27 - Devrimci Proletarya

Transkript

27 - Devrimci Proletarya
İşçilerin yaşam hakkı nasıl paketlenip
bankalara satılır?
Başbakan Davutoğlu, yemiyor içmiyor durmaksızın yeni paketler, programlar, planlar, stratejiler açıklıyor. Lütfedip bir paket
de “işçileri iş kazalarından korumak için” açıkladı. Bu paket elinizde patlar!
“İş” denilen eziyeti, “ücret” denilen köleliği, “devlet” denilen banka-borsa-şirket tezgahtarlarını ortadan kaldırmak, kimsenin
kimseye muhtaç ve bağımlı olmadığı, üretim ve yönetim araçlarının kolektif mülkiyet ve denetimimizde olduğu bir dünya
kurmak zorundayız.
'' 6-7
yaşasın
sosyalist
işçi demokrasisi
Sayı: 52 Aralık 2014 1 TL
ÖZLEMLERİMİZ ve MÜCADELEMİZ
BÜYÜYOR!
Bir Tutam Gökkuşağı: Buka Barane
Sımsıkı sarılıyorlar, hiç
tanımadıkları bu insanlara.
5 çocuk, 10 çocuk…100
çocuk oluveriyorlar… Adım
başı çadır var, yüzlerce insan
kalıyor. Küçük bir mahalle
gibi. Kadınlar çadır önlerinde çamaşır yıkıyor, “evlerinin” önünü süpürüyor, bulaşık
yıkıyor, çocuk emziriyor, birbirleri ile konuşuyor. Sayıları az
da olsa erkekler, kümeler halinde sohbetler ediyor. " 2
Gençliğin Direniş ve İsyanları
Mücadelemiz her geçen gün gelişmekte ve
sınıfların, ulusların, cinsiyetlerin olmadığı
özgür bir dünya ufkumuz büyümekte.
insanlığın gelişimi için, uzayı, doğayı, yaşamı
keşfetmek daha da anlamlandırmak için ayak
basacak araçlarımız.
Tüm bu direnişler, mücadelemiz kapitalizm
karşıtlığı eksenin de sosyalizm mücadelesi ile
birleşince asıl kıyamet kopacak. Kapitalislerin
kıyameti olacak ama bu. Bizlerin günü gelecek
o zaman. İnsanlık işte o zaman göğü keşfe
çıkacak.
Rosetta’nın yaptığı gibi daha onlarca yıldıza
Bu mücadele dinamiğini daha da büyütmek
için, işçileri, emekçileri, kadınları…
tüm insanlığı burjujaziye karşı, sömürüye,
talana, tahribata, ezilmişliğe karşı örgütlenmeye ve büyüyen yolumuzda ve genişleyen
ufkumuzda yeni bir yaşam için mücadeleye
çağırıyoruz!
İKM: “Patriarkal Kapitalizme Karşı Mücadeleye!”
Bizlerin özgürlük kelebekleri ekmek paralarını kazanmak için zorla ölüme götürülen
mevsimlik tarım işçileri, sokaktaki tacize karşı sesini kısmayan kadın ve lgbti’ler, Gezi’de
yaşam alanlarının zaptına karşı savaşanlar, özel ve kamusal alanın her yanında her gün
varlık mücadelesi verenler ve emperyalist kapitalist saldırılara karşı boyun eğmeyerek
direnmeyi seçmiş özgürlük savaşçılarıdır. Bizim mücadelemiz her geçen gün gelişmekte
ve cinsiyetlerin olmadığı özgür bir dünya ufkumuz büyümektedir. Bugün, bu mücadele
dinamiğini daha da büyütmek için, kadına yönelik sistematik şiddete karşı bütün
kadınları sokaklara ve büyüyen yolumuzda ve genişleyen ufkumuzda yeni bir yaşam için
mücadeleye çağırıyoruz!
" 12
Son birkaç hafta içerisinde
Meksika’da, Yunanistan’da,
Fransa’da, İtalya’da ve
Mısır’da yeniden yükselişe
geçen öğrenci ve gençlik
eylemlerine tanıklık
ediyoruz. Bu hesaba Kürdistan’da Kobané eylemleri
sırasında sokaklarda militanca dövüşen sayıları on binleri
bulan gençlik kitlelerini de katmak gerekmektedir. Bu
eylemler okul işgalleri, barikat savaşları ve büyük kent
gösterileri şeklinde sıralanıyor.
" 11
15. Yılında, 19 Aralık’a Dair
15 yıl önce, yine böyle
soğuk, coğrafyanın ayaza
kestiği bir günün ilk
saatleriydi. Açlık grevi
ve ölüm oruçlarının en
hafif sonuçlarından olan
halsizliğinde etkisiyle
derin uykudaydık. Sadece
biz, devrimci tutsaklar değil neredeyse bütün ülke
uykudaydı. Sadece biz, devrimci tutsaklar değil
neredeyse bütün ülke uykudaydı.
" 13
2
işçi meclisi
Bir Tutam Gökkuşağı: Buka Barane
Sabah üç…Küçük bir dolmuşla; boyalar, kalemler, kağıtlar, uçurtmalar ve tiyatro için gereken
malzemelerle Suruç’a doğru yola çıkıyoruz.
Kobane’den kaçıp gelen çocukları savaşın yarattığı ağır koşullardan bir anlığına da olsa uzaklaştırma, onlara çocukça bir nefes olma gayesiyle…
Yollar uzuyor, heyecan artıyor, korkular da: “acaba nelerle karşılaşacağız?”
Saat altı…Suruç’a varır varmaz devletin yoğun baskısı bizi sarıyor. Uzun namlulu silahlar,
komandolar, eylemlerde görmediğimiz askeri
araçlar bize “hoşgeldiniz” diyor. Her kamu kurumunun önünde yoğun koruma önlemleri, her yer
asker polis, her yer MOBESE kameraları.
Hava çok soğuk. Isınmak ve karnımızı doyurmak
için çorbacı arıyoruz. Çorbalarımızı içtikten sonra AMARA kültür sanat merkezine varıyoruz.
Tabureleri yatak yapan ve Diyarbakırdan geldiğini öğrendiğimiz arkadaşlar yeni uyanıyorlar.
Kahvaltılarını yapıyorlar ve hummalı bir çalışma
başlıyor. Planlar yapılıyor, ihtiyaçlar belirleniyor,
görevler dağıtılıyor ve işe koyulma vakti! Herkes
bir yerlere dağılıyor, ama yetmiyor, çok insana
ihtiyaç var.
AMARA’daki koşuşturmayı izlerken bizi karşılayacak arkadaşın gelmesiyle çadır kentlere doğru
yola çıkıyoruz. Ilk durak Kobane çadırkenti. Aracımızın çadır kente varmasıyla etrafımız sarılıyor
hemen, küçücük gözler size bakarken minik elleri
ellerinizle buluşuveriyor. Sımsıkı sarılıyorlar,
hiç tanımadıkları bu insanlara. 5 çocuk, 10 çocuk…100 çocuk oluveriyorlar… Adım başı çadır
var, yüzlerce insan kalıyor. Küçük bir mahalle
gibi. Kadınlar çadır önlerinde çamaşır yıkıyor,
“evlerinin” önünü süpürüyor, bulaşık yıkıyor,
çocuk emziriyor, birbirleri ile konuşuyor. Sayıları
az da olsa erkekler, kümeler halinde sohbetler
ediyor. Her aile en az bir yakınını Kobane de
bırakmış. Kobane’de DAİŞ’e karşı savaşanlarda
çocuklarını sevdiklerini ailelerini Suruç’ta bırakıp
gitmişler. Kime dokunsanız bin ah işitiyorsunuz,
bin bela hükümete, DAİŞ’e. Ama bir o kadar da
umut dolular, Kulaklar kobane’den gelecek bir sesi bekliyor. Hem sevdiklerine
hem de evlerine kavuşacak olmanın
umuduyla uyanıyorlar her yeni sabaha…
Ve çocuklar…Savaşın karanlığını
yırtanlar. Çamurdan, tahtadan,
poşetten oyuncakları ile hayallerini gerçek kılanlar. Savaşın
acımasızlığı belki de en çok
onları vuruyor. Kimi okul için
geldiğini düşünüyor çadır
kente kimi ise savaşın farkında, “DAİŞ yüzünden geldik” diyor, kaşları çatık.
Attıkları her adımda oynadıkları her oyunda
dillerinde hep “biji berxwedana Kobane, biji berxwedana YPG” var.
Çadırkentte her türlü ihtiyaç BDP’li belediyeler
tarafından karşılanıyor. Tuvaletler yapılmış ama
su, elektrik, banyo sorunu tam olarak çözülememiş.
Kamplarda iç işleyişi sağlamak için meclisler kurulmuş ve komisyonlar oluşturulmuş.
Sağlık,temizlik, eğitim, güvenlik, yemek, su vs.
Bu komisyonlarda sorunlar konuşuluyor, talepler
ihtiyaçlar BDP’ye, belediyeye bu komisyonlar
aracılığı ile iletiliyor. Ağırlıklı olarak partililer bu
yükü kaldırmaya çalışıyor, sürekli çalışmak için
gelenler de var, bir iki gün için gelenler de var.
Yurtdışından destek olduğu gibi farklı üniversitelerden dönüşümlü gelişlerde oluyor.
ralan bir çadır kentte gösterimler yapılıyor. Hepsinde benzer yaşam mücadelesi. Aynı var
olma hikayeleri. Aynı sloganlar,
aynı umutlar. Bir tarafta
taziye diğer tarafta
tiyatro
gösterisi. “Yaşam da
bizim ölüm de bizim”
diyor bi Kobane’li ihtiyar. “Neredeyse her gün
cenaze geliyor, sayının
düşük olmasına seviniyoruz bazen” diye anlatıyor sevgili Fidan. Her şeyi
bırakmış sınır da bir köye
yerleşmiş, yaklaşık iki
aydır çadır kentlerin düzenlenmesi ile ilgileniyor.
Amara'daki koşuşturmayı
izlerken bizi karşılayacak
arkadaşın gelmesiyle çadır
kentlere doğru yola çıkıyoruz. Ilk durak Kobane çadırkenti. Aracımızın çadır kente
varmasıyla etrafımız sarılıyor hemen, küçücük gözler
size bakarken minik elleri
ellerinizle buluşuveriyor.
Yollarda çok sayıda yerli-yabancı gözlemci görüyoruz. Almanya’da yaşayan göçmen bir Türk
bir ailenin çocuğu ile Erasmus’la İstanbula gelen
Japon bir genç kadın öğrenci. Yaşanılana yakından tanıklık etmek için gelmişler. Fotografçılar,
gazeteciler, yardım getirenler…bir şekilde “sesinizi duyduk” diyenler Suruç’ta sokaklarda dolaşıyorlar.
Saat 12.00…Peşimizde savaşın çocukları tiyatro
gösterisi için uygun bir yer bulunuyor, hazırlıklar
başlıyor. Okul öncesi öğretmeni arkadaş hemen
kaynaşıp bir iki oyun oynatıveriyor, heyecanla
bekleşen çocuklara. Oyun Bûka Baranê; kürtçe
gökkuşağı demek. Ama aynı zamanda bir oyun:
yağmur yağmadan once bir grup çocuk biraraya
gelir, bir ağaç parçasına bir bez sararlar,bu ağaç
parçasını ellerinde sallayarak ev ev dolaşırlar,
evlerden yumurta, buğday, soğan vs herhangi
birşey vermesi beklenir. Çocukken oynadıkları
Bûka Baranê oyunundan esinlenerek kendilerine Teatra Bûka Baranê diyen tiyatro grubunun
hazırlıkları bitince çocuklar içeriye alınıyor ve
gösteri başlıyor. Küresel ısınmanın sebep olduğu
iklim değişikliğini konu alan bir oyun sahneleniyor. Gökkuşağının oluşumu ve tiyatro grubuna
ismini veren Buka Barane oyunu da canlandırılıyor. Savaşın sessiz çığılığı, oyun boyunca çocukların şen kahkahaları ile boğuluyor. Şarkılar,
şiirler, müzikler.. doyasıya olamasa da eğleniyor
çocuklar. Oyun bitiyor ve veda vakti. Çocuklar
peşimizde dolmuşa kadar gidiyoruz, zor olsa da
ayrılıyoruz kentten.
Saat:17.00… gelmişken sınıra gitmemek olmaz.
Ilk sınıra gitme denememiz polislerin bizi geri
çevirmesi ile başarısız oluyor. Sınırda nöbet tutanların kullandığı köy yollarından gidiyoruz
sonrasında. Bir halkı ikiye bölen sınır ışıklarına
doğru yaklaşıyoruz.
Sıra da diğer çadır kentler de ki çocuklar var.
Once Rojava çadır kenti ardından Nejat Ağırnaslı ve Arin Mirxan ve son olarak da yeni ku-
Kızıltepe’den Bir Eğitim İşçisi
Miştenur tepesini ve Kobane’nin belli belirsiz
ışıklarını görüyoruz. Sınırda nöbet tutanlar ısınmak için ateş yakmışlar. Bir çocuk Kobane için
yazılan bir şarkıyı söylüyor:
Kobane iro xemgin e (Kobane bugün üzgündür)
Dişewite, laş bi xwin e (Kanlı bedeniyle ağlıyor)
Heştire çavan dibarine (Gözyaşlarımızı yağdırıyor)
Ax Rojava (Ah Rojava)
Saat: 18.00…Dönüş vakti. Arkamızda Kobane’li
ailelerin umutları, yüreğimizde çocukların ışıldayan gözleri Kızıltepe’ye geri gönüyoruz.
İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 52- Fiyat: 1 TL
Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler
Adres: İstiklal Caddesi Balo Sk. No: 32 Kat. 2 Daire No: 8 Beyoğlu/İstanbul - Email: [email protected]
Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812
Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92
3
işçi meclisi
Çelişiyoruz…
Eşitsizlik kadının fıtratında var” diyen Erdoğan’a karşı “Fıtratımızda ölmek değil, mücadele etmek var…” diyerek kadına yönelik şiddete “artık yeter”
diyen kadınlar onlarca yerde sokağa çıktı. Kadınlardan başta Erdoğan olmak üzere erkek egemen sisteme en anlamlı cevap sokaklardan geldi.
İntihar etmiş bir işçinin kaleminden çıkmış bu
şiir:
Herkes diyor ki
Ben birkaç kelimelik bir çocukmuşum
Bunu inkar etmiyorum
Ama gerçekte
Konuşsam da konuşmasam da
İçinde olduğum bu toplumla
Çelişiyorum
1 milyondan fazla işçinin çalıştığı Foxconn’da, 3
yıl çalıştıktan sonra intihar etmiş Çinli göçmen bir
işçi, Xu Linzi’nin evrensel bir değere sahip şiirlerinden birisi sadece.
Bir işçi nasıl çelişmesin ki bu kokuşmuş kapitalist
düzenle? Sömürünün, yalanın, talanın, yolsuzluğun, yoksulluğun hüküm sürdüğü, işçi, kadın,
LGBTİ vs vs cinayetlerinin hız kesmediği, bu lanet
olası sistemle nasıl çelişilmez ki!
2013’te 237 kadının öldürüldüğü Türkiye’de Kadın
Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun yayınladığı verilere göre, bu sayı 2014’ün ilk 10 ayında
255’e yükseldi. Sadece Ekim ayında 29 kadın katledildi.
İşçi Meclisi’nin bu sayısının sayfalarında bulacağınız birçok haberde ise
cambaza bak oyununu
yemeyen ”Fıtratımızda
ölmek değil, mücadele
etmek var…”şiarını benimseyenlerin eylem ve direnişlerinin yansıması var.
Geride bıraktığımız ayda
pek çok işçi direnişi, eylemi gerçekleşti ve birçoğu
uzun zamandır sürüyor.
Ama en öne çıkan ve anlamı olanları ise işçi ölümleri karşısında işçi güvenliği
talep ettikleri için işten
atılan ve direnişe geçen ve
direnişlerini 100 günü aşkın zamandır sürdüren
BEDAŞ işçileri.
Ve kamuoyunda ses getiren bir diğer eylem de “o
fabrikada örgütlenme, direniş olmaz, Hak-İş’ten
başkası ayak basamaz oraya” denilen Ülker fabriasında sendikalaşma karşısında yaşanan işten
atmalar ve bunun karşısında yaşanan direniş oldu.
Ülker’de sendikanın copu Hak-İş’e işçiler kazan
kaldırdı!
“Eşitsizlik kadının fıtratında var” diyen Erdoğan’a
karşı “Fıtratımızda ölmek değil, mücadele etmek
var…” diyerek kadına yönelik şiddete “artık yeter”
diyen kadınlar onlarca yerde sokağa çıktı. Kadınlardan başta Erdoğan olmak üzere erkek egemen
sisteme en anlamlı cevap sokaklardan geldi.
İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin verilerine
göre ise işçi cinayetlerinde Ekim ayında en az 160,
Kasım ayında en az 123 işçi katledildi. Ermenek’te
katledilen işçi kardeşlerimizin cenazelerine birer
ikişer ulaşılıyor. Acımız her “cenaze çıktı” haberinde tazeleniyor, harlanıyor. Kasım ayında da işçi
cinayetleri durmadı. Antalya’daki patlamada, inşaatlarda, madenlerde katliam sürdü.
Kobane’de direniş sürüyor. Direniş her geçen
gün etkisini artırmaya da devam ediyor. Sadece
Kobane’de değil başta Kürdistan’da olmak üzere
bir çok ülkede Kobane direnişi gündemde. Direniş
desteğini büyütürken bir taraftan da Kürt halkının
mücadelesinin prestijini daha da yükseltiyor.
Kobane’de IŞİD çeteleri karşılaştıkları muazzam
direniş karşısında adım adım geriliyor. Ama IŞİD
hain saldırıları için elini kolunu sallayarak bu sefer de Türkiye sınırlarının içindeki TMO binasını
kullanıyor.
