“Yiğit Özün Malûm Eder ĠĢinde”

Transkript

“Yiğit Özün Malûm Eder ĠĢinde”
“Yiğit Özün Malûm Eder ĠĢinde”
Arakiyeci İbrahim Ağa Camii
Şinasi ACAR
(Y.Müh. ĠTÜ)
Top Kapısı
Top Kapısı yada Doğu Roma Ġmparatorluğu’ndaki (1) adıyla Romanos Kapısı, surlarla çevrili
Ġstanbul’un -sabah açılıp akĢam kapanan- 55 kapısından biridir. Ancak, bizim için özel bir önemi vardır : Fâtih
Sultan Mehmed (1451-1481) Ġstanbul’u kuĢattığında, karargâhını ve Macar Urban’ın Edirne’de döktüğü
“büyük top”u, Top Kapısı önünde konuĢlandırmıĢtır. Bu büyük topun fetih mucizesindeki rolü tartıĢmalıdır (2)
ama, Osmanlı ordusunun motivasyonu açısından yararlı olduğu kuĢkusuzdur. En ağır top atıĢları da buradan
yapılmıĢtır. Öyle ki sonrasında buradaki mahallenin adı “Top Yıkığı Mahallesi” olmuĢtur.
Topkapı Sarayı ile sözü edilen Top Kapısı arasında herhangi bir iliĢki söz konusu değildir. Aslında
Fâtih’in yaptırdığı yeni sarayın adı “Sarây-ı Cedîd-i Âmire” (Yeni devlet sarayı) idi. Buraya açılan “Ayia Barbara
Kapısı”na sarayı korumak için yerleĢtirilen toplar, zamanla yeni sarayın Topkapı Sarayı olarak anılmasına
neden olmuĢtur.
Top Kapısı, zamanla Topkapı oldu ve semte adını verdi. Uzun yıllar sessiz ve mütevazı bir yaĢam
sürdü. Ancak, 1950’li yılların sonlarına doğru açılan geniĢ Millet Caddesi ve onun sur dıĢındaki devamı olan
Londra Asfaltı’yla bu kimliğini yitirdi ve alıĢık olmadığı çalkantılı bir döneme girdi. Daha sonra açılan Rumeli
otogarı, yanıbaĢındaki açık pazarlar, geniĢletilen yollar, yeni tramvay hattı, geniĢ alt ve üst geçitler semti
dağıttı, tanınmaz hale getirdi. Son dönemde Rumeli otogarı ve bitiĢiğindeki açık pazarlar da kaldırılmıĢ ve sur
dıĢındaki Topkapı, birkaç cami dıĢında tamamen yıkılmıĢ ve eski kimliğini tümüyle yitirmiĢtir.
Camiin Konumu ve Özellikleri
Eminönü-Zeytinburnu tramvayının sur dıĢındaki ilk durağı olan Topkapı istasyonunda iner ve gidiĢ
yönünden sağ tarafa bakarsanız, uzakta, mezarlığın önünde küçük, biblo gibi bir cami görürsünüz. Son elli
yıldır semtte yaĢanan bunca hengâmeye yabancı ve garip kalmıĢ bu cami, içinde 16.yüzyılın en güzel
çinilerini barındıran “Arakiyeci (3) Ġbrahim Ağa Camii”dir. “Takkeci Ġbrahim ÇavuĢ Camii” ve “Takkeci Camii”
olarak da bilinir.
Cami 1,15 m kalınlığında kesme taĢ ve iki sıra tuğla dizileriyle inĢa edilmiĢtir. Ġç ölçüleri 11,70x11,20
metredir. 7,75 m derinliğinde ahĢap çatılı bir soncemaat yeri, camiin önünü ve kısmen de yanlarını
sarmaktadır. Ön ve yan saçak alınları üçgen biçimindedir. Camiin çatısı da ahĢaptır. Ancak özgün yapısının
kubbeli olduğu sanılmaktadır. Soncemaat mahallinde yer alan dört alt pencerenin kemer aynalarına
kondurulmuĢ celî sülüs yazıların, döneminin en güzel örneklerinden olduğu söylenebilir (4). Sağda bulunan
minare kaidesinin bir eĢi de solda yapılarak yapıda denge sağlanmıĢtır. Camiin zarif ve mütenasip minaresi
kesme taĢtan, çok kenarlı bir gövdeye sahiptir
ve Ģerefesinin altı mukarnaslıdır.
