Harabe eve girmelerinin üstünden iki gün geçmişti ve henüz

Transkript

Harabe eve girmelerinin üstünden iki gün geçmişti ve henüz
Harabe eve girmelerinin üstünden iki gün geçmişti ve henüz herhangi bir garip olay olmamıştı.
Normal hayatlarını sürdürmeye ve kimseye bir şey çaktırmamaya çalışıyorlardı. Yaz tatili olması
sebebiyle yapacak bir işleri de yoktu, toplanıp oyun oynamalar, sokak arası maçlar kaldığı yerden
devam ediyordu.
Esat bu tip toplu oyunları özellikle kaçırmamaya çalışıyordu. Kendine dedektiflik görevi biçmiş bir
şekilde ne zaman bu oyunlarda biriyle yalnız kalsa çaktırmadan ağzından laf almaya çalışıyordu o
çocuğun, belki birileri daha Nisa'nın varlığından haberdardır falan diye. Bunu Salih'e çok belli
etmemeye çalışıyordu yaparken; onun kendisinden şüphelendiği, güvenmediği için böyle bir şey
yaptığını düşünmesini istemiyordu. Salih'e güveni tamdı ve garip şeylerin olduğunu ve olacağını
hissediyordu. Bu yüzden ona çaktırmadan milleti sorguluyor, bir gören bir duyan var mı, garip şeyler
yaşayan var mı diye kontrol ediyordu. Bu iki günde eline hiçbir şey geçmemişti. Kara kara o adama
nasıl ulaşabileceğini düşünüyordu.
Salih ise o günkünden çok daha iyi haldeydi. Morali yerine gelmiş, deli olmadığına kendini ikna
etmenin verdiği güçle daha inançlı duruyordu. İnanıyordu, Nisa'nın hala yaşadığına ve onu
kurtaracağına. Evde anne ve babası hastalığın geçti mi iyi misin diye sürekli sorup duruyorlardı.
Onlara da bir şey belli etmemek için evdeyken eskiden nasıl davranıyorsa aynı şekilde davranmaya
çalışıyordu; dışarıdaysa elinden geldiğince bilgi toplaması gerekiyordu. Şimdilik yapabileceği bir şey
yoktu bu yüzden gözlemci pozisyonuna almıştı kendisini; uzaktan izliyordu arkadaşlarını. Oyun
oynarken, ya da normal hayatlarında değişen halleri var mı diye bakıyordu. Biliyordu ki kendisinin
yaşadığı gibi bir şey yaşayan biri aynı kalamaz, aynı şekilde davranamaz ama kontrolleri elini boş
çevirmişti. Herkes geçmiştekiyle aynı şekilde davranıyordu, garip davranan, kendini deli gibi hisseden
kimseyi görememişti henüz.
Ahmet ise günlük hayatına dönmüştü. Ağzı çok laf yapamadığından, insanları sorgulayamayacağını
biliyordu. Bu yüzden her şey normalmiş gibi davranmaya çalışıyordu. Kendini bir garip hissediyordu
ama. Bir kardeşinin olması ve onu şu an hiç tanımıyor olmak onu biraz sarsmıştı. Salih'e inanmaya
çalışıyordu, kalbinin derinliklerinde bir kardeş sevgisinin sıcaklığını hissediyordu. Sanki aklı karşı çıksa
da kardeşin yok dese de kalbi inadına o sevginin varlığıyla onu ısıtıyor; hayır o zihninde var olmasa da
o burada var diyordu. Salih'e güveni tamdı ve garip bir şeylerin olduğu konusunda şüphesi yoktu.
Sabırsızlanıyordu aslında, kardeşine kavuşmak, başı dertteyse onu kurtarmak istiyordu ama şu an
yapabileceği hiçbir şey yoktu beklemekten başka. Olay çıkması halinde ilk önde atılan kendisi olacaktı
ama şu politik dönemde bekleyecek ve icraat döneminin geleceği ana kadar hazırda duracaktı.
Üçü bir araya geldiklerinde ellerinden geldiğince bu konuyu açmamaya çalışıyorlardı. Salih diğer
ikisinin kafasını çok meşgul etmek istemediğinden konuya değinmiyordu, diğerleriyse Salih yine
Nisa'yı hatırlar da üzülür diye pek değinmemeye çalışıyorlardı. Olur da önemli bir şey olması halinde
etrafı iyice kolaçan ediyorlar ondan sonra konuyu açıyorlardı. Esat böyle gitmeyeceğinin farkındaydı
ve bu konuyu halk içinde rahat konuşabilecekleri bir şekilde şifrelenmesi gerektiğini düşünüyordu
ama aklını bunla meşgul edemeyecek kadar yoğundu. Tüm arkadaşlarından topladığı bilgilerle analiz
yapıyor kendini o adama ya da herhangi bir değere sahip ipucuna götürecek ipuçları arıyordu. Bu
yüzden gizli konuşma olayı biraz bekleyecekti, konuşacakları zaman biraz dikkatli olsalar sıkıntı
çıkmayacağını düşünüyordu.
Yeni bir gün daha başlıyordu onlar için. Üçü de kendi çapında araştırmalarını yapacak ve bir şeyler
bulmaya çalışacaktı ama dikkatli olmaları da lazımdı. Artık pusuya yatmaları ve uygun anı beklemeleri
gerekiyordu. Eğer ki erken çıkarlarsa pusudan av kaçabilirdi, geç çıkarlarsa da yakalayamayabilirlerdi.
Avcıyı av pozisyonuna düşürmek istiyorlarsa uygun anı beklemeliydiler. Bir kedi gibi tetikte duracak ve
doğru vakit gelene kadar sessizce, pür dikkat pusuda bekleyeceklerdi.
Evlerde kahvaltılar yapılır ve annelerden izin alındıktan sonra buluşma yerleri olan mahallelerindeki
ufak çocuk parkında buluşurlar. Çocuk parkında bir salıncak ve tahterevalliden başka bir şey yoktur.
Çimleri bakımsızlıktan ve susuzluktan solmuş kim yerlerde sadece toprak kalmıştır. Bu yazın öğlen
vakitlerinde kimsenin uğrayacağı bir yer değildir ve bu sebeple onlar için ideal buluşma noktasıdır.
Üçü aynı oturağa oturur ve bir süre öylece sessizce beklerler. Gökyüzü masmavidir ve güneş tüm
öfkesiyle kavurmaktadır bu saatte dışarı çıkabilecek kadar zeki olan insanları. Sıcaktan mı yoksa
olayların karmaşıklığından mı bilinmez kimsenin ağzı açılmamaktadır. Salih arkadaşlarına bakar ve
gülümser, mutludur bu kadar sadık arkadaşlara sahip olduğu için, mutludur gerçekleşmesi imkansız
bir olayı araştırma kadar saçma bir işte yanında oldukları için. Düşünür bu olanlar Esat'ın ya da
Ahmet'in başına gelmiş olsa inanabilir miydim acaba, inanabilir miydim bu kadar saçma olayların
olabileceğine? Ama cevabı yoktur, olayın merkezindedir ve dışarıyı görmesi çok zordur bu halde.
