Full Text - Sosyal Bilimler Dergisi

Transkript

Full Text - Sosyal Bilimler Dergisi
Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
Mehmet SARI1
DOĞU TÜRKÇESİ İLE YAZILMIŞ BİR ESERE GÖRE
İBRÂHİM EDHEM
Özet
İbrâhim Edhem, Belh şehrinde doğmuş ve büyümüş, şehzâde iken tahtını ve
tacını terk ederek sûfîliği seçmiş büyük sûfîlerdendir. Menkabevî hayatını konu
edinen eserlerde ve incelediğimiz kaynaklarda İbrahim bin Edhem veya İbrahim
Edhem diye anılmıştır. Babasının künyesinden hareketle Arap asıllı olduğu
söylenmiştir. Çalışmamıza esas teşkil eden 'Doğu Türkçesi' ile yazılmış ‘İbrâhim
bin Edhem Kıssası’nda, İbrâhim Edhem'in hayatıyla ilgili diğer kaynaklarda
verilen bilgilerden farklılık arz eden bilgiler bulunmaktadır. Buradan hareketle
oluşturulan makalede kısaca İbrâhim Edhem'in hayatından söz edildikten sonra,
Doğu Türkçesi ile yazılmış eserdeki veriler değerlendirilmiş, Belh şehrinin
tarihteki yeri de dikkate alınarak İbrâhim Edhem'in anne tarafından Türk asıllı
olabileceği ortaya konmaya çalışılmıştır.
Anahtar kelimeler: İbrâhim Edhem, kıssa, sûfî, Belh, Doğu Türkçesi, Türk
IBRAHIM ADHAM: ACCORDING TO A STUDY WRITTEN WITH
EASTERN TURKISH
Abstract
Ibrahim Edhem, born and raised in the city of Balkh, while leaving the
throne and crown princes have chosen one of the great Sufi Sufism. Hagiographic
works on the subject for the source of life and we have seen Ibrahim ibn Adham or
Ibrahim Adham was called. His father was said to be the imprint movement of
Arab origin. In our study, which forms the 'Eastern Turkish' and written in Ibrahim
Bin Adham, pursuant to, İbrahim Edhem There are other sources of information
which differ from the information about her life. Once here, he speaks of his life
Yrd.Doç.Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyat.,
[email protected]
1
Mehmet Sarı
briefly İbrahim Edhem's article created a movement, Eastern Turkish and evaluated
data on written work, by location also considering İbrahim Edhem's mother in the
history of the city of Balkh has sought to demonstrate that the Turkish descent
could.
Keywords: Ibrahim Adham, stories, Sufi, Balkh, Eastern Turkish, Turkish
Büyük İslâm zâhidlerinden ve sûfîlerinden İbrâhim Edhem bazı kaynaklara göre zamanın
bilim ve kültür merkezlerinden Belh şehrinde (Uludağ 1981: 112; İz 1969: 177; Eraydın 1981:
30; Nicholson 1997: 886; YTA 1985: 1367; TDEA 1981: 323; Öngören 2000: 293), bazı
kaynaklara göre de Mekke’de (Öngören 2000: 293; Ayan 2009: 360) doğmuştur. Kaynaklarda
doğum târihi 624 (Sunguroğlu 1974: 23; Gül 2008: 15), 730 (N. Hanif 2000: 152; Gül 2008:
15), 714 (Balkaya 2001: 103) gibi farklı tarihler olarak verilen İbrâhim Edhem'in vefat tarihi de
778 (Uludağ 1981: 112; Eraydın 1981: 30; Pala 1989: 148; Öngören 2000: 293; Ayan 2009:
360; Yılmaz 2012: 136), 783 (Nicholson 1997: 886; YTA 1985: 1367) şeklinde farklı zikredilir.
Bu tarihin H. 261-M. 874 şeklinde (Levend 1988: 439) verilişinde ise bir yazım hatası olmalıdır.
Tezkiretü'l-Evliyâ'larda Kabr-i şeriflerinin nerede olduğunun bilinmediği söylenen İbrahim
Edhem'in Şam'da (İz 1969: 178; TDEA 1981: 323; Eraydın 1981: 30; Öngören 2000:293;
Balkaya 2001: 103), Bağdat'ta (Ramazanoğlu 1984: 43; Yavuz 1988: 136; Naskali 1987: 84),
Lazkiye’de (Kurnaz 2007: 129) vefat ettiği şeklinde farklı bilgiler vardır. Kaynaklarda doğum
târihi, vefât târihi ve vefât yeri farklı verilmekle birlikte İbrâhim Edhem’in H. 96/M.714'te
Belh'te doğduğu, H.162/M.779'da Şam'da vefât ettiği genel bir kabuldür.
Babasının künyesi Edhem b. Mansûr b. Yezîd b. Câbir el- İclî (Ayan 2009: 360) olan
İbrâhim Edhem kaynaklarda İbrâhim b. Edhem b. Mansûr b. Yezid b. Câbir (Ebû İshâk) elTamimi el-İcli (Nicholson 1997: 886); Ebû İshak İbrâhim b. Edhem b. Mansûr (İz 1969: 177;
Öngören 2000:293; Pala 1989: 148); Ebû İshak (Kurnaz 2007: 129) Şeyh İshak İbrâhim Edhem
b. Süleyman b. Mansur el-Belhî (Cebecioğlu 1997: 239); “Bir Melik'in oğlu” (Uludağ 1981:
112) şeklinde zikredilir. Bir kaynakta ise Seyyid Burhaneddin Hazretleri'nden naklen, “...Benim
annem, Belh Hükümdarı Hârizm Şâh'ın kızıdır. Dedem Ahmet Hatibî'nin annesi de Belh
Hükümdârı İbrâhim Edhem'in kızıdır” (Yazıcı 1973: 155) bilgisi bulunmaktadır.
İki eserinin olduğu (Süleymâniye Ktb., Nr. 28/16) (İz 1969: 177; Eraydın 1981: 30;
Öngören 2000: 294 295; Gül 2008: 87, 91) da söylenen İbrâhim Edhem, dünyevî heveslerden
sıyrılarak inancı ile hâlini birleştirmek, takvâ, ferâgat ve riyâzat yolunu takip etmek üzere
Mekke taraflarına gitmiş orada, Süfyân Sevrî (öl.785), Fudayl bin İyaz (öl.804) gibi büyük
sûfîlerle tanışıp dost olmuş (Uludağ 1981: 112; TDEA 1981: 323; Öngören 2000: 294), Mısır’a
kadar seyahat etmiş (Ayan 2009: 360), Şam'a giderek çileli bir hayat sürmüş (BL 1986: 5535),
Horasan, Belh, Bağdat, Merv, Şam, Irak, Nişabur, Hicaz, Mekke, Medine, Kûfe, Humus, Rum
(Anadolu), Askalan, Beyrut, Basra, Kudüs, İskenderiye, Trablus, Antakya, Tarsus, Maraş,
Dımaşk, Kayseri gibi bölge ve şehirlerde bulunmuştur (Öngören 2000: 293). Görüştüğü kişiler
ve seyahat ettiği yerler hakkındaki bilgiler farklı olsa da bütün kaynaklar İbrâhim Edhem'in
Belh şehrinin çok zengin bir şehzâdesi (pâdişâhı, hükümdarı, sultânı) iken, tahtını ve tâcını terk
ederek Hak yolunu ve sûfiliği seçtiği konusunda hemfikirdir.
İbrâhim Edhem'in menkabevî hayatıyla ilgili birçok menkıbe, hikâye ve kıssa anlatılır
(Olcay 1965: 114; Es-Sülemî 1969: 31; İz 1969: 177; Levend 1980: 145; Uludağ 1981: 112;
TDEA 1981: 323; YTA 1985: 1367; Pala 1989: 148; Nicholson 1997: 886; Öngören 2000: 293;
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
236
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Karaismailoğlu 2012: 311; Sarı-Biray 2015: 17-80). İbrâhim Edhem'in menkabevî hayatının
Türk edebiyatına Ferîdüddin Attâr'ın Tezkiretü'l-Evliyâ adlı eseriyle girdiği, anlatılan
menkıbelerin buradan yayıldığı (Gül 2008: 26) kabul edilir. "İbrâhim bin Edhem Kıssası",
"İbrâhim bin Edhem Hikâyeleri", "İbrâhim bin Edhem Menkıbeleri", "İbrâhim bin Edhem
Destânı", "Dâstân-ı İbrâhim Edhem", "Menâkıb-ı İbrâhim Edhem", "Edhem ü Hümâ",
"Edhemnâme" gibi adlarla yazılmış eserlerin yurt içindeki ve yurt dışındaki kütüphanelerde
yazmaları mevcuttur (Levend 1988: 439; Nicholson 1997: 886-887; Balkaya 2001: 103). Onun
hâl tercümesi ve menkıbeleri üzerine Türkçe, Arapça, Farsça, Hintçe, İngilizce, Almanca,
Malayca, Cava dilinde ve daha başka dillerde yapılmış çalışmalar, çeviriler, makaleler ve tezler
(Güder 1992; İzzi 1998; Yılmaz 1999; Gül 2008) vardır. Çalışmaların bazılarında karışıklıklar
oluşmuş, bilhassa Na’ti Mustafa (öl. 1718) ile Sabit (öl. 1714)in mesnevileri yer yer birbirine
karışmıştır (Balkaya 2001: 105).
İbrâhim Edhem'in hayatıyla ilgili kıssalardan oluşan bir eser de çalışmamıza esas teşkil
eden Doğu Türkçesi ile yazılan eserdir. "Kıssa-i İbrâhim Bin Edhem" adıyla ve Arap harfleriyle
İran'da neşredilen (Kâbus Neşriyâtı, Günbed-i Kâvus, 1362) eser 263 sayfadan ibarettir. Doğu
Türkçesi ile yazılan ve Türkmencenin dil özelliklerini taşıyan eser, Türkiye Türkçesi’ne
çevrilerek Latin harfleriyle "İbrâhim bin Edhem Kıssası" adıyla -bu alanda yapılan çalışmaların
ilklerinden olarak- 1995 yılında yayımlanmıştır (Sarı-Biray 2015). Eser, büyük bir ihtimalle
Doğu Türkçesiyle yazılmış, Derviş er-Rûmî'ye âit (N. Hanif 2000: 153; Gül 2008: 66, 69) bir
yazmadan alınan “İbrâhim Edhem” adlı eserdir. İran'daki Türkmenlere yönelik mensur ve
manzum olarak hazırlanan eserin, yer yer Doğu Türkçesiyle, yer yer Türkmence yazılmış
olması, şiirlerin bazılarının aruz, bazılarının hece ölçüsüyle yazılması, aruzla yazılanların Doğu
Türkçesi, heceyle yazılanların ise (yer yer Azerî Türkçesinin izleri görülmekle birlikte) daha
ziyâde Türkmen Türkçesiyle yazılması (Sarı-Biray 2015: 11-12) dikkat çekicidir.
İslâm velîlerinin menkabevî hayat hikâyelerinin yer aldığı Tezkiretü'l-Evliyâlarda,
"İbrâhim-i Edhem Radiya'llahu 'anhu", "İbrâhim bin Edhem kuddise sirruh", "Menâkıb-i
İbrâhim-i Edhem kaddesa'llahu sırrahu", "İbrâhim Edhem Belhî" gibi başlıklar altında “eyitti,
eydür, birgün, bir gece, nâgâh, habardur kim” sözleriyle başlayarak anlatılan (Yavuz 1988: 116136; Ramazanoğlu 1984: 35-43; Naskali 1987: 78-84; Olcay 1965: 91-95) hikâye, menkıbe
veya kıssalarla-olay, mekan, tasvir bakımından yer yer benzerlik görülmekle birlikte-Doğu
Türkçesiyle yazılan eserdeki "El-kıssa" başlığıyla anlatılanlar arasında bazı farklar vardır.
İbrâhim Edhem menkıbelerinde aruzla yazılmış beyitler ve hece ile yazılmış dörtlükler
vardır (Albayrak 2000: 295-296). Doğu Türkçesiyle yazılan elimizdeki eser de benzer tarzda
yazılmıştır. Eserde, "El-kıssa" ifâdesiyle başlayan 123 kıssa önce nesir olarak anlatılır sonra
aynı mevzu manzum olarak tekrarlanır. Beyit, dörtlük veya değişik nazım birimleriyle yazılan
gazel, muhammes, münâcât, söz, şiir, nazm ve koşuk başlıklarıyla yer alan şiirler için
umumiyetle ‘gazel’ tâbiri kullanılır. Manzumeler, Melik Şâh, Dîvâne Edhem, Melike Hûbân,
Hanım, Gülefzâ, Sultan İbrâhim, Kolan (yaban keçisi), Bibi Zülfiye Ayem (İbrâhim Edhem'in
eşi), Vezir Serefrâz Hân, Vezir Timur Hân, Şeytan-ı lâîn, Arâbî, Bibi Râbiâ, Köpek,
Muhammed (oğulları), Gülefşân, Abdülcabbâr Dede, Gülefşân Nine, Mürid ve diğerlerinin
ağzından ‘okudu’, ‘dedi’, ‘söyledi’ sözleriyle verilir.
