hâkimler ve savcılar yüksek kurulu

Transkript

hâkimler ve savcılar yüksek kurulu
T.C.
İSTANBUL
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
TERÖR VE ÖRGÜTLÜ SUÇLAR SORUŞTURMA BÜROSU
TUTUKLU İŞ
BİRLEŞTİRME TALEPLİ
Soruşturma No
Esas No
İddianame No
: 2015/71221
: 2016/3972
: 2016/354
İ D D İ A N A M E
İSTANBUL 14. AĞIR CEZA MAHKEMESİNE
DAVACI
MÜŞTEKİLER
VEKİLİ
ŞÜPHELİLER
VEKİLLERİ
SUÇ
SUÇ TARİHİ VE YERİ
TUTUKLAMA TARİHİ
1
: K.H.
: 1- RECEP TAYYİP ERDOĞAN,
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı,
: Av. Ali Özkaya, Av. Muammer Cemaloğlu, Av. Burhanettin
Sevencan, Necatibey Cad. 33/12 Kızılay Ankara
2- MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI, Gayret
Mah. Ahmet Hamdi Sok. Mit Müsteşarlığı Kompleksi Yenimahalle/
ANKARA
: 1- ERDEM GÜL, Ziya Oğlu Fatma'den olma, 02/05/1967
doğumlu, Giresun ili, Eynesil ilçesi, Gümüşçay köy/mahallesi, 4 cilt,
37 aile sıra no, 72 sıra no'da nüfusa kayıtlı İşçi Blokları Mah. 1495
Sk. No:9 İç Kapı No:6 Çankaya/ Ankara ikamet eder.
: 2- CAN DÜNDAR, Ali Rıza Oğlu Öznur'den olma, 16/06/1961
doğumlu, Ankara ili, Yenimahalle ilçesi, Ragıptüzün köy/mahallesi,
30 cilt, 248 aile sıra no, 7 sıra no'da nüfusa kayıtlı Çengelköy Mah.
Alzambak Sk. No:3 İç Kapı No:1 Üsküdar/ İstanbul ikamet eder.
: Av. Bülent Utku, Av. Akın Atalay, Av. Tora Pekin, Av. Abbas Yalçın,
Prof. Nurettin Öktel Sk. No:2 Şişli İstanbul
: Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal veya Askeri
Casusluk Amacıyla Temin Etme, Devletin Güvenliğine İlişkin Gizli
Kalması Gereken Bilgileri Casusluk Maksadıyla Açıklama, Cebir Ve
Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni Ortadan
Kaldırmaya Veya Görevlerini Yapmasını Kısmen Yada Tamamen
Engellemeye Teşebbüs Etmek, Silahlı Terör Örgütüne Üye
Olmaksızın Bilerek İsteyerek Yardım Etme
: 03/12/2013 – 11/01/2016/ İSTANBUL
: 26/11/2015 İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/11/2015
tarih 2015/490 sayılı kararı
(son tutukluluk inceleme karar tarihi 13/01/2016'dır)
SEVK MADDESİ
DELİLLER
: Türk Ceza Kanunu'nun 220/7. Maddesi Delaletiyle Türk Ceza
Kanunu'nun 314/2, 328/1, 330/1, 312/1, 53, 63/1 ve 58/9. Maddeleri
ile 3713 Sayılı Kanun'un 5. Maddesi.
: Suç duyurusu yazıları, sorgu ve ifade tutanakları, inceleme, tespit ve
değerlendirme tutanakları, Terör Daire Başkanlığı raporu ve tüm
soruşturma dosyası kapsamı
SORUŞTURMA EVRAKI İNCELENDİ:
Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2014/41637 Soruşturma, 2015/39902 Esas ve 2015/3278 İddianame
sayılı iddianamesinde ayrıntılarıyla açıklandığı üzere;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Yöneticisi ve Üyesi konumundaki şüpheliler tarafından yürütülen
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması ile ilgili tesbitlerde bulunulmuştur.
Sözde soruşturmayı yürüten şüphelilerle ilgili bahsi geçen iddianame ana hatlarıyla;
I) SÖZDE KUDÜS ORDUSU TERÖR ÖRGÜTÜ SORUŞTURMA DOSYASININ TESPİTİ
II) ELDE EDİLEN DELİLLERE GÖRE SORUŞTURMANIN BAŞLATILMA SEBEPLERİ
A) MAVİ MARMARA GEMİSİ TARAFINDAN İSRAİL İŞGALİ ALTINDAKİ GAZZE'YE YARDIM
GÖTÜRÜLMESİ;
B) MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI'NA 25.05.2010 TARİHİNDE HAKAN FİDAN'IN
ATANMASI VE TÜRKİYE, İRAN VE BREZİLYA ARASINDA İMZALANAN 17.05.2010 TARİHLİ TAHRAN
DEKLARASYONU,
C) SİYASİ İRADE TARAFINDAN BAŞLATILAN "MİLLİ BİRLİK VE KARDEŞLİK PROJESİ" OLARAK
ADLANDIRILAN ÇÖZÜM SÜRECİ'NİN BAŞARIYA ULAŞMASININ ENGELLENMESİ
III)ŞÜPHELİLER
TARAFINDAN
SORUŞTURMA
GERÇEKLEŞTİRİLMEYE ÇALIŞILAN KURGU (ANA HEDEF)
KILIFI
IV)FETÖ/PDY
SİLAHLI
TERÖR
ÖRGÜTÜ
TARAFINDAN
BAHANESİYLE HEDEF ALINAN RESMİ VE ÖZEL KURUMLAR
ALTINDA
SORUŞTURMA
A) TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'NİN 61. HÜKÜMETİ
B) TÜRKİYE CUMHURİYETİ MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI
C) TÜRKİYE RADYO VE TELEVİZYON KURUMU (TRT)
D) ANADOLU AJANSI
E) YÜKSEK ÖĞRETİM KURUMU (YÖK)
F) İNSAN HAK VE HÜRRİYETLERİ (İHH) İNSANİ YARDIM VAKFI
G) AKABE VAKFI
H) İNSAN HAKLARI VE MAZLUMLAR İÇİN DAYANIŞMA DERNEĞİ (MAZLUM-DER)
I) EHLİBEYT ALİMLERİ DERNEĞİ (EHLADER)
İ) ALÜLBEYT VAKFI
J) BAB-I ALİ VAKFI
K) EL MUSTAFA MEDRESESİ
L) KUDÜS DAYANIŞMA DERNEĞİ (KUDÜS-DER)
2
M) KANAL ON4
V)FETÖ/PDY
SİLAHLI
TERÖR
ÖRGÜTÜ
TARAFINDAN
SORUŞTURMA
KAPSAMINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN DELİL ÜRETME FAALİYETLERİ
1) KAMİLE YAZICIOĞLU'NUN KURGULANILARAK İFADESİNİN ALINMASI VE YARDIM ADI ALTINDA
PARA VERİLEREK TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİ İLE İLGİSİ OLMAYAN BİLGİ VE BELGE GETİRMESİNİN
SAĞLANMASI
2) SAHTE GİZLİ TANIK/TANIK TEMİNİ
A) Gizli Tanık Şafak
B) Tanık Hassan Faraji Ghotlou
3) 12.10.2012 TARİHİNDE İRAN İSTANBUL BAŞKONSOLOSLUĞU'NA MOLOTOF ATILMASI OLAYIYLA
İLGİLİ ŞÜPHELİ SIFATIYLA İFADESİ ALINAN JAVAD BİSHETAP HAKKINDAKİ EVRAKLARIN, SÖZDE
KUDÜS ORDUSU TERÖR ÖRGÜTÜ'NE AİT 2011/762 NUMARALI SORUŞTURMA DOSYASINA
KONULMASI
4) ALİ KARABULUT İSİMLİ KİŞİYE PARA VERİLEREK ''NASİP_0404@HOTMAİL.COM'' İSİMLİ MAİL
ADRESİNDEN İSTANBUL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ'NE, AKABE VAKFI VE MUSTAFA İSLAMOĞLU
HAKKINDA "ŞÜPHELİ BİR CEMAAT" KONULU 25/06/2012 TARİHLİ İHBAR MAİLİNİN
GÖNDERİLMESİNİN SAĞLANMASI
5) KAMUOYUNU YÖNLENDİRME AMACIYLA GAZETE HABERLERİNİN YAPTIRILMASI
6) MAĞDUR VE MÜŞTEKİLERİN ASELSAN ÖLÜMLERİ İLE İRTİBATLANDIRILMAYA ÇALIŞILMASI
7) SORUŞTURMAYA DAHİL EDİLECEK KİŞİLERİN TESBİTİ İÇİN İSİMSİZ İHBAR MAİLLERİNİN
DÜZENLENMESİ
8) MÜŞTEKİ VE MAĞDURLARIN UĞUR MUMCU, PROF. DR. AHMET TANER KIŞLALI, PROF.DR.
MUAMMER AKSOY VE DOÇ. DR. BAHRİYE ÜÇOK'UN ÖLDÜRÜLMESİ EYLEMLERİ İLE
İLİŞKİLENDİRİLMESİ
9) MÜŞTEKİ VE MAĞDURLARIN "TERÖRÜN FİNANSMANI" SUÇU İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ
10) MÜŞTEKİ VE MAĞDURLARIN "EL KAİDE TERÖR ÖRGÜTÜ" İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ
11) 2011/762 NUMARALI SÖZDE KUDÜS ORDUSU TERÖR ÖRGÜTÜ SORUŞTURMA DOSYASINA
BAŞKA SORUŞTURMALARA AİT EVRAKLARIN EKLENEREK İRTİBAT KURULMAYA ÇALIŞILMASI
12) ÇOK SAYIDA MAĞDUR VE MÜŞTEKİNİN HİÇBİR SUÇ UNSURU TAŞIMADIĞI HALDE ''AİLEVİ,
MESLEKİ, TİCARİ İÇERİKLİ VE ÖZEL HAYAT''KAPSAMINDA KALAN GÖRÜŞMELERİNİN TERÖR
ÖRGÜTÜ YÖNETİCİLİĞİ VE ÜYELİĞİ İLE İLİŞKİLENDİRİLMELERİ MAKSADIYLA İLETİŞİM TESPİT
TUTANAĞI HALİNE GETİRİLMESİ
13) MAĞDUR VE MÜŞTEKİLERİN REYHANLI VE CİLVEGÖZÜ'NDE MEYDANA GELEN TERÖR
EYLEMLERİ İLE (PATLAMALAR) İRTİBATLANDIRILMAYA ÇALIŞILMASI
14) MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI'NA AİT YARDIM TIRLARININ SİLAH KULLANILARAK, DARP, CEBİR
VE ŞİDDET UYGULANARAK DURDURULMASI
VI) FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ VE YÖNETİCİSİ ŞÜPHELİLER
TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN SORUŞTURMALARDA OPERASYON AŞAMASINA
GELİNDİĞİNDE, ÖRGÜTE YAKIN GAZETE, TELEVİZYON VE İNTERNET
SİTELERİNDE KAMUOYUNU YÖNLENDİRME AMAÇLI YAYINLAR YAPILMASI
VII) FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ VE YÖNETİCİSİ ŞÜPHELİLER
TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN SÖZDE KUDÜS ORDUSU TERÖR ÖRGÜTÜ
SORUŞTURMASININ
"17 ARALIK
SORUŞTURMASI"
OLARAK
BİLİNEN
SORUŞTURMA DOSYASI İLE BAĞLANTISI,
VIII) SÖZDE KUDÜS ORDUSU TERÖR ÖRGÜTÜ SORUŞTURMA DOSYASININ, 28
ŞUBAT SÜRECI VE BU SÜREÇTEKI HIZBULLAH/UMUT DAVASI İLE BAĞLANTISI,
3
IX) LOG KAYITLARININ SİLİNMESİ VE DELİLLERİN İMHASI
X) FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ EYLEMLERİN
CEZA HUKUKU AÇISINDAN İNCELENMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
1) SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ KURMAK VE YÖNETMEK, KURULAN ÖRGÜTE ÜYE OLMAK (FETÖ/PDY
SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ),
2) SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN FAALİYETİ KAPSAMINDA;
A) Siyasi Ve Askeri Casusluk, Gizli Kalması Gereken Bilgileri (DEVLET Sırrı) Açıklama Ve Bu
Suça Teşebbüs Etmek
B) Cebir Ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni Ortadan Kaldırmaya Veya
Görevlerini Yapmasını Kısmen Ya Da Tamamen Engellemeye Teşebbüs Etmek
C) Suç Uydurma
D) Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Etmek
E) Hukuka Aykırı Olarak Elde Edilen Verilerin Kaydedilmesi
F) Suç Delillerini Yok Etme, Gizleme Veya Değiştirme
G) Resmi Belgede Sahtecilik
XI) SORUŞTURMADA ELDE EDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN DELİLLER
XII) SORUŞTURMA KAPSAMINDA ŞÜPHELİLER TARAFINDAN DÜZENLENEN TÜM
BİLGİ, BELGE VE EVRAKLARIN İNCELENMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
XIII) FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ YÖNETİCİSİ VE ÜYESİ KONUMUNDAKİ
TÜM ŞÜPHELİLERİN EYLEMLERİNİN AYRI AYRI TESPİTİ/ DEĞERLENDİRİLMESİ
XIV) SORUŞTURMA KAPSAMINDAKİ AYRI AYRI TÜM MÜŞTEKİ VE MAĞDURLARA
YÖNELİK GERÇEKLEŞTİRİLEN EYLEMLER
XV) ADİL SORUŞTURMA/YARGILAMA VE ŞÜPHELİ HAKLARI AÇISINDAN YAPILAN
İNCELEME VE DEĞERLENDİRME,
başlıkları altında düzenlenmiştir.
Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında düzenlenen 15.09.2015 tarihli dosya inceleme ve
değerlendirme tutanağı içeriğine göre;
''GENEL YAYIN YÖNETMENLİĞİNİ, FETÖ/PDY TERÖR ÖRGÜTÜ YÖNETİCİLİĞİ
SUÇUNDAN HAKKINDA YAKALAMA KARARI BULUNAN VE HALEN ARANMAKTA
OLAN ŞÜPHELİ EKREM DUMANLI'NIN YAPTIĞI ''ZAMAN'' İSİMLİ GAZETENİN 14
KASIM 2014 TARİHLİ ''EĞİTİME DARBE'' MANŞETİ SONRASI TÜRKİYE
CUMHURİYETİ DEVLETİ VE HÜKÜMETİ, ULUSLARARASI GÜÇ ODAKLARIYLA
BİRLİKTE HAREKET EDEN YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİN SALDIRISINA MARUZ
KALMIŞTIR. ''EĞİTİME DARBE'' MANŞETİ DE SALDIRININ İŞARET FİŞEĞİDİR.''
Dershane Krizi;
61. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nin dershanelerle ilgili yeni bir kanun tasarısı hazırladığı
haberleri üzerine şüpheli Fetullah Gülen çizgisindeki ''Zaman'' isimli gazetede Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin 61. Hükümeti olarak görevini yürüten Ak Parti Hükümeti'nin bu girişimine karşı 14
Kasım 2013 tarihi itibariyle kampanya başlatılmıştır.
4
FETÖ/PDY Terör Örgütü lideri Fetullah Gülen'in konuşmalarının yayınlandığı ''herkül.org''
isimli internet sitesinde 17/11/2013 tarihinde (17 Aralık girişiminden 1 ay önce) yayınlanan
konuşmasında '28 Şubat darbe davası' kapsamında yargılanan sanıkları kastederek;
Yargılanan yaşlı askerlerin serbest bırakılmasından yana olduğunu belirterek, "Birileri planlıyor,
yapıyor, kapalı kapılar arkasında 'topuklarını birbirlerine vurdu, karşımızda dimdik durdu bu
adamlar, bunlara bunu dedirttik' diyorlar, fakat bir taraftan da sanki onu camia birtakım
elemanlarıyla yaptırıyormuş gibi onlara fısıldıyor, bir taşla iki kuş vurma gibi bir nifak hareketi
içinde bulunuyorlar."
Esvabı bilinmeyen bir anda balyoz gibi inen musibetler karşısında sabretmenin asıl mesele
olduğuna vurgu yaparken "Firavun aleyhinizdeyse isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir.
Karun aleyhinizdeyse isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir, Samiri şayet sizin
aleyhinizdeyse isabetli bir yolda yürüyorsunuz. Karun da Samiri de İsrailoğullarındandı.'',
Hizmet için denize ulaşmaya çalışan ırmak örneğini vererek, "Onun için ara sıra yağmur yağar,
rahmet güzel birşey, fakat bazen de işte o loranj bulutlarında oralarda iklim çok sert
olduğundan dolayı, yağmur damlaları birkaçı biraraya gelir, bir de şöyle ceviz gibi, fındık
gibi, nohut gibi dolular halinde inelim, yere indikten sonra, onlar da rahmettir de bazılarının
kafalarına bamm diye düşdükleri zaman birşeye tembih ediyor demektir.",
"Asıl mesele esvabını bilemediğin anda bir balyoz gibi tepene inen musibetler karşısında dişini
sıkıp sabretmek. Sabır çok önemli bir şey... İmanı hakiki, ameli salih, sonra hak sonra sebat diyor,
bu dördü çok önemli. Allah'a karşı kulluk gibi dört tane hayati esasat. İnsanın manevi yapısını
ayakta tutabilecek dört tane esasat denebilir. Meselenin bir diğer bir yanına bakınca, şöyle mi
yapsam, böylemi yapsan düşünceye dalmak, ondan ona koşmak, şimdiki frenk ifadesiyle
panikleme, çok pozitif olabileceği yerde falsolara fiyaskolara sebebiyet verebilir, sabır insanında
bunlar olmaz. Bir çizgiyi belirlemiştir gidiyordur, güçlü akan ırmaklar gibi cereyanın da karşısına
gelen kayanın bazen üzerinden geçer, bazın yanından kıvrılır dolaşır, denize doğru, bazen solundan
kıvrılır, oradan da önünü kesmişlerse alttan deler geçer, fakat mutlaka denize doğru yürür. Onun
sergüzeştisi adına devri daimin gerektirdiği şey odur, deryalara gidip karışma, deryalarda tebahür
etme, sonra yeniden tebahhur edip bulutlaşma, pozitif negatif damlalar haline gelme, sonra da
rahmet halinde yerlere inme suyun sergüzeştisidir. Hiçbir şey onu bu sergüzeştten alıkoyamaz.
Varlık serencamesi demek, kendini bir yüce mefkûreye adamış insanlar, kendi sergüzeştileri içinde
bazen böyle ağrı dağı hatta Kaf Dağı gibi dağlar önüne çıkabilir. Fakat Ferhat gibi 'vur kazmayı,
çoğu gitti azı kaldı', üstat Necip Fazıl'a ait. Bir yolunu bulup aşılmaz gibi görünen o aşılmaz
dağları aşmaya bakmalı...
Şimdiki yolda az duraklasam mı, az gitsem mi kafamı dinlesem mi, bu tür şeyler zaten sizi
istemeyen hareketinizi istemeyen, sevmeyen hazmedemeyen, sindiremeyen insanlarda da esas böyle
sabite haline gelen bir şey vardır o da sizi dağınıklığa uğratma ve sizin dağınıklığınızı kendi
hesaplarına bir avantaj olarak değerlendirme. Siz ne kadar paniklerseniz karşı tarafa o kadar kendi
hesaplarına hareket etme imkânı verirsiniz. Ne kadar kendi stratejileriniz, planlarınıza bağlı
5
kalırsanız, bunu dediler ama zaten bizim burada A planımız yanında B planımız vardı, C planımız
vardı, bir de D planımız vardı. Sürekli o cereyanı devam ettirmek suretiyle, karşı taraf önünüzü
kesmek istediği yerde siz başka bir damardan, çoktan onların ön kesme yerine, o karakolu, o benzin
istasyonunu aşmış olmanız lazım. Onun için günümüzde de rüzgârlar biraz muhalif esiyor,
enbiyanın başına esmiş böyle, evliyanın başına esmiş.
Belanın en çetini en zorlusu Allah'a en yakın olan enbiyayadır, ondan sonra da diğerlerine. Burada
mevhumu muhalif olarak böyle kale alınmayan, kendileriyle uğraşılmayan insanlar biraz
akıbetlerinden endişe etmelidirler. Çünkü bir yönüyle negatif yandan vilayetin bir emaresidir o, hak
dostluğunun emaresidir. Kâfirler, şeytanlar sizinle meşgul oluyorsa, şeytanın güdümünde olan
insanlar bazen de hayır adına sizinle meşgul oluyorlarsa sizde bir şey var demektir...
Kuran'a sünnete aykırı bir tavrınız yoksa insanlığın iftihar tablosundan diğerlerine ondan sonra
evliyaya abrara kadar o insanların bu mevzuda serdettikleri delaile aykırı tavrınız yoksa doğru bir
yolda yürüyorsunuz demektir. Dünyevi bir beklentiniz yok, hatta yaptığınız hizmet karşılığında
karşılığında 'cennetten bir köşk alın' dedikleri zaman tiksinti duyma içinizde varsa şayet doğru
yolda yürüyorsunuz. Bir meselenizin isabetli olmasına delalet eden böyle bir şey var. Eğer böyle
düşünüyor, hareket ediyor, yatıyor kalkıyorsanız doğru bir yolda yürüyorsanız, devam edin. Bir de
negatif yönden yürüdüğünüz yolda sizi teyit eden bir şey var. Siz doğru yolda yürüdüğünüz halde
bir kesim her şeyi kendine benliğine bağlamış, dünyevi çıkarlara bağlamış, şöyle böyle dünyadan
değişik şeyler kotarmaya bağlamış insanlar sizin aleyhinizdeyse şayet hangi zihniyet hangi
düşüncede olursa olun isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir.
Firavun aleyhinizdeyse isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir. Karun aleyhinizdeyse
isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir, Samiri şayet sizin aleyhinizdeyse isabetli bir yolda
yürüyorsunuz. Karun da Samiri de İsrailoğullarındandı. Onun için ara sıra yağmur yağar,
rahmet güzel birşey, fakat bazen de işte o loranj bulutlarında, oralarda iklim çok sert olduğundan
dolayı, yağmur damlaları birkaçı biraraya gelir, bir de şöyle ceviz gibi, fındık gibi, nohut gibi
dolular halinde inelim, yere indikten sonra, onlar da rahmettir de bazılarının kafalarına bamm diye
düşdükleri zaman birşeye tembih ediyor demektir... Dolu düştüğü zaman paniğe kapılma, gelse
celalinden cefa yahut cemalinden vefa ikisi de cana sefa. Lütfun da hoş, kahrın da hoş. Samimi bir
gönülle hepsi nasıl değerlendirilecek, bunları değerlendirelim. Bunlara sizin hiç ihtiyacınız yoktu
ama kendi ihtiyacımı sizin yüzünüze kendime karşı ifade etmiş olabilirim...
Camiadan ayrılmayın diyor ve zinhar ayrılığa düşmeyin, şeytan ayrılığa düşen ve tek başına karar
veren tiranlarla beraberdir. Şeytan kimle beraberse, onun Allah'la beraber olması muhaldir."
şeklinde açıklamalarda bulunduğu anlaşılmıştır.
Bu esnada aynı ortamda bulunan birinin konuyla ilgili onbinlerce mesaj aldıklarını söylemesi ve
dersanelerde çalışan hizmet bağlılarının "İşyerlerimiz kapanırsa ne iş yapacağımıza yönelik
endişemiz yok" dediklerini hatırlatması üzerine Fethullah Gülen, "Demek ki oturmuş arkadaşlar.
Yani hizmet duygusu düşüncesi itibarıyla yapacakları şeylere karar vermişler. Alternatifleri var.
Vallahi cennetin kapılarını bile kapamak isteyebilirler. Bunlar girmesin biz girelim, ya da en
6
azından önce biz girelim. Bunların girmeye hakkı yok diyenler çıkabilir" şeklinde beyanlarda
bulunarak,
"60 ihtilalinden bu yana onu da gördük, tokadını gördük, 70 darbesini gördük tokat değil tekmesini
yedik. 80 darbesini gördük onun da çiftesini yedik, hepsinden bir şey yedik. Fakat tokat atan, tekme
atan, çifte atan şimdi hesapları görülüyor, biz yapmadık onu. Kader hüküm verdi ve kaderin o
mevzuda figür olarak kullandığı insanlar onları öyle yaptılar. Ama bana dokunan bir yanı vardı bu
yaşlı başlı adamlar orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimde bir imkân olsa, ben onların
hepsine serbestsiniz... Nasıl yani? Efendimizin Kâbe'yi fethettikten sonra 'gidin hepiniz serbestsiniz'
dediği gibi. Ne var ki birileri onları planlıyor, yapıyor, topuklarını birbirlerine vurdu, karşımızda
dimdik durdu bu adamlar, bunlara bunu dedirttik diyorlar, bir taraftan kapılar arkasında diyorlar,
fakat bir taraftan da sanki onu camia birtakım elemanlarıyla yaptırıyormuş gibi onlara fısıldıyor, bir
taşla iki kuş vurma gibi bir nifak hareketi içinde bulunuyorlar. Bana yakışmayan şeyler ama, fakat
müsaadenizle lütfederseniz bu kadarını da söyleyeyim." şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
Şüpheli Fetullah Gülen'in konuşmasıyla ilgili aynı internet sitesinden yapılan açıklamada;
"Suret-i hak perdesiyle işlenen bu haksızlık ve zulüm karşısında üzüntümüzü bastırmakta
zorlanıyoruz." Bu durumda her zamanki gibi Fethullah Gülen'in imdada yetişip istikamet yolunu
gösterdiği belirtilen açıklamada şöyle denilmiştir;
Muhterem Hocamız kendileri de çok üzülmekle beraber haber duyulur duyulmaz 'hâcet namazı'
çağrısı yaptı. Biz de 'Allah'ın bitirdiğini kimse bitiremez ama hâcet namazı kılmalı ki
müminler münkirlerin dahi sakınacağı zulme girmesin' diyerek duaya sarıldık. Duaya sarıldık
zira, inanıyoruz ki hazımsızlık ateşini söndürecek ve basiret lütfedecek sadece Allah'tır; zâlime de
mazluma da bir ferec vesilesi hâcet namazıdır. Meselenin makuliyet üzere bina edildiğini görseydik,
aklî ve mantıkî argümanlar sıralamanın faydalı olabileceğini düşünürdük; fakat, mevzu şeyâtîn-i ins
ü cinnin tesvîli olunca, dua dua yakarmak ve 'Allah kalbleri ıslah eylesin' demekten başka çare
kalmıyor. Bu mülahazalarla hâcet namazına devam etme ve dostlarımızı da buna yönlendirme kararı
aldık.Bu duygu ve düşüncelere uygun bir nağme hazırlamak üzereydik ki muhterem Hocamız 20
dakika kadar sohbet etti ve 'Eğitime Darbe Planı' ile alakalı mütalaalarını anlattı."
Bu konuşma ve açıklamanın hemen akabinde Genel Yayın Yönetmenliğini Ekrem Dumanlı'nın
yaptığı 'Zaman' isimli gazetenin 14 Kasım 2013 tarihli manşetinin;
"Eğitime büyük darbe",
15 Kasım 2013 tarihli manşetinin;
"Böyle bir yasa darbe döneminde bile uygulanmadı,"
16 Kasım 2013 tarihli manşetinin;
"Önce dershaneleri doğuran sebepler kaldırılmalı",
17 Kasım 2013 tarihli manşetinin;
"Kanun zoruyla dershane kapatmaya iş dünyası da hayır diyor",
7
18 Kasım 2013 tarihli manşetinin;
"Türkiye Tek Ses: Eğitimin ve insan yetiştiren kurumların önü kesilmesin" şeklinde
yayınlandığı tespit edilmiştir.
15 Kasım 2013 tarihinde sözkonusu gazete "dershane" ekiyle birlikte 1.5 milyon adet basılıp
dağıtılmış, buna karşı Başbakan Sayın Erdoğan dershane kanununun Bakanlar Kurulu ve Meclis'ten
geçeceğini ilan etmiştir.
Şüpheli Ekrem Dumanlı aynı gazetedeki 18 Kasım 2013 tarihli köşe yazısında;
Dershaneler kapanır ama kapatılamaz!
Kapatma kelimesini ne zaman duysam, aklıma hep parti kapatma davası gelir; tıpkı dönüşüm lafı
telaffuz edildiğinde aklıma İmam Hatip Liseleri'ne reva görülen zulüm geldiği gibi. Modern Türkiye
tarihi bu iki meşum kelimeye sıkışmıştır adeta: Kapatma ve dönüşüm. Tabii ki devlet zoruyla,
kanun gücüyle. Dün bu iki sözcüğün mağduru olanlardan bir kısmı, maatteessüf, bugün dershaneler
konusunda bu tabirleri tepe tepe kullanıyor. Ne diyelim tarih var, ahiret var, Allah var...
Bazı dostlar belki çoktan unuttu o çetin günleri. Kim bilir bazıları da vefa kelimesini lügatinden
sildi. Bugünlerin sefasını süren birileri ise karşı safta yer alıyor, ''Kapatın!'' diye gürlüyordu perde
arkasında. Her neyse... Tarih şahittir ki parti kapatma davası açıldığında bu gazete -tıpkı dershane
kapatılma sürecinde olduğu gibi- yeri göğü inletti. Sadece gazete mi? Hayır. Halk, işini gücünü
bıraktı, ''Aman parti kapatılmasın, demokrasimiz altüst olur.'' diye canla başla çalıştı. AK Partili
değildi bu ehli himmet; hele partizan hiç değil! Millet o gün neden, ''Kanun zoruyla parti
kapatılamaz!'' diye seferber olduysa, bugün de aynı duygularla, ''Devlet eliyle dershane
kapatılamaz!'' diyor. Neden mi?
Herhangi bir kurum, herhangi bir sebepten dolayı kendi kendine kapanma kararı alabilir. Ya da tarih
bir kurumu fonksiyonsuz hale getirir ve şartların tabii neticesi ile kapanma söz konusu olabilir.
Nitekim kurulduğu gündeki reformist dinamizmini kaybeden ve şımarık politikalarıyla halktan
kopan bazı partiler öyle kapanmıştır. ANAP ve DYP'nin akıbeti böyledir mesela. Ancak kanun ya da
yargı yoluyla parti kapatmak toplumda derin yaralar açar. O yüzden karşı çıktık. Bugün de
dershanelerin kapatılmasına aynı gerekçeyle karşı çıkıyoruz: Dershaneler kendi istekleriyle; ya da
ihtiyacın ortadan kalkmasıyla kapanabilir; ama devlet eliyle, kanun gücüyle, yargı baskısıyla
kapatılamaz. Kapatılırsa bir travma yaşanır ve tarih huzurunda bunun hesabını hiç kimse veremez.
Gelelim şu nobran kelimeye: Dönüşüm! Bir kere, kim olursa olsun, devletin gücünü arkasına alıp da
''dönüşüm'' dedi mi, elli bin kere düşünmek gerekir. Siyasi bir polemik yapmıyor; zihni bir
problemden bahsediyorum. Bunu hem AK Partililer iyi bilir hem muhafazakâr kesimler; ancak
görünen o ki büyük bir hafıza kaybı yaşanıyor. Dün birilerinin İmam Hatip Okulları için kullandığı
dayatmacı dönüşüm jargonu, maalesef, can-u gönülden sevdiğimiz ve demokratik reformlarına
severek destek verdiğimiz insanların diline pelesenk olmuş. Yazık, hem de çok yazık!
Dün devletin gücünü arkasına alan birileri, İmam Hatip Okulları'nı zorla dönüştürmeye karar
8
vermişti. O yüzden kanuni düzenlemeler yapıldı, hukukun en temel prensipleri ayaklar altına alındı.
İmam Hatip bir ihtiyaçtı; hâlâ da öyledir; tıpkı dershaneler gibi. Ancak o günkü zihniyet, o okulları
bir siyasi oluşumun 'arka bahçesi' gibi görüyordu. Şimdi de birileri dershaneleri sosyal bir yapının
'arka bahçesi' gibi görüyor. Ne İmam Hatip'ler arka bahçedir ne dershaneler. Burada asıl karşı
çıkılması gereken devlet zoruyla yapılmak istenen dönüşüm baskısıdır. Teşebbüs hürriyetine de,
eğitim özgürlüğüne de aykırı olan bu tutum AK Parti'yi var eden mağduriyetin inkârı gibi duruyor.
Gerek yok ki!
Talimatla 'dönüşüm' güzellemesi yapan medyadaki 'eski İslamcı' kardeşlerime de yakışmıyor
düştükleri durum. Unutmayın; devlet gücüyle yapılan her 'dönüşüm', bir toplum mühendisliğidir ve
bunun demokrasiyle alakası olmadığı gibi kardeşlik hukukuyla da bir bağlantısı bulunmamaktadır.
Siyasi gücü elinde tutanlar 'dönüşüm' aygıtını dilediği gibi kullanmaya başladığında yarın bu aletedevatı kimin nasıl kullanacağını kestiremezsiniz...
Dün AK Parti'nin yaptığı bütün demokratik gayretleri alkışladık; o destekten dolayı zerre miktar
pişman da değiliz. Ancak 'yasakları yasaklamak' vaadiyle siyasete atılan bir partinin yeni bir yasak
ile gündem oluşturmasına da gönlümüz razı olmuyor. Ne acıdır ki PKK'nın bile taleplerini dikkate
alan bir parti (ki onu da dikkate alması gerekebilir) kader ve dava arkadaşlarının itirazlarına
kulaklarını tıkamış görünüyor. ''Gel seni bi dönüştüreyim..'' denildiğinde ''Hayır ben halimden
memnunum, siz gidin eğitimdeki asli işinizi yapın.'' cevabı alınıyorsa, buna tepki gösterip kanun
zoruyla yasak mı getirmek gerekir?
Her şeye rağmen dershaneler kanun zoruyla kapatılabilir mi? Kâğıt üzerinde evet. Merdiven altı
kursçuluğun patlaması, özel derslerin astronomik rakamlara ulaşması gibi problemleri
umursamayan olabilir. Ancak şu gerçeği unutmamak gerekiyor: Zorla dershane kapatmak, zorla
İmam Hatip kapatmaktan geri bir davranış biçimi değildir. Ve bu dönüşüm mühendisliği, onlarca yıl
değil, sonsuza kadar unutulmayacaktır. Aylar önce söylediğimi tekrar ediyorum: Dershaneler
konusundaki algıyı ve itirazları gören Başbakan Erdoğan'ın problemi doğrudan çözmesi şart.
Bizim durduğumuz yer belli. Dün hukuk kuralları çiğnenerek yürütülen parti kapatılmasına, İmam
Hatip Liseleri'nin dönüştürülmesine neden karşı çıktıysak, bugün de dershanelerin bir oldubittiye
getirilerek kapatılmasına ya da dönüştürülmesine karşı çıkıyoruz. Bu da bizim en tabii ve
demokratik hakkımız. Bu saatten sonra kararı bu güzel millet verecek. Ve el-hak bir gün herkes
mahşerde, Mahkeme-i Kübra'da bir araya gelecek. O gün mahcup olmamak lazım. Çünkü orada
niyetler de ortaya çıkacak, ameller de. Ne kapalı kapılar vardır o yüce makamda, ne gizli saklı
planlar. Allah utandırmasın...
Bu işte bir terslik yok mu?
Dershane konusunda kiminle konuşsanız benzer cevabı alıyorsunuz. Hemen herkes bu gündemin
gereksiz olduğunu, AK Parti'nin öncelikli meseleleri arasında dershanelerin olmadığını söylüyor.
9
Vekiller, bakanlar, MKYK üyeleri, partiye oy verenler, partiyi destekleyen yazarlar… Hatta Milli
Eğitim yetkilileri. Topu Başbakan Erdoğan'a atıp sorumluluktan mı kaçıyorlar, inandıklarını açıkça
konuşmaktan mı korkuyorlar; bilemiyorum.
Mesela kanal kanal dolaşıp taslak hakkında konuşan kişilerin bir kısmıyla ben de doğrudan
görüştüm. ''Dershaneler kapanmayacak, MEB çatısı altından çıkacak, faaliyetlerine devam
edecek...'' dediler. O kişiler ekranda bunu neden söyleyemiyor? Birinin dediği diğerininkini
tutmuyor. Birbirlerini tekzip ediyorlar. Önce taslak yok diyorlar, sonra üç-beş taslak var diyorlar…
Bugün Gazetesi yazarı Gülay Göktürk, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın dershanelerle ilgili
yazısından sonra kendisini aradığını, ''Bizi sadece Eser Bey ve siz doğru anladınız.'' dedikten sonra
kapanma olmayacağını, sadece MEB denetiminden çıkarak tabeladaki bakanlık gölgesinin
kalkacağını söylemiş. Gülay Hanım, bu konuşmanın bir ay önce yaşandığını yazdı. Ne var ki Milli
Eğitim Bakanı Nabi Avcı, televizyonlarda bu kadar net bir şekilde ''kapanmayacak'' demiyor; hatta
neredeyse ''sopayla dönüştüreceğiz'' diyor.
Aslında dershane konusunda çığ gibi büyüyen tepkinin bir sebebi de bu. Kapalı kapılar arkasında
konuşulanlarla ekrandakiler çelişiyor. Gizlice taslak hazırlanıyor, ilgili kişi ve birimlere haber
verilmiyor. Partinin kurucularından Mehmet Ali Şahin ve Hüseyin Çelik gibi konuya vâkıf
insanların hazırladığı görüş dikkate alınmıyor. Sivil toplum kuruluşlarının raporları çöpe atılıyor...
Neler oluyor Allah aşkına? Torba yasasının bir kenarına gece yarısı iliştirilecek bir maddeyle
dershane kapatma kimin projesini ve neyi amaçlıyor? Gerçekten bu işte bir terslik var; tarih bu
düğümü bir gün mutlaka çözecek!..
Binlerce, on binlerce teşekkür
Onca yoğun gündem ve hararetli tartışmanın içinde bir gerçeği gözden kaçırmamak gerekiyor:
Zaman okuru. Bu yılın kampanyasına Kasım gibi başlandı. Hemen her gün binlerce yeni abone
ulaşıyor gazete merkezine. Okumanın, düşünmenin, analiz etmenin horlandığı bir dönemde
gazetemize böyle sahip çıkan insanlar aslında çok önemli bir mesaj veriyor; o da şu: Siz kamu
vicdanına dayanır, hakperestlikten ve doğruluktan ayrılmazsanız bu millet o gazeteyi alır, başına tac
eder. Hırs içinde kendi kendini yiyip bitiren, sonra da Zaman'a saldırarak ayakta durmaya çalışanlar
bunu anlayamaz. Edinimler ve kazanımların altında kalıp halktan kopanlar da, tarafgirliği, hayat
felsefesinin tam göbeğine yerleştiren ve kurşun asker olmayı O'na kul olmaya tercih edenler de
milletimizin Zaman'a nasıl sahip çıktığına akıl-sır erdiremez. Gazetecilikte eğriye eğri, doğruya
doğru diyemezsen, eğrideki doğruyu takdir, doğrudaki eğriye tenkit hakkını kullanamazsan ma'şeri
vicdan seni ademe mahkûm eder… En zor günlerde gazetesini tefekkür burcuna dikilmiş bir
özgürlük bayrağı olarak görüp ona sahip çıkan okurumuza tarih huzurunda milyonlarca kere
teşekkür ederiz.
10
Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı 25 Kasım 2013 tarihinde, köşesinde
"Başbakan'a açık mektup (Tarihe kısa bir not düşmek için)" başlıklı bir yazı yazmıştır.
BAŞBAKAN'A AÇIK MEKTUP
[TARİHE KISA BİR NOT DÜŞMEK İÇİN]
Sayın Başbakanım,
Siz de gayet iyi bilirsiniz ki, tevhid akidesine sımsıkı bağlı insanlar, hiçbir kul karşısında eğilip
bükülmeden gerçekleri dosdoğru söylemekle mükelleftir. Hele söz konusu milletin himmetiyse! Zor
zamanda hak ve hakikati haykırmak, tarihî bir hatanın önüne geçmek, O'na inanan her bir fert için
vazife-i kutsiye haline gelir. Milletin kaderinde derin izler bırakacak bir konuda gördüğümüz
hakikatleri söylemeye mecburuz. Zira, ''Hakkın hatırı âlidir''. Öyle ümit ederim ki, idareci olmanın
ağır sorumluluğunu taşıyan sizler de kardeşlerinizden gelen tenkit ve teklifleri duymak
istiyorsunuzdur.
Konuşmalarınızdan anlaşılıyor ki kırgınsınız, dargınsınız. İnanın sizi seven, size itimat eden
insanlar da en az sizin kadar kırgın ve dargın. ''Eğitimin onca problemi varken neden dershaneleri
kapatıyorsunuz?'' sorusunun karşılığı yok çünkü. Kelime oyunları ile yapılan ambalajlar, gönüllerde
oluşan yarayı sarmaya yetmiyor. Bir zamanlar kanun zoruyla kapatma ve dönüştürmenin mağduru
iken, şimdi bu kavramları sık sık kullanmanız insanların yüreğini burkuyor. Hal böyle olunca
mevzu sadece dershanelerin kapanıp kapanmaması ile sınırlı kalmıyor, derin endişeler, insanların
vicdanını sızlatıyor. Şu yaşanan sürece insanlar bir anlam veremiyor.
BARİ BU İNSANLARA KULAK VERİN
Bir tıkanmışlık var. Toplumun bütün kesimlerinden yükselen ricanın bir ağırlığı olması gerekiyor
çünkü: 60 yılını davaya adamış Hekimoğlu İsmail feryat ediyor; ''Kapatırsanız en çok ben
üzülürüm, kırılırım, darılırım.'' diyor, duyan yok. Doğu'nun, Güneydoğu'nun kanaat önderleri,
''Aman ha! Sakın ha kapatmayın!'' diye istirham ediyor; dikkate alan yok. Eğitimciler, sosyologlar,
hukukçular, iş dünyası ''Bu işte bir yanlışlık var.'' diyor; sesleri adeta bir duvara çarpıp geri dönüyor.
Cuma günü paydaşlar platformu, 3 bin dershaneyi temsilen basın toplantısı yaptı. Adamlar feryat
ediyor; ama bakanlık yetkilileri ikna odalarında kendi masalları eşliğinde derin bir uykuya dalmış
durumda. Dershane sektörünün yüzde 70'ini temsil eden bu kişilerin haberini bazı basın kuruluşları
tek satırla bile olsa haber yapamıyor. Kimden endişe duyuyor, neden çekiniyorlar; tarih bunları bir
gün mutlaka yazacak…
İnanın Sayın Başbakanım,
Konu sadece ''cemaat duyarlılığı'' ile sınırlı değil. Beşiktaş Meydanı'na öğrencileriyle gelip ''Sayın
11
Başbakanım, saatimizi bile satarak dershane kurduk, lütfen kapatmayın!'' diyen Arşimet
Dershanesi'nin sahibi kendi çilesini arz ediyor. Final Dershanesi sahibi Zeki Çobanoğlu feryat
ediyor: ''236 şubem var, biri bile okula dönüşemez.'' Donanım Dershanesi'nin kurucusu Emre İpek,
''Eşimle beraber kurduk.'' dediği dershanesi için ''Şimdi yuvamızı kapatmak istiyorlar.'' diyor. Bu
insanların hiçbir ''cemaat'' ile alakası yok. Üzücü bir terkiple 'karşı taraf' demenizi derin bir teessür
ile karşıladı sevenleriniz. Sesimizin yüksekliği, sadece 'yüzde 25' dediğiniz insanların haklarını
savunduğumuz için değil; bütün sektörün hissiyatını ifade ettiğimiz ve halkın tamamının yaşayacağı
sıkıntıya tercüman olduğumuz içindir.
DAHA YAŞANMADAN BU SIKINTI SİZLERE ANLATILDI
Sayın Başbakanım,
''Cemaatin içindeki insanlarla dershane konusunu konuştuk.'' diyorsunuz. Haklısınız. Konuşuldu;
ancak her konuşmada size, ''Bu çok yaralayıcı olur, duygusal bir kopuşa neden olur...'' denildi. Allah
şahit ki bu mevzu her açıldığında kanun zoruyla dershanelerin kapısına kilit vurulmasının yanlış
olacağı size iletildi. Ve sanıldı ki sizin nezdinizde hiçbir beklentiye girmeden destek veren o gönül
dostlarınızın bir hatırı var. Sanıldı ki kardeşlerinizin samimi itirazları nazar-ı dikkate alınıyor. Şimdi
büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Yaptığınız bütün hayırlı işlerde size var gücüyle destek verenler,
''mezardan kalkıp'' Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sağlayanlar sizin mükerreren söylediğiniz
bir çift söze gönül bağlamıştı: ''Ben Rabb'ime söz verdim; benim dönemimde insanımıza zarar
verilmeyecek.'' Şimdi ''bu ülkenin sevdalıları'', yapmayı düşündüğünüz bir icraatın sadece
kendilerine değil; ülkeye büyük zarar vereceğini düşünüyor. Hal böyleyken bu ısrar niye?
Lütfen etrafınızdan başlayarak kamu vicdanını bir yoklayın. Göreceksiniz ki herkes ''Ben de
dershanelerin kapatılmasına karşıyım.'' diyor. Parti kurmaylarınızdan değişik cemaatlere kadar size
doğrudan bir şey diyemeyen insanlar, ''Keşke bu duruma düşülmeseydi.'' diyor. Bunca zamandır
tartışılan bir konuda makul bir gerekçeyle ortaya çıkıp sizi destekleyen bir insan göremedim.
''Kapatmıyoruz, dönüştürüyoruz.'' lafı sadece kelime oyunu olarak kalıyor maalesef. Hal böyle
olunca mevzu bambaşka vadilere kayıyor.
Mesela ''kara propaganda''. Biz somut bir belge üzerinden kamuoyunu bilgilendirdik ve istedik ki
bir yetkili çıksın bu kabul edilemez 'taslak'ın yanlış olduğunu söylesin. Özel sektörün
devletleştirilmesi korkunç bir yanlış çünkü. 11 yıllık iktidarınızda ortaya koyduğunuz demokratik
vaatler ve uygulamalar ''kamu zoruyla dönüştürme'' lafını reddediyor. Kaldı ki ilk gün Bakanlık
yetkilileri tarafından ''yalan'' denen her şeyin, gerçeğin ta kendisi olduğu ortaya çıktı.
Bir de şamar benzetmesi var. Şifahen yapılan bir açıklama olduğu için canlı yayın kazası gibi
algıladım şahsen. Zira cümle âlem bilir ki biz Yunus mesleğinin muhabbetiyle hep şu mısraları
okuyup durduk hayat boyunca: ''Dövene elsiz gerek / Sövene dilsiz gerek / Derviş gönülsüz
gerek...'' Elhak kendi hususi işlerimiz için tercih ettiğimiz yol yine, 'Bizim Yunus'un gösterdiği
12
erkândır; lakin dershane konusunda susmadık, susamazdık da; umumun hakkı söz konusu
olduğunda var gücümüzle hakikatleri söylemek hem boynumuzun borcudur hem size olan sevgi ve
saygımızın gereğidir. Hakkı müdafaa ederken dürüstçe ve mertçe konuşmamız ''şamar atma'' gibi
mütecaviz bir benzetmeye tâbi tutulamaz...
Dershane konusunda size hissiyatımız defalarca ifade edildi ama zerre miktar dikkate alınmadı.
Kaldı ki bu camia sizden bir kerecik bile grupçuluk yaparak bir şey istemedi. Hep ülkemiz ve
insanımız için sizinle konuşuldu. Adeta bir ulufe üslubuyla söylenen ''ne istediler de vermedim'' lafı
bile, maalesef, kırıcıdır, üzücüdür.
HALKA ŞİKÂYET HAKK'A ŞİKÂYETE DÖNÜŞMEDEN
Sayın Başbakanım,
Yüreğine ateş düşmüş insanımız, bu yapılmak istenen zoraki dönüşümü şimdilik halka şikâyet
ediyor. Bu feryadı polemiklerle susturmak sorunu çözmez; derinleştirir. Kırılmamak da lazım; zira
insanlar en demokratik haklarını kullanıyor. Onlara kulak verme ve problemi çözme yerine, her
söylenen sözü alınganlıkla karşılamak yanlış. Bu mağdur ve mazlum insanların âhını almamak
lazım. Bugün halini halka arz edenler, bilmecburiye, yarın Hakk'a arz etmek zorunda kalır. Mevzuu
buraya getirmeden çözmek şart...
Neredeyse bir buçuk ay önce dershane meselesinin bu üzücü noktaya kadar gelip dayanacağından
endişe etmiş ve sizi meseleye el koymaya, acizane, davet etmiştim. Bir dostumdan duyduğuma göre
o yazıya bile alınmışsınız. Hayretler içinde kaldım. Zira o gün aynen şöyle demiştim: ''Dershane
konusundaki kördüğümü Başbakan Erdoğan çözmeli. Nasıl mı? Tıpkı başka konularda olduğu gibi
halkın dershane mevzuundaki endişelerini dikkate alarak…'' Bugün göstere göstere gelen bir kaza
yaşandı; daha ötesi daha büyük bir iletişim kazasıdır...
Sayın Başbakanım,
Lütfen manzarayı bihakkın görün, goygoycu arkadaşların, alkışçı meslektaşların hakperestlikten
uzaklaşarak her icraatınızı tezahürat coşkusuyla kutsaması yanıltıcı olabilir. Aslında o kardeşlerim
bu yaptıklarıyla size fayda değil zarar veriyor; çünkü kardeşlik hukuku, eğriye eğri, doğruya doğru
demekten geçiyor. Bugünkü manzara aynen şöyledir: Hiç kimsenin makul bulmadığı kanun zoruyla
dershane kapatma/dönüştürme, halkın yüreğinde derin bir yara açmaktadır.
Hiç kimsenin istemediği bir konuda orta yol bulmak sizin siyasî tecrübenize yakışan bir davranıştır.
Örnekleri çoktur. Halkın itirazlarını sizin kadar dinleyen ve kararını yeniden gözden geçiren bir
lider göstermek hiç de kolay değil. Sayın Cumhurbaşkanı'ndan bakanlarınıza, eğitim sektöründen
çocuklarının üniversite okuması için binbir fedakârlığa katlanan ailelere kadar herkes dershanelerin
kanun zoruyla ortadan kaldırılmasını endişeyle karşılıyor. Konunun tartışılmasını, paydaşların
13
dinlenmesini, herkesin uzlaşacağı ve neslimizin daha iyi yetişmesine vesile olacak formülün
bulunmasını herkes istiyor.
Yeri geldiğinde karşı çıkmak dürüstlüğün göstergesidir, her şeye doğru demek, takiye emaresidir.
Madem insanlar civanmert bir eda ile size, ''Bu yanlıştır...'' diyor, onlara kulak vermek bir nakise
değil fazilettir. Halk sizden bunu bekliyor. Aksi takdirde açılan yarayı tedavi etmek, değil on yıl,
sonsuza kadar sürecektir. Değer mi Allah aşkına?
Aynı gün (25 Kasım 2013) FETÖ/ PDY Terör Örgütü lideri Fethullah Gülen'in açıklamalarını ve
vaaz adı altında örgütsel talimatlarını yayınlayan ''herkul.org'' isimli internet sitesinden şüpheli
Fetullah Gülen "Hiç durmadan yürüyeceksiniz!..." başlıklı konuşmasında;
"Çok kötü şeyler duyabilirsiniz; rica ediyorum ben, aynıyla mukabelede bulunmamak lazım.
Şimdilerde Twitter denen şeyler var; iyi şeylere tercüman olursa, Allah'ın rahmeti; insanları
birbirine düşürüyorsa, Allah'ın belası şey. İnsanlar birbirine atıp duruyorlar. İnsanlar bu atmalara
geliyor, bu defa da onlar atıyorlar. Birisi diyebilir ki ''Maske düştü!..'' A be birader, sen mü'minsin,
yapma bunu. Eğer Kıtmirin maskesi olsaydı kırk seneden beri ehl-i dalalet onun yakasından elini
çekerdi. 1960, 1970, 1980 ve 28 Şubat'ta preslendim. Ama sana demiyorum, ''Niye senin yakana
elini uzatmıyor?'' Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Peygamber Efendimiz (alâ seyyidinâ ve
aleyhimessalâtü vesselam) yakalarını başkalarından kurtarabildiler mi? Bence senin kendi
durumunu bir kere daha gözden geçirmen lazım. Ama ben, bana kalırsa, bu kadarcık da olsa bunları
dememeliyim. İncinsek de incitmemeliyiz, kırılsak da kırmamalıyız. Hep gönül alıcı bir tarzda
hareket etmeli, nazargâh-ı ilahi olan kalblere kat'iyen dokunmamalıyız. Bize düşen şey ''Eyvallah!..''
etmektir."
Kimden gelirse gelsin sıkıntılar olgunlaşmanın en önemli yollarındandır. Öyle olmasaydı, Allah en
sevdiği ibâdını adeta bir hamur teknesinde yoğurmaz ve yoğrulmalarına meydan vermezdi.
Tazyikler, ezilmeler, sıkıntılar ve arzumuza göre yaşama imkânlarından mahrum bırakılmalar
karşısında Cenâb-ı Hakk'ın murâd-ı sübhânîsini arzularımıza tercih etmemiz lazım. Zât-ı Ulûhiyet'in
takdirini memnuniyetle karşılamanın yanında, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın (aleyhi elfü elfi
salâtin ve selâm) nübüvvetine ve İslam dinine kanaat etme de çok önemlidir. Fiilî ve kavlî duadan
sonra -netice ne olursa olsun- kader ve kazayı gönül hoşnutluğuyla karşılama bu kanaatin de
gereğidir.
Esasen, insan aklı, insan mantık ve muhakemesi -bunların hepsini tek bir şey kabul etmek de
mümkündür- nübüvvet ve onun vaadettiklerini kabullenip, bu feyyaz kaynaktan tam
yararlanabildiği müddetçe, bir yandan kendi alanının serhaddine ulaşma yoluna girerken, diğer
yandan da başkalarını aldatan birer vasıta durumuna düşmekten kurtulmuş olur/olacaktır. Her
şeyden evvel, böyle davranmada, bütün varlık ve eşyaya hükmeden sonsuz kudret ve muhit ilme
teslim olma gibi bir husus söz konusudur. İsterseniz siz buna, akıl ve mantık ürünlerini, akılla,
mantıkla elde edilen değişik projeleri ve farklı alanlardaki araştırmaları, tecrübeleri, yani bütün arzî
olanları semavîleştirmek, arazî olanlarda da cevherin ruhunu aksettirmek için her şeyi vahye test
ettirme de diyebilirsiniz. Aslında aklı yaratan da Allah'tır, ona vahiy ile derinleşme yolunu gösteren
14
de… Allah, akılla insanların gözünü açmış, vahiyle de aklın doğru görüp, doğru düşünmesini
sağlayarak, ona daha geniş bir muhakeme alanı hazırlamıştır; hazırlamış ve o kuşatıcı beyanıyla
insanlar üzerinde bağlayıcı hüccetini ikame etmiştir. Tabir-i diğerle Allah, bütünü birden kucaklayan
vahiy müessesesini, her zaman dağınık ve birbirinden kopuk bir durum arzeden akıl ve
muhakemenin farklı yollarını birleştirecek ve bunların mukayese ürünlerini de test edebilecek
birlaboratuar
haline
getirmiştir.
Kitap ve Sünnet endazesinden geçmiş ve İcma'ya muhalefeti görülmemiş bir şekilde irşad hizmeti
ve mefkureyi ikâme gayreti devamlı olmalıdır. Yurtiçi ve yurtdışındaki eğitim müesseseleri böyle
bir hizmet anlayışının neticesi ve problemleri ''hal ile halletme'' çabasının meyvesidir.
Lügat manası, Allah'ın kelimesini yüceltmek demek olan ''i'lâ-yı kelimetullah'', ıstılahta Allah'ın
adını veya İslâm dininin tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yayma manasına gelir.
Bu terim ''cihat'' kelimesiyle de ifade edilmektedir. Peygamber Efendimiz, gerçek manada Allah
uğrunda cihat edenin kim olduğu sorusuna cevap verirken şöyle buyurmuştur: ''Sadece Allah'ın adı
yüce olsun diye (i'lâ-yı kelimetullah için) cihat eden kişi Allah yolundadır.'' Allah'a îman ve O'nun
nâm-ı celîlîni i'lâ etme gayreti müminlik şiarıdır. Aslında, Allah'ın adı zatında yücedir, o her zaman
âlîdir. Fakat, ''O'nun adını yüceltme'' ifadesini kendi idrakimiz itibariyle, kendi ufkumuzu
aydınlatma açısından kullanıyoruz.. i'lâ-yı kelimetullah derken, kararmaya yüz tutmuş kalblerin kir
ve lekelerinden arındırılarak asıl sahibine hazır hâle getirilmesini, gönül tahtının Mâlikü'l-Mülk'e,
Melikü'l-Mülûk'e arz edilmesini ve Yaratıcı ile kullar arasındaki engellerin kaldırılmasını
kastediyoruz. İşte bu niyetle yola çıkmış ve bir kısım hizmetlere azmetmişseniz, meselenin Kur'an
ve Sünnet'e uygun olmasına bakıp kim ne derse desin yolunuza devam etmelisiniz.
Unutmamalısınız ki, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun hiçbir tavrı yanlış değildi; fakat, O'nun bile bir
sürü
muhalifi
vardı.
Kur'an, ''Mûsâ (aleyhisselam) Tevrat'ı almak için ayrıldıktan sonra ümmeti, zinet takımlarından,
böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yapıp tanrı edindiler. Görmemişler miydi ki o heykel
onlara hitap edemiyordu, kendilerine yol da gösteremiyordu. Fakat buna rağmen onu tanrı edindiler
ve zalimlerden oldular.'' (A'raf, 7/148) der. Demek ki, atmosferin büyük ölçüde eşrâra kalması ya da
ferağı, İsrailoğulları'nda buzağı düşüncesinin hortlamasına müsait bir zemin oluşturmuştu. Kendi iç
âlemlerinde sessiz uyuyan o gulyabâni gibi düşünceler, birden hortlamış ve buzağı olarak
şekillenmişti. Orada Sâmirî'nin ki o da İsrailoğullarındandır. söylediği şey ise sadece kuru bir
mazeretti; Hz. Musa'nın ''Senin zorun nedir ey Sâmirî?'' demesine karşılık o''Ben onların
görmediklerini gördüm.'' cevabını vermişti. Çoğu müfessir, meseleye, Sâmirî, Cibrîl'in bastığı
yerden bir avuç toprak aldı ve onu buzağı yapımında kullandı şeklinde yaklaşmışlardır ki, bu
gerçekten öyle de olabilir; evet o, nasıl gönüllerin ve ruhların dirilmesine vesile olan ilâhî vahyi
taşıyordu; cansız cesetlerde hayat kaynağı da olabilirdi. Bu açıdan da onun ayağını bastığı yerler
yeşerebilir, oradan alınan bir avuç toprakla bütün ölüler dirilebilir. Ne var ki, bunun doğruluğunu
gösteren sağlam bir hadis bulmak mümkün değildir. Buradaki asıl husus, Kur'ân'ın Hazreti Musa'nın
diliyle ifade ettiği gibi, bunun bir fitne ve imtihan olmasıdır.
İffetsizliğe düşme insanı dağınıklığa götürür. Dağınık insanların rüyaları da kirlidir, hayalleri de
15
kirlidir. Tevhid-i kıble etme, sadece O'na yönelme, öyle bir konsantrasyon, insanın zekasını öyle
keskinleştirir ki, o mevzuda bin tane dâhinin halledemediği meseleyi halleder. Enbiya-yı izam
öyleydiler, onların iffetlerine, ismetlerine, fetanetlerine, idraklerine, büyüklüklerine aklımız ermez.
Fakat,
buna
rağmen
onlara
da
itiraz
ediyorlardı.
Önemli olan mesele, Allah ne demişse onu yapmaktır. Bunu yaparken de falana muarız olma,
filanın rağmına davranma, birilerine engel çıkarma veya ''birileri bir şey yaparken biz niye onları bu
güzergahta tek başlarına bırakıyoruz'' gibi kıskanma/rekabet etme mülahazalarıyla yapmamalıdır.