Cami,
kare biçimindeki
avlusunun
içinde çapraz olarak durur. Avludan, Takkeci Camii
Sokağı’na, eski Londra Asfaltı’na ve güneye açılan üç kapı vardır. Batı tarafı, Edirne istikametine giden
çevreyoluyla kesilmiĢtir. Kuzey ve doğu duvarlarının kesiĢtiği köĢeye, çok çok sonraları (Hicrî 1235’te)
Sadrâzam DerviĢ PaĢa tarafından bir çeĢme yaptırılmıĢtır. Cami, Takkeci Camii Sokağı ile eski Londra
Asfaltı’nın kesiĢtiği köĢede yer alan sebili ve arkasındaki küçük hazîresi, avlu içindeki okulu, okulun
bitiĢiğindeki su kuyusu ve ikinci sebiliyle bir yapılar manzûmesi oluĢturmaktadır.
Camiin içi 14 alt ve 14 üst pencereyle aydınlatılmaktadır. Alt pencereler söveli, demir parmaklıklı ve
içeriden ahĢap kepenklidir. Üst pencerelerden “mahfil”e (balkon) isabet edenleri, kemersiz ve açılabilen
kanatlara sahiptir. Mihrap üzerindeki revzenler (5), camiye ek bir güzellik kazandırmaktadır.
Bu kısa tanıtımdan sonra, camiin yapılıĢ öyküsüne geçebiliriz (6).
Rüyanın Hikmeti
Ġbrahim Ağa’nın Top Kapısı dıĢında küçük bir evi, Arakiyeciler ÇarĢısı’nda ufak bir dükkânı, saf ve
dürüst bir eĢi, iki oğlan ve bir kız çocuğu vardır. Dükkânında arakiye ve takke yapıp satarak mütevazı bir
yaĢam süren, kimseye muhtaç olmadan geçinip giden, herkesin sevip saydığı, namazında niyazında bir
kiĢidir.
Bir gece rüyasında kendisine birkaç kez seslenilir : “Bağdat’a git, Medîne-tüs Selâm Köprüsü’nden
geçip Ġmâm-ı Âzam Kapısı’ndan gir. Köprünün tam karĢısında hurma ağacına sarılmıĢ bir asma var. O
asmadan üç üzüm tanesi kopar ve ye; senin kısmetindir”.
Ġbrahim Ağa “Hayırdır inĢallah” demekle birlikte bu sesleniĢe pek de önem vermez. Esasen gidecek
hâli de yoktur. Ne bu yolculuğun masrafını karĢılayacak parası vardır, ne de dükkânını yolculuk süresince 810 ay emanet edebilecek kimsesi.. Üstelik bu süre içinde ailesine kim bakacaktır?
Ancak Ġbrahim Ağa aynı rüyayı bir süre sonra yine görür ve yine üzerinde durmayınca, artık her gece
görmeye baĢlar. Sonunda, bu iĢin içinde bir iĢ olduğunu sezmiĢtir. Ne olursa olsun Bağdat’a gitmeye karar
verir. Arakiyeciler kethüdasına baĢvurur ve zamanı gelmiĢ bulunan hac farîzasını yerine getirmek istediğini
söyleyerek “sandık”tan, kendisine yetecek kadar borç para verilmesini rica eder. Kethüda her ne kadar
“Haccın farz olması için kiĢinin buna kudreti olmak gerekir. Ayrıca giderken ailesine bir yıllık nafakasını
bırakmalı. Borçla hacca gidilir mi?” diyerek kendisini bundan vazgeçirmeye çalıĢırsa da, ısrarlarına dayanamaz
ve bizzat kefil olarak istenen parayı verir.
