadesini verdikten sonra, savcı iddialarından
vazgeçti. Herkesi şaşırtarak beraat talep etti. Bu iyi bir haber mi?
arasındaki çatışmanın bir analizi ile şiddeti körükleyen ifadeler
arasındaki farkı ortaya koyamıyor. İkinci savcının böyle bir ayrımı
yapması ve hukukta uygulaması gerçeği ise iyi bir haber. İddianame ve
-beklenen- beraat, Türk ve uluslararası gazeteciler aleyhindeki benzer
davalar için emsal teşkil edecek gibi görünüyor.
Her ne kadar karar önümüzdeki pazartesi günü (13 Nisan) açıklanacak
olsa da, bu kesinlikle Geerdink için güzel bir haber gibi görünüyor.
Geerdink Kürt sorunu ve Türkiye’nin güneydoğusunda hayatı kaleme alıyor
ve yakın dönemde Uludere’deki katliam ile ilgili bir kitap (Aralık 2013)
yayımladı.
Mahkeme salonu, Türkiye’deki ifade özgürlüğünün korkunç durumunu
hatırlatıyordu. Bu devasa salon KCK adıyla bilinen davalar gibi toplu
duruşmaları ağırlayabilmesi amacıyla inşa edilmişti.
Savcı, Geerdink’in Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesi altında
suçlanacak temelde paylaşımlar yapmasına ve twit’ler atmasına rağmen,
şiddete teşvik etmediğini ve böylelikle basın özgürlüğü sınırları içerisinde
kalarak bir hüküm gerekçesi olmadığını belirtti. Örnek olarak Geerdink
PKK’ın amblemini giymiyordu.
İddianame bir başka savcı tarafından hazırlanmıştı ve bu fikir
değişikliğini açıklıyordu. Geerdink’in avukatı Ramazan Demir’e göre, bir
savcının soruşturma açması ve davayla bir başka savcının ilgilenmesi
Türk hukuk sisteminde yaygın bir pratik. Böylelikle yeniden değerlendirme
mümkün görünüyor, beraat bekleniyor.
Savcının muhakemesi bir başka iyi bir haber. Terörle Mücadele
Kanunu’nun 7/2. maddesi ‘terör örgütü içi propaganda yapma’yı bir suç
olarak niteliyor.
Madde, Eylül 2013’de Dördüncü Yargı Paketi ile değiştirilerek, suç
tanımına tehdit, zorlama veya şiddet dahil edildi. Bu bir ilerleme olsa da,
yasa hala uluslararası insan hakları standartları çizgisinde, yeterince
açık bir gerekçe sunmuyor. Dolayısıyla yasa hala ifade özgürlüğüni ihlal
edebilecek şekilde kullanılabilir.
Ancak Geerdink’in davasında iddianame, bütün bu değişiklikleri gözardı
ediyor. Geerdink’e karşı kullanılan deliller, PKK ile Türk otoriteleri
PKK’nın şehir kanadıyla bağlantılı olduğu iddiasıyla onlarca ve hatta
yüzlerce insan hakkında KCK davalarında soruşturma açılmıştı. Birçok
davada sanıklar, görüşlerini zar zor dile getirebilmişti.
Aslında Geerdink’in avukatı Demir bugün (9 Nisan) benzer bir davada
hazır bulunacak. 44 gazeteci aleyhinde açılan bir KCK duruşmasında
Demir, bir sanığın gazeteci olup olmadığının belirlenmesi için bilirkişi
atanmasını istemişti, sonuçta savcıya hakaretle suçlandı. Her ne
kadar iki yıla kadar hapsi istense de, Demir geçen gece “umrumda
değil” diyordu. Bu olay içinde bulundukları sistemi ciddiye almalarının
profesyonel hukukçular için bile ne kadar zor olduğunu gösteriyor.
Dün sabah Geerdink, Hollandalı ve uluslararası gazetecilerden, Hollanda
Büyükelçiliği’nin temsilcilerinden ve yerel aktivistlerden oluşan
izleyicilerden iki sıra uzakta oturdu. Mikrofonları kapalı olduğu için,
hakimlerin ve savcının ne dediğini zar zor duyabiliyorduk. Fakat Geerdink
ifadesini okurken ve bir gazeteci olarak mesleğini yapabilmesi için
özgürlüğünü savunuurken sesi salonda yankılanıyordu.
Geerdink, savcının bazı şeyleri bağlamından kopardığını ve Kürt
sorunuyla ilgili çalışmalarını propagandaya çevirdiğini belirtti. “Bunu
işime karşı bir saygısızlık olarak niteliyorum, kiminle olursa olsun
yaptığım röportajı yayımlamak cezalandırılmamalı” dedi ve ekledi: “Ben
bir gazeteciyim. Her ne kadar beni propagandacı olarak niteleseniz de.”
Kesinlikle. Bu davanın neden mahkemeye getirilmemesi gerektiğinin
sebebi bu.
Marjanne de Haan // Uluslararası Af Örgütü Hollanda Şubesi // 9 Nisan 2015
7
BÜLTEN [ 2015/2 ]
BLOG
‘OĞLUMU
KASTEN
ÖLDÜRDÜN!’
Bunlar, 3 Haziran 2013’de gaz fişeğiyle
başından vurularak öldürülen 22 yaşındaki
oğlu Abdullah’ın, olay esnasındaki görüntülerini
izlerken gözyaşlarına boğulan Hatice Cömert’in
sözleri... Görüntüler zırhlı bir araçtan gaz fişeği
atıldığını gösteriyor, mahkeme salonunda hazır
bulunanlar ise iki el ateş sesini ve ardından
insanların korku içinde “Abdullah, Abdullah”
çığlıklarını duyuyor.
Uluslararası Af Örgütü Basın Sorumlusu Bahadır
Gültekin ile birlikte, polis memuru Ahmet Kuş’un
Abdullah Cömert’in olası kastla öldürmekten 25
yıl hapis cezası istemiyle yargılandığı davanın
1 Nisan’da görülen üçüncü duruşmasını
gözlemlemek için hazır bulunuyoruz.
İddianame, savcı Murat Üzüm tarafından
Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 81/1 ve 21/2
maddelerine göre hazırlandı. Polis memuru
Kuş, Abdullah’ı vuran gaz fişeğinin ateşlendiği
zırhlı aracın (akrep) operatörü olarak görev
yapmaktaydı. Polis memurunun “gaz fişeğini
kontrollü bir şekilde ateşlediği, fişeğin temas
halinde öldürücü olabileceğini bilmediği”
şeklindeki ifadesi savcılık makamı tarafından da
teyit edildi.
Abdullah 2013 yaz ayları boyunca sokakları
kasıp kavuran ve barışçıl protestoculara karşı
otoritelerin uyguladığı aşırı güç kullanımını
protesto edildiği Gezi Parkı Eylemleri’ne katılan
milyonlarca kişiden biriydi. İfade ve toplanma
özgürlüğünü kullanmak istediğinde ise protesto
ettiği polis şiddetinin mağduru oldu.
8
BÜLTEN [ 2015/2 ]
“Güvenlik önlemleri” gerekçesiyle dava,
Abdullah’ın öldürüldüğü Antakya/Hatay’da değil,
Balıkesir Adliyesi’nde görülüyor. Balıkesir’deki
mahkeme salonunda hazır olmayan tek kişi
ise sanık Ahmet Kuş. Kendisi Mersin’deki bir
mahkeme salonunda ve Balıkesir’e telekonferans
ile bağlanıyor.
Hakimler ve savcının beraber oturduğu
yükseltilmiş bir platformun arkasındaki duvarın
sol köşesinde, küçük bir televizyon ekranında
polis memuru Kuş’u zar zor görebiliyoruz.