Esat derin bir nefes alır ve bir tetikleyici olması gerektiğini düşünerekten konu açmaya çalışır.
"Hava da çok sıcak sanki."
"Evet" diye sürdürür Ahmet "Bu daracık oturağa da sıkıştık, sanki daha da bunaltıyor adamı."
"Oturağın daracık olması değil de senin biraz daha çaplı olmandan olmasın sakın Ahmet?" diye
gülümseyerek cevap verir Esat.
Gülüşürler ve artık giriş yapılmıştır. Gündelik şeylerden bahsederler, oyunlardan filmlerden falan
sohbet ederler, normal üç çocuk gibi gülerler ve kendi aralarında eğlenirler. Belki de bir daha sahip
olamayacakları bir huzur içerisinde kendilerini çocuk gibi hissedebilmişlerdir. Kendilerini bekleyen
karanlık bir gelecekten habersiz, belki de son kahkahalarını atıyorlardır. Geleceği bilmemin hikmeti
buydu galiba, başına gelecek ya da gelebilecek olayları bilmediğinde onun stresi senden uzak oluyor.
Bir gün öleceğini bilsen de ne zaman olduğunu bilmemen huzur içinde yaşamana olanak sağlıyor. Bir
aldatmaca belki, bir yalan da denebilir ama beyaz olanından. Bir sonraki gün neler olacağının
korkusuyla yaşıyor olsalardı saçları beyazlardı ve şu an sahip oldukları o çocuksu gülüşler bir efsane
olarak anılırdı, kimin sahip olduğu bilinmeyen ama dilden dile anlatılan bir hazine gibi. Evet, başlarına
neler gelebileceğini bilememin sağladığı o geçici huzur içinde belki de son kez çocuk oluyorlardı.
"Dün televizyona baktınız mı hiç. Çok güzel bir film vardı." diye sırıtaraktan sordu Ahmet.
"Dur tahmin edeyim " dedi Salih ve düşünüyormuş gibi bir ifade takındı. Oysaki ne olduğunu ilk
baştan beri biliyordu.
"Kung fu panda olmasın sakın ?" diye devam ettirdi Esat Salih'i .
"Ya Esat ayıp ama ben diyecektim. " diyerekten gülümsedi Salih.
Ahmet'in sormasına gerek bile yoktu aslında. İkisi de Ahmet'in film ile başlayan cümlelerinin "Kung fu
Panda" ile biteceğini biliyorlardı. En sevdiği filmdi Ahmet'in defalarca izlemişti ve her gördüğünde
yine izliyordu. Artık kendisi de biraz şişman olduğundan mı bilinmez ama galiba 'Po' yu kendine
benzetiyordu. Dün de vardı televizyonda ve yine izlemişti ilk izlediğindeki zevkiyle.
"Ahmet," diye yavaşça başlar konuşmaya Esat "bilmiyorum farkında mısın ama Kung fu Panda dışında
da filmler var. Onlarda da kungfuyu pandayı bulabileceğinden eminim"
Bir an ters bir bakış atar Ahmet ama sonra gülümseyiverir.
"Ama onlarda Po olmayacak."
Gülüşürler ve bu yaz sıcağının bunaltıcı baskısı altında neşelidirler. Bir çok kendini büyümüş sanan
ama aslında küçük olan o yetişmemiş yetişkinlerden farklı olarak hayatta mutlu olmayı çıkarlarda
değil sebepsiz gülüşlerinde bulmuşlardır.
Vakit yavaşça geçmektedir. Salih saatine bakıp durmaktadır. Esat'ın gözlemci gücünden kurtulamaz
bu garip davranışı.
"Hayırdır Salih bir yere mi yetişeceksin?"
"Yok. Aslında evet. Babam geç kalmamamı söyledi ve çok ciddiydi. Bu aralar çok sıkı tutuyorlar
niyeyse. Hasta olduğumdan falan mı şüpheleniyorlar ya da Nisa hakkında bir şey biliyor olabilirler
mi?"
Ne kadar bu konu hakkında konuşmak istememiş olsa da konu yine de açılmıştı. Esat'a
yakalandığındaki suçluluk duygusundan mı bilinmez bir anda çıkıvermişti aklındaki kuşkular. Aslında
ailesiyle ilgili düşüncelerini paylaşmayı hiç düşünmemişti. Kendi içindeki kuruntulardan ibaret
olduğunu düşünmüştü.
"Babalar her şeyi bilir." dedi Ahmet sırf bir şeyler diyebilmek isteğiyle.
"Aslında Salih, ailen bir şey biliyor olabilir ama şunu unutma eğer ki bilmiyorlarsa, senin onlara
yaşadıklarını anlatman kendini hiç ummadığın bir hastane de bulmana sebep olabilir. Bu sebeple bir
süre bizle idare etmek zorundasın. Kusura bakma elimizde son kalan mallar bunlar. " dedi Esat ve
gülümsedi.
Salih de ona aynı şekilde karşılık verdi. Esat haklıydı ailesi şu an tehlikeli bölgeydi ve dikkatli olmalıydı.
Delirdiğini düşünecek olurlarsa Nisa'yı kurtarma planları suya düşerdi. Arkadaşları yanındaydı ve bu
ona her şeyden daha fazla güç veriyordu. Düştüğünde seni kaldıracak bir elin olduğunu bilmek, senin
daha rahat koşmana imkan sağlayacaktır ve düşme ihtimalini de bu sayede azaltmış olacaktır.
"Haklısın galiba Esat ama bu gitmem gerektiği gerçeğini değiştirmiyor."
"Dikkatli ol ama Salih." dedi Ahmet. Salih gülümseyerek ona baktı.
"Tamam benim minik pandam." dedi Salih ve Ahmet'in kendini yakalamak için gelen elinden hızlıca
sıyrıldı ve koşarak uzaklaştı. Güvenli bir mesafeye geldiğini hissedince durdu ve el sallayarak veda etti.
Esat ile Ahmet birbirlerine bakarlar. Pusuya yatma vakti gelmiştir. Bir maç ayarlanmıştır bugün için,
mahalle maçı. Gidip bilgi toplayacaklardır. Ahmet pek de maç yapabilen biri olmadığı için maç
yapmayanlar arasında duracak ve ortalığı kolaçan edecek, Esat da maç yapanları inceleyecektir. Hatta
normalde maç olsa gelecek olanları tespit edecek ve gelmeyenlerin niye gelmediğini araştıracaktır.
Belki de diye düşünür Esat, belki de delirdiğini düşündüklerinden açığa çıkmıyorlardır. Bir şekilde bir
ipucu bulmam gerek.
Maça gitmek için parktan ayrılırlar. Bu yaz sıcağında maç mı yapılır diyen mutluluktan anlamayan
büyüklere inat bu işten zevklerini alacaklardır.
