EK o N o Mİ GA z ETE c İSİ ELK İTABI - TKYD

Transkript

EK o N o Mİ GA z ETE c İSİ ELK İTABI - TKYD
EKON
OMİ
Gazet
EL KİT
ABI
ecisi
EKONO
Mİ
Gazete
BI
EL KİTA
cisi
EKONO
Mİ
Gazete
EL KİTA
BI
TÜRKİYE KURUMSAL YÖNETİM DERNEĞİ YAYINLARI
cisi
TÜRKİYE KURUMSAL YÖNETİM DERNEĞİ YAYINLARI
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Text copyright ©
Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği
Her türlü yayın hakları saklıdır. Bu kitapta yer alan fotoğraf/resim ve metinler Türkiye
Kurumsal Yönetim Derneği’nin izni olmadan kullanılamaz. Kitabın tamamı yada bir
bölümü, ilgili kişilerden izin alınmadan fotokopi dahil, optik, elektronik ya da mekanik
herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz.
1. baskı, İstanbul- Eylül 2011, Pasifik Ofset Ltd. Şti.
ISBN: 978-975-98365-9-7
Yayını Hazırlayanlar:
Yrd. Doç. Dr. Şevket Sayılgan
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
Basın Ekonomisi ve İşlt. Anabilim Dalı
Celal Toprak
Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Yönetim Kurulu Başkanı
Çetin Ünsalan
Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Yönetim Kurulu Üyesi
Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği
Yıldız Posta Caddesi, Dedeman İş Hanı, No: 48 Kat: 7 Esentepe İstanbul
Tel: +90 212 347 62 76 Faks: +90 212 347 62 76
Yasal uyarı:
Yayın içeriğindeki bilgiler, adı geçen yazar tarafından hazırlanmış olup,
Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) içeriğin doğruluğu ve güvenirliğine dair bir
güvence vermemektedir. Yayın içeriği, yalnızca yazarın görüşlerini yansıtmaktadır.
TKYD, bu bilgilerden kaynaklı olarak sorumluluk kabul etmez.
Caretta Reklam ve Halkla İlişkiler Tic. Ltd. Şti.
Samanyolu Sokak, 106 Şişli İstanbul
Tel: +90 230 23 14 Faks: +90 212 231 30 13
www.carettareklam.com / www.carettakitap.com
İÇİNDEKİLER
Giriş..............................................................................................................................11
Ekonomi Gazeteciliğinde Etik ve Kalite Standartları........................................13
Ekonomi Haberi İzleme Yöntemleri ve Haber Yazım Teknikleri.........................14
Not Alma......................................................................................................................14
Haber Kaynakları........................................................................................................18
Haber Toplama Yöntemleri.......................................................................................22
Haberin Doğruluğunu Sağlama................................................................................23
Haber Yazma Teknikleri ve Uygulamaları..............................................................26
Ekonomi Gazeteciliği................................................................................................31
Ekonomide Döngü ve Kavramlar.............................................................................33
Ekonomide Milatlar....................................................................................................42
Ekonomide Akım Süreçleri......................................................................................53
Ekonomide Havuz Sistemi........................................................................................53
Dış Borçlanma..............................................................................................................56
Açığın Finansmanında Merkez Bankası Kaynaklarının Kullanımı.....................58
Altın Para Sistemi ve Rezerv Para............................................................................59
Makro Ekonomik Göstergelerin Yorumlanması.................................................71
Faizler Neden Düşürüldü?........................................................................................75
Türk Lirası Araçlarına Yatırım Faizlerde Düşme Varken Yapılır.........................80
Faiz Kur Makası..........................................................................................................83
Dengeyi Nasıl Sağlarız...............................................................................................84
Şirketler Ekonomisi.................................................................................................101
Finans Ekonomisi.....................................................................................................107
Finans Yönetimi ve İşletmenin Fonksiyonları......................................................108
İşletmenin Amaçları.................................................................................................. 112
Kaynakça................................................................................................................... 118
ÖNSÖZ
“Kurumsal Yönetim ve Ekonomi Gazeteciliği Projesi,” Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği’nin 2003 yılından bugüne yürüttüğü çalışmalara yeni ve önemli
bir açılım getiriyor. Kurumsal yönetim ilkelerinin kapsamının halka açık şirketler, aile şirketleri ile birlikte kamu iktisadi teşebbüsleri, sivil toplum kuruluşları
ve spor kulüplerine kadar genişlediği bu dönemde, TKYD uygulamaya yönelik
rehberler ile yol gösterici olmaya devam ediyor.
Ekonomi dünyasının yakın ilişki içerisinde olduğu ekonomi medyası, teknolojik yenilikleri de kullanarak her geçen gün kapsam ve etkisini arttırıyor. Ekonomi gazetecisi, kurumsal yönetim ilkelerinin oluşturmayı hedeflediği adil, şeffaf,
hesap verebilir ve sorumlu yönetimlerin gözetimini bu kuruluşların ilişki içerisinde olduğu tüm paydaşlar adına yaparken, kurumsal yönetim anlayışının iş
dünyasına, yatırımcılara ve geniş anlamda topluma yayılmasında anahtar bir rol
oynamaktadır.
Yeni yasa ve düzenlemeler ile, başta şeffaflık ilkesi olmak üzere, tüm kurumsal yönetim ilkelerinin yeni bir anlayış ile ele alınması gereken bir döneme giriyoruz. Bu dönemde ekonomi gazetecisinin haber ve yorumlarında uluslararası
düzeyde kabul gören kurumsal yönetim ilkelerini bir değerlendirme aracı olarak
alan, bu prensipleri baz alarak sorgulayan, öneriler geliştirebilen bir donanımda olması hepimizin ortak hedefidir. Bu yayını hazırlarken amacımız bir tarafta
doğru bilgiyi, doğru zamanda ve tüm detayları ile kamuoyuna aktarma görevini
üstlenen ekonomi gazetecilerinin çalışabileceği uygun ortamı hazırlamak, diğer
yandan bu önemli görevi yerine getirirken kendilerine bilgi, tecrübe ve uluslararası standartlarda örnekler ile yardımcı olmaktır.
Bu yayın ve etrafında geliştirilen proje, Ekonomi Gazetecileri Derneği, Bahçeşehir Üniversitesi ve ABD merkezli Center for International Private Enterprise
kuruluşlarının ortak çabaları ile oluştu. Kurumsal yönetim ilkelerini toplumun
çok önemli bir kesimine anlatabilmemizde bizlere bu olanağı tanıyan ve her
noktada katkı veren proje ortaklarımıza ve özveri ile çalışan Türkiye Kurumsal
Yönetim Derneği Üyeleri’ne teşekkür ediyor, ekonomi gazeteciliğini bir meslek
olarak görerek kendini bu alana hazırlayan öğrencilere, bu kıymetli uzmanlığın
ilk basamaklarında olan profesyonellere ve kendini geliştirmek isteyen meslek
mensuplarına katkı sağlamasını diliyoruz.
Saygılarımızla,
Muharrem Yılmaz
Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
ÖNSÖZ
Dünyada ve Türkiye’de gelişen ekonomilere paralel olarak bazı kavramlar olmazsa olmaz bir hal aldı. Bu noktada anahtar rolü üstlenen kurumsal
yönetim ilkeleri, iktisadi gelişmeleri doğru okuma noktasında benimsenmesi inisiyatife bağlı olmaktan çıkan bir mesleki standart oldu.
Özellikle farklılaşan Türkiye ekonomisinde, ekonomi haberciliği noktasında bilgi çıtasının bu kavram üzerine kurgulanması şart oldu. Çünkü
kurumsal yönetim uygulamaları; şeffaflık, adillik, hesap verilebilirlik ve
sorumluluk ilkeleri çerçevesinde, verileri doğru okuyup, analiz yapma yetisini geliştiren önemli unsurlar içerir.
Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği ile Ekonomi Gazetecileri Derneği’nin
ortak çalışması neticesinde ekonomi basınına gerek mesleki bilgilerin bir
kitapçık halinde sunulması, gerekse kurumsal yönetim felsefesinin doğru
algılanabilmesi için ortaya çıkan bu eser ile önemli bir sürecin temelini attığımıza inanıyorum.
Türk ekonomi gazeteciliğinde bu çıtaya ulaşmamız durumunda meslektaşlarımızın dünyadaki gelişmeleri analitik düşünce yapısı içerisinde
değerlendirebilmelerini, veriyi doğru analiz edebilmelerini ve bu sayede
mesleklerini en iyi şekilde icra etmelerini sağlayabileceğiz.
Ekonomi Gazetecileri Derneği olarak, öncelikli hedeflerimiz arasında yer
alan meslek içi eğitim faaliyetleri çerçevesinde Türkiye Kurumsal Yönetim
Derneği ve onun nezdinde bu çalışmalara katkıda bulunan tüm değerli
kadroyu tebrik eder, Türkiye’de gelişen ekonomi haberciliği adına teşekkürlerimizi sunarım.
Celal Toprak
Ekonomi Gazetecileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Hakkında
2007 yılında 600’ü aşkın ekonomi gazetecisinin birleşimiyle doğan
Ekonomi Gazetecileri Derneği, yabancı dil kursları, eğitim çalışmaları,
meslekî seminer programları ile faaliyetlerine devam etmektedir. Yazılı
basın, görsel medya, radyo, internet medyası ve haber ajansları çalışanlarının güç birliğini sergileyen EGD, halkla ilişkiler şirketlerindeki
profesyonellerini de dayanışma üyesi olarak çatısı altında bulundurmaktadır. (www.ekonomigazetecileri.org )
Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) Hakkında
Kurumsal yönetimin Türkiye’de özel ve kamu bütün kurumlarca ana
ilkeleriyle benimsenmesi, yerleşmesi, doğru uygulanması ve sürekli
gündemde kalması için önderlik ve yol göstericilik yapmak misyonuyla hareket eden Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD), kurumsal
yönetim anlayışının ülkemizde tanınmasına ve gelişmesine katkıda bulunmak ve en iyi uygulamalarıyla hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla 2003 yılında gönüllü bir sivil toplum örgütü olarak kurulmuştur.
Kurumsal yönetim serileri, araştırma raporları gibi hazırladığı süreli, süresiz yayınlar ve internet sitesi aracılığı ile bilgiye sürekli erişim
sağlayan TKYD, üyelerine sağladığı avantajlarla; özel temalı etkinlikler, yılsonu toplantıları gibi sosyal aktivitelerde iletişim ağını genişletebilme, uluslararası konferans ve seminerlere ayrıcalıklı katılım imkanı,
eğitim programları ile kişisel ve kurumsal gelişim ve çalışma gruplarına üyelik fırsatları ile ortak uygulamaların parçası olma ve öneriler
geliştirebilme faydaları sağlayarak, ülkemizde şirketlere kurumsal yönetim alanında bir nevi yol gösterici misyonunu da üstleniyor. (www.
tkyd.org)
Center for International Private Enterprise (CIPE) hakkında
CIPE, demokratik yapının güçlenmesi için özel sektöre desteğin ve
kurumsal yönetim ilkelerine olan bağlılığın artırılması yolunda çalışmalarını sürdüren bir kurumdur. Amerika Birleşik Devletleri Ticaret Odası’na bağlı olan CIPE, National Endowment for Democracy
(NED)’nin ortaklarından biridir. CIPE, 25 yıldır iş dünyası liderleri,
politik liderler ve basın ile yakın ilişkilerini sürdürmekte ve çalışmalar
yapmaktadır. Kuruluş ile ilgili detaylı bilgi www.cipe.org adresinden
alınabilir.
10
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
GİRİŞ
Ekonomi gazeteciliği gibi ekonomik gelişmelerin yorumlanması ve buna bağlı kamuoyunun aydınlatılması görevinin temel olduğu bir iş kolunda ekonomik dataların neyi etkilediği ve nelerden etkilendiğinin doğru
analizi büyük bir önem taşımaktadır. Günümüzde
onlarca ekonomik data açıklanmakta ve bu dataların
birbirleri ile olan ilişkilerinin her zaman sağlıklı yapılamadığı için oluşturulan haberlerin kamuoyu çıkarı
açısından olumsuz sonuçlar doğurması da kaçınılmaz
olmaktadır.
Bu çalışmanın amacı gazetecilik nosyonu almış olan
çalışanlarınıza ekonomik etkileşimleri ve sonuçlarını
pratiğe dönük olarak verebilmektir. Beraberinde piyasalardaki gelişmeleri doğru okuyan ve geleceğe dönük
sağlıklı tahminler yapabilen, böylece de kamuoyunu
objektif aydınlatan ekonomi gazetecilerinin sektördeki
sayılarını arttırabilmektedir.
11
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
12
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Ekonomi
Gazeteciliğinde
Etik ve Kalite
Standartları:
Gazetecilikte temel amaç kamuoyunun şeffaf, doğru, zamanında ve eksiksiz
bilgilendirilmesidir. Gazeteci aslında halkın haber alma işlevini yerine getirdiği
için toplumsal ve kamusal bir görevi yerine getirir. Bu nedenle evrensel insani
değerlere bağlılık, özet olarak, gazetecilerin savaş kışkırtıcılığı yapma, silahlanma yarışını destekleme, şiddeti övme, ırkçılık ve ırk ayrımcılığı yapma, baskıcı
rejimleri destekleme ve benzeri etkinliklerden kaçınmalarını gerektirmektedir.
Gerçek bir gazeteci barış, demokrasi, insan hakları, toplumsal gelişme gibi evrensel insani değerleri savunur. Ekonomi Gazetecileri Derneği bu genel değerleri
kuruluşunda kabul etmiş ve savunma kararı almıştır. Bunlara ek olarak ekonomi
gazetecisinin sahip olması gereken etik ilkeler şöyledir: Ekonomi gazetecisi haberi muhataplarından çek ettirir. Cevap ve düzeltme hakkına saygı gösterir. Bu
hakların kullanımı için elinden gelen çabayı harcar.
Ekonomi gazetecisi meslektaşlarının kötü muamele, yasadışı davranış, haksız
yere gözaltı, yargılanma vb. olaylarla karşı karşıya kalması halinde onu destekler. Bu konuda kolektif bir davranış sergilenmesi için çaba gösterir. Ekonomi gazetecisi, mesleğini karalayıcı yayın yapamaz. Ekonomi gazetecisi yasalarla yasaklanmış olmasa dahi, elde ettiği ekonomik ve finansal bilgiyi geniş biçimde
yayınlanmadan önce veya sonra kendisinin yahut yakınlarının çıkarları için kullanmaz. Ekonomi gazetecisi bu nedenle halkla açık şirketlerin bilgilendirme toplantılarında titiz ve eşitlikçi olunması için uyarıda bulunur. Ekonomi gazetecisi
ve birinci derece akrabalarının hisse senedi ve spekülatif yatırım araçlarında bir
pozisyonu olduğunda, sorumluları bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu araçlarla
13
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
ilgili analiz-yorum yaptığında pozisyon aldığını belirtmesi uygun olur. Ekonomi gazetecisi, gazeteci olmayanların da yayın organlarında yazarlık yapmaları
halinde kimliklerinin açıklanmasını bekler ve şu kuralın uygulanmasını önerir:
“Bir yayın organında, sürekli veya zaman zaman, gazetecilik kapsamına giren
alanlarda faaliyet gösterenlerin asıl sıfatları, asli işleri uygun şekilde belirtilmeli,
kamuoyu onların temel konumu hakkında bilgilendirilmelidir. Bu bilgilendirme
yazarın ya da değerlendirme yapanın adının yanına konulan bir yıldızın altta
açıklaması şeklinde olabilir.”
Ekonomi gazetecisi kamu ya da özel sektör kuruluşlarından, bunların yetkililerinden ve bunlar adına basınla ilişkileri sağlayan birim ve kuruluşlardan herhangi bir gerekçeyle haber ve analizi etkileyecek düzeyde hediye kabul edemez.
Ekonomi gazetecisi, kamu yararı mutlak gerektirmedikçe, yayınlanması istenmeyen haberleri yayınlayamaz. Haber kaynaklarının ve kendisine verilen meslek sırlarının gizliliğini korumaya özen gösterir. Ekonomi gazetecisi, gazeteci
kimliğini, işlevini ve nüfuzunu kullanarak kendisi, çalıştığı kurum ya da üçüncü
şahıs veya kurumlar adına iş takibi yapamaz, buna zorlanamaz.
Ekonomi gazetecisi, kendisinden ilan ve reklam niteliğinde haber istenmesi halinde, bunların ‘ilan’ veya ‘reklam’ olduğunun belirtileceği garantisini almadıkça
haber yapmaz. Ekonomi gazetecisi, haberinde kendisi ya da kuruluşunun görüşünü empoze etmek de dâhil olmak üzere hiçbir gerekçeyle gerçeği çarpıtamaz.
Haber ve yorumlarda, kişi ve kurumları hedef alan çirkin, kaba ve onur kırıcı
kelime ve ifadeler kullanamaz.
Ekonomi haberi izleme yöntemleri ve
haber yazım teknikleri
NOT ALMA
Gazetecilikte, “not alma” çok önemlidir. Muhabir olayı izlerken ya da ikinci elkaynaktan verileri sağlarken önce not alır, sonra bunları okuyarak değerlendirir
ve sıraya koyarak yazar.
Not Alma Teknikleri
Duyduklarından Not Almak
Dinleme sırasında kalıcı bir bilginin oluşması için not almak bir zorunluluktur.
Dinlerken not alarak, konuyu ve konuşmacıyı daha rahat takip edebilir, söylenenleri daha iyi anlayabilir, ana fikri ve onu destekleyen yardımcı fikirleri daha
kolay bulabilir. Not alarak kedindiğimiz bilgilerin daha kalıcı olmasını sağlayabiliriz.
14
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Yazma konuşmaya göre daha fazla zaman almaktadır. Yapılan bir araştırmada dakikada 150 sözcük söylenebildiği halde, aynı zaman diliminde; ancak 27
sözcüğün yazılabileceği ortaya çıkmıştır. Herkesin kendine özgü bir not alma
yeteneği vardır.
Alınan notların daha sonra sıraya konularak düzenlenmesi gereklidir. Bu nedenle özenli çalışmak gerekir. Not almaya başlamadan önce dinlemek, anlamak,
analiz etmek ve seçmek gibi yetenekler de bir araya getirilmelidir.Not alma soru
sormayı da kolaylaştırır. Örneğin, bir basın toplantısında eksik kalan bölümler
nottan çıkarılarak, muhabir tarafından konuşmacıya yöneltilmektedir.
Okuduklarından Not Almak
Özellikle araştırma amacıyla okuyan her kişi, konuyla ilgili notları almak mecburiyetindedir. Çünkü insan, faydalandığı her kaynağı her yere kolayca taşıyamaz. Oysa alınan notları taşımak kolaydır.
Metni okurken iki türlü not alınır:
• Doğrudan Yani Aynen Aktararak Not Alma: Buna alıntı da denir. Alıntı, bir
cümleyi veya metnin bir bölümünü hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi
aktarmak demektir.
Okuduğumuz metindeki bazı cümleler veya bölümler, araştırmamızı destekleyecek, bize yardımcı olacak nitelikteyse aynen alınabilir. Bu tür notlar, tırnak
içinde “…..” gösterilmelidir.
• Dolaylı Yani Özetleyerek Not Alma: Buna dolaylı aktarma da denir. Bu tür
not almada okuduğumuz metnin ana fikrini, önemli noktalarını kendi ifademizle yazarız. Aldığımız notların tırnak içinde gösterilmesine gerek yoktur.
Gördüklerinden Not Almak
Her gün gelip geçtiği cadde üzerindeki binaların durumu hakkında sorular
yöneltilen bir kişi, eğer o caddeden sadece etrafına bakınarak gelip geçmişse,
sorulara yanıt veremeyecektir.
Bakmak başka, görmek başka şeydir. Bakmak, çevremizdeki varlıkların genel
olarak var olduklarını anlamaktır. Ayrıntılarına kadar kavramak ancak o varlıkları görmek irade ve arzusuyla gerçekleşebilir.
Gözlem Yaparken Şu Noktalara Özen Göstermek Gerekir:
• Gözlem yapacağımız varlığın, olayın, kişinin vb.nin hangi yönünü inceleyeceğimizi,
• Ne amaçla inceleyeceğimizi,
• Gözlem sonuçlarından ne yarar beklediğimizi önceden saptamalıyız. Saptadığımız ilkelerin uygulanmasında daha önce edindiğimiz bilgilerin ve düşünme
mekanizmamızın büyük rolü olacaktır.
15
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Gözlemlerimizi daima sağlam temellere dayandırmalıyız. İlgilendiğimiz olay
ya da varlıkların kendine özgü niteliklerini ayırabilmeli ve bunları değerlendirebilmeliyiz.
Gözlemlerimiz sırasında notlar almamız yazma aşamasında büyük kolaylıklar
sağlayacaktır.
Notları Değerlendirmek
İki saatlik bir konuşma, ya da bir basın bülteni nihayet birkaç cümlelik habere
dönüştürülürken, önemli olan bölümler not alınmaktadır. Etkili not almak,
mesleki deneyim ve birikime bağlıdır. Not alan muhabir, konunun uzmanıysa
çalışması kuşkusuz daha da kolaylaşacaktır. Muhabir haberi toplama aşamasında aldığı notları sonradan değerlendirerek, bunların içinden haberde kullanacağı
bölümleri alacaktır.
Alınan Bilgiler Şu Kriterlere Göre Değerlendirilir:
• Muhabir notlarını topladıktan sonra kendisine sorular sorarak, haberle ilgili
eksikliklerinin olup olmadığını gözden geçirmelidir. Gazeteciliğin temeli sayılan
ve 5N-1K olarak özetlenen kim, ne, nerede, ne zaman, nasıl ve neden sorularının
yanıtlarını alıp almadığını kontrol etmelidir.
• Nesnellik (tarafsızlık) haberin önemli ölçütlerindendir. Bir gerçek tek yanlı
sunulmamalıdır. Her olayın aydınlatılması gereken iki yönü vardır. Haber konusu olayda yer alan farklı tarafların görüşleri objektif bir şekilde yansıtılmalıdır.
• Ön yargılı davranılmamalıdır. Peşin yargılar taraf olmaya ve yanılgılara sürükler. Yalanlardan çok, önyargılar gerçekleri engeller. Toplanan bilgiler, bu açıdan da değerlendirilmelidir.
• En önemli bilgiler girişte, daha az önemli olanlarsa sonlarda yer alır. Bir haber metni sondan kısaltılabilecek biçimde düzenlenmelidir.
• Olaylar ve isimler birbirine uymalıdır. Haber yapılan olay, gerçekle bağdaşmalıdır.
• Alıntılar doğru yapılmalıdır. Bir konuşmanın, bildirinin ya da yazılı bir ifadenin özünü içeren tümceler aynen aktarılmalıdır. Şayet metnin bir bölümü dolaylı
aktarılacaksa, sözcük seçimine özen gösterilmelidir. İfade hiçbir biçimde açıklayıcı ön adlar ya da başka eklentilerle değiştirilmemelidir.
• Yer ve zaman bilgileri açık olarak iletilmelidir.
• Haberler kaynak gösterilerek kanıtlanmalıdır.
• Kısa ve açık tümceler yazılmalı ve ana tema üzerine yoğunlaşılmalıdır. Bir
haberi yazıya döken kişinin ayrıntılar arasında kaybolmaması önemlidir.
Öncelikli olan bilgiler belirlenmeli, olgular açık ve anlaşılır bir şekilde aktarılmalıdır.
16
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Etkili Not Alma Yöntemleri
Nota gereksinim duyulan durumlarda ön hazırlık olarak yeter sayıda kalem,
defter, kâğıt ve ses kayıt cihazı (teyp) bulundurulmalıdır. Haberin doğruluğunu kanıtlamada ses kaydı önemlidir. Bazı durumlarda, açıklamayı yapan kişiler,
daha sonra sözlerini inkar ederek muhabirleri güç durumda bırakabilmektedirler. Bu nedenle teybe kayıtlı sesler olaya açıklık getirmektedir.
Not alırken özel işaretler ve kısaltmalar kullanarak not ederiz. Bir konuşmada
sık sık aynı sözcük geçiyorsa yeniden yazmak yerine kısaltmasını kullanabilirsiniz.
Not Almada Uyulması Gereken İlkeler:
• Aynen yazmak yerine, önemli ayrıntıları kısaca yazmak,
• Konunun özünü kaçırmamak,
• Özel işaretlerden ve kısaltmalardan yararlanmak,
• Zaman geçirmeden, eksikleri tamamlayarak, yanlışları düzelterek, tekrarları
çıkartarak yeniden yazmak,
• Konulara göre sınıflandırmak, kaynakları belirtmek, ilgili arşivlerde saklamak
Haber İzleme Yöntemleri
Eylem Haberlerini İzleme Yöntemleri
Eylem Haberleri: Bu tür haberlerde daha çok eylem, çok az söylem bulunur.
Cinayet, yangın, kaza, gösteri, protesto ve miting benzeri haberler eylem haberleridir.
Gazeteci; tanık olamadığı, gerçekleştikten sonra öğrendiği olaylarla ilgili bilgileri ikinci el kaynaklardan öğrenir. Olayla ilgili bilgiler, haber kaynakları tarafından gazetecilere aktarılır. Bu süreçte gazetecinin ilk başvuracağı yollardan biri
çeşitli insanlarla konuşmak, daha doğru bir deyişle, söyleşi (mülakat) yapmaktır.
Söyleşi yapılan kişiler çoğu kez olaya katılanlar veya görgü tanıkları olur. Örneğin; kaza haberlerinde polis ve hastanedeki doktorlardan bilgi alma. Ayrıca,
gazetecinin haberi oluşturan olay hakkında, olaya katılmayan, ancak konunun
uzmanı olan kişilerin görüşlerini alması da çoğu kez gereklidir.
Söylem Haberlerini İzleme Yöntemleri
Söylem Haberleri: Bu tür haberler verili haberlerdir. Yani nerede, ne zaman
kimlerin bulunacağının bilindiği haberlerdir. Bu haberlerde daha çok söylem,
çok az da eylem bulunur.
Basın toplantısı, seminer, sempozyum, konferans, açık oturum, bilimsel toplantılar, panel vb. söylem haberleridir. Söylem haberleri çoğu kez yerinden toplanır.
Örneğin; gazeteci bir konuşmayı, toplantıyı, futbol maçını, bir duruşmayı, bir
17
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
seçimi izler. Gazetecinin olayı yerinden izlerken, olayın neden oluştuğunu da
anlaması ve değerlendirmesi gerekir. Bu bakımdan anlama yeteneğini bilinçli bir
şekilde kullanması, çok iyi gözlem yapması zorunludur. Örneğin; bir politikacı
vergi reformu üzerinde konuşmaktadır, fakat neden konuşma için o günü ve yeri
seçmiştir? Bu soruların yanıtları politikacıyı izlerken gazeteci bulmalı, konuşma
yeri ve zamanını iyi bir şekilde tanımlamalıdır.
Gazeteci, gözlemini yaparken, gerekli yerlerde not almalı, konuşmaları kaydetmelidir.
Yerinden haber toplama bakımından uzmanlaşma iyi sonuç vermektedir. Uzmanlaşmış muhabirler, haberleri yerinden daha kolay izleyebilirler. Aynı zamanda uzmanlıkları gereği olarak, olayın yakın geçmişi ile birleştirmeyi daha
kolaylıkla yapabilirler. Özellikle, parlamento, ekonomi ve adliye muhabirleri,
yerinden haber verme yönünden uzmanlaştıkları ölçüde daha etkin olabilirler.
HABER KAYNAKLARI
Haber kaynakları: Habere konu olan olay, kişi ya da durum hakkında bilgi
alınan kişi ya da, kuruluş, görüntü malzemesi (olayı ya da durumu aktaran),
kitap, dergi, rapor vb. olarak tanımlayabiliriz. Haber kaynakları gündemin belirlenmesinde etkilidir. Muhabir haberini kaynaktan aldığı bilgiler çerçevesinde
oluşturur. Bu bilgilerin doğru olup olmadığını başka kaynaklardan aldığı bilgilerle karşılaştırarak öğrenir. Oluşturulan haberlerde kaynağın belirlenmesi, hem
alınan bilginin kimden, nereden alındığını gösterir; hem de haberin güvenilirliğini sağlar.
Genel Anlamda Haber Kaynakları
Gazeteciler, haber toplama yönünden çeşitli kaynaklardan yararlanırlar. Bu
kaynakları en basit bir sınıflandırma ile ikiye ayırmak mümkündür.
• Birinci el kaynaklar
• İkinci el kaynaklar
Birinci El Kaynaklar
Birinci el kaynakları; olayı yaşayan, gören ya da olayla ilgili bilgi verebilecek
kaynaklar olarak tanımlayabiliriz. Siyaset, ekonomi, sanat, kültür, spor vb. alanlarda karar mekanizmasında bulunanlar (bürokratlar da dâhil) birinci el kaynaktır.
Muhabirin bizzat olayların içinde yaşayarak elde ettiği verilerle haberi oluşturmasına, birinci el kaynaklardan haberin toplanması denir.
Muhabirin tören, sempozyum, konferans, basın toplantısı, açık oturum vb. gibi
her türlü sosyal, sanatsal ve kültürel etkinlikte hazır bulunarak, gözlemleri so18
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
nucu topladığı bilgi, ayrıntı ve belgelerle haberi düzenlemesi, haber unsurlarını
telefonla ya da yüz yüze mülakat yöntemiyle toplaması, bütün bu çalışmalar,
birinci el kaynağa örnek oluşturmaktadır.
İkinci El Kaynaklar
Gazeteciler gözleyemeyecekleri olaylara ilişkin bilgileri ise, ikinci elden öğrenme yoluna giderler. Başka bir deyişle muhabirler ikinci el kaynaklara dayanarak
haber yazarlar.
Haber ajansları, basın bildirileri, bültenler, açıklamalar, kamu ve özel sektör kuruluşları, odalar, dernekler, vakıflar ve kişilerden çeşitli yol ve yöntemlerle gelen
bilgi, belge ve veriler ikinci el haber kaynakları arasında yer almaktadır. İkinci el
kaynaklar, genelde hem haberi oluşturan hammaddedirler, hem de gazetecinin
daha önce topladıklarının denetiminde kullanılabilecek önemli metinlerdir.
Gazeteci, resmi olsun olmasın, ikinci el kaynakları anlayarak okumalı ve iyi değerlendirerek kullanmalıdır. Burada gazetecinin iyi eğitim görmüş olması, hatta
dalında uzmanlaşmış olması önemli rol oynar.
Yapısal Bakımdan Haber Kaynakları
Resmi Kaynaklar
Bütün kamu kuruluşları resmi haber kaynaklarıdır.
Özel Kaynaklar
Sendikalar, meslek odaları ve kuruluşları, dernekler, vakıflar gibi sivil toplum
örgütleri özel haber kaynaklarıdır.
Haber Ajansları
Hukuki statüsü ne olursa olsun, genel anlamda haberleri kitle iletişim araçlarına aktaran, yasaların hükümlerine, ticaret kurallarına uygun, olanak verdiği
ölçüde tam ve tarafsız bir hizmet götüren kuruluşlara haber ajansı denir.
Uluslararası ve ulusal haber ajansları da haber kaynağıdır.
Ulusal ve Uluslararası Kaynaklar
Ulusal ve uluslararası kitle iletişim araçları aynı zamanda haber kaynağı işlevini de üstlenmişlerdir. Çeşitli kaynaklardan haber alan bu kitle iletişim araçları, tüketici olmalarına karşın, bazı durumlarda, üreticilik de yapmaktadırlar.
Örneğin; CNN, BBC, ABC, CBS gibi radyo ve televizyonların haberleri, gerek
dinleme servisleri aracılığıyla, gerekse abone yöntemiyle diğer yayın organlarına aktarılmaktadır. Dış ülkelerde yayımlanan bazı gazete ve dergiler de birer
haber kaynağı olarak değerlendirilmektedir. Ulusal düzeydeyse, çoğu basın organı, televizyonların teleteks sistemlerini kullanarak habere ulaşmaktadır. Kimi
yayın organları da çeşitli aygıtlarla radyo ve televizyon kanallarının haberlerini
19
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
kopyalayarak yararlanma yoluna gitmektedir. Para ödenmediğinden bu yöntem
“korsan haber alma” sayılmaktadır.
Geçmişte, özellikle Anadolu gazetelerinin haber kaynağının önemli bir bölümünü Ankara Radyosu’nun yavaş bir anlatımla uyguladığı “Haber Yazdırma
Saati” oluşturuyordu.
Diğer Kaynaklar
Teknolojik gelişmeler ve çağdaş gazetecilik alanındaki hızlı değişim, haber
kaynaklarını da çeşitlendirmiştir. Klasik anlamda haber kaynaklarına yenileri
deeklenmektedir. İnsanı ilgilendiren konuların gelişmesi ve çeşitlenmesiyle, yeni
haber konuları dolayısıyla da yeni haber kaynakları ortaya çıkmaktadır. Örneğin; uzay çalışmaları, çevre, hava ve deniz kirliliği, küresel ısınma vs.
İnternet de günümüzde hemen bütün devlet kurumlarının, ticari kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin sitelerinin olduğu önemli bir sanal yerleşim yeri
haline dönüşmüştür. Artık kurum ve kuruluşlar, kendileriyle ilgili hemen tüm
gelişmeleri, duyuruları, bültenleri internet üzerinden de yayımlamaya başlamışlardır. İnternetteki bu yayınlar, haberciler için yeni bir haber kaynağı oluşturmuş
ve geleneksel medya, haber ajansları ve haber sitelerindeki muhabir ya da editörler, kurumların bu sitelerinden haber derlemeye başlamışlardır. Bu bağlamda
internetin haber kaynağı olarak her geçen gün daha fazla kullanılması söz konusu olmaktadır.
Haber yapabilmek için her zaman muhabirler haber kaynaklarının bulunduğu
yere gitmezler, bazen haber kaynakları da yayın kuruluşlarına gelirler. Örneğin;
Başbakan, Bakanlar, Valiler, Belediye Başkanları, sivil toplum örgütlerinin liderlerinin basın kuruluşlarını ziyaretleri sırasında yaptıkları açıklamalar da habere
kaynak oluşturmaktadır. Kişiler, ziyaret amacı dışında sadece haberleri iletmek
için de basın-yayın kuruluşlarına gelirler. Ancak, ayağa gelmiş kaynaktan alınan
bilgilerin yönlendirme amaçlı olabileceği de düşünülerek, ziyaretçinin verdiği
bilgilerin doğruluğu denetlenmeli eğer haber yazılacaksa, bu denetimin ardından yazılmalıdır.
Doğal afetler, kaza yangın, cinayet vb. aniden gelişen olayları gören ve duyan
kişiler, telefonla ya da başka kitle iletişim aracıyla, basını haberdar etmektedir.
Bu kişiler de ikinci el haber kaynağı konumundadır. Muhabir, bu ana bilgiyi aldıktan sonra ya olay yerine gider, ya da araştırmasını yapara, ayrıntısını öğrenir
ve haberini düzenler.
Bir başka haber kaynağını da diğer yayınlar oluşturmaktadır. Örneğin; başka
dergi ve gazetedeki ilginç bir haber, yazı ve açıklama önemli unsurları içerebilir.
20
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Bunlardan yararlanılarak yeni, hatta özel haberler üretmek mümkündür.
Ulusal Haber Kaynakları
İl ve İlçelerde Haber Kaynakları
Ülkemizde il ve ilçelerde bazı rutin haber kaynakları vardır. Bunlardan başlıcaları:
• Valilik
• İlçelerde Kaymakamlık
• Belediye Başkanlıkları (Büyükşehir, ilçeler)
• İl Genel ve Belediye Meclisleri
• Çeşitli kamu kuruluşları
• Çeşitli müdürlükler
• Polis, jandarma varsa silahlı kuvvetlerin birlikleri
• Adliye
• Siyasal partiler, sendikalar, bütün sivil toplum örgütleri
• Sanayi, ticaret ve deniz ticaret odaları
• Dernekler ve meslek odaları
• Özel sektör kuruluşları ve vakıflar
• Spor kuruluşları
• Eğitim kurumları (İlk, orta dereceli okullar, üniversite, özel okullar,
dershaneler)
• Sanat ve eğlence yerleri
• Sağlık kurumları, hastaneler vb.
Başkentteki Haber Kaynakları
• Cumhurbaşkanlığı
• Başbakanlık ve Bakanlıklar
• Parlamento (Bu üç bölümde çalışan muhabir sayısı çok fazladır, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Muhabirleri Derneği ve Parlamento Muhabirleri Derneği
olarak da örgütlenmişlerdir)
• Siyasal partilerin ve sendikaların genel merkezleri
• Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT)
• Genel Müdürlükler
• Polis ve jandarma örgütü
• Silahlı kuvvetler
• İktisat, ticaret ve sanayi odaları
• Sanat ve eğlence yerleri
• Eğitim kurumları
• Özel sektör
21
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Haber Toplama Yöntemleri
Yerinden Haber Toplama
Gazeteci, daha önceden planlanan ya da bilinen, örneğin; törenleri, kültürel,
sanatsal, sosyal ve spor etkinliklerini, mahkeme koridorlarını, duruşmaları, politik gelişmeleri kaynağından izlemektedir. Olayları gözlem yaparak, katılarak
yerinden izlerken; neden meydana geldiğini de araştırmaktadır.
Sıcak haberlere ilişkin bilgi, belge ve veriler, önemi ve öncelikleri dikkate alınarak genelde kaynaktan toplanmaktadır. Yerinden haber toplamada deneyim ön
plana çıkmaktadır. Uzmanlaşmış muhabirler, olayın geçmişiyle ilişki kurabildikleri için haberleri daha kolay ve rahat biçimde izlemektedirler. Özellikle, parlamento, ekonomi ve adliye muhabirleri, yerinden haber vermede uzmanlaştıkları
ölçüde başarı sağlamaktadırlar. Yerinden haber toplamada ikili ilişkilerin önemi
de yadsınamaz.
Yerinden haber toplama bir maliyeti de gerektirdiğinden, yayın kuruluşları
abone oldukları ajanslardan da yararlanmaktadır. Gazetecilik kuruluşları haberi
yerinden izleseler bile, haber yaparken haber ajanslarının verdikleri ile kendi bilgilerini birleştirebilirler.
Yerinden haber toplama yönteminin rutin bazı kaynakları şunlardır:
Açıklama: Habere konu oluşturan olay/olgu/fikir ve sorun hakkında bilgi vermedir. Açıklama sözlü ya da yazılı olarak yapılır.
Demeç: Yetkili bir kişinin konuya ilişkin yaptığı açıklamadır. Demeç de açıklama gibi yazılı ya da sözlü olur. Basın konferansları, toplantıları, turları ve gezileri. Konferans, panel, seminer, açıkoturum, sempozyum, yarışma, şenlik gibi
etkinlikler. Törenler, toplantılar (uluslararası, ulusal, bölgesel ve yerel), açılışlar,
Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, Bakanlar ve üst düzey bürokratların
yurt dışı ve yurt içi gezileri.