Kur'an-ı Kerim'in ve Sünnet-i Sahiha'nın sabit disiplinlerine uygunluk içinde yapılırsa, orada
tereddüt yaşamamak ve engellemeye çalışan kim olursa olsun, onları görmezden gelmek lazım. ''Bir
kapı bend ederse bin kapı eyler kuşad / Hazreti Allah, efendi, Müfettihu'l-ebvab'dır.'' (Şemsî)
Şimdiye kadar ben çok samimi bir müslüman olduğumu iddia edemem ama işin doğrusu hayatımı
O'ndan başka bir şeye bağladığımı söylersem, Allah'ın o mevzudaki teveccühüne karşı saygısızlık
yapmış olurum; bu da tahdis-i nimettir. Elli defa engeller olmuştur. Kendimi bildiğimden bu yana
hiç presler arasında ezilmeden kurtulduğumu görmedim. Buradaki de öyle bir şey. Her zaman
üzerime geldiler. Cenab-ı Hak aldı, bir yerden bir yere koydu, bir yerden bir yere koydu.. sizi de
öyle… Hep böyle olagelmiştir. Fakat bunlar kat'iyen ye'se atmamalı, bizi inkisara uğratmamalı,
yapmamız gereken şeylerden bizi geri koymamalı.
Hidayet sizin aklî, fikrî, ihtisâsî bütün letâifinizi hakikati arama istikametinde kullanma sonucu,
Allah'ın sizin içinizde yakacağı bir meşaledir. Siz esbaba tevessül edersiniz, Allah o meşaleyi
içinizde yakar, tutuşturur, projektör gibi.. her şeyi doğru olarak görürsünüz, O'na ait bir şeydir. Sa'dı Taftazani'nin ifadesiyle, ''İman, Cenâb-ı Hakk'ın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü ihtiyarının
sarfından
sonra
ilka
ettiği
bir
nurdur.''
Üstad Hazretleri, bu mevzuyla alâkalı Celâleddin Harzemşah'ın bir mülâhazasını nakleder:
Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu müteaddit defa mağlûp
eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona demişler: ''Sen muzaffer
olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.'' O demiş: ''Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket
etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakk'ın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek
O'nun vazifesidir.'' Şe'n-i rububiyetin gereğine karışmam, ne dilerse onu yapar.
Her mü'min bu mülahazaya bağlı, Kitap ve Sünnet çerçevesinde yapması gerekli olan şeyleri
yapmalı, ne dostun vefasızlığından, ne de düşmanın cefasından sarsılmamalı. Kimseyi de karşısına
almamalı, garazî hareket etmemeli, yaptığı şeyler tepki edalı olmamalı; bunlar ihlası yıkan, götüren
şeylerdir. Fakat, doğru bildiği şeyin müdafaasından da geriye durmamalı. Aksi takdirde doğruya
karşı saygısızlık yapmış olur.
En zor şey gönüllere girmektir; bir yerde yaptığı hizmetler bitince, kenarda oturmayı istemeyip yeni
bir vazife daha talep eden insanlara bunu biz yaptırtabilir miyiz? Belli ki burada bir meşiet-i ilahi
var. İyilik yapıyor, iyiliğe doymuyor,''Hel min mezîd-Daha yok mu?'' diyorlar. Akl-ı selim, hiss-i
selim, ruh-u selim diyor ki: ''İnsanlık adına bir şey yapacaksak, yol bu, yöntem bu!..''
Çok kötü şeyler duyabilirsiniz; rica ediyorum ben, aynıyla mukabelede bulunmamak lazım.
16
Şimdilerde Twitter denen şeyler var; iyi şeylere tercüman olursa, Allah'ın rahmeti; insanları
birbirine düşürüyorsa, Allah'ın belası şey. İnsanlar birbirine atıp duruyorlar. İnsanlar bu atmalara
geliyor, bu defa da onlar atıyorlar.
Birisi diyebilir ki ''Maske düştü!..'' A be birader, sen mü'minsin, yapma bunu. Eğer Kıtmirin maskesi
olsaydı kırk seneden beri ehl-i dalalet onun yakasından elini çekerdi. 1960, 1970, 1980 ve 28
Şubat'ta preslendim. Ama sana demiyorum, ''Niye senin yakana elini uzatmıyor?'' Hazreti Musa,
Hazreti İsa ve Peygamber Efendimiz (alâ seyyidinâ ve aleyhimessalâtü vesselam) yakalarını
başkalarından kurtarabildiler mi? Bence senin kendi durumunu bir kere daha gözden geçirmen
lazım. Ama ben, bana kalırsa, bu kadarcık da olsa bunları dememeliyim. İncinsek de
incitmemeliyiz, kırılsak da kırmamalıyız.
Hep gönül alıcı bir tarzda hareket etmeli, nazargâh-ı ilahi olan kalblere kat'iyen dokunmamalıyız.
Bize düşen şey ''Eyvallah!..'' etmektir.
İlle herkes tarafından kabul edilmek, tahsin edilmek, hüsn-ü kabulle karşılanmak, takdir görmek..
bu türlü beklentilere girmemeli. Yapacağı şeyleri belli beklentilere bağlamış insanlar, hayatta
başarılı olamamışlardır. Muvakkaten bazı şeyler sergilemiş olsalar bile bir muhalif rüzgâr karşısında
savrulup gitmişlerdir. Beklentilere işi bağlamamak lazım. Bizim beklediğimiz bir şey var, o da
Allah'ın hoşnutluğu ve bizim o meseleyi ihlasla O'na karşı sunmamızdır.
Ne kin ne garaz ne nefret, ne kimseye firavun deme ne Nemrut deme ne de tiran deme!.. Fakat
söylenen sözleri bazıları biraz numara/droba bakarak, güzergâh takip ederek üzerlerine alıyorlarsa,
kendi yanlış te'villeriyle, tefsirleriyle meseleyi yanlış yorumluyor, kendilerine karşı saygısızlık
yapıyorlar.
Unutulması gerekli olan şeyler dünya ve dünya nimetleridir. Dünya debdebesi dünya saltanatıdır.
Allah'ın ekstradan verdiği kimseler de ''Al sana bir okul, bir yurt, bir okuma salonu…'' diyorlar. Size
bu kadar güven duyuluyorsa, bu sizin kredinizdir. Bence kendi hesabınıza ondan bir şey koparmak
suretiyle o krediyi kaybetmeyin; bu defa o yol tıkanır ve bypass yapmakla da açamazsınız onu.
Güven sarsılmamalı, herkes sizi nasıl biliyorsa öyle bilmeli, ruhunuzun ufkuna yürüyeceğiniz ana
kadar… Dünyaya çıplak olarak geldiniz; kefeniniz için sağa-sola koşmalı, ''Acaba bu garibe bir
kefen bulabilir miyiz?'' demeliler. ''
Süreç devam ederken, 28 Kasım 2013 tarihinde ''Taraf'' isimli gazetede Mehmet Baransu imzalı
"Gülen'i bitirme kararı 2004'te MGK'da alındı" başlığıyla yayınlanan haber içeriğinde;
Gülen'i bitirme kararı 2004'te MGK'da alındı,
Milli Güvenlik Kurulu'nun, 2004 yılı Ağustos ayında yaptığı toplantıda, ''Fethullah Gülen grubunun
faaliyetlerine karşı alınması gereken tedbirler'' başlığıyla, ''Cemaate karşı bir eylem planı
hazırlanması'', tavsiye kararı olarak hükümete bildirilmiş.
Kararda, ''Bir eylem planı oluşturulmasının'' kararlaştırıldığının altı çizilirken, resmî kurumların
atacağı adımlar da tek tek sıralanıyor. Konunun ''Psikolojik harekât boyutuna'' dikkat edilmesi
gerektiği de vurgulanıyor. Gülen cemaatine karşı uygulanacak tedbirler için ise; Başbakanlık
Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK) koordinesinde, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri
17
Bakanlığı ve MİT Müsteşarlığı görevlendiriliyor.'' şeklinde yorumlarda bulunularak 2004 yılının
Ağustos ayında yapılan MGK toplantısında ''Gülen Cemaat''ine karşı alınan kararların altında
Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de imzalarının bulunduğu ifade edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı başdanışmanı Yalçın Akdoğan "2004 MGK kararı yok
hükmündedir" şeklinde açıklamada bulunmuş, Başbakan Sayın Erdoğan, ''dershanelerle ilgili
kararlılıklarının sürdüğünü'' belirterek, MGK belgesini açıklamanın "vatan hainliği" olduğunu ifade
etmiştir.
Aynı tarihlerde;
Zaman Gazetesi'nin 14 Kasım 2013 tarihli manşetinin; "Eğitime büyük darbe",
15 Kasım 2013 tarihli manşetinin; "Böyle bir yasa darbe döneminde bile uygulanmadı",
16 Kasım 2013 tarihli manşetinin; "Önce dershaneleri doğuran sebepler kaldırılmalı",
17 Kasım 2013 tarihli manşetinin; "Kanun zoruyla dershane kapatmaya iş dünyası da hayır
diyor",
18 Kasım 2013 tarihli manşetinin; "Türkiye Tek Ses: Eğitimin ve insan yetiştiren kurumların
önü kesilmesin" şeklinde olduğu,
Özellikle 14 Kasım 2013 tarihli "Eğitime büyük darbe" manşetinden sonra dersane tartışmasının
farklı bir boyut kazandığı, devamında 15-16-17-18 Kasım 2013 tarihli Zaman Gazetesi
manşetlerinin de dershanelerin kapatılması/dönüştürülmesi konusuna ilişkin olduğu, akabinde
şüpheli Ekrem Dumanlı tarafından kaleme alınan;
''Başbakana Açık Mektup/Tarihe Kısa Bir Not Düşmek İçin'' başlığını taşıyan 25 Kasım 2013 tarihli
köşe yazısının ''halka şikayet, hakka şikayet, tevhid akidesi vb.'' dini argümanlar üzerinden
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve 61. Hükümeti'ni tehdit mahiyetinde olduğu,
Tartışmanın devam ettiği süreçte, şüphelilerce Dershane Yasa Tasarısı'nın hazırlanmasından
sorumlu tutulan Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin'in;
Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un başdanışmanı Furkan Torlak'ın
15.11.2013, 21.11.2013, 22.11.2013 tarihlerinde Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin ile
yapmış olduğu herhangi bir suç unsuru taşımayan, ''terör örgütüne üye olmak, terör örgütü adına
faaliyetlerde bulunmak'' suçları ile hiçbir ilgisi olmayan 10 (on) adet görüşmenin imhası gerekirken,
soruşturma kapsamında tutuklu şüpheliler T3487824 aidiyet numaralı İsa Ardıç ile T3400011
aidiyet numaralı İsmail Yalınız tarafından iletişim tespit tutanağı haline getirildiği tesbit
edilmiştir.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
Furkan Torlak
05332063...
18
GÖRÜŞME ID
TARİH
SAAT
SÜRE(sn)
Yusuf Tekin
181593….
(Milli
Eğitim
187086….
Bakanlığı
Müsteşarı)
187088….
15.12.2012
14.34
…………….
15.01.2013
18.16
15.01.2013
18.19
208904….
10.05.2013
16.16
209945….
16.05.2013
10.15
210199….
17.05.2013
12.51
243880….
15.11.2013
09.28
245174….
21.11.2013
16.47
245354….
22.11.2013
14.32
245388….
22.11.2013
16.38
Bu süreçte;
Şüpheli Ekrem Dumanlı'nın kullandığı kendi adına kayıtlı 053246..... numaralı telefonun HTS
verilerinin yapılan ilk incelemesinde;
Westchester, DC-United States (ABD) eyaletine kayıtlı 120228.... numaralı uluslararası telefon ile;
02.11.2013 günü saat 15:42'de 252 saniye,
15.11.2013 günü saat 21:22'de 346 saniye görüştüğü,
New Cingular Wireless Pcs, Llc - Dc (MOB) New York City, NY-United States (ABD) eyaletine
kayıtlı 13477535759 numaralı uluslararası telefon ile;
07.11.2013 günü saat 17:30'da 172 saniye,
11.11.2013 günü saat 18:53'te 283 saniye,
16.11.2013 günü saat 17:50'de 2 saniye,
16.11.2013 günü saat 17:57'de 234 saniye,
16.11.2013 günü saat 19:22'de 124 saniye,
18.11.2013 günü saat 20:51'de 306 saniye,
10.12.2013 günü saat 00:57'de 139 saniye,
13.12.2013 günü saat 21:55'te 5 saniye,
13.12.2013 günü saat 21:59'da 2 saniye,
20.12.2013 günü saat 19:08'de 9 saniye,
20.12.2013 günü saat 19:09'da 1 saniye,
20.12.2013 günü saat 19:15'te 233 saniye,
23.12.2013 günü saat 05:05'te (mesaj attı),
05.01.2014 günü saat 21:18'de 758 saniye,
09.01.2014 günü saat 18:45'te 210 saniye,
15.01.2014 günü saat 17:47'de 435 saniye,
17.01.2014 günü saat 22:15'te 399 saniye görüştüğü,
New York - United States (ABD) eyaletine kayıtlı 13473..... numaralı uluslararası telefon ile;
08.11.2013 günü saat 17:51'de 126 saniye,
16.11.2013 günü saat 17:51'de 2 saniye,
27.11.2013 günü saat 17:50'de 4 saniye,
28.11.2013 günü saat 18:57'de 2 saniye,
28.11.2013 günü saat 19:01'de 361 saniye,
19
10.12.2013 günü saat 01:00'de 123 saniye,
20.12.2013 günü saat 19:09'da 302 saniye görüştüğü,
Telcove Operations, Inc. - Tx (FIX) Bammel, TX-United States (ABD) eyaletine kayıtlı
18325520831 numaralı uluslararası telefon ile;
15.12.2013 günü saat 17:21'de 358 saniye görüştüğü,
Belgacom Mobile - Proximus (MOB) -Belgium (Belçika) ülkesine kayıtlı 324748..... numaralı
uluslararası telefon ile;
14.11.2013 günü saat 12:19'da 61 saniye,
19.11.2013 günü saat 09:50'de 58 saniye,
25.12.2013 günü saat 13:02'de (mesaj aldı),
25.12.2013 günü saat 18:04'te 36 saniye,
25.12.2013 günü saat 18:52'de (mesaj aldı),
27.12.2013 günü saat 19:58'de (2 mesaj aldı),
27.12.2013 günü saat 20:05'te (mesaj aldı),
27.12.2013 günü saat 21:51'de (mesaj aldı),
28.12.2013 günü saat 00:29'da (mesaj aldı),
28.12.2013 günü saat 13:13'te (mesaj aldı),
04.01.2014 günü saat 16:10'da (mesaj aldı),
08.01.2014 günü saat 13:17'de 356 saniye,
26.01.2014 günü saat 13:17'de 114 saniye,
26.01.2014 günü saat 23:28'de 173 saniye görüştüğü,
Vodafone Ltd (MOB) -United Kingdom (Birleşik Krallık-İngiltere) ülkesine kayıtlı 447786.....
numaralı uluslararası telefon ile;
16.11.2013 günü saat 09:59'da (mesaj attı) görüştüğü,
O2 (UK) Limited (MOB) -United Kingdom (Birleşik Krallık-İngiltere) ülkesine kayıtlı
447703764797 numaralı uluslararası telefon ile;
13.01.2014 günü saat 01:45'te (mesaj aldı) görüştüğü,
16.11.2013 günü saat 10:29'da (mesaj aldı) görüştüğü,
TT-Mobile (MOB) -Tajikistan (Tacikistan) ülkesine kayıtlı 9929175... numaralı uluslararası telefon
ile;
24.11.2013 günü saat 16:31'de 91 saniye görüştüğü,
Warid Telecomminication (MOB) -Pakistan ülkesine kayıtlı 923222.... numaralı uluslararası telefon
ile;
22.12.2013 günü saat 18:49'da 58 saniye görüştüğü,
du (MOB) -United Arab Emirates (Birleşik Arap Emirlikleri) ülkesine kayıtlı 971551... numaralı
uluslararası telefon ile;
02.01.2014 günü saat 12:50'de 4 saniye,
02.01.2014 günü saat 12:51'de 103 saniye,
02.01.2014 günü saat 17:44'te 69 saniye görüştüğü,
du (MOB) -United Arab Emirates (Birleşik Arap Emirlikleri) ülkesine kayıtlı 971551.... numaralı
20
uluslararası telefon ile;
03.01.2014 günü saat 17:40'ta (mesaj aldı) görüştüğü,
Etisalat (MOB) -United Arab Emirates (Birleşik Arap Emirlikleri) ülkesine kayıtlı 971503....
numaralı uluslararası telefon ile;
03.01.2014 günü saat 18:10'da 156 saniye,
03.01.2014 günü saat 19:34'te 69 saniye,
03.01.2014 günü saat 19:41'de 41 saniye,
04.01.2014 günü saat 15:50'de 273 saniye,
09.01.2014 günü saat 13:59'da 56 saniye,
09.01.2014 günü saat 16:26'da 19 saniye,
09.01.2014 günü saat 16:26'da 34 saniye görüştüğü,
Saudi Telecom Company (STC) (MOB) -Saudi Arabia (Suudi Arabistan) ülkesine kayıtlı
966532503519 numaralı uluslararası telefon ile;
12.01.2014 günü saat 18:09'da (mesaj aldı),
12.01.2014 günü saat 18:10'da (mesaj attı) görüştüğü tespit edilmiştir.
14 Kasım 2014 tarihli manşet, yazı ve haberlerden sonra sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturmasına gerekçesiz olarak dahil edilen müştekilerin konumuna bakıldığında;
Müşteki Mustafa Varank'ın;
Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti ve bağlantılarının ortaya
konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre edilebilmesi amacıyla şahıs tarafından
kullanıldığı değerlendirilen 905336... numaralı telefonun 20.11.2013 tarihinde iletişim takibinin
kayıt altına alındığı,
İstanbul (3) Nolu Hakimliğinin (TMK 10. Mad. İle Gör.) 22.11.2013 tarih ve Tek.Tak.No:
2013/10679 sayılı kararı ile ''Silahlı Terör örgütüne üye olmak ve örgüt adına eylem ve
faaliyetlerde bulunmak'' suçundan 053368... numaralı telefonun takibi için iletişim tespit kararı
alınmıştır.
Müştekinin kullanmakta olduğu telefon numaralarının dinlenmesi sonucu görüşme yaptığı
tespit edilen Altus Org.Tan. Oto Kiralama Hiz. - Akdeniz İnşaat ve Eğitim Hizmetleri A.Ş - TRT
Genel Müdürlüğü - Umde Müh.Müt.Tic.Ltd.Şti (Mustafa Demircan) - Önder Ofis Kırt. San. Tic.
Ali Şahin - İmamoğlu Tuhafiye İplik San (Mustafa İmamoğlu) - Naim Ata - Medet Nebi Yanık Sedat Varank - Kemal Gundogan - Mustafa Varank - Başbakanlık İdari Mali İşler D.Bşk. - İbrahim
Şahin - Başbakanlık İdari Mali İşler D.Bşk. - İmamoğlu Tuhafiye İplik San - Yahya Bostan - Kalyon
İnşaat San. ve Tic - Cevdet Erdöl - Mustafa Ataş - Aliağaoğlu Gıda İnş.San.ve Tic -Başbakanlık
İdari Mali İşler D.Bşk. - Ayşe Nazlı Öztarhan - Hayat Yapı İnşaat Turizm Teks- Başbakanlık İdari
Mali İşler D.Bşk. - Iras Yapı Organizasyon Ltd.Şti. - T.C. Ziraat Bankası A.Ş - Türkiye Vakıflar
Bankası Genel Müdürlüğü - Abdulkadir Kart - Adil Çalışkan - Engin Sigorta Aracılık Hiz. - Star
Medya Yayıncılık Anonim Şirketi - İsmail Cenk Dilberoğlu - Cemıl Senocak - Adalet ve Kalkınma
Partisi - Ebru Deniz Hopikoğlu Mng. Kargo - Tuba Ekiz - Pollmark Piyasa ve Kamuoyu Araş.Ltd.Şt
- ALTUS Org.Tan. Oto Kiralama Hiz. - Başbakanlık İdari Mali İşler D.Bşk. - Wall Şehir Dizaynı ve
Ticaret - Kahraman İnşaat Ticaret - Başbakanlık İdari Mali İşler D.Bşk. - Abdulkadir Emin Önen Muharrem Kasapoğlu - Kamuran Yücel - T.C. İçişleri Bakanlığı (Başbakanlık eski Müsteşarı ve
İçişleri Bakanı Efkan Ala)- Muhammet İhsan Karaman - T.C Maliye Bakanlığı (Maliye Bakanı
21
Mehmet Şimşek) -Başbakanlık İdari Mali İşler D.Bşk. - Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (Aile
Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam)- Dışişleri Bakanlığı- İbrahim Er Kavacık - Üsküdar
Belediye Başkanlığı - Mehmet Çebi- Başbakanlık İdari Mali İşler D. Bşk. - Osman Bulut - Emrah
Öztürk - Ziya İlgen - T.C. Başbakanlık Basın Yay. Enf. Gen. Müd.- Nagehan Alçı Kütahyalı - Feza
Gazetecilik A.Ş. - Sema Birlikbaş Aydın - Başbakanlık İdari Mali İşler D.Bşk. - İhsan Arabul
(Ahmet Mahmut Ünlü) - T.C Maliye Bakanlığı- Erkan Mıntas - İsmail Kaan - Ragıp Bingöl Zafer Cubukcu - Belma Güngör ile yaptığı görüşmelerin kayda alındığı, suç unsuru taşımayan
bu kayıtların bir kısmının yazılı hale getirildiği tespit edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank'ın;
2011/762 sayılı soruşturma kapsamında; çok sayıda bakan, milletvekili, siyasetçi, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin üst düzey görevli ve bürokratları, akademisyenler, gazeteci/yazarlar,
işadamları, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının başkan ve üyeleri hakkında sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü ile irtibatlarının tesbiti iddiasıyla ''silahlı terör örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve
faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla teknik takip (dinleme) kararları alındığı, bu kişilerin
kullandıkları resmi ve özel telefonların dinlendiği, soruşturma kapsamında bir çok kişi hakkında
fiziki takip kararları alındığı, bu kapsamda sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü'ne irtibatlı olup
olmadıklarının tespiti gerekçesiyle soruşturmaya dahil edildikleri tespit edilmiştir.
Bu bağlamda, 2011/762 sayılı soruşturmanın devam ettiği tarihlerde Başbakanlık görevini yürüten
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı Mustafa
Varank'ın kullandığı kendi adına kayıtlı 05336836... numaralı telefonu 22/11/2013 tarihinde
herhangi bir hukuki gerekçeye dayanmadan talep edilen ve alınan karar ile teknik takip altına
alınmış, herhangi bir suç unsuru taşımamasına rağmen, 18/12/2013 tarihine kadar bu telefon
üzerinden yapılan görüşmeler dinlenmiş ve kayıt altına alınarak depolanmıştır.
Soruşturma kapsamında, kullandığı telefon teknik takibe (dinlemeye) alınan Cumhurbaşkanlığı
(Başbakanlık) Başdanışmanı Mustafa Varank'ın görevinin mahiyeti gereği sürekli olarak Sayın
Cumhurbaşkanı'nın (Başbakan) yanında bulunan ve yüz yüze ya da telefonla görüşen kişilerden
olduğunun şüphelilerce de bilindiği halde hakkında;
Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak'ın 01.10.2013
tarihinde Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanı Mustafa Varank ile,
Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak'ın 10.09.2013
tarihinde gazeteci Mehmet Akif Ersoy ile,
Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak'ın 20.11.2013
tarihinde gazeteci Yahya Bostan ile yapmış olduğu, herhangi bir suç unsuru içermeyen sadece 1
(bir) tanesi Mustafa Varank'a ait 3 (üç) adet görüşme rapor haline getirilerek ve gerekçe gösterilerek
Mustafa Varank'ın kendi adına kayıtlı 05336836... numaralı telefonuyla ilgili, sözde ''Kudüs
Ordusu Terör Örgütü'' ile irtibatlı olup olmadığının tespiti ve bağlantılarının ortaya
konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre edilebilmesi'' amacıyla, ''Silahlı
terör örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak'' suçundan 22.11.2013
tarihinde teknik takip (dinleme) kararı talebinde bulunulmuştur.
Teknik takip (dinleme) karar talebine esas olmak üzere, talep raporunda belirtilen haliyle ''Mustafa
22
(T.C 19559747298) isimli şahsın Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının
tespiti ve bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre
edilebilmesi amacıyla şahıs tarafından kullanıldığı değerlendirilen 905336836... numaralı
telefonun iletişim takibinin kayıt altına alınması'' içerikli yukarıda belirtilen rapor 21.11.2013
(Şüpheli Ekrem Dumanlı'nın 21.11.2013 tarihli yazısı ile aynı tarihte) tarihinde ''T3413596''
aidiyet numaralı şüpheli M. Yasin Akyar tarafından tanzim edilmiştir.
Hakkında dinleme kararı alınması için rapor düzenlenen kişi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
başdanışmanıdır ve konumu ve görevi gereği özellikle Sayın Cumhurbaşkanı (Başbakan) başta
olmak üzere en üst düzey devlet yetkilileri ve bürokratlarıyla görüşme yapmasının kuvvetle
muhtemel olduğu açıktır. Bu durum müştekilerin ''terör örgütü üyesi'' sıfatıyla dinlenmesini talep
eden şüphelilerce de bilinmektedir. Mustafa Varank'ın sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile
irtibatının tespiti için gerekçe gösterilen görüşmeler Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan
Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak ile yaptığı görüşme, Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın
Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak'ın Mehmet Akif Ersoy ile yaptığı görüşme ve
Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak'ın gazeteci
Yahya Bostan yaptığı, Mustafa Varank'ın gıyabında yapılan görüşmelerdir. Dinleme talebi için
hazırlanan raporlarda belirtilen bu görüşmelerde Sayın Cumhurbaşkanı'nın (Başbakan) en yakınında
bulunan başdanışmanının terör ya da başka bir suç kapsamında dinlenmesini gerektirecek herhangi
bir suç unsuru yoktur. Dosya kapsamında müştekilerin sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile
bağlantısının olabileceğini yada bu isimde herhangi bir terör örgütü bulunduğunu gösterir herhangi
bir delil bulunamamıştır. Soruşturma dosyası hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Mustafa Varank'ın yukarıda belirtilen telefon
hattını teknik takip altına almak (dinlemek) ve müştekiyi sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturmasına hedef şahıs olarak şüpheli sıfatıyla dahil etmek için şüpheliler tarafından düzenlenen
ve içeriğinde herhangi bir suç unsuru bulunmayan (yasal anlamda herhangi birinin terör örgütü
kapsamında dinlenmesini gerektirecek mahiyette bilgi ihtiva etmeyen) rapor tanzim edilmiş ve bu
rapor dışında herhangi bir delil yada gerekçe de gösterilmemiştir.
Resmi görevi gereği Sayın Cumhurbaşkanı'nın (Başbakan) yakınında bulunan Mustafa Varank'ın
herhangi bir suç unsuru içermeyen ve hatta bazıları gıyabında yapılmış telefon görüşmelerini
gerekçe göstererek kullandığı telefon hakkında teknik takip (dinleme) kararı talep edilmesiyle ve
takip altına alınmasıyla, takiplerin gerçekleştiği tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı
görevini yürüten Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın ve diğer üst düzey devlet
yöneticilerinin görüşmelerinin de dinleneceği ve Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın
telefonunun dinlenmesi sonucu gerek Sayın Cumhurbaşkanı'nın (Başbakan) gerekse
başdanışmanının Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal ve uluslararası yararları bakımından
önemli olan ve gizli kalması gereken görüşmeler yapabilecekleri ve dinleme işlemi ile bu gizli
bilgilerin kayda alınacağı açıkça ortada olmasına rağmen, Mustafa Varank'ın kullandığı telefon
sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti iddiasıyla, ''silahlı terör
örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla teknik takip (dinleme)
altına alınmıştır.
23
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadıklarının tespiti amacıyla, ''Silahlı terör
örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla soruşturmaya şüpheli
sıfatıyla dahil edilen müştekilerden;
Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kullandığı kendi adına kayıtlı 05336836... numaralı
telefonu hakkında yapılan teknik takipler (dinleme) esnasında, görüşmelerin gerçekleştiği tarihlerde
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Sayın Cumhurbaşkanı'nın Başdanışmanı Mustafa Varank'ın
Sayın Cumhurbaşkanı (Başbakan) ve diğer üst düzey devlet görevlilleri ile yaptığı telefon
görüşmelerinin dinlenerek kayıt altına alındığı ve görüşmelere ait ses kayıtlarının, soruşturma
kapsamında hazırlanan ve İstanbul C. Başsavcılığı'na gönderilen harddiskler içerisine kopyalanarak
saklandığı, İstanbul 1 No'lu Hakimliği (TMK 10. Maddesi ile Görevli)'nin 11/02/2014 tarih ve
2014/146 Değişik İş no'lu kararına istinaden İstanbul C.Başsavcılığı'ndan incelenmek üzere teslim
alınan harddisklerin incelenmesi sırasında anlaşılmıştır.
Cumhurbaşkanı (Başbakan) Başdanışmanı Mustafa Varank'ın herhangi bir suç unsuru içermeyen,
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Makamı'nın 26.01.2015 tarihli cevabi yazısına göre
''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal/uluslararası yararları bakımından gizli kalması gereken''
nitelikteki görüşmelerinden bazılarının iletişim tespit tutanağı haline getirilerek örgütsel bağlantı
kurulmaya ve müştekinin terörle ilişkilendirilmeye çalışıldığı anlaşılmıştır.
Harddisklerde yapılan incelemeler neticesinde, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın
(Başbakan), Başdanışman ve Özel Kalem Müdürü'nün ''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin
ulusal/uluslararası yararları bakımından gizli kalması gerektiği'' değerlendirilen görüşmeleri tespit
edilmiş ve bu görüşmelerle ilgili olarak C. Başsavcılığımız tarafından Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı Makamı'na görüş sorulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Makamı'nın 26.01.2015 tarihli cevabi yazısına göre, Sayın
Cumhurbaşkanı'nın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğu dönemde kendilerinin, Özel Kalem
Müdürü Hasan Doğan'ın, Başdanışmanı Mustafa Varank'ın söz konusu görüşmelerinin ''Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle
gizli kalması gereken bilgiler kapsamında olduğu'' bildirilmekle, bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı (Başbakan) Başdanışmanı Mustafa Varank'ın dinlenerek kayda alınan ve iletişim
tespit tutanağı haline getirilerek müştekinin sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı
gösterilmeye çalışıldığı tespit edilen görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır:
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID
TARİH
SAAT
SÜRE(sn)
05326886...
Yahya Bostan
05336836...
Mustafa Varank
(Başbakan
Başdanışmanı)
245774….
24.11.2013
16:00
182
246429….
27.11.2013
17:09
38
246492….
27.11.2013
21:47
46
246563….
28.11.2013
11:31
284
24
05332063...
Furkan Torlak
05057649...
Nasuhi GÜNGÖR
246594….
28.11.2013
13:47
100
247383….
02.12.2013
11:23
210
231073….
10.09.2013
16:56
39
234858….
01.10.2013
18:25
135
247311….
01.12.2013
21:25
83
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın yaptığı kayıt
altına alınan ve İletişim Tespit Tutanağı haline getirilen görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 2457748130 ID numaralı görüşmede Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kendi adına
kayıtlı 05336836... numaralı telefonundan, Yahya Bostan adına kayıtlı 05326886.... numaralı
telefonu kullanan gazeteci yazar Yahya Bostan ile görüştüğü anlaşılmış, Mustafa Varank'ın herhangi
bir suç içermeyen bu görüşmesinin iletişim tespiti tutanağı haline getirilerek sözde Kudüs Ordusu
Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı 27.11.2013 tarihli iletişim tespit tutanağının
düzenlendiği tesbit edilmiştir.
2) 2464292415 ID numaralı görüşmede Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kendi adına
kayıtlı 05336836... numaralı telefonundan, Yahya Bostan adına kayıtlı 05326886.... numaralı
telefonu kullanan gazeteci yazar Yahya Bostan ile görüştüğü anlaşılmış, Mustafa Varank'ın herhangi
bir suç içermeyen bu görüşmesinin iletişim tespiti tutanağı haline getirilerek sözde Kudüs Ordusu
Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı 29.11.2013 tarihli iletişim tespit tutanağının
düzenlendiği tesbit edilmiştir.
3) 2464924101 ID numaralı görüşmede Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kendi adına
kayıtlı 05336836... numaralı telefonundan, Yahya Bostan adına kayıtlı 05326886.... numaralı
telefonu kullanan gazeteci/yazar Yahya Bostan ile görüştüğü anlaşılmış, Mustafa Varank'ın herhangi
bir suç içermeyen bu görüşmesinin iletişim tespiti tutanağı haline getirilerek sözde Kudüs Ordusu
Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı 29.11.2013 tarihli iletişim tespit tutanağının
düzenlendiği tesbit edilmiştir.
4) 2465633191 ID numaralı görüşmede Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kendi adına
kayıtlı 05336836... numaralı telefonundan, Yahya Bostan adına kayıtlı 05326886.... numaralı
telefonu kullanan gazeteci yazar Yahya Bostan ile görüştüğü anlaşılmış, Mustafa Varank'ın herhangi
bir suç içermeyen bu görüşmesinin iletişim tespiti tutanağı haline getirilerek sözde Kudüs Ordusu
Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı 01.12.2013 tarihli iletişim tespit tutanağının
düzenlendiği tesbit edilmiştir.
5) 2465940695 ID numaralı görüşmede Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kendi adına
kayıtlı 05336836... numaralı telefonundan, Yahya Bostan adına kayıtlı 05326886.... numaralı
telefonu kullanan gazeteci yazar Yahya Bostan ile görüştüğü anlaşılmış, Mustafa Varank'ın herhangi
25
bir suç içermeyen bu görüşmesinin iletişim tespiti tutanağı haline getirilerek sözde Kudüs Ordusu
Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı 01.12.2013 tarihli iletişim tespit tutanağının
düzenlendiği tesbit edilmiştir.
6) 2473839780 ID numaralı görüşmede Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kendi adına
kayıtlı 05336836... numaralı telefonundan, Yahya Bostan adına kayıtlı 05326886.... numaralı
telefonu kullanan gazeteci yazar Yahya Bostan ile görüştüğü anlaşılmış, Mustafa Varank'ın
herhangi bir suç içermeyen bu görüşmesinin iletişim tespiti tutanağı haline getirilerek sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı 05.12.2013 tarihli iletişim tespit tutanağının
düzenlendiği tesbit edilmiştir.
7) 2310736542 ID numaralı görüşmede Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kendi adına
kayıtlı 05336836... numaralı telefonundan, Naim Ata adına kayıtlı 05332063... numaralı telefonu
kullanan Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak ile
görüştüğü anlaşılmış, Mustafa Varank'ın herhangi bir suç içermeyen bu görüşmesinin iletişim tespiti
tutanağı haline getirilerek sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı
28.10.2013 tarihli iletişim tespit tutanağının düzenlendiği tesbit edilmiştir.
8) 2348587948 ID numaralı görüşmede Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kendi adına
kayıtlı 05336836... numaralı telefonundan, Naim Ata adına kayıtlı 05332063... numaralı telefonu
kullanan Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak ile
görüştüğü anlaşılmış, Mustafa Varank'ın herhangi bir suç içermeyen bu görüşmesinin iletişim tespiti
tutanağı haline getirilerek sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı
16.12.2013 tarihli iletişim tespit tutanağının düzenlendiği tespit edilmiştir.
9) 2473116597 ID numaralı görüşmede Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın kendi adına
kayıtlı 05336836... numaralı telefonundan, Belma Güngör adına kayıtlı 05057649... numaralı
telefonu kullanan TRT Haber ve Spor Dairesi Başkanı Nasuhi Güngör ile görüştüğü anlaşılmış,
Mustafa Varank'ın herhangi bir suç içermeyen bu görüşmesinin iletişim tespiti tutanağı haline
getirilerek sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı 05.12.2013 tarihli
iletişim tespit tutanağının düzenlendiği tesbit edilmiştir.
Harddisklerde yapılan incelemeler neticesinde, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın
(Başbakan), Başdanışman ve Özel Kalem Müdürü'nün ''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin
ulusal/uluslararası yararları bakımından gizli kalması gerektiği'' değerlendirilen görüşmeleri tespit
edilmiş ve bu görüşmelerle ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Makamı'na görüş sorulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Makamı'nın 26.01.2015 tarihli cevabi yazısına göre, Sayın
Cumhurbaşkanı'nın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğu dönemde kendilerinin, Özel Kalem
Müdürü Hasan Doğan'ın, Başdanışmanı Mustafa Varank'ın söz konusu görüşmelerinin ''Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle
gizli kalması gereken bilgiler kapsamında olduğu'' bildirilmiş, bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı (Başbakan) Başdanışmanı Mustafa Varank'ın dinlenerek kayda alındığı tespit edilen
26
görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır:
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
05324282...
0533.. Mustafa Varank Efkan Ala
(İçişleri Bakanı)
GÖRÜŞME ID
TARİH
SAAT
SÜRE (sn)
245580....
23.11.2013
15:39
75
245580....
23.11.2013
15:41
26
2463681...
27.11.2013
13:09
66
2463686...
27.11.2013
13:11
27
246543....
28.11.2013
09:47
113
246544....
28.11.2013
09:52
120
247187....
01.12.2013
10:26
52
247218....
01.12.2013
13:43
50
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti İçişleri Bakanı (Başbakanlık Müsteşarı) Sayın Efkan Ala ile yaptığı kayıt
altına alınan ve İletişim Tespit Tutanağı haline getirilen görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 245580.. ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05324282... numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala ile görüştüğü anlaşılmıştır.
2) 245580.. ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05324282.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala ile görüştüğü anlaşılmıştır.
3) 2463681... ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05324282.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala ile görüştüğü anlaşılmıştır.
4) 2463686.. ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05324282.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala ile görüştüğü anlaşılmıştır.
5) 246543... ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05324282.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan
27
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala ile görüştüğü anlaşılmıştır.
6) 246544... ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05324282...numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala ile görüştüğü anlaşılmıştır.
7) 247187....ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05324282.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala ile görüştüğü anlaşılmıştır.
8) 247218... ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05324282.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID
05336836...
Mustafa Varank
05302019...
Fatma Şahin
245607....
(Aile
ve
Sosyal
Politikalar Bakanı)
SÜRE
(sn)
TARİH
SAAT
23.11.2013
17:37 26
Tabloda belirtilen tarih ve saatte Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin ile yaptığı kayıt altına
alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
245607... ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adına
kayıtlı 05302019... numaralı telefondan o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanı olan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Fatma Şahin ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID TARİH
05336836...
Mustafa Varank
05307771...
Mehmet Şimşek
(Maliye Bakanı)
245583.....
SAAT SÜRE (sn)
23.11.2013 15:52
39
Tabloda belirtilen tarih ve saatte Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek ile yaptığı kayıt altına alınan
28
görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
245583... ID numaralı görüşmede Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836.. numaralı telefonu
kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanlığı
adına kayıtlı 05307771.. numaralı resmi telefondan Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanı Sayın
Mehmet Şimşek ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
05302019...
5336836...
Kemal
ÖztürkMustafa Varank
(Anadolu
Ajansı
Adına Kayıtlı Resmi5323284...
Telefon)
Mustafa Varank
GÖRÜŞME ID
TARİH
SAAT
SÜRE (sn)
151755....
25.05.2012
15:11
300
155839....
22.06.2012
20:10
152
Tabloda belirtilen tarih ve saatte Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, Anadolu Ajansı
Genel Müdürü Kemal Öztürk ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 151755... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836... numaralı telefonu kullanan o tarihte Başbakanlık
Başdanışmanı olan şu anki Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Sayın Mustafa Varank ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
2) 155839... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
05323284.. numaralı telefonu kullanan o tarihte Başbakanlık Başdanışmanı olan Cumhurbaşkanlığı
Başdanışmanı Sayın Mustafa Varank ile görüştüğü anlaşılmıştır.
Müşteki Mustafa Varank'ın C.Başsavcılığımızca alınan 17.11.2014 tarihli ifadesinde özetle;
''1999 yılında ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden mezun olduğunu, Amerika'ya gittiğini, Indiana
Üniversitesine mastır yaptığını, üniversitede çalışmaya başladığını, 2005 yılında Türkiye'ye
döndüğünü, şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı olan Sayın Başbakan'ın yanında
danışman olarak görev yapmaya başladığını, Sayın Başbakan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden
sonra Eylül 2014 tarihi itibariyle Cumhurbaşkanığı Başdanışmanı görevine getirildiğini, şuanda bu
görevi yürüttüğünü, görevi gereği sürekli kamuoyu ve basının önünde olduğunu, herhangi bir suçla
yada terörle ilişkisin olmasının söz konusu bile olmayacağını, görevinin son derece hassas ve devlet
yönetiminde kritik öneme haiz olduğunu, 2014 yılı başlarında bazı gazetelerde telefonunun terör
örgütü kapsamında dinlendiğine dair haberler çıktığını, bu şekilde konuya vakıf olduğunu,
kendisinin bir suçla hele hele terörle ilişkisinin olamayacağının aşikar olduğunu, buna rağmen
dosyaya katılarak terör örgütü üyesi sıfatıyla telefonunun dinlenme sebebinin, bu telefonla
görüşme yaptığı üst düzey (bakan, Başbakan Yardımcısı, Milletvekili, Belediye Başkanı,
Bürokrat, Yabancı Devlet Ricali ve Misyon şefleri) devlet yetkilileri ve özellikle görev
itibariyle kendilerine çok yakın bir konumda olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti
29
Cumhurbaşkanı olan soruşturmaya dahil edildiği tarihte Türkiye Cumhuriyeti Devleti
Başbakanı olan Sayın Cumhurbaşkanı hakkında bilgi edinmek, yaptığı ulusal/uluslar arası
görüşmelere vakıf olmak olduğunu, gazete ve televizyonlarda çıkan haberlerden de öğrendiği
kadarıyla bu amaca ulaştıklarını, hatırladığı kadarıyla sayın Cumhurbaşkanı'nın Somali
Devlet Başkanı, Filistin Devlet Başkanı, Filistin Başbakanı ve daha başka kişilerle ve devlet
yetkilileriyle yaptığı görüşmeleri içerikleriyle beraber maalesef öğrendiklerini, bunun son
derece vahim bir durum olduğunu, ikisi gıyabında yapılan biri de Furkan Torlak'la herhangi bir suç
unsuru taşımayan telefon görüşmesi gerekçe gösterilerek Kudüs Ordusu Terör Örgütüyle irtibatlı
olup olmadığının tespiti ve bağlantısının ortaya çıkarılabilmesi için ''silahlı terör örgütüne üye
olmak ve örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak'' suçundan dinlenmesine karar verilen cep
telefonunun kendi üzerine kayıtlı olduğunu, telefonun dinlendiği 22.11.2013 - 02.12.2013 tarihleri
arasında bu telefondan hatırladığı kadarıyla çok üst düzey devlet yetkilileriyle görüşme
yaptığını, ayrıca Başbakanlığı dönemi itibariyle sürekli görevi gereği yanında bulunması
hasebiyle bu telefondan çok sayıda ulusal ve uluslararası görüşme gerçekleştirildiğini, bu
görüşmeler arasında o tarih itibariyle Başbakanlık Müsteşarlığı görevini yürüten ve şu anda İçişleri
Bakanı olan Efkan Ala ile o dönem ve şu anda Maliye Bakanlığı görevini yürüten Sayın Mehmet
Şimşek, o dönemde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını yürüten şu anda Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanı olan Sayın Fatma Şahin ile müteaddit defalar görüştüğünü, bu görüşmelerin
devlet yetkilileriyle devlet meseleleri konusunda yaptığı görüşmeler olduğunu,
Cumhurbaşkanı'nın da bu telefonu kullandığını, Başbakanlık Başdanışmanı sıfatı nedeniyle
bu telefonun terör örgütü üyeliği kapsamında dinlemeye alınmasının amacın devlet
yetkililerini dinleyip kaydetmek olduğunu, buna sebebiyet veren tüm sorumlular hakkında hem
şahsı hem de resmi görevi nedeniyle şikayetçi ve davacı olduğunu'' beyan etmiştir.
Sefer Turan'ın;
Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti ve bağlantılarının ortaya
konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre edilebilmesi amacıyla şahıs tarafından
kullanıldığı değerlendirilen 905304145363, 905322714068 numaralı telefonların iletişim takibinin
kayıt altına alınmasının talep edildiği,
İstanbul (3) Nolu Hakimliğinin (TMK 10. Mad. İle Gör.) 22.11.2013 tarih ve Tek.Tak.No:
2013/10679 sayılı kararı ile ''Silahlı Terör örgütüne üye olmak ve örgüt adına eylem ve
faaliyetlerde bulunmak'' suçundan 05304145363 - 05322714068 numaralı telefonun takibi için
iletişimin tespiti kararı alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Müşteki Sefer Turan'ın;
2011/762 sayılı soruşturmanın devam ettiği tarihlerde Başbakanlık görevini yürüten Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanı Sefer Turan'ın
kullandığı Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05304145... numaralı resmi
telefonu ile kendi adına kayıtlı 05322714... numaralı telefonu 22/11/2013 tarihinde herhangi bir
hukuki gerekçeye dayanmadan talep edilen ve alınan karar ile teknik takip altına alınmış, herhangi
bir suç unsuru taşımamasına rağmen 18/12/2013 tarihine kadar bu telefonlar üzerinden yapılan
görüşmeler dinlenmiş ve kayıt altına alınarak depolanmıştır.
30
Soruşturma kapsamında, kullandığı resmi/özel telefonlar teknik takibe (dinlemeye) alınan
Cumhurbaşkanlığı (Başbakanlık) Başdanışmanı Sefer Turan'ın resmi görevi gereği sürekli olarak
Sayın Cumhurbaşkanı'nın (Başbakan) yanında bulunan ve yüzyüze yada telefonla görüşen
kişilerden olduğunun şüphelilerce de bilindiği halde,
Cumhurbaşkanlığı (Başbakanlık) Başdanışmanı Sefer Turan hakkında;
Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak'ın, 30.07.2013
tarihinde gazeteci Yahya Bostan ile,
Mazlumder yöneticisi Üzeyir Yiğit'in 14.09.2012 tarihinde Ersan isimli kişi ile,
TRT çalışanı Kamil Kayalı'nın 14.11.2013 tarihinde 05304145... numaralı telefonu kullanan Sefer
Turan ile yapmış olduğu, herhangi bir suç unsuru içermeyen sadece 1 (bir) tanesi Sefer Turan'a ait 3
(üç) adet görüşme rapor haline getirilerek ve gerekçe gösterilerek Sefer Turan'ın Başbakanlık İdari
Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05304145... ve kendi adına kayıtlı 05322714... numaralı
telefonlarıyla ilgili, sözde ''Kudüs Ordusu Terör Örgütü'' ile irtibatlı olup olmadığının tespiti
ve bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre
edilebilmesi'' amacıyla, ''Silahlı terör örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyetlerde
bulunmak'' suçundan 22.11.2013 (Mustafa Varank'la eş zamanlı olarak) tarihinde teknik takip
karar talebinde bulunulmuştur.
Teknik takip (dinleme) karar talebine esas olmak üzere, talep raporunda belirtilen haliyle ''Sefer
(T.C. 46804636...) isimli şahsın Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının
tespiti ve bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre
edilebilmesi amacıyla şahıs tarafından kullanıldığı değerlendirilen 905304145.., 905322714..
numaralı telefonların iletişim takibinin kayıt altına alınması'' içerikli yukarıda belirtilen rapor
21.11.2013 tarihinde ''T3413596'' aidiyet numaralı şüpheli M. Yasin Akyar tarafından tanzim
edilmiştir.
Hakkında dinleme kararı alınması için rapor düzenlenen kişi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
Başdanışmanıdır. Konumu gereği özellikle Sayın Cumhurbaşkanı (Başbakan) başta olmak üzere üst
düzey devlet yetkilileri ve bürokratlarıyla görüşme yapmasının kuvvetle muhtemel olduğu açıktır.
Bu durum müştekilerin ''terör örgütü üyesi'' sıfatıyla dinlenmesini talep eden şüphelilerce de
bilinmektedir. Sefer Turan'ın sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatının tespiti için gerekçe
gösterilen görüşmeler Kamil Kayalı ile yaptığı görüşme, Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın
Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak'ın Yahya Bostan ile yaptığı görüşme ve Üzeyir
Yiğit'in Ersan isimli kişi ile yaptığı Sefer Turan'ın gıyabında yapılan görüşmelerdir. Dinleme
talebi için hazırlanan raporlarda belirtilen bu görüşmelerde Sayın Cumhurbaşkanı'nın (Başbakan) en
yakınında bulunan başdanışmanının terör ya da başka bir suç kapsamında dinlenmesini gerektirecek
herhangi bir suç unsuru yoktur. Dosya kapsamında müştekilerin sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
ile bağlantısının olabileceğini yada bu isimde herhangi bir terör örgütü bulunduğunu gösterir
herhangi bir delil bulunamamış, soruşturma dosyası hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımız
tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Sefer Turan'ın yukarıda belirtilen
telefon hattını teknik takip altına almak (dinlemek) ve müştekiyi sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturmasına hedef şahıs olarak şüpheli sıfatıyla dahil etmek için şüpheliler tarafından düzenlenen
31
ve içeriğinde herhangi bir suç unsuru bulunmayan (yasal anlamda herhangi birinin terör örgütü
kapsamında dinlenmesini gerektirecek mahiyette bilgi ihtiva etmeyen) rapor tanzim edilmiş, bu
rapor dışında herhangi bir delil yada gerekçe gösterilmemiştir.
Resmi görevi gereği Sayın Cumhurbaşkanı'nın (Başbakan) yakınında bulunan Sefer Turan'ın
herhangi bir suç unsuru içermeyen telefon görüşmelerini gerekçe göstererek kullandığı resmi ve
özel telefonlar hakkında teknik takip (dinleme) kararı talep edilmesiyle ve takip altına alınmasıyla,
takiplerin gerçekleştiği tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini yürüten
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın ve diğer üst düzey devlet yöneticilerinin
görüşmelerinin de dinleneceği ve Başbakanlık Başdanışmanı Sefer Turan'ın telefonunun dinlenmesi
sonucu gerek Sayın Cumhurbaşkanı'nın (Başbakan) gerekse başdanışmanının Türkiye Cumhuriyeti
devletinin ulusal/uluslararası yararları bakımından gizli kalması gereken görüşmeler yapabilecekleri
ve dinleme işlemi ile bu gizli bilgilerin kayda alınacağı açıkça ortada olmasına rağmen, Sefer
Turan'ın kullandığı telefonlar (bir tanesi Başbakanlık İdari ve Mali İşler Başkanlığı adına kayıtlı
resmi telefon olmak üzere) sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti
iddiasıyla, ''silahlı terör örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak''
suçlamasıyla teknik takip (dinleme) altına alınmıştır.
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadıklarının tespiti amacıyla, ''Silahlı terör
örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla soruşturmaya şüpheli
sıfatıyla dahil edilen müştekilerden;
Başbakanlık Başdanışmanı Sefer Turan'ın kullandığı Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı
adına kayıtlı 053041... numaralı resmi telefonu hakkında yapılan teknik takipler (dinleme)
esnasında, görüşmelerin gerçekleştiği tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Sayın
Cumhurbaşkanı'nın başdanışmanı Sefer Turan'ın, Sayın Cumhurbaşkanı (Başbakan) ve diğer devlet
görevlileri ile yaptığı telefon görüşmelerinin dinlenerek kayıt altına alındığı ve bu görüşmelere ait
ses kayıtlarının, soruşturma kapsamında hazırlanan ve C.Başsavcılığımıza gönderilen harddiskler
içerisine kopyalanarak saklandığı, İstanbul 1 numaralı TMK Hakimliği'nin 11/02/2014 tarih ve
2014/146 Değişik İş numaralı kararına istinaden İstanbul C.Başsavcılığı'ndan incelenmek üzere
teslim alınan harddisklerin incelenmesi sırasında anlaşılmıştır.
Harddisklerde yapılan incelemeler neticesinde, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın
(Başbakan), Başdanışman ve Özel Kalem Müdürü'nün ''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin
ulusal/uluslararası yararları bakımından gizli kalması gerektiği'' değerlendirilen görüşmeleri tespit
edilmiş ve bu görüşmelerle ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Makamı'ndan görüşleri arz edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı Makamı'nın 26.01.2015 tarihli cevabi yazısına göre, Sayın Cumhurbaşkanı'nın
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğu dönemde kendilerinin, Özel Kalem Müdürü Hasan
Doğan'ın, Başdanışmanı Mustafa Varank ve Sefer Turan'ın söz konusu görüşmelerinin ''Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle
gizli kalması gereken bilgiler kapsamında olduğu'' bildirilmiş, bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı (Başbakan) Başdanışmanı Sefer Turan'ın dinlenerek kayda alındığı tespit edilen
görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır:
32
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
05304145...
05331678...
Sefer Turan
Recep
Erdoğan
GÖRÜŞME ID TARİH
SAAT SÜRE(sn)
Tayyip
(Başbakanlık İdari Mali
İşler
Daire
Başkanlığı(Türkiye
Adına
Kayıtlı
ResmiCumhuriyeti
Telefon)
Cumhurbaşkanı)
248222....
06.12.2013 00:11 98
Tabloda belirtilen tarih ve saatte Başbakanlık Başdanışmanı Sefer Turan'ın, görüşmenin
gerçekleştiği tarihte Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini yürüten Cumhurbaşkanı Sayın
Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
248222.. ID numaralı görüşmede Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı'na kayıtlı
05304145.. numaralı telefonu kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Sefer Turan'ın, oğlu
Necmeddin Bilal Erdoğan adına kayıtlı 053316.. numaralı telefondan Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanlığı görevini yürüten Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID TARİH
05304145...
Sefer Turan
03122586...
(Başbakanlık İdari MaliMehdi Eker
247747.....
İşler Daire Başkanlığı(Gıda, Tarım ve
Adına Kayıtlı ResmiHayvancılık Bakanı)
Telefon)
SAAT SÜRE (sn)
03.12.2013 20:59 167
Tabloda belirtilen tarih ve saatte Başbakanlık Başdanışmanı Sefer Turan'ın Türkiye Cumhuriyeti
Devleti Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehdi Eker ile yaptığı kayıt altına alınan
görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
247747.... ID numaralı görüşmede Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı'na kayıtlı 05304..
numaralı resmi telefonu kullanan Başbakanlık Başdanışmanı Sefer Turan'ın, Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı adına kayıtlı 031225.. numaralı telefondan Türkiye Cumhuriyeti Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehdi Eker ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
33
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID TARİH
SAAT SÜRE (sn)
05304145...
05323134...
244374....
Sefer Turan
Durmuş Ali Sarıkaya
(Başbakanlık İdari
(Başbakanlık İdari Mali
Mali
İşler Daire
İşler Daire Başkanlığı
Başkanlığı
Adına
247623....
Adına Kayıtlı Resmi
Kayıtlı
Resmi
Telefon)
Telefon)
17.11.2013
19:02
85
03.12.2013
12:40
1
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Dışişleri Bakanı Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın,
Başbakanlık başdanışmanı Sefer Turan ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri aşağıya
çıkartılmıştır.
1) 244374.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05304145... numaralı
resmi telefon ile o tarihte Başbakanlık Müşavirliği görevini yürüten şu anda Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı başdanışmanlığı görevini yürüten Sefer Turan ile görüştüğü anlaşılmıştır.
2) 247623.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık'ın takibindeki uluslararası
bir projeye ilişkin bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı
adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi telefonundan Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05304145... numaralı resmi telefon ile o tarihte Başbakanlık Müşavirliği
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı başdanışmanlığı görevini yürüten Sefer
Turan ile görüştüğü anlaşılmıştır.
Müşteki Sefer Turan'ın, C.Başsavcılığımızca alınan 01.09.2014 tarihli ifadesinde özetle;
''Hangi gerekçe ile C.Başsavcılığı tarafından yürütülen Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü isimli
örgüte dahil edildiğini bilemediğini, bu isimde bir örgüt olduğunu daha doğrusu böyle bir örgüt
hakkında soruşturma yapıldığını 7-8 ay kadar önce kendinin de dahil olduğu bir takım kişilerin
telefonlarının dinlendiğine ilişkin gazete ve televizyon yayınlarından öğrendiğini, böyle bir örgütün
olduğuna inanmadığını, zaten şüphelilerin herhangi bir örgütsel faaliyeti söz konusu olmadığına
ilişkin takipsizlik kararı verildiğini, soruşturmaya dahil edilme gerekçesi olarak görüşme
içeriklerinde herhangi bir suç unsuru olmadığı gibi hiçbir terör örgütüyle ilişkisinin olduğuna dair
hiçbir delil olmadığını, buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Başdanışmanı
sıfatı göz önünde bulundurulduğunda ilgili telefonlarının dinlemeye alınmasının başka amaç
taşımakta olduğunu, 0530414… numaralı telefonun Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanlığı'nın resmi telefonu
olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanlığı adına kayıtlı bu telefonla başta sayın
Başbakan (Cumhurbaşkanı) olmak üzere diğer devlet erkanı ile görüşmeler yaptığını, ayrıca
Sayın Başbakan'ın (Cumhurbaşkanı) özellikle Arapça konuşan liderlerle bu telefon üzerinden
yaptığı görüşmelerle çevirmenlik yaptığını, zira bu telefon devletin resmi telefonu olduğunu, hatta
34
Sayın Başbakan'ın (Cumhurbaşkanı) bu telefon üzerinden yabancı devlet adamlarıyla görüşme
yaptığını, kendisinin devlet yönetimindeki konumu göz önünde bulundurulduğunda hakkında isnat
edilen suçlamaya yönelik hiçbir delil olmaması yanında kullanmakta olduğu telefonun bu niteliğini
de araştırılması gerektiğini, ayrıca sayın Başbakan'ın (Cumhurbaşkanı) bu telefon üzerinden
görüşme yaptığının bilindiğini, zira Sayın Başbakan'ın (Cumhurbaşkanı) danışmanlarıyla telefonda
görüşmesinin veya danışmanlarının telefonunu kullanmasının son derece normal ve bilenen bir
durum olduğunu, hakkında telefon dinleme kararı verildiği tarihten itibaren Başbakanlık İdari Mali
İşler adına kayıtlı telefondan basına da yansıdığı kadarıyla Sayın Başbakan'ın (Cumhurbaşkanı)
Filistin Devlet Başkanı Sayın Mahmut Abbas, Gazze'deki Hükümetin Başbakanı Sayın İsmail
Haniye, Somali Cumhurbaşkanı Sayın Hasan Şeyh Mahmut ile görüştüğünü, bunun dışında
kayıtlardan da anlaşılacağı üzere muhtemelen başka görüşmelerinin de olduğunu, bu telefon
üzerinden devlet yönetimindeki üst düzey yetkililerle yaptığı devletin ulusal ve uluslar arası
yararları bakımından stratejik öneme haiz mahrem bilgileri içeren bir kısım görüşmelerin
kaydedildiğini basın yoluyla öğrendiğini, bu kapsamda bu telefondan Enerji ve Tabi Kaynaklar
Bakanı Sayın Taner yıldız, Gıda ve Tarım Bakanı Sayın Mehdi Eker, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
Somali Büyükelçisi Kani Torun ile de görüşmesinin ortaya çıktığını, devletin kendisine tahsis ettiği
05334076… numaralı kriptolu telefonun da dinlendiğini bir takım medya yayınlarından
öğrendiğini, bu konunun da araştırılmasını istediğini, kriptolu telefondan devlet erkanıyla kritik
görüşmeler yapıldığını, hayatı boyuncu iki derneğin dışında hiçbir örgütlü yapıyla ilişkisinin
olmadığını, hal böyle iken dosyadan açıkça belli olduğu üzere hakkında hiçbir delil olmadığı halde
terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle karar alınmasının ve bu karar doğrultusunda telefonlarının
dinlenmesinde toplum nezdinde suçlu duruma düşürülerek geniş kitleler önünde halkın husumetine
maruz bırakıldığını, bundan dolayı telafisi imkansız zararlar oluştuğunu, manevi olarak çok ciddi
sıkıntı ve ızdıraplar yaşadığını, bu nedenle bu duruma sebebiyet verenlerin tamamından ayrı ayrı
şikayetçi ve davacı olduğunu'' beyan ettiği anlaşılmıştır.
