arşından metreye

Transkript

arşından metreye
Son Bulunan Nişan Taşları
Şinasi ACAR
(Y.Müh.İTÜ)
Yapı dergisinin 278, 279 ve 292 no’lu sayılarında (1) Okmeydanı’nda ve Okmeydanı dışında bulunan
nişan taşlarını -bulundukları yerlerde resimleyerek- ayrıntılı biçimde tanıtmıştık. Daha sonra bu yazılar taşların
kitâbeleri de eklenerek kitaplaştırıldı (2). Bir süre sonra Yapı’nın 330 no’lu sayısında, o tarihe değin metrik
sistemdeki karşılığı tam olarak bilinmeyen -uzaklık ölçüsü- “gez” değerinden söz eden yazımız yayımlandı
(3). Zaman içinde -kitapta yer alan 48 taşın dışında- birkaç nişan taşı daha gün yüzüne çıktı. Bu yazımızda serinin tamamlanması ve hepsinin kayda geçmesi açısından- daha sonra ulaşılan bu beş taşı da tanıtmayı
amaçlıyoruz. Ancak, önceki yazıları okumamış okuyucular olabileceğini düşünerek Osmanlı’da spor, sportif
okçuluk, sportif tüfek atıcılığı, uzaklık ölçüsü gez ve Okmeydanı’na ilişkin çok kısa bir özet yapmanın yararlı
olacağını düşünüyoruz.
Osmanlı’da Spor
Genel olarak söylenebilir ki Osmanlı devletinde spor, teorik ve pratik yönleriyle bilimsel biçimde ele
alınan bir tür “savaş eğitimi” olarak kabul görmüştür. Bu eğitim -saray okullarında- her spor türünün kendine
özgü tekniğini öğretme, uygulatma ve birbiriyle kıyaslama yöntemine dayalı bir sistem çerçevesinde
gerçekleştirilmektedir. Her eğitim dalının ayrı yönetmelikleri, çalışma alanları ve yarış meydanları vardır.
Üstelik sportif alandaki bilgi, emek ve başarı, hak ettiği ölçüde ödüllendirilmektedir. Bu saray sporlarının
başlıcaları güreş, cündîlik (binicilik), okçuluk, cirit atıcılığı, tüfekle atıcılık ve topuz atma olarak sıralanabilir.
Padişahlar bu spor dallarıyla uğraşanları teşvik ettikleri gibi -kimileri- bunlardan birini yada birkaçını bizzat
yapmaktadırlar.
Sultan 3.Selim (1789-1807) -padişah olduğu- 1789 yılında okçuluğa, 1790’da tüfekle atıcılığa
başlamıştır. Saltanatının -nisbeten sâkin geçen- ilk yıllarında sportif açıdan oldukça hareketlidir. Ok ve tüfek
atışlarındaki başarılarını gösteren ve günümüze ulaşabilen pek çok nişan taşı vardır. Yeğeni Sultan 2.Mahmud
(1808-1839) da okçuluk ve tüfekle atıcılığa heves etmiş, her iki dalda da üst üste rekorlar kırarak başarısını
kanıtlamıştır.
Sportif Okçuluk
Sportif okçuluğun iki ana türü vardır : Hedef okçuluğu ve Menzil okçuluğu.
Hedef okçuluğu ava ve düşmana isabetli atış hüneri kazandıran talimlerden doğmuştur. Bu dalda
“nişangâh” (hedef yeri) olarak “ayna” denilen küçük madenî levhalar, sert ağaç kütükleri ve çoklukla
“puta”lar kullanılmıştır. Puta bir yere asılan veya bir sırığa tutturulan -içi pamuk çekirdeği ve hızar talaşı doluderiden yapılmış -armut biçiminde- yassı bir torbadır. “Puta koşusu” denilen okçuluk yarışmalarında atışlar
“puta oku”yla ve 250-350 gez uzağa dikilmiş hedeflere yapılmaktadır. Puta okçusu hem iyi nişancı hem de
kuvvetli vurucu (darbzen) olmak gerekir.
2
Menzil okçuluğunda ise, oku olabildiğince uzağa atmak esastır. Osmanlı sınırları içinde yalnızca bu
amaca ayrılmış -bir vakıf kurumu olarak çalışan- ok meydanları vardır. En eskileri Bursa ve Edirne’de olup
15.yüzyıl başlarında kuruldukları tahmin edilmektedir. İstanbul ok meydanının kuruluşundan sonra -özellikle
Sultan 2.Bâyezid (1481-1512) ve Kanûnî (1520-1566) dönemlerinde- menzil okçuluğuna duyulan ilgi giderek
artmış ve imparatorluğun belli başlı bütün kentlerinde -sayıları 38’e ulaşan- ok meydanları tesis olunmuştur.
