Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 14 - Edebiyat Fakültesi

Transkript

Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 14 - Edebiyat Fakültesi
TARİH
E N S T İ TÜ SÜ
XIV
DERGİSİ
Tarih Araştırma Merkezi Müdürü
Prof. Dr. Mübahat S. Kütükoğlu
Yayın Kurulu :
Prof. Dr. Mübahat S. Kütükoğlu — Prof. Dr. Abdülkadir Donuk
Prof. Dr. Erdoğan Merçil — Prof. Dr. M. Taner Tarhan
Prof. Dr. İsmet Miroğlu
Adres :
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,
Tarih A raştırca Merkezi - İSTANBUL.
S ay ı: 14
Sene: 1988-1994
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TARİH EN STİTÜSÜ
DERGİSİ
E D E BİY AT FAK Ü LTESİ BASIM EVİ
İ S T A N B U L 1994
İÇİNDEKİLER
Ali Ahmetbeyoğlu
Bulgar Hakanlar L istesi...................
1
Mehmet İpşirli,
Osmanlı Devlet Teşkilâtına Dair Bir
E s e r : Kavânîn-i Osmanî ve Râbıta-i Âsitâne .......................................
9
Fikret Sarıcaoğlu
Üç Amasya Tarihçisi ve Eserleri ...
37
Filiz Çalışkan
Osmanlı Diplomatikasında MâÜ Ta­
rihin Kullanılışı ...................
51
Garp Ocaklarının Avrupa Ülkeleri
île Siyasi ve Ekonomik İlişkileri
(1580-1624)
59
Hicaz’da Osmanlı Hâkimiyetinin
Tesisi ve Ebu Nümey .......................
87
II. Abdülhamid’in Fakir Hacılar
İçin M ekke’de İnşa Ettirdiği Misa­
firhane .................................................
121
Marksizm veya Panislâmizm Tem­
muz 1918, Sivil Savaşın Başlangı­
cında Milliyetçi Tatar Komünistleri
ve Rus Bolşevikleri .............................
147
Cumhuriyet Dönemi İstanbul Darülfünûnu’nda Öğretim Üyesi Ol­
manın Şartları ve İlmî Yetersizlik
Dolayısıyla Görevden Alınma .........
161
İdris Bostan,
Feridun Emecen
Gülden Sarıyıldız
Alexandre Bennigsen
(çev. Cezmi Eraslan)
Ali Arslan
VIII
Arzu Tozduman
Tarih Enstitüsü Dergisi Bibliyog­
rafyası ...............................................
173
KİTÂBİYAT
Filiz Çalışkan
Kemal Beydilli
Yavuz Cezar, Osmanlı Mâliyesinde
Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII.
yy’dan Tanzimat’a Mali Tarih), İs­
tanbul 1986, 420 s..............................
205
Suraiya Faroqhi, Herrscher über
Mekka. Die Geschichte der Pilger­
fahrt. Artemis Yayınevi, MünchenZürich 1990, s. 350.............................
211
BULGAR HAKANLAR LİSTESİ
Ali Ahmetbeyoğlu
Gök-Türk Devleti’nin 630 yılında birliğini kaybetmesi üzeri­
ne, çoğunluğunu On-Oğurlar’m teşkil ettiği değişik Türk kütleleri­
ni bir bayrak altmda toplayan Kurt, Kafkasların kuzeyi ve Azak
Denizi havalisinde Büyük Bulgaria Devleti’ni kurdu. Ancak ku­
rucusunun 665’de ölümünü müteakib, Hazarlar’m baskısı netice­
sinde devlet dağıldı. Kurt’un beş oğlundan biri olan Esperikh ise,
kendisine bağlı kütlelerle Tuna’ya yönelerek Dobruca’nin güney
taraflarında Tuna Bulgar Devletini oluşturdu (679). Kurulan
bu yeni Bulgar Devleti, Bizans tarafmdan 681 tarihli bir anlaş­
ma ile de resmen tanındı.
İşte bu Bulgar Türkleri’ne âit elde mevcut vesikaların en eski
tarihlisi olan ve «Hakanlar Listesi» diye tanınan kronolojik ki­
tabe, bir sütun üzerine Grekçe olarak yazılmış olup, 14 satırdan
ibarettir1. Yazılış şekli bakımından Madara Kitabelerine benzi­
yorsa da, muhteva bakımından diğer Bulgar yazıtlarından tama­
men farklılık göstermektedir2. Ne zaman ve kimin tarafmdan yazüdığı tam olarak bilinmemekle birlikte, belgenin en son tarihi­
nin 765 yılına tekabül etmesinden dolayı, 765-766 yıllarında mey­
dana getirildiği tahmin edilmektedir3.
1 İbrahim Kafesoğlu, Bulgarların K ökeni, Ankara 1985, s. 12.
2 Bk. O. Pritsak, Die Bulgarische Fürstenliste, Wiesbaden 1955, s. 14;
A yrıca bk. V. Besevliev, Pratdbulgarischen Inschriften, Berlin 1963,' s. 308.
3 î. Kafesoğlu, gös. yer. «Hakanlar Listesi»nin, listede adı geçen hanların
ölümlerinden sonra yerine geçen haikan veya bir heyet, Esperikh’den öncekilerin
ise bizzat onun tarafından yazıldığı iddia edilmiştir. Bunun yanında daha geç
devirlerde Türklüklerini kaybederek Slarvlaşmaya başlayan ve Hıristiyanlığı
kabul eden Bulgarların ilk defa Çar unvanını taşıyan hükümdarları Simeori
(893-927) zamanında, hıristiyan edebiyatına girdiği ileri sürülmüştür (O. Pritsak,
ayn. esr. s. 13; V. Besevliev, ayn. esr, s. 308 vd.).
2
A L İ AHM ETREYOĞLU
«Hakanlar Listesi» ortaçağ Grekçesi ile yazılmış olmasına
rağmen, sonradan eski Slavca’ya tercüme edilmiş, günümüze ise
bu haliyle intikal etmiştir4. Bu Slavca metin Rusya’da Ellinskiy
Letopisets isimli el yazmaları kodeksinde yer almaktadır5. Yaz­
manın üç nüshası mevcut olup, ilki XV. yüzyıl, İkincisi XVI. yüz­
yılın başlan, üçüncüsü ise yine XVI. yüzyüda istinsah edilmiştir.
İlk iki nüsha Moskova Tarih Müzesi’nde, üçüncü nüsha ise
Leningrad Halk Kitablığı’nda bulunmaktadır.8. Slavca metin ilk
defa A. Papov tarafından neşr edilmiştir. Bunu takiben birçok
ilim adamınca dere edüerek üzerinde çalışmalar yapılmıştır7.
«Hakanlar Listesi» iki bölüme aynlarak incelenebilir. İlk kı­
sımda Bulgar Türkleri’nin atalan olarak kabul edilen şahıslar
(Avitokhol, İm ik, Gostun, Kurt, Vezmer) hakkında rivayete da­
yanan malûmat vardır. İkinci kısımda ise, kurucu Esperikh’den
Umor’a kadar hüküm süren Tuna Bulgar Hanları’na dâir bügilere yer verilmiştir8. «Hakanlar Listesi» nde hükümdar adlarının
hemen yanma, mensub oldukları soy, hakimiyet süreleri, tahta
çıkış tarihleri Türk Batı Bulgar lehçesinin özellikleri içerisinde
kayd edilmiştir9. Ayrıca hanların tahta çıkış yıllan ve aylan da
12 Hayvanlı Türk Takvimine göre gösterilmiştir10.
Bugünkü mevcut haliyle «Hakanlar Listesi» nde kayıtlı bilgi­
ler şöyledir:
1. Avitokhol11: Hakimiyet süresi, 300 yıl; soyu, Dulo12; hü­
kümranlığa başlangıcı, Dilom-tvirem13.
4 O. Pritsak, ayrı. esr. s. 15; T. Tekin, Tuna Bulgarları v e Dilleri, Ankara
1987, s. 12.
5 Pr. Mikkola (tere. Zaikir Kadiri), «Tuna BulgarJannm Kronolojisi I»,
Türk Yurdu Sayı 27-28, İstanbul 1930, s. 7.
6 O. Pritsak, ayn. esr. s. 15.
7 Bk. Pr. Mikkola, ayn. esr. s. 7 vd.; ayrıca bk.Pritsak, ayn. esr. s. 15-16
8 Tafsilen bk. O. Pritsak, ayn. esr. s. 42-47.
9 Bk. O. Pritsak, ayn. esr. s. 15; V. Besevliev,ayn. esr. s. 311; J.Bensing,
Phüologiae Turcicae Fundamenta, I, 1959, s. 688 vd.
10 O. Pritsak, ayn. esr. s. 24; 1. Kafesoğlu, ayn. esr. s. 12.
11 Bulgarların büyiik ceddi olarak görülen A vitokhol’ün tarihî şahsiyeti
tam olarak bilinememektedir. Umumiyetle M.S. 153-154 yıllarında Kuzey Hiungnu’lannın 'batıya doğru göçüyle irtibatlarıdınlmakta ve M oğol Sien-pi’lerin hü­
cumu sonucu batı istikametine hareket eden Kuzey Hunlan hükümdarı olduğu
BULGAR H A K A N L A R LİSTESİ
3
2. İm ik : 150 yıl; soyu, Dulo; hükümranlığa başlangıcı, Dilomtvirem14.
3. Gostun : 2 jul; sojuı, Ermi15 ; hükümranlığa başlangıcı,
Dox. s.-tvirem16.
4. Kurt : 60 jul; sojuı, Dulo; hükümranhğa başlangıcı, Şegurveçem17.
5. Vezmer : 3 jul; sojuı, Dulo; hükümranlığa başlangıcı, Şegurveçem18.
tahmin edilmektedir, (bk. O. Pritsak, ayn. esr. s. 24; A yrıca bk. F. Altheim,
Geschichte D er Hunnen, Berlin 1959, s. 20 vd.; V. Besevliev, ayn. esr. s. 316).
12 Dulo sülâlesi A sya Hun Hükümdarı Mo-tun (M.Ö. 209-174)’dan itibaren
Hun Tanihularım yetiştiren Tu-ku ailesiyle aynıdır. Bu sebeble Bulgar Hanları
Asya Hun Tanhulan ile aynı köke bağlanır (bk. Pritsak, ayn. esr. s. 62-64; I. Ka­
fesoğlu, Türk Müli Kültürü, İstanbul 1984, s. 190-191).
13 AvitokhoTun yılan yılının 9. ayında tahta çıkıp, 300 yıl hükmetmesi
efsanevî bilgilere dayandığından dolayı mümkün görülmemektedir ’ (L. Bazin,
Les Calendriers Turc Anciens e t M édiévaux, Lille 1974, s. 661).
14 İm ik, imek, -Ernak şeklinde olan bu Türkçe isim «küçük-er» manasına
gelmektedir (bk. A li Ahmetbeyoğlu, G rek Seyyahı Priskos (V . AsırJ’a Göre
Avrupa Hunlan, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990, s. 47).
İm ik, Avrupa Hun hükümdarı A ttila’nın en küçük oğludur. Babasının ve
diğer kardeşleri İlek ile Dengi zik’in ölümlerinden, devletin dağılmasmdan sonra,
kendisine bağlı kütlelerle kuzey-batı karadeniz sahillerine çekilerek, orada kar­
şılaştığı diğer Türk kütleleri ile birleşip varlıklarım muhafaza etmişlerdir. Bunlar
daha sonraki Türk Bulgarların menşeini oluşturmuşlardır (Tafsilen bk. Pritsak,
ayn. esr. s. 36; F. Altheim, ayn. esr. s. 337 vd.-; İ. Kafesoğlu, Bulgarların Kökeni,
s. 2-3; Bazin, ayn. esr. s. 661, 680; Besevliev, ayn. esr. s. 317.
15 Ermi, devletin esas hâkim hanedanı Dulo’ya evlenme yolu ile bağlanan
ve hanım tarafından akrabalık vasıtasıyla oluşan soydur O. Pritsak, ayn. esr. s.
38).
16 Domuz yılının 9. ajanda başa geçen Gostun vali olarak 2 jnl hüküm sür­
müştür. Hakkında fazla malumat yoktur (Pr. Mikkola, «Tuna Bulgarlarının Kro­
nolojisi m » , Türk Yurdu, Saju, 30, Haziran 1930, s. 8; B. Bazin, ayn. esr. s. 661;
V. Besevliev, ayn. esr. s. 317).
17 Bizans kaynaklarında Kobratos, Kuvratos şekillerinde geçen kelimenin
Türkçe aslı Kourt, Kobrat, Kurt’dur. Kelime olarak «toplamak» demektir. Dev­
let söz konusu olduğunda «dağılan halkı, devleti bir araya getiren» manasına
gelir. Nitekim 635 yılında dağınık Türk kuvvetlerini etrafında toplayarak K af­
kasların kuzeyi ve A zak Denizi havalisinde Büyük Bulgania D evletini kurmuş­
tur (tafsilen bk. O. Pritsak ayn. esr. s. 36 vd., 76; V. Besevliev, ayn. esr. s. 318;
L. Bazin ayn. esr. s. 661, 669-673; A y n c a bk. t. Kafesoğlu, Bulgarların Kökeni,
s. 12-13).
18 L. Bazin, Vezmer’in esas Bezmer olm ası gerektiğini, çünM1 Slavcada V
harfinin B üe yazıldığından dolayı bu şekilde okunması gerektiğini söylemiştir
4
A L İ AHMETBEYOĞLU
Bu beş han Tuna’dan öte tarafta 515 yıl hüküm sürmüş­
tür. Sonra Esperikh Han gelir, Tuna’nın diğer tarafmda
hüküm sürer ve günümüze kadar uzanır19.
6. Esperikh: 61 yıl; soyu, Dulo; hükümranhğa başlangıcı,
Vereni-alem20.
7. T ervel: 21 yıl; soyu, Dulo; hükümranhğa başlangıcı, Tekuçitem21.
8. Tvirem : 28 yıl; soyu, Dulo; hükümranhğa başlangıcı, Dvanşekhtem22.
(ayn. esr. s. 668). Bizans kasmaklarında görülmeyen Bezmer ismi «yorulmayan»
manasına gelmektedir. Öküz yılının 3. ayında hâkim olm ağa haşladığı kayde­
dilen Bezmer, bir han olarak değü bey olarak hüküm sürmüştür. Kunt’un 5 o ğ ­
lundan biri1olan ve Bizans kaynaklarında geçen Bayan (güçlü) ile aynı şahıs
olduğu iddia edilmişse de bu kesin değildir (bk. L. Bazin, ayn. esr. s. 661, 669
vd.; A yrıca bk. O. Pritsak, ayn. esr. s. 76; V. Besevliev, gös. y er.).
19 Bk. Pritsak, gös. y e r.; Banin, ayn. esr. s. 661. P r M ikkola ve T. Tekin,
bu kısmın okunuşunu «Bu beş hanTuna’nm öbür tarafmda kazınmış başlarla
hüküm sürdüler ve sonra İsperih Han Tuna’nın bu tarafına geldi ve işte hâlâ
(hüküm sürüyor).» diye yayınlanmışlardır (bk. Pr. Mikkola, «Tuna Bulgarlarının
Kronolojisi I», s. 13; T. Tekin, ayn. esr. s. 13).
Besevliev ise Mikkola’ya dayanarak Bulgarların A varlann emriyle tâbîyetlerini büdirmek için saçlarım kestikleri görüşünü bildirir (bk. V. Besevliev, ayn.
eser. s. 320).
20 Asparukh, Asparuh.Esperuh, Esbemıh, Esperi şekillerinde görülen isim
«delice doğan» manasına gelmektedir. E jder yüınm 11. ayında tahta çıktığı kayd
edüen Esperikh, babası Kurt’un 665 yılında ölümünü müteakip hakimiyeti altın­
daki Bulgarlar üe Tuna ağzına kadar ilerliyerek, Bizansla yapılan mücadeleler
neticesinde Dobruca’y a girip Tuna Bulgar Devleti’ni kurmuştur. 681 yılında Bi­
zans im paratoru IV. Kostantinos (668-685) ile yaptığı anlaşma neticesinde de,
devletim resmen tanıtmıştır (bk. Gy. Moravcsık, Byzantinoturcıca, n , Berlin
1958, s. 75-76; O. Pritsak, ayn. esr. s. 51; Bazin, aynı. esr. s. 656-59, 661, 663, 667,
683-87, 699; A yrıca bk. I. Kafesoğlu, Bulgarların K ökeni, s. 20 vd.)
21 Bizans kaynaklarında: Terbelis, Latin kaynaklarında: Terebellus, Slav­
ca’da: Terebelus şeklinde geçer. Türkçe: Teregil, Travel, Tervel, Tera, T ere=
direnmek, karşı koymak, g il= e m ir şekli. T ere-gil= Tervel= diren, karşı koy
demektir. Tervel babasının ölümü üzerine bir koyun yılı olan 702 senesinin 7. ajan­
da Han olmuştur (bk. Bazin, ayn. esr. s. 661, 664 vd., 687 vd., 699; ayrıca bk. Ali
Ahmetbeyoğlu, «Tervel Han (702-718)», P rof. Dr. B ekir Kütükoğlu’na Armağan,
İstanbul 1991, s. 563-68).
22 Tvirem, tiviram .tokhrim = 9 uncu manasına gelmektedir. Ailenin do­
kuzuncu çocuğu olduğundan dolayı böyle adlandırılmış olabilir. Nitekim Türkler
sıra sayılarını şahıs ismi olarak kullanmışlardır. Tvirem, ait yılının 8. ajanda
(718), tahta çıkmıştır (bk. L. Bazin, ayn. esr. s. 661, 666 vd., 694 vd., 698-699).
BULGAR H A K A N L A R LİSTESİ
5
9. S evar: 15 yıl; soyu, Dulo; hükümranlığa başlangıcı, Toxaltem2-.
10. Kormisos : 17 yıl; soyu, Vokil; hükümranlığa başlangıcı,
Şegur-tvirem.
Bu hükümdar Dulo yani Vikhtun24 soyunu değiştirdi25.
11. V in a x : 7 yıl; soyu, Ukil; hükümranlığa başlangıcı, Şeguralem26.
12. Teleç : 3 yıl; soyu, Ugain; hükümranlığa başlangıcı, Somaraltem27.
13. U m or: 40 gün; soyu, Ukil; hükümranlığa başlangıcı,
Dilom-tutam28.
23 Bizans kaynaklarında adına rastlanılmayan Sevar, Tervel’in ölümü
üzerine 721 yılında yani tavuk yılının 6. ayında tahta çıkmıştır (bk. L. Bazin, ayn.
esr. s. 661, 689, 693, 698, 7Ö0).
24 Viikhtun A sya Hun İmparatoru Mo-tun’un Tünkçesidir. Vikhtun Bektun=Beg-tun: Bey-soyu manasına gelmektedir (tafsilen bk. F. Altheim, Geschichte der Hunnen, IV, s. 20-24).
25 Kormişos, Bizans kaynaklannda Konmesios olarak geçer." Konmiş, Korimiş, Kormişos «korunan, korunmuş» manasma gelir, ö k ü z yılının 9. ayma
tekabül eden 737 senesi içerisinde tahta çıkan Kormişos, kuruluşundan beri
devlete hakim olan Dulo soyunu değiştirmiştir. Bundan sonra listedeki son han
olan Um or’a kadar, devlete hakim olacak olan Vokil (Ukil, Ugain) soyunu tesis
etmiştir. Bu soy, Dulo hanedanı mensublarmm dışarıdan evlenmeleri hasebiyle
kurulan akrabalıklar neticesinde ortaya çıkmıştır. Bir nevi ihtilal sayılabilecek
bir hareketle başa geçen Kormişos, 754 yılında BizanslIlara mağlub olduğu sa­
vaştan sonra tahtım kayb etmiştir. Bir Bizans kaynağına göre ise^ mağlubiyet­
ten bir sene sonra da öldürülmüştür (Pritsak, ayn. esr. s. 47 vd., 76; L. Bazin,
ayn. esr. s. 661, 670, 693, 698-700).
26 Vinax (Binax), sığır yılının 11. ayı (754)’nda tahta çıkmıştır. Bizans
kaynaklannda kendisiyle alakalı kayıt yoktur. Türkçe’de Vinax-Vinekh-Binekh=
binici,'süvari manasma gelmektedir (L. Bazin, ayn. esr. s. 661, 671, 690. 700).
27 . Teleç, Bizans kayıtlarında Teletzes olarak geçmektedir. Fare (sıçgan)
yılınm 6. ayı yani 760 yüında tahta çıkmıştır. Türkçe Teleç, Teleş’dir. Manası
tam olarak bilinmiyorsa da, Çuvaş lehçesindeki Teleç kelimesi üe alakası olabi­
lir. Bu da «esas, asıl, aslî» manalarına gelmektedir. Belkide Türkçe Tölis, Töles
boy adı ile aynı kelimedir (bk. L. Bazin, ayn. esr. s. 661, 697, 190-92, 700).
28 Yılan yılının 4. ayı (765)’nda başa geçen ve 40 gün hüküm süren Umor,
Bizans kaynaklannda Dumâros şeklinde kayıtlıdır. Türkçe U m ar= Um or’dur ve
itmid etmek, ummak anlamındadır. L. Bazin Um or kelimesinin Farsça’daki ümid
kelimesi ile aynı olduğunu söylemiştir (bk. L. Bazin, ayn. esr. s. 661, 692, 700;
A y n ca bk. İ. Kafesoğlu, Bulgarların Kökeni, s. 20 n. 43).
6
A L İ AHM ETREYOĞLU
«Hakanlar Listesi»nde 12 Hayvanlı Türk takvimine göre ve­
rilen yıl ve ay adlarını tablo halinde şöyle gösterebiliriz :
Yıl Adlan :
TAKVİMDE
GEÇEN
H A YV A N LAR IN
BUGÜNKÜ
ADLARI
BULGARCA
ADI
BULGAR
ÖNCESİ
DURUMU
ESKİ
TÜRKÇE
K A RŞILIĞ I
12 DEVRELİ
UYGUR
TAKVİM İNDEKİ
ADI
Yılan
Dilom
Jilam
Cilan
Yılan
Yılan
Domuz
Doxâs
Dokhs
Togus
Domuz
Tonguz
Sığır
Sîgâr
Şegur
Sigir
Sığır
Öküz
Ud
Ejderha
Varan
Vereni
Âvrân
Âvrân
Evren
Lu
Koyun
Tâkü
Tekü
Tâkâgü
Taka(v)
Koy
«Kuç, tele»
At
Juan
Dvan
Yuan
Yun (t)
Yunt
Yunt
Yund
Tavuk
Töx
Taguk
Takigu
taguk
Taguk
Sıçan
Somâr29
Somur
Samur
Sicgan
29 Bk. L. Bazin, L es Calendriers Turc Anciens et Médiévaux, s. 698; O.
Turan, ayn. esr. s. 25. A yrıca kelimelerin farklı okunuşları konusunda tafsilen
bk. Pr. Mikkola, «Tuna Bulgarlarının Kronolojisi I», Sayı. 27-28, s. 7-15; Et, Türk
Yurdu, Sayı. 29, Mayıs 1930, s. 22-29; m , Sayı 30, s. 5-13; O. Pritsak, ayn. esr. s.
25-76; T. Tekin, ayn. esr. s. 12-25.
7
BULGAR HAKA jN L A R LİSTESİ
Ay adlan :
ORİJİNAL
ŞEKLİ
VOLGA
BU LGARLARI
TUN A
B U LGARLARI
Üçüncü
Üç-im
Veçim
Veçem
Visem
Visim
Dördüncü
Tört-im
Tüetim
Töwetim
Tuatom
Tutom
Toutom
Tivatim
Altmcı
Altı-m
Altim
Altış
Altem
Ultim
Yedinci
Yeti-m
Çietim
Çietiş •
Çitem
Şiçem
Sekizinci
Sekiz-im
Sekir-em
Şekhtem
Sakirim
Dokuzuncu
Tokuz-im Tohur-im
Tvirem
Tıhiria
Alem30
Ülim
Daha sonrası
El-im
(Sonra gelen)
?
ÇUVAŞLAR
«Hakanlar Listesi» üzerinde yapüan çalışmalarda birçok şe­
yin farklı şekilde okunması, verilen. hakimiyet sürelerindeki tu­
tarsızlıklar, mevcut üç nüshanın bazı farklüıklar göstermesi, araştırmacüarda, metnin Grekçe’den Slavca’ya hatalı ve eksik olarak
aktarıldığı kanaatini uyandırmıştır31. Özellikle hanların tahtta
kalış süresini gösteren rakamlar birtakım belirsizliklere sebep
olmuştur. Meselâ, Bulgar Türklerinin ceddi sayılan Avitokhol’un
300, îm ik ’in 150 yıl hükmettiği kaydı hakikatten uzaktır. Belki
de, kendilerinden asırlarca önce yaşamış olan bu şahıslara dair
m alûm atlar, âdeta destanlaşarak nesilden nesile abartılı halde
intikal etmiştir32. Bunun gibi Esperikh’in 61 yıl hüküm sürmüş
30 Bk. L. Bazin, ayn. esr. s. 667.
31 Bk. O. Pritsak, ayn. esr. s. 49; V. Besevlies, ayn. esr. s. 315.
32 Nitekim meşhur Türk kahramanı A lp Er Tunga, Firdevsî’nin Şehna­
m e’sinûe Afrâsyâb olarak geçm ekte ve 1000 yıl yaşadığından söz edilmektedir.
s
A L İ AıHMETBEYOĞLU
olarak gösterilmesini de ihtiyatla karşılamak mecburiyetindeyiz.
Çünki, babası Kurt’un 665 yılmda ölümünden sonra, 679’da Tuna
Bulgar Devleti’ni kurduğu ve 702’de öldüğü bilindiğine göre, ya
istinsah ederken bir yanlışlık yapılmış, yahut bu süre Esperikh’in
şehzadeliği sırasında devlet idaresinde vazife' aldığı devreyi de ih­
tiva etmiş olabilir. Aynı durumu, 702-718 yılları arasmda tahtta
kalan ve listede 21 sene hüküm sürdüğü söylenen Tervel Han için
de göz önünde bulundurmalıyız. Bu sebebledir ki, «Hakanlar Lis­
tesi» ndeki kronolojik bilgiler devrin Bizans kaynakları ile muka­
yese edüerek kullanılacak olursa, şüphesiz bizleri daha sıhhatli
neticelere götürecektir.
Fakat bütün bunlara rağmen «Hakanlar Listesi», Bulgar Türkleri’nin dil ve kronolojik tarihleri açısından oldukça kıymetli bir
belgedir. Bunun yanında, hanların tahta çıkış tarihlerinin, eski­
den beri birçok Türk Devleti tarafmdan bilinen, kullanılan 12
Hayvanlı Türk Takvimi ile ifade edilmesi de, Türk kültürünün
her coğrafî mekân ve zamanda devamlılığına en güzel delildir.
Ayrıca, hanların kendi soylarını ta Asya Hun Tanhuları Ailesine
bağlamaları ise, Türk insanında -kurduğu devletinin, ülkesinin adı
ne olursa olsun- asırlardan beri var olan millet şuurunun açık bir
ifadesi ve vesikasıdır.
Bunun yanında Şehname’de sırasıyla başa geçen bütün Türk hükümdarlarından
da Afrâsyâb diye bahsedilmektedir.
OSMANLI DEVLET TEŞKİLÂTINA DAİR BİR ESER :
KAVÂNÎN-İ OSMANÎ VE RÂBITA-Î ÂSÎTÂNE
M ehmet Ipşirli
Bir uç beyliği olarak tarih sahnesine çıkan ve kısa zamanda
Türk-îslâm geleneğine dayalı mükemmel bir teşkilât kurarak bü­
yüyen Osmanlı Devleti’nin siyasî tarihi, fetih ve zaferleri hakkın­
da oldukça tatminkâr kaynaklara sahib olunmasına rağmen bu
devletin yapışım ve bu yapının temellerini yansıtacak teşküât ki­
tapları genellikle oldukça geç tarihli ve tatminkâr olmaktan uzak­
tır. XVI. yüzyılın ikinci yarısında Osmanh Devleti’nin esas yapı­
sında ve teşkilâtında bozulma hissedilmeye başlanyınca devrin
aydınlan ve yöneticileri kurumlan yeniden eski şekline kavuştur­
mak maksadıyle Osmanh devlet teşkilatını ve teşrifatını tanıtıcı
eserler kaleme almışlardır. Bu eserlerde sonradan ortaya çıkan
menfi unsurları, kuramların eski halleri, işleyiş tarzı ve sonra na­
sıl bozulduğu ve yeniden ıslahı için neler yapılması gerektiği gibi
hususlar anlatılmaya çalışılmıştır. Bu konuda kaleme alman ilk
eserlerden birisi yetküi ve tecrübeli bir devlet adamı olan Veziriâzam Lütfi Paşa’nın (Ö. 1563) Âsafname’sidir1. Asrın ikinci yan­
sında bu sahada yazılan eserlerin giderek artmaya başladığı ve
farklı değerlendirmelere yer verildiği gözlenmektedir. Nitekim Ge­
libolu Mustafa Alî’nin (Ö. 1600) Nushatü’s-selâtîv? ve Mevâidü’nnefâis fî kavâidi’l-mecâlis3 adlı eserleri teşkilâta dair önemli bilgi­
leri içermektedir.
1 Tenkitti metni için bk. Mübahat S. Kütükoğlu, «Lütfi Paşa Âsafnâmesi»
«P rof. Dr. B ekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, s. 49-99.
2 Metni ve İngilizce tercümesi için bk. Andreas Tietze, Ali’s Gounsel for
the Sultan, I-II, Vien 1979-1982.
3
İstanbul 1956.
10
MEHMET ÎPŞİRLÎ
XVII. yüzyıl başlarından itibaren bu türden eserlerin sayısı­
nın çoğalmaya başladığı görülmektedir. Bunun en önemli sebebi
devlet teşkilâtındaki bozuklukların giderek artmaya başlamasıdır.
Âsrm hemen başında arabca olarak kaleme alman, III. Mehmed’in
isteği üzerine türkçeye çevrilen Haşan K âfî’nin (Ö. 1616) Usülü’lhikem fî nisâmi’l-âlem4 adlı eseri de bu türden ancak muhteva
ve yaklaşım açısından oldukça farklı olan bir kitabdır. Bu konu­
da çok dikkat çeken ve IV. Murad ve Sultan İbrahim’e takdim edil­
mesiyle de ayrıca önem kazanan K oçi Bey Risaleleri ise çok tanı­
nan teşkilât kitaplarıdır5.
Bu dönemde müellifi tam olarak tesbit edilemeyen teşkilât
kitaplarının telif edildiği de bilinmektedir. Bu önemli eserler, muh­
temelen, çocuk hükümdarların saltanatta bulunduğu, saray men­
suplan ve ocak ağalarının idarede söz sahibi olduğu kargaşa dö­
neminde isimlerini açıklamayı uygun görmeyen ancak teşküât
konusundaki tecrübe ve görüşlerini de aktarmayı bir vazife adde­
den olayların şahidi kimseler tarafından kaleme alınmıştır6.
Burada bazı kısımlan atlanarak metni verilen Kavânîn-i Osmânî ve Rabıta-i Asitâne adlı risale de bu türden yine müellifi bel­
li olmayan bir eserdir. Telif tarihi belli olmamakla birlikte
XVII. yüzyıl sonlarında kaleme alındığı ve daha çok merkez teş­
kilâtı ve teşrifatı üe ilgili olduğu görülmektedir. Orijinal bir me­
tin olmaktan ziyade bir derleme mecmua olduğu anlaşüan ve ol­
dukça sade bir dille ve basit bir uslupla yazılan eserde birçok cüm­
le düşüklükleri ve imla hataları ve sonradan kurşun kalemle dol­
durulmuş boşluklar bulunmaktadır. Burada kanunnamenin muh­
tevası hakkında fikir vermek bakımından okunamayan veya dü­
şüklük olan yerler bırakılarak diğer kısımları aynen verilmiştir.
Kanunnamenin sıhhatli bir neşri ancak daha sonra bulunacak
başka nüshaları ile karşılaştırılarak ve nerelerden derlendiği tes­
bit edilerek mümkün olabilecektir. Bu eserde bayram, ulufe tevzii,
4 Mehmet îpşirli, «Haşan K âfî El-Akhisarî ve Devlet düzenine ai't eseri:
Usulü’l-hiikem. fî Nizâmi’l-âlem», TED, sayı 10-11, İstanbul 1981, s. 239-278.
5 A li Kemali Aksüt, K oçi B ey Risalesi, İstanbul 1939.
6 Bu anonim eserlerden Kitdb-ı M üstetâb, Kitabu mesâlilm’l-müslimin ve
menâfifl-mü’minîn, Hırsü’l-nıülûJc, Yaşar Yücel tarafından Osmanlı Devlet Teş­
kilâtına Dair Kaynaklar, (Ankara 1988) adıyla yayınlanmıştır.
K A V Â N ÎN -İ OSM ANÎ V E R A B IT A -İ Â SİTÂ N E
11
galebe divanı vb. merasimler ayrıntılı olarak anlatılmış, teşkilata
dair önemli bilgiler ve ipuçları verilmiş, Yeniçeri ocağı, ve ortalan,
bunların kıyafetleri üzerinde bilhassa durulmuştur.
Eserin bugün için bilinen yegâne nüshası Türk Tarih Kuru­
mu Kütüphanesi’nde bulunmakta olup7, 1 H. Uzunçarşüı’m n teşküat kitaplan ve Osmanlı tarihleri dışında hemen hiç bir yerde
istifade edilmemiştir. Uzunçarşılı şahsi kütüphanesinde bulunan
nüshadan yararlanmıştır8. Ancak bugün nerede olduğu kesin ola­
rak bilinmeyen bu nüshanın Kurum kütüphanesinden daha kolay
kullanmak maksadiyle yapılmış bir istinsah olması kuvvetle muh­
temeldir.
METİN
Bu Kostantiniyye’de Dîvân-ı Hümâyûn sâbıka haftada dört
gün olup da’vâ dinlerlerdi. Ammâ haftada iki gün ki, âhad ve sülesâ günleridir, mukaddemâ bu iki gün arz günleri idi. Ve Dîvân-ı
Hümâyûndan gayri dahi vezîria’zam sarayına Cüma gün iki kadıaskerler hâzır olurlar, Rûmili efendi da’vâ dinlerdi. Ve râbi’a gü­
nünde İstanbul efendisi ve Galata ve Eyüp ve Üsküdar kadıları
hazır olup herkes toprağına göre da'vâlann dinlerler idi. Lâkin
ekseriya İstanbul Efendisi da'vâlann dinler ve dahi Rumili kadıaskeri evinde da’vâ dinler ve evinde başka bir şer’iyyatcısı vardır,
dahi da’vâlan dinler.
Ve kadıaskerlerden gayri İstanbul’da bir müstakü kadı var­
dır, bunun rütbesi cümle mevâlîden yüksekdir. Ve bu rütbeden
sonra kadıasker olur ve bu İstanbul kadısının bâb nâ'ibinden
mâ’adâ birkaç nâ’ibleri vardır. Meşhurlan Mahmud Paşa nâ’ibi ve
andan gayri Davud Paşa ve Ahi Çelebi ve dahi birkaç nâ’ibi vardır
ki her birisi mahsus bir şeye ta’yin olunmuşdur. Ayak nâ’ibi ek­
sik satan hakkından gelmeye, çardak nâ’ibi es'âri tâ’yîn etmeğe
dahi mum nâ’ibi ve yağ nâ’ibi ve unkapanı-nâ’ibi ve keşif nâ’ibi ve
avânz nâ’ibi ve basdırma nâ’ibidir. Bir muhâsebeci vardır, îstan-
tedir.
7
Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, nr. 74.
8
Uzunçarşılı’nm bazan Kurum nüshasından da yararlandığı görülmek­
12
MEHMET İPŞİRLİ
bul kadısı taht-ı nezâretinde olan evkaf muhasebelerini görür ve
bir kassam vardır, şehrlüye olan kısmeti taksim eder, ana «Kassâm-ı beledî derler. Ve dahi İstanbul’un hâricinde birkaç mevleviyet vardır, Üsküdar’da ve Galata’da ve hazret-i Eyüb’de ve bun­
ların dahi herbirisinin birkaç nâhiyesi vardır, anda nâi’bler otu­
rurlar.
Âkd-i nikâh yirmi akçe, hüccet-i şer’iyye ve nakl-i mürâsele
ve arz-ı hüddâm yirmi akçe, ıtâk-nâme hüddâma otuz akçe, resm-i
sicili altı akçe, resm-i kısmet-i verese elf, hüddâmma yirmi akçe.
İstanbul’da etmekci furunlan yetmiş furundur, onbir dahi
Eyub’da, ondört Üsküdar’da, yirmibeş Galata’da ve Yeniköy’de
cümle yüz yirmiüç furun olur. Bu cümleye yevmiye iki bin kile
buğday lâzımdır. Ammâ imâretleri, saray ve sâ’ir tetimmât ile çö­
rekçiler ve börekçiler ber-vech-i tahmin her yirmi bir bin kile
buğday ancak kifayet eder ve kış zahiresi her furuna üçer aylık
kifâyet edecek buğday tahmin itdürüp almak gerekdir. At değir­
meni taşı her değirmen elli hürde taşdan olur ve bu taşlar Ak­
deniz’den Değirmenlik ceziresinden gelir, bir değirmen günde bir
müd buğday öğüdür. On altı kile un bir kile simit çıkar, mâ’adâsı
kepek ve toz olur. Ve eğer buça buğday olursa onsekiz ve ondokuz
kile un çıkar. Ve her değirmene on bârgîr lâzımdır. Ve bir değir­
menci vesâ’ir ve iki elekçi lâzımdır.
Yeni Saray’a günde üçyüz gider ve Eski Saray’a yevmiye ye­
dişer yüz vakiyye lahm gider ve Yeniçeri meydanına yevmiye bin
ikiyüz seksen vakiyye lahm gider. İstanbul şehrine yevmiye altı
bin koyun sürülür. Amma muzâyaka eyyâmmda iki bin koyun ki­
fayeti eder.
Hâlâ Yedikule’de yetmiş kâr-hâne vardır. İstanbul içine yevmi­
ye bakkallar hesâbmca her gice yüzyirmibin akçe yağ satüur. Kara­
man bölüğünde altmış beş hisse dükkan, Bitpazarı bölüğünde yet­
miş üç dükkan, Yeni bölükde kırk beş dükkan, Tahtakale bölü­
ğünde kırk sekiz dükkan Tavuk pazarı bölüğünde elli bir dükkan
hisselü dükkanlardır, cedîd elli bir dükkan bunların bir bölükbaşılan vardır. Matbah-ı Amire mühimmâtı içün zahire hıfz iden
hisseli dükkanlar bunlardır.
KA.VÂNÎN-I OSM ANÎ V E R Â B IT A -İ Â SİTÂN E
13
Yemiş, Bostancı-başı tarafından mîrî meyve sebze-hâneye gelüp, ikiyüz dokuz yazılu pazarcı dükkanlarına ve on- yedi çiçekçi
dükkanına ve otuz üç ısfanakcı dükkanına tavzî olunur. Tavuk,
İstanbul’da elli bir tavukçu dükkanı var idi ve dokuz dahi ihdâs
olunmuşdur. Yağ, İstanbul’da seksen üç şir-i revgan değirmeni
vardır. Her nevbet üç keyl sürülür ve her keylden yedi vakıyye yağ
olur ve her hafta bir müd olur. İki kantar siyah kuru üzümden
altmış dört vakıyye ağda çıkar ve yetmiş ağdacı dükkanı vardır.
Ve dahi İstanbul’da on altı yerde yoğurtçular kârhânesi vardır.
Kırkdört börekçi furum vardır ve on iki aşçı dükkanları vardır. Ve
dokuz lokmacı dükkânı vardır. Ve on sekiz kebabcı dükkanı ve elli
yedi otlukcı dükkânı vardır. Ve kömür Ayazma kapusunda ve Cibali kapusundadır.
Deri ve ona müte’allık gön yirmisi bir kutudur, dördü lete gi­
der, on altısı sahibine kalır. Altı ayda ancak hâsü olur. Her gön
yüz yetmişe satılır. Kösele kırkdört inek derisi bir kutudur, dördü
lete gider, kırkı sahibine kalır. Her kösele üçer yüze satüur. Sındılusı tersaneye her vakiyyesi yirmi akçeye satılur. Kırmızı sah­
tiyan yüz otuz keçi derisi bir kutudur. On iki deri lete gider ve
bir nevbette yetmiş vakıyye kılı çıkar, her biri sahtiyanun yüz yirmişere satılur. Meşin her nevbet yüz yirmi altı deri olur. Altısı lete
gider. Beyez-meşin on iki akçeye satılur.
Premeler yalnız kürek ve dört kürek gerçi takdir olunmuşdur,
lâkin evkat hesâbiyle ol takdim olan narha âmel olunmaz ve bu
preme ve kayıklar Unkapanı iskelesi ve sâ’ir iskelelerde dahi vardur.
M ahalleler: Ve bu İstanbul’da iki yüz ehl-i İslâm mahallesi
jve-^tffTâltrkeçef^ mahallesi ve cümlesinde iki bin dokuz yüz elli
sekiz hâne avânz alınır. Her hâne üç yüz doksan buçuk akçedir.
Hamamlar : İstanbul’da seksen hamam vardır.
Muhtesib : Ve bu şehr-i İstanbul’da bir muhtesib vardır, sâbıka ihtisâb hasbeten bir kimesneye verilirdi. Ba’dehû hidmeti mu­
kabelesinde hâline göre bir mansıb verilirdi. Ammâ iltizam ile satun alırlar ve bunun eli altmda doksan iki kol-oğlanlan vardır. Ve
altı bölükbaşı ve amel-mânde on iki ve bunların her dükkanda
mu’ayyen akçeleri vardır. Dükkanlardan cem’iderler. Ve dahi İs­
14
M EHM ET İP Ş İR L l
tanbul’da Fâtih. Sultan Mehmed Han Câmi’i kurbunda kıble ta­
rafından At-pazan vardır ve hergün at ve katur satılur. Na’l : At
na’li üç nev’dir, Üsküdar, Samakov, Üsküdar Çelebi.
Bu saltanat ahvâli ve etvan kaleme getirülmek bu kitaba sığ­
maz. Ancak ba’zı mertebe ahvâl ve kavânîn Harem-i hümâyûn ve
erkân-ı devlet olan gürûh-ı sipâh ve cünûd zikr olunur. Sarây-ı sal­
tanat hüddâmı ve havâss ve mü’ekkilân-ı Hızâne-i Amire ve Küârî
ve sâ’ir a’yân ve ahvâl-i Matbah ve îstabl-ı Amire ve Çaşniğîrân,
sımât ve Çakırcıyân ve Şahinciyân ve Etmekciyân ve Hazine dârân-ı
müşâhere ve Şâtırân-ı müşâhere ve Mi’mârân-ı müşâhere ve Sarrâcîn-i hassa ve Bevvâbân-ı Divân-ı dergâh-ı âlî ve Bevvâbân-ı Bâb-ı
Hümâyûn ve Mehterân-ı hayme ve Mehterân-ı alem ve Sakayân ve
Câmeşûyân ve Kâtibân-ı Dîvân ve Şâkirdân ve Kâtibân-ı mâliye ve
Etıbbâ ve Müneccimân ve E’imme ve Mü’ezzinân ve Hayyât-ı hassa
ve Ehl-i hiref.
Dîvân : Sarây-ı Amire ve saltanatda bir mahall-i şerîf ve mecma’ı latifin ismidir. Ve Sarây-ı Amire’nin üç kat kapusu vardır.
Evvelki taşra kapuya Bâb-ı Hümâyûn derler. Ayasofya mihrâbı
evveline açılır. İkinci kapuya orta kapu derler, iki kapunun arası
ehl-i Dîvân atları durmak içün bir vâsi meydân-ı azimdir. Üçün­
cü kapuya Bâbüssa’âde ve iç-kapu derler. Bu iki kapunun arası
mesâfede biri birine karîb, cenûbdan ve şarkdan (?) mümteddir.
Pes Dîvân’da olan ikinci dîvânın dıl’-ı garbî ve şimâlîsinde iki kub­
be altmdan ibâretdir. Pes Dîvân’da olan vüzerâ yedi-sekiz kâfînoksân üzre olurlar. Vezîria’zam ortada, sağında bâkî vüzerâ, so­
lunda evvelâ Rûmili, ba’dehû Anadolu kadıaskerleri oturur. Ve sağ
cânibinde olan rükne nişâncı yalnız oturur. Sol cânibinde anrn
mukabili olan rüknde üç defterdâr oturur. Anlann ardında olan
kubbe altında Dîvân hocaları otururlar, halîfeleri, şâMrdleri üe
ki anlar bunlardır. Rûznâme-i sânî ve muhâsebe-i evvel, küçük
ve muhâsebe-i Anadolu ve muhâsebe-i suvârî ve mukabele-i piyâde ve muhâsebe-i cizye muhâsebe-i Haremeyn ve mukata’a-i mensûh ve mukata’a-i İstanbul ve mukata’a-i Ağriboz ve mukata’a-i
Bursa ve mukata’a-i evvel ve mukata’a-i ma’den ve mukata’a-i Avlonya ve mukata’a-i Kefe ve mukata’a-i Haslar ve Mevkufât ve teslîmât ve teşrîfât ve vâridât-ı şıkk-ı sânî ve cedîde-i evvel ve cedîde-i sânî ve tezkire-i kılâ’ı büzürk ve tezkire-i kılâ’-ı küçük ve tez­
K A V Â N ÎN -f OSM ANÎ V B R Â B IT A -Î Â SÎTÂ N E
15
kire-i mâliye ve târih-i berevât ve mukata’a-i Haremeyn ve Dîvân’dan dü-kubbeye mülâsık bir kubbe dahi vardır ki bu aklâmın
defterleri sandukalarla anda dururlar. Defterdâr-ı Dîvân her gün
hatem-i Süleymanî ile mühürlenüp açılır ve hâricinde iki kubbe
arasmda reîsülküttâb ve kâtiblerinin mekânı vardır, anun ismine
tahta dirler, ümenâsı ki üzerinde dizilür otururlar. Emîn-i şehr
ve emîn-i cev ve emîn-i tersâne ve m i’mâr ve emîn-i gümrük ve
emîn-i ganem ve emîn-i matbah.
Dîvân haftada dört gündür, yevmü’s-sebt, yevmü’l-ehad, yevmü’l-isneyn, yevmü’s-sülesâ; ehad üe sülesâ günleri arz günlerdir.
Pes ehl-i îslâm-ı Dîvân sabah namâzmı Ayasofya’da kılup çıkduklannda vüzerâ ve yeniçeri zâbitleri, odabaşılar ve yüz nefer üe
sipâh zâbitleri ve kadıaskerler çıkup, Bâb-ı Hümâyûn’un iki tarafmda dururlar, du’âcı meydana gelüp du’a eder, Fâtiha okundukda Bâb-ı Hümâyûn’ı kapucüar kethüdası açar ve girerler ve sonra
gürûh güruh dâhü olurlar. Cebeci-başı neferâtiyle Orta'Kapı hâri­
cinde çmar altmda selâma durur. Yeniçeri evvel girüp, yerlerine va­
rırlar, sipah ağaları da girüp kapının sol tarafmda seki üzre oturur­
lar. Vüzerâ ve kadıaskerler yerlü yerine varup oturur. Çavuş-başı
ve kapucüar kethüdâsı Dîvân üe kapı arasmda yol üzre kapıya
karşı sim âsâ üe mahsûs şeküde otururlar. Vezîria’zam ve kethüdâ ve çavuşlar ve iki kethüdâ-yerleri sabah namazm kendü sara­
yında küdıkdan sonra binüp kethüdâsı önüne düşer ve tulû’-ı
şemse karîb gelüp, Yeniçeri kâtibi Bâb-ı Hümâyûn dâhilinde at
üzre selâmlar, Orta kapı’da vezîria’zam atdan indikde kapucüar
kethüdâsı ve çavuş-başı karşı durur ve bir kapıcı-başı Dîvân kapusundan içeri baş sokup savt-ı pezîr üe «buyurun» diyü çağırdığı
gibi evvelâ vüzerâ çıkup çmar önüne dizilirler. îki kadıasker Dî­
vân kapusı önünde mukaddem vezîre müteveccih dururlar. Veziri
taşrada cebeci-başı selâmladıkdan sonra evvel cebehâneye gider
ve içerü selâmlayarak girer, bölük ağalan kapu yanında selâma
dururken yolun ortasına karîb yerde bir somaki taş vardır, anun
üzerine geldükde vezîria’zam döner, evvelâ yeniçeri cânibine se­
lâm verir, girü yoluna revâne olur. Gelüp vezirleri dîvân önüne
geçer. Taşra hazine önüne karib yerde bir âlî çmar ağacı vardır,
arım dibine varup, Bâbüssa’âde önünde seküerde olan kapu ağa­
sı ve sâ’iri selamlayup, dönüp vüzerâ ve kadıaskerleri selamlar. Ve
içeri Divana girer, ardınca kadıasker ve vüzerâ girüp, yerlü yerine
16
MEHMET İPŞİRLİ
oturduklarından sonra hazinedar önüne iki kimse cehr ile Feth-işerîf sûresini tilâvet eder. Tamam oldukda çavuş-başı Defterhâne
ve Hazine mühürlerini açup vezîria’zama getürür. Ba’dehû halka
şikayete duhûl içün icazet olur, maslahat görülmeğe başlar. Vüzerârnn başlan üzerinde Kasr-ı sultanîden pencereli kafes vardır,
gâhî padişah ol mahalde oturup ahvale nigâh eder.
İki tezkireciler ve çavuş-başı, kapucılar kethüdası veziria’zam
önünde durup, arzuhaller okur ve da’vâ görülür. Bir saat kadar
oldukça yemek çıkar ve çavuş-başı âsâyı kakup, halkı taşra çıkarır.
Kapucılar kethüdası Dîvanhâne’den çıkup, ortada olan makammdadır. Ol saat yeniçeri seğerdüp çorbayı alırlar ve Matbah önünde
ta yeniçeri ağası semtine varınca sakf-ı tahtam oturup yerler. İçerü vezir önüne birkaç iskemle konup, üç sofra ta’am gider. İkisi
vezirlere, biri kadıaskerlere ve vüzerâ önüne birkaç iskemle ko­
nup, niger bu hikmeti görüp, Mehter-başı ve Matbah-emini ye­
mek yenür iken vüzerâ önünde dururlar.
Dîvan hocalarına dahi bir iki sofra ta’am gelür, biri rûznameye, biri muhasebeye ve mukabeleye, bâkisi birer ikişer sahan
çorba ile geçinürler, kimi hiç yemez. Defterdar ardında oturan bir
iki kalem erbabı kadıaskerler sofrasma tabakla virüp, muhzır-başüar birer ikişer kaşık koyup virür ve Matbahdan şâkirdleri bi­
rer sahan getürüp anınla iktifâ ederler. Vüzerâ önünden kalkanı
re’îs ve çavuş-başı ve kapucılar kethüdâsı önlerine varur. Çavuşbaşı Dîvan kapusı yanında oturup, çavuşlar ile berü kapucılar
kethüdâsı eski divanhane önünde seki üzerinde oturup, katibi ile
berü kadıaskerlerden kalkan ana gider Mehterhane’ye dahi çavuşbaşı ve re’îsden kalkan gider. Kapucı-başüar Bâbüssaade ile eski
dîvanhâne arasmda mümted sekide dizilip serâserler otururlar ve
arz günleri gümüş değnek tutarlar. Bir sofra ta’am yeniçeri ağa­
sına ve bir sofra ta’am bölük-ağalarına gider.
Kadıaskerlere Dîvan-ı Hümâyun’da ta’amdan sonra el yıka­
mak resm değil idi. Amma sene 960 tarihinde kasıasker olan Mahmud Efendi el-Edimevî eşşehîr bi-Kadızade Dîvan-ı Hümâyun’­
da ba‘de’t-ta’am el yıkamayı resm eyledi. Kadimde el yıkamak en
çok vüzerâya mahsus idi. Ve dahi kadıaskerler beylerbeyilere tasaddur etmeyi kanun eyledi. Ve’l-hâsü ta’am yenildikden sonra bi­
raz dahi şikayete icazet olup, maslahatlar var ise görülür, ba’dehû
K A V Â N ÎN -İ OSM ANİ V B R AB ITA-1 Â SİT Â N E
17
kadıaskerler evvel kalkar, ikisi Dîvan kapusundan çıkdıklanndan
sonra dönüp vüzerayı selamlarlar, vüzerâ ayağa kalkup selamını
alırlar.
Çavuş-başı kapıcılar kethüdası biraz anları gönderi gider.
Ba’dehû çavuş-başı kapucılar kethüdası veziria’zam önüne varup,
vezîria’zam mühr-i hümayum çıkarup, çavuş-başıya verir. Evvel
hâzineyi sonra Defterhâneyi mühürleyüp mühri vezîria’zama tes­
lim eder. Bu cümlede ayağa kalkup ta’zim ederler. Yeniçeri ağası
çorba yedikten sonra gider. Dahi sonra bölük ağaları gider. Ve
Defterhâne ve hazine mühürlendikden sonra veziria’zam kalkıp
taşra gider. Ve ağaç dibine varup Bâbüssa'âde tarafından ağaları
selamlar ve döner. Vüzerayı ve ehl-i Dîvânı selamlar gider. Kapucılar katibi Orta kapuda durup selamlar ve çıkar gider.
Evvel yeniçeri ağası kalkup Matbah önünden geçer Bâbüssa’âde mevkiinde biraz oturup izin oldukda girü (p ), ba’dehû kadıaskerler kalkup Babüssa’âde mevkiinde varup otururlar. Ağa çıkdıkda anlar girü dönüp ve anlar dahi çıkup doğru orta kapuya gitdikde vüzera kalkar, çavuş-başı kapucılar kethüdası veziria’zam
önüne düşüp sair vüzera ardında, en geridir. Evvel arz ise hazine
önüne vardukda veziria’zam ol gün mutatdır. Yakalı sarih, kır­
mızı, alaca katife çatma kaftan çıkup, hazinedar-başı gider, ol
heybetle gider. Ve içerü girdükde bunlar bu tarz üzre yürürler.
Guyaki sırt hammallan yük götürür. ■
îlçi geldikde galebe divan olup yeniçeri çok gelür ve taam zi­
yade pişer. Bölük ağalan Dîvanhâne’de iskemle üzerine gelirler,
yemekden sonra vüzera önlerine düşüp getirürler.
Mevacip verildikde kiseler hazine önüne yığdıp, tamam olıcak
mehterler vüzera önüne taşurlar. Evvelâ yeniçeri ağası kethüdası
ve ocak ağalan gelüp el öper, vüzera ayağa kalkar, baş-çavuş du­
rup «falaneı» diyüp çağınr ve kiseleri yeniçeri katibi yazar verir
Ve ruznâmeei yazar, tamam oldukda sipah kethüdası gelür, anlar
dahi vüzera ayağa kalkar, anlara dahi verirler. Sair esnafa tevzi
olunur.
Mu’ayyen haslan evkaf-ı selâtin nazın olmağla ciharşenbih
güni divanı olur. Müfettişler, evkaf-ı Haremeyn ve evkaf muha­
sebecisi ve ezcümle mütevelliler vannca umur görülür. Ağa-yı Bâ-
18
MEHMET İPŞİRLÎ
büssaade ağası, saray kethüdası, Saray imamı, saray muallimi, katib-i kebir, katib-i sağır, ser-gılman bakî ağavât-ı hane-i hassa,
hasoda-başı silahdar, çukadar, nkabdar, doğancı-başı doğancılar
otuz nefer avcıya Hasoda’da, yedisi hazmede, yiğirmisi seferlide
olur.
Zaman-ı Sultan Mehmed Han-ı Râbi’de doğancılar bilkülliye
ref’ olunmuşdur. Ancak has odada silahdar ağa ve çukadar ağa
ve rikapdar ağa, ba’dehû dülbend ağası, ba’dehû anahdar oğlanı
ve peşgir oğlanı ve ibrik oğlanı ve anlar aşağı şakirdleri ve nevbetci-başı cümle oniki mertebedir. Bakisi neferatıdur ki cümlesi
hasodalular kırk adem olur. Hasoda-başı ile silahdar ve çukadar
ile ziyade ve noksan kanun değüdir. el-ân böyledir. Bunlar odabaşmdan gayri kırk nefer olur. Hüddâm-ı haremin havassından
ağalardır, mensabıa çıkarlar.
Hane-i hassa üç dört odaya müştemildir. Biri kubbeli odadır,
ocaklıdur, taht-ı hümâyun ve Hırka-i şerif ve üç tabur ve müba­
rek dendan-ı şerif ve ba’zı eşya-yı müteferrika anda durur. Ol
bir odanın otuz penceresi vardır. Her birinde hüddam-ı mezkûrenün biri yatur. Bunlardan biri cürm itse ve döğülmeden imtina’
itse silahdar kılıç ile gelür, ol zaman dahi imtina’ itse, sarık gidilüp bağçe kapusundan çıkar. Kanun budurki yoluyla çıkan Orta
kapudan tevabi’ ve levâhık ile çıkar. Hazine Hasoda kurbundadur.
Hazinedar-başı ve hazine kethüdası baki nefer yüzondur. Ve bun­
ların arasmda elh-i meratip vardır. Yedi senede bir çıkma oldukda mertebelerine göre müteferrika ve çaşniğir ve bölük-başı ile
çıkarlar. Hazîneye mahsus meratib bunlardır.
Güğüm-başı, kürekci-başı ve şâir kilarlı Hazîne-i Amire ile
hane-i hazine beyninde vaki’ bir hanedir. Kolarcı-başı, kilar ket­
hüdası baki nefer ve oniki nefer mertebelüler tabir olunur ki peşgir-başı, mum-başı, tûtîci-başı, bülbülci-başı, tebsici ve yemişçi.
Seferli Sultan Murad Han-ı Gazî Revan seferine gitdikde bü­
yük odadan tefrik idüp, ifraz ve başka hane tayin eylemişlerdir.
Der-i hammam ile ağalar odası beyninde vaki’dir. Saray kethüda­
sı, câmeşur-başı, hammamcı-başı ve sâzende-başı ve sair neferatdır. Bunlar dahi yüzden mütecavizdir. Hane-i Bâbüssaade’den
içerü girildiği gibi sağ tarafda vâki’dir. Bunlar da ikiyüz elli sekiz
K A V Â N ÎN -İ OSMAJSTÎ V B R A B IT A -I Â SİTÂN E
19
kadar neferatdır, zabitleri hem seferlüye ve hem hane-i kebîre
müşterek saray kethüdasıdır. Ve bunlarda da mertebelüler vardur
ki odabaşı, imam ve külhancı-başı. Hane-i [küçük] bu dahi Bâbüssaade’den duhul eyledikde sol tarafdadır, kapu ağasına mahsusdur. Hasoda ile kuşhane ta’bir ettikleri mevziin beynindedir.
Küçük oda kethüdası, odabaşı ve sair neferatdır. Zikr olunan ha­
ne-i kebir ve hane-i sağır Sultan Mehmed Han-ı Rabi’ asrında
ikisi de ref’ olunur mesdûd olunmuşdur.
Çün îddiye olan elbise-i fâhire-i Dîvaniyyeyi anda giymek kanun-ı kadimdir. Libas tamam olunca taşra vaz’ olunan tahta te­
veccüh edüp, hasoda-başı kapusundan bir-iki hatve taşra çıkdıkda kapu ağası ve hazinedar-başı ve saray ağası Bâb-ı sa’âdet verâsmda saff olup dururlar. Zikr olunan dört ayak üzre dâmen-bûs
ederler. Ve ol mahalli tecavüz edüp, miyân-ı meydanda vâki’ dıraht-ı fıstık altmda muntazır-ı kudum-ı şah’ı Cemcâh olan îmam-ı
Sultanî ve re’is-i etıbba mukabelesine de gelince iltifât-ı nazar
ve selâm üe tegallüb-i basar edüp tevakkuf etmeğin anlar dahi
dâmen-bûs ile müşerref olurlar. İmam alâ veehi’l-ihtisar devam-ı
devlete du’a edüp, Fatiha okundukdan sonra harac-ı dervâzede
olan taht teftâra varup, du’â edüp karar edecek esnada ol mey­
dân [ı] dâiren mâ-dâr ihhata edenler selam ve arz-ı dîdâr ettikde
çavuşan pür-sadâ alkış ve du’â ederler. Çün ol taht üzre mutma’in
olurlar, Bi-mennihî aleyh.
Kapucı-başüara âsâhâ-yı sîmînlerine itika edüp, taht-ı muka­
belede ayağ üzre dururlar. Çün kanun-ı kadim-i Osmam olan hakan-ı vüayet-i Kırım evladından Asitânede olan hanzâdeler cânib-i yesârda gelüp, dâmen-bûs-i pâdişahî üe müşerref oldukdan
sonrş, rucû’-ı kahkârî üe rucû’ edüp, meydan ortasmda taşra gi­
derler. Ba’dehû nakibüleşraf yine ol cânibden gelüp dest-bûs ve
ba’dehû şehzâdeğân, ba’dehû müteferrika ve çaşnigîr ve ba’dehû
ma’zûl beylerbeyüer bisât-bûs üe müşerref oldukdan sonra anlar
dahi dönerler. Ba’dehû erkan-ı Dîvandan çavuş-başı ve kapucüar
kethüdâsı sîmîn âsâ üe bervech-i müsaraat dîvan-hâneye girüp,
vüzeraya işaret edicek, vezîria’zam ve şâir vüzerâ ve kuzât-ı asâkir
ve nişancı ve defterdar ve akablerinden re’îsülküttab revân olup,
mahall-i selâma kaldıklarmda tevkir-i tam ederler. Ve ol dahi canib-i yesara dolaşıp ol tarafdan gelüp kûşe-i dâmen-bûs eyleyüp
20
M E H M E T İPŞİR Lıî
taraf-ı yemin andan geçüp gidince ka’im olmağa taz’îf-i ikram
ederler. Çün vezir ol canibe geçüp ayağ üzre durur. Sâ’ir vüzerâ
ve kadıaskerler dahi vahiden ba’de vâhid gelüp herbirine selâm
ve kıyamda alâ hesebi’l-merâtib ittifat edüp onlar dahi takbîl-i ezyâl edüp, sonra vezîria’zam canibine geçüp mertebeleri hasebince
ka’im olurlar.
Ba’dehû tabaka-i ulemâ evvelâ şeyhülislâm ve akablerinde
kadıaskerlikden munfasıl olanlar mertebesine varınca alâ hasebi
merâtibihim cemm-i gafîr müte’âkıben gelirler. Şeyhülislâm mahall-i selâma geldükde padişah kıyam edüp ve birkaç hatve yü­
rür. Hazret-i müşârün ileyh girüye miyân-ı meydanda taşraya
teveccüh edüp, bâki ulemâ dahi gelüp bi-hasebi’l-merâtib dâmenbûs olduklarında mevleviyet-pâyesi üe olup nev’-i kıyâm ile ikrâmı lâzım olanların vak’-ı şânı ma’lûm-ı sultânî olmak içün vezîria’­
zam tertib ile okuyup «falan kadısı falandır» diyü ta’rîf eylemeğin
bâkilerine selâm ederler.
Ba’dehû yeniçeri ağası âmmeten ocak ağalan ile gelüp taraf-ı
zeyl-i pâdişâhı takbil edüp, ba’dahû huzzâra selâm ve du’â-gûyân
ettikden sonra harem-i saraydan hane-i hassa teşrif edicek, tebdîl-i câme ve libâs ettikden sonra salât-ı îdî edâ içün yine taşraya
çıkup teveccüh ederler. Ammeten üzengi ağalanndan vâkıf-ı na­
zırlardır. Ol neyyir-i sa’âdet tulü’ etdikde re’s-i safâbahşa suvâr
olup orta kapucı taşra çıkınca çukadar ve silahdar süvâra çıkup
taşra çıkdıkda vüzerâ ve bâkı erkan hâric-i bâbda süvar esb müterakkıb intizar olup durmuşlardır. Önlerine düşüp Cami-i Ayasofya yahud Sultanahmed Camiine teveccüh buyururlar. Ba’de
salati’l-îd girü Saraya’a avdet olunup âmme-i ehl-i Dîvan mahall-i
mu’tâde dek getürüp süvar olduklan yerde nâzil [ve] Hassa oda­
ya dahil olurlar. Kapu ağası önünde vâki’ sofa üzre bir taht vaz’
olunup Saray halkı ande el öpmek kanundur. Culus edüp Saray
kethüdası rikab oğlanlarından ber-vech-i mu’tâd dâmen-bûs ol­
duklarından sonra ba’dehû hazîne kethüdası umumen hazine gılmanlarıyle dâmen-bûs ederler.
Ba’dehû kilâr kethüdâsı cümle küâr-ı hassa gılmanlarıyle,
ba’dehû hâne-i seferliden câmeşûy-başı neferatı seferlüyan ile dâ­
men-bûs ederler. Ba’dehû makamlarına giderler.
K A V Â N ÎN -İ OSMANÎ V E R A B IT A -İ Â SİTÂN E
21
Ba’dehû Hasoda’da olanlar taht üzre culus edüp nedîmân-ı
has gelüp nükte-perdazlıklar edüp ol esnada sahanhâ-i zerrin Ue
et’ime-i fâhlre gelüp Helvahâne’den hâriç tabaklar üe helvalar ge­
lüp vaz’ olundukda vüzerâ ve şeyhülislâma ve meşayihe ol tabak­
lardan boğçalara bağlanup irsal buyururlar. Bu cânibde vüzerâ ve
şâir ehl-i Dîvan oturacak Matbah-ı Amire’den et’ime-i nefise çekilüp yeniçeriye müstevfî ta’âm nihâde ederler.
Ve ashab-ı Dîvan kalkup herkes makamlarına yerlü yerine
giderler. Ve pâdişâh ba’de’t-ta’âm nüdemâ ile has bağçeye inüp at
Ue sâhü-i bahrde vâki’ Sultan Bayezid köşkü yahud Sultan Murad Han binası olan kasra nüzûl edüp culûs etdikde pây-ı taht
olan esnâf-ı hüner erleri gelüp arz-ı hüner eylemeleri mûtâddır.
Gelüp mu’tenim olup giderler. Ve toplar atılup ba’dehû kalkup
harem-i saraya dâhü olurlar.
İbtidâ baltacı olan kimesne aşcüarda, helvacüarda birinin çerağı olsa aşçılardan olan usta durur, Helvahaneden olan ikinci du­
rur, taşradan ise aşçı durur. Ve bir gün sonra gelen bir gün evvel
gelenden ve yeni acemi olan iki varul ve iki güğüm Ue' taşra kapı
önünde çeşmeden su taşır idi. Güğümler varur ve herbiri sakası
alur ve anı doldurur.
Padişah hazretleri ve serdar ardınca yedi sancak gider evvelâ
baş-alem beyazdır, ikinci yeşil, üçüncü surh, dördüncü zervâ, be­
şinci beyaz üe yeşil, altıncı kırmızı üe san ki yeniçeriyan bayra­
ğıdır, yedinci kırmızı ile beyaz, vüzerâ kırmızı, vezîria’zam yeşü,
emîrülümerâ kızıl sancak çeker. Şehzâde çıkdıkda yeşü sancak verüir. Dört büyük tuğ padişah önünde gider. Ve onbir yedek ve
şeyhülislam iki tuğ biri toplu biri topsuz ve kadıaskerlere birer
tuğdur topsuzdur.
Selefde bir uğurdan beylerbeydik verilmezdi. Rûmüi’nde ve
Anatolu’dan sonra otuz sene sancaklar gezüp tamam ehl-i Dîvan-ı
vukuf, seferlerde yararlığı zuhur eyledikde bir eyalet ihsan olu­
nur idi. Eyaletde dahi aslâ ma’zul olmayup, zulm ederse hakkın­
dan geinüp, sâ’ire mûcib-i ibret olurdu. Şimdi ise biri mansıba he­
nüz varup oturmadan birkaç gün harçlık olsun diyü devir nâmına
dürlü bahane ile fukarayı soyup alurlar. Ol senesini tekmü etme­
den bir akçeye muhtaç dahi yerine varup borcunu edâ edüp, ken­
22
MEHMET İPŞİRLıİ
dine niçe müddet kifayet edecek malı tahsil içün fukaraya musal­
lat olup bir adem suya gark olsa niçün oldı diyü hane halkrnı zencire çeküp akçelerin alup, niçesin öküzünü satup borca girer his­
sesine düşeni verir. Ve bir fakirin oğlu ağaçdan düşse babasını
habseder akçesini alur. Hem oğuldan hem maldan çıkar. Bu cüm­
le kesret-i tebeddülat neş’et eder.
Selefde her sancak beyinin eyaleti askerinden gayri niçe yüz
cebelüsü var idi. Şimdi mîrimîrânın kırk elli âdemisi yokdur. Ve
kanun her kangı beğlerbeyilik mukaddem feth olmuş ise ol beğlerbeği sairine tekaddüm eder. Ve her kangı beğlerbeğilikki biri­
ne inayet ola, ol beğlerbeğiliğin defterinde muayyen ne denlü has
ise ona sarf eder. Sefer vaki oldukda ne mikdar has tasarruf eder
ise beş binde mükemmel cebelüsü olur, ardında bayrağını çeker.
Has ile olan eyaletler üç olup biri havass-ı humayun ve biri
hass-ı vüzerâ ve ümerâ ve biri de zeamet ve timardır. Sair sâliyane
üe olan beğlerbeğilik cümle mahsûlatı cânib-i pâdişâhîden zabt
olunup, beğlerbeğisine ve sancakbeğlerine ve kul ta’ifesine hasıl
olan malından sâliyane ve ulûfe verilip, her hangi sancakbeğinin
hassı ziyade ise ol beğ mâ-dûnuna tasaddur eder, ibtidâ sancak
ikiyüz bin akçe iledir.
Kırım ham Cengiz han neslinden hutbe ve sikke sahibi mülûk-i îslâmiyyeden olup, Al-i Osman’a itaat edegelmişlerdir. Nasb
u azilleri ve tebdil ü tağyiri taraf-ı saltanatdan olagelmişdir. Lâkin
namelerde ve şâir ahvalde padişahana ikram u iclâl ile şâir mulukden tekaddüm ederler. Cümle han-zade vüzeraya tasaddur
eder. Ve bu hanların küçük karındaşı kalgay olur, vezîr-i kebîr
makamındadır. Nureddin dahi vezîr-i sağır makammdadır. Ve şî­
rîn beğleri vardır, sancakbeğidir. Tatar mirzalarından kabâ’Ui ki
ana Mugay Tatarı derler, cümle zâbitleri sancağı Kerş boğazın­
dan taşra Dest-i Kıbçak’dan konar ve göçer olur. Tatar tasarrufu­
dur, bir yere asker çıkarmak lazım gelse on oniki adem getürürler
ve bir koşun ta'bîr ederler. Her karyede kaç koşun çıkarabilürler
defter ile ana göre çıkarlar. Kırım Hanı sefere me’mur oldukda
kırkbin altım ve murassa’ kılıç ve hartayla bir kapucı-başı gider.
Vüzerâ beğlerbeğüere tasaddur eder. Mal defterdarları sancakbeğüerine ve üzengi ağalarına tasaddur eder. Ve üzengi ağala-
K A V ÂN ÎN -İ OSMANÎ V E R Â B IT A -İ Â SİTÂN E
23
nnın mukaddemi yeniçeri ağasıdır, ba’dehû kapucı-başı ve mirâhur ve çavuş-başı ba’dehû çaşnigir-başı ve bölük-başı ağalandur.
Bu mertebe üzre defterdar nişancıya tasaddur eder, meğer nişancı
eski ola. Bunlar cümle müderrislere tasaddur ederler. Başdefterdar bilâd-ı selâse kadısı ile beraberdir. Sancakbeğleri sahn mü­
derrislerine tasaddur ederler ve sancakbeğinin altındadır. Defter
kethüdaları müteferrikaya ve çavuşlara tasaddur eder. Selatin
mütevellileri, çaşnigirler ve müteferrika ve yüzelli akça kadıdan
mukaddemdir. Katibler çavuşlara tekaddüm eder. Yeniçeri katibi
ve ruznameei onlardan mukaddem olan şehr-eminidir. Ba’dehû
defter-emini, ba’dehû arpa-emini, ba’dehû tersane-emini, ba’dehû
gümrükçü, ba’dehû matbah-emini gelir.
Bunlar kadim ocaktır devlet evvelinde vaz olunmuştur. Sul­
tan Mehmed asrına gelince baş bölük idi. Ve alayda padişahın ka­
fadan olup aşağı bölükler atlarında giderler idi. Sonra yedekler
önünce giden beyzadeler, sipahzâdeler çoğalup anlara dahi kırmı­
zı bayrak verilüp canibi yemini geçirildikde sol canib zümre-i mezbûreye tayin olundu. îkiyüz altmışar bölüktür. Ağası ve kethü­
dası ve kethüda-yeri ve başçavuşu ve katipleri vardır ve halifesi
vardır. Rikab ağalarından olup üstü san bayraklan, tuğ ve alay
bayrağı çeker. Ve eanib-i yesarda konar-göçerler cülusda beşer
akça terakki ve biner akça in'am alırlar.
Sefer oldukda yol tathiri bunlarındır. Kadimü'l-eyyamda bir
miktar neferle kethüdaları giderdi. Sonra çavuş tayin olunup me­
sela yolun köprülerinin ve sa‘b yerlerinden re'aya sürüp ma'mur
ederler. Hünkar seferi ise birkaç mil yerde yolun iki tarafına adım
boyunca toprak yığarlar ve bunlan döküşte ikişer akça âdet terak­
kileri ve re‘ayadan zahireleri vardır. Ve cebehaneden kürek ve kaz­
ma ve sa’ir âlât biri bir kantar katır ile verilir. Otuz nefer kadar
dahi yedekciler hünkar yedeklerini çekerler. Hünkar bizzat sefe­
re gitdikçe gitmezler ve ulûfeyi ibtida bunlar alur. Tuğcı-başı ve
yedekçi-başıları vardır, cümlesi gediktir, ru’us-hümayun ile veri­
lir. Hünkar camiye çıktıkda ve sa’ir (?) bindikçe mücevveze ile
yedekleri bunlar çekerler. Bölük-başılık selefde müteber gedik idi,
amma hâlâ ancak iki akça terakkisi vardır. Hâlâ cümle sipah altı
bölük onbeş bin ikiyüz kırk sekiz nefer olup bir senede sekizyüz
yük ve yiğirmi sekiz otuz iki bin dörtyüz otuz altı akçe olur.
24
M EHMET İPŞİRLİ
Her odanın bir çatal bayrağı vardır, nîmi san nîmi kırmızıdır.
Ağanın alayda ak bayrağı vardır, ardınca yürür. Ve mehterhane­
si var. Ve divanda sekban-başı ağanın sağ tarafmdan oturur ve
İstanbul ağası sekban başının altı yanmda oturur. Yeniçeri ket­
hüdası katibi tasaddur eder, hâlâ ber-akisdir, fodla katibinin al­
todadır. Ağa imamı ordasmm? çorbacısı örf giyer fodla katibi­
nin a lto d a durur.
Yeniçeri ağasının rikab-ı hümâyûna mülâzemeti kanundur.
Ağa divandan sarayına gelüp andan indikte baş-çavuş du‘â ider,
divan tutar yanmda kethüda yeri katibi durur. Du'âyı mahfice
okur. Evvela Fâtih Sultan Mehmed Han’dan başlayup padişahları
sayar. Veziriazam ve ağa selametliği içün ve Hacı Bektaş ruhiyçün
didikte ağa ayağa kalkar, bu uslub üzre du‘â olur iken çorbacılar
ve odabaşılar ayak üzre dururlar. Tamam oldukdan sonra ağa
yukarı divanhaneye gider, maslahatlu var mı? diyü çağırırlar. Ye­
niçeri kethüdası ve baş-çavuş ve kethüda-yeri ve orta-çavuş ve küçük-çavuş başlarına kalafat ve ayaklarına kırmızı paşmak giyerler
başlarına mücevveze ve ayaklarına kırmızı paşmaklar giyerler ve
fi’l-cümle ahval Hacı Bektaş Veli’nin kerametine nihayet yoktur.
Müşarun ileyh hazretlerine intisabları kul cihetinden bir bölük si­
pahidir. Ef'al ve a'mal ve itikat cihetinden değüdir. Ve bu Hacı
Bektaş b. Seyyid Musa b. Seyyid İshak b. Seyyid İbrahim el-Murtaza el-Asfar b. el-îmam el-Kazim. Ve nakü iderler ki İmam Musa
vefatmdan sonra Horasan vilayetine göçüp Nîşabur'a tabi kasaba-i Yasba?’dan mütemekkin oldu. Ve ol vakit şehrin ulemasın­
dan Şeyh Ahmed nam azizin Hatme? nam dukteri ile tezviç eyleyüp bade zaman kendülerden Hacı Bektaş vucuda geldi. Vaktaki
kemal-i büluğ mümtaz oldukda piran-ı Türkistan’dan Ahmed Yesevi’nin halif e-i nâmdârı Şeyh Lokman ki asrının muhtarı idi, binâ­
en alâzâlik vâlid-i büzürkvârı Hacı Bektaş andan tahsü-i kemal et­
sin buyurur. Zira ki îm âm Cafer-i Sâdık hazretleri kendi mübarek
hırkalarını Bayezid-i Bistâmî üe mezbur şeyh Lokman’a gönder­
miş idi.