Başbakanlık Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın;
Kudüs
Ordusu
Terör
Örgütü
ile
irtibatlı
olup
olmadığının
tespiti
ve
bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre
edilebilmesi amacıyla şahıs tarafından kullanıldığı değerlendirilen 9053231...
numaralı telefonun iletişiminin kayıt altına alınmasının talep edildiği,
İstanbul (2) Nolu Hakimliğinin (TMK 10. Mad. İle Gör.) 15.11.2013 tarih ve Tek.Tak.No:
2013/9675 sayılı kararı ile ''Silahlı Terör örgütüne üye olmak ve örgüt adına eylem ve
faaliyetlerde bulunmak'' suçundan 053231.. numaralı telefonun takibi için iletişimin tespiti
kararı alınmıştır.
Şüphelinin kullanmakta olduğu telefon numaralarının dinlenmesi sonucu görüşme yaptığı
tespit edilen X Şahıs, Recai Ocak ve Feramuz Üstün ile yaptığı görüşmelerin kayda alındığı, suç
unsuru taşımayan bu kayıtların yazılı hale getirildiği tespit edilmiştir.
Ali Sarıkaya'nın;
35
2011/762 sayılı soruşturmanın yürütüldüğü tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın kullandığı Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı
adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi telefonu 15/11/2013 (14 Kasım 2015 tarihli Zaman
Gazetesi'nde ''Eğitime Darbe'' manşetinin atılmasından 1 gün sonra) tarihinde açık kimliği
belirtilmeksizin yalnızca ''Ali isimli şahıs'' şeklinde talep edilen ve alınan karar ile teknik takip
(dinlemeye) altına alınmış ve bu telefon üzerinden yapılan görüşmeler 18/12/2013 tarihine kadar
kayıt altına alınarak depolanmıştır.
Soruşturma kapsamında kullandığı telefon teknik takibe (dinlemeye) alınan Durmuş Ali Sarıkaya
görevinin mahiyeti gereği Başbakan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun sürekli yanında bulunan,
danışmanlığını yapan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal/uluslararası yararları bakımından
gizli kalması gereken nitelikte görüşme yapması kuvvetle muhtemel kişilerden olduğu, bulunduğu
konum itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Başbakan Prof. Dr.
Sayın Ahmet Davutoğlu ve devlet kademesindeki diğer üst düzey yöneticilerle görüşme
yapabileceği kuvvetle muhtemel iken, Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı'na kayıtlı resmi telefonunun abone bilgileri belirtilmeden ve açık kimliği yazılmadan
(gizlenerek) hakkında teknik takip kararı talep edildiği ve alındığı anlaşılmıştır.
Durmuş Ali Sarıkaya hakkında;
Adalet ve Kalkınma Partisi 23. Dönem Ankara Milletvekili Faruk Koca'nın 18.03.2013 tarihinde
Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi telefonu
kullanan Dışişleri Bakanı Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya ile,
İHH Başkanı Bülent Yıldırım'ın 16.08.2013 tarihinde Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı
adına kayıtlı 05323180... numaralı resmi telefonu kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
Başdanışmanı Prof. Dr. Yalçın Akdoğan ile,
Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri Adnan Boynukara'nın 24.10.2013 tarihinde 05322636...
numaralı telefonu kullanan Mehmet isimli şahıs ile yapmış olduğu, sadece 1 (bir) tanesi
Durmuş Ali Sarıkaya'ya ait herhangi bir suç unsuru içermeyen 3 (üç) görüşme rapor haline
getirilerek ve gerekçe gösterilerek, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının
tespiti ve bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre
edilebilmesi amacıyla ''Silahlı terör örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyetlerde
bulunmak'' suçlamasıyla 14.11.2013 tarihinde Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı'na
kayıtlı 05323134... numaralı resmi telefonu hakkında teknik takip (dinleme) kararı talep edilmiş ve
alınmıştır.
Teknik takip (dinleme) karar talebine esas olmak üzere talep yazısında belirtilen haliyle ''Ali isimli
şahsın Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti ve bağlantılarının ortaya
konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre edilebilmesi amacıyla şahıs tarafından
kullanıldığı değerlendirilen 05323134... numaralı telefonun iletişim takibinin kayıt altına alınması''
içerikli rapor 14/11/2013 tarihinde ''T3413596'' aidiyet numaralı şüpheli M.Yasin Akyar tarafından
36
tanzim edilmiştir.
Hakkında dinleme kararı alınması için rapor düzenlenen kişi Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı
Başdanışmanıdır. Kullandığı telefon da Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı
resmi telefondur. Durmuş Ali Sarıkaya'nın konumu ve görevi gereği özellikle Sayın Başbakan
(Dışişleri Bakanı) başta olmak üzere en üst düzey devlet yetkilileri ve bürokratlarıyla görüşme
yapmasının kuvvetle muhtemel olduğu açıktır. Bu durum müştekinin ''terör örgütü üyesi'' sıfatıyla
dinlenmesini talep eden şüphelilerce de bilinmektedir. Durmuş Ali Sarıkaya'nın sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü ile irtibatının tespiti için gerekçe gösterilen görüşmeler; Adalet ve Kalkınma
Partisi 23. Dönem Milletvekili Faruk Koca ile yaptığı görüşme, İHH Başkanı Bülent Yıldırım'ın
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Başdanışmanı Yalçın Akdoğan ile yaptığı görüşme ve
Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri Adnan Boynukara'nın Mehmet isimli kişi
ile yaptığı Durmuş Ali Sarıkaya'nın gıyabında yapılan görüşmedir. Dinleme talebi için hazırlanan
raporda belirtilen bu görüşmelerde Sayın Başbakanın (Dışişleri Bakanı) en yakınında bulunan
başdanışmanının terör ya da başka bir suç kapsamında dinlenmesini gerektirecek herhangi bir suç
unsuru yoktur. Dosya kapsamında müştekilerin sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile bağlantısının
olabileceğini yada böyle bir terör örgütünün bulunduğunu gösterir herhangi bir delil bulunamamış,
soruşturma hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar verilmiştir. Durmuş Ali Sarıkaya'nın yukarıda belirtilen telefon hattını teknik takip altına
almak (dinlemek) ve müştekiyi sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasına hedef şahıs
olarak şüpheli sıfatıyla dahil etmek için şüpheliler tarafından düzenlenen ve içeriğinde herhangi bir
suç unsuru bulunmayan (yasal anlamda herhangi birinin terör örgütü kapsamında dinlenmesini
gerektirecek mahiyette bilgi ihtiva etmeyen) rapor tanzim edilmiş ve bu rapor dışında herhangi bir
delil ya da gerekçe de gösterilmemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
başdanışmanının herhangi bir suç unsuru taşımayan ve bazıları gıyabında yapılmış olan telefon
görüşmeleri gerekçe gösterilerek kullandığı resmi telefonun teknik takip (dinleme) altına
alınmasıyla, takiplerin gerçekleştiği tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı görevini
yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun görüşmelerinin de
dinleneceği ve bu telefonun dinlenmesi ile gerek Sayın Başbakanın gerekse başdanışmanının
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal ve uluslararası yararları bakımından önemli olan ve gizli
kalması gereken görüşmeler yapabilecekleri ve dinleme işlemi ile bu gizli bilgilerin kayda alınacağı
açıkça ortada durum olmasına rağmen Durmuş Ali Sarıkaya'nın kullandığı resmi telefon sözde
Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığnın tespiti gerekçesiyle, ''silahlı terör
örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla teknik takip
altına (dinlemeye) alınması talep edilmiş ve alınmıştır.
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadıklarının tespiti amacıyla, ''Silahlı terör
örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla soruşturmaya
şüpheli sıfatıyla dahil edilen müştekilerden;
Durmuş Ali Sarıkaya'nın kullandığı Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı
37
05323... numaralı resmi telefonu hakkında yapılan teknik takipler (dinleme) esnasında, Durmuş Ali
Sarıkaya'nın görüşmelerin gerçekleştiği tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olan
Başbakan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ve diğer üst düzey devlet yetkilileri ile yaptığı
görüşmelerin ve Sayın Başbakan'ın bu telefonlar üzerinden yaptığı telefon görüşmelerinin kayıt
altına alındığı ve bu görüşmelerin seslerinin soruşturma kapsamında hazırlanan ve C.
Başsavcılığı'na gönderilen harddiskler içerisine kopyalanarak saklandığı, İstanbul 1 No'lu Hakimliği
(TMK 10. Maddesi ile Görevli)'nin 11/02/2014 tarih ve 2014/146 Değişik İş no'lu kararına istinaden
İstanbul C. Başsavcılığı'ndan incelenmek üzere teslim alınan harddisklerin incelenmesi sırasında
anlaşılmıştır.
Harddisklerde yapılan incelemeler neticesinde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın (Dışişleri Bk.),
Başbakan Yardımcıları'nın,
Bakanları'nın, Başbakan (Dışişleri Bakanı) Başdanışmanlarının
''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal/uluslararası yararları bakımından gizli kalması gerektiği''
değerlendirilen görüşmeleri tespit edilmiş ve bu görüşmelerle ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Makamı'na görüş sorulmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanlık Makamı'nın 06/02/2015 tarihli cevabi yazısına göre, Sayın Başbakan'ın
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olduğu dönemde kendilerinin, Başbakan Yardımcıları'nın,
Bakanları'nın ve Başbakan (Dışişleri Bk.) Başdanışmanlarının söz konusu görüşmelerinin ''Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle
gizli kalması gereken bilgiler kapsamında olduğu'' bildirilmiş, bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanlık (Dışişleri Bakanlığı) Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın dinlenerek kayda alındığı
tespit edilen görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır:
HEDEF ŞAHIS
TARİH
SAAT
SÜRE (sn)
05323134...
05306140...
244995....
Durmuş Ali Sarıkaya Prof. Dr. Sayın
Ahmet Davutoğlu 245190....
20.11.2013
18:46
105
21.11.2013
17:50
35
245192....
21.11.2013
18:00
43
247312....
01.12.2013
21:34
19
247313....
01.12.2013
21:29
69
249225....
10.12.2013
18:17
72
249226....
10.12.2013
18:18
63
249275....
10.12.2013
21:58
183
249960....
13.12.2013
23:18
40
249962....
13.12.2013
23:30
49
250818....
17.12.2013
23:50
352
38
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Dışişleri Bakanı Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın
görüşmelerin gerçekleştiği tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanlığı görevini
yürüten Başbakan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri
aşağıya çıkartılmıştır.
1) 244995.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin olarak bir kişinin
vatandaşlık talebi ile ilgili bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı olan Başbakanlık
Başmüşaviri Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı
053231... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 053061... numaralı resmi
telefonu kullanan o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
2) 245190.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
3) 245192.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
4) 247312.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
5) 247313.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
6) 249225.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
39
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
7) 249226.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
8) 249275.. ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o tarihte
Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
9) 249960.. ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o tarihte
Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134.. numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140.. numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
10) 249962... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
11) 250818... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
40
KARŞI ŞAHIS GÖRÜŞME ID
TARİH
SAAT
SÜRE (sn)
05323134...
Durmuş Ali Sarıkaya 053235..
(Sayın
BaşbakanPulcu
konuşuyor)
Ali247861....
247861....
04.12.2013
13:46
472
Tabloda belirtilen tarih ve saatte Dışişleri Bakanı Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın
telefonundan görüşmenin gerçekleştiği tarihte Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Başbakan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun Ali Pulcu ile yaptığı kayıt altına
alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 247861...- 247861.... ID numaralı kayıtlarda tek bir telefon görüşmesine ait tarafların seslerinin
ayrı ayrı kayıtlı olduğu, söz konusu görüşmede hükümet politikasına ilişkin bir konu ile ilgili o
tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Başbakan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığına kayıtlı Ali Sarıkaya'nın kullanımında olan
05323134.. numaralı resmi telefondan Mehmet Ali Pulcu adına kayıtlı 05323506.. numaralı telefonu
kullanan Ali Pulcu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS KARŞI ŞAHIS GÖRÜŞME ID
05323134...
Durmuş
Sarıkaya
03124054...
Dışişleri
Ali
Bakanlığı
Konutu
TARİH
SAAT
SÜRE (sn)
247578….
03.12.2013
08:17
163
247579.....
03.12.2013
08:27
187
247579....
03.12.2013
08:34
83
247579....
03.12.2013
08:36
280
247796....
04.12.2013
07:17
122
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Dışişleri Bakanı Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın,
görüşme tarihlerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye
Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun eşi ile yaptığı kayıt altına
alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 247578…. ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun sağlık
durumuna ilişkin acil bir konu ile ilgili o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanlığı görevini
yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05323134.. numaralı resmi telefonundan Dışişleri Konutu olarak bilinen
Sayın Dışişleri Bakanı'nın resmi ikametinin kullanımına tahsisli Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri
Bakanlığı İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 03124054.. numaralı resmi telefon ile o
tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof.
Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun eşi ile görüştüğü anlaşılmıştır.
2) 247579..... ID numaralı görüşmede sayın Ahmet Davutoğlu'nun sağlık durumuna ilişkin acil bir
konu ile ilgili o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri
41
Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134...
numaralı resmi telefonundan Dışişleri Konutu olarak bilinen Sayın Dışişleri Bakanı'nın resmi
ikametinin kullanımına tahsis edilmiş Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı İdari ve Mali İşler
Daire Başkanlığı adına kayıtlı 03124054... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu'nun eşi ile görüştüğü anlaşılmıştır.
3) 247579... ID numaralı görüşmede sayın Ahmet Davutoğlu'nun sağlık durumuna ilişkin acil bir
konu ile ilgili o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri
Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134...
numaralı resmi telefonundan Dışişleri Konutu olarak bilinen Sayın Dışişleri Bakanı'nın resmi
ikametinin kullanımına tahsis edilmiş Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı İdari ve Mali İşler
Daire Başkanlığı adına kayıtlı 03124054.. numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu'nun eşi ile görüştüğü anlaşılmıştır.
4) 247579.... ID numaralı görüşmede sayın Ahmet Davutoğlu'nun sağlık durumuna ilişkin acil bir
konu ile ilgili o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri
Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134...
numaralı resmi telefonundan Dışişleri Konutu olarak bilinen Sayın Dışişleri Bakanı'nın resmi
ikametinin kullanımına tahsis edilmiş Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı İdari ve Mali İşler
Daire Başkanlığı adına kayıtlı 03124054... numaralı telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini
yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
eşi ve Celil Göçer adına kayıtlı 05336365... numaralı telefon ile sayın Ahmet Davutoğlu'nun
doktoru Celil Göçer ile konferans yöntemiyle görüştüğü anlaşılmıştır.
5) 247796.... ID numaralı görüşmede sayın Ahmet Davutoğlu'nun sağlık durumuna ilişkin bir konu
ile ilgili o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri
Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134...
numaralı resmi telefonundan Dışişleri Konutu olarak bilinen Sayın Dışişleri Bakanı'nın resmi
ikametinin kullanımına tahsis edilmiş Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı İdari ve Mali İşler
Daire Başkanlığı adına kayıtlı 03124054... numaralı telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini
yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
eşi ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS GÖRÜŞME ID
TARİH
SAAT
SÜRE (sn)
05323134...
Durmuş Ali Sarıkaya
05322972...
Sayın
247667....
Başbakan'ın Eşi
03.12.2013
15:39
72
Tabloda belirtilen tarih ve saatte Dışişleri Bakanı Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın,
görüşmelerin gerçekleştiği tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanlığı görevini
42
yürüten ve şu anki Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
eşi ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 247667.. ID numaralı görüşmede sayın Ahmet Davutoğlu'nun sağlık durumuna ilişkin bir konu
ile ilgili o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri
Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134...
numaralı resmi telefonundan Dr. Sare Davutoğlu adına kayıtlı 05322972... numaralı telefon ile o
tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof.
Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun eşi ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID TARİH
05323134...
Durmuş Ali Sarıkaya
05336365...
247579....
Celil Göçer
(Prof. Dr. Sayın
Ahmet
Davutoğlu'nun
247581....
Doktoru)
SAAT
SÜRE (sn)
03.12.2013
08:32
215
03.12.2013
08:56
65
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Dışişleri Bakanı Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın,
görüşmelerin gerçekleştiği tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanlığı görevini
yürüten ve şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı olan Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
doktoru Celil Göçer ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 247579... ID numaralı görüşmede sayın Ahmet Davutoğlu'nun sağlık durumuna ilişkin acil bir
konu ile ilgili o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri
Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı
05323134...numaralı resmi telefonundan Celil Göçer adına kayıtlı 05336365...numaralı telefon ile o
tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof.
Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun doktoru Celil Göçer ile görüştüğü anlaşılmıştır.
2) 247581.... ID numaralı görüşmede sayın Ahmet Davutoğlu'nun sağlık durumuna ilişkin acil bir
konu ile ilgili o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri
Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı
05323134...numaralı resmi telefonundan Celil Göçer adına kayıtlı 05336365...numaralı telefon ile o
tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof.
Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun doktoru Celil Göçer ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
05323134...
Durmuş
Sarıkaya
43
Ali
KARŞI ŞAHIS GÖRÜŞME ID
TARİH
SAAT
SÜRE (sn)
05322116...
Binali Yıldırım
25.11.2013
16:19
91
245985.....
Tabloda belirtilen tarih ve saatte Dışişleri Bakanı Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın,
görüşmelerin gerçekleştiği tarihte Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı (Başbakan) Sayın
Recep Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı Binali Yıldırım ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri
aşağıya çıkartılmıştır.
1) 245985.. ID numaralı görüşmede EXPO ile ilgili bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı
Başdanışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık
İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 053231.. numaralı resmi telefonundan Başbakanlık
İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05322116.. numaralı resmi telefon ile o tarihte
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı (Başbakan) Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanı Sayın Binali Yıldırım ile
görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
05323134...
Durmuş
Sarıkaya
KARŞI ŞAHIS
05304145...
Ali
Sefer Turan
GÖRÜŞME ID TARİH
SAAT
SÜRE (sn)
244374....
17.11.2013
19:02
85
247623....
03.12.2013
12:40
160
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Dışişleri Bakanı Başdanışmanı Durmuş Ali Sarıkaya'nın,
görüşmelerin gerçekleştiği tarihte Başbakanlık Müşavirliği görevini yürüten şu anda Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı başdanışmanlığı görevini yürüten Sefer Turan ile ile yaptığı kayıt
altına alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 244374.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın görev alanına ilişkin bir konuda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali
Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi
telefonundan Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05304145.. numaralı resmi
telefon ile o tarihte Başbakanlık Başmüşavirliği ve şu anda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
başdanışmanlığı görevini yürüten Sefer Turan ile görüştüğü anlaşılmıştır.
2) 247623.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık'ın takibindeki uluslararası
bir projeye ilişkin bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Başmüşaviri Durmuş Ali Sarıkaya'nın Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı
adına kayıtlı 05323134... numaralı resmi telefonundan Başbakanlık İdari Mali İşler Daire
Başkanlığı adına kayıtlı 05304145... numaralı resmi telefon ile o tarihte Başbakanlık Müşavirliği
görevini yürüten şu anda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı başdanışmanlığı görevini yürüten
Sefer Turan ile görüştüğü anlaşılmıştır.
Müşteki Durmuş Ali Sarıkaya'nın C.Başsavcılığında vermiş olduğu 05.09.2014 tarihli
ifadesinde özetle;
''Ben şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakan Başmüşaviri görev yapıyorum. 1998 yılında
44
Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümünü bitirdim. Akabinde İngiltere Manchester Üniversitesinde
master ve doktoraya başladım. Türkiye'ye döndükten 2002 Kasım ayından sonra kurulan 58.
Hükumette Başbakan Müşaviri olarak göreve başladım. Aynı dönemde Başbakan Başmüşaviri
şuanda Türkiye Cumhuriyet Devleti Başbakanlığı görevini yürüten Sayın Ahmet Davutoğlu idi.
Başbakanlığın dış politika ofisinde Sayın Davutoğlu'nun yardımcılığını yapıyordum. Bu dönemde
de Türkiye Cumhuriyet Devletinin Başbakanlık görevini şu an itibariyle Cumhurbaşkanımız olan
Sayın Recep Tayyip Erdoğan yürütüyordu. 1 Mayıs 2009 tarihi itibariyle kurulan hükumette
sayın Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı olarak atanınca sayın Başbakanımız da bana
kendilerine yardımcı olmam talimatını verdi. Ben bu tarihten itibaren o tarih itibariyle
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten sayın Ahmet Davutoğlu'nun birinci yardımcısıydım.
Bütün bunları yaptığım görevin devlet yönetimi bağlamında hassasiyetine binaen
ayrıntılandırıyorum. Şuanda da Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakan Başmüşaviri görev
yapmaktayım. Ben şuana kadar daha doğrusu 2014 yılı şubat ayında bir takım basın yayın
organlarında Selam-Tevhid isimli örgüt kapsamında çok sayıda insanın telefonlarının dinlendiğine
ilişkin haberler nedeniyle duydum. Gazetede yayınlanan isim ve telefonlar arasında benim de ismim
vardı. Daha ismini dahi yeni duyduğum örgütle nasıl ilişkilendirildiğim konusunu hala anlayabilmiş
değilim. Hatta hayatımda ilk defa adliyeye gelip ifade veriyorum. Hayatımda ilk defa Adliye
binasına girdim. Hayatımda hiçbir zaman yasadışı faaliyet içerisinde bulunmadım. Hayatımın bu
zamana kadar ki bölümünü okuyarak ve devletime hizmet ederek geçirdim. Bütün bunların da bu
dosyayı yapanlarca bilinmesi gerekir diye düşünüyorum. Bütün bunlar göz önünde
bulundurulduğunda ismimin ve telefon numaramın terör örgütü üyesi olarak bu dosyaya
dahil edilmesinin sebebinin devletin üst düzey yönetiminin görüşmelerinin dinlenmesi
amacına matuf olduğunu değerlendiriyorum. Zaten avukatım aracılığıyla aldığım fotokopilerde
hakkımda "Kudüs Ordusu Terör Örgütüyle irtibatlı olabileceğim gerekçesiyle Silahlı Terör
Örgütüne Üye Olmak ve Örgüt Adına Eylem ve Faaliyetlerde Bulunmak" suçundan dinleme
kararları alınırken sadece kimlik numaramın yazılması, ismimin belirtilmemesi bu kanaatimi
güçlendirmektedir. Benim dinlenme kararıma konu edilen 053231.. numaralı telefonum
Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı'na kayıtlı resmi telefondur. Bu telefonla görev
yaptığım dönemde Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu, Sayın Başbakan ve Türkiye
Cumhuriyeti'nin bütün büyükelçileriyle görüşmektedir. Bu telefonla konuşulan konular
devletin ulusal ve uluslararası yararları bakımından kritik öneme haizdir. Basit bir
araştırmayla telefonun Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanlığı'nın resmi telefonu olduğu
öğrenilebilirdi. Zaten bana şu anda göstermiş olduğunuz Emniyet Müdürlüğü KDM kayıtları
olarak belirttiğiniz kayıtlarda bu telefon numarasının Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı
adına kayıtlı olduğu açıkça gözükmektedir. Hal böyle iken şahsımın ve kullandığım telefonun terör
örgütüyle ilişkilendirilmesi son derece kaygı vericidir. Hatırladığım kadarıyla müteaddit defalar
o zamanki Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet
Davutoğlu bu telefon üzerinden görüşme yapmışlardır. Soruşturmaya dahil edilmeme gerekçe
olarak gösterilen Faruk Koca ile yapmış olduğum 18/03/2013 tarihli görüşmede, Faruk bey bana
oğlum İbrahim'i göndereceğini söylemekte ben de kabul etmekteyim. Konuşma bundan ibarettir.
Göndermesinin sebebi de oğlunun üniversiteyi bitirmiş olması nedeniyle master veya doktora
konusunda kendisine yardımcı olmamı istemesidir. 24/10/2013 tarihinde Adnan Boynukara (Adalet
45
Bakanlığı Yüksek Müşaviri) ile Mehmet isimli şahsın konuşması bildiğim kadarıyla Türkiye
Cumhuriyeti'nin Azerbaycan Büyükelçiliği ile ilgili resmi bir konudur. 16/08/2013 tarihli
görüşmede ismi geçen Bülent olarak belirtilen kişi İHH Başkanı Bülent Yıldırım, Yalçın olarak
belirtilen kişi de şu andaki Başbakan Yardımcımız Sayın Yalçın Akdoğan'dır. Aralarındaki konuşma
Saraçhanede Mısır'da yapılan askeri darbeyle ilgili protesto konusundadır. Ben Sayın Bülent
Yıldırım'ı arayarak sakin olunmasını gerektiğini söylemiştim. Konu bundan ibarettir. Benim her üç
görüşmemde de suç unsuru taşıyan hiçbir konuşma yoktur. Hatta konuşmalardan ikisi de benim
gıyabımda cereyan etmektedir. Sadece birer defaya mahsus ismim geçmektedir. Diğer konuşmam
ise Faruk Bey'in oğluna eğitim konusunda yardımcı olmam taleplerine ilişkin görüşmemden
ibarettir. Bunu bu görüşmemi dinleyenler de bilmektedir. Hal böyle iken bu kadar basit bir
gerekçeyle terör örgütü üyesi olarak hakkımda karar alınması faciadır. Bu soruşturmanın kesinlikle
iyi niyetli ve hukuki maksatlı yürütülmediğini göstermektedir. Amaç anladığım kadarıyla
yukarıda bahsettiğim gibi devlet yönetimini kaydetmektir. Ben tape yapılan görüşmelerimi de
incelemek üzere şahsınızdan almak istiyorum, terör örgütüyle ilişkilendirilerek şahsımı rencide
eden bu konuda hiçbir delil olmadığı halde ismimin ve ünvanımın kayıtlara girmesini sağlayan
sorumlu kişi yada kişilerden şikayetçi ve davacıyım'' şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
Başbakanlık Basın Müşaviri Müşteki Osman Sert'in;
Osman isimli şahsın Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının
tespiti ve bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik
yapının deşifre edilebilmesi amacıyla şahıs tarafından kullanıldığı değerlendirilen
9053263.. numaralı telefonun iletişim takibinin kayıt altına alınmasının talep
edildiği,
İstanbul (2) Nolu Hakimliğinin (TMK 10. Mad. İle Gör.) 13.11.2013 tarih ve Tek.Tak.No:
2013/9478 sayılı kararı ile ''Silahlı Terör örgütüne üye olmak ve örgüt adına eylem ve
faaliyetlerde bulunmak'' suçundan 0532632.. numaralı telefonun takibi için İletişim Tespit
kararı alınmıştır.
Osman Sert'in;
2011/762 sayılı soruşturmanın yürütüldüğü tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun Basın
Müşaviri Osman Sert'in kullandığı Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi
telefonu ise 13/11/2013 tarihinde açık kimliği belirtilmeksizin yalnızca ''Osman isimli şahıs''
şeklinde (gerçek kimliği gizlenerek) talep edilen ve alınan karar ile teknik takip (dinlemeye) altına
alınmış ve bu telefon üzerinden yapılan görüşmeler 18/12/2013 tarihine kadar kayıt altına alınarak
depolanmıştır.
Soruşturma kapsamında kullandığı telefon teknik takibe (dinlemeye) alınan Osman Sert'in
görevinin mahiyeti gereği Başbakan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun sürekli yanında bulunan,
basın danışmanlığını yapan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal – uluslararası yararları
46
bakımından gizli kalması gereken nitelikte görüşme yapması kuvvetle muhtemel kişilerden olduğu,
bulunduğu konum itibariyle o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten
Başbakan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ve devlet kademesindeki diğer üst düzey yöneticilerle
görüşme yapabileceği kuvvetle muhtemel iken, Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı'na kayıtlı resmi
telefonunun abone bilgileri belirtilmeden ve açık kimliği yazılmadan (gizlenerek) hakkında teknik
takip (dinleme) kararı talep edildiği ve alındığı anlaşılmıştır.
Osman Sert hakkında;
Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak'ın 19.03.2013
tarihinde Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonu kullanan
Dışişleri Bakanı Basın Danışmanı Osman Sert ile,
TRT Kahire temsilcisi Mehmet Akif Ersoy'un 01.08.2013 tarihinde Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı
05326322... numaralı resmi telefonu kullanan Dışişleri Bakanı Basın Danışmanı Osman
Sert ile,
Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri Adnan Boynukara'nın 12.10.2013 tarihinde Dışişleri Bakanlığı
adına kayıtlı 053263... numaralı resmi telefonu kullanan Dışişleri Bakanı Basın Danışmanı
Osman Sert ile yapmış oldukları, herhangi bir suç unsuru içermeyen 3 (üç) görüşme rapor haline
getirilerek ve gerekçe gösterilerek sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının
tespiti ve bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre
edilebilmesi amacıyla ''Silahlı terör örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyetlerde
bulunmak'' suçlamasıyla Dışişleri Bakanlığı'na kayıtlı 05326322... numaralı telefonu hakkında
teknik takip kararı talep edilmiş ve alınmıştır.
Teknik takip (dinleme) karar talebine esas olmak üzere talep yazısında belirtilen haliyle ''Osman
isimli şahsın Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti ve bağlantılarının
ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre edilebilmesi amacıyla şahıs
tarafından kullanıldığı değerlendirilen 905326322... numaralı telefonun iletişim takibinin kayıt
altına alınması'' içerikli rapor 13/11/2013 tarihinde ''T3413596'' aidiyet numaralı şüpheli M.Yasin
Akyar tarafından tanzim edilmiştir.
Hakkında dinleme kararı alınması için rapor düzenlenen kişi Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı
Basın danışmanıdır ve kullandığı telefon Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı resmi telefondur. Osman
Sert'in konumu ve görevi gereği özellikle Sayın Başbakan (Dışişleri Bakanı) başta olmak üzere en
üst düzey devlet yetkilileri ve bürokratlarıyla görüşme yapmasının kuvvetle muhtemel olduğu
açıktır. Bu durum müştekinin ''terör örgütü üyesi'' sıfatıyla dinlenmesini talep eden şüphelilerce de
bilinmektedir. Osman Sert'in ise sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatının tespiti için gerekçe
gösterilen görüşmeler Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan
Torlak ile yaptığı görüşme, Mehmet Akif Ersoy ile yaptığı görüşme ve Türkiye Cumhuriyeti Adalet
Bakanlığı Yüksek Müşaviri Adnan Boynukara ile yaptığı görüşmedir. Dinleme talebi için hazırlanan
raporda belirtilen bu görüşmelerde Sayın Başbakanın (Dışişleri Bakanı) en yakınında bulunan basın
danışmanının terör ya da başka bir suç kapsamında dinlenmesini gerektirecek herhangi bir suç
unsuru yoktur. Dosya kapsamında müştekilerin sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile bağlantısının
47
olabileceğini yada böyle bir terör örgütünün bulunduğunu gösterir herhangi bir delil bulunamamıştır
ve soruşturma dosyası hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer
olmadığı kararı verilmiştir. Osman Sert'in yukarıda belirtilen telefon hattını teknik takip altına
almak (dinlemek) ve müştekiyi sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasına hedef şahıs
olarak şüpheli sıfatıyla dahil etmek için şüpheliler tarafından düzenlenen ve içeriğinde herhangi bir
suç unsuru bulunmayan (yasal anlamda herhangi birinin terör örgütü kapsamında dinlenmesini
gerektirecek mahiyette bilgi ihtiva etmeyen) rapor tanzim edilmiş ve bu rapor dışında herhangi bir
delil ya da gerekçe de gösterilmemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Dışişleri Bakanı) Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun basın
danışmanının herhangi bir suç unsuru içermeyen telefon görüşmelerini gerekçe göstererek
kullandığı resmi telefonun teknik takip (dinleme) altına alınmasıyla, takiplerin gerçekleştiği
tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun görüşmelerinin de dinleneceği ve bu telefonun
dinlenmesi ile gerek Sayın Başbakanın gerekse basın danışmanının Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin ulusal ve uluslararası yararları bakımından önemli olan ve gizli kalması gereken
görüşmeler yapabilecekleri ve dinleme işlemi ile bu gizli bilgilerin kayda alınacağı açıkça ortada
durum olmasına rağmen Osman Sert'in kullandığı resmi telefon sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
ile irtibatlı olup olmadıklarının tespiti gerekçesiyle, ''silahlı terör örgütüne üye olmak, örgüt adına
eylem ve faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla teknik takip altına (dinlemeye) alınması talep edilmiş
ve alınmıştır.
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadıklarının tespiti amacıyla, ''Silahlı terör
örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla soruşturmaya şüpheli
sıfatıyla dahil edilen müştekilerden;
Osman Sert'in kullandığı Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326... numaralı resmi telefonu
hakkında yapılan teknik takipler (dinleme) esnasında, Osman Sert'in görüşmelerin gerçekleştiği
tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olan Başbakan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu
ve diğer üst düzey devlet yetkilileri ile yaptığı görüşmelerin ve Sayın Başbakan'ın bu telefonlar
üzerinden yaptığı telefon görüşmelerinin kayıt altına alındığı ve bu görüşmelerin seslerinin
soruşturma kapsamında hazırlanan ve İstanbul C. Başsavcılığı'na gönderilen harddiskler içerisine
kopyalanarak saklandığı, İstanbul 1 No'lu Hakimliği (TMK 10. Maddesi ile Görevli)'nin 11/02/2014
tarih ve 2014/146 Değişik İş no'lu kararına istinaden İstanbul C. Başsavcılığı'ndan incelenmek üzere
teslim alınan harddisklerin incelenmesi sırasında anlaşılmıştır.
Harddisklerde yapılan incelemeler neticesinde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın (Dışişleri Bk.),
Başbakan Yardımcıları'nın, Türkiye Cumhuriyeti Bakanları'nın, Başbakan (Dışişleri Bk.)
Başdanışmanlarının ''Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal/uluslararası yararları bakımından gizli
kalması gerektiği'' değerlendirilen görüşmeleri tespit edilmiş ve bu görüşmelerle ilgili olarak C.
Başsavcılığımız tarafından Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Makamı'na görüş sorulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Makamı'nın 06/02/2015 tarihli cevabi yazısına göre, Sayın
Başbakan'ın Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olduğu dönemde kendilerinin, Başbakan
Yardımcıları'nın, Türkiye Cumhuriyeti Bakanları'nın, Başbakan (Dışişleri Bakanı)
48
başdanışmanlarının söz konusu görüşmelerinin ''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgiler kapsamında
olduğu'' bildirilmekle, bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık (Dışişleri Bakanlığı) Basın
danışmanı Osman Sert'in dinlenerek kayda alındığı tespit edilen görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır:
KARŞI
ŞAHIS
GÖRÜŞME ID
TARİH
5306140...
244094....
16.11.2013 09:52
158
244122....
Prof.
Dr.
(Dışişleri Bakanlığı AdınaSayın Ahmet244134....
Kayıtlı Resmi Telefon)
Davutoğlu
244434....
16.11.2013 12:35
79
16.11.2013 13:38
27
18.11.2013 04:08
64
18.11.2013 22:09
65
18.11.2013 22:12
73
244786....
19.11.2013 18:50
133
244807....
19.11.2013 20:29
85
244815....
19.11.2013 21:08
64
244968....
20.11.2013 16:56
88
245019....
20.11.2013 20:35
159
245253....
21.11.2013 23:04
328
245308....
22.11.2013 11:20
67
245358....
22.11.2013 14:47
130
HEDEF ŞAHIS
05326322...
Osman Sert
(Türkiye
244613....
Cumhuriyeti
Başbakanı) 244614....
49
SAAT
SÜRE
(sn)
245810.... - 245810.... 24.11.2013 18:48
62
245820....
24.11.2013 19:36
86
246862....
29.11.2013 17:02
284
247218....
01.12.2013 13:39
140
247510....
02.12.2013 19:47
299
247579....
03.12.2013 08:30
145
247750....
03.12.2013 21:16
215
247896....
04.12.2013 16:11
34
247937....
04.12.2013 18:47
25
247938....
04.12.2013 18:52
133
248027....
05.12.2013 09:31
418
248123....
05.12.2013 16:27
157
248177....
05.12.2013 20:03
211
248270....
06.12.2013 11:16
325
248936....
09.12.2013 14:15
54
249025....
09.12.2013 19:59
101
249026....
09.12.2013 20:03
174
249116....
10.12.2013 11:08
378
249276....
10.12.2013 22:01
272
249278....
10.12.2013 22:13
305
249291....
10.12.2013 23:31
100
249293....
10.12.2013 23:33
418
249334....
11.12.2013 10:28
43
249334....
11.12.2013 10:29
218
249336....
11.12.2013 10:37
80
249539....
12.12.2013 08:02
77
249735....
12.12.2013 23:41
86
250181....
15.12.2013 00:23
251
250695....
17.12.2013 15:01
47
250767....
17.12.2013 19:36
86
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Dışişleri Bakanı Basın Danışmanı Osman Sert'in görüşmelerin
gerçekleştiği tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Başbakan
Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 244094.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
50
programına ilişkin bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
2) 244122.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamında
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
3) 244134.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamında
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
4) 244434.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamında
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
Görüşmenin gerçekleştiği ve kayıt altına alındığı 18/11/2013 tarihinde, Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü Teknik Büro Amirliği'nde (dinlemenin yapıldığı birim);
5) 244613.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın Gündemi ile ilgili konularda o
tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman
Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 053263... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı
adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
6) 244614.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamında
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
7) 244786.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın çalışmalarına ilişkin gündem
değerlendirmesi konusunda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
51
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
8) 244807.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamında
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
9) 244815.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamında
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
10) 244968.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı gündemine ilişkin konularda o tarihte
Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına
kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
11) 245019.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun yurt
dışı seyahati hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık
Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi
telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
12) 245253.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamında
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
13) 245308.. ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın yaptığı anlaşmalarla ilgili sosyal
medya bildirileri hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322.. numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140.. numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
52
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
14) 245358.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun yurt
dışı seyahati hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
14) 245810.. - 245810... ID numaralı kayıtlarda tek bir telefon görüşmesine ait tarafların seslerinin
ayrı ayrı kayıtlı olduğu, sözkonusu görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri
kapsamındaki bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
15) 245820.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri
kapsamındaki bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
16) 246862... ID numaralı görüşmede yabancı bir ülke (Mısır) diplomatının yaptığı açıklama ile
ilgili bilgilendirme ve değerlendirme içerikli, o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı
görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı
05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı
resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof.
Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
17) 247218.... ID numaralı görüşmede gündeme ilişkin konularda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın
Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına
kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140...
numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
18) 247510... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
yurtdışı seyahati hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 0532632... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 0530614... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
53
19) 247579.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
yurtdışı seyahati ve yaptığı basın toplantısı hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın
Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına
kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140...
numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
20) 247750... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
yurtdışı seyahatleri hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322...numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140...numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
21) 247896.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
yapacağı basın toplantısı hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini
yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322...
numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile
o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın
Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
22) 247937.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'na atılan
mail hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
23) 247938.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri
kapsamındaki bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
24) 248027.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile
gündemle ilgili konulara ilişkin, o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
25) 248123.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri
kapsamındaki bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
54
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
26) 248177.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
yurtdışı seyahati hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
27) 248270.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
katılacağı bir televizyon programı ve gündem hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın
Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına
kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140...
numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
28) 2489.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamındaki
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
29) 2490.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamındaki
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
30) 249026.... ID numaralı görüşmede gündeme ilişkin değerlendirme hakkında o tarihte Dışişleri
Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri
Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı
05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
31) 249116.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
yurtdışı seyahati hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
55
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
32) 249276.... ID numaralı görüşmede gündeme ilişkin bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı
Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı
adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140...
numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
33) 249278.... ID numaralı görüşmede gündeme ilişkin bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı
Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı
adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140...
numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
34) 249291.... ID numaralı görüşmede o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini
yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322...
numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile
o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın
Ahmet Davutoğlu'nun eşi ile görüştüğü anlaşılmıştır.
35) 249293.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
yurtdışı seyahati hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
36) 249334.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
yurtdışı seyahati hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
37) 249334.... ID numaralı görüşmede gündeme ilişkin konularda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın
Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına
kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140...
numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
38) 249336.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri
kapsamındaki bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
56
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
39) 249539.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
yurtdışı seyahati hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
40) 2497.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamındaki
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
41) 250181.... ID numaralı görüşmede gündeme ilişkin bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı
Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı
adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140...
numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
42) 2506.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamındaki
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
43) 2507.... ID numaralı görüşmede Osman Sert'in sağlık problemlerine ilişkin bir konuda o tarihte
Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına
kayıtlı 05306140... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID TARİH
05326322...
3124054...
245586....
Osman Sert
Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu
57
SAAT SÜRE(sn)
23.11.2013 16:05 162
(Dışişleri Bakanlığı Adına
(Türkiye Cumhuriyeti
Kayıtlı Resmi Telefon)
Başbakanı)
Tabloda belirtilen tarih ve saatte Dışişleri Bakanı Basın Danışmanı Osman Sert'in görüşmenin
gerçekleştiği tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı
Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
245586.. ID numaralı görüşmede Türkiye ile yabancı bir ülke arasındaki diplomatik probleme
ilişkin bir konuda, o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık
Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı resmi
telefonundan Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı adına
kayıtlı 03124054... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID TARİH
05326322...
5306447...
246472....
27.11.2013 20:08
98
Osman Sert
Prof. Dr. Sayın Ahmet249274....
Davutoğlu
10.12.2013 21:51
244
12.12.2013 05:39
142
(Dışişleri Bakanlığı
Adına Kayıtlı Resmi(Türkiye
Cumhuriyeti249535....
Telefon)
Başbakanı)
SAAT
SÜRE (sn)
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Dışişleri Bakanı Basın Danışmanı Osman Sert'in, görüşmenin
gerçekleştiği tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı
Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile yaptığı kayıt altına alınan görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 246472.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanlığı'nın Basın ve Halkla İlişkileri kapsamındaki
bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten Başbakanlık Basın
Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322.. numaralı resmi telefonundan
Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306447... numaralı resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı
görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
2) 249274.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun yaptığı
basın toplantısının değerlendirilmesi hakkında o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı
görevini yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı
05326322... numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306447... numaralı
resmi telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
3) 249535.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
58
yurtdışı seyahatine ilişkin bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini
yürüten Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322...
numaralı resmi telefonundan Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05306447... numaralı resmi telefon ile
o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Ahmet
Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
05326322...
5333594...
GÖRÜŞME ID TARİH
249267....
Osman Sert
Prof. Dr. Sayın Ahmet
(Dışişleri BakanlığıDavutoğlu
Adına Kayıtlı Resmi(Türkiye
Cumhuriyeti249272....
Telefon)
Başbakanı)
SAAT SÜRE (sn)
10.12.2013 21:19
151
10.12.2013 21:42
97
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Dışişleri Bakanı Basın Danışmanı Osman Sert'in, görüşmenin
gerçekleştiği tarihte Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye
Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu ile yaptığı kayıt altına alınan
görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır.
1) 249267.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
programına ilişkin bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun danışmanı İsmail Küçükbayrak adına
kayıtlı 05333594... numaralı telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
2) 249272.... ID numaralı görüşmede Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
programına ilişkin bir konuda o tarihte Dışişleri Bakanlığı Basın Danışmanlığı görevini yürüten
Başbakanlık Basın Müşaviri Osman Sert'in Dışişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05326322... numaralı
resmi telefonundan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun danışmanı İsmail Küçükbayrak adına
kayıtlı 05306447... numaralı telefon ile o tarihte Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
Osman Sert C. Başsavcılığımızca alınan 05.12.2014 tarihli ifadesinde özetle;
''2000 yılında ODTÜ Uluslararası ilişkiler bölümünü bitirdiğini, 2000 yılında Kanal 7'de gazeteci
olarak çalıştığını, Nisan 2009 yılında TRT'nin Kudüs temsilcisi olarak görev aldığını, şuanda
birlikte çalıştığı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın, Dışişleri Bakanı olarak atandığını, kendisinin
daveti ile Temmuz 2009'dan bu yana Basın Danışmanı olarak görev yaptığını, Şu an itibariyle
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanlığı'na bağlı Başbakan Basın Müşaviri olarak çalıştığını,
kendisinin gazetecilik ve kamu görevi kapsamında hizmet etmekle geçtiğini, ne terör ile ne de başka
bir suçla ilişkisinin olmasının söz konusu dahi olmadığını, bunu şahsına yapılmış bir iftira olarak
59
kabul ettiğini, 2014 yılları başlarında bazı gazetelerde telefonunun terör kapsamında dinlendiği
şeklinde haberler çıktığını, kendisinin kullanmış olduğu bu telefon hatırladığı kadarı 1996-97
yılından itibaren üzerine kayıtlı iken Dışişleri Bakanlığı'nda göreve başladığı tarihten bir süre
Dışişleri Bakanlığı'nın resmi telefonu olarak kayıt edildiğini, daha sonra da Başbakanlığın resmi
telefonu olarak kayıt edildiğini, gerek Dışişleri Bakanlığı döneminde gerekse Başbakanlık
döneminde bu telefon ile resmi anlamda sayın Başbakan ile sıklıkla görüştüğünü, bazı istisnai
günler haricinde her gün en az birkaç kez görüştüğünü, bu görüşmelerde Sayın Başbakan'ın
talimatlarını yüz yüze görüşemediği durumlarda kendisine telefon ile bildirildiğini, kendisinin
kullanmış olduğu bu telefonun dinlenmesinin Sayın Dışişleri Bakanı ve şu anki Sayın Başbakan'ın
dinlenmesi anlamına geldiğini, bu telefonun dinlenerek sayın Başbakanın tüm programlarının
öğrenebileceğini, Başdanışmanı sıfatı ile sürekli yanında olduğunu, görevinin bunu gerektirdiğini,
resmi görevi itibariyle en yakınındaki 4-5 kişiden biri olduğunu, en küçük bir araştırma ile
kendisinin terörle ilgili hiçbir faaliyetinin olmadığı kolaylıkla ortaya konulabileceğini, kendisini
bilinçli bir şekilde soruşturmaya dahil edildiğini düşündüğünü, adının terörle ilişkilendirilen şahsi
ve mesleki itibarı ile oynandığını, buna sebebiyet veren ve şahsının aracı kılınarak devletin en üst
yetkililerinin günlük programlarına varan kadar tüm resmi bilgilerin elde edilmesine sebebiyet
veren tüm sorumlular hakkında şikayetçi ve davacı olduğunu'' beyan etmiştir.
Anadolu Ajansı Genel Müdürü, Gazeteci-Yazar, Müşteki Kemal Öztürk'ün;
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. Mad. İle Gör.) 13.04.2012 tarih ve Tek.Tak.No:
2012/1291 sayılı kararı ile ''Terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak'' suçundan
053020... numaralı telefonun takibi için İletişim Tespit Kararı alınmıştır.
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. Mad. İle Gör.) 20.04.2012 tarih ve Tek.Tak.No:
2012/1508 sayılı kararı ile ''Terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak'' suçundan
kemalozturk@ aa.com.tr isimli e-posta adresinin takibi için İletişim Tespit Kararı alınmıştır.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. Mad. İle Gör.) 16.07.2012 tarih ve Tek.Tak.No:
2012/1891 sayılı kararı ile ''Terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak'' suçundan
kemalozturk2006@ hotmail.com isimli e-posta adresinin takibi için iletişim tespit kararı
alınmıştır.
İstanbul (3) Nolu Hakimliği'nin (TMK 10. Mad. İle Gör.) 16.09.2013 tarih ve Tek.Tak.No:
2013/7458 sayılı kararı ile ''Silahlı Terör örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve
faaliyetlerde bulunmak'' suçundan 05302..... numaralı telefonun takibi için İletişim Tespit Kararı
alınmıştır.
Şüphelinin kullanmakta olduğu telefon numaralarının dinlenmesi sonucu görüşme yaptığı
tespit edilen İbrahim Karagül, Adnan İnanç, Nurkan Yağız, Seyfettin Mut, Oğuz Akkar ile yaptığı
görüşmelerin kayda alındığı, suç unsuru taşımayan bu kayıtların yazılı hale getirildiği tespit
edilmiştir.
Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün kullandığı Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel
Müdürlüğü adına kayıtlı 05302.. numaralı resmi telefonu 13.04.2012 tarihinden itibaren teknik takip
(dinleme) altına alınmış, ilerleyen süreçte 10.08.2012 tarihinde teknik takip (dinleme) işlemine son
60
verilmiştir. 16.09.2013 (Dersane tartışmasının başladığı ve Gültekin Avcı'nın Muta Nikahı
konulu yazıları esnasında) tarihinde ikinci kez teknik takip (dinleme) altına alınarak 18.12.2013
tarihine kadar yapılan görüşmeler kayıt altına alınarak depolanmıştır.
Kemal Öztürk'ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansı'nın
Genel Müdürü olduğu, kullandığı telefonun Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
resmi telefon olduğu, görevinin mahiyeti gereği sürekli olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üst
düzey yöneticileri ile yüz yüze yada telefonla görüşmekte olduğunun şüphelilerce de bilindiği
halde;
Anadolu Ajansı'nın Genel Müdürü Kemal Öztürk hakkında;
Yazar Nureddin Şirin'in 23.03.2012 tarihinde Hayrettin Özçelik ile,
Mazlum-Der yöneticisi Üzeyir Yiğit'in 28.03.2012 tarihinde Nureddin Şirin ile,
Yazar Nureddin Şirin'in 28.03.2012 tarihinde 03129992... numaralı telefonu kullanan Kemal Öztürk
ile,Yazar Nureddin Şirin'in 28.03.2012 tarihinde Enes isimli kişi ile,
İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Nurkan Yağız'ın 29.03.2012 tarihinde Anadolu
Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı 05302019... numaralı telefonu kullanan Kemal Öztürk
ile,
Prof. Dr. Nurkan Yağız'ın 05.04.2012 tarihinde Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına
kayıtlı 05302019... numaralı telefonu kullanan Kemal Öztürk ile yapmış oldukları, herhangi bir suç
unsuru içermeyen sadece 3 (üç) tanesi Kemal Öztürk'e ait 6 (altı) görüşme rapor haline getirilerek
ve gerekçe gösterilerek Kemal Öztürk'ün Anadolu Ajans T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
resmi 05302019... numaralı telefonuyla ilgili olarak, ''Terör Örgütü adına eylem ve faaliyetlerde
bulunmak'' suçundan 13.04.2012 tarihinde teknik takip (dinleme) karar talebinde bulunulmuştur.
Teknik takip (dinleme) karar talebine esas olmak üzere, talep raporunda belirtilen haliyle ''Kemal
Öztürk (T.C 18133355560) isimli şahsın Dini Motifli Terör Örgütleri ile irtibatlı olup
olmadığının tespiti ve bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik
yapının deşifre edilebilmesi amacıyla 5302019.. (Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel MüdürlüğüMaltepe Mh. Gazi M.Kemal Blv. Cd No: 128/C Tandoğan \ Çankaya, Ankara adresine kayıtlı)
nolu telefonunun iletişiminin takip edilerek kayıt altına alınması'' içerikli yukarıda belirtilen
rapor 12.04.2012 tarihinde ''T3487824'' aidiyet numaralı şüpheli İsa Ardıç tarafından tanzim
edilmiştir.
Kemal Öztürk'ün kullandığı 05302019... numaralı telefona yönelik teknik takip (dinleme) tedbirinin
devam ettiği süreçte 10.08.2012 tarihinde teknik takip (dinleme) işlemi soruşturma savcısının
talimat yazısıyla sonlandırılmış, ancak Kemal Öztürk'ün kullandığı Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel
Müdürlüğü adına kayıtlı resmi telefonuyla ilgili olarak, ''Terör Örgütü adına eylem ve
faaliyetlerde bulunmak'' suçundan sözde ''Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatının olup
olmadığının tespiti'' gerekçesiyle 16.09.2013 tarihinde ikinci kez teknik takip (dinleme) kararı
talep edilmiş ve alınmıştır.
Kemal Öztürk'ün ikinci kez başlatılan teknik takip (dinleme) tedbirine ilişkin;
61
İHH Başkanı Bülent Yıldırım'ın 06.01.2013 tarihinde İHH Vakfı Özel Kalem Müdürü Recep isimli
kişi ile,
Yazar Nureddin Şirin'in 08.10.2013 tarihinde Turan isimli kişi ile,
Yazar Mehmet Ali Tekin'in 05.16.2012 (tarih raporda yazdığı haliyle belirtilmiştir) tarihinde Ali
isimli kişi ile,
Hilal TV Genel Yayın Yönetmeni/Gazeteci Adnan İnanç'ın 03.10.2012 tarihinde İsmail Ünal (28
Şubat döneminde Sincan Belediye Başkan Yardımcısı) ile yapmış oldukları, herhangi bir suç
unsuru içermeyen ve tamamı Kemal Öztürk'ün gıyabında yapılan 4 (dört) görüşme rapor haline
getirilerek ve gerekçe gösterilerek Kemal Öztürk'ün Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına
kayıtlı resmi 05302019... numaralı telefonuyla ilgili olarak, ''Terör Örgütü adına eylem ve
faaliyetlerde bulunmak'' suçundan 13.09.2013 tarihinde teknik takip (dinleme) karar talebinde
bulunulmuştur.
İkinci kez başlatılan teknik takip (dinleme) karar talebine esas olmak üzere, talep raporunda
belirtilen haliyle ''Kemal (T.C 18133355560) isimli şahsın; soruşturma kapsamında iletişimi
takip edilen şahıslardan 905307889.... numaralı telefonu kullanan Bülent (T.C 17648324870),
905326459... numaralı telefonu kullanan Nureddin (T.C 30599379454), 905323554... numaralı
telefonu kullanan Adnan (T.C 39352812610) isimli şahıslarla irtibatları tespit edilmiş olup;
Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti ve bağlantılarının ortaya
konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre edilebilmesi amacıyla kullanmış
olduğu 905302019... numaralı telefonun iletişiminin takibinin kayıt altına alınması'' içerikli
yukarıda belirtilen rapor 13.09.2013 tarihinde ''T3461090'' aidiyet numaralı şüpheli Sinan Karataş
tarafından tanzim edilmiştir.
Kemal Öztürk hakkında alınan ilk iletişim tespiti karar talebinde ''Dini Motifli Terör Örgütleri ile
irtibatlı olup olmadığının tespiti'' gerekçe olarak belirtilirken, devamında alınan uzatma
kararlarındaki dinleme talep raporlarındaki gerekçe ''Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı
olup olmadığının tespiti'' olarak belirtilmiştir.
Hakkında dinleme kararı alınması için rapor düzenlenen kişi Türkiye Cumhuriyeti'nın resmi haber
ajansı olan Anadolu Ajansı'nın genel müdürü olup kullandığı telefon da Anadolu Ajansı adına
kayıtlı resmi telefondur. Kemal Öztürk'ün konumu ve görevi gereği en üst düzey devlet yetkilileri
ve bürokratlarıyla görüşme yapmasının kuvvetle muhtemel olduğu açıktır. Bu durum müştekinin
''terör örgütü üyesi'' sıfatıyla dinlenmesini talep eden şüphelilerce de bilinmektedir. Kemal
Öztürk'ün sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatının tespiti için gerekçe gösterilen
görüşmeler Nurkan Yağız ile yaptığı 2 (iki) görüşme, Nureddin Şirin ile yaptığı görüşme, Nureddin
Şirin'in Hayrettin Özçelik ile yaptığı görüşme, Üzeyir Yiğit'in Nureddin Şirin ile yaptığı
görüşme ve Nureddin Şirin'in Enes isimli kişi ile yaptığı Kemal Öztürk'ün gıyabında yapılan
görüşmelerdir. Dinleme talebi için hazırlanan raporda belirtilen bu görüşmelerde Anadolu Ajansı
Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün terör ya da başka bir suç kapsamında dinlenmesini gerektirecek
herhangi bir suç unsuru yoktur. Dosya kapsamında Kemal Öztürk'ün sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü ile bağlantısının olabileceğini yada böyle bir terör örgütünün bulunduğunu gösterir herhangi
bir delil bulunamamıştır ve soruşturma dosyası hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından
62
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kemal Öztürk'ün yukarıda belirtilen telefon
hattını teknik takip altına almak (dinlemek) ve müştekileri Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturmasına hedef şahıs olarak şüpheli sıfatıyla dahil etmek için şüpheliler tarafından düzenlenen
ve içeriğinde herhangi bir suç unsuru bulunmayan (yasal anlamda herhangi birinin terör örgütü
kapsamında dinlenmesini gerektirecek mahiyette bilgi ihtiva etmeyen) raporlar tanzim edilmiş ve
bu raporlar dışında herhangi bir delil ya da gerekçe gösterilmemiştir.
Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün, herhangi bir suç unsuru içermeyen, bazıları
gıyabında yapılmış telefon görüşmelerini gerekçe göstererek, kullandığı telefonun teknik takip
altına alınmasıyla ve hatta 10/08/2012 tarihinde teknik takip tedbiri sonlandırılmasına rağmen yine
gıyabında yapılan görüşmeler gerekçe gösterilerek, 16/09/2013 tarihinde yeniden teknik takip kararı
alınmasıyla, resmi konumu ve görevi nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üst düzey
yöneticileri ile yapacağı görüşmelerin de dinleneceği ve bu telefonun dinlenmesi ile Kemal
Öztürk'ün üst düzey devlet yöneticileri ile yapabileceği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal ve
uluslararası yararları bakımından gizli kalması gereken görüşmelerin ve gizli bilgilerin de kayda
alınacağı açıkça ortada olmasına rağmen, Kemal Öztürk'ün kullandığı resmi telefonun, Dini Motifli
Terör Örgütleri ve Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti iddiasıyla,
''silahlı terör örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla
teknik takip altına alınması talep edilmiş ve takip altına alınmıştır.
Kullandığı telefona yönelik teknik takip (dinleme) kararı talep edilerek ''Silahlı terör örgütüne üye
olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak'' suçlamasıyla soruşturmaya şüpheli sıfatıyla dahil
edilen, Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı 05302019... numaralı resmi telefon
hakkında yürütülen teknik takipler (dinlemeler) esnasında Kemal Öztürk'ün, görüşmelerin
gerçekleştiği tarihlerde Başbakanlık görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın
Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcıları ve Bakanlar ile yaptıkları görüşmelerin tespit
edilerek kayıt altına alındığı, üst düzey devlet büyüklerinin bu görüşmelere ait ses kayıtlarının
soruşturma kapsamında hazırlanan ve İstanbul C. Başsavcılığı'na gönderilen harddiskler içerisine
kopyalanarak saklandığı, İstanbul 1 No'lu Hakimliği (TMK 10. Maddesi ile Görevli)'nin 11/02/2014
tarih ve 2014/146 D. İş No'lu kararına istinaden İstanbul C. Başsavcılığı'ndan incelenmek üzere
teslim alınan harddisklerin incelenmesi sırasında anlaşılmıştır.
Harddisklerde yapılan incelemeler neticesinde, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın,
Başbakanı'nın (Dışişleri Bk.), Başbakan Yardımcıları'nın, Türkiye Cumhuriyeti Bakanları'nın,
Cumhurbaşkanı ve Başbakan (Dışişleri Bakanı) Başdanışmanlarının ''Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin ulusal ve uluslararası yararları bakımından gizli kalması gerektiği'' değerlendirilen
görüşmeleri tespit edilmiş ve bu görüşmelerle ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Makamlarıı'na görüş sorulmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Makamı'nın 26/01/2015 tarihli, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık
Makamı'nın 06/02/2015 tarihli cevabi yazılarına göre, Sayın Başbakan'ın Türkiye Cumhuriyeti
Dışişleri Bakanı olduğu dönemde kendilerinin, Başbakan Yardımcıları'nın, Bakanları'nın, Başbakan
(Dışişleri Bakanı) başdanışmanlarının sözkonusu görüşmelerinin ''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin
güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken
63
bilgiler kapsamında olduğu'' bildirilmiş, bu kapsamda Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal
Öztürk'ün dinlenerek kayda alındığı tespit edilen görüşmeleri aşağıya çıkartılmıştır:
HEDEF ŞAHIS
KARŞI ŞAHIS
GÖRÜŞME ID TARİH
SÜRE
(sn)
05326736...
Sayın Recep Tayyip
Erdoğan
155837....
(Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı)
22.06.2012
19:52
291
151144....
21.05.2012
20:09
33
154987....
16.06.2012
20:59
136
155247....
18.06.2012
19:13
73
155843....
22.06.2012
20:48
77
155890....
23.06.2012
09:39
254
157490....
04.07.2012
19:39
100
160661....
28.07.2012
14:04
269
161451....
03.05.2012
14:37
83
244614....
18.11.2013
22:11
53
247536....
02.12.2013
21:54
227
5332098...
249806....
Prof. Dr. Beşir Atalay
13.12.2013
12:46
165
3129992...
154321....
Prof. Dr. Ali Babacan
12.06.2012
14:17
233
5323512...
Prof.
Dr.
Kurtulmuş
Numan245220....
21.11.2013
20:05
182
149699....
12.05.2012
10:30
223
149701....
12.05.2012
10:52
43
149703....
12.05.2012
11:05
57
149721....
12.05.2012
13:18
90
5322416...
Bülent Arınç
05302019...
Kemal
Öztürk
(Anadolu
Ajansı
Adına Kayıtlı Resmi5321364...
Telefon)
Bülent Arınç
5323180...
Prof.
Dr.
Akdoğan
64
SAAT
Yalçın
5305156...
Mehmet Ali Şahin
246480....
27.11.2013
20:47
193
5324282...
Efkan Ala
249556....
12.12.2013
10:28
219
5057773...
Taner Yıldız
150565.....
17.05.2012
20:47
73
152006....
27.05.2012
12:11
91
152007....
27.05.2012
12:15
188
1520074...
27.05.2012
12:20
119
152034....
27.05.2012
16:04
54
246416....
27.11.2013
16:18
54
146977....
23.04.2012
20:47
149
160168....
24.07.2012
18:50
365
3122048...
Zafer Çağlayan
248387....
06.12.2013
18:43
101
3122586803
Mehdi Eker
148301.....
02.05.2012
20:22
984
152224.....
3125851...
Prof. Dr. Recep Akdağ 152881.....
28.05.2012
21:23
314
02.06.2012
10:44
477
5053470...
İsmet Yılmaz
3129992...
İsmet Yılmaz
3122048...
Zafer Çağlayan
65
3122945...
Cevdet Yılmaz
153609.....
07.06.2012
13:47
313
3129992...
Fatma Şahin
153833....
08.06.2012
21:05
305
3129992...
Fatma Şahin
156480....
27.06.2012
16:11
115
5307771...
Mehmet Şimşek
156812.....
29.06.2012
21:10
204
3129992...
Hayati Yazıcı
159242.....
17.07.2012
17:50
244
3129992...
250417.....
16.12.2013
11:33
107
Prof. Dr. Veysel Eroğlu
5063334...
Muammer Güler
249771....
13.12.2013
10:10
53
5336836...
Mustafa Varank
151755....
25.05.2012
15:11
300
5323284...
Mustafa Varank
155839....
22.06.2012
20:10
152
Tabloda belirtilen tarih ve saatlerde Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün, görüşmenin
gerçekleştiği tarihte Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini yürüten Cumhurbaşkanı Sayın
Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Bakanları ile yaptığı kayıt altına alınan
görüşmeler aşağıya çıkartılmıştır.
1) 155837... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019.. numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
koruma eski müdürü Zeki Bulut adına kayıtlı 05326736... numaralı telefondan o tarihte Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini yürüten Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile
görüştüğü anlaşılmıştır.
2) 151144.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
05302019...numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Bülent Arınç adına kayıtlı 053224... numaralı telefonu kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
Yardımcısı Sayın Bülent Arınç ile görüştüğü anlaşılmıştır.
3) 154987.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlük adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün
günlük hayata ilişkin bir konuda, Bülent Arınç adına kayıtlı 05322416... numaralı telefonu kullanan
Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç ile görüştüğü anlaşılmıştır.
4) 155247.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Bülent Arınç adına kayıtlı 05322416... numaralı telefonu kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
Yardımcısı Sayın Bülent Arınç ile görüştüğü anlaşılmıştır.
5) 155843.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Bülent Arınç adına kayıtlı 05322416... numaralı telefonu kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
Yardımcısı Sayın Bülent Arınç ile görüştüğü anlaşılmıştır.
6) 155890.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Bülent Arınç adına kayıtlı 05322416... numaralı telefonu kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
Yardımcısı Sayın Bülent Arınç ile görüştüğü anlaşılmıştır.
7) 157490.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Bülent Arınç adına kayıtlı 05322416... numaralı telefonu kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
66
Yardımcısı Sayın Bülent Arınç ile görüştüğü anlaşılmıştır.
8) 160661.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Bülent Arınç adına kayıtlı 05322416... numaralı telefonu kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
Yardımcısı Sayın Bülent Arınç ile görüştüğü anlaşılmıştır.
9) 161451.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Bülent Arınç adına kayıtlı 05322416... numaralı telefonu kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
Yardımcısı Sayın Bülent Arınç ile görüştüğü anlaşılmıştır.
10) 247536.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05321364... numaralı resmi telefonu
kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç ile görüştüğü anlaşılmıştır.
11) 249806.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı adına kayıtlı 05332098... numaralı resmi telefonu
kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Beşir Atalay ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
12) 154321.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
03129992... numaralı telefondan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan ile
görüştüğü anlaşılmıştır.
13) 245220…. ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Hüseyin Demir adına kayıtlı 05323512.. numaralı telefondan o tarihte Adalet ve Kalkınma Partisi
Genel Başkan Yardımcısı olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı (AK Parti Genel Başkan
Yardımcısı) Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş ile görüştüğü anlaşılmıştır.
14) 149699.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Yalçın Akdoğan adına kayıtlı 05323180.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Başdanışmanı
olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Yalçın Akdoğan ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
15) 149701.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Yalçın Akdoğan adına kayıtlı 05323180.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Başdanışmanı
olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Yalçın Akdoğan ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
16) 149703.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Yalçın Akdoğan adına kayıtlı 05323180.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Başdanışmanı
olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Yalçın Akdoğan ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
67
17) 149721.. ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019.. numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Yalçın Akdoğan adına kayıtlı 05323180.. numaralı telefondan o tarihte Başbakanlık Başdanışmanı
olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Yalçın Akdoğan ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
18) 246480... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019.. numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Mehmet Ali Şahin adına kayıtlı 05305156.. numaralı telefondan Adalet ve Kalkınma Partisi Genel
Başkan Yardımcısı ve Karabük Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin ile görüştüğü anlaşılmıştır.
19) 249556... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05324282.. numaralı telefondan o tarihte
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Müsteşarı olan Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Sayın Efkan
Ala ile görüştüğü anlaşılmıştır.
20) 150565..... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Muharrem Özgün - Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı adına kayıtlı
05057773... numaralı telefondan Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın
Taner yıldız ile görüştüğü anlaşılmıştır.
21) 152006.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Ercan Erzincan adına kayıtlı 05053470... numaralı telefondan Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma
Bakanı Sayın İsmet Yılmaz ile görüştüğü anlaşılmıştır.
22) 152034.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Ercan Erzincan adına kayıtlı 05053470... numaralı telefondan Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma
Bakanı Sayın İsmet Yılmaz ile görüştüğü anlaşılmıştır.
23) 246416.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
03129992... numaralı telefondan Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanı Sayın İsmet Yılmaz
ile görüştüğü anlaşılmıştır.
24) 146977.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı adına kayıtlı 03122048... numaralı telefondan o tarihte
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanı olan Mersin Milletvekili Sayın Zafer Çağlayan ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
25) 160168.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı adına kayıtlı 03122048... numaralı telefondan o tarihte
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanı olan Mersin Milletvekili Sayın Zafer Çağlayan ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
26) 248387... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
68
05302019.. numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı adına kayıtlı 03122048... numaralı telefondan o tarihte
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanı olan Mersin Milletvekili Sayın Zafer Çağlayan ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
27) 148301..... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü adına kayıtlı 03122586... numaralı
telefondan Türkiye Cumhuriyeti Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehdi Eker ile
görüştüğü anlaşılmıştır.
28) 152224..... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
03125851... numaralı resmi telefondan o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı olan Erzurum
Milletvekili Sayın Recep Akdağ ile görüştüğü anlaşılmıştır.
29) 152881..... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
03125851... numaralı resmi telefondan o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı olan Erzurum
Milletvekili Sayın Recep Akdağ ile görüştüğü anlaşılmıştır.
30) 153609..... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığı adına kayıtlı 03122945... numaralı resmi telefondan
Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz ile görüştüğü anlaşılmıştır.
31) 153833.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
03129992... numaralı telefondan o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
olan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Fatma Şahin ile görüştüğü anlaşılmıştır.
32) 156480.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
03129992... numaralı telefondan o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
olan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Fatma Şahin ile görüştüğü anlaşılmıştır.
33) 156812..... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanlığı adına kayıtlı 05307771... numaralı resmi telefondan Türkiye
Cumhuriyeti Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek ile görüştüğü anlaşılmıştır.
34) 159242..... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
03129992... numaralı telefondan o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Gümrük ve Ticaret Bakanı olan
Rize Milletvekili Sayın Hayati Yazıcı ile görüştüğü anlaşılmıştır.
35) 250417..... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
03129992... numaralı telefondan Türkiye Cumhuriyeti Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel
Eroğlu ile görüştüğü anlaşılmıştır.
36) 249771.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
69
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı adına kayıtlı 05063334... numaralı resmi telefondan o tarihte
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı olan Mardin Milletvekili Sayın Muammer Güler ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
37) 151755.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
Mustafa Varank adına kayıtlı 05336836... numaralı telefonu kullanan o tarihte Başbakanlık
Başdanışmanı olan şu anki Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Sayın Mustafa Varank ile görüştüğü
anlaşılmıştır.
38) 155839.... ID numaralı görüşmede Anadolu Ajansı T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Adına kayıtlı
05302019... numaralı resmi telefonu kullanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün,
05323284... numaralı telefonu kullanan o tarihte Başbakanlık Başdanışmanı olan şu anki
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Sayın Mustafa Varank ile görüştüğü anlaşılmıştır.
Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün yaptığı yukarıda belirtilen görüşmelerini harddisk
içerisine kopyalayarak depolayan personelin tespiti amacıyla yapılan çalışmalarda; Kemal
Öztürk'ün kullandığı Anadolu Ajansi T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına kayıtlı 05302019... numaralı
resmi telefonundan yaptığı görüşmelerin seslerini W1D2FJB4 seri numaralı harddiske kaydederek
depolayan kişilerin ''T3417883'' aidiyet numaralı şüpheli Mustafa Uyanık ve ''T3412262'' aidiyet
numaralı şüpheli Ziya Yalabuk olduğu anlaşılmıştır.
Müşteki Kemal Öztürk'ün C. Başsavcılığında vermiş olduğu 19.11.2014 tarihli ifadesinde
özetle;
''1995 yılında Yenişafak gazetesinde gazeteci olarak göreve başladığını, 2003 yılında TBMM
Başkanı Bülent Arınç'ın basın danışmanı olarak Ankara'ya taşındığını, 2007 yılında Bülent Arınç'ın
görev süresinin bitmesiyle Başbakan basın danışmanı olarak göreve başladığını, 2011 yılında bu
görevinden ayrıldığını, İstanbul'a taşındığını, aynı yılın Ağustos ayında tekrar Ankara'ya geri
çağrıldığını, Anadolu Ajansı Genel Müdürü olduğunu, halen görevini devam ettirdiğini, hayatının
gazetecilik faaliyeti çerçevesinde çeşitli televizyon ve gazetelerde çalışmakta geçtiğini, herhangi bir
suç işlemediği gibi terörle de uzaktan yakından ilgisinin olmadığını, mesleki ve sosyal hayatını
Türkiye Cumhuriyeti kanunları çerçevesinde yürüttüğünü, 2014 yılı başlarında bir kısım gazetelerde
kullanmakta olduğu telefonunun terör kapsamında dinlendiğine dair haberler çıktığını, bu şahsına
yapılmış iftira olduğunu, mesleki ve şahsi itibarının zedelendiğini, yönetmekle yükümlü olduğu
Anadolu Ajansının Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmi anlamda en büyük haber ajansı
olduğunu, aynı zamanda dünyanın en büyük sekizinci haber ajansı olduğunu ve Türkiye
Cumhuriyeti'ni temsil ettiğini, bu dosya kapsamında şahsından ziyade yönetmekle yükümlü
olduğu resmi kurumun hedef alındığını, yine kurumun ticari ve mesleki faaliyetlerinin takip
edilmek istendiğini düşündüğünü, zira kendisinin terörle ilişkili olamayacağı son derece aşikar
olduğunu, en küçük bir araştırmayla ortaya çıkabileceğini, Anadolu Ajansı Ortadoğu'da meydana
gelen toplumsal olaylarla ilgili olarak dünya kamuoyunu doğru bilgilendirme ve doğru yönlendirme
kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Devleti menfaatlerini de doğrudan ilgilendiren haberler yaptığını,
Filistin, Suriye ve Mısır ağırlıklı olmak üzere Gazze, Ramallah, Kudüs ve 22 Arap ülkesinde
temsilciliğinin mevcut olduğunu, rakiplerinin Reuters ve AFP olduğunu, faaliyet alanı çok geniş
70
kapsamlı ve görev alanı ile ilgili tüm dünya ölçeğinde iddialı konumda olduğunu, kendisinin
kullanmakta olduğu telefonun Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü'nün resmi telefonu olduğunu,
şahsıyla ilgisinin olmadığını, resmi kurum telefonun dinlenmesinin az önce beyan ettiği iddiaları
doğruladığını, kendisine yapılan terör örgütü üyeliği ithamının gereği şahsi telefonun dinlenmesinin
gerektiğini, resmi bir kurumun genel müdürü olarak resmi telefonla nasıl terör örgütü üyeliği
faaliyeti yürüttüğünü anlayamadığını, hiçbir delil olmadığı halde ismini terörle ilişkilendirerek şahsi
ve mesleki itibarını zedeleyen tüm sorumlular hakkında şahsı ve kurumu adına şikayetçi ve davacı
olduğunu ayrıca kendisi hakkında verilen dinleme kararlarının tarihi itibariyle Sayın
Başbakan, Sayın Başbakan Yardımcıları, Sayın Bakanlar, Sayın Milli İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarı ve benzer nitelikte kritik görevler yürüten devlet yetkilileriyle görüşmelerinin
olduğunu ve bunun araştırılmasını istediğini, soruşturmaya dahil edilmesine gerekçe olarak
gösterilen hiçbir suç unsuru taşımayan çoğu da gıyabında yapılmış bu görüşmeler nedeniyle ''silahlı
terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak'' suçundan dinlenmesine karar verilen
0530201... numaralı telefonun kurum adına kayıtlı resmi telefonu olduğunu, ''terör örgütü adına
eylem ve faaliyetlerde bulunmak'' suçundan takibine karar verilen 'kemaloztü[email protected]' isimli
mail adresi kuruma ait mail adresi olduğunu, 'kemaloztürk2006@ hotmail.com' isimli mail
adresinin şahsına ait olduğunu, yaptığı görüşmelerde hiçbir suç unsuru olmadığını, hem resmi
cep telefonu, hem kurum santrali ve mail adreslerin ve kurum yöneticilerin telefonlarının
dinlenmesi ticari casusluk olarak nitelendirdiğini'' beyan ettiği anlaşılmıştır.
Yapılan tesbitler doğrultusunda özetle;
a) Genel yayın yönetmenliği görevini şüpheli Ekrem Dumanlı'nın yürüttüğü Zaman Gazetesi'nin
14.11.2013 tarihli ''Eğitime Darbe'' manşetiyle eş zamanlı olarak sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturma dosyasına Cumhurbaşkanı Başdanışmanları Mustafa Varank ve Sefer Turan, Başbakan
Başdanışmanları Ali Sarıkaya ve Osman Sert ile Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün
açık kimlik, görev ve ünvanları gizlenerek ve gerekçesiz olarak ''terör örgütü üyesi'' sıfatıyla dahil
edildikleri, ismi geçen bu kişilerin sözde soruşturmaya dahil edilme sebeplerinin Sayın
Cumhurbaşkanı (Başbakan) ve Sayın Başbakan'ın (Dışişleri Bakanı) görüşmelerinin dinlenilerek
kaydetmek olduğu, bu amaca ulaşılarak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'nın
''ulusal ve uluslararası yararlar bakımından gizli kalması gereken'' nitelikteki görüşmelerinin
kaydedildiği,
b) Şüpheli Ekrem Dumanlı tarafından atılan ''Eğitime Darbe'' manşetinin, sözde Kudüs Ordusu
Terör Örgütü soruşturması adı altında, Türkiye Cumhuriyeti 61. Hükümeti'nin FETÖ/PDY Terör
Örgütü tarafından artık açıkça hedef alındığının örgüt üyelerine ilanı ve talimatı mahiyetinde
olduğu, bu talimat üzerine ismi geçen devlet yetkililerinin resmi telefonlarının dinlendiği ve bir
kısım görüşmelerinin hiç bir ilgisi olmadığı halde bu kişileri terörle ilişkilendirmek amacıyla delil
olarak iletişim tesbit tutanağı haline getirildiği,
c) Şüphelinin örgüt lideri Fetullah Gülen'den aldığı talimatları örgüt üyelerine aktardığı, 25 Kasım
2013 tarihli ''Başbakan'a Açık Mektup'' başlıklı dini argümanlar üzerinden hükümeti tehdit içerikli
yazısının, örgüt lideri Fetullah Gülen'in 25 Kasım 2013 tarihli ''Hiç Durmadan Yürüyeceksiniz...!''
başlıklı konuşmasıyla aynı mahiyette olup ''Dersaneler Yasa Tasarısı'' nedeniyle örgütün hedefine
71
konulan Türkiye Cumhuriyeti 61. Hükümeti'ne yönelik eylemler için örgüt üyelerine talimat
niteliğinde olduğu, söz konusu yasa tasarısının hazırlanmasından sorumlu tutulan MEB Müsteşarı
Yusuf Tekin'in görüşmelerinin kaydedilerek bir kısmının iletişim tesbit tutanağı haline getirildiği
anlaşılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetine yönelik 17-25 Aralık girişimleri ile başlayan saldırı
süreci 01.01.2014 ve 19.01.2014 tarihlerinde Suriye Türkmenlerine yardım malzemesi taşıyan Milli
İstihbarat Teşkilatına ait tırların, MİT mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak ve silah
kullanılarak durdurulması ile devam etmiştir.
Şüpheliler Can Dündar ve Erdem Gül hakkındaki bu iddianame de;
a) 17-25 Aralık Tarihli Darbe Girişimi ve Şüphelilere FETÖ/PDY Terör Örgütü Tarafından Bu
Süreçte Verilen Görev,
b) Milli İstihbarat Teşkilatına Ait Yardım Tırlarının Durdurulması ve Şüphelilere FETÖ/PDY Terör
Örgütü Tarafından Bu Süreçte Verilen Görev,
c) Reyhanlı Ve Cilvegözü Terör Saldırıları ve Şüphelilere FETÖ/PDY Terör Örgütü Tarafından Bu
Saldırılarla İlgili Verilen Görev,
d)Şüphelilerin Gerçekleştirdiği
Değerlendirilmesi,
Eylemlerin
Ceza
Hukuku
Açısından
İncelenmesi
ve
başlıkları altında düzenlenmiştir.
A) 17-25 ARALIK TARİHLİ DARBE GİRİŞİMİ VE ŞÜPHELİLER CAN DÜNDAR VE
ERDEM GÜL'E FETÖ/PDY TERÖR ÖRGÜTÜ TARAFINDAN VERİLEN GÖREV,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Üyesi ve Yöneticisi Şüpheliler Tarafından Yürütülen Sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü Soruşturmasının "17 Aralık Soruşturması" Olarak Bilinen Soruşturma Dosyası
İle Bağlantısı;
"17 Aralık soruşturması" olarak bilinen Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2012/120653 numaralı
soruşturma dosyasının incelenmesinde;
Haklarında "Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama, 5607 Sayılı Yasaya Muhalefet,
Resmi Belgede Sahtecilik, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma, Rüşvet Almak ve Vermek, Fuhşa
Aracılık Etmek" suçlarından soruşturma yürütülen şüphelilerden,
1- Abdullah Happani,
2- Adem Karahan,
3- Ahmet Murat Öziş,
4- Barış Güler,
5- Cafer Saran,
72
6- Can Sarraf,
7- Cemalettin Happani,
8- Cengiz Kumartaşlıoğlu,
9- Ceylan Er,
10- Ebru Gündeş Sarraf,
11- Emin Hayyam,
12- Emir Eroğlu,
13- Emrah Happani,
14- Ercan Sağın,
15- Ertuğrul Bozdoğan,
16- Fatma Aslan,
17- Halil İbrahim Akkaya,
18- Hikmet Tuner,
19- Hüsametin Altınbaş,
20- İrfan Işıkgün,
21- İsmail Karaarslan,
22- Mehmet Happani,
23- Mehmet Bilici,
24- Mehmet Ali Aşiroğlu,
25- Mehmet Hakan Atilla,
26- Mehmet Hakan Bayramiç,
27- Mehmet Şenol Çağlayan,
28- Metin Cabir,
29- Mohammadsadegh Rastgar Shishehgarkhaneh,
30- Muacet Korkmaz,
31- Murat Cesurtürk,
32- Murat Yılmaz,
33- Mustafa Aşiroğlu,
34- Mustafa Behcet Kaynar,
35- Nesteren Zarei Deniz,
36- Onur Kaya,
37- Özgür Özdemir,
38- Özgür Erker,
39- Özlem Adatepe,
40- Rıza Sarraf,
41- Rüçhan Bayar,
42- Sabri Berk,
43- Salih Barış Kıranta,
44- Salih Kaan Çağlayan,
45- Süleyman Aslan,
46- Süleyman Happani,
47- Taha Ahmet Alacacı,
73
48- Tevfik Usta,
49- Turgut Happani,
50- Türker Sargın,
51- Umut Bayraktar,
52- Yasin Ata,
53- Yücel Özçil hakkında yürütülen soruşturma sonucu C.Başsavcılığımızın 16.10.2014 tarihli
kararı ile "Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar" verilmiştir.
Şüpheliler tarafından Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2011/762 numaralı soruşturma dosyası
üzerinden yürütülen sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasına ait 107 klasör evrakın
incelenmesi esnasında, 1. klasörün ''Talimatlar'' bölümü olarak ayrılan kısmında, soruşturma savcısı
tarafından Maliye Bakanlığı'na bağlı Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı'na hitaben yazılan, ''dosya
kapsamındaki gerçek ve tüzel kişilerle ilgili Vergi Usül ve Mevzuatı başta olmak üzere şahıs
bazında hesap hareketleri ve dosya muhteviyatı çerçevesinde ihtiyaç duyulan benzeri konularda
çalışma yapmak üzere Mehmet Sunar ve Mehmet Şentürk isimli kişilerin bilirkişi olarak
atanmasına'' dair 03.05.2012 tarihli talep yazısına rastlanmış, ''Terör Örgütü Üyeliği ve Yöneticiliği''
suçları kapsamında yürütülen soruşturma dosyasında vergi müfettişlerinin bilirkişi olarak
görevlendirilmesinin talep edilmesi dikkat çekici bulunmuştur.
Bu yazının yazılmasındaki asıl maksadın anlaşılması amacıyla C. Başsavcılığımızca Vergi Denetim
Kurulu Başkanlığı'na hitaben yazılan 06.04.2015 tarih ve 2014/41637 soruşturma sayılı müzekkere
ile;
Şüpheliler Mehmet Sunar ve Mehmet Şentürk'ün 2011/762 numaralı soruşturma dosyasında neden
görevlendirildiklerinin ve bu görevlendirme kapsamında ne tür işlemler yaptıklarının tespit
edilebilmesi için bilirkişi görevlendirilmesi istenilmiş (görevlendirilecek bilirkişinin ismi
belirtilmeden), Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı'nca görevlendirilen bilirkişi Kazım Okan Erol'a
05.05.2015 tarihinde yemini yaptırılarak konuyla ilgili evraklar teslim edilmiştir.
Kazım Okan Erol tarafından, Mehmet Sunar ve Mehmet Şentürk tarafından düzenlenen evrak, bilgi,
belge ve dijital materyallerin incelenmesi sonucu düzenlenen 03.06.2015 tarih ve 2015-B-467/11
rapor sayılı rapor içeriğine göre;
2011/762 numaralı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyası savcılarından İsmail
Tandoğan tarafından Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı'na hitaben yazılan 03.05.2012 tarih ve
2011/762 soruşturma numaralı yazıda, Vergi Müfettişleri Mehmet Sunar ve Mehmet Şentürk'ün
isimleri belirtilerek ''2011/762 numaralı soruşturma kapsamında niteliği itibariyle incelemesi
uzmanlık gerektiren, dosya kapsamında ilişkili gerçek ve tüzel kişilerle ilgili vergi usul ve mevzuatı
başta olmak üzere, şahıs bazında hesap hareketleri ve dosya muhteviyatı çerçevesinde ihtiyaç
duyulan benzeri konularda çalışma yapmak üzere görevlendirilmelerinin''talep edildiği, talebin
Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı tarafından kabulü ile Mehmet Sunar ve Mehmet Şentürk'ün
09.05.2012 tarihli görevlendirme yazısı ile görevlendirildikleri, bazı şahıs ve tüzel kişiler hakkında
74
Türkiye'de faaliyet gösteren bankalardan bilgi istedikleri ve Gelir İdaresi Başkanlığı veri tabanı
üzerinden sorgulamalar yaptıkları, 26.07.2012 tarihinde bu kapsamda;
D9006971 pasaport numaralı Naser Ghafari,
D9010693 pasaport numaralı Hassan Shabani Ghalvani,
19126322118 T.C. kimlik numaralı Ali Duman,
49981843152 T.C. kimlik numaralı Volkan Çelik,
14531905222 T.C. kimlik numaralı Hüseyin Avni Yazıcıoğlu,
14387092510 T.C. kimlik numaralı Oktay Albayrak,
45139370518 T.C. kimlik numaralı Engin Bilgin,
14492906566 T.C. kimlik numaralı Seccad Yazıcıoğlu,
24965292874 T.C. kimlik numaralı Selçuk Çetin,
40031198130 T.C. kimlik numaralı Erol Ünaldı,
65689255400 T.C. kimlik numaralı Muammer Eker,
23594089022 T.C. kimlik numaralı Hüseyin Avcı,
17522180882 T.C. kimlik numaralı Bekir Erdoğan,
15646116718 T.C. kimlik numaralı Celalettin Yurtoğlu,
11051097420 T.C. kimlik numaralı Kenan Özdil,
34244042946 T.C. kimlik numaralı Özcan Balcı,
51082691204 T.C. kimlik numaralı Bilgehan Ahmet Arslan,
53320612798 T.C. kimlik numaralı Ömer Faruk Kaya,
21317701596 T.C. kimlik numaralı Sadettin Budak,
14513905806 T.C. kimlik numaralı Ahmet Yazıcıoğlu,
31526079058 T.C. kimlik numaralı Ramazan Arıkan,
41707238440 T.C. kimlik numaralı Ali Akbulut,
30599379454 T.C. kimlik numaralı Nureddin Şirin,
22232056136 T.C. kimlik numaralı Adem Yerlikaya,
44515772410 T.C. kimlik numaralı Mehmet Şahin,
37709135320 T.C. kimlik numaralı Yılmaz Kadıoğlu,
14792305090 T.C. kimlik numaralı Üzeyir Yiğit,
6220583149 vergi kimlik numaralı Amir Moradian,
7360571807 vergi kimlik numaralı Abbas Sadat Serki,
4940515299 vergi kimlik numaralı Shahreyar Kamkar,
1090026542 vergi kimlik numaralı Alban Dış Ticaret Ltd. Şti.,
0110052292 vergi kimlik numaralı Akabe Kültür ve Eğitim Vakfı,
2150243599 vergi kimlik numaralı Crown Group Import Export Medikal Ltd. Şti.,
6130702289 vergi kimlik numaralı Medyam 14 Radyo Televizyon Yayıncılık A.Ş.,
0010708567 vergi kimlik numaralı Şafak Medya Teknolojileri ve Prodüksiyon Yapım Ltd. Şti.,
6310606672 vergi kimlik numaralı Nevis Dış Ticaret Ltd. Şti.,
5900520590 vergi kimlik numaralı Kudüs TV / Kudüs Medya A.Ş.,
3260278505 vergi kimlik numaralı Ehli Beyt Alimleri Derneği,
7340087095 vergi kimlik numaralı Rast Radyo Televizyon ve Medya Hizmetleri A.Ş.,
75
4630386769 vergi kimlik numaralı Hilal Radyo ve televizyon Yayıncılık A.Ş. hakkında Türkiye'de
faaliyet gösteren bankalardan, tüzel kişiler hakkında ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı veri tabanından
mali bilgileri topladıkları,
26.07.2012 tarihinde gönderilen bilgi isteme yazılarına ek olarak, yukarıdaki tüzel kişilerin
yöneticileri ve bağlantılı olduğu kişilerin tespit edildiği ve bu kişiler hakkında da banka hareketleri
ile ilgili bilgi istendiği, 02.05.2013 tarihinde bu kapsamda;
U8354887 pasaport numaralı Rasoul Abdullahi,
Y21101017 pasaport numaralı Rahim Bazdar,
24215707806 T.C. kimlik numaralı Musa Aydın,
42137110368 T.C. kimlik numaralı Uğur Aktaş,
43330294480 T.C. kimlik numaralı Yusuf Tazegün,
11704569564 T.C. kimlik numaralı Kenan Akyol,
8430348242 Vergi kimlik numaralı Thaqalayn Radyo Televizyonu hakkında Türkiye'de faaliyet
gösteren bankalardan ve tüzel kişiler hakkında ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı veri tabanından mali
bilgileri topladıkları,
Türkiye'de faaliyet gösteren bankalardan, 2000-2012 tarih aralığındaki yıllara ilişkin, bu gerçek ve
tüzel kişilerin bankalar nezdindeki;
Her türlü hesaplarının (vadeli, vadesiz, tasarruf, ticari, döviz tevdiat, kredi vb.) yer aldığı excel
formatında liste,
Bu hesaplardan yapılan her türlü işlemin (EFT, havale, Swift, nakit çekme, nakit yatırma vb.) yer
aldığı excel formatında liste,
Vekalet veya talimat yoluyla kullandıkları başkaları adına açılmış olan hesapların olması
durumundabu hesaplardan yapılan her türlü işlemin (EFT, havale, Swift, nakit çekme, nakit yatırma
vb.) yer aldığı excel formatında liste,
Mevduat ve kredi hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin gönderdikleri TL ve döviz cinsinden havaleler
ile adlarına gelen havalelerin (elektronik fon transferleri ve Swift işlemleri, western-union vb.
işlemleri dahil) ayrıntılı dökümü (havalelerin tarihi, tutarı, açıklama, gönderen ve gönderilen şahıs
ya da firma ünvanı vb. gösterilerek),
Bankalar ile yapmış oldukları Kredi Kartları Üye İşyeri Sözleşmesi'nin onaylı bir örneği ile söz
konusu sözleşme kapsamında 2000-2012 tarih aralığındaki yıllara ilişkin anılan şirket vekişiler
hesabına geçen kredi kartı hasılat tutarları ve kesilen komisyonları gösteren liste,
Hesaba giren ve hesaptan ödenen çek ve senetlere ilişkin bilgileri ihtiva edecek şekilde excel
formatında liste,
Bankalar nezdinde veya bankalar aracılığıyla kullandıkları krediler ve bu kredilere ilişkin yapılan
her türlü kredi sözleşmeleri (söz konusu yıllardan önceki yıllarda yapılmış olmakla birlikte geri
ödemeleri devam eden kredi sözleşmeleri dahil),
Mevduat ve kredi hesaplarına (vekalet yoluyla kullanılanlar dahil) nakit olarak yatan ve hesaplardan
nakit olarak çekilen tutarların olması halinde, söz konusu işlemleri yapanların kimlik bilgileri,
Repo, devlet tahvili ve hazine bonosu, yatırım fonları ve diğer menkul kıymet alım ve satımı
76
(menkul kıymetin tutarı, faiz tutarı, satış ve geri alış tarihleri) bilgilerini istedikleri,
İstedikleri bilgi ve belgelerin elektronik ortamda CD olarak, yazıcıdan dökümü alınmış listelerin,
çek-senet fotokopilerinin, kıymetli evrak fotokopileri vb. dökümanların bankalar tarafından
derlenerek vergi müfettişlerine ibraz edildiği ve bu bilgi ve belgelerin şüpheliler Mehmet Sunar ve
Mehmet Şentürk tarafından muhafaza edildiği,
Bu bilgilere ek olarak, elektronik ortamda erişilen Gelir İdaresi Başkanlığı Yönetim Bilgi Sistemi
üzerinden, yukarıda sayılan tüzel kişilerin vergi dairelerine verdiği beyannameler, tüzel kişilerin
ortaklık yapıları, sicil bilgileri, mal alım ve satımı yaptıkları şirketler ile ilişkili kişilerin bilgilerinin
toplandığı tespit edilmiştir.
Şüpheli Mehmet Sunar'ın C. Başsavcılığımızca alınan 30.06.2015 tarihli ifadesinde;
''2006 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü'nden mezun oldum. Mezun olduktan sonra
kısa bir süre Turizm Bakanlığı'nda kontrolör olarak çalıştım. 8 yıldan bu yana da Maliye
Bakanlığı'nda Vergi Müfettişi olarak çalışmaya devam ediyorum. Bana sormuş olduğunuz Savcı
İsmail Tandoğan tarafından yazılan 03.05.2012 tarihli benimle birlikte Mehmet Şentürk'ün bilirkişi
olarak görevlendirilme yazısı Ankara'daki Vergi Denetim Kurulu Başkanılığı'na gönderilmiş,
buradan da savcılık yazısı eklenerek bana ve Mehmet Şentürk'e bildirilmiştir. Biz Mehmet Şentürk
ile birlikte görevlendirmeyi öğrendikten sonra Savcı Bey'e ulaşmaya çalıştık. Savcı Bey'e
ulaşamayınca bizi Erkan Ünal isimli biri aradı. emniyete davet etti. Orada Oğuzhan isimli sarışın bir
rütbeli de vardı. Komiser olduğunu tahmin ediyorum. Soyismini hatırlamıyorum. Bu şekilde toplam
4 kişiydik. Bize burada her ikisi de İran bağlantılı şirket ve kişilerle ilgili soruşturma yürüttüklerini,
mali konularda da bu kişi ve şirketlerle ilgili yapacağımız tespitlere, banka hareketlerine,
üzerlerinde gayrımenkul olup olmadığına, bu kişilerin şirket ortaklıklarının olup olmadığına ilişkin
inceleme yapmamızı istediklerini söylediler. Bu konuda herhangi bir yazılı belge vermediler.
Sadece şifai olarak anlattılar. Benim anladığım kadarıyla bu kişi ve şirketlerle ilgili mali inceleme
yaptırmak istiyorlardı. Bu vergi incelemesi değildi.
Bize anlattıkları şekliyle 2000 ve 2012 yılları arasında ismini verdikleri şirket ve kişiler hakkında
inceleme yapmamızı söylemişlerdi. Biz de bu doğrultuda bankalara yazılar yazdık. Tüm
yazışmalarımızı ve bu konudaki flash diski Cumhuriyet Başsavcılığınıza teslim etmiştik. Yaptığımız
çalışma vergi incelemesi değildi. Mal varlığı, para hareketleri vs. incelemesiydi. Bu nedenle 2000
yılından itibaren bankalardan bilgi istedik. Bize böyle bir terör örgütünün, Yargıtay tarafından da
kabul edildiğini, şu anda tekrar faaliyete başladıklarını, bunun için hesap hareketleriyle ilgili
inceleme yaptıracaklarını söylemişlerdi.
Ben daha önce Erkan Ünal ve Oğuzhan isimli kişiyi tanımıyordum. Aynı şekilde Savcı Bey'i de
tanımıyordum. Niçin müzekkerede ismimin belirtilerek bilirkişi yapıldığımı bilemiyorum. Bu
savcılıkla idare arasındaki bir konudur. Ben bunu bilemiyorum.
Emniyette yaptığımız toplantıyla aynı gün veya kısa bir süre sonra aynı kişilerle birlikte Beşiktaş
77
Adliyesi'ndeki Savcı İsmail Bey'in yanına gittik. Burada da toplantı yaptık. Savcı Bey'le tanıştık.
İşle ilgili burada çok bir konuşma olmadı. Yapılacak işin mahiyetini emniyette anlatmışlardı.
Burada genel hatlarıyla Savcı Bey konuyu anlattı. Hatta çok ta konuya girmedi.
Benim yasal olmayan hiçbir oluşumla uzaktan yakından ilgim yoktur. Devletin resmi hiyerarşisi
dışında hiç kimseden talimat almadım. Yapmış olduğum bu inceleme de yasal kurum amirlerimin ve
adli yetkililerin beni görevlendirmesi üzerine yapmış olduğum incelemedir. Bunun dışında başka bir
amacım ve kastım yoktur. Soruşturmayla ilgili olarak emniyetle 3-4 kez, Savcı Bey'le bir defa
görüştük. Zaten bahsi geçen dosyaya da mali inceleme anlamında bir katkı sağlamadık. Herhangi
bir rapor yazmadık. Sadece tarafınızdan evraklar istenince elimizdekileri getirip teslim ettik.''
şeklinde beyanda bulunduğu,
Şüpheli Mehmet Şentürk'ün C. Başsavcılığımızca alınan 30.06.2015 tarihli ifadesinde;
''2005 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdim. 2007 yılı Mayıs ayında Vergi
Müfettişi olarak göreve başladım. Halen İstanbul Vergi Denetim Kurulu Büyük Ölçekli Mükellefler
İstanbul Grup Başkanlığı'nda Vergi Müfettişi olarak çalışmaktayım.
Bana sormuş olduğunuz İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 03.05.2012 tarihli yazısında ismim
belirtilerek görevlendirme yazım Ankara Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı'nın yazısı ekinde
gönderilen yazıdır. Bu yazı Ankara'dan İstanbul Grup Başkanlığı'na gönderildiğinde bize de
bildirildi. Bunun üzerine Mehmet Sunar ile birlikte Beşiktaş'taki Savcı İsmail Bey'in yanına gittik.
Burada Erkan isimli rütbeli polis te bulunmaktaydı. Burada Savcı Bey bize bazı kişi ve şirketlerle
ilgili mali konularda inceleme yapmamızı istediğini, bu zamana kadarki soruşturmalarda olayın
sadece cezai boyutunun soruşturulduğunu finansal boyutunun hep eksik kaldığını, bu nedenle olayın
finansal boyutunu araştırmada bizim teknik bilgilerimize ihtiyaç duyduğunu söyledi. Bize hangi suç
konusunda inceleme yapacağımız hususunda bilgi vermedi. Anlattığı hususlar genel olarak mali
konulardı. Benim bu anlattıklarım hatırladıklarım kadarıyladır.
Bu inceleme bir vergi incelemesi değildi. Zira yazıda incelemenin kapsamı tarih olarak
belirtilmemişti. Biz de 2000 ve 2012 yılları arasını baz alarak bankalara yazılarımızı yazdık.
Ben Erkan isimli kişiyi yada savcı beyi daha önceden tanımıyorum. Hiçbir tanışıklığım yoktur.
Yapılan görevlendirmede niçin ismimin yazıldığını bilemiyorum.
Benim yasal amirlerim dışında hiçbir yerden talimat almam söz konusu değildir. Yasal olmayan
hiçbir örgüt veya oluşumla ilgim yoktur.'' şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
Şüpheliler tarafından sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü adı altında yürütülen soruşturma "Terör
Örgütü Yöneticiliği ve Terör Örgütü Üyeliği" soruşturmasıdır. Soruşturma kapsamında Vergi
Denetim Kurulu Başkanlığı'ndan bilirkişi tayini istenmesinin sebebi, dosya kapsamına zoraki
yorumlarla gerekçesiz olarak dahil edilen mağdur ve müştekiler hakkında "terörün finansmanı"
suçlamasıyla rapor düzenlettirmek ve bu suçlamayla tüm malvarlıklarına el koymaktır. Sözde
78
Kudüs Ordusu Terör Örgütü hakkındaki soruşturmanın vergi incelemesiyle hiçbir ilgisi yoktur.
Vergi Usül Kanunu'nun ''Zamanaşımı Süreleri'' başlıklı 114. maddesine göre ''Vergi alacağının
doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak 5 (beş) yıl içinde tarh ve mükellefe
tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğrar''Ayrıca Kanun'un ''İnceleme Zamanı''başlıklı 138.
maddesine göre ''İnceleme, neticesi alınmamış hesap dönemi de dahil olmak üzere, tarh zamanaşımı
süresi sonuna kadar her zaman yapılabilir. ''Bu iki hüküm, vergi inceleme yetkisinin en önemli
sınırını belirtmektedir. Buna göre vergilendirme döneminin üzerinden 5 (beş) yıl geçtikten sonra bir
tarhiyat yapılamayacağı gibi, vergi incelemesi de yapılamaz. Şüpheliler Mehmet Sunar ve Mehmet
Şentürk'ün C. Başsavcılığımızca alınan 30.06.2015 tarihli ifadelerinde ''Yaptıkları incelemenin
2000-2012 yılları arasını kapsaması nedeniyle vergi incelemesi olmadığına''ilişkin beyanları da bu
açıklamayı te'yid etmektedir. Zira yaptıkları inceleme, yasal yetkileri olmamasına rağmen ''Terörün
Finansmanı/Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama''incelemesidir. Bu incelemeyi
18.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5549 Sayılı Kanun'un 19. maddesi ile görev ve yetkileri
düzenlenen Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı (MASAK) yapmaktadır.
Bununla birlikte;
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü kapsamında, "El-Kaide Terör Örgütü Üyeliği" suçundan
gözaltına alınan İran uyruklu bir kişinin "Şafak" müstear ismiyle sahte gizli tanık yapıldığı, "ElKaide Terör Örgütü Üyeliği" suçlamasıyla başka bir soruşturmadan gözaltında bulunduğu esnada
şüphelilerden Gafur Ataç tarafından tehdit edilmek suretiyle sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
kapsamında gizli tanık sıfatıyla 22.03.2013 tarihli sahte ifadeyi vermesinin sağlandığı tespit
edilmiştir.
"Gizli Tanık Şafak-İfade Tutanağı" başlığını taşıyan, soruşturma savcısı ve şüpheli Erkan
Ünal tarafından düzenlenen 3 (üç) sahifeden ibaret 22/03/2013 tarihli ifade tutanağında Gizli
Tanık Şafak'ın;
"Uzun yıllar önce İstanbul'a geldiğini, yaptığı iş nedeniyle bir çok kişiyle irtibatının bulunduğunu,
bunlardan bir kısmının kanun dışı faaliyetlerde bulunduğunu bildiğini, 1979 yılında İslam Devrimi
adı altında yapılan devrimden sonra devrimi diğer ülkelere de tanıtmak maksadıyla Devrim
Muhafızları olarak bilinen SEPAH adında bir birimin kurulduğunu, bu birimin doğrudan
dini lidere bağlı olduğunu, başta Irak ve Suriye olmak üzere Türkiye, Yemen ve Lübnan'da
faaliyette bulunduğunu, faaliyetlerini diplomatik dokunulmazlıkları nedeniyle konsolosluklar
aracılığıyla yürüttüğünü, İstanbul'da da bu faaliyetlere şahit olduğunu, İstanbul ve Ankara başta
olmak üzere İran'ın resmi kurumları olan şehirlerde çalışma yürüttüklerini, Malatya'da kurulan
NATO savunma kalkanı ile ilgili bir yer tuttuklarını, Caferi kişileri ve İran vatandaşlarını
kullandıklarını, Alevi'lerin Şii'leştirilmesi yönünde çalışma yaptıklarını, İran'a ücretsiz gönderip Şii
olmalarını sağladıklarını, daha sonra da kişileri kullandıklarını, bir dönem İstanbul'da SEPAH
adına Ali Monemi'nin çalıştığını, daha sonra yerine Ghafari'nin geldiğini, bunların haricinde
İstanbul Konsolosluğu'nda Necefi adında biri olduğunu, Mehdi olarak bilinen birinin daha
bulunduğunu, bu kişilerin konsoloslukta resmi görevli gibi çalışıp değişik işler yaptıklarını,
örneğin Necefi'nin konsolosluk çalışanı olup çoğu insan kaçakçılığında parmağının bulunduğunu,
79
yurtdışında kaçak olan kişileri başka ülkelere geçirdiğini, talimatın SEPAH'tan geldiğini, amacın
para kazanmak olmadığını, Rusya'dan gelen bir grup eylem timinin Avrupa ülkelerinden birine
geçerken burada bir müddet barındığını daha sonra yurtdışına çıkarıldığını, ambargo nedeniyle
İran'ın normal yollardan ticaret yapamadığını, bu kişilerin para getirip götürme görevini
yürüttüklerini, bazen paravan şirketler kurup kuyumcular aracılığıyla para getirdiklerini
yada üçüncü bir ülkeden İran'a malzeme geçişi yaptıklarını, İstanbul'da devrim aleyhine çalışan
kişileri İran'a bildirdiklerini, siyasetçi, işadamı ve yazarlar hakkında bilgi toplayıp İran'a
yolladıklarını, İsrail ve batılı ülkelere ait büyükelçilik binalarını araştırdıklarını, yakınlarında yer
tuttuklarını, Tayland Büyükelçiliği'nde meydana gelen patlama olayını da zaten bunların
yaptıklarını, tespit edilmemek için tedbir aldıklarını, her yerde buluşma yapmadıklarını, önemli
görüşmelerde ikinci bir adamın kendilerini takip ettiğini, ankesörlü telefonları kullandıklarını,
buluşma için herhangi bir aksaklık olursa aynı saatte bir gün sonra buluşmaların gerçekleştiğini,
İstanbul'da Zeynebiye'nin sıklıkla gittikleri yer olduğunu, parasal olarak desteklediklerini, Kevser
Yayınevi ve Cemaatül Mustafa ile irtibatlı olduklarını, Iğdır'daki insanlara çok güvendiklerini,
Iğdır'ın bunlar tarafından fethedildiğini" beyan ettiği yazılmış ise de,
Gizli Tanık Şafak'ın Cumhuriyet Başsavcılığımızca 20.08.2014 tarihinde "Lale" mahlasıyla alınan
ifadesinde "bu ifadeyi kabul etmediğini" beyan ettiği tesbit edilmiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığımızın 19.08.2014 tarihli yazısına istinaden Emniyet Genel Müdürlüğü,
Tanık Koruma Daire Başkanlığı tarafından gönderilen 22.08.2014 tarihli cevabi yazı içeriğine göre;
Soruşturma savcısı ile şüpheli Erkan Ünal ve TEM Şube görevlisi tarafından imzalı "Teslim-TebliğTebellüğ Tutanağı" başlığını taşıyan gizli tanık Şafak hakkında verilen ve İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Tanık Koruma Şube Müdürlüğü'ne yada Emniyet Genel Müdürlüğü Tanık Koruma
Daire Başkanlığı'na gönderilmesi gereken tanık koruma kararının uygulanmasına ilişkin 02/04/2013
tarihli yazının, "İstanbul Emniyet Müdürlüğü Tanık Koruma Şube Müdürlüğü'ne yada Emniyet
Genel Müdürlüğü, Tanık Koruma Daire Başkanlığı'na gönderilmediği, 5726 Sayılı Tanık Koruma
Kanunu'nun 5. maddesi uyarınca verilen koruma kararının sahte olduğunun" bildirildiği tesbit
edilmiştir.
Aynı zamanda;
17 Aralık girişimi olarak bilinen 2012/120653 numaralı soruşturma dosyasında şüpheli
konumunda olan Taha Ahmet Alacacı'nın, 2011/762 numaralı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturması kapsamında da hiçbir suç unsuru bulunmayan görüşmeleri gerekçe gösterilerek;
05322913.. numaralı telefonu hakkında ''Terör Örgütüne Üye Olmak ve Örgüt Adına Eylem
Faaliyetlerde Bulunmak''suçundan 07.05.2013 tarihinden itibaren,
05337702... numaralı telefonu hakkında ''Terör Örgütüne Üye Olmak ve Örgüt Adına Eylem
Faaliyetlerde Bulunmak''suçundan 30.10.2013 tarihinden itibaren,
86156695... numaralı telefonu hakkında ''Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak ve Örgüt Adına Eylem
Faaliyetlerde Bulunmak''suçundan 20.11.2013 tarihinden itibaren iletişimin tespiti tedbirinin
80
uygulandığı,
86156695... numaralı telefon başkası tarafından kullanıldığı için bu numaraya yönelik tedbirin
27.11.2013 tarihinde sonlandırıldığı ancak diğer iki numara hakkında uygulanan tedbirin
18.12.2013 tarihine kadar devam ettiği, Taha Ahmet Alacacı'nın yaptığı görüşmelerden 103
tanesinin, içeriğinde hiçbir suç unsuru bulunmamasına rağmen iletişim tespit tutanağı haline
getirildiği,
28.04.2013 tarihinde ''Pomidor Cafe & Bistro''isimli işyerinde Hakkı Selçuk Şanlı ve Seyed Ali
Ekber Mirvakili ile yaptığı görüşmenin,
08.05.2013 tarihinde ''Flyinn Alışveriş Merkezi''nde Hakkı Selçuk Şanlı ve Seyed Ali Ekber
Mirvakili ile yaptığı görüşmenin,
11.07.2013 tarihinde ''Saray Muhallebicisi''isimli işyerinde Hakkı Selçuk Şanlı ile yaptığı
görüşmenin takip edilerek fiziki takip tutanağı şeklinde soruşturma dosyasına delil olarak
konulduğu tespit edilmiştir.
Müşteki Taha Ahmet Alacacı'nın C.Başsavcılığımızca alınan 04/12/2014 tarihli ifadesinde
özetle;
"Kuyumculuk ve dış ticaret işiyle uğraşmaktayım. Herhangi bir terör örgütüyle hiçbir ilgim yoktur.
Bazı gazetelerde telefonumun terör kapsamında dinlendiği şeklinde haberler çıktı. Bu şekilde
konuyu öğrendim. Ben ticaretle uğraşıyorum. Herhangi bir suçla veya terörle ilgim olamaz.
Soruşturmaya dahil edilmeme gerekçe olarak gösterilen 15/12/2012 tarihli görüşmemde ismi geçen
Hakkı Selçuk Şanlı bildiğim kadarıyla İran'da plastik hammaddesiyle uğraşmaktadır. Telefonda
benimle görüşmek istediğini söylemektedir. Konu bundan ibarettir. Çayımı içmeye geleceğini beyan
etmektedir. Bu konuşmanın terör yada başka bir suçla ilgisi yoktur.
28/01/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen Hakkı Selçuk Şanlı az önce bahsettiğim kişidir. Aynı
şekilde kendisi beni işyerimde ziyaret etmek istemektedir. Konuşma bundan ibarettir. Terörle veya
başka bir suçla hiçbir ilgisi yoktur.
28/04/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen Hakkı Selçuk Şanlı aynı kişidir. Aynı şekilde telefonda
benimle görüşmek istediğini söylemektedir. Hiçbir suçla ilgisi yoktur.
01/05/2013 tarihli görüşmenin benle bir ilgisi yoktur. Hakkı Selçuk Şanlı bahsettiğim kişidir. Ancak
konuştuğu Seyit Ali Mirvekili isimli kişiyi ben şu an hatırlamıyorum. Konuşan da zaten ben
değilim.
Bu görüşmeler nedeniyle sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü'yle irtibatlı olup olmadığımın tespiti
için "terör örgütüne üye olmak ve örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak" suçundan
dinlenmesine karar verilen 053229137.. numaralı cep telefonu benim üzerime kayıtlı kullanmakta
olduğum cep telefonudur.
81
25/10/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen Cenk Turkcell çalışanı bir kişidir, tanımıyorum.
Görüşmede telefon hattımla yaşadığım sorunu iletiyorum. O da bana herhangi bir sorun olmadığını
söylemektedir. Görüşmede geçen ve "terör örgütüne üye olmak ve örgüt adına eylem ve faaliyette
bulunmak" suçundan dinlenmesine karar verilen 053377021.. numaralı cep telefonu üzerime kayıtlı
kullanmakta olduğum telefondur.
18/11/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen Türker Sargın tanıdığım bir işadamıdır. Ben de bu
görüşmeyi yaptığım esnada ticari işlerim nedeniyle Çin'de bulunuyordum. Konuşmamızda da hiçbir
suç yoktur. Bu konuşma nedeniyle "silahlı terör örgütüne üye olmak ve örgüt adına eylem ve
faaliyetlerde bulunmak suçundan dinlenmesine karar verilen 86156695.. numaralı telefon numarası
benim Çin'de bulunduğum esnada kullandığım Çin GSM hattına ait telefon numarasıdır.
11/07/2013 tarihli fiziki takip tutanağında belirtilen yer 'Bakırköy Galeria' diye bilinen yerdeki
Saray Muhallebicisi'dir. Burada Hakkı Selçuk Şanlı işadamı olarak tanıdığım kişidir. Görüştüğümüz
Mustafa Yunus Polat hatırladığım kadarıyla Selçuk Bey'in yanında çalışmaktadır. Metin Habiboğlu
isimli kişiyi ise hatırlamıyorum. Selçuk Bey'le iş amaçlı buluşmuştuk. Bunun terörle veya başka bir
suçla ilgisi yoktur.
09/05/2013 tarihli takip tutanağında belirtilen yer 'Bakırköy Flyin' isimli alışveriş merkezidir. Hakkı
Selçuk Şanlı ticari sebeplerle tanıdığım kişidir. Yanında bulunan Sayed Ali Ekber Mirvekili'yi bu
isimle tanımıyorum. Ne iş yaptığını bilemiyorum. Kendisini Selçuk Bey tanımaktadır. Bu
buluşmamızın da hiçbir suçla ilgisi yoktur.
29/04/2013 tarihli tutanakta belirtilen yer Bakırköy Galeria Alışveriş Merkezi'ndeki bir kafedir.
Kafenin ismini hatırlayamıyorum. Burada da Hakkı Selçuk Şanlı ve yanında bulunan ismini
bilmediğim ancak şu anda Sayed Ali Ekber Mirvekili olarak söylenen kişiyle buluşmuş olabiliriz.
Bu buluşmamızın da terörle hiçbir ilgisi yoktur. Burası zaten halka açık bir alışveriş merkezidir.
İsteyen herkes girebilir. Hiç kimseden gizli saklı bir buluşma gerçekleştirmedik. Bu buluşmanın
terörle ne ilgisi var anlayabilmiş değilim. Bu kişiler benim yanımdan ayrıldıktan sonra nereye
gittiklerini bilemiyorum. Vedalaşıp ayrılmışlardı.
Benim telefon numaramın dinlenmesi sonucu kendileriyle yaptığım görüşmelerin tape yapıldığı
bildirilen kişilerden Türker Sargın işadamı tanıdığımdır. Hakkı Selçuk Şanlı işadamı tanıdığımdır.
Soyismi belirtilmediği için Selçuk isimli şahsı hatırlayamadım. Aydın (Keskin) üniversiteden
arkadaşımdır. Muhammed İran'lı ticaretle uğraşan bir tanıdığımdır. Ekrem Dubai'den tanıdığım bir
iş adamıdır. Soyismini hatırlayamadım. Recep Kaba yanımda çalışan danışmanımdır. Mehmet
Yüksektepe eski milletvekili ve hemşehrimdir. Dara tanımadığım bir kişidir. Levent Balkan
Halkbankası Dış İşlemler Müdürü'dür. Hakan Aydoğan Halkbankası Bayrampaşa Şube Müdürü'dür.
Üzeyir Yiğit ticari sebeplerle tanıdığım kişidir. Saim Kore'deki ticari işlerimle ilgili görüştüğüm
kişidir. Serkan işle ilgili görüştüğüm biridir. Hakan ve Neslihan Halkbankası'nda çalışan
personellerdir. Arzu şirketin muhasebesinde çalışan personelimdir. Seyit Halkbank çalışanıdır.
Cüneyt (Alacacı) ağabeyimdir. İbrahim İran'da ticari sebeplerle tanıdığım kişidir. Mehdi aynı
82
şekilde İran'dan tanıdığım kişidir. Recep ve Veysel ticari sebeplerle tanıdığım kişidir. Soyisimlerini
hatırlayamıyorum. Mehdi Nurani ticari işlerim nedeniyle tanıdığım kişidir. Naser Nurani'yi
hatırlayamadım. Benim görüşmelerim tamamen ticari hayatımla ilgili görüşmelerdir. Terörle veya
başka bir suçla hiçbir ilgisi yoktur." şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
Bununla beraber;
17 Aralık girişimi olarak bilinen 2012/120653 numaralı soruşturma dosyasında şüpheli
konumunda olan Türker Sargın'ın, 2011/762 numaralı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturması kapsamında da hiçbir suç unsuru bulunmayan görüşmeleri gerekçe gösterilerek
sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamına alındığı anlaşılmıştır.
Taha Ahmet Alacacı'nın ifadesinde ismi geçen ve Türkiye Halk Bankası Dış Operasyonlar
Müdürlüğü görevini yürüten Levent Balkan'ın kullandığı 05334246... numaralı telefonu
hakkında, 2011/762 numaralı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyası kapsamında,
içeriğinde hiçbir suç unsuru bulunmayan telefon görüşmesi gerekçe gösterilerek, ''Silahlı Terör
Örgürtüne Üye Olmak, Örgüt Adına Eylem ve Faaliyette Bulunmak'' suçundan iletişimin
tespiti kararının talep edildiği ve 27.05.2013 tarihinden 18.12.2013 tarihine kadar yaptığı
görüşmelerin dinlenerek kayıt altına alındığı, yaptığı görüşmelerden 119 tanesinin, içeriğinde hiçbir
suç unsuru bulunmamasına rağmen iletişim tespit tutanağı haline getirildiği tespit edilmiştir.
Levent Balkan'ın C.Başsavcılığımızca alınan 18/11/2014 tarihli ifadesinde özetle;
"1986 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldum. Askerliğimi yaptım. 1989
yılında Albaraka Türk Genel Müdürlüğü'nde memur olarak çalışmaya başladım. 2005 yılına kadar
buradaki görevim devam etti. 2005 yılında Halkbankası'na geçtim. Üç yıl kadar Bahreyn Ülkesi'nde
şube müdürü olarak çalıştım. 2008 yılında tekrar Türkiye'ye döndüm. 2008-2013 yılı şubat ayının
başlarına kadar daire başkanı olarak aynı bankada görev yaptım. Daha sonra emekli oldum.
Evliyim, iki çocuk babasıyım. Hiçbir suç işlemediğim gibi terörle de uzaktan yakından alakam
olamaz. Buna rağmen bazı gazetelerde telefonumun terör örgütü kapsamında dinlenildiğine dair
haberler çıktı. Bu şekilde konuya vakıf oldum. Halkbank'ta görev yaptığım süre içerisinde dış
ticaret operasyonlar sorumlusuydum. Benim telefonumun dinlenmesinin görünür sebebi terör
üyeliği olarak belirtilmişse de asıl sebebin Halkbankası'nda yürütmüş olduğum Türkiye
Cumhuriyeti Devleti menfaatleri açısından öneme haiz görev nedeniyle olduğunu
düşünüyorum. Yoksa benim terörle hiçbir ilgimin olamayacağı en küçük bir araştırmayla
dahi ortaya konulabilirdi. Buna tevessül edilmeden telefonumun dinlenmesinin sebebini bu
olarak görüyorum.
Soruşturmaya dahil edilmeme gerekçe olarak gösterilen 23/01/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen
Hakkı Selçuk Şanlı İran'da ticaret yaptığını bildiğim bir işadamıdır. Kendisi bankamızın
müşterisidir. Benimle görüşmek istemektedir. Bankamızın aynı zamanda İran ülkesinde temsilciliği
vardır. Benim de bankada dış ticaret operasyonlarından sorumlu daire başkanı olmam sebebiyle
benimle görüşmek istemesinden daha doğal bir durum olamaz. Konuşmada ziyaretime gelmek
istediğini söylemektedir. Bu görüşmenin terörle nasıl ilişkilendirildiğini anlayabilmiş değilim.