Televizyon ekranı dört kare parçaya bölünmüş
ve Mersin’deki mahkeme salonunun dört farklı
görüntüsünü veriyor, sadece bir tanesi polis
memuru Kuş’u gösteriyor.
Kuş, sanki orada değilmiş gibi, hiç kimseyle
yüzleşmek zorunda kalmıyor. Özellikle mahkeme
salonundaki en ön sırada oturan ve oğulları ile
kardeşlerinin fotoğraflarını taşıyan Abdullah’ın
annesi, babası ve iki kardeşi Adnan ve Zafer
ile... İddianame kabul edildiğinden ve mahkeme
devam ettiğinden beri polis memuru Kuş hiç
tutuklanmadı ve halen Mersin’de görevde.
Duruşmalar için Balıkesir’in seçilmesi tesadüf
değil. İstanbul’a otobüsle yedi saat mesafede,
ulaşılması zor küçük bir şehir. Bunun bir sonucu
olarak adliyenin dışında Abdullah’ın ailesi ile
dayanışmaya gelen büyük bir kalabalık yok.
Fakat 50-70 kadar destekçi duruşma günü
Balıkesir’e gelmenin bir yolunu bulmuş.
görevi polis memurunun gaz fişeğini ateşlediği
sırada Abdullah’ı kasten hedef alıp almadığını
saptamak. Duruşma sırasında belli oldu ki, bunu
başaran Abdullah ve ailesinin avukatlarıydı.
Hatta avukat Hatice Can’ın kendi sözleriyle
söylemek gerekirse, savcının yapması gereken
tüm her şeyi kendileri yapmış, tüm görüntüleri ve
ilgili tüm belgeleri onlar elde etmişti.
1 Nisan’daki duruşmadaki izlenim, savcılığın ve
savunmanın son sözlerinin söylendiğine yönelikti
ve 2 Nisan’da kararın açıklanması makul bir
beklentiydi. Bunun yerine bir sonraki duruşma 12
Haziran’a ertelendi.
Abdullah’ın ailesi için bu Türk hukuk sistemi
içerisinde yorucu ve yıpratıcı bir yolculuk. Ve
şimdi aile, davanın nihayete ulaşması için
yeniden beklemek zorunda.
Abdullah’ın öldürüldüğü anın ve yerin video
kaydını izlemenin ve dinlemenin zor ve acı
verici etkisinin sonucu olarak, anne Hatice
duruşma sırasında mahkeme salonunu terk
etmek zorunda kaldı ve hastaneye kaldırıldı.
Çünkü kendisinin tansiyonu tehlikeli bir şekilde
yükseldi.
Kendisinin tek isteği adalet. Ve sadece polis
memuru Ahmet Kuş’un değil, Kuş’a gaz
fişeklerini ateşlemesi emrini veren polis
şeflerinin de sorumlu tutulması.
Yasalara göre Ahmet Kuş’u “olası kastla adam
öldürmekten” suçlu bulmak için, savcının ana
Beate Slydal // Uluslararası Af Örgütü Uluslararası Sekreterya Siyasi Danışmanı // 06 Nisan 2015
9
BÜLTEN [ 2015/2 ]
İfade özgürlüğüne saygı duyulan bir Türkiye için;
Barışçıl protesto hakkının korunduğu bir Türkiye için;
Polis şiddetinin ve cezasızlığın olmadığı bir Türkiye için;
Kadına yönelik her türlü şiddetin önlendiği bir Türkiye için;
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının yaşanmadığı
bir Türkiye için;
Mültecilerin insan haklarına erişebildiği bir Türkiye için;
İşçi haklarının güvence altına alındığı bir Türkiye için;
#bizimlemisin?
SANDIKTAN İNSAN HAKLARI ÇIKSIN İSTEDİK,
“BİZİMLE MİSİN?” DİYE SORDUK…
Uluslararası Af Örgütü olarak bu ülkenin
kronik insan hakları sorunlarına yıllardır
vurgu yapıyor, çalışmalarımızla bu sorunları
ortaya koyuyor, çözüm önerilerimizi iletiyoruz.
İfade özgürlüğünün ve barışçıl protesto
hakkının önündeki engeller, cezasızlık, polis
şiddeti, kadına yönelik şiddet, LGBTİ’lere
yönelik ayrımcılık, mültecilerin yaşadıkları
sorunlar, işçi hakları ihlalleri kısacası
vurguladığımız tüm insan hakları ihlalleri
bu ülkenin kaderi değil diyerek 14 Nisan’da
gerçekleşen bir basın toplantısıyla “Bizimle
Misin?” kampanyamızı başlattık.
Bizimlemisin.org adresi üzerinden ayrıca
imza kampanyamızı yaygınlaştırdık ve
kampanyamıza destek veren binlerce insan
hakları savunucuları ile birlikte seçime
katılan tüm partilere çağrıda bulunduk.
Seçime katılan 20 siyasi partinin genel
başkanlarından ve milletvekili adaylarından
seçim öncesi taahhütlerini açıklamalarını
ve seçildikleri takdirde bunları hayata
geçirmelerini talep ettik. Cumhuriyet Halk
Partisi Sekreteri Gürsel Tekin, Milliyetçi
Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı
Ruhsar Demirel, Ak Parti Grup Başkan Vekili
Naci Bostancı ve Halkların Demokratik Partisi
Genel Eş Başkanı Figen Yüksekdağ ile bir
araya gelerek seçimlere yönelik taleplerimizi
görüştük. TBMM’de grubu bulunan dört
partinin üst düzey temsilcilerine ek olarak
LDP Genel Başkanı Cem Toker ve Komünist
Parti (KP) üyeleriyle de davetleri üzerine
görüşmelerde bulunduk.
Uluslararası Af Örgütü’nün 7 Haziran 2015
tarihinde gerçekleşen Türkiye Genel Seçimleri
öncesi başlattığı ‘Bizimle Misin?’ kampanyası
kapsamında Halkların Demokratik Partisi
(HDP), Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR),
Demokratik Sol Partisi (DSP) ve Liberal
Demokrat Parti (LDP), insan hakları odaklı
talepleri kabul ettiğini açıkladı.
“Bizimle Misin?” kampanyamıza
katılarak destek veren herkese ve
çağrımıza yanıt veren tüm siyasi
partilere teşekkür ediyoruz. Siyasi
partilerin taahhütlerini hayata
geçirmeleri için insan haklarının
takipçisi olmayı sürdüreceğiz.
10
11
BÜLTEN [ 2015/2 ]
BÜLTEN [ 2015/2 ]
Uluslararası Af Örgütü ölüm cezasına
istisnasız her durumda karşıdır. Suçun
asıl mahiyeti, failin nitelikleri veya devlet
tarafından mahkumun ölümü için uygulanan
yöntemler bu karşı duruşu etkilemez. Çünkü
ölüm cezası en temel insan hakkı olan yaşam
hakkının hiçe sayılmasıdır ve zalimane,
insanlık dışı ve aşağılayıcı bir cezadır. Ölüm
cezası,
GERİ ÇEVRİLEMEZ.
Masum bir insanı infaz etme riskini hiçbir
zaman ortadan kaldıramazsınız. 1973’ten
bu yana ölüm cezası verilmiş 150 Amerikalı
mahkum daha sonra temize çıktı. Diğerleri ise
ortaya ciddi şüphelerin olmasına rağmen infaz
edildi.
CAYDIRICI DEĞİLDİR.
HOMOFOBİ VE TRANSFOBİYE KARŞI
SES ÇIKARIYORUZ!
Lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve intersekslerin (LGBTİ) haklarını
kutlayan ve her yıl Avrupa’nın farklı bir şehrinin ev sahipliği yaptığı
EuroPride yürüyüşü, bu yıl 20 Haziran’da Letonya’nın başkenti Riga’da
gerçekleşti. EuroPride’ın ilk kez bir eski Sovyet ülkesinde gerçekleştirilmesini, LGBTİ haklarının Letonya’da ne kadar mesafe katettiğinin
net bir işareti olarak görebiliriz. 2005 yılında Riga’da düzenlenen onur
yürüyüşü şiddet ve düşmanlıkla gölgelenmişti. 70 aktivist hakları
için yürürken, yürüyüşü durdurmaya çalışan binlerce karşı protestocu
etkinliğe katılanlara biber gazı sıkıp yumurta fırlatmıştı. Bu yıl Riga
onur yürüyüşü polis kuvvetlerinin yoğun koruması altında da olsa,
müdahale olmadan gerçekleşti.
6 Haziran’da Ukrayna’nın başkenti Kiev’de düzenlenen onur yürüyüşü
sırasında, kolluk kuvvetlerinin koruma sağlamasına rağmen, homofobik protestocular tarafından gerçekleşen saldırıda yürüyüşe katılan
10 kişi ve beş polis yaralanmıştı. Bu nedenle Riga EuroPride öncesiolası saldırılar karşısında önemli endişeler vardı. Letonya hükümeti
ise Uluslararası Af Örgütü’nün çağrılarına rağmen sessiz kalarak
yürüyüşe katılanların güvenliğini sağlama güvencesi vermedi.
16 farklı ülkeden birçok Uluslararası Af Örgütü aktivistinin gözlemci
olarak katıldığı yürüyüş büyük bir coşku ve heyecan içinde tamamlandı. Çünkü ilk defa 5000 kadar kişi şehrin içinde iki kilometreden
fazla bir yolu pankartları ile birlikte yürüdü. Daha sonra şehrin
12
BÜLTEN [ 2015/2 ]
merkezinde koruma altına alınan bir parkta konser ve stant gibi
etkinlikler gerçekleştirildi. Bu başarıda uzun yıllardır risk altında olan
Baltık onur yürüyüşlerini destekleyen Uluslararası Af Örgütü’nün ve
Leton LGBTİ hakları örgütü Mozaika’nın çalışmalarının katkısının çok
önemli olduğunu söyleyebiliriz.
2016 yılında EuroPride Amsterdam’da, Baltık Onur Yürüyüşü ise
Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleşecek.
Yaygın bir şekilde infaz gerçekleştiren ülkeler,
ölüm cezasının insanları suç işlemekten
caydırdığını ileri sürüyor. Bu iddianın
güvenilmez olduğu üst üste kanıtlandı. Ayrıca
ölüm cezasının, suçların azaltılmasında etkili
olduğuna dair ortada bir kanıt yok.
ÖLÜM CEZALARINA
SON!
Ölüm cezasına tutunmaya çalışan devletler
tarihin yanlış tarafında duruyor ve giderek
izole bir hale geliyor. Devlet destekli
öldürmelerin çoğunluğunu sadece az sayıdaki
ülke gerçekleştiriyor. Uluslararası Af Örgütü
olarak 1977’den bu yana ölüm cezasına karşı
mücadele veriyoruz. O yıl bu cezayı kaldırmış
ülke sayısı 16 iken, bugün bu sayı 140’a
ulaştı. Çin, İran, Suudi Arabistan, Amerika
Birleşik Devletleri, Irak ve Mısır bu ölüm
cezasını uygulamaya devam eden ülkeler
arasında yer alıyor. Ölüm cezasını uygulamayı
sürdüren tüm ülkelere bu zalimane, insanlık
dışı ve aşağılayıcı cezayı kaldırma çağrısında
bulunuyoruz. Ölüm cezasına mahkum edilen
bireyler için de acil eylemler yürütüyoruz. İranlı
Saman Nasim ve eski Mısır cumhurbaşkanı
Mursi hakkında da yakın zamanda imza
kampanyaları başlatmış bulunuyoruz.
Saman Nasim, devlete karşı silahlanma ve
silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından
dolayı tutuklandığında 17 yaşındaydı. İşkence
ve kötü muamele ile “itiraf”a zorlandı ve
ölüm cezasına mahkum edildi. 19 Şubat
2015’te infaz edileceğinin açıklanmasının
ardından gelen geniş çaptaki uluslararası
protestolar karşısında, İran yetkilileri
tarafından bilinmeyen bir yere transfer edildi.
İran yetkililerini Saman Nasim’in akıbeti
hakkında bilgi vermeye ve infazını durdurmaya
çağırıyoruz.
GENELDE ÇARPIK ADALET
SİSTEMLERİNDE KULLANILIR.
En fazla infazın gerçekleştiği ülkeler arasında
yer alan Çin, İran ve Irak’ta adil olmayan
yargılama süreçleri sonrasında ölüm cezası
veriyor. Çoğu ölüm cezası işkence sonucu elde
edilen ‘itiraflar’ın ardından veriliyor.
AYRIMCIDIR. Yoksulsanız ya da ırksal, etnik
ya da dini bir azınlığa mensupsanız ölüm
cezasına mahkum edilme olasılığınız daha
yüksek. Bunun sebebi de adalet sistemindeki
ayrımcılık. Aynı zamanda yoksul ve toplumun
dışına itilmiş grupların kendilerini savunmak
için ihtiyaçları olan yasal kaynaklara daha az
erişimi mevcut.
Mısır, siyasi muhalefeti bastırmak amacıyla
ölüm cezaları veriyor. Kararların büyük
çoğunluğu eski Cumhurbaşkanı Mursi’nin
taraftarlarına yönelik ve toplu ve adil
olmayan yargılamalar sonrasında veriliyor.
Eski cumhurbaşkanı Mursi’nin kendisi de ilk
başladığı andan itibaren adil olmayan bir
yargılama sonrasında 16 Haziran 2015’te ölüm
cezasına mahkum edildi. Mısır yetkililerinden
SİYASİ BİR ARAÇ OLARAK
ölüm cezasını kaldırmalarını, Muhammed
KULLANILIR.
Mursi’yi ölüm cezasına başvurmadan sivil
İran,
Mısır ve Sudan gibi bazı ülkelerde
bir mahkeme önünde adil bir şekilde yeniden
yetkililer,
ölüm cezasını siyasi muhalifleri
yargılamalarını ya da serbest bırakmalarını
cezalandırmak için kullanıyor.
talep ediyoruz.
Her iki kampanyamızla ilgili detaylı bilgiye ulaşmak
ve imza vermek için acileylem.org.tr adresini ziyaret
edebilirsiniz.
Uluslararası Af Örgütü’nün her yıl çıkardığı ölüm cezası
raporları için ana sayfamızdaki raporlar sekmesine
bakabilirsiniz.
13
BÜLTEN [ 2015/2 ]
Suriyeli mültecilerle sınırlı kalmamakta, medya
ve özellikle sosyal medya üzerinden ülkedeki
tüm mültecileri hedef almaya çalışmaktadır.
Bu konuda pro-aktif tedbirler alınmazsa kısa
vadede göçmen ve mültecilere çok daha ciddi
ve kitlesel saldırıların başlamasını tahmin
etmek kehanet olmayacaktır. Yakın zamanda 7
şehirde inşaatları bitirilecek olan 750’şer kişi
kapasiteli Kabul, Barınma ve Tarama Merkezleri
ile Türkiye ilk kez şehir içlerinde “kamp”
sayılabilecek mülteci yerleşkeleri modelini
tecrübe etmeye başlayacaktır ve başta bu
şehirlerdeki kamu ve sivil toplumu olmak üzere
Türkiye bu modele tamamen hazırlıksızdır.