Meksika katledilen 43 öğrenci için ayakta, so-
Dünya İşçi Sınıfı Ayakta
Avrupa’da işçiler hak gasplarına karşı militan sokak eylemleriyle karşılık verdi ve “bu iş bu kadar
kolay değil” dediler. Avrupa’nın başkenti Brüksel’i
tutuşturdu işçiler. Daha büyük eylemler grevler
var sırada diyorlar.
Yunanistan, Şili, Kanada, İngiltere, Fransa ve
Arjantin’de gençler aylar süren kitlesel militan
eylemler içerisindeler.
Ayrıntılı bir küresel direniş raporu da iç sayfalarımızda yer alıyor.
Kapitalizmin inişli çıkışlı bir seyir izleyerek süregiden küresel krizi, toplumsal-siyasal sarsıntıları,
biri bitmeden diğeri başlayan irili ufaklı isyan ve
direniş dalgalarını da tetikliyor.
Ama yeterli değil! Kapitalist sistemi sarsmak ve
yıkmak için örgütlü işçi sınıfının daha fazla eyleme, direnişe, hak mücadelesine ihtiyacı var.
Halen işçi sınıfı, kadınlar, ekoloji hareketleri, ezilen ulus ve ırk, gençler eylemlerinde savunmada,
gelen sadırıları karşılamak ve direniş boyutunda.
Soma’da yüzyıllık zeytinliklerin kökü kazınırken
AKP’li bakan “Zeytini bakkaldan da alırsınız ama
enerji öyle mi ya!” diyerek tepkilere, protestolara
tokat gibi bir yanıt veriyor. Pek çevreci CHP’nin
Yalova Belediye Başkanı da ağaç katliamında bildik bir bahaneye sığınıyor: “On kat fazlasını dikeriz.”
Ama mücadelemiz her geçen gün gelişmekte ve
sınıfların, ulusların, cinsiyetlerin olmadığı özgür
bir dünya ufkumuz büyümekte.
Tüm bu direnişler kapitalizm karşıtlığı ekseninde
sosyalizm mücadelesi ile birleşince asıl kıyamet
kopacak. Kapitalistlerin kıyameti olacak ama bu.
Bizlerin günü gelecek o zaman. İnsanlık işte o zaman göğü keşfe çıkacak.
Amaan boş verin bunları… İşçiler zaten ölüyor,
kadınlar her gün katlediliyor. Ne yapacaksın,
fıtratlarında var. Kobane zaten bizim meselemiz
değil, ağaçlardan da keseriz kesmesine de ama
katbekatını da dikeriz…
Rosetta’nın yaptığı gibi daha onlarca yıldıza insanlığın gelişimi için, uzayı, doğayı, yaşamı keşfetmek
daha da anlamlandırmak için ayak basacak araçlarımız.
Asıl siz Amerika’yı kim keşfetti onu söyleyin! Evet,
hadi bakalım buyurun buna bakın bu sefer de. Bu
ayın cambazı bu!
Biz bunlara bakarken onlar yemiyor içmiyor, durmaksızın yeni paketler, programlar, planlar, stratejiler açıklıyor. Bu sefer de “işçileri iş kazalarından
korumak için” açıkladılar bir paket. Paketin ayrıntılarını iç sayfalarımızda bulabilirsiniz.
Amerika’da siyahi bir gencin polis tarafından
elindeki oyuncak silah yüzünden katledilmesinin
ardından aralarında Washington, New York şehirleri de olan yüzden fazla şehirde eylemler yapıldı, sokaklar tutuştu. Katil polis istifa etti, işbirlikçi
yetkililer özür diledi ama sokakta öfke dinmedi.
Çünkü bu yaşanan ilk cinayet değil ve sahte özürler de ilk değil.
kaklar yanıyor. Devlet ve uyuşturucu çetelerinin
birlikte katlettiği öğrencilerin hesabını soruyor
haftalardır Meksika’da işçi ve emekçiler.
Bu mücadele dinamiğini daha da büyütmek için,
işçileri, emekçileri, kadınları… tüm insanlığı burjuvaziye karşı, sömürüye, talana, tahribata, ezilmişliğe karşı örgütlenmeye ve büyüyen yolumuzda
ve genişleyen ufkumuzda yeni bir yaşam için mücadeleye çağırıyoruz!
4
işçi meclisi
Ülker’e bi halley oluyor
Topkapı’da bulunan Ülker fabrikasında çalışan Ülker işçileri, üyesi oldukları Öz Gıda-İş
Sendikası’nın sorunlarına duyarsız kalması ve
patron yanlısı tutumu karşısında DİSK Gıda İş’te
örgütlendikleri için işten atıldılar.
İşten atılan Gıda İş üyesi Ülker işçileri fabrika
önünde kurdukları direniş çadırında direnişe başladılar.
Ülker’de DİSK bağlı bir sendikada örgütlenmenin
olmasının bile insanları şaşırtığını belirten işçiler
Ülker’in kamoyunda çok yanlış tanındığını beliritİyorlar. “Ülkerde çalışan işçilerin durumunun
çok iyi olduğu, iyi maaşlar aldıkları düşünülüyor
ama aldığımız ücret bin-bin yüz lira, işçi karnını
doyurmak için mesai yapmak zorunda.”diyen işçiler fabrikada sıklıkla iş kazası yaşandığını, ağır ve
gürültülü çalışma karşısında hastalandıklarını da
ekliyorlar.
Ekim tarihinden beri sürüdüren
işçiler direnişi buraya da sıkıştırmıyorlar. Ülker patronlarının korkulu
rüyası haline gelen işçiler her platformda patronlara karşı seslerini
duyurmaya çalışıyorlar.
Ülker patronunun hayatını anlattığı
kitabın imza gününde TÜYAP kitap
fuarında patron karşına dikilen işçiler, patrona soğuk terler döktürdü.
Kitabında “DİSKli günler geri gelmesin” diyen patron, işçilere DİSK’te
ne işiniz var dedi.
İşçiler Ülker’in sahibi Yıldız Holding
önünde de eylem yaptılar. Eylemde
direnişteki işçilerden Birol Cansu
söz aldı ve “Ülker’deki zulme başkaldırdık, Öz Gıda-İş’i, patronun
copudur.”dedi.
Direniş çadırında sohbet ettiğimiz işçiler Ülker’in
hep ülkenin gururu gibi gündemde yer adlığını,
yabancı firmaları satın alarak sektörde 3. büyük
konuma geldiğini ama bunun faturasını kendilerinin ödediğini, Ülkerin işçilerin sırtından palazlandığını belirtiyorlar.
İşçiler Ülker’in Goldivayı alır almaz yaptığı ilk
için işçi çıkartmak ve taşeronlaştırmaya gitmek
olduğunu, Ülker’in devraldığı İngiltere’deki United
Biscuits bünyesinde çalışan işçilerin de hakları için
grev hazırlığında olduğunu aktardılar.
Direnişlerini Topkapı Ülker fabrikası önünde, 27
Patronla yapılan görüşmelerde şimdilik bir sonuç
çıkmadığını belirten işçiler içeride de sendika
değiştirmek isteyen bir çok işçinin olduğunu ama
patronun ve sendikanın baskıları karşıısnda sessiz
kaldıkları aktarırken “Eğer bizim direnişimiz başarıya ulaşırsa bunun arkasıda gelecektir.” diyorlar.
Ülker reklamlarında kullanılan sloganları yeniden
uyarlayan işçiler “Biz sizi mutlu ettik siz bişi işten
attınız” diyorlar.
Ülker işçilerinin ziyaretçileri eksik olmuyor, yoldan geçen işçiler, farklı sendikalarda ve işçi örgütlenmelerinde örgütlü işçiler, kurumlar Ülker
işçisini yalnız bırakmıyor.
İşçiler gün boyunca Topkapı Ülker Fabrikası
önündeki çadırdalar ve sıcak çayları ve sohbetleri
ile dayanışma ziyaretlerini bekliyorlar.
Kızıltepe’de kadına şiddet protesto edildi
BEDAŞ’ta DİSK Enerji-Sen üyesi işçiler can
güvenlikleri tehlikede olduğu için işçi sağlığı ve
iş güvenliği önlemlerini talep ettiler; 6331 Sayılı
yasanın 13.maddesine göre çalışmama haklarını
kullandılar. Bunun üzerine BEDAŞ işvereni KolinLimak-Cengiz (CLK) şirketleri Avcılar’da 26 işçiyi
işten çıkardı…
Direnişin ilk 85 gününü Avcılar BEDAŞ önünde sürdüren işçiler direnişlerini Taksim BEDAŞ
önüne taşıdılar. İSİG Meclisi de bugün direnişteki
işçileri ziyaret etti. Saat 18.30’da direniş çadırına
gelen İSİG üyelerini işçiler sloganlar ile karşıladı.
Karşılıklı atılan sloganların ardından İSİG Meclisi
üyesi bir doktor konuşma yaptı.
Konuşmasında ”İşçi sınıfının verdiği mücadeleler
ortada ama işçi sağlığı için verdiğimiz bu mücadele
onlarca işçinin katledildiği bu dönemde çok anlamlıdır” dedi. Doktor açıklamasının devamında
“Çapa direnişinden sizlere selam getirdim. Direnişiniz direnişimizdir. Bu daha başlangıç mücadeleye
devam diyoruz” dedi.
Daha sonra İSİG adına söz alana Murat Çakır
“Enerji-Sen’in bizler için ayrıca bir önemi var.
Enerji-Sen’in örgütlenme dönemi ile İSİG Meclisinin örgütlenme dönemi paralel ilerlemiştir.
Bu ülkede işçi sağlığı ve güvenliğini böylesine
içselleştiren bir sendika olması açısından
ayrıca önemlidir.” dedi. Çakır konuşmasını
“İşçi sağlığı önlemlerini en iyi işçi sınıfının
alabileceğini biliyoruz. Bunu sizler gösterdiniz.
BEDAŞ işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda
bir sembol haline gelmiştir. Bu nedenle BEDAŞ
kazanırsa işçi sınıfı kazanacaktır.” diye bitirdi.
Çakırın konuşmasının ardından eylemciler “İş kazası değil bu bir cinayet” sloganını
yükselttiler. Çakır’ın konuşmasının ardından
direnişteki işçiler söz aldılar. İşçilerden biri
konuşmasında, 21 Temmuz’da Avcılar ve
Taksim’de gerçekleştirdikleri yürüyüşlerini
aktardı. Bu yürüyüşün amacının Soma’da yaşanan katliamın BEDAŞ’ta da yaşanmaması
olduğunu dile getirdi.
Ayrıca işçiler bir enerji işçisinin yaşama
hakkı için olmaz ise olamaz yanmaz elbise,
yanmaz ayakkabı, kontrol kalemi gibi işçi sağlığı ve
güvenliği malzemelerini ve önlemlerini almalarını
istediklerini ve bu yüzden işten atıldıklarını söylediler.
Çünkü bunlar patronlar için çok büyük maliyet
gerektiriyordu. “Bu maliyet yerine patron bize
ölmek için çalışın, yaşamak istiyorsanız işten
atıyorum dedi” diyerek sözlerini sonlandırdı.
İşçiler, eylemlerinin bu mücadeleyi kazanana kadar
devam edeceğini söylediler. İşçiler direnişin artık
onlar için bir yaşam biçimi olduğunu söylediler.
Şimdiye kadar birçok kurumun kendilerini yalnız
bırakmadığını ve şimdiden sonra da kararlılıkla
devam ettirdikleri direnişleri sonuçlanıncaya kadar
destek beklediklerini dile getirdiler.
Eylem “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber
ya hiç birimiz” sloganı ile bitirildi. Ayrıca eylem
boyunca “BEDAŞ işçisi köle değildir”, “Sermayeye
teslim olmayacağız” sloganları atıldı.
5
işçi meclisi
Metal’de uzlaşmazlık ve uyarı
eylemleri
Metal patronları sendikası
MESS ile DİSK Birleşik Metalİş arasında 150 bin civarında
işçiyi ilgilendiren metal iş
kolu 2014-2016 dönemi Grup
TİS görüşmeleri 15 Eylül’de
başladı. 6 Kasım’da görüşmeler
uyuşmazlıkla sonuçlandı. TİS
görüşmelerinin başlamsı ile birlikte Birleşik Metal-İş üyesi metal
işçileri işyerlerinde uyarı eylemlerini başlattı.
Birleşik Metal-İş’te örgütlü
metal işçilerinin TİS sürecine
yine önünde ki bir çok engel ile
birlikte giriyor. Sendika bürokrasisi, patron sevdalısı hükümet,
en azgın patron örgütü MESS ve
sendikadan çok patronlara insan
kaynakları hizmeti veren patron
dostu Türk Metal Sendikası.
6 Kasım’da Grup Toplu İş
Sözleşmesi sürecinde 60 gün-
lük yasal sürenin son
gününde yapılan görüşme
uyuşmazlıkla sonuçlandı.
TİS görüşmelerinde MESS’le
uyuşmazlık zaptının
tutulmasının ardından
Birleşik Metal-İş sendikası
uyarı eylemlerine devam ediyor. MESS kapsamındaki SİO,
Yücel Boru, Entil Hapalki,
Demisaş, Bosal Mimaysan,
İzmir Mahle, Alstom, ABB
ve Isuzu, Ankara’da Başöz
Enerji, Gebze’de Kroman
Çelik, Mersin’de Çimsataş,
Bursa’da SCM ve Prysmian
fabrikalarında metal işçileri eylemler gerçekleştirdi.
MESS, toplu iş sözleşmesinin
yürürlük süresinin 3 yıl, ücret
zamlarının ise ilk 2 yıl 6'şar aylık
enflasyon oranında olmasını, 3.
yıl için enflasyon üzerinde bir
zam düşündüklerini belirtirken
bayram, izin ve yakacak ödemeleri konusunda ise yıllık enflasyon oranı civarında teklifler verdi.
Birleşik Metal’in cevabı ise 3
yıllık bir sözleşmenin ve enflasyona endeksli bir ücret
zammının hiçbir şekilde kabul
edilmeyeceğini, bildirdi ve kendi
teklifini yineledi.
Birleşik Metal-İş Sendikası,
metal patronlarının örgütü
MESS ile sürdürdüğü sözleşme
sürecinde birinci altı ay için
ücret zammının yapılmasından
önce ücretlere tamamlama ve
Cezaevlerinde çok okumak artık yasak!
iyileştirme istiyor.
Sendikanın birinci altı ay için
zam talebi şöyle: Saat ücreti 5,58
TL’nin altında olanların ücretleri
5,58 TL’ye tamamlandıktan
sonra, 8,97 TL’yi geçmemek
üzere 40 kuruş iyileştirme yapılır.
Bu tamamlama ve iyileştirme
işleminden sonra tüm işçilere
yüzde 5 artı 105 kuruş zam
İkinci ve dördüncü altı aylarda bu zamların yüzdeli olarak
uygulanması, üçüncü altı ayda ise
enflasyon artı 2 puanlık oranın
10,52 katsayısı ile çarpıldıktan
sonra maktu zam yapılması
isteniyor. Ayrıca; sosyal ödemelerin (bayram, izin, yakacak vb.)
asgari ücretle kıyaslandığında
ciddi bir erime ile karşı karşıya
olduğundan hareketle var olan
tüm sosyal ödemelerin yüzde
30 oranında artırıldıktan sonra
asgari ücret gün sayısıyla ifade
edilerek erimenin önüne geçilmesini öneriyor. Sendikanın bir
diğer teklifi ise, haftalık çalışma
sürelerinin 45 saatten 37,5
saate düşürülme, dinlenme
molalarının çalışma süresinden sayılması ve yıllık izin
sürelerinin uzatılması başlıkları
altında çalışma sürelerinin
kısaltılmasıyla ilgili.
Sendika, vergi dilim artışlarının
işverenler tarafından
karşılanmasını, yıl içinde işçilerin
ücretlerinde vergi dilim artışı
nedeniyle eksilme olmamasını
Adalet Bakanlığı’nın aldığı yeni bir kararla
cezaevlerine gazete ve dergi girişi geçtiğimiz
günlerde yasaklandı!
Sincan F tipi 1 No’lu cezaevinde 17.11.2014
günü kapalı görüşe çıkacak olan tutsaklar,
sabah saatlerinde yapılan anonsla, cezaevine
gazete ve dergi girişinin yasaklandığı haberini aldılar.
Cezaevinde yapılan anonsta tutsaklara,
cezaevine giren siyasi ve sürekli yayınların
“Cumhuriyet’in değerlerine ve Atatürk’ün
ilkelerine zarar verdiği” gerekçesi sunuldu.
Ancak siyasi ve siyasi olmayan bütün dergi
ve kitapların cezaevlerine girişi yasaklanmış
durumda.
Devrimci tutsaklar ise bu haklarının ellerinden alınamayacağını belirterek bu haklarını
geri kazanmak için her şeyi yapacaklarını
belirtiyorlar.
Açlık grevlerinin önümüzdeki günlerde
başlayabileceğini belirten tutsaklar, devletin
her geçen gün artan tecrit terörünü bozmak
için ellerinden ne gelirse yapacaklarını belirttiler.
Ankara’da ”Beyaz Yakalı İşçiler” paneli gerçekleştirildi
29 Kasım Cumartesi günü EMO’da ”Beyaz
Yakalı İşçiler” girişimi ”Anlatılan Senin Hikayendir” çağrısıyla bir panel – forum etkinliği
düzenlendi. Etkinliğe katılım oldukça yoğundu.
İki bölümden oluşan panelin ilk bölümünde
panelist olarak Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir ve Prof. Dr. Metin Özuğurlu yer aldı.
