IoT`lu Dijital Dönüşüm Hayatımızı Nasıl

Transkript

IoT`lu Dijital Dönüşüm Hayatımızı Nasıl
IoT’lu Dijital Dönüşüm
Hayatımızı Nasıl Yönetecek?
TÜAD Tüm Sektörü Kucaklıyor mu?
Sizin Markanızın Hikayesi Ne?
Kalitatif Araştırma Mitleri
Bilgi Teknolojilerinde Dış Kaynak Kullanımı
Dijital Pazarlama Ajansını Seçerken
Sormanız Gereken 10 Soru
TÜRKİYE’NİN PAZAR ARAŞTIRMA DERGİSİ
NİSAN-HAZİRAN 2016
İÇİNDEKİLER
İmtiyaz Sahibi
8
Uğur Develi
Bağdat Cad, Tangüner Apt,
No:356/7, Kadıköy - İstanbul
Genel Yayın Yönetmeni
Uğur Develi
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Uğur Develi
Editörler
Yağmur Atagören
Emre Gündüz
Reklam Müdürü
Nesnelerin İnterneti
16
TÜAD Tüm Sektörü Kucaklıyor mu?
22
Ekonomiye Yön Veren Fenomen: Alışverişçi Psikolojisi
Emre Gündüz
Tasarım & Sanat Yönetimi
Selçuk Karaer
28
Tüketici Davranışları Genelinde Veri Analiz
Yayın Türü
Yaygın Süreli Yayın
Baskı Tarihi
Nisan 2016
Yönetim Yeri
Bağdat Caddesi, Tangüner Apt,
No:356/7, Kadıköy - İstanbul
Tel : +90 216 355 34 01 / 02
[email protected]
www.researcherdergi.com
Baskı ve Cilt
Karmen Matbaa ve Basım San. Tic. Ltd. Şti.
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 2NB3
Topkapı / İstanbul
Tel:0212 523 37 37
Researcher
Researcher Magazine
tarafından 3 ayda bir yayınlanan
meslek dergisidir. Bu yayının tamamı
ya da bir bölümü yayıncısının
izni olmaksızın çoğaltılamaz ve
yayınlanamaz.
Bu Dergi Bedelsizdir.
34
Researcher Dergi Reklam ve Araştırma Kulübünün
Zirvesindeydi
38
Giyilebilir Teknolojiler
40
Bilgi Teknolojileri Alanında Dış Kaynak ve Hizmet Kullanımı
50
11 Adımda Marka Yaratma Süreci
56
Taraftarınız Varsa Markanız Garantide
62
Müşteri Deneyimi Haritası Nedir? Nasıl Hazırlanır?
Nisan-Haziran 2016
1
BAŞYAZI
TÜAD TAM ANLAMIYLA
SEKTÖRÜ KUCAKLIYOR MU?
Uğur Develi
Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]
U
zunca bir süredir sağdan soldan
kulağıma TÜAD ile ilgili değişik
yorumlar, bilgiler ve memnuniyetsizlikler geliyordu. Ben de bu söylenenlerin nedenleri ne, bunlar gerçekten
doğru bilgiler mi, işin iç yüzü nedir öğrenmek
üzere birkaç sektör oyuncusuna mikrofonu
uzatma ihtiyacını hissettim. Ama uzatınca da
“bir dokundum bin ah işittim” deyiminin tam
hakkını verecek yorumlarla karşılaştım.
Sektörümüzün tek derneği olan TÜAD’a hem
kişisel olarak hem de dergi olarak destek
vermek istediğimizi çeşitli platformlarda ve
derneğin çeşitli kademelerinde dillendirdim. Böyle bir derneğin varlığının önemine
inandığımı ve geliştirilmesi ve daha kapsayıcı
olması için elimden geleni yapmak istediğimi
defalarca ifade ettim. Ancak bu çıkarsız ve
tarafsız destek tekliflerimiz ne yazık ki ilgili
çevrelerden gereken ilgiyi görmedi. Görmemekle kalmayıp zaman zaman yapmış olduğumuz röportajların yayınlanmaması ile ilgili
dernek sekreterliğinden telkin içeren telefonlar da aldık. Direkt olarak basın ve ifade
özgürlüğüne müdahale olarak gördüğümüz
bu türden baskılara hiçbir zaman prim vermedik ve bundan sonra da vermek niyetinde
değiliz.
Bu yapıyla ve bu tür baskıcı hareket tarzıyla
sektörün bir yerlere gelmesinin mümkün
olmayacağı, bu yol ve yöntemin terkedilmesi
ve yerine daha kapsayıcı, daha çok sesli, daha
işbirlikçi ve tüm sektör oyuncuları tarafından
tasdik ve kabul görmüş bir derneğin güçlenerek yoluna devam edeceği düşüncesindeyiz.
Amacımız TÜAD’ı destekleyerek sektörün
gelişimine katkıda bulunmaktır. Derneği sektörün gelişimine katkı sağlayıcı bir STK haline
getirmektir. Ancak ilerleyen sayfalarda bazı
araştırma şirketi yöneticilerinin de söylediği gibi TÜAD’ın üyelik tüzüğünde yer alan
“Araştırma Şirketi Tüzel Üyelik Şartlarının
6. Maddesinde” belirtilen “üyelik başvurusu
yapan firmanın brüt gelirinin yıllık minimum
250.000 USD olması ve bunu resmi belgelerle ispat etme” şartının neye hizmet ettiğini
anlamak pek de zor değil. Bu, siz küçük firma
iseniz burada yer alamazsınız ve sektörle ilgili
görüşleri paylaşamazsınız demenin dolaylı
2
Nisan-Haziran 2016
yolu. Hâlbuki bir dernek aksine sektördeki
tüm oyuncuları bünyesine katmaya, onları
bünyesine dâhil ederek eğitmeye, geliştirmeye böylelikle sektörün gelişmesine katkıda bulunmaya çalışmalıdır çünkü dışarıda
kalan hiçbir firma üzerinde bir tasarrufunuz
ve yaptırım gücünüz olamaz.
Nesnelerin İnterneti
Dünya her şeyin birbirine bağlanabildiği Nesnelerin İnterneti devriminde hızla yol alıyor.
GE’nin tahmini 2020’de 50 milyar cihazın
internete bağlanacağı yönünde. SAS’a göre
sadece beş yıl sonra nesnelerin internetinde
küresel cihaz ve servis pazarının 7 trilyon
doları bulması bekleniyor. Ocak ayında düzenlenen Dünya Ekonomi Forumu’nda yayınlanan Accenture’ın raporunda ise endüstriyel
internetin 2030 yılında küresel ekonomiye 14
trilyon dolar ekleyebileceği belirtiliyor.
İşte bu nedenle dergimizin bu sayısında yine
ilgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz önümüzdeki yıllarda günlük hayatımıza daha yaygın
olarak girecek bir kavram “Nesnelerin İnterneti” konusunu etraflıca ele aldık.
Toplantılar, Etkinlikler, Zirveler
Şubat ve Mart ayları Researcher Dergi muhabirleri ve çalışanları için oldukça yoğun geçti.
Hemen hemen her gün bir etkinlik, bir toplantı veya bir zirvede yer almak için oradan
oraya koşuşturdular. Bunların arasından en
zevk aldığımız İstanbul Üniversitesi, İşletme
Fakültesi, İşletme Kulübü öğrencilerinin
Radisson Blu otelinde düzenledikleri “Reklam
ve Pazarlama Zirvesi”ydi. Bunu zevkli kılan
sadece konuşmacıların yapmış oldukları bilgilendirici ve etkileyici konuşmalar olmayıp aynı
zamanda İşletme kulübü öğrencilerin yaklaşık
500 katılımcının yer aldığı böylesine büyük bir
organizasyonun altından oldukça profesyonel
bir şekilde ve başarıyla kalkmasıydı. Başarıyı
görmek bizi her zaman heyecanlandırıyor.
Önümüzdeki sayılarımızda nice başarılı organizasyonları dergimizde zevkle okumanız dileğiyle sevgilerimi sunuyorum.
Bir sonraki sayıya kadar Hoşçakalın!
KISA KISA
Gıda Devlerinin Perakendecilerden Beklentileri
Belli Oldu
Nestle, Danone, Pınar ve Dardenel’in CEO’ları ve Yönetim Kurulu
Başkanları, sektördeki sorunların çözümü için perakende zincirlerinin gıda üreticileriyle işbirliği yapması gerektiğini vurguladı.
Nestle Türkiye CEO’su Felix Allemann, Danone Türkiye CEO’su
Laurent Boissier, Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili
İdil Yiğitbaşı, Dardanel Yönetim Kurulu Başkanı Niyazi Önen
gibi isimlerin katıldığı yuvarlak masa toplantısında, sektörün
gündemindeki sorunlar tartışıldı.
Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili İdil Yiğitbaşı, “Türkiye’de mesafeler çok uzun ve ürünlerin raf ömrü kısa. Çok önemli
iade sorunu var. Herkes topu birbirine atıyor” şeklinde konuştu.
Dardanel Yönetim Kurulu Başkanı Niyazi Önen ise “Perakende
kanalındaki zincirlerin marjlarının fiyatlara olumsuz yansıması
önemli” dedi. Nestle CEO’su Felix Allemann ise şöyle konuştu:
“Uzun raf ömrü yerine tüketiciye çok daha kısa sürelerde sevkiyat
ve satış yapılmasının yollarını bulmak gerekiyor.” Danone Türkiye Genel Müdürü Laurent Boissier ise stok yönetimi alanında
iyileştirme yapmak için birçok alan bulunduğuna dikkat çekti.
2020’De Tüm Samsung Ürünleri ‘Nesnelerin İnterneti’ne
Bağlanacak
O
rtadoğu ve Kuzey Afrika pazarına yönelik yeni ürünlerini Samsung MENA Forum’da tanıtan Samsung, 2020 yılı itibarı ile
tüm ürünlerinin nesnelerin internetine bağlanmasını hedefliyor.
Samsung, her yıl olduğu gibi bu yıl da CES Tüketici Fuarı’nda tanıttığı yeni ürünlerini, bölgelere yönelik düzenlediği özel etkinliklerle
tanıtıyor. 16 Şubat tarihinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika pazarına
yönelik Antalya’da düzenlediği Samsung MENA Forum etkinliğinde yeni ürünler görücüye çıktı. Dünyada 6’ncısı, Türkiye’de ise
3’ncüsü düzenlenen etkinlikte Samsung, CES’de ilgi gören SUHD
televizyonun yanında giderek akıllı hale gelen ev cihazlarını da
4
Nisan-Haziran 2016
sergiledi. Açılış konuşmasını yapan Samsung Ortadoğu ve Kuzey
Afrika Başkanı Choong Ro Lee, makinelerin birbiri ile iletişim
kurarak akıllı sistemler yarattığı ‘Nesnelerin İnterneti’ anlayışının
hali hazırda Samsung’un Ar-Ge çalışmalarının kalbinde yer aldığını belirterek, “Şu anda tüketicilerde nesnelerin internetine dahil
olabilecek güçte birçok cihaz bulunuyor. Bu cihazları nesnelerin
internetine dahil eden unsurlar sensör işleme teknolojisi ve bağlanabilirlik. 2020 itibarı ile Samsung ürünlerinin hepsi nesnelerin
interneti içinde bir cihaz olacak” dedi.
KISA KISA
Garanti Bankası
Tarafından Yayınlanan
iGaranti, Kendi Alanında
Google Onaylı İlk
Google Glass Bankacılık
Uygulaması Oldu.
19. Araştırma
Zirvesi 26-27 Nisan
2016 Tarihlerinde
Gerçekleşiyor!
G
oogle Glass’ın resmi internet mağazasında yerini
alan iGaranti uygulaması, Türkiye’den kabul edilen ilk
yazılım olmanın yanı sıra dünya çapında da Google tarafından
onaylanan ilk Google Glass bankacılık uygulaması oldu. Türkiye’de Google Glass’ın resmi olarak satışa başlamamasına
rağmen geliştirilen bankacılık uygulaması, erken bir adım
olarak kullanıcıların da takdirini topladı.
iGaranti uygulaması ile Garanti Bankası müşterileri hesaplarını gözlerinin önüne getirerek kontrol edebiliyor ve işlem
yapabiliyor. Google’ın sesli komut özelliği ile çalışan uygulama
ile hesap durumu, kredi kartı limiti gibi verilere ulaşılabiliyor.
Uygulama ayrıca kullanıcının bulunduğu bölgedeki piyasa
bilgileri, döviz kurları ve alışveriş fırsatlarını görüntülüyor.
Garanti’nin Google Glass bankacılık uygulaması iGaranti ile
kullanıcılar hesap hareketlerini bildirim olarak görebiliyor,
belirlenen harcama limitini aşıp aşmadıklarını görüntüleyebiliyor.
Uygulama mağazasında yerini alan dünyanın ilk Google Glass
bankacılık uygulaması iGaranti ile Garanti, dünyanın en büyük
bankalarından daha önce giyilebilir teknoloji alanına adım
atmış oldu.
T
ürkiye Araştırmacılar Derneği (TÜAD) tarafından geleneksel olarak gerçekleştirilen Araştırma Zirvesinin konsepti
bu yıl “İlham Yolculuğu” olarak belirlendi.
19uncusu gerçekleştirilecek olan zirve 26-27 Nisan 2016
tarihlerinde İstanbul’daki Hilton Conrad Oteli’nde yapılacaktır.
Duyurusunun yapıldığı ilk günde 21 sponsorluk kategorisinden
en önemli 4 sponsorluğun “Alındı” ibaresiyle açıklanan sponsorluk dosyasında ana sponsorluğun 60.000 TL karşılığında
ÇAYKUR’a satıldığı belirtildi.
Katılımcı Bedeli’nin Derneğe üye olan kişi ve kurumlara
1.000 TL, üye olmayanlara ise 1.150 TL olarak belirlenen
organizasyondan 300.000 TL’si sponsorluktan olmak üzere
enaz 700.000 TL gelir elde edilmesi bekleniyor.
Nisan-Haziran 2016
5
KISA KISA
Renault Hafif Ticari Araçta Pazar Payını Büyüttü
R
enault Grubu 2015 yılında global hafif ticari araç pazarında satışlarını yüzde 12,4 arttırdı ve pazardan 3,76 pay alarak bir kez daha
güçlü bir performans sergiledi.
Avrupa’da yüzde 11,4 büyüyen pazarda Renault, hafif ticari araç satışları yüzde 16,9 artış kaydetti. bu da ilave 29,000 ara satışı anlamına geliyor. Bu performans 0,71 puan artışı ile yüzde 15 Pazar payını yansıtıyor.
Renault, Avrupa’da 18 yıldır ard arda hafif ticari araç lideri. Avrasya Bölgesi’nde ise markanın pazar payı 1,71 puanlık artışla yüzde
8 oldu. Bundaki en büyük etken Renault’nun bölgedeki ana pazarı Türkiye’deki satışların yüzde 80 artması oldu.
Bölgesel liderlikten üst düzey küresel oyunculuğa Renault Grubu küresel açıdan 2015 senesinde hafif ticari araç pazarında güçlü
bir yıl geçirdi. Grubun satışları yüzde 12,4’lük artışla 387 bin adede erişti. Üstelik bu artış toplam pazarda yüzde 6,3’lük gerilemeye
rağmen (Kuzey Amerika hariç) gerçekleşti.
Pazarlama Kraliçesi
A
BD’de NPD Group tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada, pazarlama alanında en güçlü isimler sıralanırken,
listenin zirvesinde ünlü şarkıcı Rihanna yer aldı.
Rihanna’nın zirvede yer almasında, geçtiğimiz yıl Dior
ve Puma gibi markalarla yaptığı işbirliğinin önemli rol oynadığı ifade edildi. Listenin ikinci sırasında Beyonce yer alırken,
üçüncülüğü Ne-Yo ve Usher paylaştı. 1000’den fazla ünlü
ve 2 bin 500’den fazla markanın yer verildiği araştırmada,
ünlülerin alıcılar üzerindeki pozitif algısı incelendi.
6
Nisan-Haziran 2016
Google’ın Bulut Gelirleri
2020’de Reklam
Gelirlerini geçecek
S
an Francisco’da düzenlenen Structure konferansının
konuşmacılarından olan, Google‘ın teknik altyapılardan
sorumlu kıdemli başkan yardımcısı Urs Hölze, şirketin 2020
hedefleri için önemli açıklamalarda bulundu.
Google‘ın ana gelirinin reklam olduğunu hatırlatan Urs
Hölze bu durumu önümüzdeki 5 yıl içerisinde değiştirmek
istediklerini söyledi. Google’ın bulut tabanlı servislerinin
gelirlerinin, reklam gelirlerini 2020 yılında geçmesini planladıklarını aktardı. Buradaki ana hedeflerinin ise Google’ın
bir “bulut” şirketi olması olduğunu belirten Hölze, piyasadaki
mevcut rekabetten de çekinmediklerini söyledi.
ÖZEL DOSYA
D
iyelim ki buzdolabındaki az
kalmış sütü kahvaltı yaparken bitirdik ve sonra da işe
gittik. Biz evde yokken, akıllı
buzdolabımız sütün bittiğini
akıllı telefonumuza söyleyebilir ve akıllı telefonumuz da alışveriş listesi uygulamasını
açarak listeye “Süt” maddesini ekleyebilir.
Bunun yanında, iş yerimizin yakınındaki
marketlerde indirimli süt satılıyorsa bunu
akıllı telefonumuzda görebiliriz ve bu marketlerden indirimli süt almamızı sağlayacak
kuponlar akıllı telefonumuzda görünmeye
başlar. Sonrasında akıllı telefonumuz bize
en ucuza süt alabileceğimiz markete giden
yolu haritada gösterir. Veya bir akıllı araba
kullanıyorsak, buzdolabı doğrudan arabamızın akıllı ekranına sütün bittiği bilgisini
gönderip bizi durumdan haberdar edebilir.
İşte, “Nesnelerin İnterneti” (Internet of
Things, kısaca IoT) dediğimizde, çeşitli
sensörler veya teknolojilerle akıllı hale
getirilmiş eşyaların interneti kullanmasından, bize hizmet etmek üzere kendi aralarında iletişim kurmasından ve milyonlarca
eşyanın birbirine internet üzerinden bağlı
olmasından bahsediyoruz. “Nesnelerin
İnterneti” ifadesi, 1990’larda MIT (Massachusetts Institute of Technology)’teki Auto-ID
laboratuvarının genel müdürü ve kurucularınan biri olan Kevin Ashton tarafından
bulunmuş. Ancak şunu da belirtmekte fayda
var: Günümüzde “nesnelerin interneti” ifadesi bile biraz eskimiş durumda ve yerini
yavaş yavaş “bağlantılı yaşam” (connected
life) ifadesine bırakıyor.
Yazımızın başında verdiğimiz örnekte, biten
sütü hangi fiyata hangi marketten alabile-
8
Ocak-Mart 2016
ceğimizi gösteren uygulamalardan bahsetmiştik. Burada mesele, hangi marka
sütün hangi marketten alınacağıdır ve işte
o zaman reklamlar devreye girecektir. Tabi
ki böyle bir durumu bir reklam bombardımanı olarak yorumlamak da mümkün;
ancak, bu teknolojiler gerçekten hayatımıza
girdiğinde reklamların görünebilirliğini veya
görünme sıklığını ayarlama tercihinin de
tüketicilere sunulması bize daha akla yakın
bir seçenek gibi geliyor.
2020 yılında, dünyada 50 milyar akıllı
cihazın internet aracılığıyla birbirine bağlı
olacağı tahmin ediliyor. Nereden bakarsak
bakalım, dünyadaki toplam insan sayısını
en az beşe katlayacak bir rakam. Bu teknolojinin hayatımıza sokacağı reklamlar,
gündelik yaşamın akışına uyum sağlayacak
ve bu akış içinde doğal duracak reklamlar
olacaktır. Geleneksel olarak tanımlayabileceğimiz reklamlar, biz bir şey okurken veya
seyrederken bizim faaliyetimizi kesintiye
uğratıyor çünkü okuduğumuz veya seyrettiğimiz şeyle reklamın içeriği arasında hiçbir
bağlantı olmayabiliyor. Birçok reklamcı, bu
tarz kesintiye uğratıcı reklamların akıllı ev
eşyalarında ve giyilebilir akıllı cihazlarda işe
yaramasının zor olduğunu belirtiyor. Bunun
yerine, biraz ürün yerleştirmeyi andıran ve
kişileri doğru zamanda etkilemeyi amaçlayan, o anki faaliyetle bağlantılı reklamlar
daha çok tasarlanıyor olacak.
Mesela, 2016’ya girer girmez TapSense firması 2016 baharında piyasaya sunulacak
Apple’ın akıllı kol saatleri’nin “hiper-yerel”
reklamlar veya kampanya kuponları kullanacağını belirterek hayali bir reklam örneği
tasarladı: Sokakta yürürken, biraz ileri-
deki Starbucks’ta geçerli “1 Kahve Alana
1 Kahve Bedava” kampanyasının tanıtımı
akıllı saatte beliriyor.
Bu örnekte gördüğümüz gibi, reklamcıların,
akıllı eşyaların ve ürünlerin işleviyle tüketici
davranışlarının kesiştiği “anlık” noktalar
üzerinde çalışması gerekecek. Akıllı çamaşır makinenizde bir deterjan reklamını, yalnızca deterjanınız azaldığı zaman görmeniz
gibi. Nesnelerin İnterneti reklamcılığında,
tüketicinin gündelik yaşamı içinde doğal
bir biçimde akıp giden içerikte reklamların,
kişinin tercihleri, beğenileri ve ilgi alanlarıyla uyumlu olarak görünmesi en önemli
konulardan biri olacaktır.
Bir başka önemli konuysa, Nesnelerin
İnterneti için reklam yapmanın, reklamcıların bildiğimiz anlamda bir reklamcıdan
ziyade bir ürün tasarımcısı gibi düşünmesini gerektirecek olması. Bir ürün tanıtımından çok, reklam, ürün, insan davranışları ve akıllı cihazların hepsinin bir
arada düşünüldüğü hikayeler ve hizmetler
muhtemelen daha etkili ve çekici olacaktır.
Tüketiciler için markaya sadakatin yerini
duruma uygunluğun alacağı da tahmin ediliyor. Bütün bu gelişmeler de markaların
reklam tıklanması için değil, daha yaratıcı,
işlevsel ve kaliteli bir hizmet için yarışmasını beraberinde getirecek.
Tabi bütün bu gelişmelerin olumsuz tarafı
ve bu teknolojiye yöneltilen en ciddi eleştiri, insanların şahsi bilgilerinin son derece
ayrıntılı biçimde firmaların eline geçebilmesi. Bu durumda Wikileaks’in şahsi bilgileri sızdıran bir versiyonu her an ortaya
çıkabilir ve böyle bir durumun da insanları
ÖZEL DOSYA
bu teknolojiyi kullanmaktan soğutabileceğini hesaba katmak gerekiyor.
(Startupbootcamp İstanbul gibi) büyük telekom ve endüstri şirketleri de bu alanda fark
yaratacak yatırım ve uygulamalarını hayata
geçirme çabasında.
Nesnelerin İnternetinde
Dikkat Çeken Pazar: Türkiye Dikkat Çeken
Türkiye
Pazarlardan Biri
Dünya her şeyin birbirine bağlanabildiği Nesnelerin İnterneti devriminde
hızla yol alıyor. GE’nin tahmini 2020’de
50 milyar cihazın internete bağlanacağı
yönünde. SAS’a göre sadece beş yıl sonra
nesnelerin internetinde küresel cihaz ve
servis pazarının 7 trilyon doları bulması
bekleniyor. Ocak ayında düzenlenen Dünya
Ekonomi Forumu’nda yayınlanan Accenture’ın raporunda ise endüstriyel internet’in
2030 yılında küresel ekonomiye 14 trilyon
dolar ekleyebileceği belirtiliyor.
Nesnelerin İnterneti doğal olarak Türkiye’de de şimdiden hayatın içinde. Kuluçka
merkezleri 2016’da dikey programlarla
nesnelerin interneti alanında çalışan
startup’lara yoğunlaşmaya hazırlanırken
Bu alanda startup’ların sayısının hızla artması şaşırtıcı olmayacak. Turkcell Stratejik
Pazarlama Müdürü Engin Çomakçı, Türkiye
pazarının hem müşteri ilgisi hem de yeni
girişimlerin etkisiyle IoT alanında en dikkat
çekici pazarlardan biri olduğu görüşünde.
“Dünyanın en iyi mobil iletişim altyapısına
sahip ülkelerinden biriyiz. Bu, Nesnelerin
İnterneti vizyonunu hayata geçirmek için
çok önemli bir avantaj. Ayrıca sağlıktan,
üretime, tarımdan şehirlere verimlik ve
tasarruf sağlayacak onlarca potansiyel
alan olduğunu görüyoruz.” Çomakçı, fark
yaratmak içinse global düşünüp yerel hareket etmemiz gerektiğini savunuyor: “İngilizcede güzel bir kelime var: ‘Glocal mindset’. IoT işinde de ‘glocal’ düşünceye sahip
olmalıyız. Yerel gerçek ve önceliklerimize
uygun ürün ve uygulama geliştirmek işin
en kritik kısımlarından birisi.” Çomakçı’ya
göre özellikle otomotiv, lojistik, akıllı bina,
perakende, tarım, sağlık, enerji ve akıllı
şehir alanlarında çok sayıda uygulama ve
ürüne ihtiyaç var.
Nesnelerin interneti alanında ürünler
ve bu ürünlerin etrafında bulut tabanlı
servislerin olduğu platformlar geliştiren
Veslabs bu alanda Türkiye’deki öncü startup’lardan. İçerisinde iki farklı donanım,
mobil uygulamalar ile bulut tabanlı yazılımın olduğu ve lojistik sürecini uçtan uca
izleyen Tag2Sense adlı platformu geliştiren
Veslabs’ın Indoor navigasyon, nesne takip
ve konumlandırma ile ilgili mevcut sistemlere göre çok daha ucuz maliyetli ve verimli
çözümleri de bulunuyor. Şirket endüstriyel
internet alanında da firmaların operasyonlarına verimlilik kazandıran çeşitli çözümler geliştirebiliyor.
Nesnelerin internetini 2016 gündemine
alan Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı
(TTGV) ise uygulama yazılımları, sensör
ve geçit sistemleri, yönetim ve işletme
sistemleri, altyapı elemanlarının geliştirilmesi gibi konularda fırsatlar yaratılabileceği
düşüncesinde ve bu alanlarda girişimcileri
destekliyor.
Nisan-Haziran 2016
9
ÖZEL DOSYA
Veslabs Yönetici Ortağı Ozan Can Köseley,
Türkiye’yi bekleyen fırsatlar konusunda,
“Sektörü iki temel alanda düşünebiliriz.
B2B segmentine yönelik Endüstriyel İnternet ve B2C segmentinde yer alan tüketici
ürünleri. Türkiye için her iki alanda da fırsat
var. Fakat endüstriyel internet ilk aşamada
daha cazip gözüküyor” diyor.
Bunun nedeni ise tüketici tarafındaki pazar
büyüklüğü sorunu: “Geliştirdiğiniz bir
ürünün kitlelere ulaşması, belli bir barajı
geçmesi gerekiyor ki şirket para kazansın. Çünkü donanım geliştirme zahmetli
ve masraflı bir süreç. Son tüketici pazarına yönelik bir ürün geliştirme düşüncesi
varsa, girişimcilerin yurt dışında büyüme
stratejileri de ajandalarında hazır olmalı:
“Türkiye’nin sahip olduğu mühendislik
gücüyle yeni gelişen tasarım anlayışı birleşebilirse bu alanda ülkemizdeki startup’lar
için fırsat görüyorum.”
Türkiye’nin enerji problemine dikkat çeken
Köseley endüstriyel internet teknolojilerinin kaynakların verimli kullanımı rolüyle
öne çıkabileceğine dikkat çekiyor. Köseley,
nesnelerin internetinden Türkiye’nin elde
edebileceği olası paya ilişkin şu varsayımı
dile getiriyor: “Türkiye’nin dünya ekonomisinden aldığı pay yaklaşık yüzde 1 oranında.
Cisco’ya göre nesnelerin interneti 2013’ten
2022’ye kadar toplamda 14 trilyon dolarlık
kümülatif bir ekonomik büyüklük yaratacak. Bu veriyi Türkiye’ye ölçeklersek 140
milyar dolarlık bir rakam ortaya çıkıyor.
Bu da yıllık ortalama 14 milyar dolar gibi
bir pazar oluşabileceği anlamına gelebilir.”
Telenity Başkan Yardımcısı ve TTGV Teknoloji Elçisi Osman Perksoy, bireyler olarak yaşamımızı önemli ölçüde değiştirme
potansiyeline sahip olsa da, Nesnelerin
İnterneti’nin getireceği asıl büyük değişimin şirket ve kurumların iş yapış şekillerinde olacağı görüşünde. Perksoy’a göre
bu yeni teknolojinin zamanında ve doğru
uygulamalarla iş yapış şeklimize getireceği değişim, hızla gelişmekte olan Türkiye
ekonomisinin büyümesine ivme katabilir:
“Özellikle son yıllarda Türkiye’de mobil
iletişim şebekelerinin yaygınlaşmasıyla
araç filo takibi; soğutucu, derin dondu-
10
Nisan-Haziran 2016
rucu ve baz istasyonları gibi saha varlıklarının izlemesi ve bakımı; sera ve sulama
otomasyonu; enerji ve boru hatlarının ve
endüstriyel makinelerin uzaktan izlenmesi konularında başarılı uygulamalar
karşımıza çıkıyor. Bu tür uygulamaların
yaygınlaşması; şirketlerin tedarik, üretim,
depolama, nakliye ve kaynak planlama sistemleriyle entegrasyonun sağlanması ve
bu sistemlerin veri analizine dayalı karar
destek mekanizmalarıyla güçlendirilmesi
mümkün olursa, ülke ekonomimizi bir üst
seviyeye çıkartmak için çok önemli bir fırsat
yakalayabiliriz.”
İki Katalizör Gerekli Fırsatların gerçeğe dönüşmesi için bir üst
aklın yönlendirici olmasına da ihtiyaç var.