Suruç yakınındaki geçici mülteci kampına girmeye çalışan insanlar
KENTLERDEKİ MÜLTECİLER VE
BAROLARIN MÜLTECİ ALANINDAKİ
SORUMLULUĞU
Av. Taner Kılıç , Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Türkiye’ye sığınma amacıyla gelen
sığınmacılar sığınma başvurularını kayda
geçirip sığınma prosedürüne girebilme
başarısını gösterebilmişlerse (ki bu başlı
başına çok zor bir eşiktir) İçişleri Bakanlığının
belirlediği kentlerde sığınma prosedürlerini
takip etmek zorundadırlar. “Uydu kent” denilen
bu şehirlerde kapalı merkez veya kamplarda
tutulmazlar ve kent içinde “istedikleri yerde”
ve serbestçe yaşamalarına izin verilir. Yerine
getirmeleri gereken tek sorumluluk şehirden
ayrılmamak ve şehirden ayrılmadığını ispat
etmek için belirlenen periyotlarda imza
atmaktır. Kent halkı ile temas kurabilmek
ve uyum sürecinin işleyebilmesi adına güzel
ve yürütebilmek için de kolay gibi görünen
bu sistem sığınmacıların kapalı ve/ya izole
mekanlarda tutulması düşüncesine göre
kuşkusuz kulağa daha hoş gelmektedir. Ancak
uygulama hiç de öyle değildir.
Türkiye’ye sığınan sığınmacı sayısı son yıllarda
çok ciddi oranda artmıştır. Bu artışa rağmen
Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesine koymuş
olduğu coğrafi sınırlamayı halen muhafaza
etmesinden dolayı Türkiye’den mülteci kabul
ederek “yeniden yerleştirme” yapılan üçüncü
ülkeler alım kotalarını artırmadıklarından
her yıl Türkiye’den ayrılan mülteci sayısı
oransal olarak çok azalmıştır. Bundan dolayı
sığınmacılar için öteden beri uydu kent olarak
belirlenen şehir sayısı 2010 sonunda 51’e,
2012 sonunda 63’e çıkarılmıştır. Şehirlere
gönderilen sığınmacı sayısı da ciddi olarak
arttırılmıştır ve sığınmacılar bu uydu kentlerde
-Suriyeli mültecilerin kitlesel durumundan
ayrık olarak- en azından niceliksel olarak çok
daha görünür duruma gelmişlerdir.
Nisan 2011’de başlayıp halen artarak devam
eden Suriyeli mültecilerin ülkemize yönelik
nüfus hareketi ve şehirlere dağılımı çok
daha dramatik bir süreç işlemiştir. Suriyeli
mültecilere yönelik kimi zaman politik bir
zeminden beslenen nefret söylemi sadece
İltica alanına ilişkin mevzuat Türkiye’nin
her yerinde aynı olmasına karşılık şehirden
şehre sığınmacılara yönelik uygulama ve
sağlanan hizmetler çok ciddi değişkenlikler
gösterebilmektedir. İlgili kamu ve sivil
toplum aktörlerinin hiç veya yeteri kadar
varlık göstermemeleri halinde o şehir şehre
gönderilen ve burada ne kadar kalacağını
bilmeyen sığınmacılar için adeta birer
“açık hava hapishanesi” işlevi görmektedir.
Avrupa’ya ulaşma yollarında tır kasalarında
nefessiz kalarak veya denizlerde ölen ve
hemencecik “kaçak göçmen” damgası vurulan
insanların önemli bir kısmı bu “açık hava
hapishanesi” kentlerin ve genel anlamda
Türkiye’deki sığınma prosedürünün koşullarına
dayanamayarak kaçan sığınmacılar olduğu
bilinmelidir.
Uydu kentlerin kamu idarecileri ve sivil
toplumu şehirlerine gönderilen bu yabancılar
hakkında büyük oranda bilgisiz ve her anlamda
hazırlıksızdır. Türkiye’nin iltica alanını içeren
ilk yasası olan 6458 sayılı Yabancılar ve
Uluslararası Koruma Kanunu’nun (YUKK)
kabulü ve Türkiye’de bu alanda çalışmak üzere
kurulan ilk “sivil” kurum olan Göç İdaresi Genel
Müdürlüğünün (GİGM) kurulması günümüzden
geleceğe fırsatlar sunmaktadır. Ancak bu
aşamada şehirlerde bu konuda “otomatik”
olarak işleyen bir mekanizma yoktur. İşte tam
da bu noktada ulusal ve yerel düzeyde kısa,
orta ve uzun vadeli strateji ve eylem planlarını
düşünecek kamu otoriteleri, yerel idare, meslek
odaları, sivil toplum ve üniversite olarak multidisipliner ortak bir koordinasyon ve yönetişime
ihtiyaç bulunmaktadır. Sığınmacıları
kendisine yük olarak değil, insani dayanışma
sorumluluğunun ve onurunun paylaşımı olarak
ahlaki bir duruş olarak gören bir bakış açısıyla
ülke çapında ve o şehre özgü koordinasyonların
kurulması gerekmektedir.
Baroların Sorumluluğu
Diğer tüm meslek odaları gibi Baroların
da uzun zamandır büyük oranda bu alana
bilgisiz ve ilgisiz kaldığını söylemek
sanırım haksız bir değerlendirme olarak
sayılmayacaktır. Belki de bundan dolayı
6458 sayılı YUKK’nın hazırlanmasında yasa
koyucu -başkaca kanun ve düzenlemelerde
1136 sayılı Avukatlık Kanununun adli yardım
hükümlerine atıf yapma gereği duymazken57/7 ve 81. maddeleri ile Avukatlık Kanununa,
adli yardım hükümlerine ve dolayısıyla
Barolarımıza somut atıf yapmıştır. Bu haliyle
adeta yasanın hazırlanmasında çok sözü
edilen ve göç alanında oluşturulmasının
arzulandığı ifade edilen “check and balance”
sisteminin yerleşmesinde Barolara pozitif bir
sorumluluk yüklenmiştir. Türkiye tarihinde
ilk kez bir yasa ile yeni uygulaması olacak
bu sahanın bazı idari ve yargısal denetim
mekanizmalarının sadece kağıt üzerinde
kalmayıp Barolar aracılığı ile etkin denetimi
imkanı oluşturulmuştur. Bu denetimin ne
kadar etkin ve nitelikli olacağı meselesi
kanaatimce şu anda Barolarımızın önünde
durmakta olan en önemli insani ve hukuki
sorumluluk alanlarından birisidir. Ancak bu
duruma ilişkin halen Baroların tamamının
ciddi bir farkındalık içinde olduğunu
söyleyebilmek mümkün değildir. Yeni yasanın
Barolara getirdiği sorumluluğun tam olarak
kavranmaması bir tarafa, değişik nedenlerle
adli yardım bütçesinin bu “yabancı” kesimden
esirgenmesine yönelik kimi yaklaşımlara dahi
rastlanabilmektedir.
Elbette, Baroların sağladığı adli yardımın
sığınmacılar nezdinde etkin olarak işlerlik
kazanmasında ciddi yapısal, finansal ve
insan kapasitesine yönelik sorunlar vardır.
İşin kötüsü bu sorunlar kanunun yürürlük
kazandığı ve Barolara ihtiyaç duyulduğu
bu aylarda tam olarak fark edilip çözüm
imkanları oluşturulmuş da değildir. Türkiye
göç ve mülteci hukuku kanaatimce henüz ilkel
dönemini yaşamaktadır. Bu alandaki içtihat
hukukunun gelişmesinin önünde büyük ve ciddi
engeller vardır. Eğer avukat meslektaşlarımızın
ve Barolarımızın bu alana yoğun ve nitelikli
bir şekilde dahil olması sağlanamaz ise bu
hukuk alanı Türkiye’de gelişmemeye, dolayısıyla
idarenin tek başına herhangi bir yargı denetimi
olmaksızın tüm uygulamayı kontrol etmesi
pratiğine mahkumdur. Bu nedenle Türkiye’de
bu alana ilişkin oldukça tarihi bir eşikte
bulunduğumuzu düşündüğümü belirtmek
isterim.
