ABD Mortgage Piyasasının Kurumsal Yapısı ve Krizin Dinamikleri
Transkript
ABD Mortgage Piyasasının Kurumsal Yapısı ve Krizin Dinamikleri
Paper presented at EconAnadolu 2009: Anadolu International Conference in Economics June 17-19, 2009, Eskişehir, Turkey. Bir Krizin Anatomisi: ABD Mortgage Piyasasının Kurumsal Yapısı ve Krizin Dinamikleri Murat Birdal * İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü, Türkiye. e-mail: [email protected] Özet ABD Merkez Bankası (FED) ülke ekonomisinde 2000’lerin başında Nasdaq balonunun patlamasıyla birlikte açığa çıkan ekonomik krizi aşmak amacıyla faizleri hızla aşağıya çekerek, emlak sektöründe yeni bir balonun oluşmasına katkı sağlamıştır. Emlak fiyatlarındaki artışla yaygınlaşan ikinci ipoteklerden kaynaklı krediler yoluyla tüketici talebinde ve ekonomide büyüme sağlanırken, “menkul kıymetleştirme” yoluyla emlak kredileri uluslararası piyasalara ihraç edilmiştir. Bu durum merkezinde inşaat sektörünün ve finans piyasalarının bulunduğu, küresel piyasalar tarafından fonlanan talebin tetiklediği bir ekonomik balona yol açmıştır. 2007 yılında ABD emlak piyasasında başlayarak dünya piyasalarını etkisi altına alan ekonomik kriz finansal denetimsizliğin yanı sıra, para ve finans piyasaları üzerindeki ABD hegemonyasının sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. Bu makalede ABD mortagage piyasasının kurumsal yapısı ve sistemdeki aktörlerin emlak balonunun oluşmasındaki rolü üzerinden dünya piyasalarını sarsmakta olan finansal krizin dinamikleri tartışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Emlak Balonu, Finansal Kriz, Menkul Kıymetleştirme, Mortgage piyasası. JEL Sınıflaması: E11, E32, G01. İletişim: İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü, Beyazıt, İstanbul. Tel: 0212-440 00 00/11746. E-Posta: [email protected]. * 1. Giriş Geçtiğimiz on yıl içerisinde dev bir hacme ulaşan ABD mortgage piyasası reel sektördeki kar oranlarının düşme eğiliminde olduğu, hazine tahvillerinin ise düşük getiri oranları dolayısıyla eski cazibesini yitirdiği bir dönemde uluslararası finans sermayesinin başlıca yatırım alanı haline gelmiştir. Ülkedeki emlak piyasasına yönelik fon akışı mortgage kredisi maliyetlerini daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde ucuzlatırken, aşırı fon arzı mortgage piyasasında önceleri uygulanmakta olan kimi standartların gevşetilmesine yol açmış ve yüksek riskli (subprime) krediler hızla yaygınlaşmıştır. Bu durum, bir yandan ABD’de ev sahipliğinin hızla tabana yayılmasını sağlarken diğer yandan ülkedeki emlak fiyatlarının hızla artışını sağlamıştır. Bu sürecin oluşumunda ABD Merkez Bankası FED’in 2000’lerin başında NASDAQ balonunun patlamasıyla birlikte açığa çıkan ekonomik krizi aşmak amacıyla faizleri hızla aşağıya çekmesi ve dönemin FED başkanı Alan Greenspan başta olmak üzere ekonomiden sorumlu yetkililerin yatırımcıları emlak piyasasındaki büyümenin kalıcılığına ikna etme ve değişken faizli kredilere yönlendirme çabaları da önemli rol oynamıştır. Emlak fiyatlarındaki artışla yaygınlaşan ikinci ipoteklerden kaynaklı krediler yoluyla tüketici talebinde ve ekonomide büyüme sağlanırken, “menkul kıymetleştirme” yoluyla emlak kredileri uluslararası piyasalara ihraç edilmiştir. Bu durum merkezinde inşaat sektörünün ve finans piyasalarının bulunduğu, küresel piyasalar tarafından fonlanan talebin tetiklediği bir ekonomik balona yol açmıştır. Bu makalede ABD mortgage piyasasının kurumsal yapısı ve aktörlerin balonun oluşumundaki rolü incelenecek, yakın zaman değin ev sahipliğini yaygınlaştıracak örnek uygulama olarak gösterilen bir sistemde yaşanan tıkanıklığın nasıl uluslararası bir finansal krize dönüştüğü tartışılacaktır. 2. ABD Mortgage Sistemine Genel Bir Bakış Dilimize tutsat olarak da çevrilen “mortgage,” aslen ülkemizde ve Kıta Avrupa’sında kullanılan ipotek kelimesinin Anglo-Saxon’lardaki karşılığı. ABD’deki mortgage piyasası 12 trilyon dolar gibi bir hacme sahip pek çok katmandan oluşan dev bir piyasa. Piyasasının böylesi bir hacme ulaşmasında son dönemdeki yüksek riskli mortgage kredilerinin katkısı büyük. Sadece dar gelirlilerin kullandığı "yüksek riskli krediler"in boyutu 1,5 trilyon dolar düzeyine ulaşıyor. 1 1 Brownell,2008. 1 ABD Mortgage kredileri (milyar dolar) 4.500 4.000 3.500 3.000 Toplam 2.500 Emlak Alımı 2.000 Yeniden Finansman 1.500 1.000 500 0 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 Kaynak: US Census Bureau ABD’de her bireyin yaşamı boyunca kullandığı krediler ve ödediği (ya da ödeyemediği) taksit ve borçlardan oluşan bir kredi tarihçesi bulunuyor. Tıpkı bir şirket, ya da ülke ekonomisi gibi bireylere kredi puanı veriliyor ve bireyler bu puana göre değişen faiz hadlerinde kredi kullanma olanağına sahip oluyor. Eğer bireyin kredi tarihçesi kötüyse ya da yoksa, değil kredi kullanmak, ev kiralamak hatta telefon hattı almak dahi büyük bir problem haline geliyor. Ev sahibi olmak isteyen bireyler bu kredi tarihçesi ile krediyi sağlayacak finansal kuruluşa başvuruyor. Bir miktar nakit ve 30 seneye varan taksitlerle krediyi sağlayan kurum adına ipoteklenmiş bir ev satın alabiliyor. Ödemenin gerçekleşmemesi durumunda ise eve alacaklı kurum tarafından el konuluyor. Mevcut işleyişte finansmanı ilk sağlayan kurum bu borcu üzerinde tutmuyor ve ikinci pazarda satıyor. İkinci pazardaki şirketler ise bir havuz oluşturarak piyasadaki yatırımcılara bu mortgage kredilerine dayalı tahviller satıyorlar. Böylece ikili bir kontrattan doğan borç ve taşıdığı risk piyasadaki binlerce yatırımcıya aktarılıyor. ABD emlak piyasasında son derece önemli bir yer tutan mortgage kredilerinin bireyler açısından cazibesi ise şu nedenden kaynaklanıyor. Kiraların ev fiyatlarına oranının yüksek olduğu ve uzun vadeli ve düşük faizli kredi olanaklarının bulunduğu ülkelerde bireyler belli bir peşinat sonrasında kira yerine kredi borcu ödeyerek söz gelimi 30 sene sonrasında oturduğu evin sahibi olabiliyor. Bu durum elbette inşaat sektöründe de canlanma yaratıyor, çünkü bireyler kiracı oldukları evde yapamadıkları ya da yapmadıkları yatırımları ev sahibi olduklarını ya da olacaklarını düşündükleri durumlarda yapmaktan çekinmiyorlar. Özellikle son dönemde mortgage kredilerine yönelik artan ilginin bir diğer (hatta en ağırlıklı) nedeni ise emlak fiyatlarındaki hızlı artıştan faydalanmak isteyen bireylerin spekülasyon saikiyle yaptıkları emlak yatırımları. Emlak değerlerindeki tırmanışın kalıcılığına ikna olan 2 bireyler düşük peşinatlı ve cazip başlangıç faizlerine sahip kredilerle ev satın almaktaydılar. Emlak balonunun zirvesinde iki yıl kadar kısa bir süre içerisinde kimi evlerin yüzde 50’lere varan oranda değerlendiği düşünülürse, bireylerin iki yıl kadar kısa bir süre sonunda evi satıp krediyi kapatarak ne denli büyük karlar elde ettiği anlaşılmaktadır. İşin daha da cazip yanı bu yatırımların fazla bir özsermaye gerektirmemesi ve son dönemde ortaya çıkan kredi olanakları sayesinde yüksek kaldıraç oranları ile gerçekleştirilebilmesidir. Elbette faiz oranlarının yükselmesi, emlak fiyatlarının ise hızla düşüşe geçmesi karşısında spekülasyon saikiyle yapılan, büyük oranda dış finansman kaynaklarına dayalı bu yatırımlarında önü kapandı. Mortgage kredilerine başvuran birçoklarının diğer bir beklentisi de uzun vadeli kredi kontratının bireyleri normalde yapamadıkları şekilde tasarrufa zorluyor olması. Bireyler kendi iradesine söz geçiremediği durumlarda, dışsal etkenleri de devreye sokarak, kendi gelecekteki tercihlerini kısıtlayacak şekilde bir zorunluluk hali yaratmayı ya da bağlayıcı bir yükümlülük altına girmeyi tercih edebilmektedir. Tıpkı sabah kalkmakta zorlanan ve kimi zaman çalar saati kapatıp uyuya kaldığı için işe geç kalan bir kişinin kendini ayağa kalkmaya zorlamak için saati odanın uzak bir köşesine yerleştirmesi gibi. Tüketim toplumunun en belirleyici özelliklerinden biri insanların kısa süre önce yaptığı bir harcamadan pişman olması, hangi güdülerle yaptığını sorgulaması ve yine de her yeni maaş döneminde aynı hatayı tekrarlamasıdır. ABD’de Noel hesabı olarak da bilinen ve diğer mevduat hesaplarından farklı olarak sene başında yatırılan paranın “her ne sebeple olursa olsun” Kasım ayına kadar çekilemediği bir hesap türü bulunmaktadır. Aynı vadeli mevduat hesaplarından daha az faiz getirisi olmasına rağmen rağbet edilen bu hesap türünün tercih edilmesinin altındaki yegâne etken de bireyin harcama yetkisinin elinden alınmasıdır. Kısacası, birey banka tarafından harcama özgürlüğünün elinden alınması karşılığında daha az bir hesap getirisine razı olmaktadır. 