İstanbul Siluetinde Camiler

Transkript

İstanbul Siluetinde Camiler
Đstanbul Siluetinde Camiler
Muzaffer Özgüleş
Nesin Matematik Köyü
25 Nisan 2009
Đçindekiler
Giriş…2
1. Ayrım: Bizans Konstantinopolis’i…3
2. Ayrım: 1453 Sonrası Đlk Yıllar…5
3. Ayrım: Sinan’ın Đstanbul’u…7
4. Ayrım: Siluetteki Son Rötuşlar…12
Sonuç…16
Seçme Kaynakça…17
Giriş
Zaman içinde bir yolculuk yapmak mümkün olsaydı ve 1453 yılına geri dönebilseydik,
sonraki üç yüzyıl boyunca Galata Kulesi’nden tarihi yarımadaya baktığımızda göreceğimiz
şey, bir şehrin siluetinin yeni baştan oluşması olacaktı. Bizans Konstantinopolis’inden
Osmanlı Đstanbul’una geçişin görsel anlamda gerçekleşmesi bir anda olmamış, başlarda
yüksek bir ivmeyle gerçekleşen bu dönüşüm ilk üç padişah sonrasında büyük ölçüde
tamamlanmıştı. Yavuz Sultan Selim döneminde hilafetin başkenti özelliğini de kazanan
Đstanbul’u camilerin doldurmaya başlaması hiç de şaşırtıcı değildi. Selim’in 1518’de kubbeli
kiliseleri camiye dönüştürerek başlattığı bu hızlı değişim oğlu Süleyman’ın döneminde Sinan
tarafından çok sayıda yeni caminin yapılmasıyla zirveye varacaktı. Galata’dan tarihi
yarımadaya bakarken görülen siluetteki son rötuşlarsa 17. ve 18. yüzyılda gerçekleşmişti.
Osmanlı Đmparatorluğu şehirdeki kiliseleri büyük oranda korudu. Kubbeli olanların hepsini
camiye çevirerek var olan şehir siluetinden çok da bir şey eksiltmemiş oldu. Aksine,
Đstanbul’un tepeleri ve vadileri, eklenen minarelerle kürenin yanına silindirin de geldiği bir
geometrik hacimler denizine dönüştü. Nasıl ki Hıristiyan dünyasının başkenti Roma antik
kalıntıları, çeşmeleri ve meydanlarıyla olduğu kadar kilise ve katedralleriyle Roma’ysa,
Đstanbul da camileriyle Đstanbul oldu. Sonuçta Đstanbul imgesi, kubbe ve minarelerden oluşan
bir siluetle eş anlamlı hale geldi.
Şimdi bu siluetteki değişimin izini süreceğiz. Bizans sularından Osmanlı sularına uzanacağız.
Tıpkı Eremya Çelebi gibi bir kayığa atlayıp Haliç’te surlar boyunca bir gezinti yapacağız ve
farklı noktalardan şehir silueti nasıl değişiyor, bunu göreceğiz. Fakat esas olarak Galata’dan,
yabancı elçilerin ve seyyahların Đstanbul’u izledikleri yerden takip edeceğiz bu değişimi. Bu
sayede Osmanlı medeniyetinin en önemli sanat eserlerine yakından bakmış olacağız ve söz
konusu yapıların mimari özelliklerine de değineceğiz. Aynı zamanda iktidarın evrimine de
tanıklık edeceğiz. Çünkü Osmanlı padişahlarının saltanatları sırasında Đstanbul panoramasına
katkılarını ele almış olacağız. Yapıların yer seçiminde gösterilen özeni ve banileriyle
(patronlarıyla) ilişkisini irdeleyerek yapacağız bunu. Böylece bir kentin tarihini, yapılar
aracılığıyla okumuş olacağız.
Đstanbul
Eskiden Đstanbul denince anlaşılan yer bugünkü dev şehir değil, tarihi yarımadaydı. Osmanlı
Đstanbul’u da tıpkı Bizans Konstantinopolis’i gibi sur içinde kalan bölgeydi yalnızca. Zaten
sur dışında 19. yüzyıla kadar sur içindeki kadar büyük bir yapılaşma oluşmamıştı. Boğaz
çevresindeki köylerin dışında Eyüp, Üsküdar gibi daha büyük yerleşimler, bir de Haliç’in
karşı tarafındaki Galata (ya da Pera1) vardı. Kısacası asıl Đstanbul, bugün Eminönü ve Fatih
ilçelerinin kapsadığı surlarla çevrili şehirdi.
Siluet
Đnceleyeceğimiz 10 cami, tarihi yarımada içindeki ayrıcalıklı konumlarıyla dikkat çeken ve
Đstanbul’un oluşumunda büyük payı olan yapılardır. Tarihi yarımadaya Galata’dan (ya da
Üsküdar’dan, Eyüp’ten, Boğaz’ın içlerinden) bakarken -kıyı siluetinde yer alan ikisi dışındatepelerin üzerindeki egemen konumlarıyla dikkat çeken bu yapılar, şehrin ardından batan
1
Pera Yunanca’da “karşı yaka” anlamına geliyordu. Kendi surlarıyla çevrili bu bölge, Bizans döneminde de
Osmanlı döneminde de şehrin karşısında, kendi kurallarıyla yönetilen, özerk bir yerdi.
2
güneşle birer siluet olarak görünür. Genelde zihinlerdeki Đstanbul imgesinde yer eden de
camilerin kubbe ve minarelerinden oluşan bir siluettir. Đstanbul’un başka bir kentte eşine
rastlanmayan siluetinin oluşumuysa Bizans’tan bugüne aşama aşama gerçekleşen bir süreçti.
Camiler
Konstantinopolis’ten Đstanbul’a geçiş bu dini yapılarla ve onlara bağlı öğelerin getirdiği yeni
şehirleşme düzeniyle gerçekleşiyordu. Müslüman mahalleleri yeni inşa edilen bir caminin
çevresinde oluşuyor, hastane, aşhane, mektep gibi külliye birimleri de buradaki insanlara
hitap ediyordu. Bir dizi nedenle özel olarak ve kent planlaması açısından önemli yerlere inşa
edilen külliyeler, kentin Müslümanlaştırılması anlamına da geliyordu. Bu yüzden Đstanbul
imgesinde önemli bir yeri olan camiler, Osmanlı için son derece stratejik yapılardı. Bu
nedenle burada esas olarak, görsel açıdan Đstanbul’u bir Müslüman kenti görünümüne sokan
siluetteki 10 camiyi ele alacağız.
1. Ayrım: Bizans Konstantinopolis’i
Şimdi zaman makinemize atlayıp 1453 yılının başlarına dönelim ve Bizans’ın son günlerinde
Konstantinopolis nasıl görünüyordu, bir bakalım. Aslında Konstantin’in 330 yılında yeniden
kurduğu ve Nea Roma (Yeni Roma) olarak da anılan şehir eski görkeminden çok uzaktaydı.
Şehir 1204’te başlayan ve 1261’e dek süren Latin işgalinden sonra tam olarak
toparlanamamıştı. Oysa Bizans’ın en parlak yıllarında, II. Theodosius ve I. Justinianus
dönemlerinde çıkarılan yasalar, kent görüntüsünün estetik bir nitelik taşımasını amaçlıyordu.
Bu ise büyük sütunlu caddelerin yapılması, sokaklara ve meydanlara heykeller ve anıtlar
yerleştirilmesi, aynı zamanda kamusal ve dini yapıların mozaik ve heykellerle süslenmesi ile
sağlanmıştı. Ancak dördüncü Haçlı Seferi’nin yağmaladığı şehrin yapıları, meydanları ve
yolları büyük ölçüde zarar görmüş, nüfus da seyrelmişti.
Genel topografyaya baktığımızda Likos Deresi, Theodosius Limanı (Langa, Yenikapı),
Constantine ve Theodosius surları, Hipodrom, Büyük Saray Valens su kemeri (368-373
yıllarında Valentinianus’un yaptırdığı kemer) öncelikle dikkat çekiyordu.
Şehrin belli başlı meydanları Augesteon (Theodosius diktirdiği sütunun üzerinde I.
Justinianus at üstündeki heykelini yaptırır), Constantin Forumu (Constantin SütunuKonstantinopolis’in 330 yılındaki kuruluşu sırasında dikilen 35 m’lik, Mısır’dan getirilen
porfir dikilitaş-vaktiyle üstünde şehrin kurucusunun heykeli varmış. Çemberlitaş adı, dikilitaşı
oluşturan 10 parça taşı bir arada tutmak için çevresine geçirilen metal halkalardan geliyor.),
Tauri Forumu (Thedosius Forumu, ortasında bronzdan devasa boğa heykeli2), Arcadius
Forumu (Arcadius Sütunu), Forum Bovis, Philadelphion. Siluette egemen konumdaki
yapılarsa şunlardı: Ayasofya, Aya Đrini (1. tepe); Havariyun (4. tepe), Studion Manastırı
(Đmrahor Camisi); Pantokrator Kilisesi (Zeyrek Camisi - 4. tepenin yamacında), St.Andreas
Kilisesi (Koca Mustafa Paşa Camisi- 7. tepenin yamaçlarında).
