Çarlık Rusyası`nda meydana gelen

Transkript

Çarlık Rusyası`nda meydana gelen
1.Dünya Savaşı sona erdiğinde
Talat Paşa Hükümeti’nin istifa edeceği belli olmuştu. Zira
İtilaf Devletleri
“ Savaş Kararı” alan hükümetlerle barış masasına
oturmuyorlardı.
Ateşkes andlaşmasını imzalayacak bir kabinenin kurulacağı
belliydi.
Mustafa Kemal Paşa, böyle bir kabinede Harbiye Nazırı olmak
istiyordu ve bu dileğini Sultan Vahdettin’e de,
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya da bildirmişti.
Buna rağmen kabineye alınmadı.
Ne var ki oluşan hükümet de ateşkesi imzaladıktan kısa bir
süre sonra çekilmek zorunda kaldı.
Böylece Mustafa Kemal Paşa için
yeni bir fırsat daha doğuyordu.
Bu fırsatı zorlamaya kararlıydı.
İstanbul’a bu düşüncelerle geldi.
1.Tevfik Paşa'nın Güvenoyu Almaması
İçin Çabalıyor, Sonuç Alamıyor
Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a gelmeden iki gün önce, 11
Kasım 1918 Pazartesi günü Tevfik Paşa Kabinesi kurulmuştur.
Bu kabine aslında Cumartesi gününden belli olmuştur.
Vahdettin bu konuda hiç vakit kaybetmemiş, İzzet Paşa'dan
önce görev verdiği ama o zaman hükümeti kuramayan Tevfik
Paşa'yı şimdi yeniden göreve çağırmış ve rahatlamıştır.
Artık İstanbul'a yaklaşmakta olan İtilaf Donanması'nı daha
huzurlu olarak karşılamaya hazırdır. Bir de bu hükümet
güvenoyu alırsa, asıl işte o andan itibaren kafasındaki
planı daha rahat uygulayacak ve içine düşülen bu beladan en
az zararla kurtulmanın yollarını arayacaktır. Ancak, bu
çıkış yolunu ararken Vahdettin'in tek hareket noktası,
"hanedanın hükümranlık hakları"dır. "Hükümranlık haklarına
zarar gelmeden oluşan yeni coğrafya'yı vatan kılmak"
Vahdettin'in uygulayacağı politikanın temelini
oluşturmuştur. Buna karşı çıkacak her engeli aşmak da gene
O'nun planının parçalarını oluşturacaktır.
Vahdettin bu kabinenin kurulmasıyla rahatlamıştı çünkü bu
kabine İttihatçı değildi. Dolayısıyla İngilizler'in ve
diğerlerinin tepkisini çekmeyecek, gereksiz sürtüşmeler
muhtemelen olmayacaktı. İttihatçı olmayan bir hükümet ise
iki türlü olabilirdi.: Ya bir ihtiyarlar kabinesi
kurulacaktı, yani "JönTürk" olmayan ve Meşrutiyet öncesi
devlet adamlarından oluşan bir kabine, ya da İttihat
Terakki Partisi'nin muhaliflerinden, yani başta Hürriyet ve
İtilaf Partisi olmak üzere muhalif partilerden oluşan bir
"Jön Türk" kabinesi. Kurulan, birincisi oldu. Bu kabine,
Meşrutiyet, yani 1876 dönemi öncesinin devlet adamlarından
oluşan bir kabineydi. Daha doğrusu bir "ihtiyarlar
heyeti"ni andırıyordu. Bu 42 yıl önceki kabinelerde görev
yapmış nazırlar şimdilerde 70 yaşın çok üzerindeydiler.
Sadrazam Tevfik Paşa da 73 yaşındaydı.
Bu kabinenin ikinci bir niteliği, "Padişah Kabinesi"
olmasıydı. Vahdettin, ağabeyi II. Abdülhamit'in izinden
gidiyor ve onun tüm saltanat yaşamı boyunca yaptığı gibi,
hükümet üyelerini bizzat kendisi belirliyordu. Tahta geçeli
henüz 4 ay olmuştu, deneyimsizdi. Önündeki iki ağabeyinin
icraatlarına baktı ve Sultan Reşat gibi "dışardan izleyen”
değil, Sultan Abdülhamit gibi "içerden gözleyen" olmaya
karar verdi ve öyle oldu.
8 Kasım Cuma selamlığında Rauf Bey'e "Beyefendi, ortada bir
millet var, koyun sürüsü, idaresi için bir çoban lazım. O
da benim!" derken son derece samimiydi ve bu mesajı bir
bakana vermekteydi. Rauf Bey, bu konuşma olurken Bahriye
Nazırı'dır ve o da sözü edilen milletin, yani koyun
sürüsünün içindedir. Mesaj budur ve açıktır. Bu sürünün
olsa olsa tek bir şeye ihtiyacı vardır: Bir çobana. İşte o
da kendisidir. Bunun dışında hiçbir şeye gerek yoktur.
Hatta meclise bile. Bunun da gereğini kısa sürede yerine
getirecek ve 21 Aralık 1918 günü, yani bu konuşmadan sadece
40 gün sonra, bir emirle Meclis'i de kapatacaktır.
Şimdi çoban ve sürüsü başbaşadır ve bu andan itibaren
Çoban, tüm dikkatiyle sakıncalı gördüğü herkesi bu sürüden
uzak tutmaya çalışacaktır.
Yeni hükümet kurulduktan iki gün sonra, 13 Kasım 1918
Çarşamba günü, 55 zırhlıdan oluşan İtilaf Donanması ve
Mustafa Kemal Paşa, garip bir rastlantı ile aynı gün
İstanbul'a geldiler. Esasen her ikisinin de geleceği
bekleniyordu. İzzet Paşa, hükümetin istifa ettiğini
10 Kasım günü Mustafa Kemal Paşa'ya telgrafla bildiriyor ve
"Zat-ı Devletleri bir an evvel İstanbul'a gelmelisiniz.
Sizinle görüşmeye ihtiyacım var" diyordu. Ayrıca emri
altındaki Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı da Padişah
iradesi ile 8 Kasımda kaldırılmıştı. Bu durumda Adana'da
yapacağı fazla bir şey kalmamıştı. Gerekli düzenlemeleri
yaparak son emirlerini vermiş, silah ve cephanenin teslim
edilmeyip, Anadolu'nun içerlerine taşınması için gereken
tertipleri aldırmış ve 10 Kasım akşamı Adana'dan
ayrılmıştı.
Son derece karmaşık duygular içindeydi. Adana'dan
ayrılmazdan önce, 5 Kasım Salı günü Katma'da bulunan Ali
Fuat Paşa'yı Adana'ya çağırmış ve genel bir durum
değerlendirmesi yaparak, "...Artık milletin bundan sonra
kendi haklarını kendisinin araması ve koruması, bizlerin de
mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile
beraber yardım etmemiz lazımdır..." demişti.
İşte o yolu göstermek üzere İstanbul'a gelmiş bulunuyordu.
En acil yapılması gereken iş ona göre yeni kurulan Tevfik
Paşa Hükümeti'nin güven oyu almamasını sağlamaktı. Bu
takdirde belki görevin yeniden İzzet Paşa'ya verilmesi
temin edilir, bu kez kendisi de bu kabinede Harbiye
Nazırlığı'na getirilirdi. Mutlaka orduya hakim olacağı bir
göreve gelmek istiyordu. Ondan sonra İtilaf Devletleri'nin
karşısına böyle bir sıfatla dikilecek, sonra da ne olursa
olacaktı. O halde ne yapıp etmeli, karar mercinin içinde,
yani hükümette yer almalıydı. Kısacası iktidarda olmak ve
sorumluluk almak istiyordu.
Pera Palas'a yerleşti ve vakit geçirmeden hemen ertesi gün,
Rauf Bey ile otelde buluştu, onunla birlikte İzzet Paşa'yı
henüz boşaltmadığı Sadaret Konağı'nda ziyaret etti. Bu
görüşmede yeniden görev verilirse kabul etmesi konusunda
İzzet Paşa'yı ikna etti. Bu mümkün olursa, Mustafa Kemal de
kabinede yer alacaktı. Bu andan itibaren Tevfik Paşa
Hükümeti’ni düşürmek için, Mustafa Kemal, Rauf, Fethi ve
Canbulat Bey’ler işbölümü yaparak geceli gündüzlü çalışmaya
başladılar.