Köseley’e göre bu sektörün Türkiye’de
büyüyebilmesi için iki önemli aktörün
-kamu kuruluşları ile belli bir büyüklüğe
erişmiş özel kurumların- katalizör etkisi
yapması gerekiyor: “Geçtiğimiz günlerde
İngiltere kamu eliyle önemli bir bütçeyi
akıllı şehirlerin geliştirilmesi için ayırdı.
Bu gibi bir uygulama planı hem şehirleri
daha yaşanabilir ve tasarruflu hale getiriyor
hem de bu alanda iş yapan firmaların belli
bir hacme ulaşmasını sağlıyor. Burada esas
olan kamunun firma seçimlerinde hem
donanım hem de yazılım tarafında yerli
çözümleri kullanacağı bir stratejiyi hayata
geçirmesi.
Nesnelerin interneti GE için birkaç yıldır
ÖZEL DOSYA
öncelik alanlarının başında geliyor. Endüstriyel internet, GE açısından ileri üretim teknikleri ve küresel akılla birlikte endüstrinin
geleceğini şekillendiren üç temel güçten
biri. GE; makineler, Büyük Veri ve bulut
bazlı analitiğin bir araya geldiği endüstriyel
internetin sadece üç yıl içinde 200 milyar
dolarlık küresel bir endüstriye dönüşeceğini öngörüyor. Kaliforniya, San Ramon’da
1 milyar dolarlık yatırımla Küresel Yazılım
Merkezi’ni açan GE, geçen yıl da endüstriyel
internet yazılım platformu Predix’i hayata
geçirdi. GE Yazılım Başkan Yardımcısı Bill
Ruh, Predix için, “Yeni bir teknolojiden
daha fazlası, yarının teknoloji altyapısını
inşa eden bir platform” diyor. Predix’i GE ile
beraber partnerleri ve müşterileri de kendi
yazılımlarını geliştirebilmek için kullanabiliyor. GE Aviation Teknolojiden Sorumlu
Başkanı Dave Barlett, Predix’in makine
dünyasının Android’i ya da IOS’u olmasını,
endüstriyel internetin dili haline gelmesini
hedefliyoruz” diyor.
GE’nin nesnelerin internetinde hayata
geçirdiği çözümleri de ilham verici. Örneğin ABD’de boru hattı operatörleri her yıl
40 milyar doları onarım, yenileme ve hattı
genişletmeye harcıyor. Akıllı Boru Hattı
Çözümleri GE’nin yazılım ve donanımları
ile Accenture’ın data entegrasyonu uzmanlığını bir araya getirerek müşterilere operasyonlarını gerçek zamanlı gözlemleme
ve düzenleme imkânı sağlıyor.
Bir başka örnek, Güney Afrika platin üreticisi Lomnin’in üretimini gözlemleme ve
ölçmesine yardımcı olan GE’nin maden
performans sistemi. Bu sistemle analiz
edilen veriyle, Lomnin’e çıktıyı yüzde 10
artırma imkânı sağlanmış durumda.
GE, Türkiye’de de endüstriyel internet yaklaşımının iş dünyasının normlarından birine
dönüşmesi için işbirliği odaklı çalışmalarını
ve bu alandaki startup’ları desteklemeyi
sürdürüyor.
Dünyalar Çarpıştığında:
Perakende ve nesnelerin
interneti
Retail Systems Research (RSR) Firması
‘Nesnelerin İnterneti’ ile perakende sektörünün çok yakında çarpışacağını öngören yeni bir rapor açıkladı. Rapora göre
bu çarpışmanın sonucu perakende sektörünün işleyişini dramatik bir şekilde
değiştirecek!
RSR’nin ‘Perakende Piyasasında Nesnele-
rin İnterneti: Büyük Umutlar’ başlıklı son
raporunda, ticari deneklerin %80’i ‘Nesnelerin İnterneti’nin şirketlerin ticaret
şeklini üç yıl içinde kuvvetli bir biçimde
değiştireceğine inanıyorlar.
daha hızlı ve atik olmayı talep ediyorlar(%46), kurumsal anlamda büyümek ve
gelişmek için sabırsızlanıyorlar (%32). ‘Geç
kalanlara’ gelince, onların listesinin en
başında tüketici fiyat duyarlılığı yer alıyor.
Perakendeciler ‘Nesnelerin İnterneti’nin
Kazananlar, müşteri davranışlarını daha iyi
anlayabilmek ve daha iyi tanımlayabilmek
adına gerekli araştırmalara yatırım yapmaya başladılar bile.
akıllı telefonlar ve saatler gibi kişisel
cihazlarla tüketicilerle iletişim kuracağına ve ‘IoT’ tabanlı bu cihazlardan müşteri çeken verileri kullanıp yeni servisler
sunacağına inanıyorlar.
Tüm iyimserliklerine karşın, perakendeciler ‘IoT’dan elde edilen fırsatları kazanca
dönüştürmeden önce ne yazık ki bir çok
önemli iç sorunla karşı karşıyalar. %53’lük gibi ezici bir
çoğunluk yönetim kadrosunun
‘IoT’ un ne demek olduğunu
bile anlamadıklarını söylüyor. Ancak süreçteki bu eksiklik yine
de heveslerini kırmıyor.
Müşteri internetten mi yoksa mağazadan
mı alışveriş yapıyor? Daha fazla mobil olanak mı istiyor? Tüm bunları anlamaya çalışıyorlar, bu araştırmaları oldukça gerekli
buluyorlar ve teknolojinin ardında kalmak
istemiyorlar.
Perakende ve nesnelerin interneti
RSR, perakendecilere yaptığı
detaylı ‘IoT’ araştırmasında
büyümeyi engelleyebilecek çok
önemli sorunlar tespit etti!
Listeye şöyle bir baktığımızda
kendilerini farklılaştırma (%51) ve tüketici fiyat duyarlılığı (%42)
maddelerini ön sıralarda görüyoruz.
RSR araştırmasındaki
denekleri ikiye ayırdı. Ortalamanın üzerinde %4.5 bir satış büyümesi yakalayanlar‘perakende kazananları’, onları
daha ağır adımlarla takip edenler ise ‘geç
kalanlar’ olarak adlandırıldı. Perakende
kazananları IoT’un olanakları konusunda
çok daha hevesli ve girişkenler. Başka bir
deyişi ile pozitif anlamda agresif bir duruş
sergiliyorlar. IoT ticari sorunlarında çok
Bugünlerde ise yatırımlar daha çok farklılaştırma üzerine yoğunlaştı. Raporlara
bakacak olursak %71 gibi büyük bir perakendeci grubu farklılaştırmanın altını
önemle çiziyor. ROI konusundaki ilgisizlik
perakendecilere şaşırtıcı düzeyde bir yarar
sağladı. Üçüncü deneklerin hemen hemen
hepsi “Bunun ROI ile hiçbir ilgisi yok! Bizi
Nisan-Haziran 2016
11
ÖZEL DOSYA
rekabet halinde tutan şeyleri yapmaya
devam etmemizle ilgisi var!” diyor.
Potansiyel kazançlar apaçık belliyse, o
halde neden perakendeciler bu derece
hazırlıksızlar? Birçok denek (%53) iş dünyası liderlerinin IoT’un faydalarını anlamadığını söylüyor. Ve diğer %49’luk bir
kesim “Sermaye gereksinimleri önemli
bir mesele… Buna artı olarak firmalar
maliyeti destekleyecek olan iş kullanma
durumlarını henüz tanımlayamadılar” diyor.
Bir diğer %47’lik kesim de IoT’u destekleyen teknolojiyi suçluyor ve yatırım yapacak
kadar olgunlaşmadığını söylüyor. Ve birçoğu da yeterli teknolojik alt yapıya (%45)
ya da analitik beceriye sahip olmadıklarını
ifade ediyor. Açıkça belli ki daha yapacak
çok iş, gidecek çok yol var…
“Nesnelerin İnterneti”
çağını ve markalarla
olan ilişkisini Intel Türkiye Genel Müdürü Burak
Aydın’la konuştuk.
‘Nesnelerin İnterneti’ yeni
bir ekosistem oluşturacak
Herhalde bundan 50 yıl önce, bugünkü
yaşam tarzımızı tahmin edebilenlerin sayısı
bir elin parmaklarını geçemezdi. Düşünün ki 1943 yılında IBM’in kurucu başkanı
Thomas Watson dünyanın bilgisayar ihtiyacını sadece 5 adet olarak öngörmüştü.
Oysa bugün gelişmiş ülkelerin çoğundaki
evlerde en az bir bilgisayar bulunuyor. Bu
büyük değişimin mümkün olduğu görüldüğünden beri gelecek tahminleri daha
bir itibar görür oldu. Peki, önümüzdeki
yıllarda bizi neler bekliyor? Akıllı dünyanın en önemli parçası olan işlemcilerin
önde gelen markalarından Intel, gelecek
planında şimdiden yerini hazırlıyor. Yakın
geleceğin önemli konularından biri olan
“Nesnelerin İnterneti” çağını ve markalarla
olan ilişkisini Intel Türkiye Genel Müdürü
Burak Aydın’la konuştuk.
Intel “Nesnelerin İnterneti” döneminde kendini
nasıl konumlamak istiyor?
Burak Aydın
Intel Türkiye Genel Müdürü
12
Nisan-Haziran 2016
Hayatımız Sanayi Devrimi’nden bu yana
büyük bir hızla dönüşüyor ama internetin
hayatımıza girmesiyle birlikte baş döndürücü bir hal aldı. Dünyada bugün internete
bağlı 14 milyara yakın akıllı nesne var. Yani
akıllı nesnelerin sayısı dünya nüfusunu
geçmiş durumda. Bu durum artık akıllı ve
bağlantılı nesnelerin günlük hayatımızla
ne kadar iç içe geçtiğinin bir göstergesi.
Özellikle 2014 yılı, teknoloji ve hayatın daha
da iç içe geçtiği ve giyilebilir teknolojilerin
de içinde olduğu “Nesnelerin İnterneti”
döneminin başlangıç yılı olarak yeni bir
dönüm noktası oldu.
Son birkaç yıldır televizyonların, arabaların
ve farklı cihazların akıllanmaya, internete
bağlı hale gelmeye başladığını gözlemliyoruz. Çok yakın bir gelecekte arabaların
kombilerle, buzdolaplarının marketlerle ve
kullandığımız birçok cihazın birbiriyle iletişim kurarak hayatımızı kolaylaştırdığını
göreceğiz. 2020 yılında dünyada 50 milyar
akıllı ve birbirine bağlı cihaz olacağı öngörülüyor. Gün geçtikçe günlük hayatımızın
daha çok içine girmeye başlayan “Nesnelerin İnterneti” kavramının 2020 yılında
19 trilyon dolar pazar değerine ulaşacağı
öngörülüyor. Intel olarak bu değişim ve
dönüşümün tam ortasında yer alıyoruz ve
son dönemde geliştirdiğimiz Intel Edison
ve Intel Galileo gibi teknolojilerle de bu
alandaki işlemci teknolojisini geleceğe
taşıyoruz.
Buna ek olarak öncülüğünü yaptığımız
“Nesnelerin İnterneti” dünyasında çok
önemli bir alan olan giyilebilir teknolojilerin yakın gelecekte kullanıcıların hayatlarını kolaylaştıran vazgeçilmez ihtiyaçlar
ÖZEL DOSYA
olacağını düşünüyoruz ve bu alanda yatırım yapan şirketlerin başında yer alıyoruz. Ocak ayının ilk haftasında Las Vegas’taki CES
fuarında Curie isimli yeni platformumuzu tanıttık. Minik bir düğme boyutlarındaki bu platform ile giyilebilen teknolojilerin ciddi ivme
kazanmasını bekliyoruz.
Dünya şimdiden bu teknolojiler üzerine odaklanmış durumda. Intel olarak Türkiye’nin teknolojiyi yalnızca tüketen değil aynı zamanda
üreten ülke olması vizyonuyla hareket ediyoruz. Bu vizyonla 2014 yılında yaptığımız en büyük yatırımlardan biri de İstanbul Teknik Üniversitesi’nde açtığımız Ar-Ge merkezi. 2016 yılında giyilebilir teknolojiler, nesnelerin interneti ve ileri eğitim teknolojileri konularında
çalışmalara odaklanmayı hedefliyoruz. Sektördeki iş ortaklarımız, üniversiteler, kamu kurumları ve kuruluşları ile birlikte yenilikçi açık
Ar-Ge modeli oluşturuyoruz. 2016 yılındaki hedefimiz, Türkiye’nin kendi projelerini üretmesinde ve dünyaya teknoloji ihraç etmesinde
önemli bir rol oynamak. Türkiye’den çıkan ve dünyada rol model olabilecek inovasyon projelerinde aktif rol alabilmek için inovasyona
ciddi yatırımlar yapıyoruz.
“Nesnelerin
İnterneti” kavramına bağlı
olarak gerçekten tüm cihazların
birbirine anlık bağlı oldukları bir
dönem olacak mı? Sizce bu tam
olarak nasıl bir dünya olacak?
İnternetin zaman içinde geçirdiği evrimdeki en
son basamak “Nesnelerin İnterneti” kavramını
içeriyor. Bağlantılı nesneler insanların yaşama,
öğrenme, çalışma ve eğlence tarzlarını derinden
etkiliyor. Bunun yanında insanlar bağlantılı cihazlar sayesinde çevreyle kurdukları ilişkide etkiye
tepki vermekten öteye giderek durumlara karşı
daha proaktif yaklaşımlar sergiliyorlar. Bu kazanımların tüketici deneyimi üzerinde yarattığı olumlu etkiyi ise
gün geçtikçe daha da rahat bir şekilde gözlemleyebiliyoruz.
Geçtiğimiz seneden itibaren nesnelerin interneti, yani etrafımızda içinden elektrik
geçen bütün sistemlerin internete bağlı olması konsepti önümüze geldi. Etrafımızdaki her
şey akıllanacak. Bu akıllanan sistemler bizim hayatımızı biz farkında olmadan kolaylaştıracaklar. Dolayısıyla, yeni bir kırılma anından geçiyor teknoloji. Bu kırılma anından geçerken
teknoloji bütün sektörlerin baştan yapılanmasına neden olacak. Çünkü teknoloji kendi içerisinde bir sektör ama bir yandan da bütün sektörleri kesen yatay bir sektör. Bugün teknoloji
sektörü diyoruz ama bankacılıkta, savunmada, sağlıkta, lojistikte teknoloji çok önemli bir
yerde. Dolayısıyla sektörleri bu teknolojik gelişim ve değişim baştan yapılandıracak. Bu
da müthiş bir değişim. O nedenle 2020 yılına kadar bir yerlerde yeni zenginler çıkacak.
Nisan-Haziran 2016
13
ÖZEL DOSYA
Çünkü insanlar teknoloji kullanmayı çok
seviyorlar.
hepsi de çok büyük bir ekonominin hayatımıza gireceğini gösteriyor.
Bugün yediden yetmiş yediye herkes bir
şekilde teknolojiye dokunuyor, hayatlarını
teknolojiyle idare ediyorlar. Dolayısıyla
internet hayatımıza çok fazla değer katıyor,
nesnelerin internetiyle birlikte daha fazla
değer katacak. Yeni iş ve iş kolları ortaya
çıkacak, iş yapış şekilleri değişecek. Yeni
donanımlar, yazılımlar çıkacak. Bunların
“Nesnelerin İnterneti”
dönemi markaların iş
yapış tarzını nasıl etkileyecek?
Dünyada üç endüstriyel devrim, iş yapış tar-
zımızı efsanevi şekilde değiştirdi. Buharlı
makineler, seri üretim ve internet teknolojisi ile yaşamlarımız adım adım farklılaştı.
Bugün ise Nesnelerin İnterneti teknolojileri
dördüncü devrim tanımını fazlasıyla hak
ediyor. Daha verimli, daha hızlı, daha eğlenceli bir yaşam için kapıları aralıyor. Nesnelerin İnterneti ile yaşam alanlarımız çok
daha akıllı teknolojiler içermeye başlayacak. Tüm sektörler bu dijital dönüşümden
etkilenecek. Zira bütün sektörleri etkileyen yatay bir sektör olan teknoloji bütün iş
yapış süreçlerini baştan yazmamıza neden
olacak. Bu değişimin gerisinde kalmamak
ve hatta liderlik etmek için markalar çok
daha yenilikçi ürün ve hizmet geliştirmeye
dolayısıyla da inovasyona odaklanacak.
Sizce yeni tüketici tipi nasıl
olacak?
Eskiden cihazların belli başlı tüketici ihtiyaçlarını karşılayan teknolojileri içermesi
yeterliyken artık daha kişisel beklentiler
öne çıkıyor. Tüketici artık cihazların teknolojik ihtiyaçların tümüne cevap vermesi yanında; tasarım, fonksiyonellik ve
kullanım kolaylığı gibi özellikleriyle kendi
kişiliğine uymasını ve tarzını yansıtmasını
bekliyor. Cihazlar da tüketici tarafından
gelen bu farklı talepler doğrultusunda şekil
değiştirmeye başladı. Biz de bu artan ve
değişen ihtiyaçları karşılamak için üretici
iş ortaklarımızla beraber farklı model ve
14
Nisan-Haziran 2016
ÖZEL DOSYA
tasarımlarda ürünlerin geliştirilmesi için
çalışıyoruz.
Teknolojinin bireysel veya kurumsal hayatımızda pek çok farklı alanda değer kattığı
bir dönemden geçiyoruz. Bugünün tüketicisi dizüstü veya masaüstü cihazlarını
dokunmatik ekranlı tercih ediyor ve hayatında çok ince tasarımları görmek istiyor.
Öte yandan çok fazla programı aynı anda
çalıştırmak ve bu programları kullanırken
de en yüksek performanstan faydalanmak
istiyor.
Artık teknolojide moda takip edilir oldu. Biz
de değişen bu trendlere öncülük ediyor ve
bu farklı beklentileri karşılayacak teknolojileri geliştiriyoruz.
Bu dönemin olmazsa olmaz
cihazları neler olacak?
Bu dönemin olmazsa olmazı diyebileceğimiz cihazlar tabii ki son yıllarda hızlı bir
şekilde hayatımıza giren akıllı telefonlar ve
bunun yanında ikisi bir arada bilgisayarlar
olacak. Giyilebilir teknolojiler pazarının
ekonomik büyüklüğünün 2018 yılı itibarıyla
45 milyar dolara ulaşması, pazarda toplam
300 milyon adet ürün olması bekleniyor.
Biz de Intel olarak giyilebilir teknolojilerin
yakın gelecekte hayatımızı kolaylaştıran
vazgeçilmez bir ihtiyaç olacağını düşünü-
yoruz. Teknolojik cihazların her geçen gün
akıllanmasının yanı sıra artık kıyafetler ve
aksesuarlar da akıllanıyor. Özelikle giyilebilir teknolojiler ve nesnelerin interneti
alanında teknoloji şirketlerini çok büyük
fırsatlar bekliyor.
Yeni dönemde nasıl yeni
bir ekosistem oluşacağını
düşünüyorsunuz? Bu ekosistemin en büyük faydası
ne olacak?
ilk sıraları alıyor.
Sunulan rekabetçi, entegre yazılım ve
donanım çözümleri; sağlıktan, ulaşıma,
perakendeden enerjiye birçok farklı alanda
Nesnelerin İnterneti’ne çok daha hızlı
adaptasyon sağlıyor. Bu sayede güvenli
altyapılar üzerinden iletişim kurabilen nesneler büyük veri analizinin de sayesinde
çok daha akıllı kararların otomatik ve hızla
verilmesini sağlayacak.
Nesnelerin interneti yeni donanım, yani
yazılım, yeni servislerin ortaya çıkmasını
sağlayacak dev bir Tsunami dalgası. Dolayısıyla var olan şirketleri etkileyeceği gibi
yepyeni şirketlerinde kurulmasını sağlayarak yeni bir ekosistem oluşturacak.
Nesnelerin İnterneti ile günlük hayatımızın değişime uğraması, şirketlerin mal ve
hizmetlerinin sunumunda yeni bakış açıları
geliştirmelerine neden oluyor.
Bağlantılı cihazlara yatırım yapmanın ve
bu teknoloji üzerinden iş ve müşteri yaklaşımları geliştirmenin ise 2022 yılında toplamda 596 milyar Euro’luk gelir potansiyeli
barındırdığı belirtiliyor. Hem gelir hem de
büyüme anlamında tüketici elektroniği,
otomotiv ve sağlık hizmetleri alanlarındaki Nesnelerin İnterneti teknolojileri de
Nisan-Haziran 2016
15
RÖPORTAJ
TÜAD TÜM SEKTÖRÜ KUCAKLIYOR MU?
Sevgili Researcher Okuyucuları sektör hakkında önemli bilgilere yer veren ve gerek müşteri gerekse servis sağlayıcıları için yol gösterici olmayı ve sektördeki tüm oyuncuları kapsamayı ve sektörün gelişimine pozitif katkıda bulunmayı kendisine görev edinmiş bir basın yayın organı olarak bu sayımızda
araştırma çalışmalarının en önemli unsurları olan Anadolu Araştırmacılarına kulak vermek ve onların sorunlarını dinlemek istedik.
Özellikle sektörümüzün tek temsilcisi ve çatı kuruluşu olan TÜAD’ın kendilerine vermiş oldukları desteklerin neler olduğunu ve bunlardan memnuniyetlerini öğrenmek istediğimiz bu sayımızda maalesef “bir dokunduk bin ah işittik”.
İşte, hem Anadolu hem de İstanbul’da yerleşik araştırma firmalarının TÜAD Hakkında düşünceleri:
TÜAD, Üye Firmaları Sadece Üye Aidat Zamanı Geldiğinde
Hatırlayan Bir Dernek
TÜAD’a 2011 ile 2015 yıl arasında 4 yıl boyunca üye kaldım. Bu süre zarfında TÜAD’ın saha hizmetleri veren firmaları çok destekleme taraftarı olmadığını gördüm. Verdikleri eğitim ve seminerlerin
kaliteyi arttırıcı olmadığını düşünüyorum. Ayrıca verilen eğitimlerin çoğunun bedeli saha hizmeti
veren firmaların karşılamayacağı kadar pahalı.
Şengül Öztürk
Logos Araştırma
Kurucusu
Yıl sonunda aidat ödeme zamanım geldiği için, hatırlanan bir firma olmak istemediğim için bu kurumdan ayrıldım. TÜAD’ın firmamıza ne maddi ne de manevi bir katkısının bulunmadığını ve sektörün
gelişmesine önayak olucu projeler geliştirme çabası içinde olmadığını gördüm. Üye olduğum 4 yıl
boyunca bana hiçbir proje teklif talebi göndermeyen TÜAD ayrılacağımı söylemem üzerine birkaç
projeyi bana yönlendirmeye başladı ancak bu sefer de ben bunu kabul etmedim.
TÜAD, Bir Parçası Olmaktan Dolayı Kendimizi Değerli
Hissettiğimiz Bir Kurum Değildir
Biz ileri düzeyde araştırma teknikleri kullanan ve mevcut araştırma metotlarının geçmişte kaldığını
artık daha ileri tekniklerin kullanılması gerektiğini söyleyen bir firma olarak bu söylemlerimizin bu
camia içinde kabul görmeyeceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla içinde kendimizi değerli hissetmeyeceğimiz bir kuruma ne bir katkı vermek ne de bu kurumdan bir katkı görmek istiyoruz. Bu nedenle
TÜAD’ üyeliğimizi de geçtiğimiz yıl sonlandırdık.
Bora Alçı
Argus Araştırma
Kurucusu
16
Nisan-Haziran 2016
Ancak sektör oyuncularının bir takım sorunlar yaşadığının da farkındayım. Böyle bir durumu hissedenler bir şekilde kurumu renöve etmek için çalışmalar içine girebilirler.
RÖPORTAJ
TÜAD’ın Saha Firması Olarak Benim Sorunlarıma Çözüm
Bulacağına İnanmıyorum
Ali Güngör
Motus Araştırma
Kurucusu
TÜAD’a üye olan firmalar ağırlıklı olarak İstanbul Merkezli Araştırma Firmaları ve Saha firmalarıdır.
TÜAD’ın talep ettiği üyelik aidatı bizler için aşırı yüksektir. Bu kadar yüksek aidat almalarına rağmen
seminer adı altında vermiş olduğu eğitimlerden de çok yüksek ücretler talep etmektedirler. Ana
amacı sektörü ve sektör oyuncularını geliştirmek olan bir kurumun böyle bir hizmeti üyelerinden
almış olduğu aidatlarla belki cüzi katkı paylarıyla vermeleri gerekirdi.
Ayrıca sektör derneği olan TÜAD’ın İstanbul dışında Anadolu’da bulunan araştırma ve veri toplama
firmalarına ulaşarak onların sorunlarını dinleme ve çözüm bulma noktasında etkin olması beklenir
ancak bugüne kadar bu yönde bir yaklaşımlarının olduğunu görmedik. Kişisel kanaatim yaşamış
olduğumuz sorunların çözülmesi için en iyi çare saha firmalarının kendi örgütlülüğünü yaratmasıdır.
TÜAD Yaptırım Gücü Olan Bir Kurum, Bir ODA değil
Aslında sektörde önemli iş yapan ancak TÜAD üyesi olmayan birçok araştırma firması var ancak ben
kişisel olarak sektöre standart getiren bu türden bir çatı kurumun olmasının gerektiğini düşünüyorum. Şu anda sektörde bulunan tek çatı kurumunun TÜAD olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte
daha iyi çalışan ve yaptırım gücü olan başka bir STK olursa elbette o zaman sektörün gelişimi ve
ilerlemesi daha farklı olabilir.
İbrahim Akkol
İz Araştırma Kurucusu
TÜAD, Üyelik Şartıyla İlgili Tüzüğüne Koyduğu Yıllık 250.000
Amerikan Doları Gelir Beyan Etme Maddesi İle Derneğin Belli
Bir Kesimin Elinde Kalmasını Hedeflemektedir.
TÜAD tüzüğüne koymuş olduğu yıllık 250.000 Dolar gelir beyan etme maddesiyle sadece belli birkaç
firmanın derneğe üye olmasını sağlamıştır. Anadolu’da faaliyet gösteren firmaların bu şekilde bir
gelir elde etmesi ve bunu belgelemesi mümkün olmadığı gibi TÜAD’ın Anadolu’da faaliyet gösteren
firmalara yönelik onları kapsayıcı ve geliştirici bir hedefinin de olduğunu düşünmüyorum.
Gürkan Duman
Betimar Araştırma
Genel Müdür
Bence şu anda sektörün tek STK’sı olan TÜAD’ın sektör oyuncularının önüne engeller koymak yerine
tümünü kapsayıcı bir rolü ve hedefi üstlenmesi lazım.
Nisan-Haziran 2016
17
RÖPORTAJ
28 Yıllık Moderatör, Sektörün Tanıdık
Yüzü Yeşim Kırdar İle Moderasyon
Üzerine konuştuk!
sektöründe araştıma yöneticisi olarak çalışmaya başladığımı söyleyebilirim. Moderasyon da bu işin bir parçasıydı. Zamanla bu
görevimden ayrıldıktan sonra çeşitli firmaların bünyesinde moderatör olarak hizmet
vermeye devam ettim.
Yani 28 yıldır sektörün içindesiniz!..
Evet, bu sene tam 28. yılımı dolduruyorum.
Yeşim Kırdar
Kalitatif Araştırma
Moderatörü
Araştırma ve veri toplama yöntemlerinden biri
olan Kalitatif metodolojinin en önemli öğesi
hiç şüphesiz ki projede yer alan moderatördür.
Fokus gurup çalışmalarının, derinlemesine
görüşmelerin ve etnografik çalışmaların
olmazsa olmazı bilgili, birikimli ve deneyimli
moderatörlerin topladığı verilerdir. Bu verilerin toplanabilmesi ise tamamen moderatörün
yetkinliğine, empati kurabilmesine, muhakeme
kabiliyetine ve grubu yönlendirmeden tüketicilerin çalışması yapılan konuyla ilgili bilinçli ya
da bilinçaltındaki duygularını, düşüncelerini ve
algılarını günyüzüne çıkarabilmesine bağlıdır.
Biz de kalitatif çalışmalarda moderatörün
önemini konuşmak üzere yılların tecrübeli
moderatörü, sektörün tanınan isimlerinden
bir olan Yeşim Kırdar’la keyifli bir sohbet yaptık.
İşte detaylar:
Yeşim Hanım merhabalar, siz aslında sektörde oldukça tanınan bir kişisiniz ancak biz
yine de sizi tanımayanlar için kendinizden
kısaca bahsetmenizi rica edeceğiz.
Kendimden kısaca bahsedecek olursam 1988
yılında İngiltere’den döndükten sonra reklam
18
Nisan-Haziran 2016
Siz ağırlıklı olarak kalitatif araştırmalar
içinde yer alan bir moderatörsünüz..
Evet, ben sadece kalitatif araştırmanın
içinde yer aldım. Hiçbir zaman kantitatif bir
araştırmanın içinde bulunmadım.
Peki, o halde bize biraz kalitatif araştırmalarda moderatörün rolünün ve fonksiyonunun ne olduğundan bahsedebilir misiniz?
Moderatörün bu çalışmalardaki rolünün
özellikle Türkiye’de çok önemli olduğunu
düşünüyorum. Çünkü Türkçe’nin yapısı itibarıyla soruyu sorma şekliniz bir ölçüde
alacağınız cevabı da içeren bir şey. Dolayısıyla Türkçe’nin bu ön yargıya müsait
yapısını ekarte edecek şekilde soruların
sorulmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu bazen yabancı gözlemcilerde “Acaba
moderatör katılımcıyı yönlendiriyor mu?”
kaygısına neden olan bir durum. Soruyu,
karşınızdakinin hem olumlu hem de olumsuz cevap verebileceği şekilde sormanız
gerekiyor. Normal Türkçe dizini şeklinde
sorduğunuz zaman alacağınız cevap % 90
olumludur çünkü Türk halkı zaten yapı olarak karşısındakini “memnun etmeye” yatkın
bir yapıdadır. Bunun engellenmesi gereklidir
ki ben bazen gruplardan çıktığımda, grup
içinde herkesin “evet” dediğine ama vücut
dillerinin tam tersine işaret ettiğine şahit
olmuşumdur.