Gamze Yücesan Özdemir’in ”Beyaz Yakalıların
Sınıfsal Konumu ve Dönüşümü” başlığıyla
yaptığı sunumda; son dönemde beyaz yakalılar
üzerine yapılan tartışmalarda, orta sınıf mı
prekarya mı sorunsalına net bir ifade ile beyaz
yakalıların işçi sınıfının bir bileşeni olduğu ve
aslında ortaya atılan sınıf dışı kavramların bilinç
bulanıklaşmasına yol açtığı ve bu kavramların
kullanılmamasının gerekliliğini belirtti. Yaşam
tarzı, kimlikler, gelir düzeyi gibi yaklaşımlar
üzerinden sınıf konumlarının ele alınamayacağı,
yaşam alanını ihmal etmeden sınıfların üretim
ilişkilerindeki konumlarla tanımlanması
gerektiğini somut örneklerle ortaya koydu.
Sınıfın geleneksel ve yeni katmanlarının her
birinin özgül sorun ve dinamikleri olmakla
birlikte, yalnızca dar ekonomik-sendikal
yaklaşımla ele alınamayacak, işçi sınıfının “irade
güvencesizliği” sorununa çözüm üretecek politik
bir perspektif doğrultusunda sınıf bütünlüğünü
oluşturması gerektiğini vurguladı.
Metin Özuğurlu ”Beyaz Yakalıların Örgütlenme
Biçimleri” başlıklı sunumunda, geniş çaplı yeni
proleterleşme
süreçlerini
değerlendirdi.
Herşeyin
metalaşmasıyla
birlikte asıl
işgücünün
daha geniş çaplı
metalaşmasının
temel çelişki
eksenini ortaya
çıkardığını ve
örgütlenme
sorununun da
bu zeminde
ele alınması
gerektiği
vurguladı.
Sunumların
arkasından etkinliğe katılan farklı sektörlerden
beyaz yakalı işçilerin soruları, yanıtlar ve deneyim aktarımları ile ilk bölüm tamamlandı.
İkinci bölümde alanda örgütlenme çalışması
yürüten Çağrı Merkezi Çalışan Derneği,
Bilişim Çalışanları Dayanışma Ağı ve
Beyaz Yakalı İşçiler Platformu kısa sunumlarla alan çalışmalarına dönük deneyimleri
ve karşılaştıkları sorunları anlattılar. Daha
sonra salondaki işçilerin katılımıyla, sorunlar, çözüm önerileri, deneyimler bir foruma
dönüştürüldü ve birlikte tartışıldı. Forumda,
beyaz yakalı işçilerin ayrıcalıklarının kalıp
kalmadığı, performans, prim, denetim sistemleri,
iş saatleri dışında da çalışma, borçlar sorunları
paylaşıldı. Sendika, dernek, platform gibi
örgütlenme biçimleri ve deneyimleri konuşuldu.
Tartışmaların odaklandığı temel konulardan biri,
çok sayıda yeni örgütlenme girişiminin ortak
mücadele sorunları oldu.
Platform tarzı örgütlenmelerin, beyaz yakalı
işçilerin çalışma dışı zaman, bizzat işyerlerinde
örgütlenme, daha hedefli ve planlı bir faaliyet
yürütebilme, uzmanlaşmış deneyimli kadro
yetiştirme gibi sorunları konuşuldu.
6
işçi meclisi
İşçilerin yaşam hakkı nasıl
paketlenip bankalara satılır?
Başbakan Davutoğlu, yemiyor içmiyor
durmaksızın yeni paketler, programlar, planlar, stratejiler açıklıyor. Lütfedip bir paket
de “işçileri iş kazalarından korumak için”
açıkladı.
Bu paket elinizde patlar!
Paketin değerlendirilmesine sınıf bilinçli işçilerin sorması gereken temel sorularla
başlayalım:
Pakette, çalışma koşullarının bizzat işçilerin
bağımsız seçeceği işçi komiteleri tarafından
denetlenmesi hakkı var mı? Hayır, yok!
Pakette, işyerlerinde sağlık riski olduğunda,
işçilerin tüm hakları korunarak ve işten
atılmadan, risk kalkıncaya kadar toplu iş
bırakma hakkı var mı? Hayır, yok!
Pakette, işçilerin patron ve devletten bağımsız
örgütlenme, sendika seçme, sendika kurma
hakkı var mı? Hayır, yok!
Pakette, başta tehlikeli işler olmak üzere,
işyerlerinin toplumsal denetimine açılması var
mı? Hayır, yok!
Pakette, işyeri denetim raporlarının kamuoyuna
açılması var mı? Hayır, yok!
Pakette, iş cinayet ve meslek hastalıklarının
yaşandığı işyerlerinin patronlarının, patronluktan men edilmesi, sermayelerine el konulması,
hapis cezalarının ağırlaştırılması var mı? Hayır,
yok!
Pakette, iş cinayetlerine karşı yasalardaki göstermelik yükümlülüklerini bile yerine getirmeyen,
başbakan, bakan, belediye başkanı, müfettiş,
yönetici, bürokrat vblerin derhal istifa etmesi,
hükümet iznine bağlı olmadan, işçi aileleri ve
halka açık mahkemelerde yargılanmaları gereği
var mı? Hayır, yok!
Pakette, işçileri korumaya dönük teknolojik
standartlar, üretim ve çalışma hızı üst sınırı gibi
şartlar var mı? Hayır, yok!
Pakette, taşeronluk, güvencesizlik, rödovans
gibi neoliberal despotik kölelik biçimlerinin
kaldırılması var mı? Hayır, yok!
Pakette, tam kapsamlı bir işçi sağlığı ve güvenliği
yasasının, sınıf bilinçli işçi temsilcilerinin,
katledilmiş işçilerin ailelerinin, meslek örgütlerinin doğrudan katılımıyla çıkarılması ve
uygulanması var mı? Hayır, yok!
Pakette, iş cinayetlerinin 5 katı düzeyindeki
meslek hastalıklarından ölümler, 40 katı
düzeyinde kalıcı fizik, psikolojik ve zihinsel
sakatlanmalara karşı herhangi bir düzenleme var
mı? Hayır, yok!
Pakette, işçilerin ücretlerinde azalma olmadan
çalışma sürelerinin haftada 5 gün, günde 6 saatle
sınırlandırılması, erken emeklilik ve yıpratıcı iş
tazminatı hakkı var mı? Hayır, yok!
Pakette, işyeri hekimi, (iş değil) işçi sağlığı
ve güvenliği
uzmanı, sosyal
hizmet uzmanların
gerektiğinde iş durdurma dahil (patronun
izni gerekmeden) kesin
yetki sahibi olmaları,
ücretlerinin patron
değil devlet tarafından
ödenmesi, işçilere
düzenli bilgi ve hesap
vermesi, gibi konular
var mı? Hayır, yok!
Bir paketin psiko-neoliberal-patolojisi
Bunların olmadığı bir
paket, işçileri sermayenin kar ve kan
güdüsünden korumuş
olmaz. Sadece
patronları ve hükümeti
iş cinayetlerine karşı büyüyen toplumsal tepkiden korur!
Bu bir neoliberal reform paketidir. Neoliberal
reformların sosyal reformlardan farkı, işçiler
için göstermelik ve biçimsel bir iyileştirme
bile içermemesidir. Tekelci sermaye karlılığını
artırma ve neoliberal piyasayı büyütmeyi hedeflemesidir. Görelim:
Paketin, en kritik halkası, maden şirketlerine
çalıştırdığı işçilere hayat sigortası yaptırma
zorunluluğu getirilmesi. Böylece madenlerin
denetimi de özel sigorta şirketlerine, yani büyük
bankalara devredilmiş oluyor. Davutoğlu
inanılmaz bir pişkinlikle şunları söylüyor:
“Fizibilite yaptırdık. Makul görünüyor. Hayat
sigortasının işverene getireceği yükle, muhtemel
kazanın getireceği yük karşılaştırıldığında hayat
sigortası daha sağlıklı ve daha az maliyetli. Böyle
olursa özel sigorta şirketleri de denetim yapmak
durumunda.” (Hürriyet, 13 Kasım 2014)
Tüm işçiler bu sözleri kesip saklamalı, günde
3 kez okuyup, kapitalizm denilen hisseli
alçaklıklar sistemine karşı sınıf kinlerini daha
bir bilemeli. Başbakan efendi, işçilerin can
güvenliğinin pakette esamisinin okunmadığını,
tüm meselenin “iş kazalarının” patronlara
getirdiği maliyet artışını azaltmak olduğunu,
nazikçe itiraf ediyor!
bankalarÖzel Hayat Sigortası, bizim hayat
hakkımızın gaspı üzerinden bankalara 10 milyarlarca dolarlık yeni bir kar piyasasıdır!
Hayat sigortası üzerinden, bankalara muazzam bir yeni kar alanı açılıyor. İşçilerin canları,
banka-borsa ve maden tekelleri arasında kar ve
kan pazarlığına havale ediliyor. Diyelim ki bin
işçi çalıştıran bir maden patronu, yılda birkaç
yüz bin lira hayat sigortası primi için, bankasigorta şirketleriyle anlaşmaya oturacaktır. Ben
hayat sigortasını sana yaptıracağım ama sen
de beni gözet diyecektir. Banka-borsa-sigorta
şirketi de “risk” hesabını yapacak, diyelim ki,
burada yılda 5 işçi ölürse şu kadar kara geçerim,
30 işçi ölürse zarar ederim, o zaman şu noktada
anlaşalım diyecektir. Biz bunları yazmak zorun-
da kalırken bile midemiz bulanıyor, kusacak gibi
oluyoruz. Sermayenin başbakanı ise, işçilerin
kanı ve canını da bir borsa kumarı, bankasigorta-maden tekellerine yeni bir kar kapısı
haline getirirken o kadar pervasız ki!… İşçilerin
yaşamlarını banka-borsa-sigorta şirketlerine
teslim etmek demek, düpedüz bugünkünden
beter bir mali leş kargalığıdır!
Hayat sigortası, emeğin sosyal korunması ve
sosyal güvenliği ile hiçbir ilgisi olmayan, özel
sigortadır. Özel sağlık, özel emeklilikten hiçbir
farkı yoktur. Banka-borsa-sigorta tekellerini ihya
etmek içindir. Büyük para babalarının işçilerin
hayatları üzerinden kumar oynamasıdır. Aynı
zamanda, “Ulusal İstihdam Stratejisi” çerçevesindeki kıdem tazminatı hakkının gaspedilip özel
banka-borsa fonlarına dönüştürülmesi planına,
sinsi bir geçiş halkasıdır.
Mesleki Yeterlilik Sistemi yeni bir kölelik
prangasıdır!
Paketin diğer bir kritik halkası, “çok tehlikeli
işlerde çalışan 2 milyon 700 bin çalışana mesleki
yeterlilik belgesi alma zorunluluğu” getirilmesi.
Evet bildiniz! “Ulusal İstihdam Stratejisi”nin
(ve eğitimde mali oligarşik Bologna yönergeleri
ve yeni YÖK yasasının) en temel halkalarından
olan “mesleki yeterlilik/performans sistemi”.
Kendini pek uyanık sanan hükümet, neoliberal
despotik kölecilik stratejisinin en kritik “yeterlilik” halkasını, “işçileri iş kazalarından koruma”
kılıfı altında geçirmeye çalışıyor.
Milyonlarca işçi nasıl “yeterlilik belgesi” alacak? Bunun için KPSS’yi mumla aratacak,
işçi yeterlilik sınavları sistemi gibi bir cehennem piyasası oluşturulacak. İşçiler, işe girmek,
girdiklerinde işlerini korumak için durmaksızın
sınavlara girecekler, dershanelere vb avuç
dolusu para dökecekler. Meslek lisesi, meslek
yüksek okulu ve üniversitelerin özelleştirilmesi
hızlandırılacak. “Mesleki yeterlilik belgesi”
pazarlamacılarına dönüşecekler. Diplomaların
hiçbir önemi kalmayacak. Tüm eğitim sistemi,
“mesleki yeterlilik” pazarlamasına, yani teknik
işgücü kölesi yetiştirmeye indirgenecek.
7
işçi meclisi
Paketin bir diğer halkası, rödovans sürelerinin asgari 15 yıla uzatılması. Efendim
neymiş, kısa süreli rödovanslar, patronların
üretim zorlamasına yol açıyormuş. Onun için
geniş geniş, rahat rahat taşeron işçi çalıştırıp
posalarını çıkaracakları tarzda, uzatılıyor.
Madenlerde işçi katliamlarında yaşanan
patlamanın temel sorun kaynaklarından biri,
böylece çözümmüş gibi lanse ediliyor. Maden
patronlarına hazım zorluğu yaratacak biçimde
işçi beden ve ruhlarını birden yutmayıp sindire
sindire çiğnemeleri, tadını çıkararak öldürmeleri için dahiyane bir buluş!
Paket, rödovans bütünüyle başka taşerona
devredilemez diyerek, parça taşeronluğu,
yani taşeron işçiliğini resmileştiriyor ve
kurumlaştırıyor.
Paket, işçilerin korkunç acılarıyla alay etmeyi
sürdürerek, “işveren ölümlü iş kazasında kusurlu bulunursa iki yıl kamu ihalelerinden men
edilecek” diyor. Ne müthiş ceza? O da yıllar
süren davalarda “kusurlu” bulunurlarsa?
İşçilere elektronik göz altı
Paket, bir de maden işçilerine madendeki
“konumlarının eşzamanlı olarak takibi için
birer çip takılması zorunluluğu” getiriyor.
Bu elektronik çiplerin, diyelim ki göçük gibi
durumlarda işçilerin yerlerinin tespit edilmesi
gibi bir anlamı var. Fakat bu çiplerin işçileri
daha sıkı bir elektronik gözetim altına almak,
bir dakika bile soluklanmalarına izin vermemek, daha yoğun ve hızlı çalıştırmak için
kullanılmayacağına kim güvence verebilir?
Bu da, patronu, sermayeyi, idari aygıtı değil
ama işçileri kontrol etme, işçileri daha fazla
köleleştirme zihniyetinin skandal bir diğer
bileşenidir. Yakında tüm patronlar çalıştırdıkları
işçilere birer performans ölçme çipi, bu devlet
de herkese, “hani orda burda kaza geçirirseniz
lazım olur” filan diye bir elektronik gözetim
çipi takma zorunluluğu getirirse şaşırmamak
gerekir.
Paket neoliberal kapitalist alçaklıklar rezalethanesidir
1- İşçilerin kanını ve canını da borsaya tahvil
etmektedir.
2- Banka-borsa-sigorta şirketleri ile maden
tekellerini kaynaştırıp mali sermayeye işçilerin
kanı ve canı üzerinden yeni piyasa yapmak için
hazırlanmıştır.
3- İşçi katliamlarına karşı, patronları, sermayeyi, işyerini değil işçileri kontrol etmek ve
gözaltında tutmak (yeterlilik sistemi, çipler, vb)
mantığına dayalıdır.
4- Patronlara ve devlete hemen hiçbir
yükümlülük getirmez, hatta tam tersine varolan yükümlülüklerini kaldırırken (örneğin
denetim görevini devletten alıp özel sigorta
şirketlerine vermektedir), açıkça cinayetlerin
sorumluluğunu yine işçilere yıkmakta, ve
işçilere çok ağır yeni yükümlülükler ve kölelik
prangaları getirmektedir.
5- Paket, Türkiye tekelci burjuvazisinin dört
gözle beklediği “ulusal istihdam stratejisi”nin
en temel bazı maddelerini ve bir türlü zorunlu
“tasarruf fonu”nu işçi cesetlerinin sırtından
sinsice geçirmek istemektedir.
6- Paket safkan bir neoliberal sermaye, (banka,
borsa, özel sigorta, kar, maliyet, verimlilik,
piyasa vb) zihniyetiyle hazırlanmıştır. Pakette
işçilerin, sosyal canlı insanlar olarak esamisi
bile yoktur. İş katliamları, siyasal bir sorun
değil, sosyal bir sorun değil, hatta ve hatta
teknik bir sorun bile değil, bir para-piyasakar meselesi olarak görülmektedir. Çözüm adı
altında, sorunun ta kendisi olan bu finanspiyasa-kar kanlı çarkını büyütüp yağlamak
dayatılmaktadır.
Ey işçiler birleşiniz, yoksa emek, yoksa gelecek, yoksa dünya mahvolur!
tehlikeli işlerde çalışanlar, bu kokuşmuş ve
kan emici sistemi geçinebilmek için sırtında
taşımak ve her gün yeniden üretmek için zincire vurulmuş olanlar! Çalışma yeteneğimizi 3
kuruşa satmak zorunda kaldığımız yetmiyor,
bu leş kargaları şimdi de can güvenliğimizi
bankalara satmaya kalkışıyorlar. Patronlar tarafından sömürüldüğümüz ve hayvan
muamelesi gördüğümüz yetmiyor! Zaten
gırtlağımıza kadar bizi borçlandırıp ücretimizin artan kısmını soyan bankalar şimdi de
“hayat sigortamız” kılıfında, işyerinde de leş
kargaları gibi “verimliliğimizi” denetlemeye
geliyor. “İş kazalarından koruma” kılıfı altında
bizi daha fazla robotlaştırmak için bir de elektronik gözaltı çipi takmaya kalkışıyorlar. Bizi
öldüresiye sömürmeye doymuyor, bir de üstüne
öldürülmemizin sorumluluğunu bize, bizim
“yetersizliğimize” yıkıyorlar. Ücretli kölelik cehennemi, finansal kölelik cehennemi (bankalara
büyüyen borçlarımız!) yetmezmiş gibi, bir de
bizi özel sigorta şirketlerine bağımlı hale getiriyorlar. O da yetmiyor, bir de “yeterlilik belgesi”
adı altında, birbirimizle canhıraş rekabet içinde
“yeterlilik sınavları” cehennemine köleleştirmek
istiyorlar.