Ve’l-hasıl Hacı Bektaş Veli kâmü oldukda ve ulûm-ı zâhir ve
bâtın tahsü eyledi. VUâyet-i Rûm'a gönderdiler. Suluca Kara
Öyük’i sana yurt verdik buyurdular. Ve ol tarihde Rûm erenleri­
nin kutb-ı namdarı Karaca Ahmed Sultan idiki Sivrihisar’da sa­
K A V Â N ÎN -İ OSM ANÎ V E R Â B IT A -İ Â SİTÂN E
25
kin Seyyid Nureddin nam umdetü’l-vâsüan terbiyesi ile seceâdenişîn olmuşdu. ...Menkuldürki Sultan Orhan biraderi Alaeddin
Paşa feth-i Bursa’dan sonra sikke ve ta’yin-i libas... ol za­
manda ekseriya surhser ...sipah libasları börkler giyilmiş idi.
Ba'dehû hayru’s-siyâb ebyaz külahlar... olmış idi. Ve vüzera ve
ümerâ kullarma Emir Timur taş ilkasıyle kırmızı börkler giydiril­
mek ta Sultan Murad Han zamanma gelince ihtiyar olunmuş idi.
Kisvet-i Bektaşî dedikleri anın tarihinde Hacı Bektaş-ı Veli işa­
retiyle vuku* bulmuş idi. Yeniçeri taifesi beyninde Hacı Bektaş-ı
Veli ve Timurtaş hazret-i Mevlana evladından Emir Şah Efendi
marifetiyle Yeniçeri keçesini düzüp bunlara giydirdiler. Ve keçe­
den bünyâd olunduğu içün namına keçe dinilir ve Yeniçeri yol­
daşların giydikleri nîm? hazret-i Mevlananm kisvesinden numu­
nedir. Ve üzerinde olan bayrak Hacı Bektaş-ı Veli’nin yeniden numûne edüp du‘â ve sena üe giydirdiler. Ba'dehû giderek ganâim
çoğalup altun üsküf ve murassa* börklük edinmek yedi, yüz sene­
sinde Orhus? Bey işareti ile kaia-i Siroz feth olundukda bazı mü­
verrihin kavlince bu kal‘a içinde vâfir altun taslar çıktı. îğtinâm
eden gaziler başlarına giyüp mübâhât etmekle Yeniçeri üsküf ica­
dı tahakkuk buldu. Ve kisve-i mezkurden çorbacılar giydüği doğ­
ru? börk ki vardır Gazi Süleyman Paşa dahi giyüp hâlâ anı Yeni­
çeri yaya-başüan giyer. Ve Yeniçeriler seferlerde feth-i futûh olup
gazî olduklarında keçelerini delüp turna? börkünü takarlardı...
Çorbacüarın börkü doğru keçedir, yeniçerilerin eğridir.
Ve çorbacıların giydikleri doğru keçe üzerinde süpürge sorguç
kim vardır, Yüdırım Bayezid Han zamanmda Karaman oğlı fetih
olundukda Hacı Bektaş-ı Veli türbesini ziyaret etmekle yaya-başılardan bir kaçı varup mezarını ziyaret idüp anmla süpürüler idi. Ol
çorbacüarın birisi teberrüken ol süpürgeği başma gitdikde bir mer­
tebe'ziynet verdikim sair çorbacüar dahi ol börkten getirüp ol sü­
pürge numunesinde bağlayup ol üsküfün üzerine geçirdüer. Ol za­
mandan berü kanun oldı ve ardında olan tum a-teli kadimdir niha­
yet evvelden gazada bir tane takarlardı lâkin börk bir olmağla ve
üsküf giyilüp çıkarıldıkda kah kırılup tum a-teli kırümamak için al­
tı yedi tane turna-telini bir yere bağladup giydiler. Ve ol balgıçından? olan turna-teli sonradan Sultan Selim Han zamanmda acem
seferinde ellerine? girmekle anı turna-teli gibi bağladup ocak ağa­
26
MEHMET İPŞİRLÎ
lan giymeği kanun eylediler, ta kim yayabaşılarla ma-beynlerinde
fark ola deyü. Yeniçerilerin tayin olunan odalardan ortada odalar
bina olunmuşdur, amma sipahi içün tayin olunmamışdır. Zira
yeniçerilerin kanum ergenlikdir. Ergene ise sakin olacak bir yer
lazımdır diyü odalann binası Fatih Sultan Mehmed Han asımda­
dır.
İstanbul feth edildikde yeniçerilerin bir bölüğü Vezir; Mehmed
Paşa üe .. .yürüyüş itmekle feth olunup Un-kapanı kapısmdan
içerü girüp hâlâ eski odalar olduğu mevzı'a geldiklerinde bayrak­
larını anda diktiler. Ve ol zamanda vaki olan Yeniçeri ağası ki sekban-başı idi, anınla olan cümle yeniçeriler ile yeni odalar yerine
anlar dahi bayraklarını dikdiler.Ve zirk olunan odalarının bünyadına mübaşeret eyledüer...Andan sonra yeni odalar itmamları son­
ra olmağla yeni odalar oldı ve malum olsunki ağa bölüği odaları
Sultan Selim Han zamanmda içerüden ağa çıkdıkdan sonra ih­
das olunmuşdur. Cümle yeniçeri odaları birden yüzbire? varınca
cema'at tabir olunur ve bundan maada altmış bir dahi ağa bölüğidir. Mecmûı yüz altmış iki odadır. Ve bu yüz bir cema'atin birin­
ciden beşinciye dek devecilerdir. Ve sekizinci ve yiğirmi dokuzun­
cu ve otuz üçüncü ve kırk yedinci ve elli dokuzuncu devecilerdir.
Ma'lum olsunki on dördüncü ve kırk dokuzuncu ve altmış altmcı
ve altmış yedinci bunlar hasekilerdir. Ve dahi kırkıncı cema'at
teke? odasıdır. Ve elli iki cema'at katırcılardır. Ve altmışdan alt­
mış üç bu dört oda solaklardır. Ve altmış dört cema'at ise sekban­
lardır. Nihayet altmış sekban-başı odası olup neferatı ziyade çok
olmakla beyinlerindedir. Bir azim erkan vaz' edüp sekbanlar kethüdâsı ve katibi ve baş-çavuş ve neferatı oturup oda tayin olunur.
Anlardan birden otuz dörde varmca çorbacüar ve oda-başılar ta­
yin edüp birinciye kethüda odası, on sekizinciye katip odası, otuz
dört ferd? ulûfedir.
Fatih Sultan Mehmed Han şikâra mâü olmağla ol asırda olan
yeniçeri ağasmı davet edüp kendü ile şikâra çıkmağa yarar ve
muallem tazılar beslemek lazımdır deyü Yeniçeri yoldaşlardan bir
bölük tazı beslemek içün sekbanlar tayin eylediler. Ve bunlar
içün başka sekbanlar fırunı icad edüp üzerine on dört akçe ile
bir ekmekci-başı tayin eylediler. Bu fırunı Ayasofya kurbmda bina
etdürüp ve hünkar Ue av olurken şikâra tazı yetişdirmeğe adam
K A V Á N IN -Í OSM ANÎ V E R A B IT A -İ Â SİTÂ N E
27
lazım olueak, neferatı ile sekban tajón ederler. Bu ancak bunlar
içündür. Amma hala gajrriye sirayet etmişdir. Ve bu sekkan-başının cümle koruları zabtmdadır. Ve dahi altmış sekiz cema'at turnacüar odasıdır. Ve yetmiş bir cema'at saksoncudur. Sekban iki
zenberekcilerdir. Ve doksan dört imam odasıdır. Ve birinci ağa bö­
lüğü kethüda beğ odasıdır. Beşinci ağa bölüğü baş-çavuş odasıdır.
On birinci .ağa bölüğü çerge odasıdır. Yiğirmi birinci bölük paşa
odasıdır. Otuz üçüncü ağa bölüğü camcılardır? Elli dört ağa bö­
lüğü talim hanecüerdir. Elli altı ağa bölüğü kayıkçılardır. Ve dahi
gılmanan-ı acemi ki otuz dört odadır. Anlarda birinci ağanın bö­
lüğüdür. Ve otuz birinci acemi katibinindir. Ve bu odalar iki sıra
biri kethüda sırasıdır. Ve İstanbul ağasmm bir oda dokuz odadır.
Yeni odaların kapuları cema'atin on üçüncüdeki? andan Orta
camii'e varulur. Ona Meydan kapusu derler. Diğer Çayır kapusu
derler ve bir kapuya dahi Ağa bölüğü kapusu derler, ikinci Ağa
bölüğü odası vaki' olduğu yerde ki ondan sıra? vardır bölüklerdir.
Ve biri Solaklar kapusı ve biri Et kapusı ve biri dahi Karaköy
kapusı. Bu kapular Sultan Süleyman asrında olmuştur. Ve ol asır­
da Orta cami‘ bina olunmuşdur. Ve eski odaların üç kapusı var­
dır, biri kırk dördüncü kapudur. Ağa bölüğü ki Ferhad Paşa sarayı canibine Çukur çeşmeye düşer. Ve bir kapusu Şehzade cami‘ine ve bi kapu dahi Mejrjód kapusıdır. Ve bu Yeniçeri ocağın­
da mu'teber ağa bölükleridir. Zira bu bölükler kethüda beğ ve ağa
olur. Ve ağa içerüden çıkmağa bâis Sultan Selim zamanında Divan-ı Hümâjrûn’da bir muhalif vaz‘ zuhura gelmeğe su’al olunup
kabahat ağadan olduğu ma'lum oldukda içerüden Silahdar-ı şehriyârîye ağalık verilüp ağa kati olundı. Ve hala Süahdar-ı ağa ey­
lediklerinde önünce Divan komağa bölük-başı gelmekle kendileri­
ne mahsus bölükler altmış bir bölük ağa bölüğüdür. Ellişer nefer
ile üzerlerine birer ihtiyarî, onar akçe üe bölük-başı ve birer oda­
başı ve vekil-i harç ve bayrakdar ve müteferrika ve aşçı ve karakullukeı tajón olundu. Ve mukaddema yeniçeri kethüdaların
muayyen odaları yok idi. Sonra Ağa bölüğü ihdas olundukda birin­
ci Ağa bölüğü kethüdâ odası tajón olundu. Divana Kethüda beğ,
çorbacı üsküfü ile varır lâkin tum a-teli yerine balıkçın takınır.
Ulûfesi altmışar akçedir ve ağanm hidmetkandır. Ağa kapusuna
geldikde selama durmaz, ağa ile kapuya ma’an iner. Ve Divanda
ayak üzre durup hidmet ider. Kapuda nerdüban başına durur. Ve
28
MEHMET ÎPŞİRLİ
kethüda beğ kapuda evine geldikde baş-çavuş ve orta-çavuşu ve
küçük-çavuş önüne düşüp gönderiler Gerçi Sekbenbaşı Kethüda
beğ üzerine tasaddur eder, amma cümle ocağın kethüda zabitidir.
Ve taşralarda ve İstanbul’da cümle kollukları Kethüda beğ verir,
katibüği gedik değildir. Ve dahi baş-çavuşa beşinci Ağa bölüğü
odası tayin olundı. Mukaddema odası yokidi. Divana vardıkda baş­
çavuş, çorbacı üsküfü giyer amma sorguç giymez. Ancak tuma-telleri ile kuka giyer ve çıharşenbih güni orta-çavuş, küçük-çavuş Et
meydanmda odalara mum ulaştırırlar. Ve Kethüda beğ ...ve ket­
hüda yeri tayin olunan bölük çorbacısı mukaddema Sultan Bayezid Han asrında olmuştur. Ol zaman Kethüda Beğ Donanma-i
Hümâyûnda olan Yeniçerilerin serdarı olurdı. Yerine kapudan bir
adam lazım olmağla baş bölükbaşıyı kethüdâ-yeri nasb eylediler.
Divanda vardıkda ağayı ata bindürür ve hizmeti bütün gün ak­
şam olunacağa dek Ağa kapusunda durup, geleni ağaya buluşdurmakdır. Ve Ağa kapusmda olan serâser kuşaklı mumcuların
ve kârhanelerde olan kullukculann zabitidir. Ve ağanın resmini
ol cem eder. Ve bir katibi vardır, ağadan yeniçeri serdarlıkları
mektubunu ve beytülmâl kabzma tayin çavuş ve nazırların mekatibini cümle ol kethüdâ-yeri katibi yazmağa müfevvazdır. Bu
katib sefere vardıkda börk... keçe giyer. Ve muhzırlık kethüdâyerinden muhzır ağa alır. Bu dahi Sultan Selim asrında icad olmuşdur. Bunun hidmeti neferâtı üe veziria'zam kapusmda durmakdır. Ve yeniçerilerden bir maslahat ve bir dava ile geleni pa­
şaya buluşdurur ve para paşa kapusmda olan ahvali her gün ikin­
diden sonra ağaya gelüp büdirmekdir ve giydiği çorbacı keçesidir.
Altmış sekizinci cema'atin yüğrük ...tazıları vardır bir gün
şikâra onu sah-verir... Hikmet-i hüdâ gafilâne tum anın üzerine
sürieek turnayı tutar böyle olmakla ol isim ile tesmiye olundu.
Tazı beslerler, bunun yolu samsunculukdur.
Sultan Mehmed asrmda Eflak tarafından bir kaç samsun gel­
mekle onları beslemeğe bir oda olsa ve bu ol vakit yetmiş birinci
cema'at cümleden eski olmağla yiğirmi beş akçe ulûfe ile samsuncu-başı eylediler. Ve bunun yolu zağarcı-başılıkdır. Ve ikisi bir
asırda olmuşdur. Ol dahi altmış dördüncü eema'at zağarcı-başı olmuşdur. Yiğirmi beş akçe ulûfe ile ve bu gedikden kethüdâ beğ ol­
mağı kanun eylediler. Bunların hasekileri vardır, önünce giderler.
K A V Â N ÎN -Î OSM ANÎ V E R Â B IT A -Î Â SİTÂN E
29
Ve bunların önlerince sarık ile gitmek lazım geldikde sığama sarık
ile kethüda beğin ve yeniçeri katibinin ve kethüda beğ ile çavuş
ile muzhır-başmm yoldaşlarıdır.
Ve solak-başılar kadimdir., dört odadır. Altmışıncı ve altmış
birinci ve altmış ikinci ve altmış üçüncü ve her birinde yüzer so­
lak vardır ki mecmu'ı dörtyüz solakdır. Terakki ve tenezzül ol­
maz ve bunların bir solak-başüarı birer kethüdâları ve bir emini
olur. Yeniçeri çukalan kanun üzre leyle-i kadirde senede bir defa
sipah beylik çuka ve astar verdiklerinde çorbacılara verilen yeşil
...çuka gibi her odanın... eski solaklan süpürme? çuka alırlar.
Ulûfeleri dokuz akçedir ve solakların giydikleri çorbacı çukasıdır.
Ve süpürge ...turna-telidir. Ancak solak-başı ve kethüdası tum ateli yerine balıkçın takar. Hünkâr cami’e çıkdıkda ve alaylarda
giydikleri gerek kaftan gerek dolamanın yenleri dörtdür. İki yeni­
ni kollarına büküp ikinsini ardına kuçağma sokarlar. Ve gömlek­
leri eteğini taşra sah-verirler. Ve gömlekleri dülbendden yahud
kenarlu nazik beslerdendir. Ve ellerinde ok yay getürürler kanun­
dur. Bunların yollan atlu sağarcıhk yahud ihtiyar ise aşcı?/çorbacıhğıdır. Eğer ok atmakda mahir ise talimhaneci-başılık ile behremend olur. Ve dahi solaklar kethüdaları ve solak-başılannın yo­
lunda padişahın licamından tutarlar. Ve sekban iki cema'at odası­
nın çorbacısı ki... başıdır ...Koyun emini olmağla ol gün... kasablar mutemetlerine virüp mabetlerinde kullandınp faidesinden anın
zararını virirlerdi. Sonra giderek koyun bahah oldı. Sultan Süley­
man zamanında tomruk tayin edüp meydanı bina eyledüer. Ve ko­
yun zaran önceden elinde üçyüz altmış koyun tayin olunmuşdur.
Bunlara koyun bulunmadıkda ol mîrî koyundan saklayup zahire
idüp vererler dahi başka nısb gümrük kasabaya olunmuşdur. Bun­
ların zaran buradan verilir. Ve odadan odaya yanmşar koyun ve­
rile gelmişdir. Ve bu koyun beş mevsimdir. Biri karahanidir ve biri
bahardır ve biri ağustos ve biri müzayakadır ve biri...
Sultan Mehmed Edirne’de olan yeniçeri odalarının beklemek
içün kendüleri sefere çıkan ulûfeyi verirlerdi. Lâkin sonradan Kara
Boğdan seferine varup feth-i futûh olup yeniçerilerden mecrûh
olanlardan ulûfeleriyle koruculuk gedik oldı. Ve Fatih Sultan
Mehmed Han İstanbul’da olan odaları bina eylediklerinde on nefer
oda kurup Habeşî? tayin edüp sonra giderek çok oldılar. Seraser
30
MEHMET ÎPŞİRLİ
kuşaklu gediklerin evveli Sultan Mehmed Han zamanında olmuşdur. Ol zamanda yeniçeriler fermanda düzelmiş? alaca kuşaklu
vardır, anı kuşanırlar idi. Ol zaman ferman oldı ki ağaya hiz­
met ede. Baş kuşağı seraser olsun, ta ki fark oluna Ağanın baş
gediklerinin biri baş-mehterdir andan orta-mehterdir ki ağanm
divan hanesi firaşıdır andan küçük-mehterler, talim haneeidir.
Bunların yollan bölük-başılıklardır, küçük çavuşlukdur. Ve odabaşüan birinci ağa bölüğünün oda-başısı ki kethüda beğ odasının
oda-başısıdır. Dahi börksüz keçe giyer ve serâser kuşamr. Ve kadîmü'l-eyyâmdan berü kara seferlerinden yeniçeri ağasının önün­
de beşinci-başı ve çavuşun oda-başısı ağa meş'alesini çeker meş'alecidir. Bunlann yolları yeniçeri çavuşluğudur. Himmet olursa kü­
çük çavuş olurlar amma hala teka'üd olurlar. Ve ağa kapusu hüddammdan küçük-mehter altmda çukadardırki ,ağanın yağmurluk
kesesini götürür ...Altıncı mataracı ve dahi camedân ve iki tüfenkciler andan aşağı bayrakdâr ve iki tuğcu bunlardan aşağı
mumculardır. Ağanın bal? mumum götürür. Selefde bunlar üç
idi ve bunlar börklü giyerler idi ve dahi dört gönderici ki bunların
börklüğü yokdur. Bunlann yollan mehter-başılığa dek vanr. İs­
terse bu gediklerden çavuş olur.
Ve elli altı kayıkcüar bölüğü muhtesib çardağım beklerdi. Bölükbaşılardan bir oda ases-başı olur, amma odası mu'ayyen değüdir, kangı odanın ağa bölüklerinden olursa yeri ases-b‘aşı olur.
İstanbul içinde Baba Cafer zindanı ve Tomruklarını ol zabt eder.
Seferlerde giden serdar âdeti muhzır-başılıktır, yahud seferde saka-başı, yahud ağanm otakcısı. Ve kapu oldukda haricden adam
alınmak selefde hilâf-ı kanun idi.
Rûmili ve Anadolu vüayetlerinde yarar oğlanlar devşirüp sürü
ile kızıl aba giyerler. Gelüp dahil oldukça Rûmili’nden geleni Ana­
dolu ağası, ve Anadoludan geleni Rumili ağası zabt ederdi. A'yân
ve erkân hidmetine ve ocaklara tevzi olup bir nice müddet hidmet
öğrendikden sonra acemi-oğlanı yazarlardı. Yarım akçe ile ba'dehû be-dergâh olup üç akçe ile yeniçeri olurlardı. Bazüarı bostanlarda ve tophanede ve cebehanede hidmet edip ol ocaklara dahi
haricden girilmez, bu tarikle olurdı. Cema'atı acemiyân İstanbul
ve Gelibolu dört bin yüz iki neferdir. Senevi altmış kese ile on bin
akçedir. Ve ta'limhanecüer çorbacısı mücevveze giymek kanundur.
K A V Â N ÎN -İ OSM ANÎ V E R Â B IT A -İ Â SİTÂ N E
31
Sultan Süleyman zamanında bir arab hüner edip bir mansıb?
ta'limhaneciliği istemindir. İhsan olunup süpürge giymek rriünasib değildir deyü? müeevveze giydirmişler, öylece kanun kaldı. Cema'at çorbacüanndan otuz üç cema'at odası üç yıldır yoldaşları ey­
lenir oldılar? Sa’ir odalar gibi ergenler değillerdir ve alayda cebeci­
ler gibi külah? giyerler... Mâtekaddemden çorbacıları yiğirmi beş
akçe ile bölüğe çıkarlardı.
Sipah ve silahdâr ve zümre-i sekban ve zağarcı on yedişerle
çıkar. Ser-bölükân ağa yiğirmişer ile, piyade-i acemiyân yiğirmişerle, sa’ir nefer on üçerle, güman-ı acemiyân onarla çıkardı. Am­
ma bu kadar kanun hala baddaldır. Mecmû' dergâh-ı âlî yeniçe­
rileri icmalleri mucibince elli dört bin ikiyüz yiğirmi iki nefer olup
senede kese hesabı üzre üç bin yediyüz on yedinci kese ile on yedi
bin yiğirmi akçe mevacib ve zarar-ı lahm ve fodla ve zahire bana-i
yeniçeriyân kese hesabı dörtbin yediyüz yetmiş yedi kese üe yal­
nız yüz kırk akçe olur.
Seferde mevali taşımak ve top çekmek, yol? içün bin akıncı
Rumili’ndedir. Bunlara eşkinci dahi derler. Bunlar iki kısımdır.
Anadolu’da olanın birine piyade ve birine müsellem derler. Rumili’nde olana kızılca müsellem derler, bunlardan cümle bedel alınır.
Cebelüler? defterinde mesturdur. Üçer bin bedel verirler. Piyadenin
bedeli cem'ine yeniçeri ocağmdan on dört yaya-beği tayin olunmuşdur. Bunlardan ma'adası mensuhdur. Kalemi kapudan kaleminedir. Anda timar olan derya seferine gider. Ve altı bölük var­
dır, biri Na‘l-döken, biri Selanik ve Vize ...Kocacık.
Bu Devlet-i Aliyyede Nasârâ kıratlarından birer balyoz yahud kapu-kethüdâlan vardır. İngiltere, Felemenk ve Fransız ve
Venedik ve Ceneviz ve Macar ve Erdel ve Leh ve Kazak ve DobroVenedik ve Eflak ve Boğdan ve Nemçe bunların her birisinin birer
kapu-kethüdâlan vardır.
Bin bir tarihinde Sultan Süleyman asrında? ve Belç kiralı­
nın beher sene sikke-i hasene-i Üngürusiyedir. Devlete otuz üç bin
altun gelirdi. Ve on beş kıt'a evânî sim leğen ve ibrik ve kupalar
ve kadehler ve üç saat getirip elçi el öpdükde pîşkeşi çekerdi. îbtidâ Beç’den çıkup Estergon’a geldikde Estergon beğine bin ku­
ruşu ve bir iki kupa ve kadeh verirdi. Ve Budun beğlerbeğisine üç-
32
MEHMET ÎPŞİRLI
bin kuruş ve bir kaç sîm kupa ve kadeh ve? tüfenk ve bir iki saat
ve Budun defterdarına ve yeniçeri ağasına saat kupa ve veziria'zam
hazretlerine bin guruş ve kupa ve saat ve tüfenk mukarrer idi.
Ve sa’ir vüzeraya alâ-merâtibihim guruş kupa ve tüfenk verilirdi.
Ve asitaneden Beç’e elçi varmak vaki* olmamışdır. Ancak Budun
beğlerbeğisi tarafmdan Budun divan çavuşu varup hazine taleb
ederdi. Kendülere büyük çatma gemileri içinde cam pencerelü
odalar edüp matbahları bir gemide ve arabaları bir gemide tah­
mil olunup Belgrad’a dek şaykalar çeküp getirirler ve Belgrad’dan
arabalarla giderlerdi. Ve Budun beğlerbeğisi kendünün bir bellüce ağasım bile gönderirdi. Mesarif anın elinden görülürdü.
Bu zümre-i celile erkân-ı erba'a ve devletin rükn-i eşrefi ve
rütbe cihetinden sa’irlerin mukaddemidir. Ve bu zümre iki sim i­
dir. Biri ulemâ-i zahir ki tarîk-ı nazar ashabıdır. Biri ulemâ-i bâ­
tın ki tarîk-ı tasfiye erbabıdır. Tarîk-ı nazar ashabı dahi ya müfti, ya muallim-i sultânı, ya kadı, ya re’îs-i kavim, ya müderris, ya
sahib-i fen ola. Ya bunların birinden olmayup mülâzemet ide. Müfti dahi ya şeyhülislâm ola ya olmaya. Şeyhülislâm olmayan ke­
nar müftileridir. Kadı dahi ya kadıasker ola ya kadı-yı beled ola.
Kadı-yı beled dahi ya mevaliden ola ya kenar kadılarından ola, ya
bunların nâibi ola. Re’îs-i kavm nakibüleşrâfdır. Ashâb-ı funun-ı
etibbâ ve müneccimin? küttâb-ı divan ki anlara hâcegân-ı divan
derler, bunlar ki rakam-ı Hindî ve siyakatda mahirlerdir. .Bun­
lardan bir hâce defterdâr olup yahud biri mahlûl kalsa kanun
budur ki silsile olur. Halifelerde m üstald eskiye işâret-i? mansıb
verilir.
Tarîk-ı tasfiye ashabı dahi ya vâ‘iz-i Nakşibendîdir, ya Haltîdir, ya mücerred sûfî ve mürîddir. Bu iki sınıfa sınıf-ı e’imme
dahi mülhak olur. Y a hutabâdır, ya e’imme-i mesâcid-i mahallat
veya mü’ezzinîndir. Mu‘allimân-ı sıbyân dahi mülhak olur. Ya
hutabâdır dahi bunlara ilhâk olur. Pes cümle on altı sınıf oldı.
Her sınıf m başka kanunları vardır.
M alûm ola ki bu Devlet-i Aliyye’de makam-ı şeyhülislâm
mertebe-i vekâlet-i kübrâ yani vezaret-i uzmândan a‘lâ değil ise
bâri beraberdir. Ve bazı hususa nazar olunsa andan bâlâter gerçi
veziriazamdır. Avam nazarında kebîr ve zî-şân göründüğü çay-ı
kelâm değildir. Zira vekîl-i mutlak olup hal-i akd-i umur-ı cum-
K A V Â N ÎN -İ OSM ANÎ V E R ÂB ITA-1 Â SİTÂN E
33
hûr kef-i kifayetinde olmağla ekser umurunda mukayyeddir. Ana
müraea'ata muhtacdır. Lâkin padişah-ı âlîcâh nazannda haüâl-i
müşküât-ı enâm olan meşâyih-i İslâm ve vüzerâdan mukaddem
olup umur-ı dîniyede riyâset-i mutlak sahibi olduğı cihetle vekâlet-i kübrâdan min-vechin a‘lâ makamdadır. Zira devlet umur-ı
din üzerine bina olunup, din asıl devlet anın fer’i gibi kurulmuşdur. Yalnız din re’isi şeyhülislâm ya kendi devlet re’isi veziria'zam
ikisinin dahi re’isi padişahdır. Ol eclden meşayih-i İslâm bu Devlet-i Aliyye’de cümleden mu'azzez ve mükerremdir.
Meşâyih-i izam bu Devlet-i Aliyye’de vüzerâya ve kadıaskere,
lazım geldikde veziria'zama dahi tasaddur eder. Hünkar hocaları­
na her zaman tasaddur edemez. Meğer hoca şeref-i zatdan ârî ola.
Ve ma'zul şeyhülislâm üe mansıbda olan cem‘ olup görüşmezler.
Ve hala şeyhülislâm mîrîden ayhğı yiğirmi dört bin dokuz yüz
seksen akçedir.
Evâ’il-i Devlet-i Osmâniyye'de kaza ve fetva maslahatı bir
âlime tefviz olunup umûr-ı şer'iyyeyi görürdü. Ve Ebu’l-feth Sul­
tan Mehmed Han’m âhir-i asrında Molla Tûsî Sahn tedrisi ile fet­
vayı cem eylediği mervîdir. İstanbul fethinden Molla Hızır Beğ
kaza üe cem‘ eyledi. Sonra Moüa Hüsrev ve Moüa Gürânî ve Moüa
Ali Arâbî ve Cemâli İstanbul’da müstakü m üfti olup giderek Bilâd-ı Selâse fetvası meşâyih-i İslâma mahsus oldı. Zira mukad­
dem her birisinin başka müstakü müftüeri varidi. Ve Sultan Bayezid, cami'-i şerif ve medrese bina edüp ve tedrisini şeyhülislâma
meşruta küdüar. Ve ol asırda ibtidâ tedris eden Müfti Aü Çelebi’dir. Ve Ebusu’ud Efendi tefsiri tamam idüp huzur-ı hümâyûna
takdim eylediklerinde yüz akçe terakki verilüp sayfiye ve şitâya
hüat-ı samurî tayini üe ikram olundı. Bostan zade efendi girü
fetvaya i'âde olundukda arpalık ibtida ana tayin olunmuşdur.
Sonra meşâyih-i îslâm kimi arpalık kabul edüp kimi ta'affüf ve
terk eyledüer. Hoca zade Mes'ud Efendi’ye sekiz yüz akçe hoca
haslan tayin buyurulup fevka‘l-had ikram olundı.
Müsteftüer mes’eleleri müsvetdelere yazdırup mübeyyizler be­
yaz ider. Ve fetva emini görüp imzaya geleni getürür, imza olundukdan sonra mukabeleci görüp müvezzi' haftada iki nevbet fet­
va tevzi ider. Müsteftiden alman yedişer akçe resim, emin ve ka-
34
M EHMET ÎPŞÎRLİ
tiblerindir. Her katibe tayin olunan kadar beyaz edüp beşer akçe­
sin alup ikişer dahi emniyetedir.
Hala meşâyih-i İslama müfevvaz olan mevleviyet menasıbı ve
dahil ve hariç medarisi silsilesini tertib ve telhis hususu selefde
veziriazamlar vezayifinden olup giderek vüzera ekseri cühela olmağla meratib ve mekadir-i ulemâyı bilmeyüp bu emri, meşâyih-i
îslâmiyyeye havala eylediler. Ve şeyhülislâma Sultan Bayezid cami‘i şerifinin evkafmm nezareti meşrutadır. Ve mütevellisi şey­
hülislâm kethüdâlan olur. Ve dahi andan gayri Tophanede Kılıç
Ali Paşa cami’i gibi nice evkafın nezareti meşrutalandır.
Talim-i padişah ...müşerref olduğı cihetden sa’ir kibâr-ı zevi’l-itibar üzerine tefevvuk ederler. Eğerçi bu mertebe rutbe-i meşihat-ı İslâmiye gibi pâyıdar ve ber-karar değildir. Lâkin gâhî bazı
mu’allim-i sultânî gelmişdir ki faziletde Sa‘deddin-i sânî oldu­
ğundan kat‘-ı nazar şeref-i şânı ve dârât-ı unvanı meşâyih-i İslâma galip olup uluvv-i şân ve rif’at-i mekâtibde müftileri geçmişd ir .... Hoca Sa'deddin arpalıkları taraf-ı saltanatdan görülmek
kanıuı-ı kadimdir. Ve bu zümre nakibüleşraf ve kadıaskerlere ve
sa’ir vüzeraya tasaddur ederler. Veziria'zama ve müftiye tasaddurlan menkuldür.
Bu Devlet-i Aliyye’de evvel kadıasker Cendereli Kara Halil’­
dir. Sonra vezarete nakil olundı andan sonra yiğirmi bir kimesne
kadıaskerlik etti. Karamani Mehmed Paşa hasm-ı canı olmakla
Dîvan-ı Hümâyûn’da vezir dörtdür, kadıasker dahi iki olsa itmâm-ı mesâlih-i enâmdan gayri revnak-ı Dîvan ziyade olur diyü
Sultan Mehmed Han’a arz ettikde Hacı Hasan-zade Anadolu kadıaskeri nasb olundu. Payede müftiden aşağı Anadolu kadıaskerinden ve nakibden yukarıdır. Divan’da veziria'zam yanında otu­
rur yevmi beşyüz yetmiş üç akçe vazifesi vardır. Ayda bir kere
rûznameden verilir. Rumili mülkünde ve adalarda vaki' olan menasıb-ı kazayı tevcih edüp mülâzim yazmak ve kırka varınca medaris tevcih etmek bunların vazifesidir. İstanbul’da ve Rumili ka­
zalarında vaki' kismet-i askeriyye bunlara ait olur. Divan’da ve
evde dava dinlemek bunlarındır. Evde ser-tahtacısı? vardır. Bab
nâ’ibi makamında oturup dava dinler. İstanbul ve Galata Bedes­
teninde birer kassâmı vardır, oturup kısmet um unn görür, dava
dinler ve tezkirecisi olur. Tezkire hanede olup rûzname üe kadı­
K A V Â N ÎN -Î OSM ANÎ V E R A B IT A -İ Â SİTÂ N E
35
lar umunn görüp kadıaskere arz eder. Kethüdası perişanı üe ve
muhzır başısı kapucı keçesiyle ve sa’ir muhzırları mücevveze ile
piyade önüne düşüp divan eylediler ...Onların, mansıbı verilen ka­
dılardan aidesi vardır. Katibler oturup kenarda bazı cihât ve medâris beratı yazarlar. Kadıasker... mansıbının mu'ayyen müdde­
ti yokdur. Gah olur ki bir sene, gah bir seneden ziyade. Hacı Hüsam-zade ve Muhyiddin Fenârî gibi kimesneler on seneden ziyade
sürmüşlerdir. Mervidir ki Ebussu'ud Efendi’nin sadâreti zamaruna
gelince mülâzemet kaydma i'tinâ olmamağla herkes birer tarîkle
bir mansıba dahil olmak ola-gelmiş idi. Ebussu'ud sadâretinde ka­
rnileri olan Çivi-zade Efendi umumen ecnebiden olanları mülâzemetden men‘ eyledikde tecemmu' eyleyüp rikâb-ı sultanîye ar­
zuhal ederler. Padişah-ı kerim ruk'alann Molla merhûma teslim
edüp, hallerini tedarik ferman eyledikde “ mahrum olmaları namus-ı saltanat değildir” deyü birer mansıb ile teselh eyleyüp minba‘d mülâzimîn içün müstakil rûznâme vaz‘ ederler. Ba'dehû ule­
mâdan her pâyeye tayin-i aded-i mülâzemet ve müste'idân içün
yedi senede bir bunların arzı nevbet ile tanzim ve tensik olunmuşdur.
Anadolu kadıaskeri, pâyede kadıasker-i Rûmili’den aşağı nakibden yukarıdır. Yevmî beşyüz altmış üç akçe vazifesi vardır.
Anadolu memalikinde ve îfrikiye’de vaki' olan menâsıb-ı kazayı
tevcih edüp yiğirmi medreseden kırka vannca medâris tevcih
eder. Anadolu’da ve îfrikiye’de vaki' kısmet-i askeriyye bunlara
ait olur. Evinde divan eder amma dava dinlemez ve mülâzemet
kayd eylemez. Bu iki şey Rûmili kadıaskerine mahsusdur, mâ-adâsı anın gibidir...
V
I
i
■
ÜÇ AMASYA TARİHÇİSİ VE ESERLERİ*
Fikret Sancaoğlu
Türkiye’de şehir tarihlerine dâir yapılan ilk sistemli incele­
melerin, yaklaşık bir asır önceye kadar uzanan bir geçmişi ol­
duğu bilinmektedir. Bu çeşid çalışmaların, kitabe ve sikkelerden
yararlanarak araştırmalar yapan Halil Edhem Eldem ile şer'iyye
sicillerini, vakfiyeleri, değişik yazma eserleri daha çok kullanan
Hüseyin Hüsameddin Yasar tarafmdan başlatıldığı, her iki terti­
bin yolunda ilk şehir tarihi denemesinin İsmail Hakkı Ûzunçarşılı’ya âid olduğu kabul edilmektedir1.
Amasya, hakkında bu tür çalışmaların erken tarihlerde baş­
ladığı emsali âz şehirlerimizden biridir. Bugün zengin tarihî geç­
mişi ile birçok incelemeye konu olan şehrin2, AmasyalI üç yazara
âid tarihleri pek tanınmamıştır. Dolayısıyla burada belirtilecek
olan, 1826-1947 yıllan arasmda çalışmalarını kaleme almış Musta­
fa Vâzıh, Hüseyin Hüsameddin Yasar ile Osman Fevzi Olcay’m
biyografileri ve eserleri, tanıtılması yanısıra yayınlarına vesile ol­
ması ümidiyle ele alınmaktadır.
I.
Mustafa Vâzıh b. İsmail Amasyevî, Belâbilü’l-Vâzıhu’r-râsiyye 'fi riyâz-ı mesâ’ili’ l-Amâsiyye
* Bu çalışma, 1987-1988 Yüksek Lisans Öğretim Yılında rahmetli hocam
Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na sunulmuş bir travaya dayanmaktadır. Her zaman
kolaylık ve yardımlarım görmüş olduğum muhterem hocam Bekir B ey’i bura­
da da şükran ve hürmet hisleri ile anmak istiyorum.
1 A yrıca bk. Î.H. Uzunçarşıh, «İbrahim Erhem Paşa Ailesi v e Halil Ed­
hem Eldem (1861-1938)», Halil Edhem Hâtıra Kitabı, H, Ankara 1918, 77.
2 Bu yayınlar için bk. Ilhan Şahin-Feridun Bmecen, «Am asya», Türkiye
Diyanet V akfı İslâm Ansiklopedisi (D İA ), m , İstanbul 1991, 1-5.
38
F İK R E T SARICAOĞL.U
A. Mustafa Vâzıh b. İsmail Amasyevî
Doğum tarihi tesbit edilemeyen müellifin babası Amasya
müftülerinden Çorumlu Kara İsmail Efendi’dir3. 1200 (1785-6) yı­
lında tahsil amacıyla İstanbul’da bulunduğunu belirten Mustafa
Vâzıh, ders aldığı yerleri bildirmemekle beraber bu yıllarda Rum
asıllı bir tabibden lâtince öğrenmeye çalışdığını, 1791’de bir iş
için İstanbul’a gelerek aynı tabibin evinde bir zaman misafir kal­
dığım kayd eder. Burada «Rûmiyye-i sugrâ ve kübrâ»nın pek çok
bölgesini tasvir ettiğini bildiren bir kitabla .tanışması (kuvvetli
ihtimal Strabon’un Georephıka’sı) , onu «vatanım» dediği Amasya
hakkında bir eser hazırlamağa sevk edecektir4. Mustafa Vâzıh’ın
müftü ve müderris olan babasmdan aldığı derslerle tahsilini ta­
mamladığı anlaşılmaktadır.
Kara Müftü-zâde lakabıyla da bilinen Vâzıh Efendi’nin Amas­
ya müftülüğü vazifesine kadar, babasının görev yıllarındaki kâtibliği dışında bulunduğu hizmetler bilinememektedir. Müftülüğe
ilk defâ, Amasya muhassülığına ve Canik mutasarrıflığına tayin
edilen Tayyâr Mahmud Bey’in tavassutu ile getirildi (20 Safer
1214/24 Temmuz 1799)5. Kısa bir zaman sonra yeni muhassıhn
iltizâm tahsilinde 1/10 yerine 1/3’i tatbike başlaması halkın şid­
detli tenkidlerine sebeb olmuş, müftü Vâzıh Efendi, halkın hücûmu, Tayyâr Mahmud Bey’in teveccühü karşısında bir süre tereddüd göstermesine rağmen «veliyyü’l-emre itâat olunma*sı»na dâir
fetvâsmı vermişdi. Bu karan muhaliflerini daha da arttırdı ve
Vâzıh Efendi, tayin edildikden üç ay sonra, şehir ulemâsının ittifâkıyle müftülükden alındı. Bunun üzerine muhassıl Tayyâr
Mahmud Bey, kendisine de muhalefet eden şehir ulemâsını tah­
kir ve büyük kısmım sürgün ettikden sonra Mustafa Vâzıh’ı tek­
rar müftülüğe getirdi (Ocak-Şubat 1800). Ancak bu defâ da mü­
tesellim kaymakamlığına tayin edilen Ömer Ağa onu vazifesinden
uzaklaştırdı (Mayıs-Haziran 1800)°. Muhassılın vezirlikle Trab­
3 Mustafa Vâzıh b. İsmail Amasyevî, Beldbilü’l-Vâzıhu’r-râsiyye fi riyâz-ı mesâ’ili’l-Am âsiyye (Belâbil), Üniversite Ktb., T Y nr. 2574, vr. 2a.
4 A .g.e., vr. lb-2a.
5 Abdî-zâde Hüseyin Hüsameddin Yasar, Am asya Tarihi, XV. cildin bakıyyesi, İstanbul 1935, 176.
6 Hüseyin Hüsameddin, a.g.e., IV. cüdin bakıyyesi, 177-180.
ÜÇ AMAıSYA TAR İH Ç İSİ V E E SE RLE Rİ
39
zon’a tayinine rağmen Amasya ulemâsı arasındaki münazaalar bit­
medi ve bu arada üç müftü değiştirildi. 1803’de âsî Gürcü Osman
Paşa’yı mağlub ve fermân üzere idam ederek Amasya’ya gelen
Tayyâr Mahmud Paşa, Mustafa Vâzıh’ı üçüncü ve son olarak
müftülük makamına getirdi (26 Ekim). Ancak şehir ulemâsının
dinmeyen muhâlefeti sebebiyle Paşa’nın dönüşünü müteâkıb Vâzıh Efendi fetvâdan uzaklaştırıldı (Şubat 1804). Bu yüzden başla­
yan ve Tayyâr Mahmud Paşa’nm Amasya’yı kontrolü altma al­
masıyla sonuçlanan olaylar sırasmda Mustafa Vâzıh’ın durumu
açık değildir7. Tebeddüllerden sıkıntılı müellif, kendisinin «germ
ü serde ve ezâ-yı merd ü nâ-merde tahammül edemeyüp fetvâdan
isti'fâ ...» ile aynldığını ifâde eder8.
Mustafa Vâzıh daha sonra, babasmm ilk müderrisi olduğu
Amasya Sungurlu Medresesi’ne, kardeşi Hâfız Mehmed Efendi’nin
vefâtmı müteâkıb müderris tayin edilmiştir (1815)9. 11 Receb
1247 (16 Aralık 1831)’de Amasya’da vefat eden müellifi0, vasiye­
ti üzerine Şamlu mahallesi Alagöz Baba türbesi hazîresine defn
olunmuştur11. Ölümünden sonra son vazifesine getirilen Nimet
Efendi adlı oğlu ile X IX . asır sonlarında Tâciye câmii vakıf dük­
kânlarını tasarruf eden torunları bilinmektedir12.
B. Belâbilü’l-Vâzıhu’r-râsiyye jî riyaz-ı mesâ’ili’l-Amâsiyye
Mustafa Vâzıh’ın bu eseri henüz yazma haldedir. Belâbil’in
bazıları eksik ve farklı metinleri ihtivâ eden nüshalarına değişik
kütüphanelerde rastlanılmaktadır13.
7 Hüseyin Hüsameddin, a.g.e., IV. cildin bakıyyesi, 181-196.
8 Belâbü, Üniversite Ktb., T Y nr. 2574, vr. 54a.
9 Hüseyin Hüsameddin, a.g.e., I ,İstanbul 1330, 294.
10 Belâbil, Süleymaniye Ktb., Y asm a Bağışlar Kısmı, nr. 3267, vr. 72a.
Burada, eserin değişik kütübhanelerdekl nüshalarının müstensihiolan Emrullah
Vehbi, Vâzıh’m da vasiyeti üzerine ölüm tarihin i ve mezarımın yerini belirtmek­
tedir. Müellifin vefât yılı OsmanlI M üelliflerinde 1247/1831 ( m , İstanbul 1342,
145), A m asya Tarihinde 1251/1835 (I, göst. yer) -yılı olarak verilmiştir.
11 Hüseyin Hüsameddin, a.g.e., I, 205.
12 A .g.e., I, 167.
13 Belâbil’m şimdüik bilinen nüshaları şunlardır: Süleymaniye Ktb., Nâfiz Paşa Kısmı, nr. 247 (M üellife âid mühürlü bu nüsha muhtemelen onun hat­
tını ve eserin tam adını gösterm ektedir); Üniversite Ktb. T Y nr. 6280, 3575,
40
FİK R E T SARICAO&LıU
Eserin metinlerinde görülen bir takım farklılıklar, müellifin
değişik tahrirlerinden veya müstensihlerin tasarruflarından üeri
gelmelidir. Mustafa Vâzıh’ın mührünün de bulunduğu nüsha muh­
temelen müellif hattı olup mukaddeme, üç fasü ve hatimeden son­
ra «mes’ele-i tarih-i Amasya» başhğı altında verilmiş şehrin tarih­
çesini ihtiva etmektedir14. Bu nüshaya göre eserin te’lif sebebi ise,
1239 (1823-4)’de şehre gelen Sivas ve Amasya valisi Seyyid Mehmed Paşa’ya takdim etmek isteği ile tecrübelerini aktarmak dü­
şüncesidir15.
Belâbil’in diğer nüshaları Vazıh Efendi’nin biyografisinde
kısaca belirtilen «sebeb-i te’lif» faslı ile başlamaktadır. Metin ter­
tibinde farklı bir usûlün takib edildiği, klâsik fıkıh kitablan baş­
lıklarının eserde, Amasya’yla ilgileri kurularak biraz değiştiril­
miş fasıl adlan şekline çevirildiği görülmektedir. Şehirle alâkalı
meseleler fetvâlar hâline getirilmiş16 ve bu suâl-cevâblar ile met­
nin yarışma yakın kısmı tamamlanmıştır. Fetvâlann sıralanışı­
nın nüshalara göre değiştiği eserde, bazan arada hikâyeler nakl
edilirken genellikle cevâbdan sonra hükme esas olan kitabın ismi
ve ibâresi verilmektedir. Söz konusu kitablar ise Mecmafu’l-bahreyn, Eşbâhu’n-nezâir, Mühimmâti’l-müftî, Dürr-i muhtar, Mir’ât,
Hidâye, Mülteka’l-ebhur vb. gibi hemen her kadı ve kâtiblerinin
elinin altmda bulunan eserlerdir.
Şehrin tarihiyle ilgili doğrudan verüen bilgiler «tafsîlü’l-makâlât ve tekmîlü’r-rivâyât...» faslı ile başlayan metinlerdedir. Bu2574 (Amasya'nın tarihi ile ilgili doğrudan bilgilerin verildiği kısmı ihtiva eden
son numaralı yazma, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde
mezuniyet tezleri olarak bugünkü harflere nakl edilmiştir : Seminer Ktb., Tezler
nr. 2239, 2241); Süleymaniye Ktb., Yazm a Bağışlar Kısmı, nr. 3267 (Eserin adı
burada, Belâbilü’r-râsiyye fi târîh-i A m âsiyye şeklindedir); Berlin, Staatsbibliot­
hek, Ms. or. oct. 2000 (H. Sohrweide, Türkische Handschriften, m , Wiesbaden
1974, 88-90).
14 Süleymaniye Ktb., Nâfiz Paşa Kısmı, nr. 247.
15 Vr. 3a.
16 «Am asya’da beyne’l-ahâlî ipek böceğini ve tohumunu alur satar olsa­
lar caiz midir, el-cevâb: eâizdir» (Belâbü, Süleymaniye Ktb., Yazm a Bağışlar
Kısmı, nr. 3267, vr. 2 0 a ); «A m asya’da Gönülsüz ve Karaağaç Meydanı ve Ok
Meydanı nedir, el-cevâb: M er’â ve nüzhetgâh-ı ahâlî olmaık için hîn-i fetihden
terk olunmuş yerlerdir, yine ilâ mâşâallâh alâ hâlihi kalur ve bağ ve gars olun­
maz ve toprağı alınmaz» (vr. 16b) vb.
ÜÇ A M A S Y A T A R ÎH C lS İ V E ESERLERİ
41
rada şehrin mevkii, güzellikleri, fethinin sebebleri, kitabelerinin
tercümesiyle manastırları bazı «garibe» ve küçük şiirlerle birlik­
te belirtilir. Şehir halkının tabiatları, şehîd veya tahkir edilmiş
ulemâya âid mersiyeler, Vak‘a-i Hayriyye’den memnuniyeti büdiren şür ve yine suâl-cevâb tarzı iie kaleme alınmış biyografik
bügilerle17 Belâbil sona ermektedir,
Mustafa Vazıh, yukarıda misâlleri verilen kitab adlarının dı­
şında özellikle Selçuklu ve yaşadığı zamana kadar ki Osmanlı dev­
ri olayları için kullanması muhtemel eserleri belirtmemiştir.
X IX . asrın başlarında kaleme alınan Belâbil için müellifin, genel
tarih kitablanndan, bildiğini iddia ettiği lâtincesi ve vazifeleri
gereği arabçaya, farsçaya olan ülfeti üe kitâbelerden, yakınında
bulunduğu şer'iyye sicillerinden yararlandığı ifâde edüebüir. Be­
lâbil’de müellifin şâhidi olduğu olaylara dâir bilgileri ile Amasya'­
nın devrindeki coğrafyasını gösteren fetvâlan kıymete sahibtir.
Mustafa Vâzıh'm eserini satır satır incelediği anlaşılan Hü­
seyin Hüsameddin verilen bilgilerin tarihe uygun düşmediğini
belirtirken, bunun bir tarih olamayacağmı kayd eder18. Amasya
Tarihi’mn. I. eüdinde Belâbil’in, künyesi ile gösterildiği on sekiz
yerin on ikisinde cerh veya tekzibine yönelinmesi, tenkidin ölçü­
sü hakkında bir fikir verebilir. Ancak Yasar’m Vâzıh Efendi’yi,
zâlim gösterdiği Tayyâr Mahmud Paşa’nm adamı şeklinde telkine
çalışdığı19, bu sebeble de Belâbil’e müsâmaha ile bakamayacağı
tahmin olunabilir.
Müellifin diğer eserleri ise, Şerhü’l-ezân ve dellâlü’l-cinân
Tercüme-i Kadı Hemedân min hikâyât-ı Gülistan (Güldeste-i Gü­
listan li-hediyyeti’l-ihvân), Gazeliydi, Tûtî-i Vâzıh-beydn, Belû-yı
Vâzıh safâ-yı lâ’ih isimlerini taşımaktadır21. Nüshalarının yerleri
17 «Sultan Selîm-i Oiiıângîr ulemâsından Zenbîlî A li Efendi Amasyah
mıdır, el-cevâb: AmasyalIdır, babasına Cemâl Efendi derler imiş, hâlâ Temennâ
mahallesi -bunların umrânıdır» (vr. 71b) vb.
18 A .g.e., I, 333.
19 A.g.e., IV. cildin bakıyyesi, 177-194.
20 Belâbil, Üniversite Ktb., T Y nr. 6280, vr. 99a; BursalI İMehmed Tâhir,
OM, IH, 145.
21 Belâbil, Süleymaniye Ktb., Nâfiz P aşa Kısmı, nr. 247, temellük varağı;
Üniversite Ktb., T Y nr. 6280, vr. 99a.
F İK R E T SARICAOĞLU
42
bilinmeyen bu eserler Belâbil yazmalarmda bazan farklı şekiller­
de isimlendirilmiştir.
II. Abdî-zâde Hüseyin Hüsameddin Yasar, Amasya Tarihi
A. Abdî-zâde Hüseyin Hüsameddin Yasar
Hüseyin Hüsameddin, Amasya Çorbacı mahallesindeki evle­
rinde Receb 1286 (Kasım 1869)’da doğduğunu, babasmm Abdîzâde lakablı Hacı Mehmed Ağa ve annesinin Zâhide Hatun oldu­
ğunu Amasya Tarihi’ne aldığı kısmî otobiyografisinde belirtmekte­
dir22. Buna göre Balcı Mektebi’nde hâfız-ı Kur1ân olmuş, rüşdiyeyi
birincilikle bitirdikten (1877) sonra, İstanbul’a gelerek hâl tercü­
mesinde isimlerini verdiği hocalarından on yıl süreyle ders ve Kalenderhâne Medresesinde «üstâdım» olarak ifâde ettiği Ahmed
Nureddin Efendi’den icâzet almıştır (1899). Arada kısa süreler
için Girid (1894) ve Suriye’ye (1895) seyahat ederek Hicaz’a ka­
dar gitmiştir23.
Yasar’m ilk vazifesi Meşihat Dâiresi Askeriyye Mahkemesi
mukayyidliğidir (1898). Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi’nin ta­
vassutu ile getirildiği surre-i hümâyûn eminliği dolayısıyle 1901’de
ikinci defâ Hicaz’a giden Hüseyin Hüsameddin, dönüşünü müteâkıb Köprü (1903), Osmancık (1905), Niksar (1910)24, ”Refâhiye
(1911) kazâ nâibliklerinde bulunmuş ve bir süre sonra Evkaf Ne­
zâreti Kuyûd-ı Kadîme mütercimliğine getirilmiştir25. Nezâretin
1923’de lâğvı üzerine İstanbul Evkaf Müdürlüğü arabça müterci­
mi sıfatıyla görevine devam eden yazar, Tarih-i Osmânî Encüme­
ni (daha sonra Türk Tarihi Encümeni) ile kuruluşundan îtibâren
Türk Dil Kurumu’nda üye olarak bulunmuştur26.
Amasya Tarihi’nin yazan Hüseyin Hüsameddin Yasar 10 Şu­
bat 1939’da İstanbul’da vefât ederek Feriköy mezarlığına defn
22
23
24
25
26
I, 334.
I, 334-339.
I, 339-340.
Sadık Albayrak, Son D evir Osmarilı Ulemâsı, n , İstanbul 1980, 126.
«Yasar, Hüseyin Hüsameddin», Türk Ansiklopedisi, Ankara 1971, 419.
ÜÇ A M A S Y A TAR İH Ç İSİ V E ESERLERİ
43
olunmuştur27. Anneleriyle beraber Amasya Hüseyin Dede türbe­
sinde medfûn Halil ve Fatma isimli kardeşleri, Kemâl, Cemâl, Ce­
lâl adlı oğulları ile bir kız evlâdı büinmektedir.
B. Amasya Tarihi
Amasya Tarihi’nin tamamı henüz basılmamıştır. Bugün ese­
rin I. (İstanbul 1330, 424 s.)28, II. (İstanbul 1332, 492 s.), III. (İs­
tanbul 1927, 292 s.), IV. (İstanbul 1928, 240 s.) cildleri ile TV. cil­
din bakıyyesi (İstanbul 1935, 199 s.) basma29, V. cildi kayıb30 ve
VT.-XII. cildleri yazma haldedir31.
Tarih’m. ilk cildi şehrin kuruluşundan îtibâren semt, kale, ma­
ğara, mahalle, câmi, türbe ve tarikatlarına; şeyh, âlim, hattât ve
ediblerine; coğrafî, tarihî mevkîleriyle bucak, ilçe ve kasabalarma
ayrılmıştır. Bu cild Amasya ve AmasyalIlar hakkında bir genel gi­
riş mahiyetindedir. II. cüd Hitit’lerden başlamak suretiyle 1335’de
son bulan Anadolu İlhânh hükümetine kadar olan Amasya'nın
tarihini ihtiva etmektedir. Yasar bu dönemi «Amasya'nın 1. tarihî
devri» olarak belirtir. Türklerin nesebleri, eski dinleri, meziyetleri
ve müslüman olmalarıyla diğer kabileler hakkında bilgiler, Amas­
ya’ya hâkim olmuş hükümetler aynı cildin konulanndandır. III.
cüd, Âzerîlerin şehre gelişinden itibâren beylikler, Osmanlı devri
Ue vezîriâzam Kuyucu Murad Paşa’nın 1608’de bölgeyi celâlîlerden
27 Nazmi Çağan, «B ir Tarihçimin Yıldönümü Hüsamettin Yağar» Dünya
Gazetesi (29 Temmuz 1964), s. 3.
28 Bu cüdin A li Yılmaz-Mehmet A kkuş tarafmdan yapılan sadeleştirmesi,
yazarın hayatı v e eserleri, şehre âid fotoğraflar, lügatçe ve indeks ilâveleriyle
Am asya Belediyesi Kültür Yayınları arasında yayınlanmıştır (Ankara 1986).
,29 Karş. Turgut Akpınar «A m asya Tarihi», D İA , m , İstanbul 1991, 6-7.
Ayrıca, Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Türk-tslâm Edebiyatı Anabdlıim
Dah’nda eserin IV cildinin transkribi ve biyografik taraması lisans tezleri ola­
rak yaptınlm ışdır: A Ü lF Ktb., nr. Y-19507-19527 (1975-1976); Y-29280, 29311,
29923, 29983 (1991-1992).
30 Basılmak için verildiği Gayret Matbaası yangınında telef olduğu rivayet
edilir.
31 Süleymaniye Kıbb., M ikro Film A rşivi nr. 3681-3682. Am asya Tarihi’nin
Yasar tarafından temize çekilmiş bu cildleri A m asya Belediyesi’nce neşr edilmek
üzere satın alınmıştır. Halen adı geçen kütübhane müdürlüğünde muhafaza
edilmektedir.
44
F İK R ET SARICAOĞLU
temizlemesine kadar olan dönemi tasvir etmektedir («2. tarihî
devir»). TV. cildde, bu tarihden 1687 yılma gelen şehrin tarihi
ile 1708’e uzanan dönemin âlim, şeyh ve valilerine yei verilmiş­
tir («3. tarihî devir»), IV. cildin bakıyyesinde ise Amasya'nın
1708-1805 yılları arasındaki tarihi ele alınmaktadır («4. tarihî de­
vir»). II. cildden îtibâren kronolojik sıra ile verilen tarihî olaylar
devrin idareci ve âlimlerinin adlarına açılan başlıklarla ve bun­
ların işbaşmda bulundukları süreler takib edilerek kayd olunmuş­
tur. Bu arada kayıb V. cildin 1805’den yazarm zamanına kadar
olan tarihe dâir (belki 5. tarihî devir) olması muhtemeldir.
Yazma halde bulunan VI. cild (13 Safer 1350/30 Haziran 1931,
808 s.) «Amasya vilâyetinin Türkler eline geçtiği günden îtibâ­
ren Amasya şehri dâhilinde zuhûr, ikâmet ve bir sûretle iştihâr
eden mülûk, ümerâ, vüzerâ, erkân, sudûr, ulemâ, kuzât, hükkâm,
a‘yân, u d ebâ...» ve benzerlerine âid biyografi bencilerinin alfabe­
tik olarak sıralanacağmı bildiren ifâdelerle başlamaktadır. ( l )
harfli şahıs biyografileri VII. cildin (25 Cumâdelûlâ 1350/8 Ekim
1931, 675 s.) sonuna kadar devam etmiş, VIII. cildde (7 ramazan
1350/16 Ocak 1932, 580 s.) ( o ) harfine geçilmiştir. Aynı cildde
Mîr Hasan’ın siyâset-nâme benzeri bir arabça risâlesine yer veril­
miştir. Alfabetik biyografi bilgüeri kaydına devam edilen Amasya
Tarihi'nin IX. (19 Zilhicce 1350/26 Nisan 1932, 606 s.) ve X.
(13 Safer 1351/18 Haziran 1932, 560 s.) cildlerinde (J-) harfine
kadar gelinmiştir. Bu cildde ayrıca Selçuk isminin menşei ve an­
lamı üzerinde durulmaktadır. Aynı harfi takib eden XI. cildden
(Muharrem 1356/Mart-Nisan 1937, 613 s.) sonraki XII. cild
(192 s.) (£_) harfinde yarım kalmıştır. Amasya Tarihi bu son cild­
de «Osman Paşa Gürcü-zâde el-hâcc» bendi ile kesilmektedir.
Tarih’in Yasar tarafından temize çekilmiş ve tamamlanma
tarihleri belirtilmiş söz konusu cüdlerinde, zaman zaman boş va­
rak veya satırlar, derkenârlar, sahhlar bulunmaktadır. Dâima kır­
mızı mürekkeb ile yazılmış bend başlıklarında mahlas veya lakablar isimden sonraya alınmıştır. Yarım kalan XII. cild dışındaki
cildlerin sonlarmda esâmi fihristleri verilmektedir.
Hüseyin Hüsameddin, rüşdiye tahsüinden îtibâren Amasya
şehriyle ilgüi her şeyi merakla öğrenmeye çalışdığmı, eserinin
ÜÇ A M A S Y A TARİH ÇİSİ VE ESERLERİ
45
uzun ve yorucu bir mesâinin sonucu olduğunu bildirmektedir. Çeşidli vesilelerle bulunduğu Hanya, Şam, Köprü, Lâdik, Mecidözü,
Çorum, Merzifon, Hacıköyü, Bursa, Selânik ve Amasya ile uzun
süre görev yaptığı İstanbul’un kitâbelerini, kütübhânelerindeki
yazma eserleri, vakfiye sûretlerini, kadılık sicillerini vb. malzeme­
yi incelemeye çalışmış olan yazar, yeri geldikçe ügüi şahıslara da
başvurarak eserinde kullanabileceği pek çok bilgi toplamışdı32. Ken­
disinin «bir sandık evrâk-ı târihiyye» şeklinde ifâde ettiği notları­
nın33 Tarih’de tefriki, ne ölçüde aktarıldıklarının tesbîti tatmin
edici bir sonuç getiremez. Yasar’ın bu hacimli derlemesinde bazan verdiği kitab isimleri, vâkıf olabildiği şer'iyye sicilleri ve kitâbeler Amasya Tarihi bibliyografyasının hududlannı tayine yar­
dımcı olabilir34. Yazma haldeki VI.-XII. cildleri ile bir biyografi
eseri şekline bürünen Tarih’de Şakâ’ik ve zeylleri, Sieill-i Osmânî
künyeleri belirtilerek sıkça kullanılmıştır.
Amasya Tarihi hakkındaki bilgilerin son zamanlara’ kadar ek­
sik kaldığı görülmektedir15. Eseri ilk takdir edenlerin başmda
İ. H. Uzunçarşılı gelir. Daha sonra A. S. Tveritinova ye M. Akdağ
gibi araştırmacılar verilen bilgilerin sağlıklı olduğuna işâret et­
mişlerdir. Eser bu sonunculara göre «Türklük-Devşirmelik» mese­
lesinin ve «celâli fetreti»nin en iyi şekilde tahlil edildiği kitabdır36.
Yasar, Türk idârecisi görememekden esefle bahsederek, Anadolu’­
nun ihmâlinin celâli isyânlarının çıkışma sebeb olduğunu savun­
maktadır. Ancak, bâtıl bir mezheb ve fırkalarının celâli fesâdındaki önemli rolleri gereken özenle vurgulanmamıştır. Biyografileri
ihtivâ eden cildierde rastlanılan celâli ve celâli elebaşlanna âid
32 I, 337-339.
33 I, 340.
34 Eserin I. cildinin bibliyografyası, Y asar’m verdiği kitab isimleri takib
edilerek denenmiştir. (Yılmaz-Akkuş, a.g.sad. X X I-X X H ). Tarih’de adı geçen tez­
kireler de tesbite çalışılmıştır (A.S. Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, I, Ankara
1973, 458; A m asya İl Yıllığı 1967, İzmir 1967, s. 132).
35 Bursalı M!ehmed Tâhir eseri, es-Sefînetü’r-râsiyye fî târıh-i A m âsiyye
adıyla V i i i cild (OM, m , göst. yer ve ondan naklen F. Babinger, Osmcmlı Ta­
rih Yasarları ve Eserleri, çev. C. Üçok, Ankara 1982, s. 382) ve Levend X I cild
(a.g.e., I, 456) olarak belirtirler.
36 A yrıca bk. T. Akpmar, «A m asya Tarihi Yazarı Hüseyin Hüsameddin
ve Bilinmeyen Eserleri», B ibliyografya-Kitay Haberleri Bülteni, 1/3 (İstanbul
1972), 163-164.
46
F ÎK R E T SARICAOGLU
hâl tercümeleri, diğer cildlerde geniş yere sahib isyanların seyri
ve sonuçları, yazarm kanaatini ve bu olaylara verdiği önemi tamamlâr mahiyetdedir.
Eser, devlet merkezi ve hududlardaki olaylann bölgeye olan
etkilerine, cıvan illerin tarihlerine dâir bilgilere yer vermesi ba­
kımından şehir tarihi kimliğini aşmaktadır. Aynca bir münâse­
betle Amasya ile ilgileri kurulan kimselerin geniş biyografilerinin
bulunması kıymetini arttıran özelliklerindendir37. Amasya Tarihi,
yayınlanan cildleri ile şehir tarihçiliğinin gelişmesine önemli ya­
rarlar sağlamıştır.
C. Hüseyin Hüsameddin Yasar’ın Diğer Eserleri
1. Basılmış Eserleri
a. Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’nin Tarihçe-i Teşkilâtı ve Nüzzânn Terâcim-i Ahvâli, İstanbul 1335, 251 s. Nâzırlann
biyografileri î. Mahmud Kemal İnal, vakıfların tarihçesi
Yasar tarafmdan hazırlanmıştır38.
b. Temel, İstanbul 1926, 62 s.
c. «Koca Mehmed Paşa», Tarih-i Osmânî Encümeni Mecmuası,
VII/37 (1332), 43-49; VII/38 (1332), 117-122.
d. «Alâaddin Bey», Türk Tarihi Encümeni Mecmuasu (TTEM),
XIV/82 (1340), 307-318; XTV/83 (1340), 380-384; XV/85
(1341), 128-133; X V /86 (1341) 200-210.
e. «Sultan Altunbaş», TTEM, X V /88 (1341), 305-326.
f. «Orhan Bey’in Vakfiyesi», TTEM, XVT/94 (1926), 284-301.
g. «Molla Fenârî», TTEM, XVI/95 (1926), 368-383; XVII/96
(1928), 148-158.
h. «İran’da Türkler», Türk Yurdu, XTV/151 (1334), 3687-3697.
ı. «Afrasyâb Kimdir», Türk Yurdu, XIV/154 (1334), 40914098; XIV/155 (1334), 4150-4156; XIV/156 (1334), 42884294.
37 AmasyalI kabul edilmiş Kemâl Paşa-zâde hakkındaki 25 saiıifeyi aşan
biyografi bendi bir misal olarak verilebilir.
38 Eserin N azif Öztürk tarafmdan. yapılan sadeleştirmesi Vakıflar Dergisi’nde yayınlanmıştır.: «I», sayı 15 (1982), s. 88-99; « n » , sayı 16 (1982), s.
31-42; « m » , sayı 17 (1983), s. 61-78; «IV », sayı 18 (1984), s. 43-59; «V », sayı
19 (1985), s. 61-89.
ÜÇ A M A S Y A T A R İH Ç İSİ V E ESERLERİ
47
1. «Türk Dili», îkdâm Gazetesi (24 Rebîülevvel 1939), s. 239.
j. Türk dili üzerine Kemal adlı broşür, 192640.
2. Basılmamış Eserleri
a. Nişancılar Durağı.
b. Osmanlı Meşâhîri.
c. Türk Emniyet Teşkilâtı Tarihi.^^^
-------------- ;
d. et-Tuhfetü’z-zekiyye fiT-lugati%-Türkiyye tercümesi:
e. Türk Takvimi41.
f. Türk Fiilleri, Türk Sıfatlan, Türk İsimleri*2.
g. Dîvân-ı vezâret4a.
h. Paşa Armağanı.
ı. Kitâbu’t-tasrîf (Temel Külliyâtından Fiiller Hakkında Mülâhazât-ı Sarfiy e) .
i. Türk Sıfatlan (Türk Çavlan)**.
III. Osman Fevzi Olcay, Amasya Şehri
A. Osman Fevzi Olcay
Hayatı ile ilgili bilgiler Amasya Meşâhîri adlı eserine aldığı
otobiyografisine dayanmaktadır. Buna göre Hasan-oğlu şöhretine
sahib yazar, ailesinin Sultan II. Bayezid (1481-1512) devrinden
itibaren sakini oldukları Amasya’da 1304 (1886-7)’de doğmuştur.
Babası Kara Vâiz Ahmed Hilmi Efendi’dir45. Sofi-zâde Mektebinde­
ki ilk tahsilini müteâkıb rüşdiye ve idadiyi bitirmiş (1904), Dârü’lfünûn’da tahsil için bulunduğu İstanbul’daki bir senelik ikâme­
39 Yılmaz-Akkug, a.g.sad., V E .
40 Çağan, a.g.m., s. 3.
41 Akpınar, a.g.m., s. 168.
42 Çağan, a.g.m., göst. yer.
43 1301’den 1523’e kadar vazifeli vezirlerin biyografilerini ihtiva ettiğini
Yasar belirtmektedir («Orhan B ey’in Vakfiyesi», s. 298).
44 Son ü ç eserin ya za n tarafından çoğaltılmış birer nüshaları Anıtkabir
Ktb., nr. 489, 497, 488’de bulunmaktadır (Türkiye Yasmaları Toylu Kataloğu
-TÜYATOK-, haz. Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü, I, Ankara
1979, 3-4).
45 Üniversite Ktb., T Y nr. 9382, s. 182.
FİKR/ET SARIOAOĞLU
48
tinden sonra, babasının davetiyle Amasya’ya dönerek onun, adını
vermediği medresesinde 5 yıl süren eğitimini tamamlamıştır. Bal­
kan harbi yıllarında Trakya’da askerlik, Dünya harbinde Amasya
Askere Alma Kalemi kâtibliğinde bulunmuştur. Bu arada Kâzım
Karabekir Paşa’nm komutanlığındaki ermeni isyanlarının bastı­
rılmasına ve tehcir işlerine iştirak etmiştir. 1917’de Amasya Emlâk-i
Millîye tahsüdârlığı ve Tütün İnhisar memurluğu, 1929’da Sam­
sun İskân Müdürlüğü mûtemedliği görevlerinde bulunmuştur. Bu
vazife ile geldiği İstanbul’da, 1933’den îtibâren Arşiv Dâiresi’nde
ve İstanbul Kütüphâneleri Kitap Tasnif Komisyonu’nda çalışmış­
tır. Sinekli, Rami, Akçalı nahiye müdürlükleri de yapan Olcay’m,
1947 yılında kaleme aldığı otobiyografisinde en son Sarıyer. Tah­
rîrât Kitâbeti’ne tayini belirtilmektedir. Bu tarihden îtibâren
hakkında sağlıklı bügüere ulaşılamayan yazarın Fethi ve Bedriye
adlı iki evlâdı bilinmektedir.*6.
B. Amasya Şehri
1934’de yazılmış olan eserin bizzat yazan tarafmdan çoğaltıl­
mış ve bazılan tamamlanamamış nüshalan değişik kütübhânelerde bulunmaktadır*7. İstanbul’daki bilinen iki yazmada Amasya
Şehri olarak belirtilen eserin adı48, bazı yerlerde Amasya Şehri Ta­
rihi™, Amasya Tarihi50 ve Amasya Tarihleri Zeyli51 şekillerinde
bildirilmektedir:
Amasya Şehri’nin ilk yapraklarında alfabetik konu, şahıs, yer
ve .müessese adlarım sıralayan fihristler bulunmaktadır. Ancak
metim tertibinde bir plân gözetilmediğinden muhtevâ hemen an46 A .g.e., s. 183-191.
47 Am asya Şehri’mn şimdilik .bilineli nüshalan şunlardır: Topkapı Sarayı
Müzesi Kütübhanesi (TSM K), Yenüer Kısmı, nr. 774 (Bk. F. Edhem Karatay,
TSMK Türkçe Yazmalar Katalogu, I, İstanbul 1961, 3 25); A tatürk Kitaplığı,
Belediye Yazmaları, nr. 2; Tübinger, Staatsbibliothek, Ms. or. quart 2018 (B.
Flemming, Türkische Handschriften, I, Wiesbaden 1968, 265-266).
48 TSMK, Yenüer Kısmı, nr. 774, s. 1; A tatürk Kitaplığı, Belediye Yaz­
maları, nr. 2, s. 1.
49 Karatay, a.g:k., I, 325.
50 Akpmar, a.g.mad., s. 6.
51 Fremming, a.g.k., I, 266.
ÜÇ A M A S Y A TAR İH Ç İSİ V E ESERLERİ
49
¡aşılamaz. Buradaki Amasya'nın tabiî, coğrafî ve İktisadî duru­
muna, şehirden yetişen sadrıâzam, vezir, kumandan, âlim, tarih­
çi, coğrafyacı, şâir, tabib, hattât ve benzerlerine âid bilgiler bir
bölüm olarak ele alınabilir. Daha sonra Amasya’da mevcud antik
çağ, Selçuklu, OsmanlI devri eser ve kitâbeleri ile şehirdeki mütâ­
reke yıllarına âid olaylar nakl edilmektedir. Olcay’m çalışmasını
diğer eserlerden ve belki yazmalardan ayıran özelliği, ilgili şahıs­
ların resim veya fotoğraflarının verümesi, bir çok kitâbenin önce
aynıyle sonra tercümesi veya devrinin yazısıyla tesbit edilmesidir.
Amasya Şehri’nde bir kaç kitab ismi dışında kullanılması muh­
temel eserler belirtilmemiştir. Daha çok Olcay’m seyahat ve göz­
lemlerine dayanan bilgilerin, asıl malzemeyi meydana getirdiği
anlaşılmaktadır. Belâbil’i gördüğünü büdiren yazarın52, 1934’de
üzerinde çalışdığı eserinde, aynı yıla kadar IV. cildi de basümış
Amasya Tarihi’nden söz etmemesi enterasandır.
Osman Fevzi Olcay’m, çeşni ve tezyinin önem kazandığı
Amasya Şehri, bu yönleriyle bir şehir tarihi olmakdan uzaktır.
Ancak renkli resimleri, hattı bakımından da ilgi çekici kitâbe na­
killeri, çeşidli yerlerden temin edilerek yapıştırılmış fotoğrafları,
mezar taşlarından mumyalara kadar değişik eşyanın tasvirleri
esere önem kazandırmaktadır. Sarf edilmiş zaman ve mesâinin,
bu devrin Amasya’sı ve AmasyalIları hakkındaki eksik bilgilerin
telâfisine imkân sağlayabilecek bir seviyede bulunduğu ifâde edi­
lebilir.
C. Osman Fevzi Olcay’m Diğer Eserleri
h Basılmış Eserleri
a. Câhız, Türklerin Faziletleri ve ÖvgiÂleri (trc. O. F. O lcay),
İstanbul 1939, 29 s.53
52 TSMK, Yeniler Kısmı, nr. 774, s. 64.
53 Bu basımın, Mehmed Şerefeddin Yaltkaya tarafından Türk Yurdu/nöa.
yayınlanan el-Câhiz çevirisinin tahrif edilmiş bir teıkran olduğu hakkında bk.
Aykut Kazancıgil, «Mehmed Şerefeddin Yaltkaya (1879-1947)», Bilim Felsefe
Tarih, sayı 1 (İstanbul 1991), s. 120.
50
F İK R E T SARICAOĞLU
2. Basılmamış Eserleri
a. Amasya Meşâtıîri. Biyografi te’liflerinin meşhurları da kul­
lanılarak 1947’de hazırlanmış olan eser, alfabetik sırala­
nan toplam 181 şahsın biyografisini ihtiva etmektedir. Yer
yer boş sahifelerle birlikte yine ilgili şahsın veya mezar ta­
şının fotoğraf yahud çizimi verilmektedir. Yazarın otobi­
yografisi ve silsile-nâmesi Amasya Meşâhîri’ıûn son konu­
sudur54.
b. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve Viyana Muhâsarasındaki
Hezimetin Sebebleri55.
c. Muhtasar-ı Menâkıb-ı Mevlânâ56.
Amasya, muhtevaları belirtilmeye çalışılan eserlerden de an­
laşıldığı üzere, şehrin tarihine dâir yapılabilecek daha geniş araş­
tırmalar için hazır ve oldukça değerli malzemeye sahib görün­
mektedir. Özellikle son devir Amasya'sına âid bu bilgilerin etraflı
bir çalışmaya konu olabilmesi, öncelikle sözü edilen yazarlar hakkındaki tamamlayıcı bügüerin teminine ve önemli kısmı yazmalar
halinde kalmış kitablann sağlıklı metinlerinin yayınlanmasına
bağlıdır. Bu bakımdan ilgilileri, bir takım özel kitaplıklarda bu­
lunduğu bilinen nüshaların tesbiti işi beklerken, müellif hattı üe
mevcud bazı çalışmaların hızla yayınlanması lüzûmu da aşikâr­
dır.