Telefon, E-posta, Faks vb. Araçlarla Haber Toplama
Gazetecilik yapan kitle iletişim araçlarında haberlerin çoğu telefonla alınmaktadır. Fazla masraf gerektirmediği için sıkça başvurulan bu yöntem, aynı zamanda söyleşi çeşitlerinden birini oluşturmaktadır.
Yerinde izlenmiş ya da başka kaynaklardan yansımış haberlerdeki eksik unsurlar ve tamamlayıcı bilgiler için çoğu kez yine telefonda söyleşi yöntemi tercih
edilmektedir.
Faks da bilgi ve belgelerin toplanmasında kullanılan araçlardan biridir. Elektronik posta; haberciler için, yoğun kullandıkları bir internet aracı olarak önemli
bir yere sahiptir. E-posta, özellikle geribildirimde sağladığı kolaylıklar nedeniyle
22
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
hem habercilerin, hem de köşe yazarlarının telefon kadar önemli bir iletişim aracı
olmuştur. Ayrıca, zamana bağlı olmayan haber ve malzemeler, elden, postayla ya
da faksla alınabilmektedir.
Araştırma Yöntemiyle Haber Toplama
Haber toplama yöntemlerinden biri de araştırmadır. Araştırma, içeriğe ilişkin
ayrıntıları elde etme ve doğru verilere ulaşmada etkin rol oynamaktadır. Bu bağlamda, kimi durumlarda bazı engelleri ve zorlukları da aşmak gerekebilir.
Bilgi, belge ve her türlü verileri toplamada etkin rol oynayan araştırma yönteminde; arşiv, kütüphane, dokümantasyon merkezleri ve internetten geniş ölçüde
yararlanılmaktadır. Değişen teknolojik imkânlar, on-line (sanal) kütüphaneler,
yayın organlarının arşivleri, haberle ilgili araştırma sürecinde başvurulan kaynaklardır.
İnternet yardımıyla onlarca bilgiye çok kısa sürede ulaşılmakta, elektronik
postayla da haber kaynağı kişi ve kesimlerden bilgi toplanmaktadır. Gazetelerin kamu yararı gözeterek yaptıkları yayınlarda, araştırma haberleri büyük yer
tutmaktadır. Araştırmacı haber yazan gazeteciler, gizli kapaklı kalmış, üstü örtülmüş olayları araştırırlar, derinleştirirler. Hükümete ait sorunlardaki doğru ve
yanlış uygulamaları, özel sektördeki yolsuzlukları ortaya çıkarmaya çalışırlar.
Çeşitli polis-adliye haberlerinin açığa çıkarılmasında da araştırma yöntemine
başvurulmaktadır. Ayrıca bu tür haber vermenin çok uzun süre sonra ürün verebildiği akıldan çıkarılmamalıdır.
HABERİN DO⁄RULU⁄UNU SA⁄LAMA
Mesleğe yeni başlamış, heyecanlı, fakat deneyimsiz gazeteciler tarafından yazılan haberler, bazen önemli hataları içerir. Haber kaynaklarının yanlış bilgilendirme ve yönlendirmeleri de eklenince, ortaya kötü sonuçlar çıkabilir. Bu duruma
düşmemek için, gazetecilerin elinde bulunan en önemli silah, haberin doğruluğunu sağlamaktır.
Haberin doğru olmasını sağlama yanında, topladığı bilgileri veya ele geçirdiği bazı belgeleri diğer yayın organlarından daha önce kendi gazetesinde yayınlatma, gazetecilik dilinde “atlatma haber” olarak adlandırılır. Haber atlatmak,
heyecan verici olsa da muhabir için doğru haber vermek ve sorumlu gazetecilik
yapmak ön planda gelmelidir. Elde edilenler üzerinde kuşku varsa, atlatma haber uğruna, sorumsuz davranılmamalıdır.
Haberin doğruluğunu sağlama yönünden karşılaşılanlar arasında, haber kaynağınca gerçekleştirilen bazı işlemlere değinmek gerekir. Haber kaynağının kasıtlı veya kasıtlı olmayan şekilde hatalı bilgi vermesi, haberin doğruluğu yönün-
23
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
de en önemli engeli oluşturur. Haber kaynağı ile gazeteci arasında bilgi alışverişi
yönünden etkileşim gerçekleşse bile, ortaya iyi bir sonuç çıkmaz. Bu nedenle
gazetecinin topladığı bilgi ve belgeleri denetlemesi ve değerlendirmesi gerekir.
Haber kaynağı kasıtlı olarak hatalı bilgi veriyorsa, haberin doğru olmaması
için elinden geleni yapıyor demektir. Buna karşılık, haber kaynağı kasıtlı olmayarak hatalı bilgi veriyorsa, ya olaya yanlış olarak tanıklık etmiştir ve ya belleği
zayıftır. Haber kaynağınca kasıtlı olarak gerçekleştirilen yanlış bilgi verme işlemi, haberin doğruluğu yönünden önemli sorunlara yol açabilmektedir. Hiç bilgi vermeyen haber kaynağı, kasıtlı ve bilinçli olarak bu işleme başvurmaktadır.
Kendisine bilgi için başvuran gazeteciyi başından savmakta ve atlatmaktadır.
Kasıtlı olarak haber kaynağınca gerçekleştirilen diğer bir işlem, eksik bilgi vermedir. Eksik bilgi verme işlemi sırasında, haber kaynağı olaya ait bazı noktaların
gün ışığına çıkmasını istememekte, verdiği bilgileri kendine göre düzenlemektedir.
Haberin Doğruluğunu Kanıtlama
Haber konusu olayla ilgili bilgilerin farklı kaynaklardan doğrulatılması gerekir. Gazeteciler, haberde geçen adların, adreslerin doğru olup olmadığını, ayrıntıların yerli yerinde bulunup bulunmadığını kontrol etmeli, haberi oluşturan
olguları değerlendirmeli ve böylece haberin doğruluğunu sağlamalıdırlar. Gerek
yazılı basın, gerekse sözlü basın doğruluğunu kanıtlayamadığı bir haberi verdiğinde, riske girmiş demektir. Haberde soruşturulmamış konuların bulunması,
olasılıklara fazla yer verilmesi, genelde iyi sonuç vermez. Hatta yayın organının
itibarının zedelenmesine kadar işi götürebilir. Yayın organı, sorumlu ve güvenilir
olmamakla suçlanabileceği gibi, haberi yazan gazetecinin prestiji ve güvenilirliği
sarsılmış olur. Bu bakımdan, gazeteci, haberi unsurlarının doğruluğu kanıtlanana kadar yazmamalı, yayın kuruluşu da yayınlamamalıdır.
Bazen de, gazeteci haberdeki temel gerçeklerden emin olabilir; fakat tamamlayıcı ayrıntılar hakkında kuşkusu bulunabilir. Bu durumda, ilk baskıda kuşkular
kanıtlanana kadar haberi niteleme yoluyla vermeyi uygun görebilir.
Gösterilen bütün özene karşın, yine de doğru olmayan bazı noktalar haberlerde yer alabilir. Bunu önlemek, çoğu zaman pek mümkün de değildir. Haber
yazarken, bu gibi durumları önlemek için kullanılan yollardan bir tanesi, her iki
tarafın görüşlerini aynı haber içinde yansıtmaktır. Bu yol, genelde haberin doğruluğunu kanıtlamak yönünden kullanılan en iyi yol olarak kabul edilir.
Doğru olmayan bir demeci haber diye vermek, iyi bir habercilik örneği değildir. Aksine, sorumsuz gazeteciliktir. Gazetecinin görevi, verilen demeçte nelere
değinildiğini değerlendirmek, demecin kimden alındığına göndermede bulun24
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
maktır. Daha doğru bir deyişle, kaynağını bildirmektir. Haber yazılacak olayın
olacağı zaman gazeteci tarafından biliniyorsa, söz konusu olay haber yapılırken,
haber kaynağı haberin girişinde belirtilir. Bu şekilde verilen haberde, doğrudan
doğruya gönderme yer alır.
Kurumların Resmi Yetkilileri
Gazetecilerin haber kaynaklarını, daha önceki öğrenme faaliyetinde ele almıştık. Resmi ve özel kurumlarda herkesten bilgi alamayacağımızı bilmemiz gerekir.
Her kurumda basına açıklama yapacak kişiler yetkili kişilerdir. Örneğin; il için
önemli olayların açıklamasını vali yapar. Belediye ile ilgili olaylardaki yetkili kişi
belediye başkanıdır.
Alınan bilgiler değerlendirilirken, kaynakların önemlilik sıralamasına da dikkat etmek gerekir. Örneğin, bir polis şefinin vereceği bilgi, kapıcının uzun anlatısından çok daha önemlidir. Bazı durumlarda da üçüncü kişilerin verdikleri
küçük bir ayrıntı, haberin temelini oluşturabilmektedir. Her zaman yetkili kişiler
basınla ilişkilerini kendileri yürütmezler. Basınla ilişkileri sürdürmek için bazı
birimler ve kişiler görevlendirilmiştir.
Basın ve Halkla İlişkiler Birimi
Kurum ile ilgili çeşitli bilgi, haber ve açıklamaları kamuoyuna duyurmakla
görevli birim halkla ilişkiler birimidir. Halkla ilişkilerde hedef kitleyle iletişim
kurmada en çok kullanılan kaynak, basındır. Kurumlar; basınla, gazetecilerle
karşılıklı anlayışa dayanan iyi ilişkiler kurmalıdırlar. Onların görev ve gereksinimlerini tanıyarak, birlikte çalışabilme ortamı yaratmaları; basının haber alma,
kurumun da halkla ilişkiler gereksiniminin giderilmesinde önemli rol oynamaktadır.
Basının önemini çok iyi bilen halkla ilişkiler uzmanı, basına düzenli olarak kurumlarıyla ilgili güncel haberleri hızlı ve doğru bir biçimde göndererek, onlarla
sürekli, karşılıklı, güven ve anlayış çerçevesinde iyi iletişim kurarak basının güvenini kazanmak zorundadır. Kurum amaçları doğrultusunda hedef kitleyi ikna
etmek, onların tutum ve davranışlarını kimi zaman pekiştirmek, kimi zaman da
değiştirmek ister. Bunları yaparken de basından yararlanır. Basın bültenleri, basın makaleleri, röportaj vb. araçlarla kurumları hakkında bilgi verir.
Basın Büroları
Basın bürolarını, kitle iletişim araçlarıyla kurum veya kuruluşun yönetimi arasındaki ilişkileri düzenlemek için kurulmuş birimler olarak tanımlayabiliriz. Bürolar, tüm kitle iletişim araçlarıyla ilişki kurmaya çalışır, kurum ve kuruluşlarla
bu araçlar arasında bir köprü işlevi görürler; ancak, yazılı basının bu ilişki içinde
özel bir yeri bulunur. Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre, bakanlık ya da ge25
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
nel müdürlüklerin halkla ilişkiler birimlerinin çalışmaları, asıl olarak gazetelere
yöneliktir.
Yönetimle ilgili ve halkın öğrenmesinde sakınca görülmeyen bilgileri kitle iletişim araçlarına aktarma, bu bilgilerde birlik ve uygunluk sağlama, yanlış yorum
ve gereksiz genellemelere engel olma ve yerli yerince işleyen bir iletişim ağı kurma basın bürolarının başlıca görevleridir.
Basın Danışmanlığı
Resmi ya da özel kurumlarda basınla ilişkileri düzenleyen ve kurumun çalışmaları hakkında bilgi veren birimdir.
Basın Sözcüsü
Herhangi bir kişi ya da kurum adına basına açıklama yapmaya yetkili temsilcidir.
Basın Ataşeleri
Basın ataşeleri, halkla ilişkiler bürosu içinde yalnız basın ile ilişkileri yürütmekle yükümlüdürler. Bazı kuruluşlarda halkla ilişkiler dairesi yoktur, sadece
basın ataşesi vardır. Bu tür kuruluşlarda basın ataşeleri ya sadece basınla ya da
kamuoyunun diğer sektörleriyle de olan ilişkileri sürdürürler.
Basın ataşelerinin görevlerini yürütmek için yararlandıkları farklı çalışma usulleri vardır. Örneğin; bildiri yayınlama, telefonla ve yüz yüze konuşmalar yapma,
basın toplantısı veya basın için özel gösteriler, kokteyller düzenleme, makaleler
yazdırma gibi.
HABER YAZMA TEKNİKLERİ VE
UYGULAMALARI
Haber, “5N-1K” formülündeki sorulara yanıt verdiği sürece haberdir. Eğer haber bu sorulara yanıt vermiyorsa bu haber eksik haberdir. Eksik haber, okurun
zihninde olayın kavranması, anlaşılması konusunda soru işaretleri uyandıran
haberdir.
Haber yazımında kullandığımız birtakım teknikler vardır; Bunlardan ilki en
çok haber tekniği olarak bilinen “ters piramit tekniği”dir. Gözünüzün önüne bir
ters pramit şekli sonra da bunun ters çevrilmiş halini getirin. Haber yapma tekniklerinin en eskisi ve en çok kullanılan türüdür. İnternet yeni bir haber yazma tekniği getirmiş; ters piramit yine orada da kullanılmaktadır. Bu “bilgilerin,
hedef kitlenin ilgisine göre en önemliden daha az önemliye doğru sıralanması
şeklinde” yazılan bir tekniktir. İlk kez telgrafla haber geçmek için geliştirilmiş
olan bir teknik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle haberin en önemli bilgileri en başta verilmektedir. Telgrafta eğer tellerde ya da hatta herhangi bir arıza
26
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
olursa haberin kalan kısmı geçilemezse, haberin anlamında ve bütünlüğünde bir
sorun olmaması için geliştirilmiş bir tekniktir.
Ters piramit tekniğinde en önemli ve en can alıcı unsurlar ön plana çıkarılacak,
ikinci ve üçüncü, yani daha sonraki derecedeki önemli unsurlar birbirini izleyen
bir sırada yer alacak, dolayısıyla haberin özeti başlangıçta verilmiş olacaktır. Ters
piramit tekniği, okumayı kolaylaştırması, ilgiyi çekmesi, tekrarı önlemesi, haberi
kesme ve genişletmeyi kolaylaştırması açılarından önemli bir tekniktir.
Ters piramit tekniğinde genellikle 20-28 sözcükten oluşan cümlelerin kurulması istenmektedir. Bunun dışında bu teknikte haberin iki kısımdan oluştuğunu
görüyoruz. Ters piramit tekniğinde, haberin detayları giderek az önemliye doğru
sıralandığı için yazılmış haberlerin son paragraflarının atılması halinde anlamda
önemli bir eksiklik oluşmamaktadır.
Bir başka yöntem de dikdörtgen tekniğidir. Bu teknik, daha çok dergilerde görülür. Haber yazımında ters piramit tekniğinin uygun bulunmadığı durumlarda
genellikle tercih edilen bir tekniktir. Haber yapılacak bilgilerin eş değer bulunması durumunda bu tekniğe başvurulur. “Neden?” sorusunun yanıtı genellikle
girişte bulunur. Ayrıntılar azalan sırada diğer paragraflarda yer alır. Dörtgen tekniğinde yazılan haberlerde paragrafların her biri eş değer olduğu için okuyucu
haberin hepsini okumadan tamamını anlayamaz. Daha çok dergi haberciliğinde
kullanılır. “Dörtgen tekniğine” “kare tekniği” diyenler de vardır. Örnek olarak
“Aktüel”i verebiliriz.
Bir başka teknik ise “ters piramidin”, tam tersi olan “düz piramit” tekniğidir.
Haber ayrıntıdan başlayarak tamamlanır. Haber bir öykü tarzında başlar ve ilk
verilecek olayın detayı daha sonra haberin sonuna doğru okla sunulur. Ters piramit tekniğinin esası olan girişte haberin sonucunu verme yerine, düz piramit
tekniğinde sonuca ulaşma, ancak haberin sonunda mümkün olur. En çok dergi
haberlerinde kullanılır.
Serbest yazım tekniği: Özellikle televizyoncular bunu çok uygularlar. Belirli
bir kuralı da bulunmaz. Bu tür haberlerin, reyting savaşı veren televizyonların
haber programlarında yoğun olarak kullanıldığı; izleyicilerin olayı görmüş ve
yaşamış gibi habere dâhil edilmesi yönünde bir haber kurgulamasına girişildiği
anlaşılır.
Bir başka teknik yine radyo ve televizyonda kullanılan “konuşma dili tekniğidir”. Sıcak haberler aktaran radyo ve televizyon haberciliğinde yaygın olarak bu
teknik tercih edilir. Haberlerin aynen birine aktarıyormuşçasına başka bir deyişle
biriyle konuşurmuşçasına sunulduğu bir tekniktir. ‘Konuşma dili tekniğinin te-
27
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
mel ilkeleri konuştuğunuz gibi yazın ya da yazdıklarınızı sesli olarak okuyun biçiminde tanımlanmaktadır. Sunucuların izleyenlerine ‘şimdi ne olduğunu duyduğunu ya da gördüğünü aktarması’ bu tekniğin esasıdır. Konuşma dilindeki
gibi basit ve kısa cümlelerle yapılan bu anlatımda, edilgen cümlelerden yararlanılır. Dolaylı anlatım yaygın bir şekilde bu haberlerde görülür. Kelime zenginliği
yerine daha az kelimeyle daha çok bilgi aktarılmaya çalışılır.
Haberin en önemli kısmı girişleridir. Haber girişleri haberin okunması, dinlenmesi açısından önem taşır. İlk bölüm ilgi çeker, haberi okutur ve dinletir. Haber
girişi içinde çeşitli tekniklerden söz edilebilir.
Bunlardan ilki ve yaygın olarak kullandığımız teknik “özetleyici haber
girişi”dir. Haberin birkaç öğesinin birden önemli olduğu durumlarda özetleyici
girişte bulunuyoruz. En basit yöntemi 5N-1K formülü yanıtlanması şeklinde oluyor. Bir başka giriş tekniği “genelleyici haber giriş tekniği”dir. Burada da daha
yerel bir ifadenin haber girişinde bulunduğunu görüyoruz.
Bir başka teknik “ayrıntılı giriş”tir. Haberde geçen bir ayrıntının ön plana çıkarılmasıyla bu giriş tekniği gerçekleşiyor. Alıntı girişi özellikle demeç haberciliğinde en sık kullanılan yöntemdir. Bir başka giriş tekniğinde ise, haberin ilk cümlesinde soru verilir ve akabinde yanıtı aranır. Soru genellikle haberin en önemli
ayrıntısına işaret eder. Zıtlık tekniğinde ise tanımlamalar kullanılır.
Yine dergi haberlerinde sıklıkla rastladığımız bir başka giriş tekniği “öyküleyici haber giriş tekniği”dir. Bir ya da birkaç paragrafla okurlara temel noktalarının
anlatıldığı girişte, haber olayının kahramanı ilk paragrafta tanımlanır. Daha çok
dergi ve televizyon haberciliğinde kullanılır.
Bir başka teknik “Konuşma dili tekniği”dir. Sıcak haberler aktaran radyo ve
televizyon haberciliğinde yaygın olarak kullanılır. Haberlerin sesli olarak birbirine anlatıyormuşçasına sunulduğu bu teknik, karşıdaki insanlarla konuşuyormuş
gibi yazma temeline dayanır.
Daha sonra haberin gövdesi gelir. Haberlerin girişinden sonra giriş ifadesinin
açıldığı ayrıntıların işlenmeye başlandığı ve diğer öğelerle detaylara yer verildiği
bölüme “haberin gövdesi” denilir. Haber sonlandırmak da önemlidir. Genellikle
haberde son cümlelerde geçmiş hakkında bilgi veren ya da geleceğe yönelik duyurum ya da sonuç yargısı ifade etmelidir.
Haberde kullanılan yüklemlerin çeşitliliği de önemlidir. Ellinin üzerinde belki
daha fazla sayıda doğrudan ya da dolaylı anlatım yükleminden söz edilebilir.
Bunlar; söylemek, şöyle demek, şunları söylemek diye konuşmak, bildirmek,
bilgi vermek, kaydetmek, şunları kaydetmek, vurgulamak, açıklamak, anlatmak
28
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
birşeyler diyerek ifade etmek, şunları ifade etmek, ifadesini kullanmak, üzerinde
durmak, dile getirmek, şu görüşlere yer vermek, duyurmak, iddia etmek, ya da
ileri sürmek, şeklinde konuşmak, belirtmek, söylemekle işaret etmek, hatırlatmak, sözlerini şöyle sürdürmek, şöyle devam etmek, konuşmasını ya da sözlerini
şöyle tamamlamak, sözlerini eklemek, sıralamak olarak sayılabilir.
Haberlerde dili geçmiş zaman kalıbı kullanılır. Devam eden olaylar için şimdiki zaman ya da geniş zaman öne çıkar. Zaman içinde gelişecek olaylar içinde
gelecek zaman kipi yer almalıdır. Haber yazımında etkin fiiller tercih edilmeli,
mümkün olduğunca sıfat ve zarfların kullanımına dikkat edilmelidir. Haberde
daha somut tanımlamalara yer verilmelidir. Haberde sözcük seçimi de önemlidir. Haber metinlerindeki cümleler uzatılmamalı, gereksiz sözcükler kullanılmamalı, süslü anlatımlardan uzak durulmalıdır. Çünkü haber bir edebiyat değildir
ve hedef kitlesi de herkestir. Haber yazarken söylemi zor sözcüklerden kaçınmak
gerekir. Kısa ve bilinen kelimelerin kullanılmasına özen gösterilmelidir. Anlamı
bilinmeyen sözcükler kullanılmamalıdır. Haberde “bunlar, şunlar” gibi ifadelere
yer verilmemelidir. Bu tür zamirler yerine, kim oldukları açık bir biçimde yazılmalıdır. Bu arada “bilindiği gibi”, “öte yandan” gibi sözcüklerden de haber
yazarken kaçınılmalıdır. Satır başı yapmak bu sözcüklerin yerini tutmaktadır. Bir
süre deyimi haberlerde belirsizlik oluşturur. “Bir süre” yerine tanımlı bir süre
vermek daha anlamlı olacaktır.
Her ne kadar bitmiş sayılsa bile haber yazıldıktan sonra muhabirin kendi kendine, “Acaba bu haberle ilgili daha başka hangi unsurlara yanıt verilmesi gerekliydi” ya da “Bu haberde hangi sorulara yanıt vermedim?” biçimindeki sorularla
haberi bir kez daha kontrol etmesi yararlıdır.
29
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
30
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
EKONOMİ
GAZETECİLİĞİ
Ekonomi gazeteciliğinin tarihsel perspektifi: Ekonomi gazeteciliği, 1400’lü
yılların sonuyla 1500’lü yılların ilk çeyreğinde (1510-1520’lerde) gelişmeye
başlamıştır. Ekonomi Gazeteciliği’ni, Amerika Birleşik Devletleri’nin keşfi sonrasında hammadde ve gemilerin Avrupa’dan gelişiyle birlikte mal fiyatlarının
bildirilmesi noktasında ortaya çıkan bir akım olarak nitelendirebiliriz. Ekonomi
Gazeteciliği’nin kökeninin ABD’ye dayandığını söyleyebiliriz. Ekonomi gazeteciliğinin asıl gelişimi ise, sanayi devrimiyle olmuştur. Yine ABD’de The Guardian
ve The Times gibi gazeteler, bu sürecin bir fonksiyonu olarak karşımıza çıkmıştır.
Ekonomi haberciliği fonksiyonu: Kendi sermayesine, gelirine ve servetine hakimiyet imkanı tanıyan araç ve yöntemler geliştikçe ekonomi haberi ihtiyacı artmaktadır.
Ekonomi haberciliği ve Türkiye: Ekonomi haberciliği fonksiyonunun Türkiye’ye
yansıması gecikmiştir. Bu gecikmenin nedeni Türkiye’de liberalizmin, liberal
yaklaşımın ve bireysel davranışların etkinliğini artırma noktasında araç çeşitliliğinin geç devreye girmiş olmasıdır.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ekonomi haberi adı altında Tasvir-i Efkar’da
çıkmış haberler vardır ama bu konunun Türkiye’de başlangıç noktası 1972’de
kurulan Dünya Gazetesi’dir. Dünya Gazetesi’yle başlayan ekonomi haberciliği,
Günaydın ve Hürriyet gibi gazetelerde önce yarım, sonra tam sayfa çıkan haberlerle yer almıştır. Daha sonra sayfa sayısı sürekli artarak ön sayfalara taşınmıştır.
Ön sayfalardaki ana haberlerin ekonomi ağırlıklı olduğu süreci günümüzde yaşamaktayız.
Ekonomi haberciliği ihtiyacı: Sermaye, servet ve gelir, kişilerin kendi inisiyatiflerinde geliştirilebilir bir durumda piyasalarda yaşadığı sürece, ekonomi haberi ihtiyacı artarak devam edecektir. Bugün, ekonomi haberi sadece yerel veya ulusal
31
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
değil, uluslararası konsepte dönüşmüştür. İlişkiler ve etkileşimde artık bilginin
her noktada ekonomi kaynaklı olduğunu algılama ihtiyacı da bu süreçle birlikte
gelişmiştir.
32
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
EKONOMİDE
DÖNGÜ VE
KAVRAMLAR
Ekonomi ve İktisat Kavramları, Farkları
Türkçe iktisat literatüründe, ekonomi ve iktisat sözcükleri aynı anlamda kullanılmaktadır. Halk dilinde tutumluluk ve tasarruf etme anlamında kullanılan
iktisat sözcüğü, Arapça “kasd” kökünden türetilmiştir. Ekonomi sözcüğü ise,
İngilizce “economy” sözcüğünün karşılığıdır. Gerek halk arasında ve gerekse bilimsel çalışmalarda kullanılan “ekonomi” sözcüğü; Yunanca, Oikus (ev) ve Nomos (kanun) sözcüklerinin birleştirilmesi ile türetilmiştir. Burada ev sözcüğünü
dar anlamda algılamamak gerekir. Oikus sözcüğü ile menkul ve gayrimenkul
bütün mallar, borç ve alacak hakkı ifade edilmektedir. Aynı şekilde Nomos sözcüğü de yönetim anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ekonomi sözcüğü, mal ve
servetin yönetimi şeklinde tanımlanabilir.
Ekonomi (economy), insanlığın başlangıcından bugüne kadar, insanların günlük yaşantısındaki üretim, tüketim, ve bölüşüm faaliyetlerini nitelemek için kullanılagelen bir kavramdır. Ancak hiç de göründüğü kadar masum ve problemlerden arınmış değildir. Bir kere, kavramın taşıdığı içerik, insanlığın pratiğindeki
gelişmelere bağlı olarak kırılma ve savrulmalara maruz kalmıştır. İnsanoğlunun,
kaynak dağılımı, üretim, bölüşüm ve tüketim faaliyetlerindeki değişime bağlı
olarak kavramsal içeriği değişime uğrayan ekonomi kelimesi, net bir tarih vermek zor olmakla birlikte, sanayi devrimi sırasında önem kazanarak incelenmeye
başlanmıştır. 1700’lü yıllara denk gelen bu inceleme faaliyetleri basitçe, pratiği
yorumlamak, pratikteki ekonomik faaliyetlerin ve ilişkilerin nedenleri ve sonuç-
33
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
larını ortaya koyarak, bunları belirli bilimsel kanunlara bağlamak çabası olarak
ifade edilebilir. Bu yüzden bu dönem, sözkonusu çabanın bir ürünü olarak yeni
bir bilim dalının, iktisadın (economics) doğuşuna işaret eder. İktisadın doğuşu
ile birlikte, karmaşık ekonomik pratikler artık bir bilim dalının yakın ilgisi ile
inceleme alanına çekilmiş olmaktadır.
Aynı anlamda kullanılmalarına karşılık, Ekonomi (economy) ve İktisat (economics) aynı şeyler değildir.
İktisat (economics) bir bilim dalının adı olup, ekonominin (economy) kendisi
değildir ve ondan farklılaşmaktadır. Ekonomi, insanoğlunun var olduğu günden beri var olan, kaynak dağılımı, üretim, bölüşüm ve tüketim faaliyetlerinin
pratik hayattaki uygulamalarıdır. İktisat ise, pratikteki bu uygulamaları incelemek, açıklamak, bu açıklamaları belirli hipotezler üzerinden yürüterek bir teoriye ulaşmak ve sonuçta pratik hayattaki ekonominin düzenliliklerini, kurallarını
ve ilişkilerini saptayarak bunlara ilişkin problemleri çözmeye çalışan bir bilim
dalıdır. Ekonomi iktisadı, iktisat da ekonomiyi yönlendirir. Yani aralarında döngüsel bir nedensellik vardır. Ekonominin varlığı insanlığın başlangıcına kadar
götürülebilecekken, iktisadın varlığı ya 1776 yılı ve Adam Smith ile ya da Antik
Yunan düşünürleri Eflatun ve Aristo’nun düşünceleri ile başlatılmaktadır. Ancak
genel eğilim, iktisat bilimini Adam Smith’in Ulusların Zenginliği (The Wealth of
Nations) isimli kitabının basım yılı olan 1776’dan başlatmak şeklindedir.
Kriz Kavramı
Kriz, çeşitli bilim dallarında ve aynı zamanda günlük konuşma dilinde çok yaygın olarak kullanılan kavramlardan birisidir. Etimolojik kökeni Yunanca “krisis”
kelimesine dayalı olan ve “krit” kelimesi ile de bağlantılı olarak “karar, hüküm,
hastalığın dönüm noktası” anlamlarına gelen kriz kelimesi, özellikle tıp biliminde çok yaygın bir kullanıma sahiptir ve genel olarak “aniden ortaya çıkan bir
hastalık belirtisi” ya da “bir hastalığın çok ileri bir safhaya ulaşması” anlamlarına
gelmektedir. Fransızca etimolojik kökene sahip olup, “crise” kelimesine dayalı
olarak “buhran” anlam bilimler alanında çoğu kez “buhran” ve “bunalım” kelimeleri ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Ekonomik kriz, mali kriz, finansal
kriz, siyasi kriz, hükümet krizi, ahlak krizi vb. kavramlara sadece günlük dilde
değil, bilimsel terminolojide de çok sık rastlamaktayız. Kriz, önceden bilinmeyen
ya da öngörülemeyen bazı gelişmelerin makro düzeyde devlet; mikro düzeyde
ise firmaları ciddi olarak etkileyecek sonuçlar ortaya çıkarmasıdır. Sadece ani ve
beklenmedik bir anda ortaya çıkan olumsuz gelişmeleri kriz olarak adlandırmak
doğrudur. Yoksa, normal süreç içerisinde ortaya çıkan her sorun kriz demek
değildir. Kriz, bu açıdan beklenmedik biçimde ortaya çıkan “ciddi sorun” olarak
34
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
düşünülmelidir. Rutin gelişmeler ve sorunlar “kriz” değildir.
Kriz, en basit anlamıyla işletme örgütünün normal aktivitelerini tahrip eden
önemli bir dengesizlik durumudur. Örgütün uzun ve kısa dönemli amaçlarını
tehdit eden, acil tepkiler gerektiren ve bununla birlikte yanıt için karar verme
süresini kısıtlayan ve en önemlisi varlığıyla karar verme birimlerini şaşırtan ve
kararsızlığa sürükleyen bir süreçtir. Bu anlamda, kriz “belirli bir anda veya son
derece hayati önemi olan bir zamanda daha kötüye dönüş noktası”, “kritik bir
devreye ulaşan durum”, “çabuk uyum sağlamayı gerektiren değişiklikler”, “örgütlenmemiş ve planlanmamış bir olayın işletmenin bütününü etkileyecek sonuçları ve yansımaları” şekillerinde tanımlanabilmektedir.
Genel bir çerçeve ile kriz, “tehdit edici şartlara müdahale edebilme yetersizliği” olarak da tanımlanmıştır.
Taban tabana zıt iki yaklaşım vardır: Bunlardan ilki, kriz bir “anormallik’’tir:
Bir yaklaşıma göre, kapitalizmin genel eğilimi dengeye ulaşmak yönündedir.
Kapitalizm istikrarlıdır. Krizler ya dışsal yada tesadüfi olguların etkisi ile ortaya çıkarlar. Dolayısıyla kriz bir anormalliktir. Kapitalizmin genel karakterine
ilişkin bir olgu (veya an) değildir. İkinci ise, kriz ‘’normal’’ bir varoluş tarzıdır.
Bu kuşkuyu ilk önce ve en sistematik olarak ortaya koyan düşünür olan Karl
Marx’ın çalışmaları neticesinde kapitalizme ilişkin bir seri çok önemli sonuçlar
ortaya çıkmıştır: Birinci kapitalizm tarihseldir. Yani, bir başlangıcı ve dolayısı ile
bir de sonu vardır, kapitalizm kendisinden önceki üretim tarzları (toplumlar vb.)
gibi geçicidir. İkinci kapitalizm, en önemli değişikliklerini krizleri aşarken yaşar.
Üçüncü kapitalizm esas olarak iç çelişkileri olan istikrarsız ama bu iç çelişkilerin dinamiği üzerinde krizler ve toparlanmalardan geçerek ilerleyen/gelişen bir
üretim tarzıdır. Krizler, toparlanma ve ya istikrar dönemleri kadar kapitalizmin
‘’normal’’ varoluş anlarıdır.
Minsky’e göre, kapitalist ekonomiler istikrarsızdır. Kapitalist piyasa ekonomisinin istikrarlı fiyat ve tam istihdamı sağlaması mümkün değildir; kapitalist
ekonominin istikrarsızlığının kaynağı kapitalist finans yapısıdır. Kapitalizmin
kendi iç dinamikleri, genişleme döneminde borçluluğun ve finansal kırılganlığın
artmasına yol açmaktadır.
Kriz; hem iktisadi, hem sosyolojik bir terimdir. Üretim ile tüketim arasındaki oranın kaybolduğu zamanlarda iktisadi krizler meydana gelmektedir. Krizler
toplumun dengesini kaybetmesi ve kurumlar bağlılaşmasının sarsılması halidir.
İnançlarda, ahlaki davranışlarda, sanat zevkinde kriz gibi sosyolojik boyutları da
bulunmaktadır.
35
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Ekonomik Kriz Kavramı
Ekonomik krizleri ekonomideki karar birimleri olan hanehalkı yani bireyler,
firmalar ve devletin davranış ve faaliyetlerinde iç ve dış konjonktür nedeni ile
meydana gelen ani ve beklenmeyen değişimler olarak ifade edebilmek mümkündür. Bir ülkedeki ekonomik krizler, “bir ülkede beklenmedik şekilde veya
yetersiz ya da yanlış yönetsel tercihlerle belirli bir dönemde ortaya çıkan makro
ekonomik buhranlar“ olarak tanımlanabilir.
Ekonomik kriz, “ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan
olayların makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarması” demektir.
Yeni Keynesciler’e göre finansal kriz; ters seçim ve ahlaki risk problemlerinin
kötüleşmeye başladığı bir finansal karmaşadır. Finansal piyasaların böyle bir
karmaşa içine girmesi, fonları üretken yatırım alternatiflerine yönlendirmede etkinliğini yitirmesi anlamını taşır.
Ekonomik kriz, tüketici talebinde ve firmaların yatırımlarındaki büyük düşüş,
yüksek oranlı işsizlik ve dolayısıyla yaşam standartlarının düşmesi biçiminde
Şekil 1: Ekonomik Krizlerin Sınıflandırması
Ekonomik Krizler
Reel Sektör Krizleri
Finansal Krizler
Mal ve Hizmet
Piyasalandırma Kriz
Enflasyon
Krizi
İşgücü Piyasasında
İşsizlik Krizi
Durgunluk
Krizi
Bankacılık
Krizi
36
Döviz Krizi
(Currency Crisis)
Borsa
Krizi
Ödemeler Dengesi Krizi
Döviz Kuru Krizi
(Balance of Payments Crisis)
(Exchange Rate Crisis)
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
ortaya çıkabilir. Bu tür ekonomik krizlere genellikle finansal piyasalardaki belirsizlikler ve hisse senedi fiyatlarındaki düşüşler ve yerli paranın yabancı paralara göre değerlerindeki düşüşler eşlik eder. Bazen krizler doğrudan doğruya
finansal sektörden kaynaklanabilir. Yani krizler reel kesimden başlayıp finans
kesimini vurabileceği gibi tam tersi de olabilir. Çok ağır bir ekonomik kriz söz
konusuysa sonuçta bir resesyon ve borçları ödeyememe (default) durumu da ortaya çıkabilir.
Ekonomik krizler, herhangi bir ekonomide reel piyasalarda ya da finans piyasalarında ortaya çıkan, fiyat veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişim sınırının üzerinde gerçekleşen dalgalanmalardır.
Krizlerin Temel Nedenleri
Ekonomik krizler için farklı yazarlar veya yaklaşımlar çeşitli nedenler göstermektedirler.
Irving Fisher gibi Minsky de, finansal zorlukların arka planında piyasanın
borç yapısının olduğunu savunmuştur. Ponzi ve spekülatif finansmanın, toplam
krediler içindeki oranı ne kadar fazla olursa, finansal kırılganlık o kadar artar.
Finansman yapısını borç-gelir oranı belirlediğine göre bu oran önem kazanmaktadır. Bu oranın belli bir noktaya yükselmesi ile firma, ödeme yükümlülüklerini
yerine getiremez hale gelir; bu durumda birim, ya borçlanacak ya da varlık satacaktır. Kötü şartlarda borçlanma da varlık satışı da, sermaye kaybı anlamına gelir
ve sermaye kaybı ve kazancı simetrik değildir. Belirli bir sınırdan sonra sermaye
kayıpları tüketim ve yatırımda daralmaya yol açar ve bu da geliri yeniden azaltır.
Böylece, zincirleme bir Borç – Deflasyon süreci başlar.
Şekil 2: Borç - Gelir Yapısı
İşletme Borç - Gelir Oranı
B
A
İSTİKRARSIZ
YARI- İSTİKRARLI
İSTİKRARLI
D/Y (H) Hanehalkı Borç-Gelir oranı
37
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Şekil 2 ‘de, AA’nın altında Borç-Deflasyon zincirlemesi riski yoktur. Yarı istikrarlı alanda bu risk varsa da kesin değildir. BB’nin üstü Borç-Deflasyon zincirlemesinin yaşandığı alandır. Finansal kırılganlık derecesinin finansman yapısı,
borç-gelir yapısı ile belirlendiği vurgulandıktan sonra, bu yapıyı belirleyenin ne
olduğu sorusu ortaya çıkmaktadır.
Ekonomi alanında günümüzün en çok kabul gören yazarlarından Frederic S.