Türkiye’deki sığınmacıların, hele
özgürlüğünden alıkonularak Geri Gönderme
Merkezleri’nde (GGM) idari gözetim altında
bulunan yabancıların Baroların adli
yardım hizmetlerinden yararlanabilmeleri
açısından normal bir vatandaşa nazaran
çok ciddi zorluklar ve dezavantajlar içinde
bulunduğunun öncelikle fark edilmesi ve
buna göre bir pratiğin uygulanmasının kabul
edilmesi gerekir. Gerçekten, TBB Adli Yardım
Yönetmeliği’nin adli yardım mekanizmasının
işleyişini düzenleyen 5. Maddesi’nin bu
durumda bulunan yabancıların başta hukuk
ve dil bilmez, mal varlığı konusunda herhangi
bir belge sunamaz durumda olan kişiler
olarak birçok dezavantajlarını gözeterek
uygulanması adeta bir fiili zorunluluk olarak
karşımızda durmaktadır. Buna göre adli yardım
ön büroya fiilen erişim, fakirlik durumunun
kabulünde birçok belge istemek gibi şartlar
yerine bu hususta bazı karinelerin kabulünde
adeta zorunluluk bulunmaktadır. Başvurunun
kabulünde ve görevlendirmede normal prosedür
takip edilmeyip yapılacak adli başvurulardaki
çok kısa zaman sınırları göz önüne alınarak çok
hızlı davranılması gereği adli yardımdan bu
alandaki görevlendirmelerde adeta uyulması
zorunlu hususlardır.
Bu nedenlerle Türkiye’de yeni bir yasa ve yeni
bir genel müdürlük ile bu alanda yepyeni
bir uygulama başladığı görüldüğüne göre
avukatların ve Barolarımızın bu sahada üzerine
düşen sorumluluğu yerine getirmesinde önemli
bir tarihi kavşakta olduğumuzun bilinmesi
gerekir. Ya bu sorumluluk ile Barolar nezdinde
etkili, nitelikli, şeffaf, adil, insan onuru ve
insanlık dayanışmasına uygun bir adli yardım
hizmeti sağlanacak, ya da hiçbir inisiyatif
alınmayarak her türlü istismar ve suiistimale
açık bu kesim kendi kaderlerine bırakılacaktır.
14
15
BÜLTEN [ 2015/2 ]
BÜLTEN [ 2015/2 ]
/// MÜLTECİ HAKLARI ETKİNLİKLERİ /// MÜLTECİ HAKLARI ETKİNLİKLERİ ///
Foça Mülteci Aktivizm Kampı
24-25-26 Nisan 2015 tarihlerini kapsayan üç
günlük “Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Aktivistlerine Yönelik Mülteci Hakları Eğitim
Kampı” İzmir’in Foça ilçesinde düzenlendi. Üye
ve aktivistlere yapılan çağrı sonucunda katılım
başvuruları arasından seçilen, Edirne’den üç,
Ankara’dan üç, İstanbul’dan üç, İzmir’den yedi
olmak üzere toplam 16 aktivist katıldı.
Uluslararası Af Örgütü eğitim kampında,
mültecilerin yaşadığı sorunlarını üyeleri ve
aktivistleri ile konuştu. Aktivistler, eğitim
kampının son gününde şehir merkezinde
toplanarak “Sınırlardan Önce İnsan Hayatı”
yazılı pankartlarla yürüyerek, mülteci ve
göçmenlerin ölümüne dikkat çeken bir eylem
yaptı.
Program’da “Mülteci Hakları Kavramları”,
“Uluslararası mülteci hukuku ve Türkiye’nin
mülteci hukuku”, “Türkiye’de mültecilerin
yaşadığı hak ihlalleri/sorunlar”, “Uluslararası
Af Örgütü’nün mülteci kampanyaları
ve aktivizm örnekleri”, “Uluslararası Af
Örgütü’nün mülteci hakları alanında bugüne
kadar yapılanlarla ilgili Uluslararası Af
Örgütü Yönetim Kurulu Başkanı Av. Taner
Kılıç’ın deneyim paylaşımı”, “Aktivizmde
başarı?” ve “Aktivizm planlamaları: SOS
Avrupa” başlıklarında sunumlar ve atölyeler
gerçekleştirildi.
BİLSAM Sempozyumu
BİLSAM (Bilgi Yolu Eğitim, Kültür ve Sosyal
Araştırmalar Merkezi) tarafından “Göçün
Getirdikleri; Türkiye’deki Suriyeliler” başlıklı
bir sempozyum gerçekleştirildi. 24-25 Nisan
2015’te Malatya’da düzenlenen sempozyuma
13 farklı üniversite ve kuruluştan 35 katılımcı
katkı sağlarken, Türkiye’nin ve bölgenin en
önemli hadiselerinden biri olan Suriye Göçü,
iki gün boyunca ayrı oturumlarda farklı
yönleriyle ele alındı. Sempozyuma Uluslararası
Af Örgütü’nü temsilen Yönetim Kurulu
Başkanı Av. Taner Kılıç katılarak bir sunum
gerçekleştirdi.
Ege Denizi’nde ölümlere son!
28 Nisan akşamı İzmir yerel aktivist
grubumuz Yunanistan Konsolosluğu önünde
S.O.S. Avrupa (#SOSEurope) kampanyamız
kapsamında bir gece eylemi gerçekleştirdi.
Yaz ayları yaklaştıkça sayılar hızla artıyor.
Avrupa’nın sınırlarına ulaşan mülteciler ve
göçmenler Yunanistan hükümetinin dönüşen
politikalarına rağmen hala geri itilme riski
ile karşı karşıya. Aktivistlerimiz mülteci ve
göçmenlerin geri itilmesinin durdurulması,
adalarda kabul merkezlerinin ve gözaltı
merkezlerinin koşullarının iyileştirilmesi
için Yunanistan hükümetine taleplerimizi
iletti. Kağıttan hazırladığımız #SOSEurope
kayıklarımızı fener ışıkları ile aydınlatarak
konsolosluk önüne bıraktık ve Yunanistan
devletine çağrıda bulunduk: Sınırlardan önce
insan hayatı!
Ufuk Üniversitesi’nde Nefret Suçları
Açık Oturumu
29 Nisan 2015’te Ufuk Üniversitesi Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği Topluluğu Nefret Suçları
ve Nefret Söylemi Açık Oturumu düzenledi.
Yrd. Doç. Dr. Özge Yücel’in moderasyonunu
yaptığı oturuma Kaos GL Derneği’nden Av.
Hayriye Kara ve Uluslararası Af Örgütü Türkiye
Şubesi’nden Volkan Görendağ konuşmacı
olarak katıldı. Kara nefret suçu ve nefret
söylemi kavramlarının ne olduğunu ve
uluslararası hukuktaki karşılığını aktardı.
Görendağ ise “Türkiye’deki sığınmacı ve
mültecilerin maruz kaldıkları katmanlı
ayrımcılık” ve “göç mevzuatında ayrımcılık”
konularında bilgi verdi.
Çeşitlilik ve Davalama Platformu Stratejik Davalama ve Yordamlar
Atölyesi
02 Mayıs 2015’te Toplum Hukuk Araştırmaları
Vakfı ve Kaos GL tarafından düzenlenen
Stratejik Davalama ve Yordamlar Atölyesi’ne
“Davalama Dışı Yordamlar” başlığında sunum
yapmak üzere Uluslararası Af Örgütü Türkiye
Şubesi adına Mülteci Hakları Koordinatörümüz
Volkan Görendağ katıldı.