İstanbul ok meydanı -fetihten hemen sonra- Fâtih’in (1451-1481) emriyle -gazilerin ve halkın ok atması ve
sefer zamanı toplu dua için- “müstakil vakıf” olarak kurulmuştur.
Menzil okçuluğuna heves eden kişinin -mutlaka- bir ustaya çırak olması gereklidir. Ustası nezaretinde
-sürekli çalışarak- gerekli eğitimi gören ve atış yöntemlerini kurallara uygun olarak öğrenen çırak en az 900
geze pişrev oku, 800 geze azmâyiş oku atar hale gelince, bu başarısını tanıklar önünde yineleyerek “kabza
alma”ya hak kazanır. Belli usullere göre yapılan icâzet (izin) töreni sonunda kabza alan pehlivan (sporcu),
sicil defterine kaydedilir ve defterli (lisanslı okçu) olur. Kabza alan okçu -o günden sonra- meydanda ok atma
olanağına kavuşur ve yaşamı boyunca bıkmadan sürdüreceği bir çalışmanın içine girer.
Menzil atışları rüzgârla aynı yönde yapılır. Bu nedenle menziller, atıldığı rüzgârın adıyla söylenir. Her
okçunun arzusu, meydanda -adının anılmasını sağlayacak- bir rekora ve nişana, bir “nişan taşı”na sahip
olmaktır. Ancak kabza alan okçunun menzil açabilmesi “Okçular Tekkesi”nin (O dönemin federasyonunun)
iznine bağlıdır; her 900 gez atana menzil açma izni verilmez. Böyle bir istek geldiğinde, mevcut menzillerde
mesafenin ulaşılamıyacak denli uzağa varmış olup olmadığına bakılır; atılmak istenen yönde yeni bir menzile
gerek bulunup bulunmadığı, başka menzillerle karışıp karışmayacağı, menzilin meydan sınırlarını aşıp
aşmayacağı araştırılır ve varılan karar istekliye bildirilir.
Menzil açma iznini alan okçu, öncelikle atış yapacağı noktaya bir “ayak taşı” diktirir. Nişan taşlarıyla
karışmasın diye bu taşlar çoklukla birkaç karış yükseklikte olur. İstekli -elverişli rüzgâr estikçe- buradan atış
yapar. Pişrev okunu 900 gezden (4), azmâyiş okunu 800 gezden aşırı atarsa, attığı yere bir “ana taşı” diktirir.
Ana taşı -açılan- menzilin esas yönünü belirler; bundan sonra ok atışı -daima- ana taşı doğrultusunda
yapılacaktır.
Daha önce dikilmiş bir nişan taşını aşarak (ondan daha uzağa atarak) rekor kırmaya “menzil almak”
yada “menzil bozmak” denir. Bunun için de istekli okçunun -Tekke’den- önceden izin alması gerekir. Aynı
menzil için izin alan okçular, belirlenen günde -yine usullere uygun olarak- ve kararlaştırılan tek sayıda ok
atarlar. Atışın yapıldığı ayak taşında en az iki “ayak şâhidi” bulunur. Atılan okun değerlendirilebilmesi için, ana
taşından sağa yada sola 30 gezden fazla sapmamış olması gerekir. Ana taşın yakınında, okun düşebileceği
yerde “havacı” denilen gözcüler yer alır. Menzil alınmış ise -yetkililer tarafından onaylandıktan sonra- okun
saplandığı yer biraz kazılıp içi çakıl doldurularak işaretlenir ve altı ay içinde taşı dikilir. Menzil taşları -çoğu
kez- mermerden sütun biçiminde yaptırılır; atış yönüne bakan kitâbesine okçunun kimliği, mesleği, atış
uzaklığı ve tarihi yazılır. Padişahlara, vezirlere ve ilerigelenlere ait nişan taşları, döneminin zevkini yansıtan
birer anıt görünümündedir.