Ey işçiler! Emeğimizi korumak, yaşamımızı
savunmak için bile, bu leş kargalarıyla, banka-borsa-tekeller ile, sermaye ve devletiyle,
bu kölelik sistemi ile savaşmak zorundayız.
Bu leş kargalarını bedenimizden, çalışma
yeteneğimizden, yaşamımızdan, kafamızdan
defetmek zorundayız. Kendimiz için özgür, insanca, bilinçli yepyeni bir yaşam yaratmak için
biraraya gelmek, yaşamımızı ve geleceğimizi
kendi ellerimize almak zorundayız. Kendi
kararlarımızı kendimiz almak, siyasal bir güç,
bir sınıf iradesi olmak zorundayız. “İş” denilen
eziyeti, “ücret” denilen köleliği, “devlet” denilen banka-borsa-şirket tezgahtarlarını ortadan kaldırmak, kimsenin kimseye muhtaç ve
bağımlı olmadığı, üretim ve yönetim araçlarının
kolektif mülkiyet ve denetimimizde olduğu bir
dünya kurmak zorundayız.
Ey işçiler! Maden ve inşaat işçileri, ağır ve
İSİG Meclisi BEDAŞ Direnişini Ziyaret Etti
BEDAŞ’ta DİSK Enerji-Sen üyesi işçiler can
güvenlikleri tehlikede olduğu için işçi sağlığı ve
iş güvenliği önlemlerini talep ettiler; 6331 Sayılı
yasanın 13.maddesine göre çalışmama haklarını
kullandılar. Bunun üzerine BEDAŞ işvereni
Kolin-Limak-Cengiz (CLK) şirketleri Avcılar’da
26 işçiyi işten çıkardı…
işçiler söz aldılar. İşçilerden biri konuşmasında,
21 Temmuz’da Avcılar ve Taksim’de
gerçekleştirdikleri yürüyüşlerini aktardı.
Bu yürüyüşün amacının Soma’da yaşanan
katliamın BEDAŞ’ta da yaşanmaması olduğunu
dile getirdi.
Ayrıca işçiler bir enerji işçisinin yaşama hakkı
için olmaz ise olamaz yanmaz elbise, yanmaz
ayakkabı, kontrol kalemi gibi işçi sağlığı
ve güvenliği malzemelerini ve önlemlerini
almalarını istediklerini ve bu yüzden işten
atıldıklarını söylediler. Çünkü bunlar patronlar için çok büyük maliyet gerektiriyordu. “Bu
maliyet yerine patron bize ölmek için çalışın,
yaşamak istiyorsanız işten atıyorum dedi” diyerek
sözlerini sonlandırdı.
Direnişin ilk 85 gününü Avcılar BEDAŞ önünde
sürdüren işçiler direnişlerini Taksim BEDAŞ
önüne taşıdılar. İSİG Meclisi de bugün direnişteki
işçileri ziyaret etti.
Saat 18.30′da direniş çadırına gelen İSİG üyelerini işçiler sloganlar ile karşıladı. Karşılıklı atılan
sloganların ardından İSİG Meclisi üyesi bir doktor konuşma yaptı.
Konuşmasında”İşçi sınıfının verdiği mücadeleler
ortada ama işçi sağlığı için verdiğimiz bu mücadele onlarca işçinin katledildiği bu dönemde
çok anlamlıdır” dedi. Doktor açıklamasının
devamında “Çapa direnişinden sizlere selam
getirdim. Direnişiniz direnişimizdir. Bu daha
başlangıç mücadeleye devam diyoruz” dedi.
Daha sonra İSİG adına söz alana Murat
Çakır “Enerji-Sen’in bizler için ayrıca bir
önemi var. Enerji-Sen’in örgütlenme dönemi
ile İSİG Meclisinin örgütlenme dönemi pa-
ralel ilerlemiştir. Bu ülkede işçi sağlığı ve
güvenliğini böylesine içselleştiren bir sendika
olması açısından ayrıca önemlidir.” dedi. Çakır
konuşmasını “İşçi sağlığı önlemlerini en iyi işçi
sınıfının alabileceğini biliyoruz. Bunu sizler
gösterdiniz. BEDAŞ işçi sağlığı ve iş güvenliği
konusunda bir sembol haline gelmiştir. Bu nedenle BEDAŞ kazanırsa işçi sınıfı kazanacaktır.”
diye bitirdi.
Çakırın konuşmasının ardından eylemciler “İş
kazası değil bu bir cinayet” sloganını yükselttiler.
Çakır’ın konuşmasının ardından direnişteki
İşçiler, eylemlerinin bu mücadeleyi kazanana kadar devam edeceğini söylediler. İşçiler direnişin
artık onlar için bir yaşam biçimi olduğunu söylediler. Şimdiye kadar birçok kurumun kendilerini yalnız bırakmadığını ve şimdiden sonra
da kararlılıkla devam ettirdikleri direnişleri
sonuçlanıncaya kadar destek beklediklerini dile
getirdiler.
Eylem “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber
ya hiç birimiz” sloganı ile bitirildi. Ayrıca eylem
boyunca “BEDAŞ işçisi köle değildir”, “Sermayeye teslim olmayacağız” sloganları atıldı.
8 işçi meclisi
8
Yeni küresel isyan ve direniş dalgası
Kapitalizmin 7 yıldır inişli çıkışlı bir seyir izleyerek
süregiden küresel krizine, kimisi “büyük durgunluk”, kimisi “büyük depresyon”, kimisi “büyük stagflasyon”, kimisi “kapitalizm tarihinin 4. büyük kriz
dönemi”, kimisi “21. yüzyılın ilk büyük krizi” diyor.
Kesin olan şu ki, dünya 7-8 yıldır genel yükseliş
eğilimini sürdüren toplumsal-siyasal sarsıntılar, biri
bitmeden diğeri başlayan irili ufaklı isyan ve direniş
dalgaları döneminden geçiyor. Gıda isyanları, varoş
isyanları, öğrenci isyanları, fiili kitle grevi dalgaları,
seri genel grevler, genel grev genel direnişler, Gezi
benzeri işgal ve sokak hareketleri, birbirini izliyor.
Bu süreçte dünya çapında, 40'tan fazla 1 milyonun
üzerinde kişiyi kapsayan eylem ve direniş hareketi,
200'den fazla 100 binin üzerinde, binin üzerinde
onbinlerce kişiyi kapsayan eylem ve direniş hareketi
yaşandı. Ve isyan ve direniş
dalgaları birbiri ardına
gelmeye devam ediyor.
işçi meclisi
göçmen işçiler hareketlerinin gelişmesi ve örgütlenmesine itilim kazandırdı. Mısır ve Cezayir’deki grev
dalgaları, bu ülkelerde 2011-13'te doruğa çıkan
isyan ve direniş hareketlerin öncüsüydü. Her biri
büyük beklentilerle girilen neoliberal demokrasinin
seçim sonuçlarına karşı büyük hayal kırıklıkları ve
isyan trendi ise, dönem boyunca İran, Rusya, Hong
Kong, Taiwan gibi çok sayıda ülkede tekrarlandı.
Krizin küresel mali oligarşi ve Wall Street’in
göbeğinden patlamasının hemen arifesinde,
2008 baharında, en büyükleri Bangladeş, Haiti,
Mısır’da olmak üzere gıda isyanları dalgası yaşandı.
Bangladeş, dönem boyunca, konfeksiyon işçilerinin
-sık sık yoksul mahallelerle de birleşen- militan
direniş ve isyanları ile sarsılmaya devam etti. En
Son birkaç hafta içinde,
Meksika, Belçika, Macaristan ve Kürdistan’da
büyük çaplı militan kitle
gösterileri, Burkino Faso’da
isyan ve darbe, Güney
Kore ve İrlanda’da şimdilik
barışçıl büyük kitle gösterileri, Fransa ve İtalya’da
sokak çatışmaları, Çin
ve Hindistan’da yeniden
yükselişe geçen fiili kitle
grevleri, Fransa, Yunanistan
ve Mısır’da yeniden başlayan
öğrenci işgal ve hareketlenmeleri, Filistin-İsrail’de
bir kez daha direniş ve
çatışmalar… yeni bir küresel
isyan ve direniş dalgasının
yükselmekte olduğuna işaret
ediyor. Son küresel direniş
dalgasına ve önümüzdeki
dönem için gösterdiklerine
geçmeden önce, 7-8 yıldır
dünya çapında yaşanan
isyan ve direniş dalgalarını
kısaca hatırlayalım.
Küresel isyan ve direniş
hareketlerinin kriz öncesi
ilk büyük habercileri, Şili’de
lise öğrencilerin kitlesel
işgal ve isyan hareketi,
Fransa’da varoş isyanı,
Mısır’da büyük fiili kitle
grevi dalgaları, Cezayir’de
bir madenci kasabasında
aylar süren militan işçi işgal
ve denetimi, Bolivya’da
El Alto ve Cochabamba
ayaklanmaları, Meksika’da
hileli seçim sonuçlarına
karşı 100 binlerin sokağa
dökülmesi, ABD’de göçmen
işçiler hareketi oldu. (20057) Şili’de öğrenci hareketi
500 bin kişilik eylemlerle
2011'de doruğuna çıktı, yer
yer genel grevlerle birleşti,
halen de 3-4 ayda bir 100
bin kişilik eylemlerle sürüyor. Varoş isyanları Fransa,
İngiltere, İsviçre, Brezilya, Şili, Cezayir’de
olduğu gibi dönem boyunca farklı ülkelerde ortaya
çıkmaya devam etti, ediyor. ABD’de ırkçı göçmen
yasasına karşı 1 milyon göçmenin grev ve boykotuyla başlayan göçmen hareketi ise, dünya çapında
son geçtiğimiz yıl bin işçinin katledildiği konfeksiyon imalat kompleksinin çöküşünün sarsıntıları
devam ediyor. Haiti’deki isyanı ise ABD donanması
doğrudan saldırarak ancak bastırabildi. Temel
tarım ve gıda ürünlerinde 2007'deki görülmemiş
fiyat yükselişleri, 2008 baharında bir dizi ülkede
isyana yol açtı. Tarım ve gıda ürünlerinde benzer bir fiyat yükselişi 2010 yılında tekrarlandı, ve
2011'deki isyan ve direniş dalgalarının, özellikle
“Arap baharının” etkenlerinden biri oldu. En sonu,
içinde olduğumuz 2014 yılında büyük bir kuraklık
ve tarım-su krizi ile birleşen, gıda fiyatları yine
benzer bir yükseliş içinde, etkilerini de yakında
göreceğiz.
Krizin ABD’den patlayıp hızla küreselleşmesiyle
birlikte, ilk büyük isyan Yunanistan’da yaşandı.
2008 Aralık ayında, polisin bir anarşist gençlik
aktivistini -Alexis- öldürmesi üzerine, gençlik
isyanı patladı, ülkede haftalar boyunca işgaller,
sokak ve barikat çatışmaları yaşandı. Gençlik ve
öğrenci isyan ve hareketleri, dönemin önemli
izleklerinden biri oldu. Bazı
ülkelerde kendi başına yığınsal
öğrenci işgal, barikat ve sokak
hareketleri, bazılarında işçi
hareketi veya Gezi tarzı meydan hareketleriyle birleşerek
devam ediyor. Yunanistan,
Şili, Kanada, İngiltere, Fransa,
Arjantin aylar süren kitlesel
militan öğrenci hareketlerinin
yaşandığı ülkeler oldular. Son
haftalarda, Meksika, Yunanistan, Fransa ve Mısır’da yine
öğrenci işgal, barikat, boykot
ve sokak eylemleri dalgası
yayılmaya başladı.
2009 yılı, bir çok ülkede şok
kriz paketleri ve saldırılarının
birbiri ardına açılmaya
başladığı yıl oldu. İlk ekonomik çöküntü ve iflas haberi
İzlanda’dan geldi. Bir gencin
parlamento meydanında
gitarıyla başlattığı protesto,
birkaç gün içinde yüzbinlerin
parlamentoyu kuşatmasına
dönüştü, hükümet düştü,
yeni hükümet geri adım
atmak zorunda kaldı. Aynı
günlerde ABD Chicago’da
başlayan otomotiv işçilerinin
fabrika işgalleri dalgası,
birkaç ayda Kanada, İngiltere
ve İrlanda’da otomotiv ve
yedek parça işçilerinin fabrika işgalleriyle yayıldı.
Güney Kore’de Hyundai’nin
en büyük fabrikasını işgal
eden işçiler, polis ve asker
orduları, helikopter ve panzer
saldırılarına karşı fabrikayı
77 gün boyunca savundular. 2009-11 döneminde
otomotiv-metal sektöründe
fiili grevler dalgası, Çin,
Hindistan, Rusya, Brezilya,
Fransa, Almanya, İspanya ve
kısmen Türkiye’ye yayıldı.
2009'dan itibaren Türkiye
dahil bir çok ülkede, barikatlı
fabrika işgalleri, patron ve
yöneticilerin rehin alınması
yaygınlaşan bir işçi eylemi
biçimi haline geldi. Fransa
yarı sömürgesi iki ada ülkesi
Martinik ve Guadolup’ta, aylar süren fiili genel
grevler ve kitle isyanları birleşti. Fransa’nın asker ve
polis göndermesiyle militan grev ve isyanlar daha
da büyüdü, kemer sıkma paketinin geri çekilmesi ve asgari ücretin artırılması, su faturalarının
indirilmesi, kira fiyatlarının dondurulması, gençlik
için eğitim ve istihdam paketi, işsiz öğretmenlerin
atanması gibi kazanımlarla sonuçlandı. Cezayir’de
1 milyon işçiyi kapsayan fiili militan grevler dalgası
da, ücret artışları, özelleştirmelerin kısmen geri
çekilmesi, büyük çaplı bir sağlık ve sosyal konut programı açılmasıyla, ancak yatıştırılabildi.
Kazakistan’da direnişteki 20 petrol işçisinin polis
tarafından katledilmesi üzerine, ülke bir hafta
boyunca fiili genel grev ve sokak çatışmaları ile
sarsıldı. 2009'un genellikle unutulan önemli bir
halkası da, bölgede Tahrir ve Gezi tarzı hareketlerin habercisi olan, İran’da hileli seçim sonuçlarına
karşı yüzbinlerin sokak ve meydan eylemleriydi.
İsyan ve direniş dalgaları, 2010 yılının sonlarında,
Tunus’ta üniversite mezunu işsiz, tablacılık yapan
genç Bouzizi’nin kendini yakmasıyla, bir kademe
daha büyüdü. 2011'de Tahrir’den Sintagma’ya,
Pourte del Sol’dan Wall Street’e, meydan işgalleri,
büyük çaplı çatışmalı kitle gösterileri, sokak ve
barikat savaşımları tam anlamıyla küreselleşti.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da toplam 30 milyon
kişinin katıldığının tahmin edildiği meydan işgal,
sokak isyan ve hareketleri, Avrupa’da Yunanistan
ve İspanya’da meydan işgal ve sokak isyanları, diğer
pek çok ülkede yine grev ve genel grev dalgaları,
sokak hareketleri, ABD’de Wisconsin eyaletinde
genel grev hareketi, Wall Street’ten başlayıp
yayılan Occupy hareketi, Çin’de 100 binlerce işçinin
çalıştığı kötü ünlü Foxconn’dan başlayıp yayılan
fiili militan göçmen işçi grev ve eylemleri dalgası,
2011'i 2007 ve 2009'dan sonra dönemin daha üst
bir sıçrama noktası kıldı. 2011 yılındaki küresel eylemler dalgası, büyük çaplı siyasal-sosyoekonomik
kazanımlar elde edemese de, Avrupa’da troyka (ABABMB-İMF) merkezli teknokratik hükümetleri
işlemez hale getirdi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da
bir dizi aile oligarşisini sarstı veya düşürdü, tüm
taşları yerinden oynattı, bazı ülkelerde şok kemer sıkma paketlerini yer yer biraz yavaşlatıp
duraksattı. Fakat hepsinden önemlisi, asıl sınıfsal,
toplumsal, uluslar arası daha büyük mücadele ve
sarsıntılarla karakterize olan yeni bir tarihsel dönemin açılışını iyice belirgenleştirdi.
2012 yılı, Ocak ayında Nijerya’da isyan ile açıldı. Nijerya 170 milyonluk nüfusuyla Afrika’nın en büyük
ülkesidir, en büyük petrol ve enerji kaynaklarına sahiptir, ve bir yandan büyüyen sefaletle orta gelişmiş
kapitalizme doğru geçiş yapmaya çalışan bir ülkedir. Halka petrol sübvansiyonlarının kaldırılması
ve büyük çaplı petrol ve enerji zamlarına karşı,
5 gün süren fiili militan genel grev, genel direniş
ve internetten organize olan Nijerya’yı işgal et
hareketinin birleşmesi, onlarca kişinin öldüğü
çatışmalarla ülkeyi ayaklanmanın eşiğine getirdi. Hükümetin zamları kısmen geri çekmesi ve
sendikaların ihaneti ile eylemler sönümlendiyse
de, dönemin işçi ve işgal hareketlerinin birleştiği,
en büyük, en şiddetli isyan ve direniş hareketlerinden biriydi. Nijerya’dan sonra Hindistan’da ve
Portekiz’de, ülke tarihlerinin, ve herhalde dünya
tarihinin en geniş katılımlı genel grevleri yaşandı,
Hindistan ve Portekiz’de genel grevler daha büyük
katılımla 2013'te güncellendi (sırasıyla 15 milyon,
100 milyon, 7 milyon işçi). Her üçünde de genel
grevler sokak eylemi dalgalarıyla birleşti, sendikalısendikasız, taşeron, göçmen, farklı etnik ve mezhepsel kökenlerden işçiler geniş platformlarda bir
araya gelip birlikte hareket etti. Hindistan’da 2012
yılının sonunda, tecavüze karşı bir isyan dalgası
daha yaşandı. Güney Afrika’da en uzun soluklu
madenci grevleri dalgası yaşandı. 40 maden işçisi
dünyanın gözü önünde polis tarafından taranarak katledildi. Bu yeni bir grev dalgası ve sokak
çatışmalarıyla yanıtlandı. İspanya’da madenlerin
9 işçi meclisi
kapatılması kararına karşı, işçi milislerinin el
yapımı bazukalar dahil 1 ay boyunca çatıştığı ve
polisi ve yöneticileri madenlere sokmadığı en
militan işçi işgal ve direnişlerinden biri yaşandı.
