emıly snow - Kalite ve Güvenin Tek Adresi

Transkript

emıly snow - Kalite ve Güvenin Tek Adresi
Bir rakip, bir sır ve tutkulu biryolcuı
EMILY SNOW
Bir rakip, bir sır ve tutkulu bir yolculuk...
•as ın k e n d i s i n e gerdekten ûşık olduğunu arlık kesinlikle
layan Sıenııa. aralarındaki dramaıun bittiğinden em indir ve
L ucas'ın eski karısından da. kadının elin d ek i k o /d a n da
korkmuyordur.
plcnnın yeri kalanını tam am lam ak için gittikleri ta li
Sicnna ve L ucas çok k ey ifli iki gün geçirir ve artık her şe;
'*Şdflze!diğıni düşünerek şehre dönerler. A n cak L u ca s’ın Sicnna*
^ > c n i bir tek lifi vardır; m üzik grubunun turnesinde Sicnna'nın,
>. yanında olm asını istiyordur. S icn n a bu teklifi kabul etm ek İS
aklında birtakım şüpheler vardır, çünkü L ucas’ın esk i sevgi]
Temas
Emily Snow
1.
Baskı: Aralık 2015
ISBN: 978-605-348-867-5
Yayınevi Sertifika No: 12330
Copyright©EMILY SNOW
Bu kitabın Türkçe yayın hakları Bookcase Ajans aracılığıyla
Novella Yaymlan’na aittir.
Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz,
hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
Baskı
Ezgi Mat. Teks. Pors. İnş. San. Tic. Ltd. Şti.
Matbaa Sertifika No: 12142
Sanayi Cad. Altay Sok. No: 14 Çobançeşme-Yenibosna/İstanbul
Tel: 0 212 452 23 02
N o v e l l A
Bir Martı Yayın Dağıtım San. Tic. Ltd. Şti. markasıdır
NOVELLA YAYINLARI
Maltepe Mh. Davutpaşa Cd.
Yılanlı Ayazma Sk. No: 8
Zeytinbumu/îstanbui
0 212 483*27 37 -4 8 3 43 13
Faks: 0 212 483 27 38
w ww.noveUayayin lari.com
[email protected]
Orijinal Adı
Yayın Yönetmeni
Çeviren
Editör
Sayfa Tasarımı
Redaksiyon
Son Okuma
Kapak Tasarımı
: Absorbed - Consumed
: Şahin Güç
: Giilfem Çırak
: Elçin Kazancı
: Özgür Balpınar
: Canan Hatiboğlu
: Sena Polatoğulları
: Alla Özabât
EMILY SNOW
Bir rakip,
bir sır ve tutkulu
bir yolculuk...
TEMAS
Çeviren: Gülfem Çırak
Bu yolculukta karşılaştığım bütün inanılmaz okurlara,
yazarlara ve blogyazarlarına...
Her zaman böyle muhteşem olduğunuz için teşekkürler...
Giriş
Lucas Wolfe
Bu geceden önce, yani her şey boka sarmadan yirmi dört
saat önce Sienna’yla aramızdaki her şeyin bittiğini biliyordum.
Buna denyo önsezisi diyebiliriz ya da açgözlü eski karım
Sam ’in fazla erken ortaya çıkmasının sonucu da olabilir. Si­
enna’yla aram ızda hiçbir şey olamayacağını Atlanta’ya geldi­
ğimiz gün anlamıştım ama aramızdakilerin nereye gideceğini
bilmek, beni onunla birlikte olmaktan alıkoymamıştı. O na iki
yıl önce verdiğim sözü tutmuştum. Sonunda ona sahip olm uş­
tum ve şimdi gitmesine izin vermem gerekiyordu.
Hayır, doğru ifade bu değildi. Onun gitmesini sağlam a­
lıydım. K ırm ızı beni asla isteyerek terk etmezdi; kafayı sı­
yırmış Sam onu tehdit ettikten sonra bile... Onun beni terk
etmesini ancak tek bir şekilde sağlayabilirdim ve bu yüzden
şimdiden kendim den nefret ediyordum.
9
Em ily Snow
Onıı yıkmak zorundaydım. Beni, asla âşık olunmaması
gereken biri gibi görmesini sağlamalıydım.
Sienna’nın birkaç dakika önce içine girip kaybolduğu
banyonun dışındaki duvara omzumu yaslamış onu beklerken,
koridorun diğer ucundaki doğum günü partisinden gelen
gitar seslerini duymazdan geldim. Göğsümde bir ateş yansa
da aldırış etmedim. Buraya gelmemeliydim. Ellerimi yumruk
yapıp iyice sıktım. Sam onun kim olduğunu öğrenmeye ka­
rarlıydı ve eski karım bir şeyleri çözmek konusunda iyiydi.
Bu kadar bencil olmamalıydım.
Ama öyleydim. Söz konusu Sienna olunca hep bencil­
dim.
Banyo kapısının açılıp duvara sertçe çarptığını duydum.
Sienna sendeleyerek, sersemlemiş bir şekilde koridora çıktı­
ğında, mideme acıyla karışık berbat bir his yayılm aya baş­
ladı. Bu dört yıl önce hissettiğim acıya benziyordu ama
tam am en aynı değildi. Onun nedeni farklıydı.
Ve o acının arkasındaki sebep, benim felaketimdi.
Sienna, gözlerini halı döşeli zeminden ayırmadan bana
doğru yürüm eye başladı. Ellerini siyah dantel elbisesinin yan
taraflarına sürtüp duruyordu. Sadece birkaç saat önce onu
becerirken bu elbiseyi kalçalarından yukarı kaydırmıştım. Si­
enna gittikten sonra bile bu anı bana kalacaktı. Belki bu anıya
yeterince odaklanırsam, onu m ahvetmek zorunda olduğum
gerçeğini unutabilirdim.
Sienna neredeyse bana çarpacak olduğunu fark edince
kaskatı kesildi. K aslarım gerilirken ona dokunm am ak için
10
Temas
kendimi tutup ellerimi yumruk yaptım. Ona yeterince dokun­
muştum. Ve her şey bittiğinde, onu sistemimden attığıma
kendimi ikna ettiğimde bile onu unutmayacaktım.
Bana nasıl hissettirdiğini unutmayacaktım.
Kızıl saçlarının alnına düşen tutamlarını geri çekerek
kısık mavi gözlerle bana baktı. “Gitmeye hazırım.”
Gözleri gibi sesi de öyle soğuktu ki bir an için Sam’in
ona ne halt söylediğini merak ederek ona bakakaldım. Tanıdık
bir korku dalgası kaburgalarımın arasına yayıldı. Âşık olmak­
tan, bu kadar uzun süredir kaçmamın nedeni buydu. Sam'in
beni mahvedeceği korkusu öyle felç ediciydi ki, aşkın haya­
tıma tekrar girip her şeyi bok etmesine gerek yoktu.
Sienna çıplak kollarını sıkıca göğsünde kavuştururken
göğüsleri elbiseden çıkacakmış gibi oldu. Ona sahip olmak
ve onu korumak isteyen yanım neredeyse devreye giriyordu
ama burnumdan derin bir nefes alıp üstünü kapatmasını söy­
lememek için kendimi tuttum.
“Gitmeye hazırım,” diye tekrar etti sıktığı dişlerinin ara­
sından. Yüz ifadesi değişmeyince Sam’in ona pek bir şey
söylemediğini anlayarak, kafamla gece kulübünün girişini
işaret ettim.
“Araba bekliyor.”
Çıkmadan Cilla'ya veda etmek için yanma uğramadım
ama o muhtemelen gittiğimi hemen anlardı. Şu anda aklım­
daki son şey C illa’ydı, çünkü Sienna yanımdaydı. Ama yine
de hayatımdan çıkmak üzereydi.
Şoför bizi Four Seasons'a geri götürürken hiç konuşma-
11
E m ilv Snow
dik. Lobiye girip asansörle süitimize çıkarken bile sessizdik.
Ama Sienna odaya girer girmez çantasını karşıya fırlatıp
içindekilerin dökülmesine neden oldu. Sonra bana döndü.
Bu durumu hemen kontrol altına almazsam ben de ken­
dimi kaybedecektim, biliyordum.
“Otur," diye emrettim, boğazımın düğümlenmemesine
çalışarak. Sienna her zaman yaptığı gibi beni sorgulamaya
yeltendi ama kafamla tekrar koltuğu işaret ettim. “Otur...”
Onun, dediğimi yapmasını izlerken, hareketleri kulüpte
Sanr le karşılaştıktan sonra olduğu gibi uyuşuktu. Bu halini
görünce göğsüm sıkıştı. Bunu yapmak istemiyordum. Bu,
yapmak istediğim en son şeydi ve bu odada onunla birlikte
olmak durumu daha da zorlaştırıyordu. Aramızdakileri şimdi
bitirmeliydim, böylece incinmeden önce onu hayatımdan çı­
kartabilirdim. Bu süreçte ben de yanacak olsam da bunu ona
borçluydum.
“Her şeyi batırdım ..
diye başladım ama kelimeler bo­
ğazımda düğümlendi. Ne diyecektim? Seni kullanarak, bu­
raya getirerek her şeyi batırdım.
Sana âşık olarak her şeyi batırdım.
Sienna ağlamaya başladı. Sessiz, acı dolu gözyaşları dö­
kerken söyleyeceklerimin hiçbirini duymak isteyeceğinden
emin değildim. Ama yine de devam ettim.
Sonraki birkaç dakika boyunca konuşurken mavi göz­
lerine bakmaktan kaçındım, çünkü bana söylediği her şeye
katlansam da gözlerine bakmaya dayanamazdım. Yüzümü
ifadesiz tutup ona hiçbir duygumu göstermedim. Ve sonunda
12
Temas
kırılma noktasına ulaştığımızı anladığımda boğazımı temiz­
ledim.
“Gitmen gerek,” dedim. Sienna karşılık olarak bir şeyler
söyledi kulaklarım öyle çınlıyordu ki ne dediğini anlayama­
dım. “Seninle işim bitti,” diye devam ettim sıkkın, soğuk bir
sesle. İrkilip kollarım gövdesine sardı. “Kontratımızın şart­
larını yerine getirdin.”
Bana karşı geldi. Benim için savaştı. Onun küçücük bir
parçasını bile hak etmeyen, rezil bir adamdım ben. Ama so­
nunda kazandım. Benimle çalışmayı kabul etmesinin sebebi
olan büyükannesinin evini ona geri vereceğimi söyledi­
ğimde; sorularının hiçbirine cevap vermeyip ona, sana hiçbir
şey borçlu değilim dediğimde kazandım. Sienna beni terk et­
tiğinde kazandım.
Daha sonrasında, olanları anlamlandırmaya çalışarak
A tlanta’da dolaşmaya başladım ve sonunda kendimi Your
Toxic Sequel büyük üne kavuşmadan önceki zamanlarda, Sam antha’yla evliyken yaşadığım pis apartman binasının
önünde buldum. Nasıl berbat bir durumda olduğumu biliyor­
dum, o kadar da aptal değildim.
13
Birinci Bölüm
Lucas IVolfe
Sonraki hafta hayatım lanet olası bir bulanıklık halinde
geçti.
Fazla bir şey yapmadım. Kahretsin! Hatta Los Angeles’a vardığımda zamanımın çoğunu evimde yapayalnız ge­
çirdim. Ama yaptığım her şeyde o vardı: Sienna...
Bunu söylediğim için soğan erkeği gibi göründüğümden
eminim ama umurumda değil.
Sienna burada benimle olmalıydı.
Ama yoktu. Bu yüzden kendimi işime vermek, onun anı­
sını müzik ve viskiyle unutmak için elimden geleni yaptım.
Küçük kardeşim Kylie bir akşam evime geldiğinde beni
böyle buldu.
Alt kattaki müzik odama girer girmez, k‘lyy, esrar ve içki
kokusundan geçilmiyor ya,"’ diye yakındı. “Sevgili ağabe-
15
Emily Snow
yinı, şu anda enıo tanımının somut örneğisin yemin ediyo­
ru m /’
Buraya gelmesine şaşırmıştım; normalde, görmekten
pişman olacağı bir şeye denk gelmemek için gelmeden önce
bana haber verirdi. Onu duymazdan gelerek pek anlamı ol­
mayan boktan şarkı sözlerini karalamaya devam ettim.
Kardeşim oturduğum yerin karşısındaki koltuğa çöküp
derin bir iç geçirerek tekrar dikkatimi çekti. “Onunla konuş­
tun mu?”
Ehliyetini değiştirmesi için onu Motorlu Taşıtlar Dairesi'ne götürdüğüm günden beri Sienna’yla konuşmam için ba­
şımın etini yiyordu. Bu konuda beynimi kemirmeye başladığı
zamandan beri yüzüncü kez kendi sesimin, “Neden? Onunla
konuşsam ne işe yarayacak?” diye sorduğunu duydum.
Kylie içini çekerek öne eğildi ve kollarını bacaklarına
dayadı. “İşleri yoluna sokmak için hiçbir zaman geç değil­
dir.”
Batırılan işleri düzeltmenin o kadar kolay olmadığını en
iyi kendisi bilmeliydi aslında. Ela gözlerimi defterimden kal­
dırıp kardeşimin solgun yüzüne baktım. Uykusuzluktan kah­
verengi gözlerinin altında koyu renk halkalar oluşmuştu. Her
an çökecekmiş gibi görünüyordu.
Evet, Kylie bu durumu iyi biliyordu.
Ben de onun karmaşık durumlarının ortasına çekilmiş­
tim. Geçen hafta Kylie’nin New Orleans’tan gelmesinden
beri VVyatt MeCrae’nin aramalarıyla uğraşmak zorunda kal­
mıştım. Wyatt yine batırdığı işleri düzeltmek istiyordu ama
16
Temas
Kylie onun saçmalıklarıyla uğraşmak istemiyordu. Ama
bugün bu konuyu açmayacaktım. Kylie’nin acı çektiği her
halinden belli olurken yapamazdım.
Benden cevap alamayacağını anladığında, “Konuşma­
dın sanırım,” dedi Kylie en sonunda. Mavi-siyah saçlarının
arasını kaşıyıp kafasını iki yana salladı. “Beni hayal kırıklı­
ğına uğratıyorsun.”
Sözcükleri yüzümü bir pençe gibi tırmaladı. Ona baş­
kalarının ödünü patlatacak bir bakış attım ama Kylie’nin kası
bile oynamadı. “Peki sen telefon edip Wyatt’la,” diye başla­
dım ama yüzünün nasıl düştüğünü, göğsünün nasıl aniden
kalktığını görünce sustum. Sırf canı yanıyor diye öfkesini
ondan çıkarmak isteyen kahrolası bir canavardım.
Ben kahrolası bir canavardım, nokta.
“Sen Sienna’yla konuştun mu?” diye sordum sonra.
Kardeşim rahatlayıp arkasına yaslandı ve kollarını göv­
desine sardı. Bu hareketle tişörtü kaydığında göğsünün sol
tarafındaki minik siyah kuşlardan oluşan kümeye, bir yeni­
sinin eklenmediğini görerek şaşkınlığa düştüm, çünkü
Wyatt’la ayrıldığı her seferinde oraya yeni bir kuş dövmesi
eklemek geleneği olmuştu.
Kylie düşüncelerimin nereye kaydığını anlamış olma­
lıydı ki kızarıp tişörtünü düzelterek dövmelerin çoğunu ka­
pattı. “Hayır, onunla konuşmadım. İstemediğimden değil...
Numarasını kullanmıyor. Bu yüzden buraya geldim.”
Şaşkınlıkla kaşım kalktı. k‘Lucas-Kfl/?w/û.vı-WoUe bile
birinin AT&T’den numarasını değiştirmesini sağlayamaz.
17
Emily Sno\\'
Kv. Bağlantılarını da Sienna’nin yeni numarasını öğrenecek
kadar iyi değildir muhtemelen. Ailesi ve arkadaşları benden
nefret ediyor.”
“Onun adresine ihtiyacım var.”
“Evine giderek, onu kızdıracağını düşünmüyor musun?”
Sienna’yı çok iyi çözmüştüm ve bu noktada kardeşim evine
gitti diye polisleri arasa şaşırmazdım.
Kylie ayağa fırlayıp ellerini yanlarında yum ruk yaptı.
“Ona ne olduğu hiç um urunda değil mi senin?” Titrek bir
nefes aldı. “Ya da dur tahmin edeyim, o da senin için sadece
sana yılışan hayranların kadar önemli, öyle değil mi? Sam
onu korkutup kaçırarak iyi yapm ış.”
Ciğerlerimdeki havayı boşaltm ışlar gibi hissettim.
Ona ne olduğu umurumda olmasaydı Sienna şu anda ya­
nım da olurdu. K ylie’nin gelip kahrolası terapistim miş gibi
davranm asına gerek kalmazdı. Sienna’yla geçirdiğim vaktin
ne kadar kısa olduğunu takmazdım. Sam ’in ona veya bana
yapabileceklerinden endişelenm ezdim . K endim i mutlu et­
m ekten ve bu hissi sürdürm ekten başka hiçbir şeyi kıçıma
sallamazdım.
Hayır, ona ne olduğu umurumdaydı.
Defterimi kapatıp kenara ittim, çünkü bugün hiçbir şey
yazacak halde değildim.
“Taşındı.”
K ylie arkasına yaslanıp dişlerini sıktı ve kafasını iki
yana salladı. “Yalan söylüyorsun.”
Dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı kardeşimin-
18
Temas
kilere diktim. Gözlerimizle birbirimize birkaç saniye meydan
okuduktan sonra kafamı iki yana salladım. “Eskiden nerede
yaşadığını biliyorum ama şimdi nerede kaldığına dair hiçbir
fikrim yok.”
“Bulamaz mısın?”
“Hayır,” dedim. “Çünkü onun hayatının bir parçası ol­
mamalıyım.”
Kardeşimin yüzündeki kararlılığın yerini inanmazlık
aldı. “Söylemek istediğim çok şey var ama bir fark yarata­
cağından şüpheliyim. Zaten söylesem bile sen de benim saç­
m alıklarımı yüzüme vurursun. Ama bunu istemediğini
biliyorum. Biliyorum ki onu seviyor...”
Daha ileri gitmeden lafını kestim. “Beni çok iyi tanımı­
yorsun demek ki...” Bu cümleyi öyle gönülsüz bir şekilde
söylemiştim ki K ylie’nin zalimce bana gülmesine neden ol­
muştum.
“Öyle olsun...” Kardeşim eşyalannı toplayıp koltuğun ya­
nındaki masada duran bir yığın zarfı almak için dururken,
nefes alış verişlerimi kontrol etmeye çalıştım. Odada ilerlerken
hiçbir şey söylemedi ama kapıya vannca omzunun üstünden
baktı. “Söylediğin o boktan şeyleri yediğimi sanma... Sana
McCrae’yi unuttuğumu söyleseydim bana inanır miydin?”
Vücudumun her bir köşesi sancısa da dudaklarımı ha­
fifçe kıvırıp gülümsemeye çalıştım. “Hayır, bir saniye bile
inanmazdım.”
Kylie kapı kolunu kavradı. “O zaman işleri yoluna sok...
Sam’i boş ver, geçmişi boş ver, korkularını boş ver...”
19
Emiİv Snow
G itm ek için adım ını attığında boğazımı temizledim.
“Sen kendi tavsiyene uyacak mısın?” diye sordum. Kardeşim
olduğu yerde donakaldı. Tekrar omzunun üstünden bana bak­
m adan önce uzun bir süre gergin sırtını inceledim.
“Evet, eninde sonunda uyacağım.”
Ö yle olsun, diye düşündüm.
Beni evden çıkaran K ylie’nin sözleri miydi, yoksa kendi
ihtiyacım mıydı bilm iyordum ama on dakikadan kısa süre
sonra kendim i arabam da buldum. Sienna’nın yeni dairesini
çabucak bulsam da A udi’yi durdurmadım . Buna henüz hazır
değildim . D ürüst olm ak gerekirse, Sienna’nın da hazır oldu­
ğunu sanm ıyordum .
Evinin önünden geçip gittim ama nerede yaşadığını gör­
mek, kardeşim e hak verm eme neden olmuştu. Sienna’yı geri
kazanm alıydım . A m a bunda başarılı olm ak için ne yapmam
gerektiğini fark ettiğim de çenem e bir yum ruk yem iş gibi
oldum . Telefonum u alıp aram a geçmişimde tüm numaralar­
dan daha fazla yer kaplayan numarayı çevirdim ama direkt
olarak sesli m esaja yönlendirildim. Eski karım için bu tipik
bir şeydi zaten.
“Konuşm am ız lazım,” diye hırladım. “Saçmalıklarını ya
da delice oyunlarını istemiyorum. Sadece seninle konuşmam
lazım, Sam ...” Beni yarma, hatta belki de haftaya kadar ara­
m ayacağını biliyordum ama onun için hazır olacaktım.
B ir saat sonra boş evim e girdiğimde Sam ’le ve paylaş­
tığım ız sapkın geçm işle alakalı tüm düşünceleri kafam dan
20
Temas
atmaya çalıştım. Müzik odama geçtiğimde düşünebildiğim
tek kişi Sienna’ydı. Kokusu, tadı, içine gömüldüğümde bana
hissettirdikleri...
Defterimle gitarımı elime aldım ve ona her şeyi anlat­
maya başladım.
21
İkinci Bölüm
Lucas WoIfe
Sonraki hafta boyunca stüdyo ve artık evim demeye baş­
layabileceğim bar arasında gidip gelirken şarkıyı Sienna için
iki kez yeni baştan yazdım. Eh, tam olarak söylemek gere­
kirse yedi kere yazmıştım ama hâlâ bitmemişti. Tüm delice
duygularımı, berbat ettiklerim için özürlerimi dört dakikaya
nasıl sığdırabilirdim? Şu noktada içimdeki her şeyi Kırmız ı’ya anlatabilmek için kahrolası bir kitap yazmam gerekirdi.
Müziği birkaç günlüğüne bir kenara bırakıp başka bir
şeye, çoğunlukla Sam ’e ulaşmaya odaklanmaya karar ver­
dim. Normal bir ilişkim olması için Sam ’i hayatımdan çı­
kartm alıydım . Eski karımın beni aramadan, bir şeyler
istemeden durabildiği en uzun süre buydu. Fırtına öncesi ses­
sizlik gibi...
Ama sonra, sonunda benimle iletişime geçti.
22
Temas
Mesajı, öğleden sonra bankadan çıkarken geldi. Onunla
ilişkimizin finansal bir kâbusa dönüştüğü düşünülürse, du­
ruma çok uygun bir ironiydi. Mesajını okuyup cevap yazmak
için bir alışveriş merkezinin otoparkına girip en sonuna park
ettim.
16.43: Bana ihtiyacın mı var, bebeğim?
Bebeğim... Alayla güldüm. Samantha’nm böyle sorulan
hep hileli olurdu; bir test gibi... Onun, beni rahat bırakma­
sına; değiştiremeyeceğim ya da düzeltemeyeceğim şeyleri
elinde koz olarak tutmayı kesmesine ihtiyacım vardı. Ama
hayır, ona ihtiyacım yoktu. Belki böyle hissetmem yanlıştı
ama yaşananlardan sonra, bir zamanlar ona karşı hissettiğim
sevginin bir gramı bile kalmamıştı geriye.
İçimde hayal kırıklığı, acıma ve tiksinti vardı. Ve evet,
kahrolası bir korku... Ama sevgi yoktu.
Radyoda çalan Five Finger Death Punch şarkısını sus­
turmak için müzikçaların ekranındaki sessize alma tuşuna
bastım. Ona diyeceklerimi düşündüm ama sonra lanet olsun
deyip direkt olarak konuya girmeye karar verdim.
16.48: Konuşabilecek durumda mısın? Aramızdaki saç­
malıkları konuşmalıyız.
Bir dakika sonra hemen cevap attığında, neredeyse se­
sindeki kahkahayı duyabiliyordum.
16.49: Aramızdaki saçmalıklar mı?
Benimle dalga mı geçiyordu bu?
16.49: Oyun oynama, Sam... Neden bahsettiğimi çok iyi
biliyorsun.
23
Emily Snow
Bu mesajıma hemen cevap vermedi. Muhtemelen durum­
dan faydalanabilmek, yetişkin konuşmaları yapmadan önce
benden biraz daha para koparabilmek için bir yol düşünü­
yordu. Ama sonunda verdiği cevapla beni şaşırtmayı başardı.
K aliforniya’ya gelmişti. Tam olarak Santa Monica ’daydı. Benimle bir saat içinde buluşmak istiyordu ama
neden onca yer varken burada olduğunu bilmiyordum.
Bir mesaj daha göndermesini, yanımda çek defterimi de
getirmemi ya da bunun gibi saçma bir şey istemesini bekle­
dim ama yapmadı. Bu da ne planladığını daha çok merak et­
meme neden oldu.
Pier’e yanm saat önceden ulaşıp buluşmayı kararlaştır­
dığımız lunaparka gittim. Sam genelde hiçbir yere vaktinde
gitmezdi ama bu sefer parkın girişinde beni bekliyor, yemek
tezgâhının önünde volta atarak sigara içiyordu.
Taktığım siyah bere ve güneş gözlüklerine rağmen Sam
beni neredeyse hemen fark etti ve beğeni, şehvet ve tiksinti
dolu gri gözlerini üstümde dolaştırdı.
“Hâlâ eskisi gibisin,” dedi, ben duyma mesafesine girer
girmez. Kafasını bileğime doğru eğip, uzun kollu giymiş
olsam da yine de görünen dövmelerime baktı, “Kimseyi kan­
dıramazsın Lucas-Kahrolası-Wo\fe... Hiç kandıramadm...”
Sonra ince omuzlarını silkti. “Eh, yani kimliğini gizleyerek
kandıramadm. Herkesi tam bir...”
“Sessiz ol,” diye uyardım. Karşılık vermeye yeltendi
ama ağzındaki sigarayı alıp yere attım ve ayakkabımın taba­
nıyla ezdim. “Şunu da burada içme... Etrafta çocuklar var.”
24
Temas
Benim boyuma yetişmesi mümkün olmasa da ayak par­
maklarının üstünde yükseldi ve ince vücudunu benimkine
yapıştırdı. Çok ama çok zayıftı. Onu son gördüğümden beri
daha fazla kilo vermişti ve son görüşmemizin üstünden yal­
nızca birkaç hafta geçmişti.
“Kovulacağımdan mı korkuyorsun?”
Bir kaşımı kaldırdım. “Hayır, çocuğunun suratına
duman üfledin diye annelerden birinin kıçını tekmeleyece­
ğini düşünüyorum.”
Ayaklarını düzleştirip geriye çekildi ve zayıflığından
çok büyük görünen gözlerini bana dikti. Onunla hâlâ evliy­
ken, kahretsin, boşandıktan sonra bile onu bırakmanın im­
kânsız göründüğü zamanlarda onunla yatarken Sam sağlıklı
ve güzeldi. Parayla alabileceği her şeyi kullanıp kafa bulmu­
yordu.
“Ben de bir binanın en üst katından atlasam umurunda
olmayacağını sanıyordum, Lucas,” dediğinde kafamı yana
eğip kendimi sırıtmaya zorladım. O zaman önceki yüz ifadesi
geri geldi.
“Neden buradasın, Sam?”
Sorumu duymazdan gelip koluma girdi. Kolumu silkip
ondan kurtulmak istiyordum ama olay olmasın ve Sam in­
cinmesin diye beni tutmasına izin verdim. “Birlikte yürüye­
lim, bebeğim,” dediğinde sesindeki hayal kırıklığı
kulağımdan kaçmadı. Geçen birkaç yılda bu sesi öyle çok
duymuştum ki kalabalık bir odada olsak bile tanıyabilirdim.
Ama kahretsin ki hiç duymak istemediğim bir sesti.
25
E m ilv Srunv
Dönınedolaba varana kadar, uzun bir süre hiç konuşma­
dan yürüdük. Sonunda onun kolundan ayrılıp ellerimi na­
zikçe omuzlarına koydum. “Hayatımın geri kalanını seninle
bu şekilde geçirmeyeceğim.”
Sam on saniye kadar kafası karışmış gibi göründü ama
sonra alaycı bir şekilde sırıttı. “Gerçekten mi, Lucas?”
“Hayatım boyunca hiç bu kadar ciddi olmamıştım.”
Yanımdan geçerek dönmedolap sırasında bekleyen bir­
kaç çocuğun arkasında durdu. Kafasının arkasına, birkaç
hafta önce kızıla boyadığı kısa siyah saçlarına baktım. İnce
gri tişörtünün altında omuzlarının hafifçe titremesini, kendi­
sini kontrol etmek için kollarını gövdesine sarmasını izledim.
Sonra ellerimi kotumun cebine sokarak ona katıldım.
“Her şeyi batıran sensin,” derken gözlerime bakmadı.
“Evet,” derken içimde bir korku belirmişti. “Benim...”
“ S e n ...” K ollarını çözüp ellerini saçlarından geçirdi.
“Benden ne istiyorsun?”
“Beni rahat bırakmanı istiyorum. Sana bir sürü para ver­
d im ... Bir sürü... A rtık bunu sonlandırm anın vakti geldi.
Başka biriyle olm ak istiyorsam rahatça...”
Dudakları hafifçe aralandı ama şaşkın ifadesini anında
yok edip onu olduğundan on yaş daha yaşlı gösteren sert bir
ifade takındı. “Tabii ki bu mesele C illa’nın partisinde tanış­
tığım o sürtükle alakalı...” Sienna... ve C illa’dan bahseder­
ken sesi öfkeyle kalınlaşmıştı. “Cilla her zamanki gibi sarhoş
b ir fahişe gibi davranıyordu. Bu yüzden yanında tuttuğun
yeni eşlikçini merak etmiştim.”
26
Temas
Ben Sienna’yı yanımda tutmuyordum. Sorun da buydu
zaten. “Bu kimseyle alakalı değil... Sana daha fazla şey ver­
mek istemiyorum artık.”
Önümüzde de arkamızda da insanlar vardı ve Sam mil­
letin önünde sırlarımı açığa vuracak kadar aptal değildi. Sırrı
elinde tuttuğu sürece beni de tutacağını düşündüğünden kim­
seye bir şey söylemezdi. Sonunda cevap vermeye karar ver­
diğinde bana doğru yaklaştı. Alkol ve sigara kokusu burun
deliklerime doldu.
“Eğer onu bu kadar çok istiyorsan ona gerçeği söyle...
Olanları anlat ona... Sienna’nm, Lucas-ÂflAro/as/-Wolfe hakkmdaki her şeyi bilmek istediğinden eminim. Her şeyi neden
batırdığını anlayacağından da eminim/'
“Öyle bir şey olmayacak,” dedim sıkılı dişlerimin ara­
sından.
“Onun üstündeki kontrolünü kaybedersin diye mi kor­
kuyorsun?”
O anda kafamda bir ampul yandı. Yüzüme lanet olası
bir tuğla yemiş gibi oldum. Sam kontrolümü kaybetmemi is­
tiyordu. Belki paramı istediğinden daha çok istiyordu bunu.
Ve şimdi, her nasılsa Sienna’nın adını biliyordu. “Bu yüzden
mi buradasın? Sienna’yı görmek için mi?”
Sam gözlerini önümüzdeki dönıııedolaptan hiç ayırmadı
ve neredeyse dudaklarını hiç oynatmadan, “Evet.” dedi.
27
Üçüncü Bölüm
Lucas Wolfe
Sam ’e bakarken vücudumdaki bütün damarlarda öfke
dolaşmaya başlamıştı. Dudaklarının kenarları minik bir gü­
lümsemeyle kalktı ama benimle dalga mı geçiyordu, yoksa
ona acımam için ağlamanın eşiğinde miydi, bilemiyordum.
Bunların ikisini de yapması m üm kündü ve şu anda amacı
hangisi olursa olsun öfkemi artırıyordu. “Neden?” diye sor­
dum. “Ne halt yemeye onu görmek istiyorsun?”
Bu aptalca bir soruydu. Onun da aynı şeyi düşündüğünü
biliyordum , çünkü gözlerini birkaç kez kırpıştırmıştı. Sien na’yı ziyaret etmek beni daha çok kontrol elde etmesini
sağlayacaktı. Bana karşı kullanacak bir şeyi olacaktı; bu
kadar basit...
Sam ince kollarını tekrar göğsünde kavuşturdu ve to­
puklarının üstünde sallanarak bana inanamıyormuş gibi ka­
28
Temas
fasını iki yana salladı. “Tanrım, Lucas... Gerçekten de düşü­
nüyor musun,” diye sert bir fısıltıyla konuşmaya başladı ama
sırada arkamızda duran çocuk araya girdi.
“Ah Tanrım, bugün binecek misiniz?” diye sordu çocuk.
Sırtı gerilen Sam yavaşça arkasına dönüp ona sert bir bakış
attı ama çocuk etkilenmiş gibi görünmüyordu. En fazla onon bir yaşındaydı. Çocuğa patlayıp kendisini tutuklatmadan
önce onu tutup çekmek istediğimde Sam elimi itip kenara çe­
kildi.
Kolunu lunapark görevlisinin durduğu yöne uzattığında
bakışlarım dirseğinin iç kısmındaki berelere odaklandı. Lanet
olası iğne izleri...
“Geç bakalım seni küçük bok kafa,” diye hırladı Sam.
Çocuk aramızdan geçtikten sonra Sam dikkatini tekrar
bana vererek korkutucu gözlerle baktı. Göz temasını ondan
uzaklaşarak ilk ben bozdum. Onun oyunlarıyla işim bitmişti,
bu kadarı yeterdi. Sam her zamanki gibi saçmalıyordu ve her
zamanki gibi henüz işi bitmemişti. Bana çabucak yetiştiğinde
saçları gri gözlerine düşmüştü ve soluk soluğaydı.
“Onu görmeyi planlayıp planlamadığımı sormayacak
mısın?” diye sorduğunda daha çok hırlamaya benzeyen kısık
bir kahkaha attım.
“Planlamıyorsun.” Söylediği şeylerin beni etkilemesine
izin verdiğim için kendimi bok gibi hissediyordum. “Be­
nimle oyun oynamak için buluşmak istedin. Lanet olsun..."
Sam durup bileğimi kavrayarak takma tırnaklarını yıldı/
dövmelerime batırdı. Canım yanmıyordu; onun istediği şekilde
29
Emily Snow
yanmıyordu. “Ona âşıksın.” Bu bir soru değildi ve otomatik
olarak kafatasımın içinde sirenlerin ötmeye başlamasına neden
olmuştu.
“Seni sevdiğim kadar,” dedim ona her kelimeye vurgu
yaparak. “Seni ne kadar az sevdiğimi sürekli söyleyip duru­
yorsun ya...”
İrkilmesini saklayamadı. Onu dikkatle izledim; kıkırda­
masını bastırmak istermiş gibi eliyle ağzını kapatmasını,
göğsünün yavaşça inip kalkmasını... Ona doğru cevabı ver­
diğimi biliyordum. Canını yakan cevap buydu. Ve Sienna'dan uzak durmasını sağlayacaktı.
Sonunda, “Midemi bulandırıyorsun," dediğinde kafamı
yana eğdim.
“İlk önce beni sevdiğini söylemeyi unuttun. Normalde
böyle yürümez mi? Bana, beni halâ istediğini söylersin, sonra
git bok ye dersin...”
Tişörtümün önünü kavrayıp parmak uçlarında yükseldi
ve yüzünü bana olabildiğince yaklaştırdı. “Seni mahvedebi­
lirim.”
Onu kendimden uzaklaştırıp parmaklarını tişörtümden
ayırdım ve neredeyse lanet olası yüzümün çatlamasına neden
olacak şekilde zorla gülümsedim. Gazetelerde onunla samimi
fotoğraflarımın çıkması en son istediğim şeydi. “Zaten yaptın...”
“Ne yaptım?” diye sordu.
“Beni mahvettin.” Dirseğinin içine dokunduğumda yü­
zünü buruşturdu. “Kendini de...”
Bir tuvaletin önünde onu bırakıp uzaklaştığımda gırtla-
30
Temas
ğmdan boğulur gibi bir ses çıkardı. “Gidiyor musun?”
Ona bakmak için döndüm ama çıkışa doğru yürümeye
devam ettim. Hayatımın son birkaç yılını kâbusa dönüştür­
müş olan kadından uzaklaşmak istiyordum. “Sana söyleye­
cek başka hiçbir bok yok...”
“Ama bana ihtiyacın var,” dedi. Başka bir şey söyleme­
mişti ama söyleyecekleri havada asılı kalmıştı sanki.
Mutlu olmak istiyorsan bana ihtiyacın var. Seni bırak­
mama ihtiyacın var.
Ona sırtımı döndüğümde, tam o sırada lunapark oyun­
caklarına doğru yürümekte olan bir ailenin etrafından dolaş­
mak zorunda kaldım. Ve ayrılmadan önce kısık sesle, “Bu
işi nasıl çözeceğimizi düşündükten ve benimle oyun oyna­
mayı kesmeye karar verdikten sonra lanet olası bir telefon
edersin,” diye ekledim.
Beni duyabilecek kadar yakınımda olduğunu biliyordum.
Sam geleneğini bozmayarak, sonraki beş gün boyunca
ne aradı ne mesaj attı. Bu beş günü muhtemelen uyuşturucu
satıcısıyla birlikte, dirseğinde bir iğneyle geçirmişti. Hafta
sonu geldiğinde kafamdan geriye doğru saymaya başlamış­
tım ve ondan haber almama birkaç gün kaldığını biliyordum.
Kendimi müzikle meşgul ettim. Çoğunlukla solo projem üze­
rinde çalışıyordum ama grup çalışmaları da yapıyordum.
Ama davulcumuz Sinjin hâlâ rehabilitasyonda olduğun­
dan, bu bir felaket gibiydi.
31
EmUy Snou
“En azından bunun zaman kaybı olduğunu düşüıımüyormuşsuıı gibi davranabilir misin?” diye sordu Wyatt. Cumartesi
akşamıydı ve evimdeki küçük stüdyoda, gitaristimiz CaPle
birlikte, öğlenden beri yeni albümümüz için örnek çıkartıyor­
duk. Cal son otuz dakikadır dışarıda telefonla konuştuğundan
ben de içeride, sürekli bu yaz çıkacağımız turne hakkında ko­
nuşmak isteyen Wyatt’la kalmıştım.
On sene önce, lanet olasıca grubumuzu kurduğumuzdan
beri ilk kez turneye çıkmak istemiyordum. Her nasılsa yıl­
lardır ilerlememi sağlayan motivasyonu kaybetmiştim.
Wyatt kafasını iki yana salladı. “Yemin ederim sersem
gibi...”
“Burada olmak istiyorum,” dediğimde bana şüpheci
gözlerle baktı. “Ama üst katta, odamda.”
“Z avallı../’ Aşağılamasına bir şeyler daha eklemek is­
tedi ama lafını kestim.
“Bunu da kardeşim için iki hafta boyunca kıçını yırtarak
ağlayan orospu çocuğu söylüyor.” Eğer Kylie birkaç gün onu
arayıp her şeyi düzeltmek istediğini söylemeseydi hâlâ aynı
durumda olacaktı. Kardeşim ne zaman Wyatt’la işinin bitti­
ğini söylese yalan söylediğini anlamak gibi bir yeteneğim
vardı ama bu sefer onunla bir daha görüşmeyeceğini söyle­
diğinde ona inanmıştım.
Herhalde müzik yapma ve bir şeyleri umursama yete­
neklerimin yanında, saçmalıkları tespit etme yeteneğim de
cehennemin dibine gitmişti.
32
Temas
“Telefonu alıp Sienna’yı aramakta utanacak bir şey yok,
VVolfe.”
“Bunu yapmanı Kylie mi söyledi?”
Wyatt’ın yüzünde şaşkın bir ifade belirdi ama sonra par­
maklarını vurmakta olduğu gitarını bir kenara bırakıp kolla­
rını koltuğun arkasına uzatarak gerdi. “Senin problemlerini
konuşacak vaktimiz yoktu.”
Kardeşimi becermekle mi yoksa onunla tartışmakla mı
meşgul olduğunu ima ediyordu bilmiyordum, bilmek de is­
temiyordum. “Ona yaptıkların için hâlâ kafanı yarmak isti­
yorum.”
“Biz işleri yoluna sokuyoruz. Ama senin problemlerin...”
Yine aynı saçmalığa dönmüştük. Ona evimden siktir
olup gitmesini söylemek için ağzımı açtım ama o sırada pi­
yano bankındaki telefonum titredi. Telefonu döndürüp ekra­
nına baktım ve Cal’in gönderdiği mesajı okudum. “Cal gitti...
Bir mesele çıktı.”
“Kesin bir kadın... Tam da Cal’e göre bir şey...” Wyatt
ben bir şey söyleyemeden ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Tek­
rar bana bakmak için döndüğünde uzunca içini çekip kafasını
kaşıdı. “Kahretsin, bana şöyle bakma! Dışarı çık sen de...
Eğer onu aramayacaksan kafandan atmaya çalış... Ama bu­
rada böyle oturma... Bu sen değilsin.”
Telefonumu banka geri koyup yarısı boşalmış biramı
aldım. Son bir saattir bunu içiyordum. “Kylie’ye yann beni
aramasını söyle...”
33
Emily Sno\\'
W yatt bıyık altından ne olduğunu anlayamadığım bir
şeyler söyledikten sonra çıkıp gitti. Bense uzun bir süre
m üzik odasında kalıp aynı birayı yudumlamaya devam ettim.
K ahrolası bir zavallıydım, tıpkı W yatt’ın dediği gibi...
Ama Cal ve W yatt’m gitmesinden uzun bir süre sonra,
sonunda yerim den kalktığım da planladığım gibi yatağıma
gitmedim.
34
Dördüncü Bölüm
Lucas Wolfe
Bu akşam, “Sam Günleri”nden beri sahip olduğum ve
gösterişten uzak olduğu için bırakmadığım cipimi kullan­
maya karar verdim. Mutluluğu bulacağım yer olduğunu bil­
sem de Sienna’nın evine gitmek yerine, Los Angeles'ta
olduğum zamanlarda sık sık ziyaret ettiğim bara gittim. Şehir
merkezindeki bu bok çukuru, daha büyük bir barla bir gece
kulübünün arasına konuşlandırılmıştı. Burada bira ucuzdu,
müzik hoştu ve barın müdavimi olan bir grup insan Lucas
Wolfe muyum yoksa harcanacak birkaç doları olan bir berduş
muyum umursamıyordu.
Bu akşam bar doluydu, bu yüzden doğru düzgün bir
park yeri bulmak için mekânın etrafında birkaç kez dolaşmak
zorunda kalm ıştım. Sonunda cipimi bardan iki blok öteve
park ettiğimde arabanın orta konsolunda ve bardak koyma
35
E m ily Smnv
yerlerinde bulduğum yim ıi doları cihaza doldurdum . Gece
geç saatlerde içki içtiğimde uykuya dalıp barda kalm ak gibi
bir lanetim vardı ve bu nedenle, zam anında alam adığım için
arabanı çekiliyordu. A racı geri alm ak için uğraşm ak zorunda
olm ası K ylie’yi her zaman kızdırırdı ve küçük kardeşim , Sienna’va yaptığım şey yüzünden bana zaten kızgındı.
‘•Kırmızı’yı kafandan at orospu çocuğu! En azından bu
geceliğine,” dedim kendi kendim e.
A nahtarım ı cebim e sokup bara kadar h ızla yürüdüm .
G üvenlik görevlisi kim liğim i kontrol etm ek için beni dur­
durmadı. Kenara çekilip beni tanıdığını belirtm ek için çene­
sini hafifçe kaldırdı ve ukalaca sırıttı. B ir sü red ir buraya
gelm em iştim ama en son ocak ayında geldiğim de kolum da
b a rm a id 'lerden biri ve onun arkadaşıyla ayrılm ıştım .
Loş ışıkla aydınlatılm ış barda bir koltuğa yerleşirken te­
lefonum titredi. İlk başta telefona aldırm ayıp dikkatim i
Drovvning PooFun “Bodies” şarkısına verdim am a birkaç kez
daha titreyince telefonu cebim den çıkardım . K ardeşim den
bir dizi mesaj geldiğini gördüğüm de hiç şaşırm adım .
23.29: İyi misin, Lucas?
23.44: l'Vyatt sıkıntıda olduğunu söyledi.
23.48: Lucas?
Aklım ın bir köşesine, W y a tfı bir daha gördüğüm de bo­
ğazlayacağım ı yazarak öfkeyle içim i çektim ve kardeşim e
mesaj yazdım. A m a ben Kylie kadar hızlı değildim . O na iyi
olduğum u, benim le uğraşm adan iyi bir gece geçirm esini di­
lediğimi söylediğim de bana anında cevap attı.
36
Temas
23.52: Çok çabuk cevap verdin. Bir şey mi oldu?
Barmaid '[erden biri -neyse ki birkaç ay önce beni evine
götüren barmaid değildi- tezgâhın üstüne doğru eğilip ince
dudaklarını gererek gülümsedi. “Rahat olun, Bay Rock Yıl­
dızı... O şeyi ikiye ayıracaksın.” Kafasıyla avucumda sıktı­
ğım telefonu işaret etti. Ben de telefona baktıktan sonra elimi
gevşettim ve sarışın kadından “aferin” bakışı kazandım.
“Uzun zamandır seni görmüyordum. Yoğun muydun?”
Kadının adını hatırlamak için beynimi zorladım ve isim
kartı var mı diye gözlerimi üstünde dolaştırdım. İsim falan
göremeyince dudaklarımın köşelerini kaldırıp omuz silktim.
“Yeni müzik ve başka saçmalıklar işte...”
“O halde buralara uğramamana sevindim.” Dümdüz
uzun saçlarını çıplak omzunun arkasına attı ve halter yaka
tişörtünün yakasından dökülecekmiş gibi olana dek göğüs­
lerini ittirdikten sonra sırtım dikleştirdi. “Müziğine bayılıyo­
rum.” Oldukça fazla eyeliner sürülmüş koyu renkli gözlerini
açık bir davetiye verir gibi kırptı. Ona her zamanki içkim
olan Sam A dam s’tan istediğimi söyleyerek karşılık verdi­
ğimde gülümsemesi daha da genişledi. “Senin için her şeyi
yaparım.”
Dramatik ve şehvet dolu hareketlerle içkimi almasını iz­
lerken sonunda tişörtünün alt kısmındaki isim kartım fark
ettim. İstediğimden fazla birayla yanıma geri gelirken barda
oturan diğer lavukların beğeni dolu bakışlarını fark etmiyormuş gibi davranıyordu. “Sana adisyon açmamı ister misin*?”
Biram dan bir yudum aldıktan sonra kafa salladım.
37
Emily Smnv
Bütün akşam içtiğimden fazlasını yirmi saniyede kafama
dikmiştim. “Bir süre burada olacağım.”
“Anahtarını tutmamı ister misin?” Elini uzatarak bile­
ğindeki bir küme yıldız dövmesini ortaya çıkardı. “Hadi, ver
şunları, Rock Yıldızı...”
Bu da bir başka davetiyeydi ve yerimde bu bardaki her­
hangi başka bir adam olsa bu daveti kabul ederdi ama ben
onlardan biri değildim. “İradem kuvvetlidir.”
Kadın geriye doğru bir adım atıp ellerini dar kotunun
üstüne sürttü. “Ah, duymuştum. Bir şeye ihtiyacın olursa ses­
lenirsin, tamam mı?”
“Merak etme, seslenirim.”
Dikkatini başka bir müşteriye verip beni biramla ve se­
faletimle baş başa bıraktığında içkimin üzerine eğilerek ne
sorunum olduğunu düşünmeye başladım. İki ay öncesinde
olsaydık barmaid ’i bir otele götürür ve bana vermek istediği
her şeyi kabul eder, hatta daha fazla şey yapmasını isterdim.
Şim di... Şimdi bu hale gelmiştim.
O kadar berbat haldeydim ki müzik kutusundan yükse­
len Slipknot’ın “SnufT şarkısının sesinin arasında Sienna’nın Güney aksanlı, yumuşak sesini duyuyormuş gibiydim.
Bira şişemi kaldırıp içkinin geri kalanını kafama diktim
ve ikinci birayı daha hızlı içerken Sienna’nın lanet olası se­
sini duymuyormuş gibi davranmak için elimden geleni yap­
tım. İçkiyi rekor sürede bitirdikten sonra sarışın barmaid 'e
işaret ettim. Kadın şaşkınlıkla gözlerini kocaman açarak bana
baktıktan sonra beklememi ima etmek için parmağını kal­
38
Temas
dırdı. O an konuştuğu müşterisine döndükten sonra onun ba­
kışlarını takip edince sipariş vermekte olan kadını tanıdığımı
fark ettim.
Onu becermiş miydim?
Bu düşünceyi kafamdan attım, çünkü tüm tek gecelik
ilişkilerimi, yoldayken birlikte olduğum her kadını hatırlı­
yordum.
Bu kadın Kylie’nin arkadaşlarından biri miydi?
Bu düşünceyi de kafamdan önceki kadar hızlı attım.
Kardeşimin kadın arkadaşları yoktu, arkadaşı Heidi’den baş­
kasına güvenmezdi.
O zaman bu esmer kadını nereden tanıyordum?
Sahne arkasında gördüğüm biriydi belki de. Bir gazeteci
ya d a...
O anda kasıklarıma bir tekme yemiş gibi oldum, çünkü
eski bir anım gözlerimin önüne gelmişti. Birkaç yıl Önce,
özür dilemek için gittiğim dairenin kapısını açan kadındı bu.
Bana, ev arkadaşı Sienna’mn gittiğini söylemişti.
39
Beşinci Bölüm
Lucas \Volfe
K endi kendim e bu gece Sienna’yı düşünmeyeceğimi
söylediğim için bakışlarımı kadından ayırmak istedim ama
o anda gözüm e takılan parlak kırmızı, uzun bir atkuyruğu
beni durdurdu. Kahretsin, neredeyse nefesim kesilmişti. Si­
enna, kadının yanına oturup hareketi nedeniyle kayan straplez tişörtünü düzeltirken gözlerimi ondan ayırmam mümkün
değildi. O kadar güzeldi işte. Elini ağzının yanına siper ede­
rek eğildi ve dudaklarını kadının kulağına dayayarak ikisinin
de kahkaha atmasına neden olan bir şey söyledi.
O nu unutma planım da cehennemin dibine gitti, çünkü
onun gülüşünü duymak istiyordum. Dokunuşunu hissetmek
istiyordum. Ona dokunmak istiyordum.
Ona şarkılar yazmadan veya herhangi bir araç kullan­
madan nasıl hissettiğimi söyleme fırsatı ayağıma gelmişti ve
40
Temas
bunu kaçırmamam gerektiğini biliyordum. Gözlerimi boş şi­
şelerime indirdim, sonra tekrar Sienna’ya baktım. Meyve
esanslıymış gibi görünen pembe bir içki yudumluyordu ve
benim bakışlarım onu delip geçecekmiş gibiyken o bana hiç
bakmıyordu. Bunun yerine bardağını masaya bırakıp avuç­
larını yanaklarına sürerek kahkaha atmaktan dökülen göz­
yaşlarını sildi. Bu, onu son gördüğüm zamanı hatırlatarak
içimi yakmıştı. Sienna o zaman tamamen farklı bir sebepten,
benim yüzümden ağlamıştı.
“Kusura bakma uzun sürdü.” Barmaid yanıma geri gel­
diğinde soluk soluğaydı. Avucuma doğru bir Sam Adams
daha kaydırdı ve parmaklarımı bardağın etrafına sardı. “Bu
mekânın nasıl olduğunu biliyorsun. Bazı geceler bomboş
oluruz, bazı gecelerse...”
“Şu kadın ne içiyor?”
Güzel yüzlü sarışın kaşlarını çatıp yavaşça dönerek ba­
kışlarımı takip etti. “Hangisi?” Sesindeki hayal kırıklığı çok
belirgindi.
“Kızıl saçlı olan,” diye başladım ama sonra kendi sesi­
min nasıl çıktığını fark ettim; internette ilk kez Belladonna
filmi izleyen lanet olası bir bakir gibi konuşuyordum ve to­
numu değiştirdim. “Ona bir içki göndermek istemiştim de...
Birkaç yıl önce müzik küplerimizden birinin setinde çalış­
mıştı. Ona teşekkür etmek istedim... saçmalıklarıma katlan­
dığı için...”
Yüzü rahatlayan sarışın gülümseyerek kafasını salladı.
“Ah, tamam... Tanrım, herkesi tanıyorsun, değil mi?” Om41
Em Uy Snow
/u n u n üstünden bana bakarken, gözlerimi Sienna’ya çevir­
m em ek ve yüzüm deki aptal heyecanı silmek adına bakışla­
rım ı ondan ayırm am aya çalıştım. Kadere hiçbir zaman
inanm am ıştım ama kader bu değilse neydi?
B arm aid boğazını temizleyip dikkatini Sienna’yla ya­
nındaki esmere çevirdi. “Ona bunu senin gönderdiğini ve se­
bebini söyleyeyim mi? Birlikte olduğu adamı kızdırmak
istem em ..."
“N e?” Bu tek kelime ağzımdan öyle sert, yüksek ve
duygu yüklü çıkmıştı ki barmaid bile ağzı şaşkınlıktan açık
kalm ış halde bana döndü. Bu gece buraya geldiğimden beri
ilk kez kadının ufacık halter yaka tişörtündeki isim kartına
dikkatim i verdim. “Kahretsin, kusura bakma. Ben... ben ne
dediğini anlayamadım da, Luisa...”
“A nahtarlarını bana verm eyeceğinden emin misin?”
diye sordu alaycı bir sesle, yüzünü bana yaklaştırarak. Muh­
tem elen buraya gelm eden önce sert bir likör içtiğimi düşü­
nüyor, içki kokup kokmadığım ı kontrol ediyordu. Tatmin
olduktan sonra birazcık geri çekilip başparmağıyla omzunun
arkasını işaret etti. “Kızıl saçlı kadın buraya sarışın bir
adam la g e ld i...” Gözleri birkaç adım arkamdaki bir yere
odaklanınca sırtını dikleştirdi. “Şu adamla...”
Bakışlarım ı siyah ojeli, uzun tırnağını takip etmeye zor­
ladığım da bahsettiği sarışın adamı gördüm. Bakmamam ge­
rektiğini biliyordum, çünkü bu canımı çok yakacaktı ama
adamın Sienna’yla ev arkadaşına katılmasını, çenesini Kır­
mızı nın saçlarına dayamasını ve kulağına bir şeyler fısılda­
42
Temas
masını izledim. Sienna sırıtıp bar taburesinde döndü ve kol­
larını adamın omuzlarına attı. Adam da ona sarılarak geniş
avucunu sırtına koydu ve straplez tişörtünün ince kumaşının
üstünden, sutyeninin kopçasının hemen altını dairesel hare­
ketlerle okşadı.
Tüm bunları izlerken dört yıldır hiç bu kadar midemin
bulanmadığını, içimin parçalanmadığını fark ettim.
“Bak, ona içkiyi gönderebilirim,” dedi barmaid tered­
dütle. “Sadece yanlış anlaşılma olmasını istemiyorum. Yoksa
patronum çıldırır.” Göğsümün patlayacakmış gibi olmasına
neden olan berbat duygular yüzüme de yansıyor olmalıydı
ki kadın bana anlayışlı bir şekilde gülümsedi.
Sienna beni unutmuştu.
Henüz bir ay olmuştu ama o beni unutmuştu.
En kötüsü de şuydu ki onun bunu hak ettiğini düşünü­
yordum. Ona bir değil, iki kez yaşattığım şeylerden sonra
mutlu olmayı hak ediyordu.
Ama pişmanlık bile, tüm bunların sebebi olduğumu bil­
mek bile işleri benim için kolaylaştırmıyordu. Şu anda
onunla olabilmek için barın karşısındaki sarışın bok kafanın
yerinde olabilmeyi dilememe engel olmuyordu.
“İçkiyi gönderme,” dediğimde Luisa kafasını tek bir kez
salladı.
“Anlaşıldı.”
Ondan bir daha bira istememe gerek kalmadı, kendili­
ğinden iki bira daha getirdi. Bir daha Sienna'dan da bahset­
medi, çünkü Kırmızı ve arkadaşları, onları gördükten ktsa
43
Enıilv Sno\\'
süre sonra beni hiç fark etmeden bardan ayrılmışlardı. Luisa
bir daha benim le konuştuğunda bar kapanmak üzereydi. Bar­
m aid daha önce yaptığı gibi tezgâhın üstüne eğilip gözlerime
baktı.
“ Seni eve birinin götürmesi lazım.” Bu bir sonı değildi.
O na sırıttım.
“Gerçekten de öyle görünüyor.”
“Yirmi dakikaya çıkarız.”
44
Altıncı Bölüm
Lucas Wolfe
Barmaid beni saat sabah dördü vurmadan az önce eve
bıraktığında planım bütün gün kıçımı yataktan çıkarmamaktı.
Uyuyup kötü ruh halimi ve akşamdan kalmalığımı atlatacak­
tım. Ama Kylie on buçukta evimde belirdiğinde planım ce­
hennemin dibine gitti. Gelenin bir davetsiz misafir değil de
Kylie olduğunu biliyordum. Gerçi eşyalarımı alırken beni
rahat bırakacaksa gelenin bir davetsiz misafir olmasını yeğ­
lerdim, çünkü basamaklardaki ayak seslerini tanımıştım.
Kardeşim basamaklan hep ikişer ikişer çıkardı.
“Uygun musun?” diye sordu kapalı kapımın arkasından.
Yastığımı yüzüme çekerek homurdanmamı bastırdım. Ona
evimin anahtarını verdiğim için kaç kez pişman olmuştum,
eğer bugün elinden almazsam da bu sonuncu olmayacaktı.
“Brenna yanımda, onu korkutmanı istemiyorum.”
45
Emily Sn o w
Brenna, NVyatfm sekiz yıl önceki bir tek gecelik ilişki­
sinden olm a kızıydı. Kardeşim hep çocuğun hayatının bir
parçası olmuştu ama Wyatt’la tekrar bir araya geldiklerinden
beri Breıına'yla daha çok vakit geçirir olmuştu. Bu beni çok
endişelendiriyordu, çünkü kardeşimin canının yanmasını is­
temiyordum.
Yastığı yüzümden çekip karşıya fırlattım. Yastık kapıya
çarpınca Kylie kısık sesle bir şeyler mırıldanırken gözlerimi
tavana diktim. “Pazar günleri onunla takılmıyorsun sanıyor­
dum,” diye homurdandım.
“Her zaman değil... Girebilir miyim?”
“Ne yaparsan yap...”
Kapıyı temkinli bir şekilde açıp yarı ciddi, yarı güler bir
yüzle eşikte durdu. Henüz bir şey dememiş olsa da sadece
bu bakışı bile sinirlerimi bozuyordu. “Seni bu sabah arayıp
kontrol etmek istedim ama açmadın. Cipin de ortada yok...”
“Araba bu sefer çekilmeyecek,” diye söz verdim. Kar­
deşim kapı çerçevesine yaslanıp kollarını göğsünde birleş­
tirdi. Şüpheci sırıtışım görmezden gelerek yatakta doğruldum
ve arkasına baktım. “Brenna nerede?”
“Alt katta, televizyonu açtım ona.” Kaşlarımı çattığımı
görünce Kylie kollannı indirip odaya girdi. Ve o da kaşlarını
çatarak bana meydan okudu. “Tanrım, sakin ol... Kız dört ya­
şında değil, eşyalarına elini falan sürm ez...”
“Sesin beni öldürüyor.” Kylie’ye açıklama yapmak is­
temiyordum. Bugün olmazdı. Şimdi tek istediğim kahvaltı
etmek ve şu kahrolası başımın ağrısını kesmek için bir şeyler
46
Temas
yutmaktı. Parmağımı ona doğrultarak döndürdüm. Kylie
karşı gelmedi ama açık kapıya doğru dönüp koridora bak­
maya başladı.
“Zor bir gece miydi?” diye sordu.
Yataktan çıkıp halının üstünde ilerledim. “Daha iyi ge­
celer geçirdiğim olmuştu.” Üst çekmecelerin birinden bir iç
çamaşırı alıp giydim. “Şimdi uygunum.”
Kylie kafasını sallayarak bana bakmak için döndü ve
ben giymek için bir spor şortu ararken yatağın kenarına ilişti.
Karmakarışık nevresimime nasıl baktığı gözümden kaçma­
mıştı.
Homurdanarak başımı iki yana salladım. Evime çok
fazla kadın getirmemiştim ve getirdiklerimden biri de harta­
lardır beynimi meşgul eden kişiydi. “Rahat ol. Kadınları bu­
raya getirmiyorum, Ky. Yani onu becerdiğim yerde oturmu­
yorsun.”
Kardeşimin yüzünden aynı anda bir sürü ifade geçti.
Tiksinti, hayal kırıklığı, rahatsızlık... Bütün bu duygular mi­
demi bulandırıyordu, bu yüzden gözlerimi onunkilerden ayı­
rıp üstüme bir Nike şort geçirdim. “Çok güzel, Lucas... Çok
güzel,” dedi sonunda. Mavi Converse ayakkabılarının altla­
rını yere sürterken içini çekti. “Dırdırlanmamı bekliyorsan
hiç bekleme...”
“Kalk,” diye emir verdiğimde yatağın üstünden kayarak
ucundaki siyah pufa oturdu. “Ve hayır, dırdırlanmanı bekle­
miyordum. Sadece bana öyle bakmandan hoşlanmıyorum:'
Omuzlarını silkip dizlerini göğsüne doğru çekerek kol47
Emily Snow
lannı etraflarına sardı. “Sanırım bu hikâyenin sonsuza kadar
m utlu yaşadılar diye bitmesini umuyorum.”
“Geri zekâlı adamın tekiyle aramalarına bile geri dön­
m eyen bir kadından umuyorsun. Daha doğrusu numarasını
değiştiren bir kadından... Bu hikâyeden en kötüsünü bekle­
m elisin.”
Kylie irkildi. “Ne oldu?” Çenesini dizlerinin üstüne da­
yayıp ben yatağımı düzeltirken beni takip etti.
“O hayatına devam etti.”
“Bunu bilemezsin,” dedi. Sırtımdaki kaslar gerildiğinde
dişlerinin arasından bir nefes aldı. “Onu görmüşsün... Bir
başkasıyla mı gördün?”
Bunu doğrulamayacaktım, çünkü bunu yaptığımda
içime dolacak duygularla yüzleşmek istemiyordum. Bu yüz­
den yastıklarımdan birini çarparak yerine koydum ve omuz
silktim. “Böyle boktan şeyler olur.”
Kylie bacaklarını puftan indirip öne doğru gerdi, sonra
ellerini siyah-mavi renkli kısa saçlarından geçirip dudaklarını
birbirine bastırdı. Beni rahatlatacak bir şeyler bulmaya çalı­
şıyordu ama daha çok rahatsız olmama neden olmuştu.
Yatağın kenarına oturup ona bakarken döşeği kavradım.
“ Senin gidip Brenna’yı kontrol etmen gerekmiyor muydu?”
Kardeşim kafasını sallayarak ayağa kalktı ve bana göz­
lerine ulaşmayan bir tebessüm gönderdi. Konu Wyatt olunca
onu bu şekilde görmeye alışıktım ama asla bana karşı böyle
yapmazdı. “Kendini topla ağabey... Onu istiyorsun, ona âşık­
sın. Yani bir şeyler yapmalısın.” Kapıya yönelip ellerini kot
48
Temas
pantolonunun cebine soktu. “Ayrıca kendin de Bay Masum
sayılmazsın. Biraz sakinleş ve işleri yoluna sok, tamam mı?"
Son zamanlarda çok sık yaptığım gibi ona gergin bir şe­
kilde gülümsedim ve kafamı salladım. “Tavsiye, için sağ ol...”
Omuzlarını hafifçe kaldırdığında bakışlarım siyah kuş
dövmelerine kaydı. Ama Kylie baktığımı anlamasına rağmen
eskiden yaptığı gibi dövmeleri kapatmadı. “Onunla on gü­
nünü boşa harcayıp, aptallığın yüzünden sadece sekiz gün
birlikte geçiren sensin.”
“Beni böyle vurduğun için de sağ ol... Hazır böyle odun
kafalılık yaparken savuracak başka sözün var mı?”
Kaşlarını bana acır gibi çattı. “Yarın da geleceğim. Bi­
lirsin, gerçek iş için..."
“Bana bir şey mi söylemeye çalışıyorsun?"
Ellerini ceplerinden çıkarmadan koridora doğru geriledi.
“Kıçını kaldırıp müzik yapmaya başlasan, bana da yapacak
birkaç iş versen hoş olurdu diyorum. Böylece paramı alabi­
lirdim.”
Söylediklerini kafama yazdım ve Kylie'nin minik ara­
basının garaj yolumdan uzaklaştığını gördükten sonra alt kata
indim. Tam kendime öğle yemeği sipariş etmek üzereyken,
kardeşimin sözlerinin ne kadar önemli olduğunun farkına
vardım. Duymak istediğim sözlerdi bunlar.
Sienna'nın şarkısının ilk iki dizesini yazarken kafamda
ne öğle yemeği ne başka şeyler kalmıştı. Onun duyup duy­
mayacağını bilmiyordum ama onu kafamdan atabilmek için
bu şarkıyı yazmak zorundaydım.
49
Emily SnoM-
“On günü boşa harcayıp, sekiz günle yetindim
Biliyorum şimdi muhtemelen diyorsun ki, kahrolasın...”
G itarım ı kapıp sözcüklere müzik eklemeden önce
K y lie'y e bir mesaj gönderdim.
11.08: Yarın ilk iş buraya g el Yapılacak şeyler var.
Cevap vermesi uzun sürdü ama sonunda gelen mesa­
jın d a hiç kelime yoktu. Sadece kalp şekilli birkaç sembol
vardı.
50
Yedinci Bölüm
Kylie Wolfe
Ağabeyimi, bana ne zaman yalan söylediğini bilecek kadar
iyi tanıyordum. Lucas fazla açık sözlü bir insandı, yani ne
zaman kaçamak yanıtlar verse ve zırvalasa belli olurdu. Dün
Brenna’yla evinden ayrılırken, gece içki içtikten ve Sietına'yı
başka bir adamla gördükten sonra eve tek başına geldiğini bili­
yordum. Sienna’yı kafasından atmaya da çalışsa, ona geri dön­
mek için plan da yapsa biliyordum ki başkasıyla yatmamıştı.
Lucas pek çok şey olabilirdi; mesela pislik, yalancı ve
ketum ama birlikte olduğu kişiyi asla aldatmazdı.
Ayrıca Sienna’nın hayatına devam ettiğini söylerken
gözlerindeki bakışı görmüş, sesindeki çatlamayla kalbimin
teklediğini hissetmiştim.
Ağabeyim âşık olmuştu. Kaotik, zor ve acı verici aşkı kar­
şılıklıydı ama iki taraf da bu konuda hiçbir bok yapmıyordu.
51
lim ily Stunv
\ c ben bundan nefret ediyordum, muhtemelen en az
l.ucas kadar... Dün ağabeyimin evinden çıktığımdan beri bu
konu beynimi kemiriyordu ve iş için yanına gittiğimde dü­
şündüklerimi açık açık yüzüne söylemek istiyordum. Konuş­
mamı bile hazırlamıştım. Hatta kendi saçmalıklarımı da işin
içine katmaya hazırdım.
Ama Lucas’ın evine girdiğimde onu müzik odasında,
yanında not defteri ve kucağında akustik gitarıyla gördü­
ğümde söyleyeceğim sözleri yuttum.
Eşikte durup Gibson’ım tıngırdatarak şarkı söylemesini
dikkatle dinledim ama sesi o kadar kısıktı ki sözleri duyamıvordum. Ama bunun bir aşk şarkısı olduğunu biliyordum. Si­
enna için yazıldığını da garanti edebilirdim.
Lucas birkaç nota daha çaldıktan sonra gitarını kenara
koydu* defterine bir şeyler -m uhtemelen şarkı sözleri- kara­
ladı ve kafasını kaldırıp beklenti dolu gözlerini bana dikti.
“Kafanda bir şey dolaşıyor, Ky...”
“Ona şarkı yazıyorsun.” Odaya girip ağabeyimin karşı­
sına oturdum ve bana siktirip gitmemi söylemeden önce ça­
lıştığı şeye bir göz atabilmek için aramızdaki pufun üzerine
doğru eğildim. Lucas defteri önüme koyup dizlerime değene
kadar ittirdiğinde ağzım kelimenin tam anlamıyla bir karış
açık kaldı. “Okumamı mı istiyorsun?”
Lucas koyu renkli kaşlarından birini kaldırıp kafasını
yavaşça sağa sola salladı. “Şaka yapmıyorum.”
Gözlerimi ondan ayırmadan defteri iki yanından tuttum.
“Bitirdin mi?”
52
Temas
İlk başta kafasını aşağı yukarı sal 1asa da sonra duraksa­
yıp iki yana sallayarak karmakarışık saçlarının, ela gözlerine
düşmesine neden oldu. “Sayılır. Bu sabah birkaç yere telefon
ettim. Bunu solo projeme katmak istiyorum, bu yüzden gö­
beğim çatlayana kadar çalışmam lazım.”
Lucas bitirmeden önce bana okuttuğu son şarkısının üs­
tünü çizmiş ve daha sonra bitireceğini söylemişti. Solo albü­
münde yer vermeyi planladığı bu şarkının da aynı kadere
sahip olmasını istemiyordum. Defteri ağabeyime doğru ittir­
dim. “O zaman belki bekleyip...”
Kafasını sallayarak ellerimi kavradı. “Kahrolası şeyi
oku, Kylie.”
Bakışlarımı ondan ayırmadan koltuğumun minderlerine
sırtımı yasladım. Ona bakmaya devam ettiğimi görünce par­
mağıyla elimdeki defteri işaret etti.
“On Gün,” diye okudum yüksek sesle. Lucas’ın Sienna’yla olan sözleşmesi düşünülünce bu gayet uygun bir
başlıktı ama sözleri dikkatle okurken bu konuda bir yorum
yapmadım. Ağabeyim beni tamamen etkileyen acı dolu pek
çok şarkı sözü yazmıştı ama ilk defa bu şarkıyla göğsümde
fiziksel bir acı hissetmiştim. Şarkı aracılığıyla açıkça özür
diliyor ama aynı zamanda bazı taleplerde de bulunuyordu.
Ona, aralarında ne geçmiş olursa olsun henüz ilişkileri­
nin bitmediğini söylüyordu.
Okumayı bitirdiğimde öne eğilip defteri dikkatlice pufun
üstüne bıraktım ve kelimeler bulanıklaşana dek, dirseklerim
bacaklarıma dayalı halde öylece oturup sayfaya baktım.
53
Emily Sno\\’
“Vay canına," diye mırıldandım en sonunda.
“Şaşırmış gibisin...”
Gözlerimi onunkilere diktim. Yüzündeki ifade tanıdıktı.
O nun kasıklarına tekme atmak istememe yol açan ukala ta­
vırlarını değil, Atlanta'dan yanında Sienna olmadan döndü­
ğünden
beri pek takındığını görmediğim özgüvenini
sergiliyordu. Ama hayır, şaşırmamıştım.
“Etkilendim,” dedim.
Sırıttı. “Harika o zaman...”
Lucas işine geri dönerken bana günlerdir ilk kez küçük
bir iş verdi: Your Toxic Sequel’in önümüzdeki ay katılacağı
bir ödül töreni için uçuşu ve otel ayarlamalarını doğrulamam
gerekiyordu. Ona, bu sene ayarladığımız seyahatlerdeki şans­
sızlıklarımızı tekrar etmemek adına, detayları kısa süre önce
kontrol ettiğimi söylemedim.
Lucas’a yardım etmek için geldiğimde kullandığım
küçük ofisten ayrılmak üzereyken onun Nashville’den aldığı
evle, yani Sienna’mn büyükannesinin eviyle alakalı evrakların
bir kopyası gözüme ilişti. Gitar şekilli bir kâğıt tutacağının al­
tına sıkıştırılmış kâğıtlara elimi sürmemeye karar verdim.
Ama tekrar alt kata inmek için ofis kapısını açtığımda
Lucas’m gitarından bir kez daha Sienna’nın şarkılarının no­
talarının yükselmekte olduğunu duydum. Şarkıda ümit, ihti­
yaç ve aşk vardı. Gözlerim tekrar evle ilgili evraklara,
iletişim belgesine ilişirken ne yapmam gerektiğini biliyor­
dum.
54
Temas
Ona bugünlük çıkmam gerektiğini, yarın tekrar gelece­
ğimi söylerken ağabeyim kendisini müziğe öyle kaptırmıştı
ki beni neredeyse duymadı. Sienna’nın adresini alacağımı
ona açıkça söylediğimde bile kafasını kaldırıp bakmadı.
Bu yüzden eve geri dönüş yolunda Sienna’nm büyük­
annesini ararken doğru kararı verdiğime, ağabeyimin bana
kızmayacağına kendimi ikna ettim.
55
Sekizinci Bölüm
Lucas Wolfe
Perşembe günü öğlenin ilk saatlerinde, Sienna’yı gön­
derm emin üzerinden neredeyse beş hafta geçmişken şarkım­
dan ve sözlerinden oldukça m em nundum ve “On G ün”ün
solo projem in ilk single'ı olmasına karar vermiştim. Bir yıl
kadar önce K uzey C arolina’daki bir konserim izden sonra
hayran kızlardan birinin bana taktığı ismi -taktığı pek çok
isim vardı g erçi- verdiğim “En Güzel Felaketin” şarkısının
yerine “On Gün”ü geçirecektim. Orada geçirdiğim zamanlar
pek iyi değildi -k ıza çok kötü davranm ıştım - zaten son bir­
kaç yılda hayatımda müzik dışında iyi olan bir şey yoktu.
Kylie en sevdiği hazır yemek restoranı In-N-O ut’tan al­
dığı öğle yemeğiyle birlikte gelir gelmez peşinden mutfağa
gittim ve plak şirketimi arayıp Sienna için yazdığım şarkının
geleceğini konuşmasını istedim. Öğle yemeğini yer yemez
56
Temas
aramaları yapacağını söylediğinde, “Bu o albümün ilk şar­
kısı, ilk klibi olmalı... Anlıyor musun?” dedim.
Kylie ada tezgâha koyduğu patates kızartması paketin­
den kafasını kaldırdı. “Bu bir ilk, biliyorsun değil mi?” Başka
bir şey daha söylemek için ağzını açtı ama anında kapatarak
dişlerinin birbirine çarpmasına neden oldu. Omzumu arkam­
daki buzdolabına dayayıp devam etmesi için kafamla işaret
ettim. Homurdandı ama ağzına ketçaba bulanmış birkaç pa­
tates attıktan sonra omuzlarını dramatik bir edayla kaldırıp
dirseklerini siyah tezgâha dayadı. Gözlerimi devirerek
K ylie’nin tiyatroya başlamasını bekledim. Bu konuda çok
iyiydi. “Genelde böyle işlerle kendin ilgilenmeyi seversin...
Herhalde yalnızca çamaşırcın olmaya alışmıştım.”
“Kendini hafife alıyorsun,” dedim. “Gezilere gidip
başka şeyler de yapıyorsun ya... Ayrıca banka hesaplanma
girmeyi başanyorsun. Bu da işten sayılır.” Atlanta’daki olay­
dan kısa süre sonra, banka hesaplanma girip Sam’e büyük
miktarda para gönderdiğimi keşfetmişti. Bu da benim için
kötü olmuştu.
Kylie koyu kahverengi gözlerini kısarak birkaç patates
fırlattı ama uzanıp tuttuğum bir tanesi dışında hiçbiri bana
denk gelmedi. Patatesi ona geri attığımda kısa siyah-mavi
saçlarına yapıştı.
“Berbat nişan alıyorsun,” dedim sırıtarak.
“Sen okulda beyzbol oynamıştın. Ben hiç sporcu oldu­
ğumu söylemedim.” Dirseklerini tezgâhtan kaldırıp taburesinde
arkasına yaslandı. “Yarın öğleden sonra burada olmayacağım
57
Emily Snow
bıı arada... Kaşımı kaldırdığımda elini saçlarından geçirdi.
Saç rengimden sıkıldım. Pembe, yeşil ya da yeni bir şey yap­
tırm ayı düşünüyorum."
Bu yeni bir şeyden ne çıkarmam gerektiğini bilmiyordum
am a yine de kafamı sallayıp mutfaktan çıkmak için dönerken
b an a attığı patatesleri işaret ettim. “Şu pisliği temizle...” Mut­
faktan yemek odasına geçmiş gidiyordum ki kardeşim tekrar
konuşm aya başladı. Zaten ne zaman susuyordu ki?
“G idiyor musun?”
O na dönüp antreye doğru geri geri yürümeye devam
ettim . “B ir randevum var.”
“ D ur tahm in edeyim, fınansal bir randevu mu?” diye
sorduğunda sesindeki alaycılık anlaşılmayacak gibi değildi.
O tom atik olarak randevunun Sam’le alakalı bir şey olduğunu
düşünm üştü ve her zamanki gibi m aalesef haklıydı. Eski
karım bu sabah beni tekrar arayıp konuşmak istediğini söy­
lediğinde, Santa M onica’daki saçmalıklarının üstünden haf­
talar geçtiği ve onu bir an önce yolumdan çekmek istediğim
için kabul etmiştim.
“Eee, Samantha mı?” diye sordu Kylie.
Kıvrılan dudaklarım en az kardeşimin zorlama gülüm­
semesi kadar alaycıydı. “Sen kendi işini yap, benim özel iş­
lerime karışma...” Hamburgerinden öfkeyle büyük bir ısırık
alırken ona arkamı döndüm. Tabii her zamanki gibi son sözü
o söylemeliydi, bu yüzden tam kapıyı arkamdan çekerken
sesini duydum.
Bu saçmalıkları özel tutmaya devam edersen yapacak
58
Temas
bir işim olmayacak ama,” diye bağırdı. Ona cevap verme­
meyi seçtim, çünkü ne söylersem söyleyeyim onu incitecek­
tim ve kapıyı çarparak kapattım.
Bankaya yolculuğum şaşırtıcı şekilde normalden daha
kısa sürdü ve parayı Sam’e gönderir göndermez onu aradım.
Mesele parayla alakalı olduğu için ikinci çalışta cevap
verdi. Birkaç saniye boyunca lanet olası bir sapık gibi alıcıya
nefesini verdikten sonra sönük bir sesle konuştu. ‘"Hesabıma
geldi.”
Direksiyonu sıkıp sırıttım. “İşleri kontrolünde tuttuğunu
bilmek güzel...” Onu neredeyse gözümde canlandırabili\or­
dum: Atlanta’daki lüks dairesinde, ağzında bir sigarayla ve
yanında bekleyen folyosu ve çakmağıyla aşırı pahalı beyaz
koltuğunda oturuyor ve sürekli olarak banka hesabını kontrol
ediyordu. Bu düşünce midemin bulanmasına neden olmuştu
ama aldırmadım. Bugün gönderdiğim para, Sam’in normalde
talep ettiği meblağlara kıyasla çerez parası gibiydi.
Bu sabahki konuşmamızda istediği parayı söylediğinde
şoka girmiştim ama Sam ne kadar ciddi olduğunu belirtmişti.
“İki ödeme,” demişti. “Biri şimdi, diğeri bu yıl içinde daha
sonraki bir zamanda... Sonra bitecek...”
“Ne bitecek?” diye sormuştum ihtiyatla.
“Bu iş bitecek... Seninle aramızdakiler... Bittiğinde sen
bu dünyada hiç yokmuşsun gibi davranacağım. Yaptığın hiç­
bir şey olmamış gibi...”
Göğsüm vicdan azabı, utanç ve öfkeyle yanmaya baş­
lamıştı ama bir şekilde cevap vermeyi başarmıştım. "O
59
Emily Snow
zam an kiram ve diğer saçmalıklarını kim öder?” Sesim niyet
ettiğim den daha zalimce çıkmıştı ama kendime engel olama­
m ıştım . Bana yaşattığı onca şeyden, yaptığı tüm şantajlardan
sonra son birkaç yıl hiç yaşanmamış gibi davranacağını söy­
lem esi sinirlerimi bozmuştu.
Sonunda, “Kendim öderim,” dediğinde alayla gülme­
m ek için kendim i zor tutmuştum. İkimiz de biliyorduk ki
para hesabına yatar yatmaz hemen harcayacaktı.
Sam boğuk sesiyle “Lucas,” diyerek beni o ana dön­
dürdü. “Gerisi için hazır olduğumda seni ararım.”
A udi’mi trafiğe sokup derin bir nefes aldım. “Ondan
em inim ...” Bu söylediğimi duymuş muydu bilmiyordum,
çünkü adını söylediğimde telefonu çoktan kapatmış oldu­
ğunu fark ettim.
Sam ’den de, son dört buçuk yıldır onu beslediğim için
kendimden de tiksiniyordum ama trafikte otururken ona az
da olsa minnettar olduğumu hissettim. Bu sabah onunla yap­
tığım, sinirden patlamama neden olan konuşma “On Gün”ü
bitirmek için tam ihtiyacım olan şeydi.
60
Dokuzuncu Bölüm
Lucas Wolfe
Sonraki iki buçuk hafta boyunca “On Gün’ü solo albü­
müme yetiştirmek için oldukça yoğun bir şekilde çalıştım.
Şarkı, zamanımın büyük çoğunluğunu alsa da neredeyse iki
aydır hissetmediğim yaratıcılık havasını hissetmemi sağlamıştı.
En çok hoşuma giden; sade, akustik bir versiyona ulaşana kadar
birkaç kayıt yapmıştık. Şarkıyı kaydettikten hemen sonra, bir
barda otururken, Kylie arayıp Sinjin'in sonunda rehabilitasyon­
dan çıkartılacağını söyledi. İlk başta onu hemen görmeyi kabul
etmek konusunda tereddüde düştüm. Nashville’de Sicnna'yla
aralarında geçenler yüzünden eskisi kadar öfkeli değildim; ka­
fası iyiyken Sienna’ya söylediği tüm o saçmalıkların neden ol­
duğu kızgınlığım, geçen iki ayda yatışmıştı. Ama Sin'in beni
gördüğünde nasıl tepki vereceği konusunda endişeliydim.
Onu çocukluğumdan beri tanıyor, kafasının nasıl çalış­
61
Emily Stunv
tığını biliyordum. Olanlar yüzünden acı çektiğini, de farkındaydım . Beni görmek bu acısını katlayacaktı.
O na fikirlerim i söylediğimde, “Saçmalama, Lucas,”
dedi Kylie. “Tabii ki de seni görmek isteyecektir. Dangalak­
lık yapm a...” Şu anda karşımda olmasa da kardeşimin sinirle
gözlerini kıstığını; ellerini kırmızı ve beyaza çalan, sarının
berbat bir tonunda yeni boyanmış saçlarından geçirdiğini gö­
züm de canlandırabiliyordutn.
“Grup uzlaştırıcılığı yapma şimdi...” Kylie uzun zaman­
dır bunu yapıyordu. Ta en başından beri Y TS’nin her an ay­
rılmanın eşiğinde olduğu düşüncesindeydi. Onun hattın diğer
ucunda hom urdandığını duyunca ben de homurdandım.
“Ama merak etme, gideceğim.” Yine de biramın geri kalanını
kafam a dikerken parmaklarımla ılık bardağı sıktım. Luisa’ya
işaret verdiğimde kadın dudaklarını kıvırıp anlayışlı bir şe­
kilde kafasını salladı.
K ardeşim içini çekti. “İyi... Eee, yarın seni görecek
m iyim ? S in’e onu öğleden sonra alacağımı söyledim, seni
alm ak için de saat..
“Ben gelip seni alırım,” diyerek sözünü kestim. Kylie’nin
küçük arabası her bindiğimde kafamı mahvediyordu. Düz
vites olduğu için benim cipimi de süremezdi ve ona A udi’min
anahtarlarım verecek kadar güvenmiyordum henüz. “Sabah
on birde görüşürüz.” Luisa içkimi tezgâhın üstünden bana
doğru kaydırdığında sesimi çıkartmadan ağzımı hareket etti­
rerek teşekkür ettim. Kadın bana göz kırpıp tezgâhı silmeye
devam etti.
62
Temas
“Geç kalnıasan iyi edersin...”
“Her neyse, yarın görüşürüz.” Ona cevap vermeye fırsat
bırakmadan telefonu kapattım ve sessize alarak kotumun ce­
bine koydum.
“Kızıl saçlıyla sorunlarınız mı var?” diye sordu Luisa,
tezgâhta olmayan bir lekeye odaklanarak.
Kaşımı kaldırıp ona baktım. “Hı?”
“Seni evine götürdüğüm gece burada olan kızıl saçlı
kadın,” dedi. Bakışlarımın hâlâ yumuşamadığım görünce ka­
fasını eğip tezgâhı daha büyük bir hırsla ovalamaya başladı.
“Onunla tekrar bir araya geldiğinizi, az önce konuştuğunun
o olduğunu düşündüm.”
Luisa’ya buraya son gelişimde sadece Sienna’nm bir
klip çekiminde görev aldığını söylemiştim. Bar çıkışı onun
evine gitmek yerine, 24 saat açık olan bir restorana gittiği­
mizde de Sienna’yla ilişkimiz olduğunu açıkça söylemesem
de ima etmiştim. O bana yeni ayrıldığı sevgilisini -adamın
karısı iki ay önce Luisa’nın arabasının tekerleklerini kesmiş
ve ön camını patlatmıştı- anlatınca ben de hayatımdaki işleri
mahvettiğimi anlatıp eski sevgilisinin dangalak olduğunu
söylemiştim. Luisa ondan sonra bir daha onunla evine git­
memi teklif etmemişti.
“Çağırılıyorsun...” Arkasına, onu barın diğer tarafına ça­
ğıran gürültücü gruba işaret ettim. Luisa elindeki bezi tez­
gâha bırakıp gitmek için dönerken, “O değildi,” dedim kısık
sesle.
Luisa yavaşça kafasını salladı. “Ne olursa olsun, uma63
Emily Snow
n m her şey yoluna girer.” Alt dudağını ısırdı. “Beni geri çe­
virm iş olsan da..."
“Senin istediğin ben değilim,” dedim istediğimden daha
soğuk bir sesle. Luisa kafasını iki yana salladı.
“N eyse ne, VVolfe...” Dudağını ısırmayı kesip arkasına
döndü ve kıçını dikizliyor muyum diye omzunun üstünden
baktı. Bakm adığım ı görünce hayal kırıklığıyla gülümsedi.
“ Bir şeye ihtiyacın olursa söyle...”
Bir daha yanıma gelmedi. Ben de on dakika sonra ona
el sallayarak bardan çıktım.
Y ıllardan beri ilk kez uyurken kendimi helak etmek ye­
rine rüya gördüm. Ne pişmanlıklar, ne hatalar, ne de saçma­
lıklar vardı. Yalnızca ve yalnızca Sienna’yı, onunla
aram ızdakileri mahvetmeden önce A tlanta’da geçirdiğimiz
günü düşledim. Sienna, Four Seasons’taki yatağımızda, saç­
ları yastığına dağılmış, pembe dudakları bir gülümsemeyle
kıvrılm ış halde yatıyordu.