3
Sportif Tüfek Atıcılığı
Tüfek atışlarında hedef olarak genellikle içi su dolu bir testi kullanılmakta, kimi zaman da tavuk veya
devekuşu yumurtasına atış yapılmaktadır. Bu atışlar -çevreye zarar verilmemesi için- Gülhane, Ihlamur, Yıldız,
Levent, Ayasağa (Maslak), Kâğıthane, Çamlıca, Göksu gibi bir zamanlar -meskûn olmayan- mesire yeri ve
kırlık alanlarda gerçekleştirilmiş ve -ok atışlarında olduğu gibi- rekor kıranlar için menzil taşları dikilmiştir. Bu
atışlar iki şekilde düzenlenmektedir: İlkinde atıcı, belirli uzak bir mesafeye hedefi koyup vurmaya çalışmakta,
başarabilirse taş dikmektedir. İkincisinde birden fazla atıcı vardır, aralarında bir yarış söz konusudur. İlkinde
olduğu gibi yine belirli bir uzaklığa hedef konulup vurulmaya çalışılmakta, vuranlar arasında -hedef giderek
daha uzağa çekilerek- yarış sürdürülmektedir. En uzaktan hedefi vurabilen kişi yarışı kazanmaktadır. Dikilen
taşın kitâbesinde bütün yarışmacılardan ve hedefi vurdukları mesafelerden söz edilmekte ve tarih
verilmektedir. Kitâbelerin içeriğinden -tüfek atışlarında rekor olarak- 454 gezden tavuk yumurtası, 1155
gezden devekuşu yumurtası ve 1361 gezden testi vurulduğu anlaşılmaktadır.
Uzaklık Ölçüsü Gez
Görüldüğü gibi -kısaca anlatmaya çalıştığımız- okçuluk ve tüfekle atıcılıkta tüm uzaklık ölçüleri gez
olarak belirlenmektedir. Osmanlı Türkçesi’nde Farsça gez sözcüğünün “ok boyu”, “okun çentiği” (okun çileye
takılan kertikli yeri), arazi ölçümlerinde kullanılmak üzere belirli boyda hazırlanmış “iki başı mühürlü urgan”
veya “iki başı damgalı zincir”, yapı işlerinde kullanılan “şakul (çekül) ipi”, talim için yapılmış “yeleksiz ok”,
“ılgın ağacı”, “arşın” ve “endâze” anlamlarında kullanıldığını biliyoruz.
Öte yandan açık arazide uzaklık ölçmenin birimi -pratikte- genellikle adımdır. Nitekim,
pek çok
kitâbede menzil uzunluğu “hatve” (adım) sözcüğüyle verilmektedir. Birkaç kitâbede ise
-yarışmacıların
menzil uzunlukları verilirken- şiirin vezni gereği kimi yerde adım, kimi yerde gez ve kimi yerde hatve
sözcükleri kullanılmıştır. Örneğin Sultan 3.Selim’in Ihlamur’daki nişan taşının
-1205 tarihli- uzun manzum
kitâbesinin çeşitli yerlerinde
O dahî geldi yüzdoksandokuz gez”
“Bin ellidört adım yere uzatdı”
“Otuzyedi buçuk hatve geriye”
dizelerinde olduğu gibi -aynı ölçü birimi için- her üç sözcük de kullanılmaktadır. Buna dayanarak her üç
sözcüğün de aynı ölçü birimini ifade ettiği söylenebilir.
Kişiden kişiye değişen adım ölçüsü ortalama 70 cm kabul edilir. Menzil oklarının boyları 60-70 cm
kadardır. Arşının değeri ise en son resmen 75,77 cm olarak kabul edilmiştir (5).
Gezin değerine ilişkin bir başka değerlendirmeye Kâtip Abdullah Efendi’nin (Öl.1691) “Tezkire-tür
Rumât” (Okçular kitabı) adlı elyazması eserinin 7a sayfasında rastlıyoruz. İşgal ve tecavüzler yüzünden
İstanbul ok meydanı alanı sınırlarının yeniden tesbiti için -kendisinin- her sınır taşı arasını birkaç kez dikkatle
“pişrev gezi” hesabıyla ölçtüğünden söz etmektedir. Mustafa Kânî Efendi (Öl.1850) “Telhîs-i Resâil-ür
Rumât” (Okçuluk kitapları özeti) adlı eserinde (6) pişrev oku boyunun ortalama 20 parmak olduğunu
söylemektedir ki bu uzunluk 20x3,1572 = 63 cm demektir. Günümüze ulaşabilmiş pişrev oklarının %80’i de
62-63 cm boyundadır.