Mishkin’e göre ekonomik krizin temel sebepleri şu dört faktördür;
• Faiz oranlarındaki artışlar
• Belirsizliklerdeki artışlar
• Varlık piyasasının bilanço üzerindeki etkileri
• Bankacılık sektöründeki problemler
Mishkin’e göre bu dört unsur ekonomik krizlerin temelini oluşturmaktadır.
Mishkin’e göre, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde finansal istikrarsızlığın başlamasında 4 önemli faktör rol oynamaktadır. Faiz oranlarında
yükselme, banka bilançolarında kötüleşme, hisse senedi piyasasında düşüş ve
belirsizliğin artışı. Bu faktörlerden birinin ortaya çıkması, finansal krizleri tetikleyebilirken, hepsinin bir arada görülmesi krizin negatif etkilerinin büyütecek ve
süresini arttıracaktır. Bu dört unsurdan biri finansal krizin başlaması için yeterli
olurken, birden fazla faktörün bir arada görülmesi krizi daha da derinleştirecektir.
Kronik ve yüksek enflasyon, devalüasyon, hükümetlerin radikal para politikaları, dış ticaret dengesizlikleri, giderek artan iç ve dış borç vb. ekonomik krizi
doğuran etkenlerden başlıcalarıdır. Kuşkusuz ekonomik krizlerin doğmasında
siyasal tercihlerin, karar ve kararsızlıklarının da katkısı yadsınamamaktadır.
Ekonomik krizlerin geçmişten günümüze oluşum nedeni araştırıldığında, sorunun genellikle finans kesimi ile ödemeler dengesi üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Birbirlerine de sıçrama özelliği gösteren bu sorunları zaman zaman
tüm ülkelerin dönemsel de olsa yaşadıkları görülmektedir. Bu durum global piyasalardan kaynaklandığı gibi, ülkelerdeki siyasal otoritenin tercihlerindeki hatalardan da ileri gelebilmektedir. Çünkü ekonomik kararlar büyük ölçüde siyasal
tercihlerle de orantılıdır.
Ekonomik krizler çok değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Üretimde hızlı daralma, fiyatlar genel seviyesinde ani düşme, iflaslar, işsizlik oranında ani artış, ücretlerde gerileme, borsada çöküş, spekülatif hareketler vb. faktörler ekonomik
krizlerin başlıca örnekleridir. Ekonomik krizler, reel ve finansal sektörlerde arz
fazlalığı veya talep daralmasından kaynaklanabilir. Gerek arz, gerekse talep krizinin ortaya çıkmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Ekonomik krizler, orga38
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
nizasyon dışı konjonktürel nedenlerden kaynaklanabileceği gibi organizasyon içi
nedenlerden de kaynaklanabilir. Ekonomik krizin nedeni, her zaman “ekonomik
nedenler” olmayabilir. Örneğin, ülke düzeyinde ortaya çıkan doğal afetler (deprem, yangın, sel baskını vs.) ekonomik kriz nedeni olabilir. Ekonomik krizlerin
bir kısmı organizasyon dışı nedenlerden kaynaklanabilir. Siyasal, ekonomik, teknolojik ve ekolojik alanlardaki hızlı değişim ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına
neden olabilir. Örneğin; siyasal ve sosyal alanda yaşanan istikrarsızlık ortamı
krizlere neden olabilir. Bunun yanı sıra , dünyada yaşanan hızlı ekonomik değişimler, daima krizlerin ortaya çıkmasına elverişli bir ortam yaratmaktadır. Özellikle, global ekonomik entegrasyon (ekonomik globalleşme) hem tehlike hem de
fırsat anlamında krizlere davetiye çıkarmaktadır. Bunların dışında ekonomik süreç içerisinde üretim, istihdam ve fiyatlar genel seviyesinde ortaya çıkan ani konjonktürel hareketler ve dalgalanmalar da depresyon, hiperenflasyon, işsizlik gibi
krizlere neden olabilir. Konjonktürel hareketler piyasa ekonomisinin kendi tabii
işleyişi neticesinde ortaya çıkan gelişmelerdir. Bunun yanı sıra, devletin ekonomiye iktisat politikası araçları ile müdahale etmesi de (örneğin, ani devalüasyon,
vergi oranlarının arttırılması veya vergi yükünün ağırlaştırılması gibi) ekonomik
krizlere neden olabilir. Ekonomik krizler organizasyon - dışı veya organizasyon
- içi muhtelif sebeplerden kaynaklanabilir. “Global ekonomik kriz” kavramı ise
global ölçekte ortaya çıkan ekonomik krizi ifade eder. Günümüzde globalleşen
dünyada ülkeler eskisinden çok daha fazla ekonomik ilişkiler içerisindedir. Uluslararası ticaret hareketleri, sermaye hareketleri ve emek hareketleri çok yoğun bir
hal almıştır. Dünyadaki ticaret ve sermaye hareketlerinin artması doğal olarak
global krizlerin ortaya çıkma olasılığını arttırmıştır. Nitekim 1990’lı yıllarda globalleşme sürecinin hızlanması ile birlikte global krizler de yaygınlaşmıştır.
Örneğin bugün dünyada gayrisafi özel sermaye akımının ulaştığı nokta bundan kırk ya da elli yıl öncesi ile mukayese edilemeyecek boyutlardadır. Son on
yılda globalleşme sürecinin hızlanması ile birlikte sermaye akımları da hız kazanmıştır. Örneğin; 1990 yılında tüm dünyadaki gayrisafi özel sermaye akımlarının dünya GSYİH’sına oranı %10 dolayında iken, bu oran 2000 yılında tam üç
kat artış göstererek %30’lara ulaşmıştır.
İşletmelerin krize girmesinde etkili olabilecek sayısız faktörlerden söz edilebilmektedir. Özellikle ülke ekonomisinin içinde bulunduğu olumsuz durumlar işletmeler açısından da önemli bir kriz nedeni olabilmektedir. Döviz darboğazları,
dış borç ödeme sıkıntıları, yeterli yabancı sermayenin ithal edilememesi, uluslararası finans çevrelerinde ülke kredi notlarının düşmesi, işsizlik problemleri vb.
süreçler hem kriz sonucu ve hem de kriz nedenleri arasında sayılabilmektedir .
39
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Üretimin globalleşmesi ile birlikte, ülkeler arasında ileri – geri bağlantı düzeyleri ve birbirlerine olan bağlılıkları ve bağımlılıkları giderek artmıştır. Bunun neticesinde bir ülkede başlayan ekonomik kriz, o ülkenin ticari partnerlerine rahatlıkla bulaşabilmekte ve global bir kriz haline gelebilmektedir.
İktisatçılar, herhangi bir finansal varlığın (tahvil, bono, hisse senedi gibi) fiyatının o kâğıdın dayandığı reel varlığın gelecekteki gelir akımının üstüne çıkması
haline balon adını veriyorlar ve bu tür balonların yaygınlaşması ve büyümesi
sonucunda bir finansal krizin çıkacağı inancını taşıyorlar. Bilinen en büyük balon
1929 büyük dünya krizi öncesinde borsada yaşanan gelişmeyle ortaya çıkmıştır.
Daha yakın zamandan örnekler arasında konut fiyatlarının şişkinliğine dayanan
krizler ön plana çıkmaktadır. 1980’lerdeki Japonya krizi asıl olarak konut fiyatlarının şişmesine bağlı gelişmeler sonucu ortaya çıkan balonlardan oluşmuştur.
Yeni Keynes’ciler, finansal krizler ile ilgili görüşlerini Keynes’e dayandırmaktadırlar. Keynes’e göre, konjonktür dalgalanmalarının ve ekonomik aktivite seviyesinin önemli bir belirleyicisi bankacılık sistemidir. Bankaların bu gücü yatırım miktarı ve para arzını kontrol edebilme özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Keynes, bankaların iki önemli işlevinin bazı dönemlerde çelişebileceğini öne
sürmüştür. Para yaratma ile tasarrufların yatırıma dönüşmesinde üstlendiği
aracılık işlevlerinin çelişmesi sonucunda bankalar, normal dönemlerde finanse
edebileceği birçok projeye kredi kaçınabilmektedirler. Yeni Keynesciler’e göre,
Keynes bu görüşleri ile finansal piyasalarda bir kredi tayınlaması ihtimalinden
bahsetmektedir. Bankaların normal dönemde finanse edebileceği projelere kredi
vermekten kaçınmasının nedeni ahlaki risk (Moral Hazard) ve borç veren riskinin (Lender’s Risk) aşırı artmasıdır. Sachs’a göre; “Gelişmekte olan ülkelerde
finansal krizler çoğunlukla, mali savurganlıklar, yanlış döviz kuru politikaları,
uluslararası finansal şoklar, zamansız ve asgari koşullar oluşturulmadan yapılan
finansal liberalizasyon uygulamaları ve yurt içi bankacılık sektöründeki zayıflıklar nedeniyle ortaya çıkmaktadır.
Türkiye finansal krizlerle küreselleşme sürecine uyum sağlamak amacıyla
dışa dönük ekonomi modelini uygulamaya başladıktan sonra tanışmıştır. Ülkemizde ortaya çıkan krizleri anatomik olarak 1980 öncesi ve 1980 sonrası iki
döneme ayırarak incelemek doğru bir yaklaşım olacaktır. 1980’li yıllardan önce
Türkiye’de yaşanan krizler daha çok yapısal özellikler sebebiyle ortaya çıkmıştır. Oysa 1980’den sonra özellikle 1990’lı yıllarda meydana gelen krizler dışsal
krizler niteliğindedir. Örneğin, Türkiye Kasım 2000 ve Şubat 2001’de iki önemli
ekonomik kriz yaşamıstır. 2001 Şubat ayında yaşanan kriz Kasım 2000’de ortaya
çıkan krizin ikinci dalgası ve devamı niteliğindedir.
40
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Tablo 1: Türkiye’ de Yaşanan Ekonomik Krizlerin Anatomisi
1980 Öncesi
1980 Sonrası
Krizlerin Nedeni ve Niteliği
Yapısal sorunlardan kaynaklanan daha çok ödemeler dengesi
krizleri niteliğinde
Dışsal etkilerden kaynaklanan
finansal içerikli para krizleri
(döviz krizi, likidite krizi)
Krizlerin Reel Ekonomiye
Yansımaları
Sınırlı
Geniş ölçekli ve yaygın
Ekonomi Politikası
İthal ikameye dayalı sanayileşme İhracata dayalı sanayileşme
Krizler Karşısında Alınan
İstikrar Tedbirleri
Daraltıcı bütçe ve maliye politikaları uygulamaları
Daraltıcı para politikası uygulamaları
Sermaye Akımları
Kısıtlamalara tabi ve krizlerin
oluşumunda belirleyici rolü
bulunmamakta
Tamamen serbest ve krizleri
oluşturan temel etkenlerden biri
konumunda
Bankacılık Sektörü
Devlet kontrolünde ve kriz yaratıcı etkisi bulunmamakta
Liberal ve denetimden göreceli
uzak bir sistem ve krizlerin
oluşumunda ana aktörlerden
biri konumunda
Kamu Kesimi Borçlanma
Gereksinimi
Kalkınma planları çerçevesinde
ve sürdürülebilir seviyede
Sürdürülemez boyutlarda
Dış Ticaret Açığı
Yapısal nedenler sebebiyle
oluşmakta
Dışsal etkiler nedeniyle oluşmakta
Devlet Bütçesi Finansmanı
Vergiler ve uzun vadeli krediler
Kısa vadeli dış krediler ve
yoğun iç borçlanma
EKONOMİDE YENİ NORMAL / YENİ DÖNEM
DÜŞÜK ENFLASYONLU ORTAM (DEO)
Bir ülkede; son üç yılda enflasyon toplamı %100’ün altında, son yıl enflasyonu
%10’un altında ise ekonomik yapı, Düşük Enflasyonlu Ortam koşullarındadır.
Türkiye 2005 yılıyla birlikte Düşük Enflasyonlu Ortam’dadır. %0 - %4 aralığındaki enflasyon “Sürdürülebilir Enflasyon” olarak tanımlanmaktadır. %10 - %100
arasında değişen enflasyon “Kronik Enflasyon” olarak adlandırılır. %100 Enflasyon ise “Hiper Enflasyon” dur.
KÂR
Faaliyet gelirleri
(Gelir - Gider)
Maliyet
Faaliyet dışı
gelirler
41
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Düşük enflasyonlu ortamda, bir firmanın gelir kalemlerinden biri olan “Faaliyet
Dışı Gelirler”in payı azalır. Dolayısıyla, fiyatı piyasa belirlediğinden, kâr etmek
isteyen firma “gelirlerine” değil “giderlerine” odaklanmak zorunda kalır.
Düşük Enflasyonla Birlikte Değişenler
Bilinenler
Değişenler
Gelir Kâr Satış Öz Kaynak
Peşin Maliyet
Likidite
Satın Alma
Yabancı Kaynak
Vade
EKONOMİDE MİLATLAR
1. 1 Ocak 2006 : Enflasyon Hedeflemesi
2. Kurumsal Yönetim Endeksi
3. 30 Haziran 2012 : BASEL II
1. MİLAT 1 Ocak 2006 Enflasyon Hedeflemesi
• Merkez Bankası bir hedef enflasyon belirler ve bunu tutturmaya çalışır.
• DEO’da;
Enflasyon hedefi > Maliyet Artışı
Enflasyon hedefi < Gelir Artışı olmalıdır.
Beklenti yönetimi önem kazanmakta, fiyatlamalar beklentiye göre oluşturulmaktadır.
2. MİLAT Kurumsal Yönetim Endeksi
• Farklı enstrümanlar (Gelir Ortaklığı Senedi, Halka Arz, Şirket Birleşmeleri
gibi) kullanarak borçlanma fırsatı olacaktır, çünkü düşük enflasyonlu ortamda
sermaye piyasasının etkinliği artmakta, bankaların etkinliği azalmaktadır.
• Bölgesel borsalar oluşacaktır.
• Limited şirketler de halka arz edilebilecektir. Kurumsal Yönetim Endeksi’nde
başarılı olan firmalar bunu yapabilecektir.
3. MİLAT 30 Haziran 2012 BASEL II
• BASEL II Merkez bankaları arasındaki uygulama farklılıklarını ortadan kaldırmak üzere ve global sermayenin işleyişini kolaylaştırmak amacıyla getirilmiş
bir süreçtir. Bu amaç, sermayenin dolaşım hızına engel olan faktörleri ortadan
kaldırmak olarak da tanımlanabilir.
• Bu milatla birlikte, artık firmalar bankalarla çalışırken Tek Düzen Hesap ye42
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
rine UFRS (Uluslararası Finansal Raporlama Standartları) sistemiyle hazırlanmış
belgelerini kullanacaklardır.
• Bütün firmalar derecelendirmeye (rating) tabi olacak, firma rating notu, kullanılacak kredinin vade maliyetini etkileyecektir.
• Grup kefaleti, ortak kefaleti, müşteri çek senetleri, bankalar nezdinde kullanılırsa kredi teminatı olarak yüksek maliyetten fiyatlanarak rekabet gücüne etki
edecektir.
• Bankalar için, Sermaye Yeterlilik Rasyosu, bankanın devamlılığının göstergesi olacaktır. Özkaynakları, ağırlıklı (mevcut risklerinin seviyesine göre ağırlıklandırma, riske göre ayrılan karşılık özkaynaklarda azalmaya neden olacaktır)
aktiflerinin en az % 12,5’i olacaktır.
• Teminat mektupları riske girmeye değer olacak, kredi gibi, değerlendirmeye
(kredi notuna) tabi tutularak verilecektir.
• Kur, faiz, vade, fiyattan oluşan temel riskleri yönetmek önem kazanacaktır.
EKONOMİDE YENİ YAKLAŞIM: BEKLENTİ YÖNETİMİ
Beklentiler; FAİZ- KUR- PARİTE’ye bağlı olarak yönetilir. Bu üçü bütün piyasa
Aktif
Pasif
Dönen (Likidite)
Duran (Bağlı)
Özkaynak
Yabancı kaynak
oyuncularının (Bireyler, Şirketler, Bankalar, Kamu) tüm değişkenlerini etkiler.
FAİZ
M.V = P. Y
M: Para Arzı: Piyasa oyuncularının faaliyetleri için ihtiyaç duydukları parasal
büyüklüktür. Piyasa oyuncularının talebiyle bağlantılıdır.
V: Paranın Dolaşım Hızı: Fiyatların yükselişinin göstergesidir. Paranın satın
alma gücündeki azalma beklentisinin yukarı yönlü olması rezervlerde azaltıcı
bir durum meydana getirir.
P: Fiyat
Y: Gelir
Bu eşitlik sağlanamadığında fiyatlar çıkar.
Kısa dönemde M artarsa diğer tarafta P artar.
Mhh İii Phh İii
43
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Faiz
• Paranın zaman değeridir.
• Tüketim ve yatırım talebinin birinci değişkenidir.
• Firmaların önden (gelir) ve arkadan (maliyet) tetikleyicisidir.
• Sonuçtur. Sebep olsa müdahele edilebilirliği olurdu.
• Piyasanın ateşidir.
• Enflasyonun sonucudur.
• Nominal faiz, tabela faizdir. Mevduat için ödenecek faiz gibi,
görünen faizdir.
• Reel faiz, enflasyondan arındırılmış nominal faizdir.
• Fiyatların artma beklentisi varsa talep edilir. Kişi, talepten vazgeçerek faize yatırmalı, daraldığı noktada faizler düşmeli ki daralmanın önüne geçilebilsin.
• Faiz, fazlalıkların ucunu törpüler.
EKONOMİNİN TEMEL KURALI:
Faiz ile varlık fiyatları ters çalışır.
Türk Lirası’nda yatırım faizlerde düşme beklentisi varken yapılır. Faizlerde
yükselme beklentisi varken, TL’de yatırım yapıldığında, yatırılan faiz düşük
kalacağından, paranın satın alma değeri azalır. Faiz düştüğünde ise paranın
satın alma değeri artar. Borç alınırken durum tersidir. Yükselen faiz, mevcut
borca geriye dönük olarak yansıtılır. Bunun için GKS’ni (Genel Kredi Sözleşmesi) okumak önem arz etmektedir.
Tetikleme süreci: FAİZ g KUR g ENFLASYON
Ne kontrol edilirse etken faktör ona dönüşür.
Faaliyetlerin finansmanı ve yabancı kaynak kullanımı faizde düşme beklentisi varken yapılmalıdır. Faizde yükselme beklentisi varken öz kaynak kullanımı
yapılır.
Gösterge faizi: Merkez Bankası’nın haftalık borç verme faizine denir.
Faizleri Etkileyen Temel Makro Ekonomik Göstergeler
• FDFi İh
• İç borç çevirme oranı h İh
• Top. Mal ve hizmetlerden alınan vergi / Toplam vergi oranıh İh (beklentisi)
• Tahakkuk / Tahsilath Bütçe açığıh İh (beklentisi)
• Para arzı veri seti M1 >M2 İh
• Cari açıkh ih $ i
ya da cari fazlah ii $h
44
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
• İç varlıklar / Aktifh İh
• Merkez Bankası Parası/Pasifh İi
• İç varlıklarda bankalara açılan kredi miktarının artışı, faizlerde yükselme
beklentisi olduğunu gösterir.
Reel faiz gereği fiyatlar yükselir ve faizler yükselir. İh
KUR
Kur düzeltme katsayısıdır.
A ülkesi – A malının fiyatı X
B ülkesi- A malının fiyatı Y
X < Y ise B ihracat yapar.
Þ.X = Y ile eşitlenir.
Þ=Kur
Kur piyasada belirlenir.
Kurla orantılı faktörler:
• GSMH % > GSYİH % ise kurlarda düşme beklentisi;
GSMH % < GSYİH % ise kurlarda yükselme beklentisi olur.
• İhracat / İthalat Oranı < % 60 kur riski başlar. İthalat artarsa beklenti, kurlarda yükselme beklentisidir.
• Cari açıkh ih $i
ya da cari fazlah ii $h
• Net hata noksan +’ya gidiyorsa kurlarda düşme; Net hata noksan –’ye gidiyorsa kurlarda yükselme beklentisidir.
• Para arzı veri seti
• Döviz kurunda düşme beklentisi varken, döviz kredi faizleri yükselir çünkü
bankanın hem borç hem de alacak yönetimi vardır.
• Merkez Bankası Bilançosunda Dış Varlıklar / Aktifh $i
• Merkez Bankası Bilançosunda Döviz yük./ Pasifh $h
• Merkez Bankası Bilançosunda - - ∞Değerleme Hesabıg $h
Merkez Bankası Bilançosunda + + ∞ Değerleme Hesabıg $i
PARİTE
İkinci ve üçüncü ülkeler arasındaki ilişki.
A
B
(Enf % + Faiz %) – (Enf. % + Faiz %) = KUR %
DB-DS
DB-DS
DB-DS
DB-DS
Teorik
Bir ülkenin parasının değeri, tüketim gücü ile doğru orantılıdır. Pariteyi etkileyen en önemli değişken, yerli paranın verdiği faiz oranı ve beklentisidir ve
bunlar o ülke parasına olan talebi belirler. ABD, dünya toplam ithalatının 1/3’ini
gerçekleştirir. Bu yüzden de dolara talep yaratır. Tüketim gücü en yüksek ülke
olduğu için parası da değerlidir.
45
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Piyasalar riskli olduğunda güvenilir kaynaklar şunlardır:
• Altın
• İsviçre frangı
• Petrol (kontratları var)
Not: Bu üçü birlikte hareket eder.
Kriz ortamında kur riskini yönetmek kaydıyla alacaklar İsviçre frangı, borçlar
dolar bazında tutulmalıdır.
ENFLASYON
TÜFE: Tüketici Fiyat Endeksi ÜFE: Üretici Fiyat İndexi
TÜFE > ÜFE ise ih
ÜFE > TÜFE ise ii
• TÜFE’ye dâhil malların ayın 10, 20 ve 30’unda fiyatları alınır. Her bir ürünün
fiyat artışı, bir önceki ayın verileriyle karşılaştırılır, aylık enflasyon çıkarılır. Bir
önceki yılın aynı ayıyla karşılaştırılan yıllık enflasyon, uçtan uca yöntemi olarak
adlandırılır ki doğru bir yöntem değildir.
• Önceki iki yılın 12 aylık değerlerinin ortalamasını alıp bu fiyatlarla karşılaştırma yapmak ortalama enflasyon olarak adlandırılmaktadır. Bu doğru bir yöntemdir.
• TÜFE ağırlıkları, ortalama Türk insanının tüketiminden hareketle çıkarılmaktadır.
TÜFE ağırlığı, enflasyon düşüşüne hizmet eden kalemlerin direnişi yüzünden
değiştirilmiş, hizmet ağırlıkları düşürülmüştür. Bu ağırlıklar ürünlerin enflasyonu ne kadar etkilediklerine göre belirlenmektedir.
• TÜFE > ÜFE: Toptancının maliyeti perakendeciye gider, o da tüketiciye yansıtır çünkü talep vardır. Talebi kısmak için faiz yükselir.
• ÜFE > TÜFE: Toptancının maliyeti perakendeciye gider ama tüketiciye yansıtılmaz çünkü talep yoktur. Bu yüzden de faiz düşer.
• PARA POLİTİKASI – FAİZ - KISA VADELİ SONUÇ – TCMB – GELİR DAĞILIMI BOZULUR
MALİYE POLİTİKASI - VERGİ – UZUN VADELİ SONUÇ – MALİYE BAKANLIĞI – GELİR DAĞILIMI DÜZENLENİR
Türkiye’de Tekrar Eden Ekonomik Kriz Senaryosu:
Yetersiz kamu geliri
Artan kamu harcaması g Bütçe açığı
Zarar eden KİT
yaratır
İç borç
Dış borç
Merkez bankaları kaynakları
Bankacılık sistemine müdahale
46
g
kamu açığı
yaratır
gg
bu 4 araç
g
g
kullanılırsa
gg
gg
g
kamu açığını
kapatma yolları
faizlerde yükselme
kurlarda yükselme
enflasyon
zayıflayan mali yapılar
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Ekonominin iki dengesi vardır: İç Denge / Dış Denge:
İç Denge: Ülke içi gelirler ile ülke içi giderlerin izlendiği değişkendir. O ülkenin
sınırları içindeki iç dengenin fonksiyonu bütçeyle sağlanır. İç dengeye konu olan
bütçe, devletin bütçesidir. Bütçe faizi etkiler. Türkiye iç denge açısından hep gelirlerin giderlerden küçük olduğu bir yapıda olmuştur. Bunun bütçedeki karşılığı
bütçe açığıdır. Türkiye’de, 1950’den beri bütçe açığı vardır ve bu açık sürekli artmaktadır. Bütçe açığı artık bir anlam ifade etmediği için Türkiye’de onun yerine
faiz dışı fazla kavramı devreye girmiştir.
Bütçe: Bir işletmenin olduğu kadar devletin de gelir ve giderlerinin izlendiği
kalemdir. Temelinde gelir ve gider vardır. Gelirleriniz giderlerinizi karşılayamıyorsa bütçe açık verir. Bu açığı en kısa zamanda kapatmanın yolu borçlanmaktır.
Borçlandığımızda bir sonraki dönem o borca karşılık ya kredi kullanırsınız ya
da elinizdeki varlığı çıkarıp bu açığı kapatmak için kaynağa dönüştürürsünüz.
Ancak, bir sonraki yıl geliriniz artsa bile bir önceki yıl kadar harcanabilir nitelik
taşımayacaktır. Bütçede ideal olan, gelirlerin giderlerden fazla olmasıdır. Borçlanma ve borçlanmaya bağlı finansman ihtiyacı Türkiye ekonomisinin karakteristik özelliğidir.
Bütçede devletin gelir kalemleri Vergi gelirleri ve Vergi dışı
gelirlerdir.
Vergi gelirleri, doğrudan ve dolaylı vergi olarak ikiye ayrılır.
Doğrudan Vergi: Gelir vergisi – Servet vergisi
Dolaylı Vergi: Mal ve hizmet vergisi – Dış ticaret vergisi
Doğrudan Vergi:
Gelir Vergisi: Maaşları göz önüne alırsak, brütle net arasındaki fark devletin bütçesi için kestiği gelir vergisidir. Dönemsel olarak masraflar büyüdükçe yükselen, masraflar küçüldükçe azalan bir yapıdadır. Devletin gelir
vergisi uygulaması direkt kaynağından kesilir. Kaynağından kesilen gelirlere stopajlı gelir denir.
Gelir ve Servet Vergisi Arasındaki Fark: Servet, bir stok değerken gelir bir
akım değerdir. Gelirde bir devamlılık servette ise birikim söz konusudur.
Gelir, içinde bulunulan zaman diliminde elde edilen nakit akımına bağlı
olarak oluşur. Dairenin değeri servetinken, oradan alınan kira gelirindir.
Taşıt vergisi, gayrimenkul veya konut vergisi, servet vergilerine örnektir.
Servet Vergisi: Servetin üstünden alınan vergiye veraset ve intikal vergisi
denir.
47
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Dolaylı Vergi:
Mal ve Hizmet Vergisi: Mal ve hizmet vergisi tükettikçe ödediğimiz vergi
niteliğindedir. Tüketim yapıyorsanız bu vergi artış gösterir. Tüketim yoksa
düşer. Bu verginin seviyesinin aylık artış hızı, piyasalardaki tüketim alışkanlıklarının ne düzeyde geliştiğinin bir göstergesi ve öngörü sağlayıcısıdır. Örnek: KDV ve ÖTV.
Dış Ticaretten Alınan Vergi: İhracat ve ithalat dış ticaretin iki ayağını oluşturmaktadır. Türkiye’de ihracattan vergi alınmamakta, aksine ihracat teşvik
edilmektedir. Türkiye’de, dış ticaret dendiğinde anlayacağımız tek değişken
ithalattan alınan vergidir. İthalat önemli bir göstergedir. İthalattan alınan vergi ithalat arttıkça artar, ithalatın büyümesi ise faiz ile kur arasındaki makasın
açılmasına bağlıdır.
Örnek: Bir şirkete röportaja gittiğinizi düşünelim. “İşler çok kötü, piyasalarda yaprak kıpırdamıyor, alacaklar tahsil edilemiyor, borçlar ödenemiyor.” dediler. Böyle bir yaklaşımın, şirkete özel mi yoksa piyasanın hakikaten yaşadığı
bir durum mu olduğunu iki veriye bakarak görebiliriz:
Eğer bir sistemde; dış ticaretten alınan vergi ile mal ve hizmetten alınan vergi artarak büyüyorsa bu durum sadece o şirketi bağlar çünkü genel anlamıyla
bir sistemde bu saydığımız nitelikteki sorunlar yaşanıyorsa her iki verginin
de azalması, düşmesi gerekir. Eğer piyasalarda hareket yoksa ve piyasalardan
beklenti olumsuzlaşıyorsa satın alma yönündeki kararlar düşer, azalır, ertelenir. Piyasalar durgunlaştıysa ithalat davranışları azalır dolayısıyla bu iki veri
piyasalar açısından öncü gösterge olarak kullanılır.
Vergi Dışı Gelirler (Patrimuan gelirler): Devletin devlet olmasından kaynaklanan gelirlerdir. Boğaz köprüsünden geçerken ödediğimiz para, trafik
polisinin kestiği ceza, hazine arazisinin satılması devletin devlet olmasından
kaynaklanan gelirlerdir. Özel mülkiyet dışında kalan tüm gayrimenkuller devletindir. Hatta belirli koşul ve şartları yerine getiremeyen özel mülkiyet de bir
süre sonra devlete kalır. Vergi gelirleri toplam gelirlerin yüzde 90’ıdır. Vergi
dışı gelirler yüzde 10’luk bölümü ifade eder.
Bütçede devletin gider kalemleri personel, cari, yatırım ve
transferdir.
Personel: Kamu çalışanlarına ödenen tutardır. Örnek olarak kamuda çalışanların maaşlarını verebiliriz.
Cari: Kamu hizmetlerinin devam ettirilmesi için yapılan harcamayı ifade
eder. Okulda kullanılan elektrik cari bir harcamadır. Yollar bozuksa, hastanelerde temizlik koşulları yerine gelmiyorsa sorun, kamunun cari harcamalarını
takip edememesi olarak ifade edilebilir.
48
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Kamu yatırımı: Özel sektörün kâr maksimizasyonunu tatmin etmeyen ama
toplumsal ihtiyaçlar için yapılması gerekli olan tüm yatırımlara kamu yatırımı
denir.
Transfer: Bütçede, kamunun yıllık olarak ödediği borcun anaparasıyla faizinin izlendiği kalemdir. Bu kalem ile kamunun borçlarının seyri izlenir. Dolayısıyla bir bakıma beklenti, analiz, mevcut süreçle ilgili yorum yapılması için
önemlidir. Buradan alınan sonuçla sonraki dönemle ilgili kararlar verilir. Eğer
bütçede gelirler giderlerden küçükse bu hesap sürekli artar, giderler gelirlerden küçükse bu hesap düşmeye başlar. Sistemin gelir-gider dengesizliği bütçe
ve kamu açığı yaratıyorsa bunun nedeni transfer kalemindeki problemdir. Artan kamu harcaması dendiğinde personel, cari, yatırım ve transfer akla gelir.
Kamu bu dört harcamayı yapabilmek için gelirini vergi gelirlerinden ve vergi
dışı gelirlerden elde eder.
Türkiye’de 1950’den beri bütçe açık vermektedir. Dolayısıyla bütçe açığı izlemesi diye bir şey yoktur. Onun yerine biz bütçeyi faiz dışı fazla verme performansıyla izleriz.
Faiz Dışı Fazla: Faizi transfer harcamalarında yok sayarak gelirlerinizin giderlerinizden büyük olmasını hedefliyorsunuz. Bu şekilde bütçede gelirlerin toplamı
giderlerin toplamından fazla geliyorsa buna faiz dışı fazla denir. O fazla kalan kısım, bir sonraki dönem daha az borçlanma imkânı yaratıp faiz yükünü düşürür,
borç stokunu azaltır.
Hedef= Giderler – Faiz < Gelirise buna faiz dışı fazla denir.
Türkiye’de Faiz Dışı Fazla: Dışarıdan ülkeye ortaklık yapacak, ülkeden satın
alma yapacak ve kredi verecek olanlar önce bu değişkene bakarlar çünkü ekonomi bunun üzerine kurulmuştur. 1997’de faiz dışı fazla üzerine kurulan ekonomik
model süreç böyle devam ederse 2012’ye kadar bu şekilde hareket edecektir. Dolayısıyla faiz dışı fazla bir veridir.
Faiz Dışı Fazlanın Temel Mantığı: Eğer bir sistemde, faizleri çıkardıktan sonra
gelirler giderlerden fazlaysa, fazla olan kısım anapara ödeme gücü yaratır. Sistem, faiz hariç gelir-gider farkını pozitif veri olarak yaratabiliyorsa bir sonraki yıl
o pozitif tutar kadar daha az anapara borçlanır. Sistem daha az anapara borçlandığı için daha az faiz öder. Faiz yükü düştükçe borç stoku azalır. Bunu kademeli
borç azaltma yöntemi olarak düşünebiliriz. Türkiye bütçesi kronik olarak açık
veren bir yapıya büründüğünden faiz dışı fazla yöntemiyle bütçe yönetilmeye
çalışılır.
49
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Gelişmiş hiçbir ekonomi faiz dışı fazla vermek istemez. Çünkü bütçe denkliği
sağlanmadığı takdirde; borç veren, borç koşullarını ve yöntemlerini de empoze
eder. Faiz dışı fazlayı da empoze eden borç verendir. Bu oran, kendi borcunu
tahsil edebilmek için yaratılmıştır.
Eğer faiz hariç gelirin giderden büyük olması faiz dışı fazla kavramını yaratıyorsa faiz dışı fazlayı vermek için yapılması gereken tek koşul personeli, cari
giderleri ve yatırımı azaltmaktır. Bu kalemler kamunun gideridir. Kamunun giderlerini kısmak piyasanın gelirini azaltmaktır.
Faiz dışı fazla vermenin iki sonucu vardır, bunları transfer kalemini ve
personel-cari-yatırımı küçültmek olarak belirtebiliriz. Dolayısıyla giderler düşse, gelirler sabit kalsa bile aradaki fark yükselir. Türkiye’de son 5 yılda özelleştirmeler yapılmakta ve gelir hazineye gitmektedir. Bu kalemler kısıldığı zaman
ve özelleştirmeden elde edilenler toplandığı zaman faiz dışı fazla performansı
yakalanmaktadır ancak bu adalet sisteminde aksamalara, sağlık kalitesinde bozulmalara ve eğitimin niteliksizleşmesine sebebiyet verebilir. Kamu performansı
düşünce de niteliksiz üretim başlamaktadır. Bu yüzden gelişmiş bir sistem, faiz
dışı fazla vermek istemez.
Faiz dışı fazla gelirinin yaratılması mevcut olan kamu gelirleri kaynaklı olsaydı
tüm bunlara gerek kalmadan denge sağlanabilirdi.
Bütçede gider gelirden büyükse, bunu düzeltmenin iki yolu vardır:
1) Gelirlerin kısılması.
2) Gelirlerin arttırılması.
Şu anda sistem giderleri kısmakla işlemektedir. Böylece, hazinede nakit fazlası
yaratılmakta, ancak bu, niteliksizliğe yol açmaktadır.
Devlet: Kamunun organize olmuş haline devlet denir. Devlet ve kamunun organları yapısal olarak aynıdır ama devlet bir organizasyondur. Devlet, faaliyetlerini yapılanma hiyerarşisinde birbirine bağlı hareket ederek gerçekleştirir.
Kamu: Kendi içinde tanımlanmış ortak kullanıma tabi mal ve hizmetlerin toplamıdır. Beş parçadan oluşur: Bütçe, KİT, belediyeler-yerel yönetimler, SGK (SSK,
Bağ-Kur, Emekli Sandığı), Tarım Kredi Kooperatifleri.
Bütçe: Kamunun içinde bir paydır. Türkiye’de sistemin yüzde 75’ini oluşturduğu için bütçe açık verirse kamu da açık verir.
Kamu açık veriyorsa dört araç kullanılır: İç Borçlanma, Dış Borçlanma, Merkez
Bankası Kaynakları, Bankacılık Sistemine Müdahale
İç Borçlanma: Hazine bonosu ve devlet tahvilidir. Vade, miktar ve faiz iç borç-
50
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
lanmanın üç bileşenidir. Üçünün belirlenme koşuluna bağlı olarak borç verene
karşılık olarak verilen menkul kıymetlere hazine bonosu-devlet tahvili denir.
Hazine Bonosu: 1 yıldan kısa vadeye sahiptir. Devlet Tahvili: 1 yıldan uzun vadeye sahiptir.
Borçlanmada Temel Kural: Borcun faizini ne kadar uzatırsanız borcun yıla düşen maliyetini o kadar azaltmış olursunuz; düşen maliyet faizi düşürmüş; düşen
faiz transfer giderini azaltmış olur. Böylece kamu harcamaları düşer.
Örneğin 100 lira borçlanacağınızı düşünelim. 100 lirada 1 yıl borçlanmanın karşılığı ile 5 yıl borçlanmanın karşılığı farklıdır. 1 yıla düşen faiz, 5 yıla düşen faizden daha büyük olacaktır. Eğer bu tercih edilirse, bütçenin transfer kalemi büyür.
Transfer büyürse bir sonraki yıl faiz dışı fazla düşer. Faiz dışı fazlayı arttırmak
için gelir arttırılmak zorundadır. Buna önlem olarak, Türkiye’de dolaylı vergiler
arttırılır. Bu, kaotik ve kısır bir döngüdür.
Borçlanma süreçlerinde mümkünse vadeyi uzatmak önemlidir. Vade ile faiz
arasında ters ilişki vardır. Vade kısalırsa faiz yükselir, vade uzarsa faiz düşer.
Kredibilite: Kalitatif (niteliksel) ve kantitatif (sayısal) kriterler kredibiliteyi
oluşturur.
Ülkenin büyüme oranları, kişi başına düşen milli gelir, cari açık oranı, dış ticaret açığı kantite göstergedir. Belli periyotlarla değişen kalite değerleridir.
Kalitatif göstergelerden biri rekabet endeksidir. Rekabet endeksi, “Bu ülkede
şirket kurmak için kaç yerden izin alıyorsunuz?”, “Kaç günde şirket kurabiliyorsunuz?” gibi soruların cevapları ile ilintilidir. Kalitatif göstergeler yabancı yatırımcının o ülkede komisyon alıp almadığını da gösterir.
Bir ülkenin veya bir şirketin veya bir kişinin kredibilitesi düşerse onun ödemesi gereken faiz miktarı artar. Bu da, onun daha kısa vadeli borçlanma imkânıyla
muhatap olması demektir. Kredibilitesi artarsa mevcutta ödeyeceği faiz miktarı
düşer ve yaptığı borçlanma için vadesini uzatır.