83
20/05/2013 tarihli mesajlaşma tutanağında ismi geçen Hakkı Selçuk Şanlı az önce bahsettiğim
bankamız müşterisidir. Benim 053342.... numaralı telefonuma gönderdiği mesajda geçen Seyed
Mirvekili isimli kişiyi ben şahsen tanımıyorum. Benim telefonumu ne sebeple verdiğini ben
bilemem. Muhtemelen bankamızla ilgili bir işlem yapmak için olabilir. Neticede bankamız her türlü
ulusal ve uluslararası ticarete açık bir bankadır. Benim gıyabımda gerçekleşen bu görüşmenin benle
hiçbir ilgisi yoktur. Niçin terörle ilişkilendirildi anlayabilmiş değilim.
20/05/2013 tarihli görüşmede ismi geçen Faruk Koca ismen bildiğim bir kişidir. Daha ziyade
kardeşi Mehmet Koca'yı tanırım. Faruk Koca'nın görüştüğü Sıtkı Ayan benim öğrencilik
dönemimden arkadaşımdır. Konuşmanın benimle ne ilgisi var anlayamadım. Kendi aralarında ne
konuştuklarını bilemiyorum.
Bu gerekçelerle Sıtkı Ayan ile birlikte Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığımızın
tespiti ve bağlantılarımızın ortaya konulabilmesi amacıyla "Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak ve
Örgüt Adına Eylem ve Faaliyetlerde Bulunmak" suçundan dinlenmesine karar verilen 053342461..
numaralı cep telefonu benim üzerime kayıtlı kullanmakta olduğum cep telefonudur.
Benim telefon numaramın dinlenmesi sonucu kendileriyle yaptığım görüşmelerin tape yapıldığı
bildirilen kişilerden Abdullah Aklaghi hatırladığım kadarıyla İran Ülkesi'nin Ankara
Büyükelçiliği'ndeki ticaret ateşesidir. Kemal Kılıç benim öğrencilik yıllarımdan arkadaşımdır. Şu
anda Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak öğretmenlik yapmaktadır. Hasan (Emre) Vakıflar
Bankası'nda çalışan arkadaşımdır. Bahreyn Vakıfbank Şubesi'nde çalışırken ben de aynı ülkede
Halkbank Şubesi'nde çalışıyordum. Hande Burcu Güven Vakıflar Bankası Altunizade Şubesi'nde
şube müdürü olarak bildiğim ancak kendisiyle iş sebebiyle görüştüğüm kişidir. Mehmet Emin
Özcan Albaraka'da birlikte çalıştığım arkadaşımdır. Seyit Ahmet Taymaz Halkbankası'nda birlikte
çalıştığım arkadaşımdır. Ömer Gökmen Türkiye Cumhuriyetinin Bahreyn Büyükelçiliği'nde görev
yapan ticari ateşemizdir. Şu an itibariyle Dış Ticaret Müsteşarlığı'nda çalışmaktadır. Ayşin Gönenç
Halkbankası çalışanıdır. Hakan Aydoğan Halkbankası çalışanıdır. Şu an itibariyle benim ayrıldığım
Dış Operasyonlar Daire Başkanlığı'nı yürütmektedir. Mehdi (Semsar) Kardemir A.Ş'nin İran'daki
temsilcisidir. Fazıl (Demirel) Kardemir A.Ş. Genel Müdürü'dür. Konuşmamız ticari niteliklidir.
Mehmet Emin Aslan ticaret adamı olarak tanıdığım kişidir. Bankamızın müşterisidir. Hakan
Berooğlu Albarakatürk'ten arkadaşımdır. Oğuz Taşpınar isimli kişiyi hatırlayamadım. Muhtemelen
ticari maksatla görüşmüşümdür. Mahmut (Şahin) ve Huriye (Demirkaya) Ankara'dan personelimdir.
Rabia (Keleş) özel sektörde bir dönem sekreterliğimi yapan kişidir. Hakkı Selçuk Şanlı bankamız
müşterisidir. Taha Ahmet Alacacı bankamız müşterisidir. Abdurrahman Özbek Halkbank'tan
personelimdir. Mustafa Eyiceoğlu eski milletvekilidir. Süleyman Aslan çalıştığım dönemde
bankamız genel müdürüdür. Mehmet Koca bankamız müşterisidir. Bilal Sucubaşı bankamız
personelidir. Yalçın Madenci bankamız personelidir. Hacer Korkmaz Bursa'da bir şirkette çalışan
muhasebecidir. Salih isimli kişiyi hatırlayamadım. Ali Recai (Öğçem) 17 Aralık soruşturması
nedeniyle merak ettiklerini sormaktadır. Bununla ilgili konuşmaktayız. İngiltere'de master
yapmaktadır. Ali (Dursun) Bahreyn'de tanıştığım ve büyükelçilikte Türkçe öğretmenliği yapan ve
84
halen Kayseri'de öğretmenlik yapan tanıdığımdır. İlyas Yıldırım emekli olduktan sonra beraber
çalıştığım arkadaşımdır. Zafer Ünal bankamız personelidir. Mehti Sasani Aghdam bankadan
ayrıldıktan sonra Hakan Berooğlu aracılığıyla tanıdığım İran vatandaşı olan ve doktor olarak
tanıdığım kişidir. Benim görüşmelerimde hiçbir suç unsuru yoktur" şeklinde beyanda bulunduğu,
Halkbank Yönetim Kurulu Başkan Vekili Müşteki M.Emin Özcan'ın C.Başsavcılığımızca
alınan 24/11/2014 tarihli ifadesinde özetle;
"1982 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nü bitirdim.
1982 yılının sonunda Türkiye İş Bankası'nda Müfettiş Muavini olarak göreve başladım. 1986 yılının
sonunda da Albaraka Türk Katılım Bankasına (Özel Finans Kurumu) Teftiş Kurulu Başkanı olarak
geçtim. Albaraka Türk'te çeşitli kademelerde üst düzey yöneticilik yaptım. 27 Mart 2003 tarihinde
Türkiye Halk Bankası'na Yönetim Kurulu Murahhas üyesi olarak seçildim. Mayıs 2005-Nisan 2010
tarihleri arasında Ziraat Bankası yönetim kurulu üyeliği yaptım. Mayıs 2010-Nisan 2013 tarihleri
arasında Halkbankası'nda Yönetim Kurulu Başkanvekilliği görevime devam ettim. Nisan 2013
tarihinden beri Türkiye Vakıflar Bankası Başkan Vekili olarak görevimi sürdürmekteyim. Evliyim,
üç çocuk sahibiyim. Hayatım kamu ve özel sektöründe çeşitli üst düzey görevlerde geçti. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti kanunlarına saygılıyım. Herhangi bir suçla veya terörle ilgim olamaz. Buna
rağmen bazı gazetelerde telefonumun dinlendiğine dair haberler çıktı. Hakkımda iletişim tespit
tutanağı düzenlendiğini şu anda öğreniyorum. Benim bankadaki kritik görevim nedeniyle bu
dosyaya dahil edildiğimi düşünüyorum. İletişim tespit tutanağında yazılan 05323369.. numaralı
cep telefonu benim 1995 yılından beri kullanmakta olduğum adıma kayıtlı cep telefonumdur. Buna
sebebiyet veren tüm sorumlulardan şikayetçi ve davacıyım.
05/07/2013, 02/08/2013, 03/08/2014, 28/08/2013, 12/09/2013, 21/09/2013, 16/12/2013 tarihlerinde
düzenlenen iletişim tesbit tutanaklarında ismi geçen ve bir dönem Halkbankası Dış İşlemler Daire
Başkanı olarak görev yapan Levent Balkan bankadan tanıdığımdır. Vakıflar Bankası'nın yönetim
kurulu başkan vekili ve bir bankacı olarak aynı zamanda eski arkadaşım olan, Albarakatürk'te
birlikte çalıştığım bir kişiyle görüşmem nasıl terör örgütüyle ilişkilendiriliyor anlayabilmiş değilim.
Sorumlulardan şikayetçi ve davacıyım." şeklinde beyanda bulunduğu,
İran'da faaliyet yürüten Gübretaş A.Ş isimli şirketin genel müdürü müşteki Osman Balta'nın
C.Başsavcılığımızca alınan 17/11/2014 tarihli ifadesinde özetle;
"İstanbul Teknik Üniversitesi, Sakarya Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü'nü
1987 yılında bitirdim. Özel sektörde çeşitli işlerde çalıştım. Askerliğimi yaptım. Askerlik dönüşü
Ulaştırma Bakanlığı'na bağlı Camialtı Tersanesi'nde kamu personeli olarak bir yıl kadar görev
yaptım. Buradan ayrılarak kendi şirketlerimi kurarak ticarete devam ettim. 2009 yılında da Gübretaş
Anonim Şirketi'ne girdim. 02/02/2012 yılından itibaren de aynı şirketin genel müdürü olarak görev
yapmaktayım. Evliyim, üç çocuk babasıyım. Herhangi bir suçla yada terörle hiçbir ilgim yoktur.
Bazı gazetelerde telefonumun terör kapsamında dinlenildiğine dair haberler çıktı. Bu şekilde
konudan haberdar oldum. Mağdur edildim. Gerek şahsım gerekse şirketimin itibarıyla oynanmıştır.
85
Zira genel müdürlüğünü yaptığım şirketin hisseleri borsada işlem görmektedir. Bu yatırımcılar için
şirket hakkında olumsuz bir imaja sebebiyet vermiştir. Buna sebebiyet veren tüm sorumlulardan
şikayetçi ve davacıyım.
Soruşturmaya dahil edilmeme gerekçe olarak gösterilen 13/07/2012 tarihli görüşmemde ismi geçen
Hakkı Selçuk Şanlı'yı iş adamı olarak bilirim. Konuşmada ismi geçen Cengiz Bey, Siyahkalem
isimli doğalgaz lisansı almaya çalışan ve yurtdışında inşaat yatırımları yapan bir şirketin yetkilisidir.
Bizim Gübretaş firması olarak İskenderun'da aynı zamanda limanımız ve depolarımız da vardır.
Konuşma bu konuyla ilgilidir. Ticari içeriktedir. Bu görüşmemin ne şekilde terörle
ilişkilendirildiğini ben anlayabilmiş değilim.
19/10/2012 tarihli görüşmemde ismi geçen Hakkı Selçuk Şanlı az önce bahsettiğim kişidir.
Görüşmemizden açıkça anlaşılacağı üzere konu yine ticari niteliktedir. Az önce ayrıntılarıyla
anlattığım üzere bizim İskenderun'daki liman ve depolarımızda teklif ettikleri yatırımla ilgilidir.
Hiçbir suç unsuru taşımamaktadır. Ticari faaliyet kapsamındadır. Terörle nasıl ilişkilendirildi yine
anlayabilmiş değilim.
Bu görüşmelerim nedeniyle "Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak ve Örgüt Adına Eylem ve
Faaliyetlerde Bulunmak" suçundan dinlenmesine karar verilen 05309284... numaralı cep telefonu
şirketimiz Gübretaş'a kayıtlı ancak benim şirket faaliyetleri kapsamında kullandığım cep
telefonudur. Bu telefondan hem şirketin idaresini hem de şahsi işlerimi yapmaktayım.
Benim telefon numaramın dinlenmesi sonucu kendileriyle yaptığım görüşmelerin tape yapıldığı
bildirilen kişilerden Hakan (Mengelli) benim eski ortağı olduğum şirketin patronu olan
arkadaşımdır. Konuşmamızda herhangi bir suç yoktur. Gökhan Yazgı hatırladığım kadarıyla Tarım,
Gıda ve Hayvancılık Bakanı'mızın özel kaleminde çalışan bir kişidir. Bana telefonda gübre
fiyatlarıyla ilgili çiftçilerden gelen şikayetleri iletmektedir. Bunda da hiçbir suç unsuru yoktur. Cihat
Bağdat şirketimizin yurtdışı yatırımlarıyla ilgili bir dönem danışmanlık hizmeti aldığımız bir kişidir.
Kendisini bu sebeple tanırım. Mehmet Koç bizim yurtiçi iştiraklerimizden birinin genel müdürüdür.
İlişkimiz ticari faaliyet kapsamındadır. Görüşmemizde herhangi bir suç yoktur. Veli (Çelebi) şirket
iştirakçilerimizden Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Müdür Yardımcısı'dır. Benim
aktarılan görüşmelerim genel müdürlüğünü yaptığım şirketin ticari faaliyetlerini, kar ve
zarar ihtimallerini doğrudan ilgilendirmektedir. Bu nedenle bu görüşmelerimin kayda
alınması son derece vahimdir. Buna sebebiyet veren tüm sorumlulardan şikayetçi ve davacıyım.
Ayrıntılı dilekçemizi hukuk müşavirliğimiz aracılığıyla en kısa zamanda başsavcılığınıza ileteceğiz"
şeklinde beyanda bulunduğu,
Sıdkı Ayan'ın C.Başsavcılığımızca alınan 24/10/2014 tarihli ifadesinde özetle;
"Uluslararası enerji konularında çeşitli sahalarda (petrol, doğalgaz, elektrik, su vb.) çeşitli iş kolları
bulunan bir iş adamıyım. Ülkem adına istihdam sağlamaktayım ve ülkeme döviz girdisi
getirmekteyim. Yurtiçi ve yurtdışında 10420 kişiye iş vermekteyim. Benim bu konumum basit bir
araştırma ile ortaya çıkarılabilir. 2014 yılı başlarında bazı gazetelerde ismimin ve telefonumun
86
Selam-Tevhid adı altında terör örgütüyle ilişkilendirilerek dinlendiğine dair haberler çıktı. Ben
böyle bir örgütün olup olmadığını bilemem. Bu adli bir konudur. Ancak benim ne bir suçla ne de
yasal olmayan bir oluşumla hiçbir ilgim olamaz. Bu dosya nedeniyle İsviçre'deki bir banka ile
sorunumuz oluşmuştur ve sorun devam etmektedir. Şunu ifade etmek istiyorum. Bu olay nedeniyle
ticari itibarım etkilenmiştir.
Yaptığım iş hacmi gereği bir kısım devlet yetkilileri ile ve bürokratlarıyla telefon görüşmeleri
yaptım. Bu olağan bir durumdur. Benim devlet yetkilileriyle yaptığım görüşmelerin içeriği itibariyle
devletin menfaatleri açısından gizli kalması gerekmektedir. Örnek vermek gerekirse görüşmemin
tape yapıldığı bildirilen Naser Nurani o dönem itibariyle İran Türkiye Büyükelçiliği'nde İran
Türkiye/Avrupa doğalgaz boru hattından sorumlu Ekonomi Müsteşarıdır. Şu an itibariyle de İran
Dışişleri Bakanlığı'nda Türkiye sorumlusu olarak çalışmaktadır. Benim bu kişiyle yaptığım görüşme
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal ve uluslararası yararları bakımından niteliği itibariyle
öneme haiz bir görüşmedir.
Ben uzaktan-yakından ilgimin olamayacağı aşikar olan bir terör örgütüyle ilgili olduğu iddia
edilen dosyaya iş adamı olarak şahsi konumum itibariyle dahil edildiğimi düşünüyorum. Bu
nedenle yasal gereğinin yapılmasını talep ediyorum.
Soruşturma dahil edilmeme gerekçe olarak gösterilen 20/05/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen
Faruk Koca eskiden beri tanıdığım iş adamı arkadaşımdır. İki dönem milletvekilliği yapmıştır.
Telefondaki konuşmamızın konusu kendisiyle ortak bir arkadaşımızla buluşmak isteyişimizdir.
Zaten kendisi aynı zamanda benim kiracımdır. Eski bir tanıdığımdır. Zaman zaman bir araya gelip
ortak arkadaşlarımızla buluşuruz, konuşuruz. Bunda da herhangi bir suç yoktur.
17/05/2013 tarihli görüşmemizde aynı şekilde rutin bir konuşmadır. Ben İran ülkesinde petrol ve
elektrik işleriyle ilgili çalışmaktayım. Konuşmada geçen Mirvekili İran Dışişleri Bakanlığı'nda
petrolden sorumlu departmanda çalışmaktadır. Kendisiyle tanışıklığım buna dayanmaktadır.
Bunda da herhangi bir suç yoktur.
Bu gerekçe ile Kudüs Ordusu Terör Örgütüyle irtibatlı olduğum gerekçesiyle dinlenilmesine karar
verilen 05334246.. ve 05322111.. numaralı telefonlar üzerime kayıtlı kullanmakta olduğum telefon
numaralarıdır.
16/09/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen Naser Nurani yukarıda da anlattığım gibi İran
Büyükelçiliği Ekonomi Müsteşarıdır. Konuşmamız İran-Türkiye arasındaki doğalgaz boru hattıyla
ilgilidir. Bunda da hiçbir suç yoktur. 989180953.... numaralı telefonu hatırlayamadım.. ''stkayan@
gmail.com.tr ve [email protected]''isimli mail adresleri bana ait mail adresleridir. 05325819..
ve 053003.., 053233.. numaralı telefonlar üzerime kayıtlı kullandığım cep telefonlarıdır.
"Silahlı terör örgütüne üye olmak ve örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak" suçundan
telefonlarımın dinlenmesini ve mail adreslerimin takip edilmesini anlayabilmiş değilim. Yasal
gereğinin yapılmasını istiyorum.
Hakkımda fiziki takip kararı alınmasına gerekçe gösterilen görüşmemde ismi geçen Mustafa
Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı'nın kardeşidir. Kendisiyle
tanışıklığımız vardır. Aile dostluğumuz vardır. Konuşmamız gündelik normal bir konuşmadır.
Bunun da kayda alınmasını takdirlerinize sunuyorum.
Benim telefon numaramın dinlenmesi sonucu kendileriyle yaptığım görüşmelerin tape yapıldığı
bildirilen kişilerden Faruk Koca, iş adamı arkadaşımdır. Naser Nurani, İran Büyükelçiliği
87
Ekonomi Müsteşarıdır. Abdullah Aklaghi, İran Petrol Bakanlığı çalışanıdır. Feyzullah Kıyıklık, 30
senelik dostumdur. Siyasetçidir. Ahmet Ertürk, eski TMSF başkanıdır. Alparslan Bayraktar,
EPDK üyesidir. Abdullatif Şener, eski başbakan yardımcısı ve hemşehrimdir. Cevad Huran, İran'lı
tanıdığım bir hat üstadıdır ve Türkiye'de de tanınmaktadır. Kendisinin eserlerinden satın alırım.
Yusuf Ziya Cömert, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmenidir. Zafer Demircan, Enerji Bakanlığı
Dış İlişkiler Daire Başkanıdır. Murat Karapınar, Enerji Bakanlığı Dış İlişkilerden Sorumlu
Müsteşar Yardımcısıdır. Şeref Dursun, avukattır. Mustafa Damar, iş adamıdır. Mehmet Emin
Özcan, hemşehrimdir. Vakıflar Bankası Yönetim Kurulu Üyesi'dir. Keyvanzadeh, İran Ekonomi
Bakanlığı çalışanıdır. Mustafa Yılmaz, EPDK Başkanı olabilir ayrıca Mustafa Yılmaz adında
arkadaşım da vardır. Yusuf Müftüoğlu, yazar Atasoy Müftüoğlu'nun oğludur. Selim Gençtürk,
Diyanet İşleri Başkanlığı'nda çalışan eski sınıf arkadaşımdır. Sefa Sadık Aytekin, Enerji Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı'dır. Mehmet Akbulut, Ankara'lı bir işadamı tanıdığımdır. Dörtkulu Celilov,
Türkmenistan Elektrik Bakanı Yardımcısıdır. Turabi, Suudi Arabistan'lı bir iş adamıdır. Nurettin
Yaşar, avukattır. Cemil Demir'i hatırlayamadım. Benim görüşmelerim iş hayatım gereği muhatap
olduğum ulusal ve uluslararası devlet yetkilileri ve bürokratlarıyla gerçekleştirdiğim
görüşmelerdir." şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
Hakkı Selçuk Şanlı'nın C. Başsavcılığımızca alınan 09/09/2014 tarihli ifadesinde özetle;
"Cumhuriyet Başsavcılığı'nızda hakkımda yürütülen 2014/37574 numaralı soruşturma kapsamında
şüpheli sıfatıyla ifade vermiştim. İfademde ayrıntılarıyla anlattığım hususlar doğrudur. Benim hiçbri
terör örgütüyle uzaktan yakından alakam yoktur. Soruşturmaya dahil edilmeme gerekçe olarak
Ankara DGM tarafından yapılan ve kamuoyunda Umut Davası olarak bilinen davanın sanıkları
arasında oluşum, kendisini şahsen tanıdığım Hüseyin Avni Yazıcıoğlu ve bu kişinin oğlu olduğu
söylenen benim tanımadığım Ahmet Yazıcıoğlu arasında geçen 17/12/2011 tarihli görüşmede
ismimin geçmesi gösterilmiştir. 10 yıl kadar önce yapılan yargılamada sanık oluşum ve kendilerini
yakınen tanımadığım iki şahıs arasında geçen konuşmada ismimin geçmesi benim terör örgütü üyesi
olduğumu göstermez. Bir insanın bu kadar basit gerekçelerle terör örgütü ile irtibatlandırılmasını
kabul etmiyorum. Ancak DGM'de yargılandığım dosyada da malesef bunu bizzat yaşadım.
Görüşmelerimden dolayı dinlemeye alınan 0216474.. numaralı bir telefonumun olduğunu
hatırlamıyorum. Ben tüm telefonlarımı telefonumda kayıtlı olarak tutarım ancak böyle bir numaraya
rastlamadım. Araştırılmasını istiyorum, ayrıca kendim de araştırarak savcılığınıza bilgi vereceğim.
07/01/2013 tarihli görüşmemde geçen ''[email protected]''mail adresi bana ait değildir.
Konuştuğum Tarkan benim ortağımdır. Kendisine bir müşterimin mail adresini vermiş olabilirim.
Hakkında teknik takip kararı verilen 352522400.. IMEI numaralı telefonun bana ait olup olmadığını
bilemiyorum. 09/04/2012 tairhli bayan şahısla yapmış olduğum görüşmede belirtilen 05336811...
numaralı telefonum bildiğim kadarıyla yoktur, konuşmada geçen [email protected] mail adresi
benimdir. Bu görüşme gerekçesiyle hakkında dinleme kararı alınan 053507944.. numaralı telefon
bana aittir. Ayrıca 98912814... numaralı telefon İran'da kullandığım ve halen de kullanmaya devam
ettiğim cep telefonu numaramdır. Ancak şunu anlayabilmiş değilim benim yaptığım yolculuk
nedeniyle 0535'li ve 989'lu numaralar kesinlikle geçmemektedir. Muhtemelen bu numaralar daha
önceden başka bir şekilde öğrenilmiştir. Bu numaramı yolculuk yaptığım Atlasjet zaten bilemez.
88
25/01/2013 tarihli görüşmemde geçen [email protected] isimli mail adresi bana aittir. 19/09/2013
tarihli görüşmemde kullanılan 05387196... numaralı telefon hattını ben kullanmış olabilirim ancak
şuanda hatırlamıyorum. 03/09/2013 tarihli görüşmemde geçen 0216603... numarası hali hazırda
kullanmış olduğum faksa aittir. Benim 2000 yıllarında DGM'de yargılandığım ve haksız yere
mahkum edildiğim davadan sonra ağzım sütten yanmıştır. Bu nedenle herkesle sosyal ilişkimi
kestim. Sadece kendi ticari ve ailevi işlerimle ilgilenmekteyim. Benim görüştüğüm kişilerin siyasi
ilişkileri beni hiç ilgilendirmez. Uzunca bir süre zarfında benim telefonlarım dinlenildiği ve şahsen
hakkımda fiziki takip yapıldığı halde herhangi bir yasadışı işe karışmadığım anlaşılmıştır. Aslında
bu kayıtlar benim masumiyetimin en büyük delilidir dedi. Buna rağmen benim adımı terör örgütü
üyesi olarak çıkaran sebepsiz yere telefonlarımı dinleyen bu şekilde telefon görüşmelerimi
internette yayınlayan tüm sorumlular hakkında şikayetçi ve davacıyım. Benim bu dosyaya katılma
sebebim gerçekte daha önceki dava nedeniyle ismimin çıkması, bu şekilde ismimin üzerinden
devletin üst yönetiminin hedef alınmasıdır. Zaten kamuoyuna yansıyan yayınlardan da bu
açıkça anlaşılmaktadır. Benim telefon numaralarımın dinlenmesi sonucu kendileriyle
görüşmelerimin tape yapıldığı bildirilen İlhami Sayan, arkadaşımın avukatıdır. Ali Kaplan, akrabam
Musa Koca'nın iş arkadaşıdır. Abdulhamit Çelik, Umut Davası'nda yargılandığım arkadaşımdır.
Faruk (Koca), dünürümdür ve 1990 yılından itibaren ticari ilişkim olan ailecek tanıdığımdır. Feride
Özmen, aynı davada yargılandığım Ferhan Özmen'in eşidir. Recep (Sivri), gübre işinden eski
ortağımdır. Türker Sargın, çalıştığım döviz bürosunun elemanıdır. Cihat Bağdat, Gübretaş'ın
müşaviridir. Azmi Yeşil, Adana'dan hemşehrimdir. Mustafa'yı soyadı belirtilmediği için
hatırlayamadım. Atasoy Müftüoğlu, yazar tanıdığımdır. Tarkan Baykara, ticari ortağımızdır.
Mehmet Ünal, Ankara'dan eski bir tanıdığımdır. Seyet Ali Ekber Mirvekili, eski İran Petrol
Bakanı'nın özel müşaviridir. Aynı zamanda diplomattır. Musa Koca, dünürüm Faruk Koca'nın
amca oğludur. Rıza'nın soyismi belirtilmediği için hatırlayamadım. Faruk Koca, dünürümdür.
Mehmet Kasal, Ankara'dan tanıdığım arkadaşımdır. İsa (İmamoğlu), ticaret ilişkimin olduğu kişidir.
Halim Kurt, Musa Koca'nın akrabasıdır. Şems (Muhsin), İran'da petrokimya alımı yaptığım
fabrikanın yöneticisi, Cengiz Özdemir, ticaret yürüttüğüm bir şirketin yöneticisidir. Ömer, şirkette
çalışanımdır. Üzeyir Yiğit, oğlumun tanıdığıdır. Mehmet Gök'ü hatırlayamadım. Habibi, İran'da
ticaretle uğraşır. Halen de ticari ilişkimiz devam eder. Mehmet'i soyismi belirtilmediği için
hatırlayamadım. Taha Ahmet Alacacı, döviz bürosu sahibidir. Levent Balkan, Halkbank
çalışanıdır. Hamza Şanlı, oğlumdur. Mustafa Yunus Polat, çalışanımdır. Halil soyismi belirtilmediği
için hatırlayamadım. Muzaffer (Kuşkonmaz) eniştemdir. Suat Karslı, Türkiye Finans'ta
çalışmaktadır. Mustafa Kemal Kırnak, nakliyecimizdir. Osman'ı soyismi belirtilmediği için
hatırlayamadım. Ağa Cevat, İran'da iş yaptığım şirketin çalışanıdır. Yücel Çiftçi, okul döneminden
tanıdığımıdır. Betül Hoş, İstanbul Dış Ticareti Firması eski Genel Müdürü'dür. Eyüp'ü soyismi
belirtilmediği için hatırlayamadım. Selim Kurt, dünürüm Faruk Koca'nın akrabasıdır. Zehra,
yeğenim veya torunum olabilir. Süleyman'ı soyismi belirtilmediği için hatırlayamadım. Metin
Habiboğlu, şirket çalışanım Yunus'un arkadaşıdır. Ali Marsi, üniversiteden arkadaşımdır. Ali
Bayraktaroğlu, ticari sebeple görüştüğüm bir kişidir. Jay Alparslan, ticari ilişkim sebebiyle
tanıdığımdır. Standart Oil'in Ceosu'dur. Mehmet Ali'yi soyismi belirtilmediği için
hatırlayamadım. Mehmet Çınar, nakliyecimizdir. Samet, arkadaşımdır. Hamza (Şanlı), oğlumdur.
Sefer Tayfun'u tanıyamadım. Murat Nazlı, bacanağımdır. Levent Şahin, şirketimin dış ticaret
89
müdürüdür. Talip Özçelik, yargılandığım dava sebebiyle tanıdığımdır. Ömer Kayhani, şirketimin
eski müdürüdür. Fatih Yücedağ'ı hatırlayamadım. Servet Alıca'yı hatırlayamadım. Osman Balta,
Gübretaş'ın Genel Müdürü'dür. Ahmet'i soyismi belirtilmediğinden hatırlayamadım. Yavuz
Kocamış, Ankara'dan tanıdığımdır. Cemil Demir, Ankara'dan eski bir tanıdığımdır. Süleyman
Gündüz, eski bir milletvekilidir. Ancak telefonda görüştüğümüzü hatırlamıyorum. Vahdettin
Rusya'da çalıştığım kişidir. Mehmet Koca, Gübretaş'ın eski Genel Müdürü'dür. Yusuf Şanlı,
oğlumdur. Osman Aslan'ı şu an hatırlayamadım, benim görüşmelerimde hiçbir suç unsuru yoktur.
Ayrıca arabama dinleme cihazı konulmuştur. Daha sonra emniyet yetkilileri gelerek bunu tespit
ederek söktüler.Ayrıca şunu da ifade etmek istiyorum. 054272078.. numaralı telefon her ne kadar
benim adıma kayıtlı olarak gözükse de bu telefonu eşim kullanmaktadır. Zaten dinlendiğinde eşimin
kullandığı anlaşılmıştır. Emniyet kayıtlarında adıma dinlendiği söylenen 05076631.., 05445397...,
0532607... numaralı telefonlar bana ait değildir. Araştırılmasını istiyorum, ayrıca bu numaraları ben
de araştırıp Cumhuriyet Başsavcılığınıza bildireceğim" şeklinde beyanda bulunduğu,
Hakkı Selçuk Şanlı'nın C. Başsavcılığımızca alınan 09/05/2014 tarihli ifadesinde özetle;
"Halen Petrokimya ürünleri üzerine Şişli İlçesi'nde merkezi bulunan Pertochem Dış Ticaret isimli
şirketin ortağıyım. Bu şirket aracılığıyla Özbekistan, Rusya ve İran ülkesine petrol ürünleri alım
satımı işiyle uğraşmaktayım. Benim herhangi bir terör örgütü ile uzaktan yakından alakam yoktur.
1991 yılına kadar Tevhid isimli dergiyi çıkaranlar arasında ben de vardım. Ancak Selam-Tevhid
veya Kudüs Örgütü şeklinde herhangi bir örgüt kurmadık. Faaliyette bulunmadık. Hakkımda niçin
bu tür iddialarda bulunulduğunu bilemiyorum.
Kamuoyunda Umut Davası olarak bilinen dava kapsamında 28 Şubat sürecinde hakkımızda hiçbir
delil bilgi, belge bulunmadığı halde Ankara DGM tarafından yargılandım. Hakkımda örgüt üyeliği
suçundan verilen ceza Yargıtay tarafından onanarak kesinleşti. Bu ceza sebebiyle cezaevinde 4,5 yıl
yattım.
Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı'nın ölümü olayıyla ilgili
yargılandığım davada bana hiçbir isnatta bulunulmadı. Ben örgüt üyeliğinden yargılandım ve ceza
aldım.
17.12.2011 tarihli görüşme tutanağında ismi geçen Hüseyin Avni Yazıcıoğlu isimli şahsı uzaktan
tanırım. Samimiyetimiz yoktur. Ahmet Yazıcıoğlu'nu tanımam. Bu şahıslar arasında geçen görüşme
anladığım kadarıyla İran'da fabrikası bulunan Gübretaş isimli fabrikadan Gübre getirilmesi
konusuyla ilgilidir. Muhtemelen ben de yukarıda saydığım ülkeler arasında bulunan İran ülkesiyle
ticaret yaptığım için benimle irtibata geçmeye çalışmış olabilirler. Benim gıyabımda yapılan böyle
bir görüşmeden dolayı hakkımda teknik takip kararı başlatılması usulsüz bir işlemdir.
10.01.2013 tarihli görüşmede ismi geçen Yunus benim çalışanımdır. Yaptığımız görüşmede hiçbir
suç unsuru yoktur.
07.01.2013 tarihli tutanakta görüştüğümüz Tarkan ortağımdır. Kendisiyle yaptığım görüşme normal
gündelik olağan görüşmedir. Herhangi bir suç unsuru taşımamaktadır.
12.12.2012 tarihli tutanakta görüştüğümüz Sayet Mirvekili isimli şahıs İran Petrol Bakanı'nın
danışmanıdır. Ben de İran'a petrol ürünleri ticareti yaptığım için tanışıyoruz. Konuşmamız da
gündelik olağan konuşmadır.
90
Benim Sayet isimli şahısla iddia edilen Kudüs Ordusu Terör Örgütü isimli örgüt faaliyeti
kapsamında rahat görüşebilmek için sık sık telefon numarası değiştirdiğim iddiası doğru değildir.
Topu topu kullandığım iki adet telefon numarası vardır.
25.01.2013 tarihli mesaj tutanağında Türkiye Finans Katılım Bankası aracılığıyla yatırıldığı
belirtilen 140 TL muhtemelen şirketin ticaretiyle alakalı olabilir. Başka da bir anlamı yoktur.
19.09.2013 tarihli tutanakta Seyet isimli şahısla yaptığımız görüşme gündelik olağan görüşmedir.
Zaten kendisi İran Petrol Bakanı'nın danışmanı olduğu için tanışmaktayız.
23.11.2012-22.11.2012 tarihli görüşme tutanaklarında geçen Faruk Koca benim dünürümdür. Musa
Koca da onun amca oğludur. Görüşmemiz akrabalık ilişkisi nedeniyledir. Hiçbir suç unsuru
taşımamaktadır.
06.09.2012 tarihli görüşmede ismi geçen Abdulhamit Çelik benim Umut Davası kapsamında
birlikte yargılandığım ve cezaevinde aynı koğuşu paylaştığım arkadaşımdır. Hatay Medeniyetler
Sofrası isimli yerde yediğimiz yemek son derece normaldir.
Feride Özmen isimli şahıs aynı dava kapsamında birlikte yargılandığımızı Ferhan Özmen isimli
arkadaşımın eşidir. Muhtemelen telefonda bana eşini ziyaret için görüş günlerini sormaktadır.
11.12.2013 tarihli fiziki takip tutanağında ismi geçen Abdulhamit Çelik yukarıda söylediğim gibi
cezaevinde aynı koğuşu paylaştığımız kişidir.
22.07.2013 tarihli fiziki takip tutanağında görüştüğüm Seyit Ali Mirvekili söylediğim gibi İran
Petrol Bakanı'nın danışmanı olması sebebiyle ticari ilişki maksadıyla görüştüğüm kişidir.
13.07.2013 tarihli fiziki takip tutanağında görüştüğümüz tespit edilen Mustafa Yunus Polat benim
çalışanımdır. Metin Habiboğlu da onun arkadaşıdır. Zaman zaman işyerine de gelmektedir.
Görüşmemiz son derece normaldir.
11.07.2013 tarihli fiziki takip tutanağında ismi geçen Taha Ahmet Alacacı kuyumcudur.
Kendisiyle döviz alım-satımı nedeniyle tanışmaktayız. Halen de görüşüyoruz.
24.05.2013 tarihli fiziki takip tutanağında bankadan çektiğim iddia edilen yüklü miktarda paradan
neyin kastedildiğini anlamıyorum. Ancak ben ticaret adamıyım. Bankalara para da yatırırım. Para
da çekerim. O tarihte yaptığımız makine ihracatı nedeniyle bankadan çektiğim paradır. Ticaret
adamı olarak bankadan çektiğimiz parayı dövize çevirmek için serbest piyasayı kullanırız. Çünkü
bankada kurlar yüksektir. Bunu da herkes bilir. Aynı işlemi bugün de yaptım.
18.05.2013 tarihli fiziki takip tutanağında ismi geçen Seyet Mirvekili İran Petrol Bakanı'nın
danışmanıdır. Görüşmemizin sebebi ticari ilişkidir.
10.05.2013 tarihli fiziki takip tutanağında görüştüğümüz tespit edilen Seyet İran Petrol Bakanı
danışmanı, Faruk Koca dünürüm Abdullah Koca dünürümün oğludur. Görüşmemizin sebebi ticari
ilişkidir.
29.04.2013 tarihli takip tutanağında belirtilen ve yanı araç içerisinde bulunduğumu Seyet Ali
Mirvekili isimli şahısla birlikteyken aracı tehlikeli bir biçimde takibi atlatmak için kullanmadık.
Zaten Kafe Şehristan ve Kadırga Sofrası isimli yerler benim sıklıkla gittiğim yerlerdir. Niçin takibi
atlatmak maksadıyla aracı tehlikeli bir şekilde kullandığım iddiasında bulunulduğunu bilemiyorum.
Böyle bir şey yoktur.
30.01.2013 tarihli takip tutanağında ismi geçen Ziya Türkyılmaz, firmanın sahibi olduğu Razi
Petrokimya isimli şirketin avukatıdır. Kendisiyle İstanbul'da görüşmüştük. Görüşmemizin sebebi
91
onların sahip olduğu şirketten deterjan ham maddesi satın almak istemem sebebiyledir. Zira bu
şahsın hala bu tür ürünler satan firması vardır. Görüşmemiz bu amaçladır. Herhangi bir suç unsuru
taşımamaktadır.
Benim MİT Müsteşarı ile hiçbir tanışıklığım yoktur. Seyit Ali Ekber Mirvekili ile aramızda geçen
görüşmede ismi geçen "Emin" isimli şahıs benim gibi İran ile ticaret yürüten bir şahıstır. Niçin bu
ismin MİT Müsteşarı'na ait olduğunun iddia edildiğini bilemem. Kesinlikle alakası yoktur. Ben
kendisini ne tanırım ne de bu zamana kadar televizyon dışında görmedim.
Halim Kurt isimli şahıs İran ile ticaret yapan bir şirketin müdürüdür. Ben kendisiyle kesinlikle
herhangi bir telefon görüşmemizde Rıza Sarraf ismini kullanmadım. Niçin böyle bir kayıt
yapıldığını bilemiyorum. Ben Rıza Sarraf'ı ne tanırım ne bilirim.
10.12.2012 tarihli takip tutanağında yanımda üç kişiyle birlikte girdiğim söylenen Hekimzade
sağlıklı yaşam şirketi benim yeğenime aittir. Muhtemelen yeğenimi ziyaret amacıyla gitmişimdir,
ceza aldığım Umut Davası yargılamasından sonra ne siyasi ne sosyal anlamda hiçbir faaliyette
bulunmadım. Böyle bir örgütün olup olmadığını da bilemiyorum. Olayları basın yayın
organlarından takip ettim. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Türkiye Cumhuriyet Devleti'nin
yüksek menfaatleri dışında hiçbir eylemde bulunmam söz konusu dahi olamaz. Niçin böyle bir
örgüte dahil edildiğimi anlayabilmiş değilim" şeklinde beyanda bulunduğu,
Hakkı Selçuk Şanlı'nın şüpheli sıfatıyla 13/05/2014 tarihinde C.Başsavcılığımızca alınan
ifadesinde özetle;
"Ben daha önce Cumhuriyet Başsavcılığınızca alınan 09.05.2014 tarihli ifademde hakkımdaki
iddialarla ilgili sorulan hususları cevaplamıştım. Aynı ifademi tekrar ederim dedi.
Bugün ulusal yayın yapan bir gazetedeki bir köşe yazarının yazısında geçen ve Mirvekili isimli
şahısla aramızda geçtiği söylenen "paraları verdin mi", "her ay 3000-3000 ödüyoruz" şeklindeki
görüşme Mirvekili ile benim arabamda yaptığım konuşmadır. Daha önceki ifademde de anlattığım
gibi Mirvekili isimli şahıs İran Petrol Bakanı'nın danışmanıdır. Diyaloğun İran Ülkesiyle petrol
ticareti yapmamdan kaynaklandığı açıktır.
Konuşmanın içeriği yapılan ticaretten kaynaklanmaktadır. Bu hususu daha önceki ifademde
ayrıntılarıyla anlatmıştım. Ben daha önceki ifademde de anlattığım gibi Naser Gaffari isimli şahsı
tanımıyorum.
Aynı gazetede geçtiğimiz Perşembe günü çıkan köşe yazısında ismi geçen Nasır Takipur benim
daha önce yargılandığım dosya kapsamında ismi geçen ismen tanıdığım bir şahıstır. Gazetede yazan
ve Mirvekili ile aramızdaki konuşmada geçen Nasır'ın bu şahısla bir ilgisi yoktur. Mirvekili ile
aramızda geçen konuşmada belirtilen Nasır Azerbaycan Türk'ü olup kendisiyle Özbekistan'dan
gübre aldığımız şahıstır. Bir ticari ilişki dışında başka bir ilişkimiz yoktur. Mirvekili ile "Allah
rahmet etsin, Nasır ile böyle bir arabayla çok gezdik" şeklinde aramızda geçen görüşme aynı şekilde
benim aracımda yaptığımız görüşmedir" şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
Türker Sargın'ın C.Başsavcılığımızca alınan 22/10/2014 tarihli ifadesinde özetle;
"Bayrampaşa İlçesi'ndeki Burakoğlu Tekstil isimli aile şirketimizde çalışmaktayım. İş adamıyım.
Yasal olmayan herhangi bir faaliyetin içerisinde değilim. Terör veya başka bir suçla ilgim olamaz.
Bazı gazetelerde telefonumun terörle ilgili olarak dinlenildiğine dair haberler çıktı. Bu şekilde
92
olaydan haberdar oldum. Hayatımda ilk defa adliyeye geliyorum. Hiçbir suçla ilgim yoktur.
Soruşturmaya dahil edilmeme gerekçe olarak gösterilen 21/03/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen
Hakkı Selçuk Şanlı iş sebebiyle tanıdığım kişidir. Daha ziyade patronum beni yönlendiriyordu.
Konuşmamızda bahsettiğimiz konu o dönem altın ticareti nedeniyle ticari ilişkidir. Herhangi bir
suçla ilgisi yoktur.
08/05/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen Taha Ahmet Alacacı benim o zamanki patronumdur.
Telefonda ticari konuları görüşmekteyiz. Konuşmamızda herhangi bir suç unsuru yoktur.
07/03/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen Hakkı Selçuk Şanlı ile konuşuyoruz. Telefonda bana
unuttuğu bir evrakı sormaktadır. Bir suç unsuru yoktur.
02/01/2013 tarihli görüşmemde ismi geçen Hakkı Selçuk Şanlı ile altın ticaretiyle ilgili
konuşuyoruz. Görüşmemiz ticari ilişkiye dayanmaktadır. Herhangi bir suç yoktur.
Bu gerekçe ile Kudüs Ordusu Terör Örgütüyle irtibatımın tespiti için "terör örgütüne üye olmak ve
örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak" suçundan dinlenmesine karar verilen 05363478...
numaralı cep telefonu benim üzerime kayıtlı kullanmakta olduğum cep telefonudur.
Benim telefon numaramın dinlenmesi sonucu kendileriyle yaptığım görüşmelerin tape yapıldığı
bildirilen kişilerden Aydın (Keskin Kadıoğlu), üniversiteden arkadaşımdır. Taha Ahmet Alacacı,
patronumdur. Mustafa Yunus Polat, Selçuk Şanlı'nın yanında çalışan birisidir. Cem Metin Gülbay,
matbaacıdır. Ağabeyimin arkadaşıdır. İlyas (Arslan), yurtiçi yurtdışı uçak biletlerimizi aldığımız
acentedir. Hakkı Selçuk Şanlı, patronum Taha Ahmet Alacacı'nın ticari ilişkisinin bulunduğu
şahıstır. Kendisiyle görüşmelerim de patronumun yönlendirmesiyle olmuştur. Serkan'ı soyismi
belirtilmediği için hatırlayamadım. İlyas Arslan, yukarıda bahsettiğim kişidir. Görüşmelerimde
hiçbir suç yoktur. Tamamen ticari maksatlı yaptığımız görüşmelerdir." şeklinde beyanda bulunduğu
anlaşılmıştır.
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyasında, bilgi sahibi sıfatıyla TEM Şube
Müdürlüğü'nde ifadesi alınan Hassan Faraji Ghotlou, 06/07/2013 tarihli ifadesinde;
"1980 yılında İran Urumiye'de dünyaya geldiğini, Urumiye'de adliyede çalışmaya başladığını,
SİPAH olarak bilinen Devrim Muhafızları Ordusu'na katılmak üzere form doldurduğunu ve kabul
edildiğini, askeri eğitim aldığını, bağlı olduğu SİPAH'ın dini lider Hamaney'e bağlı olarak faaliyet
yürüttüğünü, SİPAH'ın yurtdışı birimi olan Türkiye ve Azerbaycan biriminde görevli olduğunu,
2000 dolar maaş aldığını,
Türkiye'ye ilk olarak 2013 yılının ocak ayında geldiğini, burada Kıbrıs kökenli Selçuk isimli bir
kişiyle görüştüğünü, Selçuk'un kendisine bir paket verdiğini, pakette İsrail'e ait resim, harita ve
benzeri şeylerin olabileceğini düşündüğünü, hiç açmadan İran'da ilgili yerlere bıraktığını,
Türkiye'ye ikinci olarak 02/03/2013 tarihinde Ağrı Hudut Kapısı'ndan girdiğini, Samsun'da bazı
SİPAH görevlileriyle görüşme yaptığını, üçüncü kez de 12/04/2013 tarihinde aynı şekilde Ağrı
Hudut Kapası'ndan giriş yaptığını, İstanbul'da Akmerkez olarak bilinen yerde bazı kişilerle
görüşmelerde bulunduğunu,
Asıl anlatmak istediğinin İran'da Urumiye Konsolosluğu'nda görevli ismini Ömer olarak
bildiği kişiyle ilgili olduğunu, kendisine bu kişiyi takip etme görevinin verildiğini, yaptığı
takip ve kayıtlar sonucu Ömer'in 35-40 yaşlarında, 1.70/1.75 boylarında laz şiveli siyah kısa
93
saçlı ve sportmen/güreşçi tipli biri olduğunu, bu kişinin SİPAH'ta çalışan Nadir isimli biri ile
görüştüğü bilgisini Türkiye'de MİT'in içerisinde İran'a çalışan biri tarafından iletildiğinin
kendisine söylendiğini, kim olduğunu bilmediğini ancak MİT'te görevli olduğunu duyduğunu,
bunun yanında İncirlik üssünde bir askerin İran'a bilgi aktardığını duyduğunu, Türkiye'de
SİPAH'a çalışan çok sayıda kişi olduğunu ancak kendisinin sadece bunları bildiğini, Iğdır'da
yakalanan sekiz kişilik gruptaki bazı kişilerin de SİPAH adına çalıştığını,
Bu bilgileri verme amacının SİPAH içerisinde çalışmaktan çok bunalması ve psikolojik olarak
yıpranması nedeniyle olduğunu, orada her şeyden şüphe edildiğini, evlerinin içine bile karışıldığını,
kimseyle görüşmelerine izin verilmediğini, cenazelerine katılmasına dahi izin verilmediğini,
ailesiyle tatile çıkmak için bir sürü yerden izin alması gerektiğini, çıkmayı düşündüğünü ancak
dolaylı olarak tehdit edildiği için yapamadığını" beyan ettiği şeklinde ifade tutanağı düzenlendiği
anlaşılmıştır.
Bununla birlikte;
Hakkı Selçuk Şanlı'nın Seyed Ali Ekber Mirvakili ile 05.05.2013 tarihinde gerçekleştirdiği,
2078433662–2078438402–2078439931–2078441565–2078443761–2078447213–2078449716 – 20
78464080–2078465031–2078470386 ID numaralı SMS mesajlarının içeriğinin Türkiye–İran
ticaretine ilişkin olduğu, bu görüşmelerin; 17 Aralık soruşturma dosyası ile sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü soruşturması arasında bağlantı kurularak BİRLEŞTİRİLMESİ
amacıyla iletişim tespit tutanağı haline getirildiği tespit edilmiştir.
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyasının üzerinde ''Hakkı Selçuk Şanlı CMK. 140
Klasör 1'' ibaresi bulunan 26. klasör ve üzerinde ''Hakkı Selçuk Şanlı CMK. 140 Klasör 2'' ibaresi
bulunan 27. klasörün incelenmesinde;
-Üzerinde 18/06/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 2. Nolu TMK Hakimliğinin 13/06/2013 tarihli kararı uyarınca "Kudüs Ordusu Terör
Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin tarafından Hakkı Selçuk
Şanlı, Seyed Ali Ekber Mirvekili ve Levent Balkan hakkında düzenlenen "şahısların Türkiye - İran
ticareti ve siyasi konularla ilgili görüşme kayıtları" mahiyetindeki 55 (ellibeş) sahifeden ibaret,
20/06/2013 tarihli ses çözüm tutanağı ve ekinde
Üzerinde 18/06/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 17/06/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 2. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 13/06/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Seyed Ali Ekber Mirvekili hakkında düzenlenen "şahısların
Türkiye- İran ticaretiyle ilgili görüşme kayıtları" mahiyetinde 5 (beş) sahifeden ibaret, 18/06/2013
tarihli ses çözüm tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 17/06/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 16/06/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
94
İstanbul 2. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 13/06/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Ünal Şimşek hakkında düzenlenen "şahısların Türkiye - İran
ticareti ve siyasi konularla ilgili görüşme kayıtları" mahiyetindeki 3 (üç) sahifeden ibaret,
16/06/2013 tarihli ses çözüm tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 16/06/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 12/06/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 1. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 06/06/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Mustafa Yunus Polat hakkında düzenlenen "ticari işlere ilişkin
görüşme kaydı" mahiyetindeki 6 (altı) sahifeden ibaret 14/06/2013 tarihli ses çözüm tutanağı ve
ekinde;
Üzerinde 12/06/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 11/06/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 1. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 06/06/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin şüpheli Ramazan Alay tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Cihat Bağdat hakkında düzenlenen
"şahısların Türkiye - İran ticaretiyle ilgili görüşme kayıtları" mahiyetindeki 12 (oniki) sahifeden
ibaret 14/06/2013 tarihli ses çözüm tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 11/06/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 10/06/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 1. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 06/06/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Cemal isimli şahıs hakkında düzenlenen "şahısların Türkiye - İran
ticaretiyle ilgili görüşme kayıtları" mahiyetindeki 17 (onyedi) sahifeden ibaret 12/06/2013 tarihli
ses çözüm tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 10/06/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 09/06/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 1. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 06/06/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Ahmet isimli şahıs hakkında düzenlenen "şahısların Türkiye - İran
ticaretiyle ilgili görüşme kayıtları" mahiyetindeki 19 (ondokuz) sahifeden ibaret 11/06/2013 tarihli
ses çözüm tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 09/06/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 24/05/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 2. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 23/05/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
95
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Mustafa Yunus Polat hakkında düzenlenen "siyasi konulardaki
görüşme kaydı" mahiyetindeki 5 (beş) sahifeden ibaret 25/05/2013 tarihli ses çözüm tutanağı ve
ekinde;
Üzerinde 24/05/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
Üzerinde 22/05/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 1. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 16/05/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Cihat Bağdat hakkında düzenlenen "ticari ve siyasi konulara
ilişkin görüşme kaydı" mahiyetindeki 18 (onsekiz) sahifeden ibaret, 24/05/2013 tarihli ses çözüm
tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 22/05/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 20/05/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 1. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 16/05/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Mehmet Dönmez hakkında düzenlenen "ticari ve siyasi konulara
ilişkin görüşme kaydı" mahiyetindeki 14 (ondört) sahifeden ibaret, 20/05/2013 tarihli ses çözüm
tutanağı ve ekinde
Üzerinde 20/05/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 18/05/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 1. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 16/05/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Mustafa Yunus Polat hakkında düzenlenen "ticari konulara ilişkin
görüşme kaydı" mahiyetindeki 15 (onbeş) sahifeden ibaret 19/05/2013 tarihli ses çözüm tutanağı ve
ekinde
Üzerinde 18/05/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 17/05/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 1. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 16/05/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı, Seyed Ali Ekber Mirvekili ve Metin Habiboğlu hakkında düzenlenen
"siyasi konulara ilişkin görüşme kaydı" mahiyetindeki 6 (altı) sahifeden ibaret 18/05/2013 tarihli
ses çözüm tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 17/05/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 13/05/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 3. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 09/05/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı, Türker Sargın ve Alparslan isimli şahıs hakkında düzenlenen
96
"uluslararası ticari konulara ilişkin görüşme kaydı" mahiyetindeki 15 (onbeş) sahifeden ibaret
14/05/2013 tarihli ses çözüm tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 13/05/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 09/05/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 3. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 09/05/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Seyed Ali Ekber Mirvekili hakkında düzenlenen "ticari ve siyasi
konulara ilişkin görüşme kaydı" mahiyetindeki 20 (yirmi) sahifeden ibaret 12/05/2013 tarihli ses
çözüm tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 09/05/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD,
-Üzerinde 08/05/2013 tarihi yazılı karton ile ayrılan kısım;
"Ses Çözüm Tutanağı" başlıklı;
İstanbul 2. Nolu TMK Hakimliği'nden talep edilen ve alınan 02/05/2013 tarihli karar uyarınca
"Kudüs Ordusu Terör Örgütü" suçlamasıyla şüpheli Mehmet Kılıç - şüpheli Abdullah Şahin
tarafından Hakkı Selçuk Şanlı ve Seyed Ali Ekber Mirvekili hakkında düzenlenen "ticari konulara
ilişkin görüşme kaydı" mahiyetindeki 37 (otuzyedi) sahifeden ibaret 10/05/2013 tarihli ses çözüm
tutanağı ve ekinde;
Üzerinde 08/05/2013 tarihi yazan Princo marka 1 adet CD'den ibaret olduğu,
Ayrıntılarıyla anlatıldığı üzere, yapılan incelemeye konu "ses çözüm" tutanakları Hakkı Selçuk
Şanlı, Levent Balkan, Ünal Şimşek, Mustafa Yunus Polat, Cihat Bağdat, Mehmet Dönmez, Metin
Habiboğlu, Türker Sargın, Cemal, Ahmet, Alparslan ve İran'lı diplomat Seyed Ali Ekber Mirvekili
hakkında düzenlendiği,
Mahkemelere yazılan talep yazısında ve talep doğrultusunda alınan kararlarda belirtildiği üzere,
takip edilen şahıslara atfedilen suç "Terör Örgütü İçerisinde Faaliyet Yürütmek" olarak
nitelendirilmiştir.
Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan Metin Sayılgan'ın ifadesinde belirttiği üzere talep yazıları
şüphelilerce imha edilmiştir.
Şüpheliler tarafından düzenlenen incelemeye konu "ses çözüm" tutanaklarında belirtilen hususların
ve yapılan tespitlerin "terör yada terör örgütü üyeliği" ile hiçbir ilgisinin olmadığı, buna rağmen
mağdurların gerekçesiz olarak takibi talep edilerek bu doğrultuda karar alındığı, bu durumun da
soruşturmayı yürüten şüphelilerin "terör örgütü" soruşturması bahanesiyle "mağdurların takip
edilmesi ve tüm faaliyetlerinden haberdar olunması" şeklindeki gerçek amaç ve kasıtlarını ortaya
koymakta olduğu,
CMK.nın 135, 139. Ve 140. maddelerinde belirtilen "iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda
alınması, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi ve teknik araçlarla izleme" tedbirleri sınırlı sayıda
suç hakkında uygulanabilecek soruşturma tedbirlerinden olup suçla ilgisi olmayan kişi yada kişiler
hakkında uygulanamayacağı, bu amir hükme rağmen terör kapsamında herhangi bir faaliyeti
bulunmayan kişilerin takip edildiği, amacın soruşturma bahanesiyle mağdurları takip ederek terörle
irtibatlı göstermek olduğu,
Şüphelilerce düzenlenen tutanaklar incelendiğinde;
97
Tamamıyle ticari ilişkilerin kaydedilip yazıya dökülmesi yanında Türkiye Cumhuriyeti ile İran
Devleti arasındaki ticari ilişkilere ilişkin görüşmelerden ibaret olduğu, mağdurların da iş adamı ve
İran'lı diplomat kimliğine sahip Hakkı Selçuk Şanlı, Levent Balkan, Ünal Şimşek, Mustafa Yunus
Polat, Cihat Bağdat, Mehmet Dönmez, Metin Habiboğlu, Türker Sargın ve Cemal, Ahmet,
Alparslan isimli kişiler ile İranlı diplomat Seyed Ali Ekber Mirvekili olduğu, terör yada şiddet
içeren hiçbir eylem ve faaliyetlerinin bulunmamasına rağmen özel, ticari ve mesleki hayatlarının
tespitinin yapılarak hukuka aykırı biçimde kaydedildiği, tutanakların tamamının bu içerikte olduğu,
suç unsuru taşıyan herhangi bir eylemlerinin bulunmadığı,
Şüphelilerce düzenlenen 20/06/2013, 18/06/2013, 16/06/2013, 14/06/2013, 12/06/2013, 11/06/2013,
25/05/2013, 24/05/2013, 20/05/2013, 19/05/2013, 18/05/2013, 14/05/2013, 12/05/2013 ve
08/05/2013 tarihli tutanaklarda belirtilen konuların; Türkiye - İran ticaretine ilişkin olduğu,
konuşmalarda ismi geçen kişilerden Zafer Çağlayan'ın Devlet Bakanı, Rıza Sarraf'ın iş
adamı, Süleyman Arslan'ın Halk Bankası Genel Müdürü olup bir kısmının 17 Aralık
soruşturmasında şüpheli sıfatına sahip oldukları, Levent Balkan'ın ise Halk Bankası Dış
Operasyonlar Daire Başkanı olduğu halde 17 Aralık soruşturmasına dahil edilmediği,
telefonunun sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında dinlenildiği ve yaptığı
görüşmelerin suç unsuru taşımadığı halde iletişim tespit tutanağı haline getirildiği, 17 Aralık
olarak bilinen soruşturma dosyasına şüpheli sıfatıyla dahil edilmeden 2011/762 soruşturma
numaralı dosya kapsamında "Terör Örgütü Üyesi" sıfatıyla telefonunun dinlenmesi ve
hakkında iletişim tespit tutanakları düzenlenmesi göz önünde bulundurulduğunda, şüpheliler
tarafından 17 Aralık soruşturmasıyla sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının
Levent Balkan üzerinden birleştirilmesinin planlandığı anlaşılmıştır.
Bununla birlikte 17 Aralık girişimi olarak bilinen soruşturmayla sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü soruşturmasının 2010 yılı mayıs ayında eş zamanlı olarak başlatıldığı ve koordineli
olarak yürütüldüğü anlaşılmıştır.
17 Aralık soruşturmasında şüphelilere atfedilen suçlamalara bakıldığında özetle;
a) Rusya'daki bankaların sıcak para ihtiyacını, uluslararası bankacılık teamüllerine bakılmayacak
şekilde karşılamak üzere geliştirdikleri sistemle, paravan firmalar üzerinden komisyonla para
transferleri ve kuryeliği yaptıkları,
b) İran'a uygulanan ambargoyu aşarak İran'ın diğer ülkelerdeki parasını İran'a taşımak ve sıcak para
ihtiyacını uluslararası bankacılık teamüllerine takılmayacak şekilde karşılamak üzere geliştirdikleri
sistemle gerçek veya paravan firmalar üzerinden komisyonla para transferleri ve altın ihracatı
yaptıkları,
c) İran'a uygulanan ambargoyu aşarak İran'ın diğer ülkelerdeki parasını İran'a taşımak ve sıcak para
ihtiyacını karşılamak üzere geliştirdikleri sistemle Dubai ile İran arasında gerçekte olmayan
ihracatlara dair Halk Bank'a sahte belgeler sunarak transit gıda/ilaç ticaretiyle komisyon karşılığı
para taşımacılığı yaptıkları,
d) İran'a gönderilen külçe külçe altınların toplanması ile ilgili olarak Gana'dan gümrük usulüne
aykırı olarak gelen 1.5 ton altınla ilgili resmi makamlara sahte belge vererek kaçakçılığa teşebbüs
98
ettikleri, iddia edilmiştir.
e) Bahsedilen bu usulsüzlüklerin gerçekleşmesi, kolaylığı, yol verilmesi, aynı işlemleri yapan
rakiplerinin engellenmesi, usulsüzlüklerine zorluk çıkaran Gümrük veya Emniyet görevlilerinin
tayinin çıkartılması, usulsüz veya usulünce her türlü işlemlerini çözdürmek amacıyla üst düzey
siyasi kamu görevlileri ile rüşvet ilişkisi gerçekleştirdikleri,
f) Dubai'li emniyet görevlilerine, İstanbul'daki lüks otellerde kadın sağlayarak fuhşa aracılık
ettikleri,
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasında şüphelileri atfedilen suçlamaların ise;
a) Terör Örgütü Kurmak ve Yönetmek, Kurulan Örgüte Üye Olmak,
b) Resmi Belgede Sahtecilik,
c) Muta Nikahı Kıyarak Fuhşa Aracılık Etmek,
d) Kaçakçılık,
e) Uyuşturucu Madde Ticareti, olduğu anlaşılmıştır.