Kaynaklarda Belh'in Pâdişâhı, sultânı, hükûmdarı olduğu belirtilen İbrâhim Edhem'in
ataları, dünyaya gelişi, çocukluğu, gençliği, pâdişâhlığı, evliliği, eşi, çocuğu, zenginliği terk
edip fakirliği seçişi ve vefâtı hakkında en geniş bilgiyi “İbrâhim bin Edhem Kıssası” adlı bu
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
237
Mehmet Sarı
eserde buluyoruz. Kıssalarda İbrâhim Edhem'in baba tarafından sâdece babasının yer almasına
karşın, anne tarafından atalarının yer alması ve olayların bunların üzerine kurulmuş olması
dikkat çekicidir. Eserde anlatılanlara göre İbrâhim Edhem'in babası, Keyan pâdişâhlarından
birisinin oğlu olan ‘Edhem’, dedesi (annesinin babası) Belh'in pâdişâhı ‘Melik Şâh’, annesi
(Melik Şâh'ın kızı) ‘Melika Hûbân’, eşi ‘Bibi Zülfiye Ayem’, oğlu da ‘Muhammed’dir. İbrâhim
Edhem'in, ‘Timur Hân’ ve ‘Serefrâz Hân’ adlı iki veziri ve ‘Hazret-i Hoca’ denilen ulu bir zat
vardır (Sarı-Biray 2015: 15). Yine sözkonusu kitaptaki “El-kıssa” başlıklı bir bölümde Sultân
İbrâhim: “Ey Dede Arâbî, benim aslım ve zürriyetimi sorarsan, babam merhumun adı Edhem idi
ve dedem merhumun adı da Melik Şâh idi. Ben Belh şehrinden geliyorum ve Mekke-i
Muazzama'ya gideceğim. Pâdişâhlığımı terk ettim ve kalenderliği seçtim.” (Sarı-Biray 2015:
101) der. Yine başka bir "El-kıssa" başlıklı bölümde İbrâhim Edhem'in eşi Bibi Zülfiye Ayem,
Mekke'de babasını aramaya gidecek olan oğulları Muhammed'e İbrâhim Edhem'i, “Ey oğlum,
baban uzun boylu, kızıl yüzlü, şîrîn sözlü ve kara sakallı bir adamdır. Üstünde eski, kara bir
hırka, ağzında kelime-i tayyibe ve temcid, dilinde zikr, tesbîh ve hamd ü sena vardır. Başı ayağı
çıplaktır. Ormandan odun getiriyormuş. Bu odunları üç riyâle satıp, bir riyâlini yetimlere verir,
bir riyâlini kendine sarf edermiş. Sonra evine dönermiş. Onu tanımak istersen nişâneleri
bunlardır” (Sarı-Biray 2015: 16, 123-124) diye tarif eder.
Doğu Türkçesiyle yazılmış nüsha esas alınarak oluşturulan "İbrâhim bin Edhem
Kıssası"ndaki olaylar iki ana bölümde toplanabilir. Birinci bölüm Saka Edhem (Dîvâne Edhem)
ile Melik Şâh'ın kızı Melîke Hûbân arasındaki masum aşk üzerine kurulmuş olup burada, Saka
Edhem'in Belh şehrine gelişi, Melîke Hûbân'a âşık oluşu, ona kavuşabilmek için birçok zorluğu
aşarak evlenmeleri, oğulları İbrâhim'in dünyaya gelişi mensur ve manzum olarak hikâye edilir.
Eserin asıl konusunu oluşturan ikinci bölüm, İbrâhim Edhem merkezli kurgulanmıştır. Bu
bölümde İbrâhim Edhem'in, dedesi Melik Şâh (annesinin babası)ın yerine Pâdişâh oluşu,
şahsiyetinin güzellikleri, bazı hâller üzerine pâdişâhlığı terk ederek fakirliği seçişi, gittiği yerler
ve karşılaştığı zorluklar, Mekke'ye ulaşması, kendisini aramaya gelen oğlunun kucağında can
verişi, eşinin vefâtı, gösterdiği kerâmetleri ve Hakk'a yürüyüşü yine mensur ve manzum olarak
hikâye edilir.
Besmele-i şerif (Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm) ile başlayan eser, “Ammâ râviyân-ı ahbâr
vü nâkilân-ı âsâr ve muhaddisân hikâye ve masallarda öyle rivâyet ederler ki, Belh şehrinde bir
pâdişâh var idi. Onun adına Melik Şâh derlerdi. Oldukça insaflı, dindar ve âdil idi. Şöhreti bütün
âleme yayılmıştı. Hıtay ve Hotan'dan vergi alırdı" (Sarı-Biray 2015: 28) sözleriyle devam eder.
Melik Şâh nice yıl devran sürüp yaşı kırka varır. Gönlünde çocuk sâhibi olmaktan başka
bir arzu yoktur. “Allâhü-te'âlâ bana bir oğlan verse” diye gece gündüz du'â eder. Günlerden bir
gün pâdişâh, uykusundan uyanarak yılan gibi kıvrılır ve iki gözünden yaş dökerek Allâh'a
yalvarır. İnleye inleye ağlayıp şu şiiri okur:
"Kâdir Allâh özin bolgıl penâhım
Oğulsız-men hâlim tebâh bolur mı?
Rahmeylegil mana Kâdir Allâh'ım
Men neyleyin bahtım kara bolur mı?
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
238
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Günden güne derdim boldı ziyâde
Men neyleyin yetmedim men murâda
Oğulsız-men yıglap ötsem dünyâda
Vâ hasreta 'ömrim âdâ bolur mı?
........................................................
Melik aydar bu dünyâda kimim bar
Bir başım bar kayda barsam ölüm bar
Oğulsızdan menin yüz min derdim bar
Gin cihân gözimge zindan bolur mı?" (Sarı-Biray 2015: 29-30)
Melik Şâh bu kaygıdan, bu elemden dolayı bahar bulutu gibi ağlardı. Gündüzleri
pâdişâhlıkla meşgûl olduğundan oğulsuzluğu pek aklına gelmezdi. Gece olunca gözüne uyku
girmez, feryâd edip, âh çekerek ağlardı. Günlerden bir gün Melik Şâh'ın Serefrâz isimli veziri
yanına gelir. Pâdişâhın âh çekerek inleyip figân ettiğini görünce: “Ey âlemin şâhı, ey keremli
sultân, ne oldu, niçin âh çekerek inleyip figân ederek ağlarsın?” der ve bir gazel okur. Ondan
sonra Melik Şâh gönlündeki derdini Serefrâz vezirine açarak: “Dünyâdan çocuksuz gideceğe
benziyorum.” deyip bir şiir okur:
"Menin derdim hiç kimsede yok bilip al
Anın üçin âh ü efgân eder-men
Men aydayın sana bir bir kulak sal
Anın üçin âh ü efgân eder-men.
Gice gündiz dâd ü bî-dâd eylerem
Hânümânım barın berbâd eylerem
Oğlum yokdan âh ü feryâd eylerem
Şol sebebden zâr-ı giryân eder-men
Menden ötip barur yiğitlik faslı
Kalmaz boldı menden dünyâda nesli
Kırka girip bolman bir oğul vaslı
Anın üçin âh ü efgân eder-men
......................................................” (Sarı-Biray 2015: 32)
Allâhü-te'âlâ Melik Şâh'ın du'âsını kabul eder ve Melik Şâh kırk beş yaşına girince eşi
‘Hanım’ hamile olur ve 9 ay 9 gün sonra bir kız çocukları dünyâya gelir. Oldukça güzel, hoş
görünüşlü ve nur yüzlü olan bu kıza ‘Melîke Hûbân’ adını verirler. Melîke Hûbân altı yaşına
girince mektebe verilir ve tahsilini bitirerek molla olur.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
239
Mehmet Sarı
Günlerden bir gün Belh şehrine gelen birkaç derviş, şeyhlerini ziyâret edip, buradan
Bağdat şehrine giderler. Bağdat'ta, Keyan pâdişâhlarından birinin oğlu olan, Şehzâdeliği terk
ederek fakirliği seçen ve sakalık yaptığı için ‘Saka Edhem’ denilen ‘Dîvâne Edhem’ ile tanışıp
arkadaş olurlar. Ona Belh şehrindeki Melik Şâh'tan ve şeyhlerden bahsederler. Bir zaman sonra
hep birlikte Belh şehrine giderler ve Belh şehrinin azîz ve şeyhlerini ziyâret ederek orada
kalmaya karar verirler. Dîvâne Edhem, bir gün büyük pazara gider. Kırk zülüflü oğlan çocuğu,
kırk güzel kız çocuğu ve kırk saray hocası etrafını sarmış olarak, altın işlemeli bir mahfenin
içinde oturan Melîke Hûbân hamamdan gelmektedir. Çıkan bir rüzgârdan mahfenin perdesi
açılır. Melîke Hûbân'ın güneş gibi parlayan güzelliğini gören Dîvâne Edhem, kendinden geçerek
yere düşer. Melîke Hûbân geçip gitmiştir. Dîvâne Edhem, kendine gelince Melîke Hûbân’ın
ardından takatsiz, sıkıntılı, sabırsız ve kararsız bir şekilde inler, zâr zâr ağlar ve şu şiiri okur:
“Ey menin könlümni algan gam-güsârım kaydasın?
Merhem-i rîş ü dilim rûh-ı revânım kaydasın?
Hâlime rahm eylegil ey şehsüvârım kaydasın
Müptelâ boldum bu gün ümmîd-vârım kaydasın?
Nahl-i şimşâdım perîzâdım nigârım kaydasın?
...........................................................................
Ey Hudâyâ, menin dek hiç kimse hayran bolmasun
Deşt-i sahraga çıkıp Mecnûn-ı nâlân bolmasun
'Aşk derde köyüben dîde-i giryân bolmasun
Dâima şâm u seher dâğ-ı hicrân bolmasun
İki gözüm rûşeni ey intizârım kaydasın.
Edhem Aydar: Bolmasun hiç kimse cihânda mübtelâ
Neyleyin üftâde-men boldı menin bahtım kara
Bolmışam dehr-i fenâ içre giriftâr bile
Bilmedim kayda gidipsin yok bolup bu şehr-ara
Derdimin dermânısın ey şehsüvârım kaydasın?” (Sarı-Biray 2015: 34-36)
Edhem, Hazret-i Hoca denilen ulu bir kişiyi ziyâret ederek derdini ona anlatır. Melîke
Hûbân'ın aşkından harâb, yüreği kebab, iki gözü pür-âb olarak zâr zâr giryân ve hûn-i biryân
ağlayıp Melîke Hûbân'ın hüsn-i cemâlini ve kadd-i kemâlini yâd edip gazel, muhammes okur.
Yemeden içmeden kesilen Dîvâne Edhem, gece gündüz onu görebilmek için Melîke Hûbân'ın
köşkünün etrafında dolaşır. Bir gün Melîke Hûbân'ın köşküne vardığında, köşkün kapısında,
“Her kim ciddi olarak ve üstün gayret göstererek çalışırsa maksadına ulaşır.” yazısını görür ve
cesaretlenerek pâdişâhın huzuruna çıkar. Edhem, ilkbahar bulutu gibi zâr zâr ağlar, gönlündeki
derdini Melik Şâh'a anlatır ve şu şiiri okur:
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
240
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
“Arzımı işitgil Belh'in pâd-şâhı
'Aşk alıpdur neyley, ihtiyârımnı
Felekni köydürür sinemin âhı
'Aşk alıpdur, neyley ihtiyârımnı
Menin âhım sever yârga yetişmesi
Köşk üstinde mana gözleri tüşmesi
Mansûr-dâri mana hergîz yaraşmas
'Aşk alıpdur neyley ihtiyârımını.
Arzım aytsam sana ey şâh-ı galip
Yedi yıldur boldım kızına talip,
Hâh köydür, hâh öldürgil asıp
'Aşk alıpdur, neyley ihtiyârımnı.
Şâhım menin arz-ı hâlim sormasan
Könglüm avlap menden du'â almasan
Melîke'ni mana nikâh kılmasan
'Aşk alıpdur, neyley ihtiyârımnı.
Melik'dür mana bir mâh-i peyker
Ansız gerekmesdür hûr u perîler
Edhem'in maksadı gül yüzlü dilber
'Aşk alıpdur, neyley ihtiyârımnı.” (Sarı-Biray 2015: 41)
Pâdişâh, Edhem'in sözünü, haremine girip eşi ‘Hanım’a bir bir söyler. ‘Hanım’; “Ey şâh-ı
âlem günlerden bir gün kızınız bize Allâh'tan korkan bir kişi yoldaş olsa iyi olur diye
söylüyordu.” der. Sonra Pâdişâh olayı veziri Serefrâz'a anlatır. Serefrâz, “Siz pâdişâhsınız o da
dilenci. Sizin kızınız ona münâsib değildir.” der. Ertesi gün saraya gelen Edhem'e de “Şimdi sen
öyle bir şey getir ki, o pâdişâha lâzım ve münâsib olsun.” diyerek onu ‘güher-i şeb-i çerâğ’ı
bulması için ‘Deryâ-yı Şor’a gönderir. Dîvâne Edhem “Yâ Allâh!” diyerek yola düşer ve kırk
gün olunca Deryâ-yı Şor'a ulaşır. “Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm” diyerek deryânın suyunu dışarı
dökmeye başlar. Bunu gören bir deniz insanı gidip kendi pâdişâhına haber verir. Edhem'in
yanına giden ve hâlini gören deniz insanlarının pâdişâhı, Edhem'in niyetini ve yaptığı işin
zorluğunu anlayınca emrindekilerle ona yardım eder. Deniz-insanları denizden çıkardıkları sekiz
yüz güheri Edhem'e vererek onu uğurlarlar. Edhem kırk gün sonra Belh şehrine döner ve saraya
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
241
Mehmet Sarı
çıkarak güherleri pâdişâhın önüne döker. Pâdişâh ve veziri sevinir. Ancak vezir, “Ey dîvâne,
eğer sen dünyânın, her yerini güher ile doldursan pâdişâhımızın kızı sana yine de münâsip
değildir.” der. Edhem, “Ey Allâh, ey Kerim, ey Pâdişâh! bunlar beni mahrum kıldılar. Sen de
bunları mahrum kıl!” diyerek ve diline Allâh'ın adını alarak “yâ hû, yâ men hû” sözleriyle
oradan ayrılır. Günlerce yol yürüyüp bir çeşmenin başına varır, namaz kılar, ney çalar. Bir
müddet sonra çeşmenin başına gelen kervânın Belh'ten geldiğini öğrenince onlara, Belh şehrinin
ahvalini sorar. Kervâncıların, “Ey dîvâne, Belh şehrinde bu günlerde kıyâmet kopuyor. Bir
kalender dîvâne, pâdişâhın kızına âşık olmuş ama, pâdişâh kızını ona vermemiş. O dîvâne de
beddu'â etmiş ve o kız ölmüştür. Belh'in ulemâsı, emirleri, faziletli kişileri, vezirleri kısacası
büyük küçük herkes yas tutup, karalar giyip zâr zâr ağlıyorlar.” demesi üzerine Edhem Allâh'ın
adını zikrederek “yâ hû yâ men hû” diyerek Belh'e doğru yola düşer.