Ġbrahim Ağa hazırlıklarını tamamlar ve Bağdat’a gidecek bir kervana katılır. Uzun ve zahmetli bir
yolculuktan sonra, dört ayı aĢkın bir süre sonunda Bağdat’a ulaĢır. Rüyasında seslenildiği gibi Medîne-tüs
Selâm Köprüsü’nden geçerek Ġmâm-ı Âzam Kapısı’na varır. Gerçekten, köprünün tam karĢısında, hurma
ağacına sarılmıĢ bir asma ve üzerinde iri taneli salkımlar vardır. Rahat bir nefes alır. Önce bir aĢçı dükkânına
girip karnını doyurur. Bu arada aĢçı yamağına karĢıdaki hurma ve asmayı göstererek bunların kimin malı
olduğunu sorar. Yamağın, sahipsiz olduklarını söylemesi üzerine asmanın yanına gider ve salkımından üç
üzüm tanesi koparıp yer.. Rüyasında istenileni yerine getirmiĢ; içi iyice rahatlamıĢtır. Sonra dükkâna dönerek
aĢçıya, Ġstanbul kervanının ne zaman kalktığını sorar. Günlerden cumadır. AĢçı, kervanın cuma namazından
sonra kalktığını; ancak bulundukları kapıdan geçmediğini, Ģehrin öbür ucundaki AcemçarĢısı Kapısı’ndan
çıktığını söyler. Bu konuĢmaya kulak misafiri olan bir zât “Sen herhalde yabancısın, o kapı tarifle bulunmaz,
ben de o tarafa gidiyorum, seni götüreyim” deyince, birlikte yola koyulurlar..
Yolda giderlerken, kendisine yardımcı olan kiĢi, Ġstanbul’dan o gün biraz önce geldiğini ve hemen geri
dönmek istediğini öğrenince hayretler içinde kalır. Ġbrahim Ağa bunun üzerine bütün macerayı ona anlatmak
zorunda kalır. Bu, adamı büsbütün ĢaĢırtmıĢtır : “Darılma ama, senin herhalde aklından zorun var. Bir rüya
için bu külfet ve zahmete katlanılır mı? Örneğin, ben bir yıldır aynı rüyayı görüyorum. Rüyamda bana :
Ġstanbul’a git, Topkapı’da Arakiyeci Ġbrahim Ağa’nın evinin bodrumunda üç küp altın var, çıkar al, diyorlar.
Ama ben -senin gibi divâne olmadığımdan- hiç aldırıĢ etmiyorum…” Ġbrahim Ağa, o an kısmetinin ne
olduğunu anlar ve hiç sesini çıkarmaz. Zaten AcemçarĢısı Kapısı’na da varmıĢlardır. Ġstanbul’a gidecek
kervana katılır..
Ġstanbul’a varınca dostlarına, yolda hastalandığı için Hicaz’a kadar gidemeyip geri döndüğünü söyler.
Evde kimsenin bulunmadığı bir sırada bodrumdaki küpleri arar ve bulur. Duyarlarsa elinden alırlar korkusuyla
kimseye bir Ģey söylememeye karar verir. Karısının ağzı sıkı olmadığını bildiği için, küplerden ona da söz
etmez. Altınların bir bölümünü fırsat buldukça daha emin bir yere taĢır ve 1572 yılında bu camii yaptırmaya
baĢlar. Hem dikkat çekmemesi açısından, hem de yapının her Ģeyiyle bizzat ve titizlikle ilgilendiği için, camiin
yapımı 20 yıl sürer. Camiin ibadete açılmasından üç yıl sonra 1595’te vefat eder ve sebilin arkasına gömülür.
