EDĠTORYAL Ürün Bol Ama ĠĢçi Az İsa tüm kent ve

Transkript

EDĠTORYAL Ürün Bol Ama ĠĢçi Az İsa tüm kent ve
EDĠTORYAL
Ürün Bol Ama ĠĢçi Az
İsa tüm k ent ve k öyleri dolaştı. Buralardak i havralarda ders veriyor, Gök sel Egemenliğin müjdesini
duyuruyor, her hastalığı, her illeti iyileştiriyordu. Kalabalık ları görünce onlara acıdı. Çünk ü çobansız
k oyunlar gibi şaşk ın ve perişandılar. O zaman İsa öğrencilerine şöyle dedi: «Ürün bol, ama işçi az. Bu
nedenle ürünün sahibi olan Rab'be yalvarın da, ürününü k aldıracak işçiler göndersin». Matta 9:35-38
Ürün bol ama işçi az… Hasat zamanı geldi de geçiyor bile. İncirler dalında kuruyor, yabani kuşlar
toplanmamış üzümleri deliyor ve bozulmalarını sağlıyor… Koyunlar çobansız ve kurtların arasında
geziyor…
Bundan tam 3 ay önce, 3 Haziran’da kaybettiğimiz Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu Başkanı ve
Anadolu Episkoposu Mons. Luigi Padovese’nin öldürülmesindeki şaşkınlığımız ve yasımız henüz
geçmedi. Kendisi Türkiye’ye yayılmış olan tüm Katolik Kiliseleri’nin idari ve ruhani amiri olmasının yanı
sıra, Anadolu’da bulunan tüm mezheplerden Hıristiyanlar için bir referans noktası idi.
Kökü Filistin’de ama gövdesi Anadolu’da olan bir ağaç gibi büyümüş olan Kilise, pederimizin dökülen
kanı ile yirmi asırdır olduğu gibi yüce kurtarış görevine devam edecektir. Bu “güvercin ürkekliğindeki”
hissayatımız ile tüm episkoposlarımız ve önderlerimiz için dua ederken, Tanrı, Türkiye’deki kilisemize,
acımızı bir nebze azaltacak bir armağan verdi.
Yeni Bir Türk Peder
Tanrı büyük lütfuyla, sonra Türkiye’deki Kilisesine yeni bir peder daha armağan etti:
P. Antuan Ilgıt S.I.,. 26 Haziran 2010 Cumartesi günü, Roma İsa’nın Kutsal İsmi Kilisesinde,
Vatikan Şehir Devleti Papalık Komisyonu Başkanı Kadasetli Kardinal Giovanni Lajolo tarafından
yönetilen Pederleştirme Ayini ile Peder olarak takdis edildi.
RESĠM 1
Beşyüze yakın davetlinin yanında, İzmir emekli Başepiskoposu Monsenyör Giuseppe
Bernardini, Vatikan Şehri Devlet Sekreterliğinden Monsenyör Julio Murat ile Llatin, Ermeni, Süryani ve
Maruni ritlerine mensup 130 pederin iştirak ettiği Ayinde Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Prof. Dr.
Kenan Gürsoy, Vatikan Büyükelçiliği Müsteşarı Deniz Kılıçer, Türkiye’nin İtalya Büyükelçiliğinin üst
düzey yetkilileri ile İtalya’nın Ankara eski Büyükelçisi Carlo Marsili de eşleriyle birlikte hazır bulundular.
Ankara Cizvit Cemaatini temsilen P. Patrice Jullien de Pommerol eşliğinde Ankara Cemaatinden bazı
gençlerin de katıldığı Ayin, P. Antuan’ın İlk Türk Cizvit Pederi olması sebebiyle özellikle İtalya
medyasında geniş yer aldı: İtalyan Episkoposlar Kurulu’nun günlük gazetesi AVVENIRE “Aziz
İgnatius’un İzinde İlk Türk Cizvit” diye başlık atarken, İtalya’nın saygın gazetelerinden LA STAMPA
“Türk ve Cizvit” başlığını kullandı.
1972 yılında Almanya’da Mersin’li bir ailenin tek erkek evladı olarak dünyaya gelen P. Antuan
ilk, orta ve lise öğrenimini Mersin’de tamamladıktan sonra 1994 senesinde Ankara Gazi Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünü başarıyla bitirdi. Askerlik hizmetini Yedek
Subay olarak Ankara’da tamamlayan P. Antuan, 1997 yılında İtalya’ya giderek ilk adanmışlık yaşamı
deneyimini Kapüsenler arasında yaşamaya başladı. 2005 yılında Cizvit Cemaatine giren P. Antuan,
felsefe ve teoloji öğrenimini Papalık Gregoryan Üniversitesinde tamamladıktan sonra, Papalık Şark
Enstitüsünde 1 yıl süreyle Şark Kiliseleri Teolojisi üzerine öğrenim gördü. 18 nisan 2009’da Venedik’te
Diyakoz olarak takdis edilen P. Antuan hali hazırda Papalık Lateranense Üniversitesine bağlı
Alphonsian Akademisinde Ahlak Teolojisi ve Biyoetik alanında Yüksek Lisansını sürdürmektedir.
RESĠM 2 – BU RESMĠN ALTINA “PEDER ANTUAN BÜYÜKELÇĠLERLE BĠRLĠKTE” YAZALIM
Pederleştirme Ayininin sonunda P. Antuan Büyükelçilik yetkilerine şükranlarını şöyle ifade etti:
«Ben Hıristiyan’ım, Hıristiyan olmaktan kıvanç duyuyorum ve yaşamımın sonuna kadar da duymaya
devam edeceğim. Aynı zamanda Türk’üm, Türk olmaktan da kıvanç duyuyorum ve aynı şekilde
yaşamımın sonuna kadar da Türk olarak kalacağım. Bunda ne denli haklı olduğumu bugün çok
sevdiğim ülkemi temsilen bu güzel günüme iştirak etmek suretiyle bana bir kez daha gösterdiniz. Önce
merhum Monsenyör Luigi Padovese’nin cenazesine, ardından da benim Pederleştirme Ayinime iştirak
ederek ülkemiz olarak hem acımızda hem de sevincimizde yanımızda olmayı bildiniz. Bunu sadece
bana değil Türkiye’deki tüm Hıristiyan cemaatlerine verilen bir yakınlık mesajı olarak algılıyorum».
Konuşmasına İtalyanca devam eden P. Antuan’ın sözleri şu sözcüklerden sonra uzun süren alkışlarla
kesildi: «Biz Türkiyeli Hıristiyanlar bu topraklara aidiz, bu toprakları seviyoruz, bu toprakların birliğini,
bütünlüğünü istiyor, barış ve kardeşlik içerisinde yaşamayı arzuluyoruz».
P. Antuan Ilgıt, ertesi gün yine aynı kilisede İlk Şükran Ayinini kutlarken bu ayini başta annesi
olmak üzere, katekümenlik ve rahiplik eğitimi süresince kendisine desteklerini esirgemeyen ve bugün
aramızda bulunmayan P. Raimondo Bardelli, Rahibe Maria di Meglio ve Mons. Padovese ile P.
Andrea Santoro’ya ithaf etti.
RESĠM 3 – ALTINA “PEDER ANTUAN, ANKARA’DA ĠLK AYĠNĠNĠ KUTLARKEN” YAZALIM
Mons. Padovese ve P. Andrea Santoro ile ilgili olarak af ve umut çağrıları yapan P. Antuan şu
sözleri kullandı: «Mons. Padovese bana yolladığı son mektubunda şöyle yazıyordu: “Antuan, şimdi
(peder olarak) aldığın her şeyi geri verme zamanı: Barış, teselli, umut ve Tanrı sevgisi”. Diğer yandan
P. Andrea Santoro Roma’daki Kilisesine gönderdiği son mektupta Aziz Yuhanna Krisostomos’un şu
sözlerini tekrarlıyordu: “Mesih kurtları değil kuzuları güdüyor. Eğer kuzu gibi olursak kazanacağız ama
kurt gibi olmayı seçersek kaybedeceğiz. Bu kolay değil, tıpkı sürekli kılıcın çeki ciliğinin etkisi altında
olan Mesih İsa’nın haçının kolay olmaması gibi”. Nitekim bugünkü İncil’de havarilerin İsa’ya “Rab,
bunları yok etmek için bir emirle gökten ateş yağdırmamızı ister misin?” diye soruyorlar (Lk 9, 54).