O halde bu olumsuzluğu bertaraf etmek
için moderatörün katılımcıların “ne dediğine” değil de “ne demek istediğine” odaklanması mı gerekiyor?
Kesinlikle öyle. Moderatörün çok iyi bir gözlemci olması gerekiyor. Moderatörün duyduğu cevabın gerçekten “Evet”i mi yoksa
“Hayır”ı mı içerdiğini anlaması gerekiyor.
Ayrıca denek temininde yapılan bir hata
mevcutsa moderatörün onların grup akışına olabilecek olumsuz etkilerini de ortadan
kaldırması gerekiyor.
Hayatımdaki en büyük mesleki başarılarımdan birisi; müşterilerimizin hiçbir önerimizi
dinlemeden A,B,C ve D SES grubundan katılımcıları bir arada görmek istediği 12 kişilik
bir grup toplantısında, (12 çok büyük bir sayı,
bütün bu farklı SES grubundan insanları bir
araya getiremezsiniz hele D grubundan birini
hiç getiremezsiniz ama getirdik.) bulunan
Roman bir ayakkabı boyacısını grubun AB
grubu katılımcılarına ezdirmemek olmuştur.
Zaten bu toplantıların en büyük özelliği
tüm katılımcıların görüşlerini özgürce
söylemesi ve eşit bir şekilde ifade etmesi
değil mi?
Kesinlikle öyle. Ben ona çok inanıyorum ve
gruptaki herkesin konuşmasını sağlamaya
çalışıyorum. Ancak bu şekilde bir toplantıda moderatör tüm verileri toplama şansına
sahip olur. Ancak iyi bir moderatör sadece
söylenenlerle de yetinmez aynı zamanda
gözlem yaparak söylenmeyenlerden de bir
çıkarım yapabilir. Vücut dilini gözlemlemek
bu noktada çok önemlidir.
Yeşim Hanım, şu ana kadar konuştuklarımızdan ben şunu anlıyorum: 1. Denek
temininin doğru yapılması, 2. Grubun ola-
bildiğince homojen bir yapıda oluşturulması…
Sosyo-ekonomik statüler olarak birbirine yakın
kişileri bir arada görmek isteriz. Bu katılımcıların
da kendilerini rahat hissetmeleri bakımından
önemlidir. Bununla birlikte proje bütçelerinin
dar olduğu ya başka sebeplerden dolayı farklı
demografik yapıların bir araya geldiği durumlar
da olabiliyor. O durumda araştırmanın amaçlarını
ve hedeflerini iyice gözden geçirip kimden neler
alabileceğime, kime hangi soruları sorabileceğime karar vermem gerekir.
Doğru bir Fokus Grubunun oluşmasında
SES’in birbirine yakın olmasının dışında önem
verilmesi gereken başka konular nelerdir?
Gruptaki katılımcı sayısı çok önemli… Bazı müşterilerin 8’den başlayıp 12 kişiye kadar katılımcı
alma talepleri var ancak ideal olan katılımcı
sayısı 5 ila 7 kişi arasındadır. Bunun üzerine çıktığınız zaman mutlaka 1’den fazla konuşmayan
kişiyle karşılaşacaksınızdır. Bu da verimliliğin
düşmesine neden olur. Müşteriler ise bunun
aksine daha fazla insan katılırsa daha başarılı
olacaklarmış gibi hissediyorlar.
O zaman ben tekrar etkin bir Fokus Grup
çalışmasının olmazsa olmazlarına devam edecek olursam; söylediğimiz gibi hedefli bir denek
temini, benzer SES grubundan katılımcılar ve
iyi bir Moderasyon. Bildiğiniz gibi piyasada çok
deneyimli, çok bilgili ve yetenekli moderatör
sayısı pek fazla değil. Sizden sonra gelecek
olan ve şu anda “Junior” diyebileceğimiz moderatörlere deneyimli biri olarak önerileriniz
neler olabilir?
Yaşın çok fazla önemli olduğunu düşünmüyorum
ve bu işe gönül vermiş gençlere şans verilmesi
gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada moderatörün yaşından çok bilgi ve kültür düzeyinin çok
çok önemli olduğunu düşünüyorum. Öğrenmeye
açık olması ve kendi kişisel duygularını ve değer
yargılarını insanlara yansıtmaması bir moderatör
için en önemli meziyettir. Bunun dışında “Tarafsız olarak dinleme” becerisine sahip olması da
çok önemlidir. Ben mesela 25 yıldır TV seyretmiyorum. Bu, zaman zaman karşıma olumsuz
bir şeymiş gibi sunulsa da ben bir TV dizisini
seyredip de insanların anlattıklarını kendi süzgecimden taraflı olarak geçirmektense o TV dizisini
hiç bilmeyip karşımdakinin bana o dizi hakkında
söylediklerine odaklanmak istiyorum. Net ve
tarafsız bir şekilde görebilmeyi tercih ediyorum.
Bunun daha değerli bir veri olduğuna inanıyor ve
kendi değer yargılarımı hiçbir şekilde işin içine
katmıyorum. Bu nedenle gerçekten önyargılı
olduğum markalar ve ürünlere bir projede
moderatörlük yapacaksam bazen “Ben bu işi
yapmasam” deyip kabul etmediğim işler olabiliyor. Sonuçta insanız ve hakkında çok olumlu
ya da olumsuz hissettiğimiz markalar ürünler
olabiliyor.
Bundan olabildiğince seçici olduğunuzu anlıyorum. Tabii her moderatörün bu şekilde bir
tasarrufu kullanabilme lüksü olmaz ama siz
bu şekilde davranabiliyorsunuz. Bu da güzel
bir yaklaşım... Peki, bütün bu grup çalışmalarının en önemli çıktısı ve son aşaması “RAPORLAMA”. Raporlamalarda nelere dikkat ediyorsunuz?
Yabancı müşteriler genellikle bir şablon gönderiyorlar. Bunun nedeni aynı çalışmayı birden fazla
ülkede yapıyor olmalarıdır. Yani Venezuela’’nın,
Hindistan’ın raporunu Türkiye ile aynı yerde görmek istiyor hâlbuki Türkiye enterasan bir şekilde
pek formatlara uymayan bir ülke. Bulgularımızı
formatlara ne derecede uyguladığımız da şüpheli. Bu nedenle ben şablonlarla “acaba bunlar
neyi nerede ve nasıl düşünmüşler” diye baya
zaman harcamak zorunda kalıyorum. Raporlarımızı kendi tercih ettiğimiz bir formatta yazabildiğimiz koşulda çok daha başarılı olabiliyoruz.
Röportajımızın başında TUAD ile uzunca bir
süre önce bir uyuşmazlık yaşadığınızı söylemiştiniz. Peki, şu anda TUAD ile ilişkileriniz nasıl?
TÜAD’da en son ilişkim 1990 ya da 91 yılındaydı.
Ben dernekten ilk istifa eden kişiyim ve ondan
sonra da bu dernekle hiçbir ilişkiye girmedim.
Orada ne olup ne bittiğiyle de hiç ilgilenmiyorum.
Şu anda yönetimde bulunan kişilerin çoğunu
tanımıyorum bile.
Yeşim Hanım vermiş olduğunuz bilgiler için
size çok teşekkür ediyoruz.
Nisan-Haziran 2016
19
MAKALE
Kalitatif Araştırma’ya İlişkin Mitler
Mit 1: Fokus grupların verimli olabilmesi için
en çok 6 katılımcı yer almalı!
Fokus grup çalışmalarında her katılımcı segmenti ve araştırma konusu için geçerli olan bir
ideal katılımcı sayısı söz konusu değildir. İdeal
katılımcı sayısı fokus gruplarda yer alacak katılımcıların özellikleri kadar, konuya ve moderatörün tarzına da bağlıdır. Her durumda 6 katılımcıda ısrar etmek enerjiden ve dinamizmden
yoksun, kimyası zayıf gruplara da yol açabilir.
Buna karşılık, özellikle üst düzey yöneticilerin
ya da profesyonellerin yer aldığı gruplarda katılımcı sayısının sınırlı tutulmasının, hem verimlilik hem de katılımcıların kendilerine atfettiği
önemle bağlantılı olarak tatminkar bir konuşma
süresi tanıma olanağı yönünden ciddi avantajlar
sağladığı açıktır. Ayrıca, grup sürecinde kontrol
altında tutmanın zor olduğu katılımcıların (çocuk
vs. gibi) yer aldığı gruplarda da katılımcı sayısının
sınırlı kalmasının sonsuz faydaları vardır.
Mit 2: Tüketiciler yeni konseptlere hazır olma-
dıkları için fokus gruplarda pek çok iyi fikir
ölür gider.
Kalitatif yöntem araştırmacılara tüketicilerin
reaksiyonlarının altında nelerin yattığını üsteleyerek öğrenme fırsatı tanır. Eğer bir konsept ya
da ürün katılımcılar tarafından hemen reddediliyorsa, iyi bir kalitatif araştırmacı katılımcıların bu
konsept ya da ürünü niçin reddettiğini, reddedilen
ürün ya da konseptin gerçek bir gereksinime
denk düşüp düşmediğini, katılımcıların olumsuz
20
Nisan-Haziran 2016
tutumunun nasıl değişebileceğini öğrenmeye
gayret eder. Acaba katılımcıların tepkileri bilgi
eksikliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa yeniliğe
ilişkin belirli bir endişeleri mi var, ya da ürün veya
konseptin sadece belirli özelliklerine mi tepki
duyuyorlar? Moderatör gösterilen direncin ne
ölçüde derin olduğunu saptamaya çalışır.
Gerçekte fokus grupları demografik olarak ayırmak için elimizde üç temel kriter
mevcuttur:
Mit 3:
Fokus gruplar demografik olarak
homojen olmalı. Katılımcılar aynı cinsiyetten,
aynı yaş ve gelir grubundan olmalı!
• Katılımcılara oda dışındaki kişilere ilişkin
özgürce konuşabilmelerine olanak tanıyacak özgür bir ortam sunmak
Her durumda geçerli bir kural olarak kabul
etmek mümkün değildir. Zaten çoğu araştırma
projesinin bütçesi de yaşa, cinsiyete, gelir durumuna göre her bir segment için ayrı bir fokus
grup çalışması yapılması lüksüne de olanak tanımaz. Diğer yandan, belirli durumlarda farklı
segmentlerden katılımcıların aynı grup içinde
yer alması yararlı bile olabilmektedir.
• Moderatöre ve müşteriye grupların arasındaki farkları rahatça algılama ve mukayese etme fırsatı tanımak
Önemli olan grup içinde katılımcıların birlikte
olduğu diğer kişilerin yanında, konuyla ilgili konuşurken kendini rahat hissetmesidir. Mesela, aralarında 1-2 yaş olan çocukların aynı grup içinde
yer almasının hiç bir sakıncası yokken, aynı grup
içinde kız ve erkek çocukların bir arada bulunması kendilerini ifade edebilmeleri yönünden
sıkıntıya yol açabilmektedir.
Yine, yetişkin gruplarında da medya, reklam,
yatırım ve belirli alışveriş kategorilerinde kadın
ve erkek katılımcıların bir arada olması (yaş
mevzubahis değilse) fokus grup çalışmasının
verimliliğini artırabilmektedir.
• Katılımcılara hassas konularda konuşabilmeleri için kendilerini rahat hissedebilecekleri bir ortam sağlamak
Mit 4: Kalitatif araştırma temel olarak
projektif tekniklere dayalı olarak uygulanmalıdır. Zira bu teknikler müşterilerin
kendilerinin bile farkında olmadığı ya da
herkesin önünde açıkça ifade etmekten
kaçındığı düşünce ve duyguların açığa
çıkarılmasına olanak sağlar.
Projektif tekniklerin pek çoğu yukarıda belirtilen işlevi yerine getirmek için
mükemmel araçlardır. Ancak projektif teknikler hiç bir zaman doğrudan yöneltilen
soruların yerini tutacak bir araç olarak
da düşünülmemelidir. Pek çok durumda
tümüyle yargıdan arındırılmış şekilde katılımcıların duyguları hakkında doğrudan
yöneltilmiş sorular da aynı işlevi başarıyla
görebilmektedir.
Nisan-Haziran 2016
21
SEKTÖRDEN
Ekonomiye Yön Veren Fenomen:
Alışverişçi Psikolojisi
P
rensip sahibi ve metodolojik alışverişçiler olduğunuzu düşünmek
hoşunuza gidebilir. Liste hazırlayan, kararlarını fiyat – kalite –
volüm kıyaslaması yaparak, en mantıklı
sebeplere dayanarak veren profesyonel
alışverişçiler… Hesabını bilen, esktresini gelmeden hesaplayabilen, daha elini
atmadan cebinde ne kadar parası olduğunu
bilen alışverişçiler…
Aranızda gerçekten böyle alışverişçiler varsa, azınlık olduğunuzu bilin ve bu
özelliğinizi istifadenize kullanın. Geri kalan
bizler ise alışveriş kararlarımızı, hatta
bazen büyük alışveriş kararlarımızı bile
anın büyüsüne kapılıp veriyoruz. Plansız
alışverişler, ekstreniz için bereketli olmayabilir ama perakendecilerin ciroları için
oldukça önemli.
Kimler plansız alışveriş
yapıyor? Hepimiz! Amerika’nın yıllık perakende
hacmi olan 391 milyar doların 41 milyarını,
süpermarket alışverişlerinin %62’sini, lüks
22
Nisan-Haziran 2016
mıza soktu. Bu kavramlar, plansız alışveriş önündeki bariyerleri kaldırdı. Alışveriş
anında “gözü dönen” tüketicinin alışverişi
mantıksallaştırması ise alışveriş anından
sonraya bırakıldı.
tüketimin ise %80’ini plansız alışverişler
oluşturuyor. Her on alışverişçiden dokuzu,
her alışverişinde listesinde olmayan en az
bir ürün satın alıyor. Her beş alışverişçiden
sadece biri yaptığı plansız harcamadan
dolayı daha sonra kendini suçlu hissediyor.
Amerikalı bir alışverişçinin hayatı boyunca
aklında hiç olmayan ürünlere 86 bin dolar
harcadığı tahmin ediliyor.
Alışverişçinin psikolojisi
– öncesi ve sonrası
Alışverişin son on yılda sosyal ve keyif
verici bir aktivite haline gelmesi, plansız
alışverişi kabul edilir bir davranış, neredeyse bir “özgürlük statüsü” haline getirdi.
Medya, sosyal çevre gibi
dış uyarıcılar, “Anın
keyfini çıkarma”,
“Tatmini ertelememe” ve
“ Z ev k - m e rkezcilik” gibi
kavramları
hayatı-
Perakendeci düzeyinde
algı yönetimi
Özetle insanın aklına olmayanı sokma
ekonomisi, perakendeyi çekip çeviriyor. Bu
bilgiler ışığında perakendecilerin de bu
güdümüzü kendi lehine kullanmaya çalıştığını öğrenmek kimseyi şaşırtmayacaktır.
Bu algı yönetimini sadece “Kasa önü
standlara yerleştirilen gazlı içecek ve çikolatalar” olarak ele almak, konuyu basite
indirgemek olur.
“Süpermarket çağı”, hayatımıza ürünleri dokunarak seçme ayrıcalığını soktu.
Plansız alışverişlerin süpermarket çağı
ile şahlandığını açıkça söyleyebiliriz.
Alışverişin dar alanlardan geniş alanlara
taşınması ve AVM’lerin genişliğinin; medya
gibi dış uyarıcıların bize pompaladığı
“Yalancı özgürlük” tanısını desteklediği de düşünülebilir.
SEKTÖRDEN
Alışveriş noktalarında promosyon ve
fırsatların dev puntolarla gözümüze sokulması da alışveriş kalıplarının değişmesinde
rol oynadı. Alışveriş deneyiminin kolaylaştırılması, tüketici psikolojisini perakendecinin lehine çevirdi.
Bugün satış noktaları, alışverişçi psikolojisini ve dolayısıyla davranışlarını değiştirmeye yönelik tasarlanıyor. Marketlerde
sebze, yağ gibi temel tüketim maddeleri
apayrı reyonlara yerleştirilip alışverişçinin
tüm mağazayı tavaf etmesi ve dolayısıyla
mümkün olan en fazla sayıda standa,
indirime, ürüne, “mesaja” maruz kalması
sağlanıyor. Alışverişin medidatif etkisi de
bu “tavaf” analojisini destekliyor. Bu tasarı
sadece FMCG ürün satış noktalarında
değil, elektronik, beyaz eşya gibi ürünler
sunan satış noktalarında da geçerli bir
prensip. Medya, “ihtiyaç-zevk” arasındaki
çizgiyi bulandırırken mağazalar da bu algı
karışıklığı için gerekli lojistiği sağlıyor.
Tüketicilerin %45’i promosyon afişi gördüğünde satın almayı kafasından geçirdiğini, %41’i iyi bir kampanya gördüğünde
almayı düşündüğünden daha fazla miktarda satın aldığını itiraf ediyor. Yani çoğumuz mağaza içinde yönlendirilmeye zaten
hazırız.
Plansız
alışverişin
ekonomiye makro etkisi
Alışverişçi psikolojisi alışveriş davranışlarını, alışverişçi davranışları perakende stratejilerini, perakende noktasının
satış stratejileri tedarikçileri, tedarikçinin
talepleri üretim ağını etkiliyor. Yani tüketici
psikolojisi üzerinde yapılan çalışma, ekonomide zincirleme bir efekt ortaya çıkarıyor.
Şeker Bayramı yaklaşırken süpermarketlerde yavaş yavaş hediyelik çikolata ve
şekerleme reyonlarının artmaya başladığını göreceğiz. Bu reyonları arz-talep
dengesi ile basitçe açıklayabiliriz. Ancak
detayları incelemeye başlarsak reyonların günden güne büyümesinin tüketiciye
sübliminal düzeyde “Az zaman kaldı, bir
an önce al” mesajı vermesi, açık standlara
yığılan şekerlerle yaratılan bolluk algısı,
standların kasaya yaklaştırılması ile yaratılan “Almadan çıkmayayım” davranışı gibi
parametrelerin devreye girdiğini görebiliriz.
Bu psikolojik faktörler, tüketicinin davranışını “satın alma” yönünde tetikliyor.
Oluşan talep, tedarik zincirinin piyasaya
daha fazla ürün akıtmasına sebep oluyor,
daha fazla ürün talebi üretici noktasına
kadar ekonomiyi etkiliyor. Fiyatlama stratejileri, stok miktarları, lojistik altyapı;
aslında tüketici davranışları ile şekilleniyor. Tüketici psikolojisi üzerinde yaratılan
her değişiklik, aslında ekonomiye makro
düzeyde yön veriyor.
Deneyimli ve bilinçli satışçıların (sergileyicilerin) algı yönetiminden etkilenmeyeceğinizi mi düşünüyorsunuz? O halde size
önerim bir sonraki alışverişinizde önce
listenizi sonra da alışveriş sepetinizden
çıkanları incelemeniz.
İyi alışverişler.
Şükrü Altuntaş
SEKTÖRDEN
ALIŞVERİŞÇİYE PAZARLAMA
Müşterinin karar yolculuğundaki alışveriş deneyimi ve fiziksel temas gün geçtikçe
daha önem kazanıyor. Alışveriş kararlarının %80’ine yakınının mağaza içerisinde
verildiği düşünülürse bu çok daha anlamlı olacaktır.
D
ünyanın değişim ivmesi gittikçe
hızlanıyor, insanların yaşama
ve tüketme alışkanlıkları da
buna paralel olarak daha hızlı
değişiyor. Günümüz insanı bundan 5-10
yıl öncesinden olduğundan daha bilgili ve
müşteri ve pazarlamacı arasındaki bilgi
asimetrisi makası son derece daraldı
ama yine de insanlar eskiden olduğundan
daha kararsız. Theodor Adorno‘nun dediği
gibi bilmek lanetlenmek midir? Bu belki
günümüz pazarlamacıları için bir lanet
olabilir ya da daha anlamlı ve değer katan
pazarlama çalışmaları ve ürün/hizmetler için iyiye zorlayıcı bir etken. Bu daha
iyiye zorlayıcı etken özellikle şirketleri ve
marka ekiplerini gün geçtikçe daha da zorlamaya devam ediyor, bu etkenin müşteri
perspektifinde anlamlı değer yaratamayan
markalar için yıkıcı olacağını düşünenlerdenim. Bunun yanı sıra bilgi asimetrisini
azaltan en önemli olgu olan dijital hayatımıza ne kadar penetre olmuş olsa ve geleneksel yöntemlerden daha etkili olduğu
yüksek sesle konuşulsa da verimli olan
her yenilik bunu kullanmaya başlayan kişi
sayısı oranında hızla verimliliğini yitiriyor.
24
Nisan-Haziran 2016
(Bknz: Oyun Teorisi) Bu nedenle deneyim
tasarımı (burdaki kastım müşterinin karar
yolculuğundaki alışveriş deneyimi) ve fiziksel temas gün geçtikçe daha önem kazanıyor. Alışveriş kararlarının %80’ne yakınının
mağaza içerisinde verildiği düşünülürse bu
çok daha anlamlı olacaktır.
Bu deneyimi tasarlayan görece yeni bir
pazarlama disiplini olan shopper marketing konusunda sizin için değerli bir yazı
yazmak amacıyla bu konuda bilgi ve deneyim sahibi tanıdığım başarılı bir profesyonelden, Unilever’de Shopper&Customer
Marketing Manager olarak çalışan Sercan
Ertaş‘tan bir röportaj talebinde bulundum
o da bizi kırmadı ve hem röportaj sırasında
hem de yayınlanmaya hazırlanma aşamasına kadar gerçekten çok özenli bir şekilde
sorularıma tek tek cevap verdi ve zaman
ayırdı. Burdan tekrar teşekkürler.
Öncelike Sercan Ertaş‘ı kısaca tanıtmak
istiyorum. Sercan, İstanbul Üniversitesi
İngilizce İşletme bölümü mezunu, 7 aylık
kısa bir Swatch deneyimi sonrası kendisini Antalya’da zincir mağazarlardan
sorumlu uzman olarak buluyor. Bir sene
çalışıp askere gittikten sonra döndüğünde Migros müşterisinden sorumlu
gıda müşteri yöneticisi olarak tekrar Unilever’de çalışmaya başlıyor. 2007’de Unilever’de Müşteri Geliştirme (Customer
Development) departmanı altında shopper marketing yani alışverişçiye pazarlama departmanı kuruluyor ve kurulmasıyla birlikte Sercan Ertaş’ın bu serüveni
başlamış oluyor. 2007’den beri önce gıda,
sonra kişisel bakım departmanında bu işi
yönetici olarak yapan Sercan Ertaş, şu
anda aynı göreve dondurma kategorisinde
SEKTÖRDEN
devam ediyor. Aynı zamanda eğitimci
şapkası da olan Sercan Ertaş, Unilever
Türkiye’nin içerisinde bulunan bölgenin
shopper marketing eğitmenlerinden biri
ve Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinde ve eğitim kurumlarında uzmanlık
alanıyla ilgili eğitimler veriyor.
Çoğu zaman tüketici ile
alışverişçi kavramları
karıştırılır. Örneğin bir
dondurmanın alışverişçisi
anne olurken tüketicisi eşi
veya çocukları olabiliyor.
Peki Türk alışverişçileri
neden alışveriş yapıyor?
Satın alma kararının bir
karakteristiği var mı?
Tam olarak söylediğin gibi aslında, alışverişçi ve tüketici aynı kişi veya farklı kişi olabiliyor. Alışverişçileri alışverişe sürükleyen
sebeplerin temelinde alışverişçi Ihtiyaçları
bulunuyor. Alışverişçilerin bu ihtiyaçları da
aslında “alışverişçi davranışları” nın şekillenmesinde başrolü oynuyor.
Örneğin; hipermarkette alışveriş yapan bir
alışverişçinin genellikle ailecek yaptığı bu
alışverişin çoğu zaman hafta sonu eğlenceli bir vakit geçirme ve bununla beraber
toplu alışverişi daha ucuza yapmak gibi bir
amacı varken, bir ev kadınının akşam ne
pişireceğini düşünerek evinin yakınındaki
süpermarkete gitmesi bir başka alışverişci
davranışı olarak değerlendirilebilir.
Alışverişçilerin alışveriş karakteristiğine
baktığımızda da kategoriye bağlı olarak
davranışları farklılaşıyor. Örneğin bir
kadının kişisel bakım alışverişi; deneme,
koklama, alternatiflerine bakma gibi bir
ritüelle dakikalarca sürerken; yine aynı
kadının çorba alışverişi saniyeler içerisinde
bitebilir.
Türk alışverişçilere gelecek olursak,
heralde söyleyeceğim en önemli şey Türkiye’de alışverişi genelde kadınların yaptığı
olurdu. Türkiye’de ev hanımı sayısı yüksek olduğu için erkek ürün kategorileri de
dahil olmak üzere evin ihtiyaçlarını genelde
kadınlar karşılıyor diyebiliriz.. Buna ek olarak Türkiye’de sebze meyve alışverişinin
çok önemli olduğunu söyleyebiliriz. Hatta
şöyle ki; Türk alışverişçilerinin bir markete
girerken meyve-sebze reyonunun kalitesi
o marketi seçmelerinde çok önemli bir
unsur. Çok uzatmadan Türk alışverişçi
davranışına da bir örnek verelim..Mesela
deodorant kategorisi. Alışverişcilerimizin
deodorant alışverişi genelde şu şekilde
ilerliyor : Deodorant reyonuna yaklaşıyorlar, deodorant kapağını açıp denedikten
sonra, eğer satın alım kararını verdiler ise
o ürünü bırakıp arkadan başka bir tane alıyorlar ama unuttukları bir şey var, onlardan
önceki bütün alışverişçiler de bunu yaptığı
için çok kısa bir sure sonra aslında büyük
ihtimalle denenmiş bir deodorant almış
oluyorlar.
Bir de gelenekselci yapımız var. Türkler
kişiye özel ilgiyi çok seviyor, bu ilginin kökeninin aslında organize perakendelerden
önce genlerimize işlemiş olan bakkal alışverişçi deneyimleri olabilir. Biz alışveriş
yaptığımız yerin bizi tanımasını, bize selam
vermesini ve bize kendimizi özel hissettirmesini seviyoruz. Ayşe Teyze hoşgeldin,
Mahmut Amca tam da sizin seveceğiniz bir
peynirim var gibi yaklaşımlar o perakendeciye olan sadakatimizi arttırabiliyor. Bu
nedenle Türkiye’de küçük organizasyonel
yapılarının avantajıyla kişiye özel ilgi gösteren zincirlerin hızlı bir şekilde geliştiğini
gözlemliyoruz.
Erkek alışverişçilerin
davranışları
kadın
alışverişçilerden farklı
mı?
Türkiye’de alışverişçilerin cinsiyet oran-
çok ilgi gösteriyorlar, tercih ediyorlar ve
üzerinde “for men” yazan ürünlere daha
fazla para vermeye de hazırlar. Alışveriş dediğimiz eylemin en aktif oyuncusu
kadınların alışveriş davranışından yukarıda
zaten detaylıca bahsetmiştik. Bu nedenle
burada kadınlar ve erkekler arasında
farkı bir örnek vererek netleştirmek daha
uygun olur. Yurt dışında yapılan sosyal bir
deneyde, bir kadın ve bir erkeğe bir alışveriş merkezinin önünde bir görev veriliyor.
Görev şu şekilde; bir GAP mağazasına gir
ve bir adet pantolon al. Önce erkek giriyor;
14 dakika sonra ve 49 dolar harcayarak
elinde bir pantolonla çıkageliyor, sonra
kadın giriyor ama kadın 2 saat 34 dakika
sonra elinde bir çok alışveriş poşetiyle geliyor, harcadığı para ise 500 dolar. işte size
cinsiyetin alışverişe etkisi.
Shopper Marketing’in
değeri neden gittikçe
artmaya başlıyor?
Geleneksel medya ve dijital medya çok
fazla sayıda değişkene sahip. Örneğin
Unilever markalarından biri için reklam
yapmaya kalktığınızda once Unilever’in bu
markasının rakibiyle, daha sonra kategorideki diğer marka ve ürünlerle, daha sonra
kategori dışı ve sektör dışı, örneğin iletişim,
bankacılık gibi çok fazla sayıda ve farklı
özellik ve büyüklükteki marka ve şirketle
tüketicilerin dikkatini çekmek ve alışverişçiyi satışa yönlendirmek içinmedyayı
paylaşmak zorunda kalıyorsunuz. Alışverişçiye pazarlama ise satın alma kararınının %80’ine yakınının mağaza içerisinde
gerçekleştiğini düşünürsek artık bu kadar
ileri seviyedeki medya bombardımanı içerisinde çok daha etkili ve ölçülebilir bir yöntem ve yaklaşım haline geldi. Bu nedenle
önümüzdeki yıllarda önemi artmaya devam
edecek.
larına baktığımızda %60’ı kadın %40’ı ise
erkek, bunun yanı sıra erkek ürünlerinin
alışverişinin büyük bir bölümünü kadınların yaptığını görüyoruz.. Erkek alışverişçiler
daha çok kendilerine özel, kendilerini daha
rahat hissettikleri alanlarda alışveriş yapmak istiyorlar. Alışverişlerini yalnız ya da
aileleriyle yapıyorlar. Genelde hızlı ve hedef
odaklı bir şekilde alışverişlerini sonlandırıyorlar.
Erkekler kendilerine özel ürünlere daha
Nisan-Haziran 2016
25
SEKTÖRDEN
Dijital ve mobilin Unilever’in shopper marketing
çalışmaları içindeki yeri
nedir?
Unilever’de “Shopper
Marketing” esasları satış
önermeli kampanyalar
dışında “Marka Değeri”
inşa eden eylemlere
yönelik de kullanılıyor
mu?