Yapılan tesbitlerden de anlaşılacağı üzere;
a) Soruşturmayı yürüten şüpheliler tarafından, "Terör Örgütü Yöneticiliği ve Üyeliği" suçlarından
haklarında soruşturma yürütülen ve İran'la ticaret yapan müşteki ve mağdurlarla ilgili sahte delil
üretilmesi amacıyla, "El-Kaide Terör Örgütü Üyeliği" suçundan gözaltına alınan bir kişinin "Şafak"
müstear adıyla sahte gizli tanık yapıldığı,
Şahsın "El-Kaide Terör Örgütü Üyeliği" suçundan başka bir soruşturmadan gözaltında bulunduğu
esnada şüphelilerden Gafur Ataç tarafından 22.03.2013 tarihinde tehdit edilmek suretiyle sözde
Kudüs Ordusu Terör Örgütü kapsamında gizli tanık sıfatıyla ifade vermesinin sağlandığı,
söylemediğihalde ifadesine "İstanbul'da SEPAH adına Ali Monemi'nin çalıştığını, daha sonra
yerine Ghafari'nin geldiğini, bunların haricinde İstanbul Konsolosluğu'nda Necefi adında biri
olduğunu, Mehdi olarak bilinen birinin daha bulunduğunu, bu kişilerin konsoloslukta resmi
görevli gibi çalışıp değişik işler yaptıklarını, örneğin Necefi'nin konsolosluk çalışanı olup çoğu
insan kaçakçılığında parmağının bulunduğunu, yurtdışında kaçak olan kişileri başka ülkelere
geçirdiğini, talimatın SEPAH'tan geldiğini, amacın para kazanmak olmadığını, Rusya'dan gelen bir
grup eylem timinin Avrupa ülkelerinden birine geçerken burada bir müddet barındığını daha sonra
yurtdışına çıkarıldığını, ambargo nedeniyle İran'ın normal yollardan ticaret yapamadığını, bu
kişilerin para getirip götürme görevini yürüttüklerini, bazen paravan şirketler kurup
kuyumcular aracılığıyla para getirdiklerini yada üçüncü bir ülkeden İran'a malzeme geçişi
yaptıkları" şeklinde ifadeler eklenerek sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının İran ve
Türkiye arasında yapılan ticaretle dolayısıyla da 17 Aralık soruşturmasıyla ilişkilendirildiği,
b) İran'la Türkiye arasında ticaret yapan Hakkı Selçuk Şanlı, Türker Sargın, Taha Ahmet Alacacı ve
Sıdkı Ayan başta olmak üzere çok sayıda iş adamı ile birlikte Türkiye-İran ticaretini kurumsal
olarak yürüten Halkbank Yönetim Kurulu Başkan Vekili Mehmet Emin Özcan, Halkbank Genel
Müdürü Süleyman Aslan, Halkbank Dış Operasyonlar Daire Başkanı Levent Balkan başta olmak
üzere çok sayıda Halkbank yetkilisi ve çalışanının, aynı zamanda İran'ın Ankara Büyükelçiliği ve
İstanbul Başkonsolosluğu'nda görevli diplomatların sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması
99
kapsamında şüpheli sıfatıyla takip edildiği, telefonlarının dinlenildiği, haklarında terör örgütü
üyeliği suçlamasıyla iletişim tesbit tutanaklarının düzenlendiği, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturmasının İran ve Türkiye arasında yapılan ticaretle dolayısıyla da 17 Aralık soruşturmasıyla
ilişkilendirilmesi için delil üretilmesi kapsamında, gizli tanık sıfatıyla ifade vermesinin sağlanan
sahte gizli tanık Şafak'ın ifadesine, söylemediği halde İran ticareti ile ilgili eklemeler yapıldığı, bu
şekilde sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının İran ve Türkiye arasında yapılan
ticaretle dolayısıyla da 17 Aralık soruşturmasıyla ilişkilendirildiği,
c) 17 Aralık soruşturması ile sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının şüphelilerce
12.05.2010 ve 07.05.2010 tarihlerinde olmak üzere eş zamanlı olarak başlatıldığı ve 18.12.2020 ve
12.17.2010 tarihlerinde olmak üzere de eş zamanlı olarak sonlandırıldığı,
d) Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasında şüphelileri atfedilen suçlamaların; Terör
Örgütü Kurmak ve Yönetmek, Kurulan Örgüte Üye Olmak, Resmi Belgede Sahtecilik, Muta Nikahı
Kıyarak Fuhşa Aracılık Etmek, Kaçakçılık, Uyuşturucu Madde Ticareti olmak üzere 17 Aralık
soruşturmasındaki suçlamalarla uyumlu olduğu, bunun yanı sıra her iki soruşturma dosyasına da;
mağdur ve müştekilerin toplum nezdinde itibarsızlaştırılması için FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü
üyelerinin soruşturmalarda izlediği genel yöntem olan ''Fuhşa Teşvik/Fuhuş İçin Aracılık Etmek''
suçlarının eklendiği,
e) Sözde kudüs Ordusu terör Örgütü soruşturması kapsamındaki mağdur ve müştekiler ile vakıf,
dernek, televizyon kanalı konumundaki tüzel kişiler hakkında, 17 Aralık soruşturmasıyla irtibat
kurularak soruşturmaların birleştirilmesi amacıyla ''Terörün Finansmanı/Suçtan Kaynaklanan
Malvarlığı Değerlerini Aklama'' suçlarından bilirkişi incelemesi yaptırıldığı anlaşılmıştır.
Eylemle ilgili olarak FETÖ/PDY Terör Örgütü tarafından şüpheliler Can Dündar ve Erdem
Gül'e verilen görev;
Şüpheli Can Dündar'ın 17 Aralık girişiminden 2 hafta önce 03 Aralık 2013 tarihinde yayımladığı,
“Siyasette Nasıl Geldiysen Öyle Gidersin” başlıklı yazısında özetle;
“Diyelim ki bir bavul dosyanın depremiyle iktidara geldiniz. O dosyalar olmasa, yine hükümet
olmuştunuz belki, ama iktidar olamazdınız. Bir bavul dosya, önünüzdeki en büyük engeli temizledi.
İşte öyle koltuğa oturduysanız, bu meşhur Ankara atasözüne göre yine bir bavul evrakla koltuktan
düşersiniz. Dün sarayınızın kapısına basamak olan “bavul”, bir bakarsınız bugün aynı kapıya
barikat kurmuş.
Ankara’da her siyasetçi bilir bu atasözünü… Mesela ihanetle geldiyseniz, gidişiniz de ihanetle
olur. Demirel partinin başına geçtiğinde, Celal Bayar, “Tapulu arazimize gecekondu yapıyorlar”
demişti. Sonra Demirel yasaklıyken Özal, ona yaptı aynısını… Sonra Özal Köşk’e çıkınca, sözünü
dinlemeyen Mesut Yılmaz’ın ardından, “İhanet, ihanet” diye bağırmaya başladı.
Tıpkı Erbakan’ın, Erdoğan’ın ardından bağırdığı gibi…. Şimdi “Nankörler, ne istediniz de
vermedik” dövünmeleri, hem ihanet fişeği, hem de gidiş alametidir. Siyasette adet, geldiğiniz
yoldan dönmektir.
100
O meşhur Ankara atasözüne göre mağduriyet hissine sığınarak gelenler, iktidarda fazla şişip
saldırganlaşınca kendi mağdurlarını yaratır. Ve yeni mağdurlar, kendilerini ezmeye başlayan
mağrurların bir zamanlar kullandığı mağduriyet silahıyla iktidara yürür. Diyelim MGK
kararlarıyla “mürteci” diye hedef gösterildiniz. Takip ediniz. Bunu kullanarak iktidara geldiniz. Bir
de bakarsınız, koltuğun pişkinliğiyle, askerlerle el ele, dünkü yol arkadaşlarınıza “mürteci”
damgası vurup takibe başlamışınız.
“Diklenmedik, dik durduk” efsanenizi yere çalmışınız. Geldiğiniz yoldan gitme zamanı kapıya
çalmış demektir. Atasözünün güvenirliğine en büyük kanıtlardan biri de Washington’ın desteğiyle
iktidara gelmektir. O rüzgarla uçmayı alabora olmayı da kabullenmişsiniz demektir.
AMERİKAN RÜZGÂRI BU, BELLİ Mİ OLUR; GÜN GELİR ESİNTİYİ PENSİLVANYA’DAN
YANA DÖNDÜRÜR, ANKARA’DA AMPÜLLERİ SÖNDÜRÜR. ŞİMDİLERDE ANKARA’DA
ÇOK ETKİLİ BİR BATILI BÜYÜKELÇİNİN, BİR ESKİ SİYASETÇİYE “TÜRKİYE’DE
YAKINDA TARİH DEĞİŞECEK, HAZIRLIKLI OLUN” DEDİĞİ KONUŞULUYOR.
Atalar ne güzel söylemiş: “Siyasette nasıl gelirsen, öyle gidersin.” şeklinde ifadelerin olduğu,
Ayrıca şüpheli Can Dündar'ın 24 Ocak 2015 tarihinde, hakkında yakalama kararı bulunan 17
Aralık savcısı Celal Kara (hakkındaki yakalama kararı nedeni ile yurtdışına kaçmıştır) ile
yaptığı,
"17 Aralık Savcısı Konuştu: Yüce Divan’a Gitse Hayatı Biter” başlıklı röportaj yazısında;
“17 Aralık savcısı konuştu: Yüce Divan’a gitse hayatı biterdi
Can Dündar, 17 Aralık soruşturmasının savcısı Celal Kara ile konuştu. Celal Kara, Can Dündar'a
bomba açıklamalar yaptı: '1 Numara Erdoğan'dı'
‘Yüce Divan’a gitse Zafer Çağlayan’ın hayatı biterdi’
17 Aralık soruşturmasının savcısı Celal Kara, önce soruşturmadan alındı, sonra Afyon’a yollandı,
10 gün önce de açığa alındı. Herkes konuşurken o susup sabırla sırasını bekledi ve açığa alındığı
gün, Cumhuriyet’e konuştu: “İsmini geçirmemek için, ‘1 numara’ ve ‘Beyefendi’ diye bahsediliyor
kendisinden… Bence perde arkasından işin içindeydi Erdoğan… Ben, ‘1 Numara’nın ve
‘Beyefendi’nin kim olduğunu iddianamede işleyecektim. Yani iddianamede ismi olacaktı.”
Giriş
Son seçimde AK Parti’ye oy vermiş
Bu röportaj için bir yıl bekledim. İlk teşebbüsüm 17 Aralık’tan hemen sonraydı. O zaman Artı 1
TV’de haberleri sunuyordum. Konuk koordinatörümüz Nilay Can, “Savcı Bey”e ulaşmak için büyük
çaba harcadı. Ancak Celal Kara, resmi görevliydi; konuşmadı. Ardından, Ocak 2014’te, 1.5 yıl
üzerinde çalıştığı dosya kendisinden alındı; görev yeri değiştirildi.
Celal Kara’nın avukatı Niyazi Atasoy’u aradık. Kendisinin hâlâ resmi görevli olduğunu
hatırlatarak görüşemeyeceğini söyledi. Kara, Mart 2014’te Afyon’a sürüldü. Bir kez daha şansımı
denedim. Nihayet görüşebildik.
‘Poker face’
101
Temmuz ayıydı. Ramazandı. Celal Kara, randevumuza avukatıyla geldi. “Poker surat” tabir edilen
yapıda, hislerini belli etmeyen, ciddi, az konuşan, ama güven telkin eden biriydi. Bir gazeteciyle
buluşmaktan ötürü tedirgindi. Oruç tutuyordu. Erdoğan’ın balkon konuşmalarındaki vaatlerin
gerçek olacağına inanarak son seçimde AK Parti’ye oy vermişti. Kendini kandırılmış hissediyordu.
‘Fethullahçı’ damgası
Alnında “Fethullahçı” diye yazmıyordu, ama havuz medyası, bu damgayı vurmuştu çoktan… Ateşle
oynamıştı o da… En tepeye tırmanan bir kirli ipin ucunu çekmiş, iktidarı devirebilecek çapta bir
yolsuzluğun üzerine kararlılıkla gitmişti. Aylardır üzerinde çalıştığı dosya kapatıldığı gibi, onu 18
yıllık mesleğinden de etmişti. Temmuz sohbetimizi de yazamadım. Ancak resmi görevi sonlanırsa
geniş bir röportaj yapmak üzere söz aldım. 16 Ocak’ta açığa alındığına dair tebligatı aldı. Hemen
ertesinde sözleştiğimiz röportajı yaptık.
Dava yağmuru
İlk görüşmemize göre daha rahatlamıştı. Dilini bağlayan resmiyet bağı çözülmüştü. Kırgın olduğu
kadar kızgındı. Havuz medyasında her gün hakkında iddialar, suçlamalar, hakaretler çıkıyordu.
Bunlara tekzip, açıklama, suç duyurusu yağdırıyordu. Açtığı tazminat davalarının sayısı 20’yi
geçmişti. 20 kadar daha dava sıradaydı. O suçlamalara cevabını, bu röportajda bir arada verdi.
17 Aralık’ın perde arkası
“17 Aralık”, hiç kuşkusuz Türkiye’nin tarihine geçmiş bir dosya adıdır. Onun savcısının yorumları,
anıları, açıklamaları, dünyanın her yerinde haberdir. 17 Aralık operasyonunun içeriğini ve perde
arkasını okuyunca, soruşturmayı yapan polis ve savcıların, soruşturmayı yazan gazeteci ve
yazarların neden hedefe konduğunu ve “Ak”landığını sananların neyi örtmeye çalıştığını daha iyi
anlayacaksınız.
- Size yönelik çok suçlamalar oldu, ama sustunuz, konuşmadınız. Nedir son durumunuz?
Celal Kara - 16 Ocak itibarıyla açığa alınmış bulunmaktayım. İtiraz hakkımızı kullanabilmek için
bu kararın gerekçelerini ve belgelerini istedik. Vermediler. Ancak bizden gizlenen müfettiş
raporlarını, havuz medyasının gazetecileri ekranda okuyor. Ve korkutulan meslektaşlarım, açıkça
suç oluşturan bu durumla ilgili hiçbir işlem yapmıyor.
- Neyle suçlanıyormuşsunuz?
Celal Kara- Henüz bilmiyorum. Daha önce Afyon’a da gerekçesiz tayin edilmiştim.
- Bu görevden alma, 17 Aralık’ın cezası mı?
Celal Kara -Kesinlikle öyle…
- Peki, sondan başlayalım: Meclis’teki oylamayı izlediniz mi?
Celal Kara- İzledim, ama sonucu biliyordum zaten... “Yüzde 99 gitmeyecekler Yüce Divan’a”
diyordum.
- Niye?
Celal Kara- Onlar gitse Bilal de peşlerinden giderdi de ondan…
Aklın alamayacağı bir şey
- Bu çapta bir skandalın kapatılabileceğine inanmıyordunuz değil mi?
102
Celal Kara- Normalde inanılmaz. Ötelenebilirdi, ama bu kadar büyük hukuksuzluk nasıl
yapılabilir; aklın alabileceği bir şey değil. Kapatma gerekçesi olarak ileri sürdükleri şu:
“Yolsuzluğu tespit ettiğinde hemen durdurup suçüstü yapacaktın. Şimdi bakanlarla ilgili tapeleri
çıkart dosyadan…”
Peki, çıkaralım. Ya kalanı ne olacak?
Rıza Sarraf’la Süleyman Aslan arasındaki telefon konuşmaları, bunun fiziki ve teknik takibi, buna
giden paralar, sahte belge imali ve kullanımı var. Tamamen hukuki olmasına rağmen madem
bakanların konuşmalarının dosyadan çıkarılması gerektiğini iddia ediyorsun; sadece onları çıkar o
zaman… Sarraf ile Aslan arasındaki tapeler, fiziki takip görüntüleri nedeniyle neden rüşvetten ve
resmi belgede sahtecilikten dava açmıyorsun?
Sarraf ve adamlarının Barış Güler’le ve Kaan Çağlayan’la yaptığı konuşmaların hepsinde somut
suç bulgusu var. Onlar hakkında niye dava açmıyorsun?
Sarraf ve adamları hakkında niye dava açmıyorsun?
Sonunda yargılanacaklar
- Sizce kapandı mı 17 Aralık dosyası?
Celal Kara- Kapanmadı, kapanamaz. Kapanmasının tek yolu, zanlıların yargı önüne çıkmasıdır.
Sonunda nereye kadar gidecekse…
- Yargılanacaklar mı sizce?
Celal Kara - Konjonktür ne olur, onu bilemem. Ama eninde sonunda bu yargılama olacaktır.
-Sizin soruşturmanız sonucu dava açılsa, haklarında ne ceza isteyecektiniz?
Celal Kara - Kişiye göre değişecekti. Çok sayıda rüşvet, resmi evrakta sahtecilik suçlaması vardı.
Bir hesaplama yapmadım. Bazılarını azamiden hesaplarsanız belki 500 yıl, asgariden
hesaplarsanız 50 yıl çıkar. Ama zaten infazın azami süresi var. Ağırlaştırılmış müebbet değil bunun
cezası... Azami yatacağı süre 36 yılı geçemez.
Herhalde orada en ağır cezayı Rıza Sarraf alacaktı. Çünkü lider sıfatıyla o örgütün faaliyetleri
kapsamındaki tüm suçlardan sorumlu. Tamamından.
- Ya bakanlar Yüce Divan’a gitseydi?
Celal Kara - Zafer Çağlayan’ın hayatı bitmiş olurdu muhtemelen… Çünkü hakkında rüşvet isnadı
vardı, altın kaçakçılığı iddiası vardı, örgüt liderliği suçlaması vardı, resmi belgede sahtecilik suçu
vardı. Bir rüşvetin cezası 4-12 yılsa, düşünün ki Çağlayan hakkında 28 ayrı rüşvet suçlaması vardı.
‘Erdoğan vardı inkâr mı edeyim?’
- Başbakan, “Asıl hedef bendim. Oğlum üzerinden bana ulaşacaklardı” diyor. Bu iş sonunda
Bilal üzerinden Erdoğan’a uzanacak mıydı gerçekten?
Celal Kara - Burada kimse hedef değildi. Hukuki olarak ne gerekiyorsa, o yapıldı. Dinlemelerde
Sarraf’la bakanların ve çocuklarının ilişkisi çıkmasa, biz zorla mı bulaştıracaktık? Yani sen suç
103
teşkil eden işlere girmedin de, biz mi bulaştırdık?
Bizim dosyamızda Bilal Erdoğan’la ilgili bariz bir şey yoktu. Ama Başbakan’la ilgili bir şeyler
çıkardı. Zaten vardı tapelerde... Var yani, bunu inkâr mı edeyim? Var. Biz polis fezlekelerine de
yazmamıştık, Meclis’e gönderdiğimiz bilgi notuna da eklemedik, ama bence işin içindeydi
Erdoğan…
- Ne var Erdoğan’la ilgili?
Celal Kara- Rıza Sarraf ile Zafer Çağlayan arasında geçen bir konuşma var. Sarraf, ismini
vermeden, “Beyefendi’ye de bir şeyler yapalım” diyor. Çağlayan da ya kıskançlıktan, ya doğrudan
adı geçmesin diye, belki ikisini de gözeterek, “Beyefendi’ye değil ama çevresine bir şeyler yapalım”
cevabını veriyor. Bunun üzerine TÜRGEV’e 500 bin dolar gönderiliyor. Öyle bir dolaylı irtibat var.
Ama orada doğrudan Bilal Erdoğan’ın bir irtibatı yok.
- Ama Başbakan’ın oğluna “Sıfırlayın” talimatı da o gün...
Celal Kara - Soruşturmanın içeriğini tam olarak bilemedikleri ve başlarına ne geleceğini
kestiremedikleri için bir tedbir almaydı o...
‘O beni 1 Numara’ya götürecek’
- “Erdoğan işin içindeydi” dediniz. Başından beri mi?
Celal Kara - İlk başlangıcında işin içinde olmadığını zannediyorum. Yani Rıza Sarraf’ın
irtibatlarını geliştirmeye çalıştığı aşamada… Ama sonrasında Sarraf, “Beyefendi’ye de bir şeyler
yapalım” dedikten sonra ve istisnai yoldan adam başı 1 milyon dolar karşılığında akrabalarını
Türk vatandaşlığına geçirdiğinde, zannediyorum artık her şeyden bilgisi var. Tapelere de yansıyor
bu... Rıza Sarraf, Abdullah Happani ile görüşmesinde, Egemen Bağış’tan bahsederken “O, beni 1
Numara’ya ulaştıracak” diyor. Bağış’ın üzerindeki 1 Numara kim olabilir? Başbakan’dır.
- Erdoğan’la Sarraf’ın doğrudan teması var mı?
Celal Kara - Başbakan, Sarraf’la doğrudan telefon irtibatı kurmamış. Zafer Çağlayan ve
Muammer Güler üzerinden haberleşiyorlar. Güler’le de bu irtibatı gösterir konuşmaları var.
Sarraf, bir an evvel abisinin, akrabalarının vatandaşlığa geçmesiyle ilgili “Beyefendi’nin haberi
var değil mi” deyince, “Tabii tabii, Beyefendi destekliyor” cevabını alıyor.
İstisnai yoldan vatandaşlığa alınma, İçişleri Bakanı önayak olsa bile Bakanlar Kurulu’nda imzaya
açılıyor. Başbakan’ın onayı ve bilgisi olmadan bunların olabilmesine imkân yok. Öbür yandan
puzzle’ın parçalarını tamamlayan bir de fotoğraf var: Bir protokol sırasında Başbakan, eşi,
bakanlar ve Rıza Sarraf görünüyor. Sarraf kim? Kaç yaşında bir adam? Ne sıfatla o protokol
fotoğrafında yer alıyor?
17 Aralık’ı izleyen günlerde Erdoğan, Sarraf için “Hayırsever bir işadamıdır” dedi. Tanışıyorlar
demek ki... Hayırseverliğini nereden biliyorsun? Kime ne hayırseverlik yapmış? TÜRGEV’e
yapıyor. Ayrıca AK Parti’nin anket parasını da o ödüyor: 350 küsur bin TL… Parti adına dağıtılan
Ramazan erzağı için de yüz binlerce lira ödüyor. Bunların hepsinden Başbakan haberdar.
- Öyleyse neden soruşturmayı Başbakan’a kadar uzatmadınız?
Celal Kara - Erdoğan’la ilgili denilebilirdi ki: “Beyefendi’nin o olduğunu nereden biliyorsun?”
Dosyanın teknik detayını bilen ben ve kolluk amirleri, bahsi geçenin Erdoğan olduğunu bildiğimiz
104
halde, doğrudan ismi geçmediği için ve “1 Numara” lafı, diğerlerine göre biraz muğlak kaldığı için
onu bilgi notuna katmadık. Düşünün ki; durumları çok net olan bakanlar hakkında dahi akla ziyan
yorumlarla savunma gerekçeleri üretiliyor, durumu ancak tüm delillerin ve ifadelerin
değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkabilecek olan Başbakan’ı dosyaya katsaydık neler
söylenirdi?
‘İddianamede Erdoğan olacaktı’
- Bu, siyasi bir kaygı… Erdoğan bağlantısı hukuken mi zayıftı?
Celal Kara - Hukuken zayıf değil… Var temeli. Ama o aşamada o ismi ortaya atsanız, bu,
tartışmaya açık bir durum olacak. Dosyanın üzerinde gizlilik kararı var. Bunu ben nasıl
anlatacağım ki kamuoyuna? “Arkadaş bak, soruşturmaya başladığım dönemde işin içinde bakanlar
yoktu. İşin ortasında bakanların ve çocuklarının bu işin içinde olduğu anlaşıldı. Tapelerin
tamamını toplayıp detaylı inceledikten sonra da anladık ki, Başbakan da var perde arkasında...” mı
diyecektim?
Ama ben bunu iddianamede irdeleyecektim. Başlığı hazırlamıştım: “Rıza Sarraf liderliğindeki
örgütün önünü açmak için üst düzey siyasiler ve yakınlarına yaptığı yardımlar.”
Bu başlık altında, tapelerle birlikte “1 Numara”nın ve “Beyefendi”nin kim olduğu da irdelenecekti.
- Bütün verilere bir arada bakınca rüşvet dosyasında Erdoğan’ın yerini nasıl tanımlarsınız?
Celal Kara - Dönen işlerin Başbakan’dan habersiz, bilgisiz ve izinsiz dönmesine imkân ve ihtimal
yok. Telefon konuşmalarına, aralarındaki diyaloglara bakınca kesinlikle diyorsunuz ki, perde
arkasından bu işlere yol ve izin veren, Başbakan’dır.
Celal Kara kimdir?
1968’de Gümüşhane’nin Şiran ilçesinde doğdu. 1992’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni
bitirdi. İlk görev yeri, 1996’da gittiği Tunceli Ovacık’tı. 1997-2007 arasında, sırasıyla Amasya
Göğnücek’te, Kırklareli Vize’de, Foça’da, Sarıyer’de görev yaptı. 2007’den itibaren 6 yıl boyunca
Beşiktaş’taki Özel Yetkili Büro’da 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin duruşma savcılığını üstlendi.
Birçok çete dosyasına, “Mavi Çarşı yangını”, DHKP-C, TİKKO davalarına baktı. “Fuhuş ve
Askeri Casusluk Davası”nın duruşma savcısı olarak sanıklar hakkında “beraat ve
cezalandırmama” talep etti. Balyoz Davası’nda ise, mahkemenin tensiple yakalama kararına bir
üst mahkemede yapılan itirazın usul yönünden geçerli olmadığına dair kararı verdi. 2013’te
savcılar arasındaki iş bölümü değişikliğiyle, 300 kadar dosyayla birlikte 17 Aralık soruşturmasını
da devraldı.” içerikli röportajı yayınlanmıştır.
01 Şubat 2015 tarihli “Celal Kara’ya Tepkiler” başlıklı yazısında özetle;
“Geçen hafta boyunca okuduğunuz “O Savcı Konuştu” başlıklı yazı dizisinde, aslen 17 Aralık
yolsuzluk operasyonunun perde arkasını yansıtmak istedim, ancak kaçınılmaz olarak tartışma,
operasyonu yöneten savcının isminde yoğunlaştı. Savcı Celal Kara’nın, kendisine yönelik
eleştirilere yanıtlarını önceki gün yayınlanmıştık. Bugün de o açıklamalara gelen tepkilere yer
vererek bu konuyu noktalamak istiyorum.
105
Nedim Şener: ‘Doğru söylemiyor’ gazeteci Nedim Şener, “Celal Kara, Dink Cinayeti ve İstihbarat
Yalanları” kitabım nedeniyle hakkımda hapis cezası isteyen duruşma savcısıydı” demiş, Kara da
buna itiraz etmişti: “Kitapla ilgili ‘gizli belgeleri açıklama’ suçundan beraat talep etmiştim. ‘Hedef
gösterme’ suçundan ise cezalandırma istemiştim, mahkeme beraat vermişti. Bu beraat kararı da
benim temyizim üzerine bozulmuş diye medyada okudum.” Şener, son mesajında, “Kara doğru
söylemiyor” diyor: “Gizli belge temin etmediğim mahkemede ispatlandı. O yönden beraat
istemekten başka seçeneği yoktu. Hedef göstermekten ceza istedi, ama mahkeme beraat verdi.
Savcı, Yargıtay’a itiraz etti, Yargıtay, Savcı’nın isteğinin tersine beraatı onadı. Ama çok sonra,
Savcı’nın hukuki görüşüyle değil, Erteleme Yasası gereği, beraatı ertelemeye çevirdi.”
Şafak Yürekli-İbrahim Sezer: ‘Bizim üzerimizden aklanma çabası’ Celal Kara, “Askeri Casusluk
Davası bittiğinde bazı sanıklar kürsüde benim bulunduğum yere izin isteyip yaklaşarak ayrı ayrı
teşekkür etti” derken de Tuğamiral Şafak Yürekli ve emekli Albay İbrahim Sezer’in adlarını
vermişti. Bu iki isimden de yalanlama geldi; Tuğamiral Şafak Yürekli, “Kara’nın açıklamaları
gerçeği çarpıtmaktadır” diyor; “Savcı’nın esas hakkındaki mütalaasında biz Atatürk’ün
subaylarına casusluktan ceza talep etmemesinden duyduğum memnuniyeti, nihai savunmamda ifade
ettim. Bunu burada da tekrar söylüyorum. Savcı’ya teşekkür etmem ise hiçbir ortamda asla ama
asla söz konusu olmamıştır. Kararın açıklanmasının hemen akabinde Savcı’ya salondan çıkmadan
yakaladım ve verilen hükmün bir hukuk katliamı olduğunu, aslında bu kararın, subaylar üzerinden
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şeref ve itibarını zedelemek için verildiğini de içeren en şiddetli tepkiyi
kendisine aktardım. Buna mahkeme salonunda bulunan herkes şahittir. Savcı’nın bunu saptırmaya
çalışarak bizim üzerimizden kendini aklama çabalarının beyhude olduğunu, yüce Türk milleti
yakında öğrenecektir.”
Emekli Albay İbrahim Sezer’in açıklaması ise şöyle: “2 Ağustos 2012 günü karar duruşması
sonrası benim ve adı geçen sanıkların, mahkeme sonrası heyet apar topar çıktıktan sonra yalnız
kalan Celal Kara’dan izin isteyerek kürsüye yaklaştığı doğrudur. Ancak burada kendisinin iddia
ettiği tarz bir konuşma geçmemiştir. Ben kendisine, “Bu davada haksız yere ceza aldık, biz bizlere
bir sürü ceza kestiğiniz için rahat mısınız?’ dediğimde kendisi, ‘İbrahim Bey, inanın elimden geleni
yapıp cezaları hafiflettim, ama mahkemenin takdiri bu’ diye adete çaresizliğini dile getirmiş,
neredeyse bu durumdan ve acizliğinden dolayı devletin Cumhuriyet Savcısı olarak özür diler
pozisyonuna düşmüştür. Yine kendisi ‘Bu karar, Yargıtay’da inşallah düzelecek’ demiştir.
Konuşmanın hitamında, sözleri dinlendiği için medeniyet gereği ‘Sağ olun’ diyerek yanından
ayrılan s anıklar için ‘Kendilerine ceza vermediğim için bana teşekkür ettiler’ demesi, Savcı’nın
ruh halini ortaya koymaktadır. Aramızda geçen konuşma, mahkemenin görüntülü kayıtlarında
mevcuttur. Kaldı ki Savcı bu kumpası gördüyse, niçin 21 ay boyunca suçsuz ve haksız yere yatarken
benim için bir kez bile tahliye talebinde bulunmamış, nihayetinde 15 yıl 7 ay ceza almamı sağlayan
mütalaayı vermiştir. Bunu Türk halkının takdirine bırakıyorum.’ şeklinde yazı kaleme aldığı,
08 Aralık 2013 tarihli (Mehmet Baransu'nun yayınladığı MGK Kararı ile ilgili olarak) "Asıl
Gizlemek İhanettir" başlıklı yazısında özetle;
“Seramikçiler bilir: Mesela bir vazo yapılırken dayanıklı olsun diye üzerine saydam bir tabaka
sürülür. Bu tabakaya "sır" denir. "Sır", vazoyu parlatıp güzel gösterdiği gibi, dış etkilerden de
korur, temizlenmesini kolaylaştırır.
Dün Başbakan Erdoğan devletin "sırlarından bahsedip "gazetecilerin, köşe yazarlarının, üzerinde
gizlilik belgesi olan MGK bilgilerini, devletin mahremini teşhir etmesi özgürlük değil, vatana
106
ihanettir “deyince hatırladım bunu...Sırlar hızla dökülmeye başladı. Koruyucu dış tabaka çatladı,
parlaklık elden gitti. Artık temizlenmesi de zor. Panik ondan...
Mücevherciler bilir: Bir yüzük yapılırken işlenmiş elmas, taş bir yuvaya mıhlanır. Elmas parlak
görünsün diye de mücevherle yuva arasına madeni bir yaprak konur. Bu gümüş yaprağa "foya“
denir. Elmas, yuvasından düşerse, aslında kendi başına parlamadığı, ışıltısını altındaki foyadan
aldığı anlaşılır. Buna, "foyası meydana çıkmak“ denir.
Erdoğan'ın konuşmasından anlıyoruz ki, millete mücevher diye yutturulan "taş", ışıltısını altındaki
foyadan alıyormuş. Taş yuvadan düşünce, foya da çıktı meydana... Meğer yıllarca askerin
"irticayla mücadele planlarından yakınır görünen hükümet, güç kendisine geçince kendisine rakip
gördüğü "cemaati bitirmek" için askerle el ele planlar yapmış. "Yapmadık “demiyor Başbakan... Ne
diyor? "Bu sırrı açıklamak, vatana ihanettir “diyor.
Üniversitede master tezimi "Devlet sırları ve basın özgürlüğü “üzerine yazdım. Tezim şuydu: Devlet
sırrı kavramı genellikle, kamu yöneticilerinin işlediği suçların üstünü örtmekte kullanılan bir
paravandır. Ne demişti geçenlerde özel harekâtçı Ayhan Çarkın: "Vatan millet diyerek cinayetler
işledik, adına 'devlet sırrı' dedik." Mesela bazı kamu görevlilerinin kirli ilişkilerini belgeleyen MİT
raporları devlet sırrı sayılmıştır. Mesela örtülü ödenek paralarıyla suikast silahları alınıp Kürt
işadamlarının yargısız infazı devlet sırrıdır. Mesela Susurluk Raporu'nun "Devlet kurşunuyla
öldürülen gazeteciler “sayfaları, sır kapsamındadır. Cumhuriyet Gazetesi Bizim güvenliğimiz
için bizden gizlenmiştir.
"Devlet sırrı “denilen şey, çoğu zaman "hükümetin sırrı" dır. Hükümet pis bir işe bulaştığında,
dosyasının üzerine "Çok Gizli" damgasını vurur. Kendi çıkarını "ulusal çıkar" diye yutturur.
Kamu çıkarının devlet çıkarıyla çeliştiği nokta budur. Suç büyüdükçe, devlet koca bir "sır küpü'ne
dönüşür. Meclis'e bile açmaz sırlarını. "Milli iradenin üstünde hiçbir güç olamaz" diye efelenenler
bile o sırrın ardına saklanmaya başlar. Ta ki sırlarıyla birlikte gidene kadar...
Son zamanlarda en kararlı devletçiye dönüşen Hünkâr, bir yandan "Cemaat ne istedi de
vermedik" havası basarken öte yandan MGK'de apolet takıp cemaatçi avına çıkıyorsa, bunu
bilmek hakkımızdır. Asıl "ihanet", bunu gizlemektir.” şeklinde yazı kaleme aldığı.
20 Aralık 2013 tarihli "Hukuk Size De Lazım Oldu" başlıklı yazısında özetle:
"Etme bulma dünyası" diyorsunuz değil mi, olup biteni izledikçe. Mesela Başbakan, "Psikolojik
harp oynanıyor' deyince, iddianın patentinin İlker Başbuğ'a ait olduğunu hatırlıyorsunuz. Mesela
Arınç, "Birbirinden farklı konular ve isimler bir araya getirildi" dediğinde, "Hadi ya, ilk kez mi
oluyor' diye içinizden geçiriyorsunuz. Şimdi operasyonu yöneten savcı Öz'ün yanına "refakatçi
savcı" verdiklerini duyunca, Erdoğan'ın Ergenekon soruşturması sırasındaki sözlerini
anımsıyorsunuz: "Niye savcıya (Öz'e) vuruyorsun? Bırak bakalım nereye varacak bu işin sonu..."
Soruşturma sürecinde gizliliğe uyulmadığından, insanların sabahtan evlerinden alındığından
yakınan Hükümet Sözcüsü'nün çifte standardına hayret ediyorsunuz. "O ayakkabı kutularını
dolaplara polis yerleştirdi' demesini bekliyorsunuz. Bu sözleri, "Hukuk bize de lazım oldu" diye
okuyorsunuz. Hele "İşadamları tehdit ediliyor” deyince kahkaha atıyorsunuz. "Keser döner sap
döner; gün gelir hesap döner” sözünü anımsayıp o günün geldiğini düşünüyorsunuz.
Bir koltuk, oturanı bu kadar mı kendine benzetir. Bir insan, bu kadar mı karşıtına dönüşür. 28
107
Şubatçılar için ne diyorlardı: "Medyaya, sermayeye baskı yapıyorlar; cemaati kıskaca alıyorlar,
fişliyorlar, akreditasyon uyguluyorlar. Bir baktık ki, bundan yakına yakına hepsini misliyle
yapmaya başlamışlar. O kadar ki 28 Şubat'ta 'Cemaat'le ilgili yazıları yüzünden paşaların
talimatıyla Akşam'dan kovulan Nazlı Ilıcak, aynı gerekçeyle bu kez Sabah'tan kovuldu. Akşam'dan
Sabah'a hiçbir şey değişmedi yani... Ama değişmeyen bir şey daha var. Demirel'in 12 Eylül
karanlığında llıcak 'a söylediği, gazeteyi kapattıran o gerçek: "Her gece, iki sabah arasındadır."
Komutanlar gözaltına alındığında ne demişti Arınç: "Türkiye bağırsaklarını temizliyor." Bugün de
aynen öyle... O halde hadi yine hep birlikte şarkımızı söyleyerek bitirelim: "Beraber yürüdük biz
bu yollarda, Hizmet'le büyüdük bu iktidarda, Şimdi art arda gelen gözaltılarda, Bana her şey
sonu hatırlatıyor."
Soruşturmadan alınan Deniz Feneri Savcısı Nadi Türkaslan:
Nadi Türkaslan, Deniz Feneri soruşturmasının görevden alınan savcısı... Tam yolsuzluk
operasyonunun hükümet bağlantılarını ortaya koyacakken tuhaf bir ithamla HSYK tarafından
hakkında soruşturma açıldı. Soruşturmadan uzaklaştırıldı. Suçluları kovalarken "suçlu" duruma
düşürüldü. Hakkında ileri sürülen suçlamalarla yargılandı, beraat etti. 11 aydır Yargıtay'ın kararını
bekliyor. Ankara Adliyesi'nde göreve devam ediyor. Bu arada Deniz Feneri davası ne oldu? "O
savcılar alındıysa ne olacak canım, devlette savcı mı yok. Davayı başka savcılar üstlenir" dediler.
İşin öyle olmadığı görüldü. Davanın can alıcı iki boyutu vardı: Örgüt ve nitelikli dolandırıcılık
suçlaması... Yeni savcılar bu iki boyut hakkında takipsizlik verdi. Zayıf bir dava açıldı. Kaplumbağa
hızıyla ilerliyor. Anlaşıldı ki o üç savcının görevden alınması ve medya kampanyalarıyla hedef
haline sokulması, soruşturmanın engellenmesi içinmiş. 'Etme bulma dünyası' Son operasyondan
sonra savcı Zekeriya öz'ün soruşturmadan alınacağı söylentileri çıkınca Türkaslan 'la görüştüm.
"Etme bulma dünyası, diyor musunuz" diye sordum. Güldü. Dedi ki: "Dün ben Deniz Feneri
soruşturmasından alındığımda alkışlayanların bugün 'Nerede hukuk' demeleri çok manidar... O
dönem bize uygulanan yöntemin aynısını bugün onlara uygulamak istiyorlar. Bizimle ilgili
suçlamaların iki amacı vardı: Bizi hesap vermek durumunda bırakmak ve bu yolla, -daha önemlisi
soruşturmanın rotasını değiştirmek... Galiba bizim durumumuz örnek oldu; şimdi uydurma
suçlamalarla savcıları soruşturmadan alma konusunda daha dikkatli davranıyorlar. Ama bu kez de
polise aynı yöntem uygulanıyor. Bu yöntem bir hukukçu olarak beni ürkütüyor." Bu kez savcıyı
görevden alamadılar, "iş yükü ağır" diye yanlarına iki yeni savcı eklediler. Bu ne anlama geliyor?
"Niye katıldıklarına bakmak lazım" diyor Nadi Türkaslan... "Sırf sorgulara yardımcı olsun diye mi
alındılar, soruşturmaya devam etsinler diye mi. Türkaslan'a göre "Burada büyük yük, başsavcıya
düşüyor. O dirayetli davranmalı. Siyasi baskı ne kadar ağır olursa olsun soruşturmadan savcı
almamalı... En zoru bu, ama en zorunlusu da bu... Başsavcının baskılara direnebilmesi lazım."
şeklinde yazı kaleme aldığı,
24 Aralık 2013 tarihli "Piyonlar Devrildi Sıra Şahlarda" başlıklı (25 Aralık girişiminden 1 gün
önce) yazısında özetle;
"Arsızlık operasyonu", bugün bir haftasını dolduruyor. Hükümet-cemaat kapışmasına gün gün
bakınca, "şah -mat" oyununun ayrıntıları daha net görünüyor:
17 Aralık Salı: AKP'li bakan çocuklarının evi basıldı.
18 Aralık Çarşamba: Hükümet, operasyonu yapan "Cemaatçi" polis şeflerini görevden aldı.
19 Aralık Perşembe: Gülen, "Haddini bilmek önemlidir" derken polis, operasyonun görüntülerini
sızdırdı.
108
20 Aralık Cuma: Çapkın'ı görevden alan hükümet, Emniyet'te ikinci dalga tasfiyeye girişti.
21 Aralık Cumartesi: İki bakan oğlu tutuklandı. Gülen beddua konuşmasını yaptı. Yandaş medya,
Gülen'in "İcabında hâkim kiralayacaksınız" dediği kaseti arşivden çıkardı. Kolluk yönetmeliğinde,
"İktidarı soruşturuyorsanız, haber vermek zorundasınız" değişikliği yapıldı.
22 Aralık Pazar: Erdoğan, “Herkes haddini bilecek. İnlerine gireceğiz”dedi.
23 Aralık Pazartesi: Pennsylvania’nın cevabı geldi: “İnde ayı olur, Seviyesiz,”
Bu akışa bakınca iktidar satrancının gidişatı netleşiyor: Piyonlar devrildi; sıra şahlara geliyor.
Erdoğan, kalesini kaptırmamak için bakanlarını feda edecek. Karşı hamle olarak da cemaate
"darbeye teşebbüs" iddiasıyla "terör örgütü" davası açtıracak. Polisin sızdırdığı son belgeler
gösteriyor ki Gülen'in karşı hamlesi, bu kez doğrudan Erdoğan'ı hedef alacak: Başbakan da
ailesinin yolsuzluk iddialarıyla vurulacak. Gülen, sonraki hamleleri 28 Şubat tecrübesinden
biliyor. Kendisinin radikal konuşma kasetleri piyasaya sürülecek. Bürokrasideki Fethullahçılar
temizlenirken cemaat medyasına baskılar artacak. Cemaatçi yeşil sermayeye denetimler
başlayacak. Yurtiçindeki cemaat okullarına baskınlar, yurtdışındakilerin kapattırılması için
girişimler gündeme gelecek. Başbakan'ın yargıçlara "Pırlanta değilsiniz. Bizim de bildiklerimiz
var" demesinden anlıyoruz ki polisteki temizlik operasyonu yakında yargıya dönecek. Cemaat,
bunlara "arşivin daha nadide parçalarını açarak ve seçimde muhalif partilerle işbirliği yaparak
cevap verecek.
Erdoğan'ı artık biraz tanıdıysak, kendisini hedef aldığını düşündüğü bu operasyonu
unutmayacağını ve bu gerilimi her zamanki gibi bir mağduriyet bahanesi ve tabanını sıkılaştırma
vesilesi olarak kullanacağını tahmin edebiliriz. Ama bu kez durum biraz farklı: Bugüne dek" Bize
komplo kurdular" dediği kesimler, tabanının da "düşman" algısına uygun çevrelerdi: CHP, askerler,
Geziciler, faiz lobisi, dış güçler, İsrail, ABD vs... Bu kez, kendisiyle aynı dili konuşan, kavgaya
hadislerle girişen, kendi tabanında da taraftarı olan bir güç var karşısında... Üstelik "uzun ortaklık
yılları" nedeniyle çok şey biliyor. O nedenle bu kez "İnlerine dalarım", "Ellerini kırarım"
efelenmeleriyle halledilemeyecek kadar zor bir durum var. Erdoğan, Köşk yolunun tıkandığını
görüp "olağanüstü har bahanesiyle "üçüncü dönem seçilmeme" koşulundan vazgeçer ve "Kefeni
giydik' söylemiyle meydana çıkarsa şaşırmam. Peki taban bunu yer mi? Sanmam. Kefenin cebi
olduğu ortaya çıktı çünkü...
O sopa bunun için miydi? Operasyonun dış boyutunun, Türkiye'nin uluslararası ambargoyu delip
İran'a altın ihraç etmesi olduğu anlaşılıyor. ABD'nin terörün finansmanını gözlemekle sorumlu
hazine müsteşarı, geçen mayısta, "Türkiye'den İran'a altın gittiğini biliyoruz. 1 Temmuz'dan
itibaren göz yummayacağız" demişti. Türkiye kulak asmadı. Obama'nın Erdoğan'la telefon
görüşmesinde çekilip dünyaya servis edilen beyzbol sopalı fotoğrafını hatırlıyorsunuz değil mi?
Temmuz sonunda çekilmişti o fotoğraf... Şimdi daha da anlam kazanıyor. Simgeler dönüyor
hayatımıza: Türban, bıyık, yüzük; "Out...Kaset, kutu, kefen, sopa, in; "in"...” şeklinde yazıyı
kaleme aldığı,
03 Ocak 2014 tarihli “B.Erdoğan – El Kadı Fotoğrafı Neden Haberden Sayılmadı?” başlıklı
yazısında özetle;
“Cevabı bildiğimden değil, merak ettiğimden soruyorum: Bir başbakan’ın oğlunun, bir dönem
dünyada “terörü finanse eden isim” olarak aranan ve ülkeye girişi yasaklanan bir işadamıyla
buluşmasına ilişkin fotoğraf haber değil midir? Dünyanın her yerinde haberdir. Bu fotoğraf bütün
medya kuruluşlarına “servis edildi”. Neden birkaçı dışında büyük çoğunluk, görmezden gelmeyi
109
tercih etti?
İyi niyetçi bakmaya çalışalım: O işadamı hakkındaki suçlamalar ve yurda giriş yasağı daha sonra k
aldırılmış. Dolayısıyla bu buluşmada hukuki bir sorun görmemiş olabilirler. Peki etik bir sorun yok
mu? Devletin tüm imkanlarını elinde tutan ve üstelik bu imkanları menfaat için kullandığı
gerekçesiyle daha geçen hafta savcılığa ifadeye çağrılan bir Başbakan oğlundan söz ediyoruz.
Onun belki “Kimse bize dokunamaz” özgüveniyle, belki “Yanlış bir şey yapmıyorum ki”
düşüncesiyle İstanbul’un en işlek otellerinden birinde, bu kadar şaibeli bir şahısla uluorta iş
görüşmesi yapmasında bir sorun yok mu?
Haber yapmamanın daha ciddiye alınabilecek bir mazereti, manipülasyona alet olmama kaygısıdır.
Doğrusu bu, son dönem tarafsız kalmaya gayret eden bütün gazetecilerin ortak sorunu…. Çünkü
hükümet de, cemaat de medyayı kullanmak için dosya sızdırmadan haber çaptırmaya, sahte
belge üretmeden yalan beyan üretmeye kadar her yolu deniyor. Artık sızdırılan bilgiler, haber
formatında yazılmış, başlığı, ara başlığı konulmuş fotoğraf altı dizilmiş olarak yollanıyor. Gelen
bilgiyi doğrulatmanın da zor olduğu bu ortamda, taraflardan birine alet olmadan habercilik
yapabilmek çok zor. O yüzden temkinli olmak şart…. Ne var ki El Kadı’nın yasaklı döneminde
Türkiye’ye girdiğine dair haber ve fotoğraflar daha önce yayımlandı ve yalanlanmadı. Görüşmeye
ve tapelere dair şu ana kadar yalanlama gelmedi.
Diyelim ki buna rağmen Bilal Erdoğan – El Kadı görüşmesi, medya yöneticilerince ilginç
bulunmadı. Peki polisin Başbakan’ın oğlunu otel lobisinde izleyip, görüntüleyip, konuşmaları
kaydedip basına servis etmesi de mi haber değil? Başbakan’ın “Asıl hedef benim. Beni oğlum
üzerinden vurmaya çalışıyorlar” sözlerini de doğrulamayan bu durum, nasıl görmezden gelinir?
Neyse, bahane aramayalım: Maalesef biliyoruz ki çoğu medya kuruluşunun haberi görmezden
gelme nedeni işine gelmemesi değilse korkudur. Ama artık onların görmemesi, kamuoyunun
bilmemesi anlamına gelmiyor. Ve onlar devekuşu gibi davrandıkça, kusurunu gizledikleri insanlar
değil, kendileri itibar kaybediyor.” şeklinde yazı kaleme aldığı,
5 Ocak 2014 tarihli "Ergenekonun Görevden Alınan Hakimi Sert Konuştu" başlıklı yazısında
özetle;
"Koksal Şengün, 38 yıllık hâkim... 3 yıl Ergenekon mahkemesinin başkanlığını yaptı. Görev süresi
boyunca tutukluluklara itiraz etti, ama azınlıkta kaldı. Sonunda 2011 'de görevden alındı. Ayrılırken
"Bunun yarını da var" demişti. O "yarın" geldi işte... Önceki akşam Artı Bir TV de "Canlı Gaste"de
konuştum kendisiyle... Yargılanma sırasının bu döneme geldiğini söyledi. Bu tarihi sözleri
paylaşmak istiyorum sizinle... 12 Eylül'de bile olmadı. Bana göre yapılan yargılamalarda bir yığın
eksiklik var. Bazı şeyler şimdi gündeme getiriliyor. Bu kumpaslar; yanlış deliller, ilave notlar; o
zaman yargılananlarca dile getirildi, ama onların sözleri hiç kale alınmadı, incelenmedi. Aleyhte
deliller kadar lehte delillerin de toplanması gerekiyordu. Belli araştırmalar yapılmadan bir karar
verildi. O gün ses çıkarmayanlar şimdi feveran ediyor. O zaman neredelerdi? Yargı bağımsızlığı
ölmedi mi? Görmüyor musunuz olanları? Savcı savcıyla kavga ediyor; polis, savcının kararını
uygulamıyor. 38 yıl hâkimlik yaptım, darbe döneminde sıkıyönetim mahkemesinde de çalıştım.
Böyle şey görmedim. Yargıtay'da bile 'Cemaat'in imamı'var diyorlar? O zamanlarda
konuşuluyordu. Son dönem atamalarda daha fazla... Ama bunları ortaya çıkaracak olan, devleti
idare edenlerdir. Kime şikâyet edeceksiniz? Bir yerlere dinleme cihazı koymuşlarsa sizin
110
zamanınızda yapıldı. Devletin imkânları elinizde... Bunları oralara siz getirdiniz. Ortamı siz
hazırladınız. Şimdi size döndü, kötü oldu. Böyle bir ayrımcılığın sonunun nereye varacağını o
zaman öngörmeniz gerekirdi. Ayrılırken "Bunun yarını da var" demiştiniz. Gayet tabii... Nasıl
olmaz. Bugün size böyle yapan, yarın başkasına yapar. Nitekim oldu işte. Dün arkasını
sıvazladığınız insanlar için bugün neler diyorsunuz. Ama bunları söylerken de maalesef yargı yara
alıyor. Yargıyı o zaman bu hale getirdiniz, şimdi tu-kaka yapıyorsunuz; olmaz! İki yanlıştan bir
doğru yaratamazsınız. HSYK' den şikâyet ediyordunuz, değiştirdiniz; şimdi yerin dibine
batırıyorsunuz. Hayatımı bu mesleğe verdim, ama bunları gördükçe korkunç üzülüyorum.
Kaybettikleri yılları kim verecek? Yeniden yargılama bu işi çözer mi? Tamam, yeniden yargılama
yapalım, ama bu insanlara kaybettikleri 4-5 yılı kim geri verecek? O süreleri yaşama ekleme yolu
var mı? "Senin bunca yılının karşılığı budur" diye 5-10 bin lira para verip "Hadi git" mi
diyeceksiniz? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? Her şeyi yapalım, sonra "yeniden yargılama" adı
altında afla bunları çıkaralım. Bunlar ucuzluktur, kolaycılıktır. Herkes hesabını vermeli. Nasıl ki
bugün 80 ihtilalini yargılıyoruz, bu dönem de yargılanacak. Yapılan yanlışlar ortaya çıkacak.
Nitekim çıkıyor işte... Ayyuka çıktı. Aynı partinin adamları tarafından söyleniyor. Güneş balçıkla
sıvanabilir mi? Bu hesaplaşmaya yargıç arkadaşlarınız da dahil mi? O hesabın içinde hepimiz
varız. Sadece, "Vicdani kanaatimle hareket ettim" demekle de olmaz. Ana unsur delildir. Bir kişiyi
müebbetle yargılarken delil koyacaksınız, vicdani kanaatle olmaz bunlar... Bizim partimiz, şefimiz
yok, biz insanımız için, hukuk için çalışıyoruz. Ama siz hukuku ayaklar altına alırsanız olmaz.
İktidara yıkılır, biri gider biri gelir; ama hukuk yıkıldı mı devlet de olmaz. Gülen, Başbakan'a
mektup değil, kitap gönderdi "Herkes Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar, Cumhuriyet tarihinde hiç
yaşanmamış sıkıntılara ve savrulmalara hazır olsun. Bir fırtınaya giriyoruz." Zaman yazarı
Hüseyin Gülerce'nin Twitter 'dan verdiği bu felaket mesajı, tüyleri ürpertti. "Nedir yaklaşan
fırtına" diye araştırınca öğrendim ki, Gülerce Ankara'da hükümetin nabzını tutmuş. Cemaate karşı
büyük bir operasyon hazırlandığını öğrenmiş. "Hepimizi içeri alacaklar" korkusuyla fren koluna
asılmış. Başbakan'ın dünkü konuşması, Gülerce'nin haksız olmadığını kanıtlıyor. Burhan
Kuzu'nun, 42 ilde 2 bin cemaatçiye operasyon yapılacağını açıklaması da bunun işareti... Kuzu,
sonradan bunun bir gazete haberi olduğunu söyledi ama kendisiyle konuştuğumda "Hükümet, karşı
operasyon yapmalı" dedi. Başbakan da hem bu operasyonu örgütlüyor hem de bilgilendirme
toplantılarıyla kamuoyunu hazırlıyor. Ancak bu kez askerleri, solcuları, "Ergenekoncular" ı
toplamak kadar kolay olmayacak çünkü cemaatle aynı tabanı paylaşıyor. Cemaat çevresine göre
AK Parti tabanının yüzde 48'i cemaate yakın insanlardan oluşuyor. Bu durumda yapılacak bir
operasyonun seçimde faturası olacaktır. Gül'e mektup, Erdoğan'a kitap Ateşkes için devreye pek
çok ismin girdiğini duyuyoruz. Dün Dolmabahçe toplantısından, Başbakan'a Gülen'den bir mektup
geldiği söylentisi sızdı. Oysa o mektup Erdoğan'a değil, Gül'e yazılmıştı. Dershanelerin
kapatılmamasını istiyor, medyada ateşkes tavsiye ediyordu. öğrendiğim kadarıyla geçenlerde
Başbakan'a giden mektup değil, kitaptı. Bu kitap "bir iyi niyet Jesti" olarak Gülen'in bir yakını
tarafından Başbakan'a ulaştırıldı. Ancak Erdoğan, kitabı getirene cemaate duyduğu kırgınlığı
anlattı. Bu mesajın Pennsylvania’ya iletilmesi üzerine Gülen'in isteğiyle cemaat medyası
hükümet karşıtı yayına son verdi. Ancak anlaşılan o ki bu, Erdoğan'ı vazgeçirmeyecek. Karşısında
hiçbir güç istemeyen Başbakan, cemaati temizlik operasyonunu sürdürecek. Cemaat siner mi?
Sanmıyorum. MİT kamyonunu durduran savcı, komutanını değil savcıyı dinleyen yüzbaşı,
Başbakan'ın oğlunu izleyen istihbaratçı, bakanın oğlunun evini basan polis, partiye meydan okuyup
istifa eden milletvekili, Başbakan'a istifa çağrısı yapan köşe yazarı, biranda tahliye kararları
vermeye başlayan yargıç, "paralel yapının sanılandan daha derin olduğunu kanıtlıyor. Hepsi
cemaatçi olmayabilir ama cemaatin nüfuzunun hükümete kafa tutanlara cesaret verdiği kesin"
şeklinde yazı kaleme aldığı,
111
19 Ocak 2014 tarihli "Kanlı Balta" başlıklı yazısında;
“İnsanoğlunun da başına gelenlerin çoğunda, bu kan hırsının, "Bana bir şey olmaz özgüveniyle
birleşmesinin rolü vardır. "Bana bir şey olmaz" öz güveninin arka yüzü, "Herkes bana karşı"
korkusudur. İkisi de megalomani işaretidir. İnsan kendini fazla beğenmeye başladı mı, hiçbir
hatasında suçu kendinde aramaz. Suçlular, ona karşı çıkanlardır, onu çekemeyenlerdir: Dış
mihraklar, gizli odaklar, haşhaşçılar... Sanki evlerdeki haram kutularını onlar dolarla doldurmuştur.
Sanki "paralel devlete bunca yıl onlar göz yummuştur. Sanki günbegün gözler önüne serilen bu
"rüşvet çarkını onlar kurmuştur. Ama çatışmadan beslenenler, bunları görmez. Her eleştiriyi kişisel
alır, üstüne düşünmez. Oğlu rant pazarlığına aracılıkla mı suçlanıyor; tutup kolundan savcılığa
teslim etmek yerine kişisel cezalandırma vaat eder; "Evlatlıktan reddederim" der. Savcılar,
yargıçlar üstüne mi geliyor; "Size en güzel adliye saraylarını yaptım, nankörler diye tersler.
Yolsuzlukların üstüne mi gidiliyor; "Hedef benim" diye gürler.
Kendini beğenmişin gıdası, kitlelerin alkışıdır. Sıkıştıkça meydanlara sığınır, alkışlardan güç alır.
Aldığı o güçle muhaliflerine saldırır. Yolsuzluğu soruşturan savcıyı, evde haram kutularını bulan
polisi, rüşvetçiye tutuklama kararı veren yargıcı, rant zincirini yazan gazeteciyi, biat etmeyen
işadamını, itiraz eden bürokratı hedef alır. Köşeye sıkıştıkça, en küçük itiraza bile tahammülü
kalmaz. "Medya yetmez, sanal ortam da emrime girsin, bütün yargıçlar bana biat etsin. Dünya
beğenmiyorsa çeksin gitsin" diye meydan okur. İktidar baltasının kan kokusunu almıştır bir kere...
O baltayı daha iştahla yalamaya başladıkça, giderek kendi kanını döktüğünü fark etmez olur.
Zamanla mecalsiz kalır, kurur.
O yüzden, varsa gerçekten memleketin kanını kurutmak isteyen avcılar, düşmanlar, yabancılar...
İçerde tam dişlerine göre avlar buldular. Ortaya kanlı bir balta koymaları yetti. Ötesini onlar
aralarında halletti.
Birand ve Hrant
Birini dün andık, diğerini bugün anacağız. İkisinin de ne kadar önemli işler yaptıklarını ve bu
topluma neler kattıklarını bir kez daha hatırlayacağız. Birand hakkında günlerdir yazılıp
söylenenlere baktıkça gülümsüyorum. Oysa bugün normalleşen tabuların üzerine erken gitme
cesareti yüzünden bu devlet ne çok eziyet etti ona... Genelkurmay, "vatana ihanetle suçladı.
