Gençlik, 2012 Newroz`unu Önder Apo Newroz`u haline

Transkript

Gençlik, 2012 Newroz`unu Önder Apo Newroz`u haline
P
STÊRKA CIWAN
K o v a r a
C i w a n a n
a
Adar 2012
Hejmar:106
M e h a n e
Gençlik, 2012 Newroz’unu
Önder Apo Newroz’u
haline getirmelidir
YASEMİN ÇİFTÇİ
Mazlum DOĞAN
İçindekiler
Newroz, zaferi kesinleştirmek........................................................................................ 2
Abdullah ÖCALAN
Kürt gençleri 15 Şubat komplosuna
eylemleri ile karşılık verdi.................................................................................................... 8
Stêrka CIWAN
Edi Bes e, an azadî an azadî.......................................................................................... 12
Hidar FERAT
Kürt Baharı .............................................................................................................................................. 16
Duran KALKAN
Baharla birlikte nasıl yapacağımızı,
ne yapacağımızı iyi biliyoruz....................................................................................... 23
Bahoz ERDAL
Öcalan’a özgürlük, Kürdistan’a siyasi statü ................................. 28
Ulaş ARAS
Katliam ve direniş Halepçe’den
Roboski’ye.................................................................................................................................................... 31
Cemal ŞERİK
Kadın ve 8 Mart.................................................................................................................................. 35
Stêrka CIWAN
Her jinekî ciwan,
bi serê xwe dikarê pêşengtiya ciwakê bike.......................................... 46
Awyar DİLXWAZ
Şahadeta hevalê Egît ................................................................................................................ 46
Fahima DEŞTAN
Zerrî girsa mi.................................................................................................................................................. 54
Adil MORDEM
NEWROZ....................................................................................................................................................... 59
Stêrka CIWAN
Les politiques classiques de l’état turc............................................................................... 61
Ali HAYIRLI
Mizah ......................................................................................................................................................................64
Editörden
Merhaba Güneş’in genç yoldaşları!
Halkımızın diriliş ve özgürlük bayramı
olan Newroz’u yeni bir baharın arifesinde
karşılarken öncelikle bizlere özgürlük
fikrini, iradesini, ruhunu ve direngenliğini aşılayan Önder APO’nun, halkımızın
birliği ve özgürlüğümüzün meşalesi olan
bu günü, bedenindeki Newroz ateşiyle
daha derin anlamlara kavuşturan Çağdaş
Kawa Mazlum Doğan yoldaş şahsında
tüm Newroz şehitlerimizi minnetle anıyor,
bizlere devrettikleri mirasın yılmaz birer
bekçisi olacağımızın sözünü bir kez daha
yineliyoruz.
Halkımızın özgürlüğe en yakın olduğu
2012 Newrozu’nda da sömürgeci faşist
güçler yeni bir saldırı konseptiyle baskılarını doruğa çıkarmışlardır. Zalim
Dehaq’tan devraldıkları yok etme politikalarını günümüzde de sürdüren egemen güçler, bu yıl da hedeflerine özgürlüğün yaratıcısı Önder Apo’yu ve onun
özgürlük yolunda ilerleyen Özgürlük
Mücadelemizi almış durumdadırlar.
8 Mart’tan 21 Mart’a uzanan direniş
köprüsünde halkımızın ve Önderliğimizin
özgürlüğü için mücadelemiz büyüyerek
geliştirmeliyiz. Bu temelde yediden yetmişe tüm Kürdistan halkı, başta kadınlar
ve gençler olmak üzere meydanlardan
taşarak en kitlesel bir şekilde, hiçbir
engel tanımadan Önder Apo’yu sahiplenmeli ve 2012 Newrozu’nu bir Önder
Apo Newrozu haline getirmelidir.
Amed’de buluşmak dileğiyle...
Genç kalın...
Mail adresi; [email protected]
STÊRKA CİWAN
ÖNDERLİK
Newroz
Zaferi Kesinleştirmek
Abdullah ÖCALAN
“Newroz mesajlarını ve
kahramanlık şehitlerini
başka türlü
karşılayamazsın. Biz de
bu yıla böyle bir karşılık
vermek istedik.
Ordu gerçekliğini ve
savaşmasını bileceksin.
Bunun anlayışı kadar,
pratik ustalığını da
kesinlikle göstereceksin.
Bize çokça dayatıldığı
gibi ordulaşmaya
gelememeye, oldukça
sudan bahanelerle adam
kaybetmeye, eylemi
zararla sonuçlandırmaya
hiç birimizin hakkı
yoktur”
Adar 2012
21–28 Mart arasındaki haftayı Ulusal
Kahramanlık Haftası olarak değerlendiriyoruz. Newroz şehitleri başta olmak
üzere, ortaya serilen büyük kahramanlık
örnekleri bizi anılarını özenle değerlendirmeye ve en önemlisi de sonuçlarını mutlaka özümsemeye mecbur
bırakıyor.
Kahramanlık eylemlerinin anlamını
çok kısa sürede unutan ve gereklerini
yerine getirmeyenler en büyük alçaklığı
yaşamaktadır. Yine gafil olan odur ki,
bu çok büyük anlam ifade eden kişilikleri,
kendi yaşamında bir örnek olarak değerlendirmez ve kendine çok gerekli
olan gücü buradan elde edemez.
Yaşanan gerçeğe bakıyoruz; bu kadar
büyük kahramanlık değerlerinin yanında
bu kadar cücelik, bu kadar alçaklık, bu
kadar gaflet yaşanıyor; bunlar en az
kahramanlık değerleri kadar kendini konuşturuyor. Bu bir çelişkidir. Kahramanlığı düşünmemek, düşünüp de gereklerini yapmamak, en temel insani
değerlerden vazgeçmek demektir. Bunu
lafazanlıkla geçiştirmek, bunu mutlak
emir derecesinde telaki etmemek ve
üzerine düşeni yapmamak, kişilikçe
belki de açık bir hainden ve gafilden
daha tahripkar olmak demektir. Bütün
çabalarımızın bir anlamı da, hemen hemen her şeyin önünde tutulması gereken
bu değerleri, yaşamın tek etkili gücü
2
haline getirmek, mümkünse onun örgütünü ve eylemini sürekli kılmaktır. Bizi
en çok bağlayan değer budur.
Biz gelişme durumlarınızdan memnun
değiliz, savaşanların savaşçılığından
memnun değiliz; bunların kendilerini
biraz doğru değerlendirdikleri kanısında
da değiliz. Derinleşen çocukluktur, derinleşen kendini kandırmadır. Kişiliklerinizde bir savaş ustalığı, bir örgütlenme
ustalığı fazla anlam bulmuyor. Tarih
bizim için şimdiye kadar hep böyle
yaptı. Fakat biz bu lanetli tarihi değiştirmek istiyorduk. Ancak bu lafla olmuyor, yaşadığınız yetersizliklerle aşılmıyor. Böylesi bir yiğitlik ve mertliği
tanımıyoruz. Bunun altında, bir de bu
büyük kahramanlık örneklerinin dayatıcılığı altında eziliyorum. İki yönlü
baskı altındayız. Onların yaşamına anlam
vermek, bir de bu düşkünlerin baskılarına
dayanmak zordur.
Size göre her şey basit ele alınabilir,
rahat karşılanabilir, yenilmişsin, yenmişsin; bunlar o kadar mühim olmayabilir. “Laf var, bu yeter. Gözümü kapatırım fazla duymaya gelmem, derin anlamaya ne gerek var” diyorsunuz. Bu
bir tarzdır. “Günü kurtardık mı, biraz
da şerefi kurtardık mı yeter, daha ne isteniliyor” deniliyor. Biz kendimizi asla
bu duruma düşürmeyeceğiz. Ne kadar
dayatılırsa dayatılsın, kendimizi basit-
STÊRKA CİWAN
leştirmeyeceğiz. Bu aynı zamanda
kendi payımıza bizim de bu kahramanlık değerlerine hesap vermemizdir.
Başka türlü olmaz, başka türlü vicdan
kaldırmaz.
Ben Mazlum Doğanların böyle bir
Newroz eylemini yapmasını istemedim
veya beklemiyordum. Ama baskı o
kadar şiddetlenmiş, yaşam o kadar
kahredici bir noktaya gelip dayanmıştı
ki, direnmenin bir tek yolu veya yaşamının bir tek yolu bir kibrit çöpüyle
Newroz ateşini yakıp kendini feda etmek oluyor. Hiç şüphesiz bu büyük
bir zayıflığı da ifade eder. Ama kendi
içinde çok büyük bir kahramanlığı da
sergiler. Bu konuda zayıflıkla kahramanlığın iç içe olduğu bir dönem, bir
kişilikte yaşanmamıştır. Bu durum ulusal ve toplumsal gerçekliğin bu kadar
sağırlaştırıcı ve köreltici ortamından
tek başına bir kuvvet olarak direnmeyi
ifade ediyor. Başka hiçbir çaresi yok,
başka hiçbir imkanı yok. Sesini hiçbir
yere duyuramazsın. Bugünü düşünmek,
o zamanın yüreğini düşünmek çok büyük önem taşır. Biraz yürekli olmanız
gerekiyor.
Şehitlerin anısıyla yaşamak ve yetişmek, bugünü asla unutmamakla, bunun da ötesinde onu bireyin bir parçası
yapmakla mümkün olur. Sizler öyle
misiniz? Mazlum yoldaş çok iyi biliyordu ki, yüzyılların çok vahşi ve yok
edici zoru, her şeyi götürecek; bir PKK
umudu var, onun ışığı var ve bu söndürülmek istenecek! O dönemin güçlükleri o kadar dayatıcıdır ki, tarihin
bu tip dönemlerinde, daha çok da
bizim tarihimizde yapılan ya büyük
bir perişanlık içinde bu kaderdir deyip
sonunu beklemek, ya da çok kötü bir
teslimiyet olmuştur. Mazlum yoldaş
ikisini de yapmıyor; bir direniş geleneğinin son halkasını ve noktasını
teşkil eden bir eylemliliğe girişiyor.
Kendi içerisinde çok zayıf da olsa, bu
bir eylemliliktir. Kadere boyun eğme
olmadığı gibi, teslimiyetten de asla
eser yoktur.
Mazlum Doğan’ın yaktığı kıvılcım
bugün önünde durulmaz bir savaş
gerçeği olup çıkmıştır
Biz bunu anlıyoruz. Bunun bir PKK
direniş geleneği olduğuna eminim. Nitekim bu kıvılcım hem zindanı, hem
de ülkeyi sardı. Bu kıvılcım bugün
önünde durulmaz bir savaş gerçeği
olup çıkmıştır. Onun büyüklüğü bura-
dadır. O, zindana dayatılan büyük teslimiyetin altında yatan bütün bir ulusun
çok sınırlı yaşam emarelerine, aslında
ulus demeye bile insanın zorlandığı
bir duruma son bir seslenişi, mümkünse
son bir çabayla yaşamın yolunu aydınlatmayı ifade ediyor.
3
Biz daha o günden, bu eylem, ölümü
kolaylaştırmıştır demiştik. 1980’lerin
başlarında böylesine bir fedakarlıkla
ölüme uzanmak düşünülemiyordu; ölmek çok zor geliyordu. Kaçış esastı,
teslim olmak ortama egemendi. Zindan
içinde daha büyük direnme zordu.
Başlangıç işte böyle yapıldı. Hatta bu
eylem için “bu bir köprü oluyor; bir
tarihsel imha ve teslimiyet döneminden
bir tarihsel direniş dönemine büyük
bir geçiş köprüsüdür” dedik. Nitekim
bunun doğru bir tanım olduğu, daha
sonraki süreçte ortaya çıktı. Zindanda
teslimiyeti yırtan direniş dalga dalga
yayıldı ve bizim dağ direnişimizle birleşti. Düşmanın bütünüyle kapatmak
istediği özgürlük kanallarımızla birleşti.
Artık bir ulusun ölümsüzlüğü adına
ne söylenebilecekse, öyle bir duruma
gelindi.
Biz Mahsum Korkmaz (Agit) yoldaşın anısı üzerine bir şeyler söyledik
ve bu direniş şahadeti için “o, dağda
beliren yaşam umudunun söndürülmesine karşı soylu bir çabaydı” dedik.
Gerillanın sönmesinin, bir ulusun sönmesine eşit olduğunu Agit yoldaşın
çok özverili bir kişilikle ve sonuna
kadar layık bir yaşamla bu adımda
ısrar ettiğini ve şahadetiyle bir dönemece damgasını vurduğunu; bundan
sonrasına devam etme gücünün gösterilmesi gerektiğini, şehidin anısına
mutlaka verilecek bir karşılığın olacaAdar 2012
STÊRKA CİWAN
düşmanın bütün çabalarına rağmen,
büyük umut sesinin, büyük umut kaynağının söndürülmemesi ve daha da
parlatılmasıydı.
Zekiye Alkan Diyarbakır’da
devrimin zayıf olduğu
gerçeğini görüyor
ğını, karşılık verilmezse bu işin biteceğini söyledik. Bu şahadetin böyle
bir anlamı vardı. İçinde komplo olur,
içinde devlet olur, içinde yetersizlik
olur, içinde zayıflık olur; dönemin
kendisi, düşmanın büyük gücü olur.
Tıpkı zindandaki direnişin zorluğu
gibi, burada da öyle bir durumu yaşadık.
Gelinecek yere kadar direnişle gelinmiş;
ondan sonrası için de bir kişiden beklenen artık biraz bu kadar olabilir deniliyor. Bize büyük bir miras veya çok
zorlu bir görev bırakılıyor.
Bazı provokatif öğelerin, Agit Yoldaşın şahadetinden rahatlık bile duyduklarını çok iyi biliyoruz. Bunlar, “siz
misiniz gerillayı geliştirmek isteyen,
siz misiniz bu adımla başarı sağlayacağına inanan, işte en çok güvendiğiniz
kişi de vuruldu, artık bir şey yapamazsınız”diyorlardı. Düşman da böyle
reklam ediyordu. Biz o zaman da şöyle
bir söz verdik; “böylesi bir şehidin
anısına verilecek en anlamlı karşılık,
bir yıl içinde gerilla takımlarına ve
hatta bölüğüne yakın bir gücü ülkemizin
dağlarında hareket ettirmektir” dedik.
Bunu yaparsak, anıya gereken karşılığın
iyi verilmiş olacağını belirttik. Nitekim
bunu gösterdik. Aradan bir yıl geçmeden, bütün yetmezliklerine rağmen,
böylesi grupları ulaştırabildik. Bu da
Adar 2012
Savaş tarihimizde 1987 ve sonrası
değerlendirildiğinde, bunun gerçek bir
yaşamsal dönem olduğu; düşmanın
korkunç baskılarına rağmen büyük bir
direnme tutkusu, azmi, iradesi ve bilincinin gösterildiği görülecektir. Anıya
bağlılık anlamını bulmuştur. Gerilla
kalıcılaşarak, kendi şehidine en anlamlı
karşılığı vermiştir, hâlâ gerillayı derinleştiriyoruz. Anıya bağlı kalmak bir
görevdir ve gerekenler ne pahasına
olursa olsun yerine getirilecektir. Yürüyen budur, yürüyen şehittir, emreden
komuta oluyor.
Daha sonra gelişen kitleselleşmemizin arkasından, Newroz’larda genç
kızların kendilerini yakma olayları
meydana geldi. Bu eylemler büyük
kahramanlık eylemleridir. 1990 Newroz’unda Zekiye Alkan yoldaşın isyan
ateşini bedeninde tutuşturmasıyla başlayan, 1992 Newroz’unda Rahşan Demirel yoldaşla, 1994 Newroz’unda da
4
Ronahi ve Berivan yoldaşlarla devam
eden bu gelenek, kitleselleşmeye bir
çağrı oluyor. Mazlum yoldaş nasıl partiye bağlı kalıp PKK’yi yaşamanın
çağrısını yaptıysa, yine Mahsum yoldaş
nasıl gerillaya bağlı kalıp onun çağrısı
olduysa, bu genç kızlarımızın şahadeti
de “serhıldana başlayın, bağlı kalın,
ülkeye yönelin, yurtseverliğe yönelin,
kitleselleşin ve bu anlamda alevi tutuşturun” çağrısıdır.
Ferhat Kurtayların da kendilerini
yakma olayı var. Yine Kemal Pirlerin
ölüm orucu direnişi var. Onlar “Mazlum’un görevini biz yerine getirmeliydik. Dolayısıyla ölüm orucumuz bizim özeleştirimizdir”derler. Ferhatlar
da “bu eylemleri biz yapmalıydık;
bizim eylemimiz de bir özeleştiridir” biçiminde açıklamada bulunurlar. Özeleştiriler daha sonraki süreçte böyle
telafi edilir.
Kendini yakma, düşman çevreler
veya yüzeysel bakanlar tarafından bir
intihar biçiminde değerlendirilir, yazılıp-çizilir. Hayır! Nereden bakılırsa
bakılsın, böyle bir eyleme kalkışan
bir insanın, kendindeki direnme gücünü azamileştirmek ve sonsuzlaştırmak gibi bir özlemden geçtiğini biliyoruz. Genç kızlar fazla silahlı değiller.
Böyle bir istekte bir örgütlendirme,
bilinçlendirme ve eyleme geçme gücünde olamıyorlar. Bunun nedenleri
çok çeşitlidir.
Zekiye Alkan Diyarbakır’da devrimin zayıf olduğu gerçeğini görüyor.
O zamanlar Diyarbakır sağırdır, fazla
heyecana gelecek durumda değildir.
Bir Newroz’u kutlayacak durumda
bile değildir. Bir ateş gerekiyor, bir
meşale gerekiyor. Zekiye yoldaş bunu
böyle yorumlayıp kendini yakmayı
uygun görüyor. Onun bu direnişi kitleselleşmek için olmuştur. Daha sonra
vuku bulan Vedat Aydın’ın katledilmesinde, onun anlamlı bir gelişmenin
ilk habercisi olduğu da anlaşılmıştır.
STÊRKA CİWAN
Yüz binlerce Diyarbakırlı meydanlara
taşarak kutsal bir sürece damgasını
vurmuştur.
İzmir’de Rahşan Demirel’in kendini
yakması vardır; o da İzmir kalesinin
burçlarında bir meşaledir. Onun direnişi,
metropoldeki Kürt kitlesine “vatana
dönün yurtseverlikten vazgeçmeyin,
dönüşünüz kesin olmalıdır” çağrısıdır.
Onun eylemi kesinlikle bizim metropol
kitlesine yaptığımız “ülkenize bağlı
kalın, devrimci savaşa bağlı kalın”çağrısının yankı bulmasıdır. Bu direniş
onun meşalesi oluyor. Büyük bir kahramanlık eylemidir.
Gözyaşı dökerek,
bazen sahte anma havalarına
girerek, şehitlerin anısına
karşılık verilemez
Avrupa’daki son iki kahraman genç
kızımızın eylemi de aynen böyledir.
Bizim Avrupa’daki kitlemize yaptığımız
bir çağrımız vardı,“1994 yılı
ülkeye büyük yöneliş yılı olmalıdır. Düşüncede, ruhta ve
adım adım fiziksel olarak dönüş
yapın” dedik. Arkadaşlar bu
mesajımı alıyorlar; çok planlı
ve bilinçli bir biçimde onu bir
eylem meşalesine dönüştürüyorlar. Nitekim bu meşale büyük
bir oyunun kurbanı olan bu yurt
dışındaki kitlemize, halkımıza
çok güçlü çıkışı yaptırabiliyor.
Bin yılların bütün işgalleri ve
istilalarının dağlarımızdan söküp
indiremediği halkımızın, özel
savaşın en kabasından en incesine kadar çeşitli oyunlarıyla
indirilmesi, metropol kentlerine
ve Avrupa ülkelerine savrulması
durdurulmak zorundaydı. Böylesine bir savruluşu durdurmak
kolay değil. Bu ancak böylesine
bir meşaleyle, genç kızlarımızın
kendilerini birer meşale gibi
yakmasıyla belki mümkündür veya
öyle oluyor. Anlamı budur.
Nereden bakılırsa bakılsın, derin bir
görüşe ihtiyaç var, kendine gelmeye
ihtiyaç var. Yürekler çok duyarsızlaşmış,
insanlar pasifleşmiş, kendilerini çok
düşürüyorlar, çok bencilleştirilmişler.
Onları ancak kendilerine şok edici eylemle ayağa kaldırma gereği söz konusu
5
ve bunu yapıyorlar. Eminiz ki, bu
mesaj da, bu çağrı da anlamını bulmuştur ve Daha da bulacaktır.
Bazı canlar, bazı doğru fikirlere ve
mesajlara kendilerini böyle katarak
karşılık veriyorlarsa, bu fikirler ve
açıklamalar ölümsüzdür. Görülüyor
ki, her eylemin büyük bir kahramanlık
değeri var; tarihsel, sosyal ve siyasal
gerçeklikte bir dönüşüme yol
açması durumu var. Bunun sadece bir şartı var; o da kendilerini bağlı hissedenlerin “ben de
onların ardılıyım, onlara bağlıyım” diyenlerin bu dürüstlüğü
göstermeleri; kendilerini şehitlerin uğruna varlıklarını adadıkları, amaca bağlı tutmaları,
burada tutarlı ve dürüst olmalarıdır. Gerisi gelir, gerisi zafere
kadar adım adım kazanılır.
Biz böyle kalmaya söz verdik. Bu büyük bir duyarlılık ve
tutarlılıkla mümkündür. Bu her
şeyden önce kendisine verilen
şeref sözünü ve düşünce gücünü
eylem gücüne kavuşturmakla
mümkündür. Gözyaşı dökerek,
bazen sahte anma havalarına
girerek, şehitlerin anısına karşılık
verilemez. Örgüt gücü olarak,
eylem gücü olarak, bütün düşman saldırılarını boşa çıkardıAdar 2012
STÊRKA CİWAN
ğında bağlısın demektir. Bunun dışında
bir bağlılık demagojidir veya ihanet
kadar tahripkardır.
Şehitlerin anılarına gereken
ağırlığı vermek ve herkesi onlara
bağlamak insanlık borcumuzdur
Biz geçen kış boyu bu son günlere
kadar kapsamlı bir partileşme dersiyle
ve doğru örgütlenme anlayışıyla, aynı
zamanda anıya bağlı olmanın doğru
yolunu da gösterdik. “PKK’lileşelim
ve Savaşı Kazanalım” dedik. Anıya
başka türlü karşılık veremezsin. Bu,
parti gücü haline gelmenle mümkündür.
Onu bütün yönleriyle gösterdik ve ardından “doğru bir halk cepheleşmesine
yaklaşalım” dedik. Kitleselleşme zafer
için çok gereklidir. Bunun da kitleye
doğru yaklaşımla, doğru kitle politikamızla, onun mutlaka yeterli örgütlenmesiyle bağlantıları vardır. Ona
yüklendik. Başka çaresi yoktu.
Newroz mesajlarını ve kahramanlık
şehitlerini başka türlü karşılayamazsın.
Biz de bu yıla böyle bir karşılık vermek
istedik. Ordu gerçekliğini ve savaşmasını bileceksin. Bunun anlayışı kadar, pratik ustalığını da kesinlikle göstereceksin. Bize çokça dayatıldığı gibi
ordulaşmaya gelememeye, oldukça
sudan bahanelerle adam kaybetmeye,
Adar 2012
eylemi zararla sonuçlandırmaya hiç
birimizin hakkı yoktur. Bunu yapan
lafazandır bunu yapan değerlerimizin
düşmanıdır. Bunun gerekçesi de olamaz. Anılara bağlılığı böyle düşüneceksin, böyle gerçekleştireceksin. Doğru ordulaşıyor musun? O zaman sözünün erisin, gerisi laftır.
Ordu gerçeğinde ucuz lafa yer yoktur. Ordu en yoğunlaşmış siyasettir,
kişiliktir. Sözün eyleme en yakın biçimidir. Biz böyle değerlendirdik. Bizler bu şehitler anısına ve bütün şehitlerimizin yaşamdaki anlamına ısrarla
bağlıyız. Onun ağır baskısı altındayız,
ama ezilmemişiz. Yaptıklarımızı hâlâ
yeterli görmüyorum. Asıl yapmak istediklerimizi bundan sonra yapacağımıza da eminiz.
Buna dayanarak, hiç kimse bizden
insaf beklemesin diyorum. Şehitlerin
anısı söz konusu olduğunda, şehitlerin
anısının gerekleri dışında, hiç kimse
kendisine ucuz bir paye beklemesin.
Biz her şeyde sıradan olabiliriz, her
şeyde kendimize paye biçebiliriz, ama
şehitlerin anıları söz konusu olduğunda
akan sular durur, damarda akan kan
durur. Ancak layık olduğunda kendine
paye biçebilirsin. Bu böyledir ve
PKK’nin gerçeği de budur. Böyle olduğunda anlayışla karşılarız, tutarlı
kalmaya çalışırız. O çok zor koşullarda,
6
düşünülmesi çok zor şahadetleri başka
türlü karşılayamayız.
Hakilerden başlayan ve günde neredeyse bir kaç şehide mal olan şimdiki sürecin şehitlerine mecburuz.
Şehitlerin anılarına gereken ağırlığı
vermek ve herkesi onlara bağlamak
insanlık borcumuzdur, şeref ve onur
sözümüzdür, yaşamımızdır, başarı ve
zafer yürüyüşümüzdür. Bu açıdan
partileşmek, bir öncünün zaferi için
ne kadar gerekiyorsa, o kadar partileşmek bu işin doğal gereğidir. Gereği
kadar cepheleşmek, ordulaşmak ve
savaşmak böyle bir şahadet anlayışının
doğal sonucudur.
Burada kendimizi disipline edeceğiz.
Burada kendimize hakim olacağız ve
gerekeni yapacağız. PKK tarihi böylesine bir tarihtir. PKK komutası böyle
şehitlerin komutasıdır. Bunu bilmeyen
daha iyi bilmeli, gereğini yapmayan
kesin olarak yapabilmelidir ki, bu
tarihe layık olduğunu gösterebilsin.
Biz buna göz-kulak olacağız.
Bizim yaptığımız bir iş de şehitlerin
komutasına göz-kulak olmalıdır. Ve
onu bütün çalışmalarımızın başında
tutuyoruz. Anlamayan anlamalıdır.
Şimdiye kadar gerekenler yapılmamışsa, özeleştiri olarak bundan sonra
yapılmalıdır. Böyle yapılırsa, şehitlerin
anılarının ezici baskısı altında kendimizi
affedebiliriz; dürüst, şerefli ve onurlu
bir kişi olma payesini kendimize yakıştırabiliriz. Ben bunun dışında hiçbir
yol göremiyorum. Kendim de böyle
olmaya büyük özen gösteriyorum.
Bugün 30 Mart. Bugün bir de Kızıldere şehitlerinin yirmi ikinci yıldönümü. Böylesi anlamlı bir gün olma
özelliğine sahiptir. Kızıldere şehitleri
de hiç şüphesiz sıradan geçiştirilecek
şehitler değildir. Kızıldere direnişi,
her şeyden önce 12 Mart faşizmine,
TC faşizmine karşı gelişen dönemin
en soylu başkaldırısıdır. Bunun için
halkların umutlu, inançlı ve bilinçli
STÊRKA CİWAN
kişilikleri direniyordu. Bu, teslim olmayan on yiğit devrimci önder kişiliğin
başkaldırısıdır. Daha da somut olarak
söylemek gerekirse, biz şehitlerin anısına bağlı olmanın gereğini daha o
zaman iliklerimize kadar duyduk. Bu
kadar çıkarsız, bu kadar zayıf olmalarına rağmen, dev gibi bir düzene
başkaldırış ve isyan bayrağını çok büyük bir kahramanlıkla indirtmeme geleneğini o gün gördük. İdeolojik ve
siyasal gerçekliği ne olursa olsun,
örgüt ve eylem anlayışı ne denli kusurlar taşırsa taşısın, alçakça bir düzene,
kendini halkların umutlarına ve kurtuluşuna amansızca dayatan bir faşizme
karşı bir şeyler yapılması gerektiğine
inanan ve ölümün üzerine bile bile
yaman bir biçimde giden bu büyük
topluluğu anmamak olmaz.
Onların üzerine on binler yürüdü
ve katledildiler. Biz, büyük bildiğimiz
bu insanlar neden böyle hunharca katledildi diye sarsıldık. Yaşayanlar olarak
sessiz ve derinden bir söz verdik ve
gerisini getirmeliyiz dedik. O ilk
amatör devrimcilik günlerimizde onların katledilmesini protesto ettik. Bu
12 Mart karanlığına karşı cesaretli bir
adımdı. Tutuklandık, yatıp çıktık. Daha
fazlasını yapmak istedik; Türk devrimciliğiyle yapmak istedik, olmadı,
Kürdistan devrimciliğine yöneldik.
Bilindiği gibi kesintisiz ve sürekli bir
örgütü devreye sokmanın büyük hesabını o günlerde kendimiz için bir
numaralı görev belledik ve bunu ısrarla
takip ettik. Daha bu şehitlerin anısının
üzerinden bir yıl geçmeden, bir Kürdistan kurtuluş grubu olmaya karar
verdik. Bu da şehitlerin anısına bağlı
olmanın bir gereğiydi, dürüst olmanın,
devrimci söze bağlı olmanın bir gereğiydi ve yapılan da buydu.
Hiç şüphesiz 12 Mart faşizmi bu
direnişle yıkılmayacaktı. Ve faşizm
üzerinden ezip geçecekti. Öyle de oldu.
Ama bizimki, çok sıradan, fakat dü-
rüstlüğünden vazgeçmemiş bazılarının
kendini anlamlı kılması gösterdi ki,
başlangıç ne kadar zayıf olursa olsun,
dönem ne kadar aleyhte olursa olsun,
eğer kararlılık ve süreklilik varsa işin
sonu mutlaka gelir. Ve bir gün bu
cellat başlarına gereken cevap verilir;
çok güvendikleri orduları başlarına yıkılır, çözdürülür. İşte bugün görüyorsunuz ki, bu gerçekten mümkünmüş.
Büyük bir sabırla, büyük intikam yeminiyle, onun adım adım büyük bilinci
ve örgüt savaşçılığıyla, uzun vadeli
yaşamın savaşımıyla, PKK’nin örgüt
gerçeğinin ifadesiyle mümkünmüş.
Türkiye devrimciliği kendi
şehitlerine doğru sahip çıkmayı
bilemediği için bu durumdadır
Geçen yirmi iki yıl, aynı zamanda
bizim hareketimizin fiili tarihidir. Bu
direniş şehitlerine çok somut bağlıdır,
onların sıcak direniş çağrılarından kaynaklanıyor. Şüphesiz bir de halkımızın
gerçekliği vardır ve esastır. Yurtseverliğimiz vardır ve esastır. Ama bir de
büyük direniş kaynağı olmasaydı, bu
esaslar acaba hayat bağı bulabilir
miydi? Kendi kaynaklarımızı inkar
edemeyiz. Onlara sonuna kadar anlamını vermek ve gerekeni yapmak da
tarihe saygılı olmanın vazgeçilmez bir
gereğidir.
Bu tarihin de altında yüzyılların
halk direnişçileri vardı. Bu konularda
kendiliğinden bu duruma gelmedi.
Vietnam Devrimi, Küba Devrimi,
Latin Amerika Devrimleri, bütün
Asya, Ekim Devrimi’ni incelediler.
Bunların mirasını Türkiye’ye, Kürdistan topraklarına taşırmaya çalıştılar.
Onlar bu kadar büyük insanlık değerlerinin özümsenmiş ifadesiydiler.
Onları böyle bir kapsamda değerlendiriyoruz. Nitekim bu aynı zamanda
bizim de enternasyonalist anlayışımızın kanıtıdır. Bu mirasın bizim de
7
mirasımız olduğunu çok iyi biliyoruz.
Biz kendimizi insanlığa böyle bağladık. Bunlar Anadolu toprağında ilk
defa böylesine büyük bir direnişle
yankılanıyor. Biz onu alıyoruz, şimdi
dalga dalga bütün ülkemize ve giderek
Ortadoğu’ya yaymaya çalışıyoruz.
Şehitlerin anısına bir de böyle karşılık
vermek vardır.
Hiç şüphesiz Türkiye Solu dediğimiz,
devrimci dediğimiz kesimler, bu şehitlerin anısına karşılık vermeliydi;
ama veremediler. Bunlar bazı sesler
çıkarmak istedilerse de, bu sesler bu
direnişi karşılamak ve anlamaktan
uzaktı. Bizim asıl eleştirimiz burada
oldu. Layık olamıyor, gerekeni yapamıyorsunuz dedik. Ve bu eleştiri bizim
eylemimiz oldu aynı zamanda. Türkiye
devrimciliği kendi şehitlerine doğru
sahip çıkmayı bilemediği için bu durumdadır; bir de ucuz vazgeçtiği ve
unuttuğu için bu durumdadır. Bu devrimcilik aşırı sağ karşısında bir hiçtir.
Kendi hayat kaynaklarına karşı bu
kadar ilgisiz kalan ve gerekeni zamanında yapamayan daha da ezilip biter.
Gerçekleşen bu oluyor.
Bunlar tüm kardeşlik ve yardım
çağrılarımıza rağmen, ses verecek durumda değiller. Neden? Çünkü şehitlerini böyle karşılıyorlar. Hüzün ondandır. Ama yine de bu direniş şehitlerinin anısının boşa gitmediği kesindir.
Buna Deniz Geçmişlerin darağaçlarındaki büyük başkaldırısı ve teslim
olmayan gür sesi de dahildir. Yine
Kaypakkayaların işkencelerde ser verip
sır vermeyen ve sonuna kadar direnen
sesi de dahildir. Hepsine karşılık verilmiştir. Devrimci savaşımımız onların
anısını mükemmel temsil ediyor.
Biz bu savaşımı bu tarzda daha
da derinleştirdikçe ve eksikleri kapattıkça, bu hiç şüphesiz zaferi de
kesinleştirecektir.
***
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
HABER
Kürt Gençleri 15 Şubat Komplosuna
Eylemleri ile Yanıt Verdi
Stêrka CIWAN
“Komalên Ciwan Avrupa
Örgütü tarafından
gerçekleştirilen “Serokê
me hebûna me ye, dem
dema parastina
hebûna me ye” eylem
kampanyasının ikinci
ayağı çerçevesinde
Avrupa’nın birçok
yerinde yürüyüşüler,
işgal ve korsan eylemler
gerçekleştiren Kürt
gençleri PKK lideri
Abdullah Öcalan’a
özgürlük talebinde
bulundular”
Adar 2012
Kürtler 13 yıldır olduğu gibi 2012
Şubat ayını da yine eylem ve direniş
ile geçirdi. Eylemlerin öncü gücü olan
Kürt gençleri gerçekleştirdikleri eylemler ile 15 Şubat komplosunu ve
Kürt halkına yönelik saldırıları protesto
ederek, direnişi yükseltme kararlılığını
bir kez daha ortaya koydu.