Farklı sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve
hukukçuların katıldığı çalıştayda “Davalama
Dışı Yordamlar” başlığı altında, yargılama
makamları dışındaki diğer yordamlar; basın,
sosyal medya ve diğer iletişim mecraları
kullanılarak baskı ve izleme mekanizmalarının
yaratılması, ad hoc denetim ve izleme
gruplarının oluşturulması gibi konularda
tartışmalar yürütüldü.
Çalıştayda, 31 Mayıs 2014’te, Van Yabancılar
Geri Gönderme Merkezi’nde bir polis tarafından
dövülmesinin ardından, hayatını kaybettiği
iddia edilen 17 yaşındaki Afgan mülteci
Lütfillah Tacik dosyasının stratejik davalama
kapsamında ele alınması kararlaştırıldı.
Uluslararası Af Örgütü Lütfillah Tacik ile ilgili
acil eylem yayınlamış, TBMM İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonu ve Türkiye İnsan Hakları
Kurumuna başvuruda bulunmuştu.
Türkiye’deki LGBTİ mültecilerin
karşılaştıkları sorunlar ve çözüm
önerileri çalıştayı
Kaos GL ve Uluslararası Af Örgütü’nün her yıl
düzenlediği “Türkiye’deki LGBTİ mültecilerin
sorunları ve çözüm önerileri çalıştayı” bu yıl
9 Mayıs 2015’te Ankara’da gerçekleştirildi.
Çalıştaya farklı sivil toplum örgütlerinden ve
mültecilerden toplam 15 kişi katıldı.
Çalıştay’da; Kaos GL’den Av. Hayriye Kara
“LGBT Mülteciler Açısından Kayıt/Yerleştirme
Sorunu, Suriyeli LGBT Mültecilerin Bilgiye
Erişim Sorunu”, Mülteci Hakları Merkezi
Derneği’nden Veysel Eşsiz “Göç İdaresi Genel
Müdürlüğü’ne Başvuru, Değerlendirme ve Ret”,
Uluslararası Af Örgütü’nden Volkan Görendağ
“Göç İdaresi Genel Müdürlüğü uygulamaları ve
mültecilerin yerleştirme sorunu” konularında
sunumlar gerçekleştirdi.
Çalıştay’da ayrıca “LGBTİ mülteciler alanında
çalışan sivil toplum kuruluşları arasında
iş birliği geliştirme üzerine tartışmalar”
başlıklı bir atölye çalışması gerçekleştirildi.
Çalıştay sonunda LGBTİ mültecilerin Türkiye’de
yaşadıkları sorunlar ve çözüm önerilerini
içeren bir mektubun yetkililere iletilmesi
kararlaştırıldı.
İki yılda bir düzenlenen seçimli genel kurulumuzun olmadığı yıllarda, üyelerimizle beraber olmak
ve görüş alışverişinde bulunmak üzere düzenlediğimiz Genel Üye Toplantımız 18-19 Nisan 2015
tarihlerinde TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesinin Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası’nda
bulunan toplantı salonunda gerçekleşti. Toplantıya 45 üyemiz ve
11 Uluslararası Af Örgütü çalışanı katıldı.
Trabzon Barosu Paneli
4 Mayıs 2015’te Trabzon Barosu tarafından
“Türkiye’de Mültecilik” başlıklı bir panel
düzenlendi. Panele Hayata Destek Derneğinden
Elif Müjen Şencan ve Uluslararası Af Örgütü’nü
temsilen Yönetim Kurulu Başkanı Av. Taner
Kılıç konuşmacı olarak katıldı.
Eskişehir Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Semineri
Ankara Üniversitesi İletişim
Fakültesi’nde Söyleşi
08 Mayıs 2015’te Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi’nde Ayrımcılığa Karşı
Dersler kapsamında “Türkiye’de Mülteci
Olmak” adlı kısa film gösterimi ve söyleşisi
gerçekleştirildi. Söyleşiye Uluslararası Af
Örgütü Mülteci Hakları Koordinatörü Volkan
Görendağ katılarak “Türkiye Göç ve İltica
Mevzuatı”, “Türkiye’de Sığınma Sistemi ve
Prosedürleri”, “Türkiye’de mültecilerin maruz
kaldıkları ayrımcılık” başlıklarında sunumlar
gerçekleştirdi.
11 Mayıs 2015’te Eskişehir Anadolu
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde “Mülteci
Hukuku” konulu bir seminer düzenlendi.
Seminere konuşmacı olarak Uluslararası Af
Örgütü Türkiye Şubesi adına Mülteci Hakları
Koordinatörümüz Volkan Görendağ katıldı.
Yaklaşık 50 Hukuk öğrencisinin katıldığı
seminerde, “Türkiye Göç ve İltica Mevzuatı”,
“Türkiye’de Sığınma Sistemi ve Prosedürleri”,
“Mültecilerin Türkiye’de Haklara Erişimi”,
“Uygulamada Yaşanan Sıkıntılar”
başlıklarında sunum ve tartışmalara yer
verildi.
7. Mezopotamya Tıp Kongresi
Bu yıl yedincisi düzenlenen Mezopotamya
Tıp Kongresi, 5 Haziran 2015’te Van’da
gerçekleştirildi. Kongre kapsamında Diş
Hekimleri Kongresi, Eczacılar Kongresi
ve Tıp Kongresi gerçekleştirildi. Kongreye
Uluslararası Af Örgütü’nü temsilen Mülteci
Hakları Koordinatörü Volkan Görendağ
katılarak “Göçmen, Mülteci ve Sığınmacıların
Durumu - Sağlık Hakları” başlıklı bir sunum
gerçekleştirdi. Sunum Eczacılar Kongresi’nde
“Olağanüstü Durumlar Sırasında Göçmenlik,
/// MÜLTECİ HAKLARI ETKİNLİKLERİ /// MÜLTECİ HAKLARI ETKİNLİKLERİ ///
Mülteci Hakları ve İlaç Yardımı” başlıklı
oturumda gerçekleştirildi.
17 Haziran 2015 İzmir Dünya
Mülteciler Günü Paneli
17 Haziran 2015’te Dünya Mülteciler Günü
kapsamında, Uluslararası Af Örgütü İzmir
aktivist grubu bir panel düzenledi. Panel
konuşmacılarıyla son yılların en büyük
mülteci krizi olan Suriyeli mültecilerin Türkiye
ve diğer bölgelerdeki durumunu tartışıldı.
“Şimdi Ne Olacak: Seçimlerden Sonra
Türkiye’de Mülteci Politikaları” başlıklı
panelde “7 Haziran’da gerçekleşen genel
seçimlerin ardından Türkiye’de Suriye’den
gelen mültecileri ne bekliyor?” sorusuna yanıt
arandı.
Moderasyonunu Türkiye İnsan Hakları
Vakfı’ndan Coşkun Üsterci’nin yaptığı panele
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ceyda Karan,
Uluslararası Af Örgütü Mülteci Hakları
Koordinatörü Volkan Görendağ ve İzmir
Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği
Başkanı Muhammed Salih Ali konuşmacı
olarak katıldı.
İki Yaka Arasında Yitik Yaşamlar:
Ege Denizi ve Akdeniz’de Mülteci
Hakları
olarak 10 Haziran’da Ayvalık’ta buluştuk.
Yaz aylarına girdiğimiz bu günlerde daha
güvenli hayatlara ulaşmak için deniz
sınırlarını tehlikeli yolları geçerek aşmaya
çalışan mültecilerin Yunan adalarında ve
Türkiye’nin kıyılarında yaşadıkları sorunları
birlikte konuştuk. Ayvalık Destek Tasarım
Akademisi’nin katkılarıyla düzenlediğimiz
panele Ayvalık’tan 65 kişi katılım gösterdi.