***
Salih sessizce uzaklaşıyordu parktan. Sıcak iyice hissedilir olmuştu ve bir an bu havada maç yapacak
Esat'a karşı bir acıma hissi yayıldı içine. Sonradan düşününce kendinin de bu havada çok maç yaptığını
fark etti ama nedense çok uzak görünüyordu o günler.
Hey gidi günler diye geçirdi içinden, sanki yaşlı birinin geçmişine duyduğu özlem misali. Son bir hafta
onu yaşlandırmıştı, sanki küçülmüş de büyümüş gibiydi. Yaptıkları maçlar, oynadıkları oyunlar
geçmişte kalmış bir anı gibi geliyordu. Elini uzatsa dokunamayacaktı, silinmeye yüz tutmuş bir yazı
gibi giderek soluklaşıyordu hatıralar. Bir gün belki silinip gideceklerdi ve geriye kendi boşluğundan
başka bir şey kalmayacaktı.
Bunları hissediyordu ama önemsemiyordu, daha doğrusu önemseyemiyordu. Aklını sürekli Nisa
meşgul ediyordu. Aslında şu an yapabileceği nerdeyse hiçbir şey olmamasına rağmen onları bile çok
iyi bir şekilde yapıyordu yine de aklını meşgul ediyordu bunla. Tüm hatıraları kaybolsa bile, ne olursa
olsun, Nisa ile ilgili en ufak bir ayrıntının bile kaybolmasına izin vermek istemiyordu. Sanki eğer onu
unutursa, artık Nisa'yı bulma ümidi kalmayacak gibi hissediyordu. Aslında bir bakıma öyleydi, onu bir
kendisi hatırlıyordu bu sebeple eğer ki o da unutacak olursa peşinden gidebilecek kimse kalmayacaktı
Nisa'nın hiç yaşanmamış bir hayal gibi silinip gidecekti ki eğer Nisa diye bir vardıysa ve delirmediyse
Salih.
İstese de unutamayacağını biliyordu Salih. Anılarım belki kayboluyor olabilir ama o soğuk bedeni
aklıma kazındı bir defa, onu asla unutamam.
Derin düşüncelerle eve doğru gidiyordu. Babam niye acaba erken gelmemi söyledi ki? Konuşacak
olduğunda genelde akşam yemeğinden sonra konuşurdu. Acaba bir şey mi fark etti ya da bir şey mi
söyleyecek? Aman sadece yemek falan ayarlamıştır ya da belki erken bir doğum günü hediyesi.
Doğum günüme de az kaldı ama hiç gelsin istemiyorum. Bir arkadaşımın durumundan haberim
yokken ve kimse onu hatırlamıyorken ne yapayım doğum gününü!
Düşünceleriyle birlikte eve varmıştı Salih. Normalde babasından çekinirdi, hatta biraz da korkardı
denebilir ama geçen harabe evde olanlardan sonra içindeki korkuya ait duygular yavaş yavaş
kaybolmaya başlamıştı. Yine de olayla ilgili bir şeyler sorabilme ihtimalinin tedirginliği de yok değildi.
Ne olursa olsun, kim ne derse desin Nisa'ya ne olduğunu bulacağım.
İçinde bir kararlılık vardı artık. Sanki Nisa'nın varlığını hissediyordu içinde. Onun ölmemiş olmasını çok
istemesinden midir bilinmez ama Nisa'nın yaşadığına inanıyordu, inanmaktan da öte hissediyordu. O
bunun farkında olmasa da güç alıyordu bundan. Bir amacı vardı ve sağa sola sapmadan oraya
ilerleyecekti.
Eve geldiğinde her zamanki gibidir ailesi. Bir değişiklik görememiştir. Yemek yerler. Yemekteyken
konuşmalardan, anne babasının davranışlarından bir şey bildiklerine dair bir şey çıkartamamıştır. Bu
içini biraz daha rahatlatır, demek ki klasik babam işte der. Gündelik şeylerden falan konuşacak
herhalde.
Yemekten sonra annesinin bir işi vardır ve çıkmıştır evden. Artık babasıyla baş başadır. Yüzüne bakar
babasının, sert mizacıyla ve uzun boyuyla ürkütücü bir tipi vardır babasının.
"E oğlum, nasılsın, iyileştin mi?"
Salih'in içindeki son tedirginlik de kaybolur. Geçen ki hastalıkla ilgili konuşacak demek ki.
Hastalandığımı bilmeden hastaymışım gibi konuşmak da zor olacak şimdi. Bir şeylerden
şüphelendirmesem onu bari.
"Çok iyiyim baba, turp gibiyim. Hiçbir şeyim kalmadı." der Salih ve temel reis kas gösterisi yapar
incecik koluyla.
"Ama durduk yere bayılman hayra alamet değil biliyorsun değil mi?"
Esat'ın hatırladığına göre bahçede bayılmışım ve beni yukarı çıkarmış doktor falan gelmiş. Benim
hatırladığıma göre avcı geldiydi ben bayılmıştım saklambaç oynarken.
Durumu nasıl çevirebileceğini düşünür bir an. Açlık en mantıklı bahane gibi gözükür bir an gözüne.
"Açlıktan falan olmuştur baba, ne olacak sanki, hepimiz yoruluyoruz şu yaz sıcağında."
Babası Salih'e bakar ve hafifçe gülümser. Bir çocuğun yorgunluktan bahsetmesi onu biraz şaşırtmıştır.
Ne de olsa akşama kadar çalışan kendisidir, sokaklarda aylak aylak gezen çocuklar değil. Salih'in başını
okşar. Salih de bir an şaşırır sonra o da gülümseyerek karşılık verir babasına.
Yine de babası tatmin olmamış gibidir, ne de olsa her anne babanın çocuğunun en ufak hastalığını bile
önemseyip fazla abarttıkları durumları olmuştur.
"Peki o zaman. Ama yine de gidelim, bir tekrar kontrol etsin."
"Lütfen baba ya, gerek yok gitmeye. Çok iyiyim ben."
Salih doktora gitmek gibi bir niyeti yoktur. İyi olduğundan ve bayılmadığından emin olduğu için
doktora gidip de yalan üstüne yalan söyleyerekten olayı uzatmaya, sündürmeye hiç gerek yoktu.
Babası Salih'e iyice bir bakar. Gözleriyle röntgen çekiyormuşçasına Salih'te herhangi bir sıkıntı olup
olmadığını kontrol eder. En sonunda tatmin olmuştu ki derin bir nefes verdi. Salih de bu süre boyunca
elinden geldiğince nasıl yapacağına dair bir fikri olmasa da iyi görünmeye çalışmıştı.
"Tamam sen kazandın Salih. Doktora götürüp de seni oyunlarından men etmeyelim. Ama bir şartım
var. Doktor tekrardan gelsin bir görsün yine de."
Salih babasına daha fazla ısrar edemeyeceğinin farkındadır ama doktorla uğraşmak da istemiyordu.