Komalên Ciwan Avrupa Örgütü tarafından gerçekleştirilen “Serokê me
hebûna me ye, dem dema parastina
hebûna me ye” eylem kampanyasının
ikinci ayağı çerçevesinde Avrupa’nın
birçok yerinde yürüyüşüler, işgal ve
korsan eylemler gerçekleştiren Kürt
gençleri PKK Lideri Abdullah Öcalan’a
özgürlük talebinde bulundular.
Paris’te Kürt gençlerinden
Roj’umuzu karartamazsınız eylemi
Paris’te Kürt gençleri Roj TV yayınlarını durdurma kararı alan Eutelsat
şirketine ait binayı işgal etti. 50’ye
yakın genç Paris’te bulunan Eutelsat
binasını girerek, Fransızca ‘sansüre
hayır, özgür düşünce hakkı nerede’ ve
Kürtçe ‘Roj tarî nabê’ pankartları açarak
bir işgal eylemi gerçekleştirdi. Gençler
Roj TV ‘nin yayınlarının Türk devleti
ile yapılan anlaşmalar temelinde durdurulduğunu belirterek, yanlarında getirdikleri paraları sembolik anlamda
yerlere attı. Fransızca ‘Ahlakınızı kaç
8
paraya sattınız’ sloganları atan gençler.
Yanlarında getirdikleri bir televizyonu
protesto amaçlı bina içerisinde yere
atarak parçaladıktan sonra oturma eylemi başlattı. Bina’da uzun süre oturma
eylemi gerçekleştiren gençlere daha
sonra Fransız polisi müdahalede bulundu. Yapılan müdahalenin ardandan
20 genç gözaltına alındı.
Gençler Zürih ve Köln’de
düzenlenen şölenlerde
bir araya geldi
İsviçre’nin Zürih kentinde Komalên
Ciwan tarafından düzenlenen gençlik
şöleninde bine yakın Kürt genci biraraya geldi. Geceye KNK Başkanı Kemal Tahirizade, PJAK Başkanı Haci
Ahmedi ve KCK Yürütme Konseyi
Üyesi Zübeyir Aydar konuk olarak
katılırken, gecenin açılışında bir konuşma yapan Zübeyir Aydar Kürt Halk
Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki
tecride değinerek, tecride karşı Kürt
gençlerinin direnişi yükseltmesi gerektiğini belirtti.
Yapılan konuşmalar ardından sanatçılar Pınar Yıldız, Kawa Urmiye, Delil
Tofan hiphop, Koma Roj, Gula Sor
Müzik, Yakup Yaprak, Semyan Adar
ve Koma Folklorê Strazburge Ronahi
sahne aldı. Gece çekilen halaylar ile
son buldu.
STÊRKA CİWAN
Almanya’nın Köln kentinde de
Kürt gençleri düzenledikleri şölende
bir araya geldi. 3 binden fazla kişinin
katıldığı şölene BDP Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş da katıldı. Avru-
Gardeles’de bir araya gelen Kürt
gençleri burada Komalen Ciwan, KCK
ve çok sayıda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan posterleri açarak yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca sık sık
pa’da Komalên Ciwan tarafından
“Serokê me hebûna me ye, dem dema
parastina hebûna me ye” şiarı ile
başlatılan eylem kampanyası çerçevesinde gerçekleştirilen şölende PKK
Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük
talep edildi.
Etkinliğe bir mesaj gönderen Komalen Ciwan Avrupa Koordinasyonu,
Kürt gençlerini AKP faşizmine karşı
direnişe yükseltmeye çağırarak, “Avrupa’da yaşayan Kürt gençlerinin
daha fazla örgütlenerek öncülük rolünü oynaması gerektiğini’ belirtti.
Deniz Deman, Koma Beri, Xelil
Xemgin, Simar, Hozan Axin, Yusuf
û xweda’nın sahne aldığı etkinlikte
oldukça coşkulu anlar yaşandı. Etkinlik, şarkılar eşliğinde çekilen halaylarla son buldu.
Fransızca, Kürtçe ve Türkçe sloganlar
atan gençler, tecride karşı öfkelerini
sloganları ile dile getirdiler.
Gardeles’de başlayan yürüyüş Strazbourg, Republiqe, Opera ve Bastille
yollarını birbirine bağlayan dört yola
ulaştığında gençler yolu trafiğe kapattı.
Yaklaşık bir saat boyunca yolu trafiğe
kapatan gençler burada Öcalan lehine
sloganlar attı. Eylem daha sonra sorunsuz bir şekilde sonlandırıldı.
Gerçekleştirilen ikinci yürüyüşte
200’e yakın Kürt genci, Villliers le
bel, Arnouville, Goussainville, semtlerini birbirine bağlayan yolunu trafiğe
kapattı. 20 dakika boyunca yolu
trafiğe kapatan gençler, sık sık PKK
lideri Abdullah Öcalan lehine sloganlar attı. Gençler daha sonra eylemlerini sorunsuz bir şekilde sonlandırdılar.
Kürt gençleri, Komalen Ciwan tarafından ‘Seroke mê hebûna me ye,
dem dema parastina hebûne ye’ şiarı
ile başlatılan eylem kampanyası çerçevesinde Paris’in Drancy semtinde
de bir yürüyüş gerçekleştirdi. Komalen
Ciwan ve PKK bayrakları ile Öcalan
posterleri açan gençler, Drancy belediyesine kadar yürüdüler. 80 gencin
katıldığı yürüyüşte gençler sık sık
Öcalan lehine sloganlar attı. Burada
yolu trafiğe kapatan gençler bir süre
sonra eylemlerini sonlandırdı.
Almanya’da Kürt gençlerinden
15 Şubat eylemleri
Almanya’nın birçok kentinde de
15 Şubat eylemleri vardı. Kürt gençleri
gerçekleştirdikleri eylemlerde 15 Şubat komplosunu kınarken, Öcalan’a
özgürlük talep ettiler.
Paris’te Apocu gençlik eylemleri
Fransa’nın başkenti Paris’te 100’e
yakın Kürt genci PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde sürdürülen
ve altıncı ayına giren tecridi, gerçekleştirdikleri yürüyüşler ile protesto etti.
9
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
Frankfurt: Frankfurt’da Kürt gençleri 15 Şubat uluslararası komplosunu
protesto etmek için korsan yürüyüş
gerçekleştirdi. Frankfurt’un en işlek
caddelerinden birisi olan Hauptwache’da gerçekleştirilen ve 30 yakın
gencin katıldığı eylemde Kürtçe ve
Almanca sloganlar atıldı.
Hamburg: Almanya’nın Hamburg kentinde de Kürt gençleri ey-
Adar 2012
lemdeydi. Gençler Gülen cemaatinin
yoğun olarak örgütlendiği Bergdorf,
Wilhemsburg ve Altona bölgelerinde
Gülen cemaatini deşifre eden afişleri
asarken, bir sonraki gün Altona ve
Wilhelmsburg bölgelerinde Almanca
‘Fethullah Gülen şeytanının maskesi
düştü’, ‘Önderliğimizin özgürlüğü,
bizim özgürlüğümüzdür’ pankartları
astılar.
Yine Hamburg’da Kürt
gençleri15 Şubat uluslararası komplosunu protesto etmek için korsan yürüyüş gerçekleştirdi.
Sternschanze meydanında
bir araya gelen 30 yakın
Kürt genci Kürtçe ve Almanca ‘Bijî Serok Apo’,
"Bê serok jiyan nabe",
“Almanya finanse ediyor,
Türkiye vuruyor” sloganları atarak Rote Flora
önüne kadar yürüdü. Burada yapılan basın açıklamasının ardanda eylem
sonlandırıldı.
Darmstadt: Darmstadt
şehrinde Baz Mordem
Gençlik Komünü tarafından organize edilen yürüyüşe 200’e yakın Kürdistanlı katıldı. Luisen10
platz meydanında bir araya gelen
Kürdistanlılar gerçekleştirdikleri eylem ile 15 Şubat komplosunu protesto
etti. Eylemde sık sık Öcalan lehine
sloganlar atıldı.
Frankfurt: Frankfurt’da Kürt gençleri öncülüğünde Alte Oper meydan’ında 300’e yakın kişinin katılımı
ile gerçekleştirilen yürüyüşte, 15
Şubat uluslararası komplosu protesto
edildi. Alman sol örgütleri ve antifaşistlerin de katıldığı eylemde, Alte
Oper meydanından Romerplatz meydanına kadar yürüyen eylemciler, burada bir basın açıklaması yaptı. Eylem
gerçekleştirilen basın açıklamasının
ardından sonlandırıldı.
Berlin: Berlin’de PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleşen
15 Şubat komplosunu protesto gösterisine yüzlerce kişi katıldı. Kent
merkezinde gerçekleştirilen eylemde
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın posterlerini açmak isteyen kitleye polisin
izin vermemesi üzerine, kitle ile polisler arasında yürüyüş boyunca gerginlik yaşandı. Berlin’in turistik merkezlerinden Kudamm’daki Wittenberplatz meydanında başlayan yürüyüş, polisin tüm provakasyonlarına
rağmen gerçekleştirildi. Yürüyüş yapılan basın açıklamasının ardından
sorunsuz bir şekilde sonlandırıldı.
STÊRKA CİWAN
Köln: Köln kentinde gerçekleştirilen15 Şubat komplosunu protesto
yürüyüşüne ise 400’e yakın Kürdistanlı katıldı. Köln Ebertplatz meydanında toplanan Kürdistanlılar komployu protesto etmek için bir yürüyüş
düzenledi.
Almanca ve Türkçe “Önder
Apo’ya özgürlük”, “Evrimlerin, Fıratların, Mustafaların ruhuyla militanlaşalım, güneşimizi özgürleştirelim” pankartı açan kitle Öcalan lehinde
sloganlar atarak Köln Rudolfplatz
meydanına kadar yürüdü. Rudolfplatz
meydanında yapılan basın açıklamasının ardından eylem sonlandırıldı.
Freiburg: Almanya'nın Freiburg
kentinde 15 Şubat komplosu Komalên
Ciwan tarafından yapılan meşaleli
bir yürüyüşle protesto edildi. Kartoffelplatz meydanında 'Abdullah
Öcalan’a karşı gerçekleştirilen uluslararası komployu kınıyoruz!’ yazılı
pankart açarak yürüyüşü geçen Kürt
gençlerinin eylemine Alman otonomcuları da dayanışma amaçlı katıldı.
Kürt gençlerinden işgal eylemleri
Kürt gençlerinin gerçekleştirdiği
işgal eylemleri 15 Şubat’ta da devam
ettirildi. Kürt gençleri 15 Şubat komplosunu protesto etmek amacı gerçekleştirdiği işgal eylemlerinde PKK
Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük
talebinde bulundu.
Zürih: PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın esaretinin 14. yılında komployu
protesto etmek isteyen Kürt gençleri,
İsviçre’nin Zürih kentine bağlı Regensdorf’ta Zaman gazetesinin bürosunu işgal etti. Yaklaşık 25 gencin
katıldığı eylemde, uzun süre büroyu
işgal eden gençlere daha sonra İsviçre
polisi müdahale ederek gençler gözaltına aldı.
Marsilya: Fransa’nın Marsilya’da
kentindeyse yaklaşık 100 Kürt genci
PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik
komployu protesto etmek için şehir
merkezinde bulunan Noiaille karakolu
önündeki dört yolu işgal etti. Yaklaşık
45 dakika süren eyleme daha sonra
Fransız polisi müdahale etti. Herhangi
bir gözaltının yaşanmadığı eylem
sonlandırıldı.
Paris: Fransa'nın başkenti Paris'te
Kürt gençleri Zaman Gazetesi'nin
bürosunu işgal etti. Zaman gazetesi
çalışanlarının kendilerine yönelik sözlü ve fiziki saldırılarına özsavunma
ile yanıt veren gençler, kısa sürede
zaman gazetesinin haber merkezi de
dahil, tüm odalarına girerek, bütün
tekniki cihazları kullanılamaz hale
getirdi. Eylem sonrası binada büyük
çapta maddi hasar meydana geldi.
Hamburg: Almanya’nın Hamburg kentindeyse Kürt gençleri Hamburg Eyalet Parlamentosunu işgal
etti.15 Şubat komplosunu protesto
etmek amacıyla gerçekleştirilen eyleme, Alman anti-faşistleri de destek
verdi. 15 gencin katıldığı eyleme
müdahale eden Alman polisi, gençleri gözaltına aldı.
Darmstadt: Darmstadt kentinde
de 25 kürt genci Darmstatdt’ın en
işlek caddelerinden biri olan Pespese anayolunu trafiğe kapattı. 15
11
dakika boyunca yolu trafiğe kapatan
gençler, Öcalan’a özgürlük talebinde
bulundular.
Marsilya’da yüzlerce kişi
Komalen Ciwan mitinginde
bir araya geldi
Fransa’nın güney kentlerinden Marsilya’da Komalên Ciwan öncülüğünde
düzenlenen mitingde, PKK Lideri
Abdullah Öcalan’a karşı gerçekleştirilen uluslararası 15 Şubat komplosu
kınandı. Mitinge çok sayıda Kürdistanlının yanı sıra, Kürt halkına yakınlığı ile bilinen Berberi halkı da
destek verdi.
Mitingde 9 yıl boyunca gizili bir
şekilde Fas cezaevlerinde tutulan,
Fas’lı devrimci Muhammed Nadrani
bir konuşma yaparak, Kürt halkının
haklı mücadelesinin yanında olduklarını dile getirdi. Nadrani konuşmasında devamla “ Kürt halkının
haklı davasının yanındayız, benzer
haksızlıklara biz Berberi halkı da
uğradık.” diyerek, 13 yıldır 5 metre
karelik hücresinde özgürlük mücadelesi veren Öcalan’a özgürlük talebinde bulundu.
***
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
PERSPEKTİF
Edi Bes ê, An Azadî An Azadî
Hidar FERAT
“Kürt gençliği olarak
bu baharda ülke ile
buluşmak, bin yılların
özlemini olan özgür
Kürdistan’ın
yaratıcıları olmak
istiyorsak bu tarihi
sürecin içerisinde
kesinlikle yer almalıyız”
Adar 2012
Direniş ile başlayan Şubat ayının
eylemsel hattında Mart ayını karşılamaktayız. Hareketimiz 2012 yılına
büyük bir misyon biçmiş, tüm hazırlıkların bu temelde ele alınarak, 2012
yılında görkemli bir mücadele sürecini
yaratma ve Önderliği özgürleştirme
hedefini önüne koymuştur. Kapsamlı
hazırlıkların yapıldığı 2012 yılının
eylemsel sürecinin başlangıcı olarak
tanımlanan Şubat ayında gerçekleşecek eylemsellik bu anlamda büyük
önem taşıyordu. Şubat ayında gerçekleştirilecek eylemlerin güçlü geçmesi bir bütünen bir yılı etkileyeceği
bilinmekteydi. İşgalci AKP hükümeti
cephesinde de bu durum bilindiği
için Şubat ayı içerisinde başta Kürdistan olmak üzere Kürtlerin örgütlü
olduğu tüm alanlarda geçekleştirilen
operasyonlar ile bu direniş kırılmak
istenmiştir.
AKP hükümeti, askeriyesi ve polisi
devreye sokarak 2009’dan bu yana
başlatmış olduğu operasyonlara devam
etmiş, 15 Şubat öncesi yüzlerce Kürdü
gözaltına almış, onlarcasını tutuklamıştır. AKP iktidarı döneminde Kürdistan coğrafyası adeta açık bir cezaevine dönüştürülmesine rağmen,
gerçekleştirilen eylemlerde büyük bir
direniş örneği sergilenmiştir. Başta
12
kuzey Kürdistan olmak üzere, dört
parça Kürdistan’da ve Avrupa’da yüzbinlerce Kürt Şubat ayında alanlara
dökülerek, 15 Şubat komplosuna ve
Önder Apo üzerindeki tecride karşı
tepkisini ortaya koymuş, hiçbir gücün
Kürt halkının özgürlük mücadelesinin önünde engel olamayacağını bir
kez daha dile getirmiştir. Amed’den
Afrin’e, Colemerg’den Hewler’e, Sine’den Strasbourg’a Kürtlerin örgütlü
olduğu tüm alanlarda yüzbinler alanlara inmiş, devrimci halk savaşına
hazır olduğunu dile getirmiştir. Bu
anlamıyla Şubat ayında gerçekleştirilen eylemler, Amed Newroz ateşini
tutuşturacak güçte, dağlardaki karları
eriterek baharı getirecek kapsamda
gerçekleşmiştir diyebiliriz.
Özellikle Cenevre’de başlatılan ve
Strasbourg’a kadar gerçekleştirilen
uzun yürüyüş eylemi Kürtlerin 2012
yılında gerçekleştirecekleri direniş
mücadelesine kapsamlı hazırlığının
göstergesidir. Eksi otuz dereceyi aşan
soğuklara rağmen ‘Öcalan’a özgürlük,
Kürt halkına siyasi statü’ sloganı etrafında gerçekleştirilen yürüyüş ile
Kürtler tüm dünyaya Özgürlük uğruna
neleri gerçekleştireceğini göstermiştir.
Yürüyüşün ardından Strasbourg’da
gerçekleştirilen Önder Apo’ya özgür-
STÊRKA CİWAN
lük mitinginde atmış binden fazla
Kürdistanlı hep bir ağızdan özgürlük
sloganları atmıştır.
Bahar ile direniş,
direniş ile özgürlük gelişecek
Kürt halkı Şubat ayı içerisinde
gerçekleştirdiği görkemli direniş eylemlerinin ardından, şimdi görkemli
bahar direnişine hazırlanıyor. Hareketimiz tarafından ilan edilen ‘edi
bese, an azadi an azadi’ şiarı ile
gerçekleştirilecek olan 2012 direniş
mücadelesi ile artık birçok noktada
netleşmenin sağlanacağı dile getirilmiştir. Hareketimiz AKP hükümetin tüm kirli yüzünün deşifre olduğunu dile getirerek, bundan sonra
Kürtlerin AKP’nin oyalama siyasetine kanmayacağını, somut adımlar
atılmadığı müddetçe Kürt halkının
ve Özgürlük Hareketi’nin direnişten
asla taviz vermeyeceğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Gerillanın
kış aylarında Çele’de gerçekleştirdiği
eylem bunun en somut göstergesidir.
Oldukça zorlu kış koşullarında gerçekleştirilen bu eylem Apocu gerillanın AKP’nin saldırılarına ve tecridine karşı fedayiane öfkesidir. Baharla birlikte karların erimesi ile
gerillanın gerçekleştireceği eylemlerin dozajının anlaşılması açısından
Çele eylemi oldukça çarpıcıdır. Bu
eylem baharla birlikte kapsamlı bir
direnişin gerçekleşeceğinin ve bu
baharın gerilla baharı olacağının
göstergesidir.
AKP hükümeti ve onun hiçbir
savaş ahlakını tanımayan ordusunun,
gerillanın kış koşullarındaki hareket
alanının kısıtlı olmasından yararlanarak kış boyunca her türlü tekniği
kullanarak gerçekleştirdiği askeri
operasyonların, bahar ile birlikte
intikam mücadelesi halini alacağı
herkesçe bilinmektedir. AKP hükümeti bunu tüm çevrelerde daha iyi
bildiği için bahar öncesi bakanları
aracılığı ile açıklamalar yapmakta,
bir baharı daha Kürtleri oyalama
politikasını nasıl devreye sokarım
ın hesabını yapmaktadır. Son alarak
AKP cephesinden ‘gerekirse devlet
Öcalan ile yeniden görüşür’ açıklaması bunun somut göstergesidir. Bu
açıklamayı AKP’ye yaptıran sebep
15 Şubat komplosuna karşı geliştirilen eylemlerin etkisi olduğu kadar,
aynı zamanda AKP’yi saran bahar
korkusudur. Ancak AKP Kürtlere
karşı tüm politik kurnazlıklarını tüketmiş durumdadır. Kürtler artık bu
13
Osmanlı oyunlarına kanmayacaktır.
Şu açık bir şekilde ortaya çıkmıştır
ki tasfiyeci AKP hükümeti tasfiye
edilmeden Kürt sorununun çözümü
mümkün değildir.
Devrim genç yürekler ile yapılır
Bu anlamı ile görkemli bir direniş
mücadelesi bizleri beklemektedir.
Üstelik bu baharda gerçekleştirilecek
direniş, öyle dönemsel bir direniş
olmayacağı gibi, sadece belirli bir
alanın üstleneceği bir direniş de olmayacaktır. Tüm sahaların topyekun
mücadele halinde olacağı bir direniş
olacaktır. Gerilla eylemlerinden,
halk serhildanlarına, gençlik ve
kadın mücadelesinden, politik mücadeleye, diplomasiye tüm sahalarda
direniş ruhu ile gerçekleştirilecek
olan bu sürece tüm sahaların hazır
olması gerekmektedir. Buna en fazla
da gençliğin hazır olması gerekmektedir. Zira öncülük tanımlaması
yapılan gençliğin bu direniş sürecinde üstleneceği misyon zaferin
anahtarı niteliğindedir.
Bu anlamda gençlik hareketinin
kendisini bu sürece hazırlaması kaçınılmaz bir görevdir. İçerisine girilecek süreç oldukça tarihi görev ve
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
sorumlulukları tüm Kürt gençliğinin
önüne koymaktadır. 73 yaşındaki
bir ana bunu anlayabiliyor ve eksi
30 dereceyi aşan soğuklarda 18 gün
boyunca yürüyebiliyor ise Kürt gençliğinin bunu hayli hayli anlaması
gerekiyor. Hiçbirimizin bireysel istemleri 73 yaşındaki bir ananın özgürlük istemi ile kıyaslanamaz. Önderliği esaret altında olan, 7 aya
yakın süredir kendisinden haber alınamayan bir halkın gençliği olarak
gerçekliğimizi görmemiz gerekmektedir. Ülkemiz her gün bombalanmakta, bizler uğruna yaşamlarını
feda eden genç bedenler düşmanın
haince pusularında şehit düşmekte,
yüzlerce yaşıtımız zindanlara atılmakta, henüz çocuk yaşta kurşunlara
dizilmekte, bombalanmakta, en ağır
işkencelere maruz kalmakta iken,
bizlerin direnmekten başka alternatifimiz yoktur. Bu direniş mücadelesinden kaçmak insanlık değerlerinden kaçmak anlamına gelmektedir.
Bu sürece karşı gözlerimizi kapatmak, sağır taklidi yapmak, dilsizleşmek ihanetin en büyüğüdür, vicdansızlıktır. Bu dönemde en zor koşullardaki Kürt gencinin dahi yapabileceği bir şeyler olmalıdır. Ve bunu
yaparken de geçmiş süreçlerde olduğu
gibi birkaç
Adar 2012
takvimsel eyleme katılarak değil,
tüm zamanların ötesinde bir kararlılık
ile bir adım daha ileriye atılarak
yapmalıdır. Dün evinde oturanlar
bugün alanlara inmelidir. Dün bir
eyleme katılıyorsa, bugün bir eyleme
öncülük yapmalıdır. Dün bir çalışan
olarak mücadeleyi veriyorsa, bugün
bir adım ötesine yürümelidir. Çünkü
dün yaptıkları ile özgürlüğü sağlayamadı, ancak bugün bir adım ötesine
geçerek yapacakları özgürlüğün kapısını aralayacaktır.
Özellikle Avrupa gibi bir sahada
mücadele veren biz Kürt gençleri
açısından yapılacak onlarca görev
bizleri beklemektedir. Baharla birlikte geliştirilecek direniş hamlesini
kitlelere taşırmak, yabancı kamuoyunu duyarlı kılmak, Avrupa’daki
yeşil Türkçü faşizme karşı mücadele
etmek, kirli savaşta Türk devleti ve
ordusu ile hareket eden, kurum ve
kuruluşları teşhir etmek, bu kurumlara karşı eyleme geçmek bunların
başlıcalarıdır. Kürdistan gençliği
bunu sömürgeleştirilen bir ülke
gerçekliğinde, tutuklamaları, iş-
14
kenceleri ölümleri göze alarak yapabiliyor ise aynı halkın sürgündeki
gençliği bu koşullarda hayli hayli
yapabilir, yapmalıdır. Bizleri onlardan ayıran nedir sorusuna yanıt aramak kendimizi sorgulamak açısından
oldukça önemlidir.
Bu baharı gençlik baharına
çevireceğiz
Yine Avrupa’da yaşayan Kürt
gençliğinin örgütlendirilmesi ve ülke
gerçekliğine kavuşturulması temel
görev ve sorumluluklarımızdandır.
Son olarak Strasbourg yürüyüşüne
katılan altmış bini aşan kitlenin neredeyse yüzde yetmişinin gençlerden
oluştuğunu göz önüne alacak olursak, mevcut durumda Avrupa’daki
gençlik örgütlenmemiz oldukça zayıf
kalmaktadır. Bu gençlere ulaşmak
noktasında eksiklikler yaşanmaktadır.
Binlerce genç Önderliği ve halkı
için alanlara inmekte, kilometrelerce
yolu tüketerek eyleme gelmekte ise
STÊRKA CİWAN
bu içerisinde taşıdığı Kürdistani değer yargılarının göstergesidir. Şimdi
bizim görevimiz bu gençlere ulaşmak
ve onları bir kez daha Önderliği ve
halkı için bir adım daha ötesine taşıyacak bir mücadele sürecine sevk
etmemizdir.
Baharla birlikte gerillanın gerçekleştireceği görkemli direniş ile beraber
birçok gencin doğallığında mücadeleye akma durumu yaşanacaktır. Bu
gençlerin örgütlendirilmesi ve eğitilmesi de gençlik hareketinin temel
görevi ve sorumluluğu olacaktır. Tüm
bu gerçekliklerden hareket ile gençlik
hareketinin kendisini bu döneme hazırlaması gerekmektedir. Tüm alanlarda, sahalarda örgütsel büyüme ve
toparlanma en kısa zamanda gerçekleştirilmelidir. Zira 21 Mart ile beraber
yoğun bir eylemsellik süreci bizleri
beklemektedir.
Tarih yeniden yazılmak için
bizleri beklemektedir
Bu konuda her Kürt gencinin bu
sürece kendisini hazırlaması gerekmektedir. Dönem sadece birkaç takvimsel eylemsellik ile kurtarılacak bir
dönem değildir. Önderliğimizin esareti
birkaç turnuva ya da festival ile ortadan
kaldırılamaz, kuşkusuz bunlar gerçekleşecektir. Ancak bunlar dahi bahar
özgürlük hamlesine denk hale getirilerek gerçekleştirilmelidir. 2012 yılı
Kürt halkının baharı olacaktır. Bu baharın en temel öncülüğü de Kürt gençliğinin eylemsel, örgütsel öncülüğü
temelinde gerçekleşecektir. Bu anlamı
ile Kürt gençliği, gençlik baharını bir
halkın baharına çevirebilecek güç ve
iradeye sahiptir. Yeter ki bu konuda
doğru yol ve yöntem izlensin.
Büyük bir mücadele yılına girerken şunu unutmamak gerekir ki kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. Ancak
kazanacak bir özgürlüğümüz, bir
ülkemiz, özgürlüğünü sağlayacağımız bir Önderliğimiz ve vereceğimiz mücadele sonucunda yaşatacağımız onlarca gerillanın yaşamı söz
konusudur.
Sonuç olarak Avrupa’da yaşayan
Kürt gençliği olarak bu baharda ülke
ile buluşmak, bin yılların özlemi olan
özgür Kürdistan’ın yaratıcıları olmak
istiyorsak bu tarihi sürecin içerisinde
kesinlikle yer almalıyız. Yüzyıllardır
gerçekleşmeyeni gerçekleştirecek bir
kuşak olmanın onuru bizlere bırakılmıştır. Tarih yeniden yazılmak için
bizleri beklemektedir. Her bir Kürt
genci bu süreci böyle algılamalı ve
kendisine böyle yaklaşmalıdır. Bu
süreç yüzlerce kahramanı yaratacak
tarihi bir süreçtir. Bu bahar ile birlikte
yüzlerce Agit, Erdal, Mordem ve
Rüstem olmak gerekmektedir. Şimdi
tercih yapma zamanıdır. Ya Avrupa
topraklarında birer köle olarak yaşayacak, Avrupalıların ucuz iş gücü
olacak, kapitalist sistemin içerisinde
eriyip gideceğiz. Bunun sonucu olarak
bin yıllardır yaratılamayanı yaratan
15
bir önderliğe ihanet edeceğiz. Bin
yıllarca ülkesiz yaşamayı göze alarak
tarihten silinmeyi göze alacağız. Ya
da bir yıl görkemli bir direnişi son
nefesimize kadar geliştirerek, Önderliğimizi özgürleştirecek, özgür bir
ülkenin inşasının startını vererek kahramanlaşacağız, tarih yazacağız.
Kürt gençliğinin artık tüm zamanlardan daha fazla bunu yaratacak
gücü ve iradesi vardır. Bu baharla
birlikte özgürlüğe en fazla yaklaşacağımız bir yılı yaşayacağız. Bu anlamda oldukça kritik bir döneme girerken, fedakarlık, mücadele ve zafer
bizleri bekliyor.
Değerli yoldaşlar!
Direniş Newroz’u bizleri bekliyor.
Ülkemiz, dağlarımız ve binlerce yoldaşımız bizleri bekliyor. Bahar bizi
çağırıyor. Bu çağrıdan kaçılamaz.
Şimdi kazanma zamandır.
Newroz pîroz be
Edî bes e, an Azadî an Azadî
***
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
DEĞERLENDİRME
KÜRT BAHARI
Duran KALKAN
“2012 baharını her
zamankinden daha çok
bir Kürt baharı,
özgürlük baharı,
Newroz baharı haline
getirmeyi sağlayacağız.
Artık bunun gerisindeki
bir tutumu kesinlikle
kabul etmeyeceğiz. 2012
baharından itibaren
kesin içinde girilen süreç
Önder Apo'ya özgürlük,
Kürdistan'a statü
sürecidir”
Adar 2012
Gerçi her bahar Kürt halkı ve Kürdistan için büyük önem taşıyor; bahar
Kürt halkının mevsimi oluyor. Çünkü
bahara ilk adımın atıldığı 21 Mart,
Kürt yeni yılının ilk gününü ifade ediyor. Kürt halkı özgürlük bayramı olan
Newroz’ları yaratarak her baharın kendi
baharı haline getirilmesini sağlamış
bir halk olma özelliği taşıyor.
Newroz yeni günü, yeniden dirilişi,
özgürlüğü, yeniden doğuşu ifade ediyor.
Devletçi sistemin Dehaklarından halkların kurtuluşunu, özgürlüğe kavuşmasını ifade ediyor. Bu bakımdan da
her bahar Kürtler için bir yeniden
doğuş, diriliş, kendini yenileme, özgürlüğe yeniden adım atma anlamına
geliyor.
Özellikle Önder Apo ve PKK öncülüğündeki Özgürlük Hareketinin gelişimi bu tarihsel gerçeği güncel yaşamla
daha da somutlaştırmış bulunuyor.
Kürtleri baharlaşan halk haline, Newroz
halkı haline getirmiş olmayı ifade ediyor. Mazlumların günü, Agîtlerin günü,
Kürt halkının kahramanlık destanlarının
yazıldığı, özgürlüğe yeniden doğuşlarının adımının atıldığı yeni başlangıcı
içeriyor. Bu bakımdan da her baharın
Kürt halkı açısından büyük bir anlam
ve önemi var. Kendini yenilemeyi,
kahramanlık destanları yazmayı, özgür
ve demokratik yaşam doğrultusunda
16
yeni adımlar atmayı ifade ediyor.
Kuşkusuz Newroz özgürlük bayramlarının yaratıldığı, Çağdaş Kawa
Mazlum ve büyük komutan Agît direnişçiliğinin yaratıldığı baharlar, Martlar,
Nisanlar, Mayıslar Kürtler açısından
her zaman tarihi bir öneme sahip olduğu
gibi, içinde bulunduğumuz 2012 yılında
da daha derin bir anlam ve öneme
sahip bulunuyor. Nasıl ki bundan 2600
yılı aşkın süre önce Kürtlerin ataları
halklar için büyük özgürlük adımını
atmayı başarmışsa, bugün de her bahar
mevsiminde Kürt halkı kendisi için
olduğu kadar komşu halklar ve insanlık
için de yeni yeni özgürlük adımları atmayı başarıyor.
Özellikle PKK ile birlikte baharların
daha büyük anlam taşıdığı, Kürd’ün
baharlaşan, Newrozlaşan halk haline
geldiği tartışma götürmüyor. 4 Nisanlar
Önder Apo’yu müjdeleyen günler olarak, 21 Mart ve 28 Martlar Mazlum
ve Agît kahramanlığını müjdeleyen
kahramanlık günleri olarak Kürt halkını
daha büyük bir özgürlük mücadelesine
çekiyor. Yine 8 Mart Emekçi Kadınlar
Günü, bir başka değişle kadın özgürlük
bayramı tüm kadınları Kürt halkı gibi
özgürlük yolunda yeniden doğuş yapmaya götürüyor. Ve bunların hepsi 1
Mayıslarda emekçilerin kurtuluş ve
özgürlük günüyle, birlik ve dayanışma
STÊRKA CİWAN
günüyle birleşerek gerçekten de birey
ve toplum açısından tümüyle yeniden
dirilmenin, ne pahasına olursa olsun
özgür yaşama adım atmanın gerekçeleri haline geliyor.
2012 baharı Kürt halkının ve
gençliğinin baharı olacak
Biliyoruz ki, Mart, Nisan ve Mayıs
aylarında Kürt halkı ve Kürt gençliği
tarih boyunca gerçekten de kahramanlıklar yarattı. Özellikle de PKK
ile birlikte bu kahramanlık gerçekliği
daha somut, güncel ve yaşanır hale
geldi. Yine biliyoruz ki, 6 Mayıslar
Deniz Gezmişlerin idam günü olarak
büyük değer taşıyor. Bir kahramanca
direnme günü, duruş günü. 18 Mayısların Haki Karer’in, İbrahim Kaypakkaya’nın büyük direnme günü
olma özelliği taşıyor. 2 Mayıs büyük
komutan Mehmet Karasungur’un şahadet günü oluyor. Nisandaki Önderlik
doğuşuyla, Mart’ın Ulusal Kahramanlık Haftası’na bunları da eklediğimizde bahar sürecinin Kürt halkı
ve gençliği açısından ne büyük tarihsel
anlam ifade ettiğini açıkça görüyoruz.