İstihbarat, suikast emri çıkarttı. Bürokrasi yolsuzluk dosyası açtı. Asker, sahte andıç hazırlattı.
Meslektaşları bu yalanı manşete çıkardı. Patronlar işten attı. O, her seferinde kendi çabası, iradesi,
yeteneğiyle ayağa kalktı. Hrant'ta durum daha da ağır: Onu düşman sayıp yıllarca tehdit ettiler,
sonra da devletin işbirliğiyle katlettiler. Hâlâ da bir hukuk komedisi içinde gerçek katillerini
gizleyerek hayaletiyle savaşıyorlar. Onları anarken onlara bunu yapanları unutmayalım. Anılarını
yaşatırken bari bu ikiyüzlülükten kurtulalım - ki çektiklerine değsin. Ve bu ülkeye yaşarken
sundukları katkı, ölümlerinden sonra da devam etsin.” şeklinde yazı kaleme aldığı,
21 Ocak 2014 tarihli “Nasıl Görmezsiniz?” başlıklı yazısında;
Nihayet biri gördü:
Mehmet Y. Yılmaz, Artı TV'de yayımladığımız "Başbakan'ın tapeleri'ni dünkü Hürriyet'te gündeme
getirdi.
Geçen çarşamba, kanalın haber müdürü, yolsuzluk soruşturması sırasında Başbakanın da takibe
alındığını, bir işadamıyla görüşmesinin dinlendiğini bildirdi. Dinlemenin tapelerine ulaşmıştı.
112
Büroda bir heyecan fırtınası esti.
Kanalın Yayın Yönetmeni Yavuz Oğhan'la toplandık. Eldeki bir polis fezlekesiydi. İddiaya göre
Başbakan, savcının gözaltına almak istediği işadamıyla, özel orman arazilerindeki yapılaşma
üzerine konuşuyordu. İşadamı, orman arazisinde yapılaşmayı sınırlayan yargı kararından
yakınıyor, "Abi bu şey çıkmayacak mı yav" diye soruyor, Başbakan'dan "Tabii, tabii" yanıtını
alınca da "Allah razı olsun" diyordu.
Polis, aynı konuda, belediyeye ait inşaat şirketinin genel müdürünün, büyük bir inşaat şirketinin
patronuyla yaptığı konuşmayı da dinlemişti. Beykoz'da özel ormandan arazi almaya hazırlanan,
ancak üst mahkemenin engellemesinden korkan patron, "Yer alayım mı" diye sorduğu Genel
Müdür'den "Şerefle alabilirsin abi" cevabını alıyor, sonra diyalog şöyle gelişiyordu:
Sonucu kesin gözüküyor mu? Mevcut haliyle işime yaramaz. Bugünlerde alacağım ya da
almayacağım."
"- Kanun çıkarıyoruz abi kanun... Tayyip Bey'le konuştuk. Bir iki ayda çıkacak. Kanundan sonra
işler daha da kolaylaşacak. Al, dursun, bunun önü açılacak."
Polise göre "Çete üyeleri, Beykoz'daki yapılaşmaya yönelik Danıştay engelini kaldıracak torba
yasa çıkmadan bölgeden büyük araziler alınabilmesi için aralarında konuşuyorlardı.
Belki içerik kadar önemli birkaç olay daha vardı: Emniyet'in Başbakan'ın telefonunu dinlemesi...
Kayıtların ilk kez bir fezlekede yer alması...
Ve tapelerin Cemaat'le kavganın büyüdüğü- bugüne dek saklanması... Dünyanın her yerinde
haberdi. Türkiye gibi tek adam idareleri dışında... "Canlı Gaste"de haberi nasıl vereceğimizi
düşündük.
Daha önce Gülen'in "iktisadi faaliyetleri"ne dair dinleme kayıtlarında ne yaptıysak öyle yaptık:
Fezlekenin doğruluğunu kontrol etmeye, içeriği araştırmaya, dinlemeye takılanlara ulaşmaya
çalıştık. Taraflarla konuştuktan sonra haberi, "Başbakan da dinlendi"başlığıyla yayına hazırladık.
Yayın öncesi de iddiaya girdik.
Bazı idealist arkadaşlar, "Türkiye ayağa kalkar"sanıyordu. Daha gerçekçi olanlar, 'Yaprak bile
kımıldamaz"diyordu. Gerçekçiler haklı çıktı. Hadi içerik "riskli" diyelim, -Hükümetin bakış
açısından- "paralel devletin Başbakan'ı dinlemesi, sakladığı tapeyi, Gülen kaydının sızmasının
hemen ardından fezlekeye koyması da mı haber değildir?
Hadi medya şu ya da bu kaygıyla, ileride Yüce Divanlık olabilecek bir dosyayı görmedi diyelim;
dinleme kayıtları yayımlanan Genel Müdür'ün ya da işadamının çıkıp bu iddiayı yanıtlaması
gerekmez mi? Ya Başbakan?
Bu rant pazarlığı iddiasıyla ilgili suskunluğa bürünmesi kabul edilebilir bir şey mi? Sükût, ikrar
alameti mi? Adalet Bakanlığı ağır vebal altında Cumhurbaşkanı Gül, ağır hasta olan İnönü
Üniversitesi Rektörü Prof. Hilmioğlu'nun affı konusunda dün, "Önce, dosyanın önüme gelmesi
gerekiyor. Bir an önce gelsin ki gereğini yapayım" diyerek topu Adalet Bakanlığı'na attı. Gül,
"yaşlılar ve hastalar"' vurgusuyla, cezaevindeki askerleri de zımnen kapsama kattı. Ancak her
113
yerdeki çivisi çıkma hali burada da geçerli. Hilmioğlu için "Cezaevikoşullarında ö/ür"diyen 3 ayrı
rapora karşın Adli Tıp harekete geçmiyor.
Benzer durumda 500'ü aşkın hasta var. Ve Adli Tıp'tan rapor beklerken ölen 14 tutuklu... Gül'ün
uyarısından sonra Adalet Bakanlığı hepten ağır bir vebal altına girmiş oluyor. Bunun yükünü -iki
cihanda taşıyabilirler mi?” şeklinde yazı kaleme aldığı,
24 Ocak 2014 tarihli “Sükutu Bozan Ses” başlıklı makalesinde özetle;
Simon and Garfunkel, efsane olmuş şarkıları "The Sound of Silence"nde ("Sükûtun Sesi") der ki:
"Suskunluk kanser gibi büyüyor/Sükûtun sesini bozmaya/ kimse cüret edemiyor." Bazen kanserojen
sessizlikte bir cüretkâr ses, akut suskunluğu yırtar, bir seher müjdesi gibi yırtar karanlığı... İzmir
başsavcısının tutanağı işte böyle bir çığlıktı. Yüreğimize su serpti,"Türkiye'de hâlâ savcılar var"
dedirtti. Ona kadar kim bilir kaç savcının gece yarısı telefonu çaldı.
Kaçı, baskıyla karşı karşıya kaldı. Kaçı soruşturmadan alındı, kaçının ayağı kaydırıldı. Müdahale
edilenlerin çoğu kaderlerine boyun eğdi, susup sessizce sürgüne gitti. Ama bazısı da susmadı. Ve
işte nihayet biri de hukuku ayaklar altına alan bir densizliği belgeledi ve tarihe, bir dönemin perde
arkasını daha iyi anlamamızı sağlayacak müthiş bir kanıt verdi.
İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Baş, ucu iktidara dokunacak bir yolsuzluğu, rüşveti,
dolandırıcılığı ortaya çıkarmış, demlendirmiş, şüphelilerin yakalanmasını istemiş.
Akşam evde Adalet Bakanlığı müsteşarınca aranmış. "Soruşturmayı derhal durdur" talimatını
almış. Müsteşar, "Yapmazsan sonucuna katlanırsın" diye de tehdit sallamış. Ama bu kez sert kayaya
çarpmış. Savcı, talimatı tınmadığı gibi, Müsteşarın yargıya müdahalesini kayıt altına almış.
Bir hukuk devletinde ne beklersiniz? Müsteşarın, hatta Bakan'ın hemen istifasını değil mi? Bizde
anında savcı gitti yerinden...
Ama tarihe not düşerek, "Memleket o kadar da sahipsiz değil" mesajını vererek...
Dün konuştum kendisiyle... Devlet görevlisi olduğu İçin demeç vermiyor. "Biz Cumhuriyet'in
savcılarıyız. Kimseyle hesaplaşma derdinde değiliz. Kanuna aykırı bir suç gördüğümüzde
soruşturuyoruz. Kanun ne emrediyorsa onu yapıyoruz. İçimiz, vicdanımız rahat" diyor.
Bir savcı, hırsızı yakaladığında "Arkası sağlam mı", "Beni yakarlar mı" diye düşünmeye başladı
mı, adalet battı demektir. "Kanun önünde -muktedirler dahilherkesin eşit olması gerekir." Savcılar
hata yaptı mı HSYK cezasını verir.
Ama denetimi yürütme yaparsa, orada adaletten değil, ancak vesayetten söz edilebilir. Hüseyin
Baş'ın bir tek ricası var: "Bizim üzerimizden siyaset yapılmasın. Yargı mensupları ve yargı
yıpratılmasın. Çünkü yargının alternatifi çetedir, mafyadır. Ve hukuk hepimize lazımdır."
Bütün cumhuriyet savcılarından bu kararlılığı, bu cesareti, (cüreti?) beklemek hakkımız.
Yargıtay'ın "İçinizde imam var” diyen siyasetçi karşısında susması, savcıların "çete mensubu",
'tetikçi'"yakıştırmasını sineye çekmesi, yargının itibarını sıfırlıyor. Savcılar, kendilerine bu
ithamları yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunmayacak mı?
114
O müsteşar görevden alınmayacak mı? Peki yarın AK Parti'nin yargılanma günü geldiğinde,
onlarda kendi yaptıkları yasadan pişman olup "Biz Adalet Bakam'nın atadığı hâkimlerce
yargılanıyoruz"diye feryat ederek hukuk istemeyecek mi?
Saygıyla...
"Siyaset ticarete, ticaret siyasete, din de her ikisine araç edildi mi, artık bu sömürünün sonu
gelmez. Din ticareti ile meşgul olanlara bakın: Hemen hepsi milyarder. Yalnızca Türk Lirası ile
milyarder değil bunlar, dolar milyarderi, mark milyarderi olmuşlardır çoğu... Oh ne kolay! Çek bir
besmele, gelsin paralar... Finans kuruluşları, şirketler ve bu finans kuruluşları ve şirketler
aracılığıyla kazanılan milyarlar... Elhamdülillah Müslümanız! Elhamdülillah milyarderiz! Bir
kolumuz siyasette, öbür kolumuz ticarette, ayaklarımız tarikatta... Bir üçgen bu: Ticaret, siyaset,
tarikat üçgeni..." şeklinde yazı kaleme aldığı,
26 Ocak 2014 tarihli "Panik" başlıklı makalesinde:
“Adalet Bakanı daha 18 günlükken fezleke yedi. Hem de neden: Adaleti katletmekten...
Adaletsizlikten... Müsteşarı mı?2 Ocak'ta göreve atandı.6 Ocak'ta bir Cumhuriyet savcısını tehdit
ederken yakalandı. Tabii müsteşar değil savcı görevden alındı. Atanalı daha 6 ay olmuştu. Eski
bakanın oğlunun ofisini bacak bacak üstüne atarak arayan polis şefi, 1 Ocak'ta görevden alınıp
pasif göreve çekildi. Aradan 3 hafta geçtikten sonra oradan da alınıp başka bir karakola sürüldü.
Bunlar hep panik alameti...İsmet Paşa'nın tabiriyle "suçluların telaşı"...Daha koltuğuna ısınmadan
kitleler halinde yeniden görev yeri değiştirilen polisler, yolsuzluğu örtsün diye tehdit edilen savcılar,
tehdit sırasında kaydı tutulan bakanlar, onların "Aradım ama sor n/ye "türünden zavallı
açıklamaları... Sürülmüş, koltuğundan edilmiş polislerden devasa bir ordu... Erdoğan'a göre,
"Paralel devletin kolluğu... Hükümet, daha çok panikledikçe daha çok polisi, savcıyı, hâkimi
yerinden ediyor. Salgın hastalık filmlerinde, virüsün dokunanı etkilemesi gibi, yerine yeni gelenlerin
de "Hizmet” ten olduğunu anlar anlamaz daha ısınmadan koltukları altından çekiyor, onları polis
okullarına vs. sürüyor ama bu kez de gelecek kuşakları onlara teslim ettiğini fark edip yine panik
halinde geri alıyor. Şaşkınlık her hallerinden belli oluyor.
Ve panik halinde ricat eden bu ordunun kumandanı, gerileye gerileye dayandığı duvarın
kenarından herkese öfkeyle kılıç sallıyor: Eski müttefiki, yeni belalısı Cemaate, muhalefete,
medyaya, TÜSİAD'a... Ancak kurduğu rant sistemi, bir kez söküldükten sonra her dikme çabasında
başka yerinden sökülüyor. O daha "Oğlumun açığını bulun, evlatlıktan reddederim “derken diğer
akrabalarının usulsüzlükleri ortaya çıkmış oluyor. Bir bakanının yolsuzluğunu örterken diğerininki
patlıyor. Kendi çıkardığı yangına koşan bir itfaiyeci gibi, bağırarak herkesi ayağa kaldırmaya
çalışıyor. "Bu komplo, CHP'yide, MHP’yi de, BDP'yide hedef alıyor" derken "Madem öyle, neden
onlarla uzlaşmak yerine hepsine birden saldırdığım" düşünemeyecek kadar panikte... "Barış
sürecide hedefte “derken yolsuzlukları örtme telaşında barışı da dinamitliyor.
Savaş boyalarıyla süslü nefret cümleleri içinde birisi doğru: "Bu, Türkiye tarihinin en hayati
seçimlerinden biri..." 1946'yı andırıyor. Bakanların savcılara talimat verebildiği tek parti devletinin
çöktüğü seçimi... Şimdi bize sunulan iki seçenek var: Muz cumhuriyeti ile ananas cumhuriyeti...
İkisini de reddediyor, sadesini arıyoruz. Yolsuzluktan, arsızlıktan, tahakkümden, cemaatten, kinden
ve nefretten arınmış bir cumhuriyet... Her dakika ekranlarından "Hainler, kumpasçılar
“feryatlarının yükselmeyeceği, kindar kuşaklar doğuracak düşmanlık tohumlarının atılmayacağı,
115
sakinleşmiş, normalleşmiş bir ülke... Ve özgürlük, demokrasi, barış getirecek yeni bir kuşak... Az
kaldı. Sona yaklaştığımızı panikten anlıyoruz.” şeklinde yazıyı kaleme aldığı,
02 Şubat 2014 tarihli “Çağlayan’da Neler Oluyor?” başlıklı makalesi özetinde;
“Devleti soyanlar güvende… Düşünsenize polis sizi takip etse, Emniyet’in başı babanız… Savcı
peşinize düşse, Hükümet’in başı babanız…. Yakalansanız bir yol bulur serbest kalırsanız; olmadı
yolsuzluğu belgeleyen savcı görevden alınır, iddianame yeniden yazılır, aklanırsınız. Şu anda
yapılan tam da bu…
17 Aralık soruşturmasını yürüten polisler hakkında “örgüt” incelemesi başlatıldı. 17 Aralık
soruşturmasını sürdüren 4 savcıdan 3’ü de dahil 90 savcı görevden alındı. Önce başsavcıyı
değiştirdiler; yeni gelen başsavcı, “Esaslı değişiklikler yapacağım. Buraya geldiğimiz belli olsun”
dedi. Bir hafta sonra yolsuzluk dosyası, soruşturmayı yürüten savcılardan alındı, yeni savcının
odasına taşındı. Adliye koridorları günlerdir bu el değiştirmenin haberleriyle kaynıyor.
17 Aralık soruşturmasının savcıları bir haftaya kadar iddianameyi tamamlayacaktı. Bir bakanın
336 yıl, bir diğerininkine 137 yıl hapis isteyeceklerdi. Tıpkı Deniz Feneri’nin savcıları gibi, bu
savcılar da önce “Pusu hazırlıyorlar” türü manşetlerle hedef haline getirildi, birkaç gün sonra da
işten el çektirildi. Deniz Feneri dosyası, asıl savcılardan alındıktan sonra “güvenilir eller”e teslim
edilmiş ve ardından tahliyeler gelmişti. Benzer bir akıbeti, “17 Aralık dosyası” yaşıyor:
Soruşturmayı devralan savcıların Çağlayan’ndaki kod adı; “embedded”… bu kavramı bizim
meslektaşlar, Irak işgalinde iktidarın yanında saf tutan gazetecilerden hatırlar. Yeni düzene göre
zaten savcılara pek iş düşmeyecek. Yeni Başsavcı bir “Teknik Büro” kurdu. Başına da bir vekilini
koydu. Artık bir savcı, “Bakan’ın oğlu şu anda bir otelde rüşvet pazarlığı yapıyor. Teknik takibe
alalım” derse bu talebi mahkemeye değil, “Teknik Büro”ya iletecek. Onlar uygun bulursa talep
mahkemeye gidecek. İşte o Teknik Büro, birkaç gündür eski savcıların el koyduğu dijital materyalin
peşinde…Çünkü UYAP’a yüklenenlerden anlaşılıyor ki bütün deliller o materyalin içinde…
Öncelikle, görevlendirilen siber bilirkişilerin işine son verdiler. Uzmanların, inceleme aletlerini bile
almalarına izin vermeden, dijital incelemeyi durdurdular. Materyale el koyup bir odaya kilitlediler.
Kapının kilidini de değiştirdiler. Bu arada Adliye’deki güvenlik kamerası, görevden alınan savcının
oda kapısına doğru çevrildi. Kapıyı istihbaratçı olduğu tahmin edilen bir yerleştirildi. Odaya girip
çıkanlar takibe alındı. Burada çöpe atılan iddianamede “örgüt yöneticisi” olarak hakkında en az
200 yıl hapis istenmesi beklenen bir kişi tahliye edildi. Malvarlığına konulan tedbir kararı da
kaldırıldı. Görevden alınan savcının itirazı, mahkemeye iletildi.
Devasa bir yolsuzluk böyle kapatılabilir mi? Zor. Fes düştü, kel açıldı artık… Bundan sonraki
her usulsüz çaba, hırsızlarla beraber, onu kollayanı da çamura bulamaya, işbirlikçi saymaya
yarar ancak…” şeklinde yazı kaleme aldığı,
28 Şubat 2014 tarihli “Başbakan İlk Kez Savunmaya Geçti” başlıklı makalesinde:
“Başbakan, son 10 yıldır belki de ilk kez savunmaya geçti. Hep o hamle eder, gündem belirler,
çerçeveyi çizerdi; diğerleri ona cevap yetiştirirdi. İşler ilk kez tersine döndü. Gündem, Erdoğan'dan
bağımsız hareket eden, başıboş bir mayına dönüştü. Onu ne zaman, nerede vuracağı belli değil.
Her gece yeni bir dinleme kaydı, sağlam görünen bir urbayı iplik iplik çözerken Başbakan'ın yeni
bir açığını ele veriyor. Ve Erdoğan, cevap veremiyor: "Hayır, o ses benim değil. Asla oğlumla böyle
116
bir konuşma yapmadım. 'Paraları sıfırla' diyen ben değilim “diyemiyor. Telefonda "Tamamen
sıfırlandı mı" diye soran kısık sesi izah edemedikçe, meydanlarda yüksek sesle bağırıyor. O bağırtı,
o kısık seste hissettiğimiz suçüstü ürpertisini bastırmaya yetmiyor. Tersine, "telefondaki kısık ses" in
meydandaki her haykırışı, neyi örtmeye çalıştığı sorusunu beraberinde getiriyor. Başbakan, ilk kez
gündem yaratmıyor, gündemden kaçıyor. Ama kaçarken tehlikeli bir şey yapıyor. "27 Mayıs
heyülası"nı hortlatıyor. Menderes'in arkasına saklanıyor. Dün, "Çok önemli bir tarihi belge
açıklayacağım" diyerek 27 Mayıs'tan sonra, dönemin Eskişehir Sıkıyönetim Komutanının,
"Hükümet erkânı, beraberinde 12 uçak dolusu altınla yurtdışına kaçarken yakalanmıştır “diyen bir
bildiriyi halka dağıttığını iddia etti. Tarihin dikkate almadığı bir bildiriye halkın dikkatini çekme
gayretkeşliğinin tek bir nedeni var: "Dün Menderes'i soygunculukla suçladılar, bugün beni
suçluyorlar" demek... Menderes'i kendine siper ederek telefondaki soygunu perdelemek.. Bu iddia,
bugünkü çürük kokusunu gidermeye yeter mi? Başbakan'ın oturak yerinde kıl olmakla müftehir
kitleler, "Onu bırak da niye telefonda oğluna 'Evde ne var ne yok çıkar’ dedin, onu anlat' demez mi?
"Vurdumduymazlığın bu kadarına da pes" diye isyan etmez mi? Tarihten biliyoruz ki, etmiyor.
Halkımız, belki otoriteye hürmetinden, belki "Ne olur ne olmaz" korkusundan, Hünkârın gidişinden
tamamen emin olmadıkça alkışı, tezahüratı kesmiyor. Lakin devrildiği saat, heykelinin üzerinde
zıplamak için meydanlara doluyor. Şark'ta işler biraz böyle yürüyor. Madem Başbakan, DP
döneminden dem vurdu; biz de o dönemden bir örnek verelim. Kendisine Menderes'in gözde
bakanlarından Samet Ağaoğlu'nun "Yassıada Günlüklerini (Gülay Sarıçoban, Yapı Kredi Y, 2013)
okumasını tavsiye edelim. Ağaoğlu, Başbakan'ı "uçuran" o alkışların, o övgülerin, o tezahüratın
nasıl kandırmaca olduğunu, nasıl biranda tersine dönebildiğini, bugün "Dik dur" diye gaz
verenlerin, devrildikten sonra nasıl "Biz onu uyarmıştık" diye yan çizdiklerini, "içeriden
“gözlemlerle anlatıyor. Kitaptan bir bölümü aktarırken bayat sıkıyönetim bildirilerinden ziyade,
ibretlik tanıklıklara itibar edilmesinin, kişi ve ülke sağlığı açısından daha anlamlı olduğunu
belirtmek istiyorum. SAMET AĞAOĞLU'NUN KİTABINDAN Nerede Hayranların? "Vekiller onun
(Menderes'in) sözlerini hayranlıkla dinledikleri, alkışladıkları, en ufak bir itiraz yapmadıkları halde
şimdi (Yassıada'da) Bizim haberimiz yok' diye kekeliyorlar. Menderes iktidarda Bütün şerefler
benimdir1 diye kükrüyordu. O halde neden bugün 'Bütün mesuliyetler benimdir" diyemiyor? 'Çok
güzel yapmışsınız, hayran olduk' diyenler neden şimdi, 'O yaptı, biz de tasvip ettik' demek cesaretini
gösteremiyor? İşte Şark burada kendini gösteriyor. Ah melun Şark! Ah bu Şarkta politika yapmak!
Seni düşmanların değil, dostların yiyor!" şeklinde yazıyı kaleme aldığı,
07 Mart 2014 tarihli "Hocanın Hiç Mi Suçu Yok" başlıklı makalesi özetle:
"Zaten haftalardır gözünüz hep o sitelerde... Merakla beklemeye başlıyorsunuz.
Ve tıkladığınızda meslek hayatınız boyunca örneğini görmediğiniz kıymette bir konuşma kaydı
dinliyorsunuz: Başbakan oğluna evdeki paraları acilen "sıfırlamasını “söylüyor. Veya yandaşı
işadamına büyük bir ihale için telkinlerde bulunuyor. Ya da Adalet Bakanı ile Danıştay'a kimin
başkan olacağını veya bir davaya nasıl müdahale edeceklerini konuşuyor. Türkiye'nin tarihinde bu
kadar "büyük haber” yok. Ve son birkaç aydır, o haberlerden neredeyse her gün birkaç tane
düşüyor. Gözlerimiz faltaşı gibi açık... Kulaklarımıza inanamıyoruz. Dilimiz, nutkumuz tutuluyor.
Medyada üçe bölündük: Bazılarımız iştahla yayınlıyor bu kayıtları... Bazılarımız görmezden
geliyor. Bazılarımız ise ikircikli; kenardan izliyor. Ben yayınlayanlar arasındayım. Bir Başbakan'ın
yargıya, ihaleye müdahale etmesi, oğluna "Evde stokladığımız paraları sıfırla" demesi nasıl
görmezden gelinebilir? Bunları yok sayanların, nasıl "Gazeteciyim” diyebildiklerine şaşıyorum.
Ama eli kaşındığı halde, ilkesel nedenlerle yayınlamakta kararsızlananları da anlıyorum. Bir defa,
bu haberler hiç bilmediğimiz bir kaynaktan geliyor. Telefon kaydındakiler ya görüşmüyor ya
"Montaj" deyip geçiyor. Yani haberi doğrulatma şansımız da yok. Daha da önemlisi, yasadışı
117
kayıtlar, daha önce birçok tuzak davada kanıt olarak kullanılmış, suçsuz insanları mahkûm etmeye
yaramış ve o dönem buna karşı çıkmışız. Birçok meslektaşımız da o zaman karşı çıktıkları yönteme,
bugün "işimize geliyor diye itibar etmenin çifte standart olduğunu düşünerek mevzuya uzak
duruyor. Onlara da hak vermiyor değilim. Ancak yine de bu içeriğin görmezden gelinemeyeceğine
inanıyorum. Ayıp olduğunu bile bile komşusunun evini dikizleyen biri, kendisinden çalınan
eşyaların odaya istiflediğini gördü diyelim Dikizleme mi sorgulanır, istifleme mi? Benim
bulabildiğim çözüm, iki suçu birlikte deşifre etmek: Başbakan'ın konuşmalarındaki müdahaleler de
ağır suç, Başbakan'ın (hepimizin) telefonunu illegal olarak dinlemek de... İkisine birlikte karşı
çıkmalıyız. Hem bizi soyan "devlet"e, hem bizi dinleyen "paralel devlete bayrak açmalıyız. "Hırsızın
hiç mi suçu yok" diye soran Hoca fıkrasına atfen, "Hoca'nın hiç mi suçu yok" sorusunu ihmal
etmemeliyiz. Şöyle düşünün: Birileri yıllarca hükümetle el ele hepimizi dinledi, kayıtları stokladı.
Şimdi bilmediğimiz bir nedenle ortaklık bozulduğundan, baştan beri bildiği hırsızlığı deşifre ediyor.
Medyayı, interneti, bizleri kullanarak iktidarı devirmenin ve yeni ortaklarla yeniden iktidara
gelmenin yolunu açıyor. Birçok muhalif de ardını düşünmeden elini ovuşturuyor. Oysa yarın işler
değiştiğinde, o kayıtlar belki yeni iktidar pazarlıklarında şantaj olarak kullanılacak. "Arşiv",
sahibini yeniden iktidara taşıyacak. Siz "Kurtulduk" sanırken o, yeni ortaklarla yola devam edecek.
Bu tuzağa düşmemenin ama ortaya çıkan hırsızlığı da görmezden gelmemenin yolu, iki suçu birlikte
deşifre etmek, ikisiyle aynı anda mücadele etmektir. Çöplük üstüne temiz toplum kurulamaz."
şeklinde yazı kaleme aldığı,
09 Mart 2014 tarihli "Adamın Hası" başlıklı makalesi özetle:
"Yakın tarihimizin en gürültülü ayrılığını izliyoruz bir süredir.Hiç bitmez sandığımız bir ilişki,
gümbür gümbür dağılıyor. Oysa yıllardır nasıl bağlılardı, nasıl hayranlardı birbirlerine;
"yedikleri', içtikleri ayrı gitmiyordu. Karşılıklı övgüler düzüyor, araya giren okyanuslara lanet
ediyor, birbirlerine aracılarla hasret satırları gönderiyorlardı. Biri, öbürünün hediyesini
başucunda saklıyor, diğeri, hasretlisinin yolladığı kitaptaki imzayı herkese gösteriyordu. Yeni bir
nesil, inançlı, gürbüz çocuklar yetiştirmişlerdi birlikte; onunla övünüyorlardı. Geleceğe umutla
bakıyor, daha on yıllarca payidar olmayı umuyorlardı. Heyhat; olmadı. Nazar değdi
birlikteliklerine; dağıldılar. Hem de ne dağılmak. Bir gece içinde mübarek hayırdualarının yerini
lanetli beddualar alıverdi. "Ne istedin de vermedim, nankör" sözleri ağızlardan çıkıverdi. O sadık
maşuk, "Meğer koynumda yılan beslemişim" diye delleniverdi. Sonra birbirlerinin sırlarını döktüler
ortalığa...
Biri diğerinin bütün konuşmalarını dinlemişti, öbürü sevdalısını 'çocuğu olmuyor' diye
çekiştirmişti. Anladık ki aslında bu çıkar ilişkisinde birbirlerinden oldum bittim nefret etmişlerdi.
Onlar birbirlerini şeytanlıkla suçlarken birbirlerinin bütün pisliği ortaya dökülüverdi. "Adamın
hası ayrılıkta belli olur" dedik ya. İlişkinin başında, Romeo rolünde tırmandığı balkonda mutlu
yarınlar vaadiyle serenat yapan adam, şimdi ağzından öfkeli bela sözcükleri saçarak ayrılıyor
iktidardan...
Eski sevdalısının açık ettiği gerçek yüzü ortaya çıktıkça, "Yaptımsa yaptım. Ne var bunda" diye
meydan okuyor. Nicedir bu illüzyonda tutsak kalanlar, ağır ağır uykudan uyanırken "Ne var ki
bunda" sorusuna, hak ettiği cevabı vermeye hazırlanıyor. Liderin hası da, belalısı da, devrilirken
belli oluyor."şeklinde yazı kaleme aldığı,
21 Mart 2014 tarihli "Kayıtları Yayınlamak Medyanın Görevidir" başlıklı makalesi özetle;
118
"Hakikatle haber arasındaki mesafe çok açıldı. Haberlerde hakikat yok; hakikatler haberlerde yok.
Tarihimizin en büyük yolsuzluk skandali ile karşı karşıyayız; medyanın büyük kısmında bu konuda
tek satır yok. Ama doğa gibi, medya da boşluk kaldırmıyor. Basının doyuramadığı haber açlığını,
internet karşılıyor. İki internet sitesi, peşi peşine rüşvet belgelerini yayımlıyor. Ses bantlarına kulak
kabartanların sayısı kısa sürede 20 milyonu aşıyor. Başta görmezden gelen medya kuruluşları bile
sonunda kayıtlara kayıtsız kalamıyor. Haber, nihayet hakikate yaklaşıyor. Dinlemelerin bir kısmı
illegal... Yayımlamak kimine göre hukuken suç. Ya vicdanen? Batı dünyası bu hesaplaşmayı
wikileaks skandalında yaptı. İllegal yoldan sızdırılmış gizli bilgiler, gazetelere sızdırılarak
Amerikan diplomasisinin maskesi indirildi. Orada da iktidar refleksi, pisliğe değil, sızdırmaya
odaklandı. Belgeleri sızdıran sitenin mucidi, bir elçilikte kıstırıldı. Ama toplumsal bellekte, sitede
yayımlanan kirli sırlar kaldı. Benzer bir tartışma, yıllar önce Slovakya'da yaşandı. Slovakya'nın
maliye bakanı ile adalet bakanı yardımcısı arasındaki bir telefon konuşması, illegal yoldan
kaydedildi. İki yetkili, bir büyük sigorta şirketinde yönetim kurulu üyelerinin kovulup yerine kendi
partilerine mensup kişilerin geçirilmesini konuşuyordu. Konuşmanın kaydı, Twist adlı bir radyoda
yayımlandı. Bakan yardımcısı, konuşmanın illegal yoldan kaydedildiği ve yayının, kişilik haklarını
zedelediği iddiasıyla dava açtı. Mahkeme, radyoyu 2600 Avro tazminata mahkûm etti. Dosya,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitti. Mahkeme üç önemli saptama yaptı:
1) İki politikacı arasındaki siyasi konuşma özel yaşama girmez.
2) Devlet kuruluşlarına dair kararlar, kamuyu ilgilendirir.
3) Radyo, kaydın illegal yollardan yapılmasından sorumlu değildir. Kaldı ki, ses kayıtları doğru
olmayan ya da çarpıtılmış bir bilgi içermemektedir. Karar:"Radyo ifade özgürlüğünü kullanmıştır.
Cezalandırmak, demokratik toplumun gerekleriyle bağdaşmaz." AİHM'de yıllarca yargıçlık yapmış
Rıza Türmen'in bu karara ilişkin yorumu şu: "Bir yanda bireylerin kişilik hakları... Öbür yanda
medyanın bilgi verme yükümlülüğü... Bu saflaşmada AİHM, bir denge gözetiyor, özel yaşamı da,
halkın bilgi alma hakkını da koruyor. Özel yaşam değil kamusal çıkar söz konusu olduğunda,
hukuka aykırı kayıtlar olsa bile, dengeyi basın özgürlüğü lehinde kuruyor." Başbakan'ın, Twitter
mıvitır, kökünü kazıyacağız" öfkesi boşa değil. *Twittermıvitırbütün yolsuzluğu ortaya döküp
kendisinin kökünü kazıyor çünkü... Başbakan bir medya grubunun kendisine yakın işadamlarının
eline geçmesi için para havuzu oluşturursa bu halkı ilgilendirmez mi? Bence ilgilendirir. Peki buna
dair telefonda yapılan pazarlıkların kayıtları haber midir? Bence haberdir. Bu şahsi yorum, hukuki
zemine kavuştu geçen gün. Zaman gazetesinde konuya ilişkin yer alan habere, Sabah-atv grubu
tekzip yolladı. Konu mahkemeye yansıdı. İstanbul 10. Sulh Ceza Mahkemesi tekzip talebini reddetti.
Gerekçesi tarihi önemdeydi: "Zaman gazetesinin yaptığı iş, bir şekilde internete düşen, bu şekilde
de kamuoyunun bilgisine ulaşan iddiaların okura duyurulmasından ibaret olup, olayın güncel
olması, toplumsal ilginin varlığı ve basın kurumunun medyaya yansımış olayları aktarmaktan
ibaret eylemi gözetildiğinde söz konusu olayla çatışan değerler bakımından basın özgürlüğüne
üstünlük tanınması gerektiği kararı verilmiştir." Tereddütte olan arkadaşlara duyurulur. " şeklinde
yazı kaleme aldığı,
23 Mart 2014 tarihli “Bu Halk Yürütmeyi Durduracak’’ başlıklı makalesinde özetle;
“Geçenlerde katıldığım bir TV programında Twitter'ın bize, tıkıldığımız hücrede yalnız
olmadığımızı fısıldayan bir kuş olduğunu söylemiştim. Yalnızlık korkutucuydu. Korku, bulaşıcıydı.
Oysa bu mavi kuş, her tuşladığımızda bize "Yalnız değilsin. Senin gibi düşünen, hisseden milyonlar
var" diyordu. Bizi buluşturuyor, birleştiriyor, örgütlüyor, cesaretlendiriyordu. Bu nedenle de iktidarı
korkutuyordu. "Kökünü kazıyacağız. Dünya umurumda değil" derken ki öfkesinde gördük bu
korkuyu... Dünya diktatörlerine şapka çıkarttıran Twitter yasağında gördük. "Bayrak iniyor"
gazıyla seferberlik ilan eden reklam filminde gördük. Yüzde 40'ı bile zafer ilan etmenin yolunu
119
yapan konuşmalarında gördük. 17 Aralık sabahı oğluyla telefonlaşırken titreyen sesinde gördük.
Korkmakta haklı.Kendini sultan sanıp öyle zalim davrandı, o kadar çok ah aldı, öyle çok çaldı ki...
Şimdi hesap verme korkusu bastı. Korkmakta haklı. Tabanını sağlamlaştırmak için pompaladığı
nefret söylemiyle karşısındaki cepheyi öyle birleştirdi, öyle büyüttü ki, bu seçimi, sadece Türkiye
için değil, kendisi için de bir ölüm kalım harbine çevirdi. Korkmakta haklı. İktidarla öyle özdeşleşti
ki, devrilirse hiçbir zaman bir "muhalif parti lideri" olarak anılamayacağını, yaptıklarının
hesabının sorulacağını anladı. Korkmakta haklı. Çünkü korku gibi, cesaret de bulaşıcı... Kevgire
dönen son Twitter yasağı, bunun en somut kanıtı… Hiç şüpheniz olmasın: Haftaya bugün bu halk,
yürütmeyi durdurma kararı alacak. "Yürütme" duracak. Musa Eroğlu'nun dediği gibi: "Sayılı
günler tükendi Yolun sonu görünüyor." 25'indeki sürpriz, savaş mı? Haftalardır yayılan bir
dedikodu: "25 Martta yer yerinden oynayacak." Herkesin kendince bir tahmini var; yatak odası
görüntülerinden, gündemi sarsacak suikastlara kadar... Tam bu beklentinin üzerine geldi Irak Şam
İslam Devleti'nin açıklaması... IŞİD, YouTube üzerinden yayınladığı bildiride diyordu ki: "Türk
askerine Süleyman Şah Türbesi'ni boşaltması için üç gün veriyoruz. Üç gün içinde oradaki Türk
bayrağı indirilmediği takdirde türbeyi yerle bir edeceğiz." Üç günlük süre doldu, ama El Kaide
şaka yapmadığını Niğde'deki suikastla gösterdi. Dışişleri ise, 28 Türk askerinin koruduğu türbeye
yapılacak saldırının Türkiye'ye yapılmış gibi algılanacağını ve savaş nedeni sayılacağını açıkladı.
Genelkurmay, "Türbe ‘ye yönelik bir tehdit algılaması yok" bilgisini sızdırıyor, ama Davutoğlu,
"Saldırıya karşı tüm hazırlıklarımız tamam" dedi. Örgütün açıklamasındaki bir detay, dikkatinizden
kaçmamıştır: "O bayrak inecek" diyorlar. Bu filmi bir yerden hatırlıyorsunuz değil mi?’’ şeklinde
yazı kaleme aldığı,
25 Mart 2014 tarihli "Erdoğanın İkbali Mi Ülkenin İstikbali Mi" başlıklı makalesinde:
“Gecekondu yıkımlarında görürsünüz: Yıkım ekibi geldiğinde, araziyi illegal işgal edenler ya
büyük bir bayrak açıp direnir ya da çocuğunun boynuna bıçak dayayıp kesecekmiş gibi yapar.
Erdoğan'ın yaklaşan seçimler karşısındaki tavrı bunu andırıyor: Evde para depoladığı, baskında
dövizleri sıfırladığı, "Benden onaysız kupon arazi satışı yapmayacaksınız" talimatı verdiği ortaya
çıkınca Başbakan, kampanya filminde bayrak açıverdi. Kendi ikbali riske girince, ülkesinin istikbali
tehlikedeymiş gibi yaptı: "Bayrağımız tehdit altında... Yetişin" borusu çaldı. Yetmedi. Suriye ile
ilişkileri gererek, türbe krizini bahane ederek, uçak düşüren askere teşekkür ederek savaş boyası
sürünüyor. Şunu bilmesi gerek: Dünyanın en büyük bayrağı bile bu çapta bir yolsuzluğu örtmez.
Tarihin en haklı savaşı bile, bu boyutta bir hırsızlığı unutturmaya yetmez. Hiçbir seçim zaferi,
haramiliği ayyuka çıkmış bir siyasi kadroya ''Aklanmışta" belgesi vermez. Buna kalkışırsa, sadece
bayrağı kirletmiş, kendi çıkarı için ülkeyi mayınlı bölgeye çekmiş, sandığı hırsızlığın tescil mercii
haline getirmiş olur. Son koz olarak tehlikeli bir oyun oynuyor Başbakan: Tabanını
sağlamlaştırmak uğruna, kendisine destek vermeyen herkesi "hain/düşman/nebbaş/ vampir" ilan
ediyor. Böylece bir yandan da karşısındaki cepheyi büyüttükçe büyütüyor: Başta hedefi, CHPMHP-BDP idi. Sonra Geziciler, faiz lobisi, ABD, Batı dünyası, İsrail geldi. Geçen ay hepsinden
fazla "vaiz fobisiyle” cebelleşti. Son günlerde de listeye Twitter, Facebook, Youtube eklendi. Böyle
bakınca büyük bir koalisyonu karşısına aldığı görülüyor. İstediği oldu: Türkiye kendi ismi
üzerinden kutuplaştı; tam ikiye yarıldı. Seçim yaklaştıkça saflar sıklaştı. Bu saatten sonra ne
Erdoğan yandaşlarını onun yolsuzluğuna inandırmak mümkün, ne karşıtlarını tersine...30 Mart
referandumu, ya Erdoğan'ı Yüce Divan'a ve ülkeyi erken seçime götürecek; ya da "topyekûn
çöküş"ü bir süre erteleyecek. Hangi seçeneğin kazanacağını biraz da Cemaat'in çalışması
belirleyecek. Gülen'in, Erdoğan karşısında hangi kentte hangi parti güçlüyse onun desteklenmesini
istediği anlaşılıyor. Hem bu taktik, hem ellerindeki" tape silahı" hem de tabandaki Cemaat
sempatisi, AK Parti'ye herhangi bir örgütlü parti hareketinden daha fazla zarar verebilir. Erdoğan
120
bunu bildiği için son dönem ağırlıkla Cemaat'e yükleniyor. Kendi kuralını çiğneyip ilk kez Gülen'e
adıyla hitap ediyor; doğum yeri Erzurum'da tepki olarak alanı terk edenlere rağmen hakarete
devam ediyor. Kavga büyüyor. Kim derdi ki Türkiye'nin kaderini imam hatip mezunu bir yolsuzla,
ilkokul mezunu bir vaizin çekişmesi belirleyecek? Dileyelim yaşananlar ders olsun. 30 Mart'ta
bayrağı da çocuklarımızı da arazi işgalcilerinin, rantçıların elinden kurtaralım.” şeklinde yazıyı
kaleme aldığı.
18 Nisan 2014 tarihli “Erdoğan Yargılanacaktır” başlıklı makalesinde özetle;
“Zor gibi geliyor değil mi? 1982 senesinde biri çıkıp "Evren yargılanacaktı? dese kaç kişi inanırdı
acaba? Onunki geç oldu biraz... Bu, öyle olmaz. Bir tahmin değil bu; temenni de değil; bir
zaruret... Türkiye, anayasasında yazdığı gibi bir hukuk devleti ise, adalet, güçlüler için değil,
haklılar için var ise, yargı önünde herkes eşit ise, Erdoğan yargılanacaktır. Ne cumhurbaşkanı
olması, ne toplumu baskıyla korkutması, ne savcıları "vatanseverler/vatan hainleri" diye ayırması,
bu yargılamaya engel olamaz. Adalet, bazen geç, ama er geç yerini bulur. Ne yani; sandıktan yüzde
45 oy çıktı diye onca yolsuzluk dosyasının üzeri örtülecek midir? Medya yazmıyor, yargı harekete
geçmiyor, internet susturuluyor, hırsızlar şişinerek geziyor diye, ayakkabı kutusundaki paralar,
rüşvet kol saatleri, yatak odasındaki para sayma makineleri, "Paralar çok yer tutuyor
babaçığımlar, "Ne varsa sıfırlayınlar unutulacak mıdır? Milyarlık ihaleler için müdahale
telefonlarının, "Kupon arazileri benden habersiz satmayın" talimatlarının, orman arazisinde
yapılaşma yasağı çiğnenerek yaptırılan villaların, rüşvetçilerin seyahat ikramlarının hesabı
sorulmayacak mıdır? Bunları soruşturan savcılar görevden alındı, yargılayan hâkimler ayarlandı,
araştıran gazeteciler telefon talimatıyla işten attırıldı, ekranlar karartıldı diye o dosyalar
kapanacak mıdır?
Yargının apaçık durdurma kararına rağmen Atatürk Orman Çiftliği'nde sürdürülen Başbakanlık
inşaatının, "Güçleri yetiyorsa yıksınlar" meydan okumasının bir bedeli olmayacak mıdır? "Kırın
kapıyı girin. Çoğunluk bizde... Suçsa, suç olmaktan çıkaran yasa yaparız" talimatı cezasız mı
kalacaktır? "Yargılanmaz" diyenler, tarih bilmeyenlerdir. Bu çapta bir yolsuzluğu örtmeye hiçbir
seçim zaferi, hiçbir milli güvenlik bahanesi, hiçbir balkon kenetlenmesi veya "cambaza bak'
stratejisi yetmez. Bu çapta bir yolsuzluk, bunca hırsızlık örtülemez.
Adalet mülkün temeli ise, Erdoğan yargılanacaktır. Aydınlanma çağının ünlü hukukçusu Cesare
Beccaria, tam 250 yıl önce yazdığı "Suçlar ve Cezalar Hakkında" kitabında, şöyle diyor: "Suçu
önlemenin en etkin yolu, cezanın ağır olması değil, kaçınılmaz olmasıdır." Suçun cezasız kalması,
sadece suçluyu cesaretlendirmekle kalmaz, suçu da özendirir. Başbakan hukuku tanımıyorsa, halk
neden tanısın ki? Yapanın yanına kâr kalıyorsa, kim neden yapmasın ki? "Bu ülkede suç işleme
özgürlüğü vardır1' inancı zihinlere yerleşmeyecekse, büyük bir kaos fırtınasında hukuk ayaklar
altına alınıp gücü gücü yetene girişmeyecekse, Erdoğan yargılanacaktır. Merak ediyorum; savcılar,
bu dönem cüppe giydikleri halde olup bitene seyirci kalmalarının utancını çocuklarına nasıl
anlatacaklar? Gazeteciler, bütün o telefon konuşmalarını görmezden gelmenin günahını nasıl
taşıyacaklar? Hukuk fakülteleri, hukuk katledilirken susmuş olmanın ağırlığıyla nasıl eğitim
yapacaklar? Çankaya Köşkü, kanunsuzluğa sığınak olursa nasıl ayakta kalacak? O yüzden diyorum
ya; Kenan Evren'i hatırlayın, "Nasıl olacak' demeyin; bu çapta bir hırsızlığın üstü kapatılamaz.
Hiçbir toplumun vicdanı, bu kanamaya dayanamaz. Hiçbir toplumun vicdanı, bu kanamaya
dayanamaz Er ya da geç… Erdoğan yargılanacaktır!” şeklinde yazı kaleme aldığı,
25 Nisan 2014 tarihli “Eski Tabular Öldü, Darısı Yenilerine” başlıklı makalesinde;
121
23 Nisan gününün haberleri şunlardı:
-Başbakan Erdoğan, 1915 olaylarıyla ilgili taziye mesajı yayımladı, "Acımız ortak' dedi.
-Ataşehir'de 11 anaokulundan 520 öğrenci, topluca namaza götürüldü.
-Meclis'te konuşan Pervin Buldan, "Sayın Öcalanla başlatılan diyalog süreci artık müzakereye
dönüştürülmelidir"dedi. -Başbakan'ın koltuğuna oturan öğrenci, törene başörtülü öğretmeni ile
geldi.
Yaşayanlar hatırlar:
1990'larTürkiyesi'nde bu haberlerin her biri bir darbe gerekçesiydi. Ermeni meselesi... Çocuklara
din eğitimi meselesi... Kürt meselesi... Türban meselesi... Önceki gün, Türkiye'nin zihnindeki tüm
tanıdık tabular, adeta geçit töreni yaptı. Kıyamet kopmadı.
Daha önce dehşetle karşılanan "Sayın Öcalan" ifadesine Meclis aldırmadı. Başbakan'ın 99 yıldır
yok sayılan "acı" hakkındaki taziyesi, "Hayırlısı olsun" diye geçiştirildi.
28 Şubat döneminde "Şeriat kapıda" manşetiyle karşılanacak toplu çocuk namazı, haberden bile
sayılmadı.
Yıllarca devrim kanunları hatırlatılarak karşı çıkılan türbanlı öğretmen de örtüsüyle değil,
merdivende düşüşüyle haber oldu.
Ne oluyor? Türkiye tabularından arınıp normalleşiyor mu? Yoo.. Sadece yeni tabular, eskileriyle
yer değiştiriyor. Cumhuriyeti korumakla görevli askerlerin tabuları farklıydı
Cumhuriyetle sorunu olanların tabuları farklı...
28 Şubat'ta askerin merkez medyadan beklentisi, kendi hassasiyetlerinin topluma yansıtılması,
kendi müdahalelerinin saklanmasıydı. Merkez medya, emredileni yaptı. Bugün "merkez"i,
Erdoğan teslim aldı.
Aynı medya, inanılmaz uyum yeteneği ve yeni patronunun talimatıyla aynı işleve soyunuyor:
Dünün öcüleri, "başörtülü öğretmen"di, "zorla namaza götürülen çocuklar"dı "Sayın Öcalan”dı.
Bugünün öcüleri "çapulcular" "paralel devlet", "faiz lobisi', "vaiz lobisi', vs... Dün, askerin yargıya,
medyaya, üniversiteye, bürokrasiye müdahalesi görmezden gelinirdi; bugün aynı ayrıcalıktan
Erdoğan yararlanıyor.
Dün, "Askerin morali bozulmasın" diye TSK'nin hataları kamuoyundan gizlenirdi; bugün askere
vurmak serbest, polisin moralini bozacak haber yapmak yasak... Ve yeni tabu: "Yolsuzluk'...
"Gülen kasetleri' ile 28 Şubat sürecini inşa eden medya, bugün Erdoğan'ın yolsuzluk kasetlerini
gizlemekle görevli... O konuya dokunan, yanıyor.
Yani tabusuz kalmış değiliz; eski tabular yıkılırken yeni dönemin yeni tabuları yaratılıyor. Ama yine
de bu süreç, bize bu ülkenin, ne kadar hızla tabu eskitebildiğini de gösteriyor. Dünün mağrurları
bugün mağdur koltuğunda... Bugünün mağrurları, yaptıklarına bakıp yarın başlarına gelecekleri
görmeli. Yolsuzluk tabusu da devrildiğinde, savunmalarını yazacak gazete bulamayacaklar
çünkü...” şeklinde yazı kaleme aldığı,
27 Nisan 2014 tarihli “Narsis’’ başlıklı makalesinde özetle;
122
O gün Anayasa Mahkemesi'nin, gereğinde Yüce Divan yargılamalarında kullanılacak salonunda,
göz hizasının hayli üzerinde, yüksek mevkilerde oturan kara cüppeli hâkimlerin "tepeden bakan"
nazarları altında, hep kendisinin konuşmaya alışkın olduğu kürsüye mecburen bakan ve hiç
hazzetmediği konuşmacının yalınkılıç ithamlarıyla yüzü dalga dalga bozarıp bozgun yemiş
kumandanlarca kararan Erdoğan'ın iç dünyasını tahmin edebiliyoruz artık... Onu tanıyoruz. "Neden
geldim ki buraya" pişmanlığıyla, "Daha da gelirsem..."düşmanlığı arasında salındığını, "Ali, hadi
kalkıp gidelim" hırçınlığından, "Hele bir Köşk'e çıkayım, bunların alayını değiştireceğim" öfkesine
savrulduğunu, "Adam demediğini bırakmadı, Abdullah niye gülümsüyor ki" diye kinlendiğini,
"Bitse de gitsek" sabırsızlığıyla içinin içini yediğini, elinde sıktığı kitapçıktan takip ettiği suçlayıcı
satırları, birde kulağıyla işitiyor olmanın, ruhunda nasıl fırtınalar estirdiğini sezebiliyoruz. Bitişte
alkışlamayacağına, kokteyle filan kalmayacağına, hızla olay yerinden uzaklaşacağına bahse
girebiliyoruz. Barda olay çıkaranların, "Erkeksen dışarı gel" meydan okumasını andırır şekilde,
hasmına "Cüppeni çıkar da gel" diyeceğine, çıkar çıkmaz yakın çevresine ve kalemşörlerine
"Saldırın" komutu vereceğine yemin edebiliyoruz. Onu biliyoruz.Peki neden bu tahammülsüzlük?
En küçük eleştiride "Bana ha..."diye diklenmeler? Bir evrensel hukuk dersini, "Misafire yapılır mı",
"İnsanlığa sığar mı" türünden hissi alınganlıklarla göğüslemeler? deplasmanda fark yemiş takım
psikolojisiyle "Sen elbet bizim elimize düşersin" ruh haline bürünmeler?..Eleştiri sahibinin
"paralelliğine dair kanıtlar, radikal dönemine ait fotoğraflar peşine düşmeler?..Neden bu herkesten
itaat, iltifat, itikat beklemeler? Gelmeyince öfkelenmeler?.. "Narsizmden..."Psikolog Ayçan
Esenergül'ün Cumhuriyetteki harikulade makalesinden anladığım o... Esenergül, "Narsis kişilik
bozukluğumun ipuçlarını -özetle- şöyle sıralıyor: "Narsisin her konuda bir fikri vardır ve hep haklı
olduğuna inanır. Herkesten yetenekli ve üstün, olağanüstü bir kişilik olduğunu sanır. Başkaları da
öyle görsün ister. Onay, beğeni, övgü bekler. O nedenle sadece kendisine koşulsuz biat edenlerle
yakınlık kurabilir. Egosunu besledikleri sürece onlara rütbe verir Beklediği övgü gelmediğinde veya
eleştirildiğinde bozulur. Öfkesini akılcı bir filtreden geçirmeden, kontrolsüzce yansıtır. Karşı
çıkanları aşağılamakta, cezalandırmakta, suçlamakta, değersizleştirmekte tereddüt etmez."Narsis
kişilik ile otoritenin buluşması patlayıcıdır. Zararsız narsisin, "Nasıl olurda beni beğenmezler"
serzenişi, iktidarda "Bana nasıl itaat etmezler" diklenişine dönüşür. Ve iktidar sahibi, itiraz sahibini
ezmeye çalışır."Ayna ayna, söyle bana, benden iyisi var mı" sorusuna "Var" diyen cüretkâr ağızlar,
muhalif meydanlar kapatılır. Son itiraz da bastırılana kadar baskı artırılır. Esenergül'ün makalesinde
neden narsis olunduğunun ve bu yolun kötü sonunun da ipuçları var.Pazar pazar moralinizi
bozmamak ve sizi -adını bu illetten alan- nergisten soğutmamak için onları yazmayayım.Sadece o
sonu engelleyebilmek için uzmanımızın yazdığı reçeteyi aktarayım: "Aile içinden başlayarak, tüm
üstyapı kurumlarına yayılan, içselleştirilmiş bir demokrasi ile evrensel insan hakları anlayışı,
söylemi, uygulamaları..." Narsis Dışarıda taziye, evde tehdit Yargı, Ermeni meselesinde de
yürütmeyi Açığa düşürdü. Tam da Başbakan'ın, 1915 kurbanlarının torunları için taziye mesajı
yayınlayıp "Nefreti ayıplayalım, saygıyı yüceltelim" dediği gün, Ankara'da Prof. Dr. Baskın Oran'ı
tehditten yargılanan polis memuru beraat etti. Ne demişti o polis memuru Prof. Oran'a: "Ermeni
piçi... Ölümün bizim elimizden olacak. "Nerede demişti bunu? Polis Evi’nden attığı e-mail
mesajında... Ne ifade vermişti? "Adres benim. O tür çok mesaj attım.Bunu da atmış olabilirim.
Hatırlamıyorum." Savcı ne demişti: "Gördünüz işte, hatırlamıyor." Mahkeme ne karar verdi:"Delil
yetersizliğinden beraatına..." "Nefreti ayıplayalım" çağrısı yapanlar, Baskın Oran'a da bir özür
mesajı yollamayı düşünür mü?” şeklinde yazı kaleme aldığı,
09 Mayıs 2014 tarihli "Herkesin Bildiği Sırlar" başlıklı makalesi özetle:
"Bizim Kral' da eski ortağıyla yolları ayırınca ortaya saçıldı sırları."Sıfırlayın" talimatını verdiği
telefon konuşmaları, yakın çevresinin yolsuzluk vakıfları, komşu ülkede savaş tezgâhlayan dinleme
123
kayıtları. Onun günahlarını gizleyecek külahı yoktu; kendi kulakları yerine, bizim kulaklarımızı
örttü. Duymayız sandı. Lakin tüm yasağa, baskıya, karartmaya rağmen işitenler oldu. Bir avuç asi
gazete, bir grup cesur gazeteci, duyduklarını bağırdı küçücük kuyulara, "Hırsız var" diye... Kralın
hırsızlığının belgeleri, rüzgârın kanadına tutunup sazlıklardan yükseldi, dilden dile, kulaktan
kulağa gezdi. Tüm ülkede herkesin bildiği bir sır haline geldi. Şimdi Kral, o kuyuları kapattırmaya,
sazlıkları budamaya, hırsızlığından söz eden dilleri, yazan kalemleri, hatta kulak verip işitenleri
cezalandırmaya çalışıyor. Hakikati hakaret sayıyor. Hakareti değil, cesareti cezalandırıyor. İbret
olsun, kimse bir daha gerçeği göremesin, görse de söyleyemesin, yazamasın istiyor. Yargılanmamak
için yargılıyor. 90. yıldönümünü kutlayan Cumhuriyet gazetesi, Başbakan'ın soruşturma
yağmurundan nasibini alan basın kuruluşlarının başında geliyor. Ana muhalefet liderinin Meclis
konuşmasını yazmak, tüm dünyanın dinlediği bir ses kaydını manşete taşımak gibi"suçlar" dan
soruşturuluyor. Bizlerde, bazı muhalif meslektaşlarımız gibi, gerçekleri yazdığımız için savcılık
kapılarındayız. "Suçüstü"nü kapatmak için üste çıkan suçluların ülkesinde... Hırsızlar değil,"Hırsız
vat" diyenler mahkemede... 90 yılını bu koşullarda kutladığımız Cumhuriyet'in tarihi, aynı zamanda
baskıların tarihidir. Sansürler, müdahaleler, yazar kıyımları, reklam boykotları, kapatma kararları,
mahkemeler, hapislikler, saldırılar, suikastlar. Sadece bu gazetenin tarihi bile, zulmün, hakikati
perdelemeye yetmeyeceğini, cesur bir berberin, bir yolunu bulup herkesin bildiği sırrı ifşa
edebileceğini, halka mal edebileceğini kanıtlıyor. Tarih, o devrik kralları değil, bu cesur berberleri
yazıyor. İyisi mi biz de efsaneyi bozmayalım, 90. yılını soruşturmalarla kutlayan gazetemizde,
halkın haber alma hakkını mahkemede bile olsa savunarak haykıralım: "Midas'ın kulakları eşek
kulakları... Midas'ın kulakları eşek kulakları..." şeklinde yazı kaleme aldığı,
20 Mayıs 2014 tarihli "Kaderiniz Batsın" başlıklı makalesi özetle:
"17 Aralık operasyonunun ilk anında hükümet ne yapacağını bilemedi. Deliller sağlamdı;
dinlemeler yasal... Her şey ayan beyan ortaya çıkmıştı. Hemen ertesi gün toparlandılar;
operasyonu yürüten savcıların arasına iki savcı eklediler. Biri, Ekrem Aydıner'di. "Skandal
örtbas edilecek" diyenlere Başsavcılık cevap verdi: "Katiyen. Soruşturma hızlansın diye iki savcı
daha görevlendirdik." Yalandı. 6 hafta sonra, soruşturmayı yürüten savcılar, hem de iddianameyi
tam bitirmek üzereyken görevden alındı. Dosya, heyete sonradan eklenen Ekrem Aydıner'e teslim
edildi. O günden beri, dosya rafa kalktı; ama yolsuzlukla suçlananlar rahata erdi. Eski savcılar,
Zarrab'ın mal varlığına konulan tedbirin kaldırılmasına itiraz etmişti. 29 Ocak'ta tedbir
kaldırıldı. 28 Şubat'ta Zarrab salıverildi. Geçen hafta da Soma faciasının tozu dumanı arasında
Zarrab'ın yurtdışına çıkış yasağı -yine Aydıner tarafından- kaldırıverdi. Aydıner göreve
atandığında, CHP'li Sezgin Tanrıkulu, Başbakan'a, Aydıner hakkında "menfaat temini ve
mesleğin onuruna aykırı davranışlar" nedeniyle HSYK tarafından verilmiş bir kınama cezası olup
olmadığını sormuştu. Hem o sorunun yanıtını merakla bekliyor, hem 17 Aralık örtbasının
gidişatını ibretle izliyoruz." şeklinde yazı kaleme aldığı,
25 Mayıs 2014 tarihli "Erdoğan'ın Vur Emri" başlıklı makalesi özetle;
"Geçen akşam kilometrelerce uzamış köprü trafiğinde yüzlerce araçla birlikte ve tükenmeye yüz
tutmuş bir sabırla beklerken siyah bir cip güvenlik şeridinden arsız burnunu uzatarak kuyruğa
kaynamaya çalıştı. Önümdeki araç, bu şımarıklığa taviz vermedi, önündeki tampona kadar
yanaşarak cipin yolunu tıkadı. Ama cipin kara camlar ardına gizlenmiş sürücüsü kararlıydı.