2. Mustafa Kemal Paşa Vahdettin İle
Cuma Selamlığı'nda Görüşüyor:
"Vahdettin Ordudan Kaygılı..."
15 Kasım 1918
Ertesi gün, 15 Kasım 1918 Cuma günü Mustafa Kemal Paşa Cuma
selamlığını takiben mahfilde Padişah Vahdettin tarafından
kabul edildi. Bu görüşmede Mustafa Kemal Vahdettin'i
aydınlatmaya çalışırken, Vahdettin ise ordunun kendisine
bağlı kalıp kalmayacağı konusunda kaygılarını dile
getirmişti.
O günlerde Mustafa Kemal büyük bir gayretle milletvekili
arkadaşlarıyla buluşmakta ve onları güven oyu vermemeye
ikna etmeye çalışmaktaydı. Diğer yandan da Ali Fethi
(Okyar) Bey ile Rasim Ferit (Talay) Bey'lerin sahibi
bulunduğu ve kendisinin de ortak olduğu Minber gazetesinde
Tevfik Paşa kabinesini eleştiren ve Mustafa Kemal'in
görüşlerine yer veren, onu kamuoyuna daha çok tanıtmayı
amaçlayan yazılar yayınlanıyordu.
Güven oylaması 18 Kasım Pazartesi günü yapılacaktı. Mustafa
Kemal o gün sivil kıyafetle Meclis-i Mebusan'a geldi ve
salonlardan birinde toplu olarak milletvekillerine neden
güvenoyu vermemeleri gerektiğini anlattı. Hükümet
düşürülürse, Meclis'in feshedilebileceği kaygısından
bahsedilmişti. Mustafa Kemal de güven oyu verilse bile
Meclis'in kapatılacağını söylüyordu. Gene haklı çıkan
kendisi oldu. Yapılan oylamada 84 lehde, 27 aleyhte ve 3
çekimser oy çıktı. Çoğunluk yeter sayısı olan 129
bulunamadığı için oylama ertesi gün tekrarlandı. Eğilim
zaten belli olmuştu. Tevfik Paşa Hükümeti
19 Kasım
1918 Salı günü güven oyu aldı.
Sonuç Mustafa Kemal için tam bir hayal kırıklığı olmuştu.
Derhal Meclis'i terketti ve eve gelip Saray'a telefon
ederek randevu talebinde bulundu.Vahdettin ile görüşmek
istiyordu. Parlamenter yolun kendisine kapalı olduğunu
görünce, şimdi taktik değiştiriyor ve saraya yöneliyordu.
Kendisine ancak 29 kasım Cuma selamlığında görüşmek üzere
gün verildi. O güne daha çok vardı ama yapacak başka bir
şey de yoktu.
3. Mustafa Kemal Paşa
Tekrar Cuma Selamlığı’nda
22 Kasım 1918
22 Kasım Cuma günü namazdan sonra Vahdettin Mustafa Kemal'i
mahfilde kabul etti. Bu görüşme kısa sürdü ve burada
Vahdettin, Mustafa Kemal'in mütarekeden sonraki siyasi
durum hakkındaki görüşlerini aldı. Bu görüşme kısa sürdü.
Mustafa Kemal asıl söylemek istediklerini, randevusu
verilen 29 Kasım Cuma'sına saklıyordu.
4. Mustafa Kemal Paşa
Yeniden Cuma Selamlığında
"Vahdettin Darbeden Çekiniyor"
29 Kasım 1918
O gün tekrar biraraya gelirler. Mustafa Kemal tam konuyu
hükümete getirip, düşünce ve endişelerini açıklayacakken
Vahdettin ustaca sözünü keser ve "Ordunun komutan ve
subayları eminim ki seni çok severler; bana teminat verir
misin ki onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir?..." diye
soruverir.
Mustafa Kemal bu ani soru karşısında şaşırır ve "Ordu
tarafından aleyhte harekete ait bilgi ve özel haberleriniz
mi var efendim?" diye soruyu soruyla karşılar. Vahdettin
gözlerini kapatır, olumlu yada olumsuz cevap vermez, aynı
soruyu tekrarlar.
Mustafa Kemal İstanbul'a henüz geldiğini durumu yakından
bilmediğini ama buna rağmen ordudan böyle bir şey
beklememesini söyler.
Vahdettin'in yanıtı düşündürücüdür: "Yalnız bugünden
bahsetmiyorum; bugünden ve yarından..."
Belli ki Vahdettin kısa sürede birşeyler yapacaktır.
Ordunun tepkisinden çekinmekte olduğuna göre yapacağı şey
pek de hayra alamet olmasa gerektir. O nedenle de ordunun
en sevilen komutanından söz almaya çalışmaktadır. Ardından
Vahdettin görüşmenin sona erdiğini anlatmak üzere ayağa
kalkar ve "siz akıllı bir komutansınız, arkadaşlarınızı
aydınlatıp telkin edeceğinizden eminim" der. Mustafa Kemal,
bu görüşmeden de tam bir hayal kırıklığı içinde ayrılır.
5. Meclis-i Mebusan'ın Durumu
Meclis-i Mebusan'ın büyük çoğunluğu İttihatçı idi ve buna
rağmen, feshedilmek korkusuyla hükümete güvenoyu vermişti.
Öte yandan kaybedilen savaş nedeniyle İttihatçılar'ın
prestiji büyük ölçüde sarsılmış, bu nedenle de Meclis'te
pek önlere çıkmayarak, zamanla eski nüfuzlarını yeniden
kazanmak gibi bir politikanın takipçisi olmuşlardı. Ayrıca,
zamanında yaptığı sert çıkışlarla parti içinde büyük
dalgalanmalara yol açan ve ünlü ittihatçı Enver Paşa'ya
karşıtlığı açıkça bilinen Mustafa Kemal'e de hiç
güvenmiyorlardı. İsteseler bu hükümete güvenoyu vermeyerek
düşürebilir ve içinde Mustafa Kemal'in de yer alacağı bir
hükümetin kurulmasını sağlayabilirlerdi. Ancak bu takdirde
de kendi elleriyle iktidara getirecekleri Mustafa Kemal'in
karşısında, kendilerinin bir daha 1918 Mondros öncesi
dönemin gücüne ve nüfuzuna ulaşmaları mümkün olamazdı. Bu
yüzden ve bilerek Mustafa Kemal Paşa'ya destek vermediler
ve oylarını da Tevfik Paşa'ya verdiler.
İttihat ve Terakki Partisi, döneminin çağdaş bir ideolojisi
ile cihazlanmış olarak Türk çıkarlarının ve Türkçülüğün
haklarını savunan bir örgüt konumundaydı. Tıpkı patrikhane
ve hahamhanelerin, ulusal dernek ve kulüplerin ulusal
çıkarların koruyucuları olmaları gibi. İttihat ve
Terakki'nin bu kimliği, onu her tür muhalefete karşı
hoşgörüsüz yapıyordu, çünkü kendilerine muhalefet,
Türkçülüğe muhalefet oluyordu ve hele bu muhalefet
Türkler'den gelirse vatan hainliği ile eş tutuluyordu.
Ekim 1918’de, yani İttihat Terakki'nin son kongresi
toplanmadan, partiden bir kopma oldu. Partinin eski Genel
Sekreteri, Mustafa Kemal'e yakınlığı bilinen ve onunla
birlikte tasfiyeye uğrayıp Sofya'ya Büyükelçi olarak
gönderilen Ali Fethi Bey (Okyar), Karesi (Balıkesir) Mebusu
Hüseyin Kadri ile birlikte Osmanlı Hürriyetperver Avam
Fırkası'nı kurdu. Bir bölümü gayrimüslim olmakla birlikte,
yine de 30'dan fazla mebusun bu partiye geçtiği
anlaşılıyordu. Zira, Halil Bey'in Meclis Başkanlığı'na
seçilmesi kararlaştırıldığı halde, Fethi Bey'e 53 oy
çıkmıştı.