Ayasofya
Siluetteki camiler Đstanbul’un tepeleri üzerinde bir gerdanlığın taşları gibi dizilidir. Bu şehirde
henüz hiçbir cami yokken, 537’den beri birinci tepenin üstünde var olan Ayasofya, sanki bu
gerdanlığın ortasına yerleştirilen ilk taş gibidir. Gerçi Galata’dan bakarken ortada değil, en
2
Istanbul, Eyewitness Travel Guides. DK, s.93
3
solda görünür. Ama ondan sonra yapılan camiler ister istemez ondan etkilenmiş, hatta
güzellikte ve büyüklükte onu geçebilmek için yarışa girmiştir. O yüzden bu gerdanlığa
eklenen her taşta –özellikle Fatih, Bayezid ve Süleymaniye camilerinde- onun silinemeyecek
bir izi vardır.
532’deki Nika Đsyanı’nda isyancılar tarafından çıkarılan büyük yangınlardan biri, inşaat
düşkünü Doğu Romalı imparator I. Đustinianos’a kentin Aya Đrini Kilisesi, Saray ve
Constantinus Forumu arasında kalan yılmış merkezini yeniden imar etme olanağını verir.
Sarayın bölümleri, Zeuksippos Hamamları, Aya Đrini Kilisesi ve bitişiğindeki Sampson
Hastanesi yeniden yapılır. Ancak bütün bunlar arasında öncelik Ayasofya’ya verilir.
Đustinianos, Augusteion meydanında I. Theodosius’un diktirdiği sütunun üzerine, kendisini
ata binmiş olarak gösteren heykelini de yaptırır. Sergios Bakchos (Küçük Ayasofya) ve
Havariyun kiliselerini yaptıran da yine I. Đustinianos’tur.
Justinianus, Ayasofya için iki bilim insanını mimar olarak seçmişti: Biri Milet’li fizikçi
Đsidoros, diğeri Aydın’lı matematikçi Antemios’tu. Eski Yunanlı bilgin Tales’in (MÖ 624546) bin yıl kadar önce kurduğu matematik okuluyla köklü bir geleneğe sahip olan Milet’te
doğan Đsidoros, önce Đskenderiye’de daha sonra Konstantinopolis’te fizik öğretmişti. Yetkin
bir matematikçi olan Antemios elipsler üzerine çalışmış ve konikler üzerine bir kitap yazmıştı.
Arşimet’in ve Öklid’in geometri üzerine çalışmalarıyla yakından ilgilenen bu ikili, belki de bu
sayede Ayasofya’nın kubbesini inşa edecek bilimsel altyapıyı edinmişti.
32 m çaplı Đstanbul’un en büyük kubbesini, kuzey ve güneyde iki yarım kubbe, doğu ve
batıdaysa büyük payandalar destekliyordu. Kubbelerin altında kalan boyuna uzun orta nef,
yan neflerden imparatorluğun farklı köşelerinden getirilen değerli sütunlarla ayrılıyordu. Yan
neflerde üst kattaki galeriler sayesinde iki katlı bir yapı ortaya çıkıyordu. Yapı bazilika
planlıydı ve 415’te II. Teodosios’unn yaptırdığı bazilikanın üstüne inşa edilmiş, beş yıl süren
yapımında on bin işçi çalışmıştı.3 Yapının 557’de ve 849’daki depremlerde kubbesi çökmüş,
birçok kez onarım görmüştü.4 Yapısal olarak eşsiz bir deneyim olan Ayasofya’nın değerini
içindeki bezemeler ve mozaikler, kullanılan değerli malzemeler de artırıyordu.
Havariyun Kilisesi
Kutsal Havariler Kilisesi olarak da bilinen Havariyun Kilisesi ilk olarak, dördüncü tepenin
üzerindeki On Đki Tanrılar Kutsal Alanı’nın bulunduğu yerde şehrin kurucusu
Constantinus’un (ö. 337) kendisi ve hanedanı için mezar kilisesi olarak planladığı bir yapı
olarak karşımıza çıkar. Asıl olarak yine I. Justinianos döneminde, harap durumdaki yapı
yıktırılır ve yerine beş kubbeli, haç planlı, narteksi ve atriumu olan kilise yapılır ve 550
yılında törenle açılır. Şehrin kurucusu Constantinus’tan sonra Justinianos da mezarını buraya
yaptırır ve ve kilise 11. yüzyılın başına kadar imparatorluk mezarlığı olarak kullanılır. Pek
çok dini toplantının ve 813 yılında başlayan ikonakırıcılık döneminde çıkan ayaklanmanın
geçtiği yer de burasıdır.5 Venedik’teki San Marco Kilisesi planını bu yapıdan almıştır.
Aya Đrini
Eski Byzantion’da yer alan küçük bir kilise, Constantinus tarafından genişletilir. Kutsal Barış
anlamına gelen Aya Đrini, Aya Sofya’nın yapımına kadar kentin en önemli kilisesi ve
3
Doğan Kuban, Đstanbul Bir Kent Tarihi, s.101
Doğan Kuban, Đstanbul Bir Kent Tarihi, s.103
5
Wolfgang Müller-Wiener, Đstanbul’un Tarihsel Topografyası, s. 405
4
4
piskoposluk merkezi olarak görev yapar. Ayasofya’nın 360 yılında tamamlanmasıyla birlikte
aynı dış duvarla çevrili olarak ve aynı din adamlarının idaresiyle yönetilir. I. Đustinianos
dönemindeki büyük imar faaliyetleri sırasında Aya Đrini de yeniden yapılır.6 Osmanlı
döneminde Topkapı sarayı içinde, Bâb-ı Hümayun ile Bâb-üs Selam arasında kalan Aya Đrini
Kilisesi, Fatih döneminden itibaren silahhane olarak işlev görür.7
2. Ayrım: 1453 Sonrası Đlk Yıllar
Ayasofya’nın Camiye Çevrilmesi
Türklere göre Đstanbul’un fethedildiği, Yunanlılara göreyse Konstantinopolis’in düştüğü
29 Mayıs 1453 günü tarihin akışında büyük önem taşıyordu. Aynı gün Bizans’ın en büyük
kilisesi eklenen mihrap ve minberle Đstanbul’un ilk camisine dönüştürüldü. Cami içindeki
mozaikler ve dini figürler sıvandı; yapıya bir de minare eklendi. Böylece Osmanlı’nın bir
bakıma Roma Đmparatorluğu’nun devamı oluşu, Kutsal Bilgelik kilisesinin şehrin ilk ve en
önemli saltanat camisine dönüştürülmesiyle vurgulandı. Hıristiyan âlemiyse uzun süre
Ayasofya’yı unutamadı, şehri betimleyen çizimlerde yapıyı minaresiz olarak betimlemeye
devam etti.
Fatih sadrazam ve paşalarını bir araya toplayıp onlardan da birer cami (külliye)
yaptırmalarını söyler. Sultanın amacı kentin ve çevresinin yeniden yoğun iskân bölgeleri
haline gelmesiydi ve bunu inşa edilen büyük camiler çevresinde oluşacak yeni yerleşim
bölgeleriyle sağlamayı düşünüyordu. Mahmud Paşa ve Murad Paşa, kendi olanaklarıyla
medreseler, hamamlarıyla birlikte camiler yaptırdılar.8
Fatih’in Đstanbul’da inşa ettirdiği diğer önemli yapılar Eski ve Yeni Saray (Topkapı
Sarayı) ile Kapalıçarşı’ydı. Bugünkü Topkapı Sarayı’nın inşaatı, o zaman kadar zeytinlikler,
eski kiliseler ve manastırlarla kaplı bir bölgede, oldukça geç bir tarihte, 1465-1470 yıllarında
başlar. Sultan kalın bir surla bu sarayı kentin diğer bölgelerinden ayırır. Bu sarayın
yapımında, Pera’da yaşayan Đtalyan tüccarlar aracılığıyla başkente gelmiş bazı Đtalyan
sanatçılar da çalışmıştır.9
Kapalıçarşı Eski Saray’ın hemen bitişiğine, tıpkı Bursa ve Edirne’de görülen kale-çarşı
ilişkisini hatırlatırcasına yerleştirilmişti.
Fatih Külliyesi
Osmanlı Đstanbul’unun ilk büyük külliyesi, şehrin ortasında, divan ekseni üzerinde,
dördüncü tepede, Havariyun kilisesinin yerinde inşa edilir.
Fatih külliyesini buraya inşa ettirerek Bizans’ın Marmara’ya paralel uzanan –Milion
taşından başlayıp Altın Kapı’da son bulan- imparatorluk yolu Mese’yi, Haliç’e paralel uzanan
–Topkapı Sarayı önünden başlayıp Edirnekapı’da sonlanan- Divan ekseniyle değiştirmiş olur.
Topkapı Sarayı da esas olarak Marmara’dan algılanan Bizans Büyük Sarayı’nın aksine
Haliç’e ve Boğaz’a hâkimdir.
