1 ANCRENE RIWLE: MÜNZEV HAYATIN SINIRLARININ K TABI

Transkript

1 ANCRENE RIWLE: MÜNZEV HAYATIN SINIRLARININ K TABI
ANCRENE RIWLE: MÜNZEVİ HAYATIN
SINIRLARININ KİTABI; YALNIZLIĞI İLÂHLAŞTIRAN KİTAP
Ufuk EGE*
ÖZET
Ancrene Riwle, münzevinin hayatının sınırlarını belirleyen ve yalnızlığı
ilâhlaştıran bir kitaptır. Eser, izin verildiğinde, gelen herhangi bir misafirle konuşmak
için kabul salonuna açılan bir pencereyle, başka bir pencereyle de hizmetçileriyle
konuşan, üçüncü pencereyle ise dini ayinlere katılan münzevilerin kilise veya manastıra
bağlı hücresindeki kapalı hayatlarına odaklanır. Pencereler, ruhun aynası olarak
algılanırlar, münzevilerin dünyevi işlere kapalı olması anlamında, mezara açılan küçük
kapıları simgelemektedirler. Bu bağlamda, kapatılma, mezarı temsil etmektedir. Cenaze
töreni, kapatılma esnasında dünyadan elini eteğini çekme göstergesi olarak yer alır.
Tanrı’nın gözünde eşsiz bir şerefe ulaşması gereken bir münzevinin uygun davranışını
anlatan sekiz kitaptan oluşan eserde yazar, bireysel bütünlük, ılımlılık, yaratıcı
düşünme, sağduyu ve manevi dindarlık konularıyla ilgilenir. Dindarlık kisvesi altında,
dış görünüşteki şekilciliği eleştirir. Zamanın günah el kitapları, itiraf edebiyatı üzerine
bilimsel incelemeleri ve dini yazılarıyla karşılaştırılınca, Ortaçağa ait basmakalıp
sözlerin Ancrene Riwle’nin yazarı tarafından bertaraf edildiği görülür. Örneğin, yazar
münzevilerin başlarına sıkıca bağladıkları başortülerinin ve peçelerinin, dindar bir
münzeviye işaret etmediğini söyler, Havari Paul’un başı örtmeyle ilgili şekil ve özellik
tayin etmediğini hatırlatır. Aynı zamanda vücutsal zevklerden nefsi köreltmek için,
vücudu kanatan, kaşındıran kıl kıyafetleri, kirpi derilerini eleştirir. Onun rahatlığa,
esnekliğe, yeniliğe, düzyazıda konuşma üslubuna karşı olan ilgisi, yazarı, dini yeniden
yapılandırmanın ve yeni bir biçimde düz yazı yazmanın habercisi yapar.
Anahtar Sözcükler: Ancrene Riwle, münzeviler, kapalı hayat, dini vecibeler,
Ortaçağ edebiyatı, hayvanlara ait hikâyeleri anlatan sembolik Ortaçağ kitabı.
ABSTRACT
Ancrene Riwle is a book which determines the restrictions of the life of an
anchoress, and deifies solitariness. The work dwells on the secluded lifes of anchoresses
living in a cell attached to a church or a monastery with a window giving on to a
reception hall so that they could speak to any guest, if only they are allowed to, without
their having to leave their small rooms, and another window through which they could
speak to their servants and with a third window for participating in ecclesiastical
services. The windows symbolise the mirror of one’s spirit, and little doors to a grave in
the sense that anchoresses are not interested in the worldly affairs. In this context, the
enclosure stands for the grave, and the funeral service takes place at the time of
enclosure as a sign that the anchoresses were dead to world. In the work, which consists
of eight books on the proper conduct of an anchoress, who should attain unprecedented
glory on the eyes of God, the author is concerned with individual wholeness,
moderation, creative thinking, commonsense and inward godliness, and he criticises the
outward form under the pretext of piety. In comparison to the manuals of sins, treatises
on confessional literature and the religious writings of the time, the Medieval clichés are
overridden by the independent thought of the writer of Ancrene Riwle. For example, he
1
says that the veils and wimples of anchoresses, that cover the head firmly, do not
indicate a pious anchoress and remind one of Apostle Paul who did not determine the
forms and traits of coverings on head. He also decries itching hair clothes or the
hedgehog-skins that bleed the body to cause to atrophy the carnal pleasures. His interest
in homey, flexibility, innovations and colloquial style in prose makes the writer a
precursor of the reformation in religion, and the new-style prose-writing.
Key Words: Ancrene Riwle, anchoresses, a secluded life, religious verdicts,
Medieval literature, bestiary.
Ancrene Riwle (Rule for Anchoresses) (Münzeviler için Usul) ya da Ancrene Wisse
(Guide for Anchoresses; Münzeviler için Rehber) adıyla bilinen Ortaçağa ait dini
vecibeler ve usul edebiyatı kitabı, 1190-1225 arasında (Dobson, 1976,5), anonim bir
rahip tarafından kaleme alınmıştır (Biller, 1985, 351). Dilbilimsel çözümleme ve
söylem incelemesi, yazarın Galler bölgesi sınırına yakın kuzey Herefordshire veya
güney Shropshire yörelerindeki Wigmore Manastırı civarında, Ortaçağda, İngiltere’nin
ortasında bulunan şehirlere ait Anglo-Sakson etkileşimli bir lehçeyi kullandığını ortaya
çıkarmıştır (Doyle, 1954, 1-2). Eserin on biri İngilizce, dördü Latince ve ikisi Fransızca
olan on yedi el yazmasının bulunması (Wada, 2003, 5), onun çok revaçta olan bir el ve
usul kitabı olduğunun kanıtıdır. Bu el yazmalarından Cambridge Üniversitesi’nde
bulunan, Corpus Christi College 402’nin şu anda kayıp olan orjinaline en yakını
olabileceği (Millet, 1996, 6-7) düşünülmektedir. Sadece bu el yazması, o döneme ait
başlık olan Ancrene Wisse’yi taşımaktadır. Diğer el yazmaları başlık taşımadığından,
Corpus Christi el yazmasından ayırmak için, kayıp el yazmasına ve diğerlerine Ancrene
Riwle metni adı verilir (Scahill, 2002, 76).
Toplumdan elini eteğini çekmiş olarak, ruhani açıdan rahibe hayatı yaşayan üç kadına
yol gösteren bir rehber olarak Ancrene Riwle, öğretici düz yazı uslubunu kullanır.