1 Kasımda toplanan son İttihat Terakki Kongresi'nde
partinin feshine karar verilmiş, yerine başka bir partinin
kurulması da kararlaştırılmıştı. Kurulacak partinin
programını bu kongre hazırlamıştı. İsmail Canbolat Bey'in
başkanlığında bir komisyon bu çalışmayı yapmış, yeni
partinin inkilapçı rolünü terkedip, liberal bir kimliğe
sahip olması kararlaştırılmıştı. 5 Kasım 1918’deki son
toplantıda 4 çekimser, 9 olumsuz oya karşılık 35 oyla
İttihat Terakki'nin tarihe karıştığı ilan ediliyordu. Yeni
kurulan partinin adı Teceddüt Partisi olmuş ve
11
Kasım 1918 gününden itibaren siyasal yaşamdaki yerini
almıştı.
Meclisteki belli başlı muhalefet partisi ise Hürriyet ve
İtilaf Partisi idi. Lider kadrosunun ve parti ileri
gelenlerinin önemli bir kısmı yurt dışında sürgündeydi.
Bununla birlikte bu muhalefet sesini daha çok basın
vasıtasıyla duyurmaya çalışıyordu.
6. Vahdettin Meclis'i Kapatıyor
Meclis, Tevfik Paşa Kabinesi'ni hoş görme karşılığında,
kendi siyasal yaşamını uzatıyordu. Fakat Kabine'de
Abdurrahman Efendi gibi, İzzet Bey gibi İttihatçılar'a son
derece aykırı isimler vardı. İttihatçılar, karşılıklı
hoşgörü pazarlığını kabinede temizlik yapılması şartına
bağlı görüyorlar, bunu bir anlamda Vahdettin'in İzzet Paşa
Kabinesi'ne yaptığı müdahelenin yanıtı olarak
düşünüyorlardı. Bu nedenle Tevfik Paşa'ya baskılar başladı.
Paşa güvenoyu alalı henüz iki gün olmuştu ki, Teceddüt
Partisi Hüsnü Paşa'yı bu konuyu görüşmek üzere Sadrazam'a
gönderme kararı aldı. Meclis Başkanı Halil Bey de bir süre
sonra Sadrazam ile görüştü ve Sadrazam'ın ancak belli bir
zaman sonra böyle bir revizyonu yapacağını öğrendi.
Miletvekillerinden Sabri ve Babanzade Hikmet'in 6 Aralık’da
yaptıkları girişim karşısında da, bakanların işe yarayıp
yaramadıklarının 4-5 ayda anlaşılacağını söylemişti.
Böylece Meclis'te bir karmaşa sürüp gidiyordu.
Bugünlerde muhalif partiler tarafından 2500 kişilik bir
tutuklama listesinin hazırlanmış olduğu haberi yayılmıştı.
Tabii bu liste İttihatçılar'ı içeriyordu. 19 Aralık günü
yapılan bir görüşmede Tevfik Paşa kabinede değişiklik
yapmayacağını belirtmişti. Belli ki kozlar 21 Aralık günü
toplanacak olan Meclis'te paylaşılacaktı. O gün Cavit
Bey'in hazırladığı bir gensoru görüşülecekti. Bu önergede
hükümetin programında belirttiği herşeyin tersini yaptığı,
olaylar karşısında yetersiz ve aciz kaldığı, barış
konusunda ciddi bir girişimde bulunamadığı, bu nedenle
ancak oturup verilecek hükmü beklediği, bu durumları
eleştiren basına sansür getirldiği ifade ediliyordu.
Önergeyi Teceddütçü milletvekilleri ile Hüseyin Kadri
imzalamıştı.
İşte bu önergeye hükümetin cevabını 21 Aralık günü Mustafa
Reşit Paşa okudu. Bütün suçlamalar reddediliyor, çok kısa
sürede çok iyi şeyler yapılmış olduğu sayılıp dökülüyor,
karşı saldırıya geçilerek, Meclis'e getirilmiş olan pek çok
yasa tasarısının maalesef engellendiğinden şikayet
ediliyor, bütün sorunların kaynağı olarak da savaşa girme
kararını vermiş olan İttihat'a yani Teceddüt'e çatılıyordu.
Reşit Paşa bu açıklamayı okuduktan sonra kürsüye gürültüler
arasında Dahiliye Nazırı Mustafa Arif Bey'in geldiği
görüldü. Gürültüler sürekli artarken, o aldırmadı ve
Padişah Vahdettin'in Anayasa'nın 7. maddesi gereğince
Meclis'i feshettiğini bildiren iradesini okudu.
Gürültüler ve bu kararı protesto eden sürekli alkışlar
arasında da kürsüden indi. Mustafa Kemal'in bu hükümetin
güvenoyu aldığı 18 Kasım’daki oylama günü söyledikleri
doğru çıkıyor ve onun tahmin ettiği gibi işte sadece bir ay
sonra Meclis feshediliyordu.
Meclis-i Mebusan süresini aşmıştı. Bu nedenle yeni
seçimlerin yapılması için faaliyetine son verilmesi normal
koşullarda normal olurdu ama normal olmayan koşullardan
geçiliyordu. Ülkenin pekçok yeri fiilen işgal altındaydı ve
buralarda seçim yapılamazdı. Üstelik bu işgal altındaki
yerler zaten ülkeden koparılmak istenen topraklardı.
Yeniden seçim yapıldığında bu bölgeler temsilci
gönderemeyeceğine göre ülke bütünlüğünü barış masasında
savunma gücümüz kendiliğinden kırılıyordu. Ayrıca
Anayasa'ya göre Meclis feshedilince dört ay içinde
seçimlerin yapılması da zorunlu idi. Okunan İrade'de bu
konuya da değinilmemişti. Vahdettin bu süre içinde
seçimlerin yapılamayabileceğini düşündüğü için bu konuda
sessiz kalmayı yeğlediğini söyleyecektir. Oysa seçim
yaptırmayı zaten düşünmüyordu.
Vahdettin planını ustalıkla uyguluyordu. Önce İttihatçı
İzzet Paşa Hükümeti'nden kurtulmuştu, sonra da İttihatçı
Meclis'ten. Böylece ulusal denetim diye bir şey de
kalmamıştı. Bu nedenle, İtilaf Devletleri ile daha kolay
anlaşabilir, diğer bir deyişle bir Meclis'in kabul
edemeyeceği bir barışı Saray kendi açısından kabule değer
bulabilirdi. Hükümetin ise bu konuda bir sorun
çıkarmayacağı belliydi. O Kabine'nin üyelerini tek tek
Vahdettin saptamıştı. Öte yandan Rauf Bey'le yaptığı
görüşmede Bahriye'nin, Mustafa
bir fenalık yapmayacağı sözünü
Kısacası Vahdettin planını son
adım adım uyguluyordu. Sonunda
başbaşa kalmıştı.
Kemal Paşa'dan da ordunun
almayı da ihmal etmemişti.
derece başarılı bir şekilde
işte çoban, sürüsü ile
7. Hükümetin Siyasal Tutumu
Meclis'in kapatılmasından iki gün sonra, 23 Aralık 1918’de
Hükümet bir kararname ile siyasal af ilan etti. Buna göre
Vahdettin'in tahta çıktığı 4 Temmuz 1918’e kadar işlenmiş
siyasal suçlar affediliyor, fakat Ermeniler'in tehciri
işlerinde yasal sorumluluğu olanlar bunun dışında
tutuluyordu. Ayrıca bir unsurdan olup başka bir unsura
karşı siyasal maksatla suç işleyenlerle, düşman ordusuna
katılan veya düşmana yardım edenler bu af kapsamının
dışında tutuluyordu.
Hükümet ikinci olarak azınlıklara yönelik bir eylem planını
uygulamaya koydu. Bundan maksat savaş sırasında yapılan
yada yapıldığı varsayılan haksızlıkları gidermek ve
yapanları cezalandırmaktı. Ayrıca azınlık mensuplarına
memurluk, ayanlık (senatörlük), nazırlık da dağıtmak yaygın
bir uygulama haline gelmişti ve bu tutumla özellikle İtilaf
Devletleri'ne şirin görünmek gibi bir amaç güdüldüğü
anlaşılıyordu. Ama bazan gerçekten de küçültücü durumlarla
karşılaşılıyordu. Örneğin geçmiş hükümetin yolsuzluklarını
soruşturmak için ne zaman bir komisyon kurulmasına karar
verilse mutlaka üyelerden birinin Rum, diğerinin de Ermeni
olması Hükümet kararında belirtiliyordu.