2 İpotekli konut kredilerinde de, para tasarruf edememenin de verdiği kaygıyla hareket eden bireyler kimi zaman kendilerini kaldırabileceklerinin de ötesinde bir yükümlülük altına sokabiliyorlar. Hele bir de faiz hadlerinin yükselmesi ya da daha kötüsü işsizlik gibi bir durumla karşı karşıya kalınırsa durum içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor. Bu yüzden finansal kuruluşların bireyin geliri ve kredi tarihçesi üzerine yaptığı araştırmalar ve ekonomik dalgalanmalar da göz önüne alınarak bireyin ödeyebilme gücü üzerinden kredi miktarının belirlenmesi sistem açısından büyük önem taşıyor. Belki de hepsinden önemlisi ise bir yandan kredi kartları diğer yandan mortgage kredileri, araba kredileri derken bireyin hayatında bankaların giderek artan rolü. Bu sistemin ürünü ise 2 Dasgupta ve Maskin, 2005. 3 ömrünün otuz yılını bankaya ev borcunu ödemeye adayan ve kendi geleceğinin ekonomik sistemin istikrarıyla sıkı sıkıya bağlı olduğuna inanan bireyler. Birkaç aylık kredi borçlarının aksaması bile birçok aile için yıkım anlamına geldiği ABD ekonomisinde işini kaybetme ihtimalini bile aklından geçirmeye cesaret edemeyecek kadar ağır bir yük altına girmiş olan bireyler karşısında işverenin sahip olduğu pazarlık ve yaptırım gücü kuşkusuz çok daha artmaktadır. 3. Mortgage Piyasaları ve Finansal Aktörler Mortgage piyasaları sistemin en altında yer alan kredi arayışındaki bireyden en tepesindeki yatırım bankaları ve hedge fonlara kadar uzanan oldukça karmaşık bir ilişkiler ağından oluşuyor. Bu bölümde Florida’daki yoksul Hispanik bir göçmenin geri ödeyemediği mortgage kredisinin Avrupa’daki dev bir bankayı nasıl iflasa sürükleyebildiğini anlamaya çalışacağız. 3.1. Mortage Başvurusu ve “Broker”lar Mortgage kredilerinin serüveni “Amerikan rüyasını” gerçekleştirmek üzere ev sahibi olmaya karar veren bireyin mortgage kredisi için başvuruda bulunmasıyla başlıyor. Bu aşamada bireyler ya mortgage komisyocularına (broker) ya da doğrudan bankalara başvuru yapabiliyorlar. Doğrudan bankaya başvuru yapmak varken niye broker aracılığıyla bankaya başvuruluyor diye düşünebilirsiniz. Banka sadece kendi elindeki mevcut kredi paketlerinden birini seçme olanağı tanırken broker yerel ya da ülke çapındaki çok sayıda farklı bankadan teklif alarak daha cazip bir kredi alternatifi yaratabiliyor. Özellikle ufak yerleşimlerdeki yerel bankaların sınırlı finansman gücü karşısında brokerların ilişki ağındaki ulusal bankaların sunduğu alternatifler önemli bir avantaj sağlıyor. 2004 yılında emlak kredilerindeki payı yüzde 70’lere kadar tırmanan brokerların tercih edilmesinin bir diğer nedeni ise doğrudan bankaya başvurması durumunda kolay kolay kredi alamayacak bireylerin piyasayı iyi bilen brokerlar yoluyla kredi alabilmesi. 3 Brokerların sık sık müşterilerin bilgilerini makyajlandığı ve düzenli gelirini belgeleyemeyecek müşterilere bile kredi sağladığı biliniyor. Bundan dolayı problemli kredi tarihçesine sahip olan ya da düzenli geliri olmayan müşteriler genelde broker aracılığıyla kredi başvurusunda bulunuyor. Kredi notu bireyler in ödemeleri gerçekleştirebilme gücünü ifade ediyor ve bireylerin detaylı kredi tarihçesine dayanıyor. Burada bireylerin bundan önce kullandığı kredilerin toplam büyülüğü, geri ödeme oranı, gecikmiş ödemeleri ve halen toplam kredi limitlerinin toplam Broker’ların pazar payı hakkındaki istatistiklere “Access Mortgage Research and Consulting Inc.”in web adresinde yayımlanan aylık raporlarından ulaşabilirisiniz. 3 4 kredi borçlarına oranı gibi veriler kredi notunun belirlenmesinde önemli rol oynuyor. Kredi tarihçesi için sıkça başvurulan kuruluşların en bilinenlerinden FICO’nun (Fair Isaac Corporation) puanlama sistemi 850 ile 300 arasında değişiyor. Bu puanlama sistemine göre 800 ve üzeri gibi oldukça yüksek kredi notuna sahip bulunanlar “risksiz faiz oranı” (prime rate) hatta biraz daha altında kredi alma olanağına sahip oluyorlar. 4 Eğer kredi notunuz 620’nin altında ise “riskli borçlu” (subprime borrower) kategorisine dahil oluyorsunuz ve daha yüksek faizlerin yanı sıra daha kimi zaman toplam kredinin yüzde 5’ini bulabilen sabit masraflar da ödemek zorunda kalıyorsunuz. Kısacası kendi içinde tutarlı gözüken bu sistem bugüne kadar ödemelerini aksatmasa dahi fazla kredi kullanmayan ve mali anlamda daha dar olanaklara sahip geniş toplum kesimlerini çok daha büyük bir borç riskinin altına sürüklüyor. Bir örnekle açıklarsak, yüzde 10 faizle 30 yıl vadeli 250.000 dolar kredi alan dar gelirli ve “yüksek riskli” birey toplamda 789.914 dolar öderken, aynı miktar krediyi yüzde 5 faiz ile kullanma olanağına sahip olan “risksiz” zengin müşteri toplamda 483,138 dolar ödeyerek kullanabiliyor. 5 Bir diğer deyişle ödeme gücü düşük olan birey aynı miktar kredi için 306.676 dolar fazla faiz ödüyor. Bireylerin taşıdığı riskten kaynaklanan bu farklılık, düşük gelir grubunun asimetrik bir faiz yükünün altına sokarak finansal sitemi daha kırılgan bir hale getiriyor. Broker kredi talebinde bulunan bireyin bilgileriyle bankalara başvuruda bulunuyor ve en “uygun” alternatifleri bireylere sunuyor. Burada “uygunluk” sadece müşterinin ihtiyaçlarına göre belirlenmiyor. Çoğu zaman brokerlar müşterileri daha fazla komisyon alabilecekleri bankalara ve kredilere yöneltmeye çabalıyorlar. Son dönemde “broker tarafından yanlış bilgilendirildim” şikayetiyle dava açanların sayısında hızlı bir artış yaşanmasının ve brokerların piyasa payındaki düşüşün ardındaki temel nedenlerden biri de bu. Kredi türü ve banka kararlaştırıldıktan sonra broker gerekli formları müşteriye imzalatıp bankaya iletiyor. Banka başvuruyu onaylarsa kredi açılıyor ve birey evine kavuşuyor. Bu aşamadan itibaren broker komisyonunu alarak devre dışı kalıyor ve aylık kredi ödemeleri bankaya yapılıyor. Anlaşılacağı gibi sistem brokerlar açısısından hiçbir risk taşımıyor. Kredi geri ödense de ödenmese de broker komisyonunu alıyor. Bu yüzden brokerlar müşterinin tarihçesi ve finansal durumu ne olursa olsun daha fazla kredi açmak dışında bir kaygı taşımıyor ve iktisat literatüründe “ahlaki tehlike” (moral hazard) olarak adlandırılan durum ortaya çıkıyor. 4 5 Brownell, 2008: 13. Brownell,2008:14. 5 Brokerların komisyonu genelde toplam kredinin yüzde1’i dolayında oluyor ve kredi sözleşmesindeki tutara ekleniyor. Ne var ki özellikle yüksek riskli “ninja” kredilerde komisyon “getiri farkı primi” (yield spread premium) adı verilen ek ödemelerle yüzde 3’ün üzerine yükselebiliyor. 6 Çoğu müşteri tarafından anlaşılmayan bu prim broker bireye alabileceği en düşük faiz oranının üzerinde faizle kredi pazarladığında banka tarafından ödenen komisyondan oluşuyor. Örneğin, broker bireye bankadan yüzde 6 faizle kredi temin ediyor ama müşteriye yüzde 6.5 ile sözleşme imzalatıyor. Aradaki farkın bir bölümü banka tarafından broker’a önceden komisyon olarak ödeniyor. Elbette bireyin bu yüksek faizleri ödemeye devam etmesi için yeniden finansmana yönelmesinin de engellenmesi gerekiyor. Bu yüzden sözleşmelere erken ödeme cezası (pre-payment penalty) da eklenerek kredinin vadesinden önce kapatılması zorlaştırılıyor. Çoğu broker müşterileri alabileceklerinden daha yüksek faizli ya da yüksek erken ödeme cezası bulunan kredilere yönelterek alacağı komisyonu arttırıyor. Kısacası, brokerlar sadece bankalar açısından “ahlaki tehlike” taşımıyor, kredi başvurusunda bulunan ve ufak çaplı bir kitap büyüklüğünde (50 sayfa civarında) teknik terimlerle dolu mortgage detayları arasında kaybolan bireyler kendilerini brokerların “iyi niyetine” teslim ediyor ve suistimale davetiye çıkarıyor. Erken ödeme cezası (prepayment penalty) alınan kredinin ortalama olarak yüzde 2 ila 3’üne denk geliyor ve zamanla azalarak 5 yıl sonrasında sıfırlanıyor. Yüksek peşinatlarla alınan düşük riskli kredilerde çoğu zaman uygulanmayan bu ceza borçlu tarafından tercih edildiği takdirde daha düşük faizden kredi alma olanağı sağlayabiliyor. Yüksek riskli krediler de ise çok sık olarak uygulanıyor. Erken ödeme cezası bir çok alıcının kredi sözleşmesinde fazlaca dikkat etmediği ama krediye uygulanan faiz oranlarının yükselmesi ile birlikte yeniden finansman seçeneklerini değerlendirdiği aşamada elini kolunu bağlayan bir durum olarak ortaya çıkıyor. Özellikle değişken faizlerin uygulanması ve yeniden finansman durumunda uygulanacak cezalar konusunda brokerların eksik bilgilendirmede bulunduğu kamuoyuna ve mahkemelere sıkça yansıyan şikayetler arasında. 