Derecelendirme Notu: Kalite ve kantite değerlerinin bileşkesi sonucunda ortaya çıkar ve ülkelerin dışarıya borçlanmasına buna göre karar verilir. Dış borçlanmanın maliyeti, rating notunun bir sonucudur.
Faize bağlı vade miktarı, hazine bonosu ve devlet tahviliyle yapılan borçlanmaya iç borçlanma denir.
Borçlanma süreci nasıl çalışır?
Sistemde bütçe, açık verir bu, kamu açığına neden olur ve bu açığı kapatmak
51
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
için de iç borçlanma yapmak zorunda kalırsınız. Türkiye’de her Salı iç borçlanma
günüdür. Ayda en az 4 kez borçlanma yapılır. Her ayın 1’inde; Salı günleri devlet,
hazinesi aracılığıyla iç borçlanma gerçekleştirirken aynı zamanda ne kadar miktarda ve ne kadar vadede borçlanacağını da ilan eder.
Örneğin; 600-700 milyon TL borçlanacağımızı ve bunu bir yıl vadeyle oluşturacağımızı düşünelim. Saat 11:00-15:00 arasında ağırlıkla, bankalar bir tarafta,
kamunun kendi kurumları da diğer tarafta, tüzel kişiler de dâhil olmak üzere,
miktar ve faiz oranıyla teklifler bankalar arası para piyasası dediğimiz ekonomik
sistem içinde verilmeye başlanır.
Teklifler:
A grubu: 600-700’e karşılık 50 milyon TL’yi 18’den vereceğim.
B grubu: 600-700’e karşılık 70 milyon TL’yi 18.25’ten vereceğim.
C grubu: 600-700’e karşılık 40 milyon TL’yi 18.50’den vereceğim.
Saat 11.00’de başlayan süreç, 15.00’te biter. Son teklif 18.50’den kesildi.
15:00-16:00 arası hazine, verilen teklifleri faiz oranlarına göre bir sıralamaya
koyar.
Başlangıçta 600-700 borçlanacağım diyen Hazine, saat 16:00’da 700 milyon
TL’den büyük oranda 800 TL civarında borçlanma yaratıyorsa beklentisi başkadır
600 TL ve civarı borçlanma yaratıyorsa da başka bir beklenti içindedir.
Toplam 1250 teklif verilmiştir. İhale başında 600-700 TL istenmekteydi ama en
son verilen %18.50’lik teklif kabul edilmiştir. Çünkü bir sonraki ihalede, piyasada
faizin yükseleceği, 20’lere kadar çıkacağı öngörülmektedir. Konjonktürün değiştiği, ABD’de iflasların başladığı ve Türkiye’de bir bankanın batması gibi durumlar söz konusu olduğunda, borç veren ilk olarak verdiği borcun faizini yükseltir bu da piyasanın faizini artırır. Piyasanın faizini arttıracak etki belirginleşirse
mevcut borçlanma miktarı arttırılmaya başlanır. Yani, eğer bir ihalede, açıklanan
değerin üzerinde bir borçlanma yaratılıyorsa bu, piyasada faizlerin yükselme
beklentisini gösterir. Ekonomi, beklentilerin yönetilmesidir.
52
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
EKONOMİDE AKIM SÜREÇLERİ
Ekonomide HAVUZ sistemi
Üç havuz vardır: Reel sektör, devlet veya kamu havuzu, para veya sermaye
piyasası havuzu. Ekonomi bu üç havuz arasındaki ilişkiyle kurulur. Bu üç havuz
birbirlerine borç verir, birbirlerinden borç alırlar.
Reel Sektör Havuzu: Reel sektör, para ve sermaye piyasasından kredi alır. Bir
de öz kaynak kullanımı gerçekleştirir. Mal ve hizmet yaratırken, reel sektör faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan kâr üzerinden vergi öder. Böylece faizde kâr eder,
vergisini öder, elde ettiği kârın bir kısmını da para ve sermaye piyasasına tasarruf
olarak yatırır.
Para ve Sermaye Piyasası Havuzu: Para ve sermaye piyasası, ilk açılımında
kredi- vergi tasarrufu toplar. Dışarıdan borç alır. Devlete ise iç borç verir. Sonra iç
borcu faiziyle birlikte tahsil eder.
Devlet Havuzu: Para ve sermaye piyasasından iç borçlanma sağlar. Vergi alır.
Dışarı borçlanma gerçekleştirir. Ayrıca Merkez Bankası’nın kaynaklarını kullanır.
O da mal ve hizmet yaratır. Kamu mal ve hizmetiyle özel sektör mal ve hizmeti
ortaya çıkar. Borçlanma sürecinin, faizdeki artışa olan etkisini havuz sisteminden
nasıl görürüz?
Eğer devlet iç borçlanmasını arttırırsa, yani 600-700 demişken 850’yi kabul
ederse yaklaşık 250 milyon TL daha fazla borçlanır. Havuzdaki para seviyesi
azalır. Para azaldıkça, kamu açığı iç borçlanmayla finanse ediliyorsa, faiz oranı
yükseliş gösterir. Dolayısıyla devlet, sistemde 600-700 borçlanayım derken 850
borçlanırsa faiz yükselir, 600-700 borçlanayım derken 300-400 borçlanırsa beklentisi faizlerin düşmesi yönünde olur.
53
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
İstisna Durum: Devlet faiz düşüşü değil faiz artışı beklentisindeyken, 600-700
değil 300-400 borçlanabilir. Bunun nedeni kendi isteğiyle piyasa koşullarına müdahale edip faizleri düşük tutmaktır. Bu ciddi bir hatadır. Devlet, kriz potansiyeli
yaratır ve kendi kendine ihtiyacı keser. 1994 krizi tamamen bu sebepten çıkmıştır.
Türkiye’de artan kamu harcamalarının en önemli kalemi faiz harcamasıdır. Faiz,
kamu harcamaları içinde transfer kalemi harcamaları kapsamında yer alır.
4 harcama kalemi vardır: Cari, personel, yatırım ve transfer.
Bu kalemlerin içinde, kamu harcamalarında en önemli ve belirgin kalem Türkiye açısından transfer kalemi olmuştur. Burada faiz belirleyicidir. Faiz harcamaları arttığı için kamu harcamaları içinde, transfer harcamaları belirleyici bir
faktördür.
Bütçe açığını kontrol etmek için sistem faiz dışı fazla vermek zorunda kalmıştır.
Faiz dışı fazla konsepti vermek iç borç, dış borç, Merkez Bankası ve bankacılık sistemi kaynaklarını daha az kullanmak demektir. Faiz dışı fazla konsepti,
1997’de IMF’yle programa geçtiğimizde başlamıştır.
IMF’nin ilk baktığı değişken faiz dışı fazla performansıdır. Ancak gelişmiş hiçbir ekonomi faiz dışı fazla vermek istemez.
3 havuzu hatırlayalım: Reel Sektör-Para ve Sermaye Piyasası-Kamu Reel sektörün para ve sermaye piyasasından kredi alabilmesinin koşulu kamunun para ve
sermaye piyasasından alacağı iç borcun azalmasına bağlıdır. Bütçe açığı azalırsa
reel sektörün para ve sermaye piyasasından kullanacağı kredi miktarı artar. Dolayısıyla iç borcun azalıp kredinin artması piyasalardaki faizin düşmesi demektir.
Borçlanmanın azaldığı bir yapıda, piyasaların kredi kullanma imkânları artar.
Bunun sonucunda reel sektör yatırımlarını, üretimini ve istihdamını arttırır, buna
bağlı olarak da büyüme artar. Kısaca; iç borçlanmanın azalması kredi kullanımının artması, faizin düşüp yatırım, üretim, istihdam ve büyümenin artmasıdır.
Sistemde bütçe açığı ve kamu açığı faiz dışı fazla vererek düşer.
Kamu iç borçlanma yaparken devlet tahvili ve hazine bonosu kullanır. Kamu
hazine bonosu ve devlet tahvili kullanımını azaltırsa yani iç borçlanmayı düşürürse, para ve sermaye piyasasından daha az para çeker. Yani banka devlete borç
vereceğine reel sektöre borç verir.
Borç vermenin karşılığı kredidir. Kredi verme olanakları artarsa kredi faizleri
düşer. Kredi faizleri düşerse özel sektörün yatırım, üretim, istihdam ve büyüme
diye ifade ettiğimiz unsurlar ile olan ilişkisi artar.
Faiz dışı fazla bu ilişkiyi sağlar ama buradaki durum sürekli antibiyotik kullan54
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
mak gibidir. Mide hastalığına yol açar. Kamu çalışanlarımızın satın alma gücünü düşürür. Kamunun faaliyetlerinin kalitesini azaltır. Kamunun yatırımcı kısmı
veya yatırımcı tarafının zayıflamasına neden olur.
Burada gelir ve gider arasında bir dengesizlik vardır. Gider gelirden büyük
olduğu için bütçe ve kamu açığı veririz. Bunun yönetilmesinin iki yolu vardır:
1. Geliri arttırmak
2. Gideri kısmak
Biz hep gideri kısmaya yönelik bir strateji belirlediğimiz için uzun vadede,
dengeyi yani eşitliği aşağıda sağlıyoruz. Halbuki dengenin yukarıda sağlaması
gerekir.
Mevcut yapının en önemli problemi: Öncelikle, bir sistemin, gelire bağlı bütçe
dengesini sağlayabilmesi için, her şeyden önce en önemli sorunu olan kayıt dışı
ekonomik faaliyetleri devre dışı bırakması gerekir. Sistemde kayıt dışı olduğu
müddetçe gelir tarafının giderdeki artışa bağlı olan ivmesi düşük kalacak ve açık
performansı yükselecektir.
Kayıt dışı: Kayıt dışı ekonomik faaliyetleri iki şekle bağlayabiliriz:
1. Vergilendirilmemiş ekonomik faaliyetler
2. Belgelendirilmemiş ekonomik faaliyetler
Kayıt dışıyla kara para karıştırılmaktadır. Kara para, illegal (yasadışı) faaliyetler sonucunda elde edilen geliri tanımlar. Kayıt dışı, yasadışılık değildir. Kayıt
dışı, vergilendirilmemeyi ve belgelendirilmemeyi dolayısıyla tahakkuk dediğimiz vergi ödeme yükümlülüğü dışında kalan faaliyetleri tanımlar.
Türkiye’de kişi başına vergi oranı yaklaşık olarak yüzde 35’tir. Bu oran,
Türkiye’yi AB ve OECD ülkeleri içinde ikinci en yüksek oranlı ülke yapmaktadır.
Ama toplam verginin veya toplam vergi gelirinin milli gelir içindeki payına baktığımız zaman, ülkemiz en son sıradadır. Bu ne demektir? Sistem piyasa tabiriyle
“yakaladığından vergi alabilen”, vergi alabilmek için çaba harcamayan bir özellik gösteriyor. Dolayısıyla vergi tarafına yükleniyor.
İç borçlanmamak faizin düşmesi, dış borçlanmamak kurun düşmesi anlamına,
Merkez Bankası’na müdahale etmemek enflasyonun düşmesi, bankacılık sistemine müdahale etmemek bankacılığın zayıflayan mali yapısını güçlendirmek ve
reel sektöre aktarılan kredi miktarının artması anlamına gelir. Bunu, faiz dışı fazla vermeyerek yapabilirsiniz. Bu doğal olarak kamu çalışanının daha büyük bir
gelir yaratma şansına sahip olması, cari harcamalar vasıtasıyla kamunun eğitim,
sağlık, adalet, ulaşım ve savunma gibi temel fonksiyonlarının dışarıya bağlı olmadan yürütülebilmesi demektir.
55
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
DIŞ BORÇLANMA
3 tip araç kullanılmaktadır: Eurobond, Samuraibond, Yankeebond
İhale sisteminden farkı yoktur, iç borçlanmada muhataplar iç piyasa oyuncuları iken; dış borçlanmada muhataplar dış piyasadaki oyunculardır. Dış piyasadaki
oyuncular ise yurt dışındaki bankalar, fonlar, yurt dışı sermaye şirketleridir.
Bir ihale sisteminde borç verenler borcun hedeflenen miktar ve faizi, borç alanlar içinse almış olduğu borç miktarı ve faizi geleceğe yönelik beklentilerle yakından ilgilidir. Çünkü işlem geleceğe yönelik yapılmaktadır. Borcu veren belirli bir
gelecek vadesine ve faizine göre borcu vermekte, alan ise gelecek vadesine göre
borçlanıp faiz ödemektedir. Eğer piyasalarda faizin artış göstereceği yönünde bir
beklenti oluşuyorsa hazine, mevcut ihalelerde olabildiğince fazla borçlanır. Tersi durumda yani, eğer beklenti düşme yönündeyse, bu düşmeyi ileriki faizlerin
aşağı yönlü maliyetinden faydalanmak için ihalede ilan edilen tutarın altında bir
miktarda borçlanma gerçekleştirilir. Dış borçlanma aynı şekilde ihale sistematiğiyle çalışır. Tek fark dövizle borçlanmaktır. İhalesi ve itfası vardır.
Dış borçlanmada kullanılan araçlar:
Dış borçlanma Avrupa bölgesinden yapılıyorsa adı Eurobond,
Dış borçlanma Güneydoğu Asya ve Japonya’dan yapılıyorsa Samuraibond,
Dış borçlanma ABD’den yapılıyorsa Yankeebond’dur.
Bono ve tahvil tanımı da 1 yıldan kısa ve uzun olmasına bağlı olarak Samurai Tahvil ya da Yankee Tahvil olarak yapılır. Dış borçlanmalar genelde 1 yıldan
uzun vadelerle yapılır.
Türkiye’nin kriz potansiyelinin karşılığı:
Kamu Havuzu-Para ve sermaye piyasası havuzu-reel sektör havuzundan
bahsettik. Kamunun kaynakları iç borçlanma, vergiler, dış borçlanma ve Merkez Bankası kaynaklarıdır. Bankacılık sisteminden çekilen paralar da var. Bunlar
kamu havuzunu dolduran musluklar olarak adlandırılabilir.
Para ve Sermaye Piyasası: İç borç verildiğinde iç borcun faiziyle aldığı miktardır. Başka tasarrufları da bulunur. Bunu da dış borçlanma gerçekleştirir.
Reel Sektör: Her şeyden önce öz kaynaklarını ortaya koyar. Bunlar da dış borç
alır. Dış borç almanın kendi içinde faktörleri vardır. Bu kimi iç piyasadan, kimi
dış piyasadan, kimisi TL, kimisi dövizdir borçlanmaların.
Türkiye bundan sonra bir krize girerse bu ne bankacılık ne de kamu kaynaklı
olacaktır, bu seferki kriz hiç yaşamadığımız dolayısıyla savunmasının nasıl yapılacağı konusunun çok belirgin olmadığı özel sektör kaynaklı olacaktır. Altındaki
56
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
temel sebep, dövizli dış borçlanmanın sistemin en önemli aktörü haline gelmesidir. Şu anda firmalar toplam dış borcun yüzde 65’ine sahiptir. Bu 2001’in tam
tersine kamunun gerçekleştirdiği borçlanmanın üstünde bir borçlanmadır.
En kötü ihtimali düşünürsek kamu, kamu borcunu ödemiyorum diyebilir.
Ödeme takvimi yapabilir. Para basabilir. Ama özel sektör açısından bakarsak bu
borcun ödenmemesi demek iflasın ve sistemdeki faaliyetin tamamen durması
demektir. Özel sektör dış borçlanmasını arttırdıkça bu borçlanmanın karşılığını
kur riski almaktadır.
Örneğin bir yıl boyunca 100 bin dolar borçlanıldığını ve alınan parayla içerideki faizlerin finanse edildiğini, hammadde alındığını, işçi maaşlarının ödendiğini ve üretilen malın finansmanının yapıldığını düşünelim. Ancak bu durumda
borçlanma dövizle olurken, alacaklar TL üzerinden yapılmaktadır. Farklı para
birimlerinden alacak ve borcun olmasına kur riski denir.
Dolayısıyla günümüzde dış borçlanmadaki temel oyuncunun özel sektör olması, özel sektörün kur riski taşıdığını gösterir. Kur riski özel sektör üzerindeki
en önemli tehdittir. Bu tehdit, 2011 itibariyle konuşuyorsak 1.80 dolar kuruyla
realize olmaktadır.
Türkiye’deki 480 milyar dolar borç stokunun 3’te 2’si özel sektör borcudur. Bu
durum, ödeme yükümlülüklerinin aksamasına sebebiyet verir. Şirketlerin faaliyetleri ödemelerini yapamadığı için durur. Faaliyetleri durduğu için gelir yaratamaz. Gelir yaratamadığı için bir sonraki dönem borcunu ödeyememeye başlar.
Dolayısıyla sistem mevcut şartların durmasına ve blokaj dediğimiz, sistemin birden bire aşağı çökmesine neden olur.
Türkiye için bir öngörü yapmak gerekiyorsa önümüzdeki dönemler için alınan
risk, özel sektör borcudur.
Merkez Bankası:
2 temel fonksiyonu vardır:
1. Para basma tekeline sahip olan kurum
2. Bankaların bankası
Dünyada her şeyin tekeli kırılır, kaldırılır ama para basma tekeli devam etmek
zorundadır. O tekele sahip kurum Merkez Bankası’dır. Merkez Bankası bankaları
denetleyen bir kurum değildir! 2001 krizinden sonraki süreçten bu yana denetleme kurulunun adı Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kuruludur.
Bankaların Bankası Olmasının Karşılığı: Bireyler ve şirketler parasal sıkıntıya
düştüğünde bankalara gider. Bankaların da parasal sıkıntıya düştüklerinde ilk
gidecekleri yer Merkez Bankası’dır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. Merkez ban57
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
kaları piyasada en son borç veren kurumdur. Merkez Bankası’ndan sonra sistemde borç verebilme özelliğine sahip başka bir kurum yoktur.
Merkez Bankaları Nasıl Ortaya Çıktı?
Merkez bankaları aslında finansal bir kurum olarak insanların çıkardığı kurumdur. Bu kurum bankerlik olarak adlandırılır. Bankerlik tarihsel perspektifte
ilk finansal kurumdur. Feodal dönemde insanlar ticari hayatla birlikte yavaş yavaş servet biriktirmeye başlamışlardır. Bu servet birikimi, servetlerin nerede emniyetle saklanacağı sorununu doğurmuştur. Bu ihtiyacı karşılamak üzere ortaya
çıkan kişiler daha sonraki isimleriyle bankerler olmuşlardır. Bankerler feodal
dönemde servetleri saklamakla yükümlü kurumlardır. İlerleyen süreçte serveti emanet eden, bankerden bir saklama makbuzu almaya başlamış. Bu saklama
makbuzunun adı banknottur. Bu serveti günlük ticari aktivitede kullanmak istediğinde her seferinde bankerden almak yerine banknot denilen saklama makbuzunu ciro etmeye başlamıştır. Böylece; ticari aktivitenin finansmanı sağlanır.
Makbuz ticari hayatta dönmeye başlar. Adı konmamış bir kağıt para dolaşımı
başlamıştır artık. Hal böyle olunca siyasi otorite (feodal beyler) ekonomik tarafı
kontrol edememeye başlar. Bu sırada bankerler kendilerine herhangi bir servet
teslim edilmese bile piyasaya saklama makbuzları sürmeye başlar (karşılıksız
para). Siyasi otorite bankerleri lağveder ve kontrolü kendi eline alır. Kendine almak için Merkez bankacılığı denilen süreci başlatır. Modern anlamda dünyadaki
ilk Merkez Bankası, 19’uncu yüzyılda kurulan İngiliz Merkez Bankası’dır.
Ciro etmek: Alacağın yerine alacak anlamına karşılık gelen bir menkul kıymetin devredilmesi olarak tanımlanabilir. Türkiye’de Merkez Bankası’nın kuruluş
tarihi 1931’dir. Aradaki bu zaman farkı, bir bakıma bizim birçok konuda, birçok
siyasi davranışta ve kültürel süreçlerdeki farkımızı yansıtır. Dolayısıyla merkez
bankacılığı dediğimiz süreç bu temel fonksiyonla çalışır.
AÇI⁄IN FİNANSMANINDA MERKEZ BANKASI KAYNAKLARININ KULLANIMI:
Merkez Bankası’nın kamuyu finanse etme biçimine para basmak veya emisyon
matbaası kullanmak denir.
Emisyon: Piyasada dolaşan kâğıt para toplamına denir. Yani cebimizde bulunan kâğıt para ve günlük işlemlerde nakit olarak kullanılan kâğıt para toplamına
denir. Emisyonu, Merkez Bankası yaratır. Para basma tekeli dediğimiz şey de
budur.
Merkez Bankası’nın emisyon matbaasını kullanarak yani para basarak açığı
finanse etmesinin direkt sonucu enflasyonun artmasıdır. Çünkü piyasada mal
58
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
miktarı sabitken para miktarı artarsa birim malın fiyatı artar. Mal miktarı sabitken yani karşılık yaratılmamışken piyasadaki emisyon yani para miktarı artarsa
mal ve hizmetin birim fiyatı yükselir. Bunun fiyatı enflasyondur. Para basmak
eğer karşılığı yoksa en tehlikeli ekonomik davranıştır.
Merkez Bankası’nın En Son Borç Verici Kurum Olma Özelliği: Bankacılık sistemi mevduat toplar, kredi verir. Dolayısıyla para toplama süreçleri boyunca
topladığı parayı plase etmesi gerekir, yani paranın acilen kullandırılması gerekir
çünkü para yatırıldığı andan itibaren faiz yükümlülüğüne girilir. Faiz yükümlülüğünü karşılayabilmek için bu para başka yere kullandırılır. Bu süreçlerde bazen
beklenmedik para çekişlerine muhatap olunursa o para daha önceden kullandırıldığı için nakit açığı ortaya çıkar. Bu açığı kapatmak için Merkez Bankası’ndan
kredi kullanılır. İşte bu kredi kullandırma sürecinin adına reeskont denir.
Reeskont demek bankaların Merkez Bankası’ndan kullandıkları kredi için
ödedikleri faizdir. Reeskont faizi piyasaları yönetmek için Merkez Bankası’nın
elindeki para politikası aracıdır. Merkez Bankası reeskont faizini arttırırsa bankaların kredi kullandırmaları azalır. Bir bakıma, reeskont faizinin Merkez Bankası
tarafından yükseltilmesinin anlamı piyasaları daraltmak, piyasaları küçültmek,
piyasaların aktivitelerini azaltmak politikasını taşır. Bu da bir bakıma, ekonomiyi
küçültmek içindir.
Ekonomi ne zaman küçültülür?
Bu karar otonom alınır. Merkez Bankası’nın reeskont faizini çıkardığını düşünelim. Çıkarmamın temel amacı ekonomiyi küçültmektir. Merkez Bankası,
enflasyon artarsa ekonomiyi küçültme kararını verir. Böyle durumlarda Merkez
Bankası’nın müdahale araçlarından biri reeskont faizlerini artırmaktır. Amacı,
ekonominin enflasyonist büyüklüğünü aşağı çekmektir.
Merkez bankaları para basma tekeline sahiptir dedik. Aslında Merkez bankalarının bastığı kâğıt para onların borç senedidir. Borç senedi, bir bakıma borçlunun
alacaklıya ödemekle yükümlüğü olduğu miktarı gösteren alacak belgesidir. Yani
sizin elindeki kâğıt para üzerinde yazan değer karşılığı Merkez Bankası’ndan alacaklı olduğunuzu gösterir. Elinizdeki para miktarı arttıkça Merkez Bankası’ndan
alacaklı olduğunuz miktar artar.
ALTIN PARA SİSTEMİ ve REZERV PARA:
1973’e kadar dünyada altın para sistemi geçerliydi. Yani bütün paralar dolara,
dolar da altına bağlıydı. Piyasaya çıkan dolar ABD hazinesine giren altın kadar
oluyordu. Dünyadaki diğer paralar da dolara bağlıydı. Ülkeler kendi bünyelerinde dolar biriktirdiklerinde bunu ABD hazinesine götürüp altın alma hakkına sa-
59
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
hiptiler. Eğer dolar ve/veya altın bulundurmuyorsan yarattığın para karşılıksız
değeri taşıyordu. Ama 1973’te Fransa ekonomik krize girince o dönemde Fransa
yönetimi Fransa’daki tüm dolarları toplayıp, gemilerle ABD’ye gönderip karşılığında altın istedi. ABD, bu altın alındığı andan itibaren ekonomik krize girdi.
ABD’nin bu krize girişiyle birlikte altın para sistemi çöktü.
1973’ten beri dünyada yaklaşık 35 yıldır bir karşılık değer ifadesini taşıyan sistem yoktur. Onun yerine dolar, pound, İsviçre frangı, Japon yeni ve euroya rezerv para tanımı getirilmiştir. Ülkelerin, para basacakları zaman bu beş birimden
birini bünyelerinde tutmaları aranır hale gelmiştir. Bugün, dünyada kendi ülke
parasının rezerv para niteliğine kavuşması durumunda o ülke, önemli bir güce
sahip olur. Çünkü merkez bankalarının en önemli geliri bastıkları paradır!. Buna
senyoraj geliri denir.
Senyoraj geliri: Merkez Bankası’nın bastığı kâğıt paranın üzerine koyduğu değer ile onu mal etmek için kazandığı gider arasındaki farktır. Merkez Bankası sürekli para bassın, bu geliri elde edip açıklarını finanse etsin denilebilir ama eğer
bunu yaparsa karşılıksız para olacağı için enflasyon yaratır, bu da geliri tüketir.
Bir ülke vatandaşı sahip olduğu gelir ile başka ülke parasıyla tasarruf yapıyorsa bu tasarruf ettiği paranın Merkez Bankası’na sıfır faiz ile kredi açığı var
demektir. Elinizdeki parayla 100 dolar aldığınızda, o 100 dolar karşılığını ABD
Merkez Bankası’na 0 faizle borç veriyorsunuz. Gelişmiş hiçbir ülkede ülke vatandaşı kendi parası dışında bir parada tasarruf etmez. Az gelişmiş ülkelerde o ülke
vatandaşları sürekli dövizle borçlanır, dövizle tasarruf yapar.
Bir ülkenin gelişmesinin en temel göstergesi o ülkenin parasının başka ülkeler
tarafından kullanılmasıdır.
Bir paranın üç temel fonksiyonu vardır:
• Para, saklama aracıdır.
• Para, değer biçme aracıdır.
• Para, değişim aracıdır.
Eğer bir ülkenin kendi parası bu üç fonksiyonu başka paralarla yerine getirmeye başlıyorsa o ülkede önemli kayıplar var demektir. Eğer ben tasarrufumu,
saklamayı dövizle yapıyorsam, evimi, arabamı satarken veya alacağım malın fiyatında dövizle muhatap oluyorsam veya dövizle somut bir alım satım yapıyorsam ben kendi paramın fonksiyonlarını kaybetmişim demektir.
Geriye ancak açık yaratmayarak dönülür. Eğer bir ülke sürekli açık yaratıyorsa o ülkenin parasının fonksiyonları sürekli açık verir ve yabancı para o ülkede
etkinliğini arttırmaya başlar. Dolayısıyla, yerli para fonksiyonu artmadan geliş60
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
mişlik olmaz. Paranın basılmasıyla ilgili olarak; bozuk para hazine tarafından
İstanbul’da darphanede basılınken, kâğıt parayı Merkez Bankası Ankara’da basmaktadır. Emisyon kavramı Merkez Bankası’nın bastığı kâğıt para üzerinden incelenir, izlenir. Sistemde Merkez Bankası kaynağı ile kamu açığının kapatılması
sürecinin adı emisyon matbaası ile para basmaktır.
Senyoraj geliri, Merkez Bankası’nın para basmasından elde ettiği gelire denir.
Para basılan bir sistemde, sistemin enflasyon yaratmamasının tek koşulu vardır.
Basılan para miktarı karşılığında bir varlık ve değer artışının olmasıdır. Bu, geçmiş dönemlerde altın para sistemiyle yönetilirdi. Basılan her paranın dolar karşılığı, doların da altın karşılığı vardı. Bu sistem çökünce yerini sterlin, euro, İsviçre
frangı, dolar ve yeniden oluşan rezerv para aldı.
Bir ülkenin parası rezerv para olduğu andan itibaren senyoraj geliri enflasyon
yaratmaz; çünkü Merkez Bankası, talep dışarıdan geldiği için içerideki para arzını arttırmadan, para basarak gelir yaratma şansına sahip olur. Bu yüzden rezerv
para olmak önemlidir.
Eğer 1994-2001 krizleri yaşanmamış olsaydı Türkiye, SSCB dağıldıktan sonra
Türki Cumhuriyetler’de Türk Lirası’nı rezerv para niteliğine kavuşturabilirdi.
Merkez Bankası’nın bankaların bankası olmasının fonksiyonel karşılığı reeskont
ile izlenir.
Bankaların bankası olması diye adlandırdığımız süreç Merkez Bankası’nın
bankalara kredi kullandırmasıdır. Bu krediler en fazla aylık olarak kullandırılır.
Kısa vadeli kaynak ihtiyacını karşılama noktasında, likitideye ihtiyaç duyulursa
son başvurulacak nokta Merkez Bankası’dır.
Reeskont, Merkez Bankası’nın bankalara verdiği kredi faiz oranıdır. Reeskont
oranı düşerse daha çok kredi alınır. Daha çok kredi alınırsa enflasyon yükselir.
Para ihtiyacı varsa reeskont düşürülür. Doların artışı her zaman daha yüksek faiz
artışıyla karşılanır. Aslında, döviz bir yatırım aracı değildir.
Bir ekonominin dengesi tasarruflarla yatırımların birbirine eşit olmasıdır. Yatırımlar, denge dediğimiz tasarrufla yatırımın birbirine eşit olduğu noktanın üzerinde olursa yani yatırımların tasarruflara göre daha önde olduğu bir süreç varsa
aradaki farkı kapamak için sistem yatırımları arttırmak zorundadır. Bunun adına
deflasyon denir. Bu noktada yatırımlar kısılır.
Ekonominin 2 durumu vardır. Durgunluk dediğimiz deflasyon ve genişlemebüyüme dediğimiz enflasyon. Deflasyon dönemlerinde reeskont faizi düşer veya
düşürülür. Enflasyonist durumlarda ise reeskont faizi yükseltilir.
61
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Enflasyon üç şekilde gerçekleşir:
1. Talep Enflasyonu
2. Maliyet Enflasyonu
3. Stagflasyon.
Talep enflasyonunda talep, arzdan büyüktür.
Maliyet enflasyonunda talep arzdan küçüktür.
Stagflasyonda talep ve arz birlikte düşmektedir.
Türkiye’de şu anda reeskont faizleri düşürülmektedir. Deflasyonist yapıdaki
Türkiye, yatırım yapma kararının devre dışı kaldığı bir noktadadır.
Buna benzer bir durumu ABD yaşamaktadır. ABD ortaya para koyarak bankaları kurtarmakta ve piyasalardaki zor durumdaki şirketler için kurtarma operasyonları düzenlemektedir. Özellikle satın alma gücü düşük düzeydeki ekonomik
kesimlere direkt nakit para çeki verilmektedir. Bunların hepsinin altında yatan
neden ABD’nin sistemdeki deflasyonist yapıya müdahale etmesidir.
Deflasyonist ortama müdahale sürecini ilk uygulayan Keynes’tir. Bu, 1929 krizine müdahale anlamındadır. Otonom yatırımların arttırılması diye geçer. Bugün
yaşanılan durum, 1980’lerle birlikte devletin küçültülmesinin, devletin müdahaleciliğinin devre dışı kalmasının temel alındığı bir ideolojinin ve yaklaşımın bir
bakıma iflasıdır. Devletin küçülmesini savunanlar şimdi sistemin kriz yaratma
etkisini devlet kurtarmasına güvenerek çözmeye çalışıyorlar. Bu Keynes’in ruhunu çağırmadır.
Bugün, Türkiye’de, kobilere yönelik kredi kaynakları açıklanıyor. Vergiler düşürülüp vergi ertelemelerine imkân tanınıyor. Bu süreç otonom yatırımların arttırılmasıdır. Eğer süreç enflasyonist bir yapıyı ifade etseydi reeskont faizi yani
Merkez Bankasının bankalara uyguladığı faiz düşürülecekti .
Özelleştirme: Piyasa ekonomisinde devlet müdahalesinin devre dışı kalmasının en önemli araçlarından biridir. Eğer devlet özelleştirmeyi piyasa ekonomisinin etkinliği olarak belirtiyorsa ve bugünkü piyasa ekonomisi, dünyada çözümsüzlük yaratan müdahaleye açık bir hale geldiyse birçok nokta sorgulanmalıdır.
Özelleştirme, iç dengeyi organize eden bir gelirdir. Özelleştirme ile varlıklar özelleştirilir ve elde edilen gelir ile bütçe açığı finanse edilir. Bu bütçedeki gelir-gider
dengesizliğine müdahale etmektir.
Entegrasyon ve globallaşme ulus-devlet organizasyonunu sistem dışına taşımayı amaçlıyordu ama şu anda sistemde, beklenti içine girilen yerlerden biri
ulus-devlettir.
62
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Bankacılık Sistemi: Banka denilen süreci bilanço içinde konuştuğumuzda bilançonun aktif (alacak) ve pasif (borç) tarafları vardır. Bankalar, öz kaynakları
olan şirketlerdir. Bu öz kaynaklar yetersiz kalırsa yabancı kaynak toplanır. En
önemli fonksiyonu mevduattır. Bankalar kasasında mutlaka para tutar. Başka
bankalara ve devlete borç verir. En önemli işi kredi vermektir. Bankaların temel
fonksiyonelliği kredi-mevduat ilişkisidir.
Toplam pasifin (borcun) ne kadarının mevduat, ne kadarının kredi olarak kullandırılıyor olduğu ekonomide sağlık göstergesidir. Buna kredi mevduat oranı
denir. Bu oranın düşmesi, sistemde sağlıksız gidişin temel göstergelerinden biridir.
Bankacılık sistemi mevduat toplayıp kredi veren kurumdur. Bankacılık aslında
öz kaynak bazında sektörel olarak en düşük sermaye yapısı ile çalışan sektördür.
Mevduat ne kadar çok krediye dönüşüyorsa sistemde kredi talebinin sistemde
oluşturduğu piyasa koşullarının uygunluğu ortadadır.
Piyasaların iki işlevi vardır:
1. Fon ihtiyacı karşılama
2. Devlete borç verme
Havuz sistemini hatırlarsak, reel sektör-kamu-para ve sermaye piyasası havuzunda Türkiye’yi temsil eden organizasyon bankalardır. Kamunun para ve sermaye piyasasından kaynak almasının adı iç borçtur. Reel sektörün para ve sermaye piyasasından kaynak almasının adı ise kredidir. Eğer iç borç artıyor, kredi
azalıyorsa sistemde faiz artışı beklenir. Bankanın mevduatları ne kadar çok kredilendiriliyorsa beklenti faizlerin bu oranda düşmesi yönünde olur. Mevduatlar
/ kredi oranı ne kadar çok artıyorsa faizlerde o kadar etkin bir düşme beklentisi
karşımıza çıkar.
Türkiye’de, para ve sermaye piyasası denilince, sadece para yani bankacılık
kısmı akla gelir. Gelişmişlik göstergelerinden biri bu havuzun içine aldığı sermaye piyasasının da gelişmiş olmasıdır. Bu da halka arz yani borsa sistemidir.
Temelde bizde sermaye piyasası sığdır. Manipülatifdir. (manipülasyon = yönlendirme)
Manipülasyon ve Spekülasyon: Spekülasyon meşrudur ve hatta spekülasyon
süreçleri sistemdeki denge mekanizmalarıdır. Ama manipülasyon gayri kanuni, hukuk dışı ve cezai müeyyidesi olan bir davranıştır. Manipülasyon, olmayan
bilginin varmışçasına sistemdeki oyuncuların asimetrik bilgisi dâhilinde belli kesimlere parasal kaynak ve imkân olarak aktarılmasıdır. 2009’da kriz olmasa Tür-
63
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
kiye yüzde 6 büyüyecekti. Yüzde 6 büyürken ihracat da büyüyecekti. Dolayısıyla
ihracatçı sektörlerin kârlılıkları ve satışları artacaktı.
Bankacılık sistemini, mevduat ve kredi ilişkisi ile de ifade edebiliriz ama bankacılık sistemi bu ilişkiyi yaparken rahat bırakılmaz. Bankacılık sistemine müdahale denilen yapı da kredi-mevduat ilişkisi içinde yaşanır. Yani bugün bankalar kendilerine yatırılan mevduatın hepsini, istese bile, kredi olarak kullanamaz
çünkü temel oyuncu, devlet veya kamu, oradan pay almak ister ve oraya müdahale eder.
Mevduat-Kredi-Kamu üçgeni.
Kamu bu sürece müdahil olurken üç araç kullanır: Munzam karşılık, Disponibilite, Reeskont oranı. Bu üç araçla mevduat yüzde 100 istese de kredilendirilme
imkânı yaşamaz. Mevduatın banka tarafından toplanıp krediye dönüştürülme
sürecine plasman denir.
Munzam Karşılık: Bankaların topladıkları mevduatın belirli bir yüzdesini (2011
itibariyle yüzde 8) Merkez Bankası kasalarına yatırma zorunluluğudur. Banka
olarak mevduat topluyorsunuz ve faizle ödeme yükümlülüğü getiriyorsunuz.
O ödeme yükümlülüğündeki miktarın bir kısmını kredilendiremiyorsunuz. Bu
yüzden paranın bir bölümünü doğrudan Merkez Bankası kasasına yatırırsınız.
Disponibilite: Bankaların topladıkları mevduatın belirli bir oranıyla (2011 itibariyle yüzde 6), hazine bonosu veya devlet tahvili alma zorunluluğudur. Buna
disponibil değer denir. Yani toplanılan mevduatın yüzde 6’sıyla banka kredi
verme kabiliyetini kullanmıyor gidip hazine bonosu veya devlet tahvili alıyor.
Ancak hazine bonosu veya devlet tahvili piyasa faiziyle yada piyasa vadesiyle
fiyatlandırılmadığı için getirisi anlamında banka için rasyonel bir değişken değildir. Merkez Bankası yüzde 6 disponibiteyle o miktara el koymuştur.
Reeskont oranı, munzam karşılık ve disponibilite, Merkez Bankası tarafından
kullanılan para politikası araçlarıdır. Para politikası araçları kısa vadelidir. Hızlı
sonuç verir. Eğer para politikası araçları maliye politikası araçlarıyla desteklenirse kalıcı olabilir. Maliye politikası aracı dendiğinde ise tek araç vardır: Vergi.
Ekonomide Araçlar: Para politikası araçları ve maliye politikası araçlarıdır.