Bu büyük kahramanlar, öncüler ardından belki de sayıları binleri geçen
büyük kahramanlık destanlarını bu
mevsimin her ayında, her haftasında,
her gününde yazılmış olduğunu biliyoruz. Bu temelde bütün özgürlük
mücadelesi şehitlerimizi, kahramanlarımızı saygı ve minnetle anarken,
halkımızın yeni Newroz yılına girişini,
özgürlük bayramlarını, kadınların özgürlük günlerini kutluyor ve 2012
yılının mücadele açısından kader belirleyiciliği içerisinde üstün başarılar
diliyoruz.
Görüldüğü gibi, 2012 baharına
Kürt halkı ve gençliği olarak daha
amansız bir mücadele içinde ve daha
büyük bir umutla giriyoruz. 2012 baharının her zamankinden daha çok
özgürlük baharı, Newroz baharı olacağı daha şimdiden açıkça görülüyor.
Faşist-soykırımcı rejim böyle önemli
günleri, bahar günlerini, özgür yaşam
günlerini halkımız için zehir etmeye
çalışırken, Kürt gençliği ve halkı olarak da her türlü düşman gücünü ve
saldırısını kırarak, 2012 baharını her
zamankinden daha büyük bir özgürlük
dönemi haline getirme irade ve kararlılığımızı koruyoruz. Bu temelde
faşist-soykırım rejimiyle Kürt halkı
arasında yaşanan amansız mücadele,
Kürdistan’ın dört parçasında ve dünyanın dört bir yanında çok yönlü bir
biçimde sürüyor. Düşmanın baharları
halkımıza zindan etmek istediğini,
bu büyük diriliş, doğuş anlarını halkımız için katliam ve ölüm dönemlerine dönüştürme çabasında olduğunu
çok iyi biliyoruz. Bu gerçeği Önder
Apo bize öğretti; geçen kırk yıllık
mücadele deneyimi içinde çok net
bir biçimde gördük ve öğrendik. Bu
bakımdan da şimdiye kadar olduğu
gibi, 2012 baharında da gençlik ve
halk olarak, bir bütün Özgürlük Hareketi olarak düşmana karşı kinimiz,
öfkemiz, nefretimiz daha büyük; mücadele iddiamız, azmimiz ve kararlılığımız daha fazla; özgür yaşamı yaratma iddia ve umudumuz her zamankinde daha güçlüdür. Dolayısıyla
da 2012 baharının Kürt baharı olacağını, Kürt özgürlük devriminin her
zamankinden daha büyük bir gelişme
yaşayarak zafer yolunda kararlı adımlarla ilerleyeceğini netçe belirtiyoruz.
Gerçekleştirilen tarihi bir direniş
AKP hükümetinin 2011 hesapları
alt üst etti
Bu doğrultuda 2011 yılının da çok
kapsamlı ve hayati önem taşıyan bir
mücadelenin yaşanmış oluğunu biliyoruz. Maskesinin düştüğünü, gerçeğinin anlaşıldığını, oyun ve hilele17
rinin bozulduğunu gören ve anlayan
AKP hükümetinin, amaçladığı imha
ve tasfiyeyi başarabilmek için Türkiye’nin tüm imkanlarını ve uşaklık
ettiği ABD ve Batı siteminin bütün
güçlerini harekete geçirerek saldırı
yürüttüğü bilinen bir gerçek. Gerçekten de 2011 yılının ikinci yarısında
AKP’nin topyekun savaş konsepti
temelinde yapmadığı saldırganlık kalmadı. Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye edebilmek için tüm
gücü-nü ortaya koydu. Sadece Kuzey
Kürdistan’da değil, Kürdistan’ın diğer parçalarında ve yurtdışında da
Kürt halkına saldırmayı temel görev
bildi. Sadece gerillaya değil, halka,
demokratik siyasete, en başta da Önderliğe dönük saldırı yürütmeyi temel
görev olarak gördü. Sadece silahlı
şiddetle saldırmadı, topyekun özel
savaşın bütün boyutlarını harekete
geçirerek bir saldırı yürüttü. Askeri
alanda yasaklanmış silahlar dahil,
(en son Roboskî katliamında görüldüğü gibi) sivil halkı da katledecek
düzeyde her türlü yakıcı ve parçalayıcı
silahlarla saldırı yaparken, onunla
birlikte demokratik siyasete dönük
siyasi soykırım operasyonlarını, Kürt
gencine, kadınına hatta çocuğuna dönük faşist polis terörünü, Önder Apo
üzerinde de ağırlaştırılmış tecrit ve
imha sürecini geliştirdi. Dikkat edilirse
saldırılar Kürt halkının tüm özgürlük
değerlerini hedefledi. Kürdistan’ın
tüm parçalarında ve yurtdışında sürdürülen geniş bir yelpazeye yayıldı.
Her türlü yöntemi, aracı kullanan bir
vahşet halini aldı.
Bütün bunlarla AKP hükümeti güya
Önder Apo’ya şantaj yaparak taviz
kopartacak, Kürt halkını terörle ve
zindanla korkutarak sindirecek, gerillayı suç teşkil eden silahlarla vurarak
ezecek, böylece Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye edecekti.
Buna dayanarak da amaçladığı Kürt
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
soykırımını başarıya götürmeyi hedefliyordu. Hem de bunu Sri Lanka’nın Tamil’e yaptığı gibi yapabilmeyi, birkaç ay içerisinde geliştirecek
topyekun bir operasyonla sonuca gitmeyi umut ediyordu. Bu doğrultuda
ABD ve Avrupa Birliğinin gücünü
NATO ittifakı temelinde kullandığı
gibi, başta İran olmak üzere Ortadoğu
gericiliğinin gücünü de sonuna kadar
kullandı. Tabi bunlarla da yetinmedi;
çeşitli işbirlikçi-hain çevreleri de besleyerek, destekleyerek psikolojik savaşı kapsamında Özgürlük Hareketimize dönük her türlü yalan ve iftiraya
dayalı bir kampanya geliştirmekten
geri durmadı. Bütün bunlarla sözde
2011 yılını Kürt Özgürlük Hareketini
tasfiye ve imha yılı haline getirecekti.
Kürt soykırımını sonuca götürmenin
önünü açmış olacaktı.
Kürt halkı ve gençliği,
Kürt kadını çok yönlü ve
kahramanca bir direniş gösterdi
Fakat gerçekler ortadadır. AKP faşizminin her türlü insanlık dışı yöntemi kullanarak geliştirdiği bu saldırganlığa karşı başta Önderliği ve
gerillası olmak üzere, Kürt halkı ve
Adar 2012
gençliği, Kürt kadını çok yönlü ve
kahramanca bir direniş gösterdi. Bu
AKP vahşetine karşı her şeyden önce
Önder Apo direndi. 2011 Temmuz’undan bu yana Önder Apo’nun gösterdiği
tutum AKP hükümetini temellerinden
sarsacak, şaşkına döndürecek bir insanlık duruşunu ve özgürlük iradesini
temsil ediyor, AKP’nin her türlü oyun,
hesap ve planlarını bozmuş bulunuyor.
AKP, İmralı’da on üç yıldır yürütülen
insanlık dışı işkence durumunu, her
türlü yaşam aracını bir baskı ve şantaja
dönüştürerek zirveye ulaştırmış bulunuyor. Buna karşı insanüstü bir direnişin İmralı’da geliştiğini ve gerçekleştiğini görüyoruz. Bu büyük ve
tarihi Önderliksel duruş adım adım
bütün ülkeye yayılıyor, bütün toplumu
sarıyor. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere her alandaki Kürt insanını
ve demokratik çevreleri kucaklıyor.
Onlara doğru özgür duruş, özgür yaşam, iradeli tutum yolunu gösteriyor.
Bununla birlikte bu saldırganlığa
karşı Kürt halkı çocuğuyla, genciyle,
kadınıyla, yaşlısıyla kahramanca direniyor. AKP’nin ve Fethullah Gülen
cemaatinin faşist polis terörüne karşı
Kürtlerin bir bütün olarak gösterdiği
direniş gerçekten de tarihin en büyük
18
kahramanlıklardan birisini ifade ediyor. AKP ve Gülen polisinin nasıl
bir Kürt düşmanı, insanlık düşmanı,
demokrasi düşmanı olduğunu netçe
görüyoruz. Faşist saldırganlığın, soykırımcılığın ne olduğunu bu saldırılardan iyi anlıyoruz. Ama aynı düzeyde de özgür yaşamda iddialı ve
iradeli olan Kürt insanının, gencinin
ve kadınının özgür duruşunu, özgürlük
için kahramanca direnişini görüyoruz.
Böyle bir direnişle Fethullahçı faşist
polisinin bütün zulmü başarısız kılınmış bulunuyor.
Yine her türlü tutuklama, tehdit,
baskıya rağmen Kürt demokratik siyasetinin, özgürlük değerlerine sahip
çıkma temelinde sonuna kadar direnme kararlılığı içinde olduğu görülüyor. Altı binden fazla tutuklu olmasına rağmen bir çiviyi bile sökebilmiş değiller. Bu kadar baskı, zulüm
ve işkenceye rağmen bir kişiyi bile
Kürt ulusal demokratik mücadelesinden, özgürlük davasından caydırabilmiş değiller. Tersine, insanlar işkenceye, tutuklamaya güler yüzle gidiyorlar, zindanları kahramanca direnişleriyle aydınlatıyorlar. Çünkü
kendilerine saldırının neyi amaçladığını, dolayısıyla bu tür saldırganlığa
karşı direnmenin nasıl büyük bir anlam, değer ifade ettiğini çok iyi biliyorlar. O bilinçledir ki, Kemal Pir’in
deyişiyle “özgür yaşamı uğruna ölecek
kadar seven” bir tutumla her türlü
ortamı faşist-soykırım rejimine karşı
bir direnme alanı haline getirmeyi
başarıyorlar.
Elbette bütün bu direnişler içerisinde gerillanın dağdaki kahramanlığı
destancadır. Kürt tarihinin destanlarla
dolu olduğunu biliyoruz. Bu tarihi
en güçlü geliştirenin de PKK direnişçiliği olduğu açık. PKK ile Kürt
destanları günlük yaşam haline gelmiş
durumda. PKK militanlarının zindandaki direnişi, dağdaki direnişi,
STÊRKA CİWAN
gerilla olarak, halk olarak direnişi
gerçekten de kahramancadır, destancadır. Kürt tarihi büyük kahramanlık
destanlarıyla dolu bir tarih haline
gelmiştir. Mazlumların, Kemallerin,
Hayrilerin direnişiyle, Agîtlerin, Zîlanların, Bêrîtanların direnişiyle, Bêrîvanların, Vedat Aydınların direnişiyle, günümüzde de Rüstem’lerin,
Çiçeklerin, Alîşêrlerin, Rozerînlerin,
Xebatların, Rubarların, Brûskların,
Sîmkoların, Rûkenlerin, Armançların,
Azizlerin direnişiyle, Ahmet ve Ronahîlerin direnişiyle Kürtlerin gerçekten de destan yaratan bir halk olduğu bir kere daha kanıtlanmış ve
tüm insanlığa gösterilmiş bulunuyor.
Var olmak için direniş
kaçınılmazdır
Kuşkusuz varolabilmek ve özgür
yaşayabilmek için de Kürt halkının,
Kürt gençliğinin de çok bilinçli, örgütlü ve iddialı bir biçimde bu topyekun faşist-soykırımcı saldırganlığa
karşı kahramanca direnmesi gerekiyor.
Kürtlerin direnmekten başka varolabilmek için ellerinde bir seçenek yoktur. Varlıklarını koruyabilmek ve
özgür yaşamı kazanabilmek için tüm
güçlerini ortaya koyarak topyekun
bir direniş içinde olmak zorundalar.
Çünkü AKP hükümeti başka her hangi
bir yolu bırakmamış bulunuyor. “Ne
olursa olsun Türkiye’nin tüm imkanlarını, ekonomisini, doğal kaynaklarını, konjonktürünü, ordusunu, faşist
gözü karalığını pazarlarım, bütün
bunlardan elde ettiğim sonucu Kürtlere
katliam saldırısı olarak yönelterek
Özgürlük Hareketini imha eder, Kürt
soykırımını başarırım” diyor. Kendi
varlığını Kürd’ün yok edilmesinde
görüyor. Kendi iktidarını Kürd’ün
imha ve tasfiyesine bağlamış bulunuyor. Özgür Kürd’ü yok etmeye ant
içmiş bulunuyor. Bunu AKP faşiz-
minin akıl hocası olan Fethullah
Gülen denen kişinin soykırım fetvalarında açıkça gördük. “Etraflarını
kuşatın, köklerini kesin, evlerini ateşe
verin, yakın, kurutun, yok edin onları”
dedi. Beş yüz mü, beş bin mi, elli
bin mi olur, ne kadar olurlarsa olsunlar
hepsinin yok edilmesi gerektiğini
söyledi. Hem de bunu dünyada demokrasi havariliği yapan ABD’nin
başkentinde söyledi. Sırtını Amerikan
emperyalizmine dayamış olarak yaptı.
Dolayısıyla AKP’nin, Türkiye’deki
siyasi İslamın nasıl faşist-soykırımcı
bir gerçekliğe sahip olduğunu gösterdiği gibi, ABD’nin de Kürt soykırımının nasıl ortak bir gücü olduğunu
ortaya koydu.
Bu bakımdan da ABD-AKP ittifakının 2012 yılında sonuç alabilmek
için tüm güçleriyle saldıracağı nettir.
Zaten bu saldırıyı her cephede tüm
güçleriyle yürütüyorlar. Kışın dondurucu soğuğu altında bu topyekun
saldırganlıktan bir an bile geri durmadılar. Demokratik siyasete dönük
tutuklamalarını kat kat arttırdıkları
gibi, dağların doruklarında nerede
bir gerilla bulup imha ederiz diye
kurt sürüler gibi Kürt avına çıktılar.
Önder Apo üzerindeki zulmü, işkenceyi, imhayı, her türlü görüşmeyi yasaklayacak düzeyde zirveye çıkardılar.
Bu tutumlarını her alanda hala da
devam ettiriyorlar.
AKP’nin faşist-soykırımcı rejimine
göre Kürt Özgürlük Hareketinin 2012
Haziran’ına kadar imha ve tasfiye
edilmesi gerekiyor. 2012 yılının yarısına kadar Kürd’ün varlığını ve
özgür geleceğini yok etmeyi önlerine
hedef olarak koyduklarını açıkça söylüyorlar. Bu doğrultuda Önderliğe,
halka, gerillaya, demokratik siyasete
saldırdıkları gibi, her türlü faşist katliam yapmaktan, yurt dışında Kürt
halkının sesi, kulağı olan Roj TV
gibi televizyon kanallarını kapatmak
19
için tüm güçlerini harcamaktan geri
durmuyorlar. Dikkat edilirse gerçekten
de Kürt halkına yönelik topyekun bir
saldırı var. Kürtlerin de bu topyekun
saldırıya karşı 2011 yılında ki mücadele pratiğinden dersler çıkartarak
direnip bu topyekun imha konseptini
boşa çıkartmaları gerekiyor. Halk
olarak varolabilmemiz ve özgür yaşama adım atabilmemiz kesinlikle
buna bağlı bulunuyor.
2012 kader belirleyici bir yıl olacak
Bu nedenle 2012 yılı adeta kader
belirleyici bir yıl konumunda. Faşist-soykırımcı AKP rejimi tüm hesaplarını buna göre yapmış, umudunu
buna bağlamış. 2012 yazına kadar
Kürt Özgürlük Hareketini imha ve
tasfiye ederek önündeki engelleri
temizleyip, Türkiye’deki iktidarını
yıkılmaz biçimde perçinlemek istiyor. Bunun için de her türlü hileye,
oyuna, yalana, dolana, psikolojik
savaşa, katliama başvuruyor. Böyle
bir saldırganlıkla sonuç alınmasının
ancak bu süreçte olabileceğini sanıyor. Eğer mevcut saldırganlıkla
sonuç alamazsa, artık Kürt halkı ve
Özgürlük Hareketi karşısında daha
fazla direnemeyeceğini, AKP faşizminin de kendisinden önceki özel
savaş yönetimleri gibi Kürt halk direnişi karşısında paramparça olup
tarihin çöp sepetine atılacağını netçe
görüyor. O bakımdan da varlığını,
iktidarını Kürt Özgürlük Hareketinin
imha ve tasfiyesine bağlamış bulunuyor. Böyle bir azgın saldırı içindedir. Bu bakımdan da Kürt halkının
var olabilmesi, özgür yaşamının
önünün açabilmesi de bu saldırganlığının kesinlikle kırılmasına ve boşa
çıkartılmasına bağlı bulunuyor. Eğer
Kürt halkı bunu kırarsa, işte o zaman
varlığına dönük tehditler, tehlikeler
yok edilmiş olacak. Bu temelde özgür ve demokratik yaşamının önü
açılacak. Otuz yıldır yürüttüğü kahAdar 2012
STÊRKA CİWAN
ramanca savaşın zafer sonuçları ortaya çıkacak. Kürt sorununun demokratik özerklik çözümü gerçekleşecek. Böyle bir çözüm önünde
engel oluşturtan beyaz Türkçü faşizm
nasıl yenilgiye uğratıldıysa, bu direnişle yeşil Türkçü faşizm de yenilgiye uğratılarak Kürt sorununun
demokratik çözümünü gerçekleştirecek bir Türkiye demokratikleşmesinin önü açılmış olacak. Bu bakımdan 2012 yılı AKP faşist iktidarı
için adeta kader belirleyici bir yıl
olduğu gibi, Kürt halkının varlığı
ve özgür geleceği açısından da, Kürt
Özgürlük Hareketinin başarısı açısında da kader belirleyici bir yıl
olma özelliği taşıyor. İşte 2012
baharı böyle kader belirleyici yılın
en keskin mücadele dönemini ifade
ediyor. Adeta büyük düello dönemi,
hesaplama dönemi. Faşist sömürgeci,
soykırımcı rejimle Kürt halkının
varlık ve özgürlük mücadelesi ara-
Adar 2012
sında keskin bir hesaplaşmanın her
alanda ve her boyutta yaşanacağı
netçe görülüyor.
Komplo ile nihai hesaplaşma yılı
2012 yılının bir de uluslararası
komplo ile nihai hesaplaşma yılı
olma anlamında çok büyük bir önemi
ve anlamı var. Dolayısıyla 2012 baharı böyle bir hesaplaşma baharı
oluyor. Nitekim 15 Şubat’tan itibaren
Kürt gençliği, Kürt kadını, tüm Kürt
halkı uluslararası komployu paramparça etmek ve Önder Apo’yu sahiplenip özgür kılabilmek için yeni
tarihi bir direniş başlatmış bulunuyor.
Bu direniş İmralı sistemini kesinlikle
ret ediyor. İmralı sistemiyle artık
yaşamak istemiyor. Ne pahasına
olursa olsun İmralı işkence sisteminin
parçalanmasını ve dolayısıyla Önder
Apo’nun özgür kılınmasını hedefli-
20
yor. Çünkü Önder Apo’nun özgürlüğü Kürdistan’ın özgürlüğüdür. Önder Apo’nun özgürlüğü Kürt halkının
özgürlüğüdür. Önder Apo’nun özgürlüğü Kürt kadınının özgürlüğüdür.
Önder Apo’nun özgürlüğü Kürt gençliğinin özgür ve demokratik geleceğe
emin adımlarla yürüyüşüdür. Önder
Apo bütün Kürt toplumunun özgürlük iradesi olduğu gibi, Kürdistan’ın
da varolma ve özgür yaşama kimliğidir.
Bu temelde 15 Şubat’tan itibaren
başlayan yeni direnişin 2012 baharında hem uluslararası komployla
hem de AKP’nin faşist-soykırımcı
rejimiyle tarihi bir hesaplaşma dönemini ifade ettiği açıkça görülüyor.
İçinde bulunduğumuz mücadele süreci böyle bir mücadele sürecidir.
Kader belirleyicidir, tarih yazıcıdır,
varlığı garantileyip özgür geleceği
sağlayıcıdır. Dolayısıyla da tüm Kürt
halkının, yine tüm Özgürlük Hareketinin bu gerçeklerin bilincinde
olarak 2012 yılına yaklaşması ve
onun bahar hamlesini buna uygun
bir biçimde planlayıp geliştirmesi
kesinlikle gerekiyor. Ne olursa olsun
2012 baharı Kürtler için her zamankinden daha büyük bir direnme, mücadele etme dönemi olma özelliği
taşıyor. Dolayısıyla bu hayati dönemi
mutlaka kazanmak, başarmak gerekiyor. Newrozları her zamankinden
daha büyük bir özgürlük derinişi
haline getirmek, 8 Martları kadın
özgürlüğü temelindeki toplumsal özgürlüğün adım adım gerçekleştirildiği
bir sürece dönüştürmek gerekiyor.
4 Nisanları Önder Apo ile yeniden
özgür doğuşun ve bütünleşmenin
sağlandığı ana çevirmek; Mayıs şehitler ayıyla birlikte de Kürt halkının
varlığının ve özgür geleceğinin kahraman şehitlerimiz öncülüğünde kesinleştirildiğinin, garantilendiğinin
ilanını yapabilmek gerekiyor.
STÊRKA CİWAN
2012 yılının öncüsü
Kürt gençliği olacaktır
O halde 2012 baharı her zamankinden daha büyük bir mücadele dönemi olma özelliği taşıyor. Daha büyük umutlar taşıyor, daha büyük cesaret ve fedakarlıklar istiyor. Daha
gözü pek olmayı, daha bilinçli, örgütlü
ve planlı hareket etmeyi, daha büyük
kahramanlıklar içine girmeyi gerektiriyor. Ne pahasına olursa olsun
AKP’nin faşist-soykırımcı rejimini
yenilgiye uğratarak, kapitalist modernitenin Kürtlere dayattığı soykırım
rejimini, inkar ve imha sistemini kesinlikle yerle bir edecek bir sonucu
elde etmeyi başarmak gerekiyor. İşte
2012 baharı Kürtler açısından böyle
bir öneme sahip. Kürt halkının varlığı
ve özgür geleceği açsısından böyle
kader belirleyici bir tarihsel önemi
ifade ediyor. Bir bütün halk olarak,
Hareket olarak bu gerçekliği böyle
algıladığımızı ve 2012 baharına bu
temelde yaklaştığımızı açıkça ifade
edebiliriz. Hareketimiz bu konuda
kesin kararlıdır ve 2012 baharını her
zamankinden daha büyük bir Kürt
özgürlük baharı haline getirme noktasında iddiasını, kararlılığını, ısrarını
her zamankinden daha fazla sürdürmektedir. Bu temelde de AKP faşizmini yenilgiye uğratmak için direniş
mücadelesini her alanda; dağda, şehirde, zindanda, yurtdışında, nerede
Kürt insanı varsa orada geliştirecektir.
Bütün halkımızın, özelliklede gençliğin ve kadınların bu bahar sürecine
bu temelde yaklaşım göstermeleri,
kader belirleyici dönemin özgürlük
mücadelesine başarıyla öncülük edebilmeleri gerekiyor.
Kuşkusuz halkımızın karşı karşıya
bulunduğu tarihi sorumluluk, mutlaka
başarmakla yüzyüze olduğu tarihi
görevler en çok da özgürlük müca-
delesine öncülük eden Kürt gençliğinin sorumluluğu olarak ortaya çıkıyor. Kürt gençliğinin başarması
gereken görevler oluyor. Kuşkusuz
her alanda halk mücadele etmelidir.
Bütün kesimleriyle; kadını, erkeği,
yaşlısı, genci, içerdeki, dışarıdaki,
değişik parçalardaki ve yurtdışındaki,
nerede olursa olsun bütün halk ve
tüm halk kesimleri direnmelidir. Çünkü topyekun bir direniş içerisindeyiz.
Adı üzerinde, halk direnişi yürütüyoruz, Serhildan halindeyiz. Devrimci
gençliğidir. Yine Özgür Kadın Hareketimizin “Önder Apo’ya özgürlük,
soykırıma son” şiarıyla geliştirdiği
direnişin en temel güçlerinden birisi
Kürt gençliğidir.
İşte bu temel de On dördüncü
yılına girerken uluslararası komplo
Kürt halkı tarafından daha büyük bir
nefretle, öfkeyle ve daha kapsamlı
bir eylemlilikle lanetlenmiş bulunuyor.
Dolayısıyla da uluslararası komployu
yenilgiye uğratma azim ve kararlılığı
8 Mart ve Newrozlarda doruklaşarak,
bir direniş sürdürüyoruz. Dolayısıyla
bu büyük devrimci direnişe tüm halk
kesimleri kendi cephesinden katılmak,
omuz vermek, başarısına katkı sunmak durumundadırlar. Fakat elbette
böyle bir tarihi direniş sürecinde öncülük misyonu, rolü, görevi Kürt
gençliğinindir. Çünkü sömürgeci faşist rejime karşı özgürlük mücadelesinin öncüsü Kürt gençliğidir. Çünkü uluslararası komploya karşı Önder
Apo’yu sahiplenme, savunma ve özgürleştirme mücadelesinin öncüsü
Kürt gençliğidir. Dolayısıyla da 2012
baharında “Önder Apo’ya özgürlük
ve Kürdistan’a statü” şiarıyla geliştirdiğimiz mücadelenin öncüsü Kürt
Nisan ve Mayıs aylarında AKP’nin
bütün soykırımcı planlarını parçalayıp
yenilgiye uğratacak bir sonucu almayı
hedefliyor. Bunun da başarıyla gelişeceğini açıkça görüyoruz. Bu başarı
Kürt gençliğinin eseri olacaktır. Kürt
gençliği Kürdistan’ın dört parçasında
olduğu gibi yurt dışında da halkın
yürüttüğü özgürlük mücadelesine büyük bilinci, örgütlülüğü ve enerjisiyle,
dinamizmiyle öncülük edecektir. Her
türlü eylem biçimini içeren serhildanın
öncü gücü olduğu gibi, AKP faşizmine
karşı dağda gerilla direnişinin de büyük bir cesaret ve fedakarlıkla geliştiricisi olacaktır. Kürt halkı ve gençliği
ne pahasına olursa olsun özgürlük
21
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
mücadelesinde ısrar ederek, her türlü
bedeli ödeme temelinde mutlaka özgür
yaşama ulaşma karar ve ısrarına sahiptir. Dolayısıyla da Agitlerin, Zilanların kahramanlık çizgisini sürdüren
gerilla, 2011 yılında verdiği büyük
şahadetlerin anısını da 2012 yılının
zafer direnişinde yaşatma kararlılığına
sahiptir. Yine Kürt gençliği gerilla
direnişiyle birlikte, her türlü faşist
saldırganlığa karşı halk direnişini
dört parçada ve yurt dışında zengin
eylem biçimleriyle örgütleme ve başarıya götürme kararlılığına, bilincine,
iradesine sahiptir.
Zafere tüm zamanlardan daha
fazla yakınız
Kürt halkının özgürlük direnişi
uzun bir mücadele tecrübesine dayalı
olarak 2012 yılına, onun bahar dönemine her zamankinden daha güçlü,
daha iddialı ve daha hazırlıklı giriyor.
Her bakımdan AKP’ye karşı direnme
ve onu yenme gücüne sahip bulunuyor.
Kuzeyde, Güneyde, Batıda varolan
statüyü daha da ilerletecek adımlar
atmaya, hamlesel çıkışlar yapmaya
hazırlanıyor. Güney Kürdistan'daki
gelişmeler kendisini bir adım daha
ileri götürme gücüne ulaşmış bulunuyor. Kuzey Kürdistan'da ilan edilen
demokratik özerkliğin inşası için Kürt
halkı tüm kesimleriyle kahramanca
direniyor. Batı Kürdistan'da halk son
derece bilinçli ve örgütlü hale geldi
ki gerçekten de Kürt özgürlük yapılanışı ve Kürt sorununun demokratik
özerklik çözümünün gerçekleşmesi
her yerden daha önce burada sağlanacağa benziyor. Böylece de bütün
parçalardaki halk eşzamanlı, birlikte
direniş halinde. Birbiriyle ulusal konferans çerçevesinde dayanışma halinde.
Parçalar birbirini olumsuz yönde değil,
olumlu yönde etkiliyor ve destekliyor.
Bir ulusal konferansla bu daha planlı
Adar 2012
hale getirilmek, stratejik bir duruşa
kavuşturulmak isteniliyor. Eğer bu
da gerçekleşirse Kürt sorununun çözümü için Kürt demokratik biriliğinin
en ileri düzeyde gerçekleşeceği anlaşılıyor. Böyle bir birliğin komşu halkların demokratik güçleriyle birlik olacağı tartışmasızdır. Türkiye demokrasi
hareketini yaratma, yine Irak’ta, Suriye’de, Arap demokrasisini geliştirme
ve onlarla ittifak halinde olma, yine
İran’da İslami rejimi demokratikleştirme yönünde adımlar atabilmede
son derece önü açık, güçlü ve iddialı
bir konumu sürdürüyor.
Bütün bu boyutlarıyla Kürt halkının
direnme güç ve iradesinin her zamankinden güçlü olduğunu rahatlıkla
ifade edebiliriz. Çünkü Önderliği direniyor, demokratik siyaset dışarıda
ve zindanda direniyor, faşist polis terörüne karşı Kürt halkı, gençleri, kadınları kahramanca direniyor. Daha
çok elbette nicel ve nitel olarak gelişimini sürdürmüş, 2011 yılında Türk
ordusuna öldürücü darbeler vurmuş
olan Kürt gerillası daha güçlü bir biçimde direniyor. Bu gerilla ki Kürdistan'ın bütün stratejik alanlarına yayılmış, etkin ve sağlam bir mevzilenme
ortaya çıkartarak modern gerillacılığın
bütün tekniğini, tarzını etkili bir biçimde uygulayabilir bir hale gelmiş
bulunuyor. İşte bu temelde Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketinin
de her türlü faşist, soykırımcı saldırganlığa topyekun saldırganlığa karşı
topyekun direnme gücüne sahip olduğu
netçe görülüyor. Önderliğiyle, demokratik siyasetiyle, halkıyla, gerillasıyla
topyekun direniş konumunda. Genciyle, kadınıyla, çocuğuyla, yaşlısıyla,
emekçisiyle, yediden yetmişe tüm insanlarıyla direnme konumunda. Kuzeyiyle, Güneyiyle, Doğusuyla, Batısıyla, yurtdışıyla her alanda direnme
konumunda. Böyle bir direnme gücünün tarihin en haklı, en özgürlükçü,
22
en bilinçli ve planlı olan gücünün bu
direnişte başarı kazanacağı tartışmasızdır. Kuşkusuz bu başarı da herkesimden çok Kürt gençliğinin eseri
olacaktır. Serhildana öncülük eden
ve gerillayı vareden Kürt gençliği,
yeni özgür ve demokratik toplumu
yaratmanın, demokratik ulusu inşa
etmenin öncülüğü olarak gerçekten
de halk tarihine yaraşır bir kahraman
nesil olma özelliğini taşımaktadır.
İşte bütün parçalardaki ve yurtdışındaki Kürt gençliğinin süreci böyle
ele alması, 2011 yılının yarattığı büyük
gelişmeler temelinde 2012 yılının kader belirleyiciliğini görmesi önem taşıyor. Bu temelde de tüm parçalarda
ve yurtdışında üzerine düşen görev
ve sorumlulukların derin bilincinde
olarak bu tarihsel özgürlük hamlesini
örgütleyip yürüten ve başaran olmayı
bilmesi gerekiyor. Şimdiye kadar yürüttüğü mücadelesiyle böyle bir sonucu
elde etmeyi hak etti, onun zeminini
yarattı. Şimdi hak ettiği gelişmeleri
zirveye taşıyarak, kalıcı sonuca dönüştürmenin zamanıdır ve bunu da başarıyla gerçekleştirecektir.
Gençlik ve halk olarak 2011 yılında yeniden direnişe geçmeyi başardık. 2012 yılında da direnişte zaferi kazanmayı kesinlikle başaracağız.
Bu temelde 2012 baharını her zamankinden daha çok bir Kürt baharı,
özgürlük baharı, Newroz baharı haline getirmeyi sağlayacağız. Artık
bunun gerisindeki bir tutumu kesinlikle kabul etmeyeceğiz. 2012 baharından itibaren kesin içinde girilen
süreç Önder Apo'ya özgürlük, Kürdistan'a statü sürecidir. Bunu elde
edebilmek için kesintisiz bir dirneişi
ne pahasına olursa olsun başarı çizgisinde mutlakla sürdüreceğiz. Bu
konuda şiarımız şudur: Edî Bes e!
An Azadî, An Azadî!
***
STÊRKA CİWAN
RÖPORTAJ
Baharla birlikte ne yapacağımızı,
nasıl yapacağımızı iyi biliyoruz
Bahoz ERDAL
“Hiçbir genç başkasından
beklentili bir ruh haline
kapılmamalı, kendi
inisiyatifi ile sürece yanıt
olmanın eylemsel duruşu
içinde olmalıdır.
Sorumluluk duygusuna
sahip bir genç nerede
olursa olsun bir örgüt ve
eylem gücü yaratabilme
kudretine erişecektir.
Apocu gençlik böyle
olunur. Kendini sorumlu
gören, sürecin sahip
olduğu karakter üzerine
yoğunlaşan bir genç hiçbir
engele takılmadan, tarihi
görevlerini rahatlıkla
omuzlayabilir. Zaten
Apocu gençlik yaşamı ve
eylemiyle düşmanın
korkulu rüyası haline
gelmesini bilendir”
Karlar eriyor ve bahar geliyor. Karların
erimesi bir halkın 2012’de beklediği en
temel durum bu olsa gerek. Oldukça
yoğun siyasal gelişmelerin yaşandığı bir
kışı geride bırakıyoruz. 2012 kışı boyunca
AKP hükümetinin tüm saldırıları akıllara
baharda ne olacak sorusunu getirdi. Baharda süreç nasıl olacak? Gerillanın konumu ne olacak? Kürt gençliğinin baharda üzerine düşen görev ve sorumlulukları nelerdir? Tüm bu soruların yanıtlarını HPG Komuta Konseyi Üyesi
Dr. Bahoz Erdal’a sorduk. Gelişen siyasal
süreç, bahar ve gençlik gündemleri ekseninde Bahoz Erdal ile yaptığımız röportajı sizler ile paylaşıyoruz.
STERKACİWAN: Son siyasal gelişmeleri, Önder Apo üzerindeki tecridi
ve AKP hükümetinin siyasi, askeri saldırılarını ele alacak olursak 2012’de
bizi nasıl bir süreç bekliyor?