Azınlıklara yapılan haksızlık konusunda Hükümetin önünde
duran en önemli konu, tehcir edilmiş yani zorla göç
ettirilmiş Rum ve Ermenileri yeniden eski yerlerine
yerleştirmekti. Meclis açıkken verilen bir gensoruyu
yanıtlarken Hükümet 19.695 Rum ve 23.420 Ermeni'nin iskan
edildiğini gururla ilan etmişti. Buna karşılık
yerleştirilen müslüman sayısı sadece 252 idi.
11 Aralıkta alınan bir kararla da, bu tehcir olayını daha
iyi soruşturmak üzere Anadolu'yu 10 bölgeye ayırmaya ve her
birine bir heyet göndermeye karar vermişlerdi. Öte yandan,
görevlerinden azledilmiş olan ve azınlıklara mensup 4
mutasarrıf ile 15 kaymakamın memuriyetlere tayin
edileceklerinden, başvurmaları duyurulmuştu.
İtilaf Devletleri'nin asıl beklentileri ise azınlıklara
eziyet etmiş olanların cezalandırılmasıydı. Özellikle
İttihat ve Terakki'nin muhalifi durumunda olan tüm çevreler
de bunu gönülden bekliyor ve istiyorlardı. Böylece İtilaf
Devletleri ile daha elverişli barış koşulları elde
edebileceklerini umuyorlardı. 14 Aralık günü Hükümet tehcir
sırasında suç işleyenlerin harp divanlarında
yargılanmalarına karar verdi ve ilk harp divanı 16 Aralık
1918’de kuruldu.
Bu mahkemenin başkanlığına Ferik Mahmut Hayret Paşa
getirildi. Üyeler, Ustruma Kolordusu Komutanlığı'ndan
emekli Mirliva (Tuğgeneral) Ali Nadir Paşa, 27. Tümen
Komutanlığı'ndan emekli Mirliva Süleymaniyeli Kürt Mustafa
Paşa, İstanbul İstinaf Mahkemesi üyelerinden Şevket ve
Artin Mescityan bulunuyordu. Savcı, Temyiz Başsavcılığı'nda
Baş Yardımcı Nihat Bey'di. Sorgu Yargıçlığı'nda Beyoğlu
Bidayet Mahkemesi üyelerinden Moiz Zeki, Misak Makaryan,
Nazif ve İstanbul Bidayet Mahkemesi üyesi Abdülsamet
Efendi’ler bulunacaklardı. Görüldüğü gibi üyeler gerçekten
de "seçilmiş" kimselerdi. 3 Asker üyenin 3ü de emekli
paşalardı. Bunlardan Ali Nadir Paşa tam 5 ay sonra İzmir'i
kolayca Yunanlılar'a teslim edecek olan kişidir. Bir
Yunanlı teğmenin hakaretlerine maruz kalacak, saatlerce
elleri başının üzerinde, İzmir sokaklarında
dolaştırılacaktır. Kürt Mustafa Paşa ise Mustafa Kemal Paşa
ve arkadaşlarının idamına karar verecek olan Harp Divanı'na
başkanlık edecek olan kişidir. İttihat Terakki tarafından
emekli edilmiş olan bu paşaların İttihat ve Terakki ve onun
siyasetine düşman olmaları doğaldı. Mahkemenin 7 sivil
üyesinden 3'ü azınlıklardan oluşuyordu ve bunun da 2'si
Ermeni'ydi. Kısa bir süre sonra bu harp divanından
istifalar olacaktır. Mahkemenin tavrı öylesine tersdir ki
Savcı Nihat Bey hemen istifa etmiş, onun yerine Beyoğlu
Bidayet Mahkemesi üyesi Sorgu Yargıcı Sami Bey,
yardımcılığına da İstanbul İstinaf Mahkemesi Yedek üyesi
Sami Bey getirilmişti. Harp Divanı yedek üyeliğine de
Dimitraki Efendi atanmıştı. Bu tür mahkemelerden gerçek
anlamıyla adalet beklemek mümkün değildi çünkü bu
mahkemeler adeta suçlu yaratmak ve cezalandırmak maksadıyla
kurulmuşlardı. Ve bir İttihatçı avı başlamıştı.
13 Kasım 1918 günü 55 parça savaş gemisinden oluşan İtilaf
Donanması İstanbul Boğazı’nda demirlemiş ve toplarını
Dolmabahçe’ye çevirmişti.
Aynı gün İstanbul’a gelen
Mustafa Kemal Paşa, bu gemilerin arasından geçerek
Karaköy’e doğru ilerlerken yanındaki yaveri
Cevat Abbas’a (Gürer) dönüp,
o esnada demir atmakta olan
Yunan zırhlısı Averof’u göstermiş
ve o ünlü sözünü söylemişti:
“ ...Geldikleri gibi giderler!..”
1. İngilizler'in Sert
Tutumuna Karşılık
Sarayın Yakınlaşma Çabaları
Ateşkes imzalandıktan sonra ön hazırlıkları yapmak üzere
İnglizler'den kurulu bir subay kafilesi 7 Kasım 1918
Perşembe günü Basra Torpidosu ile İstanbul'a geldiler.
Albay Murphy, Binbaşı Chilton, Yüzbaşı Hoylet ve Teğmen
Dweyk'ten oluşan bu heyet "Yaşasın İtilaf" diye bağıran bir
kalabalık tarafından karşılanmıştı. Bu arada, gelecek asıl
kafile için Çanakkale Boğazı'nda mayınlar taranıyordu ve
İngiliz askerleri Çanakkale'ye çıkmışlardı. Hükümet Pera
Palas ve Tokatlıyan Otel'de 80 oda kiralamış bulunuyordu.
Ertesi günü, yani 8 Kasım’da bir taraftan İzzet Paşa
Kabinesi Vahdettin'in baskısı üzerine istifasını sunarken,
diğer taraftan Albay Murphy'nin bir demeci Sabah
Gazetesi'nde "İtilaf Filosu Türk Milletini Selamlayacak"
başlığıyla veriliyordu.
Demeç, "Ordumuz hakkında takdirat -Aramızda Artık İhtilaf
Kalmamıştır- Biz Türkler'le Dost Kalmak İstiyoruz" ara
başlıklarıyla sunulmuştu. İngilizler'in bu yaklaşımı havayı
oldukça yumuşatan bir etki yaratmıştı. Bu demecin
yayınlandığı gün İttihatçı Hükümet'in çekilmiş olması ise
Vahdettin'i iyice rahatlatmış bulunuyordu. Vahdettin,
İngiliz sömürgelerinde özellikle Hindistan'da yaşayan yoğun
Müslüman nüfusun da baskısıyla, İngiliz desteğini
sağlayabileceğine samimi olarak inanıyor, bunun için her
fırsatı değerlendirmeye çalışıyordu.
Sultan'ın İngiliz dostluğuna kur yapmak için basında
kullandığı en önde gelen kişi Sait Molla idi. Molla bir
yandan Yeni İstanbul gazetesinde yazdıklarıyla İngiltere'ye
kendi görüşüymüş gibi Vahdettin'in görüşlerini yansıtıyor,
diğer taraftan kurduğu İngiliz Muhipler Cemiyeti vasıtası
ile de bu görüşleri çevreye yaymaya ve taraftar toplamaya
çalışıyordu. İngilizler'i Sevenler Derneği anlamına gelen
bu kuruluşun 1 numaralı üyesi Padişah Vahdettin, 2 numaralı
üyesi ise kısa bir süre sonra Sadrazamlığa getireceği
eniştesi Damat Ferit Paşa idi. Saray böylece İngiltere'ye
yönelik bağlılığını ve tavrını açıkça ortaya koyuyordu. Ve
bu tavır diğer işgal devletlerinin gözünden kaçmıyordu.
Sait Molla 9 Kasım 1918 Cumartesi günü Yeni İstanbul
gazetesinde "İngiltere ve Biz" başlıklı yazısında 1809,
1840 ve 1858 yıllarına ait İngiliz yardımını anlattıktan
sonra sözlerini şöyle bitiriyor: " Mr. Lloyd George, eski
Türkler'in bir kere daha muhabbet ve teşekkürlerine
müstahak olursa, şimdi kabinesinin İslamlar hakkındaki
muhakkak an'anatını parlak bir surette yaşatacağına şüphe
yoktur". 14 Kasım tarihinde ise aynı gazetede İngiltere
Kralı V. George ile VI. Mehmet Vahdettin'in fotoğrafları
yanyana basılmıştır. Burada Sait Molla bir çağrıda bulunmuş
ve İngiltere'ye hoş görünmenin sınırlarını iyice zorlayan
ve Türkler'i galeyana getiren bir çağrıda bulunmuştur.