Brezilya’da grev sayısı 2008 öncesi yılda 300
civarındayken özel sektörü de kapsayarak genel
bir artış eğilimiyle 2012'de 900'e yükseldi, 2013
Haziran’ın sinyallerini verdi.
Frederich Ebert Vakfının küresel direnişler raporuna göre, dünya çapındaki büyük kitle eylem
ve direnişlerinin sayısı 2006'da 59'dan 2009'da
87'ye 2012'de 160'a yükseliyor. 2013'ün yalnızca
ilk 6 ayı için 111 büyük kitle eylemi sayısı, artışın
sürdüğünü gösteriyor. 2013'ün ikinci yarısından
itibaren ise kitle isyan ve direnişlerinde yeni bir
yükseliş dalgası daha yaşanmaya başladı. Türkiye’de
Gezi, Brezilya, Bulgaristan, 2 kat büyümüş olarak
yeniden Mısır-Tahrir, sonra Slovenya, BosnaHersek’te meydan işgal ve sokak isyanları birbirini
izledi.
2014'ün başlarında Ukrayna, İtalya ve Venezuella’da
bu kez ırkçı, faşist ya da neomuhafazakar akımların
başını çektiği isyan ve eylem dalgaları yaşandı.
Rusya ile Ukrayna savaşın eşiğine geldi, sonuçta
Ukrayna, Rusya hegemonyasında Doğu UkraynaKırım ile ABD-Almanya hegemonyasında Batı
Ukrayna biçiminde fiilen ikiye bölünmüş bir
görünüm arzediyor. Ortadoğu’da bir de IŞİD
çetesi peydah oldu, Musul’u işgal edip önüne
geleni kılıçtan geçirerek yayılmaya başladı,
Kobane’ye dayandı. ABD’de son ara seçimlerde
Obama kongre ve senatodaki tüm inisiyatifini
kaybetti, 2 yıl sonraki seçimleri Cumhuriyetçilerin
ve neomuhafazakarların alacağı şimdiden belli
oldu. Avrupa’da bir dizi ülkede faşist partilerin oy
oranlarında belirgin yükselme, kriz süreçlerinde
toplumsal-siyasal kutuplaşma eğiliminin tipik bir
diğer göstergesi.
Bu arada İskoçya’nın Britanya’dan ayrılma referandumu, az farkla direkten döndü, ancak özerkliğin
artırılması tavizleri kopardı. İspanya’da merkezi
hükümetin yasaklamasına karşın Katulunya’da
yapılan fiili bağımsızlık referandumunda yüzde 80
bağımsızlık istemi çıktı. Diğer taraftan kısa erimde
değilse bile Irak ve Suriye’nin bölünmesi ve özerk
Kürt bölgelerinin birleşerek Irak ve Suriye’den
ayrılması eğilimi güçleniyor.
2014'ün ilk yarısında Türkiye’de 1 milyondan
fazla kişinin katıldığı Berkin, onbinlerin katıldığı
Soma eylemleri, Kürdistan’da 5 kişinin öldüğü Lice
eylemleri dalgaları yaşandı. Yılın son çeyreğine
ise 50 kişinin öldüğü militan Kobane isyan ve
direnişi ile girildi. Dünya çapında ise, yılın ikinci yarısından itibaren yeni bir isyan ve direniş
dalgasının işaretleri artmaya başladı. Çin’in
yönetimin Hongkong’un iç idaresini de doğrudan
atamaya yeltenmesi üzerine, bir meydan işgalleri ve
sokak çatışmaları dalgası da Hongkong’da yaşandı.
Yılın son çeyreğini henüz yarılamışken, yeni isyan
ve direniş hareketleri haberleri zincirleme gelmeye
başladı.
Batı Afrika ülkelerinden Burkino Faso’da 27
yıldır iktidarı elinde tutan devlet şefinin bir kez
daha yetkilerini uzatmaya kalkışması üzerine, 100
binlerin meydan işgalleri ve sokak isyanlarının
bir örneği daha yaşandı. Ülke çapında çatışmalı
kitle gösterileri büyüdü, önce başbakan istifa etti,
sonra yarbayın teki darbe yaptı, isyan ve direniş
şimdi askeri darbe ve yönetime karşı devam ediyor.
Meksika’da geçtiğimiz yıl 6'sı çeteler tarafından
vurulan, 43'ü kaçırılarak infaz edilen 49 muhalif
öğrencinin katledilmesi -ve hükümet ve poli-
sin parmağı- açığa çıkmasıyla, ülke 2 haftadır,
yüzbinlerin militan sokak gösterileri, barikatlar,
devlet binalarının yakılması, üniversite ve kamu
binası işgalleri, yol blokajları, giderek sertleşen
çatışmalarla sarsılıyor. Sayısız yaralı ve gözaltının
yanısıra, göstericiler tarafından çok sayıda polis ve
devlet yetkilisi hastanelik edildi. Fransa’da üniversite öğrencisi çevreci aktivist bir gencin polis
tarafından öldürülmesi üzerine, yeni bir militan
çatışmalı gösteriler dalgası yaşandı, en son Paris’te
çok sayıda lise ve üniversite barikatlar kurularak
işgal edildi. Belçika’da yeni kamu bütçesi kesintileri ve neoliberal despotik iş yasası düzenlemeleri
karşısında, son 10 yılların en kitlesel, militan,
çatışmalı genel grevi yaşandı. Eylemlerde 10 polis
işçiler tarafından hastanelik edildi. Belçika’da sendikalar tek günlük genel grev yerine “eylem mevsimi”
10
işçi meclisi
kitlesel öfke ve dirençle karşılaşıyor. İrlanda’da
suyun özelleştirilmesi hazırlığı ve su faturalarını
ikiye katlayan “su vergisi” koyma girişimine
karşı, büyük bir kitle kampanyası yürütüldü ve
çok sayıda şehirde onbinlerce kişilik gösteri ve
yürüyüşler başladı. Güney Kore’de mezarda emeklilik planına karşı genel grevle, başkent Seoul’de
100 bin işçi alana çıktı ve yasada israr devam
ederse, çok sert eylemler yapılacağına birlikte
yemin etti. Çin’de bu yılın 3. çeyreğinde hem
fiili kitle grevleri dalgası, hem de yerel toplumsal
isyan ve direnişler, geçen yılın aynı dönemine
oranla 3 kat arttı. Çin’de şu anda işçi eylem
ve grevleri düzeyi, göçmen işçilerin eylemlerin doruk noktasına çıktığı (Çin rejimi yarım
trilyon dolarlık bir kamu harcamalar paketi ile
yatıştırmaya çalışmıştı) 2011'in bile üzerinde
görünüyor, son 4 yılda ortalama 2 katı bulan reel
ücret artışları gibi, çalışma koşullarında kısmi
kazanımlar, sürüyor.
Önümüzdeki
2015 yılında,
İşçiler, kitlelküresel isyan
ve direniş,
er çalışma,
kitle grevi
yaşam ve yönetilme
dalgalarının
koşullarındaki skandal yükselme
pervasızlığı görüyor,
eğilimini
sürdürmesi
dövüşerek kendini ve
olasılığı oldukça
düşmanını tanıyor,
güçlü, hatta
özdeneyimleriyle
kendi içinde
öğreniyor, uluslar arası yeni bir sıçrama
olasılığı da var.
planda birbirinden de
İstatistik veröğreniyor, bir dalganın iler, son 8 yılda
dünya çapında
sonuçları ne olursa
en az onbinolsun, biraz soluklanıp
leri kapsayan
özümseyerek çok geçme- (ki yüzbinleri
den yeniden harekete
kapsayan yüzlergeçiyor, daha farklısını, cesi, milyonları
50'ye
daha etkilisini yapmaya kapsayan
yakın) eyçalışıyor ve ilerleme
lem ve direniş
hareketlerinin
kaydediyorlar.
sayısı bini çoktan
aştığını söylüyor.
En az onbinleri
kapsayan eylem ve
direniş hareketlerinin sayısı, 2006'dan itibaren
yıldan yıla istikrarlı bir artış eğilimi gösteriyor.
Dahası, 2005'ten bu yana büyük kitle eylem ve
direnişler, aşağı yukarı her iki yılda bir kendi
içinde bir sıçrama yaşadığı görülüyor.
"
"
ilan etti. 15 Aralık’taki yeni genel greve kadar,
bölgesel grev ve işçi eylemleri yapma kararı
ile birlikte, sınıf gerginliği tırmanmaya devam
ediyor. İtalya’da birer ay arayla neoliberal eğitim
“reformu” ve neoliberal iş yasası “reformu”na
karşı militan kitle gösterileri gerçekleşti, en
son hükümetin sokak eylemlerine ayar çekme
çabasıyla yeni bir polis düzenlemesi getirmesine
karşı bir eylem dalgası daha yaşanıyor.
Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de hükümetin
“internet vergisi” kararına karşı onbinler sokağa
indi, parlamento ve başkanlık sarayına yürüdü.
Eylemci örgüt ve internet platformlarının yasayı
geri çekmek için hükümete 2 gün süre tanıyıp,
eylemleri büyütme ve militanlaştırma kararı
karşısında hükümet kuyruğu kıstırıp vergiyi geri
çekti. Macaristan dönem boyunca saldırı plan
ve tasarılarının geri püskürtüldüğü ilk örnek
değil, son da olmayacak. Kesin olan şu ki, dünya
çapında bir yandan neoliberalizmin yıkıcı birikimi diğer yandan kitlelerin gözünde sokakların
ve militan direnişlerin meşrulaşmasıyla, artık
hemen tüm ciddi yeni saldırı tasarıları artan bir
Ekonomi-politik veriler, ABD ve AB’de kısmi
geçici ekonomik toparlanma eğilimi tersine
dönüyor, BRİC ülkeleri (Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya), Türkiye dahil orta ileri ve
orta gelişmiş kapitalist ülkelerin (genellikle
altyapı, inşaat ve enerji üzerinden kör topal
yürütmeye çalıştıkları) ekonomik sıkışmaları
artıyor. Türkiye dahil çok sayıda ülkede stagflasyon belirginleşirken (enflasyonun yeniden
tırmanması artı ekonomik yavaşlama veya durgunluk), küresel planda neredeyse eşgüdümlü,
eş zamanlı yeni bir yıkıcı neoliberal saldırı
paketleri furyası açılıyor. Kemer sıkma ve mali
disiplin paketlerinin sıkılanması, yeni vergi ve
zam furyaları, yeni özelleştirme ve gasp furyaları,
kentsel dönüşüm ve doğa yıkımı, esnek-güvencesiz istihdam programları, iç içe geçerek vites
büyütüyor. Önümüzdeki haftalarda Avustralya’da
yapılacak küresel mali oligarşik G-20 zirvesinin
temel gündemleri, bir dizi hükümetin kitle isyan
ve direnişleri karşısında veya seçimler nedeniyle nisbeten tavsattığı kriz paketlerinin daha
eşgüdümlü ve kararlı uygulanması ve sürece
yayılan “ulusal istihdam stratejileri”nin küresel
eşgüdümle hızlandırılması.
Siyasal veriler: Merkezi hükümet yetkileri,
resmi veya fiili baskı, yasak, sansür düzenleme ve uygulamaları, göstericilere karşı polis
saldırganlığı ve şiddeti artıyor. Egemen ırkçı,
ulusçu, din-mezhepçi, cinsiyetçi eşitsizlik ve
baskılar artıyor. Çoğu isyan ve direnişin önemli
bir dinamiği olarak, “gerçek demokrasi” veya
“doğrudan demokrasi” olarak ifade edilen,
kitlelerin toplumsal-bireysel yaşam ve gelecekleri
üzerinde söz ve güç sahibi olma özlemi, neoliberal kapitalist üretim ve egemenlik ilişkileri ile
artan bir bağdaşmazlığı ortaya çıkarıyor.
Türkiye ve Kürdistan, dönem boyunca bir dizi
uluslar arası karakter taşıyan işçi direnişi, Taksim
1 Mayısları, doğa direnişleri, NATO eylemleri,
Gezi, Lice, Kobane direnişleri ile küresel isyan
ve direniş süreçlerinin önemli bir bileşeni haline
gelmiştir. Son küresel isyan ve direniş dalgasının
Türkiye’ye “uğramadan” geçmeyeceğini,
önümüzdeki yıl Türkiye cephesinde genel
seçimlere doğru ve sonrasında yeni toplumsalsiyasal sarsıntılar yaşanacağını öngörmek büyük
kehanet sayılmaz. Buna uzlaşmaz sınıf ve sistem
karşıtlığı, yeni bir yaşam için savaşım ekseninden hazırlanmalı, bunu hazırlamalıyız.
Küresel isyan ve direniş dalgalarında, neoliberalizm karşıtı, dolaylı antikapitalist denilebilecek
dinamikler giderek belirginleşiyor ve güçleniyor.
Ancak genel ve oldukça bulanık demokrasi,
özgürlük, özerklik, eşitlik, adalet, güvence,
emeğin korunması gibi istemlerin ufku halen
köleleştirici kapitalizm ve burjuva demokrasisini
aşamıyor.
Küresel isyan ve direniş dalgaları vuruyor,
sarsıyor, yer yer ekonomik, siyasal, moral
kazanımlar da elde edebiliyor. Fakat neoliberal
kapitalizmin derinleşmiş, çok katmanlı yeni
hakimiyet biçimlerinin üstüne henüz çıkamıyor,
genel sınıfsal-toplumsal çözünüklüğün de bir
etkeni olduğu, siyasal-sınıfsal güç dengelerinde köklü bir değişime, kalıcı ve daha gelişkin,
kökten sistem karşıtı ve gelişkin sosyalist
örgütlenmelere dönüşemiyor. Bununla birlikte
her eylem dalgası yeni toplumsal ilişki biçimleri,
yeni dinamikler ortaya çıkarıyor. İşçiler, kitleler
çalışma, yaşam ve yönetilme koşullarındaki
skandal pervasızlığı görüyor, dövüşerek
kendini ve düşmanını tanıyor, özdeneyimleriyle öğreniyor, uluslar arası planda birbirinden de öğreniyor, bir dalganın sonuçları ne
olursa olsun, biraz soluklanıp özümseyerek
çok geçmeden yeniden harekete geçiyor, daha
farklısını, daha etkilisini yapmaya çalışıyor ve
ilerleme kaydediyorlar. Sorun kolektif bilinç,
örgütlülük, yaratıcı çaba, tüm boyutlarıyla
öznel faktörde düğümlenmektedir.
Türkiye’de öncülük iddiasındaki siyasetlerde,
bugün Gezi sonrası büyük bir hayal kırıklığı, enerjisizlik süreci yaşanıyor. Büyük heyecanlardan
büyük hayal kırıklıklarına geçiş, küçük burjuvazinin karakteristiğidir.
Gezi yenilmedi, asıl sonuçlarını daha orta
ve uzun erimde verecek yeni bir dönemin
açılışını belirginleştirdi. Sol, devrimci, sosyalist iddiasındaki siyasetlerdeki bu artan kafa
bulanıklığı, hayal kırıklığı, tereddüt, enerjisizlik, geri durma ve inisiyatifsizlik momentine
karşı sarsıcı bir savaşım vererek, yeni mücadele
düzleminin yeni ve daha yüksek bir komünist
devrim bilinci, örgütlülüğü ve dinamik faaliyet isterlerine göre konumlanmak, yeni bir
yaşam için yeni bir mücadele yolunu açmak,
küreselleşen isyan ve direniş süreçlerinin
Türkiye’deki toplumsallaşan ve siyasallaşan
sınıfsal iç dinamiklerine kilitlenmek ve sosyalist bir düzleme doğru yükseltmek, görevimizdir.
11
Gençliğin Direniş ve İsyanları Yükseliyor
Dünya genelinde 2007 Yılından bu yana süre
gelen kapitalist kriz ve bunun karşısında yükselen
kitlesel, militan isyan ve direnişlerde hiç kuşku yok
ki gençlik önemli bir yer tutuyor.
Gençlik kitlelerinin dünya genelinde uzunca bir
zaman dilimine yayılan direniş ve isyan eylemleri
son bir kaç haftadır yeniden alevlenmiş görülüyor.
Dünya genelinde 2007 yılından bu yana süre gelen
gençlik eylemleri inişli çıkışlı bir grafik izlese de
aslında hiç dinmiyor.
İşçi sınıfının eylemleri içerisinde de genç işçilerin
sayısı oldukça fazla. Özellikle kent işgal ve eylemlerinde yeni işçi sınıfı üyelerinin gençlik bölükleri
çatışmalarda, grevlerde ve işgallerde en ön saflarda
yer tutuyorlar.
Kapitalist düzenin büyük krizi sonucu ortaya
çıkan sarsıntı ve çalkantılı süreçler en başta gençlik kitlelerinin özgürlük ve geleceksizlik saldırısı
karşısında büyük bir öfkesi ile karşılaşıyor.
Dünyanın bir çok yerinde sermaye iktidarlarının
uygulamaya çalıştığı kemer sıkma politikaları
kapsamında saldırı düzenlediği alanların başında
eğitim alanı ve üniversiteler geliyor. Bu bağlamıyla
bu alana yönelen saldırılar karşısında gençlik
kitleleri hızlıca bir araya gelerek kitlesel ve militan
eylemler örmeyi başarıyorlar.