Fatih’in külliyesini yapmak için kent merkezinden ve saraydan uzakta bir yer seçmesini
Kuban, simgesel bir sultan jesti olarak niteler: “Üzerinde önce Büyük Konstantin'in mezarı,
sonra Justinianos'un kilisesi olan bu alan üzerine yeni egemenlik işareti olarak kentin üçüncü
kurucusu, kendi külliyesini inşa ettirmiştir. Fatih'i yeni Roma Đmparatoru olarak gören
6
Wolfgang Müller-Wiener, Đstanbul’un Tarihsel Topografyası, s. 112
Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, s. 185
8
Wolfgang Müller-Wiener, Đstanbul’un Tarihsel Topografyası, YKY, s. 29.
9
Đstanbul’un Tarihsel Topografyası, Wolfgang Müller-Wiener, YKY, s. 29.
7
5
çevresinin -ki bunların bir bölümü Bizanslı aristokratlardır- Sultan'la birlikte bu düşünceyi
beğenmiş olmaları doğaldır. Alanın bu kadar büyük tutulmasında, Konstantinos ve Justinianos
dönemlerin ki Havariler Kilisesi ve Konstantinos'un mezarının temenos alanlarıyla bilinçli bir
boy ölçüşme düşüncesi olabilir.”10
Fatih türbesini de camisinin hemen arkasına yaptırır. Böylece Konstantin’in ve diğer
imparatorların mezarlarının üstüne kendi mezarını yerleştirerek “Đstanbul’un kurucusu
benim!” mesajını verir.
Fatih külliyesi Fatih’in kentleşme stratejisinin ve imparatorluk vizyonunun bir
parçasıdır. Merkezi ve simetrik bir plana göre inşa edilen külliye kendi içinde küçük bir şehir
gibidir. Büyük bir öğrenim merkezi olarak da tasarlanan külliyenin medreselerinde
Semerkand’taki Uluğ Bey Gözlemevi’nde de çalışan Ali Kuşçu gibi ünlü bilginler ders
vermişti.
Yapımına 21 Şubat 1463’te başlanan külliye Aralık 1470’te tamamlanır.11 Mimarı Atik
Sinan ya da Azadlı Sinan olarak bilinen azad edilmiş bir Rum köleydi; asıl adının ise
Khristodoulos olduğu sanılıyor. Fatih’in Ayasofya’yı geçme hırsına yanıt veremeyen Atik
Sinan’ın ellerinin kesildiğine dair bir rivayet vardır. Atik Sinan olası bir depreme
dayanamayacağını düşünerek kubbeyi taşıyan sütunları kısaltmış, Fatih bunu affetmemişti.
Ancak yapı yine de 1766’daki depremde yıkılmış ve yerine başka bir planla bugünkü cami
yapılmıştı.
Bayezid Külliyesi
II. Bayezid külliyesini şehrin üçüncü tepesi üstünde, Divanyolu üzerinde, Eski Saray’ın
güneydeki kapısının tam karşısında, 1500-1506 arasında yaptırmıştı. Konstantinopolis’in
kurulması sırasındaki en eski adı Tauri Forumu olan ve dördüncü yüzyılın sonlarında Büyük
Theodosius’un genişletmesiyle Theodosius Forumu adını alan Beyazıt Meydanı’nın ortasında
eskiden bronzdan devasa bir boğa heykeli varmış. Bayezid’in camisi aynı zamanda şehrin
ticari merkezinde yer alır. Kapalıçarşı’ya yakın olduğu gibi Marmara’ya doğru inen
yamaçtaki açık hava çarşısına da yakındır.
Caminin mimarı Yakupşah bin Sultanşah’tır ve daha sonraki pek çok halefi gibi bir
Ermeni’dir.
Aralarında 87 metre olan, birer şerefeli, mütevazı boylu, üçüncü tepe üstündeki bu
minareler, siluette kendilerini hemen belli eder. Ayasofya'nın mimari esaslarına benzer bir
şekilde yapılmış, cami planında ana kubbe iki yarım kubbeyle desteklenmiştir. Ancak
Ayasofya'nın masif görünüşüne karşın Bayezid Camisi'nin iki yanına daha küçük kubbeler
eklenerek dış yapı hareketlendirilmiştir. Caminin 24 kubbeyle örtülmüş 7x7’lik simetrik
avlusu, Şehzade Camisi’nin avlusuyla birlikte en dengeli Osmanlı avlularından biridir.
Avluya girişi sağlayan üç kapı kenarların orta noktasındadır ve bunların eksenlerinin kesişim
noktasında şadırvan vardır.
Külliye öğelerinin geniş bir alana dağınık yerleşimi, erken dönem Osmanlı yapılarının
plan şemalarını hatırlatır. Bu merkeziyetçilikten uzak ve hibrid plan, sınır kültürünün
temsilcisi gazi ve dervişlerin desteğiyle başa gelen Bayezid’in onlara bir jesti gibidir.12 Bu,
babası Mehmed’in merkezi yönetim anlayışının karşısında yer alan bir tutumdur. Zaten
Fatih’in külliyesinin simetriye önem veren planı, merkezi otokratik devletin başkentteki
sembolü gibidir.
10
Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, s. 177
Godfrey Goodwin, A History of Ottoman Architecture, s. 121
12
Gülru Necipoğlu, The Age of Sinan, s. 89.
11
6
Sultan Selim Camisi
Beşinci tepenin üstünde, surlar içindeki son platoda inşa edilen Sultan Selim Camisi, bir
küpün üzerine yerleştirilmiş yarım küre şeklindeki masif kütlesinin verdiği geleneksellikle
Haliç’e bakan diğer camiler arasında hemen dikkat çeker. Yanı başında Bizans döneminden
kalma Aspar açıkhava sarnıcı vardır. Bir yanındaki bu çukur ve diğer yanındaki dik yamaç bu
camiye tepeden bitivermiş gibi bir hava verir. Haliç’in en güzel manzaralarından birine
sahiptir ve siluetteki diğer camilerin çoğu buradan görülür.
Yapımı 1522 yılında tamamlanan caminin Sultan Selim’in emriyle yapıldığı yazılsa da
inşaatı büyük oranda Kanuni’nin desteklediği bir gerçektir; hatta camiyi yaptıranın babası
adına o olduğu sıklıkla dile getirilir. Yapının mimarının da kim olduğu kesin olarak
bilinmemektedir, ancak eserin yeni oluşturulan hassa mimarları ocağının başındaki Đran’lı bir
köle olan ve Acem Alisi olarak bilinen Alâeddin’e ait olduğu düşünülür. Alâeddin’in 1538
yılındaki ölümünden sonra bu önemli kurumdaki baş mimarlık görevini Sinan sürdürecektir.
Yakupşah’tan sonra baş mimar olan Alâeddin, I. Selim’in Safeviler’e karşı 1514’te
kazandığı zaferden sonra başka sanatçılarla birlikte Tebriz’den Đstanbul’a getirildiği söylenir.
Ancak daha önceden Yakupşah’ın asistanı olarak çalıştığı da söylenir. Doğan Kuban’a
göreyse yapının mimarının Edirne’deki II. Bayezid Camisi’ni çok iyi tanıyan biri olması
gerekir.
Sultan Selim Camisi, Selim’in babası II. Bayezid’in Edirne’de yaptırdığı camiyle büyük
benzerlikler gösterir; örneğin ikisinin de planları aynıdır. Fakat 34 yıl önce yapılan bu camiyle
arasında önemli farklar da vardır. Özellikle kubbe tasarımı ve cephe düzenlemesi, aynı plan
kullanılıyor olsa bile Osmanlı mimarisinin erken dönemden klasik döneme geçtiğini gösterir.
Ayasofya’ya Eklenen Minare
Babası Fatih’ten sonra Bayezid de şehrin en büyük saltanat camisi sayılan Ayasofya’ya
bir minare ekletmişti. Yapının güneydoğusuna, Bab-ı Hümayun’a yakın köşeye yaptırdığı tek
şerefeli minare, diğerlerine göre daha ince ve zariftir.
3. Ayrım: Sinan’ın Đstanbul’u
16. yüzyılın başında yapılan seferlerin ganimetleri ve gittikçe büyüyen imparatorluk
toprakları, Kanuni’nin kentin inşasını, ondan önceki ve ondan sonraki sultanların erişemediği
bir boyutta ve sanatsal yetkinlikte sürdürmesini sağlamıştır. Süleyman ve vezirleri külliyelerin
yapımında adeta birbirleriyle yarışırlar. 13
Bu bölümde Sinan’ın yaklaşık 20 yıla sığdırdığı dört camiye, siluetteki önemleri
nedeniyle yer vereceğiz. Ancak bu camilerin değerleri en az şehir panoramasında tuttukları
yer kadar önemli; hem tarihsel bağlamda, hem de mimari anlamda. Bu dört cami farklı plan
şemaları, farklı boyutları ve farklı tasarımlarıyla siluete apayrı şeyler katıyor. Şehzade’nin
merkezdeki kubbeden dört yana dökülen yarım kubbelerle yarattığı simetri, gözünüzü biraz
yana kaydırdığınızda yerini Süleymaniye’nin tek eksende simetrik, piramidal, egemen
hacmine bırakıyor. Edirnekapı’da pencereli bir kafes üstüne oturtulmuş tekil kubbesi ve ince
minaresiyle tarihi yarımada siluetini sonlandıran Mihrimah, eski eşi Rüstem’in
Eminönü’ndeki yine tek kubbe ve minareli camisinin mütevazılığından çok uzakta duruyor.