Şeyhülislam İbrahim El Haydari Efendi'den, Osmanlı
Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girerken, dolayısı ile
de İngiltere'ye savaş ilan ederken verilmiş olan 11 Kasım
1914 tarihli Cihat ilanı fetvasını kaldırmasını
istemektedir. "Binlerce şehidin ruhlarının azap duyduğunu
ifade eden okurlar" bu çağrıya, onların ifadesiyle
yardakçılığa büyük tepki göstermişlerdir. Buna rağmen Sait
Molla'nın buna benzer çabaları sürüp gidecektir. Hatta bu
aşırı ve dikkati çeken yardakçılığa İngiltere'nin tepkisine
rağmen devam edecektir. İngiliz Ateşemiliteri Deedes, Sait
Molla'nın İngiliz dostluğu çabasını 1 Mayıs 1919’da açıktan
açığa reddecektir. Buna rağmen, 23 Mayıs’da bir taraftan
Sultanahmet Meydanı'nda İzmir'in işgalini protesto etmek
için tüm İstanbul İtilaf Devletleri'ni kınarken, İngiltere
aleyhine sloganlar atarken, öte yandan aynı gün Sait Molla
bütün belediye reislerine bir telgraf göndererek, az önce
kurulmuş olan İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ni, yeni mahalli
şubeler açmak suretiyle desteklemelerini isteyecektir.
İngiltere bu tür yakınlaşma çabalarının olacağını bilmekte
ve buna fırsat verilmemesi için İstanbul'daki yetkililerini
uyarmaktadır. Nitekim, Mondros Mütarekesi'ni İtilaf
Devletleri adına imzalayan Akdeniz Filosu Komutanı Sir
Somerset Gough Calthorpe 6 Kasım’da İstanbul'a İngiliz
Yüksek Komiseri atanmıştır. Aynı gün Dışişleri Bakanı
Arthur James Balfour, İngiltere Savaş Bakanlığı'na
gönderdiği bir yazıda "Barış akdedilinceye kadar
Türkler'den gelecek bütün misafirperverlik tekliflerinin
tamamen reddinin ve müttefik işgal kuvvetleriyle Türkler
arasındaki münasebetlerin resmi mahiyetini muhafaza edecek
surette tahdid edilmesi için sıkı emirler verilmesinin
gerekli olduğunu” yazıyordu (90). Bu emre uyularak, Amiral
Calthorpe'a 9 Kasım’da şu talimat gönderildi: "...Britanya
ile Türkiye Hükümeti arasında mütarekenin tatbiki ve
İngiltere'nin Türkiye'deki umumi menfaatlerinin korunması
için resmi irtibat kurulacaktır..." Aynı gün Balfour,
durumu açıklamak için Calthorpe'a bir de mektup yazdı:
"Türkler, mütareke koşullarının kendi lehlerinde olduğu
iddiasında bulunmaya başladılar. Böyle bir izlenim
yaratılmasına fırsat vermemeliyiz. Mısır ve Hindistan'daki
Müslüman uyruklarımızın, Türkler'in kesinlikle yenilgiye
uğratıldığını anlamaları gerekmektedir; bu Panislamizm ve
Panturanizm'e ve İslam'ın genellikle siyasal maksatlar için
istismarına öldürücü bir darbe indirecektir...Padişah ve
diğer Türk ilerigelenleriyle olan toplumsal ilişkiler
tümüyle resmi olmalı ve onların dostça yaklaşmalarına
"nazikane bir uzaklıkla" karşılık gösterilmelidir"
deniyordu bu mektupta. (Mektupların orijinal belgeleri
aşağıda verilmiştir.)
FO 371/3415, 185243
Londra, 9 Kasım 1918
Amiral Sir A. Calthorpe
1.oBritanya ile Türkiye Hükümeti arasında mütarekenin
tatbiki ve İngiltere'nin Türkiye'deki umumi menfaatlerinin
korunması için resmi irtibat kurulacaktır.
2.oKontramiral R. Webb Yüksek Komiser Yardımcısı, Mr. T. B.
Hohler Baş Siyasi Memur ve Mr. A. Ryan da İkinci Siyasi
Memurdur...
4.oMüttefik Devletler'le Türkiye arasında askıda bulunan
bütün meseleler sulh konferansının kararına bırakılmıştır.
5.oBununla beraber Türk halk kanısının umumi temayülü,
memleket içindeki İktisadi ve Siyasi durum ve Türk memur ve
siyaset adamlarının sevk ve idarelerine taalluk eden
hususlar için gereken emir ve kararlara müteallik
hususlarda tam rapor verilecektir.
6.oFransız, İngiliz, İtalyan ve Amerikan meslektaşlarla
sıkı temas muhafaza edilecek, onlarla işbirliğinde devama
gayret gösterilecektir.
To Vice-Admiral Sir A. Calthorpe
London, Nov. 9, 1918
1.oYou will be the offical channel of communication between
his Majesty's Government and the Ottoman Government in
regard to the execution of the armistice and the protection
of the British Interests in Turkey...
2.o...Contre-Admiral sir Richard Webb as Assistant High
Commissioner, Mr. T. B. Hohler as Chief Political Officier,
Mr. A. Ryan as second Political Officier...
4.o...All questions pending between the Allied Governments
and Turkey must be left to the decision of the Peace
Congress.
5.o...You should, however, furnish full reports as to the
general tendencies of Turkish opinion, as to the economic
and political situation in the interior and as to the
dispositions and movements of leading Turkish personalities
and politicians (91).
FO 371/3415, 189243
Amiral Sir A. Calthorpe
London, 9 Kasım 1918
2....Farkında olduğunuz gibi Irak, Suriye ve Arabistan'da
tarafımızdan işgal edilen toprakların ilerde Osmanlı
hakimiyetine veya iradesine dönmeyeceği siyasetimizin
değişmez parçasını teşkil etmektedir.
3. Sizin de tabiatıyla anlayacağınız gibi Türkler Doğu
usulüne sadık kalarak zevahiri kurtarmak ve yapılan
mütarekenin harpte vuku bulan bir hezimetin sonucu olmayıp
kendi rızalarıyla bizimle uzlaşarak akdedildiği havasını
bütün İslam dünyasında yaratmak için ellerinden gelen
hiçbir gayreti esirgemeyeceklerdir. Onlar mütareke
şartlarının kendileri için bilhassa müsait bulunduğunu
zaten iddia etmektedirler...Mısır ve Hindistan'daki
Müslüman tebaamız Türkler'in tamamiyle yenildiklerini
anlayacaklarından, bu hal, Panislamizm'e ve umumiyetle
İslamlığın politikaca işletilmesine karşı öldürücü bir
darbe olacaktır. Bir de kendileriyle temas edeceğiniz Türk
nazırlarının; Osmanlı İmparatorluğu'nun nihai hesabının
görülmesi hususunda Müttefik Devletler'in hareket tarzları
ve niyetleri hakkında sarfedeceğiniz hüküm (commitment) ve
ifadelerinizden bütün imkanlarıyla mana çıkarmaya
çalışacaklarını bilerek ona göre davranmalısınız. Onlar
sizin ve diğer müttefik subay ve memurlarının kendi
maksatları uğruna sempatilerini sağlamak için hiçbir
gayreti esirgemeyecekler ve hatta bizimle müttefiklerimiz
arasında Türkiye'ye ait hususlarda anlaşmazlık ve müşkilat
yaratmak için hesaplı manevralara dahi müracaat
edebileceklerdir. Bu gibi gayretlere karşı koyarak,
münakaşaya itilmeyi de katiyen reddederek, hareket
hattınızı bu geçici devrede, üzerinize aldığınız misyonun
sırf teması muhafazadan ibaret olduğu zihniyetine
uyduracağınız ve Kraliyet Hükümeti'ni, nihai barış akdi
hususunda her ne şekilde olursa olsun, onlara hak
verdirecek hususlara karşı koruyabileceğiniz duygusunu
taşımaktayım.
4.oSultan ile ve diğer Türk ilerigelenleri ile cemiyet
içindeki münasebetleriniz sırf resmi mahiyette kalacak,
onlar tarafından vaki olacak dostça hareketler nazikane bir
itiraz ile karşılanacaktır. Şimdiki halde kendisini pek az
tanıdığımız Sultan'ın şahsına gelince, ona ait
intibalarınızı hususi bir alaka ile karşılayacağım.