Ancak, bu yaklaşımların hiçbiri atış sporlarında -uzaklık ölçü birimi olarak- kullanılan gezin kesin
değerini vermemektedir. Bu nedenle -atıcılık çevrelerinde- yıllardır 1 gezin 66 cm (bir başka deyişle 1,5 gez =
1 metre) olduğu konusunda bir ittifak ve birleşme bulunmaktaydı. Kuşkusuz en
4
doğru yaklaşım, kaç gez olduğu bilinen bir menzilin ayak taşı ile ana taşı arasındaki uzaklığı ölçmektir. Yapı
dergisinin 330 no’lu sayısında yer alan yazımızda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, bu ölçüm tarafımızca
yapılmış ve 19.yüzyıl başlarında 1 gezin 60,74 cm’ye eşit olduğu saptanmıştır.
Okmeydanı
Fâtih (1451-1481) tarafından münhasıran okçuluk sporu için tahsis edilerek vakfedilmiş olan
Okmeydanı arazisi 110 hektar bir alana sahiptir. İstanbul genelinde 1950’li yıllarda başlayan gecekondulaşma
Okmeydanı arazisini de içine alır. 1964-65 yıllarında iyice hızlanan bu süreçte, Okmeydanı’ndaki -tarihsel
önemi yanında sanat değeri de taşıyan- menzil taşlarının pek çoğu kadir kıymet bilmeyen hoyrat insanların
elleriyle peş peşe tahrip edilir. Kimileri parçalanıp temel taşı olarak kullanılır, kimileri toprağa gömülür. 1980
sonrası dönemde bu talan ve yıkım tam bir kıyıma dönüşür ve bugünkü acıklı sona ulaşılır. Bir zamanlar 300’e
yaklaşan taş sayısı -azala azala- bugün 25 dolayına inmiştir. Nasılsa günümüze ulaşabilmiş taşlar da,
gecekonduların yerine dikilen kaçak apartmanların arka bahçelerinde, duvar diplerinde ve kömürlüklerin
içinde kalarak -mahzun ve kimsesiz- her an yok edilme korkusu içinde varlığını korumaya çalışmaktadır.
DİPNOTLAR :
(1) :
“Osmanlı Yay ve Okları”, Yapı, Sayı 278, Ocak 2005, sayfa 87-94
“Okmeydanı ve Nişan Taşları”, Yapı, Sayı 279, Şubat 2005, sayfa 79-88
“Okmeydanı Dışındaki Nişan Taşları”, Yapı, Sayı 292, Mart 2006, sayfa 83-89
(2) :
“İstanbul’un Son Nişan Taşları”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006
(3) :
“Gez Uzunluğu Ne Kadardı?”, Yapı, Sayı 330, Mayıs 2009, sayfa 60-64
(4) :
Okçuluğa olan rağbetin ve 900 geze atan okçuların çok azaldığı görülerek, 18.yüzyılda -pişrev
okuyla- 800 geze atanlara menzil açma izni verilmeye başlanmıştır.
(5) :
Bu konuda geniş bilgi için Bkz. Şinasi Acar, “Arşından Metreye, Dirhemden Grama”, Yapı, Sayı
267, Şubat 2004, s. 85-92
(6) :
Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1847
(7) :
Bu mesafeyi günümüz okçularının hayal bile edemiyeceğini söylemek mümkündür. Oysa Sultan
2.Mahmud’un en az dört kez 1200 gezi geçtiğini biliyoruz. Ayrıca, Tozkoparan İskender’in
16.yüzyılın başlarında gerçekleştirdiği 1281,5 gezlik bir dünya rekoru bulunmaktadır.
Aynı durum hedef okçuluğu için de geçerlidir. Günümüzde yapılan yarışmalarda erkek okçular
-ayakta durarak- en fazla 90 metreden 122 cm çapındaki hedefe atış yapmaktadırlar. Osmanlı’da
atış mesafesi -metin içeriğinde söylendiği gibi- 250-350 gez (150-210 m) ve armut biçimindeki
“puta”nın (hedefin) eni 77 cm’dir. Görüldüğü gibi, mesafe daha uzun olduğu halde hedef daha
küçüktür.
 Değerli katkıları için Metin Ateş, Hüseyin Irmak, Murat Özveri, Hayri Fehmi Yılmaz ve Adnan
Mehel’e içtenlikle teşekkür ederim.