7 2007 yılı içerisinde batık kredilerin hızla artışı ile birlikte mahkemeleri meşgul eden binlerce dava başvurusundan birine kısaca göz atalım. Emlak balonun zirvesinde olduğu bir dönemde Bob Houk ve eşi birçok Amerikalı gibi posta kutularına gelen “yeniden finansman” önerilerinden birini değerlendirmek üzere aracı kuruluşun yolunu tutuyorlar. Görüştükleri yetkili ödemekte oldukları yüzde 4.5’luk faizi yüzde 1’e çekecek yeni bir paket öneriyor. Washington Post, “Big Money, One Mortgage at a Time”,12.05.2003. Aşırı riskli kredilere İngilizce geliri işi ve mülkü olmayan ‘ın baş harflerinden türetilen (No Income, No Job or Assets) “ninja” krediler” adı veriliyor. 7 Beitel,2008. 6 6 Mutlulukla öneriyi kabul eden çift kısa bir süre sonra ödedikleri faizin yüzde 7’ye varmış olduğunu fark ediyorlar. Sonradan anlaşılıyor ki bahsedilen yüzde 1 faiz oranı sadece ilk ay için geçerli iken sonraki aydan itibaren faizler yüzde 7’ye tırmanmakta ve çift ilk ay sonra sonrasında sadece borcun minimumunu ödeyerek (kredi kartlarında olduğu gibi) toplam borcun büyümesine yol açmış. Bugün Houk’lar brokerlar ya da kredi kuruluşları tarafından yanlış bilgilendirildikleri iddiasıyla mahkemeye giden binlerce Amerikan ailesinden biri. 8 3.2. İkincil Piyasalar ve Menkul Kıymetleştirme Bundan yaklaşık 30 yıl kadar önce eğer bir bankadan emlak kredisi alındıysa bu kredi vadesi dolana kadar bankanın bilançosunda yerini korumaktaydı. Günümüzde ise emlak kredisi veren kurumlar bu kredileri üstlerinde tutmamakta, açtıkları kredi sözleşmelerinden bir paket oluşturup kontratın imzalanmasından doğan sabit ücretlerin yanı sıra ödenecek faizin bir bölümünden (genelde yüzde 0.5-1 dolayında) pay alarak ikincil piyasada satmaktadırlar. Bu piyasanın başlıca aktörleri devlet tarafından sigortalanan ya da desteklenen Ginny Mae, Fannie Mae ve Freddy Mac gibi kuruluşların yanı sıra Lehman Brothers, Bear Sterns, Wells Fargo, Countrywide Special gibi çoğu Wall Street merkezli özel yatırım bankalarıdır. Bu bankalar ellerinde biriken mortgage kredilerini bir havuzda toplayarak oluşturdukları gelir akışına dayalı tahvilleri dünya piyasalarına ihraç ederler. 9 Menkul kıymetleştirme (securitization) adı verilen bu süreç sonucunda kredi riski menkul kıymetleri alan yatırımcılara transfer edildiği gibi buradan elde edilen gelirle de yeni krediler için kaynak yaratılmaktadır. Mortgage piyasaları emlak kredilerini veren ve finansmanını gerçekleştiren aktörlerin ayrıştırılmasıyla büyük bir devinim kazanmıştır. Böylece hayatında ABD dışına adım atmamış bir çiftçinin evi dünyada yerini dahi bilmediği bir ülkedeki yatırımcılar tarafından finanse edilebilmektedir. Aşağıdaki tablodan izlenebileceği gibi 2006 yılında açılan mortgage kredilerinin toplamı 3 trilyon doları bulurken bu kredilerin yaklaşık yüzde 68’lik bölümü menkul kıymetleştirilmiştir. CMO’ların (Teminatlı İpotek Yükümlülükleri) icadı kredi finansman olanaklarını genişleterek emlak kredilerinin bollaşmasının önünü açmış ve 1990’ların ortasında yapılan bir araştırmaya göre ev sahiplerinin yıllık 17 milyar dolar tasarruf etmesine olanak tanımıştır. 10 8 “Wronged by WaMu”, Seattle Times, 26.11.2008. http://www.seattleweekly.com/2008-11-26/news/wrongedby-wamu/ 9 Phillips, 2008:96-119. 10 Morris,2008:40. 7 ABD Mortgage Piyasası Temel Göstergeler Kaynak: Inside Financial Mortgage Emlak kredilerinde menkul kıymetleştirme yoluna gidilmesinin en çok eleştirilen yönü emlak Yıl Mortgage Kredileri (milyar dolar) Menkulleştirme Oranı (%) Yüksek Riskli Krediler (milyar dolar) Yüksek Riskli Kredilerin Oranı (%) Yüksek Riskli Kredilerin Menkul Kıymetleştirme Oranı (%) 2001 2215 60.7 160 7.2 60 2002 2885 63 200 6.9 61 2003 3945 67.5 310 7.9 65.5 2004 2920 62.6 530 18.2 79.8 2005 3120 67.7 625 20.0 81.3 2006 2980 67.6 600 20.1 80.5 kredisini sağlayan kurumun riski üstünden atması ve dolayısıyla kimi zaman gerekli belgelere ihtiyaç duymaksızın yüksek riskli kredilere yönelmesidir. Geleneksel mortgage sisteminde krediyi sağlayan kurum kredinin vadesi dolana değin kontratı üzerinde tuttuğundan batık riski karşısında son derece titiz davranmak zorundaydı. Bu sebeple kredi başvurusunda bulunan bireylerle krediyi açacak görevli yüzyüze, gerekli tüm belgeleri edindikten sonra kredi onayı verilirdi. Menkul kıymetleştirme ile birlikte kredi açan banka batık riskini diğer binlerce kontratla birlikte başka bir kuruma transfer etmekte olduğu için kredi başvurusunda bulunan bireylerin ödeme kapasitesinin belgelendirmesi konusunda gösterilen hassasiyet ortadan kalkmıştır. Bu aşamada ortaya çıkan “ahlaki tehlike” yaşanan krizinin ardındaki en önemli etkenlerdendir. İpoteğe dayalı menkul kıymetler özellikle kredilerin vadelerinin belirsizliği dolayısıyla yatırımcılar açısından büyük riskler barındırmaktadır. Bunun en önemli nedeni faiz oranları ile kredi geri ödemeleri (prepayment) arasındaki doğrudan ilişkidir. Emlak kredilerinin vadesi genelde 30 yıl olmasına rağmen tercihe bağlı olarak kalan anapara erken ödenerek kredi kapatılabilir. Faiz oranları düştüğünde emlak kredisi alanlar yeniden finansmana yönelerek daha düşük faizle yeni bir kredi alıp eski borçlarını vadesinden önce kapatırlar. Bu durumda yatırımcılar beklenenden daha kısa vadede anaparayı geri alırlar ve daha düşük faiz oranından yeni yatırım yapmak durumunda kalırlar. Bu yüzden piyasada faiz oranlarının düşmesi ipoteğe dayalı menkul kıymetlerin değerinde de düşüş yaratmaktadır. Faiz oranları yükselmekte olduğunda ise yeniden finansman arayışları durur ve kredilerin geri dönüş vadesi beklenenden uzar. Böylece uzun vadeli ve sabit faizli yatırımlarını kısa vadeli ve yüksek faizli kredilerle finanse etmeye çalışan yatırımcılar zor durumda kalırlar. Bundan dolayı erken geri 8 ödeme riski ikincil piyasaların daha da büyümesini engellemektedir. 1983 yılında ilk olarak Freddie Mac’ın piyasaya sürdüğü CMO’lar geri ödeme riskini yeniden dağıtarak ve yatırımcıların risk tercihlerine uygun farklı yatırım alternatifleri sunarak ikincil piyasaların bugünkü hacmine ulaşmasında büyük pay sahibi olmuştur. 11 İpoteğe dayalı menkul kıymetlerin(MBS) günümüzde en yaygın kullanılanı olan CMO’lar emlak kredilerinin bir havuzda toplanarak ortaya çıkan gelirin farklı vadelere göre dilimlere ayrıştırılarak menkul kıymetleştirilmesi sonucu ortaya çıkar. Basitleştirmek amacıyla emlak kredilerinden oluşan gelir havuzunun 4 farklı dilime ayrıldığını farzedelim. 1. dilim vadesi gelmiş ya da gelmemiş anapara ödemeleri ve bu dilime ayrılmış faiz ödemelerinden gelen geliri almaktadır. Bu dilimin payına düşen anapara tümüyle ödendiğinde gelir akışı kesilir ve o ana kadar sadece faiz geliri almakta olan 2. diliminin anaparası geri ödenmeye başlar. Bu işlem Z dilimi adı verilen son dilime kadar devam eder. Z dilimi bu süre zarfında faiz geliri almaz ama hak edilen gelir anaparaya eklenir ve anapara ödemeleriyle birlikte ödenir. 12 Böylece erken ödeme riski ortadan kalkmasa da riski yeniden dağıtacak şekilde gelir havuzu farklı vadelere bölünmüş olur. İlk dilim kısa vadeli yatırımcılar için caziptir. Özellikle faizlerin yükseleceğini varsayan ya da kısa vadeli ödeme yükümlülükleri bulunan yatırımcılar tercih eder. Faizlerin düşmesi durumunda kredilerin vadesinden önce kapatılması karşısında yatırımları boşa çıkacak ilk grup da onlardır. Sonraki dilimler daha uzun vadelidir ve dolayısıyla erken ödeme riskine karşı daha korunaklıdır. Ama faizlerin ani bir yükselişinden de onlar daha çok zarar görür. Elbette bu dilimleme de yatırımcıyı erken ödeme riskinden tümüyle korumaz, faizlerin hızla düştüğü ve geri ödemelerin patladığı bir ortamda ortalama ömrü 10 sene olması beklenen bir yatırımın vadesi 2 senede dolabilir. Bu amaçla PAC (Planned Amortization Class) ya da TAC (Targeted Amortization Class) adı verilen ve yatırımcıyı ana para ödemelerinin belirli bir seviyenin üstüne çıkmasına ya da altına düşmesine karşı koruyan farklı CMO türleri oluşturulmuştur. Bir diğer yöntem ise gelirin yalnızca faiz gelirleri ve anapara geliri olarak ikiye ayrılmasından oluşan yatay dilimlemedir. Bu durumda geri ödemelerin artması anapara gelirlerini alan dilimin işine gelirken, faiz gelirlerinden pay alan dilim kredi vadelerinin uzamasından kazançlı çıkar. 1980’lere kadar 4 dilimden oluşan CMO’lar bugün yatırımcıların vade ve risk tercihlerine göre uyarlanmış 50 kadar dilime ayrılabilmektedir. 13 11 Markham,2002:144-145. Santomero ve Babbel,2001: 298-300. 13 Lehman Brothers,2002. 12 9 İkincil mortgage piyasasının merkezinde Ginnie Mae, Freddy Mac ve Fanny Mae bulunmaktadır. Bir devlet kuruluşu olan Ginnie Mae yalnızca Federal Housing Administration (FHA), Department of Veterans Affairs (VA) gibi sosyal öncelikleri olan kurumların açtığı kredilerin faiz ve anapara ödemelerini garanti altına almaktadır. Ginnie Mae tarafından garanti edilen kredilerin kapsamı oldukça dar olduğu gibi (2006 yılında toplam MBS’lerin ancak yüzde 4’ünü oluşturmaktadır) ardında devlet garantisi bulunduğundan risk oranı ve yatırımcılara getirisi oldukça düşüktür. Ginnie Mae tarafından garantilenen krediler özel sektör tarafından menkul kıymetleştirilerek piyasaya sürülür. 