“H angisi en sevdiğin gitar? ” diye sordu yüzünü bana
çevirerek.
“Günden güne değişiyor, ” dedim.
D ilinin ucunu çıkartarak dudaklarını ıslattı. Bu onun
için masumca bir hareket olabilirdi ama benim aletimin sert­
leşm esine neden olmuştu. Sienna hakkında hep sevdiğim ,
ama aynı zamanda nefret ettiğim bir şeydi bu. “Peki, bugün
hangisi? ”
64
Temas
“Les Paul... ”
“Neden?”
Parmaklarımı mükemmel göğüslerinden birinin, dün
gece gitar penamın oluşturduğu hafif sıyrıkların üstünden
kaydırdım. “Çünkü buraya onun penası değdi. ”
Sienna dirseğine dayanarak mavi gözlerini bedenleri­
mizin arasında kalan küçük boşluğa dikti. “Senin yüzünden
neler istiyorum, ” diye başladı ama sonra, ‘'Boş ver, ” diye f ı ­
sıldadı. Elimi göğsünden narin boynuna, oradan da çenesi­
nin altına kaydırırken ürperdi. Bana bakması için kafasını
kaldırdım.
“Ne istiyorsun söyle, ” dedim hırlar gibi. Büyük ihti­
malle istediği şeyi ben ondan daha fazla istiyordum.
Dişlerini sıktı ama başparmağımın ucunu dudaklarının
arasına soktum. Parmağımı sertçe ısırdığında içimden bir
zevk dalgası geçti. “Kendimi kaybetmek istiyorum. ”
“Kaybetmelisin. ” Önayaklaştım. “Herparçanın benim
olmasını istiyorum, Sienna. ”
Kafasını geriye atarak güldü. “Dur, tahmin edeyim. Se­
bebi tüm gitar penası koleksiyonunu üstümde kullanmak is­
temen, değil mi? ”
“Sadece lanet olası dişlerini gıcırdattığında, ” dedi­
ğimde titrek bir nefes aldı.
Elimi çenesinden çekip kolumu omuzlarına sararak en­
sesini kavradım. Diğer elimle parmaklarım tutup avucunu
aletime bastırdığımda gözleri kocaman açıldı.
“Tanrım, Lucas, " dedi çatallı bir sesle.
65
Em ily Sno\\'
P arm aklarım sertçe sıktım. Gırtlağından bir homurtu
yükselirken o da üstümdeki elini sıktı.
“G el buraya, " diye em ir verdim, elimi bacaklarının
arasına sokup onu üstüm e çekerken. Sırtı dim dik üstümde
oturup bacaklarını gövdem in yan taraflarına bastırırken ya ­
nakları kızarmıştı. Beni çıldırtmakla m eşgul olmayan eliyle
kızıl saçlarını yüzünden çekti. “İçinde olm ak istiyorum, ”
dedim.
“Ben de, ” dedi. Uzanıp yüzünü kavradığımda kalçala­
rım hafifçe kaldırdı ve aletimi yavaşça, dikkatlice içine aldı.
K ahretsin! K ahretsin! İleri geri hareket ederken inliyordu.
“L u ca s? ”
G özlerim i sıkıca kapattım. “H u? ”
“Seni seviyorum, ” dedi soluk soluğa.
G özlerim i açtığım da Sienna’yla birlikte bir otel oda­
sında değil Los A ngeles’taki yatağımda olduğumu fark ettim.
Yalnızdım.
“Ben de seni seviyorum,” dedim yüksek sesle.
66
Onuncu Bölüm
Kylie Wolfe
Pazar sabahı Lucas’m, Sin’i almak için benimle gelmek­
ten vazgeçmiş olabileceği düşüncesiyle uyandım. İkisinin
arası, daha doğrusu grubun tüm üyelerinin arası, Sin'in iki
ay önce stüdyonun önünde Sienna’yı hırpalamasından çok
öncesinde açılmaya başlamıştı. Ama tam Lucas’m gelmesin­
den ümidimi kesip Sin’i almaya kendim gitmek üzereyken
dairemin kapısı tıklatıldı. Kapıyı açıp Lucas’ın özür diler gibi
bakan suratını gördüğümde rahat bir nefes almadan edeme­
dim.
“Gelmeyeceğini sanmıştım,” dedim.
Kafasını iki yana salladı. “McCrae’yle o kadar uzun za­
mandır kalıyordun ki yine orada olduğunu düşündüm.” Geniş
omuzlarını silkti. “Ama değilmişsin.”
Yüzümü buruşturdum. W yatfla ilişkimizi onarmaya ve
67
Emilv Smnv
birbirim izin saçlarını yolm am ıza neden olan şehvet dolu za­
m an lar g eçirm ey e başladığım ızdan beri kendi dairem den
çok, onun şehrin diğer tarafında olan dairesinde kalıyordum .
“ K usura bakm a, onun B renna’yla şehir dışında olduğunu, bu
yüzden kendi evim de kaldığım ı sana söylem eliydim .”
L ucas sırıttı. “Bu da neden listende bulunan bir sonraki
insana, yani bana geldiğini açıklıyor,” dedi ukalaca.
Ona dik dik bakarak m inik antrem de geriledim ve gir­
m esini işaret ettim . “Ona sorm ayı düşünm edim bile. İnan
bana, senin orada olm an Sin için çok şey ifade ediyor.” İçeri
girm esi için kafam la bir kez daha arkam ı işaret ettim ama
ağabeyim benim evim e geldiği zam an hep yaptığı gibi kafa­
sını iki yana sallayıp kapıda beklem eyi seçti. T u h af adam dı
doğrusu. “Keyfin bilir... Bana birkaç dakika ver de eşyalanm ı
alıp geleyim .”
“B ir dakikan var. K ahrolası bir dakikadan sonra kendi
başım a giderim .” diye seslendi ben karton kutudan yapılm ışa
benzeyen m inik oturm a odam a gitm ek için köşeyi dönerken.
O m zum un üstünden ona bir el hareketi çektim am a görm e­
diğinden ya da um ursam adığından em indim .
Eşyalarım ı -g eçen ekim de anne babam ın d oğum günü
hediyesi olarak verdiği büyük boy bir çanta ve ü stünde bıyık
resmi olan kapüşorılu bir k a z a k - bıraktığım k oltuğun üstü n ­
den alm am yalnızca otuz saniyem i aldı. A ntrede ona k atıld ı­
ğım da Lucas kaşlarını çatm ıştı am a ben yü zü m e k o cam an
68
Temas
bir gülümseme yerleştirdim. Kaval kemiğine bir tekme ge­
çirmemek için gülümsüyordum. “Şu kötümserliğin midemi
bulandırıyor.” Homurdanmasını duymazdan gelerek telefo­
numdan saate baktım. “Çıkmamız lazım...” Sinjin’i görece­
ğim için heyecanlıydım. Huysuz duruşuna ve “kıçıma
takmam” tavırlarına rağmen Lucas’ın da benim kadar heye­
canlı olduğunu biliyordum.
Lucas beni almaya cipiyle gelmişti. Nashville'de onu
gezdirdiğim Escalade gibi bir araba alması gerektiği konu­
sunda yakınıp durarak araca binmeme yardım ettikten sonra
G PS’e Sinjin’in kaldığı rehabilitasyon merkezinin adresini
girdim. Ağabeyim yolculuğa başlarken sessizdi. Her zamanki
gibi bu tuhaf sessizliği benim bozmam gerekiyordu. “Şarkı­
nın hazır olduğundan emin misin?”
“Evet, eminim.” Lucas’ın sesinin gergin çıktığı zaman­
lar çok azdı, ama bunu söylerken sesinin nasıl titrediği kula­
ğımdan kaçmamıştı. Anlayışla kafamı salladım.
“Ne zaman piyasaya süreceksin?”
“Temmuzda çıkacak ilk single olacak. Küp de çekile­
cek...”
Şu anda nisanda olduğumuz için bu oldukça etkiley ici
bir süreydi ama plak şirketindeki herkes Lucas’ın istediği
şeyin istediği zamanda olması için her şeyi yapardı. Ona nasıl
davrandıklarını kendi gözlerimle görmüştüm ve itiraf etmek
gerekirse bazen oldukça bunaltıcıydı, çünkü Lucas'ın kıçının
69
Emily Snow
daha da kalkmasına neden oluyordu. Dizlerimin arasında tit­
reyen telefonumu kaldırdığımda Facebook’ta yeni bir mesa­
jım olduğunu gördüm.
Sienna Jensen’dan...
Dudağımın içini ısırarak ağabeyime iki haftadır Si­
enna’y la görüştüğümü söylemeyi düşündüm ama sonra vaz­
geçtim. Bugün düzeltmesi gereken başka bir ilişkisi varken
söylemesem daha iyiydi. Sienna’yla ilgili konuşmayı başka
bir güne bıraktım, çünkü Lucas’ın her detayı duymak iste­
yeceğinden emindim.
Telefonuma bakıp mesajını hızlıca gözden geçirdim: Sa­
nırım kusacağım, patronuma istifamı verdim. Görünüşe göre
birkaç haftaya Nashville ’e dönüyorum.
“İyi etmişsin,” dedim yalnızca ağzımı hareket ettirerek.
Ama Sienna’ya attığım mesaja, “O zaman bir dahaki
Nashville ziyaretimde sana uğrayıp bana yem ek pişirmeni is­
teyebilirim " yazdım.
Lucas aracını, bir zamanlar Hilton olarak bilinen, bir
aktrisin bağımlılıkları yüzünden yattığını duyduğum, bakımlı
bir arazisi olan devasa, lüks rehabilitasyon merkezinin oto­
parkına çekerken Sienna’nm mesajı geldi: Ben berbat bir aşçnnmdır, Kylie. Ama sana cheesecake ısmarlayabilirim. Ya
da, ne bileyim, fondu yem eye falan gidebiliriz.
Şubat ayında onunla son fondü yemeye gittiğimizde Lu­
cas’m ortaya çıkmasıyla felakete dönen geceden sonra, Si-
70
Temas
enna’nın fondüden ne kadar nefret ettiğini biliyordum, bu
nedenle ağabeyim cipten inmeme yardım etmek için yanıma
geldiğinde gülümsüyordum. “Ağlayacak ya da kahkaha ata­
cakmış gibi görünüyorsun. Ya da kusacakmış gibi,” dedi
Lucas arabasını kilitlerken. “Hamile değilsin, değil mi?” Se­
sinde ancak babamdan duymayı bekleyeceğim bir ton vardı
ve dünyaya bir KylieAVyatt bebeği geleceğini öğrense nasıl
tepki verirdi biliyordum.
“Kusacak olursam senin ayaklarının üstüne kustuğum­
dan emin olacağım.” Bana döndüğünde ona sertçe baktım.
“Hayır, hamile değilim.”
“Hadi,” diye homurdanıp beni rehabilitasyon merkezi­
nin girişine yönlendirmek için elini belime koydu.
TSA ya da LAX’tekilerden daha sıkı olduğunu düşün­
düğüm güvenlikten geçtikten sonra, Sinjin’in çıkışı yapılır­
ken biz de bekleme odasına yönlendirildik. Lucas karşıma
oturup, kollarını dizlerine dayayarak ellerini ovuşturmaya
başladı. Cebimdeki telefonum tekrar titrediğinde gözlerimi
ağabeyimden ayırıp mesajımı okudum.
Sienna Jensen: Tüh, sessizleştin... Sanırım Cheesecake
Factory 'yi de sevmiyorsun. Sen ne yersin ki?
Ona cheesecake sevmeyen kimseyi tanımadığımı yazmak
üzereydim ki tanıdık bir sesin adımı söylediğini duydum.
“Ky\ie-Kahrolası-Wo\fc..:' Bakışlarımı kaldırdığımda Sin'in
bekleme odasının eşiğinde durmuş, katasım kaşıyarak açık
71
E m ily Snow
kahverengi saçlarını karıştırmakta olduğunu gördüm. Sinjin’in
dudakları bir sırıtışla gerildi. “Saçına ne halt yaptın böyle?”
Yerimden fırlayıp onun kollarına atlarken bile içgüdüsel
olarak elimi parlak kırmızı-sarı saçlarıma kaldırmıştım. Sin
onu son gördüğümden beri gözle görülür şekilde kilo almıştı
am a beni, ciğerlerimdeki havanın boşalmasına neden olacak
kadar sıkı sardığında bunu daha iyi anladım. “Senin için bo­
yadım,” dedim kollarını gevşettiğinde.
Omuzlarımı kavrayarak geri çekilip gri gözlerinde uzun
zamandır görmediğim duygularla beni inceledi. Sonra bakış­
larını saçlarımın ucuna eğip birkaç tutamını tuttu. “O zaman
tekrar boya,” diye takıldı. “Mavi rengini şimdiden özledim.”
Sin gözlerini omzumun arkasına dikene kadar Lucas’m
kalkıp arkama geldiğini fark etmemiştim. Sinjin’in ağabe­
yime bakışları yüreğimin parçalanmasına neden oldu. Göz­
leri içten ve özür diler gibi bakıyordu. Bu duyguların onu
böyle yerlerden artık uzak tutmasını umdum. “Onun böyle
sokağa çıkmasına nasıl izin verirsin orospu çocuğu?”
L ucas’m kahkahası önce zorlama gibiydi ama dönüp
ona yalvaran bakışlarla baktığımda içtenleşti. “Kylie’ye bir
bok yapmasını söyleyemem ki...”
Sinjin’e döndüm. “Benim tuvalete gitmem lazım ama
sadece bir dakika sürecek, tamam mı?”
Kafasını salladı. Bekleme odasının diğer tarafındaki tu­
valetlere doğru ilerlerken onun kısık sesle ağabeyimle ko­
72
Temas
nuşmaya başladığını duydum. “Seni benim yüzümden mi
terk etti? Dediğim boktan şeyler yüzünden mi?”
Lucas cevap verdiğinde tuvaletlerin kapısına ulaşmıştım
ama onu oldukça net bir şekilde duyabildim. “Senin yüzün­
den değil, benim yüzümden... Ama onu geri kazanacağım.”
Ve bugün ikinci kez kendi kendime, “İyi edersin,” diye
fısıldadım.
73
On Birinci Bölüm
Lucas Wolfe
Sonraki birkaç hafta boyunca grup Sinjin’in geri gelme­
sine alışırken, her şey pamuk ipliğine bağlıymış gibiydi. Tur­
nemiz dört aya kadar başlayacaktı ve Sinjin rehabilitasyondan
ayrılır ayrılmaz işe dönmek zorunda olduğu için yakınıp du­
ruyordu ama onu yıllardır hiç bu kadar mutlu görmemiştim.
Bir gece stüdyoda yaptığımız provada hayatında neler oldu­
ğunu keşfettim. Şarkılarımızdan birinin ortasında telefonu
çaldı. Telefonu hemen sessize alıp mırıldanarak özür dilese de
Cal, “Yıkık Dökük” adlı şarkımızın son notasını vururken Sin­
jin odadan çıkmak için ayaklanmıştı bile. Çıkarken konuşma­
sının başını duyabildim.
“Tanrım, nerelerdeydin? Düşündüm k i...” Ses geçirme­
yen odanın kapısı kapandığında Sinjin’in konuşmasının geri
kalanı da duyulmaz oldu.
74
Temas
Cal gitarını yanına bırakıp plak şirketimizin bu odalara
yerleştirdiği rahatsız sandalyelerden birine ters şekilde
oturdu. Yüzündeki endişeli ifade, şu anda benim yüzümde
olan ifadeyle aynıydı. “Kafayı bulmak için bir şeyler ayarla­
maya çalışmıyordur, değil mi?”
Mini buzdolabını karıştırmakta olan Wyatt kafasını kal­
dırıp iki yana salladı. Cal ve ben ona bakıp sabırsızlıkla du­
rumu açıklığa kavuşturmasını bekledik. Sonunda omuz silkti.
“Rehabilitasyonda bir arkadaş edinmiş.”
“Arkadaş mı?” diye sordum. Wyatt bana bir su şişesi fır­
lattı ama uzanıp şişeyi tuttum. Onun nişancılık yeteneği de
Kylie’ninki kadar berbattı. Ona sert gözlerle bakarak şişenin
kapağını açtım ve omzumu duvara yasladım. “Bunun bir kız
arkadaş olduğunu varsayıyorum.”
Wyatt kafa sallayıp buzdolabında bulduğu Bud
Light’tan bir yudum aldı. “Ben öyle duydum. Kahretsin, tek
bildiğim bu... Eğer sorarsan Ky bütün hikâyeyi anlatır.”
Kylie... Tabii ki de Sinjin’in hayatındaki şu gizemli
kadın hakkmdaki her şeyi anlatabilirdi. Ben konuşmaya fırsat
bulamadan Cal homurdandı. “Kylie’nin yemin ederim her
şeyden haberi oluyor ya... Aylar boyu Heidi konusunda ba­
şımın etini yedi ama ben...”
Kapı gıcırdayarak açıldı ve Sinjin stüdyoya girerken he­
pimiz suçüstü yakalanmış gibi ona baktık. Wyatt birasının
geri kalanım kafasına dikip Cal berbat sandalyeden kalkar­
ken Sin de normalden daha agresif bir şekilde davullarının
yanma gitti.
75
Emily Snow
H er şey yolunda mı?” diye sorduğumda omuz silkti.
“Daha iyi zamanlarım oldu ama çok daha kötü zaman­
lardan da geçtim, yani sorun yok...” Baterisinin arkasına otu­
rup gergin bakışlarla hepimizi süzdü. “Neyse, boş verin...
Şunu bitirip eve gitmek istiyorum artık.” Arka cebindeki ba­
getlerini çıkartıp kollarını gerdi ve zorlama bir şekilde gü­
lümsedi. “Yapılacak işler var.”
Prova bittikten sonra uzun bir süre Sinjin’i düşünüp en­
dişelendim. Gece ona bir mesaj attım ama sonra kendimi dır­
dırcı gibi hissettim. Cevap vermeyince de lanet olası bir
korkak gibi endişelenmeye başladım. Ertesi gün Kylie iş için
gelir gelmez, onu kapıdan döndürüp öğle yemeğine götür­
düm. Kardeşim kuşkulanmıştı ve öyle yapmakta da haklıydı,
çünkü onun seçtiği restoranda -başka onca yer varken Cheesecake Factory’ye gelmiştik- yerimize yerleşir yerleşmez so­
rularımı sıralamaya başladım.
“Onun hakkında ne biliyorsun? Sakın gizlilik saçmalı­
ğından falan bahsedeyim deme, çünkü bu konunun ne kadar
önemli olduğunun farkmdasın.”
Kahverengi gözleri kocaman açılırken parmaklarını ger­
gince saçlarından geçirdi ve cevap vermeden önce bir bardak
suyun yansını kafaya dikti. “Bak, Sin her şeye tekrardan alı­
şınca, siz de üstünüzdeki huzursuzluktan kurtulunca sana her
şeyi anlatacaktım. Ağzımı kapalı tuttuğum için özür dilerim
ama inan bana, uzun süredir konuşmuyorduk. Onun hayatına
tekrar girmem çok uzun sürdü, bu yüzden işleri yavaştan...”
“Kylie,” dedim ama konuşmaya devam etti.
76
Temas
“Senin hakkında konuşmuyor. Senden hiç bahsetmiyor
ama yakında bahsedeceğinden eminim. O zaman senin bir
fırsatın olacak. Onun seni sevdiğini biliyorum.”
Dirseklerimi masaya vurduğumda Kylie yerinden sıç­
radı. Restoran tıklım tıklımdı ve başkalarının konuşmamıza
kulak misafiri olmasını istemiyordum, bu yüzden öne doğru
eğildim. “Bu söylediklerinin Sin’le alakalı olmadığını düşü­
nüyorum.”
Bu sefer Kylie gözlerini şaşkınlıkla açmak yerine kaş­
larını çattı. Onun burnundan nefes alıp vermesini, sonra ka­
fasını yana eğmesini dikkatlice izledim. “Ah, kahretsin...”
Benim yaptığımı yapıp dirseklerini masaya dayadı ve bana
yaklaştı. “Eh, o konuyu anlatabilirim.”
“Hayır, bence önce başladığın konuşmayı bitirmeliyiz.
Sienna’yla konuşuyordun, öyle mi?” Sesimde öfke, acı veya
incinmişlik değil, sadece heves vardı. Bu duyguyu biraz bas­
tırdıktan sonra devam ettim. “Ne zamandır?”
“Bir ay kadar oldu,” dedi kısık bir sesle.
Tamam, bu acıtmıştı ama kafamı tuhaf bir şekilde sal­
lamak için kendimi zorladım. “Bana söylediğin için sağ ol...”
Kylie nefesini verince yüzüne düşen kırmızı-san tutam­
lar savruldu. “Mesele öyle değil ki Lucas... Sen şarkı üze­
rinde çalışıyordun, sonra Sinjin rehabilitasyondan çıktı.
Sienna’yla iletişime geçerken bana dönüp dönmeyeceğini
bile bilmiyordum.”
Garson bir bira daha isteyip istemediğimi sormak için
yanımıza geldiğinde elimi sallayarak istemediğimi işaret
77
Emi iv Snow
ettim . K ylie bir Bloody Mary sipariş ettikten sonra ona,
“N asıl yaptın?” diye sordum.
K ardeşim sıkılgan bir şekilde gülümserken homurdan­
dım . “ Seninle çalıştığı saatler için ona büyük bir meblağ de­
ğerinde bir çek gönderdim ve geri çevirirse ona fiziksel zarar
vereceğim i söyledim. O da teşekkür etmek içiıı beni aradı,
sonra da Kylie ile Sienna’nın tuhaf aşk hikâyesi başladı.”
K ylie ile Sienna’nın aşk hikâyesi... Onu uzun bir süre
inceleyerek benim le dalga geçip geçmediğini anlam aya ça­
lıştım ama sonra kardeşim oturduğu yerde sırtını dikleştirdi.
“Ve evet, anlattıklarım doğru... Merak ediyorsan söyleyeyim,
artık N ashville’de yaşıyor.”
Bu, K ylie’nin, bütün düşüncelerimi işgal eden kadınla
sık sık görüştüğünü duym aktan daha çok şaşırtm ıştı beni.
K aşlarım çatıldı. “N iye?” diye sordum. Sienna, Los Ange­
le s’ı severdi. B ir dakikasını bile seyretmeyi m idem in kaldır­
madığı bir dizinin setinde de olsa kostüm işinde çalışmaktan
hoşlanırdı. “O rada ne yapacağına dair planı var m ı?”
K ardeşim bana aptalm ışım gibi baktı. G arson kızın
önüne Bloody M ary’yi koymasını bekleyip içkisinden büyük
bir yudum aldıktan sonra konuştu. “K ostüm işi yapacak...
B urada yaptığının aynısı... Harika olacak, em inim ...” Sanki
K ylie beni ikna etm eye çalışıyorm uş gibiydi am a benim
zaten şüphem yoktu. Sienna’nm yaptığı her şeyde harika ola­
cağından emindim ama bunları hayatında ben de varken yap­
masını tercih ederdim.
Birkaç dakika daha Sienna hakkında konuştuktan sonra
78
Temas
Kylie yeni bir konu açtı. Bu yazın sonunda çıkacağımız tur­
neyle alakalı bir fikri vardı. Öğle yemeğinin kalanında tur­
neden bahsettik ama ayrılmadan önce kardeşim elini,
benimkinin üstüne koydu.
“Sinjin hakkmdaki soruna gelirsek, bu mesele bayağı
karışık... Kız ondan çok küçük.”
İçimden buz gibi bir ürperti geçerken arkama yaslan­
dım. “Ne kadar küçük?” diye sordum kendime ait olduğun­
dan emin olmadığım yumuşacık bir sesle. “Bana Sin'in
aptalca bir şey yapmadığını söyle...”
Kylie konuşmadan önce kafasını deli gibi sağa sola sal­
ladı. “Hayır! Tanrım, Lucas, ben Sinjin’e sadığımdır ama
bunun bile sınırı var. Kız 20 yaşında...”
O kadar da kötü değildi. Daha kötülerini gördüğüm ol­
muştu. Bu endüstride karşılaştığım bazı yaş farkları ağzımın
açık kalmasına neden olmuştu hatta. “Karışık olan ne peki?"
“Kız, Sinjin’in terapistinin kızı...”
79
On İkinci Bölüm
K ylie Wolfe
Lucas için çalışarak geçirdiğim günün geri kalanı, acı verici
şekilde yavaştı. Sonunda gün bittiğinde evime dönmeye hazır­
landıktan sonra alt kata koşup kafamı müzik odasına uzattım.
Lucas kucağında gitarı, elinde tuttuğu penası ve kalemiyle aşın
konsantre olmuş haldeydi. Böyle formundayken onu rahatsız
etmek istemiyordum ama yarın ya da ertesi günkü resmi işlerde
onunla olamayacağımı Lucas’a hatırlatmam gerekiyordu.
“Selam ,” dedim nazik bir sesle. Tabii ki de kafasını kal­
dırm adan gitarım çalmaya devam etti. Ben de daha yüksek
sesle, dikkat çekici bir şey söyledim. “Yarma kadar zamma
ihtiyacım v a r/’
Bu sefer bakışlarını kaldırdı ve esmer yüzünde dalgın bir
ifadeyle kafasını yana eğdi. “Yeterince maaş alıyorsun Kylie...”
D udaklarım bir gülüm sem eyle kıvrıldı. “Sadece takılı­
80
Temas
yorum,” dedim ama ikna olmuş görünmedi. “Sadece AMPed
Ödülleri’ni, hatırlatmak istemiştim.”
Neden bahsettiğim hakkında hiçbir fikri yokmuş gibi
cansız gözlerle bana baktı. “Tamam...”
Derin bir nefes alıp verdim. “Senin yerine katılmamı is­
tediğin Vegas’taki şov var ya, o yarın akşam olduğu için bir­
kaç günlüğüne buralarda olmayacağım. Gitmeden önce bir
şeye ihtiyacın var mı diye sorayım dedim.”
Kafasını defterine eğip çalıştığı şarkıyla ilgili not aldı.
Sanki ben eşikte durmuş onunla konuşmuyordum. Ne yapı­
yordu bu adam? “On saniyeden fazla dikkatini veremediğine
göre, sana daha sonra nereye gittiğimi söyleyen bir mesaj at­
mamı ister misin?” diye sordum ama kafasını iki yana sal­
ladı. Bana hiç bakmıyordu. Böyle zamanlarda parmaklarımı
gırtlağına sarıp onu boğmak istiyordum.
“Seni duydum, töreni de hatırladım. Ve hayır, bir şeye
ihtiyacım yok...” Kafasını kaldırdı ve annemle benim dışım­
daki kadınları çok etkileyen sert bakışlarından birini attı.
“Vegas’tayken başına fazla iş açmamaya çalış...”
“Bu sefer kimliğimi çaldırmam ” diye söz verdim. Gerçi
kimlik fiyaskosu Vegas’ta değil New Orleans’ta yaşanmıştı ve
o sırada yanımda Wyatt vardı. Wyatt bu aralar öyle yoğundu
ki Vegas’a benimle gelmesi ihtimal dışıydı. “Bir sorun çıkma­
yacaktır,” diye ekledim pek de ikna edici olmayan bir sesle,
Lucas ela gözlerini devirdi. “Belki de Heidi'ye mesaj
atıp o çılgın kıçını beladan uzak tutmasını söylemeliyim."
Lucas’a, en yakın arkadaşım Heidi’nin de benimle Ve-
81
I 'nıi/y Sno\v
gas a geleceğini haftalar önce söylemiştim ama beni duyma­
dığını sanmıştım. O zaman da Sicnna'nm şarkısına odaklan­
mıştı ve bana kafa salladıktan sonra hemen müziğine dönm­
üştü. “ Ben de söylediğim her şeyi birer anlamsız sözcükmüş
gibi duyduğunu sanıyordum.”
“ İyi yolculuklar," dedi sırıtarak.
“Eğer o şarkı sözü ödülünü kazanırsan, ödülü kendi dai­
rem e götüreceğim ,” dediğimde omuz silkti. A ma ben gitmek
için dönerken boğazını temizledi. Dikkat çekm ek için hep
böyle yapardı.
“Bu arada, Fıstıklar daki gibi oluyor.”
“Anlam adım ?" Açıklamasını beklerken kafa karışıklı­
ğım yüzümden okunuyor olmalıydı.
“Fıstıklar ya da Charlie Brown, ne dersen de... Sen ko­
nuştuğunda çoğu zaman oradaki öğretmenin çıkardığı va-vava sesini duyuyorum.”
Lucas’m, anne babamızla birlikte çocukken her yıl iz­
lediğimiz Charlie Brown çizgi filmini hatırlayacağını hiç dü­
şünm ezdim ama görünüşe göre hatırlıyordu. K ahkaham ı
bastırıp gözlerimi kısarak ona sertçe bakm ak için elim den
geleni yaptım. “Git kendini becer L ucas...”
‘‘Ben de seni seviyorum,” diye seslendi arkam dan. “Ve
ödülüm sende kalmıyor.”
“Lanet olası ödül bende kalacak,” dedim H eidi’ye, ertesi
akşamki ilk konser sonrası partiye katıldığım ızda. Akşamın
82
Temas
daha erken saatlerinde Lucas’ın kazandığı Yılın En İyi Söz
Yazarı ödülü olan gitar penası şeklindeki, metalik mavi ödülü
sıkı sıkı tutuyordum. Ödülden kesinlikle vazgeçmeyecektim.
Ağabeyim grubun kazandığı, Los Angeles’a gönderilecek
olan diğer ödüllerden istediğini alabilirdi. Ama bu... bu
benim oturma odama çok yakışacaktı.
Heidi yanımızdan geçen garsonun tepsisinden iki shot
alıp ikisini de kafasına dikti ve yutarken yüzünü buruşturdu.
“Lucas’m onu geri alacağına yüz kâğıdına bahse girerim.”
Shot bardaklarını, kalabalık gece kulübünde tanımadığı in­
sanların masasına bıraktıktan sonra dapdar mini elbisesini
aşağı çekiştirdi. Elbise anında geri kayıp güzel bacaklannı
ortaya çıkardı. “Aslında, tekrar düşündüm de bin kâğıdına
bahse girerim. Lucas korkutucu biri.”
“Hayır, Lucas,” diye başladım ama kulübün dans pistinde,
tanıdık dik san saç lan ve daha da tanıdık yiizü gördüğümde
yüzümü buluşturdum. Ne kadar beni fark etmemesini umsam
da Gavin Cooley’nin yüzünde kocaman bir smtış belirmişti
bile. Gavin’in solistliğini yaptığı Dark Fiction adlı grubu bir
haftalığına çok sevmiştim. Ama sonra hayatımda gördüğüm en
büyük mankafalardan biri olan Gavin’le tanışmıştım.
Heidi bakışlarımı takip edip yeşil gözleriyle etrafı taradı
ve sonunda Gavin’i gördü. “lyy, bu pislik burada ne yapıyor?”
“Onunla tanıştığını bilmiyordum,” dedim sıktığım diş­
lerimin arasından. Gavin yaklaşırken gözümün ucuyla
Heidi’nin kafasını salladığını gördüm.
“Tanışmıştım. Geçen sene Rock Fest’te beni otobüsüne
83
Emily Sno\\'
götürm eye çalışmıştı. Ona sahte bir numara verip benim için
h a /ır olduğunda aramasını söylemiştim/’
Heidi'nin yüzüne bakma hatasına düşiip yüzünde gerçek­
ten de ciddi bir ifade olduğunu gördüğüm için Gavin yanımıza
vardığında gülüyordum. Gavin, “Kylie-Ara///v/av/-Wolfe,” de­
yince dudağımı kıvırdım. Üstümde dolaştırdığı bakışları kalça­
mın kıvrımında ve Heidi'nin ısrarlarıyla aldığım yer çekimine
dayanıklı, destekli sutyen tarafından kaldırılmış göğüslerimde
fazla uzun kaldı. “Güzel elbise,” dedi ama siyah renkli, straplez,
mini elbisemin umurunda olmadığından emindim.
“Teşekkürler...” Büyük mavi gitar penası ödülü hâlâ
elimdeydi ama kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Bu ak­
şamki performansınız güzeldi.”
Gavin omuz silkti ama bu, dudaklarımı şüpheci bir şekilde
bükmeme neden olan ukalalık dolu bir hareketti. “Fena değil­
dik.” Birisini arıyormuş gibi arkama baktı. “Lucas gelmedi mi?”
“Kendisi stüdyoda olduğu için gelemedi. Çocukların
hiçbiri burada değil...” Grubunu ödüllerini almaya sahneye
çıktığımda da aynı şeyleri söylemiştim ve G avin’in de duy­
duğundan emindim ama yine de kaşlarını çatıp dudaklarını
bükmüştü. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.
Adam tam bir drama kralıydı.
“Ne yazık... C illa’dan senin W yatt’la birlikte olduğunu
duydum. Seni buraya yalnız göndermek onun için zor olmuş
olmalı...”
“Eminim şu anda harap haldedir,” dedim kuru bir sesle.
Tabii ki de bu doğru değildi. Son birkaç haftadır W yatt’m
84
Temas
dikkati de Lucas’mki kadar dağınıktı ve bu çok sinir bozu­
cuydu. Ve bunu itiraf etmekten nefret etsem de zamanımın
çoğunu kendi evimde geçirmemin sebebi buydu; ona biraz
rahat vermek istemiştim, çünkü onunla sekiz yıldır görüşüyor
olsak da ilişki kavramı bizim için henüz çok yeniydi.
“Ben olsam o halde olurdum,” dedi Gavin, gözlerini tek­
rar üstümde dolaştırarak. “Harap halde yani...”
Heidi elini kestane rengi kıvırcık saçlarının arasından
geçirdi. “Ben de şu anda elimde bir içki olmadığı için harap
haldeyim.” Bize doğru gelen ve bu akşam Dark Fiction’la
sahneye çıkan konuk gitaristi kafasıyla işaret etti. “Ama
neyse, görünüşe göre o benim için bir tane almış.”
Gitarist içkiyi Gavin’e veremeden Heidi kadehi onun
elinden kaptı ve bir yudum aldı. Adam ona sert gözlerle
baksa da Heidi normalde bütün erkekleri kazanmasına yara­
yan büyük tebessümlerinden birini yüzüne yerleştirdi. Ama
adam konuşmaya fırsat bulamadan Gavin lafa girdi. “Knox,
bu Wolfe’un kız kardeşi Kylie... Bu da onun arkadaşı...”
Heidi içkisinden bir yudum daha alırken kadehin üstün­
den G avin’e inanamıyormuş gibi baktı. “Heidi... Gerçi adımı
bildiğinden eminim.”
Knox’m uzattığı elini sıktım. “İnanılmaz gitar çalıyor­
sun,” dedim ona. Oldukça ciddiydim. Gavin’in adi herifin
teki olduğunu düşünüyor olsam da muhteşem bir müziğin
kötü olduğunu söyleyemezdim.
İçtenlikle sırıtan Knox'ın yüzünde gamzeleri belirdi.
“Sonunda seninle tanıştığıma sevindim. Herkes Kylie
85
Emily Sıunv
\ \ o l t e ’u konuşuyor.” Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu
bilemediğim den yalnızca kafamı sallayıp gülümsedim. Heidi
om zum a dokununca kafamı çevirip ona baktım.
“ Benim işemem lazım,” dedi ağzını kıpırdatarak, tuva­
letlere doğru geri geri giderken. Dikkatimi tekrar onlara ver­
diğim de Gavin ve Knox başka bir konuya, yani kızın
kalçasına geçmişlerdi. Ben de bu fırsatı kullanarak yanların­
dan sıyrıldım ve direkt olarak kulübün çıkışına gittim.
Dışarıya çıkıp gecenin kuru sıcağında dikilirken derin
bir nefes aldım. Heidi’yle kulübe gelmeden önce kulağıma
iliştirdiğim tek sigarayı yakarken telefonumu kontrol ettim.
Ağabeyim bir mesajla ödül töreninde her şeyin yolunda
gidip gitmediğini sormuştu. Ama W yatt’tan ne bir mesaj ne
de bir arama vardı. Kahretsin!
Sigaramdan uzun bir nefes çektikten sonra Lucas’a
cevap attım. Ardından bir-iki dakika boyunca, her şeyin yo­
lunda olduğunu söylemek için W yatt’a mesaj atıp atmama
konusunu düşündükten sonra telefonumu minik çantama tık­
tım. “Beni aramadığı için üzülm emeliyim,” diye fısıldadım
kendi kendime. “Endişelenmemeliyim. B e n ...”
“N ereye gittiğini Facebook’tan anons etm em elisin,”
dedi arkamdan bir ses. Kafamı kaldırırken kalbim gümbür­
demeye başlamıştı. “Bunu gerçekten ama gerçekten yapma­
malısın güzelim... Facebook, Foursquare’den berbattır.”
Sesimi bulmam çok uzun sürdü ama sonunda konuşa­
bildim. “Sen burada ne halt arıyorsun, Wyatt?” Saçımın bir
tutamını kulağımın arkasına attım ama W yatt hemen uzanıp
86
Temas
tutamı geri çıkardı ve parmaklarının arasında biraz tuttuktan
sonra yüzüme bıraktı. “Stüdyoda olman gerekmiyor mu
senin?” Ama ne kadar bencilce olursa olsun, stüdyoda olma­
masına seviniyordum. Onun yanımda olmasını tercih eder­
dim.
Wyatt omuzlarını silkerken birden bir şeyin farkına var­
dım. Bu durum New Orleans’a gelerek beni şaşırtmasını ha­
tırlattığı için -tek fark şimdi onunla çift olmamızdı- otomatik
olarak en kötüsünü düşündüm. “Sinjin iyi mi?” diye sordum.
Gülerken mavi gözlerinin kenarları kırıştığında, göğ­
sümdeki ağırlığın bir kısmının kalktığını hissettim. “Sinjin
iyi... Onun için bu kadar endişelenmeyi kes. geri zekâlının
bir yerlerinin gerginlikten seğirmeye başlamasına neden ola­
caksın.” Bana bir adım yaklaştı. “Vegas’a gelmemin nedeni
sadece sana sürpriz yapmak ve güzel şeyler yaşamayı iste­
mek olamaz mı?”
Güzel şeylerden kastı muhtemelen seksti. Dudağımın
köşesini ısırdım. “Seksi yabancılarla tanışacağım düşünce­
sine katlanamadın mı?”
G avin’in on beş dakika önce yaptığı gibi VVyatt da beni
süzdü ama bir yerlerimi kapatma ihtiyacı hissetmedim. Yü­
züme yayılan kocaman sırıtışı de engellemedim. “İstersen
ben bir yabancıymışım gibi davranabilirsin.” Yüz ifadesi cid­
dileşirken beni kendisine çekti. Gözlerine bakarken nefesi­
min kesildiğini hissettim. “Bak Ky, son zamanlarda çok
dalgın olduğum için özür dilemeye geldim. Ben... düşünü­
yordum. Grup işleri de vardı.” Anladığımı göstermek için
87
Emily Snow
kata salladığımda derin bir nefes aldı. “Ayrıca geçen hafta
avukatımla görüşmeler yapıyordum.”
“Bir dakika... ne?” diye fısıldadım.
“Brenna'nin velayetini almaya çalışacağım.”
Kızı Brenna’yı en az Wyatt’ı sevdiğim kadar severdim.
Nefesimi kontrol etmeye çalışırken boştaki elimle omzunu
kavradım. “Bu konuda sana desteğim tam, biliyorsun. Ve dal­
gınlığının sebebi bu olduğu için sevindiğimi söylemeliyim.”
Wyatt rahatlayarak gülümsediğinde ifadesi o kadar gü­
zeldi ki göğsüm acımıştı. “Şimdi de bu nedenle buradayım.
Son birkaç haftadır bana söylediğin her şeyi duyduğumu,
yaptığın her şeyi umursadığımı söylemek istedim.” Beni bı­
rakıp Lucas’ın ödülünü elimden aldı ve avucunda tarttı.
“Özellikle de bu iş Vegas’tayken...”
“Buraya, bu sabah yirmibir makinesinin orada tanıştı­
ğım adamla kaçmamı engellemek için geldin, değil mi?” diye
takıldım.
“Seni çok seviyorum, güzelim.”
Bu sözleri söylemeye başlaması o kadar zaman almıştı
ki hâlâ duyduğumda ürperiyordum. “Ben de seni seviyorum,
MeCrae.”
Geri çekilip elimi bırakmak istedi ama parmaklarını
daha sıkı tuttum. “Heidi’nin yanma dönmelisin,” dedi.
Kaşlarımı çattım. “Sen gidiyor musun?”
“Venetian’daki odama gidiyorum. En azından Heidi’yle
buradaki işiniz bitene kadar... Eve yarın seninle birlikte dö­
neceğim.”
88
Temas
Bir oh çektim. “Çok şükür... Bir an için sadece özür di­
lemek için geldiğini sandım.”
Eğilip dudaklarım kulağıma yaklaştırdı. “Aslında, se­
ninle evlenmek için geldim.” Benden uzaklaşırken, ağzım
bir karış halde öylece kalmış olduğumu görerek sırıttı. “Ama
sana bunu söylemeden önce özür dilemem gerektiğini dü­
şündüm, güzelim.”
89
On Üçüncü Bölüm
Lucas Wolfe
K ylie’de bir şeyler vardı.
Tanrı bilir ne kadar uzun zam andır ilk kez benden uzak
duruyordu. Bir hafta önce Las V egas’tan geldiğinden beri
böyleydi. G elir gelmez birkaç günlük izin istemişti. Ben de
aptal gibi isteğini kabul edip ne kadar izin isterse kullanabi­
leceğini söylemiştim. Ve o zamandan beri ondan yalnızca bir
kez, işe gelirken ödülümü de getirm esini söyleyen bir mesaj
attığım da haber alm ıştım. Bana yalnızca beş kelim elik bir
cevap yazmıştı: K esinlikle olm az. B ir dahakini alırsın. ;)
Bu mesajı gönderm esinin üstünden birkaç gün geçmişti
ve onun için endişelenm eye başlam ıştım . O kadar ki
M cC rae’yi -o n u da pek g ö rm em iştim - arayıp bu sefer
K ylie’ye nasıl boktan bir şey yaptığını sorm anın veya
K ylie’nin ayakkabı kutusuna benzer evine gitm enin eşiğine
90
Temas
gelmiştim. Tabii bugünkü küp çekimlerini bitirir bitirmez.
İlişkilerine karışmayacağım a karar vermiştim ama
Wyatt yine her şeyi berbat ettiyse benim de sabrım taşacaktı.
Kapı temkinli bir şekilde tıklatıldı, sonra bir asistan ka­
fasını giyinme odasına uzattı. “Bay Woife?” deyip bekle­
meye başladı. Ben ondan devam etmesini isteyene kadar
konuşmayacağını anladığımda konuşması için kafamı salla­
dım. “Bay McBride çekimlere başlamaya hazır...”
Telefonumdaki saate baktım. 13.55... Kari McBride’la
grubun bazı küplerinde birlikte çalışmıştık ve adam her za­
manki gibi dakikti.
Asistan gözlerini soyunma odasının halısına dikip alt
dudağını dişlemeye başladı. “Bay McBride’a biraz daha za­
mana ihtiyacınız olduğunu söyleyeyim mi?” Kafamı iki yana
sallayıp ayağa kalktım. Bakışlarını bana kaldırırken gözleri
kocaman açılmıştı. “Yani, kesinlikle bir sorun olmaz... Bay
McBride sizin ...” Ama ben kapıyı ardına kadar açıp yanın­
dan geçerken sesi kesildi.
“M utlu olmamı ister, biliyorum,” dedim. McBride'm
asistanı bana her an zıt yöne doğru kaçmaya hazırmış gibi
bakıyordu. O kadar göz korkutucu biri miydim ben? “Şu işi
bir an önce bitirmem lazım...”
“Evet, tabii ki...”
Setin kurulduğu yöne doğru hızlı adımlarla ilerleyen
kızın peşinden yavaşça yürüdüm. Sete vardığımızda
McBride bir grup personelin yanından ayrılıp bana doğru
geldi ve sırıtarak sırtıma vurdu.
91
Emily Snow
“Senin kısa süreli bir şeyler yapmak isteyeceğin, hepi­
mizin de işin içinde olacağı zamanın geleceğini hiç düşün­
mezdim. Bu şimdiye kadar çekilmiş en iyi YTS klibi olacak,”
diye söz verdi.
“Solo,” diye hatırlattım. “Bu klip benim kendi albümüm
için...”
McBride avucunu bronz alnına vurdu. “Kahretsin, par­
don... Seni ne zaman düşünsem aklım otomatik olarak gruba
gidiyor."
“Hâlâ gruplayım,” dedim. “Sadece şu sıralar kendim de
bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bu yüzden bugün” -önünde
yüksek bir tabureden başka bir şey olmayan simsiyah bir per­
deden ibaret seti işaret ettim - “buradayız.”
McBride içi rahatlamış gibi bir ses çıkardı. “O halde
başlamaya hazırız.” Saatine baktı. “Melanie?”
Birkaç dakika önce beni almaya gelen asistan hızla ya­
nımıza geldi ve gözlerini yerden ayırmadan durdu. Kız kısa
bir an için bana birkaç yıl önce Sienna’yla ilk tanışmamızı
hatırlatmıştı. Kırmızı her söylediğim kelimede yerinden sıç­
ramış, sürekli benden kaçınmıştı. Bense hayatım boyunca
başka bir insana karşı hiç öyle bir çekim hissetmediğimi dü­
şünmüştüm.
M elanie’ye çekim hissetm iyordum -kesinlikle hayırama kız, Sienna’yı daha çok istememe neden oluyordu.
“Evet, Bay M cBride?” M elanie bir kalemle defter çı­
kardı ama M cBride’ın direktifleri basitti.
“Christina’ya sor bakalım beş dakikaya soyunma oda­
92
Temas
sından çıkmış olur mu,” diye başladı ama hemen lafını kes­
tim. Christina ismi tanıdık geliyordu. Ve iyi şeyleri hatırlat­
mıyor, aksine ağzımda iğrenç bir tadın oluşmasına neden
oluyordu.
“Şu Christina, Hayranım Sana klibinde benimle çalışan
psikopat mı?” diye sorduğumda kafasını salladı. “O ne halt
yemeye burada?”
“Âşık olduğun kadını oynayacak, Lucas...”
İhtiyacım olan son şey, âşık olduğum kadından özür di­
lemek için çektiğim bir klipte başka bir kadının, özellikle de
Christina’nm bana sımaşmasıydı. Kafamı sağa sola salladım.
“Gönder onu...”
McBride birden tıpkı, asistanı gibi kıpkırmızı oldu.
“Başka bir aktristi öyle hemen bulamam, Lucas. Senin için
bile yapamam. Bir-iki güne yeniden çekim ayarlayabiliriz ya
d a...”
Kafamı yine iki yana salladım. “Hayır, hiç aktris olma­
yacak. Bu klibin sade olmasını istediğimi söylerken ciddiy­
dim. Sadece ben olacağım. Başka saçmalıklar olmayacak.
Etrafımda ya da tepemde dans eden aktrisler istemiyorum.
Bu sadece ben ve şarkıyla alakalı olmalı...”
McBride yüzünde kafa karışıklığıyla geri çekildi. Ama
sonunda kafasını salladı. “Melanie, hayatım, Christina'nm
menajeriyle iletişime geçebilir misin?" Melanie hemen ya­
pacağını söyleyince McBride devam etti. “Ve bana Deana'yı
bul...”
Bir tanıdık isim daha. Parmağımı doğrultarak McBride'a
93
Emily Stıow
doğru bir adım attım. “Konsept tartışması yapmaya gerek yok,
Kari. Bu klibi çekmek için bana lazım olan her şey var bu­
rada... Ekstra bir şeyler mi istiyorsun? Elimde pankart gibi bir
şeyler tutabilirim ama daha fazlası olmaz.”
K ari’m omuzları çökmüştü ve yüzünden tüm düşünce­
leri okunuyordu ve bu videonun bir felaket olacağını düşü­
nüyordu ama sonunda, “Her şeyi kontrol altına almak için
otuz dakika ara verebilir miyiz?” diye sordu.
“Ben soyunmuş odamda olacağım.”
Soyunma odama yönelirken Melanie bir yandan iPhone’undan Christina’nm menajerine ulaşmaya çalışırken, bir yandan da
beni takip etmeye başladı ve bir şeye ihtiyacım olup olmadığını
sordu. Odaya vardığımızda eşikte durup içeri girmesini engelle­
dim.
“Su içmek istersem nasıl bulacağımı biliyorum, merak
etm e,” dedim. O başka bir şey söyleyemeden içeri girip ka­
pıyı kapattım. Odanın karşı tarafındaki koltuğa oturmak üze­
reydim ki kapı açıldı. Hızla arkamı dönerken Melanie’ye, set
benim için hazır olana kadar def olup gitmesini söylemeye
hazırdım ama karşımda kardeşimi buldum. Ve içimdeki ger­
ginliğin bir kısmı yok oldu.
“Kahretsin, artık dünya yüzünden silindiğini düşünmeye
başlamıştım.”
Ama onu görmenin verdiği ferahlık yüzüme yansımış
olmalıydı ki Kylie sırıttı. “Bu sabah On Gün klibiyle ilgili
mesajını aldım ve burada olmam gerektiğini düşündüm.” Ya­
nımdan geçip kendisini koltuğa attı. Kahve sehpasının üze-
94
Temas
rindeki kâsede bulunan elmalardan bir tane almak için uza­
nırken suratını buruşturdu. “Kusura bakma, içeri girmem
uzun zaman aldı. Güvenlik görevlileri sıkıntı verdi de.”
“Adm listedeydi.” Ondan birkaç metre uzağa oturup
Wyatt’la yaşadıkları saçmalıklara dair bir işaret var mı diye
yüzünü dikkatlice inceledim. Hiçbir işaret göremeyince, “Seni
bir şey sormadan içeri almalan gerekirdi,” diye ekledim.
“Saçlarım...” İçini çekerek elini renkli saçlarından ge­
çirdi. “Kimlik kartımda saçlarım başka renk... Tekrar boya­
mam lazım ama hepsi kopacak diye korkuyorum.”
“Kylie,” dedim ama o konuşmaya devam ediyordu.
“Ödülünü getirdim.” Büyük çantasının içine elini sokup
gitar penası şeklindeki ödülü kahve sehpasına, meyve kâse­
sinin yanma koydu. “Sana vermeyecektim ama vermezsem
peşimi bırakmayacağını düşündüm.”
Eğer onun için bu kadar endişelenmiş ya da klipten
başka şeylere odaklanmış olmasaydım parmağındaki yüzüğü
görmeyebilirdim. Ama gördüm, kahretsin, görmemek ne
mümkündü. Ve tüm kaslarımın gerildiğini hissettim. “Şunun
bir iffet yüzüğü ya da adı her neyse olup olmadığını sorsam
aptal gibi görünürdüm, değil mi?”
Kylie bir kısmı yenmiş elmayı kucağına koyup elini
göğsüne götürdü ve diğer eliyle yüzük parmağım kapattı.
“Eğer iffet, evlilik demekse pek de aptal sayılmazsın.”
“Sana evlenme teklifi mi etti?” diye sorduğumda kafa­
sını salladı. Teklifi edenin başkası olup olmadığını soracak­
ken boğazını temizledi.
95
Emily Snow
“ Biz, şey, Vegas’ta başımızı bağladık. Sana söylemeyi
düşünüyordum ama grup işleriyle çok meşgulsün diye söy­
lem edim .”
Bunun gibi bir şeyi umursamayacak kadar meşgul ola­
bilir m iydi insan? “Kylie,” diye homurdandım ama ellerini
savunm acı bir şekilde kaldırıp bana yaklaştı.
“Sen sormadan söyleyeyim, hamile değilim.”
D aha yeni başlayan konuşmamız birden sona erdi,
çünkü soyunma odasının kapısı tıklatıldı. Melanie kafasını
içeri uzattığında, kardeşim de ben de ona baktık.
“Bay Wolfe, biz çekime hazırız.”
96
On Dördüncü Bölüm
Lucas Wolfe
Ne kadar zaman geçerse geçsin orospu çocuğu Wyatt’ın,
küçük kardeşimle evli olmasına alışabileceğimi sanmıyor­
dum. Bunun olacağını tahmin etmeliydim ama belki de kendi
saçmalıklarıma öyle dalmıştım ki etrafımda olup bitenlerden
habersiz kalmıştım.
Benimle çalışmayı bırakacağını da tahmin etmeliydim.
Ama turneye ve kendi albümümü piyasaya sürmeye hazırla­
nırken başıma bunun geleceğini hiç düşünmemiştim. Karde­
şim, çılgın Vegas macerasının üstünden bir ay kadar
geçtikten sonra bana haberi vermiş, kolayca şaşıran biri ol­
mamama rağmen şoka girmeme neden olmuştu,
“Öğle yemeğinin parasını sana ödetmeliyim,” dedim
ona. Onu yeni açılmış bir İtalyan restoranına götürmem için
beni ikna etmişti ama restoran boktan bir yerdi ve yemeğin
97
Emily Sncnv
yansı, beni fark eden hayranların peçetelerini ya da göğüs­
lerini imzalamakla geçmişti. “Gerçekten mi, Kylie? Lanet
olası turneden hemen önce mi?”
Dudaklannı birbirine bastırıp ince bir çizgi haline ge­
tirdi. “Söylediğim tek bir kelimeyi bile dinledin mi, Lucas?”
İlık ve tatsız biramın geri kalanını kafama diktim.
“Wyatt ve New Orleans dediğini duydum. Pardon, bir şey mi
kaçırdım?”
“Pisliksin ya...” Çatalım benim spagettime batırıp ağ­
zına götürdü ve makarnanın tadıyla yüzünü buruşturdu. “Of,
bunun tadı iğrenç... Kusura bakma, Lucas...”
Omzumu silktim. “Ben, McCrae’yle birlikte eşyalannızı
toplayıp Louisiana’ya taşınacak olman konusunda daha çok
endişeliyim, boktan yemekleri boş ver.” Garsonumuza işaret
edip ağzımı kıpırdatarak hesabı getirmesini söyledim. “İyi
olacak mısın, Ky?”
“New Orleans’ta olsam bile seni hizaya getiririm ben,
seni asla terk etmem.”
“Ama iyi olacak mısın?” diye tekrar ettim.
“ İyi olacağımı düşünmesem gitmezdim.” Garsonun ma­
saya bıraktığı hesabı hemen aldı. “Merak etme, ben hallede­
rim .”
Tabii muhtemelen işteki kredi kartıyla halledecekti.
Cüzdanını karıştınrken onu dikkatlice inceledim ve nakit
kullandığını görerek şaşırdım. “Peki neden taşınıyorsun?”
Parayı masanın kenarına doğru kaydırırken omuzlarını
kaldırdı. “Yeni bir başlangıç... Burada çok fazla yükümüz var
98
Temas
ama oradaki geçmişimiz çok güzel. Bu yüzden akıllıca geldi.
Hem aramızda uçakla sadece birkaç saat olacak.” Ona öylece
bakmaya devam ettiğimi görünce içini çekti. “Eğer Sienna
şu anda hayatında olsaydı ve yeni bir başlangıç yapabilecek
olsaydın sen de toplanıp gitmez miydin?”
Tabii ki de giderdim. “En ufak bir şüphe duymadan...”
Kardeşimin yüzünde yavaşça bir gülümseme belirdi.
“Yani ne düşündüğümü anlayabiliyorsun.” Kafamla negatif
mi pozitif mi olduğu belli olmayan küçük bir hareket yaptı­
ğımda konuşmaya devam etti. “Yaptığımı onaylıyorsun,
değil mi? Çünkü bunu başkalarına anlatmadan önce bunu
senden duymak istiyorum.”
Kylie böyle konuştuğunda zor durumda kalıyordum. O
da bunu biliyordu. Garsonumuz hesapla parayı alıp gidene
kadar bekledim. “Seni mutlu edecek her şeyi onaylarım.”
Oturduğu yerde arkasına yaslandı. “Güzel... İnanılmaz
güzel... Kahretsin, Lucas, bunu babama söylemekten çok,
sana söylemekten korktum.”
“Öyle olmalı zaten...”
Gitmek için kalktığımızda çantasını karıştırıp bana bir
parça kâğıt uzattı. “İlgileneceğini düşündüm.”
“Maaşına zam yapmayacağım.”
Kahkaha atarak geri çekildi. “Sadece bir düşün, senin
için iyi olacaktır.”
Kâğıdı cipime bindikten sonra açıp okuduğumda kafamı
iki yana sallayarak kahkaha attım. Bu, Tennessee dağlarında
bulunan bir yazlık evin kayıtlarıydı. Bu tam tipik Kylie
99
Emilv Smnv
işiydi. Kâğıdın üstüne düzgün el yazısıyla bir de not ekle­
mişti.
Son aldığın evi kaybettiğin için Sienna ’vı geri kazanma­
dan önce buna bir göz atmak istersin diye düşündüm. Parası
için de endişelenme... G oogle’dan net servetini öğrendim.
K ylie'nin minik arabasının yanım dan geçip gitmesini
izlerken hâlâ kafamı sağa sola sallıyordum. Penceresi kapa­
lıydı ama kafasını bana doğru çevirdiğinde ne dediğini tam
olarak biliyordum.
“ Beni hayal kırıklığına uğratma...”
Sonraki ay boyunca “On Gün’ un klibini, M cBride’la iki
kez daha çektik. Kylie bana dosyayı gönderene dek, en yeni
versiyonu yayın gününe kadar tam olarak izlememiştim
bile... Klibi kardeşim in alm am için ısrar ettiği dağ evinin
oturma odasında, tek başıma izledim. Bu grupla yaptığımız
hiçbir klibe benzem iyordu ama anlatmak istediğim şeyi tam
olarak gösterecekti. Sade ve açıktı, doğruydu.
Ki ip sona erdikten birkaç dakika sonra K ylie’den bana
iyi şanslar dilediğini söyleyen bir mesaj aldım. Yarın Sien na'y a gitme planımın hâlâ geçerli olup olmadığını da sor­
m uştu. Ona kahrolası bir dönek olmadığımı söylediğimde
Kylie bir kez daha iyi şanslar diledi.
Yakınlardaki bir bara gidip döndükten sonra yatağa gitti­
ğimde zihnimi Sienna’yla yaşadığımız güzel şeyler kaplamıştı.
Bu anılarda Sienna, Atlanta’daki otel odamızın banyosundan,
100
Temas
aletimin anında sertleşmesine neden olan siyah dantel bir el­
biseyle çıkıyordu. Ama mavi gözleri kalbini binlerce parçaya
ayırmışım gibi değil de çoğu erkeğin sahip olmayı dilediği ba­
kışlarla bakıyordu.
“Bu akşam işimiz bittiğinde, ” dedim, onu kendime çe­
kerek, “Bu lanet olası şeyi parçalara ayıracağım ve seni şu
yatağın her köşesine bağlayacağım. "
Sienna dört direkli yatakla çoktan tanışmış olsa da ar­
kasına hızlı bir bakış attı. “Elbisemi yırtmayı istemezsin, "
diye fısıldadı dudaklarıma doğru.
D ilimi yumuşacık dudaklarında gezdirdikten sonra du­
daklarımı boynuna indirdim. “Neden istemeyeyim? "
“Kıyafetlerimi yırtıp durursan dışarı çıkarken giyecek
bir şeyim kalmayacak... ”
Boynuna doğru hırıldadım. “O zaman sana yenilerini
alırım. ”
“Ve muhtemelen onu da yırtarsın, " dedi. Elbisesinin
eteğini kalçalarında yukarı kaydırıp önünde diz çöktüğümde
nefesi kesildi. “Ne yapıyorsun ? ” diye sordu kesik kesik soluk
alırken.
“Seni şimdi becermek istiyorum. ” Hayır, bu doğru de­
ğildi. Şim di onun içinde olmaya ihtiyacım vardı. İstek aşa­
masını geçm iştik artık. Sadece onunla bulabildiğim kaçışa
ihtiyaç duyuyordum.
“Lucas, ” diye konuşmaya başladı ama kalçasını avuçladığım da dişlerinin arasından derin bir nefes aldı. "Cil­
la ’nın partisi. ” diye hatırlattı.
101
Emily Smnv
Cilla nin partisi zerre kadar umurumda değildi ve onun
da benim le aynı düşüncede olduğunu biliyordum. Uzun ba­
cakları deli gibi titremeye başlamıştı bile. Ben kiilodunu
aşağı indirirken, parm aklarını omuzlarıma gömdü. Dilimi
merkezine değdirebilmek için bacaklarından birini omzumun
üstüne atarken inleyerek adımı söyledi.
Ve saçımı çekti.
“Sakinleş... " Saçlarımı daha sert çekince poposuna bir
şaplak attım. Teninden çıkan ses odada yankılandı. Sienna
iirpererek ellerini gevşetti. “Tanrım, tadın çok giizel... ”
“Ya sen? ” dedi inleyerek.
Klitorisine doğru nefesimi verdim, dilimi sürttüm, sonra
aynı şeyleri tekrarladım. “Ben ne? ”
“Seni mutlu etmek istiyorum. İstiyorum ki... " Ama di­
limi üstünden ayırmadan onu zemine çekerek lafını kestim.
Nefes nefese kalana, neredeyse şarkı söylermiş gibi inleyene
kadar devam ettikten sonra durdum. Çıkardığı sesleri elimle
kapatıp dilimi dudaklarının arasına kaydırdım ve o dilimden
kendi tadını alırken pantolonumu indirmeye başladım. Ne
kadar zor olsa da ondan ayrıldığımda mavi gözlerini aletime
indirdi. “Onu taktığını fa r k etmedim bile... ”
Kondomuma bakan bakışlarını takip edip sırıttım. “Çok
vetenekliyimdir. " Karşılık vermeye yeltendi ama kafamı iki
yana salladım. "Eğil, Si... "
O da kafasını iki yana salladı ama başparmağımı klito­
risine sürttüğüm de kafasını sallamayı bırakıp ürpermeye
başladı. “Lütfen, seni görmek istiyorum, ” diye yalvardı.
102
Temas
Bir an için ona öylece bakıp dişlerini ve kalçalarını sık­
masını izledim, sonra kabul edip başımı salkıdım. “O zaman
gel buraya... ”
O anda soğuk terler içinde uyandım ama anının nasıl
sonlandığını biliyordum. Sienna’nm nasıl hissettirdiğini, ta­
dının nasıl olduğunu biliyordum. Ve beni ne kadar çok sev­
diğini tekrar tekrar nasıl söylediğini... Bense onu mahvetmiş
berbat bir adamdım.
Ve tabii ki de saat sabahın kahrolası üçü olmasına rağ­
men kalkıp bir Sam Adams içtim ve kendimi, o gecenin nasıl
bittiğini, onu nasıl becerdiğimi hatırlamaya zorladım.
Ertesi akşam arabama atlayıp Nashville'e doğru yola çı­
karken aramızdaki her şeyin bitmiş olması ihtimalinin büyük
olduğunu biliyordum.
Ama kardeşimin bir sürü lanet olası Chevelle şarkısını
doldurduğu çalma listesindeki şarkıları dinlerken umudumu
yine de koruyordum.
103
Aileme...
Tüm hayallerimi desteklediğiniz için teşekkürler...
Ve okurlarıma...
Bu hayalleri gerçeğe dönüştürdüğünüz için teşekkürler...
Giriş
Lucas Wolfe
Audi A 8’imi ana yoldan çekip Sienna’nın evine giden
özel yola sokarken, bakışlarımı gösterge paneline çevirdim.
Saat 20.57’ydi.
Video klip başlamadan üç dakika önce, ikimiz için bir ge­
lecek olup olmadığını öğrenmeden dört dakika, otuz dokuz sa­
niye önce varmıştım buraya. Dijital saat ilerlemeye devam edip
neon ışıklar 20.58’i gösterirken kendimi sahneye ilk çıktığım za­
manki gibi hissediyordum. İçimde kahrolası bir karmaşa vardı.
E traf pek karanlık değildi, ancak birisi, eminim Sienna’nın büyükannesi yürüyüş yolundan ahşap ön basamak­
lara kadar iki düzgün sıra halinde, güneş ışığıyla çalışan
lam balar dizmişti. Loş bahçe ışıklarını takip ederek Sienna’ya gitmek için arabayı ilerletmeye başlamıştım ki bunu
yapmamam gerektiğini düşündüm.
109
Emily SrıoH’
Bunun sürpriz olması gerekiyordu.
Arabayı park edip motoru susturdum. İnip kapıyı müm­
kün olduğunca sessiz bir şekilde kapattıktan sonra evden çok,
yola yakın durduğumu fark ettim. Bu biraz ironikti. Bir za­
m anlar bu ev bana aitti. Beş ay önce Sienna’yı kendime
yakın tutabilmek için bunu kullanmış, büyükannesinin ipo­
tekli evini ona vermem karşılığında benim için on gün çalış­
masını önermiştim.
Ama sonunda korkularım yüzünden hem evi hem de ka­
dınımı kaybetmiştim.
“Kahrolası geri zekâlı,” diye mırıldandım.
Bir başka yazlık ev aldığım Gatlinburg’den buraya yaptı­
ğım üç saatlik yolculukta; Sienna’ya yaptığım, beni bu noktaya
getiren şeyleri düşünme fırsatım olmuştu. Bu düşüncelerin ber­
bat bir zehir gibi beynimde dolaşmasına izin verdikten sonra,
bir buket çiçek ya da bir hediye almak için durmayı düşünmüş,
ama bu fikirden hemen vazgeçmiştim. Sienna öyle bir kadın
değildi, hiç de olmamıştı. Ya özrümü kabul eder ya da defolup
gitmemi söylerdi ama paramla aldığım bir şeyi kabul etmezdi.
O Samantha gibi değildi.
Sürtük eski karımın ve bana uzattığı elinin düşüncesiyle
yumruklarımı sıkarak ön basamakları tırmanıp omzumu ka­
pıya yasladım. Buradan kendi müziğimin sesini duyabiliyor­
dum. Bu benim ilk solo projem ve “Sam Günleri” olarak
adlandırdığım zamandan beri, mahvettiğim bir şeyi düzelt­
mek için ilk gerçek girişimimdi. Şarkının bitmesini bekler­
ken göğsüm sanki bir ya da iki bardak asit içmişim gibiydi.
1J0
Temas
Acıya yabancı biri değildim aslında, eski karımı ne zaman
görsem, iplerimi elinde tutmasına ne zaman izin versem ya
da kendi yaptıklarımı ne zaman düşünsem tek hissettiğim acı
oluyordu ama beş ayın böyle kahrolası bir şekilde berbat ge­
çeceğini hiç düşünmemiştim.
Gerçi bir daha hiç kalkmak istemememe neden olacak
kadar kötü düşeceğimi de düşünmemiştim.
Şarkı sonunda bitti. Sienna’nın derin bir nefes aldığını
duydum. Dahasmı bekliyordu, benim istediğim de buydu ve
bu sonu ona vermesi gerekenin ben olduğumu biliyordum.
Yüz yüze...
Binlerce insanın önünde gösteriler yapmış biri olmama
rağmen, kapıyı tıklatırken deli gibi gergin hissediyordum.
Sienna’nın kapıya bakması uzun sürdü. O kadar ki ne­
redeyse beni reddedeceğini düşünmeye başlamıştım. Sienna
akıllı biriydi. Dışarıda kendisini bekleyenin ben olduğumu
anlamış olması muhtemeldi. Kapıyı açmamasının, yüzüme
karşı o sözleri söylemesinden daha körü hissettireceğini bi­
liyor olmalıydı.
Ama sonunda kapı gıcırdayarak birkaç santim açıldı, ar­
dından biraz daha açıldı ve onun yüzünü gördüm. İçimde pat­
layan adrenalinle onun için yazdığım şarkının sonunu
getirdim. Bu son kısım yalnızca ikimize ait olabilsin diye şar­
kıyı özellikle bitirmemiştim.
“Yazdıklarımızın doğru olmadığını söyle,” dedim ne­
fessiz bir şekilde. Elimi Sienna’nm yanağında kaydırırken
son notada sesim çatlamıştı.
ııı
Ernily Sn o w
Sienna iirperdi. Atlanta’da onu bıraktığımda göründüğü
kadar güzel görünüyordu. Ama üstünde, vücudunun merke­
zine ulaşmak için yırtmak istediğim daracık siyah bir elbise
değil, bacaklarını mümkün olamayacak derecede uzun gös­
teren soluk renkli bir kot şort ve beyaz askılı bluz vardı.
Uzun, kırmızı saçlarını kafasının tepesinde sıkı bir atkuyruğu
yapmıştı, tıpkı benim sevdiğim şekilde... Ona sahip olma is­
teğiyle beni delirten şekilde...
Bana bu kadar yakın olduğu o son ana benzer tek bir şey
vardı, o da yüz ifadesiydi. Mavi gözleri, nemli yanakları ve
sıkılmış dişleriyle korkmuş görünüyordu. Bunu ona ikinci
kez yaptığım için kendimi pislik gibi hissettim.
Sienna öfkeli bir şekilde silkinerek elimi uzaklaştırdı.
“Burada ne arıyorsun, Lucas?”
Buraya üzgün olduğumu, seni sevdiğimi söylemeye gel­
dim.
“İki günün kalmıştı.” Sesim yine ukala rock yıldızı to­
nunu almıştı, bu Sienna’yı uyuz ediyor olmalıydı. Ağzı açık
kalmıştı ve bana alnımdan bir penis çıkmış gibi bakıyordu.
“işim in bitliğini söylemiştin.”
Bunu unuttuğumu mu sanıyordu? Ne kadar yıl geçse de,
hayatıma ne kadar insan girip çıksa da onu kendimden uzak­
laştırdığım anı asla unutamayacağımı bilseydi keşke.
Pişmanlıklardan oluşan bir listem vardı ama o an, otel
odası suratıma kapanmadan çok önce listenin en başında yeriöi almıştı. Bundan daha çok pişman olduğum tek şey vardı,
o da son birkaç yıldır beynimi yiyordu zaten.
112
Temas
Sienna kaşlarını öfkeyle çatarak eve doğru geriledi.
Yanlış tarafa gidiyordu. Kaybetmek üzere olduğumu biliyor­
dum. Onu kaybediyordum. Ve bu katlanamayacağını bir
şeydi, çünkü ona ihtiyacım vardı.
“Bir kontrat imzaladın,” diye hatırlattım ona. Bu çok,
çok alçakça bir davranıştı. Sienna kapıyı yüzüme çarpmak
için sıkıca kavrarken, kafasını inanmazlıkla iki yana sallı­
yordu. Sesimi yumuşatarak ekledim. “Ayrıca, ben kahrolasıca bir aptalım.”
Haksız olduğumu itiraf etmek işe yaramıştı, çünkü Sienna’nın mavi gözleri hızla bana döndü ve gırtlağından bo­
ğulurmuş gibi bir ses yükseldi. Kapıyı bırakıp tereddütle
bana doğru hareketlendi. Sonra bir adım daha attı.
Bir adım geri, iki adım ileri...
Bir yerlere varabildiğim sürece bunu da kabul edebilir­
dim.
“Bundan vazgeçmeyeceğim." Onu sertçe kendime çek­
tim. Güzel kokuyordu, çok güzel kokuyordu. İlk tanıştığı­
mızda duyduğum elmalı duş jeli kokusu vardı üstünde.
“Senden vazgeçmeyeceğim,” diye tekrarladım.
Çünkü hep onu isteyecektim ve unutabileceğimi düşün­
düğüm için kahrolası aklımı kaçırmış olmalıydım.
Sienna’nın yüzünden birkaç farklı duygu geçti. Şehvet
ve öfke... Aşk... Korku ve acı... Tüm bu duyguların sorum­
lusu olduğumun farkmdaydım ve kötü olan duygular yüzün­
den kendimden nefret ediyordum.
Sienna derin bir nefes aldı, sonra tıslar gibi konuştu.
113
Emily Snou-
“Yaptığın canımı yaktı, Lucas.” Çenesini göğsüne doğru eğ­
diğinde hafifçe kayan atkuyruğunu izledim. İçinden sayı­
yordu. Beşe ulaştığında hızla gözlerini kaldırdı. “Kendimi
sana vermemi istedin sonra bana siktirip gitmemi söyledin...”
Mesele bu değildi. Onu bırakmak istememiştim, hatta
öyle bencildim ve onunla olmaya kendimi öyle kaptırmıştım
ki Samantha’nın, mutluluğu bir nebze olsun tatmama izin
vermediğini unutmuştum. Eski karımın beni ve Sienna’yı
mahvetme tehdidinin tehlikeli bir şekilde gerçek olduğunu
unutmuştum.
Sienna boğazını temizleyerek düşüncelerimi Sam’den
uzaklaştırıp o ana döndürdü. “Şimdi beni yine mi istiyor­
sun?”
Onu daha sıkı kavradım, çünkü titriyordu. “Seni hep is­
tedim ben. Sadece beni geride tutan saçmalıkları def etmem
biraz zaman aldı.”
“Sam?”
Kafamı salladım. Sam’e, hayatımı yaşamamı engelledi­
ğini söylediğimde ağlamaya başlamıştı. Bana yalvarmıştı. Ve
sonunda, aylarca süren uğraşlardan sonra sakince geri çekil­
mişti, tabii ben şartları kabul edince...
Anlaşma yapmaya da değmişti.
Burnum Sienna’nm gözyaşlarıyla ıslanmış burnunun
ucuna değene kadar kafamı eğdim. “Eğer benimle olursan
Sam beni mahvetmeye çalışacak. Seni de mahvetmek iste­
yecek, çünkü seni sevdiğimi biliyor. Bunu bilmelisin. Elinde
benim aleyhimde ne olduğunu bilmelisin k i..
114
Temas
Ama parmaklarını dudaklarıma dayayarak konuşmamı
engellediğinde içim rahatladı. Şimdi ne halt söyleyecektim
ben?
Elindeki koz senden, her şeyden uzaklaşmama neden
olabilir. Ve bunun geri dönüşü olmayabilir.
“Tanrı cezanı versin, Lucas,” dedi Sienna. Ama yüzünde
yumuşak bir tebessüm vardı. Elini ağzımdan boynuma doğru
kaydırdığında narin bileğinin iç kısmını öpmek için kafamı
hafifçe çevirdim. Sienna ürperdi ama beni bırakmadı.
“Kızgın olduğunu biliyorum,” diye başladım. Muhte­
melen uzun bir süre boyunca, aylarca, belki yıllarca kızgın
olacaktı. “Ve bunu yapmanın zor olacağını da biliyorum ama
sadece denemeni istiyorum. Boktan meselelerimi birlikte at­
latmak için bana bir şans vermeni istiyorum. Beni tekrar
umursayabileceğim bilmeye ihtiyacım var.”
Hayatımdaki en uzun kahrolası an boyunca Sienna, yü­
zünde duygusuz bir maskeyle öylece durdu. Beynimden her
biri diğerinden berbat yüzlerce düşünce geçerken kafasını
bana inanamıyormuş gibi iki yana salladı ve “mankafa” gibi
bir şeyler mırıldandı. Sonra başını omzuma yasladı ve göz­
yaşları tişörtüme akmaya başladı.
“Sana borçlu olduğum iki günde çok şey olabilir,” diye
fısıldadı. “Ama haklısın. Seni sevmekten vazgeçtiğimi düşündüysen tam bir aptalsın.”
“Ben de seni seviyorum, Sienna,” diye homurdandım
ve yüzünü ellerimin arasına aldım. “Sevmekten hiç vazgeç­
meyeceğim.” Sonra onu kendime çekip her tarafını okşa­
115
Emily Sno\v
maya başladım. Sienna’nın dudakları istekle açıldı ve dili ağ­
zıma kaydı. Tadı çok güzeldi. Bu tadı bir daha asla kaybet­
memek için kendi kendime söz verdim.
Bu kadını yanımda tutmak için savaşacaktım.
Geri çekilirken Sienna’nın gözleri hâlâ kapalıydı ama
vücudunu aletime bastırdığımda gözlerini açtı ve bedenleri­
mizin arasına bir bakış atıp boğazını temizledi. “Seni becer­
mem gerek,” dediğimde geri çekilip eliyle göğsünü
ovuşturdu. “Burada değil de başka bir yerde olsaydık şu anda
içinde olurdum, Kırmızı.”
“Büyükannem burada değil...” Ama sonra kafasını iki
yana salladı. “Buradan birkaç kilometre uzakta oteller var.”
“Benimle gel...”
“Ne?”
Park edilmiş arabama işaret ettim. “İki gün... O iki günü
şimdi istiyorum.” Bu çok cesurca bir hareketti ama Sienna
hemen karşı gelmedi.
Alt dudağını ısırdı. “Hemen şimdi mi?”
“Evet...” Dudaklarını kemirmesini engellemek için baş­
parmağımı dudaklarının üstünde dolaştırdım. Sienna gözle­
rini benimkilere dikerek parmağımın ucunu ısırdığında hırsla
homurdandım. Niye böyle şeyler yapmak zorundaydı ki?
“Üzgünüm, Si. Bunu kanıtlamak için de bir şansa ihtiyacım
var.”
Sienna eve doğru gerileyip benim de girmem için işaret
etti ama ben eşikte kaldım. “Gidip eşyalarımı toplamam
lazım,” dedi, başparmağıyla omzunun arkasındaki merdiveni
116
Temas
işaret ederek. “Ve büyükannemi aramam gerek, burada değil
de...” Yüzü kızarmıştı. Kafasından, benimle gelmeden önce
yapması gerekenlerin listesini yaptığını görebiliyordum.
Ama birden ifadesi bulutlandı ve dudakları büzüldü. “Lucas,
sen n e ...”
Ve o anda yine göğsümde kızgın bir acı patladı. Sienna
bana güvenmiyordu ve bu beni mahvediyordu. Ama ne bek­
leyebilirdim ki?
“Benimleyken sana hiçbir şey olmayacak,” diye söz ver­
dim. Sonra kaşlarımı kaldırarak ekledim, “Kötü bir şey ol­
mayacak. Daha önce yapmam gerekenleri yapacağım.
Yanımda olmana ihtiyacım var, çünkü sensiz müzik yapamı­
yorum.”
Onu tamamen kazanmamı sağlayan da bu söz oldu.
Sienna tişörtümün yakasından tutarak beni kendisine
çekip ensemi kavradı. Haşin ve talepkâr dudakları bana az
önceki otel konuşmasını hatırlattı. Kendimi ondan uzaklaş­
tırıp aramıza mesafe koydum.
“Bunu bir daha yapmak yok, yoksa seni şuracıkta, kapı eşi­
ğinde becerme konusunda fikrimi değiştiririm,” diye uyardım.
Kontrol kahrolası arkadaşındır, diye hatırlattım kendime
derin bir nefes alarak.
“Hazırlanmak için bana bir saat ver.” Sienna eve doğnı
geriledi. “Çok uzun sürmez...”
Hazırlanması sadece yarım saat aldı. Ben valizini, onu
beklerken eve yaklaştırdığım arabamın bagajına yerleştirdik­
ten sonra Sienna yolcu koltuğuna geçti. Titrek bir netes alıp
117
Emilv Snow
kafasını yumuşak deri başlığa yasladı ve ben arabayı çalıştı­
rırken bana döndü. “Seni seviyorum, Lucas.” Kahretsin, bu
kelimeleri onun ağzından duymaktan hiç bıkmayacaktım.
“ Ben de seni seviyorum.”
Garaj yolunun sonuna vardığımızda aklıma bir şey ge­
lince frene asıldığımda Sienna şaşkınlıkla kaşlarını çattı.
Sonra orta konsoldan kırmızı renkli, geniş bir kumaş çıkar­
dığımda dudaklan bilmiş bir tebessümle gerildi. “Yine dikkat
egzersizi mi, Lucas?” diye sordu, ben kumaşı gözlerine bağ­
larken.
“Hayır ama artık sürprizler senin en iyi arkadaşın...”
Sienna bir kereliğine olsun bana karşı gelmedi.
118
Birinci Bölüm
Sienna Jensen
Lucas’ın arabası yavaşlayarak durdu ve motoru durdur­
duğunda Cavo’nun şarkısı da yanda kesildi. Sürücü kapısının
açılıp kapanma sesiyle ciğerlerimdeki havanın birden boşal­
dığını hissettim. Bu soluksuz anı, içime dolan ani heyecanın
tadını çıkarttım.
Neredeyiz ve kendimi nasıl bir işin içine soktum?
Şortumun eteklerini kavrarken Lucas’ın beni getirmiş
olabileceği yerleri düşünüp hayal gücümün deli gibi işleme­
sine izin verdim. Otelle havalimanını listeden çıkarmıştım.
Bana saatler gibi gelen bir süredir yoldaydık ve büyükanne­
min evi Nashville Havalimanı’na bir taş atımı uzaklıktaydı.
Peki geriye ne kalıyordu?
Sonunda düşünmekten bıkarak elimi gözümdeki ku­
maşa götürdüm ama o anda yolcu kapısı hızla açıldı. Lucas
119
Emily Snow
boğazını temizledi. Onu göremesem bile ela gözlerinin ya­
nağımda yakıcı bir yol çizdiğini hissedebiliyordum.
“Geldik,” diye bildirdi ama somlarımın hiçbirine cevap
olmamıştı.
“O kadarını anladım. Burası neresi tam olarak?”
Elini bileğime sarıp sert parmak uçlarını tenime bastı­
rarak beni kendisine çekti. Biraz sendelediğimde terliklerim­
den birinin ucu kıvrıldı ve sıcak zemin ayak parmaklarıma
değdi. Lucas hemen düşmemi engelledi ve diğer elini kalça­
mın kıvrımına koyarak düzgün durmamı sağladı.
“Dikkatli ol,” dedi alaycı bir şekilde. “Seni tek parça
olarak istiyorum.”
Şimdi göğüs göğse dumyorduk. Gece esintisi tenleri­
mize vuruyordu ama üşümüyordum. Lucas yakınımdayken
üşümezdim. Kokusunu içime çekerken dilindeki nane tadını
neredeyse alabiliyor gibiydim.
Kendimi aksine ne kadar inandırmaya çalışsam da bu
adamı içime çekmeyi özlemiştim.
“Lucas...” Sesim ince ve gergindi. “Neredeyiz?”
Lucas bileğimi bırakıp iki elini de vücudumda dolaştır­
maya başladı. Dokunuşu tenimi alevlendiriyordu. Elleri ya­
naklarıma ulaştığında durdu.
Hafifçe
kıkırdamasının
nedeninin kızarmış yanaklarım olduğundan emindim.
“Çok fazla som soruyorsun. Hep böylesin.” Parmakla­
rım ipeksi kumaşın altına kaydınp dudaklarını kulağıma yak­
laştırdı. “Anın tadım çıkar...”
“Bunu yapmak zor, özellikle de kahrolası hiçbir şey gö­
120
Temas
remiyor,” diye başladım ama Lucas kumaşı gözlerimden çek­
tiğinde bir anlığına nefes alma yeteneğimi kaybettim.
Egzotik bir güzelliğe; yanık bir ten, dolgun, seksi du­
daklar ve mükemmel düzgünlükte bir burna sahip olan Lucas’ın uzun, kaslı bedeni benimkinden bir on beş santim
kadar uzundu. Bakışlarımı, ayakkabılarından dövmeli kolla­
rına kaydırdım ve neredeyse ensesine değen uzun, koyu kah­
verengi saçlarla kaplı kafasına ulaşınca durdum. Bu adam
tamamen erkeksi ve muhteşem biriydi ve anladığım kada­
rıyla bu gece tamamen bana aitti.
Güçlükle yutkundum. Evet... Bunu sindirmek biraz
uzun sürüyordu.
“Çok şaşkın görünüyorsun,” dedi.
Geçen birkaç saatte aramızda olanlardan sonra nasıl gö­
rünmemi bekliyordu acaba? “Şaşkınlığım yakın zamanda ge­
çecek gibi değil...”
Lucas’m yüzünden beni rahatsız eden yeni bir duygu
geçti. Bu anı etrafı doğru düzgün inceleyebilmek için fırsat
olarak kullandım. Ayın loş ışığının altında sadece dağlar ve
gür ağaçlar görünüyordu. Çevredeki tek ev, önümüzdeki üç
katlı, lüks, ahşap evdi. İkinci katında yerden tavana pencereleri
olan ev büyükannemin Nashville’deki evinden iki kat büyüktü.
“Neredeyiz?” diye tekrar ettim.
“Gatlinburg,” dediğinde kaşımı kaldırdım. “Seni tama­
men kendime saklamak istedim. Hiçbir kesinti olmadan ge­
çireceğimiz bu iki günde seni geri kazanıp mahvettiğim
şeyleri düzelteceğim.”
121
Emily Snon'
Destansı pislikliğini telafi etmek için iki gün yeterli ge­
lecek miydi? Bu adam ikna gücüne ne kadar inanıyordu! Du­
daklarımı kıvırdım. Ne düşündüğümü neredeyse söyleyecek­
tim ama sonra dilimi ısırdım. “Tamamen kendine ha?”
Kafasını salladığında birkaç saç tutamı gözlerine düştü.
“Aylar önce yapmam gerektiği gibi... Yeni bir başlangıç ola­
cak bu..." Beni çevirip yanına çektikten sonra avucunu ko­
lumun iç kısmından aşağı kaydırıp parmaklarını benimkilere
geçirdi.
Elini sıkıca tuttum. Elimi, beni bırakmasını istemiyor­
dum.
Lucas valizlerimizi arabadan indirirken ben de evin ilk
katını keşfe çıktım. Salonun ortasında bulunan, bacası tavana
kadar yükselen gri, taş şömine dışında bu evde ahşap bir tatil
evinden beklenecek rustik çekicilik yoktu. Şöminenin etra­
fını saran U şekilli siyah deri koltuktan, kiraz ağacından ya­
pılma siyah mobilyalara ve mutfaktaki siyah granit
tezgâhlara kadar her şeyde karamsar ve seksi bir hava vardı.
Burası kesinlikle tanıdıktı.
Sırtımı çelik buzdolabına yaslayıp gözlerimi son model
eşyalarla dolu geniş mutfakta dolaştırdım. Bu mutfakta her
şey vardı; ikili fırın, granit tezgâhın üstünde duran sayısız ev
aleti, at nalı şeklindeki ada tezgâhın üstünde duran, içi düzi­
nelerce şişeyle dolu şarap rafı...
Sonra kafama dank etti: Bu evin içi bana Lucas’ın Los
122
Temas
Angeles’taki dairesini hatırlatıyordu. İki yıldan uzun bir süre
önceki felaketle sonuçlanan ama unutulması mümkün olma­
yan randevumuzda orada bulunmuştum.
Buzdolabından ayrılıp mutfağın sağ tarafında kalan çift
kanatlı kapıya yönelip oturma odasına döndüm ama ön ka­
pının çarpılma sesiyle olduğum yerde kaldım. Lucas antrede,
sırtı bana dönük şekilde duruyordu. Tavana gömülmüş lam­
baların loş ışığında bile sert kaslarını ve tenine çizilmiş de­
senleri hayranlıkla izleyebiliyordum.
Ağzım kurudu. Giysilerinin altında saklanmış daha pek
çok dövme vardı. Hepsini keşfetmek için sabırsızlıkla bekli­
yordum.