Burada “sisters” (rahibeler, kızkardeşler) olarak hitap edilen kadınlar, gerçek anlamda
kardeş ve/veya münzevi olarak ele alınmışlardır. Ruhani ya da dindışı anlamda
kullanılan veya her iki anlamı da içeren “sister” kelimesinin açıklanması ve üç kadının
adları hakkında yapıtta herhangi bir bilgi yoktur. Ancak, Orta İngiltere’de,
Deerefold’da, 1180 ile 1245 arasında yaşayan hem rahibe hem de kızkardeş olan bu üç
kadının varlığı (Dobson, 1976, 219-220,250), aralaındaki kardeşlik yakınlığı ve ruhani
açıdan rahibe hayatı yaşamaları, onların hem münzevi hem de kardeş olduklarını
desteklemektedir. Yunanca kökenli olan “anachoretes” kelimesi, dişil formunda
“anchoress” olurken, eril formunda, “anchorite” e dönüşür. İnsanlardan uzak yaşayan
anlamıyla, bir “hermit”’den (insanlardan uzak yaşayan) farklı olarak, bu insanlar,
kiliseye bağlı kapalı bir mekânda yaşarlar, oradan hiç çıkmazlar (Colledge, 1939), 115). Bu bağlamda, “hermit”’ler uzun uzun düşünecekleri yalnız bir yaşamın çağrısına
kilise dışında, evlerinden uzakta, coğrafi konumlarda çile çekmeye katlanırlarken,
“anchoress”’ler ise bir recluse (fiziksel olarak kendilerini sıkıca hücreye kapadıkları bir
ortamda yaşayanlar) olarak münzevi hayatı seçerler ve rahibeliğin bir türünü
oluştururlar. (Shepherd, 1972,xxx). Dini açıdan hücre, dünya işlerinden elini eteğini
çekmeyi, mezarı temsil etmektedir. Cenaze töreni ise hücreye girmede dünyevi işleri
bırakma anlamında yapılan sembolik bir uygulamayı içermektedir (Ackerman ve
Dahood, 1984, 43-51). Bu bağlamda, bir kilise veya manastıra bitişik bir hücreye bir
münzevinin alınmasıyla dini gereklilik, dergaha yeni alınan bir mürit gibi
gerçekleşirken, bu kapatılma töreni sırasında bir ayin yapılırdı. Bu tören, bu özel
2
münasebetle yazılırdı ya da ölüler için kaleme alınmış bir komünyon gerçekleşirdi. Ne
de olsa, bir münzevi dünyada bir ölü gibi yaşardı. Evi ise mezara benzetilirdi. Ancrene
Riwle’nin yazarı durumu şöyle ifade eder: “Münzevi evi mezar değil de nedir?”
(Anonim, 1990, 47).
Bu durum, dönemin dini tarihiyle yakından bağlantılıdır. On ikinci ve on üçüncü
yüzyıllarda, daha münferit olan dini bir hayat tercih ediliyordu. Aydın hayat olarak,
sevap işleme ya da hücreye girme tavsiye ediliyordu. Örneğin, Başpiskopos Greenfield,
1314 de Nunkeeling Manastırına bağlı olarak hücreye girmiş münzevilerin, dünyevi
işlerden ve toplumdan tamamen uzaklaşmalarını, bu dünyada mezara girmelerini
öneriyordu (Page, 1913, 123). Ayrıca, 1222’de toplanan Oxford Encümeni,
münzevilerin ipek peçeler, süslü kıyafetler ve altın, gümüş iğneler takmalarını, bireysel
özellikleri gösteren kıyafetleri yasaklıyor; sadakat, din ve alçak gönüllülükle
davranmayı savunup, bencilliklerden kurtulmak gerektiğini vurguluyordu (Wilkins,
1737, 590-591). Benzer kıyafetler, aynı yemek, uyku, çalışma ve dua usulleriyle
belirlenmi, programlanmış gündelik programlara sahip olan mezhepler, bireysel
kimlikleri yok ederken, din adamlarının, rahibelerin, münzevi hayat yaşayanların
kişisel mülk edinmelerini de yasaklamışlardı. (Constable, 1996, 70-73). On birinci ve on
ikinci yüzyıllarda kurulan yeni mezhepler dini hayatı tanımlarken, Aziz Augustinus’un
meshebi, ahlâk, çile, günahın mahvettiği, Tanrı inayetinin kurtardığı insanın kaderi ile
Tanrı kavramlarını incelerken, tıpkı Aziz Benedict mezhebi gibi münzevi hayatı tavsiye
ediyorlardı (Cheney, 1941, 123-127). Örneğin Benedict mezhebi, kendine güvenen
rahiplerin, tek başına ve münzevi hayatta, kötülüklerle başetmelerini (St.Benedict 1914,
60) savunuyordu. Aynı şekilde, on ikinci yüzyılda Benedict mezhebinin daha sıkı
uygulanması gerektiğini savunan Carta Caritatis (Sevgi İmtiyazı) anlaşması
doğrultusunda ilkelerini oluşturan Cistercian mezhebine göre, hedeflenen ruhanî hayat
çok basit ve sade olurken, kişisel kurtuluş, münzevi hayatta görülüyordu. Sade bir kilise
ve ilkel el becerileriyle yapılan işlerle, sadelik amaçlanıyordu (Livingstone, 1980,
92,111). Fakat, din sapkınlarını doğru yola çekmek için vaaz verme amacıyla kurulan
Dominikanlar ve gezgin dilencilik temeli üstüne kurulan gerçek Hristiyanlığın bir
dilenci gibi sefaleti, yoksulluğu gerektirdiğini savunan, Hristiyanlığa davet edici
vaazları gezginci kimlikleriyle veren Fransiskanlar, hücrelere tıkılı kalmayıp,
kendilerini vaaz vermeye, yeni kurulmuş üniversitelerde ilâhiyat dersi vermeye
adamışlardı (Tugwell, 2001, 5-10).
Dini kültür, dua yoluyla tasavvurun olmasını, dine niyet etmeyi desteklemektedir. Bu
niyet, ruhun yanlızlığıdır, entelektüel aydınlanmadır, niyetin, aklın, iradenin din ile
meşgul olmasını içerir. Bu bağlamda, manevi bir kavramla, akıl ve iradeyle
buluşulurken, aklın ve iradenin dine manen ulaşması, düşünme yoluyla olmaktadır. Bu
açıdan Ancrene Riwle, niyete ermeyi ummaya değinirken, eserdeki sekiz bölümde de,
dini vecibeleri verir. Sekiz kısımdan oluşan eserin, ilk bölümünde yazar münzevilerin
okumak zorunda oldukları dualar ve ifadelerle başlar. Kiliseye bağlı yandaki
ikametgahta yaşayan üç münzevi kadından bahseder. İkinci bölüm, duyguların kontrol
altına alınması gerekliliği, kendi kendini yalnızlığa alıştırıp, disipline sokma, dini
çilecilik ve sade yaşam tarzına odaklanır. Üçüncü bölüm, nefsin körelmesine,
kötülüklerden uzak durmaya adanır. Dördüncü bölüm, erdem için gerekli olanın tecellisi
olduğuna ve günaha davete karşı çıkmaya odaklanır. Beşinci bölüm, günah çıkarmaya
davet ederken, altıncı bölüm tövbe etmeyi anlatır. Yedinci bölüm şovalyevari aşkın
temellerini atarken, ilâhi aşkla Tanrı’ya ulaşmanın önemini vurgular. Son bölümde, diet,
yortu günleri, giyim ve hizmetciler üzerine yorumlar vardır ve aynı zamanda eserde,
3
günlük hayattaki olaylar, aşçının oğlu Slurry’nin küstahlığı, mutfaktaki bulaşıkları
yıkaması veya aç köpeklerin ziyafet sofrası etrafında dolaşması anlatılır.