Gökten ateş yağdırmayı istemek adeta doğal bir tepki, fakat İsa’nın mesajına tamamen aykırı. Bunlar
yürüyüşlerini dolu dolu tamamlamış iki pederin düşünceleri ki bugün bizlerin de yaşam programımız
olabilirler, nitekim yeni peder olmuş olan ben bu düşüncelerin benim pederlik yaşantımın programı
olmalarını tüm kalbimle arzu ediyorum. Bugün bu ayinde beni çevreleyen peder arkadaşlarım bunun
kolay olmayacağını tecrübeleriyle biliyorlar. Kolay bir hayat değil pederlik yaşantısı. Nitekim ulaştığım
nokta da bir varış noktası değil bilakis bir hareket noktası».
RESĠM 4 – ALTINA “PEDER ANTUAN, ANKARA’DA ĠLK AYĠNĠNĠ KUTLARKEN” YAZALIM
P. Antuan Türkiye’deki Şükran Ayinlerinin ilkini ise 4 Temmuz Pazar günü, mensubu olduğu
Cizvit Cemaatinin Kilisesi Azize Tereza’da kutladı. Ayinde Vatikan’ın Türkiy e Büyükelçisi Monsenyör
Antonio Lucibello, İtalya Cizvitleri Başpederi P. Carlo Casalone, Ortadoğu Cizvitleri Başpederi P.
Victor Assouad, çok sayıda İtalyan Cizvit ve Bayan Maddalena Santoro da hazır bulundular.
İstanbul’dan bir grup gencin de iştirak ettiği ayinde oldukça heyecanlı olan P. Antuan vaazında şunları
söyledi: «Bana bugünlerde kalbimdeki tüm arzuları Rab’be bir yakarış şeklinde yükseltmemi tavsiye
ettiler, çünkü Rab’bin yeni Rahip takdis edilen bir Hıristiyan’ın tüm dualarını kabul ettiğini söylediler.
Benim ilk dualarımda ailem, sizler ve güzel ülkemiz var. Sizler de benim için dua edin sevgili
kardeşlerim. Alçakgönüllü, kalpte yoksul, itaatkâr ama her şeyden evvel Rabbe sadık kalan bir rahip
olarak yaşamak istiyorum. Her zaman sadık olan ve bana olan sevgisine de her daim sadık kalan
Tanrı’ya sadık kalabilmem için dua edin. Bir rahip olarak prestijden çok ihtiyacı olanların yanında
olabilmeyi arayayım, dertlileri dinleyeyim, düşkünlere el uzatabileyim».
18 Temmuz Pazar günü ise memleketi olan Mersin’de bir Şükran Ayini kutlayan P. Antuan,
burada da Mersin’deki Kapüsenler ve cemaat tarafından kucaklandı. P. Antuan’ın İlk Şükran Ayinleri
anısına dağıttığı kartlarda İstanbul Ayasofya Müzesinde bulunan Deisis mozağinin Meryem ayrıntısını
ile Peder Andrea Santoro’nun şu sözleri yeralıyor: «Burada, bu insanların arasında yaşamak ve
bedenimi O’na sunmak suretiyle İsa’nın da aynı şeyi yapabilmesine yardım etmek için bulunuyorum».
P. Antuan’a pederlik yaşamı süresince sağlık ve başarı dilerken, en kısa zamanda Türkiye’ye
gelerek görevini aramızda sürdürmesini temenni ediyoruz.
Buğra POYRAZ
ERMENĠ KATOLĠK KĠLĠSESĠ SAYFASI
Engürülü bir Ermeni Katolik …
Her ağaç kök saldığı toprağının zenginliklerini kavrar ve çiçek çiçek açar kollarının uzandığı göklere .
İnsan da aynı ağaç gibidir. Köklerinin geliştiği toprakların kokusunu saçar işleriyle. Bu gerçek üzerine
kafa yoran herkesin bakışlarını atasının yüzünü yalayan rüzgarlara çevirmesi kaçınılmaz.
Ben de aldığım davetin rüzgarına kapılıp kendimi sevdiklerimle beraber Ankara otobüsünde buldum.
Ankara - Engürü, Ermeni Katolik’lerin yoğun olarak yaşadıkları bir coğrafya, benim için ata toprağı.
Farsça üzüm anlamına gelen “engürü”, tıpkı Yunanca'da koruk anlamına gelen “anguri” gibi,
Ankara'nın eski isimlerinden birisi. Anadolu'da milattan öncesine dayanan bağcılık geleneğinin bir
yansıması olsa gerek.
RESĠM 5
Bildiğimiz gibi, Ankara, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti. Türkiye'nin en kalabalık ikinci, dünyanın ise
en kalabalık otuz sekizinci kenti olarak belirtilir kaynaklarca. Topraklarının büyük bölümü İç Anadolu
Bölgesi'nin Yukarı Sakarya bölümünde yer alır. Türkiye'nin coğrafi merkezine yakın olduğu için, hem
konum hem de işlev itibariyle Türkiye'nin kalbi benzetmesi yapılır. Ankara, kedisi, keçisi ve bu keçinin
yünü, tavşanı, armudu, balı, çiğdemi ve Kalecik Karası denilen misket üzümü ile ünlüdür. Benim için
ise dedemin ilk gençlik yıllarına kadar yaşadığı şehirdir.
Sizlere bilgimden çok duygumdan bahsetmek için kaleme almak istedim bu yazıyı, biraz araştırma ve
soruşturma ile Ankara üzerine de Ankaralı Ermeni Katolik’ler üzerine de pek çok bilgiye ulaşmak
mümkün. Ben ufak bir derleme paylaşacağım ancak tekrar vurgulamak isterim ki dedesinin avlusunda
beş taş oynamak isteyen bir çocuğu dinleyeceksiniz cümlelerimde.
RESĠM 6
Ankara, İstanbul ve Mardin gibi, Ermeni etnik kökeninden gelen Katolik mezhebine bağlı olarak
Hıristiyan inancında ibadetlerini sürdüren toplumumuzun ana yerleşim kentlerinden biridir. 1828
başlarında, İstanbul'da Katolik Mezhebinde teşekkül eden Ermeniler Ankara'ya sürgün edilirler.
Topluluğun, 1835 – 1837 yılları arasında Ankara’da ikamet eden İngiliz gezgin Hamilton’ın
kayıtlarından yaklaşık 6000 kişi olduklarını anlıyoruz. Devlet arşivlerinden edindiğim; “Ankara Ermeni
Katolik rahiplerinden olup Halep'te bulunan dört rahibin Ankara'ya avdetlerine müsaade edilmesine
dair Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti'nden Halep Vilâyeti'ne çekilen telgraf” da cemaatin yoğunluğunu
anlatan bir başka detay. Bu kitlenin bir ticaret burjuvazisi oluşturduğunu da kaynaklardan
anlamaktayım. 1914 nüfus istatistiğine göre Ermeni Katolik Ankara’lılar 6990 kişi. Şehirde 12 kilise, 8
adet de gayrimüslim okulu mevcut. 1917 yılında yaşanan büyük Ankara yangınından bahsederken
Refik Halit Karay, Ankara’nın dörtte üçünü haritadan silen bu yangınla birli kte bu yoğun topluluğun
fakirleşerek başka şehirlere göç ettiğini vurgular. Ankara’da bugün ayakta olmayan ancak Kasapyan
ailesi tarafından kendi parasal imkanları ile yaptırılan bir Ermeni Katolik Kilisesi’nin var olduğunu da
Soner Yalçın’ın 25 Mart 2007’de Hürriyet gazetesinde “Çankaya Köşkü’nün ilk sahibi Ermeni’ydi”
başlığı ile yayınlanan Çankaya Köşkü tarihi ve “Kasapyan” ailesini konu eden yazısına cevaben ailenin
torunu Mimar Edward Çuhacı’nın yolladığı mektuptan anlıyorum.