BAHOZ ERDAL: Kapitalist modernite küresel düzeyde ekonomik ve mali
kriz başta olmak üzere ciddi bir sistem
tıkanması ve kaosu yaşarken, Ortadoğu
bölgesinde ise toplumsal düzlemde köklü
bir alt-üst oluş yaşanmaya devam etmektedir. Bu sistemin 20. yy da Ortadoğu’da oluşturduğu rejimlere karşı bölge
halkının sabrının taştığı ve patlama noktasına geldiği görülmektedir. Sistem ya23
şadığı krizi aşmak için bölge halklarının
değişim ve demokrasi ekseninde geliştirdiği direnişleri, halkların özgürlük eğilimine dönüşmemesi için kanlı ve farklı
birçok politikayı devreye koymaya çalışmaktadır. Bu durum adeta Ortadoğu’da
3. dünya savaşı düzeyinde bir çekişmeyi
ortaya çıkarmış bulunmaktadır.
Suriye kaynarken, Irak’ta ise
ABD’nin karıştırıp deştiği siyasal, sosyal, kültürel, etnik ve mezhepsel sorunların hiçbiri çözülebilmiş değil.
ABD tüm bu sorunları orta yerde bırakıp geri çekildi. İran’ın ne zaman,
nasıl ve hangi düzeyde gelişmelerden
etkileneceği tam olarak kestirilemiyor.
Ancak her an dipten veya üstten gelecek
dalgalarla bu rejim yıkılabilir. Zaten
mevcut durumda böyle bir psikolojinin
olduğu görülüyor. Türkiye’de ise İttihat
Terakki’nin beyaz faşist zihniyetin
hasta adam haline getirdiği devlet yapısını ve buna karşı müdahale olarak
lanse edilen, ortaya çıkarılan AKP’nin
köklü bir demokratikleşme yaratma
yeteneğinde olmadığı, aksine kapitalist
modernitenin Ortadoğu’da yürütmeye
çalıştığını politikaları uygulamakla görevli bir Truva atı olduğu bugün net
bir biçimde ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kendini bölge için model güç
olarak pazarlamaya çalışan AKP, aksine
bölgede mevcut durumda yaşanmakta
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
olan çoğu sorunların kaynağı, çözümsüzlüğü ve istikrarsızlığın en temel nedeni olduğu da netleşmiştir.
Tüm bu bunalım ve sorunların yaşandığı bu bölgenin merkezinde olan
Kürdistan’da ise çok yönlü, kapsamlı
ve şiddetli bir mücadele ve çatışma
yaşanmaktadır. Başta sömürgeci Türk
devleti olmak üzere, Kürdistan’ı sömürge altında bulunduran bölge devletleri bir yandan Kürtleri parçalamaya,
ezmeye, birbirine düşürmeye çalışırken,
diğer taraftan ise uluslar arası alanda
da Kürtler üzerinde uygulanmakta olan
sömürgeci politikaları meşrulaştırmaya
dönük diplomatik çalışmalar yürüterek,
Kürdistan özgürlük hareketine karşı
tasfiye konseptlerini uygulamaya çalışmaktadırlar.
PKK, Kürdistan’ın en büyük, en etkili, en örgütlü ve en büyük temsiliyet
gücüne sahip hareketi olduğu için Kürtlere karşı yürütülen saldırıların merkezine konulmasına neden olmuştur.
2011 yılından bu yana Önderliğimize,
hareketimize ve halkımıza dönük geliştirilen ve bütün sınırları aşan saldırıları
bu kapsamda görmek gerekmektedir.
Zira AKP faşizmi bir taraftan Önderliğimize karşı Guantanomo’yu kat be
kat aşan bir devlet terörünü uygularken,
halkımızın örgütlü olduğu bütün zeminleri yok etmeye ve toplu tutuklama
Adar 2012
terörünü son hızla sürdürmeye devam
ederken, öte taraftan ise gerilla güçlerimize bütün gücüyle bir saldırı içinde
bulunmaya devam etmektedir. Buna
karşı başta Önderliğimiz olmak üzere,
hareketimiz ve halkımız en zor koşullarda tarihi ve kutsal bir direniş yürütmektedir. Halkımıza ve hareketimize
karşı yürütülen savaş çok yönlü, çok
boyutlu olduğu için bizim de buna
karşı çok yönlü, çok boyutlu ve her
alanda bir direniş ile karşılık vermemiz
hayati önemdedir.
Özellikle bu yıl yaşanan siyasal gelişmeler ve Kürdistan’ın her dört parçasında ortaya çıkan direniş eksenli
yeni koşullar devrim için uygun ortamı
yeterince olgunlaştırmıştır. Geçmiş hiçbir süreç ve yılla karşılaştırılmayacak
kadar dört parça Kürdistan iç içe geçmiş
ve bütünleşmiştir. İlk defa her dört
parçada da beraber devrim yapma olanağı ortaya çıkmış durumdadır. Özellikle
Kuzey ve Batı Kürdistan’da derinlik
ve yaygınlık kazanan direniş mücadelesi
bu devrim sürecinin zirvesini temsil
etmektedir.
Uluslar arası sistemin yaşanan bu
durum karşısında yanına bölgesel statükocu ve sömürgeci güçleri de alarak,
halkımızın bu düzeye getirdiği mücadeleyi etsizleştirmeye çalışmasının nedeni budur. Ortadoğu bölgesi üzerinde
24
yeni bir dünya savaşı yürütülmesinin
de ana ekseni aynı zamanda bu gerçeklik
oluyor. Ortada olan bu gerçekliklerin
gösterdiği gibi 2012 yılı Kürtler açısından kader tayin edici bir öneme sahiptir. Önderliğimize yönelik ağır tecrit,
halkımıza dönük devlet terörünün en
insanlık dışı boyutlara ulaşması ve gerillaya yönelik imha operasyonları bölgede yaşanan gelişmelerle yakından
bağlantılıdır, hatta bu saldırılar aynı
amaçlarla yapılmaktadır.
Ortaya çıkan uygun koşullar ve yeni
durum halkımızın ve tarihin seyrini
değiştirecek kritik bir dönemeç ortaya
çıkarmıştır. Kürtler ve Kürdistan’ın
bölgede halkların özgürlük ve demokrasi
mücadelesine öncülük mü edecekleri,
yoksa bölgesel ve uluslar arası güçlerin
kullandığı yedek bir güç konumunda
mı olacakları konusunu hareketimiz
ve halkımızın yürüteceği mücadele düzeyi belirleyecektir. Gerçekten halkımız
ve ülkemiz açısından hiçbir dönemde
olmadığı kadar kazanma koşulları oluşmuşken, eğer güçlü, kapsamlı ve başarılı
bir mücadele yürütmezsek, halkımız
ve ülkemiz için büyük riskler ve katliamlarla bu güçlerin hesaplarına kurban
edilme tehlikesi de aynı düzeyde vardır.
Hiç şüphesiz ki bunun sonucunu belirleyecek olan hareketimizin yürüttüğü
ve yürüteceği mücadele olacaktır.
Bu yılı final sürecinin zirvesine dönüştürerek kazanmanın koşulları fazlasıyla mevcuttur. Çünkü Önderliğimiz
ve hareketimiz tarafından geliştirilen
hamlesel süreçlerle faşist AKP’nin gerçek yüzü net bir biçimde açığa çıkarıldı.
AKP’nin Türk hükümetleri içinde gelmiş geçmiş en büyük hilebaz ve demagoji yöntemini en iyi kullanan hükümet olduğu biliniyor. AKP bu tür
yöntem ve politikalarla Kürt halkı yanında Türk halkını da önemli oranda
beklentide tutabiliyordu. Fakat artık
Önderliğimiz, hareketimiz ve halkımız
AKP’nin katışıksız faşist ve Kürt düş-
STÊRKA CİWAN
manı olduğu konusunda netleşmiş bulunuyor. Mücadelede netlik önemlidir.
Uygulanan beklentide tutma ve kafalarda oluşturulan ‘acabalar’ tarzında
soru işaretlerinin kaldırılmış olması bu
açıdan önemlidir.
Biz hareket olarak bundan sonra
ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı
iyi biliyoruz. Düşmanımız, Önderliğimize, hareketimize ve halkımıza
karşı bir bütün ve topyekun olarak bir
saldırı konsepti yürütüyor. Önderliğimiz başta olmak üzere, siyasal alana
ve gerillaya dönük sınırsız saldırılar
hala devam ediyor. Kürtlük kokan,
Kürtlük adına olan her şey saldırı gerekçesi oluyor. Buna karşı çok yoğun
ve tarihi bir direniş geliştirmek elbette
başta gerilla olmak üzere tüm Kürtlerin
boyun borcudur.
Hareketimizin uyguladığı strateji gereği şimdiye kadar bazen gerilla, bazen
de siyaset eksenli bir mücadele yürütülüyordu. Yeni süreçte, daha doğrusu
devrimci halk savaşının yeni aşamasında
ise gerilla öncülüğünde topyekun bir
mücadele devreye girecektir. Çünkü
Türk devleti ve AKP hükümetinin mevcut durumda yürütmekte olduğu ve
hiçbir insani ahlak ve kurala sığmayan
saldırılarına karşı gerilla öncülüğünde
bir mücadele geliştirip başarıya ulaştırma
dışında bir seçenek yoktur. Zira AKP
faşizmi bu yıl içinde Kürt halkına yapabileceğinin en fazlasını yapmıştır.
Önderlik üzerinde uygulanan ağır tecritten tutalım gerillaya dönük sınır tanımaz saldırılara, kitlesel tutuklamalardan, kimyasal silahları kullanmaya
kadar elinden gelen her şeyi ve aracı
kullanmıştır. AKP bundan sonra bu faşizan saldırıları daha fazla uzatma olanağı bulamaz. Bölgenin yeniden yapılandırıldığı bu dönemde AKP’nin acele
edip sonuç almaya çalışmasının nedeni
budur. O nedenle buna karşı şiddetli
bir direniş geliştirmek Kürt halkı açısından tarihi öneme sahiptir ve insan
olmanın temel koşulu da bu direniş
süreci içerisinde yer almaktan geçiyor.
BAHOZ ERDAL: Türk sömürgeci
devleti kış boyunca, gerilla için kış
koşullarının dezavantajını da fırsat bilerek bütün gücüyle Önderliğe, gerillaya
ve halka saldırdı. Bu kış uluslar arası
savaş kurallarını da çiğneyen yoğun
operasyonlar sonucunda belki bazı kayıplar verdik, fakat ölçü, kural ve ahlak
için bir taraftan baharın gelmesini istemezken, diğer taraftan ise bahar hamlemizin zayıf geçmesi için hazırlıklarımızı sabote etmek ve karlar erimeden
operasyonlar yoğunlaştırarak, güçlerimize darbe vurmak istemektedir. Kitlesel tutuklamaların diğer nedeni de
bu amacı taşımaktadır.
Sömürgeci Türk devleti ve faşist
AKP hükümetinin yürüttüğü ve yürüteceği saldırıların hiçbir biçimde mücadelemizi kesintiye uğratmayı bir
yana, zayıflatması mümkün değildir.
Korkunun ecele faydası olmadığı gibi,
AKP’nin bu saldırıları da halkımızın
özgürlük özlemini yok edemez. Çünkü
Kürdistan gerillası 28 yıllık pratik sa-
tanımayan bu saldırılar her şeyden
önce gerillanın kin ve öfkesini büyüttü.
Gerillalarımız bu kışı güçlü ve sonuç
alıcı bir direniş sürecini geliştirmenin
hazırlık aşaması olarak değerlendirdi.
Özellikle bu kış sürecinde bütün güçlerimiz Önderliğimizin Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtler savunması
ekseninde derin bir eğitim sürecinden
geçtiler, yıl pratiklerini sorguladılar.
Bütün gerilla yapımız, faşist AKP ve
Türk devletine karşı duydukları kin
ve öfke ile onlardan tarihi hesap soracaklarına dair büyük kararlılık içerisinde
bulunmaktadırlar. Düşman bunu bildiği
vaşta yenilmez bir güç olduğunu herkese
ispatlamıştır. Kaldı ki gerillalarımızın
arkasında muazzam bir savaş tecrübesi
ve bu tecrübeyi sonuç alıcı kılacak
güçlü bir fedai ruh bulunuyor. Bu anlamda gerillalarımız geçmiş uzun yılların
birikimi, tecrübesi, ideolojik-felsefi derinlik ve sahip oldukları kin ve öfke
ile bu bahardaki hamleyi zafer hamlesine
dönüştüreceklerdir.
Kuşkusuz ki halkımızda gerilla öncülüğünde baharda başlatılacak yeni
hamle sürecini sabırsızlıkla bekliyor.
2012 Newrozu Önderliği özgürleştirme
ve demokratik özerkliği yaşanan bir
STERKACİWAN: 2012 baharı
HPG açısında ve Kürtler açısından
nasıl bir bahar olacak, 2012 baharını
geçmiş yıllardan ayıran özgünlükler
nelerdir?
25
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
gerçekliğe dönüştürme hamlemizin
startı verecektir. Bu açıdan bu yılki
Newroz çok farklı bir Newroz olacaktır.
Halkımız, Türk devletinin son yıllarda
yürüttüğü soykırım operasyonlarının
hesabını bu Newroz’da çok güçlü soracaktır. Halkımız, 8 Mart’tan başlayıp,
Newroz’da zirveye çıkaracağı görkemli
serhıldanlarla sömürgeci Türk devletinden hesap soran bir anlayış içinde
olacaktır. Gerilla da kendi strateji ve
taktik duruşuna uygun yaşadığı yoğunlaşma temelinde harekete geçip,
bu baharı Kürtlerin devrim baharına
dönüştürme hamlesine her zamankinden
daha fazla öncülük edecektir.
STERKACİWAN: Önder Apo üzerinde uygulanan tecride karşı Kürt
gençliğinin görevleri nelerdir?
BAHOZ ERDAL: Önderliğimize
İmralı’da uygulanan vahşet ne Guantanamo’da, ne de Bağdat’taki Ebu Garip
zindanlarındaki
savaş esirlerine
uygulanmıştır.
Önderliğimizin yanı sıra halkımıza
karşı da soykırımları aratmayan saldırılar
süreklileşen bir tarzda ve aralıksız
devam ediyor. Bu çağda halkımızın
anadilinde eğitim hakkı bile hala kabul
edilmiyor, hatta anadilini isteme katliam
gerekçesine dönüştürülüyor. İçinde 70
yaşındaki analarımızın da bulunduğu
binlerce yurtsever Kürt KCK operasyonları adı altında rehin alınıp zindanlara
atılmaya devam ediliyor.
Dünyanın neresinde, hangi coğrafya
veya ülkesinde bir halka bu uygulamalar
yapılırsa, doğal olarak ona karşı korkunç
direnişler ortaya çıkacaktır. Zaten bu
tür uygulamaları kabul eden, teslim
olan bir halkın bu dünya üzerinde varlığını sürdürmesi mümkün değildir. O
açıdan toplumsal özgürlükleri ve değer
yargılarına bağlı olan bir halkın kapsamlı
direnişle varlığını sürdürmesi kadar
daha kutsal bir durum olamaz.
Bu tür süreçler özellikle gençlere çok tarihi ve kapsamlı görevler yüklüyor.
Bu nedenle kendine yurtsever, devrimci, demokrat
hatta Müslüman diyen hiçAdar 2012
26
bir Kürt genci bu yapılan vahşetlere
karşı sessiz kalmamalıdır. İçinde ülke
ve halk sevgisi besleyen bir kişinin
özellikle bir gencin yapılan bu faşizan
katliamlara ve vahşetlere karşı kıyamet
koparmayı andıran bir mücadele içerisine girmesi gerekiyor.
Önderliğin ağır esaret koşullarında
tutulmasına, halkımız üzerinde yürütülen
soykırım operasyonlarına ve insani taleplerine karşı uygulanan faşizan şiddet
uygulamalarına karşı hiçbir şey olmamış
gibi davranması, sessiz kalması özgür
yarınlarımız için büyük tehlike arz ediyor. Bir Kürt genci bu açıdan yapılanlar
karşısında sıradan bir yaşamı asla kabul
etmemelidir.
Nasıl ki Arap aleminde gençler daha
fazla özgürlük ve demokrasi adına yapılan serhıldanlara öncülük yapıyorsa,
Kürdistan’ın dört parçası başta olmak
üzere diasporada bulunan gençler de
aynı biçimde bu tarihi kader tayin edici
süreçte öncülük rollerini büyük bir istek ve heyecanla
yerine getirebilmelidirler. Eğer bir Kürt genci
halkına karşı yapılan bu
zulüm ve saldırılar karşısında hala normal bireysel yaşamını sürdürüyorsa, devrimci-yurtseverliğini bırakalım, onun insanlığından şüphe duymak
gerekiyor. Bunun paralelinde yapılan
vahşet ve katliamlar karşısında kin
duyguları kabarmayan bir gencin
doğru bir sevgi sahibi olması
da söz konusu olamaz. Yine
aynı şekilde yapılanlara karşı kin
duyguları ayaklanmayan bir gencin
halkını, ülkesini, toprağını, kültürünü,
kısacası toplumunu sevmesi de beklenemez. Bir insan zulme ve kötülüğe
öfke beslediği ve bu öfkesini örgüt ve
eyleme dönüştürdüğü oranda, sevgi
duyguları anlam kazanır. Zaten öfkesi
büyük olanların eylemleri de büyük
STÊRKA CİWAN
oluyor. Halk ve mücadele olarak içinde
bulunduğumuz bu tarihi dönemde serhıldanın en radikal öncülüklerinden tutalım, gerillaya en kitlesel katılımlara
kadar gençlerin esas alacakları direniş
ile adeta kıyamet koparmayı andıracak
bir eylem çizgisi geliştirmeleri bir zorunluluk haline gelmiş bulunuyor.
Gelinen aşamada Önderlik üzerinde
uygulanan tecridi kaldırmaya endeksli
eylemsel çizgi bu sürecin ihtiyaçlarına
yanıt olamaz. Çünkü dönem Önderliği
özgürleştirme dönemidir. Bu açıdan
yapılacak her eylem, atılacak her adım
Önderliğin özgürlüğünü sağlamaya
dönük olmalıdır. Bilindiği gibi Önderlik özgürleşmeden, halkımız üzerinde uygulanan katliam ve soykırım
tehditleri de ortadan kalkmayacaktır.
Her Kürt gencinin özellikle de Avrupa’da bulunan Kürt gençlerinin bu
perspektif temelinde yeni hamle süreci
içerisinde yerini alması ve hedef olarak
gerillalaşmayı önüne koyması, halkımızın özgürlüğünü sağlaması açısından önemlidir.
STERKACİWAN: 2012 yılının bir
gerilla yılı olacağı öngörülüyor, bu
anlamda Kürt gençliğinin gerillalaşmasının hem yıl açısında hem de
genel anlamda önemi nedir?
BAHOZ ERDAL: Önümüzde iki
yol var: “Ölümler olmasın” safsatası
adına ya teslimiyeti kabul edeceğiz,
ya da kutsal ve tarihi bir direniş geliştirerek halkımızı yüzyıllardır özlemini
duyduğu özgür yarınlara taşıyacağız.
Bunun orta yolu yoktur. İnsanlık erdemleri ve değer yargılarından kopmayan hiç kimse, hiçbir güç teslimiyet
gibi alçakça bir yaşamı kabul edemez,
yani direnişten vazgeçemez. Dikkat
edilirse bu tarihi süreçte, tarihi rol oynayacak olan gerilla olduğu için saldırıların merkezine konulan da gerilla
oluyor. Düşmanımız çok iyi biliyor ki
Kürdistan gerillası durduğu sürece Kürt
halkının iradesi kırılamaz, teslim alınamaz. Düşmanın gerillaya bu kadar
öfke duyması ve saldırmasının esas
nedeni budur.
Kürdistan gerillası Kürt gençliğinin
en bilinçli, en örgütlü, en cesur, en
temiz ve en güzel topluluğunu teşkil
ve temsil ediyor. Zaten bu izahat gençliğin gerillaya katılımının ne anlama
geldiğini yeterince ifade etmeye yetiyor.
Madem ki düşman bütün gücüyle gerillaya yönelip imha etmeye çalışıyor,
o zaman Kürt gençleri de kitlesel düzeyde akın, akın gerillaya katılmalı,
gerillayı büyütmelidir.
Hareketimizin önemli bir özelliği
de düşman saldırılarını daha güçlü bir
çıkışa vesile yapmasıdır. Bu anlamda
gerillaya yönelik faşist saldırılar yaygınlaştıkça, gerilla zayıflama yerine
daha da güçleniyor. Saldırılar gerillayı
küçültmüyor, aksine büyütüyor, daraltmıyor, tersine genişletiyor. Apocu hareketin mayasında bu özellik her dönem
ve süreçte geçerliliğini korumayı başardığı için Kürdistan Özgürlük Hareketi
bu aşamaya kadar yenilmezliğini sürdürmüştür.
Kürdistan gençliği özellikle bu kader
tayin edici süreçte Avrupa’nın yoz, çürütücü, özünden uzaklaştırıcı, kökünden
koparıcı yaşam tarzı ve zihniyetinden
kendini kurtararak özgür durmakta ısrarın bir gereği olarak gerillalaşmayı
önüne hedef koyması en erdemli ve
tutarlı bir yaklaşım olacaktır. Avrupa’da
bulunan her Kürt gencinin özüyle yeniden buluşmak için yüzünü ülkesine,
Kürdistan dağlarına çevirmesi bu açıdan
anlamlıdır. Dini-imanı bütün bir Müslüman için Kabe neyse, tarihsel ihtişamıyla yeniden buluşmak isteyen bir
Kürt genci için de Kürdistan dağları o
dur. Kürdistan gençliği gerillaya aktif
katılım sağlayarak halkının özgürlük
davasını başarıya ulaştıracağını dostdüşman herkese göstermelidir.
27
STERKACİWAN: Son olarak
gençlere çağrınız nedir?
BAHOZ ERDAL: Kuşkusuz ki,
2011 yılında Avrupa yurtsever gençliğinin çalışmalarında belli düzeyde gelişmeler sağlandı. Bu anlamda çok sayıda güçlü eylemselliklerde oldu. Yapılan eylemsellikler ve aktivitelerin
önemli rol oynadığı açıktır. Fakat sürecin
sahip olduğu karakter ve özellik gereği
2012’de daha derin, geniş ve yaygın
bir örgütlenme gerekiyor, bu anlamda
daha geniş ve etkili bir eylemsellik
süreci gerekiyor.
Her şeyden önce bu dönemin ihtiyaçlarına yeterince yanıt olmak için
her Kürt genci kendini mücadele, eylem
ve örgütlenmeden sorumlu görmelidir.
Zaten devrimciliğin en önemli özelliği
sorumluluk ruhunun güçlü olmasıdır.
Hiçbir genç başkasından beklentili bir
ruh haline kapılmamalı, kendi inisiyatifi
ile sürece yanıt olmanın eylemsel duruşu
içinde olmalıdır. Sorumluluk duygusuna
sahip bir genç nerede olursa olsun bir
örgüt ve eylem gücü yaratabilme kudretine erişecektir. Apocu gençlik böyle
olunur. Kendini sorumlu gören, sürecin
sahip olduğu karakter üzerine yoğunlaşan bir genç hiçbir engele takılmadan,
tarihi görevlerini rahatlıkla omuzlayabilir. Zaten Apocu gençlik yaşamı ve
eylemiyle düşmanın korkulu rüyası haline gelmesini bilendir.
Avrupa’da bulunan tüm gençlerimizin
yeni hamle sürecinin çizgisine uygun
örgütlenme anlayışı ve eylemsel aktivite
geliştireceğine inanıyor, gerillalaşmayı
en büyük hedef olarak önüne koyup
özgür ortama gelerek pratikleştireceğine
inanıyorum. Bu temelde Avrupa gençliği
başta olmak üzere, tüm Kürdistan gençliğini selamlıyor, yeni hamle sürecinin
en etkili öncü gücü olacakları inancıyla
başarılar diliyorum.
***
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
GÜNCEL
Öcalan’a özgürlük, Kürdistan’a siyasi statü
Ulaş ARAS
“Sürgün bir halkın
ülkeye yürüyüşünün bir
provasıydı
gerçekleştirdikleri
yürüyüş.
Statü istiyorlardı. Ateşler
içindeki bedeni ile Evrim
yoldaşın kulaklarına
fısıldadığı cümleler ile
statü taleplerini
anlattılar her durakta
işitmemiş kulaklara.
Evet, bu bir provaydı.
Statü kazanacak bir
halkın milyonlar ile
ülkesine yürüyüşünün
provasıydı”
Adar 2012
Hava oldukça soğuk, eksi otuz dereceyi bulan soğukta bıyıkları ve saçları
buz tutmuş, ayakları ayazdan donma
noktasına gelmiş, elleri neredeyse kas
katı kesilmiş. Ama O sıkı sıkı sarıldığı
bayrağı bir an olsun indirmeden yürümeye devam ediyor. Beraberinde onlarcası, ellerindeki posterler ve bayraklar
ayazda havanın esintisi ile dalgalanırken
dillerinde hep aynı slogan ‘Biji Serok
Apo’ kim bilir kaç yüz defa attıkları
bu sloganı her bir defasında daha bir
gür haykırıyorlar. Ayaklarının altındaki
karlar kütürdeyerek ezilirken, arkalarındakilere yol açmaktalar.
İsimleri Şenge, Cuma, Songül, Vedat
Öznur, isimleri ‘uzun yürüyüşçüler’,
isimleri ‘özgürlük yürüyüşçüleri’ her
biri ayrı bir ülkeden gelerek, Cenevre’de
buluştular. Yürüdükçe birlik oldular,
Şenge ana attı ilk adımı, ardından
Cuma heval, sonra Öznur Yoldaş ve
diğerleri. Yol uzun yürünecek 18 günlük
bir yürüyüş onları bekliyor. Yaşları
mı? Yaşları yok. 18 yaşındaki bir gence
şakayla karışık takılıyor Cuma heval
“Vedat sen mimsin genç olan, ben miyim?” ve gerçekten de yaşları yok onların. Bakmayın siz haberlerde her gün
geçen şu ‘yaşları 18 ila 73 arasında
değişen yürüyüşçüler’ cümlesine yanlış
yazımdır yazılanlar. Doğrusu ‘yaşları
28
18 ila 18 gibi yürüyen yürüyüşçüler’
olarak yazılacakken, haberi yapanlar
bir redaktasyon hatasıdır tutturmuş gidiyorlar. Yine haberlerde geçen bir
cümle ‘Kürtler ve dostları yürüyüşlerine
devam ediyorlar’ sorsanız Henri’ye
sen Vedat hevalin dostu musun diye?
Vereceği yanıt net ‘hayır biz hepimiz
Öcalan’ın yoldaşlılarıyız’ ya da Öznur
Yoldaş yaptığı röportajda ‘bütün yoldaşlar büyük bir irade savaşı veriyor’
diyorsa eğer, hiç kusura bakmasın habercilerimiz derhal kendilerini gözden
geçirsinler. Evet, onlar yaşları 18, isimleri ‘özgürlük yürüyüşçüleri’ olan, sa-
STÊRKA CİWAN
yıları her adımda milyon olan Öcalan’ın yoldaşları.
Dedik ya hava oldukça soğuk,
ama onların birçoğu dağlara alışkın,
fakat bu kez yürünen Kürdistan dağları değil, İsviçre Alpleri eeee haliyle
dağlar yabancı olunca soğuğu da
yabancı oluyor. Vedat yoldaş ‘Kürdistan dağlarında arkadaşlar ne yapıyor acaba’ diye soruyor’, arkadan
bir yanıt geliyor hemen ‘Bahara hazırlanıyorlar, Vedat Strasbourg’a
ulaştığında onu nasıl bir eylemle selamlayalım diye yoğunlaşıyorlar’ ve
gülümsemeler. Hava oldukça soğuk
ama yürekler, sohbetler öyle sıcak
ki yürüyüşçülerin yüzlerinden tebessüm eksik olmuyor.
Avrupa Kürt Dernekleri Konfederasyon’unun (KON KURD) ‘Öcalan’a özgürlük, Kürt halkına siyasi
statü’ sloganı ile başlatmış olduğu
18 günlük bu yürüyüş ile tarihi bir
eylem gerçekleştirildi. Tarih 31 Ocak
2012’yi gösterirken Cenevre’de toplanan Öcalan’ın yoldaşları, 1 Şubat’ta
yürüyüşlerine başladılar. Avrupa son
40 yılın en soğuk kışını yaşarken,
onlar son 40 yılın en uzun yürüyüşü
için yollara koyulmuşlardı bile.
İlk günler soğuk havaya alışmak
zorlayıcı olmadı değil, ama eylemin
amacı büyük olunca kimse sesini çıkarmıyor. Eylemciler yüzlerine vuran
soğuk havayla konuşuyor “ey ayaz
şimdi sen beni yolumdan alı koymak
için uğraşıyorsun ya, ama nafile bir
uğraş içerisindesin, özgürlükleştirilecek bir ‘Güneş’im’ var benim, ben
onun sıcaklığına yürüyorum. Çekil
şimdi yolumdan” İlk günler böyle
aşılıyor. Yürüyüşçüler gündüzleri
ayazla konuşarak başladıkları yürüyüşlerinde, karlarla, buz ve esen rüzgarla konuştu, açlıkla ve yorgunlukla
konuştu, her birini teker teker ikna
ettiler. Hepsine söylenen şey aynıydı.
29
“özgürlüğe yürüyoruz oyalanacak
vaktimiz yok” böylece tüm zorlukları
bire birer ikna ettiler. Yeri gelmişken
o haber yapan haberciye bir çift sözümüz daha var. “acımasız doğa koşularına rağmen yürüyüşlerine devam
eden yürüyüşçüler” diyor ki, doğa
acımasız değildir. Acımasız olan karşısında oturup baktığın cam ekran,
bilgisayar ve duygudan yoksun yaptığın tekniki haberlerindir. Doğa bizi
anladı diyor bir yürüyüşçü; 24 saat
yanımızdaydı o, evet hava soğuktu
ama biz bunun ‘Güneş’in’ esir olmasından kaynaklı olduğunu biliyorduk. Kar, tipi, ayaz hepsi üzerimize
üzerimize geliyordu ama biz bu işin
sonunda bahar olduğunu biliyorduk.
Bilmediğimiz senin o bilgisayarın
karşısında bunu ne kadar hissettiğindi.
Yani sözün özü doğa acımasız değildi.
O bizim sesimizi duydu, ama sen bir
türlü sesimizi duymadın diyor. Haliyle
duymayan haberci, duyuramaz da
‘acımasız habercilik koşullarına rağmen biz yine de yürümeye devam
ettik.’
Her akşam başka bir sofraya konuk
oldular yürüyüş boyunca. Soğuktan
donan ellerin her akşam başka bir
mekanda ovuşturarak ısıtırken anlatmaya devam ettiler, süreci, eylemlerinin amacını, ne istediklerini anlattılar
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
îro çerxa şoreşê, fireh digerîne
li qadên cîhanê, deng dilezîne
destarê proleter, hûr diherîne
ket xar û nû keran qada hildîne
nav dîwarê zîndana,
heya serê çîya
hildin ala sor, berxwedan jiyan
rê, ronahî rêberê me
xwîna şehîdan
rêberê me ye partîya kârkêran…
uzun uzun. Tüm cümlelerin başlangıcı
Öcalan ile başlarken, özgürlük ile
noktalanıyordu. Hz İsa bile imreniyordu onlara, bunca havarisi olsaydı
neleri yapabileceğini düşünerek. Evet
Öcalan’ın havarileriydi onlar, ulaştıkları her durakta ondan bahsettiler,
onu anlattılar ve onun için özgürlük
taleplerini yenilediler.
Sürgün bir halkın ülkeye yürüyüşünün bir provasıydı gerçekleştirdikleri yürüyüş, Statü istiyorlardı. Ateşler
içindeki bedeni ile Evrim yoldaşın
kulaklarına fısıldadığı cümleler ile
statü taleplerini anlattılar her durakta
işitmemiş kulaklara. Evet,
bu bir provaydı. Statü kazanacak bir halkın milyonlar ile ülkesine yürüyüşünün provasıydı.
Cemre yoldaş bir yandan yürürken bir yandan
da o hayali kuruyordu. ‘Bir
gün Önderliğimiz ve ülkemiz özgürleşecek ve biz
Avrupa’dan milyonlar olarak Kürdistan’a doğru bir
yürüyüş eyleyeceğiz. Tek
tek sınırları aşacağız, sınırsız bir ülke bizi bekleyecek. Amed kadar her bir
Adar 2012
durakta binler katılacak yürüyüşümüze, milyonların ‘uzun yürüyüşü’
diyecekler. Milyonların Kürdistan
yürüyüşü, Önder Apo’ya ulaşma yürüyüşü. Amed şehrine insan seli akacak. Ve surlarda Özgürlük Güneş’i
parıltılı gülümseyişi, o gür ses tonu
ile bizi selamlayacak. “hoş geldiniz
ülkenize, kazandık işte bakın, bu
şehir bizim, bu ülke bizim, KAZANDIK” diyecek. Ve o anda irkiliyor
işittiği ses ile en önlerden gelen Ozan
Şemdin’in sesi ile önce İsmet heval
ses veriyor sese, sonra Jinda heval,
sonra diğerler ve diğerleri…
Her sabahın şafağında koyuldukları yollarda, 18 gün boyunca marşlarla yürüdüler, halaylarla ısındılar.
Ve uzun bir yolculuğun sonunda
olaştıkları noktada onbiler oldular.
Strasbourg’a akan insan selinin en
önünde onlar yürüyor. Birkaç kilometrelik yoldan şikayet edenler onların kararlı adımlarını gördükçe
sessizleşiyor. Uzun yürüyüşçülerin
Strasbourg mesajı özetle tek bir
cümle.
“Biz bir halkız ve özgürlüğe susamışız, hiçbir güç özgürlüğe ulaşmamızı engelleyemeyecek”
Ve başlarken atılan sloganı onbinler hep bir ağızdan haykırıyor
Strasbourg meydanında “biji Serok
Apo.” Şimdi gözler Amed Newrozunda. Uzun yürüyüş ile startı verilen
direniş hamlesinin Kürdistan’ın başkentinde yakılacak Newroz
ateşi ile dağlardaki karları
eriteceği söyleniyor. İşte esas
yürüyüş o zaman başlayacak,
karlar eridikçe dağlardan patikalar Botan’a, Serhat’a,
Amed’e doğru kıvrılacak.