Ellerimi şortumun ceplerine sokup birkaç metal paranın
şakırdamasına neden olunca dikkati çekilen Lucas yavaşça
döndüğünde yüzünü profilden daha iyi görebildim. “Hiç dur­
madık. Bu yüzden bir şeyler yemen lazım...”
“Sen gelmeden bir saat önce akşam yemeği yemiştim.”
Ona doğru bir adım attım. “Burası muhteşem ötesi...” Her
biri midemin daha da büzülmesine yol açan iki büyük adım
daha attım. “Bu ev sadece haftalık kiralanmış bir yer değil,
değil mi?”
Antreye adım attığımda Lucas iyice bana döndü. Ela
gözlerindeki bakış karşısında olduğum yerde donakaldım.
Lucas Wolfe asla duygularını gösteren bir insan olmamıştı,
eh, öfke, ilgisizlik ve tutku dışında... Ama bu gece?
Bu gece resmen aklımla oynuyordu. Ama sebep o ol­
duğu sürece buna alınabilirdim-
K m ily S no\v
"S enin," dedi.
"B ir dakika, /?<■?"
Lucas bana yavaşça yaklaştı. “ Beni duydun, Kırmızı.
Bu evi sana aldım ." Boğazını tem izleyip geniş avucunu yü­
zünün muhteşem hatlarına sürdü. “Kumarda berbat olduğum
için en son aldığım yazlık evi, bir iddiada kaybettim. Bu ne­
denle bu ev bizim için, Sienna... Seninle benim için...”
Bizim için... Seninle benim için...
Beni hazırlıksız yakalayan bu kelim eler kalbimin etra­
fını sarıp sıktı. Lucas, karşısındaki kadının iç çamaşırını
anında çıkarmasına neden olacak o tebessüm lerinden birini
alıp, ön kapının yanındaki duvarda asılı olan alarm sistemini
çalıştırm ak için döndü.
Vay can ın a... vay canına.
Eğer dün birileri Lucas-A'tf/jw/<?.s7-Wolfe'la yeniden gö­
rüşüp görüşmeyeceğimi sorsa sadece gülerdim. Lucas’la aram ızdakiler bitmişti. O beni en azından aram ızdakilerin
y ürüm esine yetecek kadar istemiyordu ve zaten benim de bir
rock yıldızının dünyasında yerim yoktu.
Tam ona âşık olduğumu anlamıştım ki Lucas beni ken­
disinden uzaklaştırmıştı.
Şimdi, bizim için aldığını söylediği evde dururken, binle­
rinin Lucas Wolfe’la bir geleceğimiz olup olmayacağı hakkında
bir şey sormamış olmasının iyi olduğunu düşündüm. Çünkü
cevabım kesinlikle hayır olurdu ve tabii ki aptal gibi görünür­
düm. O sırada iki kez bipleyen alarmla irkildim. Kafamı kal­
dırdığımda Lucas’ın kalın kaşlarının çatıldığını gördüm.
124
Temas
“Sen iyi misin, Sienna?” Kafamı salladım ama ikna olmuş
görünmüyordu. “Çünkü yüzünde o lanet olası bakış var.”
Şimdi kaş çatma sırası bendeydi. “Neden bahsediyor­
sun?”
Lucas iki adımla bana yaklaşırken klasik siyah Converse
ayakkabılarının tabanları yerde gıcırdadı. Ben bir kadın için
fazlasıyla uzundum, tam olarak söylemek gerekirse boyum
1.77’ydi ama Lucas benden birkaç santim uzundu. Yüzüne
bakmak için kafamı geri yatırmam gerekiyordu.
“Söylemek istediğin bir şey olduğunda takındığın
bakış... Güven bana, ne diyeceğini duymak istiyorum.”
Kollarımı göğsümde birleştirmek için kaldırdım ama
Lucas bileklerimi tutarak beni sert vücuduna doğru çekti.
Gözümdeki kumaşı çıkardığından beri bana ilk kez dokunu­
yordu. Daha fazla dokunması için ölüyordum. Onunla beş
saatten az vakit geçirmiştim ama Lucas benim için uyuştu­
rucu gibiydi.
Tanrım, ona yüz bir tane soru sormam gerekirken vücu­
dumun böyle aptal gibi davranmasına sinir oluyordum.
“Cevap ver, Si...”
Omuzlarımı kaldırıp gergince silktim. “Buraya geliş yo­
lunda beni becermeye çalışmamana çok şaşırdım.”
“Sana her baktığımda direksiyonu siktir et deyip seni
orada, o anda kucağıma almayı düşündüğümü söylesem daha
iyi hisseder misin?” Yanaklarımda oluşan kızarıklığı incele­
mek için dururken dudaklarının köşesi alaycı bir sırıtışla ge­
rildi. “Ama bu sefer her şeyi doğru yapmak istiyorum.”
Emily Sııow
Sonra hiçbir uyarı yapmadan atkuyruğumdaki tokayı
kopartarak çıkardı ve kızıl saçlarım omuzlarımın etrafına dal­
galar halinde düşünce kısık sesle bir şeyler homurdandı. Her
zaman saçlarıma düşkünlüğü olmuştu. “Söyleyeceğin başka
bir şey var mı?”
“Hayır...” Maalesef ki sesim ikna edici değildi.
Lucas parmak uçlarım dudaklarıma doğru kaldırıp sert
işaret ve başparmaklarıyla hassas kısmını sıktı, sonra bana
ciddi gözlerle baktı. “Ağzındaki baklayı çıkarana kadar bu
noktadan ayrılmayacağız, Kırmızı. Bu yüzden işi kolaylaştırsan iyi edersin.”
Gözlerimi kapatıp yutkundum ve düşüncelerimi topla­
mak için içimden beşe kadar saydım. İhtiyacım olan son şey
abuk subuk şeyler söyleyip kendimi aptal gibi göstermekti.
“Hakkımda bir şarkı söyledin,” diye başladım ihtiyatlı bir şe­
kilde. Kafasını sallarken gür saçları alnıma sürtündü. “Yanlış
anlama ama On Gün, gülünç bir şekilde, birinin benim için
yaptığı en romantik şeydi. Ama sonra sen büyükannemin evi­
nin kapısında belirdin. Sana iki gün borcum olduğunu, beni
bir yerlere götüreceğini söyledin. Ve beni buraya, dağın te­
pesine getirdin.”
“Evet...”
“Ve bana âşık olduğunu söyledin.” Âşık kelimesi hara­
retli bir fısıltı halinde dökülmüştü dudaklarımdan. “Bu büyük
bir sözcük, Lucas.” Ağırlığı nedeniyle beni her zaman deh­
şete düşüren kelimelerden biriydi bu.
“Gözlerini aç...” Ben istediğini hemen yapmayınca par-
126
Temas
mak uçlarını saçlarımın arasına daldırdı. Vücudumun her kö­
şesine yayılan elektrik yüzünden titrememek elimde değildi.
“Gözlerini aç...”
Dediğini yapıp derin bir nefes aldım. “Oldu mu?”
Yanm bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Seni buraya ge­
tirdim, çünkü Los Angeles’a gidecek sabrım yoktu. Ama seni
aylar önce oraya götürmeliydim. Şu anda buradasın, çünkü
kimse işimizi bölmeden vücudunun her santimetresinin ta­
dını çıkarmak ve seni deli gibi becermek istiyorum.” Ağzı
benimkinden sadece bir santim uzaktaydı. Araba kullanırken
çiğnediği naneli sakızın ve sıktığı parfümün kokusunu ala­
biliyordum. Bu sarhoş ediciydi ve şu anda elimde olan so­
runu unutturacak güzel bir şeydi.
“Seni seviyorum,” diye devam etti. “Ama seni kendi ko­
şullarımla seveceğim, en azından önümüzdeki birkaç gün...
Buraya benimle geldin. Bunu asla unutma...”
Bu da ne demekti şimdi? Kendi koşullarım derken tam
olarak neyi kast ediyordu?
Ondan hızla ayrılıp doğru düzgün düşünebilmek için
aramıza mesafe koydum. Kalçam arkamdaki merdiven kor­
kuluğuna çarptığında gerilemeyi kestim. Lucas kafasını yana
eğdi.
“Ya benim koşullarım?” Özgüvenimin artmasına yara­
yacakmış gibi arkamdaki korkuluğu sıktım. “Bana yine oyun
oynayamayacaksın, Lucas. Beni iki gün, iki hafta ya da daha
fazla süre kullanıp aklımla oynayamayacaksın. Buna izin
vermem...”
127
Emily Snow
“Öyle bir şey yapmayacağım.”
“Çünkü, eğer beni bir daha terk edersen ben...” Sesim
çıkmıyordu. Eğer Lucas geçen şubatta ya da iki sene önce
Los Angeles’ta yaptığı şeyi tekrarlarsa ne yapardım bilmi­
yordum.
Bildiğim tek şey vardı o da eğer ilişkimiz ezici ayrılıklar
ve etkileyici birleşmelerden oluşan bir döngü halinde gide­
cekse, onunla hiç birlikte olmamayı yeğlerdim.
Lucas bana doğru ilerleyip hareket etmemi engelleyerek
bacaklarımı kendisininkilerin arasına sıkıştırdı. Gideceğim
hiçbir yer olmadığı için onun bakışlarına karşılık verdim.
“Şu anda seninleyim.” İşaretparmaklarını şortumun dar
beline sıkıştırıp başparmaklarını üstünden görünen soluk ren­
kli tenimde gezdirmeye başladı. “Seninle birlikteyim.” Her
sözcüğü sert ve keskin bir fısıltıydı.
Bunu başkalarıyla değil, yalnızca birbirimizle yapmak
için yaratılmışız gibi vücudumun yüzde doksanı ona doğru
eridi ama dudaklarıma ulaşamasın diye avucumu göğsüne
bastırdım. “Ne kadar süreliğine?”
“Bu sefer seni bırakmayacağım. Sen benimsin, Sienna.”
Elimi gevşekçe sarkıtıp bedenlerimiz arasındaki mesa­
feyi kapatmasına izin verdim. Dili tereddütsüzce, haşin bir
şekilde dudaklarımın arasına girdiğinde, tişörtünün yumuşak
kumaşını kavrayıp leziz dudakları altında inledim.
“Sana doyamıyorum, Sienna. Ve durmak istemiyorum/’
diye homurdandı benden ayrıldığında. Dümdüz beyaz dişle­
riyle altdudağımı tutup bıraktı ve gırtlağından kısık bir ses
128
Temas
çıkardı. Benden çıkan ses de en az onunki kadar boğuk ve
yalvarır gibiydi. “Tadın günah gibi... Hayal edilebilecek en
güzel tat...”
Lucas bunu bana ilk kez söylemiyordu ama yine de çok
seksi geliyordu. Şimdi sesinde çiğ bir çaresizlik vardı. Ve bu
onu daha çok istememe neden oluyordu. “Sana ihtiyacım
var.” Bakışlarımı arkamızdaki merdivene, sonra ona çevir­
dim. “Hemen...”
“Yemek yemeliyiz,” diye fısıldadı boynuma doğru, eli
bacaklarımın arasını sıkarken. “Buzdolabında yiyecek bir
şeyler var.” Parmakları şortumun paçalarından içeri kaydı.
“Bir şeyler yemek için seni mutfağa götürmeliyim, çünkü
eğer bunu yapmazsam...” Dişlerinin arasından keskin bir
nefes aldı. “Siktir, ıslanmışsın...”
Kafamı iki yana sallayarak, benim sesime hiç benzeme­
yen soluksuz bir sesle konuştum. “Yemek yok... şimdi
olmaz, tamam mı? Sadece sen... Sadece ben...”
Bu işe yaramıştı. Gözleri birkaç kez üstümde dolaştı,
sonra kafasını salladı. “Üst kata çıkalım.”
Dudaklarımız hâlâ birleşikti. Birbirimizin tadına bakı­
yor, keşfediyorduk. Yukarı çıkarken ayrılmak için gönülsüz­
dük. Basamakların tepesine vardığımızda onu kütüklerden
yapılmış duvara doğru ittim. Ben tişörtünü yukarı doğru kal­
dırmaya çalışırken Lucas kafasını geriye atıp şaşkın gözlerle
bana baktı.
“Sabır iyi bir şeydir,” dedi. Eğlendiği yüzünden belli
oluyordu.
129
Emily Smnv
Ama işi benim için bitirip, koyu renkli, pamuk tişörtünü
kafasından çekip çıkararak, kendisini yıllarca spora adamış ol­
masının sonucu olan göğüs ve karın kaslarını ortaya çıkardı.
Ona dokundum. Parmağımın ucunu, göğsünün ortasındaki
hançerli kalp dövmesinin kenar çizgilerinde gezdirdim.
“Bunu Los Angeles’a dönmeyi bekleyenıeyen adam mı
söylüyor? Ne ikiyüzlülük...” Tırnağımı son hançere sürtmeye
başladım ama kabzasına ulaşamadan Lucas elimi yakalayıp
parmağımı ağzına aldı ve dişlerini tenimde kaydırdı.
“Ben sabretmenin hoşuma gittiğini hiç söylemedim ki,
Kırmızı.” Beni koridordan aşağı, ana yatak odasına yönlen­
dirdi. Evin diğer kısımları gibi bu oda da Lucas’ın Los Angeles’taki yatak odasına inanılmaz şekilde benziyordu, kırmızı
ve siyahın erotik kontrastıyla dekore edilmişti. Odanın orta­
sında duran dört direkli, büyük boy yatağın üstündeki yorganın
ucu katlanmış, koyu kırmızı çarşaflar gözler önüne serilmişti.
Yatağın iki yanında, birinin kenarındaki alarm saati dışında
üstleri tamamen boş olan, siyah ahşap komodinler, tam karşı­
sında da uzun bir şifonyer vardı. Şifonyerin üstünde içinde
kızıl ve krem rengi zambaklar bulunan bir vazo duruyordu.
Lucas omuzlarını k25apıya dayayıp yarı kapalı gözlerini
bana dikti. “Soyun,” diye emretti. “Yine yapıyorsun. Dişle­
rinle yaptığın şey beni delirtiyor.”
Dilimi dişlerimin arasına kaydırıp hızla düğmesini aç­
tığım şortumu indirdim. Şortum yere düştüğünde Lucas’ın
göğsü gözle görülür şekilde inip kalktı. “Seni ne kadar çok
düşündüm biliyor musun?” dedi. Ona cevap vermek için du­
130
Temas
raksadığımda soyunmaya devam etmem için işaret etti.
Beyaz askılı tişörtümü kafamdan çekip çıkartırken
adımlarının bana yaklaştığını duydum. “Kaç kere sana olan
ihtiyacımla uyandım biliyor musun?” Önümde diz çöküp ağ­
zını pamuklu küloduma dayadı.
Dizlerimin bağı çözüldü. “Hayır,” diye itiraf ettim tişör­
tümü yere atarken.
Konuşmaya devam ederken ılık nefesi tenime vuru­
yordu. “Gittiğinden beri Tanrı’nın her günü...” Elini pembe
çamaşırımın üstünde kaydırdı ve dokunuşuyla ürperdiğimde
hayvani bir hırıltı çıkardı. “Yani hayır, bu sefer gitmene izin
vermeyeceğim, Sienna. Böyle bir olasılık yok../*
Ona inanıyordum. Beni bir an bile bıraksa kaybolacak­
mışım gibi tutmasından anlaşılıyordu ki hiçbir şey Lucas
Wolfe’u benden uzak tutamazdı artık.
Samantha bile...
Lucas külodumu kalçalarımdan aşağı kaydırırken elle­
rimi sıktım. Hayır, kafayı sıyırmış eski karısını düşünmeye­
cektim; en azından şimdilik... Bana bu konuda cevap vermek
için daha sonra yeterince vakti olacaktı.
Şu an, sadece ona ve bana aitti.
Dilimi kurumuş dudaklarımda gezdirip sesimi buldum.
“Ne? Yanında kalmam için beni yatağına mı bağlayacaksın?"
Lucas pembe dantelli çamaşırı bacaklarıma indirdikten
sonra gözlerini bana doğru kaldırdı. Gözleri tutku ve ihti­
yaçla doluydu. Külodu çıkarmam için işaret etti. “Belki daha
sonra...”
131
E m ily Stıow
B unun m üm kün olduğuna inanmasam da midemin daha
da ısındığını hissetm eye başlam ıştım . “Tanrım, L ucas...'”
diye başladım am a Lucas beni yere, yanma çekerek nefesi­
m in kesilm esine neden oldu. “Ne yapıyorsun?” Ayağa kalk­
m aya çalıştım am a Lucas beni yerimde tutmak için bir elini
göbeğim e bastırdı.
“C evabı belli olan sorular sorm a...” Güçlü bedeniyle
dizlerim i ayırdı. “Tadına bakacağım, Sienna.” Bunu bekliyor
olsam da yine de irkildim ve dilini çıkartıp tenime değdirdi­
ğinde gür kahverengi saçlarını kavradım.
“ Bu ç o k ...” Saçlarını çekerken dudaklarımdan boğuk
zevk sözcükleri dökülüyordu. Lucas buna klitorisimi açgöz­
lülükle emerek karşılık verdiğinde dişlerimi sıktım. Ellerim
öyle titriyordu ki hiçbir şeyi tutamayacak haldeydim.
Lucas, tatm in olan ağzının yerine parmaklarını geçirdi
ve ıslak klitorisimi ayırarak hızla ve ısrarla hareket ettirmeye
başladı. U çurumdan düşmeme saniyeler vardı. “Saçımı bir
daha çekersen seni yatağa bağlarım.” Kafasıyla birkaç metre
ötem izde duran dört direkli, siyah karyolayı işaret etti.
D üşüncelerim anında birkaç ay öncesine, dişlerimi ne
zaman sıksam göğüslerimin üstünde dolaştırdığı kırmızı gitar
penasına gittiğinde, arkama yaslanıp ellerimi yumruk haline
getirdim.
Lucas kafasını eğip kam ım dan bacağım ın iç kısmına
doğru öpücüklerden sıcak bir yol çizdi, sonra geri gelip sadece
bir kez dudaklarını merkezime bastırmak için durdu. “Tadına
132
Temas
hiç doyamayacağım,” dedi tenime doğru nefes nefese.
Ona cevap verecek olsam da dilini merkezime sertçe
sürttüğünde dudaklarımdan yalnızca boğuk bir nefes dö­
küldü. Lucas geri çekildi.
“O sesi yine çıkar...” Dediğini yaptığımda bir elini ba­
cağımın iç kısmına yayıp parmaklarını yumuşak tenime
gömdü ve diğer elinin iki parmağını yavaşça derinliklerime
kaydırdı. “Her şeyini istiyorum.”
Her şeyimi...
Bir yanım ona hiçbir şey sormadan her şeyimi vermek
istiyordu ama zihnimin gerisinde çalan alarm zilleri de vardı.
“Sen bana karşılığında ne vereceksin?” Tırnaklarımı
avuç içlerime iyice gömdüm. “Her şeyini mi?”
“Her zaman,” dediğinde kalbimin daha da çılgınca at­
maya başladığını hissettim. “Sen ne istersen...” Sonra ağzını
klitorisime indirip ben haykırana ve sırtımı gerene kadar ta­
dıma baktı. Dişlerimi ne zaman sıksam durup birkaç saniye­
liğine tamamen geri çekiliyor, ben kendimi kontrol edene dek
dokunmayı reddediyordu.
Bu işkence gibiydi, hem de zevk ve acıdan oluşan bir
işkence...
“Seni istiyorum,” demeyi başardım sonunda dengesiz
bir sesle.
“Bundan daha iyisini yapman gerek...”
Kalçalarımı dudaklarına doğru kaldırdım. “Becer beni
Lucas...”
133
Emily Sno\\'
Ela gözlerini muzip bir şekilde vücudumda dolaştırdı,
sonra katasım iki yana salladı. “Henüz olm az.”
“N eden?”
“Ö nce boşal," diye em ir verdi. Karşı gelm eye çalıştı­
ğım da ellerini vücudum da yukarı kaydırdı ve birini dudak­
larım ın üstüne kapatıp, diğeriyle göğsümü kavrarken dilinin
hızını artırdı. Parm aklarından kendi tadımı alırken ellerimi
geniş, dövm eli omuzlarında gezdirdim. Tırnaklarımı teninde
kaydırıp derisine gömdüm.
Elleri, ağzım la göğsümü bırakıp bileklerimi kavrayana
dek parm aklarımı saçlarına gömdüğümün farkında bile değil­
dim. Ben altında kıvranıp inleyerek boşalana kadar ellerimi
bırakmadı. O zaman bile hâlâ arka arkaya adını söylüyordum.
Bedenini; kalplerimiz üst üste, gözlerimiz karşı karşıya
gelene dek yavaşça benim kinin üstünde kaydırıp sırıttı.
“N eden bana öyle bakıyorsun?” dedim soluk soluğa. P ar­
m aklarım ı çene kem iğinde gezdirdiğimde elimi tutup avu­
cum u dudaklarına götürdü.
“Çünkü içinde olmak istiyorum. H emen...”
Hele şükür...
“Evet,” dedim hevesle, neredeyse bağırarak.
Lucas dizlerinin üstünde doğrularak boynum daki ku­
maşı çekti. Bir süre uzun parm ağının ucunda sallandırarak
bir bana bir kum aşa bakıp ne yapacağına karar venneye ça­
lıştı. Sonunda elim i tutup kumaşı dikkatlice bileğim e sar­
maya başladı.
134
Temas
“Ama ilk önce seni şu yatağa bağlayacağım,” dedi so­
nunda.
“Hani daha sonra yapacaktın?”
Parmaklarımı yavaşça öptükten sonra ilk düğümü attı.
“Ellerini saçlarımda hissettiğim anda fikrim değişti.”
135
İkinci Bölüm
“Neden gitmemi istedin?” diye sordum bir saat kadar
sonra Lucas’a. Büyük boy yatakta benden birkaç santim
ötede yatıyordu. Yatak örtüleri, güçlü kalçalarının etrafında
toplanmıştı ve parmağının arkasıyla sağ avucumda geniş dai­
reler çiziyordu. Bu çok güzel bir histi. “O zamandan beri ne­
denini bilmek istiyorum.”
Kısa tırnağını avucumdaki hayat çizgisinin üstünde na­
zikçe gezdirdi. “Çünkü ben bile her şeyi mahvedebiliyorum.”
Devam etmesini bekledim. Sonra biraz daha bekledim.
Hiçbir şey demedi.
Kırmızı renkli, mısır pamuğu yatak örtüsünü çıplak gö­
ğüslerimin üstüne çekip kafamı ona çevirdim. Oda karanlıktı
ama birkaç metre ilerideki banyo kapısının altından gelen
ışık huzmesi sayesinde kaşlarını çattığını görebiliyordum.
“Tamam, onu anladım. Ama tam olarak ne oldu?”
“Bu önemli mi şimdi?”
136
Temas
İğneleyici bir karşılık vermemek için dişlerimi duda­
ğıma gömdüm. Önemli olup olmadığını nasıl sorabilirdi? Bir
an, birlikte Los Angeles’a döndüğümüzde geçici kontratımızı
kalıcı bir şeye dönüştürme planları yaparken, bir an sonra
gitmem gerektiğini söylemişti. Fikri hiç yoktan değişmişti.
“Ah, evet, önemli,” dedim.
“Her şey benim için çok yeniydi ve şaşkına dönmüştüm.
B en...”
Konuşmayı kestiğinde, “Korktun mu?” diye sordum.
Bunu ne doğruladı ne de inkâr etti. Bu yüzden devam ettim.
“İlk karından mı korktun?”
Samantha’nın bahsi geçince gözleri buz gibi olup sertleş­
mişti. Söylediğimi hemen düzeltti. “Sana yapabileceklerinden
korktum.” Açıklamasını inandırıcı hale getirmek istermiş gibi
kızıl saçımm kalın bir tutamını alıp dudaklarına bastırdı. “Bana
ulaşmak için seninle uğraşmasına izin veremezdim.”
Kalkmaya yeltendim ama sol bileğim hâlâ koyu kırmızı
kumaşla yatağa bağlıydı. Belki de Lucas bu konuşmayı ya­
pacağımızı tahmin etmiş ve kaçamak cevaplar vermeye baş­
ladığında gırtlağına bir yumruk indirmemem için beni
bağlamıştı. Bu fırsatı kullanıp bana yaklaştı, çarşafı belime
doğru kaydırdı ve oturup dudaklarını göbeğime indirerek di­
lini göbek deliğimde gezdirmeye başladı.
Atlanta’da aramızda olanları bana böyle unutturmasına
izin vermeyecektim.
“Bana bir seçenek vermeliydin. Bana...” Lucas parmak
uçlarım kalçamdaki hassas noktaya bastırdığında titreyip
137
Emily $no\v
ayak parmaklarımı çarşafa gömdüm. “Tanrım, bunu yapma
şimdi..."
Bu sefer ağzım kullanıp göbeğimden kalçama doğru bir
yol çizmeye başladı. Gözlerini benden hiç ayırmıyordu. “Me­
sele şu ki ben koca bir kadınım, Lucas," dedim soluk soluğa.
‘"Ama Sam deli bir kadın," diye hatırlattı.
Bunu SamTe tanıştığım gece anlamıştım zaten ama asıl
soru, neden böyle olduğuydu. Neden bu hale gelmişti ve
neden Lucas’m hayatını mahvetmeye kafayı takmıştı?
“Senin aleyhinde ne biliyor?"
“Hiçbir şey...’’
Hadi oradan. Dün akşam ben “On Gün’’ün çıkışını iz­
lerken bana geldiğinde, Sam’in elinde ne olduğunu bana söy­
leyeceğinden emindim.
Şimdi böyle mi olmuştu?
“Bana aptalmışım gibi davranma sakın..."
“Öyle davranmıyorum. Anlaman gerekiyor k i...”
“Ben kendi yoluma gitmeye karar versem sen anlar miy­
din?" Boğazımı temizledim. “Eğer sana borçlu olduğum iki
gün bittiğinde Nashville’e, evime dönsem anlar mısın?”
Lucas birden kalkıp ela gözlerini tehlikeli bir biçimde
kısarak bana baktı. Uzun, tuhaf bir an için hiçbir şey demedi.
Yalnızca öfkeli nefeslerimizin sesi duyuluyordu.
Sonunda sertçe konuştu. “Böyle şeyler yapma... Bu
onun yapacağı bir şey... Seni seviyorum ve yanımda kalman
için ne halt gerekiyorsa yaparım ama onun bana yaptıklarını
senin de yapmana ihtiyacım yok...”
138
Temas
Burnumdan keskin bir nefes aldım. Yanmalarını engel­
lemek için gözlerimi kapatarak hafif aralık dudaklarımdan
nefes aldım. Kesinlikle ağlamayacaktım, çünkü bir hiçbir
şeye yaramazdı.
“Özür dilerim,” dedim. Ondan talepte bulunmak ya da
eski karısı gibi biri olmak istemiyordum ve böyle bir karşı­
laştırma yaptığı için bile kendimi berbat hissetmiştim. Samantha’yla yalnızca bir kez, Wicked Lambs'in solisti
Cilla’nın doğum gününde karşılaşmıştım ama bu kısa karşı­
laşmada onun hakkında bilmek istediklerimi öğrenmiştim.
Ama neden Lucas’m üstünde böyle bir kontrolü olduğunu
öğrenmek de istiyordum. Lucas’a ihtiyacım olduğu kadar,
dürüstlüğe de ihtiyacım vardı.
Parmağını oval yüzümün kenarlarında dolaştırıp her bir
çili, gülmekten oluşmuş her bir çizgiyi, siyah kirpiklerimi ve
dudaklarımın seğirmesini izlemeye başladı. Sonunda uzanıp
bileğimdeki kumaşı çözdü. Elim serbest kaldığında dudak­
larını benimkilere doğru indirdi ve dudaklarımı ayırıp ağzı­
mın kontrolünü tamamen elde edene dek dilini dudaklarıma
bastırdı.
Vücudum ona neredeyse anında karşılık verdi ve çare­
sizce ona tutunmak isteyerek kollarımı boynuna doladım.
Bana böyle hissettirdiği için ona lanet okuyordum.
Geri çekildiğinde yüzünde acı dolu bir ifade vardı.
“Bırak Sam Te, geçmişimle ben uğraşayım. Söz veriyorum
onu senden uzak tutacağım. Senin yapman gereken tek şey
seni sevmeme izin vermek...”
139
Emily Snow
Tanrım, keşke bu kadar kolay olsaydı.
“Canının yanmasını istemiyorum.” Omuzlarını daha da
sıkıp parmaklarımı sol omzundaki siyah-gri renkli, beş köşeli
yıldıza gömdüm. Bu, bileklerindeki yıldızlarla bir örnekti.
“Eğer birlikte olursak, bizi mahvetmeye çalışacağını sen söy­
ledin...”
Lucas’m yüzündeki ukalaca ifade, can yakıcı şekilde ta­
nıdıktı ama bunun rol olup olmadığını, onun da Sam konu­
sunda endişelenip endişelenmediğini merak etmekten
kendimi alamıyordum. “Deneyeceğini söyledim. Kahrolası
hiçbir şeyin ya da hiç kimsenin sana dokunmasına izin ver­
meyeceğim.”
Neden her zaman böyle özgüvenli olmak zorundaydı?
Hâlâ endişeliydim ama yine de “Tamam,” diye mırıl­
dandım.
“Güzel...”
Lucas yatağın kendi tarafına dönüp kalçalarımı kavra­
yarak beni üstüne çekti ve dizlerimi yan taraflarına gömdü­
ğüm de kalçama bir şaplak indirdi. Keskin acı karşısında
nefesim kesildiğinde Lucas sırıttı.
“Sienna?”
“ Fiıu?” Parmaklarımı kollarının alt kısmındaki girift
dövmelerde dolaştırırken mavi gözlerimle de bu yolu izle­
dim. “Ne var?”
“Seninle ilgili her şeyi istiyorum.”
“Bunu söylemiştin zaten,” diye takıldım, elini ensem­
deki saçların arasına gömerken. Kafatasımda başlayan sıcak­
140
Temas
lık vücuduma, bacaklarımın arasına yayıldığında kalçamı kı­
pırdattım.
Lucas homurdanarak dudakları boynumdaki hassas ke­
miklere değene dek eğildi. “Hayır... Demek istediğim, benim
için çalışmanı istiyorum.”
Bu kelimeleri bana daha önce de söylediğini, büyükan­
nemin evini kurtarmak için on günlüğüne kişisel asistanı ola­
rak çalışmamı teklif ettiğini hatırladığımda kaşlarımı çatıp
onu iterek gözlerine baktım. “Şu anda rol yapmıyoruz, değil
mi?”
Onu üstümden itmiş olmam Lucas’m bana dokunmasını
engellemiyordu, parmakları hâlâ saçlarımdavdı. Diğer elini
kalçamın kıvrımına kaydırdı. “Bu çok seksi olurdu ama
hayır, öyle bir şey yapmıyoruz. YTS bir buçuk hafta sonra
turneye çıkıyor.”
YTS, yani Your Toxic Sequel, Lucas’ın solistliğini yap­
tığı müzik grubuydu. Grup müstehcen şarkı sözleri, mükem­
mel canlı performansları ve eh... Lucâs-Kahrolası~\\ro\(c'un
kendisiyle tanınıyordu. Lucas’m kız kardeşi Kylie'yle sık sık
konuşuyordum ama bu yaz turneye çıkacaklarını unutmuş­
tum. Gerçi Kylie dün gece bana, Lucas’ın özür olarak hazır­
ladığı klibi izlememi söyleyene kadar ne ağabeyinden ne
müziğinden ne de grubundan bahsetmişti.
“Turneye mi?” diye tekrar ettiğimde kafasını salladı.
“Her bir ya da iki gecede bir farklı bir şehir, bok kafalı­
larla ve ahlaksızlıkla dolu kocaman bir otobüs..." Omuzlarını
kaldırdı. “Hoşuna gidecek.”
141
Emily S no w
Bu konuşmasının nereye gittiğini biliyordum ve birden
başka bir konuya atlama isteği duymaya başlamıştım. Titrek
bir kahkaha atmayı başardım. “Vokalistin olmamı falan iste­
miyorsun, değil mi? Çünkü müzik konusunda cidden berba­
tımdır.”
Lucas saçlarımı ve kalçamı bırakıp ellerini aşağı kaydı­
rarak popomu kavradı. “O konuda emin değilim. Senin gibi
piyano çalan birini hiç görmedim.” Şu anda öyle saçma bir
şekilde seksi görünüyordu ki kendimi tutamayıp uzanarak
dudaklarımı dudaklarına değdirdim. “Ayrıca, eğer şarkı söy­
lemeni isteseydim yapardın,” dedi öpücüklerin arasında kısık
bir sesle.
“Kesinlikle olmaz,” diye karşılık verdim, o ereksiyonunu bana bastırırken.
Sonra kalçalarını hareket ettirip birkaç hamleyle beni
yüzüstü döndürdü. “Ellerini yatak başlığına daya...” Lucas
karşısında tamamen kırılgandım, tamamen onundum. Bir
parmağını içime kaydırdığında parmak uçlarımda taş gibi
sertliğini hissedebiliyordum. Haykırdım.
“Benimle turneye gel, Sienna...”
İşte yine yapmıştı. Soru olarak değil, emir olarak söylen­
miş olan ve beni dehşete düşüren beş kelime... Lucas kelime­
nin tam anlamıyla zorla hayatıma tekrar gireli daha yirmi dört
saat bile geçmemişti. Bu yıl daha önce beni dımdızlak ortada
bıraktığı için artık sadakat listem tamamıyla değişmişti.
“Benimle olmanı istiyorum,” diye ısrar etti.
Omzumun üstünden ona baktım. “Peki y a ...” Kendi
142
Temas
işimden bahsetmeye başlayacaktım ki Lucas’ın bir parmağı
daha diğerine eklenince ellerimi yatak başlığına bastırıp göz­
lerimi sıkıca kapattım. “Siktir,” diye homurdandım, yüzümü
yastıklara gömerek.
“Yaklaşıyorum,” diye söz verdi. Gözlerimi açtığımda sı­
rıtmasının genişlediğini gördüm. “Ama sen evet dedikten
sonra... Sen sormadan söyleyeyim, bir işin olacak. Senin gar­
dırop uzmanlığına ihtiyacım var ama yalana başvurup ya­
nımda olmam istememin sebebinin çoğunlukla açgözlülük
olmadığını söyleyemem.”
Beynimin, Lucas’ın vücuduma yaptıklarından dolayı
bulanmamış olan kısmı, bu teklifinin ne kadar mantıklı ol­
duğunu anlıyordu. Nashville’e taşındığımdan beri kişisel
kostüm danışmanı olarak çalışıyordum. Birkaç müzisyen için
de serbest olarak çalışmıştım. Ayrıca Lucas’m müziği ve
benim işim iki yıl önce tanışmamızı sağlayan şeylerdi. “Hay­
ranım Sana” şarkısının küp setinde çalıştığını zamanlarda
Lucas’la takılmıştık. Tabii ilişkimiz yürümemişti ama sette
grupla geçirdiğim zamanların etkisi hâlâ üzerimdeydi.
“Sıkış tepiş yerleri pek sevmem,” dedim.
“Ben severim.” Parmaklarını daha da derinlere gömerken
şeytani bir şekilde sırıttı. O klitorisimi ovalarken ben tırnakla­
rımı yastıklara, yatak başlığına, elime ne getirse oraya gömü­
yordum. “ Ayrıca turne otobüsünden çok otellerde kalacağız ”
Ama yine de otobüse binecektik. Lucas beni yanında
tutma isteğini belirtmişti ama her an her şey olabilirdi, l.ucas
bana dokunmayı kesene kadar dişlerimi sıktığımı tark etme­
143
Emily Snow
miştim . Gergin olduğum zamanlarda dişlerimi sıkmak gibi
bir alışkanlığım vardı ve bu Lucas’ı deli ediyordu. “ Lütfen
durm a." diye yalvardım.
"Benim le turneye gel...’'
Ç ok fazla şey istiyordu, bunu kendisi de biliyor olma­
lıydı. Şu anda ona tam bir cevap veremezdim; bu mümkün
değildi. Altında kıvranırken, bana dokunurken, kalçama
değen erkekliğinin her santimini hissederken nasıl mümkün
olabilirdi?
Dilimi dudaklarımda gezdirip kafamı salladım. “Söz ve­
riyorum düşüneceğim.”
Omuzları biraz gevşedi. Ereksiyonunu içime kaydırdı­
ğında memnuniyetle içimi çektim. Lucas acı verici bir ya­
vaşlıkla hareket ederek, iyice derinlere girdiğinde dişlerimi
sıkmam ak için dudaklarımı ısırdım. Sonra Lucas iç geçirdi.
Lucas-Âa/?ro/û5i-Wolfe cidden iç geçirdi. Benim için...
“Gelmen için seni ikna etmem gerekecek,” diye hırladı.
Turneden bahsettiğinden emindim, çünkü yataktayken gel­
mek için ikna edilmeme hiç gerek yoktu.
144
Üçüncü Bölüm
Sonraki birkaç gün Lucas grupla birlikte turneye git­
memi istediğini direkt olarak söylemedi. Bunun yerine, ona
katılayım diye beni ikna etmek için ağzını, ellerini, vücudunu
ve müziğini kullandı. Cuma sabahı beni Knoxviİle’deki ha­
valimanına götürürken, geçen birkaç saatte çok az uyuyabil­
miş olmama ve bedenim günler boyu ağır pilates hareketleri
yapmışım gibi ağrımasına rağmen bir yanım, ikna edilmek
için birkaç güne daha ihtiyacım olduğunu söylemek isti­
yordu.
Sonra kendime, bu hafta sonu bir iş için kontrat imzala­
mış olduğumu hatırlattım. Bir şarkıcının çıkış albümünün fo­
toğraf çekimlerinde çalışacaktım. Yalnızca bir yükümlülük
için olsa bile eve dönmem gerekiyordu.
Uçağım sabah 10.45’te kalkacaktı ama Lucas beni ha­
valimanına bir saat önce götürdü. Valizimi teslim ederken
gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Gitmeden önce ona
145
Emily Snow
tunıe hakkında cevap vennemi beklediğini biliyordum ama
henüz hazır olup olmadığımı bilmiyordum.
Ve dürüst olmak gerekirse bir kez olsun onun cevapsız
kalması gerektiğini düşünüyordum. Bunu itiraf etmeyi ne
kadar istemesem de Sam hakkmdaki sorularıma cevap ver­
mediği için içten içe ona hâlâ kızgındım.
Beynimin tüm bu olanları sindirmek için zamana ihti­
yacı vardı, çünkü Lucas’la birlikteyken doğru düzgün düşü­
nebilmem imkânsızdı.
“Sen ne zaman Los Angeles’a dönüyorsun?” diye sor­
dum birlikte güvenlik görevlilerine doğru yürürken. Elini be­
lime koymuştu ve vücutlarımızın yanları birbirine değecek
kadar yakındık.
“Uçakla döneceğim,” dedi. “Bu akşam ayrılacağım.
Kylie de evi hafta sonu kullanıp arabamla geri gelecek...”
Mesafeli bir şekilde gülümsedi. “Benimle eve gelmeni isti­
yorum, Sienna.”
Eminim gözlerini görebilseydim ona duymak istediği
her şeyi söylerdim. Neyse ki güneş gözlüklerini takmıştı; son
kırk sekiz saatte evden çıktığımızda bu pilot tipi gözlükleri
hiç bırakmamıştı. Bu yararsız bir şeydi, çünkü Your Toxic
Sequel’in sıkı hayranlan onu bir kilometre öteden tanıyabi­
lirdi. Lucas akılda kalıcı biriydi, ayrıca kollarındaki dövme­
ler de öyle sıra dışıydı ki kalabalığın arasına karışmasını
engelliyorlardı.
Güvenlik kontrol noktasından, birkaç metre önce durup
beni kendisine çekti ve yüzünü saçlarıma gömdü. “Bana ne
146
Temas
yaptın böyle?” Derin bir nefes aldı. “Eskiden vedalar hiç
umurumda olmazdı ama sonra sen geldin ve sana ihtiyaç
duymama neden oldun.”
Yutkunarak boğazımda oluşan yumruyu gidermeye ça­
lıştım. Bir kez olsun bunun sonumuz olmadığını bildiğim
için şimdi koca bir bebek gibi ağlamak istemiyordum. Ama
yine de vedalar acı vericiydi. Ne kadar uzun olursa olsun in­
sanın içine işliyor, yavaşça parçalıyordu. “Seni seviyorum.”
Gözlerimin içine baktı. “Benimle turneye gel... Birkaç
şehir ama olsun.”
Sonra sanki son kez öpüşüyormuşçasına öpüştük; gerçi
bir buçuk ay boyunca onunla yolda olma ihtimalim büyüktü.
Ama kırk beş dakika sonra uçağa bindiğimde kendimi çok
kötü hissediyordum.
Daha önce birlikte on gün bile dayanamamıştık, şimdi
hiç ayrılmadan kırk beş gün boyunca birlikte olduğumuzda
neler olurdu acaba? Lucas beş ay önce ne sebeple ayrıldığı­
mız konusunda bile dürüst değildi. Onu istiyordum -Tanrım,
hem de çok istiyordum ama şu anda minik bir yanım ona sik­
tirip gitmesini söylemek istiyordu.
Ama sonra... çektiği klibi, bana nasıl hissettirdiğini ha­
tırladım.
Uçağın ortasındaki kısımda yerimi almak için koridorda
ilerlerken negatif düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım. Lucas’la geçirdiğim zamandan sonra hissettiğim güzel duygu­
ları mahvetmelerine izin vermeyecektim.
Uçağım Nashville’e indiğinde kardeşimin beni almak
147
Emily Sncnv
için zamanında geldiğini görerek şaşkınlığa düştüm. Seıh her
zamanki kargo şortu, parlak renkli yelken ayakkabıları, Polo
tişörtü ve aldığı duştan sonra hâlâ nemli olan saçlarıyla bagaj
alım noktasında beni karşıladı.
‘‘Beni gördüğüne şaşırmışa benziyorsun,” dedi. Her za­
mankinden daha neşeli görünüyordu. Onu dikkatlice incele­
dim.
“Sen de inanılmaz şekilde Chuck Bass’e benziyorsun.”
Gossip Girl göndermemi anlamayarak bana baktığında ka­
famı iki yana sallayıp devam ettim. “Mesajımı almadın san­
mıştım.” Bu sabah, erken saatlerde ona beni almasını
söyleyen bir mesaj atmıştım ama cevap vermemişti. Büyük­
annemin de doktor randevusu olduğu için bir taksiye atlayıp
eve dönerim diye düşünmüştüm.
“Aldım,” dedi Seth. Benden dört buçuk yaş küçük olan
kardeşim telefonuna pek bakmazdı. “Ayrıca, ben seni hiç yarı
yolda bıraktım mı?”
Alaycı bir şekilde gülerek taşıma kayışından büyük va­
lizimi almak için eğildim ama Seth hemen hareketlenip çan­
tayı elimden aldı ve omzuna astı. “Mesaj attığında
meşguldüm ama bir dahaki sefere durup sana yolda oldu­
ğumu söyleyen bir mesaj atarım, tamam mı?” Kahverengi
kaşlarını oynatarak bana baktı.
Bu düşünceyle burnumu kırıştırdım. “Tanrım, Seth, cidden
mi? Bana bunu söylemek zorunda miydin?” Kafamı sağa sola
salladığımda sırıttı. “Konuşmayı tuhaflaştırdığın için sağ ol...”
“Senin için her an her şeyi tuhaflaştırabilirim, Si...”
148
Temas
On dakika sonra kısa süreli park alanında Seth’in eski
Dodge Ram pikap kamyonetine bindiğimde içinde her za­
manki gibi Burger King torbaları veya eski mektuplar olma­
dığını görerek şaşırdım ve birkaç kez burnumu çektim.
Burnuma gelen tek şey keklik üzümü esanslı araba parfümü­
nün kokuşuydu. Etrafıma şöyle bir baktığımda iki araba par­
fümü olduğunu gördüm; biri dikiz aynasında asılıydı,
diğerinin de yeşil renkli ipi gösterge panelinden sarkmıştı.
“E ee... Kız iyi biri mi?” diye sordum motoru çalıştırdı­
ğında. Seth kamyonetini temizliyorsa iyi bir kız olmalıydı.
“Yeterince... Belki de ben, bilirsin, işler yolunda giderse
onu sen ve büyükannemle tanıştırmaya getirebilirim/’ Ara­
bayı 1-40’a döndürdü. “Onu seversin.”
Radyonun düğmesine bastığımda, sürekli pop müzik
çaldığı için Seth’in nefret ettiği kanalın açık olduğunu gör­
düm. Pussycat Dolls’un şarkısı on saniyeliğine kamyonette
gümbürdedikten sonra başka bir düğmeye basarak, yerel bir
otomobil satış bayiliğinin temmuzda Noel indirimi reklamını
yayımlamakta olan bir rock istasyonunu açtım.
“Bu ciddi bir ilişki,” dedim şok olmuş halde. “Ona rad­
yonun kontrolünü vermişsin...”
“Meraklı teyzelere dönüşme şimdi.” Şerit değiştirdikten
sonra bana dönüp yüzümü inceledi. “KnoxviIle’e iş seyaha­
tine mi gittin? Niye arabanla gitmedin ki?”
“Şimdi kim meraklılık yapıyor?” dedim. Seth, Lueas'ın
en büyük destekçisi sayılmazdı. Bunun en büyük sebebi bu
yılın başında büyükannemin evi konusunda yaşananlardı.
149
Emily Sno\v
Derin bir nefes alıp şeker gibi bir sesle konuştum. “Ama evet,
onun gibi bir şey... YoıırToxic Sequel’in solisti ulusal turne­
lerinde kostüm danışmanları olmamı istedi.” Kelimelerim
prova edilmiş gibiydi ve çok profesyonelceydi. Yüzümün de
en az kardeşiminki kadar şaşkın göründüğünden emindim.
“Vay be, bu harika, onların yeni şarkısı ço k ...” Durak­
sayıp kaşlarını çattı. ‘'Bir dakika, bu Wolfe’un grubu değil
miydi?”
“Evet, öyle... N ’olmuş?”
Seth’in üst dudağı kıvrıldı. “O şerefsiz herif de grubun
solisti... Ona siktirip gitmesini söyledin, değil mi?”
“Hayır...” Sesimde, o anda aslında hissetmediğim bir öz­
güven vardı. “Söylemedim. Ona bir cevap vermedim as­
lında...”
“Tanrım, Sienna, sence,” diye başladı ama susması için
elimi kaldırdım.
“Vaaz falan vermeye başlarsan kıçına tekmeyi basarım.
Bırak kendi başımın çaresine bakayım, tamam mı?” Tekrar
karşı gelmeye yeltendi ama ben devam ettim. “Ayrıca onun
grubu için çalışmak özgeçmişime harika bir katkı yapacak...”
İki buçuk yıl önce grupla çalıştığımda bunun özgeçmi­
şime çoktan eklendiğini kardeşime söylemedim.
“Yani henüz kesin olarak evet demedin ve kontrat falan
imzalamadın, değil mi?”
Lucas için imzaladığım son kontratı düşünerek ürper­
dim, sonra kafamı iki yana salladım.
Seth rahatlıkla dolan kahverengi bakışlarını hızla kal­
150
Temas
dırdı. ‘‘Güzel... Onun kafanı tekrar becermesini istemiyo­
rum.”
Zihnim otomatik olarak Lucas'ın bu hafta sonu beni be­
cerdiği tüm yollara gitti; üstten, alttan, yandan, yerde, duşta,
tırabzanda, hatta ön verandadaki sallanan sandalyede...
“Ben de istemiyorum,” diyebildim kısık sesle. Çünkü
Lucas’la mutluluk içinde geçirdiğim iki günden sonra bile
aramızda olan kötü şeyleri unutamayacaktım. En azından ta­
mamen unutamayacaktım. Ama kardeşime neşeyle gülüm­
sedim. “Ama kabul edersem iyi olacağım. Yemin ederim.”
“Büyükanneme söyleyecek misin?”
Dudağımın iç kısmını ısırdım. “Başka seçeneğim var
mı? Evden iki aylığına ayrılacaksam bir şeyler söylemem
gerek...” Ayrıca büyükanneme yalan söylememeye karar ver­
miştim. Annem bunu hayatı boyunca büyükanneme de bize
de yeterince yapmıştı.
Seth’in dudakları seğirdi. “Tori’ye söyleyecek misin?”
Bu irkilmeme neden oldu. Los Angeles’tayken yıllarca
ev arkadaşım olan Tori en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Lu­
cas Ta aramızda yaşanan onca kötü şey nedeniyle eğer Seth,
“Lucas-£tfW /as/-W olfe’u Hadım Edelim” hayran kulübü­
nün başkan yardımcısıysa, Tori de başkanıydı.
“Evet...” Kucağımdaki ellerimi ovuşturduğumda Seth
bana olabildiğince anlayışlı gözlerle baktı. “Yani bu iş so­
nuçta, değil mi? Tori de bir şey demeyecektir.”
Ama o gece, büyükannemin evinin, yani ipotek edildik­
ten sonra Lucas’m aldığı ve onun hayatıma tekrar girmesine
151
Emily Sno\v
neden olan evin verandasındaki salıncakta uzanırken gözle­
rim telefonumdaydı. Tori’nin numarası ekranda hazır bekli­
yordu ama arama tuşuna basamamıştım. Bu öğleden sonra
büyükanneme turneden bahsettiğimde ihtiyatlı ama iyimser
yaklaşmıştı. Ama Tori’yi ne kadar sevsem de son birkaç gün­
dür dinlediğim, “Ya şöyle olursa,” cümleleri nedeniyle hâlâ
kafam uçmuş haldeydi.
Hem arkadaşlarım söylemese de kafam böyle cümle­
lerle doluydu zaten.
Sonra farkına bile varmadan kendimi Lucas’ın kız kar­
deşi Kylie’yi ararken buldum.
Kylie telefonu neredeyse anında açtı. Kızın yüzündeki
gülümsemeyi duyabildiğime yemin edebilirdim. “Eee, ne dü­
şündün?”
“Neler olduğunu bir süredir biliyordun sanırım, ha?”
“Senden çok uzun zaman önce öğrenmedim,” diye te­
minat verdi. “Ve bu hiç Lucas’ın yapacağı bir şey değil, bu
yüzden klibi izlemeni söylemeyi kabul ettim.”
“Teşekkür ederim. İzlememi söylediğin için teşekkür­
ler...” Titrek sesimden sonra aramızda birkaç saniyelik ses­
sizlik oldu. Düşme tehlikesi olmamasına rağmen salıncağın
zincirine tutundum. “Görünüşe göre yakında görüşeceğiz.”
“Neden bahsediyorsun?”
“YTS turnesinden...”
“Ah,” dedi Kylie kelimeyi uzatarak.
“Lucas beni davet ettiğini söylemedi mi sana?”
Kylie kısık bir ıslık çaldı. “Hayır, mesele o değil. Onun
152
Temas
seni turneye gitmek için ikna etmeye çalışacağını biliyor­
dum. Ama bu sefer ben turnede olmayacağım.”
Salıncakta öyle hızlı doğrulup oturdum ki başım döndü.
“Gerçekten mi?” Kylie yıllardır Lucas’ın kişisel asistanıydı,
bu yüzden turne süresince her adımlarında grupla olacağını
düşünmüştüm.
Gelmeyeceğini duymak beni endişelendirmişti.
“Wyatt’ın etrafında olamam, en azından öyle bir or­
tamda... Aramızdakileri yoluna sokmaya çalışmayacaksak
yanında olamam.”
Wyatt McCrae, Your Toxic Sequel’in bas gitaristi...
İşleri yoluna sokmak...
Pekâlâ, bu kesinlikle yeni bir şeydi.
“Yeni sevgilinden ayrıldın mı?” Geçtiğimiz birkaç ay
boyunca ona ne zaman aşk hayatını sorsam bir müzik ödül­
leri programında tanıştığı bir adamdan bahsetmişti.
Kylie, “Sienna, ben,” diye başladı ama sonra homur­
dandı. “Aman ya, sanırım en iyisi sana söylemem... New Orleans’ta birlikte yaşadığım adam Wyatt’tı.”
Sonra bana her şeyi anlattı. Birkaç ay önce New Orleans’ta tatildeyken Wyatt’ın nasıl kapısında belirdiğini, nasıl
ikinci bir şans talep ettiğini, sonunda nasıl her şeyi berbat et­
tiğini...
Your Toxic Sequel’in üyelerinin hepsi de her şeyi berbat
ettikten sonra kadınların kapısında habersizce beliriyor
muydu böyle?
Kylie hikâyesine devam etti ama Wyatt'la birlikte Los
153
E mUy Snow
A ngeles'a dönüş yolculuklarını anlatırken evin ön kapısı
açıldı. “Bekle,” dedim telefona, büyükannem kafasını dışa­
rıya uzatınca. Büyükannem ağzını oynatarak yemeğin hazır
olduğunu söyleyince ona başparmağımı kaldırdım. “Bir da­
kika büyükanne...”
Kylie neşeyle, “Selam söyle,” deyince onun dediğini
yaptım. Büyükannem eve girdiğinde Kylie’ye, ne demek is­
tediğini hâlâ anlamadığımı söyledim. “Şubatta New Orlean s’tan ayrılmamın üzerinden birkaç hafta geçtikten sonra
\Vyatt’la tekrar bir araya geldik.”
“Ödül töreninde tanıştığını söylediğin adam peki?”
“Eh, sanırım dağdayken Lucas’la pek muhabbet etme­
diniz.” Kylie değişik bir ses çıkardı. “Sienna, bu herkese söy­
lediğim bir yalandı, böylece Wyatt ve ben... Alışmak için
zaman kazanacaktık.”
Alışmak mı? Nefesim kesildi. “Aman Tanrım! Kylie,
sen hamile misin?”
154
Dördüncü Bölüm
Kylie’nin gırtlağından hıçkırığa benzer bir ses yükseldi.
Tırnağımın ucunu kemirmeye başladım. “İyi misin?"
“Hayır,” dediğinde hıçkırık sandığım sesin kahkaha ol­
duğunu fark ettim. “Yani, evet, iyiyim. Hayır cevabını hami­
lelik sorusuna verdim. Hamile kalmadım, İnsanlara ne zaman
bu konudan bahsetsem, sorduklan ilk şey bu oluyor hep...
Üstünde kam ım boş yazan bir tişört alayım bari...”
“O zaman sen...?”
“Evlendim. Nisan ayının sonlarındaki bir ödül törenin­
den sonra,” diye açıkladı. “Yani, ödül töreninden sonraki
sabah... Bu konuda sessiz kaldık, çünkü yürümesini istiyor­
duk. Bunun yürümesine ihtiyacını var*'
Wyatt MeCrae hakkında pek bir şey bilmiyordum,
grupla, somut bir fikir edinecek kadar vakit geçirmemiştim
ama Kylie’yle geçmişlerinin sallantılı olduğunu, hatta bunu
bu şekilde söylemenin hafif kaldığını biliyordum. Onu geçen
155
Emily Sno\v
şubat ayında, arkadaşımın peşinden gitmeden hemen önce
son gördüğümde, grubun çıkacak albümleri için şarkı kay­
dettiği stüdyodaki bir asistanla işi pişiriyordu.
Ve şimdi, şimdi kendi ailemden biriymiş gibi değer ver­
diğim bir kadınla evliydi.
Burun kemerimi parmaklarımla sıktım. “Tebrikler...”
Kylie kısık sesle iç geçirdi. “Teşekkürler... Senden sak­
ladığım için bana kızmadığına çok sevindim ...” Onun tara­
fında bir şeyin yüksek sesle vızırdadığını, K ylie’nin de
homurdandığını duydum. Yangın tüpü, akşam yemeği gibi
bir şeyler mırıldanıp hemen döneceğini söyledi. İki dakika
kadar sonra geri geldiğinde nefessiz kalmıştı.
“Yemek pişirmekte berbatım,” diye açıkladı. “Evlendi­
ğimizi insanlara daha yeni söylemeye başladık, bu yüzden
seni bu kadar uzun süredir karanlıkta tuttuğumu düşünme...”
Haberi ağabeyine nasıl verdiğini ancak tahmin edebilir­
dim.
“Bugün şirketin baş kanını araman gerek. Sonra iki bu­
çukta fo to ğ ra f çekimin var. Wyatt ve benim için düğün hedi­
yesi alman lazım; ah, bu arada, Lucas, nisanda onunla
evlendim. ”
Gülmemek için dudağımın içini ısırdım. “İnsanlar nasıl
karşılıyor?”
Hattı kaplayan sessizlik cevabın olumsuz olacağının işa­
retiydi. Bu seter konuşması için baskı yapmadım ama otuz
saniyelik sessizlikten sonra Kylie bir kahkaha attı. “Şöyle
böyle... Lucas beni şoka soktu, çünkü en fazla destek veren
156
Temas
oydu. Annemle babamsa... eh, onlarla tanıştın. Sadece gü­
lümsediler ve yuva kurduğum için mutlu oldular. Fakat Sin­
jin.
Davulcunun adını duymak bile rahatsız olmama neden
olmuştu. Geçen şubatta, reçeteli haplar ve kim bilir başka ne­
lerle kafası bir milyonken benimle yüzleşmeye çalışmış,
bunun sonu kötü bitmişti. Lucas öfkelenmiş, Sinjin rehabili­
tasyona geri dönmüştü.
“Bu onun hayatı değil,” dedim gergin bir sesle, “Sinjin
iyi olacaktır.”
“Yavaş yavaş... Sadece Wyatt’m her şeyi batırıp benim
canımı yakacağından endişeleniyor. Ben de endişeliyim; yan­
lış anlama, ilişkimizin yürümesini de istiyorum. Ama bana
yakın olan insanların her şeyi berbat etmesine de ihtiyacım
yok.”
Bunu çok iyi anlıyordum. İstediğim son şey, Lucas'la
birlikte yola çıktığımda ailemle arkadaşlarımın bana ne kadar
aptal olduğumu söylemesiydi. Bu kararımı etkilemezdi ama
oluşturacağı çelişkiyle uğraşmak da istemezdim. Kylie de
böyle şeylerle uğraşmamalıydı.
“Önemli olan senin mutluluğun...” Topuğumu veranda­
nın döşemelerinin arasına sokup salıncağı salladım. ‘’Sinjin
atlatacaktır.”
“Öyle,” dedi Kylie. “Dinlediğin için sağ ol... Sizinle tur­
neye gelemeyecek olmam hâlâ mantıklı gelmiyor biliyorum
ama gelemem işte... Bu çok fazla soruna ve kıskançlık kri­
zine girmeme yol açar. Bu seferkine katılmamam daha i\ i
157
Emily Sno\\’
olur. BÖylece hayranlarından birine Kylie yumruğunu tattır­
mış olm am /'
“Sanki ben çoktan gitme kararı vermişim gibi konuşu­
yorsun.” Bu telefon konuşmasından sonra o turne otobüsüne
adım atar mıydım bilmiyordum.
Bunu ona söylediğimde Kylie keskin bir nefes aldı.
“Kahretsin, bebeğim. Bana bir iyilik yap ve az önce söyledi­
ğim her şeyi unut...”
“Lucas kapımda belirdiği için hâlâ şoktayım. Henüz ne­
rede olduğumuzu bile bilmiyorum ama onu bir grup azgın
hayranla birlikte göreceğim için geri dönmek istemediğimi
biliyorum.”
“Lucas öyle biri değildir, yemin ederim. Bir ilişkisi var­
ken ve sen onun için bu kadar önemliyken yapmaz... Endi­
şelenecek hiçbir şey yok...”
Sohbette yine rahatsız edici bir duraksama oldu ve ka­
patması gerektiğini söyleyerek sessizliği bozan yine
K ylie’ydi. Onunla düzenli olarak konuşmaya başladığımdan
beri ilk kez telefonu kapatmak istiyordum. Son on beş daki­
kada bana düşünecek çok fazla şey vermişti. Bu geceyi, ka­
famda yüz bir tane düşünceyle, tavana bakarak geçireceğim­
den emindim.
“Yakında konuşuruz, olur mu?”
“Tabii... Bak Sienna, tume konusunu iyi düşün, tamam
mı?” Duraksadı. “Ah, alaycı bir gülüş duydum, seni pis sür­
tük...”
“Öyle bir şey yapm adım /'
158
Temas
Bu kez Kylie burnundan alaycı bir nefes verdi. “Her
neyse... Dediğime geri dönersek, yemin ederim ki turne oto­
büsü memeler ve kalçalardan ibaret değil.” Ona bunun saç­
malık olduğunu söyleyemeden önce Kylie devam etti.
“Yemin ederim ki ağabeyim için turne otobüsü öyle bir şey
değil. Şimdi daha iyi mi?”
“Filtren falan yok, değil mi?”
Bir kahkaha attı. “Filtreler korkaklar içindir.”
“İyi geceler, Kylie. Ve cidden, kendine iyi bak...”
Kylie önümüzdeki hafta, hafta sonu kaçamağından
sonra Los Angeles’a döndüğünde beni arayacağına söz verip
telefonu kapattı. Ben de salıncakta birkaç dakika daha otur­
duktan sonra eve girdim. Tavuk teriyakinin ağız sulandırıcı
kokusu anında etrafımı sardı. Mutfağın diğer tarafındaki
yemek odasında olan büyükannemin yanına gidip, devasa
yemek masasında karşısına oturdum.
“Kardeşi o grupla turneye gitmeye ikna etmek için mi
aramış seni?” diye sordu.
Gözlerime düşen birkaç kırmızı tutamı geri attım. ”0
gitmiyor bile...” Büyükannemin mavi gözlerinin üstündeki
kaşları şaşkınlıkla çatıldığmda ekledim. “Birkaç ay önce bas
gitaristle evlenmiş ve artık yolculuğa çıkmak istemiyormuş.”
Büyükannem büyük bir lokma tavukla brokoliyi ya­
vaşça çiğnerken diyeceklerini dikkatle düşünüyordu. “Eee,
onun gitmeyeceğini öğrendiğine göre, sen ne yapacaksın?”
“Ben gideceğim.” Ödümü patlatıyor olsa da... Eğer
Kylie, Wyatt McCrae’ye milyonuncu kez şans veriyorsa ben
159
Emi iv Snow
de Lucas’Ia turneye çıkabilirdim. “En azından birkaç hafta­
lığına...”
Kafamdaki, Lucas’m tekrar bana siktirip gitmemi söy­
lemesi için birkaç haftanın yeterli olduğunu söyleyen rahatsız
edici küçük sesi duymazdan geldim. Bunu yaptım, çünkü
eğer onu dinlersem asla mutlu olamazdım. Ayrıca Lucas’la
biraz vakit geçirsem, sonunda gerçek cevaplar alabileceğim­
den emindim.
Büyükannem peçetesiyle ağzının köşelerini sildi.
“ Bence kariyerin için iyi olacaktır. Senin için de...”
Ona küçük bir tebessüm gönderip ağzıma bir çatal do­
lusu sote edilmiş sebze tıktım. “Umalım öyle olsun...”
Birkaç saat sonra, büyükannem yatmaya gittiğinde ben
de kendi yatağıma uzanıp on saatten kısa süre sonra başla­
yacağım kostüm işini düşünürken, turne hakkında karar ver­
diğimi söylemek için Lucas’ı aradım. Birkaç çalıştan sonra
sesli mesaja yönlendirilince telefonu yüzüstü şekilde yatağa
bıraktım. Nashville’de saat 01.19, Los Angeles’ta 11.19’du.
Küçük bir ihtimal olsa da Lucas uyuyor olabilirdi ya da uçağı
henüz inmemiş olabilirdi. Ona bir mesaj atmayı düşündüm
ama sonra vazgeçtim; bu, sesli mesajla olsa bile ona direkt
olarak söylemem gereken bir şeydi.
Sesli mesaj bırakmak için tekrar numarasını çevirdim.
Lucas ikinci çalışta cevap verdi. İlk başta duyabildiğim
tek şey, arka plandaki sağır edici rock müzikti ama sonra Lu-
160
Temas
cas’m seksi bir hırıltı şeklindeki sesi yüksek sesli müziği bas­
tırdı.
“Benden uzak kalamadın mı?” diye sorduğunda boğa­
zımdaki yumruya rağmen gülümsedim.
Tanrım, onunla sadece birkaç dakika konuşmakla bile
böyle hassaslaşıyorken nasıl turneye çıkacaktım?
“Kötü bir zamanda mı aradım?”
Hattın diğer ucundan bir hışırtı sesi geldi ama birkaç sa­
niye sonra kayboldu. Müzik sesi de gitmişti. “Kusura bakma,
içeride hiçbir bok duyamıyordum. Kararını verdin mi?”
“Evet, ben,” diye başladım ama sonra boğuk bir kadın
sesinin ona bir şeyler söylediğini duydum. Hışırtı sesi tekrar
geldiğinde bunun, Lucas’ın vericiyi eliyle kapatma sesi ol­
duğunu anladım. “Beni sonra ara istersen...”
“Niye öyle bir şey isteyeyim? Seninle mümkün oldu­
ğunca vakit geçirmek istiyorum.”
“Meşgulsün gibi de,” dedim kesik kesik konuşarak.
“Ah, Kırmızı, hayal gücünün şimdiden kahrolası son
hızda çalışmaya başladığını söyleme bana... Yemin ederim
şu anda yatağıma bağlı bir kadın yok.” Nedeninin içimin ra­
hatlaması mı yoksa şaşkınlık mı olduğunu bilemediğim bir
ses çıkardığımda Lucas kısık sesle devam etti. “Wicked
Lambs’in albüm çıkış partisindeyim.”
Yatakta doğrulup dizlerimi göğsüme çektim. Benden,
Lucas’ın eski karısı kadar nefret eden bir başkası varsa o da
Wicked Lambs’in solisti Cilla Craig’di. Kadın, Lucas'ı yıl­
lardır tanıyordu ve ona âşık olduğunu geçen kış bana söyle­
161
E m ily Snow
mişti. Lucas da onunla birlikte büyüdüklerini, Cilla’nın asla
benim gibi olamayacağını söylemişti.
Ama ben de insandım ve Cilla’nın onun yanında oldu­
ğunu duymak canımı çok sıkıyordu.
“Orada mısın?” diye sordu Lucas.
“Evet, buradayım.” Temmuz sonu sıcağı üst kattaki
odamı cehenneme çevirmiş olsa da amber çiçeği desenli
pembe-turuncu yorganımı dizlerimin üstüne, çeneme doğru
çektim. Bu çok rahatlatıcıydı; çocukken de annem karşımda
delirdiğinde böyle yapardım. “Sana evet demek için aradım.
Seninle birlikte turneye gelmek istiyorum.”
Lucas dişlerinin arasından bir nefes almış gibi bir ses
duyuldu. “Benimle gelmek istediğinden emin misin?”
Tabii ki de değilim. İşlerin yürümemesinden ölesiye
korkuyorum. “Oldukça...”
“Ben,” diye başladı ama sonra hışırtı sesi geri geldi.
“Wyatt sonunda aklını başına topladığın için mutlu olduğunu
söylememi istedi.” Telefonun vericisini bir kez daha kapat­
tığında dudaklarımı büzdüm. “Kahretsin! Wyatt ile Cilla bu­
rada beni sinir ediyorlar. Sana bir hafta sonra görüşürüz
diyorlar.”
Dudaklarım ona cevap vermek için aralandı ama sonra
duraksadım ve az önce dediğini sindirmek için bekledim.
“Diyorlar derken ne demek istiyorsun?”
“Sen... Sen bu tume hakkında bir şey bilmiyorsun, değil
mi?” Sesindeki küçük şaşkınlık ve kırgınlık karşısında ha­
zırlıksız yakalanmıştım. Ben ona cevap vermeyince ya da
162
Temas
herhangi bir ses çıkarmayınca sorusunu tekrarladı. Bu sefer
sesi, âşık olduğum özgüvenli adam gibi çıkmıştı. “Google
arkadaşındır, Sienna. Bir şeyleri kabul etmeden önce Google’ı kullanmalısın.”
Atlanta’da olanlardan sonra Lucas Wolfe’u kafamdan
atmak için elimden geleni yapmıştım. Süpermarketlerde ka­
pağında Lucas’m fotoğrafı olan dergileri görmezden gelmiş,
televizyonda Your Töxic Sequel’le alakalı bir şeyler çıktı­
ğında kanalı değiştirmiş ve kesinlikle internette onunla ilgili
araştırma yapmamıştım.
“Hayır, görünüşe göre Google en kötü düşmanım." diye
mırıldandım. “Lucas... Wicked Lambs de YTS’yle birlikte
turneye çıkıyor, değil mi?”
Lucas doğrulamadan önce cevabı biliyordum ama onun
dediklerini duyduğumda yine de göğsümde bir gerginlik be­
lirmişti. “Bildiğini sanıyordum.”
163
Beşinci Bölüm
Lucas Wolfe
Kahrolası bir aptaldım belki ama yirmi saniye öncesine
kadar Sienna’nm, turnede C illa’nm da olacağını bildiğine
inanıyordum. Ama Sienna’nm şaşkınlığı ve rahatsızlığı başka
şey anlatıyordu. Şimdi tereddüde düşmüştü ve bana kısa,
kesik cevaplar veriyordu... Evet... Hayır... İyi... Tamam... Bu
beni delirtiyordu ve şu anda onu dizime yatırıp o mükemmel
poposuna şaplak atmaktan daha fazla istediğim bir şey yoktu.
Ama daha sonra bunun içn yeterince vaktim olacaktı.
Birkaç dakika daha konuştuktan sonra Sienna yalandan
esneyerek yarın bir kostüm işi olduğunu söyledi. “Bu hafta
sonu seni ararım, tamam mı?” dedi. Acaba o seksi country
aksanındaki kopmayı fark edemeyecek kadar aptal olduğumu
mu sanıyordu?
Cilla ve Wyatt birkaç metre ötemde sigara içiyorlardı
164
Temas
ama Sienna telefonu yüzüme kapatmadan önce onu durdur­
makta tereddüt etmedim. “Bekle!” diye seslendiğimde Sien­
na’nm nefesinin hızlandığını duydum. Yakındaki bir banka
otururken boynumdaki kaslar gerilmişti. “Seni bu kadar
kolay bırakacağımı mı sanıyorsun?”
“Çok yorgunum, gerçekten...”
“Sienna,” diye başladım ama Cilla’mn öksürüğü durak­
samama neden oldu. Gözümün ucuyla baktığımda onun yeri
izlemekte olduğunu ve sigarasını ikiye ayıracak kadar sıktı­
ğını gördüm. Söylediğim her lanet olası kelimeyi dinliyordu.
Cilla’nm benimle birlikte turneye çıkmasını istemediğim bir
sır değildi ama yine de onu incitmemek için sesimi iyice kıs­
tım. “Sienna, seni seviyorum. Ve benimle olacağın için çok
mutluyum.”
Sienna gergin bir şekilde güldü. Muhtemelen kafasını
sallıyor, dişlerini alt dudağında kaydırıyordu. “Ben senin
kostüm danışmanınım, unuttun mu?”
Onun fısıltıyla, profesyonel bir sesle kostüm danışmanı
demesi aletimin sertleşmesine neden oldu. Ona, sabah en
erken uçakla Nashville’e gideceğimi söylemek istedim ama
sonra Atlanta’ya gitme planlarımı hatırladım.
Siktir!
Yakında aklımı kaçırmak istemiyorsam bu yolculuğu erteleyemezdim.
“Ne olduğunu çok iyi biliyorum,” dedim. Wyatt’ın gev­
şek sırıtışını gördüğümde dudaklanmı okumasın diye arkamı
döndüm. “Ve o dolabın içinde ve dışında seninle oldukça
165
Emily Sno\v
tazla vakit geçireceğim. Seni dizime yatırıp...”
Lafımı gergin bir sesle kestiğinde Cilla’yı ve Wicked
L am bs’i tamamen unutmuştu. “ Böyle konuşmamalısın.”
Evet, konuşmamalıydım. Ama gecenin kalanında ve sa­
bahki Atlanta yolculuğunda tek düşünebileceğim Sienna’nm
ılık teni, belinde beliren minik ter damlacıkları ve kürek ke­
mikleri arasındaki tatlı, elma esanslı duş jeli kokusu olacaktı.
Yatağa gittiğimde -zonklayan bir aletle, yapayalnız haldehayal edebileceğim tek şeyse yatağa bağlanmış elleri ve vü­
cuduma sürtünen kalçaları olacaktı.
Keskin bir nefes verdim. “Sienna?”
“Efendim?”
“Daha sonra kendine dokunduğunda -bunu yapacağını
biliyorum ve beni beklemeni sana söyleyem em - gözlerini
bağlamanı, içinde olduğumu, tadına baktığımı düşünmeni is­
tiyorum . İşin bittiğinde, titreyerek yüzünü yastığa gömüp
adımı haykırdığında bana söylemeni istiyorum.”
“Bunu bilemezsin,” diye karşı çıktı ama gırtlağımdan
gelen sert bir sesle sözünü kestim.
“Oyun oynama...”
Cilla siyah saçlarını dramatik bir şekilde arkaya atarak
dikkatimi çektiğinde ona bakmaktan başka çarem yoktu.
Mavi-yeşil gözlerine baktığımda kafasıyla, grubunun partisi­
nin yapıldığı kulübün girişini işaret etti ve öfkeyle bana baktı.
“Ben içeri giriyorum,” dedi yalnızca dudaklarını oynatarak.
Sonra kırmızı renkli, zımbalı topuklularının üstünde ayağa
kalktı. Kapı görevlisi onu içeri almadan önce birkaç şey ını-
166
Temas
nldanırken Cilla’nın omuzlan titriyordu. Kulübün siyah metal
kapısı kapandıktan sonra uzun süre oraya baktım.
“Nereye gittin?” Sienna düşüncelerimi böldü. “İyi ge­
celer dedim ve seni sevdiğimi söyledim.”
İşte yine olmuştu. Bir gecelik ilişkiden daha fazlası ol­
maması gereken bir kadının mırıldandığı birkaç kelime yü­
zünden içim yine bir sıcaklıkla dolmuştu.
“Dediklerimi unutma, Sienna,” diye hatırlattım.
“Ya dediklerini yapmazsam?”
“Seni tanıyorum, yapacaksın...”
Sienna telefonu kapattıktan sonra sessizleştim. Kulüpten
on beş metre kadar uzaklıktaki cuma gecesi trafiğine ve içe­
riden taşan Wicked Lambs müziğine rağmen hiçbir şeyin far­
kında değildim. Sonunda dünyayı tekrar umursamaya karar
verdiğimde Wyatt’ın bankta yanımda oturmakta olduğunu
fark ettim. Sigara izmaritini yakındaki bir çöp kutusuna attı
ve kafasını yana eğerek meraklı gözlerle bana baktı.
“Şu şeylerin kokusundan nefret ediyorum,” dedim hav­
lar gibi... Sigara kokusu bana hep Samantha'yı ve evliliğimiz
tepetaklak olmadan önce ettiğimiz kavgaları hatırlatıyordu.
Hep aynı şey olurdu; Samantha tartışmanın ortasında, onunla
uğraşmak istemiyorsam gitmemi söylerken bir sigara ya­
kardı. Bu koku, onu terk ettiğimde bir daha asla dönmemem
gerektiğini hatırlatıyordu. “Ve bana öyle bakmayı kes...”
Wyatt öne eğilip kollarını dizlerine dayadı. “Cilla me­
selesine nasıl tepki verdi? Riske girip pek de iyi tepki ver­
mediğini söyleyeceğim.”
167
Emily Snow
“Kylie ona yaptığın şeylere iyi tepki verdi mi hiç?”
\Vyatt irkildi ama dokundurmanın etkisinden hemen
kurtuldu. Sonra sırtını gerip yeni bir sigara yakmak için ha­
reketlendi ama onu trafiğin ortasına atmak istermişim gibi
baktığımda vazgeçti. “Sanırım işler böyle yokuş aşağı ini­
yor.” Kullanılmamış sigarasını yeşil-beyaz kutusuna geri
koyup kapağını kapattı. “Cilla sarhoş olup Sienna’ya Biber
diyecek, geçmişte onu kaç kez becerdiğini anlatacak ve so­
nunda canına okunacak.”
“Net olalım diye soruyorum, kimin canına okunacak?”
“Cilla'nın... Yani olacağını düşündüğüm en hafif şey bu...”
VVyatt, Sin ve Cal de Wicked Lambs’in bizimle turneye
çıkmasını istemiyorlardı ama şirketimizin istediği buydu. Ve
tüm bu detaylar, Sienna resme girmeden çok önce kararlaş­
tırılmıştı.
“Kavga etmeyecekler,” dedim, haklı olduğumu umarak.
Daha sonra, Cilla birkaç kadeh daha içtikten sonra sen­
deleyerek masama yanaşıp profesyonel olarak tanıdığımız
herkesin, yani Cal, Wyatt, tur direktörümüz ve kendi grubu­
nun davulcusu önünde benimle eve gelmeyi teklif etti. Bunun
üzerine gitme zamanımın geldiğini anlayarak kalktım ama
Cilla da peşimden gelince onu olabildiğince kolay şekilde
reddedebilmek için kulübün girişine yakın bir yerdeki boş
bir köşeye çektim.
Ama öyle bir şey olmayacaktı.
168
Temas
“Biber’e söylemem,” diye karşı çıktı Cilla. Yakut kır­
mızısı dudakları, işlerin kendi istediği gibi olacağını düşün­
düğünde olduğu gibi yavaş bir sırıtışla kıvrıldı. “Ne
düşündüğünü umursadığımdan değil tabii am a...”
“Cilla...” Ellerini göğsüme sürtmek için kaldırdığında bi­
leklerini tuttum. Bir elim, Sinjin’in birkaç yıl önce ona hediye
ettiği Tiffany bilekliğin üstüne kapanmıştı. “Bunu yapmıyoruz.
Asla da yapmayacağız. Onun adı Sienna ve inan bana, ben
onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini umursuyorum. Eğer
onunla birlikteysem başka biriyle olmayacağım demektir.”
Cilla onu yakmışım gibi geri çekilip sendeleyerek geri­
ledi. “Tanrım, sen kimsin? Benim Lucas’ım değilsin.” Kafa­
sını agresif şekilde iki yana salladı. “Tanıdığım biri değilsin.”
Bu saçmalık iyice eskimişti artık.
“Haklısın,” dedim alaycı bir şekilde. “Ama ben hiçbir
zaman senin Lucas’m olmadım.” Hızla dönüp yanından ay­
rılarak kulüpten çıktığımda peşimden gelmedi.
Şoförüm beni eve rekor sürede ulaştırdı. Turne birkaç ay
içinde bittiğinde Sienna’yla paylaşacağım yatağa girdiğimde
telefonumu kontrol ettim. Sienna’nın bir saat önce, kendi saa­
tiyle 03.22’de gönderdiği mesajı gördüğümde şaşırmadım ama
eklediği fotoğrafını gördüğümde şoka girdim.
Mavi gözlerini örten kumaş ve yana dönmüş, kızarmış
yüzü hayatımda gördüğüm en seksi şeydi. Sadece fotoğrata
bakmakla bile kaya gibi sertleşmiştim. Fotoğrafın altındaki
mesaj kısa ve basitti.
01.22: SANA şimdi daha çok ihtiyacım var.
m
Emilv Srnnv
* * *
Sam’le geçmişim yüzünden eve gitmekten mümkün ol­
duğunca kaçınıyor, genellikle annem reddedemeyeceğim
kadar ısrarcı olunca gidiyordum. Ama ertesi sabah, Los An­
geles Havalimanı’nda birkaç imza verdikten ve Yeni Zelan­
da’dan gelmiş olan, Your Toxic Sequel’in en büyük
hayranlan olduklarım iddia eden bir grup üniversiteli kızla
birkaç fotoğraf çekildikten sonra Atlanta uçağına bindim.
Şehre en son geldiğim zamankinin aksine beni karşılamak
için bir limuzin yoktu. Havalimanmdaki stantlann birinden
inci beyazı bir Suburban kiralayıp, direkt olarak eski karımın
evine yollandım.
Sam hâlâ Peachtree Caddesi’ndeki aynı pahalı, lüks dai­
rede oturuyor, hâlâ bir buçuk yıldır sahip olduğu Mercedes’i
kullanıyordu. Arabanın yanından geçerken ızgarasına bir
tekme indirmek istedim, lanet olasıca şeyin parasını ben ver­
miştim ama ayaklanmı sıkıca yerde tutup binaya girdim.
Under Armor marka egzersiz kıyafetleri giymiş halde köpe­
ğini yürüyüşe çıkarmakta olan bir kadın dönüp gözlerini üs­
tümde gezdirdi. Bakışları davetkâr ve meraklıydı ama ben
ona soğuk bir şekilde gülümsedim.
Pek bir şey değişmemişti. Hiç de değişmiyordu zaten.
Bu ziyaretteki tek farklı şey Sam’in beni beklemiyor ol­
masıydı. Ve kapıyı açtığındaki hali...
Eski karımı en son bu baharda, aşırı zayıf haliyle gör­
müştüm. Şimdi giydiği şort kemikli kalçalarından sarkıyor,
170
Temas
bol askılı tişörtü neredeyse hiç olmayan göğüslerini saklıyor,
kısa saçları yağlı tutamlar halinde yüzünü sarıyordu ve beş
yaş yaşlanmış gibi görünüyordu.
Kendisine ne yaptığından haberi var mıydı acaba?
Yoksa artık hiçbir şeyi takmadığı bir noktaya mı ulaşmıştı?
Minik bedenini duvara yasladı ve gözlerini, Converse’lerimden başlayarak siyah beyzbol şapkama kadar gez­
dirdi.
“Birinden mi saklanıyorsun, bebeğim?” dedi alaycı bir
şekilde. Seyahate çıktığımda hep böyle giyinirdim. Sam de
bunu biliyordu. Bu sefer pek işime yaramamıştı gerçi, çünkü
hava kollarımı ve yedi yıl önce Sinjin’e karşı kaybettiğim bir
iddianın sonucu olan, fakat şimdi alameti farikam haline gel­
miş yıldız dövmelerini kapatamayacak kadar sıcaktı. “Eee,
saklanıyor musun?” diye sordu tekrar.
“Hayır, saklanmıyorum.” Artık saklanmıyordum.
Sam kaşlarını çattı. “Haftaya sana geleceğimi söylemiş­
tim. Ne halt yemeye buraya geldin?” diye bağırdı.
Kapıyı iterek iyice açtım ve içeri girdim. İçeride, pahalı
bir parfümle saklamaya çalıştığı cin ve kusmuk kokusu vardı.
Sam beni durdurmaya zahmet etmedi, zaten durdurmasını da
beklemiyordum. Odanın karşısına bile yürüyemeyecek kadar
zayıf görünüyordu, bana hiç karşı gelemezdi. Ayrıca aptalca
bir şey yapamayacak ya da oyun oynayamayacak kadar pa­
raya ihtiyacı vardı.
Benimle ancak böyle zamanlarda, parasız kaldığında iş­
birliği yapardı.
171
Emily Snow
Arkamdan sessizce yaklaştığını duyduğumda, “Beni
gördüğüne sevinmedin mi?” diye sordum.
“Doğrusunu istersen sevinmedim. B en...” O anda onu
dinlemeyi bırakıp oturma odasına dağılmış U-Haul kutula­
rına odaklandım. Kutuların çoğu açıktı ve içlerindekiler ta­
şıyordu. Bu bana Sam’in aceleyle bir yere gitmekte olduğunu
düşündürdü.
“Taşmıyor musun?” Ona bakmak için döndüğümde
büyük gri gözleri şaşkınlıkla daha da açıldı. Vücudundaki en
büyük şeyler kahrolası gözleriydi.
“Niye umurunda?” Meşe zemindeki bir sigara yanığına
bakıyordu ama içten içe köpürdüğünü biliyordum. Buraya
gelmeden önce, ona baharda verdiğim parayı yüzde doksan
dokuz bitirdiğini biliyordum, bu yüzden söyledikleri karşı­
sında şaşırmadım. “Evet, taşmıyorum. Daha küçük bir yere
geçiyorum, tabii bu seni hiç ilgilendirmez. Bu nedenle sana
geleceğimi söylemiştim pislik herif. Biliyorsun k i...”
“Bana ‘beni sıkıyorsun’ saçmalığını anlatma şimdi... Bun­
lan geçelim artık...” Sam’in, üstü mektuplarla dolu soyut sanat
eseri, tasanmcı işi sehpasına doğru uzanıp benden alacağı son
banka çekini bıraktım. Çek zarfı, üstünde ACİL yazan, bir elek­
trik şirketinden gelmiş olan mektubun üzerine düştü.
Sam sadece daha küçük bir daireye geçmiyordu, bu
evden çıkartılmıştı. Muhtemelen bu para evi elinde tutmasına
yarayacaktı. “Seni yolculuk yapmaktan kurtardım işte.”
Sam zarfa bir kez bile bakmadan kahve sehpasının et­
rafından dönüp tam karşıma geçti, deri koltuğa sakince otu­
172
Temas
rup kollarını kemikli bacaklarına dayadı. Konuşmadan önce
bir dakikalığına ürkütücü bir sakinlikle bekledi. Konuştu­
ğunda sesi uzaklardaydı ve dalgındı.
Kahretsin, şu anda kafasının bir milyon olduğundan
emindim.
“O zaman işimiz bitti,” dedi peltek bir konuşmayla.
“Sana aramızdakilerin artık biteceğini söylemiştim ve ol­
dukça ciddiydim.”
Birkaç adım geriledim ama yüzümü ifadesiz tuttum.
“Bunu daha fazla yapmayacağız.”
“Yapmayacağımızı söyledim zaten. Seninle bir daha ir­
tibata geçme gibi bir planım yok, Lucas.”
Onun çığlık atmasını ya da beni rahat bırakma konu­
sunda fikir değiştirdiğini, öldüğüm güne dek yakamı bırak­
mayacağını söylemesini bekliyordum. Ama öyle bir şey
yapmadı. Boş gri gözlerle, ellerini yaralı diz kapaklarına sür­
terek öylece oturdu.
“Ben gidiyorum. Kendine iyi bak, tamam mı?”
Bakışlarını hızla bana kaldırdığında gözlerindeki nefreti
görerek, bir zamanlar yeminler ettiği aşkının da bir oyundan
ibaret olup olmadığını merak ettim. “Git o zaman... Shannon
ile Dan’e selamlarımı iletmeyi unutma,” diye gürledi. “Emi­
nim buradan çıkar çıkmaz onları görmeye gideceksindir. An­
nenle babanın beni ne kadar sevdiklerini biliyorum.”
Ona soğuk bir şekilde gülümsedim. “Biraz yardım al,
Samantha ve beni bir daha rahatsız etme...” Kapıya giden
yolu yarılamıştım ki arkamdan zayıf bir sesle adımı seslen­
173
Em i/y Snow
diğini duydum. Geri dönüp baktığımda saldırısına hazırlıklıydım ama koltuktaki yerinden kıpırdamamıştı.
“Kötü olan benim tabii...” Solgun dudakları zalimce bir
sırıtışla kıvrılmıştı. kvHer şeyi mahveden kalpsiz sürtük
benim...”
“İşleri hiç kolaylaştırmadın ama.”