Panele konuşmacı olarak katılan Uluslararası
Af Örgütü Yönetim Kurulu Başkanı Av. Taner
Kılıç ve Mülteci-Der Koordinatörü Pırıl Erçoban
Türkiye’de yaşayan mültecilerin sorunlarını
ve Türkiye’deki koşulları aktardı. Midilli
Adası’nda uzun yıllardır mülteci hakları
alanında çalışmalar yapan Efi Latsoudi ve
Eleni Velivasaki her gün adaya gelen yüzlerce
mültecinin yaşadığı insanlık krizini ve kabul
koşullarının ne kadar yetersiz kaldığını bize
fotoğraflarla anlattı.
Trabzon Barosu Avukat Eğitimi
5 Haziran 2015’te Trabzon Barosu Avukatlara
yönelik “İltica Hukuku Adli Yardım Semineri”
düzenlendi. Seminere Uluslararası Af
Örgütü’nü temsilen Yönetim Kurulu Başkanı
Av. Taner Kılıç katılarak “İltica Hukukuna
Giriş, Kısa Tarihçe, Temel Kavramlar” ve
“Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru ve
Geçici Koruma Yönetmeliği” başlıklarında iki
farklı sunum gerçekleştirdi.
Yunanistan adalarında ve Türkiye’de
mülteci hakları alanında çalışan aktivistler
16
17
BÜLTEN [ 2015/2 ]
BÜLTEN [ 2015/2 ]
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Etkinlikler
İkinci söyleşiyi 20 Haziran Dünya Mülteciler
Günü’nde gerçekleştiren aktivistlerimiz
bu kez “Türkiye’de Mültecilere Yönelik
Ayrımcılık” konusunu Dr. Cavidan Soykan
(Ankara Üniversitesi, SBF, İnsan Hakları
Merkezi) ve sosyal çalışması Metin Kaybaki
(İKGV) ile konuştu. Ayrımcılık karşısında
sivil alanda gerçekleştirilen çalışmalardan
öğrenerek güçlenmeyi hedefleyen
aktivistlerimiz önümüzdeki dönemde
de söyleşilerini sürdürmeyi planlıyor.
Söyleşilerimiz herkesin katılımına açık.
RAİF İÇİN EYLEMDEYİZ!
Uluslararası Af Örgütü aktivistleri,
düşünce mahkumu Raif Bedevi için
onlarca ülkede Suudi Arabistan
temsilcilikleri önünde eylemler
gerçekleştiriyor. Türkiye’de de İstanbul
aktivist grubumuz Bedevi’nin serbest
bırakılması çağrısıyla Mart ve Nisan ayları
boyunca Suudi Arabistan Konsolosluğu
önünde mumlu gece eylemleri düzenledi.
Bedevi’nin 10 yıl hapis ve 1.000 kırbaç
cezasına mahkum edilmesinin yıldönümü
olan 7 Mayıs’ta Konsolosluk önünde basın
açıklaması yaptı. Raif Bedevi, “Suudi
Arabistanlı Liberaller” isimli internet
sitesini kurduğu ve İslam’a hakaret ettiği
gerekçesiyle mahkum edildi. 9 Ocak’ta 50
kere kırbaçlanan Bedevi hala kırbaçlanma
tehlikesiyle karşı karşıya ve cezaevinde.
Suudi Arabistan yetkililerini bu barbarca
cezayı kaldırmaya ve düşünce mahkumunu
serbest bırakmaya çağırdığımız acil
eylemimize destek vermek için acileylem.
org.tr sitesini ziyaret edebilirsiniz.
ANKARA AKTİVİST GRUBU AYRIMCILIĞA
KARŞI
Ankara aktivist grubumuz ayrımcılığa
karşı bir araya geliyor ve söyleşiler
düzenliyor. Söyleşilerin ilki “Türkiye’de
Ayrımcılık Karşısında Aktivist Hareketler”
başlığı ile 11 Nisan’da düzenlendi. İlginin
yoğun olduğu etkinlikte “ayrımcılık”
sorunu kavramsal olarak ele alındı ve
ardından cinsiyete dayalı ayrımcılık ile
cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli
ayrımcılık konuşuldu. Aktivistlerimizin
konukları Helsinki Yurttaşlar Derneği’nden
Hakan Ataman, feminist aktivist İlknur
Üstün ve Kaos GL’den Evren Çakmak’tı.
3 MAYIS’TA DÜNYA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
GÜNÜNÜ KUTLAYAMADIK
“Dünya Basın Özgürlüğü Günümüz
kutlu olsun! Keşke diyebilseydik!” Bu
sözler 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü
Günü’nde kısa bir video çeken Edirne
aktivist grubumuza ait videoyu izlemek
için: http://bit.ly/1HaHRbc. Türkiye’de
basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü hâlâ
ciddi bir şekilde kısıtlanıyor. Gazeteciler
baskı görüyor ve sadece mesleklerini icra
ettikleri için kovuşturmaya uğruyor, hapis
cezası alıyor. Sosyal medya ve internet
medyası üzerindeki baskı artarak devam
ediyor. Aktivistlerimiz bu soruna dikkat
çekmek için bu yıl da sokaklardaydı.
Ankara aktivist grubumuz bir sokak eylemi
gerçekleştirirken, yeni kurulan İstanbul-2
grubumuz “sansürlendik” sloganıyla bir
gazete bastırarak basına yönelik sansürü
eleştirdi ve gazeteleri sokakta dağıttı.
VİCDANİ RET BİR İNSAN HAKKIDIR
Vicdani nedenlerle askeri hizmeti
reddetmek, uluslararası insan hakları
hukuku uyarınca tanınan düşünce, vicdan
ve din özgürlüğünün özünde yer alır. Buna
ACİL EYLEMLER
MURSİ’YE ÖLÜM CEZASINA HAYIR!
rağmen vicdani ret hakkı Türkiye’de hala
tanınmıyor ve Türk Ceza Kanunu’nun 318.
Maddesi ile doğrudan hedef alınıyor. Bu
soruna dikkat çekmek üzere Edirne ve İzmir
aktivist gruplarımız 15 Mayıs Vicdani Ret
Günü kapsamında etkinlikler düzenledi.
Edirne’deki aktivistlerimiz 16 Mayıs’ta
vicdani retçi Halil Savda ile bir söyleşi
düzenledi. Askerlik hizmetini yapmayı
reddettiği ve vicdani reddi savunduğu için
defalarca yargılanan Savda, bir vicdani
retçi olarak deneyimlerini katılımcılarla
paylaştı. İzmir aktivist grubumuz ise
15 Mayıs’ta grubun kendi iç eğitimini
desteklemek amacıyla vicdani ret üzerine
vicdani retçi Yavuz Atan ile bir söyleşi
gerçekleştirdi.
301 SOMA SERGİSİ
13 Mayıs 2014’te gerçekleşen ve
301 madencinin hayatını kaybettiği
Soma faciasını 1. yılında anmak için
düzenlediğimiz “301” sergisi 13 Mayıs’ta
311 Artworks’te ziyaretçilerle buluştu. 1
Haziran’a kadar açık kalan sergide Soma
kömür madeninde ucuz giysi dolapları
olarak kullanılan ve tıpkı madendeki gibi
tavandan sarkıtılan kovaların oluşturduğu
enstalasyonla madenciler simgelendi
ve madenlerdeki olumsuz çalışma
koşulları gözler önüne serildi. Sergide,
faciada hayatını kaybeden madencilerin
yakınlarıyla Soma’da çekilen kısa bir
film de yer aldı. Sergi GREY İstanbul,
311artworks, Ahmet Şık, Nar Photos ve
GPOD Prodüksiyon’un katkılarıyla
gerçekleştirildi.
Homofobi ve Transfobiye karşı
#fobiniuçur!