RESĠM 7
Bunları okuyunca da içim burkuluyor, “nereden nereye” diyor aldığım soluk bedenimde gezinirken ama
“şükür olsun gene de” diye dökülüyor dudaklarımdan. Ankara’da Ermeniler var bugünde. Sayıları
geçmiş ile kıyaslanamayacak kadar az, iş alanları bambaşka, okulları ya da etnik kiliseleri yok ama
hatıraları capcanlı ve nesilden nesile aktarılıyor. Yazılan tarihten öte yaşanan tarih belleklerde yer
buluyor böylece. Size sözcüklerimle resmini sunmak istiyorum öğrendiklerimin.
4 Temmuz 2010 sabahı Ulus’a ulaşıp Hitit Otel’in karşı k aldırımından bakışlarımı vadideki taş
yığınlarına doğrulttuğumda o yıkıntıların benim büyük kuzenlerimin yaşadıkları mahalleden geriye
kalanlar olduğunu bilmiyordum. Mahalle adının Hacı Maryam’dan yıllar içinde Hacı Bayram’a
dönüştüğünü de .. Halin daracık sokaklarında mevsiminin son dutunun peşinde koşarken 1940-50’leri
canlandırmaya çalışıyordum hayalimde. Beş asırlık geçmişi olan Şengül Hamamı’na doğru Ankara’yı
adımlarken “Yahudi Mahallesi”nde dede evimi bulup bulamayacağımı düşünüyordum.
Talih bir küçük ipucunu onca tahta duvar arasında gizlemiş olabilir miydi?
“Yahudi Mahallesi”ni kırık dökük ama vakur ve dimdik yapılarıyla karşımda bulduğumda, gözüme
çarpan binaların ilkinde bahçe duvarını yamayan ondülinin üzerine rastgele çiziktirilmiş yazı içimi
aydınlattı. Gizli bir el sanki gözümdeki buğuyu seçmiş de bir mendil uzatıyor gibiydi gözyaşıma.
“Bitti diye üzülme yaşandı diye sevin …” diyordu yazıda.
Ne kadar anlamlı…
“Bitti diye üzülme yaşandı diye sevin …”
1940’ların “Yahudi Mahallesi”, Ankara’nın kent tarihine dair pek çok kültürel renge ev sahipliği
yaparken bugün devir bitmişti; kent tarihine dair pek çok izi hala taşıyan bu mahalle, bugün yıkık dökük
evleri ve sadece özel günlerde açılan sinagoguyla dahil olabiliyordu kentlinin yaşamına.
RESĠM 8
Büyük kuzenlerimin hatırladığı kadarıyla dedem de ailesi ile bu mahallelerin birinde bir evde yaşarmış.
Hissederek bulabilecek kadar şanslı olamadım, size eski evimizin resmini gösteremiyorum ancak
bahsettiğim sokağa dair resimleri yazı içinde bulabilirsiniz.
Hatta daha iyisini yapıp, Ankara’ya yolunuz düştüğünde gidip kendiniz bakabilirsiniz o ondülindeki
yazıya. Dününe tanıklık edemesek de bugününü yakalayabilirsiniz. Bugün o mahallenin yeni sakinleri
var. Dünde aynı mahallelerde yaşayan Ermeni Katolikler de bugün daha dağınık yaşıyorlar.
Mezheplerin ayrı ayrı kiliseleri yok, Ulus’taki Azize Tereza Kilise’si tüm cemaatler için birleştirici
konumda. Bu kilise benim büyük kuzenlerimin evlendikleri, bugün İstanbul’da yaşayan cemaatimizin
Ankaralı büyüklerinin çoğunun ilk gençliklerini yaşadıkları kilise.
Ankara’da geçirilen hafta sonunu tamamlarken yağmur bulutları kaplıyor gökyüzünü, Ankara
gözyaşlarıyla emanet ediyor bana kalbime ektiği tohumları. Kalbim buruk ama mutluyum, bir zamanlar
dedemin oynadığı sokakları adımlamış, büyük kuzenlerimin düğün videosunda dedemi gördüğüm
kilisede dua etmiş ve tecrübemi kaleme alarak dergimizin sayfalarına taşımaktayım “Engürülü Ermeni
Katolik’leri”.
Çünkü her ağaç kök saldığı toprağının zenginliklerini kavrar ve çiçek çiçek açar kollarının uzandığı
göklere. İnsan da aynı ağaç gibidir. Köklerinin geliştiği toprakların kokusunu saçar işleriyle…
İrem Kısakürek TERDEKYAN (Engürülü )
SÜRYANĠ KATOLĠK KĠLĠSESĠ SAYFASI
Merhabalar,
Bildiğiniz gibi İstanbul Süryani Katolik Cemaati olarak yıllar önce Mardin’den İstanbul’a göç ettik. Bu
göç sonrasında, büyük şehre uyum süreci yaşandı. Genç, yaşlı demeden metropol hayata herkes el
birliğiyle alışmaya çalıştı. İstanbul’da toplanan cemaatin sayısı artık göz ardı edilemeyecek boyu ta
geldiğinde ise birbiriyle pek bağı olmayan gençler rahmetli Bıtrıs Uğraş’ın yoğun çabalarıyla bir çatı
altında toplanmaya çalışıldı. İlk olarak haftanın belli günlerinde bir araya gelip dini konulu toplantılar
yapılmaya başlandı. Gençler birbirine alıştıkça, beraber daha çok vakit geçirdikçe kiliseleri için çeşitli
faaliyetlerde bulunmaya başladılar ve kilisemizin bugünlere kadar gelmesine katkıda bulundular.
Kuşaktan kuşağa yapılan çalışmalar, aktiviteler değişse bile gençlerin arasındaki birlik ve beraberlik
duygusu hep aynı kalmayı başardı.
Şimdilerde ise bizler, haftada bir olmasa bile ayda bir toplanmaya çalışıyor, beraber yemek yiyor veya
çeşitli kültürel aktivitelere katılıyoruz. Bu buluşmalarımızı genellikle Cuma akşamları
gerçekleştiriyoruz. Kilisemizin salonunda başlayan programımız kimi zaman dışarıda bir yerlerde
kahve içmeye gittikten sonra sona eriyor.
Bu sene ise ses getirmeyi başaran yeni bir aktiviteyi bünyemize katmayı başardık. Paskalya
Bayramı’nda ilk sayısını çıkardığımız “Sacre Coeur” adlı broşürümüz birkaç gencin beraber
paylaşımları sonucunda ortaya çıkmaya başladı. Broşürün temel amacı, cemaatin birbiriyle olan
ilişkilerini güçlendirmek, kilisemizde yapılan faaliyetlerden herkesi haberdar edebilmek ve önceden
belirlediğimiz dini ve sosyal konular hakkında herkesin fikirlerini alıp bunları paylaşabilmektir. 15
Ağustos’ta ikinci sayısı çıkan broşürümüz de aramızdaki sevgi ve beraberliğin bir sonucudur. Bizlere
destek olan herkese bir kez daha teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Tabi ki gençler olarak beraber birçok paylaşımlar yaparken, yaşça daha küçük olan cemaatimizin
bireyleri de tüm kış sezonu boyunca din derslerine devam etmektedirler. 2 haftada bir cumartesi
günleri toplanan çocuklarımız, oyunlar oynuyor, yemek yiyor ve Mesih İs a’nın öğretilerini çeşitli
görsel yayınlardan ve dini kaynaklardan öğreniyorlar. En önemlisi ise, Hıristiyan yaşamının
paylaşımlarını beraberce yaşayıp daha sonra günlük hayatta da uygulamaya başlamalarıdır. Çocuklar
için din derslerinin organizasyonunu yıllar önce Suat Türkcan başlatmış olup kendisine yardım eden
birçok gönüllü olmuştur. Bir zamanlar Monsenyör Fransua da bu göreve önderlik etmiştir. Fakat şimdi
ise İnci Türkcan, Fetva Sağ , Natali Çanlı ve Cemile Tokuç görev yapmaktadır. Suat Türkcan ise y ıllar
önce aldığı bu sorumluluğa devam etmekte ve bizlerle beraber her hafta bu güzel havayı
solumaktadır. Onun desteği bizler için çok önemli bir değere sahiptir.
Çocuklarımız için günden güne güzel projeler hazırlamakta ve bunları yavaş yavaş hayata geçirmeye
çalışmaktayız. Ailelerimizin güzel yaklaşımları, bizlere olan güvenleri ve paylaşımları bizleri
cesaretlendiriyor, ileriye dönük adımlar atmak için güç veriyorlar. Hepsine bir kez daha teşekkür
ediyoruz. Eminiz ki hep beraber daha nice güzel günleri Mesih İsa’nın bizlere öğrettiği gibi imanla,
güvenle ve sevgiyle yaşayacağız.