Son birkaç hafta içerisinde Meksika’da,
Yunanistan’da, Fransa’da, İtalya’da ve Mısır’da
yeniden yükselişe geçen öğrenci ve gençlik eylemlerine tanıklık ediyoruz. Buna Kürdistan’da
Kobané eylemleri sırasında sokaklarda militanca
dövüşen sayıları on binleri bulan gençlik kitlelerini
de hesaba katmak gerekmektedir. Bu eylemler okul
işgalleri, barikat savaşları ve büyük kent gösterileri
şeklinde sıralanıyor.
göstermek üzere “Polis kurşunuyla ölmek
istemiyorum” kampanyası örgütlemiştik.
Yunanistan, Şili, Kanada, İngiltere,
Fransa, Arjantin aylar süren kitlesel militan öğrenci hareketlerinin yaşandığı ülkeler
oldular.
Gençlik eylemleri kapitalizme karşı yükselen isyan dalgalarının ön sarsıntıları
biçiminde kodlaya bileceğimiz eylemlerdir.
Tunus’tan, Mısır’a, Wall Street’tan, Gezi’ye
gençlik eylemleri sınıf ve kent eylemleri ile
iç içe geçmeyi de başaran eylemler olarak
sürmüştür.
Meksika’da 49 öğrencinin katledilmesi ile başlayan
isyan ve ayaklanmalar militan sokak gösterileri,
barikatlar, devlet binalarının yakılması, üniversite
ve kamu binası işgalleri, yol blokajları, giderek
sertleşen çatışmalarla devam ediyor.
Yine Fransa’da geçtiğimiz haftalarda ekolojist bir
üniversite öğrencisinin polis kurşunu ile öldürülmesi sonucu Fransa’nın birçok kentinde lise ve
üniversite öğrencileri başta olmak üzere işgal ve
sokak eylemleri militan çatışmalar yaşandı.
Ülkemizde Gezi Direnişi’nde milyonlarca gencin
sokaklara çıkması, militan sokak eylemlerinin
en önünde yer alması. Berkin Elvan eylemlerin
de yine gençlik kitlelerinin on binler olarak yer
alması. Berkin eylemleri sırasında özellikle liselerde yükselen politikleşme süreçleri ve liseli
eylemleri uzunca bir süredir ülkemizde de gençlik
kitlelerinin kapitalist sisteme olan öfke ve isyanının
göstergeleridir.
Dünya genelinde son bir kaç haftadır artan
gençlik eylemlerinin bize de uğraması şaşırtıcı
olmayacaktır. Ancak Gezi sonrasında gençlik
hareketinin duvara toslaması ve bir moral kaybı
yaşaması bu isyan dalgasının gerçek ikliminde
Kapitalist kriz seyrinde gençlik kitlelerinin eylem- karşılanmasının önünde bir engeldir. İşte biz
leri uzun süredir sürüyor. Şili’de 2007 yılında yüz
komünist gençlere bu süreci iyi okumak ve bu ekbinlerle ifade edilecek rakamlara ulaşan öğrenci
sende gelecek bu dalgayı hazırlıksız yakalamamak
eylemlerine tanıklık ettik. Bu eylemler 2011 yılında önemli bir görev olarak durmaktadır.
doruk noktasına ulaştı. Şili gençliğinin eylemleri
dönem dönem yeniden alevleniyor.
Dünya genelinde yaşanan bu eylemler her ne
kadar anti kapitalist bir içeriği bağrında taşısa hatta
2008 yılında yoldaş Alexis’in polis kurşunu ile
bunu dışarı vursa da hala dar bir burjuva demoköldürülmesiyle Yunanistan da haftalarca süren
rasisi duvarını aşabilmiş vaziyette değil.
kitlesel gençlik eylemleri devam etti. O tarihte
biz komünist gençlerde Yunanistan’da yaşanan bu
Hele ki ülkemizde son süreçte sadece AKP
saldırılar karşısında ortak bir enternasyonal tavır
karşıtlığı eksenine düşen gençlik eylemlerinin
Ferguson yanıyor
ABD’de Michael Brown’ı katleden polisin
yargılanmayacağı duyurulduktan sonra binlerce
kişi sokağa çıktı. Başta Brown’ın yaşadığı Ferguson olmak üzere birçok kette polis ile göstericiler
çatıştı.
Ferguson Polis Merkezi’nin önünde toplanan
eylemciler yolları kesti. Polis bir kez daha eyleme
saldırdı. Bunun karşılığında ise öfkeli eylemciler
bir polis aracını ateşe verdi. Devreye giren ABD
askerleri de polise yardım ederek yüzlerce eylemciyi gözaltına aldı.
Polis Merkezleri, Polis araçları ve hükümet
binaları gençler tarafından ateşe verildi. Polis
şiddetine karşı özellikle gençler öfkeli. Bir çok
yerde polis şiddetine karşı polise anladığı dilden
cevap veriliyor.
New York, Los Angeles, Washington, Atlanta ve
işçi meclisi
San Francisco’nun yanı sıra ABD’nin 1oo’ü aşkın
kentinde eylemler düzenlendi.
Siyahilerin haklarını savunan Black Youth Project
100 (Siyahi Gençlik Projesi 100) eylemler düzenledi. ABD’de her 28 saatte bir siyahinin polis ya da
mahalle bekçisi tarafından öldürüldüğüne dikkat
çeken gruplar, polise yaptırım yetkisi olan kurumlar önünde eylem yaptı.
Eylemciler, her bir kurumun önünde, Michael
Brown’ın öldürüldükten sonra cesedinin 4 saat
boyunca caddede bekletilmesini sembolize etmek
adına dört dakika süreyle yere yattı.
Eylemciler “Siyahların yaşamı değerli”, “Mike
Brown İçin Adalet”, “Irkçılığa, polis şiddetine son”
yazılı pankartlar açarken eylemcilerden Jonathan Lykes, ABD’de sistematik bir ırkçılık sorunu
bulunduğuna işaret ederek, buna karşı mücadele
sayısı da oldukça az değil. Bu darlık ile ülkemiz
gençlik hareketinde yaşanan bu sürece karşı talepler çoğulcu demokrasi, radikal demokrasi gibi
aslında her birinin Burjuva demokrasisinin altlığı
olduğu gerçeğini göremeyen bir ufuk ile sınırlı.
Oysa ki doğru bir politik hat ve hedefler
toplamıyla böylesine bir süreç güçlü sonuçların
elde edilebileceği bir noktaya taşına bilir.
Kapitalist toplumun gençlik kitlelerini ilklerine kadar darma dağın ederek bireylere çözdüğü böylesi
bir süreçte yaşana bilecek bu isyan ve direnişler
dönemini karşılamanın en önemli panzehiri kolektif bir gençlik hareketi yaratmak olacaktır.
Örgütsüzlüğün yüceltildiği ama kapitalizme
karşı öfkenin de doruğa çıktığı bir sarmalda
kolektif bir gençlik örgütü bu sürecin anahtarı
olabilecek bir güce sahip olacaktır. Bu bağlamıyla
son haftalarda dünya genelinde yaşanan bu direniş
ve isyan dalgasını iyi okumak buradan sınıf bilinciyle ve komünist bir ufuk ile bir takım sonuçlar
çıkarmak gerekmektedir.
Bu anlamıyla yeni bir yaşam ve zamanda, mekanda
ve yaşamda özgürlük şiarimizi yükseltmek bu krizler çağının tek alternatifinin sosyalist devrimler
çağı olacağını haykırmak gerekmektedir.
Birleşik, Kitlesel, Militan ve Kolektif bir gençlik
hareketine bugün dünden çok daha fazla ihtiyaç
vardır. Yeni bir yaşam ve gelecek için örgütleniyoruz kampanyamız ile bu fırtınalı günleri karşılama
ve buradan doğru güçlü bir yürüyüşe başlama
zamanıdır.
Sınıfsız
etmeleri gerektiğini belirtti.
12
işçi meclisi
İKM: “Patriarkal Kapitalizme Karşı Mücadeleye!”
25 Kasım sadece kadına yönelik şiddetle mücadele günü değil, aynı zamanda insanlık tarihinin
büyük bir utancının yıl dönümüdür. Dominik
Cumhururiyeti Trujillo tarafından dikdatörlükle
yönetilirken Patria, Minerva ve Maria kardeşler
devletin despotizmine karşı yürüttükleri mücadele nedeniyle düşman olarak gösterilmelerinin
hemen arkasından askerler tarafından tecavüz
edilerek vahşice öldürüldüler. Mirabel kardeşler
özgürlük mücadelesinde kelebekler olarak
anılmaya başlayarak birer simge haline geldiler.
Onların savaştığı şey aslında sadece bir diktatör
değildi; onlar yeni bir yaşam için mücadele ederek
ölümsüzleştiler.
Bugün kadın mücadelesi Mirabel kardeşler gibi
daha birçok kızkardeşimizle beraber bize umut
veriyor. O tarihten bugüne kapitalizm daha çok
vahşileşerek özel alanlarımızı daha çok zapdetti,
kadın emeğini daha büyük oranlarda sömürüyor
ve Ortadoğu’da dinci gericilik tarafından kadın
kimliği büyük bir kuşatma altında. Ancak bütün
bunlar bizlerin mücadele azmini artırıyor.
Rojava’da yüzyıllardır var olan erkek egemenliğine
karşı kadınlar bugün bir adım daha öne çıkmış
görünüyor. Kobane’de mevzilerin en önünde
duran kadınlar güzel gözleriyle bizlere umut
saçıyor. Ve Türkiye’de her gün kadın cinayetleri
yaşanmasına rağmen kadınlar artık daha çok
sokağa çıkıyor. Sistematik olarak öldürülen trans
bireyler artık sessizce ve çaresizce beklemek yerine
sokağa çıkmayı ve direnmeyi tercih ediyor. Ve
bizler Mirabel kardeşler gibi son nefesimizi kadın
özgürlüğünü kazanmak uğruna vereceğiz.
Ve biliyoruz ki kadınların özgürlüklerini
kazanmalarının yolları sadece kaba erkek şiddetine
karşı değil; aynı zamanda bu şiddeti üreten devlete
ve vahşi kapitalist sisteme de karşı mücadele etmekten, savaşmaktan ve kazanmaktan geçer! Çünkü
babanın, kocanın, ağabeyin veya sokaktaki erkeğin
bizlere cinsel, fiziksel ve duygusal her türden
şiddeti yöneltmesinin altında yatan neden bellidir:
erkek egemen sistemin biçtiği roller toplum içinde
kadınlara yönelik çoğu zaman gizlenen şiddeti
tekrar tekrar üretmek için kurulmuştur.
Kadın cinayetlerinin her geçen gün arttığı bir
sistemde yaşamaktayız! Kadına yönelik her türlü
şiddet içinde yaşadığımız toplumsal sistem ve
burjuva hukuk düzeni tarafından her defasında
meşrulaştırılmaktadır. Her gün en yakınları
tarafından öldürülen kadınların münferit olayların
kurbanı olmadığını biliyoruz. Kadına yönelik
şiddet sistematik bir şekilde işlenmekte ve to-
plumsal kodlara
yerleştirilmeye
çalışılmaktadır. En
ufak bir bahaneyi
fırsat bilen erkekler
hukuk düzeni
tarafından da haklı
görülerek cezasız
bırakılmaktadır.
Her zaman
söylediğimiz gibi
bir kere daha
yinelemekte fayda
var: toplumsal
kodlar ve ezilen
cins sorunu ortadan
kalkmadıkça; yani
içinde yaşadığımız
patriarkal kapitalist sistem ortadan
kalkmadıkça her
gün şiddet görmeye devam edeceğiz!
Bu rollerin bir başka boyutu da toplumsal cinsiyetçi iş bölümüyse, bu ikilikli yapı sayesinde
kimi zaman kadının ev içi emeği görünmez
kılınırken kimi zaman işçi kadın kapitalist sistem tarafından iki kat ezilir; sermayeler en çok
karı elde edebilmek için en az işçi maliyetiyle
çoğu esnek ve güvencesiz işlerde kadın emeğini
kullanır. Çünkü kadın emeğinin eve kapatılabilir
olması veya erkek işçiyle aynı derecede zaruri
görülmemesi nedeniyle bu durum toplum
tarafından da daha meşru görülebilmektedir.
Patronların maliyetleri en aza indirmek için
gerçekleştirdiği birçok işçi katliamını biliyoruz.
Belki de kadına yönelik en önemli şiddet türlerinden birisi de budur! Daha Bursa’da kumaş
fabrikasında diri diri yakılan ya da Şanlıurfa’da sele
kapılarak boğulup ölen işçi kadınlar aklımızdan
çıkmamışken geçtiğimiz günlerde Isparta’da tanık
olduk işçi kadınların katledilmesine! Konya’dan
Isparta’ya mevsimlik tarım işçisi olarak giden 45
kadın 27 kişilik midibüse bindirilerek göz göre
göre ölüme gönderildi. Yaşamlarımızın her yanını
kuşatan sermaye sisteminin doymak bilmez kar
hırsı yüzünden 2014 yılında en az 112 işçi kadın
yaşamını yitirdi. Bu ölümlerin sebebi olan devlet
düzeneği ise kadın istihdamı politikalarıyla kadın
işçilerin sömürülmesini alabildiğine teşvik ediyor.
İçinde bulunduğumuz coğrafya da kadınlar
açısından her zaman şiddeti doğurmuşken bir de
buna emperyalist kapitalist savaşların kuşatması
eklendi. Ortadoğu’da insanlık karşıtı büyük bir suç
Paris’te 25 Kasım
Paris’te 25 Kasım etkinlikleri yürüyüşlerle start
aldı. Ayrıca Kürt kadın hareketinin de katılım
sağladığı ve Kobane’nin gündemleştirildiği bir
söyleşi gerçekleştirildi.
Kürt kadınları ise Kobane Kadınlarıyla Dayanışma
Kolektifi ve SKB ile ortak bir pankart arkasında
eyleme katılım sağladı.
Paris’te kadın örgütleri Bastille Meydanı’da biraraya geldi. Kadına dönük ayrımcı politikaların
ve Fransa’daki bütçe kısıtlamaları çerçevesinde
kadın hakları konusundaki gerilemelerin protesto edildiği eyleme Kürdistanlı ve Kobane’deki
kadınlarin direnişi öne çıkartıldı.
“Şengal’den Kobane’ye kadınlar direniyor, kahrolsun kadın kırımı” ortak pankartının yanı
sıra Kobane’de yaşamını yitiren YPJlilerin
fotoğraflarının olduğu pankart da taşındı. Çok
sayıda Fransız kadın Kürt kadınlarıyla birlikte
yürüdü.
Anarşistler “Kobane’de direnen kadınlarla
dayanışıyoruz” pankartı, CGT “İş ve iş yeri
koşullarında kadın erkek eşitliği”, Kadın Evi
“Dünya kadınları yürüyor”, NPA “Cinsiyetçi şiddeti
sistem üretiyor”, Fransa Ulusal Kadın Kollektifi vb.
pankartlar altında Fransız feminist örgütler eyleme
katıldı.
“Kobane, yaşam, direniş”, “Jin jiyan azadi”, “Kadına
şiddete hayır”, “Rojava özgürlüktür”, “Kadın
kırımına karşı direniş” sloganları eşliğinde yürüyen
Kürt kadınları ve Kolektif üyesi kadınlar Kobane
direnişi ile dayanışma çağrısı yaptı.
Kobane ve Kürt kadının direnişine dikkat çeken
dövizlerin yanı sıra Paris’te katledilen üç Kürt
işlenirken kadınlık onurunu da yerle bir etmeye
çalışan dinci gericilik ve bunları üreten bölgesel ve büyük devletler ve hepsinin bağlı olduğu
sistem büyük bir vahşeti doğurdu. Yüzlerce kadın
IŞİD denilen çeteler tarafından kaçırılarak kadın
pazarlarında satılmaya başlanırken bu görüntüler
bizlere Ortaçağ karanlıklarını hatırlatıyor. Ancak
bu çeteler kendilerine göre en çok ezebilecekleri
lokma olarak kadınları seçerken Kürt kadınlarının
direnişi karşısında pek de başarılı olmuşa benzemiyorlar. Belki de hiç ummadıkları şekilde
karşılarına dikilen Kürt kadınları kararlılıkları ve
güçleri ile yeni bir yaşamın kapılarını aralayacak ve
onurlu direnişçilerin arasında tarihe geçeceklerdir.
Günümüzün kadın hareketi bütün bu karanlıklar
karşısında direnmeyi ve yeni bir yaşam umudunu
her solukta büyütmeyi seçmiştir. Bizlerin özgürlük
kelebekleri ekmek paralarını kazanmak için zorla
ölüme götürülen mevsimlik tarım işçileri, sokaktaki tacize karşı sesini kısmayan kadın ve lgbti’ler,
Gezi’de yaşam alanlarının zaptına karşı savaşanlar,
özel ve kamusal alanın her yanında her gün
varlık mücadelesi verenler ve emperyalist kapitalist saldırılara karşı boyun eğmeyerek direnmeyi
seçmiş özgürlük savaşçılarıdır.
Bizim mücadelemiz her geçen gün gelişmekte ve
cinsiyetlerin olmadığı özgür bir dünya ufkumuz
büyümektedir. Bugün, bu mücadele dinamiğini
daha da büyütmek için, kadına yönelik sistematik
şiddete karşı bütün kadınları sokaklara ve büyüyen
yolumuzda ve genişleyen ufkumuzda yeni bir
yaşam için mücadeleye çağırıyoruz!
İşçi Kadın Meclisi
kadını Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla
Şaylemez’in de fotoğraflarını taşıyan kadınlar
“kadın, yaşam, direniş” sloganlarıyla eylemin en
sonuna kadar yürüdü.