“Ben kimsenin canını yakmadım, Lucas,” dedi alaycı
bir şekilde. “Ben sadece nasıl lanet olası bir korkak olduğunu
hatırlattım sana.” Sözleri içime saplanan keskin bir bıçak gi­
biydi ama dağılmadım. Bu evden kendimi kaybetmeden çık­
mak istiyorsam başka şansım yoktu çünkü.
Ben bir şey demeyince Sam devam etti. “Her şeyi mah­
veden sensin, Lucas. Sen... yaptıklarınla mahvettin.”
Dudağımın köşesini kalkmaya zorladım. “Öyle olsun...”
O muzları beyaz minderlere değene dek arkasına yas­
landı. Bana bakmıyordu; bakmak için de bir sebebi yoktu.
Beni parçalara ayırmak ve nasıl biri olduğumu hatırlatmak
için ne demesi, ne yapması gerektiğini biliyordu. “Kahrolası
turnende iyi şanslar, Lucas...” Sigara paketini almak için seh­
paya uzanırken elleri titriyordu. “Şansa ihtiyacın olacak...”
“Sen de siktir git, Samantha.”
H oşça kal demedi. Ben de ondan bunu beklemiyordum
zaten.
174
Altıncı Bölüm
Sienna Jensen
Lucas’la turneye gitmeyi kabul etmemden sonraki bir­
kaç günde kendimi tamamen işime verdim. Nisan ayının so­
nunda Los Angeles’tan Nashville’e taşındığımdan beri
ismimi duyurmayı başarmıştım. Bu namı korumak da benim
için çok önemliydi. Kostüm asistanı olmaya geri dönmek is­
temiyordum; Echo Falls'un setinde eski patronum Tomas'la
çalışmanın değersiz olduğunu söylemiyordum ama dünya­
daki cehennem gibiydi.
Sah akşamı geldiğinde, turneden döndüğümde şimdiki
iş anlaşmalarıma göre Lucas’la birlikte iki tarih belirlemiş,
tüm müşterilerimle de şahsen konuşup onları planlarımdan
haberdar etmiştim.
Çarşamba gününün çoğunu, ertesi günkü Los Angeles
yolculuğu için hazırlanmama yardım eden arkadaşım Ash175
Em ilv Smnv
ley yle geçirdim. Ash sıkı bir Your Toxic Sequel hayranıydı.
Şu anda birlikte olduğu ama bir ayrılıp bir birlikte olduğu
erkek arkadaşı YTS şarkılarına cover yapan bir grupta çalı­
yordu ve Ashley de gerçek grubu birkaç kez konserde gör­
müştü. Valizlerimi topladığımız tüm süre boyunca grubun
canlı gösterilerinin nasıl albüm kalitesinde olduğundan bah­
setmiş, hatta Spotify’da bana bir çalma listesi oluşturmak
için on beş dakika zaman ayırmıştı.
“Şimdiye kadarki en iyi şarkıları,” dedi bana. Derli toplu
masamın üstündeki dizüstü bilgisayarımın önünde diz çök­
müş, listesine odaklanmıştı.
Düz siyah bir askılı tişörtü katlayıp gri bir kotun yanma
yerleştirdim. Dikiş yerlerinden ayrılmış olan eski valizimden
daha dayanıklı bir şeye ihtiyacım olduğunu düşünerek bu Samsonite valizi dün turne için özellikle almıştım. “Acaba neden
bu listede grubun tüm şarkılarının olduğunu hissediyorum?”
Ashley gözlerini devirip omuz silkti. “Hepsi sayılmaz.”
Bir saat sonra gitme vakti geldiğinde Ashley çantasına
uzanıp, başlığı Ashley ’nin YTS Hakkında Yapılacaklar Listesi
olan bir kâğıt uzatarak beni şaşırttı. Kendi isminin üstünü
birkaç X harfiyle çizmiş, onun yerine, metalik pembe keçeli
kalemle, geniş harflerle benim adımı ya da daha doğrusu Sienn'â-Kahrolası-Jensen yazmıştı.
Listeyi incelerken ön verandadaki salıncağa oturdum.
“Kuliste Carin vücudundan içki iç... Sinjin’in bagetlerini im­
zalat... W yatt’m K ram er’ını okşa...” Bir kaşımı kaldırarak
A shley'ye baktım. Kramer da ne halttı?
176
Temas
Ben listeyi okurken Ashley ahşap basamaklardan indi.
Mor Coach çantasında arabasının anahtannı ararken bana ar­
kası dönük duruyordu. Birkaç ay önce tekrar görüşmeye baş­
ladığımız zamandan beri, onun hakkında yeterince şey
öğrenmiştim ve şimdi, cevap vermeden önce benden daha
fazla tepki beklediğini biliyordum.
“Bunun, Wyatt McCrae’nin vücudunun bir kısmı değil,
gitarı olduğunu varsayıyorum,” dedim kuru bir sesle.
Gerçekten de Ashley gözlerinde muzip bir parıltıyla
bana döndü. “Evet...” Ellerini kalçalarına dayayarak, Thirty
Seconds to Mars tişörtünün üstündeki Jared Leto'nun suratını
kapattı. “Ama onun şeyini okşamaktan...”
“Bunu bana sadece gülmek için vermedin sanırım.”
Ashley kafasını iki yana salladığında mavi-pembe saç­
ları, piercing’lerle dolu kalp şekilli yüzünün etrafında sav­
ruldu. “Şey, hayır...” İçini çekerek basamakları tekrar
tırmandı, verandada ilerledi ve salıncakta yanıma oturup
ayak bileklerini kavuşturdu. “Ah, hadi ama Sienna. bunu
benim için yapmanı istiyorum. Fotoğraf falan da çek de ben
de senin sayende bunlan yaşamış gibi olayım.”
“Neden kendin eylülde burada verecekleri konsere gel­
miyorsun?”
Ashley bana kararlı bir bakış attı. “Güven bana, orada ola­
cağım. Biletlerimi aylar öncesinden aldım. Ama bunlan yapa­
rak grubu tanırken ne kadar eğleneceğini bir düşünsene...”
Elimde tuttuğum kâğıt parçasını dramatik bir şekilde işaret et­
tiğinde bana banal bir televizyon programı sunucusunu hatır­
177
Em ily Sno\v
lattı. “Bu kesinlikle aranızdaki buzları eritmeye yarayacaktır.”
Your Toxic Sequel üyeleriyle, sonunda kovulduğum bir
müzik klibi çekimlerinde ve geçen şubatta, Lucas’m geçici
asistanlığını yaparken toplamda en fazla yirmi dört saat ge­
çirmiş olmalıydım. Her ikisi de tuhaf durumlardı ve benden
otomatik olarak nefret etmeyen tek grup üyesi CaFdi.
“Beni zor durumda bırakmak çok hoşuna gidiyor, değil
m i?” Ama sonuçta kız benden onu kulise ya da otobüse giz­
lice sokmamı istemiyordu. Ayrıca önerdiği şey gerçekten de
buzların erimesine yardımcı olurdu; eh, Cal Romero’nun vü­
cudundan içki içmek dışındaki her şey... Listeyi ikiye katla­
yıp kâğıtla bir sineği kovaladım. “Sinjin’den imzalı baget
alabileceğimden şüpheliyim ama elimden geleni yapacağım.
Adam benim en büyük hayranım değil...”
Ben de onun en büyük hayranı değildim. Sinjin sertifi­
kalı bir pislikti.
Ama Ashley aksini düşünüyormuş gibiydi. “Sinjin
yapar. Ve bunu yaptığın için teşekkür ederim.” Yanağıma
hızlı bir öpücük kondurdu; koyu kırmızı rujuyla yanağımda
iz bıraktığı kesindi. Sonra kalkıp tekrar arabasına yöneldi.
“Bil diye söylüyorum, sana inanılmaz imreniyorum.”
Sesindeki sırıtışı duyabiliyordum, bu yüzden salıncak­
tan kalkarken ona gülümsedim. Listeyi bir kez daha katla­
dıktan sonra yüksek belli şortumun arka cebine koydum.
“Bütün fotoğraflarda seni etiketleyeceğim.”
Ashley kafasını geriye atarak güldü. “Birkaç hafta sonra
görüşürüz. Başını fazla belaya sokma, tamam mı?”
178
Temas
“Sokmam,” diye söz verdim.
Birkaç saat sonra, büyükannemin en sevdiği restoran
Franklin’de akşam yemeği içn otururken kardeşim de Ashley’nin bu uyarısını tekrarladı. Ama Seth’in uyarısı alaycı
değildi; hatta fazla ileriye giderek güvenli seks hakkında bile
tavsiye vermeye kalktı.
İğrenç...
İlk başta şaka yaptığını düşündüm çünkü bana, “Aşağı­
lık herife prezervatif takmasını söyle,” derken, yüzünde
hayal edilebilecek en sakin ifadeyle ekmeğine tereyağı sürü­
yordu. Ayrıca büyükannem de yanında oturuyordu ve Seth.
onun önünde benim seks hayatımı konuşmayacak kadar akıl­
lıydı. Ben karşılık vermeyince bir büyükanneme, bir bana
baktı.
“İkiniz de pislik olan tenmişim gibi bakıyorsunuz.”
Büyükannem parlak mavi gözlerini iyice kıstı. Çocuk­
ken bu bakışıyla kötü bir davranışımızı hemen düzeltmemizi
sağlardı. “Böyle konuşarak fazla ileri gittin ve bunu hak
ettin.” Normalde yumuşak olan sesi çelik gibiydi. “Bu tanım
sana yakıştı oğlum.”
Seth’in alnı kırıştı. “Ah, hadi ama, ben sadece onun in­
cinmesini istemiyorum, büyükanne. Birkaç yıl önce çıktığı
o pisliğin de Wolfe’tan aşağı kalır yanı yoktu.” Ona yardım
etmem için bana yalvarır gibi baktı ama ben sadece dudak­
larımı sıktım. Bu meselede ona yardım etmemin imkanı
yoktu. “Tamam, filtreli konuşacağım. Sana tekrar kelek at­
masına izin verme... Daha iyi oldu mu?”
179
Em i/y Sn<n\'
Hayır, pek sayılmaz.
Ama Seth bazen ne kadar sert ve kaba olsa da aslında
i>i niyetli olduğunu biliyordum. Hayatındaki en önemli in­
sanlar büyükannemle bendik. İkinci karısıyla Maine’de ya­
şayan babamı pek görmüyorduk, annem de son birkaç yıldır
hapisteydi.
Yanağımın içini ısırdım. Annemi düşününce Seth’in filt­
resiz konuşmalarına bir nevi şükrettim. En azından kardeşim
lafı geveleyip annemin yaptığı gibi amacına ulaşmak için in­
sanları manipüle etmiyordu.
Elimi, masanın ortasında duran biftek sosu ve ketçap şi­
şelerinin yanından uzatıp ellerinin üstüne koydum. “Bak
Seth, seni çok seviyorum,” diye başladım. Seth homurda­
nınca büyükannem kafasının arkasına sert bir şaplak atarak
düzgün saçlarının savrulmasına neden oldu. Seth kaşlarını
çatarak devam etmem için işaret etti. “Benim için endişelen­
men de çok güzel, gerçekten... Ama iyi olacağım.”
“Sienna kendisi için bunu yapmayı hak ediyor,” diye ek­
ledi büyükannem cesaret verici, sıcacık bir gülümsemeyle.
O anda ona tekrar âşık oldum.
Seth ellerini benimkilerden çekip savunmacı bir şekilde
kaldırdı. Avuçları bana bakıyordu. “Kahretsin, ben onun
mutlu olmayı hak etmediğini söylemedim ki... Bunu hak edi­
yor. Artık konuşmayacağım, tamam m ı?” Büyükannem izin
isteyip tuvalete gidene kadar bir şey demedi. Ama duyma
mesafesinden çıkar çıkmaz tekrar konuştu. “Sadece dikkatli
olmanı istiyorum.”
180
Temas
Bifteğimin bir parçasını koparıp sosta gezdirdim ve kar­
deşimle birbirimize gözlerimizi dikmiş bakarken bifteğin
soğuk ve kanlı olmasını umursamadan ağzıma attım. Karde­
şimin haddini bilmeyi öğrenmesi gerekiyordu ama daha
sonra pişman olacağım bir şey söylememek için içimden
ondan geriye doğru saymaya başladım.
Bire ulaştığımda kolamdan bir yudum alıp boğazımı te­
mizledim. “Söz veriyorum dikkatli olacağım. Ama bu konuda
seninle son kez konuşuyorum. İşleri tuhaflaştırıyorsun çünkü.”
“Ah Si, yapm a...”
Of, bu böyle gitmezdi. “Seth, tam olarak öyle davrana­
cağım. Bırak ben kendim için endişeleneyim, sen de kendin
için endişelen.”
“Sen kendin dışında herkes için endişelenirsin. Öyle ol­
madığına dair yeminler etsen de her defasında böyle yaptı­
ğını görüyorum.”
Uzanıp American Eagle tişörtünün yakasına yapışmamak
için avuçlarımı masaya dayadım. Ona çok öfkelenmiştim.
“Tabii ki de büyükannemle senin için endişeleniyorum. Kadın
kasımda seksen yaşına girecek. Sense daha yirmi yaşında bile
değilsin. Hayatını mahvetmemeni sağlamak benim işim...”
“Bu saçmalıklara başlama şimdi,” diye konuşmaya baş­
ladı ama göz ucuyla büyükannemin geldiğini gördüğümde
omuzlarım ve boynum gerildi.
“Akşamın kalanını da mahvetmesek?” diye yalvardım
sert bir fısıltıyla. “En azından büyükannemin hatırı için... Şu
meseleyi uzatmayalım artık.”
181
Em ily Smnv
Akşam yemeğinin geri kalanını, Lucas’la gittiğim için
ne kadar aptal olduğumu söyleyerek geçirmek istermiş gibi
göründüğünden yüz ifadesi karışıktı... Ama sonunda, büyük­
annem koltuğuna geçmeden hemen önce parmaklarını saç­
larından geçirdi ve omuzlarını keyifsiz bir şekilde kaldırdı.
“Ne olursa olsun ben de seni seviyorum,” dediğinde ra­
hatladığımı hissettim. Kardeşim hep böyleydi. Ona kızgın
olmam gereken zamanlarda bile böyle şeyler söyleyerek du­
varlarımı yıkıyordu.
Ama belki de benimle alakalı bir şeydi bu. Beyaz bay­
raklar ve nazik sözler karşısında hep böyle erirdim.
Büyükannem sandalyesine yerleşirken bir an için dişle­
rimi sıktım, sonra kardeşimin yararına gülümsedim. “Her şey
iyi gidecek... Ben iyi olacağım. Sonuçta turneye çıkıyoruz,
evlenmeye gitmiyoruz.”
Ama yine de bu turneye katılmanın kötü bir fikir olabi­
leceğini düşünmeden edemiyordum.
Sabaha kadar uykuya dalamayacak kadar endişeliydim.
Bu yüzden neredeyse sabahki uçağımı kaçırıyordum. Yal­
nızca iki saatlik uyku uyuyabildiğim için güvenlik noktasın­
dan geçerken beynim hâlâ bulanıktı. Ayakkabılarımla
çantamı gri renkli dikdörtgen kabın içine koyarken, arabamı
kısa süreli park alanına mı yoksa uzun süreliye mi koydu­
ğumu düşünüyordum. İlk uçağa bindiğimde de ayakkabıla­
182
Temas
rımın çoğunun bulunduğu valizi büyükannemin antresinde
bıraktığımı hatırladım.
Kahretsin.
Gözlerimi kapatarak koltuğumda rahatlamaya çalıştım.
“Kendini topla Jensen,” diye kendimi azarladım dişlerimin
arasından.
Tek yedek anahtar kardeşimdeydi. Phoenix’teki molada
Seth’e mesaj atıp arabamı kontrol etmesini ve uzun süreli ka­
lacağım bir yerin adresini alır almaz bana ayakkabılarımı
göndermesini söyledim.
Onun cevap vermesini beklerken ekranımda bir Facebook bildirimi belirdi. Los Angeles’ta yaşarken birlikte kal­
dığım arkadaşım Tori’den mesaj gelmişti.
Victoria Abrams: Bir dakika, az önce kıçının bu gece ve
yarın gece burada olacağını söyleyen bir mesaj mı okudum?
Şu anda heyecanla çığlıklar atıyorum ama itiraf etmeliyim
ki biraz da endişeliyim. Neler oluyor? Echo Falls 'tâki işine
geri dönmüyorsun, değil mi?
Dün geceki uykusuz zamanlarımda Tori’ye mesaj atıp
önümüzdeki kırk sekiz saat boyunca şehirde olacağımı söy­
lemiştim. Your Toxic Sequel turnesi yarın akşam Pomona'da
başlayacaktı. Ona Lucas’tan veya grupla birlikte turneye gi­
deceğimden bahsetmemiştim ama Los Angeles’a gidip de
Tori’yi görmemek terbiyesizlik olurdu.
Ilık karamel macchiato'dan bir yudum alıp arkadaşıma
cevap attım.
183
Em ily Snow
Her şey yolunda. Oraya Lucas ’/ görmek için geliyorum.
Aynı Kylie’nin yaptığı gibi Tori'nin cevap atması da yüz
saat sürüyordu. Ne diyeceğini bilmediği için yazıp yazıp sil­
diğinden emin olduğum mesajı sonunda geldiğinde sadece
tek bir cümleden ibaret olduğunu gördüm. Tori’nin doğarken
de stresli olduğuna yemin edebilirdim; kahretsin, elinde her
an bir stres topu bulunuyordu.
Victoria Abrams: Radyoda sabah akşam çalan şu “On
Gün "şarkısıyla mı alakalı?
Burnumu kırıştırdım. Tabii ki de şarkıyı duymuştu. İşe
gidiş geliş yolu çok kötüydü, bu yüzden hiddetini minimuma
indirmek için son ses müzik dinlerdi. Sorusuna cevap yazamadan telefonum çalmaya başladı.
“Günaydın, Victoria,” diye telefona cevap verdim.
Konuşurken nefes nefeseydi. “Birincisi, bana öyle ses­
lenme... Annem bu ismi kullanıyor, bundan nefret ediyorum.
İkincisi, şu şarkı... Senin hakkındaydı, değil m i?”
“Oysaki daha geçen hafta patronun çıkarım yapma ko­
nusunda ne kadar kötü olduğunu söylem işti,” diye takıldım.
Bunu sessizlik takip etti. Yanağımın içini ısırarak, “Am a so­
runun cevabı evet, şarkı benim hakkım da...”
Yanımda oturan kadın gürültülü bir şekilde koltuğunda
kıpırdanıp mor-altın rengi LSU battaniyesini yüzüne çekti.
Muhtemelen beni görem ese de ona sert sert baktım.
“Bir dakika bekle...” Çantamı, el bagajımı ve soğuk kah­
vemi alıp daha az insanın olduğu kapıya yöneldim . Konuş-
184
Temas
mamı bitirmek için sessiz sakin bir yer bulunca eşyalarımı
rahatsız görünen bir sandalyeye bırakıp telefonu kulağıma
götürdüm. “Orada mısın?”
“Ah, şu anda benden kurtulamazsın...” Hâlâ nefes nefeseydi. Ona neden böyle olduğunu soracaktım ki telefonumun
ekranının üstündeki saati gördüm. Saat Los Angeles’ta sabah
08.05’ti; yani Tori büyük ihtimalle işe gitmek için hazırlanı­
yordu. Ofiste olmak için bir saatten az vakti vardı ama kesin
henüz giyinmemişti bile.
Bazı şeyler asla değişmiyordu.
“Tamam... tekrar Lucas Wolfe’la mı birliktesin?” Tori
soruyu dolandırmadan pat diye sormuştu. Kafamda söylen­
memiş cümlelerini duyabiliyordum: Geçen kış sana bok gibi
davranmasına rağmen tekrar Lucas’la bir araya mı geldin?
Eğilerek kollarımı dizlerime dayadım ve gözlerimi san
babetlerimin yuvarlak burunlarına diktim. “Deneyeceğiz,”
dedim ihtiyatlı bir şekilde. Tori yine sessizleşti. Şu anda ne
yaptığını gözümde canlandırabiliyordum: Yan giyinik halde,
bir zamanlar paylaştığımız dairedeki iki kişilik minik, süet
koltuğun ucunda oturmuş kafasını sallıyor olmalıydı. Saçlan
muhtemelen duştan çıktığı için nemliydi.
“Kıçını kaldırıp giyinmezsen geç kalacaksın,” diye
uyardığımda gülmeye başladı.
“Eğer kızgın olduğumu düşünüyorsan öyle değilim,”
dedi. İşe hazırlanması için tavsiyeme uyarak etrafta dolaş­
maya başladığını duydum. “Ve bunu anlayamıyor olsam da
185
Emily Sno\v
onu istediğin için seni suçlayarnam. Ama Taıırı’ya yemin
ederim ki eğer incinirsen o adamın evini yakıp kül ederim.”
Zorla gülümsedim. “Merak etme, evini birlikte yakarız.
Hininim kardeşi de bize katılır."
“Kardeşi akıllı bir kız..."
Geçtiğimiz birkaç ayda Lucas'tan aşırı iğrenmesine rağ­
men Tori şu anda tekrar birleşme haberimizi oldukça iyi kar­
şılıyordu. Birkaç ay önce verdiğimiz bir partide Your Toxic
Sequel'in şarkısını çaldığı için erkek arkadaşına öfkelenen
kadındı bu. Yine de kendimi rahatlamış hissediyordum.
Mutlu olmak için başkalarının onayını almanın gereksiz ol­
duğunu biliyordum, gerçekten biliyordum ama en iyi arka­
daşımdan bir sürü saçmalık duymamak her şeyi daha da
kolaylaştırıyordu.
Tori, “Korkutucu şekilde sessizsin,'’ dediğinde oturdu­
ğum yerde doğruldum.
“Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?" dedim.
“İşte, sessizlik bozuldu."
Tori bir kahkaha attı, sonra rimel ve rakun gözleriyle il­
gili bir şeyler mırıldandı. “Senin yaptığın her şeyi destekle­
rim ben. kadın. Biriyle çıktığın için sana öfkelensem tam bir
sürtük gibi davranmış olurum.”
“O zaman bir sürtük gibi davranmadığın için sağ ol,”
diye takıldım. Tori burnundan alaycı bir nefes verdi.
Konuşmanın kalanı birden daha rahat geçmeye başladı.
Sonraki kırk beş dakika boyunca, Tori arabasıyla işe giderken
186
Temas
onunla Lucas hariç her şey hakkında konuştuk. Kapatma
vakti geldiğinde eşyalarımı tekrar 19 numaralı kapıya taşıdım
ve bir saat sonra da Los Angeles uçağına bindim.
Lucas’a, beklenenlere ve beklenmeyenlere doğru yola
çıktım.
187
Yedinci Bölüm
Los Angeles H avalim anına varıp telefonumu şarja ta­
kınca kardeşimin mesajı ekranda belirdi. Seth, arabamı kont­
rol etmek ve gerekirse yerini değiştirm ek için Nashville
H avalim anı’na uğrayacağını ve ben adresi verir vermez
ayakkabılanmı göndereceğini söylemişti.
Lucas’tan da bir mesaj vardı.
11.48: Uçaktan indiğinde şoförün seni bekliyor olacak.
Ondan sonra tamamen benimsin.
Mesajın son kısmında L ucas’m seksi sesinin kulağımda
hırladığını duyabiliyordum ve vücudum anında buna tepki
vermişti. Kolumdaki ve ensemdeki tüyler diken diken olmuş,
midemde acı ve zevk arası sızılar oluşmuştu. Bagaj alım nok­
tasına giderken derin bir nefes aldım ve şu anda önemli olan
şeye odaklanarak cevabımı yazm aya başladım.
] 2.15: Sanırım şoföre yanlış saat vermişsin. Ben geldim
bile.
188
Temas
Lucas’ın hemen gönderdiği mesajı okurken dişlerimi
sıktım.
12.16: Sıçayım, ciddi misin? Yerinde kal...
Yerinde kal mı?
“Çok iyi, Bay Wolfe,” diye mırıldandım ve ayağımı
hızla yere vurarak valizimin döner sistemde ortaya çıkmasını
beklemeye başladım. Valizi aldıktan sonra çantalarımı ya­
kındaki oturma alanına bıraktım. Hava çok sıcaktı, şoförün
gelmesini dışarıda bekleyemezdim. Bu yüzden Lucas’m tav­
siyesine uyup havalimanının içinde beklemekten başka
çarem yoktu.
Ama popomun sert sandalyeye değmesinden çok kısa
bir süre sonra taksi çıkışma doğru yürümekte olan iki kadının
konuşmalarını duydum.
“... onların CD’lerinin hepsi var bende. Onu bir kilo­
metre öteden tanırım. Gördüğümüz kesinlikle oydu ve sen...
Sen beni engelliyorsun!”
N el
Dönüp baktığımda siyah saçları asimetrik küt halinde
kesilmiş kısa boylu bir kadının gözlerini kısarak uzun boylu,
uzun bacaklı sarışına bakmakta olduğunu gördüm. “Dün
gece turneye çıktıklarını söylemiştin. Hangisi doğru, Kate?
Turnede mi yoksa buralarda mı geziniyor?”
“Ya da belki,” diye başladı Kate sertçe. “Lucas turnesi
için uçağa binecektir. Beni buralara sürüklemeden önce bunu
düşündün mü?”
Lucas burada mıydı?
189
Emily Snmv
Ayağa fırladım ve bagaj alım bölgesinde Lucas’ı gör­
mek için bakınırken Kate ile arkadaşının konuşmasının arka
planda solmasına izin verdim. Etrafım bir araya gelen çift­
lerle doluydu ve bir otobüs dolusu insan “Eve Hoş Geldin
G loria” yazan pankartlarla bekliyordu ama Lucas görünmü­
yordu. Tam eşyalarımı toplayıp hareketlenecektim ki onu
gördüm. Direkt olarak bana doğru geliyordu. Adımları nor­
m alden biraz daha hızlıydı, yumuşak sırıtışı aşırı özgüven
doluydu ve ukalaca bakan ela gözlerinden arzu okunuyordu.
Tanrım, bu adam ve gözleri...
Üstünde eskitilmiş kot pantolon ve gözlerinin yeşilini
ortaya çıkaran zeytin yeşili bir tişört vardı. Kaslı kolları gev­
şek bir şekilde sallanıyordu ama parfümünün hafif kokusunu
alabileceğim kadar yakınlaştığında sağ elinin baş ve işaretparm akları arasında bir şeyle oynamakta olduğunu fark
ettim. Converse ayakkabılarının uçları babetlerime değerken
gözlerimi kısıp elindekinin ne olduğunu görmeye çalıştım.
“Kahretsin, Kırm ızı,” diye homurdandı. “Yüzümden
çok ellerimle ilgileniyormuş gibisin.” Ama sonra avucunu
açıp yüzümden on beş santim uzakta tuttu. Elindekini gör­
düğümde boğazımın tıkandığını hissettim.
Bu bir gitar penasıydı.
Vay canına!
“Dişlerini sıkma...” Sesi fısıltıdan yüksek değildi ama
yine de çok güçlüydü. Dişlerimi sıktığımın farkında değildim
am a Lucas en kötü alışkanlığımı yaptığım ı belirttiği anda
durup dilimi dişlerimin arasında gezdirmeye başladım. “Diş-
190
Temas
lerini sıktığında sana yapacak pek çok şey geliyor aklıma.”
Bakışlarımı gülen yüzüne kaldırıp kollarımı göğsümde
kavuşturarak topuklarımın üstünde sallanmaya başladım.
“Neredeyse bunu yapmam için beni zorladığını düşünece­
ğim.” Ne düşündüğünü belli etmeden omuz silkti ama beş
ay önce Atlanta’da, dişlerimi sıktığımda beni bu penayla ce­
zalandırdığı geceyi düşündüğünü biliyordum. Muhtemelen
o gece kullandığı pena buydu. Bu düşünceyle vücuduma bir
sıcaklık yayıldı.
“Beni almaya bir şoförün geleceğini,” diye başladım
ama Lucas beni kendisine çekerek lafımı kesti. Nefessiz kal­
dığımda sırıttı.
“Gerçekten de seni almaya şoför göndereceğimi mi dü­
şündün? Ya da burada olacağın saati unuttuğumu?” Penanın
ucunu sırtımda kaydırıp tişörtümün üstünden dantel sutyeni­
min kenarlarında dolaştırdı. “Seni ilk gören kişi olmak için
havalimanındaki saçmalıklara katlanmaya razıyım."
Şakadan ona dik dik baktım. “Yalaka...” Penayı kürek
kemiklerime doğru kaydırdı. Vücudum ona doğru kıvranınca
yüzünde tatmin olmuş bir ifade belirdi. “Ama geldiğin için
mutluyum. Mesajını okuduğumda seni boğmak istemiştim.”
“Agresifken çok seksi oluyorsun.” Penayı tehlikeli bir
şekilde aşağılara doğru indirip beyaz-sarı fırfırlı bluzumun
açık V yakasının kenarlarında dolaştırmaya başladığında ha­
fifçe inledim. “Ve gerginken."
Havalimanının ortasında hem kafamla hem de vücu­
dumla oynuyordu. “ Eğer beni öpeceksen etrafına kalabalık
191
Emiİv Stunv
bir grup çekmeden önce öpmelisin,” diye karşılık verdim ha­
raretle.
“Ama seni öpmeyeceğim, Kırmızı.” Yüzümdeki hayal
kırıklığı ve şaşkınlığı fark ettiğinde başparmağını hafif aralık
dudaklarımın üstünde gezdirdi. “Çünkü bunu yaptığımda ak­
lındaki tek şey olmak istiyorum. Yanımızdan geçen insanla­
rın düşüncesinin olmasını istemiyorum, anladın mı?”
Sesinin emir verici tonu damarlarımın heyecanla dol­
masına neden oldu. Tanrım, Lucas ’ın elinde macuna dönü­
yorum ve o da bunu biliyor. “Evet, Bay Wolfe...”
“Ukala...” Dudaklarında bir sırıtışla gitar penasını ko­
tumun arka cebine tıktı ve elini bir süre orada tuttu.
Hızla nefes alıp verirken kendimi durduramadan elim
az önce Lucas’m parmaklarının dokunduğu yere kaydı. Dik­
dörtgen penayı kumaşın dışından hissedebiliyordum.
“Böylece iple çekecek bir şeylerim olacak,” dedi Lucas
kulağıma eğilerek. Sonra valizime bakmak için geri çekildi.
“Çok fazla şey almamışsın.” Valizimi ve el bagajımı ellerine
aldı ve büyük olanı hafifçe salladı. “Bunlardan en az bir tane
daha olur diyordum.”
“Vardı ama sabah hafızam pek iyi değildi.” Yüzündeki
şaşkın ifade karşısında dudaklarımı büzüp açıklamaya giriş­
tim. “Bir valiz ayakkabıyı büyükannem de unuttum. Ama
merak etme, o da el bagajı büyüklüğünde...” Gerçi az önce
söylediklerine bakılırsa yolculuk için kaç valiz aldığımı
umursamıyor gibiydi.
Kafasıyla sol tarafı işaret ettiğinde peşine düştüm ve
192
Temas
kısa süreli otoparka yöneldik. Yüzüne düşmüş olan saç tuta­
mını kenara çekmemek için kendimi zor tutuyordum. “Ben
sana yenilerini alırım.”
İstersem alacağından hiç şüphem yoktu. Ama istemiyor­
dum. “Buna gerek yok, Bay Wolfe. Gece kalacağımız ilk yeri
öğrenip kardeşime adresi verdiğimde valizi bana yollaya­
cak...”
Lucas bana karşı gelmek ya da, “Kahrolası bir ayakkabı
mağazasını satın alabilirim ben,” gibi tam kendisine yakışa­
cak bir yorum yapmak yerine bana yandan bir bakış attı.
“Gece kalacağımız mı?”
“Rockçı değilim ben. Terminolojiyi bilmiyorum/'
Çift kanatlı cam kapılardan birini onun için tuttuğumda
Lucas beklenmedik bir şekilde durup kafasını bana doğru
eğdi. Ama beni öpmeyeceğine dair sözünü tutarak sadece du­
daklarıma doğru mırıldandı. “Kardeşine benim adresimi ver.
Eğer bugün kargoya verirse birkaç güne tume için ayrılma­
dan ayakkabıların eline geçer. Olmazsa sana yenilerini alı­
rım.” Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı iki yana
salladığımda bir kahkaha atıp, “Ve rockçı olmadığın için
mutluyum. Güven bana, kıyafet işiyle ilgilenirken seni daha
çok seviyorum,” diye ekledi.
Hayır, sen beni kıyafetsiz daha çok seviyorsun, diye dü­
şündüm, otoparkta siyah bir cipe doğru onu takip ederken.
Bu cip tam teşkilatı ve inanılmaz bir yüksek dayanımlı süs­
pansiyonu olan devasa Wranglers Rubicon’lardandı. Tori hep
boyumun bir Amazon gibi olduğunu söylerdi. Oldukça uzun
193
Em ily Srnnv
boylu olsam da araca binmek için çaba göstermem gerekti.
Ben koltuğuma oturur oturmaz, kapıyı kapatmadan önce
Lucas yanıma geldi, bana iyice yaklaştı ve ben sonunda pes
edip alnına düşen saçı geri çekene dek ela gözleriyle yüzümü
inceledi.
“Eee, şu öpücük ne olacak?” Bir kereliğine olsun sesi
kaybetmiş olmayı umursamadım. Ben parmak uçlarımı ya­
nağında kaydırırken Lucas kafasını iki yana salladı.
“Sabır güzel bir şeydir.” Bunu hiç sabrı olmayan bir
adam söylüyordu. Parmaklarımı ağzına doğru çekip dolgun
dudaklarına bastırdı ve iç kısımlarını öptü. Ağzının narin,
şehvetli her hareketi içimin arzu alevleriyle dolmasına neden
oluyordu.
“Hadi eve gidelim ,” dediğimde Lucas onun evinden
böyle bahsetmem karşısında hemen tepki verdi. Gözleri alev
alev yanarken avucumu bir kez daha öptü ve yolcu kapısını
kapatıp sürücü koltuğuna yerleşti.
Lucas, daha önce kendi başıma pek çok kez gittiğim
yollarda ve diğer yerlerde --şehrin, benim çok nadir geldiğim
daha zengin kısım ları- hızla ilerlerken gözlerini yoldan ayır­
madı. Apartmanlardan oluşan bir sitenin yanından geçerken
burayı Lucas’ın beni daha önce evine getirdiği zamandan ha­
tırladığımı fark ederek titrek bir nefes verdim.
Bu Lucas’ın dikkatini çekti. Koyıı renkli kaşlarını kal­
dırarak kafasını hafifçe bana çevirdi.
:Wlaserati’ye ne oldu?” diye sordum.
*Ne?”
194
Temas
“Beni evine getirdiğin o geceyi düşünüyordum da. O
zaman beni mavi bir arabayla almıştın. O bir Maserati’ydi,
değil mi?”
Lucas bakışlarını tekrar yola çevirdiğinde ona doğru
kaydım ve yüzünde minik bir gülümseme olduğunu gördüm.
“Hatırlıyorum. Sadece senin hatırlamana şaşırdım. O arabayı
bir buçuk yıl önce sattım. Benim için doğru araba değildi.”
Kendi sitesine seksen metre kala sola döndü. “Başka bir şey
var mı?”
“Tori,” dedim tereddütlü bir şekilde. “Arkadaşım Tori
hâlâ burada yaşıyor. Ertesi gün sabah erkenden yola çıkaca­
ğımız için bu akşam ya da yarın onu görmeye gitmek istiyo­
rum.”
Güvenlik kapısında cipi yavaşlattı ama camını indirmek
için acele etmedi. Güneş gözlüğünü çıkartıp ön konsola fır­
lattı ve dönüp ela gözlerini bana dikti. “Bu işi yanlış anla­
manı istemiyorum.”
“O zaman bilgilendir beni...” Sesimin sert çıkmasını is­
tesem de kuşkulu olduğum belliydi.
“Sen benimsin, Sienna. Şu anda benimle birliktesin ama
arkadaşlarını görmek için benden onay almaya ihtiyacın yok.
İstersen onu kahrolası konsere ve konser sonrası partiye
davet edebilirsin.” Dudakları kendinden emin bir sırıtışla ge­
rilince göğsümde keskin bir sızı belirdi. Yüce Tanrını, niye
bana böyle bakmak zorundaydı? “Sana sahip olmak istiyo­
rum, çocukmuşsun gibi davranmak değil...”
Lucas camını indirip kapı şifresini girerken ve valin/
195
F.milv S n o w
yaşadığı A kdeniz stili büyük evin bulunduğu m ahalleye yö­
nelirken ikim iz de sessiz kaldık. C ipini kaldırım taşlarıyla
döşeli garaj yoluna park ettikten sonra bana valizim i sonra
alacağım ızı söyledi. A m a eve g irip k apıyı kilitledikten
hem en sonra bana döndü.
“Yatak odamın nerede olduğunu hatırlıyor m usun?”
Bakışlarımı ona çevirm eden önce basam akların tepesine
bir bakış attım. “Unutmak m üm kün m ü ?”
“K ızardın," dedi. “Bu yüzden seni oraya çıkarm ayaca­
ğım. H enüz..."
A rdından birdenbire uzanıp dar k otum un üstünden kli­
torisimi avuçladığm da boğuk bir nefes alıp kollarının üst kı­
sımlarını tuttum. Pantolonum u kalçam dan aşağı kaydırırken
parm aklarını tenim de gezdirerek b acak larım ın karıncalan­
masına neden oldu.
“ Lucas, b e n ...” A m a Lucas dudaklarını sertçe benim ki­
lere bastırarak lafımı kesti ve havalim anında söz verdiği öpü­
cükle vücudum daki tüm oksijenin boşalm asına neden oldu.
A ğzım da kışkırtıcı bir şekilde dolaşan d ilin in tadı naneli
şeker gibiydi. Bu tehlikeli bir oyundu. K azanm am ın im kân­
sız olduğunu biliyordum am a dürüst olm ak gerekirse, konu
Lucas olunca kazanm ak istem iyordum .
Dünyam deli gibi dönerken beni kendisinden uzaklaştı­
rıp kafasıyla zem ini işaret etti. “ B urada... Şu anda... Seni is­
liyorum, Sienna.”
“M erdivenin o r t a s ı n d a diye ekledim sessizce. Öğlen
güneşi antrenin panjurlarından içeri süzülürken ve valizlerim
196
Temas
hâlâ cipinin bagajında beklerken yeniden birbirimize bağla­
nacaktık. Titrek bir sesle konuştum. “Şu sabır güzeldir mantrasına ne oldu?”
“Sabır siktirip gitsin. Bu saçmalığı daha sonra denerim.
Sana ihtiyacım var.” Merkezime ulaşma ihtiyacıyla hırslana­
rak kotumu bacaklarımdan aşağı kaydırmaya devam etti.
“Bana o fotoğrafı gönderdiğin günden beri senden ve bundan
başka bir şey düşünemiyorum. Sen kahrolası kafama, ru­
huma ve tenime işledin.” Bir anlığına benden uzaklaşıp pan­
tolonumu bileklerim e kadar indirdi.
“Kafana, ha?”
Sorum a kafasını sallayarak cevap verdikten sonra sol
diz kapağım ı, ardından diğerini öpüp ayağa kalktı. ‘•Vücu­
dunun tadını çıkarabileceğim her yolun hayalini kurdum.
İnan bana, pek çok yol var. Tume otobüsünde olmanın beni
engelleyeceğini düşünme...” Bunu, şarkı söylerken kullan­
dığı o hırıltılı sesiyle söyleyerek bedenimdeki her bir dama­
rın elektriklenm esine neden olmuştu.
“Zavallı grup arkadaşların.” dedim soluk soluğa.
“Sana burada sahip olacağım; üstümde, altımda, eğilmiş
halde... Seni yatağımda, mutfakta, lanet olası duşta istiyorum
ama ilk önce burada...”
Ayaklarımı kot pantolonumu çıkartıp bu sırada ayakka­
bılarımı da kenara fırlattım. “Haklısın.” Bunu istediğimi iti­
raf etm eye utanmıyordum. “Yatak odasını boş ver.”
Lucas bedenlerimizi yapışık halde tutarak sırtı merdivene
bakacak şekilde döndü. Üstündekileri çıkartırken onu izledim;
197
Emily Snow
her adımı yavaştı ve aldığım her nefes beklentiyle ağırlaşı­
yordu. Sonunda merdivenin önünde durdu. Ahşap merdivenin
alttan ikinci basamağına otururken yüz ifadesi yumuşaktı ve
bu göğsümde bir sızı oluşmasına neden olmuştu.
“Gel buraya...” Elinin ilk değdiği şeyi, bir kısmı zorlama
yüzünden yırtılan kiilodumu tutarak beni kendisine çekti.
Ben önünde diz çökerken yüzümü ellerinin arasına aldı. “Ağ­
zını kullanmanı istiyorum,” dedi.
“Direkt olarak konuya giriyorsun.”
“Her zaman...”
Parmaklarımı aletinin etrafına sarıp sıktı ve kapalı elimi
taş gibi sertleşene dek üstünde aşağı yukarı kaydırdı. Kafamı
eğip dilimin ucunu ona değdirdiğimde saçlarım her yere; yü­
züme. onun kucağına ve bacaklarının iki yanm a dağıldı.
Lucas ensemi ovalamaya başladı. Dokunuşu cesaret veri­
ciydi, bu yüzden onu tekrar yaladım. Keskin bir sesle küfür
ettiğinde bir kez daha tekrarladım.
Lucas saçlarımı toplayıp yum ruğunun içinde tuttu.
“Oyun oynam a...” Sesi yüzde yetmiş beş emreder, yüzde
yirmi beş yalvarır gibiydi.
Bakışlarımı onun ela gözlerinden ayırmadan dudakla­
rımı ereksiyonunun etrafına sardım ve ağzımla parmaklarımı
üstünde kaydırarak onu tamamen ağzımın içine aldım.
“Ah, kahretsin Sienna.” Sesi şaşkın çıkıyordu. İçim yeni
bir zevk dalgasıyla doldu. “Tekrar yap...”
Ağzımdan çıkan, “Evet,” kelimesi, Lucas’ın tenini tit­
reten bir inlemeden başka bir şey değildi. Dudaklarımı ve di-
198
Temas
limi tekrar üstünde kaydırdım ve onu yeniden ağzımın de­
rinliklerine aldım.
Bu anı, Lucas’ı kaybetmek istemiyordum ama ben hare­
keti tekrarlamaya başladığımda Lucas kırmızı saçlarımı sertçe
çekerek beni durdurdu. “Ellerini yere koy...” Sesi tehlikeli bir
şekilde kısıktı. “El yok. Sadece o güzel ağzını istiyorum.**
Sözcükleri içimden bir ürperti geçmesine neden oldu
ama ağzım hâlâ aletinin üstündeyken kafamı salladım. Sonra
avuçlarımı cilalı basamakların ilkine yayıp yavaş ve abartılı
hareketlerime devam ederek Lucas’tan bir tebessüm kazan­
dım.
“Seni güzel, sarhoş edici kadın...” Kafamı olabildiğince
aşağı doğru ittirdi ve sertliğinin ucu gırtlağıma değdi. Birbi­
rimizden ayrıldığımızda ikimiz de inledik. “Bana ne yapı­
yorsun böyle? Çok güzel... Sen çok iyisin.”
Ben ona ne yapıyorsam, o bana iki katını yapıyordu,
çünkü onu kırılma noktasına ulaştırmak için dilimle ağzımı
kullanırken ve o bana, midemde milyonlarca düğüm oluşma­
sına neden olan o bakışıyla bakarken Lucas’ın hayatı bo­
yunca baktığı ilk kadınmışım gibi hissediyordum.
Bunu ona yapan ilk kadınmışım gibi...
Hayatındaki ilk kadınmışım gibi, nokta.
“Sen benim için yaratılmışsın,” Bu sefer, ben dilimi ale­
tinin üstünde kaydırdıktan sonra Lucas iyice geri çekildi \c
saçlarımı bıraktı. “Seni becereceğim.” Solukları dengcsizleşmişti, ama ben de aynı durumdaydım.
“Üst katta mı?” diye sordum ama kafasını iki yana salladı.
199
Emily Smnv
Beni ayağa kaldırmadan önce ona tepki verecek vaktim
olmadı. Elleriyle dizlerimin arkasını kavrayarak beni kendi­
sine doğru çekerken titriyordum. Bacaklarımı bedeninin iki
yanma götürdüğünde neredeyse nefesim kesiliyordu. Ve beni
aşağı çekip nemli kumaşı kenara kaydırmak için başparma­
ğını külodumun içine daldırdığında haykırdım, çünkü elle­
rimle ne yapacağımı bilemiyordum; beynim pelteye dönmüş
haldeydi. Sert ereksiyonu gergin merkezime değerken par­
maklarımı omuzlarına gömdüm.
*‘Ben temizim. Güvenli olmadığı sürece içine boşal­
mam,’' diye söz verdi boynuma doğru. Sonra klitorisimi ok­
şadı ve birden kalçasını kaldırıp aletini yavaş yavaş içime
kaydırıp beni doldurdu. Bu hem acı hem de zevk vericiydi.
Tırnaklarımı omuzlarında kaydırarak kalçalarımı aşağı doğru
hareket ettirdim ve onu iyice içime alarak sıkıştırdım. Lucas
ürperip bir küfür mırıldandı. “Ama sen söylersen bırakırım.”
Sonra elleriyle popomu kavrayıp bedenim i sağa sola ve
aşağı yukan hareket ettirmeye başladı. Bu his öyle baş dön­
dürücüydü ki ne söylememi istediğini anlam ak için bir an
durup kafamı boşaltmam gerekti.
“İğne,” dedim soluk soluğa, o iyice derinlere kayarken.
“En son geçen ay oldum. Asla atlam am .”
“Kahretsin, bunu duymak güzel,” diye homurdandı.
Ardından basamaklara dayandı. Ben de öne eğilip yü­
zümü göğsündeki dövm elere göm erek kalçalarım ı hareket
ettirmeye devam ettim.
200
Temas
“Bana bak,” dedi. Onu hissetmek kafamı hayal edilebi­
lecek en güzel şekilde darmaduman ettiği için ona bakmayıp
kafamı iki yana salladığımda popoma öyle bir şaplak attı ki
ses geniş antrede ve yüksek tavanda yankılandı. “Bana bak,
Sienna...”
Kafamı kaldırıp gözlerine dik dik baktım. “Mutlu oldun
mu? Görüyor musun bana ne yapıyor...” Nefesim kesildi­
ğinde dudakları bir sırıtışla gerildi. Anlıyordu. Bana ne yap­
tığını çok iyi biliyordu.
“Görüyorum.” Başparmağını hızlı hareketlerle klitori­
simde dolaştırarak bütün vücudumun sarsılmasına neden ol­
duğunda yüksek sesle haykırdım. “Bu yüzden tatmin olurken
seni izlemek istiyorum. İçine boşaldığımda bana bakmanı is­
tiyorum.”
“Lütfen,” diye fısıldadım. Ama ne için yalvardığımdan
emin değildim. İstediğim her şeyi, vücudumun arzuladığı her
şeyi şu anda bana veriyordu. “Tanrım, Lucas...”
Lucas daha hızlı, daha sert hareket etmeye başladı ve
gözlerimi kapattığımda popoma tekrar sert bir şekilde vurdu.
“Seni görmeme izin ver,” diye tekrarladı. Kafamı salladı­
ğımda terden ıslanmış saçlarım yüzüne düştü.
“Ben,” diye başladım ama o anda orgazm geldi. Yavaş
yavaş başlamadığı için onu uyaracak zamanım bile olma­
mıştı. İçim kasılıp kavrulurken dişlerimi sıktım ve zevk dal­
gaları vücuduma yayılırken bakışlarımı Lucas'm ela gözle­
rinden ayırmadım.
201
t'm ily Sno\v
Sonra Lucas da kısık bir ses çıkardığında onu serbest
bıraktım. Bu benim için bir ilkti ama bunu Lucas’ın da bil­
diğinden emindim.
Daha sonra merdivenin en altında kollarımız ve bacak­
larımız birbirine dolanmış ve bedenlerimiz birbirine yapışmış
halde soluk soluğa dururken, sonunda üst kata çıkacağımızı
söyledi.
202
Sekizinci Bölüm
Lucas göz alıcı kırmızı-siyah yatak odasını bana yeni­
den gösterdikten sonra mutfağına geçtik. Benim için fıleminyonla kuşkonmaz pişirdi, ardından da beni müzik odasına
götürdü. Nashviİle’deki meşhur piyano odası gibi burası da
evin en alt kalındaydı. Ama tereyağı sarısı duvarları ve açık
renkli ahşap zeminiyle bu oda, evin geri kalanının koyu renk­
li, karamsar dekorundan yüz seksen derece farklıydı.
Lucas koltuğa oturup gitarını tıngırdatırken ben odada
dolaşıp, normal bir insanın aile fotoğrafları ve üstünde güzel
sözler yazılı acayip tablolar asacağı şekilde dizilmiş akustik
ve elektro gitar koleksiyonunu inceledim.
“Bunlar muhteşem,'1diye fısıldadım.
“Kylie’nin fikri...’' Parmaklarımı kırmızı-beyaz vintage
Fender Stratocaster'ın pürüzsüz yüzeyinde dolaştırırken
Lucas sırıttı. Parlak gitarın üstünde, parmağımı üzerinde gez­
dirdiğimde bile pek çıkaramadığım bir imza vardı. Lucas çal­
203
Em ily Snow
dığı şarkının perdesini değiştirdi. “Ben olsam lanet olası du­
varları boş bırakırdım. Ve tamamen siyaha boyatırdım. Ama
bazen onun kazanmasına izin vermem lazım.”
“Ben onun fikirlerini beğendim. Odanın... ev gibi gö­
rünmesini sağlamış. Parlak renkler yazmana yardımcı oluyor
mu?”
“İyi bir şeylerden esinlenmek yazmama yardımcı olu­
yor.” Göz kırptığında tenimin ısındığını hissettim. “Duvarlar
orada öylece duran şeyler...”
Piyanoya doğru ilerledim ve bakışlarım anında üstünde
duran deftere odaklandı. Lucas’m şarkı sözleri... “You’re So
Vain” şarkısının girişine benzeyen birkaç notayı dalgınca ça­
larken gözlerimi şarkı sözü defterinden ayıramıyordum.
Gibson gitar tiz bir sesle gıcırdadı ve bir saniye sonra
Lucas’m uzun, kaslı vücudunu sırtımda hissettim. Sıcak ne­
fesi enseme vururken berbat bir ses çıkmasını umursamadan
parmaklarımı piyano tuşlarına dayadım. “İçine bakabilirsin.
Sahip olduğum her şeye bakmakta özgürsün. Bilmeni istiyo­
rum k i...”
Çenemi kaldırıp kafam ı çevirerek gözlerine baktım.
“Özeline giriyormuşum gibi hissediyorum,” diye karşı gel­
dim. Dudaklarını şakağıma değdirip sağa sola kaydırdı.
“Bana izin versen bile...”
Yine de eski karısını ve Lucas aleyhinde elinde tuttuğu
şeyi düşünmeden edemiyordum. Ve bir yanım, her şeyine sahip
olabileceğime dair sözüne inanmıyordu. Bu adam hakkında
hâlâ gizemini koruyan şeyler varken nasıl inanabilirdim ki?
204
7emas
Lucas’m sert sesi zehir misali düşüncelerimi böldü.
“Bakmanı istiyorum.” Elimi tutup defteri aldı ve beni koltuğa
götürdü. Birkaç dakikalığına sözlere bakmaya tereddüt ettim.
Defteri sıkıca tutarak Lucas’m daha önce hiç duymadığım,
muhtemelen Your Toxic Sequel’in ya da kendi yeni solo al­
bümünün parçalarından bir şarkıyı çalmasını dinledim. Şar­
kının yarısında çalmayı bıraktı.
“Lanet olasıca defteri aç,” dedi bitkin bir şekilde.
Uzun kirpiklerimin arasından ona dik dik bakarak so­
nunda ön kapağı açtım ve Lucas’ın el yazısıyla dolu bir say­
fayla karşılaştım. “Memnun oldun mu?” diye sorduğumda
kafasını salladı.
Şarkıların çoğu Your Toxic Sequel tarzındaydı. Müsteh­
cen, seksi, zekice sözler; kızıl kafamın tepesinden kırmızı
ojeli ayak tırnaklarıma kadar kızarmama neden olmuştu.
Ama bir de öyle duygu dolu sözler vardı ki göğsüme paslan­
mış çengeller batıyormuş gibi hissetmiştim. Bu sözcükler
seks hakkında değil; acı ve kayıp, kalp kırıklıkları ve ihanet
hakkındaydı. Pişmanlık hakkındaydı.
Birkaç sayfa sonra da “On Giin’ un orijinal taslaklarını
buldum.
Bu sözler karamsar, karanlık ve üzücüydü ama hepsini
okudum ve ayrı olduğumuz zamanlarda Lucas'm da benim
kadar berbat ve yalnız hissettiğini anladım. Sonunda kendi
duyduğum versiyona geldiğimde hafifçe gülümsedim.
“Sonunda bunu seçtiğine sevindim." Başparmağımı baştan
savma yazılmış kelimelerin üzerinde gezdirdim. Bu delice.
205
Emiiv Sno\v
üzücü ve güzel sözleri, akimda yalnızca ben varken yazmıştı.
“Ben de... Ama yapmak gerçekten çok uzun sürdü.” Gi­
tarında başka bir şarkı çalmaya başladı, “On Gün”... “Gör­
düğün gibi benim için çok zor oldu.”
“Lucas Wolfe bir şeylerin zor olduğunu mu itiraf edi­
yor?” diye sordum, önceki taslaklardan birine geri dönerken
yalandan şaşkınmış gibi konuşarak. “İyi ki devam etmişsin.
Diğerleri de güzel, yanlış anlama ama bunlar biraz...”
“Emo mu? Tamamen berbat mı? Sen yokken Kylie bana
hep bunları söyleyip durdu.” Burnumu kırıştırıp kafamı iki
yana salladım ama Lucas gülüyordu. Çenesini önümde açık
olan sayfaya; parçalanarak açılmış, kanayan bir kalpten bah­
seden sözlere doğru eğdi. “Ben, ah, şu kısmı bir gece seni dı­
şarıda gördüğümde yazmıştım.”
Büyük şaşkınlıkla bakışlarımı onunkilere çevirdim. “Ne?”
“Sunny Y te... Şehir merkezindeki şu küçük bar. Ucuz
birası ve boktan bir aydınlatması olan yer.”
Orayı biliyordum ama en son ne zaman gittiğimi hatır­
lamıyordum. Sıkılgan bir şekilde Lucas’m defterini kapatıp
koltuğa, aramızdaki boşluğa koydum. “Beni orada ne zaman
gördün?”
“A tlanta’dan bir ay kadar sonra... Seni kafamdan atmak
istiyordum ama sen her zamanki güzel ve yasak halinle o
lanet olası bardaydın.”
Ve gelip benimle konuşmak, ıstırabımızı birkaç ay ön­
cesinde bitirmek yerine, evine geri gelip pişmanlık hakkında
mı yazmıştı?
206
Temas
Lucas bir bemol notaya basıp bana sert bir ifadeyle
baktı. “Başka bir adamla birlikteydin, sarışın bir orospu ço­
cuğuydu ve birkaç arkadaşın da vardı. Ve o adamı sırf ya­
nında olduğu için öldüresiye dövmek istesem de bunu
yapmak adilik olurdu." Birkaç notaya daha bastı, sonra suç­
luluk dolu bakışlarla bana baktı. “Eh, yani zaten olduğumdan
daha adi olurdum.”
Sarışın bir adam mı? Piyanoya dönerek gözlerimi sıkıca
kapattım. Kimden bahsediyordu ki? Sürekli görüştüğüm ve
Lucas’ın belirsiz tanımına uyan tek erkekler, kardeşim ve
eski ev arkadaşımın erkek arkadaşı Micah'tı.
Tabii ya...
Göğsümden bir kahkaha yükseldi. Ama ben açıklama
fırsatı bulamadan Lucas öne eğildi. “Şimdi bana gülüyor
musun, Kırmızı?” dedi uyarır gibi. “Seni şu anda dizimin üs­
tüne yatırmalıyım.”
Ona dediğini yapmasını söylemek istesem de dudakla­
rımı onunkilere değdirirken bunu kafamdan attım. “Beni bir­
likte gördüğün sarışın Micah’tı, Tori’niıı erkek arkadaşı...”
O geceyi şimdi hatırlıyordum. Bir ayın büyük kısmını Lucas
yüzünden bunalım takılarak geçirdiğim için beni zorla evden
çıkartmışlardı. “Dışarı grup olarak çıktık. Ve eve kesinlikle
M icah’yla beraber dönmedim. Ve onunla hiç yatmadım,"
diye açıkladım Lucas’a.
Dolgun dudakları sessiz bir “Ah” ile aralanan Lucas kol­
tuğa tekrar yaslanıp gitarını çalmaya devam etti. Yakışıklı
yüzünde rahatlama ve tatmin duyguları belirmişti.
207
Emily Snou
Lucas’ın benim için Gibsoıı gitarıyla şarkılar çaldığı ge­
cemiz oldukça güzel geçse de ertesi sabah biraz kaotikti.
Lucas beni güneş doğduktan sonra, üstünde yalnızca kalça­
larından sarkan lacivert bir spor şort varken uyandırdı. Spor
nedeniyle terlemişti ve tipik ukalaca sırıtışıyla tepeden beni
izliyordu.
“Hadi kalk, Kırmızı... Bugün birinci gün...”
“Ama konser gece geç saatlerde,” dediysem de Lucas,
benim çaresizce tutmaya çalıştığım yatak örtülerini üstümden
çekti.
“Bugün yapacak bir sürü iş var. Kalk hadi...”
Bu kelimeleri bana; kısa süreliğine, toplam sekiz gün
onun asistanı olarak çalıştığım zamanları hatırlatmıştı. O za­
manlar Lucas’m emriyle, aksi belirtilmedikçe sabah saat ye­
dide ayakta olmak zorundaydım.
Gerçekten de dönüp komodindeki Bose saate baktı­
ğımda yediyi biraz geçmiş olduğunu gördüm. “Benimle kafa
buluyor olmalısın.”
“ Buna alışman lazım...” Pencereye gidip koyu renkli
perdeleri açarak içeri ışık girmesini sağladı. “Yolculuk di­
rektörümüz kıçlarımızı bundan daha erken kaldırmamızı is­
tiyor.”
Homurdanarak bacaklarımı yataktan aşağı sallayıp
ayaklarımı yere bastım. Kollarımı kafamın tepesine kaldırıp
gerinerek gergin kaslarımı rahatlatmaya çalışırken, “Sana
Bay Wolfe ya da efendim mi demeliyim şimdi?” diye sordum
alaycı bir şekilde.
208
Temas
Ben odanın içindeki banyoya gidince cevabını verdi.
“Sadece yalnızken...”
Kendi kendime gülümseyerek ve ona eski kontrattaki bir
maddede olduğu gibi Bay Wolfe demem konusunda ciddi olup
olmadığını düşünerek hızlı bir duş aldım. Havlumu sarınıp
yatak odasına döndüğümde Lucas ortalarda yoktu ama kori­
dorun sonundaki banyodan gelen duş sesini duyabiliyordum.
Kendi kendime Sleigh Bells’in “Rill R iir şarkısını mı­
rıldanarak valizimi karıştırmaya başladım. Ayakkabı lanm ya­
nımda olmadığı için kıyafet konusunda da seçeneklerim
sınırlı olduğundan Betsy Johnson marka, çok renkli bir yaz­
lık elbiseyi üstüme geçirdim. Parlak san babetlerime uyabi­
lecek tek elbise buydu. Lucas odaya döndüğünde şifonyerine
yaslanıp yüzümü aynaya yaklaştırmış halde hafif nemli saç­
larımı topuz yapmaya uğraşıyordum.
“Serbest bırak...” Bakışlarımı aynadaki yansımamdan
ayınp kaslı göğsünden akan suları izledim. Yüce Tanrım, bu
adamın sadece vücudunun güzelliği için açılmış pek çok hay­
ran sitesi olmalıydı. Düşününce... muhtemelen vardı. “Saç­
larını öyle görmek bana ne yapıyor biliyorsun,” diye ekledi
aç bir sırıtışla.
Saçlarımın sürekli yüzüme düşüp duracağını düşünsem
de topuzu tek bir hareketle bozdum. Ellerimi karmakarışık
tutamların arasından geçirecektim ki Lucas kafasını iki yana
salladı.
“Öyle bırak da bütün gün boktan şeylerle uğraşırken hep
seni becermeyi düşünebileyim.”
209
Emily Sno\v
Daha sonra hu “boktan şeylerdin ilkinin evde Your Toxic
Sequeriıı turne direktörüyle -çilek sarısı saçları olan kısa
boylu adamın bronz tenine bayağı imrenmiştim- buluşmak
olduğunu öğrendim. Limon rengi bir polo giymiş olan Tyler,
bir rock turnesine çıkacakmış gibi değil de gününü ofiste ge­
çirmeye va da golf oynamaya hazırmış gibi duruyordu. Adam
ilk başta beni saklamadığı bir merakla gözden geçirdi ve evin
içinde ilerleyerek arka bahçeye çıkarken her fırsatta inceledi.
Havuza tepeden bakan taraçaya çıktığımızda Lucas beni kız
arkadaşı olarak tanıttı.
İtiraf etmek gerekirse onun beni böyle tanıttığını duy­
mak. ilk dansına giden bir yedinci sınıf öğrencisi gibi kızar­
mama neden olmuştu ama elimi Tyler’a uzatmayı başardım.
“Tanıştığıma sevindim.”
Tyler kocaman bir gülümsemeyle elimi sıkıp üç kez sal­
ladı. “Senin doğru kişi olduğundan emin olmak istemiştim,”
dedi göz kırparak, daire şeklindeki ateş çukurunun etrafına
yerleştirilmiş olan bahçe sandalyelerinden birine otururken.
Eğer dünyadaki en tuhaf, en aptalca tanışma cümlesine
verilen bir ödül varsa Tyler rahatlıkla kazanabilirdi. “Ah, ince
düşündüğünüz için teşekkürler,” dedim sıkılı dişlerimin ara­
sından.
Lucas, Tyler’m karşısındaki koltuğa çöktü. Kolçaklara
yerleştirdiği dövmeli kollarındaki kaslar gerilmişti. “Onun
kim olduğunu çok iyi biliyorsun.” Menajerine bakarak söy­
lediği bu kelimelerin arkasındaki gücü hissedebiliyordum.
“Ayrıca bu tume hakkında ne hissettiğimi de biliyorsun. Vaz­
210
Temas
geçilmez olduğunu sanma, Tyler. Senin işine sahip olmak
için adam öldürebilecek binlerce herif var.”
Gerçekten mazoşist olanlar hariç çoğu insan gibi ben de
böyle durumlardan nefret ediyordum. Bu yüzden Tyler burun
kemiğini sıkıp yüzünü buruştururken bir an için bakışlarımı
başka tarafa çevirdim. “Ah, kahretsin, onu kast etmek iste­
memiştim. . Kafasını yana eğerek bana hızlı, özür diler gibi
bir bakış attı. “Özür dilerim, Sienna.”
Lucas ela gözleriyle menajerine bir süre daha meydan
okur gibi baktı, sonra yüz ifadesi rahatlarken bakışlarını bana
çevirdi. “Benim bilet satışları ve iş hakkında konuşmam
gerek, birazdan...”
“Ben de gidip kardeşimi ve Tori’yi aramalıyım.” Bu ger­
gin ortamdan ayrılmak için cezaevindeki annemle konuş­
maya bile razı olurdum. “Birazdan görüşürüz.” Lucas kafa
sallayıp bileğimi öptü.
Uzaklaşırken turne direktörünün kısık sesle konuşmaya
başladığını duydum. “Kız, Cilla’nın söylediğinden çok daha
güzelmiş. Onunla gizlilik sözleşmesi hakkında konuştun mu?”
Sürgülü kapıdan içeri girerken duyduğum son şey Lucas’ın
soğuk ve sert cevabı oldu. “Çünkü Cilla kahrolası bir sürtük...
Gizlilik sözleşmesine gerek yok... Sienna öyle biri değil...”
Lucas bir saat kadar eve girmedi. Ben de bu sürede
Seth’i arayıp ayakkabılarımın yolda olduğunu öğrendim, bu
akşam görüşmek için sözleştiğim Tori’yle konuştum ve ken­
dime bagel, birkaç meyve ve büyük bir bardak portakal su­
yundan oluşan bir kahvaltı hazırladım.
211
Emily Snou'
Lucas, ben kahvaltımı ederken mutfağa girdiğinde
hemen Tyler adına özür diledi ama ben sorun olmadığını söy­
leyip kendimi gülmeye zorladım. “Yani, benden ayrıyken
kimseyle birlikte olmadığım falan düşünmüyordum.”
“Olmadım,’' diyerek nefesimin kesilmesine neden oldu.
Sonra ada tezgâhta yanıma oturdu. Kot pantolonu çıplak di­
zime sürtünüyordu. “Tyler tam bir pislik gibi davrandı. Tur­
nede böyle bir şey olmayacak. Eğer olursa bana geleceksin.
Senin düşüncelerinle oynayıp sorun çıkmasına neden olma­
sını istemiyorum. Albümler satılsın ya da reklam olsun diye
böyle saçm alıklar yapmam ben...”
“Gerçekten de albümün satılmasını sağlar mı?” diye sor­
dum şoka girmiş bir halde, Lucas portakal suyuma uzanır­
ken. “Yani aram ızda kötü bir şeyin olması?”
Lucas m eyve suyunun içine doğru öksürdü, sonra bar­
dağı tezgâha bırakıp çenemi tuttu. “Hayatın mahvolduğunda
insanlar seninle daha çok ilgilenirler, bunu bildiğini sanıyor­
dum, K ırm ızı...”
A h, biliyordum . Annem, ben liseden mezun olmadan
hem en önce uyuşturucu ticareti yapmaktan tutuklandığında
bunu öğrenmiştim. Koridorlardaki pek çok öğrenciden biri
olm ak yerine kampusün en çok konuşulan kızı olup çıkmış­
tım. Yine de bazı insanların ne kadar kötü ve hain olabilece­
ğini kabul etmek zorunda olduğum anlamına gelmiyordu bu.
Lucas saatine baktı. “Saat onu geçti. Çıkmamız lazım
artık...”
Meyve suyumun geri kalanını kafam a dikip bulaşıkla­
212
Temas
rımı makineye koydum. “Bu arada, konuşma nasıl geçti?
Menajerinle yani...” Eve girdiğinden beri ilk kez yüz ifade­
sinin ne kadar bitkin göründüğünü ilk kez fark ediyordum.
“Sinjin kötüleşmiş. Tyler çözdüklerine yemin ediyor
ama kendi gözümle görene kadar inanamam. Sin de mesaj­
larıma cevap vermiyor.” Ben tezgâha doğru gelirken tabure­
den inip elini belime koydu.
Sinjin’in ne anlamda “kötüleştiğini” bilmesem de
bunun, onun için kötü haber olduğunu ve muhtemelen tur­
neyi de kötü etkileyeceğini tahmin etmek zor değildi. Daha
sonra şehirde dolaşıp son dakika detaylarının üstünden ge­
çerken Lucas bir daha Sinjin’den bahsetmedi ama arkadaşına
olanların canım sıktığını anlayabiliyordum.
Saat 16.30 olduğunda ve grubun, Pomona’daki konser
alanında yapacakları ses provası sona erdiğinde ben bile Sin­
jin için deli gibi endişelenmeye başlamıştım. Özellikle de bu
öğleden sonraki provayı unuttuğu ya da CaPin dediği gibi
“önem vermediği” belli olunca... Lucas ve diğerleri kuliste
kısık, öfkeli ses tonlarıyla konuşurken ben konser alanını
gezmek için izin isteyip yanlarından ayrıldım.
Burası, Your Toxic Sequel'in eylül avında, bundan kırk
beş gün sonra turnenin final konserini vereceği Staples Çen­
ter’m çeyreği kadardı ama Lucas bana, burada konser ver­
menin onlar için bir armağan gibi olduğunu söylemişti.
Çünkü burası grubun ilk “büyük” konserini verdiği yerdi, bu
yüzden buranın manevi bir önemi vardı.
Ayrıca girift dizaynı ve iddialı atmosferiyle burası ke­
Em ily Snow
sinlikle muhteşem bir yerdi. Los Angeles’ta yaşarken burada
düzenlenen bir gösteriye katılmadığım için içimden kendimi
tekmeliyordum.
Lobide bu ay ilerleyen zamanlarda yapılacak gösterile­
rin posterlerine bakarken omzumda bir el hissettim ve
Lucas'la karşılaşacağımı düşünerek yüzüme en sıcak gülüm­
sememi yerleştirdim.
“Geldin mi, S i...” Sinjin’le yüz yüze geldiğimde keli­
meler boğazıma takılı kaldı. Neyse ki dönüp aletini falan
kavramamıştım. “Pardon...”
“Gerek yok...” Onu son gördüğüm zamankinden daha
iyi görünüyordu. Hâlâ bir deri bir kemikti ama çok daha
iyiydi. Koyu renk kot pantolon ve üstünde, Yabancı (Çıkar­
ları Olan) yazan siyah bir tişört giyip siyah-beyaz Atlanta
Braves beyzbol şapkası takmıştı ve yeşil gözlerinde eskisi
gibi vahşice bir bakış yoktu. Küçümseme yoktu. Sadece eğ­
lendiğini gösteren bir ifade vardı. “Benim için endişelenmen
beni duygulandırdı.”
Telefonumun tuşuna basıp saate baktım. “Yirmi dakika
geciktin.”
Şapkasını kafasından çekip karmakarışık olmuş kısa,
kömür karası saçlarını ortaya çıkardı. Onu son gördüğümde
saçları sapsarıydı hâlbuki. “İçerideki geri zekâlılar sana ne
dediler bilmiyorum ama ben hep geç kalırım. Hayatımı kur­
tarmak için zamanı yönetemiyorum.”
Lucas’in arabada üstü kapalı olarak söylediği şeyin bir
belirtisini göstermesini bekledim ama Sinjin’in kafası bir
214
Temas
milyonsa bile ben ani ayamı yordum. Zaten annem ve üvey
babamla yaşarken, harap haldeki o kadar çok insanla zaman
geçirmiştim ki artık belirtileri fark edemiyordum. Evimizde
sürekli uyuşturucu bağımlıları dolaşırdı, bu yüzden büyük­
annemin evi Seth ve benim için kurtuluş olmuştu.
Sinjin bana dikkatli bir şekilde bakmaya devam edi­
yordu. Bu yüzden gözlerimi kaçırıp sessizliği bozdum. “Sa­
nıyorum turnede Tyler’ın seni sabahın köründe uyandırması
pek iyi olmayacak.”
Sinjin dudağını büktü. “Tyler1a siktirip gitmesini söyle...”
Bunu ondan duyduğuma neden şaşırmamıştım? “Emi­
nim ona kendin de söylersin.”
“Şüphesiz... Bugün birkaç defa duydu zaten.” Hiç de
pişmanlık okunmayan gözlerle bana bakarak omuz silkti.
“Bu sabah erkenden saçmalıklarına başladı, ben de hiçbir
şeyin sikimde olmadığını, gidip başka bir davulcu bulabile­
ceğini söyledim.”
Sinjin’in “kötüleştiği an” bu muydu acaba? Tyler'la tar­
tışması mı? Bunu ona sorsam hayatta cevap vermezdi, bu
yüzden yalnızca, “Anlıyorum,” dedim.
“Eminim anlıyorsundur.” Büyük salona açılan çift kanatlı
kapıya doğru ilerlerken bana seslendi. “Lucas senden özür di­
lememi istedi. Mesele şu ki, özürleri hiç sevmem. Bu sadece
bir kelime ve hiçbir bok ifade etmiyor. Bu yüzden yaptığımı
telafi etmek için bir yol bulacağım ” Bana bakmadı ama yü­
zündeki ifadeyi okuyabilmek isterdim. “Ben şarkı söyleyemi­
yorum. Bu yüzden bir yol bulmak biraz zaman alabilir.”
215
Emily Snow
İşte vine olmuştu, anında erimeme neden olan beyaz bir
bayrak daha çekilmişti. “Bu yeterince iyi bir özürdü,” dedim
yumuşak bir sesle ama Sinjin çoktan büyük salona girmişti.
Birkaç dakika sonra baş gitarist Cal’in “Kelepçe” şar­
kısının giriş notalarını sertçe bastığını duyduğumda ben de
çift kanatlı kapıyı itip içeri girdim.
216
Dokuzuncu Bölüm
“Bu muhteşem,” dedi Tori birkaç saat sonra, sahne ar­
kasındaki kalabalığın uğultusunu bastırmak için bağırarak.
Kafasını yana eğdiğinde koyu renkli saçları, siyah mini el­
bisesinin üstünde durmasını sağlayan tek askının üstüne
dalga dalga düştü. “Hayır, bu muhteşem ötesi... Çılgınca bir
şey...”
“Yok ya, o kadar da değil.” Söylediklerim karşısında
Tori gözlerini kısıp ağzını, “Sen neden bahsediyorsun,” der
gibi hareket ettirdi.
Bu akşam erken saatlerde birlikte bir şeyler içerken be­
nimle konsere gelmesini teklif ettiğimde hiç tereddüt etme­
den kabul etmiş, iş arkadaşlarıyla gece kulübüne gitme
planlarını Pomona’ya gelirken ertelemişti.
“Eminim daha da çılgınlaşacak,” dedi düşünceli bir şe­
kilde.
Kulaklığına doğru konuşurken önünde durduğumu tark
217
Emily Snow
edemeyecck kadar meşgul görünen bir ses görevlisinin yo­
lundan çekildikten sonra Tori’ye ne düşündüğümü söyledim.
“Ben halâ soluklanmaya çalışıyorum.” Bu öğleden sonra
grup üyeleriyle ve bizimle yola çıkacak birkaç kişiyle (yal­
nızca bir kadından oluşan kostüm ekibi dahil) tanıştırıldığım
zamandan beri bir durup soluklanamamıştım. Kostüm görev­
lisi Maggie direkt yanıma gelip, YTS’yi giydirmenin haya­
tında sahip olduğu en kolay ve rahat iş olduğunu söylemişti.
Tori bana şüpheci bir bakış atarak altdudağını dişlemeye
başladı. Kırmızı ruju biraz dağılmıştı. “Lucas’ın, benim bu­
raya gelmemi umursamadığından eminsin, değil mi?”
“Yemin ederim bir sorun yok. Şimdi şunu kes! Dudak­
ların kahrolası bir stres topu değil. Bütün dişlerine ruj bulaş­
tırdın.” Yanımızdan kıkırdayarak ve dans ederek geçen
birkaç kızdan kaçmak için sırtımı duvara yasladım. Göğüs­
lerine yapışık tuttukları şişelerden beton zemine dökülen sıvı
kremalı votka kokuyordu. Kızlar bir köşeyi dönüp gözden
kaybolduklarında Tori’ye beni takip etmesi için işaret ettim.
“İtiraf etmeliyim, Lucas'm kasıklarına tekme atma iste­
ğim bile bu konseri izlememe engel olamazdı.” Bir kilometre
uzunluğunda topuklan olan ayakkabılanyla bana kolayca ye­
tişmişti. “Ve rock müziği sevmem bile,” dedi.
Evet, tabii... Rock müziği sevmediğini söylüyordu ama
konser esnasında diğer insanlarla birlikte haykıracak kadar
fazla YTS şarkısı biliyordu.
“Sonunda...” Etrafında yarı çıplak bir sürü kadının ve bir­
kaç adarnın dolaştığı tek kapıyı işaret ettim. “Burası olmalı...”
218
Temas
Girişte, 1.93’lük boyu ve kaslı bir vücudu olan, Lucas’m
bile oyuncak gibi görünmesine neden olacak dev, melez bir
koruma duruyordu. Adam, oraya Wyatt için geldiğini iddia
eden bir kadınla tartışmakla meşguldü. Kadın öfkeden kıp­
kırmızı olmuştu ama koruma hiç de etkilenmiş gibi görün­
müyordu.
“Hangi kahrolası listeden bahsediyorsun sen ya?” dedi
kadın. “Burası bir gece kulübü değil... Beni içeri al işte... İsmim
Violet Dawson.” Adını beş yavaş hece halinde söylemişti. Bunu
duyduğumda kadının dizine bir tekme geçirmek istedim. Sırf
kendi istekleri gerçekleşsin diye karşılarındaki insanlara kaba­
lık yapan kişiler için özel bir sıfat vardı ve Vi-o-let Daw-son
da bu kategoriye giriyordu.
Korumanın ona ağzının payını vermesini bekledim ama
adam gayet rahat bir şekilde cevap verdi. “Şu anda içeride
yalnızca grup üyeleri ve konuklan var. Basın ve Brenley in
the Morning yarışmasının kazananlan yanm saat sonra gire­
cek. Siz her iki listede de yoksunuz."
Vİolet öfkeli bir nefes verdi. “Bak, bir buçuk yıl önce
buradaki konserlerinden sonra onunla ve Cal'le takılmıştım.
Wyatt beni görmek isteyecektir. İkisi de isteyeceklerdir.*'
Harika... Şimdi Cal ya da Wyatt*a baktığımda aklıma
hep bu kadın gelecekti.
“Birlikte çalan grup.” diye konuşmaya başladı yakın­
larda duran bir başka kadın ama Violet ona öldürücü bir bakış
attı. Koruma. Violet’e gizli bir şey söylemek için eğildiğinde
Tori de öne eğilmemiz için işaret etti.
219
Emily Snow
Dudaklarını kulağıma yaklaştırıp, “Düşünsene, Bay Ko­
ruma içeri girmene izin verdiğinde bu sürtüklerin hepsi seni
eşek sudan gelinceye dek dövmek isteyecek.”
“Sağ ol y a...” Violet, ışıltı atılmış saçları ve çiçekli par­
füm kokusundan oluşan bir bulanıklık halinde bir hışımla dö­
nerken Tori’yi ezip geçmesin diye arkadaşımı kenara çektim.
“Turnenin geri kalanında yalnız olacağım için kendimi çok
iyi hissediyorum şimdi.”
“Zaten bildiğin bir şeyi dile getirdim.” Kapı görevlisiyle
konuşmak için bir başka kadınla erkek arkadaşının önüne
geçip manikürlü işaretparmağıyla beni gösterdi. “O listede...”
Koruma uzun uzun inceledi; bakışlarını siyah püsküllü
sandaletlerimden başlayıp dar, yırtık kotuma ve siyah askılı ti­
şörtüme, sonra da mavi gözlerimle kızıl saçlarıma kaydırdı.
Kendimi çırılçıplak hissetmeye başlamıştım ki adam, “İsim ve
kimlik,” dedi. Sonra kaşını kaldırıp Tori’ye baktı. “Siz de...”
Kafamı eğip çantamda ehliyetimi aradım ve mümkün
olduğunca kısık sesle, “Sienna Jensen ve Tori Abrams. Lis­
tede isimlerimiz olmalı,” derken birden etrafımdaki konuş­
maların kesilmiş gibi olduğunu hissettim. Güvenlik görevlisi
bilgiyi doğrulamak için iPhone’una bakarken arkasındaki
kapı birkaç santim açıldı. Sinjin kafasını dışarı uzattığında
kalabalıktan sağır edici bir çığlık yükseldi.
Sinjin birkaç saniyeliğine bekledi, seyircilerine yeşil göz­
lerinden birini kırptı ve korumaya döndü. “Listeyi siktir et git­
sin... Bu ikisi içeri girebilir, David,” dedi. Koruma gözlerini
220
Temas
Tori’yle bana çevirdi. Dudaklarında imalı bir sırıtış belirmişti.
Adamın ne düşündüğünü biliyordum. Kahretsin, ne dü­
şündüğü çok belliydi. Özellikle de Violet birkaç dakika önce
gruba ulaşmak için içeri girmeye çalışmışken.
Kanımın kaynamaya başladığını hissettim.
Düşündüğü gibi biri olmadığımı belirtmek için ağzımı
açacaktım ki Sinjin benden önce davrandı. “Ve meseleyi
açıklığa kavuşturmak için söylüyorum, kızıl kafa turnenin
geri kalanında da buralarda olacak... Kendisi Lucas'ın yeni
sevgilisi...” Sin’in sırıtışı yüzünde öyle doğal duruyordu ki
adamın alaycı bir sırıtışla doğduğundan emindim. “Vani
onunla kötü konuşmak, işsiz kalmanın hızlı yolu olur."
Odaya girmemiz için kenara çekilirken David’in boy­
nunda başlayan kızarıklık yüzüne kadar ilerlemişti. Adam
arka arkaya bir sürü özür sıraladı. Wicked Lambs’in baş gi­
taristi ve davulcusuyla tamamen dolmuş olan odaya girip,
ona güven verici bir tebessüm gönderdiğimde David utançla
başını öne eğdi.
Kapı daha tam kapanmadan önce koridordaki kadınlar
fısıldaşmaya başlamışlardı. Kulağıma, Lucas, sürtük, şanslı
gibi kelimeler ulaştı. Sinjin’in gülen gözleriyle karşılaştı­
ğımda dişlerimi sıkmıştım.
“Bunu yapmak zorunda değildin," dedim ııtanç dolu bir
sesle.
Sinjin omuz silkip omzuna astığı kırmızı-siyah çizgili
havluyla alnındaki teri silip siyah saçlarını geri attı. “David
221
Emily Snou'
sana Lucas’ın dibindeki bir ahmakmışsın gibi davranmadan
önce bunları açıklığa kavuşturmam lazımdı.”
Sonra kendisini yumuşak bir ikili koltuğa, zamanı ge­
lince memelerini ve düz karınlarını ortaya çıkarmak kolay
olsun diye stratejik bir şekilde ayarlanmış Your Toxic Sequel
tişörtleri giymiş iki kızın arasına attı. “Ayrıca hiçbirimiz mi­
safirlerimize bok gibi davranılmasmı istemeyiz.”
Yanımdaki en iyi arkadaşım yüksek sesle, “Haklı,” de­
diğinde gözlerimi devirdim.
Et tu, Tori?*
Tamam, belki Sinjin haklı olabilirdi ama ekip üyeleriyle,
özellikle de güvenlik görevlileriyle kötü bir başlangıç yap­
mak istemiyordum. Sin’e gergin bir şekilde kafa salladım.
Kadınlardan biri kısa, kestane rengi saçları olan, parmakla­
rını uluorta Sinjin'in pantolonundan içeri kaydırmaya başla­
dığında gözlerimi kaçırsam mı yoksa bakmaya devam mı
etsem diye düşünürken kadın bana göz kırptı.
Hayır, kesinlikle gözerimi kaçıramazdım artık.
“Eminim bundan sonrasında kendi başımın çaresine ba­
kabilirim ama yardımın için sağ ol...” Uzaklaşmak için dön­
düm ama sonra durdum. Bunun karşısında Sinjin kocaman
sırıttı. “Lucas’ın nerede olduğunu biliyor musun?”
Kafasını sola, kapısı ardına kadar açık olan bir odaya
doğru salladı. “Odada. Ama şu anda röportaj veriyor. Beklerken
kendine yiyecek bir şeyler al istersen.” Kafasıyla odanın sağ
* (L a u Sen de mı Ton? " Julius Sezar tn söylediği 'Sen de mı Brtıtus?
derm e vapıhyor fç .n j
222
"
cüm lesine gön
Temas
tarafında duran uzun yiyecek ve içecek masasını işaret etti.
“Teşekkürler,” dedim ve yiyeceklere yönelmiş olan Tori’yi sol tarafa doğru ittirdim. Lucas’ın bulunduğu yer bu
odadan ayrı bir dinlenme odasıydı. Lucas deri bir koltukta
beni rahatsız edecek kadar yakın bir şekilde Cilla’yla birlikte
oturuyor ve Echo Falls setinde çalıştığım dönemlerde birkaç
kez sette gördüğüm güzel bir gazeteciyle konuşuyordu. Oda­
nın karşısındaki kameraman ardı ardına fotoğraflar çektiği
için eşikten çekildim.
“Bu kadın kim olduğunu zannediyor?” diye tısladı Tori.
Kaşlarını çatmış Lucas ve Cilla’ya bakıyordu.
“Bu Cilla...” Sesimdeki endişeyi yok edemiyordum.
Tori bana anlayışlı bir ifadeyle baktı ama ben hemen gözle­
rimi kaçırdım. “Umarım...”
Birisi omzuma kolunu attığında söyleyeceklerimi yut­
tum. Alaycı sesi ve kolunun ön kısmındaki bas anahtarlarını
anında tanıyarak döndüğümde Cal’le göz göze geldim. Sinjin
gibi Cal de zayıftı ve benimle neredeyse aynı boydaydı ama
zayıf olmasına rağmen yapılıydı.
“Sirk hoşunuza gitti mi?” diye sordu bir Tori’ye bir bana
bakarak. İkimiz de kafa salladık. “Ben Cal, bu arada.” dedi
Tori’ye, sanki Tori bunu bilmiyormuş gibi.
İkisi resmi olarak tanıştırıldıktan sonra Tori ona iş arka­
daşının ofisindeki Calvin Romero mabedinden bahsetti. Cal
dudaklarında rahat bir gülümsemeyle bana döndü. “Çılgınca
şeyler, değil mi?”
223
Emily Sno\v
Tori’nin iş arkadaşından mı yoksa bandan, yani bir rock
konserinin sahne arkasında olmaktan mı bahsettiğinden emin
olamasam da başımı salladım. Çünkü iki metre ötemde Cilla
elini tekrar Lucas’ın bacağına koymaya çalışıyor, Lucas da
ona iğrenmiş gibi bakarak elini itiyordu. Gazeteci önüne bak­
tığı için bunu kaçırmıştı. Cilla bir şeye gülmek için kafasını
geri attı ama Lucas’m yüzünde soğuk ve sinirli bir ifade
vardı. Sinjin iki metre arkamda oturuyordu ve şimdiye kadar,
yanındaki hayran kızlardan birini ya da ikisini de kendisini
ağzıyla tatmin etmesi için ikna etmiş olması yüzde elli ola­
sıydı.
Mavi gözlerimi Cal’in koyu kahverengi gözlerinden hiç
ayırmadan konuştum. “Evet, çılgınca../’ Wyatt’ın nerede ol­
duğunu sormayı düşündüm ama sonra kafamı iki yana salla­
dım. Şu anda ne bilmek istediğimden emin değildim. “Bu
ikisi... konserlerden sonra hep böyle röportaj yapacaklar
m ı?”
Cal diğer odaya bakarak yüzünü buruşturdu. Ve beni şa­
şırtarak omzumu hafifçe, güven verici şekilde sıktı. Konuş­
tuğunda soruma cevap vermedi ama onu suçlayamazdım.
“Bir şişe Jager’ımız ve Lucas’ın Red Buil’u var. Hayranlar
ve basın içeri girmeden birkaç şat atalım mı?”