Akşam namazı vaktinde Belh'e varan Edhem Melika Hûbân'ın cenazesinin soğuk bir
yerde muhafaza edildiğini öğrenir. Geceyi bekler ve tenha bir yerden cenazenin bulunduğu
soğuk odaya ulaşır. Melîke Hûbân'ın kıymetli ipeklere sarılmış bir sandukaya konulduğunu
irkilerek gören Edhem, Melîke Hûbân'ın yanına yaklaşıp zâr zâr ağlar, Allâh'a münâcât kılarak
“buna cân ver” diyerek yalvarıp şu şiiri okur:
“Âlemni yaratgan kâdir Hudâyım
Garîb-men hâlime özin rahm eyle
Sen erersin menin püşt-i penâhım
Kudretinden muna cân 'atâ eyle
242
Bu caylarda mana hem-dem bolmasa
Hâlim sorar menin enem bolmasa
Atadaş sırdaşım ağam bolmasa
Garîb-men hâlime özin rahm eyle.
Bu yollarda yokdur menin sırdaşım
Kaygu külfet boldı menin yoldaşım
Ağa-ini yokdur kavim-kardaşım
Garîb-men hâlime özin rahm eyle.
.........................................................
Edhem aydar gamda kalan ohşaydım
Gonce yanlıg bolup solar ohşaydım
Bu caylarda garîb öler ohşaydım
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Kudretinden muna cân 'ata eyle.” (Sarı- Biray 2015: 47-48)
Edhem bu münâcâtı okurken odanın kapısı açılır ve odaya bir adam girer. Edhem, kaçıp
bir köşeye gizlenir. Adam Melîke Hûbân'ın kefenini çözer ve iki elini dirseklerine kadar sıvayıp
iki damarına neşter vurur. Nefes almaya başlayan Melîke Hûbân yerinden kalkar. Adam odanın
kapısını sağlamca kapayarak kimseye görünmeden çıkıp gider. Dîvâne Edhem'i gören Melîke
Hûbân ağlayarak kim olduğunu sorar. Edhem, başından geçenleri, ona âşık oluşunu, derd ve
elemlerini gazel ve muhammes okuyarak Melîke Hûbân'a anlatır. Edhem'in, Allah adamı
olduğunu öğrenen Melîke Hûbân da Edhem'e gönül bağlar ve şu şiiri okur:
"Merd-i sâlih düşüp senip aldıma
Hiç kim görmey meni salgıl yoluma
Sebeb oldın beyle kati derdime
Bir gül idim düşdim senin kolına
.....................................................
Gur içinde kalıp erdim men zâre
Tenhâlıkdur dîde bağrım yüz pâre
Takdîr kısmet bolsa mana ne çâre
Yol başlagıl alıp bargıl öyine" (Sarı- Biray 2015:56)
Edhem ip ile iğne bulup gelir. Melîke Hûbân da kefeni elbise hâline getirir. Karanlık
gecede kimseye görünmeden ve tan vaktinden önce Edhem'in vîrâne kulübesine varırlar. Edhem
bir hoca bulur gelir ve Melîke Hûbân'ı kendine nikahlar. İkisi birbirinin boynuna fidan gibi
sarılır ve yiyip içerek Allâh'a şükrederler. Böylece aylar yıllar geçer. Melîke Hûbân, yüzüne
yedi kat perde örtüp kendini hiç kimseye bildirmez. Mutluluk içinde nice aylar, günler, saatler
geçer. Öte yanda Melîke Hûbân'ın anası, babası, köşk eyvânı ve dört yüz câriyesi zâr zâr
ağlayarak, ilkbahar bulutu gibi yaş dökerek, Melîke Hûbân'ı yâd ederek ömür sürmektedir.
Günler sonra Melîke Hûbân hâmile olur. Dokuz ay, dokuz gün, dokuz saat sonra güher-i
şeb-çerâğ gibi bir oğlanları dünyâya gelir. Bu çocuğun iki yüzü ay misâli, iki kaşı kemâna
benzer ve dişleri de inci gibidir. Ona ‘İbrâhim’ adını verirler. İbrâhim beş yaşına gelince babası
Edhem oğlunu götürüp mektebe verir. İbrâhim yedi yaşında bilgili bir hoca olur. Melîke
Hûbân'ın Gülefzâ isimli enekesi bir gün hamamdan gelirken İbrâhim'e gözü ilişir. İki gözü
ceylan, iki yüzü nar gibi kırmızı olan oğlanı pâdişâhın ölen kızına benzeterek onu kucaklar ve
“Cânım oğlum” diyerek iki yanağından öperek bir muhammes okur. Gülefzâ İbrâhim'e her gün
üç ekmek vermeyi kendine vazife edinir ve böylece her gün onun cemâlini görmek ister. Çocuk
vasıtasıyla onun anasını da dost edinir. Melîke Hûbân, yüzüne örtü örterek kendisini gizlediği
için hiç kimse onu tanımamaktadır.
Böylece nice günler geçer. ‘Hanım’ın, İbrâhim'den haberi olur. Oğlanı kendisine
getirmelerini emreder. Gülefzâ, İbrâhim'i ‘Hanım’a getirir. ‘Hanım’ İbrâhim'i, ölen kızına
benzeterek cân u gönülden güle benzeyen yanaklarını öper ve oğlanın anasını bulup
getirmelerini emreder. Enekeler onu ‘Hanım’a götürürler.
Melîke Hûbân köşkün kapısından gireceği sırada anasına gözü ilişir ve kendisini attan
aşağı atıp yüzündeki perdeyi kaldırır. ‘Hanım’ oturduğu yerden sıçrayıp pervane gibi dönerek
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
243
Mehmet Sarı
kızını kucaklar, “Ölen kızım dirildi, sönmüş olan çerâğım yandı." diye ağlar ve Allâh'a
şükrederek bir şiir okur:
"Şükredeyin Hudâyımın sun'ına
Geldi menin sefer kılan yalguzım
Kayta başdan devâ tapdım derdime
Kayda barıp kaydan geldin yalguzım
Gül açdırdı Tanrım menin başıma,
Geldi menin gitgen balam kaşıma
Devlet kuşı sâye saldı başıma,
Geldi menin sefer kılan yalguzım.
Cüdâ bolup kalıp âhir zamâna,
Ölimin derdinden kıldım ârmâna,
Kayta başdan geldin fâni cihâna,
Felek eyvânından uçan yıldızım.
..................................................." (Sarı- Biray 2015:69)
Gülefzâ, Melik Şâh'ın huzuruna varıp, “Ey şâh-ı âlem ve sultân-ı bâ-kerem sevinin!
Meşâleniz tekrar yandı. Allâhü-te'âlâ size yine mihr-bân oldu” der. Pâdişâh, anasının karşısında
oturmuş güneş gibi parlayan kızı Melîke Hûbân'ı görünce pervâne gibi döner, kızını kucaklar.
Melîke Hûbân, başından geçenleri, kendi rızasıyla Edhem'le evlenmelerini bir bir anlatır.
Gerçekleri öğrenip kızını ve Edhem'i affeden Melik Şâh, Allâh'a şükredip bir söz der:
"Şükredeyin dostlar fânî dünyâda,
Rûşen boldı şebistânım kaytadan
Eyem rahm eyledi yetdim murâda,
Âbâd boldı hânedânım kaytadan.
.....................................................
Gözimin rûşeni tende râhatım,
Gönlümin medârı belde kuvvetim,
Cânım kızım gice güniz rahatım.
Geldi dermân bu derdime kaytadan.
Melik aydar, yetdim maksat murâda
Boldı menin devletlerim ziyâde,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
244
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Ey yârenler, vefâsı yok dünyâda,
Hiç kalmadı, bir ârmânım kaytadan." (Sarı- Biray 2015:70)
Kırk gün toy temâşâ kılıp fakirlere ve gariplere sadaka verilir. Geçen zamanda İbrâhim
büyür. Nice yıl devrân sürüp yaşlanan Melik Şâh, Belh şehrinin bütün âlimlerini, fâzıllarını,
ekâbirini ve vezirlerini toplar. Onlara ziyâfetler verip bağışlarda bulunduktan sonra “İbrâhim'i
benim yerime pâdişâh kılın!” diyerek malını ve mülkünü İbrâhim'e bırakır ve bir söz söyler:
“Vasiyetim kabul kılın yârânlar,
Eğer ölsem bolsun sultân İbrâhim
Fakir ü fuzalâ 'azîz işânlar
Menden sonra bolsun sultân İbrâhim.
Etrafımda yığlaşan halayık,
Münâsib eyledi devletge lâyık,
Dâd-hâh pervâne çi vezir, atalık
Kabul kılın bolsun sultân İbrâhim.
Ulı-kiçi hemme kabul kılınlar,
Menin vasiyetim, pendim alınlar,
Hizmet kılın ana boyun sununlar,
Belh şehrine bolsun sultân İbrâhim.
Bağışladım ana tâc u tahtımı,
Mâl u mülk ü esbâbımı rahtımı
Eğer ölsem tapşırınlar yurdımı
Kabul kılın bolsun sultân İbrâhim.
Melik aydar, şâhid bolup oturın,
Ak sakallar bar-keş alıp getirin
Eğre ölsem bu tahtıma mindirin
Belh şehrine bolsun sultân İbrâhim.” (Sarı- Biray 2015:72)
İbrâhim on dört yaşında iken Melik Şâh fânî dünyâdan ebedî âleme göç eder. Cenâze
namazının ardından defn edilir. “İnnâ li'llâhi ve innâ ileyhi râciûn” diye du'â ve fâtiha okunur.
Sonra İbrâhim, Belh şehrindeki hükümet tahtına çıkarılır ve Belh şehrine pâdişâh olur. Adı,
Sultân İbrâhim diye anılmaya başlar. Pâdişâh olmadan önce Allâhü-te'âlâ'ya kulluk edip,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
245
Mehmet Sarı
geceleri uyumayan İbrâhim’in dilinde devamlı zikr ü tesbih, hamd ü senâ var idi ve fakir ve
bîçârelerin gönlünü alıp onları mutlu ederdi. Pâdişâh olduktan sonra da âdeti bu oldu. Âlimlere,
fâzıllara, fakirlere, bîçârelere, kör ve sakatlara hayır ve ihsanda bulunup onların hayır du'âlarını
alan Sultân İbrâhim'in adı batıdan doğuya kadar yayılır. Günlerden bir gün emirler, beyler ve
ekâbir ile birlikte ava çıkar. Bir kolan (yaban keçisi) önünden geçip gitmektedir. Sultân İbrâhim
elinde oku, altında atı kolanın peşinden at sürer. Askerlerin atları kolana yetişemez. Sultân
İbrâhim'in kendisi yalnız başına kolana yakınlaşıp okunu nişanlayıp atacağı sırada kolan ileri
doğru zıplayıp ve yüzünü Sultân İbrâhim'e çevirir hâl diliyle, “Ey İbrâhim, Allâhü-te'âlâ seni av
avlamağa mı yarattı yoksa ölmeğe mi?” diyerek şu şiiri okur:
“Ey İbrâhim sana aydayın kulak sal,
Bu dünyege gelen gidip baradur
Sen özini doğrı imdi yola sal,
Ecel tîğı cândan ötüp baradur
Atar men diyersin, nedir günâhım
Nasihatim kabul kılgıl İbrâhim.
Avlamağa yaradıp mı Hudâ'yım
Ey İbrâhim ümrin ötüp baradur
......................................................
Rüstem bilen Cemşîd kanı dünyâda
Nemrûd, Şeddat yetmediler murâda
Kâfir, mümin kimse kalmaz arada
Ecel ilki yakan tutup baradur" (Sarı- Biray 2015:74-75)
Sultân İbrâhim karşılaştığı birçok olaydan sonra tahtını, köşkünü, bağlarını bırakır.
Kıssada ilk defa adı geçen eşi ‘Bibi Zülfiye Ayem’le ve yanındakilerle vedalaşıp gazel okuyarak
yola revan olur. Dilinde Allah zikri olarak yola düşüp giderken rastladığı bir çobana atlas
elbiselerini ve sırtındaki kaftanını verip çobanın eski, kara elbiselerini alır. Diline kelime-i
tayyibe ve kelime-i şahâdet olarak “yâ hû yâ men hû” diye diye Mekke'nin yoluna düşüp gider.