13
işçi meclisi
15. Yılında, 19 Aralık’a Dair
Devrimci tutsaklar olarak bizler sözkonusu olan stratejik saldırının farkındaydık. Hedefin tek başına toplumsal-sınıfsal
uzlaşmazlıkardan arınmış olarak bir hapsihaneler meselesi olmadığını çok iyi biliyorduk. Yeni bir sermaye modeline geçme ihtiyacıyla
siyasal-ekonomik-toplumsal bir yeniden yapılanma krizi yaşayan devletin zemin düzleme, direnme potansiyellerini ezme girişimiydi.
15 yıl önce, yine böyle soğuk, coğrafyanın ayaza
kestiği bir günün ilk saatleriydi. Açlık grevi ve
ölüm oruçlarının en hafif sonuçlarından olan
halsizliğinde etkisiyle derin uykudaydık. Sadece
biz, devrimci tutsaklar değil neredeyse bütün ülke
uykudaydı. Uzun zamandır bugüne hazırlanan,
bir yıldır maketler üzerinde eğitim ve tatbikat
yapan uğursuz, karanlık güçler ise tüm savaş
taçhizatlarını kuşanmış olarak hapishaneleri
kuşatmakla meşguldüler.
Ülke tarihinin en büyük ikinci askeri operasyonu için süren bu hummalı hazırlığın hedefinde
hapishaneler, hapishanelerdeki devrimci tutsaklar, burada yürütülen açlık grevi ve ölüm orucu
direnişi vardı. Binlerce asker ve polis tüm savaş
araçlarıyla birlikte, abartılı bir güçle saldırdıkları
devrimci tutsakların direnmek için bedenlerinden başka bir silahları yoktu. O bedenler ki açlık
grevi ve ölüm oruçlarında zayıflamış, güçten
düşmüş bir haldeydiler. Eşitsiz bir mücadele
yürütüldü.
Türkiye Devrimci Harekinin (TDH) direnme
teslim olmama geleneğine 19-22 Aralık 2000
tarihinde güçlü bir halka daha eklendi. 20
hapishanede elindeki kısıtlı olanaklarla, daha
çokda iradesiyle direnen tutsaklar 28 şehit verdi.
Yüzlercesi yaralandı. İğrenç bir ironiyle adını
“hayata dönüş” olarak koydukları bu kanlı, vahşi
saldırının ardından açılan F tiplerinde ölüm
oruçları beklenenin aksine kitlesel bir boyut
kazandı. Burjuvaziye, onun sınıf karakterine uygun şiddet araçlarıyla bastıracaklarını sandıkları
direniş daha görkemli bir hale büründü. Günler aylara, aylar mevsimlere, mevsimler yıllara
bağlandı. Ölüm oruçlarında yüzün üzerinde
devrimci sonsuzluğa yürüdü, yüzlercesi geri
dönüşü olmayacak şekilde sakatlandı. Bu
görkemli direnişin sonuçları tam istediğimiz gibi
olmasada hücre tipi hapishanelerde direnme,
devrimci yaşamı üretebilmede, siyasi irademizi
korumada büyük bir etki yaptı.
Kıbrıs savaşıyla kıyas yapılmasına neden olacak
çaptaki 19 Aralık katliam operasyonlarının bu kadar güç gösterisi şeklinde yapılmasına neden olan
şeyin biz devrimci tutsakların fiili direnme kapasitesinden ziyade, neoliberal politikaları yeniden
yapılanma ve kriz içerisinden karşı devrimci zor
araçlarıyla uygulayacağını ilan eden sermaye
devletinin işçi sınıfı ve emekçi halklara dönük bir
gözdağı verme çabasıdır.
Dönemin Başbakanı Ecevit’ in aynı günlerde
yeniden yapılanma ve krizlerin faturasının
emekçilere yıkılması anlamına gelen İMF
programlarının uygulanabilmesi için “hapishaneler sorununun” çözülmesinin zorunlu
olduğunu söylemesi bu yüzdendir. Toplumsal
muhalefetin en diri unsurları olan devrimcilerin
bastırılması kitlelerin zapturapt altına alınmasını
da kolaylaştıracaktır. Hedef bir bütün olarak burjuvazinin azami kar, azami sömürü, azami baskı
ihtiyaçları önündeki tüm devrimci, demokratik
muhalefetin, sınıf hareketinin sindirilmesidir.
19 Aralık saldırısının üzerinden geçen 15 yılın
ardından sermaye devletinin bu kanlı, vahşi
saldırılarının, gözdağının sonuçsuz kaldığını
söyleyebilmek maalesef mümkün değil. İşçi
sınıfı ve emekçilerin bugün yaşadığı çaresizliğin,
örgütsüzlüğün, geleceksizliğin 19 Aralık 2000
barbarlığından bağımsız olduğunu düşünemeyiz.
O gün hedeflenen şey halkın en direngen
unsurları olan TDH’ nin tasviyesi
ve sermaye için dikensiz, dirençsiz bir sömürü cenneti yaratmaktı.
15 günde 15 yasa, taşeronlaştırma,
örgütsüzleştirme 19 Aralık’ ın vahşet
ikliminde kendisine çok uygun
koşullar buldu. İşçi sınıfının çalışma
koşullarının kölelikten farksız bir hale
geldiği yaşanan katliamlarla açığa
çıkaraken, bu zemini bir yönüyle yaratan iklim işte bu 19 Aralık saldırılarıyla
kendine yayılma imkanı bulabildi.
Önceleri sermaye sınıfının karakterine
uygun bir barbarlıkla bastırılmış, hücre
tipi hapishanelere, f tiplerine atılmış,
tecrit edilmiş bir sınıfın bugün yaşadığı
çaresizliğin tohumları birazda o günlerde atıldı.
Devrimci tutsaklar olarak bizler
sözkonusu olan stratejik saldırının
farkındaydık. Hedefin tek başına
toplumsal-sınıfsal uzlaşmazlıkardan
arınmış olarak bir hapsihaneler meselesi olmadığını çok iyi biliyorduk. Yeni
bir sermaye modeline geçme ihtiyacıyla
siyasal-ekonomik-toplumsal bir yeniden
yapılanma krizi yaşayan devletin zemin düzleme,
direnme potansiyellerini ezme girişimiydi.
Hapishanelerin ülke terihindeki ve o konjonktürde en direngen mevzilerden biri oluşu, yine o
süreçte hücre tipi cezaevlerine karşı bir direniş
sürecinde olunması ve bunun sınıfa bir direnç
taşıması sermaye devletinin bütün şiddetiyle
hapishanelere yönelmesini getirdi. Yeni hücre tipi
hapishaneler rejimi bu ihtiyaçla gündeme geldi.
Devrimcilerin iradesi kırılırsa bunun toplumda
bir demoralizasyona yol açacağını onu mecalsiz
bırakacağını hesap ettiler. Böylesi bir toplumsal atmosferde stratejik azami sömürü ve baskı
politikalarını hayata geçirebilmeyi planladılar.
Ve evet kısa vade için başarılı oldular. Son bir-iki
yıldır bu 15 yıllık sürecin sonuçlarıyla daha sık
ve keskin bir şekilde yüzleşiyoruz. Soma, Emenek, Torunlar, ve ülkenin hemen her noktasında
istisnasız hergün gelen işçi katliamı haberlerinde
olduğu gibi memleketin üzerine çökmüş olan gaz
bombası bulutunun 19 Aralık’ tan, o günlerin
bastırılmışlığının mirası olmadığını söyleyemeyiz.
Gerçeğin bir yönü böyleyken diğer yüzünde
devrimcilerin canfeda direnişlerinin geleceğe,
toplumsal ortak hafızaya işlediği mücadele
geleneğinin Gezi’ de, Haziran Direnişi’ nde
kendine vücut bulması, burjuvazinin korkularını
büyütmeye devam edildiğini gösterdi. Ödenen
bedellerin sınıf mücadelesinin tarihinde ve
hafızasında bir kaldıraç olarak onurlu yerini
aldığını gösterdi.
Hapishanelere dönecek olursak, TDH’ yi tasfiye etmeyi, hiç olmazsa orta vadede denklemden çıkarmayı hadefleyen devletin planlarının
tüm sonuçlarıyla başarılı olduğu söylenemez.
Ciddi bir direnme geleneğine sahip TDH’
nin bu mirasa uygun olarak direnişten biran bile geri durmaması, tecrit ve tredman
kuşatması altında kısıtlı olanaklarla bile kendini,
devrimciliğini üretmesi ve en önemlisi devrimci
tutsaklığın meşruiyetini ve haklılığını koruması,
güçendirmesi, tasfiyeci süreçten çıkmanın umudunu güçlendirdi.
Burjuvaziye, onun sınıf
Tecrit
karakterine uygun şiddet
silahlarının
araçlarıyla bastıracaklarını
artık pek işe
yaramadığını
sandıkları direniş daha
gören devlegörkemli bir hale büründü.
tin, izalasyGünler aylara, aylar mevsonu artırma
girişimlerine
imlere, mevsimler yıllara
yönelmesi,
bağlandı. Ölüm oruçlarında
dışarıyla olan
yüzün üzerinde devrimci
bağımızı neresonsuzluğa yürüdü, yüzlerdeyse tamamen
koparmak için
cesi geri dönüşü olmayacak
kendi yaptıkları
şekilde sakatlandı.
yasaları çiğneme
pahasına dergi
ve yayınlara ulaşmamızın yolunu tamamen
kapatması, televizyon yayınlarında egemen burjuva neoliberal siyasete aykırı, farklı bir perspektiften bakanları sansürleyip, listeden çıkarması
devrimci tutsakların direnme yeteneği ve mücadelesindendir.
Tecrit sistemiyle umut edilen neoliberalizme
uygun bir çözülme beklentisinin çökmesi nedeniyledir. Kapitalist ücretli kölelik düzeninin
ürettiği yapısal uzlaşmaz çelişkilerin varlığı
devrimci sınıf mücadelesini ortaya çıkaran
temel etkendir. Ve tarihin akışı bu çelişkilerin
sosyalizme doğru çözüleceğini söyler.
Devrim mücadelesi bir kesitte bastırılırsa,
geriletilse bile mücadele ortadan kalkmaz,
son bulmaz. Ödediğimiz bedeller, çekilen
acılar devrimin kızıl bayrağının hep
dalgalandırılacağını ve zaferi önünde sonunda
bizim kazanacağımızı söyler.
19 Aralık’ ta, ölüm oruçlarında kaybettiğimiz
tüm şehitlerimizin devrimci anıları ve
kararlılıkları bunun en büyük kanıtı olarak
göndere çekilmiş bir bayrak gibidir. Bağlılığımızı
sürdürecek, hesaplaşma gününe hazırlanmayı
sürdüreceğiz.
Ercan Akpınar
1 No’ lu F tipi Hapishanesi
B1-53 Sincan – Ankara
14
işçi meclisi
İntihar etmiş bir işçinin şiirleri
Aşağıda okuyacağınız şiirler, Çin’in işçi intiharları, iş katliamları ve askeri çalışma disiplini ile
dünya çapında lanetli bir şöhret sahibi, toplam 1
milyondan fazla işçinin çalıştığı Foxconn’da, 3
yıl çalıştıktan sonra intihar etmiş Çinli göçmen
bir işçi, Xu Linzi’nin evrensel bir değere sahip
şiirleridir.
Foxconn fabrikalarında 2010 yılında 18 işçi intihar girişiminde bulundu, 14'ü öldü. Sonraki
yıllarda işçi intiharları azalmakla birlikte sürdü.
İşçi intiharlarında azalma dev şirket yönetiminin işçi yatakhanelerine dış alt tarafına ağ
germek gibi komik önlemlerinden çok 2012 yılından itibaren işçi direnişlerinin yükselmesine
bağlıdır. Foxconn işçilerinin ilk direnişleri de
tipiktir; topluca fabrikaların çatısına çıkıp toplu
intihar girişiminde bulunmak. Fakat bunu, fiili
kitle grevleri dalgası ve örgütlenme girişimleri
izler. Foxconn işçileri bu çetin direnişler sonucunda 2 kata yakın ücret artışı ve çalışma koşullarında kısmi iyileştirmeler gibi, yalnız Çin işçi
sınıfı açısından değil dünya proletaryası açısından önemli kazanımlar elde etmeye başlar. Çinli
göçmen işçileri eskisi çalıştıramaz hale gelen
Foxconn’un buna yanıtı ise, fabrikaları robotize
etmek, bazı fabrikaları mücadelelerin yoğunlaştığı kıyı şeridinden iç bölgelere kaydırmak olur.
Foxconn, önümüzdeki 3 yıl içinde çalıştırdığı
1 milyon işçi sayısını yarıya düşürüp fabrikalarında 300 bin robot ve otomasyon sistemlerini
devreye sokacağını açıkladı.
Xu Linzi kırsaldan yoksulluk içinde kente, fabrikalara çalışmaya gelen milyonlarca göçmen
işçiden biridir. Ama kitaplara, okumaya, sanata,
edebiyata, bilime meraklıdır; çoğu göçmen işçinin yaptığı gibi 5-6 yıl herşeye katlanarak bir
miktar para biriktirmek için en ağır koşullarda
fabrikalarda çalıştıktan sonra, köyüne dönüp
evlenip küçük bir ev inşaa etmekten ibaret olan
kaderi paylaşmak istemez. Çalışma dışı zamanının tamamını geçirdiği büyük kütüphanelerin,
üç kuruşluk ücretinin tamamını yatırdığı büyük
kitapçıların olmadığı bir yerde yaşayamayacağını düşünür. 3 yıl montaj hattında ölümüne
çalıştığı Shenzen’deki Foxconn fabrikasında,
şiir, edebiyat ve gazetecilik çalışmalarına daha
fazla zaman ayırabilmek için büro işine geçmeyi
umar. Bu umudu gerçekleşmeyince dayanamaz
hale geldiği fabrikadaki işini bırakır. Başka şehirlere giderek, sanatsal çalışmalarını sürdürme
olanağı olacak farklı işler arar. Tabii bu tür bir
iş bulamaz, yeniden umutsuzluğa kapılır, Ekim
2014'te intihar eder.
Xu Linzi’nin ilk şiirleri, 1 milyon işçinin çalıştığı Foxconn’un iç gazetesinde yayınlanır. Burada
yayınlanan şiir, öykü, makale, film eleştirileri
ona ilk edebiyat ve gazetecilik eğitimi ve heyecanını kazandırır. Fabrika, montaj hattı, göçmen
işçilerin çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin
eleştirel dozu ve etkisi giderek artan şiirleri sansürlenerek yayınlansa da, Foxconn işçileri arasında büyük bir etki yaratır, elden ele dolaşarak
işçiler tarafından yüksek sesle birlikte okunur.
Şiir ve sanata olan doğal yeteneği gazete editörlerinin dikkatini çekse ve gazete onsuz çıkamaz
hale gelse de, sansür ve şiirlerini gönderdiği
sanat dergi ve gazetelerinin bunları yayınlamaması, şiir ve sanatsal çalışmalarına daha fazla
zaman ve olanak sağlayacak koşulların olmaması, aşırı duyarlı, içe kapalı ve utangaç işçi gencin
umudunu iyice kırar.
Şiire olan olağanüstü doğal yeteneği ile çok çetin koşullarda incelemeye çalıştığı geleneksel ve
modern Çin şiiri ve sanatı üzerine çalışmalarından, neoliberal kapitalizmin yıkıcı, ezici çalışma
ve yaşam koşullarının deneyimi ile ince sanatsal
duyarlığın birleşiminden, yalnızca Çin’de değil
dünya çapında benzer koşullardaki yüz milyonlarca işçiyi kucaklayan ve hitap eden, yıkıcı
proleterleşme süreçlerinin en çıplak, en yalın,
en içerden, en keskin eleştirel, evrensel bir işçi
şiiri doğar. “Montaj hattında, on binlerce işçi
kağıttaki sözcükler gibi dizilmiş/ “Daha hızlı,
acele edin” diye havladığını duyuyorum denetçinin.” diye anlatır yaşadıklarını. “Acılar içinden
akarak/nihayet kalemimin ucuna erişiyorum/
kağıda kök salarak sağaltmaya çalışıyorum kendimi/benim yazdıklarımı ancak göçmen işçile-
Demirden Yapılmış bir Mehtabı Yuttum
Demirden yapılmış bir mehtabı çiğneyip yuttum
Onlar buna bir çivi diyorlar
Bu endüstriel lağım pisliğini, işsizlik istatistiklerini çiğneyip yuttum
Makinelerde kamburu çıkmış gençlik vaktinden önce ölüyor
İtişip kakışmayı ve mahrumiyeti çiğneyip yuttum
Yaya köprülerini, pasla kaplanmış hayatı çiğneyip yuttum
Daha fazlasını çiğneyip yutamaz hale geldim
Tüm çiğneyip yuttuklarım şimdi gırtlağımdan geri fışkırıyor
Atalarımın toprağında saçılıyor
Utanç verici bir şiire karışıyor
– 19 Aralık 2013
rin kalpleri anlayabilir” diye paylaşır hislerini.
Gençliğinin -henüz 20'lerin başındayken- nasıl
solup gittiğini gün gün hissederek haykırır:
“Gündüz gece nasıl yerle bir olduğunu seyrediyorum gençliğimin/Preslenmiş, cilalanmış, kalıbına
dökülmüş/Birkaç kuruşluk, ücret denilen faturaların.”
Linzi’nin şiirlerini İngilizce çevirisinden (http://
libcom.org/blog/xulizhi-foxconn-suicide-poetry) Türkçe’ye çevirmeye çalıştık. Şiirlerin
çeviride, hele ki ikinci dilden üçüncü dile çevrilirken estetik değerinden epey şey kaybettiği
bilinse de, Linzi’nin bir işçi olarak yaşadıkları
kadar bunları ifade etmedeki hem olağanüstü
yalınlık hem de sarsıcılığı bu zorluğu aşmamızı
kolaylaştırdı. Hele ki seri işçi katliamları furyasının yaşandığı Türkiye işçi sınıfının yeniden
oluşum sarsıntılarındaki karşılıklarıyla nasıl doğaçlama biçimde kaynaştığı görüldüğünde, Çince İngilizce Türkçe ve toplumsal-kültürel doku
özgüllükleri ne olursa olsun, konuşanın evrensel
proletarya olduğunu görmek zor olmayacaktır.