Gerillaların uzun yürüyüşünü
milyonlar bekliyor…
‘Amed baharı’ ve ‘gerilla
baharı’ Avrupa’nın soğuk
havalarına rağmen yürünen
bunca yol bahara yapılan bir
çağrıdır.
***
30
STÊRKA CİWAN
ANALİZ
Katliam ve Direniş
Halepçe’den Roboski’ye
Cemal ŞERİK
“Katliam ve bunun
karşısında tek ve meşru
yol/seçenek olan direniş
gerçeğinin üzerinde
durulmasını daha da bir
gereklilik haline getirmiş
olmaktadır”
Kürt Halk tarihinde kalıcı izler bırakan
anların/olayların yaşandığı aylar arasında
Mart ayı öncelikli bir yere sahiptir. 21
Mart Kürt takviminde yılın ilk günü
olarak kabul edilmektedir. Yine 21 Mart
Kürtlerin “kutsal yurt tutma” mücadelesinin bir simgesi olan “Newroz” olarak
anlam kazanmaktadır. Sadece bununla
da sınırlı kalmayarak; sürekli olarak tarih
içerisinde anlamına yeni yeni anlamlar
yüklenmiştir. Çağdaş Kawa’laşan Mazlum
Doğan (1982), Zekiye Alkan(1989), Rahşen Demirel(1991), Beriwan- Ronahi(1994) arkadaşalar’ın eylemleri gerçekleşmiş, ERNK(1985) ve KCK’nin
(2005) kuruluş ilanları ve de Önder
Apo’nun “Reber” olarak (2005) halk tarafından kabulü böylesi bir günde yaşanmıştır. Bunlarla birlikte 1992 Newroz’u
başta Cizre, Şırnak ve Nusaybin olmak
üzere onlarca Kürdün katledildiği bir
gün haline getirilmiştir.
Elbette Mart ayını 21 Mart ve Newroz’la sınırlandırmak da mümkün değildir.
Başka anlamlarla da yüklüdür. Büyük
Komutan Mahsum Korkmaz 28 Mart
da(1986) katledilmiş, Halepçe katliamı
16 Mart’ta(1988) gerçekleşmiştir.
Kürt Halk tarihi içerisinde Mart ayı,
bu yaşanmışlıklarla birlikte ele alındığında
bütünlüklü bir anlama kavuşmuş olmaktadır. Burada da bu bütünsellikli yaklaşıma
31
bağlı kalarak Mart ayının öne çıkan yönlerinden olan “katliam ve direniş” boyutu
üzerinde duracağız. Özellikle böylesi bir
boyutun öne çıkarılmasında, içerisinden
geçmekte olduğumuz sürecin özelliklerinin
rol oynadığını belirtmeliyiz.
Bugün Kürt halkı kelimenin tam anlamıyla bir dönüm noktasında yol ayrımı
içerisinde bulunmaktadır. Bu, direniş ve
katliamların karşılıklı cephelerde konumlanılmış olunduğu gerçekliğini ifade etmektedir. Sömürgeci Türk Özel-kirli
savaş rejimi yaşadığı tükenmişlik ve çaresizliğin bir sonucu elinde bulunan son
gücünü kullanmakta ve Kürtlere karşı
bir soykırımı dayatmaktadır. Bunu da
uygulamaya koyduğu katliamlar serisi
ile gerçekleştirmektedir. 2010 Yılında
“Piyaniş” de, 2012 yılında “Geliyé Teyeré”de gerillaya ve “Roboski”de sivil
halka karşı gerçekleştirilen katliamlar
bunlar arasında yer almışlardır. Van’da
yaşanan depremleri bile adeta katliam
düzeyinde bir saldırı aracına dönüştürülmüş olması gerçekliği de Türk Özel-kirli
savaş rejiminin bu gerçekliğinin bir göstergesi olma özelliğini taşımaktadır. Bunun
karşısında ise bir bütün olarak Kürt halk
direnişi gündeme gelmiş bulunmaktadır.
Devrimci Halk Savaşı biçiminde kendini
ifadeye kavuşturmuş olan bu Meşru Savunma Savaşı, gelinen aşamada İskenAdar 2012
STÊRKA CİWAN
der’in kılıcı gibi “Goordiyon düğümünü”
çözecek bir çözüm gücü/yöntemi ve
seçeneği olma özelliği halini almıştır.
Var olan bu gerçeklik; katliam ve
bunun karşısında tek ve meşru yol/seçenek olan direniş gerçeğinin üzerinde
durulmasını daha da bir gereklilik haline
getirmiş olmaktadır.
Kürt Halk Tarihinde Katliam ve
Direniş
Katliam ve direniş Kürt halk tarihinde
sürekli olarak karşıtlık içerisinde olmuşlardır. Bu çerçeve de Kürt halkı işgalcilere ve katliamcılara karşı sürekli
bir direniş göstermiştir. Gösterilen bu
direnişlerde farklı biçimlerde kendini
göstermiştir. Bunlar kimi zaman şiddetli
karşı koyuşlar biçiminde yaşanırken,
kimi zaman da kendini koruma biçiminde gerçekleşmiştir. Bunun sayısız
örnekleri vardır. Özellikle de Arap
Emevi hanedanlıkları döneminden itibaren Kürt tarihine geçen katliam ve
direnişlerde bunu görmek mümkündür.
Haccac-ı Zalim gibi Emevi komutanları
Kürdistan’da tam bir katliam gerçekleştirmişlerdir. Eli kılıç tutabilecek yedi
yaşından büyük Kürt erkekleri katliama
tabi tutulmuştur. Geride kalıp da ele
geçirebildikleri Kürt kadın ve çocuklarına el konulmuştur. Safavi ve Osmanlı
hanedanları da Haccac’ı Zalimi izlemekten geri kalmamışlardır. 19 ve 20
yüz yıl Kürdistan’ında bunun sayısız
örnekleri yaşanmıştır. 1925’ler ve
1940’lar arasında daha yoğun olarak
da Kuzey Kürdistan tam bir soykırım
alanı haline getirilmiştir. Daha sonra
da bu soykırımlar farklı biçimlerde devam etmiştir. Doğu ve Güney Kürdistan’da yaşananlar da Kuzey Kürdistan’da
yaşanmış olanlardan geri kalmamıştır.
Doğu Kürdistan’da İran Şahı ve sonrasında yönetimi ele geçiren güçler baskıların dozunu sürekli arttırmışlar ve
katliamlar gerçekleştirmişlerdir. Kürdistan’da gerçekleştirilenlerinin bu katAdar 2012
liamlar içerisinde Güney Kürdistan’da
yaşananlar ise uluslar arası kamuoyu
tarafından en fazla bilinenler arasıda
yer almıştır.
İran ve TC devletleri egemenlikleri
altında tuttukları Kürdistan parçalarında
halkımız üzerinde gerçekleştirdikleri
katliamları uluslar arası kamuoyundan
bir yönüyle gizleyebilmişler ve konjonktürel durumun da sağladığı elverişlilikten yararlanarak tepkilerin gelişmesini frenleyebilmişlerdir. Irak rejiminin gerçekleştirdiği katliamlar ise,
TC ve İran devletlerinin yapmış oldukları
katliamlardan daha etkili bir şekilde
kamuoyuna yansıyabilmiş ve tepkilerle
karşılaşmıştır. O günkü konjonktürel
durumun, İran-Irak devletleri arasında
süren savaşın, Irak rejiminin karakteri
ve Güney Kürdistan’da Kürdistani hareketlerin uluslar arası ilişki ve mücadelelerinde bunda rolü olmuştur.
Bu yönleriyle Güney Kürdistan’da
halkımızın yaşadığı katliamlar uluslar
arası kamuoyunun bilincinde kalıcı izler
bırakmışlardır. Bu katliamlarda uluslar
arası sözleşmelerle yasaklanmış olan
ve savaş suçu olarak kabul edilen kimyasal gaz ve bombalarında kullanılmış
olması bunda etkili olmuştur. Bu katliamlar içerisinde Halepçe’de yaşanmış
olanın etkisi diğerlerine oranla daha
sarsıcı boyutlarda görülmüştür. Öyle
ki, o süreçte uygulamaya konan soykırım planı Halepçe katliamı ile
anılır bir hal almıştır.
Halepçe Katliamı
Halepçe katliamı 16 Mart
1988 tarihinde gerçekleştirilmiş
olsa da; 23 Şubat tarihinde
başlayan ve 6 Eylül 1988’
kadar süren Enfal soykırım
harekatının önemli bir halkası olarak gerçekleştirilmiştir. Bu soykırım
harekatı süresi içerisinde Başta Halepçe,
32
Duceyde, İnab, Hurmal, Sirva kasabaları
dahil binlerce köy uçaklar tarafından
bombalanmıştır. Kimyasal bombaların
kullanıldığı bu saldırılardan kurtulan
insanların büyük bir çoğunluğu tutsak
alınmıştır. Tutsak alınanlar arasında bulunan kadınlar ve çocuklar özel kamplara
gönderilirken, 15 yaşından büyük erkekler esir kamplarına götürülmüş ve
bunlardan önemli bir kısmı bu kamplarda
katledilmişlerdir. Enfal soykırım harekatı
boyunca da, toplam iki yüz bine
(200.000’e) yakın Kürt katledilmiştir.
Enfal soykırım harekatının en vahşi
bir şekilde yaşandığı yer ise Halepçe
olmuştur. 16 Mart 1988’de Halepçe’ye yönelik saldırı da binlerce kişi yaşamını yitirmiştir. Uçaklar tarafında yapılan bombardımanlar aralıksız
devam etmiştir. Sığınaklara ve
çevreye
dağılarak
STÊRKA CİWAN
kendini korumak isteyen insanlar üzerine
Helikopterlerden ve uçaklardan kimyasal
bombalar atılarak geride canlı namına
hiçbir şey bırakmak istenilmemiştir. Bu
saldırlar da Yirmi binden (20.000’den)
fazla insan katledilirken, bundan çok
daha fazla sayı da insan kimyasal gazların, bombaların etkisiyle yaralanmış
ve sakat kalmışlardır. Sadece insanlarda
katledilmemişlerdir. O coğrafya da canlı
namına ne varsa onlarda bir kırıma tabi
en fazla sarsan bir soykırım harekatı
olarak tarihe geçen bir katliam yaşanmıştır.
Halepçe’de gerçekleşen bu vahşeti
Irak da Saddam Hüseyin rejimi gerçekleştirmiştir. Kimyasal Ali olarak
anılan General Ali Hasan El Mecid
gibi eli kanlı; sadist, faşist bir kişi ve
onunla hareket eden güruh takımı bu
katliamın yaşanmasında fiili ve aktif
bir şekilde rol oynamıştır. Fakat
tutulmuşlardır. Kimyasal gazlarla
oradaki bitki örtüsü yok edilirken; adeta oralar
bir daha otun bile
yeşermeyeceği bir
coğrafya haline getirilmek istenilmiş ve
hayvan sürüleri de katledilmiştir.
Aradan otuz dört(34)
yıl gibi bir süre geçmesine
rağmen bugün bile bu soykırımın etkileri hala devam
etmektedir. Hala çocuklar sakat doğabilmektedirler ve toprağın yeşermediği yerler bulunmaktadır.
Bu şekilde tam bir vahşetin
yaşandığı Halepçe’de ikinci Dünya savaşında ABD’nin Nagaza’ki
ve Hiroşima’ya karşı kullandığı
Atom bombasından sonra Dünyayı
gerçekleştirilen Enfal soykırım harekatının tek sorumlusu sadece
bunlar değillerdir. Bunlar yargılanmış
ve mahkum edilmişlerdir. Ancak yargılanması ve tarih önünde hesap vermesi
gereken başkaları da bulunmaktadır.
Halepçe’de kullanılan kimyasal
bombaların yapımında kullanılan kimyasal maddeler; başta İsviçre, Belçika,
Almanya vb. gibi Avrupa devletlerinde
üretilmiş ve T.C devleti üzerinden
Saddam Hüseyin rejimine ulaştırılmışlardır. Bunlar tamamen belgelenmiştir. O nedenledir ki, bu güçlerde
Saddam Hüseyin rejiminin Halepçe’de
gerçekleştirdiği katliamın suç ortakları
durumundadırlar.
Enfal soykırım harekatının özelde
de Halepçe katliamının üzerinden 34
yıl geçti. Bu soykırım harekatı tarihe
bir insanlık suçu olarak kaydedildi ve
bundan sorumlu olarak kabul edilenlerde, tarih önünde ve toplum vicdanında yargılandılar. Ancak aradan geçen bunca zamana ve mahkumiyete
rağmen Kürtlerin acıları bitmedi, yeni
soykırım ve katliamları yaşamaya devam ettiler. 28 Aralık 2011 günü Şırnak’ın Qıleban ilçesinin Roboski kö33
yünde gerçekleştirilen bir
katliam da bunlara eklenen
yeni bir halka oldu.
Halepçe’den Roboski’ye
Aslında Roboski’de yapılan katliam,
aradan geçen 34 yılı bulan bir süreye
rağmen, Halepçe katliamını gerçekleştiren zihniyetin yeniden harekete geçmesinin bir sonucu olarak yaşanmıştır.
Saddam Hüseyin 23 Şubat 1988 ve 6
Eylül 1988 tarihleri arasına kalan süre
içerisin de gerçekleşen aralarında Halepçe’de gerçekleştirilen katliamında
olduğu soykırım harekatının adını “Enfal
operasyonu” olarak koymuştu.
Saddam Hüseyin’in gerçekleştirdiği
böyle bir soykırım harekatına koymuş
olduğu “Enfal” adını nereden aldığını
Kuranı Kerimi okuyan her insan bilmektedir. İnanmış bir Müslüman’a “Enfal nedir?” diye sorulsa, tereddütsüz
vereceği cevap “Kuranı Kerimde geçen
bir süredir” olacaktır.
Bu Sure’nin içeriğinde Allah’ın
bağlı ve onun Resulüne inanan kulları
ile Allaha ve onun Resulüne inanç
konusunda ikircikli konumda olanlar
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
ve Allah’ın varlığını inkar edenlerin
Allah katında yerinin ne olduğu belirtilmektedir. Enfal Sure’sinden burada
yapacağımız kısa alıntılardan da anlaşılacağı gibi Allahın ödüllendirici,
bağışlayıcı ve cezalandırıcı yönlerine
dikkat çekilmektedir.
Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: “Yakıcı azabı tadın"
diye o inkar edenlerin canlarını alırken
görmelisin.
Senin Rabbin meleklere vahiy etmişti:
Muhakkak ki; Ben, sizinle beraberim.
Artık âmenû olanlara (Allah'a ulaşmayı
dileyenlere) sebat verin (destek olun).
Kâfirlerin kalplerine korku vereceğim.
Artık boyunlarının üzerine vurun. Ve
onların bütün parmaklarına vurun.
“Bu, onların Allah'a ve O'nun (Allah'ın) Resûl'üne karşı gelmeleri sebebi
iledir. Ve kim Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelirse, (bu taktirde) bundan sonra muhakkak ki; Allah'ın ikabı
(azabı) şiddetlidir.”
Saddam Hüseyin 23 Şubat 1988 ve
6 Eylül1988 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Kürt soykırımına “Enfal”
adını verirken, aslında Kürtleri kendisine karşı koyan, kendisini de sure
de belirtildiği gibi cezalandırıcı yerine
koymuştur. Tabi ki böylesi bir yaklaşım
ve kendine göre Kuran-ı Kerimi uyarlama bir Müslüman için işlenmiş olan
en büyük günahlardan biri olarak kabul
edilecektir. Fakat bugün, o zaman
Saddam Hüseyin’in yaptığı gibi Kuranı
Kerimi hala kendine göre uyarlayanlar
var. Bunlar İslam adına fetvalar yayınlamaktan geri kalmıyorlar ve“Köklerini kurutun”, “evlerini-barklarını
ateşler sarsın” vb diyerek katliam
emirleri veriyorlar.
28 Aralık 2011 günü Şırnak’ın Qalaban ilçesinin Roboski köyünde gerçekleşen katliamda böylesi bir fetva ve
emirin hemen ardından gerçekleşmiştir.
Roboski katliamından önce ABD’de
sırça köşkleri mekan tutmuş olan FetAdar 2012
hullah Gülen’in TV ekranlarına yansıyan
görüntü ve konuşmaları olmuştu. Orada
kendine göre yapmış olduğu İslam yorumu ve Türkiye’nin siyasal sorunları
üzerine olan değerlendirmelerini takiben,
Kürtleri hedef gösteren, katliam emrini
veren fetvası yer alıyordu.
Fethulah Gülen ve onun akıl hocalığını yaptığı AKP özel-kirli savaş hükümeti böylece Irak’taki Saddam Hüseyin ve onun iktidar güçlerinin Türkiye’de rolüne soyunmuş oldular. Saddam
Hüseyin’de Kürtlere karşı başlattığı
soykırım harekatını, Kuran-ı Kerimden
aldığı Enfal Sure’sinin adıyla uygulamaya koymuş ve celladı Kimyasal Ali
adıyla anılan General Ali Hasan El Mecid’i hareket geçirmişti. Bu ise tarihe
“Enfal harekatı” olarak geçmiştir. Bugün
ise Fethullah Gülen ve R.Tayyip Erdoğan’da İslam adını kullanarak Kürtlere
karşı bir soykırım politikasını devreye
koymuş ve Kimyasal Necdet diye anılan
Türk Genel Kurmay Başkanı Necdet
Özel’i harekete geçirmiştir. Bunu da
Kuran-ı Kerimden okunan ayetlerin ve
arkalarında saf tutmuş olan ordusunun
“amin” sözlerinin eşliğinde başlatmışlardır. .
Fethullah Gülen’in bu fetvasından
sonra da önce “Geliyé Teyeré”de gerillaya, ardından da “Roboski”de sivil
halka karşı katliamlar gerçekleştirilmiştir.
Ve halende bu soykırım harekatı devam
etmektedir.
Sonuç olarak bugün Kuzey Kürdistan’da AKP özel-kirli savaş hükümeti
tarafından bir soykırım politikası uygulanmaktadır. Uygulamaya konan bu
soykırım politikası daha önce gerçekleştirilen katliamlardan daha kapsamlı
ve birçok cepheden hareketle yürütülmektedir. İmha amaçlı askeri harekatlarla
birlikte, siyasal soykırım saldırıları da
devreye konulmuş bulunmaktadır. Tüm
bunlar; ekonomik, kültürel ve ideolojik
alanda yürütülen saldırılarla bütünlüklü
bir şekilde sürdürülmektedir. Bunların
34
yanında her türlü işbirlikçi ve hain takımını da kullanmaktan geri kalmamaktadırlar. Bunlar arasında Kürtlüğü
bir çıkar aracı ve sermaye olarak kullanmak isteyen Kemal Burkay, İbrahim
Güçlü vb.leri de bulunmaktadır.
Kürdistan halkı yeni bir Mart ayını
böylesine dört bir yandan saldırıların
yoğunlaştırıldığı bir kuşatma altında
karşılamaktadır. Fakat Mart ayı da Kürt
halk tarihinde böylesine zorlu süreçlerde
gerçekleştirilen güçlü çıkışlarla, başkaldırılarla, direnişlerle anlam kazanan
bir ay olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır. Demirci Kawa’nın, Çağdaş Kawa
Mazlum Doğan’ın direnişleri ve Kürt
özgürlük ve demokrasi güçlerinin attığı
tarihsel adımlar Mart ayı içerisinde gerçekleşmiştir. Bu anlamda Mart ayı, son
derece haklı olarak; tüm katliamlara ve
saldırılara karşı özgürlüğe doğru güçlü
ve sağlam adımların atıldığı bir direniş
ayı olma onuruna erişen bir ay olmuştur.
Yeni bir Mart ayının daha içerisinde
bulunuyoruz. Bu yılda Kürt halkı,
2012 yılının Mart ayına, öncesinden
yaptığı hazırlıklarla girmiştir. Uluslar
arası komplonun yıl dönümü olan 15
Şubat’a daha günler kala yapmış olduğu
hazırlıklar doğrultusunda böyle biri
girişi gerçekleştirmiştir. En ağır bedelleri
ödeme pahasına da olsa meydanları
doldurmuş ve Önderliğine sahip çıkmıştır. Tüm bunlar da Mart ayına girmeden günlerce öncesinde Mart ayının
anlamına yakışır bir şekilde karşılanacağının birer habercisi olma özelliğini
taşımıştır.
Bu aynı zaman da başta 16 Mart
1988’de Halepçe’de en son olarak da
28 Aralık 2011 yılında Roboski’de gerçekleştirilen katliamlarda katledilen insanlarımız olmak üzere; huzurlarında
saygıyla eğildiğimiz tüm şehitlerimizin
anılarına olan bağlığımızın da bir gereği
olmaktadır.
***
STÊRKA CİWAN
DOSYA
KADIN VE 8 MART
Stêrka CIWAN
“1910 yılında
Danimarka’nın
Kopenhag kentinde
toplanan
2. Enternasyonale bağlı
kadınlar toplantısında,
Almanya Sosyal
Demokrat Parti
önderlerinden Clara
Zetkin, bu yangında
yaşamını yitiren
129 kadın işçi anısına
8 Mart gününün Dünya
Emekçi Kadınlar Günü
olarak kutlanmasını
önerir. Kadın hakları
hareketini, özellikle oy
hakkını onurlandırmayı
amaçlayan Kadınlar
Günü önerisi oy birliği
ile kabul edilir”
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar
Günü’nün tarihçesi çok hazindir. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip
olmak yolunda verdiği savaşın temsili
başlangıcı 8 Mart 1857 yılında
ABD’nin New York kentinde başlar.
Konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında
çalışan 40.000 işçinin insanlık dışı
çalışma koşullarına ve düşük ücrete
karşı başlattığı grev, polisin saldırısıyla
kanlı biter. Grevi kırmak ve başka
alanlara da yayılmasını engellemek
için acımasızca müdahale edilir ve
dokuma işçileri fabrikaya kilitlenir.
Fabrika yanmaya başlar. Yanan fabrikadan çıkamayan veya fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşamayan 129 kadın işçi yanarak can
verir. İşçilerin cenaze törenine 100
bini aşkın kişi katılır.
1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı’nı
ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü,
16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın
tüm kadınlar için Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kararlaştırır. Kadınlara eşit hakların verilmesinin dünya barışını güçlendireceği kabul edilir.
Bu olay Avrupa’da ve Amerika’da
daha önceki yüzyıllarda yaşanan “Cadı
Avcılığı”nın modern bir tekrarıdır;
dahası Batı’nın kendini tehlikede his35
settiğinde neler yapabileceğini de
göstermektedir.
Takip eden yıllarda kadınlar sömürüye karşı örgütlenmeye başlar.
26-27 Ağustos 1910’da Kopenhag’da
düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Kadınlar Günü
gündeme alınır ve kabul edilir. Emekçi
Kadınlar Günü birçok ülkede her yıl
kutlanmaya başlar. İlk yıllarda belirli
bir tarih saptanmamış olmasına karşın,
her yıl ilkbaharda kutlanır. Emekçi
Kadınlar Günü’nün 8 Mart olarak
saptanması 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Emekçi
Kadınlar Konferansı’nda kararlaştırılır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu
ise 1977 yılında 8 Mart’ın Dünya
Kadınlar Günü olarak kutlanmasını
kabul eder.
Kadınlar dün olduğu gibi bugün de
ikinci sınıf insanlar olarak görülmekte,
dövülmekte, işkenceye tabi tutulmakta,
tecavüze uğramakta, sömürülmekte,
cinsel birer obje olarak kullanılmakta
ve metalaştırılmaktadırlar. Bu insanlık
dışı durumun baş sorumlusu tüm varlığı
metalaştıran, insanlar arasındaki her
türlü ahlaksal, toplumsal, insancıl ilişkiyi yok eden ve ekonomik ilişkiye
dönüştürerek değersizleştiren mevcut
ekonomik sistemdir.
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, hakim
anlayış tüm dünyada kadınlarla ilgili
gündemi çarpıtıyor, 8 Mart’ın içini
boşaltıyor ve hatta bugün bile kadınlığı
kullanarak sömürüsünü sürdürüyor.
FEMİNİZİM
Feminizm sözcüğü ‘femina’ Latince kadın anlamına gelen sözcükten
türemiştir. 19.yy'da başlayıp içinde
yasadığımız yüzyılda kadının toplumsal konumunun inanılmayacak
kadar hızla değişmesi ile ilgilidir. İlk
örgütlü kadın hareketi feminizm adıyla
tanınmıştır. Venüs planeti sembolü
aynı zamanda Feminizm hareketinin
sembolüdür.
Günlük yaşamımızda üzerinde en
fazla tartışma yürütülen kavramlardan
biri de feminizmdir. Bu kavram ekseninde çeşitli yorumlar yapılmakta
ve tanımlamalar geliştirilmektedir.
Kimilerine göre feminizm, kadınların
hak ve hukukunu savunmanın adıdır.
Kimilerine göre kadıncılıktır, erkek
düşmanlığıdır. Kimilerine göre içinde
ahlaki sapkınlığı barındıran, kadın
egemenliğine dayanan bir eğilim ve
harekettir. Ve kimilerine göre ise feminizm; kadının özgürlüğü için mücadele eden, ekonomik, siyasi, hukuksal olarak kadın erkek eşitliğini
savunan, kadın özgürlüğünü salt bu
hakların kazanılmasına indirgeyen
değil, erkek egemen sistemin bir bütünen değiştirilip-dönüştürülmesi mücadelesini veren kadın hareketlerinin
toplam ifadesidir. Bu açıdan çeşitli
akımlardan oluşan feminizm, üzerinde
düşünmeye ve tartışmaya değer çok
önemli bir olgudur, konudur.
Dünya’da Feminist hareketlerin
ilk ortaya çıktığı süreç, 1789 Fransız
devrimine denk gelen bir süreçtir.
Feminist hareketlerin sönük de olsa
ilk belirişi aydınlanma ve Rönesans
sürecine dayansa da örgütlü, disiplinli
ve etkili biçimleriyle Fransız devrimi
Adar 2012
sürecinde ve sonrasında karşılaşıyoruz.
Bu anlamda feminist hareketleri, 18.
yüzyılın sonları ile 19. ve 20. yüzyıllara damgasını vuran sistem karşıtı
hareketlerden biri olarak değerlendirmek gerekiyor. Feminizm Avrupa
başta olmak üzere genel dünyada kadının bilinçlenmesinde, aydınlanmasında ve örgütlenmesinde önemli bir
rolün sahibi olmuştur. Kadında belli
oranda cins ve tarih bilincini geliştirmiş, erkek egemen zihniyet ve sistem sorgulamasını yaratmıştır. Feminist hareketlerin verdiği mücadele
ile kadın, çeşitli hukuksal kazanımları
elde etmiştir. Bu hakları kazanma
uğruna çok büyük direnişler sergilenmiş ve çok büyük bedeller verilmiştir. Ancak maalesef feminist hareketler bütün bu mücadelelere rağmen kadını iktidar-devlet sisteminin
ve erkek egemenliğinin denetiminden
ve etkisinden çıkaramamışlardır. Bu
noktada sorulması gereken temel bir
soru şudur; Kadının bunca yüzyıllık
direnişi neden eşit ve özgür bir yaşamı
ortaya çıkaramadı? Erkeği egemen
olmaktan, kadını ise köle olmaktan
kurtaramadı?
Feminist kadın hareketleri iktidar
kıskacından kurtulamadıkları için
mücadelelerinde ortaya çıkan duruş,
sistem sınırları içinde hapsolma olmaktadır. Kadının özgürlüğü için
mücadele yürüten kadın hareketleri
şunu derse; erkek iktidarı eşitsizlik
36
yaratıyor, kadın iktidarı yaratmıyor.
Erkeğin tek başına iktidar oluşu eşitsizlik yaratıyor ancak kadınla iktidarı
paylaşması eşitsizlik sorununu çözüyor. Bu söylemin ve eylemin
kendisi feminist kadın hareketlerinin
en büyük yanlışı, yanılgısı ve trajedisi
olmuştur. Fikirle zikir bir olunca da
erkek egemenliğinin en yoğunlaşmış
biçimi olan kapitalist modernitenin
değirmenine su taşımanın ötesine
geçilememiştir.
Diğer yandan ise cins sorunu toplumsal sorunlardan ayrı ele alınmayacak kadar büyük bir toplumsal
sorunlar yoğunluğudur. Cins sorunu
sadece kadının sorunu değildir. Erkeğin ve tüm toplumun en başta
gelen sorunudur. Bu sorunu ortaya
çıkaran erkeğin iktidarı ise, o halde
çözümü de kadının ve erkeğin özgürleşmesinde görmek gerekir. Gerçek şu ki; iktidar, kan hücresi gibi
sürekli kendisini çoğaltan canlı bir
olgudur. Mevcut durumda bu olgu
kendisini tüm topluma yaymış durumdadır. Kadın özgürlük hareketleri
kendilerini toplumdan yalıtıp toplumsal özgürleşmeyi önemsemedikleri müddetçe asla başarılı olamazlar.
Kadın cinsi bu toplumun dışında
ayrı bir gezegende yaşayamayacağına
göre o halde toplumsal özgürleşmeyi
de kendi programının ve mücadele
stratejisinin temeli haline getirmek
durumundadır. Erkek egemenliğine
dayanan cinsiyetçi bir toplum çok
güçlü bir ideolojik, siyasi, sosyal,
ekonomik, ekolojik, demokratik mücadele verilmeden kadın erkek eşitliği
ve özgürlüğü temelinde dönüştürülemez. Erkeğin ve toplumun dönüşümünden kopuk bir mücadelenin
başarı şansı asla olamaz. Hiç şüphe
yok ki bu mücadelenin yol açacağı
tek sonuç, egemen erkeğin, cinsiyetçi
toplumun, iktidarcı sistemin sınırlarında seyretmek olacaktır.
STÊRKA CİWAN
Dünya kadın mücadelesi öncüleri
Kadınlar Günü`nün anası Clara Zetkin
(1857 – 1933)
“Uyanın, harekete geçin, savaşın! Bugünkü büyük tarihi
durum sizleri cesaretsiz bulmasın. Dünün bilinmeyen milyonlarca köle kadınları, bugünün savaşçıları meydana çıkın
ve ileri yürüyün!”
Bir köy öğretmeninin kızı olan Clara, o dönemde Almanya’da
kızlar için eğitim seçenekleri çok kısıtlı olmasına karşın, Leipzig’deki bir özel kadın öğretmenlik kursunda eğitim alır. Bu
dönemde sosyalizm ile tanışır. İleriki yıllarda, Paris’te sürgündeyken, sosyalist toplumda kadının yerini sorgulamaya başlar.
1889’da Paris’te II. Enternasyonal’in Kuruluş Kongresi’nde Kadının Kurtuluşu İçin başlıklı konuşmasında Clara şöyle der:
“Sosyalistler bilmek zorundadır ki; günümüzdeki ekonomik
gelişmede kadınların çalışması bir zorunluluktur. Sosyalistler
herşeyden önce bilmelidir ki, ekonomik bağımlılık veya bağımsızlık, sosyal kölelik veya özgürlükle ilintilidir.” Bu konuşma,
“Kadın ve Sosyalizm” konusunu gündeme getiren bir ilk olarak
tarihte yerini alır. Bir yıl sonra ülkesine döner. Kadın işçilerin
konu edildiği Eşitlik adlı dergide yirmi beş yıl boyunca yazar.
1905’ten itibaren dergiyle birlikte iki ek hazırlanmaya başlar:
“Analarımız ve Ev Kadınlarımız İçin”, “Çocuklarımız İçin”.
1907’de düzenlenen ilk uluslararası sosyalist kadınlar toplantısında
Clara, uluslararası sekreter, çıkardığı Eşitlik dergisi ise uluslararası
yayın organı seçilir. 1910 yılında Kopenhag’daki Sosyalist Kadınlar II. Enternasyonal Konferansı’nda Clara, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına
8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisini
getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi. Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu 67 yıl sonra (16 Aralık 1977) 8 Mart'ın "Dünya
Kadınlar Günü" olarak anılması kararlaştırır.
ne de kadın ile erkek arasındaki ilişkileri bozmak amacında olduğunu” vurgulamak zorunda hisseder. Kadın mücadele tarihinde
dönüm noktalarından birini oluşturan Kadın Haklarının Savunusu adlı kitabını 1792’de yayınlar. 1975’te kitabı yayınlayan
Berta Rahm önsözde şöyle der: “Onu okuduğumda benden
önce o kadar kadının bu öncüye niçin hayranlık duyduklarını
veya kendilerine şu soruyu sorduklarını anladım: Niçin biz
hâlâ daha ileri bir aşamada değiliz?”
Mary Wollstonecraft (1759 – 1797)
“Kadının ufkunu genişleterek güçlendirin aklını; körü
körüne itaat sona erecektir; ancak, iktidar her zaman körü
körüne itaate ihtiyaç duyduğundandır ki zorbalar ve şehvet
düşkünleri, haklı olarak karanlıkta tutmaya çalışırlar kadını;
çünkü bunlardan birincisinin tek istediği bir köledir, ikincisinin
istediği ise elinde tutacağı bir oyuncak.”
Çocukluk yıllarından itibaren kadın erkek eşitsizliğinin
farkında olan Mary, kısa yaşamı boyunca toplumsal dayatmalara
karşı durur. Kadınların, erkeklere tanınan anlamda eğitim hakkından mahrum olmalarına, kendi yaşamlarına ilişkin karar
alma süreçlerinde erkeğe bağımlı olmalarının dayatılmasına,
itaat ve bir nevi kölelik temelindeki evlilik kurumuna isyanını
yazılarında dile getirir. Kadınların, fırsat verildiğinde, bedensel
ve zihinsel gelişimlerini sağlayıp, meslek edinebileceklerini,
toplumsal kurumlarda yer alabileceklerini savunur. Kendi
yaşamı da savunduklarının gerçeklenmesidir. Norm dışı yaşayan
tüm kadınlar gibi o da acılar ve dışlanmalarla baş etmek
zorunda kalır. Ayrıca sık sık “ne erkeklerin nefretini kazanmak
37
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
cası tarafından çocuklarından ayrılır, babasından kalan mirastan
mahrum kalır ve toplumsal baskılara maruz kalır. Haksızlıklardan
bunalan Flora, yaşadıklarını, gördüklerini ve taleplerini dile
getiren yazılar yazmaya başlar. Yabancı Kadınları İyi Karşılamak
Gerekliliği Üzerine başlıklı broşürde; “taşradan gelen, iş
arayan, kocasından kaçan ya da fahişelikten kurtulmak isteyen
kadınlar için sığınma evlerinin açılmasını önerir. Yalnız yaşayan
kadınlar artık daha alt bir sınıf gibi görülmemelidir. Kadınlar
aynı erkekler gibi yolculuklar yaparak kendilerini geliştirmek
olanağından yararlanabilmelidir.”