Sağlığında camiin yönetim ve bakım giderleri için bir vakıf kurmuĢtur. Vefatından sonra annesi Emine
Hatun, kızı AyĢe ve oğulları Halil ÇavuĢ ve Mustafa SubaĢı, kendilerine düĢen miras paylarını bu vakfa ilâve
etmiĢlerdir. Bu husus cami içindeki, giriĢten itibaren ilk sıradaki sağ ve sol alt pencerelerin alınlıklarına
yazılmıĢtır (7). Avlunun kuzey duvarı içinde, kısmen kalan hazîredeki Hicrî 1173 (Milâdî 1759) tarihli “Takkeci
Ġbrahim Camii Ģeyhi Ali Efendi”nin kabir taĢı kitâbesinden, binanın Halvetî tekkesi olarak da kullanıldığı
anlaĢılmaktadır.
Cami avlusunun kuzey kapısının üstünde Sultan 2.Mahmud’un (1808-1839) tamir kitâbesi vardır. ġâir
Aynî tarafından manzum olarak yazılan kitâbenin sonundaki “Takyeci Câmi çıkdı yaĢa tekmîl oldu” tarih
mısraı, bu onarım ve yenileme iĢleminin Hicrî 1236 (Milâdî 1820/21)’de bitirildiğini göstermektedir.
Camiin Eşsiz Çinileri
Yavuz Sultan Selim (1512-1520) Ġran seferi dönüĢü Tebriz’den getirdiği sanatkârlardan birkaç
“kâĢiger”i (çini ustası) Ġznik’e yerleĢtirir. Bu tarihten baĢlayarak Ġznik çinileri ünlenir ve Ġstanbul’da yapılan
camilerin, türbelerin, Topkapı Sarayı’nda inĢa edilen odaların, kasırların tümü bura çinileriyle süslenir. Hele
1600’den sonra Ġznik’teki “kâĢî kârhâneleri”ne (çini atelyeleri) talep o denli artar ki mîrî binalara (devlet
yapıları) ait çiniler bitirilmeden dıĢarıya çini satılması yasaklanır.
Türk çini sanatı en parlak dönemine 16.yüzyılda ulaĢmıĢtır. Altın yaldız ve tek renkli örnekler giderek
ortadan çekilmiĢ; sarı renge rastlanmaz olmuĢ, yaprak yeĢili ve “mercan kırmızısı” ön plana geçmiĢtir. Çağın
gözde rengi, Ġznik atelyelerinin buluĢu olan mercan kırmızısıdır. Bezemede gül, lâle, karanfil, mine, sünbül,
bahar çiçeği ve servi ağacıyla sık sık karĢılaĢılır. Yer yer haĢhaĢ, nar, hanımeli, papatya, leylak, enginar ve
üzümler görülür. Rûmî ve hatâyîler de bu yüzyılda çokca kullanılmıĢtır.
16.yüzyılda sırlar son derece parlak ve temizdir. Sıraltı tekniği çok ileri bir düzeye ulaĢmıĢtır. Çini
levhalara önce astar çekilmekte, sonra motiflerin kenar çizgileri çizilmekte ve içleri boyanmaktadır. Bezemesi
biten levhalar sır içine batırıldıktan sonra fırına verilmekte; eriyen ve piĢen sır, ince ve saydam bir cam
tabakasına dönüĢmektedir. Böylece çinilerin uzun süre sağlam kalması, boyalarının korunması ve renklerinin
ilk günkü parlaklığını koruması sağlanmaktadır.
Camiin dört duvarını da çevreleyen ve pencerelerin kemer tepelerine değin yükselen zengin çini
panoları ve çini mihrabı, döneminin en güzel Ġznik çinileriyle kaplıdır ve hepsi olağanüstü güzelliktedir. Bu
çiniler yüzyılın en karakteristik eserlerinden olup teknik, renk ve kompozisyon bakımından benzerlerine büyük
üstünlük gösterirler. Camiin içi neredeyse hiç boĢ yer kalmamacasına çiniyle bezenmiĢtir. Pencere
aralarındaki çini panoların her biri bir çiçek bahçesini andırır. Mavi Ģakayıklar, bahar çiçekleri, mercan kırmızısı
lâleler, karanfiller, beyaz çinbulutları, enginar çiçekleri, mavi sünbüller ve diğerleri, inanılmaz bir âhenkle ve
çok dengeli bir biçimde yerleĢtirilmiĢlerdir. Ve mihrap duvarının iki köĢesindeki panolarda, camii yaptıranın
gördüğü rüyayı anımsatmak üzere, üzüm salkımları ve asma yaprakları görülür. Mihrap duvarındaki
pencerelerin kemer aynalarına, soncemaat yeri duvarı yazılarıyla aynı karakterde -celî sülüs- güzel yazılar
yazılmıĢtır.