Kendisi naneli schnapps ve şekersiz çikolata şurubu tipi
bir kız olsa da Tori hemen teklifi kabul edince benim de on­
larla gitmekten başka çarem kalmadı. Ama Cal bizi odanın
kapısının önünden uzaklaştırırken kendime engel olamayıp
224
Temas
Cilla ile Lucas’a bir kez daha baktım. Ve tume hakkında ko­
nuşurlarken, Lucas’m alaycı ve sivri gibi görünen cevapla­
rına rağmen vücutlarının birbirine nasıl kolayca tepki
verdiğini gördüm. Cal, Jager ve Red Bu 11 karışımından azar
azar dağıtmaya başladığında bize katılan Sinjin’e gülümse­
meye çalışırken kaburga kemiklerimin arasında acı verici bir
baskı hissetmeye başlamıştım.
Yanındaki iki kadın ortadan kaybolmuştu, Sinjin de ya­
nıma otururken onlardan bahsetmedi. “Alış buna,'1 dedi
sertçe kulağıma.
Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım ama neden bahsettiğini bi­
liyordum. Bilmemek saflık olurdu. “Ne?”
“Aptalı oynama şimdi... Eğer sonuna kadar bu turnede
kalacaksan tüm boktan şeylere katlanmak zorundasın. Kıs­
kanç ve huysuz sevgililerle eşler burada fazla dayanmaz.
Sence neden Kylie burada değil? Neden Cal’in son sevgilisi
sadece birkaç ay kalabildi?”
Lucas’tan ya da kendisinden bahsetmemişti ama baskı
yapsam da bahsedeceğini sanmıyordum. Yüzüme, tenimi çatlatıyormuş gibi hissettiren bir gülümseme yapıştırdım ve iç­
kimi alıp bardağı sıkarak tuttum.
“Ben de bana karşı hep nazik olacağını düşünmüştüm.”
“Nazikliği siktir et...” Sinjin elimdeki Jagerbomb’ı aldı ve
karşı gelmemi umursamadan kafasına dikti. “Ben dürüst olaca­
ğım. Çünkü etrafin tüm bu boktan şeylerle çevriliyken, günün
sonunda her şeyden çok ihtiyacın olan şey dürüstlük olacak ”
225
Emi/y Snow
* * *
L ucas’ın röportajı bittikten sonra bile Sinjin’in dürüst­
lük hakkmdaki sözleri beynimi kemirmeye devam ediyordu.
Gecenin geri kalanında Lucas’la pek fazla bir araya geleme­
dik. aslında o hayranlarını ve basını karşılarken ben Tori’yle
zaman geçilm ek için arka planda kalmayı tercih etmiştim.
Arada bir Lucas’ın ela gözleri konuştuğu kişiden ayrılıp beni
buluyordu. Bakışları yoğundu, sanki ona tapan insanlarla ve
grubun geri kalanıyla dolu olan bu odadaki tek insan benmişim gibi bakıyordu ama bir yandan da soru sorar gibiydi.
Ona attığım güven verici tebessüm karşısında bile yü­
zündeki bu ifade yok olmamıştı.
Evine döndüğümüzde saat sabahın üçüydü. Otobüsler
yalnızca birkaç saat sonra kalkacağı için hemen yatağa gir­
dik. Lucas uzun bir süre sessiz kaldı. Öyle ki uykuya daldı­
ğını düşünm eye başlamıştım. Bu nedenle konuşmaya
başladığında irkildim.
“Ne düşünüyorsun?”
“K onserin hakkında mı?” Karanlıkta ona baktığım da
kafasını aşağı yukarı salladığını gördüm. “İnanılmazdı. Bu
şaşılacak bir şey değil zaten.”
“Sahne arkasında kahrolası bir yabancı gibiydin.”
Siyah yatak örtüsünü sıkıca kavradım. “Bunaltıcı olma­
dığını söylemeyeceğim, çünkü çok bunaltıcı ama alışacağım.
Eninde sonunda...”
226
Temas
“Böyle şeyleri uzun zamandır yapıyorsun sen, S ienna/’
diye belirtti şüpheci bir şekilde. “Ve o suratı daha önce ta­
kındığını görmüştüm. Bak, şimdi, burada bir şeyi açıklığa
kavuşturalım. Cilla’yla aramda hiçbir şey, kesinlikle hiçbir
şey yok. Hiçbir zaman olmadığı yalanını söylemeyeceğim
ama seksten fazlası olmadığını söyleyebilirim. Sen bu yıl ha­
yatıma tekrar girdiğinden beri onunla aramızda hiçbir şey ol­
madı.”
Bunu kendimi iyi hissetmemi sağlamak için söylemiş
olsa da iyi hissetmiyordum. Birkaç ay önce, öğle yemeğinde
masasında oturmak zorunda kaldığım günden sonra Lucas
ve Cilla’nın arasında bir şeyler olduğunu anlamıştım. Ayrıca
Cilla, doğum günü partisinde Lucas’ın kafayı sıyırmış eski
karısıyla ağız dalaşı ettikten sonra benimle konuşurken Lucas’a âşık olduğunu itiraf etmişti.
Dişlerimi yanaklarımın iç kısımlarına gömdüm, çünkü
Sam’i düşünmek çok daha fazla rahatsız ediciydi.
“Pekâlâ, madem dürüst oluyoruz, bana eski karından
bahset,” diye rica ettim.
Sessizlik tüm gücüyle geri geldiğinde boğazımdaki
yumru daha da kötü bir hal aldı. Öyle ki nefes almak zorlaş­
tığı için yatakta doğrulmak zorunda kaldım. “Bilmesen daha
iyi...”
“ Ben sana anlatırdım.”
Acı bir kahkaha attı. “Bundan şüpheliyim. Bu saçma­
lıklara girmiyoruz, Sienna.”
Emily Smnv
“Neden?" diye fısıldadım yüziim deli gibi yanarken.
"Neden bu konu hakkında konuşamıyoruz?"
"Seni o kadar çok seviyorum ki bir daha gitmeni göze
alamam... Bu yüzden unut bunu... Ben her şeyin icabına bak­
tım. Bilmen gereken tek şey bu..."
Sakladığı şey her neyse benim gitmeme neden olacak
kadar kötü olduğunu mu düşünüyordu? Ya da irdelemeyi bı­
rakmazsam tekrar gitmemi istemekle mi tehdit ediyordu
beni? Ama ne olursa olsun bu konuyu unutmayacaktım. “O
halde sonra tekrar sorarım."
“Ben de tekrar hayır derim,” diye cevap verdi soğuk bir
sesle.
“Sonra ne olacak? Bunu geçecek miyiz? Unutmamı mı
söyleyeceksin? Unutmazsam kıçıma şaplak atmakla mı teh­
dit edeceksin?"
“Öyle yapmalıyım.” Lucas bana yaklaşıp elini çıplak di­
zime koyarken büyük boy yatak gıcırdadı. Tepeden bana ba­
karken ela gözleri tutku, şehvet ve öfke doluydu. Nefesimin
teklediğini hissettim . “Değiştiremeyeceğim boktan şeyler
üzerinde tartışmaktansa uykuyu siktir et deyip bu son birkaç
saati yatakta senin içine gömülmüş halde geçirmeliyim. Sen
hatırlatm asan da o boktan şeyler aklımla oynuyor zaten.”
Elimi elinin üstüne koydum ve diz kapağımdaki hassas
noktayı sıktığında parmaklarımı onunkilere geçirdim.
“ Bunun olmasını istemem.”
Ama dürüstlük istiyordum.
228
Temas
Ve benim bakış açıma göre dürüstlük, insanın sevdiği
kişiye verebileceği en kolay şeylerden biriydi.
Lucas sert bir nefes aldı ama konuşmaya devam ederken
sesi daha sakindi. “Sam hakkında bilmen gereken tek şey
aramızdaki her şeyin bittiği... Onun hakkında düşünmek mü­
ziğim için kötü oluyor. Bu tume için de kötü... Benim için
de...”
Bir keresinde bana da müzik için kötü olduğumu söyle­
mişti ama eski karısının, müzik konusunda üretkenliğini et­
kilediğini anlayabiliyordum. Cevap vermekten neden
kaçındığını anlayamasam da... Ondan uzaklaşıp yataktan
aşağı kaydım.
“Si...” diye başladı Lucas ama kafamı iki yana salladım.
“Ben iyiyim ,” dedim sertçe, karanlığın içinde kapıya
doğru ilerleyip yüzünü doğru düzgün görebilmek için ışık
düğmesini hafifçe çevirdim. Koyu renkli kaşlarını çatmış,
avucunu göğsündeki hançerli kalp dövmesinde gezdiriyordu.
“Ben gidip su alacağım. Bir şey istiyor musun?”
Kafasını iki yana salladı. Koridorda ilerlerken arkam­
dan, “Bunlar hâlâ benim için yeni,” diye seslenerek yerimde
donakalmama neden oldu.
Kürek kemiklerimin gerildiğini hissettim. “Öyle oldu­
ğunu biliyorum. Birkaç dakikaya dönerim.”
Yatağa sinirli halde dönmek istemediğim için alt katta
birkaç dakikadan daha uzun süre kaldım. Lucas’ın antresinde
duran valiz yığınının arasından dizüstü bilgisayarımı alıp
229
Fntily Smnv
otum ıa odasına giderek mesajlarımı kontrol etmeye başla­
dım. Birkaç saat önceki son kontrolüm den beri, gelen ku­
tuma üç bildirim düşmüştü.
Ve her bildirim beni Lucas Wolfe ve Your Toxic SequePle ilişkileııdiren haberlere gidiyordu.
“N ashville Doğumlu Tasarımcı, W olfe’u Esir A ldı,”
diye fısıldayarak okudum dedikodu haberlerinden birinin
başlığını. Başlığın altında bu akşam L ucas’la bir araya gele­
bildiğimiz nadir anlardan birinde arkam ızdan çekildiği için
hiç fark etm ediğim çekilm iş bir fotoğrafım ız vardı. Lucas
elini belime koymuş, dudaklarına seksi sırıtışlarından birini
yerleştirerek bana doğru eğilmişti.
Daha şimdiden haberin altında seksen yedi yorum vardı.
Kahretsin! Daha önce, Ashley’niıı anne babasının bannda bana
şarkı söylediği video yayımlandığında da Lucas’m hayranlarıyla
uğraşmıştım. Yanlış anlaşılma olmasın, eleştiriden falan kork­
muyordum. Hem Los Angeles’ta hem de Nashville’de çalışırken
her gün yeni bir eleştiriyle karşılaşmak olağandışı değildi. Ama
benimle hiç tanışmamış, hakkımda hiçbir şey bilmeyen insan­
ların, sırf aşk hayatımdan memnun olmadıkları için kendimi
kötü hissetmeme neden olmaları berbattı. Özgüvenime büyük
bir darbe daha almaya hazır olmadığım için yorumlara doğru
inmeden siteden çıktım ve çenemi ellerime yasladım.
Bunun olacağını biliyordum. Eninde sonunda olacaktı.
Sadece basının bu kadar çabuk harekete geçeceğini düşün­
memiştim.
230
Temas
E-posta kutumu kapatmak üzereyken listenin en başın­
daki, yeni gelen bir mesajı fark ederek durdum. Kostüm işim
için bir arkadaşıma yaptırdığım internet sitesinden gelen bir
bildirimdi bu. Müşterilerimden birinin ücretle alakalı bir şey
sorduğunu ya da bir istekte bulunduğunu düşünerek bildi­
rime tıkladım.
Ama bu, işimle kesinlikle alakalı olmayan bir mesajdı.
Yalnızca dört cümleden oluşuyordu ama yine de başımı dön­
dürmeye yetmişti.
Seninle birleşm ek için hiç vakit kaybetmemiş. Onun
bundan daha akıllı olmasını umuyordum ama işin içine ne
zaman memeler ve kalçalar girse Lucas böyle aptalca şeyler
yapar. Umarım eğleniyorsundur, Sienna Jensen. Ama merak
ediyorum, acaba işim bittiğinde hâlâ onu istiyor olacak
mısın?
S .W.
Samantha Wolfe. Daha az önce müziği kötü etkileyen
bu şeytandan bahsetmiştik. Şimdi bu şeytan sırf bana pasifagresif bir mesaj göndermek için iş sitemi kullanmıştı. Tit­
reyen eller ve parm aklarla bilgisayarımı kapatıp çantasına
koydum ve antreye döndüm. Parmak uçlarımda üst kata çı­
karken kendimi az öncekinden daha kötü hissediyordum. Lucas’ı yüzüstü yatm ış halde sakince uyurken bulduğumda
sinirlerim daha da bozuldu.
Emily Snow’
Yatağın kendi tarafımda dururken yumruklarımı açıp ka­
patıyor, bir anlamı olmayacağını bilsem de Lucas’ı uyandırmak
istiyordum. Eski karısının bana elektronik tehdit -tabii buna
böyle diyebilirsek- yolladığını söylemek onu kızdırmaktan
başka bir işe yaramazdı. Ayrıca ona söylersem kendi başımın
çaresine bakamıyormuşum gibi olurdu, Sinjin daha önce beni
bu konuda uyarmıştı.
Yanına yatıp boğazımı temizlediğimde Lucas hiç kıpır­
damadı.
“Tüm bunlar bittiğinde, bana her şeyi anlatacaksın
Lucas-A^ûf/ıro/a5z-Wolfe.”
232
Onuncu Bölüm
Lucas
Sabah telefonumun yüksek sesle çınlamasıyla yataktan
sıçradım. Sienna yanımda huzurlu bir şekilde uyuyordu. Oda
hâlâ karanlıktı ama geç kaldığımızı biliyordum. Ekrana bakmasam da arayanın kim olduğunu çok iyi bilerek telefona
cevap verdim. Kız kardeşim hayatımda gördüğüm en öngö­
rülebilir insandı.
“Uyan bakalım,” dedi Kylie şarkı söyler gibi. “Ve bana
çoktan kalktığın saçmalığım anlatma... Nefes alış verişlerinin
ağırlığını duyabiliyorum.”
Homurdanarak komodinimdeki
lambayı
yaktım.
“Neden önümüzdeki bir buçuk ay boyunca bunu Tyler'dan
çok senin yapacağım düşünüyorum acaba?”
“Turneye katılmıyor olabilirim ama hâlâ senin asistanı­
nım. Doğru olan şeyi yaptığından emin olmak benim gör­
233
Emily Sno\v
evim. Zamanında kalkıp otobüsü kaçırmamanı sağlamak
gibi,’' dedi, okul sonrası saatlerde televizyonda yayımlanan
programlardan fırlamış biri gibi.
“Birincisi, beni bırakıp gitmezler. İkincisi, sen dırdıra
devam edersen bir yere gidemeyeceğim. Otobüse bindiği­
mizde seni ararım /' Bu cümleyle uyandırma aramasını sonlandırdım. Sonunda ekrana baktığımda Kylie’nin cep
telefonundan ya da New Orleans’ta birlikte kaldıkları daire­
nin telefonundan değil de Wyatt MeCrae’nin yerel numara­
sından aramış olduğunu gördüm. Anne babamız dışında ev
telefonu kullandığını bildiğim tek kişi Kylie'ydi.
Bu, Wyatt'ın dün gece neden ortalarda olmadığını açık­
lıyordu. İçim rahatlamıştı. Aletini pantolonunun içinde tutup
kız kardeşime sadık olmazsa bu tume de, grup geleceğimiz
de, Wyatt’ın güzel yüzü de mahvolurdu çünkü.
“Sabahın köründe kalkma konusunda yalan söylemiyor­
dun sanının,” diye yakındı Sienna. Kafamı çevirdiğimde ya­
takta oturduğunu, kızıl saçlarının tatlı bir bela gibi yüzüne
yayıldığını gördüm. “Duş almak için vaktim var mı yoksa
çok mu geç kaldık?”
Dün gece sinirle alt kata inmeden önce gördüğüm duy­
gular hâlâ orada mı diye yüzünü inceledim ama hiçbiri yoktu.
Esnemesini bastırarak utangaç bir şekilde ellerini saçlanndan
geçirdi ve dilini dudaklarında gezdirdi. “Niye öyle bakıyor­
sun?”
“Çünkü çok güzelsin.” Parmaklanmın arkasını yanağına
sürdüğümde ürperdi. “Aynca Tyler geç kalmamızla başa çık-
234
Temas
inak zorunda kalacak çünkü duşa bensiz girmenin imkânı
yok.”
Yarım saat sonra aşağı indiğimizde kapıda bizi bekleyen
bir araba vardı. Bunu Kylie göndermiş olmalıydı, çünkü ben
ve hizmetli dışında giriş şifresini bilen tek kişi oydu. Otobüse
yerleşir yerleşmez ona en sevdiği çiçeklerden koca bir demet
ve sürekli bahsettiği o küçük keklerden yollamalıydım.
Araba hareket ettiğinde siyah deri koltuğa gömülüp gözle­
rimi sıkıca kapattım ve kafamı başlığa dayadım.
Bana yakın olan insanlar asla uyuyakalmadığımı bilir­
lerdi. Aylardan beri ilk kez uyuyakalmıştım ve sebebi de iyi
değildi. Başım çok kötü ağrıyordu. Dün gece dalabildiğim
azıcık uykuda da berbat kâbuslar görmüştüm. Günün tek iyi
yanı duşta Sienna’nın derinliklerine gömüldüğüm, tırnakla­
rını çarpı işaretleri çizer gibi sırtımda dolaştırmasına izin ver­
diğim yirmi dakikaydı.
Ama onu bıraktıktan sonra dün gecenin gerginliği geri
gelmişti. Yalnızca ben değil. Sienna da aynı şekilde hissedi­
yor olmalıydı. O konuyu aştığına inanarak yanılgıya düş­
müştüm. Ensemdeki kaslar gerildi. Kahrolası Samantha...
Beni rahat bırakacağına dair sözünü tutmuştu ama yine de
hayatımda sorun çıkmasına neden oluyordu.
Sienna elini göğsüme yasladı. “Sen iyi misin?” Sesinde
endişe vardı. Bana veya bir başkasına öfkeliyken bile ihti­
yaçlarımı her şeyden önde görüyordu.
Gözlerimi açıp onu inceledim: dağınık kızıl saçları, oval
şekilli narin yüzü, alt kısmını dişlerinin arasına aldığı açık
EntiJy Snow
pembe dudakları... “Bu şehirlerden kaçına gittin daha
önce?"
Delici mavi gözlerinin üstündeki kaşları çatıldı. “Haya­
tımda gördüğüm en sinir bozucu, en kaçamak konuşan adam
olduğunu biliyor musun?”
“Yine başladık.” Başparmağımı yanağında gezdirdi­
ğimde omuzları hafifçe kalktı. “Soruma cevap ver, Sienna,
kaçına gittin?”
Derin bir nefes alıp verdi. “Birkaç tanesine...” Parma­
ğımı dar tişörtünün yakasında dolaştırdığımda teni sonunda
seksi bir kırmızı renk alırken bacaklarına bakarak konuşmaya
devam etti. “Annemle babam hâlâ birliktelerken pek fazla
tatile çıkmadık. Boşandıklarında da geziler tamamen bitti.
Tabii babamın, Seth’le benim M aine’e taşınmamız konusun­
daki girişimini saymazsak... Bu da söz konusu değildi, çünkü
ikimiz de büyükannemle kalmaya karar vermiştik.”
“Hiç pişman oldun mu?”
“Kesinlikle olmadım am a...”
Göğsündeki elim donakaldı. Gözlerine bakmak için ka­
famı eğdim. “Söyle, Kırmızı.”
“Mesele şu ki, babamla bir ilişkimiz olmasını istiyorum
aslında. Birkaç haftada bir konuşuyoruz ama çok tuhaf ve
sinir bozucu oluyor. Annem ilk cezaevine girdiğinde aklım
oyunlar oynar, babamın daha kendisi işleri batırmadan bizi
terk ettiğini söylerdi. Ama sonra büyükannemi düşünüyorum
ve şanslı olduğumun farkına varıyorum. Bundan daha kötü­
süyle başa çıkmak zorunda kalan çocuklar da var hayatta.”
236
Temas
Katasım tekrar eğdi ve dilini dudaklarında gezdirirken bir
saç tutamını kulağının arkasına attı. “Baba sorunları olan deli
bir sürtük gibi konuşuyorum, değil mi?”
“Asla...” Sienna’nm çocukluğu hakkında pek bir şey bil­
miyordum ama ne zaman bu mesele açılsa neredeyse hemen
konuyu değiştirmek istiyordu. Ve sesindeki hayal kırıklığını
duymak ona daha fazlasını vermek istememe neden olu­
yordu. “Seni her yere götüreceğim... Kahrolası dünyanın her
tarafına...” Söylediğimi desteklemek için ellerini ellerimin
arasına alıp uzun, ince parmaklarını tuttum. “Öyle ki sonunda
bıkacaksın ve siktirip gitmemi söyleyeceksin.”
Kafasını eğerek dudaklarını, yüzüne yakın olan bile­
ğime bastırdı. “Gezi konusunda bakireyim, asla bıkmam...'*
Gözlerini sürekli dikiz aynasına çeviren şoföre uyarıcı
bir bakış atıp Sienna’mn ellerini bıraktım ve dudaklarımı ku­
lağına yaklaştırdım. “Merak etme, ben,” diye başladım ama
sonra üstünde, her zamanki elmalı parfüm kokusunun değil,
kiraz kokulu bir şey olduğunu fark ettim. “Yiyecek kadar tatlı
kokuyorsun.”
“Otobüste bu konuda iyi şanslar.” Kafasıyla görüş ala­
nımıza giren otobüslere işaret etti, sonra bir kez daha oraya
baktı. “Yok artık... Bu kadar çok olduklarını hiç söyleme­
miştin.”
“Büyük bir tume bu, Kırmızı. Bizim için iki, Wicked
Lambs için bir, ekip için iki otobüs var. Tek otobüs saçmalı­
ğıyla geçen günler bitti artık...”
“Bu çok ukalaca bir yorum.”
237
Emily Sno\\'
"Sadece dürüst konuşuyorum." Bu kelimeler ağzımdan
çıkar çıkmaz söylediğime pişman oldum. Sienna’nın mavi
gözlerinde bir rahatsızlık belirdi ama gözlerini kırpıştırdı­
ğında o bakış yok olmuştu. Şoförümüz aracı park edip eşya­
larımızı almak için iner inmez, Sienna'nın kokusuyla
kafamdakileri unutmadan, beni geçmiş, gerçekler ve dürüst­
lük gibi sözcüklerden çok uzaklara yollamadan önce söyle­
mek istediklerimi söyledim.
“Bilesin diye söylüyorum, o otobüse biner binmez beninısin. Geçtiğimiz her şehirde sana sahip olmanın tadını çı­
kartacağım."
Dilini dudaklarında gezdirdi. Bunu gergin olduğu için mi
yoksa beni test etmek için mi yaptığını bilmiyordum. “Bunun
etrafı gezmekle bir alakası olmadığını tahmin ediyorum,” dedi
gergince gülerek, şoför onun için kapıyı açarken.
Ben de hemen arkasına geçtim ve bacaklarını olduğun­
dan daha uzun gösteren dolgu topuklu parlak sandaletleri yü­
zünden düşmesin diye kalçasını kavradım. Ayağa kalkarken
aletim kalçasına değdiğinde Sienna keskin bir nefes alarak
öne doğru sıçradı.
“Bunu bilerek yaptım, Kırmızı.” Wyatt aptal gibi sırıta­
rak bize yaklaştığı için sesimi yalnızca Sienna’nın duyabile­
ceği kadar alçalttım. “Sana az önce de söylediğim gibi,
benimsin.” Bana bakmak için kafasını çevirdiğinde dudakları
aralanmıştı. “ Bunu nasıl istersen öyle anla...”
“Dürüst olmak gerekirse hiçbir şekilde anlamak istemi­
yorum .’'
238
Temas
“Nazik olacağım,” diye söz verdim.
Konuşmamız Wyatt gelince son buldu. Ona dün gece
konserden sonra niye bizi bırakıp gittiğini sorduğumda on
tane bahane sıraladı ama en sonunda pes edip Kylie’nin ge­
ceyi onunla geçirmek için New Orieans’tan geldiğini itiraf
etti. Anlatmayı bitirdiğinde sırıtıyordum. “Nerede olduğunu
biliyordum zaten,” dedim, Sienna’yı otobüse doğru yönlen­
dirirken.
“Ona bunu baştan söyleyebilirdin,” dedi Sienna, dudak­
larının köşeleri titreyerek. Omuz silktim.
Wyatt birkaç saat sonra bize yetiştiğinde ağzına bir si­
gara yerleştirmişti. Cevabı Sienna’nınkinin aynısı oldu. “O
zaman ne halt yemeye en başında söylemedin?”
“Kız kardeşimin aksine, ben sürekli kendini mahvet­
meni izlemeye karşı değilim." Yan tarafında SequePin logo­
sunun -iç i hançerlerle dolu bir kalp- parladığı ikinci siyah
otobüse vardığımızda elimi Sienna’nm kolunda kaydırıp ona
baktım. “Bu bizim otobüs... Beş dakika sonra ben de içeride
sana katılırım.”
“Yalnızca bizim mi?”
“Ne hoş olurdu,” diye mırıldandı Wyatt. Sonra yumru­
ğunu ağzına götürerek boğazını temizledi ve yüksek sesle
devam etti. “Sen ve Lucas... Ve o gün otobüsü kullanan
şoför... Ayrıca Sinjin... Bir de Sin’in becereceği kişi...”
Sienna’nın pembe dudakları gergin bir gülümsemeyle
gerildiğinde McCrae’nin ağzına şu anda, burada bir yumruk
geçirsem mi diye düşünmeye başladım. “Seni tekrar görmek
239
Ertıilv Snow
güzeldi, Wyatt,” dedi Sienna neşeli bir şekilde. Sonra otobü­
sün basamaklarını tırmandı. Onun otobüs şoförüyle tanışma­
sını dinledikten sonra Wyatt'a döndüm.
“Senden daha iriyim.”
Wyatt ellerini ceplerine sokup kafa salladı. “Evet...”
“Ve lanet olası gitarını çalmak için dişlerine ihtiyacın yok.”
Wyatt omuzlarımı kavradı ama yerimden oynamadım.
“Sana imreniyorum.” Otobüsün basamaklarına baktı. “Hepi­
miz imreniyoruz. Şimdi kahrolası çeneni kapat ve elinde ola­
nın tadını çıkar. Sienna buraya...” kocaman sırıtıp boğazını
temizledi, “ .. .çalışmak için gelmiş olsa bile.”
“Bir deliği olan her şeyin peşinden koşmazsan belki
Kylie de bize katılabilir.” Geçmişte hiçbir şey bilmiyormuş
gibi yapıp ilişkilerine karışmamıştım ama evlendiklerinde
her şey değişmişti. “Kardeşime yanlış yaparsan benimle asla
tanışmamış olmayı dilersin.”
Ben otobüse binerken Wyatt şaşkın ve suskun bir şe­
kilde kalakalmış haldeydi ama duyma mesafesinden çıkma­
dan önce arkamdan seslendi. Kelimelerini tam olarak
duyamadım çünkü dikkatimi, Sienna’ya akşamdan kalma ha­
liyle otobüsü gezdiren Sinjin’e vermiştim ama ne dediğini
biliyordum.
Benim de kendi tavsiyeme uymam gerekiyordu.
İşlerin biraz da olsa sallantılı olmadığı saçmalığını uy­
durmaya hiç gerek yok ama otobüste ilk birkaç gün kendimi
240
Temas
hazırladığım kadar berbat geçmemişti. Sinjin aklını sıyırmış
halde gezmiyordu ve gayet düzgün bir yol arkadaşı olmuştu.
Başka bir şansımız olmadığı için de hızlı bir rutin oluşturmuş­
tuk. Sinjin ve ben müziğimiz üzerinde çalışırken Sienna dik­
katinin çoğunu kostümlere veriyor, korumamız David de
konserlerden sonra otobüse ulaşmaya çalışan memelerle kal­
çaları uzak tutmak için kısa süreliğine de olsa bizimle seyahat
ediyordu. Kadınlar bir şansa sahip olmak ve daha fazlasını elde
etme umuduyla bizden biriyle bir gece geçirmek istiyorlardı.
Fakat bu “daha fazlası” kısmı neredeyse hiç gerçekleşmezdi.
Turnenin üçüncü gününde Denver’daki otelimize var­
dığımızda artık otobüsten, kocaman bir ana yatak odası ve
sıkışık bir duşakabini olmasına rağmen bıkmıştım. Sienna da
bir araya ihtiyacı varmış gibi görünüyordu. Daha özel süiti­
mizin kapısı kapanmadan kendisini yatağa atmış, tertemiz
çarşafların arasında çıplak ayak parmaklarını kıvırarak ne­
şeyle sırıtmaya başlamıştı.
“Bir daha asla Four Seasons görmek istemediğimi sanı­
yordum ama bu cennet gibi bir şey,” diyerek mutlu bir şe­
kilde iç geçirdi.
Kahretsin!
Sienna gözlerini zevkle yumduğu, ben de odanın öbür
ucunda olduğum için Atlanta’daki otelde olanlardan bahset­
mesi üzerine kaslarımın nasıl gerildiğini görmedi. Ona berbat
davranmıştım. Ve bunu düşünmek bile kendimi bok gibi his­
setmeme neden oluyordu.
241
Emily Smnv
Sienna doğrulup parmaklarını saçlarından geçirirken
kendimi toparlamıştım. Odada yavaşça ilerlemeye başladım
ve her adımımla göğsünün inip kalkmasının daha da hızlan­
dığını görerek sırıttım.
“Sin'in lanet olası davul seslerinden sonra güzel bir ara
oldu, ha?” diye sordum.
“Ayy... Adam gördüğü her şeyi bateriye çeviriyor.”
Bunu derken gülümsüyordu. Seksi bacaklarını kaldırıp göğ­
süne çekerken kırmızı ayak tırnaklarının çarşafın üzerinde
hareket etmesini izledim ve daha sonra omuzlarımda nasıl
görüneceklerini hayal ettim. “Burada ne kadar kalacağız?”
“Yarın sabaha kadar... Bir sonraki şehir birkaç saat uzak­
lıkta..." Onun içinde olma arzum yüzünden planladığım her
şeyi bir kenara atabilecek haldeydim ve bu olmadan önce
odadan çıkmam gerektiğini biliyordum. Tyler’a, yapılacak
bir toplantı için oteline gideceğim sözünü verdiğim için ce­
bimdeki telefonum şimdiden çalmaya başlamıştı. “Biraz din­
len... Benim halletmem gereken birkaç grup saçmalığı var.
Sonra tamamen şeninim.”
Sienna karşı çıkmaya yeltendi ama yüzümü ona doğnı
yaklaştırıp yumuşak dudaklarını kapattım. “Ben de şu rahat­
sız edici alışkanlığım yok ettiğimizi sanıyordum. Neden sü­
rekli benimle tartışmak zorundasın. Si?”
Cevap vermek için bir saniye bekledi. Sonra her keli­
mesinin arasında dilini dudaklarımda gezdirerek konuşmaya
başladı. “Seni bana çeken şey,” boğazını temizledi ve tekrar
konuşmaya başladığında sesi daha kısıktı. “Senden başka
242
Temas
herkese karşı sinir bozucu şekilde itaatkâr olmam değil
miydi?”
Bir kez daha hareket ettirmeye başladığı dilini ağzıma
aldım. Dudaklarımız birbirine değdiğinde Sienna yavaşça,
yalvarırcasına inledi. Ama parmaklan aletime değer değmez
hızla geri çekildim.
“Dinlen biraz,” dedim tekrar. “Buna kesinlikle ihtiyacın
olacak.” Ve bana olan bakışları yüzünden oldukça zayıf olan
kontrolümü kaybedecek duruma geldiğim için hızla dönüp
odadan çıktım.
Tyler bizden farklı bir otelde kaldığı için Wyatt ve ben.
bizi birkaç adım geriden takip eden güvenlik görevlisi David
ile birlikte oraya yürümeye başladık. Embassy Suites, bizim
otelden birkaç blok ötedeydi ve yedi dakikalık yolculuk bo­
yunca Wyatt’m dırdırlannı dinlemek zorunda kaldım. Cal'in,
kız kardeşimin arkadaşlarından biriyle yaptığı sesli telefon
seksi yüzünden bir türlü uyuyamadığından şikâyet ediyordu.
“Tuhaf fetişlerle karşılaşmayı beklemeye başladım artık.
Balon patlatma ya da...” İkili bir çocuk arabasını yürütmekte
olan bir kadın dönüp onu baştan aşağı süzdüğünde VVyatt du­
raksadı. “Ne düşündüğünü biliyorum,” dedi sonra bana, se­
sini alçaltarak.
“Bir sürü vaktin olduğunu ne diye düşüneyim ki?M
“Siktir git, Lucas...”
Lobiye kafamı eğerek girdim. Saat daha ikiyi henüz geç­
miş olmasına rağmen içeride toplanmaya başlamış olan kadın­
lar otel görevlilerinin kötü bakışlarıyla karşılaşıyorlardı. Turne
243
Em Uy Sno\v
otobüslerinden biri aptallık edilerek otelin yan tarafına park
edildiğinden dolayı kadınların neden burada olduklarını anla­
mak için lanet olası bir dahi olmaya gerek yoktu.
Wyatt ve benim şansımıza Wicked Lambs’in gitaristi
Brady Callahan lobiye bizden önce gelmiş, kadınların gö­
ğüslerini, kalçalarını, otelin güvenlik görevlileri tarafından
dışarı atılmasına sebep olmayacak her şeyi imzalamaya baş­
lamıştı.
Kalabalıktan uzaklaşıp asansörlere varırken Wyatt’a
dönüp kısık sesle konuştum. “Eğer yardımı dokunacaksa sana
bir çift kulaklık alırım. O zaman Cal ve Heidi’nin balon patlat­
malarını duymak zorunda kalmazsın. Ben de senin küçük bir
sürtük gibi inleyip sızlamalarını dinlemek zorunda kalmam.”
Wyatt gözlerini yere indirerek sırıttı. “Gerek yo k ... Ama
ben Sin’e acıyorum. Halatlar ve kelepçelerin efendisiyle bir­
likte yaşadığı için sürekli mastürbasyon yapmak zorunda ka­
lıyor olmalı...” Ben bir şey diyemeden asansörün önündeki
kalabalığa bakıp yüzünü buruşturdu. “Ben merdivenden çı­
kacağım. Siz tembel götlerle yukarıda görüşürüz.”
Wyatt merdiven işaretlerinin olduğu yerden köşeyi
döner dönmez asansörün kapıları açıldı ve sıra azalmaya baş­
ladı. Ben de yukarı çıkacak kimse kalmayana kadar bekle­
meye karar verdim.
Ama D av id le asansöre biner binmez yanımıza birileri
geldiğinde dişlerimin arasından öfkeli bir nefes aldım.
Kıçlarını gösteren siyah mini şortlar ve daracık tişörtler
giymiş iki kadın kendilerini asansöre atmak için neredeyse
244
Temas
birbirlerini ezmişlerdi. Daha birkaç saat olmasına rağmen
şimdiden konser alanının kapısında sıraya girmeye hazır gö­
rünüyorlardı. Kim olduğumu da çok iyi biliyorlardı. Kızar­
mış tenlerinden ve telaşla telefonlarını aramalarından belli
oluyordu.
İlgilerine müteşekkirdim ama her şeyin de bir sınırı
vardı.
“Seni turnede dört kez gördüm.” Konuşan kadın kızıl
saçlıydı; saç rengi doğal değildi ama Sienna’nın alevimsi to­
nuna yakındı. Kadının, eski karımın bu yılın başlarında yap­
tığı gibi saçlarını bilerek böyle boyatıp boyatmadığını
düşünmeden edemedim. “Müziğine bayılıyorum. ‘Kelepçe’yi, ‘On G ün’ü seviyorum ve... ” Öne doğru bir adım attı
ama David kafasını iki yana sallayarak aramıza girdi.
“Geri çekilebilir misiniz, hanımefendi?”
Normalde bana söylenenleri hiç umursamazdım. Bunu
itiraf etmek bir pislik olduğumu açığa çıkartıyordu ama ger­
çekten de umursamazdım. Bir sonraki katta bu asansörden
inerdim ve kafamda, kızıl saçlı kadınla arkadaşının akşamki
konserime gelip gelmeyeceklerine dair bir düşünce kalmazdı.
Bu kontrolle alakalı bir şeydi.
Ve çok kötü bir davranıştı.
Başparmağımın iç kısmıyla düşünceli bir şekilde çenemi
ovuşturarak asansör duvarına yaslandım. “Hangi konserlere
geldin?” diye sordum. David'in kaşları birden kalktı ama ko­
rumanın şaşkınlığını görmezden geldim.
Anlık bir şok geçiren kızıl kafanın ağzı bir karış açık
245
Emily Stıo\v
kalmıştı. Sonunda arkadaşı onun yerine cevap verdi. “İki yıl
önce... Los Angeles, Vegas ve Salt Lake City’dekilere...”
Kahverengi saçlı kadın ellerini, asansör duvarını çevreleyen
çubukta kaydırıp kollarını gerdi. “Teresa YTSHakkında Her
in yöneticisidir/’
YTS Hakkında H er Şey'in ne olduğuyla alakalı hiçbir
fikrim yoktu ama kafamı salladım ve Tyler’la işim bittiğinde
Google’da araştırma yapmayı kafama yazdım. “Tamam, şim­
diye kadar üç konser sadece... Ama seni bu akşam da göre­
ceğim /' dedi Teresa mutlulukla.
Bunu duyduğumda, Tyler’m katını geçmiş olsak da
neden hâlâ asansörden inmediğimi fark ettim. Bu kadınlar
bana sulanmamış, ilk gördükleri çamaşır odasında benimle
birlikte olmaya çalışmamış, hatta benimle konuşurken ses­
lerine davetkâr bir ton bile katmamışlardı.
“O halde doğru düzgün şarkı söylesem iyi olur, ha?”
diye sorduğumda Teresa alaycı bir şekilde güldü.
“Lucas Wolfe hayal kırıklığına uğratmaz. Asla...”
“A sla ../’ Sırıtarak hafifçe kafamı çevirdim. “Kesinlikle
uğratm am ../'
Bir dakika daha asansörde kaldıktan sonra inip kadın­
larla fotoğraf çektirdim. Sonunda Tyler’m 708 numaralı oda­
sına vardığım ızda David bana yüzünde komik bir ifadeyle
bakıyordu.
Sinjin hariç herkes odadaydı. Kan çanağına dönmüş
gözleri ve etrafa yaydığı içki kokusuyla Cilla da geldikten
sonra, Tyler’m önemli toplantısı on beş dakika içinde bitti.
246
Temas
Önümüzdeki hafta Sin’in doğum günü vardı ve Tyler, tatil
günlerimizden birinden sonra vereceğimiz St. Louis konse­
rinin ardından yapılacak sürpriz partiye gideceğimizden emin
olmak istiyordu. Bu, mesajla ya da e-postayla da verilebile­
cek bir haberdi. Gitmek için kalkarken bunu Tyler’a söyle­
diğimde adam bana soğuk bir şekilde gülümsedi.
“Sin’in partisine gelmeyeceksin sanırım.”
Ses tonu sinirlerimi bozmuştu. Bu TylerTa çıktığım
ikinci turneydi ama ilk kez zıtlaşma yaşıyorduk. Kapıyı ka­
patıp karşısındaki sandalyeye oturmaya giderken duvardaki
tabloların birkaçı sallanıyordu. “Aslında kemerimi senin
inandığından daha uzun süre kapalı tutabilirim. Yani orada
olacağım.”
Tyler mini barı açtı. “Maggie’den senin kız hakkında ivi
şeyler duyuyorum.” Cümlesinin baş kısmına vurgu yapmıştı,
söylemek istediği daha fazla şey olduğunu biliyordum. Muh­
temelen de hoşuma gitmeyecek şeylerdi. Uzattığı Red Bull'u
geri çevirdim. “Lafı dolandırmayacağım, Luke... Onun bu
turnede seninle birlikte olması Cilla için işleri zorlaştırıyor.”
Cilla için işleri mi zorlaştırıyordu?
“Sienna hiçbir yere gitmiyor. Cilla bunu ister kabul etsin
ister gitsin... Sanırım en başta hiçbirimizin bu turnede Wicked Lambs’i istemediğini unuttun.”
Hatta Sinjin, Pomona’daki ilk konserin olduğu gün tur­
neye katılmama tehdidini savurmuştu. Bana, Cilla'nm etra­
fında olmanın kendisini kötü etkilediğini, Cilla'nın, onun
“Sam”i olduğunu söylemişti.
247
Emily Sno\v
Onun meselesinin benimki kadar derin olduğunu san­
mıyordum ama yine de Sinjin, C illa’nın saçmalıklarından
daha iyisini hak ediyordu.
Tyler minyatür Skyy şişesindeki votkayı kafasına dikip
cam şişeyi tezgâha sertçe bıraktı. “Çok fazla içiyor.”
Bunu duyduğuma şaşırmamıştım ama yorum yaparken
nefesim burun deliklerimden hızlı ve kesik çıkıyordu. “De­
diğim gibi, eğer Sienna’yla ya da başka bir şeyle bir problemi
varsa C illa’ya siktirip gitmesini söyleyebilirsin.”
Tyler ellerini savunmacı bir şekilde kaldırdı. “Hey, sakin
ol, tamam mı? İstediğimiz son şey senin Cilla’ya öfkelenip her
şeyi mahvetmen. Ben sizin... arkadaş olduğunuzu sanıyordum.”
“Öyleyiz.” Kalkıp kapıya doğru ilerledim. “Ama bu hiç­
birimizin Cilla’yla birlikte turneye çıkmak istemediği gerçe­
ğini değiştirm ez.” Tyler karşı çıkm ak istedi ama onu
dinlemedim. “Ve ihtiyacım olan son şey kendimi onun için
sorumluymuşum gibi hissettirmen.”
K apıyı arkamdan öyle sert çarptım ki koridorda beni
bekleyen D avid’in irkilmesine sebep oldum. “Hadi çıkıp gi­
delim şuradan,” diye homurdandım.
Asansörden indiğimizde lobideki kalabalık iyice art­
mıştı. Bunun nedenini de görebiliyordum, Brady’ye katılan
Cilla, hayranlarıyla fotoğraf çektiriyordu. Ama asansörden
çıktığımda beni hemen fark etti. Uzun siyah saçlarını omzu­
nun arkasına atıp bir fotoğrafa poz verm ek üzere hayranla­
rından birini öpmek için eğildi ama geri çekilirken yalvaran
gözlerle bana bakıyordu.
248
Temas
“Patron?” David asansörün üç metre ötesinde asılı çıkış
tabelasını işaret etti. “Oradan geçmek istemezsin.”
Evet, istemezdim.
Kalacağımız otele dönerken ruh halim çok kötüydü. Cilla’yla geçmişim -kahretsin, grubumun Cilla’yla geçmişiçarpık ve karmakarışıktı. Cilla yıllarca Sinjin’le takılmıştı.
Ve birkaç yıl önce birlikte çıktığımız son tume vardı. Bu tur­
neden sonra on bir ay boyunca Cilla’ya bakamamış, onunla
konuşmamış, bana bıraktığı mesajlara dönmemiştim. Gerçi
Sam’le uğraşmakla da çok meşguldüm.
Şimdi bu turneye birlikte çıkma konusunda anlaştığım
için cidden berbat biriydim.
Ve bana yardımcı olan tek şey otel odamızın kapısını
kapatır kapatmaz Sienna’nın kollarımda erimesiydi.
249
On Birinci Bölüm
Sienna
Lucas odaya dönüp bana tume menajerlerinin, Sinjin’in
yirmi dokuzuncu doğum günü için sürpriz bir parti planladı­
ğından bahsederken onun genişlemiş burun deliklerini ve sert,
ela gözlerini inceledim. Ve günün geri kalanında, o geceki kon­
serden sonra, hatta ertesi gün bana mesafeli davrandığını ve
dikkatinin tamamen dağınık olduğunu fark etmemiş gibi yap­
tım. Ama cuma sabahı otobüsün park ederken çıkardığı yüksek
bip sesiyle uyandığımda öfkeli ve bitkin hissediyordum. Böyle
hissetmemin nedeni dün geceki konserden sonra çok geç yat­
mış olmam değil, berbat ruh halimdi. Bu yüzden gönülsüz de
oîsa birkaç soru sormaya kendimi ikna ettim.
A m a direkt olarak Lucas’la konuşmak ya da akıl almak
için Kylie*yi aram ak yerine Sinjin’e sormaya karar verdim.
Sinjin pek fazla konuşmayan bir adamdı. Konuştuğu zaman
250
Temas
da neredeyse hep alaycı ve saldırgan bir şekilde konuşuyordu
ama her şeyi fark ederdi.
Sonunda, öğleden önce Lucas sahneyle alakalı bir endi­
şesini Tyler’la konuşmak için turne otobüsümüzden ayrıldı­
ğında fırsatı yakaladım. Otobüs kapısının kapanmasını
duyduktan sonra birkaç dakika bekleyip okumakta olduğum
kitabı kenara bıraktım. Sinjin’in ev yapımı sigara olduğuna
yemin ettiği -çünkü benim biraz saf oluşumu aptallıkla ka­
rıştırıyordu- şeylerin kokusu arka kompartımandan çıkar çık­
maz suratıma vurdu. Halı döşeli koridorda kokuyu takip
ederek mutfak kısmına geçtim.
Sinjin masada oturmuş, sigarasını içerken bilgisayarının
ekranından bir şeylere bakıyordu. Üstü ve ayaklan çıplaktı,
yalnızca bir kot giymişti ve siyah saçları nemliydi. Onunla
otobüste geçirdiğim bir haftadan sonra bu görünüşün onun
normal hali olduğunu fark etmiştim.
Temkinli bir şekilde Sinjin'in karşısındaki sandalyeye
oturdum. “Nasıl gidiyor?"
Bir kaşını kaldıran Sinjin netbook’unun birkaç tuşuna
daha bastıktan sonra sonunda bana bakmaya karar verdi. “Ya
o gürültücü erkek arkadaşın hakkında bir sorun var ya da cazi­
beme daha fazla karşı koyamayacağına karar verdin. Fğer me­
sele buysa seni suçladığımı söyleyemem.” Yeşil gözlerini bana
doğru kaldırıp göz kırptı. “Kahrolası bir yakışıklılığım var/'
Iyy...
Yüzüme doğru tırmanan kızarıklığı saklamaya çalışır­
ken gözlerimi siyah şortumun paçalarından ayırmadan soluk
Emily Snow
gri tişörtümün geniş yakasıyla oynamaya başladım. Sin ses­
sizliğim karşısında kıkırdadı. Pislik herif... “Seni geriyor
muyum?’' diye takıldı. Ben sorusuna olumlu ya da olumsuz
bir cevap vermeyince içini çekip arkasına yaslandı ve kafa­
sını yana eğerek alaycı bir şekilde beni incelemeye başladı.
“Pekâlâ, Sienna, ağzındaki baklayı çıkar hadi... Tamamen şe­
ninim."
Onun arka kompartımanda olanları dinlemiş olabileceği
ihtimalini kafamdan uzaklaştırıp boğazımı temizledim,
omuzlarımı dikleştirdim ve ona baktım. “Lucas’a ne oldu­
ğunu biliyor musun? Neden son zamanlarda b ö y le...”
“Dur tahmin edeyim: Niye böyle L u c a s’lık yapıyor?”
Gözlerimi devirdiğimi görünce sırıttı. “Bu turnedeki herkesin
bildiği şeyi öğrenmek için bana gelmen içimde kelebekler
uçuşmasına neden oldu.”
“Senin göt herifin teki olduğunu bildikleri gibi mi?”
Sinjin gülerek kafasını iki yana salladı. “Beynini kullan
güzelim... Sen burada Lucas Ta birliktesin. O sürtük Cilla da
bulduğu her fırsatta üstüne atlamaya çalışıyor.” Sigarasından
bir nefes alıp dumanı üfledi. Duman suratıma çarpınca geri
çekilip elimi salladım. “Şimdi o geri zekâlı herifin rahat ol­
duğu tek nokta Sam ’in her turnede yaptığı gibi saçmalıkla­
rıyla ortaya çıkmamış olması...”
Sam... Kadının adını duymak tırnaklarım ı avuçlarıma
gömmeme neden oldu. Bunu fark ederek öne eğilen Sinjin
birden merak dolan gözlerle sıktığım ellerim e bakarken
ayağa fırlayıp yanımızdaki buzdolabından bir kola aldım. Ye­
252
Temas
rime oturduğumda Sin’in sırıtışı yüzüne geri dönmüştü.
“Cilla hakkında kendimi ne kadar da iyi hissettirdin,”
dedim sertçe, kolamı açarken. “Senin onunla ne sorunun
var?”
Kadının ruh halinin herkesi etkilemesi dışında... Cilla’yı
düşününce onun hakkında soru sorduğum için kendimi bir­
den aptal gibi hissettim. Cilla şimdiye dek ya bana karşı
makul derecede samimi davranmış ya da beni tamamen gör­
mezden gelmişti. Daha iki gece önce sahne arkasında, benim
kesinlikle konser sonrası parti listesinde olmadığım konu­
sunda sarhoş kafayla David’le tartışıyordu.
Cilla ile Sinjin’in pek konuştuklarını görmemiştim ama
kadının bana davranış şekli göz önüne alınırsa... Eh, Sin’in
boktan insanlar listesine neden girdiğini anlayabilirdim.
Sinjin yanaklarını içeri çekerek yüzünün daha da zayıf
görünmesine neden oldu. “Ne? Durumun karışık olduğunu
söylememi mi bekliyorsun?”
“Öyle mi?”
“Pek sayılmaz... Ona değer verdim ama Lucas ilgilen­
mediğini açıkça söylediği halde Cilla onun peşinden gitti.”
Sinjin bir süre düşündükten sonra aşağılayıcı bir şekilde bur­
nundan nefes verdi. “Düzeltme yapıyorum, hâlâ Lucas’m pe­
şinde... Şarkıcıların peşinde dolanan kızlar gibi olmadığına
yemin ediyor. Çok özel olduğunu düşünüyor olması ne ironik, değil mi?”
Acaba bana bunlardan bahsederken neden bu kadar ne­
şeli görünüyordu?
253
Em ily Sno\v
Sinjin aklımı okumuş gibi yeşil gözünü kırptı. “Bir so­
runla karşılaşmazsın. Cilla sarhoş sürtüğün teki olmasaydı
bile Lucas onu istemezdi. Onun tipi değil, Cilla sen değil.”
Bunları söyledikten sonra sessizleşti. Tam konuşmamızın bit­
tiğini düşünmeye başlamışken Sinjin bilgisayarının ekranını
çarparak kapattı. “Cilla’ya dikkat et... Ve bana aptalmışım
gibi bakmayı kes; ben senin iyiliğini düşünüyorum.”
Göğsümden, gırtlağımı yakan bir kahkaha yükseldi.
“Lucas’ın geçmişinde dikkatli olmamı gerektirmeyen bir
kadın var mı?”
“Kylie... Sırtına lanet olası bir hançer batırmayı isteme­
yecek olan tek kadın o...”
Şakaklarıma masaj yaptım. “Bunu bilmek güzel...”
Neyse ki o anda Sinjin’in, masada aramızda duran tele­
fonu çaldı. Bana utanmama neden olacak bir şekilde bakıp
iPhone’unu hızla çekmeden önce ekrandaki “Zoe” ismini gö­
rebildim. Sinjin arkasında sigara ve Ivory sabunu karışımı
ağır bir koku bırakarak otobüste kendisine ait olan kısma,
Lucas Ta paylaştığım kompartımanın hemen önünde bulunan
dört yataklı alan, doğru ilerledi.
Ben de gözlerimi kapattım ve parmağımın ucunu kola
tenekesinin soğuk ağzında gezdirip Cilla sorununu çözmek
için bir yol düşünmeye başladım. Fakat onunla ağız dalaşına,
hatta belki de fiziksel bir kavgaya girmemi içermeyecek tek
bir yol bile bulamadım.
Cilla beni tehdit olarak görüyordu. Bense onun Lucas’ı
rahat bırakmasını istiyordum. C illa’yla uğraşmak zorunda
254
Temas
değilken bile Lucas’la aramızda yeterince gerginlik vardı
zaten.
Bir erkeğin boğazını temizleme sesini duyana dek artık
yalnız olmadığımı fark etmedim. Gözlerimi açtığımda kar­
şımda Sinjin ya da Lucas’ı bulmayı bekliyordum ama sırıta­
rak bana bakan Wyatt’tı.
Dikkatimi çektiğini görünce uzun, yapılı vücudunu ar­
kasındaki minik mutfak tezgâhına dayadı. “İyi misin?”
Elimi kızıl saçlarımın arasından geçirip kayıtsızca omuz
silktim. “İyiyim. Sinjin’i görmeye mi geldin?”
“Ne diyebilirim? Benim için tek otobüs yeteri ivdi ama
Lucas kendine ait bir alan olmasını sever...” Wyatt'ın gece
mavisi gözleri mutfakta ve oturma alanında dolaştı. “Sin bu­
ralarda mı ki?”
İşaretparmağımı otobüsün diğer yarısındaki kapalı alana
doğrulttum. “Orada telefonla konuşuyor.”
“Ah, anlıyorum.” Wyatt, Sin’in müsait olmadığını
duyup gitmek yerine arka cebinden bir sigara paketi çıkardı.
Paketi sallayıp bir sigara aldı ama sonra duraksayıp bana soru
sorar gibi baktı. “Sen...”
Kafamı iki yana salladım. “Yok, sorun değil...” Wyatt
minnettar bir şekilde gülümsedi. O elini sigarasının etrafına
sarıp New Orleans Saints çakmağıyla yakarken aklıma Kylie
geldi. “New Orleans konserine kadar bekleyemiyorsun sanı­
rım, hı?” diye sordum.
Kafasını kısaca sallayıp “Hı hı," diye mırıldandı.
“Sence Kylie fikrini değiştirip gelir mi?" Bu geceki kon255
Emily Snow
serden sonra turnede geçirilecek kırk günden az bir zaman
kalıyordu ama Kylie buralarda olsaydı daha mutlu olmaya­
cağımı itiraf etmezsem yalan söylemiş olurdum.
Wyatt sigarasından uzun bir duman üfleyip gözlerini
otobüs tavanına gömülü lambalara doğru kaldırdı. “Kylie’nin
ne yapacağını kim bilir. Kadında keçi inadı var. Bu... çok
zor.” Bana gergin bir tebessüm attığında ona aynı şekilde kar­
şılık vermeye çalıştım. Ama düşünebildiğim tek şey, ikisinin
geçmişinde bilgim dahilinde olan kısımlarıydı ve bu turnede
Wyatt,m, Kylie’ye sadık kalmak için zorlanıp zorlanmaya­
cağını merak ediyordum.
Çünkü daha bir hafta bile olmamıştı.
“Doğru,” dedim bitkin bir sesle.
Wyatt öne eğilip sigarasının izmaritini Sin’in küllüğüne
batırdı ve bana mahcup bir bakış attı. “Duygularının yüzün­
den çok belli olduğunu söyleyen oldu mu hiç?” Bu sözler
karşısında bakışlarımı kucağıma çevirdiğimde Wyatt acı acı
güldü. “Bilgin olsun, karımın arkasından iş çevirmiyorum.”
“Senin de bilgin olsun, şubat ayında kayıt stüdyosunda
birlikte olduğun o asistanı düşünmüyorum,” diye cevap ver­
dim tatlı bir tonla. Wyatt incinmiş gibi elini göğsüne götür­
düğünde gözlerimi kıstım.
“Onu becermedim.” Elini göğsünden çekip avucunu al­
nına sürttü ve nota dövmeleriyle bezenmiş parmaklarıyla
kirli san saçlarını karıştırdı. “Onun yapmasına izin verdiğim
şey doğru değildi, özellikle de sebebi K y’m Nashville’e gel­
memesine kızmam olduğu için... Ama o kadını becermedim.”
256
Temas
Daha fazla detay duymak istemediğimden dolayı hemen,
“Yemin ederim bu eski siyasi belgesellerde duyduğum şeylere
benziyor,” diye karşılık verdiğimde Wyatt’m dudağının köşesi
kıvrıldı. “Ama gerçekten, bana hiçbir şey açıklamak zorunda
değilsin.”
“Tabii ki de zorundayım.”
Birkaç metre ötemizdeki Sinjin duygusal şeylerin mi­
desini nasıl bulandırdığıyla ilgili bir şeyler mırıldandığında
Wyatt’la aynı anda ona bakmak için döndük. Onun üstündeki
son kıyafeti de çıkardığını görünce -şimdi yalnızca bol, eko­
seli bir boxer çamaşırla duruyordu- tepki göstermemek için
dudaklarımı yana doğru kıvırdığımda Sin gözlerini Wyatt'tan
ayırmasa da bana hitaben konuştu. “Kahretsin, Sienna... Dü­
şündüğün gibi bir şey değil...”
Son yirmi dakikada bu cümleyi ikinci kez duyduğum
için gözlerimi devirdim. Sonra kalçamı deri mutfak koltu­
ğunda kaydırıp ayağa kalktım. “O perdenin arkasında telefon
seksi yaptığını falan söylemeyecektim ama neyse...”
Sinjin bir kahkaha -ondan duyulduğu için tuhaf gelen o
nadir, samimi kahkahalarından biriydi bu- atarken ben
Wyatt’ın yanından dönüp tökezleyerek otobüsün kapısına
yöneldim. Yüzüme vuran ağustos güneşi yakıcı ve kör edi­
ciydi. Gözlerimi kısarken güneş gözlüğümü almak için oto­
büse dönmeyi düşündüm ama sonra vazgeçtim. İki arkadaşın
konuşmasını bölmek istemiyordum. Ayrıca bu konuşmanın
sonucunda olacakları duymama da gerek yoktu.
Otobüsün son basamağına çöküp telefonumu çıkartarak
257
Emily Snow
büyükannemi aradım Onunla çarşamba gününden beri konuşmamıştım. Önümüzdeki hafta, daha önce aldığım bir iş
için eve döndüğümde onu görecek olsam da büyükannemi
deli gibi özlemiştim ve sesini duymak için ölüyordum.
Ona ev telefonundan ulaşamayınca cep telefonu num­
arasını çevirdim. Birkaç çalıştan sonra telefonu açtığında bü­
yükannemin sesindeki neşeyi duyabiliyordum. Bunun
karşısında gülümsememek işten değildi. “Biz de bu sabah
senden bahsetmiştik! İyi vakit geçiriyor musun?’'
Söz konusu “biz”in kendisi ve erkek kardeşim olduğunu
varsayarak dürüstçe cevap verdim. “Gerçekten çok farklı bir
şeymiş bu.’'
“Kötü anlamda farklı değildir um anm .”
“Hayır, hayır, iyi anlamda,” diye teminat verdim. “Tabii
bunların hepsine alıştığımda turne bitmiş olacak.”
“Çok çalışıyor musun?”
Telefonumu kulağımla boynum arasında tutarak nemli
avuçlarımı şortumun üstüne sürdüm. Şimdiye kadar Lucas’ın
kostüm danışmanı olarak, çalışma işi çok az kostüm içer­
mişti. Büyükannemin de bunu bildiğinden şüphem yoktu
ama beni utandıracak bir şey söylemeyecek kadar kibar bi­
riydi o.
“ Evde olduğu kadar çok çalışmıyorum.”
Bu güvenli bir cevaptı, değil mi?
“Geri dönmeni dört gözle bekliyorum.”
“Sadece birkaç günlüğüne geleceğim.” Ve zamanımın
çoğunu Nashville merkezli bir televizyon programının se­
258
Temas
tinde çalışarak geçirecektim. Önümüzdeki hafta hayal kırık­
lığına uğramaması için büyükanneme beni fazla göremeye­
ceğini önceden söylemem iyi olurdu. “Oradayken yapılacak
çok işim olacak.”
Büyükannem konuşmak için bir nefes aldı ama konuş­
ması yumuşak, profesyonel bir erkek sesiyle bölündü. “Si­
enna, tatlım, ben seni daha sonra ararım. Bir randevum var
da...”
Kendimi bildim bileli en büyük destekçim olduğu ve
Seth’le beni annemizin saçmalıklarından koruduğu için kü­
çüklüğümden beri büyükanneme karşı oldukça koruyucuy­
dum. Bu nedenle “randevu” sözcüğünü duymak ensemdeki
en ufak tüylerin bile diken diken olmasına neden olmuştu,
“Her şey yolunda mı? Hasta değilsin, değil mi?” diye
sordum bir oktav yükselen sesimle.
“Sakin ol...” Büyükannem titrek bir kahkaha attı. “Bir
avukatla randevum var.”
Ona bir şey sormadan bunun annemle alakalı bir şey ol­
duğunu biliyordum. Büyükannemin ağzından ne zaman avu­
kat, banka, borç gibi kelimeler çıksa o kadınla ilgili bir
mesele oluyordu çünkü. Soru şuydu ki bu sefer hangi sebep­
lerin arkasına sığınarak büyükannemi kullanmak istiyordu?
Elimi tekrar telefonuma kaydırıp tüm gücümle sıktım. “Uma­
rım o kadın senden paranı harcamanı ya da kendisi için bin­
lerini tutmanı istemiyordun”
“Sadece danışmaya gidiyorum av ukata. Bir kuruş bile
harcamadığıma yemin ederim.”
25l>
Emily Sno\v
“Özür dilerim. Ben sadece.
Büyükannem rahatlatıcı bir sesle sözümü kesti. “Bili­
yorum. Ve seni olduğun gibi seviyorum. Eve döndüğümde
seni ararım, tamam mı?”
Kafamı salladım. Gerçi yakınlarda yalnızca, bas gitarlar
hakkında tartışarak önümden geçmekte olan iki yol arkada­
şım vardı.
“Ben de seni seviyorum.'’
Büyükannem aramayı sonlandırınca telefonumu kuca­
ğıma koydum ve ekran kararana dek sahil resimli duvar kâ­
ğıdını izledim. Bir yanım büyükannemin neden avukata
gittiğini öğrenmek için ölüyordu ama annemin tüm güdüle­
rini çok iyi bilen diğer yanım onu gölgede bırakıyordu.
Annem, büyükannemin kalbini öyle kırmış, öyle çok geri­
lime neden olmuştu ki onu ne zaman düşünsem içimde bir
acı oluyordu.
Tam otobüse geri girmek için kalkıyordum ki Lucas ve
Cal’in, konser alanının arka tarafındaki otoparka park edilmiş
otobüsten indiklerini gördüm. L ucas’ın ela gözleri anında
beni bulurken dudakları hafifçe aralandı. C al’le hararetli bir
şekilde konuşuyor olmasına rağmen, yanına gitmem için beni
çağırdığında kalkıp telefonumu arka cebime tıktım ve onlara
doğru yürümeye başladım.
Elindeki M onster şişesini dudaklarına götürüp indiren
C arin siyah gözleri gülüyordu. “Sinjin seni korkuttu mu?”
Kafamı iki yana sallayarak Lucas’m yanında durdum.
Lucas bana bakmadan kolunu belime sararak beni kendisine
260
Temas
çekti. Her zamanki gibi manyetik dokunuşu karşısında eri­
diğimi hissettim. Houston’ın şu anda cehennem gibi sıcak
olması umurumda değildi. “Sinjin’le başa çıkabilirim. Şu
anda pantolonsuz geziyor olsa bile...”
“Hiç şaşırmadım nedense.” Cal parlak beyaz dişlerini
göstererek güldü. “Sanırım bu, Sienna’nın bizim otobüse gel­
mek istediği anlamına geliyor.”
“Kahrolası cesedimi çiğnerse...” Lucas bana sırıtarak
baktı. Son birkaç gündür olduğundan daha rahat görünü­
yordu. “C al’e kıyasla Sin daha usludur.”
“Wyatt beni dengeliyor,” diye karşılık verdi Cal. Ağır­
lığını desteklemek için avucunu otobüse dayamıştı. “Adam
şey gibi b ak ir...” Gözlerini üstümde dolaştırdı, sonra kafa­
sını bir sağa bir sola eğdi. “Eh, tam bir bakir işte...”
Gülümsememek için dudağımı ısırdım. Otobüsün ca­
mından bir ses gelince dönüp baktım ve pembe manikürlü
bir tırnağın camda ritim tuttuğunu gördüm. “Sanırım içeri
çağrılıyorsun.”
Cal arkasına dönüp otobüsteki kadına el salladı, sonra
Lucas’la bana döndü. “Öyle görünüyor. Tanrım, Houston’a
bayılıyorum.” Otobüsün basamaklarından tırmanırken bize
çarpık bir gülümseme gönderdi ve içeri girip kapının arka­
sındaki bir şeye elini uzattı. Bana bir gitar uzatıp almam için
salladığında oldukça şaşırdım.
“İyi günlerde kullan,” dedi Cal. “Lucas-Â^/ıro/asv-Wolfe’un zevki çok iyidir.”
Kapı suratıma çarpılmadan ona bir cevap verme tırsa-
261
Em Uy Snow
tim olm adı. Lucas’tan ayrılıp parmak uçlarımı akustik Gibson gitarın üstünde dolaştırdım. Maundan yapılmış bu gitar
çok güzel bir şeydi. “Bana bunu çalmayı öğretmeyi mi plan­
lıyorsun?” diye sordum yumuşak, şaşkın bir sesle. Lucas ka­
fasını salladı.
“H aziranda doğum gününü kaçırdım .'’ Gitarı elimden
aldı ve beni tekrar otobüsümüze yönlendirirken hiç zorlan­
m adan tuttu. “Öyle güzel piyano çaldığına göre bununla da
ortaya hoş şeyler çıkartabilirsin diye düşündüm .”
Suratımı buruşturarak yüz ifadesini dikkatlice inceledim
ve son birkaç gündür gördüğüm stresten bir iz aradım. Hiçbir
şey görem edim . Gerçi Lucas duygularını saklam akta çok
iyiydi. Avucumu sert göğsüne yaslayıp kalbinin istikrarlı atış­
larını hissettim.
“Mükemmel bir şey,” dedim gülüm seyerek. Lucas oto­
büsün basamaklarına yöneldiğinde tişörtünün eteğini kavra­
yarak içeri girmesini engelledim.
“Yine o bakış K ırm ızı,” diye takıldı. “N e oldu?”
Dudaklarımı birbirine bastırıp serbest bıraktım. “Her şey
yolunda m ı?”
Bana içimin parça parça olm asına neden olan o bakış­
larından biriyle baktı. “ Daha iyi olm am ıştım hiç...”
262
On İkinci Bölüm
Sürekli yolda geçirdiğim zamanlardan sonra fark etm iş­
tim ki açık hava konser alanlarını daha çok seviyordum.
A ğustosun ikinci haftasmdaydık, yani hava bütün giysileri­
min üstüme yapışmasına neden olacak kadar sıcaktı ve pazar
günkü Dallas konseri şimdiye dek katıldığım ikinci açık hava
konseriydi ama yıldızların altında Your Toxic Sequel’in ka­
ranlık, müstehcen şarkılarını dinlemek büyüleyici bir dene­
yimdi.
O tobüsten inip, konser alanının hemen arkasındaki gri
bir bina olan sahne arkasına doğru ilerlerken, bu akşamki
konseri düşündüğümde içime bir adrenalin dalgası yayıldı­
ğını hissettim.
Kapıda, geniş kaslarını saran siyah bir güvenlik tişörtü
giyip kafasına bir beyzbol şapkası geçirmiş bir koruma vardı.
“Geçme iznin var mı?” diye sordu beni baştan aşağı süzerek.
Bileğimi kaldırıp yüzüne doğru kaldırdım. Üstünde YI'S IIP
263
Emily Snow
n yazan siyah-kırmızı bilekliğimi gördüğünde içeri
gimıeme izin verdi. “İyi eğlenceler, hanımefendi.”
ağu
“Sana da,” dedikten sonra gergin bir nefes alıp sahne ar­
kası kaosunun içine daldım. Geniş koridorlarda an gibi do­
laşan personelin arasından dolanarak geçerken bir kadının
bana seslendiğini duydum.
Arkamı dönüp boy avantajımı kullanarak kalabalığın üs­
tünden etrafı taradım ve en sonunda, ellerini piercing takılmış
dudaklannın iki yanma dayamış kostüm direktörü Maggie’yi
fark ettim. Dikkatimi çektiğini görünce kızın omuzları biraz
rahatladı.
Maggie bir parmağını bana sallayarak, “Sana ihtiyacım
var,” dedi ve önünde durduğu odanın kapısından içeri girerek
kayboldu. Ben de içinde alet edevatın bulunduğu büyük,
siyah bir kutuyu taşımakta olan iki gürbüz personeli sıyırarak
peşinden gittim. Soyunma odasına girdiğimde M aggie’nin
yanında henüz tanışmadığım birkaç kişinin olduğunu gör­
düm. Yine de oda dışansı kadar kaotik olmadığı için kendimi
hemen içeri attım.
Kapıyı kapatıp omuzlarımı üstüne yaslar yaslamaz göz­
lerimi Maggie’ye çevirdim. Kız bir makyaj masasına dayan­
mış, parlak pembe bir kâğıt tutacağının üstündeki kâğıda
hararetle bir şeyler karalıyordu.
“Lütfen meşgul olmadığını söyle,” diye yalvardı bana,
gergin bir sesle.
Denizci tarzı espadril ayakkabılanmın topuklarının üs­
tünde sallandım. “Senin istediğin bir şey varsa yaparım.”
264
Temas
Maggie kafasını hızla kaldırdığında makyaj masasının
kuvvetli ışıkları altında yüzünün ne kadar çilli olduğunu fark
ettim. “Hayatım boyunca neredeydin sen?” Devam etmeden
önce cevap vermemi beklemedi. “Çocuklar bu harika dostla­
rımızın bu akşamki konseri videoya çekmesine izin verdiler.”
Odadakilere işaret ettiğinde adamlardan birinin omzunda de­
vasa bir kamera olduğunu fark ettim. Adam bana parmaklarını
salladığında karşılık olarak kafamı salladım.
“Ne yapmamı istiyorsun?” diye sordum Maggie'ye.
Kız elini alnına sürttüğünde bileğinin iç kısmından dir­
seğine doğru uzanan pin-up dövmesinin üstü terle parladı.
“Benimle hızlı bir röportaj yapmak istiyorlar. Nedenini ancak
Tanrı bilir ama her neyse.” Odanın yan tarafında duran giysi
askısını işaret etti. “Ben birazcık geride kaldım, çünkü
Cilla’ya mor file çorap bulmam gerekiyor. Benim için ço­
cuklara giysi seçme işini bitirebilir misin?”
Giysi askısına doğru ilerledim. “Tabii ki...” Döndü­
ğümde Maggie’nin ne kadar telaşlandığını fark ederek ona
cesaret verici bir tebessüm gönderdim. “Bir sorun çıkmaya­
cak... Onlara bunun dünyadaki en kolay iş olduğunu söyleme
yeter...”
Ellerini siyah-sarı renkli kısa, kıvırcık saçlarının arasın­
dan geçirdi. “AJdımda tutarım, teşekkürler, Sienna,” dedikten
sonra içinde kameraların bulunduğu her şeyden ne kadar nef­
ret ettiğini mırıldanarak fırlayıp gitti.
Kamera ekibi de hemen onun peşine düştü.
Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak birkaç santim
265
Emily Smnv
önümde asılı duran kot pantolon ve tişörtleri karıştırmaya
başladım. Otobüsteki zamanımın önemli bir kısmını Nashville’deki işim üzerinde düşünerek geçirmiş olsam da sanki
çalışmayalı bir asır geçmiş gibi hissediyordum. Gerçi e-pos­
taları kontrol etmek ve cevap yazmanın, bizzat yerinde ça­
lışmakla alakası yoktu.
Böyle hissetmekle aptallık ediyor olabilirdim ama Maggie'nin benden yardım istemesi içimin kıpır kıpır olmasına
neden olmuştu.
Maggie grubun her üyesinin giyeceği şeyleri renkli bir
bölücüyle ayırmıştı, yani bana yapacak pek bir şey kalma­
mıştı. Sahnede Wicked Lambs’in prova yaptığını duyabili­
yordum. Bu yüzden elimden geldiğince hızlı çalışırken bu
sabah Sinjin'in otobüste dinlediğini duyduğum “Queens of
The Stone Age” şarkısını mırıldanmaya başladım.
On dakikadan kısa bir süre sonra Your Toxic Sequel için
kuru bir yaz gecesinde uygun olacak giysileri seçmiştim.
Seçtiğim her şeyi dolabın gerisinde bulduğum daha kısa
bir askıya asıp koridorda ilerleyerek Your Toxic Sequel’in
giyinme odasına gittim. Burası daha küçük bir alan olduğu
için üyelerin hepsi bir odayı paylaşıyorlardı. Odanın kapı­
sında, kollarım göğsünde kavuşturmuş halde bekleyen David
göz korkutucuydu.
Koruma beni fark eder etmez, Sinjin’in ona Lucas’ın kız
arkadaşı olduğumu söylediğinden beri takındığı kuşkulu ifa­
deyi -çarpık bir sırıtış, tereddütlü kahverengi gözler- takındı.
“Maggie seni çalıştırıyor mu?”
266
Temas
“Sonunda...” Kafamla arkasındaki kapalı kapıyı işaret
ettiğimde uzun, kırmızı atkuyruğum omzumun Önüne doğru
savruldu. David’in gözleri saçlarımın altında kalan göğüsle­
rimde olması gerekenden fazla kalınca boğazımı temizledim.
“Şey, içeri girmem güvenli olur mu?”
David koyu renkli gözlerini tekrar yüzüme çevirerek
omuzlarını kaldırdı ve uzanıp ağır metal kapıyı birkaç kez
tıklattı. “Ne kadar güvenli olabilirse...” Açılan kapıyı benim
için tuttuğunda askıyı içeri kaydırdım. “Bu akşamki konseri
izleyecek misin?” diye sordu.
Geriye dönüp ona baktım. “Şaka mı yapıyorsun? Açık
hava konserleri en iyisidir.”
Kafasını sallayıp koridora döndü ve kapıyı bırakıp ka­
panmasına izin verdi.
Odanın ortasına geldiğimde içecek masasının birkaç
adım ötesinde durup havayı kokladım. Beynim içerisinin ne
kadar güzel koktuğunu idrak edince kokuyu bir kez daha
içime çektim.
Vanilya ve turunçgilimsi bir şey kokan odadaki iki seh­
paya ve kahve sehpasının ortasına üç mum yerleştirilmiş ol­
duğunu fark ettim. Kahve sehpasının diğer tarafında oturan
Tyler ile Cal kafa kafaya vermiş bir şeyler konuşuyorlardı.
“Anlaşmanızda kokulu mumlar mı var?” diye sordum
kollarımı öne doğru gererken.
“Mumlar Sin’in yeni olayı,” diye cevap verdi Wyatt.
Giysi askısının diğer tarafına baktığımda onu bir yük treni
gibi duman tüttürürken buldum. Neyse ki Sinjin’in mumlan,
267
Emi/y Snow
kötii kokuyu bayağı yok etmişti. Wyatt elindeki sigarayı sön­
dürüp hemen bir tane daha yakınca burnumu kırıştırdım.
“Gevşemesine yardımcı oluyormuş.”
Wyatt’m bakışlarını takip ettiğimde ikili koltuğa uzan­
mış olan Sinjin’i gördüm. Gözlerinin üstünde katlanmış bir
kumaş vardı ve yerde, elinin uzanabileceği bir yerde bir şişe
Southern Comfort duruyordu.
“İşine yarıyor mu bari, Sin?” diye sordum alaycı bir şe­
kilde. Sinjin ortaparmağım kaldırarak karşılık verdiğinde bir
kahkaha atıp askıdaki giysileri ayırmaya başladım. Yanına
gittiğim Wyatt askılarını elimden alırken kaşlarımı çattım.
“Eee, senin istediğin tuhaf şeyler neler?”
“Hangi anlamda?”
“Soyunma odasında olmasını istediğin şeyler... Sin’in
mumlan ve içkisi var. CaFin ne talep ettiğini bilmek istediğintden bile emin değilim. Sen ne istedin?”
Wyatt giysilerini en yakınındaki koltuğun koluna attı.
“Sakız, sigara, enerji içeceği... Bu geri zekâlı heriflere kı­
yasla ben gayet kolay biriyim.”
Cal alaycı bir şekilde gülünce ona ve Tyler’a döndüm.
“Akşam ve öğle yemeği menülerindeki tuhaf saçmalıkların
sana ait olduğunu söylesene...” Tyler sessizdi, turne başladı­
ğından beri benimle yalnızca yirmi kelime falan konuşmuştu
ama çilek sarısı kafasını eğlenerek sallıyordu.
Wyatt konuyu değiştirdi. “Gitar dersleri nasıl gidiyor?”
Dudaklanmı bükerek elimi şöyle böyle der gibi salladım.
Lucas bana Gibson gitarı hediye ettiğinden beri her gün küçük
268
Temas
dersler veriyordu. Buna çocukken büyükbabamdan öğrendi­
ğim birkaç notayı da eklersek gitar çalmada orta derecede ol­
duğumu söyleyebilirdik. “Biraz zaman alacak gibi...”
“Alışmak zaman alır,” dedi Wyatt. “Ama başarısın, ben
ICy’a bir haftada öğretmiştim.”
Yemek mönüsü talepleri hakkında hiçbir şey söylemediği
için Önümüzdeki birkaç gün neler yediğimize daha da dikkat
etmeyi kafama yazdıktan sonra, giysi askısının yanma dön­
düm. Askının üstünde yalnızca bir Diesel kot, Henley marka
siyah bir kısa kollu tişört ve siyah-beyaz Converse ayakkabılar
kalmıştı. Görünürlerde olmayan Lucas’m giysileri.
Ellerimi lacivert renkli dar kotuma sürterek grubun
diğer üyelerine baktım. “Lucas’ın nerede olduğunu..."
“Merak etme, konserden sonra Lucas tamamen sana ka­
lacak,” dedi Sinjin doğrularak. Gözlerinin üstüne koyduğu
kumaşı arkasına attığında kumaş yanan mumun birkaç san­
tim ötesine düştü. “Ama daha iyi hissetmeni sağlayacaksa
tuvalette telefonla konuştuğunu söyleyeyim.” İki parmağıyla
odanın arka tarafındaki tuvaleti işaret etti. Tuvaletin kapısı
kapalıydı.
“Nasıl da işbirliği yapıyorsun,” dedim alaycı bir şekilde.
“Çok zor oldu mu?”
Oturduğu yerden kalkan Cal’in dümdüz siyah saçları
omuzlarının etrafında savruldu. "İyi bir çocuk oluyor artık,"
dedi soğuk bir edayla. “Ah, bu arada bu akşam konserden
sonra kıçını buraya getirsen iyi olur.” Dramatik bir şekilde
göz kırptı. “Birilerinin vücudundan içki içeceğine dair bir
269
Em ily Snow
söylenti duydum. Merak ettiğim, bunu benimle mi yapacak­
sın yoksa benim üstümden mi içeceksin? Yoksa ben mi senin
üstünden içeceğim? Ve Lucas bu konuda nasıl hissediyor?”
Ashley’nin yapılacaklar listesinden Lucas dışında bah­
settiğim tek kişi olan Sinjin’e dondurucu bir bakış attım. Sin,
Chesire kedisi gibi sırıttıktan sonra koltuğa tekrar uzanıp bize
arkasını döndü. Ardından kısık, fakat soyunma odasındaki
herkesin duyabileceği kadar yüksek ve net bir sesle konuştu.
“Sienna’nm dudakları sana yaklaşırsa Lucas o kahrolası
şişeyi kafanda kırar.”
Sin’i duymazdan gelerek W yatt’a döndüm. “Lucas’a bu
akşam giyeceklerini şuradaki dolaba koyduğumu söyleyebi­
lir misin?” Wyatt tamam dedikten sonra L ucas’m giysilerini
askıdan alıp düzgünce dolaba astım ve tekerlekli askıyı ka­
pıya doğru ilerletmeye başladım.
Ama odadan çıkmadan önce duraksadım.
Tekrar tuvalet kapısına kayan gözlerimi kıstım ve Lu­
cas’m konuştuğu kişinin Sam olm adığına, kadının tekrar
onun hayatına sızmaya çalışm adığına kendim i ikna etmeye
çalıştım. Evden ayrıldığımız geceden beri kadından ses çık­
mamıştı. Bu yüzden bana bir daha mesaj göndermeyeceğine,
sadece Lucas’la birlikte olduğumuza dair haberleri gördükten
sonra öç almak için en kolay yolun bana ulaşm ak olduğunu
düşündüğüne inanmaya başlıyordum.
Bakışlarımı kapıdan ayırıp grup üyelerine -h â lâ arkası
dönük olan Sinjin h ariç- neşeli bir şekilde gülümsedim. “İyi
şanslar, şeytanın bacağını kırın...”
270
Temas
Askıyı personel soyunma odasına götürdükten sonra ko­
ridorun üçte birini tamamlamıştım ki birinin yine adımı ses­
lendiğini duydum. Bu seferki tişörtsüz Wyatt McCrae’ydi.
Geri dönüp yarı yolda onunla buluştum. “Evet?” diye
sordum.
Wyatt elini omzuna sürttüğünde dikkatim göğsünün or­
tasındaki çarpıcı mavi kuş dövmesine çekildi. “Birkaç dakika
bekleyebilir misin?”
“Bir şey mi lazım?” Grubun giyinme odasına yöneldim
ama Wyatt beni durdurdu.
“Hayır, merak etme bir şey lazım değil. Ama Sin ve ben.
sahneye giderken birinin sana eşlik etmesi gerektiğini düşün­
dük.”
Kollarımı kamımın üstünde birleştirdim. “Nerede oldu­
ğunu biliyorum ben.”
“Eminim öyledir ama Lucas Ta birlikte olduğun için pek
çok kadının kara listesindesin. İnan bana, Kylie burada ol­
saydı onun da aynı şeyi yapmasını isterdim.” Bir şeyler söy­
lemeye çalıştım ama Wyatt konuşmaya devam ediyordu. “Ve
Kylie böyle bir şeyde beni asla dinlemezdi. David’e on da­
kika ver, olur mu?”
“David benimle mi gelecek?”
Sorularımdan rahatsız olan Wyatt mavi gözlerini devirdi
ama cevap verirken sesi sakindi. “Hayır, ama telsiziyle birini
çağırıyor.”
D avid’in bana eşlik edecek birini bulması beş dakika
sürdü. Gelen adam isminin Aaron olduğunu söyledi ama
271
Em ily Sno w
sahne arkası binasından, Cilla Craig’in mikrofona bağırdığı
sahneye doğru yürürken bir daha hiç konuşmadı. Sahnenin
yakınlarındaki güvenlik personeli alana girip, Cilla'yla bir­
likte sallanan ve haykıran kalabalığa karışmama yardım
edene kadar yanımdan ayrılmadı.
Etrafım her yönden bana sürtünen bir sürü terli vücutla
dolu olmasına rağmen kafamı sahneye kaldırıp Cilla’nın sah­
nede kurumla gezinerek Wicked Lam bs'in popüler şarkıla­
rından birinin nakaratını söylemesini izledim.
Bu kadına kafa atmayı ne kadar çok istiyor olsam da ye­
teneğini ve dantelli korsesi, siyah mini şortu, mor file çorabı
ve siyah renkli uzun, deri çizmeleriyle sahnede ne kadar
muhteşem göründüğünü inkâr etmeye gerek yoktu. Cilla,
sahneye yapışmış halde avazları çıktığı kadar ismini haykıran
hayranlarını ya da ardı ardına fotoğraflarını çeken makineleri
görmüyor gibiydi.
Şarkının sonuna doğru kalabalığı tararken mavi-yeşil
gözleri aşağılara inerek benimkilere kilitlendi. Wicked
Lambs’i ilk defa izlemeye geldiğim için ilk başta yüzünde
bir şok ifadesi belirse de dudaklarına hemen bir sırıtış yer­
leştirdi. Simsiyah saçlarını geriye attıktan sonra “Dağılalım”
şarkısının son sözünü söyledi.
Ve kalabalık delirdi. Cilla nefesini kontrol etmeye çalı­
şırken hayranlarını dinliyor, kendisine tapmalarının tadını çı­
kartıyordu. Gök gürültüsü misali alkışlar sona erdiğinde
mikrofonu dudaklarına götürdü. “Vay canına,” diye iç ge­
çirdi, şaşkınlık dolu bir sesle. Sesi öyle samimiydi ki nere-
272
Temas
dcyse gerçekten şaşkın olduğuna inanacaktım. “Dallas’ın
beni deliler gibi mutlu ettiğini söyleyebilir miyim?”
Yakınlardaki bir kız, “Seni çok seviyorum, Cilla,” diye
cıyakladığında Cilla seyircilere bir öpücük gönderdi ve derin
bir nefes daha aldı.
“Şöyle bir durum var,” dedi kalabalığa dikkatlice bakıp
sahnede gezinerek. “Bunu yaptığım için menajerim kafamı
kopartacak ama siz güzel insanlara, henüz albümlerimizde
yerini almamış bir şeyi özel olarak dinletmek istiyorum.”
Kalabalık bir kez daha çıldırdı. Yanımda duran iri yarı
bir adam bana çarpınca iki cılız sarışının üstüne doğru düş­
tüm. Kızlar bana sert bakışlar attıktan sonra tekrar Cilia'ya
odaklandılar.
“Ben ve Brady bu şarkıyı yazdığımızda aylardan...”
Dönüp baş gitarist Brady’ye baktığında çocuk ses çıkartma­
dan ağzım hareket ettirerek, “Mart,” deyince Cilla konuş­
maya devam etti. “Marttı. Beni aldatan orospu çocuğu erkek
arkadaşımdan yeni ayrılmıştım.”
Başka bir kadınla ilişkisi olan bir adam için kendisini
perişan eden bir kadından bu sözleri duymak nedense ironik
gelmişti.
“Hadi aynı hızla devam edelim.” Cilla bacaklarını açtı.
“Bu şarkının adı İkinci En İy i”
Kollarımı göğsümde kavuşturarak Brady’nin şarkının
girişini çalmasını dinledim. Melodi, Wicked Laınbs’in bütün
romantik şarkılarıyla benzerdi ama sözler son çaldıkları şarkınınkiler kadar güçlü ve etkileyiciydi.
273
Emilv Snow
Siktirip gitmesi istenilen diğer kadın yazılm ış.
Kadın kahramanın küçüm sediği am a aynı zam anda ba­
yıldığı adam yazılmış.
Adamın sürünerek kendisine geri döneceğini anlatan ko­
caman bir dörtlük?
Evet, bu saçmalık da yazılmış.
Bu şarkının Lucas hakkında olduğunu biliyordum , bunu
anlayamayacak kadar aptal değildim ama h a fif rahatsızlığım,
son dizeyi duyduğum da büyük bir öfkeye dönüştü. Cilla,
simli eyeliner sürülmüş gözleri kalabalığın arasında tekrar
beni bulunca tahrik edici bir edayla m ikrofona eğilip, “Onu
ilk ben becerdim,” diyerek şarkıyı bitirdi.
Gözlerini öyle uzun süre üstüm de tutm uştu ki yanım ­
daki iri kıyım adam da bana dönm üş ve sanki beni yeni bir
gözle, C illa’nın bir kurban gibi görünm esine neden olan bir
gözle görmüş gibi geri çekilm işti. Ben tenim de karıncalar
geziniyormuş gibi hissederken Cilla dram atik bir şekilde eği­
lerek selam verdi.