14 Devlet destekli kuruluşlar olan Freddie Mac ve Fanny Mae ise yine sıkı denetlenen bazı standartlara sahip olmakla birlikte Ginny Mae’e oranla daha geniş bir kesimin kredi ihtiyacına hizmet etmektedir. Bu iki kurum sadece belli standartlara uyan kredileri birincil piyasadan almakta, garantiledikleri krediler toplam MBS’lerin yüzde 40’ını oluşturmakla birlikte oluşturulan menkul kıymetler doğrudan bu kurumlar tarafından piyasaya sürülmektedir. Bu kurumlar tarafından alınan krediler borçlunun kredi skoru, gelirinin ve borçlarının belgelendirilmesinin yanı sıra açılan kredinin konut değerine oranı (LTV ratio) ve kredi tavanı (1 Ocak 2007 itibariyle $417.000) gibi kimi standartlarla uyum göstermek durumundadır. 15 Bu standartlarla uyum göstermeyen emlak kredileri (non-conforming loans) MBS’lerin geriye kalan yüzde 56’lık bölümünü oluşturmakta (2007 verilerine göre) ve bu kuruluşların garantisi olmaksızın özel sektördeki finansal kurumlar tarafından piyasaya sürülmektedir. Garanti kapsamı dahilinde olmayan MBS’ler yüksek kredi notuna sahip bireylerin aldığı ama devlet destekli kuruluşlarının uyguladığı üst kredi limitini aşan (jumbo loans) A tipi kredileri de içermektedir. Jumbo kredilerin yanı sıra yüksek kredi skoruna sahip bireylere açılan ama borçlunun gelir beyanının belgelendirilmesinin eksik yapıldığı ya da emlak değerinin kredi oranına göre düşük kaldığı (LTV ratio) krediler (Alt-A) ve kredi notu düşük, ipotek edilen evin değerine güvenilerek kimi zaman gelirin belgelendirmesine dahi gerek duyulmaksızın açılan yüksek riskli krediler (sub-prime loans) bu gruba dahil edilmektedirler. Özel sektör tarafından piyasaya sürülen MBS’lerin içerisinde Alt-A tipi ve yüksek riskli kredilerin oranı hızla artmış, on yıl içerisinde 1996 yılındaki yüzde 47 seviyesinden yüzde 71’e tırmanmıştır. 16 Bu kategorideki krediler içinde bulunduğumuz dönemde yaşanan finansal krizi tetikleyen batık emlak kredilerinin ağılıklı bölümünü oluşturmaktadır. Ardında kamu destekli 14 Rosen,2007. Rosen, 2007. 16 Rosen,2007. 15 10 kuruluşların garantisi bulunmayan CMO’larda (non-agency CMOs) tıpkı CDO’larda olduğu gibi yalnızca vade riskine göre değil batık riskine yönelik de farklılaştırılmaya ve dilimlemeye gidilmektedir. Oluşturulan havuzdaki en alt dilim ödenmeyen faiz ve anaparadan kaynaklanan zarara öncelikli olarak maruz kalır, dolayısıyla risk primi oldukça yüksektir. Emlak kredilerinin serüveni çoğu zaman burada bitmez. Özellikle 2004 yılından itibaren hızla artan bir şekle emlak kredilerine dayalı tahviller satın alındıkları yatırımcılar tarafından ellerindeki diğer varlığa dayalı diğer tahvillerle birleştirilmekte ve oluşturulan gelir havuzundan yaratılan yeni tahviller piyasa piyasaya sürülmektedir. CDO’larla birlikte Wall Street batık riski yüksek ipoteğe dayalı tahvilleri uluslararası piyasalardaki geniş bir yatırımcı portföyüne ihraç ederek bilançolarından kaydırma olanağına kavuşmuştur. 17 “Teminatlı borç yükümlülükleri” (collateralized debt obligations) ya da kısaca CDO adı verilen menkul kıymetlerin büyük bölümü emlak kredilerinde dayalı tahvillerden oluşmakla birlikte araç, teçhizat v.b. diğer kredilerinden kaynaklanan tahvilleri de içermektedir. Emlak balonunun zirvesinde olduğu 2005-06 döneminde CDO’ların yüzde 80 dolayında bir bölümü ipoteğe dayalı tahvillerden oluşmuştur. Bu tahvillerin yüzde 70’lik kısmının A tipinin altındaki batık riski göreceli yüksek kredilerden, yarıya yakınının ise yüksek riskli kredilerden oluştuğu tahmin edilmektedir. 18 CDO’lar yatırım bankaları, hedge fonlar, emeklilik fonları, sigorta şirketleri, ticari bankalardan üniversitelere, vakıflara hatta belediyelere kadar geniş bir yatırımcı yelpazesine hitap etmektedir. Bunların yanı sıra Fanny Mae’de aynı zamanda başlıca CDO yatırımcılarındandır. Farklı kaynaklara dayalı kredi tahvillerinin aynı havuzda toplanarak dilimlere ayrılmasıyla gelir akışının bölüştürüldüğü CDO’larda batık riskine yönelik farklılaştırılmaya gidilmektedir. Bu doğrultuda CDO’lar gelir akışının paylaşımındaki önceliklere dayalı olarak dilimlere ayrılır. 19 Bu dilimler bugün 6 veya daha fazla olabilmekle birlikte basitleştirmek amacıyla 3 dilime ayrıldığını varsayalım. En üst dilim, toplamın yüzde 70’sini oluşturmaktadır ve havuzdan sağlanan gelir üzerindeki ilk hak sahibidir. Normal piyasa koşularında kredilerin yüzde 30’unun geri ödenmemesi düşünülemeyeceğinden, tümüyle güvenilir olduğunu gösteren AAA notu almaktadırlar. Bir alt dilim toplamın yüzde 20’sini oluşturur ve geri ödenmeme oranı yüzde 10’un üstüne çıkmadığı takdirde zarar görmeyeceğinden halen güvenli sayılmaktadır. Riski en üst dilime oranla daha yüksek olduğundan getirisi de daha yüksektir. En alt dilim toplamın yüzde 10’unu oluşturur ve kredilerin geri ödenmemesi 17 Muolo ve Padilla 2008:185. Morris, 2008:78. 19 Lehman Brothers ,2002. 18 11 durumunda tümüyle eriyene değin zararı emer. Riski oldukça yüksek olduğu için toksik atık olarak da adlandırılan bu tahvillerin getirisi de çok yüksektir. Birçok farklı kaynaktan beslendiği için dayandığı varlıkların yatırımcı tarafından sorgulanması pek mümkün olmayan CDO’lara yatırımcılara yönelik belli standartlar oluşturmak amacıyla kredi değerlendirme kuruluşları tarafından not verilmektedir. Ne var ki, emlak balonunun şişmekte olduğu yıllarda mevcut durumun sürekliliğine duyulan inanç CDO’lara verilen kredi notlarına da yansımış, yüzde 70’i yüksek riskli emlak kredilerine dayalı tahvillerden oluşan bir gelir havuzundan yüzde 80’i en üst seviyedeki AAA ve AA kredi notuna sahip CDO türetilebilmiştir. 20 Dünyanın en güvenilir yatırım aracı olan ABD haziran tahvillerinin de AAA notuna sahip olduğu düşünülürse, bu durum emlak piyasasına duyulan güvenin yanı sıra değerlendirme kuruluşlarının güvenilirliğine dayalı soruları da beraberinde getirmektedir. Emlak kredilerinin serüveni burada da bitmemektedir. Son dönemde yaygınlaştığı şekliyle CDO’ların riskli dilimleri toplanıp bir araya getirilerek CDO2 adı da verilen yeni CDO’lar oluşturulmakta ve yeniden dilimlenerek piyasaya sürülmektedir. Bu yöntemle üst dilimlerin batık riski alt dilimlere kaydırılmakta böylece pazarlanabilir hale getirilmektedir. Alt dilimler ise son derece yüksek batık riski taşıdığı için risk sever yatırımcıya son derece yüksek prim vaad etmektedir. CDO2’lerin alt dilimlerinden türetilen CDO3’ler dahi mevcuttur. CDO’ların türetilmesindeki kritik faktör buradan da anlaşılacağı gibi oluşturulan havuzun karşılaşacağı ilk kayıpları massedecek ve üst dilimleri kısmen de olsa batık riskinden arındıracak alt dilimlere alıcı bulmaktır. Bu alıcılar da tahmin edileceği gibi yüksek kaldıraç oranlarıyla her türlü denetimden bağımsız işlev gösteren hedge fonlardır. Elde kalan yüksek riskli CDO dilimleri ise “off-shore”’a aktarılarak yatırım bankalarının bilançoları yüksek riskli toksik atıklardan kısmen arındırılmıştır. Emlak kredilerine dayalı bir tahvil çeşidi ise sentetik CDO’lardır. Sentetik CDO’lar doğrudan tahviller yerine onların dayandığı kredileri batma riskine karşı sigortalamak için kullanılan kredi riski swapları (CDS, credit default swaps) tarafından desteklenir ve nakit CDO’lara benzer bir mantıkla risk gruplarına ayrılarak yatırımcılarına bu sigortaların primlerini dağıtır. Dolayısıyla getirileri sigortalanan tahvillere paralel bir seyir izler. Son dönemde büyük finans kuruluşlarının CDO yatırımlarını fonlamak için sıkça başvurdukları bir diğer yol ise “off-shore”da kurdukları finans kuruluşları aracıyla oluşturdukları SIV (structured investment vehicle) adı verilen yapılandırılmış yatırım 20 Morris,2008:78. 12 ürünlerdir. 21 İlk olarak 1988 yılında Citibank tarafından oluşturulan SIV’ler zamanla çoğu büyük finans kuruluşu tarafından kullanılmaya başlanmıştır. CDO yatırımlarını çoğu zaman kısa vadeli kredilerle finanse eden kurumların bu yükümlülükleri karşında sermaye yükümlülükleri de artmıştır. Bu kurumlar özellikle küresel olarak sermayenin kar marjının düştüğü bir dönemde yüksek kaldıraç oranlarıyla faaliyet göstermek amacıyla CDO yatırımlarını büyük ölçüde kendi bilançolarından bu kuruluşlara kaydırmıştır. Böylece daha az sermaye ile daha büyük hacimli yatırım yapma olanağına kavuşmuşlardır. SIV’lerin temel stratejisi piyasalardan 3 ila 6 aylık kısa vadeli ve düşük faizli borçlar temin ederek daha uzun vadeli ve yüksek getirili yatırımların fonlanmasıdır. Buradaki başlıca tehlike vadelerin uyumsuzluğu dolayısıyla borcun yeniden finansmanıdır. Piyasalarda likidite darlığımın yaşanması, faiz oranlarının sert bir şekilde dalgalanması durumunda büyük zarar yaşanacaktır. SIV’lerin yatırımları büyük oranda yüksek riskli ipotek kredilerine dayalı CDO’ların batık riskinden kısmen korunaklı üst sınıflarına yapıldığı için kriz öncesine değin kısmen güvenli olarak değerlendirilmiştir. 