Merkez Bankası, para politikası araçlarını götürür. Bu araçlar maliye politikasıyla birlikte oluşursa başarılı olur. Maliye politikasının başarılı olması her şeyden
önce kayıt dışının devre dışı kalmasına bağlıdır. İkinci olarak da toplum içinde
doğrudan verginin arttırılıp, dolaylı verginin (KDV; ÖTV) azaltılmasına bağlıdır.
Bankacılık sistemine müdahale 3 araçla yapılır. Piyasada faizler ortalama 20 ise
artı değer için 0 ilave edilerek bankalara kredi kullandırılır. Bu da bankalar için
64
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
ilave maliyet ifadesi taşır. Şu anda faizler yüzde 25 ise ve piyasada reeskont kredisi kullanılacaksa bu Merkez Bankası’nda yüzde 27 anlamına gelir. Piyasa faizi
artı iki, piyasa faizinin üstündeki kısmı göstermek içindir.
Para politikası araçları ve Merkez Bankası aracılığıyla kamu açığının finansmanı sağlanmaya çalışılır. Bunları arttırdıkça bankacılık sistemi ve mali yapı zayıflar
çünkü kendi kontrol edilmeyen alan genişledikçe, banka için bu maliyeti çıkarmak risk teşkil etmeye başlar.
Ekonomi iki temel denge üzerine kuruludur:
İç denge=Bütçe=Faizi etkiler
Dış denge=Ödemeler dengesi bilançosu=Kuru etkiler.
Ödemeler Dengesi Bilançosu: Bir ülkenin ekonomisindeki toplam döviz borçlarıyla toplam döviz alacaklarının izlendiği tabloya denir. Ödemeler dengesi bilançosu bir ülkenin kurunu gösterir.
Döviz: Yabancı paraya döviz denir.
Kur: Yerli paranın yabancı para cinsinden karşılığı veya satın alma gücüdür.
Döviz yabancı paraysa kur yabancı paranın Türk Lirası karşılığı değerini ifade
etmektedir. Ödemeler dengesinde bilanço çizilir. Bilanço bir denklik ifadesidir.
Ödemeler dengesi bilançosu alt parçalardan oluşur:
1) Dış Ticaret Dengesi: Bir ülkenin yaptığı ihracat ile yaptığı ithalatın farkına
dış ticaret dengesi denir.
İhracat: Mal hizmet ve sermaye satmaktır.
İthalat: Mal, hizmet ve sermaye almaktır.
Ülkelerin yaptıkları ithalat ve ihracat dört mal grubu içinde yapılır:
A)Hammade B) Ara Mal C) Sermaye Malı D) Tüketim Malı
A) Hammadde: Doğada bulunduğu şekliyle kullanılan mal gruplarına hammadde denir. Örneğin; petrolün çıktığı şekliyle kullanıldığından hammaddedir.
Kullanılan yere göre, kullananın kullandığı şeye göre o ara malın veya hammaddenin niteliği değişir. Pamuk, buğday, çinko vs. hammaddedir.
B) Ara Mal: Doğada bulunmayan bir işlem geçirdikten sonra fon kazanan ama
bulunduğu şekliyle de tüketime de konu olmayan mal gruplarıdır. (doğada bulunduğu şekliyle değil, işlem gördüğü şekliyle faaliyetlere konu olur.) Örneğin;
lastik, lastik üreticisi için hammadde, o ürünü kullanan için ara mal niteliğine
dönüşür.
C) Sermaye Malı (Yatırım malı): Üretim sürecinde faaliyetin devamı için ihtiyaç
duyulan ama ne doğada bulunan ne de sonradan işlem görenler grubuna dâhil
65
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
edilemeyen aksine alındığı gibi sürece dâhil edilen mal gruplarıdır. Örneğin,
tekstilde üretim tezgâhı, vinç vs. Bir yatırımın yapılabilirliği ve devam ettirilebilirliği sermaye malının varlığına bağlıdır. Makinen yoksa hammadde ve ara
malın olsa da o üretim süreci olmaz.
D) Tüketim Malı: Bir faaliyetin veya bir sürecin biçimine bağlı olmaksızın alındığı andaki şekliyle tüketilenlerdir. Örneğin; yurtdışından alınan gömlek direkt
tüketim malına dönüşür. Eğer o gömleğin pamuğunu ithal ederseniz pamuk
hammadde olur. Pamuğu işler ipliğe dönüştürürseniz ara mal olur. İpliği dokur,
boyar, biçerseniz gömlek olur. Mal, gömlek şekliyle geliyorsa tüketim malıdır
fakat gömleğin hammaddesi geliyorsa hammaddedir.
Sermaye İhracatı-İthalatı: Bir müteşebbisin bir başka ülkeye gidip yatırım yapmasına sermaye ihracatı, bir başka ülke vatandaşının Türkiye’ye gelip yatırım
yapmasına sermaye ithalatı denir. İthalat genel anlamda olumsuzluk ifadesi taşısa da sermaye ithalatı yapmak ülkeye yatırım çekmektir. Bir ülkeye sermaye ithal edebilmenin koşul ve şartları vardır: Yatırımcı, maliyetlerde fırsat yakalamak,
kâr transferinde sorun yaşamamak ister. Hukuki süreçlerde yaşanacak problemlerde önyargılı yaklaşım olmayacağının garantisini görmek ister. Bütün dünyada
ülkeler sermaye ithalatı yapmanın çabasındadır. Sermaye ithalatında hem döviz
geliyor hem istihdam sağlanıyor. Başka ülke vatandaşının tasarrufu bize ilave
oluyor. Bunun temel amacı kâr etmek ama bunu elde ederken teknoloji, istihdam
ve sermaye getirmesi o noktada gittiği ülkenin mevcut katma değer varlıklarının
yükselmesi demektir.
Bir ülkenin döviz kurunu etkileyen birinci değişken ihracat/ithalat oranıdır.
Bu orana ihracatın ithalatı karşılama oranı denir. İthalatı karşılama oranı toplam ithalatın ne kadarlık ihracat geliriyle yapıldığını gösterir. Bu oran ne kadar
yükselirse döviz kuru o kadar düşük olur. Bir ülke için hedef ihracatın ithalatı
karşılama oranını arttırmaktır. İhracatın ithalatı karşılama oranı dediğimiz kısım
bizim ödemeler dengemizin çekirdeğini oluşturur.
• Bir ülkenin ihracatı ithalatından fazla olursa o ülkenin parasının değeri artar.
• Parasının değeri artarsa ihraç ettiği malın fiyatı artar. İhraç ettiği mal azalır.
• Miktar azalırsa ithalat ihracat arasındaki aralık kapanır, hatta açığa dönüşür.
• Açığa dönüştükçe ülke parasının değeri düşer.
• Değeri düştükçe sattığı malın fiyatı düşer.
• Fiyat düştükçe, açık tekrar kapanıp fazla vermeye başlar.
• Bu döngüyü sağlayan değişkenin adı kurdur. Kuru etkileyen birinci değişken
o ülkedeki ihracat ve ithalat miktarıdır. Buna ihracatın ithalatı karşılama oranı
denir.
66
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Dış ticaret dengesi veya ihracatın ithalatı karşılama oranı dediğimizde konu
mal grubudur. Türkiye’de sürecin kontrol mekanizması yeterince güçlü değildir.
İhracat rakamı büyüyor gibi görünse de o ihracatı yapmak için daha fazla ithalat
yapmak zorunda kalınıyorsa artan bu ihracatın ekonomiye hiçbir katkısı yoktur.
İhracatta önemli olan düşük değerler ile ithalat yaparak bunu başarmaktır.
Türkiye’de, toplam ihracat, ithalatın yüzde 70-80’ini karşılar. Bu istikrarlı ve
stabil denilen dönemdir. Bu yüzde 70-80, 60’a düştüğü andan itibaren kur riski
başlar. Türkiye’de bu oran 50’nin altına düştüğün her dönemde döviz krizi çıkmıştır. Ancak bu noktada ironik bir durum çıkar karşımıza. İhracat/ithalat oranı
aşağı düştükçe büyüme oranları artar. Türkiye’nin en üst seviyede büyüme yaşadığı dönemler döviz krizine en yakın olduğu dönemlerdir.
Türkiye’de büyümenin finansmanı ve kaynağı ithalattır. Bu durum düzeltilmeden kronik problemler ortadan kalkmaz çünkü büyümek için daha fazla ithalat,
ardından ihracatın ithalatı karşılama oranındaki farkın açılması, farkın açılmasıyla kırılgan bir yapı oluşur.
Ekonominin hedefi, her şekilde büyümektir. Küçülen bir ekonomi sürdürülemez. Her koşulda, geri dönüşte, büyürken açığın da büyümesi kaçınılmazdır.
Örneğin 30 milyar doların sisteme girip, AR-GE’sinin teknolojjk yatırımla büyüme içinde kurgulandığı, dolayısıyla ihraç malı içindeki ithalata olan bağlılığın
düştüğü bir yapı kurmadan bu sistem çözülmez.
En yüksek faizli banka en riskli bankadır. Çünkü bir banka piyasanın en yüksek faizini veren nitelikle satış pazarlama tekniği uyguluyorsa paraya ihtiyacı
vardır. Paraya ihtiyacı olan bankanın mali yapısı bozuktur.
Türkiye ekonomisi 650 milyar dolardır. Oysa ABD, birinci paketle 450, ikinci
paketle 650 milyar dolarlık kurtarma paketlerini tek başına yapmıştır. Büyümenin artmasıyla ihracatın ithalatı karşılama oranının düşmesi arasında organik bir
ilişki bulunmaktadır. Büyümenin en yüksek olduğu dönemler krize en yakın olunan dönemlerdir. Türkiye’nin yüzde 9 büyüdüğü yıllar da yüzde 6 küçüldüğü
yıllar da olmuştur. Bu kadar zigzag olan bir ülkede vadeler kısaldığı için yabancı
gelmekten çekinir. Sermaye girişleri azalır, büyümenin finansmanı zorlaşır. Ekonomi o büyümeyi bir sonraki dönem küçülme olarak sisteme gönderir. Burası
hep bizim açımızdan gel-gitlerin yaşanacağı süreci beraberinde getirir. İhracatın
ithalatı karşılama oranı dediğimiz kısım bizim ödemeler dengemizin çekirdeğini
oluşturur.
Dış ticaret dengesi üzerine hizmet dengesi eklendiğinde cari işlemler dengesi
ortaya çıkar. Cari işlemler dengesi bir ülkenin mal ve hizmet dengesinin toplamına denir.
67
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Hizmet Dengesi: Hizmet ihracatıyla ithalatının dengesine hizmet dengesi denir. Turizm geliri hizmet geliridir. Burada çalışanlar belirli sürelerden sonra paralarını ülkelere gönderirler. Onların, buradan gerçekleştirdikleri para çıkışları da
bizim için hizmet gideridir.
Navlun Geliri: Dış ticarette, mal taşımasında birim miktar için ödenen fiyata
denir. Örneğin; 1000 gömlek ihraç edeceğimizi düşünelim. Bu durumda kilogram başına taşıma fiyatı önerilir. Taşıyanın taşıma bedeli olarak talep ettiği miktara navlun geliri denir. Bu, hem yurt içi hem de yurt dışı olabilir. Örneğin, Türk
bandralı taşıma gemilerinin başka ülkelerin mallarını taşımak sonucunda elde
ettikleri navlun geliri bizim için hizmet geliridir. Yabancı bandralı gemilerin Türk
malını taşımak için aldıkları navlun geliri bizim için navlun gideridir.
2) Cari İşlemler Dengesi: Diğer adı olağan döviz gelir-gideridir. Cari işlemler
dengesi uluslararası anlamda bir ülkenin kur ve döviz riskinin izlenmesinde kullanılır. Bir ülkenin cari dengesi o ülkenin en problemli konusudur. Cari işlemler
dengesi açık veriyorsa bu cari açık, fazla veriyorsa cari fazla diye tanımlanır.
Türkiye’de paradoksal bir durum yaşanmaktadır. Türkiye cari açık verdiği yıllar büyürken, cari fazla verdiği yıllar küçülür. Tıpkı dış ticaret açığının büyüdüğü yıllarda büyümesi, azaldığı yıllarda küçülmesi gibi.
Cari işlemler dengesi, cari dengenin gayri safı milli hasılaya bölünmesiyle takip edilir. Örneğin Eylül 2008’de Türkiye’nin cari işlemler açığı yıllık 51 milyar
dolardı. Günümüzde Türkiye’nin cari açık dediğimiz bu oransal karşılığı yüzde
7.2’dir. Yani milli gelirimizin yüzde 7.2’si kadar açık vermekteyiz. Uluslararası
kabul görmüş orana göre, bir ülkenin cari dengesinin milli gelirine oranı yüzde
5’ten fazla olmamalıdır.
Günümüzde doların euro karşısında 1’in üstünde bir değerde tutunamamasının ana sebebi de dünyanın en büyük cari açığını, ABD’nin vermesidir.
ABD cari açığını kapamak için kendi parasını kullanma fırsatına sahiptir. Cari
işlemler ve ödemeler dengesi, döviz gelirleriyle döviz giderlerinin bir sonucudur. Bir ülke açık veriyorsa o açığı kapamak için yabancı para bulmak zorundadır. Yabancı para, kendi bastığı para olan ülkeler avantajlıdır.
Bütçe, cari açık verildiğinde dolarla açık verir.
Dünyadaki Dengesizlik Dengesi: Dünyanın tüm ithalatının toplamı 6 trilyon
dolar ve bu 6 trilyon doların 2 trilyon dolarını tek başına ABD vermektedir.
3) Sermaye hareketleri: (Olağanüstü döviz gelir gider dengesi)
Bir ülkeye giren sermaye hareketlerini inceler.
68
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
1) Kısa vadeli 2) Uzun vadeli 3) Portföy yatırım (Borsa ve faizde pozisyon almaktır) 4) Doğrudan yatırım (sermaye ithalatı)
Bir ülke cari açık veriyorsa bu açık sermaye dengesi ile kapatılmaya çalışılır.
Cari fazla varsa bu kez bu cari fazla sermaye hareketleri dengesine gider olarak
yazılır.
Ekonomi muhabirinin ekonomiyi izleme noktasında aşağıdaki ekonomik verileri takip etmesi gerekir:
1) Enflasyon endeksi nedir?
2) Enflasyon nasıl hesaplanır?
3) Kaç çeşit enflasyon vardır?
4) Kapasite kullanımı ne demektir?
5) Kapasite kullanımı oranlarından ne anlam çıkartırız?
6) Kamu açığı ne demektir? Artarsa ne olur?
7) Faiz oranları nedir? 8) Faiz oranlarını etkileyen faktörler nelerdir?
9) Dış ticaret verileri nasıl yorumlanır?
10) Devalüasyon ve revalüasyon nedir?
11) Döviz kurları ne zaman artar ne zaman düşer?
12) Sanayi üretimi ne demektir?
13) Sanayi üretimini etkileyen faktörler nelerdir?
14) Kriz göstergeleri nelerdir?
15) Bütçe analizinde dikkate alınması gerekenler nelerdir?
16) Kapasite kullanımında dikkate alınması gerekenler nelerdir?
69
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
70
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
MAKROEKONOMİK
GÖSTERGELERİN YORUMLANMASI
Enflasyon Nedir? Faiz Nedir? Enflasyon ve Faiz Arasındaki İlişki Nedir?
Enflasyon: Fiyatların artış hızıdır. Bir hız göstergesidir. Bir büyüklüğü veya
tutarsal bir ifadeyi tanımlamaz. Tamamen bir hız göstergesidir. Fiyatlardaki değişim hızının göstergesidir. Bu bazen artış bazen düşüş yönünde olabilir. Dolayısıyla enflasyon nedir dediğimizde fiyatların artış hızını gösteren değişkene
enflasyon diyebiliriz. Başka türlü tanımlamaları da mevcuttur.
Enflasyona yönelik klasik yaklaşımlardan birisi de şudur; enflasyon gelir ile
gider arasındaki dengesizliktir. Gider > gelir ise bu sürecin karşılığına enflasyon
diyoruz. Enflasyonun kendi içerisinde de çeşitleri vardır. Bu noktada deflasyon
da bir fiyat artışıdır, enflasyon da. Fiyat artışının olduğu süreçlerde deflasyon ve
enflasyon söz konusu olur.
Bu noktada fiyat artışlarında deflasyonda gelir, giderden büyüktür. Enflasyonda ise gelir, giderden küçüktür. Deflasyondaki yıkılma diğer adıyla durgunluk ve
resesyon diye tanımlanır. Devalüasyon bu noktada durgunluk ve resesyon diye
tanımlanır. Enflasyon ise ısınma ve genleşme diye tanımlanır.
Kısaca ifade edecek olursak; fiyat artışının izlenmesindeki değişkene enflasyon
diyoruz, enflasyonu fiyat artış hız ölçeği diye de tanımlayabiliriz. Dolayısıyla
fiyat artışı kendi içerisinde bu noktada ikiye ayrılır: Deflasyon ve Enflasyon.
Deflasyon dediğimiz zaman yaşanan durum durgunluktur ve bir bakıma sistemin resesyon dediğimiz sürecinin ortaya çıkmasına neden olur. Enflasyon ise
aksine genleşme, ısınmadır, bir bakıma sürecin performansının sürdürülebilirliğinin ortadan kalkmasına neden olur.
71
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Enflasyonu çeşitlendirirsek bir başka yaklaşımla da tanımlayabiliriz. Üretim
ile tüketim arasındaki ilişki, yani gelir ile gider arasındaki ilişkinin bir başka versiyonudur. Üretim ile tüketim arasındaki ilişkide tüketim üretimden büyükse
bunun karşılığı enflasyondur. Tersine aynı durum deflasyonda da söylenebilir.
Üretim tüketim ilişkisinde bu sefer, deflasyonda, üretim tüketimden büyüktür. Üretim tüketimden büyük olduğunda sistem durgunlaşır, resesyona gider.
Üretim tüketimden küçük olduğunda sistem ısınır genleşmeye başlar. Dolayısıyla sistem, enflasyonist itibari ile bakarsanız genel anlamda bu ikisi içinde
(deflasyon-enflasyon) hareket eder.
Bir de ikisinin karması dediğimiz bir yapı vardır. Bu zaten en tehlikelisidir. Bunun adı da stagflasyondur. Stagflasyon durgunluk artı enflasyonun toplamıdır.
Yani durgunluk içersindeki enflasyondur. Durgunluk içersindeki enflasyon sistemin en tehditkâr olduğu, en problemli olduğu yapının da bir bakıma karşılığıdır
diyebiliriz.
Dolayısıyla fiyat artışları 3 şekildedir;
1. Enflasyonist fiyat artışları
2. Deflasyonist fiyat artışları
3. Stagflasyonist fiyat artışları
Buradaki temel argümanımız fiyat artış hızının izlenmesi ise, bu 3 ana grupta
incelenir.
Fiyat artışlarının izlenme şekli eğer enflasyon, deflasyon ve stagflasyon ise bu
işin ehveni şeri enflasyondur. Arada kalan deflasyondur. En kötüsü ise stagflasyondur. Buna bir bakıma dibe vurma da denir.
Şu anda dünya deflasyona doğru gitmekte, korkulan ise stagflasyona doğru
düşülmesidir. Onun için de ülkeler duruma faizleri düşürerek müdahale etmektedir. Faiz düşerse varlık fiyatları artar (şirketin değeri, gayrimenkulün değeri,
menkul kıymetlerin getirisi). Bugün dünyada yapılması istenen, faizler düşürülerek tükenmiş, azalmış varlık fiyatlarının tekrardan artışa geçmesini sağlamaktır. Bu, beraberinde harcanabilir geliri arttıracağından durgunlaşan ekonomi
harekete geçer. Temel teori budur. Bu teorinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini
zaman gösterecektir.
Türkiye’de enflasyon TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) ve ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi) diye açıklanır. Bu verileri TÜİK her ayın 3’ünde açıklar. TÜFE enflasyon
değeri olarak ÜFE’den büyükse veya TÜFE, ÜFE’den küçükse anlamlar farklıdır.
TÜFE ÜFE’den büyükse bunun adı enflasyondur ki biz buna talep enflasyonu
diyoruz. TÜFE ÜFE’den küçükse bunun adı deflasyondur ki biz buna maliyet
72
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
deflasyonu diyoruz. Bu ikisini bir arada, TÜFE ile ÜFE’nin birlikte aynı yönde
hareket etmesi stagflasyondur. Yani talep yok ama maliyetler sürekli artmaya devam ediyor.
Kamu açığını kapamak için kullanılan 4 araç vardır: Bunlardan ehveni şer olan
dış borçtur. Dış borç maliyeti, her zaman iç borç maliyetinden küçüktür çünkü
dış borçlanma alanı iç borçlanma alanına göre daha düşük faiz ile döner. Faiz
aslında her kesimin yaşadığı enflasyonun bir sonucudur. Dolayısıyla sizin borçlandığınız alanın enflasyonu sizin bölgenizin enflasyonundan düşükse, faiz de
dolayısıyla daha düşük olur.
Avrupa’dan, örneğin, Almanya’dan borçlanıyorsanız yani borçlanmanızı Eurobond dediğimiz borçlanma aracıyla yapıyorsanız otomatikman o bölgenin
enflasyonunun fonksiyonu olan faiziyle borçlanırsınız. Ayrıca sizin ülkenize risk
primi ilave olur ve ortaya borçlanma maliyeti çıkar. Ama borçlanmanızı iç borçlanmayla yaptığınız zaman o borçlanma bu ülke enflasyonunun sonucudur.
Bizim enflasyonumuz ne zaman Avrupa ortalamasının altına düşerse bu noktada dış borçlanma maliyeti o zaman daha yüksek olacaktır. Sırf maliyet tarafıyla
konuşuyorum. Dolayısıyla iç borç maliyeti dış borç maliyetinden daha büyüktür.
Bunu besleyen bir yaklaşımın da sistemde faiz ve kur makası olduğunu söyledik. Faiz kur makasının olması bu sistemin büyümesinin, cari açığının, ihracatın
ithalatın artmasının toplamındaki bir fonksiyon olarak karşımıza çıkıyorsa hep,
dış borçlandığımızda kur artışı da düşük olacaktır. Dolayısıyla, maliyet noktası
dış borçlanmada iç borçlanmaya göre her zaman daha düşüktür. Bu maliyet tarafıdır.
İç borç, Merkez Bankası kaynakları ve bankacılık sistemindeki müdahale kaynakları vardır. Bu üçü para ve sermaye havuzunu aynı tutar. Bu havuz çok önemlidir çünkü sistemdeki büyüme faaliyetlerinin devamlılığı bu havuzdan kaynak
sağlanarak yapılacaktır.
Merkez Bankası’nın en önemli kaynakları, emisyon matbaasının kullanımıdır.
Para basmanın Merkez Bankası’na sağladığı gelirin adı da senyoraj geliridir. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın para basmasıyla oluşan kaynaklar vardır. Bankacılık sistemine müdahale de 3 araçla yapılmaktadır.
Ekonomide 3 havuz bulunmaktadır. Reel ekonomi veya şirketler, kamu ve para
ve sermaye piyasasıdır. Bu nokta oldukça önemlidir. Bu üç aracı kullanmak havuzun seviyesini arttırır mı azaltır mı? Havuz aynı kalır! Yapılan şey birbiri içinde havuzun bölmeleri arasındaki hareketi değiştirmektir. Havuzun kendi içindeki genel seviyesi değişmez. İçine üç ayrı bölme koyun, üç ayrı bölmede su birikir.
73
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Ama dış borçlanma yapılırsa havuzun içine ekstra kaynak konmuş olur. Yani
havuzun seviyesi arttırılmış, artan seviyenin buralara aktarılacak kaynak miktarının da yükselmesi sağlanmış olur. Bu çok net bir sonuçtur.
İç borç, dış borç, Merkez Bankası kaynakları ve bankacılık sistemine müdahale
araçları ile kamu açıkları kapatılırsa, süreçte havuzu arttırmadığınız gibi havuzun içindeki bölmeler sürecin kaynak aktarılabilirlik noktasındaki etkisini de düşük tutacaktır ama dış borçlanma hem zaten maliyeti düşük bir de sürdürülebilir
riski yönetilebilir olduğu takdirde dış borçlanmak kadar uygun bir borçlanma
aracı yoktur.
Yabancı ülke vatandaşı tasarruf edecek siz onu tüketeceksiniz. Bundan güzel
bir şey var mı?
İç borçlanma diyenlerin yanlışı şu noktadadır: En kötüsü, iç borçlanmada kullanılan para Türk lirasıdır. Türk lirasını Merkez Bankası yaratır. Borcun ödenme
problemi olduğunda, Merkez Bankası ile para basılabilir. Bu, kapalı bir ekonomide konuşuyorsak kısmen tartışılabilir ama global bir sistemden konuşuyorsak iç
piyasada borcun ödenememesi, diğer tüm ekonomik fonksiyonlarının bu noktada devre dışı kalması demektir.
Dışarıdan sermaye alınamaz, faaliyetler için kaynak bulunamazsa, borçlanmanın bu noktada borç vereni tekrar sisteme geri sokabilme, onu ikna etme ve güvenini kazanabilme gibi bir şansı vardır.
Bugün hazine bile iç borçlanma ihalesine çıktığında muhatabı sadece yerliler değil global sermaye piyasası oyuncuları olmaktadır. Mevcut yapının içinde
temel için kişilere göre bir yaklaşım benimsenmez, bu sistemin temeli, havuzu,
derinleştirmektir. Havuz derinleşirse sistemler arasındaki hareket imkânı artar.
Yoksa biz, mevcut, sığ bir havuzda havuzun içindeki sığ kaynaklarla kendi içimizde dönüp dururuz. Bu bizi ivmeyle yukarı çıkarma kaynağı da olmayacaktır.
Eğer iç borçlanma öncelikli bir tercihse niçin Türkiye’nin tasarruf alanının yetersizliği temel bir problemdir? Bu sistemin en önemli problemlerinden biri tasarruf yetersizliğidir. Tasarruf yetersizliği, iç dengelerin sistemde yeterli kaynak
üretmediği anlamına gelir. Yeterli kaynağın olmadığı bir ülkede iç borçlanma
bir tercih olarak kullanıldığında kendiliğinden kısıtlı bir kaynak olarak kalır. Bu
noktada her zaman açık verme olasılığı ile karşı karşıyasınızdır.
İç dengeler derken; bireyler, şirketler ve kamu fazla vermez. Yani geleneksel
ortalama bir davranışta bankalara yatırılan mevduat miktarı bankalardan çekilen
kredi miktarından düşük olduğundan, borçlanmaya ayrılacak kaynak miktarı da
düşer. Çünkü gelir düzeyi düşüktür.
74
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Tasarruf ne zaman artar? Tasarruf, sahip olunan gelirinin tüketilen kısmı ve
stoklanan kısmı düştükten sonraki kalan kısmıdır. Eğer gelir düzeyi düşükse
harcanabilirlik noktasında tüketilen alan oransal olarak yükselecek, bu da tasarruf edilecek kısmın azalması anlamına gelecektir. Tüm bunların karşılığında iç
borçlanmanın bir öncelik olduğunu söylemek açıkçası bana göre çok ciddi bir
hatadır.
Dolar kuru artma noktasındayken riski yönetmenin birçok aracı vardır. Finansal enstrümanlar yardımıyla, döviz kurunun artışının sizin için artık bir değişken
niteliği taşımayı kaybetmesidir.
Örneğin; 1 yıl vadeli dolarla borçlandıysam ve borçlandığımda bunu, bir forward işlemiyle yapıyorsam, o noktadan itibaren bir yıl boyunca kurun nereye
gittiği beni ilgilendirmez. Çünkü ben forward işlemi yapmakla kuru o gün itibariyle sabitlemiş oluyorum. Bunun bana tek maliyeti forward içinden alınan
komisyon bedelidir. O dakikadan itibaren kur yukarı da aşağı da gitse ödeme
yapacağım borcu baştan biliyorum.
Finansal anlamda riskler dört çeşittir: Faiz, kur, fiyat ve vade riski. Dolayısıyla bu riskleri yönetmek, yukarıda saydığım araçları kullanmak demektir. Para
ve sermaye piyasasından kamunun aldığı paya veya kamunun çektiği paraya iç
borç diyoruz. Eğer bir sistemde iç borç artarsa ne düşer? Kredi azalırsa yatırımın,
yatırım azalırsa üretim, üretim azalırsa istihdam, istihdam azalırsa talep, bunlar
azalırsa milli gelir ve ekonomi küçülmez mi?
İç borçla kredi arasında net bir ters ilişki vardır. Bir sistemde, iç borçlanma arttıkça ve sistem iç borçlanmayı kamunun finansmanının bir aracı haline getirdikçe
kredi kaynakları azalır. Krediye ayrılan pay azalır. Bu da dolayısıyla yatırımı,
üretimi, istihdamı, talebi ve büyümeyi aşağı çeker.
FAİZLER NEDEN DÜŞÜRÜLDÜ?
Merkez Bankası’nın temel görevi enflasyonu düşürmektir. Faizi de enflasyonu
düşürmek için kullanır. Ama bu faiz düşürüşü Merkez Bankası’nın enflasyondan
büyümeye odaklandığını göstermektedir. Yani büyümeyi arttırmak için enflasyonu göz önüne almadan, göz ardı ederek faizi düşürüyor. Enflasyon mu deflasyon
mu olsun tercihinde küçülmekten vazgeçip enflasyon yaşamayı tercih ediyor.
Ancak 2010 Kasım ayından itibaren politika değiştirerek ekonomideki ısınmayı
yönetebilmek adına faiz artış sürecine geçmeden, bankalardaki munzam karşılık
oranları arttırılarak sistemin kontrollü soğutulması sürecine geçilmiştir.
M = PARA ARZI
M1 - M2 - M2Y
75
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
M para arzı demektir. Piyasa oyuncuları diye bir organizasyon vardır. Bunların
ihtiyaç duydukları para miktarına para arzı denmektedir. Piyasalar denilen organizasyonda 3 temel oyuncu vardır; bireyler, şirketler ve kamudur.
Bunların ihtiyaç duyduğu para miktarının Merkez Bankası tarafından yaratılan
kısmına da para arzı denir. Dolayısıyla para arzı sistemdeki taleple ortaya çıkan,
arzla beslenen bir süreci gösterir. Bu noktada para arzı bizim açımızdan veya piyasalara öngörü verilmesi açısından çok net bir gösterge niteliği taşır ve Merkez
Bankası’nın en fazla takip ettiği göstergelerin başında gelir. Para arzı sistemde
beklentiyi görmek, piyasa oyuncularının beklentisini anlamak için kullanılan en
önemli göstergelerin başında gelir.
Para arzının en önemli göstergelerin başında gelmesinin karşılığı nedir?
Para arzı 2 nedenden dolayı çok önemlidir:
1- Periyodu yani açıklanma takvimi çok sıktır, haftalık açıklanır. TC Merkez
Bankası her Perşembe 16.00’da açıklar. Dolayısıyla bu para arzını önemli kılan
sebeplerden biridir.
2- Kayıtlı-kayıtsız herkes bu sürecin, bu rakamların içindedir. Mesela; büyüme
rakamı açıklanır. Büyüme rakamının içinde kayıt dışı yoktur. Dolayısıyla o rakamın temsil etme kabiliyeti bu noktada zayıf kalır ama para arzı rakamı için bunu
söyleyemeyiz. Para arzı rakamı kayıtlı-kayıtsız tüm sistemin kullandığı kaynaktır.
Kayıt Dışı Para: Belgelendirilmemiş, vergilendirilmemiş paradır. O para üzerinde seri numara varsa Merkez Bankası için kayıtlıdır. Çünkü Merkez Bankası
piyasadaki para miktarını üzerindeki seri numaralar ile takip eder dolayısıyla
büyüklük açısından kayıtlı kayıtsız diye bir şey söz konusu değildir. Merkez
Bankası’nın bastığı paradan elde ettiği gelire ise senyoraj geliri denir. Dolayısıyla
para arzı bir bakıma senyoraj gelirinin yaratılıp yaratılmaması, yaratılıyorsa hangi kesim için yaratıldığının karşılığıdır.
Şimdi, öncü gösterge olarak para arzıyla ilgili bir ilişkiden bahsedeceğim.
Para arzını gösterge olarak takip ederken 3 temel koşulda takip ederiz. Bunlara
M1, M2, M2Y diyoruz.
M1 = Emisyon artı Vadesiz TL hesapları var.
M2 = M1 artı Vadeli TL hesapları var.
M2Y = M2 artı DSH vardır.
Emisyon, piyasada dolaşan kâğıt paradır. Kâğıt parayı, Merkez Bankası yara-
76
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
tıyor, dolayısıyla Merkez Bankası para arzını yarattığı için bu yarattığı para arzı
içinde kendi yarattığı kâğıt parayı inceler. Cebimizde dolaşan, günlük yaşamda
fiziki olarak el değiştiren parayı tanımlar. Bir bakıma emisyon nakdi parayı inceler.
Bir de kaydi para vardır. Kaydi para ise, örneğin, kredi kartıdır. Kredi kartı
kullanımı kaydi paradır. Çek, senet, bankadaki hesaplar arası yapılan EFT kaydi
paradır. Dolayısıyla toplam parasal büyüklüğün ne kadarı kaydi ne kadarı nakdidir. Bir ekonominin gelişmişliği kaydi para kullanımıyla anlaşılır. Yani nakit
para kullanımı artıyorsa ekonomik gelişmişlik azalıyor, kaydi para kullanımı arttırıyorsa ekonomik gelişmişlik yükseliyor anlamına gelir!
Dolayısıyla, süreçte kaydi paranın kullanılması ve artması Türkiye’de tabii bir
anormalliği de beraberinde getirmiştir. Şöyle ki, kaydi para kullanımının önemli
araçlarından biri olan çek, Türkiye’de vadeli kullanılır. Halbuki çek dünyada olmayan Türkiye’de de yazılı kaynağı olmayan bir araçtır. Vadeli çek diye bir şey
yoktur. Yani Türkiye’deki çek kanunu bile, çeki, anında paraya çevrilebilen kaydi
para diye tanımlar ama Türkiye’de çek vadeli kullanılır. Bu dünya literatüründe de olmayan Türkiye’nin dünya literatürüne kazandırdığı bir araçtır(!) Vadeli
çek, sistemde çok büyük bir sorundur. Aslında yapılan şey bir bakıma şudur.
Türkiye’de işletmelerin ve şirketlerin pasif vadesi aktif vadesinden kısadır. (Pasifin diğer adı özsermaye-borçlar, aktifin varlıklardır.)
Bilanço aktif pasiftir. Aktife alacak, pasife borç denir. Türkiye’de işletmelerin
genel yapısı aktifin vadesinin pasifin vadesinden büyük olmasıdır. Ya da şöyle
söyleyelim: Eğer sizin borcunuzun vadesi alacağınızın vadesinden kısa olursa
ne olur? Borcunuzu ödemek için yeniden borçlanmak zorunda kalırsınız. Türkiye örneğinde; sistemin en büyük problemi budur. Borcun vadesi alacağın vadesinden kısa olursa bu vadeyi yönetebilmek, döndürebilmek her seferinde yeni
borçlanmanın ve borçlanmanın da maliyetinin işletme tarafından karşılanması
demektir. Bu probleme bir bakıma yazılı olmayan bu araç ile çözüm bulunmuş,
yani vadeli çek kullandığınız zaman dolayısıyla borcunuzun vadesini uzatmış
oluyorsunuz. Bugün, Türkiye’deki işletmeler anormalliğe anormal bir yolla çözüm aramaktadır. Özellikle KOBİ işletmelerinde günlük işlerin hepsi vadeli çekle
dönmektedir.
Vadeli çekle borcun da vadesi uzamakta, bunun altında yatan temel sebep ise
Türkiye’deki işletmelerin sermayesinin yetersiz olmasıdır. Kurulurken küçük
sermayelerle kurulan bu sermayeler içinde bulunduğu durumda, sermayeler
büyük kâr yapmaya başlayınca kendiliğinden aktifle pasif arasındaki vade açılmaya, açılan bu vade sonuç olarak aktifin vadesinin uzamasına neden olur. Do-
77
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
layısıyla aradaki fark açılır. Bu farkı kapatmak için vadeli çek kullanmak gibi bir
anormallik devreye girer. Banka vadeli çeki teminatlı alır, Merkez Bankası ise bu
bankanın teminatını almaktadır. Sistem, göreceli olarak herkes tarafından aslında anormallik olan ama herkes için uygulamada bir araca dönüşmüş bir yapıya
ortaya çıkıyor. İşte bu 2012’den sonra devreden çıkacaktır.
Vadeli çek kullanmak, kullanan ve kabul eden açısından çok açık bir şekilde
ekstra maliyet getirir. Bu maliyetin getirdiği etki ise, vadeli çek kullanımının devre dışı kalmasını beraberinde getirir.
Sonuçta malı alırken ve satarken, paranın onunla beraber hareketine bir vade
koyulur. Bu, ekonomi, mal ve sermayenin hareketidir. İç piyasada şöyle bir sorun ile karşılaşırız. Bir çekin arkasına bir A4 kağıdının zımbalanıp çekin arkasında ciro edecek yerinin kalmadığı dolayısıyla arkasına zımbalanan A4’ün önüne
doğru ciroların arttığı çek örneği gördünüz mü? Diyelim ki bir çek 30 kere ciro
edilmiş, ilk kesene 30. kez geri dönüyor. Çünkü herkes alacak borç ilişkisinde o
çeki ciro ediyor. 100 bin TL’lik çek 30 kere ciro edilirse toplam büyüklük 3 milyon
TL olur.
3 milyon TL’lik bir piyasada Merkez Bankası para basmıyor ama vadeli çek
tutarı böylesi bir büyüklüğe eriştiği için sanki piyasada para yaratılmış gibi sonuç veriyor. Yani bu Merkez Bankası için en tehlikeli konulardan biridir. Vadeli
çek kullanma oranı arttıkça ve ciro edilme oranı yükseldikçe Merkez Bankası’nın
para arzı uygulaması da sorun haline dönüşmektedir. Çünkü her kesilen vadeli
çek ve her kesilen vadeli çekin ciro edilişi Merkez Bankası’nın piyasaya para sürmesi gibi etki yaratmaktadır. Çünkü bu durum, Merkez Bankası piyasanın para
miktarını önlemeye, belirli bir sınırda tutmaya çalışırken onun kontrolü dışında
da para yaratmaktadır.
M1 = Emisyon + Vadesiz TL hesabı
Vadesiz TL=Herhangi bir faiz getirisi olmadan bankada bekleyen para demektir. Amacı sadece bankanın saklama fonksiyonunu kullanmak için para yatırmaktır. Emisyon ve vadesiz TL toplamına M1 denir.
M2 = M1 + vadeli TL hesabı.