13
Đstanbul’un Tarihsel Topografyası, Wolfgang Müller-Wiener, YKY, s. 30.
7
Sinan yalnızca Đstanbul’un kalan tepelerini süslememiş, kıyı siluetini de büyük oranda tek
başına oluşturmuştur. Đnşa ettiği topografyayla uyum içinde yapılar, şehri üç taraftan saran su
yollarıyla etkileşim içinde ve birbirleriyle de diyalog halindedir.
50 yıl süren saray baş mimarlığı süresince tüm imparatorluğun yapı işlerinin tek
sorumlusu olarak 400 civarında esere imza atan Sinan, adeta tüm yapısal ve biçimsel
olasılıkları denemiş, 18. yüzyıla kadarki kuşaklara söyleyecek yeni bir söz bırakmamıştı.
Tanpınar bunu şöyle ifade eder: “Sinan bir ananeyi tek başına tüketen, kendinden sonra
gelenlere çok az şey bırakan sanatkârlardandır.”14
Şehzade Külliyesi
Şehzade Camisi, tarihi yarımadaya Tepebaşı’ndan ya da Galata’dan bakarken
Süleymaniye’nin gölgesinde gibi görünür. Siluetin en egemen yapısının sağında ve arkasında
yer alan bu cami, daha küçük boyutuyla da Süleymaniye’yle arasındaki baba-oğul ilişkisini
dışa vurur. Süleymaniye’nin hem daha büyük boyutları, hem daha fazla sayıdaki minare ve
şerefesi, hem de Haliç’e daha yakın konumu, arka planda (daha içeride ve Haliç’e daha uzak)
kalan Şehzade’nin babası olduğunu söze gerek bırakmadan hissettirir. Doğan Kuban’ın
deyimiyle Kanuni’nin yaşamında olduğu kadar Sinan’ın yaşamında da Şehzade’yle
Süleymaniye bir diyalektik ilişki içindedir.
Hem Marmara’yı hem de Haliç’i gören, Evliya Çelebi’nin şehrin merkezi dediği, Fatih’le
Bayezid külliyeleri arasında kalan, Divanyolu üzerindeki bu geniş düzlük, o yıllarda
Đstanbul’da büyük bir külliye inşa etmek için en elverişli yerlerden biriydi. Kanuni’nin
Sinan’a ilk büyük gösterisini yapması için burayı işaret ettiğini düşünebiliriz.
Kanuni
Şehzade’yi
yeniçerilerin
Eski
Odalarının
karşısına (Şeyhülislam
Kemalpaşazade’nin kütüphanesinin bulunduğu alana) yaptırarak yeniçerilerin de gönlünü
almak istemiş olabilir. Çünkü taht mücadelesinden Mustafa’yı destekleyen yeniçerilerin
ocaklarının karşısına yapılacak büyük bir cami, aynı zamanda önemli bir jestti.
Şehzade Mehmed Camisi’nin yeri bir başka açıdan da dikkat çekicidir. Cami Divan
ekseninin üzerine yapılır. Külliye öğelerinin yerleştirilişi de kalabalık ana caddeden
geçenlerin caminin özenle tasarlanmış yan cephesini ve Şehzade’nin sıradışı güzellikteki
türbesini rahatlıkla izleyebilmeleri içindir.
Kanuni’nin “Şehzadeler güzidesi sultan Mehmedim” diyerek hüzünle andığı ve veliahdı
olarak gördüğü en sevdiği oğlu, 1543 yılının 6 Kasımı’nda Manisa valiliği görevindeyken
ansızın ölünce Kanuni o yaşına kadar bilmediği bir acıyı tatmıştı. Süleyman’a Belgrad
seferinden dönerken Edirne dolaylarından ulaştırılan bu haber, padişahı hızla başkente
getirmişti. O gelinceye kadar Şehzade’nin cenazesi Bayezid Camisi’nde bekletilmiş, padişah
gelince 16 Kasım günü bu camide kılınan namazın ardından büyük bir merasimle divan
ekseninden geçirilerek yeniçerilere ait olan Eski Odalar başında hazırlanan bir mezara
defnedilmişti15. Daha sonra bu semte Şehzadebaşı denilmeye başlanmış, Mehmed’in türbesi
ve camisi de burada yaptırılmıştır.
Cami inşaatının türbeden sonra, yani Nisan 1544 dolaylarında başladığını dile getiren
kaynaklar olduğu gibi şehzadenin ölümünden önce başladığına işaret eden kaynaklar da
vardır. Bu ikinci olasılığı öne sürenler, Kanuni’nin kendi adına yapımını başlattığı külliyeyi
daha sonra, vefat eden oğlu Mehmed’e ithaf ettiğini söyler.16 Gut hastası olan Kanuni’nin
Eski Saray’da oturduğu yıllarda yeniçerilerin Eski Odalar’ının karşısında kendisi için bir
külliye inşaatını başlatmış olması –hem henüz eski sarayda oturduğu için buranın bahçesini
Süleymaniye gibi bir külliyenin yapımına ayırmayı düşünmeyebileceğinden hem de
14
Tanpınar, “Beş Şehir”, s. 140
Đsmail Hami Danişmend, Đzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. II, s. 245
16
Doğan Kuban, Đstanbul Yazıları, YEM Yayın, s.102
15
8
saltanatının daha 20 yıldan fazla süreceğini bilemeyeceği için- akla yatkındır. Bu yüzden
Kanuni’nin çok sevdiği oğlunun ölümü üzerine onu, yapımına başlanan caminin arkasına
gömdürerek camiyi de onun için bitirmiş olması anlaşılabilir bir şeydir.17
Şehzade’de karşımıza çıkan bir dizi yenilik de vardır:
- Yan galeriler. Osmanlı mimarisinde dış cephelere egemen olan masif duvarların yerini ilk
kez revaklı galeri sırası almıştır. Bu revak dizisi, minarelerin ana kütleyle bütünleşmesini
de sağlamış, -daha öncelki Bayezid, Sulta Selim gibi camilerde süren- minarenin bağımsız
kule olma sorununa da çözüm getirmiştir. Bu galerilerin tam ortasına açılan camiye giriş
kapıları da merkezi planı destekler niteliktedir.
- Yivli kubbelerle ve çokgen gövdelerle iyice vurgulanan, yükseltilmiş ağırlık kuleleri
- Dört yarım kubbeye ikişer ikişer eklenen, merkez kubbenin duvarlara geçişini daha da
akışkanlaştıran eksedralar (ekoylumlar), kubbelerin bir şelale gibi döküldüğü izlenimine
katkıda bulunur.
- Piramidal bir biçimde yükselen kubbelerin birleşme noktalarının eğrisel formlarla
yumuşatılması; bu sayede Ayasofya’yı örnek alan Fatih ve Bayezid’te kubbelerinde
görülen ve tabanında hep bir kare olan kubbelerden kaçınılması
- Boylarıyla ve kubbeye mesafeleriyle orantıları düzgün minareler
Şehzade’nin merkezi kubbeyi çevreleyen dört yarım kubbeyi esas alan ve hem içte hem de
dışta ideal formu yakalayan planı, cami planlarının evriminin doğal bir sonucu gibidir. Kubbe
çapı 19 metre, kubbe kilidinin cami tabanından yüksekliği 37 metredir.
Kubbe saçaklarında ve ağırlık kulelerinde üst yapıyı çepeçevre saran palmetli frizler
cephenin hareketliliğini artırır. Kırmızı kum taşından yapılmış pencere çerçevelerini
tamamlayan üçgenler, aynı tondaki kırmızı taşlarla vurgulanmış kemerler ve yine aynı
kırmızının saçakların altını ve kubbe kasnaklarının üstünü dolanışı, yapıya renklilik katar.
Şadırvan avlusundaki pencerelerin üstünde yer alan yarım ay biçimindeki panolar da aynı
kırmızıyla ve birbirinden farklı desende işlenmiştir.
Süleymaniye
Şehzade Mehmet Camisi’nin açılışından kısa süre sonra, Süleyman’ın bu kez kendi adına
yaptıracağı caminin malzemelerinin tedarikine başlanması 1548 yılında ilk emirlerin verildiği
biliniyor.18 Fakat külliyenin inşa edileceği alanın açılması ve temellerinin atılmasından sonra
inşaatın başlaması uzun sürmüş, zeminin iyice oturması için birkaç yıl beklenmişti.
Bir söylentiye göre caminin yapımındaki bu duraklama, o yıllarda savaş durumunda
bulunulan Đran’ın şahı Tahmasp’ı da harekete geçirmiş. “Đslam âlemi için büyük bir cami
yapıldığını fakat inşaatın yavaş ilerlediğini duyduk. Bu gecikmeye gönlümüz elvermez.