2007’nin ortalarından itibaren batık kredilerin hızla artması, zararın hızla en alt sınıf CDO’lardan taşarak en üst sınıftakilere dahi sıçraması ve yeniden finansman olanaklarının hızla daralması SIV’lerin ve dahil oldukları “gölge bankacılık sisteminin” de sonunu hazırlamıştır. 22 4. ABD Emlak balonu (2001-2005) Son dönemde dünya piyasalarını sarsan mortgage krizinin perde arkasını görebilmek için, 2001 yılından itibaren ABD emlak piyasasında yaşanan gelişmelere kısaca bir göz atmakta fayda var. Hatırlanacağı gibi 1990’ların başındaki en önemli teknolojik gelişmesi önceki dönemlerde kullanılan oda boyutundaki dev bilgisayarların yerini alan daha ucuz ve pratik kişisel bilgisayarların ev ve iş hayatımızdaki artan rolü olmuştu. Giderek yaşamımızın vazgeçilmezlerinden biri haline gelen bilgisayar ve internet bu alanda faaliyet gösteren birçok yeni şirketin ekonominin zirvesine tırmanmasını sağladı. Bu dönemde hızla gelişen yazılım sektörü ve internet sektörü 1990’larda ekonomik büyümenin de motoru olarak değerlendiriliyordu. 1996 ile 2000 yılları arasında NASDAQ (Amerikan Borsası Teknoloji Endeksi) 600’den 5000 seviyesine ulaştı. Bu tarihte eşi benzeri görülmemiş büyüme giderek daha çok yatırımcıyı bu hisselere yöneltmekte ve hisseler aşırı değer kazanmaktaydı. Ve balon en sonunda patladı. 2000 yılı içerisinde birkaç ayda endeks 5000 seviyesinden önce 2000’lere 2002 yılında ise 800 seviyesine kadar geriledi. 21 22 Beitel,2008. “Sigma collapse ends shadow bank project”. Financial Times, 01.10. 2008. 13 Dot-com balonunun patlamasıyla ortaya çıkan krizin önünü almak amacıyla FED 2001 yılı içerisinde gecelik faiz oranlarını 11 kez indirerek %6,5’tan %1,75 seviyesine çekti. 2003 Haziranında %1 seviyesine düşen ve 1 yıl kadar bu seviyeyi koruyan düşük faiz oranları aynı zamanda emlak balonunun ardındaki başlıca etkenlerden de biri oldu. Kısacası dot-com balonunun patlamasıyla oluşan kriz ortamında yaraları sarmak ve ekonomik durgunluğun önüne geçmek amacıyla faizleri düşüren FED bu politikasıyla emlak balonunun tehlikeli boyuta ulaşmasına ön ayak olmuştu. Düşük faizlere, kredi yeter koşullarının neredeyse tümüyle kalktığı ve yüksek riskli kredilerin toplama oranının giderek arttığı bu koşullarda emlak fiyatları da katlanmaya başladı. Emlak fiyatlarındaki tırmanış ise ihtiyacın da ötesinde emlak yatırımını en cazip yatırım aracı haline getirerek emlak satışlarını daha da tetikledi ve balon büyümeye başladı. Bu süreçte ev alıp 2005 yılında emlak fiyatlarının duraklamaya başladığı dönemde satış yapan yatırımcılar %100’lere varan karlar elde ettiler. 2006 yılı içerisinde ise emlak satışları durma noktasına geldi ve emlak fiyatları gerilemeye başladı. Balon hava kaçırmaya başlamıştı! Case-Schiller ev fiyat endeksi (mevsimsellikten arındırılmış) 250 Ev fiyatları 200 150 100 50 Kaynak: S&P/Case-Shiller Home Price Indices 14 2008 2008 2007 2007 2007 2006 2006 2005 2005 2005 2004 2004 2003 2003 2002 2002 2002 2001 2001 2000 2000 2000 0 ABD'de yeni ev satışları 400 350 Satılan ev (bin) 300 250 200 150 100 50 Q 1 Q 3 20 08 20 08 Q 3 20 07 Q 1 20 07 Q 3 20 06 Q 3 Q 1 20 06 Q 1 20 05 20 05 Q 3 20 04 Q 1 20 04 Q 3 20 03 Q 3 Q 1 20 03 20 02 20 02 Q 1 0 Kaynak: U.S. Census Bureau 4.1. Emlak Balonunun Oluşumunda Yüksek Riskli Kredilerin Rolü Daha önce ABD’deki mortgage kredi piyasasının temelinde bireylerin kredi tarihçesine ve düzenli gelirine dayalı risk değerlendirmesinin yattığını belirtmiştik. 2000 yılından itibaren ABD ekonomisinin içine girdiği ekonomik durgunluk ve hızla düşen kar oranları karşısında ABD piyasasında büyük miktarda atıl fonlar oluşmuştu. Bu fonlar kimi zaman aktif müdahalelerle yabancı sermayeyle daha barışık hale getirilmeye çalışılan çevre ülkelerine akarken, finansal sermaye iç pazarda da hareket alanını genişletmeye yöneldi. 2001 yılından itibaren düşük faizler ve piyasadaki atıl fonların artışı karşısında kimi finansal kuruluşları kredibilitesi zayıf olan (kredi geçmişi problemli olan) kişilere de mortgage kredisi vererek kredi hacmini arttırmayı tercih etti. Yüksek riskli krediler (subprime credit) olarak adlandırılan bu krediler dar gelir gruplarının da mortgage piyasasına daha yüksek faizlerle de olsa dahil olmasına olanak tanıdı. Bu durum piyasa faiz oranının üzerinde faiz gelirleri elde eden mortgage yatırımcılarına kısa vadede cazip kar olanakları ve yepyeni bir piyasa sunarken uzun vadede geri dönüşü riskli bir mali yapıyı da ortaya çıkardı. Yüksek riskli kategorisine dahil olanlar arasında ilk sırada düşük kredi notu bulunanlar yer almaktadır. Genellikle 850 üzerinden 620’nin altı puan alanlar yüksek riskli sayılmaktadır. Geçmiş kredi borçlarının taksitlerini aksatanlar (iki ödemenin 60 günün üzerinde veya bir ödemenin 90 günün üzerinde gecikmesi durumunda kayıtlara geçmektedir) ya da ödemeyenler, daha önce iflas etmiş olan ve ipotekli evine el konmuş bulunanlar bu gruba dahildir. Yüksek riskli kategorisindeki bir diğer grup ise geri ödemeleri karşılayacak düzenli gelirini belgeleyemeyenlerdir. Vergi ödemelerini düzenli gerçekleştirmeyenler, kayıt dışı çalışanlar ve 15 yasadışı göçmenlerden oluşan oldukça geniş bir nüfus gelirini belgelendirmekte sıkıntı yaşamaktadır. Emlak balonunun zirvesinde yüksek riskli krediler içerisinde önemli bir yer tutan “belgesiz krediler” (no-doc loan) bu açıdan büyük popülerlik kazanmıştı. Kredi veren kuruluşlar daha yüksek bir sabit ücret karşılığında (peşinat değil) bireylerin sözlü beyanına güvenerek belgesiz kredi açıyorlardı. Kredi faizlerinin düşük, emlak fiyatlarının hızla yükseldiği bir ortamda bu durum finansal kurumlar açısından pek sorun yaratmıyordu. Borç geri ödenemediği takdirde değer kazanmakta olan eve el konularak satışa sunulabilirdi. Bu durumda kontratın imzalanması sırasında yapılan sabit ödemeler de kurumun yanına kar kalmaktaydı. Yüksek riskli kategorisine dahil edilen diğer bir grup ise kredi notu bulunmayanlardır. Öğrenciler, yeni iş hayatına atılanlar, daha önce kredi kartı ya da herhangi bir kredi kullanmamış olanlar geçmiş borç ödemeleri üzerinden geleceğe yönelik projeksiyon yapmaya imkan tanıyacak bir kredi tarihçeleri bulunmadığı için riskli görülmektedir. Böylece ABD’nin yaklaşık yüzde 35’i yüksek riskli kategorisinde yer almaktadır. Ne var ki bu kategoride yer almamasına rağmen düşük başlangıç faizlerinden faydalanmak amacıyla ya da daha yüksek komisyon peşinde olan brokerlar tarafından yanlış yönlendirildikleri için yüksek riskli kredilere yönelmiş geniş bir kesim de bulunmaktadır. Bu kategoriye düşmemesine rağmen yüksek riskli kredilerden faydalanan bireylere dair istatistikler özellikle dil sorunu yaşayan Hispaniklerin ana dili İngilizce olan diğer etnik gruplara göre daha yüksek oranda bu kredilere yönlendirildiğini göstermektedir. 23 4.2. FED’in Faiz Politikaları ve Değişken Faizli Krediler Krizin ağırlaşmasındaki bir diğer etken ise yüksek riskli mortgage kredilerinin faiz yapısı oldu. ABD mortgage piyasasında faiz yapısına göre iki farklı kredi sistemi uygulanmakta. Bunlardan ilki sabit faizli 20, 25 ya da 30 yıllık krediler. Sabit faizli krediler, gelecekteki faiz riskinin kredi veren finansal kuruluşlar tarafından üstlenmesi anlamına gelmektedir. Faiz riskinden kaçınmak isteyen alıcılar bunun karşılığında piyasa faiz oranının üzerinde sabit bir faiz oranından kredi kullanmayı tercih etmekteler. İkinci tip kredi sistemi ise faiz riskini alacaklıdan borçluya aktaran değişken faizli kredilerdir. Yakın zamana kadar ABD'de piyasa faiz oranı son derece düşük bir seviyede seyrettiği için özellikle “yüksek riskli kredilerden faydalanan” orta ve alt gelir grubundaki kişiler değişken faizli kredileri kullanmayı tercih ettiler. Ancak, FED’in son iki yılda faiz oranlarını aşamalı 23 Brownell,2008:64. 