7. ...Şimdiki Türk Hükümeti bir kukla cesetten ibaret olup,
arkasında İttihat ve Terakki Komitesi saklı bulunmaktadır.
Cavit ve Cemal; Talat ve Enver'den daha az tehlikeli
değildirler.
9. Başlıca meselelerden biri de iktisadi şartlardır. Mali
hususlar için Sir Adam Block Britanya tahvil hamillerini
temsil etmek üzere şimdi İstanbul'a gitmektedir. Onun
tecrübesi sizin için çok kıymetlidir. Bununla beraber
Krallık hükümetimiz Sir Adam Block'un Türkiye'deki siyasi
meseleler hakkındaki görüşlerine ve tercih ettiği fikirlere
herhalde iştirak edecek değildir.
10. Mr. Hohler'in bilgisine ve hükümlerine
güvenebilirsiniz. İstanbul'da ve İzmir'de Britanya
tebaasının menfaatlerinin korunması için Mr. Ryan'ın
tavsiyelerine de itimat edebilirsiniz.
12. İtalya ile Amerika Hükümetleri'nin umumi politika
meseleleri ile aynı zamanda Türkiye'de İtalyan ve Amerikan
menfaatlerine tesir eden hususi meselelerdeki hareket
tarzlarına ait raporları da zaman zaman almak isteyeceğim.
13. Yukarda işaret edilen hususlar İngiliz Kraliyet
Hükümeti'nin misyonunuzu ne suretle görmekte olduğu
hususunda size umumi bir intiba verecektir (92).
James Balfour
James Balfour to Vice -Admiral Sir A. Calthorpe
London, Nov. 9, 1918
3. ...You will certainly find that the Turks will make
every effort to save their face in true oriental fashion
and to create an impression throughout the Moslem world
that the present armistice is not the consequence of
defeats in the field, but of their own willingness to come
to terms with us. They are already pretending them that the
armistice terms have been especially favourable in their
case...You must also be prepared to find that the Turkish
Ministers...will endeavour...to represent themselves as
having always been sincerely pro-English, they will spare
no efforts to enlist your sympathies and those of other
Allied officiers and officials on their behalf, and they
may even have recourse to manoevres calculated to create
ill-feeling or difficulties between us and the other Allies
in regard to Turkey. I feel you will be able to counter all
such endeavours by a firm refusal to be drawn into
discussion, and by consistently adopting the attitude that
...you are not empowered to commit His Majesty's Government
in any way in regard to the eventual peace adjustment.
4. Your social relations with the Sultan and other Turkish
dignitaries should be of a strictly official character, and
any friendly overtures on their part should be met with
polite reserve...
7. The present Turkish Government is merely a façade behind
which hides the Committee Union and Progress. Djavid and
Jemal are no less pernicious than Talaat and Enver.
9. One of the main questions is the economic condition. As
regards matters of finance Sir Adam Block is now proceeding
to Constantinople as representative of the British
bondholders. His experience will be of great value to
you...
10.o(Mr. Hohler) You can repose full confidence in his
knowladge and judgement. As regards the protection of
British interests in Constantinople and Smyrna, you may
rely entirely upon the advice of Mr. Ryan.
13.o...The above indications will convey to you a general
impression of the manner in which his Majesty's Government
regard your mission (93).
FO 371/3415, 186481
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, Saray'ın İngilizler'e
yakınlaşma çabalarını İngilizler hiç de hoş
karşılamıyorlar, bunun diğer müttefiklerle aralarını
açabileceğini biliyorlardı.
2. Vahdettin'in The Daily Mail
Gazetesi'ne Demeci
24 Kasım 1918
Vahdettin 23 Kasım 1918 Cumartesi günü Dolmabahçe
Sarayı'ndan Abdülhamit'in Yıldız Sarayı'na taşındı. Ertesi
gün 24 Kasım’da The Daily Mail gazetesi muhabiri G. Ward
Price ile uzun bir söyleşi yaptı. Padişah şunları
söylüyordu:
"Türkiye'nin harbe katılması bir türlü kaza eserinden
ibarettir. Siyasi durumumuzu, coğrafi mevkiimizi ve milli
menfaatlerimizi ciddi olarak mülahaza etmiş olsaydık, bunun
tamamiyle akılsızca yapılmış bir hareket olduğu apaçık
anlaşılırdı. Ne yazık ki, hükümetin basiretsizliği bizi
felakete sürüklemiştir. Eğer ben tahtta olsaydım, bu esef
verici hadise olmazdı. İngiltere'de öteden beri Türkler'e
karşı mevcut dostluk duyguları harp başladığı zaman hemen
yok olmuş değildi. Fakat Ermeniler'in öldürülmeleri
İngilizler'in Türkiye'ye karşı duygularında derin bir
değişiklik hasıl etmiştir. Bu kötülükler kalbimi
yaralamıştır. Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır.
İngiliz Milleti'ne kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı
Kırım Harbi'nde İngilizler'in müttefiki olan babam Sultan
Abdülmecit'ten miras aldım. Şimdi bu sebepten memleketim
ile Büyük Britanya arasında öteden beri mevcut dostane
münasebetleri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni
yapacağım. Unutmayınız ki olup bitenlerde milletimin hiçbir
günahı yoktur. Büyük çoğunluğa karşı asil milletinizin, bu
duygulara aynıyla mukabelede bulunacağı ümidini ortaya
koymaya cüret ediyorum. Diyebilirim ki, Türk Milleti
İngiltere'ye karşı aynı duygularla, hem de umumiyetle çok
daha kuvvetle duygulanmaktadır" (94).
Calthorpe, Padişah'ın bu açıklamasında tamamen samimi
olduğunu, onun zeka ve karakter sahibi bir zat olduğunu 4
Aralık 1918 tarihinde Lord Balfour'a bildirmişti.
3. Bu Dönemde İtilaf Devletleri’nin
Tutumları
13 Kasım’da İtilaf Donanması'nın İstanbul'a Gelmesi
Bekleniyordu. İstanbul'un işgali söz konusu değildi.
Herhangi bir stratejik noktanın işgaline imkan veren
Ateşkes'in 7. maddesi, asayiş sağlandığı sürece söz konusu
bile olamazdı. Rauf Bey Mondros'tan döndükten sonra yaptığı
basın toplantısında "Sizi temin ederim ki İstanbul'umuza
bir tek düşman askeri çıkmayacaktır" demesinden ne yazık ki
sadece 11 gün geçtikten sonra, 12 Kasım 1918 Salı günü
Fransızlar İstanbul'a bir tugay asker soktular. İngilizler
ise mütarekedeki Kilikya'ya ilişkin 16. maddeyi
görmezlikten gelerek, bütün askerin 1 Aralığa dek
Seyhan'ın, 15 Aralık’a dek Pozantı'nın batısına
çekilmesini, 15 Kasım’a dek de bütün bölgedeki top ve
makineli tüfeklerin cephaneleriyle birlikte teslimini
istiyorlardı.
13 Kasım’da 55 parçadan oluşan İtilaf Donanması (Yunan
Savaş Gemileri dahil) büyük bir gövde gösterisi yaparak
İstanbul Boğazı'na demirledi. 14 Kasım’da Osmanlı Hariciye
Vekaleti'nden bir nota verilerek,
12 Kasım’da
bandolu bir Fransız askeri birliğinin Fransız Sefareti'ne
yürümüş olması, 14 Kasım’da da İngilizler'in aynı şeyi
yapmış olmalarının Mütareke’ye aykırı olduğu, çünkü askeri
birliklerin karaya çıkmayacağının görüşülmüş bulunduğu
ifade edilerek, güya protesto edildi.
15 Kasım’da Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet, Credit
Lyonnaise'nin serbestçe kambiyo işlemleri yapmasını önleyen
kısıtlamaların kaldırılmasını istedi.
16 Kasım’da İngilizler Bahriye'den 4 otomobil istediler.
Aynı gün, Middlesex Alayı'ndan 400 asker "Büyükelçilik
Muhafız Kıtası" olarak karaya çıktı. Aynı gün Fransızlar
Sirkeci'deki Üsküdar Vapur İskelesi'nden saray kapısına
kadar bütün rıhtımın antrepo ve binalarının iki gün içinde
teslimini istediler. 17 Kasım’da Bakırköy'deki Fransız
Binbaşı hastane yapılmak üzere Belediye binasının 5 saat
içinde boşaltılmasını emretti, Beyoğlu'nda ise gene
Fransızlar, Belediye'ye başvurarak 7-8 büyük bina
göstermişler ve bunların onbeş saat içinde boşaltılmasını
istemişler, ayrıca Beyoğlu Hastanesi'ndeki levazımdan
önemli bir bölümüne ve Emanet garajındaki benzine de el
koymuşlardı.