54 Şu nüshalar bilinmektedir: Üniversite Ktb., T Y nr. 9382; Tübinger,
Staıatsbibliothek, Ms. or. quart 2124 (Flemming, a.g.k., I, 235-236. Burada eserin
adı AmasyalI Meşhur Adamlar şeklindedir); TSMK, Yeni Yazm alar Kısmı, nr.
253 (Bk. Kiaratay, a.g.k., I, 421-422).
55 Eserin müellif hattı bir nüshası TSMK, Yeni Yazmalar Kısmı, nr. 597’dedir (Bk. Karatay, a.g.k., I, 421).
56 A dı verilen eserin yine müellif hattı bir nüshası, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Ktb., nr. HÖ 175’de bulunmaktadır ( TÜYATOK, I, 39).
OSMANLI DİPLOMATİKASINDA MÂLÎ TARİHİN
KULLANILIŞI
Filiz Çalışkan
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin resmî takvimi, Halife
Hz. Ömer (R. A.) zamanmda kabul edilip diğer İslâm devletlerin­
de de kullanılmış olan Hicrî-kamerî takvimdi. Güneş senesinden
10 gün 21 saat 1 dakika eksik olan bu ay yılı, tam seneyi tamam­
lamadan devr etmesi dolayısıyla aylan, mevsimlere göre değişti­
ğinden, bilhassa mâlî muamelât için elverişli değüdi. Başlangıç­
ta, devlet gelirleri timar-zeâmet usûlü ile yerinde sarf edildiğin­
den şemsî takvim tatbikine ihtiyaç duyulmamıştı. Ancak, zaman­
la malî işlerde güneş yılının kullanılması zarureti ve bu zaruret
sahasının genişlemesi neticesinde, güneş yılı esasına dayanan hu­
susî bir malî takvimin kullanılması îcab etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin -daha önceki muamelâtı hakkında mâlûmatımız olmamakla beraber- XV. yüzyıldan sonra bazı devlet ge­
lirlerinin tahsilinde ve bunun neticesi olarak bir kısım malî he­
saplarda güneş yılını kullandığı bilinmektedir. Nitekim mukataat
tevziatının bir kısmı kamerî, bir kısmı ise şemsî sene üzerinden
ve Muharrem veya Mart ayı başmdan itibaren yapılırdı. Hatta
bunlar hakkında, «Muharremi mukataa», «Martî mukataa» tabir­
lerinin kullanıldığı görülmektedir1. Şemsî sene üzerinden yapılan
tevcihlerde şemsî ay ismi, Hicrî-kamerî sene ile birlikte kullanılıp
meselâ, «... 1025 Martı ibtidâsmdan ... 1026 Martı evveline gelin­
ce ...»2 demliyordu. Mukataalarm satışlarında umumiyetle Mart
1 Cevdet Paşa, Tarih, V I (İstanbul 1309), 151 ve ondan naMen Şefik
Türker, Takvim v e Tarihi, K ayseri 1940, s. 39 ve M. Zeki Pakalm, Maliye Teşki­
lâtı Tarihi, I I (Ankara 1978), 376.
2 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tahvil D efterleri, nr. 1, s. 72.
52
FİLİZ Ç ALIŞKAN
ayının girişi esas alınmakla beraber bu satışlar bazan da Ocak,
Mayıs veya Ağustos aylan başında yapılırdık
A yn bir bütçesi olmayıp doğrudan merkez muhasebe teşkila­
tına bağlı bulunan eyaletlerin hâzineye aid gelirleri de, biri Nevrûz4 diğeri Ağustos başı olmak üzere iki defada ödenirdi.
Şemsî ay isminin kamerî seneye nisbetle kullanılması, iki sene
arasındaki 11 günlük fark dolayısıyle, bu takvimin tashihini îcab
ettirmekteydi. Bu maksadla, her 33 yılda şemsî seneye nazaran
bir yıl üeri giden kamerî yıl, malî muamelâtdan düşülürdü -ki
buna, t e d a h ü l veya s ı v ı ş senesi5 denilirdi. Bu hususdaki
esas, şemsî yılın kullanıldığı malî işlerde başlangıç olarak alınan
Mart ayının girmediği yılın sıvışılması idi. Ancak, Ocak, Mayış
veya Ağustos aylarında iltizama verilen mukataaların sıvış yıllan,
bu ayların girmediği sene olacaktır. Ancak, bazan, bir sonraki
sene Mart ayının girmeyeceğinin, hazine muamelelerinin yapıl­
masından sonra fark edilmesiyle, hatânın sonradan düzeltilmesi,
birtakım zorluklara sebeb olmuştur. Nitekim, IV. Mehmed’in sal­
tanatına tesadüf eden 1086 (1675-76) Hicrî-kamerî senesinde
1 Mart, 25 Zilhicce’ye isabet ettiğinden 1087 senesinin sıvış yılı
olması îcab ederken; bu yapılmamış ve sebeb olduğu aksaklıklar
sonradan bertaraf olunmuştur6.
3 Halil Sahillioğlu, «Sıvış Y ılı Buhranları», l.Ü. İktisat Fakültesi M ecmuası (İ .t î . 1. F .M .), X X V H /1 -2 (1969), 82-83.
4 Julian takvimine göre 11; Grégorien tashihinden sonra ise 21 Mart gü­
nüdür.
5 Kamerî sene 354 gün 8 saat 48 dakika olup aylarının başı ve sonu
rü‘yet-i hilal ile tesbit olunur. D ört ay n ın ard arda 30, üç ayının da ard arda 29
olması mümkündür. A ncak tatbikatda Muharrem ayı 30, Safer ayı 29 itibar
olunarak bir a y 30 bir ay 29 olm ak üzere sene 354 güne tamamlanmıştır.
OsmanlIlarda malî tarih olarak kullanılan v e Rum î tarih olarak bilinen
Julian esaslı şemsi sene ise 365,25 gün (Kâm il güneş yılı 365 gün 5 saat 48
dakika 41 saniyedir) olduğundan aradaki fark sebebiyle her 33 yılda, şemsî sene
kamerî seneye nazaran bir yıl geri kalır. Mart ayınım girm ediği bu 33. kamerî
sene malî muamelatdan sıvışüırdı. A ynı şeklin diğer bazı Islâm devletleri ve
Abbasiler zamanında da tatbik edildiği hususunda bk. Cevdet Paşa, Takvimü’ ledvâr, İstanbul 1300, s. 72; Ahm ed Muhtar Paşa, İslahü’t-takvim , M ısır 1308,
s. 30; Osman Turan, Tarihî Kronolojinin Esasları, A nkara 1954, s. 68; Halil Sahillioflu, «Sıvış Y ılı Buhranları», s. 76.
6 Bu hususda verilmiş ferm an-ı âlî’nin 29 Mart 1088 tarihli sureti için
bk. Cevdet Paşa, Tarih, VI, 372-373 ve aynı mlf., Takvimü’ l-edvar, s. 65-67. Bu
M Â L Î TA R İH ÎN K U L LA N IL IŞI
53
Diğer taraftan XVI. yüzyıl bütçelerinin iki Nevrûz arasındaki
güneş yılı için düzenlendikleri görülmektedir. Ancak aynı yüzyı­
lın sonlarından XVIII. yüzyıl ortalarına kadar olan döneme âid
bütçelerin Muharrem ayı başmdan Zilhicce ayı sonuna kadar
olmak üzere bir kamerî yıl için tertib edilmiş oldukları tesbit edilmektedir7. Ayrıca, XVIII. yüzyılda hem ay, hem de güneş
yılı ayları itibariyle hazine gelir ve giderlerini gösteren bütçeler
de düzenlenmiştir8. Şemsî yüa göre düzenlenmiş bütçelerin başlan­
gıç ve bitiş tarihi Nevrûz gününün tekabül ettiği Hicrî-kamerî se­
nenin ay ve gününün belirtilmesi üe tesbit edilmiştir9. Ancak bu
bütçelerin giderler kısmında genellikle üçer kamerî aylık dönemler
halinde ve kamerî bir senede dört defada ödenen mevacibler yer al­
makta idi. Bu durumda, şemsî yıl esasma göre tahsü olunan gelir­
ler kamerî yıl üzerinden sarf olunmakta ve dolayısıyle 365 günlük
gelir 354 günün masrafı için kullanılıp aradaki 11 günün gelir
karşılığı kalmıyordu. Devletin malî durumunun iyi olduğu' dönem­
lerde bu açık pek fark edilmemiş ancak sıkıntılı dönemlerde malî
durumu sarsmıştır10.
Bu iki takvim farkı sebebiyle hâzinenin zarara uğraması du­
rumunu, 1152 (1739-40) yümda, ikinci defterdarlığı esnasmda Âtıf
hata, o tarihlerde defterdar olan Nailî Râsih Efendi’nin arzı iizerine düzeltilmiş
olmalıdır. Zirâ, O. Nuri Ergin, muhtelif tarihlerde ıslâh-ı takvim ile uğraştıkla­
rım söylediği defterdarların ilki olarak, 1088 (1677-78)’de faaliyetde bulundu­
ğunu tasrihle, Nailî Râsih Etenli’yi zikr etmektedir. M ecelle-i Umûr-ı Beledi­
ye, I, İstanbul 1338/1922, s. 970.
7 H. Sahillioğlu, «Sıvış Yılı Buhranları», s. 80; Ahm et Tabakoğlu, «¡XVII
ve X V m . Yüzyıl Osmanlı Bütçeleri», I.Ü.E.F.M., X L I /l- 4 (Ö. Lütfi Barkan’a A r­
m ağan), 1985, s. 390, 392-393.
8 H. Sahillioğlu, «Sıvış Yılı Buhranları», s. 102-103.
9 ' a.g.m., s. 80-81; aynı mlf., «1524-1525 Osmanlı Bütçesi», l.Ü .l.F M .,
X L I/l-4 , 417-418. Elde mevcud ilk Osmanlı bütçesi olarak bilinen bu 1524-1525
yılı bütçesinin âid olduğu dönem, «an-evvel-i Nevrûz el-vâki fi 5 Cemaziyelevvel sene dokuz yüz otuz (ilâ-evvel-i Nevrûz) el-vâki fi 16 Cemaziyelevvel sene
dokuz yüz otuz bir (11 Mart 15 2 4 -1 0 Mart 1525) fi sene-i kâmile» şeklinde
belirtilmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 2143’den naklen H. Sahillioğlu,
«1524-1525 Osmanlı Bütçesi», s. 433.
10 Bu hususda bk. H. Sahillioğlu, «Sıvış Yılı Buhranları». H. Sahillioğlu,
OsmanlIlarda iç hâzinenin, belki de, sıvış yılı buhranlarım telafi için kurulduğu
ve fakat zamanla bunun unutulmuş olduğu görüşünü belirtmektedir, aynı maka­
le, s. 94.
54
F İLİZ Ç A L IŞK A N
Mustafa Efendi (ö. 22 Cumadelûlâ 1155 / 25 Temmuz 1742) 11, bir lâ­
yiha ile izah etmiştir. Âtıf Efendi hazırladığı lâyihasında, bütün
mukataa gelirlerinin tahsili yaranda mevâcib gibi hazine sarfiya­
tının da güneş yılı üzerinden yapılmasını teklif ederek; bu uygu­
lamanın, henüz feth edilmiş olan Belgrad kalesi ve civan palangalan neferâtının mevâcibinden başlatüabüeceğini belirtmiş ve
böylece sene başı Mart ayı olan şemsî senenin kullanım alanının,
hazine masraflarının bir kısmına da teşmil edilmesi düşünülmüş­
tür12.
Sonradan 1205 (1790-91) yılında gümrükçü Haşan Ağa gay­
retiyle gümrük eshamında da şemsî aylar kullanılmaya başlanmış­
tır13.
Bu faaliyetlerle, hâzinenin zaran bir ölçüde bertaraf edilmiş­
se de şemsî ayların kamerî sene ile birlikte kullanımımn mahzur­
ları ortadan kaldırılamamıştır. Her iki takvim arasındaki fark se­
bebiyle şemsî sene esasına göre tahsü olunan mukataa gelirleri­
ne, t e f â v ü t - i h a s e n e adıyla bir miktar zam yapılırdı. An­
cak bu zammın sıvış senesi zararını kapatmaya kâfi olmadığı
1209 (1794-95)’da ikinci defterdarlığı esnasında Morali Osman
Efendi (ö. 11 Ramazan 1 2 3 3/1 5 Temmuz 1818)11 tarafından tesbit edilmiştir. Bu sebeble, Osman Efendi, Tefâvüt-i hasene’nin
sebebi, teşkili ve nizamı hususlarım tedkik etmiştir. Tefâvüt-i
hasene’nin sıvış yılı zararım kapatmaya kâfi olmamasının sebebi­
nin, bu zammın tesbitinden veya akçe ile kuruş arasmdaki değer
farkının değişikliğinin bu zamma tatbik olunmamasından kay­
naklanabileceği düşüncesiyle atîk hazine defterlerini tahkik et­
miş; fakat, bir neticeye ulaşamamıştır15.
Tim ar-zeâm et usulünün ilgasıyle gelirlerin doğrudan hâzi­
nede toplamp buradan sarf edilmeye başlanması şemsî esasa da­
yanan bir takvimin kullanılmasını zaruri kılmış ve bunun neticesi
11 Subhi, Tarih, İstanbul 1198, vr. 213 ve ondan naklen Maliye Teşkilâtı Ta­
rihi, U, 195.
12 Â tıf Efendi’nin hazırladığı lâyiha sureti için bk. Cevdet Paşa, Tarih,
VI, 373-377 ve ondan naklen Maliye Teşkilâtı Tarihi, U, 200-203.
13 Cevdet Paga, Tarih, VI, ISO; Takmmü’l-edvar, s. 53.
14 Pakalın, a.g.e., n , 386.
15 Cevdet Paşa, Tarih, VI, 152 ve ondan naklen Pakalın, a.g.e., II, 376-377.
M Â Lİ T A R İH İN K U L LA N IL IŞI
55
olarak Rûmî sene resmiyet kazanmıştır. Sıvış yılı olan 1255 se­
nesini tâkib eden 1256 (1840-41) yılı, malî seneye mebde kabul
edilmiştir16.
Böylece sıvış senesi zararı bir ölçüde kapatılmışsa da bu
defa başka mahzurlar doğmuştur. Bunların ilki, malî sene ola­
rak kullanılan şemsî senenin aslî bir başlangıcının olmayışı, yani
Rûmî yılların Hicrî-kamerî 1256 (1840-41) yılı üzerine eklenme­
sinden kaynaklanan aksaklıklar ve bu arada iki takvimin birbi­
rine tahvilinin güçlüğüdür. Bunu bertaraf etmek maksadıyle,
Meclis-i Vükelâ tarafmdan hazırlanan bir mazbata üe, malî tarih
yanma Milâdî tarihin konulması teklif edilmişse de münasib gö­
rülmemiştir17. İkincisi ise, Osmanlı malî takviminin kâmil bir se­
neden 11 dakika fazla olan 365,25 günlük Julian18 esasma dayan­
masından kaynaklanmaktadır -ki bu fark dolayısıyle Rûmî
( = malî) tarih, 128 senede 1 yıl kâmü seneden geri kalır19.
Bu sebeblerle artık bu takvimin ıslâhlarla elverişli hale ge­
tirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmış ve ilk olarak, 1282
(1865-66)’de müneccimbaşı tâyin edilmiş olan20 Tahir Efendi
(ö. 1297/1879-80), müneecimbaşılann çıkardığı Takvim-i sâl’de
Hicrî-şemsî bir senenin kabulünün gereği ve esaslarma dair ya­
zılar neşr etmiştir21.
16
Islahü’t-takvim , s. 24.
17
Saîd Paşa, Hâtırat, I, İstanbul 1328, s. 405-406.
18 Ru takvim, Suriye taraflarında kullanılan ve mebdei M .ö. 323 olan İs­
kender takviminin ıslaih edilmiş şeklidir. İskender’den sonra Suriye’de hüküm­
dar olan Selefkos’un Gazze civarındaki muzafferiyeti tarihi olan M .ö. 311 se­
nesi başlangıç kabul edilmiştir (Takvimü’ l-edvâr, s. 28-30. A y n ca bk. Mahmud Celaleddin, «Tarih-i Rûmî N edir?», Hazitıe-i Evrak, TL/S (M art 1299),
123-124; O. Turan, a.g.e., s. 65). Bu takvim Julius Caesar tarafmdan M.Ö. 45’de,
sene 365,25 gün kabul edilmek suretiyle ıslâh ettirilmiştir. Bizde malî tarih
olarak kullanılmış olan takvim, bu Julian takvimine dayanmakta olup ay isim­
lerinden Mart, Mayıs ve Ağustos Rom ahlar’dan; diğerleri ise Süryanîler’den
alınmıştır. A y isimleri hakkında, tafsilât için bk. Ş. Türker, a.g.e., s. 57-72.
19
Hâmât Dilgan, Takvimler v e Tarih Tekabülleri, İstanbul 1957, s. 7.
20 Takvimü’ l-edvâr, s. 4 /* ’de Tahir Efendi’nin Osman Sâib Efendi yerine
müneccimbaşı olduğu da tasrih edilmeıktedir.
21 a.g.e., s. 3-4. Tahir Efendi’nin bu konudaki görüşleri hakkında malûmat
için bk. s. 4-19.
56
FİLİZ Ç A L IŞK A N
1256 Hicrî-kamerî yılım başlangıç kabul eden bu şemsî malî
takvimin -1287 senesine gelindiğinde, artık, eskiden olduğu gibi
malî hesaplardan sıvışılması gereken 1288 Hicrî-kamerî senesi­
nin sıvışılmaması üzerine - bu iki sene rakamı arasındaki farkın git­
tikçe artmasından doğacak mahzurları, yakından fark edilmiştir.
Cevdet Paşa bu konuda, Takvimü’l-edvâr adlı eserini kaleme almış­
tır22. Cevdet Paşa eserinde, müneccimbaşı Tahir Efendi’nin de gö­
rüşlerine yer vererek Hicrî-şemsî bir senenin kabulünü teklif etmek­
tedir. Bunun üzerine aynı sene teşkil olunan komisyon, Cevdet Paşa’nın tekliflerine uygun bir şemsî sene kabulüne karar vermişse23
de bu karar tatbik edilmemiştir.
Aynı ihtiyacı Ahmed Muhtar Paşa, Ahmed Şâkir Paşa ve Ebuzziya Tevfik Bey gibi kimseler de24 hissedip şemsî bir sene kabulü
ve bu senenin hususiyetlerine dair yazılar neşr etmişlerdir25. Hep­
sinin birleştikleri nokta, dinî işlerde Hicrî-kamerî takvimin de­
vam ettirilmesi ve diğer işler için bir şemsî senenin kabulüdür.
Ancak sene başlangıcına neyin esas alınacağı ve mebdei, ay isim­
leri ve ayların tertibi ile kebîseler hususundaki görüşlerinde, bazan ayrılmışlardır. Cevdet Paşa, Celâlî takviminin esas alınıp Hic­
ret mebde olmak üzere bir takvim teşkili taraftarıdır26. Ahmed
Muhtar Paşa da aynı görüşü paylaşırken27 Ahmed Şâkir Paşa, vilâdet-i Nebeviyye’den başlayan26 «tarih-i Mevlid»29 adlı bir şemsî
takvim teklif etmektedir.
22 Islahü’ t-takvim, s. 27.
23 a.g.e., s. 26-27. Komisyon mazbatası için bk. Takvimü’l-edvâr, s. 68-80.
24 Bu hususda söz konusu şahıslar arasında vâki olan mektup suretleri için
bk. Ahmed Şâkir Paşa, Sene-i M aliye Hakkında Mütalaât, İstanbul 1308, s.
31-116.
25 Ahm ed Muhtar Paşa, Islâhü’t-takvim , (M ısır 1308) ve Ahmed Şâkir
Paşa, Sene-i M aliye Hakkında Mütalaât (İstanbul 1308) adlı eserlerini kaleme
almışlardır. Ahm ed Muhtar Paşa, eserinde şemsi-Hıcrî kamerî-Hicrî, ve Milâdî
takvimin birbirlerine istibdalini gösteren cedveller hazırlamıştır. Bk. s. 72 vd.
Ahmed Muhtar Paşa’nın 1256 senesinden itibaren devam eden malî sene tari­
hinin tanzim ve ıslahına dâir hazırladığı nizamname metni için bk. H. Sahilliıoğlu,
«Sıvış Yılı Buhranları», s. 84.
26 Takvimü’l-edvâr, s. 57-58.
27 Islâhü’ t-takvim, s. 11-12, 27-28.
28 Şâkir Paşa, a.g.e., s. 3, 27.
29 a.g.e., s. 28.
M Â LÎ T A R İH İN K U L LA N IL IŞI
\ 57
Nihayet 16 Kânûn-ı sânî 1332’de Meelis-i Mebusan’da 1332
senesi Şubatı’nın 16. gününün 1917 senesi Martı’nm birinci günü
itibar edilmesi kararlaştırılarak Juüan ve Grégorien takvimleri
arasındaki fark kaldırılmak ve mîlâd-ı îsa mebde kabul edümek
istenmişse de, Âyân Heyeti’nin itirazı üzerine Meclis, 28 Rebiülâhır 1335/8 Şubat 1332 tarihli kanunla, 1332 senesi Şubatı’nm 16.
gününü 1333 senesi Martı’m n ilk günü olarak kabul etmiştir30.
Müteakiben 1333 yılı 10 ay kabul ve Kânûn-ı sânî’den itiba­
ren 1334 malî yılı itibar edilerek sene başı Kânûn-ı sânî’ye kaydı­
rılmıştır.
Cumhuriyet devrinde, 9 Cemaziyelâhır 134426 Kânûn-ı evvel
1341 tarihli kanun ile 31 Kânûn’ı evvel 1341’i tâkib eden gün, 1 Kânûn-ı sânî 1926 îlan edilerek daha önce reddedilmiş olan mîlâd-ı
îsa sene mebdei olarak kabul edilmiştir.
30 Bu hususdaki kanun metni için bk. 10 Şubat 1332 tarihli Takvim-i Vekayi’ den naklen Ş. Türker, a.g.e., s. 46-47. A ncak kamerî sene üzerine sayılan
malî senenin devamı olarak kabul edilmiş olan bu takvim, hakiki bir başlangıcı
olmadığından, O. Nuri Ergin tarafından tenkid edilmiş ve kanunun kabul edüdiğî 1916 milâdî senesinden 621’in çıkarılarak kabul edilecek sene mebdeinin Hic­
ret yılı olması gerektiğine işaret olunmuştur. M ecelle-i Umur-i Belediye, I, 971.
T ~
GARP OCAKLARININ
AVRUPA ÜLKELERİ ÎLE SİYASÎ
VE EKONOMİK İLİŞKİLERİ (1580-1624)
îdris Bostan
Preveze Deniz Savaşı ile Akdeniz’de hakimiyet sağlayan Os­
manlI Devleti1 Cezayir (1516), Tunus (1534) ve Trablusgarb
(1551)’ı fethetmek suretiyle2 de Batı Akdeniz bölgesini kontrolü
altına- almaya çalıştı. Özellikle Cezayir’in Akdeniz’deki Osmanlı
menfaatlerine sağladığı avantajlar, Merkez’den çok uzaklarda bile
önemli siyasî sonuçların alınmasına yardımcı oldu. Daha çok
Mağrib eyaletleri ve sonraları Garp Ocakları olarak anılan bu üç
eyalet, kendi gemileriyle açüdıkları Akdeniz’de zaman zaman
yabancı devletleri güç durumda bıraktı. Büyük ölçüde korsan de­
nizcileri bünyesinde yaşatan bu eyâletler, XVI ve XVII. yüzyıllar­
da bilhassa İngiltere, Fransa ve Venedik tüccarlarına zor anlar
yaşattı. Fransa ile ilişkilerin dostluk çerçevesinde geliştiği XVI.
yüzyılda, gerek Kanuni Sultan Süleyman tarafından verilen im­
tiyazlar ve gerekse Barbaros Hayreddin Paşa’nm oluşturduğu iyi
ilişkiler uzun süre devam etti. Ancak İngiltere’nin Akdeniz pazar­
larına girmek için çaba gösterdiği ve Fransa'nın iktidar kavgala­
rı içine düştüğü XVI. yüzyıl sonlarında, Garp Ocaklarmm Batı
Akdeniz’de ve Atlas Okyanusu’nda korsanlık hareketlerini arttır­
dığı görüldü.
1 Fem and Braudel, Akdeniz v e Akdeniz Dünyası, tere. M. A . Küıçbay,
İstanbul 1990, II, 152, 176-177.
2 Cezayir, Tunus ve Trablusganb’ın fetih tarihleriyle buraların birer Os­
manlI eyaleti olarak teşkilatlan dınlması tarihleri farklıdır. Cezayir 1533’de, Tu­
nus 1573’de ve Trablusgarb ise 1556’dıa birer Osmanlı eyaleti olmuşlardır (H a­
lil İnalcık, The Ottoman Empire, The Olassical A g e 1300-1600, London 1973,
s. 106). Bu üç eyaletin tarihî gelişimi konusunda geniş bilgi için bk. A ziz Şa­
mili İlter, Şimali A frikada Türkler, İstanbul 1936.
60
ÎD R İS BOSTAN
Fransa île ilişkiler
Kanuni devrinde başlayan Osmanlı-Fransa dostluk ilişkileri
aynı dönemde Cezayir beylerbeyi ve Kapudan-ı derya Barbaros Hayreddin Paşa tarafından geliştirildi. Osmanlı donanması bir Fran­
sız limanı olan Tolun şehrini zaman zaman adeta bir üs gibi kul­
landı ve İspanya, Venedik gibi Fransa'nın düşmanı olan devletle­
re karşı Fransa’ya yardımcı oldu. Fransa 1536 Kapitülasyonu ile
Osmanlı topraklarında ticaret yapma hakkım elde ettiği gibi
1569 Kapitülasyonu ile de Venedik hariç diğer devletlerin kendi
bayrağı altmda ticarete katılmaları imtiyazım aldı. 1577’de yeni­
lenen ahidnâmede de bu husus değişmedi. Ancak 1580’de Ingütere’nin kendi bayrağı altmda ticaret yapma hakkım elde etmesiyle
iki ülke arasında rekabet başladı3. İngilizler Akdeniz’deki Fransız
ticaretini kıskandıklarından onların gemilerine hücum ediyor ve
Garp Ocakları korsanlarıyla anlaşarak Fransız gemilerini müret­
tebatı üe beraber Afrika limanlarına esir olarak satıyorlardı4. Çün­
kü Fransa XVI. asrm sonları ile XVII. asrın başlarında deniz kuv­
vetleri bakımından oldukça zayıf idi ve İngiliz korsanlarının sal­
dırıları karşısında yetersiz kalıyorlardı.
1569 senesinde Fransa’ya verilen ahidnâmeden anlaşüdığma
göre Fransa'nın Cezayir ve diğer Kuzey Afrika limanlarında birer
konsolosu bulunuyordu ve bunları değiştirme yetkisi kendilerine
aitti5. XVI. asrın sonlarında Tunus ve Trablusgarb’da görevli olan
konsolos bu bölgedeki Fransızlar’m problemleriyle bizzat ilgileni­
yordu6.
3 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-lngiliz İktisâdi M ünasebetleri I (15801838), Ankara 1974, s. 38-41.
4 Bu husustan, rahatsız olan Fransa ikrah IV. Henri ve elçisi İstanbul'a
şikayette bulundular ve Dîvan’dan Garp Ocakları .yöneticilerine hitaben ferman
gönderilmesini sağladılar (Ahmet Refik, «Türkler ve .Kraliçe Elizabet», Darül­
fünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, V III/5, İstanbul 1932, s. 14-15). Benzer
bir olay Ekim 1607’de Tunus’a gelerek bir kalyon donatan İngiliz korsanı Vardo’nun iki Venedik barçasını esir etmesi ile meydana geldi (BOA, Düvel-i E c­
nebiye, nr. 13, s. 50/216).
5 I. de Testa, R ecueü des Traités de la P orte Ottomane avec les puissan­
ces étrangères, Paris 1864, I, 94.
6 1 Ramazan 1001/1 Haziran 1593 tarihinde Tunus ve Trablusgarb beylerbeyilerine, yeniçeri ağalarına ve ihtiyarlarına gönderilen bir hükümden an-
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İL E R İ
61
Osmanlı Devleti, XVI. asrın başlarından itibaren müttefiki
olan Fransa’nın iç işleriyle de yakından alâkadar idi ve bununla
ügili olarak Garp Ocakları valilerine fermanlar gönderiyordu. Ni­
tekim, IV. Henri, Fransa kralı olunca Protestanlıktan katolik mez­
hebine geçtiğinden Marsüyalüar tarafmdan hoş karşüanmadı ve
krala bağlılıklarım büdirmediler. IV. Henri Navara’m n Fransa
kralı olmasına Marsüya yönetimi’nin karşı çıkması üzerine bir
müttefik olarak Osmanlı Devleti bu duruma müdahale etti7. Hatta
Marsüya yöneticüerini ikna etmek ve çeşitli görüşmelerde bulun­
mak üzere iki temsücisini Tolun’a gönderdi8. Marsüyalüar kendÜerine gönderilen iki Osmanh temsücisine de Fransa kralının kendi
mezheblerinde olmadıkları için itaat etmeyeceklerini açıkladüar9.
Bunun üzerine Osmanlı Devleti Marsüya eyaletine mensup olan­
ların krala itaat etmemeleri halinde Fransa’ya verilen ahidnâmelerden yararlanamayacaklarını büdirdi. Buna üave olarak da Garp
Ocakları mensuplarının bunların maüarım gasp etmelerine mam
olunmayacaktı10. Nitekim, çok geçmeden Garp Ocaklarına mensup
korsanlar Fransa'nın bu karışık durumundan yararlanarak pek çok
Fransız gemisini ele geçirmişler ve içindeküeri esir' etmişlerdi11.
laşıldığma göre Fransa buradaki konsolosunu değiştirmişti (BOA, Bâb-ı Âsafi,
Dîvan-ı Hümayun, Düvel-i E cnebiye D efteri (A . DVN. D V E ), nr. 901, s. 2). Ve
nedik ve Fransa elçilerinin Ingiliz korsanlarıyla işbirliği yapan Cezayir, Moton
ve Koron’daki reislerden şikayetleri üzem e 18 Safer 1014/5 Temmuz 1605 ta­
rihli M ora ve Mezistre beyleri ile Koron ve Moton kadılarına gönderilen hüküm­
ler: Düvel-i Ecnebiye, nr. 13, s. 23/78-79.
7 Marsilya, Levant ticaretinin önemli bir merkezi idi: Ispanya katolik
birliğini destekleyince Osmanlı Padişahı Marsilya’ya verdiği1 ticari .imtiyazları
geri aldı ve korsanlarım şehre saldırmasına müsaade etti (İnalcık, The Ottoman
Empire, s. 137-138)
8 1 Ramazan 1001/1 Haziran 1593 tarihinde Cezayir, Tunus ve Trablusgarb beylerbeyüenine ve sancakbeyilenine ve Akdeniz’de faaliyet gösteren kapudanlara gönderilen hükümde Fransa ile ilgili meseleleri görüşm ek üzere T o­
lun’a gönderilen Dergâh-ı âlî kapıcılarından Mehmed ve Mustafa’ya .karada ve
denizde yardımcı olunması emrediliyordu (A . DVN. DVE. nr. 901, s. 2),
9 A . DVN. DVE. nr. 901. s. 2, 7/1.
10 Marsilya Zabitine ve A ‘yânına gönderilen 1 Ramazan 1001/1 Haziran
1593 tarihli fermanda, krallarına itaat ederlerse Garp Ocakları tarafmdan esir
edilen halkliarmı ve el konulan mallarını kurtarmaları mümkün olacaktı (A.
DVN. DVE. nr. 901., s. 3 /4 ).
11 Fransa kralının isteği üzerine Cezayir, Tunus ve Trablusgarb beylerbeyilerine gönderilen 1 Ramazan 1001/1 Haziran 1593 tarihli hükümlerde ¡kral-
62
ÎDİRÎS BO STAN
Marsilya lialkının Fransa kralına muhalefeti, bir kaç yıl sürdü
ve ihtilaflar İspanya kralı II. Philip tarafından da desteklendi.
1595’de İstanbul’daki Fransa elçisinin isteği üzerine Osmanİı Dev­
leti Marsüyalılar’a nasihat etmek ve krala itaat etmelerini sağla­
mak üzere bir temsilcisini göndermesini Cezayir beylerbeyisinden
istedi. Kabul etmedikleri takdirde Fransa kralı ile işbirliği yaparak
Marsilya üzerine hücum etmeleri ve diğer isyancılara ibret olacak
şekilde onları cezalandırmaları emredildi12. Fransa'nın İspanya üze­
rine sefer düzenleme isteği ve Osmanlı Devletinden yardım istemesi
üzerine de 1595’de ittifak yapılması kararlaştırıldı. III. Murad dev­
rinde alınan karara göre karadan İspanya üzerine gidecek olan
Fransa ordusunu büyük bir Osmanlı Donanması denizden des­
tekleyecekti. Aıicak İstanbul’da saltanat değişikliği olması yüzün­
den Akdeniz’e yeni bir donanma gönderilemedi. Buna karşılık Cezayir-i Garb beylerbeyisi Hızır Paşa Cezayir ve Tunus gemüerine
serdar tayin edilerek Fransa'nın uygun göreceği yerlere emrinde­
ki donanmayla yardıma gitmesi emredildi13. Ertesi yıl İıigütere elçi­
sinin verdiği haberlerde ise Fransa ile İspanya arasındaki anlaş­
mazlığın ortadan kalkmak üzere olduğu ve bunun kendileri aleyhi­
ne bir ittifak başlatacağı endişesi dile getiriliyordu .Bunun üzerine
İngiltere kraliçesine gönderilen 5 Haziran 1596 tarihli cevabî mek­
tupta merak edilmemesi belirtilerek donanmanın denize açılmak
üzere olduğu ve eğer Marsilya'nın İspanya’ya bağlılığı gerçek ise bu
duruma müdahale edileceği ve zorla da olsa Fransa’ya bağlatılacağı anlatılıyordu11.
Osmanlı Devleti, Fransızlar’m Kuzey Afrika sahillerinde ba­
lık ve mercan avlamalarına ve oralarda depolar kurmalarına da
larma isyan ettikleri gerekçesiyle gem ileri ve m an an yağmalanan ve kendileri
esir edilen Fransızların serbest bırakılması emrediliyordu (A . DVN. D VE. nr.
901, s. 2).
12 1 Muharrem 1004/6 Eylül 1595 tarihli Cezayir beylerbeyisin« gönderilen
büküm: A. DVN. DVE. nr. 901, s. 7/1.
13 Fransa knaılı IV. Henıriı’.niitnı isteği üzerine Cezayir beyierheydsine hi­
taben yazılan ferman 6 Muharrem 1004/11 Eylül 1595’de Fransa'nın İstanbul’­
daki elçisine verildi (Bâb-ı A safî, Dîvan-ı Hümâyun, Mühimme Kalemi (A .
DVN. MHM), nr. 934, s. 7 /2 ).
14 8 Şevval 1004/5 Haziran 1596 tarihli İngiltere kraliçesine hitaben ya­
zılan nâme-i hümâyûn: A . DVN. MHM, nr. 934, s. 14/2.
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İLER İ
63
izin vermişti. Bunun karşılığında ise Fransa tüccarı belli bir ver­
gi ödemek zorunda idi. Mesela, 1593’de Tunus’a bağlı Benzert li­
manında mercan avı yapabilmek için Fransız tüccarı 4000 altın
ödemek mecburiyetinde idi ve bu para yeniçeri maaşları için kul­
lanılmaktaydı15. Fransa tüccarının Kuzey Afrika sahillerinde mer­
can avlayabilecekeri hususu 1604 tarihli ahidnamede de tekrar
edildi16.
Garp ocaklarının Fransa üe ilişkileri daha çok çeşitli korsan­
lık hareketleri ve Fransa'nın bunlardan şikayetleri ile devam etti.
Özellikle Fransa’da iç karışıklıkların meydana geldiği yıllarda bu
tür olaylara daha çok tesadüf edüdi. Nitekim 1594’de Cezayir,
1595’de Tunus korsanları Fransız ticaret gemüerine saldınlarda
bulunmuşlardı. Cezayir’de görevli beyler ve korsan reisler, Fran­
sa bayrağı taşıdığı halde gemilere el koymuş ve 800 bin altın
tutarındaki para ve m allan yağmalamış tüccar ve tayf alan esir
etmişlerdi. İstanbul’dan gönderilen fermanlar üzerine bunların
bir kısmı serbest bırakılmışsa da Benzert kapudanı üe birlikte di­
ğer bir kaç korsan reisinin gemüerinde 80-100’er Fransiz esir bu­
lunduğu anlaşılmıştır17. Tunus korsanları da Fransızlan rast gel­
dikleri yerde esir ediyor, gemi ve mallarına el koyuyorlardı18. Fran­
sa'nın İstanbul’daki elçisi bütün bu saldırılan Divan-ı Hümayûn’a büdiriyor ve ügilüere emirler gönderilmesini sağlayarak ken­
di tüccarlarının mağdur olmaktan kurtarılmasına çalışıyordu.
Fransa elçisi, ayrıca Garp Ocakları vüayetlerindeki valüerin kor­
sanlara yardımcı olmaya devam etmeleri halinde bir daha Fransa
limanlarından yararlanamayacaktan konusunu hatırlatıyordu.
15 1 Ramazan 1001/1 Haziran 1593’de Tunus 'beylerbeyisine, kadısına ve
asker halkına gönderilen hükümde 4000 altını ödedikten sonra tüccarın kendi
sandallarıyla mercan avlamalarına ve istedikleri yerde satmalarına kanşmam'alaırı emrediliyordu (A . DVN. DVtE, nr. 901, s. 3 ).
16 I. de Testa, R ecueil des Traités de la P orte Ottomane avec les puis­
sances étrangères, Paris 186Jtl I
Kapitülasyonlar, tere. A li Reşad - Macar
İskender, İstanbul 1330, s. 103-104.
17 Kapudan Paşa’ya gönderilen 27 Ramazan 1002/16 Haziran 1594 tarihli
hükümde Cezayir korsanlarının ellerinde bulunan Fransız esirlerin serbest bı­
rakılmasını sağlaması isteniyordu (A . DVN. D VE. nr. 901, S; 6 /1 ).
18 21 Şa‘ban 1003/1 Mayıs 1595 tarihli Tunus beylerbeyisine, kadısına ve
asker halkına gönderilen hüküm: A. DVN. DVE. nr. 901, s. 6/5,
64
ÎD R İS BO STAN
Çünkü Cezayir gemileri darda kaldıkları her zaman Fransa liman­
larına sığınmakta barut, kurşun ve benzeri harp mühimmatı üe di­
ğer ihtiyaçlarım karşüamakta idi. Anlaşüdığma göre Cezayir, Tu­
nus ve Trablusgarb’daki hapishane ve korsan gemilerinde iki binin
üzerinde Fransız esir bulunuyordu. Bunların en kısa zamanda ser­
best bıkanlmaması halinde Venedik gibi Fransa da kendi li­
manlarına Osmanlı gemilerini ikmal maksadı ile kabul etmeye­
cekti19.
Mağrib korsanlarının bu menfi tutumlarına karşılık Fransızlar’ın da zaman zaman ahidnâmelere riâyet etmedikleri görülmek­
tedir. Meselâ, 1595’de Cezayir’e tabi Bastiyon’da ikamet eden
Fransızlar, ihraç edilmesi yasak olan m allan Cezayir’den gemüerine yükleyerek kâfir diyarına taşıyorlardı. Ayrıca, oturdukları
Bastiyon’a eskisinden fazla sayıda ilâve olarak burç, baru ve kale
inşa ediyorlar ve oralara Darülharp’den yabancüar getirterek et­
rafa pekçok zarar veriyorlardı. Tabu ki bu durum karşısında ge­
rekli tedbirlerin alınması Cezayir valisine havale ediliyor ve Fransızlar’m inşa ettirdiği yeni binaların yıktmlması cihetine gidili­
yordu20. Garp Ocakları ile Fransa arasındaki ilişkilerin karşılıklı
suçlamalarla sürdüğü ve Fransız tacirlerin çoğu defa bu durum­
dan olumsuz etkilendiği görülmektedir. Ancak Osmanlı Devleti­
nin Fransa'nın yardımına ihtiyacı olduğu zamanlarda Fransız
tüccarlara daha müsamahalı davrandığı anlaşılmaktadır. XVII.
yüzyılın başlarında İspanya’nm baskısı altmda ya dinlerini değiş­
tirmek veya başka diyarlara göç etmek zorunda kalan îspanyah
müslümanlann (müdeccel, morisko) Mağrib’e geçmelerine yar­
dımcı olunması isteniyordu. Buna karşılık Fransız bastiyonlannın
iade edilmesi ve Cezayir’den sürülen Fransızlar’m geri dönmesi
kabul ediliyor ve Fransız tüccarların gemilerine el koyan Süley­
19 Kapudan-ı derya vezir Halil Paşa’ya hitaben yazılan 13 Şevval 1004/10
Haziran 1596 tarihli hükümde Fransa’y a verilen lalıidnâmelere aykırı olarak
Fransızların esir edildiği' doğru ise derhal serbest bırakılmalarının sağlanması
emrediliyordu. E ğer bu em ri yenime getirmezlerse Mağrüb’deki beylerbeyi bey­
ler, reisler ve diğer görevlilerin Dîvan-ı Hümâyûn’da yargılanm ak üzere İstan­
bul’a gönderilmeleri isteniyordu (A . DVN. DVE, nr. 901, s. 9 /1 ).
20 18 Şevval 1003/26 Haziran 1595 tarihli Cezayir beylerbeyisi Hızır Pa­
şa’y a gönderilen hüküm : BOA, Mühimme D efteri (M D ), nr. 73, s. 574/12İ32. Bu
konuda ayrıca bk. Üter, Şimali A frikada Türk'ler, I. 182-183.
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İLER İ
66
man Paşa’dan bunların geri alınması taahhüd ediliyordu21. Yine
Cezayir’deki Beled-i Unnâb yakınlarında yerleşmiş bulunan Fransızlar’ın ihtiyaçları kadar hububat almalarma izin veriliyor, ancak
yabancı diyarlara götürülmesi yasaklanıyordu22.
XVII. yüzyılda Osmanh Devleti’nin içine düştüğü iç ve dış
buhranlar sebebiyle Akdeniz’de ticaret yapan devletler aynı za­
manda özellikle Cezayir ve Tunus üe de antlaşma yapmak zorun­
da kaldılar. Cezayir üe Fransa arasmda ilk antlaşma Osmanh
Devleti’nin müsaadesiyle 21 Mart 1619’da Marsüya’da imzalandı23
ve bu antlaşma Osmanh Devleti tarafından da tasdik edüdi.
İngiltere île İlişkiler
İngilizler, düşmanları olan İspanyollar’a karşı kendüerine
yardımcı olabüecek devletin Osmanh imparatorluğu olduğunu dü­
şünüyorlardı. İki ülke arasmda ilişkileri geliştirmek amacıyla ilk
Ingiliz elçisi Harbome, III. Murad devrinde İstanbul’a geldi. İngilizlerin Kuzey Afrika üe ticarete başlayıp bir de konsolosluk aç­
maları oldukça eskidir. 1580 tarihli ahidnâme ile Osmanh Devleti
Cezayir, Tunus ve Trablusgarb iskelelerinde îngütere’nin konso­
los bulundurmasını kabul ediyordu. Ayrıca korsan gemüerinin İngilizleri esir edip satmaları yasaklanıyordu24.
Kuzey Afrika sahülerinde üslenen Garp Ocakları yüzünden
bu sularda ticaret yapmak tehlikeli olduğu halde kârh olması
21 Zilhicce 1013/N isan 1605 tarihinde Fransa kralına gönderilen nâme-i
hümâyun: MD, nr. 77, s. 16-17. A yrıca bk. hter, Şimali A frikada Türk'ler, I,
185-186. Ispanya’daki müslümıauteırm mamız kaldıkları muamele ve Osman­
lIların bumüanıa gösterdiği ilgi konusunda bk. Andrew Hess, The F orgotten
Frontier, Chicago 1978, s. 127-155.
22 23 Rebi'ülevvel 1013/19 Ağustos 1601 tarihinde Cezayir-i Garb beylerbeyisine, Beled-i Uinnab kadısına ve müftisine gönderilen hüküm: BOA, Mühimme Zeyli, nr. 7, s. 23/54.
23 Hammer, D evlet-i Osmaniye Tarihi, (tere. Mehmed A ta ), İstanbul 1335,
IX, 30, dipnot 2.
24 Osmanh Devleti ile Ingiltere arasındaki İktisadî ilişkilerin başlaması
ve gelişmesi konusunda geniş bilgi içn bk. Kütükoğlu, aynı eser, s. 22; A . Refik,
aynı makale, s. 6, 19-21. İngiltere’nin Akdeniz ticareti ile ilgili olarak ayrıca bk.
Godfrey Fisher, Barbary L egend ; War, Trade and P iracy in North A frica 14151830, Oxford 1957.
66
İD R İS BO STAN
sebebiyle tercih ediliyordu. İngiliz tüccarlar Garp Ocaklarına kur­
şun, barut ve baharat satıyorlar onlardan limon, portakal, üzüm
ve zeytin alıyorlardı25. Garp Ocakları korsanlarının İngiliz ticaret
gemilerine düzenlediği saldınlar ile İngiliz tüccarı büyük zarara
uğruyordu. Bu hususta İstanbul’daki İngiliz elçilerinin teşebbüsü
ile Trablusgarb, Tunus ve Cezayir beylerbeyilerine termanlar gön­
derilmesine rağmen korsanlık önlenemiyordu. Nitekim 1585’de ti­
caret için Cezayir’e giden bir İngiliz gemisi korsanlar tarafmdan
yaklanarak eşyalarına el konmuş ve tayfaları esir edilmişti. Trab­
lusgarb beylerbeyi Haşan Paşa’ya gönderilen emirlerde alman eşya
ve esirlerin geri verilmesi emredildiği halde o bunları teslim et­
memişti26. Bununla beraber İngilizler de zaman zaman Kuzey Af­
rika’daki korsanlarla işbirliği yaparak Fransız gemi ve tayfalarım
Afrika limanlarında satıyorlardı27.
XVII. yüzyılın başlarında sadece Akdeniz’deki Ingiliz gemileri­
ne değü Güney İngütere’ye kadar uzanan bölgede korsanlık sal­
dırılan giderek artmaya başladı. Güneybatı İngiltere’deki Devon
bölgesine giden Cezayir ve Tunus’lu korsanlar Plymouth ve
Dartmouth’daki İngiliz ticaretine büyük zararlar verdüer28. 16091611 yıllan arasmda 100 Cezayir gemisi 70 kadar İngiliz gemisini
teslim almıştı29. İngiltere’nin İstanbul elçisi Sir Thomas Roe, bu
hareketleri engellemek için pek çok teşebbüslerde bulundu. 1622’de
Osmanlı ve İngiliz görevliler İstanbul’dan Tunus ve Cezayir’e git­
tiler. Bu heyet İngilizler’le Garp Ocaklan arasındaki anlaşmazlığı
çözmekle görevli idi ve aynı zamanda korsanlık hareketlerine son
verilmesi konusunda ferman götürüyorlardı. Yapılan görüşmeler­
de Tunus’lular olumlu cevap verdiği halde Cezayir’lüer muhale­
fet ettüer. Bununla beraber görüşmelerde bulunmak üzere İstan­
bul’a bir heyet göndermeyi kabul ettiler. 1623’de imzalanan ant­
laşmaya göre, İngütere üe Garp Ocaklan arasmda devamlı dost­
luk olacak ve ticaret geliştirilecekti. Ancak İngiliz gemüeri, Os25 Kütükoğlu, aynı eser, s. 33.
26 A. Refiik, aynı makale, s. 22-23.
27- A . Refik, aynı makale, s. 14-15.
28 1620’de 50 Türk gem isi’nin korsanlık hareketleri yüzünden kayıpların
arttığı anlaşılmaktadır (Todd Gray, «Tuhkish Pinacy and. Early Stuart Devon»,
R ey. Trans, D evon A ss. A dvm t, Sci, 121, December 1989, s. 162).
29 Gray, aynı makale, s. 169, dipnot 26.
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İL E R İ
67
manii Devleti’nin düşmanlarına ait mal ve asker taşımayacaktı.
Bu antlaşmaya rağmen korsanlık hareketleri devam etmiş ve İn­
giltere’nin şikayetleri bitmemiştir30. XVII. yüzyılın ilk yarısında
Cezayir, Tunus ve Fas korsanlarının Güney İngiltere’ye yaptıkları
saldırıların son derece tehdit edici olduğu anlaşılmaktadır. İngütere 1627’de Cezayir ile bir antlaşma imzaladığı halde korsanlık
hareketleri 1630’lardan itibaren eskisinden daha şiddetli olarak
devam etmiştir31.
İngiltere kıyılarında korsanlık hareketlerinde bulunan bir di­
ğer önemli üs Fas’ın Selâ (Sale) şehri idi. 1616-1642 tarihleri ara­
sında Selâ üssünden ve diğer yerlerden gelen korsan gemileri Gü­
neybatı İngiltere’de 350-400 gemi ele geçirmişlerdi. Yine bu yıl­
lar arasında 6500-7000 arasında İngiliz esir edilmişti32.
Venedik İle İlişkiler
Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ticaret yapma hakkı en
eskiye uzanan Venedik’ti33. Önceleri bütün devletler Venedik bay­
rağı altında ticaret yapabilme hakkına sahip iken XVI. yüzyılda
ilk defa Fransa müstakü ticaret yapma izni almış, sonra bunu İngütere izlemiştir. Venedik’in diğer devletlere verilen bu imtiyazlar­
dan memnun olmadığı anlaşümaktadır. Bilhassa İngilizler’in Os­
manlI Devleti ile ticari münasebetler kurması karşısında Fransa
üe işbirliği yaparak bu faaliyetleri baltalamaya çalıştüar.
XVI. asrın sonlarından itibaren Akdeniz’de görülmeye başla­
yan korsanlık hareketleri arasında Garp Ocakları korsanlarının
Venedik ile olan ilişkileri de önemli yer tutmaktadır. 1580-1590
yıllan arasında katolik devletlere ait hiçbir liman ve sahil yoktu
30 Kütükoğlu, aynı eser, s. 33-36. IV. Murad’m İngiltere kralına gönder­
diği1 Ocak 1626 tarihli mektup için bk. Feridun Bey, Münşeâtü’s-selâtîn, İs­
tanbul 1275, H, 471-473.
31 Gray, aynı makale, s. 163.
32 Gray, aynı makale, s. 167. Selâ şehri ve Selâ korsanlan hakkında
geniş bilgi için bk. R oger Coindreau, Karâsinatu, Selâ (L es Corsaires de Sale),
tere. Muhammed Hamud, Rabat 1991.
33 Selçuklular’dan itibaren başlayan Tiirk-İtalyan ilişkileri konusunda en
geniş ve son araştırma Şerafettin Tunan’m Türki/ye-ltalya ilişkileri I (İstanbul
1990) adlı eseridir.
68
ÎD R ÎS B O STAN
M, Garp Ocakları korsanları tarafından saldırıya uğramamış ol­
sun. Bu korsanlar Adriyatik, Tuskana ve Sicilya sularındaki kı­
yılan tehdit ediyorlardı. Venedik ise Bâbıâli ile anlaşması sayesin­
de tarafsızlığı sürdüren tek Akdeniz devleti idi. Ancak XVI. asrm
sonlarında bazı Venedik ticaret gemilerine berberi korsanlar ta­
rafından el konuldu. Meselâ 1580 yılı sonbaharında bir ay içinde
25 Venedik gemisi Garp Oeaklan korsanlan tarafmdan zabt edil­
di34. Ancak 1584’te Trablusgarb valisi Ramazan Paşa’nın hanımı­
nı taşıyan bir kadırganın İstanbul’a gelirken Venedik donanma­
sı kumandanı Gabriel Emo tarafmdan zabtı ve gemidekilerin pek
çoğunun katli ile kadınlara saldınlması İstanbul’da tepki ile kar­
şılandı35. Bunun üzerine Gabriel Emo Venedik’te idam edildiği
gibi yakalanan gemi de İstanbul’a gönderildi ve böylece Osmanh
Devleti’nin infiali önlenmek istendi. 1604’de Venedik’e verilen ahidnâmede korsanlık faaliyetlerine engel olunması ve korsanların al­
dığı esirlerin iade edilmesi hususlarına da yer verildi3®. Bununla
beraber korsanlık hareketleri durmadı. Mesela 1609’da Venedik’­
ten İstanbul’a gelen üç barçayı zapteden Koron’lu Turgut Reis
içindekilerle birlikte Trablus’a gitmiş ve Venedik tüccarlarına pek
çok zarar vermiştir37. 1619’da Venedik’e verilen ahidnâmede ise
Mağrib korsan gemilerinin Venedik’e tabi yerlere ve gemilere sal­
dırması ve alınan esirleri iade etmesi konusundaki madde tekrar
edüdi38. Bununla beraber 1624’de meydana gelen bir korsanlık ha­
reketi Osmanh Devleti ile Venedik arasındaki ilişkileri bozulma du­
rumuna getiren bir başlangıç oldu. Garp Ocakları korsanlan onüç
parça kalyatalan ile Venedik’e tabi yerlere giderek yakıp yıkmış­
lar, kadın erkek 459 kişiyi esir etmişlerdi. Bâbıâli Venedik elçisi­
34 Alberto Tenenti, P iracy and the Decline o f Yenice 1580-1615, (tere.
Janet-Brian Pullan), Lıondon 1967, s. 25.
35 Tenenti, aynı eser, s. 26-27. Burada esirler hakkında daiha ayrıntılı bilgi
verilmektedir.
36 Mühimme Zeyli, ur. 7, s. 2 /3 ; î. H. Uzunçarşılı, Osmanh Tarihi, m/1,
139-140.
37 A ncak Trablusgıarb beylerbeyi bunları (korsan reisin elinden alarak ema­
nete koymuş ve Divan-ı Hümâyûn’dan gelecek 'karan beklemiştir. 15 Şa'ban
1016/5 Aralık 1607 tarihli hüküm: Düvel-i Ecnebiye, nr. 13, s. 69/328.
38 Safer 1028/25 A ralık 1618 tarihli ahidnâme : BOA, Mâliyeden Miidevver D efterler (MAD>), nır. 17901, s. 2-4. Bu ahıidnamenin bir sureti Feridun
Bey’in Münşeâtii’s-selâtîn (I, 482-487) ünde de bulunmaktadır.
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İL E R İ
69
nin şikâyetleri üzerine esirlerin iâdesi içn çalıştı ise de fazla başa­
rdı olamadı39. 1637’de ise Adriya denizine giren Cezayir ve Tu­
nus beylerine ait 16 korsan gemisinin Pulya sahillerine asker çı­
karması de durum gerginleşti. Buna karşı 28 gemiden oluşan bir
Venedik donanması intikam almak için korsan gemüerini Avlonya’da sıkıştırdı ve 15 Cezayir gemisini batırdı. Bu olay iki ülke
arasında gerginliği artırdı ise de bir müddet sonra Venedik’in taz­
minat ödemeyi kabul etmesi de yatıştırddr40.
Bütün bu örnekler göstermektedir ki, Kuzey Afrika’daki Os­
manlI eyâletleri özellikle orta ve batı Akdeniz’de merkezî Osman­
lI donanması için her zaman deri karakol görevi yapmışlar ve Os­
manlI Devleti’nin Avrupa devletleri de denizlerdeki ilişkilerinde
önemli rol oynamışlardır. Bilhassa XVI. yüzyılın sonlarında de­
nizci Avrupa devletlerinde ve Garp Ocaklarında görülmeye baş­
layan korsanlık hareketleri daha sonraki yüzyıllarda da clevam et­
miştir. Bu sebeple Akdeniz Ticaret Tarihi’nde korsanlık hareket­
lerinin nasd seyrettiği ve bunun devletlerarası ilişkderdeki yeri­
nin tesbiti önemini korumaktadır.
39 M A D , nr. 6004, s. 109.
40 Uzunçanşılı, aynı eser, s. 141-142. Admya defflraaıdelri korsanlık ha­
reketleri ve Dubrovnik’m bundan etkilenmesi ile ilgili
olarak bk. N.H.Biegman,
The Turco-Ragusan Relationship, The Hague 1967, s. 64-67, 81-84.
İD R İS BO STAN
70
BELGELER
Fransa ile ilgili belgeler
Vilâyet-i Françe Padişahı Re de Navara’ya (Henri roi de Navarre) müte'allık evâmir-i şerîfenin kaydıdır. Fî Gurre-i Ramazan
1001 .
1
Cezâyir-i Garb beylerbeyisine ve kadısma ve reislerine ve ye­
niçeriler ağasma ve ihtiyarlara hüküm ki,
Françe elçisi arzıhâl gönderüp Françe pâdişâhı Âsitâne-i
Sa'âdetime itâ'at üzere olup lâkin birkaç yıldan berü efendinize
muti' değilsiz deyü esir olan Françe re'âyâsı her kimin elinde bu­
lunursa ıtlâk olunup gâret olunan mâl u menâlleri bulunan yer­
lerden ashâbına alıverilüp min ba'd sulh u salâha ri'âyet olunup
Françe re'âyâsına bir makule te'addî olunmamak recâsına arz et­
meğin buyurdum ki, vardukda anın gibi Françe re'âyâsmdan ol
câniblerde birkaç yıldan berü siz efendinize muti' değilsiz deyü
tutulan esirleri her kimde bulunursa asla ta'allül u nizâ‘ etdirmeyüp ıtlâk etdirüp dahî olunan mâl u menâlleri ve esbâblan ashâbma ahvinlüp min ba'd sulh u salâha ve ahd u emâna muhâlif
Françelü’ye bu maküle zulm u te'addî olunmakdan hazer eyleyesiz. Françelü Südde-i Sa'âdetime kemâl-i hulûs ile itâ'at ve inkıyâd edüp şerâyit-i ahd u emâm riâyet eylemişdir. Ol takdirce
Françe re'âyâsı esir olduğuna rızâ-yı hümâyûnum yokdur. Esir
olanları dahî emrim üzere ıtlâk eyleyesiz. Sen ki beylerbeyisin şöy­
le ki emrime muhâlif Françe esirlerinin ıtlâkında ta'allül olunca
cümle senden bilinür. Ana göre emr-i şerifimin icrâsında ikdâm
u ihtimâm eyleyesiz. Bir sûreti Tunus’a, bir sûreti Trablusgarb’a.
Gurre-i Ramazan 1001.
(A. DVN. DVE. nr. 901, s. 2/1)
II
Tunus beylerbeyisine ve Trablusgarb beylerbeyisine ve yeni­
çeriler ağalarına ve ihtiyârlanna hüküm ki,
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İLER İ
71
Françe elçisi arzıhâl gönderüp Tunus ve Trablus iskelelerin­
de olan konsolos ref‘ olunup yerine Françelüler’den dârende? nâm
kimesne konsolos ta'yîn olunmağın hükm-i şerif yazılmıştır.
Gurre-i Ramazan 1001.
(A. DVN. DVE. nr. 901, s. 2/4)
III
Cezayir ve Tunus ve Trablusgarb beylerbeyilerine ve sancakbeyilerine ve deryada yürüyen kapudanlara hüküm ki,
Dergâh-ı m üallâ kapucılanndan Mehmed ve Mustafa Françe’ye müte‘allık ba‘zı husûs içün Françe’ye tâbi* Tolom nâm şeh­
re irsâl olunmüşdur. Buyurdum ki, eger karada ve deryâda herkanginizin taht-ı hükümetine dâhil olurlar ise mahall-i mezbûra
îsâl eyleyesin deyü hüküm yazılmıştır. Gurre-i Ramazan 1001.
(A. DVN. DVE. nr. 901, s. 2/5)
IV
Tunus beylerbeyisine ve kadısına ve asker halkına hüküm ki,
Françe elçisi arzıhâl gönderüp bundan akdem ba‘zı Françelüler vilâyet-i Tunus’a [tabi‘] Benzert nâm mahalde mercan sayd
etmek içün her sene dört bin altun Tunus kulu vazifesine edâ et­
mekle defe'âtla müekked evâmir-i şerife virilüp mûcebince dahî
hâlâ uhdelerinde olan dört bin altunı mîrîye edâ etdiklerinden
sonra murâdlan üzere kendülere lâzım olduğu muharrer sandalla­
rıyla mercan sayd edüp ve sayd eyledikleri mercana ve kendülerine ve-adamlarına ve mâl u erzâklanna ve mahzenlerine ve süknâlarına min ba‘d kimesne dahi u ta'arruz etmeyüp ve akçeleri ile
zâd u zevâde almak istediklerinde dahi kimesne manî olmayup
ve m etâiarın istedikleri vilâyetlere alup gidüp kimesne rencide
eylememek bâbmda emr-i şerifim recâ etmeğin buyurdum ki, vardukda bu babda mukaddemâ verilen evâmir-i şerife mûcebince
amel olunup mâdâmeki ta'yîn olunan vergülerin vakti ve zamâm
üe verüp uhdelerinde olan dört bin altunı ahidnâme mûcebince
Tunus kulu mevâcibine teslîm eyleyeler. Mezbûrlar murâdlan üze­
72
İD R İS BOSTAN
re kendü sandalları ile mercan sayd etdiklerinde ahidnâmeye ve
emr-i şerîfe muhalif asla kimesneye dahi u ta'arruz etdirmeyesiz
ve istedikleri yere varup ticâret üzere olalar. Ibkâ edesin.
Gurre-i Ramazan 1001.
(A. DVN. DVE. nr. 901, s. 3/1)
V
Cezayir ve Tunus ve Trablus beylerbeyilerine ve asker halkma
hüküm ki,
Françe elçisi arzıhâl gönderüp bundan akdem Françe padişâhının adamlarmdan ? nâm kimesne hidmet-i mühimme içün bir
firkate ile Tolum nâm şehre giderken Cezâyir levendi rast gelüp
karaya dökülüp içinde olanlar firâr edüp mezbûru tutup esir et­
mişler. Bundan akdem Efendim nâmesiyle halâsm recâ eylemeğin
Cezâyir gemileri geldikde halâs oluna deyü fermân olunup hâlâ
Cezâyir gemileri gelüp mahzâ satmak içün mezbûru ol câhibde
alı komuşlardır. Mezbûr taht-ı hükümetinizde kimin elinde bu­
lunursa alınup adamlarına teslim eylemek recâsına arz etmeğin
imdi Françelü Âsitâne-i Sa'âdetime itâ'at ve inkiyâd üzeredir.
Françe re’âyâsı esir olduğuna rızâ-yı şerifim yokdur. Buyurdum
ki, mezbûr taht-ı hükümetinizde her kimin elinde bulunursa va­
ran adamlarına teslim olunup emrime muhâlif aslâ kimesneye
ta'allül u nizâ‘ etdirmeyesiz. Siz ki beylerbeyilersiz şöyle ki, mezbûrun itâ'atinde ta'allül oluna cümlesi sizden bilinür. Ana göre
mukayyed olup emrimin icrâsmda ikdâm eyleyesiz.
Gurre-i Ramazan 1001.
(A. DVN. DVE, nr. 901, s. 3/2)
VI
Marsilya zâbitlerine ve a'yânma hüküm ki,
Bundan akdem Ef endinüz Françe pâdişâhı Re de Navara mürd
olan Françe pâdişâhının yerine gelüp bundan gayrı saltanata karîb olmamağla Françe pâdişâhhğı ana intikal edüp ol mahalde
mezbûr efendinüze itâ'at u inkiyâd etmeyüp inâd u muhâlefet
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İLER İ
73
üzere olup Âsitânemizin ve efendinüzün düşmanları ile ittifak ve
ittihadımız olmağın levend tâyifesi dahî gemilerimizi ve metâ'larınuzı buldukları yerde alıp gäret edüp ve adamlarımızı esîr ey­
lemişlerdir. Hâlâ dahî inâd üzere olup efendimize itâ'atınız olmayup ve askeri ile cenk u cidâl üzere olduğunuz istimâ' olunma­
ğın buyurdum ki, vardukda mukaddemâ Françe pâdişâhlarına
edegeldüğünüz itâ'at u inkıyâd üzere hâlâ Françe pâdişâhı Enrik
Re de Navara’ya dahî itâ'at u inkıyâd edüp şöyle ki fikr-i fâsid ile
inâd u muhâlefetiniz olup temerrüdlük üzere olasız. Eğer Memâlik-i mahrûsemizdedir ve eger deryâdadır her kande gemilerinüz
ve adamlarımız ve emvâl u erzâkmız bulunursa girift olunup
adamlarımız esîr olması mukarrerdir. Efendinizün size merhameti
olup hakkınızda rencide olunmayalar deyü defe'âtla recâsı olmağla bu husûsa mukayyed olunmamışdı. Lâkin şimdi emrimiz ile va­
ran adamlarımız vusûl buldukda emrimize amel etmeyüp şöyle
ki mutî‘ u munkâd olmayasız min ba‘d sizi sâyir düşmanlarımız­
dan fark etmeyüp küllî hakaret olmamız mukarrerdir. Bilmiş olasız ve Âsitânemizde olan Fransız elçisine emr-i şerîf inâyet olu­
nup Âsitânemiz kapucıları ile irsâl olunmuşdur. Efendimize itâ'at
ve inkıyâd edecek olursanız Vilâyet-i garbda ve şâir Memâlik-i
mahrûsemizde sizin dahi gäret olunan malınızı ve esîr olan adam­
larınızı her kande bulurlarsa halâs edüp eyyâm-ı saadetimizde
âsûde-hâl olup âdet-i kadîme üzere ticâretinizde olup menâzil ü
merâhilde kimesne rencide vu remîde etmeyüp emn u emân üze­
re gelüp gidesiz. Gurre-i Ramazan 1001.
(A. DVN. D VE. nr. 901, s. 3/4)
VII
Kapudan Paşa’ya hüküm ki,
Elçi arzıhâl gönderüp bundan akdem Cezâyir’de olan ümerâ
ve korsan reisler Françe sancağı altunda yürüyen tüccardan ba'zısm ahd u emâna mugayir esir ve gemilerin girift edüp sekiz yüz
bin altunluk nakd ve metâ'ların gäret eylediklerin mukaddemâ
i‘lâm olundukda ol maküle esir olan Françelü ıtlâk olunup malla­
rı alıverilmek içün iki kapucı gönderildikde zikr olunan esirlerin
ba'zı bir mikdâr esbâbı ile halâs olunup ve ekserin yanlarında kal-
74
İD R İS BO STAN
mışdır. Bu veçhile te'addî eden ümerâ ve korsanlar donanma-i
hümâyûna gelüp mülhak olurlar. Zikr olunan korsanlardan Benzert kapudanı Ilyas ve Dur Ali ve Kara Deli nâm reislerin her bi­
rinde seksener ve yüzer Françelü esir vardır. Gemilerin Françelü
ile donatmışlardır deyü zikr olunan üsârâ ve esbâblan ahidnâme
mûcebince ahverilüp ve mezbûrlara muhkem tenbîh u te’kid olu­
na ki min ba‘d Françe’ye müte'allik bâzirgânlarm gemilerine ve
mallanna ve sâyir re'âyâsma memnû‘ gemide bulundunuz deyü
bahâne edüp ahd u emâna mugayir dahi u ta'arruz eylemeyüp
men‘ olunalar deyü hükm-i şerifim recâ etmeğin arz olundukda
emir verile deyü hatt-ı hümâyûnumla fermân-ı âlişânım sâdır olmağın buyurdum ki, vardukda bu bâbda gereği mukayyed olup
göresin. Fi’l-vâkı‘ Cezâyir ümerâsı ve zikr olunan korsanlar Françe tüccarm ve re'âyâsm esir eyleyüp m allann gäret etdikleri vâki'
ise ahd u emâna mugayir Françelü’ye bu veçhile te'addî olundu­
ğuna rızâ-yı şer’fim yokdur. Gäret olunan esbâblann mezbûrlardan ba'de’s-sübût bî-kusûr alıverüp ve mezbûrlann gemilerinde
sahih Françelü esir bulunursa anm gibileri halâs edüp alup Âsitâne-i Sa'âdetime götürüp elçiye teslim eyleyüp emrime muhâlif
ve ahidnâmeye mugayir ta'allül ü nizâ‘ etdirmeyesin ve mez­
bûrlara muhkem tenbîh u te’kîd eyleyesin ki min ba‘d Françelü’ye
ve emvâl u esbâblarma dahi u ta'arruz eylemeyeler. Emrime muhâlefet edenleri yazup arz eyleyesin. 27 Ramazan 1002.
(A. DVN. DVE, nr. 901, s. 6/1)
VIII
Tunus beylerbeyisine ve kadısına ve asker halkına elçi arzıhâl gönderüp bundan akdem Françe ahâlisi birkaç senedenberü
ihtilâl üzere olup Françe pâdişâhına itâ'at üzere olmadukları ecilden Tunus korsanlan ol bahâne ile Françelülerin buldukların esîr
edüp metâ'ların gäret ederler idi. Sonra itâ'at etmekle Françelü’ye
dahi olunmayup gäret olunan esbâblann ashâbma verile deyü
merhûm babam tâbe serâhu zamânında emir verilmişken ol emre
muhâlif korsanlardan ba‘zı ol esirleri ıtlâk etmeyüp ve esbâblann
vermekde ta'allül eylediklerin bildirüp emr-i şerifim recâ etme­
ğin buyurdum ki, vardukda bu babda her birinüz mukayyed olup
bundan akdem Françelü’den esîr olup her kimin elinde bulunur­
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İLER İ
75
sa ta'aüül etdirmeyüp ıtlak etdirüp gâret olunan emval u esbâblarm merhûm babam zamânında ferman olunduğu üzere asha­
bına bî-kusûr ahverüp emrime ve ahidnâmeye mugayir kimesneye ta'aüül u nizâ' etdirmeyesin. Françe re'âyâsı esîr olduğuna
kat‘â nzâ-yı şerifim yokdur. Şöyle ki bu emr-i celilü’l-kadrime mu­
halif Françelü esîr ıtlak olmayup ve esbâbları ashabına verilme­
ye, sen ki beylerbeyisin senden bilinüp mu'âteb olursun. Ana göre
mukayyed olup muhalefet edenleri yazup arz eyleyesin.
21 Şa'ban 1003.
(A. DVN. D VE, nr. 901, s. 6/5)
IX
Bâ-hatt-ı Efendi
Cezâyir-i Garb beylerbeyisi İlızır Paşa’ya hüküm ki,
Südde-i Sa'âdetime mektûb gönderüp Cezâyir-i Garb’a tâbi'
Bastiyon nâm mahalde sâkin olan Françis keferesi bundan ak­
dem küffâra verilmesi memnû' olan metâ'lar bir gemi doldurup
küffâra gönderdikleri sâbit u zâhir olup vaz‘-i kadîmden ziyâde
hılâf-ı şer'i şerif burç ve baru ve kal'alar binâ edüp yevmen feyevmen dârü’l-harb’den kefere gelüp hıyânet u tuğyândan hâlî
değillerdir deyü mezbûrlarm haklanndan gelinmek lâzımdır deyü
bildirdüğin ecüden buyurdum ki, göresin arz eylediğin gibi isyân
u tuğyânlan mukarrer ise şer'le haklarından gelüp ve şer‘-i şeri­
fe muhâlif vaz‘-ı kadîmden ziyâde hâdis olan burç ve barulann
ve kal'alarm hedm etdirüp vaz'-ı kadîme muhâlif binâ ihdâs et­
dirmeyesin. 18 Şevval 1003.
{MD, nr. 73, s. 574/1252)
X
Cezâyir beylerbeyisine [hüküm k i],
Françe elçisi arzıhâl gönderüp Marçüya nâm vilâyet halkı
düşman ifsâdı ile Efendi’ye itâ'at etmeyüp inâd etdikleri ecüden
Südde-i Sa'âdetimden vilâyet-i mezbûre hâkimlerine iki kapucı Ue
müekked emr-i şerif irsâl olunup tenbîh olunmuşdur ki itâ'at ede­
76
İD R İS BO STAN
ler. Şöyle ki, itâ‘at eylemeyeler ele girdikleri yerde muhkem ha­
karet olunur. Kapucılar vardukda mezbûr Françe pâdişâhı içün
âyinimizden taşradır. Biz ana itâ'at etmeziz deyü nice nâ-ma‘kûle
cevâb verüp inâd üzere kalmışlardır. Müşârunileyh üe re'âyâ ya­
nında dîn ve mezheb mücâdelesi ber-taraf olup İspanya üzerine
azîm seferi olup hâlâ tenbîh olunmuşdur ki, külliyen İstanbul’­
dan kat‘-ı alâka edeler. Min ba’d bey' u şirâ eylemeyeler ve Marçilyalılar inâdlarından rücû' eylememişlerdir deyü bildirüp müşârunileyhe itâ'at üzere olmaları içün hükm-i şerifim recâ etme­
ğin hatt-ı hümâyûnumla fermânım sâdır olmuşdur. Buyurdum
ki, vardukda Marçüyahlar’a kendü tarafmdan müstakil adamın
ile bir müekked mektûb yazup gönderüp tenbîh u te'kîd eyleyesin ki min ba'd Françe pâdişâhma itâ'at u inkıyâd üzere olup em­
rine muhâlefet eylemeyeler. Şöyle ki bu emrin mefhûmu ma'lûmlan oldukdan sonra gerü emrime muhâlefet eyleyüp itâ'at etmeyeler. Müşârunileyh ile haberleşüp dahî ittifâk üe mezbûrlann bir
vechüe haklarmdan gelesin ki sâyir isyân üzere olanlara mûcib-i
ibret u nasihat olalar. Ammâ bir vechüe tedârik eyleyesin ki ırz
[u] nâmus-ı saltanata halel verir vaz' sudûr etmek ihtimâü ol­
maya ve ne vechüe tedârik eyledüğin yazup arz eyleyesin.
Gurre-i Muharrem 1004.
(A. DVN. DVE, nr. 901, s. 7/1)
XI
Yevmü’l-erbi'â. Fî 8 Muharrem 1004.
Müşârunüeyh elçiye verilmişdir. Fî 6 Muharrem sene [100] 4.
Cezâyir beylerbeyisine hüküm ki,
Françe pâdişâhının südde-i sa'âdetimde olan elçisi dergâh-ı
mu'allâma arzıhâl gönderüp sene-i sâbıkada merhûm babam Hüdâvendigâr zamânmda müşârunileyh Françe pâdişâluna nâme-i
hümâyûn irsâl edüp mazmununda aduvvumuz olan İspanya üze­
rine yürüyülüp biz dahi bu cânibden azîm donanma-i hümâyûn
irsâl eyleyüp siz karadan, donanma deryâdan varup düşmandan
intikam alma deyü tahrîr olunmağın müşârunileyh dahi nâme
mûcebince azîm tedârik edüp bu cânibden adû-yı mezbûr üzeri­
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İLER İ
77
ne asker havale gönderüp kendisi dahi azîm asker ile Duka ve Savoy üzerine düşmüşler idi. Bu ümîd ile ki donanma-i hümâyûn
deryâ cânibinden gelüp mu'âvenet eyleye. Lâkin eülûs-ı hümâyû­
num vâki' olmağla bu senede azîm donanma çıkmak müyesser olmamışdır. Senin için yarar ve sâhib-tedbîrdir deyü Cezâyir ve Tu­
nus gemilerine serdâr ta'yîn olunup, ta'yîn olunan mahalle varup
fethine mübâşeret eyleye deyü recâ eylemiş. İmdi Françe pâdişâhı
kadîmden ecdâd-ı ızâmım zamânından bu âna gelince Âsitâne-i
Sa'âdetimle dostluk edegelüp hiçbir zamândan muhâlefet etmek
müyesser olmayup Devlet-i Aliyyemin sadâkat ve istikâmet üze­
re dostudur. Merhûm Sultan Süleyman zamâmnda düşmanlan
üzerine sefer etdikden sonra top ve tüfenk ve asker verüp mu'âvenet emr olunmuşdur. Benim zamân-ı şerifimde dahî sen Cezâyir
ve Tunus gemilerine serdâr olup dahi müşârunüeyh Françe pâdi­
şâhı üe haberleşüp ne mahaüe düşmek murâd ederse bi-inâyetülâhi te'âlâ fethine mübâşeret etmek emr edüp buyurdum ki fermân-ı
celîlü’l-kadrim üzere Cezâyir ve Tunus gemüerine serdâr olup dahi
müşârunüeyh üe haberleşüp ne mahaüe düşmek murâd eder ise
ol mahaüe düşüp fethine ikdâm edüp mûmâüeyhe her vechüe
mu'âvenet eyleyesin. Ammâ bu bâbda kemâl-i basiret ve intibâh
üzere olup gider olduğunuz zamanda Cezâyir-i Garb’ın ve Tu­
nus’un muhâfazası içün yarar adamlar ta'yîn edüp Tunus beyler­
beyi üe müşâvere eyleyüp i'lâm eyleyesin. Varup gelince zikr olu­
nan mahaüeri gereği gibi düşmandan hıfz etdirüp bir vechüe te­
dârik eyleyesin ki el-ıyâzu bülâhi te'âlâ düşman tarafından zikr
olunan memleketlere zarar erişmek ihtimâü olmaya ve İspanya
yakasma geçtiğinde dahi kemâl-i basiret ve intibah üzere olasm.