Çorbada bizim de tuzumuz bulunsun; bunları bozdurup caminin tamamlanması için
kullanırsınız.” diyerek Osmanlı sarayına bir sandık dolusu mücevher göndermiş. Bunu
küstahça bulan ve küplere binen Kanuni’yse gönderilen mücevherleri unufak ettirip caminin
harcına karıştırmak üzere Sinan’a vermiş.19 Bu yüzden caminin temelinde çok kıymetli Acem
taşlarından oluşan bir hazinenin yattığı rivayet edilse de bunun hiçbir kanıta dayanmadığını,
bir söylentiden ibaret olduğunu unutmamak gerekir.
Fatih’in iki boyutta, simetrik ve öğeleri eşit aralıklarla yerleştirilerek planlanan
külliyesinin aksine Süleymaniye üç boyutta, farklı kotta teraslar üzerine ve Đstanbul’un
üçüncü tepesinden oyulmuş bir heykel gibi tasarlanmıştı. Böylece ortaya farklı bakış
17
Doğan Kuban, Đstanbul Yazıları, YEM Yayın, s.102
Gülru Necipoğlu, The Age of Sinan, s.206.
19
Murat Belge, Đstanbul Gezi Rehberi, s. 140
18
9
açılarından değişik şekillerde izlenebilen, Haliç’e hâkim ve şehrin simgesi olacak bir yapı
ortaya çıkmıştı.
Şehrin pek çok yerinden görülen yapıya baktığınız açı değiştikçe caminin minarelerinin
kubbe etrafında yavaş yavaş döndüğünü de fark edersiniz.
Süleymaniye Külliyesi’ni inşa edebilmek için çok büyük bir şantiye organizasyonu şarttı
ve Osmanlı Devleti’nin bunu sağlayabilmesi için Đstanbul’da bir yüzyıl geçirmesi ve I.
Süleyman devrinde en görkemli konumuna ulaşması gerekiyordu. Tıpkı Bizans’ın
Ayasofya’yı inşa edebilmek için I. Justinianus dönemindeki kadar zengin olması gerektiği
gibi… Aslında Fatih-Constantin paralelliğini Kanuni - Justinianus ikilisinde de görmek
mümkündür. Đlk ikili nasıl şehrin kuruculuğu misyonunu üstlenmişse, ikinci ikili de başkentin
imarında büyük rol oynayan ve imparatorluğu en görkemli konumuna ulaştıran yöneticiler
olarak dikkat çeker.
Đnşaatına 13 Haziran 1550’de başlanan caminin ilk temel taşını ünlü şeyhülislam
Ebussuud Efendi koymuştu. 15 Ekim 1557’de bizzat Sinan tarafından açılmıştı.
“Roma’da San Pietro, Paris’te Notre Dame, Londra’da Saint Paul gibi, Đstanbul’da da
Süleymaniye kent imgesi ile bütünleşmiştir. Đmparatorluğun en simgesel yapısı, peyzaj
içindeki konumu ile kentin siluetinin egemen öğesidir. Mimar Sinan’ı ve Kanuni Sultan
Süleyman’ı, yani en erdemli sanatla en büyük politik gücün anılarını birleştirmektedir.”20
Süleymaniye, siluette yalnızca kubbe ve minareleriyle değil, külliyenin diğer öğeleriyle,
özellikle de Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan türbeleriyle bir bütün olarak yer alır. Üstü
kubbeyle örtülü biri küçük biri büyük iki sekizgen prizmanın Haliç’in karşı kıyısından
bakıldığında siluete çıkarlar ve caminin piramidalliğini destekleyecek bir konumda yer alırlar.
Daha güneyde yer alan türbedar odası ve hamam da Süleymaniye’nin üçüncü tepenin organik
bir parçasıymışçasına yükselip alçalmasına katkı sağlar.
Sinan’ın külliyelerinde kişi caminin girişine dolaylı yollardan, dolanarak yönlendirilir.
Caminin görüntüsü her dönemeçte yavaş yavaş belirir. Bütün bir görüntüyü ya çok yakından
ya da çok uzaklardan, kente egemen bir noktadan yakalamak mümkündür.21 Süleymaniye’nin
uzaktan algılanışı böylesine görkemliyken külliyeyi çevreleyen sokaklarda bu koca yapı
sizden adeta gizlenir. Son ana kadar yapının bütününü göremezsiniz. Bu da Sinan’ın yaptığı
heykelin üzerindeki örtünün birdenbire açılmasını düşündürür. Heykelin yanına
vardığınızdaysa tek bir açıdan ya da belirlenmiş bir aks doğrultusunda değil, yapı çevresinde
dolaşırken birbirine akan sonsuz sayıda bakış açısından eseri izleme şansı yakalanır.
Süleymaniye, Fatih’in Ayasofya’yla yarışacak bir cami yapma hırsını boyut anlamında
olmasa da görkem anlamında gerçeğe dönüştürmüştü. Ayasofya’yla aynı plan şemasını
kullanan Süleymaniye “yapısal eleştiri” diyebileceğimiz bir yöntemle bu sorunlu abidenin
taşıdığı riskleri ortadan kaldırmakla kalmıyor, estetik olarak da yetkin bir eser olarak
karşımıza çıkıyor.
Đstanbul’un en büyük külliyesi olan Süleymaniye, şehir içinde şehir özelliği gösteren ve
halkın hemen her ihtiyacına yanıt verecek öğeleri içeren bir yapıydı. Yalnızca dini bir merkez
değildi; eğitim, barınma, beslenme, temizlenme, sağlık, alışveriş gibi pek çok gereksinimi
karşılamaya yönelikti.
Süleymaniye, Ayasofya ve Bayezid’la aynı plan şemasını kullanır. Ortadaki tam kubbeyi
kuzey ve güney yönünde destekleyen iki yarım kubbe ve bunlara bağlı ikişer eksedrayla, yan
sahınları üstünde değişken bir ritim oluşturan beşer kubbeyle örtülüdür.
Ayasofya’nın hantal payandaları Süleymaniye’de büyük oranda duvar içine gizlenmiş ve
basamaklandırılarak estetik hale getirilmiştir. Ayasofya’nın iç yüzeyini kaplayan ve yapısal
öğeleri gizleyen mozaiklerin yerini Süleymaniye’de sade kalem işleri almıştır. Sinan,
20
Doğan Kuban, Đstanbul Yazıları, YEM Yayın, s.111
Jale Nejdet Erzen, Mimar Sinan: Estetik Bir Analiz, Ankara: Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, 1996,
s.120
21
10
gücünden ve sağlamlığından emin olduğu Süleymaniye’nin yapısal öğelerini, geometrik
formlarını hiç bozmaksızın (fil ayaklarında görüldüğü gibi) dışarıdan ve içeriden sergilemek
istemiştir.
Rüstem Paşa Camisi
Kanuni’nin ünlü sadrazamı ve damadı Rüstem Paşa, Osmanlı’da padişahlardan sonra en
zengin kişi olarak ün salmıştı. Ölümünden sonra yapılan bu cami, ilk kez bu yoğunlukta
kullanılan çinileriyle bu zenginliği dışa vurur.
Rüstem Paşa, Süleymaniye’nin yamacındadır ve siluete katkısı, ancak Süleymaniye’nin
silueti içinde veya onun yanı başında kendine yer bulabilecek kadardır. Tek minaresi ve
mütevazı kubbesi, dört minaresi ve piramidal kütlesiyle Süleymaniye’nin azametine saygıda
kusur etmez, tam tersine onu tamamlar. Galata Köprüsü’nü geçenlerin bu ikiliye bakarken
görecekleri şey, Rüstem Paşa’nın Süleymaniye’nin çevresinde bir uydu gibi yavaş yavaş
dönmesidir. Sadrazam padişahını bir gölge gibi izler.
Sadrazam camileri arasında en büyük kubbe çapına sahip olan Rüstem Paşa Camisi, kıyı
siluetine egemen bir konumdadır ve Yeni Cami’yle birlikte Đstanbul limanının işaret yapısıdır.
Şehre ilk kez bu limandan girecek yolcuları ve Akdeniz’in farklı farklı yerlerinden gelen
tüccarları bu yapı karşılar.
Yapının sekizgen çardak üzerine inşa edilmesi, Selimiye’ye giden yolda Sinan için önemli
bir kilometre taşıdır. Đlk kez Rüstem Paşa’da denenen sekizgen planın Sinan’ın Đstanbul’daki
son dönem camilerinde de kullanıldığını görürüz. Ancak Rüstem Paşa Camisi’nde sekizgen
çardağın ayaklarından dördü kuzey ve güney duvarları içine gizlenmiştir. Açıkta yer alan dört
ayak da yine sekizgen prizma şeklindedir.
Cami ve avlu, ortalama 40x40 m büyüklüğündeki zemin kat üzerinde yükselen bir
platforma oturtulmuştur. Alt katta kalan alansa çevredeki ticari bölgeyle uygun olacak şekilde
dükkânlara ayrılmıştır. Masif giriş katının ticari öğelere ayrılmasının bir başka faydası,
caminin çevredeki yoğun ve iç içe yapılaşmanın arasından yükselmesini sağlamasıdır.