16 olarak artırması, konut satış fiyatları ile kira gelirlerinin de piyasa düzeyinin altına inmesiyle, bu krediyi kullanan düşük gelirli gruplar, geri ödemelerini sürdüremez hale geldiler. Değişken faizli krediler özellikle faizlerin düşük seyrettiği dönemde kısıtlı geliriyle ev sahibi olmak isteyen bireyler için açık bir tercih nedeniydi. Aynı zamanda bankalar tarafından tespit edilen oldukça düşük başlangıç faiz oranları da bu tip kredilerin cazibesini arttırıyordu. Elbette bu tip krediler büyük risk taşımaktaydı. Faizler yükseldiği zaman ödemeler de katlanacaktı. Ne var ki, piyasadaki cazip yeniden finansman alternatifleri ve yükselen emlak fiyatları birçoklarının büyük bir güvenceyle değişken faizli kredilere yönelmesini sağladı. Düşük başlangıç faizinin uygulandığı dönem sona erdiğinde cazip yeni bir krediden faydalanarak eski borç kapatılır yeni ödeme planına geçilebilirdi. Ya da faizler yükselişe geçer ve yeniden finansman durumunda dahi aylık ödemelerde ciddi bir artış yaratırsa ev satılarak kredi kapatılabilirdi. Burada kritik unsur emlak fiyatlarındaki hızlı yükselişti. Herkes bu artışın sonsuza dek süreceğini varsayıyordu. Bankalar için de değişken faizli krediler cazipti. Özellikle emlak kredilerine göre çok daha kısa vadeli mevduatlarla kredilerini fonlayan bankalar sabit faizlerle emlak kredisi açıp cari faizlerle mevduat topladıklarından (her ne kadar bir kısmını sabit faizlere yansıtsalar da) faizi riskini büyük oranda kendileri üstlenmekteydi. Özellikle 1980’lerde Paul Volcker hazinenin başına geçip enflasyonla mücadele amacıyla faizleri bezeri görülmemiş biçimde yüzde 11’lerden yüzden 20’lerin üzerine çekince bankalar önceden açtıkları kredileri fonlamakta büyük zorluk yaşamışlardı. Bu yüzden değişken faizli emlak kredileri bankalar için de faizlerdeki keskin bir artış riskine karşın önemli bir güvence oluşturmaktaydı ve bankalarca teşvik edilmekteydi. Değişken faizli krediler farklı ödeme planlarına sahip birçok kredi türünü kapsamaktadır. Yaygın olanlardan hibrid (melez) krediler sabit ve faiz kredilerin bileşiminden oluşmaktadır. İlk dönemde (çoğunlukla 5 yıla kadar) sabit faiz uygulanırken sonradan değişken faizler uygulanmaya başlar. Seçenekli değişken faizli krediler ise “patlayan krediler” (exploding ARMs) olarak da bilinen, düşük gelir grubunun ağırlıkla yöneldiği ve krizin patlamasındaki en önemli etken olan kredi türüdür. Özellikle düşük geliri olup ilerideki gelir artışına güvenenler, ödeme planları arasında geçiş yaparak düşük başlangıç faizlerinden yaralanmak isteyenleri ve emlak fiyatlarındaki artıştan yararlanıp evi bir süre elde tuttuktan sonra elden çıkarmayı amaçlayanlar bu kredi türlerine yönelmişlerdir. Bu krediler kısa vadede bireylere son derece cazip olanaklar sunmakla birlikte uzun vadede ödeme koşulları giderek ağırlaşmaktadır. Bazı ödeme planları bir ile yedi yıl arasında oldukça düşük faiz oranları ile kredi verirken bu dönem sonunda faizde keskin bir artış yaşanmaktadır. 17 Diğer bir seçenekte ise birey bir süre sadece faiz ödemelerini gerçekleştiriyor ve bu dönemden sonra anaparayı da ödemeye başlamaktadır. Elbette anapara ödemesi geciktiği için aylık ödemelerde daha büyük bir ağırlık oluşturmaktadır. Yine yaygın olarak görülen diğer bir ödeme planı ise bireylerin bir süre için ödenmesi gerekenin altında bir faiz oranında ödeme gerçekleştirmesi farkın ise anaparaya eklenmesi şeklindedir. Bu kredi türünün en riskli olanı bireylerin örneğin krediyi 40 yıllık vadede ödeyecekmiş gibi anapara ve faiz ödediği (böylece aylık ödemelerin düşük tutulduğu) ama kısa bir süre sonra (çoğunlukla 5-7 yıl) ana parayı ödediği kredilerdir. Aşağıdaki grafikten de izlenebileceği gibi FED’in gecelik borçlanma faizi 2000 yılı içerisinde yüzde 6.5’lara kadar ulaşırken, 2001 yılı içerisinde 6 seviyesinden yüzde 2 seviyesinin altına kadar düşmüştü. Faizlerdeki bu trend 2004 yılına kadar sürdü ve 2003 yılı sonunda tarihi 0.98 seviyesine ulaştı. 2004 yılının ikinci yarısında başlayan faiz artışlarıyla aynı yılın sonunda 2.25 seviyesine ulaşan FED faizleri, 2005 yılında yüzde 4’ü aştı ve 2006 Haziranından FED’in faizleri yarım puan düşürdüğü 18 Eylül 2007 tarihine değin 5.25 seviyesinde seyretti. 4 sene içerisinde 4.25 puan yükselen faizler değişken faizle borçlanan ev sahiplerini giderek büyüyen bir faiz yüküyle karşı karşıya bıraktı. FED Gecelik Faiz Oranı 7.00% 6.00% 5.00% 4.00% 3.00% 2.00% 1.00% O ca .9 M 7 ay .9 7 Ey l.9 O 7 ca .9 M 8 ay .9 8 Ey l.9 8 O ca .9 M 9 ay .9 9 Ey l.9 O 9 ca .0 M 0 ay .0 0 Ey l.0 O 0 ca .0 M 1 ay .0 1 Ey l.0 O 1 ca .0 M 2 ay .0 2 Ey l.0 O 2 ca .0 M 3 ay .0 3 Ey l.0 3 O ca .0 M 4 ay .0 4 Ey l.0 O 4 ca .0 M 5 ay .0 5 Ey l.0 O 5 ca .0 M 6 ay .0 6 Ey l.0 6 O ca .0 M 7 ay .0 7 Ey l.0 7 0.00% Kaynak: www.federalreserve.gov Faiz oranlarındaki dalgalanmaların kredili emlak alımlarına doğrudan etkisini incelemek için 30 yıllık sabit faizli, 15 yıllık sabit faizli ve değişen faizli mortgage kredilerindeki faiz oranlarının 2000 yılından 2007 yılına kadarki seyrini gösteren aşağıdaki grafiğe göz atmakta fayda var. Grafikte görüldüğü gibi 2001 yılından itibaren değişken ve sabit faizli krediler arasındaki faiz marjı giderek açılmış ve değişken faizler 3.5 puan seviyesinin altına gerilemiştir. 2007 yılında ise 6 puan seviyesine ulaşmıştır. Basitleştirirsek, 2004 yılında ayda 1400 dolar faiz ödeyen bir Amerikalının aylık faiz yükü (geçen sürede ödenen anaparadan 18 kaynaklı olarak yaşanacak düşmeyi göz ardı edersek) 2007 Eylül ayı itibariyle 2400 dolara çıkmıştır. ABD'de Değişken ve Sabit Faizli Tutsat Kredilerinde Faiz Oranları 10 9 8 % 7 6 30 year FRM 5 15 year FRM 4 1 year ARM 3 2 1 7/13/2007 04.06.2007 9/22/2006 12/29/2006 6/16/2006 03.10.2006 8/26/2005 12.02.2005 5/20/2005 02.11.2005 7/30/2004 11.05.2004 4/23/2004 1/16/2004 10.10.2003 3/28/2003 07.04.2003 9/13/2002 12/20/2002 06.07.2002 03.01.2002 8/17/2001 11/23/2001 05.11.2001 02.02.2001 7/21/2000 10/27/2000 4/14/2000 01.07.2000 0 Kaynak: www.bloomberg.com Değişken faizli kredilerin FED’in faiz oranlarındaki artıştan nasıl etkilendiğini kısa bir örnekle açıklayalım. 2004 yılında yani FED’in gösterge faiz oranları yüzde 1 seviyesinde iken 200 bin dolar kredi ve 50 bin dolar peşinat ile ev sahibi olan “yüksek riskli” kategorisinde bir birey ele alalım. Başlangıç faiz oranının iki yıl boyunca sabit yüzde 2 olduğunu varsayarsak bireyin bu süre zarfındaki aylık ödemesi (ana para artı faiz) 739 dolar olmuştur. Kontrata göre birey bu dönem sonunda ise risksiz faiz oranı artı yüzde 5 ile faiz ödemeye devam edecektir. Bu durumda eğer faiz artışı gerçekleşmeseydi bireyin aylık ödemesi 1,199 dolar olacaktı. Ne var ki FED’in gösterge faizleri bu süre zarfında yüzde 5.25’e tırmandı ve aylık ödemeler 1,792 dolar seviyesine yükseldi. Bireylerin değişken faizli kredilere yönelmesinin ardında balonun süreceğine dair temel yanılgı büyük rol oynadı. Faizlerin aynı düşük seviyeyi korumasının olanaksız olduğu ve bir süre sonra yükselişe geçeceğini şüphesiz herkes tahmin ediyordu. Burada öngörülmeyen emlak fiyatlarının da düşüşe geçeceği oldu. Spekülasyon amacı ya da düşük faizlerden faydalanıp ilk kez ev sahibi olmak isteyen bireyler değişken faizli kredilere yöneldiler. Uzun vadede artacak olan faizlerin ağırlaştıracağı ödeme yükünü artan ev fiyatları sayesinde yeniden finansmana başvurarak ya da evi yüksek fiyattan elden çıkararak elde edecekleri karla bertaraf etmeyi düşünenler fena halde yanıldı. Kreditörlerde balonun büyüsüne kendini kaptırmışlardı. Yüksek riskli kredilere kucak açmalarındaki en öneli etken emlak fiyatlarının 19 sürekli yükseleceğine ve geri ödeme olmadığı takdirde daha da değerlenmiş bir mülke el koyacaklarına dair inanç idi. Ne var ki bu durumun toplamda emlak fiyatlarını aşağıya çekeceğini öngörmekte yetersiz kaldılar. 4.3. Emlak fiyatlarında Duraklama ve İkinci İpotekler Mortgage piyasasındaki krizi ağırlaştıran bir diğer etken ise “Home equity loan” adı da verilen ikinci ipotekler oldu. Çok sayıda orta ve dar gelirli emlak fiyatlarındaki hızlı yükselişten faydalanarak, artan emlak değeri üzerinden ikinci kez ipotek yaptırıp, yeniden kredi almıştı. Ev fiyatlarındaki artışın ortaya çıkardığı bu kredi olanağı borç ödemeleri altında ezilen yeni ev sahiplerini bir süre için rahatlatıp tüketim harcamalarını arttırabilmelerine olanak sağladı. Elbette giderek büyüyen bir borç yükü pahasına. Örneğin bireyin kredi karşılığı 200 bin dolara ev satın aldığını varsayalım. Emlak balonunun sönmesi ve yükselen faizler karşısında yalnızca kredilerin geri ödenmesi zorlaşmadı, ikinci ipotekten doğan krediler de büyük oranda karşılıksız kaldı. Bu durum da krizin ağırlaşmasına neden oldu. Emlak balonu süresince emlak fiyatlarının yıllık ortalama yüzde 15 civarında arttığını düşünürsek, sene sonunda evin değeri 230 dolara ulaştığında kişi eksper raporuyla bunu kanıtlayıp 30 bin dolarlık yeni bir kredi alabiliyordu. Bu krediyi evini yenilemek için kullanan kişi 3 sene sonunda varsayalım ki 300 bin dolara ulaşan evi üzerinden yeni bir 70 bin dolarlık kredi alıyordu. Bu parayı da acil ihtiyaçları, çocukların okulu ya da arabasını yenilemek için kullanıyor hatta yatırım amacıyla yeni bir ev için peşinat olarak ödeyebiliyordu. Bu sayede borç sarmalı büyürken borcun teminatı olan evin fiyatı da artmakta olduğundan banka açısından sorun yoktu. Ne var ki, emlak fiyatlarının hızla düşmesiyle birlikte kişi fiyatı 150 bin dolara gerilemiş bir ev için 300 bin dolarlık kredi taksiti öder haline geldi. Bu durumda birey yükselen faizlerle birlikte ağırlaşan aylık ödemelerden kurtulmak için bireysel iflas başvurusunda bulunmayı seçerken, bankalar ise 300 bin dolar kredi karşılığında yarı fiyatına bile alıcı bulmakta zorlandıkları evlere el koymak durumunda kaldılar. 