(365 gün üzeri vadeli mevduatlara kırık vade denir.) Dolayısıyla kırık vadeden
bir güne kadar bütün sistemde, tek amacı vadelilik ifadesine sahip olmak olan
mevduatın M1’le toplamına M2 diyoruz.
M2Y = M2 + DTH
(DTH: Döviz Tevdihat Hesapları: Vadeli vadesiz tüm döviz hesaplarıdır.)
Döviz tevdihat hesaplarını M2 ile topladığımızda karşılığı M2Y’dir.
78
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Dar anlamlı para arzı=M1
Geniş anlamlı para arzı=M2
Y=Yabancı para.
Bu verileri kullanmak, piyasalarla ilgili beklentileri öngörmek anlamında;
M1’in M2’den büyük olma şansı var mıdır? M1’in M2’den, M2’nin M2Y’den büyük olma şansı yoktur. Dolayısıyla bu tip verileri kullanma şekli bunların artış
hızlarıyla olur.
Piyasalarda faizi, kuru ve buna bağlı beklentiyi algılama noktasında bu ne anlam taşımaktadır? Basit bir örnekte çözmek gerekirse; M1% > M2% > M2Y’den
büyük olduğu bir piyasada beklenti nedir? Tutar değerleri olarak M1, M2’den
küçük olacaktır ama artış hızları farklı olabilir! Yani M1’in artışı M2’den, M2’nin
artış hızı M2Y’den büyük olan bir piyasada oyuncular ne beklemektedir? Buradaki ilişkiyi kurgulamak gerekiyorsa; M1%>M2%>M3% piyasanın kendi içinde
bir anlamı vardır!
TL’ye yatırım faizler yükselirken mi, düşerken mi yapılır? Örneğin; 100 liranız
olduğunu düşünelim. 1 yıl vadeyle %20’den yatırıyorsunuz. Vade sonunda 120
lira alacaksınız. Bu 120 liranın vade başındaki 100 liraya göre satın alma gücünün
artması için vade boyunca faizin ne yönde hareket etmesi, mevduata yatırdığınızda satın alma gücünün artması için vade süresince faizin ne olması gerekir?
Burada, satın alma gücünden kastım şudur: 100 liranız varken 5 birim mal alabiliyorken 120 lirada satın alma gücünün artması demek en az 6 birim almanız
demektir. Bende diyorum ki bu 6 birime ulaşabilmek için %20’nin vade boyunca
yukarı yönlü mü aşağı yönlü mü hareketi gerekir? Faiz bir sonuçtur. Enflasyon
bir sebeptir. Faiz enflasyonun bir sonucudur. Yani enflasyon artarsa faiz artar.
Sonuç olarak, “enflasyon artıyor, bu durumda faiz ne oluyor” gibi bir cümle
olamaz. Enflasyon artıyorsa faiz artar, enflasyon düşüyorsa faiz düşer. Ama faiz
düştü diye enflasyon düşmez. Aynı şekilde faiz çıktı diye de enflasyon çıkmaz.
Burada önceliklilik çok önemli bir etkendir: Enflasyon Edilgen: Faiz, Aksiyon:
Enflasyon Reaksiyon: Faiz.
Faize yatırım faizlerde düşme beklentisi varken yapılır düşerken değil! Bu çok
net bir oyun kuralıdır. Faizler yükselirken Türk lirası enstürmanlarına (banka
mevduatları, hazine bonosu, repo vs.) yatırım yapılmaz. Örneğin; faiz 20’den
18’e düştü diyelim. Faizlerde düşme beklentisi varken TL araçlarına yatırım yapılır ancak faizlerde yükselme beklentisi varken TL araçlarına yatırım yapılmaz.
Küçük balıklar bunun tersi davranır bu yüzden büyük balıklar küçük balıkları
yer!
79
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Neden düşerken yapıyor?
Örnek verecek olursak paramı %20’den yatırdığımızı düşünelim. 15’e düşerse
enflasyon düşmüştür. Enflasyon düşünce satın alma gücü de artar. Dolayısıyla
20’den alacağın anapara faiz toplamı 100’e göre satın alma gücü yükselmiş olur.
Dolayısıyla başta 5 birim alan bu para faizle birlikte 6 birim almaya başlar çünkü
arada yaşanılan enflasyonla faizin getirisi sende reel kazanç yaratmıştır.
Yine başka bir örnek verecek olursak, 100 lirayı bir seneliğine vadeli hesaba
yatırıyoruz. O günkü faiz yüzde 20 ise yıl sonunda 120 olarak o para alınabilir.
Ama bir yıl içinde faiz yüzde 15’e enflasyon nedeniyle düşerse satın alma gücü
artmış olacaktır.
TÜRK LİRASI ARAÇLARINA YATIRIM FAİZLERDE DÜŞME
BEKLENTİSİ VARKEN YAPILIR
M2’nin artışı M1’in altında ise bu ne demektir?
Kur: Yerli paranın yabancı para karşılığındaki satın alma gücüdür.
Parite: İkinci ve üçüncü paraların birbirleriyle olan satın alma gücüdür. Yerli
para burada belirleyici değildir. Kurda ise yerli para belirleyicidir. M1’in artışı
M2’den M2’in artışı M2Y’den büyük olan piyasada beklenti nedir? Alınacak pozisyonlar nasıl olmalıdır?
M1’de durmanın fiziken hiçbir kazancı yoktur. Kaybettiği bir şey de yoktur.
Faizde durarak kazanacağını aslında M1’de durarak kaybeder. M1’de hiçbir şey
kazanılmaz. Bu çok irrasyonel bir dalgadır. Normal koşullarda burada durmamak gerekir. Bireyler ve kurumlar tek tek irrasyonel olabilir yani akıl dışı davranabilir ama piyasalar her zaman rasyoneldir! Yani davranışın arka planında
ana sebep vardır. Buradaki temel düşünce şudur: M1’in M2’den büyük olma hali
bir kalıptır. Bu kalıbın kendine özgü kısmına efektif talep göstergesi denir. Şunu
nerede ne şekilde görürsen gör bunun adı efektif talep göstergesidir. Efektif talep
göstergesi piyasada enflasyonist bekleyişin karşılığı demektir.
Gelecekte tüketeceğiniz mal ve hizmetin bugünden fiyatının artacağını öngörülürse mal, hizmet ve tüketim öne çekilir. Bunu yapabilmek için paraya ihtiyaç
duyulur. İşte M1 bunu temsil etmektedir. Bir bakıma gelecekte tüketeceğimiz mal
ve hizmeti bugünden tüketmesi için ihtiyaç duyduğumuz para miktarı M1’dir.
Buradaki beklenti o mal ve hizmetin fiyatının artacağıdır. Bunun adı elbette enflasyondur. Dolayısıyla enflasyonda artış beklentisi olur. Enflasyonda artış beklentisi varsa faizler artar, faizler artarsa vadeli yatırımlardan uzaklaşılır!
Burada temel yaklaşım, M1’in artışı M2’den büyükse net piyasalarda faizlerin
yükseleceği yönündedir.
80
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
M2Y’nin en son sırada olmasından bahsedecek olursak; M2Y döviz hesaplarını
temsil etmektedir. Dövize yatırım ise kâr edilebilmesi amacıyla düştüğü zaman
yapılır. Türkiye’de döviz hiçbir zaman yatırım aracı olmamıştır.
Kiraların dolar cinsinden olması, kirayı kiralanan andan itibaren bir yıl boyunca sabitler. Ama faizle alınırsa değişen faize adapte olmak kolaylaşır. Dolar arttıkça kira geliri artış gösterir.
Paranın fonksiyonları nedir? Para değer biçme, saklama ve değişim aracıdır.
Kiranın dövizle alınması, değişimi devre dışı bırakmaktadır. Dövize yatırım yapanlar yerli, küçük balıklardır, TL’ye yatırım yapan yabancı, küçük balıklardır.
Dolayısıyla hep büyük balıklar küçük balıkları yer. İşte bu piyasaya makas piyasası denir ve Türkiye en çok bunu kullanır. Bu vasıtayla dışarıdan döviz sokulur,
içeride Türk lirası artar, aşağıda enflasyon düşer yan tarafında ise büyüme artar.
Bu da büyümenin sürdürülebilirliğinin hep aksak gitmesine neden olur. Bu süreklilik içinde olmaz. Bir süre sonra kur yukarı çıktığında makas kapanır, bugün
olduğu gibi döviz girişleri çıkışa dönüşür.
Bu Türk lirasının değerinin düşmesine, enflasyonun çıkmasına, büyümenin
azalmasına ve işsizliğe sebebiyet verebilir. Bu durum, bugüne kadar uygulanan
metodun sürdürülebilirlik niteliği taşımamasından kaynaklanır. Enflasyonda talep olmaz deflasyonda talep vardır, arz azdır.
Deflasyonu çözmek için yapılan 1929 krizini çözmekte kullanılan bugün de
kullanılması tartışılan yaklaşım, devlet yatırımları ve devlet harcamalarıdır.
Sistemde, özellikle 80’li yıllarla birlikte getirilen en önemli yaklaşım devletin
ekonomik faaliyetlerden çekilmesi ve bunu tamamen özel sektöre bırakmasıdır.
Etkin bir dönemden geçerken 2008’le birlikte yaşanılan süreçte kurtarıcı olarak
yine devlete veya Keynes’e dönülmektedir. 1929 krizi sonrasını düşünürsek, 80
yıl sonra tekrar Keynes çözümünün bugünkü ekonomi programının ilacı olarak
tanımlanması da işin zaten en ironik yanıdır.
Para arzı piyasa oyuncularının faaliyetler için ihtiyaç duydukları parasal büyüklüğe denir. Bu üç piyasa oyuncusu bireyler, şirketler ve kamudur. Bunların,
tüketim, yatırım, tasarruf vs. faaliyetler için ihtiyaç duydukları parasal büyüklüğe de para arzı diyoruz. Para arzının tanımında 3 büyüklük vardır; M1, M2, M2Y
Vadeli vadesiz tüm döviz hesaplarına döviz tevdiat hesabı diyoruz!
Bunu M2 ile toplarsak elde ettiğimiz parasal büyüklüğün adına M2 Y diyoruz.
M2=M1 artı vadeli TL
M1 de emisyon artı vadesiz TL
Emisyon: piyasada dolaşan kâğıt paradır. Emisyonun basan açısından kazan81
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
dırdığı gelire de senyoraj geliri denir. Bugün dünyada senyoraj geliri en yüksek
paralar 5 prenses olarak nitelendirilen dolar, euro, Japon yeni, İsviçre frangı, İngiliz poundudur.
Para arzı, piyasa beklentisini görmek, piyasanın durumunu anlamak, tüketici
bazında veya oyuncu denilen, kamunun, şirketlerin ve bireylerin davranışlarını
öngörme ifadesi için bir beklenti datasıdır.
Büyüklükler itibariyle her zaman M1, M2’den küçük olmak zorundadır. Dolayısıyla biz bu analizleri yaparken rakamsal değerleri hep artış oranına göre
konuşuyoruz. M1’in artışının M2’den M2’nin artışının M2Y’den büyük olduğu
bir piyasada beklenti nedir? M1’in ilk sırada olmasının faizlerdeki yükselmeyle
ne ilgisi var? M1’in içeriğinde emisyon artı vadesiz TL hesapları bulunmaktadır.
M2’de ise M1 artı vadeli TL vardır. M1’de durmanın, duran açısından hiçbir getirisi yoktur. M2’de durmayarak da faiz kazancından vazgeçmektedir. Bu da bir
maliyettir. Buna hatta alternatif maliyet denir. M1’de emisyon (cebindeki kâğıt
para) artı vadesiz TL hesapları bulunduğunu belirtmiştik. Vadesiz TL ile Banka,
sadece saklama ihtiyacını karşılar, herhangi bir faiz getirisi kazandırmaz. Bu ikisinden oluşmuş bir para arzında, yani M1’de pozisyon almanın alan açısından
hiçbir getirisi yoktur.
M1’de durmak getirisi olmayan maliyetli bir sonuç yaratıyorsa bu duruşun bir
anlamı, açıklaması olması gerekir. Bu tek başına değerlendirildiğinde irrasyonel
bir davranıştır. Gelecekte tüketeceğin bir mal ve hizmetin fiyatının bugünden
artacağını öngörüyorsan M1’de durursun!
Mal ve hizmetin fiyatının gelecekte artması öngörülüyorsa o mal ve hizmetin
talebi daha öne çekilir, daha çabuk almak için çaba sarfedersin. O da sana likitide
nakit ihtiyacı doğurur. O nakit ve likit para arzını temsil eden para arzının adı
M1’dir. Örneğin; üç ay sonra araba alacağınızı düşünelim. Arabanın fiyatının bugünden artacağını öngörüyorsanız yani piyasada böyle bir beklenti görünüyorsa
ne yaparsınız? 3 ay beklemezsiniz. Arabayı daha önce almaya çalışırsınız. İşte o
paranın karşılığı M1’dir.
M2’deki para isteyince çekilebilir ama irrasyonel olur. Vadeli hesaba parayı yatırdığında vade dolmadan parayı çekilirse faiz alınamaz. 3 ay vadeli yatırıp 2 ay
sonra çekilirse faiz alınamaz.
Dolayısıyla buradaki temel yaklaşım fiyatların veya faizin yükselip yükselmeme beklentisidir. M1’in M2’den büyük olmasının adı efektif talep göstergesidir.
Efektif talep göstergesinin temel cümlesi faiz kur makasıdır çünkü bu piyasada
M1’in M2’den büyük olmasının adı faizlerde yükselmedir.
82
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Döviz düşerken mi çıkarken mi yatırım yapılır? M2Y en son sıradaysa, kurlarda düşme beklentisi vardır. Dolayısıyla bunun adına makas piyasası demiştik.
Yani faiz ve kur arasında makas vardır. Faizin getirisi dövizin getirisinden daha
fazladır. Tersinden bakarsanız faizlerin maliyeti veya TL maliyeti yabancı para
maliyetinden daha fazladır. Faizin getirisinin dövizin getirisinden daha fazla ise
bu TL maliyetinin dövizin maliyetinden daha fazla olması demektir.
Eğer TL mevduat faizi yüksekse TL kredi maliyeti dövizli kredi maliyetinden
yüksek olur! Dolayısıyla makas sisteminde dövize pozisyon almak ile TL’ye pozisyon almak yaklaşımı, bunu kullanan ve kullandıran olmak üzere tamamen
ters yönlü çalışır. Mevduata para yatırınca kullandırmış, kredi alınca kullanmış
olmaktayız. Kullanan ve kullandıran anlamında faiz ve kur makası sizin hangi
pozisyonda olmanız gerektiğinin de bir bakıma adını koyuyor. Yani kredi kullanırken genel anlamda dövizle kullanın. Eğer paranızı kullandıracaksınız döviz
kullandırmayın TL kullandırın demektir bu, çünkü TL olarak kullanılan kredinin
maliyetinin döviz kredisi maliyetinden yüksek, TL mevduat faizinin döviz mevduat faizinden yüksek olması kendiliğinden bu pozisyonu da ortaya çıkarmaktadır.
FAİZ KUR MAKASI:
Bu makas aslında Türkiye ekonomisinin yumaşak karnıdır. Bu, Türkiye’de kişilere, partilere bağlı olmaksızın 80’li yılların başından beri neo-liberal uygulama
bize hep makası getirmiştir. Bu ülke, ihracat yapmak için ithalat yapmak zorundadır. Cari açık verdiği yıllar büyümek durumundadır. Cari açığı finanse etmek
veya büyümeyi finanse etmek için net dış sermaye girişi yaratmak zorundadır.
Bu üçü bir sabittir. Bu ülke ihracat yapabilmek için mecbur ithalat yapmalıdır..
Dolayısıyla dış ticaret açığı hiçbir zaman kapanmayacaktır.
GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA: Bir yıl içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin sabit fiyatlarla toplamına (yaratılan katma değere) gayri safi milli hasıla denir.
GSMH’nın yerini Gayri Safi Yurtiçi Hasıla almıştır. GSYİH’da 2010 hedefi 5,5 idi.
Ancak açıklanan rakam %8,9 olarak gerçekleşti. GSMH’nin yeni dönemdeki karşılığı gayrı safi yurt içi hasıladır. GSMH’nin tanımındaki katma değer üç kesimden alınır:
• Yurt içinde üretilip yurt dışında tüketilenler.
• Yurt dışında üretilip yurtiçinde tüketilenler.
• Yurt içinde üretilip yurt içinde tüketilenler.
• Bu üçünün toplamına gayri safi milli hasıla denir.
• Bu, uluslararası kabul görmüş bir değişkendir.
• Kıyaslamaya uygun olması için GSYİH olarak takip edilir.
83
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Geçen yıl Türkiye’nin GSYİH’si yaklaşık 800 milyar dolara çıktı. Bunun altında
iki sebep yatıyor: Kurun düşüklüğü ve iç talepteki artışın etkisi.
Dolayısıyla M1’in artışı M2’den M2’nin artışı M2Y’den olan bir piyasa makas
piyasasıdır. Türkiye’nin ekonomi politiği budur. Bu durum kişiye bağlı değildir.
Partiye bağlı değildir. Türkiye’nin ekonomik problemlerinin kronik olarak tekrar
eden yapısını çözmek, Türkiye’yi bir üst faza taşımaktır.
DENGEYİ NASIL SA⁄LARIZ?
• Geliri arttırarak yani kayıt dışıyı kayda alarak bu şekilde sisteme 30 milyar
doları sokarak,
• İhracatın ithalatı karşılama oranını yükselterek,
• Sistemdeki, üretilen mal ve hizmetin katma değerini arttırarak,
• Dış paranın gelişine bağlı olmadan büyümeyi sağlayarak,
• Bu, yapılamayacak bir şey değil ama burada araçların kullanım şekli, hedef
aldığı araçların dönemsel vade farkları gibi değişkenler bulunmaktadır!
• 30 milyar doları sisteme sokmak diye ifade etmiştim. Bu, yıllar itibariyle sokulabilirliği sağlandığı takdirde, borçlanma ihtiyacı azalır, para basma gereksinimi düşer, para politikası araçları daha az kullanılır.
(Para Politikası Araçları: Reeskont, munzam karşılık, disponibilite)
Bunların az kullanılması veya düşürülmesi neyi arttırır? Bu üçü düşerse bankanın kullandırdığı kredi faizi düşer. Düşen kredi faizi, faaliyetlerin yatırımın ve
üretimin finansmanını kolaylaştırır. Doğal olarak ticari aktivite artmış olur. Reel
sektör krediye daha kolay ulaşır. Ulaştığı kredinin maliyeti daha düşük olur. Bu,
ürettiği malın maliyetini, fiyatlarını düşürür. Malın satılabilirliğini arttırarak ekonomik aktivitenin ve büyümenin devam etmesini sağlar. Ama sisteme o paranın
girmesini sağlamak gerekir! Yoksa, kayıt dışı, bu mevcudiyetini devam ettirdiği
sürece biz para politikası araçlarıyla açık kapatmaya devam ederiz. Bu da daha
önce saydığım tüm etkilerin tersi bir yönde çalışması demektir.
Dolayısıyla bu üç sabit nedir?
• İhracat yapabilmek için ithalat yapmak.
• Büyüyebilmek için cari açık vermek
• Bu büyümeyi finanse etmek için dışarıdan içeriye net dış sermaye sokabilmek.
Net dış sermayeden kastımız içeriye giren döviz ile dışarıya çıkan döviz farkının pozitif değer taşımasıdır. Hep daha fazla girenin daha az çıkanla karşılık bulmasıdır. Yani hep içeride daha fazla döviz kalmasıdır. Bunu sağlayan da faiz kur
makasıdır (Sıcak Paranın Serüveni) çünkü faiz kur makası var olduğu müddetçe
dışarıdan giren para miktarı artacaktır.
84
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Örneğin; ben 100 dolar getirdiğimde, 1 dolar =100 TL ise ve o ülkede 1 yıllık
mevduat faizi yüzde 100 ise, bir yıl içinde kur yüzde 50 arttıysa 100 doları 1 Ocak
itibariyle ülkeye soktuğumda bu TL karşılığı 10 bin TL’dir. 10 bin TL’yi 1 yıl boyunca faize yatırırsam 31 Aralık’ta 20 bin TL elde ederim.
Bu sırada kur ne oldu? Ben bu parayı dışarı çıkaracağım zaman döviz karşılığım ne olacak? Bunu 150’ye böleceğim bu da yaklaşık 133.3’tür. Ben yılbaşında
100 dolar sokmuştum çıkarken 133 dolarla çıkarım. Ben dolar bazında yüzde kaç
faiz aldım? Yüzde 33 faiz aldım. Dünyada faizler yüzde 1’lerdeyken yüzde 33
faiz verirsem ben büyümek için dışarıdan sermaye girişine açık olurum ama bu
sürdürülebilir değildir!
Bu para kırılgandır. Buna bağlı girdiği için girme hızı çıkma hızından daha düşüktür. Bu tip paralar daha korkak paralardır. En ufak bir dış piyasa ve iç piyasa
problemi yaşandığında bu para pat diye dışarı kaçar.
Bir piyasada karşılaşılabilecek bütün piyasa modelleri
1-M1%>M2%>M2Y%
2-M1%>M2Y%>M2%
3-M2%>M1%>M2Y%
4-M2%>M2Y%>M1%
5-M2Y%>M1%>M2%
6-M2Y%>M2%>M1%
Kapasite: Bir işletmenin mevcut varlıklarıyla yapabileceği en üst sayıdaki faaliyetidir. Bu faaliyetin dönemler içinde yapılan miktarına ise kapasite kullanım
oranı denir. Aylık açıklanır. Kapasite kullanım oranı, ekonomik aktivitelerin
performansının göstergesidir. Bu noktada bir işletme veya ekonominin kapasite
kullanımı arttıkça verimlilik düzeyinin arttığı varsayılır. Hedef, bu oranı yükseltmektir.
Türkiye ekonomisinde kapasite kullanım oranı yüzde 80-85 ortalamalardadır.
Yüzde 80-85 olan bu ortalama; yüzde 60’lara düştüğünde ekonomik durgunluk, yüzde 50’lerin altına düştüğünde resesyon başlar. .
Ekonomik gösterge anlamında kapasite kullanım oranı, bir durgunluk, ekonomik faaliyetin artması veya resesyon anlamına gelen sonuçlar için öncü gösterge
diye de tanımlanabilir.
Kapasite kullanım oranı şu anda Türkiye’de yüzde 65 seviyesindedir. Dolayısıyla kapasite kullanım oranı vasıtasıyla ekonomideki büyüme, istihdam, ihracat,
ithalat, talep gibi ekonomik verilerin düzeyini görmek mümkün olur. Bütün bu
yaklaşımların yanında kapasite kullanım oranının sürekli olarak artıyor olması
85
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
da enflasyonist bekleyişi besler, tetikler.
Sürekli Kapasite Kullanımının Artması: Ekonomiler hiçbir zaman sürekli büyümez, sürekli olarak küçülmez. Ekonomiler bir sinüs içinde gider. Diyalektik
olarak düşünürseniz her tepe dip, her dip de tepenin başlangıcıdır. Yani sürekli
olarak büyüyen bir ekonomide kapasite kullanım oranı artar. Bu artış enflasyon
beklentisi yaratır. Enflasyon artarsa faizler artar.
Faiz, enflasyonun sonucudur. Enflasyon faizin nedenidir. Sebep-sonuç ilişkisinde kapasite kullanım oranının sürekli artıyor olması faizlerde yükselme
beklentisi yaratır. Faizlerde yükselme beklentisi varsa krediler düşer. Krediler
düşerse tüketim, yatırım ve talep de düşer. Ekonomik büyüme azalır. Ekonomik
büyüme azalırsa kapasite kullanım oranı düşer. Kapasite kullanım oranı düşünce
de faiz düşer. Faiz düştüğünde ise bu yapı tekrar geri döner. Kapasite kullanım
oranının artması faizlerde yükselme beklentisi getirir. Bu beklentinin alt yapısı
büyüme, istihdam, talep, üretim gibi ekonomik aktivitelerin de düşmesi demek
olacaktır.
İç kredi kullanımı azalıp, iç kredi kullanımı düşerse ne olur? İç borç artar. Kredi
ile iç borç ters çalışır. Eğer bir sistemde iç borçlanma artıyorsa kredi kullanımı
azalır, iç borçlanma azalıyorsa kredi kullanımı artar. Dolayısıyla iç borçlanma
performansı faizin bir fonksiyonuysa; faiz de kapasite kullanım oranından etkileniyorsa süreç zaten bu yapılanma içinde sürekli bir eğilim içinde olur.
Türkiye dâhil bütün ekonomiler 3’lü bir sac ayağında hareket eder:
Faiz-Kur-Sermaye Hareketleri (Kambiyo)
Bu uygulamanın adı Impossible Trinity (İmkânsız üçleme)’dir
Temel yaklaşım: Bir ülkede sermaye hareketleri serbest ise bu ne demektir?
Ülkede yabancı para ile servet tutabilmek, borç ödeyebilmek serbest ise yani
yerli para ile yabancı para arasındaki ilişkilerde sınırsızlaşma varsa o ülkede ya
faiz kontrol edilir ya kur kontrol edilir. İkisi birden kontrol edilemez, ikisi birden
serbest bırakılamaz.
Bir ülkede sermaye hareketleri serbest ise yani kambiyo serbest ise o ülkede ya
faiz kontrol edilir ya kur kontrol edilir. Biri muhahkak kontrol edilir ve o sistemde kontrol edilen değişken o sistemin riskini oluşturur.
2001 Şubat krizinden beri Türkiye’de faiz kontrol ediliyor. Kur serbest bırakılıyor. Merkez Bankası’nın gerçekleştirdiği düşüş, MB vasıtasıyla kontrol edilen
bir değişkendir. Kontrol edilen değişken kontrol eden tarafından aşağı indirilir
veya yukarı çekilir. 2011 itibariyle kontrol eden kurum MB, kontrol edilen değiş-
86
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
ken faiz, serbest bırakılan kur. 2000 krizinde bunun tam tersi oldu. 2000 yılında
Türkiye’de döviz kurları serbestti. MB kuru açıklar, piyasada takip edilen değişkenin adına da faiz denir. Dolayısıyla piyasalar krize girdikten sonra aynı yöntemin uygulanması, uygulanan politikanın güvenilirliğini devre dışı bırakması
sonucunda bunun tam tersi bir uygulama süreci 2001 kriziyle başlamıştır.
Artık kontrol edilen değişkenin adı faiz. Hangi faiz? Overnight dediğimiz diğer adıyla repo, diğer adıyla gecelik faiz. Bu, bir tek MB tarafından kontrol edilir.
Piyasada tek gecelik faiz yoktur. Mevduat faizi ve hazine bonosu faizi vardır.
Faizler nasıl oluyor? MB bir tek bu faizi kontrol ederek diğer faizlere müdahale
ediyor.
Overnight faizi uzun faizi etkiler (Hazine bonosu, devlet tahvili faizi). Uzun
faiz de mevduat faizini etkiler. Mevduat faizi de kredi faizini etkiler. Kontrol edilen sadece overnight faizidir.
Etkilenme biçimi şöyle olur: MB’nin yönettiği gecelik faizi yönetmesiyle amaçladığı aslında uzun faize müdahale etmektir. Çünkü uzun faizin fonlama maliyetine overnight faizi denir.
Repo: Bir geceliğine günlük yaşantıdaki karşılığıyla bankaya mevduata paranızı yatırıyorsunuz ertesi gün faiziyle birlikte ana paranızı geri alıyorsunuz. Bunun
haftalığı on günlüğü vardır, ama bir ayı geçmez. Siz aslında bir menkul kıymet
alarak bankaya borç veriyorsunuz. Yani bir mevduat yapmıyorsunuz. Paranızı
mevduat olarak yatırırsanız karşılığında bir teminat yoktur. Repoda ise siz bilseniz de bilmeseniz de repo yaptığınızda sizin hesabınızdan belirli bir vade para
çıkar. Onun karşılığında hesabınıza menkul kıymet girer. Dolayısıyla geri alım
taahhütü dediğimiz şey o giren menkul kıymetin, o vade sonunda, tekrardan
bankaya geri dönüşü ile ifade edilir. O geri dönüş sırasında siz faiz kazanmış
olursunuz. Repo denilen süreç böyle çalışır.
Reponun uzun faizi etkilemesinin anlamı şudur: Bankalar repo yaparak bizlerden para toplar. Bizden topladığı repoyla gider hazineye borç verir. Hazineye borç vermesinde kullanılan araçlar hazine bonosu ve/veya devlet tahvilidir.
Merkez Bankası, repo faizlerini veya faizleri yukarı çıkarırsa bankanın topladığı
paranın maliyeti yükselmiştir demektir. Bu topladığı paranın maliyeti yükselirse
topladığı bu parayla hazineye vereceği paranın maliyeti artar. Repo ile topladığı
paranın maliyeti artarsa dolayısıyla hazine bonosu ve devlet tahvili faizi de artacaktır çünkü banka kendi topladığı paranın maliyeti arttığı için devlete borç
vereceği parayı bu paranın maliyetini de arttırarak verir.
Overnightı artarsa uzun faizler artmış olur. Uzun faiz yani hazine bonosu ar-
87
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
tarsa mevduat faizi de artar çünkü hazine bonosu faizleri artarsa insanlar paralarını mevduata yatırmaz. O zaman banka mevduat faizini ne yapmak durumunda kalacak? Yani mevduat faizleri 10’da kalırken hazine bonosu faizleri 15’e
çıkıyorsa mevduat faizinin artmama gibi bir şansı olamaz. Hazine bonosu arttığı
için mevduat faizi de artar. Mevduat faizleri arttığı için bankanın, kredi verirken
kredinin faizini arttırmama şansı yoktur. O da kredi faizini arttırır.
Aslında piyasada şu 3 faiz serbest gibi gözükür ama bu 3 faiz bu faizden etkilenerek ortaya çıkar. MB’nin düşürdüğü overnight. Bu süreç devam ederse uzun
faiz, mevduat faizi ve kredi faizi düşecek. Merkez Bankası faizi düşürmekle kredi
kullandırmak ve piyasanın aktivitesini arttırmak istiyor. Ama kapasite kullanımı
da düşüyor. Bunun düşmesi, mevcut kapasitenin üretimde kullanılan miktarının
azalması demektir. Daha az üreten, daha az tüketen, ekonomik aktivitesi düşen
bir ekonomiden bahsediyoruz. Bunu harekete geçirmenin koşulu faizleri düşürmektir. Overnightı düşürerek de bu faizlere müdahalede bulunduğu için buna
paralel olarak üretim sağlanmış olur.
SORU:
1- M1%>M2%>M2Y%
2- M1%>M2Y%>M2%
3- M2%>M1%>M2Y%
4- M2%>M2Y%>M1%
5- M2Y%>M1%>M2%
6- M2Y%>M2%>M1%
Bu 6 piyasa içinde:
1) Faiz ve kurun birlikte arttığı
2) Faiz ve kurun birlikte düştüğü
3) Yatırım yapılabileceği, satışta vadelerin uzatılabileceği, yatırımın yabancı
kaynakla yapılacağı,yabancı kaynağın da dövizli olması koşullarının bir arada
yaşandığı piyasa hangisidir?
YANIT:
M1 vadesiz ve emisyonu temsil ediliyordu. Vadesiz ve emisyonda durmanın
rasyonalitesi gelecekteki mal ve hizmet fiyatının artacağı beklentisidir. Dolayısıyla M1, M2’den büyükse beklenti, faizlerde yükselmedir. M2Y bunun da üstündeyse, M2Y döviz hesaplarını temsil ediyordu. Döviz hesaplarının artışı M1
ve M2’den büyükse beklenti nedir? Kurlarda yükselmedir. Faiz ve kurun birlikte
düştüğü piyasa: M2>M1>M2Y
Vadeli hesaplara yatırım faizlerde düşme beklentisi varken yapılır. Dolayısıyla
M2, M1’den büyükse faizlerde düşme beklentisi vardır. M2Y bunların da altın88
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
daysa beklenti kurlarda düşme beklentisidir çünkü vadeli hesaplara gidiş faizlerde düşme beklentisi varken değerli bir sonuç verir. Ekonomiler 3 temel denge
üzerinde hareket eder. Buna Impossible Trinity (İmkansız Üçleme) denir. Bu üç
denge faiz, kur ve sermaye hareketleridir. Bir ülkede sermaye hareketleri serbest
ise, ya faiz ya kur kontrol edilir. İkisi birden kontrol edilemez, ikisi birden serbest
bırakılamaz. Kontrol edilen değişken ne ise o ekonominin, en büyük tehlikesi
veya tehdidi o değişkendir. Türkiye’de 2001 krizinden beri kontrol edilen faiz gecelik faizdir. Merkez Bankası’nın kontrol ettiği faizin adı overnight yani gecelik
faizdir.
Overnight, uzun faiz dediğimiz hazine bonosu ve devlet tahvilini etkiler o da
mevduatı, mevduat da kredi faizini etkiler. Piyasadaki bütün faizler aslında overnight etkisi altındadır. Dolayısıyla Merkez Bankası da overnight faizini kontrol
eder. Peki, tek başına faizi etkilemek sistemin mevcut tıkanıklığını çözer mi? Bunun tek bir cevabı yok. Ekonominin doğruluğunun, bazen yaşanılan durumu takiben ortaya çıktığı konular vardır. Evet, faiz sistemin mevcut yapısını yönetmek
için kullanılan en önemli araçtır. Fakat, bazıları der ki: “Bu tek başına yetmez”.
Bazıları ise bunun olmazsa olmaz olduğunu söyler. Bana göre faiz bu sistemin en
önemli kesişme noktasıdır. Faiz ile sistemin bütün değişkenleri kontrol edilebilir.
Faizin Tanımı: Hayatta satın alınamayan tek şey zamandır. Bir tek zaman satın
alınamaz. Zamanı satan meslek nedir? Bankalar. Bankalar aslında zaman satar.
Zaman satarken zamanın onlar tarafından karşılığı vadedir. Vadenin karşılığı da
faizdir. Dolayısıyla faizi tanımlarsak faiz paranın zaman riskidir!
Faiz ne değildir?
• Faiz, paranın fiyatı değildir.
• Faiz, paranın maliyeti değildir.
• Faiz, paranın geliri değildir.
• Faiz nedir? • Faiz, paranın zaman riskidir.
• Faizin tanımını söyledik. Ne olmadığını da söyledik. Faizin fonksiyonel ilişkilerine geldik.
Kredi kullanımı ne zaman yapılır?
Faizlerde düşme beklentisi varken kredi kullanımı artar. Ama bunun değili şudur. Baktığınız zaman faiz 10 iken alsan 15’e çıktığında kazançlı olmaz mısın? İlk
bakışta doğru bir cümle ama uygulamada şu vardır. Faiz artıyorsa enflasyon artar çünkü faiz enflasyonun sonucudur. Enflasyonun arttığı süreçlerde, diyelim ki,
krediyi şirket açısından satışlarınızı, yatırımlarınızı finanse etmek için kullandınız. Faizler artarken satışlar düşer çünkü enflasyon artar. Satışlar düşerse şirketin
geliri ve dolayısıyla kârı da düşer. Kârı düşerse maliyetleri yükselir. Dolayısıyla
89
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
yatırımlarının geri dönüş süresi uzar. Yatırımların toplam maliyeti artar. Halbuki
biz 10 iken aldık krediyi. Faizler 15’e çıkmasına rağmen bu süreç, o işletmenin bu
tarz bir kullanımından dolayı oluşturulduysa o sürecin sonu o faaliyetin zarar
etmesi, maliyetinin artması olur. Süreç her zaman tek bir değişkene, faizin aşağı
yönlü hareketine bağlıdır.
Bu aşağı yönlü hareket ederse talep artar, üretim artar,tüketim artar, yatırımlar
yükselir, iç borçlanma azalır, kredi yükselir ve büyüme artar. Bütün sürecin temel
tetikleyicisi faizdir. Çünkü faiz impossible trinity gereği şu anda kontrol edilen
değişkendir. Gün gelir de Türkiye tekrar kuru kontrol eden ekonomik programa
dönüşürse o zaman buraya kuru yazacağız. Türkiye’de 2001’den sonra süreç, faizi kontrol eder hale gelmiştir.
Faizi düşürseniz bile bir noktadan sonra ekonomiler artık buna duyarsız kalıyorsa bunun adına likidite tuzağı denir. Tuzağın çözümünün tek yolu devletin
karşılık gözetmeksizin ekonomik sisteme oyuncu olmaya başlamasıdır. Kâr amacı, getiri amacı, zarar göstergesine bağlı olmaksızın; devlet sisteme sürekli para
verir ancak bu şekilde likidite tuzağından çıkılır. Aslında dünyanın yaptığı, faizi
düşürürken bu enstrümanı yani devletin sisteme dahil olması yöntemini de kullanarak, müdahil olmaya çaba sarf etmektir.
Devletin sisteme müdahil olması; çok küçük faizle kredi vermesi, zararı üstlenmesi, zarar eden şirketlere ortak olması, maaşları çok hızlı arttırması, çok fazla
istihdam yaratmasıdır. Dolayısıyla netleştirirsek; faiz paranın zaman riskidir.
Faizin sebebi enflasyondur. Enflasyonun sonucu faizdir. Faiz bu değişkenleri
etkiler. Mekanizma bunlar arasındaki korelasyonla bağlıdır. Faizli enstrümanlara yatırım ne zaman yapılır? Faizlerde düşme beklentisi varken yapılır. Üretim,
tüketim, yatırım, talep gibi fonksiyonların daha hızlı ve çabuk yapılabildiği buna
paralel olarak ekonomik aktivitenin harekete geçtiği sürecin adıdır. Bu adımın
gerçekleşebilmesi için ne olması lazım? Bu tabloya bakarsak, güven ortamının
sağlanması demek, faizin düşmesi demektir.
Faiz, ekonomik sistemlerin ateşidir. Tek başına vücut ateşi düşürülebilir mi?
Düşürülür. Ama sonra ne olur tekrar daha yükseğiyle çıkar çünkü ona neden
olan organik sebep çözümlenmemiştir. Faizin yükselmesi ekonomik sistemlerin
organik bozukluğunun adıdır. Tek başına faiz düşmez. Onun organik sebebinin
adı enflasyondur. Enflasyon devre dışı kalmadan faizin yönü hep yukarıdır. Bu
da güven ifadesinin devre dışı kalıp bu sürecin olumsuzluğunun ortaya çıkmasıdır.
90
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
ABD’de yaşanılan enflasyon değildir!
Enflasyon 0-4 arasında yaşanmayı hedefler. 4’ün üstüne çıkarsa 4-10 arasına
tehdit alanı, 10 üstüne kronik enflasyon alanı, 100’ün üstüne hiper enflasyon alanı denir. Bu alanların dünyada yaşanılanı eksi alandır. Eksi alanın adı deflasyondur. Çözüm olarak getirilenler burada yaşananlara çözüm olmayacaktır. Dünyada konuşulan tüm çözümler bu alandan kurtulmak içindir.