Unilever’de alışverişçiye pazarlama
departmanı olarak zaten birinci amacımız her zaman markanın toplam değerine
katkı sağlamak. Bunu yaparken de yaptığımız işte 3 önemli halkayı hesaba katmak
zorundayız. Bunlar; alışverişci, perakendeci ve marka/kategoridir. Alışverişçiye
pazarlama çalışmaları sırasında bu üç
halkanın da kazanması gerekiyor. Burada
markanın kazancı veya kategorinin kazancı
muhakak satışa dönüşmelidir tabi ki ama
bu satış sürdürülebilir olmalıdır. Sürdürülebilir satışı da marka değerlerinden ödün
vermeden yapmak gerekiyor yoksa kısa
vadede perkandeci ve alışverişçinin kazan-
dığı ama markanın kaybettiği bir iş yapmış
olursunuz. Kısacası tavayı bağlamadan da
ürünü satabilmeniz gerekiyor, yoksa tavayı
bağladığınızda ürününüz satar, ama çıkardığınızda müşteriniz tavayı bağlayan başka
bir ürüne yönelir. Ama marka değerinden
ödün vermemiş ve shopper marketing
çalışmaları sırasında marka değerleriyle
uyumlu çalışmalar yapmışsanız müşteriniz
size sadık kalmaya devam edecektir.
26
Ocak-Mart 2016
Dijital ve mobil medyanın artık markalar için önemli olduğunu söylemek yakın
zamanda çok söylenmiş bir klişe oldu,
bunu yüksek sesle söylemenin bir espirisi
yok çünkü dijital artık hayatımızın bir çok
alanına girmiş durumda. Özellikle genç
hedef kitleye sahip markalarda (Cornetto,
Axe, v.b) bu daha da önem taşıyor. Google’ın
fikir babası olduğu “Zero Moment of Truth”
kavramıyla birlikte alışverişçinin alışveriş
öncesi “google araştırması” yapmasının
satın alma davranışını etkilemede önemli
bir araç olduğunu görüyoruz. Bu nedenle
dijital medyanın shopper marketing sürecinin çok önemli parçası olduğu yadsınamaz.
Artık pazarlama yöneticileri alışverişçiyi
düşünürken, onların artık rafa daha bilgili,
araştırmış geldiklerini , medyada çıkan
her türlü olumlu ya da olumsuz bilgiden
haberdar olma olasılıklarının yüksek olduğunu hesaba katmak zorundalar. Tabi bir de
e-ticaret var. E-ticaret de kategoriye göre
değişmekle birlikte özellikle genç nesil için
önemli bir fayda, bu nedenle dijitalin içine
doğan neslin alışveriş çağına gelmesiyle
birlikte dijital ve mobil medyanın ve hatta
e-ticaretin shopper marketing ile çok daha
içli dışlı hale geleceğini söylememiz yanlış
olmayacaktır.
Alışverişçiye pazarlama
alanında yeni trendler
nelerdir?
Aslında konjektürel olarak insanların
yaşama biçimlerini etkileyen bir çok büyük
trend direkt ya da dolaylı olarak alışverişçiye pazarlamayı da şekillendiriyor, çünkü
bizim işimiz doğrudan insanların tutum
ve satın alma davranışlarını marka lehine
etkilemek.
Bu konuda Türkiye’deki alışverişçilere
yönelik birkaç şey söylemek gerekirse;
alışverişçilerin zamanları giderek azalıyor,
daha yakındaki marketler daha değerli
oluyor. Bu durum zincir-indirim marketlerinin büyümesindeki en büyük etkenlerden
birisi.
Artık alışverişçiler daha fazla mağaza
ziyaret ediyor. Eskiden 2 mağaza ziyareti
yapılırken şimdi bu sayı 4-5 oldu.
Daha fazla perakendeciye giriliyor. Bu da
alışverişçilerin fiyat kıyaslaması yapabilecek fiyat verisine daha hakim oldukları için
perakendecilerin fiyat rekabetine maruz
kalması gibi bir dezavantaj yaratıyor.
Müşteri sadakati gittikçe azaldığı için marketlerin müşteri ilişkileri yönetimine ve
sadakat programlarına harcadıkları yatırım
artıyor. Bu durum Unilever gibi firmalara
istenilen alışverişçiye ulaşma konusunda
daha fazla bilgi ve mükemmel fırsatlar
sunuyor. Bunun yanı sıra CRM verilerinin
anlamlandırılması Unilever gibi FMCG
firmaları için çok önemli katma değerler
sağlıyor.
Önümüzdeki yıllarda değişmeye devam
eden dünya ve medya ile birlikte alışverişçiye pazarlamayı da her zamankinden
daha güçlü ve anlamlı yapmak artık bir
zorunluluk haline gelecek.
Son olarak Unilever Müşteri geliştirme departmanı
ile ilgili biraz bilgi verebilir misiniz ?
Unileverde çalıştığım departmanın ve
aslında yaptığımız iş eski adı ile “satış”
ama yeni adı ile “Müşteri Geliştirme”.
Başvurmayı planlayan arkadaşlar satış
diye bir departman aramasınlar boşuna
Departmanımızın adının Müşteri Geliştirme olması da tesadüf değil çünkü bizim
birincil amacımız, müşterimiz kim ise
(burada daha çok toptancı ve perakendecilerden bahsediyorum) onun kazanmasını
sağlamak ve onunla birlikte kazanmak. Geleneksel satış bakış açısı ürünümüzü
götürüp alacak kişinin masasına bırakıp
koşullar üzerinde anlaşmaya çalışmayı ve
o perakendeci ile bütün iletişimi “satıcı”
ve “alıcı” üzerinden yapmayı hedefliyordu.
Ama Müşteri geliştirme departmanı bakış
açısı ise, yaptığımız işin büyük bir bölümünü “iş geliştirmeye” harcamayı, daha
sürdürülebilir bir satış stratejisi geliştirmeyi hedefliyor. Ticari pazarlama, Alışverişçiye pazarlama gibi departmanların
da müşteri geliştirme departmanı altında
kuruluş amacı da biraz bu aslında. Buna ek
olarak bu departmanların birebir karşılıklarını artık perakendecilerde de bulabiliyor
ve direk iletişime geçebiliyor, dolayısı ile
aynı hedef için çok büyük bir takım olarak
çalışabiliyoruz.
Ocak-Mart 2016
27
SEKTÖRDEN
Tüketici Davranışları Genelinde
Veri Analiz
Günümüzde, bireysel anlamda tüketici davranışlarına eğilim gösterme önem kazanmaktadır. Özellikle işletmelerin pazarlama
departmanlarının dikkatlerini tekil müşterilere çevirmeleriyle, tüketicilerin davranışlarını analitik yönlerden incelemenin önemi
gittikçe artmakta.
Bir işletme açısından hem sahip olduğu
müşterilere yönelik hem de potansiyel
olarak gördüğü/görebileceği müşterilerine
yönelik tutundurma çalışmaları yapmak
hayati önem taşımaktadır. Sahip olduğu
müşterilere ait olarak yapacağı tutundurma
çalışmaları çerçevesinde, bilişim kaynakları çerçevesinde hem kendi elinde bulundurduğu veri kümelerinden, hem de ikincil
kaynaklar olarak adlandırabileceğimiz anket
vb. kaynaklar yardımıyla gerçekleştirilebilecektir. Potansiyel müşterilerin tedariği ise
ya diğer müşterilere tavsiyede bulunmuş
diğer müşteriler üzerinden, ya günümüzün
modası nesnelerin interneti olan bulut servisleri üzerinden ya da anlaşmalı olunan
gsm operatörleri vb. veri sağlayıcılardan elde
edinilen doneler ile karşılanabilecektir.
(1)Tüketici davranışları konusu doğal olarak
çok geniş bir yelpazeyi içermektedir. Bu yel-
28
Nisan-Haziran 2016
paze içerisinde yer alan en büyük değişken
ise kültür değişkenidir. Haliylen bilişim açısından elde yer alan veri kaynakları üzerinden analitik anlamda analizler sırasında,
kültür bileşenini bir sabit değişken olarak
yapılan analizler içerisine yerleştirmek
zorunludur. Bu makale çerçevesinde tüketici
davranışlarının doğasından ziyade tüketici
davranışları çerçevesinde analitik anlamda
neler yapılabileceğini tartışılacak ve buna
çeşitli yorumlar yapılacaktır.
2000’li yılların başından itibaren bilişim
teknolojilerinin işletmelerin hayati değerini
fazlasıyla arttırmaya başlaması ile birlikte,
özellikle 2000’li yılların başlarında yönetim bilişim sistemleri açısından veritabanı
pazarlamacılığı ((2)database marketing)
önemli bir yer kazanmaya başladı. Veritabanı
pazarlamacılığı içerisinde müşteri davranışlarını ölçmenin önemi ortaya çıkmaya başladıkça, veri ambarlarının kullanımı arttı, veri
ambarları üzerinden gerçekleştirilen analitik
modellemeler ortaya çıkmaya başladı. (Veri
Madenciliği) Ancak hem son zamanların
moda gelişmelerinden olan büyük veri ve
(3)nesnelerin interneti adı verilen internet
üzerinde yer alan tüm verilerin analiz edilebilme olanakları çerçevesinde veritaban
pazarlamacılığı daha değişik bir yapıya
yönelmektedir.
Bu yazıda hem temel veritaban pazarlamacılığı yönünden neler yapıldığını ve günümüzde nerede olunduğunu ele alırken, aynı
anda hem nesnelerin interneti hem de büyük
veri çerçevesinde neler yapılabileceğini ele
alacağız.
Öncelikle veritaban pazarlamacılığı mantalitesi açısından müşteri davranışlarını iki
yönden ele alabiliriz. Bunlardan birincisi,
tüketici davranışlarını tahmin etmek bir
diğeri de tüketicileri bulundukları sektöre,
yaşa, benzeri boyutlara göre bir segmentasyon içerisine almakla gerçekleşmektedir.
Tabi tahminleme ve segmentasyon içerisine
alma terimleri işin içerisine katıldığı anda
akla hemen veri madenciliği ile ilgili olarak
kullanılacak olan araçlar gelmektedir. Müşteri sadakati olarak da adlandırabileceğimiz
Churn Analiz Metodu ile müşterilerin işletmeye/ürüne olan sadakatları ölçülebilirkenki
sadakat kasıt işletmeden işletmeye doğal
olarak değişecektir. Herhangi bir müşterinin
işletmeye ya da işletmenin sahibi olduğu
üründen vazgeçebilmesi ya da vazgeçmesini
önleyici olarak davranışlarını tahminleyebilme ve bunun önüne zamanında geçebilme
SEKTÖRDEN
olarak ele alınabilir. Genel anlamda müşterilerin bir işletmeye bağlı olan bağlılıklarını
geçmiş müşterilerin davranışlarına göre
ölçmek mümkün olabilmektedir. Bu tahminleme yöntemi içerisinde en çok kullanılan da lojistik regresyon metodudur. Lojistik
regresyon, bildiğimizi lineer regresyona çok
benzemekte ise de, lineer regresyon üzerinde
tahminleme bağımlı değişkenin bağımsız
değişkenler etrafında belirli bir değerini
elde etmek iken, lojistik regresyonda ise,
bağımlı değişkenin gerçekleşme olasılığını
elde etmeye çalışmaktır.
Bir diğer veri madenciliği metodu ise müşterilerin gruplama mantığı ile segmentasyon içerisine alınmasıdır. Doğal olarak
segmentasyon içerisine alınacak müşteriler
de clustering (kümeleme) algoritmaları ile
ele alınmaktadır. Gene bu yaklaşım içerisinde müşterilerin işletme açısından hangi
parametreler içerisinde kümeleneceği ele
alınarak, söz konusu müşterilere yönelik
pazarlama faaliyetleri bu alanlar içerisinde
gerçekleştirilebileceği gibi, müşterilerin segmentasyon ya da grup değiştirebileceği de
göz önüne alınabilir.
Müşteri analitiğine ait olarak yukarıda belirtmiş olduğum iki yaklaşım, pazarda en sık
kullanılan veri madenciliği araçlarından
olan SPSS Modeler, SAS ve R gibi araçlar
yardımıyla kolaylıkla gerçekleştirilmektedir. Son yıllarda bu araçlardan elde edilen
sonuçlar işletmelerin genelinde çok büyük
itibar görmektedirler. Ancak bu araçlarında
özellikle büyük veri kaynağı içeren işletmeler
içerisinde yetersizlikleri göze batmaktadır.
Elde edilmiş olan sonuçların, söz konusu
bu büyük veri kaynaklarına geri beslenmesi
özellikle SPSS ve SAS tarafında bazı external dosyalara (txt, html vb.) aldıktan sonra,
bunlar üzerinde gerekli kodlamaların yapılarak işletme veritaban ya da veri ambarları
üzerinde güncelleme şeklinde olmaktadır. R
tarafında ise bu durum biraz daha esnektir.
Özellikle R tarafında Phyton kullanımının
da geniş olarak olanak sunmasından ötürü,
veritabanları ve/veya veri ambarları ile etkileşimi daha kolay yapılabilmektedir.
Yukarıda bahsi geçen veri madenciliği araçlarının dışında, son yıllarda hem SQL hem de
programlama dillerinin in-house olarak kullanılması ile de müşteri analizi yöntemlerine
gidilmektedir. Özellikle finans sektöründe
faaliyet gösteren firmaların bu yönteme
başvurduğu gözlemlenmektedir. Bunun da
nedenlerinden bir tanesi, yukarıda da belirtmiş olduğum üzere veritabanı ve/veya veri
ambarlarının güncellenebilme periyotları
şeklinde oluşurken, diğer bir nedeni de veri
madenciliği araçları için oluşturulacak olan
data martların yönetme maliyeti, işletmenin
veri kaynakları üzerinde daha hızlı analiz
yapabilme yeteneği olarak ele alınabilmektedir. Eğer veritabanı programlamasına iyi
düzeyde haiz bir geliştirici ekibine sahipse
işletme, bu durumda veri madenciliği araçlarının gerçekleştirmekte olduğu tüm işlevleri
işletmenin sahip olduğu veritaban yönetim
sistemine bağlı olarak yapabilecektir. (Oracle
için PL-SQL, MS-SQL SERVER için T-SQL vb.)
Yalnızca veritaban programlama ile, bunların
dışında güçlü olan Phyton/C ya da kurumsal
anlamda kullanılmakta olan Java veya C#
gibi dillerin yardımıyla da müşteri analitiğine
ilişkin analizler yapılabilir.
Yukarıda da belirtmiş olduğum üzere, büyük
verinin ve bulut üzerinde yer alan nesnelerin
interneti konsepti içerisinde müşteri analitiğine bakışta artık yavaş yavaş değişmektedir. Nesnelerin interneti konsepti içerisinde
artık genelde veri analizi, özelde ise müşteri
analitiğine bakış açısı bulut üzerinde gerçekleştirilecek olan uygulamalara doğru kaymaktadır. Bulut üzerinden yapılacak olan
uygulamalar ise, hem Hadoop ya da Mongo
DB ya da Amazon Flat DB üzerinde yazılacak
olan uygulamalar göz önüne alınarak geliştirilmektedir. Bu yeni yaklaşımlar içerisinde,
özellikle finans kurumları gibi işlemin çok
döndüğü ve çok hızlı bir şekilde hem yönetime hem de müşterilerine geri dönebilecek şekilde artık üçüncü parti uygulamalar
yerine, kendi bünyelerinde in-house yazılım
geliştirmeye doğru gidilmektedir.
Sonuç olarak, yeni ekonomi olarak da adlandırılabilecek olan müşteri davranışlarına
uygun şekilde bireysel bazda pazarlama
tekniklerine yönelmekte olan işletmelerin
en önemli silahları olan kendi veri kümelerine ve evrensel düzeyde veri kaynağı olarak
düşünülebilecek internet üzerindeki verilere
yönelmeleri ve bu verileri bireysel anlamda
kendi müşteri düzeylerine inerek geliştirecekleri bir çok yöntem ve yol bulunmakta.
Bu yöntemlerden hangisi ya da hangilerinin
seçilip kullanılacağı ise, doğal olarak işletmelerin insiyatifindedir.
Nisan-Haziran 2016
29
RÖPORTAJ
SEKTÖRDEN BİR PORTRE
BORA ALÇI
Profesyonel meslek hayatına 1990 yılında, Henkel-Turyağ’da ürün yöneticisi olarak
başladı. Danone ve Turkcell’de üst düzey pazarlama pozisyonlarında çalıştı. Marka
alanındaki kariyerine 2001 yılında Marka Danışmanı olarak devam etme kararı aldı.
2006 Yılında Stratejik Marka Danışmanlığı ve Yeni Nesil Araştırma Hizmetleri veren
ARGUS şirketini kurdu. Argus, Avrupa’nın tek bilinçaltı haritalama tekniği olan MindDecoder®, müşterinin deneyimi yolculuğunu açığa çıkaran Observor® ve benzersiz
inovasyon araştırması Innovation Clinic® modelleri ile marka danışmanlığında derin
içgörüye dayanan marka dönüşümü hizmeti sunuyor.
Uzunca bir süredir sektörümüzdeki pazar
ve pazarlama araştırma firmalarından daha
farklı bir duruş sergileyen Argus Marka
Danışmanlığı ve Araştırma firmasının kurucusu ile görüşmek ve bu farklı duruşun gizli
kodlarını çözmek istiyorduk.
Bu arzumuzu gerçekleştirmek üzere geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğimiz Argus’un
kurucusu Bora Alçı bizi çok sıcak bir
şekilde karşıladı. 3 katlı retro tipte sevimli
bir villanın içinde sizler için zevkli bir sohbet
gerçekleştirdik. Haydi, Argus’un kodlarını
beraber çözelim.
Bora Bey, sohbetimize başlarken şunu
sormak istiyorum: Argus’un neden
araştırma camiasının içinde çok fazla
temsil edildiğini görmüyoruz? Uzun
yıllardır araştırma alanında çalışmalar
yürüttüğünüzü biliyoruz. Neden kendinizi
saklıyorsunuz?
Aslında, belki de bu sorunun kısa yanıtı:
Argus’un bildiğiniz anlamda bir araştırma
şirketi olmaması. Biz bir marka danışmanlığı şirketiyiz. İşimizi daha iyi yapabilmek
için, bugün araştırma dünyasının çözüm
sunamadığı alanlarda, derin müşteri içgörülerini açığa çıkaran kendi araştırma
modellerimiz var. Yani oldukça niş bir
alanda, oldukça butik araştırma hizmetleri sunuyoruz. Bunu geniş kitlelere yaymak
ve eleştirdiğimiz yapılar gibi, araştırmayı
fabrikasyon hale getirmek gibi bir çabanın içinde olmak istemiyoruz. Bu yüzden
sadece kendi işimize odaklanıyoruz.
Marka Danışmanlığı yapıyoruz dediniz.
Bu konuda çok sayıda şirket var. Sizin bu
konuda farkınız nedir? Bize Marka Danışmanlığı hakkında biraz bilgi verir misiniz?
katma değer, bir de markanın müşterisine
yarattığı katma değer konusu var ki, asıl en
çok ihmal edilen konu orası.
Haklısınız, Türkiye’de marka danışmanlığı
denince, çoğunlukla bir markayı rakiplerinden ayrıştıracak temel iletişim temasının
tanımlanması ve marka konumlandırma
hizmetleri anlaşılıyor. Oysa, marka sadece
iletişime indirgenecek kadar basit bir
mesele değildir. Biz Argus olarak, markaların daha yüksek ve sürdürülebilir katma
değer yaratmasının yollarını keşfediyor ve
buna uygun stratejileri oluşturuyoruz.
Peki bu hizmetlerinizden ne tür şirketler
yararlanıyor? Size en çok gelen müşteriler
kimlerdir?
Markanın katma değer yaratması derken
neyi kastediyorsunuz?
Bir marka, ne kadar ciro, EBITDA, pazar
payı ve marka değeri yaratabiliyorsa, o
kadar yüksek katma değer yaratıyordur.
Tabii ki, bu markanın şirketine getirdiği
30
Ocak-Mart 2016
Biz ağırlıklı olarak “bluechip” diye adlandırılan büyük şirketlere hizmet sunuyoruz.
Aslında, dışarıdan bakınca bu şirketlerin
hemen hemen her alanda yüksek bir gelişmişlik ve kurumsallık düzeyine ulaştığı ve
her türlü sorununu kendi başına çözebildiği düşüncesine kapılabilirsiniz. Ancak,
şirketler büyüdükçe sorunları da büyüyor.
Bazen bunu ne kadar yetenekli olurlarsa
olsunlar, içeriden bakan, şirket-içi gözlüklerini bırakamayan iç ekipleri ile çözmekte
zorlandıkları veya dışarıdan taze ve farklı
bir bakış açısına ihtiyaç duydukları durumlar olabiliyor. İşte, Argus böyle durumlarda
RÖPORTAJ
şirketler için marka dönüşüm stratejileri
hazırlıyor. Bugüne kadar aralarında Telia
Sonera, Turkcell, Coca-Cola İçecek, Unilever, Finansbank, Koton, Renault-Dacia,
Enerjisa, Little Caesars gibi bir çok büyük
şirkete ve markaya danışmanlık hizmeti
sunduk.
getirmenizin imkânı da yoktur. Pazarlama
aslında hem bir anlamda şirketlerin arzu
ettiği katma değeri yaratabilmesiyle ilgili
yürüttüğü tüm süreçleri ve faaliyetleri kapsayan bir şeydir. Bunun en yüksek seviyeye
ulaştığı nokta ise bunu bir marka üzerinden
yapabilmesidir.
Ama bu şirketler dev şirketler. Onların
nasıl sorunları vardı peki?
Dolayısıyla marka ve pazarlama ilişkisinden
bahsediyorsak “Marka”nın pazarlamanın
daha iyi sonuç elde edebilmesi için yaratılmış “Güçlü bir Silah” olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla zaten iç içe geçmiş şeyler
ve birbirini doğurmuş konular. Markasız
pazarlama, pazarlamasız marka olamaz.
O yüzden biz bunları çok ayrı şeyler olarak
görmüyoruz. Bu kavramların içine bir de
“insight”ı yani “içgörü”yü de katmamız gerekiyor. Çünkü içgörüsüz bir marka olamaz.
Müşterinin dünyasına
dokunmayan onun bir
eksiğini gidermeyen
veya ona daha fazla
haz üretemeyen,
rakiplerinden daha
fazla bunu yapamayan veya bunu sürdürebilir düzeyde
yapamayan markalar yaşayamaz.
Dev şirketlerin hemen hemen hepsi dev
pazarlarda, zorlu başka oyuncularla rekabet halindeler. Bu şirketlerin rakipleri de
bir çok konuda en az kendileri kadar sofistike ve gelişmiş teknikler kullanıyor. Her
türlü pazarlama fırsatı çok hızlı tüketiliyor
ve markaları sürdürülebilir şekilde farklılaştırmak veya farklığını korumak zorlaşıyor.
Böyle durumlarda, markanın müşterinin iç
dünyasına çok daha derin düzeyde anlamasına ve bu içgörüye dayanarak müşteriye
daha yüksek katma değer yaratacak bir
değer teklifini sunmasına ihtiyaç duyuluyor. Argus, işte tam da bu noktada devreye
giriyor. Tüm diğer otomobil markaları arasındaki fark çok azalmışken, imaj olarak
bile çok geride olan Dacia gibi bir markayı nasıl daha fazla tercih edilir kılarız?
Veya rakip GSM operatörü pazarın %70’ini
elinde tutarken, nasıl pazar lideri oluruz?
Veya her sosyo ekonomik sınıftan insan,
Zara’dan alışveriş yaparken, daha çok
düşük gelirli kişilerin tercihi Koton’u nasıl
gerçek anlamda bir fast-fashion markası
haline getiririz?
Söylediklerinizden markayla pazarlamanın ilişkisinin olduğunu anlıyorum.
Öyle değil mi zaten? Yani marka, pazarlamanın ileri bir düzeyidir ve pazarlamanın
temel unsurları olmadan markayı bir yere
nizin kopyalanabilir olmaması bunun sahici
ve size özgü olması, bunu söylediğinizde
size daha çok yakışır hale gelmesi, müşterinin zihninin arka planı ile gerçek anlamda
”resonate” etmesi gibi şeylerin de doğru
kurgulanması gerekiyor.
Dolayısıyla markaların işi katma değer
yaratmak ve biz de bunun için çalışıyoruz.
Markalar için fırsatın nerede olduğunu
buluyoruz ama buradaki en hassas nokta
bu fırsata yaslanarak hazırlan- mış bir
stratejinin sürdürülebilir olması.
Bunun için, marka değer teklifi-
Ocak-Mart 2016
31
RÖPORTAJ
Sadece bir fırsatı ortaya çıkarmak bir
stratejik doküman yaratmış olmak değil,
aslında bunun en uygun ve düzgün bir
şekilde execute edilmesi, uygulanması,
adım adım hayata geçirilmesi bence asıl
sanat kısmı burası pazarlamanın.
Bütün o fırsatın nerde olduğunu bulmak
vs. buralarda gerçekten son derece analitik olmanız gereken konular ama markalar
için asıl zorluk insanın, müşterinin davranışlarını değiştirecek şekilde müşterinin
bilinçaltına ve hayatına girmektir.
Oraları gerçekten 360 derece düşünebilmeyi bütün parçaları gerçekten çok ustaca
birleştirebilmeyi özü ve sözü bir olacak bir
marka yaratmanın ve yönetmenin kodları
asıl bu noktalarda devreye giriyor. Yoksa çok
nefis değer teklifleri var ama bir şekilde
inandırıcı gelmiyor ya da çok çekici olamayabiliyor. Dolayısıyla bizim işimiz sadece
analitik olarak çöplükteki inciyi bulmak
değil; “bu çok iyi bir fikir bunun arkasından
koşalım, eselim, gürleyelim”i bulmak değil
aynı zamanda onu ne kadar bize ait kılacağımız ve çok fazla insanın benimseyeceği yolu
ve yöntemi de bulmak. Yani Argus firmasını
diğer firmalardan ayrıştıran şey bu. Zaten
ünümüz de buradan geliyor.
Kendinizi veri toplama şirketi olarak nitelendiriyor musunuz?
Ben tüm iş hayatım boyunca pazarlama ve
marka yönetim alanında çalıştım. Binlerce
araştırma projesi yürüttüm ama herhalde
araştırma dünyası ile aynı jargonu kullanmıyoruz. Benim için bu konu bir veri işi değil.
Bizim işimiz marka yönetiminde içgörü işi.
Dolayısıyla bir içgörü peşindeyiz…
32
Nisan-Haziran 2016
İçgörüleri nasıl topluyorsunuz?
İçgörü kelime anlamıyla aslında içine bakmak, bizim yaptığımız da bu. Müşterinin
içine bakmak. Kelime anlamı olarak “insight” ta oradan geliyor içe bakmaktan, içi
görmeye çalışmaktan bir şeyin özünü anlamaktan geçiyor.
Müşterilerin içini nasıl görüyorsunuz?
Şöyle, marka yönetimine yaklaştığımız
zaman ‘müşteri yoksa marka yok’ gibi
bir yaklaşımımız var. Markanın başarısı,
müşterinin dünyasına ne kadar iyi girdiği,
orda ne kadar uzun süre kabul gördüğüyle
bağlantılı bir şey.
RÖPORTAJ
k u rt a r-
Bunun yolu da, müşterinin dünyasında ya
bir acıya; karşılanmamış ve giderilmemiş
bir acıya veya bazı durumlarda da bir haz
noktasına dokunmasından geçiyor. İddia
edilenin tersine insan zihni her türlü
veriyi 1-0 şeklinde kodlar. 1-0’dan kast
ettiğimiz olumlu-olumsuz veya acı-haz
bilgisidir. Tüm bu veri daha sonra zihnimiz
tarafından anlamlı bir bütün oluşturacak
şekilde yorumlanıp inançlarımız ve
hakikatlerimiz dediğimiz kısa yollara
dönüştürülüyor. Bu kısa yollar ise dünyayı
nasıl algılayacağımızı şekillendiren filtreleri
oluştuyor. Anlayacağınız oldukça karmaşık
bir yapı. Böylesine bir yapının sıradan
tekniklerle veya sığ yöntemlerle ortaya
çıkarılması maalesef mümkün değil. Biz
Argus olarak, görsel, işitsel ve kinestetik
metaforların yardımıyla müşterilerin bir
ürün grubu veya marka ile ilgili bilinçaltı
haritasını açığa çıkarıyoruz. Üzerine kalıcı
bir marka stratejisi kurulabilecek temel
duygusal kodları buluyoruz. Bu araştırma
modelimize bu yüzden Mind-Decoder®
adını verdik. Bugüne kadar 100,000’lerce
insan üzerinde çalıştık.
Bulgularınız size ne gösteriyor?
Bulgularımız, insanların tercihlerini şekillendiren şeyin zihinlerinin arka planında
çalışan “haz veya acı” programı olduğunu
gösteriyor. Yani hemen hemen tüm insan
davranışları ya derindeki bir acıyı gidermek veya bir haz kaynağına ulaşmayı amaçlar. Bu sürecin gündelik dildeki karşılığı:
motivasyondur. İddiamız şu ki, bir marka ne
kadar derindeki bir motivasyona ne kadar
iyi yanıt verebiliyorsa, müşteri için o kadar
çekici hale gelir.
O zaman satınalmada ya da bir markaya
bağlanmada en büyük faktör nasıl bir
motivasyona sahip oldukları?
Evet. Yani, acıdan nasıl kurtulacakları veya
nasıl daha çok haz alacakları. İnsanlarla
konuştuğunuzda kimse size acılardan veya
hazlardan bahsetmiyor tabii ki. Onlar sadece
yüzeysel olarak bunu nasıl gerekçelendirdiklerini söylüyorlar. Örneğin size “bu ürün
hayatımı kolaylaştırıyor” diyen bir müşteri
derinde bir noktada “bu ürün bana kaçınmak istediğim bir işten kendimi daha kolay
mama yardım ediyor” diyor olabilir. Argus’
un tekniği şu; biz müşteriye dair bilmediğimiz şeyi öğrenmenin yolunun kalitatif araştırmadan geçtiğini düşünüyoruz. Kantitatif
araştırmalar bizim hipotezlerimizin test
edildiği araştırma tipi, tabi ki çok iyi yapıldığında çok ufuk açıcı tarafları yönleri var
mutlaka. Kalitatif araştırma tarafında ise
dünyanın da Türkiye’nin de hala çok geride
olduğunu düşünüyoruz. Müşterinin zihninin
derinlerine inmek, duygusal dünyasında
ne olup bittiğini anlamakla ilgili kullanılan tekniklerin son derece ilkel ve yetersiz
olduğunu düşünüyoruz. Biz, bu alanda bir
alternatif olmak için çalışıyoruz.