Doktor onların gözünü korkutmuş olacak ki babası bu kadar ısrar ediyordu doktorun gelmesi için. E
sonuçta bu yaşta bir çocuğun bayılması normal değildi. Salih de bayılmadığına, olayların gerçek
olduğuna kendini o kadar inandırmıştı ki gerçekleşmemiş bir olay üstüne doktor tarafından bir
suçlunun sorguya çekilmesi gibi sorgulanmayı, şuranda bir şey var mı buran nasıl diye bir
denekmişçesine test edilmeyi hiç mi hiç istemiyordu. Ne yazık ki bir baba karşısında çocuğunun nazı
bir yere kadar geçerdi ve Salih o noktadan sonra güzel şeylerin gelmediğini de biliyordu.
"Tamam, anlaştık." diye gönülsüzce cevap verdi Salih.
Babası da rahatlamıştı biraz. Oğlunun iyi olduğuna emin olmak istiyordu nihayetinde. Baba şefkati
böyleydi, göstermeden belli etmeden önemserlerdi. Salih'in duygusal zekası yüksekti ve babasının
onu düşündüğü için bu kadar ısrar ettiğini anlamıştı ve silahını indirmek zorunda kalmıştı.
Bu olay da böyle çözümlenmişti ama aklı doktordan ve babasından öte Nisa'daydı. Bir adım atmalı bir
şeyler yapmalıydı ama elinde hiçbir şey yoktu şu an. Bu halin içinde oluşturduğu stres ve huzursuzluk
hiç de çekilir değildi, elinden geldiğince sabretmeye çabalıyordu ama bir şeyler yapmak isteğini
durduramıyordu. Çaresizlik içinde odasına döndü, ne yazık ki yapabileceği hiçbir şey yoktu. Odada
yapacak bir şey bulamayınca, gideyim de bari Esat'ın maçını izleyeyim diyip evden ayrıldı.
***
Esat ve Ahmet maç mahalline doğru gidiyorlardı. Sessizdi ikisi de, düşünceliydiler. Salih kadar onlar
da bir şeyler yapmak istiyorlardı. Salih'e gönülden inanıyorlardı. Sanki onlar da kalplerinin bir
köşesinde kalmış, anılarının kırıntılarına karışmış bir Nisa'yı hissediyorlardı ve bu onların Salih'e
inanmalarında daha da etkili oluyordu.
Onlar da çaresizlerdi şu an. İki gündür araştırmışlardı ellerinden geldiğince ama elde var sıfır. Çocuk
sabırsızlığına sahipti ikisi de ama Esat pek belli etmiyordu.
Ahmet kendini çok faydasız hissediyordu. Esat'ın farklı farklı yollarla araştırma yaptığını biliyordu ama
kendi elinden bir şey gelmemesi çok canını sıkıyordu. Bir kardeşinin olup da ondan uzakta olması
daha da canını sıkıyordu. Bir şekilde ona ulaşmak istiyordu. Salih'e o da gönülden inanıyordu. Dostluk
buydu işte. Tamamen saçma sapan bir durumda dahi olsa arkadaşın, ya sen de o duruma düşeceksin
ya da arkadaşını oradan çıkarmanın bir yolunu bulacaksın. Ahmet de Esat da Salih'in içinde bulunduğu
açıklanamaz duruma ayak uydurmaya karar vermişlerdi.
"Ya Esat, ben de senin gibi bir şeyler yapmak istiyorum. Bir ipucuna götürecek bir şeyler araştırmak
istiyorum"
"Aman ha Ahmet, kaş yapacağım derken göz çıkarma. Ağzından kaçacak yanlış bir söz Salih'i içinden
çıkamayacağı bir vaziyete sokabilir."
"Ya biliyorum canım. O yüzden iletişim gerektiren yollardan uzak duruyorum. Biliyorum ağzımdan
kaçırırım. ama yine de bir şeyler yapmak istiyorum."
"Ne diyeyim ki Ahmet? Ben de iki gündür bir şey elde edebilmiş değilim. Ortalığı izle o zaman, zaten
maç yapmayacaksın. Belki garip bir şeyler görürsün. Korkudan ağlayan falan birilerini görürsün belki.
Zaten böyle bir şeyi sen görecek olduğunda herkes görmüş olur ama olsun sen yine de izle etrafı."
Ahmet de zaten bunu yapacaktı ama belki de başka bir yol önerir umuduyla sormuştu Esat'a. Israr
etmedi o da farkındaydı yapabilecekleri çok bir şeyin olmadığının.
Maç yerine varırlar. Etrafı, gelenleri çaktırmadan kontrol eder Esat. Normalde maçlara sürekli gelip de
bugün gelmeyen var mı diye kontrol eder. Bakar durur ama her zamanki gördüğü top peşinde
koşmaktan artık yorulmayacak hale gelmiş futbol bağımlısı arkadaşlarıdır bunlar. Anlaşılan buradan
da bize ekmek yok der. Yine de ruh hallerini kontrol eder onların, gerçi son iki günde defalarca
yapmıştır bunu ama gözden bir şey kaçırmak istememektedir. En ufak bir şey bile onlar için bir şeydir
şu halde.
Maç başlar, Ahmet biraz uzaktan izlemektedir maçı ve etrafını. Esat'a hayranlıkla bakmaktadır. Hem
zeki hem iyi top oynuyor, maç yaparken de arkadaşlarını kontrol ediyor bir sıkıntı var mı diye. Bense
aylak aylak dolaşıyorum ve yapabileceğim hiçbir şey yok.
Kendi kendine canını sıkmıştır. Bir şeyler yapmak istiyordu ama ne yapabileceğini bilmiyordu. Orada
öylece durup etrafı izlemekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu şu an. Esat'a bakar, ne de güzel
koşturuyordu. Gülümseyiverir Ahmet, Esat'ın kendini oyuna kaptırıp artık etrafına pek dikkat
edemediğini fark ettiğinde.
Onun kendini oyuna kaptırışını fırsat bilir ve etrafı daha dikkatlice incelemeye başlar. Etrafı kolaçan
etmeye başlayınca az önceki hali tamamen silinmişti ve sanki bir şeyler değişmişti. Bir şeylerin
değişmesinden ziyade bir şeyler hissediyordu. Daha bir odaklanma gücü hissediyordu içinde. Sanki bir
şey vardı ve kendini ona çekiyordu. Bu algıdan ziyade içsel bir his gibiydi.
Yerinde duramayacak kadar bir merak sarmıştı içini. Bir şey vardı buralarda ve onu bulmalıydı. Esat'a
son bir bakış attı ve oturduğu yerden kalktı. Esat kendini maça vermişti ve kendisinin ayrıldığını fark
etmezdi. Nedense bunu Esat'ın bilmesini istemiyordu, bir şey bulmuştu da onu kendine saklıyordu
sanki.
Maç alanından ayrılır ve yakındaki sokaklara doğru ilerler. Nereye gittiğini bilmiyordu, sadece
ayaklarının onu götürmesine izin veriyordu. Gittiği yerde bir şey bulacağından eminmişçesine
ilerliyordu güneşin kavurucu ışıkları altında.