Ekonomilerin ideali teorik dahi olsa yatırımlarla tasarrufların eşit olmasıdır.
Buna genel ekonomik denge denir. Buradaki temel fonksiyon şudur: Şurası yatırım diğer taraf tasarruf fonksiyonu. İdeal ekonomiler tasarruf ile yatırım fonksiyonunun birbirine eşit olduğu yerde üretim yapıp bu noktadaki fiyatla hareket
eden ekonomilerdir.
Yatırım ile tasarrufun birbirine eşit olduğu yerde üretim yapacaksın, buradaki
fiyatlar seviyesiyle yaşayacaksın. Ama eğer tasarruflar yatırımlardan büyükse bu
süreçlerin adına deflasyon denir. Yani bir ülkede tasarruflar yatırımlardan fazlaysa o ülkede durgunluk vardır. Bu durgunluğu çözebilmek için mevcut yatırımlar arttırılır. Bu arttırma bugünkü devletin yaptığıdır. Buna otonom yatırım
denir. Devletin yaptığı yatırımın adı otonomdur. Devlet bu yatırımları arttırarak
tasarruflarla yatırımlar arasındaki açığı kapatarak tekrar eşitliği sağlayabilmeye
çalışır. Ama tasarruflar çoğunlukla yatırımlardan küçüktür. Bunun adına da enflasyonist açık denir.
Türkiye’de enflasyonist açık vardır. Devlet bu açığı dengeleyebilmek için kamu
harcamalarını kısmak zorunda kalıyor. Kamu harcamaları içinde en önemli kalemlerden biri cari harcama. Cari harcama içinde de kamunun vermiş olduğu
hizmetlerin sürdürülmesindeki harcamalar bulunmaktadır.
Para – Kur Politikasının Ekonomiye Etkisi
Ülkemizde YTL kalktıktan sonraki en önemli değişiklik 200 TL’nin çıkmış olmasıdır. Bir ülkede kâğıt paranın en büyük banknotunun sayısı artarsa bu ne demektir? 100’ün üstüne 200 geliyorsa o paranın satın alma gücü düşüyor demektir.
Bunu değişik şekilleriyle açıklamaya çalışmakla birlikte bunun sistemdeki karşılığı paranın satın alma gücünün düşmesidir. Paranın satın alma gücünün düşmesi
enflasyonun artmasıdır. Bu süreç faizlerde yükselme beklentisini tetikler.
Ama dünyada her yer faiz düşürürken bizde yaşanılan bu etkinin bir faiz yükselişi sonucunu vereceğini düşünmek de yanlış bir yorumlama olabilir. Çünkü şu
anda global bir yapının içinde tüm dünya faiz düşürürken bizim faiz yükseltme
şansımız olduğunu söylemek pek mümkün değil. Yani, bu olağan şartlarda yeni
paranın çıkması faizlerde yükselmenin net bir göstergesidir ama bu şu an için
böyle olacaktır ifadesini kullanmak; söylediğim sebep, yani bütün dünyada faiz91
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
lerin düşüyor olmasının getirdiği etki nedeniyle bizde de aynı sonucu vereceğini
söylemek yanlış olacaktır.
Merkez Bankası’nın paradaki gelirine senyoraj geliri diyoruz. Senyoraj gelirinin enflasyon yaratmaması için sistemde rezerv para olması gerekir. Rezerv paran var ise senyoraj geliri kaynağa dönüşür, enflasyon yaratmaz. Enflasyonun
oluşmasıyla senyoraj arasında bir ilişki vardır. Para basarsan senyoraj gelirin olur
ama enflasyon, geliri tükettiği için kısır bir döngü ortaya çıkar. Tek kalıcılığı, bu
senyoraj gelirinin dış talep yani o paranın rezerv para olup olmamasına bağlıdır.
Eğer süreç bu tarzda çalışıyorsa süreç bir bakıma sisteme kalıcı bir kaynak haline
dönüşür.
İthalat, İhracat ve Dış Ticaret Açığı
İhracat, ithalat ve dış ticaret açığının azalması veya artması, daralma veya küçülmenin başladığını gösterir. Türkiye ekonomisinin üç temel ironik dengesi vardır:
• İhracat yapabilmek için ithalat yapılır. (Ara mal ithalatı bağımlılığı)
• Büyüme dönemlerinde cari açık büyür.
• Cari açığı finanse edebilmek net dış sermaye girişi yaratmaya bağlıdır.
Ülkemiz cari açık verirse, büyür. İthalat yaparsa, ihracat yapar. Net sermaye
sokabiliyorsa, ancak büyümesini devam ettirir. Dolayısıyla sistemde bu üç temel
varsayım olduğu müddetçe ekonominin genel şartları büyüme olur. Ters yönlü
çalışırsa küçülme olur. Dolayısıyla ihracat ve ithalatın ve dolayısıyla dış ticaret
açığının düşmesi bu sistemdeki küçülmenin net bir göstergesidir.
Bir ülkede ihracat ve ithalat düşüyor, küçülüyorsa bu ülke küçülüyordur! Buradaki başarı tek bir koşula bağlıdır. Bu ülke büyürken dış ticaret açığını küçültüyorsa işte başarı o zaman vardır. Hiçbiri tek başına bir şey ifade etmez. İhracatın
ithalatı karşılama oranı veya dış ticaret açığının azaltılması pek bir şey ifade etmez veya büyümenin tek başına sağlanmış olması tek başına bir şey ifade etmez.
Performans, büyümeyi, açığı kapatırken devam ettirebilmektir. Türkiye’nin yaşadığı ise bu sürecin devamlı yaşadığı bir örnektir. Bu örnek büyürken açığı büyüyen küçülürken de açığı azalan bir ülke ekonomisi biçiminde yaşaması olarak
ifade edilebilir. Bunu dönüştüremediği müddetçe süreç hep kendi içinde paradokslarını getirecektir.
2011 bütçesi yüzde 5 büyüme üzerine kurulu bir senaryodur. Ona göre vergi
geliri, ona göre harcama, ona göre bütçe açığı, ona göre faiz dışı fazla hedefleri
konularak model oluşturulmuştur. Yüzde 50-60 ihtimalle 2010’u %9 ile kapatacağız. Ekonomiyi 0-1 arası kapatmak da Türkiye gibi bir ülkede küçülmekle eşdeğerdir. 1.7-1.6 gibi bir nüfus artış hızının olduğu bir ülkede bir büyümek reel
92
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
anlamda küçülmektir. Üzerine bir de eksi küçülmeyi koyarsanız 2011 ile son iki
yılı (2009 ve 2010 anlamında) büyüme hızında azalma ile geçireceğiz. Dolayısıyla
küçülen bir ekonomide;
1) Mal ve hizmet vergi gelirlerini arttıramazsın çünkü tüketim azalır yani KDV
ve ÖTV gelirin azalır.
2) En önemli gelirin olan akaryakıt üstünden aldığın vergi gelirin azalır. Ticari
hayat azaldıkça akaryakıt kullanımı ve bireysel tüketim azalır. Bunun üzerinden
alınan vergi düşecektir. Çalışan sayısı azaldığı için SSK primleri gibi vergi gelirleri düşecektir. İthalat düştüğü için dış ticaretten alınan vergi düşecektir. En
önemlisi kârını arttıramayan veya kâr edemeyen şirket vergi ödeyemez. Dolayısıyla bunu da ödeyemediği takdirde toplamda hedeflediğin vergi geliri hedefinden aşağı düşecektir. Bunun üzerine bir de gider tarafında faizler düşmezse,
faiz gelirlerinin aynı kalması durumunda bile bütçe açığı beklenilenin üzerinde
artmaya, gelir azaldığı için de faiz dışı fazla aşağı yönlü sapmaya devam edecektir. Yani 2011 bütçesinin Türkiye için dışarıdan sermaye girişi merkezli olmaya
devam edeceği görülmektedir.
Büyüme hızımız artıyor ve beraberinde cari açık da büyüyor. En azından yine
bazı hedefleri tutturma noktasında başarılı. Faiz dışı fazla tuttu. Bütçe açığı hedeflenen düzeyde gerçekleşti ama 2011’in bu anlamdaki bir riski, seçim ve uluslar arası sermaye hareketlerinin bize bakışı olacaktır.
Devletlerin borcunu alan ve devletlerin borcunu ödeyen kurumun adı hazinedir. Hazineler devlet adına borçlanır, devlet adına borç öder. Borçlandıkları
parayı da kamu dediğimiz (Kamu beş büyüklükten oluşur: KİT’ler, Belediyeler,
Sosyal Güvenlik Kurumları, Bütçe, Tarım Kesimi) bu beş kesim ihtiyaçları ve
ödemelerinin hepsi hazine üzerinden yapar. Bu beş parçalı büyüklüğün kesimleri arasındaki borçların adıdır. Savunma sanayi dedi. Burada sayılanların hepsi o
beş kesimin adını ifade eder ve bunun adı hazinedir. Yani tek bir yerden ödeme
yapılır. Bir de merkez bankalarının ödeme dediğimiz bir kavramı vardır. MB’nin
yaptığı ödemeler de aslında kamu adına ve yapılırken aslında hazinenin borcunu ödemek için yapılır ama hazine ödemeleri genelde uzun zaman önce alınmış
borçlar içindir. Yani yeni dönemde son 10 yıldır merkez bankaları devlet adına
borçlanan ve borç ödeyen fonksiyonlarını taşımamaktadır. Hem iç borçlanma
hem dış borçlanma hazine üzerinden yapılır. IMF’nin muhatabı hazinedir yani
IMF’ye borç ödeme de hazine tarafından yapılır.
Stabil yıllar için Türkiye ortalamasından bahsederken hazine, standart yıllarda
35-40 milyar dolar cari açık verir. Bu her şeyden önce 35-40 milyar dolar borçlanılacağı anlamına gelmektedir. Türkiye’nin toplam dış borç stoku yaklaşık 250 milyar dolardır. Bu 250 milyar dolarda yaklaşık yıllık ortalama faizi yüzde 10’dur.
93
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
250 milyar dolarda yüzde 10 faiz ne yapar? 25 milyar dolar yapar. 35 artı 25= 60
milyar dolar. Bir de büyümesi için gereken yeni borçlanmaları bir tutar vardır ki o
da yaklaşık 40-50 milyar dolar arasında olmaktadır Türkiye’nin. Bunu da yüzde
10’dan ödediğinizi düşünecek olursanız oradan da bir 5/10 milyar ekleyin. Stabil
olduğu yıllarda hiçbir şey yapmasa bile yaklaşık 65-60 milyar dolar net borçlanması gerekir. Bu borcu yakalayamadığı zaman küçülür, kur yükselir, faiz yükselir. Yani işin aslında çok belirgin bir sebebi vardır. Biz büyümemizin finansmanını
dış kaynaklı yapmak gibi bir tercihi yıllarca hep aynı stabiliteyle yaptığımız için
döner dolaşır hep bunun finansmanı konusunda sorun yaşarız. Böyle bir sorun
yaşandığında ise küçülen, düşen ve buna paralel olarak da stabilitesini kaybeden ekonomi olur. Dünyada ve Türkiye’de bunun paralelinde para bulma imkânı
arttıkça içeride bolluk başlar, kur düşer, büyüme yaşanır, satın alma gücü artar.
Her şey yolundaymış gibi görünür. Dolayısıyla aslında yaşanan senaryo rollerin sahipleri değişse bile aynıdır. Dolayısıyla, bu senaryoyu değiştirmek açıkçası
hangi noktada büyümeyi finanse edeceksiniz bu finansmanın kaynağı ne olacak
sorusunun ne zaman değiştirme imkânı ortaya çıkar bu o zaman konuşulabilir.
IMF bir ülkeye geldiğinde getirdiği ekonomik çözüm yöntemi nedir?
Faiz dışı fazla kavramını dünya literatürüne kazandıran kurum IMF’dir. Yani
IMF girdiği ülkelere ilk getirdiği koşulların başına faiz dışı fazla verme şansını
getirir. Bu temelde ne yapmaktır? Faiz dışı harcamaları (cari, yatırım, personel
gibi harcamaları) kısarak fazla vermeyi sağlayarak borç ödeme kabiliyetini devam ettirmektir.
Faiz dışı fazla verdikçe küçülme yaşanır ve istihdam azalır. Faaliyet döngüsü küçülür. Her şeyden önce faaliyet kalitesi düşer. Eğitim, sağlık kalitesi düşer.
Adalet sistemi zayıflar. Çünkü bunları sistemdeki faiz dışı fazla vermenin bir
yan etkisi gibi düşünebilirsiniz. Faiz dışı harcama özel sektörün geliridir. Tüm
faiz dışı harcamalar özel sektörden tedarik edilir. Kamu personelinin maaşı artarsa harcama ve tüketim yapar. Tüketimi özel sektörden yapar. Kamu yatırım
yaptığında kendi başına yatırım yapmaz. Bunu ihale sistemiyle taşerona verir.
Bu kime gelir olur? Özel sektöre. Cari harcama. Buradaki binanın teşrifatı yapıldığında özel sektörden yapıldı. Harcama kalemi ne? Kamunun cari harcamaları.
Dolayısıyla bu tarz, mevcut yapısı IMF ile anlaşan bütün ülkelerin muhatap olduğu bir sistemdir. İşin özü budur.
2010 yıl sonu itibariyle hedef enflasyon olan TÜFE %6,5 olmuştur. Enflasyon
verileri arasındaki ilişki de, TÜFE >ÜFE ise Faiz yükseliş beklentisi (büyüme
beklentisi), ÜFE>TÜFE ise Faiz düşüş beklentisidir (küçülme ve maliyet artışı
beklentisi).
94
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
İkinci sıradaki enflasyonun adı maliyet enflasyonudur. Maliyet enflasyonunda
faiz düşer. Talep enflasyonu sonucunda faiz çıkar. Neden maliyet enflasyonunda
faiz çıkmaz da düşer? Tüketim olmadığı için fiyat artışlarını nihai tüketiciye yansıtırkenki yöntemi veya aktarımı faizlerin buna paralel düşürülmesiyle yoluyla
idare edilir çünkü tüketim ve talebin düştüğü bir sistemde fiyatlar artıyorsa nihai
tüketici (perakendeci) bu fiyatı sattığı mal ve hizmetin fiyatına yansıtamayacaktır. Dolayısıyla faizi düşürerek sistemin hareketinin sağlanması gerekir. Yani maliyet enflasyonunda faizi çıkarmak sistemi daha da boğar. Burada, sistemi rahatlatmanın temel koşulu faizi düşürerek sistemi rahatlatmaktır.
Enflasyonla fiyat artışı arasındaki fark: Ekonomiler büyümeye başladıklarında yani talep artmaya başladığında beraberinde faizler de yükselmeye başlar.
Bu ekonominin tepe noktasına ulaştığı andan itibaren gerçekleşen bir durumdur.
Ondan sonraki süreçte yükselen faizin getirdiği daralmaya paralel olarak talep
düşer, tüketim ve yatırım azalmaya başlar. Bunu engelleyebilmek, daralmanın
krize neden olmasını ortadan kaldırmak için burada arttırılan faiz burada düşürülmeye başlar. Dibe kadar düşürülür. Bundan sonra düşürülen faiz tekrardan
ekonominin büyümesine paralel oluşan genişlemeyle birlikte yukarı çıkacaktır.
Süreç, sürekli bir sinüs eğrisi içinde gidecektir. Evet, talep arttığında faiz artar
ama bu hemen olmaz. Ekonomi yüzde 10 büyürken, faizleri arttırmanın durgunlaştırma veya o büyümenin getirdiği etkiyi yönetme süreci örneğin 6 aysa, yüzde
5’te bunu yaptığınızda 3 ay olacaktır. Yani, evet doğru, enflasyon varsa sistem
durgunluktadır demek istemiyorum. Bu sonucu çıkarmak da çok yanlış bir ifade
olur. Enflasyon varken ısınma, genişleme ve faaliyet sayısının artmasının karşılığıdır. Bunun önüne geçebilmek, enflasyonist düzeni yürütebilmek için faiz arttırılır. Burada bir dönemsellik var. Enflasyon durgunluk olduğu için var dersek
çok yanlış bir ifade belirtmiş oluruz.
İdeal ekonomi fiyatları artarken enflasyonu düşen ekonomidir çünkü enflasyon fiyatların artış hızını inceler ve fiyatların artış hızı sıfır veya eksiye döndüğü
andan itibaren o sistemin adına deflasyon denir. Deflasyon enflasyondan daha
tehlikelidir. İdeal enflasyon aralığı nedir? 0.5’in yüzdesel karşılığı yüzde 50’dir
Mutlak değer olarak da yarımdır. Dolayısıyla beş mi demek istiyorsunuz bunun
yüzdesel olarak karşılığı ise 0.05’tir. İdeal enflasyon aralığı 0 ve 4 arasıdır. 4 ile
10 arasının adı tehdit; 10-100 arası kronik; 100 üzeri ise hiper olarak adlandırılır.
2010 sonu enflasyonu TÜFE’de %6,5. Yani enflasyonun tehdit alanındayız.
Bir ülkenin yüksek enflasyonlu olup olmadığı nasıl anlaşılır ?
Bir ülkede 3 yıldaki enflasyon toplamı yüzde 100’ün üzerinde ve son yıl enflasyonu yüzde 10’un üzerinde ise ve bu iki koşul birlikte gerçekleşiyorsa o sistemin
95
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
adına, yüksek enflasyon, tersi çalışıyorsa yani son 3 yılın toplamı 100’ün altında
son yıl toplamı da yüzde 10’un altındaysa o sürecin adına düşük enflasyonlu
ortam denir.
Bu sistemde karar süreçleri ve araç tercihleri yüksek ve düşük enflasyonlu olup
olmamaya göre net bir şekilde fark eder. Bu çok önemli bir ayrımdır. Yüksek enflasyonlu sürecin oyun kuralı, araçları ve yöntemleriyle diğeri arasında çok net
bir fark vardır.
Mikro ölçekli bir örnek:
(Yüksek enflasyon ortamı) (Düşük enflasyon ortamı)
YEO
DEO
VADE düşer
yükselir
STOK artar
düşer
Mikro ölçekli bir şirket davranışında, yüksek enflasyonlu ortamda vadeler kısalır, stoklar artar. Düşük enflasyonda vadeler uzar, stoklar azalır. Buradaki oyunun kuralı, doğruların yanlış yanlışların doğru olmasıyla ayırt edilebilecek kadar
net bir farktır.
Kamu açığı artarsa ne olur? (Kamu açığı, kamu giderleri ile gelirleri arasındaki farka denir) Kamunun en önemli geliri vergi gelirleridir. Kamu açığı, iç borç,
dış borç, Merkez Bankası ve bankacılığa müdahale araçlarıyla kapatılır. Bunların
kapatılması ya faizi, ya enflasyonu, ya kuru ya da zayıflayan mali yapıyı getirir.
Sorular:
Sanayi istatistikleri ne demektir? Nasıl yorumlanır?
Kapasite kullanım oranları nasıl değerlendirilir?
Bütçe analizinde dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?
Sanayi İstatistikleri: Aylık ve yıllık olarak hazırlanmaktadır. Sanayi ekonominin hangi parçasını oluşturur? Sanayiyle birlikte diğer hangi parçalar ekonomiyi
tamamlar? Ekonomi=sanayi midir? Ekonomi, tarım, hizmetler ve sanayiden oluşur. Bu üç parçadan en önceliklisi sanayi istatistiklerinin yorumlanması olması
ifadesinin temel amacı şudur: Gelişmişlik göstergesi bir, şehirleşme göstergesi
iki, sanayinin toplam üç parça içindeki ağırlığıyla ölçülür. Birincisi gelişmişlik,
ikincisi şehirleşme ölçütü ve sanayileşmeyle oluşur çünkü sanayileşme aslında
şunu getirir. İşçi sınıfını yaratır, çalışan sınıfını ortaya çıkarır. Bu, dolayısıyla diğer sosyal ve ekonomik sonuçları yaratır. Sanayileşiyorsan köylülükten kırsallıktan sıyrılıp şehirleşmek zorundasın. Üretim faktörleri arasında katma değeri en
düşük olan tarımdır. Tarım toplumu olmak hiçbir ülke tarafından hedef alınmaz
çünkü tarım toplumunun ürettiği mal ve hizmetin katma değeri düşüktür. Dü-
96
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
şük katma değerle gelişmişlik yakalanamaz. Gelişmişlik yüksek katma değerli
ürün ve hizmet üretmekten geçer. Bunu yaratabiliyorsan satın alma gücün artar,
refahın artar, zenginleşirsin ve dolayısıyla mekanizma çalışmaya başlar. Dolayısıyla sanayi istatistikleri, bunu ölçmekte kullanılan aylık ve yıllık olmak üzere
sürecin değişkenlerinin bir bakıma toplamdaki değerini veren en önemli ekonomik göstergedir. Bu noktada sanayi istatistikleri kendi içinde alt detayda 18 alt
sanayi dalı olarak işlenir. Ana başlıklarıyla, gıda, enerji, kimya, plastik, demirçelik, otomotiv…
Sanayi istatistiği konuya üretim tarafından bakar. Sanayi istatistiği bir bakıma
ÜFE’nin konusudur. ÜFE=Üretici Fiyat Endeksi / TÜFE=Tüketici Fiyat EndeksiGünlük yaşantınızda muhatap olduğunuz mal ve hizmetin fiyat artışlarını TÜFE
izler. Üretime bağlı, toptana bağlı fiyat artışlarını ÜFE izler. Sanayi istatistiklerinin fiyatları ÜFE’nin konusudur. Sanayi istatistiği ile kapasite kullanımı arasında
bir ilişki vardır çünkü kapasitenin tespit edildiği yer de aslında sanayi şirketleridir. Birbirleriyle paralel hareket ederler.
Mal ve hizmet alım ve satımı arasındaki farka cari işlemler dengesi denmektedir. Türkiye’nin genel karakteristliği itibari ile normal koşullarda açık verdiğini
belirtebiliriz.
Bahsedilen üç sabit;
1) Bu ülke büyürken cari açık verir. Bu sistemin büyümesi için cari açık vermesi
gerekiyor.
2) İhracat yapması için ithalat yapmak zorundadır.
3) Cari açığının finansmanını yapabilmesi için de net sermaye girişi yaratmak
zorundadır.
Bu üç sabite, Türkiye’nin paradoksu da diyebiliriz. Peki, bu üçünün sistematik
olarak bize getirdiği en yapısal önemli sonucu faiz kur makasıdır. Bu sistemde
hep bir faiz kur makası vardır. Bu durum Türk lirasının getirisinin dövizin artışından her zaman daha yüksek olmasını getirir. Bu sistem hep faiz kur makası
üzerinde çalışır. Bu, borçlanırken TL, borç verirken dövizle borç vermesinin bu
ülkenin bu sabitleri nedeniyle en rasyonel davranışı olduğu anlamına gelir. Döviz ile borçlanmak ile TL ile borç vermek bu ülkede faiz kur makasına bağlıdır.
Üç temel ironik yapının sonucu yıl bazında bakıldığında faiz ile kur arasında
bir makas bulunur. Bu süreç TL’yi değerli kılar. Aynı süreç fiili uygulamada TL
ile borç verip dolar ile borçlanıp kur riskini yöneterek diye ifade edeceğimiz bir
yapıyı rasyonel yapmaktadır.
97
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Bütçe Analizinde Dikkat Edilmesi Gerekenler: Bütçe analizi gelir ve gider kaleminden ayrı ayrı yapılır. Gelirler tarafıyla yapılmasının anlamı şudur: Bütçenin
en temel gelir kalemleri vergidir. Vergi kalemleri (vergi gelirleri, vergi dışı gelirler, doğrudan vergi, dolaylı vergi) 4’e ayrılır. Bunlar içinde payı daha yüksek olması gerekenler nelerdir? Düşük olması gerekenler nelerdir? Doğrudan verginin
payı dolaylı verginin payından yüksek olmalıdır. Neden? Bunun tek bir açıklaması var o da gelir dağılımını düzeltmek için.
Para politikası araçlarıyla ekonomiyi yönetirseniz sonuç alırsınız hem de kısa
dönemde sonuç alırsınız. Ama para politikası araçları gelir dağılımını bozar.
İkinci politika aracı olan maliye politikası araçları ise uzun dönemde sonuç verir
ama bozulmuş gelir dağılımını düzenleyici etkisi de vardır. Hangi koşulda? O
verginin, toplamda doğrudan vergi payının yüksek olması şartıyla. Eğer o verginin içinde dolaylılık payı yüksek ise bu noktada bozulmuş gelir dağılımını daha
da bozar. Bunlar, gelir tarafında yapılabilecek analiz başlıklarıdır.
Giderler tarafında yapılmasının anlamı ise şudur:
Gider tarafına bakarsak gider tarafında 4 parça vardır: Yatırım, transfer, cari,
personel. En önemlisi, kalem borcun izlendiği transferdir. İçinde anapara artı faiz
vardır. Artık Türkiye’de bütçe faiz dışı fazla ile izlenmektedir.
Daha önce bütçe, bütçe dengesi ile izleniyordu. Ama bütçe dengesi 1950’den
beri Türkiye’de sürekli artarak gittiği için artık o dengenin dengesizlik ifadesi
içinde bir anlamı kalmayınca Türkiye’ye bütçe dengesini izleme noktasında yeni
bir kavram getirildi. Bunun adına faiz dışı bütçe fazlası deniyordu.
Faiz dışı bütçe fazlası, gider kalemlerinde faiz hariç gelirlerin giderlerden büyük olma haliydi. Bunun anlamı neydi? Bir ülke bunu ne kadar yükseltirse borç
ödeme kabiliyeti o kadar yükselir. Borç ödemesi arttıkça borçlanma imkânı artar.
Büyümenin finansmanı da buna paralel olarak sürdürülebilir hale getirilir. Fakat,
gelişmiş ülkeler faiz dışı fazla vermeyi tercih etmezler. Temel mantık şu, faiz dışı
fazla vermek demek faiz dışı harcamaları azaltmak demektir. Faiz dışı harcama
nedir? Personele yatırıma ve cari dediğimiz faaliyetleri sürdürmek için gerekli
olan kaynakları aktaramamak demektir. Bu da dolayısıyla aslında sistemi ekonomik olarak kalitesizleşir. Eğitimin, sağlığın, adalet sisteminin kalitesi düşer.
Dolayısıyla aslında farkında olmadan uzun dönemde borç ödeme kabiliyeti
yaratır ama uzun dönemde, ekonominin diğer değişkenlerinin kalitesizleşmesine neden olur. Onun için gelişmiş bir sistem, faiz dışı fazla vermeyi istemez. Ama
gelişmekte olan bir sistemde borçlanmakta sıkıntıya düşüldüğünde, sistem borç
verenin mecbur tuttuğu koşula adapte olmak zorunda kalır. Türkiye gibi!
98
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Faizler neden düşürülür? Merkez bankaları faiz indiriyorsa buradaki temel
amaç nedir? Bunun hangi ekonomik sonuçlarını görürüz?
Globalizasyon süreci ile birlikte ülkeler birbirlerine olan farklarını ve benzerliklerini gösterge (politika) faizi ile sinyalleştirmektedir. Yön ve trendler ülkeler
arasında, oran farkı dışında, benzerlik taşıyarak uygulanmaktadır.
Overnight düşürülerek kredi faizine nasıl müdahale etmiş olur? Overnight faizi nasıl kredi faizini etkiler? MB overnight faizini düşürerek kredi faizine nasıl
etki etmiş olur? Merkez bankası overnightı düşürdüğünde kredi faizini nasıl etkiler? Overnight ile mevduat faizi arasında bir ilişki yok ama arada uzun faiz
oluşunca otomatikman uzun faiz düşer ki uzun faiz, mevduat faizinin alternatifidir. Ne demek bu? Yani ben paramı hazine bonosuna, mevduata mı yatırayım
ikileminde yatırımcı bulunacaksa, uzun faizin düşüyor olması bu noktada ilişkinin sağlanmasının temel mantığıdır. Overnight uzun faizin fonlama maliyetidir.
Bankalar overnight dediğimiz gecelik faizle repo yapar ki overnightın diğer adı
repo faizidir. Repoyla bir, iki, üç gecelik para toplar. O paralarla gider, hazineye
borç verir. Hazineye borç vermesi ne demektir? Hazine bonosu ve/veya devlet
tahvili alması demektir. Dolayısıyla aldığının maliyeti verdiğinin kazancından
düşük olmak zorundadır.
Eğer overnight yükseliyorsa verdiğin ya da kazanacağın faiz ne yapar doğal
olarak yükselir. Bunun için overnight artarsa uzun faiz artar. Uzun faiz artarsa
alternatifi olan mevduat faizi artar. Mevduat faizi artarsa da bu banka mevduatının borcudur dolayısıyla kaynak maliyetidir ve mecburen kullandıracağı kredi
faizini arttırmak zorunda kalır.
Dolayısıyla süreçte MB’nin faiz düşürmesi tek başına hiçbir şey ifade etmez.
Aslında onu düşürmekle sinyal vermekte ve diğer aşamaları tetiklemektedir.
Uzun mevduat kredi faizi gibi... Sistemin kılcal damarlarına giden paranın miktarı, vadesi bunlarla belirlenir. Şirketler, bireyler mevduat yapar veya kredi kullanır veya gider paralarını hazine bonosuna yatırır. Bu da overnight yani gecelik
faizden etkilenir.
99
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
100
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
ŞİRKETLER EKONOMİSİ
Bilanço bir işletmenin faaliyetlerinin izlendiği en temel mali tablodur.
Bu faaliyetler:
1) İşletmenin, kasasında ne kadar para tutup tutmayacağı (nakit düzeyi),
2) Satışlarını peşin mi yoksa vadeli mi, vadeli yapıyorsa kısa mı uzun mu yapıp
yapmadığı,
3) Stok tutup tutmadığı (stok düzeyi),
4) Yatırım yapıp yapmayacağı (yani kapasite artışı yapıp yapmayacağı),
5) Bütün bu kararları özkaynaklarıyla mı yoksa yabancı kaynaklar ile mi yapacağı,
6) Bunların TL yabancı kaynak mı yoksa dövizli yabancı kaynak mı olup olmayacağı,
7) Gayrimenkul veya iştirak yapıp yapmayacağı (ki biz buna donuk aktif diyoruz),
Dolayısıyla, nakit durumunu, satış durumunu, stok durumunu, yatırım yapıp
yapmadığı veya yapıp yapmayacağı, bu yatırım veya bu saymış olduklarımızı
özkaynaklarıyla mı yoksa yabancı kaynaklarıyla mı finanse edip etmeyeceği,
bunları yabancı kaynakla yapacaksa Türk Lirası yabancı kaynaklarla mı yoksa
dövizli yabancı kaynaklarla yapıp yapmayacağı ve gayri menkul ve iştirak gibi
bir bakıma bilançoyu büyüten ve diğer adıyla donuk aktif dediğimiz faaliyetler
içinde bulunup bulunmadığı konusunun izlendiği mali tabloya bilanço diyoruz.
Bilanço bir işletmenin birinci sıradaki mali tablosudur. Bilanço çıkarmak işletmenin belirli periyotlar içindeki faaliyetlerini bu seviyeler çerçevesinde izlemektir.
Temelde bilançolar iki dönemdir:
1) 30 Haziran
2) 31 Aralık
Ara bilançolar: 31 Mart ve 30 Eylül.
Temelde bilançonun iki bölümü vardır: Aktif-Pasif.
101
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Aktifin diğer adı varlıklar (alacak), Pasifin diğer adı yükümlülük (borçlar).
Bilanço neden çıkmıştır? Temelde yatan sebep, işletmelerin vergilerinin ortaya
çıkması, vergi yükümlülüğünün devreye girmesidir. Ama süreç içinde daha başka sonuçların görülmesine de olanak tanımıştır.
Bilançonun muhatap olduğu sonuçlar şu kesimleri ilgilendirir:
• Devlet = Devlet vergi için ilgilenir.
• Finansörler: Kredi için ilgilenirler.
• Yatırımcılar-Ortaklar: Onlar şirket değeri için ilgilenirler.
• Patron veya hissedarlar: Kâr için bakarlar.
Bazı işletmelerde çalışanlar da bilançoya kariyerlerini şekillendirmek için bakar. Aslında bilanço, bu kesimlerin bilgi ihtiyacını karşılamak için kullandıkları
bir formattır. Bilanço tekdüzen muhasebe hesap planıdır. Bilanço tekdüzen muhasebe hesap planına göre tutulur.
Bilanço sürecinin alt yapısında şu yatmaktadır; işletmeler her şeyden önce faaliyetleri için vergi ödeyeceklerdir. Herkesin, bu tarz faaliyetleri kendisine göre
kayda alması gibi kaotik bir yapının ortaya çıkmaması için, bütün ekonomik ve
mali faaliyetlerin nasıl, ne şekilde, ne zaman kayıt altına alınacağının sıralamasının yapıldığı, her ülkenin kendine göre oluşturduğu plana tekdüzen muhasebe
hesap planı diyoruz. Bu hesap planına göre, işletmenin, satış yapmak, stok tutmak, yatırım yapmak, halka arz olmak ve bankadan borç almak gibi faaliyetleri
var.
Bu faaliyetlerin sonucunda parasal giriş ve çıkışlar meydana gelir. Bu girişler
bazen nakit bazen vadeli olarak gerçekleşir. Bazen çek alırsın bazen çek verirsin.
Dolayısıyla bunlar nasıl kayda girecek sorusunun cevabı tekdüzen muhasebe hesap planı çerçevesindeki bilanço tutma şekliyle olur.
Bilançonun temel mantığı:
1) Format yaratıp, bir vergi ödeme yükümlülüğünün gerçek şekliyle yapılmasını sağlamak
2) Mukayese etmek
3) Bir trendi izleyerek sürecin gerçekten ne yönde hareket ettiğini ortaya koyabilmek.
Bilanço mantığı aslında mikro ekonominin konusudur. Genel ekonomi bütçe,
enflasyon, işsizlik vs. makro ekonominin konusudur. Şirket davranışlarını ve şirket performansını izleyen bütün değişkenlere de mikro ekonomi diyoruz. Dolayısıyla bilanço aslında mikro ekonominin konusudur.
102
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
BİLANÇO:
Pasif taraf=Özkaynak-Yabancı Kaynak
Pasif taraf:
Özkaynak: Ödenmiş sermaye-Karşılıklar-Geçmiş yıl kâr-zararı
Yabancı kaynaklar: Kısa (TL Döviz)-Uzun (TL Döviz) Kısa vadeli yabancı
kaynak-Uzun vadeli yabancı kaynak
Aktif taraf=Dönen Varlıklar-Duran Varlıklar
İşletmenin bir yıldan kısa vadeli alacaklarına dönen varlık, bir yıldan uzun vadeli alacaklarına ise duran varlık diyoruz.
Bilançonun bu temel sürecinin yanında bunun alt kalemlerine doğru inersek,
Pasif iki ana bölümden oluşur: Özkaynak ve yabancı kaynak.
Aktif iki ana bölümden oluşur: Dönen varlıklar ve duran varlıklar
Dönen varlıklar: Kasadaki para, bankadaki para, menkul kıymet, kısa vadeli
alacak ve stoklardır. Dönen varlıklar işletmenin en likit, paraya en hızlı çevrilebilen varlıklarıdır. İçinde kasa (nakit paranın miktarı), banka (şirketin bankada bulunan parası), menkul kıymet, şirketin faaliyet dışı gelir dediğimiz, faiz kazancı,
kur kazancı, fiyat artışından kaynaklanan kazancı izlenir.
Örneğin şirketin altı ay sonrası için borcu, iki ay sonrası için de alacağı olduğunu düşünelim. Para 4 ay boştadır. Bu 4 aylık boşluğu, şirket menkul kıymet
hesabına girer. Bankaya mevduat yapabilir, hazine bonosu alabilir, repo yapabilir. Dolayısıyla o işleri yaptığı zaman o para menkul kıymet hesabı içinde izlenir.
Kısa vadede alacak, sattıkları mallardan bir yıldan kısa vadeli olanların izlendiği kalemdir.
Stok, bugünün konseptinde işletmelerin en önemli riskinin olduğu, işletmelerin batma sebeplerinin başında gelen kalemlerden biridir. Stok bir bileşkedir.
İşletmedeki her şeyin nihai sonucunu stokta görebilirsiniz çünkü stokun içinde
üretim, satış, tedarik, planlama ve insan kaynakları vardır. Bunlar doğru organize edilmezse işletme stoklu kalabilir, doğru organize edilirse stoksuz kalır. Bugünün konseptinde bir işletme mümkün olduğunca stoksuz çalışabilmeyi hedef
almak zorundadır. Stok bir işletmenin en önemli maliyet kalemidir. Bugün temel
cümle şu olmalıdır: Hedef, ürettiğini satabilen işletme değil, satabileceğini üreten
işletme olmaktır! Bunun için teknoloji altyapısının güçlü olması, kurumsallaşmış
ve planlama kabiliyeti yüksek olmak da birer olarak tanımlanabilir.
Duran varlıklar, bir yıldan uzun vadeli alacaklardır. Bunlar; sabit kıymet, amortisman, uzun vadeli alacak, şerefiye, royaliti, gayrimenkul ve iştiraklerdir.
103
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Bir işletmenin en önemli varlık göstergesi üretim yapan şirketler için sabit kıymettir. Hizmet ve ticaret yapanlar sabit kıymeti çok fazla olan değerler değildir.
Fakat üretim anlamında; şirketlerin en önemli varlıklarıdır çünkü iş yapmanız
için makineniz, binanız ve araçlarınız oradadır. Dolayısıyla iş yapma becerinizin
kabiliyet ve kapasitenizin gözüktüğü ve izlendiği yer sabit kıymet kalemidir. Bu
kalemin performansı, o işletmenin üretiminin, satışının, kârının ve performans
niteliklerinin de ana temelini oluşturacaktır.
Bu sabit kıymetler için amortisman ayrılır. Amortisman, sabit kıymetlerin yıpranmasına karşılık ayrılan paraya denir. Amortisman nakit çıkışı olmayan ama
gider olan bir kalemdir. Örneğin şirketin arabası olduğunu düşünelim. 1. yıl sonunda arabanın değeri düşer. 2. ve 3. yılda daha da düşer. Bu, dolayısıyla şirketin
varlığının azalması demektir. Bu varlık azalması onun kontrol ettiği bir değişken
değildir. Tamamen piyasa fiyatının getirdiği bir sonuçtur. Dolayısıyla ekonomik
anlamda bu yıpranmaya karşılık işletme zarar görmesin diye tekdüzen muhasebe hesap planı çerçevesinde işletmelere bir hak verilmiştir. Sabit kıymetler tanımı
içindeki varlıklara, varlıkların her yıl bir yıpranmaya tabii olması varsayımı içinde yıpranma oranı kadar fon ayrılır. Buna amortisman oranı deniliyor.