Sayın Alçı Vermiş olduğunuz değerli ve
kapsamlı bilgiler için size çok teşekkür
ediyoruz.
Nisan-Haziran 2016
33
HABER
RESEARCHER DERGİ İSTANBUL
ÜNİVERSİTESİ İŞLETME KULÜBÜNÜN
DÜZENLEDİĞİ ZİRVEDEYDİ!
Türkiye’nin ilk ISO 9001 Kalite Belgesi’ne sahip öğrenci kulübü olan İstanbul
Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme
Kulübü’nün gelenekselleşen ve en çok
ses getiren organizasyonlarından biri
olan Reklam ve Pazarlama Zirvesi bu sene
Değişimi “Zirvede” Hisset! sloganıyla gerçekleşti.
34
Nisan-Haziran 2016
Sunuculuğunu Mehmet Karaca’nın yaptığı Yeni nesil pazarlama trendleri, reklamcılık ve pazarlama alanlarında dijital uygulamalar, teknoloji, sosyal medya kullanımı
ve inovasyon gibi konuların konuşulduğu
Reklam ve Pazarlama Zirvesi’16, Radisson Blu Conference & Airport Hotel’de
1 Mart 2016 Salı günü gerçekleşti!
Aralarında, 4129 Grey Reklam Ajansı
“Chief Happiness Officer” Alemşah Öztürk,
Unilever Food Solutions Pazarlama Direktörü Nihan Kayı, Adel Kalemcilik Pazarlama Direktörü Ayşe Kırımlı, Gitti Gidiyor eBay Pazarlama Direktörü Feyza
Fedar, Aydınlı Grup Marka ve İletişim
Müdürü Tuğba Uzüğüten ve “Bilimle Süzülen Bal” oturumunda başarılı bir reklam fil-
HABER
minin perde arkasını anlatmak üzere Balparmak Pazarlama direktörü Burcu Yılmaz ve Alametifarika Reklam Ajansının
Kurucusu Serdar Erener’in yer aldığı
konuşmacılar yaklaşık 500’e yakın katılımcının bulunduğu bir kitleye deneyimlerini
aktardı.
İstanbul Üniversitesi İşletme Kulübünden Ozan Aykın’ın idaresinde onlarca
pırıl pırıl kulüp üyesi öğrencilerin yoğun
çalışmaları ve üstün gayretleriyle gerçekleştirilen organizasyonda en beğenilen
konuşmacıları zirvenin ilk konuşmacısı
olan 4129Grey Reklam Ajansı kurucusu
Alemşah Öztürk, Serdar Eren ile Adel
Kalemcilik Pazarlama Direktörü Ayşe
Kırımlı oldu.
beğenmeyenlerin de olacağı ve bunun
doğal karşılanması gerektiğini” belirtti.
Adel Kalemcilik Pazarlama direktörü ise marka kavramından bahsederken “Faber Castel”in yüksek oranda bir
marka bilinirliği olmasına rağmen “Adel”
markasının henüz bu bilinirliğe ulaşmadığını ve bilinirliğinin arttırılması için çok
yoğun araştırma faaliyetleri yürüttüklerini”
belirtti.
Ben Reklamcılık Sektörünün İşçisiyim!
Başarısızlıklardan Başarıya!
“Başarılarımdan çok başarısızlıklarımdan bahsetmek istiyorum” diye başlayan
konuşmasında Alemşah Öztürk’ün tamamıyla başarılarla dolu kariyerinden bahsetmiş olması kafalarda “Alemşah Öztürk
acaba ironi mi yapıyor?” duygusu uyandırdı.
İlk girişiminden son girişimine kadar başlatmış olduğu tüm girişimlerde başarılı
olduğunu ancak değişen işortamlarının
kendi beklentilerine uymaması nedeniyle
sonlandırdığını net bir şekilde ifade eden
Öztürk iş hayatı içerisinde “Yapılan herşeyin herkes tarafından beğenilmesinin
mümkün olmadığını, beğenenler kadar
şekilde kullanılan “Smart TV”ler sayesinde istedikleri programları istedikleri
zamanda – Video on demand – reklamsız olarak seyretme imkânına ve dünyada
yaygın bir şekilde kullanılan “Bana reklam
gösterme” uygulamalarına sahip olmaya
başladıklarını ve bunun da reklamcıların
işini zorlaştırdığını” belirtti. Ayrıca sevindirici bir şey olarak “Türkiye’de halen ailenin
dağılmadığı ve büyük ekran diye nitelendirdiği TV’nin ailece seyredildiğini ve bu durumun devam ettiği sürece TV reklamlarının
önemini sürdürmeye devam ettireceğini
ancak bu arada yaygın bir şekilde kullanılmaya başlayan Smart Phone’ların da iyi
bir reklam mecra olacağını ve reklamlarda
başarılı olmak isteyen firmaların tüm faaliyetlerini bu iki ekran üzerinden yürütmeye
devam etmesi gerektiğini” vurguladı.
Reklam sektörünün duayen isimlerinden Serdar Eren ise giymiş olduğu tamirci
ya da ayakkabı üreticisi işçi önlüğü altına
giydiği 2 beden bol pantolonu ve üzerinden dökülen ceketiyle “Ben reklamcılığın İşçisi”yim imajını vermeye çalışmış
gibiydi. Serdar Eren konuşmasında “Özellikle TV’de yayınlanan reklamların gelişen
teknolojilerle birlikte zor bir dönemece
girdiğini” çünkü insanların artık yaygın bir
Nisan-Haziran 2016
35
DIGI-RESEARCH
Dijital Pazarlamanın Devam Eden
Yükselişi
Geçmişte reklam yalnızca bir masraf olarak görülüyordu. Ancak yeni dijital çağda
bu, daha çok gelecekteki çevrimiçi otoritenize yapılan bir yatırım olarak görülmelidir
30 saniyelik ömre sahip, bir daha asla
izlenmeyecek olan ve yüz binlerce dolarlık maliyeti olan reklamlar, bu yıl ve gelecekte izlenebilen videolara eklenmekte
ve hatta bunların yerine konmaktadır. Bu
yeni medya Google tarafından endekslenmekte ve Facebook ile Twitter üzerinden
paylaşılmaktadır.
Medya oluşturma, marka değeri kazandıran ve kazandırmaya da devam edecek
olan bir dijital içerik varlığıdır. Bugün yarattığınız içerikler 10 yıl sonra Google aramalardan bulunabilecek.
Dijital içerik
İnternet siteniz en önemli dijital varlığınızdır. Size ait olan ve üzerinde en çok kontrole
sahip olduğunuz varlıktır. Google, Facebook veya Twitter’ın burada bir kontrolü söz
konusu değildir. Ancak bir internet sitesi,
36
Ocak-Mart 2016
içerikleri okumak ve görüntülemek için
insanları sürekli geri getiren yaşayan, nefes
alan ve evrilen bir çekim alanı olmalıdır.
nıza gerçekleştirmeyi umduğunuzdan çok
daha fazla hikâye, içerik ve sohbet yaratabileceğidir.
Yerelden ziyade küresel
düşünmek
İçerik kapsamını kendi başınıza genişletmek son derece pahalı ve zordur. Yakın
zamanda yapılan bir araştırma ile yalnızca
YouTube’da, markanın bahsinin geçtiği içeriklerin yüzde 99’unun marka tutkunları
tarafından oluşturulduğu ortaya konuldu.
Rakipleriniz artık sadece yerel değildir.
Amazon, sokağınızın köşesindeki kitap
dükkanı ve pek çok işletmenin küresel
rakibi konumunda. Küçük düşünmeyi artık
bir kenara bırakmamız gerekiyor. Tüm dünyaya artık sosyal medyada paylaşılan bir
tweet, e-posta veya blog yazısı ile ulaşabiliyoruz.
Crowd source’a dayalı
marka içeriği esastır
Dijital dünyaya ilişkin temel gerçeğin farkına varan Coca-Cola, pazarlama felsefesini yeniden tasarlayarak kreatif mükemmeliyetten içerik pazarlamacılığında
mükemmeliyet eksenine oturtmuştur. Bu
gerçek ise müşterileriniz ve takipçilerinizin
markanıza ilişkin olarak sizin kendi başı-
Ücretli dijital reklam
Neyin işe yarayıp neyin yaramadığını bilmek, Facebook pazarlamacılığına yönelik
olarak harcanan paraların doğru kreatif
içeriklere yönlendirilmesini, doğru hedef
kitlelere yaklaşılmasını ve en çok işe yarayacak eylem çağrılarının belirlenmesini
sağlamaktadır.Pazarlama verimliliği de
ayrıca izlenim, etkileşim ve tıklamalar
bakımından da ölçülebilmektedir.
Günümüzde neredeyse tüm veri noktalarını ölçme kabiliyetine sahibiz. Ölçüm, dijital dünyanın en iyi olduğu konulardan biri.
DIGI-RESEARCH
E-posta canlılığını koruyor
E-posta hâlâ varlığını koruyan bir dijital
trend. Sosyal medya ve tüm çoklu mesajlaşma uygulamalarının (Facebook Messenger, WhatsApp, Viber ve dahası) yükselişi, insanların e-postanın geleceğini sorgulamasına neden olmuştur. E-postanın
ortadan kalkacağını düşünenlerin bir 30
yıl daha beklemesi gerekiyor.
Birincil ekranınız artık
mobil
Mobil ikinci ekran olarak görülüyordu
ancak artık bu durum değişti. Çoğu işletme
için birincil ekran konumunda. Yapmanız
gereken tek şey Facebook’uın gelirlerinin
en çok nereden geldiğine (yüzde 75’i mobil
reklamlardan gelir) bakmaktır. Mobil “çok
olan az”a ulaşma zorluğunu beraberinde
getiriyor. Yerelden globale doğru ilerlerken,
önümüzdeki 5 yıl içerisinde online olan 3
milyar yeni internet kullanıcısının internet
sitenize akıllı telefonlar aracılığıyla ulaşacağını aklınızda bulundurun.
Ücretli sosyal medya reklamcılığının sonu gelmeyen artışı
Facebook takipçilerinize mi ulaşmak istiyorsunuz? Bedelini ödemeniz gerekiyor.
Artık tüm sosyal ağlar oyuna dahil oldu
ve sosyal medyanın medya kanallarından
herhangi biri haline gelmesiyle birlikte bu
gerçeklik ortadan kalkmayacak. Uyum
sağlamanız gerekmektedir. Sağladığı şeyin
ne olduğunu bilene kadar trafik için ödeme
yapmayın.
Dijital pazarlama ajansınızı seçerken sormanız
gereken 10 soru
Eğer dijital pazarlama ajansı arama sürecindeyseniz zaten aklınıza takılan, cevabını
bilmeniz gerektiğini düşündüğünüz sorular
vardır. İş süreçlerini yönetirken birçok akıllıca soruyla karşılaşıyoruz ama bazı müşterilerimiz doğru soruların ne olduğunu
bilmiyor. İşte beraber çalıştığınız ajansa
mutlaka sormanız gereken 10 soru…
1. Ekibiniz ne kadar tecrübeye sahip ve
benim çalıştığım sektörle ilgili tecrübeleri
var mı?
Projenizle ilgilenen ekibin tecrübe düzeyini mutlaka öğrenin. Özellikle de sizin
sektörünüzdeki markalarla daha önce
çalışmışlar mı, bunu öğrenin. Eğer sizin
sektörünüzde deneyimleri yoksa, benzer
sektörlerdeki markalarla çalışıp çalışmadıklarını sorun.
2. Kim projemin üzerinde çalışıyor olacak?
Kimin sizin projeniz için çalışacağını özellikle sorun, o kişinin kim olduğundan
haberdar olun. Bazı ajanslar size 10 yıldan fazla deneyimleri olduklarını söylerler
ancak asıl işi yapanın stajyerleri olduğundan bahsetmeyebilirler.
3. Ajansın aramalarıma ya da e-postalarıma geri dönüş yapması ne kadar zaman
alacak?
7. Güncel müşteri listenizi içeren referanslar verebilir misiniz?
Bu mutlaka takip edilmesi gereken standart bir sorudur. Ajansın yaptığı işlerin
ne düzeyde olduğunu görmek için güncel
müşterileriyle konuşun. Müşterinin arama
motoru reklamcılığı diye bir şeyden haberi
var mı? Müşteri ajansla çalışmaktan mutlu
mu? Neden o ajansı seçtiklerini ve ajansın
onları hedeflerine ulaştırıp ulaştırmadığını
mutlaka sorun.
8. Ajansınız ne gibi hizmetler sunuyor?
Yalnızca SEM konusunda size destek
olması için bir ajansla anlaşırken bile
başka ne gibi hizmetler verdiklerini araştırın. Arama motoru reklamcılığı konusunda
uzman olup aynı zamanda SEO ve Analitik
üzerine de mi çalışıyorlar? Çalışmak istediğiniz ajans arama motoru reklamcılığı
hizmeti de veren bir tam hizmet ajansı mı?
9. Güncel kampanyam hakkında ne düşünüyorsunuz?
En başından beklentilerinizi belirtin ve
kuralları koyun. Size geri dönüş yapmalarının 24 saati bile bulabileceğini söylerlerse,
size daha hızlı dönüş yapabilecek başka bir
ajans aramaya başlayın.
Beraber çalışmak istediğiniz ajanstan
onlardan önce çalıştığınız ajansla birlikte
yaptığiniz kampanyaları değerlendirmesini
isteyin.
4. İyi performansı garanti ediyor musunuz?
10. Hangi tip müşteriler ajansınıza uygun,
hangileri değil?
Eğer cevap ‘evet’ ise tedbirli bir şekilde
ilerleyin. Zaten hiçbir ajans sitenizi bir
numara yapacağını garanti edemez. Ajansınızla çalışırken hedefleriniz belli olmalı
ama hiçbir şeyi garanti etmek mümkün
değildir.
Bu, ajansın hangi tip müşterilerle çalışmaktan hoşlandığını anlamak için sorabileceğiniz çok güzel bir sorudur. Eğer ajansın müşterileri küçük çaplı yerel müşteriler
ve siz de köklü bir markaysanız, ajansın
sizin için uygun olmayacağı neredeyse
kesindir.
5. Hizmetleriniz karşılığında ne talep ediyorsunuz?
Bu elbette ki standart bir sorudur ve standart bir cevabı olmalıdır. Büyük ihtimalle
size saat başı bu kadar ücret alıyoruz dolayısıyla projenin maliyeti de şu kadar olacak
diyeceklerdir.
6. Başarılı bir ajans/müşteri işbirliğinden
beklentileriniz nelerdir?
Söz konusu performans ve ajans/müşteri
ilişkileri olduğunda onlar için başarının
tarifinin ne olduğunu ajansınıza sorun.
Ocak-Mart 2016
37
DIGI-RESEARCH
Giyilebilir Teknolojiler
Giyilebilir teknolojiler kategorisinde, yaşam kalitesini artırmak amacıyla tasarlanmış
Google Glass, akıllı saat, gözlük, bileklik ve farklı sektörler için geliştirilmiş diğer güncel giyilebilir teknoloji ürünleri, giyilebilir cihazlar, ilgi çekici uygulamalar ve benzeri
araçları inceleyebilirsiniz.
Stresi Kontrol Altına Alan
Akıllı Bileklik: WellBe
Hyundai Akıllı Saat Uygulaması: Blue Link
Hyundai, akıllı saat uygulaması Blue Link ile giyilebilir teknolojilerden faydalanarak,
araç sahiplerine kolaylıklar sağlamayı amaçlıyor.
Akıllı bileklik WellBe, kalp atışlarını takip
ederek stres seviyesini ölçüyor ve kullanıcısına rahatlama önerileri veriyor. Giyilebilir
teknoloji pazarı her geçen gün yeni birçok
ürünle hızla büyürken, en çok dikkat çeken
teknolojilerin ise sağlıkla ilgili olduğu görülüyor...
Hyundai, geçtiğimiz Ocak ayında Las Vegas’ta gerçekleşen Uluslararası Tüketici Elektroniği Fuarı’nda, akıllı saatlerle uyumlu olması için güncellenmiş Blue Link uygulamasını
tanıttı. Hyundai sahipleri, Blue Link App 3.0 olarak adlandırılan bu uygulamayı, akıllı
telefonlarının yanı sıra artık akıllı saatleri ile de kullanabilecek. Blue Link akıllı saat
uygulaması ile kullanıcılar araçlarını uzaktan kontrol edebilecek; araç kapıları uzaktan
kilitlenip açılabilecek, araç çalıştırılıp durdurulabilecek ve kalabalık park alanlarında
araç kolaylıkla bulunabilecek.
Bu Gözlük Sizi Yüz Tanıma Sistemlerinden Koruyor!
Yüz tanıma sistemlerinin neden olduğu özel hayat ihlallerinin önüne geçilmesi amacıyla
otomatik tanıma yazılımlarından koruyan bir gözlük geliştirildi. Her geçen gün gelişen yüz
tanıma sistemleri özel hayatın gizliliğinin ihlali konusunda soru işaretlerini beraberinde
getirirken, sürekli izleniyor ...
38
Ocak-Mart 2016
DIGI-RESEARCH
Apple Watch Uygulamaları
Apple’ın ilk giyilebilir teknoloji ürünü olan Apple Watch özellikleri
ve uygulamalarıyla dikkat çekiyor. Apple, geçtiğimiz günlerde son
zamanların en dikkat çeken giyilebilir teknoloji cihazı olan Apple
Watch’un tanıtımını gerçekleştirdi. Apple Watch, Apple Watch Sport
ve Apple ...
Pornhub’dan Alternatif Enerji Kaynağı:
Wankband
Giyilebilir teknolojiler büyük bir hızla gelişiyor ve popüler hale
geliyor. Bunun sonucunda, farklı alanlarda geliştirilen giyilebilir
teknolojilere şaşırmaz hale geldiğimizi düşünürken Pornhub yeni
bir cihazla ortaya çıktı. Daha önce Pornhub Creative Director
Challenge adlı yarışmasıyla büyük ses getiren porno sitesi, bu kez
de giyilebilir teknolojiler konusunda bir çıkış yaptı ve mastürbasyon
yapanlara hitap eden Wankband adındaki giyilebilir cihazı teknoloji
dünyasıyla tanıştırdı.
Wankband, tekrar eden aşağı yukarı hareketlerle çalışıyor. İçerisinde bulunan bir ağırlığın hareketi algılamasıyla çalışan bileklik,
kinetik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürüyor ve bu enerji daha
sonra elektronik cihazları şarj etmek için kullanılabiliyor. Kullanıcı,
cihazın üzerinde bulunan ekranda elde ettiği enerjiyi görebiliyor
Dünyaca ünlü marka Ralph Lauren geçen
ay tanıtığı Polo Tech Shirt’ü ile giyilebilir
teknoloji ürünlerine bir yenisini ekledi.
Ralph Lauren geçtiğimiz
ayın sonunda, akıllı Polo
tişörtü ile giyilebilir
teknolojiler sektöründeki yerini aldı.
Tişört markanın
tanıdığınız tarzının biraz dışına
çıkmış. Aslında bir
sıkıştırma tişörtü olan
bu ürünün içinde kalp
ritmi, stres seviyesi gibi
biyolojik ve fizyolojik
verileri okuyabilen sensörler bulunuyor.
Duruş bozuklukları için teknolojik
bir çözüm olarak tasarlanan UpRight
ile alışkanlıklarınızı değiştirebilir,
bel ve sırt ağrılarınızdan kurtulabilirsiniz.
Bilgisayar ve akıllı cihazların kullanımının yaygınlaşması,
bazı sağlık sorunlarını da beraberinde getirdi. Telefon, tablet
kullanırken ve masa başında çalışırken dikkat edilmeyen oturma pozisyonu da bel ve sırt ağrılarının en önemli
sebeplerinden biri. Bu sorunun çözümü ise yine teknoloji
ile birlikte geliyor.
Dik oturmayı unutanlar için tasarlanan giyilebilir teknoloji
UpRight, duruş alışkanlığınızı değiştirmeyi hedefliyor. Bel
omurları üzerine yerleştirilen cihaz öne eğilerek oturduğunuzda, arkanıza gereğinden fazla yaslandığınızda ya da
uzun süre hareketsiz kaldığınızda yumuşak titreşimlerle
sizi uyarıyor.
Bu veriler akıllı telefonunuzla uyumlu çalışarak bilgileri telefonunuza aktarılabiliyor. Sporcuları hedef alan bu tişört insanların genel
sağlığını geliştirmesine ve spor yapmasına destek olmayı amaçlıyor.
Tenis hayranlarının Amerika Açık Tenis Turnuvası’nda görme fırsatı
elde ettiği Polo Tech Shirt, ünlü tenisçi Marcos Giron tarafından
denenmiş
Ocak-Mart 2016
39
HABER
BİLGİ TEKNOLOJİLERİ ALANINDA
DIŞ KAYNAK VE HİZMET KULLANIMI
Bilgi Teknolojileri alanında büyük ölçekli firmaların Dış Kaynak ve Hizmet Kullanımı
konusunda geçtiğimiz günlerde derinlemesine görüşme metodolojisini kullanarak
kapsamlı bir araştırma yürüten Q&A Market Research ilginç bilgilere ulaştı.
CISCO, OPET, SAP ve MEDIA MARKT gibi hem hizmet sağlayıcı hem de hizmet alan
firmaların BT Direktörleri ve üst düzey yöneticileriyle gerçekleştirilen çalışmada:
Servis Sağlayıcıların:
Diğer tarafta ise bu hizmetleri talep edenlerin:
Araştırma sonucuna göre:
1. Türk şirketlerine sınır ötesinden sunduğu
1. IT hizmetlerine yapılan yatırımların topöncelikli IT hizmetlerinin ne olduğu,
lam gelir içindeki payının ne olduğu,
2. Söz konusu bu hizmetlerin alınmasında
Türk şirketlerinin göz önüne aldığı kriter- 2. IT hizmetlerinin
a. Hangilerini kendi bünyesinden,
lerin ne olduğu,
b. Hangilerini yerel IT firmalarından,
3. Hangi IT hizmetlerinin yurt içinden hangi
c. Hangilerini sınır ötesi IT firmalarından
hizmetlerin yurt dışından karşılandığı gibi tedarik ettiği,
konular araştırıldı.
3. Hizmet sağlayıcı seçerken dikkat ettiği
hususlar,
IT firmalarının yerel firmalara vermiş
olduğu en önemli hizmetlerin:
4. Sınır ötesi hizmet satın alınmasının
önündeki teknik ve hukuki engellerin neler
olduğu araştırıldı.
6. Cloud üzerinden yürütülen hizmetler
olduğu saptanmıştır.
40
Ocak-Mart 2016
1. Network altyapısının kurulması,
2. Güvenlik sistemlerinin kurulması,
3. Lisanslama,
4. Danışmanlık,
5. Bakım,
HABER
Bu hizmetleri kullanan firmaların IT harcamalarına baktığımızda
IT yatırımlarının genel gelir içindeki payının % 1-3 bandında hareket ettiği görülüyor. Yapılan bu yatırımların yaklaşık % 70-80’ini
Türkiye’deki IT firmalarına giderken % 20 gibi bir oran yurt dışından alınan IT hizmetlerine gitmektedir.
Şirketlerin kendi istihdam ettiği IT personelle yaptığı hizmetlere
baktığımızda ağırlıklı olarak
• Help Desk hizmetlerini,
• İçerik yönetimini,
• Web sitelerinin güncellenmesini, trafiğinin gözlemlenmesini ve
analizlerinin yapılmasını,
• Geniş yapılı firmalarda bayilerin entegre olduğu sistemlerin
kurulumunu ve yönetimini,
• Sunucu yönetimini ve güvenliğini görüyoruz.
Yerel IT firmalarından satın alınan hizmetlerin ise:
çıkarılmaması için kendi bünyeleri içinde bir çözüm bulunmaya
çalışılıyor.
Bazı yurt dışı IT hizmetlerinin yerel hizmet sağlayıcılarından daha
ekonomik olmasına rağmen bu hizmetlerin yine de yurt içindeki
bir firmadan satın alınması tercih ediliyor.
Yurt dışından hizmet alınmasının önündeki engeller:
1. Bilgi güvenliğinin sağlandığından emin olunamaması,
2. Ulaşılabilirlik. Herhangi bir sorunun meydana gelmesi halinde
anında çözümünü sağlayabilecek bir muhatabı bulamamak kaygısı,
3. Şirketin çözüm odaklı yaklaşmaması,
4. Zaman farkı engeli,
5. İletişim – aynı lisanı kullanıyor olmamak.
• Veri tabanı yönetimini,
• Veri Analizini,
• Finans, İK vb. gibi modüllerle ilgili danışmanlık alınmasını,
• Veri depolanmasını,
• Network yönetimini,
• MPLS, sanallaştırma ve bulut çözümlerini görüyoruz.
Yurt dışındaki IT firmalarından satın alınan hizmetlere baktığımızda ise ağırlıklı olarak:
• Cloud hizmetlerini,
• Depolama hizmetlerini görüyoruz.
Şirketler bu dağılımı yaparken öncelikle hangi hizmetleri kendi
bünyelerindeki kaynakla, hangilerini yurt içinden ve hangilerini
ise yurt dışından alacaklarının analizini yapıyorlar. Özellikle belli
bir teknik know-how ve uzmanlık gerektiren projeler söz konusu
olduğunda bunu dış kaynaktan sağlamaya çalışıyorlar. Daha hassas verilerin depolanması söz konusu olduğunda bu verilerin dışarı
Bu engellerin dışında mevcut diğer bir engel de hukuki yapıda
kendini gösteriyor ancak bu engeller tüm sektörleri kapsayıcı
bir içeriğe sahip değil. Bununla birlikte BTK’nın, BDDK’nın ve
EPDK’nın hassas verilerin korunmasıyla ilgili önemli mevzuatları
var. Ancak henüz bu tür hizmetlerin gerek yurt içinden gerekse
yurt dışından tedarik edilmesiyle ilgi düzenleyici bir kanun henüz
ülkemizde mevcut değildir.
Konuyla ilgili olarak görüşüne başvurduğumuz OPET Bilgi Teknolojileri ve Otomasyon Grup Müdürü GÖKSEL MARANGOZ konuyla
ilgili olarak şunları bizimle paylaştı;
IT ihtiyaçlarınızı kimden ve nasıl karşılıyorsunuz?
Yurt içinden satın aldığımız IT hizmetleri ağırlıklı olarak Koç
Sistem tarafından karşılanmaktadır. Koç Sistem, Koç Grubunun
önemli bir şirketidir ve oldukça geniş bir kadroya sahiptir ve
neredeyse IT’nin her alanındaki yetkinliklere sahiptir.
Ocak-Mart 2016
41
HABER
Yıllardır kendileri ile çalışıyoruz ve gayet
de memnunuz. Kendi iş alanımıza özel
Koç Sistem’den alamayacağımız bir takım
hizmetler var.
Örneğin; istasyon alt yapısı ve endüstriyel
uygulamalar gibi. Orada da yine yıllardır
bu işin içerisinde olan deneyimli bir takım
firmalara işi dağıtmış durumdayız.
Çalışacağınız şirketi seçerken öncelikle
finansal değerleri, yenilikçiliği, hızı, size
olan yakınlığı, yeni teknolojileri size getirmesi gibi bir takım parametrelerden geçiriyorsunuz. Seçtiğiniz günden itibaren bu
şirketin sizin beklentilerinizi karşılayabiliyor olması lazım. Yıllar geçtikçe maalesef
şirketler pozitif ya da negatif olarak değişiyor. Negatif değiştiği anda, sistem çalışsa
da artık bir şey çıkmıyor karşı taraftan.
Bekliyorsunuz şimdi ne yapalım diye.
42
Nisan-Haziran 2016
Bir şey alamıyorsunuz ve şirketi değiştirme
kararı alıyorsunuz.
Türkiye’de yurt dışından IT hizmeti satın
almayı düzenleyen yasalar mevcut mu?
Bildiğim kadarıyla yurt dışından IT hizmeti almayı yasaklayan bir yasa yok ama
alamazsınız diyen mevzuatlar var. Ben
daha önce Turkcell’de çalışıyordum o
nedenle yakinen biliyorum; BTK’nın hatta
BDDK’nın zorladığı mevzuatlar var. Örnek
vereyim; mesela, müşteri kredi kartı bilgilerini Opet’te ya da Opet’in herhangi bir
sisteminde saklayamazsınız. Ya da bankacılık için konuşalım, bankacılığın aktif
transaction’larını yurt dışında bir yerde
host edemezsiniz. Müşteri datanızı kalkıp
İngiltere’deki bir sunucuda barındıramazsınız. Bu türden hassas bilgiler mutlaka
mevzuatlarca belirlenen yerlerde depolanmalıdır.
Şirketler servis alacakları şirketleri
seçerken maliyetin de önemli bir kalem
olması sebebiyle bazı hizmetleri yurt
dışından alma taraftarı mıdır?
Aslında bence olaya şöyle bakılmalı. En
tepede duran şey bilgi güvenliği; Sonuçta
maliyeti ne olursa olsun, bedava da olsa,
üstüne para da alsanız siz bilgiyi gönderemeyebilirsiniz, göndermek istemeyebilirsiniz. Bunlardan bağımsız ilk bakılması
gereken şey bilginin niteliği, yani şirket için
değeri. Ben hiçbir zaman Opet istasyonlarının aylık gelirlerini içeren bilgileri kalkıp
da yurt dışında bir sunucuda barındırmak
istemem. Neden istemem? Aynı sunucu
içerisinde rakiplerim de olabilir veya bu
ihlal edilebilir. Bu konuda hassas davranıyoruz. Dolayısıyla bizim için ilk bakılması gereken şey maliyetten ziyade bilgi
güvenliği.