Bir anda hissetti bir şeylerin varlığını. Bulunduğu sokaktaydı, hissediyordu buralarda olmalı diye
düşündü. Acaba Nisa mıydı, o yüzden mi böyle hissediyorum. Nedenini bilmiyordu, aslında ne
hissettiğini de bilmiyordu ama bir şeylerin, tandık bir şeylerin etrafta olduğunu hissediyordu. Neden
diye hiç sormadı kendine, ayaklarının kendini taşımasına izin verdi. İpucu beni buldu diye
düşünüyordu, belki de faydasız olmasını düşünmesinin verdiği eziklikle bir şeyler yapabilecek
olabilmeye bu kadar yakın olması sonucunu düşünmeden hareket etmeye itiyordu onu. Bir şeye
yakın olduğunu hissetmek onu mutlu ediyordu ve ardında ne olduğu önemli değildi.
Apartmanlara, insanlara teker teker baktı. Tanıdık bir şeyler olmalıydı, onu gerçeğe yaklaştıracak bir
şey olmalıydı. Nisa'yı hatırlamasa da onun varlığını hissetmesi gibi bir histi. Bir anda gözüne çarptı.
Kırmızı tişörtlü, kot pantolonlu hafif yapılı esmer bir adam uzakta durmuş kendisine bakıyordu. Bu, bu
diye düşündü, tanıyordu onu sanki.
Zihnindeki anılar birbirini tetikledi, birbiri ardına yuvarlandı tanıdığı insanların yüzleri aklında. Ve
hatırladı bu o adamdı. Evin orada Esat'ın baktığı o adam. Evet emindi bu adam oydu. Zaten ayırt
edilebilir bir fiziği vardı.
Hala kendisine bakıyordu sanki. Emin olamadı bir an, etrafına baktı acaba başka bir şeye mi bakıyor
diye. Yok yakınında bakılabilecek herhangi bir şey yoktu. Ama adam hala bu tarafa bakmaktaydı.
Kendini artık güçsüz hissetmiyordu ve yenilmeyecekti. Kim daha uzun süre gülmeden bakacak
tarzında oyunlar oynamıştı arkadaşlarıyla. Gerçi gülmeme konusunda pek başarılı değildi ama şimdi
farklıydı içinde değişik bir his vardı. Olayları aydınlatmaya götürecek bir ipucu yakaladığını
hissediyordu ve bu ona daha da güç veriyordu. Bu adama yenilmeyecekti. Neden bilmiyordu ama onu
bir rakip, bir düşman gibi algılıyordu şu an. Belki de başka biriydi, alakasız yoldan geçen biriydi belki
de. Ama sanki artık bedeni mantığı bırakmış tabi savunma yollarını aktifleştirip savaş pozisyonu
alıyordu.
Şu an neler hissettiğini sorgulayamayacak kadar olaya kaptırmıştı kendini. Sadece hissettiği gibi
yapıyordu, içinden geldiği gibi, sorgulamadan mantık aramadan. Doğal bir refleks misali.
O da adama dik dik bakmaya başladı. Biraz uzaktaydı ama ona baktığını anlayacağından emindi
Ahmet. Gözlerine bakıyordu direkt. Başını ne sağa ne de sola hareket ettirmiyordu, adamın da
kararlılığını görmesini istiyordu.
Bakmanın yetmeyeceğinin farkındaydı; çünkü adam da yerinden milim kıpırdamadan Ahmet'e
bakmaktaydı hala. Bu adamda bir şeyler olduğunu düşünüyordu Ahmet. Onunla konuşmalıydı, ama
bir erkek gibi en ufak korkaklık belirtisi göstermeden. Belki de Nisa'yı biliyordu bu adam. Belki de o
yüzden hep etraflarındaydı.
İkinci aşamaya geçmeliydi şimdi. Kendini, cesaretini göstermeliydi. Yavaşça bir adım attı ileriye doğru
ama başını oynatmadan, bakışlarını adamdan ayırmadan. Adam hala yerindeydi. Adımlarını birer birer
atmaya devam etti Ahmet. Adam hala yerindeydi ve ona bakmaktaydı. Araları biraz uzaktı ve bu hızla
gitmesi çok vakit alacağından adımlarını hızlandırdı Ahmet.
İçinde bir korku hissetmiyordu. Kendini hiç bu kadar cesur hissetmemişti. Adamın kim olduğunu neci
olduğunu bilmiyordu ama kararlılıkla ona doğru yaklaşıyordu. O adamda bir şeylerin saklı olduğunu
hissediyordu ve bu gizli şeyleri açığı çıkarmak istediği için cesaretini bir an bile yitirmeden
ilerlemeliydi. Bu olayların belirsiz karanlığından onu gün ışığına çıkartabilecek bir yol bulmuştu ve
arkasına dönmeden ilerlemeliydi şimdi.
Adam da inatçı çıkmıştı. Bir hareket yoktu hala onda. Yolun yarısına gelmişti Ahmet ve bakışlarını
koparmamışlardı hala. Bir inat testi, ya da sabır testi gibiydi. Ahmet kararlı adımlarla bakışlarını
kaçırmadan adama doğru ilerlerken, adam da aynı kararlılıkla bekliyordu. Kimin ilk inadından
vazgeçeceği belli değildi.
Ve kırılma anı gelir. Ahmet yaklaşmaya devam ederken adamın bir anda arkasını dönüp koşmaya
başladığını gördü. Vücuduna hakim olan his de bir anda tepki vermişti ve o da koşmaya başladı adama
doğru. Tabi bu noktada Ahmet'in geniş vücuduyla pek de iyi bir koşucu olmadığı bilinen bir gerçek.
Ama mantık aramıyordu şu an beyni. İçindeki o hissin, kontrolü altında sorgulamadan hareket
ediyordu. Koşuyordu daha doğrusu bedeninin fiziksel açıdan elverdiği ölçüde sınırlarını zorlayaraktan
koşuyordu.
Adamı takip etmeye çalışıyordu ama aralarındaki uzaklık artıyor gibiydi. Böyle çok daha fazla devam
edemezdi ama o bunu düşünmüyordu. Aklı o adam ile dolmuştu, onu yakalamaya odaklanmıştı. Ve
bu nereden geldiği bilinmez deli cesareti, onu mantıktan koparmıştı. Bir küheylan gibi çatlayıp
ölebilirdi bile ama bunların hiçbirinin farkında değildi. O adamı yakalama amacına odaklanmış bir
biçimde, ömrü hayatınca ondan görülmemiş bir performansla koşuyordu.
Ufak bir orman vardı yakında ve oraya yaklaşmışlardı. Aralarındaki uzaklık artarken adamın oraya
doğru yöneldiğini fark etti.
Bu ormana pek gelmezlerdi. Burası başka bir mahalle olduğu için genelde kendi mahallelerinde
oynarlardı. Ama yine de macera hevesine bir iki defa gelmişlerdi , pek derine gitmemişlerdi ancak.