Eserdeki alıntıları ve kökeni inceleyen araştırmacılar (Allen, 1918, 474-546; Baldwin,
1974; 1-82; Dobson, 1976; Millett, 1992, 206-228; McNabb, Chambers ve Thurston,
1926, 82-89,197-201; Millett, 1999, 193-215; Millett, 2002, 53-76; Eggebroten, 1979;
1-471; Marsh, 2000,200-205; Saegert, 1981, 1-127), Ancrene Riwle’nin yazarının
özellikle İncil’den (Mezmurlar kitabından Yeni Ahit’ten), Neşideler Neşidesi’nden
[Song of Solomon, Song of Songs], Aziz Augustine’den, Benedict’ten, Bernard’tan,
Jerome’dan, Gregory’den, Anselm’den ve 4. yüzyılda bakire olarak şehit olan ve
efsaneye göre asil bir aileden gelen, çok bilgili olan, fakat olağanüstü Hristiyan bilgisi
yüzünden ve imparatorla, bakire kalmak için evlenmeyi reddetmesine bağlı olarak,
işkence gören, dört tekerleğe bağlı olarak azap çektirilen, cennetten gelen ateş
patlamasıyla tekerleklerden kurtulan, en sonunda da, sonra kafası uçurulan, genç
kızların hukukçuların, bilginlerin koruyucusu St. Katherine’in hikâyelerini anlatan
Katherine Grubu Hikâyeleri’nden konu olarak, Hali Meidenhad (Kutsal Bakirelik) adlı
anonim bilimsel incelemeden, Peter’de Chanter’ın Verbum Abbreviatum (Az ve Öz
Sözler) geleneğinden ve sekiz bölümü aynı başlıkta veren Aelred of Rievaulx’un
Virginalis’inden (Bakire) yararlandığını belirtmektedirler. Ancak yapıtın eklektik
uslubu, o kadar canlıdır ki, yazar muhtemelen önceden tanıdığı üç münzeviye ya da bu
hayatı seçen üç kardeşe, bir danışmanın ya da uzmanın edasıyla, kendi dini meâlleriyle
hitap eder.
Eserin hitap ettiği münzeviler, okuyabildiklerinden, kendilerine çok sayıda Fransızca ve
Latince kökenli alıntı ya da kelime sunulduğundan, bu sebepten dolayı da bu dilleri
bildiklerinden, kendilerinin hizmetçileri olduğundan dolayı -: “... münzevinin sadece
kendine ve hizmetçilerine bakması beklenir”- (Anonim, 1990,31) doğuştan asil,
sonradan münzevi olan kadınlar oldukları anlaşılmaktadır.
Bir münzevinin (“anchoress”) her zaman sebat etmesi, namus yemini etmesi, aynı yerde
kalması ve üstlerine itaat etmesi zorunluydu. (Dobson, 1976, 52). Ancak, her zaman
zengin ve asil bir aileden gelmesi gerekmezdi. Örneğin, Londra, Warburg Enstitüsü,
Faksimile Credens El yazması Ms.12, f.1, 1227 tarihli kayıt, John isimli marangozun
kızı Mary’nin, Swine çevresindeki St. Mary Kilisesi mıntıkasına bitişik kilise
bahçesindeki küçük kulübede münzevi hayatı yaşadığını yazmaktadır. Mary birçok
münzevinin aksine okuma ve yazma bilmemektedir.1
Ancrene Riwle’de, münzevi hayatı seçen kadınların bu hayatı tercih etmelerindeki asıl
nedenin, ebedi cennet vaadi olduğu açıklanır: “Cennet saadetiyle yükseleceksiniz”
(Anonim, 1990, 76). Bu bağlamda onlara İncil’den örnekler vererek açıklama yapılır:
“Metal ne kadar parlak olursa olsun, ister altın, gümüş, demir ya da
çelik olsun, paslanmış olan bir şeyden pas kapacaktır, eğer ki o şeyin
yanında uzun süre kalırsa. Bu yüzden John the Baptist (Yahya
Peygamber) temiz olmayan insanların oluşturduğu toplumdan
kaçmıştır ki; pislik buluşmasın diye... Efendimiz tarafından seçilen
ailesini, bir yalnızlık mekânı için terk etmiştir ve el değmemiş bir
bölgede yaşamıştır. Ve bu şekilde neye ulaşmıştır? Tanrı’yı vaftiz eden
kişi olmuştur. Tüm dünyayı tek başına tutan cennetin efendisini, elinin
altıyla vaftiz etmek ne büyük öncelik ! Orada Cennetin Efendisi
4
kendini ona üç kişi olarak gösterdi, kendi sesiyle Baba olarak, bir
güvercin şeklinde Kutsal Ruh olarak, elleri arasında Oğul
olarak”.(Anonim, 1990, 70)
Meryem Ana da münzevi hayatın ve yalnızlığın ilâhlaştığı bir örnek olarak tasvir edilir:
“Meryem Anamız tek başına bir yaşam sürdürmedi mi? Melek onu
ıssız bir yerde, yalnız olarak bulmadı mı? O dışarıda değildi fakat sıkı
bir şekilde kapatılmıştı: Melek içeriye girerek ona şöyle dedi: Selam
Meryem, Tanrı tüm inayetiyle seninle beraber. Sen kadınlar arasında
kutsanmış birisin. Bu hadise olduğunda o, hiç kimsenin olmadığı bir
yerde tek başınaydı. Bir melek kalabalığın içindeki birine pek
görünmez”. (Anonim, 1990,71)
Kutsallığın doğasında, insanın kendisi ve Tanrı hakkında daha iyi bilgi edinebileceği,
ancak kişisel ve fiziksel yalnızlıkla kazanılabilen, bir ruhani kurtuluş vardır. Bu
bağlamda münzevilere, sözlerinden dönmemeleri, kapatıldıkları mekânları olağanüstü
durumlar hariç terk etmemeleri tavsiye edilir:
“Münzevilerin sadece işlerini yapmalarını ve üç konuda ciddi
kararlar almalarını tavsiye ederim: itaat, namus ve kalınan mekânda
durma. Münzevilerin herhangi bir ihtiyaç dışında yerlerini terk
etmemeleri gerekir: örneğin kaba kuvvet, ölüm tehlikesi anında veya
başrahip ya da kendinden daha üstün kişilere itaat etme dışında.
Çünkü her kim bir görev üstlenip Tanrı’ya bunu emredildiği gibi
yerine getireceğine söz verip, kendini bu söze bağlarsa ve bu sözü
özgür iradesiyle bozarsa ciddi bir şekilde günah işler”. (Anonim,
1990, 3)
Bu şekilde ruhani açıdan konulan iç kurallarda, “Tanrı’nın emirleri[nin] ... kalbi
yönetmesi” (Anonim, 1990, 3) vardır. Tanrı’nın inayetiyle, zaman geçtikçe, bu
konularda gelişme olacaktır: “Size, hakikaten, neyin iyi olduğunu, ... göstereceğim.
İyilik edin, efendiniz olan Tanrı’nın yolundan sevgi ve korku ile her zaman güçsüz
olduğunuzu hatırlayarak gidin” (Anonim, 1990, 5). Bu şekilde, münzevilere Meryem
Ana gibi bakirelerin gittiği Cennet vaad edilmektedir (Anonim, 1990, 15):
“Ey Tanrım senin vesilenle kutsanmış Meryem Anamızın verimli
bekareti, insanoğlunu sonsuz kurtuluşun ödülü ile güvence altına aldı.