5
KAYNAKÇA
Acar M.Şinasi
“İstanbul’un Son Nişan Taşları”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul, 2006
Dağdelen İrfan
“İstanbul-Rumeli Ciheti Haritaları - Cilt I”, İBB Kütüphaneler ve
Müzeler Müdürlüğü, İstanbul, 2005
Kânî Mustafa
“Telhîs-i Resâil-ür Rumât” (Okçuluk kitapları özeti), Matbaa-i Âmire,
İstanbul, 1847
Kâtip Abdullah Efendi
“Tezkire-tür Rumât” (Okçular kitabı), Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi Y.Y. 36
Kunter Halim Baki
“Millî Spor Tarihimizde Okçuluk”, Tarih ve Edebiyat mecmuası, Sayı
12, Aralık 1978
Özveri Murat
“Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey”, İstanbul, 2006
Yücel Ünsal
“Türk Okçuluğu”, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 1999
6
Sultan 2.Mahmud’un ayak taşı
Bu taş “Sultan 2.Mahmud Menzili”nin ayak taşıdır. Bu taşın bulunması 19.yüzyıl başlarında
İstanbul’da 1 gezin 60,74 cm’ye eşdeğer olduğunu ortaya koymamıza olanak sağlamıştır.
Sultan 2.Mahmud’un (1808-1839) -yeni bir menzil açmak isteyince- fıskıyeli havuza benzeyen özgün
bir ayak taşı diktirdiğini ve gündoğrusu havasıyla 1215,5 gezlik (7) bir atış yaparak resimdeki nişan taşını
diktirdiğini biliyoruz. Yakın zamana kadar bu ayak taşını arayıp bulamadığımız için -pek çokları gibiparçalanıp yok edildiğini sanıyorduk.
Ayak taşı Beyoğlu ilçesi “Piyalepaşa Mahallesi”nde Okçular Çeşme Sokağı ile Şenay Sokağı arasında
kalan adada 28 no’lu evin arka avlusunda olup 26, 28, 30, 32 no’lu dört binanın arasına sıkışmış durumdadır.
Taşın yüksekliği 1,40 m, çapı 33 cm ve dalgalı kenarlı dairesel mermer tabanın -dıştan dışa- çapı 3,80 m’dir.
Bu ayak taşına ait nişan taşı, Beyoğlu ilçesi “Kulaksız Mahallesi”nde Ufuk Sokağı üzerindeki 8 no’lu
apartmanın ön cephesine bitişik konumdadır.
Sultan 2.Mahmud okçuluk tarihimizin en büyük kemankeşlerinden biridir. Saltanatı zamanında
okçuluk son parlak dönemini yaşamıştır. Sultan 1817’de kabza almaya karar vermiş; altı aylık bir eğitimden
sonra 1818’de törenle kabza almış ve kısa sürede ilerleme kaydederek art arda önemli rekorlar kırmıştır.
Okçulukla ilgilenmeye başladığı 1817 yılından başlayarak menzil atışları yanında ok koşuları da düzenletmiş,
bunlara kendisi de katılmış ve çoğu kez birinci gelmiştir. Rekor kırıp taş diktirdiği yedi menzilden dördünde
mesafeler 1200 gezin üstündedir. Üstelik bu yedi menzilden beşinde padişahın kendi taşını bir veya birkaç
kez sürdüğünü görüyoruz. Kendi kendini aşmak, ancak büyük kemankeşlerde rastlanan bir başarıdır. Bu
sonuçlar padişahın okçuluk sporunu ne denli ciddiye aldığını ve bu alandaki olağanüstü başarımını
(performansını) göstermektedir.
Dörtköşe gövdeli taşın tepesi Barok üslupta, çok başarılı bir mermer işçiliğiyle yapılmış meş’ale ve ok
kuburlarıyla süslenmiştir. Hemen altında padişahın tuğrası ve kitâbe yer alır. Dahiliye nâzırı (İçişleri bakanı)
Pertev Paşa tarafından kaleme alınmış olan -celî ta’likle yazılmış- 7 beyitli kitâbenin beşinci dizesinde “Ok atdı
menzile bin ikiyüzonbeş buçuk hatve” denilerek menzil uzunluğu verilmektedir. Tarihi Hicrî 1247’dir (Milâdî
1831/32). 49x49 cm kare kesitli taşın yüksekliği 6,50 m’dir.
Resimlerde ayak taşının ve nişan taşının 20.yüzyıl başlarındaki ve bugünkü durumları görülmektedir.