Haberi alan bütün ulemâ, fuzalâ, vezir ve ekâbir ile bütün komutanlar ve beyler toplanıp selâma
gelirler. Ama Sultân İbrâhim'i göremezler. Ardından, vezirleri Timur Hân ve Serefrâz Hân başta
olmak üzere, âlimler ve komutanlar nice şehirlerde, çöllerde ve sahralarda Sultan İbrâhim’i
ararlar bulamazlar. Sultân İbrâhim'in eşi Bibi Zülfiye Ayem, ulemâ ve fuzalâya bakıp zâr zâr
ağlar ve bir söz der:
"Ey yârânlar seher çağı terk-i dünyâ kılıp gitdi,
Yüreğime koyup dâğı meni sûzân kılıp gitdi
Erdi bahtımın kevkebi saldı mana hicrân şebi
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
246
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Pervâz edip bilbil kibi nitey nâlân kılıp gitdi
Hazân urdı gülistânım felek yakdı üstühânım
Men neyleyin hânümânım bu gün vîrân kılıp gitdi
Kızıl yüzlerim soldurıp düşmânlarımnı güldürip,
Dirileyin men öldürip nitey bî-cân kılıp gitdi
Belh şehrinde devrân sürmen, tâc u tahtın göze alman
Kulı bilen gûra salman, meni hayrân kılıp gitdi.
Menin hâlim harâb eylep, yürek bağrım kebâb eylep,
Nitey, neyley, şitâb eylep meni sersen kılıp gitdi
Yüreğim perdesini tartıp, men ölmedim vaktim yetip
Firâkında kan yığladıp, nitey nâlân kılıp gitdi
247
Zülfiye bir boldum garîb, kayda barayın sargarıp
Tapıp gelinler ahtarıp, özin pinhân kılıp gitdi." (Sarı- Biray 2015:81)
Timur Hân adamlarıyla tekrar çöllerde arar, kervanlardan haberler sorar. Nice şehir ve
sahraları dolaşır hiç bir haber alamaz. Çâresiz kırlara yönelip, deve ve yılkı çobanlarına sorar.
Sonunda bir deniz kenarına varır. Hazret-i Sultân İbrâhim, Timur Hân'ı görünce başını eğerek
Timur Hân'a bakmaz. Timur Hân, Hazret-i Sultân İbrâhim'i tanır ve attan inerek ayaklarına yüz
sürüp şiir okur:
"Kulak salgıl bu gün menin arzıma,
Yör'sultânım alıp baray şehrine
Rahm eylegil beyle âh-ı serdime
Yörgil, şâhım, barıp mingil tahtına
Garîblikde kızıl yüzin solmasun,
Dostlar yığılap düşmenlerin gülmesün
Tâc u tahtın sebil olup kalmasun,
Yör'sultânım barıp girgil şehrine.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
Mehmet Sarı
Garîblik yollarda kılma hidâyet,
Bozulan gönlümi eyle imâret,
Ziyâretden yahşi erer adâlet,
Yörgil şâhım alıp baray şehrine.
....................................................
Terk-i dünyâ kılıp munda ne zerûr
Belh'in ili parça sana kul erür
Timur Hân dir maksatlarım şol erür
Targıl şâhım alıp baray şehrine." (Sarı- Biray 2015:85)
Daha sonra Vezirleri Timur Hân ile Serefrâz Hân, Hazret-i Sultân'a gidip çok ricada ve
nasihatte bulunurlar. Hazret-i Sultân onlara, “Ey yârânlar ve ey birâderler, bana çok
yalvarmayın. Çünkü ben pâdişâhlıktan ferâgat edip, taht ve tâçtan ayrıldım. Dünyâ işlerini terk
ettim. Mekke'yi ziyârete gidiyorum. Yolumdan dönmeyeceğim. Ecel nerede bulursa orada
ölürüm.” diyerek bir söz der:
"Birâderler koyun bu gün ada bolgan kalender men
Bu dünyâ ayşından bu gün sivâ bolgan kalender men
Geçip men tâc u tahtımdan gedâ bolgan kalender men,
Cihânın lezzetinden hem cüdâ bolgan kalender men,
Koyun öz hâlime dostlar, ada bolgan kalender men.
..................................................................................
Bolup mecnûn-sıfat bu gün 'aceb dîvâne men dostlar,
Başım her şu'lega urgan yene pervâne men dostlar,
Bu tâc u taht mülkimden bu gün bigâne men dostlar.
Şarâb-ı 'aşkdan içdim bu gün mestâne men dostlar,
Koyun öz hâlime dostlar Hudâ digen kalender men.
İbrâhim dir geçipdür men tamamen mülk-i eşyâdan
Kara çâkmeni didim atlas, zer-beft- girân bahâdan
Ki bu vîrâneler bihdür uşandag küşk-i bâlâdan
Harem-sarı sefer kıldım geçip men mülk-i dünyâdan
Koyun öz hâlime dostlar, Hudâ digen kalender men.” (Sarı- Biray 2015:86-87)
Sultân İbrâhim kendisini azdırmak isteyen şeytanın oyunlarına gelmeden, onunla bir
olmadan, her adımda iki rek'at namaz kılıp Allâhü-te'âlâ'nın adını gönlünde yâd ederek yola
dem eder ve bu şekilde dört yıl geçer. Arkasından bir kervan yetişir. Hazret-i İbrâhim'i perîşân
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
248
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
hâlde bir dîvâne ve Allâh'a olan aşkı tastamam olarak görürler ve “Ey dîvâne, nereden gelip
nereye gidersin?” diye sultândan suâl kılarlar. Sultân İbrâhim kervânlara bakıp bu şiiri okur:
"Ey yârânlar işidiniz dâg-ı pinhân mende bar
Ka'be sarı gazâ edip yolda efgân mende bar
Maksadıma yetmesem yüz dâğ-ı ârmân mende bar
Gözlerimin yaşıdan deryâ-yı ummân mende bar
Hak kabûl etgey yârânlar 'îd-i kurbân mende bar
Çıkmışam Belh şehriden ne aş alıpdur men ne nân
Tâc u taht u memleketden ayrılıp bî-hânümân.
Maksadım şoldur Hudâvendim mana bergey îmân
Mülk-i dünyâdan geçip men dostlarım men bî-gümân.
Hak yolına arz edip sevdâ-yı hicrân mende bar.
.........................................................................
Adım İbrâhem erer, Belh şehride bir şâh idim
Saltanatlı hân idim mahbûblara hem-râh idim,
Hil'atim zer-beft-i meşrûh sâhib-i bâr-gâh idim
Atlas u zer-befge algan köhne çâkmen mende bar" (Sarı- Biray 2015: 93)
Kervâncılar, “Ey şâh, deveye bin” derlerse de Sultân İbrâhim kabul etmez. Çölün
sıcaklığından, susuzluktan ve günler boyu yürümekten bitkin düşer, çölde bayılır. Allâhü-te’âlâ
kendisine yardım için temiz yüzlü bir Arâbî gönderir. Sultân İbrâhim'i çölde baygın bulan Arâbî
yanında taşıdığı şekeri, şerbeti ve sütü karıştırarak hazırladığı yiyeceği, Sultân'ın ağzına koyar.
Hazret-i İbrâhim kendine gelince Arâbî, Hazret-i İbrâhim'e kim olduğunu, nereden gelip nereye
gittiğini sorar. Sultân İbrâhim, “Ey Dede Arâbî, benim aslım ve zürriyetimi sorarsan, babam
merhumun adı Edhem idi ve dedem merhumun adı da Melik Şâh idi. Ben Belh şehrinden
geliyorum ve Mekke-i Muazzama'ya gideceğim. Pâdişâhlığımı terk ettim ve kalenderliği
seçtim.” diyerek bir söz söyler:
"Çıkmışam Belh'in şehrinden,
Ada bolgan kalender-men
Gezip men berr ü bahrinden
Gedâ bolgan kalender-men.
Öz ilimde dilhâh idim.
Belh şehrine pâd-şâh idim.
Mahcûblara hem-râh idim.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
249
Mehmet Sarı
Fenâ bolgan kalender-men
.........................................
İbrâhim dir garîb boldum,
Özimi bî-nevâ kıldım.
Ka'be izlep munda geldim,
Gedâ bolgan kalender-men." (Sarı- Biray 2015: 101)
Bu söz üzerine Arâbî, Hazret-i İbrâhim'i deveye bindirip Ka'be'ye doğru yola çıkarlar.
Nice yıllar ve nice sıkıntılar sonrası Ka'be'ye ulaşan İbrâhim Edhem, diğer hacılarla birlikte
Ka'be'yi tavaf eder. Nice ibadetten sonra Medine-i Münevvere'ye yönelir. On gün on saat sonra
Medine’ye ulaşır. Peygamber Efendimizin mübarek Ravza-i şeriflerini ziyâret ederek iki
yüzünü sürer ve ağlayarak şu şiiri okur:
“İki âlemde erer-sen âsîlerge reh-nümâ
Rahmete'n-li'l-âleminsin şâfi-i rûz-i cezâ
Kabrin üzre mevc uradur rahmet-i nûr-ı Hudâ
Her kişi kılsa ziyâret derdine tapgay devâ
Ravza-i pâkine geldim yâ Muhammed Mustafâ.
Pâdişâh erdim, yolında bir gedâ kıldın meni
Hâr u zâr u intizâr u mübtelâ kıldın meni
Belh dek mülk-i diyârımdan cüdâ kıldın meni
Dünyânın eşgâlinden âhir cüdâ kıldın meni
Ravza-i pâkine geldim yâ Muhammed Mustafâ .
........................................................................
Hak'dan özge sen erer-sen güher-i kıymet-baha
Hem tafilinden yaratdı iki âlemni Hudâ
Rahm kıl üftâdege ey şâh-ı cümle enbiyâ
İbrâhim'i kılmagıl sermende rûz-ı cezâ
Ravza-i pâkine geldim yâ Muhammed Mustafâ.” (Sarı- Biray 2015: 115-116)
Öbür tarafta Sultân İbrâhim, pâdişâhlığı bırakıp gittiği zaman, Belh şehrinde kalan ve
hâmile olan Bibi Zülfiye Ayem dokuz ay, dokuz gün ve dokuz saat geçtikten sonra iki yüzü ay
ve güneş gibi parlak bir oğlan dünyâya getirir. Ona beğler, Muhammed adını verirler. Nice yıl
ve ay geçtikten sonra Muhammed on beş yaşına basar. Anasından, babasının nasıl bir adam
olduğunu, niçin çekip gittiğini sorar. Bibi Zülfiye Ayem dertleri tâzelenerek âh u figân eder ve
Sultânı anlatan şu şiiri okur:
"Kanlar yığlap kılay atan tarîfin
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
250
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Kulak salgıl men nâtüvân sözleyin
Kıyâmetlik kıblegâhın tavsîfin,
Kulak salgıl men nâtüvân sözleyin.
İbrâhim'dir erdi atanın atı,
Peygamber neslidir neslin ol zâtı,
Bir bir beyân kılay atan sıfâtı,
Sal kulağın balam sana sözleyin.
Tâbi' erdi ana yüz min sipâhi,
Beğleri bar erdi feleknin mâhı
Men garîb-men hasta könlüm hoş-gâhı
Kulak salgıl balam sana sözleyin.
Belh şehrinde nice menzil mekânlar,
Medrese, saraylar, tılla keyvânlar
Atandan kalandır köşk-i eyvânlar,
Kulak salgıl balam sana sözleyin.
Atanın âdeti bu erdi ey cân,
Nısf-ı şeb bererdi açlarına nân
Kayda barıp bilmem tutdı ol mekân
Kulak salgıl men nâtüvân sözleyin.
.......................................................
Zülfiye dir, neyley yârim yitipdür,
Degre başım leşker-i gam tutupdur
On beş yıldur atan mundan gidipdür
Kulak salgıl men nâtüvân sözleyin." (Sarı- Biray 2015:119)
Bundan sonra Muhammed: “Ey cânım anam, bana sen çok mihribânsın. Şimdi benim bu
sözümü yerde koyma. Bana cevap ver ki, ben kıblegâhım babamın yüzünü görmesem sabr u
karârım kalmaz.” diye sızlayıp ağlar. İzin isteyerek bir söz der:
"Ruhsat bergil Ka'be'm anam, atam dîdârını görsem
Gözimden akıdıp yaşım, cihân gülzârını görsem.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
251
Mehmet Sarı
Müyesser kılsa Hudâ'yım, tapıp görsem kıblegâhım
Menin hiç yokdur pervâyım, Mansûr dek darını görsem
.....................................................................................
Yüz min derd-i firâk eylep, yürek bağrımı dağ eylep
Hacılardan sorağ eylep, Medine şehrini görsem.
Muhammed yığladı bî-had, mana yokdur diyben fırsat
Ka'be'm anam berin ruhsat,atam dîdârını görsem.” (Sarı- Biray 2015:122-123)
Muhammed, babasını bulmak ümidiyle anasıyla vedâlaşıp, Mekke'ye doğru yola çıkarken
anasına, "Eğer Mekke'ye ulaşırsam babamı nasıl tanıyacağım?" diye sorar. O zaman anası, “Ey
oğlum, baban uzun boylu, kızıl yüzlü, şîrîn sözlü ve kara sakallı bir adamdır. Üstünde eski, kara
bir hırka, ağzında kelime-i tayyibe ve temcid, dilinde zikr, tesbîh ve hamd ü sena vardır. Başı
ayağı çıplaktır. Ormandan odun getiriyormuş. Bu odunları üç riyâle satıp, bir riyâlini yetimlere
verir, bir riyâlini kendine sarf edermiş. Sonra evine dönermiş. Onu tanımak istersen nişâneleri
bunlardır.” (Sarı- Biray 2015:123)der. Muhammed, anasıyla vedalaşır. Anası oğlunun
arkasında bakarak Allâhü-te’âlâya dua ederek, söz söyler, muhammes okur. Muhammed, dilinde
babasının yadı, gönlünde Allâhü-te’âlâ'nın zikri olarak nice yollar aşar, sıkıntılara katlanır ve
sonunda Medine-i Münevvere'ye ulaşır.