Kefere gemüerinden senin yarımda olan donanma-i hümâyûnum
gemüerine zarar müterettib olup ırz u nâmûs-ı saltanata zarar
sudû'rundan be-gâyet hazer eyleyü p
lâzım olan husûs ale’t-tafsîl yazup arz eyleyesin. Cezâyir’de yeniçeri kuüanm ve Tunus gemüerinde olan yeniçeri kullarım emrime muhâlefet etmeyeler deyü
emir yazılmış dır.
(A. DVN. MHM, nr. 934, s. 7/2)
X II
Cezâyir beylerbeyisine ve kadısına ve asker halkına hüküm
ki, Françe elçisi arzıhâl gönderüp Françe Padişahı, İspanya kıralı
78
ÎD R İS BO STAN
ile muharebe üzere olmağla Cezayir’den emr ile atlar alup gitmek
fermanım olup gemi ile alup giderler iken sabıka Cezayir beylerbeyi­
mi Hızır Paşa yolda rast gelüp atlar ve gemi içinde mevcûd olan metâ'larm cümlesin ahz u girift eyledüğinden ma‘dâ adamlarmdan
dört bin filori alup te'addî eylemekle anda olan konsolos kendüye şekva eyledikde am dahi demire urup asker halkı güçle halâs
eylemişlerdir ve yanında olan korsanlara yüz vermekle Françe
re'âyâsından hılâf-ı ahd u emân esir etmişdir deyü bildirdi. İmdi
Françe pâdişâhları dûdmân-ı hılâfet-bünyâmmız üe kadîmden
dostluk üzere oldukları ecilden Françelülere bu makule te'addî
olunduğuna nzâ-yı şerifim yokdur. Buyurdum ki, vardıkda bu husûslan hak üzere teftiş u tefahhus edüp göresin. Şöyle ki müşânınileyh kendüsi ve korsan tâifesi şimdiye değin Françelüler’den
ahd u emâna mugayir esîr eyledikleri vâ k i ise ıtlâk eyleyüp ve
gäret olunan emvâl u esbâblann bî-kusûr konsolosa teslîm eyleyesin ve min ba‘d konsoloslanna ve şâir adamlarına dahi u ta'arruz
etdirmeyesin. Şöyle ki bu emr-i şerife muhâlif ve ahd u emâna
mugayir rencide olunduklarm mesmû‘-ı hümâyûnum ola azl ile
konulmayup eşedd-i ıkâb ile mu'âkab olursun. Bilmiş olasm. Şöy­
le büesin. 13 Şevval 1004.
(A. DVN. D VE, nr. 901, s. 8 /6).
X III
Kapudan Vezir Halü Paşa Hazretlerine hüküm ki,
Françe elçisi arzıhâl gönderüp Françe pâdişâhları mâ-tekaddemden Âsitâne-i Sa'âdetim üe dostluk üzere olup hattâ Cezâyir’de olan kadırgalar düşmandan müzâyaka gördüklerinde limanla­
rımıza üticâ edüp barut ve kurşun ve şâir mühimmatları verüüp
mu'âvenet olunurken Magrib hâkimleri korsanlara yüz vermekle
Françe gemüerine rast geldiklerinde mâl u nzıklann gäret ve için­
de buldukları Françelü’yü ahd u emâna mugâyir esîr eylediklerin
i‘lâm olunmağla umûmen deryâda beylerbeyüere ve sancakbeyüerine ahd u emâna muhâlif vaz‘ olunmayup her kande Françelü
bulunursa ıtlâk olunup gäret olan esbâblan ashâbma ahverilmek
içün merhûm babam Hüdâvendigâr zamârunda iki kapucı üe
müekked ahkâm-ı şerife gönderümişiken yine inâd u muhâlefet
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A -ÜLKELERİ İLİŞK İLER İ
79
olunup evvelkiden ziyâde bulduklarım esir edüp bi’l-fi‘l habislerin­
de iken binden ziyâde Françelü vardır. Şöyle ki ahd u emâna muhâlif vaz‘ sâdır ola Venediklü üslûbu üzere biz dahi gemilerin li­
manımıza getürtmeyüp mühimmâtlanna mu'âvenet etmemek lâ­
zım gelür. Zikr olunan beylerbeyilerde ve beylerde ve hassa ve
gönüllü reislerde muhassalâ her kimde Françelü esir bulunursa
ıtlâk olunup her kimin da'vâsı var ise Âsitâne-i Sa'âdetime havâle
olunmak bâbmda inâyet recâ eyledüği arz olundukda hatt-ı hü­
mâyûnum üe ıtlâk olunmaları içün fermânım sâdır olmuşdur.
Buyurdum ki, vusûl buldukda fi’l-vâki‘ Mağrib’de olan beylerbeyiler ve beyler ve reisler ve şâir asker halkı Françe re'âyâsm esir
edüp malların gâret eyledikleri vâki' ise ahd u emâne muhâlif
Françelü’ye te’addî ve tecâvüz olunduğuna aslâ nzâ-yı şerifim
yokdur. Mezkûrların gemilerinde ve gaynda Françelü bulunup
adamları ve konsolosları ta'yîn •eyledikde ahidnâme mûcebince
ıtlâk edüp mezkûr kapucı üe elçi adamlarına teslim oluna ve hılâf-ı ahd u emân ta'allül u nizâ‘ edüp da'vâya mutasaddî olurlar
ise Südde-i Sa'âdetime havâle eyleyesin ki Divân-ı Hümâyûnumda
vüzerâ ve kâdıaskerlerim huzûrunda görüp fasl ola. Şöyle ki bu
emrime muhâlif ve ahidnâmeye mugayir Françelü’ye dahi u ta'arruz olunduğu mesmû‘-ı hümâyûnum ola ol bâbda beyân edecek
özürlerin makbûl-ı hümâyûnum olmayup bâis-i fesâd olanlar
eşedd-i ıkâb üe mu'âkab olurlar. Ana göre her birine tenbîh u te’kîd
eyleyesin ki emn ü emân üe olagelen âdet-i kadîme üzere ticâ­
retlerinde olalar deyü hükm-i şerifim icrâsında ikdâm u ihtimâm
edüp muhâlefet u inâd edenleri yazup arz eyleyesin ki hakların­
dan geline. 13 Şevval 1004.
(A. DVN. DVE, nr. 901, s. 9/1).
XIV
Bâ-hatt-ı Ali Efendi
Cezâyir-i Garb beylerbeyisine ve Beled-i Unnâb kadısma ve
müftisine hüküm ki,
Kasaba-i mezbûre kurbünde Françe tâifesi sâkin olup şimdiye
dek kifâyet m ikdân buğday ve arpa alurlar iken hâlâ ziyâde alup
küffâr yakasma gönderüp kasaba-i mezbûrede müslümanlara mü-
ÎD R ÎS BO STAN
80
zâyaka verdikleri i'lâm olunup imdi kadîmden olageldiği üzere
kifâf-ı nefsleri mikdârı arpa ve buğday aldırup ziyâde aldırma­
mak emrim olmuşdur. Buyurdum ki,
Vusul buldukda kadîmden olageldiği üzere zikr olunan kefe­
re taifesine kifâf-ı nefsleri mikdârı tereke aldırup min ba‘d ziyâ­
de aldırmayup ve küffâr yakasma tereke göndertmeyesin. Bu bâbda gereği [gibi] mukayyed olup küffâra tereke verilmekle müslümanlara vermekten ziyâde ihtirâz âzere olasm.
23 Rebiülevvel 1013.
(Mühimme Zeyli, nr. 7. s. 23/54)
XV
Françe Pâdişâhına yazüan nâme-i hümâyûn sûretidir.
Hâliyâ âdet-i hasene-i şehriyârî ve kâ‘ide-i müstahsene-i cihândârî muktezâsmea cülûs-ı izzet-me’nûsumuz tehniyeti içün
irsâl olunan elçinüz melee-i selâtîn-i devrân ve mence-i havâkîn-i
asr u evân olan Âsitâne-i muhalledü’l-erkânımıza vâsü olup pâye-i
serîr-i sa‘âdet-masîr-i husrevânemize rûymâl ve muhâlasatnâmenüzi îsâlden sonra kendüne müşâfeheten teblîğ sipâriş olunan
mevâddı ale’t-tafsîl pâye-i serîr-i a'lâmıza arz eyledi. Re'âyânuza
müte‘allık ve dostluk istihkâmına m üteferri her ne arz eyledi ise
bi’t-tamâm ilm-i âlem-şümûl-i husrevânemiz muhît u şâmü ol­
muşdur. İmdi zamân-ı adâlet-ünvânımızda atabe-i aliyyemiz ile
eban an ced sâbit-kadem olanlarm re'âyâsmdan bir ferde hılâf-ı
ahd u emân ahz olunanlar ıtlâk ve bî-vech hedm olunan bastiyonlan iâ d e etdirmek bâbmda ahkâm-ı şerîfemiz tahrîr ve muha­
lefet edenlere ahkem-i cezâm olsun deyü tenbîh ü te’kîd olunup ve
zikr olunan ahkâm-ı şerîfenin icrâsı aksâ-yı murâdımız ol diyâr
halkma i’lâm içün üzerine hattı hümâyûnumuz üe işâret olun­
muş idi. Hâliyâ gelen elçinüz Magriblü re'âyânuzdan birinin ge­
misin gâret etmekle konsoloslarımız da'vâya mübâşerek eyledik­
lerinde Süleyman Paşa bir mikdâr malm alup ba'dehû darb ve let?
urup cümle Françelü ile Cezayir’den sürdüklerin i'lâm etmeğin
ümerâ-i nâmdârlarımızdan bi’l-fi‘1 Mezistre ve Nakşa sancaklarma mutasarrıf olan Am avud Memi çekdirir gemileri ile ber-vech-i
isticâl ahkâm-ı şerîfemizi Magrib’e iletüp icrâsmda mücidd u sâ‘î
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A Ü LK ELER İ İLİŞK İL E R İ
81
olmak babında tenbîh olunmuşdur. Eğer bu d e fa dahi fermanımı­
za imtisal etmeyüp inâd ve muhalefetlerinde ısrar ederler ise kenef-i himâyetimizden ihrâe olunup ilm-i nusret-encâmımızla Âsitânemize gelesiz deyü hâkimlerimize müekked evâmir-i şerîfemiz
irsâl olunup ve ekser gâret Süleyman Paşa zamânında vâkı‘ olmağla her kande bulursa zamanında olan gâret ve hasâreti taz­
min etdirmek bâbmda müşârunileyh Memi Bey’e müstakil hükm-i
şerif verümişdir. Eğer yollarda tahsili mümkin olmaz ise Âsitânemize geldikde ahidnâme-i hümâyûnumuza itâ'at u inkiyâd üzere olur­
lar ise siz dahi re'âyânuzı anlar ile ihtüâtdan men' etmeyüp üslûb-ı sâbık üzere emn u emân üe varup gelmek murâd edenlere
ve düşmandan firâr eden ehl-i İslâm esirlerin ve müdeccel tâifesin
Magrib’e geçmeğe ruhsat veresin. Ve hâlâ irsâl olunan meveddetnâmenizde elçinüzin kabûlü ve kavline i'timâd olunmak ve sâbık
olan elçiniz hayli zamândan berü.hidmetinizden dûr olmağla icâzet-i hümâyûnumuz ütimâs olunmuş, cümle ütimâsmuz- hayyiz-i
kabûlde vâki' olup müceddeden gelen elçiniz şâir elçüerden ziyade
avâtıf-ı aliyye-i husrevânemize mazhar olmuşdur. Ve elçi-i sâbık
merhûmân-ı mağfûrun-lehümâ babamız ve dedemiz tabe serâhu
zamanlannda kemâl-i emânet ve istikâmet ile hidmet eyledüğünden ma'dâ bizim zaman-ı izzet-evânımızda dahi hüsn-i hidmetde
mücidd u sâ‘î olup tarafeynden kadîmden mün'akid olan emân
ve istîmânm temşiyetine müte'allık umûrda bezl-i makdûr ve
sa'y-i mevfûru zuhûra gelmeğin envâ‘-ı inâyât-ı hidîvânemizle serfirâz kıhnup ol cânibe azimete izn-i hümâyûn-ı izzet-makrûnumuza mukârin olmuşdur. Gerekdir ki,
Vusûl buldukda min ba‘d eslâfmız ecdâd-ı avâlî-nijâdımız üe
musâlahada bu ne veçhile sâbit-kadem olagelmişler ise hâlâ dahi
iki tarafdan kavâ'id ve emn u emân şerâyit-i sulh u salâh kemâ-yenbaği mer‘î ve muhterem tutulup hâricden bir ferde müte'allık sudûr bulan akvâl ü ef'âle aslâ ve kat'â ütifâta rızâ gösterilmeye ve
dâyimü’l-evkât selâmetimiz haberiyle ol diyâra müte'allık ahbân
dostluk muktezâsınca ihbârdan hâli olmayasın. Ve re'âyâ ve berâyâ terfihi içün Beç kralı üe olan burûdet mündefî' olup meveddete mübeddel olmağa münâsib görüp vâsıta olmağa taraf-ı karinü’ş-şerefimizden rızâ talep olunmuş idi. Bâb-ı Sa'âdetimiz dâima
meftûh olup gelüp gidenler envâ‘-ı ri'âyetler mer'î olageldikleri selâtin-ı ızâm ve havâkîn-i zevi’l-ihtirâm mâbeyninde zâhirubâhir-
82
İD R ÎS B O STAN
dir. Ol ecilden serdârlarımıza kral tarafından defe'âtla adam gelüp
musâlaha recâ eylediklerinde min mdillâh me’mûr olduğumuz üze­
re ecdâd-ı buzurk-vârımızın âdet-ı kadîmleri müsted'asınea istîmân
edenlere eman verüp zimmet-i bülend-himmetimize lâzım olmağm teevîz olunmuş idi. Lâkin kadîmden Âsitânemize nkkıyyeti
ma'rûf ve mevsûf olan Eflak ve Erdel hâkimlerinin isyân u tuğyânlan ve diyâr-ı Acem vâlisi câdde-i ubûdiyyetden inhirâfı sebe­
biyle krahn dimâğına hevâ-yı nahvet ve gurûr su'ûd edüp zâhiren
istîmân edüp amma kavlinde sâbit olmayup mahzâ gün geçürmek
içün hileye sâlik olduğu muhakkak olmağın kendünin ve vükelâ­
sının kavline ütifât olunmamışdır. Siz eban an ced dûdmân-ı hilâfet-bünyânımız Ue ihlâs u ihtisâs üzere olup Devlet-i Aliyyemizin hayırhâhı olduğunuz her veçhile m a‘lûm-ı hümâyûnumuz ol­
mağın ibâdullâh âsûdeliği içün tergîbiniz ve vesâtatınıza şeref-i
kabûlde vâkı‘ olmuşdur. Şimdiki hâlde Eflak ve Erdel re'âyâsı günâhlarm büüp inâbet ve dergâh-ı mu'allamıza ke’l-evvel arz-ı ubûdiyyet etmeleri üe güzeşte cürmleri afv olunup mezîd-i merhame­
timize mazhar olmuşlardır. Ve şâh-ı gümrâh tarafına nice kerre
yüz bin asker-i fevz-meâsirimiz irsâl olunup nice memleketi gâret
u hasâret olunmuşdur. Ve bu kış asâkir-i zafer-rehberimiz şark
serhadlerinde kışlayup inşâallahu’l-melikü’l-cebbâr evvel-bahâr-ı
huceste-âsârda memleket ve diyânna birkaç koldan akınlar sahnup envâ‘-ı gûş mâle niyyet olunmuşdur. Ve sebeb-i nizâm-ı mülk
ü millet olan vezîr-i a'zam ve müşîr-i efhamımız olan Mehmed
Paşa Engürüs seferinin ibtidâsmdan bu âna gelince serhadlerde
vâki' olan hıdemât-ı mebrûrede envâ'-ı mesâ‘î-i meşkûresi zuhûra
gelmiş ehl-i vukûf ve müdebbir olmağm bu sene-i mübârekede şâir
senelerden ziyâde asâkir-i nusret-şkârla ol cânibe teveccüh ve azi­
met etmek üzeredir. Eger krahn gururu zâü olup musâlahaya rı­
zâsı varise Estergon kal'ası Budun kakasına karîb olup ikisinin
mâbeyninde sınur ta'yînine mecâl olmaduğı ecilden akd oluna­
cak sulh u salâh ber-karâr olmak eclîçün girü berü cânibe teslîm
edüp ve ecdâd-ı ızâmımız zamânmda olduğu üzere her sene virgüsün göndermeği ta'ahhüd eder ise vesâtatmuz rkâyeti içün bu cânibden dahi musâlahaya nzâ-yı şerifimiz olur. Fe-ammâ asâkir-i
İslâm serhadde dâhil oldukdan sonra mahzâ askerin tefrikasîçün
sulh ederim dediğine ktimâd olunmaz. Eger kral tarafından şurût-ı
mezbûre üzere musâlahaya rızâ gösterilürse müşârünüeyh vezîr-i
GARP O C AK LA R IN IN A V R U P A ÜİLKELERİ İLİŞK İL E R İ
83
ekremimiz Belgrad kakasın geçmeden klâm oluna ki bu cânibden
dahi müşâverenüz ile vech u münâsib görüldüğü üzere hareket
oluna. Zilhicce 1013.
(MD, nr. 77, s. 116-117)
XVI
Tunus beylerbeyisine hüküm ki,
Sen Tunus Beylerbeyisi iken levendât taifesiyle müttefik olup
Françe re'âyâsına zulm ü te'addî eyledüğin ecilden bundan akdem
Südde-i Sa'âdetimden gitmek üzere iken Françe elçisi ile mürâfa‘a olmaymca yabana gitmeyesin deyü fermân-ı şerîfim sâdır ol­
muş iken itâ‘at-i emr-i şerif etmeyüp gemine binüp firâr etdüğin
mesmû-ı hümâyûnum olmağm bu bâbda ıtâb u ıkâba müstahak
olmuşsundur. İmdi her kande bulunursan mu'accelen südde-i sa‘âdetime gelmen bâbmda hatt-ı humâyûn-ı sa'âdet-makrûnumla
fermân-ı âlîşânım sâdır olmuşdur. Buyurdum ki,
Vardıkda fermân-ı hümâyûnum üzere bir an ve bir sa‘at te’hîr u terâhî etmeyüp bu emr-i şerîfim sana ne mahalde varup vâsü olur ise aslâ ta'allül ve mâd u muhâlefet etmeyüp kadırgana
binüp dahi başm gerek ise varan kulum ile mu'accelen Âsitâne-i
sa'âdetime gelesin. Şöyle ki, bu d e fa dahi gelmekde inâd u muhâ­
lefet eyleyesin mu'âteb u mu‘âkab olursun. Bümin olasm.
Cemâziyelevvel 1016.
(MD, 76, s. 62/155)
İngiltere İle İlgili Belgeler
XVII
İngiltere kraliçesine nâme-i hümâyûn yazüa ki,
Hâlâ ba'zı krallar mâbeyne girüp İspanya kralı ile Françe kra­
lını barışdırmak murad etmekle mezkûrân krallar banşup bir olun­
ca size külli zarar erişdirmek ihtimâli olduğun Âsitâne-i Saadeti­
mizde olan elçiniz haber vermeğin pâye-i serîr-i sa'âdet-masîrimize arz u i'lâm olundukda âhar cânibden size ve memleketinize zarar
84:
ÎD R İS B O STAN
erişmeğe nzâ-yı hümâyûnum olmayup kadîmi dostluk ve ahd u
emân muktezâsmca size mu'âvenet ve müzaheret olunmak bâbında fermân-ı şerifim sâdır olmuşdur. Gerekdir ki,
Vusûl buldukda kadîmü'l-eyyâmdan Âsitâne-i müeelledü’l-bünyanunıza olan sadâkat ve hulûsunuz muktezâsmca kemâ-kân dos­
tumuza dost ve düşmanlarımıza düşman olup eger Françe kralı
ve eger İspanya kralı cânibinden alduğunuz ahbâr-ı sahîhayı
ale’t-tevâlî i’lâm eylemekden hâlî olmayasın ve inşâallâhu te'âlâ
ewel-bahâr-ı huceste-âsârda deryâ yüzüne azîm donanma-yı hü­
mâyûnumuz çıkanlup memâlik-i mahrûsemiz muhâsara olunup
küllî fetihler zuhûra getürülmek musammemdir. Ve Fransa vilâ­
yetinden Marsilya şehri İspanya kralına tâbi' olduğun elçiniz ha­
ber verüp donanma-yı hümâyûnum Marsilya üzerine varup İs­
panya kralı elinden alup üslûb-ı sâbık üzere Françe kralına alıverilmesin recâ etmekle bu senede donanma-i hümâyûnumuz Mar­
silya üzerine varmak bâbmda fermân-ı âlîşâmm sâdır olup şöyle
ki, sahîh İspanya kralına tâbi' olmuşlar ise kabza-i tasarrufa getirüp ve gereği gibi gûşmâl verüp girü Fransa kralma teslim eyleyeler ve eger İspanya’ya tâbi' olmayıp kemâ-kân Fransa kralına tâ­
bi olmuşlar ise halleri üzere koyup ta'arruz etmeyeler deyü tenbîh
olunmuşdur. Bu ahvâli biz dahi onat tetebbü' edüp Marsilya ah­
vâli neye müncer olduğun ve İspanya ve Fransa krallan araların­
da sulh etmek murâd edindikleri sahîh midir değil m idir'anı dahi
i‘lâm eyleyesin. Velhâsıl eger sizin ve eger Fransa kralının vâkı‘
olan mesâlih ve mühimmâtı temşiyetinde ve lâzım olan husûslarda mu'âvenet ve müzâheret olunur. Ana göre siz dahi kadîmi dost­
luğunuzda sâbit-kadem ve râsih-dem olasız. 8 Şevval 1004.
(A. DVN. MHM, nr. 934, s. 14/2)
Venedik île İlgili Belgeler
XVIII
Ba-hatt-ı Hazret-i Efendi
Sâbıkâ Cezâyir-i Garb beylerbeyisi olup hâlâ donanma serdâ­
rı olan Mustafa Paşa’ya hüküm ki,
GARP O C AK LA R IN IN AVRU'PA Ü LK ELER İ İLİŞK İL E R İ
85
Hâlâ Venedik baylosu tarafından südde-i sa'âdetime arzıhâl
sunulup Venediklülerden Viçenço Forçalı? dülger ve İstemad Giritlü ve Virago Kefalonya nam üç nefer zimmîler sâbık Cezâyir-i
Garb beylerbeyisi olan Hıdır dâme ikbâluhû’âa esîr olup bundan
akdem ıtlâk olunmaları içün birkaç def‘a fermân olunmuşiken
henüz baylosa teslim etmeyüp bi’l-fi‘l yanmda olduğu i'lâm olunmağm zikr olunan üç nefer Venediklü esirleri ahidnâme-i hümâ­
yûn ve bundan mukaddem verilen buyurdular mûcebince ba'de’ttahkîk mezbûr Hıdır Paşa’dan alup donanma ile avdet eylediğin­
de getürüp baylosa teslim etmek fermânın olmuşdur. Buyurdum
ki,
Vardukda bu bâbda onat veçhile mukayyed olup zikr olunan
üç nefer Venedik esirlerini bi-gayr-ı hakkın esîr oldukların muhak­
kak oldukdan sonra ahidnâme-i hümâyûn ve mukaddemâ verüen
buyurdular mûcebince mezbûr Hıdır Paşa’dan aslâ ta'allül etdirmeyüp alup inşâallâhu te'âlâ donanma-yı hümâyûn ile avdet ey­
lediğinde bu husûs içün tekrâr emr-i hümâyûnum gönderüü eylemeyesin. Âsitâne-i sa'âdetime getüresin ki ahvâllerin görelden
sonra ve ne veehüe iktizâ ederse a göre amel oluna.
27 Safer 1013.
(Mühimme Zeyli, nr. 7, s. 2/3)
X IX
Tunus beylerbeyisine ve kadısına ve Tunus’da olan ağalara
ve zâbitlere hüküm ki,
Âsitâne-i sa'âdetimde olan Venedik baylosu dergâh-ı mu'allâma arzıhâl sunup İngiltere korsanlarından kapudan Vardo dimekle meşhûr korsan bundan akdem Tunus’a varup, anda bir kıt‘a
korsan kalyonu muhkem donadup fesâd u şenâ'at içün deryâya
çıkdıkda Mısır İskenderiyesi’nden Venedik’e metâ'la giden Burtun’ı ûlâ ve Reneda dimekle ma'rûf iki kıt‘a Venedik barçasmı
dutup Tunus’a alup gidüp sâbıkâ Tunus beylerbeyisi Süleyman
dâme ikbâluhû ile ve şâir ol câniblerde olan zâbitler ile hisseleşüp
Venedik tâcirlerine azim zarar u fesad edüp sulh u salâh zamânında Venedik barçalarmı ve tâcirlerini ahz ve metâ'larm gäret eden
korsan eşkıyâsma ruhsat verüp anlar ile mu'âmele yek-dil u yek-
86
İD R İS BO STAN
cihet üzere olan beylerbeyiler ve şâir zabitlerin azli değil belki envâ‘-ı ıkâb ile haklarmdan gelinmek lâzım iken müşârunileyh Sü­
leyman dâme ilcbâluhû aslâ sulh u salâha bakmayup korsan eşkıyâsıyla mu'âmele edüp anlara ruhsat vermekle Venedik bâzirgânlannın barçalarma ve m etâ'lanna küllî gadr eylemekle zikr olu­
nan barçalan ve gâret olunan metâ' ve dahi sulh u salâh zamânında ahidnâme-i hümâyûna muhâlif esir ve giriftâr olunan Ve­
nedik re'âyâlannın ve şâir gemilerin her kimin elinde bulunursa
girü Venediklülere bilâ-ta‘allül ahverilüp ve mîrmîrân-ı müşârunileyhden ve dahi şâir zâbitlerden İngiltere korsanı eşkıyâsmdan
ve şâir levendândan aldıkların metâ' ve öşr-i hisse nâmıyla alman
met⣠ve esbâb akçe ve adamların sulh u salâh ve ahidname-i hü­
mâyûn mûcebince alınup varan Venediklülere teslim olunmak içün
emr-i şerifim taleb etmeğin buyurdum ki,
Bu husûsda her biriniz onat veçhile mukayyed olup dahi hakk
u adi üzere teftiş u tefahhus eyleyüp fi’l-vâkı' mezkûr İngiltere
korsanlan Tunus’da kalyon donatup Venediklünün zikr olunan
barçasmı dutup Tunus’a alup gidüp mîrmîrân-ı müşârunileyhle
ba'zı kimesneler vech-i meşrûh üzere metâ'ların ve esbâblarm ve
adamlann sulh u salâh ve ahidnâme-i hümâyûnuma muhâlif al­
mışlar ise müşârunileyh ve şâir ahidnâme-i hümâyûna muhâlif
ta'allül etdirmeyüp öşür nâmıyla ve akçe üe aldıklarına amel etmeyüp her ne almışlar ise bir ferde inâd u muhâlefet etdirmeyesin. Şöyle ki, mîrmîrân-ı müşârunileyh ahidnâme-i hümâyunuma
ve sulh u salâha muhâlif alduğı metâ‘ ve esbâb ve adamlann vermekde inâd ederler ise vukû'u üzere yazup arz edesin. Ve bi’l-cümle Venedik beylerin kadîmden Âsitâne-i sa'âdetimle hulûs üzere
dostlukda sâbit-kadem olup re'âyâlarına ve bâzirgânlanna zulm u
te'addî olduğuna nzâ-yı şerifim yokdur. Ana göre mukayyed olup
ahidnâme mûcebince amel edesin. Şöyle bilesin. Yevmü’l-hamîs,
Fi 12 Cemâziyelâhır 1016.
(Düvel-i Ecnebiye, nr. 13, s. 50/216)
HİCAZ’DA OSMANLI HÂKİMİYETİNİN TESİSİ VE EBU NÜMEY
Feridun M. Emecen
I. Selim’in tahta geçişi ile Osmanhlar’ın etkili bir doğu ve
güney siyâseti takip etmeye başladıkları bilinmektedir. Özellikle
Fâtih Sultan Mehmed zamanında sürekli fetih siyâseti II. Bayezid döneminde hızını kaybetmiş, doğuda Anadolu’nun bütünlüğü­
nü tehdit edici faaliyetlerin meydana gelişi babasmı tahttan in­
diren I. Selim’i bütün gücüyle bu problemin halline itmişti. Bu
tehditin bertarafmdan sonra Anadolu’nun doğu kesiminde sağla­
nan stratejik avantaj m da rolü ile Osmanlüar, İktisadî önemi bü­
yük olan aynı zamanda Hindistan’a ulaşarak baharat ticaretinin
mihverini değiştirip müslüman tüccarları zarara uğratan hatta
Haremeyn’i bile tehdit altmda tutan Portekizlüer karşısında âciz
duruma düşmüş Memlûk Sultanlığı’nın idâresi altmda bulunan
Suriye ve Mısır’a yönelmişlerdi. Fakat OsmanlIlar bunun için herşeyden önce, İslâm dünyasındaki «gazî» şöhretlerine halel getir­
meyecek şer’î zemini oluşturma lüzumu duyacaklardı. Nitekim ile­
ri sürülen iddialardan en önemlisi, İslâm'ın mukaddes toprakları­
na yönelik hıristiyan tehdidini ortadan kaldırmakta Memlûk İdâ­
resinin yetersizliği idi. Hatta bu bölgelerdeki Araplar, Osmanlılar’a
mürâcaatla Memlükler’in zulmünden şikâyetçi olmuşlardı. Aslın­
da Gsmanklar’la Memlükler arasmda daha Fâtih Sultan Mehmed
zamanında Hac yollan konusunda bir rekabet başlamış, Dulkadıroğullan üzerindeki hâkimiyet meselesi ise münasebetleri gergin­
leştirmiş, bunun sonucu olarak II. Bayezid döneminde Çukurova
bölgesinde Osmanlı-Memlük savaşlan patlak vermişti1. Bu mücâ­
dele, ancak I. Selim zamanında sonuçlanacaktı.
1 Bu ilk münasebetler için tok. Ş. Tekindağ, «Fatih Devrinde OsmazüıMemlûklu ■Münâsebetleri», Tarih Dergisi, X X X (1976), s. 77 vd.; a. mif, « n . Ba-
FER İD U N M. EM EOEN
¥❖¥
I. Selim’in Mısır seferi sonrası Kahire’ye girişi ve Memlûk idâresine son verişi ile eski Memlûk topraklan ve nüfuzu altındaki
bölgeler Osmanlılar’a intikal etmiş oluyordu. Memluk nüfuzu
altmdaki Mekke emirliği de Osmanlı hâkimiyetini tanımış, Şe­
rif II. Berekât2, o sıralarda 12-13 yaşlarındaki oğlu Ebu Nümey’i Kahire’ye göndererek itaat arzetmişti. Böylece Hicaz, Mem­
lûk idaresi altmdaki statüsü ile Osmanh hâkimiyetine giriyor­
du. Aslında I. Selim Kahire’de iken Mekke ve civarının zabtı için
bu bölgeye asker şevkini düşünmüş, fakat onun hareketlerini Ka­
hire’de bulunan adamlarına yakından takip ettirdiği anlaşüan
Mekke emiri Berekât, derhal faaliyete geçerek oğlunu Kahire’ye
yollamıştı. Ebu Nümey, babası tarafından kendisi ile müşterek
emirlik yapmak üzere daha önce Memlûk sultanı Kansu (Kansav)
Gavri’ye gönderilip ondan Hicaz ve Yenbû emiri unvânı üe müş­
terek emirlik berâtı aldığından3 Kahire’ye gittiğinde Mekke emiri
sıfatım taşımaktaydı.
Bazı kaynaklara göre, I. Selim Kahire’de iken onun Mekke’ye
asker göndereceğini öğrenip emirle irtibat kuran kişi, eski Mekke
kadısı olup Memlükler tarafmdan Kahire’ye sürülmüş olan Salâheddin İbnü’s-suud idi4. Bu zât, haberi işitince, Selim’e mürâcaat
ederek ona Mekke şerifinin zâten bağlılık arz edeceğini, asker
yezid Devrinde Çukurova’da N üfuz Mücâdelesi: İlk Osmanlı-Memlüklu Savaş­
ları (1485-1491)», Belleten, X X X I/123 (1967), 345-373.
2 Şerif Berekât t). Muhammed, 1473’ten beri babası ile müşterek emirlik
yapmakta iken babasının ölümü üzerine emirliği kardeşi ile birlikte yürütmüş,
1503’te bir ara zincire vurularak Kahire’ye götürülmüş, 1504’te Mekke’ye dö­
nerek duruma hâkim olmuş, 1512’den itibaren oğlu Ebu Niimey ile emirliği müş­
tereken sürdürmüştü (bk. İ.H. Uzunçarşüı, M ekke-i M ükerreme Emirleri, A n­
kara 1972, s. 72-73; F. Emecem, «Berekât», Diyanet İslam Ansiklopedisi, V, 486487).
3 Zeynî, Ebu Nümey’in 8 yaşında iken yanında Seyyid A rrâr b. Acl, Mek­
ke kadısı Salâhaddim b. Zahîreti’ş-ŞâfM Îbnü’s-suud ve Necmeddin b. Takub Ma­
liki gibi Mekke öleni gelenileri olduğu halde 918 ‘Reböiülevveli’nde (1512 M ayıs)
Mısır’a gittiğini yazar (Hülâsatii’ l-kelâm fi beyâni umerâ’i'l-beledi’l-haram,
Kahire 1305, s. 50).
4 Zeyınî, A yn ı eser, s. 50; Eyyüp Sabri, Mir’atü’l-Haremeyn, Mir’ at-ı Oezireti’l-Arab, İstanbul 1306, Ut, 75-76.
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
89
şevkine lüzum kalmayacağını söylemiş, ondan gerekli talimatı al­
dıktan sonra Mekke şerifine haber yollayarak itaat bildirmek üze­
re oğlunu Kahire’ye göndermesini istemişti. Bu rivayetin doğru­
luğu kat’i olarak belli olmamakla birlikte, öteden beri Memlükler’le
iyi geçinmeye çalışan Berekât’m Osmanlı idaresine yaklaşarak
haklarım muhafaza etmek amacmı taşıdığı söylenebilir.
İşte Ebu Nümey’in Osmanlılar’la ilk irtibatı, bu vesile ile ger­
çekleşti. Mekke emiri sıfatıyla, yanmda Mekke’nin üeri gelen ze­
vatı, mukaddes emânetler, Kabe’nin anahtarları olduğu halde,
İbn Iyas’a göre 15 Cumâdelâhıra 923/5 Temmuz 15176, Haydar
Çelebi Ruznâmesi’ne göre ise 13 Cumâdelâhıre/3 Temmuz’da6 Ka­
hire’ye gelen Ebu Nümey, 6 Temmuz’da Divân’da kabul edilerek
hediyelerini sunmuş ve kendisine büyük hürmet gösterilmiş,
12 Temmuz’da tekrar padişahın huzuruna çıkıp el öptükten sonra
Mekke’ye dönmesine izin verilmişti. Selim ayrıca emirlik sembolü
olmak üzere Şerif Berekât’a berât7, hil’at vermiş, Haremeyn hal­
kına dağıtılmak üzere de 200.000 altm ve bol miktarda zahire yol­
lamış, ayrıca Kansu Gavri tarafmdan Kahire’de habsedilmiş olan
bazı Mekke eşrâfını serbest bırakmış ve Mekke’ye dönmelerine mü­
saade etmişti8. Böylece Hicaz’da Osmanlı hâkimiyeti devri başla­
mış oluyordu. Nitekim Ebu Nümey dönünce Berekât, I. Selim’in
gönderdiği hil’ati giyip adına hutbe okutmuş ve onu «Hâdımü’lHaremeyn» sıfatı ile anmıştı9.
5
İbn Iyâs, Bedâyi’ü’s-zuhûr, Kahire 1984, V, 190.
6 «Haydaa- Çelebi Rıı 7,nâmesi» (Feridun Bey, Münşeâtü’s-selâtin, I, 491);
Celâl-zâde, onun 16 Cumadelâhire’de Divân’da kabul olunduğunu belirterek Rûznâme’y i doğrular: Selimnâme, haz. A. Uğuır-M. Çuhadar, Ankara 1990, s. 204.
7 Celâl-zâde Mekke şerifinin oğluna hil’a t giydirildikten sonra «M ekke-i
mükerreme şahlığı»nMi tevcihine dair arapça kaleme alınmış bir menşur veril­
diğini belirterek bunun metnini aynen kaydeder (Selimnâme, s. 204-206).
8 îbn Iyâs, V, 190; Haydar Çelebi, s. 491; Kutbüddin Mekkî, El-Berkü’lYemânî fî FethYl-Osmanî, Riyad 1967, s. 24-26 (Türkçe tere., Â lî b. Halil, Telhîsû Berkü’l-Yemânî (Ahbârü'l-Yemânî) , Süleymaniye Ktp., Hami'diye, nr. 886,
v. 9a-b); H oca Sadeddin, Tâcü’t-Tevârih, II, 371-372; Zeynî, A ynı eser, s. 50;
Uzunçarşılı, s. 74.
9 Mekkî, s. 25 (Türkçe trc., vr. 9 a-b); H. Yavuz, «XVI. Asırda OsmanlıHicaz Münasebetleri Hakkında Notlar», İslâm Medeniyeti, IV /2 (İstanbul 1979),
68-70.
90
FER İD U N M . EM EOEN
Bu şekilde Osmanlı idaresi altmda Mekke emirliğinin imti­
yazlı statüsü korunmuştur. Bu imtiyazlı statüye OsmanlIların müdâhele etmemesinde hiç şüphesiz mukaddes yerlere ve peygamber
sülalesinden gelen emir ailesine duyulan hürmetin büyük rolü ol­
muştur. Zaman zaman müdâheleye açık hale gelmesine rağmen
Mekke şerifinin statüsünü bozmaya yönelik herhangi bir faaliyete
teşebbüs edilmemişti. Bunun ilk tezahürü ise Hicaz’da Osmanlı
hâkimiyetinin tesis edildiği bu ilk dönemde yâni bu hâkimiyetin
yerleşme sürecini teşkil eden Ebu Nümey’in emirliği döneminde
görülecekti. Hatta Mekke’de Hacı kafüeleri yüzünden çıkan olay­
ların yanısıra Mekke emirinin başma buyruk hareket etme iste­
ği, civarda nüfuzunu yaymaya yönelik faaliyetlere girişmesi, bühassa Cidde gelirlerine müdâhelesi birçok olaylara yol açtığı gibi
Osmanlı idâreeilerini bu bölgeyi doğrudan merkezin kontrolü al­
tına alma düşüncesine de yöneltecekti. Burada ise, bu yoldaki ilk
önemli teşebbüsün ne zaman ve nasıl olduğu, hangi sebeblere da­
yandığı, bunun karşısmda Osmanlı merkezî hükümetinin tavrı
üzerinde, Mısır Beylerbeyi Semiz Ali Paşa’nın iki raporu esas alı­
narak durulacak, dolayısıyla Osmanlılar’m Hicaz’daki idâri yapı­
sının karekterinin izâhına çalışılacaktır.
*
îjt î|î
Bölgedeki Osmanlı idârecüerini müdâheleye sevkeden sebep­
leri, hiç şüphesiz yetki problemi, Cidde gelirleri meselesi, Hac ker­
vanlarının urban tarafından vurulması Ue ilgili olaylar teşkil et­
miştir. Osmanlı merkezi idâresi bölgedeki idârecileri vasıtasıyla,
bu gibi hâdiselere meydan vermemek için özel bir çaba harcamak­
taydı. Çünkü meydana gelen hâdiseler onlarm «gazî» sıfatları ya­
nında islâmın koruyucusu olma vasıflarına, İlahî mes’uliyetlerine
ve âdil bir idâre kurma anlayış ve iddialarına ters düşüyordu. Bel­
ki de bu yüzden buradaki idârecilerden ziyade Mekke şerifine iti­
bar ederek, haklı dahi olsalar onlarm vâki şikâyetlerine kulak as­
mamışlardır. Muhtemelen bu durum, hâkimiyetin ilk devrelerinde
Osmanlı kontrolünü zorlaştıracak hareketlerden kaçınma endişe­
sinden kaynaklanıyordu.
Ebu Nümey, 1525’de müşterek emirlik yaptığı babasının ölü­
mü üzerine tek başma emir olmuş ve kendisine Kanunî tarafın­
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
91
dan da emirlik berâtı ve hil’at gönderilmişti10. Böylece Mekke’de
yeni bir devir başlıyordu. Onun bilfiil emirliği alışı ile Osmanlı
hâkimiyeti boyunca sürecek olan emâret âilesi teşekkül etmiş bu­
lunuyordu. Emirliği döneminin ilk problemini babası zamanında
başgösteren Cidde beyi Selman Reis ile olan anlaşmazlıkları teş­
kil e t t i: Nitekim Selman Reis’in daha önce gönderdiği bir arzda,
emâreti tasdik olunan Berekât’ın zulmünden bahsediliyor, onun
eski Cidde beyi Emir Hüseyin’in mallarına el koyup öldürttüğü et­
rafı haraca kestiği «kanûn-ı Osmanî»ye muhalif hareket ettiği
büdiriliyordu11. Benzeri ifadeler çağdaş kaynaklardan Kutbüddin
Mekkî’de de yer almaktadır. Emirin tarafmı tutan Mekkî, Emir
Hüseyin’in ölümünden söz ederek Şerif üe Selman Reis arasmda
Cidde gelirleri yüzünden anlaşmazhk olduğunu belirtir12. Aynı
meseleler, Ebu Nümey zamanmda da sürdü; Selman Reis’in Hac
için Mekke’ye gelişi yetki tartışmalarına yol açtı13 ve bu anlaş­
mazlık 1527’de Selman Reis’in öldürülmesine kadar halledilemedi.
Osmanlı merkezî İdâresinin desteğini kazanmış olan hatta Veziri­
azam Makbul İbrahim Paşa’nın kendisine Mekke’de bir ev ve Merve yolunda iki ahşap dükkân bağışladığı Ebu Nümey aynca, ci­
varda nüfuzunu yaymaya yönelik hareketlere de teşebbüs etti ve
rakibi olan beyleri bertaraf etmeye ça h ştı: Öteden beri anlaşmaz­
lık içinde bulunduğu Câzan hâkimine karşı askerî harekâta ge­
çerek burayı zabtetti (944/1537), fakat bu hâkimiyet uzun süre
devam etmedi, o sırada Hind seferinden dönen Hadım Süleyman
Paşa, Yemen vüâyetinde, Kızüdeniz kıyısında önemli bir iskele
durumundaki Câzan’a gelerek emirin adamım buradan uzaklaş­
tırdı14. Ebu Nümey bu durumu kabullendiği gibi Hac için Mekke’10 Mekkî, s. 43-45 (Türkçe trc., vr. 24b); Zeynî, s. 52. Feridun Bey, Mün­
şeatf I, 500'de Kanunî’nin Şerif Berekat’a hitâben bir cülûs beşâret-nâmesi var­
dır.
11 Bu arz için b. Y.M. Mug-hul, «PortekizKlerle Kızıldeniz’de Mücâdele
ve Hicaz’da Osmanlı Hakimiyetinin. Yerleşmesi’ Hakkında Bir Vesika», Belgeler,
H /3-4 (1967), s. 37-47; Ş. Tekindağ, «Süveyş’te Türkler ve Seknan Reis’in Ârızası», Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, H /9 (Haziran 1968), s. 77-80.
12 Mekkî, s. 24 (Türkçe trc., vr. 9b).
13 Mekkî, s. 42-45 (Türkçe trc., vr. 25a); A y n ca bk. Y. Muginıl, Kanunî
Devrî, A nkara 1987, s. 109-110.
14 Mekki1s. 87-88 (Türkçe trc., vr. 4 3 a ); Zeynî, s. 52; Eyyüp Sabrî, m ,
75-76; T. Gökbilgin, «A rz ve Raporlarına Göre İbrahim Paşa’nın İrakeyn Se­
ferindeki ilk Tedbirleri ve Fütuhatı», Belleten, X X I/8 3 (1957), 462.
92
FER İD U N M. EM EOEN
ye gelen Süleyman Paşa ile iyi geçinmeye çalıştı ve onun itimâ­
dım kazandı. Nitekim Süleyman Paşa İstanbul’a gönderdiği bir
arzında, 946/1540 senesi hac mevsiminde Şam emîr-i haccı Hüse­
yin ile Ebu Nümey arasmda anlaşmazlık çıktığı, bunun sebebinin
Şam hacılarının mallarının çalmması olduğu, suçlu olarak Ebu
Nümey’in adamlarından birinin tutulduğu, emirin bu adama ke­
fil olup çalman malların bedelini ödeyeceğini bildirdiği, fakat
emir-i haccm bunu dinlemeyip gelen haberciyi yaraladığı, bunun
üzerine şerifin «fcara» adı verilen siyah giyimli adamları ile
hacılar arasmda kavga çıktığı, Ebu Nümey ile oğlu Ahmed’in ye­
tişerek kavgayı yatıştırdıkları belirtilir15. Ayrıca bu hâdiseden do­
layı Şam emir-i haccmı suçlayıcı ifadelerde bulunan Süleyman
Paşa bu haberleri Mısır’a ulaşan hacılardan, gelen mektublardan
aldığını yazarak şâyet Mekke emiri bu olaylar sebebiyle Mekke’yi
bırakıp giderse, etrafı eşkıya Arap aşiretlerinin alacağını, yolla­
rı kesip tüccar ve hacılara zarar vereceklerini, buraya asker gön­
dermenin çok zor olduğunu, bunları herhangi bir garez eseri ola­
rak yazmadığını, niyetinin bu beldelerin refah ve itminan üe idâresi olduğunu, şerifin iyi bir idâre gösterip padişaha dua ve senâlarda bulunduğunu yazmaktadır.
Görüldüğü gibi Süleyman Paşa’nm açık olarak emirin tarafı­
nı tutmakta ve Şam emir-i haccmı suçlayıcı ifadeler kullanmakta
olduğu dikkati çekmektedir. Ayrıca bu arzdaki ifâdelere göre, Ebu
Nümey’in oğlu Ahmed de o sırada Mısır’da bulunmakta idi. Zira
şerif, oğlu Ahmed’i kendi yerine emirliğe teklif etmiş ve bu istek
hükümet merkezi tarafmdan kabul olunarak, Ahmed’e «Liva-i
Mekke-i mükerreme», 946 Şaban ayı sonlarmda (1540 Ocak ayı
başlan) verilmiş; bunun üzerine Şerif de Süleyman Paşa’dan oğ­
lunu İstanbul’a götürmesini rica etmişti16. Süleyman Paşa Kahire’ye gelen ve olaylara şâhid olduğu anlaşılan Ahmed’den bu
15 Topkapı Sarayı Müzesi A rşivi (T SM A ), ur. E 6607/2’de bulunan bu
arz F. Kurdoğlu tarafmdan yayımlanmıştır: «Süleyman Paşa’nm Mektubları
ve Belgrad’ın Muhasara Pilânı», Belleten, IV/13 (1940), 76-77.
16 Şerif Ahmed’in tayinin, Ebu Nümey’in isteği üzerine yapıldığı, ilgili
tevcih kaydında görülmektedir. Burada Mekke’den «emirlik» değü normal Os­
manlI sancağı gibi «Liva» olarak bahsedilmesi dikkat çekicidir (Başbakanlık
Osmanlı Arşivi, A . RSK, nr. 1452, s. 342). A yrıca Süleyman Paşa ve emir ara­
sındaki 'ilişkiler iğin bk. Mekkî, s. 90; Zeynî, s. 52.
H İC A Z’D A OSMAJSTU; H Â K İM İY E T İ
93
haberleri almış, diğer hacılara da tasdik ettirmişti. Şerif Ahmed
daha sonra Süleyman Paşa ile İstanbul’a giderek büyük ilgi gör­
dü ve kendisine babası ile müşterek olarak Mekke şerifliği veril­
di. Fakat Osmanlı resmî anlayışı tek bir emiri muhatab kabul et­
tiği için bundan sonra yeni Mekke emiri olarak Ahmed tanındı;
ancak Ebu Nümey’in emirlik üzerindeki etkisi de sürüyor, bu müş­
terek emirlik öteden beri yerleşmiş bir âdet olduğundan Ebu Nü­
mey’in yetkileri ve nüfuzu devam ediyordu.
Emir Ahmed’in Osmanlı resmî anlayışında fiilî emir olarak
görülmesi aslında Ebu Nümey’in de işine gelmekteydi. Bu şekilde
geri planda kalarak daha önceki olaylar sebebiyle kendisini fazla
yıpratmayacak bir mevkı’e çekilmeyi tercih etmişti. Ancak yine
de bundan sonraki hâdiselerde önemli rol oynamaya devam etti.
Nitekim Mekke tarihlerinde, Portekizlilerin 1541’de Süveyş’teki
Osmanlı donanmasını hedef alan harekâtlarında başarı gösteremeyip geri dönerken Cidde yakınlarına asker çıkarma teşebbüsleri­
ni, Ebu Nümey ve Cidde beyinin birlikte önledikleri kayıtlıdır17.
Bu olay onun «kâfirle» savaşan bir «gazî» olarak şöhretini ve nü­
fuzunu daha da artırmıştı. Bunun hemen ardından Ebu Nümey
ile Mısır emir-i haccı arasında Mısır beylerbeyini hatta Divân-ı
humâyunu dahi bir süre meşgul eden önemli bir hâdise zuhur
etti. Bu hâdise, Mekke emirlerinin statüsünü ve mevkiini kesin
olarak tayin ettiği gibi hükümet merkezinin Hicaz üzerindeki oto­
ritesinin sınırlarını da çizecekti.
Memlûk dönemindeki hâkimiyet tarzının bir bakıma uzantısı
olarak Mekke, Cidde, Kızıldeniz iskeleleri ile ilgili işler genellikle
Mısır beylerbeyilerinin yetkisi dâhilinde idi18. Herhangi bir mese­
le zuhurunda en büyük yetkili olarak Mısır beylerbeyi merkezle
irtibata geçerek duruma müdâhele edebilmekteydi. Nitekim Sü­
leyman Paşa örneğinde görüldüğü gibi bu defa Mekke’de emir ile
Mısır emir-i haccı arasmda çıkan anlaşmazlık, o sırada Mısır bey­
lerbeyi olan Ali Pâşa’ya19 intikal etmişti.
17 Bk. Zeynî, s. 53; Eyyüb Saıbri, HE, 182.
18 Mısır Beylerbeyiliği hakkında bk. Seyyid Muhammed Esseyyid. Mahmud, X VI. Asırda Mısır E yaleti, İstanbul 1990.
19 Semiz, Semin, Kaim gibi lekablarla anılan ve Hersek asıllı olan Ali
Paşa, Yeniçeri ağalığı yapmış, Rumeli beylerbeyi olmuş, 1549’da vezir rütbe-
94
FER İD U N M . EMEÇSEN
Ali Paşa’ya göre, Mekke emiri, kendi başına buyruk hareket
ediyor ve Mekke’de kendisine ait olmayan işlere ve Cidde iskelesi
gelirlerine müdâhelede bulunuyor20, «mâl-ı mîrî»nin zararına yol
açıyor, hacıların emniyetini sağlayamıyor ve fitneye sebep olu­
yordu. Fakat herşeyden önce Ali Paşa’yı Mekke şerifine karşı cep­
he almaya iten sebeplerin başmda, Mısır emir-i haccı Mahmud
Paşa ile emir arasmdaki çekişme ve Cidde gelirleri üzerindeki
suiistimâller geliyordu. Ali Paşa çok değişik kanallardan aldığı ha­
berleri merkeze ileterek Mekke emirinin azline ve yerine bir baş­
kasının getirilmesine çalışıyordu. Ancak aşağıda tafsilatlı olarak
görüleceği gibi bu hususta gönderdiği arzlar İstanbul’da pek te­
sirli olmuyordu. Hatta belki de bu yüzden Ali Paşa gönderdiği bir
arzında, bu durumu İstanbul’da bulunan düşmanlarının tertibine
yoruyor, niyetinin devletin selâmetinden başka bir şey olmadığını
tekrar tekrar vurguluyordu21.
siyle Mısır beylerbeyüliğine getirilmiş, bilahıre üçüncü ve ikinci vezirliklerde bu­
lunmuş ve nihayet 1561’de Veziriazam olmuş, ölümüne .kadar bu makamda kal­
mıştır (T. Gökbâlgm, «A li Paşa», İslâm Ansiklopedisi, I, 344-342).
20 A li Paşa’nun İstanbul’a gönderdiği bir arzında Cidde beyi Murad’m
suiistimaline Mekke emirinin de karıştığı belirtilmektedir. Teftiş için gönderilen
Dergâh-ı âlî çavuşlarından Tekezâde Cafer Çavuş, Mekke’ye .gidip soruşturmaya
başlamış, ancak daha önce şikayet mekıtubLan gönderdikleri halde bizzat gelip
şahitlik yapacak kimseyi bulamamıştı. Bunlar Murad B ey ve Mekke emiri tara­
fından susturulmuşlar; ¡teftiş heyeti m âl-ı m îrîye a it gelirleri sağlıklı bir şekil­
de tesbit edip Murad Bey’in zimmetinde ne kadar m al kaldığını tesbit için Mek­
ke emilrtiniinı kendisine ait oton muhasebe defterlerini istemişler, fakat emir ken­
disine ait gelirlerin miktarı belli olmasın ve Murad Bey1e yardım olsun diye
defterleri vermemişti. Ayrıca. Mekke emiri, teslimi istenen Kutb-d Haydarî adlı
bir acem tüccarını da teslim etmemişti. Emir 10.000 fü ori değerinde bir mülk
evini, Murad Bey ise 3000 sikke filori, 750 dirhem anber-i ham ve yüklü m ik­
tarda zencebil ve 'baharatını alıp bu zatı korumuşlardı (TSM A, nr. E 7649/1:
Bk. E k IV ).
21 Mesela Mısır ahvalinden bahseden bir arzında, «Mahz-ı kizble sûret-i
lıakda düzme-koşma m ektûblar yazup intisâb edegeldikleri yerlere gönderir­
lerm iş... anın gibi k azıyye vâki’ olursa» kendisinden sahih haber alınmayınca,
«.. mücerred hasım sözüyle amel olunmayup gadr olunmalu olma/ya..», «.. bilcümle
bir kim esneye kasd üe ga yr-ı v â k i kazıyye isnâd edüp arz etm iş isem ve arz
etm eye kasd etm iş olam ol bâbda dergâh-ı hakda cevâbın verevüz..» demek­
tedir (TSMA, nr. E 7649/2). Bir diğerinde ise doğrudan padişaha hitaben «..bir
başım var ol dahi yoluna fedâdır, korkup arzımıda kizb ü buhtân etmezüm, şol
nesne ki v â k i hâldir, vukriu üzre yazup..» diye yakınmaktadır (TSM A, nr. E.
7649/1; Bk. Ek. IV ).
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
95
Mısır beylerbeyinin Mekke emiri hakkında Safer 959 (Nisan
1552) tarihli iki önemli arzı bulunmaktadır22. Ekte metni verilen bu
arzlardan anlaşıldığına göre, Ali Paşa önce Mekke şerifini azlettirip
yerine Muhrim-oğulları’ndan Zâir’in tâyinine dair emir çıkarttırmış
ve buna göre harekete geçmişti. Ancak merkezden gönderilen be­
râtta bazı hatalar olduğu için Ali Paşa yanında bulunan ve gerek­
tiğinde kullanılmak üzere kendisine verilen nişanlı ahkâm kağıdlarmdan birine Zâir’in emir tayin edildiğine dair bir hüküm yazarak
bunu kimseye açıklamaması ve şimdilik gizli kalması şartıyla ona
verip Cidde’ye yollamıştı. Bu arada Mekke emirini indirmek için
merkezle irtibatlı olarak bir tertib hazırlayan Ali Paşa, bu iş için
Mekke emiri ile çekişme içinde olan Mahmud Paşa’yı görevlendir­
miş ve bir fırsat zuhurunda emiri bertaraf ederek yerine Zâir’in geçirihnesininin teminini tenbih etmişti. Yeni şerif Cidde’ye vardığın­
da, Mekke’de Mahmud Paşa ile emirin adamları arasmda kavga
çıkmış ve emirlik meselesi herkesçe öğrenilmişti.
Mahmud Paşa’ya verilen talimâtta Mekke’ye vardığında, ya
âdet üzre padişahın hil’ati giydirildiğinde, ya da Mina’ya ve Ara­
fat’a çıküdığı zamanda veya başka bir yerde fırsat düştüğü an
emirin yakalanıp tutuklanması ve gemi üe Cidde’ye hareket eden
yeni emir Zâir’in Mekke’ye getirilip sancak, hü’at verilerek emâret makamına oturtulması bildirilmişti. Ona yardımcı olarak Şam
emir-i haccı, Mekke kadısı, Cidde sancakbeyi ve Yemen’den gelen
Mısır Çerkesler ağası Hüseyin Ağa’nın görevlendirildiğini ve bun­
lara birer hüküm yazüdığmı belirten Ali Paşa, ortalığı fazla alev­
lendirmeden uygun bir fırsatm zuhurunda bu işin gerçekleştiril­
mesini istiyordu. Ancak olaylar bu plana uygun gitmedi, ayrıca
emir de bu plandan haberdar olduğu için ona göre tedbirini al­
mıştı. Nitekim emir hil’at giyme törenine silahlı adamlarıyla gi­
dip hiddetle atından inmiş, hü’ati giydikten sonra tekrar atma bi­
nerek, Mahmud Paşa’ya olaydan haberdar olduğunu yerine Muhrim-oğulları’mn getirilmesinin ne sebebe dayandığım sert bir şe­
kilde sorarak onu azarlamış, Mahmud Paşa ise aldığı talimât gere­
ği bunu inkâr etmiş, fakat şerif «.. görelim anı bizim yerimize ne
vech ile hakim edersin. .» diyerek onu tehdit etmişti.
22
Bunlar TSMA, nr. E 5962/1-2’de bulunmaktadır.
FER İD U N M. EM EOEN
96
Bununla birlikte Mahmud Paşa meseleyi halletmek için uy­
gun fırsat gözlemeyi sürdürdürdü. Nihayet Ebu Nümey ve oğul­
larının bir evde bulunduklarını haber alınca, bayramlaşmak ba­
hanesiyle buraya gelmek için izin istemiş; izni alınca, yanındaki
adamlarından bazılarına kaftan altmdan zırh giydirip birlikte
emirin evine gitmişler; fakat kapıya geldiğinde emirin birçok ya­
lın kılıçlı, «siyah-rû» fedaileri karşısma çıkmış, böylece kurduğu
tuzağa düşmüştü. Burada çıkan arbedede, şerifin yirmi, Mahmud
Paşa’nın ise beş adamı ölmüş; şerifin adamları geri çekilip eve
kapandıklarında Mahmud Paşa kapıyı topa tutturmuş ve ayrıca
aldığı gizli emri alenen nida ettirip Şam emir-i haccmı yanma
çekmeye çalışmışsa da, Şam emîr-i haccı, buraya hac için geldik­
lerini kavgaya gelmediklerini, bu işlerden padişahın haberi olma­
dığım, bütün işlerin Mısır’dan ayarlandığını söyleyerek ona kakı­
mamış; bu arada emir ve adamları kale benzeri evden kaçmış ve
Mahmud Paşa da emiri elden kaçırmca geri dönmek zorunda
kalmıştı.
Bu olaylar cereyan ederken Ali Paşa’ya hitaben bir hüküm
yollanarak Hicaz işlerine müdâhele edilmemesi istenmişti23. Öte
yandan Mekke’deki hâdiseler sırasmda Cidde iskelesine gelen Zâir,
Cidde’ye emir tarafmdan yollanmış yüz kadar silahlı adamdan
Cidde beyinin gayreti sayesinde carımı kurtararak Mısır’a geri dön­
mek zorunda kalmıştı.
Ali Paşa arzmda, bu olaydan bahsederek, Mekke emiri işi­
nin bu sene (1552) halledilemediğini bildirip onun gücünden kor­
kulmamasını, onun bir «sahra adamı» olduğunu ve ancak gücü yet­
tiğine karşı harekete geçerek zulm ettiğini bildirdikten sonra tek­
rar Mekke emirinin ortadan kaldırılmasının vâcib hale geldiğini,
işin başarüamamasmdan Şam emir-i haccı ve şâirlerinin mes’ul ol­
duğunu da belirtip emirin İstanbul’a yolladığı adamı Kadı Celâl’e
güvenilmemesi gerektiğini yazmıştı. Ali Paşa’nın bundan sonra
yazdıkları Mekke emirliğinin ne şekilde idâre edildiğine dair ipuç­
ları vermektedir24:
Buna göre, Mekke emirleri oldukça müstakil hareket etmekte
id ü er: hatta hutbede padişahın ismi yanmda kendisinin ve oğul­
23
24
Mühimme, TSMK, Koğuşlar ur. 888, 220b.
B k. E k H,
H İC A Z’D A O SM AN IA H Â K İM İY E T İ
97
larının ismi zikrediliyor; hac zamam önemli bir ticarî merkez ha­
line gelen Mekke’nin beytülmâline, ihtisâbına ve zuhûrâta bağ­
lı bâd-i heva vergilerine müdâhele olunuyordu. Ali Paşa bu duru­
mu Hicaz'ın Osmanlı merkezî idaresi dışında ve kanunlar hilâfın­
da davranışlar olarak yorumluyor, hatta Mekke’nin sıkı bir mer­
kezî otorite altma alınması gerektiğini imâ ediyordu. Nitekim eğer
Zâir’e emirlik verilirse, burarım bir sancak şeklinde tevcihini is­
tiyordu. Hatta daha da ileri giderek bir «ağır» dirlik sahibi sancak
beyinin tayin olunup Mekke’de oturmasmı ve böylece birçok prob­
leme yol açan Mekke’nin ve civarmm idaresinin daha kolay ola­
cağım, halkın şikâyet ve dertlerinin son bulacağım, zulmün gide­
rileceğini ileri sürüyordu.
Ah Paşa’nm bu düşüncesi aslında Hicaz’da kat’î otoritenin
tesisi anlayışından kaynaklanıyordu. Böylece Yemen meselesinin
halli, Kızıldeniz ticaretinin temini ve Mekke halkının, tüccarla­
rın, hacüarın emniyet altma alınması, bunların bir kişinin şahsî
arzularma bağlı değil, merkezî idârenin doğrudan güvencesine
kavuşması sağlanmış olacaktı. Ancak önce bu fikre olumlu bakan
Osmanlı merkezî hükümeti sonradan Ebu Nümey ve oğlu Ahmed’in eski statülerini bozmaksızın göreve devam etmelerini ka­
rarlaştırmış ve Ali Paşa’nm mütâlaalanna itibar etmemişti. Bun­
da İstanbul’da bulunan emîri adamlarının faaliyetleri rol oynadı­
ğı gibi, Ah Paşa’nm merkezdeki rakibleri de tesirli olmuştu. Fakat
anlaşıldığına göre, Hicaz'ın mevcut statüsüne müdâhele etmek
bölgede karışıldığa sebebiyet vereceği için bundan vazgeçilmiş ol­
malıdır. Ayrıca Peygamber sülâlesinden geldiklerini iddiâ eden
emirlerin manevî nüfuzlarının bölgede etkili oluşu yanmda Ha­
remeyn’in karışıklıklar içine düşmesinin islâmın liderliğini ve ko­
ruyuculuğunu üstlenmiş OsmanlIlar için bu imajlarını sarsıcı bir
neticeye ulaşabileceği de hesaba katılmıştır denilebilir.
Nitekim Ah Paşa’ya gönderilen 18 Cumâdelûlâ 959/13 Mayıs
1552 tarihli bir hükümde, Mekke emîri Ahmed’in bir adamının
(Şerif Acl) geldiği, Hicaz’m İdâresinin bunlar zamanında temin
edildiği, bundan önce Mısır emir-i haccı he Mekke emiri arasmda
çıkan olaylar dolayısıyla emirin şâyet bir suçu varsa bunun için
af dilemekte olduğu ve berâtının yenilenmesini istediği, istekleri­
nin kabul edilip kendilerine berât verildiği belirtilerek, Hicaz’da
98
FE R İD U N M . EMEÇSEN
hükümetin, zabt ve kontrolün emire ait bulunduğu hatırlatılmak­
taydı25. Yine Mısır emir-i hachğma getirilen İsa Paşa oğlu İbra­
him’e gönderilen hükümde de, «Mekke beyi»nin şerif olduğu, Mek­
ke’ye gittiğinde kendi görevinin hacılar arasındaki «mesâlih»e
bakmaktan ibaret bulunduğu belirtilmiş ve şerife ait işlere karış­
maması, ticâret ve tereke gibi meselelerle ilgilenmemesi isten­
mişti26.
Öte yandan Şerif Ahmed’e hitaben yazılan hükümde, «...eyyâm-ı adâlet-i hümâyûnumda eğer Haremeyn-i muhteremeynde ve
eğer Cidde-i ma‘mûrede ve sair mevâzi1 vü behâdirde aslâ bir ahade zerre kadar zulm ü hayf olmağa nzâ-yı şerifim yökdur...» denüerek daha önceki olaylar imâ edilmiş ve dikkatli davranması ih­
tar olunmuştu27. Kendisine yazılan bir başka hükümde ise, Mekke
şerifliği berâtının gönderildiği belirtildikten sonra, muhtemelen
Ali Paşa’nın ikazlarının da tesiriyle «nâzikâne» bir dille tenbihâtta bulunduğu dikkati çekmektedir. Burada Hicaz'ın korunması ve
hacıların emniyetinin sağlanması «tekîd» edildikten başka, Mek­
ke’ye gelen a...me’kûlâtdan hilâf-ı şer rüsum ...» alınmamasına,
25 «A li Paşa’ya hüküm k i; Hâliyâ cenab-ı em âret-m e’âb M ekke-i mükerrem e emîri Şerif Ahmed-dâme üluvvuhû-nun  sitâne-i Sacâdet-m e’âbıma âdemi
gelüp kemâV-i sadâkat ve ihlâs arz eyleyüp memâlik-i H icâziyye’nin zabt u sıyâneti ve hüccâc u müsâfirînin hıfz u himâyeti hususunda mücidd ü sâcî bunla­
rın emâreti eyyâmmda olan aktâr-ı H icâziyye’nin emn ü emânı hiç J)ir târihte
olmayup adi u ittifâk ile ittisâflanna ol diyâr-% celılü’ l-itibâ r v e azimü’ l-mikdârda olan ulemâ ve eşrâf, sulehâ v e a'yân v e tüccârdan ve şâir mücâvirînden
mahzar ihzâr eyleyüp g eçen senede M ısr emîr-i haccı ile mâbeynlerinde vâki‘
olan mâcerâda bizim canibimizden cürm ü günâh olmamışdır, olmuş ise dahi
afv recâ ederiz deyü iflâm eyleyüp berât-ı cedîd tâleb edüp mûmâ-ileyhümânm
kemâl-i diyânet-i İslâm v e zabt u svyânet-i vüâyetde mezîd ihtimâmlanna ilm-i
şerîf-i âlem-ârâ muhit ü şâmil olmağın berâtı tecdîd olunup kadîmü’ l-eyyâmdan
her ne veçhile zabt edegelmişlerse uslûb-ı kadim üzre aktâr-ı H icâziyye zabtında
ve hüccâc v e müeâvirinin siyânetinde olmak bâbında em r-i hümâyûnun irsâl...»
(TSMK, K. 888, 220 b ).
26 «...h er veçhile menâsik-i H acc edâ etdikden sonra emîr-i haccın ikâ­
meti zarar-ı mahz olup husûsan müslümanlara envâ‘ hükümet ve siyâset eder­
lermiş. İmdi M ekke-i m üazzamanm beyi şerîfdir. M ekke-i m ükerrem eye vardukdan sonra M ekke ahâlisine emîr-i hacc hükümet etm ek, Şerifi hükûmetden
men‘ eylem ek câiz değildir. Emîr-i hacc hüccâcm beyidir. Hüccâc beyninde olan
mesâlihde hükümet em îr-i haccmdır...» (TSMK, K . 888, 229ajb’deki 23 Cumâdelûlâ 959/17 Mayıs 1552 tarihli hüküm.)
27 25 Cumadelûlâ 959/19 Mayıs 1552 tarihli hüküm: TSMK, K. 888, 231a.
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
99
Cidde ve diğer iskelelerdeki adamlarının gelip-geçen tüccara ezi­
yet etmemesine, ayrıca şer’e aykırı meydana gelen bâzı uygulama
ve ahvâlin kaldırılmasına çalışması gerektiği hatırlatılmıştı28 ki,
muhtemelen bu sonuncu meselede hutbe konusu imâ edilmişti.
Ayrıca şerife adamlarının halka zulmünü önlemesi, şayet bunun­
la «mukayyed» olamazsa durumun İstanbul’a bildirileceği ifâde
edilerek kendisinin hareketlerinin sürekli kontrol altmda tutuldu­
ğu ve takip ettirildiği hissettirilmişti.
Emirliği bir kere daha teyid edilen şerife bu ikazlar yapılır­
ken aynı zamanda Ali Paşa’ya da tenbih yollu bazı talimâtlar gön­
derildiği görülmektedir. 15 Cumâdelûlâ 959/8 Haziran 1552 tarih­
li bir hükümde, gönderdiği bütün haberlere vâkıf olunduğu, şeri­
fin tekrar ibka edilip kendisine berât yollandığı, dolayısıyla şerif
ile «müte'ârız» olmaması isteniyor29; bir başka hükümde de, şerif
emir-i haccı istikbâle geldiğinde', emir-i haccın çadır kurup önüne
top ve tüfek yerleştirerek şerife bunların arasından geçip hil’at
giymek üzre çadıra girme teklifinde bulunduğu, bunun «evlâd-ı
seyyidü’l-enâm» a riâyete mugayir bir davranış olduğu için yapümaması, ayrıca emir-i haccm hac farizasını yerine getirdikten son­
ra derhal buradan ayrılması gerektiği belirtilmişti30.
Söz konusu hükümlerden anlaşıldığına göre, Mekke şerifinin
İstanbul’daki adamı Şerif Acl’in faaliyetleri oldukça etkili olmuş­
tur31. Onun kimler nezdinde faaliyette bulunduğuna dair bir bilgi
bulunmamakla birlikte, kendisinden sonra Şerif tarafmdan İstan­
bul’a gönderilen Kutbiddin Mekkî’nin aşağıda temas edilecek olan
28 TSMK, K. 888, 232b (25 Cumadelûla 959/19 Mayıs 1552): Bk. E k VI.
29 «A li Paşa’ya hüküm, k i; Hâliyâ Âsitâne-i sa'âdet-me’âbıma mektûb
gönderüp M ekke-i mükerrem e şeriflerine m üte’allik ba‘zı ahval ilâm, etmiş siz,
her nb ki arz etmiş isen ilm-i şerîf-i âlem-ârâm muhit ve şâmü olmuşdur, müşârün-îleyh şerifi yine kemâkân mukarrer kilup bu bâbda sana Çavuşum Cafer
ile hükm-i hümâyûnum gönderilmişdir buyurdum ki, sen dahi mezbûr şeriflere
m üte’ârız olmayup kemâkân yerlerinde hizmetlerinde olalar, devlet-i hümâyû­
numa müte’attik olan cumhûr-ı umûrda envâ‘ mesâ‘i-i cemilin zuhûra getiresin
ve anda yapılmak em r olunan gemiler...'» (TSMK, K . 888, 249a: 5 Cumâdelâhıre 959/29 Mayıs 1552).
30 TSMK, K. 888, 260b (18 Cumâdelâhıre 959/11 Haziran 1552): Bk. Ek
VH.
31 Hatta bu faaliyetleri sırasında kendisine Cidde gümrüğünden vazife
tayin edilmişti: TSMK, K. 888, 256a.
100
EER ÎD U N M . EM ECEN
faaliyetlerine dair anlattıkları bu hususta ipuçları vermekte ve
bilhassa kubbe veziri paşalar nezdindeki bol hediyeli girişimlerin
etkili olduğu intiba’ı uyanmaktadır. Ancak genel olarak bakıldı­
ğında, Osmanlı hükümet merkezi şerifin hukukuna riâyeti ön
plana alıp bölgedeki idarecilerinin daha dikkatli ve temkinli dav­
ranmalarının temine çalışırken, hem Ali Paşa hem de şerif ara­
sındaki dengeyi sağlamaya da gayret etmiş; bu ince siyâset sâyesinde meselenin daha da dallanıp budaklanmasını bir süre için
önlemiştir. Bu hüküm ve mektublarda genellikle Mekke emiri ola­
rak Şerif Ahmed’in adı geçmekteyse de bütün bu olaylarda hiç
şüphesiz tecrübesiyle Ebu Nümey önemli bir rol oynamış olmalı­
dır. Zaten Ali Paşa’nın arzlarında da Ebu Nümey’in fonksiyonuna
dair ibârelere rastlanmaktadır.
Bundan bir süre sonra Ebu Nümey’in, oğlu Ahmed’in 1554’te
vefâtı üzerine emirliğe diğer oğlu Hasan’m tayini için İstanbul’a
mürâcaatta bulunduğu görülmektedir. Bu mürâcaat üzerine 22
Şevval 961/20 Eylül 1554 tarihli berâtla emirlik Hasan’a verilmiş32;
Ebu Nümey Türkçe olarak kaleme aldırdığı bir mektubda hac ka­
idelerinin güvenlik içinde hac farizasının yerine getirdiklerini,
oğlu Hasan’ın Haremeyn’i muhâfazada büyük gayret gösterdiğini
ifâde etmişti33. Ebu Nümey imzalı bu mektûbun Türkçe.yazılmış
olması, bu dönemde Mekke’de Osmanlı tesirinin gittikçe yerleşti­
ğinin bir ifâdesi olmalıdır.
Ancak Ebu Nümey ile oğlu Hasan’m çok geçmeden 1557’de
Medine’deki Osmanlı askerlerinin kumandanı Piri ile anlaşmaz­
lığa düştükleri ve yine İstanbul’a adam gönderdikleri dikkati çek­
mektedir. Bu defa gelen şahıs tarihçi Kutbüddin Mekkî idi. İs­
tanbul’a gelişi ve faaliyetleri ile ilgili bir seyahatnâme kaleme alan
Mekkî, Veziriazam Rüstem Paşa ve diğer kubbe vezirleri, bu ara­
da eski Mısır valisi ikinci vezir Semiz Ali Paşa üe de görüşmüş,
Padişahın huzuruna çıkmış, emirin mektublannı takdim etmiş,
fakat bütün bu teşebbüslerinden bir netice alamamıştı. Mekkî Ali
32 Bu 'berat iğin bk. Münşe&t, I, 613-614. Burada Mekke emirliği için «Hü­
kümet» ve «Eyâlet» lafzlan kullanılmaktadır.
33 TSMA, ur. E 11701/42; bk. E k Ut.
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İ Y E T İ
101
Paşa ile yaptığı görüşmede, onun kendisine Mekke şeriflerini so­
rarak onlar hakkında samimi duygularım izhâr edip Mahmud
Paşa hâdisesi dolayısıyla kendisine isnâd edilen fiilerde herhangi
bir medhali bulunmadığını ve masum olduğunu büyük yeminler
ederek anlattığını, tekrar tekrar şeriflere karşı olan teveccühünü
göstermeye çalıştığını, bu arada kendisinin de şikâyetçi olduğu
eski Medine kadısı olup İstanbul’da emirin adamı gibi birtakım
faaliyetlerde bulunan Kadı Celâl’den yalanarak, bu adamın ken­
disini gözden düşürmeye uğraştığını, Rüstem Paşa’ya yaklaşmak
istediğini söylemişti34.
Bundan sonra bütün işleri oğlu Hasan’a bıraktığı anlaşılan
Ebu Nümey, gönderilen nâme ve emirlerde oğlu Haşan ile birlik­
te anılmaya devam etti. Oğluna gönderilen talimatlardan bazıla­
rının bir sûreti de ona yollanıyordu35. Ebu Nümey’in adı bazı Os­
manlI kaynaklarında K oca Sinan Paşa’nın Yemen seferi sırasın­
da hac için Mekke’ye gelişi ile tekrar zikredilmektedir (1571). Selânikî, Sinan Paşa’nın kalabalık maiyyetiyle Mekke’ye gelişi üze­
rine Ebu Nümey’in korkuya kapüdığını, tertip ettirdiği ziyâfete
gitmediğini, buna kızan Sinan Paşa’nın sofrayı atlara çiğnettirip
yağmalattığım, ancak daha sonra bu meselenin tatlıya bağlantıdığını yazmaktadır36. Muhtemelen bu hâdiseden sonra Ebu Nümey
idari işlerden tamamen çekilerek Yemen’de münzevî bir hayat sür­
meye başladı. 9 veya 10 Muharrem 992/22-23 Ocak 1584’te bura­
da vefât etti37. Mekke’ye götürülüp Mualla Kabristanı’na defn
olundu ve arkasında son Mekke Şerifi Hüseyin’e kadar uzanan bü­
yük bir emâret âilesi bıraktı.