Sizlere kısaca cemaatimizdeki güzel ve anlamlı buluşmaları anlatmaya çalıştım. Umarım gözden
kaçırdığım veya unuttuğum kimse olmamıştır.
Bu buluşmaları daha da büyütmek için, bu Hıristiyan ailemizi daha da güzel yerlere taşıyabilmek için
lütfen sizler de bizlerle iletişime geçin. Beraber yapabileceğimiz o kadar güzel şeyler var ki…
Teşekkürler, mutlu günler!
Cemile Tokuç
KUTSAL KĠTAP’TAKĠ KADINLAR KÖġESĠ
HAVVA, TAM KARġINDA DURAN BĠR YARDIMCI
“Rab, şöyle dedi: Sonra, "Adem'in yalnız k alması iyi değil. Ona uygun bir yardımcı yaratacağım."
RAB Tanrı yerdek i hayvanların, gök tek i k uşların, hepsini toprak tan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini
görmek için hepsini Adem'e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. Adem bütün
evcil ve yabanıl hayvanlara, gök tek i k uşlara ad k oydu. Ama k endisi için uygun bir yardımcı
bulunmadı. RAB Tanrı Adem'e derin bir uyk u verdi. Adem uyurk en, RAB Tanrı onun k aburga
k emik lerinden birini alıp yerini etle k apadı.
Adem'den aldığı k aburga k emiğinden bir k adın yaratarak onu Adem'e getirdi.
Adem,
"İşte, bu benim k emik lerimden alınmış k emik ,
Etimden alınmış ettir" dedi,
"Ona 'Kadın' denilecek ,
Çünk ü o adamdan alındı."
Bu nedenle adam anasını babasını bırak ıp k arısına bağlanacak ve ik isi tek beden olacak ”.
(Yaratılış 2,18-24)
Yaratılış öyküsünün başında, Kutsal Kitap’ın ilk sayfalarındayız ve Tanrı’nın evreni ve insanlığı ne
kadar büyük bir sevgi ile yarattığını okuyoruz. Bu Kutsal Kitap metninden önce gelen Yaratılış
Kitabı’nın birinci bolümü Tanrı’nın hareketlerini, kararlarını ve sözlerini gözlerimizin önünde
canlandırmış ve yaratılmış olan her şeyin iyi ve güzel olduğunu görmüştük.
Bu ikinci bölümde ise, Rab’bin insanı yaratma kararını görüyoruz. Rab, insan için iyi olan ne ise onu
yapıyor, onu Aden bahçesine yerleştiriyor ve orada yaşam veren sular akıyor. Burada, Adem’in
yanında yaşayan başka canlılar da yaratılıyor.
Ancak Adem’in bir eksiği var. Yalnız. Hem Tanrı’nın hem de hayatin nezdinde yalnız.
Var oluşunun tamamlanacağı, tam bir paylaşım yaşayabileceği kendi dengi olan bir eşin eksikliği
ortaya çıkıyor ve derin bir yalnızlık oluşuyor. Rab, bu yalnızlıkla ilgileniyor ve insanin yalnız olmasının
iyi olmadığını açıklıyor.
Adem, Tanrı’dan yaşayan her şeyi aldı, onlara isim verdi ancak kendisinin yanında kalmaya layık
olacak bir yardımcı bulamadı.
Bu yüzden Tanrı, Adem için ona yardımcı olabilecek, koruyacak, destekleyecek, cesaretlendirecek ve
aynı zamanda karşısında durarak ona ayna vazifesi görebilecek, İbranilerin dediği gibi: “karşısında bir
yardımcı” yarattı. Öyle ki, insan onunla her şeyini, yaşamın hakikatlerini, problemleri, şüpheleri doğru
bir biçimde onun önüne dökebilsin; öğretebilsin, öncülük etsin, yolu göstersin; örnek alınsın ve hep
başvurulsun.
Tanrı, “ona kendi benzeri olan bir yardımcı yapacağım” diyerek Adem’in üzerine bir uyku indiriyor.
Burada derin ve ağır uyku, kadının yaratılmasının Tanrı’nın karşılıksız, sevgi dolu ve cömert bir girişimi
olduğunu simgeliyor. Tanrı, uyku sırasında hareket ediyor, öyle ki Adem kadın üzerinde hiçbir hak
iddia edemesin ve kadın onun için bir gizem olarak, Yaratıcı’nın bir armağanı ve eseri olarak kalsın.
Tanrı bir cerrah gibi “onun kaburga kemiklerinden birini çıkardı… ve ondan kadını yarattı”. Peki neden
kaburga kemiği? Kaburga; ciğerleri, nefes almaya yarayan hay ati organları koruyan vücudun bölümü
ve hayatın simgesidir. Böylece kadın etten ve kemikten oluşan gizemli bir varlık olarak, hem güç hem
de güçsüzlük içererek hayat verir ve hayati korur.
Kadının var oluşu Adem’i uyandırır, uykulu halinden ve izole durumundan çıkarır. Ve nihayet uzun
zamandır aranan, erkeğin yanında durup onu yalnızlığından ve derin ayrılığından iyileştirecek
yardımcının adı verildi: “Kadın!”
Bu kelimenin İbranice karşılığı büyük bir gizem içerir: kadın, Adem için “ateş”tir, onun yanan kalbidir.
Kadının taşıdığı neşe ve zevk, karanlığın ve soğuğun yenilmesidir. Kadın, Adem ile birlikte “Havva”
adını alıp tüm yaratılanların annesi oluyor. Tanrı’dan hayat alarak bu hayatı koruyor ve ürüyor. Hem
anne, hem de gelin oluyor. Bu kadın için anne ve baba terk ediliyor, onunla bir olmak için hayat feda
ediliyor.
Tanrı’nın adam için yaratmak istediği kadın budur.
O halde diyebiliriz ki, Tanrı bizi mükemmel bir eşitlik içinde, erkek ve kadın olarak yarattı ve bu iki
cinsin kendi hakikatleri içinde Tanrı bizi güzel yarattı. Erkek ve kadın, eşit kutsallık içerisinde, Tanrı’nın
benzeyişindedirler ve Yaratıcı’nın bilgeliğini, hassasiyetini ve iyiliğini yansıtırlar.
Erkek ve kadın olarak birlikte yaratılmış olan bizler, birbirimiz için varız.
Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış olduğu halde, erkek onu gördüğünde bir hayranlık
ifadesi kullanıyor: “bu defa benim etimden et, kemiğimden kemiktir”. Erkek, kadının kedisi gibi beşeri
bir biçimde olduğunu ve doğada başka bir “ben” olduğunu fark ediyor. Kadın ve erkek gerçekten
birbirleri için, karşılıklı yardımcılar ve birbirlerini tamamlayıcılardır. Erkek ve kadın olarak eş ve
ebeveyn görevlerinde Yaratıcı’nın eserinde mucizevi bir bicimde ortaktırlar. Tanrı’nın onlara emanet
ettiği dünya ve yarattıklarına karşı olan sorumlulukları bundan kaynaklanıyor. Farklılıkları ve fiziksel,
ahlaksal, ruhsal, duygusal, bedensel, karşılıklı çekimsel ve yaptıkları anlaşmaya göre birbirlerini
tamamlamaları, çift olarak sosyal ve kamusal alanda birbirlerine karşı olan sorumlulukları gösteriyor ki
birbirlerine ihtiyaç duymaktadırlar. “Ve onu erkeğe götürdü” : bu bir buluşma değil, yüzeysel bir
tanışmadır, bir sevgi tecrübesidir. Yalnız “ben“ zamiri var iken, simdi de “sen” de oldu ve ikisi “biz”
oldular. Bu karşılaşma ve birlik olma ortamında Adem, Havva’nın gözlerine bakarak kimliğini tanımaya
çağrıldı.
Yaratılış Kitabı’ndaki bir önceki ayette Tanrı, ikisini de kutsuyor ve onlara söyle diyor: “verimli olun ve
çoğalın, yeryüzünü doldurun; ona hükmedin ve sahip olun…”.Bunlar bir olmuş çifte birlikte verilen
görevlerdir. Rol ayrımı ya da alt-üst iliksisi yoktur. Burada sadece kadın ve erkek şeklinde işbirliği
yapmaya bir çağrı vardır.