Erkek giysileri içinde girebildiği Avam Kamarası’nı, Londra’da
gezdiği fabrikaları, gecekondu mahallelerini, hapishaneleri ve
meyhaneleri Londra’da Gezintiler adlı kitabında anlatır. “Okuyucularına, yoksulluk, ezilmişlik ve sıkıntının (o zamanlar vâzedildiği ve inanıldığı gibi) gerekli olmadığını, giderilebileceğini
anlatır.” Fuhuşu, cinsiyetler arasındaki eşitsizliğin yarattığı bir
felaket olarak görür.
Ezilen işçiler için 1843’te Emekçilerin Birliği adlı bir manifesto
yayınlar. Daha iyi çalışma koşulları, temsil hakkı gibi konularda
kadın ve işçileri birlikte savaşmaya çağırır. Hiçbir yayıncı
bunu yayınlamak istemez. Flora, Paris’i dolaşır, toplayabildiği
parayla basılmasını sağlar. Fransa’da bir yolculuğa çıkar, kitaplarını, broşürlerini ve düşüncelerini insanlarla paylaşır.
Birkaç ay sonra bitkin bir biçimde yaşamı sona erer.
Flora Tristan (1803 – 1844)
“Erdemlilik ya da suçluluk, önkoşul olarak, iyi ya da kötü
davranmak arasında bir seçim yapma özgürlüğüne bağlıdır.
Hiçbir şeye sahip olmayan, hiçbir şey yapamayan kadının,
yaşamı boyunca ya kurnazlık ya da baştan çıkarma yoluyla
açlıktan nasıl kurtulacağını kollamaktan başka ne çaresi
vardır?”
On yedi yaşında evlendirilen Flora, üçüncü çocuğuna hamile
olduğu sırada, kumar nedeniyle borçlanmış olan kocası
tarafından fahişeliğe zorlandığında evden kaçar. Her kadının
kocasının mülkü sayıldığı; boşanma hakkı olmadığı; eğitim alma hakkı
olmadığı; çalışma ve geçimini sağlama olanağı
olmadığı o dönemde; kızına bir söz verir: “Sana
yemin ederim, senin için
daha iyi bir dünya yaratmak uğruna savaşacağım.
Sen ne köle olacaksın,
ne de parya.” Flora, ko-
kendisini destekler. Çiftin büyük kızları Christabel ve Sylvia annelerinin tüm politik etkinliklerine katılırlar.
1903’te Emmeline’in evinde Bağımsız İşçi Partisi’nden kadınlarla yapılan toplantının sonunda, İngiltere’nin ilk militan
feminist hareketini başlatacak olan kadınların Sosyal ve Politik
Birliği’ni kurma kararı alınır. Eyleme geçme kararında, 1902’de
tanıştıkları Amerikalı sufrajet Susan B.Anthony’nin büyük
etkisi vardır. Dilekçelerle bir yere varamadıkları gerçeğiyle
eyleme geçmeye karar verilir. Bir erkek alanı olan golf
sahasının çimlerini asitle yakarak sloganlarını yazarlar: Votes
For Women! (Kadınlar İçin Oy Hakkı). Toplantılarda erkeklerin
konuşmasını sloganlarla keserler. Yargılanmayı göze alarak giriştikleri eylemlerinden dolayı ceza alanlardan ilki Christabel’dir.
Annesinin hapis yerine para cezasını kabul etmesi yönündeki
isteğini reddedip hapse girer. Ablasından sonra hapse giren
Sylvia, “söz hakkımız olmayan bir devletin kurbanlarıyız” saptamasında bulunur. Birinci dünya savaşı İngiltere’deki feminist
örgütleri dağıtır. Bu tarihlerde Sylvia’nın, savaş yanlısı olan
anne ve ablası ile yolları ayrılır. Sylvia, bu kapitalist savaşı
sorgular. Kadın hareketini sosyalizm ve işçi hareketiyle birleştirmeye çalışır. Yolları farklı da olsa Pankhurst’ler, Richard’ın
“tutkusuz bir yaşamın değeri yoktur” şiarıyla zorlu bir mücadele
verirler ve 1928’de İngiltere’de kadınlara genel seçim hakkı
tanınmasındaki çabaları yadsınamaz.
Emmeline Pankhurst (1858 – 1928) ve
Sylvia Pankhurst (1882 – 1960)
“Kadınlar özgür olsalardı, kanunları çiğnemek zorunda kalmazlardı!”
Emmeline, çağının sorunlarına duyarlı ve açık fikirli bir çiftin
ilk çocuğudur. Annesinin geceleri kendisine okuduğu Tom
Amca’nın Kulübesi kitabı sayesinde “kölelik” ve “özgürlüğe
kavuşmak” kavramlarıyla küçük yaşlarında tanışır. On dört yaşındayken annesiyle birlikte kadınların oy hakkı konulu bir toplantıya katılır ve kendisi de bu mücadeleye dâhil olur. 1889’da
Emmeline’in önderliğinde, oy hakkı mücadelesi için daha radikal
araçlarla savaşma isteğiyle The Women’s Franchise League
(Kadınların Oy Hakkı Birliği) adlı grup kurulur. Eşi Richard
Adar 2012
38
STÊRKA CİWAN
Simone de Beauvoir (1908 – 1987)
“Kadın doğulmaz, kadın olunur.”
Paris’te Katolik okulunu tamamladıktan sonra, Sorbonne’da
felsefe eğitimi alır. Elli yıl boyunca ortak yaşam süreceği
Sartre ile bu dönemde tanışır. Kadın hareketi için önemli bir
yeri olan üç ciltlik İkinci Cins adlı yapıtı üç yıllık çalışmasının ürünüdür. 1960’da Madeleine Chapsal’ın yaptığı röportajda Simone bu yapıtın çıkış noktasını şöyle dile getirir:
“Günün birinde kendimi açıklama gereksinimi duydum. Düşünmeye başladım ve büyük bir şaşkınlıkla söyleyebileceğim
ilk şeyin: Ben bir kadınım olduğunu gördüm.” Kendisini günümüz deyişiyle “kurtulmuş” kadınlardan biri olarak görse
de; araştırmasının başlarında, o ana dek yaşamıyla ilgili farkına varmadığı noktaları keşfeder: “Dünya bir erkekler dünyası. Gençliğim efsanelerle, erkekler tarafından yaratılmış
efsanelerle beslenmiş. Ve ben sanki bir erkekmişim gibi, buna
hiçbir şekilde karşı çıkmamışım.” Kitabın yayınlanmasından
sonra çok sert tepkiler almasını tarafsız üslubuna bağlar: “Yaralı bir ruhun kızgınlığını, feryadını daha duygusal bir yaklaşımla algılayabilirlerdi. Fakat benim tarafsızlığımı
bağışlamıyorlar, aksine tarafsızlığımı, anlamıyormuş gibi
davranıyorlar.
Leyla Qasım
Leyla Qasım, 1952 yılında Kerkük’te doğdu. İlk ve ortaöğrenimini gördükten sonra ailesiyle birlikte Bağdat’a göç
etti. Bağdat’ta lise öğrenimini tamamlayan Qasım 20 yaşındayken Kürdistan Öğrenciler Birliği (YXK) ile tanıştı
ve onlara destek verdi. Leyla Qasım bu dönemde peşmergelere katılma kararını verdi. Leyla Qasım I-KDP peşmergelerine katıldığı zaman Kürtler, özellikle Büyük Güney
de hassas bir dönemden geçiyordu. 1974’ün baharında
Baas rejimi Kürtlere karşı savaş açtı. Kürt ailelerini Bağdat’tan çıkardı. Irak rejimi Qeladize kentini bombaladı.
Bombalama sonucunda 3 sivil yaşamını yitirdi. Daha sonra
Halepçe’yi bombalayan rejim, birçok sivilin yaşamını yitirmesine neden oldu. Bu dönemde Leyla Qasım’a Kürt
halkının sesini dünyaya duyurmak amacıyla bir uçak
kaçırma görevi verildi. Ancak bu eylemde Leyla Qasım 4
arkadaşıyla birlikte 24 Nisan 1974’te yakalandı, Qasım ve
4 arkadaşı 13 Mayıs 1974 tarihinde idam edildi. Leyla
Qasım yargılama sırasında mahkeme hakimine “Beni
öldürün fakat şu gerçeği de bilin ki benim öldürülmemle
binlerce Kürt uyanacak. Ben Kürdistan’ın özgürlüğü yolunda
canımı feda ettiğimden dolayı sevinç ve gurur duymaktayım”
dedi. İdam sehpasına giderken Ey Reqib’i okuyordu.
39
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
Kadın özgürlük mücadelesi Kürdistan’da bir devrimdir. Kürdistan’daki
çürümüşlüğü aşmada bir panzehirdir.
Kürdistan tekrardan kendini özgürlüğe
koşan kadın ile özgür yaşama açmıştır.
Kadın özgürlük ideolojisi ve partisi
özgür yaşamın vazgeçilmez olguları
haline gelmiştir. Kadın özgürlük mücadelesi Kürt erkeğine, kadına karşı
saygılı, ölçülü ve demokratik yaklaşmayı öğretmiştir. Erkeğin, kadın kar-
lede egemen, devlete karşı ise köle
olan gerçeğiyle yüzleştirmiş, özgür,
kadına dost ve arkadaş bir erkeğin
nasıl olabileceğini öğretmiştir. Bilinçlenen, iradeleşen Kürt kadını, Kürt
erkeğini de bilinçlendirmiş, demokratik
çizgiye çekmiştir. Kadın özgürlük çizgisinin geliştirilmesinde ve mücadelesinin yükselmesinde Önder Apo’nun
büyük emek ve çabaları çok belirleyici
bir rol oynamıştır
Mart’ta zihnindeki egemenliği öldürmek için kendini ateşe veren Sema
şısında kendisini disipline etmesini,
zihniyet ve kişiliğini değiştirme arayış
ve çabasına girmesini, kadınla özgür
ve eşit temelde ilişkilenmesini sağlamıştır. Kadın özgürlük mücadelesi
Kürt erkeğine gerçek namusun kadın
bedeninde ve cinselliğinde olmadığını,
gerçek namusun özgür yaşam ve özgür
ülke olduğunu öğretmiştir. Erkeği, ai-
Yüce’yi hatırlarız. Bizden biridir çünkü. İçimizin derinliklerinden bir parçadır ve özgürlük mücadelesinin değerleriyle yüceleşen, zirveye ulaşma
iddiasında olan, Önderliğimizi kendisine tek merkez, tek güneş bilen
bir kadın yüreğidir.
Yaşanmış bitmiş olanın güncelleşmesi, gelecek zamanlar içerisindeki
KÜRT KADINI VE 8 MART
Adar 2012
40
rengini koruması, yaşantıların bir miras
oluşturması ve bir öncü rol oynaması
ile bağlantılıdır. Ki bu anlamda Ortadoğu’da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü’ne gerçek ve en güçlü
anlamı veren Önderliğimizdir, Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesidir.
Kürdistan tarihi isyanlarla doludur.
Her isyanın ardında bıraktığı acılar
kadar değerler de olmuştur. PKK, ana
toprağında yeşeren, çoğalan özgürlük
çıkışlarıyla, kahraman öncüleriyle, yarattığı kurumlarla ve özgürlük kültürüyle, Ortadoğu kadınını layık olduğu
anlama ulaştırma iddiasını yaşamsallaştırmış bir harekettir. Dünya kadın
tarihinde önemli bir yeri olan 8 Mart’ı
bugüne taşımak salt bu günü sloganlaştırmak değildir. Çığlığını yükseltmek
önemli olurken çığlık gerekçelerini
ortadan kaldırmak ve özgürlük kültürü
yaratmak esas amaç olmaktadır. Bu
anlamda Kürdistan özgürlük mücadelesi içerisinde atılan ve mücadelenin
zirveleşmesinin göstergesi olan adımlar
yüzyıllar önce atılan adımların zirveleşmesidir diyebiliriz.
8 Mart 1995 tarihinde toplanan
I.Ulusal Kadın Kongresi’nde, Yekitiya
Azadiya Jinên Kurdistan (YAJK)
adıyla, kadın özgün örgütlülüğünün
kurulması bu anlamda tarihsel bir
adımdır. YAJK bünyesinde verilen
mücadelenin ve yürütülen çalışmaların
büyük bir kadınlık bilinci yarattığı,
yüzlerce öncü militanı açığa çıkardığı
ve toplumsal alanda güçlü bir örgütlülük bilinci yarattığı bir gerçeği, bugün tüm dünyanın dile getirdiği bir
STÊRKA CİWAN
gerçektir. Bu gelişmeler, dolan bir
kaptan taşarcasına sürmüş ve bu taşma
Önderliğimiz tarafından büyük denizlere yol açacak adımların da zemini
haline getirilmiştir.
8 Mart 1998 günü Önderlik tarafından kamuoyuna ilan edilen Kadın
Kurtuluş İdeolojisi Kürt kadınının
özgürlük mücadelesinde gösterdiği
başarıyı ve özgürlük öncülüğüne aday
kimliğini evrenselleştiren bir adım
olarak tarihte yerini alır. Karmaşıklaşan sistemin boğuculuğundan, yaşanan yüzyıl kaosundan, kendini yaratarak, yenileyerek ve enerjisini bu
uğurda dinamik olarak değerlendirme
gücüyle çıkmak, verili tarih içerisine
yerleştirilen kölelik eğilimini, özgürlüğe çevirmek şarttır. Bu da ancak
kadının özgürlüğünün toplumun özgürlüğü olduğu gerçeğinden yola çıkarak kadının kurtuluşunu hedefleyen,
toplumsal cinsiyetçiliğin aşılıp kadın
özüyle yeni bir yaşam yaratma adımlarını atan Kadın Kurtuluş İdeolojisi
ile mümkündür.
Kürdistan kökenli bu özgürlük adımının tarihsel önemi, tarihi seyir içinde şahlanan analitik zekânın duygusal
zekâyla dengelenmesini amaçlamasından kaynaklanır. Bir bütün insanlık
değerlerinin, egemenine köle olan
bir erkeksiliğe mahkûm olmaktan çıkarılarak kadın rengiyle uyumlu kılınması ve farklılıkların birlikteliğini
yaratarak insan yaşamının ilksel-ilkesel değerlere dönüşümünü sağlamayı hedeflemesi kadın kurtuluş ideolojisinin tarihi yerini belirler. Kadın
Kurtuluş İdeolojisinin ilanı, sanki
dünyada sadece erkekler yaşıyormuş
gibi ya da dünya erkekler için yaratılmışmış gibi bir kandırmacayla tamamlanan kadın konumsuzluğunu
radikal bir reddediştir. 80’ler sonrası
zayıflayan kadın hareketlerinin eşitlikçilik söyleminden ziyade kadının
kurtuluşunu hedeflemek, kadın eksenli
yaşam ilkesini esas almak, evrensel
anlamda köleliğin sorgulanmasında
nirengi noktasıdır. Küçük hedefler
belirleme yerine kadının ufkunu bir
kurtuluş ideolojisiyle büyütmedir.
Kadın kurtuluş ideolojisi salt kadın-erkek eşitliği sağlamak amacıyla
ya da salt kadın cinsinin kurtuluşuyla
sınırlı değildir. Yeni yaşam bakış açı-
toplumsallığına dönüş yapması ve bu
ideolojiyle öngörülen dönüşümü kendinde somutlaştırması amaçlanır. İşte
bu yeni yaşamın kıvılcımlarıdır Sema
arkadaşın yüreğini tutuşturup saç tellerine kadar alevlerle yıkayan. Sema
arkadaş Kadın kurtuluş ideolojisinin
ilanı ardından eylem gerçekleştirerek
bedeniyle 8 Mart’tan 21 Mart’a uzanan
ateşten bir köprü olduğunu belirtmiş,
kadın özgürlük ideolojisini ve Zilan
arkadaşın yarattığı çizgiyi sahiplenmenin ilk pratik adımı olmuştur. Kürdistan özgürlük mücadelesindeki sayısız kahraman şehidin ve direnişçi
kadın militanın emeklerinin kanalize
olduğu Zilan çizgisine, O’nun kendini
yaratma gerçekliğine göre yaşamanın
sıyla yoğrulan bir kültür yaratarak
toplumsal düzlemde değişim ve dönüşüm yapmak, burada temel yaratıcı
güç olan kadının, kendi doğasına, ilk
savaşımını verir Sema arkadaş. Mektupları ve raporları bu savaşımın ayrıntılarını günışığına sunar. Sema arkadaş, kişiliğini hücre hücre çözerek
41
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
kendini özgürleştirme çabasının zirvede
verildiği bir örnektir. O’nun şahsında
geri-geleneksel kadın ile özgürleşmeye
yönelen kadının derin bir iç mücadelesi
vardır. Raporlarında belirttiği “Sonuç
olarak kendimdeki iç savaşın adını,
kadın olarak özgürleşme isteği, iddiası
ile birçok geleneksel dürtü ve eğilim
arasında gidip-gelen bir kadının iç savaşı olarak tanımlıyorum” sözleri
O’nun kendini ele alışının duygusallıktan ve bireyciliğin kendine yönelen
pozitif yargılarından uzak olduğunu
gösterir. Kendine karşı duygusal ya
da acımasız değil gerçekçi olduğu her
satırda hissedilir. Sema arkadaşın eylemi Dünya Emekçi Kadınlar Günü
olan 8 Mart’ın anlamını Kürdistanî
halkların diriliş günü olan Newroz
günü ile birleştirir.
Anlamsız tekrarlara dönüşen yaklaşımlar günün anlamını içeriksizleştirmektedir. Tüm günlerin erkeklerin olduğu ve bir günün de kadına
verilebileceği türünden boş sözler
derin bir çözümsüzlüğün ve yanılgının
ifadesidir. Kendi köleliğine yabancılığın bir yansımasıdır. Çünkü bugün
erkek egemen dünyanın bilânçosu
en egemenlikli kurumlara ve en erkek
erkeklere dahi ağır gelmektedir. Savaşlar, katliamlar, her şeye yansıyan
doğal dengesizlikler, ekonomik ve
ekolojik krizler, ayrımcılık ve parçalanmaların süreklileşen çoğalımı ve
daha birçok şey. İflasa giden dünyanın
bilânçosunu bu sayfalara çıkarmak
mümkün olmadığı gibi gerekli de
değildir. Bu durum giderek evrensel
bir katliamı şekillendirmektedir. Bu
katliamı en güçlü erkekler dahi üstlenmemekte, dahası bu pisliği insani
yöntemlerle temizlemeyi akıllarının
ucundan dahi geçirmemektedirler.
Kısacası erkeklere ait olan hiçbir şey
olmadığını görmek ve egemenliğin
bu sanal güç histerisinden kurtulmak
gerekmektedir. Bu bir ilk adım olabilir.
İlk ama en önemli bir adım… Bu
durum ağırlıklı olarak erkekler için
değil kadınlar için de daha büyük bir
mücadeleyi gerektirir. Egemenlik kadar kendi köleliğiyle savaşmak, yaşam
karşısında güçlü bir duruş gerektirir.
Kadındaki gönüllü kölelik, en benim
diyen erkeğin dahi en güçlü egemenlik
silahı olmaktadır. Köleliğinin erkeğin
elinde bir silah olmasındansa, kendi
özgürlük yolunda ilerlemek hiçbir
kadının reddedeceği bir durum değildir.
Bu anlamda 8 Mart’ı güncelleştirmek, günümüzde yaşatmak ve anlamını
büyütmek için başta kendi gelenekselliğini ve egemenliği tanıyıp reddetmek ve bunun mücadelesini örgütlü
bir tarzda vermek gerekmektedir. Her
anı Özgürlük değerlerimizin yaratıcısı
olan Önderliğimizle yaşamak ve Önderliğimizin özgürlüğü için mücadele
etmeyi bir yaşam biçimi olarak belirlemek, şehitlerimizi özgürlük değerlerinde yaşatmak ve uğruna canlarını
verdikleri hayallerini gerçekleştirmek,
anlamlı yaşamın temel şartıdır. Ancak
bu yolla geçmişin anlamını yüceltir,
geleceği de ütopyaların gerçekleştiği
zamanlar haline getirebiliriz. Dağda,
şehirde, köyde ya da herhangi bir
yerde her anı özgürce yaşamanın tek
koşulu vardır. Bu da kölelikten an be
an kendini sıyırmak, iradesiyle doğru
ve ilkeli yaşam mücadelesi vermektir.
Ancak bu şekilde acı çeken kadınlar
olmaktan kurtulabiliriz. Ve ancak özgürleşerek çekilen acıları anlamlı bir
yaşama katık edebiliriz.
***
Adar 2012
42
STÊRKA CİWAN
ANI
BELKİ
Zerdeşt TOLHİLDAN
“Bakmayın gözlerinin
kenarında biriken
kırışıklara. Onlar genç
ömrünün taşıdığı,
asırlar boyu halkının
çektiği acıların
toplamıydı. Nerden mi
biliyorum? Çünkü bu
kare aslında hepimiziz,
ben, sen, biz, hepimiz”
Bir resim, gerçek yaşamdan alınmış bir fotoğraf karesi. Bu fotoğraf
karesinde yaşamın gerçek anlamı.
Anda somut bulan, anlamın güzelliğini yakalamanın sureti. Neydi an’ı
bu kadar anlamlı kılan? Neydi verdiği,
bizim aldığımız mesaj? Bu an karede somutunu bulurken, tüm durma
hallerini ihlal eden bakışa sahip kişinin
düşüncesi neydi? Makinenin düğmesine basarken ki düşüncesi neydi bu
kareyi çekenin? Ama belli ki ne çeken
ne de çekilen habersiz yapılacak yorumlardan. Cevabı kendi beninde saklıydı. Yorgun bir günün en orta yerinde
an’a sıkıştırılmış koskoca bir öyküydü saklı olan. Bir ‘belki’ ekliyorum cümleme. Cümlemi uzatsın
diye değil. Kuracağım cümleyi biraz
daha anlamlı kılsın diye… Ve şunu
söylemek istedi ‘belki’ de: Vesikalık
olmayacaktı bakışlar ve güzelliğin
özüne ulaşmanın berraklığını örtemeyecek solgun nefesler.
‘Belki’si çok olur akışkan haldeki
yaşamımızın. Anlamı derinlerde aramamıza yardımcı olur çoğu zaman.
Belirsizliğine yaşamın, bir kapı aralanır
ve yolu gösterilir görünmeyenin. Göz
önüne serer karanlıklarda mahsur kalmış
nice düşünüşü ve aldanmışlıklarımızla
yüzleşmeyi sağlar çoğu zaman biz istemesek de.
43
Cesaret edip, düşünce sınırlarımı
zorlayarak ben de bir yorum türetiyorum. Kendimi bu fotoğraf karesinde,
sonsuzluğa evirilen bu anda sınırsızlığın
kanatlarına bırakıyorum. Tüm sıradanlıklarımdan sıyrılarak derin bir nefes
alıp, coşkunluğunu tatmak istiyorum
andaki güzelliğin. Güzelliğine erişip,
çocukluğumun en berrak yanıyla buluşmasını sağlamak için, tebessümünü
eklerim sözlerimin en başına. Kelime
dağarcığımı genişletiyorum. Söylenmiş
olandan öte, hiç denenmemiş, henüz
bakir kelimelere sarılmaktır içimden
geçen. Kimisi beyhude diyecek, çok
önceden dilden süzülüp yatağını bulmuştu belki de. Her şeye rağmen benim
cesaret edemeyip günahkâr dilimde
can bulmamış olana başvurmak ve
sese dönüştürmektir amacım. Cüretimi
aşıyorsam, çocuk duygularıma bağışlayın. Her zaman çocuk olunmaz ne
de olsa! Hele hele çocuk duygularını
beslemek, ilk günkü saflığında korumak
ve yaşamın en vazgeçilmez anlarına
sığdırmak kolay değildi.
Gözbebeklerinde isyan, derinden gelen
bir haykırış. Bir isyanın eseriydi kendisi
de. Çok önceden bastırılmak, susturulmak
istenmişti geleceği. Çocuk hayalleri, bir
ömürdür beslediği özlemleri, bir an
olsun tereddüt etmeden uğruna ölümlere
gideceği amaçları toplanmış bakışında.
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
Bakışında bir geçmişin ağır yükünü
görür gibiyim. Geçmişine sarılır gibi
sarılmış silahına. Ağırdır silahı, geçmişi
gibi... Geçmişinin gölgesinden sıyrılıp,
güneşin gülen gözlerine uzanmak istercesine bir bakış fırlatmış. Ben bakışında ısınmak isterken nerden geldiğini anlamadığım bir rüzgârın hışmına
uğrar, savrulurum dilsiz bir zaman aralığına doğru.
Saçlarında gezinen rüzgârın sihirli
dokunuşlarıyla bir gülüş fırlatıyordu
göğe doğru. Neydi onu bu kadar içten
gülümseten? Yoldaşına bakarken gördüğü bitimsiz umut, doğanın cömertçe
sunduğu sonsuz güzellik, hiç bırakmamacasına sarıldığı bisivingi… Ya
da bizim görüş mesafemize sığmayan,
bizim göremeyip sadece onun geniş
hayaller dünyasının dışa yansıması
mıydı? Hangisi olabilirdi? Hiçbiri
mi? Ya da hepsi mi? Tabii hiçbiri
olabileceği gibi, hepsi de olabilir. Bir
‘belki’ daha ekliyorum kurduğum
düz cümlenin hiç fark etmeyen bir
yerine. Göstermek istiyordu ‘belki’
de o andaki sonsuz coşkunluğu…
Güneş tararken saçlarını, avuçlarına
alıp güneş ışınlarını, tenine sürüyordu.
Bir bağ var aralarında. Güneş ve ten,
ten ve ışınlar, ışınlar ve gülüş… Rüzgâr
emzirmiş sanki gülüşünü ve gülüşünde
umutlar yeşertiyor yeni güne doğru.
Yağmur barındırıyor sanki teni, teni
toprak kokan gülüşler ço-ğaltıyor yarının şafaklarına. Ben de bağımlısı olmak istiyorum bu anın. Bu anın yağmuruyla ıslanmak, rüzgârıyla kurumak
ve güneş ışınlarıyla ısınmak istiyorum.
İsteklerimi sıralarken biraz utangaç
halde bir sonraki cümlemin en başına
bir ‘belki’ ekliyorum. ’Belki’ de; Eylüllü, güneşin en zirvede olduğu bir
günde teninde can bulmuştu güneş ve
rengini almıştı güneşten.
Kaşları çatık tüm bakışlara inat,
yüreğin derinliklerinden gelen sevinç
çığlığını dışa vuruyordu dudakları.
Adar 2012
44
STÊRKA CİWAN
Notasız bir melodi kulaklarıma gelir
gibi olur. Bir akış hissederim yüreğimin derinliklerine doğru. İçime yerleşmiş tüm serseri bekleyişlere uzanıp,
tutuyor elinden. Seçip en yalnız dalı
kahrını silkeliyor.
Bademe çalan gözler, gözlerde yıldız deryası. Alıp ömrümü, sunak
taşına bırakıyorum. Gidip de gelmemecesine benden uzaklaşan nice düşü,
gözlerinde birikmiş yıldızlara asıyorum. Gülüşümü ay gibi parlayan gözbebeklerinde kutsarım. Belki firarisi
olurum bu yaşamın. Varsın olsun,
ben de adımı yazdırayım kaçaklar
listesine. Önünde duran koskoca bir
ömre bakar gibi, umarsız ve acılardan
arınmış halde kilitlemiş gözlerini.
Neye mi? Bir çiçek, bir kelebek, bir
sincap… Ya da özgürlük halayına
tutuşmuş yoldaşlarının sevinci… Ya
da hiçbiri! En ummadık anda bir
‘belki’ eklerim kurduğum cümlenin
en uzak yanına. Özlem okunuyor birazda, terleyen gözbebekleri bundan
‘belki’ de.
Çocuk gülüşümüzü toprak
rengindeki tenimizde hep
barındıracağız.
Gözlerinin kenarında biriken kırışıklara ilişir bakışlarım. Nedenini
sorgularken, yasaklı ülkemin, daha
doğdukları ilk günden beri sabıkalı
olan çocukları aklıma gelir. O tozlu
topraklı sokaklarında ülkemin, yalın
ayak koşturan çocukları. Her şeye
rağmen umudu yüreklerinden eksiltmeyen ve içten gülümsemelerini esirgemeyen çocuklar. Alın teri saflığında
geleceğe uzanan, geleceklerini kan
kızıllığında düşlerle kuran çocuklar.
Bir daha cesaret edip, kendimden bir
şeyler katmak isterim bu kareye. Haddimi aşıyorsam eğer bağışlayın ne
olur. Ama bu sefer ‘belki’sini eksik
bırakıyorum bu cümlemin.
Bakmayın gözlerinin kenarında biriken kırışıklara. Onlar genç ömrünün
taşıdığı, asırlar boyu halkının çektiği
acıların toplamıydı. Nerden mi biliyorum? Çünkü bu kare aslında hepimiziz, ben, sen, biz, hepimiz… Süt
yerine barut kokusuyla büyümüş,
anne ninnisi yerine mermi sesleriyle
uyuyan, dili, renkleri, özlemleri, düşleri yasaklanmış bizlerin fotoğraf karesidir. Özgür yaşam arayışına baş
koyan, onurlu yarınların sahibi olmak
isteyen bizim, dağlı çocukların anda
somutunu bulmuş resmidir. Kendi
olmanın, kendi gibi gülmenin, kendi
gibi gülüp-ağlamanın, kendi sesinde
haykıran, kendi renginde sevinipüzülmenin gurunu yaşayan bizlerin,
Güneşin asil çocuklarının fotoğrafıdır.
Evet, biliyorum. Çünkü aynı yolun
yolcusuyuz hepimiz. Biz olmanın güzelliğine erişenlerin diyarında, yıldızlarla dansa tutuşan, rüzgârla yolculuklara koyulan, yağmurlarda uslanmaz umutlarımızla zamana kafa
tutan ve Güneşin gülen gözlerinde
yarının şafaklarına uzananlarız biz.
Biz Medyalıyız. Demirci Kawaların,
Zerdeştlerin, Şex Saitlerin, Seyit Rızaların torunlarıyız biz. Biz Kürdis45
tanlıyız. Denizlerin, Mahirlerin, Çağdaş Kawa Mazlum Doğanların, Tanrıça Zilanların, teslimiyeti kendi köhnemiş nefesinde boğan Beritanların
yoldaşlarıyız biz. Biliyorum çünkü
Önder APO’nun fedaileriyiz biz.
Zaman umursamaz halde ilerlerken,
parmaklarının arasında sımsıkı tuttuğu
silahıyla yüceliyordu hayalleri. Bir
fotoğraf karesinde somut bulan an’ın
güzelliği, güzelliğin anlamı, anlamın
özü… Siz onu bir de dolunayda
görün, gamzeler birikir yanaklarında
ve gülüşünde selama durur şafaklar.
Nerden mi biliyorum? Dolunayla
olan son buluşmamızdan…
Kendinden bir şeyler bulur mutlaka
herkes. Bakmasını biliyorsa, bakarken
biz olabiliyorsa yürek ve yürekten
hissediyorsa gülen gözlerin sırrını,
bulur bir parçasını umutlarının. Özgür
yaşam kervanı durmayacak. Yükümüz
ağır olsa da ısrarcısıyız gelecek güzel
günlerin. Çocuk gülüşümüzü toprak
rengindeki tenimizde hep barındıracağız. Ve tüm sınırları ihlal edip, çığlığımızı yedi arşa duyuracağız. Çünkü;
özgür yaşam tutkunu, gerillalarız biz.
***
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
JIN
Her jinek ciwan, bi serê xwe dikare
pêşengtiya civakê bike
Awyar DİLXWAZ
“Dema ku em bizivirin
5 hezar sal berê,
di serdema civaka xwezayî
de, jin niha wekî roja me
ya îro jiyan nake, di civaka
xwezayî de, jin civakê bi
rêvedibe û jiyan
bi awayekê adil
pêşve diçe”
Adar 2012
Di nav vê pergala kapîtalîst de, mirov
her ku diçe jê kiftê dike, bi nêrîn û
analîzên Rêber Apo êdi em dikarin hîn
bêhtir bidahûrînin û li himberî vê yekê
têbikoşin. Dema mirov pergala kapîtalîst
binirxîne di vê mirov ji kurahiya wê dest
pê bike, ku mirov ji dîroka wê dest pê
neke, mirov nikare roja îro jî, binirxîne û
şîrove bike. Weke mirovekî, bi taybetî
jî, weke jinekî ciwan pêwîste em fêm bikin, ev pergala ku îro dixwaze cîhanê birêve bibe, bûye sedema gelek tiştên tên
jiyandin. Em dikarin di roja xwe ya îro
de jî, hê van sedem û pirsgirêkan bibînin.
Bi taybetî, em dikarin bêjin ev pergala
em jê re dibêjin modernîteya kapîtalîst,
ti mafekî jiyanê di destê jinê de nehiştiye,
herdem jinê weke amûrekê bi kar aniye
û bikartîne. Ji ber vê, heger tu bixwazibî
civakekî an jî, neteweyiyekî têk bibî û
nirxên giranbiha yên wê civakê tine bikî,
divê destpêkê tu jinên vî civakê bê maf
bihêlî û bixî bin desthilatdariya zilamê
serdest. Di roja me ya îro de jî, bi taybetî
polîtîkayên li ser jinên ciwan tên meşandin
gelekî eşkerene, lê belê di fêmkirin, analîz
û deşifre kirina van polîtîkayan de, em
weke jin, jinên ciwan çawa ne û çawa
digirin dest, ev mijara gotinê ye. Çima
jinên ciwan? Ji ber ku di taybetmendariyên
ciwanan de, hertim di nava liv û tevgerê
de bûyîn, lêgerîn, bê hesab ketina nav
46
kar, mêjiyê wê ji hertiştî re vekiriye û zû
digire, ji ber vê yekê jî, êrîşên pergalê
yekser li ser ciwanan tê meşandin. Dema
ku mirov van taybetmendariyên ciwanan
dijmêrê, mirov hertim bi rihêkî ciwan
dixwaze bimîne, ji ber ku di nav civakê
de, bi taybetî yê herî baş û xwezayiye ku
mirov bikaribe bibe mînak. Lê belê, em
van taybetmendariyên xwe çawa bi awayekî rast li gorî xwezayiya xwe bikar
bînin, ji bo nekeve bin xizmeta pergala
kapîtalîst? Ji bo em nebin hedef û armanca
pergalê, emê çawa karibin van taybetmendariyên xwe, li gorî xwezayî û rastiyên
civaka xwe, analîze bikin? Berî hertiştî
em weke jinên Ciwan, di nav mînakên
jiyanê û rojanê de, wê pergalê dikarin
bidahûrînin, ji ber êrîşa herî zêde li ser
jinên ciwan tê meşandin. Bi fikir û remanên Rêber Apo em îro dikarin hê hêsantir van polîtîkayan fêmbikin. Dema
ku em bizivirin 5 hezar sal berê, di
serdema civaka xwezayî de, jin niha
wekî roja me ya îro jiyan nake, di civaka
xwezayî de, jin civakê bi rêvedibe û
jiyan bi awayekê adil pêşve diçe. Herwiha
jin di nava civakekî de, tiştê herî giranbiha
û pîroz e, ji ber vê yekê Rêber Apo
dibêje « heta jin azad nebe, civak jî azad
nabe » ev hevoka bêhempa ku ji me re
hertiştî bi awayekî zelal radixe berçavan,
divê me bixe nava lêhûrbûnên giranbiha.