Ne yazık ki camiin emsalsiz çinilerinin yarıya yakını sökülüp çalınmıĢ ve daha sonra yerlerine taklitleri
konulmuĢ durumdadır. Bunlardan kimilerinin Gülbenkyan tarafından Lizbon’daki Salazar Müzesi’ne verildiği
biliniyor. Çalınan çinilerin kimi yerleri de boĢtur. Kalan çinilerin de güvende olduğu söylenemez. Ne yazık ki
yaĢadığımız dönemde -maddî yada manevî- her değer yalnızca parayla ölçülmekte, paraya dönüĢtürülmekte
ve toplumsal sahiplenme anlayıĢı giderek yok olmaktadır.
FOTOGRAFLAR VE ALT YAZILARI
Camiin Genel Görünümü
Minber:
Cemaate göre mihrabın sağ tarafında bulunan minber, hutbe okumak yada vaız vermek için çıkılan
merdivenli yüksek kürsünün adıdır. Üstünde külahlı küçük bir sahanlığı bulunur. Camiin mermerden yapılmıĢ
olan minberi, Ģebekeli korkuluğu, kafesli yanlıkları ve sade silmeleriyle pek zarif ve mütenasiptir.
Mihrap:
Mihrap, kıble duvarının ortasındaki, namazda cemaatin birlikte hareketini sağlayan imamın namaz kıldığı,
girintili ve bir basamak yüksekçe yerdir. Ġbrahim Ağa Camii mihrabının, “malakârî” (8) mukarnasları dıĢında,
girintisi ve çerçevesi nefis çinilerle bezenmiĢtir. Mihrap âyeti de çini üzerine celî ta’likle yazılmıĢtır (9). Mihrap
çinileri, beyaz zemin üstüne yerleĢtirilmiĢ mavi enginar yaprakları, onların iki yanındaki uzun saplı, son derece
zarif, mercan kırmızısı lâleler ve hatâyîlerden oluĢturulmuĢtur.
Mihrap Duvarı Yan Çini Panoları
Üzümlü Çini Pano ve Salkımların Yakından Görünüşü:
Ġbrahim Ağa Camii’nin bize göre en güzel çinileri bu panolardır. Beyaz zemin üstüne yeĢil asma dalları ve
yaprakları, hafif kabarık mercan kırmızısı üzüm salkımları ve zarif küçük mavi çiçekler iĢlenmiĢtir. Panoyu
kırmızı rozetler, palmetler, yeĢil enginar yaprakları ve beyaz çinbulutları içeren bir pervaz kuĢatır.
Pencere Aralarındaki Vazolu Çini Panolar:
Camiin doğu ve batı duvarlarındaki pencerelerin arasında yer alan vazolu panolar, olağanüstü güzelliktedir.
Büyük panoda, ayaklı bir meyve tabağı üstüne -mercan kırmızısı yüzeyi iĢli- iki kulplu bir vazo oturtulmuĢtur.
Vazodan çıkan erik ve nar çiçekleri ile hançer yapraklar, bütün panoya yayılır. Ayrıca, vazonun iki yanında yerden çıkan- birbirinden zarif sünbül, lâle, karanfil ve gül goncaları görülür.
Pencere Alınlıklarındaki Çini Panolar:
Camiin doğu ve batı duvarlarının hafif sivri kemerli pencere alınlıklarındaki çini kompozisyonları beyaz
zeminlidir. Üzerlerine nar ve enginar çiçekleri yerleĢtirilmiĢ; ayrıca rozet, palmet ve hançer yapraklarla
bezenmiĢtir. Kemer bordürleri, lâcivert zemin üstünde kırmızı beyaz çiçekler ve yapraklarla süslüdür. Kemer
köĢeliklerinde, mercan kırmızısı zemin üstüne beyaz çinbulutları resmedilmiĢtir.