Tanrı onlardan memnun oldu ve yaratılmış olan her şeyi erkek -kadın çiftine emanet etti.
Ne yazık ki işler yolunda gitmedi. Bu sevgi birliği ilişkisi, bizim de bazen deneyimlediğimiz gibi
durakladı.
Havva, Adem’e yanında ve önünde olsun diye armağan edilmişti: Adem, Havva’ya sadece saygı ile
değil, ayni zamanda sadakat ve bağlılıkla yaklaşmalıydı. O, Adem’in hayatının bir parçasıdır ve Adem,
Havva ile uyum içinde yaşamak zorundaydı. Eğer Adem, Havva’yı görmezden gelseydi, ya da
düşüncelerinden uzaklaştırsaydı, bu Tanrı’ya acı verirdi ve kendi var oluşuna ters düşmüş olurdu.
Havva, Adem’in yanında bulunarak onun Tanrı Sözü’nde verdiği “evet” cevabına da, dünyanın
kışkırtıcılığına karşı verdiği “hayır” cevabına da paydaştı. Ancak Havva’ya yılanın teklifi, Tanrı’nın
Sözü’nden daha cazip göründü ve onu yaratıp Adem ile birlik içinde yaşatan Tanrı’nın bilgeliğini terk
etti. Bu sayede bütün yaşayanların annesi, aynı zamanda günahın, onların acılarının,
anlaşmasızlıklarının, sıkıntılarının, üzüntülerinin ve yorgunluklarının annesi oldu. Bugün de olduğu
gibi; dedikodu, şüphe, kötü söz, dolandırma, kandırma, yalan ve gerçeklerin yanıltılması Tanrı ile
insanın ilişkisine zarar verdi.
Ancak Tanrı’nın insana duyduğu daima süren sadık ve merhametli sevgi ortadan kalkmadı.
Tanrı, sözünü tuttu. Ne mutlu bize ki hepimiz Adem ve Havva’nın evlatlarıyız. İsa’nın annesi Meryem’in
doğumu ile yüzlerini yerden kaldırabilirler, gülümseyebilirler ve umut edebilirler. Havva kızı Meryem,
dünyanın hâkimiyetini ve dünyanın işlerini reddetti, yalanı, şüpheyi geri çevirdi, insanların arkasından
kötü konuşmadı, her zaman her şeyi Tanrı’ya tam bir güven içinde kabul etti, şüphe etmeden ve
korkmadan yaşadı, dünyanın güzelliklerine bağlanmadı, Yaratıcı ve Peder olan Tanrı’ya iman etti.
Kadın, kız kardeşimiz ve insanlığın annesi olan Meryem, bugün tekrar insanın, her insanın yanında
durabilir. Biz de onunla birlikte olabiliriz. Meryem, Tanrı’nın Sözü’nü yaşamak için ve O’nun arzusuna
“evet” cevabını vermesi için insanlara yardım ediyor.
İşte Meryem, yeni Havva olarak bütün yaşayanların annesidir.
Peki ben aldığım eğitim neticesinde nasıl bir kadın figürü oluşturdum kafamda? İçimde taşıdığım kadın
figürü ne? Hangi Anne, kız kardeş ya da kadına özenebilirim ve kendimi karşılaştırabilirim?
Mariagrazia
MERYEM ANA’NIN GÖĞE ÇIKIġI BAYRAMI
Değerli Okurlarımız,
Her yıl olduğu gibi bu yıl da, Efes’teki Bülbül Dağı’nda bulunan Meryem Ana’nın ölümünden önceki 8
yıl yaşadığına ve ölüp göğe alındığına inandığımız Meryem Ana Evi’nde, İzmir Latin Katolik Metropoliti
ve Başepiskoposu S.E. Mons. Ruggero Franceschini tarafından “Meryem Ana’nın Göğe Alınışı
Bayramı” kutlandı. Ayine İzmir Cemaati’nin yanı sıra, yurt dışından ve Havarisel Kiliselere mensup
birçok mezhepten Hıristiyanlar katıldı. Aşağıda sizlere Başepiskoposumuzun vaazını sunuyoruz.
RESĠM 9
MERYEM ANA'NIN GÖGE ÇIKIŞI BAYRAMI
Meryem Ana Evi
Efkaristiya Kutlaması
GİRİŞ
Sevgili Kardeşlerim, Meryem Ana'nın Göğe Çıkışı Bayramı’nı burada, onun ve Aziz Yuhanna'nın
yaşadığı yerde kutlamaktan dolayı mutluyum.
Meryem, yeryüzündeki yaşamının sonunda bedeni ve ruhu ile buradan göğe alınmıştır.
Şimdi ise, İsa’nın yanında, Peder'in şanında yaşamaktadır ve tüm evlatlarının ihtiyaçları olan lütufları
bağışlamak için aracı olmaktadır.
Hepinize, özellikle de uzaktan gelenlere hoş geldiniz diyorum.
İlk Kilisenin doğduğu ve geliştiği, aynı zamanda Meryem'in yaşadığı bu yerlerde dua ederken, Rab’be
sevgi ve sadakatle bağlı olmamız için Meryem Ana'nın şefaatini dileyelim.
Hep birlikte bu Efkaristiya'yı kutlarken, bedende veya ruhta acı çeken yakınlarımızı düşünelim.
Rab'den günahlarımızı af etmesini dileyelim ve sunularımızı kendi iyiliğimiz ve bütün dünyanın iyiliği
için kabul etmesi için dua edelim.
RESĠM 10
VAAZ
Sevgili Kardeşlerim,
Meryem Ana'nın Göğe Çıkışı Bayramı bize neyi hatırlatmaktadır?
Bu bayram bize, eğer Allah'ın Sözü ve lütfu ile yönlendirilmeyi kabul edersek her birimizi ne ulu bir
şana ulaştırabileceğini göstermektedir. Allah'ın sevgisine ve arzusuna sadık kalırsak, bizi de Annesi
gibi, şana ve sonsuz mululuğa ulaştıracaktır.
Meryem, Allah'a sadık kalmak için izlememiz gereken yolu göstermektedir:
Meryem daima iman etti.
Meryem Allah'ın insan olduğuna inandı ve şöyle cevap verdi: "Ben Rab'bin hizmetkarıyım, bana dediğin gibi
olsun".
Meryem, Nasıra'nın fakirliğine ve sessizliğine inandı.
Meryem, İsa’nın acı çekmesinin faydasına İnandı.
Meryem, her şey bitmiş gibi görünürken ve anlamadığı anda da inandı.
Ve Allah'ın onu yönlendirmesine izin verdi.
Alçakgönüllülükle inandı, çünkü Allah'ın Sözü’nü daima tuttuğuna inanıyordu.
Meryem lütufla dolu idi çünkü kendini düşünmedi.
Allah'ın içimizde "büyük şeyler yapabilmesi ve bizi Meryem'in ulaştığı büyük şana ulaştırabilmesi” için
iman ve alçakgönüllülükle yaşayıp Allah'a güvenmeliyiz.
İsa’ya daima sadık kalabilmemiz için hepimizin Annesi Meryem'in yardımını güvenle ve ısrarla
dileyelim.
Ayrıca turfandaların kutsanması ile, dünyada yeryüzü nimetlerinin daha adil dağıtılması için ve fakir ve
acı içindeki kardeşlerimiz için de dua ettik.
Meryem'in Göğe Alınması Bayramı ışığında, yaz tatili de bambaşka bir anlam kazanmaktadır. Boşluk
ve yüzeysellikten arınıp gerçek bir sevince bürünmektedir!
RESĠM 11
Allah'ın Meryem'de ve bizde gerçekleştirdiği büyük şeylere bakmak yaşamın basit ve güzel yanlarını
görmemizi sağlar. Arkadaşlarla karşılaşma, hak edilen dinlenme ve yaz tatili bizi yeniler ve Kelam’ı
dinleyerek, Rable karşılaşmamıza yardımcı olur.
Kutsal Bakire iman ve ümidimizi canlı tutmamızda, yukarıya bakmamızda ve dünyevi düşüncelerden
arınmamızda bize yardım etsin; kaderimizin şan olduğunu ve bu dünyada sadece geçici olduğumuzu
hatırlatsın, gerçek ülkemiz göklerdir!