7
Çuhadar Kara Hasan Paşa’nın menzil taşı
“Kaptanpaşa Mahallesi”nde Mezarlık Cami Sokağı
üzerindeki 12 no’lu evin kömürlüğü içinde bulunan ve
“İstanbul’un Son Nişan Taşları” adlı kitabın 80.sayfasında
sözü edilen nişan taşı, bir süre önce Metin Ateş
dostumuzun gayretleriyle fotoğraflanmıştır. Çuhadar Kara
Hasan Paşa’ya ait nişan taşının sülüs celîsiyle yazılmış
kitâbesi şöyledir :
Hazîne-i hümâyûn [ağalarından]
Çukadâr-i hazret-i [şehriyârî]
Hasan Ağa’nın
menzilidir
Sene 1203 (Milâdî 1789)
Köşeli parantez içinde yazılan sözcükler kömürlüğün duvarına bitişik olduğu için görülememektedir ve
Ünsal Yücel’in “Türk Okçuluğu” adlı kitabının 184.sayfasından yararlanarak yazılmıştır.
Hasan Ağa, Paşakapısı cündîlerinden olup Sultan 1.Abdülhamid (1774-1789) tarafından Enderun
Hazinesi çuhadarlığına getirilmiştir. Göreve getirildikten kısa süre sonra, bir oyun sırasında cirit isabetiyle
öldüğü bilinmektedir.
Çuhadar Kara Hasan Ağa Hicrî 1175 (Milâdî 1761/62) yılında kabza almış; Sultan 3.Selim’in (17891807) kabza ziyafeti verdiği 5 Zilhıcce 1203 (Milâdî 27.8.1789) günü yıldız karayeli havasıyla atılan “Kiler
Kethüdası Menzili”nde 36 gez aşırı atarak 959 geze bu taşı diktirmiştir.
İkinci resimde taşın içinde bulunduğu kömürlük görülmektedir.
Çuhadar : Osmanlı’da padişah hizmetinde bulunan yüksek dereceli memur, maiyet memuru.
Silahdardan sonra gelen çuhadar ağaların esas görevi padişahın elbiselerini taşımak ve kaftan ve kürklerine
bakmaktı. Cündî : Atlı, binici, süvari bölüğü mensubu.
8
Baltacı Mehmed Paşa’nın menzil taşı
Kitabın yayımlandığı dönemde toprak altına
gömülü vaziyette bulunan bu taş Hüseyin Irmak
dostumuzun gayretleriyle gün yüzüne çıkarılmıştır.
Halen Kâğıthane Belediyesi binasının karşısındaki park
alanı içine dikili bulunan, Baltacı Mehmed Paşa’ya
(1660-1713) ait nişan taşının 9 beyitli celî ta’lik kitâbesi
:
Şeh-i Cem kevkebe, sultân-ı selâtîn-i
cihân * Ya’ni Han Ahmed, o hâkaan-ı hümâyûnsîmâ
Ol şehinşâh-ı hümâ-sâye ki ikbâlinden *
Eyledi âlemi müstağrak envâr-ı safâ
Bâhusûs âsaf-ı deryâ-dil ü sâfî güherin *
Nazar-ı pâkile etdi dürr-i yektâ hakkaa
Cümleden
kat’-ı
nazar
fenn-i
kemânkeşlikde * Oldu şartınca sermed o vezîr-i
dânâ
Ezelî eyleyüp ârâste Okmeydânı’n * Eseri
oldu Kâğıdhâne’de de cilve-nümâ
Pişrev-i okla alup menzilin ol tîrendâz *
Oldu çün pişrev-i hayl-ı gürûh-i vüzerâ
Pehlivanlar görüp âsârını tahsîn etdi *
Fahr edüp emr-i şehinşâhile taş dikse n’ola
Bârekallah zehî hoş eser-i müstahsen *
Sânekallah zehî zât-ı se’âdet-pîrâ
Söyledi gayet imâyla Dürrî
târîh :
Dikdi taş menzil-i maksûda Mehemmed Pâşâ
Sene 1116 (Milâdî 1704/05)
Mehmed Paşa sarayda teberdâr ocağına girmiş, daha sonra mirâhur ve vezâret rütbesiyle kaptân-ı
deryâ olmuş, 1704-1706 yılları arasında sadrâzamlık yapmıştır. 1710’da yeniden sadrâzamlığa getirilmiş;
ancak serdâr-ı ekrem olarak katıldığı Prut seferi sırasında, Ruslarla yaptığı anlaşmada aldatılmış olduğu
anlaşılınca 1711’de azlolunarak Limni’ye sürgün edilmiş ve orada ölmüştür.