Sonra kırmızı boyalı dudaklarını büzerek hayranlarına
baktı. “Teşekkürler D allas...”
274
On Üçüncü Bölüm
Sahnenin Wicked Lambs’ten Your Toxic Sequel'e geçişi
sırasında öyle kötü bir haldeydim ki sunucunun ne dediğini
bile duyamamıştım. Ama konser alanından ayrılıp yüzde yüz
Cilla’ya rastlayacağım sahne arkasına gitmek yerine Lucas’ın
gösterisini izlemek için orada kaldım. Ancak sabırsızlıkla bek­
lediğim açık hava büyüsünü hiç ama hiç hissedemedim. Bunun
yerine hep kötü ve çirkin şeyleri gördüm. Kırmızı-siyah bir bi­
kini giymiş sarhoş bir kızın sahneye itilmesi, sonunda ayağa
kalktığında yüzünün alt kısmının tamamen kanla kaplanmış ol­
ması gibi... Ya da iki adamın Tanrı bilir hangi sebeple bir kav­
gaya tutuşması ve birbirlerini mahvedecekleri tehditleri
savururken güvenlik görevlileri tarafından sürüklenerek uzak­
laştırılması gibi...
Grup bu kargaşadan veya çıplak memelerden, tangalardan ve her baktıkları yerde gözlerine sokulan popolardan hiç
ama hiç etkilenmemiş gibi görünüyordu.
275
h'nıily Sn o w
Konserin son şarkısından bir öncekini
ismi “ Yıkık
Dökük" olnıı hu parça en yeni parçalarından biriydi söyler­
lerken on beş dakika sonra ayrılmaya başlayacak olan hay­
ranların oluşturacağı sele karışmamak için alandan ayrıldım.
Sahne arkasına geri dönmek, gclniekl.cn çok daha zor
olmuştu ve VII* alanına sağ salim varmak için bilekliğimi
normalden daha fazla göstermek zorunda kalmıştım.
Bu
akşam lıeın VVicked Lambs hem de YourToxic Secjucl ba­
sınla röportaj yapacak, ardından sahııc arkasına geçiş bileti
alınış bir grup hayranları için akustik konser vereceklerdi.
Konuk odasına geçmek için kalabalığın anısından iler­
lerken C'illa’ya hiçbir şey dememe kararı verdim. Zaten,
“Onu ilk ben becerdim,” dizesi karşısında hissettiğim öfke­
nin bir kısmının geçmesi için bir buçuk saat beklemiştim.
Ayrıca bu yeni karşılaştığım bir şey değildi. Yine de kalbimin
sıkıştığını h issed iyord um.
Ama sessiz kalma kararım tıklım tıkış odaya girdiğim
anda değişti.
Brady’nin oturduğu koltuğun kenarına tünem iş olan
Cilla, dudaklarına kırmızı bir Solo bardak götürürken gözle­
rini odanın girişine dikmişti. Bakışları beni, yani avım bul­
duğunda gözlerine tatmin olmuş bir parıltı yerleşti.
Dudaklarını hareket ettirerek yavaşça bir şeyler söyledi ama
kalabalığın arasında ne dediğini anlamam mümkün değildi.
Zaten anlamamam da en iyisi olurdu.
Çünkü hayatımda bir insana vurmayı bu kadar çok iste­
diğim olmamıştı.
276
Temas
Hayır, düzeltme yapıyorum: Hayatımda bir insanın bo­
ğazını kesmeyi bu kadar çok istediğim olmamıştı.
Odada ilerleyip kendisine yaklaştığımda kırmızı dudak­
ları gerildi. “Şarkıyı beğendin mi?”
“Bayıldım.” Sesimin normalden daha tiz çıktığını fark
etmemesi için dua ettim. “Özellikle de çaresiz bir sürtük ol­
duğunu anlattığın kısmını...”
C illa’nın dudaklarında küçümseyici bir sırıtış belirdi.
“Cidden böyle saçmalıklarla mı geliyorsun buraya?”
Brady’den bir onay bekleyerek arkasına baktı ama çocuk te­
lefonuna, muhtemelen olmayan bir mesaja bakıyordu. Cilla
iğrenmiş gibi homurdanarak kalçasını koltukta kaydırdı.
“Ben gidip bir içki alacağım.”
Eğer onunla konuşmamın bittiğini düşünüyorsa maale­
sef ki yanılmıştı.
İnsanların arasından yan odaya doğru ilerlerken onun
peşine düştüm. Bu odada yemek yiyen birkaç personel vardı
ama Cilla içecek masasına giderken insanlara hiç bakmadı
bile. Masanın bir köşesinde duran yığından bir plastik bardak
alıp pençeye benzer parmaklarıyla tutarak dudaklarına götü­
rürken gülümsüyordu.
“Beni takip mi ediyorsun, Biber? Bir takipçim çıkmasa
bu turne tamamlanmış sayılmazdı zaten.”
Cilla’dan da alçakgönüllü bir şey söylenmesi beklene­
mezdi.
Dişlerimi sıkarak, “Güven bana, takip etmek isteyece­
ğim en son insan sensin,” dediğimde dudaklarını büzdü. “Ve
277
Enıily Snow
eğer sürtüklük yapmayı istiyorsan ya da geçmişte erkek ar­
kadaşımı becerdiğini öğrenmenin, arkamı dönüp evime git­
m em i sağlayacağını düşünüyorsan hayal kırıklığına
uğrayacaksın/' Her kelimeyle birlikte ona yaklaşmış, yüzüne
on beş santim kala durmuştum. Yakından dudaklarının titre­
diğini görebiliyordum.
Cilla dilini dudaklarında gezdirdi. “Hmm, uysal kızımızın
da biraz cesareti varmış. Bununla Lucas’ı çıldırtıyor olmalı­
sın...’' En iyi kalite votkalardan birinin şişesine uzandı ama şi­
şeyi ondan önce ben alınca soğuk bir edayla güldü. “Bil diye
söylüyorum, burada olup olmaman umurumda değil..."
“Tabii...” Kafamı yana doğru eğip onu bağcıklı çizme­
lerinden, alnına yapışmış koyu renkli saçlarına kadar süz­
düm. “Em inim değildir. Ama bil diye söylüyorum, Lucas
istem edikçe ben hiçbir yere gitmiyorum.”
Votka şişesini elimden çekip sıvının bir kısmının beyaz
straplez tişörtüme sıçramasına neden oldu. “Eh, beklediğin
buysa sanırım ne umacağını biliyorsundur, öyle değil mi?
A klındaki tek soru ne zaman gitmeni isteyeceği olmalı...”
Yüzümü buruşturup irkilmememi engelleyen tek şey tır­
naklarım ı avuçlarım a batırmak olmuştu. Cilla vereceğim
tepki için beni dikkatlice izliyor, zayıf noktamı bulmaya ça­
lışıyordu ama geçmişte olanların canımı yaktığını bilmenin
tatm inini ona yaşatmayacaktım. Ona mesafeli bir şekilde gü­
lümsediğimde kafasının karıştığım ve omuzlarının yenilgiyle
çöktüğünü gördüm. Av her zaman yem olmazdı. Ve bazen
oyunu av da kazanabilirdi.
278
Temas
‘‘Sanırım ikimiz de rolümüzü biliyoruz,” diye karşılık
verdim.
Yüzü kızarırken sert, keskin hareketlerle içkisini kafa­
sına dikti ve bitirir bitirmez titrek eliyle plastik bardağı ha­
vaya kaldırdı. “Partinin tadını çıkar, sürtük...”
Yerimden bir santim bile kıpırdamadan onun gitmesini
bekledim. Sehpaların birinden minyatür şişelerdeki kolalar­
dan alırken ellerim tamamen hissizdi. Vücudumdaki tüm
kaslar gerilmişti ve dişlerimin takırdamasına engel olamıyordum. Elimdeki soğuk şişeyi sıkarak uzun bir süre boyunca
içecek masasının önünde durdum. Etrafımda dolaşan grup
üyelerinden ve personelden tamamıyla habersizdim.
Sonunda kalçamın tanıdık, sahiplenici bir dokunuşla
yandığını hissettiğimde derin bir nefes alarak Lucas'ı içime
çektim ama dönüp ona bakamıyordum. Hâlâ öfkeden köpü­
rürken bakamazdım.
“Konser inanılmazdı,” dedim ifadesiz bir sesle.
“Konseri salla... Ben elindeki bu şeyi bililerinin gözüne
sokacak gibi görünmeni umursuyorum.” Şişeyi elimden alıp
masaya bıraktı. “Bana bak, Sienna...”
Onunla yüzleşmek istemiyordum ama Lucas beni ken­
disine döndürdü ve yüzümü görür görmez suratındaki endişe
ifadesi değişti. Sonra kafasını kaldırarak odadaki birkaç in­
sana bakıp, “Buradan def olup kapıyı kapatın,” diye bağırdı.
Her zamanki gibi insanlar onun dediğini yapmak için
koşuşturmaya başladılar.
Ve her zamanki gibi, Lucas’ın etrafındaki insanlar ü /e­
279
Emily Snow
rinde bu kadar kontrolü olmasına imrendim.
Lucas yüzümü uzun parmaklarının arasına aldı ve bo­
ğazımın kurumasına neden olan yoğun bakışlarla bana baktı.
“Bana neler olduğunu söyle, Sienna.”
Alt dişlerimi dudağımın kenarına geçirdim. “Sinjin
neden Cilla’nm şeytan olduğunu düşünüyor anladım.”
“Cilla seninle mi uğraşıyor?”
“Onun yeni takipçisiymişim.”
Ellerini yüzümden çekip birkaç santim geriledi. Birkaç
hızlı nefes alıp verdikten sonra, “Bunu sana o mu söyledi?”
diye sordu.
“Ah, bir de seni becerdiğini anlatan bir şarkı yazmış.”
Ondan biraz uzaklaştım, çünkü Lucas bana böyle bakarken
doğru düzgün düşünemiyordum. Arkam ona dönükken,
“Şarkıyı duydun mu bilmiyorum ama bayağı büyük mesele­
sin.”
Sonra odadan bir an önce ayrılmak için onun yanından
geçtim ama dışarı çıkamadan Lucas beni yakalayıp kapıya
dayadı. Kendimi tutamayıp, parfüm ve konser sonrası hâlâ
üstünde olan ter karışımı tahrik edici kokusunu içime çek­
tim.
“Bütün kız arkadaşlarını böyle rehin mi tutarsın?”
“Sadece seni... Ve güven bana, Kırmızı, bu rehin tutmak
falan değil.”
“Yemin ederim iyiyim, Lucas,” dedim biraz fazla yük­
sek bir sesle. Çünkü diğer odadaki Sinjin iyi olmadığını, su­
suzluktan ölmek üzere olduğunu haykırıyordu.
280
Temas
Lucas beni tekrar kendisine çekmek için uzandığında
avuçlarımı göğsüne yasladım ama bileklerimi tutup kollarımı
kenara çekti. “Benim için önemli olan tek şey sensin,” diye
homurdandı dudaklarıma doğru. Gözlerimi sıkıca kapattım.
“Sen benimsin ve senin canını yakan şey benim de canımı
yakar.”
Her yerim; göğsüm, tutmaya çalıştığım gözyaşlarının
biriktiği gözlerim yanıyordu ama kafamı salladım. “Bunu
duymak kendimi nasıl hissettiriyor bilemezsin. Ama kendimi
kontrol edebilirim, Lucas.”
Parmak uçlarını gözlerimin kenarlarına bastırarak soluk
verdi. “Edebilirsin, biliyorum. Ama ben yine de Cilla’yla ko­
nuşacağım.” Karşı gelmek için ağzımı açtım ama parmağının
ucunu dudaklarıma koydu. “Bana kızıp kızmaması umu­
rumda değil. Seni çileden çıkarmak için geçmişteki saçma­
lıkları gündeme getirmeyecek. Ben de öyle bir şey yapmaya­
cağım.”
Dilimi yanağımın içine bastırarak gözlerimi ona diktim.
“Onun istediği de budur zaten. Yani senin onunla yüzleş­
men...”
“Çok zeki bir şeysin sen.”
Beni bir kez daha bıraktığında gözlerimi açtım ve baş­
parmağının ucunu öptüğünü gördüm. Ben bir tepki vereme­
den eğilip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ağzına
götürdüğü gözyaşlanmm tadını alırken hâlâ öfkeliydim, bu
yüzden vücudumu hırsla ona bastırdım. Dudakları büyük bir
açlıkla benimkileri tüketirken sertçe homurdandı.
281
Emily Snon
“Ah, Sienna,” dedi soluk soluğa. “Seninle ne yapacağım
ben?"
“Yemek odasında seks yapma konusunda sınırlarım
var.”
Parmaklarının üst kısmıyla yanağımı okşadı. “Seni oto­
büse götürüp yarın Chicago’ya varana kadar her saniyemi
seninle geçirmek istiyorum.”
Kafamı iki yana salladım. “Sin de her şeyi duyar ve
hemen duyduklarıyla ilgili yorumlar yapar.”
Geriye doğru bir adım atıp keyifsiz, zorlama bir şekilde
gülümsedi. “Kesinlikle... Diğerleri de bizi rahat bırakmaz.”
Bu dediğini doğrular gibi birisi kapıyı yumruklamaya baş­
ladı. Lucas homurdanarak bana özür diler gibi baktı. “Bütün
bunlar bittiğinde seni evime götüreceğim. Orada beni senden
ayıracak hiçbir şey olmayacak.”
Zaten bir tek Lucas öfkeliyken karşımda durabilir, me­
seleyi başka yere çekebilir (en azından bir nevi) ve konuş­
mayı, beni meraklandırıp geleceğimiz hakkında beklentiye
sokarak bitirebilirdi.
Sinjin dışarıdan, “Orada işiniz bitti mi?” diye bağırdı.
Bunun üzerine ilk kez Lucas’m dişlerini sıkmasına tanık
oldum.
“Sinirlendiniz mi, Bay Wolfe?” Nemli siyah Henley ti­
şörtünün üzerinden göğüs ucunu sıktığımda elimi tuttu ve
parmağımın ucunu ağzına götürerek nefes alma yeteneğimin
kaybolmasına neden oldu.
“Çarşamba günü St. Louis’e vardığımızda öğrenirsin.”
282
Temas
Kaşımı kaldırarak kenara çekildim ve kapıyı açmasına izin
verdim. Aynı anda bir düzine flaş ve ses üstüne hücum etse de,
“Sinjin’in partisi ne olacak?” diye sorduğumda beni duyabildi.
Kalabalığa ukalaca sırıtarak kısık sesle bana cevap
verdi. “Gideceğiz. Ama seninle işim bittikten sonra... Başka
bir kadım değil becermenin, düşünmenin bile benim için
neden imkânsız olduğunu göstereceğim sana.”
Bu kelimeleri söyledikten sonra özgüvenli ve seksi
adımlarla konuk odasına girdi. Bense sakinleşmek için birkaç
saniyeliğine yerimde kaldım. İçimdeki hararet ve yüzümün
sıcaklığı kaybolduktan sonra da onun peşinden gittim. Lucas
odanın ortasında durmuş, birilerine imza veriyor ve basınla
konuşuyordu. Bu yüzden odada kendime kamera flaşlarından
uzak bir yer buldum.
Gözlerimle odayı tarayıp Cilla'nın erken ayrılmış oldu­
ğunu fark ettiğimde hiç şaşırmadım. Sinjin’le göz göze gel­
diğimizde, yüzünde bu turnede gördüğüm en tatmin olmuş
sırıtışın oturduğunu gördüğümde de şaşırmadım.
Sonraki kırk sekiz saat boyunca Cilla bana hiç bulaşma­
yınca küçük de olsa bir zafer kazanmış gibi hissetmeden ede­
medim. Onunla bir tek, Maggie sahne arkasında benden
tekrar yardım istediğinde karşılaştım. Maggie, Your To\ie
Sequel için giysi seçip yerlerine ulaştırdıktan sonra vmtage
tarzı kolyelerle dolu bir kutuyu Cilla'nın soyunma odasına
götürmemi istemişti.
Emily Snow
Ama bunu yapmaktan korkuyordum.
Çekişmelerden nefret ederdim; çocukken o kadar fazla
kavgaya şahit olmuştum ki yetişkin hayatımda bu tür şeylere
yer olmasını istemiyordum. Ve Samantha ve Cilla gibi insan­
lardan her türlü koşulda kaçınmaya çalışırdım.
Ama Cilla kapısını açtığında şaşırtıcı bir şekilde mede­
niydi. “Evet, Biber?” dedi sözcükleri uzata uzata.
Kutuyu ona doğru uzattığımda kuşkulu bir şekilde baktı.
“Maggie sana bunları gönderdi. Bu akşam takmak istediğini
söyledi.” Ben bunu söyler söylemez Cilla kutuyu elimden
çekip açtı ve küçük bir kız gibi cıyakladı.
“Etsy benim için uyuşturucu gibidir.” Elini sallayarak
gitmem i işaret etti ama kapıyı yüzüme çarpmadan önce ba­
şını dışarı uzattı. “M aggie’ye teşekkürlerimi ilet...”
“Tamam,” diye mırıldandım. “Bir şey değil...”
“Biliyorsun,” dedi o sırada yanımdan bir ses. Kafamı çe­
virdiğimde elindeki enerji içeceğini höpürdeterek içen Cal’i
gördüm. “Cilla normal kadın müzisyenler gibi değildir.”
Bunu zaten biliyordum ama yalandan şaşırmış gibi ya­
parak ağzımı açtım. “Yani pasif-agresiflik ve ruh hali deği­
şim leri beklemememi mi söylüyorsun?”
“Cilla Craig değilsen...”
“Konu C illa’ya gelince sen de en az Sinjin kadar nega­
tifsin.”
“Hayır, negatif değilim. Ama bana inan, Cilla’ya yak­
laşmaktansa hastalıklı insanlara yaklaşmayı tercih ederim.”
284
Temas
Negatif değiim iş.
‘‘İğrenç,” diye mırıldandım.
Grubun soyunma odasının kapısını açarak içeri girmem
için kafasıyla işaret etti. “Ben sadece gerçekleri söylüyorum.
Onunla hiç anlaşamayız. Benim ukala olduğumu düşünü­
yor,” diye devam etti arkamdan gelirken. Ama Lucas’ı kol­
tukta görür görmez durdu.
“Eğer hâlâ o kahrolası içki içme meselesinden bahsedi­
yorsan yemin ederim ki,” diye homurdanmaya başladı Lucas
ama Cal onu dinlemeden hemen tuvalete koştu. Lucas ardın­
dan ela gözlerini bana çevirerek kafasını hafifçe sallayıp ya­
nına gitmemi işaret etti. Yanma vardığımda beni kucağına
çekti. Yüz yüze otururken kalp atışlarını göğsümde hissede­
biliyordum.
“Sin ile Wyatt her an gelebilirler,” dedim. “Cal de tuva­
lette...”
Yan taraflarımdaki hassas noktalarımı sıktığında kalça­
larımı ona doğru bastırdım. “Tanrım, yarın için hazırlansan
iyi edersin.”
“Konser yok, otel yatağı ve dev bir küvet var. Ben çok­
tan hazırım.”
“Sana Dallas’ta dediğim şeyi hatırlıyor musun?” Baş­
parmağım göğsümün yan tarafına siirdü. Bu acı verici ama
muhteşem his karşısında dişlerimin arasından keskin bir
nefes aldım. “Kafamdan geçen düşünceler hakkında?”
“Evet...”
285
Emily Snmv
“Güze l...”
Beni üstünden kaldırıp kalktığında koltuk minderlerinde
geriye doğru kaydım. Lucas, onunla ilk karşılaşmamızı an­
latan “Kelepçe” şarkısını söyleyerek odadan dışarı çıktı. Cal
banyoda, Sinjin ile Wyatt da başka yerde olduğu için şükre­
diyordum, çünkü yüzüm kıpkırmızı olmuştu.
Lucas döndüğünde ellerinin arasında, pembe zambak­
ların ve kırmızı-beyaz güllerin olduğu büyük bir vazo çiçek
vardı. “Ne komik...” Dizlerimi göğsüme çektim. “Senin
çiçek böcek tarzı bir adam olduğunu sanmazdım.”
Lucas vazoyu önümdeki sehpaya koyup bana doğru
eğildi. Parmağını yüzümde gezdirirken midemin yandığını
hissederek koltuk minderlerini sıktım. Geri çekildiğinde yü­
zünde bilmiş bir gülümseme vardı ve bakışlarını bacakları­
mın arasına indirmişti.
Bu kadar kısa sürede çamaşırımın ıslanmasına neden ol­
duğunu biliyordu.
Odadan tekrar ayrılmadan önce bana göz kırptı. “Böyle
bir şeyin bana kredi sağlayacak olması hoşuma gitse de çi­
çeklerin kardeşimden geldiğini söylemeliyim.”
Vücudumdaki tüm sinir uçları alev almamış gibi davra­
narak koltukta öne doğru kaydım ve gönderen kısmında
Kylie NVolfe yazan büyük beyaz zarfı aldım. “ Kylie, sen ha­
rika b irisin ...”
Ama konuşmam, tertemiz beyaz karta kırmızı mürek­
keple yazılmış karışık harfleri gördüğüm anda kesildi.
286
Temas
Sienna,
Tebrikler, HÂLÂ onunlasın. Sandığımdan daha aptal bi­
risin sanırım. Lucas hep bana bağlı kalacak. Mahvolması ve
yanında seni de sürüklemesi an meselesidir. Senden sakladığı
şeyin ne olduğunu sordun mu ona hiç? Sana söylemekten
bahsetti mi?
S. W.
Not: Bununla iyi şanslar
Son kelimenin hemen yanında çarpık çurpuk çizilmiş
bir ok vardı. Kartı çevirirken midem tamamen farklı bir se­
beple sıkışmış haldeydi. Kartm arkasına upuzun bir site ad­
resi yazılmıştı. Adrese dikkatlice bakarak aklımda tutmaya
çalıştım.
Bu bir YTS hayran forumuydu ve site adresinin alt kıs­
mına, büyük harflerle “B U E N ÇOK SEVDİĞİM SİTE” yazılıp altı
birkaç kez çizilmişti.
“Yine o surat, Kırmızı.” Lucas"m sesiyle irkilerek kartı
katladım ve zarfa tıkıştırdım. “Kylie'nin böyle görünmene
neden olacak derin bir şeyler yazdığını düşünmemiştim.”
“Bunu yazan...” diye başladım ama sonra durdum.
Bunu Lucas’a versem ne olacaktı? Eğer mektup Sam’den
başka bir deliden gelmiş olsaydı bu konudan bahsederdim.
Ama şu anda kucağımda duran bu mektup, bizi birkaç adım
geriye götürebilecek bir şeydi. Lucas bu turnede, her za­
manki karamsarlığı dışında çoğunlukla mutluydu. Ye bu.
287
Emily Snow
Sam*in ona böyle saçmalıklar göndermediği anlamına geli­
yordu. Zarfı kavrayarak boğazımı temizledim.
“O kadar derin bir mevzu değil,” dedim nefesimi vere­
rek. “Sadece tuhaf bir seks esprisi yapmış.” Bu söylediğim
kendi kulaklarıma bile yalanmış gibi gelmişti.
Lucas söylediğime inanmış gibi görünüyordu ama yine
de Cal üstünde yalnızca bir havluyla banyodan çıkar çıkmaz
kendimi içeri kilitledim. Yüzüm yanarken nota uzun bir süre
baktım, en sonunda telefonumla önüyle arkasının bir fotoğ­
rafını çektim ve kartı titrek parm aklarımla mümkün oldu­
ğunca fazla parçaya böldüm. Ardından notu kafamdan
silmeye kararlı bir şekilde parçalanmış kâğıtları klozete atıp
sifonla gönderdim.
Ama daha sonrasında, otobüs C hicago’dan ayrılmak
için yola çıkarken. Sam ’in gizemli mesajı ve ürkütücü hedi­
yesi yüzünden gözüme uyku girmeyince kendimi telefo­
num da kartın fotoğrafına bakarken buldum. Bilgisayarımı
m utfak alanına götürüp Sam ’in bahsettiği siteyi G oogle’a
yazm aya başladım ama sonra donakaldım.
Birkaç saniye sonra bilgisayarımın ekranında Facebook
açıktı ve klavyede dolaşan parm aklan m arama kutucuğuna
Samantha Wolfe yazıyordu. Listede aynı isimden birkaç tane
vardı, görünüşe göre yaygın bir isimdi ama biraz aşağı in­
dikten sonra Sam antha’nın gri gözleri ve sırıtışıyla karşılaş­
tım. Profilinin gizli olduğunu gördüğüm e hiç şaşırm adım
ama bu ona mesaj yazmama engel olmadı.
288
Temas
Gönder tuşuna bastığım anda için soğuk ve uyuşturucu bir
suçluluk duygusuyla doldu. Sözcükler birbirine karışana kadar,
ekrandaki Sam’in muhtemelen beklediği mesaja bakakaldım.
Samantha... Bana doğruyu söyle. Bunu ona neden ya­
pıyorsun?
Derin bir nefes alarak Facebook’tan çıkış yaptım ve so­
nunda hayran forumuna girdim. İsmi “Zehirli Fahişe” olan
alt forumdaki yazılan sadece beş dakika kadar okumuştum
ki midemin bulandığını hissetmeye başladım. Beni küçük tu­
valet kabinindeki klozetin önünde soluk soluğa bulan Lucas
yanımda diz çökerken güzel yüzü endişe doluydu.
“Hasta mısın?” diye sorduğunda avucumu göğsüne yas­
layıp kafamı iki yana salladım.
Bu akşam ikinci kez ona neler olduğunu anlatma fırsa­
tım elde etmiştim ama yapamıyordum. Bunun yerine kalk­
mama yardımcı olmasına izin verdim ve beni çıplak, dövmeli
kollarının arasına alıp kaldırdığında kollarımı sıkıca boynuna
sardım.
Lucas beni küçük yatağımıza götürüp yüzünü boynuma
gömerek bir şeyler fısıldarken ona hiçbir şey söylemedim.
289
On Dördüncü Bölüm
Sabah St. L ouis’e vardığım ızda Samantha hâlâ mesajım a cevap yazmamıştı. Bu yüzden onun notunu da, Lucas’m
bazı hayranlarının benden ne kadar çok nefret ettiğini de ka­
famdaki karanlık bir köşeye attım. Ve kendime, önümüzdeki
yirmi dört saat boyunca notu hiç düşünm eyeceğim e ya da
Sam ’in cevap gönderip göndermeyeceği hakkında endişelen­
m eyeceğim e dair söz verdim. Lucas’ın eski karısını sadece
düşünm ek bile içimi zehirliyordu. Kadının iletişim anlayışına
az da olsa tanık olduktan sonra, Lucas’m onun hakkında ko­
nuşm aktan neden kaçındığını anlam aya başlamıştım.
B ugün iyi şeylere odaklanm ak için elimden geleni ya­
pacaktım .
M utfak kısm ındaki jaluziden dışarı bakarken otobüsten
dışarı bir an önce çıkabilm ek için ayak uçlarım da zıplıyor­
dum. Diğer şoförlerden ikisi kendi otobüslerini park yerlerine
yerleştirm işti. Your Toxic S equel’in ve C illa’nın grubunun
290
Temas
üyelerinin otobüslerinden inmelerini izledim. Wyatt, yeşil si­
lindir valiziyle birlikte otobüslerin arasına park edilmiş beyaz
servis aracına bindi.
Lucas yanıma gelip dolgun dudaklarını omzuma sürt­
mek için eğildi. “Biz de servise binecek miyiz?” diye sordum
titreyerek.
“Onlarla aynı otelde bile kalmayacağız ki... Seni tama­
men kendime saklamak istediğimi söylediğimde işimi yarım
yapmak gibi bir niyetim yoktu.” Sesi kadife gibi üstümden
kayıyordu sanki. Kafamı yana çevirdiğimde yanağımı okşadı
ve kafasıyla, otoparkın diğer ucuna park edilmiş parlak siyah.
7 serisi BMW ’yi işaret etti. “Araç kiralama şirketinin müdü­
rüyle görüştüm -daha doğrusu Kylie benim için yaptı- ve
arabanın biz gelmeden burada olması için bazı ayarlamalar
yaptılar.”
Otobüsümüz düzgünce park ettiğimizi göstermek için
biplemeye başlarken kompartımanın ortasından yüksek bir
çarpma sesi ve Sinjin’in bundan daha yüksek sesle ettiği bir
dizi küfür duyuldu. Ona seslenip iyi olup olmadığını sorduk­
tan ve sertçe verdiği iyiyim cevabını duyduktan sonra
Lucas’ın gülen gözlerine baktım. “Anahtar nerede peki?
Lucas-Kührolası-Wo\fc bile anahtarsız araba sürmeyi başa­
ramaz.”
Lucas sırıttı. “İlla bilmek istiyorsan, araba bir günlük
benim..." Dediğini doğrulamak için beni bileğimden çekerek
otobüsün koridoruna götürdü ve elindeki anahtarlığı burnu­
mun dibinde salladı.
291
E m ily Sno\v
O anda aklıma Dallas'taki konser gününde telefonla gö­
rüşmek için kendisini tuvalete kilitlemesi geldi. “Bunu ne za­
m andır planlıyordun?’'
“ Bir süredir...”
Kafamı inanamaz şekilde salladım. “Her zaman böyle
zor olmak zorunda mısın?”
“Her zaman...” Beni kendisine çekip bana olan arzusunu
hissetmem için aletini avucuma bastırdı. Bu sert, hayvani ha­
reketi karşısında otobüs etrafımda dönüyormuş gibi hisset­
tim. “ Sen bu kadar çok kahrolası soru sormak zorunda
m ısın?”
N efessiz kalm ış halde kafa salladım. “Her zaman...”
Y üzlerim iz birbirine yaklaştı ama dudaklarım ız değer
değm ez Sinjin yüksek sesle öksürdü. Gözleri kızarmış, siyah
saçları her yana dağılmıştı. “Saat sabahın altısı,” diye yakındı
esneyerek. “Tek istediğim gerçek bir yatak... Yemek yediğim
m asada birbirinizi becermenizi izlemek istem iyorum .”
S in’in gelm esi üzerine eşyalarımızı toplayıp otobüsten
indik. Ben, kendim e yarına kadar yetecek giysilerim i, bir
çantaya yerleştirm iştim . Lucas’ın devasa valizine kıyasla be­
nim ki çok küçüktü ama otobüsten ayrılırken ikisini de o yük­
lenirken ben el çantam ı, G ibson gitarım ı ve bilgisayarım ı
aldım . Gerçi müzik yapmak ya da çalışm ak gibi bir planım
yoktu.
H akkım da internette yazılanları okum aya da niyetim
yoktu.
Bu düşünceyle ürperdim. “Bu molada o saçmalıkları dü­
292
Temas
şünmeyeceğim,” diye tekrarladım kendi kendime, otoparkta
Lucas’ın peşinden giderken. “Özellikle de S a ...”
Sinjin’in alaycı sesi arkamdan, “Topuklarını birbirine
vurursan Kansas, dileğin gerçek olabilir,” dediğinde cıyak­
ladım.
Kalbim sakinleştiğinde dönüp parmağımı kemikli göğ­
süne bastırdım. “Şunu... Yapma... Ve Kansas değil, Tennessee...”
Sinjin yüzünü buruşturarak parmağımı bastırdığım yeri
ovuşturdu. “Çok kötüsün. Ama itiraf etmeliyim ki bu molada
seni özleyeceğim.” Yüzündeki ifadeye bakınca söylediğini
yemedim ama yine de tatlı bir şekilde gülümsedim.
“Beni yarın akşam göreceksin. Ayrıca eminim bu akşam
için planların vardır.”
Simsiyah kaşlarını manalı bir şekilde oynattı. “İki pla­
nım var aslında. Scarlet ve Bella...”
Kolum uyuşmaya başladığı için gitarı diğer tarafıma ge­
çirdim. “İsimlerini söyleyiş şeklinin kızları birer striptizciy­
miş gibi gösterdiğini biliyorsun, değil mi?”
“Hiç düşündün mü, belki de gerçekten striptizcilerdir?"
Bakışları benden, BMW’nin bagajını kapatmakta olan Lucas’a kaydı. Sonra ellerini ağzının kenarlarına koyup.
“Benim yapmayacağım bir şey yapma,” diye bağırdığında
Lucas da ona bağırıp kendisini becermesini söyledi. Sin bana
tekrar döndüğünde yüzünde kendinden memnun bir ifade
vardı.
“Dikkatli ol, Sinjin. Ve... güvemle ol...” Kiralık aracı-
293
E m ily Sncnv
miza doğru yöneldim ama Sinjin parmaklarını omzuma ge­
çirdi ve ona bakmam için beni döndürdü. Yeşil gözleri birden
ciddileşmişti. “Beni korkutuyorsun,” dedim.
“O zaman hiç saçmalamadan sadede geleyim. İnternette
hakkında yayımlanan boktan şeyleri görmemişim gibi dav­
ranmayacağım.”
Ayağımı asfalta sürterek kara tahtaya sürtülen tırnak se­
sine benzeyen bir kahkaha attım. “Çıkarların için dedikodu
sitelerini mi araştırıyorsun, Sin? Bu turnede melek gibiydin.
Yani muhtemelen bu geceden sonrasına kadar bir şey bula­
mayacaksın.”
Sinjin’in dudaklarının kenarları gerilip ince bir çizgi ha­
lini aldı. “Çok tatlısın ama hayır. Dün gece bilgisayarını mut­
fakta açık unutm uşsun.” Ağzım şaşkınlıkla açık kaldığında
yeşil gözlerini devirip ofladı. “Bak, kahrolası açık bir dave­
tiye gibi önüm de duruyordu. Ayrıca hiçbir yere girmedim.”
Bu dediğine inanıyordum. Muhtemelen açık olan say­
fayı görm üş ve o berbat siteyi kendi bilgisayarından açıp
bakmıştı. A m a yine de bunu bilmek rahatsızlığımı hafiflet­
memi şti.
“K işisel eşyalarım ı karıştırdığın için sağ ol,” dedim
sertçe. Otoparkın diğer tarafındaki Lucas, B M W ,nin koma­
sına basınca dönüp işaretparmağımı kaldırdım. Sinjin ise ta­
m am en farklı bir parmakla karşılık verdi. “Tamam, ne demek
istiyorsun yani? Tüm boktan şeylere katlanmak zorunda ol­
duğum u söyleyen sen değil m iydin?”
“Sana kıskançlık göstermem eni söyledim ben. Ama ka­
294
Temas
fayı sıyırmış rezillerle uğraşmak tamamen farklı bir durum­
dur. Ne zaman etrafımızda güzel bir kadın olsa ona kafayı
takan çatlaklar olur. Buna örnek olarak Cilla’nın birkaç yıl
önceki sözde takipçisi var.” Cilla meselesini açmadı ama
elini pantolonun arka cebine soktu. Çıkardığında avucuma
minyatür bir fenere benzeyen kısa, ince bir şey tutuşturdu.
“Bu sürtükler delidir. Özellikle de Lucas’a âşık olduk­
larını sanan sürtükler,” dedi.
Elimi açıp içindekine baktım. “İnsanların suratına biber
gazı sıkmamı mı istiyorsun?”
Sakince gülümsedi. “Dediğim gibi, bir sürü çatlakla kar­
şılaşabilirsin. Lucas’m burada olduğunu biliyorlar. Onu bu­
lacaklardır.”
Biber gazını avucumda sıkarak dişlerimi alt dudağıma
sürttüm. Sinjin’in verdiği bu... hediye bana iki şey söylü­
yordu: Birincisi, pek mümkün görünmese de, YTS mesaj pa­
nolarında yazan boktan şeylerin gerçeğe dönmesi ihtimali
vardı. İkincisi, Sinjin tüm o huysuz bakışları ve kaba yorum­
larına rağmen benim için endişeleniyordu.
Konuşmak için ağzımı açtığımda bu ikinci şeve odak­
lanmaya karar vermiştim. “Çok duygulandım.”
Sin yeşil gözlerini kısarak burnundan alaycı bir nefes
verdi. “Eğer böyle duygusala bağlarsan otele gitmeyi es
geçip Scarlet ve Bella’yı otobüse, sizin kompartımana geti­
ririm.”
“Iyy...” Biber gazını omzumda asılı çantaya attmı. “İğ­
rençsin ya...” Ama sonra boğazımı temizleyip samimi hır
E m ily S now
sesle, “Harika bir gün geçir, Sinjin,” dedim.
Durgunlaşan yüzüne kasvetli bir ifade oturunca şaşıra­
rak geri çekildim. “Hayatımdaki en güzel doğum günü ola­
cak,” dedi.
Lucas’ın bizim durduğumuz yere getirdiği BM W ’ye
doğru gerilerken Sinjin’in kamburunu çıkartarak eşyalarını
almak için otobüse dönmesini izledim. Otoparktan ayrılırken
sessiz kaldım ama birkaç dakikalık yolculuktan sonra Lucas’ın eli bacağımın üst kısmına doğru kayıp bacaklarımın
arasında durunca konuşmaya karar verdim.
“Bana Sinjin’den bahsetsene,” diye sordum samimi bir
merakla.
“Neyinden bahsedeyim?”
“Niye bu k ad ar...”
“Istırap çekiyormuş gibi görünüyor?” diye soruyu ta­
mamladı Lucas, biraz fazla alaycı bir şekilde.
Elimi boynuma sürterek kafamı salladım. “Bu çok klişe
ama evet, sanırım en iyi anlatan ifade...”
L u cas’ın dudaklarının köşeleri aşağı doğru kıvrıldı.
“Çünkü rezil bir ailede büyümüş. Şiddet eğilimli üvey baba,
uyuşturucu bağımlısı anne...” Gösterge panelindeki GPS sola
dönmesini söylediğinde konuşmaya ara verdi. “Onun haya­
tında, senin büyükannen gibi biri de yoktu. Ebeveynleri ve­
layetlerini kaybettiğinde bile işler o ve kız kardeşleri için
iyiye gitmedi.”
“Kardeşlerinden birinin adı Zoe mi?”
Lucas kafasını hızla çevirerek beni korkuttu. “Bu nere­
296
I
Temas
den çıktı?" Ben hemen cevap vermeyince kafasını yavaşça
iki yana salladı. “Rehabilitasyonda tanıştığı bir kız...’*
Ağzım açık kaldı. “Kadın hâlâ orada o zaman, öyle mi?”
Lucas direksiyonu öyle sıkmıştı ki eklem yerleri beyaza
dönmüştü. “Kız uyuşturucu bağımlısı değil,” diye açıkladı
kısık sesle. “Terapistinin on dokuz yaşındaki kızı... Sinjin’in
bu konuda çatışma yaşadığını söylesek bu ifade yetersiz kalır.
Ama bunun, hayatındaki en iyi çatışma olduğunu düşünmeye
başlıyorum. Uyuşturucu kullanmıyor artık ”
Evet, kullanmıyordu ama mutsuzdu.
Koltukta arkama yaslanıp kafamı çevirerek, kocaman bir
bulanıklık haline gelene dek Gateway Arch’ı ve arkasındaki
binaları izledim. Ve hiç konuşmadım. Sadece, Lucas kiralık
aracı kalacağımız otelin kapısına çektiğinde kapımı benim için
açan valeye teşekkür etmek için ağzımı açtım. Otele girer gir­
mez karşılama görevlilerinden biri bizi karşıladı ve lobinin sağ
tarafındaki asansörlere yönlendirilmek yerine otelin farklı bir
tarafına, teras katı asansörüne götürüldük.
“Benim ya da The Avery’deki diğer görevlilerin, bura­
daki zamanınızı geçen seferkinden daha iyi geçirmeniz için
yapabileceğimiz bir şey varsa lütfen söylemekte tereddüt et­
meyin,” dedi bize eşlik eden kısa, kel adam; Lucas'la ben
asansöre binerken.
Kapılar kapanır kapanmaz asansörün köşesine yaslan­
dım ve asansörün çalışması için kartını panelden geçirmekte
olan Lucas’a bir kaşımı kaldırarak baktım. “Geçen seferkin­
den daha iyi,” diye tekrar ettim.
297
Em ily Sn o w
“O suratı takındığın zaman ne kadar seksi oluyorsun bi­
liyor musun?” dedi Lucas bana doğru bir adım atarak. Par­
m aklarım ı arkamdaki soğuk çubuğa sardım. “Ve o güzel
kafan merak etmeye başlamadan önce söyleyeyim, seninle
tekrar karşılaştığımız günden beri bu asansöre benimle bir­
likte hiçbir kadın binm edi/’
“Sormayacaktım ki,” diye fısıldadım. Lucas beni duvara
yapıştırıp dişlerini kulağıma sürttüğünde zevkle inledim.
“Yani, umursamıyorum. Hem, bunu burada yapmamalıyız.
Kameralar var.”
“Yine yalan söylüyorsun,” diye homurdandı. “Ayrıca
kameraları taktığımı mı sanıyorsun?” Yüzümün çizgilerine
öpücükler kondurarak boynum daki hassas noktaya geldi­
ğinde zorlukla yutkundum. “Tadın çok güzel... Çok tatlı...
Tek düşünebildiğim seni daha çok tatmak.”
Sonra birden ellerini bacaklarımın arkasına geçirip beni
kaldırdı. Hafifçe cıyaklayıp bacaklarım ı beline sardım.
“Tabii ki de kameraları takıyorsun,” diye fısıldadım, o dilini
om uz kem iklerim in üstünde kaydırırken. “H erkesten çok
senin takm an gerekir.”
Başım dönüyordu. Y üksek uyarı sesini duymasaydım
asansörün en üst kata vardığını bile anlayamayacak durum­
daydım.
“ Seni bu odaya soktuğum anda tamamen benim olacak­
sın,” dedi sert ve yoğun bir sesle. “Tume konuşulmayacak.
C illa konuşulm ayacak. Sadece sen ve ben olacağız.”
Sam ’den bahsetm em işti ama kadın kısa bir an için de
298
Temas
olsa aklımdan geçti. Ve Lucas’la birlikte geçireceğim zamanı
mahvetmemek için bir kez daha onu düşünmemeye yemin
ettim. Bu hafta sonu Nashville’e gidecektim, bu yüzden Lu­
cas’la yalnız kalabildiğim her anın tadını çıkartmak istiyor­
dum.
“Tamam, söz veriyorum.”
“Sözünü tutmanı bekliyorum, Kırmızı,” dedi tehlikeli
bir sesle.
Beni daireye taşıyıp odanın ortasına yerleştirilmiş daire
şeklindeki geniş koltuğa varınca indirdi. Kızıl kahverengi de­
riden yapılmış koltuk farklı parçaların bir araya gelmesiyle
oluşmuştu. Koltukta geriye kayıp önümüzdeki otuz altı saati
geçireceğim mekânı daha iyi tanımaya çalıştım.
Lucas her zamanki gibi en kaliteli yeri seçmişti. Mekân
bir otel odasından çok lüks bir daireye benziyordu. İçerisi
nötr renklerle dekore edilmişti; kahverengi, taba ve krem ren­
ginin farklı tonları her yerdeydi. Koltuğun hemen karşısında,
kum rengi granit tezgâhı parıldayan bir bar vardı. Sol tara­
fımdaki, yatak odasına açıldığını düşündüğüm Fransız kapı­
lar, şatafatlı pervazlarla süslenmişti. Sağ tarafımda da
odadaki en önemli parça duruyordu: bir Steinway piyano...
Aklıma Nashville’deki aynı model piyanonun başında Lucas’m bana yaptıkları geldi.
Ukalaca sırıtışı, vücudunu bana yaslaması, beni yatağa
götürmesi için ona yalvarmamı istemesi...
“Bana istediğin gibi sahip ol, Lııcas, " demişti bana, ben
avuçlarımı piyanonun tuşlarına bastırırken. “Seviştiğimizde
299
Em ily Snow
söyleyeceğin şey hu olacak... Benim adım, sadece Lucas... ”
“Bu çok tanıdık geliyor.” Sesimi alaycı ve neşeli tutmaya
çalışsam da kelimelerim boğuk çıkmıştı. “Lucas, ben...”
“Öyle olması gerekiyordu.” Ellerimi tutarak beni dizleri­
min üstüne çekti. Vücutlarımız birbirine değiyordu. Yüzümü
ellerinin arasına alıp nasırlı başparmaklarıyla yanaklarımı ok­
şadı. “Benim için çal...”
Piyanoya doğru yürürken Lucas’m sıcak bakışlarının
beni takip ettiğini hissedebiliyordum. Banka otururken içim­
den bir ürperti geçti. Yıllardır, çocukluğumdan beri hiç ders
almamıştım ama hâlâ iyi bir kulağım ve hafızam vardı. Your
Toxic Sequel’in en popüler şarkılarından biri olan ‘7ste”nin
ilk üç notasını çaldım ama Lucas boğazını hafifçe temizle­
yerek beni durdurdu.
“Başka bir şey... Her gece duymak zorunda olmadığım
bir şey çal...”
Bükülmüş parmaklarımı birkaç saniyeliğine tuşların üs­
tünde tutarak onun için mükemmel şarkıyı bulmaya çalıştım.
Sonunda gözlerimi kapatıp “Fade Into You” şarkısının açılış
notalarına bastığımda Lucas hiç ses çıkarmadan dinlemeye
başladı. İkinci dörtlüğe ulaştığımda omuzlarımda dokunu­
şunu hissederek kafamı yana çevirip yanağımı elinin üstüne
değdirdim.
Nakaratın son notalarını çalamadan ellerini kollarımda
aşağı kaydırıp parmaklarını benimkilere geçirdi. Sonra eğilip
dudaklarım kulağıma değdirerek, “Koltuğa, Sienna... Seninle
koltukta sevişmek istiyorum.”
300
Temas
“Hayır dersem ne olur? Eğer.
Ona bakmam için beni dikkatlice ayağa kaldırdı. Sonra
kollarımı kafamın üstünde sabitleyip dudaklarını dudakla­
rıma bastırdı ve nefessiz kalana kadar sertçe öptü. Kollanmı
bıraktığında geriye doğru sendeleyip bacaklarımın arkasını
banka çarptım. Lucas kafasını sallayarak, “Soru sormak yok,
Sienna,” dedi.
Ona karşı gelebilirdim. Bu sefer nasıl bir ceza bulaca­
ğını görmek için ona “neden” diye sorabilirdim ama yapma­
dım. Sözünü dinledim ve gözlerimi onunkilerden ayırmadan
yanından geçtim. Yavaş hareketlerle koltuğa tırmandıktan
sonra vücudumun ön kısmı koltuğun arkalığına değene dek
kaydım.
“Ne fark ettim biliyor musun?” Parmak uçları yumuşak
pamuk tişörtümün içine kaydı. Tişörtü çıkarmak için kolla­
rımı kaldırmamı işaret ettiğinde nefesimi tuttum. “Otobüs
konusunda yanılmışım.”
Kafamı çevirip ona baktım. “Ne?”
“Sana istediğim gibi dokunamıyorum. O kahrolası diş­
lerini sıktığında seni çılgına çeviremiyorum." Parmaklarını
dairesel harekelerle üstümde dolaştırırken ben süitin arka du­
varını tamamen kaplayan camlara doğru döndüm. “Bu lanet
olası günün her saatini senin içinde geçireceğim. Tadına ba­
kacağım. Sana dokunacağım. Anlıyor musun?”
Kafamı salladım. Parmaklarının hızlı bir hareketiyle sut­
yenimi çözdüğünde nefesim kesildi. “Eğer bir sutyenimi
daha parçalarsan senin...”
301
Emily Sno\v
“Tanrım, ne çok konuşuyorsun.’' Lucas koltukta arkama
geçince çıplak göğüslerim minderlere değene dek öne kay­
dım. Sutyenimi hiç zarar görmemiş bir halde koltuğun üstüne
koydu. “Gördün mü, sökük bile yok.”
Sonra saçlanmı ensemden çekip burnunu kürek kemik­
lerimin arasındaki hassas bölgede kaydırdı. “Çok güzel ko­
kuyorsun, biliyor musun?” Kafamla onay mı yoksa inkâr mı
olduğu belli olmayan bir işaret yaptığımda kıkırdadı. “Şimdi
seni soyma işini bitireceğim.”
“Lütfen...”
Üstümde kalan giysileri çıkartırken, vücudum a değişik
şekillerde dokunuyordu. Şortumun düğmesini çözüp bacak­
larımdan kaydırırken dikkatli ve nazikti ama külodum a geç­
tiğinde hareketleri kabalaştı.
Parm ağı
çamaşırımdaki
ıslaklığa değer değmez külodu iki parçaya ayırdı.
Çırılçıplak kaldığım da titreyerek koltuğun arkalığını
kavradım. Lucas koltuktan kalktı ama ne yaptığım görmek
için kafamı çevirdiğimde popoma sert bir şaplak attı.
“Arkam dön, Sienna...”
Dişlerimi dudağıma geçirerek kafamı önüme çevirdim
ve güneşin ilk ışıklan gökyüzüne yayılmaya başlarken cam­
dan dışansm ı izledim. Lucas birkaç dakikalığına valizini ka­
rıştırdı. Fermuarı kapattığını duyduğumda vücudum beklen­
tiyle titremeye başladı.
Yanıma döndüğünde çıplak olan Lucas koltuğa bir şey
bıraktıktan sonra ellerini omuzlanma koydu, kollanmdan aşağı
doğru kaydınp bileklerimi tuttu ve arkamda bir araya getirdi.
302
Temas
Ellerimi bağlayacağını düşündüm.
Ama beni şaşırttı.
Bileklerimi bırakıp koltuğa bıraktığı şeyi aldı. Bana tek­
rar dokunduğunda sağ bacağıma sarılan soğuk deriyi hisset­
tim. Kafamı eğdiğimde kemeri bağlayıp iyice sıktığını
gördüm.
“Bu ne?” diye sordum o aynı şeyi diğer bacağıma da ya­
parken.
“Bunlar,” diye başladı, sağ el bileğimi tutup bacağımın
dış kısmına yerleştirirken. “Esaret kelepçeleri.” Göstererek
açıklamak için derinin dış kısmına tutturulmuş daha küçük
kelepçeyi söktü. O bunu el bileğime bağlayıp sıkarken nefe­
simi kontrol altına almaya çalıştım. “Seni tamamen kendime
saklamak istediğim son seferde o ellerini kahrolası saçlarım­
dan çekememiştin çünkü.”
Sol bileğimi bağlar bağlamaz deri mekanizmayı test
ettim ve gerçekten de kolumu oynatamadığımı gördüm.
İçimde büyük bir arzu dalgası birikti. Kafamı eğip alnımı koltuğa dayadığımda popoma bir kez daha hafifçe
vurdu.
“Ayağa kalk,” dedi geri çekilerek.
Dikkatlice geri kaydım. Kalkarken sendelediğimde uza­
nıp beni tuttu. “Teşekkür ederim,” diye fısıldadım.
“Dön...”
Yüz yüze gelir gelmez göğsümü avuçladı ve göğüslerim
sertleşip ağırlaşana kadar hassas göğüs ucumu sıktı. “Hayatımda
gördüğüm en güzel şeysin sen. Başıma gelen en güzel şeysin."
303
Emily Sno\v
“ Sen de benim ,” diye mırıldandığımda hafifçe gülüm­
seyip alnımı öptü. Geri çekildiğinde dudakları içimi sarsan
çarpık bir gülümsemeyle gerilmişti.
“ Seni her yerde, her şekilde istiyorum.” Son sözcüklere
yaptığı vurgu yutkunmama neden oldu.
“ Her şekilde,” diye tekrarladım. Lucas kalçamı sertçe
sıkarak etrafımda dolaştı.
“Ben senin ilkinim,” dedi. Bu bir soru değildi. Tabii ki
o benim ilkimdi. Ondan önce böyle şeylerin aklımdan geç­
mesine bile izin vermezdim, çünkü bunlar yasak bölge gibi
geliyordu.
Ama şim di...
“Evet,” diye cevap verdim soluk soluğa*
“G üzel...” Önüme geçip elini düz kamımda kaydırırken
bana ciddi bir ifadeyle baktı. “Bana istediğinin bu olduğunu
söylemelisin. Sadece sözcüğü söyle Sienna.”
B u şubat ayında oynadığı oyunun aynısıydı. Beni dik­
katimi dağıtacak kadar tahrik etmişti ve sevişmek için yal­
varm am ı istem işti. O zaman çok fazla beklemiş, çok sert
oynam ıştım ama bugün öyle oyunlar için sabrım yoktu.
Gözlerimi onunkilere diktim. Aletine bakma riskine girmek
istemiyordum çünkü bakarsam söylemeye cesaret bulamazdım.
“ Beni her yerde becermeni istiyorum,” diye fısıldadım.
Dilini mükemmel dişlerinin üzerinde gezdirdi. “Bunu
söylediğini duymak burada başlamak istememe neden olu­
yor.”
“O zaman başla...”
304
Temas
Kafasını iki yana sallayarak önümde diz çöktü ve elle­
rini bacaklarımın dış kısımlarından bileklerime, oradan da iç
kısımlarına kaydırdı. Bağladığı kemerlere ulaştığında bacak­
larımı iki yana itti. Öyle çok itmişti ki düzgün durabilmek
için ona doğru eğilmek zorunda kalmıştım.
Lucas birden iki parmağını içime kaydırıp ıslaklığımı
kontrol etti ve ben titremeye başlayana, kızıl saçlarım ikimi­
zin de etrafına dağılana dek ileri geri hareket ettirdi.
“Lütfen,” diye haykırdığımda bacaklarımın arasındaki
yumuşak teni öpmek için kafasını çevirdi. “Lütfen, Lucas...”
Klitorisime dokunup ileri geri hareketlerle okşamaya
başladı. “Hiç bu kadar ıslak olduğunu görmemiştim.”
Evet, hiç böyle olmamıştım. Ve Lucas benimle oyna­
maya devam ederken alev almaya başladığımı hissediyor­
dum.
“Ah, kahretsin,” diye hırladı en sonunda. Ardından tek
bir hareketle beni sırtüstü koltuğa yatırdı, hızla dizlerimi
büktü ve kafasını bacaklarımın arasına gömüp beni yaladı.
“Vücudun beni delirtiyor, güzel kız. Tadın...” Devam etmek
için övgü dolu bir söz bulmak yerine ağzını kullanıp dilini
derinliklerime gömdü.
Gırtlağımdan bir zevk iniltisi yükseldi.
“Tanrım, Lucas.” Dilinin yerine iki parmağını geçirdi­
ğinde ürperdim. Dişleri klitorisimi bulurken parmaklarını
hızla ileri geri oynatmaya başladı. Ağzını üstüme kapattı­
ğında kalçalarımı yüzüne doğru kaldırdım.
Orgazmın başladığını, içimde dolandığını hissediyor­
305
Emily Sno\v
dum ama hissettiğim yeni bir şey daha vardı. Başparmağını
kalçama bastırırken nefes nefese doğruldum.
“Hâlâ istiyor musun?” diye sert bir sesle sorduğunda
korku ve hırsla kafamı salladım.
“Lütfen...”
Lucas dikkatliydi ama parmaklan içime kayarken acı ve
zevkle haykırdım. Bir saniye sonra göğsünü göğsüme bas­
tırdığını, koyu renkli saçlarının yüzüme düştüğünü hissettim.
Sert aletiyle içimi doldururken dudakları ve diliyle inleme­
lerimi bastırdı. Ağzında kendi tadımı alıyordum.
Parmakları ve aleti açlıkla içimde hareket ederken kal­
çamı hareket ettirerek ona eşlik ettim. Omuzlarını kavramak
için uzanmak istediğimde ellerimi hareket ettiremeyince tır­
naklarımı kendi bacaklarıma batırdım.
Soluk soluğa, “Seni düzenbaz pislik,” dediğimde dudaklanm a doğru bir kahkaha attı.
“Seni seviyorum, Sienna,” diye homurdandı. “Kahrolası
hayatımda hiçbir şeyi sevmediğim kadar seviyorum seni.”
Birlikte doruğa ulaştığımızda geri çekilip bacaklarım­
daki kemerleri açtı. Ben de kollarımı omuzlarına sarıp yü­
züm ü boynuna gömdüm. “Tanrım, ben de seni seviyorum.”
306
On Beşinci Bölüm
Lucas
Ertesi gün ses provasına gitmeden önce Sienna’yı bir
kez daha içimde hissetmek istesem de onu uyandırmamak
için kendimi kontrol etmeye çalıştım. Dün sabah ve gece hiç
yetmemişti. Duş alıp giyindikten sonra, ana yatak odasında
gidip yanma oturdum. Sienna yatakta yüzüstü yatıyordu ve
ipeğimsi beyaz yatak örtüsü çıplak bedenini sarıyordu.
Elimi beline götürüp parmaklarımı yumuşak teninde gez­
dirdiğimde anlaşılmaz bir şeyler fısıldayarak gülümsememi
sağladı. Si’yi bu kadar dayanılmaz yapan, birlikte olduğum
diğer tüm kadınlardan farklı olmasını sağlayan da buydu. Beni
hep gülümsetiyordu. İçime, hâlâ alışmaya çalıştığım bir sıcak­
lık yayıyordu. Işığa çıkmak istememi sağlıyordu.
Komodin çekmecesinde bulduğum kâğıtla kalemi alıp
Sienna’ya kısa bir not yazdım.
307
E miİv Sn on'
Konser alanına ses provasına gidiyorum. İstediğin şeyi
sipariş et...
Sonra yumuşak omzunu öperek onu bırakıp gitmek için
kendimi zorladım. Asansörle lobiye inerken tekrar yola çık­
madan ve Sienna’nın Nashville’e gitme vakti gelmeden önce,
bu öğleden sonra onunla mümkün olduğunca fazla vakit ge­
çirmeye yemin ettim.
Konser alanına vardığımda son gelen olduğumu görerek
şaşırdım. Sahneye çıkarken bilmiş gözlerle bakan grup arka­
daşlarıma kafamı salladım. “Eğer kahrolası tek kelime eder­
seniz aşağı uçururum siz i/' diye tehdit savurduğumda Wyatt
alaycı bir şekilde güldü.
“Görünüşe göre gecen berbat geçm em iş/' diye mırıl­
dandı mavi K ram er’ını önüne geçirirken. Burun delikleri ge­
nişledi. “Kız kardeşinden beni rahatlatmasını istiyorum ama
kahrolası bir duvarla konuşuyorum sanki...”
Kafamı geriye atarak güldüm. Wyatt henüz bilmiyordu
ama Kylie birkaç durak sonra bize katılmaya karar vermişti.
Onunla geçen haftanın sonunda, Dallas konserinden önce ko­
nuşup ikna etmiştim. Katılmaya karar vermesinin asıl sebe­
binin konser için A tlanta’ya gittiğimizde anne babamızı
görmek olduğunu söylemişti ama bu saçmalıklarla beni kan­
dıramazdı, çünkü anne babamızı ne zaman istese görebilirdi.
Kardeşim turnelerle alakalı her şeyi; konser alanlarım,
kalabalık otobüsleri, Wyatt M cCrae’yi severdi.
İlk başta New O rleans’ta kalmak istem esinin nedeni,
Wyatt’ın onu aldattığını görme korkusuydu. Şimdi ekipteki
308
Temas
arkadaşlarından, McCrae’nin uçkurunu sağlam tutmayı ba­
şardığını öğrenince tekrar gelmek istemişti.
Sinjin elindeki bagetleri pantolonunun arka cebine so­
karak Wyatt’la ikimizin arasından geçti. “Şu işi bir an önce
bitirelim de odama geri döneyim.”
“Zor bir gece miydi?” diye sorduğumda arkasını dönüp
omuz silkti.
“İçkiye bir sürü para harcadım ve iki sarhoş sürtüğü
odamdan kovmak zorunda kaldım.” Davullarının arasına otu­
rup bagetlerinden biriyle şakağını kaşıdığında dikkatim kan
çanağına dönmüş gözlerine kaydı. “Yani berbat geçtiğini
söyleyebilirim.”
Hepimiz yorgun olduğumuz ve bir an önce otellerimize
dönmek istediğimiz için turne başladığından beri ilk kez so­
runsuz bir ses provası geçirdik. İşimiz bittikten sonra Tyler’a,
bu akşam Sin’in partisine geleceğimi haber verdim ve birkaç
adım arkamdan gelen David’le birlikte binadan ayrıldım.
Ama otoparktaki kiralık aracıma ulaşamadan önce, Wyatt ar­
kamdan durmam için seslendi.
Wyatt lafı dolandıran biri hiç olmamıştı, bu yüzden ilk
önce David’den gitmesini istediğinde konuşmanın iyi bir
yere gitmeyeceğini anladım. Korumam gittikten sonra Wyatt
bana dönüp, “Cal’le konuştuk da, acaba Louisville’de de dursak mı?”
“Louisville turne programında değil,” dedim. ‘’Soıı da­
kikada ayarlanan şeyler iyi gitmez.”
Siyah BMW’nin önüne oturdu. “Dalga mı geçiyorsun '
309
Emily Sn om
Tyler istese bu ülkedeki her konser alanını şu anda arayabilir
ve o daha konuşmayı bitirmeden her şey ayarlanmış olur.”
Bu konuda hiçbir şüphem yoktu. Ama yine de Louisville'e gitmeyecektim. İki yıl önceki son turnemizde o yerden
uzak durmuştum, şimdi de uğraşmaya niyetim yoktu. “O
zaman Cal. Tyler ve sen gidin. Ben gitmeyeceğim.”
'‘Cilla da gitmek istiyor.”
Bunu duymak daha da sinirlenmeme neden oldu. Cilla
çoğu zaman sarhoş oluyordu. Yani Louisville’e son gittiğimiz
zaman yaşanan hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Ama yaşananlar
beni öfkelendiriyordu, çünkü Cilla’nm dört yıl önceki o gece
çaldığımız konser alanında seyircilere sürtüklük yaptığı
video hâlâ internette dolaşıyordu.
Wyatt kafasını beklentiyle eğdiğinde ona gergin bir şe­
kilde gülümsedim.
”0 halde cümleyi değiştireyim. Cal, Tyler ve sen gidin,
Wicked Lam bs’i de yanınızda götürün.”
Bu, Wyatt ve Cal’in başka bir grupla ilk kez bir şeyler
yapışı değildi ve eminim ki sonuncu da olmayacaktı.
Wyatt ellerini savunmacı bir şekilde kaldırdı. “Tamam,
kapa çeneni... O kadar da büyük bir mesele değil ki...”
Ama büyük bir meseleydi. Buradan bir an önce gitme­
liydim, çünkü kafamın zonklamaya başladığını hissedebili­
yordum. Bu konuşmayla günümün geri kalanını mahvetmek
üzereydim. Başka tek kelime etmeden BM W ’nin sürücü ka­
pışma yöneldim.
Wyatt da kafasını kullanıp arabanın üstünden indi ve
310
Temas
geri çekilip ellerini kafasının arkasında birleştirdi. Ben de
ona bir daha bakmadan hızla otoparktan ayrıldım.
St. Louis’i, turneye gittiğim diğer şehirler kadar iyi bil­
miyordum ama yine de arabayı GPS’imi açmadan sürüyor­
dum. The Avery’ye dönmeyecektim -henüz olmazdı- çünkü
öfkemden dolayı Sienna’ya kötü davranmak istemiyordum.
Olabildiğince gevşeyene dek arabayla şehirde dolaştım ve
trafik sıkışıklığından dolayı otele planladığımdan daha geç
dönmek zorunda kaldım.
Lobiye girdiğimde karşılama görevlisi beni durdurup
çıkış işlemlerini yapmak için geciktiğimi söyleyince kredi
kartımla bir gecenin daha ücretinin ödenmesi için evrakları
ve görevlinin oğlu için de bir imza verdikten sonra en üst
kata çıkan asansöre bindim.
“Ben geldim,” diye bağırdım süite girer girmez ama Sıenna cevap vermedi. Tişörtümü çıkartıp kiralık arabamın
anahtarıyla birlikte bar tezgâhına fırlattım. “Sienna?” Yine
cevap gelmeyince Sienna'nın uyuduğunu düşünerek sessiz
adımlarla dairede ilerledim.
Ama yatak odasının hafif aralık Fransız kapılarının
önünden geçerken içeriden gelen sesle olduğum yerde kal­
dım.
Bu bir akustik gitarda zahmetle çalınan notaların, daha
doğrusu benim şarkım “Hayranım Sana”nın notalarının se­
siydi. Kapının sol tarafını dikkatlice ittim. Sienna yatak ba­
311
Emily Snow
şına dayanmıştı; kucağına aldığı gitarı çıplak vücudunu ört­
müştü. Kapıda olduğumu fark etmemişti; zaten ben de orada
olduğumu henüz belli etmek istemiyordum.
Onu izlemek fazla kışkırtıcıydı.
Zor bir notaya basmaya çalışırken dişlerini sinirle sıkışı,
bir hata yapmadan on beş saniye boyunca çalmayı başardı­
ğında kızıl saçlarının Gibson’ın üstüne dağılışı ve her şeye
baştan başlamadan önce içini çekip mavi gözlerini kapatışı...
Bu inanılmaz derecedeki seksi yaratığın, çırılçıplak
halde benim geçici yatağımda, benim ona verdiğim gitarı çal­
masını izlerken aletimin sertleşmeye başladığını hissettim.
“Biliyor musun,” diye konuşmaya başladığımda kafası
birden kalktı. Gözleri şaşkınlıkla açıldı ve bir saniye sonra
yüzünde mahcubiyet belirdi. Bu en başında beni ona çeken
güvensiz bakışlarından biriydi. Elini sıkılgan bir şekilde saç­
larından geçirirken bakışlarım kızarmış boynuna odaklan­
mıştı. “Hayatımdaki en berbat günü geçirmiş olsam bile
senin yüz adım yakınına geldiğimde her şey değişiyor.”
Dilini dudaklarında gezdirerek gitarı desteklediği dizini
salladı. “Kötü bir gün mü geçiriyorsun? Her şey yolunda
mı?”
“Şu anda her şey mükemmel...” Gevşemek için kendimi
zorlayarak üç uzun adımla yatağa gittiğimde Sienna elini
göğsüme koyup tırnağını dövmemin üstünde kaydırdı.
“Wyatt turnede olmayan bir şehre uğramak istiyormuş. Git­
meyeceğimiz bir şehre...”
Gitar penasını komodinde duran yarısı yenmiş yiyecek
312
Temas
tepsisinin yanma bıraktı. “Neden gitmek istemiyorsun peki?”
“Louisville,” diye hırladım ama bu meseleyi anlataca­
ğım son kişi oydu. Ona söylememin tek nedeni gidip Cal,
Wyatt ve hatta Sinjin’e sorabilecek olmasıydı. Arkadaşlarım
da oradaki son turnemizden beri şehirden sanki veba varmış
gibi uzak durduğumu seve seve anlatırlardı. “Ben kesinlikle
gitmeyeceğim.”
Kafasını eğdiğinde söylediklerimi sindirirmiş gibi gö­
ründü. Sonra soru soran bakışlarını bana doğru kaldırdı.
“Neden gitmeyeceksin? Ben Louisville’i çok severim.”
“Çünkü daha sırada bir sürü şehir var, Kırmızı.” Sesim
istediğimden daha sert çıkınca irkildi. “Bak Si, bu tume si­
nirlerimi bozmaya başladı. Daha fazla stres eklemek istemi­
yorum,” diye devam ettim daha yumuşak bir tonla.
Yanma oturup bakışlarımı pürüzsüz bacaklarında gez­
dirirken o gitarın sapıyla oynuyordu. “Tume neden sinirlerini
bozuyor?” diye sordu tereddütlü bir şekilde.
Elimi yanağına götürdüğümde yüzünü avucuma sürttü.
Bu küçük hareket bile koluma bir şok dalgası yayılmasına
neden olmuştu. Ona dokunmak her zaman çok doğru geli­
yordu.
“Lucas?”
“Hmm, şöyle diyelim, seninle dün akşam yaptıklarımızı
yapamadığımız için mesela...” Soluk renkli bacaklarında baş­
layan kızarıklık göğüslerine doğru yayılırken gitarı kucağın­
dan alıp kenara koydum ve leziz vücudunu izledim. “O lanet
olasıca otobüste olduğumuz için...” Başparmağımın ucunu
313
Emilv Sno\\'
dilimle ıslatıp göğüs ucunu sertleşene kadar okşadım.
Sienna dişlerinin arasından keskin bir nefes aldı. “Oto­
büsümüz tekerlekli, lüks bir ev gibi," diye hatırlattı.
“Yanından geçtiği her şeyi davul olarak kullanan biriyle
paylaşmak zorunda kaldığımız tekerlekli, lüks bir ev,” diye
ekledim dikkatimi diğer göğsüne vererek. “Ayrıca boktan ye­
mekler de var.”
Yumuşak tenini sıkıp parmaklarımın arasında oynarken
kafasını yana çevirip yüzünü ifadesiz tutmaya çalıştı. “Kon­
ser alanlarının çoğu harika yemekler sunuyor.” Ona şüpheci
bir şekilde baktığımda dudakları acı dolu bir gülümsemeyle
aralandı. “Hepsi demedim, çoğu dedim.” Vücudunu, kullan­
dığı sabunun tatlı kokusunu duyabileceğim kadar yakınıma
kaydırıp gözlerime baktı. “Bu kadar mı?”
Elimi göğsünden çektim. “Evet, bu kadar...”
“Emin misin?”
Sanki bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. Göğsümde bir
sancı hissettim, çünkü ne söylemek istediğini biliyordum.
Geçen gün Sinjin beni bir kenara çekip internette hakkında
yazılan saçmalıkları anlatmıştı. Yorumların çoğunu sildir­
meyi başarmıştım ama başka yorumlar da olacaktı. Her
zaman olurdu. Onu böyle şeylerden ve yaptığım şeylerle bir­
likte gelen tüm olumsuzluklardan korumayı her şeyden çok
istiyordum.
Ama sinirlenerek onu kendimden uzaklaştırmak istemi­
yordum.
Konuştuğunda sesi bir oktav kısılmış, kışkırtıcı ve alaycı
314
Temas
bir tona bürünmüştü. Vücudumu sanki çıplakmış gibi okşa­
yarak, “O halde seni sevmeme izin ver, Lucas,” dedi.
O
geceki konserimizden sonra Sinjin, konser mekânının
reklam müdürüyle Tyler’ın ortak olarak düzenledikleri
doğum günü partisinin düzenleneceği sahne arkasına gelme­
yerek, bu turnede kırdığı bir yere zamanında gelme rekorunu
cehenneme gönderdi. Neredeyse herkes gelmişti: iki grubun
üyeleri ve Sin’in hap kullandığı günlerde kötü davrandığı
personel dışında çoğu ve Tyler... İçinden her an bir striptiz­
cinin fırlayabileceğim düşündüğüm kocaman bir pasta yap­
tırmıştı.
Sin’i bildiğim için muhtemelen pastadan bir striptizci
çıkardı ve o da Zoe’yi, birlikte olmayı reddettiği kızı unut­
turması için striptizciyi otobüse götürürdü.
“Onu araşan mı?” diye sordu Sienna endişeli bir şekilde,
tuvaletten geldikten sonra. Koridorlarda Sin’i aradığını bili­
yordum ve bu yılın başındaki husumetlerinden sonra iyi ge­
çindiklerini görmenin içimi rahatlattığını itiraf etmeliydim.
Sinjin tümenin başından beri, normalde kız kardeşime karşı
gösterdiği korumacı gaddarlığı, Sienna’va da gösteriyordu
ve artık bunun onu tehdit etmemle alakası olduğunu sanmı­
yordum. “Beıı arasam mı?”
“Sin bu...” Onu kucağıma çektim. Yiizü kızarırken bin­
leri bize bakıyor mu diye etrafına bakındı. Bakışlarını tekrar
kendime çevirmek için çenesini tuttum. “Rahatla... Herkes
Emily Snow
benimle birlikte olduğunu biliyor. Zaten ben bu insanların ne
dediğini kıçıma takmıyorum. Başkalarının dediklerini de
takmıyorum. Bırak konuşsunlar.”
“Sinjin hakkında konuşuyorduk,” diye belirtti, ellerini
tuhaf bir şekilde omuzlarıma koyarak.
Göğsüme dayadığı bileklerine sırıtarak baktım. “Gele­
cek,” diye söz verdim.
Sinjin yarım saat ve Tyler’m telefonuna gönderdiği bir
sürü mesajdan sonra geldiğinde kolunda kısa boylu, sevimli
bir sarışın vardı. Kahverengi gözleri, gergince odada dolaşan
kızı bir yerden tamsam da çıkaramadım. Sienna bunun dün
otele götüreceğinden bahsettiği kızlardan biri olup olmadı­
ğını sorduğunda omuz silktim.
“Sanınm o kızlarla işler iyi gitmemiş ama onlardan bi­
riyse bile bu Sinjin’in fikrini ilk değiştirdiği sefer değil.”
Bazı kadınlar kendilerine ne kadar kötü davranırsa davransın
Sinjin’e geri dönerlerdi.
Bunu itiraf etmekle kendimi pislik gibi hissetsem de
belki de Sin’le birbirimizi bu kadar iyi anlamamızın sebebi
buydu.
Sinjin herkesle konuşmak için odaları dolaştıktan sonra
bizim birkaç adım ötemizde kostüm görevlisi Maggie’yle ko­
nuşmakta olan Cilla ile Brady’nin yanma geldiğinde Cilla
sohbetini kesti. Brady’nin de susması için elini kaldırıp, “Bu
hangisi, Sin?” diye sordu.
“Seni ilgilendirmez.” Sin hatasının farkına vararak sa­
rışım oradan uzaklaştırmak istedi. “Hadi g e l...”
316
Temas
Kız onun elinden kurtulup Cilla’ya baktı. “Pardon, ne
dediniz?”
Cilla kafasını yana eğip yeşil gözlerini kısarak kızı in­
celedi. “Dün gece lobide sen ve arkadaşınla karşılaşmıştık,
değil mi?” Alayla güldü. “Bu gece geleceğini sanmazdım.”
“Tanıştığımızı sanmıyorum ” dedi sarışın soğuk bir
sesle. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Yanındaki Sinjin’in ne
hissettiği yüzünden anlaşılmıyordu. “Ben Zoe Whitlow, Sin­
jin’in memleketindeki arkadaşlarından biriyim.”
Sienna keskin bir nefes alırken ben yerimden fırladım
Sinjin kendisini kaybetmek üzereydi.
“Bana bir saniye izin ver,” dedim Sienna’ya. Kafasını
salladığında Sinjin’e doğru gittim ve onunla ya da Zoe'yle
konuşmak yerine elimi Cilla’nın beline koydum.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu Cilla, ben onu odadan çı­
kartıp koridora götürürken.
“Daha da kabalaşmanı önlüyorum.”
“Gördün mü, beni umursuyorsun.” Bana yaslanmaya
çalıştığında nefesinde alkol kokusu almayınca oldukça şaşır­
dım. Ve hayal kırıklığına uğradım. İçeride Sin’e ne yaptığını
çok iyi biliyordu. “Biber’e gitmesini söyledin mi?”
Onu kendimden uzakta tutmak için omuzlarını kavra­
dım. “Korkarım ki hayır...”
“O zaman ne halt istiyorsun benden?” diye bağırdı.
Öfkeyle geri çekildim. Aslında Cilla her zaman böyle
değildi. Kibirli ve dengesizdi ama hiç böyle biri olmamıştı.
Son birkaç yılda çok kötü bir insana dönüşmüştü. Daha sertti.
M7
Emilv Snow
Bu yılın başlarındaki doğum giinü partisine gitmem için bana
yalvarmasına izin verdiğim için pişmandım, çünkü o partiye
gitmek onu görmeden geçirdiğim uzun sürenin sonu olmuştu.
Onunla arama tekrar mesafe koymam gerekiyordu.
Dişlerimi sıkarak konuştum. “Bu gece Sinjin’den uzak
dur...”
Cilla saçmalama sanatında usta olduğu için yüzüne hızla
boş bir ifade yerleştirmeyi başardı. Mavimsi yeşil gözleri
boşlaşmış, dudakları aralanmıştı. Gözlerini birkaç kez kırptı.
“Ne?”
Artık onunla bunu yapacak sabrım kalmamıştı.
“Seninle işim bitti,” dedim iğrenerek.
Ellerimi omzundan çekip yanından ayrılmak için dön­
düm ama tırnaklarım telaşla tişörtüme gömdü. “Bu da ne
demek?”
Elini üstümden iterek dudaklarımı büktüm. “Daha açık
nasıl söylenir bilmiyorum. Kişisel hayatımda da profesyonel
hayatımda da seninle birlikte olamam artık...”
Zorlukla yutkunup ellerini yüzüne sürdü. “Küçük bir
şaka yapıp Sinjin’in küçük kız arkadaşıyla uğraştım diye
m i?”
“Birlikte olduğun her adanı ayaklarının dibinde dolan­
mıyor diye kendini mahvetme yolunu seçiyorsun çünkü. Se­
faletten zevk alıyorsun. Bence en kötüsü de bu. çünkü bana
eski karımı hatırlatıyor.” Dudaklarımı öfkeli b-r gülüm se­
meyle gerdim, “Ve bana Samantha’yı hatırlatan her şeyden
uzak durmaya çalışıyorum.”
318
Temas
Cilla’nın gözlerinden akan yaşlar makyajını mahvedi­
yordu ama bu oyunları yemiyordum. “Bak, özür dilerim.”
“Benden Özür dileme.” Tekrar ona doğru eğilerek par­
mağımla kapıyı işaret ettim. Buradan bile Zoe’nin artık Sinjin ’e fazla yakın durmadığını, Sinjin’inse her an aylar, hatta
yıllar öncesine gitmesine neden olacak bir çöküntü yaşaya­
cak gibi göründüğünü görebiliyordum. “O her şeyi mahve­
den kıçını kaldır da Sinjin’den ya da Zoe’den özür dile...”
Suratında, birileriyle yüzleştiğinde takındığı o ürkek
ifade belirince neredeyse doğru olanı yapıp her şeyi yoluna
sokmak için Sin’den özür dileyeceğini düşündüm. Ama
bunun yerine topuklarının üstünde dönüp bu akşam kullan­
dığı soyunma odasına yöneldi.
Ve “Tyler’a söyle otobüsüm harekete hazır olduğunda
bana mesaj atsın,” diye bağırdı.
311
»
On Altıncı Bölüm
Sienna
“Pekâlâ, dökül bakalım. ıMaddelerin ne kadarını tamam­
ladın?” diye sordu arkadaşım Ashley, dünyanın en fazla
anahtarının takılı olduğu anahtarlığındaki açacakla elindeki
biranın kapağını açarken.
Cumartesi akşamıydı ve dün öğleden beri Nashville’deydim. Ashley saat 10.30’da, ben duştayken mesaj atıp
anne babasının barı The Beacon’daki karaoke gecesine ka­
tılmak isteyip istemediğimi sormuştu. Büyükannem normal­
den bir saat önce yatmıştı ve A shley’yi haftalardır
görmüyordum. Bu yüzden hemen davetini kabul ettim.
Geçirdiğim berbat günden sonra bunu kendim için yap­
maya ihtiyacım vardı.
On iki saat boyunca çalıştıktan sonra eve döndüğümde
Lucas’m eski karısının evime, sadece “Fahişe” kelimesinden
320
Temas
oluşan bir mektup gönderdiğini ve Facebook mesajımı rapor
ettiğini görmüş, müşterilerimden birininse tüm randevularını
süresiz olarak iptal etmemi isteyen e-postasını almıştım.
“Sienna?” Ashley düşüncelerimi nottan uzaklaştırıp tık­
lım tıkış bara ve Florence Welch’in “Howl” şarkısının tiz bir
sesle berbat edildiği ana dönmemi sağladı.
“Hangi maddeleri?” diye sordum alaycı bir şekilde sırı­
tarak.
Gözlerini devirerek tavana, küçük bara endüstriyel bir ha\ a
veren açık borulara baktı. “Neden bahsettiğimi çok iyi biliyor­
sun.” Ben cevap vermeyince homurdanıp çenesini yumruğuna
dayadı. “Ah hadi ama, hiçbirini yapmadığım söyleme...**
Birkaç hafta önce Nashville’de bana verdiği listeyi ve
şimdiye dek üstünü çizdiğim maddeleri düşündüm. “Dört ya
da beş tanesi kaldı. Ve evet, CaFin vücudundan içki içme
maddesini es geçeceğim.” Ashley’nin dudakları hayal kırık­
lığıyla ince bir çizgi halini alınca ellerimi savunmacı bir şe­
kilde kaldırdım. “Turne bitmeden hepsini tamamlayacağımı
düşünüyorum. Yani, daha üç hafta var. Ve unutma, on iki gün
sonra kendileri burada olacaklar.”
Tam da umduğum gibi Your Toxic SequeFin yaklaşan
konserinden bahsetmek konunun değişmesini sağladı. Ashley
bana sırıtıp ellerini heyecanla çırptı. “Telefonumdaki sayaç
geriye doğru sayıyor.” Kafasını iki yana salladı. “Biliyorum,
biliyorum... Tam bir zavallıyım. Dünyadaki en büyük hay­
ranları benim...”
Grubun diğer hayranlarının yaptıklarını gördükten sonra
321
E m ily Srıou'
bundan oldukça şüpheliydim ama bııııu A shley'ye söylem e­
dim. “ Belki buladalarken kahrolası listeni kendin bitirebilir­
sin,” dedim kısık sesle.
Filerini gökkuşağı saçlarından geçirip dram atik bir şe­
kilde gözlerini devirdi. “ Bu hiç eğlenceli değil ki...”
Masanın ortasındaki telefonum gelen mesajla titredi.
Ekrana baktığımda mesajın Lucas’tan olduğunu gördüm.
İşten eve geldiğimden beri mesajıma cevap vermesini bekli­
yordum. Mesajı açarken gülümsemem beni ele vermiş olma­
lıydı ki Ashley kısık bir ıslık çaldı.
“Sana bir sürü soru sorabilirim aslında ama şimdiden
kıpkırmızı oldun zaten. Bu yüzden bugün sadece işin hak­
kında soracağım. Meraklı zihinler bilmek istiyor, bu yeni tel­
evizyon programı izlenmeye değer olacak mı? Müzik
Şehri'nin Jersey Shore'u gibi bir şey mi?”
“Oldukça... sıkıcıydı. Yani iş sıkıcıydı. Program nasıl
olacak bilmiyorum.” Diğer müşterimin randevularını iptal
ettiğini söylemedim. Bir politikacının eşi olan bu müşterimle,
kostüm danışmanlığı işine başladığım günden beri çalışıyor­
dum. Kadının e-postası iki cümleden oluşuyor, “Halkın gözü
önündeki diğer işim,” nedeniyle benimle olan ilişkisini
devam ettirmemesinin daha uygun olacağını söylüyordu.
E-postayı okuduktan sonra gözlerim yanana kadar bil­
gisayarın ekranına bakakalmıştım.
Kadına randevuları iptal etmesinin sebebinin Lucas*la
internette dolaşan fotoğraflarımız mı, yoksa akla gelebilecek
her türlü yalanla ismimi karalayan YTS hayran siteleri mi ol­
322
Temas
duğunu soran bir e-posta göndermeyi düşünmüştüm.
Bugün akşam yemeğinden sonra aptal gibi gidip hayran
sitelerinden birine, YTS Hakkında İler Şey bakmış ve hamile
olabileceğimle ilgili haberi okumuştum. Yarın sabaha haberin
değişeceğine, bebeği gizlice aldırarak Lucas’a ihanet ettiğimi
yazacaklarına emindim. Ya da bebeğin Cal veya Sin’den ol­
duğunu söylerlerdi. Hatta Kylie’den olduğunu bile söyleye­
bilirlerdi.
Durum çok üzücü ve korkunç olmasa gülebilirdim.
“Tanrım, kızım ya, buraya geldiğinden beri dalıp duru­
yorsun,” diye yakındı Ashley. “Dedim ki sıkılmak iyidir ama
yoldayken hiç sıkılmadığmdan eminim.” Huzursuz bir şe­
kilde bira şişesinin ağzıyla oynamasından anladım ki Your
Toxic Sequel ve turne hakkında sormak istediği bir şeyler
vardı.
Bu akşam berbat bir arkadaş olduğumdan dolayı ken­
dimi çok kötü hissettiğim için birkaç saniye durduktan sonra,
“Tamam, dökül,” dedim.
Avuçlarını masaya dayayarak bana yaklaştı. “Cilla Craig?”
Ne söyleyeceğimi iyice düşündüm ama sonra kafamı iki
yana salladım. Nazik olmanın canı cehennemeydi. “File
çorap giyip MAC ruj süren bir şeytan...”
“Biliyordum. Biliyordum'” Ashley sırtını dikleştirip bi­
rasından bir yudum aldı ve alkolün tadıyla burnunu kırıştırdı,
“lyy, bir daha bu iğrenç şeyden almayalım. Soğuk sidik gibi
bir şey...” Neredeyse tamamen dolu şişeyi masanın kenarına
itti. “ Bu Lambs’i ilk defa canlı izleyişim olacak. Daha önce
323
Em Uy Snow
C illa'm n sahneden aşağı mikrofon atacağından ya da bunun
gibi delice bir saçmalık yapacağından korkmuştum.”
Kaşlarımı çatıp konuşmaya devam etmesi için işaret et­
tiğimde, “YouTube’da, birkaç yıl önce Y TS’yle turneye çık­
tıklarında Louisville’de çekilmiş bir videosu var. Seyircilere
patlamış. Buz küpü fırlatıp çığlıklar atmış ve tehditler savur­
muş.”
İki gece önce Cilla'nm Sinjin’e yaptıkları halâ gözümün
önündeydi. Boğazımın yandığını hissettim. “Neden şaşırma­
dım acaba?”
“Her neyse, b e n ...” Kapı korum alarından biri olan
Nick, yanımızda durup kulağına bir şey fısıldarken Ashley
konuşmayı kesmişti. Adam gittiğinde Ashley dudaklarını kı­
vırdı. “Kahretsin, barmenin çocuklarından biri hastalanmış,
bu yiizden kadın erken ayrılmak zorundaymış. Bana yirmi
dakika verir misin? Bakayım yerine geçecek birileri var mı?”
Kafamı sağa sola sallayıp tabureden aşağı kaydım.
“Benim eve gitmem lazım. Yarın sabah uçağım var. Ondan
önce Seth ve büyükannemle erkenden kahvaltı edeceğiz.”
Ashley de kendi taburesinden atladı. “İyi eğlenceler,”
diye bağırdı, sahnede K esha’nın şarkısını katletmekte olan
çakırkeyif adamın sesini bastırmak için. İki adım uzaklaş­
mıştı ki arkasını dönüp parmağını dudaklarına vurdu. “Unut­
madan sorayım, ne zaman burada olacaksın?”
“Beş gün sonra...” Your Toxic Sequel’in konserine kadar
da Nashville’de kalacaktım, çünkü bugün çalıştığım ekiple
daha uzun bir süre için kontrat imzalamıştım. Ayrıca bir de
324
Temas
özel müşterim vardı ama bugün aldığım e-postadan sonra bu
müşterimi de kaybedip kaybetmeyeceğimi bilemezdim. “Bir
şeyler yapmak için konuşuruz.”
Ashley 80’lerde moda olan yumruk selamlaşmasını yap­
mak için elini kaldırdı. “Pekâlâ, anlaştık. O zaman görüşürüz.