+ Ruggero Franceschini
İzmir Metropoliti ve Başepiskoposu
GENÇLĠK KOMĠSYONU SAYFASI
Seneye Ağustos’ta “Viva España” !!!
Dünya Gençlik Günü – Madrid
16 – 21 Ağustos 2011
Dünya Gençlik Günü, (DGG) Papa II. Yuhanna Pavlus’un kilisede gençleri etkin kılan inisiyatiflerinden
biri. Günümüzde her yıl Zeytin Dalları Bayramı’nı kutladığımız paz ar günü ve iki yılda bir dünyanın
farklı bir coğrafyasında önemli bir kentte milyonlarca genç bir araya gelerek gerçekleşiyor. Geçmişi 26
yıl öncesine dayanıyor.
1984 yılında, Roma’da St Peter Meydanında, 15 Nisan’da ilk uluslararası anlamda DGG düzenleni r ve
Papa gençlere büyük boyutlu tahta bir haç armağan eder. Gençlerin bu çağrıya yanıtları o kadar içten
ve coşkuludur ki Papa daha çok gence kucak açmanın tasarısını yapmaya başlar.
1985 yılında, yine Roma’da St Peter Meydanında, 31 Mart’ta “Uluslararası Gençlik Yılı” kutlanır, bu
fırsat münasebetiyle Papa gençlere hitaben yazdığı ilk mektubunu yayınlar ve 20 Aralık 1985 de
dünyaya ilan eder. Artık Katolik Kilise Gençleri için bir etkinlik tesis etmiştir adına da “Dünya Gençlik
Günü” demiştir. Bu öyle bir etkinliktir ki tüm dünyadan gençler bir araya gelecek ve Hristiyan olmanın
coşkusunu bir arada yaşayacaktır. Armağan edilen büyük haç da böylece ülkeden ülkeye gezecektir.
1986 yılında, 23 Mart’da “Zeytin Dalları” pazarında, yerel bazda ilk Dünya Gençlik Günü kutlanır. Her
ülke kendi kiliselerinde, Papa’nın mektubu ve tema çerçevesinde etkinlikler tertip eder.
1987 yılında kutlanan ikinci Dünya Gençlik Günü ise dünyanın önemli bir kentinde uluslararası
düzeyde düzenlenen ilk DGG olur. 11-12 Nisan’da Arjantin’de Buenos Aires’de gerçekleşir.
Diğer uluslararası buluşmaları ise kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz;
1989
1991
1993
1995
da
de
de
de
Santiago de Kompostela, İspanya’da (15-20 Ağustos 1989)
Çestokova, Polonya (10-15 Ağustos 1991)
Denver, ABD (10-15 Ağustos 1993)
Manila, Filipinler (10-15 Ocak 1995)
1997
2000
2002
2005
2008
de
de
de
de
de
Paris, Fransa (19-24 Ağustos 1997)
Roma, İtalya (15-20 Ağustos 2000)
Toronto, Kanada (23-28 Temmuz 2002)
Köln, Almanya (16-21 Ağustos 2005)
Sydney, Avustralya (15-20 Temmuz 2008)
Bu uluslararası buluşmaların hepsine ülkemizden temsilci gençler katıldılar.
1988, 1990, 1992, 1994, 1996, 1998, 1999, 2001, 2003, 2004, 2006, 2007, 2009, ve 2010 da ise
herkes kendi ülkesinde Zeytin Dalları Bayramı’nı kutladığımız pazar günü kutladı DGG’yi ve Papa’dan
her yıl belli bir tema ve onun çerçevesinde mesajlarını içeren bir mektup aldık. 2010 yılına ait mektup
bir önceki sayımızda yayınlanmıştı.
İster yerel ister uluslararası kutlansın Dünya Gençlik Dünleri ve bu günlerdeki Türkiye’nin Hıristiyan
gençlerinin katılımı çok önemlidir.
Ben yerel DGG lerin, sanırım son 10 yıldır, ülkemizdeki planlayıcılarından biriyim, uluslararası alamda
ise 1997, 2000, 2002 ve 2008 DGG lerine katıldım. Bu çalışmaların en büyük m eyvesi bence etnik
kiliselerde bir araya gelen ve farklı yollarda iman hayatlarını yaşayan gençler arasında büyük işbirliği
yaratmasıydı. Bunun yanı sıra daha global anlamda başarıları da oldu bu organizasyonlar ve
katılımların. Şöyle ki;
2006 DGG’sinde (İstanbul) sizlerin imzalarını eklediği Papa 16. Benedikt’e hitaben yazdığımız mektup
sayesinde Papa’nın Türkiye ziyareti sırasına İstanbul’da ülkemiz gençlerini Papa 16.Benedikt ile
buluşturduk. O gece Papa’ya bizi yani Türkiye Katolik Kilisesi şemsiyesi altında yer alan tüm gençlik
faaliyetlerini anlatan bir kitapçık, arzu ve düşüncelerimizi anlatan bir mektup ve o geceye katılan
herkesin isminin üzerinde yazılı olduğu bir tabak armağan ettik. Sonrasında, bu tabak için teşekkür
eden ve Vatikan’da sergilenmekte olduğunu bildiren bir mektup aldık.
2000 DGG’sinde (Roma) Maryo Ebcim ve ben gençlik forumunda görev aldık. Sizinle 19.08.2000
tarihli Zaman gazetesindeki haberi paylaşmak istiyorum;
“Papa'dan dua
Hz. İsa'nın doğumunun 2000. yılı sebebiyle Roma'da bir araya gelen Katolik gençler, deprem-zedeleri
unutmadı. Papa 2. Jean Paul, 1 milyon 200 bin genci temsilen k endisini ziyaret eden grupla birlik te
Türk iye'dek i depremzedeler için dua etti…
Depremzedeler unutulmadı
Dört yılda bir yapılan ve en son 1998 yılında Fransa'da gerçek leştirilen Dünya Gençlik Günleri, Hz.
İsa'nın 2000. doğum yıldönümü münasebetiyle, 2002 yılında k utlanması gerek irk en, ik i yıl öne alındı.
168 ülk eden Katolik gençleri bir araya getiren etk inlik lerde, öncek i gün ik i yüz k işilik bir delege grubu,
Cartelgandolfo'dak i yazlık evinde Papa 2. Jean Paul'u ziyaret etti. Ziyarette 6 ülk enin lisanında bütün
dünya insanları için dualar edildi. Bu 6 lisandan birisi de Türk çeydi.
Katolikler acımıza ortak oldu
Türk Katolik gençlerini temsilen Papa'nın huzuruna çık an Mario Ebcim ve İrem Kısak ürek , Türk iye'de
deprem felak etinin 1. yıldönümü olduğunu ve bu sebeple depremzedeler için dua etmek istedik lerini
belirttiler. İk i gence Türk iye ile ilgili güzel hatıraları olduğunu ifade eden Papa, depremzedel er için
yapılan duaya iştirak etti. Dünya Gençlik Günleri'ne Türk iye'den k atılan 150 genci temsilen Papa'nın
huzuruna çık an Mario Ebcim ve İrem Kısak ürek , bu davranışlarıyla deprem felak etinin 1.
yıldönümünde uyumayan Türk iye'nin acısına, Katolik dünyasını da ortak etmiş oldular.
(Zafer ÖZCAN)”
Bu satırlarımı okuyan nicelerinizin zihinlerinde kim bilir ne anılar canlandı anlatmaya çalıştığım fikri
destekleyen ya da aşan. Çünkü bugüne gençliğimizi taşıyan gruplarımızın o günün genç liderlerinin
yolları DGG den geçti hep. DGG ler müthiş önemlidir genç bir Hıristiyan’ın iman yaşamında. Evinizde
kutlanıyorsa tadı başkadır, uluslararası arenada kutlanıyorsa tadı bambaşkadır. Görürsünüz ki içinde
cinsellik, şiddet ya da uyuşturucu maddeler olmadan da gençler şark ılar yazabiliyor, coşku ile dans
edebiliyor, aynı dili konuşmayan kitleler birbirleri için canı yürekten tezahürat yapabiliyordur. Bir din
adamı bir pop yıldızı kadar etki yaratabiliyordur. Hıristiyan yaşamını algılama ve uygulamanın sonsuz
yollarından örnekler görürsünüz. Biz engelli ailemiz ya da çevremizle sosyal yaşamda zorlanabilirken
ben kolları ve bacakları olmayan yirmili yaşlarındaki arkadaşlarını, altını çizerim kardeş ya da akraba
demiyorum, arkadaşlarını bakmaya mecbur olmadıkları halde bu etkinliğe getirmiş ve onun
ihtiyaçlarıyla gayet olağan bir yaklaşımla ilgilenen başka gençleri DGG’de tanıdım. DGG, insanın
zihnini de insanlığını da Hıristiyanlığını da geliştiren bir egzersizdir.