Ebu Nümey’in uzun süren emirliği devresi, genel olarak Os­
manlI idaresinin yerleşme dönemini teşkil etmiştir. Meydana ge­
len hâdiselere rağmen bu dönem Hicaz’da Osmanlı hâkimiyetinin
geleceğini tâyin ettiği gibi «Şam ve Mısır emir-i haclan-Mısır Beylerbeyileri-Mekke emirleri» üçgeninin görev ve mes’uliyetlerinin
çerçevesini de belirlemiştir.
34 Bk. E. Kamil, «H icrî Onuneu-Milâdî On Altıncı Asırda Yurdumuzu D o­
laşan Arab Seyyahlarından Gazzî-Mekkî Seyahatnamesi», Tarih Semineri D er­
gisi, 1/2 (İstanbul 1937), s. 64-66, 78-80.
35 Mesela bk. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme, nr. 6, s. 190, hük. 409.
36 Selanikî, Tarih, (nşr. M. İpşirli1), İstanbul 1989, s. 74; Peçuylu, Tarih,
I, 484.
37 Zeynî, s, 55.
102
F E R İD U N M . EMEÇSEN
EK
I
TSMA, nr. E. 5962/1
Devletlü ve sa'âdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh medde züluhu haz­
retlerinin rikâb-ı humâyûn-ı zafer-makrûnlanna yüz sürmekden
sonra ma‘rûz-ı bende-i bî-mıkdâr ve zerre-i hâkisâr oldur ki, ilm-i
şerîf-i âlem-ârâlanna hafi ve mestûr buyrulmaya ki, bundan ak­
dem Mekke-i mu'azzama şerifliği sadaka buyrulan Muhrim-oğlu
Zâir dâ'üeri arz olundukda sehven ismi Muhammed diyü yazümağm berât-ı hümâyûnda dahi Muhammed diyü kayd olunmuş
mezbûr dâ'ilerinin ismi Muhammed olmayup Zâir olduğunda şübhe
buyrulmaya ve berâtı on kerre yüz bin akça üe sadaka buyurula
denilmiş idi, on kerre yüz bin olmuş lâkin ba‘zı şartlar berâtında
lâzım olmağın ol şartlar zikr olunmamak ile tekrâr arz olunup
berâtı tekrâr yazümak lâzım olmağın berâtı kendüye gösterilmeyüp
bu bende yanında olan ahkâm kağıdlarından kendüye hitâb olunup
bir hükm yazdırıldı ki Mekke şerifi olan Emir Ahmed’i azl edüp
yerine seni şerif nasb eyleyüp bu hükm-i humâyûnumu verüp bu­
yurdum ki, Mekke-i mu'azzamaya varup şeriflik hizmetinde ola­
sın, inşâallah berâtm dahi yazdırılup Mısr’da olan vezirim Ali Paşa’ya irsâl olunur, ol dahi îsâl eder deyü ol hükmü kendüye verüp
zinhâr bu s im kimesneye fâş etmeyesin ki başın gider deyü tenbîh olımup hatta şerîf-i Mekke habîr ve âgâh olmasun deyü Hacc-ı
şerif gidüp onbeş gün geçtikten sonra gemiye koyulup Cidde sem­
tine revâne oldu. Şerif üe Emîr-i Hacc bendelerinin gavgaları
olduğu esnâda bunlar dahi Cidde iskelesine varmışlar ki çıkup
Emîr-i Hacc’a varalar. Cidde kal'ası kethüdası haber almış imiş
ki, şerifin yüz mıkdarı ademleri Cidde’ye gelüp Muhrim-oğullan
deryâdan çıkdıkları gibi başın kesüp veyâhûd habsile alup şerife
dedeler, mezbû [r] kal'a kethudâsı Muhrim-oğullarını gördüğü
gibi kakaya koyup hıfz edüp şerifin ademleri ne kadar ki taleb
etmişler vermeyüp Emîr-i Hacc bendelerine ahvâli i'lâm eylemiş,
ol dahi her kime teklif etmiş ise bu gavga arasında Cidde’ye var­
mağı kimse ihtiyâr etmeyüp hayli ıztırâb çeküp âhirü’l-emr mahrûse-i Mısr’da Çerkesler ağası olup bundan akdem Mustafa Pa­
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
103
şa’yla Yemen’e irsal olunan Hüseyin Ağa bendeleri Yemen’e vardıkda göz ağrısına mübtelâ olup ifâkat bulamaduğu ecilden anlann icazetiyle Mekke-i mu'azzamaya gelüp Hacc-ı şerîfe tevak­
kuf etmiş imiş. Bu haber sabıka bendeye dahi vâsü olmuşdu, ana
dahi bir hükm yazılmış idi ki Emîr-i Hacca mu'âvenet lâzım oldukda hızmetde bulunasm deyü hitâb olunmuşdı, ol hükmü anla­
ra gösterüp ol dahi yüzü ağ olsun emr-i pâdişâhîye ita'at edüp heman tevakkuf etmeyüp bunca dalgalık arasmda Cidde’ye varup
hem Muhrim-oğullann gemiye koyup gerü Mısr canibine gönderüp ve hem anda Yemen’e gidecek ulufe varimiş anı dahi alup üedüp Emîr-i Hacc bendelerine teslim eyleyüp anlar dahi kifayet
mıkdan adem ta'yîn eyleyüp Yemen vilâyetine irsâl eylemişler.
Muhrim-oğulları dahi işbu Saferü’l-muzafferin (959) ikinci günün­
de gelüp mahrûse-i Mısr’a dâhil oldular, dördüncü gün hüccâc da­
hi gelüp a‘lâ ve ednâdan sahih haberler alunup mufassal ve meşrûh yazüup hâk-i pây-ı şeref-bahş-i pâdişâhîye arz olundu. Ammâ
devletlü pâdişâhım şerifin bu yıl hakkından gelinmedi, sonra hüc­
câc varmalu oldukda bir fesâd-ı külliye bâis olup veyâhûd Mekke-i
mu'azzama halkına bir hasâret erişdire deyü mübârek hâtır-ı âtır-ı
deryâ-mekâtır-ı pâdişâhîye gubâr gâmtârî olmaya eğer anun kudret-i kâmilesi olaydı hüccâcdan bir nefer krmesne çıkartmayup
cümlesin helâk eder idi, hemân sahrâ âdemisidir, gücü yetdüğüne zulm ü te'addî eder şöyle ki Mekke-i mu'azzama halkına hasâ­
ret kasd ide Mekke’nin her bir evi bir kal‘a mânendi imiş hiçbir
kimse tâbi' olmayup damlar üzerinden taşla helâk ederlerimiş,
ammâ devletlü pâdişâhım mezbûrun arz-ı Hicaz’dan kal' u kam'ı
vâcib olmuşdur, anun vücûdu safha-ı gerdûndan hakk olunmak
pâdişâh-ı âlem-penâh devletinde âsândır bu d efa böyle vâki' ol­
duğuna bâis Şam Emîr-i Haeeı’na ve Mısırlu tâifesinin yoldaşhğına i'timâd olunup şerifin haberi yoğiken gafletle bir iş etmek fikr
olunmuş idi, şerif Ebu Nümeyy ile oğulları bir yerde asker arasm­
da cem‘ olmak muhâl iken bu kadar bir evde cem‘ olalar dahi
i'timâd olunan kimesneler bunun gibi fursatı fevt edeler bu ka­
dar muhanneslik etdiklerinden gayri bu bendeyi halk-ı âlem ara­
smda şerm-sâr edüp ve hem mîrî maslahatın avk u te’hîrine bâis
olalar, hâşâ eyyâm-ı humâyûn-ı adâlet-makrûn-ı pâdişâhîde ki
böyle edenlerim haklanndan gelinmeye ve bu dahi ilm-i şerîf-i şehinşâhiye hafî buyrulmaya, hüccâc-ı sa'âdet-nitâc Mekke-i mü-
104
EERÎD U N M . EMEÇSEN
kerremeden çıkup gelürler iken akeblerinden bir hüccân gelüp
Cidde beyi Mustafa Bey içün vefât etdi deyü haber verüp ve şerif
dahi etdüğü işlere nedamet sûretin gösterüp arz-ı ubûdiyyet edüp
Muhrim-oğlu’na şeriflik ne veçhile ve ne tarîkle verilmiş ise biz
dahi ol veçhile kabûl ederüz deyü pişkeş tedârükün görüp ve Mısr
Emîr-i Haceından şikâyetler eyleyüp Şam Emir-i Haccı ile dergâh-ı
m üallaya bir yarar âdemisin gönderdüğü haberin vermiş, devletlü
pâdişâhım anun gönderdüğü kimesne dedikleri gibi Medine kadısı
Kadı Celâl ise haylice kelimâta kadir hâzır cevâbdır bu bende ile
Haleb’den Mısr’a bile gelmişdir, emîr-kelâmdır, ammâ fitnedir, sö­
züne i'timâd edecek kimesne değildir mutlaka şerif tarafm tutup
andan gayrı taraf eksiği değildir, anun in‘amı ile mümtelîdir ek­
ser nâssı kendüye tâbi' edüp şerif tarafmı tutturmak mukarrer­
dir, devletlü pâdişâhım ol şeriflerim şefkat ü merhamet edecek hal­
leri yokdur, amma kulzüm-i zehhâr-ı âtıfet-şi‘âr-ı şâhâne ve merâhim-i cemîle-i celîle-i pâdişâhâne temevvüc edüp anlanın hak­
kında bir zerre inâyet ve bir şemme himâyet zuhûra gelüp Cidde-i
ma'mûrenin kendüye âid olan cümle-i mahsûlünden ferâgat et­
mekle kanâ'at olunup şimdiye değin müslümanlara etdikleri kabâhat afv buyrulup şefkat ü merhamet olunursa, bâri hutbe-i şe­
rife müstakil pâdişâh-ı âlem-penâh ismine okunup kendünün ve
oğullarının isimleri kat'an tezekkür olunmaya ve Mekke-i m üazzamada vâki olan beytü’l-mâlm bir mikdârına ve ihtisâb ve şâir
bâd-i hevâsma dahi edegelmişlerdir, anlara dahi dahi ü ta'arruz
etmeyeler deyü berâtmda kayd olunmak fermân oluna ve eğer
emr, hemân evvelki emirdir dahi rücû‘ yokdur yeni şerif olan Şe­
rif Zâir’in şerifliği mukarrerdir tedârükü her ne ise görülüp gönderülsün deyü fermân olunursa hemân emr eyleyüp bunun berâ­
tı dahi şart-i mezbûr üzre yazda, ammâ Cidde mahsûlünden ve
Mekke beytü’l-mâlinden ve ihtisâb ve şâir bâd-ı hevâsmdan bedel
her senede onbeş bin sikke filori Cidde mahsûlünden ta'yin eyle­
yüp arz-ı Hicaz’ı sancak tarîkıyla verdim ki zikr olunan mıkdarı
filoriyi Cidde mahsûlünden her kim emin olursa mâh be-mâh ve­
rüp ol dahi alup mutasarrıf ola deyü kayd olunup berâtmı yazdurup irsâl buyrula ki, bu d e fa berâtı kendüsüne teslim oluna ve
mezbûrun âdemisine te’hîr sûretin gösterip bu hakirlerine ta'cîl
haber irsâl buyrula ki şerife ye’s haberi vâsü olmadan bu cânibde
Mısr muhâfazasmda olup Yemen vilâyetine gönderilmek fermân
H İC A Z’D A OSM ANDI H Â K İM İY E T İ
103
olunan Kılıç Bey bendeleri gereği gibi yarar kâr-güzâr defa'âtle
ceng ü cidal ve harb ü kıtal görmüş bendelerindendir gitmemişdir henüz yarak görmek üzredir Yemen’e gider deyü bahane edüp
bir mıkdar tüfenkçi ile deryâdan gönderile ki varup Cidde-i ma‘mûrede oturup hıfz u hırâset-i memleket ve zabt u sıyânet-i vllâyetde ola ki Cidde’nin su bâbmda ziyâde müzayakası varimiş bir­
kaç jul mıkdân olmuş ki bir katre bârân nüzûl etmemiş ve suyu
getürdükleri yer dahi İstanbul’dan Halkalıpınar kadar yerdir der­
ler anda dahi yer yer kuyular imiş memleket emn ü emân üzre
olsa suya varup gelmeğe müzayaka çekilmez imiş, Cidde kal‘ası
ise içinde beş-on nefer âdem ancak sâkin olmağa mümkin imiş,
kalan hisar erenleri nefs-i Cidde’de sâkin olurlar imiş, hemân Hak
sübhânehû ve te'âlâ hazretleri hıfz ede, şöyle ki şerif isyân sûretin
izhâr edüp Cidde’ye zarar götürmek kasd etse Ciddelü’nün su al­
dıkları kuyuları doldurup battâl etmekle halka gereği gibi muzâyaka vermek mukarrer imiş, ma'lûm-ı şerîfdir ki susuzluğa kimse
mütehammil olmaz şerif ise Dergâh-ı mu‘allaya gönderdiği ademisinin cevabma muntazırdır, murâdı üzre haber vâsü olmayıcak ih­
timâldir ki fesâda mâil olup Cidde’ye kasd ede, Cidde’nin eğerçe
deryâ tarafından havfı yokdur ammâ kuru tarafmdan su gelme­
mek ile halleri müşkil olur, şimdi Kılıç Bey bendeleri bir mıkdâr
kulla vancak anun gibi muzâyaka mahalli olursa yarağile âdem
gönderüp suyu getürdüp halka muzâyaka çekdirmez idi, sonra kuru
tarafmdan dahi bir yarar kullarına dört-beşyüz nefer mıkdân ya­
rar asker koşup yeni şerif olan Zâir- dâ'ilerine vech-i meşrûh üzre
berât-ı hümâyûn geldikten sonra sancağmı verüp hil‘atini giydirüp büe gönderile ki varup Cidde’de Kılıç Bey ile mülâkat edüp
ittifâkla şerifin maslahatın görüp itmâma eriştireler, ammâ yolla­
rı üzerinde olan Yenbû hâkimine ve Medine-i münevvere beyine
dahi sizün yerlerimiz mukarrerdir hemân şerif Zâir’e her veçhile
mu‘în ü zahir olup dâyimâ mu‘âvenet ve müzâheretten hâlî olmayasız deyü hü‘at-ı hümâyûnla istimâlet hükümleri irsâl buyrul­
mak lâzımdır devletlü pâdişâhım eğer Kılıç Bey kulunuz Cidde’de
oturup bu hizmeti edâ etmek fermân olunursa Cidde Mısr cânibine muhtâc yerdir husûsan suya ziyâde harç lâzımdır, ümizdir ki
bir mıkdâr terakkıcik inâyet buyrula ki her veçhile mahall-i inâyet bendelerinden olup her giz hızmetden yüz döndürür kulların­
dan değildir, inşâallah bu hizmeti edâ ettikten sonra emr-i pâ-
M
103
FER İD U N M . EM ECEN
dişâhî mûcebince yine varup Yemen vilâyeti hizmetinde ola ve
şerif bu bende-i hakire bir mufassal mektûb gönderüp Emîr-i Haec
bendelerinden envâ‘ şikâyet edüp hüccâcı usât-ı urbâna yağma
etdirdi demiş, devletlü pâdişâhınım ilm-i şerîf-i âlem-ârâlan mu­
hit ola ki hüccâc araşma kat'an isyân ve tuğyân üzre olan urbân
tâifesinden kimesne gelmeyüp belki şerifin kendü hükm ü hükü­
met etdiği vilâyetin urbânı kurban içün ağnâm getürürler, urbân-ı usât şerif vehminden memleketine duhûl etmek ihtimâli
yoğimiş Badiye a'râbı hod kefere-i feeere gibi aralarında savm u
salât ve hacc u zekât olmayup hayvan gibi tâifedir Badiye’den yü­
rürler anlar Ka'be’ye gelmezler eğer kurban getürürler deyü cevâb
verirlerse kizb-i sarîhdir ki anlarm birisi şerif vüâyetine gelse şe­
rifin âdemleri her nesi varsa alup kendülerini kati ederlerimiş,
müeerred Emîr-i Hacc bendelerine günâh isnâd edüp kendülerinde zerrece suç komayup emânet ve istikâmetlerin arz ederler, an­
larım gönderdikleri mektûb dahi mühürlenüp bile gönderildi mütâla'a buyrula, bu dahi ilm-i şerîf-i pâdişahîye hafi buyrulmaya ki
inşâallah Ebi Nümeyy üe oğullarmm ahvâli ber-taraf olup feth-i
külli müyesser olduktan sonra yeni olan şerifi dahi düersenüz
ber-karâr edüp şerifliğini mukarrer buyurasız, eğer emr olurise
Rumili’nde veyâ ahar vüâyetde dirlik ta'yîn olunup Mekke-i mu'azzamaya bir ağır dirliklü bey ta'yîn eyleyüp varup Mekke-i mu'azzama içinde oturup etrâf ve cevânibini hıfz u hırâsetde olup Mek­
ke-i mükerremede olan tüccâr vesâir müslimîn-i sa‘âdet-âsâr ıztırâbdan hâli olup devâm-ı ömr ü devlet-i humâyûn-ı pâdişâhî
ed'ıyyesine iştigâlde olalar, devletlü pâdişâhım bu kadar mufassal
mektûbu eğerce okuyup dinlemek musadda'dır, lâkin bu vilâyet­
lerde vâki' olan ahvâl ve kazâyânm cümlesine vâkıf olup şu‘ûr-ı
tâmm-ı şerîf-i pâdişâhî olmak mühimm ü lâzım mülâhaza olunma­
ğın irtikâb olundu, bâkî emr ü fermân devletlü sa'âdetlü pâdişâh-ı
âlem-penâh hazretlerinindir.
efkaru’l-ibâd
Ali el-hakır
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
107
II
TSMA, nr. E. 5962/2 :
Devletlü ve sa'âdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh medde zılluhu haz­
retlerinin rikâb-ı humâyûn-ı zafer-makrûnlarma yüz sürmekden
sonra ma‘rûz-ı bende-i bî-mıkdâr ve zerre-i hâksâr budur ki, ilm-i
şerîf-i âlem-ârâlanna hafi ve mestûr buyrulmaya ki bundan ak­
dem şürefâ-i Mekke-i müazzam a husûsu südde-i sa'âdete arz olundukda Mekke-i müazzama şerifliği.sabıka Mekke şerifi iken ma‘zûl olan şerif Muhrim oğullarından Zâir nâm dâ'ilerine sadaka
buyrulup berât-ı hümâyûn ile sancak ve ba‘zı ahkâm-ı şerife vârid olmuş idi. Ol ahkâm-ı şerife muktezasmca Emîr-i Hacc bende­
lerine bu veçhile ısmarlanmış idi ki inşâallah Mekke-i müazzamaya varduğunda eğer pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin hil‘at-ı
hümâyûnunu giydirdüğün zamandadır ve eğer Mina’ya ve Ara­
fat’a çıkulduğu mahallerdedir ve eğer âhar mekân ve mevzı‘dedir bilcümle fursat bulduğun mahalde üzerlerine hüeûm edüp ney­
lersen eyleyüp cümle ele getürmek ardınca olasın inşâallah mas­
lahat itmâm bulursa Şerif Muhrim oğullarından Şerif Zâir’e Dergâh-ı m üallada Mekke-i m üazzam a şerifhği sadaka olunup eli­
ne berât-ı hümâyûn verümişdir, kendüsü gemi ile Mekke-i mükerremeye varsa gerekdir, sancağmı ve hil‘atini siz bile alup gidüp
hemân ol sâ'at buldurup sancağmı ve hiTatini teslim eyleyüp
Mekke-i mu‘azzama şerifi min-ba‘d budur deyü nidây-ı âm etdüresin. Bu hususlarda sana m üâvenet ■içün Şam Emîr-i Haccı’na ve
Mekke Kadısı’na ve Cidde Beyi’ne ve Yemen’den •gelen Mısır Çerkesleri Ağası Hüseyin Ağa’ya dahi hükümler vârid olmuşdur. Lâ­
zım olduğu mahalde hükümleri gösteresin ki gereği gibi sana
müâvenet ve müzâheret ederler deyü bu bende yanmda olan nişanlu ahkâm kâğıdlarmdan mezbûrûn bendelerine birer hükm
yazılup her birine hitâb olundu ki, hâliyâ mahrûse-i Mısr Emîr-i
Haccı’na ba'zı maslahat sipâriş olunmuştur, anun gibi Mekke-i
müazzamaya varduğunuzda ol hizmete mübâşeret edip sizden
isti'ânet taleb etmek lâzım olursa müşârün-ileyh ile yekdil ve yekcihet olup emrim muktezâsmca mûmâileyhe gereği gibi mu‘âvenet ve müzâheret eyliyesiz ki itmâm-ı maslahat eyleye bücümle
mezkûrun şükri ve şikâyeti müsmir ve müessirdir, ana göre tedârük edesin deyü envâ‘ te’kidât olunup ol hükümler dahi Emîr-i
ıo s
FER İD U N M . EM ECEN
Hacc’a teslîm olunup amma göresin şöyle ki fursat el vermeye mukayyed olmayasm bir vakt-ı aharda dahi tedârük oluna denilmiş
idi. Mezbûr Emîr-i Hacc bendeleri dahi Mekke-i mu'azzamaya varup şerifin hiTatini ihzar etdükde mezbûr şerif hil'at giymeğe geldüğü mahalde bin mikdan müsellah yalm küıçlu kimesneler ile
gelüp Emîr-i Hacc’m oturduğu yere atla varup anda unfla atından inüp hiTati giyüp yine atma binüp evvel kelâmı bu olmuş ki
benüm yerimi Muhrim oğullarına vermeğe sebeb nedir kimin ye­
rin kime verirsin deyü Emîr-i Haec’a itâb yüzünden hitâb etdükde
Emîr-i Hacc dahi bu ne sözdür, mücerred bahane edüp bana hür­
metsizlik etdüğünü bastırmak [m ı] istersin ne asıl Muhrim oğulla­
rıdır bizüm ol asıl kavi ü fi'lden haber ve âgâhımız yokdur, bî-vech
söz söylemek size münâsib değildir deyü ba‘zı istimâlet vermek istedikde, hây bu haber bize çokdur gelüp vâsıl olmuşdur görelüm
anı bizüm yerümüze ne vech ile hâkim edersin deyü söyleyerek gidüp bunlar bu sözü kanden istimâ* etdiler deyü bî-huzûr olup son­
radan anım kendü âdemlerinden birisi demiş ki Muhrim oğulları­
nın İstanbul’da bu işleri yazulduğu mahalde şerifin Dergâh-ı mu‘allada Suhte Memi demekle ma'rûf bir âdemisi var idi, anda haber
alup şerife mektûb birle bildirmişdir deyü haber vermiş, Emîr-i
Hacc bendeleri ise bu mahalde fursat bulmayup Mekke-i mu'azzamaya varup tavâf-ı Beytullahi’l-ulyâ etdiklerinden sonra vakit
olucak Arafat’a çıkup anda dahi mahal düşmeyüp dönüp Mina’ya
geldiklerinde âdet-i kadîmi üzre Emîr-i Hacc, Ka‘be-i mutâhharaya varup örtü örtüp yine geldikde eğer şerif ahvâline mukayyed
olunmazsa ihmâl ve müsâhele etdik deyü itâb olunmakdan vehm
edüp şerif kandedir deyü tecessüs etdirdikde haber vermişler ki,
şerif oğullan üe evinde otururlar. Emîr-i Haccı bendeleri bunun
gibi fursat kande ele girer ki oğulları ile bir yerde ev içinde cem'
olalar bunun gibi fursat hiç bir zamanda düşmez deyü şerife âdem
gönderüp bayramlaşmağa icâzet taleb eder, âdem varup gelince
i'timâd etdiği yarar hudâvendigâr kullarından bir mıkdar âdeme
kaftan altmdan zırh giydirüp hâzır olduklarında şerife varan âde­
misi gelüp ntola gelsünler deyü icâzet verdiler dedikde Emîr-i Hacc
ata binüp anlar yanınca vardıklarında meğer ki şerif evi içinde
bir mikdar giyimlü adem hâzır etmiş imiş Emîr-i Hacc, Şerifin
kapusuna varup henüz içerüye girmeden hemân yalm kılıçlu bir
niçe merde-i siyah-rû karşu gelüp nedir bu deyince, ceng-âşûb
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
109
ulaşup şerif Ahmed kendüsü dahi aralarında, bre koman ibn-i
nasrâniyi deyü iğrâ edüp iki d e fa kendüsü dahi Emîr-i Hacc’a
mızrak atup Emîr-i Hacc dahi mızrakını d e f edüp nâyire-i harb
u kıtal ve ceng ü cidal bir mikdar zaman işti'âl bulup mâbeynde
anlardan yirmi mıkdarı siyeh-rûlar mürd olup bu cânibden dahi
beş nefer kimesne şehîd olup birkaç kimesneler mecruh olmuş­
lar, ceng mümted olmağla anlar kaçup içerü girüp kapuyu sedd
edüp başları kayusu oldukda Emîr-i Hacc dahi darbuzenler getürdüp kapusuna havale edüp bu hususun şimden girü saklaması ber
taraf oldu deyü Dergâh-ı mu'alladan kendüye vârid olan hükm-i
cihân-mutâ'ı ve Şam Emîr-i Hacc’ına yazılan hükmü Şam Emîr-i
Haccı’na gönderüp bu husus pâdişâh emri ile olmuşdur, yanınızda
olan askeri getürün maslahat ber-taraf olsun dedikde, biz bunda
hacc etmek içün geldik ceng ü cidâle gelmedik bu işler Mısr’da
düzülüp koşulmuştur, pâdişâh hazretlerinin bu işten haberi yokdur deyü ba'zı ratb u yâbis kelimât dahi edüp yanınca olanları
gönderüp gerüye alup gidüp anun bu makule nâ-merbût kelimâtrnı ve hilâf-ı emr-i pâdişâhî etdüğü fi'lini görücek bunun yarımda
olanlar dahi bir bir dönüp gerüye gidüp birkaç nefer kimesne Ue
kalup akşam olunca bekleyüp içerüden kimesne çıkartmayup ak­
şam olduktan sonra içerüde olanlar dahi duvarı delüp çıkup kaç­
mışlar varup Mekke-i m u‘azzamaya girüp tevâbi‘ ve levâhıkm cem‘
edüp hüccâc tarafına bir mikdar âdem salup dağ tarafında olan
hüccâc develerinden bir mikdar deve sürdürüp ve ba‘zı kimesnelerün dahi Mina’dan K a‘be tavafma gider iken yolda yalnız bulup
esbâblann soymuşlar ve Ka'be tavaf ederken Çerâkise bölüğünden
Emîr-i Hacc’la koşulanlardan Muhammed nâm bir Çerkeş yiğidini
Hacer-i mübârek ile Makam-ı İbrahim mâbeyninde şerif kendüsü
işâret etmekle âdemleri kati edüp akşam oldukda Merve ile Safa
mâbeyninde ihrâk bi’n-nâr eylemiş, sonradan şerif dahi izhâr-ı
isyân etmek kasdın edüp hüccâca zarar u noksan eylemek murâd edindikde Mekke-i mu'azzama a'yânı pâdişâh-ı âlem-penâh
emrine muhâlif vaz‘ olunduğuna k a fa n rızamız yokdur şöyleki
hilâf-ı rizây-ı pâdişâh iş etmeğe ikdâm edesin, aslâ sana itâ'at
etmeziz sonra memleketde dahi yerin kalmaz deyü haber gönderdüklerinde ol dahi izhâr-ı isyâna cür’et edmeyüp hüccâc tarafmdan alduğu develeri gerü verdirüp ke’enne bundan bir fi‘l-i nâşâyeste ve bir hareket-i nâ-mâ‘kül sâdır olmamış gibi oturup Şam
Emîr-i Haccı’nı ve Mekke Kadısı’nı getürüp bu kazıyye niçe ol­
110
PERİDU-N M . EM ECEN
mak gerek deyü onlar ile meşveret etdikde anlar dahi bu hususdan
padişahın haberi yokdur Mısır’da olan Ah Paşa’m n işidir bundan
nesne yokdur biz sana mektûblar verelim Dergâh-ı mu'allaya pişkeş gönder yerin mukarrer olması benüm boynuma deyü Şam
Emîr-i Haceı boynuna alup sabıka Haleb’e varup şerifin mesâlihini görüp Aktâr-ı Hicaziyye’nin cümle-i umûru sana mufavvezdir
deyü berât-ı hümâyûn ihrâe edüp Mısr’da olan bendelere dahi ol
canibe müte'allık olan mühimmat ve mesâlihe dahi etmeyesin ki
ol canibin umûr-ı âmmesi Mekke-i mu'azzama hâkimi olan Ahmed
bin Ebi Nümey bin Şerif Berekât’a ısmarlanmışdır deyü dahi mü’ekked ve müşedded hükümler ihrâc edüp kendüye Medine-i mü­
nevvere kadılığı sadaka buyrulan Celâl nâm kadıyı Mısır Emîr-i
Haccı gitdikden sonra Şam Emîr-i Haccı ile bile koşup göndermek
mukarrer oldukda Emîr-i Haec bendeleri dahi bunun gibi tedbîr
ve tedârükü ma'lûm etdikten sonra şerife mu'âraza etmeyüp hüccâc-ı sa'âdet-nitâcın ahvalini görüp gözetmeğe meşgül olup ve
vâki' olan ahvâli mufassal yazup Dergâh-ı mu'allaya arz edesiz
deyü bu cânibe göndermiş, amma şerif yollarda âdemler komuş
imiş, Emîr-i Hacc gönderdiği âdemi tutup kati edüp mektûblann
kendüye iletmişler hüccac ahvâli ma'lûm olmamağın ziyâde bîhuzurluk vâki' oldukda Akabe nâm-mevzi‘ ki, mahrûse-i Mısr’a
on günlük yoldur hüccac anda geldiklerinde şerifle Emîr-i Hacc ah­
vâli şöyle vâki' oldu deyü haber vârid olup niçün mukaddem ha­
ber gönderilmedi deyü su’âl olundukda âdet-i kadîme üzre âdem
gönderildi lâkin yolda şerifin âdemlerine tuş gelüp kabz edüp helâk etmişler deyü haber vermeğin sahih haber almak içün hacc-ı
şerif gelince tevakkuk olunup hacc-ı şerif dahi işbu Saferü’l-muzafferin dördüncü günü emn ü emânla gelüp mahrûse-i Mısr’a
dâhil olduktan sonra hüccâcm ekâbir ve esagırinden kazıyye ne
veçhile olduğunu sıhhati üzre haber alup vuku'ı üzre südde-i sa‘âdet türâbına arz olundu, devletlü pâdişâh-ı âlem-penâh hazret­
lerinin ilm-i şerifleri muhittir ki adüvviye mukaddem haber alıcak beher hal kendü cam halâsında olur hususan bizüm hizmet
ısmarladığımız kimesneler emr-i şerîf-i pâdişâhiye muhâlif va­
rup düşmen cânibine kendü eklleri maslahatı içün mu'âvenet ve
muzâheret edeler ne veçhile feth müyesser ola, şöyle ki, vâki' kaziyyelerdir hâk-i pây-ı şeref-bahş-ı pâdişâhî arz olundu, bâki emr ü
fermân devletlü sa'âdetlü pâdişâh-ı âlem-penahındır.
efkarü’l-ibâd
Ali el-hakîr
H İC A Z'D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
111
III
TSMA, nr. E. 11701/42 :
Dergâh-ı hilâfet-penâh ve bârgâh-ı sa‘âdet-destgâh lâ-zâle
mü’eyyiden bi-nasrillah mahfûz (...) kıbeline arz-ı bende-i du‘âgûy oldur ki, bu sâl-i mübârek-fâlde minvâl-i sinîn-i sabıka üzre
etraf u cevânibe âlem-i vesi'ü’l-eknâfdan duhûl eden hüccâc-ı
meymûnü’l-ferrâc mefâviz ve berârî ve kıfâr ve saharayı kat' edüp
sâye-i emn ü adâlet-i pâdişâh-ı İslâm ve zıll-i merhamet u himâyet-i zıllullah fi’l-enâmda Mekke-i müşerrefeye şerrefeha’llahu te‘âlâ ilâ-yevmi’l-kıyâme dâhil olup(?) hamiyyet-i kalb u huzûr ve
ferâğ-ı hâtır u hubûr ile tavâf-ı K a‘be-i şerîfeyi edâ edüp lebbeykgûyân ve tazarru'-künân vekâr ve sekine ile cebel-i Arafat savbına
su'ûd edüp Arafat-ı fâyizetü’l-berekâtda vakfa-i a'zamda sağır
u kebîr ve ganî vü fakır ve me’mûr u emîr el kaldurup devletlü
pâdişâh-ı gerdûn-iktidâr halleda’llahu te'âlâ hilâfetehû üâ yevmi’l-karâr hazretlerinin tûl-i ömr-i şerifleri ve bekâ-yı izz ü nasr-ı
münîfleri ed'ıyyesine iştigâl ve ibtihâl kıhndıktan sonra ber-muktezâ-yı kerîme, «fe izâ efaztum min Arafâtin fe’zkurullahe inde’lmeşâri'i’l-harâm» Arafat’dan Müzdelife’ye ifâze olunup ol cem‘-i
mübârekede vakfa-i (...) edâ eyleyüp ed‘ıyye-i sâbıka tekrâr betekrâr okundukdan sonra husûl-i menâyile Mina-i mübâreke te­
veccüh olunup remy-i hicâr ve halk ve zebh ve tavaf-ı hacc u sa‘y
ve şâir menâsik tertibi ile mü’eddâ olundukdan sonra hüccâc-ı
mezbûrun emn ü emîn ve refâhıyyet u itmi’nân üe her birisi vatan-ı aslîsine avdet üzre olup hiç bir kimsenin hakkı zâyi‘ olmajmp oğlum ve ciğer-kûşem Seyyid Haşan kulları hıfz u hırâset ve zabt u himâyet-i Haremeyn-i şerifeynde dakika fevt etmeyüp bi’l-leyli ve’n-nehhâr ve’l-aşiyyi ve’l-ibkâr Haremeyn-i
şerîfeyn te’mînine ve tatminine çalışup hıdemât-ı aliyye-i sultaniyye edâsmda cüst ü çâlâk (...) olduğu Âsitâne-i murâd-bahşe
arz olundu, bakî fermân Dergâh-ı mu'allânındır.
el-mülûkü’d-dâ‘î
Ebu Nümey b. Berekât
112
FER İD U N M . EM ECEN
IV
TSMA, nr. E. 7649/1
Devletlü ve sa'âdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin rikâb-ı humâyûn-ı zafer-makrûnlanna yüz sürmekten sonra ma‘rûz-ı bende-i bî-mikdâr ve zerre-i hâkisâr oldur ki, ilm-i şerîf-i
âlem-ârâlarma hafi buyrulmaya ki, bundan akdem bu bendeye
Mekke-i mu'azzamanın hâliyen ve sâbıkan olan kadılarından ve
ba'zı a‘yân-ı tüccardan ve gayriden Cidde sancağı beyi olan Murad Bey hakkında vârid olan mektûblannı bir kiseye koyup mühürleyüp Dergâh-ı mu‘allaya irsal olunmuşdu. Ol mektûblar muktezâsınca mezbûr Murad Bey’i teftiş etmeğiçün mahrûse-i Mısr
kadısmı kadı ve südde-i sa‘âdet çavuşlarmdan Teke-zâde Cafer
Çavuş bendelerini mübaşir ta'yîn edüp ol bâbda ahkâm-ı şerife
verilmiş imiş. Ol emr-i şerif muktezâsmca mezkûrlar Ka‘be-i şe­
rife varup edâ-ı menâsik-i Hacc-ı şerif etdiklerinden sonra Mekke-i
mükerremede mezkûrun azlini halka i'lân edüp Murad Bey’den
ve kethudâsmdan ve sair âdemlerinden her kimin şikâyeti varsa
gelsün deyü merrâren nidây-ı âmm etdirmişler, bir kimesne gel­
miş, ol dahi Cidde’de muhtesib imiş, Murad Bey’den ve kethudâ­
smdan ve kaynı Muhammed nâm kimesneden hayli nesne taleb
etmiş, ba‘zmı inkâr etmeyüp vermişler, ba'zını dahi ba‘de’n-nizâ‘
şâhid ibrâz etdüğü mahalde sulh edüp dörtyüz elli sikke füorilerin
almış andan gayrı kimesne gelmemiş; tüccâr tâifesi ise Hind diyânnda bulunmuşlar demek isterler ki, mukaddemâ Murad Bey’e
ve Şerife tenbîh olunmuş ki, şikâyetçileri iskât edeler, mukadde­
mâ şekvâ mektûblan gelüp sonradan teftiş mahallinde kimesne
gelmedüğünden dahi anlanur ki şikâyetçüeri iskât etmiş olalar,
garez hemân bendenin mukaddemâ gönderdüğüm şekvâ mektûblarmı tezkîb edüp Murad Bey teftiş olunup nidây-ı âmm olundu,
şikâyetçisi yokdur deyü hâk-i pây-ı pâdişâhîye arz edeler, ba'dehu
Mekke şerifine senin içün zabt olunan mahsûlün defterlerini ver
ki pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerine âyid olan mahsûlün dahi
ana göre muhasebeleri görüle deyü haber gönderdiklerinde kendüye râci‘ olan mahsûlü kimesne duymasın ve hem Murad Bey’e
sa‘y olsun deyü defter vermemiş, kadı dâ'ileri dahi Cidde’ye varup
Murad Bey’i meclise getürüp bey hazretleri işte şikâyetcilerünü
H İC A Z’D A OSMANÎDI H Â K İM İY E T İ
113
def1 eylemişsin, bir kimesneden gayrı kimesne gelmedi, müdde'îye
cebr olmaz kendüler bilürler, amma Cidde-i ma'mûrenin mahsûlü­
nü ibtidâ-i nezâretinden bu zemâna gelince hod kimesneye zabt
etdürmeyüp kendün tasarruf eyledün, kânûn ve defter muktezâsmca muhasebeni ver dediklerinde enva' ta'allul ve bahane etdikten sonra kaynı olan Muhammed nâm kimesne ile bir iki kâtibi
ta'yîn edüp bunlarun sözleri ve defterleri makbûlümdür, bunlarun muhâsebelerinden zîr ü bâlâ her ne vâkı‘ olursa cevâbmı ben­
den taleb edün dedikde sözleri tescil olunup muhâsebe görüldükde ba'zı husûslara temessük lâzım olup taleb etdiklerinde temessük lâzım olan husûslar dursun andan mâ'adâsı görülsün defter
tamâm oldukda temessükler dahi gösterile deyicek kadîmden ol
vilâyetde mukarrer olan mesârıfdan gayrı ve lâzım olan temessüklerden mâ'adâ mâlâ-kelâm ikiyüz on üç bin mikdân para zâhir oldu, kandedir dediklerinde mecâli kalmayup vermek sade­
dinde iken deryâdan gelüp gitmeleri mukarrer olmağm delyâ ah­
vâlidir, kim bile, nice ola deyü çavuş bendeleri akçe’i almayup ol
dahi mahrûse-i Mısr’a vardıkda zikr olunan malı ve temessükler
vereyin dedüğü ecilden gemi ile Mısr’a getürdüklerinde taleb edicek vermedüğü ecilden müşârün-ileyh kadı dâileri bu bendeye ge­
lüp Cidde malı Mısr hâzinesine müte'allıkdır, Murad Bey zimme­
tinde hayli mâl-i mîrî zâhir olmuşdur, ba'zı husûslara temessük
dahi lâzımdır, şöyle ki temessük getürmeye, anlar dahi alınmak lâ­
zımdır, Cidde içinde iken ol malı vermek mukarrer olmuşdu, şim­
di Mısr’a gelindi ise ta'allul edüp vermez pâdişâh-ı âlem-penâhm
vezîrisiz Dîvân’a getürdün ne cevâb verdüğün sizler de görün de­
dikde lillahi te'âlâ anı benim yanıma getürmek müsâviye bâ'is
olur, bu husûsa sizler me’mûrsuz, ilminiz muhît olduğu üzre yazup Dergâh-ı mu’allaya iTâm edün dedükde mâl-ı pâdişâhînin tah­
silinde sizler böyle ihmâl sûretin göstermek münâsib değildir deyü
ibrâm etdikde zarûrî Dîvân’a getirdüüp kadı dâ'üeri kendüsünden
kendünün ihtiyâr etdüğü kâtiblerün defterleri muktezâsmca
mâlâ-kelâm vâki' olan bâkî para’i ve lâzım olan temessükleri bi’lmuvâcehe taleb etdükde gâh mîrîye benim deynim yokdur, gâh
yedim ise vereyin, gâh bu kâtiblerün defterleri benim makbûlüm
değildir, gâh bunlarun defterleri neden makbûl olur, benim hare
etdim dedüğüm makbûl olmaz, gâh ben sancak beyi değil miyin
benüm etdüğüm etmek değil midir, gâh şöyle gâh böyle deyü kadı
114
FER İD U N M . EM ECEN
dâ'ileri çavuş bendeleri ile husûmet edieek Dîvân’da hâzır olan
saneakbeyleri bendelerinin birisi bey hazretleri niçün böyle söylersiz kanûn-ı kadîm değil midir ki padişâh-ı âlem-penâh hazretleri­
nin eğer saneakbeyleri ve eğer paşa bendeleridir mâl-ı pâdişâhı
içinde olduklarından sonra mîrî cânibinden kâtibleri olup vâki
olan ihrâcât ve mesârifi kitâbet edüp sonra muhâsebelerin ver­
mezler mi, sen olduğun hızmetde emirle konulan kâtiblere kitâ­
bet etdürmeyüp istedüğünü getürüp istemedüğünü giderüp bildüğün gibi eylemişsin muhâsebe taleb olundukda envâ‘ ta'allülden
sonra bir iki kâtib ta'yîn edüp kendüler ve defterleri makbûlümdür demişsin ikrârını dahi tescil eylemişler. Mısr kadısı gibi kimesnenin katmda bi’t-tav‘ ve’r-nzâ ikrâr u i'tirâf eyledükden son­
ra şimdi bu veçhile inkâren cevâb vermeğin vech ü münâsebeti
yokdur, dedikde seni bunda kethudalığa mı getürdüler deyü [te]vehhum etdükde ol dahi sükût etdi, tekrâr kadı dâ'ileri mülâyemet yüzünden bey hazretleri niçün böyle edersiz Cidde’de senden
defterler taleb olundukda bu kimesnelerün defterleri benim makbûlümdür, bunlar defterinden muhâsebe görün zîr ü bâlâ her ne
vaki' olursa cevâbm benden taleb edün demedin mi ve muhâsebeler görüldükde zimmetinde vâki' olan mâlâ-kelâm bâkîyi dahi
vereyin demedin mi ve temessüklerüm dahi hâzırdır vereyin de­
medin mi, şimdi ol sözlerinden rücû‘ etmeğe bâ'is nedir, ben senün muhâsebeni hakk üzre görüp dururun belki ba'zı tmsûslarda
müsâmmaha dahi olunmuşdur, eğer her istimâ' olunan tetebbu'
olunup her madde keşf ü tahrîr olunsa belki zimmetinde külli
nesne zâhir olup hâlin bir yüzden dahi olurdu, hemân nizâ' etmeyüp zimmetinde zâhir olan mah ve lâzım olan temessükâtı getür,
eğer muhâsebede nev'an şübhen varsa şübhe olan mahal tekrâr
görülüp hâtırın teselli bulsun, dedikde Allahu te’âlâ hazretleri
senden râzı olsun ben senden razıym hep dediklerimiz gerçekdir,
heman bana ne kadar mal taleb olunursa bir mühürlü defter ve­
rim ana göre teslim edeyin ammâ temessüklerimi göstermezin
göstericek yerde gösterürüm zîrâ elümden alup yırtarsız deyü halt
kelâmla cevâb verdükde korkma senün temessüğünü yırtmağa
sebeb yokdur, niçün böyle dersin denildikde dinlemeyüp ratb u yâbis kelimât edicek bu husûslar vukû'u üzre yazulup Dergâh-ı
mu'allaya irsâl olunmakdan gaynya dermân yokdur deyü kadı
dâ'ileri kalkup gidüp vâki' olan muhâsebât defterlerin ve şâir ka-
H İC AZ’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
115
zâyâsın yazup mühürleyüp çavuş bendelerine teslim edüp südde-i
sa'âdete irsal eylemişdir, ammâ anlamazm ki zikr olunan tafsil
üzre ki bu bende yanında söylemişdir, böyle mufassal ve meşrûh
yazmış ola, benim devletlü pâdişâhım eğer Murad Bey kulunuz
emr-i pâdişâhîye itâ'at edüp emirle ta'yîn olırnan dirliğine kanâ'at
edüp tama‘-ı hâm etmeyüp nezâretden ferâgat etmiş olsa ahvâline
kimesne muttali' olmayup hâli üzre kalur idi, mâl-ı pâdişâhîye hiyânet edüp emr-i şerife itâ'at etmedüğünün cezâsıdır ki başma
geldi, ammâ tevahhum olunur ki mezkûrun bu kadar emvâli keşf
ü tahrîr oldukdan sonra yine anı müstakim çıkarup kadîmü’l-eyyâmdan istikâmetle ma'rûf olan hakîr ki sakîm edeler, eğer anm
gibi tedârük edüp hâk-i pây-ı pâdişâhîde mezkûru tezekkür eder­
lerse bu söz hâtır-ı âtır-ı pâdişâhîde ola ki geçen senede bu hakire
bir hükm-i şerif vârid olup Mekke-i mu'azzamada Kutb-i Haydarî
demekle ma'rûf Acem tâifesinden rafzla meşhûr bir kimesne var­
dır, sana gönderilmek fermân olunmuşdur, vardukda habs edüp
arz edesin emr-i şerifim ne veçhile sâdır olursa mûcebiyle amel
edesin deyü fermân olunmuş idi. Ol kimesne’i getürüp teslim et­
mediler istimâ' olunmuş idi ki ol kimesnenin on bin filori kıymetli
bir mülk evini Mekke şerifi ve üç bin sikke filori ile yediyüz elli
dirhem anber-i hâm ve oniki martaban zencebil ve şâir bahâr-ı
perverdesin dahi Murad Bey alup ol kimesneye tekayyud olmamış­
lar vâki' mi ola deyü şübhe üzre idük, merhûm Muhyiddin Çelebi
Efendi’nin Mekke’de Kasım Çelebi nâm karındaşları geldi, anlar­
dan su’âl olundukda ol husûs benim ma'lûmumdur, andan gayrı
dahi niçe ahvâle muttali' olup dururum deyü cevab verdiler, emi
olunursa andan sahîh haber alma Murad Bey terbiyet (?) olun­
malı olursa sâbıkâ Murad’a ol rafzla meşhûr Acem’i Mısr’a gön­
dermek emrim olmuşdu niçe eyledi deyü buyrula ki verdikleri cevabdân ahvâli tamâm ma'lûm olur, devletlü pâdişâhım benim bir
başım var ol dahi yoluna fedâdır, kimesneden korkup arzımda
kizb ü buhtân etmezim, şol nesne ki vâki' hâldir, vukü'u üzre
yazup arz etmekdir, emr pâdişâhımındır, devletlü pâdişâhınım
eyyâm-ı hümâyûnunda doğruluk ile geldim yine doğruluk ile ca­
nım fedâ ederin, ammâ devletlü pâdişâhım bu hakîr ki dostluk
yüzün gösterüp dahi bendenin haber ü âgâhı olmaduğu kaziyye
isnâd olunup bir uğurdan emr-i pâdişâhî vârid olup dost ve düş­
man mâ-beyninde bed-nâmlık hâsıl ola, devletlü sa'âdetlü pâdi-
116
FER İD U N M . EM ECEN
şahımın kemâl-i mürüvvet ve adaletlerinden umarın ki düşman
sözüyle amel olunmayup bu hakirleri hakkında her ne dilerse bir
işaret diriğ olunmaya ki yüzüm üzre sürünü sürünü Dergâh-ı sa‘âdet-destgâha varup hasmım kim ise mukabele oldukdan sonra
hak ne veçhile ise zuhûr bula, benim sa'âdetlü pâdişâhım bu küstâhlıklarum ceridesine kalem-i afv çekmeğe inâyet buyurula ki
dostluk sürerinde düşmanlık edenlerim neticesi ziyâde zuhûr eder,
ol ecüden bu küstâhhğa cür’et olundu, amma eğer Haremeyn-i
şerîfeyn ahvâlidir ve eğer Cidde-i ma'mûre hâlidir ve eğer Mısr
vüâyetinin nazm u nizâmı hâlidir cümlesinin ahvâline mezbûr
Cafer Çavuş bendeleri muttali1 olmuşdur, su’âl olunsa sıhhati üzre
haber verür, şol ki vâki1 hâllerdir vuküu üzre yazulup Dergâh-ı
sa'âdet penâh türâbma arz olundu. Bâkî emr-i fermân ulû’l-emrin
emr-i şerîf-i cihân-mutâ'larma mufavvezdir.
min-ez'afü’l-ibâd
Ali el-hakır
V
TSMA, nr. E. 7649/2
Devletlü sa'âdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin rikâb-ı
hümâyûnlarına yüz sürmekten sonra ma‘rûz-1 abd-i hakir budur
ki, eğer bir zerre-i inâyet-i pâdişâhî zuhûra gelüp vüâyet-i Mısriyye ahvâlinden nev'an tefahhus buyrulur ise, elhamdülillahi ve’lminne eyyâm-ı humâyûn-ı pâdişâhîde memleket emn ü emân
ve re'âyâ vü berâyâ âsûde-bâl ve itmi’nân üzre olup devâm-ı ömr
ü devlet-i humâyun-ı pâdişâhî düâlarına cân u düden meşgüüerdir,
lâkin hayli müddet vâki1 olmuşdur ki, memlekete ta'ûn müstevli
olup imtidâd üzre olmağla halka perişanlık hâsü olmuşdur. Ol sebebden Hızâne-i âmire’nin ammaruhâ’üahu te’âlâ cem1 ü tahsili
bâbmda haylice muzâyaka çeküdi, ammâ bi-hamdül’ahi ve’l-minne pâdişâh-ı âlem-penâh devletinde kadîmden irsâl olunu-geldüğü üzre yine tahsîl olunup bu cânibde gönüüüler ağası olan
Mehemmed Ağa bendeleri üe iş-bu Cemâziye’l-evvelin yedinci gü­
nünde südde-i gerdûn-penâh türâbma irsâl olunmuşdur, inşâaüah
an-karîb varup vâsü olur, hâliyâ devletlü saûdetlü pâdişâh-ı âlempenâh hazretlerinin üm-i şerîf-i âlem-ârâlanna hafî ve mestûr buy-
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
117
rulmaya ki, devlet-i humâyûn-ı pâdişâhîde re‘âyâ vü berâya ah­
vâli fi’l-cümle nazm u intizâm üzre olmuştur, ammâ ba‘zı ekâbir-i
memleket ki kadîmden mâl-ı mîrîye ve gayre el uzadu-gelmişler
hâliyâ elleri münkati' olmağla her birine güç gelüp bî-huzûr ol­
muşlardır, şimdiki hâlde istimâ' olunur ki mahz-ı kizble sûret-i
hakda düzme-koşma mektûblar yazup intisâb ede-geldikleri yer­
lere gönderirler imiş, pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin kemâl-i
mürüvvet ve adâletlerinden reeâ vü temennâ olunur ki, anun gibi
bir kazıyye vâkı‘ olmalu olursa bu hakîr kullarmdan sahihçe ha­
ber almayınca mücerred hasım sözüyle amel olunmayup gadr olunmalu olmaya, hâşâ sümme hâşâ ki emr-i şer‘-i şerif den ve kânûn-ı
kadîm-i münîfden bir zerre udûl ü inhirâf gösterilmiş ola, ammâ
Cidde sancağıbeyi Murad Bey bendelerinin sâbıka Mekke-i mu'azzama kadısı dâ'Uerinin mektûb ve defteri muktezâsmca ve Cidde-i
ma'mûre ve Mekke-i mükerremede vâkı‘ olan beytü’l-mâl emîninin ve şâir Cidde-i ma'mûrede olan tüccâr mektûblan müsted'âsmca ba'zı ef'al ve ahvâli mufassal ve meşrûh yazüup Dergâh-ı mu'allaya irsâl olunmuşdur, lâkin tevehhum olunur ki mezkûr kulunu­
za himâyet olunup kaziyyesini pâdişâh-ı âlem-penâh huzûrunda
tamâmca keşf etmeyüp ıslâh kasd edeler, Hak alimdir mezkûr ben­
deleri keyfiyyet-i ârıza sebebiyle bir mertebeye varmışdır ki kat'â
kelâmmdan nesne fehm olunmaz hemân kendü yanmda olan
âdemleri kendü bildikleri gibi ta‘lîm edüp istedükleri gibi amel
etdürürler, fi’l-hakıka anun gibi kimesne ol asıl makâm-ı şerîfde
hâkim olmak münâsib değildir, Yemen vüâyeti fethinde mu'âvenet
içün Özdemür Paşa bendeleri kuvvetlü ve kudretlü beyler taleb
eder, bunun ise kuvvet u kudret-i tâmmı vardır, müfettiş ta'yîn
buyrulup zimmetinde olan mâl-ı mîrî almdıktan sonra ol cânibin
fethi hizmetine ta'yîn olunmak câizdir ki bâri varup bir hızmetde
bulunsa, sa'âdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin ilm-i şerîf-i
âlem-ârâları muhit ola ki bu husûslar ki mübârek hâk-i pây-ı kimyâ-hâsiyyete arz u i'lâm olunmuşdur, Hakk subhânehû ve te'âlâ
hazretlerine ma'lûmdur ki cümlesi bî-garaz vâkı‘ olup hiçbir kimesneye buğz u adâvet veçhile mücerred hazz-ı nefs içün hilâf-ı vaki1
kaziyye isnâd olunup garez-i fâsidle arz olunmuş değildir, belki
pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin emr-i şeriflerine itâ‘at-ı tâmm
üzre olmayup şer‘-i şerife ve kânûn-ı münîfe muhâlif fi'illeri müşâhede olunup tenbîh ü te‘kîd dahi fâide etmedüğü ecüden bi’z-za-
118
FER İD U N M . EM ECEN
rûrî arz olunmuşdur. Eğer yaramazlık edenlerin tmmayup haklarmdan gelinmezse şeriat emrine ve pâdişâh kânûnuna muhâlif
olunmuş olur, bir kişi kim şerî'ate tâ b i olmayup pâdişâh emrine
itâ'at etmeye şer'an anun katli vâcib olur, halkla medâr, pâdişâh
maslahatına yaramaz, padişah maslahatına dikkat ü ihtimâm olucak halk adâvet ederler, bu takdirce halka yaramak mümkün değil
ba‘zı kimesnelerün ef'âlinden anlanan budur ki, bu hakirin elinden
iş ilerü-geldüğün ikin istemezler, kul pâdişâhın memleket pâdişâ­
hın, pâdişâhın memleketine ve kullarına benim ne medhalim var­
dır ki hilâf-ı vâki kazıyye arz edem, mücerred ırz u nâmûs-ı pâdişâhîye halel gelmesün deyü cidd ü sa‘y-ı beliğ olunur, yohsa
benim gibi değü niçe niçe pâdişâhın yarar kullan gelüp gitmişdir, pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri sağ olsun niçeleri dahi gelüp
gideler, eğer şimdiye değin eğer pâdişâh kullanndandır ve eğer
gayrıdır, bilcümle bir kimesneyi kasdla gayr-ı vâki kazıyye isnâd
edüp arz etmiş isem veyâ arz etmeğe kasd etmiş olam ol bâbda
dergâh-ı hakkda cevâbm verevüz ve hâliyâ Yemen beylerbeyisinden Yemen’e müte'allık ve Aden beyinden Aden kalasına müte'allık mektûblar vârid olup Yemen’e müte'allık mektûblar aynı ile
gönderüüp Aden ahvâli arz olunmuşdur, şol ki vâki' hâldir vukû'u
üzre küstâhâne arz olundu, bâkî emr ü fermân ulû’l-emrin, emr-i
şerîf-i cihân-mutâ'lanna mufavvezdir.
Ez’afü’l-ibâd
Ali el-haîr
VI
TSMK, Mühimme, nr. K. 888, vr. 232 b (25 Cumadelûlâ 959/
19 Mayıs 1552)
Mekke Şerifine hüküm k i : Hâliyâ Âsitâne-i sa'âdet-me’âbımıza âdeminiz Şerif Acl zîdet-sa'âdetuhûyu irsâl eyleyüp tafsil
ile ahvâliniz i'lâm edüp tecdîd-i berât-ı şerif inâyet olmak bâbında istid‘â-yı âtıfet eylemişsiz her ne ki arz olunmuş ise ve mez­
kûr Şerif Acl’in dahi cevâbı ve haberi her ne ise ale’t-tafsîl izz-i
huzûr-ı fâizü’n-nûrumuza arz olunup ilm-i şerîf-i âlem ârâmız mu­
hit ü şâmil olmuşdur, mezîd inâyet-i husrevânemden berât-ı cedîd-i âlî şâmm inâyet ve ihsân olunup müşârü’n-ileyhle irsâl olun­
H İC A Z’D A O SM AN LI H Â K İM İY E T İ
119
du. Buyurdum ki, kemâkân aktâriyye-i Hicâziyye’nin hıfz u hırâsetinde ve hüccâc-ı müslimînin sıyânet ü himâyeti husûsunda
envâ‘ ikdam u ihtimâmm zuhûra getüresiz. Mekke-i mükerremeye gelen me’kûlâtdan hilâf-ı şer‘-i şerif ba‘zı rûsûm alınup ve Cidde-i ma'mûrede ve sair benderlerde olan âdemleriniz tüccardan
ve gayriden varidin ü sâdırîne zulm ü te'addî eyleyüp ve andan
gayrı ol emâkin-i mübârekede şer‘-i şerife mugayir ba'zı ahvâl olur
deyü istimâ' olundu. İmdi cümle mezâlim ve bid'atleri ref‘ edüp
ve hilâf-ı şer‘-i kavim her ne kadar husûs var ise cemî'isin men‘
eyleyüp bu bâbda emîr-i hacca ve Cidde-i ma'mûre beyine mufas­
sal ahkâm-ı şerife gönderilüp muhkem tenbîh ü te’kîd olunmuşdur; şöyle ki sizin âdemlerünüzden halka te'addî ola size i'lâm
eyleyeler def' edesiz def'ine mukayyed olmazsanuz Âsitâne-i sa‘âdetimize büdireler, siz dahi âdemlerimize tenbîh ü te’kîd eyleyüp
vâridîn ü sâdırîne ve mücâvirîn ve müsâfirîne aslâ te'addî ve zulm
etdirmeyüp ve dâimâ ademlerüniizün ahvâline nâzır olup nice
amel üzre idüklerin ma'lûm edinüp ol emâkin-i mübâreke ve arâzi-i şerîfede kimesneye şer‘-i şerîf-i mutahhara mugayir iş etdir­
meyüp hilâf-ı şer‘-i kavîm iş edenlerin haklarından gelesiz; cümle
husûslarda emr-i şer'-i kavimle amel eyleyüp dâire-i şer'den ki­
mesneye zerre mıkdân tecâvüz etdirmeyesiz ve Mısr ve Şam emîr-i
haclarma te’kîd olunmuşdur ki, hilelerince olan hüccâcm zabtın­
da ikdâm u ihtimâm eyleyüp Haremeyn-i muhteremeynde hüccâedân bir ferde hilâf-ı şer‘-i kavîm iş etdürmeyeler; şöyle ki vardık­
larında hüccâcm zabtında tekâsül eyleyüp hilâf-ı şer' iş edecek
olurlarsa Mekke-i mü'azzama kadısına emr-i hümâyûnum olmuşdur ki Âsitâne-i sa'âdetime arz eyleye, siz dahi emîr-i hacların
hüâf-ı şer' ahvâline muttali' olursanız arz eyleyesiz ki eğer emîr-i
haclardır ve eğer Cidde-i ma'mûre beyi olanlardır bir veçhile hak­
larından geline ki şâirlerine mûceb-i ibret ve nasihat ola.
120
FER İD U N M. EM ECEN
VII
TSMK, Mühimme, nr. K. 888, vr. 260b (18 Cumâdelâhıre 959/
11 Haziran 1552).
Ali Paşa’ya hüküm ki : Cenâb-ı emaret—me'âb Mekke-i şerife
hâkimi Şerif Ahmed dâme iclâlühû canibinden Âsitâne-i sa'âdetme’âbıma gelen iftihârü’s-sâdât Şerif Acl dâme-uluvvuhû Mısr
emîr-i hacları geldikde Kayıtbay Medresesi’nde konup menâsik-i
Hacc tamâm oldukdan sonra bir niçe gün ziyâde oturup bu sebeble ahâli-yi Mekke’ye zahire bâbmda müzayaka gelür ve şerif
istikbâle geldikde emîr-i haclar bir çadır kurup önüne top ve tüfenk düzüp bunların içinden çadıra girmek teklif eyleyüp ba‘dehû hü‘at-ı hümâyûn giydirirler; kadîmden bu veçhile âdet olagel­
miş değildir deyü bildirdi. İmdi evlâd-ı hazret-i Seyyidü’l-enâma
ri‘âyeti vâcib-i emr-i ehemm ve’l-hasendir, anlara kadîmden câri
olan âdet-i hasenelerine mugayir teklif ve te'addi olunmağa em­
rim yokdur. Buyurdum ki, bu husûsu emîr-i haclarına tenbîh ey­
leyüp Mekke-i mükerremeye vardıklarmda kadîmü’l-eyyâmdan
ne mahalde konagelmiş ise ve kaç gün oturagelmişlerse âdet-i ka­
dîme üzre anda konup ol mıkdâr gün otura; menâsik-i Hac tamam
oldukdan sonra ziyâde oturmayup mücâvirînin zâd u zevâdesine
zarûret ve muzâyaka vermeyeler ve Mekke-i mükerreme şerifle­
rine ol veçhile top ve tüfenk içinde çadıra girmek teklif etmeyüp
mahfel-i şerifi kadîmden ne veçhile istikbâl edegelmişlerse yine
ol veçhile edeler, olugelene mugayir ve hilâf kat'an nesne teklif
etdirmeyüp ta'cîz u tazyik etdirmeyesin.
Bu hükmün bir şûreti Mekke kadısına ve bir sûreti Mısr emir-i
haccma yazüdı. Âdemisi Şeydi Çavuş’a verilmişdir.
II. ABDÜLHAMÎD’İN FAKİR HACILAR İÇİN MEKKE’DE
İNŞA ETTİRDİĞİ MİSAFİRHÂNE
Gülden Sarıyıldız
Bilindiği gibi, İslâm dininde hac, belirli zamanda, belirli yer­
lerde, belirli vazifeleri yaparak ziyaret etmek demektir. Mâlî ve
bedenî kudreti olan her müslüman hac farizası ile mükellef ol­
duğundan, her hac mevsiminde dünyanın her tarafından çeşitli
ırk, dil ve renkte yüzbinlerce müslüman Hicaz’a gelirler.
Müslümanlığın doğduğu yer ve müslümanlann kıblesi olan
Mekke ve Medine hem siyâset, hem de dinî bakımdan öneme sa­
hih olduğundan, buraları hâkimiyetlerinde bulunduranlar İslâm
dünyasında manevî bir nüfûz ve hürmet tesis etme imkânı bul­
muşlardır. Yavuz Sultan Selim 1516’da Suriye ve Filistin, 1517’de
Mısır’ı feth edib, Memlûk Devleti’ne son verdikten sonra Memlûklu’lann nüfûzunda bulunan Mekke ve Medine havalisi de Osman­
lI hâkimiyetini tanımış, Mekke emîri Yavuz Sultan Selim’e tazim­
lerini arz ile Mekke’nin anahtarlarmı takdim etmiştir.
Osmanlı padişahları Yavuz’dan îtibâren kendilerini «Halife»
yani «Peygamber vekili» ve bütün İslâm âleminin mânevi lideri
saymanın yamsıra, aynı zamanda Mekke ve Medine’ye duyduk­
ları hürmetin bir ifadesi olarak da «Hâdimü’l-Haremeyrii’ş Şerifeyn» ünvanmı almışlardır.
Yavuz Sultan Selim, Yıldırım Bayezid ve Çelebi Mehmed dö­
nemlerinde OsmanlIların Mekke ve Medine’ye göndermeye baş­
ladıkları «surre» denilen iânenin her yıl muntazam olarak gönde­
rilmesini usûl haline getirmiştir1. OsmanlIlar Haremeyn (Mekke,
1
13 vd.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, M ekke-i M ükerrem e Emirleri, Ankara 1984, s.
122
GÜLDEN SAR IYILD IZ
Medine) ahâlisine surre ve mürettebat gibi bir çok tahsisat gön­
dermenin yanısıra, hac yollarının güvenliği, su havuzlarının ba­
kımı ve korunması, Kabe’nin imârı ve daha pek çok mesele ile
meşgul olmuş, bu yolda pek çok fedakârlığa katlanmışlardır.
XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, bu yüzyılın karakteristik
hastalığı olarak ardarda ortaya çıkan kolera dalgalan Hicaz’ı da
etküemiş, hacıların sıhhî işlerinin tanzimi haecm en önemli me­
selelerinden birisini oluşturmuştur. 1865’de Mekke’de kolera zuhûrundan sonra Osmanlı Hükümeti haccın sıhhiye işleriyle daha
yakından ve titizlikle ilgilenerek, Kızıldeniz sahillerinde bazı sıh­
hiye tesisleri inşa etmiştir. Kolera salgınlarının dünyanın diğer
bölgelerine paralel olarak Hicaz’da da devam etmesi ve hacı sayı­
sının gittikçe, artması daha fazla hizmet vermeyi gerektirmiştir.
Osmanlı Devleti, hem hacılara daha iyi hizmet vermek ve umûmî
sağlığı muhafaza etmek ve hem de Hicaz’m sıhhî durumunu ge­
rekçe göstererek bu yolla Hicaz’a müdahale etmek isteyen Büyük
Güçler’in arzularım bertaraf etmek için daha etkili tedbirler al­
mıştır. Hicaz’m sıhhî ahvâlini ıslâh amacıyla Hicaz sıhhiye lâyiha­
sını yürürlüğe koyarak 1895 yılında Mekke Sıhhiye Müdüriyeti’ni,
II. Meşrutiyet’in ilânından sonra da daha kapsamlı hizmet mak­
sadıyla Hicaz Sıhhiye idâresini teşkil etmiştir-.
Sıhhiye hizmetlerinin ve teşkilâtının daha kapsamlı hale ge­
tirilmesindeki en önemli sebeb, X IX . yüzyılın ikinci yarısından îtibâren hacı .sayısında görülen genel artış olmuştur. Bilhassa, bu­
harlı gemilerin Kızıldeniz’e girmesi, diğer ülkelerle Hicaz arasın­
da özel hac seferlerinin düzenlenmesi, Süveyş kanalmm açılması,
hac seyahatinin bir hayli kısalması, Güney-Doğu Asya’da İslâm’a
ilginin artması sonucunda hacı sayısı oldukça artmıştır. Özellikle
«hacc-ı ekber»3 senelerinde hacı sayısındaki artış çok daha fazla
2 Hicaz'da sıhhiye meseleloni ve sıhhiye teşkilâtı hakkımda bilgi için bk.
Gülden Sanyıldız, Hicaz Karantina Teşkilâtı (1865-1914), Basılmamış Doktora
tezi, İstanbul 1989, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütübhânesi, n. 79;
OsmanlIlar’da Karantina Teşküâtı hakkımda fazla bilgi için bk. Aynı müellif,
Karantina Teşkilâtının Kuruluşu ve Faaliyetleri, (1838-1876), Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul 1986, aynı kütübhâne, n. YTE 11.
3 «H acc-ı ek b er»: A rafat'a çıkıldığı günün cumaya rastladığı senelerdeki
hac hakkında kullanılan tâbirdir (Mehmed Zeki Plakalın, Osmanlı Tarih Deyim­
leri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1983, s. 693).
F A K İR H AC ILA R İÇ İN M E K K E ’DE M İSA FİR H A N E
123
olmuş, bu yıllarda aşırı izdiham yaşanmıştır. «Hacc-ı ekber» olan
1865 senesinde hacı sayısı geçmiş yılların dört katma erişerek
150.000’i aşmış4, yine «haecı ekber» olan 1893 yılında 300.000’e
ulaşmıştır5. Mekke şehrinin iskelesi, aynı zamanda da Hicaz'ın en
büyük ve en işlek limanı olan Cidde, bu artışın en yoğun yaşan­
dığı yer olmuştur. 1868 yılında Cidde iskelesine çıkan hacı sayısı
23.3396 iken, 1893 yılında önemli ölçüde artarak 92.625’e7, 1907 se­
nesinde ise 108.000’e8 ulaşmıştır.
Hacı sayısındaki büyük artış ekonomisi tamamen hac olayma
dayalı olan, geçimlerini hacılara verdikleri hizmetlerle ve hânelerini hacılara kiralayarak temin eden Hicaz halkı; ayrıca ’açık bir
pazar konumunda olan Hicaz bölgesine önemli mikdarda ihracat
yapan İngiltere, Felemenk gibi devletler için memnuniyet vericiy­
di. Buna karşılık, sayüarı yüzbinleri bulan hacılar arasında fakir
ve muhtaç olanlarla, dilenciliği kendilerine meslek edinen ve sü­
rekli hareket halinde bulunan riskli grupların yüksek bir oran
teşkil etmesi genel sağlığın muhafazası bakımından son derece
tehlikeli durumlar arz etmekteydi.
Hac ibadetini farz kılan âyetin dört mezhebin imamı tarafın­
dan farklı yorumlanması,9 mâlî ve bedenî kudretleri hac seyahati­
Gülden Sanyıldız. Hicaz Karantina Teşkilâtı, s. 20.
.
Doktor Proust, Sıhhiye Politikasında Yeni Bir Cevelan Yani Sıhhiye
Mes’ele-i Siyâsiyyesinin Hal ne Tesviyesi-Hicaz Hacları, Tere. Ahmed Nermi,
İstanbul Üniversitesi Kütübhanesi (ÎÜ K tb), Türkçe Yazma. (T Y ), n. 4631, s. 116.
6 Aynı eser, s. 109.
7 India Office Dibrajry, V 8644 (d ). Diplomatic And Consular Reports On
4
5
Trade And Finance. Turkey. Report For the Year 1893 On The Trade And Of.
The Consular District Of Jedda, s. 12.
_
8 R. Hartman, «Oidde», İslâm, Ansiklopedisi, İstanbul 1963, s .160.
9 İmam-ı Şafiî’ye , göre hac ibâdetini farz kılan âyetteki «istitâat»dan
maksat «istitâat-ı mâliye»dir. Haccm masrafına ve ailelerinin iaşelerine kâfi
meblağı tedarik edemeyenler hac farizası ile mükellef değildir. İmam-ı Mâliki
ve İmam-ı Hanbeli’ye göre ise «isbitâat»dan maksat «istıitaât-ı bedenîye».dir ve
sıhhatleri hacca gidiş dönüşe müsait olanların hepsi hac farizası ile mükelleftir.
İmam-ı Âzâm’a göre de »lstitaât»ın hem .mâlî, hem de bedenî olması lâzım gelir.
Burada, önemle dikkat edilmesi gereken bir nokta imamlar arasındaki ihtilâfın
mükellefiyete âit olduğu, hacca gitmek isteyenlerin men’ine dair hiç bir nâsm
olmadığıdır (Kasım İzzeddin, Hicaz Sıhhiye İdaresi-Hicaz’da Teşkilât ve Islâhât-ı Sihhvye-1380 Senesi Hac Raporu, İstanbul 1330, s. 60).
12-1
GÜLDEN SA R IYILD IZ
ni gerçekleştirmeye müsaid olmayan samimî müslümanlarm akın
akın Hicaz’a gelmelerine yol açmış, özellikle İngiltere Osmanlı
Devleti aleyhine propaganda maksadıyla fakir ye muhtaç Hintli’leri hacca gitmeye teşvik etmiştir10, Salgın hastalıkların zuhûrunda sefalet içinde ve çok kalabalık olarak yaşayan bu insanlar
arasmda ölüm oranı kuşkusuz daha yüksek olmuştur.
Karantinalara gelenler sıhhiye harcı vermek zorunda olduk­
larından sayılarına son derece dikkat edilmiş, fakir hacüar, asker­
ler ve küçük çocuklar karantina harcmdan muaf tutulmuşlardır.
10 Söylemezoğlu Şefik bin Alıi İngiliz'lerin bu konudaki tuıtumunu şu şe­
kilde ifade ediyor: «... Hilafet-i uzmanın âlem-d İslâmiyet üzerinde olan manevî
te’sîr ve nüfûzunu ecânib bizlerden daha iyi takdir eyleyebüdiklerinden kendü
müstemlekâtı dâhilinde bulunan ahâl-i İslâmîyeye akvâm-ı sâireden daha zi­
yâde hürmet ve riâyetle her bir umurlarında mümkün mertebe irâe ve teshüât
etmekde ve İngiliz’ler bu noktaya daha ziyâde dikkat ve i ’tnâ’ ole meselâ Avusturalya ve bûna mümasil şâir müstemlekâtmda ahâli-i kadîmeye köpek muâmelesi ettiği1ve Hindistan’da da meeûsîler hakkında ol kadar müsâid bulunma­
dığı hailde, Müslümanlara karşı gayet dûr-endîşâne davranarak haklarında her
türlü ta’zimâtı revâ görmekte ve ale'l-husûs avamın nazar-ı takdir-i hoşnûdîsind
kazanmak fikriyle her sene Hindistan’da işe yaramaz tenperver ne kadar esâfil
varsa bunları çoluk çocuklarıyla meccânen hacca göndermekde ve şu vesile ile
memleketini bir takım amel-mândelerden tathîre ve diğer cihetden bir çok hamkâyı tatyîbe m uvaffak olarak bir taşla iki kuş vurmaktadır.
İngiltere devlet-i fahimesinin hayr içün H icaz'a fırlattıkları zuafây-ı hüceâc zaten çırılçıplak olduklarından biçâreler daha Cidde’ye ayak atar atmaz
tese’üle başlarlar. Bunların parasızlıktan zaten vatanlarına avdet imkânını hatırlarmdan çıkardıklarından artık buralarda sürünerek envâ’-i ilel ü emraza se­
bebiyet verdikleri gibi azıcık ayağına güvenenler etraf-ı Memâlik-i Osmaniye’ye
dağılarak memleketlimiz bir çok haşerâtla dolmaktadır. İşte İngilizlerin hayrhâhâneliği hesabıyla Memâlik-i Osmaniye’ye senevi binlerce dilenciler taslît edil­
mektedir.
Hac ibâdet-i mâliyeden olduğundan bunlarm menü kabil ve icrâsı halinde
pek çok mehâzirin önü alınacağı tâlıir ve bâhirdir. Ve çünki ekser nâs hakâyık-ı
ahvâle kesb ü vukuf edemeyeceğinden enzâr-ı yâr u ağyâr da güyâ şu seyyiât
devletin za’f ve idaresizliğinden neş’et ediyormuş gibd tecessüm ettiriliyor ki, bu
misillû hâtırat her hâl ve zamanda menâfi-i devlete m a ’nen ve siyâseten mu­
gayir ve muzırdır. İşte âtide zikr olunacak muâmelât-ı gayr-ı lâyıka ve gayr-ı
muntazama hesâbıyla dîn ü devlete fedakârâne muhıibb hüccâc-ı müslîmin düş­
man olarak vatanlarına avdet ve haklarında revâ görülen bunca mezâlim ve
kayıtsızlıktan dolayı Devlet-i Osmaniye aleyhinde idâre-i efkâr edecekleri şübheden varestedir...» (Söylemezoğlu Şefik bin Ali, H icaz Seyahatnamesi, İ.Ü.
Ktb, TY, n. 4199, s. 258-260).
F A K İR H AC ILA R İÇ İN M E K K E 'D E M İSA FİR H A N E
125
Sıhhiye idaresinin kayıtlarına göre 1872-1884 döneminde Kızıldeniz yani Hicaz limanlarına gelen hacıların sayısı şöyledir :
Kızıldeniz’de Hac Trafiği11
Tarih
1 Mart
((
1 Mart
»
!)
»
1)
»
1)
»
»
Yolcu adedi
1872 - 28 Şubat 1873
1873 «
1874
1874-28 Şubat 1875
1875 »
1876
1876 »
1877
1877 »
1878
1878 »
1879
1879 »
18801880 »
1881
1881 »
1882
1882 »
1883
1883 »
1884
51738
57749
6540112
65917”
6185614
59733”
34534
66980”
82352”
55869”
46519”
46299
Hicaz'ın en büyük ve en işlek limanı olan Cidde iskelesinin
Kızıldeniz hac trafiğindeki yeri ise şöyledir :
11 Administration Sanitaire de Vempire Ottoman Büans et Statistiques;
I, 1 Mars 1872-29 Février 1884; Gülden Sariyildiz, Hicâz Karantina Teşkilâtı,
s. 82 vd.