Ahmet'in sevmediği yerler arasındaydı bu orman. Aslında içlerinde en gözü pek oydu, çekinmeden en
önde atılırdı bir çok konuda. Ama nedense bu orman ona hep ürkütücü gelmişti.
Adamın ormana daldığını görünce, bir of çekti ve ormana doğru koşmaya başladı. Nefes nefeseydi
ama durmayı düşünmüyordu bile. Sevmese de bu ormanı, belki de son bir ayda toplamda koşmadığı
kadar koşmuş olsa da duramazdı. Bu olayın artık aydınlanması gerekiyordu.
Ormana bir hışımla daldı. Adamı uzaktan görebiliyordu ama adamsa arkasına bakmadan koşuyordu.
Ormanın içine doğru koşarak ilerliyorlardı. Çalı çırpı doluydu yer ve geçen yağmurdan kalan hafif bir
yumuşaklık vardı yerde. Güneş ışınları derinlere gittikçe artan ağaç yoğunluğundan dolayı azalır bir
kuvvetle gelmeye başlıyordu.
Yere bastıkça kırılan çalılardan gelen çıtırtılar ve kuş seslerinden başka ses gelmiyordu. Ahmet
vücudunun müsaade ettiği ölçüde ilerledi ve bir noktada adamı kaybetti.
Sağına soluna, etrafına bakındı ama ağaçlardan başka bir şey gözükmüyordu. Ellerini dizine koydu ve
ne kadar da nefes nefese kaldığını fark etti. Hızlı hızlı nefes alışlarının dinmesi bir süre sürdü. Aklı
yerine gelince düşünmeye başladı. Adamı nasıl kaybettim ki ya. Sürekli gözümün önündeydi.
Pantolonu yerden sıçrayan çamurlarla berbat olmuştu. Üstünü şöyle bir silkeledi. Durdu ve daha
berrak bir zihinle tekrar etrafı inceledi. Bu kendine göre kocaman gelen ama pek de büyük olmayan
ormanda yalnız başına kalmıştı. Tek ipucu olduğunu düşündüğü adamı kaybetmişti ve Esat da
muhtemelen kendisinin nereye gittiğini merak etmekteydi. Derin bir of çekti ve bir sinirle vuracak bir
yer aradı ama bulamayıp içine püskürdü. Nasıl kaybettim ben bu adamı ya, ne yapacağım şimdi bir
beceriksiz gibi ben bizi aydınlatacak bir şey buldum ama bu koca bedenim yüzünden kayıp mı ettim
diyeceğim. Of!
Aslında kendisi farkında değildi ama bayağı koşmuştu. Bedeni muhtemelen kararlılıkla odaklanmış
zihninin göz ardı etmesi sayesinde kaldıramayacağı kadar uzun yolları kat etmesini sağlamıştı. Ve çok
büyük ihtimalle yarın yataktan kalkamayacağı kadar acılar içinde uyanacaktı ama o bunun farkında
değildi şu an ve kendine hayıflanıyordu niye bu kadar az koşabildim diye.
Ormanın içinde yalnızdı ve ağaçlar arasından süzülen güneş ışığıyla beraber gelen kuş cıvıltıları ona bir
filmdeymiş hissi veriyordu. Kuşlar ne de sakindi şu an, ama Ahmet tam tersiydi. Nasıl döneceğim diye
düşünmeyi akıl etmişti sonunda ve etrafa bir çaresizlik içinde bakıyordu.
İlk başta geldiğim yoldan dönerim diye düşünmüştü ama o kadar da kolay olmadığını fark etti. Sanki
her ağaç birbirine benziyordu ve her yer aynı yere çıkıyordu, hiçbir yere. İçine yayılmaya başlayan
telaş manzaranın tadını çıkarmasını engelliyordu.
Yürüdü, yürüdü ama sanki bir yere gidemiyordu. Sanki hep aynı yerdeydi, o yürürken etrafta hareket
halindeymiş gibiydi. Öyle değildi tabi ki de ama bir yere varamayınca insan çabalarıyla yerinde
kaldığını düşünmeye başlıyordu.
Yön duygusu zayıftı Ahmet'in. Esat keşke burada olsaydı da bir yolunu bulurdu kesin. Ama
düşünmeden de edemiyordu, hep aynı tarafa doğru gitmeme rağmen neden bir yere varamıyorum,
ya da neden hep aynı yerde hissediyorum kendimi? Aslında haklıydı da, bir yere varmalıydı ama yalnız
başına yürümekten ve ağaçlara bakıp bunu görmüş müydüm acaba diye düşünmekten başka bir şey
olmamıştı.
Durdu ve bekledi. Bir gariplik olduğunu hissediyordu. Durdu ve öylece bekledi, belki de adam
geliyordur ya da birilerini duyarım diye. Bir anda içine bir korku yayıldı. Etrafta hiçbir ses yoktu.
Sükuta gömülmüştü orman. Ne kuş sesi ne de rüzgar uğultusu. Tama kabul ediyorum, işte bu garip bir
şey.
Korkmamaya zorluyordu kendini. Sakin olmaya çalışıyordu, ama yapacak hiçbir şeyi yoktu. Ormandan
çıkamıyordu ve garip bir şekilde sesler kaçıp gitmişti etrafından. Yürürken çıkardığı çıtırtılar bile artık
sinir bozucu geliyordu sessizlik içindeki ormanda.
Korkmamam lazım. Bakındı etrafına ama hiçbir çözümü yoktu öne sürebileceği. Gözlerini kapattı ve
derin bir nefes almaya çalıştı. Gözlerini kapattığında bir ses duydu yakınlardan, bir çıtırtı, sanki biri
çalıya basmış gibi. Bir umutla gözlerini açtı, kurtuluş diye bağıracaktı ama gözlerini açmasıyla
yüzündeki bir anlık gülümsemenin gitmesi bir oldu. Hemen ilerde bir köpek vardı ve kötü bakışlarla
hırlıyordu.
Bir anlık şaşkınlık ve korku içinde bağıracaktı ama tuttu kendini, köpeği irkiltmek şu an onun için en
tehlikeli şeydi. Göz ucuyla arkaya doğru baktı, kaçabileceğim ya da tırmanabileceğim bir ağaç var mı
diye. O an işinin bittiğini fark etti. Bir köpek de arkada vardı. Sakin olmaya çalışamıyordu artık. İki tane
öfkeyle bakıp kötü bir şekilde hırlayan iki köpek kendisine saldırmak üzere bekliyordu.
Yapabileceği bir şey yoktu. Yakınında atlayabileceği bir ağaç yoktu olsa bile, tırmanabileceği de
şüpheli. İki köpeği de görebileceği bir pozisyon aldı kendine. Korkuyordu, bunu ret edemezdi ama bir
şey yapmaması halinde buradan kurtulamayacağını biliyordu. Her şeye rağmen bir şeyler düşünmeye,
bir çözüm aramaya itti kendini. Köpeklere baktı, kapkara ve fiziksel açıdan güçlü gibiydiler. Köpek
türlerini bilmezdi ama hiç de sevecen bir tür olmadığı açıktı.