Çarşı pazarda, sabahtan akşama kadar dolaşır, anasının târifine benzer bir kişi göremez.
Akşam ve yatsı namazlarını kılar, bir köşede yatar. Ertesi gün de aramaya devam eder. Dilinden
hiç kimse anlamadığı için ortalıkta sersem ve şaşkın bir şekilde kalır. “Cânım babam, seni
nerede bulayım?” diyerek bir şiir okur:
"Gül yüzinni görmedim, ey kıblegâhım kaydasın?
İzleben geldim seni püşt-i penâhım kaydasın?
Şehr-i Belh'in pâdişâhı mihribânım kaydasın?
Kıblegâhım, müşfikim hem özr-gâhım kaydasın?
Ka'be-i nûr-ı hidâyet pâdişâhım kaydasın?
..........................................................................
Dâğ-ı ârmân mende köpdür gül yüzinni görmesem
Hâk-i pâyın tûtiyâ dek gözlerimge sürmesem,
Men senin aldına barıp hizmetinni kılmasam,
Emr-i Hak bolsa bu cânım hizmetinge bolmasam
Mihribânım, müşfikim hem kıblegâhım kaydasın?
Muhammed dir men seni kaydan tapar-men ahtarıp,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
252
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Gül yüzinni görgeli kayda barar-men ahtarıp,
Belh şehrinden gelip men munda boldım muztarip
Bu yetimlik derdinden rengim hazân dek sargarıp
Gül yüzinni görmedim men kıblegâhım kaydasın?" (Sarı- Biray 2015:129)
Muhammed'in dilinden anlayan olmadığı için derdini hiç kimseye anlatamaz. Bağdat
vilâyetinden Mekke-i Muazzama'yı ziyâret için gelen Abdülcabbâr Dede ve yaşlı karısı
Gülefşân Nine ile karşılaşır. Muhammed'in ağladığını gören yaşlı kadın, “Cânım balam nereden
gelirsin? Bu vilâyetin çocuğuna benzemiyorsun.” der. Muhammed, “Ey mihribân nine, benim
derdim büyüktür. Üç günden beri hiç kimse benim hâlimden anlamadı. Sen benim hâlimden
anladın.” der. Gülefşân Muhammed'i evine götürür, su ve yemek verir. Abdülcabbâr Dede de,
“Ey cânım balam, nereden geliyorsun? Bu vilâyetin çocuğuna benzemiyorsun.” der.
Abdülcabbâr Dede ile Muhammed soru-cevap şeklinde söyleşirler:
"Dedenin sorusu:
Sırrını bileyim gül yüzli oğlan,
Haber bergil kaysı caydan gelesin?
Nâle eylep bülbül gibi her zamân,
Aytgıl balam, kaysı caydan gelesin?
Muhammed'in cevabı:
Bir yaman gün düşdi menin başıma,
Meni sorsan ırak yerden geler-men
Kahbe felek avı katdı aşıma
Meni sorsan ırak yerden geler-men.
Dedenin sorusu:
Kabağın kalıkıp rengin solupdur
Gözde yaşın kızıl kana dolupdur,
Felek sana ne külfetler salıpdur?
Haber bergil balam, kaydan gelesin?
Muhammed'in cevabı:
Hiç yere yetmedi bî-kesler dâdı
İstesem tapılmas gönlünin şâdı,
Aslım menin Melik Şâh'nın evlâdı
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
253
Mehmet Sarı
Sorsan baba ırak yerden gele-men
....................................................
Dedenin sorusu:
Sana berey balam, gönül şâdımı,
Sen kozgadın sinemdeki dâğımı
Abdülcabbâr Baba dirler adımı,
Haber bergil balam, kaydan gelesen?
Muhammed'in cevabı:
Muhammed dir, kutulmadım bu gamdan,
Cüdâ boldım Zülfiye dek ayemden,
Ayrılıp-men İbrâhim dek atamdan,
Aydsam baba Belh şehrinden gele-men." (Sarı- Biray 2015:132-133)
Kendisinin de Bağdatlı olduğunu söyleyen Abdülcabbâr Muhammed'e, İbrâhim Edhem'in
dostu olduğunu, babasının burada olmadığını, Mekke'yi ve Ka'beyi ziyâret ettikten sonra
Medine-i Münevvere'ye gittiğini söyler. Muhammed sıcak çöllerde yürüyerek, güçten kuvvetten
kesilerek, susuzluktan dili damağı çatlayarak Allâhü-te'âlâ'ya yalvara yalvara Medine-i
Münevvere'ye ulaşır. Burada da kimse onun dilinden anlamaz. Bu rûh hâliyle Muhammed gönlü
üzülüp şu koşuğu okur:
"Kıblegâhım tapman seni bu yerden
Kıyâmetde dîdârını izleyin
Kanlar yığlap sorag salıp her yerden,
Men atamnı ser-bâzârdan izleyin
Men bilmedim Medine'ge geldi mi?
Ecel yetip peymânesi doldı mı?
Garîb bolup kıblegâhım öldi mi?
Mahşer güni dîdârını izleyin.
Görmedim men atamın hiç yüzini,
Gözlerime sürtmedim men izini,
İşidiben her kimseden sözini,
Medine'nin ser-bâzârın izleyin.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
254
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
İbrâhim diyerler adına aytsam,
Şehinşâhı erer zâtını aytsam,
Atamı ahtarıp görmeyin gitsem,
Kıyâmetde dîdârını izleyin.
Muhammed dir, kıblegâhım yâd edip,
Tapar-men dip hasta gönlüm şâd edip
Mahşer güm turanımda dâd edip
Terâzuda dîdârını izleyin." (Sarı- Biray 2015:137)
Muhammed, ertesi gün erkenden kalkıp sabah namazını kılarak Allâh'a zikreder. Kuşluk
vakti mescitten çıkarak Medine'nin sokaklarında babasını aramaya devam eder, bulamaz.
Babasını öldü zannederek ağlar, gazel okur. Sonra sırtında bir denk odun olan, eski bir hırka
giymiş olduğu hâlde ağzından devamlı kelime-i şahâdet duyulan, “helâl parası olan birisi varsa
gelip bu odunları alsın” diye bağıran, sattığı odunların parasının bir riyâlini düşkünlere, bir
riyâlini yetimlere bir riyâlini de dul kadınlara verip yola düşüp giden oduncuyu görür.
Muhammed, anamın tarif ettiği adam bu olmalı diye onun arkasından gider, selam vererek onun
girdiği eve girer. Biribirini tanımadan baba ile oğul soru- cevap yoluyla söyleşirler:
"Sultân'ın sorusu:
Beyân kılgıl mana cânım 'azîzim
Kaysı yerden munda geldin nev-civân,
Yaşı kiçi, özi sâhip temizim
Nirelerden geldin munda nev-civân?
Oğlunun cevabı:
Yedi aydur çıktım Belh'in şehrinden,
Geldim munda kıblegâhım izleben,
Kanlar yığlap yaralığın derdinden,
Tapmadım men şâm u sabah izleben
.......................................................
Sultân'ın sorusu:
Kimin ferzendisin fâni dünyâda
Atan anan yetmendirler murâda
Renc-i mihnet çekip pây-ı piyâde
Kaysı caydan munda geldin nev civan?
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
255
Mehmet Sarı
Oğulun cevabı:
Hak yolında terk-i dünyâ kılanmış,
Pâd-şâhlıkdan geçip gedâ bolanmış
Men işitdim Medine'ge gelenmiş
Men gelmişem merd-i Hudâ izleben
Sultân'ın sorusu:
Kaysı yerden gelgenini nişân et
Ata anan kayda kaldı 'ayân et,
İbrâhim dir, birin birin beyân et
Ne yerlerden munda geldin nev-civan?
Oğulun cevabı:
Muhammed'in köpdür derd-i pinhânı
Atam eken adalatlık sultânı
Kanlar yığlap gezip fânî dünyânı,
Belh'den geldim men atamı izleben." (Sarı- Biray 2015:140-142)
Muhammed'in söylediklerine şaşıran Sultân İbrâhim, “Ey oğlum, ben Belh şehrindenim.
Doğru söyle, nereden geliyorsun? Çünkü, Sarıpel, Akça, Şabırgan, Andahoy, Talkan, Kabil,
Bedehşan, Kunduz, Hisar ve Gür, bunların tamamına Belh diyorlar. Ey oğlum, doğru söyle.”
deyip bir söz söyler:
"Bülbül deyin feryâd edip cân balam kaydan gelesen?
Ata eneni yığladıp rast aytgıl kaydan gelesen
Sen gelürsin kaysı yandan, Sarıpel mi, Şabırgan'dan?
Bilmedim Gûr-ı Bağdat'dan, rast aytgıl kaydan gelesen?
Andahoy'dan hem Talkan'dan, Akça'dan mı kaysı yandan?
Kâbil'den mi, Bedehşan'dan, bilmen sen kaydan gelesen.
Sen gelipsin yeke yalguz, mekânların bilmen Kunduz,
Yâ Hisar mı, yâ ki Tirmiz, çın aytgıl kaydan gelesen?
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
256
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Kaydan geldin aytgıl sözin ferzindisin özin
Sürmelidür iki gözin, cân balam kaydan gelesen?
İbrâhim dir aytgıl sana, gönlündeki sırrın yene
Köymişem 'aşkın odına, rast aytgıl kaydan gelesen?" (Sarı- Biray 2015:143)
Muhammed, Sultân İbrâhim'e, “Ey şâh-ı âlem, ben yalan söylemem. Doğru söylerim.
Belh şehrinin çocuğuyum. On beş yıl olmuştur ki, babamın yüzünü görmedim. Bunun için Belh
şehrinden Medine'ye geldim.” der. Hazret-i Sultân kendisinin de Belh şehrinden olduğunu
söyleyerek, Muhammed'e, anasının, babasının ve dedesinin adlarının ne olduklarını sorar ve ona
bakarak bir söz der:
"Belh şehrinden gelgen oğlan nedür baba vü ecdâdın
Bugün mana beyân kılgıl nedür evlâd zürriyâtın?
Tâze gülşen ter-çemende yüzin görüp boldım bende,
Ne sebebden geldin munda beyân kıl asl-ı evlâdın?
Çemenin bülbülidürsin, hem ol cân(ın) dilidürsin
Kaysı bostan gülidürsin, beyân kıl asl-ı evlâdın
Sen kimsenin bir yalguzı, nûr-ı dîde görer gözi
Rahm eyleyüp sana özi, Hudâ bergey her murâdın
Maksûdını bergey Rahman, gönüde kalmagay ârmân
Rahm eylegey kâdir Mevlâm, tapgay sen ol gönül şâdın.
Gönlini bermişem sana, sen bülbülsin bir çemenge,
İbrâhim dir, aytgıl mana, nedür baba vü ecdâdın?” (Sarı- Biray 2015:145)
Muhammed, Sultân İbrâhim'den bu sözü işitince ona, “Ey şâh-ı âlem, babamın adı Sultân
İbrâhim Edhem, dedemin adı Melik Şâh imiş.” diyerek bu şiiri okur:
"Babamız Melik Şâh eken, atam İbrâhim eken ol
Firâkında kan yığladan, ulug dergâhım erer ol.
Belh şehrine sultân bolan, Medine şehrine gelen,
Hudâ'nın yâdında bolan, 'azîzim pâdisâhı(m) ol.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
257
Mehmet Sarı
Bu dünyâ mülküni taşlap, âhiret yolını hoşlap
Özin Hak yolına başlap, atamdur kıblegâhım ol.
Bugün geldim onı izlep, ki her kimden sorag eylep
Firâkından ki kan yıglap, şefâ'athâhım erer ol
Bu dünyâ mülkiden geçgen ki Zülfiye'ni dul etgen
Şarâbü't-tahûr içgen, boladur kıblegâhım ol.
Âhiret yolını tutgan, bu dünyânı talâk etgen
Ki Zülfiye'ni yığlatgan, atamdur kıblegâhım ol.
Muhammed dir, ada boldım, bu yolda men gedâ boldım,
Gümân izlep size geldim, atam dip ihtiyârım ol” (Sarı- Biray 2015:146)
Böylece baba-oğul birbirin tanır, kucaklaşıp hâl ve hatırlarını sorarlar. İbrâhim oğlundan
eşinin hâlini sorar. Muhammed, "On beş yıldan beri senin derdinden yanmaktadır, bağrı
paramparça olmuştur" der ve bir gazel okur. Bu sırada Allâh'tan “Ey İbrâhim, oğlunla bir araya
gelince beni unuttun. Şimdi ya oğlundan geç ya da benden.” diye bir nidâ gelir. İbrâhim Allâhüte’âlâya yalvarıp bir gazel okur. Allah, Hz. Azrâil 'aleyhis-selâm'a “Muhammed'in cânını al.”
diye fermân buyurur. Muhammed babasının kucağında cânını verir. Sultân İbrâhim oğlunu
yıkayarak kefene sarar ve cenâze namazını dervişlerle birlikte kılarak oğlunu defn eder.