17 Mayıs 1990 yılında Dünya Sağlık Örgütü
de Uluslararası Hastalık Sınıflandırması
(ICD) ile eşcinselliğin ruhsal bir bozukluk
olmadığı kararını almış ve bu kavramı
hastalık sınıflandırmalarından çıkarmıştır.
O tarihten bu yana 17 Mayıs dünyanın
çeşitli bölgelerinde “Uluslararası Homofobi
ve Transfobi Karşıtı Gün” (IDAHOT)
acileylem.org.tr
24 HAZİRAN 2015
olarak kutlanmaktadır. Biz de LGBTİ’lere
yönelik ayrımcılık karşıtı kampanyamız
kapsamında her yıl 17 Mayıs’ı kutluyoruz
ve farkındalık çalışmaları yürütüyoruz.
Bu yıl piknik sepetlerimizi ve rengârenk
uçurtmalarımızı alarak İzmir Alsancak
vapur iskelesi önünde ve İstanbul Moda
Sahil Parkı’nda buluştuk. İki etkinliğimize
toplam 300’ü aşkın aktivist katıldı. Aşk
ve özgürlük için birlikte uçurtmalarımızı
havalandırdığımız İzmir Siyah Pembe
Üçgen, Türk Psikologlar Derneği İzmir
Şubesi, SPOD Sosyal Politikalar Cinsiyet
Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları
Derneği ve Sakat LGBTİ grubuna ayrıca
desteklerinden dolayı teşekkür ederiz.
Rengarenk ve birlikte çok güzeliz!
TAZE AKTİVİST GRUPLARIMIZ
İstanbul’da artık iki yerel aktivist
grubumuz bulunuyor. Anadolu yakasında
faaliyetler yürütmek isteyen üyelerimizin
kurduğu İstanbul-2 grubu ile 28 Nisan’da
ilk toplantımızı gerçekleştirdik. İlk
etkinliğini 3 Mayıs Basın Özgürlüğü
Günü’nde gerçekleştiren İstanbul-2
grubu bir de İşçi Hakları Tematik Grubu
kurdu. Avrupa yakasında gerçekleştirilen
çalışmalara mesafe nedeniyle katılamayan
herkesi İstanbul-2 grubumuza bekliyoruz.
21 Mayıs’ta Van’daydık. Yerel aktivist
grubu kurarak çalışmalarımıza aktif
katılım göstermek isteyen aktivist
adaylarımızla tanıştık. 11 kişinin katıldığı
toplantıda Uluslararası Af Örgütü’nü
tanıttık ve Türkiye Şubesi’nin çalışmaları
hakkında bilgi verdik. Van’da yapılabilecek
çalışmalar üzerine birlikte konuştuk.
Siz de kendi şehrinizde yerel bir aktivist
grubu kurmak için bize yazın: aktivizm@
amnesty.org.tr
Mısır, siyasi muhalefeti bastırmak amacıyla
ölüm cezaları veriyor. Kararların büyük
çoğunluğu eski Cumhurbaşkanı Mursi’nin
taraftarlarına yönelik ve toplu ve adil
olmayan yargılamalar sonrasında veriliyor.
Eski cumhurbaşkanı Mursi’nin kendisi de
ilk başladığı andan itibaren adil olmayan
bir yargılama sonrasında 16 Haziran
2015’te ölüm cezasına mahkum edildi. Mısır
yetkililerinden ölüm cezasını kaldırmalarını,
Muhammed Mursi’yi ölüm cezasına
başvurmadan sivil bir mahkeme önünde adil
bir şekilde yeniden yargılamalarını ya da
serbest bırakmalarını talep ediyoruz.
LÜTFİLLAH TACİK’İN ÖLDÜRÜLMESİNİ
SORUŞTURUN!
20 HAZİRAN 2015
17 yaşındaki Afgan mülteci Lütfillah Tacik,
31 Mayıs 2014’te, iddialara göre, Van
Yabancılar Geri Gönderme Merkezi’nde bir
polis tarafından dövülmesinin ardından,
hayatını kaybetti. Tacik, 20 kişiyle birlikte,
16 Mayıs’ta Türkiye’ye sığınmaya çalışırken
jandarma tarafından yakalanmış ve sınır dışı
edilmek üzere Geri Gönderme Merkezi’ne sevk
edilmişti. Burada, 27 Mayıs’ta, yaşı hakkında
yanlış bilgi verdiği gerekçesiyle bir polis
tarafından tokatlandığı ve yumruklandığı iddia
ediliyor. Tacik, 31 Mayıs’ta Van Bölge Eğitim
ve Araştırma Hastanesi’nde hayatını kaybetti.
Türkiye yetkililerinden, Tacik’in ölümüyle ilgili
etkili, tarafsız ve bağımsız bir soruşturma
yürütmelerini ve mülteci haklarını güvence
altına almalarını talep ediyoruz.
SAMAN NASIM HER AN İNFAZ
EDİLEBİLİR!
18 MAYIS 2015
Saman Nasim, 19 Şubat’ta infaz edileceğinin
açıklanmasının ardından gelen geniş çaptaki
uluslararası protestolar karşısında, İran
yetkilileri tarafından bilinmeyen bir yere
transfer edildi. Ailesi bırakın nerede olduğunu,
Nasim’in hayatta olup olmadığını dahi
bilmiyor. Nasim, devlete karşı silahlanma ve
silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından
dolayı tutuklandığında 17 yaşındaydı. İşkence
ve kötü muamele ile “itiraf”a zorlandı ve ölüm
cezasına mahkum edildi. İran yetkililerini
Saman Nasim’in akıbeti hakkında bilgi
vermeye ve infazını durdurmaya çağırıyoruz.
ONUR KILIÇ ‘CUMHURBAŞKANINA
HAKARET’TEN YARGILANIYOR
17 ŞUBAT 2015
Aktivist Onur Kılıç, Ocak ayındaki bir eylem
sırasında ‘cumhurbaşkanına hakaret’ ettiği
gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu’nun 299.
maddesi uyarınca 13 Şubat’ta tutuklandı.
26 Şubat’ta tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakılan Kılıç, suçlu bulunursa,
dört yıla kadar hapis cezası alabilir. Bu tür
kovuşturmalar, ifade özgürlüğü hakkını ihlal
ediyor. Kılıç hakkındaki dava düşürülmeli
ve bu tür yargılamalara son verilmeli. Acil
eylemimiz devam ediyor. Siz de ifade özgürlüğü
için acil eylemimize destek verin.
RAİF BEDEVİ’Yİ SERBEST BIRAKIN!
19 OCAK 2015
Raif Bedevi Mayıs 2014’te, “Suudi Arabistanlı
Liberaller” isimli internet sitesini kurduğu
ve İslam’a hakaret ettiği gerekçesiyle 10 yıl
hapis ve 1000 kırbaç cezasına mahkum edildi.
İlk ve son kez olmak üzere 9 Ocak’ta Cuma
namazının hemen ardından kamuya açık bir
alanda 50 kere kırbaçlanan Bedevi o tarihten
bu yana bir daha kırbaçlanmadı. Ancak Suudi
Arabistan Yüksek Mahkeme’si Bedevi’ye
verilen cezayı Haziran ayında onayladı. Bu,
Bedevi’nin her an kırbaçlanabileceği ve 10
yılını cezaevinde geçireceği anlamına geliyor.
Suudi Arabistan yetkililerini bu barbarca
cezayı kaldırmaya ve düşünce mahkumunu
serbest bırakmaya çağırıyoruz.
18
19
BÜLTEN [ 2015/2 ]
BÜLTEN [ 2015/2 ]

Benzer belgeler

Uluslararası Af Örgütü Bülteni

Uluslararası Af Örgütü Bülteni Mektup yazmak bir hayatı değiştirebilir mi? Evet!

Detaylı