DGG yolculuğunun kendisi ise biraz konforu az bir yolculuk olabilir ama bu da insana az ile alternatifler
yaratmayı öğretir. Yine kendimden söylüyorum 1997 benim hayatımda bir milattır. Çıtkırıldım, evi
dışında tuvalete gidemeyen, v.s. kısacası konfor alanı dışında kendini kotaramayan biri olarak çıktığım
DGG yolculuğundan komando gibi döndüm. Değişmiş olmanın yararını da hep yaşamaktayım. Bugün
önüme çıkan her sorunda, o sorunu tersyüz edip başka türlü değerlendirme becerisini bana bu
yolculuk verdi dersem pek de abartmış olmam. İnanmayanla o günlerde kaleme aldığım günlük
notlarımı seve seve paylaşabilirim. 
İşte bu muhteşem etkinlik bu kez Akdeniz’in kanı kaynayan ülkesi İspanya da gerçekleşecek.
26.Dünya Gençlik Günü – Teması: "Şükranla dolup taşarak O'nda köklenin ve gelişin, size öğretildiği
gibi imanda güçlenin." (Aziz Pavlus’un Koloselilere İkinci Mektubu- 7)
Büyük olasılıkla grup 10 ya da 11 Ağustos’da Madrid’e uçacak 11 ile 15 Ağustos arasında kendilerine
tahsis edilen episkoposluk bölgesinde aileler yanında konaklayacaklar. 16 ile 21 Ağustos arasında
Madrid içinde sabahları dualar, dini paylaşım toplantıları, festivaller ve Papa 16. Benediktus’un da
hazır bulunacağı ayinlerle kilisede genç olmayı bambaşka bir biçimde tecrübe edecekler.
Şimdiden birikim yapmaya başlamalı katılmayı düşünenler. Özellikle manevi olarak bu günlere
hazırlanmalı. Gençlik Komisyonu, bu anlamda üzerimize düşenleri gerçekleştirmek için sizlerle yıl
boyunca imkanlar sunacak. Bir arada olmak ümidiyle,
Sevgiler,
Türkiye Ruhani Reisler Kurulu
Gençlik Komisyonu 2010
Başkan
AZĠZLERĠMĠZ
Antakyalı Aziz Ġgnacius (Ġgnatius)
Tanrı’nın Milattan sonraki 107 nci yılında, acımasız ve gaddar Roma İmparatoru Trajan’nın hüküm
sürdüğü yıllarda, kutsal Piskopos, Mesih İsa’yı, öğretilerini ve hıristiyan dinini inkar etmemesi
nedeniyle, yasaya aykırı ve haksız suçlanarak ölüme mahkum edilmişti. Ölüm cezası, seyirciler
önünde Colleseum’da vahşi hayvanlara parçalanması olduğundan, zincirlenerek askerler nezaretinde
Roma’ya götürülürken yolculuk süresince yedi tane mektup yazdı cemaatine. Antakya’dan başlayan
yolculuk, Küçük Asya İli, Yunanistan üzerinde Roma olunca Kutsal Piskopos için düşünecek, dua
edecek çok vakti oldu. Yazdığı bu mektuplar halen “Kilise’nin” en kıymetli hazineleri arasındadır.
Bu mektuplar, o zamanki ilk Hıristiyanların imanlarını kuvvetlendirmek, cesaretlendirmek için
yazılmıştı. Kutsal Piskopos, bilgileri ilk ağızdan alması nedeniyle tereddüt kabul etmeyecek kadar
doğru bilgilere ve öğretilere sahip olup, kendisinin Mesih İsa’ya olan inancı ve aşkı da sonsuzdur.
Mesih İsa, Annesi Kutsal Bakire Aziz Meryem’i teslim ettiği, Haçı’nın altındaki en genç havari
Yuhanna’nın müridi olan bu Kutsal insan Aziz İgnatius’tur.
Aziz İgnatius, 69 yılında, birinci Papa Hazretleri Havari Aziz Petrus tarafından Antakya
Piskoposluğuna atandı. Kendisi Antakya’nın ikinci piskoposudur.
Yaşamı boyunca doğru öğretimi (Orthodoxy) ve doğru tatbikatı (Orthopractice) öğreten Aziz İgnatius, o
devirdeki tüm Mesih İsa imanlılarına ve kiliselerine “Katolik” kelimesini kullanan ilk din adamıdır.
Mesih İsa’nın hayatını, yaşamını ve öğretilerini ilk ağızdan Havari Aziz Yuhanna’dan öğrenmesi, Mesih
İsa’ya olan derin aşkı, Tanrı sevgisi, Mesih İsa’nın biz günahkar insanlar için ölmesi Aziz İgnatius’u
iman şahadetine hazırladı. “Mesih Ġsa’nın havarisi olmak, dünyanın e n büyük krallığından çok
üstündür !” diyor Aziz Piskopos İgnatius.
Aziz İgnatius’un hayatının zirvesi, kanını Mesih İsa uğruna akıtmak oldu. İman şahadeti, onun Mesih
İsa’yı ne kadar çok sevdiğinin “belgesdiri”. Aziz İgnatius’un kendini Mesih İsa’ya adamas ı aynı
zamanda çok sevdiği cemaati ve tüm imanlıların inançlarının kuvvetlendirilmesi ve cesaretlendirilmesi
uğruna oldu.
Yol uzundur; Antakya’dan (o devirde Suriye İli’ne bağlıydı) sahil boyunca Çanakkale yakınlarında
Troas’a kadar yürüdüler… Troas’tan gemiyle Neapolis’e ve sonra yine karadan Roma’ya… Yolculuk
esnasında durulan her şehir, köy, kasabada dostları, sevenleri ve Mesih’e iman edenler tarafından
coşkuyla, sevgiyle karşılandı. Vaazları ve birlikteki duaları Tanrı katına yükseldi. Cemaatlerin ve din
liderlerinin imanları güçlendi, cesaretlendi… Peki ya gelemeyen, görmeyen sevdiklerine nasıl
ulaşacak, nasıl imanlarını güçlendirecek ti?
Mektuplarıyla… Yedi mektup yazdı; Efeslilere, Magnesyalılara (Manisa), Filadelfiyalılara, Piskopos ve
iman şehidi Polikarpos’a, Romalılara, İzmir halkına ve Tralyalılara (Aydın). Son mektubunda Troas’tan
gemiye binmek üzere olduklarından i Küçük Asya İli doğusundaki kiliselere mektup yazamadığını, ama
yazmış olduğu mektuplarını ve selamlarını onlara iletilmesini istedi.
İmanlılara daima birlik-beraberlik ve barış içinde Mesih İsa’ya bağlı olarak yaşamalarını, böylece
imanın zirveye varacağını, imanlıların içinde “sevginin” oluşacağını, seven bir imanlının kötülüğe
düşmeyeceğini, sevenlerin, içlerinde sevgi besleyenlerin “kin” tutmayacaklarını ve günah
işlemeyeceklerini izah ediyor mektuplarında.
İlk hıristiyanlar arasında başlayan olumsuzluklardan bahsettiği mektuplarında, birlik ve beraberlik,
doğru öğretim ve doğru uygulamadan vazgeçilmemesini yazar. Piskoposlara ve rahiplere diakonuslara
uyulmasını, yalancı, menşei belli olmayan bilgilere inanmamalarını öğütlüyordu.
Tüm Hıristiyanların, dini yöneticilerin öğüt ve yardımlarıyla “azizlik” mertebesine gelecek şekilde
yaşamlarını düzenlemeyi öğütlerken; bunun için de Tanrı’ya ve oğlu Mesih İsa’ya şükretmek, övmek
ve yüceltmek için sık sık bir araya gelerek birlikte dua etmelerini, böylece şeytanın öldürücü gücünün
kaybolacağını yazıyor mektuplarında.