STÊRKA CİWAN
Cihê ku jin weke xwedawend pîroz
dihat dîtin, cihê ku jin bi her awayî bi
xwezayê re yek bû, cihê jin jiyana
civakê birêve dibir, îro jî dibe amûr û
objeyên pergala desthilatdarî ya serdema
baviksalarî. Ji bo em vê dîroka 5 hezar
salî berevajî bikin û civakekî azad,
ehlaqî û Polîtîk avabikin, pêwîste em
vê desthilatdariya zilam û pergala kapîtalîst nêhêlin xwe li ser me ferz bike.
Weke jinên Ciwan 2 nasnameyên me
hene, yek ji wan nasnameya me ya jin
e û ya din jî, nasnameya ciwantiyê ye,
ev herdû nasname him pêşengtiyê ji
me re dihêle, him jî bareke datîne ser
milên me. Ji bo em jî, di nava dîrokê
de rol û mîsyonekê baş bileyizin, divê
em hertim li hemberî vê zihniyeta baviksalarî têbikoşin. Em ne neçarin weke
dapîr û dayikên xwe jiyan bikin, berevajî
vê em dikarin bi helwest û têkoşîna
xwe, li hemberî vê zîhniyetê mîrasekî
ji nifşên pey xwe re bihêlin. Her roj bi
sedan jinên ciwan tên qetilkirin, bi darê
zorê tên zewicandin, tên sinetkirin û
tên recimkirin, em nikarin li hemberî
ewqas zextan çavên xwe bigirin û di
bin siya desthilatdariyê de, jiyana xwe
berdewam bikin. Her jineke ciwan bi
serê xwe dikare pêşengtiya civakê bike,
dikare li hemberî van polîtîkayan, xwedî
helwest be. Her jineke ciwan dikare
xeyal û asoyên xwe fireh bike, dikare
li hemberî vê pergala serdest serî rake.
Heger em li ewrûpa binêrin, bi têgîhiştin
û ferasetên azadiyê yên egoîst û çewit,
dixwaze mêjiyê me pûç û vala bike.
Ev pergal dixwaze mêjiyên me bitevizîne
û nehêle ku em bifikirin, hertim ewê di
şuna me de bifikire, hertim ewê me
bixe nava liv û tevgerê û li gor dixwaze
şêwazekî bide me. Mirovekî ji çand û
hûnera xwe, ji nasnameya xwe û ya
herî gîrîng jî, ji nirxên me yên mirovahiyê dûr, dikeve bin xizmeta vê pergala
talankar. Bi têgîhiştina lîberalîzmê dixwaze dîl bigire, tiştên herî rehet pêşkeşî
te dike, dema van tiştan pêşkeşî te dike
û li gorî ajoyên te nêzîkî te dibe nahêle
tu ji bîlî vê tiştekî bifikirî, weke di
destpêkê de jî, min da diyarkirin xwe
ferz dike, weke tu neçarê wî bî. Dema
em îro li civakê binêrin, di nav vê
civakê de, bi taybetî jî em jinên Ciwan,
hertim li pey moda û tiştên bi vî rengêne,
xeritandina dike nabîne. Nakokîyekî li
hemberî zayenda din jiyan nake, hertim
bê nakokî, bê pirsgirêk, jiyana xwe
dide domandin. Ji ber pergal nahêle tu
bifikirî, dixwaze dil û mêjiyê te dîl
bigire, dixwaze têgîhiştina ezîtiyê di
47
mêjî û ramanên te de pêşbixe, ji ber vê
yekê jî nakokî û pirsgirêk çê nabin. Ciwanên di bin siya vê pergalê de, bêyî
bi xwe bihesin dijîn, nikarin bi fikir û
ramanên xwe pirsan bikin, êdî aqil û
mêjî dicemide, tiştên di xwezaya mirov
de heye nafikire, hertim xwe bi tiştên
piçûk mijûl dike û ev yek nahêle nakokî
û pirsgirêk pêk werin. Herdem di bin
têgîna azadiya lîberalîzmê de, xwe azad
hîs dike. Azadiyê; di moda, wesaît, mal
û milk de dibîne. Bi van tiştên piçûk,
mêjî tê dagirkirin û êdî nikare ti tişteke
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
din bifêkire. Wek Rêber Apo dibêje «
ger azadî ewqas hêsan bûya, Ronahî û
Bêrîvan xwe nedişewitandin » Ev hevoka bêhempa dide diyarkirin, em ne
azadin, li hemberî me rastiya pergaleke
hov heye, bi şev û rojan dixwaze me
dîl bigire. Li dijî vê pergal û zîhniyeta
baviksalarî, pêwîste em weke jinên
ciwan têkoşînekî bi hêz bidin meşandin,
çawa ku ev pergal bi roj û şevan li
hemberî xwezaya me dişixule, dixwaze
me dîl bigire, pêwiste em jî bi roj û
şevan li dijî vê pergalê rawestin û bişixulin û nehêlin mêjî û bedena me
dagir bike. Ji bo em li dijî vê zîhnîyetê
têbikoşin, rêya herî rast ewe ku em bi
fikir û ramanên Rêber Apo xwe pêşbixin,
nasnameya xwe nas bikin û xwedî li
nasnemeya xwe derbikevin. Weke ku
Adorno dibêje « jiyana xelet, rast nayê
jiyandin » em dikarin vê rastiyê hîn
bêhtir fêmbikin. Ji ber vê yekê jî, jiyana
şaş a pergala serdest û zayendperest a
ku zilam pêşkeşî jinê kiriye, pejirandin,
li hemberî vê yekê serî tewandin, li dijî
vê têkoşîn ne dayîn, bi xwe re jiyaneke
şaş û xelet lewra zîhnîyet û têgîhiştinekî
mirî dide avakirin. Ji ber vê jinên ciwan
dibin armanc û hedefên hêzên
desthilatdariye,
wazin civakê tine bikin, dixwazin hertim
hegemonyaya xwe her kêlî zindîtir
bikin. Heger her jineke ciwan bixwaze
vê jiyana şaş berevajî bike, mirovahî
bizivire xwezaya xwe, divê her Kêlî
têkoşîna xwe li hemberî vê pergala
desthilatdar zindî bigire. Tenê yek
kêliyek bê bîrdozî û bê bertek mayîn,
xefleta herî mezine. Şertê herî sereke û
bingehîn a azadiya jinê, bi paradigmaya
Rêber Apo ya civaka demokratîk, ekolojîk û azadiya zayendî afirandin, xilûkandin û di her qadê jiyanê de, bi bilind
kirinê derbas dibe.
Rêxistinbûyînên bi pêşengiya jinan
were pêşxistin, hêza sereke ya guhertin
û demokratîk bûyîna civakê ye, lewra
hêza bingehîn a ber bi azadiyê ve çûyîn
e. Ji ber vê, ji bo jiyanekî azad, demokratîk û ekolojîk were avakirin, divê
bi pêşengtiya jinên Ciwan were avakirin.
Jina ciwan dikare bibe hêza gûhertin û
vegûhertina civakê. Ji bo mirovahî bizivire xwezaya xwe û ya herî girîng jî,
ji bo jin bizivire xwezaya xwe, divê ev
pergala baviksalar, bi yek
rengî û yek dengî, desthilatdarî, olperestî,
cûdaxwaz,
berjewendkarî, olîgarşîkî bê
dad were şikandin. Li beramberî pergaleke ku di xwezaya jinê de heye,
were avakirin û afirandin. Pergalekî
ku tê de jiyanekî xwezayî, cûrbecûr
bûyîn, pirr deng û pirr reng bûyîn were
afirandin. Ji bo civakekî ehlaqî, polîtîk
û ekolojîk ji nû de were avakirin, gava
herî bi hêz ya jinê ye, xwe ji zîhniyeta
zilamperestî, ji hişmendî û saziyên pergala zilamperestî qut kirin û tevlîbûna
bi hêz ya projeya xweseriya demokratîk
e. Ji siya neteweyiya desthilatdariya
rizgar bûyînê, bi avakirina pergala xweser û cihêreng ve di rêya çareser kirina
pirsgirêkan de, rol û mîsyona pêşengtiyê
girtin e. Ji bo pirsgirêkên civakê yên
aborî, ramyarî, çandî, hûnerî,werzîşî,
ekolojî û hwd.. were çareserkirin û
mirovahî ji vê qeyranê derbikeve, divê
him weke jin û him jî weke ciwan vî
barî dîrokî bigre ser milên xwe. Ji bo
mirovatî bigihîje heqîqetê, divê ev pirsgirêk bi awayekî lez û bez were çareserkirin. Ji ber vê, divê hemû mirov,
hemû ciwan, hemû jinên Ciwan, di
qadên lê dijîn de, ji bo bibin çareseriya
van pirsgirêkan, pêwiste pêşengtiyekî
baş bikin, beşdarê xebatên komunan
bibin û bi rihekî kolektîf ev erkên
pîroz ê dîrok daniye pêşiya me
pêkbînin. Li ser vê parzemînê
wê azadî û jiyanekî demokratîk,
bi azad bûna jinê re were
afirandin, wê sedsala 21.
bibe sedsala azadiya jin
û civakê. Vê demê, leheng
û şervanên heqiqetê yên
di vê reyê
de, têkoşînekî mezin dane,
wê dilşad û
bextewer
bin...
***
dixAdar 2012
48
STÊRKA CİWAN
BÎRANÎN
Şehadeta Hevalê Egîd
Fahima DEŞTAN
“Hevalê Egîd
fermandarê komê bû,
tenê yê gotinê bêje,
fermanê bide, erkê li ser
milê hinekan bihêle û
her, wiha nebû.
Ew şêwaz, şêwazeke
girîng e”.
Hesabên ku di sala 1986’an de hatine
kirin, di piratîkê de pêknehat. Ew piratîka hevalê Egîd di Botanê de dida
meşandin, berdewamiya wê dabû nîşandan, lê birlikê zehmetî dît. Komên
ku li Botanê zorahî didîtin bi bihîstina
hatina wan koman li derdora hevalê
Egîd kom bûn. Giha asta birlikên mestirîn, sînor jî gelekî zehmet bûn. Ew
xeta ku bi salan dihate bikaranîn li ser
serweriya wî hebû, lewra Tirkiyê ji
ber wan sedeman derbasbûn pêknanîn.
Di Botanê de man. Wiha destpêkir; di
destpêka biharê bi hev re çalakiya
newrozê pêkanîn û di sala 1986’an de
wiha destpêkirin.
Ji bo berdewamiya tevgerê ew
pêngav girîng bû. Bi gelemperî plansaziya rêveberiyê wê di zivistanê de
pirsgirêkên heyî di kongirê de analîz
bikiribana, piştî wê di sala 1986’an li
gorî wê destpêk bihatiba pêkanîn. Hevalê Egîd ev bi xwe jî di têbinîkî de
dabû diyarkirin û gotibû: “Ez neçûme
û di Botanê de niha dimînim. Di nîsanê
de dîsa Ez ê bêm ber bi Heftanînê de”.
palnsaziyekî wî yê wiha hebû, ji Gabarê
ta Bestler’ê û derbasî Heftanînê ve bê
û wiha plan kiribû. Kongire pêkhat û
her kes çû cihê xwe, bawerim ku
xebera wî nebû. Êdî biryarên kongirê
49
ber bi pêkanînê de bûn û wî dixwest
ku bê, di têbiniya wî de ev diyar dibû.
28’ê Adarê şehîd ket.
Bi giranî rêveberiya me neçûbû qada
kongirê. Pir diyar nebû û lêpirsîn hatibû
kirin. hinekan gotibû di piştê de xwariye, hinekan jî gotibû ku di pêş de
xwariye. Rojekê ber bi êvarê dikevin
kemîna dijmin. Di serî de yên pêş dikevin kemînê. Komekî nêzî 25 kesan e,
kom hemû ji kemînê tên xelas kirin.
wiha du-sê birîndaran didin û wê vê
carê ber bi cihê kombûnê ve biçin.
Yek wiha dibêje “Hevalê Egîd derketiye
û li wir e, li benda me ye” wiha bawer
dikin. wî dihêlin û diçin. lê dikarin wê
demê destwerdanekî bikin, dikarîn wî
bînin. Ya rastî jî rewşeke wiha ye ku
dizanin ku bi tena xwe naçe. Dibe ku
ev ji aliyê unciyên komê ve hatibe
kirin. Piştira yek ji wan pêşbiniyên
komê di akedemiyê de xwe kuşt. Sedemên vê jî baş nehatin fêmkirin.
Ancax guleya yekê hatibû teqandin li
hevalê Egîd ketibe. Dema hate ragihandin jî em hîna jî zelal nebibûn.
Ragihandinê li gelek cihan ragihand.
Çapemeniya Tirkiyê pir li ser rawestiya.
Bi dehan sernavên bi vî rengî pêşkêş
kirin “ celadê Tirkiyê hate kuştin”.
Gelek tişt nedihatin zanîn.
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
Hevalê Egîd fermandarê komê bû,
tenê yê gotinê bêje, fermanê bide,
erkê li ser milê hinekan bihêle û her,
wiha nebû. Ew şêwaz, şêwazeke girîng e. Hetanî wê demê jî ew her du
şêwazên cuda hebûn. Bi rastî erka
xwe, şêwazê meşandina kar, fermî
digirte ser milê xwe û di piratîkê de
li ser rawestan û hetanî wê demê du
şêwazî hebû. Mîna di Tebaxa sala
1985’an di Kato de dema birlik belav
dibûn, bi awayekî li ber çavan ew
şêwazê wî hate dîtin. Birlika hevalê
Egîd hate vesazkirin, unciyên wê
hatin diyar kirin û ew çû ser birlika
xwe. Ti carî ne di çalakiyê de ne jî
di jiyanê de ferman ne dihişt
benda kesî. Di çalakiyan de hem
fermandar bû hem jî şervan bû.
Yanî wiha bêje ez fermandarim,
ez çalakiyê birêve dibim nedigot.
Di çalakiyekî de hem rola şervanekî girtin, hem jî kordîne kirin, di wê asta meşandina çalakiyê de bû. Her tim şêwazê wî
yê çalakiyê wiha bû. Çalakiya ku
di şer de nediketiyê, ti carî rêvebirina wê nedigirte ser milê xwe.
piştî konfirasa di sala 1981’ê perwerdeya leşkerî ya ku me pêkanî
dema tetbîqat pêktanî şertek
wiha danî: “ger ez tevlî bibim,
ez ê jî li vir bim”. Weke xwediyê çeka BKCyî yê tevlî
tatbîqatê bû. Di heman
demê de kordîne dikir.
Lewra her dem li ser birlika
xwe bû. Lê Abubekir bi zorê
hate vesazkirin û hevalê Erdal
dane ser birlikê. Ew bi xwe
jî çû dawiya birlikê. Birlika biçe Rojhilat wiha
kete tevgerê. Gulekî jî
neavêt. Ev şêwazê fermandariyê jî gerîng
e. ji ber wê hevalê
Egîd di wê rewşa
tevgerê de, ji bi
Adar 2012
gihaştina wê neçar bû ku diyar bike. Berê
cuda li ser birlikan bû. Li gorî
rastiya wê rêzikê tevdigeriya,
wiha dikir,
pêktanî. Pişt re yên bi wî şêwazê wî
re nedibû yek, ji dûr de kontrol
kirin pişt re pir pêşdiket. Çetegerî
serwer bûn. Hem têgihêştina çalakiyên erzan, hem jî bin navê fermandariyê de xwe dana jiyîn li ser
wî esasî pêşket. Lewra weke xetekî
li ser gerîla serwer bû. Wî şêwazî rê da şihadeta hevalê
Egîd. Di kongira 3.de li
ser wê têgihêştinê hate
sekinandin. Heke zêdetir
jiyan bikiriba wê ew
şêwaz li şûna serweriyê
di şap de bimaba. Lê
şihadeta hevalê Egîd
rê li ber çetegeriyê
vekir. Ji Abubekir û
Botan re rê vebû.
Wan ji rê li ber eşqiyayên weke Hogir,
Zekî, kor Cemal û
yên wiha vekir. Dema
ev hemû tevlî tevgerê
bûn, di çiyan de eşqiya bûn, mehkumê wê
bûn. Xwe spartin tevgerê. Dema frsend dîtin
û bûn rêveber jî xwestin
wî şêwazî desthilat bikin.
şêwazek jixwe ve nebû. Şihadeta hevalê Egîd rotayekî da
kongirê. Di aliyekî ew analîzên
di rota wê de talîmatê ku mijdarê
de kirî, di aliyê din ve dema em
rûbirûyê rewşekî wiha hatin
berê û rewşa partîbûna me; fermadarbûn, gerîlabûn û xwedî
li xetê û erkên xwe derketin,
di kesayeta hevalê Egîd de bi
awayekî kûr analîz kir û da nasîn.
Xeta hevalê Egîd di berxwedana
netewî de yan jî partîbûna gerîla
hate temam kirin. 2.pêngava partîbûnê
îfada vê xetê dike.
Li hemberî van nêzîkbûnê bi
hemû awayan maf xwestin, di şer
de lewaz mayîn, li hemberî rex50
STÊRKA CİWAN
neyan nerazîbûn, li hemberî van hevalê Egîd weke pîvanekî girtina dest
esas de kongire hate meşandin. Ev
bû pîvanê kongirê. “heq û edalet li
ku ne? Kî dikare li heqiyê bigere?
Eger adil bibin, wê demê şerker kî
ye, kî ne, em baş destnîşan bikin”
Rêbertiyê pirsî. Di şexsê hevalê Egîd
de pirsî. Ji bo şaş fêmkirinê derbas
bikin, di dana rûniştina xeta komîtantiyê gerîlatiyê bide rûniştin bû nirxandinek berfireh. Mohra xwe li kongirê da. Lê belê ev weke nirxandinan
man. Kêm hate piratîk kirin, her ku
çû bandora kesan zêdetir li ser piratîkê
dikir. Çetegerî pêşket, li hemberî pêşketina çetegeriyê bi temamî nahet
girtin.
Di derbarê şer de di vê pêvajoyê
de xaleke din jî heye. Me di dervayî
welat de jî wendahî di xeta lib Rêbertiyê pirsî. Di şexsê hevalê Egîd
de pirsî. Ji bo şaş fêmkirinê derbas
bikin, di dana rûniştina xeta komîtantiyê gerîlatiyê bide rûniştin bû nirxandinek berfireh. Mohra xwe li kongirê da. Lê belê ev weke nirxandinan
man. Kêm hate piratîk kirin, her ku
çû bandora kesan zêdetir li ser piratîkê
dikir. Çetegerî pêşket, li hemberî pêşketina çetegeriyê bi temamî nahet
girtin.
Di derbarê şer de di vê pêvajoyê
de xaleke din jî heye. Me li dervayî
welat de jî wendahî di xeta Libnanên
de dabûn. Dema em behsa şer dikin
divê em wê jî binêrxînin. Hevalê Abdulah Çubukcu, li Libnanê bi bombebarana Îsraîl de şehîd ketibû, ew
bû şehîdê me yê yekemîn di derveyî
welat de. 2’yî hezîran de jî li Libnanê
di êrîşên Îsraîl de di Kalesi Arnon de
hevalek girîg hebû. Di Başûrê Libnanê
di sînorê wê de komên me jî hebûn.
51
Di parastina wir de hevalên me jî
cihên xwe girtin. komek ji 7-8 hevalan
jî li wir şehîd ketin. Ew rewşeke şer
ya girîng bû. Komek heval jî dîl hatin
girtin, hindike mabû dema hevalên
me li sînorên Tirkiyê dixistin, li Yewnanstanê xwe girêdayî wê dîl bûnê
xelas kirin û vegeriyan qada Rêbertiyê.
Dawiya sala 1985’an hevalê Seyfî
yê ku kongira partiyê ya yekmîn di
mala wan de pêkhatî, dîsa hevalê
Orhan di dawiya sala 1985’an derbasî
welat bûn. Ew di sala 1986’an nîşaneyên tevlîbûnê bûn. Di 2.salvegera
15’ê Tebaxê de wan çalakiyên li Botanê pêşxistin. Hevalê Seyfetin Zorğurlu, di meha tabaxa 1986’an de
tevlî karwanê şehîdan bû. Wiha şerê
di welat û dervayî welat de bi hev re
bûne yek û hatine jiyîn.
***
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
ŞİİR
KÖŞESİ
8 Mart 2000 Kadınına
2000’in Newroz’unda Doğuş
Seninle yaşamak için
Aramızda Adem’le Havva’dan beri
Ekilen kara çalıların sökülmesi,
Yükseltilen duvarların kaldırılması gerekir
Bunun için;
İlk sınıf, ilk hakim,
Yalancı ve zalim erkekliğin yenilmesi
Ve uygarlığın çaldığı ateşin alınması gerekir
Bunun için;
Tüm Prometheuslar’a bedel bir kavgayı göze aldım.
Dünyayı karşımda buldum
Ve Promete’nin memleketinde haince esir düşürüldüm.
Ey Kutsal Ana
Ve Sevda Kadını.
Kutsal ana hakkın geçmişi ise,
Çocuk bugünü ve geleceğidir
Sevda kadını özgürlük çağrısıysa,
Kabul edilecek yaşam
Ya özgürce olacak
Ya hiç olmayacaktır.
Her taraf karanlık ve zorda ise,
İsyan ve savaş ne kadar gerekli
Ve kaçınılmaz ise
Özgürlüğün savaş vaktinde
Aydınlık ufku sarmışsa
Barış eylemi daha yüce ve gereklidir.
Bütün bu zamanlarda
İlk dinimizin buyurduğu gibi
Bilimin aydınlığında doğru düşüneceksin,
Hitabetin inceliği ile yetkin konuşacaksın,
Hakkın yolunda emeğinle, çabanla
Kendini özgür gerçekleştireceksin.
Serok Apo
Adar 2012
52
STÊRKA CİWAN
Boz Dağların Ciwanları
Yurdumuz yuvamızdır.
Tüm ihtişamıyla binyıllardan bu yana
tek sığınağımız boz dağlarımızdır.
Yoldaşım rüyasında görmüş kardeşini.
Yüreği hasret doluyken
vurulmuş bir dere yatağında
param parça bir vücut
yanmış kül olmuş bir beden
geriye sadece kopuk bir ayak
o da kalmış düşmandan marifet
almış kucağına, sarılmış ayağa
saatlerce ağlamış rüyasında
ve nasıl olduysa sonra bir de aklına gelmiş
boz dağlarda olan tüm ciwanlar
uyanmış ve seyre dalmış
tüm ciwanlarıyla boz dağları
bazen de rüyalarımızı süsleyen
hayallerimizde buluşurlar
her karış toprakta bir anı
her taşın, toprağın, ağacın
gizeminde bir yaşam saklıdır.
Onlar bizim ciwanlarımız
Hewler’den Mahabat’tan
Kamışlo’dan Haseki’den
yıllarca boz dağların özlemini çekmişse
Amed’den Dersim’den
Geliye Zilanlı olup
Zagroslar’da toprağa düşmüşse
ne fark eder ki
hepsi de aynı ananın çocukları
hepsi de gömülmüşler
tarihin en temiz sayfalarına
ne fark eder ki
en yaşlısı yirmi dokuz olsa da
on üç yaşındaysa daha en genç olanı
ne fark eder.
hepsi de boz dağların ciwanlarıdır.
Boz dağlarda yaşamak umuttur
hasrettir
boz dağlarda hep serin kalmak
bir huzurdur içimizde
yükseklerde güneşe aya yakın olmak
hem uzaklarda
tüm kötülüklerinden cihanın
sade ve temiz duygularla
boz dağlarda olmak
mutludur boz dağlar çocuklarıyla olmaktan
binlerce ciwanı bağrına almaktan
onlar
ne bir parkta
ne de seyirlikte buluştular
onlar, boz dağların doruklarında
aynı listenin nöbet sırasında
bir tek kaşığın olduğu sabah çorbasında
kara bir çaydanın etrafında
sıcak bir sohbetin içinde
is kokan çaylarını yudumlarken
ya da bir eylem sonrası yorgunluğunda...
boz dağların ciwanları onlar
bazen sıcak bir sohbette
53
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
VÎRAMEYÎŞ
Zerrî Girsa Mi
Ardil MORDEM
“Mîzgîne huyayişa kîşta
lewa bîye,
o ke herekîyene zerrîya
bele, o ke xo verdêne
royê verê întîharî, fikra
întîharî kerdêne vila.
Reyna çerexnêne
cuayene. Bîyêne mane,
talîya cuayene
kerdêne pirr”
Adar 2012
Mîzgîn, Mîzgîn ti kî mebê,
Bi nê asmêno ke çim şikneno mi
mexapî
Maf ben çênê, maf ben…
Her şodir na şîîre ci rê wendênê.
Şîîra şaîrêde Kurd bîye, la bi tirkî nusnaybî. Cayê Mîzgîne de Ferîde bîye.
Aye vurnaybî. Aye Mîzgîne ra zaf heskerdêne. Mîzgîne huyayişa kîşta lewa
bîye, o ke herekîyene zerrîya bele, o
ke xo verdêne royê verê întîharî, fikra
întîharî kerdêne vila. Reyna çerexnêne
cuayene. Bîyêne mane, talîya cuayene
kerdêne pirr. Talîyake welatêde xerîb
de virazîyêne û reyna rehet rehet pirr
nêbîyêne. Ro bê mix xo de darde kerdêne. Ro hînî dardekerdî mendêne. Ne
merdêne, ne xelesîyêne ra. Hînî talîtîyede dardekerdî ezeb ontêne. Zon vetî,
bêxud.
Mîzgîn, Mîzgîn ti kî mebê,
Bi nê asmêno ke çim şikneno mi
mexapî
Maf ben çêne maf ben…
Sîlah hermede şonê. Pêrarade derg
û dila de derê. Mîzgîne lengena. A ci
rê na şîîre wanena. Mîzgîne huna. Qidaye huyayane to Mîzgîn, qidaye huyayanê to. Hevala mina delal, hevala
royê mi, her tim nîya bihuye. Huyayane
zaf şona to, ti zanena. Çi rey muriz
meverde ra, çi rey meberbe. Muriz nêşono to ra, berbîş nêşono to ra. Bi
54
huye vila asêya, her tim bihuye. Wazena
tenge de be, wazena hîraye de be, wazena ver mirine de be, bihuye. Nê
çimê mi to murizin mevînê, çimanê
toyê şalênaye rindeka de hîsîra mevîne.
Roja ke ez ê çima de hîsîra bîvînî awa
sîyaye bêro çimanê mi ser de. Ê reyna
dinya mevîne. Ê reyna tîja homete,
aşma zerde, asmêne kewî, dosere, estara, estaranê şewa paka, waranê zerrîya
domanîya mi, ê ke ser ra dîwane wa,
awa çemanê welatê koyanê berzî, koyanê berza, merganê derga û kewîya,
domananê kewî huyaya, ê bonya gula,
dakilanê dest zivra, a ke herendeye
destanê xo yê zivrî mîyane pore mi
de, a ke zerrîya mi de dirbeta, dirbetade
qalik nêcêna tim û tim ci ra gonî, goneşîre şona…
-Heval Mîzgîn ka sîleha xo bide
mi, ez heta cayêkî berî reyna bidî to.
-Hevala Berîtan ti wazena mi ra çi
vajê. Tayê linga mi dejena ama ez
şîkîn sîlaha xo rakerî.
-Hevala Mîzgîn mi nêvato ti nêşkîna,
teyna zerê mi ra ame, mi waşt ez taye
sîlehe to rakerî, ma sebîyo, hem eke
ez bîyêne to sîlaha mi ranêkerdêne?
-Of ya ti kî sey biza bi rika, tamam
hadî bice.
Linga aye tadîyay bî. Rêyek tadîyay
bî a roje ra têpîya her tim tadîyêne.
Nayê kî xeylê zehmet dênê aye. No
STÊRKA CİWAN
halê aye ser Berîtane kî tesîrode xirab
kerdêne. Berîtane qe damîşê nê halê
ayê nêbîyêne. A seba aye vıleşîyêne
ro…
-Heval Mîzgîn cayoke ma şome
zaf dûr o?
-Qasê çar-ponc saata esto.
-Wey ma ti nêvana ma merdîme.
Ez çar-ponc saatanê şima zana. Çarponc saate şima, yanê a rastîye de
hawt heşt saatî.
Reyna huyayişê xo yo rindek ser
lewa:
-Ma sebî hevala Berîtan hende
farq çîna, çîna.
-Ti şo aye kulika mi ra vaje. Mi
îndî şima şînasnayê. Tawo ke şima
hevalê kanî vajê na raye hende menda,
ez zana ke hona di-hîre qatî dûrîya.
Şaş fammeke hevala Mîzgîn ez seba
ke rincan bîya nîya nêvan.
-Ka sîlahe bide mi. Xo vîra meke
to soz dabî mi, to heta cayêkî badê
bidêne mi.
-Tamam tamam tawo ke o ca bero
ez bidî to. Nê mabên de cayoke ma
şome kotîyo hevala Mîzgîn.
-Ma şome venga sore.
-Venga sore?
-Heya. Gereke ma ewro xo biresnîme grube. Hevala xebere gureta
îhtîmalode girs operasyon vecîyo.
Grube arazî neşînasnena. Bê kurye
grube îmha bibo.
-Ma hevala Mîzgîn ti bi na linga
xo se grube rê kuryetî bikerê?
-Wey Berîtan to çi taw dîyo mi
linga xo, xo rê kerda asteng. A şoro
xo rê bi deco qe xemê mi nîyo.
Tawo ke na çeneke huna her cayê
xo huno. Peroyê rûye xo huno. Tewr
zaf kî çimê xo hunê.
Gerîla û raye. Ama nêama tewr
zaf nê hurdmîna çekuyî bala aye oncenê. Xora amêne vîrî nêamêne vîrî
raya ra heskerdêne. Raya hîsê resene
û ca bîyene aye de viraştêne. Raya
to tayene ra ca kerdenê resnêne tayena.
Her raye macerayede(serpêameyade)
newe bîye. Cayêde wendîbî; vatêne
raye çîna, ma bi xo raye virazeme.
Na fikre weşa aye şîbî. A kî nika
amaybî raya xo viraştêne. Bîyêne ke
a na raye se biwazo hînî bivirazo.
Raya ke şîyene xeyalanê domanîya
aye, raya ke şîyene azadîye bivirazo.
Mizgîne pey xo de nîyada ke Berîtane qasê poncas metro dûrî menda.
A fikirîye ke Berîtane rincan bîya.
Berîtane gerila de hona newe bîye.
Bîyêne ke rew biqefelîyêne. Ser aye
pawê û veng vîst xo ra:
-Hevala Berîtan ti zana ez pey nê
neqebe de çîyê bimusnî to. Ez pêbawera ke zaf weşa to şoro, ti ci ra zaf
hesbikerê û ez bawer nêken ke to
emrê xo de cayêkî çîye henen dîye.
Berîtane serê kerd berz, aye de nîyada, şewla tîje mîyane pelganê mazêre ra pol pol dêne rûyê aye ra, a
nika zaf rindek asêne. Araq dabî,
sirotê xo yê sûrî tayê bîn bîbî sûr.
Zerê çima sey her demî huyêne.
-Hevala Mîzgîn ez nêqefelîya, ez
fikirîyêne. Fikr û xeyala ez gureta
berda, mi xo vîra kerdo, ez coka pey
de menda.
-Hevala mina delale ez seba aye
nêvan. Ez rastî van. Ti pey nê neqebî
de bivîne.
Na rey Berîtane rastî merex kerd,
ka a çi bimusno aye. Tawo ke rêşte
ayê, kîşta aye de nîşte ro, pîşta xo
aznê çentê xo:
-Hevala Mîzgîn raştî ti çi bimusnê
mi, mi merex kerd.
Mîzgîne bi peşmirîyenade weş aye
de nîyada;
-Mi rê çiko nêvan, tayê merex
bike, va hermê xo ontî cor.
-Of ya hevala Mîzgîn ti çixa xiraba!
Mîzgîne nika bivengode berz huna,
xo ra no halê aye zaf weşa aye şono.
Aye de nîya da:
-To bîhna xo gurete? Hadê ma
55
wurzîme ra. Hende zexelîye besa…
-Wey hevala Mîzgîn nê çikê? Rastî
kî mi cayêde hende girs nêdîye.
-Tabî hevala mi nînan ra vanê sayî.
Ka ti yew kî tahma înan bivîne. Hemgên çi ko ke lewê înan de.
Berîtane çimê xo çarnay, nêzanitêne
ke kamcîye ca kero, her yewe, yewe
ra sûr û girs bîye. Pênîye yewe kerde
ca. Tayê destê xo de arde berde, kit
kerde.
-İmm na saya Hawaya a ke da
Ademî. Na saya beheştîya(cenetîya.)
Ti zana hevala Mîzgîn welatê ma ra
dot beheşt çîno. Beheştoke qala ci
kenê welatê ma wo. O ke aqlê însana
de fikra cenetî viraşta welatê ma wo.
No welat mekanê zaf verêna wo.
Berîtane kewtîbî saye ser hetêkî
ra saye werdêne hetêkî ra nê vatêne.
Mîzgîne qe çîyê nêvatêne a goştarkerdene. Aye kî sayade sûr û girse
werdêne. Kîşta hînî de nîştîbî ro weş
weş aye de nîyadêne.
-Ma hînî nîyo hevala Mîzgîn, ez
şaşa, eke ez şaşa vaje?
Nîyadîşê aye vurîyay. Şab û çimê
aye bî xemgîn. Bi vengode seke zaf
dûra ra êno:
-Heya hevala Berîtan ti rast vana,
la nika welatê ma beheştê(cenetê) xo
kerdo vîndî, bîyo dojeh(cenem.) Ceneme roja ke têde însanî mêrê kîştene
çîna.