HABER
Yurt dışından hizmet alınmasının önündeki engeller sizce nelerdir?
Availability önemli. Siz bir sunucuyu ya da
bir hizmeti yanı başınızda duran bir data
centera koyduğunuzda ya da Türkiye’de
çok güçlü bir firmaya verdiğinizde birçok
şeyi planlayıp programlayıp çalışılabilir
halde tutulmasını sağlayabiliyorsunuz.
Hatta sorunla karşılaştığınızda yönetebiliyorsunuz da.
Geçenlerde bir kesinti oldu ve oldukça da
uzun sürdü. Sorunun ana temeli Microsoft
ile ilgili değil. Arada birçok firma var bu hizmetin alınmasını sağlayan. Ama hiç kimse
onları bilmediği için Microsoft’u muhatap
alıyor. Microsoft benimle ilgili değil dedi ve
çekildi. Saatlerce insanlar ne mail alabildiler ne de hizmetlere erişebildiler. Yani bir
hizmeti yurt dışına veriyorsanız uçtan uca
o hizmeti alabiliyor olmanız lazım. Onu da
kimse cesaret edip veremiyor.
Ama düşünün ki, çok riskli bir servisiniz,
örnek veriyorum mail hizmeti, Koç Sistemden aldınız ve Amazon’a verdiniz. Ve
bir sorun yaşıyorsunuz ki bunun örneklerini çok yakında gördük. Muhatabınız kim?
Nasıl ulaşacaksınız? Ulaştınız; bakıyoruz
diyorlar ama çözemiyorlar. E, nasıl baskı
kuracaksınız? Şimdi Koç Sistemde çok
büyük bir gücümüz var. Yani olası bir risk
durumunda bize çok fazla alternatifler
yaratabilecek durumdalar ama Amazon’u nasıl muhatap alacaksınız böyle bir
durumda?
Onun altına indiğiniz zaman, evet, maliyet
orada var. Ama maliyet tek başına bir kriter
değil. Ucuz diye bir sistemi gönderemezsiniz ya da bir hizmeti alamazsınız.
Küçük bir örnek vereyim: Office 365 çok
yeni bir teknoloji Microsoft tarafından.
Artık Office hizmetini tamamen clouddan veriyorlar. Lisanslaması, hizmet, vs
hep clouddan. Bu, şu demek; içeride mail
sunucunuz yok, Office hizmetiniz yok,
tamamını Microsoft’tan alabiliyorsunuz.
Nisan-Haziran 2016
43
HABER
Maruz Kaldığı Onbinlerce Veri ve
Uyaran Nedeniyle “Dikkat Eksikliği”
Yaşayan Tüketicilere Nasıl Ulaşılacak?
Artık online olan dünyamızda, bilgi yokluğundan bilgi bolluğuna
geçiş, hiç olmadığı kadar daha fazla içeriğe daha fazla cihazla
ulaşılabilmesini sağladı. Peki, markalar kendi mesajlarını bu çoklu
ekranlardan net bir şekilde ilettiğinden nasıl emin olacaklar?
Ipsos Connect İngiltere’den Adam ve Phil bize şöyle anlatıyorlar:
Biz insanlar kafamızın içerisinde oldukça karışık bir o kadar da
güçlü bir yapıya sahibiz: Beynimize… Bu yapı öyle geniş ve uzun
biyolojik kablolardan oluşuyor ki her bir bağlantıyı ucu ucuna
birleştirsek dünyayı iki kez sarabilen bir uzunluğa erişiyoruz. Eğer
beyin bir bilgisayar olsaydı yaklaşık 2.5 Petabayt yani bir milyon
Gigabayt veriyi saklayabilir bir boyutta olurdu.
Beynin veri merkezine erişim
kurabilmek, akademik psikolojide Çalışan Hafıza diye
adlandırılan etkileyici bir
filtreleme sisteminin olduğunu bize gösteriyor. Öyle
bir filtre ki görülen duyulan ve deneyimlenen her
şey arasında bağlantılı
ve kullanışlı deneyimleri anlık olarak sıralayabiliyor, bunu bilgisayar
tabiriyle sürücüde bir ya da
iki gün kaydedip sonra geri
dönüşüm kutusuna atabiliyor.
Müşterilerinizin kullandığı bu filtre-
44
Nisan-Haziran 2016
leme sistemi artık yeni bir çevre ile karşı karşıya: dijital olarak
bağlı olduğumuz dünyada bilgi yokluğundan bilgi bolluğuna geçmiş durumdayız. Google Başkanı Eric Schmidt bu yeni bolluk
çağını 2010 yılında şöyle tarif etmişti: “Medeniyetin doğuşundan
2003 yılına kadar yaratılan bilginin miktarı artık sadece 2 günde
yaratılıyor.”
Katlanarak artan bilgiye ulaşılabilirliğe bu geçiş, alakalı veriyi anlık
olarak filtreleme olanağı ile birlikte, pazarlama profesyonellerine
ve medya kuruluşlarına yüzleşmeleri gereken yeni bir dinamik
yaratıyor: Dikkat Eksikliği. Her geçen gün daha fazla gürültüyü
filtreleyen ve aynı oranda bilgiyi kaydeden beyinlerimizden bir
reaksiyon olarak, insanlar artık gördüklerine, duyduklarına ve
deneyimlediklerine daha az dikkat gösteriyor.
Bu yeni dinamik, günlük olarak iletişimde olduğumuz ekranlarda
en iyi şekilde gözlemlenebilir. 20. yüzyıldaki TV ile randevunun
son bulması veya internet erişimi sayesinde her zaman her yerde
içeriğe ve bilgiye erişme olanağı sayesinde daha bireyselleştirilmiş
medya tüketimi ekranlar aracılığıyla gözlemlenebilir.
Ipsos’un iletişim ve medya araştırmaları uzmanlık alanı olan
Ipsos Connect’in yayınladığı Tech Tracker çalışmasındaki veriye
göre, İngiltere’deki online hanelerde yer alan internete erişimi
olan cihazların ortalama sayısı 2013’te 2.9 iken 2015’te 4’e çıkmış
durumda. Bu da içerik tüketimi için daha fazla fırsat ve yapının
oluştuğu anlamına geliyor.
HABER
Yine Ipsos Connect tarafından 2012 yılında
Google için gerçekleştirilen araştırmaya
göre birden fazla internete bağlı cihaza
erişim, ve anlık olarak ekranlar arasında
geçiş yapabilmek her zaman online olan
bir kitleye erişimi teşvik ediyor.
Bu minvalde, reklam verenlerin ve medya
sahiplerinin her zaman ve her yerde erişebildikleri içeriklerle doymuş durumda
olan kitleye adapte olmaları ve bu farklı
izleme alışkanlıklarını ve modlarını faydaya dönüştürmeleri gerekiyor ki etkili,
ölçümlenebilir marka ve satış sonuçları
elde edebilsinler.
Bu fırsatı faydaya dönüştürmek için, reklamverenler ve ajanslar , “tek bir ölçü hepsine uyar” stratejisinden sıyrılarak bir video
veya görsel uygulamayı değişik ekranlarda
kullanmaya ve -temel fikirden ve marka
konumlandırmasından uzaklaşmadan
her cihaza göre yaratıcı uygulamalar ve
içerikler kullanarak- ekran hassaslığına
yönelmeye başladılar.
Bu ekran hassas stratejinin temel taşı
ise veri odaklı olmak… Dijital ekranlardaki içerik ve reklam tüketimi, profil ve
niyet sinyallerinden oluşan bir sıralama
ortaya çıkarıyor ki bunu diğer profilleme
ve ölçümleme verileri ile hedefe yönelik
kullandığınızda ölçülebilir sonuçları destekleyebiliyor.
Global reklamverenler ve medya sahipleriyle gerçekleştirilen çalışmaya dayanarak,
Ipsos Connect uzmanları, ekran hassas
stratejiyi ön plana çıkaran ve reklamverenlerin ortaya çıkan fırsatı faydaya dönüştürebilecekleri örnekleri içeren dört temel
taktik noktası belirledi:
1. Cihaza Göre Optimizasyon
Coke gibi şirketler, içeriklerini kullanıcılara
göre şekillendirmek için farklı mobil cihazlardan gelen profil sinyallerini kullanıyorlar. Hindistan’daki telefon kullanıcılarının
zengin dijital içerik için yeterli bant genişliğine sahip olmadıklarını bildikleri için,
kullanıcılara çaldırıp kapatmalarını talep
ettiler. Bunu yapan kullanıcılar sonrasında
ücretsiz zil sesi tonu indirebilecekleri ve
reklamı yapılan marka ile ilgili içerik bulabilecekleri bir mesaj aldılar.
2. TV ve Dijital Ekranlar arasında bir iletişim sağlamak
TV reklam kampanyalarını başlattıktan
sonra, bazı reklamverenler, TV yatırımıyla
temel kelime aramalarının endekslenmesi
arasındaki bağlantının nasıl ölçümleneceğini anlamak ve sponsorlu aramalardaki
satın alma stratejilerini düzenlemek için
AdWords gibi bazı yeni araçlar kullanıyorlar. Bu, daha genişletilmiş bir içerikte
insanlarla bağlantıya geçmeyi veya satın
alma hunisinde onları ilerletmeye olanak
sağlayabiliyor.
Ipsos Connect reklamverenlere ve medya
ajanslarına ekran hassas bir stratejiyi
benimseyebilmeleri için güven verecek
yolculuğun daha başında olduğuna inanıyor. Bu da: reklamların klasik bir araştırma çevresinden ziyade webde canlı olarak deneyimlenmesinin oldukça gerçekçi
olduğu anlamına geliyor.
3. Farklı Reklam Deneyimlerine Doğru
Optimize Olmak
Dikkat Eksikliği müşterilerinizin muhteşem beyinlerinin ihtiyaç nedeniyle daha
fazla bilgiyi filtrelemesi anlamına gelirken,
sizler de bağlantıya geçmek ve marka hikayenizi anlatmak için yeni fırsatlar yaratarak,
marka içeriğinizi multi ekranlı, her zaman
ve her yerde online olan bir ortama uygun
olarak şekillendirebilirsiniz.
Birçok dijital platform artık kullanıcıya
seçenekli video reklam formatları suruyor,
burada kullanıcı reklamı izlemeyi kendisi
seçiyor veya direkt olarak içeriğe geçiyor
ve reklamveren sadece görüntülenen
minimum zamanı veya tüm görüntülenme
süresini ödüyor. Bu alternatif görüntüleme
ortamı Mountain Dew gibi reklamverenlere
kampanyalarının farklı versiyonlarını test
etme olanağı tanıdı ve böylelikle atlanabilmesi muhtemel reklamlarının izlenme
oranlarını ve marka etkilerini nasıl artırabileceklerini anlamak için ipuçları elde
edildi.
Böylelikle, sürücülerdeki tutku ve dikkat
klasörlerinde hikayenizin tutunması olasılığını artırabilirsiniz. Eğer öyle yapmazsanız, geri dönüşüm kutusuna doğru filtrelenme riskini almışsınız demektir.
4. Dijital Ekranlardan Gelen Profil ve
Lokasyon Sinyallerini Kullanmak
Facebook ve Google gibi dijital medya
sahipleri kampanyaların hedeflemesini
coğrafik bölge, saat ve diğer dijital davranış
sinyallerine göre yapılmasına olanak tanıyor. Bu da reklamverenlere daha spesifik,
daha alakalı mesajlar iletmelerini sağlıyor.
Birçok reklamveren hedef müşterilerinin
karşılaştığı zaman sıkıntısının farkında ve
yenilikçi yaklaşımları ve çoklu veri setleri
ve teknolojilerini kullanarak bu yeni dinamiğe uyum sağlamaya çalışıyorlar. Ipsos
Connect ise bu tür bir deneyimin başarılı ölçümlenmesine destek oluyor. MediaCell, TV, online ve radyo reklamlarının
dinlenebilir yönlerini sayısal damgalama
tekniği kullanarak ölçümlemek için pasif
bir teknoloji kullanıyor. Gerçek zamanlı
reklam izlemeler Ipsos mobil uygulaması
ile test ediliyor; bu uygulama marka kampanyalarını, medya, kanallar, programlar
ve reklamların büyüklükleri gibi medya ve
marka etkisi açılarından değerlendirme
olanağı veriyor.
Kampanya etkililiği, ROI ve platforma
maruz kalma etkili bir şekilde belirlenebiliyor.
Diğer bir örnek olan Live| Test ise, gösterilen reklamların ve videoların etkililiğine
dair bir ön okuma sağlıyor.
Nisan-Haziran 2016
45
HABER
VODAFONE
“Gelecek Burada”, “Keşfedin”, “Yarını Tasarlayın” ve “Fark Yaratın” ana başlıkları
altında 11 farklı oturumda 16 uzman konuşmacıyı ağırlayan zirvede, iş dünyası, reklam, pazarlama, gazetecilik, müzik, finans, sağlık, şehircilik, otomotiv, eğitim ve
spor gibi alanlarda dijitalleşmenin hayatı nasıl değiştirdiği Türkiye’den ve dünyadan
çarpıcı örneklerle anlatıldı. 4 bini aşkın davetlinin katılımıyla başlayan ve yaklaşık 50
bin izleyicinin de online olarak takip etmesinin beklendiği zirveyle, birey ve kurumlara
geleceği şekillendirecek olan dijitalleşme sürecinde ilham verilmesi hedefleniyor.
Türkiye’nin İlk İnteraktif
Dijital Senfonisi Yapıldı
Vodafone Dijital Dönüşüm Zirvesi 2016,
Türkiye’nin ilk interaktif dijital senfonisiyle başladı. Tasarım danışmanlığını Arzu
Kaprol’un, sanat yönetmenliğini Mercan
Dede ve Ouchhh’un, hikâye anlatıcılığını
ise Şebnem Ferah’ın üstlendiği, “Hayal
kurmaya cüret et” temalı dijital senfoni,
Borusan Quartet tarafından icra edildi.
Dinleyicilerin akıllı telefonlarıyla interaktif
olarak katıldıkları dijital senfonide, drone
(insansız hava aracı) ve yüz izleme gibi en
46
Nisan-Haziran 2016
yeni dijital teknolojiler kullanılırken, eşzamanlı olarak ışık gösterisi de yapıldı. Dijital
senfoni, Arzu Kaprol’un “SS’16 Dare To
Dream” isimli koleksiyonundan parçalara
ve zirveye özel olarak tasarlanan kıyafetlere de ev sahipliği yaptı.
Gökhan Öğüt: Türkiye’de her yerde herkesin hayatını değiştirmeyi hedefliyoruz
Zirvenin açılış konuşmasını Vodafone Türkiye CEO’su Gökhan Öğüt yaptı. Her şeyin
hızla dijitalleştiğine ve sanattan spora
her alanda tüm ezberlerin bozulduğu bir
geleceğe doğru ilerlediğimize dikkat çeken
Öğüt, şunları söyledi:
“Vodafone olarak, geçen yıl başlattığımız
dijitalleşme diyaloğunu bu yıl daha da güçlendirerek devam ettiriyoruz. Dijital Dönüşüm’ü gerçekleştirecek olanların bireyler
ve kurumlar olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla, 7’den 70’e herkesi Dijital Dönüşüm’ün bir parçası olmaya davet ediyoruz.
Türkiye’yi 2023 ve ötesine taşıyacak ana
unsur, gücünü dijitalleşmeden alan ezberbozan teknolojiler olacak. Daha iyi bir gelecek için herkesin Dijital Dönüşüm’ün lideri
olması gerekiyor. Bu ne kadar hızlı olursa,
Türkiye’nin dünya dijitalleşme liginde üst
HABER
sıralara yerleşmesi de o kadar hızlı olacak.
Bu noktada, en yakın fırsat, 1 Nisan itibariyle hayatımıza girecek 4.5G teknolojisi
olacak. 4G ve üstü teknolojilerde sahip
olduğumuz 30 yıllık global deneyimimizle
Türkiye’de her yerde herkesin hayatını
değiştirmeyi hedefliyoruz. Yeni ‘4bucakG’
stratejimizle 4.5G’yi 81 ilde en ücra köşeye
kadar götüreceğiz. 4.5G için yaptığımız yatırımlarla Türkiye’de ‘en geniş kapsamaya
sahip operatör’ olmayı taahhüt ediyoruz.”
Dr. Ömer Fatih Sayan: Dijital Dönüşüm’ün
dışında kalmak bizi yaşamın dışında bırakacak
Zirvenin açılışında Bilgi Teknolojileri ve
İletişim Kurumu Başkanı Dr. Ömer Fatih
Sayan da bir konuşma yaptı. Sayan, şunları
kaydetti:
“Günümüzde her şey hızla dijitalleşiyor.
Bugün artık, Endüstri 4.0 dönemindeyiz.
Gelecekte, gücünü dijitalleşmeden alan iş
modelleri başarılı olacak. Teknoloji, önce
insanları, ardından makineleri birbirine
bağladı. Yakın gelecekte de nesneleri birbirine bağlayacak. Bu dönüşüm ise sadece
hayallerimizle sınırlı olacak. Telekomünikasyon sektörü, tüm dünyada olduğu
gibi Türkiye’nin gelişiminde de önemli
rol oynuyor. Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumu olarak, Ulusal Genişbant Stratejisi’ni tamamlamak üzereyiz. Bu stratejinin
hayata geçmesiyle birlikte sayısal uçurumun azaldığı bir Türkiye’ye adım atacağız.
Vatandaşlarımıza her an her yerde yüksek hızlı genişbant erişimi sağlayacağız.
1 Nisan sabahı itibariyle hizmete sunacağımız 4.5G, genişbant yol haritamızda
önemli bir adım olacak. 4.5G, sadece yeni
bir teknoloji değil, aynı zamanda yeni bir
yaşam ortamı getirecek. Bu teknolojiyle
birlikte en az 10 kat daha hızlı internet
bağlantısına sahip olacağız. Ülke olarak,
Dijital Dönüşüm’ün parçası olmalıyız. Aksi
durumda, teknoloji transferi yapmaktan
öteye geçemeyiz. Dijital Dönüşüm’ün
dışında kalmak bizi yaşamın dışında bırakacak. Dijitalleşmenin etkin bir biçimde
hayata geçeceği yeni bir çağa giriyoruz.
Bu yeni dönemde biz de bilgi ve iletişim
sektöründe yerli ürün ve hizmetlerimizle
daha fazla söz sahibi olmayı hedefliyoruz.
Birlikte hayal ediyoruz, bu hayalleri birlikte
gerçekleştireceğiz.
İş dünyasında dijitalleşmenin etkileri
konuşuldu
Vodafone Dijital Dönüşüm Zirvesi, bu yıl
da Türk iş dünyasının liderlerini bir araya
getirdi. Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Engin Aksoy’un yönettiği
Türk İş Dünyası Paneli’ne, GE Türkiye
Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü
Canan M. Özsoy, Akbank Genel Müdürü
Hakan Binbaşgil, Sütaş Yönetim Kurulu
Başkanı Muharrem Yılmaz ve Hürriyet
Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan
Sabancı katıldı. Dijitalleşmenin enerji,
bankacılık, sanayi ve medya alanlarındaki
etkilerinin ele alındığı panelde, şirketlerin
dijitalleşme stratejileri paylaşılarak, Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal kalkınması
için dijitalleşmenin her alanda teşvik edilmesi gerektiğine dikkat çekildi.
Sorrell: Ezberbozan şirketler çekim merkezi olacak
Zirvenin öğleden önceki bölümünde, Dijital
Dönüşüm’ün öncü isimlerinden WPP’nin
Kurucusu ve CEO’su Sir Martin Sorrell
de söz aldı. Pazarlama ve iletişim gurusu
Sorrell, “Pazarlama Dijitalleşti” başlıklı
sunumunda, hızla dijitalleşen pazarlama
dünyasında iletişimin yeni kodlarına dikkat
çekerek, şunları söyledi:
“Her şeyi farklılaştırmaya çalıştığımız
bir dönemdeyiz. Ürüne talep, üretimden
düşük; yeteneğe talep, mevcut yetenekten fazla. Bu yeni dönemde ezberbozucu
olmak gerekiyor. Bunu gerçekleştiren
şirketler, yeni yeteneğin çekim merkezini
oluşturuyor. Örneğin, bugün artık e-perakendeden bahsediyoruz. İlk kez üretici,
müşterileri ile doğrudan bağ kurabiliyor. Bu, farklı bir üretici-müşteri ilişkisi
demek. Küçük mağazalar ile müşterinin
yaşadığı yere yakın olmayı veya elektronik alışveriş ile ürünlere ulaşmayı tercih
ediyoruz. Mobil, artık bir araç değil; farklı
bir yaşam biçimini ifade ediyor. Bununla
birlikte, mobilin artış hızına uygun hızda
pazarlama ve reklam faaliyeti görmüyoruz.
Dolayısıyla, burada büyük bir fırsat yatıyor.”
trafik kazalarını azaltmak ve hayat kurtarmak için geliştirdiği sürücüsüz aracın
yaratıcısı Sebastian Thrun ise “İnovasyon
ve Google X” konulu sunumunda dijital
otomobillerin kullanılacağı yeni gelecek
hakkında bilgi verdi.
Vodafone Türkiye hakkında
Gelirler bakımından dünyanın en büyük
uluslararası mobil iletişim şirketlerinden
biri olan Vodafone Grubu’nun bünyesinde
yer alan Vodafone Türkiye, 31 Aralık 2015
itibariyle hizmet sunduğu 21,9 milyon abonesiyle Türkiye’nin ikinci büyük mobil iletişim şirketidir. Türkiye’nin ikinci en büyük
uluslararası doğrudan yatırımı olan Vodafone Türkiye’nin bugüne kadar toplam yatırımları 17 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2010’da
Borusan Telekom’u bünyesine katan Vodafone Türkiye, 2011’de de Türkiye’nin en
büyük alternatif telekom operatörlerinden
Koç.net’i bünyesine dâhil etmiştir. Türkiye’nin Dijital Dönüşümüne liderlik etme
vizyonu doğrultusunda bireylere ve kurumlara mobil ses, sabit ses, mobil internet,
ADSL ve fiber hizmetleri sunan Vodafone
Türkiye, yaklaşık 3.300’ü aşkın çalışan kadrosu, 1.200’ü aşkın perakende mağazası ve
ekosisteminde bulunan 43.000 paydaşı ile
faaliyet göstermektedir.
Türkiye pazarının büyümeye devam ettiğini belirten Sorrell, “Türkiye; Endonezya,
Filipinler, Vietnam, Kolombiya, Arjantin gibi
büyüyen ülkeler içinde önemli bir konumda.
Türkiye’de işinizi iki katına büyütme olasılığınız hep var” dedi.
Zirvenin sabahki bölümünde, Huawei
Kurumsal Çözümler Orta Asya ve Kafkasya
Bölge Başkanı Zou Siyi ve Google Eski
Başkan Yardımcısı ve Google X Kurucusu
Sebastian Thrun da birer konuşma yaptı.
Siyi, dünyanın en büyük cihaz üreticilerinden Huawei’nin kurumsal çözümlerini ve
dijitalleşme vizyonunu anlatırken, Google’ın
Nisan-Haziran 2016
47
HABER
IMPERIAL TOBACCO TÜRKİYE
Çırağan Sarayı’nda İş Ortaklarına
“Hadi Bakkalım” Dedi.
Bakkallar “Hadi Bakkalım” dedi, proje hayata geçti. Imperial Tobacco Türkiye, iş
ortaklarıyla ilişkilerini geliştirmeye yönelik yenilikçi müşteri sadakat programını mobil
bir uygulama ile hayata geçirdi.
İstanbul Çırağan Sarayı’nda 3 Şubat’ta gerçekleşen gecede Imperial Tobacco Türkiye ekibi geleneksel kanaldaki bayileriyle buluştu.
Imperial Tobacco Türkiye Genel Müdürü Fredrik Stahle’nin Imperial Tobacco Türkiye’nin yeni dönem hedeflerini 150 seçkin bayiye
anlattığı gecede ilgi odağı ilk kez lanse edilen “Hadi Bakkalım”
isimli, sektöründe öncü sadakat programı oldu. “Hadi Bakkalım”
bayi sadakat programını beğeniyle karşılayan bayiler boğazın ve
güzel müziğin keyfini sürme ve birbirleriyle kaynaşma imkanı
buldu.
48
Nisan-Haziran 2016
Imperial Tobacco Türkiye’nin bakkal, bayi ve marketlere dönük
“Hadi Bakkalım” mobil uygulaması 1 Şubat 2016 tarihi itibariyle
AppStore ve Google Play üzerinden indirilmeye başlandı. Son
kullanıcıyı hedeflemeyen, kapalı devre ve iş ortaklarıyla ilişkileri
sağlamlaştıran “Hadi Bakkalım” isimli bu sadakat programı, tüm
işlemlerin mobil üzerinden yönetilebilmesi ile diğer bağlılık programlarından farklılaşıyor. İlk etapta Ankara, İzmir ve İstanbul’da
seçkin 10.000 bayiye ulaşan program, bir yandan bayilerine uzun
vadeli birçok profesyonel fayda sunarak iş hayatlarında onları
desteklerken, diğer yandan da “her gün bir sürpriz hediye” mottosuyla bayilerini mutlu etmeyi hedefliyor.
MAKALE
11 Adımda Marka Yaratma Süreci
Markalaşmak Nedir?
11 adımda markalaşma sürecine geçmeden önce “marka” kelimesinin tanımını
yapmak yerinde olacak sanırım.
Marka; kısaca bir mal (ürün) veya hizmetin
kimliğidir diyebiliriz. Bir malı rakiplerinden yani diğerlerinden ayırırken, malın
faydalarını ve kalitesini sembolize edebilmekte ve kullanıcılar tarafından hatırlanabilmesine olanak sağlamaktadır. Yani
“marka”; bir mal, ürün ya da hizmeti farklı
olarak tanımlayan isim, terim, sembol veya
resimlerdir diyebiliriz.
“Peki nasıl marka olunur?” sorunun cevabı
için arama motorlarında bir araştırma yapsanız yüzlerce literatürle karşılaşırsınız,
tıpkı benim gibi.
Siz henüz yapmadıysanız biz yaptığımız
araştırmanın sonuçlarını kendi bilgi birikimimiz, vizyon ve misyonumuzla sizin için
harmanladık ve kısaca Marka Yaratma
Süreci’ni anlattık.
50
Nisan-Haziran 2016
11 Adımda Marka Yaratma
Süreci
1. Şirket Kuralı
Bize göre marka olma yolunda dikkat edilmesi gereken en önemli adımlardan biri
şirket kuralıdır.
Marka markadır, şirket ise şirket. Aralarında çok ince bir çizgi vardır o da “marka
isimlerinin” şirket isimlerinden önce gelmesi kuralıdır.
2. Daralma Kuralı
Marka yaratırken yayılımcı politika yerine
daralma kuralını benimsemelisiniz. Yani;
ilgili sektörde belli bir kategoriye hükmederseniz bu sizi yayılımcı politikaya kıyasla
%85 daha güçlü kılar. Her şeyi üreten ve
satan bir markanın hiçbir bir ürüne tam
olarak odaklanması beklenemez, bu
sebeple de ürünlerin kalitesi tartışılır. Bunu
gerçekleştirebilmek için marka hedefinizi
küçültmelisiniz.
3. Tanıtım Kuralı
Bir markanın yaratılışı, doğuşu ancak onun
“tanıtımı” ile mümkündür sanıldığı gibi
“reklamı” ile değil.
Pepsi, Coca-Cola Burger King gibi büyük
markaları korumak için oldukça yüksek
reklam bütçeleri ve kampanyalara ihtiyaç duyulduğu ve bunun gerçekleştirildiği
ortadayken nasıl olurda reklam değil diyorsunuz?? dediğinizi duyar gibiyim. Ancak
sözünü ettiğimiz şirketler marka olma
sürecini tamamlamış, koruma yolunda
ilerlemekteler.
Yeni bir markanın reklamdan çok tanıtıma
yani sizin ne dediğinizden çok başkalarının
markanız hakkında ne dediğine duyarlılığı
vardır ve bu reklamdan çok daha fazla etkili
bir yoldur.
4. Reklam Kuralı
Artık bir marka yarattınız ve o markanın
yaşayabilmesi, kendini savunabilmesi yani
sürekliliği için reklama ihtiyacı vardır. Rek-
MAKALE
lam bütçenizle hiçbir yatırım yapamazsınız,
aklınızda öyle bir şey varsa şimdiden unutun çünkü o bütçenin dokunulmazlığı tıpkı
bir ülkenin savunma bütçesi gibi olmalıdır.
Farklı davranmanız halinde pazar payınızı
rakiplerinize altın tepside sunmuş olursunuz…
5. Kelime Kuralı
Marka dediğimiz şey, tüketicinin zihninde
mutlaka bir kelimeye karşılık gelmelidir.
Bir kez marka olarak bir kelimeye sahip
olursanız, rakiplerinizin o kelimeyi markanızdan alması neredeyse imkansızdır.
İnşaat sektöründe güçlü bir yere sahip
olan Ağaoğlu projelerinden daha iyi yaşam
alanlarına imzanızı atabilirsiniz fakat tüketicinin zihnindeki “yaşam mimarı” kelimesine sahip olabilir misiniz? Muhtemelen
hayır. Peki Volvo’dan daha güvenli bir araba
üretmek?
Elbette yapılabilir ama bu yeni markanın,
yine tüketici zihnindeki “güvenli” kelimesine sahip olamayacağını bilirsiniz.
6. Kalite Kuralı
Kalite marka olma yolunda tanıtımlarınız, referanslarınız ve devamlılığınız için
olmazsa olmazdır. Ancak tek başına yeterli
değildir.
7. Kategori Kuralı
İyi bir marka sahip olduğu kategoriyi geliştirmeye çalışmalı, markayı değil. Biraz
açacak olursak; markasının arkasına
börek ismini konumlandıran markalar,
börek satışına ek olarak şerbetli tatlılar,
sütlü tatlılar, pasta, kurabiye, poğaça, zeytinyağlılar, çay ürünleri, mantı ve makarna
satmalı mıdır sizce? Satabilir elbette ancak
iyi bir markanın gücü, hedef daraltmakta
saklıdır. Unutmayın madde 2 Daralma
Kuralı!!!