Listede Cal’in göbek deliğini içermeyen başka madde kal­
masın. .. Bana yardımcı ol, Sienna.”
Zorlama bir kahkaha atıp dediğini yapacağıma söz verdim.
On beş dakika sonra, büyükannemin evine girip kapıyı
arkamdan kilitlerken Ashley’nin bu akşam söylediği şeyi dü­
şünerek ürperdim. Merdiveni sessizce tırmanıp aşırı sıcak
odama girdikten sonra kot pantolonumdan kurtulup direkt
olarak bilgisayarımın başına oturdum ve Cilla’mn Louisville’de yaptıklarını Google’a arattım.
İlk haber Louisville’deki Wicked Lambs konseri esna­
sında otoparkta saldırıya uğrayan bir adamla ilgiliydi. Bunun
hemen altındaysa aradığım şey vardı.
Videonun üstüne tıkladım.
Ve beş dakika otuz dokuz saniye boyunca Cilla’nın bir
şarkı boyunca hıçkırmasını, ardından seyirciye gidip kendi­
lerini becermelerini söylemesini ve sonunda küçük bir kova
buz küpünü üstlerine fırlatmasını korkuyla izledim.
Videodan sonra ağzımda iğrenç bir tat kalmıştı.
Gelen bir mesajın sesiyle irkilip ekranın tepesindeki
açık pencereye baktım. Facebook profilindeki soyadını so­
nunda Wolfe’tan McCrae’ye çevirmiş olan Kylie’den bir
mesaj gelmişti.
325
Emily Stunv
K ylie MeCrae: Bil bakalım yakında kiminle görüşecek­
sin?
Yanağımın içini ısırarak cevabımı yazdım. Dur tahmin
edeyim; inanılmaz mavi saçları olan kısa boylu, muhteşem
biriyle mi?
Kylie MeCrae: Evet, evet. Ama saçlarımı yine boyadım.
Sanırım bu haline bayıldım.
Yüzümü buruşturdum. Kylie birkaç ay önce platin sarısı
ve kiraz kırmızısı renkleriyle saçlarının halka şeker gibi gö­
rünm esine neden olmuştu. Bu sefer hangi rengi seçtiğini so­
racaktım ki bir fotoğrafını yolladı. Acı verici derecede yavaş
olan internet bağlantımız yüzünden çok yavaş yüklendiği için
fotoğrafı parça parça görebildim. En sonunda, yüzüne şaşkın
bir ifade yerleştirerek kafasını işaret eden Kylie bir bütün
olarak karşımdaydı. Saçları tamamen sade bir koyu kahve­
rengiye boyanmıştı.
Kylie MeCrae: Dilinin (elinin?) tutulmasına neden ol­
duğuna göre saçıma bayıldığını sanıyorum. Ve bir sonraki
sorularının cevabını da vereyim: Bu benim normal saçım ve
A tlanta ’dan New Orleans ’a kadar otobüste olacağım.
Yani Phoenix ve Los Angeles konserleri hariç turnenin
geri kalanında bizimle olacaktı. Son iki konsere neden katıl­
m ayacağını sorduğumda, hemen cevap verip henüz hiçbir
şeyin belli olmadığını söyledi.
Bu da ne dem ekse...
Ekrana sırıttıktan sonra onu görmek için sabırsızlandı­
ğımı söyleyen bir mesaj yazmaya başladı ama sonra mesajı
326
Temas
sildim. C illa’nın videosu hâlâ aklımdaydı. Neler olduğunu o
zamanlar muhtemelen yanlarında olan Kylie’den başka kime
sorabilirdim ki?
Hey, tuhaf bir sorum var, şu Louisville konserinde
Cilla ’nın ne sorunu vardı?
Aylar önce Facebook’ta sohbet etmeye başladığımızdan
beri Kylie ilk kez anında cevap vererek şoka girmeme neden
oldu.
Kylie McCrae: Takip edildiğini düşünüyordu. Binlerin­
den mektuplar ve hediyeler alıyordu. O konserden önce de
bir mektup aldığı için kendisini kaybetmişti. Oldukça...
üzücü bir durumdu. Onun için çok kötü hissetmiştim.
Mektuplar ve hediyeler... Bu bugünlerde Sam'in bana
yaptığı şeye öyle çok benziyordu ki midemin bulandığını his­
settim. Ama bazı şeyler de netlik kazanmıştı. Cilla’nm bana
yeni takipçisi olduğumu söylemesi veya Lucas'm neden Louisville’e gitmek istemediği gibi... Cilla’ntn patlaması Your
Toxic SequeFi de kötü etkilemiş olmalıydı.
Yine de Kylie gibi ben de Cilla için samimi şekilde
üzülmüştüm. Hiç kimse kırılma noktasına gelene kadar korkutulmayı hak etmezdi.
Kylie McCrae: Neyse, hiç istemiyonun ama gitmek zo­
rundayım bebeğim. Çok yorgunum!
Parmaklarımı klavyeye götürüp bu sefer onu görmek
için çok heyecanlandığımı yazdım ve bilgisayarımın ekranını
kapattım ve karışık duygular içinde yatağıma tırmandım.
Sam'in mektubunun komodinimin üstünde ters durduğunu
327
Emily Snow
görünce kâğıdı alıp çekmeceye fırlattım. Mektubu görmek
istemiyordum ama asla atmazdım. Kylie’den duyduklarım­
dan sonra olmazdı.
Mektuplar ve hediyeler...
C illa’nm “takipçisi”nin Lucas’m eski karısı olduğunu
öğrensem hiç şaşırmazdım. Bu gerçekten de çok rahatsız
edici bir durumdu.
Ertesi sabah büyükannem, arabamı tekrar havalimanının
uzun süreli otoparkında bırakıp gelecek hafta döndüğümde
şok edici bir ücretle karşılaşmamam için beni götürmeyi tek­
lif etti. Yolculuk esnasında, birkaç hafta önce telefonda bah­
settiği avukat görüşmesiyle ilgili soru sorma fırsatını
sonunda buldum.
Evde olduğum iki gün boyunca annemle alakalı şeyler­
den bahsetmekten kaçınmıştım ama şimdi gitmek üzereyken
başka seçeneğim yokmuş gibi hissediyordum. Ya şimdi bir
şey söyleyecektim ya da önümüzdeki hafta eve gelene kadar
içimde tutacaktım.
N eler olduğunu sorduğumda büyükannem gözlerini kı­
sarak yola dikti. “Rebecca erken tahliye için uğraşmak isti­
yor,” diye açıkladı.
Şüphesiz iyi halden erken tahliye... Bu düşünceyle ho­
murdandım. Annemin yalnızca geçen bir yılda ettiği kavgalar
hakkında bir şey demedim. “Bu avukat bedavaya mı çalışa­
cak?” Büyükannem varlıklı bir kadın değildi. Benim de son
328
Temas
istediğim şey, sırf anneme yardım etmek için kendisini kötü
bir duruma sokmasıydı.
Büyükannem birkaç dakika sessiz kalınca arabada yal­
nızca klimanın yumuşak vınlaması duyuldu. Sonunda,
“Uzaktan yakından alakası yok hayatım,” dedi. Dudağının
köşesi titriyor, bana söylemediği bir şey olduğunu düşün­
meme neden oluyordu.
Ama ben o şeyin ne olduğunu kolayca tahmin edebili­
yordum.
“Ödemem için benimle konuşmanı mı istedi?”
Büyükannem, “Senin ödeyemeyeceğini biliyor. Lucas'la
konuşmanı istiyor,” diye düzelttiğinde gözlerimi kıstım.
“O Lucas’ı nereden biliyor ki?”
Büyükannem kafasını iki yana sallarken klimanın üfle­
diği havayla ince gri saç telleri yüzüne yapıştı. “Emin deği­
lim. Herhalde orada elden ele dolaşan magazin dergilerinden
birinde görmüştür.” Havalimanına girip eski Mercedes sedanını park etti. “Ona senden öyle bir şey istemeyeceğimi söy­
ledim.”
Bunun karşısında annem büyük ihtimalle çıldırmış ve
büyükanneme aklına gelen her küfrü saymıştı. Her zaman
böyle oluyordu zaten. Bu sefer de farklı olduğunu sanmıyor­
dum. Vücudum gerildi ama büyükanneme, ona nasıl hayran
olduğumu göstermeyi umarak gülümsedim.
“Seni seviyorum.” Uzanıp yanağını öptüm. “Seni çok
seviyorum.”
“Ben de seni hayatım... İyi yolculuklar...”
329
Emil}' Snow
Arka koltuktan eşyalarımı alırken, “Eğer annem seni
tekrar ararsa de ki, cevabım hayır olacak olsa bile en azından
cesaret gösterip bana kendisi sorabilirdi. Aslında, sormak için
beni ne zaman isterse arayabilir.”
Büyükannemin gök mavisi gözleri eğlendiğini gösterir
gibi ışıldadı. “İletirim... Kendine iyi bak... Haftaya görüşü­
rüz. Sienna."
Nashville dışına yaptığım son yolculuğun aksine Greenville uçuşum oldukça kısaydı; Charlotte’ta verilen kısa
molayla birlikte üç saat sürmüştü. Mola esnasında bir fırın­
dan sandviç almış ve yiyemeyecek kadar heyecanlı olsam da
yemek için kendimi zorlamıştım.
M üşterimin işi iptal etmesi ve Sam’in mektubuna rağ­
m en grupla, hayır, LucasTa buluşmak için öncekinden daha
heyecanlıydım . Bunun sebebi hem onun yanında olma ihti­
yacım hem de gururdu. Eğer yanında kalırsam belki ona
sadık olduğumu, kırılmaz olduğumuzu kanıtlardım. Onu, ka­
labalığın arasında bilinmez bir yüz olarak kalıp insanların
sert eleştirilerinden uzak olmak istemeyecek kadar sevdiğimi
kanıtlardım .
Uçağım Greenville’e indiğinde Lucas’ın beni almak için
birini gönderm ek yerine, kendisinin beni almaya geldiğini
gördüm . Beni gördüğünde daha ben tek kelime edemeden
dudaklarım a yapıştı ve yalnızca iki gündür değil, yıllardır
ayrışm ışız gibi öptü. Başım dönerken ve kalbim göğüs kafe­
sime deli gibi çarparken beni kendisinden uzaklaştırdı.
“Gittiğinden beri seni düşünüyorum,” dedi kısık bir sesle.
330
Temas
“İki gündür yoktum,” dedim ama ben de onun gibi his­
sediyordum. Aramızdaki bu şey çılgınca bir şeydi, tüketi­
ciydi. Burada bile etrafımızdaki dünyadan tamamen
soyutlanmamıza neden oluyordu. Lucas döner sistemden va­
lizimi almak için beni bıraktığında birkaç metre ötemizdeki
üç kadım fark ettim. Telefonlarını çıkartmış fotoğraflarımızı
çekiyorlardı. Hatta hızla hareket eden parmaklarının da odak
noktası olduğumdan emindim.
Kadınlardan birinin bakışları göğsüme hançer saplanmış
gibi hissetmeme neden oldu. Kadın, arkadaşlarından birine
doğru eğilip elini ağzına siper ederek bir şeyler söyledi. Ama
Lucas adımı söylerken ve bana gözlerinde tutku, aşk ve is­
tekle bakarak yanıma gelirken hiçbir şey umurumda değildi.
Bırak konuşsunlar, diye düşündüm.
331
On Yedinci Bölüm
Greenville konserinden sonra salı akşamı Kuzey Karolina, Charlotte konseri; ardından da çarşamba akşamı Charlottesville, Virginia konseri gerçekleşti. Perşembe sabahı
otobüs Virginia Beach’teki konser mekânının arkasına park
ettiğinde, dün geceki konserden sonra Charlottesville şehir
merkezinde gezmekten dolayı aşın yorgun olsam da kendimi
kompartımanımızdan dışarı sürükledim.
Bir bardak portakal suyu almak için mutfağa gittiğimde
Sinjin’in çoktan kalkmış olduğunu görerek şaşırdım. Oturma
alanındaki PS3’ünde oyun oynarken ekrana küfrediyordu.
“Günaydın, Gün Işığı,” dedim neşeyle, meyve suyumu
doldururken. Ona döndüğümde bakışlarını çıplak ayaklarım­
dan rüküş tişörtüme, oradan da karmakarışık alev rengi saç­
larıma kaydırdı.
“Bok gibi görünüyorsun,” dedi.
Koltukta yanına oturup portakal suyumun geri kalanını
332
Temas
kafama diktim ve bardağı koridorun karşısındaki küçük
yemek masasına koymak için uzandım. “Dürüstlüğün haya­
tımı tamamlıyor resmen.”
“Sana demiştim, ben hep doğrulan söylerim. Duymak
istemesen bile...” Kumandayı aramıza atıp ellerini yüzüne
sürdü. “Tanrım, yarın seninle Nashville’e gelip bu boktan iş­
lere bir süre ara vermek istiyorum.”
Gözlerimi devirerek kumandayı aldım ve oyununu baş­
tan başlattım. İlk otuz saniye içinde öldürülmeyi başardıktan
ve bir zombi tarafından yendikten sonra Sin kumandayı elim­
den çekti. “Sen benimle gelirsen bateri sololarını kim çala­
cak?” diye sordum şeker gibi bir sesle.
“Kahrolası erkek arkadaşın...” Oyunda benden biraz
daha uzun -toplamda üç dakika- dayandı ama sonunda düz
ekranda, üstlerinden kanlar akan harflerle Oyun Bitti yazdı.
“Ne halt yemeye bunu böyle ayarlardın?” diye sordum
Sin kumandayı bana uzatırken.
Alaycı bir şekilde gülerek bana baktı. “Katliam gibi gö­
rünsün diye...”
Daha sonra video oyunlan hakkında sohbet edip kuman­
dayı paslaşarak otuz dakika boyunca oturduk. En sonunda
cesaretimi toplayıp ona Zoe’yi sordum.
Sorum karşısında ince yüzü bulutlansa da yüzüne anında
kayıtsız bir ifade yerleştirip omzunu kaldırdı. “Cilla yüzünden
öfkelendi ve bana benden böyle bir şeyi zaten beklediğini söy­
ledi ama bilemiyorum.” Sesi titriyordu ve kumandayı tutan elini
sıkmıştı. “Kahrolası mesele şu ki o iki kızı da becermedim."
333
F m ily Snm v
“Bunu Zoe [ve söyledin mi?” diye sordum kısık sesle.
“Neden söyleyeyim ki? Zaten başından beri kötü sona
mahkûm uz."
Sinjin'den bu sözleri, başından beri kötü sona mahkû­
muz demesini duymak ağzımda ekşi bir tat oluşmasına neden
olm uştu. Ona yanıldığını kanıtlamaya karar verdim. Kötü
olan şuydu k i... şimdi söyleyeceğim şeyi ona öğüt olarak mı
yoksa kendim e moral vermek için mi söyleyecektim bilmi­
yordum .
“Belki de yolunda gideceği anlamına geliyordur bu.”
Dizlerimi göğsüme çekip kollarımı bacaklarıma sardım. “Bi­
lirsin, tıpkı o destansı romantik aşklar gibi...”
Sinjin dediklerimi ciddi olarak düşünüyormuş gibi bana
yandan bir bakış attı. Sonra düşünceli halinin yerini dudak
bükm e alınca onu kaybettiğimi anladım. Sinjin’le bazı şeyler
çok uzun sürmüyordu. “Destansı romantik aşklar hep kötü
sona mahkûmdur. Bu yüzden destansı oluyorlar zaten...”
Lucas’m gürültüyle otobüsün koridorunda ilerleme ses­
leri sohbetim izin sonlanmasına neden olunca Sinjin kuman­
dayı bana verdi. “Ben gidip ses provasından önce biraz
kestireceğim .” Sonra yeşil gözlerinde uyarı ışıklarıyla
L u cas’a baktı. “Yani provaya kadar saçmalıklarınızla beni
uyandırm ayın.”
Lucas arkadaşına ukalaca sırıtarak kafasını kaşıyıp kar­
makarışık siyah saçlarının gözüne düşmesine neden oldu. Ar­
dından bakışlarını bana çevirdiğinde midemde bir şeylerin
kanat çırptığını hissettim.
334
Temas
“Mümkün olduğunca gürültülü olmak için elimden ge­
leni yapacağım, Sin,” dedi Lucas.
Sinjin homurdanarak otobüsün arka kısmına geçti ama
birkaç saniye sonra kafasını tekrar oturma odasına uzattı.
“Unutmadan,” Elinde iki bateri bageti vardı. Bana doğru tek
tek attığı bagetleri yakaladım. “İmzaladım falan filan işte,”
dedikten sonra ben bir teşekkür bile edemeden gitti ve kom­
partımanında yüksek sesle Puddle of Mudd'ın “Famoub” şar­
kısını açtı.
“Beni korkutmaya başlıyor. Son zamanlarda çok... na­
zikleşti.” Elinde Red Bull tenekesiyle küçük mutfağın tez­
gâhına yaslanmış olan Lucas'a baktım. “Sen de bayağı...
dinlenmiş görünüyorsun.”
Enerji içeceğinin kapağını açtı. “Yolda geçirilecek iki
haftamız kaldı. Kesinlikle dinlenmiş hissediyorum.” Hayvani
bir edayla sırıtarak yanıma çöktü ve kucağına oturmam için
bacağımı tutup beni kendisine doğru çekti. Bacaklarımın ara­
sını aletine sürtüp tişörtümün üstünden göğsümü öpmek için
sırtımı gerdiğinde cıyaklamamak için elimin arkasıyla ağzımı
kapattım. “Tanrım, şu halin...”
Sehpanın üstünde titremeye başlayan telefonum lafının
kesilmesine neden oldu ama söyleyeceği şeyin, az önce Sinjin ’in dediği gibi bok gibi göründüğüm olmadığından emin­
dim.
İlk başta telefonu açmak gibi bir niyetim yoktu ama
sonra Lucas açmam için bacağımı hafifçe sıktı. Gönülsüzce
uzanıp aldığım telefonun ekranına baktığımda arayanın bi335
Emily Sno\\'
1inm eyen nutnara olduğunu gördüm. Yanıp sönen ekrana ba­
karken içime bir endişe dalgası yayıldı, çünkü aklıma gelen
ilk kişi Sam 'di.
Şim diye dek benimle uğraşmak için yalnızca sözcükleri
kullanm ıştı. Bunu itiraf etmekten ne kadar nefret etsem de
adresim i bulm ak muhtemelen çok kolaydı çünkü internet si­
tem deki İletişim başlığı altına adresimi de eklemiştim. Bu
aptalca bir şeydi; bu yüzden internetten hiçbir şeyin gerçek­
ten kaybolm ayacağım bilsem de daha sonra adresi derhal si­
teden kaldırmıştım.
A m a Sam mesajıma bile cevap atmadığı halde telefon
num aram ı bulma zahmetine girer miydi?
Sakin o/, dedim kendi kendime. Acele hükme varma da
lanet olasıca telefonu aç...
“Aç şu telefonu, Kırmızı.” diye mırıldandı Lucas kula­
ğım a. “Aç da başladığımız işe geri dönelim bir an önce...”
Titreyerek kafamı salladım ve aramayı cevaplamak için
parm ağım ı ekranda kaydırdım. Telefonu kulağım a koydu­
ğum da hattın diğer ucundaki ses çoktan konuşmaya başla­
m ıştı. K onuşanın operatör olduğunu anladığım da içim
rahatladı.
Eh, bir nevi rahatladı.
“ ... Rebecca Previn tarafından ödemeli aranıyorsunuz.”
Arayan annemdi.
Geçm işte bunun gibi kaç arama aldığımı hatırlamıyor­
dum am a geçen sene oldukça azalm ıştı. Ona verecek bir
^eyim kalm adığı için annemin de bana ihtiyacı kalmamıştı.
336
Temas
Sebebi büyükannemi o avukata göndermesi yüzünden
ona hissettiğim öfke mi yoksa eskiden kalma annemi m utlu
etme arzum muydu bilmiyordum ama aramayı kabul ettim.
Annem benden bir şeyler isteyeceği zamanlarda yaptığı gibi
konuşm aya o yumuşak, tatlı sesiyle girmedi.
Ben telefona cevap verir vermez ateş püskürmeye baş­
ladı.
“Seni aptal küçük sürtük,” diye bağırdı. “Nasıl annemi
benim aleyhime döndürürsün?”
Lucas’m kucağından hızla kalkıp sesi duyulmasın diye
telefonun ses düğmesine delicesine bastım. Lucas öne eğil­
miş, uzun parmağını endişeyle alt dudağında gezdirmeye
başlamıştı.
Yüzümü görmesin diye ona arkamı dönerek derin bir
nefes aldım. “Neden bahsediyorsun bilmiyorum.”
Annemin gırtlağından bir hırıltı yükseldi. “Bana böyle
numaralar yapma, Sienna... Ben senin içini görürüm. Her
zaman gördüm. Annemin zihnini bana karşı çevirmeye çalı­
şıyorsun ve bu doğru bir şey değil.”
Burun kemiğimi sıktım. Gözlerimi yakan bir baş ağrısı
çekmeyeli uzun zaman olmuştu. Annemin bu baş ağrıların­
dan birini anında geri getirmesi hiç şaşırtıcı değildi. “Tam
olarak ne yapmışım?” diye sordum sesimi kısarak.
“Erkek arkadaşının bana yardım etmesini istediğim için
benden utandığını söyledi. Benden utanıyormuş. Bana haya­
tım boyunca böyle bir şey söylediğini hatırlamıyorum. Bana
bir daha asla...”
337
Em Uy Smnv
“Hayır..,” Kafamı iki yana salladım. “Büyükannem bu
konuda utanç hissetmemeli... Sen hissetmelisin. Benimle hiç
konuşmuyorsun bile ama hakkımda bir dedikodu yazısı okur
okumaz beni beklentilerle arayıp...”
Bu sefer annem benim sözümü kesti ve bağırarak ko­
nuşmaya başladı. “Bana yardım teklif eden bir mektup yazan
şendin, yardım isteyen ben değilim.”
“A nne,” diyerek nefesimi verdim. Ona böyle seslendi­
ğimde göğsümün yanmasından nefret ediyordum. “ Saçma­
lam a...”
Hattın diğer ucundan kâğıt hışırdaması sesi geldi, sonra
annem kesik, titrek bir sesle mektubu bana okudu. Mektup
kısa ve özdü, eğer isterse Lucas’la konuşup avukatın ücretini
ödemesini sağlayacağımı söylüyordu. Annem için bile böyle
bir şey uydurmak ihtimal dışıydı.
Annem okumayı bitirdikten sonra kalbimin bir buz ta­
bakasıyla kaplanmasına neden olan bir şey söyledi. “Üç hafta
önce, A tlanta, Georgia’dan gönderilmiş. Yani orada oturup
da yalan söylem e şimdi. Bana yalanlardan daha fazlasını
borçlusun.”
Bütün vücudum hissizleşmişti. “Nereden gönderildiğini
söyledin?”
“Sağır mısın? Dediğimi duydun.” Boğulurmuş gibi bir
ses çıkardı. “Merak etme, ne senin ne de erkek arkadaşının
yardım ına ihtiyacım var benim. A ma sana bir şey söyleye­
yim , eğer bir daha annemi aleyhime döndürm eye çalışırsan
buradan çıktığım anda seni gebertirim .”
338
Temas
Bunları söyledikten sonra benim konuşmama fırsat verme­
den telefonu kapattı. Zaten bana söylediklerinden sonra ona ne
diyebilirdim ki? Telefonumu tezgâha bırakıp boş gözlerle ekra­
nına bakarken güçlü kolların bedenime sarıldığım hissettim.
Lucas, “Annen miydi?” diye sorduğunda kafamı salla­
yıp nefesimi kontrol etmeye çalıştım. “Onun seni itip kak­
masına izin vermedin, Kırmızı. Etkilendim.”
Şu anda odaklanabildiğim tek şey annemin dedikleriydi.
Ona Atlanta’dan bir mektup gönderdiğimi söylemişti.
Atlanta...
Lucas’m eski karısı Samantha’nm yaşadığı şehir.
Lucas beni kendisine doğru çevirip yüzümü incelemek
için kafasını eğdi. “Ne halt istedi?”
“Ona veremeyeceğim bir şey istedi.”
Lucas telefonun kendisiyle alakalı olduğunu anladığı
için yüzümü ellerinin arasına aldı. “Sana yardım etmeme izin
ver, Si...”
Göğsümden boğazıma isterik bir kahkaha yükseldi.
“ Hayır. Kesinlikle... hayır. Anneme hiçbir şey vermek iste­
miyorum.”
“O kadar kötü biri mi?” Sesinde aşağılama ya da nega­
tiflik gösteren bir şey yoktu, sadece merak ediyordu. Kafamı
iki yana salladım.
“Her zaman değildi. Yani kafası gelip gidiyordu. Bir an
Seth’le benim için deli oluyor, sonra birden siktirip gitme­
mizi söylüyor ya da bizi kullanmaya çalışıyordu. Sanırım aile
sorunlarım var, çünkü...”
339
Emily Sno\r
Konuşmaya devam etmeyince Lucas kaşlarını çattı ve
“Ne?” diye sordu.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. “Yanımda bü­
yükannem olsa bile anne babalarıyla birlikte olan arkadaşla­
rımı kıskanırdım hep. Babamla, başka insanların büyük
amcalarıyla konuştuğu sıklıkla konuşuyorum. Annemle de
işlerin nasıl olduğunu görüyorsun.” Bu son kısmı söylerken
göğsümün sıkıştığını hissetmiştim.
Lucas beni kendisine çekip soluklarım düzene girene
kadar yapılı göğsünde tuttu. Gitmeme izin verdiğinde kol­
tuğa çöktüğümde birazcık kontrol kazanmıştım.
Lucas önümde diz çöküp başparmaklarıyla bacakları­
mın arka kısımlarını ovaladı. “Bak, benim David’le gidip bir
işe bakmam lazım ama eğer gerekirse..
Kafamı hızla sağa sola salladım. “Hayır, sen işini yap...
Annemin saldırılarına maruz kaldığım her seferinde kendimi
kapatsaydım şu anda hâlâ yerde kıvranıyor olurdum.”
Lucas giyinmeye gidince, ben de onun bir an önce git­
mesini beklerken koridorda volta atmaya başladım ve o oto­
büsten iner inmez telefonuma sarılıp Sin duymasın diye
dışarı çıktım. Büyükannemin telefonunu açmasını beklerken
kollarımı bedenime sardım. Eğer bırakırsam parçalara ayrı­
lacağımdan korkuyordum.
“Senin için erken bir saat,” diye cevap verdi büyükan­
nem telefona.
Keskin bir nefes alarak direkt konuya girdim. “H ak­
kımda tuhaf bir şeyler gönderildi mi sana?”
340
Temas
“Sienna, bu ne...”
“Gönderildi mi? Ben turneye geldiğimden beri mektup
veya başka bir şey aldın mı?”
Büyükannemin sağır edici sessizliği bilmek istediğim
her şeyin cevabını veriyordu. Göğsümdeki bütün oksijenin
boşaldığını hissettim. “Neden bir şey söylemedin?”
“Çünkü daha dün geldi,” dedi savunmacı bir sesle.
Devam etmeden önce titrek bir nefes aldı. “İlk satırını okur
okumaz o gaddarlık dolu çöpü yırtıp attım. Birileri, sırf ki­
minle birlikte olduğunu onaylamıyorlar diye hakkında ne dü­
şündüklerini söyleyen terbiyesizce bir not gönderdiğinde
sana söyleyeceğimi mi sanıyorsun?”
“B en...” Kafamı asfalta doğru eğip gözlerimi, terlıkli
ayaklarımın birkaç santim ötesindeki kırık bir cam parçasına
diktim. “Büyükanne, nefret dolu biri sana öyle bir şey gön­
derdiği için üzgünüm.”
Öylesine biri değil. Samantha... Büyükannemin de an­
nemin de aldığı mektupların arkasında Samantha’nın oldu­
ğundan yüzde yüz emindim.
Büyükannem her şeyin yoluna gireceğini söylerken mi­
demin bulanmasına neden olan bir karara vardım.
Artık Sam’in saçmalıklarına ailem de dahil olduğu için
Lucas’a hiçbir şey söylememe planlarım camdan aşağı uç­
muştu.
Lucas, grubun öğleden sonraki ses prov asından hemen
341
Emilv Snow'
Önce gittiği için olanları ona bu akşamki konserden sonra an­
latmaya karar verdim. Konser esnasındaysa dikkatimi nere­
deyse hiç sahneye veremedim ve zamanımın çoğunu Sam
yeni bir mesaj gönderdi mi ya da büyükannem bir not daha
aldığını söylemek için arar mı diye telefonuma bakarak ge­
çirdim.
Uzun zamandır hiç bu kadar gergin olduğumu, midemin
bu kadar bulandığını hissetmemiştim.
Eski karısı söz konusu olduğunda Lucas’m nasıl tepki
verdiğini görmüştüm ve bu tepki yüzünden büyük stres al­
tındaydım. Samantha hakkında soru sorulduğunda otomatik
olarak sessizliğe bürünüyordu.
Bu seferki de aynı şekilde sonuçlanacaktı. Ya da birkaç
ay önce Atlanta’daki o otel odasında olduğu gibi çılgına dö­
necekti.
Sahne arkasındaki bütün işler tamamlandığında saat
gece bire geliyordu. Tyler, personel otobüsündeki mekanik
bir arıza nedeniyle ufak bir gecikme yaşanacağını söyledi­
ğinde Wyatt bizi Cal’le paylaştığı otobüse davet etti.
Bu da Lucas’la konuşmamı yine ertelememe neden oldu.
Konser mekânının sahne arkası alanından otobüse doğru
ilerlerken Lucas dönüp geri geri yürümeye başladı. Kaşımı
kaldırarak ona baktığımda, “Benim gidip birkaç dakikalığına
Tyler’la konuşmam gerek...” Dudakları rahat bir gülümse­
meyle kıvrıldı. “Sen önden git...”
Saçlarımı yüzümden geriye iterek kafamı salladım.
“Ama Lucas?” Lucas yürümeyi kesip bana döndü ve bir şey
342
Temas
söylememi sabırla bekledi. Ellerimi ovuşturarak ona doğru
döndüm. “Yarın eve gitmek için ayrılmadan önce seninle ko­
nuşmam lazım, tamam mı?”
Kesinlikle geri gelene kadar bekleycmeyecek bir konu,
diye ekledim içimden.
Lucas eğilip yumuşak dudaklarını benimkilere değdirdi
ve dişleriyle alt dudağımı çekerek geri çekildi. "Güzel..
Benim de sana söylemem gereken birkaç şey var.”
Lucas’ın hâlâ çalışmakta olan personel otobüsüne doğru
ilerleyip içeri girmesini izledikten sonra önümdeki otobüsün
basamaklarını tırmandım ve içeride gümbürdeyen bir I heors
of a Deadman şarkısıyla karşılandım.
Bu, Cal ve Wyatt'ın yaşadığı yere ilk girişimdi ama oto­
büslerinin içinin bizimkine çok benzediğini hemen fark ettim.
“Umarım şu vücuttan içki içme işine ha/ırsındır.” dedi
Cal mutfaktan. Ona doğru yaklaşırken gülen kahverengi göz­
leriyle bana baktı. Elindeki iki şişeyi - biri votka, diğeri ba­
haratlı rom du- kaldırıp kafasıyla tişörtümün eteğini işaret
etti. “Üstündekini şimdi mi çıkartacaksın yoksa bu işi sonra
mı yapacağız?”
“Rüyanda yapacağız, Calvin.”
Koridorda ilerleyip küçük mutfağı geçerek oturma ala­
nına vardım. Cal, mutfak masasının yanında durmuş, koltuk­
taki kirli çamaşırlara burnumu kırıştırarak baktığımı görünce
şatmı kafasına dikti. “Oturabilirsin. Kirli çamaşırlar sem ısır­
maz. Burnu havada bir sürtük olmana gerek yok,” diye ta­
kıldı alaycı bir sesle.
343
Emilv Srnnv
CaPin alayım duymazdan gelip mor bir sutyeni kenara
atarak koltuğa çöktüm. “Senin D kupu sevecek bir adam ol­
duğunu düşünmezdim, Cal,” dedim. “Göğüslerinin daha
küçük olduğunu sanıyordum.”
Bronz teninin kızardığını gördüğümde oldukça şaşır­
dım.
“Şu meşhur Heidi geçen hafta buradaydı.” Kafamı kal­
dırdığımda Wyatt'ın elinde sigara, üstü çıplak halde otobüsün
diğer kısmından geldiğini gördüm. Heidi... Bu isim tanıdık
geliyordu. Dudaklarımı bükerek ismi nerede duyduğumu dü­
şünürken Wyatt devam etti. “Kylie’nin arkadaşlarından biri...
Bu yıl New Orleans gezisine onunla gitmişti.”
“Ah, anladım.” Şimdi, şubat ayında büyükannemin ve­
randasında Kylie’yle yaptığım konuşmayı çok iyi hatırlıyor­
dum.
Lucas Ta yemek yemem
için
beni
kandırmış
olmasından dolayı özür dilemeye geldiğinde Heidi’den bah­
setmişti. “Bu hafta sonu da Atlanta’da Kylie’yle olacak mı?”
diye sorduğumda Wyatt sarı kafasını hızla sallayıp ağzını
dramatik bir şekilde hareket ettirerek, “Hayır,” dedi.
“Heidi’nin yanında ancak kısa süreliğine durmaya kat­
lanabiliyorum,” diye açıkladı, koridorun karşısındaki iki ki­
şilik masaya otururken. “Bu yıl onu çok fazla gördüm. Daha
fazlası lanet olası aklımı kaçırmama neden olur.”
Otobüsün kapısı ardına kadar açıldı ama gelen Lucas
değil, siyah saçları aldığı duştan sonra hâlâ ıslak olan Sinjin ’di. Yüzümdeki bakışı gördüğünde koridorun ortasında
durup bitkin yeşil gözleriyle bana meydan okur gibi baktı.
344
Temas
“Ben de seni gördüğüme memnun oldum.” Buzdolabından
bir bira kapıp yanıma oturdu ve bacaklarım W yatt’ın otur­
duğu masaya koydu.
“Bütün akşam araba farına yakalanmış geyik gibiydin,”
dediğinde kafamı ona doğru eğdim. “Kahretsin, hatta fara
yakalanmış geyikten daha berbattın.”
Çünkü liderinizin eski karısı ailemle oyunlar oynuyor.
“Beni izlediğini duymak tüylerimi ürpertti,” diye karşı­
lık verdim. Sinjin bir şeyler mırıldandı ama döndüğümde
onun Wyatt’la yüksek sesle tartışmaya başladığım gördüm.
Bunun üzerine Sin’den biraz uzağa kayarak cebimdeki
telefonumu çıkardım ve ekrandaki %5 şaıj uyarısını görüp
homurdandım. Ayağa kalkıp, Lucas’a mesajımı iletmesi ko­
nusunda daha çok güvendiğim Wyatt’a döndüm. “Lucas ge­
lirse bizim otobüste onu beklediğimi söyler misin?”
Wyatt’tan söz aldıktan sonra da dışarı çıktım. Bu gece
dışarısı oldukça serindi. Otobüsümüze bindiğimde titreyerek
kollarımı kendime sardım ve ellerimi kollanma sürttüm. Ar­
dından telefonumu şarja taktım ve topladığım valizi açıp ya­
nımda getirdiğim tek hırkayı -geçen sene Noel’de eski
patronumun verdiği Echo Falls hırkası- buldum.
Yatak odamızdan çıkıp Sinjin’in kompartımanından ge­
çerken yatak örtülerinin hışırtısını duyarak olduğum yerde
durdum ve dönüp kapının yanındaki lamba düğmesine bas­
tım. Sinjin’in yatağındaki örtülerin altında birinin yatmakta
olduğunu görünce burnumdan alaycı bir nefes verdim.
“Cal ve Wyatt’tan sıkıldın mı?” diye takıldım ona.
345
Emily Sno\v
Ama yataktaki kişi döndüğünde örtülerin arasından
uzun, parlak ve siyah saçlarla mavi-yeşil gözler göründü.
vkSinjin orada mı?” diye sordu Cilla. Sonra masum bir
edayla kirpiklerini kırpıştırdı. “O halde gidip benim için onu
çağır, Biber. Onunla küçük bir konuşma yapmamız gerek...”
346
On Sekizinci Bölüm
Uzun bir süre boyunca tek kelime etmeden Cilla 'ya,
benden hiç hoşlanmadığını tekrar tekrar yüzüme söyleyen
sarhoş kadına bakakaldım. Görüşüm bulanıklaşmaya başla­
dığında gözlerimi üstünden çektim ve burnumdan birkaç kes­
kin nefes alarak Sinjin’in yatağının karşısındaki yatağa
düzgünce bırakılmış siyah battaniyeye baktım.
Cilla Craig, onunla ve Samantha’yla tanışana kadar hiç
hissetmediğim şeyleri hissetmeme neden oluyordu.
Bakışlarımı ona çevirdiğimde bana sırıttı.
“Sen Sinjin’in yatağında ne arıyorsun cidden?” diye sor­
dum.
Cilla ellerini yatağın kenarına dayayarak doğrulup
oturdu ve perde misali siyah saçlarını çıplak om/unun arka­
sına atıp kurum rengi kirpiklerinin altından cilveli bir şekilde
baktı. Düzgün düşünemeyecek kadar alkollü olsa da her ha­
reketini seksileştirmeyi başarıyordu. Bu nedenle gözümün
347
Emily Sno w
Önünde onun Sinjin’in değil de Lucas’ın yatağında beklemesi
canlanmıştı.
Dişlerimi sıktım. “Bu akşam seninle uğraşacak halim
yok. Sinjin burada olduğunu biliyor mu?”
‘‘Ne yaptığım belli değil mi, Biber?” dedi boğuk sesiyle.
“Onun geri gelmesini bekliyorum. ” Manikürlü tırnağını çe­
nesine vurdu. “Belki de Atlanta’ya kadar sizin otobüste yol­
culuk ederim.”
Kafamı inanamaz şekilde iki yana salladım. Benimle
dalga geçiyor olmalıydı. Yüz ifadesi değişmeyince yüzde yüz
ciddi olduğunu anlayarak kaşlarımı çattım. “Niye kendini
böyle bir duruma sokuyorsun ki?”
Sinjin sana hakaret edip grubunun turneye hiç katılma­
mış olmasını dilediğini söylesin, Lucas da haftalardır yaptığı
g ibi seni görmezden gelsin diye...
Bu sözleri direkt olarak söylememiş olsam da Cilla da
aynı şeyleri düşünüyor olmalıydı ki gözlerine yansımayan
küçük bir kahkaha attı ve parmaklarını gergin bir şekilde saç­
larından geçirdi.
“Güven bana, Sinjin uzun süre kin tutmaz,” dedi.
“Kendinden bu kadar emin olmana sevindim.” Ona sert
bir şekilde gülümsedim. “Ve bok gibi davrandığın adama bu
kadar inancın olm asına...”
Cilla kafasını geri atarak güldü. “Benimle alay mı ediyor­
sun, seni aptal sürtük! Onunla birkaç hafta geçirdin diye hak­
kında bir şeyler bildiğini sanma çünkü bilmiyorsun.”
348
Temas
Sendeleyerek çıplak ayaklarının üzerinde kalktı ve bana yak­
laştı. Saçları ve halter yakalı tişörtünden yayılan votka ve kus­
muk kokuları yüzünden elimle ağzımı kapattım. “Hiçbiri
hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Özellikle de Lucas hak­
kında...”
Gözlerimi kısarak ondan uzaklaştım. “Sin’in bir süredir
seni aşmış olduğunu biliyorum. Onun bir çeşit son çare ol­
madığını ve senin kendisini o şekilde kullanmana izin ver­
meyeceğini biliyorum. Ve biliyorum ki sen...”
Cilla küçükseyici bir şekilde sırıttı. “Ah hayatım, benim
hakkımda da hiçbir şey bilmiyorsun.”
Kararlı bir şekilde devam ettim. “Sorunların olduğunu
biliyorum. Ve senin hakkında bilmem gereken tek şey de bu
Priscilla...”
“Bunların hepsini Lucas’ın kapı paspası mı söylüyor?
Ne hoş... Söyle bakalım, Biber, onun sana şimdiye dek iki
kez siktirip gitmeni söylemiş olması nasıl hissettiriyor?
Canın yanmış olmalı...”
Bana ilk kez böyle bir şey söylemiyordu. Ve Lucas'm
müziği için ona katlanmam gerekiyorsa bile bu kesinlikle
uzun sürmeyecekti. Yine de bu kendimi daha iyi hissetmemi
sağlamıyor, ona yumruk atma isteğimi yok etmiyordu.
Hayatım boyunca hiç şiddet eğilimli biri olmamıştım
ama Cilla ve Sam’in arasında kaldığım bu günlerde inanıl­
maz derecede sabrımın sınırına gelmiştim.
“Ne komik,” dedim dar alanda geri geri giderken. Cilla
349
Emily Sno\v
yüzüne oturttuğu avcı gülümsemesiyle peşimden oturma ala­
nına geldi. Kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Bunu ‘hayır’ı
hâlâ cevap olarak kabul etmeyen biri söylüyor. Bu nasıl his­
settiriyor?1*
Cilia’nın tüm vücudu irkildi. Kafasını hafifçe çevirip
düzgün durabilmek için avuçlarını masaya dayadı. Omuzları
titremeye başladığında orada öylece dikilip bir sonraki ham­
lesini beklerken ağlıyor muydu, gülüyor muydu bilemiyor­
dum. Sonunda sırtını dikleştirip bana baktığında her ikisini
de yaptığım fark ettim.
“Onu önemsemek istediğimi mi sanıyorsun?” Ellerinin
tersiyle gözlerinin kenarlarını sildi. Sonra şeritli topuklularını
koltuktan alıp yanımdan geçerek çıkışa yöneldi. “İnan bana,
istemiyorum. Bu sabahtan itibaren yola gelip senden kurtu­
lacağı umudumu da kaybettim zaten.”
Bu sabah ini? Hızla döndüm ve otobüsten inemeden
önce kolunun üst kısmını kavradım. “Sen neden bahsediyor­
sun?” diye fısıldadım.
Bir an için şaşırmış göründü ama sonra gözleri kısıldı
ve dudaklarında tatmin olmuş bir gülümseme belirdi. Beni
gafil avladığı için memnun olmuştu. Bunu görmesine izin
verdiğim için içimden kendime küfrettim.
“Eh, belki de yola gelmiş ve onun için nasıl bir felaket
olacağını fark etmiştir.” Elimden kurtulup kolunda tuttuğum
yer ovaladı. “İyi geceler, Biber...”
Daha önceden planladığım gibi diğer otobüse gitmek ye­
350
Temas
rine kendi otobüsümüzde kaldım. Lucas, ne kadar muhteşem
olduğunu duyduğu zamanlarda yüzüne yerleşen o kendini be­
ğenmiş gülümsemesiyle beni bulmak için geldiğinde öfkeden
kuduruyordum. Cilla gittiğinden beri söylediklerini düşünmek
için çok vaktim olmuştu ve şu anda önümü bile göremiyordum.
Kıskançlık, belirsizlik böyle bir şeydi işte. İnsanı gırt­
lağından yakalıyor ve düzgün düşünemez hale getirene dek
sıkıyordu. Sinjin’in ilk gece beni uyarmasına şaşmamalıydı.
Lucas arka kompartımanın girişinde durup bana baktı.
“Her şey yolunda mı, Si?” diye sordu nazik bir sesle, kızar­
mış yüzümü görünce.
“Bu sabah Cilla’yla mı birlikteydin?” diye sordum göz­
lerimi yataktan ayırıp ona bakarak.
Lucas'ın omuzları gerildi. “Sana Öyle mi söyledi?” diye
sordu öfkeyle.
Dişlerimi sıktım. “Onunla mı birlikteydin?”
Lucas kapıya yaslanıp kafa salladı. “Evet... Ama düşün­
düğün biçimde değil. David’le işimizi bitirdikten sonra
Tyler’la buluştum. Cilla da onunlaydı. Birkaç kelime ettik
ama hiçbiri hoş değildi.”
Kollarımın ait kısımlarını bacaklarıma dayayıp kafamı
eğdim. Saçlarım yerleri süpürüyordu ama umurumda değildi.
İlk olarak neler olduğunu sormadan hemen tepesine çıktığım
için kendimi aptal gibi hissediyor, ona bakamıyordum. “Cilla
öyle söyledi k i...” Sesim kesilince gelip yüzümü ellerinin
arasına aldı.
Emily Sno\v
“Yine aynı şeyi yapıyorsun/' diye homurdandı. “Sana
ne halt söyledi?”
“Hiçbir şey... Sadece kafam karıştı. Cilla sarhoştu, Sin­
jin ’in buraya gelmesini bekliyordu.”
Lucas sert bir kahkaha attı ama nasırlı başparmaklarını
yanaklarımda dolaştırırken dokunuşu nazikti. “Sinjin’den
önce senin gelmen iyi olmuş. Doğum gününde Zoe’ye yap­
tığı şeyi hâlâ unutmadı.”
“Ben de unuttuğunu düşünmemiştim.”
Büyük yatağın kenarında yanıma oturdu. Vücudu be­
nimkini ısıtıyordu. “Otobüsü tamir ettiler. Yakında yola çı­
karız,” dedi.
“Memleketine doğru...” Samantha’ya... Cilla’ya kızgın
olmayı ne kadar istesem de asıl önemli mesele Samantha’ydı.
Lucas’ın gülümsemesi soldu. “Benimle konuşman
gerek,” dedi. “Hadi anlat, Kırmızı... Anlatmazsan sana yar­
dımcı olamam, hiçbir şey yapamam.”
Bu sözleri onun söylemesi çok ironikti, bu yüzden titrek
bir nefes verdim. Lafı dolandırmaya gerek yoktu, direkt ola­
rak söylemeliydim. “Lucas... Sam bana ulaştı.”
Lucas’ın yüzünden bir sürü duygu geçti; kafa karışıklığı,
şok, öfke. “Bugün mü? Seni bugün mü aradı?” Sesi buz gibi
ve ifadesizdi. Kafamı iki yana salladığımda, “Ne zaman?”
diye hırladı.
“Turneye başladığımız günden beri...”
Keskin bir nefes aldı. “Tanrım, Sienna. Ne söyledi?” Se­
352
Temas
sindeki korku anlaşılmayacak gibi değildi. Bu yüzden ben
de korkmuştum.
“Mantıklı bir şey söylemedi. Tek bildiğim, benimle ir­
tibata geçtiği günden beri kahrolası Your Toxic Sequerin Yoko’su gibiyim. Müşterilerimden biri kıçıma tekmeyi bastı ve
annem aradığında ona hiç göndermediğim bir mektup yü­
zünden beni azarladı. Sam aynca büyükanneme de ulaşımş.”
Son cümleyi bağırarak söylemiştim. Yataktan kalkıp ellerimi
saçlarımdan geçirdim. “Bana yaptığı her şeye katlanabilirim
ama büyükanneme mektup yollamış ya!”
Lucas beni durdurup bileğimi kavradı. “Bana bunları hiç
anlatmadın.” Ses tonu yumuşak ve tehlikeliydi ama kafamı
sağa sola salladım.
“Neden anlatayım ki?” diye bağırdım. “Senin aleyhinde
elinde ne kozu olduğunu sorup durdum ama müziğini kötü
etkilediğini söyleyerek konuyu kapattırdın. Ne halt yemeye
sana anlatacaktım?”
Lucas beni bırakıp ellerini sertçe yüzüne sürdü. Kesik
ve güçlü nefesler alıp veriyordu. “Yarın gidip onu göreceğim
ve buna bir son vereceğim.”
“Sonra ne olacak? Elinde koz bulunduğu için parmak­
larını şaklattığı anda benim gitmem gerektiğine mi karar ve­
receksin yine?”
Lucas ayağa fırlayıp tepeme dikildiğinde ona tepki ver­
meye fırsatım bile olmadı. “Hayır, bir daha asla...” Kafasını
iki yana salladı. “Senin gitmene izin veremem, anlamıyor
353
Emily Snow
musun? Eskiden, birilerinin nefes gibi olduğu saçmalığım
duyduğum zamanlarda gülerdim ama kahretsin, şimdi sen
benim nefesimsin. Hayatım boyunca ihtiyacım olan her şey­
s in /’ Kısık, hayvani bir ses çıkartarak kafasını geriye attı.
“Tanrım, ben de sana benimle.
Cümlesini bitirmesini beklerken odanın etrafımda dön­
meye başladığını hissettim. “Seninle ne?” diye fısıldadım te­
reddütle.
Lucas cebinden bir şey çıkardığında gözlerimi sıkıca ka­
pattım ve elindekini avucuma bastırırken kafamı iki yana sal­
ladım. Sonra yatağın ucuna ilişerek minik kutuyu köşeleri
tenime batana dek sıktım. Onunla evlenmemi istiyordu.
Onca zaman varken bana şu anda evlenme teklif edi­
yordu.
“Sam’den sonra,” diye başladı önümde tek dizinin üs­
tüne çökerek. “Bunu bir daha asla yapmayacağımı söyledim.
Kendime bir daha öyle bir şey yapmak istemiyordum ama
seninleyken tek düşünebildiğim bu. Benimle evlenmeni isti­
yorum, Sienna. Seni hayatımda, yatağımda, çocuklarımın an­
nesi olarak, kahrolası ilham perim olarak istiyorum.”
Göğsümün sanki içeride birileri halatla sıkıyormuş gibi
sıkıştığını hissederek kollarım gövdeme sardım. “Lucas,
Sam ’in elindeki kozu söyle bana...” Gözlerimi açarak ona
baktım. “Lütfen, söyle...”
Kafasını sağa sola sallarken titriyordu. “Bana bir cana­
varmışım gibi bakmana izin veremem.”
354
Temas
Ciğerlerimin alev almasına neden olan bir nefes aldım
ve gözyaşı seli başlarken kafamı kucağıma eğdim. Kuru ya­
naklarımdan akan sıcak ve yakıcı gözyaşları minik kare ku­
tunun üstüne düşerek mavi kartonun rengini koyulaştırdı.
Ona bir kez daha sordum ama Lucas yine cevap vermeyi red­
detti.
Tekrar konuşmaya başladığımda nefes alamıyor, keli­
meleri ağzımdan çıkartamıyordum ama sonunda fısıldamayı
başardım. “O zaman olmaz, Lucas. Seninle evlenemem.”
355
On Dokuzuncu Bölüm
Ertesi sabah gözlerimi açtığımda Lucas’la paylaştığımız
büyük yatakta tek başımaydım. sırtüstü dönüp otobüs tava­
nına gömülü loş lambaya bakarak dün gecenin bir rüya olup
olmadığını düşündüm. Hayır, dün gecenin bir rüya olması
için dua ettim. A m a sonra, komodinin yanı başında duran
G ibson gitara baktım. Bu komodinin üstünde, Lucas’ın dün
gece bana vermeye çalıştığı küçük kutu duruyordu.
Lucas bana evlenme tek lif etmişti.
Ben de hayır demiştim.
Sevdiğim adamı reddetmiştim.
Yan tarafım a dönüp dizlerimi göğsüme çekerken dudak­
larım dan kısık bir inlem e yükseldi. Dökülmek üzere olan
gözyaşlarını durdurmak için gözlerimi kapattım ve avucumu
göğsüm e bastırdım. A m a göğüs kafesimin derinliklerindeki
sancı geçm edi. Düzgün nefes alamıyordum.
H ayır demiştim.
356
Temas
Otobüsün durduğunu hissedip sonunda Atlanta’ya var­
dığımızı anlayana dek kafamda yüzlerce düşünceyle bu şe­
kilde yattım. Otobüsün ön kısmından gelen sesleri, Lucas ile
Sinjin’in konuşmaları ve Wyatt’ın derin sesi duymaya baş­
ladığımda kalkıp onlarla yüzleşmek zorunda olduğuma karar
verdim. Bugün eve geri dönecektim. Nashville’de bulmayı
başardığım bu işten sonra da ne yapacağım hakkında hiçbir
fikrim yoktu.
Çünkü Lucas’a hayır demiştim.
Sonunda yataktan çıkıp kendimi giyinmeye zorladım.
Zamanında alırken kendimi mutlu ve canlı hissetmemi sağ­
layan halter yakalı, vintage tarzı, fırfırlı elbiseyi giyip düzel­
tirken ellerim ve bacaklarım deli gibi titriyordu. Bugün
kendimi hiç mutlu ve canlı hissetmiyordum. Midemde boş
ve soğuk bir his vardı.
Ben eşyalanmı toplarken Lucas benim ona gitmemi
beklemeden yanıma geldi. Üstündeki kot pantolon ve alametifarikası siyah tişörtlerinden biriyle kapıda dururken çok ya­
kışıklı görünüyordu. Kafasıyla bana selam verdiğinde siyah
saçları gözlerine düştü. Aramızdaki çekim öyle güçlüydü ki
ona yaklaşmama neden olmuştu. Elimin yan tarafıyla saçını
geriye iterken içimde bir şeylerin öldüğünü hissettim.
Bana bakan ela gözler acı, hüzün ve pişmanlık doluydu.
“Seni rahat bıraktığından emin olacağım,” dedi kısık
sesle. “Yemin ederim.”
Geri çekildim ve kafamı eğip parmaklarımdan birindeki
açık pembe ojenin kalkmış yerine baktım. “Ben sadece ai357
Emily Smnv
lemdcn uzak durmasını istiyorum." Dişlerimi sıkarak derin
bir nefes aldım ve ona baktım. “Ve senden... Sana yapacak­
larından korkuyorum."
“Şimdiye kadar hiçbir şey yapmadı, Kırmızı.”
Ama bu doğru değildi. Lucas’tn hayatını mahvetmişti.
Parasını ve zamanını çalmış, hayatına devam etmesini imkân­
sız kılmış ve... ona yaptığı şey her neyse onu sürekli hatırlat­
mıştı. “Seni seviyorum. Bunu biliyorsun, değil mi?” dedim.
Lucas yavaşça ilerlerken otobüsün zemini gıcırdadı. Sır­
tımda kaydırdığı elleri nazikti. “Biliyorum. Neden hayır de­
diğini de biliyorum. Ama geri geleceğini de biliyorum.”
Boğazımdaki yumruyu yutkundum. “Beni yanında iste­
miyorsan gelemem ki...”
Kafasını benimkine eğip şakağıma doğru konuştu. “Sen
benim için doğru kişisin Sienna. H ayatım da sana olduğu
kadar kim seye ihtiyaç duymadım. Kimseyi istemedim de...
Bunlar gibi hisler -san a karşı olan hislerim - dün akşam olan­
lar yüzünden bitmeyecek. Bunun yüzünden gitmene izin ver­
m eyeceğim .”
Y üzüm ü hafifçe kaldırdığım da burnumun ucu burnuna
sürtündü ve en sonunda gözlerimiz buluştu. Bir an için onda,
gözlerinde kayboldum . “Aramızda sırların olmasını istemi­
yorum sadece.”
“ Ya bu sır bir canavar gibi görünmeme neden olursa?”
D ün gece de kendisi için bu kelimeyi kullanmıştı. Canavar...
Bu kelim e vücudumdaki tüm kemiklerin, tüm kasların büyük
bir korkuyla çığlık atm asına neden oluyordu. Bunu düşün-
358
Temas
meşine neden olacak ne yapmıştı? “O zaman ne halt olacak?”
Düşünceli yüzünü incelerken söyleyecek söz bulamı­
yordum. O zaman ne olacaktı? “Sen bir canavar değilsin.
Benim için asla öyle bir şey olamazsın.”
Üzüntü dolu gülümsemesi kalbimi, gözlerindeki bakışlar­
dan çok daha fazla acıttı. “Asla mı?” diye sorduğunda kafamı
iki yana salladım. Beni kendisine çekip kafamın tepesini öptü.
“Uçağını kaçırmadan havalimanına gitsek iyi olur.”
Atlanta’dan Nashville’e yaptığım son yolculuk gibi bu
da hüzünlüydü. Ama bu sefer Lucas’ı kendi isteğimle bırak­
mıştım. Hâlâ yenmeye çalıştığım zayıf yanım Nashville’e
vardığım anda Lucas’a geri dönmek istedi ama bunun hiçbir
sorunumuzu çözmeyeceğini biliyordum. Annem yüzünden
yıllarca yalanlar ve saçmalıklarla uğraşmıştım ve tüm bunlar
yüzünden şimdi aramız bu kadar bozuktu.
Uçaktan inerken midemin bulanmaya başladığını his­
settim. Ve bulantım, büyükannem beni eve götürürken tele­
fonumda gördüğüm mesajlar nedeniyle daha da arttı. Bir
Tori’den, iki tane de Ashley’den mesaj vardı. Tori'nin mesajı
neşe doluydu; Los Angeles’a gittiğimde beni görmek için sa­
bırsızlandığını söylüyordu. Ama Ashley’nin yazdıklarını gör­
düğümde kalbim dondu.
09.52: Lütfen grubun ayrılmadığını söyle.
09.54: Eğer ayrılıyorlarsa -seni hâlâ seviyorum ama
bu çok BERBAT!
359
Emily Sno\v
N efesim i tuttuğum da, “ Her şey yolunda mı tatlım?''
diye sordu büyükannem kısık sesle.
Kafamı deli gibi aşağı yukarı salladım. “Her şey yo­
lunda..." Büyükannem bana inanmadığını belli eden bir te­
bessüm atıp parlak mavi gözlerini yola çevirdi.
“Sen yokken ev çok sessizdi," dedi muhabbet açmaya
çalışan büyükannem. “Bir süre etrafta olman iyi olacak...”
Ona eve geldiğim için mutlu olduğumu söylerken sanki
kelimeler ağzımdan yavaş çekimde çıkıyormuş gibiydi. Bey­
nim sadece A shley’nin mesajına odaklanmış durumdaydı.
G oogle'a Your Toxic Sequel yazarken parmaklarım tit­
riyordu. Doğru düzgün yazıp faydalı bir haber bulana kadar
bir süre uğraştım. Sonunda bulduğum da en yeni dedikodu
yazılarını gözden geçirdim. Sleaze Cop, Buzz Online ve Altem ative Enterîainm ent gibi sitelerin hepsi aynı şeyi söylü­
yordu: Your Toxic Sequel Sona Geldi. Ve her şeyin
sebebinin, grup üyelerinden biriyle M üzik Şehri’nde yaşayan
kızıl saçlı bir kadının ilişkisi olduğunu yazmışlardı.
Şoka uğram ış halde kafamı geriye yatırıp koltuğa yas­
ladım.
Böyle bir şey oluyor olamazdı.
Eve vardığım ızda büyükannemin mutfakta öğle yemeği
yem e teklifini sakince reddedip, üst kattaki odama koştum
ve boğucu sıcağı görm ezden gelerek yatağımın kenarına otu­
rup haberleri doğrulayabileceğim düşündüğüm tek kişiyi ara­
dım.
Kylie, arama sesli mesaja yönlendirilmeden hemen önce
360
Temas
açıp dramatik bir sesle, neşeyle konuştu. “Merhaba güzelim!
Bu sabah seni göremediğim için çok kızgınım ve..
“Grup ayrılıyor mu?” diye sordum.
Kylie birkaç saniye sessiz kaldı ama sonra kafası karış­
mış şekilde güldü. “Şey, hayır... Benden saklamıyorlarsa
tabii. Niye böyle bir şey düşünüyorsun ki?”
“B en...” Yatağın kenarını kavrayıp stres topu gibi sık­
tım. Sonra boğazımı temizledim. “Bir dedikodu sitesinde
gördüm. Arkadaşlarımdan biri de sordu.”
Kylie bitkince iç geçirdi. “Bebeğim,” dedi ondan duy­
duğum en ciddi ses tonuyla. “Seni bunun gibi şeyler hak­
kında çok, çok uzun zaman önce uyarmıştım. İnternette
yazılan şeylere asla ama asla aldırma... İnternet şeytandır.
Yazılanlar neredeyse hiçbir zaman doğru olmaz, sen de boşu
boşuna kendini üzersin. Bana güven, çünkü ben de bu yol­
lardan geçtim.” Tavsiyesini sindirmem için biraz süre ver­
dikten sonra devam etti. “Sorunun cevabını da vereyim;
hayır, grup kesinlikle ayrılmıyor.”
“Tann’ya şükür,” dedim bir nefes verip ayağa kalkarak.
Wyatt’ın arkadan bir şeyler fısıldadığını duydum. Kylie
ondan kendisine birkaç dakika vermesini istedikten sonra te­
lefona geri döndü. “Pekâlâ, bebeğim. Anlat bakalım, neler
oluyor. Uçurumdan düşmene saniyeler varmış gibi konuşu­
yorsun.”
Konuşmaya başladığımda susmam imkânsızdı. Odamın
tahta döşemelerinde volta atarken Kylie’ye her şeyi; Sam so­
rununu, YTS hayran forumlarını anlattım. Atladığım tek şey
361
F m ily Sno\v
L ucas'm evlenm e teklifi oldu. Dün geceden kalan yaralar
hâlâ çok tazeyken bu konuyu açmak yanlış geliyordu.
“Çok üzüldüm, bebeğim,” diye mırıldandı Kylie, ben
konuşmayı bitirince. “Tanrım, neden bana hiçbir şey anlat­
madın?”
Dudaklarımdan acı dolu bir hıçkırık yükseldiğinde ir­
kildim ve yanaklarımdan akmakta olan yaşlan fark ettim.
“Ben... Lucas'ın müziğini kötü etkilemek istemedim.”
Kylie iğrenmiş gibi bir ses çıkardı. “Ağabeyimin müzi­
ğini boş ver, önemli olan sensin, Sienna. Müzik asla senden
önemli olamaz.”
Kylie beş dakika sonra telefonu kapatmak zorunda kalsa
da söyledikleri aklımda kalmıştı.
Ashley'ye birkaç mesaj gönderip Your Toxic Sequel’in,
Şimdi Neredeler: Rock Yıldızları programında kesinlikle yer
almayacağı teminatını verdikten sonra günün geri kalanını
çamaşırlarımı yıkayarak ve Lucas’ı düşünmeme engel olması
umutlarıyla büyükannemin evini temizleyerek geçirdim.
Ama işe yaramadı. Büyükannem iyi gözlem yapan biri ol­
duğu için ne kadar kötü olduğumu görmesin diye yüzüme
neşeli bir ifade yerleştirmeye çalıştım ama akşam yemeğin­
den sonra “ yemekte bize Seth de katılmış, ama üniversite­
deki bir erkekler birliğinin düzenlediği partiye gitmek için
hemen ayrılm ıştı- büyükannem mümkün olan en kibar şe­
kilde bana dışarı çıkmamı söyledi.
“Ciddiyim, Sienna. Bütün gece burada benimle oturma­
nın bir manası yok,” dedi ciddi bir suratla.
362
Temas
Yatar koltuğunda ayaklarını kaldırmış halde oturup en
sevdiği televizyon programlarından birini, güller ve “gerçek
aşk”ı arayan, saçma şekilde muhteşem görünen insanların
yer aldığı programı izleyen büyükanneme yandan baktım.
“Benden kurtulmaya mı çalışıyorsun, büyükanne?” diye
takıldım.
Dudaklarını yukarı doğru kıvırıp kafasını salladı.
“Hayır, sonuçta ben seksen yaşında bir kadınım. Sen de ar­
kadaşa ihtiyacın varmış gibi görünüyorsun.”
Pembe terliklerimi ayağımdan çıkartıp koltuğa uzandım
ve ona bakıp sırıttım. “Aslında yetmiş dokuz yaşındasın bü­
yükanne... Ve ben burada iyiyim.”
“Gidersen duygularım incinmez,” diye teminat verdi.
“Biliyorum ama burada seninle kalmayı tercih ederim.’'
Tam yarışmacılardan biri sepetlenirken kafamı televizyona
çevirdim ama büyükannemin yüzündeki hafif gülümsemeyi
kaçırmamıştım.
Büyükannem programına sadık kalarak birkaç saat
sonra yatmaya gittiğinde ekrana bakmaktan başım ağrıyana
dek Six Feet Under'm eski bölümlerini izledim. Üst kata
giden basamakları tırmanırken büyükannemin dışarı çıkma
önerisini tekrar düşündüm ve Ashley’ye mesaj atıp bu gece
anne babasının barında kimlerin çalacağını sordum. Yirmi
dakika sonra, yatağıma girip lambayı kapatmaya hazırlandı­
ğım anda Ashley cevap atıp bir Five Finger Death Punch
cover grubunun sahnesi olduğunu söyledi. Birkaç dakika
sonra yeni bir mesaj daha geldi.
363
E/nily Snow
22.39: Umarım sessizliğin giyinmekte olduğun anlamına
geliyordur. Bu akşam çalışmıyorum, yani tamamen şeninim.
Ü stüm e bir kot pantolon ve omuzlarına siyah deri par­
çalar dikilmiş beyaz bir tişört geçirdikten sonra arabama at­
layıp şehir merkezine yollandım. The Beacon’ın çevresinde
iki kez döndükten sonra en sonunda birkaç blok ötedeki üc­
retli bir otoparka park ettim ve otomatik makinede ücreti
ödeyip aldığım bileti gösterge paneline sıkıştırdıktan sonra
ön koltuktaki çantamı aldım.
A rkam dan birilerinin geldiğini duymamıştım; bu ne­
denle döndüğüm de arabamın önünde duran uzun ve ince
adamı görerek yerimde sıçradım. Adam kaşlarını öfkeyle çat­
tığı için içgüdüsel olarak bir adım geri çekildim.
Adamın burun delikleri genişledi. “Her şeyi bok ettin.”
Birkaç adım daha geri çekilerek kafamı hızla iki yana
salladım ve bakışlarımı panikle otoparkta dolaştırdım. “Sa­
nırım yanlış k işiy e...”
“Sienna değil misin? Lucas’m hayatını mahvedecek sür­
tük? Hayır, yanlış kişi değilsin.” Öfkeli bir şekilde bana yak­
laşırken elini cebine sokup bir şey aramaya başladı.
G öğsüm sıkışırken sesimi bulmak için çabaladım. So­
nunda konuştuğumda sesim neredeyse duyulamayacak kadar
kısıktı. “Hayır, beni başka biriyle karıştırm ış olm alısınız.
B e n ...”
“Seni evinden beri takip ediyorum, yalancı sürtük,” diye
bağırdı. Ve o anda içime gerçek bir korku çöktü. Hayatım
boyunca ilk kez gerçek korkuyu tadıyordum.
364
Temas
Zıt yöne doğru kaçmaya çalıştım ama adam beni yaka­
layıp sırtüstü yere yatırdı. Kafam mide bulandırıcı bir güm­
bürtüyle asfalta çarparken ciğerlerimdeki hava tamamen
boşaldı.
Adam üstüme otururken nefes almakta zorlanıyordum.
Düşünemiyordum. Mücadele edemiyordum.
“Kalk üstümden,” dedim soluksuz bir şekilde.
Çığlık atmak için ağzımı açtığımda yumruğunu iki kez
kamıma indirdi. Ellerimi kamıma koyduğumda üçüncü yum­
ruğu engelledim ama bu kez bileğim incinmişti. Koluma ya­
kıcı bir acı yayıldı. Tekrar yardım çığlığı atmak istedim ama
bu sefer ellerini boğazıma sardı.
Canımı yakmak istiyordu.
Hayır, bu adam beni öldürebilirdi.
Beni öldürebilirdi ve nerede yaşadığımı biliyordu. Bü­
yükannemin şu anda uyumakta olduğu evi biliyordu.
Ellerimi kollarına doğru kaldırıp mümkün olduğunca
sert bir şekilde itip tırmaladım. Başım dönmeye, görüşüm
bulutlanmaya başlarken tırnaklarımı derisine gömüp kaydır­
dım. Adam uluyarak ellerini boğazımdan yüzüme doğru kay­
dırdı ve iyice sıktı.
Bu şimdiye dek hissettiğim en berbat fiziksel acıydı.
Ama ses çıkarmamı engellemiyordu.
Bu sefer çığlık attığımda boğuk, kesik ve korku dolu
olsa da sesim çıkmıştı.
Adamın avucu yüzümde şaklayıp öğürmeme neden oldu.
Elimi uzatıp parmaklarımı yerde dolaştırarak bu adamla
365
Emily Stunv
mücadele etmeme yarayacak bir şeyler bulmaya çalıştım.
Parmaklarım anahtarlığımı bulduğunda anahtarlarımı kavra­
yıp adamın yüzüne batırdım.
Araba anahtanrn yanağına denk gelince adam yüzünden
kanlar akarken benden uzaklaştı. Sendeleyerek ayağa kalk­
tım ve yeterince uzağa kaçabilmek için kendimi toplamaya
çalıştım. Uzak bir yerlerden birinin bağırdığını duyabiliyor­
dum ama sesin nereden geldiğinden emin değildim.
“Gel buraya, sürtük,” diye hırladı adam bana doğru atı­
larak.
Düşünmedim.
Sadece hareket ettim.
Başparmağımı Sinjin’in verdiği biber gazına dolayıp
adam yere düşene kadar çığlıklarla yüzüne sıktım.
İki adam koşarak otoparka girene dek de ellerimi hare­
ket ettirmedim.
Hareket ettiğim andaysa bilincimi tamamen kaybettim.
366
Yirminci Bölüm
Lucas
“İçiyorsun, Luke.” Kylie kaşlarını kaldırarak parmağını
kendi içeceğinin içinde kızılcık suyu ve Sprite karışımı olan
bardağının ağzında dolaştırdı. “Çok fazla içiyorsun. Durman
lazım ve biraz büyüyüp Sienna’yı aramalısın. Seni ısırmaz,
söz veriyorum.”
Sahne arkasından geldiğimizden beri yedinci ya da se­
kizinci biramın kalanını kafama diktim. “Tanrım, dırdırlarını
hiç özlememişim,” diye homurdandım. Kylie’nin ağzı açık
kalmıştı ama ben ona değil, Brady ve ufak tefek bir esmerle
fotoğraf çekinmekte olan Cal’e bakıyordum. “Beş dakika
önce konserin ne kadar muhteşem olduğunu söylüyordun,
şimdi psikiyatrist oldun."
Kardeşim içeceğini yere bırakıp dirseklerini dizlerine
dayadı ve kafasını eğerek koyu renkli saçlarının yana doğru
367
Em Uy S mm'
kaymasına ncdetı oldu. “Konser muhteşemdi. Ama şimdi sar­
hoş olmaya başlıyorsun, ben de endişeleniyorum. Ve bu
akşam hiç endişe çekecek havamda değilim Lucas.”
Bu sabah Atlanta’da bizimle buluştuğundan beri ne
kadar endişeli olduğunu söyleyip duruyordu. Sienııa’yla ko­
nuşmasından sonra endişelenmeye başlamıştı ve anne baba­
mızla yediğimiz öğle yemeğinden sonra bana çok melankolik
gözüktüğümü ve hayatında tanıdığı en kaba ve salak adam
olduğumu söylemişti. Bu öğleden sonraki ses provasını ka­
çırdığımda yine endişelenmeye başlamıştı.
Nerede olduğumu kimse sormamıştı ama kız kardeşim,
konserden hemen önce sahne arkasında karşılaştığımızda
hayal kırıklığına uğramış ve öfkelenmiş bir tavırla gülümsemişti. Sam ’e gittiğimi muhtemelen biliyordu. Kardeşime,
eski karımın ortadan kaybolduğunu, evinden taşındığını ve
geride adresini bırakmadığını öğrendiğimi söyleme ihtiyacı
duymamıştım. Eskiden kirasını benim ödediğim lüks daireye
yeni binleri yerleşmişti. Ve Sam’i görmeye gitmemin parayla
hiçbir alakası olmadığını da kesinlikle söylemeyecektim.
Bunca zamandan sonra Kylie anlattıklarımı yemezdi
zaten.
“Bu saçmalığın bir an önce bitmesini istiyorum.” Ka­
famı koltuğa yasladım.
‘T urne mi?”
Turne... Bu yalanın derinlerime işlemesine izin verdim.
“Evet...” Acı bir kahkaha attım. “Turne...”
k'O f... Sana söylemek istediğim bir sürü şey var.”
368
Temas
“Daha önce duyduğum bir şeyler mi?”
Kylie sessizdi. Gözlerine bakmak için kafamı kaldırdı­
ğımda omuzlarını silkti. “Bazıları öyle...”
“O zaman ilgilenmiyorum. Ne diyeceğini biliyorum. İş­
leri nasıl berbat ettiğimi biliyorum. Her şeyi düzelteceğim.
Mutlu oldun mu?”
“Lucas,” diye başladı Kylie yenilgiye uğramış bir sesle
ama başımın ağrımasını önemsemeden kafamla iki muha­
birle konuşmakta olan Wyatt’ı işaret ettim.
“Buraya kocanı görmeye geldin, bana bebek bakıcılığı
yapmaya değil.”
Kylie yanaklarım içeri çekerek koltuğundan kalktı ve sert
gözlerle bana baktı. “Güven bana, inatçı bir mankafaya bakı­
cılık yapmak, bu akşamki programımda kesinlikle yok... Bu
yüzden bana bir iyilik yap ve git gitar penanı kıçına sok...”
Kylie uzaklaşıp Wyatfın yanma gitti. Wyatt katı bir ifadeyle
onun kafasının üstünden bana baktı, sonra dudaklarını birkaç
saniye boyunca Kylie’nin kafasının üstünde tuttu. Bana tekrar
baktığında ağzını hareket ettirerek bir şey söyledi. Bir tehdit...
Ben de mantıklı olan tek şeyi yaptım.
Kendime bir içki daha aldım.
Turnenin başladığı günden beri ilk kez sabahın kahrolası
yedisinde kalkmadım. Kendi kompartımanımda, yatağın
içinde kalıp Sienna'nın tatlı kokusunun rüyalarıma girmesine
izin verdim. Baktığım her yerde Sienna vardı ve aramızda369
Emily Snow
kileri nasıl berbat ettiğimi biliyordum.
Geçmişte ne yaptığımı ona söylemeli ve kendi kararını
vermesine izin vermelivdim.
Bu her şeyi çok daha kolaylaştırırdı ve belki ben de
olanları unutup hayatıma devam edebilirdim.
Yastığımın altında titreyen telefonumla sonunda kıçımı
yataktan kaldırabildim. Bacaklarımı yataktan aşağı sallayıp
ekrandaki tanıdık olmayan Nashville numarasına birkaç sa­
niye baktıktan sonra telefonu açtım. Hattın diğer ucundaki
sesi daha önce de duymuştum, bu Sienna’nm erkek karde­
şiydi. Ve saat onu geçmiş olsa bile uyanır uyanmaz ilk duy­
mak isteyeceğim şey bu ses değildi. Bu küçük herifle daha
önce de uğraşmıştım ve tekrar yapmaya hazırdım ama soma
durup dediklerini dinledim.
Sienna yaralanmıştı. Kötü biçimde...
Saldırıya uğramıştı.
Bir otoparkta dövülmüştü.
Hayranlarımdan biri tarafından.
Telefonu kapattığımda tamamen uyuşmuş haldeydim. His­
ler yavaş yavaş üstüme çökmeye başlarken sonunda otobüste
yankılanan kınk sesin kendime ait olduğunun farkına vardım.
Bir helikopter kiralamak yirmi dakikamızı almıştı. Bu
işi Kylie halletmişti, çünkü ben herkesi azarlamaya başla­
mıştım. Kardeşim telefonumu bana verip kararlı gözlerle
bana baktı. “Ben de seninle Nashville’e geliyorum.”
370
Temas
Ona karşı çıkmadım. Bunu yapamazdım. Kafam sadece
ve sadece tek bir yerdeydi ve Sienna’nın yanına gidene kadar
doğru düzgün düşünemeyecektim.
Ama sonunda benimle geldiği için kardeşime minnettar
oldum. İleriyi düşünüp üç saat sonra vardığımızda bizi bek­
leyen arabayı kiralamayı o akıl etmişti. Arabayı kullanan da
oydu ve hızlı gitmesini söylediğimde radyodaki Aranda şar­
kısının sesini sonuna kadar açarak beni duymazdan gelmişti.
Hastaneye girerken Sienna’nın kardeşinin daha önce
mesajla attığı oda numarasına baktım. Kylie'yle birlikte
asansöre binip üçüncü kata çıkarken göğsümde acı verici bir
boşluk vardı. Kapılar açıldığında hızla koridorda ilerlemeye
başlayan kardeşimi takip ettim. Nashville’e gelmekte çok
acele etmiştim ama şimdi, çamaşır suyu ve ilaç kokulannın
arasında tüm o acelecilik hissi gitmişti.
Bu yüzden Kylie, Sienna’nm odasına girerken ben ka­
pının önünde durup kendimi topladım. Kız kardeşimin nefe­
sini tuttuğunu ve sonra, “Ah, Tanrını, bebeğim,” dediğini
duydum.
Derin bir nefes alarak kapıyı itip eşikten içeri adımımı
attım ve Sienna yüzünü kapatmaya çalışsa da her şeyi gör­
düm. İçim aynı anda bir sürü duyguyla doldu; korku, ötVe,
hiddet, suçluluk... En sonunda kalıcı olan suçluluk duygusu
oldu.
Suçluluk duygusu ve hiddet...
Hastane yatağına doğru ilerlerken her adımımın sesi
371
Emily Snow
beynimde daha yüksek yankılanıyor gibiydi. Yanma vardı­
ğımda Sienna konuşmak için ağzını açtı. İlk başta konuştu­
ğunu ama kulaklarımdaki sağır edici zonklama yüzünden
onu duyamadığımı düşündüm ama sonra Sienna7nın söyle­
yecek bir şey bulamadığını fark ettim.
O anda hıçkırmaya başladı. Omuzlan sarsılıyor, göğsü
hızla inip kalkıyordu. Odanın köşesinde duran kardeşim de
ağlıyordu.
Kendimi dünyaya gelmiş en berbat yaratık gibi hissettim.
Ve bunu Sienna’ya yapan orospu çocuğunu kendi elle­
rimde gebertmek istedim.
Ona dokunmaya korkuyordum, canını yakarım diye
ödüm patlıyordu ama Sienna elini bana uzattığında parnıaklarımı onunkilere geçirdim.
Konuşacak kadar sakinleştiğinde uzun bir nefes aldı.
‘‘Kardeşimin arkadaşlarından biri emniyette çalışıyor.” Göz­
lerini kucağına indirip elimi sıktı. “Adam sürekli hapse girip
çıkan bir tipmiş. Ağır ceza gerektiren saldırı, hırsızlık gibi
sebeplerden... Polislere benim adresimi Your Toxic Sequel
mesaj panolarında tanıştığı birinden aldığını ve evimden ar­
kadaşımın banna kadar beni takip ettiğini anlatmış.”
Dudaklarımdan sert bir ses yükseldi ama Sienna konuş­
maya devam etti. “Eski karın bana bu sabah bir mesaj gön­
derdi. Nasıl olduğumu öğrenmek istemiş.”
Ben bir şey diyemeden kardeşim odanın diğer tarafından
atıldı. Saçları arkasında vahşice savruluyordu. “Hepsi senin
372
Temas
yüzünden,” diye tısladı parmaklarını göğsüme sertçe bastı­
rarak. “Hepsi senin yüzünden Lucas! Bunu düzelteceksin.”
Yatağa en yakın sandalyeye çökerken elini bırakmak is­
tesem de Sienna bırakması mümkün değilmiş gibi elimi sıktı.
“Tanrım, Kırmızı, ne yapacağımı bilmi...”
“Söyle bana,” dedi. Diğer elini kolalanmış yatak örtü­
süne batırıp kumaşı endişeyle büktü. “Tanrım, Lucas, lütfen
tüm bunların neyle alakalı olduğunu söyle...” Son kelimeleri
kesik bir fısıltı, bir yakarış gibiydi. Sessiz bir uyarı gibi...
Söyle yoksa ben artık vokum. Ne yaptığım söylemezsen
ilişkimiz sonsuza dek biter.
Eğer başka bir yerde olsaydık, eğer Sienna benim yü­
zümden berbat halde bu kahrolası hastanede yatıyor olma­
saydı konuyu başka tarafa çekerdim. Ama bu konuşmanın
geleceğini biliyordum ve kendimi şimdiden bir ateş çukuruna
atılmış, canlı canlı yakılıyormuş gibi hissediyordum. En kö­
tüsü de şuydu ki kendi mezarımı kendim kazmıştım.
Göğsüm yanana kadar nefes alıp verdikten sonra kız
kardeşime, yüzündeki açık hayal kırıklığına baktım ve sonra
Sienna’ya döndüm. Canı çok yanıyor olmalıydı ama yine de
doğrulup oturmuştu. Yaralarına ve kesiklerine, büyük mavi
gözlerinin altındaki koyu halkalara ve çatık kaşlarına rağmen
hayatımda gördüğüm en güzel şeydi.
Sahip olduğum en güzel şey...
Ve bu onu kaybetmek anlamına gelse de, bu belki de yıl­
lar önce yaptığım şeyin cezası olsa da ona şimdiye dek bil-
373
Emily Snow
diklerinden daha fazlasını borçluydum.
“Aramızdakiler boka sardıktan sonra bile Sam’le görüş­
meyi kesmemiştik,” diye başladım. Sienna kafasını dikkatlice
sallayınca kırmızı saçları yaralı yüzüne düştü. “Kahretsin, ay­
rıldıktan sonra onu öncekinden daha fazla görmeye başlamış­
tım hatta.” Bunu itiraf etmek hâlâ kendimi dünyadaki en geri
zekâlı insan gibi hissetmeme neden oluyordu.
“İşleri batırdım,” diye fısıldadım sert bir sesle. “Berbat
bir şey yaptım ve bunu Samantha’ya anlattım.”
Sienna nefesini verdi. “Tamam. Nedir o şey?”
Odanın duvarları üstüme geliyormuş gibiydi. Bu yüzden
ezilmeden önce fısıldadım, “Bir adamı öldürdüm. Birinin ha­
yatına son verdim.”
Louisville 'den eve döndükten sonra Samantha 'yı gör­
m ek gibi bir niyetim yoktu. Kendimi toplayana, içinde oldu­
ğum karışıklığı düzeltmek için ne yapmam gerektiğini bulana
dek onun y a da başkalarının etrafında olmak istemiyordum.
Ama Sam bana gelmişti.
Sarhoş bir halde evime girip koltuğa düşmüştüm. O kadar
berbat haldeydim ki arkamdan bir el omzumdan kayarak göğ­
süm e değmeseydi evde birinin olduğunu bile fa rk etmezdim.
Göğsümdeki kolu tutup sıktığımda alaycı bir ses kulağıma f ı ­
sıldamıştı. “Dikkatli ol Lucas. Canımı yakacaksın. ”
Sam antha’n ın kolunu bırakıp ayağa fırlamıştım. “Sen
374
Temas
burada ne halt ediyorsun? ”diye hırlamıştım. “Evimden de­
folup git, Samantha... ”
Samantha omuz hizasındaki san saçlarım omzunun ar­
kasına atıp dilini dudaklarında gezdirmişti. Normalde kış­
kırtıcı olması gereken bu hareket midemi bulandırmıştı.
“Seni özledim. O kadar uzun süre uzak kaldıktan sonra beni
görmek istersin diye düşündüm. ”
“İnan bana, istemiyorum. ” Onun yanından geçip basa­
makları tırmanmaya başlamıştım ama Samantha, Atlan­
ta ’dan geldiğini, ne kadar yorgun olduğunu anlatarak
peşime takılmış ve yatak odama kadar girip ben soyunurken
kendini yatağa atmıştı.
"Çık dışarı, Sam... ”
Samantha kollarını kafasının üstüne doğru gereıvk avuç­
larını yatağa dayayıp üzülmüş gibi bir ses çıkarmıştı. "Beni
kovmak istiyorsan en azından ikna edici konuş. ” Kafasını ge­
riye yatırıp tekrar bana çe\>irdiğirule gri gözlerinden birini kırp­
mıştı. “Güven bana, istediğimi verirsen hemen giderim. ”
“Bu akşam olmayacak. ”
“Ama sarhoşsun ve çok fazla içtiğinde nasıl biri oldu­
ğunu ikimiz de biliyoruz. ” Onu bu gece becermeyeceğimi
göstermek için uyarı dolu bakışlarımı ona diktiğimde gözle­
rini kocaman açmıştı. “Benim Lucas 'ima ne yaptın ? "
“Sana dokunmak istemiyorum. ” Yatağın kenarına otur­
duğumda kucağıma tırmanmaya çalışsa da dişlerimi sıkarak
onu itmiştim. l'Sana dokunamam. "
375
Emilv Sno\v
Tek istediğim uyumak, yaptığım şev unutmaktı.
'*Sadece sarhoşsun bebeğim, " diye hatırlatmıştı Sam.
“Ama seni seviyorum, bu yüzden seni affedeceğim. "
“Boka battım. ”
Sam yüzünde rahatsız olmuş bir bakışla dudaklarını bir­
birine bastırmıştı. “O Cilla fahişesi konusunu biliyorum. Sen
özgür bir adamsın, Lucas. Yani istediğin şeyi yapabilir... "
Belki sebebi alkoldü ya da Sam ’in söylediği sözlerdi.
Ama ağzımdan çıkan sözler ona esir olmama neden olmuştu.
"Louisville’de birini öldürdüm. ”
Eski karım neredeyse bir dakika boyunca sessiz kalmış,
sonra kafasını iki yana sallamıştı. “Oyun oynama, Lucas... ”
Onu burunlarımız birbirine değene kadar kendime çekip
sıktığım dişlerimin arasından konuşmuştum. “Birini... öldür­
düm. ”
Ve ona olanları anlatmıştım. Cilla ’nın aylardır takip
edildiğim, sahneye çıktığımız konser mekânının otoparkında
ona saldıran adamı, adamın peşinden koşup bilincini kaybe­
dene kadar onu dövdüğümü...
“Cilla 'yı içeri götürdüm. ” Ellerimi saçlarımdan geçirip
konuşmaya devam etmiştim. “Geri geldiğimde adam gitmişti.
Ölmüştü. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Eğer bilseydim...
Onun ölmesine izin vermezdim, bunu anlamalısın. ”
Sam az önce anlattıklarıma rağmen sakin kalan yüzüyle
bana eğilmişti. Belki de bunun gerçekten bir oyun olduğunu
sanıyordu.
376
Temas
“Polisi aramadın mı? ” diye sormuştu.
“Panikledim, ” diye bağırmıştım. "Panikledim ve onu
orada bıraktım. Olayın bir saldırı olduğunu sanıyorlar, Sam.
Ne yapacağım ben? ”
Samantha altdudağını dişleyerek bir an sorumu dü­
şünmüştü. Sonunda kucağıma çıkıp yüzümü ellerinin arasına
almıştı. “Hiçbir şey... Şimdiye kadar bir şey yapmadın, şim­
diden sonra da yapmayacaksın. Suçunu itiraf etmek sonun
olur. Biliyorsun, değil mi? ”
“Evet, biliyorum. ”
Samantha 'tun dudaklarından yükselen onaylayıa ses
küçük bir çocuğa cesaret veren birinin sesi gibiydi. İçim
parça parça olmuştu çünkü ciddi bir konuda tavsiye almak
için döndüğüm kişi onca insanın arasında Samantha ol­
muştu. Sotı birkaç yılki öfkemin yüzde doksan beşinin kay­
nağı olan, evli kalacak kadar güvenmediğim kadın...