Teorik olarak sabit kıymetin, beşinci yıl sonunda ekonomik ömrünün tükeneceğini varsaydığımızda, pratikte beşinci yıl sonunda bunu atmak gerektiği anlamına gelmez. Arabanın değeri 100 liradır. Birinci yılda arabanın değeri 80’e
düştüğünde amortisman hesabın 20 liraya çıkıyor. İkinci yıl 60’a düştüğünde
amortisman hesabın 40 liraya düşüyor. Senin sabit kıymetin değer kaybetse bile
duran varlık tutarın değişmiyor. Aslında bunu sana şunun için veriyor: Ekonomik ömrü tükenmiş bir sabit kıymet yenilenme ihtiyacı ortaya çıkardığında bunun işletmeye bir sermaye problemi yaratmasın diye oluşturulması gereken bir
fon oluşuyor. Amortismanı ayırdıkça bir fon yaratıyorsunuz. Devlet sana diyor
ki; “Bak sen bunu ayırmaktan dolayı bir sermaye yüküne altına giriyorsun. Ayrılan amortismanını her yılın sonundaki verginden düşebilirsin diyor. Dolayısıyla senin vergi yükünü hafifleterek amortisman ayırmanın zorluğunu kolaylaştırmakla sana destek oluyor. Dolayısıyla amortismanın temel mantığı, bir sabit
kıymetin yıpranmasının şirkete getireceği sermaye yükünü hafifletmektir. Ama
Türkiye’de işletmeler bunu tek tarafıyla kullanır. O da vergi düşmektir. Amortisman kâğıt üstünde kaydi olarak ayrılır dolayısıyla vergiden düşürülür. Ama bir
şirkete gittiğinizde ayırdığın amortisman tutarı nerede nakit para nerede derseniz öyle bir para yoktur. Bu, Türk işletmelerinin en önemli zaaflarından biridir.
Uzun vadeli alacak kısa vadeli alacağın uzunudur. Bir yıldan uzun vadeli sattığınız malların bir yıldan uzun vadeli alacaklarını izlediğiniz hesaba uzun vadeli
alacak hesabı diyoruz.
104
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Şerefiyenin diğer adı işletmenin marka değeridir. Bir şirketin gerçek değerinin
ortaya çıkmasında onun ürettiği malın tercih edilmesinde, onun yapmış olduğu
hizmetin toplum tarafından öncelikle alınmasında belirleyici olan bir faktör olan
marka değeri aslında mali olmayan duran varlık dediğimiz bir kalem içinde izlenir. Bu biraz sanal bir değerdir ama böyle bir değer vardır. Dolayısıyla şirketler
kendi marka değerlerini şerefiye dediğimiz bir hesap içinde izler.
Royaliti: Her türlü lisans hakkı için yapılan harcama, o işletmenin bir varlığıdır
ve o royaliti dediğimiz hesabın içinde izlenir. Örneğin; franchise bedeli ödüyorsunuz bu bedel o işi yapmanızın temel koşulu haline dönüşüyor. O tip bir harcamanın da izlendiği hesap royalitidir.
Gayrimenkul ve iştirak deyince de şirket faaliyette bulunduğu binayı satın
alabilir. Belli noktalarda oluşan nakit fazlasını değerlendirmek için gayrimenkul
alır. Bir şirkete ortak olur. Bir işletmenin bir başka işletmeye ortak olması veya
onun kârından pay alması ve hisse satın alması işlemine iştirak denir. Dolayısıyla
o fazlalığı gayrimenkul veya iştirak olarak da değerlendirirse, bu hesabın içinde
gösterilir. Dolayısıyla bir işletmenin bilançosu dediğimiz zaman bilanço tanımı
bu söylemiş olduğum hesap planı ve amaçlar doğrultusunda kullanılır.
“Bilanço her zaman eşit olmak zorundadır” denilir ama bilanço hiçbir zaman
eşit olamaz! Eğer alacak ve borç eşitse, aktifle pasifin arasındaki farka bakılır. Aktif pasiften büyükse ortaya kâr, küçükse zarar kalemi çıkar. Kâr ve zarar bilanço
kalemi değildir. Kâr ve zarar gelir tablosundan gelip, farkı kapatmakta kullanılır.
Eğer aktif pasiften büyükse kâr pasifin altına yazılır, pozitif değerdir. Öz kaynakların içine geçmiş yıl kârı diye gider ve öz kaynakları arttıran bir etkisi vardır.
Eğer pasif aktiften büyükse o zaman aradaki farkı sağlayanın adı zarardır ve bu
zarar gene geçmiş yıl kâr/zararına gider ama bu sefer eksi olarak gider ve öz
kaynakları azaltıcı bir etkisi vardır.
Dolayısıyla zarar eden bir şirketin öz kaynakları tükenir ve faaliyetleri bir noktadan sonra bloke olur. Bu bilanço mantığının en önemli özelliğidir. Mikro ölçekte işletmeler bilanço yöntemini, kâğıdını artırmak için yaparlar. Bilanço yönetiminin en önemli kalemi de vade yapısıdır. İşletmenin yönetilmesinde bilançonun
performansı, vade yapısının uyumlaşmasında ortaya çıkar. Şirketin bilançosunun verimliliğinin artması vade yapısının uymasına bağlıdır. Vade yapısı uymuyorsa istediğin kadar büyüklüğünü arttır bu bir şey ifade etmez.
Örneğin aktifin toplamının 100, pasifin toplamının 50 olduğunu düşünelim.
Dolayısıyla dipte kâr olacaktır. Ama eğer bu 50, altı ayda dönüyor, 100, bir yılda
dönüyorsa ne olacaktır? Yani alacaklarını, yatırımının kazanç yaratma şeklini bir
yılda döndürebiliyorsun. Bir yılda sana kazanç olarak dönmektedir. Öteki yanda
105
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
borçlar ve yükümlülükler altı ayda yerine getirilmek zorundadır. Bakıldığı zaman, bilanço çok güzel durmakla birlikte vade uyumu yoksa bilanço o işletme
için çok risklidir. Onun için bu tarz analitik bakışlar ile bilançolar yorumlanır.
Tek başına sadece dip rakamına bakmak sonucu anlamak yönünde yeterli değildir. Temelde bilanço ne demek, nasıl çalışır, kime muhatapdır, ne için yapılır,
yapılırken temel kalemler nelerdir? Bu sorulara yanıt vermek gerekmektedir.
Bilançonun önce pasif yani kaynaklar bölümü işler. Beraberinde aktif yani varlıklar oluşur. Bilanço bir işletmenin (tüzel kişiliğin) kaynakları nasıl ve nerelerde
kullandığını izleyerek durumsal sonuç çıkarmamıza aracılık eder. Bilanço bu, anlık resimdir. Analiz için trendi izlemek gerekir. Bilançonun birçok muhatabı vardır. Bunlar sermayedar, çalışanlar, tedarikçiler, hissedarlar, devlet, sosyal gruplardır. Zarar aktif tarafta eksi halde, kâr pasif tarafta artı haldedir. Neden eksidir?
Çünkü zarar aktifin altında oluşur. Normalde zarar aktifin altında bir kalemdir
ve pozitif bir kalemdir ama kâr ve zarar öz kaynaklar içinde izlendiği için yani
aktiften pasife geçireceği için işareti değişir.
Bilançoda şöyle bir ilişki vardır. Bilanço kalemleri yer değiştirirse işaretin değişmesi gerekir. Zarar burada aktifle pasif arasındaki farkı kapatan artı kalemse,
bu artı kalem buraya eksi olarak geçer. Dolayısıyla öz kaynağı azaltıcı bir sonuç
verir. Burada artı olan kâr pasifin dibinde oluştuğu için buradan öz kaynağın
içine geçtiğinde artı kalem, öz kaynağı arttıran bir kalem oluşur.
106
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
FİNANS EKONOMİSİ
İşletmelerin başarısında ya da başarısızlığında finansal kararların özel bir önemi vardır. Bu nedenle kararlardaki etkinliği arttırdıkça, başarıyı da arttırmak
mümkün olacaktır. Belirsizliğin ve değişimin hızla arttığı günümüzde finansal
kararlarda etkinliği çoğaltmak oldukça güçleşmiştir. Finansal yönetimin temel
ilkelerini dikkate almadan bir işletmenin başarılı olabilmesi mümkün değildir.
Genellikle eş anlamlı olarak kullanılan ve kavram kargaşasına neden olan bazı
tanımların açıklanması ve bilinmesi bir finans yöneticisi açısından son derece
önem taşımaktadır. Finans, kişi ya da kurumların faydalanabileceği para, fon ya
da sermaye anlamında kullanılır. Finansman, para ya da sermayenin sağlanmasını ifade ederken, finansal yönetim; gereksinim duyulan sermayenin belirlenerek,
bunun sağlanmasını ve sağlanan fonların yönetimini ifade eder.
İşletmelerin faaliyete başlayabilmeleri, varlıklarını sürdürebilmeleri ve büyüyebilmeleri için çeşitli varlıklara ve bu varlıkların finansmanına ihtiyaç vardır.
Sahip olunacak varlıkların miktarı, çeşitliliği işletmenin niteliğine bağlı olarak
doğal olarak değişecektir. Bir üretim işletmesiyle, sadece alım-satım faaliyetiyle
uğraşacak bir işletmenin gereksinim duyacağı varlıklar aynı olamayacaktır.
Üretim işletmeleri diğer işletmelere göre daha fazla yatırımları, özellikle de
sabit yatırımları gerekli kılmaktadır. Sermaye yoğun üretim işletmelerde sabit
yatırım gereksinimi, emek yoğun işletmelerine göre daha fazladır.
Finans yöneticisi, görevlerini yerine getirirken finansmana ilişkin karar alırken
belirli bir finansal amacı göz önünde tutmak zorundadır.
Bu amaç firmanın piyasa değerini (anonim şirketlerde hisse senetlerinin piyasa değerini) dolayısıyla firma sahiplerini en yüksek düzeye çıkarma şeklinde belirlenebilir. Firmanın piyasa değerini en yüksek düzeye ulaştırma amacı,
kısa sürede karı azamileştirmeden veya sermaye şirketlerinde pay başına geliri
maksimize etme amacından farklıdır. Kısa sürede kârı veya pay başına geliri en
yüksek düzeye ulaştırma amacının bazı eksik yönleri vardır. Böyle bir amaç, fir-
107
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
manın gelecekte elde edeceği gelirin yıllar arasında dağılımını ve devam süresini
dikkate almadığı gibi, beklenen gelir akışındaki risk veya belirsizlik derecesini de
ihmal etmektedir. İki firmanın gelecek dönemler için pay başına elde edecekleri
gelir bekleyişleri aynı olsa dahi, eğer firmalardan birinde beklenen gelirin gerçekleşmemesi olasılığı daha yüksek ise, bu firmanın piyasa değeri (söz konusu
firma anonim şirket ise hisse senetlerinin piyasa değeri) diğerinden daha düşük
olacaktır.
Diğer taraftan firmalar arasında, satış, finansman, yönetim ve endüstri riskleri açısından önemli farklar olabilir. Daha açık bir deyişle; firmalar, satışların
oynaklığı (satışlardaki dalgalanma), hammadde fiyatlarının yükselme olasılığı,
işçi-işveren ilişkileri, sermaye yapıları (borç/öz sermaye oranları), üretilen mal
veya hizmetin modasının geçme olasılığı, pazardaki rekabet şartları, yönetim anlayışı, teknolojik üstünlük gibi yönlerden farklılık gösterebilir. Çeşitli risklerde
farklılık, belli bir dönemde firmaların pay başına elde etmiş oldukları gelirler eşit
olsa dahi, bu firmaların piyasa değerlerinin farklı olması sonucunu doğuracaktır.
Bir firmanın değeri, söz konusu firmanın gelecekte sağlayacağı gelir akışı ile bu
gelir akışının elde edilmesindeki risk derecesine bağlıdır.
Finansmana ilişkin kararlar, bir yandan firmanın gelecekteki gelir akışının büyüklüğünü etkilediği gibi; diğer yandan firmanın risk derecesini de etkiler. Günümüzde finansal kararların odak noktasını, firmanın piyasa değerini etkileyen
kararlar ve faaliyetler oluşturmaktadır.
FİNANS YÖNETİMİ VE İŞLETMENİN FONKSİYONLARI
Finansal Yönetim
1.Yatırım Analizi
2.Çalışma Sermayesi
3.Kaynakların Maliyeti
4.Sermaye Yapısı Kararları
5.Kar Dağıtım Politikası
6.Faiz Ve Risk Analizi
Ortakların Refah Seviyesindeki
Artışh
108
Öncelikli Disiplinler
1.Muhasebe
2.Mikro Ekonomi
3.Makro Ekonomi
Yardımcı Disiplinler
1.Pazarlama
2.Üretim
3.Personel
4.Ar-Ge
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Firma ile ilgili kararların, saptanan politikaların firmanın değerini nasıl etkilediğini şöyle gösterebiliriz:
Kararlar
1. Firmanın faaliyette bulunacağı endüstri kolu
2. Firmanın büyüklüğü
3. Firmanın faaliyette kullandığı makine ve gereçlerin nitelikleri
4. Firmanın kullandığı teknoloji
5. İşletmelerin kuruluş yeri
6. Firmanın sermaye yapısı
7. Firmanın likidite durumu
8. Firmanın gerçekleştireceği yatırım ve projeleri
9. Firmanın yönetsel yapı ve stratejileri
FİNANS YÖNETİCİSİNİN GÖREVLERİ
Şekil 1.1.
Finansal Kararlar ve İşletme Değerleri
Kârlılık
Finansal Kararlar
İşletme Değeri
Risk
Temel amaç, firmanın piyasa değerinin diğer bir ifade ile firma sahiplerinin
(ortakların) servetlerinin en yüksek düzeye yükseltilmesi şeklinde belirlendiğine
göre, finans yöneticisinin kâr ile riski en uygun biçimde dengeleyerek firmanın
piyasa değerini maksimize edebilmek için başlıca üç fonksiyonu yerine getirmesi
gerekir. Bu fonksiyonlar temel olarak:
1. Finansal analiz ve denetim
2. Finansal planlama
3. Varlık yönetimi (yatırım kararları)
a) Dönen varlıkların (özellikle işletme sermayesi) yönetimi
b) Duran varlıkların (sabit değerlerin) yönetimi
4. Firmanın gereksinme duyduğu kaynakların seçimi ve sağlanması, faiz ve
109
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
kur değişkenliğinin getirdiği risklerin azaltılması
5. Özel sorunların getirdiği finansal problemlere çözüm getirme
olarak özetlenebilir. Kısaca bu kavramları inceleyelim:
1. Finansal Analiz ve Denetim:
Firmanın geçmiş dönemlerine ait verilerinin analiz edilmesi ve yorumlanması,
finans yöneticisinin sağlıklı kararlar alabilmesi ve planlama fonksiyonunu gereği
gibi yerine getirebilmesi için zorunlu ön koşullardır. İyi bir finans yöneticisinin
erken tanı koyan doktor gibi finansal hastalıklar, kronik ve yıkıcı olmadan gerekli
erken uyarı sistemlerini kurup buradan çıkacak sonuçları da çok iyi irdelemesi
gerekir. Erken uyarı sistem ve yöntemleri, temelde aynı olmakla birlikte özelde
işletme ve yöneticiye göre farklılıklar göstermektedir.
2. Finansal Planlama:
Finansal planlama, finans yöneticisinin temel ve en çok üstünde durması gereken görevidir. Finansal planlanma için, firmanın amaç ve hedeflerinin uzun
süreli planlarının belirli olması gerekir. Finans yöneticisinin, firmanın uzun süreli
amaçlarının saptanması sürecine katılarak, firmanın gelecekteki faaliyetleri konusunda diğer üst düzey yöneticilerle fikir alış-veriş yapması gereklidir. Finans
yöneticisi ancak bu bilgiler ışığında firma için uzun, orta ve kısa vadeli planlar
üretebilir.
Nakit ve yatırım bütçesinin hazırlanması, proforma bilanço, proforma gelir ve
fon akış tablolarının düzenlenmesi, finans yöneticisinin finansal planlamaya yönelik görevleri arasındadır. Yöneticinin aynı duyarlılığı bütçeleme konusunda da
göstermesi gereklidir. Firmanın satış, üretim, ar-ge gibi diğer fonksiyonel alanlarına ait bütçeleme de genel finansal yapı ve bütçe üzerinde etkili olacaktır.
Bütçeleme ve planlamada en önemli nokta ise gelecekte görülebilecek, gerek
makro gerekse mikro ve bunlara ek olarak sektör bazındaki dalgalanmalara karşı
esneklik payı bırakacak marjları oluşturma gerekliliğidir. Özellikle ülkemiz gibi
krizlerin ve dalgalanmaların büyük boyutlarda olduğu, olgunlaşmamış ekonomilerde, bu daha da önem kazanmaktadır.
3. Aktif (Varlık) Yönetimi:
Günümüzde en önemli finans fonksiyonları arasında görülen yatırım kararları
ve kaynak kullanımları, bunlardan işletmeler için artı değerler yaratılması süreci de finans yöneticisinin görevleri arasındadır. Finans yöneticisi ister duran,
ister dönen varlıklara yatırılsın her bir birimin alternatif(fırsat) maliyetini hesap
etmek durumundadır. Kaynak kullanımında, firmanın piyasa değerini en yüksek düzeye çıkaracak şekilde, karlılıkla yükselen risk bağdaşmalıdır. Varlıklara
yapılan yatırımlardaki diğer bir husus da, varlık yönetiminde optimizasyonun
sağlanmasıdır.
110
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
4. Kaynak (Fon) Sağlanması:
İşletmeler de yaşayan organizmalar gibi girdi-çıktı dengesini sağlamak, herhangi bir ihtiyacını (başta fon, hammadde, enerji gibi) eksildiğinde yerine koymak durumundadır. En önem verilen nakit akışlarının organizasyonu ve yeni
fon ihtiyacının giderilmesi ancak finans yöneticisinin sorumluluğunda gerçekleşmelidir. Firmanın sermaye yapısı ile ilgili kararlar, firma için optimal sermaye
yapısının saptanması ve çeşitli kaynaklar arasında en elverişlisinin saptanması
da finans yöneticinin görevleri arasındadır.
5. Firmanın Karşılaştığı Özel Sorunların Çözümü:
Firmanın başka bir firmayı satın alması, firmanın başka bir firma ile birleşmesi,
firmanın tamamının veya bir bölümünün satılması, firmanın mali yönden yeniden yapılandırılması, konkordato önerilerinin kabul edilmesi, kapalı bir anonim
şirketin halka açılması, nihayetinde de firmanın tavsiyesi, işletmenin ömrü boyunca karşılaştığı sorunlar değildir. Finans yöneticisinin yukarıda belirtilen sorunların çözülmesinde önemli rol oynamasının yanı sıra gerektiğinde firmanın
hisse senedi değerlemesi konularına da hâkim olması gerekmektedir.
Finans yöneticisi bir anlamda para ve sermaye piyasalarıyla, firma faaliyetleri
arasında yer alan kişidir. Firmanın piyasa değerini arttırmak amacıyla sürekli
olarak reel ve finansal enstrümanları yasal çerçeve içinde etkin olarak kullanacak
kişide finansman sorumlusudur. İletme finansmanındaki temel ilkeler gerek küçük ölçekli, gerekse büyük ölçekli firmalar için geçerli olup; finans yöneticisinin
bu bağlamda yapacağı işler konusunda bir farklılık yoktur.
Finans yöneticisinin yukarıda belirtilen görevleri etkin bir şekilde yerine getirmesi için muhasebe kuram ve uygulamalarını, analiz ve planlama tekniklerini,
kantitatif karar alma yöntemlerini, grup davranış ve psikolojisini ve ekonomi teorisini iyi bilmesi gerekir. Finans disiplini diğer disiplinlerle de sıkı bir bağlantı
içinde olup gerekli incelikleri ve ayrıntıları da bu yardımcı bilim dalları ile çözmekte fayda bulunmaktadır.
Tablo 1.1.
Finans
Yöneticisinin ve
Muhasebenin
Tipik Sorumlulukları
Finans Yöneticisi (Haznedar) Muhesebe Müdürü (Kontrolör)
Banka İlişkileri
Mali Tabloların Hazırlanması
Nakit Yönetimi
İç Denetim
Finansman
Muhasebe
Kredi Yönetimi
Bordro İşlemleri
Dividant Ödemeleri
Kayıtların Korunması
Sigorta
Bütçelerin Hazırlanması
Emeklilik Fonlarının Yönetimi
Vergiler
111
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Tabloda bir önceki sayfada anlatılan görev ve tanımlamaların yurdumuz örneğine benzer bir ifadesi bulunmaktadır. Batıda ise finansman yetkilisinin aynı
zamanda temel muhasebe ilkelerine hâkim olması, muhasiplerin de temel finans
bilgisine sahip olması beklenmektedir. Dünyada 1990’lardan itibaren yaygınlık
gösteren ve Türkçe’ye baş finans sorumlusu olarak çevirebildiğimiz (CIF) ünvanı
alan kişilerin finansal anlamda genel olarak son karar alma mercii olduğu görülmektedir.
Finansman ve firma işleyişi şekli:
Planlama
Denetim ve Değerleme
Strateji Tespiti
Koordinasyon Sağlama
Motivasyon
Organizasyon
Personel Seçimi
Yönetme (Karar alma ve görev dağıtma)
İŞLETMELERİN AMAÇLARI
Finansal amaç ve varılması istenen hedefler bir finans yöneticisi için yol gösterici kılavuzlardır. Söz konusu amaçlara varmak için uygulanacak yollar da işletme politikaları ile uyum içinde olmalıdır.
Finansal yönetimle ilgili faaliyetlerin etkin bir biçimde yürütülebilmesi için
işletme amaçlarının açık olarak bilinmesi gerekmektedir. İşletmelerce genellikle
benimsenen başlıca amaçlar şu şekilde sayılabilir:
• Mal ve hizmet üreterek toplum refahını arttırmak,
• İşletmede istihdamı sürekli kılmak,
• İşletmenin sürekliliğini sağlamak,
• Üretimi ve satışları arttırmak,
• İşletmenin piyasa payını arttırmak,
• İşletmenin büyümesini sağlamak,
• İşletmenin kârını maksimum yapmak,
• İşletmenin değerini maksimum yapmak,
112
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Yukarıda sayılan amaçlardan ilk üçü sosyal amaçlar olarak nitelendirilebilirken, diğerleri son iki amaca hizmet ederler. Sosyal amaçlar daha çok vakıf, dernek, Kamu İktisadi Teşekkülü gibi kurumlar için öncelikli amaç olabilmektedir.
Özel işletmeler için ekonomik amaçlar öncelikli olup sosyal amaçlar ikinci derecede gözetilen amaçlar olmaktadır.
İşletmelerin finansal amacı olarak yakın zamana kadar en çok belirtilen amaç
“kâr maksimizasyonu”idi. Finans fonksiyonunun ekonomik koşullardaki değişmelere paralel olarak gelişmesi ve ek boyutlar kazanması, işletme amaçlarının
yeniden tanımlanmasını gerekli kılmıştır. Önceleri işletmelerin nihai amacı olarak tanımlanan “kâr maksimizasyonu ya da kârın en çoklanması” kavramı, gelişen ekonomik koşullara ve değişen değer yargılarına cevap verememekte ya da
rasyonel olmayan kararların alınmasına neden olmaktaydı.
Kârı Maksimum Yapma Amacı (Kâr Maksimizasyonu)
Finans yöneticisi tüm kararları işletmenin amaçları doğrultusunda almak durumunda olduğundan, öncelikle işletme amaçlarının açıkça ortaya konulması
gerekir.
İşletmenin amacı denildiğinde ortaya birçok sorun çıkmaktadır. Bu da işletmenin hangi amacının ya da hangi amaçlarının ele alınacağı sorunudur. Klasik
ekonomik görüş tarafından işletmelerin nihai amacı olarak tanımlanan “kârın
maksimize edilmesi” amacı, modern Finansman anlayışının belirlediği amaçlardan daha dar kapsamlı olmaktadır. Kâr maksimizasyonu amacının eksik yönleri
şu şekilde belirlenebilir:
Kâr maksimizasyonun nihai amaç olarak alınması, öncelikle hissedarların çıkarlarına ters düşebilmektedir. Çünkü kâr maksimizasyonu, hisse sahiplerinin
varlıklarının maksimum olması demek değildir. Örneğin, işletme, yeni hisse senedi ihraç ederek sağlayacağı fonlarla tahvil satın alarak toplam kârını arttırabilir. Ancak bu durumda, hisse senedi sayısı artacağından hisse başına düşen
kârda düşme olacaktır. Dolayısıyla kârın maksimum kılınması şeklinde belirlenen amaç hissedarları memnun etmeyebilecektir.
- Genel olarak kârın maksimize edilmesi açık bir kavram da değildir. Şöyle ki, kâr denildiğinde uzun dönemli kâr, kısa dönemli kâr, mutlak kâr ya da
kârlılıktan mı bahsedildiği anlaşılmamaktadır. Mutlak olarak kârın maksimize
edilmesi amaç olarak ele alınırsa, farklı büyüklükteki işletmelerin ya da aynı işletmenin farklı dönemlerindeki başarısını karşılaştırmak mümkün değildir. Ancak, bu eksiklik, karlılığın maksimize edilmesi şeklinde ele alınmasıyla giderilebilir. Bununla birlikte bu amaç birçok sınırlamalar taşımaktadır.
113
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Ülkemiz işletmelerinde, özellikle halka açık ve borsaya kote olmuş işletmelerde yukarıda zikredilen sorunlar yaşanmaktaysa da uygulamada işletmeler ve işletme yöneticileri bu problemleri ülkenin o an içinde bulunduğu ekonomik konjöktüre göre çözmeye çalışmaktadır.
Hisse Başına Kârın Ençoklanması Maksimizasyonu
Finans yönetimi açısından tercih edilebilecek diğer bir yöntem de hisse başına karın en çoklanmasıdır. Ancak bu amaç her zaman kabul görmeyebilir. Her
finans yönteminin tarzında olduğu gibi, bu amaç, işletmenin kısa, orta ve uzun
vadeli hedefleriyle uyuşmalıdır.
Bu amaç için uygulanacak yöntemde, beklenen kârın riskini ya da belirsizliğini
dikkate almaz. Bazı yatırımların çok bazılarının ise daha az riskli olabileceği unutulmamalıdır. Risklerin artması hisse başına düşmesi beklenen gelirin belirsizliğini arttırır. Ancak bunlardan biri için beklenen nakit akışı, diğerinin beklenen
nakit akışlarına oranla daha belirsiz ise, o işletmenin hisse senedi piyasa fiyatı
diğerine göre daha düşük olacaktır.
Finansal yönetimin amacı sadece hisse senedi başına karı en yükseğe çıkarmak
olsaydı, bu durumda bir çok işletme kâr payı ödeme yerine, hisse senetlerine
veya borçlanma senetlerine yatırım yaparak hisse başına karı en çoklamayı seçerdi. Bu nedenle hisse başına kârlılığı en yükseğe çıkarmak başlı başına yeterli bir
amaç olmayıp, hisse senedi sahiplerine kâr payı ödenmesi de gereklidir.
İşletmenin Piyasa Değerinin En Yükseğe Çıkarılması
İşletmeninin piyasa değerinin en yükseğe çıkartılmasıyla AŞ’lerde, aslında hisse senedi piyasa değeri en yükseğe çıkartılmış olmaktadır. Başka bir ifadeyle; ortakların varlıklarının değeri en yükseğe çıkarılmış olmaktadır. İşletmenin piyasa
değerini veya ortakların varlıklarının değerini en yükseğe çıkarma, işletme yönetiminin başarısı ve kaynakların çeşitli varlıklara dağılımı; göz önünde tutulması
açısından daha rasyonel bir amaç olarak kabul edilir.
İşletme yöneticisinin amacı ile işletme ortaklarının amaçları farklı olabilmektedir ve bu fark finansal yönetim açısından tek bir amacın saptanmasını zorlaştırmaktadır. İşletmenin hisse senetleri çok sayıda ortağa dağılmış ise ortakların,
işletme yönetimi ve denetimi üzerinde etkileri oldukça sınırlıdır. Böyle bir işletmenin yönetiminde, yönetim organları ile hisse senedi sahiplerinin fikirleri arasında ‘amaç’ konusunda farklı fikirler bulunabilir. Yönetimin amacı saptanan ilke
ve politikaları uygulayarak işletmenin faaliyetini arttırarak yönetmek iken, hisse
senedi sahiplerinin amacı, hisse senedi fiyatlarını en yükseğe çıkarmak olabilir.
İşletme yöneticileri sadece hisse senedi değerini en çoklamak istemeyeceklerdir.
114
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
Şayet sadece hisse senedi karını en çoklamaya giderlerse gereğinden fazla risk
almış olabileceklerinden işlerini kaybedebilirler. Genelde; riski çok olan yatırımların karının çok, riski az olan yatırımların karının da az olduğu kabul edilir. Bu
nedenle çok karlı yatırım alanlarına yatırım yapmak isteyenler genellikle yüksek
alandaki risklerle karşılaşırlar.
Risk Faktörü
Aslında hisse senedi ve finansal enstrümanlar için söylense de temelde şirketler için de geçerli olan belli başlı iki risk unsurundan söz edebiliriz:
a-Sistematik risk:
Ekonomik, politik ve sosyal hayatın yapısından kaynaklanan bir risk unsurudur. Şirketlerin hepsini farklı ölçeklerde ve boyutlarda etkiler (en son 2000 yılındaki krizin yarattığı risk) buna güzel bir örnektir.
Faiz, satın alma gücü gibi alt risk kavramlarını da sistematik risk unsurunun
bileşenleri içinde sayılabilir. Bu risk unsuru işletmelerin piyasa değerleri üzerine
çok etkilidir.
b-Sistematik olmayan risk:
Firmanın veya faaliyette bulunulan iş koluna ait özelliklerin doğurduğu risklerdir. Yönetimsel hatalar, grev, teknolojik gelişmeler, tüketici davranışlarındaki
farklılaşmalar işletme ve pay senetleri dolayısı ile müteşebbisler üzerinde etkilidir. Kâr maksimizasyonu amacının eksikliğini ortaya koyan diğer bir faktör de
riskin hesaba katılmamasıdır. Farklı yatırım fırsatlarının riski, diğer bir ifade ile
gelecekte beklenen kâr miktarının belirsizliği, doğal olarak farklı olacaktır.
Risk Türleri
Bildiğimiz gibi risk, bir belirsizlik durumu, kontrol edilemeyen faktörlerin karşılığı, önceden tahmin edilemeyen ve sonuç olarak iş hayatının kaçınılmaz gerçeklerinden biridir. Ticari hayatta riskin, her zaman var olduğu açıktır. Günlük
hayatta işletmeler çok farklı riskler ile karşı karşıya bulunmaktadır. Söz konusu
riskler, aşağıdaki gibi genel bir sınıflamaya tabi tutulabilir.
• Mala ilişkin riskler
• Ödemeye ilişkin riskler
• Fiyata ilişkin riskler
Mala İlişkin Riskler
İşletmelerin karşılaştıkları en önemli risklerden birini ticari işlemlerde alımsatıma konu olan mal ve hizmetlere ilişkin riskler teşkil etmektedir.
• Malı alan kişiler için, malın nakliyesi ve yasal olarak teslim yerine varana
115
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
kadar olan risklerdir. (bozulma, yanma, çalınma, kaza, su baskını, deprem, savaş
gibi).
• Malı satan işletmeler için, yine nakliye esnasında karşılaşılan riskler veya
alıcının istediği normlara uygun olup olmamasıyla ilgili risklerdir.
• Bu konuda kullanılabilecek risk yönetim araçları şunlardır.
• İyi bir kontrat
• Banka teminatları
• Ödeme marj ve depozitoları
• Uluslararası gözetim sertifikaları
• Sigorta
Ödemeye İlişkin Riskler
Mal ve hizmetlerin satışı konusunda diğer bir risk unsurunu ise ödemeye ilişkin riskler oluşturmaktadır. Alıcının ödemeyi yapıp yapmayacağı (ticari risk) ve
alıcı ödemeyi yapsa da, ödemenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine ilişkin riskler (politik risk ve transfer riski) ödemeye ilişkin risklerdir. Söz konusu riskler
aşağıdaki gibi tanımlanabilir:
Ödememe Riski (Ticari Risk): Alıcının mal bedellerini herhangi bir nedenle zamanında ödememesidir.
Politik Risk: Harp, isyan, ihtilal gibi olaylar nedeniyle, alıcının ödeme zamanı
geldiğinde, ödeme gücü olmasına rağmen, ödemeyi gerçekleştirmeme riskidir.
Transfer Riski: Ödeme zamanı geldiğinde o ülkenin “convertible” dövizlerindeki bir darboğaz nedeniyle transferin gerçekleştirilememe riskidir.
Mali Risk: Ödeme zamanı geldiğinde alıcı veya satıcının ülkesinde o mala uygulanan ek vergi, fon veya gümrük vergisi oranlarındaki artışlar mali risklere
örnektir.
Fiyata İlişkin Riskler
Mal ve hizmetlerin satışı konusunda son risk unsurunu ise fiyata ilişkin riskler
oluşturmaktadır. Fiyata ilişkin riskler aşağıda sıralanmıştır.
• Fiyat riski
• Kur riski
• Faiz riski
116
EKONOMİ GAZETECİSİ EL KİTABI
FİNANSAL (MALİ) YÖNETİM
Dönen Varlıklar
Duran Varlılar
Kısa Vadeli Borçlar
Orta Vadeli Borçlar
Uzun Vadeli Borçlar
Borçlanma Senetleri
Hisse Senetleri
Ekonomik Ve Kurumsal Gelişmeler
Risk ve Beklenen Değer
Piyasa Değeri
117
KAYNAKÇA
• Aktaş Şerif, Yazılı ve Sözlü Anlatım, Akçam Yayınları, Ankara,2004
• Aslan Kemal, Haberin Yol Haritası, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul,2002
• Appleyard,D.R. AND Field A.J., International Economics, Irwin Inc.,2005
• Baumohl,B., The Secrets of economic indicators;hidden chues to future economic
trends and investment opportunities, Pearson Education, Inc., New Jersey, 2009
• Bıçakçı İlker, İletişim ve Halkla İlişkiler,MediaCat Kitapları,Ankara,2000
• Büyük Meydan Larousse
• Bülbül Rıdvan, Yazılı Anlatım ve Yazı Türleri, Paragraf Dizgi ve Tasarım, Konya, 2000.
• Bülbül Rıdvan, Haberin Anatomisi ve Temel Yaklaşımlar, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara,2001
• Bülbül Rıdvan, Genel Gazetecilik Bilgileri, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara,2000
• Çeviksoy Osman, Güzel Konuşma ve Yazma, Serhat Yayınları,İstanbul,2004
• Eğilmez,M.,Hazine,Creative Yayıncılık,3.Baskı,İstanbul,2001
• Eğilmez ,M.,Kumcu,E. ,Ekonomi Politikası,2.Baskı, Om yayınları,İstanbul,2002
• Ekonomik Kavramlar ve Göstergeler,Hazine Müsteşarlığı Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürlüğü,Mayıs, 2007,
• Girgin Atilla, Haber Yazmak, Der Yayınları,İstanbul,2002
• Guide to Economic Indicatörs, Making Sense of Economics, The Economics Ltd, Fifth
Edition,2003
• Gürcan Halil İbrahim, Halkla İlişkiler Yazarlığı, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir,2002
• Harris,L., Monetary theory, McGrawhill,New York, 2009
• Karabulut,Gökhan, “Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizin Nedenleri”
• Keskin,Hidayet – Kiriş, Hakan M. – Şentürk, Canan, “2001 Krizinin Ekonomik ve Siyasi Yönleri Üzerine Bir Değerlendirme Çabası”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl/Volume: 2 Sayı/Issue 4, s.Güz 2006, s.3 ‘den; “ Ercan Uygur, “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri” (Tablo-1)
• Kibritçioğlu,Aykut, “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001”, Yeni
Türkiye Dergisi Kriz Özel sayısı (http://80.251.40.59/politics.ankara.edu.tr/kibritci/ytdkibritcioglu.pdf) (Şekil-1)
• Par Arif Hikmet, Planlı Yazma Sanatı, Serhat Yayınları,İstanbul,1991
• Pindyck, R, Rubinfeld,D., Econometric Models and Economic Forecasts, Third Edition, McGraw Hill, 2001
• Solan,J.,Economics,Pearson Education,Third Edition, Mc Millan Press Ltd.,2000
• Schneider Wolf, Gazetecinin El Kitabı, Konrad Adenauer Vakfı,Ankara,2000
• Schlapp Hermann, Gazeteciliğe Giriş, Vestfalya Eyaletler Yayımevi, İstanbul, 2002
• Tainer,E.M., Using economic indicators to improve economic analysis, John Wiley and
Sons Inc., New Jersey, 2006
• T.C. Milli Eğitim Bakanlığı MEGEP (Mesleki Eğitimi ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi)
• Taylor,J.G., Investment timing and business cycle,John Wiley and Sons Inc., 2008
• Tokgöz Oya, Temel Gazetecilik, İmge Kitabevi,Ankara,2000
• Tortop Nuri, Halkla İlişkiler, G.Ü Basın Yayın Yüksek Okulu Matbaası,
Ankara, 1990
• www.cgdbursa.orgw
• www.bianet.org
Ekonomi Gazetecisi El Kitabı
Günümüzde yaşanan birçok yönetim sorununun, kurumsal yönetim uygulamalarının eksikliğinden kaynaklandığı bir gerçektir.
Toplumu bilgilendiren, yönlendiren ve karar alma noktasında etkinliğini her geçen gün arttıran ekonomi gazetecilerinin haber,
yorum ve değerlendirmelerinde kurumsal yönetim perspektifini
etkin bir şekilde yansıtması, yaşanan yönetim sorunlarının temellerinin anlaşılması, teşhisin konulması ve düzenleyici önlemlerin
alınması noktasında büyük önem taşımaktadır. Bu noktadan yola
çıkarak “Ekonomi Gazetecisi El Kitabı”, ekonomi gazetecilerinin
kurumsal yönetim kavramını daha iyi anlamasına, doğru soruları
sorarak kritik bilgileri ortaya çıkarmasına ve bulgularını toplum
ile paylaşmasına yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmalarını bu doğrultuda yerine getiren ekonomi gazetecilerinin,
kurumsal yönetim anlayışının iş dünyasına, yatırımcılara ve geniş
anlamda topluma yayılmasında anahtar bir rol oynayacağını düşünüyoruz.
12TL

Benzer belgeler