Oğlunun arkasından fâtiha okuyarak vîrânesine dönen İbrâhim şu şiiri okur:
“Men neyleyin dostlar fânî dünyâda,
Meni izlep gelen cândan ayrıldım.
Bugün menin derdim boldı ziyâde,
On beş yaşar oğlanımdan ayrıldım.
Belh yurdına esen-âmân barmağan,
Şehr(e) barıp dostlarını görmegen,
Bekâsız 'ömriden vefâ görmegen,
On beş yaşar nevcivândan ayrıldım.
....................................................
Oğlı üçin kanlar yığlar İbrâhim,
Garîblik kûyıga saldı Hudâ'yım.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
258
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Kısmetim ne boldı nedür günâhım,
İzlep gelen oğlanımdan ayrıldım.” (Sarı- Biray 2015:151)
Sultan İbrâhim kendisine "çok ağlama, sabr et" diyen dervişlere oğlu için ağlamadığını;
oğlunun garipliğinin aklına geldiğini, garip öldüğünü, oğlunun yolunu gözleyen anasının
bundan haberinin olmadığını düşünerek üzüldüğünü söyler ve bir gazel okur. Daha sonra Sultan
İbrâhim, Kabîs Dağı'na giderek bir mağarayı mesken edinip insanlardan uzak bir şekilde
yaşamaya başlar. Her yıl hac mevsiminde Ka'be'ye gelir ziyâret edip gider. Öbür tarafta Belh
şehrindeki Bibi Zülfiye Ayem, aradan bir yıl geçmesine rağmen, oğlundan bir haber alamayışına
üzülür, gece gündüz ağlayarak güçten kuvvetten düşer. Hacdan dönen hacılardan, Anadolu'dan
ve Mısır'dan gelen dervişlerden sorar, bir haber alamaz. Sonunda iki câriyesini yanına alarak
kendi bir ata, erkek elbisesi giyen câriyeleri de develere binerek oğlunu aramak için yola
çıkarlar. Nice ay, nice gün, nice saat, çölde ve sıcak havada yol yürüyüp helâk olurlar. Bibi
Zülfiye Ayem bu dert ve elemle şu nazmı okur:
"Kahır kılıp felek yalguz balamı,
Zulüm birlen menden cüdâ eyledi.
Yüreğime salıp yüz min elemni,
Sultân başım nitey gedâ eyledi.
Tenimde kalmadı bir zerre idrâk
Gül bergi dek etdim bağrımnı yüz çâk
Âh ursam tutuşar bu yedi eflâk
'Azîz ferzandimden cüdâ eyledi.
Oğlum erdi iki cihân devletim
Çerâğ-ı rûşenim, bâğ-ı şevketim
Sever kuzım, gice gündiz ülfetim,
Şîrîn zebânımdan cüdâ eyledi
...................................................
Yüreğim kuvveti, cânım sen idin,
Bilimnin medârı yârim sen idin,
Hak'dan dilep algan cânım sen idin,
Felek âhir senden cüdâ eyledi.
Kaddi şimşâd balam gözleri bâdâm
Garîb anan yığlar gamından müdâm
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
259
Mehmet Sarı
Zikrim menin sensin sabahdan tâ şâm
Elif dek kâmetim dü-tâ eyledi." (Sarı- Biray 2015:157)
Bu sırada Hazret-i Sultân İbrâhim, Kâbis Dağın'da bir mağarada yaşamakta iken yokluk
âleminden varlık âlemine göç eder. Cenazesi yıkanıp, Medine'nin ileri gelenleri tarafından
namazının kılınacağı sırada Hızır Aleyhisselâm Bibi Zülfiye'yi oraya getirir. Bibi Zülfiye'yi bir
kenara bırakarak namaza durur. Bu durumu gören Bibi Zülfiye kendinden geçip yere yığılır.
Ayılınca oğlunun da yokluğu aklına gelerek hasretlikten ağlayıp şu şiiri okur:
“Men neyleyin vefâsı yok dünyâda,
Diri tapıp dîdârınız görmedim
Dert üstüne bu dert boldı ziyâde.
Men neyleyin cemâliniz görmedim.
.........................................................
Belh şehrinden bu yerlere geldim men
Sizin üçin dîvâneler boldım men.
Vâ hasretâ ârmân bilen kaldım men
Men neyleyin cemâlinizi görmedim.
Zülfiye dir, imdi nitey bu cânı,
Er oğlumdan cüdâ bolan zamânı.
Gönlüm içre köpler kaldı ârmânı,
Vâ hasretâ dîdârınız görmedim.” (Sarı- Biray 2015:161-162)
Sultân İbrâhim'in cenaze namazı kılınır ve oğlu Muhammed'in yanına defnedilir. Bibi
Zülfıye, Sultân İbrâhim'in mezarına yüzünü sürüp, oğlu Muhammed'in mezarını kucaklayıp
hüngür hüngür ağlar. Kendisini onların mezarlarının üzerine atarak âh ü feryât eder. Bu gam ve
elem içerisinde o da rûhunu oracıkta Hakk'a teslim eder. Büyük küçük herkes toplanıp Bibi
Zülfiye'nin cenâze namazını kılar, onu da Sultân İbrâhim ile Muhammed'in arasına defn ederler.
Bütün bu olaylardan sonra, Sultân İbrâhim'in iyilikle dolu bir müridi, abdest alarak iki
rekat namaz kılar. Sultân İbrâhim'in rûhu için Fâtiha okur ve istihâreye yatar. İstihârede Sultân
İbrâhim'in hâlinin iyi olduğunu görür. Yine bir gece istihâreye yatarak hüngür hüngür ağlayıp
bu şiiri okur:
"Ulı Belh şehirine çün pâdişâh bolgan pîrim,
Terk-i dünyâ eyleyüp âhir gedâ bolgan pîrim
Âdem ü Havvâ gibi sâhib azâ bolgan pîrim
Kâsedâr-ı enbiyâ vü evliyâ bolgan pîrim
Kadrinizni bilmedim çün kimyâ bolgan pîrim
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
260
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
.........................................................................
İstesem kaydan tapar-men sizni men ey kimiyâ?
Tanla mahşerde pîrim bolgıl mana sen reh-nümâ
Merkadinde cûş uradur rahmet-i nûr-ı Hudâ
Rahm edip men hasteni yokla o gün mahşer ara
Cânişin evvel Muhammed Mustafâ bolgan pîrim
........................................................................
Menzlinni görmişim men 'arş-ı a'lâ üstige
Ol makâm-ı gurbetin hem köşk-i zîbâ üstige.
İstihârede görüp-men sûy-ı mevâ üstige.
Misl- 'İsâ meskenin sûy-ı semâvât üstige.
Uşbu keyfiyyet bilen âhir yene bolgan pîrim.” (Sarı- Biray 2015:163-164)
Derviş bu münâcâtı okuduktan sonra Hazret-i Sultân'ı istihârede görür ve ona, Allâh'ın
kendisine ne bağışladığını sorar. Hazret-i İbrâhim, “Allâhü-te'âlâ, benim günâhlarımı bağışladı,
Cennetini bana nasip ederek yüzünü göstermeyi de vâdetti. Ondan sonra, yüksek bir yer
gördüm. Büyüklüğü 'arş-ı a'lâdan daha fazla idi.” der. Bunun üzerine sultânın müridleri,
Peygamberleri, uluları ve pâdişâhları yâdederek bu şiiri onlara bağışlar:
"Bu dehr-i bî-bekâ içre nice erler gedâ boldı
Gûristân u serâ içre şehinşâhlar fenâ boldı
Kanı Âdem, kanı Havva, kanı Şît-i Nebîyyu'llâh?
Kanı Nûh-ı Nebi ol şâh hemeleri fenâ boldı.
Kanı Şem'ûn u Yehûdâ, kanı ol Yûsuf-ı bernâ
Kanı ol tal'at-ı zîbâ olar hem zîr-i pâ boldı
Kanı İbrâhim ü Mûsâ, Kanı ol şâh Zekeriyyâ?
Kam ol Hazret-i 'İsa olar barça fenâ boldı.
Kanı ol Hazret-i Hâtem ümetim dip tutup mâtem
Çehâr yârlar ana hem-dem hemeleri âdâ boldı
Başlarında tîğ u külfet, kâfirlerden çekip mihnet,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
261
Mehmet Sarı
Ciğer bendi şehî Ahmed Şehîd-i Kerbelâ boldı.
Kanı şehzâde hanımlar, kanı mestûre âyemler?
Kanı 'âşık, kanı sâdık, olar barça fenâ boldı.
Kanı Kişver, kanı Behrâm, kanı Fağfur-ı gül-Endâm?
Kanı ol gözleri badem barı âhir gedâ boldı.
Kanı ol Hazret-i A'zam, açıp dîn yolını ol dem,
Müselmânlar üçin iyp gam, bu dünyâdan fenâ boldı
Sen imdi yığlagıl bu dem, tutup öz hâline mâtem
Kanı İbrâhim ü Edhem, olar hem zîr-i pâ boldı?" (Sarı- Biray 2015:165-166)
Kaynaklarda "Edhem", "İbrâhim Edhem", "İbrâhim bin Edhem" başlıkları altında
anlatılanlarda baba Edhem ile oğlu İbrâhim Edhem'in târihî ve menkabevî hayatlarının iç içe
girdiği ve birbirine karıştığı (Pala, 1989: 148; Kurnaz 2007: 129); İbrâhim Edhem'in târihî
kimliği, menkıbelerde anlatılan şahsiyeti ve zühd yolunu seçmesi sebebiyle destanlaştırılan
hayatı üzerine anlatılanlarda çelişkiler olduğu (Öngören 2000: 293) görülür. Bunun gibi İbrâhim
Edhem'in aslıyla ilgili söylenenlerde de tutarsızlık vardır.
Âriflerin Menkıbeleri’nde, Bahâ Veled Hazretlerinin, “Benim Hudâvendigârım ulu bir
nesildendir ve asil bir pâdişâhtır. Onun velâyeti de asaletinden geliyor” dediği belirtilerek,
“Benim annem, Belh Hükümdarı Hârizm Şâh’ın kızıdır. Dedem Ahmed Hatibî’nin annesi de
Belh Hükümdarı İbrâhim Edhem’in kızıdır. Bu nesebi bildirmekten maksat, onun gözüken
nesebini övmektir. Ta ki şecereciler ve bilgisiz münazara edenlere, onların ulu baba ve
dedelerinin böyle bir dünya ve ahret pâdişâhları neslinden ve temiz unsurdan süzülüp gelmiş
oldukları malum olsun, Peygamberin: “Irk dessâstır” sözü mucibince onların temiz olan bu
ırkına itibar etsinler ve onu lâyık olduğu derecede yüceltsinler” (Yazıcı 1973: 155-156) sözleri
İbrâhim Edhem’in soyuyla ilgili olarak dikkate şayandır.
Konuya açıklık kazandırmak için İbrâhim Edhem'in doğduğu Belh şehri üzerinde kısaca
durmakta yarar vardır. Belh, Güney Türkistan'da, bugün Afganistan sınırları içinde kalan, çok
eski kültür ve medeniyet merkezlerinden olup, Türkler'in Mîlâd'dan önceki zamanlarda
eriştikleri târihî Türk şehridir. İslâm devrinde çok gelişen ve Harzem Şâh Büyük Türk
Hâkanlığı’nın mühim kalelerinden olan Belh, birçok mutasavvıfın yetiştiği bir şehirdir (TDEA
C. 1 s. 390; YTA C. 1 s. 357). Belh, "İlim ve kültür târihimize seçkin değerler yetiştirmiş,
Bağdat, Şam, Basra, Buhara, Semerkant gibi bereketli bir şehirdir" (Kemikli, 2011: 6).
Târihte "Kutbü'l-İslâm" ve "Dârü'l-Fıkh" adıyla ünlenen Belh şehri Afganistan'da Türk
halklarının ve Türk kültürünün görüldüğü bir bölgedir. Menkıbeleri ile anlatılan âlim Şakîk-i
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
262
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
Belhî (öl. 790) Hazretleri, 10. yüzyılda yaşamış hekim, matematikçi ve psikolog Ahmed bin
Sehl el-Belhî (öl. 934), yine 10. yüzyılda yaşamış Türk asıllı ünlü bilim adamı ve filozof İbni
Sînâ (öl. 1037), evliyanın büyüklerinden ve İbrâhim Edhem'in talebelerinden Şakik-i Belhî (öl.
790), 12. yüzyıl şâirlerinden Enverî (öl. 1168), 13. yüzyılda yaşamış büyük Türk mutasavvıfı ve
mütefekkiri Mevlânâ Celâleddîn Rûmî (öl. 1273) ve babası Bahâeddin Veled (öl. 1231) Belh’te
yetişenlerden birkaçıdır. Öyle ki, Gazneli Mahmûd’un ve Selçuklu Meliklerinin saraylarındaki
âlimler, 10 yüzyıl başlarına kadar İslâm mistisizminin merkezi durumunda olan ve Hanefî
mezhebinin doğuda yayılmasında merkezî bir rol üstlenen Belh ulemâsındandır (Ayan 2009:
367). Tasavvufun yayılmasında, Anadolu'nun İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde isimleri ilk
sıralarda zikredilen İbrâhim Edhem, Şakîk-i Belhî Horasan asıllıdır. Horasan veya Türkistan
diye bilinen bu bölgelerde büyük şahsiyetler yetişmiştir (Gül 2008: 12).