Okçuluğa meraklı olan Baltacı Mehmed Paşa, Hicrî 1097’de (Milâdî 1685/86) kabza almış; mirâhur
iken lodos havasıyla atılan “Büyük Yeksüvar Menzili”nde rekor kırıp taş dikmiştir. Menzilini bozduğu Kâtip
Ömer Efendi tekrar ondan ileri atıp taş dikmişse de, Mehmed Paşa sadrâzamlığı sırasında 992,5 geze atarak
bu menzili de yeniden bozmuştur. Aynı yıl Kâğıthane’deki bir ok koşusunda en uzağa atarak bu taşı
diktirmiştir.
Mermer taşın yüksekliği 2,20 m ve çapı 40,5 cm’dir. Kitâbenin şâiri Dürrî Ahmed Efendi’dir (Öl. 1723).
9
Şeh-i Cem kevkebe : Yıldızı Cem gibi olan hükümdar. Sultân-ı selâtîn-i cihân : Dünyadaki sultanların
sultanı. Hümâyûn-sîmâ : Mübarek yüzlü, temiz yüzlü. Şehinşâh-ı hümâ-sâye : Hümâ kuşunun gölgesi
gibi şerefli şahlar şahı. İkbâl : Baht açıklığı, uğur. Eyledi âlemi müstağrak envâr-ı safâ : Dünyayı safa
ışıklarına boğdu (İnsanlar huzur ve rahatlık içinde oldular). Bâhusûs : Özellikle, üstelik. Âsaf-ı deryâ-dil :
Hoşgörülü, kalender vezir. Sâfî güher : Has (temiz) cevher. Nazar-ı pâk : Temiz bakış. Dürr-i yektâ :
Eşsiz inci. Hakkaa : Gerçekten. Kat’-ı nazar : Dikkate almama, önem vermeme. Fenn-i kemankeşlik :
Okçuluk tekniği. Sermed : Ölümsüz. Vezîr-i dânâ : Zekî, bilgili vezir. Ezelî eyleyüp ârâste Okmeydânı’n
: Önce Okmeydanı’nı donatıp (süsleyip). Cilve-nümâ : Gösterişli. Pişrev-i ok : Okun önde gideni.
Tîrendâz : Okçu. Pişrev-i hayl-ı gürûh-ı vüzerâ : Vezir takımının (vezirlerin) önde gideni (sadrâzam).
Âsâr : Eserler. Tahsîn etmek : Beğenmek, takdir etmek. Fahr etmek : Övünmek, gururlanmak.
Bârekallah : Allah mübarek etsin, uğurlu olsun, mâşallah. Zehî : Ne güzel, ne iyi. Eser-i müstahsen :
Herkesin beğendiği eser. Sânekallah : Allah seni korusun. Se’âdet-pîrâ : Mutluluk veren.
10
Bilâl Ağa’nın menzil taşı
Beykoz ilçe merkezi Şahinkaya Caddesi üzerindeki “Şahinkaya Mezarlığı” içinde, Ada 1 giriş
kapısındaki güvenlik kulübesine yaklaşık 10 m uzaklıkta bulunan, Bilâl Ağa’ya (Öl.1807) ait nişan taşının ta’lik
celîsiyle yazılmış kitâbesi :
Kırıp binikiyüzbeş sâli destî bin adım yerde
Bilâl Ağa bu menzil taşını kıldı nasb-gerde
Sene 1205 (Milâdî 1790/91)
Hatve-i menzil
aded
1000
Bilâl Ağa -Sultan 3.Mustafa (1757-1774) zamanında- İvas Paşa’nın oğlu Musâhip Halil Paşa
tarafından ağalar zümresine alınmış, daha sonra Sultan 3.Selim’in (1789-1807) mâbeyincisi ve Hazine vekili
olmuştur. Zamanında Okmeydanı’nın hatırı sayılır okçularındandı. Güzel konuştuğu ve iyi şarkı okuduğu
söylenir.
Bu taşı 1000 adım (gez) mesafeden tüfekle testiyi vurarak diktirmiş olduğu anlaşılıyor. Taş -yeni
açılan mezarların talanına uğrayarak yerinden sökülmüş ve kırılarak 2 yada 3 parçaya ayrılmış olup- iki parça
halinde yeni mezarlar arasına atılmış durumdadır. Kitâbenin yer aldığı parçanın boyu yaklaşık 100 cm, çapı 45
cm’dir. İlk resimde kitâbenin yer aldığı parça, ikinci fotoğrafta mezarlar arasında yerde yatan iki parçası
görülüyor.