4.4. Beklentiler, Balon ve Finansal Kriz Ekonomik balonlar ile sürü güdüsüyle gerçekleştirilen diğer kitlesel çılgınlıklar arasında büyük benzerlikler olduğunu söyleyebiliriz. Ekonomi şişmeye başladıktan bir süre sonra bireylerde bu yükselişin kalıcı ve vazgeçilmez olduğu beklentisi uyanıyor. Bireyler karar alırken kendi çevrelerinden edindikleri bilgiler ve yakın vadedeki deneyimlerini ön plana çıkarıyor ve genel trendi gözden kaçırıyor. Bireylerin beklentileri tümüyle toplumsal beklentiler tarafından şekillendiriyor. Bir süre sonra, örneğin emlak fiyatlarındaki artış hayata 20 dair genel geçer bir doğru olarak karşımıza çıkıyor. Öncesi hatırlanmadığı gibi sonrası da düşünülmüyor. Bu da ne kadar karmaşık olursa olsun krizi öngörmekte yetersiz kalan iktisadi modellerin görmezden geldiği işin psikolojik boyutu. İşte size çarpıcı bir örnek. 2005 yılında yani emlak balonunun en üst noktasında seyrettiği dönemde San Francisco’da yapılan bir ankete göre sonraki on seneye dair bireylerin emlak fiyatlarındaki artış beklentisi ortalama olarak yıllık yüzde 14 civarındaydı. Amkete katılanların üçte birlik bir bölümü ise bu artışın yıllık yüzde 50 civarında olacağını öngörüyordu. 24 Bu beklentilerin oluşumunda elbette medya da kritik bir rol oynuyor. Balonların oluşum sürecinde fiyat artışları büyük bir heyecanla “yeni bir dönemin” başladığına dair haberlerle medyada yer buluyor. Tıpkı 90’ların ikinci yarısında Nasdaq balonunun oluştuğu süreçte olduğu gibi. Hatırlarsanız o dönemde de geleneksel üretimin yıkılmakta olduğu “bilgi çağı”nın başladığı ve geleneksel üretime dayalı dev şirketlerin yerini yenilerin almakta olduğu sıkça dile getirilmekteydi. Bu şirketlerin piyasa değerindeki artış sonsuza dek sürecek gibi bir izlenim yaratılmaktaydı. Bu haberlerle karşılaşan bireylerin sonradan gözlemlediği artışlar da haberleri doğrularken uzun vadeli yükseliş beklentisini beslemekteydi. Beklentilerin oluşumunda bir diğer kritik unsur ise sermayenin medyayla olan organik ilişkisi. Büyük emlak yatırımlarında bulunan sermaye grupları doğrudan ya da dolaylı olarak medya üzerinde belirleyici rol oynadığından fiyatların yükseleceğine dair beklentiyi pompalamak aynı zamanda tercih de ediliyor. Böylece fiyatlar çılgınca bir seviyeye yükselse dahi bireyler yatırım amacıyla ev almayı tercihe yöneliyor. Sokaktaki vatandaşın kitlesel beklentilerle ekonomik kararlarını şekillendirmesi anlamlı olmakla birlikte ekonominin direksiyonundaki yetkililerin biraz daha öngörü sahibi olmaları beklenebilir. Ne var ki, kısa vadeli politik kaygılar emlak balonunun oluştuğuna dair tüm göstergeler ortada olmasına rağmen, bunları görmezden gelmeyi gerektiriyordu. Örneğin, 2006 yılına kadar FED başkanlığı görevini üstlenen Alan Greenspan emlak balonunun oluştuğu dönemde ABD ekonomisine yön veren kişi olarak durumu öngörmesi gereken kişilerin başında yer alıyordu. Ne var ki, 2004 yılında Greenspan kamuoyuna yaptığı açıklamalarda birçok Amerikalı’nın gereksiz yere sabit faizli kredilerle fazladan geri ödeme yaptığını belirtmiş ve krizi tetikleyen cazip değişken faizli kredi alternatiflerini değerlendirmelerini önermişti.25 Aynı Greenspan bu açıklamaları izleyen 2 yıl boyunca tam 17 kez faizleri arttırarak değişken faizle borçlanan kesimin sonunu da hazırlamış oldu. Emekli 24 25 Schiller,2008:38. “Greenspan says ARMs might be better deal”. USA Today, 23.02.2004. 21 olduktan sonra yayımladığı “Türbülans Çağı” adlı kitabında ise emlak piyasasındaki gelişmelere atıfla yaşananın “balon değil ufacık balonlardan oluşan bir köpük olduğunu ve tüm ekonomiyi tehdit eder bir boyuta ulaşmasının mümkün olmadığını ifade ediyordu. 26 Ne ilginçtir ki, 2008 yılının ortalarında yani kriz patladıktan çok sonra Greenspan bu kez “henüz dibe yaklaşmadık bile” demekteydi. 27 2005 yılında halen ülkedeki cazip mortgage kredisi olanaklarıyla ve tırmanan ev sahipliği oranıyla övünmekte olan George Bush da yaklaşan tehlikenin farkında olduğuna dair en ufak bir açıklamada bulunmamıştı. 28 Başkanın o dönemdeki ekonomik danışmanlar konseyine başkanlık eden Ben Bernanke ise emlak fiyatlarının son iki yılda yüzde 25 dolayında yükselmesinin genel olarak ekonomideki artan büyüme, istihdam ve ücretlerin bir göstergesi olarak yorumlanması gerektiğini ifade etmişti. 29 Bu açıklamadan kısa bir süre sonra FED başkanı koltuğuna oturan Bernanke’nin krizin tüm göstergeleri ortadayken durumla övünür olması ileride bu krizin en çok hatırlanacak gaflarından biri olacak belki de. 2001-2005 yılları arasında FED’in faiz politikaları yetkililerin yönlendirmeleri ve uluslararası sermayenin artan ilgisiyle hızla yükselişe geçen emlak fiyatları spekülatif amaçlı yatırımları sıradan vatandaşlar için dahi kaçınılmaz kılmıştı. Diyelim ki yüzde 25 yani 50 bin dolar peşinat ve 150 bin dolar kredi ile 200 bin dolara bir ev satın aldınız. Bir sene zarfında başka bir eve kira ödemek yerine faiz ödemesi gerçekleştirdiniz. Ev bir sene içerisinde yüzde 15 değer kazandı ve evi sene sonunda 230 bin dolara satarak borcunuzu kapattınız. Aradaki işlem maliyetlerini görmezden gelirsek 50 bin dolarınız bir sene zarfında yüzde 60 kar getirerek 80 bin dolar olmuş bulunuyor. Türkiye gibi sıcak paraya dayalı ekonomilerde yüksek faizlere alıştığımızdan bu getiri çok fazla yadırganmayabilir. Ne var ki, bol sermaye sahibi düşük faizlere sahip gelişmiş kapitalist ülkelerde böylesi bir getiri inanılmaz derecede yüksektir. Bu arada emlak fiyatlarındaki artış hızlandıkça, peşinat ve kısa vadede ödenecek olan faizler azaldıkça elde edilen karın da katlandığını not etmeliyiz. Yine örnek verirsek, birey sadece 20 bin dolar peşinat ile 400 bin dolarlık bir ev alırsa (emlak fiyatlarının yüzde 15 arttığını varsayarsak) bireyin sene sonundaki karı 60 bin dolar yani yüzde 300 olacaktır. Evin satışından elde edilen karı peşinat olarak kullanarak 600 bin dolara bir ev alırsa ve sene sonunda 690 bin dolara elden çıkarırsa iki yıl içerisinde toplam karı 150 bin dolara ulaşır. Görüldüğü gibi emlak fiyatlarının hızlı yükselişi ve düşük kredi faizleri spekülasyon amaçlı 26 Greenspan, 2007:231. Greenspan Says Housing Prices Not Yet Near Bottom, 31.07.2008. http://www.bloomberg.com/apps/news?pid=20601087&sid=a4jioRRKzw5s&refer=worldwide. 28 George W. Bush, “President’s Radio Address”, 6 Ağustos, 2005. 29 Ben S. Bernanke, “The Economic Outlook”, 20 Ekim, 2005. 27 22 kredi talebini körüklemektedir. Bu durum düşük özsermaye ile kısa vadede oldukça cazip olanaklar sunan ama uzun vadede ödeme koşulların ağırlaştığı değişken faizli ve yüksek riskli kredilerin cazibesini de açıklamaktadır. Buraya kadar emlak fiyatlarının değer kazanması durumunda oluşacak alternatifleri değerlendirdik. 