Böylesine sıkışık bir ticaret merkezinin içinde dört köşeden çıkılan merdivenlerle varılan
avlu, bir vaha gibidir. Diğer camilerin vazgeçilmezlerinden biri olan avlu duvarları camiyi dış
ortamdan soyutlarken burada bu duvarların görevini merdivenlerle çıkılan avlu buluşu yerine
getirir.
Gerçek çiçek ve ağaçların yer aldığı bir bahçenin yokluğunu avlu duvarlarındaki Đznik
çinilerinin çiçek açan ağaç ve lale motifleriyle yarattıkları “cennet bahçesi” havası giderir.
Cami bütününde 41 çeşit lale motifi yer alır ancak bu çeşitlilik estetik bir bütünlük de
oluşturur.22 Đçeride çiniler kubbeli örtüye kadar yükselir, pandantifler de çiniyle kaplıdır.
Ayrıca mihrap nişi ve minberin külahı da çiniyle kaplanmıştır. Mihrabın bir vazodan çıkan
bahar açmış dalları, o dönemin saray nakkaşlarının gözde kompozisyonlarındandır.
Mihrimah Sultan Külliyesi
Tarihi yarımadanın Haliç’e hâkim silueti, Edirnekapı’da, yedi tepenin en yükseğinde
Mihrimah Sultan Camisi’yle sonlanır. Cami, Đstanbul’un altıncı tepesine, Đstanbul’un
Avrupa’ya açılan önemli kapılarından birinin hemen yanı başına yapılmıştır. Topkapı
Sarayı’ndan başlayan Divan ekseni de burada son bulur.
Mihrimah’ın Edirnekapı’daki bu önemli yeri kendi külliyesinin inşaatı için elde
edebilmesi bir dizi entrikanın sonucuydu. Kara Ahmet Paşa da kendi adına yaptıracağı külliye
için aynı bölgeden daha önce arsa satın almıştı. Ancak Mihrimah’ın Hürrem ve Rüstem gibi
22
Gülru Necipoğlu, The Age of Sinan, s.325.
11
iki destekçisi ve de kendi tarafında yer alan babası Kanuni vardı. Hem Kara Ahmet Paşa’nın
hem de Mihrimah’ın elinde inşaat yerinin uygunluğuyla ilgili olarak şeyhülislamdan alınan
fetvalar olunca, Kanuni tercihini kızından yana kullanmıştı. Fakat daha acısı, işin içine
Rüstem ve Hürrem’in de dahil olması Kara Ahmet Paşa’nın azline ve katline, yerine Rüstem
Paşa’nın sadrazam olarak atanmasına da yol açmıştı. Kara Ahmet Paşa’nın 1555’deki
idamından önce camisinin planı hazırlanmıştı, fakat Kara Ahmed Paşa külliyesi ancak 156571 yılları arasında Topkapı’da yapılabilmişti.
Yapının hiçbir yerinde bir kitabesi olmadığı için cami ve külliyenin ne zaman yapıldığını
kesin olarak bilemiyoruz. Evliya caminin bütün masraflarının Mihrimah’ın babası Kanuni
tarafından karşılandığını söyler. Bu yüzden bazı kaynaklarda gösterilen 1562-1565 tarihinin
külliye öğelerinin inşaatı için makul olduğu düşünülebilir. Medreseye ilk müderris 156869’da atandığı, vakfiyenin 1570-71’de düzenlendiği de göz önüne alınırsa, 1560’ların ortası
akla yatkın geliyor.
Derler ki Sinan, Mihrimah’a Üsküdar’da yaptığı caminin içinin karanlık olmasına
dayanamayıp, aşık olduğu kadına Edirnekapı’da yaptığı ikinci caminin, aşkın yeryüzündeki
en iyi ifadelerinden biri sayılabilecek kadar zarif tasarladığı bu caminin içini ışıkla doldurmuş.
Edirnekapıda’ki caminin minaresi, Edirne yolundan gelenler için bir işaret direği görevi
görür, tıpkı ortaçağ Avrupasının yüksek kuleli gotik kiliselerinin uzaklardan yol göstermesi
gibi.
Sinan Mihrimah’ta eşi olmayan bir sıçramayla benzerine ancak Nuruosmaniye’de ve 19.
yüzyıl camilerinde rastlayacağımız bir plan ortaya koyar. Kare bir taşıyıcı sisteme oturan
kubbeyi sadece kasnak üzerinde değil, bütün taşıyıcı kemer sistemiyle birlikte yapının bütünü
içinde yükseltir. Bu sayede 20 m çaplı kubbe tabandan 25 metre yukarıda başlar ve 35
metrelik bir yüksekliğe ulaşır.
Dört köşeden çokgen şeklindeki ağırlık kuleleriyle “barok bir vizyonla”23 vurgulanan tekil
kubbe, duvar ve payandalara verilen eğimle birlikte iyice sivrilir. Bir tül perde etkisi veren ve
yuvarlağa çok yakın tasarlanan askı kemerlerinin aralarına aldıkları bu kuleler, küçük
kubbelerle taçlandırılmıştır. Kemerlerin içinde ve kubbe kasnağında yer alan çok sayıda
pencere, üst yapıyı caminin alt bölümünden tamamen ayrı bir kafes haline sokar.
Ayasofya’ya Eklenen Đki Minare
Sinan’ın Đstanbul siluetine bir başka çarpıcı katkısı, şehrin en büyük camisi sayılan
Ayasofya’ya II. Selim döneminde iki minare daha eklemesi olmuştur. Hadika’da “Sultan
Selim sani dahi dokuz yüz seksen bir (1573) senesinde iki kebir minare bina eyleyüb ve cami
etrafına sedler vaz eylemiştir.”24 diye yazar. Gerçekten de Sinan Ayasofya’yı o yıllardaki
restorasyonunda payandalarla ve kalın iki minareyle destekleyerek yapının günümüze kadar
ulaşmasını sağlarken, Đstanbul siluetinde iki minaresiyle Süleymaniye’nin gerisinde kalan
Ayasofya’yı onunla eşit düzeye getirmişti. Selim için bir şaheser olarak inşa ettiği cami
Edirne’de olduğu için ve tüm padişahlarla birinci dereceden yakınları sur içi Đstanbul’a
gömüldüğü için Selim’in türbesini de işte buraya, iki minare eklediği Ayasofya’nın bahçesine
inşa etmişti.
4. Ayrım: Siluetteki Son Rötuşlar
Sinan’dan sonra Đstanbul silueti büyük oranda son halini almıştı. Artık sur içinde büyük
bir cami yapmak için uygun bir yer kalmamış, tepeler dolmuştu. Ancak istimlâkler ya da
23
24
Doğan Kuban, Đstanbul Yazıları, s. 129
Hafız Hüseyin Ayvansarayi , Hadikatül Cevami, Đşaret Yay., s. 42
12
deprem, yangın gibi büyük felaketler geniş çaplı bir külliye inşaatına olanak verebilirdi. Öyle
de oldu: Bugün gördüğümüz siluetteki son rötuşlar, daha önce var olan yapıların yerine 17. ve
18. yüzyılda yenilerinin yapılmasıyla gerçekleşti. Bu sayede birinci ve ikinci tepeye birer
saltanat camisi eklendi, şehrin limanındaki kıyı siluetiniyse Rüstem Paşa Camisi’nden daha
büyük bir külliye tamamladı.
Bu son ayrımda siluetteki son değişiklikleri üç büyük külliye –Sultanahmet, Yeni Valide,
Nuruosmaniye- üzerinden takip edeceğiz ve başladığımız yerde -Fatih Külliyesi’ndeyapıların dilinden dinlediğimiz Đstanbul tarihine buradaki son noktayı koyacağız.
Sultanahmet Külliyesi
Osmanlı’nın aleyhine olan Zitvatorok antlaşmasından sonra Sultan I. Ahmet, sarsılan
otoritesini yeniden tesis etmek için gösterişli bir cami yaptırmayı uygun görür. Ancak daha
önce yapılan saltanat camilerinden farklı olarak ne kazanılan bir zafer, ne de bundan elde
edilen ganimet vardır. Caminin masraflarının devlet hazinesinden karşılanacak olması
ulemanın tepkisini çeker. Cami tamamlandıktan sonra da bu tepki sürer ve “Yeni Cami”
(Eminönü’ndeki Yeni Cami yapılana kadar Sultanahmet bu şekilde anılıyordu) protesto edilir
ve ulema bu camiye gitmez.
Đnşa edilecek yeni cami için seçilen yer son derece önemlidir. Her şeyden önce
Ayasofya’nın –en eski saltanat camisinin- tam karşısına yapılır ve Đstanbul’un daha önceki
camileri gibi Sultanahmet de Justinianus’un bu anıtsal yapısıyla -kubbe çapında olmasa bile
görkemde- boy ölçüşmeyi amaçlamaktadır.