12 65401 kişinin 11131’i asker, 7533’ü fakirdir. 46737 kişi sıhhiye harcını
ödemiştir.
13 65917 kişinin 5037’si asker, 7036’sı fakirdir. Sıhhiye harcını 53844 kişi
ödemiştir.
14 61856kişm)in 3581’i asker, 6475’i fakirdir. 51818 kişi sıhhiye harcını
ödemiştir.
15 59733 'kişinin 2367’si asker, 813’5’i fakirdir. 40770 kişi sıhhiye harcını
ödemiştir.
16 66980 kişinin 8130’u asker, 7981’i fakirdir. Sıhhiye haremi 50869 kişi
ödemiştir.
17
82352 kişinin 3134’ü asker, 8237’si fakir, 70981 kişi harç ödemiştir.
18
55869 kişinin 7331’i asker, 6680’ni fakir, 41819 kişi harç ödemiştir.
19
46519 kişinin 10782’si asker, 7682’si fakir, 28055 kişi harç ödemiştir.
GÜLDEN SARITXLDIZ
126
Cidde-Limam Hac Trafiği20
Tarih
1 Mart 1872 - 28 Şubat 1873
1874
18731875
18741876
18751877
18761877 -.
1878
1879
18781880
18791881
18801882
1881 18821883
1884
1883-
Yolcu sayısı
40597
37026
31450
4093821
4341322
4691123
46 75024
4814625
6724126
4575627
3134128
3665829
Rakamlara bakıldığında fakir hacılarm sayısmm hiç de kü­
çümsenemeyecek oranda olduğu . görülmektedir. Bunlar, husûsî
hâne kiralama imkânından yoksun oldukları gibi, rastgele seç­
tikleri duvar diplerini, sokak köşelerini, meydanları, cami, avlula­
rını, mezarlıkları mesken ediniyorlardı. Yaşam düzeyleri belirli
bir sınırın çok altmda bulunan bu insanların barınma, beslenme
sorunları umûmî sağlığı olumsuz etkileyen ortamı yaratmaktay­
dı. Yiyecek ekmek, içecek su almaya dahi paralan olmayan bu
insanların sayısındaki artış bir çok bakımdan sorunlar yaratmış­
tır. 1890 yılında Meclis-i Umûr-ı Sıhhiye’de bu konuda teşkil edi­
20
1 Mars
83 vd.
21
22
23
24
25
26
27
28
29
Administration Sanitaire de l’empire Ottoman Bilans et Statistiques, I,
18Î2-29 Férier 1884; Gülden Sanyildiz, Hicaz Karantina Teşkilâtı, s.
.
,
40938 kişinin 1'5082’si asker, 6308’i fakir, 33048 kişi harç ödemiştir.
43413kişinin. 331’i asker, 5447’s i fakir, 37625 kişi harç ödemiştir.
46911 kişinin 389’u asker, 5745’i faicir, 40777 kişi harç ödemiştir. .
46750 kişinin 4741’i asker, 7475’i fakir, 28921 kişi harç ödemiştir.
48146 kişinin 846’sı asker, 5'964’ü fakir, 42336 kişi harç ödemiştir.
67241 kişinin 708’i asker, 6600’ü fakir, 59933 kişi harç ödemiştir.
45756 ’k işinin 2083’ü asker, 4797’si fakir, 37976 kişi harç ödemiştir.
31341 kişinin 795’i asker, 6220’si fakir, 24328 kişi harç ödemiştir.
36658 kişinin 2954’ü asker, 7180’i fakir, 26524 k işi harç ödemiştir.
F A K İR H A C ILA R İÇ İN M E K K E ’D E M İSA FİR H A N E
127
len komisyonun incelemesinde Kamaran tahaffuzhanesinin te­
sis edildiği 1882 yılından beri fakir hacıların sayısında seneden
seneye artış olduğu ve 1882 yılında % 8 nisbetinde olan fakir hacı
oranmm 1888 yılında % 26’ya yükseldiği anlaşılmıştır30. Komis­
yon, Kamaran tahaffuzhânesinde sıhhiye haremi vermeyen ha­
cıları fakir kabul ederek bu oranı tesbit etmiştir. Karantinalarda
sıhhiye haremi vermekten kaçman hacıların hepsinin fakir olma­
dığı, belirtilen oranın gerçeği tam olarak yansıtmadığı gözardı
edilmese dahi, fakir hacıların ve dilencilerin sayısının genel sağ­
lığı tehdit edecek derecede olduğu da bir gerçektir. Bu gerçekten
hareketle, bunların arz ettikleri çirkin ve yakışıksız manzarala­
rın önünü almak, bannm a ve rahatlarını temin için misafirhane
inşası yoluna gidilmiştir.
MEKKE’DE MİSAFİRHÂNE-Î HÜMÂYÛN’UN İNŞASI
II. Abdülhamid Hicaz’ın sıhhî durumu ve tahaffuzhânelerin
ıslâhına büyük gayret sarf ederken, hacıların sağlık ve güvenlik­
leriyle de yakından ilgilenmiştir. İane ve ihsanlarla fakir hacüarın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmış, yol parası olmayanları hay­
rına memleketlerine geri göndermiştir. Hac esnasmda Mekke’de
bulunan muhtaç hacıların barınmaları maksadıyla da masrafla­
rını «ceb-i hümâyûn» dan karşılayarak bir misafirhâne inşa ettir­
miştir.
II. Abdülhamid, Hicaz’ın sıhhî . durumunun ıslâhını irâde
edince Hicaz vilâyeti ve kumandanlığı ile görüşülerek alınması ge­
reken tedbirlere dair teftiş-i askerî komisyonunca tanzim edilerek
Pâdişah’a arz edilen mazbata, gereğinin yapılması için Bâbıâli’ye
gönderilmiştir31. Bu mazbatada daha sonraki yıllarda Hicaz'ın sıh­
hî durumunun ıslâhı amacıyla tatbik edilecek olan lâyihanın esas
ilkelerini de ihtiva eden maddelerin yanısıra «...fa k ir hacıların
ikametine mahsûs ve seyyile güruhunun dolmaması içün hac mev­
simlerinden gayri zamanlarda, kapalı bulunmak üzere baraka te­
30 Kasım İzzeddıin, H icaz Sıhhiye İdaresi Hicaz’da Teşkilât..., s. 52.
31 Başbadcamlılk OsmanlI Arşım (B O A ), Bâbıâli Evrak Odası (B E O ), A y ­
niyat D efteri, n. 1525, s. 329.
128
GÜLDEN SARIYXLDIZ
sisinin» de gerekli olduğu belirtilmiştir'-. Diğer taraftan II. Abdülhamid Hicaz valiliğinde bulunanlardan Hakkı ve Savfet Pa­
şalar ve Hicaz’da bulunmuş ilgili ve güvenilir kimselerden gerekli
bilgiler alınarak kendisinin haberdâr edilmesini sadâretten iste­
miştir33. Ayrıca, Cidde’de izdihamdan dolayı hastalık zuhûruna
meydan vermemek üzere mevcûd tahaffuzhâneden başka Cidde
civarında bir karantinanın daha tesisini, Mekke’de fakir hacılara
mahsus altıbin kişilik mükemmel bir misafirhâne, bir hastahâne
ve bir eczâhane inşasını, bunlar için sarfı tahmin olunan otuzbin
liranın ihsânı olarak «ceb-i hümâyûn-ı şâhânelerinden» tesviye­
sini irâde etmiştir34. Hicaz’da tatbik edilecek sıhhî tedbirler, te­
sis ve inşası Pâdişah’m emri olan misafirhâne ve hastahâne hak­
kında Şûrâ-yı Devlet âzâsından Abdullah Paşa ve Şerif Hüseyin
Bey, Meclis-i Sıhhiye reisi Arif Bey, Meelis-i Sıhhiye âzâlanndan
Fevzi Efendi ile erkân-ı harb livâlarından İzzet, Sıhhiye Meclisi
âzâsmdan Osman Nuri Paşa’larm tanzim ettikleri lâyihalar35 ve
beyân ettikleri düşünceler üzerine Hakkı ve Savfet Paşa’lar sadâ­
rete çağırılarak inceleme ve müzâkereler yapılm ışta36. Hazırlanan
lâyihalarda haecm selâmeti ve hacıların sıhhî muhafazaları bakı­
mından yapılması gerekenler sıralanmıştır. Cidde eivânnda suyu
ve havası mutedil, gemilerin yanaşmasına uygun mahalde ihtiyat
tahaffuzhânesi inşası, delillerin hânelere belirlenenden fazla hacı
istihdam etmemeleri, koleranın Mekke’de yerli olmayıp dışarıdan
getirildiği, hacı nakleden vapurlarda izdihamın önlenmesi, karan­
tina müddetinin uzatılması, karantinahânelerin ıslâhı, suyolları­
nın tamiri ve fakir hacılar için Mekke’de misafirhâne inşası gö­
rüşleri yer almıştır. II. Abdülhamid misafirhânenin Mekke ile Cid­
32
33
Aynı defter, aynı yer.
19 Rebdiilahir 311/17 Teşrin-i evvel 309 tarihli sadâret tezkiresi. Yıldız
Sadâret Husûsî Maruzat Evrakı (Y A -H U S ), n. 283/26.
34 Hicaz vilâyetine telgrai, BOA, Irade-Husûsî, Rebdülevvel 1311, n. 164.
35 Lâyihalar için b'k. İrâde Husûsî, Rebiülevvel 1311, n. 164. Meclis-i
Umûr-ı Sıhhiye âzasından Dr. Mirliva Osman. Nuri Paşa’nın 8 Teşrin-i' evvel
309; Şûrâ-yı Devlet âzasından Ali bin Hüseyin’in 9 Teşrin-i evvel 309; Sıhhiye
Meclisi âzâlan Ömer Fevzi ve Mehmed A rif Efenıdiler’in 24 Rebiülevvel 311/22
Eylül 309 tarihli lâyihaları; Hicaz valisi Ahmed Ratib’in sadârete gönderdiği
23 Teşrin-i evvel 309 tarihli telgrafnâme; 21 Rebiülevvel 1311 tarihli husûsî irâde.
36 19 Rebdüiahir 311/17 Teşrin-i evvel 309 tarihli sadâret tezkiresi, YAHUS, n. 283/26.
F A K İR H A C ILA R İÇ İN M E K K E ’D E M İSA FİR H A N E
129
de arasında havası hoş, suları bol olan ve şimdiye kadar hiç bir
hastahğm zuhûr etmediği El Zehra, El Şüheda veya Şeyh (Şah)
Mahmud mevkilerinden birinde, ilgili heyetçe belirlenecek yerde,
mahalle şeklinde ayrı ayrı ve müteaddit hanelerden mürekkeb
olarak, dahilinde bir hastahâne ve bir eczahâne bulunmasını, im­
kân olursa bir çit veya duvar üe çevrelenmesini, sağlık kuralları­
na uygun olarak hanelerden birinde hastalık zuhûrunda diğerine
sirayete imkân vermeden söndürülmeye müsaid olacak şekilde te­
sisini istemiştir. Mekke’de hacılar için misafirhâne inşa edileceği
dahilî ve hariç37 basında ilân edilmiştir.
Misafirhânenin tesisi için teftiş-i askerî komisyon-ı âlîsi âzâsı Müşir Âsâf Paşa görevlendirilmiştir. Sadârete çağrılan Âsâf
Paşa, hayrât tesislerinin inşasında teşkilini düşündüğü inşaat ko­
misyonunun listesini sunmuştur. Komisyon heyeti şöyledir :
Çatalca istihkâm alayından Kaymakam
Hacı Hakkı Bey
rütbesi miralaylığa,
İstihkam alayı 1. topçu binbaşısı
Said Efendi
rütbesi kaymakamlığa,
Âsâkir-i Şâhâne piyade kolağası
Kâzım Bey
rütbesi binbaşılığa,
Tophâne-i Âmire sanayi alayından alay
kâtibi Ali Rıza Efendi
rütbesi bir derece,
Bahr-ı Siyah Boğaz’ı topçu yüzbaşı
Osman Efendi
rütbesi kolağahğma,
İstihkam mülâzimlerinden Rıza Efendi
rütbesi bir derece,
37 Pâdişâh’m ihsanıyla misafir hâne tesis edileceğini ilân eden ve Pâdişâh
haMonda olumlu yazılar yazan yabancı gazeteler şunlardır: Le Mesager de
Paris, La République Françoise, L ’agence Havas, La Verit’, L a Paie, Morning
advertiser; Standard, Times, M orning Post, Neune Freie Presse, Neues Wiener
Tagblatt, Fremden-Blatt, Volkszedtung, Illustriertes W iener Strablatt, Die Presse,
Deutsches Volksblatt, Deutsche Zeitung, Das Vaterland, W iener Zeitung, Das
Kleine, Journal Berliner Tagesblatt, W olu’s Telegraphisches Bureau, Germania,
Börsen-Courler, Norddeutsche AUgemine Zeitung, Naüonal-Zeitung, Preussdsehe
Zeitung, Berlinische Zeitung, Hanburgischer Correspondent (Y A S U S , n. 283/67).
GÜLDEN SA R IYILD IZ
130
Topçu mülâzim-i sânilerinden
Mahmud Efendi
rütbesi mülazim-i
evvelliğe terfi38.
Bu zabitler, rütbeleri bir derece terfi ettirilerek ve maaşları­
nın da yarısı verilerek komisyon reisi Âsâf Paşa’nın maiyetine
memur edilmişlerdir. Tophâne-i Âmire ve Tersane’den onar ne­
fer demirci ve marangoz, Kal‘a-i Sultanîye istihkâm taburların­
dan çavuş ve onbaşı rütbesinde yirmi nefer de Âsâf Paşa’nın maiye­
tine verilirken, Hicaz’da bulunan askerî kuvvetlerden ikişer tabu­
run münâsebeten inşaatta istihdam edilerek, sonradan mahal­
lerine dönmeleri, bedeli şimdiden ödenmek üzere Çatalca, Kal‘a-i
Sultânîye inşaat anbarlarmdan mevcûd meşe ağaçlarıyla döşe­
melik ve tavanlık tahtaların verilmesi, Çatalca inşaat anbarlarm­
dan bedelleri verilerek beşyüz âdet kazmanın, mikdan kâfi delikli
ve âdî tuğlanın mübayası ve Âsâf Paşa’nın bineceği vapura yük­
lenmesi uygun görülmüş, Hicaz hakkında malumâtından dolayı
Mekke mühendisliğinden teaküd Âhmed Şemseddin Bey üe erkân-ı harbiye miralaylarından mühendis Münir Bey de komisyo­
na dahil edilmişlerdir39.
Âsâf Paşa Sadrazamla yaptığı görüşmede inşaatın niteliği
hakkında bilgi vermiştir. Hicaz binalarının inşa şeklinin şiddetli
sıcaklık gereği genellikle kârgir ve döşemelerin de taptab"10 denilen
bir nevi harçlı sıvadan ibâret olduğunu belirterek, kereste İstan­
bul’dan götürülse dahi istenilen boyutlarda bulunamayacağını,
hayrat tesislerinin sakf ve döşemeleri için demir putrel kullanıla­
rak tamamen kârgirden inşası halinde kârgir duvar ve temel ak­
şamının 25922 lira, sakf ve döşeme için satm almacak putrel ve
tuğla, duvarların içlerine bağlamak iç in ; konulacak hatıl demir­
leri bedelinin 9471 lira ve Mekteb-i Sanayi’de yaptırılması Pâdi­
38
YA-HUS, n. 286/30.
39 23 Cemaziyelevvel 311/20 Teşrin-.i sâni 309 tanilhM sadâret tezkiresi, Y A HUS, n. 285/76.
40 Taptab: Ocak külüyle kum ve kireç karışımı harçtan dökülmüş ça­
murdan ibaret olanak bir tür merm er taklidi yani İstanbul’da çimento maliyle
imâl edilen kalıdımmiiaınn aynadır. (Eyüb Sabri, Mir‘ât-ı M ekke, İstanbul 1301.
s. 69).
F A K İR H A C IL A R İÇ İN M E K K E ’D E M İSA FİR H A N E
131
şâh’ın emri olan kapı ve çerçeveler masrafının 3380 lira ki, toplam
inşaat masrafmm 38774 lira tahmin edildiğini bildirmiştir41. Put­
rellerin doğrudan doğruya Cidde’ye getirilmesinin Avrupa demir
fabrikalarına sipariş edilmesinin kolaylık ve ucuzluk sağlayacağı
dikkate alınarak bu konuda Âsâf Paşa’ya yetki verilmiştir. Hicaz’­
da inşaat mevsimi Ekim başından Nisan ortasına kadar olan za­
mana münhasır olduğundan ve bunun dışındaki zamanda şiddet­
li sıcaklıktan inşaat yapmak mümkün olmadığından Âsâf Paşa’mn inşaata başlamak için maiyetiyle hemen hareketi önemli bu­
lunmuştur. Âsâf Paşa Bahriye Nezâreti’nin tahsis ettiği İzmir va­
puruyla Cidde’ye hareket etmiştir.
Misafirhane için çeşitli keşif defterleri ve plânlar hazırlan­
mıştır. Hicaz hayrât tesisleri komisyonunda bulunan ve daha son­
ra Âsâf Paşa’nın yerine komisyon riyâsetine getirilen Miralay Mü­
nir Bey’in 27 Eylül 309 tarihli plânına göre42 Mekke’de yeniden in­
şası düşünülen misafirhânenin
uzunluğu
genişliği
500 metre
250
» dir.
Her biri 250 kişi alabilen 24 koğuş, koğuşlar arasmda gezinti
yerleri mevcûddur. Dikdörtgen şeklindeki plânda köşelere 50’şer
ve geniş kenarın birisinin ortasına 100, toplam 300 helâ tabye edil­
miş olup, diğer geniş kenarm ortasında büyük kapı ve zâbıta dai­
resi yer almaktadır. Binanın dahili meydanında şadırvan bulun­
maktadır. Altıbin kişilik olarak düşünülmüş misafirhânenin keşif
defterinde43:
temel duvarları toplamı
birinci katm duvarları toplamı
müştemilat duvarları toplamı
toplam
6500 metreküb
16250
»
250
»
olmak üzere
23500
»
41 17 Cemaziyelâhir 311/14 Kamun-ı evvel 309 tarihli sadâret tezkiresi,
YA-HUS, n. 287/36,
42
Plân I. İrâde-Husûsî, Rebiülevvel 1311, n. 164.
43
K eşf-i evvel defteri için tok. İrâde-Husûsî, aynı 'belge.
132
GÜLDEN SARIYTDDIZ
duvar inşası lüzumlu görülmüştür. Masraf
1.300.000 kuruş olarak tesbit edilmiştir.
duvar imalâtı masrafı
sakf örtülmesi masrafı
kapı ve pencere imâli masrafı
müştemilât imâlâtı masrafı
toplam
715000 kuruş
412000
»
143000
»
29000
»
mikdan
da
olmak üzere
1300000
Bir başka plânda44 misafirhânenm kârgir baraka tarzmda,
her barakanın uzunluğu 50 metre, genişliği 10,8 metre olarak kü­
çük sokaklara ayrılması öngörülmüş : haricî ihâta duvarma mer­
but mutfak ve köşelere helâlar tabye edilmiştir. Barakaların 16 ta­
nesinin El Zehra, 4’ünün Şeyh Mahmud, 4’ünün de Beyaziye’de
inşa edilmesi öngörülmüştür. 24 adet misafirhânenm inşa masrafı
24X810=19440 lira olarak tesbit edilmiştir.
İki bâb hastahâne 6000 lira
Cidde’de bir tahaffuzhâne 3000 ve %5 nakliye vesair masraf­
lar olmak üzere 29840 lira keşif bedeli tesbit edilmiştir45. Alacağı
misafir adedi ise 24X200=4800 kişidir.
Miralay Münir Bey’in çizdiği ve misafirhanenin inşa olunan
mahalleri ile inşa olunacak kısımlarım gösteren ufkî resmin46 aynı
olup, daha büyük boyutlarda ve ayrıntılı olarak çizilmiş plânda47:
Misafirhânenin uzunluğu
»
eni
» dış etrafı
» iç etrafı
» bütün çevresi
150,5 metre
90
»
518
»
475
»
2252
»
misafirhânenm umûmî temellerinin ortalama yüksekliği
alt katm döşemeden döşemeye yüksekliği
3,375 m.
5,25 m.
44 Plân. İçin tok. plân II. İrâde-Husûsî, Rebiiilevvel 1311, n. 164.
45 Keşif defteri için bk. aynı belge.
46 Bk. resim I. î.tî. Ktb., n. 93438 (M iralay Münir imzalı, 11 Soferü’l-hayr
1312/1 Ağustos 1310 tarilılii').
47 Bu plân f.Ü. Ktfo., n. 93376’'da bulunmaktadır.
133
F A K İR H AC ILA R İÇ İN M E K K E 'D E M İSA FİR H Â N E
üst katın döşemeden dam sathına kadar yüksekliği
dam korukluğunun yüksekliği
binanın umûmî yüksekliği
sağlam yerden zemin sathına kadar olan esas kısım­
ları kalınlıkları
pabuç taşmdan korkuluk fevkine kadar binayı teşkil
eden umûm gövde ve taksimat duvarlarının ortalama
kalınlığı
zemin sathında pabuç taşı kitabesine kadar olan
temellerin kalınlığı
5,25
1
11,5
m.
m.
m.
1,25
m.
0,75
m.
0,75
m.
Keşif defterinde18: misafirhanenin alt katının gezinti yeri ile
birlikte taptabla döşemesi, tabakaların demir putrel, delikli tuğla ve
çimento ile örtülmesi, döşeme ve dam üzerlerinin hâlis taptabla
örtülmesi, tavanların sıvanması, helalara yerli tuğladan bölmeler
yapılması, taptablı kürsi taşları konulması, icâbma göre kubur
yolları yapılarak musluk takılması, binanın dahilinde ve haricin­
de münasib yerlerde mutfak ve çamaşırhaneler yapılması, bina­
nın dahilî meydanında 2 metre yükseklikte şadırvan inşası, hela­
lar, guslhâneler ve çamaşırhane pisliklerinin akması için lâğım
ve kuyu inşası, şadırvan, guslhâne ve helâlara su akıtılması, tak­
simi için mecra tesisi, oda ve helâ kapılarının yağlı boyalı olması,
haricî pencerelerden alt kata mahsus olanları pancurlu ve demir
parmaklıklı, geri kalanları yalnız pancurlu olarak yağlı boyalı ol­
ması, binanın geniş cebhesinin üzerine Marmara mermerinden
hakedilmiş ve süslenmiş Osmanlı arması ve tarih taşı konması.
Binanın metanetini temin için duvarlarm kalınlaşmasından do­
layı haylice fazla duvar yapmak gerekmiş, binanın büyüklüğü se­
bebiyle her mahal yapımı mümkün olmamış, uygun bulunan ye­
rin kısmen taşlı, kısmen kumlu olması temeller için zorunlu ola­
rak külfet getirmiş, alt kat koğuş ve koridorlarıyla dahili mey­
danın hariçten toprak getirilerek doldurulması gerekmiş, dış çev­
resinin alçak olan bölümüne yağmur sularının tesirini gidermek
üzere önü kârgir duvarlı, gerisi toprak dolu set inşasına lüzum
görülmüş, malzeme, işçilik ve amele ücretleri yüksek olduğundan
önceki defterdeki ile bu keşif defterindeki yekûn arasmda 1.795.660
48
Keşif defteri için bk. I.Ü. Ktb., n. 93376.
134
G ÜLDEN SARIYILD 1Z
kuruş fark olmuştur.. Duvar, sıva, taptab, putrel gibi değişik in­
şaat tekniği ve malzemesi kullanılması maliyeti yükseltmiş, in­
şaatın tamamının 4.097.455 kuruş 25 paraya mal olacağı anlaşıl­
mıştır49.
Kabe’ye yaklaşık yarım saat mesafedeki Cerul (
) mevkiin­
de misafirhanenin inşasına Ocak 1894 tarihinde başlanmıştır50.
1893 yılında hüküm süren büyük kolera dalgasının ardından
Avrupa devletleri Hicaz kıtasında hac esnasmda genel sağhğm
muhafazası ve Basra Körfezi’nde sıhhiye önlemleri uygulanması
için 1894 yılı başmda Paris’de milletlerarası sıhhiye konferansını
tertiblemişlerdir. Konferansta Osmanh Devleti’ne şiddetli saldırüarda bulunularak İstanbul Sıhhiye Meclisi’nin niteliği, Kızıldeniz,
Basra Körfezi ve Hicaz kıtası üzerinde kendilerine tasarruf hakkı
tamyan maddeleri gündeme getirerek Osmanh heyetine kabul et­
tirmeye. çalışmışlardır. Madrid sefiri Tarhan Bey riyasetindeki
Osmanh temsilcileri BabIâli’den aldıkları talimat doğrultusunda
Osmanh hukukuna aykırı buldukları maddelere «kayd-ı ihtirazî»
koyarak Paris sıhhiye mukavelenamesini kabul edeceklerini bil­
dirmişlerdir. Diğer taraftan Osmanlı heyeti Osmanh Hükümetim
nin Hicaz’da almayı kararlaştırdığı önlemleri konferansa sunmuş­
tur. Önlemler şunlardır51:
1
—
2
—
Fakir hacıların ikametine mahsus 1400 kişilik'misafir­
hane inşası
Mekke’de 300, Mina’da 200 yataklı birer hastahâne inşası
3 — Mekke gureba hastahânesinin genişletilmesi,
personelinin sayısının artırılması
sıhhiye
4 — Her sene Ramazan aymda yeter mikdarda ecza ile bir­
likte oniki tabib, altı eczacıma gönderilmesi
49 İ.Ü. Ktb, n. 93376. Komisyon reisi Münir Bey ve kom isyon üyelerinin
mühürlerini hâvi 6 Cemaziyelevvel 1313/12 Teşrin-i evvel 1311 tarihli keşif d ef­
teri. Keşif defterinde misafirhane 1400 kişilik gösterilmiş ise de, 6000 kişilik inşa
edilmiştir lak. Hioaz vilâyetinin 28 Kanon-ıi evvel 329 tarihli tahrirâtı. BEÖ,
M ekke-i M ükerrem e Evrakı-Giden, n . 317680.
50 YA-HUS, n. 345/135.
51 Gülden Samyıldız, Hicaz Karantina Teşkilâtı, s. 164 vd.
F A K İR «A C IL A R İÇ İN M E K K E ’D E M İSA FİR H A N E
135
5 — Sokaklarda kalan hastaların hastahâneye nakledilmesi
için yeteri kadar seyyar hastahâne arabasının tedarik
edilmesi
6 — Sokakların temizliğine nezâret etmek için özel bir me­
murun görevlendirilmesi, süprüntülerin kaldırılması için
lüzûmu kadar arabanın hazırlanması
7 — Sağlığa, zararlı gıdaların satışının yasaklanması
8 — 1884 tarihinde Cidde’ye getirilmiş olan suyun mecrası­
nın tamiri
9 — Cidde gureba hastahânesinin genişletilmesi
10 — Medine sokaklarının temizliğine itina edilmesi.
Âsâf Paşa’nın misafirhanenin inşası için Mekke’ye gönderil­
miş olması konferansta politik bir manevra olarak yorumlanmış­
tır.
Hicaz’da hayrat tesislerini inşa edecek olan heyetin işlerini
kolaylaştırmak ve tâkib etmek üzere İstanbul’da Evkaf- Nâzın Galib Paşa’nın riyâsetinde olarak evkaf dairesinde toplanmak üzere
Evkaf-ı Hümâyûn Meclis idare reisi Âtıf, Şûra-yı Devlet âzâsı, Sâ­
dık, Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti masârifât müdürü Fâik Bey, Ci­
hat müdürü Mahmud Efendi’den mürekkeb bir komisyon teşkil
edilmiştir52. Bu arada İstanbul’a gelen hayrat tesisleri komisyonu
reisi Âsâf Paşa’nm yerine miralay Münir Bey tayin edilmiştir.
Malzemesi İstanbul ve Avrupa’dan getirilerek inşa edilen misafirhânenin yapımına hac mevsimlerinde amelenin işi bırakması
ve şiddetli sıcaklar dolayısiyle ara verilmiştir. II. Abdülhamid inşaası sona ermekte olan misafirhanenin sıhhiye işlerine bakmak,
hac 'zamanından evvel Mekke’de bulunmak üzere bir sıhhiye he­
yetinin seçilmesini, ecza ve diğer gerekli malzemenin de tedarik
edilerek bir an önce gönderilmesini irâde etmiştir53. Bu irâde üze­
rine Sıhhiye dairesince misafirhânede görevlendirilecek-heyet
şöyle tertiplenm iştir:
'
52 29 Şaban 1313/22 Kanun-ı sâni 311 tanihli sadâret tezkiresi. YA-HUS,
n. 345/24.
53 Sıhhiye Dairesi Tezkiresi. Yıldız M ütenevvi Maruzat Evrakı, n. 150/55.
136
G ÜLDEN SA R IYILD IZ
Maltepe hastahânesi tabiblerinden Miralay Mehmed Sâdık Bey
Tabib solkolağası Ahmed Yahya
Tabib yüzbaşı Ahmed Cemil
Haydarpaşa hastahânesi eczacısı Hamdi Efendi
Cerrah Osman Nuri
Cerrah Raif54.
Hazırlanan ecza ve tıbbî malzemenin listesi de şöyledir55 :
1
2
3
4
.5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
Haliyyet-i kurşun
Hâmız-ı azot-ı sâf
Hâmız-ı bor
Hâmız-ı klor mâ-i sâf
Hâmız-ı limon
Hâmız-ı fenik
Hâmız-ı fenik mâyi’
Hâmız-ı sâfsâf
Hâmız-ı kibritiyet-i sâf
Hâmız-ı mazı
Hâmız-ı târtir
Köl (alkol)
Şab
Amonyak-ı mâyi’
Arsenik-i sûd
Azotiyet-i fıdda-i mübeller
Azotiyet-i fıdda-i müzab
Azotiyet-i bizmut
Hâmız-ı leben
Melissa ruhu
Antipirin
Balsam-ı tulu
Sâni fahmiyet-i sud
Klor sâni-i zibak
Acıağaç
Tenkâr
1
1
13
1
4
50
35
1
2
4
2
20
4
8
20
20
20
11
4
10
1
300
5
3
2
1
kıyye
»
))
))
»
»
))
»
))
))
))
»
))
))
dirhem
»
»
»
»
şişe
kıyye
dirhem
kıyye
kıyye
»
))
54 Ayını vesika.
55 Misafirhane için gönderilecek ecza ve tıbbî malzememin defteri. Yıldız
Mütenevvi Maruzat EvraJcı, n. 150/55.
F A K İR H AC ILA R İÇ İN M E K K E ’D E M İSA FİR H A N E
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
41 —
42 —
43 —
44 —
45 —
46 —
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
—
Brom-1 potasyum
Klor evvel-i zibak
Kâfûri
Fahmiyet-i magnezi
Klor maiyet-i morfin
Klor-ı nemel
Klor-ı nemel-i nâim
Klor-ı kils
Şem-i ebyaz
Limoniyye-i magnezi
Tebâşir-i müstahzara
Krem tartar
Kreozot
Kahveibun
Hülasa-i seyyal-i kınakına.
Hülasa-i seyyal-i yâbis
Hülasa-i lüffah (geniş yapraklı,
kokulu bitki)
Hülasa-i çintiyan
Hülasa-i afyon
Evrak-ı dijital (dijital bitkisinin
yapraklan)
Siyah çay
Ada çayı
Zeyt-i tayyar-ı darçm
Zeyt-i tayyar-ı karanfil
Zeyt-i tayyar-ı hardal
Zeyt-i tayyar-ı na’na
Zeyt-i hurû
Zeyt-i tayyar-ı anisun
Zeyt-i tayyar-ı terementi
Maiyyet-i kloral
Ezhâr-ı hatmi
Ihlamur çiçeği
Temir hindi
Gliserin
Zamg-ı arabi
Zeyt-i levz-i helv
2
100
3
500
50
1
1
150
1
2
2
2
100
50
1
1
»
dirhem
kıyye
dirhem
))
kıyye
şişe
kıyye
kıyye
kıyye
kıyye
»
dirhem
»
kıyye
)) •
500 dirhem
1 kıyye
300 dirhem
300
5
15
300
300
150
1
3
100
2
300
2
2
15
2
3
1
dirhem
kıyye
»
dirhem
»
dirhem
kıyye
»
dirhem
kıyye
dirhem
kıyye
))
»
))
))
))
137
138
v
GÜLDEN SARIYILDIZ
63 — İyod-ı saf
64 — îyod-ı potasyum
65 — Lavdanyum
66 — Şîb karakin
67 •- Naftol — B
68 — Merhem-i zibak-ı basit
69 — Afyon
70 — Hardal kâğıdı(kutu)
71 — Fevk klor hadid
72 — Dower sufufu
73 — Resbülebyaz
74 — Cezr-i Kolombo
75 — Gezr-i arak üzzeheb
76 — Cezr-i poligala
77 — Cezr-i râvend
78 — Sâlûl
79 — Safsâfiyet-i sûd
80 — Safsâfiyet-i. bizmut
81 — Cezr-i Valeriyan
82 — Sabun-ı esved
83 — Bezr-i anason
1
84 — Azm-i mükelles
85 — Kibrit-i musaad
86 — Kibritiyet-i atropin
87 — Kibritiyet-i nuhas
88 — Kibritiyet-i magneziyum
89 — Kibritiyet-i sûd
90 — Kibritiyet-i kinin
91 — Kibritiyet-i tutya
92 — Tartar-ı mukeyyi
93 — Amelkıyet-i kinin
94 — Taniyet-i kinin
95 — Vazelin-i ebyaz
96 — Brom maiyet-i kinin
97 — Brom kâfûri
98 — İyod-ı nemel
99 — Talsun yakısı
100 — Mizân-ı âdi
300
2
5
1
1
2
300
10
•-
^
dirhem
kıyye
»
»
kıyye
kıyye
dirhem
deste
2 kıyye
'.100 dirhem
5 kıyye
300 dirhem
. '1 kıyye
500 dirhem
3 kıyye
3 kıyye
2
»
500 dirhem
2 kıyye
300 dirhem
2 kıyye
3 kıyye
1 .. dirhem
10 kıyye
10
»
5
»
10
»
300 dirhem
100 . »
100 ,
»
300-; dirhem
15 . kıyye
100 - dirhem
100 dirhem
1 kıyye
20 adet (kutu)
1 adet
F A K İR H AC ILA R İÇ İN M E K K E ’D E M İSA FİR H A N E
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
139
... •
— Sagir direkli terazi
... 1 adet
— Mizan-ı Roberdal
1 adet
— Hata kutusu
10 adet,
— Sagir mantar
500 adet
— Maden kaçarule (yemek tenceresi)
3 adet
— Mühür mumu
. i. ■
1. adet.
— Mıkras 0
2 âdet.
— Damla ölçüsü
3 adet
— Kurşun kalemi
1 adet (deste) ^
• .
— Sagir maden kaşık
3 adet
:
— Sagir kemik kaşık
3 adet. > - ■
— Şişe huni
4 .adet
— Teneke huni
2 adet
— Mürekkeb hokkası
2 ■ adet
— Renkli bükme .
200 dirhem
— Demir ocak
1 adet— Billur şişe 55 adet 150 dirhemlik, 1000 adet 300 dirhemlik
. . 1 .adet
— Gemici feneri
J.
— Toparlak şişe
: 1000 adet— İspirto lambası
- 2 adet
— Maden ölçü
- 1 adet (takım)
— Tunç havan
.
1 adet
— Macun havan
3 adet — Billur havan
2 adet;
— Beyaz kâğıt
1 adet ( t o p ) - , ’
— Kaba kâğıt
2 adet (top)
-— Süzgeç kâğıdı
1 adet (deste)
: „•.
— Hab kahbı
2 adet
— . Merhem hokkası
500 adet
— Kâse-i menku’
6 adet
— Çelik miblak (hab yapmağa
mahsus kaşık)
3 adet
— Harir elek
1: adet
— Mizanü’l-harere bir tanesi 50
dereceden ziyade gösteren
6 adet
— Mizanül beden
6 adet
— Maden kadeh
50 adet
— Mantar burgusu
1 adet
140
GÜLDEN SARIYILDIZ
137 —
138 —
139 —
140 —
141 —
142 —
143 —
144 —
145 —
146 —
147 —
148 —
149 —
150 —
151 —
152 —
153 —
154 —
155 —
156 —
157 —
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
Maden abriz (testi, ibrik)
Maden karure (şişe)
Koton idrofil
Koton borik
Koton iyodo
Koton iyodo nemel
Asit fenik
Gaz musaffi
Gaz iyod nemel
Gaz fenik
Gaz sâlûle
Gaz sublime
Gaz borik
Silk protektif
Makintoş (lastik, su geçirmez kumaş)
İbrigatör
Lastik şırınga
Harir muşamma
Lastik muşamma
Maden leğen
Maden ihtikan (kaim barsağa su
vermek için kullanılan alet)
— Hacamat şişe
— Maden çay ibriği
— Gaz-ı sargı
— Albeser yakısı
— Vigo yakısı
— Dirhem-i âşârî küsûrâtı
— Tunç dirhem-i âşârî
— Kasık bağı 5 adet sağ, 5 adet sol
— Diş miftahı
— Hacamat zenbereği
— Sagir şişe şiringa
— Sagir maden şırınga
— Pravaz şırıngası
— Pulvarizatör
— Cerrah ustuncu
— Diş kerpenteni
5
5
5
5
15
5
10
20
20
10
10
5
20
10
10
2
5
5
20
2
adet
adet
kıyye
kıyye
şişe
kıyye
kıyye
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
top
adet
adet
2
5
2
50
1
2
2
1
10
5
1
5
5
2
10
2
2
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
adet
(kutu)
(kutu)
(takım)
(takım)
F A K İR H A C ILA R İÇ İN M EK K E’D E M İSA FİR H A N E
174
175
176
177
178
179
180
—
—
—
—
—
—
—
Sargılık Amerikan bezi
Lâyelık Amerikan bezi
Buz makinası
Amerikan ibrigatörü
Semaver
Sagir nuhas imbik
Billur şişe 30 dar ağızlı, 30 geniş ağızlı
4
2
2
1
2
1
60
141
adet (top)
adet (top)
adet
adet
adet
adet
adet
Bütün noksanlığı giderilmeye çalışılan misafirhanenin birinci
katı 1896 yılı başında tamamlanmıştır56. Misafirhânenin aslî in­
şaatının bitirilerek, teferruarının tamamlanmaya çalışıldığı ko­
misyon reisi Miralay Münir Bey tarafmdan 1897 Haziranında Bâbıâli’ye bildirilmiştir57. 25.000 metreküb büyüklüğünde olan misa­
firhane 1897 Haziranında tamamlanmıştır58. Ellibin liradan fazla
bir sarfiyatla tamamlanan ve yıllık masrafı onbeşbin lira olan
misafirhane II. Meşrutiyet’in ilânından sonra II. Abdülhamid’in
diğer emlâki ile beraber hâzineye devredilmiş, ardından da kışla
olarak kullanılmak üzere Harbiye Nezâreti’ne verilmiştir58. Kışla
olarak kullanılmaya uygun bir tarzda yapılmamış olan misafirhâne kışlaya çevrilince, bir bahçe ve bir çok müştemilâtı bulu­
nan Harem-i Şerife iki dakika mesafedeki Ciyad kışlası Harbiye
Nezâreti’nin emriyle misafirhâne olarak kullanılmak üzere Hicaz
sıhhiye idaresine bırakılmıştır60.
Hicaz sıhhiye idaresi Cidde şehrinde de fakir hacılara bir mes­
ken tedariki ile uğraşmış, vaktiyle Behram Ağa tarafından de­
ğirmen olarak inşa edüen binanın Maliye Nezâreti’nce fakir hacı­
lara misafirhane için tahsis edilmesini sağlamıştır61.
56 5 Şaban. 313/8 Kanun-ı sâni 311 tarihli İnşaat komisyonu reisi Münir
Bey’in Bâbıâli’ye sunduğu arîza. YA-HUS, n. 346/37.
57 21 Haziran 313 tarihli Münir B ey’in yazısı. YA-HUS, n. 374/14.
58 Münir Bey’in 15 Muharrem 315/3 Haziran 313 tarihli arîzası. YA-HUS,
n. 375/21.
59 Mâlîye Nezâreti’nln 8 Ramazan 1330/8 Ağustos 328 tarihli tezkiresi.
Mekke-i Mükerreme Evrakı-Giden, n. 306269.
60 Hicaz vilâyetinin 28 Kanun-ı evvel 329 tarihli 'tahrirâtı. Mekke-i Mü­
kerreme Evrakı-Giden, n. 317680.
61 Kasım tzzeddin, Hicaz Sıhhiye İdaresi-Hicaz’da Teşkilât ..., s. 66.
G ÜLDEN SARIYID DIZ
142
ı
1000
i - c e d id ^ m ik y a s ıd ır .
K is a fir h â n e e b n iy e s in in r e s m -i u f k î s i n i t a s v i r e d e n .iş b u ,
ş e k l i n k ı r m ı z ı m a h a l l e r i k a r g i r o l a r a k m e b n î o l a n a k ş a m ın ı v e
s i y a h y e r l e r i i s e h e n ü z i n ş â .olu n m a yan m a h a l l e r i n i i r â e e d e r .
m etre
İ r t i f â â t - ı m e'trd
r. T e m e l
1 ,5
y . - . \ 0 ,7 5
i r t i f S â t - ı . v a sa i s i h e n ^ d l 11" 1' *' ' '
'1 / 7 5
; ^
duvar
tem el
0 , 3 7 5 x 0 , 7 5 x 3 4 0 , 5 -95 ,.7 6 5 6 2 5 - 'd u v a r t e k i o â t ı
^ - i- .f
l j s s x ! , 25 X3 4 0 , 5 - S 9 1 . 6 406 25 t e m e l t e k i b â t ı .k^a ri A
ı Îı u
g i rk- as kf şma m
n ınn
m e t r e m ü k â b la r ı
S ^ ' - İ B İ î i ',11
D uvar 1 /7 5
T em el 1
et*
■1,25 x0,*75 x745 ,325=693,755725 duvar tek iD S tı ; r - ±
1,50x1,25x745-,35=1397,531250 tem el t e k i o t t ı - ^ e - x
• '
2 ,2 5 m e t r e d u v a r
2 ,5 0
'■ t e m e l
-
A3 ş a r k z i l a ’ i s a fir in in
m a k ta ’ - i t û l a n is i
ır ![ <ı __î[ —
•
; ' t
karfe±_ ğ 5{~
-
u v a r 2 L25 -11
p ^ ^- Ş İ'__________
^ - . DIenBİ
1,25 •
2 , 0 0 0 x 0 ,7 5 x 3 4 0 , 5 5 1 0 ,7 5 0 0 0 0 d u v a r t e k i b â t ı
1 3 7 5 x 1 2 5 x 3 4 0 5 .7 9 3 046375 te m e l t e k i b â t r
'
1 3 0 5 , 2 3 1 2 5 0 , m ecmuu d u v a r la r m ü k â b la r ı
2 8 8 7 .2 1 3 7 5 0 m ecmuu t e m e l l e r ,
.
m ü k â b la r ı
,
,
.
-
tro
• *p ? ;
HV garb z i l a ’ - i s a g ir in ih makta’ - i
t S a îıis i
4192,5•k â f f e - i mükSblar
H ı t t a - i m übareke-i H icazıy e*d e d erd est, t e s i s olan h a y râ tr i s e n î y e - i iıa z r e t -i h i lâ fe t
uenâhi c ü m le -i'c e m ile ve’ c e lîie s in d e n bulunan ¡-.ekke-i Kükerreme m isa firh a n esin in i r i
sisâ m -ı u f k î s i y l e e z l â i ’ i r a u h te life s in in makta1 t û l â n i l e r i n i ir â e eder resim olub-;
bâ lâ y a .te rk îm k ılm a n . hasâbâta,nazaran elyeym e b n iy e -i â lin in k a rg ir aksâmmm*
d ö rt bin yüz doksan i k i . buçuk-inutre mükâbı mahal in ş â k ılın m ış oldügu tebeyyün
etmekle , . ,
, •
' '
'
•
•'
.İ‘iiS A F ÎftH A ;ii2 tfİ:i
UFıCİ ı< iS w İ
,
Resim I — İ. U. Kfcb, Nir: 93438
Resim
II — Meleke Misafirhanesinin
ıtair fotoğrafı İ. Ü. Ktb. Nr: 90543/5
F A K İR H AC ILA R İÇ İN M E K K E ’DE M İSA FİR H A N E
143
250 note r istlah ede r koğu ş
50 |
Hela
D, D
Hela-
Tûl 500 metre
Arz 250 metre
Koğuş
Gezinti
Koğuş
L_ A .
AR
O
Ebniyenin tûlu 500 metre
EbniyeninArz'250 metre
GÜLDEN
y r
İİ 1 i 5 t İ 1 9
Şadırvan
Makta'a mahsûs 1/100 metre mikyası
SARIYHJDIZ
50
Hela
100
Hela
50adet Hela
Plana mahsûs 1/1000 metre mıkyâsı
ó Hoa'oeo4o ¿o ¿o
d o " l o o boito ise
Mekke-i Mükerrame civarına müceddeden inşası tasavvur buyrulan altı bin kişilikmisallrhane-l gurebâeın Irtlsam-ı ufkisini iraatder
plandır. Fi 28 Eylül 309
Erkan-ı harb Miralayı
bende
P l an I
Münir
Mekke-i Mükerreme civarında inşası tasavvur buyrulan mlsafirhânelerln
sûret-i tertlbât ve ta'blyelerinl müşir şekildir.
Guslhaneler
Helâlar
Matbah
Neferân =3Qo\|-------------
Matbah
"*
* JO>77idv9-îe.................
re
2
h
_ __
r
Şadırvan Q
Arka kapu
U îS S iV S I
S
N
50x10,80= 540 terbián
bir bâb misafirhânenin fiyatı
Terbiân 540 x 1 ,5 = 8 10 Lira
■
n5
13
2
n_
Guslhaneler «F1
Plana mahsûs 1/1000 metre mıkyâsı
°
Helâ mahalleri
dó¿oáo-io Wéofcéobo
MİSAFİEIHANE
Matbah mahalleri
Helâ mahalleri 0 = r
M EKKE’DE
BMakta'ı
/ 7t0 V V W-VM
t'»\
V
Makta'a mahsûs 1/100 metre mikyası
İB
İÇİN
«/
Mesahası
HACILAR
■s
_
FAKİR
P -
Helâlar
Uç milimetre bir metre olmak Özere
misafirhanenin resmidir.
Mekkeri Mükerreme civarında İnşası lrâde-1 senlye-l hazret-l hllâietpenâhl muktezâ-yı münlllnden bulunan mükemmel
mlsallrhânenln resm-l mestûrldir. Fİ 5 Teşrin-I evvel 309
m
145
Erkân-ı Harb mlrâlâyı bende Münir
Plan II
i
i
I
I
MARKSİZM veya PANİSLÂMİZM
TEMMUZ 1918, SİVİL SAVAŞIN BAŞLANGICINDA
MİLLİYETÇİ TATAR KOMÜNİSTLERİ ve RUS BOLŞEVİKLERİ*
Alexandre Bennigsen
Nadir bir şans eseri eşsiz bir belgeye, 22 Temmuz 1918’de ba­
sılan Krosnoe Znamia-Kızıl Bayrak-adh Rusça gazetenin ilk .ve
tek nüshasına.sahibiz’1.
Krosnoe Znamia, 15 Haziran 1917’den itibaren Kazan’daki
Müslüman Sosyalist Komitesince haftalık olarak yayınlanan Ta­
tarca Kızü Bayrak’ın Rusça baskısı idi2.
Bu gazetenin taşıdığı büyük önemi değerlendirebilmek için
Milliyetçi Müslüman Komünist hareketinin ikbâl noktası olarak
adlandırılabilecek 1918 Temmuzunu hatırlamak lazımdır. Bu ta­
* Bu yazı Central Aslan Survey, Vol. 6, Nr. 2’ıde «Marxism o r PamlMamism: Russailan Bolsheviks and Tatar National Carmmnmists at .the Beginning of
the Civil War, July 1918» adıyla yayınlanan makalemin İngilizce’den tercüme­
sidir.
1
Bu vesikayı bulan A nkara’daki 'arkadaşımız Mahmud Taiıir’e teşekkürler.
2 ' Kızıl Bayrak aşırı ihtilal tarafları, ancak gerçekten m andst olmayan bir
yayın organı idi. Sayfalarında marxism-leninizmin unsurları, panislamik ve hatta
dinî unsurlarla kotaykiMıa harmanlanmış vaziyettedir. Baş yazarı Molla-Nur Vahitov ve yayın kurulunun hemen tam amı .gelecek Taıtar komünist hareketinin
lider şahsiyetleri idi. M ir Said Sultan-Galiyev, İshak Rıahmaıtufflnn, Burhan Mansurov, İbrahim Kulu, Emine Muhitdinova, Sahâbgiray-Said Galiye w e Hasiyet
Gaynullin. Kızıl1Bayrağın batıda hiç bir kopyesi olm adığı gibi SSCB’de de araş­
tırmaya müsait değildir. Kızıl B ayrak sadece «1917 Şubat-Eküm İşçi tb ıh iiia .lıiın iT i
Zafer Mücadelesinde Tatarlar», Kazan 1957, adlı koliekSiyonda yer alan Tatar
yazarlarm alıntılarıyla bilinmektedir. Bu alıntılar gazetedeki çeşitli başyazı ve
önemli makalelerin analizini yapmaktaydılar.
148
CEZMİ E RA SLA N
rihte hareketin liderleri Molla-Nur Vahitov3 ve Mir Said Sultan
Galiyev1 bolşeviklerin zor durumlarından5 istifade ederek, Müs­
lüman ihtilâlci harekete gerçek özerkliğini sağlayan çok sayıda
önemli ayrıcalıklar koparmayı başarmışlardı. Müslüman Sosyalist
Komitesinin Molla-Nur Vahitov tarafmdan 1917 Nisanmda Ka3 Molla-Nur Vahitov (1885-1918) U fa vilayetinin Kungur köyünde zen­
gin bir tüccar ailesinin oğlu olarak doğdu. Kazan’daki Rus Lisesinde okudu.
191û’da mantist çevreye katıldığı >St. Petersburg Politeknik Enstitüsüne girdi
ve aynı yıl ihtilalci faaliyetlerinden dolayı okuldan atıldı. 1911’da St. Petersburg
Psiko-N orolojik Enstaıtüsü’nün Ekonomi Bölümüne kabul edildi, ve tamamen aynı
sebeblerden okuldan atıldı. Sonra 1917 M art’ma kadar Karayollarının Kazan
Şubesinde mühendis olanak çaılıştı. 1917 Miartında M ir ıSalild Sultan-Galiyev ile Ka­
zan Müslüman .Sosyalistler Komitesini' 'kurdu. 1917 Ekiminde Bolşeviklerin safın­
da çarpıştı ve 1917 Analığında R us Bolşevik-Komünist Pantâsi’ae kaıtıldı. 1918 Ocak
ajanda Stalin tarafından Milliyetler 'Halk Kom iserliği Müslüman A skerî Kole­
jine ve Müslüman İşleri Merkez Komiserliğine ¡başkan olm aya davet edildi. 1918
Temmuzunda Müslüman Komünist Hareketin lider şahsiyeti olmuştu. Ağustos’ta Çeklere karşı savaşan Tatar-Başkır Taburu’mun kumandasını ele aldı. Kazan
Savaşı sırasında esir düştü. 19 A ğustos 1918’de idam edildi.
4 Mir Said - Sultan Galiyev, (1880-1930) Miiiliyetçi Müslüman komünist
hareketin lideri bir Tatar. Kazandaki Rus-Tatar öğretmen okulunda okudu.
Hayatının ilk döneminde radikal ¡bir m illiyetçi idi. 1917 Martında Kazan Müs­
lüman ¡Sosyalist komitesinin önder şahsiyetlerinden ¡biri oldu. 1917 Kasımından
itibaren Rus-Bolşevik Komünist Partisi üyesi, Müslüman İşleri Merkez Ko­
mitesi üyesi, Müslüman A skeri K oleji başkanı, Milliyetler Halk Komiserliği
Küçük Konseyi üyesi1, Narkomnatm resm i organa «milliyetlerin hayatı»mn baş
yazan, Tatar Cumhuriyeti merkez yönetim kom itesi üyesi. Sultan Galiyev,
1923’e kadar Komünist Parti yönetiminde en yüksek seviyedeki müslüman idi.
1923 Mayısında tutuklandı v e «milliyetçilik ihaneti» suçlamasıyla partiden ihraç
edildi. Hemen sonra serbest bırakıldı. 1928’de ikinci defa tutuktandı ve on jul
ağır iş cezasma çarptırıldı. Gönderildiği Solovki kampında öldüğü sanılmaktadır.
5 Şubat 1918’de Taşkend Sovyetinin R us v e Ermeni birlikleri, kısa ömürlü
bağımsız Türkistan hükümetinin m erkezi Hokand’ı istila v e yağm a ettiler. Şeh­
rin yağmalanması sırasında binlerce müslüman öldürüldü. A jm ı yılın Martında,
Taşkend Sovyetinin ¡birlikleri Buhara’ya karşı ¡bir saldın başlattılar. Hakat feci
şekilde yenilip geri, çekildiler. Basmacı ayaklanması Taşkend Sovyetinin acı­
masız koloniiyalist politikasına karşı Türkistan müslümanlarının cevabı idi.
Kırımdaki ilk sovyet idaresi Nisan 1918’de Alman 'birlikleri tarafmdan yok
edildi. Kafkaslarda bolşevik hakimiyetindeki Bakü komünü Temmuz 1918’de
devrildi ve şa n olarak Çek lejyonları isyan edip Sibirya ötesi demiryolu güzer­
gahındaki ¡bütün şehirleri istila ettiler. Bu, ¡doğu Rusyada sivü savaşın başladı­
ğının işaretiydi. Ümitsizlik içindeki bolşevdkler müslüman desteğine ihtiyaç
duydular. Bu sırada onlara pekçok ajm caiıM ar tanım aya da hazırladılar.
M ARKSİZM V E Y A PAN İSLÂM İZM
149
zanda kurulmasıyla ortaya çıkan bu muhtariyet kazanma süreci­
nin başlangıç noktası geçici hükümet dönemindedir. Komite kısa
sürede bütün Tatar radikalleri için hareket merkezi oldu. 19 Ocak
1918’de Halk Komiserleri Konseyi (Sovnarkom)’nin bir bildirisi
ile Milliyetler Halk Komiserliği (Narkomnats)’ne bağlı olarak Si­
birya ve İç Rusya’daki Müslüman İlişkileri Merkez Komitesi ku­
ruldu.
Molla-Nur Vahitov komiserliğin başkam, Alimcan İbrahimov8
ve Şerif Manatov7 yardımcıları idi. Vahitov’un enerjik liderliği ile
Cemiyet, Avrupa Rusya'sında kurulacak Müslüman Hükümeti için
bir ön deneme-ömek- teşkil etti. 22 Şubat 1918’de Sultan Galiyev’in
başkanlığında Merkez Müslüman Komiserliğinin Kazan şubesi
kuruldu.
Mart 1918’de Müslüman komünistlerin iki lideri, Vahitov ve
Sultan Galiyev Rusya Müslüman İşçileri Konferansı’nıf Mosko­
va’da topladılar.
Bu konferans büyük bir şevkle 21 Mart’da Rusya Müslüman
Sosyalist Komünist Partisini kurdu. Bu parti uygulamada Rusya
Komünist Partisinden bağımsız bir merkez komiteye sahipti.
Bir kaç gün sonra, 23 Mart 1918’de Milliyetler Halk Komiser­
liği, Doğu Rusyadaki mahalli bolşevik birimlerin kuvvetli muha­
6 Bir 'Tatar romancısı, tarihçi ve politik lider olan Alimcan ibrahimov
(1887-1938) bir mollanın oğlu idi. O sol kanat cedidizminin en ilginç şahsiyet­
lerinden biri idi. 1905-1908 İslah hareketinim liderlerinden baniydi. Rusya Sos­
yalist Devrimci Partisinin sol kanadına .katıldı. S talin 1918’de M-N. Vahitov ve
S. Manatov’la birlikte Müslüman İşleri Merkez Komitesinde yer alm ak üzere
İbrahimov’u davet etti. 1918’den beri .komünist parti üyesi idi. 1920-1928 anası,
Tatar Cumhuriyeti Nıankompros’unun Akadem ik merkez başkanı idi. ibrahimov,
Taıtar dilinin ruslaştınlmasına karşı çıktı ve arap harflerini savundu, 1937’de
milliyetçilikten tutuklandı. 1938 Ooağmda hapishanede öldü. 1954’den sonra
itibarı iade edildi.
7 Şerif Manatov, Başkır, molla oğlu, St. Petersburg Politeknik Enstitü­
sünde ve İstanbul’da okudu. 1917 başlarında Manatov sa ğ kanat bir milliyetçi
idi. Aynı yıl daha sonraları Bolşeviklerin tarafına geçti. 1918 Ocağında Stalin
tarafından Müslüman işleri merkez komitesi (başkan .yardımcılıkla,mdaın), biri
ile ödüUendmildi. 1919’ da Türk Komünist Partisinin kuruluşuna yardım içıin A n­
kara’ya gönderildi, ancak başarılı olamadı. 1920’den sonra k i afldıbeti bilinmiyor.
8 Konferansla ilgili bilgi için bak. «M.K. Muhaımamov» Ekim İhtilali ve
Taıtaristanda Milliyet Problemi, Ekim 1917-Temmuz 1918», Kazan 1958, s. 187195.
150
CEZMİ ERıAiSLıAN
lefetini kırarak Sovyet Sosyalist Tatar-Başkır Cumhuriyeti’nin
kuruluşu kararnamesini yayınladı. Yeni Müslüman devletin teş­
kilatı bizzat Vahitov ve Sultan Galiyev tarafmdan teorik-ihtilalci
Volga-Ural devleti örneği üzerine kurulmuştu. Yeni devletin sı­
nırlan Ufa vilayeti dahil olmak üzere Güney Uralları ve Orta Volga’nın çok geniş topraklan, Orenburg’un Başkır kesimi, Çuvaş
ve Mani bölgeleri hariç Kozan, Perm vilayetinin müslüman bölge­
leri, Viatka Simbirsk ve Samarra’yı içeriyordu. Yeni devletin muh­
temel nüfusu 5-6 milyon arasmda tahmin edilmekteydi. Bu faali­
yetler Tatar liderler için büyük başan demekti ancak hareketleri­
nin politik bağımsızlığını garanti altma almaya kafi değildi. Mol­
la Nur Vahitov avantajım daha da zorlayarak, 2 Mayıs 1918’de
Milliyetler Halk Komiserliğinden Müslüman Kızü Ordu meydana
getirme işini Merkezi Müslüman Komiserliğine havale eden bir ka­
rarname elde etti.
Neticede ilk Müslüman Komünistler Kongresi 17-23 Haziran
1918’de Kazan’da düzenlendi. Konferans, eski Müslüman Sosya­
list Komünist Partisini Rusya Müslüman Komünist (bolşevik)
partisiyle değiştirmeye karar verdi.
Bu partinin, Moskova bolşeviklerince atanan değü, kendi üye­
leri tarafmdan seçilen bir merkez komitesi vardı. Krosnoe Znamia,
Tatar Komünistlerinin bu son zaferinin üzerinden bir ay bile geç­
meden ortaya çıktı. Çıkış sebebi, gazetenin 5 Temmuz tarihli nüs­
hasının 2. sayfasındaki başyazıda «Bizim Yolumuz» başlığı altmda
açıkça izah edilmişti.
Başyazı tuhaf bir müstear-timurlenk-imza üe çıkmıştı. Bu
muhtemelen Vahitov’un ya bizzat kendisi ya da en yakın arka­
daşlarından biri hatta belki de Sultan Galiyev idi.
«Rus bolşevik basmı Tatar işçi sınıfının iç yaşamına hemen
hiç ilgi göstermediği, gösterdiğinde de tamamen yanlış yazdığı
için Müslüman işçüerin menfaatlerini müdafaa edecek Rusça
bir haber organı yayınlamaya karar verdik. Bu gazete, Müslümanlara çamur atan, yalan söyleyen ve haksız provakasyonlar
yapan Znamia Revolivtsn, -ihtilal bayrağı-gazetesine karşı yayın
yapacaktır».
MARKSİZM V E Y A PAN İSLÂM İZM
151
Krosnoe Znamia -Kızıl Bayrak- sivil savaşın ilk aylarında
Tatar komünist liderlerle mahalli Rus bolşevikleri arasındaki ger­
gin ilişkilerin iç yüzünü anlamamızı sağlar. Gazetenin çizdiği tab­
lo, Sivil savaş ve ihtilal hakkmdaki Sovyet tarihçiliğinde gördü­
ğümüz iyimser fakat çok hatah Lenin dostluğu imajı ile dikkat
çekici bir zıtlık içindedir. Bu hiç şüphesiz Temmuz 1918’de Çek
Lejyonlarının bütün doğu Rusyayı tehdid eden saldırılarının vuku
bulduğu, sivü savaşm en kritik arımda Rus bolşevikleri safında
yer alan Tatar ihtilâlcilerin, karşı ihtilalcilerle savaşmaktan zi­
yade Rus yoldaşlarının emperyalizmine direnmekle meşgul oldu­
ğunu göstermektedir. Yine gazete, Temmuz 1918’de Rus komünist­
lerin sömürgeci yaklaşımları konusunda Tatar komünist lider­
lerin hiç de hayal içinde olmadıklarını göstermektedir. Bu sırada,
Rus ve Müslüman ihtilâlcilerin politik amaç ve beklentileri çok­
tan ayrılmıştı.
Müslümanlar mazlum îslâm dünyasını Avrupa-(Rusya dahü)
emperyalizminden kurtarmayı isterken, Ruslar tamamen işçi ih­
tilalinin sosyal yönü ile meşguldüler; madem ki müslümanlarda
işçi smıfı yoktu öyleyse onlar da ihtilalin nimetlerinden faydalanmamahydılar.
(Krosnoe Znamia) Kızü Bayrak Tatar radikallerin çoğunlu­
ğunun zamanın önemli problemlerine karşı aynı yaklaşım içinde
olduklarım göstermektedir. Özellikle, Ruslarla tamamen ayrı düş­
tükleri iki temel konuda, a - Doğu Rusyada büyük bir müslüman
devletin Tatar Başkır Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin,kurulması,
b - Ekim ihtilalinin ortaya çıkardığı ihtilalci potansiyelin Merkezi
Avrupaya değilde İslâmî doğuya doğru yönlendirilmesi.
Sovyet tarihçiliğinee, mükemmel bir bolşevik, inanmış bir leninist-entemasyonalist ve «hain» Sultan Galiyev’in rakibi olarak
tanımlanan, Tatar Komünizmimin önde gelen lideri Molla Nur Vahitov Kızıl Bayrağm sayfalarında, milliyetçi ve arkadaşı Sultan
Galiyev den daha samimi bir pan-islamist olarak görülür.
Kızü Bayrak sadece dört sayfadan ibaret olmakla beraber,
sivü savaşm Orta Volga bölgesindeki ilk dönemleri hakkında en
zengin ve değerli vesika olmasına yetecek kadar bol malumata
sahiptir.
152
CEZMİ ER jAjSLAN
İlk sayfa bütün müslüman işçilere bir çağrı üe başlar. Bu
çağrı koyu panislamik bir hava taşır.
«Uzak doğuda, Hindistan’da, İran’da, Afganistan’da, Belucistan da Hive’de Buhara’da Arabistan’da ve medenî Avrupahlannİngiliz Fransız ve İtalyanlarm-Afrikadaki kolonilerinde, Mısır’da,
Fas’da, Cezayir’de, Tunus’ta ve Tripoli’de yüz milyonlarca müslü­
man işçi, zalim Avrupa emperyalizmi egemenliğinde acı çekiyor.
Onlara yardım için acele et, Dünya ihtilâlinin kızü Bayrağını kal­
dır! Bu çağrıyı diğer iki çağrı takip e t t i : Bütün müslüman iş­
çilere hitap eden ilki, Halk Komiserleri Konseyi Başkanı V. Ul­
yanov (Lenin), Narkomvoen başkanı L. Trotskn, Merkez Müslü­
man Komiserliği başkanı M. N. Vahitov ve Uluslar halk komiser­
liği Başkan Yardımcısı Fr. Razin tarafmdan imzalanmıştı.
Çağrının üslûbü kuvvetle milliyetçi idi. Müslüman işçiler-Tatar veya Başkır değil -Müslüman Sosyalist Ordunun- sadece kızü
ordu birlikleri değil, saflarında toplanmaya çağnldüar. Çağrı işçi
ihtilalini değil, topraklarına Çeklerin yardımı ile Rus siyah yüz­
lerin sızdığı, yeni doğumun sancüan içindeki Tatar-Başkır Sov­
yet Sosyalist Cumhuriyetini kurtarmaya yönelik idi.
19 Haziran 1918 tarihli ikinci çağrı işçileri ve kızıl ordu savaşçüarmı; karşı ihtilalciler, Çekler ve burjuva için çalışan ajan
provokatörlere karşı uyanık olmaya çağırmak için Kazan •komite­
si ya da Müslüman Komünist Partisi tarafmdan yapümıştı.
İkinci sayfadaki Timurlenk imzalı başyazı, sadece Müslüman
işçüerin hayatını anlatmaya ayrılması gereken Rusça nüshanın
gerekliliğini vurgulayarak başlar. Zira Müslüman işçi sınıfının
hayatı Rus Bolşevik basmmda ya görmezden gelinmiş ya da tama­
men çarpıtılmıştır. Yazar bir örnek olarak Rus Bolşevik basını­
nın Kazanda düzenlenen çok önemli Müslüman toplantüarının
hiç birinden bahsetmemesine işaret eder.
«Bu sebeple, Müslüman-Sosyalist-Komünist Parti liderleri,
müslüman işçüerin haklarını savunmak, ve bir Tatar Başkır Cum­
huriyeti kurmak için mücadele etmek üzere Rusça bir basın or­
ganı yayınlamaya karar verdüer».
M ARKSİZM V E Y A PAN İSLÂM İZM
153
Bunu Kazandaki Bolşevik teşkilatın önde gelen isimlerinden
Kari Grassis’e9 doğrudan bir saldın izledi.
«Eski yoldaşımız, Kari Grassis, Znamie Revolütsii de10 Rus
işçi ve köylülerine, bizim Tatar Başkır Cumhuriyeti kurma çabalanmızın sağlıksız ve yetersiz olduğunu izah ediyor. Bize saldırı­
lan iftiradır. Fanatizmi onun gerçekleri görmesini engelliyor ol­
malı, yalan söyleyip meseleleri saptmyor. Grassis’in, Panislam,
milliyetçilik veya müslümanlarla ilgili herhangi bir İzm yoluyla
Rusları korkutmaya çahşması ancak onun cehaleti ile açıklanabi­
lir». Timurlenk, açıkça mahalU bolşevikleri kasdederek mahalli
manyakların diktatörlüğüne karşı acımasızca savaşacaklarmı söy­
leyerek sözünü bitiriyor.
Yine ikinci sayfada Müslüman ilişkileri Merkez Komiserliği
başkam Molla Nur Vahitov’un Tatar Başkır Cumhuriyeti Sovyetleri genel kongresinde yaptığı bir konuşma metni yer almaktadır.
Bu konuşma Vahitov’un, müslüman işçilerin sadakati, ’ yeterliliği
ve ihtilalci istekleriyle; tereddüt ve korkaklıklarını mukayese et­
tiği -Lomorozo koleksiyonundan aldığı ve patolojik suçlular ola­
rak adlandırdığı- Rus Bolşeviklerine ve Kari Grassis’e yeni bir sal­
dırı içermektedir. «Sadece ilkel Sosyalistler Tatar-Başkır Cumhu­
riyetinin tarihî manasım kavrayamaz» diyen Vahitov, konuşması­
nı Pan-İslamik bir çağrı üe bitiriyor.
«Uzak Hind’de, Mısır’da Nil kıyılarında ve Asyanın derinlik­
lerinde yaşayan milyonlarca müslüman kardeşimizin Avrupa bur­
juvasının egemenliği altmda acı çektiğini unutma! Asil kalpleri­
miz onları hürriyetlerine kavuşturma arzusu ile yanıyor».
İki ve üçüncü sayfalarda Sukhoi (kuru) müstear adıyla im­
zalanmış, «Karşı ihtilalci Kargaşa Esnasında Müslüman Sosya­
listler» başlıklı uzun bir makale yer almaktadır. Bu hemen tama­
9 Kazan Sovyetanıin başkanı ve Rusya Bolşevik Komünist Partisi Kazan
teşkilatının önderi Kari Grassis bir enternasyonalisbti. Taıbar arkadaşlarının
milliyetçi isteklerime taviz verilmesine karşı düşmanca tavır aldı. Grassis fikirle­
rini «Milliyet meselesi' üzenine», Kazan 1918 adlı broşürde ve çeşitli makalelerde,
bilhassa «Tatar Başkır Meselesi üzenine» Zhiznıi Naıtsional’nıisetl No. 5 (61), 8
Şubat 1920 adlı makalede açıkladı.
10 Kazan Rus Bolşevik Komünist Partisinin resmi yayın organı, Başyazarı
Kari Grassis idi.
154
CEZMÎ ERA-SLAN
men unutulmuş, çok az bilinen bir olayı anlatan milliyetçi ve anti-Rus bir parçadır. 1918 Haziranında, Çekler Kızıl Orduyu boz­
guna uğratmış ve Kazan’a yönelmişken Kazan Garnizonundaki
bazı Kızıl ordu birlikleri iktidarı ele geçirmek için başarısız bir
girişimde bulunmuşlardı.
Çeklerin Kazan’ı işgal denemesi, Sovyetlere bağlı kalan Müs­
lüman Sosyalist Komitesinin kontrolündeki müslüman birliklerin
müdahalesi , sayesinde başarısızlığa uğratıldı. Bu birlikler Kazan
Müslüman Sosyalist 1. Alayı ve Merkezî Müslüman Askeri Okulu
başkanı Sultan Galiyev’in Moskova’dan gönderdiği Tatar Başkır
birliği idi.
,
Makale, Kazan Sovyetindeki Rus bolşeviklerin mantıksız düş­
manlıklarına ve yayın organları Znamia Revolütsü’nin Müs­
lüman Sosyalistlere ve bilhassa liderleri M. N. Vahitov ve M. S. Sul­
tan Galiyev’e attıkları iftiralarına: rağmen, Müslüman Sosyalist­
lerin Sovyetlerin gücünü korumaya karar verdiklerini açıklar.
«Biz Sovyet liderlerine, Müslümanların Rus Sosyalist partile­
rin sessiz uzantıları değil, onların güvenilir dostlan oldukların!
anlatmalıyız». Makale, Müslüman Sosyalist propaganda komitesi,
Müslüman İlişkileri Merkez Komiserliği propaganda bölümü ve
Kazan - Sosyalist Müslüman komitesinin birinci birleşik toplan­
tısından geçirilen bir kararname metni ile sona erer. Karar­
name Rus deniz taburundaki düzensizlik ve terhis edilen 2. Rus
alaymdaki paniğe işaret ederek müslüman birliklerin tamamen
bağımsız kalmalarının gerekliliğini ilan ediyordu.
«Kazan Garnizon Komitesindeki düzensizliği göz önüne al­
dığımızda biz müslümanlar kendi alaylarımızı yetersiz ve güve­
nilmez herhangi bir teşkilâta bağlamayı red ederiz. Merkez komi­
tesinin birliklerimizin tüm sorumluluğunu üstlenmesini isteriz».
Gazete üçüncü sayfada, Müslüman İşleri Merkez Komitesi­
nin Merkez Müslüman Askeri lisesi müdürü M. N. Vahitov imzalı
iki emrini yayınladı. İki emirde Milliyetçi Müslüman ,komünistle­
rin programının ana hedeflerinden biri olan Müslüman kızıl or­
dusunun kurulması ile alakalıydı.
İlk emir birinci Tatar-Başkır piyade taburunun kuruluşundan
bahsetmekteydi. Taburun komutanı Litvanyalı bir Tatar olan Ale-
M ARKSİZM V E Y A PANİSLÂM İZM
155
xandrovich ve komiseri Minhac Konov11 idi. İkinci emir bütün
Müslüman komiserlere gönderilen, Müslüman askeri birliklerin
kurulması çağrısı idi. Üçüncü ve dördüncü sayfalardaki bilgi daha
politik karakterlidir. Bu sayfalarda üç alt başlıktan oluşan «Müs­
lüman İşçinin Dünyası adlı uzun ve imzasız bir makale vardı.
İlk alt başlık 2 Temmuz 1918’de Kazan’da toplanan İlmî Eğitim
Koleji’ni anlatmaktadır. Bu (Kolej) Müslüman İşleri Merkez Ko­
miserliği ile 3. Müslüman Öğretmenler Kongresinin işbirliği ile
şekillendirildi. Sultan Galiyevin bu teşkilatda doğrudan yer aldı­
ğını biliyoruz. Bu toplantıya katüanlann büyük kısmı, Sovyet
Müslümanlarının kültür hayatında önder roller oynayacak, bazı­
ları da Müslüman Milliyetçi Komünist Hareketinin liderleri ola­
caktı. Bunlara H. Muhitdinov,12 A. Müstafin, H. Bagidov, G. Şe­
ref13, Emine Muhitdinova11, G. H. Mamina, M. N. Vahitov, Alimcan İbrahimov, Mir Said Sultan Galiyev, İshak K azakov/5 ve
11 Miimhac Konov, Merkezi Müslüman A skeri Kolejinin önde gelen isim­
lerinden .bıiir Tatıaır. Başkanlığımı Stalin’in yaptığı Doğu Halkları Komünist teş­
kilatı merkez bürosunun dört bakanından bini idi. Diğer üç hakan Bunyat-zade
Dulat Aldev, Yarullin ve M. S. Sultan Galiyev (ikinci başkan) idi. Konov samimi
bir milliyetçi ildi. Kızıl Ammıüya (K ızıl ondu) gazetesindeki bir makalede Ekim devniminnn Tatarların durumunu iyileştirmediğini söyleyecek kadar ileri gitmiştir.
Bu konuda Sultan Galiyıev’in «Otonom Tatar Cumhuriyeti», Zhıizn Natsiıonal
nostei, N o: 1, 1923, sa y fa 32’ye balkınız.
12 Hayruliah Muhiddinov, Kazan Müslüman Sosyalist Komitesinin ilk üye­
lerinden ve Vahitov ile Sultan Galiyevin arkadaşlarından biriydi.
13 AJıimcan Şeref, Tatar tarihçisi, 1905-8 İslah hareketinin liderlerinden
biri idi. 1917’de Kazan Üniversitesi Tarih Paikülıtesinde talebeydi, Müslüman Mil­
letler Meclisimde delege, İdil-Ural Devleti projesi’nim yakarı üe Milliyetçi ve Parntünfcist Şeref, göçâi reddetti ve Tatar Cumhuriyetinin kültüır hayatında a k tif rol
oynamaya devam etti. 1926’d a Bakü’deki Türkoloji kongresinde ARmeam İbrahim
ile Sovyetlerdeki bütün müslümanların âüleri için A rap alfabesinin kullanılması­
nı korumaya beyhude yere uğraştı. 1932’den sonra ortadan kayboldu, muhteme­
len yok edildi.
14 Emine Muhitdinova, bir molla .kızı, tik Tatar kadın bolşeviklerdendir.
1918’den itibaren Rusya Bolşevik Komünist Partisi üyesi. Kazanda Kızıl Bay­
rağın yazarlarından. Kazan Müslüman Sosyalist Komitesi başkan yardımcısı.
Kazan hükümeti sekreteri. Bir entem asyonaüst olarak Muhitdinova, kendi v a ­
tandaşlarına karşı Rus bolşevıiklerin yanında yer aldı. 1923’den sonra Sultan
Galiyev’in meşhur bir düşmanı oldu.
15 Ishak Kazakov, Tatar Öğretmen, 1917 yazımda Rusya Bolşevik Komü­
nist Partisine katıldı. 1917 Şubatımda Kazam Müslüman Sosyalist Komitesi üye-
156
CEZMÎ ERAıSLAN
Ş. Ahmediev dahildir. Bu İlmî kolejin çok geniş ve hırslı bir prog­
ramı vardı. Toplantı, Merkezî Ruz teşkilatlarının idaresinden ba­
ğımsız, sadece müslümanlann kontrolünde olacak Rusya’daki müslüman İlmî ve kültür cemiyetlerinin merkezi olmayı amaçlamıştı.
Kolejin vazifeleri aşağıdaki gibi belirlenmişti. 1 - Rusyadaki bü­
tün müslüman halklar için milli ve (müslüman) bir eğitim siste­
minin teorik temellerini yerleştirmek, 2 - Herhangi bir Sovyet
müessesesi tarafından -mesela Narkompros- değil Müslüman İşle­
ri Merkezi Komitesince desteklenmek 3 - Bütün İlmî meselelerde
tam bağımsız olmak, 4 - Kolejin kararlarmı yerine getirmekle so­
rumlu olmak, 5 - Uzmanlar çağırıp konferans ve kongreler dü­
zenlemek.