“Cilla neler olduğunu biliyor mu? ” diye sormuştu Sam.
Kafamı iki yana sallayarak konuşmuştum. “O kadar sar­
hoştu ki kendi adını bile söyleyemiyordu. Polisler geldiğinde
onu oradan alıp otel odamıza götürdüm. ” Bir kez daha kafamı
sallamıştım. “Hayır, bilmiyor. Ona söylesem çok kötü hisse­
der... ”
S a m 'in gri gözlerine baktığımda ne kadar sertleştikle­
rini fa rk etmiştim. Bakışlarını benden ayırıp kollarım omuz­
larıma sararak yüzünü boynuma gömmüştü. “Güzel, " dıvc
fisi idam ıştı. 4'Hatırlamaması iyi...”
377
Emilv Sno\\'
Ne yaptığım ve kim olduğumla ilgili sırrımın Sa­
mantha ’y la güvende olduğuna inanacak kadar aptaldım. O
geceden sonra olanları bir daha asla konuşmayacağımızı,
başa çıkmam gereken tek şeyin kendi vicdan azabım ve ıstı­
rabım olacağını sanmıştım.
Ama üç ay sonra, eski karını benden ilk para talebine
bulunmuştu.
Anlatmayı bitirdiğimde kardeşim de Sienna da şok ge­
çirmiş halde öylece kalakalmışlaıdı. Sienna artık elimi tut­
muyordu. Gözlerimi hastane zeminindeki sürtünme izine
diktim. “Sam’in elindeki koz bu,” dedim acı bir sesle. “Ada­
mın adı Bryce Roberts’tı. Ve ben onu öldürdüm.”
“Bryce Roberts,” diye tekrar etti kardeşim. Gözlerimi
kapatıp kafamı salladım. “Tanrım, Lucas... Neden bahsedi­
yorsun sen?”
Sienna’ya baktığımda boş gözlerini duvara diktiğini
gördüm.
Bilmek istemişti, ben de istediğini yapmıştım. Şimdi
aramızdaki her şey mahvolmuştu.
“Adamın ailesine para gönderdim. İsimsiz bir bağış ola­
rak.” diye ekledim sanki bir yardımı dokunacakmış gibi. O
zaman yaptıklarım da şimdi yapacaklarım da hiçbir işe ya­
ramazdı. “Ama Tanrım, gerçekten de bir kazaydı. Yemin ede-
378
Temas
rim onu öldürmek istememiştim.” Yalvarır gibi çıkan sesim
karşısında Sienna kafasını aşağı yukarı salladı.
“Hayır, seni anlıyorum.”
Göz ucuyla Kylie’nin kafasını eğerek odadan çıktığını
gördüm. O gider gitmez yerimden kalkıp Sienna'nm yatağına
gittim. Geri çekilmemişti ama bana bakmıyordu.
Kahretsin.
“Seni seviyorum,” dedim ona. “Hayatım boyunca sev­
diğim her şeyden daha çok seviyorum. Ve başına gelenler
lanet olası ruhumun parçalara ayrılmasına neden oluyor.”
Sonunda bana döndüğünde yüzündeki hasarı tam olarak
görebildim. Bu, benimle birlikte olduğu için başına gelmişti.
Daha akıllı olmalıydım. Onu koruyacak birini tutmalıydım.
Onu korumak için ben yanında olmalıydım.
“Biliyorum. Ben de seni seviyorum; sevmeyi bırakmam
imkânsız.” Gözlerini kapattığında köşelerinden yaşlar ak­
maya başladı. “Sadece birkaç güne ihtiyacım var. Ben... ben
biraz düşünmeliyim.”
Benden korkuyordu. Son yirmi dört saatte başına gelen­
lerden sonra nasıl korkmayacaktı ki?
“Senden haber bekleyeceğim,” diyebildim sonunda, ke­
limeleri ağzımdan zorla çıkartarak. Ona son bir kez dokun­
mak istesem de bunu yapmamak için ellerimi yumruk haline
getirdim.
“Tabii, Lucas,” diye fısıldadı.
379
Emily Snow
Ama tüm yalanlar, saçmalıklar ve pişmanlıklardan sonra
gözlerini yine benden kaçırdığında yeryüzü altımdan çekiliyormuş gibi hissettim.
Çünkü Bryce Roberts’ı öldürdüğüm günden beri oldu­
ğumu düşündüğüm şey şimdi kanıtlanmıştı ve bunu tek bir
kelimeyle özetleyebilirdim.
Canavar...
380
Yirmi Birinci Bölüm
Sienna
Lucas ve Kylie soğuk hastane odamdan ayrıldıktan sonra
sağlık görevlilerinden, dün gece buraya yatınIdığımdan beri
ağzıma tıkmaya çalıştıkları ağrı kesicilerden getirmelerini iste­
dim. Hemşireden minik bardağı alırken yanaklarımdan akan
sıcak gözyaşları yüzünden yanıyordum sanki. Hemşirenin ver­
diği suyu kafama dikerken omuzlarım titremeye başlamıştı.
Yüzü endişeyle kırışan hemşire yatağımın ayak ucunda
durdu ve çizelgesini göğsüne dayayıp kalemini kulağının ar­
kasına yerleştirerek konuştu. “Sizin için birini aramamı ister
misiniz, Bayan Jensen?”
Kadının nazik olmaya çalıştığını biliyordum ama kimi
arayacaktı ki? Olanlar yüzünden endişeden ölen büyükan­
nemi mi? Son yirmi dört saattir sürekli Lucas’ın beni koru­
yamadığını söyleyip duran Seth’i mi?
381
Emi/v Sno\\'
Yoksa Lucas’ı mı?
Lucas... Onu düşündüğüm her an, bulunduğum odaya
girdiği her an kalbimin sıkışmasına neden olan bu dövmeli,
güzel adamın karısı muhtemelen uğradığım saldırıyı planla­
yan kişiydi. Ve Lucas, dört yıl önce başka bir kadını korurken
bir adamı öldürdüğünü itiraf etmişti.
Cilla için de kendim için de kötü hissediyordum ama
Lucas için kalbim kırılmıştı.
Boğazımın birden kuruduğunu hissederek gırtlağımdaki
acıdan kurtulmak için güçlükle yutkundum. “H ayır..
Göz­
lerimi kısarak yaka kartına baktım. “Teşekkürler, Nora... Çok
yorgunum, dinlenmek istiyorum. Tek ihtiyacım olan bu...”
Dudaklarım anlayışlı bir şekilde büzüp battaniyenin üs­
tünden ayaklarıma hafifçe vurdu. “Başınızda çok şey geçti.
Biraz dinlenin, Bayan Jensen, bunu hak ediyorsunuz. Bir
şeye ihtiyacınız olursa çağırma düğmesine basın../’
Hemşire gittiğinde televizyonu açtım. İroniye bakın ki
setinde çalıştığım paranormal televizyon dizisi Echo Falls’un
yeni bölümü yayındaydı. Karşılıksız aşk ve cinsel gerginlikle
dolu dizinin seslerinin gözyaşlarını bitene, gözlerim ağndan
ağırlaşana dek beni avutmasına izin verdim.
Ama uykum bok gibiydi.
Tori’nin ve ne şaşırtıcı ki Sinjin’in aramalarını engelle­
mek için telefonumu kapatmış olsam da bütün gece boyunca
bir uyuyup bir uyandım. Bulanık düşüncelerim annem, kendi
güvensizliklerim ve daha pek çok şeyden oluşuyordu.
Ama en çok Lucas’ı düşünüyordum.
382
Temas
Ve düzgün, istikrarlı bir uykuya dalmayı başardığım­
daysa gözlerimin kenarlarında yeni gözyaşları birikmişti.
Ertesi gün kapımın gümbürdeyerek kapanmasıyla uya­
narak yatakta hızla doğruldum. Kendimi korumak için elle­
rimi öne doğru uzatırken nefes nefeseydim. Göğsüm hızla
inip kalkarken bakışlarımı endişeyle odada dolaştırdım ve
sonunda erkek kardeşimi gördüm.
Elimi göğsüme koyarak kaşlarımı çattım. “Ödümü bo­
kuma karıştırdın.”
Odada ilerleyip yatağımın yanındaki bir koltuğa oturur­
ken Seth’in dudakları ince bir çizgi halini almıştı. Kollarının
alt kısımlarını bacaklarına dayayarak öne eğildi ve dudakla­
rını yumruklarına dayadı. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra
kafasını kaldırıp beni, başımdan başlayarak kucağımda bir­
leştirdiğim ellerime kadar süzdü. “Seni hiç böyle görmemiş­
tim.”
Elimi sıkılgan bir şekilde saçlarımdan geçirdim ve ne
kadar dağınık olduklarını görerek yüzümü buruşturdum.
“Tabii, belli olan şeyi söylemesen şaşardım zaten...”
Kafasını iki yana salladı. “Berelerden ya da karmakarı­
şık saçlarından bahsetmiyorum Sienna. Seni uyandırdığımda
yüzünde beliren korku ifadesinden bahsediyorum. Hiç...
doğal bir ifade değildi.”
“Buradaki anahtar sözcük uyandırılm akdiye belirttim
sesimi ifadesiz tutmak için elimden geleni yaparak. Yine de
bahanem kendi kulaklarıma bile saçma gelmişti.
“ Daha önce hiç Öyle uyaıımamıştın.”
3X3
Entily Snoıv
“Sen bunu nereden biliyorsun? Uyurken beni mi izli­
yordun kardeşim? Bu senin için bile oldukça ürkütücü bir
şey değil mi?”
Hastaneye yatırıldığımdan beri gülümsemeye en yakın
ifadesini takınarak oturduğu yerde sırtını dikleştirdi. “Wolfe’un dün gece burada olduğunu duydum.” Muhtemelen eski
kız arkadaşlarından birinin annesi olan hemşireden duymuştu.
Kardeşim Nashville’de olan biten her şeyi biliyor gibiydi.
“Onu sen aradın, değil mi?” Kollarımı göğsümde ka­
vuşturdum. “Gelmesini beklemiyor muydun? Adama biraz
inancın olsun Seth...”
Seth homurdandıktan sonra omuzlarını silkti. “Onunla
turneye devam edecek misin?” diye sordu sessizce. Gözle­
rimi ellerime indirdim. Sol bileğimin iç kısmında saldırganın
yumruklarından birini engellemek için aldığım darbeden
kalan bir bere vardı. Sağ başparmağımla bileğime yavaş, ra­
hatlatıcı hareketlerle masaj yapmaya başladım.
“Burada yapacak bir sürü işim var. Ne kadar nefret etsem
de. .
Ne üzücü, ne diyeceğimi bilemiyordum. Lucas’ın ben­
den sakladığı şeyin ne olduğunu öğrenmek için ısrar ettiğim­
den dolayı kendimden nefret ettiğimi mi söyleyecektim?
Lucas hakkında bilmem gereken her şeyi öğrenmiş olmama
ve onu çok sevmeme rağmen hâlâ ikilemde olduğumu mu?
“Çalışmam gerek,” dedim tekrar, çatlayan sesimle.
Seth söylediklerimi uzun süre düşündükten sonra kafa­
sını bir kez salladı. Birkaç yıl önce ona doğum günü hediyesi
olarak verdiğim saatine bakıp hom urdandıktan sonra da
384
Temas
ayağa kalkıp yanıma geldi ve yatağın kenarına oturdu. “Sana
birkaç hafta önce bahsettiğim şu kız vardı ya? Sen bu bok
çukurundan çıktıktan sonra onu büyükanneme getirmeyi dü­
şünüyorum. Böylece onunla tanışıp uğraşabilirsin.”
Küçük kardeşimin şu anda ne yapmaya çalıştığını bili­
yordum. Ve meselenin sadece yarısını biliyor olmasına rağ­
men dikkatimi dağıtmaya çalıştığı için minnettardım. Gerçi
canımın yandığını şüphesiz biliyordu. Kafamı salladım ve
yanaklarımın acımasına neden olan bir tebessüm gönderdim.
“Teşekkür ederim, Seth, gerçekten... Onunla tanışmak
için sabırsızlanıyorum.”
Tuhaf bir tavırla omuzlannı silkti. “Her neyse.. .” Sonra
fazla duygusala bağlamamam için yalandan esnedi. "Sanırım
odama gidip biraz uyuyacağım...”
“Derslerini kaçırma. Henüz okuldan kaçmak için çok
erken, bu yüzden izinlerini... derse gitmediğin zamanlarda
ne halt ediyorsan onları yapacağın günlere sakla...” Dudak­
larım bir gülümsemeyle gerip bir şey söylemek için ağzını
açtığında avucumu göğsüne yasladım ve yüzümü buruştura­
rak kafamı çevirdim, “lyy, ders dışı aktivitelerinin ne oldu­
ğunu sormayacaktım. Yürü dersine git hadi.”
Alt dudağının iç kısmını ısırıp bir süre bekledi ama so­
nunda yatağımdan kalktı. “İyi.” Eğilip yanağıma bir öpücük
kondurduğunda kirli sakalı yüzüme battı. “Ama bir şey
olursa beni mutlaka ara.”
Geri çekildiğinde iki kaşımı da kaldırmıştım. “Seth Jensen onu aradığımda telefonuna cevap mı verecek gerçekten?”
385
Emily Sno\v
Kahverengi gözlerini devirip kapıya yöneldi. “Bana hiç
inancın yok abla...”
Lucas hastane odama, içerisini çiçekçi dükkânına çevi­
recek kadar çok çiçek gönderse de sözüne sadık kalarak ya­
nıma gelmedi. Ben de bütün sabahı karmakarışık
düşüncelerimi toparlayarak geçirdim. Doktorlardan birinin
öğleden sonraki ziyaretinden kısa bir süre sonra da bir hem­
şire taburcu evraklarımı hazırladı. Beni almaya gelen kişinin
Kylie McCrae olduğunu gördüğümde şaşkına döndüm.
Yeşil-beyaz renkli, bebe yaka bir elbiseyle beyaz babet
giymiş olan Kylie odama girdiğinde gülümsüyordu ama du­
dakları çok solgundu. Canımı yakmamak için elinden geldi­
ğince dikkatli olarak bana sarıldığında omuzlarının sarsıldığını
hissettim.
“Sen iyi misin, Kylie?”
Kylie benden ayrılıp ellerini yüzüne sürdü. “Seni has­
taneden almaya geliyorum ve bana iyi olup olmadığımı mı
soruyorsun. Evet, kesinlikle iyiyim.” Kocaman güneş göz­
lüğünü yüzünden kafasına kaydırıp kan çanağına dönmüş
kahverengi gözlerini ve şişmiş göz kapaklarını ortaya çıkar­
dığında göğsümün sıkıştığını hissettim. “Büyükanneni arayıp
seni almaya gelmemi sorun edip etmeyeceğini sordum. Bir
sorun olmayacağını söyledi ama umarım doğrudur.”
“Hayır, sorun etmem,” dedim nazikçe. “Geldiğin için
teşekkürler...”
386
Temas
Büyükannemin dün getirdiği küçük çantayı kendim ta­
şıyabilecek olsam da Kylie taşımak için ısrar etti. Sonra beni,
kiralık Expedition’ına yönlendirdi. Kendisi çok ufak oldu­
ğundan dolayı arabaya binmek için neredeyse akrobasi ha­
reketleri yapması gerekti.
“Canını yakan o bok kafaya dün iki yüz bin dolarlık ke­
falet ücreti belirlemişler ama bir saat önce kefalet falan
kalktı,” dedi Kylie, hastane otoparkından çıktıktan birkaç da­
kika sonra arabadaki sessizliği bozarak. “Yani hiçbir yere
gitme şansı yok.”
“Lucas’ın işi mi?”
Kylie gözlerini yere eğdi ama sonra bakışlarını önümüz­
deki Mini Cooper’a dikti. “Emin değilim. Ağabeyimin bir
sürü arkadaşı var. Tanıdığı bir sürü avukat var. Ve bir sürü...”
Cümleyi onun için kafamda bitirdim.
Bir sürü sırrı var.
“Bu akşam grubun yanma dönecek misin?” diye sordum
ama bunun altında yatan soru belliydi: Lucas erken mi ayrıldı?
“Sen istemezsen gitmem. Bana ihtiyacın olduğu sürece
buradayım.”
Buna cevap vermemeyi seçerek dikkatimi klimayı ayar­
lamaya verdim ve soğuk hava yüzüme vurana dek düğmeyle
oynadım. “Bana karşı hep çok iyisin, Kylie, bu sefer beni al­
maya gelmenin tek sebebinin bana saldıran adamın uzun süre
boyunca hapisten çıkamayacağını söylemek olduğunu san­
mıyorum.”
Kylie gergince güldü. “Seni zeki sürtük seni...”
387
hUnUy Snow
Ne komik, Dallas’taki konser günü Cilla yeni şarkısı
“ İkinci Ktı İyi”yi tanıttıktan sonra ağabeyinin de bana aynı
şeyi söylediğini çok iyi hatırlıyordum. Üstünden sadece iki
hafta geçmişti ama neden bana bir öm ür geçmiş gibi geli­
yordu?
“ Ağabeyim konusunda ne yapacaksın?” diye sordu
Kylie, çatlamanın eşiğindeki yumuşak bir sesle.
Kafamı sağ tarafa çevirip camdan dışarı baktım. “Yap­
tığı şey ona karşı hislerimi değiştirmedi.” Klimadan gelen
havayla yüzüme doğru uçan saç tutamını kulağımın arkasına
sokarken eklem kemiklerim çenemdeki bereye değince yü­
zümü buruşturdum. “Kaza olduğuna inanıyorum ama neden
b a n a..,”
Sesim kesildiğinde Kylie kafasını bana çevirdi. Kısa
saçları yüzüne doğru savrulmuştu. “Ne? Neden sana söyle­
medi? Tanrım, benim de haberim yoktu. Sienna, ben yıllardır
bu konuda başının etini yiyorum ama dün hastanede söyle­
diği şeye beni hiçbir şey hazırlayamazdı. Senin de böyle bir
şey duymayı istemediğinden eminim.”
“Yani hiç böyle bir şey beklemiyor muydun?”
Bakışlarım yola çevirdi. “Tanrım, hayır! Belki de bek­
lemeliydim. Yani, şimdi durup düşününce işaretleri görüyo­
rum. Cilla, Louisville’den ayrıldıktan birkaç hafta sonra
takipçi meselesinden yakınmayı bırakmıştı. Bir de Lucas’ın
kahrolası şehre hiç gitmemesi var tabii. Ama dürüst olmam
gerekirse sadece Cilla’nın dırdırlarımn grubu etkilemesini is-
388
Temas
temcdiğini sanmıştım.” Eyaletler arası otoyola keskin bir
dönüş yaptığında adamın biri komasını öttürünce kısık sesle
bir küfür savurdu.
“Dün gece uyuyamayınca Bryce’ı Google’da aradım.
Otoriteler olayın kötü sonuçlanan bir saldırı olduğunu dü­
şünmüşler. Adamın üstünde uyuşturucu varmış ve öldüğünde
kafası güzelmiş. Ayrıca geçmişinde de kadınlara ve yoluna
çıkan insanlara zarar verdiği olmuş.” Kylie alt dudağını
ısırdı. “Eğer bundan şüphelenseydim...”
Ama cümleyi bitiremedi.
“Bildiklerimi birilerine anlatacağımı düşünme,” diye
söz verdiğimde hüzünlü bir şekilde gülümsedi.
“Eğer öyle bir şey düşünseydim şu anda benimle bu ara­
bada olmazdın. Merak ettiğim... şahsi durumun hakkında ne
yapmayı planladığın... Ağabeyim seni seviyor. Eğer Sam çıl­
gınca şeyler yaparsa, ki kafanı kullan, ikimiz de bir şeyler
yapacağını biliyoruz, sadece ne zaman yapacağını bilmiyo­
ruz, senin nerede duracağını bilmek istiyorum.”
“B en ...”
Nerede duracaktım? Kalbimin nerede olduğunu, Lu­
cas’la birlikte olmak istediğini biliyordum ama ya kafam?
Kylie burnunu çekti. “Çünkü ağabeyimin uzaklara git­
mesini istemiyorum. Yeğeninin onu tanımadan büyümesini
istemiyorum v e ...”
Sanki yediğim bir yumrukla ciğerlerimdeki hava boşal­
mış gibi hissettim. “Bir dakika... Kylie, Lucas’ın beş yıl
389
Emily Sno\\'
sonra doğacak yeğenlerinden falan bahsetmiyorsun, değil
mi? Hamile misin yoksa?”
“Sürpriz,” dedi düz bir sesle. “Altı haftalık... Ve ister
inan ister inanma ama şenle Lucas’tan başka kimse bilmiyor.
Wyatt bile...” Kederli bir şekilde gülümsedi. “Bilseydi şu
anda burada bizimle olurdu.”
“İyi hissediyor musun peki? Bu durum bebek için kötü
olmalı...”
Kylie kafasını iki yana salladı. “İyiyim, merak etme...”
Expeditioıı’ı büyükannemin evine giden çıkışa döndürdü ve
dur işaretine vardığında bir an için alnını direksiyona dayadı.
“Şurada yüzün yara bere içindeyken bile benim nasıl hisset­
tiğimi düşünüyorsun. İnanılmaz birisin, biliyorsun değil mi?”
Şaşkınlık içinde güldü. “Ağabeyimin sana deli gibi âşık ol­
masına şaşmamalı...”
Kylie yolculuğun geri kalanında sessizdi ama ne zaman
ona yandan bakış atsam yanaklarından süzülen yaşlan görü­
yordum. SUV’yi büyükannemin garaj yoluna çekip ön ka­
pıya olabildiğince yakın bir yerde durdu, motoru susturdu ve
sırtını deri koltuğa yaslayıp yeşil-beyaz elbisesinin yakasıyla
oynamaya başladı.
“Ne halt edeceğiz, biz Sienna?” diyerek nefesini verdi.
Her an gözyaşlarına boğulacakmış gibiydi. Gözlerini kapatıp
başparmaklarını göz kapaklarına bastırdı. “Senin bu yüzden
incinmiş olmana çok üzülüyorum.”
Kylie’nin şişmiş gözlerinin ve solgun yüzünün sebebi­
390
Temas
nin yalnızca ağabeyinin itirafı olmadığını o anda anladım.
Benim için de endişeleniyordu. Göğsümün suçluluk duygu­
suyla sancıdığını hissettim.
“Bak,” diye mırıldandım en sonunda. Kylie gözlerini
açıp dikkatle bana bakmaya başladı. “Ben sevdiklerimi ve
beni sevenleri bırakacak biri değilim.” Göğsümün sancısı
geçsin diye gözlerine bakmamak için evin ahşap dış döşe­
meleri bulanık hale gelene kadar bakışlarımı oraya diktim.
“Bu yüzden Nashville’e geri geldim. Çünkü bana ne olursa
olsun ya da ne yaparsam yapayım her zaman, her zaman bü­
yükannemle kardeşime güvenebileceğimi biliyorum.”
“Sen çok iyi birisin. Bunu birkaç yıl önce tanıştığımızda
anlamıştım zaten.”
“Şimdiden sonra Lucas’ın yüzüne nasıl bakacağımı bil­
miyorum ama bildiğim bir şey var ki onu seviyorum. Bu beni
aptal, zayıf ve hatta saf gösterebilir. Umurumda değil... Ama
onunla birlikte olsak da olmasak da o sürtük Saııı’in bunu
ona yapmasını istemiyorum.”
“Daha fazla para isteyecek...” Kylie kaşlarını çattı.
“Bunun olacağını biliyorum. Soru şu: Ne zaman ve ne kadar
isteyecek?”
“Nereden biliyorsun?”
Omuzlan yenilgiyle çöktü. “Mantıklı olan bu çünkü...
Lucas da yaptığını gömülü tutmak için ona istediğini verecek...
Beni korkutan şu; elinde avucunda bir şey kalmadığında nc ola­
cak? Sam ondan her şeyini aldığında neyle yatıştmlacak?”
391
Emily Snow
O sırada evin kapısının açıldığını, büyükannemin yü­
zünde bir gülümsemeyle dışarı çıktığını gördüm. Ama aracın
içinde Kylie’yle ikimizi gördüğü anda yüzü soldu. Yavaşça
eve geri girip kapıyı kapattı.
Gözlerimi sıkıca kapattım. “Benim Lucas’tan uzak dur­
mam hiçbir şeyi değiştirmeyecek, değil mi?”
“Lucas1m seni sevmesi ateşi körüklüyor ama hayır,
senin onu terk etmen hiçbir şeyi değiştirmez. Sen neye karar
verirsen ver Sam onunla uğraşmayı kesmeyecek.”
Sam, Lucas’m verecek bir şeyi kalmayana dek onunla
uğraşacaktı.
Peki bu ne kadar sürecekti?
Bir yıl mı?
Dört yıl daha mı?
Lucas’ın hayatı boyunca mı?
K ylie’nin koltuğunun arkasına uzanıp çantamı alırken
hareketin neden olduğu acıyla yüzümü buruşturdum. Kylie
kaşlarını çatarak bana baktı. “Beni almaya geldiğin için sağ
ol...”
“İster beğen ister beğenme ama artık bana kaldın.”
“ Biliyorum. Ama neyse ki hoşuma gidiyor.”
Expedition’dan inerken Kylie’yi endişeli gözlerle süz­
düm. Bakışlarım düz kamında durduğunda Kylie de kafasını
eğdi. “ Kendine iyi bak, Kylie. Ve Wyatt’a bebekten bahset,
tam am mı? O nu çok mutlu edersin.”
Kylie, yarım saat önce beni aldığından beri ilk kez neşeli
392
Temas
bir şekilde gülümsedi. “Merak etme, bahsedeceğim. Sen de
kendine iyi bak, Sienna. Biraz uyu ve iyileşmeye çalış. Ken­
dini düzeltmekten başka bir şey düşünme...”
Söylemesi kolaydı tabii. Ama kafamı sallayıp kapıyı ka­
pattım. “Seni ararım.”
Veranda basamaklarım yavaşça tırmanırken otomatik
camın aşağı kaydığını duydum. “Lucas'a ne diyeyim?” diye
seslendiğinde omuzlarım gerildi.
“Eğer onu sevmeyi bıraktığımı düşündüyse geri zekâlı
olduğunu söyle...”
393
Yirmi İkinci Bölüm
Hastaneden geldikten sonra K ylie’nin tavsiyesine uya­
rak bir buçuk gün boyunca kendimi dinlenmeye zorladım.
Zaten böyle kötü hissederken başka şansım da yoktu. Planımı
bozan tek şey kâbuslar ve Sam ’in yeni gönderdiği iki me­
sajdı. Birinde yine nasıl hissettiğimi sormuş, diğerinde de
kendisinin çok iyi tanıdığı gerçek Lucas’la tanışıp tanışma­
dığımı sormuştu.
Ekranımda Sam ’in adını görmek ve onun Lucas’m üs­
tündeki gücünü tam olarak anlamak midemde acı verici dü­
ğümler oluşmasına neden olmuştu. Ve bunların kısa sürede
geçm eyeceğini biliyordum. Belki de hiç geçmezdi. Sam
elinde Lucas’ın aleyhinde bu kadar önemli bir şey tutarken
geçeceğini sanmıyordum.
Samantha’mn e-postalarına cevap vermedim ama sebebini
bilmesem de ikisini de silmedim. Tek bildiğim mesajlar nede­
niyle öfkeden gözümün kör olması ve ödümün patlamasıydı.
394
Temas
Berbat kâbuslar ve Sam’in mesajları yüzünden evden
hiç çıkmıyordum, yalnızca ağrı kesicimi almak için bir kez
eczaneye gitmiştim. Ama salı günü öğleden sonra kendimi
iyi hissetmeye başlamıştım ve yerimde duramıyordum. Ashley öğle yemeğinde onunla buluşmam için ısrar ettiğinde
kaygılarımı bir kenara bırakıp dışarı çıkma fırsatını kullan­
maya karar verdim.
Ve çıktığımda birilerinin beni takip ettiğini fark ettim.
Arabamı park ederken, geçen gün Walgreens'e gitmek
için evden çıktığımda garaj yolumuzun yakınlarında duran
siyah aracın The Beacon’dan birkaç metre ötede, caddenin
karşısında beklediğini gördüm.
Belki aşırı tepki veriyordum ama arabayı kilitleyip hızla
bara girerken içim panikle dolmuştu. Nefes nefese ilerlerken
bir yandan da arkamı kontrol ediyordum. Birden etten bir du­
vara çarptığımda zaten ağrımakta olan bedenime bir acı dal­
gası yayılınca sağır edici bir çığlık koyuverdim.
“Tuttum seni kızım.” Kızıl kafalı dev koruma Nick
omuzlarımdan tutup dengemi korumamı sağladı. Endişeli
gözlerini bana dikerek rahatlatıcı bir sesle konuşmaya devam
etti. “Sakinleş, güvendesin. Tanrım... yaprak gibi titriyor­
sun.”
Kısa ve kesik soluklarımı düzene sokup korkmuş bir şe­
kilde konuşmayı başardım. “Şu arabadaki kimse beni takip
ediyor sanırım.”
Nick yüzümü dikkatle incelerken yüzümün utançla yan­
dığını hissettim. Akıl sağlığımı sorgulamaya, evden çıkmanın
395
fimilv Stunv
akıllıca olup olmadığını düşünmeye başladım ama sonra göz­
lerimi kapatıp ona kadar saydım. Göz kapaklarımı açtığımda
N ick 'in boynundaki kalın kasların gerilmiş olduğunu gör­
düm.
“Hangi araba?” diye sordu tamamen işine odaklanarak.
Birlikte cam kapıya gittiğim izde h afif fllmli camları
olan N issan’ı parmağımla işaret ettim. “Şu araba,” diye mı­
rıldandım avucumla göğsümü ovalayarak. Tenim yanıyordu
sanki. Dilimi dudaklarımda gezdirip derin bir nefes aldım.
“Dün de evimin yakınlarındaydı ama o zaman pek dikkat et­
memiştim. Ama şim di..
“Gidip kontrol edebilir misin, N icky?” diye sordu arka­
m ıza gelen Ashley yumuşak bir sesle. Arkamı dönüp ona ça­
resizlikle dolu minnettar bir bakış attım.
Sürekli çatışıyor olsalar da bu sefer Nick, A shley’nin is­
teğini geri çevirmedi. Bunun yerine gözlerinde tehlikeli bir
parıltıyla kısaca kafasını salladı. “H emen...”
N ick hızla bardan çıktıktan sonra Ashley bileğimi kav­
rayıp beni arkadaki m asalardan birine götürdü. “İzlemene
gerek yok ,” dedi rahatlatıcı bir sesle. “Gündüzün ortasındayız. H em N icky böyle bok kafalarla bütün gece uğraşıyor. O
geri zekâlı kim se onunla da ilgilenir.”
Dirseklerimi masaya dayayıp ellerimi avuçlarıma göme­
rek vanilya çekirdeği esanslı antiseptiğin kokusunu içime çek­
tim, sonra ellerimi saçlarımdan geçirdim. “Berbat haldeyim.”
A sh ley ’nin sırtı gerildi. A m a sonra pembe-turkuaz tu­
tam ları m asaya değene kadar öne eğildi. “Ahbap, dört gün
396
Temas
önce bir otoparkta psikopatın biri tarafından saldırıya uğra­
dın. Berbat halde değilsin, normalsin. Bu koşullar altında her
insan bu halde olurdu.”
Ön kapının zili çınlayınca ikimiz de kafalarımızı kaldırıp
Nick’in, arkasında tanıdık bir yüzle içeri girdiğini gördük. Bu,
Your Toxic Sequel’in koruması David’di. Elim, içimin rahat­
lamasıyla göğsüme gitti ve omuzlarım gerginlikten kurtuldu.
“Bu orospu çocuğuna seni rahatsız etmediğimi söyle,”
diye hırladı David. Kahverengi gözleri öfkeyle doluydu. “Po­
lisi arayacağını söylüyor, Sienna.”
Koltuğumdan fırlayıp Nick’e kafamı salladım. “Hayır...
Bir sorun yok, gerçekten. Bu Your Toxic SequePin korumala­
rından biri. O ... sanırım benimle...” Ashley, Nick’le David ara­
sında dolaştırdığım yalvaran bakışlarımı fark ederek araya
girme ve gitme zamanı geldiğini anladı. Kalçasını kıvırarak
oturduğu sandalyeden kalktı ve kafasıyla barın arka kısmını
işaret etti.
“Sienna bir sorun olmadığını söylüyorsa yoktur. Onlara
biraz izin verelim, Nicky,” dediğinde Nick isteksizce onun
peşinden bara yöneldi. Ashley’nin anne babası barda envan­
ter yapıyormuş gibi görünseler de David'le beni izliyorlardı.
David’le birlikte masaya oturduğumuzda uzun bir süre
bekledikten sonra, “Lucas mı? Beni izlemen için seni o mu
gönderdi?” diye sordum.
David homurdanarak kafasını salladı. “Biraz zamana ih­
tiyacın olduğunu söyledi ve turneden ayrılıp onun için seni
izlememi istedi.”
397
Emilv Smnv
Ve muhtemelen sana bir çuval para ödüyor, diye düşün­
düm ama bunu ona söylemedim. Son birkaç gündür korku­
dan ve endişeden kafayı yerken aslında L ucas’ın beni
koruyacak birilerini ayarlamış olduğunu öğrenmek içimi çok
rahatlatmıştı. “Teşekkür ederim.” Elimi D avid’in kaim ko­
luna koyup muhtemelen hiç hissetmese de hafifçe sıktım ve
titrek bir nefes verdim. “Güvende olduğuma emin olmak için
buralarda olman benim için çok şey ifade ediyor.”
Kahverengi gözlerinde özür diler gibi bir ifade beliren
David kafasını utançla eğdi. “Burada olduğum u sana haber
verm eliydim .”
“Evet, muhtemelen... O zaman birileri beni takip ediyor
diye ödüm kopmazdı.”
Tuhaf m uhabbetim iz birkaç dakika daha sürdükten
sonra David izin istedi ve N ick’e sert bir bakış atıp kafasını
eğerek bardan çıktı.
Daha sonra A shley barın ön tarafına geçip omzuna bir
bulaşık bezi attı ve salonun ön tarafına, barın dışından gelip
geçen insanlara baktı. “Lucas-Â'fl/2ro te /-W o lfe ’un kadını
için yaptıklarına bak,” diyerek içini çektiğinde omurgamdan
bir ürperti geçti.
“Evet,” diye fısıldadım. “Şakası yok...”
Bu akşam da kiralık siyah Nissan garaj yolumuzun ba­
şında park etmiş haldeydi ama bu sefer verandadaki salıncakta
bacaklarımı uzatmış otururken bu konuda endişelenmiyordum.
398
Temas
Büyükanneme, Lucas’ın beni korumak için Your Toxic Sequel’in korumasını gönderdiğini anlattığımda kadının yüzünde
bir rahatlama belirdi. Uğradığım saldırı yüzünden çok kötü
sarsılmıştı ve David gibi birinin etrafta olduğunu bilmek içini
biraz da olsa rahatlatıyordu.
Verandadaki masaya, yeni bir teneke biber gazının ya­
nma bıraktığım telefonum titreyerek sessizliği bozdu. Tele­
fonu çevirip ekranına baktığımda kalp atışlarım hızlanmaya
başladı. Arayan Lucas'tı.
Cumartesi günkü hastane ziyaretinden beri ilk kez arı­
yordu. Telefonumu aldım ve seçeneklerimi gözden geçirir
gibi elimde salladım, sonra pes edip açma tuşuna bastım. Te­
lefonu kulağıma koyduğumda rahatlamayla nefesini verdi­
ğini duyup selam verdim.
“Özür dilerim, Kırmızı,” diye fısıldadı. “Yine işleri bok
ettim, değil mi? Seni David konusunda uyarmalıydım. Sa­
dece içimin rahat olmasını istemiştim. O orospu çocuğunun
yaptıklarından sonra tek başına gezmene izin veremezdim.”
Kollarımı gövdeme sıkıca sarıp kafamı sağa sola salla­
dım. “Hayır, ben memnun oldum ...”
Ben cümleye devam etmeyince Lucas kederli bir ses çı­
kardı. “Sana dokunmak isteyecek bir sonraki adamı öldürme
düşüncesiyle oraya kendim gelmediğim için mi memnun
oldun?” Onu otobüsün mutfağında, alnını avucuna yaslamış,
vücudundaki bütün kaslar öfkeyle gerilmiş halde otururken
gözümde canlandırabiliyordum. Bundan nefret ediyordum.
“Hayır, Lucas. Sakın böyle...”
399
Emily Sno\\'
“Sakın ne? Canını yakan o orospu çocuğuna yapmak is­
lediğimin bu olduğunu, bu sefer kazara olmayacağını itiraf
mı etmeyeyim?’'
“Neredesin?” Bunları konuşurken yanında birilerinin
olma düşüncesiyle içim büyük bir korkuyla doldu. “Öyle ko­
nuşmamalısın, tamam mı?”
“Otobüsteyim, yalnızım,’' diye homurdandı. “Nashville'e geliyorum.”
Buraya geliyordu. Lucas buraya geri geliyordu. Benim
için... Sonra gözlerimi kapattım. Tabii ki buraya geliyordu;
yirmi dört saat sonra burada konseri vardı çünkü. “Sinjin ne­
rede?”
“Zoe’yle birlikte. Bizimle orada buluşacak.”
“Ah,” diye fısıldadım, Sinjin’in Zoe’yle sorunlannı çöz­
mesine sevinerek. Sin hayatında bir şeylerin yolunda gitme­
sini hak ediyordu, özellikle de aşk konusunda... Hatalarına
ve kırdığı cevizlere rağmen Lucas da bunu hak ediyordu.
Ama belki de bunu düşündüğüm için bencillik ediyor­
dum.
“İptal etmemiz gerekmeyen konserlere çıktım ama tek
düşünebildiğim sensin,” dedi Lucas. “Tadın, kokun, gülü­
şün. .. Bunu itiraf etmek soğan erkeği gibi görünmeme neden
olacak belki ama umurumda değil, sensiz berbat haldeyim
ve bu sefer bunu düzeltebilecek hiçbir şey olduğunu sanmı­
yorum.”
“Sadece biraz zamana ihtiyacım vardı.” Hâlâ sancıyan
gövdemi daha da sıktığımda kamıma yediğim yumrukların
400
Temas
anısı gözümde canlandı. “Sam’in tehditlerinden sana daha
önce bahsetmeliydim.”
Lucas kaba, kulak tırmalayıcı bir kahkaha attı. “Kahret­
sin evet, bana daha önce söylemeliydin Kırmızı. Seni koru­
yacağımı söylemiştim ve bunda kesinlikle ciddiydim. Artık
aramızda hiç sır olmayacak, birbirimizden hiçbir şey sakla­
mayacağız. Bir daha asla hiçbir şeyden haberin olmadan
böyle bir duruma sürüklemeyeceğim seni. Sen artık benimsin
ve ben, benim olan her şeyi korurum.”
“Ben senin peşinden geldim.” Yerimden kalktım ve baş­
parmağımın ucunu ısırarak verandada volta atmaya başla­
dım. “Peşinden geldim, çünkü seni seviyorum. Seni hâlâ
seviyorum. Şimdi hayatına girdiğimde bildiğimden biraz
daha fazlasını biliyorum sadece. Ama... beni koruyacağını
bilmek güzel.”
Çok, çok daha iyiydim artık.
“Peki şimdi ne durumdayız?” diye sordu Lucas.
Tereddüt ettim. Şimdi ne durumdaydık? “Bilmiyorum
ama sanırım bunu çözmek zorundayız.”
“Seni görmem lazım.” Güçlükle yutkunup içini çekti­
ğini duydum. “Altı-yedi saate orada oluruz.” Sonra konser
alanının neresi olduğunu söyledi. Mekânı biliyordum. “Gel,
Sienna. Benim ... sana ihtiyacım var,” dedi kısık bir sesle.
“Her zaman senin yanında olacağımı biliyorsun.” Bu
adam son birkaç yılda hayatıma birkaç kez girip çıkmıştı ve
şimdi de aramızdakileri düzeltmeyi denemeden pes etmek,
neler olabileceğini düşünmekten daha çok kalbimi kırardı.
401
Ernilv Snow
Ve böyle bir acıya katlanmaya hazır değildim.
Hayatım boyunca da hazır olacağımı sanmıyordum.
Ertesi sabah altıyı birkaç geçe konser mekânının otopar­
kına girerken güneş ışıkları gökyüzüne yayılmaya başlamıştı.
Lucas'm dediği gibi otobüsler daha yeni gelmişti ve sabah
koşuşturması başlamıştı. Eski Mercury sedanımın anahtarını
çıkartıp cebime tıktıktan sonra güvenlikten kimse tarafından
engellenmeden Lucas'la paylaştığımız otobüse doğru ilerle­
dim.
Şoförlerden biri hâlâ otobüsteydi ve seyir defterine kayıt
giriyordu. Benim için kapıyı açıp yüzüme dikkatlice baktık­
tan sonra anlayışlı bir şekilde gülümsedi. “Hoş geldiniz.”
Ona turneye devam etmeyeceğimi söyleyecek cesaretim
yoktu. Bu yüzden sadece kafamı salladım. “Lucas burada
m ı?”
“Muhtemelen uyuyordur ama önemli değil... Siz bura­
dayken uyandınlmak isteyecektir.”
Şoförün söyledikleri zihnimde dolaşırken otobüsün ko­
ridorunda ilerleyip Sinjin’in boş kompartımanını geçerek
arka kısma vardım. Lucas, onunla paylaştığımız yatakta yüz­
üstü yatıyordu. Uzun, kaslı bacakları yatağın ucundan sark­
mıştı ve parmakları benim yattığım taraftaki çarşafı sıkı sıkı
tutuyordu. Gidip yanma oturdum.
“Lucas,” diye fısıldadığımda kıpırdamayınca elimi sır­
ıma koyup parmaklanmı tenini kaplayan dövmelerin üstünde
402
Temas
kaydırdım. Altı aydan uzun bir süre önce de böyle yanında
durmuş, onu uyurken izleyip dövmelerini incelemiştim. Be­
line yakın bir yere yaptırdığı kronometre ve kupa kızı döv­
mesinin favorim olduğuna karar vermiştim ama şimdi bu
dövmeye baktığımda midemin düğümlendiğini hissediyor­
dum.
Bu dövme Sam’i ve onun, Lucas’ın boynuna taktığı iğ­
renç kemendi sembolize ediyordu. Lucas’ın, Sam’in yaptık­
larına yıllar boyu tek başına katlanmış olmasından nefret
ediyordum.
“Lucas,” diye denedim tekrar, omzunu sarsarak. Kafa­
sını yana çevirip ela gözlerini açarak bana baktı. En azından
konuşmayı başarana dek aramızda biraz mesafe olsun diye
yataktan kalkıp ayakta durdum.
“Geleceğini düşünmemiştim.” Sesi uyku yüzünden bo­
ğuktu ve bunun karşısında omurgamdan bir ürperti geçmişti.
“Ama geldiğin için çok mutluyum, Kırmızı.”
Ellerimi birleştirip parmaklarımı ovuşturmaya başladım.
“Sözümü tutmayacağımı düşündüysen beni yeterince iyi ta­
nımıyorsun demektir.”
Lucas avuçlarını gözlerine dayayıp uyanmak İçin ova­
ladı ve büyük bir nefes verdi. “Gel buraya...”
İlk başta tereddüt ettim ama sonra Lucas ellerini belimin
iki yanma koyarak beni kendisine çekti ve güçlü ellerini na­
zikçe kıvrımlarımda gezdirdi. Yatağa tırmanıp vücudumu
ona doğru kaydırdıktan sonra başımı yastığa koydum. Par­
maklarının eklem yerlerini çenemdeki, makyajla sakladığım
403
KmiJv $no\t
b eren in ü stü n d e gezdirdi. “Çok, çok üzgünüm . Si...'’
“ B iliy o ru m ."
“Bana ne olursa olsun sana bir daha asla kimsenin elini
sürem eyeceğinden emin olacağım,” diye söz verdi sert göz­
lerle bana bakarak. “Sen benimsin.”
Kafamı iki yana hareket ettirdim. “Sam seni ihbar etmiş
gibi konuşuyorsun/' O hiçbir şey demeyince hızla doğrulup
gözlerimi ona diktim. “Lucas? İhbar etti mi yoksa?”
Direkt olarak Sam'in adını söylemek istemiyormuş gi­
biydi, bu yüzden kafasını iki yana salladı. “Evinden taşınmış
ama birisini onu bulması için görevlendirdim.” Yüzündeki
tebessüm içimi rahatlatmaya yetmemişti. “Yani, şu anda hiç­
bir şey bilmiyorum. Ama umurumda mı sanıyorsun? Yıllar­
dır yalnızca ve yalnızca kendimi düşündüm ama sonra sen
hayatıma girdin. Bana tadacağımı düşünmediğim duygular
tattırdın. Sen bunun nasıl bir şey olduğunu bilemezsin, çünkü
hayatın boyunca birileri tarafından sevilmişsin. Sen sevginin
ta kendisisin. Benim yüzünden dövüldüğünü görüp buraya
döndükten sonra yatakta uzanırken fark ettim ki uzun bir süre
önce kendimi düşünmeyi bırakmışım.”
Sözcükleri ne kadar güzel ve romantik olsa da ondan
böyle şeyleri duymak midemin ağrımaya başlamasına neden
olmuştu. Çünkü bunun sonun başlangıcı olduğunu hissedi­
yordum.
“Eh. benim um urumda...” Ona döndüm. Sesim tiz ve
gergindi. “Umurumda olmasaydı buraya gelmezdim.”
“Bir adamı öldürdüm ben,” dedi. “Sonra sanki her şeyi
404
Temas
düzeltecekmiş gibi ailesine para gönderdim. Lanet olası hiç­
bir şeyi düzeltmedi.”
“Senin önem verdiğin birini takip ediyordu ama...” Cilla’yı düşündüm. Onunla aramızda nasıl bir anlaşmazlık
olursa olsun Bryce’ın ona yapacaklarını hak etmiyordu.
“Eğer Sam polise giderse senin hikâyene de önem verilir.”
Lucas yatakta doğrulup oturduğunda kafamı kucağına
koydum. Parmaklarını kırmızı tutamlarımın arasına sokup
başımı ovalamaya başladığında elimi yüzüne kaldırıp baş­
parmağımı dümdüz burnunda ve dudaklarında gezdirdim.
“Hikâyemi anlatmak için dört yıl geciktim, Kırmızı.
Sam'den önce polise ben gideceğim ”
“O halde bunu birlikte çözeriz.”
Yüzü yumuşadı. “Yanımda mı kalacaksın?”
“Turnede mi? Hayır,” dedim gülüp kafamı hızla iki yana
sallayarak. Lucas bana sert bir bakış attı. “Ama hep senin ya­
nındayım. Kylie sana mesajımı iletmedi mi?”
İfade her şeyi anlatıyordu. Yüzünde aşk, şaşkınlık, min­
nettarlık ve şüphe vardı.
Bana cevap verdiğinde sesi duygulandığı için boğuktu.
“İletti ama konuşanın ağn kesiciler olduğunu zannetmiştim.”
405
Yirmi Üçüncü Bölüm
Sabahın çoğunu Lucas’ın dövmeli kollan arasında ge­
çirdim. Neredeyse hiç konuşmadık ve hiç sevişmedik ama
ilişkimiz iki buçuk yıl öncesinde başladığından beri ilk kez
bu kadar samimiydik. Lucas, dün geceki Memphis konseri
nedeniyle hâlâ bitkin olduğu için uykuya daldığında kolla­
rından ayrıldım ve büyükannemi arayıp iyi olduğumu söy­
lemek için otobüsün oturma alanına gittim. Şimdiye çoktan
uyanmış ve son birkaç günkü olaylar nedeniyle korkudan çıl­
gına dönmüş olmalıydı.
Evimizin numarasını çevirirken telefonum çalmaya baş­
ladığında yanlışlıkla aramayı kabul edince yüzümü buruştur­
dum. Şu anda büyükannemden başkasıyla -özellikle şimdiki
gibi eyalet dışı numarayla arayan kişilerle- konuşacak halde
değildim. Bu nedenle gözlerimi ekrana diktim ve telefonu
kapatmayı, tekrar ararlarsa da açmamayı düşündüm. Gerçi
bana ulaşana kadar aramayı kesmeyebilirlerdi.
406
Temas
Telefonu kulağıma koyup sesime yansıyan rahatsızlı­
ğımı saklamaya çalıştım. “Alo?”
“Sienna’yla mı görüşüyorum?” Yumuşak ses, Güneyli
aksam olan bir kadına aitti. “Alo?”
Boğazımı temizledim. “Evet?”
Hattın diğer ucundaki kadın fısıldar gibi bir ses çıkardı,
sonra daha yüksek ve sert bir sesle tısladı. “Ben Samantha,
kocasıyla yattığın kadın...”
Sanki kendisini böyle tanıtmasına gerek vardı. Onu çok
iyi tanıyordum zaten. Dişlerimi sıktım. Eğer önümde bir ayna
olsaydı emindim ki solgun ve titreyen yansımamla karşıla­
şırdım. Ama şu anda vücuduma yayılan soğuk uyuşukluktan
başka hiçbir şey hissedemiyordum.
“Ne şaşırtıcı, sessizsin,” dedi Sam.
Telefonu düşürmemek için parmaklarımı etrafına sara­
rak sert bir sesle fısıldadım. “O senin kocan değil... Ne halt
yemeye beni arıyorsun? Yeterince şey yapmadın mı? Hem
numaramı nereden buldun?”
Konuşmadan önce bir süre bekleyip sorularımı sindirdi.
“Bulunması kolay birisin. Bana cevap vermedin. Önce senin
sesini duyayım dedim ...” Konuşmayı kesti. Sonra attığı
küçük kahkaha içimdeki tüm korkuyu, tüm çaresizliği uyan­
dırdı.
“Neyden önce?”
Uzun bir sessizlikten sonra her kelimesine vurgu yapa­
rak bana cevap verdi. “Tüm bunlara bir son vermeden
önce...” Onu gözümde canlandırmaya çalıştım. Gözlerimi
407
Emily Snow
kapatıp altı aydan uzun bir süre önce karşılaştığımızda nasıl
göründüğünü hatırlamaya çalıştım ama gözümün önüne yal­
nızca buz grisi gözleri geliyordu.
Yere kaydığımda kalçam sertçe zemine vurdu ama hiç­
bir şey hissetmedim. Dirseklerimi göğsüme bastınp konuş­
tum. “Ne yapmayı planlıyorsun, Sam?” diye sordum.
“Uzun zaman önce yapmam gereken şeyi...”
Üst dudağımı dişlerimin arasına çekip kafamı sağa sola
salladım. “Bunu ona yapamazsın. Sana onca parayı verdikten
sonra yapamazsın.” Sesim kendi kulaklarıma bile tuhaf ve
yabancı geliyordu. Daha önce hiç böyle konuştuğumu duy­
mamıştım. “O kadar şey yaşamasına neden olduktan sonra
yapamazsın.”
“Hâlâ onu mu destekliyorsun?” Bir kahkaha daha attı.
Bu seferki daha zorlama, daha soğuktu. “Ne istersem onu ya­
parım hayatım. Top bende artık... Tek yapmam gereken po­
lise gitmek v e ...”
“Bunu yapam azsın,” diye tekrar ettim hırçın bir sesle.
“Kusura bakma ama artık bunu sürdüremeyeceğim.”
O zaman neden beni arayıp bunları anlatıyordu? Ve
neden bana kusura bakma diyordu? Yüzümü dizlerime da­
yayarak gözlerimi kapattım. Bu kadın tehlikeliydi. Tehlikeli
ve deli... Lucas’m hayatını mahvetmek için ne kadar ileri gi­
debileceğini düşünmek ölesiye korkmama neden oluyordu.
“N eden?” diye sordum çatallı bir sesle. “Bunu yapabilesin diye niye başıma onca şey açtın? Neden beni de bu işe
karıştırdın? Neden Lucas Ta yıllarca uğraşmak yerine hemen
408
Temas
polise gitmedin?” Lucas’m özgürlüğünü elinde tutmasının
sebebi neydi?
Sam tekrar konuşmaya başladığında kelimeleri kesik ke­
sikti. Ağlamaya başladığını düşündüm. Ortalığı kasıp kavur­
mak ve hayatlarımızı mahvetmek için beni arayan Samantha
ağlıyor muydu? “Çünkü onu seviyorsun. Anlayamıyor
musun? Çünkü her şeyi mahvetmeden önce senin gerçek Lucas’ı görmeni istedim. Şimdi de gördün işte.”
“Bu ona karşı olan hislerimi değiştirmiyor.” diye tısla­
dım. “Onu sevdiğim gerçeğini değiştirmiyor. Yaptığı şeyi,
önem verdiği birini korumak için yaptı.”
“Ama o bir korkak,” dedi Sam sertçe. “Bunu unutuyor­
sun.”
“Hayır.” Avucumu göğsüme, kalbimin olduğu yere sürt­
tüm. “Gerçek Lucas’ı görmemi istedin ama ben gerçek seni
de gördüm. Lucas hakkındaki gerçeğin ortaya çıkmasını bu
kadar çok istiyor olsaydın onu uzun süre önce ihbar ederdin.
Korkak olan sensin...”
Samantha hâlâ ağlıyordu. Birkaç saniye daha hıçkırdı,
sonra titrek bir nefes aldı. “Bitti artık.”
“Sam? Samantha?” Ama çoktan kapatmıştı. Yapmamam
gerektiğini bildiğim halde onu geri aramaya çalıştım ama
cevap vermedi. İlk birkaç çalıştan sonra direkt olarak sesli
mesaja yönlendirildim. Aramamı görmezden gelmesinin bir
sebebi olmadığını, bunun da oynadığı oyunlardan biri oldu­
ğunu, aslında hiçbir plan yapmadığını düşünmek istiyordum.
Ama kendimi buna inanmaya zorlayamazdım. Bu öncekin409
Emily Sno\v
don daha farklıydı ve içim e panik dalgalan yayılm aya baş­
lam ıştı.
Lucas'tan hiçbir şey saklamayacağıma dair kendi ken­
dime yemin ettiğim için hemen gidip onu uyandırdım.
Oturma alanının zemininde oturup kısık sesle ona her şeyi
anlatırken göğsü yavaşça inip kalkan Lucas koridorda volta
atarak beni dinledi. Anlattıklarımı düşündüğümden daha
sakin karşılamıştı. Konuşmayı bitirdiğimde yüzü betondan
bir maske halini almıştı.
“O ne isterse onu yapar.” Yürümeyi kesti. “Ama aklan­
mak için onu kovalayıp dunnayacağım. Artık bunu sürdür­
meyeceğim.”
Samantha da az önce aynı kelimeleri kullanmıştı ama
bunları Lucas’tan duymak daha korkutucuydu. Saçlarımı
kavrayıp kafamı deli gibi iki yana salladım.
‘'Yapılacak bir şey olmalı...” Kafamı sallamaya devam
ederek nefes almaya çalıştım. “Sen bunu hak etmiyorsun.”
Lucas önümde diz çökerek işaretparmağmın ucuyla çe­
nemi kaldırdı. “Belki de öyle ama işleri berbat ettim. Yaptı­
ğım şeyle dört yıldır yaşıyorum ama Kylie ve sen her şeyi
öğrendikten sonra son birkaç gündür kendimi çok özgür his­
sediyorum .” Başparmağının arkasını yanağıma sürtüp alnını
benim kine dayadı. “Bırak Sam peşimden gelsin. Onu da ken­
dimle birlikte aşağı çekeceğimi biliyor olmalı mutlaka. Senin
başına onca şey açtıktan sonra... Bırak gelsin.”
Bunu söyledikten sonra Samantha hakkında bir şey duy­
mayı da konuşmayı da reddetti. Ses provasına kadar günün
410
Temas
geri kalanını gergin bir sessizlikle geçirdik. Ona eve gitmem
gerektiğini söylediğimde benimle arabama kadar geldi.
“Bu akşam gelecek misin?” diye sorarken yüzünde kı­
rılgan bir ifade vardı. Ona öylece baktım. Çığlık atmak isti­
yordum. Ona vurmak istiyordum. Sam’in kazanmasına
neden izin verdiğini sormak istiyordum.
Ama sonunda gözlerimi kapatıp dudaklarımı gülümse­
meye zorladım. Lucas’ın veda ediyor olabileceği düşünce­
siyle göğsümün merkezinde korkunç bir his belirmeye
başlamıştı. “Kesinlikle kaçırmam.”
Lucas beni kendisine çekip öptü. Göğsümde bir hıçkırık
oluştuğunu hissettiğimde geri çekildim. Gözlerine bakamıyordum, bu yüzden arkamı dönüp omuzlarımın çökmesine
izin verdim.
“Seni seviyorum,” dedi Lucas.
Ona bakmadan önce sakinleşmemi sağlamasını umarak
içimden yavaşça ona kadar saydım. Ve saymayı bitirdiğimde
arkamı döndüm.
Lucas çoktan gitmişti.
İlk başta bu akşam sahne arkasında olma planım yoktu.
Geçen hafta olanlar yüzünden çok gergindim ve duygusal
çöküntü yaşıyordum. Ve etrafta olmamın gerginliği daha da
arttıracağını düşünüyordum. Ama Kylie gitmem için yalvar­
dığında pes ettim. Üstüme bir kot pantolon, berelerimi kapa­
tacak uzun kollu bir Altemative Apparel tişörtü geçirip
411
Emi iv Smnv
babctlerimi giydim. Saçlarımı toplamayı düşündüm ama şifonyerimdcki aynada kendimi kontrol edip yüzümün kenar­
larındaki morumsu lekelerin makyajın altında bile hâlâ
belirgin olduğunu fark edip kırmızı tutamlarımı omuzlarımın
üstüne saldım.
Ve tokamı şifonyerin üstündeki mendil kutusunun ya­
nma koydum.
Bunu itiraf etmekten ne kadar nefret etsem de geleceğe
dair umutlarımın bir kısmını da evde bıraktım.
Bir saat sonra David’in eşliğinde Your Toxic Sequel’in
giyinme odasına gittiğimde o anda orada tek başlarına olan
Cal ve \V yatfm tuhaf sessizlikleriyle karşılandım. Anlayışlı
ama kuşkulu gözlerle merhaba diye mırıldandılar ama sonra
Kylie gelip ikisine de azarlar gibi baktı.
“Gelmeyeceğini söylemiştin!” Kylie odada durduğum
yere koşarak elimi tuttu, küçük parmaklarını benimkilere ge­
çirdi ve beni ikili koltuğa çekti.
“Çok yalvardın,” dedim arkama yaslanırken. “Bunun
karşısında ciddi olarak hayır demem mümkün değildi.”
“Gördün m ü,” dedi zafer dolu bir sesle, W yatt’a döne­
rek. “Bana hayır demenin imkânsız olduğunu söylemiştim
sana.” Tüm bu neşesinin aslında bir gösteri olduğunu bili­
yordum . K ahverengi gözlerindeki bakışlar ve kısa kahve­
rengi saçlarını kulaklarının arkasına atarken parmaklarının
titrem esi bunun kanıtıydı.
“ Bir dahaki sefere kesinlikle hayır diyeceğim,” dedim
kuru bir sesle.
412
Temas
Kylie dediğimi duymazdan gelerek tiz bir sesle konuştu.
“Konserden sonra şu sürekli bahsettiğin bara gitmeyi düşü­
nüyoruz hepimiz.”
“The Beacon’a mı?”
“Bence hepimiz içimizdeki stresi biraz atmalıyız.”
Kahve sehpasındaki su şişesini almak için uzandı ama elini
C arin enerji içeceğine çarptı. Kutu düşünce keskin kokulu
içecek masalann kenarından, yerdeki halının üstüne akmaya
başladı. “Kahretsin.” Kylie dökülenleri temizlemeye çalıştı
ama kafamı iki yana salladım.
“Ben hallederim.”
Banyodan birkaç kâğıt havlu koparıp ellerimle dizleri­
min üstüne çökerek dökülenleri sildim. “Aslında,” diye baş­
ladığımda Cal bana doğru yaklaştı. “Bunu benim yerime
senin yapman lazım...”
Cal sırıtıp “Yok, almayayım,” dedikten sonra yüzünü
hiç görmediğim kadar ciddileştirdi. “Eee... nasılsın?”
Saldırıyı, bu sabah Sam’le yaptığım konuşmayı, olacak­
lar konusundaki belirsizliğimi düşünürken boğulurmuş gibi
ses çıkarmamak için kendimi tuttum. “Daha iyiyim. Hâlâ
biraz sarsılmış durumdayım ama iyi olacağım,” diye yalan
söyledim.
Cal içini çekti. “Seni merak ettik, hepimiz... Sin başka
şeyler söylerse inanma...”
“Teşekkür ederim,” diye fısıldadım.
Cal omzumu dikkatlice sıkarak ayağa kalktı. “Sinjin ’den bahsetmişken... Ben gidip onu bulayım. Geri zekâ­
413
Ernily Snow
lıyı ses provasından beri görmedim. Kim bilir şimdi hangi
cehennemdedir.”
Cal gider gitmez Wyatt da giyinme odasından kurtulmak
için konser öncesi sigara içeceği bahanesiyle kalktı. “Bana
ihtiyacın olursa hemen ara, güzelim,” diye uyardı Kylie’yi
ciddi bir sesle. Kylie gözlerini kıstı.
“Bıraktığın döl yüzünden işemeye gitmek zorunda kal­
dığımda hemen sana mesaj atarım,” diye karşılık verdi, du­
daklarında alaycı bir gülümsemeyle. “Koridora çıkmak
istersem de sesli mesaj bırakırım.” Wyatt ona surat yaptıktan
sonra çıkıp kapıyı kapattığında Kylie öne doğru yığılıp yü­
zünü avuçlarına gömdü. “Şu anda bir çöküntü halindeyim,”
diye itiraf etti boğuk sesle.
“Tanrım, ben de aynı durumdayım.” Bu öğleden sonra
konser mekânından ayrıldığımdan beri Sam’in beni aradığı
numaraya ulaşmaya çalışıyordum. Eğer ona ulaşabilirsem
ikna edebileceğimi umuyordum ama bu şansı elde edeme­
miştim. Boğazımdaki yumruyu yutkundum. “Lucas’ın ne­
rede olduğunu biliyor musun?”
Kylie kollarını kamına sarıp kafasını iki yana salladı.
“Tyler’la bir işi olduğunu söyledi ama kim bilir. Bugün öyle
sakindi ki rahatsız olduğum için yanında duramadım.”
Lucas ona bu sabah Sam’in aradığından bahsetmiş
miydi?
Yerde önümde duran kuru kâğıt havluları toplayıp ayağa
kalktım ve banyoya gidip çöpü attıktan sonra dönüp ikili kol­
tuğun kıyısına oturarak ellerimi ovuşturmaya başladım.
414
Temas
“Korkuyorum,” diye itiraf ettim. “Samantha ödümü patlatı­
yor, çünkü ruh halini anlayamıyorum.”
“Dengesiz... Samantha hep böyleydi. Gençken bile,”
dedi Kylie hemen. Başka bir şey söylemek için dilini dudak­
larında gezdirdi ama sonra giyinme odasının kapısı gümbür­
dedi. Kylie alnını kırıştırarak, “Gel,” diye bağırdı.
David kapıyı hafifçe aralayarak kafasını içeri uzattı ve
ihtiyat dolu gözlerle bir Kylie’ye bir bana baktı. “Lucas’ı
gördünüz mü?”
Kylie bir omzunu kaldırdı. “Biz de bilmiyoruz.” Suyunu
kafasına dikti, sonra elinin tersiyle ağzını sildi. “Neden? Ne
oluyor?”
David kafasını iki yana sallayarak dudaklarını büktü.
“Dışarıda onu arayan birkaç adam var. Acil bir mesele oldu­
ğunu söylüyorlar.”
Yerimden kalkarak David’e bakıp bir cevap bekledim.
O konuşur konuşmaz her şeyin değişeceğini biliyordum.
David bir dakika sonra devasa elini yüzüne sürttüğünde
içgüdülerimin doğru olduğunu anladım. “Adamlar polis
Kylie.”
Haklıydım. Bu üç kelime her şeyi değiştirmişti. Üç ke­
limeyle dünyam sarsılarak durmuştu.
Her şey bitti.
415
Yirmi Dördüncü Bölüm
Lucas
İki Hafta Sonra
G elecek planım basitti. Turne bittikten sonra gidip po­
lise teslim olacaktım. Lanet olası müzikle yüzleşecektim. Ba­
şım a geleni çekecektim . Bunu hak etm iştim ve neler
olacağını da biliyordum.
A m a N ashville konserinden hemen önce gelen iki po­
lisle her şey değişm işti. Neden geldiklerini söylediklerinde
daha da değişm işti. Çünkü beni tutuklamaya gelmemişlerdi.
Sam antha, eski karım , bana bir sürü şey çektiren kadm ölm­
üştü. B eni en yakın akrabası olarak belirttiği ve dünyada
bulunm ası en kolay adam ben olduğum için bana gelmiş­
lerdi.
S am 'in ölüm ü hakkındaki en büyük kahrolası şoksa otel
416
Temas
odama döndükten sonra e-posta kutumda beni beklediğini
gördüğüm mesajdı. Sam o sabah bana bir video göndermişti
ve videoya eşlik eden mesajdaysa bir kitaptan alıntı yapılmış
kısa bir söz vardı. Alıntıyı okuduğum anda o videoda her ne
bok varsa hayatımı sarsacağından emin olmuştum.
Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönem­
lerde gerçeği söylemek, devrimci bir eylemdir.
Haklıydım. Video bildiğimi sandığım her şeyi alt üst et­
mişti.
Tyler ne kadar dırdır edip yakınsa da grup olarak turne­
nin geri kalan tüm konserlerini iptal etmeye karar vermiştik.
Tüm olanlardan sonra doğru olan buymuş gibiydi. Kafam ol­
ması gereken yerde değildi ve her şey boka sardıktan sonra
ilk bir buçuk hafta boyunca da işleri kendim için hiç kolaylaştırmamıştım çünkü Sam’in yolladığı videoyu izlemeden
duramıyordum.
Sam’in devrimci eylemi dört yıl gecikmişti.
Ekrandaki Samantha bu yazın başlarında ya da bir yıl
önce gördüğüm kadına benzemiyordu. Hâlâ o alaycı gülüm­
semesi ve etkileyici gri gözleri olan güzel kadındı. Kylie vi­
deonun geçmişine baktığında Sam'in videoyu iki yıldan uzun
süre önce çektiğini görmüştü. Sam’in sağlıklı görünüşüne
bakılırsa öyleydi.
On iki dakikalık videoya çekildiğimi hissediyordum
ama bunun sebebi hâlâ Sam’e âşık olmam değildi. Aşk o bu
videoyu çekmeden çok önce kaybolmuştu ama eğer izlersem
aradığım cevaplan ve huzuru bulabileceğimi düşünüyordum.
417
E m ilv Sno\v
Ama bu akşam videoyu son bir kez izledikten sonra bile
aradıklarımı bulamamıştım.
Eski karım Atlanta ’daki dairesinin oturma odasında
duran bembeyaz koltuğun ortasında oturmuştu. Kısa bacak­
larını bileklerinden birleştirmiş, ince vücudunu öne eğmişti.
Kamerada dirseklerinin iç kısımlarındaki iğne izleri belli ol­
muyordu ama yine de Sam kendisini ısıtı vormuş gibi yaparak
izleri saklamaya çalışıyordu.
Kameraya direkt olarak bakmaktan kaçınsa da arada
bir kafasını kaldırdığı oluyordu. Her seferinde de gri gözle­
rinde yoğun bakışlar vardı.
Şu anda, bu gece de videoyu izlerken bana bakıyormuş,
sırlarını yüzüme söylüyormuş gibi geliyordu.
Bir bakıma da öyleydi.
"Lucas, ” diye başladı. “Bunu karşına geçip de yapa­
mam, bu yüzden söylem ek istediklerimi sana ancak bu şe­
kilde söyleyebilirim. ” Derin bir nefes alarak az sonra
söyleyeceklerine kendisini hazırlar gibi ellerini göğsünün
önünde salladı. “Bryce Roberts ’ın ölmesi benim suçum. Onu
ben öldürdüm ve çok üzgünüm. ”
Beni şaşırtm ak çok kolay değildi ama N ashville’deki
otel odam da videoyu ilk izlediğim de ağzım bir karış açık
halde ekrana bakakalmıştım. Birkaç gün sonra polisten de
aynı hikâyeyi duymuştum ama o gece öğrendiklerim uyuş­
turucu bir şoka neden olmuştu.
“Onu ben öldürdüm, ” diye açıkladı Sam, ağlamamak
için h a fif eğri burnunu sıkarken. Ama başarılı olamadı ve
418
Temas
gözyaşları yanaklarından zayıf göğsüne doğru akmaya baş­
ladı. “Onunla bir arkadaşım vasıtasıyla tanışmıştım. Ama
o... o sen değildi. Ben seni istiyordum. Bryce benim için hiç­
bir şeydi çünkü seni geri kazanabileceğimi düşünüyordum.
Ama sonra senin Priscilla ’y la birlikte olduğunu öğrendim ve
kendimi kaybettim. Delirdim ve Bryce \tan onunla uğraşma­
sını, onu bira sarsmasını istedim. Sanırım o kadına ne oldu­
ğunun umurumda olmadığını söyleyebiliriz. Hâlâ umurumda
değil... O sürtük bugün ölse mutlu olurdum. ”
Onun sahte gözyaşlarını görmeye öyle alışkındım ki vi­
deonun içtenliğini sindirmem birkaç günümü almıştı. Sami­
miyeti videoyu daha da çılgınlaştırıyordu.
Sam koltuğundan kalkıp gitti. Döndüğünde bir sigara
yakıyordu. Filtreyi ağzına götürürken eli titriyordu ama içine
derin bir nefes çektikten sonra daha da sakinleşmiş gibi gö­
rünmüştü. Ama yine de her an sinirleri bozulacak ve kame­
rayı odanın karşısına fırlatıverecekmiş gibiydi.
Sigarasından geriye yalnızca ezilmiş kahverengi bir
filtre kalana dek bekledi, sonra elini sarı saçlarından geçirdi.
“O gece lanet olası otoparkta onunla kavga ettiğinde ben de
onunlaydım. ” Sert gri gözlerini direkt olarak kameraya dikti.
“Şehir şehir gezip boktan konserlerinizi izliyorduk. Biliyor
musun, yaşadığım oldukça ironikti... Bryce ’ın, Cilla ’y la uğ­
raşmasını istemiştim ama geri zekâlı gidip ona hayran
kaldı. ” Öfkeyle kıkırdadı. “Bir kez daha elimdeki adamı, o
fahişeye kaptırmıştım."
uO gece bir konuda kavga etmiştik; konunun ne oldu­
419
Emily Stunv
ğunu hatırlamıyorum. ” Sam gözlerini kam eranın arkasın­
daki bir şeye odakladı. “Hatırladığım şu: Sen o sürtükle il­
gilenm ek için bara geri döndüğünde ona yardım etm ek
istedim . Bryce bana baktı ve ağzından ilk çıkan şey Cilla
oldu. Bana Cilla dedi. Buynizden arabasının arkasında bul­
duğum bir levyeyle ona vurdum. "
“Sen onu bayılm ıştın. Ben de tekrar kalkm ayacağından
emin oldum, ” diye itira f etti eski karım soğuk bir tavırla.
Videoyu ilk izlediğimde ellerimi yüzüm e yapıştırıp tır­
naklarım ı yukarı doğru kaydırarak saçlarım ı kavram ıştım .
Bu büyük bir itiraftı -e n azından benim hayatım ı etkileyen
en büyük itiraftı- ama yine de içimde boşluktan başka hiçbir
şey yoktu.
Daha sonrasındaysa Sam ’in ne am açla B ryce’ı öldürdü­
ğümü düşünmeme neden olduğu sorusu beynim i kem irm eye
başlamıştı. Tabii C illa’ya karşı olan nefreti dışında... Çünkü
sadece üzgün olduğunu, her şeyi batırdığını am a düzeltece­
ğini söylemişti.
Sonra hıçkırıklara boğulup benden ne kadar nefret etti­
ğini söylemiş, C illa’nın ölüm üne mutlu olacağı kadar benim
ölm emden de m em nun olacağına yem in etmişti.
D üşününce... Belki de yıllar süren m anipülasyon ve ya­
lanların nedeni buydu.
Nefret...
Yine de Sam iki yıl önce çektiği videoda söz verdiği gibi
her şeyi düzeltmişti. Gidip polise teslim olmuş, ifadesini ver­
mişti. Polislere, muhtem elen cinayet gecesi bana şantaj yap­
420
Temas
mak için Bryce Roberts’ın cebinden aldığı cüzdanını vermiş
ve avukat tutma hakkını kullanmak istemediğini söylemişti.
Bunlan Nashville konserinden önce öğrendiğimde Sam
çoktan intihar etmişti. Polise teslim olmadan önce o kadar
çok uyuşturucu almıştı ki itirafının ortasında kalbinin dur­
mamış olması şaşırtıcıydı.
Onun bu şekilde öldüğünü düşünmek çok kötüydü.
Başımızdan geçen her şeye rağmen onun için asla böyle
bir son istemezdim.
Artık bana, Sam’in inanmama neden olduğu yalanlann
arasındaki gerçekleri bir araya getirmek kalmıştı. Video iti­
rafı bana tek yardımıydı.
Sam hayattayken, görkemli bir üne kavuşmadan önce
Luc 2LS-Kahrolası-Wo\fe'\2i evlendiği için grubun geçmişinde
yalnızca küçük bir yere sahipti. Ama öldükten sonra, birlikte
olduğum tüm kadınları, hatta Sienna’yı bile gölgede bırak­
mıştı.
En azından magazin dergilerinde yazılan saçmalıklarda
böyle deniyordu.
Benim tek yapmak istediğimse hayatıma devam et­
mekti. Müziğimle... Sienna’yla...
Bu nedenle bu sefer Sam’in videosu bittikten sonra hiç­
bir cevap alamayacağımdan emin olarak dosyayı bilgisaya­
rımdan sonsuza dek sildim.
421
Sonsöz
Lucas
Kasım
Derinlere gömdüğünüz sırlarınızın, üstünü örtmek için
para ödediğiniz şeylerin aslında bir yalandan ibaret olduğunu
öğrenseniz ne yapardınız? Sizi paramparça eden bir yalan...
Geçmişte kalıp berbat pişmanlıklarınıza sarılır ve bir
şeyleri değiştirebilmeyi mi dilerdiniz?
Yoksa hayatınıza devam mı ederdiniz?
Ben ikisini de seçtim.
Bryce’a yaptığı şeylerle yaşamak zorunda olan yalnızca
Samantha değildi. Ben dört lanet olası yıl boyunca bir cana­
var olduğumu düşünmüş ve beni saklandığım gölgelerden
çıkarmak isteyen kadını kendimden uzaklaştırmıştım.
Buna rağmen bu gece yanımda olması bir mucizeydi.
423
E mi iv Sno\\'
“G ünah gibi görünüyorsun,” dedim ona, arkam dan yak­
laşırken aynadaki yansım asına bakarak. Onun üstünde değil
de yatak odam ın zem ininde olm ası gerektiğini düşündüğüm
tek om uzlu, siyah renkli bir mini elbise ve m uhteşem bacak­
larının kilom etrelerce uzun görünm esine neden olan şeritli
ayakkabılar giym işti.
“İyi bir günah am a...” Ç ıplak kollarım om uzlanm a do­
layıp beni bırakm ak istem iyorm uş gibi sıkıca sararken saçları
üstüm e doğru kaydı. “ Son konser... O ndan sonra tam am en
benim sin.” B errak mavi gözleri aynada beni bulurken uzun,
derin bir nefes aldı. “H azır m ısınız, B ay W olfe?”
Uzanıp saçlannı parm aklan m a doladım ve kafam ı çe­
virip dudaklannı buldum ve onu hırsla esir aldım. O da beni
tüketti. B izim ilişkim iz böyleydi.
Bunu daha yeni anlam ıştım am a geç olsun güç olmasın
diye düşünüyordum .
Geri çekilip bana bakışlarını şaşkınlıkla izlerken ona sı­
n a im . “B ir an önce hazırlanm azsam Sinjin bagetleriyle parm aklanm ı kırar.” Zoe bu akşam konsere gelecekti ve Sinjin
geçen seferki konsere getirdiğinde, olanlardan sonra onu et­
kilem eye kararlıydı. B u akşam ne Cilla ne de W icked Lambs
buradaydı. O nca insanın arasından Sinjin, C illa’yı rehabili­
tasyona gitm eye ikna etmişti.
“O zam an saçlanm ı bırakm alısın,” dedi Sienna. Elimi
çektiğim de saçlarını seksi bir havayla bir om zunun arkasına
attı. B ilerek yaptığı bu hareket aletim in sertleşm esine neden
olm uştu. Lanet olsun, çok güzeldi. Sırtını dikleştirip kollannı
424
Temas
iki yana uzattı. “Düzgün görünüyor m uyum ?”
“Şuradaki koltukta çıplak olarak uzanman gerekiyorm uş
gibi görünüyorsun.” Parmağımla odanın karşısındaki dar kol­
tuğa işaret ettim ama sonra kafamı iki yana salladım. “Ama
evet, gözlerimin gördüğü en güzel şeysin. Benim için en
güzel şeysin.”
“Zaten hep böyle şeyler söyle sen...” Birkaç adım geriye
gitti. “Konserden sonra görüşürüz.” Gözlerini benden ayır­
madan geri geri odadan çıkana kadar önüme dönmedim.
Sonra aynada kendime baktım. L\ıca&-Kahrolası-VsQlfe.
Eskiden olduğum adama ve Sienna’yla birlikte olmak isteyen şu
anki halime baktım. Sonra kalkıp giyinme odasından aynldtm.
Cal ve Wyatt sahne arkasındaki koridordaydı. Wyatt. kız
kardeşimin arkadaşı H eidi’nin bir hafta önce U tah’taki bir
otel odasında CaPi bağlamasından bahsediyordu. Cal beni
gördüğünde ellerini utançla yüzüne sürttü, sonra gözlerini gri
beton zemine dikti.
“Senin de ekleyecek bir şeyin var mı adi herif?” dedi
sonunda.
“Sadece seni herkesin ortasında öyle bırakmış olm asını
dilerdim.” Sesini çıkarmadan ağzını hareket ettirerek “ Siktir
git,” dediğinde sırıtıp omuzlarımı silktim. “ Sin ve ben, bu
işten senin mi yoksa H eidi’nin mi kârlı çıkacağı konusunda
beş yüz dolarına bahse girdik.”
Koridordan sahne girişine doğru ilerlemeye başladığımda
Cal arkamdan seslendi. “Hanginiz hangim ize para yatırdı?
Bana, değil mi? Heidi’yi tam istediğim yere getirdim çünkü.”
425
Emily Snow
“Saçma adamın tekisin ya... Benim param her zaman Heid i'y e,” diye bağırdım, sahne arkası kapısından girmeden önce.
Tüm sırlarınız açığa çıksa, sonra tekrar göm ülse ne ya­
pardınız?
K ahrolası oyuna devam ederdiniz.
Tekrar program lanan Los A ngeles konser biletlerinin
hepsinin satıldığını bilsem de binlerce insanın bu akşam gru­
bum u izlemek için buraya gelm iş olduğunu bilm ek büyük
bir tatmindi. Yine de çığlıkların, kulaklarım ın etrafında güm­
bürdeyen müziğin ve binlerce yüzün arasında sadece bir kişi
dikkatimi üstüne topluyordu. Sahneye en yakın yer m inder­
lerinden birinde, kardeşim K ylie’yle arkadaşı T ori’nin ara­
sında oturmuş, bana gülen bir yüzle bakan Sienna.
Cal “H ayranım Sana” şarkısıyla konseri başlattığında
Sienna’nın dudakları oynam aya başladı. Dudaklarım okuyamıyordum ama yine de m ikrofona eğilip, “Ben de seni sevi­
yorum. O kadar çok ki canım yanıyor,” diye mırıldandım .
Kalabalık bunu kendilerine söylediğimi düşünerek çıldırdı­
ğında onlara ukalaca sırıttım ve şarkıyı söylem eye başladım.
İki saat sonra seyircinin isteğiyle tekrar sahneye çıkm a­
mızın ardından ikinci şarkıya geçtiğim izde ve hayranlarımız
koltuklarından kalkm aya başladığında onları durdurdum .
“Çok fazla akustik müzik yapm am ,” diye itiraf ettim, sahne
personelinden iki kişi bir tabureyle gitarımı getirirken. Ka­
labalığa bir sessizlik çöktü, sonra yerlerine tekrar yerleşmeye
çalışırlarken bir karışıklık oldu. Yerine taktığım mikrofona
doğru eğildim . “Ve kesinlikle cover yapm am . Ama aylar
426
Temas
boyu sürmüş gibi gelen bir turnenin son durağmdayız.”
Tabureye oturup bir şarkının girişin çalmaya başladım
ve hayranlarımın bunun hangi şarkı olduğunu anlamasını
bekledim. On saniye sonra stadyumda bir alkış fırtınası
koptu. Bu sağır edici ses bana ihtiyacım olan cesareti verdi.
“Neden bu şarkıyı çaldığımı açıklamama gerek olduğunu
sanmıyorum. Sadece âşık olduğum kadın için olduğunu söyle­
yeceğim. Hayatımı onunla geçirmek, her turneyi onun yüzüne
bakarak başlamak ve bitirmek istiyorum. Ve bunu buradaki her­
kesin bilmesini istiyorum. O benim için doğru kişi... Her zaman
böyleydi. Bunu anlamak biraz vaktimi aldı, o kadar/'
Aşkım için, beni sonsuza dek sevecek olan mavi gözlü
kadın için her şeyi yapacağımı söyleyen “Tonic” şarkısını
seslendirirken Sienna’nm mavi gözleri benimkilerden hiç ay­
rılmadı. Şarkı bittiğinde seyirciler çığlıklar atarken tekrar
mikrofona eğildim.
“Şimdi pisliklik edip dikkatleri sana çekeceğim Sienna,”
diye homurdandım. “Evlen benimle...”
Bu sefer dudakları oynadığında ne demek istediğini ko­
layca anladım.
“Evet,” demişti.
Hayatınızda hiç sır kalmadığında ve tüm pişmanlıklar
tarih olduğunda ne yapardınız?
Ben Sienna ’y la birlikte hayatıma devam etmeyi seçtim.
427
Şarkı Listeleri
Eminim bunu çoktan tahmin etm işsinizdir ama müzik,
Tahrik ve Temas ’ın yazılış sürecinde çok büyük bir rol oy­
nadı. Ve ÇOK BÜYÜK derken oldukça ciddiyim . Kitap için
hazırladığım çalm a listesinde elliyi aşkın şarkı bulunmuyor.
K endi listemdeki şarkıların her birini çok sevsem de buraya
bana gerçekten büyük ilham verenleri yazacağım.
Tahrik
1. “Gone Forever” - Three Days Grace
2. “Take M e Under” - Three Days Grace
3. “A lone in This B ed” - Fram ing Hanley
4. “The K ili” - Thirty Seconds to Mars
5. “I G et It” - Chevelle
6. “ Bodies” - D rowning Pool
7. “Snuff” - Slipknot
8. “W hen I Was Your M an” - B runo Mars
9. “Wicked Game” - HIM
10. “Satisfîed” - Aranda
11. “Walk Avvay” - Five Fin ger Death Punch
12. “Crazy Bitch” - Buck Cherry
13. “Blurry” - Puddle o f Mudd
14. “Fine Again” - Seether
Temas
1. “Champagne” - Cavo
2. “Last to Know” - Three Days Grace
3. “It’s Been Awhile” - Staind
4. “Beautiful with You” - Halestorm
5. “Ali Falls Down” - Adelitas Way
6. “Buried Ali ve” - Avenged Seven fold
7. “You’re So Vain” - Marilyn Manşon
8. “Tied My Hands” —Seether
9. “Walk Away” - Five Finger Death Punch
10. “Adrenalize” - In This Moment
11. “Dancing with the Dead” - Ten Years
12. “Through Glass” - Stone Sour
13. “Bitch Came Back” - Theory of a Deadman
14. “Rill Rill” - Sleigh Bell
15. “Satisfîed” - Aranda
16. “Famous” - Puddle of Mudd
17. “Fade Into You” - Mazzy Star
18. “Every Lie” - My Darkest Days
19. “The Kili” - Thirty Seconds to Mars
429
0. “Lonely Day” - System o f a Down
1. “We Are Broken” - Paramore
22. “I Will Possess Your Heart” - Death Cab for Cutie
23. “My God Is the Sun" - Queens o f the Stone Age
24. “If You Could Only See” - Tonic
430
Teşekkürler
Böylesine muhteşem olduğunuz için tüm okurlarım a te­
şekkürler. Hevesiniz ve kitaplarıma olan desteğiniz beni h er
gün hayrette bırakıyor. Size sahip olduğum için kendim i çok
şanslı hissediyorum. Bütün e-postalarmız, eleştirileriniz ve
Facebook mesajlarınız için teşekkür ederim. H ayatım ı g ü ­
zelleştiriyorsunuz!
Kelli Maine, Michelle Valentine ve Kristen P roby... B a­
şıboşluğuma katlanıp beni güldürdüğünüz için teşekkürler.
Üçünüzü de çok seviyorum.
Holly Malgieri ve Jenn Four: İKİNİZ DE HAR İK ASIN IZ.
Beni sürekli güldürdüğünüz için teşekkür ederim!
Christine Bezdenejnih Estevez, sen m uhteşem b ir h a ­
tunsun! Organize olmamı sağladığın ve kitaplarım ı sev d iğ in
için teşekkürler... Yaptığın her şey için -v e gerçekten ço k şey
yaptın- sana KOCAMAN SARILIYORUM!
RBA Designs’tan Letitia H asser'a, bu güzel k ita p k a ­
431
pağı için teşekkür ediyorum. Ve harika ilk okuma yetenekleri
için Stacy Kestvvick’e, inanılmaz hızlı düzeltme okuması için
Jenny Sim s’e teşekkürler. Siz ikiniz muhteşemsiniz!
Cris Hadarly, Becca Manuel ve Abbie Dauenheimer; bu
kadar yaratıcı olduğunuz için milyonlarca teşekkürler bayan­
lar. Tanıtım filmlerine ve kolajlara bayıldım; bunlara ne
zaman baksam aptal gibi gülümsemeden edemiyorum.
Tüm muhteşem yazar arkadaşlarım, mükemmelsiniz.
Böyle muhteşem, ilgili bir topluluğun üyesi olduğum için
minnettarım. Hepinize sevgilerimi gönderiyorum.
Romans topluluğu blog yazarları, sizlere de TEŞEKKÜR­
LER!
Kitaplarıma olan sevginiz ve desteğiniz benim için çok
şey ifade ediyor. Hepinize hayal edemeyeceğiniz kadar mü­
teşekkirim. Benimle ve diğer tüm bağımsız yazarlarla böyle
ilgilendiğiniz için teşekkür ederim.
432

Benzer belgeler