Mahfili Taşıyan Sütun Başlıkları ve Konsol Altlarındaki Edirnekari İşlemeler:
Mahfil (balkon), cami içini U biçiminde çevirmekte ve 10 ahĢap sütun üstünde durmaktadır. Mahfilin
konsolunu taĢıyan ahĢap çıkmaların ve konsol altlarının altın yaldızlı, nar çiçeği renkli Edirnekârî iĢlemeleri -ne
yazık ki- yeĢil yağlıboyayla kapatılmıĢtır. Sağ dipteki kapıdan hem mahfile hem de minareye çıkılır.
Ahşap Kubbe:
Camiin iç hacmi yaklaĢık 5,50 m çapında ahĢap bir kubbeyle örtülüdür. Bu iç kubbe, yaldızlı çıtalarla
dilimlenmiĢtir. Kubbe etekleri, yaldızlı iki sıra ahĢap mukarnaslıdır. Kubbe göbeğindeki daire içinde Ġsrâ
Sûresi’nin 84.âyeti “Kul küll(ün) ya’melu ala Ģâkiletih” (De ki : Herkes yaradılıĢına göre hareket eder) dairesel
olarak -güzel bir istifle- dört kez yazılmıĢtır. Bu âyetin Türkçesi yukarıda parantez içinde, ne anlama geldiği
makalenin üst baĢlığında verilmiĢtir (Yani, herkesin yaptığı iĢ ve vücuda getirdiği eser, kimlik ve karakterinin
aynası ve ruhsal yapısının tezahürüdür). Arakiyeci Ġbrahim Ağa’yı -ne yazık ki- Batı ölçütleriyle tanıma
olanağından yoksunuz. Kanımızca en iyisi, onun karakter ve kimliğine bu eserini tahlil ederek ulaĢmaya
çalıĢmaktır. Kendisi de camiinin en tepesine bu âyeti dört kez yazmakla, sanırız bize bunu duyurmak
istemiĢtir.
Camiin Giriş Kapısı Üstündeki İnşa Kitabesi:
AhĢap cümle kapısı özgündür ve “kendekârî” (10) tekniğiyle yapılmıĢtır. 55x173 cm boyutlarındaki celî sülüs
kitâbe ġâir NûĢî tarafından manzum olarak yazılmıĢ olup Türkçe’dir. Üç satır ve her satır dört bölüm halinde
yazılmıĢtır. Birinci satırın üçüncü bölümündeki “Ta’mîrini gördürsen olmuĢdu sene bin yıl” mısraı, camiin Hicrî
1000 yılında tamamlandığını göstermektedir. Bu husus, kitâbenin üçüncü satırının üçüncü bölümünde daha
küçük ve rakamla yazılmıĢ “sene 1000” notuyla da teyit edilmektedir (11).
Ancak, üçüncü satırın üçüncü bölümündeki “Bu câmi’in ihyâsı kıldı çün ânı irĢâd” tarih mısraı, ebced hesabıyla
1002 vermektedir. Bu çeliĢkinin nedenini bilmiyoruz. Ancak “Hadîka-tül Cevâmî” (Camilerin bahçesi) adlı ünlü
eserde binanın “elf-i kâmil’de”, yani “tam bin yılında” bittiği yazılıdır. Kanımızca Hicrî 1000 (Milâdî 1592) yılı
doğru olmak gerekir.
Sebil ve Haziredeki Kabirler:
DerviĢ PaĢa ÇeĢmesi’nin karĢı köĢesinde Ġbrahim Ağa’nın diğer sebili ile kendisinin ve oğlu Halil ÇavuĢ’un
kabirleri bulunmaktadır. Üzerindeki kitâbeden, bu sebilin Hicrî 986 (Milâdî 1578) tarihinde -camiden 14 yıl
önce- yapıldığı anlaĢılmaktadır.