Kolejin en önemli vazifeleri arasında özellikle temel bir müs­
lüman kütüphanesinin kurulması, okul kitaplarının basımı, müs­
lüman okulların programlarının hazırlanması ve hepsinin ötesin­
de kolejin kendisini bir müslüman ilimler akademisi haline dö­
nüştürmesi bulunuyordu.
Makalenin ikinci alt başhğı Müslüman Sosyalist Komitesince
1 Temmuz 1918’de toplanan özel bir oturumun raporunu ihtiva
etmektedir. Oturuma Kazandaki bütün ihtilalci müslüman teşki­
latlarından temsilciler ve Merkez Rusya Müslüman teşkilatların­
dan delegeler katılmışlardır. Oturum’da Tatar-Başkır cumhuri­
yetinin geleceği tartışıldı. Rapora göre, tartışmalar sırasında sade­
ce iki ünitarist, otonom Müslüman Cumhuriyetini desteklemedi.
Fakat onlar dahi bu kuruluşa etkin olarak muhalefet etmeyecek­
lerini ifade ettiler. Bu durum 1918 Temmuz’unda Müslüman Ko­
münistler arasmda fikir birliği ve Rus bolşeviklerin merkeziyetçi
siyasetine karşı umumi bir müslüman muhalefeti olduğunu gös­
termektedir.
«Bizim Cumhuriyet fikrini Rus işçileri arasmda yaygınlaştır­
mak ve çok sayıda Rus Sovyet liderinin düşmanlıklarından korun­
mak için» beş üyeli özel bir komisyon teşkiline karar verildi. Üye­
ler, Sultan Galiyev başkan, Ş. Ahmediev, S. Antanev, C. Kasımov
ve denizci Ziganşin idi.
sı oldu. 1920’den sonra mıilliyetçıi komünist Sultan GaLiyev’in en yakın çalışma
arkadaşlarından biriydi. 1928’den sonıra ortadan kayboldu, muhtemelen öldü­
rüldü.
M ARKSİZM V E Y A PAN İSLÂM İZM
157
Makalenin üçüncü alt başlığı 10 Temmuz 1918’de Müslüman
Sosyalist Komitesi merkez komitesinin çağrısıyla Kazan’da topla­
nan Bütün Rusya Müslüman Komünistleri Kongresinin kısa bir
raporunu ihtiva etmektedir. Sivil savaş yüzünden, beklenen 150200 delegenin yerine 25-30 tanesi geldi. Delegeler, Moskova, Petrograd, Arkhangelsk, Perm, Şamara, Simbirsk, Saratov’dan ko­
münist grublan temsü ettiler. Kongreye Moskovadan gelen Türk
sosyalisti Mustafa Subhi1“ başkanlık etti. Gazetenin dördüncü
sayfasında 27 Haziran 1918’de Kazan Yunusov Meydanında ger­
çekleştirilen müslüman işçiler ve Kızü ordu mensuplan toplantı­
sının Kantemir-belki müstear isim-imzalı geniş bir raporunu bul­
maktayız. Bu toplantıyı Kazan bölgesi müslüman işleri komiser­
liğinin propaganda bölümü kısmı üyesi G.Kasımov yönetti. Aşa­
ğıdaki şahısların konuşmalan analiz edüdi. Mahalli Çekay’ı temsilen bir Başkır bolşeviği Kazan Müslüman Sosyalist komite üye­
si olan İshak Rahmatullin, meçhul bir Tatar komünisti I. Galiyev, Sahib Giray Said Galiev,17 ihtilâlin zaferi ümidierini ifade
eden tarihçi Alimcan İbrahimov ve müslüman komünist hareke­
tin liderleri Sultan Galiyev ve Vahitov. Sultan Galiyev ve Vahitov’un konuşmaları belirgin şekilde Pan-İslâmik idi. Sultan Gali­
yev, Avrupa emperyalizminin en büyük kurbanı Müslüman do­
16 Mustafa Suphi, (1883-1921) Türk sosyalist, İstanbul Üniversitesi Hu­
kuk Fakültesi ve Paris Siyasi Bilimler Okulundan mezun oldu. 1908’den sonra
gazeteci ve İstanbul Pedagoji Enstitüsünde öğretim üyesi oldu. 1910’da Os­
manlI Sosyallıst Fırkasına, üye oldu. İhtilalci faaliyetlerinden dolayı tutuklandı.
1914’de savaş süresince göz altında tutulduğu Rusya’ya kaçtı. 1917’den itibaren
Rusya Bolşevik Komünist partisi üyesi. 1918 Temmuzunda ilk Türk komünist
savaş esirleri grubunu teşkilatlandırdı. 1918-20 arasında Müslüman İjşleri Mer­
kez Komitesi üyesi idi. Kom üntem ’in ilk kongresinde delege ve 1920 Eylülünde
Bakü-’deki Türkiye Komünist Partisinin düzenleyicisi. 28 Ocak 1921’de Subhi ve
Baıkü’deki Türkiye Komünist partisi merkez komitesinin tüm üyeleri Türkiye’ye
geri gönderildiler. Trabzon’a vardıklarında mahalli polisçe öldürüldüler. Sovyet
hükümeti protesto etmedi.
17 Saiıibgiray Said Galiyev, 1884-1939, Tatar ve Çarlık ordusunda subaydı.
Mart 1917’de Rusya Bolşevik Komünist Partisine katüdı. 1918 Şubatında Kazan
Sovyeti Mffliyetter Komiseri oldu. 192û’de Tatar devrim komitesi başkanı ve
Eylül 1920’de Tatar Cumhuriyeti H alk Komiserleri Konseyi başkam oldu. Said
Galiyev, solcu entemasyonaldst ve Tatar komünist hareketinin Rusçu kana­
dından idi. Buna- rağmen 1938’de tutuklandı ve aynı yıl milliyetçi diye idam
edildi.
158
CEZMÎ ER iAjSLAN
ğunun işçi yığınlarına Bolşevik ihtilâli desteklemeleri çağrısında
bulundu. Vahitov’da Tatar-Başkir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti­
nin amacı ile İdil-Ural devletinin burjuva amacı arasındaki farkı
izah etti. «Tatar-Başkır Cumhuriyeti,» der Vahitov, «AvrupalI em­
peryalistlerin hakimiyeti altmda ezilen yok olan müslüman işçi­
lerin yüz milyonlarcasına devrim ışığı olacaktır». Dördüncü say­
fadaki Rus devrimi ve Doğu başlıklı son makale, Mustafa Subhi,
ile yapüan bir mülakat olup Sultan Galiyev imzalıydı. İki komü­
nist lider, arasındaki konuşma Ekim devriminin İslâmî doğuya
bilhassa Türkiye’ye yayılması meselesi üzerinde yoğunlaşıyordu.
Bu makale kesinlikle gazetenin en önemli dokümanıdır. Bu
makale Sultan Galiyev’in 1918 Temmuzu gibi erken bir tarihte dün­
ya devriminin yönlendirilmesi problemi ile ügilendiğini, sonraları
yazdığı ve Stalinle aralarının açılmasına yol açan meşhur «Sos­
yal Devrim ve Doğu»18 makalesinde geliştirdiği; üçüncü dünyanın
tartışmasız önderliği gibi cesur ve aykın fikirleri olduğunu gös­
termektedir.
«Rus devrimi ve Doğu» aynı zamanda bu günkü Sovyet tarihçiliğince dürüst bir Bolşevik ve Leninist olarak takdim edilen
Türk komünist lider Mustafa Suphi’nin, gerçekte Rus yoldaşları­
nın enternasyonalizminden ziyade milliyetçi Tatar komünistleri­
nin devrimci Pan-îslamcılıklarma daha yakın olduğunu gösterir.
«Sutan Galiyev Mustafa Suphi’den iktibasla; «Dünya ihtilalinin
en. Önemli hedefi, hareketi Türkiye ve doğunun diğer İslâm ül­
kelerine yaymaktır. Eğer müslüman ülkelerin işçileri sosyalizmi
desteklemeye süratle ikna edilemezlerse bu emperyalistler tarafın­
dan bize karşı kullanılacaktır. Şayet kapitalizm Avrupada yeni­
lirse müslüman ülkelerde zemin bulacak ve bize oradan saldıra­
caktır».
i 18M.S. Sultam Galiyev, «Sotsial’nada Revoliutsia Vostok» Zhizni Natsiomıal’nostei N o: 38 (46), 5 Ekim 1919, N o: 39 (47), 12 Ekim 1919 N o: 42(50) 2 Kasım
1919, Son maikale hiç görülmedi, muhtemelen foizzat S talin tarafından sansür
edildi.
•
M ARKSİZM V E Y A PAN İSLÂM İZM
■NETİCE
159
.
Krosnoe Znamia, ilk Tatar Komünistlerin 1918’lerde politik
bakımdan gelişmişliklerini, anlayış ve amaç birliği içinde olduk­
larım . göstermektedir. Onlar sadık komünist oldukları için değil
Bolşevizmin karşı ihtilalci.beyaz Rusların ideolojisinden daha az
şeytanca olduğuna inandıkları için Rus komünist partisine katı­
lan radikal ve milliyetçi müslümaıilardı. Bununla birlikte Rusya'­
nın yeni sahipleri ile uzun süreli ilişkilerin olasılığı üzerinde’ ke­
sinlikle en ufak bir hayale kapılmadılar. Onlar çatışmanın çok
uzak olmadığını biliyorlardı ve kendilerini çılgıncasına bu kaçı­
nılmaz, sona hazırlıyorlardı. Doğru veya yanlış, Orta Volga-Üral
bölgesinde kurulacak büyük bir müslüman devletin-Tatar-Başkır
Cumhuriyetinin Rus emperyalizminden en iyi korunma yolu oldu­
ğuna inanmışlardı. Onların nazarında kendileri ile özgürlükleri
için çalıştıkları doğu halkları arasındaki ortak bağ İslârndı. Kros­
noe Znamia bu noktada nettir. Hareketlerinin ve hedeflerinin te­
melleri Pan-islamizm idi.
Krosnoe Znamia’nın yayımından bir kaç gün sonra Çek lejyonerleri Kazam istüa ettiler. M. N. Vahitov hapse atıldı ve
19 Ağustos’da idam edildi. Kazan savaşı sırasmda Moskovada bu­
lunan Sultan Galiyev Müslüman Milliyetçi komünist hareketin
tek lideri olarak kaldı. Bundan sonra Sadece Stalinin değü bütün
bolşeviklerin muhalefetiyle karşılaştı.
Zafer dalgasmm Kızıl ordu lehine akmaya başladığı, 1918 son­
baharıyla birlikte Sovyet liderleri müslüman müttefikleriyle ilişküerinde daha cesur oldular ve davranışlarını dramatik bir şe­
kilde değiştirdiler.
Bütün müslüman askeri birlikleri Kızıl Ordunun genel idare­
si altma alındılar. Müslüman milliyetçi programın temel taşların­
dan olan büyük Tatar-Başkır Devleti projesi terkedildi. Yerine
iki küçük Cumhuriyet kuruldu. 23 Mart 1919’da Başkır Cumhu­
riyeti, 27 Mayıs 1920’de Tatar Cumhuriyeti. 1918 Kasımında Mos­
kova’da tertiplenen birinci Müslüman Komünistler Kongresinde,
Stalin-Bolşevik Bağımsız Rusya Müslümanları Komünist Partisi­
ni Rusya Komünist Partisine katılmaya zorladı. Neticede 1918’de
Müslüman hükümeti vekili görevi yapan Müslüman İşleri Mer­
160
CEZMÎ ERiASLrAN
kez Komitesi gözden kayboldu ve yerine daha sıradan ve yetkisiz
bir müessese kuruldu; Tatar-Başkır Komiserliği.
Krosnoe Znamia, müslüman komünist liderlerin sivü savaşm
ilk safhalarına ve ihtilale karşı tavırlarını, açıklıkla ve serbestçe
ifade ettikleri güvenilir tek vesikadır. O göstermektedir ki, Sul­
tan Galiyev ile Stalin arasmda beş yıl sonra ortaya çıkıp ihtilalci
müslüman aydınların varlıklarının ortadan kaldırılmasıyla neti­
celenen çatışma sadece basit bir şahsi düşmanlıktan kaynaklan­
mıyordu; derin tarihî kökleri vardı. Müslümanlar Ekim devriminin kendi milli bağımsızlıklarının başlama noktası olduğuna inandüar. Rus bolşevikleri için ise Ekim devrimi, Çarın eski tebaası
üzerinde kendi yönetimlerini kurmaları için yeni ve daha etkili
bir fırsat idi.
Tercüme : Cezmi Eraslan
CUMHURİYET DÖNEMİ İSTANBUL DARÜLFÜNÛNU’NDA
ÖĞRETİM ÜYESİ OLMANIN ŞARTLARI VE İLMÎ YETERSİZLİK
DOLAYISIYLA GÖREVDEN ALINMA
Ali Arslan
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında bir kaç defa darülfünun
açılmasına teşebbüs edümiş, kısa süre faaliyet gösterenlerin dışın­
da, 1900’da açüan Darülüfünûn-ı Şahane1 Cumhuriyet dönemine
intikal etmiştir. Kuruluşunda, Ulum-ı Aliye-i Diniye, Ulûm-ı Riya­
ziye ve Tabiîye ile Edebiyat olmak üzere üç bölümden oluşan Da­
rülfünun, 1911’de Ulûm-ı Şer’iye, Ulûm-ı Hukukiye, Ulûm-ı Tıb­
biye, Ulûm-ı Edebiye ve Fünûn olmak üzere beş şubeye ayrılmıştı.
1912’de şubeler «Fakülte»» adım almış ve 1914’de İstanbul medre­
selerinin Dârü’l-hilâfetü’l-Aliyye ismi ile tek bir medrese olarak
düzenlenmesi üzerine Ulûm-ı Şeriye Fakültesi ilga edilerek Dârü’lhilâfetü’l-Aliyye Medresesinin Aliyye kısınma devredilmişti.
I. Dünya Savaşı sırasında Alman ve AvusturyalI ilim adamları üe
tedrisatı takviye edilen Darülfünûn, 11 Ekim 1919 tarihinde dü­
zenlenen nizâmnâme ile İlmî muhtariyete kavuşmuştu. Bu nizâm­
nâme ile Darülfünûn Emini, bütün öğretim üyeleri tarafmdan iki
yıllığına; fakülte reisleri de fakülte öğretim üyeleri tarafmdan bi­
rer yîlhğma seçilmesi kararlaştırıldı. Darülfünûn’da, Emin’in.baş­
kanlığında fakülte reislerinden ve her fakülteden seçilen iki üye­
den oluşan Darülfünûn Divanı teşekkül etmişti. Bu nizâmnâme
ile Darülfünûn ve fakültelerin idaresi tam olarak düzenlenmiş, hü­
kümetle ilişkiler tanzim edilmiş, hocaların tayin ve azil işleri ile
Darülfünûn’un kendi ilim kadrosunu yetiştirmesi bir sisteme bağ­
lanmıştı. 12 Ağustos 1922’de düzenlenen bir karamâme ile de muh­
1 Daha sonra Daıriilfünûn-ı Osmanî adını alan bu müessese Cumhuriyet
döneminde İstanbul Darülfününu ismini almıştır.
A L İ AjR SLA N
162
tariyet verilmiş ve Darülfünûn bu statüsü ile Cumhuriyet devri­
ne intikal etmişti2.
1 — 1924’e Kadar Darülfünûn’a Öğretim Üyesi Olmanın
Şartlan
1924 öncesinde Darülfünûn’un öğretim üyeleri müderris ve
muallimlerden oluşuyordu3.
a — Müderrisler
Müderis olabilmek için; otuz yaşını doldurmak, yüksek öğre­
nimini tamamlamış bulunmak, mensub olacağı ilmi branşa göre
iktiza eden bir yabancı dile vakıf olmak, İlm î hüviyetini ve şahsî
çalışmasını isbat eden eser vücuda getirmiş bulunmak şarttır. Ay­
rıca Darülfünûn veya yüksek mekteblerden birinde en az beş sene
başardı olarak vazife yapmak zaruridir. Fakat yabancı üniversi­
telerde hocalık yapanlar için beş yıllık hizmet şartı aranmazdı4.
Fakülte meclisi, boş bulunan müderrislik için ekseriyet-ârâ ka­
ran ile iki namzed tesbit ve Dîvân’m tasvibine arz ederdi. Şart­
lara uygun aday bulunamaz ise imtihanla tesbit edilirdi. Da­
rülfünûn Divanı da ekseriyet karan ile müderris adaylarım Maa­
rif Vekâleti’ne bildirir, Vekâlet de bunlardan birini tercih veya
yeni adayların tesbitini isterdi5.
b — Muallimler
Muallim olabilmek için de; fakülte meclisi tarafmdan tesbit
edilen bir komisyon tarafmdan namzedin mensub olacağı saha­
daki bilgisinin ölçülmesi için şifahi imtihan yapılırdı. Başardı olan,
fakülte hoca ve talebelerinin huzurunda ders verirdi. Ders ver­
mede başardı olur ise gireceği şube üe dgili yazdığı bir eser orta­
2 A li Anslıan, Darülfünûn’dan Üniversite’y e Geçiş (Basılmamış doktora
tezi İstanbul 1992) , s. 4-11.
3 Darülfünûn-ı Osmıamî Nizâmnâmesi (D FO N ), (Düstur, n . tentdb, cilt
II, s. 401-409; Dünya Üniversiteleri v e Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi
(Derleyen. E. Harş) I, İstanbul 1950, s. 201-207), madde (m ). 10.
4 DFON, m. 11.
5 DFON, m. 12.
D A R Ü LFÜ N Ü N U ’N D A ÖĞRETTİM Ü Y E S İ O LM AN IN ŞA R TLA R I
163
ya koyması ve onu şifahen müdafaa etmesi gerekirdi. Sıra ile
bütün imtihanlarda başarılı olan aday muallim tayin edilirdi6.
c — Öğretim Üyelerinin Azli
Öğretim üyeleri, derse veya fakülte meclisine mazeretsiz
olarak tekraren gelmemeleri, mesleğin şeref ve haysiyetine aykırı
davramşta bulunmaları ve tedrisatta «tesamüh ve adam-i mu­
vaffakiyet» sebebleriyle Fakülte Meclisi ve Darülfünûn Divanı’nın
azalarının ekseriyetinin sülüsan-ârâsiyle verecekleri kararlara isti­
naden Maarif Vekâleti tarafmdan azl edilirlerdi7.
1924 tarihine kadar bu statüde kalan İstanbul Darülfünûnu,
Cumhuriyet hükümeti tarafmdan ele alınarak bazı değişiklikler
yapılmış ve buna uygun olarak da 21 Nisan 1924’te Darülfünûn
için yeni bir talimatnâme hazırlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti
hükümeti de Darülfünûn’a İlmî ve idâri muhtariyet statüsünü
tanımıştı.
2 — 1924-1933 Arasında Öğretim Üyesi Olmanın Şartlan
1924 talimatnamesine göre öğretim üyeleri müderris, muallim
ve müderris muavinlerinden oluşmaktadır. Asistanlar da yardımcı
elemandır8.
a — Müderrisler
Bu dönemde müderris olabilmenin şartlan; İlmî şahsiyetini
isbat eden önemli eserler meydana getirmek ve Darülfünûn mual­
limliğinde en az on yıl başarılı bir şekilde hizmette bulunmaktı9.
Daha önce müderrislik vasfm haiz olup da her hangi bir sebeble
6
DFON, m. 16.
7 DFON, 0 1 . 13.
8 İstanbul Darülfünûn Talimatnamesi (İD F T) (•talimajtmâm.e liçin bakınız,
Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi, I, İstanbul 1950,
s. 223-228 ), m. 10. 1933 yılımda Ümiversite’y e geçişle beraber ünvanlaırda da de­
ğişiklik meydana gelmiştir. Buna göre, müderrislik ordinaryüs profesörlük, mu­
allimlik profesörlük ve müderris muavinliği. de doçentlik karşılığı olanak kabul
edilmiştir.
9
İDFT, m. 11.
164
A L İ ARISLîAjN
Darülfünûn’dan ayrılmış olanlar da ihtiyaç halinde doğrudan doğ­
ruya müderris tayin edilebilirdi10.
Darülfünûn’a müderris olarak girebilmek 1924 öncesinde sa­
dece Darülfünûn’da görev yapan muallimlere hasr edilmemiş ve
daha çok kimsenin Darülfünûn’a girmesine imkân sağlanmıştı.
1924 tarihli talimatname ile Darülfünûn’a müderris olabilmek
için sadece Darülfünûn’da on yıl muallimlik yapma şartının
eklenmesi ve hiç bir istisnaya yer verilmemesi, gerek Türkiye’de
Darülfünûn dışında yetişen ve gerekse yurt dışında tahsil yaparak
belli bir seviyeye gelen ilim adamlarına o dönemde tek üniversite
olan Darülfünûn’un kapılan kapatılmıştı. Ayrıca 1924 talimatna­
mesi ile müderris adayının mensub olduğu şubenin müderrisleri­
nin ekseriyet arasının oylan ile belirlenmesi11 de tekelleşmeye yol
açabilecek bir durumdu. Bu vaziyet müderrisliği bir terfi müessesesi haline sokuyordu. Meselâ Hukuk Fakültesi’nde hukuk-ı esâ­
siye muallimi Midhat Bey’in müderrisliğe tayini kamuoyunda
«Midhat Bey’in müderrisliğe terfü» şeklinde yer alıyordu12.
b — Muallimler
1924 öncesindeki şartlara otuz yaşmı tamamlamak da ilave
edilmiştir13. Aynca altı yıl başarılı bir şekilde görev yapan ve şah­
sî çalışmalan ile kendi ilmi şubesindeki muvaffakiyetini isbat
eden müderris muavini var ise hariçten başka bir aday aranmıyarak, bu şahıs için gerekli işlemler gerçekleştirilerek muallim tayin
edilirdi14.
1924 talimatnâmesi ile muallimlik yaşı otuza çıkarılırken,
1924 öncesinde uygulanan, adayların şifâhen imtihan edilmesi,
imtihan heyetinin bir ay önceden tesbit ettiği bir konuda fakülte­
nin hoca ve talebelerinin huzûrunda genel bir ders vermesi ile
namzedin yazmış olduğu eserin müdafaasını yapması usûlü kal­
dırılmıştır. Böylece öğretim üyesinin tedrisattaki başarısını ortaya
10 İDFT, m. 47.
11 İDFT, m. 11.
12 Cumhuriyet gazetesi (C ), 2 .V. 1929.
13 İDFT, m. 12.
14 İstanbul Darülfünûn Müderris Muavinleri Talimatnamesi (İstanbul D a­
rülfünun Talebe Rehberi 1931-19SS, tatanıbul 1933, s. 19-20). m. 11.
D A R Ü LFÜ N Ü N U ’N D A ÖĞRETİM Ü Y E S İ O LM AN IN ŞA R TLA R I
165
çıkaracak formasyon ile yazmış olduğu ilmi eserin iyi bir şekilde
değerlendirilmesi ve namzedin eserini savunmasıyla konuya ha­
kimiyetini tam olarak belirlenmesi yolu büyük ölçüde kapanmıştır.
c — Müderris Muavinliği
1924’ten önce mevcut olmayan bu kadro,müderris ve muallim
yetiştirmek üzre ihdas edilmiştir. Müderris muavinliği için; Tür­
kiye Cumhurriyeti vatandaşı olmak, yüksek tahsü yapmış bulun­
mak ve adayların sınava girmeden önce dahil olacağı ilim dalı
ile ilgili şahsî çalışmalarının imtihan heyetince kabul edilmesi
şarttı13. Müderris muavinleri için en büyük problem, öğretim üye­
si olarak kabul edilmelerine rağmen Edebiyat Fakültesi hariç fa­
külte meclislerine kabul edilmemeleriydi16.
d — Öğretim Üyelerinin A z li.
1924’ten sonra öğretim üyelerinin görevden alınmasında ya­
pılan değişiklik, son karar mercü olarak, Maarif Vekaleti değil,
doğrudan doğruya Darülfünûn Divanı kabul edilmesidir!7.
3 — İlmî Yetersizlik Dolayısvyle Öğretim Üyelerinin Görevden
Alınmasına Bir Örnek
Cumhuriyet döneminde, Darülfünûn’un 1933’te kapatılma­
sına kadar, ilmî yetersizlik dolayısıyla görevden alman öğretim
üyesi, tesbit edebildiğimize göre, sadece bir kişidir. Bu hoca, Tıp
Fakültesi18 muallimi Rasim Ali’dir. Rasim Ali, Tıbbî Kimya dersi­
nin «kloidoloji» kısmı19 ile dördüncü sömestirde «idrar tahlilin­
den mabaat» husûsunda ders veriyordu20.
15 Müderris Muavinleri Talimatnamesi, m. 1-5.
16 C, 22. m . 1933.
17 İDFT, m. 15.
18 Tıp Fakültesi o 'dönemde beş yıllıktır. Yalnız, bu fakülteye kayıt ola­
bilmek için Fen Fakültesi' PCN Sınıfı (Talimatnamesi için bakınız, İstanbul Da­
rülfünunu 19S1-1933 Talebe Rehberi, s. 306-308)’nda 'bir yü hazırlık okumak
şartı vardı. Bu hazırlık sınıfı ile beraber Tıp Fakültesi'nin öğretim süresi altı
yıldır.
19 İstanbul Darülfünunu 1929-1930 Talebe Rehberi, İstanbul, s. 40.
20 A.g.e., s. 49.
166
A L İ AR& LAN
Yazılan bir «Fizyoloji» kitabı, Muallim Rasim Ali ile Fizyolo­
ji Kürsüsü Müderrisi Talha Yusuf“ adlarına Tıp Fakültesi külli­
yatı arasında yayınlanmak üzere baskısına başlanmış ve üç for­
ması bitirilmişti. Bu üç formayı gören Tıp Fakültesi Fizyoloji
Kürsüsü müderrisi Kemâl Cenab Bey22, bu kitabın basılmaması
gerektiği hususunda bir makale yazmıştır. Kemal Cenab Bey’e
göre; ilk üç formanın, konuya giriş niteliğinde olduğu için, yal­
nız tıpçüan değil bütün münevverleri alâkadar edecek bir mahi­
yette olması dolayısıyla, bu makalenin günlük bir gazetede neş­
redilmesi uygundur. Yayınlanan formalar, «sebk ü rabtı bozuk
ve müşahhas hiçbir fikri ifade etmeyen» ve okuyucularda da
muayyen bir anlayış meydana getirmesine imkân olmayan bir
tarzda kaleme alınmıştır. Bu eserin devlet parası ile basılmaması
gerekmektedir23.
Bu tenkit üzerine, Müderris Talha Yusuf Bey, Kemal Cenab
Bey’in tenkitlerinin bir kıymeti olmadığını, aynı yerde görev yap­
tıkları halde tenkitlerini İlmî bir muhitte yapacağı yerde, Kemâl
21 TaMıa Yusuf ( ? - 1934): Mülkiye Tıbbiyestfnde, önce Kadri Raşit
Paşa’ya, daha sonra da Tıp Fâkültesi’nde Müderris Kem âl Cenab Bey’e muavin­
lik yaptı. Bilalıere müderris oldu v e Kemâl Cenab B ey’le beraber aynı kürsüde
müderrislik yaptı (İstanbul Seririyatı, sene X VI, no. 3, Mart 1934, s. 20). Üniversiıte’ye geçişte kadro dışı bırakılan hocalar listesinde yer almasına rağmen,
esasında hastalığı dolayısıyla daha önceden emekliye ayrılm ıştı ( G, 2. VII. 1933 ).
22 Kemâl Cenab Behksoy (1876-1949) : M ekteb-i Tıbbiye’y i 1897’de bi­
tireli. F izyoloji (Menâfiü’l-âzâ) Künsüsü’ne girdi'. H ocası Şakir Paşa’mm yanında
önce muavıin sonra muallim oldu. Şakir Paşa’nın ölümü üzerine müderris tayin
edildi (1909). 1910’da Lyon ve Paris’te, 1917’de Berlin’de bir süre çalışmalar
yaptı. 1933’te Darülfünün’dan Ümiversite’ye geçilirken Üniversite kadrosuna
dahil edildi. 1943’te yaş haddinden emekli oldu. 1943’te İstanbul, 1946’da Yozgat’dan CHP listesinden miietvekili seçüdi. 1949’da Ankara'da öldü. Kemâl
Cenab Berksoy'un 11 kitab ile birçok makale ve m onografileri vardır (AykutKazancıgil-Hüsrev Hatemi, «Türkiye’de Fizyoloji Bilimi ve Kemâl Cenab Berk­
soy», Tarih v e Toylum, sayı 51, M art 1988, s. 9-14).
23 Kemal Cenab, «Bu Nasıl Eser», Vakit gazetesi (V ), 18.1.1931. Basılan
formalardan bazı mıisaller şöyledir; ..«Bize escam -ı tabiiye indissoluble olan
buudün principe dinamique inséparable ile birleşmesile teşekkül etmiş kuvvet,
kudret iksa etmiş b ir şekil arz ediyor» (Kemal Cenab, aynı yer) . «Uzviyetimizin
hücreleri faaliyeti physik ve kim ya kanunlarına tabi olan superstauetuse teşkil
eder. Bilzat hücre de nebatın v e hayvanın unité mieromor-pholojique’inden baş­
ka bir şey değildir» ( V, 23. I. 1931).
D AR Ü LFÜ N Ü N U ’N D A ÖĞRETİM Ü Y E S İ O LM AN IN ŞA R TLA R I
167
Cenab Bey’in kendisine hiçbir şey söylemeden olayı gazetelere
maksatlı olarak aktardığım söylemiştir24. Muallim Rasim Ah de,
Kemâl Bey’in «garazkarâne» davrandığını ve cümle yapüannı bo­
zarak yayınladığım belirtmiştir. Rasim Ali Beye göre; matbaa ve
yeni harflerle neşriyatın zorluklarından dolayı bazı hatalarm hoş
görülmesi gerekirken, Kemâl Bey bunun tersini yapmıştır. Türk­
çe’de tam mukabüi bulunmayan kelimeler italik içinde aynen ve­
rilmiş, fakat bunlar Kemâl Cenab Bey tarafından aynıyla nakl
edilmemiştir. Rasim Ali Bey, «manaları anlaşılmayacak kadar
muğlak olmayan satırları Kemâl Cenab Bey anlamıyor ise» kaba­
hatin kendilerinde olmadığım da belirtmiştir25.
Bu cevablann neşredilmesinin arkasmdan, Müderris Kemal
Cenab Bey bir teklif ortaya atmıştır. Buna göre; Darülüfünûn ho­
calarından veya ihtisas sahihlerinden oluşan bir heyet kitabı tet­
kik edecek. Kemâl Cenab Bey de kitabtaki ilmi yanlışlıklan Tıp
Fakültesi Meclisi’nde ortaya koyacaktır. İlmî heyet, kitabı mu­
vafık bulur ise, Kemâl Bey Darülfünûndan istifa edecektir. Aksi
meydana gelir ise kitabın yazarlan bu müesseseden ayrılacaklar­
dır26.
Bu teklifi Rasim Ali Bey kabul etmişdir. Rasim Ah Bey, kitab
meselesinde karar yetkisinin Darülfünûn’a âit olduğunu, icab
ederse Tıp Fakültesi Meclisi’nin bu hususta tetkikat yapacağım
ve bu hakkın Fakülte Meclisi’ne âit olduğunu da ilâve etmiştir.
Fakat, o anda Tıp Fakültesi Reisliği27 vekâleten Talha Bey
tarafından yürütüldüğünden, kitab meselesinde kesin neticeye
ulaşmak için Reis seçiminin yapılmasına kadar beklemek zarureti
vardı28.
Talha Bey’e atfen kitabın basılmasından vazgeçüdiği hakkındaki haber29 üzerine, Vakit gazetesine bir tekzib yazısı gönde­
ren Talha Bey, Fizyoloji kitabının tabından vazgeçümediğini, sa­
24
25
26
27
28
29
V, 19. I. 1931.
A ynı yer.
V, 20, I. 1931.
1933 yılı öncesinden dekan yerine «reis .kullanılıyordu.
V, 21. I. 1931.
V, 28. I ,1931.
A L İ ARJSLAN
168
dece bazı engeller yüzünden kitabın basımının geciktiğini bil­
dirmiştir30.
Tıp Fakültesi Reisliği seçiminde en fazla oy alan iki adaydan
Müderris Tevfik Receb Bey, 29. I. 1931’de Darülfünûn Dîvânı ta­
rafından Reisliği tercih edilmiş ve Maarif Vekâleti tarafmdan
tasdik edüene kadar da vekâleten göreve başlaması kararlaştır­
mıştır31. 4 Şubat’ta yeni Reis Tevfik Receb başkanlığında toplanan
Tıp Fakültesi Meclisi, ilk iş olarak Fizyoloji kitabı meselesini ele
almış ve meselenin tetkik edilmesi için de bir komisyon kurmuş­
tur. Ayrıca Fakülte Meclisi toplantısında, Fizyoloji kitabını sade­
ce Rasim Ali Bey’in telif ettiği tesbit edilmiş ve kitabın üzerin­
deki isim hariç Müderris Talha Bey’in Fizyoloji kitabı üe bir iliş­
kisi olmadığı ortaya çıkmıştır. Müderris Talha ile Kemal Bey birbiriyle barışmışlardır32.
Tıp Fakültesi hocalarından Haşan Reşat, Hamdi, Mustafa
Hayrullah, Server Kâmil, Âkil Muhtar, Hâdi Faik ve Ziya Fevzi
Paşa’dah oluşan heyet, Rasim Ali’nin yazdığı Fizyoloji kitabının
İlmî kıymet ve ifade tarzım gözönünde tutarak neşrinin mümkün
olmadığına karar vermiştir33.
. ...
Tıp Fakültesi Meclisi, heyetin kitab hakkındaki kararını tas­
dik etmiş ve Rasim Ali Bey hakkındaki incelemeyi genişletmiş­
tir. Bu incelemenin sonuçları şöyledir; Rasim Ali Bey yüksek tah­
silini tamamladıktan sonra bir kaç yıl Emraz-ı Dahiliye asistan­
lığı yapmıştır. Daha sonra yedi-sekiz ay kadar bir kim ya, müder­
risinin yanında asistanlıkta bulunmuş ve büahare Hayatî K im ya,
muallimliğine tayin edilmiştir. Rasim Ali Bey muallimliğe tayin
edildiği zaman, onun hayatî kimya dersini okutamıyacağı bilin­
mektedir. Onun için, bu dersin hocahğma tayin edilirken, maaşı
üe Avrupa’ya giderek bu ders sahasmda ihtisas yapmasının zarûrî olduğu bir şart olarak ortaya konulmuş ve bu şart Rasim Ali Bey’e
şifâhen büdirilmiştir. Fakat Rasim Ali Bey muallim olduktan son­
ra, muallim tayininde öngörülen şartı yerine getirmeyerek ihti­
sas yapmak için Avrupa’ya gitmemiştir.
30
31
32
33
V,
V,
V,
V,
20. I .1031.
30. I. 1931.
5. H. 1931.
28. H. 1931.
D A R Ü LFÜ N Ü N U ’N D A ÖĞE/ETİM Ü Y E Sİ O LM AN IN ŞA R TLA R I
169
Rasim Ali Bey’in, muallimliğe tayinindeki şartı yerine getir­
memesi, yazdığı eserin ilim ve ifade bakım ından yetersiz olması
yanında tedrisattaki «adem-i muvaffakiyeti» nden dolayı, Tıp Fa­
kültesi Meclisi, Rasim Ali Bey’in Hayatî Kimya muallimliğinden
ihraç edilmesini kararlaştırmıştır. Tıp Fakültesi Meclisi’nde ya­
pılan görüşmelerde 32 müderris ve muallimden 30’u ihraç kara­
rma katılmıştır. Fakülte Meclisi’nin diğer iki üyesi Talha Yusuf
ve Ali Hüseyindir. Ah Hüseyin Bey, Fizyoloji kitabının basılmamasma iştirak ederken ihraç kararında çekimser kalmıştır. Talha
Yusuf Bey ise Fakülte Meclisi’nin kararlarına katılmamıştır.
Muallimliğe seçilmeden sonra ihraç kararının, olamıyacağı
husûsundaki bazı fikirlerin de dayanağı olmadığı basmda yer al­
mıştır. Zira tedrisattaki adem-i muvaffakiyet bir kimsenin tayi­
ninden ve fiilen tedrisata başlamasmdan sonra anlaşılacak, bir
husustur. Rasim Ali Bey’in ihracı adem-i muvaffakiyet madde­
sine34 dayanarak kararlaştırıldığından tayin ile ihraç ■arasında
bir münasebet bulunmamaktadır.
Rasim Ali Bey’in ihraç kararı Darülfünûn Dîvânı’na gönde­
rilmiş, Dîvân da usûle âit bir noktanın ikmali için evrakları tek­
rar Tıp Fakültesine iâde etmiştir35. 21 Nisan 1932’de toplanan Tıp
Fakültesi Meclisi ittifakla Rasim Ah Bey’in ihraç kararım tekrar-.
lamış, 22 Nisan’da da Darülfünûn Dîvânı, Tıp Fakültesi Meclisi’­
nin kararını, saatlerce süren müzâkerelerden sonra tasdik etmiş­
tir36.
Darülfünûn Dîvân’nın kararı Maarif Vekâleti’ne gönderilmiş
ve Vekâlette, bazı noktaların tetkik için evrakları tekrar Darülfünûn’a göndermiştir37. Fakat Darülîünûn’ün ihraç kararı üe ügüi evrağı tasdik için Maarif Vekâleti’ne göndermesi ve Vekâle­
tin de bu evrakları işleme koyması Darülfünûn talimatnâmesine
aykırıdır38. Hükümetin 1924 öncesindeki uygulamayı devam ettir­
diği görülüyor39.
34 İDFT, m.
35 V, 17. IV.
36 V, 23. IV.
37 V. 21, 25.
38 İDFT, m.
muvaffakiyeti gibi
15, fıkra 4.
1931.
1931.
IV. 1931.
15. Fıkra 4 aynen şöyledir: «Tedrisatta tesamüh ve adem-i
ahvelde Reisin teklifi üzenine M eclis-i Müderrisin ve Dîvân
170
A L İ ARiSLAN
Uzun bir süre geçmesine rağmen, Rasim Ali Bey’in ihraç ka­
ran Maarif Vekâleti tarafmdan tasdik edilmediği için, Rasim Ali
Bey maaşını almaya devam etmiştir. Maarif Vekâleti de maaşını
alan Rasim Ali’nin derslere devamına neden mani olunduğunu
sormuştur.
Maarif Vekâleti’nin Rasim Ali’nin göreve devamı yolundaki
görüşünün tesiriyle Darülfünun Dîvânı eski kararından dönerek
yeni bir karar verme temâyülü gösterdiğinden azalar arasmda
ihtilaf çıkmıştır. Verilen eski karardan dönmek istemeyen Darülfünûn Dîvânı’ndaki Tıp Fakültesi’nin seçilmiş âzâlan Müderris
Dr. Server Kâmil ile Müderris Dr. Haşan Reşat, Dîvân üyelikle­
rinden istifa etmişlerdir. Yerlerine Müderis Dr. Tevfik Salim Paşa
ve Müderris Dr. Akil Muhtar seçilmiştir40. Daha sonra da ne Tıp
Fakültesi Meclisi’nden ne de Dîvân’dan Rasim Ali Bey’in dönüşü
hakkında bir karar alınmıştır.
Hakkındaki ihraç kararı üzerine, Rasim Ali Bey Şura-yı Devlet’e müracaat etmiştir. Şura-yı Devlet’in vazifesine dönmesi yo­
lunda karar vermesi neticesinde, Rasim Ali Bey Darülfünûn’a mü­
racaat etmiş ise de Maarif Vekâleti’nden resmî bir tebliğ yapıl­
madığı için kendisine bir cevab verilmemiştir41. Neticede Muallim
Dr. Rasim Ali Bey, Maarif Vekâleti tarafmdan orta mekteb mual­
limliğine tayin edilmiş ve Darülfünûn’la ilişkisi kesilmiştir42.
Rasim Ali Bey’in normal bir devlet memuru gibi, Darülfünûnun ihraç kararım tasdik etmeden doğrudan doğruya orta mekteb
muallimliğine tayin edilmesi, hem Darülfünûn talimatnâmesine
aykırı, hem de Darülfünûn’un sahib olduğu özerk yapıya ters bir
durumdu. Özellikle 1929’dan itibaren etkisini artırmaya başlayan
devletçilik politikası çerçevesinde, Darülfünûn’un İlmî ve idâri
âzâ-yı mürettebesmin ekseriyeti sülüsan-ârâsile verilecek karara müsteniden
usûlü dairesinde vâki olur». Darülfünun’a verilen bu azil hakkı, daha sonra
Darülfünun hakkında bir rapor hazırlayan İsviçreli Profesör Malche tarafından
gereksiz görülmüş ve azlin Maarif Vekâleti’ne ait olmasını tavsiye etmiştir
(Albert Malche, İstanbul Üniversitesi Hakkında Rapor, İstanbul 1939, s. 10).
39 DFON, m. 13.
40 C, 21. IV. 1932.
41 G, 1. I. 1933.
42 C, 16. I. 1933.
BAR Ü LFÜ N Ü N U ’N B A ÖĞRETİM Ü Y E Sİ O LM AN IN ŞA R TLA R I
171
özerkliğinin kaldırılması yolundaki düşünceler artış göstermiştir43.
Rasim Ali Bey’in ihraç edilmesinde, hakkı olmadığı halde, Maarif
Vekâleti’nin Darülfünûn’un yetkisine müdahele etmesi, hüküme­
tin de Darülfünûn’daki özerk yapmm aleyhine geçmeye yöneldi­
ği hususunu akla getirmektedir.
1933’te, Darülfünûn’un kapatılması Ue ilmi ve İdarî alan­
daki özerk yapı ortadan kaldırılmış ve Üniversite Maarif Vekale­
tin e bağlı bir okul tarzında idare edilmiştir. Öğretim üyelerine de,
Maarif Vekaletine bağlı memurlarm tabi olduğu kanunlar tatbik
edilmeye başlanmıştır44.
Rasim Ali Bey olayında, Maarif Vekâletinin engellemelerine
rağmen Darülfünûn, ilmi yetersizliğini tesbit ettiği Rasim Ali
Bey’i ihraç etmiş ve tekrar döndürülmesine engel olmuştur. Bu
hadise, ilmi yetersizliği tesbit edüen öğretim üyesinin görevden
azli ve ilmi sahada otokontrolün sağlanması açısmdan önemli
bir örnek olsa gerektir.
43
44
A. Arslan, a.g.e., s. 92-105.
A .g.e., s. 256-272.
TARİH ENSTİTÜSÜ DERGİSİ BİBLİYOGRAFYASI
Arzu Tozduman
Tarih Araştırmaları Enstitüsü . (Haziran 1982’den sonra . Ta­
rih Araştırma Merkezi), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakülte­
sine bağlı olarak 21 Eylül 1968’de kurulmuştur. Enstitü yayın or­
ganı olarak 1970’den itibaren Tarih Enstitüsü Dergisi’ni yayınla­
maya başlamıştır. Bu sayede Enstitü, özellikle genç tarihçilerin her
türlü ilrnî çalışmalarını değerlendirmeyi ve tarih alanına yenilik­
ler getirmek suretiyle memlekete ve tarih ilmine hizmet etmeyi
amaçlamıştır.,
. . . . . . .
Günümüze kadar Tarih Enstitüsü Dergisinin 13 sayısı neşr
edilmiştir. İstanbul Üniversitesi- Edebiyat Fakültesi Matbaasmda
basüan derginin, bazı sayılan armağan mahiyetinde olup şöyledir :
Sayı I I - 1971: Malazgirt Meydan Savaşim n 900. yıl dönümü
münâsebetiyle Sultan Alp Arslan’m hatırasına ithaf olunmuştur.
Sayı I I I -1973: Cumhuriyetin 50. yılma armağan edilmiştir.
Sayı VII-VIII -1976: Prof. Dr. Ahmet Cevat Eren’in hatırası­
na ithaf olunmuştur.
Sayı X -X I-1 981: Doğumunun 100. yılı münâsebetiyle Ata­
türk’ün hatırasına ithaf edilmiştir.
'
Sayı X II -1982: Prof. Dr. Tayyib Gökbilgin’in hatırasma ithaf
olunmuştur.
Sayı X I I I -1987: Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’na ithaf edil­
miştir/
Tarih Enstitüsü Dergisi bibliyografyası hazırlanırken maka­
leler iki ayrı tasnife tâbi tutularak incelenmiştir. İlk kısımda ya­
zar soyadlanna göre alfabetik olarak sıralanan makaleler, ikinci
A R ZU TOZDUİMAN
174
kısımda konularına göre ayrılmışlardır. Konularma göre tasnifte,
araştırmacıya kolaylık sağlamak gayesiyle ana konu başlıklarının
altma bazen ara başlıklar da konulmuştur. Ana ve ara başlıklar
alfabetik olarak sıralandığı gibi, bu başlıklar altında yer alan ma­
kaleler de kendi aralarında yazar şoyadlanna göre alfabetikdir.
Enstitü Dergisinde Kitâbiyat başlığı altmda yayınlanmış olan
kitap tenkid ve tahlilleri, üçüncü kısımda tanıtımı yapan yazar­
ların şoyadlanna göre alfabetik olarak verilmiştir.
Bibliyografya sıralaması yapılırken, romen rakamı ile dergi­
nin sayısı, parantez içinde basım yılı ve daha sonra yazmm hangi
sayfalar arasında yer aldığı gösterilmiştir.
A.
YAZAR
ADINA
GÖRE
AĞIRAKÇA, Ahmet, Müneccimbaşı Ahmed Dede Efendi’nin Tari­
hi Câmi‘ü’d-Düvel Dışında Kalan ve İstanbul Kütüpha­
nelerinde Bulunan Bazı Yazma Eserlerinin Tavsifleri,
X III (1987), 335-350.
AHMAD, Feroz, 1908-1914 Yıllan Arasında Büyük Britanya’nın
Jön Türklefle Münasebetleri (Çev. Bedia Turgay Ahm ad), II (1971), 153-180.
AKA, îsmaü, XV. Yüzyılın İlk Yansında Timurlular’da Ziraî ve
Ticarî Faaliyetler, X -X I (1981), 111-120.
AKŞİT, Oktay, Epikuros’cu Ruh Teorisi, VI (1975), 1-44.
AKTEPE, M. Münir, Baltacı Mehmed Paşa’nın 1711 Prut Seferi İle
İlgili Emirleri, I (1970), 131-170 + I Plan.
-------------, Mehmed Efendi’nin Lehistan Sefâreti ve Sefâret-namesi, II (1971), 131-140 + V Levha.
-------------, Osmanlı Devri İzmir Câmi‘leri Hakkında Önbilgi, III
(1973), 177-212 + X X X I Levha.
-------------, Osmanlı Devri İzmir Cami ve Mesciâleri Hakkında Ön­
bilgi II, IV-V (1974), 91-193.
TAR İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FY A SI
175
-------------, Kapudân-ı Derya Morali Aşçı Hacı İbrahim Paşa ve
Vakfiyeleri, VI (1975), 177-203.
-------------, Vak‘a-nüvîs Ahmed Lütfî Efendi ve Târihi Hakkında
Bâzı Bilgiler, X -X I (1981), 121-152.
-------------, Moldovancı Ali Paşa ve Mezar Kitabesi, X II (1982),
405-426.
ANDREASYAN, Hrand D., XIV. ve XV. Yüzyıl Türk Tarihine Âit
Ufak Kronolojiler ve Kolofonlar, III (1973), 83-148.
ARIKAN, Zeki, Hamid Sancağı’ndaki Timar Düzenine İlişkin
Araştırmalar, X II (1982), 101-126.
ARSLAN, Mahmut, İslâm’da Devlet Düşüncesi ve Kutadgu-Bilig,
X III (1987), 67-108.
ARTUK, İbrahim, Diyarbakır ve.Mardin’in Bâzı Önemli Yapılan,
II (1971), 65-74 + VI Levha.
-------------, Donanma îâne Madalyası, III (1973), 301-310 + X Levha.
-------------, Alay Köşkü, X II (1982), 587-592.
ATASOY, Nurhan, Minyatürlerde Türk Büyükleri ve Alp Arslan,
II (1971), 59-64 + IV Minyatür.
AYKUT, Nezihi, Osmanlı împaratorluğu’nda Sikke Tecdidleri,
X III (1987), 257-297.
BACQUÉ-GRAMMONT, Jean-Louis, Un Berat de Mahmûd 1er
Portant Nomination du Consul Général de France en
Egypte en 1736, X II (1982), 259-278.
BAYKARA, Tuncer, Eski Türk İktisâdi Hayatı ve Şehir, VI (1975),
75-104.
-------------, Alâiye’de Bazı Yeni Kitabeler, X II (1982), 579-586.
-------------, İzmir Câmii’ne Ait Bir Kitabe ve Tahlili, X III (1987),
169-176.
BAYRAM, Mikâil, Ahi Evren’in Öldürülmesi ve Ölüm Tarihinin
Tesbiti, X II (1982), 521-540.
BEYDÎLLÎ, Kemal, İlk Mühendislerimizden Seyyid Mustafa ve
Nizâm-ı Cedîd’e Dair Risalesi, X III (1987), 387-479.
176
A R ZU TO ZD U M AN
BLAŞKOVIÇ, Josef, Sadnâzam Köprülü-zâde (Fâzıl) Ahmed Paşa’nın Ersekujvar Bölgesindeki Vakıfları 1664-1665, IX
(1978), 293-342.
CONDURACHI, Em. - Gh. Stefan, La Romanite Orientale (Çev.
Mehmet Özsait), II (1971), 211-228 + I Harita.
ÇANDARLIOĞLU, Gülçin, Ming Devri Orta-Asya Çin Münasebet­
leri Hakkında Bir Kaynak Eser, Ch’en Ch’eng Seyahatnâmesi Hakkında Bir Kaç Söz, X III (1987), 155-160.
ÇÂVUŞOĞLU, Mehmed, 16. Yüzyılda Yaşamış Bir Kadın Şâir Nisâyî, IX (1978), 405-416.
-----, Şehzâde Mustafa Mersiyeleri, X II (1982), 641-686.
ÇETİN, Atilla, Türkiye Büyük Müllet Meclisi Hükümeti’nin, Os­
manlI Devlet Arşivi ve Mülga Sadâret Evrakının Muhâfazası Hakkında Aldığı Kararlara Ait Bazı Belgeler, X II
(1982), 593-610.
DARGA, Muhibbe, Hitit Çivi Yazısı Belgelerinde Geçen Lümes
Hilammatti Kelimesinin Anlamı, I (1970), 121-130 + I
Plan.
-------------, Hitit Bayram-Rituali Metinlerinde Geçen
Hakkında Bir Araştırma, III (1973), 319-352.
«ETarnu»
-------------, Hititlerin Kült Törenlerinde Kadınların Yeri ve Görev­
leri, IV-V (1974), 231-245.
DAVISON, Roderic H., Küçük Kaynarca Antlaşmasının Yeniden
Tenkidi (Çev. Erol Aköğretmen), X -X I (1981), 343-368.
DEMİROĞLU, Ayla, Anadolu Selçukluları Devrine Ait Bir Siyâset-nâme, X II (1982), 621-626.
DERİN, Fahri Ç., Yayla İmamı Risalesi, III (1973), 213-272.
DEVLET, Nadir, İdil-Ural’da İslâmiyet’in Durumu, X III (1987),
109-122.
DİYARBEKİRLİ, Nejat, Peçenek Hâzinesi ve Türk Sanatının Çe­
şitli Kıtalarda Gelişen Ortak Nitelikleri, IV-V (1974),
395-428.
DONUK, Abdülkadir, Türk Devletinde Hâkimiyet Anlayışı, X -X I
(1981), 29-56.
TA R İH EN STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
---------------- ,
26-30 Ağustos 1922 Ta‘arruzu ve Turan Taktiği,
(1982), 459-498.
177
XTT
-------------, Oğuz Kağan Destanında Yanlış Yorumlanan Bir Terim:
Üleştirmek mi? İliştirmek mi?, X III (1987), 161-168.
-------------, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun Hayatı ve Eserleri,
X III (1987), 1-30.
DUMONT, Paul, 1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu’nun Islâhı
(Bahaeddin Yediyıldız), X -X I (1981), 369-394.
EMECEN, Feridun M., Kayacık Kazasının Avarız Defteri, X II
(1982), 159-170.
-------------, Manisa Murâdiye Camii İnşâsına Dâir, X III (1987),
177-194.
EREN, Ahmet Cevat, Millî Bir güç Olarak Türk Kültür Sosyolojisi
Üzerinde Bir Inceleme-Deneme, VII-VIII (1977)’, 393-412.
ERÜNSAL, İsmail, Türk Edebiyatı Tarihi’nin Arşiv Kaynakları
1 : II. Bâyezid Devrine Ait Bir în'amât Defteri, X -X I
(1981), 303-342.
EŞREFOĞLU, Eşref, İstanbul’da Ihtisab Mevzuatı ve 1682-1684
Senelerinde Ihtisab Mukataası ile İlgili Bir Belge, IV-V
(1974), 195-211.
-------------, Bâb-ı âlî Evrak Odası Sâdâret Evrakı ve Provenance
Sisteminin Uygulanması, VII-VIII (1977), 225-232.
EYİCE, Semavi, Trakya’da înecik’de Bir Tabhâneli Câm i,I (1970),
171-196 + X V I Levha.
-------------, Kırşehir’ de Karakurt (Kalender Baba) İlıcası, II (1971),
229-254 + X II Levha.
-------------, Tarihî İki Olayla İlgili İki Gravür, III (1973), 311-318
+ II Gravür.
-------------, Tarihî Mezarlardan Notlar, IV-V (1974), 291-334.
-------------, İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihî Eserleri III :
Papasoğlu Mescidi, Ömer Efendi Namazgahı, Nevşehirli
İbrahim Paşa Mektebi ve Sebili, X -X I (1981), 195-238.
-------------, İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihî Eserleri, X II
(1982), 841-886.
178
A R ZU TOZnUMAJST
•
------------ , Ay-Yıldız’ın Tarihi Hakkında, X III (1987), 31-66.
FEHÉR, Géza, Questions Iconographiques des Miniatures Otto­
manes des Chroniques Sur les Campagnes de Hongrie,
X II (1982), 837-840.
GAVANİME, Yusuf Derviş, El-Efdal b. Bedrü’l-Cemâlî ve Birinci
Haçlı Seferindeki Rolü (Çev. A. Özaydın), X III (1987),
,139-154.
GENCER, Ali İhsan, Özel Bahriye Mektebleri Hakkında bir Ge­
nelge, VII-VIII (1977), 413-417.
-------------, İhtilâlci Ermeniler’in «Kaza İhtilâl Teşkilâtı» Talimatnâmesi, X III (1987), 577-606.
GÖKBİLGÎN, M. Tayyib, Karaharman. Dobruca’nın Kaybolmuş
Bir Köyü, II (1971), 289-296.
-------------, Lehistan Tatarları Hakkında Bir Risale «Risâle-i Tatar-ı
Leh», II (1971), 121-130 + X X III Levha.
-------------, Söğüt Ertuğrul Gazi Türbesi, IV-V (1974), 79-90.
GÖKYAY, Orhan Şaik, Osmanlı Donanması Ve Kapudân-ı Derya
İle İlgili Teşrifât Hakkında Belgeler, X II (1982), 25-84.
GÖYÜNÇ, Nejat, Eski Malatya’da Silâhdar Mustafa Paşa.Hanı, I
(1970), 63-92 + VI Levha.
-------------, Midhat Paşa’nın Niş Valiliği Hakkında Notlar ve Bel­
geler, X II (1982), 279-316.
GUBOĞLU, Mihail, Prof. Tayyib Gökbilgin Hakkında Anılarım ve
Onun Eserlerinden Romen Ülkeleri, X II (1982), 783-836.
HALAÇOĞLU, Yusuf, Midhat Paşa’nın Necid ve Havalisi İle İlgili
Bir-Kaç Lâyihası, III (1973), 149-176 + VIII Levha, I
Harita.
-------------, Binbaşı İsmâil Hakkı Bey’in Kâşgar’ a Dâir Eseri, X III
(1987), 521-549.
HAMÎDULLAH, Muhammed, Tarihî Tasvirlere Göre Malazgirt
Meydan Muharebesinin Plânı (Çev. Salih Özbaran),
II (1971), 111-113 + I Plan.
TAR İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FY A SI
179
IŞILTAN, Fikret, Acı Kaybımız Prof. Dr. Ahm et Cevat Eren (19101976), VII-VIII (1977), 1-6.
ÎLGÜREL, Mücteba, Balıkesir’de Ayanlık Mücâdelesi, III (1973),
63-74.
----ÎLGÜREL, Sevim, Abdurrahman Hibrî’nin Menâsik-i Mesâlik’i,
VI (1975), 111-128.
-------------, Türkiyat Mecmuası Bibliyografyası, VII-VIII
233-262.
(1977),
İLHAN, M. Mehdi, 1518 Tarihli Tapu Tahrir Defterine Göre Âmid
Sancağında Timâr Dağılımı, X II (1982) , 85-100.
İMBER, Colin, The Status of Orchards and Fruittrees in Ottoman
Law, X II (1982), 763-774.
İPŞİRLÎ, Mehmed, Mustafa Selânikî an his History, IX (1978),
417-472.
-------------, Haşan Kâfi el-Akhisarî ve Devlet Düzenine Ait Eseri
UsûlüT-hikem Fi NizâmiT-âlem, X -X I (1981), 239-278.
, XVI. Asrın İkinci Yarısında Kürek Cezası île İlgili Hü­
kümler, X II (1982), 203-248.
-------------, Şeyhülislâm Sun‘ullah Efendi, X III (1987), 209-256.
İZGİ, Özkan, Sung Devrinde Kao’oh’dan Çin’ e Giden Elçiler, VI
(1975), 105-110.
-------------, Kuruluş Devrinde Uygurların Kitanlar’a Tesirleri ve
Uygur, Gazne, Kitanlar Arasındaki Münasebetler, VIIVIII (1977), 7-16.
.
, XI. Yüzyıla Kadar Orta Asya Türk Devletleri’nin Çin’le
Yaptığı Ticari Münâsebetler, IX (1978), 87-106.
------------ - , Orta Asya’nın Türkleşmesi, X II (1982), 627-640................
KAFALI, Mustafa, Cuci Sülalesi ve Şu‘beleri, I (1970), 103-120.
------------ , Cuci Ulusu’ndaki İl ve Kabilelerin Siyasî R ollen ve
Ehemmiyetleri, II (1971), 99-110.
KAFESOĞLU, İbrahim, Yazılışının 900. Yılı Münasebetiyle Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yerimi '(1970), 1-38.
180
AR ZU TOZDU iM AN
-------------, Türk Fütuhat Felsefesi ve Malazgirt Muhaberesi, II
(1971), 1-16.
-------------, Eski Türk Dini, III (1973), 1-34.
-------------, Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu, X -X I
(1981), 1-28.
-------------, Yanlış Kullanılan Türk Kültür Terimlerinden Birkaç
Örnek : Ulus, Yasa, Kurultay, X II (1982), 249-258.
KALESHÎ, Haşan, Türkler’in Balkanlarda Girişi ve İslâmlaştırıl­
ma (Arnavud Halkının Etnik ve Millî Varlığının Korun­
masının Sebebleri) (Çev. Kemal Beydilli), X -X I (1981),
177-194.
KOPRAMAN, Kâzım Yaşar, al-Malik al-Mu‘ayyad Şayh al-Mahmûdî Devrinde (1412-1421) Mısır’ın Mâlî ve İktisadî Duru­
muna Umûmî Bir Bakış, X -X I (1981), 153-176.
KÖHBACH, Markus, Die Parabel vom Gefundenen Dirhem in der
Frünhen Anatolischen Versepik, X II (1982), 499-506.
KÜÇÜK, Cevdet, Tanzimat Devrinde Erzurum’un Nüfus Durumu,
VII-VIII (1977), 185-224.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., Tanzimat Devri Osmanlı-İngiliz Güm­
rük Tarifeleri, IV-V (1974), 335-393.
-------------, 1869’da Faal İstanbul Medreseleri, VII-VIII (1977), 277392 + I Harita.
-------------, 1009 (1600), Tarihli Narh Defterine Göre İstanbul’da
Çeşidli Eşya Ve Hizmet Fiatlan, IX (1978), 1-85.
-------------, Prof. M. Tayyib Gökbilgin’in Ardından, X II (1982), 1-24.
-------------, Sultan II. Mahmud Devri Yedek Ordusu : Redîf-i Asâkir-i Mansûre, X II (1982), 127-158 + IV Tablo.
-------------, 1826 Düzenlemesinden Sonra İzmir Ihtisab Nezâreti,
X III (1987), 481-520.
LEWIS, Bernard, Meşveret, X II (1982), 775-782.
MALEKZADEH, Farrokh, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde Bu­
lunan Şah îsmail-i Safevi’ye Ait Kupa, VII-VIII (1977),
263-276.
TA R İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FY A SI
181
MATEESCU, Tudor, üne Ville Disparue de la Döbroudja, Karaharman, II (1971), 297-343 + I Harita.
MÉNAGE, V. L., Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı, IX
227-240.
(1978),
MERÇİL, Erdoğan, Türkçe Selçuknâmeye Göre Malazgirt Savaşı,
II (1971), 17-50.
-------------, Fars Meliki Selçuk-Şah’ın Hayatı ve Paralan, IV-V
(1974), 23-34.
-------------, Emir Savtegin, VI (1975), 63-74.
-------------, Simcûrîler : II. İbrahim b. Sîmcûr, X -X I (1981), 91-96.
-------------, Yezd Atabegleri, X II (1982), 367-386.
-------------, Simcûrîler V- Ebui-Kusım
X III (1987), 123-138.
b. Ebui-Hasan Simcûrî,
MERT, Özcan, Şerifinin «Fetihnâme-i Kıbnsm, IV-V (1974), 49-78.
MİROĞLU, İsmet, İstanbul Rasathanesine Âit Belgeler, III (1973),
75-82 + V Levha.
MORİ, Masao, Kuzey Asya’daki Eski Bozkır Devletlerinin Teşkilâtı,
IX (1978), 209-226.
MUGHUL, M. Yakub, Türk Amirali Emir Mustafa İbn Behram
Bey’in Hindistan Seferi (1531 ), IV-V (1974), 247-262.
OCAK, Ahmed Yaşar, Emirci Sultan ve Zaviyesi, IX
129-208.
(1978),
-------------, Türk Heterodoksi Tarihinde «Zındık», «Haricî», «Rafizî»,
«Mülhid» ve «Ehl-i Bid'at» Terimlerine Dâir Bazı Düşün­
celer, X II (1982), 507-520.
OGUZOĞLU, Yusuf, XVII. Yüzyılda Konya Şehrindeki Üretim Faa­
liyetleri Hakkında Bazı Bilgiler, X II (1982), 611-620.
OKUYUCU, Cihan, Mustafa Cinânî ve «Bedâyi‘ü’l-Âsâr»ı, XIII
(1987), 351-385.
OLSON, Robert W., Tews in the Ottoman Empire and Their Role
in Light of New Documents : Addenda and Revisions to
Gibb and Bowen, VII-VIII (1977), 119-144.
182
A R ZU TOZDU lM AN
ORHONLU, Cengiz, Seydî Ali Reis, I (1970), 39-56.
-------------, Afrika İle İlgili Türkçe Yayınlar ve Kayıtlar, VII-VIII
(1977), 145-156.
ORTAYLI, îlber, Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars, IX (1978),
343-362.
ÖNSOY, Rifat, Ziya Gökalp’ın İktisâdı Görüşleri, X II
355-366.
(1982),
ÖZBARAN, Salih, Portekiz Devlet Arşivi «Torre do Tombovnun
XVI. Yüzyıl OsmanlI Tarihi İçin Önemi, I (1970), 57-62.
■
---- =
------- , V.J. Parry (1915-1974), IV-V (1974), 429-431.
-------------, Two Letters of Dom Alvaro de Noronha From Hormuz,
IX (1978), 241-292.
-------------, üniversite Düzeyinde Tarih Öğretimi, X II (1982), 541578.
ÖZBİLGEN, Erol, Eski Malatya’da Silâhdar Mustafa Paşa Hanı’nın
Restitüsyonu Hakkında, I (1970), 93-102 + V Levha.
ÖZCAN, Abdülkadir, Şehid Ali Paşa’ya İzafe Edilen «Talim atnâme»ye Dâir, X II (1982), 191-202.
----------- -, Daltaban Mustafa Paşa, X III (1987), 299-334.
ÖZERGİN, M. Kemal, Özdemir-Oğlu Osman Paşa’nın Şirvan Se­
feri İle İlgili Üç Manzume, II (1971), 255-288.
-------------, Eski Bir Rûznâme’ye Göre İstanbul ve Rumeli Medre­
seleri, IV-V (1974), 263-290.
PARRY, V. J., Osmanlı İmparatorluğunda Kullanılan Harb Mal­
zemesinin Kaynakları (Çev. Salih Özbaran), III (1973),
35-46.
SARAY, Mehmet, Rusya’nın Asya’da Yayılması, X -X I
279-302.
(1981),
-------------, Atatürk ve Türk Dünyası, X II (1982), 445-458.
-------------, Balkanlarda Rus Yayılması, Gazi Osman Paşa ve Plevne
Müdâfaası, X III (1987), 551-576.
TA R İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
183
SERTOĞLU, Midhat, Osmarilı Devleti zamanında Kurulan Vakıf­
larda M ektubiyet Meselesi ve Bunun Hukuki Durumu,
X II (1982), 713-718.
SIRMA, İhsan Süreyya, Fransa'nın Kuzey Afrika’daki Sömürgeci­
liğine karşı Sultan II. Abdülhamid’in Panislâmist Faa­
liyetlerine Ait Bir Kaç Vesika, VII-VIII (1977), 157-184.
-------------, Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın San‘a Civarının Fethine
Dâir Bir Mektubu, IX (1978), 363-372.
-------------, Yemen Valisi Osman Nuri Paşa’nın Yolsuzluklarına Dâir
İmzâsız Bir Lâyiha, X -X I (1981), 395-412.
-------------, Yemen’in Jeo-politik Durumu ve OsmanlI Devleti’ne Ka­
tılması, X II (1982), 427-444.
SOUCEK, S., İnebahtı Savaşı, IV-V (1974), 34-48.
SÖZEN, Metin-K. Bora Yılmazyiğit, Mimar Zühtü Başar ve Üskü­
dar Kaymakamlığı, X II (1982) , 719-734.
STOYANOVSKI, Aleksandar, XVII. Yüzyılın Sonuna Kadar Make­
donya’nın Osmanlı Hakimiyeti Devrinde İdâri Taksima­
tı (Çev. İsmail Eren), IV-V (1974), 213-230.
SUÇESKA, Avdo, Bosna Eyâleti’nde Tekâlif-i Şakka, X II (1982),
755-762.
ŞAHİN, İlhan, Kenzü’l-Veksyi; Mustafa Sâkib Efendi ve Eseri,
VII-VIII (1977), 95-118.
-------------, XVI. Asırda Halep Türkmenleri, X II (1982), 687-712.
-------------, Osmanlı Devrinde Konar-Göçer Aşiretlerin İsim Alma­
larına Dâir Bâzı Mülâhazalar, X III (1987), 195-208.
ŞAKİROĞLU, Mahmut H., 1521 Tarihli Osmanlı-Venedik Andırış­
masının Aslî Metni, X II (1982), 387-404;
ŞEŞEN, Ramazan, Câhız’ın Eserleri Hakkında Bazı Yeni Malzeme­
ler, I (1970), 231-272.
-------------, İmad al-Dîn al-Kâtıb al-İsfahânî, II (1971), 75-98.
-------------, İmâd al-Dîn al-Kâtib al-İsfahânî, III (1973), 273-300.
-------------, Türkiye Kütüphânelerinde Bulunan Bazı Nâdir Türkçe
Yazmalar, IX (1978), 373-404.
184
A R ZU TOZDU lM AN
----- , Klâsik İslâm Kaynaklarına Göre Eski Türklerin Dini ve
Şaman Kelimesinin Menşei Başlangıçtan Moğol İstilâ­
sına Kadar), X -X I (1981), 57-90.
TANERİ, Aydın, Selçuklu-Osmanlı Çizgisinde Harezmşahlar Vezâreti, VTI-VIII (1977), 17-54.
T’ANG CHI, Türk Tarihine Ait Çin Kaynakları, II (1971), 181-210.
TARHAN, M. Taner-Veli Sevin, İstanbul Arkeoloji Müzesindeki
Urartı At-Koşum Parçaları, VI (1975), 45-62.
TEKİNDAğ, M. C. Şehabeddin, Selim-nâmeler, I (1970), 197-230.
-------------, Silifke, II (1971), 141-152 + X VI Levha.
-------------, Âli Fuad Türkgeldi’nin Tiran Elçiliği, III (1973), 47-62
+ X I Levha.
— -------- , Teke-Eli ve Teke Oğulları, VII-VIII (1977), 55-94.
—:---------, Şehinşâh’ın Oğlu Şerefeddin İshak Hakkında Bir Kitabe,
X -X I (1981), 109-110.
TEMELKURAN, Tevfik, Divân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi, VI
(1975), 129-175.
TRAKO, Salih, İbrahim Münib Akhisârî Bosnavî ve Onun Mecmû’ayı Fıkhıyyesi, X II (1982), 735-754.
ÜLKER, Necmi, Batılı Gözlemcilere Göre XVII. Yüzyılın İkinci Ya­
nsında İzmir Şehri ve Ticarî Sorunları, X II (1982),
317-354.
YEDİYILDIZ, Bahaeddin, XVIII. Asırda Türk Vakıf Teşkilâtı, X II
(1982), 171-190.
YETKİN, Şerare, Sultan Alp Arslan Devrine Ait Bir Küm bet Süs­
lemesinin Başka Çevrelerdeki Etkileri, II (1971), 115-120
+ VII Levha.
YILDIZ, Hakkı Dursun, Abbasİler Devrinde Türk Kumandanları.
II. inak et-Türkî, II (1971), 51-58.
-------------, Abbasİler Devrinde Türk Kumandanları. El-Afşin Hay­
dar b. Kâvûs, IV-V (1974), 1-22.
-------------, Azerbaycan’da Hüküm Sürmüş Bir Türk Hânedânı. Sâc
Oğulları, IX (1978), 107-128.
TARİH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FY A SI
, Abbasîler’de Emirülümerâlığın
(1981), 97-108.
B.
KONULARA
Ortaya
Çıkışı,
185
X -X I
GÖRE
ARŞİV’E DÂİR YAZILAR
ÇETİN, Atilla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin, Os­
manlI Devlet Arşivi ve Mülga Sadâret Evrakının Muha­
fazası Hakkında Aldığı Kararlara Ait Bazı Belgeler, X II
(1982), 593-610.
EŞREFOĞLU, Eşref, Bâb-ı âlî Evrak Odası Sâdâret Evrakı ve Provenanca Sisteminin Uygulanması, VII-VIII (1977), 225232.
ÖZBARAN, Salih, Portekiz Devlet Arşivi «Torre do Tombovnun
XVI. Yüzyıl Osmanlı Tarihi İçin Önemi, I (1970), 57-62.
BİBLİYOGRAFYA VE KATALOG MÂHİYETİNDEKİ YAZILAR
AĞIRAKÇA, Ahmet, Müneccimbaşı Ahmed Dede Efendi’nin Tari­
hi Câmi‘ü’d-Düvel Dışında Kalan ve İstanbul Kütüp­
hanelerinde Bulunan Bazı Yazma Eserlerinin Tavsifleri,
X III (1987), 335-350.
İLGÜREL, Sevim, Türkiyat Mecmuası Bibliyografyası, VII-VIII
(1977), 233-262.
ORHONLU, Cengiz, Afrika İle İlgili Türkçe Yayınlar ve Kayıtlar,
VII-VIII (1977), 145-156.
ŞEŞEN, Ramazan, Câhız’ın Eserleri Hakkında Bazı Yeni Malzeme­
ler, I (1910), 231-212.
------------ , Türkiye Kütüphânelerinde Bulunan Bazı Nâdir Türkçe
Yazmalar, IX (1978), 373-404.
T’ANG CHI, Türk Tarihine Ait Çin Kaynakları, II (1971), 181-210.
186
A R ZU TO ZD U M AN
BİYOGRAFİ MAHİYETİNDEKİ YAZILAR
AKTEPE, Münir, Moldovancı Ali Paşa ve Mezar Kitabesi, X II
(1982), 405-426.
BAYRAM, Mikâil, Ahi Evren’in Öldürülmesi ve Ölüm Tarihinin
Tesbiti, X II (1982), 521-540.
ÇAVUŞOĞLU, Mehmed, 16. Yüzyılda Yaşamış Bir Kadın Şâir Nisâyî, IX (1978), 405-416.
DONUK Abdülkadir, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun Hayatı ve
Eserleri, K i li (1987), 1-30.
GAVANİME, Yusuf Derviş, El-Efdal b. Bedrü’l-Cemâlî ve Birinci
Haçlı Seferindeki Rolü (Çev. A. Özaydın), X III (1987),
139-154.
GUBOĞLU, Mihail, Prof. Tayyib Gökbilgin Hakkında Anılarım ve
Onun Eserlerinden Romen Ülkeleri, X II (1982), 783-836.
IŞILTAN, Fikret, Acı Kaybımız Prof. Dr. Ahm et Cevat Eren (19101976), VII-VIII (1977), 1-6.
İPŞİRLİ, Mehmet, Şeyhülislâm Sun‘ullah Efendi, X III (1987), 209256.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat, Prof. M. Tayyib Gökbilgin’in Ardından,
X II (1982), 1-24.
MERÇİL, Erdoğan, Fars Meliki Selçuk-Şah’ın Hayatı ve Paraları,
IV-V (1974), 23-34.
-------------, Emir Savtegin, VI (1975), 63-74.
-------------, Sim cûrîler: II. İbrahim b. Sîmcûr, X -X I (1981), 91-96.
-------------, Simcûrîler V-Ebu’l-Kasım b. Ebu’l-Hasan Simcûrî, X III
(1987), 123-138.
OCAK, Ahmed Yaşar, Emirci Sultan ve Zâviyesi, IX (1978), 129208.
ORHONLU, Cengiz, Seydî Ali Reis, 1 (1970), 39-56.
ÖNSOY, Rifat, Ziya Gökalp’ın İktisâdi Görüşleri, X II (1982), 355366.
ÖZBARAN, Salih, V.J. Parry (1915-1974), IV-V (1974), 429-431.
TAR İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
187
ÖZCAN, Abdülkadir, Daltaban Mustafa Paşa, X III (1987), 299-334.
SÖZEN, Metin-K. Bora Yılmazyiğit, Mimar Zühtü Başar ve Üskü­
dar Kaymakamlığı, X II (1982), 719-734.
ŞEŞEN, Ramazan, îmad al-Dîn al-Kâtib al-İsfahsnî, II (1971),
75-98.
-------------, Îmad al-Dîn al-Kâtıb al-îsfahönî, III (1973), 273-300.
YILDIZ, Hakkı Dursun, Abbasîler Devrinde Türk Kumandanları.
II. inak et-Türkî, II (1971), 51-58.
■
------------ , Abbasîler Devrinde Türk Kumandanları. El-Afşin Hay­
dar b. Kâvûs, IV-V (1974), 1-22.
DİĞER DEVLETLER, BEYLİKLER ve HANEDANLAR TARİHİ
Abbasîler
YILDIZ, Hakkı Dursun, Abbasîler’de Emirülümerâlığın Ortaya
Çıkışı, X -X I (1981), 97-108.
Harezmşahlar
TANERİ, Aydın, Selçuklu-Osmanlı Çizgisinde Harezmşahlar Vezâreti, VII-VIII (1977), 17-54.
Memlûklar
KOERAMAN, Kâzım Yaşar, al-Malik al-Mu‘ayyad Şayh al-Mahmûdî Devrinde (1412-1421) Mısır’ın Mâlî ve İktisadî Du­
rumuna Umûmî Bir Bakış, X -X I (1981), 153-176.
Moğollar
KAFALI, Mustafa, Cuci Sülalesi ve Şu'beleri, I (1970), 103-120.
-, Cuci Ulusu’ndaki II ve Kabilelerin Siyasî Rolleri ve
Ehemmiyetleri, II (1971), 99-110.
188
A R ZU TOZDUıMAN
Rusya
SARAY, Mehmet, Rusya’nın Asya’da Yayılması, X -X I (1981), 279302.
-------------, Balkanlarda Rus Yayılması, Gazi Osman Paşa ve Plevne
Müdâfaası, X III (1987), 551-576.
Sac Oğullan
YILDIZ, Hakkı Dursun, Azerbaycan’da Hüküm Sürmüş Bir Türk
Hanedanı. Sâc Oğulları, IX (1978), 107-128.