Sultanahmet Bizans’ın Büyük Saray’ının kalıntıları üzerine, Atmeydanı olarak bilinen
Hipodrom’un önünde açılan alana yapılır. Galata’dan da görünen bu yapı esas olarak
Marmara’dan izlenmek için yapılmıştır. Deniz yoluyla Đstanbul’a gelenleri Ayasofya’yla
birlikte altı minareli bu yeni abide karşılar.
Aslında külliyenin yapılacağı alan boş değildi, tam tersine birçok sadrazam ve paşanın
sarayı bu bölgede inşa edilmişti. Külliyeye yer açmak için bu sarayların çoğu yıkılmak
zorunda kaldı. Bunlardan geriye bugün yalnızca Đbrahim Paşa Sarayı kalmıştır.
Sultanahmet Külliyesi’nde görülen bazı yenilikler de vardır:
- Hünkar kasrı ilk defa inşa ediliyor.
- Yüksek bir subasman üzerine inşa ediliyor.
- Altı minareli ilk ve tek camidir.
- Taşıyıcı fil ayakları silindirik şekilleriyle dikkat çekiyor.
- Avlu duvarları dışına da revak inşa ediliyor. Abdest muslukları buraya taşınıyor.
- Minare gövdelerinde silmeler ortaya çıkıyor.
- Đçeride çini kullanımı en yüksek boyuta ulaşıyor. (Toplam 21043 adet çini kullanılmış)
- Yarım kubbelerden sonra iki yerine üç çeyrek kubbe kullanılıyor.
Yeni Cami
Yeni Cami, diğer saltanat camileri gibi kent siluetinin egemen bir noktasında değildir ve
deniz kenarında yer alır. Adeta limana demirlemiş bir kadırga gibidir. Her gün yüzlerce
geminin girip çıktığı şehrin bu en önemli limanının en büyük ve yerinden hiç ayrılmayan bir
üyesidir. Tıpkı Rüstem Paşa Camisi gibi, yabancı tüccarların ve gezginlerin şehre adım
attıkları bu ilk noktada karşılarına çıkan bir Đslami simgedir.
Yeni Cami, diğer saltanat camileri gibi ne saraya yakındı, ne Divanyolu üzerindeydi, ne
de yapının görünebilirliğini artıracak bir tepeye inşa edilmişti. Ancak seçilen yer, bir liman
bölgesiydi, bu yüzden şehrin önemli girişlerinden biriydi. Daha önce ilk külliyesini Üsküdar
13
rıhtımında yaptıran Mihrimah da benzer şekilde yapının görünürlüğünün ve etkileyiciliğinin
arttığı deniz kenarını seçmişti.
Fetihlerde elde edilen bir ganimet olmaksızın başlanan bu caminin yapımı da tıpkı
Sultanahmet’in yapımında olduğu gibi ulemanın tepkisini çekmişti. Ancak külliyenin yer
seçimi, akla bir başka “fethi” getirecek cinstendi. Eminönü bölgesi gayrimüslimlerin yoğun
olarak bulunduğu, Bizans döneminden beri Yahudi’lere ev sahipliği yapan bir yerdi. Đnşaat
gerekçesiyle istimlâkler yapılarak buradaki Yahudiler şehrin başka bölgelerine sürülmüş, bu
sayede şehrin önemli liman bölgelerinden biri Đslamlaştırılmıştı.
Külliyenin yer seçimindeki bir başka etmen de bölgenin yüksek ticari potansiyeli olmalı.
Liman olması açısından zaten büyük önem kazanan alan yoğun bir alışveriş trafiğinin
yaşanması ve gümrüğün burada olması sebebiyle de hem Safiye Sultan’ın hem de Hatice
Turhan Sultan’ın ilgisini çekmiş olabilir. Külliyenin en önemli öğelerinden Mısır Çarşısı, bu
konumun sağlayacağı avantajlar düşünülerek inşa edilmiş olmalıdır.
Cami iki farklı padişah döneminde (III. ve IV. Mehmed), iki farklı valide sultan
baniliğinde (Safiye Sultan ve Turhan Sultan) ve üç farklı mimar tarafından (Davud Ağa
[1697], Dalgıç Mehmed Ağa [1697 (?)-1603], Mustafa Ağa [1661-1663]) inşa edilmişti.
Caminin yapımı başlatıldığında padişah olan III. Mehmed gibi, yapının inşasını durduran I.
Ahmet’ten sonra gelen dört padişahın (II. Osman, I. Mustafa, IV. Murad ve Đbrahim) Đstanbul
siluetine katkıda bulunacak anıtsal camiler inşa ettirmemiş; bu caminin tamamlanması ancak
IV. Mehmed zamanında mümkün olmuştur.
Deniz kenarında, bu büyüklükte bir kâgir yapının temelinin kızılması, 23 Ağustos 1597
tarihinde temel atılmasına kadar sürmüş olmalıdır. Yenicami'nin ilk tasarımını yapan Davud
Ağa, temelin atılmasından kısa bir süre sonra vebadan ölmüştü. Ondan sonra hassa mimarbaşı
olan Dalgıç Ahmet Ağa'nın zemin seviyesine kadar çıkmış yapıyı ne kadar zamanda
tamamladığını bilmiyoruz. III. Mehmed'in camisinin yapılmasında önemli bir rolü olan annesi
Safiye Sultan’ın 1603’te ölmesinden sonra I. Ahmed, inşaatın devamını istememiştir. Caminin
1603’te bitirilememiş olması, devletin o sırada bu masrafı yapamamasına bağlanabilir. Cami
inşaatı durdurulduğu zaman yapı ibadet mekânının zemine ve pencere altlarına kadar
yükselmiş bulunduğu yazılmıştır. 1660'taki Eminönü yangınında, yanda kalmış caminin
çevresinde yeniden oluşmuş Yahudi mahallesi yandığı zaman, IV. Mehmed'in annesi Turhan
Sultan, inşaatın tamamlatılmasını üzerine almıştır. Safiye Sultan'ın döneminde olduğu gibi
valide Hatice Turhan Sultan da saltanat imgesini güçlü tutmaya çalışan kadınlar saltanatının
mensuplarındandır.25
Planı Şehzade’yle hemen hemen aynı olan Yeni Cami’de üst yapının özgün
kompozisyonu ve Şehzade’yle Sultanahmet’ten çok farklı oranları, yapının son mimarı
Mustafa Ağa’nın başarısıdır. Yapının en önemli öğelerinden biri olan hünkâr rampası ve
hünkâr kasrı da Mustafa Ağa’nın eseridir. Sultanahmet’te ilk kez kullanılan bu öğe Yeni
Cami’de üstü kapalı hale getirilmiştir.
Yeni Cami iç süslemesi, tıpkı kıyıdaki komşusu Rüstem Paşa’da olduğu gibi kemer
üzengilerine kadar yükselir ve ondan sonraki en yoğun çini kaplamalı süslemedir.
Nuruosmaniye
Nuruosmaniye Külliyesi ele alınırken ilk yapılması gereken, 18. yüzyılda Osmanlı’da
yaşanan değişimleri irdelemek olmalı. Çünkü böylesi yenilikçi bir yapının ortaya çıkması tek
başına bir mimarın ya da onu yönlendiren padişahın isteklerinin sonucu değildir. Batıdan esen
değişim rüzgârları Osmanlı kültürünü ciddi olarak etkiliyor, mimari de bu değişimden payını
fazlasıyla alıyordu.
25
Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, s. 370
14
Batıyla etkileşimin giderek arttığı ve bunun etkilerinin en başta sosyal, askeri ve mali
alanlarda görüldüğü bir yüzyıldır 18. yüzyıl. Fakat bu, daha önceki yüzyıllarda yaşananların
bir sonucudur, tek başına bu dönemde olup biten bir değişim değildir. 17. yüzyılda yoğunluğu
artan Fransa-Osmanlı ilişkilerinin bir dizi kapitülasyonla meyvelerini vermesi, ikinci Viyana
kuşatmasından sonra Osmanlı’nın yenilmezliğinin sona erdiğini anlaması, 1699’daki Karlofça
anlaşmasının kayıpları Osmanlı’nın batıya bakışını değiştiren olayların en önemlileriydi.
Osmanlı Batı’yı kendinden daha aşağıda görme refleksini artık bir tarafa bırakmış, özgüvenini
kaybetmeksizin kendini onunla eşit seviyede konumlandırmaya başlamıştı. Bunun somut bir
sonucu, Avrupa ülkelerine gönderilen elçilerdi. Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in ünlü Fransa
seyahati, her iki tarafın birbirine bakışını değiştiren bir kilometre taşıydı. Gözlemlerini
aktardığı seyahatnamesi, Osmanlı’nın “öteki”yi değerlendirişindeki değişimi çarpıcı bir
şekilde veren ve etkileri derinlemesine olan bir belgedir.
Böylesine özgün bir caminin yapılmasını olası kılan en önemli etmen belki de banisi I.