Nê vatanê aye ser Berîtane tesîrode
giran viraşt. Şab û çimê aye kî vurîyay.
Pozxiniyade girane amê aye ser. Na
çimê Mîzgîne ra nêremê. Mîzgîne
vatanê xo ra poşman bîye. Çi rey nêwaştêne kêfê aye biremo. Musaybî
halê ayo şên. Pey cû nîya fikirîye;
ma mîyane şerde biderfeto ke her
tim şên bo. Cayoke têde kîştene est
bo kêfweşîye bîyene. Seba ke hewayî
vila bikero:
-Heval Berîtan ti awe nêşimena?
Awa nê hînî zaf weşa.
-Heya ez bişimî.
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
Aye ra amê têçim, waşt ci ra vajo;
ez zanen hevala mina delal, ez zanan
mîyanê senê rastîye de dera. Ti qe
xem meke.
-De hadê bişime ma şîme. Herê
memanîme.
Destan de sayî reyna kewtî raye.
Verê şanî reştî grube;
-Ma bi xeyr hevalno! Hurdmîna
pîya vat bî.
Gerîlaye ke dormê adir de amaybî
pêser, înan kî pêro pîya cewaba înan
da:
-Xeyr bi silamet, şima xeyr amê.
Dormê adir de ca musna înan ke ronîşê.
-xeyr mîyan dîme.
Halê înan ra kifş bî ke ê xeylê rincan bîye. Pey raya de derg huyayişê
hevala dermanê rincaniyo. Û bi ê ra
bardaxek çay! Çayake ser adirê gerîla
pocîya. Qe mevajê çay çaya, çi ferqa
çaya gerila esta? Hînî nîya. Taybetmendîya adirê gerîla; o bê dû yo.
Eke ti cinîya adirê to dû bikero. Mudahala yewîne:
-Hevalê, o çi dû yo. Ma ti ajana!
Heval eke ti nêzana adir wekerê,
destê xo me de pira. Çîyoke ti vajê
çîno, çunke mudahaleyade ca dera.
Adar 2012
Ti kî nayê rind zana. Tawo ke dû
kewt asmên, beno ke dişmenî ra bay
bay bikero vajo; ka de bê ez nawo
tîya ya. Ha ez kotî de mendîbî? Tamam, mi qala çaya adirê gerîla kerdêne. Şima zanenê na dinya de mîyanê
bonyanêne weşa de yew bonya tewr
weş kî bonya çaya adirîya. Ez nizan
çend însan ferqa nayê derê la rastîkî
bonya çaya adirî zaf weşa. Eke şima
mi peskerê, teberê bonya çaye, bonya
adirî, taybetîkî bonya adirê gonîya û
bonya herre(tawo ke şîlîye varena)
tewr bonyê weşê.
Hevaloke pey cû musay ke namê
xo Çarçel o, şerbikanê sûra de çaye
dergê înan kerde. Bitale bî, ewro
hem dem hem şekirê înan estbî. Sey
her tawî qulma xoya yewîne de çimê
xo guretî, him tahma aye û hem
bonya aye onte zerê xo. Na tewgera
aye hende baldar bîye ke to vatêne
qey çaye oncena royê xo. Noqta, gerisêkî de mîyanê birrekî de bîye. Gerîsode tîk bî, xora tewr zaf nê gerîsî
de rincan bîbî. Noqte nîyanênî zanayî
weçînêne. Çunke tawo ke dişmen bivecîyêne operasyon, seba ke caye
stratejîk de bê noqte nîyanênî weçînaynênê. A bîne kî birrê xo sixlet bî,
56
seba xo wedardeyene rind bî. Tenê
yew dezavantajê nê noqtaya est bî,
zaferîya de awe çîne bîye. Înan awa
xo gelîye bi xo ra ardêne. Kaşanê nîyanênan de bi bar serkewene karode
xeylê zahmet bî. Seba nayê kî gereke
to awe zaf baldar bişuxulnênê…
Serê şodîrî, hona dinya lêl bîye, bi
vengê tîyara hewn ra wuştî ra. Çîyo
ke pawabî bîbî raşt. Panc heb tîyarê
pîya amaybî. Amayena înan û bomba
kerdena înan bîbî yew. Nika îndî her
ca axir şer bî. Orîyo qorîya tîyara,
goş û kerrîke mordemî kerdêne kerr.
To vatêne nika hard û asmên biqilaşîyo
ra. Bi vengê înan ra pêro perraybî
ser xo, hama ca de xo resnaybî meterîsanê binê hardî. Eke talê înan estbîyêne, bomba meginêne serê meterîsî
çîye bi înan nêamêne. Qasê metroyê
kî biginêne nêzdîye înan çîyê nêbîyêne. La eke talê înan çînîbîyêne biginênê ser meterîs bi xo, ê tawî meyîte
înan bira nêmendêne, bîyêne letê bi
letê. Înan îndî rind zanitênê. Virindîye
tîyara her ca bomba kerdênê, pey
înan ra kobra.
Pepo keko na çi orî û qorîya. Cinawurê şanika wuşto ra amo, bîyo
raşt. Tewr cinawurê şanika lewê nê
de çîyê nîyo, tewr rindeko. Nê her
ca kerdo xo ver ra, keno xera. Ne
dar vano ne kemer. Xora seba ke nêreseno însana hende qarîyo ke koyî,
deştî, gelî, gerîsî, dar, ber, awî dayê
xo ver xira keno. Hela vengê ê. No
vengo bêtoşe. No vengo berz, berz,
berz…Hard û asmênî kilaşneno ra.
Goş û kerrika beno. Keno kerr. Perdika
goşa visneno. Çend hevalî bi nê vengî
perdika goşanê xo ra bîbî?
Berîtane reya yewin bî hende nêzdî
ra galimê înan dîyêne. Heta a vîste
her tim dûrî ra dîbî. Na rey tam
amaybî ser serê înan û panc metre
dûrî kîşta înan dabî. La Berîtane gonî
serdinîya xo vîndî nêkerdîbî. Hewl
xo pawitîtîbî. Porê hîrd mîna bîbî
STÊRKA CİWAN
ya, tu gilang milangî nemaybî. Tokê
porê înan firda bî. Kêlê kincanê înan
pêro ya bîbî. Goşî bîbî giran. Nika
çîye nêheşnêne. Berîtane tawo ke dî
nêheşnene, kewte qisaweta. Tersê ke
a kerr bibo. Bi îşareta Mîzgînî ra va
ez nêhêşnen, Mîzgîne ci ra va qisawet
meke, tayê bîn şoro goşê to normal
bê. Hetê ra kî zerê xo de vana omed
ken ke henen bo. Çunke îhtîmalê
perdika goşî visîyene kî zafa. Verê
ke tîyarî galim bikerê Mîzgîne ê hêşarkerdîbî seba ke fekê xo ya kerê.
La a vîste de bîyene ke vîra înan ra
bişîbî.
Nika îndî waxtê qisaweta bî. Gelo
înan ê dî bî ya tesadüf dabî înan ra?
Gelo hevalanê bîna ra çîye bîbî ya
nê? Psîkolojîya hevala senen bî? Ti
biwazê mewazê tawo ke ti arazîyêkî
de xerîb be, ti rehet nîya. Ti xo zaf
bêpawitîşî hîskena. Mîzgîne meterîsî
ra vecîye ke şoro dîyarê hevalanê
bîn, halê înan persbikero ke, tîyarî
reyna xo verda cêr, tawo xo verda
cêr to zanitêne ke qazan bêro. Mizgîne
reyna xo êşt mîyanê meterîsî. Na rey
kî nêzdîye înan da bî la na rey hete
noqta înan o bîn dabî. Uca kî meterîsê
hevala estbî. Nika qisawetê aye hînî
zêde bî. Seba ke birr sixlet bî tam
nêdîyenê kî.
Meterîse aye û komutanê grube
nêzdîye yewbînî bî. O kî bi qisawet
bî. O kî sey Mîzgîne her rey meterîsî
ra vecîyêne reyna kewtêne ci. O yewo
derg bî. Qemerode semt bî. Taybetîkî
ê bi nêzdîbîyenê xo bale ontêne. Xo
cor de nêdîyêne. To ey de hawayê ez
komutana, nêdîyenê. Hewayede ey
şoreşger û weş estbî. Mordemî xo
lewê ey de rehet hîskerdêne. Tu kompleks mordemî de nêvirazîyêne. Mordemî xo sey xo hîskerdêne. Vindayîşe
ey bawerî dênê mordemî. Aye komutanê ke bira puçê xo bi hevala
dêne şutene kî vînîtî bî. Û a bi nayê
şaş mendîbî. Tewr nakokîye cîya cîya
cuayabî. A tersa bî ke pêro gerîla nîyanên bê. La aye badê dîbî kê, hînî
nîyo.
Komutanî pêro zanayîşî Mîzgîne
ra guretêne. Her çî aye ra perskerdêne.
Bejn û bala Mîzgîna kilmeke virindîye
zaf bawerîye nêda bî ey. Zerê xo de
vat bî; nika na ma rê rêberî bikero?
La badê dîbî ke Mîzgîne hevala de
hewla. Ser arazî û ser tewgerê dişmenî
hakîma. Seba ke derheke aye de nîya
fikirîya bî xo ra şermayabî.
Tîyarî nika bêveng bîbî. Qasê
heştês dekka waxtê înan est bî. Eke
heştês dekka bîne tîyarê mêrê, na
rey îhtîmalo de girs kobra bîyamênê.
57
Hurdmîna bi lêz şî meterîse hevala
kontrol kerdî. Çîye bi hevala nêamabî.
Meterîsanê binê hardî ê pawitîbî.
-Wî wî hevala Mîzgîn no kutik
nika porê ma bicê ro. Va Berîtane,
Mîzgîna ke fekê meterîse de nîştbî
ro tewgerê înan de nîyadêne. Aye
pîlot zaf rind dîyenê. Hende nizm
firdêne. Xo ra hevalanê kana her tim
nîya kerdêne. Hevalê newe kerdêne
zerê meterîsa ê bi xo kî ya fekê meterîsî de ya kî teber ra mendêne, tewgerê dişmanî de nîyadênê. Ê tîyara
ra zîyaderî kobrayan ra tersêne. Tewgerê kobraya hînî sivik bî. Eke reyek
musnayişê to bîdîyenê îndî ti nêşkîAdar 2012
STÊRKA CİWAN
yêne xo ci ra bixelesnê ra. Ya kî
xeylê zahmet bî. Sey pîyayê kî kewtêne to dima heta ke to pêmecê ro
mekîşo ranêverdêne. Nayê ra kî tawo
ke kobra amê ganî to xo zaf rind bitemitêne, tawo ke a ser serê to de
bîye ti qe cayê xo ra melewîyênê.
-Tewmegere hevala Berîtan, o tewgerê ma bicê ro. Eke tewgerê ma
bicê ro ma yew heval tîya ra mexelesîme ra. Ti zana eke ma xo kobra
ra bixelesnîme ra, îndî çîye nêbeno.
Eke kobraya kî karê xo qedêna sikorskî bêrê pêroyê tap û tuma de
cenderma binê ro. Ê taw eke ma lez
bikerîme şîkîme biresîme înan û înan
ra dîme. Ya kî xo ra tawo ke xo biverdê noqtayanê ma, ma kunîme perodayîşe, seba ke cendermê înan mîyanê ma de rê nêşkînê teknîk kar bîyarê. Nakî ma rê bêna avantajêke
girse.
Berîtane bi baldarî Mîzgîne goştar
kerdênê. Mîzgîne hona qisey xo nêqedênaybî, roketêk qase panc metro
nêzdîye înan kewt. Mîzgîne cayê xo
de bîye derg. Seba ke aye nêwaştîbî
tewbigero, xo êşt bî tehlukeyode girs.
La eke nîya mekerdene na reyek bîyene ke pêroyê hevala bikero tehluke.
Talê xo estbî çîyê nêbîbî. Çi parçe
nêginaybî aye ra. Dî ke kobra dûrî
kewte xo êşt zerê meterîsî, kîşta Berîtan û Tîjda. Aye zanitêne ke a hona
xeylê pirodo. Nika roketî êştêne, badê
yewa bîne bîyamenê bi doçka serhev
mermî bivarnêne.
Payîz bî. Xoza reng bi reng bîye.
Aye wisar û payîzê welatê koyanê
berzî ra zaf heskerdêne. La hurdmîna
ra cîya cîya heskerdêne. Aye omedê
wisarî ra û huznê payîzîra heskerdêne.
Rengê payîzî a ontenê zerê xo. Rengo
zîyaderî zerd bî. La lewê ey de sûrê
mewa, keske qaça, şalêne pelga, rengê
vilanê huşk… Cumbişê renga bî û
roşana çima bîye. Çimanê aye kî nê
rind dîyene.
Adar 2012
Operasyonî hîrê roja ont. Tîyara,
kobraya mirdîya xo bombardiman
kerd badê, seke Mîzgîne têde vet
bî, skorskîya ser her tap û tuma de
cendermê nay ro, Mîzgîne rêberîyade
rinde kerde, a şewe grubu qada operasyonî ra vete, pey meşêde derg,
qasê vîst saata pey de grube resnê
cayode hîn pawitî. Grube berde Nederaya. Tîya teberê operasyonî de
bî. Seba ke payîz bî Nederayî zaf
serdin bî. Dişmen nêşkîyêne vecîyo
uca. Bi na torê grube ver be raya xo
ya hona xeylê derg û dila kewte.
Înan kî xo resna lewê hevalanê ke
hadîrîya zimistanî kerdêne.
Payîz rew şî, rengê xoyê delalî
bar kerdî şî. Xora gerîlade waxt zaf
rew şîyêne. O sey mayîna sûre çar
gamî şîyêne. Zimistan ame, bi yew
rengê xo. Rengê xoyo sîsîk sey
rîpeşî her ca ra fîşt ra. Pêroyê koyê
welatê koyanê berzî, bî sîpî. Nika
teyna sipî est bî. Zimistan gerîla de
dest û payî girêdayîş bî. Hetêkî ra
weşbî. Waxtê aresîyayene, waxtê
perwerde, ser pratîk vindene, şaşî û
kemayanê pratîk sera vindene bî.
La gerîlawa ke musêne tewgere virindiye xeylê zahmetî ontetêne. A
bîne kî xeterîye xo zaf bî. Xozaya
dayika ke pawitêne, kerdêne weyî,
lawnêne zimistanî bîyene terse kurasê sipî. Eke ti gore qeyd û qanunanê aye tewmegere a bîyene xişm,
bîyene xezebe, bîyene buglate, bîyene merdena sipîye, rûye xo yo
tarî musnêne. Ganî to virana aye de
xo rê cayo ke ti bişîkîye sarê xo ci
kerê, soba tafîye, adir wekerê bıvırazê. Nêbo ti nêşkîna virana aya de
vindêrê. Seba nayê kî gerîla zaf bi
baldarî cayê xo yo zimistanî kifş
kerdênê. Verê her çî ganî cawoke
to weçînayo bala dişmenî meonco.
Çîyo tewr xirab, zimistanî deşîfrasyona noqta bî. Eke reyek deşîfrasyon
virazîya, îndî dişmen pey to canê58
verdano. Ti şorê kotî o îndî to dima
êno. Mîyane vara sipîya serdine de
tewger zaf zahmet o û îhtîmalode
girs vîndî dayêna. Yanê merdena.
Merdena bêwaxt. Merdena bêsilayîye. Û eke ti bi qerqeşune memirê
kî, merdena sipîye êna to vînena…
Ewro vîst û di rojî bî kewtîbî kampe. Tebere hevalanê ke ca viraştîbî
hevalê bînî yewê çile de amaybî kewtîbî kampî. Heta na roje her çî rind
şîbî. Vare zaf varêne. Emser serranê
bînan ra zîyaderî vare varaybî. Nika
de qasê di-hîre metro vare varaybî.
Noqta, noqteyade virane bîye. Seke
mîyanê uskurade hîrade bo. Yew
mekteb, yew demêde manga hevalanê
xorta bîye, teberê naye di mangê bînî
ê hevalanê xorta estbî. Di mangê ê
hevalanê cinîya, yew kî kulind de
bîye. Kulindede hem wer potêne,
hem nan potêne.
Verê şan bî. Vengêk heşna, vengoke
sanîyekî ont tenê. Çixa kilm hende
berz. Pey vengî ra tarî. Tarîyode lêl.
Çim çima nêvîneno. Tayê waxt şî
badê amê xo, veng vîst xo ra;
-Heval no çik bî? Ma tîyare bî?
Nêşîyêne tîyarî.
-Heval vewrês bî, vewrês.
-Vewrês?
Ê vewrêsî heşt canî guretî înan ra.
Şeş xortê tîral û di çenekê rindekî. Ê
çêneka ra yewe Mîzgîne bîye. Mîzgîna
huyena kewe. Mîzgîna kulmek awe.
Mîzgîna omed. Mîzgîna ke înan ci
ra vatêne Mîzgîna qice. Berîtane çixa
bideco kî rext û sîleha Mîzgîne kerde
ra. Û seke a qe nêşîya, her tım lewê
aye de ra, cı rê şîîra;
Mîzgîn, Mîzgîn ti kî mebê,
Bi nê asmêno ke çim şikneno mi
mexapî
Maf ben çênê, maf ben… wende.
Nika her wisar heşt vilikî koyanê
Amedî de têlewede benê ya.
***
STÊRKA CİWAN
KULTUR
NEWROZ
Stêrka CİWAN
“Newroz 1999 hatte
allen Gegnern
der Freiheitsbewegung auf
dieser Welt gezeigt,
mit welcher Kraft und
Faehigkeit die
revolutionaere kaempfen”
Wir begegnen in dieser Zeit einem
neuen Newroz, dem Tag des Widerstandes
und der Befreiung. An diesem Tag des
Newroz wurde das Zentrum des Unterdrückungsreiches Ninova von den vereinten
Kraeften der Meder, Babylonier, Skyther
und anderer Völker, dem Erboden gleich
gemacht und der jahrhundertelangen
Tyrannei ein Ende bereitet. Dieser Feiertag
erlangte in den letzten Jahren des kurdischen Wiederstandes durch den zeitgenösischen Freiheitskaempfer Zekiye
Alkan, Rahsan Demirel, Berivan und
Ronahi eine ganz neue Bedeutung. Er
wurde für die Völker Mesopotamiens,
İrans und Anatoliens zu einem Tag der
Freiheit, Gleichheit, Gerechtigkeit und
der Zaertlichkeit der Völker.
Newroz 1999 hat durch ein internationales Koplott der „Weltreaktionaere“,
mit dem der Anführer der Freiheitsbewegung Kurdistans an die türkische Regierung ausgehaendigt wurde, eine neue
Form des Widerstandes erfahren. Der
radikale US-amerikanische Imperialismus,
der Ausrottungsapparat der Türkischen
Republik, mit dem in der Geschichte
schon mehrere Völker vernichtet wurden,
der Terrorismus des Staates İsrael, auch
der den Kurden freundlich erscheinende,
doch von der Geheimorganisation Gladio
beherrschente Staat Griechenland und
das nichts anderes, als eine leicht zu be59
wegende Schachfigur darstellende Kenia,
arbeiten eng zusammen, um den Vorsitzenden der Arbeiterpartei Kurdistans
(PKK), Abdullah Öcalan, aus dem Weg
zu raeumen. Er stellt wohl für sie den
unbequemsten Freiheitskaempfer dieser
Zeitpoche dar. Deshalb wurde in erster
Linie Newroz 1999 gegen dieses Koplott
gerichtet. Dieses Jahr, dass 2012 Newroz
wird auch genau so sein wie es in den
letzten jahren auch war. Newroz 1999
hatte schon mitte Februar angefangen:
überall im nahen Osten, im Europa und
in der Welt gingen kurdische Massen
und deren Freunde auf die Strassen, zündeten Feuer an, verdeutlichten ihrem Unmut in Protesten und zeigten so der Welt,
hinter wem sie stehen, naemlich hinter
der PKK und Abdullah Öcalan. Newroz
1999 hatte allen Gegnern der Freiheitsbewegung auf dieser Welt gezeigt, mit
welcher Kraft und Faehigkeit die revolutionaere kaempfen. Der Widerstand
gegen den Kolonialismus, der seit dem
16. Februar 1999 dem türkischen Staat
in Angst und Schrecken versetzt, hatte
auch desen Stützen erheblich ins Schwanken gebracht. Die Guerilla und die Bevölkerung haben gezeigt wie sie aus den
Fehlern und Unzulaenglichkeiten von
1991/92 gelernt haben. Und am 21. Februar 2000 wurde Newroz von Kurden
und deren Freunde als Feiertag des FrieAdar 2012
STÊRKA CİWAN
den, Freiheit und Wiederaufbaung einer
neuen Republik gefeiert. Auch dieses
Jahr am 21. Maerz werden diese taeglich
laufende Proteste ihren Höhepunkt erreichen. Wir befinden uns mitten in einem neuen Volksaufstand (Serhildan):
einer, der weitaus grössere Dimensionen,
als der Volksaufstand von 1992 in Kurdistan aufweist. İn diesem Serhildan
wird uns die Freiheit noch naeher gebracht, sie wird fassbarer denn je sein.
Der Ausgangspunkt hier für ist so gegenwaertig wie noch nie zuvor. Zur
Zeit finden in allen Staedten Kurdistans
und der Türkei Widerstandsaktionen
im grössten Ausmass stat. Entscheidend
dürfte sein, diese erreichte Grundlange
dem entsprechend aus zunutzen. Unseren
Aufgaben, sei es in der Universitaet, in
Produktionsstaetten oder sei es bei der
Bevölkerung selbst, müssen mit aller
Sorgfalt und im revolutionaerem Bewusstseins in Angriff genommen werden. Jeder Mensch, der eine Abneigung
gegen das System und dieses internationale Komplott hegt, ist in dieser Situation involviert.
Warum aus Newroz “Nevruz” werden
sollte: Wie in vielen Punkten auch,
sollte die kurdische Bevölkerung zahlreiche Reichtümer ihrer Kultur und
Geschichte vergessen. Das, was viele
Jahrzehnte lang durch die Kolonialisten
betrieben wurde, wurde jedoch mit der
Adar 2012
Befreiungsbewegung wieder endeckt. Als wir erfuhrten, dass wir
von der Kurdischen
Abstammung sind
und nicht von der
Türkischen oder einer anderen, haben
wir mit begonnen
zu erforschen, was
damit in Zusammenhang steht. So
erfuhrten wir, dass
der Tag des 21. Maerz mit dem Feuer
zu ehren ist. Denn wir sind uns bewusst,
dass die Freiheit und der Wiederstand
mit dem Feuer erschaffen wird. Darafhin
erfuhrten wir, dass es sich hierbei um
eine jahrtausende alte Tradition handelt.
Vor vielen Jahren feierten die Völker
des Nahen Osten die Bew-zwingung
des damaligen vorherrschenden Terrorreiches der Assyrer und das Niederbrennen des Palastes vom König
Dehak mit dem Feuer. Seitem wird die
Freiheit mit dem Entfaachen eines grossen Feuers gefeiert. Die Meder liessen
in den nachfolgenden Jahren sowohl
den Tyrannen Dehak, als auc den Freiheitshelden, den Schmied Kawa, nicht
in Vergessenheit geraten. Seitem feiern
die Meder/Kurden und alle Völker des
Nahen Ostens Newroz, als den Tag der
“Freiheit” und “Neugeburt” und zugleich
als den Vorboten des Frühlings. Bis
heute waren wir uns dieser Tatsache
mehr oder weniger bewusst. Wir staunen
jetzt darüber, dass seit einigen Jahren
die türkische Regierung versucht diesen
Tag als einen türkischen Feiertag auszugeben. Aber ihre Rechnung geht nicht
auf. İn den Schulen wurde uns nie gelehrt, dass es so etwas wie Newroz,
nein Nevruz, gibt. Statt dessen wurden
uns viele andere unzaehlige Feiertage
und alles, was damit zusammenhaengt
aufgezwungen. Mit dem Jahr 1990 be60
gann die kurdische Bevölkerung in
Massen diesen Tag als Symbol der
Freiheit und des Widerstandes, zu ehren.
An diesem Tag wurden auf den Strassen
Feuer entfacht und gegen die Besatzer
protestiert. Trotz der Eindschüchterungsversuche des türkischen Staates,
der mit der Ermordung von dutzenden
und hunderten Feiernden antwortete,
liessen sich die Menschen nicht davon
abhalten. Was der Staat und seine Militaers nicht mit brutaler Gewalt verhindern können, soll nun angeeignet,
zu etwas “türkischen” erklaert werden.
Newroz soll eine andere İnterpretation
beinhalten, somit seinem Sinn entraubt
werden. Bezweckt wird hiermit das
Lossagen der Kurdinnen von ihrem
wichtigsten Feiertag, den “Nevruz” gehöre nicht ihnen, den Kurden, und habe
eine ganz andere Bedeutung, die nicht
mit dem Freiheitskampf der Kurdinnen
in Einklang zu bringen sei. Der Staat
konnte trotz grösster Bemühungen –
auf eine zynische und sarkastische
Weise gaben türkische “Professoren”
entsprechend der Verleumdungspolitik
der Türkischen Republik sich grosse
Mühen, jahrtausende alte Mythen und
Tatsachen zu verdrehen kaum seine
gesteckten Ziele erreichen. Unter der
eigenen Bevölkerung rief diese Verdrehung der Geschichtsfakten zum Teil
Unverstaendnis hervor, und es wurde
erkennbar, wie Schwer sich die Regierung bei diesen vom Staat angeordneten
Feiern tat. Die fehlende Logik kann
nicht vermittelt werden. Die kurdische
Bevölkerung feiert diesen Tag jedoch
so, wie sie es schon immer getan hat
und stellt sich mittels dieser Haltung
der systematischen Assimilations- und
Vernichtungpolitik der Türkischen Republik entgegen. So wird sie sich auch
dieses Jahr verhalten, jedoch wesentlich
entschlossener als zuvor.
***
STÊRKA CİWAN
POLİTİQUE
Les politiques classiques de l’état turc
Ali HAYIRLI
“La fin de l’hiver
marquera une
intensification
des combats entre
la guérilla kurde et les
forces armées de l’état
turc. Les responsables de
la guérilla kurde
ont annoncé que
les combats s’étendront
aux zones urbaines avec
l’arrivée de la
belle saison”
Le gouvernement de l’AKP reproduit
les politiques stériles de ces prédécesseurs dans la résolution de la question
kurde. Le gouvernement des islamistes
turcs pense pouvoir réduire au silence
les kurdes en reproduisant les politiques
classiques de l’état turc basées sur
l’extermination et la négation. Erdogan
mène une guerre totale envers les
kurdes en s’appuyant sur tous les
moyens mis à sa disposition.
L’état turc pense pouvoir liquider
le mouvement nationale kurde en s’appuyant sur le soutien ( militaire, politique,…) des grandes et petites puissances de la scène internationale. Le
gouvernement turc utilise des kurdes
collabos qui courent de plateau de télé
en plateau de télé pour calomnier le
mouvement national kurde. Le gouvernement turc espère également créer
une guerre fratricide entre les guérilleros
du PKK et les peshmergas en augmentant les pressions sur les dirigeants
du Kurdistan irakien. Les islamistes
tentent d’affaiblir et de réduire au silence les kurdes sur le plan national et
international en menant différentes
opérations.
Le gouvernement d’Erdogan a récemment mené des opérations au sein
61
des services secrets turcs qui avaient
conduit les pourparlers au nom de
l’état turc avec les représentants du
mouvement kurde à Oslo. Erdogan ne
tolèrera plus aucune forme de dialogue
entre les représentants de l’état et les
membres de la guérilla kurde pour
trouver une solution pacifique à ce
conflit. Par ces opérations, le disciple
de Gulen ferme définitivement la porte
à toutes les initiatives destinées à
trouver une solution politique à ce
conflit.
Le gouvernement des islamistes
tente de criminaliser les pourparlers
entre le PKK et les représentants de
l’état. Il est évident que le gouvernement
turc tente de retarder la résolution pacifique de la question kurde. Le parti
de la justice et du développement
(AKP) jugent ceux qui réclament une
solution pacifique à la question kurde
et récompensent ceux qui sont en
faveur de la guerre. Le gouvernement
des islamistes est déterminé à résoudre
la question kurde par des moyens militaires.
Erdogan poursuit sa chasse aux kurdes
et aux démocrates dans le cadre des
opérations du KCK. Les personnes et
les institutions qui militent pour la déAdar 2012
STÊRKA CİWAN
mocratie et la paix sont la cible de la
police et des juges d’Erdogan. Le premier ministre turc joue à un jeu très
dangereux qui risque de plonger le
pays dans un chaos. Ces politiques du
gouvernement de l’AKP sont vouées
d’avance à l’échec car le peuple kurde
est déterminé à obtenir ses droits.
L’état turc a augmenté les attaques
contre les kurdes car ces derniers
n’ont jamais été si proches de leur
liberté. Les kurdes ne laisseront plus
aucune force étrangère décider de
leur destin. Il est évident qu’aucun
changement ne peut se faire dans la
kurde et les forces armées de l’état
turc. Les responsables de la guérilla
kurde ont annoncé que les combats
s’étendront aux zones urbaines avec
l’arrivée de la belle saison.
L’armée turque qui peut compter
sur la technologie militaire la plus
avancée reste impuissante face à la
guérilla kurde. Les différentes opérations menées par le gouvernement
turc envers les milieux kurdes annoncent une guerre sanglante. Une
intensification des combats entre les
combattants kurdes et les soldats
turcs augmentera la tension entre la
côté leurs divergences internes afin
de défendre les droits et les intérêts
du peuple kurde.
Les ennemis du peuple kurde ont
recours à tous les moyens pour empêcher la tenue de ce congrès national
kurde qui fixera la stratégie commune
des kurdes sur le plan politique. L’année dernière, les puissances étrangères
avaient empêché la tenue du congrès
national kurde en faisant pression
sur les autorités de la région autonome
du Kurdistan irakien. La conjoncture
régionale actuelle offre aux kurdes
une chance historique de reprendre
région sans les kurdes qui constituent
une force politique et militaire importante. Les différentes opérations
menées par Erdogan témoignent de
l’impuissance de ce dernier face à la
détermination du peuple kurde.
population kurde et la population
turque. L’unité des kurdes est inévitable si les kurdes veulent être les
maitres de leur destin.
leurs droits. Les dirigeants kurdes
ont l’obligation de saisir cette occasion
sinon ils devront en répondre devant
le peuple kurde et l’histoire.
Les kurdes doivent participer massivement aux célébrations du Newroz
pour montrer leur unité nationale à
leurs ennemis en ces jours critiques.
Le peuple kurde réclame des différents
partis politiques kurdes une position
commune afin de défendre ses droits.
Il est important que les dirigeants
kurdes répondent favorablement à
l’appel d’unité du peuple kurde.
Une intensification des combats
L’été dernier, les forces policières
et militaires de l’état turc étaient impuissantes face aux attaques de la
guérilla kurde. Les combattants kurdes
ont également subi des pertes dues à
la négligence lors des opérations. La
fin de l’hiver marquera une intensification des combats entre la guérilla
Adar 2012
Le congrès national Kurde
Il est urgent que les représentants
politiques kurdes fixent une date pour
la tenue du congrès national kurde.
La tenue d’un congrès national kurde
est inéluctable si les kurdes ne veulent
pas être les oubliés de l’histoire. Il
est vital pour les kurdes des différentes
tendances politiques, issues des quatre
parties du Kurdistan, de suivre une
stratégie commune en mettant de
62
***
STÊRKA CİWAN
Erkeklerde erken bunama nedeni
Güneş'te son 6 yılın en şiddetli fırtınası
University College London'da görevli bilim insanı Severine Sabia başkanlığında çalışan ekip, sonuçları
Archieves of General Psychiatry dergisinde yayımlanan araştırmada,
5000'in üzerinde erkek ve yaklaşık 2100 kadının verilerini
25 yıl boyunca takip etti.
Bu süre içerisinde deneklerin sigara kullanıp kullanılmadığına bakıldı ve deneklere hafıza ile ilgili bir dizi test yapıldı.
Sigara içen erkeklerin içmeyenlere oranla testlerin tümünde
daha düşük sonuçlar aldığı görüldü.
Kadınlarda ise sigara içenler ile içmeyenler arasında
aynı etki görülmedi.Bilim adamları, kadınlarda bu etkinin
görülmemesinde, kadınların erkeklere oranla daha az
sayıda sigara içmesinin etkili olabileceğini tahmin ediyor.
Colorado'daki Uzay Hava Tahminleri Merkezi, şiddetli patlamaların meydana geldiği Güneş'in
radyasyon yaydığını açıkladı ve
radyasyonun Dünya'da iletişim
sistemlerini ve elektrik sistemini
etkileyebileceği uyarısında bulundu.
Merkez, Pazar günü GMT'ye göre saat 04.00'te (TSİ
06.00) Güneş'te bir patlama kaydettiklerini ve patlamanın
neden olduğu radyasyonun yaklaşık 1 saat sonra Dünya'ya
ulaştığını söyledi.
Güneş'teki patlamaların Çarşamba gününe kadar devam
etmesi bekleniyor.
Güneş'teki son şiddetli fırtına, Mayıs 2005'te meydana
gelmişti.
Irkçılar daha aptalmış
İran'da Google, YouTube ve e-posta yasaklandı
Ntvmsnbc'nin haberine
göre, Arap Baharı sürecinde
Mısır, Libya ve Suriye'de sık
sık baş gösteren sınırlama ve
yasaklar şimdi de İran'da yaşanıyor. Ülkede Google'ın
şifreli araması, YouTube, Gmail, Yahoo mail ve Hotmail gibi e-posta servisleri başta olmak üzere, çoğu
SSL web sayfasını engellendi.
Engellemelerin sebebinin 1979'da Şah rejimine karşı
gerçekleştirilen ayaklanmanın yıl dönümüne yaklaşılması olduğu düşünülüyor.
10 Şubat'tan bu yana süren yasaklar Google tarafından da doğrulandı.
ABD’li Huffington Post gazetesi, düşük zekâlı insanların, sistemi ve düzeni destekleyen, ırkçı ve önyargılarla
beslenen ideolojileri
daha kolay benimsediğini belirten bir haber
yayımladı.
“Psychological Science” dergisinin makalesine dayandırılan haberde, Dr. Gordon Hodson,
düşük zekâlı insanların
bu tavrının karmaşık dünyayı algılamada kolaylık sağladığını ifade etti.
63
Adar 2012
STÊRKA CİWAN
:)
:)
MİZAH
Adar 2012
64

Benzer belgeler