Sana yalvarıyoruz; hayatın amili olan oğlun İsa’ya sahip olacak
kadar değerli olan Meryem Ana’nın şefaatini tecrübe etmemizi ihsan
eyle”.(Anonim, 1990, 17)
Münzevilerin ruhani yaşam tarzı, yaşadıkları mekânla da ilintilidir. Onlar, kilisenin
duvarlarına bitişik inşa edilmiş bir evin küçük bir hücresinde yaşarlar. Her bir hücrede
üç pencere vardır. Bir pencere, bir kabul odasına açılır. Bir münzevi bir misafiriyle
hücresini terk etmeden, ancak bu şekilde, konuşabilir. Diğer pencere, hizmetçisiyle
konuşması içindir. Üçüncü pencere ise, kilisenin içini görebilmesi, ayinleri takip
etmesi, vaaz ve öğretileri duyabilmesi içindir (Dobson, 1976, 254-255). Bu üç
pencerenin işlevini Ancrene Riwle şöyle tanımlar:
“Kilise penceresinden hiç kimseyle konuşma yapmayın, fakat şarap ve
ekmek ayinini onun sayesinde izlediğininden ona huşu gösterin. Bazen
hizmetkârlarınız için olan konuşmalarınızda evin, diğer insanlarla
5
olan konuşmalarda da salon tarafı penceresini kullanın. Hiç kimseyle
bu iki pencerenin dışında konuşmamalısınız”.(Anonim, 1990, 30)
Yemek, misafir ve pencere kullanımıyla ilgili sınırlamalarda belirtilmektedir:
“Yemeklerde sessiz olun... Eğer birinin çok sevilen bir misafiri
geldiyse, hizmetkârlarının yemeklerde misafiri eğlendirmesine izin
verilmelidir. Penceresini açmak için bir ya da iki kez ayrılmalıdır,
memnuniyetini mimiklerle göstermelidir”. (Anonim, 1990, 30)
Ayrıca, pencerelerin dünya işlerine, havadis ve dedikodulara karşı kapatılması tavsiye
edilir: “Sadece kulaklarınızı değil, pencerelerinizi de boş sohbetlere, dünyevi haberlerin
veya dedikoduların içeri girmesine karşı kapatınız.” (Anonim, 1990, 31).
Ancrene Riwle’de pencere, ruhun aynası anlamını içeren mecazi bir anlamı da
yansıtmaktadır ve bu pencereler günaha kapalı olmalıdır.
“Namussuz bir göz, namussuz bir kalbin habercisidir” der Aziz
Augustine. Hafif meşrep göz, ağzın utançtan söyleyemediğini söyler.
İffetsiz bir kalbin habercisi gibi davranır. Herhangi bir nedenle bir
erkek ile kirlenmek istememeye aldırmayan bazı kadınlar vardır,
erkeklerin onlarla ilgili fikirlerinin olduğuna veya onlar tarafından
baştan çıkarılabileceklerine aldırmazlar... Gözler oklardır, şehvetin
saldırısındaki birinci silahlardır... Kadın, önce iffetsiz gözlerinden
bakışlar saçar. Bunlar hafifçe uçan oklar gibi kalbe saplanır...
Şeytanın silahları bu pencerelerden, münzevinin tahmin etmediği bir
zamanda onu gözlerinden vurabilir ihtimali ile münzevinin
pencereden sarkmasına izin vermeyin... Hakikaten bu gözlerin
pencereleri, hastalığın pencereleri diye adlandırılabilir. Çünkü onlar
birçok münzeviye hastalık getirmiştir... Öndeki pencerelerin yanısıra
arkadaki pencereler de kapalı tutulmalıdır. Tanrı, pencerelerini
muhafaza edenleri himâyesi altına alır”.(Anonim, 1990, 25-27)
Münzevilerin hücrelerindeki pencereleri örten perdeler sembolik bağlamda dünyaya
açılan pencereleri kapamaktadırlar:
“Mümkünse pencerelerinizle çok az ilgilenin. Onların küçük olmasına
izin verin. Kabul salonununki en ufak ve dar olsun . İki tür kumaştan
yapılmış perdeleriniz ve siyah zemin üzerinde beyaz bir haç olsun.
Siyah kumaş kendinizin de karanlıkta olduğunuzu ve dünyevi dünyanın
gözünde hiç değerinizin olmadığını gösterir... Beyaz haç size şu
nedenle uygundur... Beyaz lekelenmeden korunması zor olan bekareti
uygun bir şekilde temiz tutanlara ve arıtanlara aittir”.(Anonim, 1990,
21)
Salon penceresinden konuşulacak insanlara kısıtlama getirilirken, münzevilerin
rahiplerle konuşmalarında bile kendileri hakkında bilgi vermemeleri, çok bilgili
geçinmemeleri ve öğrenmeye açık olmaları tavsiye edilir:
“Salonun penceresine girmek zorunda kaldığınız zaman, ilk önce
kadın hizmetkarınızdan gelenin kim olduğunu öğrenin. Çünkü o sizin
mazeret göstermenizi gerektirecek biri olabilir; fakat gerçekten gitmek
zorunda kaldığınız zaman, haç çıkartın. Daha sonra Tanrı korkusuyla
6
ilerleyin. Eğer gelen bir rahip ise... tamamen sessiz kalarak onun ne
dediğini dinleyin, böylece gittiği zaman hakkınızda iyi ya da kötü
hiçbir şey bilmeyecek, sizi övmesi veya suçlaması mümkün
olmayacaktır. Bazı münzeviler... söyledikleri bazı vecizelerle akıllı
olarak tanınmak isterken, itibar beklerken, bir suçlamaya maruz
kalacaklardır; rahip... en azından, “Bu münzevi oldukça fazla
konuşuyor,” diyecektir”. (Anonim, 1990, 28)
Pencereler arasına sıkışmış bir hayat süren münzeviler iftiraya uğramamak için şahitsiz
konuşmaya da başlamamalıdırlar: “İster erkek ister kadın olsun, konuşacaklarınız günah
çıkarmayla ilgili olsa bile yanınızda şahit olmadan konuşmayın. Aynı evde veya sizi
uzaktan görebileceği başka bir yerde, üçüncü bir şahsın olmasına izin verin” (Anonim,
1990, 30). 1264 yılında, Surrey bölgesinde münzevi olan bir kadının sütçüyle, yanında
şahit olmadan konuşması nedeniyle, ona aforoz davası açılmıştır. Münzevinin, dışardan
tek gördüğü erkek olan sütçüyle çok yakın ilişkisi olduğu iddia edilmiştir (Wilkins,
1737, 53). Bu bağlamda, Ancrene Riwle’deki münzeviler de, erkeklerle olan ilişkileri
açısından uyarılırlar:
“Hiçbir erkeğe dua etmeyin. Hiçbir erkeğin sizden nasihat
beklemesine ya da size nasihat etmesine izin vermeyin... Hiçbir erkeği,
aşırı senli-benli olması dışında, herhangi bir hata için azarlamayın,
suçlamayın. Kendilerini yıllar boyunca geliştiren münzeviler, bu
azarlamayı kesinlikle yerine getirebilirler fakat bu yapılması tehlikeli
olan bir şeydir, genç münzeviler için uygun değildir... Günah çoğu
zaman iyiliğin görünüşü altında gözlenir. Münzeviler, böyle
azarlamalarda bulunarak, kendileri ile rahipler arasında zararlı bir
aşka veya büyük bir düşmanlığa neden olurlar”.(Anonim, 1990, 31)
Münzeviler kilise hücresine yaklaşabilecek erkeklere karşı da uyarılırlar: “Elini
pencerenizin perdesine uzatacak kadar çılgın ise pencereyi hemen kapatın, onu terk
edin. Aynı şekilde, herhangi biri iffetsiz bir aşka sebep olacak zararlı laflar ederse,”
(Anonim, 1990, 42) bu münzevinin pencereyi kilitlemesi gerekmektedir ve “bu aşk,
birçok gecedir uykumu kaçırıyor” (Anonim, 1990, 42) gibi sözlere, münzevilerin
kulaklarını tıkamaları tavsiye edilmektedir. Bu sebepten onlara, hafif sözler, bakışlar,
aşırı nezaket, lüks ve şikayet (Anonim, 1990, 47) yasaklanmıştır.