Tüm korkularına rağmen soğuk kanlı olmaya çalışıyordu. Yapacağı yanlış bir hareketle köpeklerin
saldıracağını bildiği için kıpırdamamaya çalışıyordu. Korkuyorum diye bağırmak hatta ağlamak
istiyordu ama bir şey onu ayakta tutuyordu. İçinden gelen bir güç tüm endişelerine rağmen
dayanması ve direnmesi için ona yardımcı oluyordu.
Durdu ve ortamı dinlemeye başladı. Vücudunun ona çok yardımcı olacak bir halde olmadığının
farkındaydı, bu yüzden hislerini açmaya çalışıyordu. Hissediyordu, köpekleri onların öfkesini
hissediyordu içinde. Sanki onların neler yapacağını biliyormuş gibiydi. Durdu aha harekete geçecekler
dedi içinden. Öyle de oldu. Yavaşça yaklaşıyordu köpekler. İkisini de görebiliyordu ama bundan öte
onları hissedebiliyordu sanki.
Bir an aklından Po geçti, kung fu pandadaki karakter. O böyle bir durumda olsa ne yapardı.
Muhtemelen korkardı ama elinden geldiğince savaşırdı. Onu kendisine benzetiyordu. Şişman ama
güçlü, korkak ama cesur. O zaman kung fu zamanı dedi, ve içinde bulunduğu duruma rağmen
gülümseyebildi. Fiziksel olarak iyi bir durumda olmasa da ruhen, manen güçlüydü Ahmet.
Durdu ve dinlemeye başladı köpekler yaklaşırken. Bir an hissetti, ya da bir çıtırtıyı duymuş gibiydi.
Savunma mekanizması çalışmaya başladı içinde, sesin geldiği tarafı anında kestirmişti ve o taraftaki
köpeğin üstüne doğru atladığını anlamıştı, ya da hissetmişti farkında olmadan. Bedeni istemsiz bir
şekilde savunma pozisyonu aldı ve tamamen farkında olmaksızın, saldıran köpekten ani bir şekilde
geriye doğru sıçrayarak kurtuldu. Gözlerinin önünden bir köpek geçivermişti Ahmet'in. Bir saniye fark
olsaydı o salyalar akan ağzın kollarını kapmış olacağını biliyordu.
Durdu ve gülümsedi yine, Po'yu alt etmek o kadar da kolay değil sizi gidi köpecikler. Nasıl yaptığını
bilmiyordu ama tam vaktinde köpeğin saldırdığını hissedip geriye kaçmayı becerebilmişti. İki köpek
de karşısındaydı şimdi, ve sanki daha öfkeliydiler. Ellerini ileriye doğru uzattı ve gel gel işareti yaptı
bir eliyle. O anki kurtuluş ona daha bir güç vermişti ve farkında olmasa da onlarla savaşabileceğini
düşünüyordu ya da kendini tam bir kung fu ustası gibi hissediyordu.
Köpekler birbiri ardına saldırmaya başladılar. Ahmet hepsini hissediyordu şu an. Hangisinin ne
taraftan koştuğunu, nereye atıldıklarını görmese de duyuyordu, duymasa da hissediyordu. Ve birbiri
ardına yaptığı ani kıvrak hareketlerle her saldırıdan kurtuluyordu. Bir oraya, bir başka tarafa. Sanki
dans ediyordu. Köpekler iyice öfkelenmişti ve en ufak bir ısırık vermemişti henüz onlara. Ahmet de
coştukça daha coşuyordu. Her hareketinde kendine güveni artıyordu ve bu işten zevk almaya
başlamıştı.
Durdu ve bekledi yine onların hareketini. Bu kez ikisi aynı anda kendine doğru koşuyordu. Hayır, bu iyi
değildi. İkisinden aynı anda sıyrılamazdı muhtemelen. Savunma mekanizması beyninin
kullanabileceği her zerresini kullanıp bir kurtuluş yolu arıyordu. Bekliyordu uygun anın gelmesini.
Köpekler iki tarafa ayrıldı biri sağdan biri de solundan geliyordu. Aynı anda saldıracaklardı ve bu kez
başı dertteydi Ahmet'in. Hissetmeye çalışıyordu. Saldıracakları anı kestirmeliydi ki bir şeyler
yapabilsin. Ve hissetti de. Ama aynı anda iki taraftan saldırı geliyordu ve geriye kaçabileceği kadar
mesafe ve vakit yoktu. Ofansif olmanın vaktiydi. İki köpeği de hissedebiliyordu. Sanki nerede
olacaklarını biliyordu.
Bir anda soldaki köpeğe arkasını dönüp havaya doğru tekme savururken tüm gücüyle de yere doğru
inen bir yumruk savurdu. Öyle mükemmel bir zamanlamaydı ki attığı tekme tam köpeğe denk gelmişti
ve iki üç metre savurmuştu onu, yumruk ise ileri doğru atılan köpeğin üstüne gelmiş ve onu yere
yapıştırmıştı.
Köpekler geriye doğru kaçıp toparlandılar. Öfkeli bakışlarla Ahmet'e doğru havladılar ve kaça kaça
uzaklaştılar. Bitmişti, köpeklere karşı olan savaşını kazanmıştı. Galip gelmişti. Kahkahalar attı neşeyle,
kung fu yapmıştı resmen. Gülümserken bir anda bacaklarında takatin kalmadığını fark etti ve yere
yığıldı.
Yerden bir süre kalkamayacağının farkındaydı ama mutluydu. Göbeğine vuruverdi, aferin dedi iyi
çıkardın şişko ben. Kendini düşmüş ağaç yapraklarının üstüne bıraktı ve gökyüzüne, ağaçlardan
süzülen ışıklara bakaraktan daldı gitti düşlere.
Ahmet, diye gelen bağırışlarla uyandı. Silkindi ve ne oluyor edasıyla etrafa baktı. Bir an nerede
olduğuna anlam veremedi ama sonradan dank etti. Olanları hatırladı. Yerde uyuya kalmıştı. Kendini
pek iyi hissetmiyordu ama köpeklerden kurtulmuş olmanın rahatlığı vardı üstünde. Birilerinin Ahmet
diye bağırdığını fark edince istemsizce o da karşılık verdi, efendim diye bağıraraktan. Sonradan fark
etti seslerin Esat ve Salih'in olduğunun.
Ağaçların arasından Salih ve Esat çıkagelir. Ahmet de yattığı yerden kalkar. Esat ile göz göze gelir
Ahmet. Gözlerinde kızgınlık vardır Esat'ın. Galiba Esat'ı sinirlendirecek bir şey yaptım herhalde diye
düşünür Ahmet.
"Oğlum nerdesin sen ya. Haber vermeden gitmişsin, kaç saattir seni arıyoruz." diye kızaraktan sordu
Esat.
"Kaç saattir ?" diye yüzsüzce karşılık verdi Ahmet.
"Bırak şimdi şakayı, seni bulmak için kaç kişiye sorup soruştuk biliyor musun?" diye devam ettirdi
sorgulamayı Salih.