8.Jenerik Kuralı
Bu kurala değinmeden önce “Jenerik
Marka” kavramını tanımlamak istiyorum;
jenerik marka dediğimiz şey belirli bir ürün
ile özdeşleşen ve özdeşleştiği bu ürün grubuna adını veren markadır. Örnek verecek
olursak jilet, selpak, neskafe, cif, sana,
orkid, aygaz vb…
Bir markayı başarısızlığa götüren en kestirme yollardan biri ona jenerik isim vermektir.
mümkün, mesela Arçelik yurt dışında
telaffuz edilemediği ve argo bir anlam taşıdığı için Beko markası oluşturuldu.
10. Genişleme Kuralı (İsim Erozyonu)
Yani firmanın ismini, birden fazla üründe
Yukardaki markalara bakıldığında hepsinin kendi sektöründe lider markalar
olduğunu söyleyebiliriz ve bu durumun ilk
bakıldığında marka sahibi veya yöneticisi
açısından varılabilecek son noktayı ifade
ettiğini söylemek de mümkün. Düşünsenize bir marka yaratıyorsunuz ve o marka
sektördeki ürün grubuna ismini veriyor.
Zaten bir marka için amaç, bilinirliğini üst
seviyelere çıkarmak değil midir? Peki ya
işletme yönetimi ve satış hedefleri sonuçları açısından durum böyle midir?
Markete girip selpak istediğinizde size verilen kâğıt mendil her zaman selpak markalı
olmuyor ve siz de aslında selpak markasını
talep ettiğiniz için selpak istemiyorsunuz,
isteğiniz kağıt mendilken onu selpak olarak
istiyorsunuz. İşte işletmeler jenerik marka
olduktan sonra bunun önüne geçebilmek
için markanın hatırlatılmasına yönelik reklam çalışmaları yapıyorlar. Marka bilinirliğini artırmak için değil. Buradaki amaç
sizin gerçekten kâğıt mendil istediğinizde
Selpak istemeniz ve başka marka size
sunulduğunda red etmenizdir.
kullanıp marka imajını sarsması durumu.
Markanızı birden fazla ürüne vermeniz
halinde, o ürünlerden birinde problem
yaşanması durumunda zedelenen imaj
sadece o ürün serisi ile ilgili değil, firmanızın tamamına etki ediyor. Bu sebeple marka
uzmanlarının önerisi çıkaracağınız yeni
ürün için firmanın alt markalar oluşturması oluyor.
11. Amblem ve Logo
Amblem; markanın sadece işaretle dizayn
edilmiş, sembolleştirilmiş haliyken logo
ise; isim olarak yazılmış, dizayn edilmiş
halidir. İsimlerin markalaştırılmasında
önemli bir yer tutmaktadır. Amblemsiz
ve logosuz “isim”, “marka” demek değildir . Birçok firma vardır isimleri herkes
tarafından bilinir, ancak bir türlü marka
olamazlar. Özetle markayı bir bireye benzetirsek, logo kişinin imzasına denktir. Artık
ne büyük bir öneme haiz olduğunu varın
siz düşünün…
9. İsim Kuralı
Lider bir marka uzun vadede aslında
isimden başka bir şey değildir. Bir markanın farklılaşma serüvenindeki en önemli
pazarlama kanalı ismidir. Güçlü bir markanın ismi kısa ve öz olmalı, başka markalarının isimleri ile karıştırılmamalı, çağrışım
yapmamalı, hem göze hem de kulağa hitap
eder özelliklere sahip olmalıdır. Global
düşünülmeli, vermek istediğiniz mesajı
taşımalı ve telaffuzu kolay olmalı.
Örneğin, Reebok piyasaya bayanlara yönelik ‘incubus’ isimli bir ayakkabı çıkarmıştı.
Bu ürün tepki gördü. Nedeni ise ıncubus
kelimesinin mitolojide, geceleri uyuyan
kadınlarla cinsel ilişkiye giren bir ruhun
adı olmasıydı ve Reebok bu ürünü piyasadan çekerek özür dilemek zorunda kaldı!
İsim konusunda da örnekleri çoğaltmak
Nisan-Haziran 2016
51
MAKALE
Marka Yönetmenin İlkeleri
Markalar, ürünlerin tek başlarına yapamadıklarını yaparlar: Rekabetten farklılaşarak
arzu ve sadakat yaratırlar. Ama bir ürüne
veya hizmete tüketicilerin arzu duymasını
sağlamak, sadece reklamla başarılacak
bir iş değil. Bir marka ne kadar reklam
yaparsa yapsın “müşterinin sevgilisi” olmayabilir. Sevgi ve hayranlık satın alınamaz.
İnsanlar sadece “ihtiyaç” duydukları değil,
kendilerine yakın buldukları markaları
seçerler. Bir kere bir markayı kendilerine
yakın buldukları zaman marka onların
gözünde bambaşka bir yere ulaşır; rakiplerinden farklılaşır, ayrı bir “anlama” kavuşur.
Bir marka, çok sayıda insanın gözünde bu
seviyeye ulaştığı zaman gerçek anlamda
marka olur. Fakat bu seviyeye ulaşmak
için markanın birçok doğruyu aynı anda
yapması gerekir:
1) ÇOK TANINMAKLA MARKA OLUNMAZ
Tüketicilerin zihinlerinde ilk akla gelen
marka olmak elbette çok önemlidir ama
markanın bilinirliği kadar o markanın nasıl
bilindiği, insanlarda nasıl bir etki yarattığı
52
Ocak-Mart 2016
ve onların hayatlarına nasıl bir anlam kattığı da önemlidir.
Marka yönetimi, bilinirlik (şöhret) sağlamaktan öte, insanların duygu ve düşüncelerini harekete geçirip onların hayatlarında
özel bir yer edinme işidir.
2) MARKA, SAHIP OLDUĞU DEĞERLERI KEŞFETMEDEN BÜYÜRSE MARKA
OLAMAZ
Markaların en sık yaptığı yanlışlardan biri,
markanın değerlerini oluşturmadan büyümektir. Büyüme, markanın derinliğini değil
de genişliğini artırdığından, ortaya güçlü
ve köklü bir marka yerine adından çok söz
ettiren bir büyüklük çıkar. Böyle markalar
insanların hayatına değmeyi başarsalar
bile kalıcı olamazlar. Marka olmak sadece
satış rakamlarıyla, metrekarelerle, adetlerle ölçülmez. Marka olmak için, müşterilerin hayatlarına bir anlam katmak ve
onlara ilham vermek gerekir.
Bu nedenle her marka, sahip olduğu
değerleri keşfetmek zorundadır. Özellikle
hızlı büyümüş markaların önce kendi içle-
rine dönüp, elde ettikleri başarıyı hangi
tutum ve davranışlarına borçlu olduklarını
belirlemeleri sonra da bu değerleri markanın müşterilerine değdiği her noktaya
yansıtmaları gerekir. Marka yönetmek, bu
değerleri hayata geçirmek demektir.
3) MARKANIN İSMINE KARAR VERMEK,
SANILDIĞINDAN DAHA ÖNEMLI BIR
KARARDIR
Bir şirket işini büyütmek için mevcut
pazarda yeni ürünler çıkartabilir ya da
bambaşka pazarlara girebilir. Bundan daha
doğal bir hak yoktur. Böyle durumlarda
şirketler, yeni girişimlerine genelde mevcut
marka ismini koymayı tercih ederler. Ne
var ki iş dünyasında sık yaşanan bu durum,
çoğu zaman pek de iyi sonuçlar doğurmaz.
İster mevcut markayla aynı kategoride (line
extension) isterse bambaşka bir kategoride
(brand extension) olsun, uzun vadedeki
etkileri düşünülmeden verilen “marka
ismi” kararları, mevcut markaya gereksiz bir yük yükler. Yeni girilen işte, mevcut
marka isminin kullanılması tanıtım maliyetinden büyük tasarruf sağlar ama çoğu
MAKALE
zaman bu durum markaya büyük zarar
verir. Müşterilerin zihninde marka algısı
karışmaya başlar. Şirket tasarruf yaparak
bugün “kaşıkla aldığını” yarın “kepçeyle
kaybetme” riskini üstlenir.
Tek bir marka ismini birçok ürün kategorisinde kullanan ve bunda başarılı olan markaları iyi incelemek gerekir. Bu markaların
hepsi, bir felsefeyi, bir dünya görüşünü, bir
hayat tarzını sahiplendikleri için başarılı
olmuş markalardır. Farklı kategorilerde
aynı marka adı altında tüketicilerin satın
aldığı şey, markanın vaat ettiği “hayat felsefesi ve hayat tarzıdır.”
4) ÇOK SATMAKLA MARKA OLUNMAZ
Marka, tüketicilerle duygusal ve deneyimsel bağlar kurarak yaratılır. Marka olmak
demek sadece satmakla ilgili bir faaliyet değildir. Aksine marka olmak, bütün
değer ortaklarıyla anlamlı ilişkiler kurmak demektir. Bütün paydaşlarıyla içten
ilişkiler kuran markalar ticari birer ürün
olmanın ötesine geçme başarısını göstermiş markalardır.
5) MARKA YÖNETMEK IÇIN KILI KIRK
YARMAK GEREKIR
Marka müşterileri (ve bütün değer ortaklarıyla) buluştuğu her noktada “kılı kırk
yarmak” zorundadır. Marka yönetiminde
hiçbir şey “gereksiz ayrıntı” değildir. Kendine has farklılıkları olan, sadakat yaratan,
müşterileriyle aynı dalga boyunu yakalayan markalar, yaptıkları işin her ayrıntısına
özen gösteren markalardır.
Bir markanın tüketicilere “değdiği noktalarda” (consumer touch points) yarattığı duygu ve deneyim, markanın nasıl bir
marka olduğunu anlatır. Bu değme noktalarının her birinin farklı bir dili vardır. Bu
noktalarda yaşanan deneyimlerin toplamı,
müşteriler nezdinde markanın hayat hikayesini yani biyografisini oluşturur.
Bizim marka algısı dediğimiz soyut varlık
da zaten bu deneyimlerin ve hikayelerin
toplamıdır.
Sizin Markanızın Hikayesi
Ne?
6) TOPLUM, MARKALARIN SORUMLU
DAVRANMASINI ISTER
Markalar, tıpkı insanlar gibi, karakter
bütünlüğüne sahip oldukları zaman ve
üstlendikleri görevin sorumluluğunu taşıdıkları ölçüde insanların dünyasında kalıcı
bir yer edinebilirler. Markalar, Stephen
Covey’nin “karakter etiği” diye tanımladığı dürüstlük, ilkelere bağlılık, doğruyu
yapma ve doğruyu savunma cesaretine
sahip olmalıdır. Markaların kendilerine
yapacakları en iyi yatırım, karakter sahibi
olmak için gösterecekleri çabadır.
7) MARKALAR SÜRDÜRÜLEBILIR YÖNTEMLERİ BENIMSEMEK ZORUNDADIR
Marka oluşturmak demek, şirketin bugün
sahip olduğu kaynakları yarın insanların
tercih edecekleri, güven duyacakları, takdir edecekleri bir isim olma uğruna harcamak demektir. Markalaşmanın felsefesi
yarına yatırım yapmaktır.
Dolayısıyla marka yönetmek kısa vadeli
çözümler yerine sürdürülebilir olanı seçmek demektir. Yarın için çalışmak sadece
ve sadece sürdürülebilirliği bir ilke olarak
benimsemekle mümkündür.
8) MARKA OLMAK DEMEK, INSAN ODAKLI
OLMAK DEMEKTIR
Geleceğin markaları, en teknolojik olanlar arasından değil, insana en çok değer
verenler arasından çıkacaktır. Sadelikteki
işlevselliği, zarafeti ve bilgeliği tüketicilerin
hayatlarına sokan markalar geleceğin de
markaları olacaklar. Unutmamak gerekir ki bütün markalar insanların yapmak
istedikleri veya olmak istedikleri bir şeye
hizmet ederler. Markaların varlık nedenleri
budur. Markalar insanlara fayda sağlamak
için vardır.
İyi anlatılan bir öyküden etkilenmeyecek
insan yok. Öyküler insanların mantık
dirençlerinin, ego duvarlarının “etrafından
dolaştığı” için, onların en katı, en kalıplaşmış düşüncelerini bile değiştirebilir. Etkili
liderlerin hepsi öykü anlatmada ustadırlar.
Öykülerin en kalıplaşmış düşünceleri, en
katı inançları yıkma, insanları dönüştürme
gücü de buradan gelir. Öyküler, dinleyicilerin egolarını zorlamadan, onların kendi
korkuları ve kaygılarıyla yüzleşmelerine
imkan verir. Howard Gardner, “Liderliğin
dili hikâye dilidir. Liderlerin anlattıkları
hikâyelerle insanlar, kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini sorgular, kendi
anlam dünyalarında liderin görüşüne yer
açarlar. Öyküler, liderin cephaneliğindeki
en etkili silahtır.” der.
Siyasetten pazarlamaya, eğitimden şirket
yönetmeye kadar her yerde etkili liderler,
vizyon oluşturmak, değerlerini aktarmak,
insanları motive etmek, onlara ilham vermek için öykü anlatırlar. İnsanları etkilemenin ve harekete geçirmenin en kısa yolu,
öykü anlatmaktır. Bugün nörologların ve
sosyal bilimcilerin de söylediği gibi, daha
fazla bilgi daha iyi karar almamızı sağlamıyor. Daha iyi karar alabilmek için, bilgi
yığınlarına değil, bilgilerin arasına gizlenmiş bilgeliğe ihtiyacımız var. İhtiyacımız
Nisan-Haziran 2016
53
MAKALE
olan bilgelik ise öykülerde gizli.
Sadece insanlar değil markalar da öykü
anlatır. İçerik Pazarlamasının (Content
Marketing) öncü isimlerinden Ann Handley, “Marka yönetiminde başarı, gerçek
hikâyelerin iyi anlatılmasına bağlıdır.” der.
Markalar sahiplendikleri kavramlarla
(brand concept), sergiledikleri duruşla,
yaptıkları iletişim kampanyalarıyla, aslında
hem tüketicilerine hem de iş ortaklarına
bir öykü anlatırlar. Başarılı markalar, kendi
özgün hikayelerini iyi anlatan markalardır.
Sosyal mecraların hayatımıza girmesinden önce markalar hikayelerini, televizyon,
gazete, sinema, vitrin tasarımı ve mağaza
içi uygulamalarıyla anlatıyorlardı. Bugünün tüketicisi, markanın sosyal mecrada
oluşturduğu platformda, kendi öyküsünü
paylaşmak istiyor. Öyküler sayesinde müşteriler markaya dokunuyor, markayı sahipleniyorlar.
Frank Rose’un altını çizdiği gibi, anlatılan
hikâyenin seyirci tarafından sahiplenilmesi;
seyircinin hikâyeyi kişiselleştirmesi hatta
öykünün içinden “kolajlar yaparak” (remix)
yeni öyküler yaratması, etkileşimin çapını
ve kapsamını genişletti. Bugün tüketiciler,
markanın öykülerinden esinlenerek “kendi
hikâyelerini” oluşturmaktan zevk alıyorlar.
Anadolu, sözlü edebiyat ve öykü anlatıcılığı
konusunda önemli bir coğrafyadır. Dede
Korkut hikâyeleri, Nasreddin Hoca fıkraları, Keloğlan’ın serüvenleri, bizim ortak
bilinçaltımızı oluşturur. Anadolu coğrafya-
54
Nisan-Haziran 2016
sının bilgeliği bu öykülerden gelir. Bu coğrafyada öykü anlatıcıları, “Mana ülkesinin
valileri” olmuşlardır.
ler daha umut dolu olur; aşılması gereken
bir zorluk varsa öyküye cesaretlendirici
öğeler eklerlerdi. Homeros’tan günümüze halk ozanları Anadolu coğrafyasında dolaşmış, yaşananlara
tanıklık etmiş, duyduklarını hafızalarına
alıp gittikleri yerlerde bunları günlerce
dillendirmişlerdir. Edebiyatçı Mehmet
Uzun’un tarifiyle halk ozanları, “Genelde
okuma yazma bilmeyen, sözlü kültürün
değerleriyle yetişmiş; yaşadığı toplumu,
geleneklerini, çelişkilerini iyi bilen, güçlü
bir belleğe sahip, hem sözü hem sesi ustalık ve zerafetle kullanan insanlardı.”
Öykücüler gün boyu insanları gözlediği
için, akşam anlattıkları öykülerde hayatın içinden, herkesin derdi olan konulara
değinme imkanı bulurlardı. Öykü anlatıcıları, halkın inanç ve geleneklerine ters
düşecek konuları işlemezlerdi. Neye nasıl
vurgu yapacaklarını, nasıl davranacaklarını
iyi bilir; anlatılarını kendileri de yaşar, çevresindekilerin dikkatlerini diri tutmasını
bilir; hem akla hem kalbe hitap ederlerdi. Öykücülerin anlattıkları hikâyeleri dinleyen herkes, hikâyenin bir bölümünde
kendisinden bahsedildiğini anlardı. Bu da
herkesin pür dikkat kesilmesini sağlardı.
Böylece hem dinleyicilerle öykü anlatıcılar
yakınlaşır hem de dinleyenler birbirleriyle
yakınlışırlardı. Bu öykücüler, aşiret kavgalarını, doğal afetleri, toplumsal acıları ve yaşanan aşkları
öykülerine konu ederlerdi. Öykülerini anlatırken söz sanatının bütün imkanlarını kullanırlardı. Öyküyü yaşayarak anlatırlardı.
Öykü anlatıcıların başarısı, gittikleri köyde
ne kadar uzun süre misafir edildikleriyle
ölçülürdü. Akşam olup da günlük işler
sona erdiğinde, insanlar bu halk ozanlarının etrafında toplanırlardı. Onnlar da her
gece öykünün bir kısmını anlatır, devamını
ertesi geceye bırakırlardı. Öyküleri ne
kadar ilgi çekerse öykü anlatıcılar o kadar
uzun süre misafir edilirlerdi.
Öykü anlatıcıları aslında önceden yazılmış bir öyküyü anlatmazlardı. Geçtikleri
coğrafyalarda duydukları öyküleri birleştirerek, insanların duygu ve düş dünyasına
karşılık gelecek yeni öyküleri, doğaçlama
olarak dinleyicilerinin ruh durumuna ve o
geceki ihtiyaçlarına göre anlatırlardı. Örneğin ortalık çok kasvetli ve stresliyse öykü-
Markaların ve liderlerin bu kadim gelenekten öğrenecekleri çok şey var.
Bütün markaların içinde anlatılmayı bekleyen hikâyeler var. Her marka varoluş
amacıyla, kuruluş hikayesiyle, kurucuların
aştıkları engellerle, kaybedip kazandıklarıyla bize ilham vercek öykülere sahiptir.
Fakat ne var ki çok değerli hikâyelere
sahip olmak yetmiyor. Bu hikayeler ancak
iyi anlatıldıkları zaman değer buluyorlar. Bugünün liderlerinin görevi, belki de
bugüne kadar önemsenmedikleri için şirketin karanlıklarında kalmış öyküleri bulup
gün ışığına çıkarmak; onları tozlarından
arındırıp parlatarak şirketin iletişim dilinin
MAKALE
içine sokmaktır.
Markaların iyi birer öykü anlatıcısı olmaları
gerekiyor.
Marka olmanın önündeki
üç büyük engel
Bugünün dünyasında, ellerindeki akıllı
telefonlalar ve tabletlerle meşgul olmaktan, değil televizyon izlemek, arkadaş sohbetinde ya da iş toplantısında bile konuşulanları dinleyemez olmuş, dikkat fakiri
insanların ilgisini çekmek, onların zihnine
markanın ismini ve vaadini sokmak, markaların aşması gereken en önemli engeldir.
İnsanlar her gün, yüzlerce ürün ve hizmetin reklamını görürler fakat bunların yüzde
doksanından fazlasını hiç fark etmezler. Bir
markanın bu kalabalığı yarıp, kendi ismini
hedef kitlenin zihnine sokması için hem
yeteri kadar yoğun bir iletişim yatırımı yapması hem de çok net bir mesajı gerçekten
yaratıcı bir şekilde vermesi gerekir. Belirli
bir bütçenin altında reklam yapan markalar, tüketicinin dikkatini çekemezler. Belirli
bir eşiğin altında iletişim bütçesi harcamak
parayı çöpe atmak demektir. Ayrıca, Ries ve
Trout’un bundan kırk yıl önce söyledikleri
gibi, markaların tek bir anlamı, mümkünse
tek bir sözcüğü sahiplenmek üzere iletişim
yapması gerekir. Birden fazla mesaj veren
marka, parasını ve emeğini boşa harcar.
Her marka, bir vaattir Markaların aşması gereken ikinci engel
tutarsızlık engelidir. Her marka, bir vaat,
bir sözdür. Şirketin bütün departmanlarının, bütün çalışanlarının bu vaadin arkasında durması gerekir. Bir marka, insanlarla birçok noktada buluşur: Markanın
ürünlerinin satıldığı satış noktaları, reklamları, marka sözcülerinin demeçleri,
çağrı merkezi, satış sonrası hizmetleri,
web sitesi, markanın araçları… Bunların
hepsi markanın insanlarla buluşma noktalarıdır. Bu noktaların hepsinde markanın
aynı anlamı içeren mesajlar vermesi, aynı
tonda konuşması, aynı “telden çalması”
gerekir. Markayı temsil eden her çalışanın, markanın vaadini aynı tutarlılıkta dile
getirmesi gerekir.
Bir markanın vaadini oluşturmak ve marka
konumlandırması yapmak elbette çok
önemli bir iştir ama bunu yapmakla marka
olunmaz. Markanın her gün her değme
noktasında kendi vaadinin arkasında durması, mesajlarını tutarlı bir şekilde ilet-
mesi gerekir. Tüketicilerle, müşterilerle,
dağıtıcılarla ilişkiye geçen her çalışanın
davranışı; markanın tüm mecralarda verdiği mesajlar, satış noktalarında ürünlerin
nasıl sergilendiği, marka hakkında insanların ne konuştukları… Hepsi insanların
zihninde markayla ilgili izler bırakır. Bu
izlerin toplamı zamanla adına marka dedi-
ğimiz elle tutulmaz varlığı oluşturur. Eğer
markanın verdiği mesajlar ve çalışanların,
yöneticilerin, marka sözcülerinin davranışları tutarlı olmazsa insanların zihninde
marka yerine dağınık izler oluşur. Marka
yaratmak demek, bir fikrin, bir anlamın,
nakış işler gibi planlı bir şekilde insanların
zihnine işlenmesi demektir.
Marka, şirketin bir fikri, bir hayali olarak
doğar ama insanlara değdiği noktalarda
tutarlı davrandığı ve vaadini tuttuğu ölçüde
marka olur. Aksi taktirde bir niyetten öteye
geçemez. Marka sadece reklam ve iletişimle değil, her değme noktasında tüketicisine, müşterisine yaşattığı deneyim ve
onlarda bıraktığı izlenimle marka olur.
Marka dediğimiz soyut varlık, bu değme
noktalarında insanların yaşadıkları deneyimlerden zihinlerinde kalan izlerin toplamıdır.
Kullanıcılarının, tüketicilerinin, müşterilerinin zihninde tutarlı imgeler oluşturmayı
başaramayan şirketler marka yaratamazlar.
Kısa vadeli planlar Marka olmanın önündeki üçüncü engel
kısa döneme odaklı olmaktır. Marka bir
yatırımdır. Her yatırım gibi, gelecekte
kazanmak için bugün harcamayı gerektirir. Her yatırımın kendine özgü koşullardan
kaynaklanan bir geri dönüş hızı vardır. Eğer
şirket doğru bir alanda, doğru bir marka
yatırımı yaparsa, yaptığı harcamayı mutlaka geri kazanır ama bunun kaç senede
gerçekleşeceğini kesin olarak hesap etmek
mümkün değildir.
Marka yolculuğuna çıkan bir şirketin uzun
vadeli bir plan yapması ve ekonomik koşullar ne kadar değişirse değişsin, piyasada
talep ne kadar oynaklık gösterirse göstersin, yaptığı plana sadık kalarak yoluna
devam etme kararlılığı göstermesi gerekir.
Uzun vadeli düşünememek markalaşmanın önünde en önemli engellerden biridir. Markalaşma, finansal gücün yanı sıra
belki de bundan daha önemli olan, uzun
dönemde kazanmayı kısa dönemde kazanmaya tercih eden bir zihin yapısı gerektirir.
Parasal kaynağı olsa bile, birçok şirketin
marka yaratamamasının sebebi, bakış
açılarının kısa dönemli olmasıdır. Türkiye
gibi kültürlerde girişimcilerin çoğu, kısa
dönemli bir anlayışa sahip oldukları için,
marka yaratma gibi uzun dönemli bir yatırıma sabır gösteremezler.
Bugün büyük marka yaratmış bütün şirketler, ekonomik krizler ve savaşlar gibi
olağanüstü dönemlerde dahi markalarına
olan “imanlarından” vazgeçmeden yollarına devam etme basiretini göstermiş şirketlerdir.
Bugün yapacağı yatırımı birkaç yıl içinde
geri almak isteyen bir girişimcinin marka
yaratma yolculuğuna hiç çıkmaması
gerekir. Kendi zihniyetine daha uygun kısa
dönemli işlere yatırım yapması daha doğru
olur.
Bir markanın değeri -tanımı gereği- gelecekte kazandıracağı gelirlerin bugünkü
değeridir. Dolayısıyla bir markanın değerinin büyük bölümü -her zaman- geleceğe aittir. Bu nedenle, marka her zaman,
bugüne değil geleceğe ait bir kavramdır.
Markalaşmak bütün sektörlerde, her
zaman “bugünkü satış performansı” ile
“uzun vadede marka değeri” arasında bir
değiş tokuşun (trade-off) konusu olur. Şirketin kısa dönemli harcamalarını finanse
etmek için gelire ihtiyacı vardır ve bunu
mutlaka gerçekleştirmesi gerekir ama
diğer taraftan da uzun vadedeki çıkarlarını düşünerek markasına da yatırım yapması gerekir. Kısa dönemde yeterli gelir
elde etmeden hayatta kalmak mümkün
değildir ama geleceğe yatırım yapmadan
da marka yaratmak mümkün değildir. Şirketlerin marka yaratmak için bu çelişkiyi
yönetecek sistemler kurması gerekir. Bu
sistemleri kuran şirketler başarılı olur.
Markalaşmak için bir şirketin kalabalıktan
sıyrılıp tutarlı olması ve uzun dönemli bir
bakış açısıyla davranması gerekir. Bunlar,
söylemesi kolay yapması zor işlerdir. Ama
bir marka yaratmak hele güçlü bir marka
yaratmak geri dönüşü en kârlı yatırımdır.
Nisan-Haziran 2016
55
MAKALE
TARAFTARINIZ VARSA MARKANIZ
GARANTİDE
Futbol taraftarı, takımının renkleri ve amblemiyle kendini bütünleştiren, bunları bir
kimlik olarak sahiplenen insandır. Koyu
bir taraftar için takımı, hayatın anlam kaynaklarından biridir. Taraftar olmak, “ben”
duygusunu terk edip “biz” olmak demektir.
Taraftarlık, kendini büyük bir güce ait hissetmektir. Futbolun hem psikolojisi hem
sosyolojisi, markalar için gerçekten çok
ilham verici. Pazarlama ve marka dünyasının futboldan öğreneceği çok şey var.
Temel Aksoy
Yazar
Hangi marka müşterilerini bu kadar sıkı
bağlarla kendine bağlayabilir? Hangi marka
müşterilerine, kendi marşını hep bir ağızdan söyletebilir? Hangi marka için insanlar,
hiç üşenmeden bir ülkeden diğerine, hem
de sadece doksan dakikalık bir buluşma
için giderler? Başka hangi alanda, insanlar
hiç başarılı olmasa da bir markaya bağlı
kalabilirler? Hangi marka için insanlar bu
kadar savunucu ve koruyucu olabilirler?
Futbol, insanlara hayatın başka alanlarında
yasayamayacakları çeşitlilik ve derinlikte
bir duygu yelpazesi sunar. Tuttuğu takım bir
56
Nisan-Haziran 2016
gol attığında veya kaçırdığında milyonlarca
insanın aynı anda aynı duyguyu paylaştığı
başka bir alan yoktur. Kazanmak-kaybetmek, birlik olmak, ortak tepki göstermek,
tavır koymak, ait olmak, gurur duymak,
nefret etmek... Hepsi futbolun yaşattığı
duygulardır. Takımı yenildiği zaman morali
bozulan ya da bir zafer kazandığı zaman
günlerce, haftalarca bunu konuşmaktan
bıkmayan insanların yaşadığı bu duygular,
onları futbola bağlar hatta bağımlı yapar.
Futbolun anlamı, yaşattığı bu duygu yoğunluğundadır.
Futbol, efsane oyuncuları, renkleri, formaları, bayrakları, mabet gibi statları,
marşları, sporcularının görkemli hayatları
ya da dramları, kulaktan kulağa dolaşan
hikayeleri, her daim heyecan veren transfer
haberleri, strateji ve taktikleri, zafer ve bozgunları, umut ve hayal kırıklıklarıyla kendini bu oyunun büyüsüne kaptırmış olanlar
için hayatın anlam kaynaklarının başında
gelir. Futbola ait her şey, olduğundan daha
büyük bir anlam kazanır.
MAKALE
“Futbol hayatın bir versiyonudur”
Unutulmaz zaferler, kaçan fırsatlar, hayal
kırıklıkları, yaşanan dramlar futbol öykülerinin kaynağıdır. Taraftarlık bu öyküler
etrafında oluşup güçlenir. Futbol, insanın
hiç tanımadığı birisiyle hemen bir ilişki
kurmasına imkan verir. Futbol, en güzel
sohbet konularından birisidir. Torunla
dedeyi, birbirlerini hiç tanımayan insanları
hatta farklı ülkelerden insanları birleştiren
ender alanlardan biridir.
larla birlikte maça gitmek, maç öncesi
buluşmak, bir şeyler yemek içmek ya da
evde, kahvede maç izlemek; izlerken forma
giymek, totem yapmak; uğurlu günlere,
haftalara, sayılara inanmak... Bütün bu
alışkanlıklar ve “akıl dışı” davranışlar, futbolun gizemini artırıp, bu oyunu daha da
mistik bir hale getirir. Mistisizm arttıkça da
futbolun yarattığı etki, kurduğu bağ daha
da yoğunlaşır, güç kazanır.