Ancrene Riwle’deki kuş tasvirleri Ortaçağ hayvan mitosları, bilgileri ve İncil
bağlamında, sembolik olarak münzevilerle özdeşleştirilir:
“Gerçek münzevilere, kuşlar da denir. Çünkü onlar dünyayı, yani
dünyevi şeylere olan sevgiyi terkederler. Kalplerindeki ilâhi şeylere
olan özlemden dolayı, yukarı Cennete doğru uçarlar. Asil, yüce bir
hayatta yüksekten uçmalarına rağmen, başlarını tevazu içinde aşağıda
tutarlar, tıpkı bir kuşun uçarken başını eğmesi gibi... Kuşlarla
kıyasladığımız (Tanrımızın kıyasladığı) [Luke, 17, 10] gerçek
münzevi, uçarken kanatlarını açar ve bir haç şeklini alır.
Kalplerindeki niyetle, vücutlarındaki acıyla, Tanrı’nın hacını
taşırlar”.(Anonim, 1990,58)
Yapıtta, yaptığı iyi işleri aşırı tutkusu nedeniyle yok eden bir münzevinin, günah
çıkarmayı içtenlikle istemesi teması işlenirken, münzevi imajıyla; öfkeyi, günahı,
7
pişmanlığı ile İsa’nın çektiği acıları temsil eden pelikan tasviri birleştirilmektedir. T.H.
White’ın editörlüğünü yaptığı Ortaçağ Latincesindeki 12. yüzyıla ait The Book of
Beasts’e (Hayvanlar Kitabı) göre, yavrularına aslında çok düşkün olan pelikan,
çocukları büyürken onların ebeveynlerinin yüzüne doğru kanat çırpması sonucu,
bebeklerini vurarak öldürür. Fakat üç gün sonra öfkesini yenerek, pişmanlık duyarak,
kendi göğsünü yararak kanıyla ölü yavrularını besleyip, diriltir. Bu sebepten dolayı,
pelikan tüm insanoğlunu çok sevdiği için kendini feda edip çarmıha geriltilen İsa’yla
özdeşleştirilir (Anonim, 1984, 132-133). Ancrene Riwle’nin yazarı, bunu çarpıcı bir
şekilde kullanmaktadır:
“Bütün münzevilere karşı Davut şu mısrayı söylemiştir: Sahranın bir
pelikanı gibi oldum [Mezmurlar 101, 7], v.s. “Yalnızlık içinde
yaşayan bir pelikan gibiyim,” demektedir. Pelikan öfkeye öyle eğilimli
bir kuştur ki, onu tahrik ettiklerinde çoğu zaman kendi yavrularını bile
öldürür, ancak, hemen ardından çok pişman olur, çok ağıtlar yakar,
kendi yavrusunu katlettiği gagasıyla kendisine vurur, kendi göğsünden
kan getirir, öldürdüğü yavrusunu bu kanla tekrar hayata getirir. Bu
pelikan, öfkeye meyilli bir münzevidir. Sıklıkla öfkesinin keskin
gagasıyla öldürdüğü yavruları onun iyi eserleridir. Fakat, bu
yaptığını da, bırakın pelikanların yaptığı gibi yapsın, bir an önce
pişman olsun ve kendi gagasıyla göğsüne vursun. Bu onun günah
işlediği, iyi eserlerini yok ettiği konusunda, ağzıyla yaptığı bir itiraftır.
Bırakın göğsünden günahının kanını çeksin. Bu, ruhun hayat bulduğu
kalpten gelir. Ancak böylelikle, katledilmiş yavrusu tekrar hayata
gelecektir ki, bu onun iyi eserleridir. Kan günahı simgeler. Çünkü
kanayan bir insan, insanın gözünde garip ve korkunç, Tanrı’nın
gözünde de günahkardır... Kalp şiddetli bir öfkeyle kaynarken, doğru
bir yargılama olamaz.”(Anonim, 1990, 53)
John Bromyard’ın 1370 tarihli Summa Praedicantium (Dua Usulu Üzerine Bilimsel
Kitap) adlı eseri de “pelikan öfkenin kuşuyken,... deve kuşu uçamayacak kadar ağır
gövdesiyle oburun ve tembelin teki olur,” der (Bromyard, 1586, 81,90).
The Book of Beasts’e göre, kanatları olduğu halde, ağırlığından dolayı uçamayan,
yumurtalarını gömdüğü toprakları unutan, fakat Haziran güneşiyle yumurtaları ısınıp,
yavru veren deve kuşu (Anonim, 1984, 121, 244) Ancrene Riwle’de bedensel tatmini
hedefleyen, rahatına düşkün, obur münzeviyi temsil eder:
“Devekuşu ve diğer benzeri kuşlar vücutlarındaki ağırlık yüzünden
sadece uçuyormuş gibi yaparlar, ayakları devamlı yerde kalmak
suretiyle kanatlarını çırparlar. Böylece vücudun memnuniyeti için
yaşayan, rahatını düşünen bu şehvani münzeviyi, etinin ağırlığı,
bedeni erdemsizlikleri uçmaktan alıkoyar. Hile yapmasına,
kanatlarıyla büyük bir gürültü çıkarmasına, yüce bir münzevi gibi
gözükmesine rağmen, ona çok yakından bakan biri onun bu
küçümsenmesine güler, çünkü ayakları, yani arzuları, onu hep
dünyaya daha yakın tutacaktır”.(Anonim, 1990, 59)
The Book of Beats’de gözlerinin keskinliğiyle tanımlanan, fakat yaşlanıp gözlerine
perde indiğinde, uçamadığında vaftizm görevi görerek bir pınarı aramaya çıkan,
cennetin zirvesinden, güneşin çevresine dek ulaşıp, kanatlarını hafifçe yakan, az gören
gözleriyle güneşe baka, güneş ışınlarıyla gözlerindeki sisi buharlaştıran kartal, bir pınara
8
başaşağı dalıp yepyeni tüyler ve muhteşem bir görüntüyle tekrar ortaya çıkmıştır. Bu
bağlamda, gözleri ve kalp gözleri bulanan insanlara, Tanrı’nın ruhani vaftizm pınarında
yıkanmaları önerilir (Anonim, 1984, 105). Kartal İsa’yla, cesaret ve inanç bağlamında
(Isaiah, 40, 31) özdeşleştirilir. Ancrene Riwle’de de kartal ile İsa imajı birleştirilir:
“Dilsiz hayvanlardan aklı ve bilgiyi öğrenin. Kartal yuvasına akik taşı
denilen değerli bir mücevher koyar ki, yanına zehirli bir şey gelmesin,
yavrusu yuva dışındayken zarar görmesin. Bu değerli taş İsa’dır, taş
kadar gerçek ve de tüm mücevherlerin ötesinde bir güçle dolu olan. O,
yanına hiçbir günahın yaklaşamayacağı bir akik taşıdır. Onu yuvanıza
yerleştirin ki, onun ne acılar çektiğini düşünün. Kalbinin ne kadar
tatlı olduğunu onun nekadar şefkatli olduğunu, böylece kalbinizdeki
tüm zehiri, vücudunuzdaki tüm acımasızlığı dışarı atın”.