Mahmut’tur. Yenilikçiliğiyle tanınan Mahmut bir kitap meraklısıydı; en çok kütüphane
açtıran ve Yalova’da bir kâğıt fabrikası kurduran da oydu. Patrona Halil Đsyanı’yla kapanan
matbaayı yeniden açtırmıştı. Döneminde geleneksek bezemenin yerini rokoko almış, figürlü
resim yapımı da artmıştı. Boğaziçi’ndeki yerleşimlerin yaygınlaşması da I. Mahmut dönemine
denk gelir ve bu baroğa özgü bir nitelik sayılan “sokağa açılma”nın bir uzantısı gibidir.
Dallaway’e göre Nuruosmaniye Camisi’nin yapımına karar veren padişah, şimdiye kadar
yapılan camilerden daha farklı bir yapı ortaya çıkmasını istemişti. Bu nedenle Avrupa’dan
ünlü kiliselerin planlarını getirtmiş ve bunlara benzer bir bina yapılmasını istemiş; ancak
ulemanın karşı çıkması nedeniyle bundan vazgeçmişti.26
Yapının mimarı Simyon (Simeon) Kalfa’nın padişahın bu yöndeki isteğine yanıt
verebilecek dışarıdan gelen bir mimar mı yoksa yalnızca başarılı bir yaratıcı mı olduğunu
bilmiyoruz. Çünkü yalnızca Rum olduğunu bildiğimiz Simyon Kalfa’nın bu sıra dışı
eserinden başka hiçbir eserini bilmiyoruz. Fakat yapının baroğun bu kadar iyi özümsendiğini
gösteren nitelikleri, mimarın Avrupa’daki bu tarzın farkında olduğunu, benzer yapıları
incelemiş olabileceğini düşündürüyor.
Külliye, daha önce Fatma Hanım Mescidi olarak bilinen ve tamire ihtiyaç duyan bir
yapının yerine, ek istimlâkler de yapılarak açılan alana, Ocak 1749-Aralık 1755 tarihleri
arasında inşa edilmiştir. Yapımı sırasında camiyi sık sık ziyaret eden I. Mahmud’un 1754’teki
ölümünden sonra yapı Sadrazam Mehmet Said Paşa tarafından tamamlatılmış ve III. Osman
döneminde açılmıştır. Yapının adının da III. Osman’dan, Osmanlı Hanedanı’ndan ya da
caminin içindeki ışıktan geldiği yönünde rivayetler vardır. Çünkü caminin kubbesinde Nur
suresinin “Allah göklerin ve yerin nurudur.” anlamına gelen 35. ayeti yazılıdır. 27
Cami planında görülen ve bu yapıya mekânsal anlamda barok nitelik de kazandıran en
önemli iki özellik, oval avlu ve poligonal mihrap nişidir. Osmanlı’da bir benzeri daha
olmayan bu avlu gerçekte bir çokgendir ve ortasında bir şadırvanın yer almaması da bu yarı
açık mekâna apayrı bir hava katmaktadır. Sinan’dan beri dışarıya çıkıntı yapmaya başlayan
mihrap nişi içeride bir çokgen şeklinde olmasına rağmen dışarıda bir dikdörtgen şeklinde
algılanıyordu. Ancak ilk kez Nuruosmaniye’de bu öğe, dıştan da oval bir form kazandı.
Yapının genelinde görülen eğrisel biçimler, katlı silmeler, yuvarlak kemerler, S ve C
kıvrımları, pilastrlar (duvara gömülü sütunlar) ve duvarlardaki yön değiştirmeler
Nuruosmaniye’yi barok olarak nitelememizi sağlayacak özelliklerdir. Ayrıntılarda abartılı bir
şekilde karşımıza çıkan dairesel profilli kabartmalar, kartuşlar, akantüs yaprağı, silme
takımları gibi klasik barok motifler de yapının bütünlüklü bir üslupla ele alındığını gösterir.
26
27
Doğan Kuban, Đstanbul Yazıları, s. 153.
Doğan Kuban, Đstanbul Yazıları, s. 153.
15
Yeni Fatih Camisi
III. Mustafa döneminde (1757-1774) yaşanan büyük 1766 depreminde yıkılan cami için 6
Ekim 1766’da Sarım Đbrahim Efendi bina emini olarak atanır. Đlk önce Fatih’in türbesi
yeniden yapılır (27.04.1767). Cami ise 25 Nisan 1771’de (1185 Muharrem’inin Aşure günü)
yeniden açılır.
Yıkılan ilk Fatih Camisi’nin temelleri üzerine; avlu duvarları, kuzeydeki duvar, minare
kaideleri ve mihrap gibi bazı öğeleri aynen kullanarak inşa edilen yeni Fatih Camisi, tıpkı
Sultanahmet ve Yeni Cami gibi Şehzade’nin planını kullanıyordu. Çünkü zamanın ünlü baş
mimarı Mehmet Tahir Ağa’dan istenen, bu tarihi caminin yerine yapılacak eserin yine klasik
üslubu yansıtması olmalıdır.
Yeni Fatih Camisi’nin mimarı bu isteği en azından cami planında hayata geçirse de
ayrıntılarda ve cami içindeki kalem işlerinde döneminin barok ve rokoko etkisinden
kurtulamamıştır. Ne de olsa Mehmet Tahir Ağa Đstanbul’da barok tarzın en önemli ikinci
eserini, Laleli Camisi’ni inşa eden mimardır.
Sonuç
18. yüzyılda Batı’dan esmeye başlayan yenileşme rüzgârları yalnızca yapılara egemen
olan üslubu değiştirmekle kalmadı, yapıların yerlerini de değiştirdi. Barok ve rokokonun
nitelikli pek çok örneği bu yüzyıl içinde hâlâ tarihi yarımada içinde karşımıza çıkarken, Batı
etkisinin ampir üslubuna dönüştüğü ve eserlerin özgünlüğünü yitirdiği 19. yüzyılda bu kez
Boğaz yeni bir yaşamın, daha da önemlisi Osmanlı Sarayı’nın yeni mekânı oldu. Bu yüzden
yeni saltanat camileri Haliç’e ve Galata’ya hâkim olan eski Đstanbul’a değil, şehrin denizle
bağının daha güçlü olduğu Boğaz üstündeki yerleşimlerin çevresine yapılmaya başlandı.
1800’lü yıllara damgasını vuran Balyanlar’ın yaptıkları saraylar, köşkler, kasırlar gibi
Nusretiye Camisi, Dolmabahçe Camisi, Ortaköy Camisi gibi yapılar da Boğaziçi’ni süsler
oldu. Tarihi yarımadadaki saraylarını terk eden padişahların, iktidarlarının simgesi camilerini
gittikleri yeni yerlerde yaptırmaları hiç de şaşırtıcı değildi.
Başka bir deyişle 18. yüzyıldan sonra, camilerin egemen olduğu Đstanbul siluetinde artık
fazla bir değişim beklememek gerekiyordu. Nitekim siluetteki son değişiklik bir camiyle
değil, II. Mahmut zamanında yine bir Balyan tarafından yapılan Beyazıt Yangın Kulesi’yle
gerçekleşti. Serasker Kulesi olarak da bilinen bu yapı, tarihi yarımada siluetine Senekerim
Balyan’ın iki katkısından biriydi. Ünlü Ermeni ailenin bu temsilcisi, siluetteki bir başka
kuleyi, Topkapı Sarayı içindeki Adalet Kulesi’ni yeniden inşa eden kişidir. Aynı ailenin diğer
bir ferdi olan Sarkis Balyan ise Sultan Abülaziz döneminde bu kuleye son halini vermiştir.28
Son iki yüzyılda yaşanan çarpık yapılaşma nedeniyle tarihi yarımada Melchior Lorichs’in
çizdiği ya da Evliya Çelebi’nin gezdiği Đstanbul’dan çok farklı olsa da söz konusu 10 cami
Ayasofya’yla beraber şehrin siluetinde hâlâ egemen konumda. Bizans Konstantinopolis’inden
Osmanlı Đstanbul’una geçişi somutlaştıran bu yapılar, bizlere tarihi farklı bir biçimde
anlatmaya devam ediyor. Yapıların dilini bilmek, bize Đstanbul’u da öğretiyor.
28
Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, s. 418
16
Seçme Kaynakça:
•
•
•
•
•
•
•
•
Doğan Kuban, Đstanbul Bir Kent Tarihi, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
2000
Doğan Kuban, Đstanbul Yazıları, Đstanbul: YEM Yayın, 1997
Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, Đstanbul: YEM Yayın, 2007
Godfrey Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London: Thames and
Hudson, 1971
Gülru Necipoğlu, The Age of Sinan: Architectural Culture in the Ottoman Empire,
Princeton and Oxford: Princeton University Press, 2005
Jale Nejdet Erzen, Mimar Sinan: Estetik Bir Analiz, Ankara: Şevki Vanlı Mimarlık
Vakfı Yayınları, 1996
Reha Günay, Sinan’ın Đstanbul’u, Đstanbul: YEM Yayın, 2006
Wolfgang Müller-Wiener, Đstanbul’un Tarihsel Topografyası, Đstanbul: Yapı Kredi
Yayınları, 2007
17

Benzer belgeler