Futbol kabileleri!
Futbol bir spor olduğu kadar taraftarların paylaştıkları bir tarihtir. Dünyada ve
Türkiye’de yüz yaşını aşmış birçok futbol
kulübü var. Bu tarih beraberinde, renk,
amblem, forma maskot gibi simgeleri;
kurucuları, başkanları, efsane futbolcu ve
teknik adamları, köklü gelenekleri, uzun
yıllara dayanan ritüelleri, ortak buluşma
alanlarını ve
Futbol bir felsefedir. Nick Hornby, “Futbol,
hayatın bir versiyonudur” der. Sadece oyunun kendisi ya da kuralları değil, taraftarlığın da bir hayat felsefesi vardır. “Top yuvarlaktır.” felsefesi, futbolun hayata armağan
ettiği anlayışlardan biridir mesela. Bir süre
Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği
yapan, tüberküloza yakalanınca futbolu
bırakmak zorunda kalan ünlü Fransız yazar
Albert Camus, “Ahlak ve insana dair ne
biliyorsam onu futbola borçluyum. Hayata
ilişkin ne öğrendiysem futboldan öğrendim” der.
Futbol maçı seyretmenin kuralları ve adabı
vardır. Bir takımı desteklemek, arkadaş-
kendine has bir hayat kültürünü geçmişten
geleceğe taşır. İnsan bir takımın taraftarı
olunca, bir anda -sanki kendisi için hazırlanmış- bu kimliği ve tarihi sahiplenir. Bunlara sahip olmanın ayrıcalığını yaşamaya
başlar. Bu ayrıcalık, hiç şüphesiz en kitlesel ayrıcalıktır.
Futbol takımları kendi etraflarında kabileler yaratır. Birbirlerini hiç tanımayan insanları ortak bir amaç, duygu ve anlam etrafında birleştirir. Coğrafi sınırları olmayan
bu modern kabilelerin üyeleri kader birliği yaparlar. Bernard Cova’nın dediği gibi,
insanların ilgilendikleri “şeyden” ziyade, o
şeyle ilgilenirken aralarında oluşan bağ,
daha fazla önem kazanır. Bir süre sonra
kazanmak ya da kaybetmekten çok, insan-
lar tuttukları takım etrafında birbirleriyle
kurdukları bağdan mutlu olmaya başlar. Bu
ait olma duygusu, onları takımlarına daha
da yakınlaştırır. Kim olurlarsa olsunlar ait
olma duygusuna aşık olurlar.
Marka yaratmanın sırrı futbolda gizli
Futbol insanların hayatlarına heyecan,
coşku ve keyif katar. İnsanlar doksan dakikalığına da olsa hayatın stres, sorumluluk ve sıradanlığından kaçma imkanı bulur.
Maç boyunca başka bir dünyaya giderler.
Doksan dakikanın bitiminde ise günlerce
paylaşabilecekleri, anlatabilecekleri öykülere sahip olurlar. Bunları yapmak en sıradan insana bile bir kimlik kazandır. Futbol
sayesinde yalnız insanlar bile, bir camianın
parçası olur.
Markaların futbolu yakından inceleyip futboldan kendilerine ders çıkarmaları gerektiğine inanıyorum. Futbol, marka yaratmanın bütün kurallarının somut olarak
görüldüğü bir alan. Büyük futbol kulüpleri,
insanların ilgisini çekme, onlarla duygusal
bağ kurma, bir logo, bir renk etrafında bir
topluluk oluşturma, bir kültür oluşturma
ve insanlara deneyim yaşatma konusunda
dünyadaki her markaya örnek olacak
başarılara sahipler. Büyük markalar, futbol
takımlarının kuruluş öykülerini, sembollerini, efsanelerini, ritüellerini, oluşturdukları modern kabileleri, yaşattıkları anlam
ve deneyimleri inceleyip kendi isimleri,
renkleri, logoları ve amblemleri etrafında
tıpkı futbol takımları gibi bir kimlik sistemi,
bir topluluk ve bir kültür yaratabilirler. Futboldan ilham alabilirler.
Nisan-Haziran 2016
57
HABER
Zihinsel Pazarlama
Havada ahenkle dans eder gibi uçan kuşları görmüşsünüzdür. Bu kuşlar sanki tek
bir canlı gibi hareket ederler ve hareketleri
o kadar hızlı ve uyumludur ki sanki birbirlerinin zihnini okur gibidirler. Elbette
kuşlar birbirlerinin zihinlerini okumuyorlar
ama kolektif bir bilinç paylaşıyorlar. Bu
Carl Jung‘un devrim niteliğindeki keşiflerinden biridir. Biz insanlar da uyumlu
davranış gösterip birbirimizden fazlasıyla
etkileniyoruz. Bu bizim tüketici alışkanlıklarımızı da yansıyor.
Herkesin baktığı yöne
bakıyoruz.
2008 yılında Leeds Üniversitesinde yapılan
ilginç bir araştırma yapılıyor. Araştırmada,
dünyaca ünlü bir kemancı Joshua Bell yaklaşık 45 dakika metronun bir köşesinde
keman çalmaya başlar. Neredeyse hiç ilgi
görmez ve sadece 32.17 dolar kazanabilir.
Çünkü muhtemelen ilk gelenler bu kişiyi
tanımadıkları için es geçerler ve diğerleri
de onların davranışını takip eder. Bell’in
sadece kemanının değeri yaklaşık 3.5
milyon dolardır. Aynı şehirdeki gece konserinde ise 100 doların üzerindeki konser
biletleri kapalı gişe satar. Varsayalım Bell’i
tanıyan kişiler çıktı ve onu hayranlıkla dinlemeye başladılar. Çoğunluğun onları takip
etmesi için kaç kişinin durup onu dinlemesi gerekiyor?
58
Nisan-Haziran 2016
Araştırma sonuçlarına
göre insanların %5’i diğer
%95’i yönlendirebiliyor.
Benzer bir durumu odak grubu çalışmalarında da görebiliyoruz. ‘Kaşıntı’ ile ilgili
bir konu anlatılan bir grupta çoğunluğun
kaşınmaya başladığı gözleniyor. Çevremizde birileri kahkaha atarsa hemen biz
de gülümsemeye başlıyor veya en azından
gülmeye hazır bir hale geliyoruz. Bunu yaptıran beynimizdeki Ayna Nöronlar…
Bu aynı zamanda empati yeteneğimizi artırıyor. Bu özellik toplu halde yaşayabilmemizi sağlarken, ilkel devirlerde hayatta kalmamızı sağlayan en önemli faktörlerden
biri oldu. Zamanla fiziksel dış tehlikelerin
göreceli olarak azalmasıyla zihnimiz bu
özelliği bireysel olarak rekabet ve karşılaştırma amaçlı kullanmaya başlamıştır. Birey
olması için başkaları olmak zorundadır,
ancak başkalarını baz alarak kendimizi
tarif ederiz; en azından bilinçaltımız bunu
böyle yapıyor. Farkındalığımız ne kadar
düşükse o kadar zihnimiz bizi idare ediyor…
Bu durum bizi nasıl etkiliyor? Facebook
kullananlara uygulanan ‘Göz Tarama’ (Eye
Tracking) sonuçlarına göre kullanıcılar
genellikle kendilerine rakip olabilecek kişi-
lerin fotoğraflarına bakıyorlar. Amaç; rekabet edebileceğiniz rakipleri baz almak…
Bu dış görünüm, sahip olduğumuz eşyalar,
kariyerler, sosyal statüler… Liste uzayıp
gidiyor.
Şöyle bir durum hayal edin, dünyada
kalan son doktor siz olsanız, kendinizi
daha değerli hissetmez miydiniz? Aslında
sizde hiç bir değişiklik olmamıştır. Tam
tersi herkes profesör, doktor olsa, bu sefer
kendinizi sıradan hissedebilirsiniz. Evlilik
çağı yaklaşan gençlerin durumunu hayal
edin; tüm arkadaşları evlenen sona bekarların üzerinde evlenme konusunda sanal
bir baskı oluşur, bu sebeple başka bekar
insan bulurlar kendilerine veya evlenirler…
Bu sistemi insanlar o kadar benimsemiştir ki, ebeveynleriniz çocukken sizi hep
diğer çocuklarla karşılaştırır, çalıştığınız
ortamda herkes birbiri ile kıyaslayarak
başarılı olup olmadığını ölçer. Bu durum
özellikle de zihnin kendine bir kişilik oluşturduğu ergenlik döneminde tavan yapar:
Akran Baskısı! Ve daha ötesi moda kavramı. Bir şekilde ortaya çıkan bir kıyafet,
bir tarz, bir konuşma şekli veya davranış
kalıbı moda olmuştur bile… Asıl soru şu?
HABER
Bir şey nasıl moda oluyor?
biraz farklılaştırılmış bir ürünle tekrardan
moda olmayı sürdürmektedir.
Markaların yaptıkları diğer bir taktik ise
yeni ritüeller yaratmak. Bu ürünün hafızamızda yer etmesini hızlandıracak hikaye
etkisini güçlendirecektir. Red Bull-Vodka,
limonla Corona, tuzla Tekila içmek gibi…
Bizler kabul etmesek de diğerlerinin yaptığını yapıyoruz; çayla simit yiyoruz, bardan
sonra çorbacıya gidiyoruz…
Yeni ve ilginç diyebileceğimiz neyse araştırmada bulunan gerçeği kullanarak moda
yaratabiliyorsunuz. Hedef kitlenizin %5’lik
dilimine odaklanarak onların bu konuda
öncü olmasını sağlıyorsunuz…
Diğer insanlar da aynısını yapıyor ve yapmak istiyorlar. Doğal olarak bu bu kadar
basit değil, ürünün de bir şekilde farklı
ve dikkat çekici olması gerekiyor. Zihinsel
pazarlamanın diğer ögelerini unutmadan
hareket etmekte fayda var.
Bu strateji popüler bir ürünün yeni versiyonunu çıkartırken de kullanabilirsiniz.
iPhone 4’den sonra iPhone 5 çıkarken
piyasaya az adette çıkartılır. Hedef kitlenin %5’ini doyuracak kadar tedarik edilip
ve sabırlı bir şekilde beklenir. Hem ilk fiyat
oldukça yüksektir. Yüksek fiyat bilinçaltına değer katarken, kıt olan aynı zamanda
değerlidir.
Aynı zamanda az bulunan ürün tercih edilmeyen satış kanallarına gitmeyip, tüketici
fiyatları da belli seviyelerin altına inmeyecektir. Daha sonra ürünün tedariği arttıkça
“Limited Edition” adı altında çıkan kısıtlı ve
“The Joneses” adlı filmde reklam amaçlı
çalışan sahte bir ailenin çevresine ne kadar
etkide bulunabileceğini çarpıcı bir şekilde
ortaya koyulmuş. Film aynı zamanda bu
faaliyetlerin etik boyutunu da sorguluyor.
Dolayısıyla moda yaratmanın yollarından
en etkili yöntemi kulaktan kulağa ürünün
yayılmasını sağlamaktan geçiyor. Fiziksel
iletişimin yanında sanal iletişim hız kazanmış durumda; online sitelerde çıkan videolar, blog yazarlarının yorumları, forumlardaki yorumlar İnternetin nimetlerinden
sadece bir kısmı… Bir kitap almak istediğinizi hayal edin, kitabın ismini yazarsınız
ve sevdiğiniz kitap satan sitelerden birine
girersiniz. O kitabın kaç tane satıldığını,
okuyucu yorumlarını öğrenirsiniz. Sonra
bir de en çok satanlar listesine şöyle bir
bakarsınız. Bu listelerden zihnimizin aldığı
iki temel mesaj vardır:
1. Çok satıyorsa iyidir.
2. Herkes okumuşsa ben okumamış olmamalıyım!
Amazon.com son uygulamalarından
birinde, size arkadaşlarınızın ne aldığını
dahi size bildiriyor.
Zihnimizin Derinlerine İndiğimizde Neler
Buluyoruz?
Daha detaylı araştırmalar beynimizi nasıl
tepki verdiğini gösteriyor. Bir araştırmada
gençlerden 15 adet şarkıyı dinleyip puan
vermeleri isteniyor. Daha sonra bu puanlama tüm katılımcıların ortalamaları ile
karşılaştırılıyor.
• Eğer çocukların seçimi herkesin seçimi
ile aynı ise “ödül, keyif” ile kısımların beynimizde aktif olduğu gözüküyor.
• Eğer arada farklar var ise “sinir ve stres”
ile ilgili kısımlar aktif oluyor, ve sonrasında
fikirlerini genelin fikirleri doğrultusunda
değiştirme eğiliminde oluyorlar.
Tüm bunları bilseniz de bilincimiz, yani zihnimizin mantık bölümü rasyonel açıklamalar yapacaktır. Onu besleyecek malzemeleri
de vermek gerekir.
Klasik tüketici araştırmalarında kişilere
sorarlar:
“Neden Louis Vuitton tercih ediyorsunuz?”
“Cevap: “Derisi kaliteli, fermuarı bozulmuyor…”
Beyin taramaları ise bu kişilerin beyninde
“kişisel tahmin ve havalı görünmek” ile
ilgili kısımların devrede olduğu gösteriyor…
Pazarlamacılar için işin etik tarafını dengede tutmak hassas bir konu… Masanın
öbür tarafında ise hepimiz bir tüketiciyiz, ve
artık şu andan itibaren daha farkındasınız!
Nisan-Haziran 2016
59
HABER
Mars’lılar ve Venüs’lüler Alışverişte!
Beynimiz tüm insanların ortak organlarından biri…
unutmayan bölümüdür; kadınlarda daha
geniş ve aktiftir.
Kararlarımızın merkezi olan beyin alışveriş
davranışlarımızda da önemli rol üstlenmektedir.
Erkek beyni daha büyük olmasına rağmen,
kadın ve erkek eşit miktarda beyin hücresine sahiptir.
Genel olarak hepimizde aynı şekilde çalışan bir mekanizma olmasına rağmen bu
mekanizma alışveriş esnasında farklılıklar göstermektedir. Peki bu fark nelerden
kaynaklanıyor?
Kadın beyni, geçmişteki olaylarla ve gelecekteki belirsizliklerle daha fazla meşgul
olmasına ve daha fazla endişe duymasına
rağmen inanılmaz yeteneklere sahiptir.
Bunlar;
Cinsiyetimiz ve yaşımız en önemli faktörlerin başında geliyor. Aile, kültür, farkındalık
seviyesi gibi diğer faktörleri bir yana bırakırsak, John Gray’ın “Erkekler Mars’tan,
Kadınlar Venüs’ten” isimli kitabında bahsettiği gibi sanki gezegenimizde iki ayrı tür
var!
• Sosyal Yetenekler
• Arkadaşlık Bağları
• Yüzleri Okuyabilme Kabiliyeti
• Çıkar Çatışmalarını Ortadan Kaldırma
yeteneğidir.
Evrimsel olarak kadın ve erkek beyinlerinde hormonal farkların yanında fiziksel farklar da oluşmuştur. Beynimizdeki
anterior singulat korteks, önümüzdeki
seçenekleri tartar ve bir endişe merkezidir.
Prefrontal Korteks, kadınlarda erkeklere
göre 1-2 yıl daha önce gelişir ve daha
geniştir. Duyguların kontrolünü sağlar.
Amigdala, içimizdeki ilkel kısımdır, erkeklerde daha geniştir.
Hipokampus, beynimizin duygu dolu anları
60
Nisan-Haziran 2016
Bu farklar, alışveriş yaparken tavrımızı
nasıl etkiliyor?
Erkek, avcıdır ve alışveriş de onun için bir
oyundur. Bir an önce çözmek ve bitirmek
ister.
Kadın ise sosyaldir ve onun için alışveriş
bir sosyal bağ kurma aracıdır.
Bir mağazada bir kişi ne kadar süre harcarsa, o kadar tüketim yapmaktadır. Bir
kadının alışverişte harcadığı süre alışverişe
çıktığı kişiye bağlı olarak değişir. İşte yapılan araştırmaların sonucu; kadın alışve-
rişte kendi başına 100 birim süre kalırken,
bir erkek yanındayken süre %10 azalır ama
bir kadın arkadaşı ile beraber gittiyse bu
süre iki katına çıkar. İşte kadınların yanlarındaki kişilere bağlı olarak alışverişte
kalış birimleri;
• Kadın + Kadın
• Kadın + Çocuk
• Kadın
• Kadın + Erkek
200
140
100
90
Doğal olarak görülüyor ki, kadın alışverişte
sabırlıyken, erkek aceleci davranıyor. Peki
kadın alışveriş yaparken erkeği de meşgul
etmek için neler yapılabilir?
• Erkeklere oyalanacakları bir futbol yayını,
güzel hostesler, küçük bir defile, bir oyun
verilebilir.
• Erkeklerin de alışveriş yapması sağlanabilir; onlara yönelik ürünler daha yakında
olabilir.
Erkek Neden Bu Kadar Acele Ediyor?
Avcı olan erkek için av alanı (mağaza), onun
için tehdit oluşturan bir yerdir!
Bu sebeple, çok fazla iletişime geçmeden
sonuca odaklanır.
Genellikle ödemeyi erkek yapmaktadır.
HABER
Bu bir yandan kontrol onda olmasa da
öyleymiş gibi bir durum yarattığı için gururunu okşar, ancak diğer bir yandan ise ödemenin acısını zihni yaşadığı için alışveriş
yine olumsuz bir hal alır.
Alışveriş Planlı Bir İş mi?
Kadınların elinde alışveriş listesi olma
oranı erkeklere göre 4 kat daha fazladır
ama buna rağmen alınan ürünlerin %6070’i planlı alışveriş değil…
Erkeklerin özellikle ev için aldıkları araba,
elektronik eşya, bilgisayar gibi ürünlerde
bile artık kadın daha fazla rol oynamaktadır.
Erkek denediği kıyafetlerin %65’ini satın
alırken, kadın denediklerinin sadece
%25’ini satın alıyor.
İncelenmesi gereken bir cihaz alınacaksa,
erkek ilk ziyaretinde tüm broşürleri toplayıp, evde inceledikten sonra ikinci sefer
alımı gerçekleştiriyor.
Bu sebeple erkeklerin kendilerini rahat
hissettikleri yerlerde ona diğer ürünleri
sunmak iyi bir strateji olabilir.
Kadın ise en az üç kez mağazaya geliyor ve
sorular sormaya devam ediyor.
Yeni Trendler
Günümüzde halen geleneksel maço erkekler ve eve düşkün kadınlar bulunsa da,
kadın-erkek rolleri hızlı bir şekilde değişim
gösteriyor.
sadece karşı cinse bakmayı değil, kendilerine de bakmayı seçiyorlar.
ürünün bir parçası olmasını sağlamaktan
geliyor.
Tipik erkek dergilerinin aksine bir strateji
izleyen Men’s Health dergisi, Amerika’da
1.5 milyon satış adeti ile muazzam bir
başarı elde etmiş durumdadır.
Bu tür ürünlerin pazarlanmasında ana
hedef kitle kadındır. Erkek sadece ihtiyaç
olduğunda bu ürünlere yönelirken, kadın
değişiklik istediği zaman mağazaya gidecektir.
Erkek kategorilerinin değişimi, kadınlar
için de geçerlilik arz ediyor.
Kadınlar da müthiş bir değişim içerisinde.
Alışveriş onlar için “Özgürlük” demek,
evden uzaklaşmak demekken özellikle
mutfak alışverişi erkekler gibi hızlıca yapılması gereken bir etkinlik haline geldi.
Asıl hedef kitlesi erkek olan bir üründe
kadınlar nasıl çekilir?
Bira ağırlıklı olarak erkekler tarafından
tüketilirken, Light bira kadınları hedef
alıyor. Birayı erkek sadece kendi içeceği
kadar alırken, kadın bunu herkesin içeceği
kadar alır.
Geleneksel nalbur, aydınlatma, boya,
mobilya firmaları artık teşhir şeklini değiştirmek zorunda.
Kadınlar satın aldıkları ev mobilyalarını
bir bütün gibi görmek istiyorlar. Dolayısıyla
bu tür ürün satan firmalar IKEA gibi tüm
parçaları bir araya getirerek nasıl gözükeceğini, kadınlara göstermek zorundadırlar.
Bunu yapmayan satıcılar ürünlerin satışında zorlanırlar.
IKEA’nın başarısı, (1) hayat tarzını göstermek, (2) montajı müşteriye yaptırarak kişiyi
Erkekler, teknolojinin kendisine hayrandır, ama kadın teknolojinin kullanımına
ve nasıl şık duracağına bakar. Pratik kullanım, verimli ve şık tasarımlar kadınlar
sayesinde oluşmuştur.
Alışveriş Sanatı
Erkek için pek öyle olmasa da kadın için
alışveriş bir sanattır. Bu sanatı icra ederken kadın:
(1)
(2)
(3)
(4)
Araştırır,
Değerlendirir,
Sorular sorar,
Sonucunda satın alır,
Kadın en iyisini, en uygun değere aldığına
ikna olana kadar bu süreç yinelenir.
Genellikle alışverişte alınan ürünler zihnin
oluşturduğu “kendimizle ilgili imaja” bir
değer katmalıdır.
Sonuç olarak, kadın ve erkek yapı itibarıyla
aynı beyine sahip olmasına rağmen söz
konusu alışveriş olduğunda bir birinden
farklı iki farklı yaklaşım ve davranış biçimini göz önüne almak zorunluluğumuz
vardır.
Erkek, daha uzun süre yanlız yaşıyor, evlenince eşine yardımcı oluyor, baba olunca
çocuğun bakımı ile uğraşıyor… Bu da daha
çok alışveriş yapan, empati yeteneği artmış
Venüs vizesi almış bir Mars’lıyı oluşturuyor.
Bu dönüşüm göz önüne alındığında Venüsleşen erkeğin satın alımını arttırmak için
en önemli hedef, kadın ağırlıklı bir kategoriyi –kadınları dışlamadan– erkeklere
uygun hale getirmek…
Artık daha fazla beyaz eşya, bebek puseti,
kişisel bakım ürünü erkekleri hedefler
hale geldi. Porsche tasarımlı kahve makinası, McLaren bebek puseti, El bombası
kutusu şeklinde Axe deodorant gibi.
Erkekler artık sağlıklarına, kişisel bakımlarına, fiziksel görünümlerine her zamankinden daha fazla dikkat ediyorlar. Artık
Nisan-Haziran 2016
61
HABER
Müşteri Deneyimi Haritası Nedir?
Nasıl Hazırlanır?
Dört Bölümlük yazı dizimizde Müşteri Deneyimi tasarımının en önemli bileşenlerinden
olan “Müşteri Deneyimi Haritası” konusunu detaylıca ele alacağız.
Bölüm 1‘de Müşteri Deneyimi Haritasının ne olduğu ve deneyim dünyasında var
olmak isteyen şirketler için ne tür işlevleri
olduğunu tartışacağız.
Bölüm 2 ve 3 ‘de Müşteri Deneyimi haritasını hazırlarken dikkat etmeniz gereken
7 ilkeyi sizlerle paylaşacağız. (Haritalama
Ekibini Oluşturmak – Gerekli Ön Hazırlıklar – Müşteri Amaç ve Beklentileri – Temas
& Kritik Temas Noktaları – Gerçeklik Anları
– Duygu Boyutu – Zaman Boyutu )
mazlar. Onlar için temas ettikleri tüm noktalarda karşılarında hep aynı şirket vardır.
Şirketleri bir bütün olarak tüm birimleriyle
tek bir kişi olarak algılarlar. Şirketi temsil
eden kişiler her temas noktasında değişse
de günün sonunda yaşanılan deneyim bir
bütün olarak tüm şirkete aittir.
Bölüm 1: Müşteri Deneyimi Haritasını Anlamak
Bu durum müşteri deneyimini yaratırken
ve sunarken resmin bütününü görmeyi
gerektirir. Bunun için kullanılacak etkin
çözümlerden birisi de Müşteri Deneyim
Haritasıdır. Son yıllarda yeni yeni duymaya
başladığımız bu kavram dünya literatüründe Customer Experience Map ya da
Customer Journey Map olarak bilinmektedir. Sadece özel sektör değil kamu kuruluşları hatta hükümet seviyesinde de kullanım örneklerine rastlayabiliyoruz. Örneğin,
İngiliz hükümeti “vatandaş deneyimlerini”
detaylı şekilde haritalandırmıştır.
Müşteri deneyimi sadece pazarlama ve
satış birimlerinin faaliyetleri sonucunda
oluşmaz. Müşteri deneyimi, şirketin müşteri ile temas eden tüm noktalarında yaşanan deneyimlerin bir bileşimidir. Fonksiyonel ayrımlar, departmanlar, şirketlerin
kendi iş süreçlerinin bir sonucu olarak eski
dünyanın şirketlere hediyesidir. Müşteriler
genellikle şirketleri birimlerine göre ayır-
Müşteri Deneyimi haritası, müşterilerin
şirketinizle yaşadığı tüm etkileşimlerin,
müşterinin gözüyle baştan sona kadar tüm
süreci ve duygusal durumları da içerecek
şekilde resmedilmesidir. Bu görsel temsil,
müşterilerin şirketinize ait ürün ve hizmetleri nasıl kullandığı, hangi adımlarla süreci
izlediği, nasıl karar verdiği, sürecin her
adımında nasıl duygulanımlar yaşadığını
Bölüm 4‘de ise Müşteri Deneyimi Haritasını nasıl kullanacağınızı ele alacağız.
Keyifli okumalar dilerim.
62
Nisan-Haziran 2016
zaman mekan ve duygu perspektifinden
ortaya sermektedir.
Örneğin bir uçuş deneyimini düşünürsek,
müşterinin deneyim yolculuğu uçuştan çok
önce başlar. Bilet için araştırma yapma,
web siteniz, biletleme işlemi için internet
ya da çağrı merkezi kullanımı, havaalanına
ulaşım, arabasıyla geliyorsa park konusu,
check in işlemleri, uçağı bekleme, uçağa
alınış, uçuş öncesi hazırlıklar, uçuş esnasında yaşanılanlar, ikramlar, dinlenme,
uçuş zamanını değerlendirme, uçaktan
çıkış, valizler, havaalanından çıkış, evine/
oteline ulaşım. Bir uçuş deneyimi tüm bu
noktalarda yaşanılan deneyimlerin bir
bütünü olacaktır. Deneyim haritasının tüm
bu noktaları içermesi gerekir.
HABER
Müşteri Deneyimi haritaları birimler arasındaki odak farklılıklarını “müşteri deneyimi odağında” birleştirerek tüm şirketin
tek vücut halinde çekirdek ideolojisini
yaşatma imkanı vermektedir. Organizasyon şemaları ağırlıklı olarak ürün/hizmet
odaklı olarak şirketin kendisi için oluşturulurken, şirketin iş yapma biçimini ortaya
sererken, deneyim haritaları “müşteri”yi
odağa yerleştirerek müşterilerin gözüyle
şirketle nasıl bir ilişki yaşadıklarını, müşterinin yolculuğunu resmeder.
Müşteri Deneyimi Haritaları büyük resmi
gözler önüne sererken, müşterilerle tüm
temas noktalarını, bu noktalardan kritik
öneme sahip olanları, deneyimin yoğunluğunu belirleyen “gerçeklik noktalarını”
keşfetmemize yardımcı olurlar. Deneyim
haritası, İçerden-dışarıya doğru inşa edilen iş süreçlerini tersine çevirerek dışarıdan-içeriye doğru oluşturulan müşteri
deneyim yolculuğuna dönüştürür. Şirket
olarak temel marka mesajımızın, esas
satış önermemizin, tüm temas noktalarında tutarlı şekilde yaşatılıp yaşatılmadığını anlamamızı sağlar.
Temas noktalarının birbirleriyle ilişkilerini ve temel marka deneyimine nasıl
hizmet ettiklerinin ortaya çıkması, şirket
içindeki tüm birimlerin aynı amaç doğrultusunda birleşmesine ve ortak bir anlayış
oluşturmalarına olanak sağlar. Genelde
birbirinden kopuk şekilde kendi faaliyetlerine odaklanan birimlerin şirketin bütünü
içindeki varlık nedenlerini ve bütünsel
deneyime nasıl katkı sağladıklarını anlamalarına yardımcı olur.
Müşteri Deneyimi haritaları, yöneticiler için
de büyük resim içinde aksayan noktaları,
müşterilerin ilişki sürecini nerede ve neden
terk ettiklerini keşfetmelerine olanak sağlar. Ellerindeki kaynakları “kritik temas
noktaları” ve “gerçeklik anları” kriterlerine göre yeniden planlamalarına imkan
verir. Tüm yolculuğu müşterinin gözünden
izlemek müşteri odaklılık yolunda gelişim
fırsatlarını ve fark yaratacakları alanları
ortaya çıkararak önemli bir rekabet avantajı yakalamalarına imkan verir.
jilerine göre yaşatacakları deneyimin bir
ana temasını oluştururlar. Bu temayı tüm
yolculuk boyunca koruyarak müşterilerine
tutarlı ve anlamlı bir deneyim yaşatmaya
çalışırlar. Deneyimin kişiselliği ve farklı
ihtiyaçlara göre çeşitlenen organizasyon yapılarına göre her şirketin deneyim
haritası kendine özgü ve özel bir haritadır.
Ancak deneyim haritasını oluştururken
dikkat edilmesi gereken ve başarılı bir
deneyim haritası için uyulması gereken
bazı ilkelerden söz edebiliriz.
İkinci ve üçüncü bölümleri bir sonraki sayımızda bulabileceksiniz.
Müşteri Deneyimi haritası oluşturmanın
standart bir yol haritası yok çünkü tek bir
deneyim yok. Şirketler çekirdek ideolo-
Nisan-Haziran 2016
63
64
Nisan-Haziran 2016

Benzer belgeler