Afganistan Türk edebiyatını, Özbek ve Türkmen edebiyatı olarak inceleyen Kıyameddin
Barlas, Horasan'ın çeşitli şehirlerinde Türkçe eser veren şahsiyetlerin ve Çağatay edebiyatı
sahasında eski Horasan'da yüzlerce şâirin var oluşundan söz ederek Herat, Kâbil, Belh,
Badahşan gibi şehirlerde Çağatay dili ve edebiyatı ile ilgili faaliyetlerin bu toprakları Çağatay
edebiyatının beşiği mahiyetine getirdiğini vurgulayarak Türkçe şiir yazanların arasında
Muhammed Resul Şehid (öl. 1854)in, babasının adı Molla Berat olan Niyâzî Belhî (öl. 1292)nin
Belh'te yetiştiğini belirtir (Barlas 1992: 745-747).
Büyük İslâm zâhidlerinden ve sûfîlerinden İbrâhim Edhem de Belh şehrinde dünyaya
gelmiş; terbiye, edep, ahlak, aşk gibi insani değerlerini bu ocakta almış; bu topraklarda doğup
büyüyen, buradan Hicaz’a, daha sonra da Suriye yoluyla Anadolu’ya geçen Sultânü’l-ulemâ
Bahâeddin Veled (TDEA 1977: 288), Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, meşhur tabib, filozof ve âlim
İbni Sînâ (öl. 1037) gibi Türk asıllı bir şahsiyettir. Kaynakların çoğunda onun soyuyla ilgili bir
bilgi verilmezken, bazı kaynaklarda annesi tarafından Türk olma ihtimalinin yüksek olduğu
(Gül, 2008: 15) söylenir. Bazı kaynaklarda ise babasının, “Adham b. Mansûr b. Yazîd b. Câbir
al-‘Iclî” şeklinde Arapça oluşturulan künyesinden hareketle İbrâhim Edhem'in "saf Arap
menşeli" (Ayan 2009: 360) veya "Arap mutasavvıfı" (BL 1986: 5535) olduğu bilgisi vardır.
İbrahim Edhem'in yaşadığı bu dönemde Arapça ve Farsçanın üstünlüğü, eserlerin büyük
ölçüde Arapça-Farsça ile yazılışı ve hâliyle isimlerinin Arapça-Farsça oluşu, şahıs isimlerinin
büyük ölçüde Arapça verilişi, lâkapların, mahlasların, şöhretlerin, ünvânların ve künyelerin ebû, ibn, bin, bint gibi- Arapça kurallarla oluşturuluşu, şahısların doğup büyüdükleri yerlere
nispetle Belhî, Yesevî Bağdâdî, Konevî gibi yine Arapça kurallarla zikredilişi, bu toprakların
Türk toprağı olmaktan çıkması gibi sebeplerle, birçok âlim, şâir, tabib, filozof, mutasavvıf ve
sanat adamı, Türk asıllı olmalarına rağmen Arap asıllı sanılmış, kaynaklarda bilhassa
ansiklopedi maddelerinde Arap asıllı olarak değerlendirilmiştir.
Türk biyografi ve bibliyografya târihinin önde gelen şahsiyetlerinden Bursalı Mehmed
Tahir Bey'in, Türk medeniyetinin tanınması, Türk asıllı şahsiyetlerin unutulmaması ve bazı
şarkiyyetçilerin Türkleri aşağılayan fikirlerinin çürüklüğünün ispat edilmesi (Unat-Demir 1995:
9) gibi sebeplerle hazırladıkları on bölümden oluşan, üç yüz elliye yakın Türk asıllı ârif, şeyh,
müfessir, muhaddis, mütekallim, fakih, edip, şâir, filozof, tabib, astronom, matematikçi, târihçi,
coğrafyacının zikredildiği "Türkler'in Ulûm ve Fünûna Hizmetleri" (Unat- Demir 1995: 19) adlı
eserinde, Mehmet Ali Aynî'nin "Türk Ahlakçıları" (Kara 1983) adlı eserinde ve İsmâil Hâmi
Dânişmend'in "Garb Menba'larına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı" (Danişmend 1982) adlı
eserinde Türk asıllı olarak zikredilen şahsiyetlerden bir kısmı, bazı kaynaklarda Arap veya
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
263
Mehmet Sarı
Acem asıllı olarak verilir.
Büyük Türk mutasavvıfı Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin, mânâlar denizinin yüzücüleri
olarak nitelendirdiği Bâyezîd-i Bistâmî (öl. 875), Cüneyd-i Bağdâdî (öl. 910) gibi sûfîlerle
birlikte andığı İbrâhim bin Edhem, zühd yaşayışında kendini hayattan ve halktan tecrit etmemiş,
vaktinin çoğunu halkın dertlerini dinlemeye ayırmış; insanlara ilim meclislerine katılmalarını,
namazı cemaatle kılmalarını, hacca gitmelerini ve cihada katılmalarını tavsiye etmiştir (Öngören
2000: 294). İbrahim Edhem, yukarıda verdiğimiz kimi hece kimi aruzla yazılmış manzum
metinlerde de görüldüğü gibi zenginliği bırakıp fakirliği seçmiş, Hızr’ın delâletine nâil olmuş,
Peygamber Efendimize olan aşkından Mekke-Medine taraflarına göç etmiş ve oralarda Hakk’a
ulaşmıştır. Bu hususlarla Ahmed Yesevî (öl. 1166)nin ‘fakr’ anlayışı, Hz. Muhammed’e
bağlılığı, gazel, mesnevi tarzında söylediği hikmetlerin bazısında aruz bazısında hece
kullanması (Eraslan 1983: 159) gibi hususlar arasında büyük bir benzerlik görülür. İbrahim
Edhem’in hayatı ‘menkıbe’ veya ‘kıssa’larda, Ahmet Yesevi’nin hayatı da büyük ölçüde
‘hikmet’lerde anlatılır. Ayrıca Ahmet Yesevi birçok hikmetinde ‘Edhem-sıfat’ ifadesiyle
dünyanın geçiciliğinden, tahtını ve malını bırakıp dünya nimetlerinden gönül koparmak
gerektiğinden söz eder. İkisinin tasavvuf anlayışında da büyük benzerlik görülür. "Başta Ahmet
Yesevi olmak üzere Türk sûfîlerinin 'Ehl-i Sünnet' ahkâmı ve Hanefîlik akidesine kuvvetle bağlı
olmaları" (Eraslan 1983: 157) da dünyadan el-etek çekerek Allah'tan korkmayı tavsiye eden ve
'Ehl-i Sünnet'e aykırı fikir ve davranışlardan uzak duran İbrahim Edhem (Çetindağ 2009: 20662067)in tasavvuf anlayışı ve yaşayışı ile örtüşür. İbrahim Edhem'le Ahmet Yesevi arasındaki
bütün bu yakınlık ve benzerlikler de İbrahim Edhem’in Türk asıllı olabileceği ihtimalini
kuvvetlendirir.
Kaynakların bazılarında, İbrâhim Edhem'in babası Edhem'in Horasan'a Hicaz'dan geldiği,
Belh şehrinde sakalık yaptığı, hükümdarın kızı "Gülbün" Sultan'a âşık olduğu (Gül 2008: 15)
söylenir. İbrâhim Edhem’in menkıbelerini konu alan "Edhemnâme" veya "Edhem ü Hümâ" adlı
aşk mesnevilerinde yine Belh şehrinde Edhem adlı çok güzel ve temiz yürekli bir dervişin
olduğu, gündüzleri sakalık yaptığı, geceleri şiirle meşgul olduğu, bir mağarada kaldığı,
Pâdişâhın kızı ‘Hümâ’ya âşık olduğu (Pala 1989:149; Gül 2008: 71) anlatılır. Bu bilgilerde
Edhem'in eşinin yani İbrâhim Edhem'in annesinin adının ‘Gülbün’ veya ‘Hümâ’ olduğu görülür.
Çalışmamıza esas aldığımız Doğu Türkçesi ile yazılan eserde de Edhem, Bağdat'ta Keyân
pâdişâhının oğlu iken şehzadeliği terk ederek sakalık yapmaya başlar ve yolu Belh'e düşer.
Sakalık yaptığı sırada Sultanın kızı ‘Melike Hûbân’a âşık olur. Burada Edhem'in eşinin yani
İbrâhim Edhem'in annesinin adı ‘Melike Hûbân’dır. Doğu Türkçesi ile yazılan bu kıssalarda
İbrâhim Edhem'in baba tarafından sadece, ‘Saka Edhem’, ‘Divâne Edhem’ diye anılan babası
Edhem'in adı geçer. Edhem'in Belh'e gelişi, Belh pâdişâhı Melik Şâh'ın kızı Melike Hûbân'a
âşık oluşu, karşılaştığı zorluklar ve evlenmeleri etrafında gelişen olaylar eserin üçte birini
oluşturur. Hikâyede asıl olaylar İbrâhim Edhem'in anne tarafından akrabaları üzerine
kurulmuştur. Buna göre, İbrâhim Edhem'in baba tarafından Arap asıllı olduğu kabul edilse bile,
anne tarafından Türk asıllı olduğu söylenebilir. İbrâhim'in annesi Melike Hûbân, annesinin
babası Belh pâdişâhı Melik Şâh'tır. Hikâyede Melik Şâh'ın eşinin adı ‘Hanım’ diye geçer.
Melike Hûbân'ın enekesi Gülefzâ'dır. İbrâhim Edhem'in eşinin adı Bibi Zülfiye Ayem,
oğullarının adı da Muhammed'dir. Eserdeki kıssalarda, halk hikâyelerinde, masallarda ve
mesnevilerde görüldüğü gibi saf, temiz, samimi bir aşk işlenir. Fakir oğlan zengin kız, âşığın
karşılaştığı zorluklar, sevdiğine kavuşabilmek için insanüstü gayretlerle zorlukların aşılması,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
264
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
vezirin âşığa zorluklar çıkarması ve onların kavuşmalarına engel olması, bütün engel ve
zorluklara rağmen sevenlerin birbirine kavuşması (mutlu son), zenginliği terk edip fairliği
seçme, maddeden maneviyata yükselme gibi temler, Doğu Türkçesi ile yazılan eserin özünü
oluşturur. Eserde, millî değerlerimizi hatırlatan başka unsurlar da vardır. Eserde Belh
Hükümdarı'nın adı Sultan Melik Şâh’tır. Eşinin adı 'Hanım' olarak zikredilir. Sultan bir konuda
karar vermeden önce 'Hanım'a danışır. Bu vurgulama eski Türk Hakanlarının karar verirken
'Hatun'larına danışmalarını hatırlatır. Kıssalarda İbrâhim Edhem'in annesinin adının 'Melike
Hûbân', annesinin babası Belh Sultanının adının 'Melik Şâh' olarak kurgulanması da Türkler'de
hükümdarların 'Melik', hükümdar eşlerinin de 'Melike' unvanıyla anılmasını ve Anadolu
Türklüğüne ve Doğu Türklüğüne çok parlak bir hayat yaşatan 'Melik Şah' adlı Selçuklu
Sultanlarını (YTA 1985: 3473; BL 1986: 7976-7978) hatırlatır ki Sultan İbrâhim'in anne
tarafından Türk asıllı olabileceğine işaret gibidir.
Türk halk hikayelerinden "Melik Şah İle Güllühan" adlı hikayede Adil Şah adlı padişahın
oğlu 'Melik Şah' ile Yemen padişahının kızı 'Güllühan' arasındaki aşk anlatılır. Hikayede,
çocuğu olmayan padişahın dervişin verdiği elmadan sonra bir şehzadesinin dünyaya gelmesi,
Şehzadenin uzun yolculuğa çıkması gibi geleneksel halk hikayeleri motifleri, kırk haramiler, kör
olan gözlerin güvercin yardımıyla açılması gibi masal motifleri (BL, 1986: 7978) görülür.
Çalışmamıza esas teşkil eden eserde işlenen 'Edhem' ile Melik Şah'ın kızı 'Melike Huban'
arasındaki aşk, Sultan Melik Şâh’ın çocuğunun olmayışı ve derdini veziri Serefrâz'a söylemesi,
kırk beş yaşına girince bir kız çocuğunun olması, ölen Melike Huban'ın bir adam tarafından
diriltilmesi, Edhem'in uzun ve meşakkatli yolculuğa çıkması, sıkıntılı anlarda Hızır'ın yardımcı
oluşu gibi motifler halk hikayelerindeki motiflerle örtüşür. Bu açıdan bakıldığında da millî
motiflerle süslenmiş İbrahim bin Edhem Kıssası'nın ana kahramanı İbrahim Edhem'in Türk
asıllı olabileceği düşünülebilir.
Edhem'in günlerce yol yürüdükten sonra bir çeşmenin başına varıp, orada namaz kıldığı
ve ney çaldığı (Sarı-Biray 2015: 45) anlatılan menkıbelerde at kültürü de işlenir. Sultân İbrâhim
gece yarısı kalkar atlarına yem verir, tan atıncaya kadar uyumadan namaz kılar, Kur'an okur.
(Sarı- Biray 2015: 75). Sultân İbrâhim Belh’ten ayrılınca kırdan bayırdan geçer, yollarda deve,
koyun ve yılkı sürülerine ve çobanlarına rastlar (Sarı- Biray 2015:77). Sultân İbrâhim’in
vezirleri Timur Hân ve Serefrâz Hân Sultanlarını aramaya giderken ata binerler (Sarı- Biray
2015: 84). Bibi Zülfiye oğlunu ve eşi İbrâhim'i aramaya giderken ata biner, deveye binen
cariyeleri erkek elbisesi giyer (Sarı-Biray 2015:155).