(Anonim, 1990, 60)
1370 tarihli Summa Praedicantium “kartal kadar kuvvetli İsa’nın, kartal kadar asil
gönlü vardır,” der (Bromyard, 1586, 70). İnsanlardan ve kiliseden uzak yaşayan
evliyalarla özdeşleştirilen, St. Anthony Abbot ve St. Paul’la, onlara her gün çölde bir
somun ekmek getirdikleri için anılan, kuzgun (Ferguson, 1980,24) Ancrene Riwle’de
kiliseye bitişik münzevi hayatı yaşayanlarla bağlantılı olarak bahsedilir:
“Sahradaki bir pelikana, evindeki bir kuzguna döndüm [Mezmurlar,
101, 7]. Saçak altındaki kuzgun, kilise saçağının altında yaşayan
münzevileri simgeler, çünkü onlar o kadar yüce bir hayat
yaşamalılardır ki, Yüce Kilise, yani Hristiyan insanlar, onlara
yaslanabilsinler. Bu sebepten dolayı, onlara kiliselerin altında
münzevi (“anchoress”) ve münzevileştirilmiş denir. Bir geminin
altında bulunan, onu fırtınalardan, dalgalardan devrilmesin diye
koruyan demir anlamına gelen çapa (“anchor”) kelimesi gibi.
Dolayısıyla yüce Kilise, yani gemi, bir münzeviye demirlenmelidir ki
onu şeytanın üflemelerine, esmelerine, yani baştan çıkarmalarına
karşın devrilmeden koruyabilsin. Gece kuzgunu gece boyunca uçar,
yemeğini karanlıkta toplar. Böyle bir rahibe, düşünme ile, yani onu
yukarı çeken düşüncelerle ve yüce dualarla, uçacaktır. Geceleri
ruhunun gıdasını toplayacaktı”.(Anonim, 1990, 63)
Kuzgun imajının münzevi, temasıyla birleştiği yalnızlık, serçe imajıyla da pekişir: “...
çatıda yalnız oturan bir serçeye dönüştüm. Burada münzevi bir başka kuşa, saçakların
altındaki serçeyle kıyaslanır. "Serçe, cıvıldayan bir kuştur. Devamlı cıvıldar”. Ama
birçok münzevi aynı hatayı yaptığından, David kendi münzevisini (Mezmurlar, 101,
8)” (Anonim, 1990, 67) eşi olan bir serçeyle” değil de, yalnız bir serçeyle kıyaslar.
Açgözlü münzeviler, kurnazlıkla özdeşleştirilen tilkilerle de kıyaslanırlar: “ Tilkiler
sahte münzevilerdir, çünkü tüm hayvanların en haini tilkidir... Tilki, doymak bilmez...
Sahte münzevi de tilkinin yaptığı gibi, hem kazları hem de horozları mideye indirir”
(Anonim, 1990, 57). Yedi ölümcül günaha da geleneksel hayvan benzetmeleriyle ve
toprağa ait hayvanlarla değinilir: Kibir, ormanlar kralı aslanla anlatılırken, kıskançlık
zehiriyle sokan yılanla, öfke, tek boynuzlu hayvanın ateşliliğiyle, tembellik miskin ve
battal ayının bitkinliğiyle, aç gözlülük tilkiyle ve doymayan domuzla, şehvet ise önüne
geleni sokan akreple özdeşleştirilir (Anonim, 1990, 86). Fakat, vahşi hayvanların
insanlardan kaçması ile münzevilerin hayatı (Yeremya, 4, 19), olumlu vahşi hayvan
sembolü olarak anlatılmıştır:
9
“Sahra, bir münzevinin hayatta tek
Sahrada..., vahşi hayvanlar vardır.
gelmesine dayanamazlar. İnsanların
Aynı şekilde, münzeviler de, böylesine
1990,86)
başına yaşadığı mekanıdır.
Onlar insanların yanlarına
geldiğini duyunca kaçarlar.
vahşi olmalıdırlar”.(Anonim,
Ancak, elbette ki münzevilere vahşi hayvanların vahşet dolu hayatı değil, barış dolu bir
hayat tavsiye edilir:
“Aranızda barış olsun. İngiltere’de sizinkiyle kıyaslanabilecek sayıda
bir arada yaşayan tüm münzevilerin arasında (şu en siz yirmi ya da
daha fazlasınız, Tanrı iyiliğinizi artırsın), siz en huzurlu ve daha çok
birleşmiş, anlaşma ve nizami hayata ait olan uyum ile
yaşayanlarsınız”.(Anonim, 1990, 112)
Ancrene Riwle’nin yazarı, mesleki yeminin yasaklamadığı fakat ahlâki uygulamalar
kapsamına giren dış kurallara da odaklanır. Örneğin, münzevilere yemekle ilgili öneriler
getirilir:
“Kişinin aşırı derecede zayıf veya hasta olması dışında, et ve yağ
yemeyin. İstediğiniz kadar sebze yiyebilirsiniz: kendinizi az içmeye
alıştırın. Bir münzevi bazen kendi mekanı dışında yemeğini
konuklarıyla birlikte yer, fakat bu, arkadaşlığı fazla ileriye
götürmektir. Çünkü bu olay tüm mezheplere, özellikle de dünya
kaygısı taşıdıkça ölü olan münzevilerin mezhebine aykırıdır. Ben ölü
insanlarla konuşanını gördüm ama ölü insanlarla yemek yiyenini hiç
görmedim”.(Anonim, 1990, 183)
Bu bağlamda, Lazarus’un kardeşi Mary gibi, münzevilerin dünya işlerinden elini
eteğini çekmesi tavsiye edilir, “müsrif eğlencelerin” (Anonim, 1990, 183) düzenlenmesi
kesinlikle yasak edilir. Lazarus’un diğer kardeşi Martha ev hanımlığını seçip, Mary gibi
münzevi olmadığı ve hayvancılığı için eleştirilir. Münzevilerin kediden başka evcil
hayvanları beslemeleri önlenir. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıkla ilgilenmemeleri
ahlâki nedenlerden dolayı istenmez:
“İhtiyaçlar zorlamadıkça... ve amiriniz tavsiye etmedikçe, kedi dışında
bir hayvan beslemeyin. Hayvan besleyen bir münzevi, Martha gibi bir
ev hanımına benzer... Martha’nın kardeşi Mary olun. Çünkü bu gibi
bir durumda ineğin yemini ve ekini biçen adamın ücretini düşünmek,
çitlerden sorumlu adama güzel sözler söylemek, hayvanları içeri
kapadığında onu adıyla çağırmak zorunda kalacak, yine de ortaya
çıkan zararı ödemek durumunda kalacaksınız”.(Anonim, 1990, 185)
Bu bağlamda, münzevilik dışında yapılacak herhangi bir meslek, onlara cehennem
yolunu açmaktadır: “Kâr amaçlı satış yapmak için mal satın alan iş kadını niteliğindeki
bir münzevi, ruhunu cehennemin bezirganına satıyordur (Anonim, 1990, 185). William
Wadington’ın 1260 civarında yazılmış Manual des Pechiez (Günah Üzerine El Kitabı)
da köpek besleyen, parayla eli işi işleyen” (Wadington, 1802 52) rahibeleri yermektedir.
Münzevilerin kıyafetleri de ölçülü olmalıdır. Dinde şekilcilik göstergesi olan sarıp
sarmalanmış başörtüsü, laik ve medeni söylemelerde olduğu gibi reddedilmekte,
münzevi kadının başörtüsü dindarlık kısvesi altında alnı, başı, çeneyi örten, sadece,
gözlerle burnu sergileyen bir peçe olmamaktadır:
10
“Erkekler sizi, siz de onları görmediğiniz için kıyafetleriniz
gösterişsiz, sıcak, iyi dokunmuş, vücudunuzu örter nitelikte olduğu
sürece siyah veya beyaz olması sorun değildir... Kutsal yazıtlarda ne
peçeden, ne de başa takılan örtülerin türünden bahsedilir, ... Kadın
başını örtsün [I, Korintoslulara, 11, 6-10]... der Havari [Paul] ...