Mesih İsa’nın tüm insanlar gibi “beden” aldığını, yemek yediğini, su içtiğini, yürüdüğünü, işkence
gördükten sonra çarmıha gerildiğini böylece biz insanlar için “kurban” edildiğini yazıyor. Mesih İsa’nın
“bedeninin” hakiki beden olduğunu, sapkın inanışlarda denildiği gibi sadece “görünüm” olmadığını
öğretiyordu mektuplarında.
Yine mektuplarında ki çok kez Mesih İsa’da dirilmek üzere iman şehidi olmak istediğini tekrarlar. Hatta
sonlara gelindikçe bundan duyduğu coşkuyu da belirtir. İman şahadetine bir an önce erişmek için de
elinden geleceğini yapacağını yazdı.
Aziz Theodore
Aziz Theodore Constantinapolis’te (şimdiki İstanbul) doğdu. Bitinya’nın Olympos Dağı’ndaki
Symboleon Manastırı’nın başrahibi Aziz Plato’nun yeğenidir. Babasının, Constantinapolis yakınlarında
bulunan Saccudium yerleşkesindeki kendi arazileri üzerine inşa ettirdiği manastıra öğrenci olarak girdi.
Aziz Plato o zaman bu manastırın başrahibiydi ve yeğenini yanında rahip olarak yetiştirmek istedi.
787 yılında Aziz Theodore rahipliğe kutsandı. Constantinapolis’ten Saccudium’a döndü. 794 te
başrahip oldu.
İmparator Constantin VI, Kilise’de evlendiği eşini boşayarak Theodora ile evlenmek istedi. Buna karşı
çıkınca, Theodore ve rahipleri Selanik’e sürgüne gönderildiler. Birkaç ay sonra, Constantin VI, Anne
İmparatoriçe İrene tarafından tahttan indirilince Saccudium’a geri dönebildiler. Ne yazık ki civardaki
hırsız çeteler ve arap haramilerin silahlı soygunlarından usanıp korunmak için Constantinapolis’e göç
etmek zorunda kaldılar. Yerleşmeleri için kendilerine, 463 yılında inşa edilen ve harabeye dönmüş
zamanının çok meşhur manastırı Studios Manastırı verildi. Bir düzine rahip burasını yeniden inşa etti.
Aziz Theodore buraya başrahip olarak atandı. Bu manastır, doğunun ruhban ve manastır yaşamının
örnek merkezi haline geldi. Burada bir kaligrafi okulu açtı. Aziz Theodore, birçok dini yazılar,
makaleler, vaazlar, bilimsel araştırmalar ve ilahiler kaleme alıyordu.
Manastır yaşamının kurallarını yazdı. Bu kurallar Rusya, Bulgaristan, Sırbistan ve hatta Athos
Dağı’ndaki Manastır tarafından kendilerine göre adapte edilerek kullanıldılar.
İmparator Nicephorus I, başrahibi 806 yılında ölen ikona karşıtı Tarasius’un yerine Patrik olarak
atamak istedi. Başrahip bunu reddedince hapse atıldı.
809 yılında, Constantinapolis Patriği Nicephorus ve piskoposlar, bir kilise meclisi toplantısında
Theodore’un yeniden göreve gelmesini sağladılar. Ancak bu çok kısa sürdü: Aziz Theodore,
Constantin ve Theodora’nın evliliklerini onaylayan başka bir kilise kararına karşı çıkınca Büyük Ada’ya
sürüldü. Bu karara karşı çıkanlardan Aziz Plato, Selanik Başpiskoposu Joseph de aynı yere sürüldüler!
Bu arada Theodore’un kardeşleri ve Studios Manastırı rahipleri dağıtıldılar.
Patrik Nicephorus, İmparator Leo V’in (Ermeni) devam ettirdiği ikona karşıtlığı savaşına Aziz
Theodore’u birlikte savaşmaya ikna edince, Patriğin aracılığıyla sürgünden döndü. İkona düşmanlığı
çok taraftar bulduğundan işleri zordu, nitekim Patrik Nicephorus sürgüne gönderildi. Aziz Theodore
yalnız kaldıysa da yorulmadan ikonaların kutsallığı için savaştı. Patriğin sürgüne gönderil mesiyle
doğru öğretinin (Orthodoxsy) ve ikona karşıtlarına savaşanların başı oldu. 813 e kadar; çünkü sürgüne
gönderildi Mysia’ya (Misya) …
Sürgünde Papa hazretleri Paschal I’le yazışarak durumu şikayet ettiği ortaya çıkınca Küçük Asya İli’nin
(Anadolu) içlerinde Bonita’ya götürüldü. Çok ıstıraplı bir üç yıl geçirdi, çünkü hapiste işkence de
görüyordu… Daha sonra, ikona karşıtı ve aynı zamanda Aziz Theodore’u bir iftirayla başını kestirerek
idam etmek isteyen Smyrna (İzmir) Piskoposu’nun yanına gönderildi.
Yeni İmparator Michael II (kekeme), 820 de tahta geçince Başrahip Aziz Theodore’un
Constantinapolis’e geri dönmesine izin verdi. Ancak ne başrahipliliğini onayladı ne de kendisine bir
görev veya görev yeri verildi. Bunun üzerine Aziz Theodore Bitinya’ya giderek oradaki manastırları
gezdi. Sonunda Akrita’ta bir manastır kurdu. Onu sevenler, öğretisine güvenenler, eski rahipleri çok
kısa bir zamanda buraya gelerek yerleştiler. Aziz Theodore ölünceye kadar burada çalışmalarını
sürdürdü. 826 yılının 11 Kasım günü Tanrı onu yanına çağırdı…
Yazdığı dini içerikli birçok mektuplar, bilimsel araştırmalar, vaazlar ve ilahiler günümüzde halen
kullanılmaktadır.
Yunus Ünlü
ġĠĠR
Ölüm hiçbir Ģeydir
Ölüm hiçbir şeydir.
Yalnızca öte yana gitmeliyim;
yan odada saklanır gibi.
Ben hep kendimim, sen hep kendinsin.
Eskiden neysek şimdi de oyuz.
Beni her zaman çağırdığın isimle, sana samimi gelen adımla çağır.
Her zaman konuştuğun o aynı etkileyici tavrınla konuş.
Ses tonunu değiştirme, törendeymiş ya da üzgünmüş gibi bir havayla konuşma.
Bizi her zaman güldüren şeylere gülmeye devam et, biz birlikteyken senin çok sevdiğin o küçücük
şeylere…
Dua et, gülümse ve beni düşün!
Adımı her zaman kullan, en son kullandığındaki gölge ve hüzün olmaksızın beni çağırmaya devam et.
Hayatının anlamı önce ne idiyse şimdi de o; hayat devam ediyor.
Sadece beni göremiyorsun diye neden düşüncelerinden ve aklından uzak olayım ki?
Ben uzak değilim, sadece öte yandayım, köşenin diğer tarafında.
Emin ol, her şey iyi.
Kalbimi bulacaksın, orada pak bir şefkat olacak.
Sil gözyaşlarını ve eğer beni seviyorsan ağlama:
Senin gülümsemen benim esenliğim.
Luigino - Temmuz 2010
ÖN KAPAK ĠÇĠNE MECĠT’ĠN ERKEK KARDEġĠ ĠÇĠN BĠR TAZĠYE MESAJI YAZALIM VE GENCĠN
RESMĠNĠ KOYALIM.
(RESĠM)
DERGĠMĠZĠN DĠZAYNI VE BASIMI KONUSUNDA YILLARDIR CEMAATĠMĠZĠN BASIN BÜROSU
ĠÇĠN ÖZVERĠ ĠLE ÇALIġAN SAK MATBAACILIK’IN SAHĠBĠ MECĠT SAK’IN ERKEK KARDEġĠ
………… SAK, HENÜZ 22 (?) YAġINDA ĠKEN VAHĠM BĠR TRAFĠK KAZASI SONUCUNDA
ARAMIZDAN AYRILDI. AĠLESĠNE VE TÜM KELDANĠ KATOLĠK CEMAATĠNE BAġ SAĞLIĞI
DĠLĠYORUZ. – MARANA THA YAZI KURULU

Benzer belgeler