Linzi’nin şiirlerine evrensel derinliğini kazandıran, yalnızca bir işçinin acılarını, kendi
ürettiklerine, kapitalistlerin elinde canavarlaşan
ve düşmanlaşan üretici güçlerine, emeğine,
kendine yabancılaşması, yalnızlaştırılmasını,
“ücret, makine, montaj hattı, çıktı” kelimeleri
altında gençliğinin, düşlerinin nasıl ezildiğini
çok çarpıcı biçimde dile getirmesi değil, şiiri de
proleterleştirmesi, bu uzlaşmaz sınıf karşıtlığını
en kaba ve acımasız ücretli kölelik gerçeğinin
karşısına yalnızca ve basitçe biraz daha iyi ücret
ve çalışma koşulları istemini değil, işçilerin çok
yönlü toplumsallaşmış bireyler, yeni bir yaşam
ihtiyaç ve özlemini koyarak daha ileriye taşıyabilmesidir. Bu yüzden Linzi’nin şiirleri her ne
kadar acı ve ümitsizlikle karılmış görünse de,
dünya çapında gelişmekte olan fiili kitle grevleri,
işçi isyan ve direnişleri, daha gelişkin proleter
devrimci kolektif örgütlenme ve mücadelelerine
doğru yazılmayı bekleyen şiirlerinin, tohumunu
ve esinini de içinde taşımaktadır.
Demirden Yapılmış bir Mehtabı Yuttum
Demirden yapılmış bir mehtabı
çiğneyip yuttum
Onlar buna bir çivi diyorlar
Bu endüstriel lağım pisliğini, işsizlik
istatistiklerini çiğneyip yuttum
Makinelerde kamburu çıkmış gençlik
vaktinden önce ölüyor
İtişip kakışmayı ve mahrumiyeti
çiğneyip yuttum
Yaya köprülerini, pasla kaplanmış
hayatı çiğneyip yuttum
Daha fazlasını çiğneyip yutamaz hale
geldim
Tüm çiğneyip yuttuklarım şimdi
gırtlağımdan geri fışkırıyor
Atalarımın toprağında saçılıyor
Utanç verici bir şiire karışıyor
– 19 Aralık 2013
Herkes diyor ki
Ben birkaç kelimelik bir çocukmuşum
Bunu inkar etmiyorum
Ama gerçekte
Konuşsam da konuşmasam da
içinde olduğum bu toplumla
Çelişiyorum
– 7 Haziran 2013
Bir Vida Yere Düştü
Bir vida yere düştü
Fazla mesainin şu kara vaktinde
Dikey sıçradı, hafifçe yuvarlandı
Kimsenin dikkatini çekemeyeceğim
Geçen seferki gibi
Aynı böyle bir gecede
Biri böyle yere yuvarlandığında olduğu
gibi
– 9 Ocak 2014
15
işçi meclisi
Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı… / Köleleştirilen bilim
Fırlatılmasının üzerinden 10 yıl geçen Rosetta
uydusu bir kuyruklu yıldızın yörüngesine yerleşti.
***
Türkiye’de “Çalışmak Sağlığa Zararlıdır” kitabı ile
tanınan Fransız sosyolog Annie Thébaud-Mony,
son kitabı “Köleleştirilen bilim. Halk sağlığı:
Endüstri ile araştırmacı arasındaki ölümcül anlaşma” sunumunu yaptı. Sunuma CGT temsilcisi
Stéphane Rohrbach, eski bir AMISOL işçisi
-1974'ten beri amyanta karşı mücadelelerde yer
alan bir kadın işçi, Josette Roudaire- ve avukat
Jean-Paul Tessonnière ile kitabın yayıncısı katıldı.
Kitap tanıtımında şu notları aldık:
CGT: Amyanta karşı mücadele 40 yıldır devam
ediyor. Amyanttan ölenlerin sayısı bilinmiyor.
Amyanta maruz kalanların sayısını ve kim olduklarını öğrenmek için mücadele ediliyor.
Yayıncı: Mony’nin ilk kitabı skandalın ortaya
çıkarılması için çalışma yürüten sendikacı ve
araştırmacılara dayanıyordu. Kitap 25 bin satılmıştı. İşçi sağlığı konuları insanların ilgisini
çekmeye başladı ve işçi sağlığı bilinir oldu. Bu
mücadele iki ayaklı olmalı. Birincisi yasal, ikincisi çalışanların kendileri tarafından verilecek bir
mücadeler.
Mony: Bu tanıtımın burada yapılmasının sembolik önemi çok büyük. Amyanta karşı ’70'li
yıllarda verilen mücadelenin yeri burası. Neden
bu kitap? Kitap 1980'lere dayanıyor. 1984'te endüstri rasyonalitesinin araştırmacıları etkilediği
konusunda bir makale yayınlamıştık. O zamanlar
işçi haklarını savunmanın zorlukları konusunda
fikrimiz vardı. Ama endüstrinin bu kadar risk
yarattığının farkında değildik. İşçi sağlığı, halk
sağlığı ve çevre konularında çalışanların söz hakkının olmadığını farkettik. Aldığımız yol nedir?
O zamanlar her yerde amyant vardı. Güvenlikle
ilgili sendikalar arası grup kuruldu. Henri, araştırmacılar ve sendikalar ortak ilk mücadele denemesi ile ilgili bir kitap oluşturdular amyantın
bilimsel etkilerine dair. Toksikoloji alanında bir
çalışma grubu kurdular. Önlerine zorluklar çıkarıldı, diskalifiye edilmeye çalışıldılar. Amyant ve
hava yoluyla bulaşan tozlar hakkında da araştırma yaptı. Birçok disiplinin bir arada çalışması gerekiyordu. Sadece tıp değil halk sağlığı. İşçi sağlığı için devlet hiçbir şey yapmıyor. Özel endüstri
bunu kar amacıyla saklıyor. Bilime endüstriyel
kuruluşlar tarafından nasıl rüşvet verildi? Riskler
nasıl düşük gösterildi? Amyantın dünyada yasaklanması için mücadele gerekiyor. Asya, Afrika,
Latin Amerika’da çok kullanılıyor.
AMISOL işçisi: AMISOL’de işçi sağlığı için mücadele yürütüldü. İşyeri hekimleri vardı ama
buna rağmen işçiler zehirlenmeye devam ettiler.
Fabrika kapatıldı. Sonra mücadele vererek işçiler
fabrika yetkililerine karşı dava açtılar. Bu ayın
20'sinde bir patronun yargılandığı mahkeme olacak.
Avukat: Medya bu konulardan bahsetmiyor. O
yüzden bir patronun ceza aldığı mahkeme medyada gündem olması açısından önemli. Bu kitap
çok önemli. Hukuk bilim tarafından nasıl sorgulanır, onu gösteriyor. 19. yüzyıl sonunda hukuk
anlayışında, eğer haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız bunu sizin kanıtlamanız gerekiyordu.
Klasik hukukta kanıtlar ortaya getirilmediğinde
dava ortadan kalkar. Hakim iki tarafa da eşit
mesafededir. Ama artık hukuka göre sorumluluk
haksızlığa uğrayanın uğradığını kanıtlaması şeklinde olmamalı.
Endüstriyelizm ya da endüstriyel kapitalizm’le sınırlı bir eleştiri, alternatifini, kapitalizme son vermeyi değil endüstriyelizmin aşırılıklarının sınırlandırıldığı, ekolojik açıdan nispi bir denge kurulan
bir kapitalizm tarifi. “Yeni tip” meslek hastalıkları tekelci kapitalist sömürünün en fazla yoğunlaştığı
alanlarda...
Mony:(Sosyolojinin bu mücadeledeki yeri ve sosyoloji nereye kadar nötr kalır şeklinde bir soru
üzerine) Sosyoloji sağlık konusunu farklı ele almalı. Eşitsizlikleri, ezme ezilme ilişkilerini içerir.
Sosyologların toplum sağlığı konusunu nasıl ele
aldğını kanser üzerine çalışınca gördüm. Hayvan
yemi için vitamin üzeren bir fabrikada işçilerde
böbrek kanseri ortaya çıktı. İşçiler o ortamda bir
koku alıyorlardı. Kanseri yapan moleküle ilişkin
5 yıl araştırma yapıldı. Kanserojen maddenin
ne olduğu ’90'ların başında anlaşıldı. ’90'larda,
fabrikaya önceden genç iken girmiş olan işçiler
45 yaşlarında böbrek kanseri olmaya başladılar.
Her yere mektuplar yazıldı, hiçbir şey yapılmadı.
Fabrika inceleme yapılmasını reddetti ve sonunda çıkan raporda yüzde 100 bağlantılı olduğunu
söyleyemeyiz dendi. Eterglikol gibi maddelerin
ise bazıları yasaklanmış. Bunların birkaç yıl izlenmesi gerekiyor. Kolektif mücadele ekibi varsa
bu takip ediliyor. Değilse yapılmıyor. Mesela bir
fabrikada bu tür izleme talebimize hayır yanıtı aldık. Her mahallede kanser konusunda araştırma
yapılıp daha önce nerede çalıştığı gibi konularda
bilgi toplanabilir, bağlantılandırılabilir. Bunu
halk sağlığı kurumları yapabilir. Bu konuda araştırma yapmak isteyenlere “Bize ölülerin sayısı
yeterli” dendi. Bizim düşüncemiz, işçi için risk
varsa bu riskin alınmaması gerektiği olmalı.
Kitap tanıtımına çoğunluğunu akademisyen ve
hukukçuların oluşturduğu 100 civarında katılım oldu. Tanıtımda, orada da belirttik, konuyla
bağlantısı üzerinden Türkiye ve Fransa’daki sınıf
mücadelesi koşullarının, kazanım ve sınıf dengelerinin farklarını algıladık. Bir yanda Fransa’da
sınıf mücadelesinin kazanımlarına dayalı olarak
ani ve kitlesel iş cinayetlerinin aşıldığı görünümü, buna karşın bu kazanımların işçi hareketinin
uzun süreli gerilemesi ve tekelci kapitalizmin
azami kar arayışına dayalı olarak “eskimesi” ve
ani, kitlesel iş cinayetlerinin yerini zamana yayılmış ve topluma daha geniş ölçüde nüfuz etmiş
meslek hastalıkları, çevre sorunları ve buna bağlı
ölümün alması. Bizdeki büyük ve seri cinayet
tarzı işçi katliamları nasıl “fıtrat” olarak gösteriliyorsa, orada da tekelci kapitalist artıdeğer sömürüsü, nükleer, kimyasal üretim, araç ve yöntemler
sonucu ölüm de başka bir “fıtrat” olarak gösteriliyor. İşçi sınıfı mevzilerindeki araştırmacıların
(hekim, hukukçu, sosyolog, kent planlamacısı,
vb.lerinin) rolleri işte bu perdeyi yırtma ve sınıf
bilincini, mücadelesini geliştirmede kaldıraç
olma konumunda çıkıyor.
Mony’nin ifadesiyle “ölüm karşısındaki eşitsizlikler”, “sermayenin sorumluluk almadan öldürebilme yetkisi”, “bilgi edinme hakkı”, “kolektif mücadele”, işçi sağlığının ileriye ve geçmişe doğru takibi
öne çıktı. Bu, diğer konuşmacı ve katılımcıların
daha çok da hukuki mücadelelerin önemine ve
şirket CEO’larının cezalandırılmasını istemeye
yaptıkları vurgu ile birleşti.
Yine de, işçi sağlığı ve güvenliğinde işçi denetimi,
kolektif mücadele ve bunun pratik seyri konularına girilmemesiyle bir eksiklik hissedildi. Keza,
kapitalizm ve tekelci kapitalizm yerine Türkiye’de
artık sıkça karşılaştığımız üzere “endüstri” kavramı kullanılıyor.
Endüstriyelizm ya da endüstriyel kapitalizm’le
sınırlı bir eleştiri, alternatifini, kapitalizme son
vermeyi değil endüstriyelizmin aşırılıklarının
sınırlandırıldığı, ekolojik açıdan nispi bir denge
kurulan bir kapitalizm tarifi. “Yeni tip” meslek
hastalıkları tekelci kapitalist sömürünün en fazla
yoğunlaştığı alanlarda (Fransa’da Telekom gibi)
gerçekleşiyor ve kaynağını kapitalizmden alan
çevre sorunlarıyla birlikte tam da bu noktada
“Ne için üretim?” sorusu ile birlikte kapitalist
üretimin kar ve azami kar amaçlı oluşunun üretim koşullarını belirlemesi gözardı edilebiliyor.
Son bir not olarak, izleyicilerin genellikle orta yaş
ve üzeri olması da bu mücadelelerin araştırmacı
düzleminde de daha taze kana olan ihtiyacını
gösteriyordu.
***
Rosetta’dan ilk mesaj alındı.
İşçi sınıfının fotoğrafçısı: Lewis Hine
Lewis Hine şu hepimizin bildiği
gökdelen inşaatlarında çalışan
işçilerin fotoğraflarıyla ünlü olmadan önce yıllarca işçi hakları
için mücadele vermiş bir fotoğraf
sanatçısı. Kendisi 1874 doğumlu
bir Amerikalı.
Fotoğrafçı ve sosyolog kimliğini bir arada bulunduran sanatçı
Chicago,Colombia ve New York
Üniversitelerinde sosyoloji okuduktan sonra öğretmenlik yapmaya ve eğitim materyali olarak da
fotoğrafı kullanmaya başlıyor. Bu
arada Ellis Adasındaki göçmenlerin durumundan çok etkileniyor
ve bir sosyolog gözüyle tarihe
tanıklık eden binlerce fotoğraf
çekiyor.
New York kentinin girişinde yer
alan Ellis Adası’nın Amerikan göç
tarihi açısından sembolik anlamı
çok yüksek. 1892-1924 yılları arası
yirmi milyondan fazla göçmen
daha iyi bir yaşam umuduyla Yeni
Dünya’ya buradan giriş yapmış.
Hine işte bu dönemde oradaki insan manzaralarını fotoğraflarıyla
ölümsüzleştirmiş.
Hine fotoğraf aracılığıyla sosyal
reformlar gerçekleştirilebileceğine ve insanlarda sosyal bilincin
oluşturulabileceğine inanıyordu
Öğretmen olarak özellikle çocuk
işçi çalıştırılmasına karşı çıkan
Hine’yi 1908 yılında Ulusal Çocuk
İşçi Komitesi hem araştırmacı
hem de fotoğrafçı olarak işe alır ve
ondan bir rapor hazırlamasını ister. Tüm ülkeyi dolaşır ve bu çalışmaları sonucunda çocuk işçilerin
fotoğraflarının yer aldığı iki kitap
yayınlar. Uzun ve ağır şartlarda
çok düşük ücretlere çalışan, kötü
evlerde yaşayan, okuma yazma
öğrenme şansı bile olmamış bu
çocukların yaşam koşullarını ve
yaşadıkları zorlukları belgeler.
Hine kendisini yangın görevlisi,
sigortacı, İncil yada kartpostal
satıcısı olarak tanıtıp Lancaster,
Dallas ve Tifton’daki tekstil fabrikalarına girdiğinde boylarından
yüksek dokuma makinelerinin
üstüne tırmanarak iplik bobinlerini değiştirmek, kumaş artıklarını
toplamak gibi işlerde çalışan dü-
zinelerce on yaşın altında çocuk
işçiyle karşılaşır.
Hine çocuk işçilerle kömür madenleri, konserve fabrikaları, cam
üfleme atölyeleri gibi daha pek çok
alanda karşılaşmış, zengin yetişkinler için puro saran, saatlerce
balıkhanede istiridye ayıklayan,
gazete satan, bahçelerde meyve
toplayan, çok küçük yaşta çocukları fotoğraflamıştı.
Bu fotoğraflar şüphesiz iş gücünün kötüye kullanımına ait federal
kanunları etkilemiş, bu yasaların
değiştirilerek çocuk işçiliğinin
önlenmesi ve daha insanca çalışma
koşullarının oluşturulmasına katkıda bulunmuştur.
Yıllarca sürdürülen mücadele sonucu Kongre federal yasayı ancak
1916’da çıkarmış ve 14 yaşından
küçük çocukların çalıştırılması
böylece yasaklanabilmişti.
Hine, Kızılhaç’ı tarafından, yardım çalışmalarını belgelemek üzere Avrupa’da görevlendirilmişti. I.
Dünya Savaşı’nın son aylarında ve
ateşkesten sonra, Fransa, Belçika
ve Balkanlar’da seyahat ederek
savaştan paramparça olmuş kıtayı fotoğrafladı. 1919 ‘da “The
Children’s Burden in the Balkans”
ı yayınladı.
1930’da Empire State ve Rockefeller Binası inşaatında çalışan işçileri fotoğraflamaya başladı ve bu
çalışmalarını Men at Work’de topladı.(1932)Hine çok başarılı işlere
imza atmasına rağmen maalesef
yaşadığı dönemde hak ettiği değeri görememiş. 1930′lardan sonra
fotoğrafları dergilerde zorlukla
yayınlanır olmuş ve bilinçli olarak
unutturulmak istenmiş. 1940′da
öldüğünde sefalet içinde olduğu
söylenir. Belgesel fotoğrafçılığın
değerinin anlaşılması ve fotojurnalizmin kurucularından biri olarak kabul görmesi 1980′leri bulmuş. Hatta 1.Dünya savaşı fotoğrafları bile ancak 1980′li yıllarda
Washington Kongre Kütüphanesi
arşivinden çıkarılıp yayınlanabilmiş.
Kaynak: cekirdekcocukblog.wordpress.com