“Sarıp sarmalayın,” değil. Havva’nın günahkar bir çocuğu olarak, ilk
insandan bize kadar gelen bu günahın anısına utançlarınızı örtün,
örtüyü bir süs aracı, ya da gurur metası haline getirmeyin... Herhangi
bir şey yüzünüzü erkeklerden sakladığı sürece, bu bir duvar, ya da bir
pencerenin ardında sıkıca kapatılmış bir perde de olabilir, diğer
başörtüsü şekilleri münzeviler için önemli değildir. Bu şekilde
davranmayanlar, Havari’nin söyledikleri sizedir, duvarları ile
kendilerini erkeklerden gizleyenlere değil. Tanrı aşkı için fiziksel
olarak süslenmeyenler, Tanrı’nın gözünde daha uludur”.(Anonim,
1990, 186-187)
Ancak, yazar pileli, çok süslü, renkli başörtülerini yermekte, bunun kıyafetle gurur
duyma olduğunu belirterek, yedi ölümcül günahtan biri olan gururu eleştirmektedir:
“Renkli ya da pilili” (Anonim, 1990, 88), başörtüleri karşı cinsi cezbeder. 1236 yılında
Verse Sermon on Chastity For Nuns’ı (Rahibeler için İffet Üzerine Koşuklu Vaız) yazan
De Coincy, rahibelerin pileli ve renkli peçelerini eleştirmektedir (De Coincy, 1882, 404406) ve Ancrene Riwle’nin yazarından farklı olarak, rahibelerin peçelerinin alnı, boynu
ve çeneyi örtmesini buyurmaktadır (De Coincy 1882, 561-566). 1260 yılında da ince
Frenk tülbenti (“book muslin”) giyip, İncil Kitabını (The Book of the Bible) okuyan
münzeviler saçlarını gösterdiklerinden eleştirilmektedirler. İngilizce karşılıkla
Latince’de belirtilen “book” kelimesinin cinasıyla, durumları kendilerine
belirtilmektedir (Arden, 1677, 72). Bu satırlar, alnı açık ve pilili başörtüsü takan
(Chaucer, 1992, 25-26) Canterbury Tales’in Baş Rahibesini anımsatır.
Nefslerini köreltmek amacıyla, mazoşist şekilde münzevilerin vücutlarına işkence
çektirmeleri, şekilci çileciliği savunmaları kınanır. Ortaçağın basmakalıp sözleri dışında
bir söylem ön plâna geçer. Çünkü, İsa’nın çarmıha gerildiği zamanki acıları şahsında
hissetmek için, bunun denenerek yaşanması gerekmez; ruhani eğitim ve dini vecibelerin
tatbiki, İsa’ya ulaşma yoludur:
“Hiç kimse amirinin izni olmadan beline yapışık bir kemer takmasın
ya da demirden, kıldan veya kirpi derisinden yapılma bir şey giymesin
ya da bunlardan yapılmış bir şeyle, sivri uçlu bir demirle dikenli ağaç
dallarıyla kendini terbiye etmesin, amirinin izni olmadan vücudunu
kanatmasın. Hiç kimse, tahrikleri köreltmek maksadıyla ısırgan otuyla
vücudunu yakmasın, vücudunun ön yüzünü kırbaçlamasın...
Gereğinden fazla sert bir şekilde kendini terbiye etmesin”.(Anonim,
1990, 186)
Buna karşıt olarak, 1236’da yazılan Gulielmus Peraldus’un Tractatus De Viciis
(Kusurlar Üzerine Tartışma) kitabı çok rahat kıyafetleri yerer, vücuda işkence veren
araçları ve elbiseleri savunur, fakat Ancrene Riwle’nin yazarı gibi şatafatlı kıyafetleri
eleştirir (Peraldus, 1497, II, 15). Henry II döneminin tarihçisi Walter Map’ın 1189
civarında yazdığı şiirsel tarihçe eziyet veren kıyafetlerden bahsetmese de, keşişlerin
şatafatlı kıyafetlerini eleştirmektedir: “Kedi kürkünden yapılmış tuniklerle ne alakanız
11
var. Kürk sırtınızdan düşmüyor” (Map; 1914, 244). Dünyevi işlere kapalı olan
münzeviler ailevi bağlarını da koparmalıdırlar:
“Aileye karşı yakın duygular beslemek bir münzeviye yakışmaz. Bir
zamanlar bir din adamı vardı, bu adamın erkek kardeşi ondan yardım
istemeye geldi. Din adamı ona ölmüş ve gömülmüş başka
kardeşlerinden yardım almasını teklif etti. Kardeşi hayretler içersinde
şöyle cevap verdi: “Fakat o, ölü değilmi ?” “Ben de” dedi din adamı,
“manevi anlamda ölüyorum...”(Anonim, 1990, 187)
Münzevilerin aile bağlarını koparmamaları sorun olabilmektedir. 1252 yıllarında,
Sprotborough kasabasında St. Mary kilisesinde münzevi hayatı yaşayan Claudia adlı on
yedi yaşındaki genç kız, Hristiyanlığın ilk yüzyıllardaki dini metinleri kaleme alan
yazarları (“The Church Fathers”) değil de, hep, kendi öz babasını düşündüğünden
sadece cinassal bağlamda İngilizce karşılığıyla Latince metinde verilen bir söylem
olarak değil, aynı zamanda gerçekten de Başpapaz John tarafından yerilmiş ve kızın
ağlamaları ve mutsuzluğu devam edince münzevilikten çıkarılmıştır (Arden, 1677, 106).
Münzevilere, sebat etme, toplumdan elini eteğini çekme, dindar olma dersi veren ve
“Ilımlı olmanın her zaman en iyi şey” (Anonim, 1990, 127) olduğunu vurgulayan
Ancrene Riwle, yazarın sıcak, içten, üslubunu, konuşma diliyle bezenmiş anlatım şeklini
yansıtmaktadır. Dokuzuncu yüzyılda Kral Alfred tarafından takdim edilen günlük
konuşma ritminde düzyazı üslubu bu eserde de varken, Ancrene Riwle’nin yazarı
Aelfric ve Wolfstan gibi aliterasyona önem vererek daha çok İncil’e dayalı öğüt veren
Anglo-Sakson yazarlarından farklıdır. Çünkü, Ancrene Riwle’de Eski İngilizce
döneminin aliterasyonu ve “azizlerin yaşantısında çok karakteristik bir özellik olan
aliterasyonun kurallı bir şekilde kullanımı” (Berthurum 1935, 556) yoktur. Ancrene
Riwle’nin düzyasızı, Wycliffe ve Malory gibi yazarlarca devam ettirilen gerçekçi ve
konuşma dilindeki bir üslubu yansıtmaktadır. Eserde, münzevi hayatın sınırları
belirtilirken, kitap yalnızlığın ilâhlaştırıldığı bir eser olarak, yazarın münzevileri
düşündüğü insancıl yaklaşımını sergilemektedir. Ortaçağın basmakalıp sözlerini
yansıtan, kilisede kadının kafasını sıkma baş olarak örtmesi veya din adamlarının,
rahibelerin ya da münzevilerin nefislerini köreltmek ve İsa’nın acılarını anlamak için
vücuda işkence veren kıyafetler giymeleri, Ancrene Riwle’nin özgün düşünceli yazarı
tarafından şiddetle eleştirilir. Bu bağlamda, münzeviler için dış görünüşten ziyade,
bireysel bütünlük, yaratıcı düşünme, sağduyu ve ruhani bilgi gelişimi, dini yeniden
yapılandırmanın öncülüğü açısından önem ifade eder. Yazar, çok sonra 14. yüzyılda,
Wycliffe ve taraftarlarının dinde reform ilkesiyle başlattığı mal ve mülk peşinde koşan
kilise mensuplarını eleştirdiği, Tanrı ile birey arasına aracı sokmayı yerdiği, dış
görünüşte daha sade ve esnek bir dini kıyafeti öneren, Lollard grubunu anımsatacak
yeniliklerin adeta bir öncüsü olur.