‘Gazel’, ‘muhammes’ gibi şekil adları yerine zaman zaman genel anlamda ‘şiir’
kullanılır. Yine ‘gazel okudu’, ‘muhammes okudu’ yerine ‘söz söyledi’, ‘nazım okudu’, ‘koşuk
okudu’ ifadeleri kullanılır. Aruzla yazılmış şiirlerin yanı sıra hece ile söylenmiş şiirler de vardır.
Mekke'de ve Medine'de babasını aramaya giden İbrâhim Edhem’in oğlu Muhammed'in dilinden
kimsenin anlamadığı, Muhammed’in de onların dilinden bir şey anlamadığı söylenir (Sarı-Biray
2015:128). Buna göre Muhammed’in ana dilinin Türkçe olabileceği düşünülebilir. Bağdat’tan
Mekke’ye gelen, İbrâhim Edhem’in dostu olan Abdülcabbar Dede’nin ve yaşlı karısı Gülefşan
Nine’nin, babasını aramaya gelen Muhammed’e, “Cânım balam nereden gelirsin? Bu vilâyetin
çocuğuna benzemiyorsun.” (Sarı-Biray 2015: 130-131) demeleri de Muhammed’in Türk asıllı
olabileceğini akla getirir.
Sultân İbrâhim henüz tanımadığı oğluna, “Ey oğlum, ben Belh şehrindenim. Doğru söyle,
nereden geliyorsun? Çünkü Sarıpel, Akça, Şabırgan, Andahoy, Talkan, Kabil, Bedehşan,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
265
Mehmet Sarı
Kunduz, Hisar ve Gür, bunların tamamına Belh diyorlar. Ey oğlum, doğru söyle.” (Sarı- Biray
2015:142) der. Zikredilen yerleşim yerlerinin çoğu Türk diyarıdır ki İbrahim Edhem’in Türk
asıllı olabileceği konusunda dikkate alınması icap eder.
Bibi Zülfiye, babası İbrâhim’i aramaya gidecek oğlu Muhammed’e babasını tarif ederken,
“Ey oğlum, baban uzun boylu, kızıl yüzlü, şîrîn sözlü ve kara sakallı bir adamdır. Üstünde eski,
kara bir hırka, ağzında kelime-i tayyibe ve temcid, dilinde zikr, tesbîh ve hamd ü sena vardır.
Başı ayağı çıplaktır. Ormandan odun getiriyormuş. Onu tanımak istersen nişâneleri bunlardır.”
(Sarı- Biray 2015:123) der. Burada geçen “uzun boylu, kızıl yüzlü”, “ormandan odun getirme”
ifadeleri de İbrâhim’in Türk asıllı olabileceğine işaret gibidir. Sultan İbrâhim'in odunlarına
satarken, “Helâl parası olan birisi varsa gelip bu odunları alsın” diye bağırması (Sarı-Biray
2015:139), 1990'lı yıllarda Afyonkarahisar'da halk pazarında giysi satan bir Türk delikanlısının
"Seç bakalım seç, parayı helâlinden kazananlar için!" (Sarı, 1996: 2) diye bağırmasını hatırlattı.
İki olay arasından yüzyıllar geçmiş. Bu iki olay arasındaki benzerlik, aynı millete, aynı kültür ve
inanç değerlerine mensup olmanın bir tazahürü olmalıdır.
Hikâyelerde kırk sayısının geçmesi, hamam kültürüne yer verilmesi, İbrâhim’in dağda,
çölde, sahrada bulunması ve züht hayatında halktan uzak kalmadan yaşayışı, zamanının çoğunu
halkın derdiyle ilgilenmekle geçirmesi, ilim ve sohbet meclislerine katılması, namazı cemaatle
kılmaya özan göstermesi, cihada katılması, hacca gitmesi, hayatla iç içe olması, nefsine
(maddeye) esir olmadan takvayla yaşaması, “Yarın ölecekmiş gibi âhiret, hiç ölmeyecekmiş gibi
dünya için çalışması” da Ahmet Yesevi gibi Türk asıllı mutasavvıflarda görülen Türk tasavvuf
anlayışını hatırlatır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, İbrâhim Edhem ile ilgili menkıbe, kıssa ve hikâyelerin
merkezini, İbrâhim Edhem'in Şehzade iken tacını ve tahtını terk ederek fakirliği seçmesi
oluşturur. Onun hâl tercümesini yazanlar, anlattıkları kıssa ve menkıbelerde İbrâhim Edhem'in
bir zâhid ve mutasavvıf olduğunu söyler. İbrâhim Edhem'i, yetiştiği muhit, yaşadığı hayat,
gönül sultanlığını maddi sultanlığa tercih edişi gibi sebeplerle, Horasan'dan çıkıp Anadolu'ya ve
Rumeli'ye İslamiyetin rûhunu, Türklük'ün özünü götüren alperen, abdal, gazi, baba ve dervişler
gibi düşünebiliriz. İslâmî-Türk edebiyatında, târihî ve edebî şahsiyeti üzerine yazılan ve
anlatılan kıssa, hikâye, menkıbe veya kerâmetleriyle yüz yıllardan beri anlatılagelen ve
kendisinden çokça bahsedilen İbrâhim Edhem, ‘Nefsini yenmenin, azla yetinmenin’ simgesi
olarak tanınır.
Babasının Arapça kurallarla oluşturulan künyesinden hareketle, İbrâhim Edhem'in -babası
tarafından-Arap asıllı olduğunun söylenmesi doğru olsa bile, onun doğup büyüdüğü Belh
şehrinin Türk târihindeki yeri, bu çalışmaya esas teşkil eden Doğu Türkçesiyle yazılan eserdeki
değerlendirmeye alınan hususlar dikkate alındığında İbrâhim Edhem'in annesi tarafından da
Türk asıllı olabileceği söylenebilir.
KAYNAKLAR
ALBAYRAK, Nurettin. (2000), "İbrâhim b. Edhem-Edebiyat-", Diyânet İslam Ansiklopedisi,
İstanbul, C. 21, s. 295-296.
AYAN, Ergin (Çev.). 2009), Bernd Radtke, “Horasan ve Maveraünnehr’de Din Alimleri ve
Mutasavvıflar”, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi-The Journal of International
Social Research Volume 2/9, s. 358-276.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
266
Doğu Türkçesi İle Yazılmış Bir Esere Göre İbrâhim Edhem
BALKAYA, Halit. (2001), “Türk Edebiyatında Edhem ü Hüma (Edhemname) Mesnevileri ve
Bir Yanlışlığa Dair”, AÜTAED, Erzurum. S. 18, s. 103-106.
BARLAS, Kıyameddin. (1992), “Afganistan Türkleri Edebiyatı”, Türk Dünyası El Kitabı
Üçüncü Cilt Edebiyat, Türk Kültürünü Araştırma Enst. Yay., Ankara. s. 745-755.
BÜYÜK LAROUSSE Sözlük ve Ansiklopedi. (1986), Milliyet Yay., İstanbul. C. 11, s. 5535; C.
15, s. 7976-7978.
CEBECİOĞLU, Edhem. (1997), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yay.,
Ankara. s. 239.
ÇETİNDAĞ, Yusuf. (2009), “Edebiyatımızın Kaynaklarından: Doğu Medeniyeti ve Metinleri”,
Turkish Studies, Volume 4/I-II Winter, s. 2043-2088.
DANİŞMEND, İsmâil Hâmi. (1982), Garb Menba'larına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı,
Kitabevi, İstanbul.
ERASLAN, Kemal. (1983), “Hikmet Geleneği”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi
Bildirileri, C II, Ankara. s 153-166.
ERAYDIN, Selçuk. (1981), Tasavvuf ye Tarîkatler, Marifet Yayınları, İstanbul. s. 30.
ES-SÜLEMÎ Abburrahman. (1969), Tabakâtü's-Sûfiyye, Mısır. s. 27-38.
GÜDER, NURCAN Öznalı. (1992),
(Yayımlanmamış YL Tezi).
Dâstân-ı
İbrahim
Edhem,
İÜSBE,
İstanbul.
GÜL, HALİME. (2008), İbrahim Edhem ve Tasavvuf Tarihindeki Yeri, Selçuk Ü. SBE Temel
İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı, Konya (Yayımlanmamış YL Tezi).
İZ, MAHİR. (1969), Tasavvuf, Rahle Yayınevi, İstanbul. s. 177-178.
İZZİ, SİBEL (1998), Kıssa-i İbrahim Edhem, Çukurova Ü., Adana. (Yayımlanmamış YL Tezi).
KARA, İsmail. (1983), Türk Ahlakçıları, Mehmet Ali Aynî, Kitabevi, İstanbul. s. 5-14.
KARA, Mustafa. (1977), Tekkeler ve Zaviyeler, Dergah Yayınları, İstanbul. s. 20.
KARAİSMAİLOĞLU, Adnan, (2012), Mesnevî-Mevlâna Celâleddin Rûmi, Konya Valiliği İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yay., Konya. 1. Cilt s. 410-416, 2. Cilt s. 311.
KEMİKLİ, Bilal. (2011), “Belh’ten Anadolu’ya Akan Medeniyet Arkı”, Keşkül Dergisi S. 19,
Sayı, s. 6.
KISSA-i İbrâhim Bin Edhem. (1362), Kâbus Neşriyâtı, Günbed-i Kâvus.
KURNAZ, Cemal (Hzl.). (2007), Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, Ahmet Talât Onay, Birleşik
Yay., Ankara. s. 129.
LEVEND, AGÂH Sırrı. (1980), Divan Edebiyatı, 3. Bsk. Enderun Kitabevi, İstanbul. s. 145.
LEVEND, AGÂH Sırrı. (1988), Türk Edebiyâtı Tarihi I. Cilt-Giriş-, TTK Yay., 3. bsk., Ankara.
s. 122, 439.
NASKALİ, Emine Gürsoy (Hzl.). (1987), Sinan Paşa, Tezkiretü'l-Evliyâ, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara. s. 78-84.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı:6, Mart 2016, s. 235-268
267
Mehmet Sarı
N. HANİF. (2000), "Ibrahim b. Adham", Enclopaedia of Sufis-Sout Asia-, New Delhi. s. 152153.
NİCHOLSON, R. A. (1997), "İbrahim b. Adham", İslam Ansiklopedisi, C. 5/2, Eskişehir. s.
886-887.
OLCAY, Selâhattin (Hzl.). (1965), Tezkiretü'l-Evliyâ (Tercümesi), Ebu'1-Leys Semerkandî, Dil
ve Tarih Coğrafya Fak. Yay., Ankara. s. 91-95, 100, 108, 110, 114-116, 168, 174, 178.
ÖNGÖREN, Reşat. (2000), "İbrâhim b. Edhem", Diyânet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, C. 21,
s. 293-295.
PALA, İskender. (1989), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara s. 148-149.
RAMAZANOĞLU, Mahmud Sami. (1984), Tezkiretü'l-Evliyâ, Ferîdüddin Attar, Erkam
Yayınları, 3. baskı, İstanbul. s. 35-43.
SARI, Mehmet. (1996), "Dürüstlük Pazara Düştü", İrfan Sofrası Köşesi, Türkeli Gazetesi,
Afyonkarahisar. s. 2.
SARI, Mehmet ve Biray Himmet (Hzl.). (2015), İbrâhim Bin Edhem Kıssası, II. Bsk., Kocatepe
Akademi Yay., Afyonkarahisar (I. bsk. (1995), Medrese Kitabevi, Afyonkarahisar.
SARMIŞ, İbrahim. (2014), Tasavvuf ve İslâm, Ekin Yay., İstanbul. s. 130-131.
SÖYLEMEZ, Mehmet Mahfuz. (2007), Dâstân-ı İbrahim Edhem Dâstân-ı Fâtıma Dâstân-ı
Hatun, TDV Yay., Ankara.
SUNGUROĞLU, İshak. (1974), Guatama BBudha ve İbrahim İbni Edhem, İstanbul. s. 23.
TÜRK DİLİ ve Edebiyâtı Ansiklopedisi, (1977), C. 1, Dergah Yayınları, İstanbul. s. 390.
TÜRK DİLİ ve Edebiyâtı Ansiklopedisi, (1981), C. 4, Dergah Yayınları, İstanbul. s. 323.
ULUDAĞ, Süleyman (Hzl.). (1979), Doğuş Devrinde Tasavvuf (Ta'arruf), Kelâbâzî, Dergah
Yayınları, İstanbul. s. 59, 201.
ULUDAĞ, Süleyman (Hzl.). (1981), Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risâlesi, Abdulkerim
Kuşeyrî, Dergâh Yayınları, İstanbul. s. 112-113, 262, 409, 428, 441, 459, 554, 556.
UNAT, Yavuz ve Demir, Remzi. (1995), Bursalı Mehmed Tahir Bey ve Türkleri'in Ulûm ve
Fünûna Hizmetleri, TDV Yay., Ankara. 9-19.
YAVUZ, Orhan (Hzl.). (1988), Ferîdüddin Attar, Tezkiretü'l-Evliyâ, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara. s. 116-136.
YAZICI, Tahsin (Çev.). (1973), Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri I, Hürriyet Yayınları,
İstanbul. s. 155-156.
YENİ Türk Ansiklopedisi. (1985), Ötüken Neşriyât, İstanbul. C. 4, s. 1367; C. 9, s. 3473.
YILMAZ, Ahmed. (1999), Na’ti Mustafa Edhem ü Hümâ, Selçuk Ü., Konya.
YILMAZ, Ali (Edt.). (2012), Türk-İslâm Edebiyatı El Kitabı, Ankara, s.136.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 3, Sayı: 6, Mart 2016, s. 235-268
268

Benzer belgeler