Bu arada gene Mütareke şartlarına tamamen aykırı olarak 3
Kasım’da Musul ve 9 Kasım’da da İskenderun İngilizler
tarafından işgal edilmişti.
Tam bir işgal şoku yaşanıyordu. Ateşkes'i imzalayan Rauf
Bey'e göre "Anlaşmanın mürekkebi henüz kurumadan, Fransız,
İtalyan ve İngilizler, İstanbul'da bir sömürge havası
yaratmaktan geri kalmadılar".
İngiliz "dürüstlük ve şerefini" temsil eden Amiral
Calthorpe, “Yunan savaş gemilerinin Karadeniz'e geçmesi
gerekirse bunların Boğazlar'dan ancak geceleyin geçmesini
sağlayacağına dair” Rauf Bey'e söz veren Calthorpe, bir ay
kadar sonra, Yunan Averof Destroyeri'ne Dolmabahçe önünde
demirleme izni vermekle kalmamış, bu destroyerde,
İstanbul'un Rum ileri gelenleri şerefine bizzat bir kabul
töreni düzenlemişti.
İşte İstanbul'da bu rüzgarlar eserken, Vahdettin
İngilizler'le gizli temas kurmanın arayışı içindeydi.
Sonunda bu fırsatı buldu.
4. Vahdettin İngilizler'le
Gizli temas Kuruyor
Vahdettin ne pahasına olursa olsun İngilizler'e ulaşmaya
çalışıyordu. Bunun için üç ayrı zamanda üç ayrı kanalı
denedi. Her üçünde de mesajını Londra'ya iletmeye muvaffak
oldu. Bütün bu çabalar aynı sonuca çıkıyordu: Osmanlı
Devleti İngiltere'ye teslim olmak istiyordu. Bu dönemde
artık Meclis-i Mebusan Vahdettin tarafından dağıtılmış
olduğu için, hükümet hangi kararı almışsa, belli ki o
kararda Vahdettin'in önceden onayı vardır. Hükümet
Vahdettin'e rağmen bir uygulamanın peşinde olamazdı. Yani
Talat Paşa'nın Sultan Reşat'a yapabildiğini, şimdi Tevfik
Paşa Sultan Vahdettin'e yapamaz. O İttihatçılar'ın dönemi
artık çok gerilerde kalmıştır.
Bunun böyle olacağının sinyallerini esasen Vahdettin tahta
geçer geçmez vermiştir. Önce kararnamelerdeki Sultan'a ait
olan imza yerini değiştirmiş, imzasının kararnamelerin
altında değil üst kısmında olacağını bildirmiştir.
Ardından Enver Paşa'da bulunan "Başkomutan Vekilliği"
ünvanını geri almış, ona “Başkomutanlık Kurmay Başkanı”
ünvanını vermiştir. Meclis desteğini alabilecek bir hükümet
kurdurarak ateşkesin yapılmasını ve onaylanmasını sağlamış,
sadece 1 hafta sonra o hükümetten, 40 gün sonra da o
meclisten kurtulmasını bilmiştir. (Ateşkes 30 Ekim’de
imzalanmış, İzzet Paşa Hükümeti 8 Kasım’da istifa etmiş,
Meclis 21 Aralık’da kapatılmıştır).
Şimdi Tevfik Paşa Hükümeti ile başbaşadır ve bu kez İtilaf
Devletleri'nden kurtulmaya çalışmakta, bu nedenle de tek
bir devlete, en yakın bulduğu İngiltere'ye yanaşmaya
çalışmaktadır.
Bu esnada Toros Dağları'ndaki tünel yapım çalışmaları,
burada görev yapan Alman ve Avusturyalı uzmanlar gittikleri
için durma noktasına gelmiş bulunuyordu. İngiltere bu
çalışmaların aksamaması dileğini bildirince, ilk teşebbüs
olarak hükümet İngiltere'ye “tünelleri derhal işgal etmesi”
teklifini götürdü. İngiltere bu yaklaşımı çok sıcak
karşılamadı. Çünkü ateşkese göre zaten tünelleri işgal
yetkisine sahipti.
Kasım ayı sonunda bu kez Sadrazam Tevfik Paşa, İngiliz
Yüksek Komiseri Calthorpe'a bir haberci göndererek, “iki
ülkeyi çok yakından ilgilendiren bir konuyu görüşmek için
İngiltere'ye bir temsilci göndermek istediklerini”
bildirdi. Bu kimsenin yalnız İngiltere'ye gönderileceği
özellikle belirtiliyordu. İngiltere Dışişleri Bakanlığı
yetkililerinden George Kidston bu yaklaşımı "doğuluların
yerel temsilcileri aşmak için kullandıkları eski bir oyun"
olarak değerlendirmişti. Konu 1913’de Hakkı Paşa'nın
Londra'ya gelişine benziyordu. Başvuru kesinlikle
reddedildi. Ama görüşülecek konunun ne olduğunun da
öğrenilmesi istenmişti. Calthorpe'un verdiği yanıttan
"İngiliz Hükümeti ile siyasal ve iktisadi konuların
görüşülmek istendiği" anlaşılıyordu. (Dosya:FO Foreign
Office 371/3419, 197901)
İkinci girişim 16 Aralık’da oldu. Bu sefer Yüksek
Komiserliğe değil, doğrudan doğruya İstanbul'daki İngiliz
Genel Karargahı'na başvuruluyordu. Öneri gayet net ve
açıktı: "İngiltere'nin Türkiye yönetimine el koyması"
isteniyordu. Gelen kişi Sami Bey adında biriydi ve bu
öneriyi Sultan ve Hariciye Nazırı adına yaptığını
söylüyordu. Barışa kadar beklenirse çok geç kalınmış
olunabilirdi. Tıpkı Medine'de ve diğer İngiliz yönetimi
altında "barış ve refah" içinde yaşayan milyonlarca
Müslüman'a uygulanan "aydın" yönetimin Türkiye'ye de
uygulanması isteniyor, ayrıca denetim ve yönetime yardımcı
olmak üzere İngiliz subaylarının Anadolu'nun içerlerine
gönderilmeleri rica ediliyordu. Kafkasya'ya İngiliz askeri
göndermek zor olacağı için, oradaki Türk askerini
İngilizler'in buyruğuna vermeye, istenmeyen subayları
görevlerinden almaya ve birliklerini İngiliz subaylarının
komutası altına vermeye hükümet hazırdı. Bu arada bir de
yakışıksız şikayette bulunuluyordu. Hükümet kömür kıtlığını
önleyebilmek için madenlerde günde 50 kuruluşa 1000 asker
çalıştırmak istiyordu ama Harbiye Nazırı Abdullah Paşa ile
Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa buna engel olmuşlardı.
“Bir taraftan ülke için son derece önemli olan ve
Anadolu'nun tümüyle İngiliz yönetimine devredilmesine hazır
bulunulduğunu bildiren bir teklif yapılırken, öte yandan
orduya yönelik bir şikayeti de araya sıkıştırmanın hiç bir
anlamı yoktu” gibi düşünülebilinir. Oysa burada ince bir
hesap gözetilmekteydi: Orduyu İngilizlere çekiştirmekle
Padişah ve Hükümet her zaman ordu gibi düşünmediklerini
söylemeye çalışıyorlardı.
General Milne bu teklifi 16 Aralık'ta Londra'ya rapor etti.
(Dosya FO: 371/3421, 21422; 4164, 695)
Üçüncü girişim ise Yüksek Komiser Amiral Calthorpe
tarafından 10 Ocak 1919 tarihinde İngiliz Dışişleri Bakanı
Lord Balfour'a özel bir mektup şeklinde bildiriliyordu ve
bu girişimlerin en önemlisiydi. Uzun yıllar Türkiye'de
oturmuş olan "pek saygıdeğer bir İngiliz centilmeni"
Padişah'ı ziyaret etmişti. Vahdettin ile yapmış olduğu
görüşmeyi ve Vahdettin'in bu görüşmede İngiliz makamlarına
iletilmesini istediği hususları gelip Amiral Calthorpe'a
anlatmıştı. O da işte bunları bildiriyordu. (Belge: 21)
Admiral Sir A. Calthorpe to Arthur Balfour
Constantinople, Jan.10,1919
My Lord,
...A very respectable English gentleman had a long
conversation with the Sultan...