Teke Oğullan
TEKİNDAĞ, Şehabettin, Teke-Eli ve
(1977), 55-94.
Teke
Oğulları, VII-VIII
Timurlular
AKA, İsmail, XV. Yüzyılın İlk Yarısında Timurlülar’da Ziraî ve
Ticarî Faaliyetler, X -X I (1981), 111-120.
Yezd Atabegleri
MERÇİL, Erdoğan, Yezd Atabegleri, X II (1982), 367-386.
DİNLER TARİHİ
ARSLAN, Mahmut, İslâm’da Devlet Düşüncesi ve Kutadgu-Bilig,
X III (1987), 67-108.
DEVLET, Nadir, Îdil-Ural’da İslâmiyet’in Durumu, X III (1987),
109-122.
KAFESOGLU, İbrahim, Eski Türk Dini, III (1973), 1-34.
KÖHVACH, Markus, Die Parabel vom Gefundenen Dirhem in der
Frünhen Anatolischen Versepik, X II (1982), 499-506.
TAR İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
189
OCAK, Ahmet Yaşar, Türk Heterodoksi Tarihinde «Zındık», «Hâ­
rici», «Rafisi», «Mülhid» ve «Ehl-i Bid‘at» Terimlerine
Dâir Bazı Düşünceler, X II (1982), 507-520.
ŞEŞEN, Ramazan, Klâsik İslâm Kaynaklarına Göre Eski Türklerin
Dini ve Şaman Kelimesinin Menşei (Başlangıçta Moğol
İstilâsına Kadar), X -X I (1981), 57-90.
EĞİTİM
ÖZBARAN, Salih, Üniversite Düzeyinde
(1982), 541-578.
Tarih Öğretimi, X II
ESKİ ÇAĞ TARİHİ
AKŞİT, Oktay, Epikuros’cu Ruh Teorisi, VI (1975), 1-44.
CONDURACHI, Em. - Gh. Stefan, La Romanite Orientale (Çev.
Mehmet Özsait), II (1971), 211-228 + I Harita.
DARGA, MUHİBBE, Hitit Bayram-Rituali Metinlerinde Geçen
«ETamu» Hakkında Bir Araştırma, III (1973), 319-352.
-------------, Hitit Çivi Yazısı Belgelerinde Geçen Lûmes Hilammatti
Kelimesinin Anlamı, I (1970), 121-130 + I Plan.
-------------, Hititlerin Kült Törenlerinde Kadınların Yeri ve Görev­
leri, IV-V (1974), 231-245.
TARHAN, M. Taner-Veli Sevin, İstanbul Arkeoloji Müzesindeki
Urartı At-Koşum Parçaları, VI (1975), 45-62.
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ
ÇANDARLIOĞLU, Gülçin, Ming Devri Orta-Asya Çin Münasebet­
leri Hakkında Bir Kaynak Eser, Ch’en Ch’eng Seyahatnâmesi Hakkında Bir Kaç Söz, X III (1987), 155-160.
İZGİ, Özkan, Sung Devrinde Kao’oh’dan Çin’e Giden Elçiler, VI
(1975), 105-110.
A R ZU TOZDUüMtAN
190
.----------- Kuruluş Devrinde Uygurlar’ın Kitanlar’a Tesirleri ve
Uygur, Gazne, Kitanlar Arasındaki Münasebetler, VIIVIII (1977), 7-16.
-------------, XI. Yüzyıla Kadar Orta Asya Türk Devletleri’nin Çin’le
Yaptığı Ticarî Münâsebetler, IX (1978), 87-106.
-------------, Orta Asya’nın Türkleşmesi, X II (1982), 627-640.
MORİ, Masao, Kuzey Asya’daki Eski Bozkır Devletlerinin Teşkilâtı,
IX (1978), 209-226.
OSMANLI TARİHİ
Askeri Teşkilât
KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., Sultan II. Mahmud Devri Yedek Or­
dusu : Redif-i Asâkir-i Mansûre, X II (1982), 127-158
+ IV Tablo.
PARRY, V. J., Osmanlı İmparatorluğunda Kullanılan Harb Mal­
zemesinin Kaynaklan (Çev. Salih Özbaran), III (1973),
35-46.
İktisâdi Tarih
AYKUT, Nezihi, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sikke Tecdidleri,
X III (1987), 257-297.
EMECEN, Feridun M., Kayacık Kazâsının Avârız Defteri, X II
(1982), 159-170.
EŞREFOGLU, Eşref, İstanbul’da îhtisab Mevzuatı ve 1682-1684
Senelerinde Îhtisab Mukataası İle İlgili Bir Belge, IV-V
(1974), 195-211.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., Tanzimat Devri Osmanlı-İngiliz Güm­
rük Târifeleri, IV-V (1974), 335-393.
— , 1009 (1600), Tarihli Narh Defterine Göre İstanbul’da
Çeşidli Eşya Ve Hizmet Fiatlan, IX (1978), 1-85.
TA R İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
191
-------------, 1826 Düzenlemesinden Sonra İzmir îhtisâb Nezâreti,
X III (1987), 481-520.
SUÇESKA, Avdo, Bosna Eyâleti’nde Tekâlif-i Şakka, X II (1982),
755-762.
ŞAKÎROĞLU, Mahmut H., 1521 Tarihli Osmanlı Venedik Andlaşmasının Aslî Metni, X II (1982), 387-404.
Merkez Teşkilâtı
GÖKYAY, Orhan Şaik, Osmanlı Donanması Ve Kapudân-ı Derya
İle İlgili Teşrifât Hakkında Belgeler, X II (1982), 25-84.
LEWIS, Bernard, Meşveret, X II (1982), 775-782.
TEMELKURAN, Tevfik, Divân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi, VI
(1975), 129-175.
Osmanlı Devrine Ait Tarihî Eserler
AKTEPE, M. Münir, Osmanlı Devri İzmir CâmVleri Hakkında Ön­
bilgi, III (1973), 177-212 + X X X I Levha.
-------------, Osmanlı Devri İzmir Câmi ve Mescidleri HakkındaÖn­
bilgi II, IV-V (1974), 91-193.
ARTIJK, İbrahim, Donanma İâne Madalyası, III (1973), 301-310
+ X Levha.
-------------, Alay Köşkü, X II (1982), 587-592.
BAYKARA, Tuncer, İzmir Câmii’ne Ait Bir Kitabe ve Tahlili, XIII
(1987), 169-176.
EMECEN, Feridun M., Manisa Murâdiye Câmii İnşâsına Dâir,
X III (1987), 177-194.
EYİCE, Semavi, Trakya’da İnecik’de Bir Tabhâneli Câmi, I (1970),
171-196 + X VI Levha.
-------------, Tarihî Mezarlardan Notlar, IV-V (1974), 291-334.
------------ , İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihî EserleriIII :
Papasoğlu Mescidi, Ömer Efendi Namazgahı, Nevşehirli
İbrahim Paşa Mektebi ve Sebili, X -X I (1981), 195-238.
192
A R ZU TO ZD U M AN
-------------, İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihî Eserleri, XII
(1982), 841-886.
-------------, Ay-Yıldız’ın Tarihi Hakkında, X III (1987), 31-66.
GÖKBİLGİN, Tayyib, Söğüt Ertuğrul Gazi Türbesi, IV-V (1974),
79-90.
GÖYÜNÇ, Nejat, Eski Malatya’da Silâhdar Mustafa Paşa Hanı, I
(1970), 63-92 + VI Levha.
MALEKZADEH, Farrokh, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde Bu­
lunan Şah îsmail-i Safevi’ye Ait Kupa, VII-VTII (1977) ,
263-276.
ÖZBİLGEN, Erol, Eski Malatya’da Silâhdar Mustafa Paşa Hanı’nın
Restitüsyonu Hakkında, I (1970), 93-102 + V Levha.
OsmanlIlarda Hukuk
İPŞİRLİ, Mehmed, XVI. A snn İkinci Yansında Kürek Cezası île
İlgili Hükümler, X II (1982), 203-248.
Osmanlılarda ilini
GENCER, Ali İhsan, Özel Bahriye Mektebleri Hakkında bir Genelge, VII-VIII (1977), 413-417
KÜTÜKOGLU, Mübahat S., 1869’da Faal İstanbul Medreseleri,
VII-VIII (1977), 277-392 + I Plan.
MİROGLU, İsmet, İstanbul Rasathanesine Âit Belgeler, III (1973),
75-82 + V Levha.
ÖZERGİN, M. Kemal, Eski Bir Rûznâme’ye Göre İstanbul ve Ru­
meli Medreseleri, IV-V (1974), 263-290.
Osmanlılarda Tarihçilik, Tarihî Eserler ve Müellifleri
AKTEPE, M. Münir, Vakca-nüvîs Ahmed Lütfî Efendi ve Târihi
Hakkında Bâzı Bilgiler, X -X I (1981), 121-152.
ANDREASYAN, Hrand D., XIV. ve XV. Yüzyıl Türk Tarihine Âit
Ufak Kronolojiler ve Kolofonlar, III (1973), 83-148.
TA jRİH E N STİTÜ SÜ D ER G ÎSI B İB LİYO G R A FY A SI
193
BEYDÎLLİ, Kemal, İlk Mühendislerimizden Seyyid Mustafa ve
Nizâm-ı Cedîd’e Dair Risalesi, X III (1987), 387-479.
ÇAVUŞOĞLU, Mehmed, Şehzade Mustafa Mersiyeleri, X II (1982),
641-686.
DERİN, Fahri Ç., Yayla İmamı Risalesi, III (1973), 213-272.
EYİCE, Semavi, Tarihî İki Olayla İlgili İki Gravür, III (1973), 311318 + II Gravür.
GÖKBİLGİN, M. Tayyib, Lehistan Tatarları Hakkında Bir Risale
«Risâle-i Tatar-ı Leh», II (1971), 121-130 + X X III
Levha.
HALAÇOĞLU, Yusuf, Binbaşı İsmâil Hakkı Bey’in K âşgafa Dâir
Eseri, X III (1987), 521-549.
İLGÜREL, Sevim, Abdurrahman Hibn’nin Menâsik-i Mesâlik’i,
VI (1975), 111-128.
İPŞİRLİ, Mehmed, Mustafa Selânikî an his History, ÏX (1978),
417-472.
------------ , Haşan Kûfî el-Akhisarî ve Devlet Düzenine Ait Eseri
UsûlüT-hikem Fî NizâmiT-âlem, X -X I (1981), 239-278.
MÉNAGE, V. L., Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı, IX
227-240.
(1978),
MERT, Özcan, Şerîfî’nin «Fetihnâme-i Kıbrıs»ı, IV-V (1974), 49-78.
OKUYUCU, Cilıan, Mustafa Cinânî ve vBedâyVüi-Âsâr»ı,
(1987), 351-385.
XTTT
ÖZCAN, Abdülkadir, Şehid Ali Paşa’ya İzafe Edilen «Taiimât-nâm e»ye Dâir, X II (1982), 191-202.
ŞAHİN, İlhan, KenzüT-Vekâyi; Mustafa Sâkib Efendi ve Eseri, VIIVIII (1977), 95-118.
TEKİNDAG, M. C. Şehabeddin, Selim-nâmeler, I (1970), 197-230.
TRAKO, Salih, İbrahim Münih Akhisârî Bosnavî ve Onun Mecmû1a-yı Fıkhıyyesi, X II (1982), 735-754.
194
A R ZU TOZDUM AN
Siyasî Tarih
AHMAD, Feroz, 1908-1914 Yılları Arasında Büyük Britanya’nın Jön
Türkler’ le Münasebetleri (Çev. Bedia Turgay Ahmad),
II (1971), 153-180.
AKTEPE, M. Münir, Baltacı Mehmed Paşa’nın 1711 Prut Seferi
İle İlgili Emirleri, I (1970), 131-170 + I Plan.
-------------, Mehmed Efendi’nin Lehistan Sefareti ve Sefâret-nâmesi, II (1971), 131-140 + V Levha.
BACQUÉ-GRAMMONT, Jean-Louis, Un Berat de Mahmûd 1 Por­
tant Nomination du Consul Général de France en
Egypte en 1736, X II (1982), 259-278.
DAVISON, Roderic H., Küçük Kaynarca Antlaşmasının Yeniden
Tenkidi (Çev. Erol Aköğretmen), X -X I (1981), 343-368.
DUMONT, Paul, 1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu’nun İslahı
(Çev. Bahaeddin Yediyıldız), X -X I (1981), 369-394.
FEHÉR, Géza, Questions Iconographiques des Miniatures Otto­
manes des Chroniques Sur les Campagnes de Hongrie,
X II (1982), 837-840.
GENCER, Ali İhsan, İhtilâlci Erm enilefin «Kaza İhtilâl Teşkilâtı»
Talimatnâmesi, X III (1987), 577-606.
GÖYÜNÇ, Nejat, Midhat Paşa’nın Niş Vâliliği Hakkında Notlar
ve Belgeler, X II (1982), 279-316.
HALAÇOĞLU, Yusuf, Midhat Paşa’nın Necid ve Havalisi İle İlgili
Bir-kaç Lâyihası, III (1973), 149-176 + VIII Levha, I
Harita.
KALESHİ, Haşan, Türkler’in Balkanlar’a Girişi ve İslâmlaştırılma
(Arnavud Halkının Etnik ve Millî Varlığının Korunma­
sının Sebebleri) (Çev. Kemal Beydilli), X -X I (1981),
177-194.
MUGHUL, M. Yakub, Türk Amirali Emir Mustafa tbn Behram
B ey’in Hindistan Seferi (1531), IV-V (1974), 247-262.
ÖZBARAN, Salih, Tıvo Letters of Dom Alvaro de Noronha From
Hormuz, IX (1978), 241-292.
TA R İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
195
ÖZERGİN, M. Kemal, Özdemir-Oğlu Osman Paşa’nıh Şirvan Se­
feri île İlgili Üç Manzume, II (1971), 255-288.
SIRMA, İhsan Süreyya, Fransa’nın Kuzey Afrika’daki Sömürgeci­
liğine karşı Sultan II. Abdülhamid’in Panislâmist Faa­
liyetlerine Ait Bir Kaç Vesika, VII-VIII (1977), 157-184.
-------------, Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın San‘a Civarının Fethine
Dâir Bir Mektubu, IX (1978), 363-372.
-------------, Yemen Vâlisi Osman Nuri Paşa’nın Yolsuzluklarına Dâir
îmzâsız Bir Lâyiha, X -X I (1981), 395-412.
-------------, Yemen’in Jeo-politik Durumu ve Osmanlı Devleti’ne
Katılması, X II (1982), 427-444.
SOUCEK, S. İnebahtı Savaşı, IV-V (1974), 35-48.
TEKÎNDAğ, M. C. Şehabeddin, Ali Fuad Türkgeldi’nin Tiran El-çiliği, III (1973), 47-62 + X I Levha.
Sosyal Tarih
AKTEPE, M. Münir, Kapudân-ı Derya Morali Aşçı Hacı İbrahim
Paşa ve Vakfiyeleri, VI (1975), 177-203.
BLAŞKOVIÇ, Josef, Sadnâzam Köprülü-zâde (Fâzıl) Ahmed Paşa’nın Ersekujvar Bölgesindeki Vakıfları 1664-16Ş5, IX
(1978), 293-342.
OLSON, Robert W., Jeıoes in the Ottoman Empire and Their Role
in Light of New Documents : Addenda and Revisions
to Gibb and Bowen, VII-VIII (1977), 119-144.
SERTOGLU, Midhat, Osmanlı Devleti zamanında Kurulan Vakıf­
larda M ektubiyet Meselesi ve Bunun Hukuki Durumu,
X II (1982), 713-718.
ŞAHİN, İlhan, XVI. Asırda Halep Türkmenleri, X II (1982), 687712.
-------------, Osmanlı Devrinde Konar-Göçer Aşiretlerin İsim Alma­
larına Dâir Bâzı Mülâhazalar, X III (1987), 195-208.
YEDİYILDIZ, Bahaeddin, XVIII. Asırda Türk Vakıf Teşkilâtı, X II
(1982), 171-190.
196
A R ZU TO ZD U M AN
Taşra Teşkilâtı
İLGÜREL, Mücteba, Balıkesir’de Ayanlık Mücâdelesi, III (1973),
63-74.
STOYANOVSKI, Aleksandar, XVII. Yüzyılın Sonuna Kadar Ma­
kedonya’nın Osmanlı Hakimiyeti Devrinde İdâri Tak­
simatı, IV-V (1974), 213-230.
Toprak Rejimi
ARIKAN, Zeki, Hamid Sancağı’ndaki Timar Düzenine İlişkin Araş­
tırmalar, X II (1982), 101-126.
ÎLHAN, m. Mehdi, 1518 Tarihli Tapu Tahrir Defterine Göre Amid
Sancağında Timâr Dağılımı, X II (1982), 85-100.
ÎMBER, Colin, The Status of Orchards and Fruittrees in Ottoman
Law, X II (1982), 763-774.
SELÇUKLULAR TARİHÎ
Alp Arslan ve Malazgirt Savaşı
ATASOY, Nurhan, Minyatürlerde Türk Büyükleri ve Alp Arslan,
II (1971), 59-64 + IV Minyatür.
HAMİDULLAH, Mııhammed, Tarihî Tasvirlere Göre Malazgirt
Meydan Muharebesinin Plânı (Çev. Salih Özbaran), II
(1971), 111-113 + I Plan.
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Fütuhat Felsefesi ve Malazgirt Mu­
harebesi, II (1971), 1-16.
MERÇİL, Erdoğan, Türkçe Selçuknâmeye Göre Malazgirt Savaşı,
II (1971), 17-50.
Anadolu Selçukluları
DEMİROĞLU, Ayla, Anadolu Selçukluları Devrine Ait Bir Siyâset-nâme, X II (1982), 621-626.
TA R İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
197
KAFESOĞLU, İbrahim, Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte
Kuruldu, X -X I (1981), 1-28.
Selçuklular Dönemine A it Tarihî Eserler
ARTUK, İbrahim, Diyarbakır ve Mardin’in Bâzı Önemli Ya-pilan,
II (1971), 65-74 + VI Levha.
BAYKARA, Tuncer, Alâiye’de Bazı Yeni Kitabeler, X II (1982),
579-586.
EYÎCE, Semavi, Kırşehir’de Karakurt (Kalender Baba) İlıcası,
II (1971), 229-254 + X II Levha.
TEKÎNDAĞ, M. C. Şehabeddin, Şehinşâh’ın Oğlu Şerefeddin İshak Hakkında Bir Kitabe, X -X I (1981), 109-110.
YETKÎN, Şerare, Sultan Alp Arslan Devrine Ait Bir Küm bet Süs­
lemesinin Başka Çevrelerdeki Etkileri, II (1971), 115120 + VII Levha.
ŞEHİR TARİHLERİ
GÖKBÎLGlN, M. Tayyib, Karaharman. Dobruca’nın Kaybolmuş
Bir Köyü, II (1971), 289-296.
KÜÇÜK, Cevdet, Tanzimat Devrinde Erzurum’un Nüfus Durumu,
VII-VIII (1977), 185-224.
MATEESCU, Tudor, üne Ville Disparue de la Döbroudja, Kara­
harman, II (1971), 297-343 + I Harita.
OğUZOğLU, Yusuf, XVII. Yüzyılda Konya Şehrindeki Üretim
Faaliyetleri Hakkında Bazı Bilgiler, X II (1982), 611-620.
ORTAYLI, îlber, Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars, IX
343-362.
(1978),
TEKİNDAĞ, M. C. Şehabeddin, Silifke, II (1971), 141-152 + XVI
Levha.
ÜLKER, Necmi, Batılı Gözlemcilere Göre XVII. Yüzyılın İkinci
Yansında İzmir Şehri ve Ticarî Sorunlan, X II (1982),
317-354.
198
A R ZU TOZDUıMAN
TÜRK EDEBİYATI TARİHİ
ERÜNSAL, İsmail, Türk Edebiyatı Tarihi’nin Arşiv Kaynaklan 1 :
II.
Bâyezid Devrine Ait Bir ln ‘amât Defteri, X -X I (1981),
. 303-342.
TÜRK KÜLTÜR TARİHİ
BAYKARA, Tuncer, Eski Türk İktisâdi Hayatı ve Şehir, VI (1975),
75-104.
DİYARBEKÎRLİ, Nejat, Peçenek Hâzinesi ve Türk Sanatının Çe­
şitli Kıtalarda Gelişen Ortak Nitelikleri, IV-V (1974),
395-428.
DONUK, Abdülkadir, Türk Devletinde Hâkimiyet Anlayışı, X -X I
(1981), 29-56.
-------------, Oğuz Kağan Destanında Yanlış Yorumlanan Bir Terim:
Üleştirmek mi? İliştirmek mi?, X III (1987), 161-168.
EREN, Ahmet Cevat, Millî Bir Güç Olarak Türk Kültür Sosyolo­
jisi Üzerinde Bir İnceleme-Deneme, VH-VIII (1977),
393-412.
KAFESOĞLU, İbrahim, Yazılışının 900. Yılı Münasebetiyle Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, I (1970), 1-38.
-------------, Yanlış Kullanılan Türk Kültür Terimlerinden Birkaç
Ö rn ek: Ulus, Yasa, Kurultay, X II (1982), 249-258.
KURTULUŞ SAVAŞI VE ATATÜRK
DONUK, Abdülkadir, 26-30 Ağustos 1922 Talarruzu ve Turan
Taktiği, X II (1982), 459-498.
SARAY, Mehmed, Atatürk ve Türk Dünyası, X II (1982), 445-458.
TAİRİH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
C.
TANITIM
199
YAZILARI
AKTEPE, M. Münir, A. H. De Groot, The Ottoman Empire and
Dutch Republic : A History of the Earliest Diplomatic
Relations 1610-1630, Leiden/istanbul 1978, X III + 417
s., 12 levha. IX (1978), 487-488.
-------------, Andreas Tietze, Mustafa. ‘Ali’s Counsel for Sultans of
1581, Edition Translation, Österreichische Akademie
der Wissenschaften Philosophische-Historische Klasse,
Denkschriften, 137 Band. X -X I (1981), 448-449.
ARIKAN, Zeki, Michel Lesure, Lépante. La Crise de L’empire Ottoman, Paris (Julliard) 1972, 279 s. VII-VIII (1977),
423-430.
-------------, Alexandru Dutu and Poul Cemovedeanu, Dimitrie Cantemir, Historian of South East European and Oriental
Civilisations, Extract from «The History of the Ottoman Empire», W ith a Foreword by Professor Halil İnal­
cık, Bucarest 1973, 359 s., 35 Levha. IX (1978), 476-478.
AYDIN, Mahir, Yücel Özkaya, OsmanlI İmparatorluğu’nda Dağlı
İsyanları (1791-1808), Ankara Üniv. Dil ve Tarih-Coğrafya Fak. Yay., No. 344, Ankara 1983, 171 s., vesikalar,
dipnotlar, dizin, 32 fotokopi ve I harita. X III (1987),
618-620.
BAYKARA, Tuncer, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (10711920), Naşirleri : Osman Okyar-Halil İnalcık, Ankara
1980, X VI + 396 s. X -X I (1981), 431-433.
BEYDİLLİ, Kemal, Renate Lachmann (Eseri tercüme ve takdim
eden), Claus-Peter Haase, Renate Lachmann, Günter
Prinzing (Eseri yorumlayanlar), Memoiren eines Janitscharen oder Türkische Chronik (Bir Yeniçerinin
Hatıraları veya Türk Kroniği), Graz-Köln-Wien 1975,
233 s. VII-VIII (1977), 431-444.
200
A R ZU TOZDU.MAN
-------------, Barbara von Palombini, Bündniswerben Ausländi­
scher Machte um Persien, 1453-1600 (Avrupa Devletle­
rinin İran’la İttifak Teşebbüsleri) Franz Steiner Verlag,
Wiesbaden 1968, V + 138 s., (Büyük boy basım ). X -X I
(1981), 413-417.
-------------, Jehuda L. Wallach, Anatomis einer Militärhilfe. Dis
Preussisch-Deufsehen Militärmissionen in der Türkei
1835-1919 (Bir Askerî Yardımın Anatomisi, Türkiye’de
Prusya-Alman Askerî Heyetleri 1835-1919), Schhriftenreihe des Institus für Deutsche Geschichte, Universität
Tel Aviv, Droste Verlag Düsseldorf 1976, 284 s. X -X I
(1981), 418-421.
-------------, Hans Georg Majer, Das Osmanische «Registerbuch der
Beschwerden» (Şikayet D efteri) vom Jahre 1675, Verlag
der Österreichi sehen Akademie der Wissenschaften,
Wien 1984, 68 + 450 s. X III (1987), 607-611.
DERİN, F. Çetin, Malazgirt Armağanı, Türk Tarih Kurumu Yay.
X IX . Seri-Sa. 4, X + 316 s., 313 resim, harita, kroki ve
desen. IV-V (1974), 437-438.
EMECEN, Feridun M., Anton C. Schaendlinger, Die Schreiben Süleymans des Prächtigen an Vasallen Militärbeamte,
Beamte und Richter, aus dem Haus-, Hof-undt Staatsarchivzu Wien, Teil 2, Viyana 1986,1 (XX V III + 84 s.) II (48 s.). X III (1987), 611-614.
GENCER, Ali İhsan, Dr. Rifat Uçarol, 1878 K ibns Sorunu ve Osmanli-îngïliz Anlaşması (Ada’nın İngiltere’ye Devri),
İ. Ü. Ed. Fak. Yay., No. 2434, İstanbul 1978, 152 s. X -X I
(1981), 426-428.
GÖKYAY, Orhan Şaik, Prof. Dr. Neşet Çağatay, Mustafa Nuri
Paşa, Natayic ül-Vukuat, c. I-II, Türk Tarih Kurumu
Yay., X X II. Dizi-Sa. 1, Ankara 1979, X -X I (1981), 433442.
GÖYÜNÇ, Nejat, Klaus Schwarz, Der Vorders Orient in den
Hachschulschriften Deutschlands, Österreichs und der
Schweiz. Eine Bibliographie von Dissertationen und Ha-
TA R İH EN STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
201
bititationsschriften (1885-1978) (Almanya, Avusturya
ve İsviçre Üniversite ve Yüksek Okullarında Yakm-Doğu
ile İlgili Tezler. Doktora ve Doçentlik Tezleri Bibliyog­
rafyası, 1885-1978), Freiburg im Breisgau 1980, X X III
+ 721 s. X -X I (1981), 446-448.
İLGÜREL, Mücteba, Abdülkerim Refik, Ph. Dr. (London), The
Province of Damascus 1723-1783, Hayat Yayınevi, Bey­
rut 1966, 370 s., 3 harita. I (1970), 275-276.
-------------, Cengiz Orhonlu, Osmanlı Tarihine Âid Belgeler Telhis­
ler (1579-1607), İ. Ü. Ed. Fak. Yay., No. 1511, İstanbul
1970, X X IX + 149 s., 15 fotokopi. I. (1970), 277-278.
-------------, Halil İnalcık, The Ottoman Empire, The Classieal Age
1300-1600, Weindenfeld and Nieolson Yayınevinin Me­
deniyet Tarihi Serisinden, Londra 1973, 258 s., 2 hari­
ta, 57 gravür ve fotoğraf. IV-V (1974), 433-436.
-------------, Prof. Dr. Münir Aktepe (Yayınlayan), Mehmed Emnî
Beyefendi (Paşa)’nın Rusya Sefareti ve Sefâret-nâmesi,
Türk Tarih Kurumu Yay., VII. Dizi-Sa. 62, Ankara 1974,
IX + 178 s. VI (1975), 211-213.
, Prof. Dr. Münir Aktepe (Yayınlayan), Şem‘dânî-zâde
Fındıklilı Süleyman Efendi Tarihi M ü fi’t-tevârih I.,
İ. Ü. Ed. Fak. Yay., No. 2088, İstanbul 1976, X X X V +
258 s., 7 fotokopi. VII-VIII (1977), 444-445.
-------------, Prof. Dr. Münir Aktepe (Yayınlayan), Şem‘dânî-zâde
Fındıklilı Süleyman Efendi Tarihi M ü fi’t-tevârih II A,
İ. Ü. Ed. Fak. Yay., No. 2366, İstanbul 1978, X VI + 184
s. IX (1978), 473-474.
1------- , Kari K. Barbir, Ottoman Rüle in Damascus, 1708-1758,
Prineeton University Press 1980, X IX + 216 s. X -X I
(1981), 450-451.
-------------, Atilla Çetin, Başbakanlık Arşivi Kılavuzu, Enderun
Kitabevi, İstanbul 1979, X V I + 171 s. X -X I (1981), 428430.
-, İsmail Erünsal, A. Yaşar Ocak (Hazırlayanlar), MenâkıbüT-Kudsiyye fî Menâsibi’l-Ünsiyye (Baba İlyas-ı Hora-
202
A R ZU TOZDUıMAN
sânî ve Sülâlesinin Menkabevî Tarihi), İ . Ü. Ed.. Fak.
Yay., No. 3223, İstanbul 1984, XC + 188 s. X III (1987),
614-615.
ÎLGÜREL, Sevim, Mucib Kemalyeri, Çanakkale Ruhu Nasıl Doğdu
ve Azarbaycan Savaşı (1917-1918), Baha Matbaası, İs­
tanbul 1972, 178 s. IV-V (1974), 442-443.
KEÇİK, M. Şefik, Schmidt-dumont, Marianne, Türkmenische
Heerscher des 15. Jahrhunhunderts in Persien und
Mesopatamien nach dem Târih al-Giyâtı, Islamkundliche
Unter Suchungen Band 6, Freiburg 1970, IV + 250-57
seiten. II (1971), 354-355.
KÜTÜKOGLU, Mübahat S., Suraiya Faroqhi, Towns and Towns­
men of Ottoman Anatolia. Trade, Crofts and Food Pro­
duction in an Urban Setting, 1520-1650, Cambridge Uni­
versity Press, GB 1984, X IV + 425 s., 21 harita, 50 tablo.
X III (1987), 615-618.
MERÇÎL, Erdoğan, Gerdîzî, Ebû Sa'id Abd el-Hayy b. el-Dehhâk
b. Mahmûd, Zeyn el-Ahbar (Nşr. Abd el-Hayy Habibî),
«Intişârât-ı Bünyâd-ı Ferheng-i Iran 37» hş. 1347,
X + 351 s. I (1970), 273-275.
-------------, Clifford Edmund Bosworth, The Later Ghaznavids :
Splendour and Decay, The Dynasty in Afghanistan and
Northern India 1040-1186, Edinburg University Press,
Edinburg 1977 (Son Gazneliler : ihtişam ve Çöküş,
Afganistan ve Kuzey Hindistan’daki Hanedan 10401186), VIII + 196 s. IX (1978), 478-487.
ORHONLU, Cengiz, Dr. Gerard R. Bosscha Erdbrink, At the
Threshold of Felicity : Ottoman-Dutch Relations During
the Embassy of Cornelis Calkoen of the Sublime Porte,
1726-1744 (Saadetin Eşiğinde : Cornelis Calkoen’in Bâb-ı
Âlî’deki Elçiliği (1726-1744) sırasmda Osmanlı Hollan­
da Münasebâtı), Ankara 1975, VIII + 326 s., 16 resim
ve plan. VII-VIII (1977), 419-423.
ÖZBARAN, Salih, Internation Journal of Middle East Studies, C.
I, Sayı. 1 ve 2, Cambridge 1970. I (1970), 285-286.
TA R İH E N STİTÜ SÜ D ERG İSİ B İB LİYO G R A FYA SI
203
-------------, C. R. Boxer, The Portuguese Seaborne Empire 1415-1825,
Londra 1969, X X V I + 426 s. II (1971), 352.
-------------, Kanunî Armağanı, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara,
1970, 306 s., 116 levha. II (1971), 353.
-------------, Cengiz Orhonlu, OsmanlI İmparatorluğu’nun Güney Si­
yaseti : Habeş Eyaleti, İ. Ü. Ed. Fak. Yay., İstanbul 1974,
X X V II + 317 s. VI (1975), 206-211.
-------------, Jean Aubin (éd.), Mare Luso-Indicum, Etudes et Do­
cuments sur l’Histoire de l’Océan Indien et des Pays
Riverains á l’Epoque de la Domination Portugaise, Tome.
I (Paris 1971), X IV + 168 s., 1 harita; Tome II (1973),
X III + 237 s., 3 harita, 6 fotoğraf. VI (1975), 205-206.
-------------, F. Th. Dijkema, The Ottoman Historical Monumental
Inscriptions in Edirne (Edirne’de Osmanlı Kitabeleri),
Leiden (E. J. Brill) 1977, 236 s., 176 fotoğraf, 1 plan,
96 quilder. IX (1978), 474-475.
ÖZSAİT, Mehmet, Prof. Dr. Oktay Akşit, Hellenistik ve Roma Dev­
rinde Likya, I. Ü. Ed. Fak., Yay., No. 1622, 161 s. II
(1971), 349-351.
-------------, Doç. Dr. Oktay Akşit, Likya Tarihi, î. Ü. Ed. Fak. Yay.,
No. 1218, 137 s. II (1971), 346-349.
SALMAN, Hüseyin, Nizami Arazi, Les Quatre Discours (Çahar Makala), Fransızcaya Çeviren : Isabella de Gastines, Bibli­
othèque des Oeuvres Classiques Persanes, No. I, Paris
1968, 162 s. X -X I (1981), 424-425.
ŞAHİN, İlhan, Muzaffer Gökman, Tarihi Sevdiren Adam, Ahmed
Refik Altınay, Hayatı ve Eserleri, Türkiye İş Bankası
Kültür Yay., Genel No. 186, Ünlü Kişüer Dizisi. 8, İs­
tanbul 1978, 436 s. X -X I (1981), 421-423.
ŞAKİROĞLU, Mahmud H, Mediterráneo e Océano Indiano. Attı
del Sesto Colloquio Internazionale di Storia Marittima
Tenuto a Venezia dal 20 al 29 Setiembre 1962 (Akdeniz
ve Hind Okyanusu. 6. Uluslararası Deniz Tarihi Kollokyumu Zabıtları, Venedik 20-29 Eylül 1962) Düzenleyen.
Manlio Cortelazzu, 1970, 418 s. III (1973), 356-359.
204
A R ZU TOZDUMA jN
-------------, Çağatay Uluçay, Harem II, Türk Tarih Kurumu Yay.,
VII. Seri-Sa. 56, Ankara 1971, X X II + 189 s., 43 resim.
III (1973), 353-354.
-------------, Prof. Dr. Adnan Erzi, Belleten Dizini 1, Cilt I-XX, Sayı.
1-100, Türk Tarih Kurumu Yay., X II Seri-Sa. 5, Anka­
ra 1971, 145 s. III (1973), 354-356.
-------------, Antoine Galland, İstanbul’a Âit Günlük Anılar 1 (16721673), II (1673) (Şerhlerle Yayınlayan: Charles Schefer), Çeviren. Nahid Sırrı Örik, Türk Tarih Kurumu
Yay., II. Seri-Sa. 16a, Ankara 1973, 178 s. IV-V (1974),
439-441.
TONGUÇ, Sencer, Carter V. Findley, Bureaucratik Reform in the
Ottoman Empire : The Sublime Porte 1789-1922, Prince­
ton University Press, Princeton, New Jersey 1980, 455 s.
X -X I (1981), 443-445.
VARLIK, Mustafa Ç., Claud Cahen, Pre-Ottoman Turkey, A G Ge­
neral Survey of the Material and Spiritual Culture an
History 1071-1330 (OsmanlIlardan Önce Türkiye, 10711330 Senelerinin Maddî Manevî, Kültür ve Tarihlerine
Umumi Bir Bakış), London 1968, X X + 458 s., 6 harita.
I (1970), 278-282.
YILDIZ, Hakkı Dursun, Robert Mantran, L’Expension Musulman
(V1I-X1 Siècles), Paris 1969, 334 s., 5 harita. I (1970),
282-285.
-------------, Ord. Prof. Ismail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Türk
Tarih Kurumu Yay., VII. Dizi-Sa. 70, Ankara 1976,
XLIV + 494 + 61 sayfa, resim ve şekiller. VII-VIII
(1977), 445-449.
K ÎTÂ B lYA T
Yavuz Cezar, Osmarilı Mâliyesin­
de Bunalım v e Değişim Dönemi
(XVIII. yy?dan Tanzimat’a Mali Ta­
rih), İstanbul 1986, 420 s.
Osma.tılı Devleti’nin ictimâî, İkti­
sâdi, malî ve askerî hayatı ve teş­
kilâtına dâir olan araştırmalara ve­
rilen önem son yıllarda artmış olup,
bu husûslar, her yeni tedkikle biraz
daha aydınlığa kavuşmaktadır, t. ti.
iktisat Fakültesi öğretim üyelerin­
den Yavuz Cezariın eseri ide, Osman­
lI mâliyesini arşiv belgelerine da­
yanarak inceleyen orijinal bir eser­
dir ve genel olarak Osmanlı Dev­
leti teşkilâtı ve husûsiyle maliye
teşkilâtında görülen bozulma v e ki­
fayetsizliğin
yoğunlaştığı
-XVHX
yüzyıılın ikinci yansından Tanzimat’a
kadar olan- dönemi ihtivâ eder.
Müellif bu dönemi, «ayırım » diye
isimlendirdiği iki kısımda incelemek­
tedir. ilkinde, Osmanlı Devleti’nin
mâruz kaldığı en önemli malî bu­
nalımın başlangıç tarihi olarak ka­
bu l'ettiği 1768’den 1793’e kadar mâ­
liyedeki bozukluk ve ortaya çıkan
meseleler; İkincisinde ise, bunun ne­
ticesi olarak ve m . Selim’in yeni­
likleriyle başlayan çare arama ça ­
balan ve yapılan değişiklikler konu
edilmektedir.
Giriş (s. 19-23)’de kısaca kitabın
plânından ve ele alman dönemin husûsiyetlerinden bahs edildikten son­
ra, merkezî hazine ile merkezî mali­
ye terimleri, aralarındaki münâse­
bet ve Osmanlı Devleti bütçelerinin
husûsiyetleri ile devletin gelirini tesbitte bunlardan ne derece istifâde
edilebüdiği üzerinde durulmaktadır.
İki bölüm üzerine tertib edilmiş
olan ilk kısımda önce, «Bunalımın
Kaynaklarına Doğru» başlığı altın­
da, «Osmanlı Klâsik Düzenindeki A çmazlar-Savaşlar ve Maliye» üzerin­
de durulmuş; bilhassa uzun müddet
devam eden savaşların -malî ve as­
kerî düzen arasındaki bağ ve den­
geler dolayısıyle- malî sıkıntıya sebeb olduğu ifade edilmiştir (s. 2728). Osmanlı klâsik malî sisteminin,
devlet hâzinesi (Hazîne-i A m ire), tim ar sistemi ve Iç Hazîne (Ceb-i Hü­
mâyûn) üzerine tesîs edilmiş oldu­
ğu belirtilerek; bu üçlü sistemin, sa­
vaşların hep kazanılacağı, savaş
masraflarının nakden finansmanı­
nın söz konusu olm ıyacağı «varsa­
yımları» üzerine kurulduğu ve aksi
olduğunda, sistemin alt üst olacağı
ifade edilmektedir (s. 28-32). Ardın­
dan, Girit Savaşı v e onu müteâkib
uzun yıllar devam eden savaşların
mâliyeye menfî tesirleri neticesinde,
başvurulan sathî tedbirler ve nihâyet 1695’de ihdas edilen malikâne sis­
temi üzerinde durulmakta v e siste­
min de bekleneni vermediği beürtilmektedir (s. 32-34).
«Tim ar Sahalarının Mukâtaalaşması Süreci : Haslara ilişkin Geliş­
206
F İLİZ Ç A L IŞK A N
meler ve İmdadiyyeleriıı Ortaya Çı­
kığı» (s. 34-64) başlığı altında ise,
zaman zaman mukâtaalaşan küçük
dirliklere XVIII. yüzyılda hasların
da ilâvesiyle meselenin ciddiyet ka­
zanarak, Osmanlı askerî, idâri siste­
minde değişikliklere yol açtığı; has­
ların mukâtaalaşmasının malikâne
sistemi ile iç içe olduğu, 1697’den îtibâren hasların da malikâne olarak
satılması yolunun açıldığı (s. 42) mi­
sâllerle ifade edildikten sonra artık
haslârm, «malikâne-Jıas sisitemi» deni­
lebilecek yeni bir statü içinde düşü­
nülmesi gerektiği îzâh edilerek, sis­
temin husûsiyeıtileri ve neticeleri
üzerinde durulmaktadır (s. 34-45)..
Ehemmiyetine binâen vali ve san­
cak beyleri açısından durum, ayrıca
değerlendirilerek, X V II ve XVIII.
yüzyıllarda bunlara resmen tahsis
edilen gelirler arasında has gelirle­
rinin artık çok küçüldüğü neticesi­
ne varılmakta (s. 47-50); daha son­
ra, bu yüzyıllarda bir tarafdan has­
ların hususiyetinin değişerek çeşuıth
ve dağınık mukâtaalardan tahsis
olunduğu ve diğer tarafdan da, «ka­
dîm» adiyle aslî şekillerini muhafaza
edenlerin havâss-ı hümâyûna iUıâkı
yoluna
gidildiği
belirtilmektedir
(s. 51-52). Ayrıca, haslardaki bu de­
ğişiklik ve gelişmeler neticesinde,
malî sıkıntıya düşen vali ve sancak
beylerinin has gelirlerini takviye için
ihdâs olunan, «imdâd-ı seferiyye» ve
«imdâd-ı hazariyye» adlı vergilerin
tahsili, tahsisindeki şartlar, nerelere
sarf olunduğu ve karşılığındaki mü­
kellefiyetlerin ne ölçüde yerine geti­
rilebildiği husûslanna da yer veril­
mektedir (s. 54-64).
îlk bölümde üçüncü v e son olarak,
«H aslann Tasfiyesindeki Son A şa­
malar ve Mali Sorunun Askeri So­
runla Özdeşleşmesi» başlığı altında,
XVII. yüzyıl sonlarında artık iyice
fakirleşen eyâlet ve sancak mutasarıflannın durumuna 1789’dan îtibâren aranan çareler (s. 65-66), vezir­
lerinin' maaşlarının
arttırılmasına
karar veren 1208 (1793-94) tarihli,
«vüzerâ kan ûn -nâmesi» üzerinde du­
rulmakta (s. 66-70); ayrıca, tasfiye
edilen timar sahâlanyle beraber eyâ­
let askerinin de tasfiye edilmesiyle
savaşların, Osmanlı Devleti için malî
sıkıntıların kaynağı olduğu ifade
edilmektedir (s. 71-73).
«M âliyede Bunalım Y ıllan (17681792)» m konu alan n . bölümde,
1768-74, 1787-92 savaş dönemleri ve
bu savaşların malî duruma tesirleri üe
her iki savaş dönemi ardından Dev­
letin yeni malî politika arayışlarına
geçişi İncelenmektedir (s. 74-148).
1768-74 savaş dönemi öncesinde
savaşsız geçen yirm i iki yıllık süre
içinde, malî durumun iyi olduğu
belirtildikten sonra, savaşla birlikte
mâliyede doğan kriz, alınan tedbir­
ler ve bunların kifâyetsizliği (s. 7576) neticesinde imzalanan Küçük
Kaynarca
Anlaşması’nın
Osmanlı
mâliyesi üzerindeki tesirleri araştı­
rılmaktadır (s. 76-77).
1774-87 dönemi (s. 77-111 ) ’nde
önce, 1783’e kadar girişilen bâzı islahât faaliyetleri ve çeşitli hâdiseler
neticesinde devletin, masraflarının
artması üzerine, aldığı tasarruf ted­
birleri ve bu arada, Halil Hamid Paşa’mn Kapıkulu O caklan’nın deneti­
me tâbi tutulması husûsundaki ic­
rââtından (s. 78) bahs edilmekte; alı­
nan tedbirlerin malî meselelere çare
olamayışı üzerine, 1775’den itibaren
uygulanmaya başlanan eshâm siste­
minin esasları (s. 79-84), kısa vâde­
K İT Â B İY A T
de müsbet neticeler veren bu siste­
min, orta ve bilhassa uzun vâdede
hâzineyi zarara götürebilecek âmille­
ri üzerinde durulmakta ve nihayet,
«herşeye telâş ve şaşkınlığın hâkim
olduğu» 1783’de Kırım'ın Ruslar ta­
rafından işgali ile başlıyan dönem
ele alınmaktadır (s. 89-111). Söz k o­
nusu işgal esnasında devletin iyi ol­
mayan askerî ve malî durumu neti­
cesinde doğan dış borç fikri ve bu
husûsda Fas ile olan münasebetler­
den bahs edildikten (s. 89-9-2) sonra
hâzinenin gelir gider durumu, 178486 yıllarına âid bir deftere istinâden
tesbit edilerek; hâzinenin giderleri
tablo halinde gösterilmektedir, (s. 9596). XVIII. yüzyılın ikinci yansın­
dan îtibâren önem kazanarak, gelir
giderlerin idâresinde âdetâ bir dev­
let hâzinesi gibi görevler alan ve
daha 1773-74’den itibaren bir ihtiyat
hâzinesi hüviyetine giren, Darbhâne
(s. 98-103) ile Devlet’in masrafları
finanse edebilmek için yeni yollar
arayışı neticesinde ortaya çıkan eshâmlı malikâne sistemi ve bunun ya­
nında müsaderelerin artışı da bu bö­
lümde İncelenmektedir.
n . bölümün «1787-92 Savaş Döne­
mi» kısmı, iki ana başlık altında İn­
celenmektedir. «Savaş Y ıllan ve Bu­
nalım» (s. 112-135) başlığı altında,
savaşm sebebleri, gelişmesi, devletin
iki " cephede savaşmak durumunda
k a lış ının neticleri üzerinde durulmak­
ta; bunların, Devlet’in malî durumu
açısından çok kısa olarak değerlen­
dirilmesi yapılmaktadır. Ardından
savaş yıllarında Devlet’in malî or­
ganizasyonu, Hazine-i Âmire, Ordu
ve Rikâb hâzinelerinin m âna ve fonk­
siyonlun ile gelir gider kalemleri husûsunda bilgi verilmektedir (s. 112123). Bu arada, savaş masraflarına
207
ilâveten Devlet’in İsveç’e yardım vâdinin getirdiği, «maddî ve psiküojik
yük» (s. 125-128) ve görülmeye baş­
lanan bâzı mahzurlarından dolayı hâ­
zinece zabt edilmeye başlanan, ma­
likâne ve eshâm sistemi üzerinde du­
rularak; eshâmla ilgili meseleler bi­
ri, «malî örgütünün yetersizliği» ve
diğeri, «faiz yükünün ağırlığı» ol­
mak üzere iki sebeb altında ortaya
konulmaktadır (s. 128-134). «Gelir
sağlamaya Yönelik ön lem ve Giri­
şimler» başlığı altında ise, bu sıra­
da yapılan bâzı iç borçlanmalarla
(s. 135-137) neticesiz kalan dış borç
teşebbüsleri (s. 137-138) ve I. Abdülhamid ile m . Selim saltanatların­
daki paranın tağşişi dolayısıyle olan
kalpazanlık faaliyetleri. İncelenmek­
tedir (s. 138-140).
Bu bölümün nihâyetinde, XVIII.
yüzyılın son çeyreğinde Devlet’in
içinde bulunduğu malî durum göz­
den geçirilmekte (s. 140-142); Mora
îhtilâli’ne dâir yazdığı risâlesinde,
Devlet’in durumu üzerinde durup,
pek çok husûsda tedbir teklifinde
bulunan Süleyman Penah Efendi ve
III. Selim’e rapor sunanlar arasın­
dan -vukuflarından dolayı- Tatarcık
Abdullah Molla ile Defterdâr Mehmed Şerif Efendi’nin bilhassa malî
husûslardaki görüşleri, ne gibi ça­
reler aradıkları ve bunların m . Selim’in ıslâh faaliyetlerine ne derece
tesirli olduğu üzerinde durulmakta­
dır (s. 140-148).
1793-1839 dönemindeki yeni malî
politika ve maliye teşkilâtındaki de­
ğişiklik ve gelişmeler, «Değişim D ö­
nemi» adiyle «A yırım H » de ve dört
bölüm halinde tedkik edilmektedir
(s. 151-301). 1793’den îrâd-ı Cedîd
Hazinesi’nin ilgâsma kadar gelen dö­
nem, «büyük değişim döneminin ilk
208
FİL İZ Ç A L IŞK A N
aşaması», 1808-1826 arası, «ara dö­
nem» ve ¡Kapıkulu Ocatkten’mn lağ­
vından itibaren olan dönem de, «de­
ğişim döneminin ikinci aşamanı» ola­
rak nitelendirilmektedir (s. 153).
îrâd-ı Cedid Hâzinesi ve Defter­
darlığınım ele alındığı I. bölümde,
(s. 155-207) Hazine’ııin -19 Receb 1207 (1 M art 1793) tarihli ku­
ruluş kanûnuna göre- târifi, tekâ­
mülü, kuruluş amacı, gelirleri ve
bunların idare şekli ile kendisine ak­
tarılan gelirler dolayısıyle Hazine-i
 m ire ve Darbhâne ile olan münâ­
sebetleri, baş defterdarın bu hazine
üzerindeki selâhiyetleri üzerinde du­
rulmaktadır (s. 155-159). Hâzinenin
günlük, aylık ve yıllık gelir gider
hesaplarının nasıl ve kimler vasıtasıyle yapılacağı ve 1 Şaban’da başla­
yıp 30 Receb’de nihayet bulan yıl­
lık bütçelerinin husûsiyetleri tedkik
edilmiştir.
Bu bölümde ikinci olarak, Hazine’nin gelir ve giderleri üzerinde durul­
maktadır. Gelir kaynaklan iki grup
halinde ele alınmış olup; ilkinde,
mahlûl olarak Devlet tarafından zabt
edilen malikâne mukataa veya hisse­
lerinin yıllık net hasılatları (s. 165169), tasfiye yoluna gidilen eshâm
sisteminin îrâd-ı Cedid Hazinesi’nce
zabt olunan eshâm faizleri (s. 169174) ve dirlik özelliğini kayb etme­
ye başayan zeâmet ve timarlann islâhı gayesiyle söz konusu hâzineye
yüklenen görevler neticesinde temin
edilen gelirler (s. 174-183) tahkik
edilmektedir. İkinci grup gelirleri
arasına ise, «zecriye», «pamuk»,
«yapağı», «dsbefidye» ile «¡mazı, kök
boya ve tiftik» resimleri ele alına­
rak bunların, Hazine’nin gelirleri
arasındaki önem derecesi, tahsili ve
tarihî seyir içerisindeki uygulama
ve gelişmeleri üzerinde durulmakta­
dır (s. 183-192). Temel fonksiyonu,
malikâne-eshâm sistemini tasfiyeye,
timar rejimini ıslâha çalışmak v e ay­
rıca muhtemel savaşlar için ihtiyat
fonu oluşturmak olan îrâd-ı Cedid
Hazinesi’nin giderleri de bu nokta­
dan hareketle, altı grup halinde tesbit edilerek İncelenmektedir (s. 193206).
1793-1807 yıllan arasmda faaliyet
gösteren îrâd-ı Cedid Hazinesi’ni
konu alan bölüm, Hazine’nin hangi
amaçlarla kurulduğu ve neler yaptı­
ğı; bu am açlan gerçekleştirmede
karşılaştığı engeller ve neticeleri husûsunda yapılan değerlendirme ile
son bulmaktadır (s. 206-207).
II. bölümün konusunu, Tersâne-i
Âmire Hâzinesi v e Defterdarlığı teş­
kil etmektedir (s. 208-234). Donan­
mayı kuvvetlendirme v e geliştirme
amacıyle kurulan bu Hazine’ye devr
edilen giderlerin daha önce nereler­
den ne şekilde karşılandığı ve bun­
ların, ne gibi meseleler neticesinde
böyle müstakil bir hâzineye nakline
ihtiyaç duyulduğu izah edildikten
(s. 208-211) sonra, resmen kuruluş
tarihi olan 6 Şubat 1805’e kadar ge­
çirdiği safhalar (s. 211-213) ve üçün­
cü olarak da, kuruluş kanûnu ve
ekine göre, Hazine’nin defterdarlığı­
na getirilecek şahıslarda aranan
özellikler "diğer personel v e bunların
görevleri ile gelir giderleri (s. 213215) üzerinde durulmaktadır. Ter­
sâne-i  m ire Hazinesi’ne tahsis olu­
nan ipek resmi ayrıca ele a lın ıp , ipek
tartı ve ticaret resminin tahsili key­
fiyeti, Hazine’nin bu resimden temin
ettiği gelir, bâzı gelişme ve değişik­
liklerin gelire tesirleri (s. 216-223)
ile 1831’de ipek ticaretinin inhisâr
altma alınarak, Ömer Lütfi Efendi’-
KÎTÂ'B İYAT
nin, «Harir N âzın» ünvâmyle bulun­
duğu faaliyetler ve müteâkib geliş­
meler İncelenmektedir. Son olarak,
Hazine’nin -kanununa göre, aylık ve
yıllık hazırlanması gereken bütçe­
lerden ele geçenler ışığında- 18051837 yıllan arasındaki gelir gider du­
rumu değerlendirilmektedir (s. 224234).
«A ra dönem» ve «değişim dönemi­
nin ikinci aşaması» olarak vasıflandınlan 1807-1826; 1826-1839 dönem­
leri m . bölümün konusunu teşkil et­
mektedir.
1826’ya kadar olan dönem incele­
nirken; îrâd-ı Cedîıd Haziinesi’nin kaldm larak gelirinin Darbhâne’ye devr
edilişinden sonra Darbhâne ve Hazine-i Âm ire’nin gelir gider durumu
(s. 236-241) üzerinde durulmuş; ayn ca, 1813’de eyâlet ve sancak dahi­
linde bulunan tüm mukâtaatlann ida­
resinin, yalnızca o bölgenin mülkî
idarecilerine ihale olunabileceği husûsunun kabulü ile bu sahâdaki uy­
gulama ve gelişmeler (s. 242-243) de
ortaya konmağa çalışılmıştır.
1826 sonrası tedkik edilirken de,
önce, X V m . yüzyıl sonlarında Dev­
let’in düzenli, istikrarlı, itaatkâr yeni
bir orduya olan ihtiyacı neticesinde
yapılan değişiklik ve yenilikler sıra­
lanıp; nihayet, Asâkir-i Mansûre-i
Muhammediyye Ordusu’nun kuruluşu
ile Devlet’in klâsik ikili ordu siste­
minin tarihe karışmaya başladığı ve
askerî alandaki bu merkezîleşmenin,
malî kaynakların da merkezîleşme­
sini mecburî kılacağı ifade olunmuş
(s.
244-247); ardından,
Asâkir-i
Mansûre giderlerinin finansmanı için
alman tedbirlere yer verilmiştir
(s. 247-252).
209
Bu bölümde ele alınan dönemdeki
malî teşkilât ve bu husûsdaki faali­
yetler, «Yeni Kurumlaşmalar Süre­
cinde Yeni Malî Kurumlar» başlığı
altında ayrıca tahlil edilmiştir. Önce,
6 Receb 1242 ( 6 Şubat 1827)’ye ka­
dar hazine iken bu tarihden itiba­
ren nezâret haline gelen Mukataat
Hâzinesi ve Nezâreti üzerinde durul­
makta ve söz konusu nezâretin A ra­
lık 1829’da Mukaıtaaıt ve Mesârifât
Nâzırhğı olmak üzere ikiye bölünü­
şü •ve miiteâkıb gelişmeler İncelen­
mektedir (s. 252-259). Bunlardan
Mukataat Nâzırkğı’nın 1 Ağustos
1834’de Asâkir-i Mansûre-i Muham­
mediyye Hâzinesi ve Defterdarlığı
haline dönüşüyle yapüan değişiklik­
ler ve varlığını muhafaza ettiği üç
buçuk yıl boyunca vukü bulan geliş­
meler, «Mansure Hâzinesi ve Defter­
darlığı» başlığı altında anlatılmakta­
dır (s. 259-262). 1835’de -Hazine-i
Âmire ile Darbhâne-i Âmire’nin bir­
leştirilmesi ve şıkk-ı evvel, sânî ve
sâlis defterdarlıklarının kaldınlmasıyle- kurulan Darbhâne-i Âmire
Defterdarlığı (s. 262-264) ile 1838’de
-Hazine-i Âm ire’nin bu defa da Mansûre Hâzinesi ile birleştirilmesi ne­
ticesinde- teşkil edilen Maliye Nezâ­
reti ayrı ayrı ele alınarak, Nezâret’in bünyesindeki her iki Hazine’nin gelir gider kalemleri ve bunların
hususiyetleri tedkik edilmiş (s. 264277) ve nihayet Asâkir-i Mansûre’nin bir kolu olan redif birliklerinin
çeşitli giderlerini karşılamak üzere
1250’de kurulan Redif Hazinesi’ne
yer verilmiştir (s. 277-278). Bölümün
sonunda ise, Hazine-i Âmire, Mansûre, Redif ve Tersane hâzineleri ile
bunların yanında Darbhane-i A m ire’nin gelir gider durumuna bakılarak
Devlet’in Tanzimat öncesi malî ya­
210
F İLİZ Ç A L IŞK A N
pısı hakkında umûmî bir değerlen­
dirme yapılmıştır (s. 279-280).
«Sonun başlangıcı» olarak vasıf­
landırılan dördüncü ve son bölümde,
Tanzimat ile beraber gelen temel de­
ğişiklik ve malî düzenlemelerin göz­
den geçirileceği ifade edildikten
(s. 281) sonra, iltizam usûlünün kal­
dırılarak vergi tahsiline memûr edi­
len muhassıllar, görevleri, bunların
hesaplarım kontrol eden mahallî MuhassıMc Meclisler^ muiııaıssillarm tut­
tukları defterler üe ıbu hesapların
hâzineye îrâd ve m asraf olarak kay­
dının ne şekilde gerçekleştiği ve sis­
temin yerleşmesi esnâsmda uğradığı
değişiklikler
ortaya
konmakta
(s. 282-286); ardından, malî konu­
ları kontrol etmek ve karar verip
sonuca bağlam ak görevli ile mükel­
lef olarak merkezde kurulan M eclis-i Mühasebe-i Maliye’nin görev ve
selâhiyetleri
tesbit
edilmektedir
(s. 286-287). A yrıca Tanzimatla berâber «usûl-i atîkayı» yürütmekle
görevlendirilen Hazâin-i Âm ire ile
«usûl-i cedîdeyi» yürütmekle görev­
lendirilen Umûr-ı MaUye Nezâreti’nin ortaya çıkışı üzerinde durulmak­
ta (s. 287-289); Mart 1840’dan iti­
baren padişaha ve müteâkiben diğer
hanedan mensuplarına maaş tahsisi
hususuna temas edildikten sonra
25 Mayıs 1840’da alınan kararla Hazine-i Âmire, Hazine-i Mansûre ve
Hazine-i Redif’in ilga edilip; gelir
giderlerinin Maliye Hazine-i Celîlesiyle birleştirilerek tek hazine siste­
mine geçildiği hususundaki açıklama
ve 25 Zilhicce 1255’den îtibâren gelir
tahsiline ve harcamalara başlayan
söz konusu hâzinenin 1256 yılı geür
gider kalemlerine dair yapılan îzâhla
bu bölüm son bulmaktadır (s. 292301).
«Özet v e Sonuç» 'kısmında (s. 302309), XVHI. yüzyıldaki savaşlar ne­
ticesinde malî durumu iyice sarsılan
devletin, dış ve iç borç teşebbüsleri;
1792’de savaşın nihayeti üzerine gi­
rişilen köklü yeniliklerle çoklu hazi­
ne sistemine geçişi ve Tanzimat Dönemi’nde tek hazîneye dönüşü üzerin­
de durulmaktadır.
Kilbabm somuna, 57 aded yeni' yazı­
ya aktarılmış belge ile (s. 313-379)
4 aded belgenin fotokopisi eklenmiş­
tir.
«K aynaklar» başlığı altında veriLen bibliyografyada, sırasiyle, incele­
me kitap v e makaleler, yazmalar,
gazeteler ve nihayet arşiv malzeme­
sine yer verilmiştir (s. 387-398).
Umûmî mahiyetdeki indeks ise kita­
bın 399-420 sayfalan arasında yer
almaktadır.
Yorucu bir çalışmanın mahsûlü ol­
duğu anlaşılan v e «1986 Sedat Simavi Ödülüme lâyık görülen bu eser,
Osmanlıca ifadelerde tesâdüf ettiği­
miz im lâ ve okunuş hatâlan (m e­
selâ : «muhassilîn»in s. 286/2’de «muhassıleyh», s. 286’da «muhassüeyn»
olarak okunması gibi) ve bazı eksik­
liklerine rağmen bozukluklara çare
arama çabalan ve dolayısıyle deği­
şikliklerin hâkim olduğu sistemsiz
bir dönemdeki OsmanlI malî duru­
mu ve teşkilâtım derli toplu olarak
ortaya koyabilmiş ve sonraki araştır­
macılara iyi bir zemin hazırlamıştır.
Bu husûsdaki çalışmaların devamım
ve Osma.nlı mâliyesinin tamamen bir
bütün olarak açığa çıkanlm asım te­
menni ederiz.
Filiz Çalışkan
K ÎT Â B İY A T
Suraiya FaroqM, H errscher über
Mekka,. Die Geschichte der Pilgerfahrt. Artemis Yayınevi, MünchenZürich 1990, s. 350.
İslâm öncesi devrinde de uzun bir
geçmişe sahih olan Mekke’ye hacc
etme olgusu, İslâm dininin çıkışıyla
beraber bam-başka bir özellik ve
daha önceleri sahib olmadığı bir ev­
rensellik kazanmıştır. Prof. Faroqhi’nin bu eseri İslâmın temel şartların­
dan birini teşkil eden bir konuyu
baştan sona ve önemli duraklarıyla
ele almaktadır. Çeşitli dillerden olu­
şan geniş bir kasmak kullanımı ve
Osmanb arşiv malzemeleri, eserin
özgün olm a niteliğini arttırmakta,
sistemli ve rahat anlatımı ise, eser­
den istifade edilmesi kadar zevkle
okunmasını da temin etmektedir. Bu
konu ile ilgili olarak Osmanb arşiv
malzemelerinin zenginliği ve Mekke’­
ye kadar uzanan hacc seyahatinin
ortaya çıkarttığı çeşitti meseleler
takib edilerek, bunlara ne gibi çö­
zümler getirilmeye çakşıldığının tesbitine imkân vermesi, tarih araştıncıhğı acısından sevinilecek bir husus
olarak yorumlayan müellif; Islâm
hükümdarlarının, dolayısıyla Osmanb padişahlarının haccm güvenli ve
organize bir şekilde icrasını devletin
önde gelen önemli bir vazifesi ola­
rak telakki ettiklerini, özellikle di­
le getirmektedir. Bu böyle olunca,
kendilerini İslâmın kutsal mekânla­
rının «hidm etkân» olarak kabul eden
Osmanb
hükümdarlarının,
geniş
maddî fedakârlıklarla bu vazifeleri­
ni yerine getirmeye çahşmaları; her
sene tekrarlanan haccı güvenlik için­
de gerçekleştirmek amacına yönelik
tedbirler almaları, bu mekânların ge­
rektiği bir şekilde bakım ve imarları,
211
su ve gıda ve diğer ihtiyaç madde­
lerini karşüanması, devlet hâzinesi
yanında çok sayılarda ve çeşitli zen­
ginliklerde vakıfların, buralara y ö ­
nelik hizmetlerin oluşturduğu bir dip­
siz fıçı sarfiyatının karşılanması için
tahsis edilmeleri, ora ahalisinin, yol
ve çöl kesen bedevisinin, urbannun
has altınla doyurulması*, «Medine di­
lencisi gibi» tâbirinin dilimize yer­
leşmiş olmasının da gösterdiği gibi,
«Medine Fukarasının» asırlarca süren
beslenmeleri yanında, iki şehrin ahâ­
li ve eşrâf, avam ve havass her ke­
siminin memnun ve tatmin edilmesi­
ne çalışılması, bu bölgeleri 400 yıl
elinde tutan Osmanlı idaresinin, ay­
rıntılarıyla günlük boyutta kendisini
işgal eden ve her sene tekrarlanan
uzun bir külfetin bitmez telaşesinin
şerefle taşınmasından, azîm külfeti­
nin iftihârla göğüslenmesinden baş­
ka bir şey değildir. Şeref ve iftihar­
la! Zira, bu fedakârhk ve hizmet
mecburiyyeti, Halife ve Padişah sı­
fatlarının meşrûiyyet kaynağı ve
mensub olunan dinî koruyuculuğun
birer nişânesi olmaktaydı : Dinin k o­
ruyucusu olma, mukaddes toprakla­
rın içinde bulunduğu coğrafyasının
her türlü tehdide karşı müdafaasını
icâb ettirir. 16. Yüzyılda Hînd Ok­
yanusu, Kızıl Deniz berzahındaki Osmanlı-Portekiz mücadelesi, bu yöre­
ye yönelen ve ciddi bir tehlike arzeden Hıristiyan tehdidini bertaraf
etmiştir. Mukaddes mekânların ih* H. Mahmud devrinde (18081839) tedâvülde olan «Sürre Altını»,
Sürre ile yollanan bu sağlam altın
sikkelerin itibârım aksettiren bir ad­
landırma olsa gerektir. Bkz. Musa
Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anado­
lu K entleri’nin Sosyal v e Ekonomik
Yapıları, Ankara 1991, s. 108.
212
K E M A L B E Y D İL L l
tiyaclarının karşılanması ve imarı
ise, koruyucu hükümdarın ve hane­
danın kendisini kabul ettirme ve
meşrûiyyetinin sağlanması ve idâme­
si amacım takviyye eder. Prof. Faroqhi’nin bu her iki hususda Osmanh arşivlerinin çoğu kez ilk defa kul­
lanılan malzemeleri ışığında verdiği
özgün bilgiler, fazla sahifeler işgal
etmese de, birçok ciltler dolduracak
anlamlar ve çağrışımlar içermekte­
dir : Bu yüzden, İstanbul Üniversi­
tesi Edebiyat Fakültesi’nin hemen
yanında yer alan ve yıkılacak bir
vaziyette senelerdir onaranım bek­
leyen II. Bayezid Hammamı’nm iş­
letmesinden oluşan senelik 1000 al­
tın gelirin, «Medine Fukaralan»na
tahsisen vakf edilmiş olduğunu öğ ­
renmek (s. 115); insana, senelerdir
kaderine terk edüen bu eserin, belki
bir gün, tarihin derinliklerinde kalan
bu muhasebeyi kapatacak bir elin
kendisine
Medine’den
uzanmasını
beklemekte ve bu ümid ile -belki de
vaktiyle sebeb olduğu hayrın seva­
bıyla- kuvvet bulup, son bir gayretle
ayakta durmaya devam etmekte ol­
duğu hissini vermektedir.
Sekiz bölüm üzerine tertib edil­
miş olan eser, hac konusunda hemen
her ayrıntı ve meseleye değinir: Ka­
rayolu ile kalabalık kervanlar halin­
de yol alan hacıların sayıları, karşı­
laştıkları problemler, tehliklere, yol
güzergâhı, kervanların güvenliliğinin
temini vs. gibi konular özgün mal­
zeme ve kasmak bilgisiyle işlenmiş­
tir. (II. ve Ut. bölümler, s. 9-100).
Mukaddes şehirlerin maddî ihtiyaç­
larının karşılanması, Mekke ve Me­
dine’ye tahsis edilen Mısır, Anadolu
ve Rumeli’deki vakıflar ve buralar­
dan oluşan gelirlerin mıkdarlan ve
yöreye yapılan senelik ödemler, da­
ğıtılan paralar, büyük zahmetlerle
derlenmiş özgün bilgiler halinde oku­
yucuya sunulmaktadır. (IV bölüm,
s. 102-122). Dini yücelten ve hükümdânn meşrûiyyetini teyid eden mu­
kaddes şehirlerdeki mekânların ih­
yası ve yenilenmesi ve yenilerinin
inşası, bunlara büyük meblağlar sar­
fı ve yeni mimârî düzenlemeler, özel­
likle Osmanlı devri örneklemeleri ile
dile getirilmiştir. (V. bölüm, s. 126160). Hac mevsiminin gündeme ge­
tirdiği dış politika ile ilgili meselele­
ri, Hind, Iran ve diğer Müslüman
ülkelerinden gelen hanedan mensu­
bu veya çok sayılardaki sade halkın
hac seyâhatinin meydana getirdiği
problemler VI. bölümde ele alınmış­
tır. (s. 163-192). Ticaret politikaları
ve siyâsî durum, takib edilen poli­
tikalar ve bölgenin ekonomik duru­
mu, mal ihtiyacı, ticaret yollan gibi
konulara eğilen VH. bölüm (s. 195220) ile Hicaz ve mukaddes şehirler
coğrafyasına
Osmanlı
idaresinin
yaklaşımının bir başka cephesi ser­
gilenmektedir. 17. yüzyılın derinlik­
lerinden imparatorluğun sonlanna
kadar gelen hac ile ilgili gelişmeleri
ele alan VIH. bölümde, Napolyon’un
Mısır’ı işgaüyle daha da genişleme
imkânı bulan Vahhabi isyanları, Os­
manlI otoritesinin nihayet Mısır Va­
hşi Mehmet A h Paşa eliyle tekrar
kurulması (1818) gibi konulan iş­
lemiş ve 19. asrın başında gizlene­
mez hale gelen Osmanlı zafiyyetinin
nihayet, asnn sonunda ve Cihan Sa­
vaşı hitanımda H icaz’ın tamamen el­
den çıkması aşamasına gelmesi ve
Suudî idaresindeki hac olgusunun ele
alınması gibi, yakın dönemin çeşitli
gehşmeleime ana hatlarıyla değin­
miştir (223-262).
K ÎT Â B ÎY A T
Bu kapsamda bir çalışmada ele
alman her konunun, bütün zaman
dilimleri için aynı özgün malzeme do­
nanımıyla işlenmiş olmasını bekle­
mek haksızlık olurdu. Müellifin, 16.
ve 17. yüzyıdan uzaklaştıkça kulla­
nılan malzemenin zayıflaması ve yer
yer yetersiz kaldığı hissini uyandır­
ması, bu sebebten ötürü doğal kar­
şılanmalıdır. Özellikle 19. yüzyıla
yaklaştıkça bu zafiyyetin daha da
antmaikıta olduğu
gözlenmektedir.
Ancak, bu tesbit eserin özgünlüğü
ve değerini azaltmamaktadır. Yakın
dönemlerde hac olgusu çeşitli konu­
larıyla tek tek ele alınmak ve ince­
lenmek durumundadır. Bu alanda
bazı çalışmalar, mesela, sağlık ve
karantina hizmetleri ile ilgili araş­
tırmalar yapılmış
bulunmaktadır.
Keza, yakın dönem arşiv malzeme­
leri de klasik dönem arşiv belgeleri
kadar çeşnili ve doyurucu olabilir,
ile ilgili yer alan pekçok bilgiler, koA yniyât D efterleri’nde H ac ve Sürre
nunun malzeme zenginliğinin devam
etmekte olduğunu ömekleyebilmektedir: Sürre ile yollanan
paranın
sülüsünü altın geri kalanın sîm-i
Mecidî olarak hazırlandığı, Sürre’nin Üsküdar’dan Beyrut’a deniz yolu
ile şevki, Sürre Emini Hacı İzzet
Bey ile Medine ve Mekke’ye hediye
olarak özenle basılmış 500 adet
Kur’an-ı kerîm yollanması ... {BOA.
A D .' Nr. 984, s. 79, 80, 84, 89, Sene
1295 H .) gibi.
Gerek klasik gerekse daha sonra­
ki dönemler için Kroniklerdeki bil­
giler ihmal edilmiş olmasından ötü­
rü, buralardaki bilgilerin de pek gözardı edilemiyecek değerde oldukları­
na özellikle dikkat çekilme isteriz.
Müellifin işlediği, «H ac esnasmda
vefat eden hacıların metrukâtı» me­
213
selesinin (s. 62-63), m . Selim dev­
rinde de devam etmekte olduğunu,
ölen Hind hacılarının yanlarında olan
eşyalarının mirasçılarına terk ile
müsadere edilmemesi hakkında bir
Hind Prensinin müracaatnâmesi ve
buna dair Mekke Şerifi’ne isdâr edi­
len hüküm örnek olarak, ilgili bah­
sin mütemmin ve geç tarihli malu­
matı cümlesindendir. {Cevdet Tarihi,
VH, 103-104). Mukaddes şehirlerde­
ki anıtsal eserler gibi, hükümdarla­
rın meşrûtiyyetini takviyye eden
başlıca hususlardan biri olan Kabe
Örtüsü’nün her sene değiştirilmesi,
dolayısıyla yeniden dokunması, müs­
takil olarak ele alınmalı ve işlenmeliydi. Müellif, bu noktaya, Kabe
Örtüsü’nün her sene değiştirildiği
ifadesiyle, yalnızca bir yerde değin­
miş olmakla yetinmiştir, (s. 34).
Kâbe Örtüsü’nün Mısır’da nescedildiği bilinmektedir. Vâsıf TariTıi’nden naklen bir Hind hükümdarı­
nın da bu işe tâlib olduğunu kayde­
den Cevdet Paşa {Tarih, VH, 104),
K oca Ragıp Paşa’mn (öl. 1763) bu
isteği geri çevirirken, Mekke’ye se­
falet içinde gelen çok
sayılardaki
Hind hacılarının engellenmesi ve o
tarafda yedirilip giydirilmesinin ça­
resine bakılmasının Kâbe’ye Örtü
dokumaya kalkışmaktan daha hayır­
lı olduğu cevabım verdiğini kayd
eder. Bu cevapta, müellifin genişçe
işlediği meşruiyyet meselesinin önem­
li bir rol oynadığı ve bunun başka­
larıyla paylaşılmak istenemiyeceğinin, bu örnekle bir kez daha gözler
önüne serildiği açıktır. Napolyon’un
Mısır’ı istila etmesiyle başlayan
Fransa’ya
karşı
girişilen
savaş
(1798), Kâbe Örtüsü’nün Kahire’de
dokunmasına olanak vermemiştir.
Örtünün dokunma işi İstanbul’da
214
K E M A L BEYDİLLıt
gerçekleşmemiş v e Sultan Ahmet
Camii avlusu bu iş için kullanımıştır. Örtü, Mısır'ın tahliyesi aşaması­
na gelindiğinden Eylül 1800’de Mek­
ke’ye sevk edilmek üzere yola çıkar­
tılmıştır. (Cevdet, VU, 131). Çoğal­
tılabilecek bu gibi bilgiler, Kronik­
lerin ihmal edilmemesi gerektiğini
teyid eder*.
1807 senesinde Vahhabi işgali se­
bebiyle hacıların hac farizesini yeri­
ne getiremeden geri dönmek mecbu­
riyetinde kaldıkları bilinmektedir.
Hattâ, o sene hacca giden m . Selim’in Valde Kethüdası Y usuf A ğ a ’mn da aynı sebebden ötürü hac ede­
meden «Medine civarından» geri dön­
düğü malûmdur. (Cevdet, V E , 194).
O sene, 80 binden fazla h a c ının Mek­
ke’yi ziyaret ve A rafat’ta toplan­
dığı hakkındaki bilgi, bizzat hacda
bulunan A li B ey ( = Dom ingo Badia
* K abe Örtüsü, K abe Perdesi,
Mahmil-i Şerif Çadırı gibi «Kutsal
Örtüler» üe ilgili olarak en son ve
görsel malzemeleriyle beraber, bkz :
Hülya Tezcan, «V ak ıf Eserlerde Kar­
şılaşılan Kutsal Örtüler», IX. Vakıf
Haftası Kitabı, Ankara 1992, s. 331340.
y Beblich, V oyages d’Ali B ey ... pen­
dant les années 1803-1807), kaynak
olarak gösterilmekle beraber, söz
konusu olan senede hac yapüamadığı ve bunun büyük bir infiale sebebiyyet verdiği bilinmektedir. (Bkz.
Cevdet, v m , 164).
Osmanlı devleti, siyasî hayatının
son senelerine kadar Mukaddes şe­
hirlere karşı olan görevini, içinde
bulunduğu bütün zorluklara rağmen
yerine getirmeye çalışmıştır. Sürre
mediği bazı sıkışık zamanlarından,
için gerekli parayı bir araya getirebu iş için yabancı bankalardan
istikrâza dahi gittiği ve aldığı borç
paralarla Sürre alayları düzdüğü ve
görevini yerine getirdiği gözlenmek­
tedir.
Prof. Faroqhi, bu eserini bazı deği­
şiklik ve ilâvelerle İngilizce olarak
da yayım a sokmuştur. Kendisinin
popülaritesine pek fazla hizmet
etmese de, bu eserin Türkçe olarak
da yayımlanmasını beklemekte ol­
duğumuzu duyurmak isteriz!*
* Eserin bir diğer tanıtması
için bkz. N ejat Göyünç, Osmanlı
Araştırmaları, XII, İstanbul 1992.
Kemal Beydüli

Benzer belgeler