Bilâl Ağa’nın 1787’de poyraz havasıyla 954 geze ok atarak -menzil açıp- diktirdiği -dörtköşe kaideli,
burma gövdeli ve dörtköşe başlıklı- ana taşı, hâlen Aynalıkavak Kasrı’nın giriş kapısının sağında
bulunmaktadır.
Sâl : Yıl. Desti : Testi. Nasb-gerde : Dikilmiş. Hatve : Adım.
11
Kime ait olduğu saptanamayan bir nişan taşı
Beyoğlu ilçesi Hasköy Yayla Sokağı üzerindeki 33 ve 35 no’lu evlerin arasında bulunan nişan taşının
kitâbesi arkada kaldığı için görülememekte ve kime ait olduğu bilinmemektedir. Ancak, Sultan 2.Mahmud’un
kayıp nişan taşlarından birine benzemektedir.
Kare kesitli taşın tepesinde yer alan yontu kırılarak çalınmış ve bir “semt-i meçhul”e götürülmüştür.
Evlerin inşaat kalitesi ve aralarına sıkışıp kalmış taşın zavallı görüntüsü, utanılası bir perişanlık arz etmektedir.
12
Hasan Pehlivan’ın taşı
Topkapı Sarayı’nın eski Gülhane Meydanı yakınında,
Değirmenkapı yanında, sahil surlarına bitişik durumda bulunan taşın
sülüs celîsiyle yazılmış kitâbesi :
Merd-i meydan pehlivânları
Yediler târîhini dikdi
İ’lâmlı taşı Dolabcı
Hasan Pehlivân
Fî mâh-ı Safer, sene 997 (Milâdî 1588)
Hasan Pehlivan’ın kim olduğunu bilmiyoruz. Bu taşın, Gülhane
Meydanı’nda yapılan güreş müsabakalarında Hasan adlı pehlivanın
gösterdiği önemli bir başarı sonunda dikildiği düşünülebilir. Herhangi bir
uzaklıktan söz edilmediği için, okçulukla yada tüfekle atıcılıkla ilgili
olmadığı kanısındayız. Ancak, bu kısa metinden kesin bir sonuca
ulaşmak mümkün olamamaktadır. Taşın üst tarafı kırık olmakla birlikte,
metnin tam olduğu kanısındayız. Muhtemelen taşın üst tarafında
simgesel bir yontu yer almaktaydı. Taşın özgün yerinde olmadığı
muhakkaktır; hâlen eski demiryolu lojmanlarının bahçesinde
durmaktadır. Çapı 50 cm, boyu yaklaşık 110 cm’dir.
Merd-i meydan pehlivanları : Meydanın yiğit pehlivanları. Yediler : Tasavvufta kendilerine Allah
tarafından birtakım kutsallıklar bağışlanmış olduğuna inanılan ermişler (Hak erenler). İ’lâm : Bildirim,
anlatım. Dolabcı : Su çekmekte kullanılan dolabın işleticisi. Fî mâh-ı Safer : (Hicrî) Sefer ayında.
Okmeydanı’nın eski bir haritası ve günümüzde uydudan görünüşü
Harita ve uydu fotoğrafı üzerinde “ayak taşı” ve “nişan taşı” olarak işaretlenen noktalar, Sultan
2.Mahmud’un makale kapsamında sunulan taşlarının yerlerini göstermektedir.
Uydu fotoğrafında açıkça görüldüğü gibi, 110 hektarlık (1100 dönüm) bir alana yayılan Okmeydanı
arazisi -1964/65 yıllarında başlayan ve 1980 sonrasında hızlanarak süren- kaçak yapılaşma sonucu tamamen
işgal edilmiş durumdadır. Bu geniş alanda hepsi plansız ve kaçak olarak yedi büyük mahalle oluşmuş
bulunuyor : Fetihtepe (tamamen), Piyalepaşa (tamamen), Mahmutşevketpaşa (kısmen), Kaptanpaşa
(tamamen), Keçecipîri (kısmen), Kulaksız (kısmen) ve Pîrîpaşa (kısmen). Bu istilâ döneminde nişan taşları
yerlerinden sökülmüş, pek çoğu tahrip edilmiş, kimileri temel taşı olarak kullanılmış, kimileri de toprağa
gömülmüştür. Bir zamanlar sayıları 300’e ulaşan taşlardan, günümüze ancak 25 kadarı ulaşabilmiştir. Bu
hazin manzara, “Kültür başkenti” olma iddiasındaki İstanbul’a hiç yakışmamaktadır.

Benzer belgeler