NOT
1
Bu bilgi, Warburg Enstitüsü’nün 1992 yılı kolleksiyonunda, İngiltere’de YÖK
bursuyla Doktora derecemi yaptığım ve İngiltere ve Avrupa’nın diğer kısımlarında el
yazmaları araştırması yaptığım sırada elde edilmiştir.
12
KAYNAKÇA
Ackerman, R.W. ve R. Dahood: (1984). Ancrene Riwle: Introduction and Part 1,
Medieval Text Edition and Commentary. Binghamton: AMS Press.
Allen, Hope Emily. (1918). “The Origin of the Ancrene Riwle”. PMLA 33: 474546.
Anonim. (1990). The Ancrene Riwle. Çev. M.B. Salu. Exeter: University of
Exeter Press.
Anonim. (1984). The Book of Beasts, Being A Translation from a Latin Bestiary
of the Twelfth Century. Ed. T.H. White. Gloucester: Allan Sutton.
Anonim. (2000). The English Text of the Ancrene Riwle: The ‘Vernon Text’:
Edited from Oxford Bodleian Library Ms. Eng. Poet a. 1. Ed. Arne
Zettersten ve Bernhard Diensberg. Oxford: Oxford University Press EETS
No: 310.
Arden, John. (1677). Divinveteres, Doctor Utriusque Juris, D. Religioasa.
London: H.M.’s Books.
Baldwin, Mary. (1974). Ancrene Wisse and Its Background in the Chirstian
Tradition of Religious Instruction and Spirituality. Toronto: University of
Toronto, Department of English Ph. D. Thesis.
Benedict, St. (1914). The Rules of St. Benedict. Ed. ve Çev. D. Oswald ve
Hunter Blair. Fort Augustus: Abbey Press.
Bethurum, Dorothy. (1935). “The Connection of the Katherine Group with Old
English Prose”. Journal of English and Germanic Philology 35: 553-564.
Biller, Peter. (1985). «Words and the Medieval Notion of Religion». Journal of
Ecciesiastical History 36: 351-369.
Bromyard, John. (1586). Summa Praedicatium Omni Eruditione. Ed. A. Ricci
Venice: Dominicanus.
Chaucer, Geoffrey. (1992). The Riverside Chaucer. Ed. Anthony Burgess.
Oxford: Oxford University Press.
Cheney, C.R. (1941). English Synodalia of the Thirteenth Century. Oxford:
Oxford University Press.
Coincy, De J. (1882). Le Sermon en Vers de la Chasteé as Nonains. Paris: Livre
De Roi.
Collage, Eric. (1939). «The Recluse: A Lollard Interpolated Version of the
Ancrene Riwle». Review of English Studies 15: 1-15, 129-145.
13
Constable, Giles. (1996). The Reformation of the Twelfth Century. Cambridge:
Cambridge University Press.
Dobson, E.J. (1976). The Orgins of Ancrene Wisse. Oxford: Oxford University
Press.
Doyle, A.I. (1954). A. Survery of the Orgins and Circulation of Theological
Writings in English in the Fourteenth, Fifteenth and Early Sixteenth
Centuries with Special Consideration of the Part of the Clergy Therein.
Cambridge: Cambridge University, Department of English Ph. D. Thesis.
Eggebroten, Anne Marie. (1979). Women in the “Katherine Group” and
Ancrene Riwle. Berekeley: University of California, Department of
English Ph. D. Thesis.
Ferguson, George. (1980). Signs and Symbols in Christian Art. Tucson:Central
Press.
Holy Bible of Douay Rheims Version. (1971). Rockford: Tan Publishers.
Livingstone, E.A. (1980). The Concise Oxford Dictionary of the Christian
Church. Oxford: Oxford University Press.
Map, Walter. (1914). De Nugis Curialium. Ed. M.R. James. Oxford. Anecdota
Oxoniensa Medieval and Modern Series 14.
Marsh, Leonara Kay. (2000). The Female Body, Animal İmagery, and
Authoritarlan Discourse in the Ancrene Riwle. Austin: Texas University,
Department of Enghish Ph. D. Thesis.
McNabb, Vincent. R.W. Chambers ve Herbert Thurstan. “Further Research upon
the Ancrene Riwle”. Rewiow of English Studies 2: 82-89, 197-201.
Millet, Bella. (1992). “The Orgions of Ancrene Wisse: New Answers, New
Questions”. Medium Aevum 61: 206-228.
Millet, Bella. (1996). Ancrene Wisse, the Katerine Group, and the Wooing
Group, Annotated Bibliographies of Old and Middle English Literature.
Cambridge: Cambridge University Press.
Millet, Bella. (1999). «Ancrene Wisse and the Conditions of Confession».
English Studies 80: 193-215.
Millet, Bella. (2002) «Ancrene Wisse and the Life of Perfection». Leeds Studies
in English 30: 53-76.
Page, William. (1913). The Victoria History of the Counties of England:
Yorkshire. 3. Cilt. London: Constable and Co.
14
Peraldus, Gulielmus. (1497). Somme, Summa Virtutum et Vitiorum per Figuras.
Basel: Gloza Manuscripta.
Saegert, Pamela Patricia. (1981). The Intellectul and Literary Background of the
Ancrene Riwle. Austin: University of Texas
Savage, Anne ve Nicholas Watson. (1991) Anchoritic Spirituality: Ancrene
Wisse and Associated Works. New York: Paulist Press.
Scahill, John. (2002). «A Sanger, Kinder Nero?». A Book of Ancrene Wisse. Ed.
Yoko Wada. Osako: Osako University: 75-94.
Shepherd, Geoffrey. (1972). Ancrene Wisse: Parts Six and Seven (Middle
English Text and Analysis). Manchester: Manchester University Press.
Thompson, Sally. (1991). The Founding of English Nunneries after the Norman
Conquest. Oxford. Clarendon.
Tugwell, Simon. (2001). «The Evolution of Dominican Government Structures».
Archivum Fratrum Praedicatorum 72: 1-182.
Vigourel, Adrian. (1907). A Sunthetical Manual of Liturgy. Çev. J. Nainfa. New
York: John Murphy Publications.
Wada, Yoko. (2003). A Companion to Ancrene Wisse. Cambridge: Cambridge
University Press.
Wadington, Willam. (1802). Manuel des Pechiez. London: H. M.’s. Press.
Warburg Enstitüsü Faksimile Credens El Yazması Ms. 12, 1227.
Wilkins, David. (1737). Concilia Magnae Brittanniae et Hiberniae. London: H.
M.’s Books.
Young, Robert. (1910). Analytical Concordance to the Bible. New York: Funk
and Wagnalls. Publications.
Zettersten, Arne. (1965). Studies in the Dialect and Vocabulary of the Ancrene
Riwle. Lund: Lund University Books. 34.
15
16

Benzer belgeler