Sebilin arkasında bulunan Ġbrahim Ağa’nın kabri, mermer lahit biçimindedir. BaĢ taĢı ve ayak taĢı sekizgen
formdadır. Arapça yazılmıĢ celî sülüs kitâbesinin son bölümündeki “… tahriren fî iyyel(?) min Ģehr-i rebî’-ul
evvel sene erba’a ve elf” (1004 yılı Rebi’ulevvel ayının baĢlarında yazıldı) ifadesinden, Ġbrahim Ağa’nın Hicrî
1004 (Milâdî 1595) yılında öldüğü anlaĢılmaktadır. Adı açıkça zikredilmemekle birlikte, bu mezarın Ġbrahim
Ağa’ya ait olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Yanındaki daha küçük kabirde ise, oğlu Halil ÇavuĢ’un
yattığı ve Hicrî 995 (Milâdî 1587) yılında -babasından sekiz yıl kadar önce- vefat ettiği, Türkçe kitâbesinde
açıkça yazılmıĢtır.
Kuyu Ve Sebil Kitabesi:
Camiin kıble tarafındaki okulun bitiĢiğindedir. Yanında bir su haznesi vardır. Demir parmaklıklı sebil
penceresinin yanında 165x93 cm boyutlarında bir mermer kitâbe mevcuttur. ġâir NûĢî tarafından yazılmıĢ celî
sülüs kitâbede, sebilin Hicrî 1002 (Milâdî 1593/94) yılında hizmete alındığı, üstten altıncı satırın sol tarafındaki
Dedi târîhini NûĢî, içip âb-ı sebîlinden :
“Hasan Hüseyn’in aĢkına açılsın bu sebîlullah”
tarih mısraının altında rakamla da yazılmıĢtır. Kitâbenin sonunda Hz.Muhammed’in bir hadîsi Arapça olarak
yazılmıĢtır ki anlamı Ģöyledir : Bir gayrimüslime su veren 1 yıl, -dört ayaklı- bir hayvana su veren 20 yıl, bir
ağaca su veren 40 yıl ve bir Müslüman’a su veren 70 yıl oruç tutmuĢ gibi olur (12).
Camide Kullanılan Çini Desenlerinden Örnekler
Dipnotlar
(1)
: Fetih sırasında Ġstanbul’daki devlet, Bizans’ın değil, “Romalılar Ġmparatorluğu”nun yada öteki adıyla
“Doğu Roma Ġmparatorluğu”nun kalıntısıdır. Bizans adı, Alman tarihçi Hieronymous Wolf (15161580) tarafından ilk kez 1557’de, yani Ġstanbul’un fethinden 104 yıl sonra kullanılmıĢtır. Gerçekte
Bizans, Ġstanbul’un kurulduğu yere yakın eski bir Rum kasabasının adıdır. Esasen Ġstanbul’da bir
“Romalı” (Rum) iktidarı bulunduğu içindir ki fetihten sonra Fâtih “PâdiĢâh-ı Rûm” unvanını almıĢtır.
Fetihle Osmanlı devleti bir imparatorluk kimliği kazanmıĢ; dünya tarihinde de Ortaçağ dönemi
kapanmıĢtır.
(2)
: Bu topun birkaç atıĢtan sonra parçalandığı söylenir.
(3)
: Arapça arak sözcüğü “ter”, arakiye “terlik” anlamındadır ve kavuk giyilen dönemde, baĢın üstüne
yerleĢtirilen -ve baĢın terini emerek kavuğun temiz kalmasını sağlayan- dövme keçeden yapılmıĢ bir
tür takkenin adıdır. Esas takke ise, evde kavuk çıkartıldığı zaman giyilir ve “kellepûĢ” olarak anılırdı.
Arakiye ve takke, aynı esnaf tarafından yapılır ve satılırdı.
(4)
: Bu pencere aynalarına sırasıyla Fâtiha, Ġhlâs, Felâk ve Nâs sûreleri yazılmıĢtır.