2007 yılının sonlarına kadar piyasalardaki hakim eğilim bu yöndeydi ve sanki sonsuza dek süreceği varsayılmaktaydı. Ne var 2007 yılından itibaren emlak balonu patladı ve fiyatlar hızla inişe geçti. Hatta kimi eyaletlerde emlak satışı durma noktasına geldi. Şimdi kısaca emlak piyasasındaki durgunluğun önceki dönemdeki hızlı fiyat artışlarının cazibesine kapılarak yapılan yatırımları nasıl etkilediğine bir göz atalım. Emlak piyasasında yüzde 15 düşüş yaşanması durumunda bu kez 200 bin dolarlık evin fiyatı bir sene sonunda 170 bin dolara varmaktadır. Bireyin 150 bin dolar borcu bulunduğunu düşünürsek evdeki öz sermayesinin 50 bin dolardan 20 bin dolar seviyesine gerilemesi kısacası yüzde 60 zarar etmesi anlamına gelir. Evin 50 bin doların üzerinde değer kaybetmesi durumunda ise bireyler yalnızca öz sermayeyi tümüyle kaybetmekle kalmıyor aynı zamanda evi elden çıkararak borcu kapatmaya kalkışması durumunda dahi net borçlu durumuna düşmektedir. Bu durum son krizde sıkça yaşandı. ABD’de emlak fiyatları bir sene içerisinde yüzde 16 civarında geriledi. Kontratlardaki peşinatın yani özsermayenin genelde yüzde 10 civarında olduğunu düşünürsek özsermayeleri tümüyle eriyen ve net borçlu duruma düşen geniş bir nüfus bulunmaktadır. Bir örnekle açıklarsak, 20 bin peşinatla toplam 200 bin dolar değerinde ev alan bir kişinin evinin bedeli sene sonunda yüzde 16 değer kaybederek 168 bin dolara gerilemiştir. Dolayısıyla, bireyin evdeki özsermayesi tümüyle erimiştir. Bu durumda artık bireyin 168 bin dolarlık bir eve 180 bin dolar kredi borcu ödemeyi sürdürmesinin bir anlamı kalmamaktadır. Kişi evi terk edip aynı değerde bir evi yeniden alması durumunda daha az borç ödeyecektir. Bu koşullar altında bireysel iflaslar artık ekonomik bir zorunluluk olmanın da ötesinde borçlular açısından tercih edilir bir hal almaktadır. Bankalar evlere el koyup satılığa çıkardıkça emlak fiyatları daha da düşmekte ve daha fazla emlak sahibi net borçlu duruma düşerek bireysel iflas seçeneğine yönelmektedir. Bu koşullar altında emeklilik fonları, sigorta şirketleri, yatırım bankaları ve hedge fonların elinde bulunan emlak destekli tahviller büyük bir hızla değer yitirmiş ve elden çıkarılmaları imkansız hale gelmiştir. Bilançolardaki varlıkların hızla değer kaybına uğraması karşısında bankalar kredileri döndüremez hale gelmiş büyük bir likidite darlığı ortaya çıkmıştır. CDO’ları incelerken yüksek risk primine sahip toksik atık adı verilen en alt dilimlerin satılmasının bu tahvillerin piyasaya sürülmesindeki en önemli safha olduğunu ifade etmiştik. En alt dilim aynı zamanda portföyün ilk zararı göğüsleyecek durumda olduğu için üst dilim 23 grupları açısından tampon bölge işlevi görmektedir. 2005 yılında yüksek riskli kredilere dayalı CDO piyasasının ilk patladığı dönemde yüksek riskli kredilerin batık oranı yüzde 3 civarında olduğundan, en alt iki dilimin oluşturduğu yüzde 20’lik tampon sayesinde yüzde 80’lik en üst iki dilim AAA ve AA notu almaktaydı. 30 Ne var ki, krizle birlikte CDO’ların dayandığı yüksek riskli kredilerde batık oranı hızla artmış ve aradaki tampon hızla erimiştir. Aşağıdaki tabloda problemli diğer bir deyişle gecikmeli kredilerin oranı (delinquency rate) verilmiştir. Görüldüğü gibi yüksek riskli kredilerin taksit ödemelerinde 90 gün ya da daha fazla gecikme oranı 2005-2007 arasında yüzde 5 oranında artmıştır. Bu rakam krizin şiddetlendiği 2008 yılında yüzde 24’lere ulaşmış, düşük riskli kredilerde dahi yüzde 4’e tırmanmıştır. 31 Düşük riskli kredilerin de son dönemde artan oranlarda değişken faizlerle açılmış olması buradaki problemli kredilerin artışını açıklamaktadır. Ama daha da önemlisi CDO’ların dayandığı problemli yüksek riskli kredilerin artışı ile birlikte artık önceleri risksiz sayılan en üst sınıf tahvillerin korumasız kalmasıdır. Böylece geçmişte tıpkı hazine bonosu gibi AAA olarak sınıflandırılan üst dilim CDO’lar dahi artan batık riskiyle paralel olarak değer kaybetmekte ve bankalarının özsermayesi hızla erimektedir. 2000’lerden itibaren ipoteğe dayalı varlıkların ABD bankalarının toplam varlıkları içerisindeki oranı hızla tırmandığı ve yüzde 60’ların üzerinde seyrettiği düşünülürse emlak balonunun patlamasıyla yaşanan daralmanın finans piyasalarına etkisinin boyutu daha rahat anlaşılacaktır. 32 Problemli Kredilerin Oranı 18 16 14 12 10 % Toplam Yüksek Riskli Krediler 8 6 4 2 0 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 Kaynak: US Census Bureau 30 Morris,2008: 114-115. “Mortgage Crisis Spreads Past Subprime Loans”. New York Times.12. 02.2008. 32 Phillips,2008: 32. 31 24 2007 5. Sonuç 2000’lerden itibaren reel sektöreki kar oranlarının durağanlaştığı ve güvenli yatırım aracı olarak görülen ABD hazine tahvillerinin getirisinin hızla gerilediği bir ortamda finans piyasasında biriken fonlar büyük oranda ABD mortgage piyasasına yönelmiştir. 33 Uluslararası finans sermayesinin bu yöneliminde “menkul kıymetleştirme” büyük rol oynamış ve ABD emlak piyasasındaki kontratlardan kaynaklanan risk uluslararası piyasalara taşınmıştır. Bu süreçte FED’in düşük faiz politikası da kredi talebini körüklemiş yüksek riskli ve değişken faizli kredilerin pazardaki payı hızla tırmanmıştır. Kredi maliyetlerin benzeri görülmemiş bir oranda ucuzlaması ve emlak talebindeki hızlı artış piyasada spekülatif bir balonun oluşmasına yol açmıştır. Burada eklenmesi gerek bir diğer nokta ise ev fiyatlarındaki hızlı artışın özsermaye oranı meydana getirdiği artış dolayısıyla tüketim talebine yönelik ikinci ipoteklerin yaygınlaşmasıdır. Böylece ABD ekonomisi emlak fiyatlarındaki artışın beslediği bir kredi patlamasına sahne olmuş, tüketici talebindeki artış bu yolla kalıcı kılınarak ABD ekonomisinin 1990’ların sonunda içine düştüğü ekonomik duraklama aşılmaya çalışılmıştır. Yakın zamana değin ev sahipliğinin geniş kitlelere yayılabilmesi için örnek uygulama olarak gösterilen ABD mortagage piyasasındaki çöküş, bu spekülatif balonu oluşturan kurumsal yapının sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. Brokerlar bu eleştirilerin odak noktasındadır. Açtığı kredi üzeriden komisyon alan brokerlar açısından önemli olan açtığı kredinin miktarı olduğu için yatırımcı açısından, bireyleri daha yüksek maliyetli bir pakete yönelttiklerinde ek ödeme aldıkları için ise kredi alan açısından ahlaki tehlike taşımaktadır. Mortage kreditörleri de açılan krediler üzerinde gerekli denetimi yapmadıkları için eleştirilmektedir. Bu bankalar da özellikle riskli kredileri üzerilerinde tutmadıkları ve ikincil piyasadaki aktörlere devrettikleri için burada da bir ahlaki tehlike sorunu belirmektedir. Kredi kontratlarını birincil piyasadan toplayarak menkul kıymetleştirme işlemini gerçekleştiren Wall Street de bu süreçte daha fazla tahvil piyasaya sürmek için bankaların denetimsizliğini teşvik etmiş, hiçbir belgeye gereksinim duyulmaksızın verilen yüksek riskli kredilere kucak açmıştır. Yatırımcıların bu tahvillere yönelik talebi ise batık riskine yönelik farklılaştırma sonucunda risksiz olduğu varsayılan ve AAA notu verilen üst dilimlere duyulan güvenin yanı sıra alt dilimlerin vaat ettiği yüksek getiri oranlarından beslenmiştir.Burada emlak fiyatlarındaki artışın sürekliliğine dair beklentiler de önemli rol oynamış ve ipotekli emlak fiyatları yükseldiği sürece batık kredilerin fazlaca problem teşkil etmeyeceğine dair inanç çoğu menkul kıymetleştirilen yüksek riskli kredilerin toplam içerisindeki oranının tehlikeli 33 Magdoff, 2006. 25 seviyelere tırmanmasına yol açmıştır. Emlak balonun patlamasıyla birlikte ipotek destekli tahvillere yapılan yatırımlar ve özellikle yüksek riskli kredilere dayalı tahvillerden oluşan CDO’lar da büyük bir zarar yaşanmış. Portföylerinin yarıdan fazlasını bu varlıklardan oluşturan bankaların özsermayelerinin yükümlülüklerine oranı hızla azalarak kitlesel iflaslara yol açmıştır. 26 KAYNAKLAR Babbel, David ve Anthony Santomerro. 2001. Financial Markets, Instruments and Institutions. Intenational Edition, McGraw Hill. Beitel, Karl.2008. The Subprime Debacle. Monthly Review, May/08 . Bernanke, Ben S. 2005. “The Economic Outlook”, 20.10. 2005. Bush, George W.2005. “President’s Radio Address”, 06.08. 2005. Bloomberg, 31.07.2008.Greenspan Says Housing Prices Not Yet Near Bottom, http://www. bloomberg.com/apps/news?pid=20601087&sid=a4jioRRKzw5s&refer=worldwide Brownell, Charles.2008. Subprime Meltdown: From U.S. Liquidity Crisis to Global Recession. Dasgupta, Partha ve Eric Maskin. 2005. “Uncertainty and Hyperbolic Discounting”. The American Economic Review, Vol. 95, No. 4 (Sep., 2005), pp. 1290-1299. Financial Times, 01.10. 2008. “Sigma Collapse Ends Shadow Bank Project”. Greenspan, Alan.2007. The Age of Turbulance: Adventures in a New World. New York: Penguin. Lehman Brothers, 2002. An Introduction to the Non-Agency CMO Market. Araştırma Raporu. 27 Haziran 2002. Magdoff, Fred.2006. The Explosion of Debt and Speculation.Monthly Review, Nov/2006. Markham, Jerry W.2002. A Financial History of the United States. New York: ME Sharpe. Morris, Charles.2008. The Trillion Dollar Meltdown: Easy Money, High Rollers, and the Great Credit Crash. New York: PublicAffairs. Muolo, Paul ve Mathew Padilla.2008. Chain of Blame: How Wall Street Caused the Mortgage and Credit Crisis. New Jersey:Wiley. New York Times,12. 02.2008. “Mortgage Crisis Spreads Past Subprime Loans”. Phillips, Kevin.2008. Bad Money: Reckless Finance, Failed Politics, and the Global Crisis of American Capitalism. New York : Viking Penguin. Rosen, Richard J. “The Role Of Securitization in Mortgage Lending”.Chicago Fed Letter, No:244. Seattle Times, 26.11.2008. Wronged by WaMu”. http://www.seattleweekly.com/2008-1126/news/wronged-by-wamu/ Schiller, Robert J. 2008. The Subprime Solution: How Today's Global Financial Crisis Happened, and What to Do About It. Princeton University Press. Washington Post, 12.05.2003. “Big Money, One Mortgage at a Time”. 27