He had always been pro-British. He placed his whole hopes
now on the British. He was very emphatic in declaring that
while he wished to be perfectly good friend with all the
Allies, it was to England alone that he looked for any real
assistance and eventual frienship. Was there no method by
which he could get into touch with the High Commission?
...Was is the intention of His Majesty's Government to
support him in his possession of the Caliphate or not?...He
attached the utmost importance to this matter...I am ready
to cause the arrest and punishment of every single person
the British might desire, and in accordance with their
desire. Only I fear that If I take action on a large scale
it will provoke a revolution, and I myself will be
overthrown and probably killed...
I have the honour to be,
My Lord,
Your Lordship's obedient servant
A. Calthorpe
High Commissioner
FO: 371/4172, 13592 (10/1)
Bu mektupta ifade edildiğine göre; "Vahdettin her zaman
İngilizci olmuş olduğunu, bunu zor şartların baskısı
altında söylemediğini, bunun gerçek olduğunu, bu yüzden
1908’den bu yana hep İttihat Terakki casuslarıyla
çevrildiğini ve bu yüzden çok çektiğini” söylemişti. Şimdi
bütün umudunun İngilizler'de olduğunu, 11 Ocak 1919
Cumartesi'den önce kabinesini değiştirmek istediğini,
kabinede "sivri" bir kişi olarak dönme olan ve İttihat
Terakki'ye eğilimli Dahiliye Nazırı M. Arif'ten söz
ettiğini, Türkiye'nin o sıradaki acılarından sorumlu
bildiği İttihat Terakki'ye karşı elinden gelen çabayı
esirgemeyeceğini ve İngilizler'in kırımları yapanlar kadar,
İngiliz tutsaklarına kötü muamele edenlerin de
cezalandırılmalarını istediğini bildiğini ve İngilizler'in
istediği "her bir kişinin tutuklanıp cezalandırılmasını
sağlamaya hazır olduğunu” bildirmişti. Yalnız bir korkusu
vardı ki, o da geniş ölçüde eyleme geçerse, bir ihtilali
tahrik edip, hiç bir yarar sağlanamadan kendisinin tahttan
indirilmesine ve belki öldürülmesine yol açmaktı. Şiddetle
harekete geçtiği takdirde, müttefiklerin desteğine güvenip
güvenemeyeceğini öğrenmek istiyor ve böyle bir durumda
Türkler'in iç işleridir diye karışılmayacağından
çekiniyordu. Bütün müttefiklerle dost olmak istiyordu ama,
yalnız İngiltere'den gerçek yardım ve uzun süreli dostluk
bekliyordu. Acaba Yüksek Komiserlik'le temasa geçmenin yolu
yok muydu? Oradan gelecek "herhangi bir işarete göre"
davranmaya hazırdı. Vahdettin bundan sonra hilafet konusunu
açmıştı. O'nun iki silahı, İngiltere'nin yardımı ve Hilafet
idi. İngiltere'nin kendisinin hilafet sahipliğini
desteklemeye niyeti olup olmadığını öğrenmek istiyordu.
Muhatabı şaşarak, böyle bir sorun olduğunu ilk kez
işittiğini söyleyince, kendisinin buna çok büyük önem
verdiğini belirtmişti (95).
Olayı özel bir mektupla Balfour'a bildiren Calthorpe,
Padişah'ın tutumunun Sadrazam'ın ilk görüşmelerindeki
tutumunun hemen hemen aynı olduğunu söylüyordu.
Vahdettin'in bu son girişimi, onun içinde bulunduğu konumu
çok iyi açıklayabilmektedir. Bir kez, kabineyi
değiştireceğini söylemiş, söylediği günü gününe tutmuştur.
Bu, Tevfik Paşa'nın ne ölçüde Padişah’ın elinde alet
olduğunu gösteren önemli bir veridir.
İngilizciliğinin ölçüsü şaşırtıcı değildir. Ama bu derecede
İngilizler'e teslimiyetçiliği, ilerde davaya büyük zarar
verecektir ve bir ülkenin en üst makamını işgal eden
kişinin taşıması gereken sorumlulukla hiçbir şekilde
bağdaşmamaktadır. İngilizler'in istediği "her bir" kişiyi
tutuklattırıp cezalandırma taahhüdü, Yüksek Komiserliğin
"herhangi bir" işaretine baktığını söylemesi, bütün bu
söylenenlerin yazılıp çizilip İngiliz Devlet Arşivlerine
girmesi ve bugün yayınlanıyor duruma gelmesi, bir Osmanlı
Padişahı için tam bir yüz karasıdır. Ondan da öte
Padişah'ın ne denli bu davanın yanında, ne ölçüde
karşısında olduğunu hiçbir yoruma gerek bırakmadan
gösteriyor olması nedeniyle de birer ibret belgesidirler.
Ne acıdır ki, bu mektuptan çok kısa bir süre sonra,
Erzurum'da bulunan 9. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa
görevinden alınacak, aynı akıbete uğrayacak olan 6. Ordu
Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa zaten İstanbul'a İngiliz
askeri nezaretinde özel bir trenle getirilecek ve
Haydarpaşa'ya iner inmez tutuklanacak, arkasından 67
yurtsever birer birer yakalanıp hepsi birden Malta'ya
sürüleceklerdir. Yakup Şevki Paşa Kafkas Cephesi'nde
İngilizler'e kök söktürmüş, mütarekeden sonra da silahların
teslimi ve ordunun terhisi gibi gelen emirleri ağırdan
almış, yerine getirmemiş, silahların içerlere doğru
kaçırılmasını örgütlemiştir. İngilizlerin onu sevmemesi
için çok neden vardır.
Ali İhsan Sabis Paşa Musul'u İngiliz'e teslim etmemekte
direnmiş, eylemin Mondros'a aykırı olduğunu söyleyerek
silahla karşı koymuş, İngiliz'den aldığı emre uyarak değil,
Türk Genel Kurmayı'ndan gelen talimat üzerine Musul'dan
çekilmiş, silahları teslim etmemek ve Anadolu'nun içlerine
kaçırılmasını sağlamak için gereken tertibatı almış ve en
sonunda teslim olmuştur. İngilizler tabii onu da sevmez.
Fakat kısa bir süre sonra her iki paşa da Malta'dan dönüp
Anadolu'ya geçecek ve Kurtuluş Savaşı'nda bu yapılanın
öcünü alacaktır.
Görülmektedir ki 40 gün içinde İngilizler'le üç ayrı
kanaldan temasa geçen Vahdettin, İngiltere'nin bir an önce
Türkiye'yi sahiplenmesini istemekte, istemekten de öte
bunun için yakarmaktadır. Bu telaşını bir miktar anlamak
mümkündür. Bu arada Amerika'nın siyasi mümessili de
Türkiye'dedir. İstanbul'da Amerika'dan yana bir eğilim
oluşmaktadır. Mümessil Lewis Heck Cavit Bey'i ziyaret
etmiş, Türk bağımsızlığı saklı olmak üzere ABD'nin en geniş
anlamda yardımının mümkün olabileceğini, ama bunun için
hemen karar verilmesi gerektiğini söylemiştir. Bir
cumhuriyet olan Amerika'nın bu yaklaşımından Vahdettin
rahatsız olmakta, o bir monarşinin yönetiminde olan
İngiltere'yi tercih etmekte, bu yüzden de acele etmektedir.
Vahdettin meclisi dağıtırken ordudan güvence aramıştı.
Şimdi İttihat Terakkiciler'e karşı harekete geçerken ise
İngiliz desteğini sağlamaya çalışmaktadır.

Benzer belgeler

Çarlık Rusyası`nda meydana gelen

Çarlık Rusyası`nda meydana gelen 1.Dünya Savaşı sona erdiğinde Talat Paşa Hükümeti’nin istifa edeceği belli olmuştu. Zira İtilaf Devletleri “ Savaş Kararı” alan hükümetlerle barış masasına oturmuyorlardı. Ateşkes andlaşmasını imza...

Detaylı