(5)
: Farsça revzen sözcüğü “ıĢığın geçtiği delik” anlamındadır. Revzenler, alçıdan yapılmıĢ kalın levhanın
incelikle delinip oyularak açılan boĢluklarına, arka yüzünden renkli cam parçaları yerleĢtirilerek
yapılan süslemelerdir. Bir tür vitray çalıĢmasıdır. En çok camilerin ve köĢklerin pencere boĢluklarının
süslenmesinde kullanılmıĢtır.
(6)
: Bu öykünün ne ölçüde gerçek olduğunu bilmiyoruz ama, ilginç ve anlamlı olduğu kuĢkusuzdur.
Öykü, cami içindeki üzümlü çini panolardan yola çıkılarak yakıĢtırılmıĢ olabileceği gibi, üzümlü çini
panolar bu öyküyü unutturmamak için camiye özellikle konmuĢ da olabilir.
(7)
: Bu iki kitâbede ve camiin inĢa kitâbesinde Ġbrahim Ağa’dan ”Ġbrahim ÇavuĢ” olarak söz
edilmektedir. DerviĢ PaĢa ÇeĢmesi’nin karĢı köĢesindeki sebilin manzum kitâbesinde ise, satırlar
arasındaki boĢlukta, üstte “Ġbrâhim” altta “Ağa” yazılmıĢtır.
(8)
: “Malakârî”(mala iĢi), alçıdan yapılmıĢ kabartma süslemelere denir. Genellikle yapıların iç
dekorasyonunda kullanılan bir süsleme tekniğidir. Birçok mihrabın mukarnasları bu Ģekilde alçıdan
yapılmıĢ ve üzerleri boyanarak süslenmiĢtir.
(9)
: Âl-i Ġmrân Sûresi’nin 37.âyetinden bir bölüm : “Kullemâ dahale aleyhâ Zekeriyyâ-l mihrâb”
(Zekeriya ne vakit mâbede girse).
(10)
: Bu sözcük dilimize kündekârî olarak yerleĢmiĢ görünüyor. Ancak künde Farsça’da “kütük, kalas,
bukağı” anlamındadır. Öte yandan Arap harfleriyle yazılıĢı künde sözcüğüyle aynı olan -yine Farsçakende sözcüğü “kazma, oyma, çukur” anlamında kullanılır. Dolayısıyle -“kazma iĢi” anlamındakibileĢik sözcüğün doğrusunun kendekârî olarak söylenmesi gerekir. Farsça’da aynı anlamda
“kendegerî” sözcüğü de kullanılır.
(11)
: Aslında burada “sene 100” yazıyor. Bilindiği gibi, Arap yazısında sıfır “nokta”yla gösterilmektedir.
Son noktanın sehven unutulduğu kanısındayız.
(12)
: Bu hadîsin Türkçesini Latin harfleriyle yazıp, son yıllarda -görev ve amacından uzaklaĢarak- orman
ve akarsu katliamlarına göz yuman Çevre Bakanlığı’nın giriĢine asmak gerekiyor.
Kaynakça
ACAR, ġinasi
“Arakiyeci Ġbrahim Ağa Camii”, Yapı, sayı 284, Temmuz 2005, sayfa 96-100
ÇONGAR, Yasemin
“Bilmediğimiz Bizans”, Milliyet gazetesi, 6 Haziran 2004, sayfa 7
SERTOĞLU, Midhat
“Ġstanbul Sohbetleri”, Bedir Yayınevi, Ġstanbul, 1992
SOM, Deniz
“55 Kapılı Ġstanbul”, Cumhuriyet gazetesi, 21 Haziran 2004, sayfa 7
YÜCEL, Erdem
“Altın Yol ve Takkeci Camii Çinileri”, Türkiyemiz, Sayı 18, ġubat 1976, sayfa 2-6
YÜKSEL, Ġ.Aydın
“Takyeci Ġbrahim ÇavuĢ Camii”, Lâle, Sayı 3, Kasım 1985, sayfa 2-11