"Yok, bilmiyorum."
Ahmet neden bilmiyordu ama sinirlendirmek istiyordu arkadaşlarını. Sanki onları kızdırıp köpeklerde
yaptığı kıvrak kaçma hareketlerini bir daha denemek istiyor gibiydi.
"Ya deli etme adamı Ahmet. Bir adamı takip ettiğini öğrendik. Bırak zırvalamayı da anlat ne oldu?
Başına bir şey geldi diye ödümüz koptu."
"Tamam be ya. Ama bir şartım var. Önce bana bir vuracaksın."
Esat da Salih de şaşırır. Başına bir şey falan mı düştü diye düşünürler.
"Manyadın mı ya? Ne vurması Ahmet? İyi misin, kendinde misin ?" diye sordu Esat.
"Yok delirmedim merak etme. Size bir şey göstermek istiyorum. Merak etme bir şey olmayacak, tüm
gücünle vur bana ya da vurmaya çalış vuramayacaksın zaten."
Esat zaten sinirliydi Ahmet'e, böyle bir teklifi reddedemeyecekti. Herhalde kendini affettirmek için
böyle bir şey yapıyor diye düşündü.
"Tamam ama bir şey olursa karışmam." dedi Esat ama yine de Ahmet'i incitmek de istemiyordu. Bu
yüzden karnına vuracaktı, en kalkanlı yerine. Salih ise şaşkınlıkla izliyordu onları.
"Hazırsan geliyorum."
Ahmet pozisyonunu aldı. Saldıracağı tarafı anlayıp kaçmaya çalışacaktı. Sonra belki bir iki kung fu
hareketi yaparım diye düşündü. Zihnini açmaya ve odaklanmaya çalıştı.
"Hazırım."
Esat farkında olmadan öfkesini yumruğa yüklemişti. Gücünü topladı ve Ahmet'in göbeğine doğru
yumruğunu yolladı. Ahmet ise saldırıyı kestirmeye çalışırken kendini güçlü bir yumrukla vurulmuş
olarak buldu. Bir an darbenin etkisiyle nefesi kesildi, sonra yere yıkıldı. Esat yaptığından pişman
hemen Ahmet'i kaldırdı, öfkesini atmıştı ama kötü bir şekilde.
"Ya Ahmet, vur dedin vurdum. Ama bu kadar da güçsüz değilsin ki sen. Senin gibi biri benim cılız
yumruğumla yere mi yıkılırmış?"
Ahmet ne olduğunu anlayamamıştı. Hiçbir şey hissedememişti. Ne saldırının nerden geleceğini
hissetmişti ne de ne yapması gerektiğine dair bir refleksi olmuştu. Biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Po
gibi hareketler yapıp şov yapacaktı ama yapamayacağını anladı.
"Ahmet bir gariplik var sende, dökül artık şu içindekileri." dedi Salih.
Ahmet arkadaşlarına baktı. Buraya kadar kendini arayıp bulmuşlardı. Telaştaydı ikisi de kendisi için.
Onları daha fazla merakta bırakmayayım artık dedi ve her şeyi olduğu gibi anlatmaya başladı. O
adamla bakıştıklarını ve sonra adamın kaçışını ve ormana kadar gelişini anlattı. Sonra adamın
kaybolup köpeklerin gelişini ve yaptığı cesurca savaşı anlattı. Ve onların gelişiyle de özeti sonlandırdı.
"Sen o yüzden böyle artistik tavırlardasın. Anladım şimdi, vur zaten vuramazsın falan" dedi Esat ve
Ahmet'in iyi olduğunu anlayınca sevinçle gülümsedi.
Bir süre düşündüler. Pusuda olan onlardı ama sanki tuzağa düşürülmüştü Ahmet. Avcıyken av olacaktı
az kalsın. Artık nasıl olduysa bir savaşçı gibi savaşmış ve galip gelmişti.
"İyi de bu adam neyin nesi ?" diye sordu Ahmet. Ama diğerlerinin de bir bilgisi yoktu.
"O adam bir şeyler bilmiyorsa bana da Salih demesinler."
"O değil de, sen yani az önce anlattığın hareketlerin hepsini yaptın köpeklerin üstünde?" diye sordu
Esat merakla. Görmek isterdi Ahmet'in o tonton bedeniyle kung fu yapmasını, bir anda köpeklerden
sıyrılışını.
"Az önce yerde uyuyor olabilirim ama o tamamen gücümü kaybetmemdendi. Eminim hepsini yaptım.
Ama sen vurunca neden yapamadım bilmiyorum. Belki de başım sıkışınca içten gelen bir şeydi."
"Korkuttun bizi Ahmet ya. Bir şey oldu diye dört tarafı dolaştık. Neyse ki fark edilir bir yapın var da
seni görenler unutmuyor " dedi Salih.
"Ya özür dilerim cidden. Bir şeyler yapmak istedim. Sonra o adamı görünce istemsizce onu takip
etmeye başladım. Ne kadar koştum ben bile bilmiyorum. Tek düşündüğüm o adamı yakalamaktı."
Hiçbir şey bilmiyorlardı şu an ama neyse ki birbirlerine sahiptiler. Dostlukları vardı ve bir şekilde her
olayın üstesinden gelmeye çalışacaklardı. Üçü Ahmet'in az önceki olayına güldüler ve birbirlerine
sarıldılar.
"Neyse artık olan oldu. Şuradan çıkarın beni artık ya, kayboldum buranın içinde." dedi Ahmet ve
ormanın çıkışının nerede olduğunu da merak etmekteydi bir yandan.
Çıkışa giderler ama Ahmet'i şaşırtacak derecede basit ve hızlı bir şekilde gelmişlerdir. İyi ama ben
neden o kadar dolaşmama rağmen çıkamadım şu ormandan diye düşünür ama herhangi bir cevabı
yoktur. Aman neyse der ve sohbet ederekten evlerine dönerler.
Bir gün daha olaylı geçmiştir ama elleri boş dönüyorlardır yine. Ava giderken avlanmışlardır
nerdeyse. Bilinmeyen şeylerse her olayla daha bir artmaktadır. Dostluklardan gelen güç sayesinde bir
şekilde bunların da üstesinden geleceklerini farkında olmadan biliyorlardır. Her ne kadar hiçbir şey
bilmeseler de başlarına nelerin geleceğinden haberleri olmasa da direneceklerdir. Nisa'yı bulana
kadar ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Ama bugün tekrardan çekilme vaktidir, uygun vakit
gelene kadar tekrar beklemeye geçeceklerdir.

Benzer belgeler

Yağmurlu günlerden biriydi bu yazın sıcak vaktinde

Yağmurlu günlerden biriydi bu yazın sıcak vaktinde da bize ekmek yok der. Yine de ruh hallerini kontrol eder onların, gerçi son iki günde defalarca yapmıştır bunu ama gözden bir şey kaçırmak istememektedir. En ufak bir şey bile onlar için bir şeydi...

Detaylı