Kahvehane kapısını destursuz omuzlayan kabadayı edasıyla önümdeki aracın tamponuyla öpüşerek
giriverdi kuyruğun arasına... Nicedir bekleyen yüzlerce aracın hakkını yemiş, kurnazca öne
geçivermişti. Ama kaçacağı yer yoktu. Köprü yolu, bir sabır tespihi gibi kımıldamadan duruyordu.
124
Önümdeki aracın sürücüsü, bir trafik polisinin bu haksızlığı gidermesini ya da hakkı yenen bizlerin
ortak bir tepki vermesini bekledi. İkisi de olmayınca öfkeyle aracından indi ve kara cipin şoförünü
yaka paça araçtan indirerek evire çevire dövdü. Sonra herkesin şaşkın bakışları arasında hiçbir
şey olmamış gibi arabasına dönüp beklemeye devam etti. Bu küçük sahnenin kıssadan hisseleri
şunlar: Kuyruğun uzun, eziyetin çok olması, madenin derin, şartların zor olması, sınavın bela,
soruların kazık olması sorun elbet; ama katlanabiliyor insan... Katlan ila mayan şey; haksızlık,
adaletsizlik. Birilerinin, birilerine ya da bilek gücüne güvenerek öne geçmesi... Kimileri yıl boyu
dershanelerde ter dökerken, kimilerinin soruları sızdırarak sınavı geçmesi... Ekmek çaldı diye
birilerinin hayatı karartılırken, hamuruyla götürenlerin hâlâ bakan pozunda zafer balkonlarında
gezmesi... Uluorta adam kurşunlayan polisin, adalete teslim edilmemesi... Adaletin her kolu farklı
kesmesi; kimilerine hiç işlememesi... İkinci ders şu: Ortada kural yoksa ya da var olan kural
bazısına uygulanmıyorsa, bunu uygulatacak otorite, kuralsızlığa teslim olmuş veya ondan beslenir
hale gelmişse, çaresiz herkes kendi adaletini sağlamaya girişir. Artık orman kanunu devrededir.
Onun kuralı da "gücü gücü yetenedir. Üçüncü ders şu: Kimse "Ben güçlüyüm, tamponu koyar
girerim, itiraz edeni ezer geçerim" dememelidir. Zor kapısı açıldığında kimin kimi ezeceğini Allah
bilir. Bu üç dersi ister 17 Aralık'a, ister Gezi'ye, ister Okmeydanı'na, ister Soma'ya uygulayın;
sonuç aynıdır.İnsanlar yoksulluğa tahammül edebilir, ama haksızlığa asla... İnsanlar zor şartlara
sabredebilir, ama adaletsizliğe asla... İnsanlar acıya katlanabilir, acılıyken tokatlanıp
tekmelenmeye, "eşek gibi sessizce yaşayın" hakaretine asla... Kendi oğlu madende alın teriyle
kazanırken ölüme giderde, bakanın oğlu evindeki trilyonların hesabını vermeden adaletten
kaçırılırsa öfkelenir insanlar; "Yeter" diye yolunuzu kesebilir. Çocuklarını bir ibadet yerinde
suçsuz yere kurşunlayıp öldürürseniz ve yatıştırmak için bin bir özürle kapılarına gideceğinize
"Ölmüş geçmiş" demeci verirseniz, yani hem suçlu hem güçlüyseniz, yarattığınız öfke selinde
boğulabilirsiniz. Polis kurşunuyla ölen yavrusunu defneden acılı insanlar, "Polis nasıl sabrediyor,
anlamıyorum" lafını duyduklarında, bu aleni vur emri karşısında asıl kendilerinin nasıl
sabrettiklerine şaşar. Gün gelir, sabretmez olurlar. Asıl onu hiç anlamazsınız. Başbakan'ın sadece
mayıs sicilinde fırçalanmış bir Anayasa Mahkemesi Başkanı, azarlanmış bir Barolar Birliği
Başkanı, tokatlanmış bir madenci, yüzüne bakılarak hakaret edilmiş birana muhalefet lideri,
"ölmüş geçmiş" dediği bir öldürülmüş delikanlı, doğrudan hedef gösterilmiş iki köşe yazarı ve ona
"Gelme buraya" diyen bir Alman Başbakanı var. Biraz sağduyusu olanlar, bu gidişin hayırlı gidiş
olmadığının, Başbakan'ın iki dudağının, açıldıkça lavlar saçan bir yanardağa dönüştüğünün
farkında... Ama sabırla bekleyen millete tamponu değdirip durduğunu, sabır taşının çatlamak
üzere olduğunu görseler de ses etmiyor, ağzından çıkanı kulağının duyması için dua edip
duruyorlar. Kıssadan hisse: Sağduyu ve adalet! "şeklinde yazı kaleme aldığı,
01 Temmuz 2014 tarihli "Erdoğan'ın Yumuşak Karnı" başlıklı makalesi özetle:
"9 yıl önce temmuz ayında Türkiye 'Köşke kim çıkacak' sorusuna yanıt arıyordu. O tarihte Erdoğan
"merak etmeyin, insanları rahatsız etmeyecek birini buluruz" demişti. 9 yıl sonra bugün yine
Temmuz da insanların yarısını, hem de çok rahatsız edecek bir isim olarak Cumhurbaşkanlığı
adaylığını açıklıyor Erdoğan. 1 Temmuz Cumhuriyet tarihinde çok kritik bir dönüm noktası olarak
not edilmelidir. Çünkü ilk kez "Bizim referansımız İslam'dır" diyen, demokrasiyi amaç değil, araç
olarak gören, dinin emrettiği yasanın, "iki ayyaşın" yaptığı yasadan daha muteber olması
gerektiğini ileri süren zihniyet, sözünü ettiği iki ayyaşın koltuğuna, Çankaya'ya çıkmaya
hazırlanıyor.17 Aralık'ta ortalığa saçılan irine bakılınca, Cumhurbaşkanlığı makamının Erdoğan'a
hiç ihtiyaç duymadığı, Erdoğan'ın o makama ihtiyaç duyduğu hemen anlaşılıyor. Peki Çankaya
Erdoğan ve ailesi için bunca alenileşmiş yolsuzluk söylentilerinden kaçabileceği sığınak olabilirmi?
Sanmıyorum. Bu suç dosyasına hiçbir dokunulmazlık zırhı dayanmaz. Erdoğan'ın yerine
125
başbakanlık koltuğuna Abdullah GÜL'ün oturduğunu düşünelim. Gül gırtlağına kadar yolsuzluğa
batmış bakanların dosyalarını örtbas etmek için Erdoğan kadar istekli olurmu? Herkes yediği
haramın hesabını versin diye işbaşı yaparsa işin ucunun halefine kadar varacağını görmezden
gelebilirmi? Demem O ki Erdoğan'ın yumuşak karnı, başbakan olacak." şeklinde yazı kaleme
aldığı,
04 Temmuz 2014 tarihli "Erdoğanlaşma Tehlikesi" başlıklı makalesi özetle:
"Espride gizli olan padişahlık sendromunu, bencilliği ve kibri iyi tanıyoruz artık... "Beni seçin"
cümlesini bizi diye kurarak kendine bir şey istemiyormuş gibi yaptığını iyi biliyoruz.
Cumhurbaşkanlığıma talip olduğu konuşmada,"Hayatım boyu hiçbir vazifeye talip olmadım"
demesine, muhalif basının sokulmadığı şatonda,"herkesin cumhurbaşkanı" olmayı vaat etmesine
sadece gülüyoruz. Alenileşen yolsuzluğu saklayacak yasal zırh arayışını, "tarihsel dönüşüm" diye
sunmasına şaşmıyoruz. 1930'lar Almanyası'nı hatırlatan salon nizamının, o nizama alaturka tadını
veren sevinç gözyaşlarının, uzun metne ustaca yerleştirilmiş isimlerin, resimlerin, bileziklerin,
hatıraların, Fatihaların, "büyükbiradere tapınmaya tutkun geniş kitlelerde yarattığı korkuyla
karışık hayranlığı tanıyoruz. Epeydir onunla mücadele ediyoruz. Gezi'de gördük: Toplumun büyük
kesimi, Erdoğan'la baş etme konusunda ciddi direnç kazandı; bilinçlendi, bilendi, onu, istediğini
yapamaz, koruma ordusu olmadan ortaya çıkamaz hale getirdi. Fakat şimdi bir başka tehdit var
önümüzde: Erdoğan huylarının bulaşıcı etkisi... Erdoğanlaşma tehlikesi... Erdoğan'da neye karşıyız
biz?" şeklinde yazı kaleme aldığı,
11 Temmuz 2014 tarihli “Erdoğan Devlet, Karşısında Millet” başlıklı yazısında;
“Yıllarca mağdur rolünün ekmeğini yedi Erdoğan... Devlet yapımı siyaset filminde hep hakkı
yenen, ezilip örselenen, dışlanıp hapsedilen mağdur rolünü oynadı. Oysa mesela 12 Eylül'de
yaşıtları işkenceden geçirilirken o, komutanlarla neşeyle şakalaşıyordu.
Erbakan'dan "Sistemle zıtlaşmayalım, uzlaşalım" diye kopmuştu. Hapisten çıktıktan hemen sonra
TÜSİAD'la yemek yemiş, ABD başkonsolosunu oğlunun nikâhına davet etmiş, Amerikan ve
Yahudi lobilerine gidip "ılımlı İslamcı" olduğunu kanıtlamaya çalışmıştı. Sistem onu "Büyük
Ortadoğu Projesi'ne eşbaşkan yapmaya karar kılmıştı aslında... Kapatma davaları, askerin ve
medyanın tavrı, önünü kesmeye değil, tersine mağdur rolünü daha rahat oynamasına ve
kazanmasına hizmet etti.
Şimdi roller değişti. Artık filmin yapımcı koltuğunda oturuyor Erdoğan... Devlet, askeriyle,
polisiyle, istihbaratıyla elinde... Meclis, medya, sermaye, üniversite emrinde... Meydanları
yasaklama, parkları kapatma, sevmediği yazarı kovdurma, ihaleleri yandaşlarına dağıtma yetkisi
kendisinde... İktidar olma sürecinde kur yaptığı TÜSİAD'a, ABD'ye, AB'ye meydan okuyor, eski
ortağı cemaati tasfiyeye çalışıyor. Kendi medyasını, sermayesini, servetini yarattı, büyütüyor. Hal
böyleyken hâlâ mağdur rolü oynamaya çalışması sakil duruyor. Mağdur rolünü rakiplerine kaptırdı
TRT'nin adaylara ne kadar süre ayırdığına dair RTÜK'teki rakamlar, tek parti dayatmasına kanıt
teşkil ediyor: Erdoğan: 305 dakika. İhsanoğlu: 0 dakika... Demirtaş: 0 dakika... Tek parti devleti,
bütün kurumlarıyla ona çalışıyor.
Muhalif adayların ne yarışacak gücü var, ne sermaye birikimi... Ancak hissedilen o ki yıllardır
Erdoğan'ı başrole çıkaran mağduriyet koltuğu, şimdi muhalefeti yükseltiyor. Başbakan hep "Onlar
126
devlet, biz milletiz" diyerek oy istedi ya; şimdi roller değişiyor. Kitleleri devletten soğutan o üstten
bakan, kibirli tavır, Erdoğan'a yapıştı; rakiplerini mağdur ediyor. "Sultan"ın, danışmanlar
ordusuna yazdırdığı hamasi nutuklar ve bildik azarlayan üslubuyla meydanlara çıkması, ucuz
polemiklerle gündem belirlemeye çalışması, ters tepiyor.
Diğer adayların polemik tuzaklarına düşmemesi, tevazuu, samimiyeti, sükûneti, Erdoğan'ın
kutuplaştırıcı diline karşılık, kucaklayıcı bir üslubu tercih etmesi, Erdoğan'ın zenginliğine karşın
kısıtlı olanaklarla yarışa girmesi, dengeleri değiştiriyor. Daha Köşk'e çıkmadan "Taraf olacağım"
diyerek anayasayı çiğnemeye hazırlanan Erdoğan, "Yol yapmasın, yeter ki yolsuzluk yapmayacak
biri olsun" diyen ılımlı seçmeni, karşıtlarına doğru itiyor.
Rakipleriyle bir TV programında buluşmaktan kaçınması, karizmasını çiziyor. "Devlete karşı
millet sloganı, şimdi devlet koltuğunda oturan Erdoğan'ı, "mağdursever millette karşı karşıya
getiriyor. "Siyasette nasıl gelirsen, öyle gidersin" derler ya... Erdoğan da devletleşerek kendi
sonunu hazırlıyor Savcıya da hakaret etmemişim. Bir süre önce Başbakan, "Erdoğan
Yargılanacaktır" başlıklı yazımda kendisine hakaret olduğu gerekçesiyle beni savcılığa şikâyet
etmişti. Savcılık da soruşturma sonucu, "Yazıda hakaret yok. Devlet adamları ağır eleştiriye
katlanmak zorundadır" diyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermişti. Aynı günlerde bu
sütunda "17 Aralık örtbas Operasyonu" başlıklı bir yazıda, yolsuzluk operasyonunun yeni
savcısının Sarrafın yurtdışına çıkış yasağını kaldırmasını eleştirerek "ibretle izliyoruz" diye
yazdım. Bu kez de bahsi geçen savcı, "Basın yoluyla kamu görevlisine hakaret şikâyeti yaptı.
Yine gidip ifade verdik: "Bu dava, soyulan bir halkın davası... Tabii ki yakından izleyeceğiz" dedik.
Savcılığın kararı dün elime ulaştı: Diyor ki: "Yöneticileri eleştirmek, uyarmak, denetlemek,
basının görevidir." "Toplumu sarsan, rahatsız eden görüşler bile düşünceyi açıklama hürriyeti
içindedir." "Yazıda sövme, aşağılama, hakaret yoktur. İfade özgürlüğünün sınırları içinde, eleştiri
mahiyetindedir." "Kovuşturmaya yer yoktur." İktidardakilere hukuk dersi niteliğinde kararlar
bunlar...
Biz tüm yıldırma çabalarına rağmen adliyeye gide gele, görevimizi yapmaya devam edeceğiz.”
şeklinde yazı kaleme aldığı,
11 Ağustos 2014 tarihli “Dert, Zirveye Tırmandı” başlıklı yazısında özetle;
“Türkiye'de rejimin oldum bittim tehdit saydığı, karşısına aldığı, mücadele ettiği iki kesim var:
Siyasal İslam ve Kürt hareketi... Halkın oy verdiği ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminin galibi bu iki
kesim oldu. Siyasal İslam, Erdoğan'la Köşk'e çıkarken, Kürt hareketi Demirtaş'la en büyük
başarısını yakaladı.
Bu seçim sonucu sisteme, "Ben nerde yanlış yaptım" şarkısını söyletmelidir. Tren Köşk'e taşıdı
İkinci kriz noktası; Erdoğan gibi, demokrasiyi nihai amaca giden bir tren sayan ve hedefe vardığı
an o trenden atlayan birinin demokratik bir ülkenin zirvesine tırmanmasıdır.
Demokrasiye, laikliğe, özgürlüğe inanmadığı hem söyleminden hem eyleminden belli biri, laikdemokratik-özgürlükçü bir ülkenin zirvesinde nasıl oturabilecektir? Her konuşmasıyla
muhaliflerine hakaret eden, her ağzını açtığında nefret yayan, mezhep ve ırk ayrımcılığı yapan,
ötekileştiren, dışlayan bir anlayış, sırtında yolsuzluk dosyalarının ağırlığıyla ve ülkenin yarısının
oyuyla ülkenin tamamını nasıl temsil edecektir?
127
Dert zirveye tırmandı
Sistemi krize sürükleyecek üçüncü nokta, Erdoğan'ın anayasada tarif edilen Cumhurbaşkanlığı
kalıplarını hiçe sayarak kendisine padişah kaftanı giydirecek bir Çatıda çatlak CHP açısındansa
yanlış tercihle gelen ağır bir kriz var ortada... Erdoğan bıkkını kitleleri safında toplamak, doğal
müttefiklerine, dışlanan Alevilere, barış arayışındaki Kürtlere, Gezicilere, gençlere, solculara kucak
açmak, yeni bir toplum arayışını öne çıkarmak yerine, CHP -yerel seçimde olduğu gibi- merkez
sağa yanaşmayı ve pekâlâ AKP adayı olabilecek bir ismi çatıya çıkarmayı seçti.Yenildi. "Memlekete
dindar lazımsa bizde daha iyisi var" yaklaşımı, her taklit gibi aslını besledi. CHP-MHP adayı,
antidemokratik seçiliş yöntemiyle de, "Tıpış tıpış gidip vereceksiniz" söylemiyle de yanlıştı. O
yüzden de çatıyı oluşturan partilerin toplam oyuna bile yaklaşamadı. Her şeye rağmen alınabilen
yüzde 40'a yakın oy, "Erdoğan gitsin de ne olursa olsun" diyenlerin desteğiyle, yalnız bırakılan
Ihsanoğlu'nun samimiyetinin ve gayretinin eseridir.
Demirtaş umudu Seçimin geleceğe yönelik tek umut veren sonucunun Demirtaş'ın yüzde 10'a
yaklaşan oyu olduğu söylenebilir. Demirtaş, gerek Kürt hareketinin Türkiyelileşmesi, gerekse
Kürtlere uzak duran kesimlerin yakınlaşması açısından tarihi bir rol oynadı. Toplumdaki barış
iştahını kanıtladı. Partisinin oyunu ikiye katlayarak, hem önümüzdeki çözüm süreci için elini
güçlendirdi, hem tüm ezilenlere hitap eden bir söylemin, büyütme ve bütünleştirme potansiyelini
gösterdi.
Çankaya düştü ama... Şimdi zorlu bir süreç başlıyor. Erdoğan, yılların tecrübesi ve devlet+medya
desteğiyle yürüttüğü gayet organize ve zengin kampanyasında, adı sanı duyulmamış bir aday
karşısında, yüzde 57'ler mertebesinde gösterilen oylarının gerisinde kalarak ve salt çoğunluk
barajını kıl payı aşarak seçmenden "Köşk'e git, ama uçma" mesajı aldı.
Unutmayalım ki tatildeki seçmenin bir kısmı yerinden kımıldayabilse ve oyların yüzde 2'si
Erdoğan'a değil, İhsanoğlu'na gitse Başbakan çıtanın altına düşecekti ve bugün ikinci turu
konuşuyor olacaktık.
Bugün Cumhuriyet'in manşeti, Erdoğan'ın Köşk'te pek huzurlu oturamayacağının, kolayına
anayasayı değiştirip Başkan olamayacağının ilk işaretlerini veriyor. Çankaya düştü.” şeklinde yazı
kaleme aldığı,
03 Eylül 2014 tarihli “25 Aralık Kapatılamaz!” yazısında özetle;
“Ne komik görüntü: 25 Aralık yolsuzluk soruşturmasını yürüten Mali Suçlarla Mücadele Şube
Müdürü Yakup Saygılı’yı Emniyet takibe alıyor. Yıllarca takip eğitimi veren Saygılı, takip ekibini
hemen fark edip atlatıyor. Ardından da dalga geçmek için tweet atıyor: “Bir takip eğiticisine bir
çaylak…. Alındım doğrusu….” Sonra, panikleyen “çaylak”a yardımcı olmaya karar veriyor:
“Endişe etmeyin, Halkalı Kent Hastanesi’nde serum yiyorum. Bitince gelirim.” Emniyet’in haline
bakar mısınız?
Ne hazin durum: Genel Başkan seçildiği kongrede, “Tüyü bitmemiş yetimin hakkına uzanacak eli,
kardeşimizin olsa koparırız” diyerek işe başlayan Davutoğlu’nun ilk icraatı, tüyü bitmemiş yetimin
hakkına uzanan ellerdeki zinciri çözmek oluyor. Hükümet, hırsızı salıverirken, onu yakalayan
polisin elini zincirliyor. Devletin haline bakar mısınız?
128
Ne vahim manzara; 25 Aralık fezlekesini satır satır okudum; uzun bir yazı dizisiyle sizlerle
paylaştım. 900 sayfanın herhangi bir satırındaki iddia bana yöneltilse dünyayı ayağa kaldırır,
suçsuzluğunu ispatlamak için “Hodri meydan, gelin soruşturun” derdim. 900 sayfada hırsızlıkla
suçlanan ne yaptı: İddiayı belgeleyen polisleri görevden aldı. İddiayı soruşturan savcıyı sürdü.
İddia dosyasına yayın yasağı koydu. İddiayı yazanlara dava açtı. Ve nihayet kendilerine
takipsizlik kararı çıkarttırdı. Şimdi de dosyayı hepten kapatmak için, yolsuzluğu soruşturan
polisleri tutukluyorlar. Peşinden delilleri, belgeleri yok edecekler. Unutulmasını bekleyecekler.
Türkiye’nin haline bakar mısınız?
Ne nafile çaba: istediğiniz kadar yakın, silin, imha edin o ses kayıtlarını, dosyaları, fotoğrafları…
hepsi dinlendi, okundu, görüldü, kopyalandı, kaydedildi bir kere; ebebiyen yok etmeniz imkansız…
Şehir şehir, sokak sokak, hane hane, oda oda, bilgisayar bilgisayar basıp silseniz; yine de nereye
gitseniz, gelecek peşinizden; ille çıkacak karşınıza, valla sorulacak hesabı… Kaçış yok; sonunda
yargılanacaksınız.” şeklinde yazı kaleme aldığı,
12 Eylül 2014 tarihli “Asıl Büyük Seçim 1 Ay Sonra” başlıklı yazısında özetle;
“…25 Aralık yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili hazırladığım "'Arkadaş'ın Babası" başlıklı yazı
dizisi, şikâyet konusu oldu. Şikâyetçilerim sıradan insanlar değil... Recep Tayyip Erdoğan,
Necmettin Bilal Erdoğan, Yasin el Kadı, Usame Kutub, Binali Yıldırım, Cengiz Aktürk, vd...
Yazılanların hakaret içerdiğini, üstelik gizliliğin çiğnendiğini söylemişler. Üç ayrı soruşturma
açılmış. Önceki gün gazetemizin avukatı Bülent Utku ile birlikte yine Çağlayan'a gidip savcıya
ifademizi verdik. Bugüne kadar kimseye hakaret etmediğimizi, yazarken buna özellikle dikkat
ettiğimizi söyledik. Yazılanların, bizim iddiamız olmadığını, kamu görevlilerince hazırlanan resmi
bir fezlekede yer aldığını belirttik. Şikâyetçilerin görüş ve savunmalarına da yazı dizisinde yer
verildiğini ekledik. "Dosyadaki iddialar, devlet yöneticilerini hedef aldığı için, kamunun bunları
bilmeye hakkı var" dedik. Avukatımız önemli bir hususu İlave etti: "25 Aralık soruşturması için
takipsizlik verildi. Dinleme kayıtlarının da imhası kararlaştırıldı. Oysa hakaret içerdiğini
söylediğiniz yazıların dayanağı onlar... Dava açılırsa, savunmamız için o kayıtların dosyamıza
eklenmesi lazım." Yani İmha edilecek kayıtları İstedik. Bakalım ne olacak?
İfademi alan Savcı Bey'e maaş durumunu soracaktım; Allah muhafaza yanlış anlaşılır diye
soramadım. Malum; Adalet Bakanlığı, hâkim ve savcılardan 4 yıldır esirgediği maaş zammını,
birden hatırlayıverdi. "Şunlara okkalı bir zam vereyim, sicil affı da getireyim" dedi. Ama
"zam"anlama manidar bulundu. Bir ay sonra yapılacak Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)
seçimi arifesinde gelen zam vaadi, "rüşvet teklifi olarak görüldü. Zammın Torba Yasa'ya konmayıp
seçim sonrasına bırakılması da "Verin oyu, alın zammı" pazarlığını akla getirdi.
Tam bir ay sonra, 12 Ekim Pazar günü yapılacak HSYK seçimi, gerçekten çok önemli... Sadece
benim gibi yazdıklarından ötürü sıkça savcılığa davet edilenler için değil; hepimizin geleceği
açısından... O gün, 15 bin hâkim ve savcı, 22 üyeli HSYK'nin 10 üyesini yenilemek üzere sandığa
gidecek. HSYK’nin dengeleri değişecek ve yargıya kimin hükmedeceği belirlenecek. Bugüne dek
hükümdar koltuğunda "iktidar+cemaat bloku" oturuyordu. Bu İttifak çatladı. Şimdi o rakip İkili,
birbirini yemek için yarışıyor. Bürokraside, poliste, dershanede, bankacılıkta kan kaybeden
Cemaat, "son kale"yi savunmaya çalışıyor, Hükümet İse Cemaati yargıdan da silmenin hesabını
yapıyor. Büyük hesaplaşmanın bu son cephesindeki seçimi alan, yargının hâkimi sıfatıyla büyük
davaların kaderinde söz sahibi olacak.
129
Gelen İlk haberler, Cemaati silmeye kendi kadroları yetmeyen hükümetin sosyal demokrat, ülkücü
ve Alevi hukukçularla İşbirliği aradığı, YARSAV gibi örgütlere ittifak için haber yolladığı, ama
fazlaca yüz bulamadığı yolunda... Güç dengeleri, işbirlikleri ne çabuk değişiyor Türkiye'de değil
mi? Ben, hâkim ve savcıların, rüşvet teklifine yüz vermeyeceklerini tahmin ediyorum.” şeklinde yazı
kaleme aldığı,
16 Aralık 2014 tarihli “Erdoğan'ın Önlenebilir Tırmanışı” başlıklı yazısında;
“Diyorduk ki: Devlet içinde, yargıda, poliste Cemaat'e bağlı bir yapılanma, muhaliflere kumpas
hazırlıyor. Hükümet tınmıyordu. Çünkü ortaklardı. Diyorduk ki: Bu hükümet, askeri vesayetin
yerine polis vesayetini kuruyor. İş, bir sivil diktaya gidiyor. Cemaat tınmıyordu. Çünkü ortaklardı.
Ne zaman ki ortaklık bozuldu, içerden darbe yiyen Hükümet "Kumpas"çıları ilan etti. Medyası
kuşatılan Cemaat, "Diktaya gidiyoruz" diye feveran etti. Haklı çıkmanın haklı gururu içinde ikisine
de dönüp "Günaydın. Tanıdınız mı şimdi birbirinizi" demek geçiyor içimizden... Ya da Türk
filmlerinden bir replikle, "Durun, siz kardeşsiniz" diye bağırmak... Ama gün o gün değil. Gün,
"Erdoğan'ın önlenebilir tırmanışıma karşı mazlumun yanında durma, birlik olma zamanı... Ne çok
aynı duruma düştük bu ara... Askerin yasaklılar listesindeydik; uyduruk suçlamalarla içeri
atıldıklarında mahkemelere gidip lehlerine ifade verdik. Odatv'nin hedefindeydik. Yalan yanlış
ithamlarla büroları basıldığında ağzımızda bantlarla protesto ettik. O zaman kim çıkmıştı
karşımıza? Ekrem Dumanlı... "Ağzına bant vurup basın özgürlüğü nutku çeken meslektaşlarımız o
bandı söküp atsın” diye yazmıştı bizim için... "Zaman" değişti.
Şimdi o nutukları Ekrem Dumanlı için çekiyoruz; ağzımızda bantlarla... 14 Aralık, hiç şüphesiz 17
Aralık'ın intikam operasyonudur. "Makul şüphe"yle gözaltına cevaz veren yasal kılıfı Cuma'dan
hazırlanmış, ilkin burada kullanılmıştır. Dosya, Zarrap'ı salıveren, "Uzun Adam"a övgü düzdükten
sonra terfi ettirilen hakimlere ısmarlanmıştır. Uygulamada "kumpasçılar"ın yıllar yılı kullandığı
taktikler, "Bakın nasıl oluyormuş" dercesine kendilerine uygulanmıştır:
Dizi senaryolarından suç damıtmalar, alacakaranlıkta ev basmalar, delilsiz, belgesiz gözaltılar,
"devleti yıkma’ya varan suçlamalar... İnsan düşünmeden edemiyor: Kavgayı Cemaat kazansa,
"kumpasçılar"ı hedef alan "Reaksiyon" dizisin in senaristlerini evlerinden toplatır mıydı diye...
Neyse; gün o gün değil. Gün, polis devletine karşı safları sıklaştırma günü... Bundan sonra ne
olacağını, 14 Aralık mağdurları herkesten İyi biliyor: Olmadık belgeler çıkacak bürolarından; "Yok
artık" dedirten suçlamalarla yüzleşecekler; hâkimlerin, savcıların talimatla hareket ettiğinden, bu
haksızlıkla medyanın İlgilenmediğinden yakınacaklar. Ve tıpkı bir dönemin mağrur komutanları
gibi, onlar da belki esaslı bir özeleştiri yapıp adalet arayışı, hukuk savaşı için aileleriyle sokağa
çıkıp baskıya direnecekler."Adalet cephesi" genişledikçe, zulüm cephesi gerileyecek. Zalim,
hırsızlığını örtbas edemeden devrilecek. Yargılanırken "Adalet” diye yalvarma sırası ona gelecek.
Biz mi? Adil yargılanmazsa, yine adaletin safında olacağız. ...ağzımızda bantlanmamış özgürlük
nutuklarıyla...” şeklinde yazı kaleme aldığı,
23 Aralık 2014 tarihli "Meclis Suça Ortak Olmamalı" başlıklı yazısında özetle:
"17 Aralık'tan beri olup biten, bir darbe planının ortaya çıkarılması filan değil, düpedüz bir örtbas
operasyonu aslında... Önce Meclis'ten dosya kaçırıldı. Sonra dosyayı oluşturan polisler, savcılar,
hâkimler görevden alındı. Güvenlik paketi ile sokakta doğacak tepkiler bastırıldı. Yolsuzluğu yazan
gazetecilere davalar açıldı, yayın yasağı ile medya kontrol altına alındı. Ve böyle hırsızlık
yaşanmamış gibi yapıldı. Ancak ne yapılırsa yapılsın, mızrak çuvala sığmadı; ayakkabı kutuları,
para sayma makineleri, "sıfırlayın" talimatları unutturulamadı. Halen yaşanan son dakika
130
pazarlıkları, bu çabanın can çekişmesidir. Artık önlenemeyeceği aşikâr yargılanma yolunun nasıl
geciktirilebileceği, sınırlanabileceği ve "artçı sarsıntılar"ın nasıl kontrol altına alınabileceğinin
pazarlığı yapılıyor. Çünkü pekâlâ biliyorlar ki, gerçekten suçsuz olduğunu bilen bir politikacı,
gönüllü gider Yüce Divan'a... Çünkü görüyorlar ki, "yolsuzlukla ve yasaklarla mücadele"şiarıyla
iktidar olan iktidar, yolsuzluğunu örtmek için yasaklara sığınıyor. Çünkü "Harama yaklaşma" diyen
bir hareketin baştan sona harama bulaşmış görüntüsü, tabanda giderek daha fazla sıkıntı yaratıyor.
Çünkü "Ayetlerle alay edenleri neden savunuyoruz" diyenlerin partililerin sesi gittikçe daha çok
çıkıyor. Çünkü mahkemelerin takipsizlik kararı vermesi, konunun vicdanlarda takip edilmeyeceğini
garanti etmiyor ve Meclis'teki gizli oylamada o vicdanların harekete geçmesi tehlikesi iktidarı
tedirgin ediyor. Doğum kontrolü v.s. yemlemeleri bile konunun kapanmasına yetmiyor. Ama
madalyonun birde ters yüzü var: Başbakan'ın "Yolsuzlukyapan kardeşimiz olsa kolunu
koparırız"demecinin karşısına "Kardeşimizin kolunu koparanın kafasını koparırım" diyen bir "üst
otorite" dikiliyor. 17 Aralık'ın hesabı sorulursa, sıranın 25 Aralık'a geleceği pekâlâ biliniyor.
Erdoğan Bayraktar'ın -sonradan pişmanlık dilekçesi verdiği- "Soruşturma dosyasında varolan ve
onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan'ın onayıyla yapıldı"cümlesi,
kulaklarda hâlâ çınlıyor. Bu cümlelerin Yüce Divan'da tekrarlanması endişesi, 4 bakanın elindeki
en büyük silah olarak parıldıyor. Bunu "kumpas","darbe planı" olarak gösterip üstüne mahkemeden
aklama kararı çıkarttırıp sonra da bakanları Yüce Divan'a göndermekteki garabete izahat
bulunamıyor. Seçim kampanyasına eşlik eden bir Yüce Divan yargılaması mı, yoksa suçluların bile
bile kollanması mı, tercihi arasında sıkışan iktidar, kararı geciktirdikçe geciktiriyor. Dünkü panik
içinde erteleme kararı da derde deva olmuyor. Korkunun ecele faydası yok. Hep yazdık yine
yazalım: Bu çapta bir dosyayı kapatmaya hiçbir partinin, liderin, mahkemenin, Meclis'in gücü
yetmez. Yargılamama kararı, suçluları aklamaz, sadece o kararı veren partiyi, lideri, mahkemeyi,
komisyonu, Meclis'i suça bulaştırır. Dileyelim Meclis, bu suç ortaklığından uzak dursun. Tarih
huzurunda hırsıza kaçması için merdiven dayayan bir işbirlikçi durumuna düşmesin. "şeklinde yazı
kaleme aldığı,
06 Ocak 2015 tarihli “Hepimiz Rıza’yız! Dediler” başlıklı yazısında özetle;
“Dünkü komisyon toplantısının özeti şu: “Hanginiz Rıza Zarraf” sorusu sorulduğunda, AK Partili
milletvekilleri teker teker ayağa kalktı: “Benim Rıza Zarraf!” “Hayır, benim!” diye haykırdı.
Devrik İçişleri Bakanı gibi, “Ona dokunamazsınız. Gerekirse önüne yatarız” dediler. Vicdanlarını
bastırıp siyasi kariyerlerini yere serdiler. Böylece komisyon, gerçek Rıza’yı bulamadan dağıldı.
Hepsinin “Rıza” olduğu anlaşıldı.
Bende AK Parti, siyasi olarak kendine yakışanı, taktik olarak da doğru olanı yaptı. “Suç”, 4 kişinin
üzerine yıkılamayacak kadar büyük ve kapsamlıydı. MİT’in bilgisi dahilinde, devletin zirvesinin
gözetiminde, Başbakan, bakanlar ve oğullarının refakatinde yürütülmüş bir süreçti. “Ortaklaşa bir
eylem” söz konusuydu yani…. Bu ortak suçun, “suçüstü yakalandılar” diye 4 bakanın üzerine
yıkılması haksızlık olacaktı.
Mehmet Metiner de haklı: Baştan bu işe hiç kalkışmayacaklardı. “Bakanların Zarraf’la ilgisi
ortaya çıkarsa bu durum, Hükümet aleyhine kullanılabilir” denilen MİT Raporu’nu yok
sayacaklardı. “Bu bize yönelik bir darbe girişimidir” zırvasını daha erken akıl edip bakanları hiç
görevden almayacaklardı. Böylece onların, “Bu işleri Erdoğan’ın talimatıyla yaptık” demesine ve
durumu açık etmesine meydan bırakmayacaklardı.
Hazır konuyla ilgilenen savcıları, polisleri, hakimleri, gazetecileri işlerinden etmişken o kirli para
131
ticaretine de en baştan, “Devlet Sırrı” damgası vuracaklardı. Meclis’i hiç işe karıştırmayacak,
Komisyon filan toplamayacak, durduk yerde bu tartışmaları ısıtmayacaklardı. Üyelerinin büyük
çoğunluğunu kendileri atamış olsalar da Yüce Divan ihtimalini göze almayacak, “cüce divan”
haline getirene dek yok sayacaklardı. Boşa yoruldular; ama neyse; hiç değilse epey vakit kazanmış
oldular.
Şimdi Genel Kurul’da bu kez hep bir ağızdan, “Hepiniz Rıza’yız” diye bağıracaklar. Rıza ve
ortaklarının suçlarını, “hakara maraka”cıların dinle alayını, rüşvetleri, para sayma makinelerini,
ayakkabı kutularını, “Harama bulaşanın kolunu koparırız” palavrasını yutacaklar. “Sıfırlayın”
fısıltısını bastıracak şekilde, “Darbe… darbe” diye sıralara vuracaklar. Karşılığını gelecek
seçimde ve sonrasında alacaklar. Mademki suçu, kendi rızalarıyla topluca üstlendiler, Rıza’larıyla
topluca yargılanmayı da hak ettiler.
Ben de gitmesem, olur mu? Dünkü Komisyon kararı, hukuk alanında yeni bir imkanın kapısını açtı.
Madem birkaç siyasetçinin “Biz arkadaşlarımızın suçlu olduğuna inanmıyoruz. Mahkeme
başkanına güvenmiyoruz. Suç varsa da kendi aramızda hallederiz” demesi yargılanmamak için
yeterli oluyor; bu ayrıcalıktan hepimiz yararlanabilmeliyiz. Mesela benim Cumhuriyet’te
yayımlanan “Arkadaş’ın Babası” başlıklı, 25 Aralık yolsuzluğu yazı dizim nedeniyle bu ay sonunda
“Arkadaş” Bilal Erdoğan ve “Babası” Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılmış bir davam
başlayacak. Acaba birkaç milletvekili de benim için, “Biz arkadaşımızın yazısında suç olduğuna
inanmıyoruz. Mahkeme başkanına da pek güvenmiyoruz. Yazıda tek tük hakaret varsa, biz
hallederiz” filan dese de ben mahkemeye gitmesem; olur mu?” şeklinde yazı kaleme aldığı,
14 Mayıs 2015 tarihli “Onlar Da Ağır Müebbet Talebiyle Yargılanacak” başlıklı yazısında
özetle;
“Celal Kara'ya göre, HSYK'nin ihraç kararının nedeni, yolsuzluk soruşturmasının intikamını
almak. 'Yargıya emir komuta zinciri içinde dayattılar' diyor.
Celal Kara, 17 Aralık soruşturmasını yürütürken önce dosyadan el çektirildi, sonra görevden
uzaklaştırıldı, ardından da önceki gün mesleğin şeref ve onurunu bozma suçlamasıyla (3 savcıyla
birlikte) meslekten el çektirildi.
Bir tutuklama kararı beklenirken Kara, dün Cumhuriyet'e konuştu ve "Menderes, anayasayı
ihlalden mahkûm olmuştu. Bunların yaptığı onun yaptıklarını fersah fersah aştı. Bizimle ilgili
kararı veren hâkimlerde, bu karar için baskı yapan iktidarla birlikte anayasayı ilga suçundan
yargılanacak. Dik dursunlar. Buna alet olmasınlar" dedi.
HSYK'nin meslekten ihraç kararını televizyondan öğrendiğini söyleyen Celal Kara, soruları şöyle
yanıtladı:
Ebru Gündeş'in suç konuşmaları
Sarrafın mal varlığına tedbir kararı uygulamanız karara gerekçe gösteriliyor.
Ben anlamıyorum; bunlar mesleğin şeref ve haysiyetini nasıl zedeliyor. Kararda, Sarrafın mal
varlığının tamamına tedbir koydurmaman lazımdı, yeterli araştırmayı yaptırmamışsın' diyor. Peki
sen yaptırdın mı? 'Yani bir miktar yolsuzluk var, ama sen fazla tedbir koydurmuşsun' demek istiyor.
Rıza Sarrafın bütün şirketleri tabela şirketi... Ne kadarına el konması gerektiğini sen nereden
biliyorsun? Buna ilişkin bir mali araştırma yaptırdın mı?
132
1/
Rıza Sarraf ve eşi Ebru Gündeş arasındaki konuşmaları, Muammer Güler'le oğlu Barış Güler
arasındaki telefon görüşmelerine dair tapeleri imha ettirmemekle suçlanıyorsunuz.
O konuşmalar özel görüşme değil ki, suç içerikli rüşvet konuşmaları... Bahsedilen tape rüşvet
suçuyla başlıyor, sonda nitelikli dolandırıcılığa dönüyor.
'Parayı verecek p...nk' –Nedir o konuşmanın içeriği?
Sarrafın bağlantılı olduğu bazı adamlarla ilgili bir soruşturmada, savcıya verilmek üzere Sarraftan
200 bin dolar rüşvet parası alıyorlar. Telefonda Ebru Gündeş abisine verebildiniz mi?' diye soruyor.
Savcı temiz adam, almıyor parayı... Sonra bakıyorsunuz abi maddi olarak batak durumda... Bu kılıf
altında Sarraftan para koparmaya çalışıyorlar. Gündeş abisini, kocasını dolandırmaya
azmettiriyor; '200 bin dolar isteyeceksin daha aşağısı değil' diyor. 'Parayı verecek p...nk' gibi
konuşmalar geçiyor. Anakız-oğul, Sarrafı 200 bin dolar dolandırıyorlar. Konuşma rüşvetle ilgili
başladığı için bizim dosyaya girmiş. Biz Ebru Gündeş'in nitelikli dolandırıcılık içeren dosyasını
bizimkinden ayıracaktık.
İntikam duygusu
Peki sizce meslekten ihraç edilmenizin asıl gerekçesi ne?
İntikam duygusu... Yürüttüğüm yolsuzluk soruşturmasının intikamını alıyorlar. Bunu da yargıya
emir-komuta zinciri içinde dayatıyorlar. Alınan kararın hukukla ilgisi yok, tamamen siyasi...
Bakın Adana'da TIR'ları durduran savcıların, İstanbul'da tahliye kararı veren yargıçların
tutuklanması da tamamen siyasi senaryo... Kararı veren hâkimlerin hepsi çok genç; bizim
stajyerimiz olacak yaştalar. AKP kadrosundan avukatlıktan yeni atanmış kişiler. Geliyorlar
duruşma salonuna, 'Sizi tutukladık' deyip kaçıyorlar. Var mı böyle bir şey?
O savcı ve yargıçlarda darbeyle suçlanıyor. Hukuk yoluyla darbe nerede görülmüş? Ben yolsuzluk
soruşturması yapmak suretiyle nasıl darbe yapabilirim? Tersten sorayım: Bir yolsuzluk
soruşturmasını nasıl yapmalıydım ki darbe olarak nitelendirilmesin?
HSYK tarafsız olabilir mi?
Bu karardan ötürü HSYK'yi mi suçluyorsunuz?
O kurulda görev yapan Cumhurbaşbakan'ın avukatının kardeşinin tarafsız olması mümkün mü?
AKP'de ilçe başkanlığı yapmış, yönetim kurulunda olmuş türbanlı bir bayanın tarafsız olma şansı
var mı?
Cumhurbaşbakan'ın atadığı 4 kişinin tarafsız olma ihtimali var mı?
Adalet Bakanı’nın, müsteşarının tarafsız olma ihtimali var mı?
Hiçbir hukuki dayanakları yok. Bazıları da ağır baskı altında... 'Ben yaptım oldu' diyorlar. Ben bu
kararı reddediyorum. Kurul üyelerinin tarafsızlığına inanmadığıma dair dilekçe verdim. Cevap bile
vermediler.
Tam bir darbe düzeni var ortada hukuk olmadığını bizzat gördünüz, endişeli misiniz?
Endişe duymamak tabii ki mümkün değil. Ama sadece kendi adıma değil, Türkiye için endişeliyim.
Ülke tımarhaneye dönmüş durumda. Yargının bittiğini hukuk profesörleri söylüyor. Balyoz ve
Ergenekon davalarındaki avukat bile 'Bunlar hukuksuz uygulamalar" diyor. Şu an tam bir darbe
düzeni var ve kesinlikle hukuk yok. Anayasa kesinlikle mülgadır. Yargı ve yasama tamamen felç.
İktidara bağımlı halde... Bitirildi.
133
Bu dedikleriniz bir kısım insan için zaten vardı. Hatta hukukun Zekeriya Öz gibi savcılarca
bitirildiği ne zamandır söyleniyordu. Şimdi başa gelince mi anladınız?
Eğer yapılan işlemlerde bir hukuksuzluk varsa soruşturursunuz, ama poliste yaptığınız gibi
yargının altını üstüne getirmezsiniz. Benimle ilgili ne suçlama var? Muammer Akkaş ne yapmış da
ihraç ediliyor? Adliye kapısında bildiri dağıttığı için suçlanıyor.
Öyle bir suç yok ki... Aynısı Rusya'da oldu. Putin'le irtibatlı birinin adı bir kaçakçılık olayına
karıştı. Soruşturmayı yürüten savcının elinden dosya alındı. Savcı, 'Bu tamamen siyasi bir
operasyondur" diye açıklama yaptı. Meslekten ihraç edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 'Bu
ifade özgürlüğü kapsamındadır" kararı verdi. Akkaş da "Yürüttüğüm soruşturma elimden alındı,
yargı engellendi' diyor. Bu da bizim ifade özgürlüğümüz. Ben de Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'ne gideceğim. Çünkü Türkiye'deki hukuktan, Anayasa Mahkemesinden zerrece umudum
yok.
Anayasayı ihlal suçu işlendi sizin için tutuklama kararını verenler de bir gün yargılanacak mı
sizce?
2802 Sayılı Kanun'un 88. maddesi açık:
"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halleri dışında, suç işlediği öne sürülen hâkim ve
savcılar yakalanamaz, üstleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez. Buna aykırı hareket eden
kolluk kuvvetleri hakkında doğrudan soruşturma açılır."
Yani, 'Sen yargıca, hâkime dokunamazsın. Dokunan olursa ona soruşturma açarım' diyor yasa...
Yani yarın tutuklanırsanız, tutuklayanlar suç mu işlemiş olacak?
Kesinlikle... Ayrıca dosyada delil yok, neye göre karar veriyorsun? Hukuk yoluyla darbe suçunu
nereden çıkardın?
Beni 'cebir ve şiddet kullanarak düzeni ortadan kaldırmakla suçluyorsun? Nerede burada cebir ve
şiddet? Hangi silahlı eyleme kalkışmışım? Nerede örgüt? Yolsuzluk soruşturması yürütmek cebir
midir?
Yargı lağv edildi
Siz yargılayan pozisyonda olsanız, bu yapılanı nasıl değerlendirirdiniz? 'Anayasayı ilga' suçu,
bilfiil gerçekleşmiş durumda...
Yargı lağv edilmiştir. Anayasanın İlgası, yargının bu şekilde tehditlerle ve baskılarla ağır baskı
altına alınması nedeniyle anayasayı İhlal suçu İşlendi. Hukukun bittiğini milletvekilleri de anayasa
hukukçuları da söylüyor. TCK'nin 309. maddesinde 'Anayasanın ihlali' suçu var. Cezası
ağırlaştırılmış müebbettir.
Cumhurbaşkanı için mi bu?
Somut kişi ve konum belirtmeyeyim. Bu, yapılacak hukuksal soruşturmalarla belirlenir. Ama siyasi
iktidar, resmen 309. maddedeki suçu işlemiş durumdadır. Ve iktidarın talimatlarıyla hareket ederek
karar alan savcılar, hâkimler, mahkemeler de aynı suçu işlemiştir.
Bakın, "Cumhurbaşbakanı yargıda başka tutuklamalar da olabilir" diyor. Nereden biliyorsun bunu?
Senin emrinle mi hareket ediyorlar?
Cevabınız 'evet' mi?
Öyle olduğu belli. Tarafsızlık yeminini çiğneyip meydanlarda partin lehine açıkça miting
yapıyorsun. Bu da anayasa ihlali...
Ama bir cesur savcı çıkıp dava açamıyor.
Cesur olanların başına gelenleri gördükten sonra kimse buna cesaret edemez. Bir de kim
134
vasıtasıyla, nasıl müdahale edeceksiniz? Delilleri nereden toplayacaksınız?
Delil ortada değil mi? Kürsüde konuşuyor her gün...
Öyle bir soruşturma başlattığınız anda sizi pasifize ederler. Hemen açığa alma kararı gelir
peşinden... Hemen.
Ümitsiz misiniz?
Değilim. Bunların cezasız kalacağına kesinlikle inanmıyorum. Uzun vadede endişem yok. Seçim
öncesi sindirme amaçlı bir hukuksuzluk uyguluyorlar. Göreceksiniz; anayasayı ihlalden
yargılanacaklar. Bunu mahkemede de söyleyeceğim.
Menderes gibi...
"Bakın, (tasvip ettiğim için söylemiyorum) Adnan Menderes'in idamına gerekçe olan kararın
dayanağı neydi, biliyor musunuz:
Meclis'te Tahkikat Komisyonu kurmak suretiyle yargı yetkisinin gaspı... Bunu anayasanın ilgası
saydılar. O, çok basit bir olaydı. Bugün yapılanlar onun fersah fersah ötesinde...
İçişleri Bakanı Meclis kürsüsünden, 'Ben bu anayasayı tanımıyorum' dedi. 'Biz bu anayasayı
parçalayacağız' diyorlar. Fiilen de bu anayasayı tanımadıklarını ortaya koyuyorlar.
Anayasayı tanımadığını itiraf eden, zorbalığı metot haline getiren, örgütlü ve hukuksuz bir yapı,
anayasayı ilga etmiştir.
Anayasal meşruiyetini uzun süredir yitirmiş, ülkeyi baskıyla yöneten, yargıyı tehditle yönlendirerek
hukuksuz kararlar aldıran bir suç örgütü söz konusudur. Bu örgüt, ülkede uzun süre önce bir darbe
gerçekleştirmiştir. Bu darbe düzeninde eksik olan tek unsur asker postalıdır. Bunu da muhaberat
devleti kurmak suretiyle tamamlamaya çalışıyorlar.
Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in dediği gibi kurdukları dar oligarşik dikta düzenini daha da
pekiştirmek için anayasal demokratik laik düzeni ve kurumları lağv eden uygulamalar içindeler.
Laik demokratik cumhuriyeti, onun devlet düzenini ve teamüllerini yerle bir ediyorlar. Yürütme
gücünü kullanarak yargı yetkisini işlemez hale getiriyorlar.
Yargı yetkisinin gaspı, anayasayı ilgadır. Cezası ağırlaştırılmış müebbet hapistir. Açıkça
söylüyorum kl; suça iştirak edenler ve altına imza atanlar 309'dan yargılanacaktır. Buna ihtimal
vermeyenlere, yakın tarihimizin, kendilerini muktedir görerek aynı hukuksuzlukları yapanların kötü
akıbetleri ile dolu olduğunu hatırlatırım.
Meslektaşlara çağrı: Dik durun
Sizin tutuklanmanız gündemdeyken Sarrafın bunun dışında olması ne hissettiriyor?
Edebiyatta bu nasıl ifade edilir bilmiyorum. Ama benim bildiğim, en ağır suçları kapatmadığım için
bir intikam operasyonu yapıldığı ve bunun başka kılıflara sokulduğudur...
Ne yaptıklarını da biliyorlar. "Bir kaybedersek yandık, hepimiz Silivri'deyiz" diyorlar. Başlarına
geleceği biliyorlar. O günleri göreceğimizden hiç şüphem yok.
Meslektaşlarınıza bir çağrınız var mı?
Hukukçu olduklarını unutmasınlar. Dik dursunlar.
Tarihe nasıl geçeceklerine karar versinler. Bu tarihi bir süreçtir. Hukuk fakültelerinde okutulacak
bir süreçtir. Yarın başları yerde gezmek istemiyorlarsa bugün dik dursunlar.
Adnan Menderes'e idam kararını verenler, hayatları boyunca yalnız yaşadılar, yalnız öldüler. Hatta
Salim Başol için anlatırlar: Pazara gittiğinde pazarcı, "Sana satacak mandalinam yok" demiş.
Ben, yarın başım dik gezebileceğim; bu hukuksuzlukları yapanlar yarın bu cinnet furyası bittiğinde,
meslektaşlarının çocuklarına, torunlarına nasıl hesap verecekler? "Yolsuzluk soruşturması yaptı
135
diye meslektaşımı tutuklattım" diye anlatabilecekler
En iyisi, hukuka aykırı kararları baskı altında aldıklarını mertçe ifade etmeleridir. Yoksa
unutmasınlar:
Onlara bu talimatı verenlerle birlikte anayasayı ilga suçundan yargılanacaklar.” şeklinde yazı
kaleme aldığı,
Yapılan tesbitlerden de anlaşılacağı üzere;
Şüpheli Can Dündar, 17 Aralık girişiminden 2 (iki) hafta kadar önce ve 25 Aralık girişiminden 1
(bir) gün önce Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetine yönelik gerçekleştirilecek eylem ve
girişimlerden haberdardır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Bakanları,
Milletvekilleri, bürokratları, öğretim üyeleri ve iş adamlarının telefonlarının dinlendiği, bu kişilerin
aile fertleriyle birlikte takip edildiği sözde soruşturmalarla ilgili olarak kendisine FETÖ/PDY Terör
Örgütü'nün verdiği görevi yerine getirmektedir. 17 Aralık girişiminden 2 (iki) hafta önce yazdığı 3
Aralık tarihli “Siyasette Nasıl Geldiysen Öyle Gidersin” başlıklı, 25 Aralık girişiminden 1(bir)
gün önce yazdığı 24 Aralık 2013 tarihli "Piyonlar Devrildi Sıra Şahlarda" başlıklı yazıları ile
kamuoyunu FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün amaçları doğrultusunda ve örgütle işbirliği içerisinde
yönlendirmeye, 17 ve 25 Aralık girişimlerini meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu süreçte çektiği ve
galası Brüksel'de yapılan ''17 Aralık Belgeseli'' ile ilgili finansmanın nereden sağlandığı
konusundaki MASAK incelemesi ayrıca devam etmektedir.
B) MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATINA AİT YARDIM TIRLARININ DURDURULMASI
VE ŞÜPHELİLER CAN DÜNDAR VE ERDEM GÜL'E FETÖ/PDY TERÖR ÖRGÜTÜ
TARAFINDAN BU SÜREÇTE VERİLEN GÖREV,
Sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturmasını yürüten şüphelilerin, soruşturma kılıfı altında
uydurma gerekçe, sahte delil ve ihbarlarla kurum olarak "Milli İstihbarat Teşkilatı" yönetici ve
mensupları ile sivil toplum kuruluşu mahiyetindeki "İHH İnsani Yardım Vakfı" yönetici ve
çalışanlarının telefonlarını dinlemek suretiyle terörle irtibatlandırmaya çalıştıkları tespit edilmiştir.
Sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturması olarak isimlendirilen soruşturmanın başlatılma
sebebi, iddianamenin ilgili bölümlerinde ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, İnsan Hak ve Hürriyetleri
İnsani Yardım Vakfı'nın (İHH), İsrail tarafından uygulanan abluka nedeniyle Gazze'ye "Mavi
Marmara" adında yardım gemisi gönderme kararı alması, aynı tarihlerde Emre Taner'den sonra
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı'na, uluslararası odakların tepki göstermesine rağmen Hakan
Fidan'ın atanması ve siyasi irade tarafından "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" adı altında barış
sürecini yürütmekle görevlendirilmesidir.
Soruşturmayı yürüttükleri 3 yıl 7 aylık süre boyunca terör örgütü yöneticiliği ve üyeliği ile ilgili
hiçbir delil bulunmadığının farkına varan şüpheliler sahte gizli tanık, sahte ihbar ve istihbari
yazışmalar yoluyla delil üretmişler, bu kapsamda dosyaya bilinçli olarak PKK/KCK, EL-KAİDE,
DHKP/C, MKP Terör Örgütleri ve uyuşturucu ticareti soruşturmalarıyla ilgili soruşturma evraklarını
koyarak mağdur ve müştekileri bu örgütlerle irtibatlandırma yoluna gitmişlerdir. Amaçları,
planladıkları gözaltı işlemlerinden sonra irtibat bulunduğu gerekçesiyle belirtilen terör örgütü ve
uyuşturucu madde ticaretine ilişkin soruşturma dosyalarını sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü"
136
soruşturma dosyasıyla birleştirmektir.
Bu kapsamda;
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın, İnsani Yardım Vakfı (İHH) üzerinden El-Kaide ve El-Nusra Terör
Örgütlerinin desteklediği, bu örgütlere silah yardımında bulunduğu kurgusu üzerinden Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin terör örgütlerine yardım ettiği algısı oluşturmak maksadıyla 01.01.2014
tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, 19.01.2014 tarihinde Adahan İli Ceyhan İlçesi'nde
durdurulan Milli İstihbarat Teşikilatı'na ait yardım tırlarının aranması eylemlerinin, sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü soruşturmasını kurgulayan şüpheliler veya bağlı oldukları örgütle irtibatının
bulunup bulunmadığının tesbiti için Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan eylemlere ilişkin
soruşturma evrakının bir örneği incelenmek üzere talep edilmiştir.
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 27.01.2015 tarihli cevabi yazısı ekindeki soruşturma dosyası,
iddianame, bilgi ve belgeler incelenmesi için TEM Şube Müdürlüğü'ne gönderilmiş, "Adana ve
Hatay İlleri'nde gerçekleşen MİT Tırları'nın durdurulması eylemleri ile, sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü soruşturmasının birbiriyle irtibatlı olup/olmadığının" tesbit edilerek düzenlenecek raporun
Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi istenilmiştir.
TEM Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 28.03.2015 tarihli rapor içeriğinden de anlaşılacağı
üzere, şüphelilerin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) içerisinde yer
alarak, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni
ortadan kaldırmaya veya görevini yapamaz hale getirmeye çalıştıkları anlaşılmıştır.
Bu bağlamda, 2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması üzerinden,
soruşturma bahanesiyle başta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Cumhurbaşkanı) ve Dışişleri Bakanı
(Başbakanı) başdanışmanları olmak üzere, üst düzey devlet yetkililerinin resmi ve özel telefon
larının dinlendiği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından gizli kalması gereken nitelikteki görüşmelerin kayıt altına alındığı, bu görüşmelerin bir
kısmının hiçbir suç unsuru içermemesine rağmen iletişim tespit tutanağı haline getirilerek devlet
yetkililerinin sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı anlaşılmıştır.
Yapılan teknik takipler (dinleme) neticesinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan başta olmak üzere MİT
Müsteşarı Özel Kalem Müdürü Edip Ali Yavuz, MİT Müsteşarı Basın Danışmanı Nuh Yılmaz ve
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 13.07.2015 (tutanak tarihi) tarihli cevabi yazısıyla MİT mensubu
olduğu bildirilen kişilerin telefon görüşmeleri şüpheliler tarafından kayıt altına alınarak iletişim
tespit tutanağı haline getirildiği tespit edilmiştir.
İletişim tespit tutanağı haline getirilen, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer MİT görevlilerine ait
görüşmelerin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Makamı'nın 06/02/2015 tarihli cevabi yazısına
göre, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgiler kapsamında olduğu" bildirilmiştir.
Bu şekilde şüpheliler tarafından, başta MİT Müsteşarı olmak üzere birçok MİT mensubu sözde
Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması üzerinden uydurma gerekçe ve sahte delillerle terörle
irtibatlandırılmaya çalışılmıştır.
Bununla birlikte, İnsani Yardım Vakfı (İHH) Başkanı ve yöneticilerinin görüşmelerinin herhangi
137
bir suç unsuru içermemesine rağmen delil olarak iletişim tespit tutanağı haline getirildiği, 2011/762
sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması üzerinden başta İHH Başkanı Fehmi Bülent
Yıldırım olmak üzere çok sayıda İHH yönetici ve yetkilisinin terörle irtibatlandırılmaya çalışıldığı
tesbit edilmiştir.
Soruşturma işlemleri sonucunda;
Şüpheli Fetullah Gülen liderliğindeki FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yöneticisi ve üyesi
konumundaki şüphelilerin, uydurma bir soruşturma ile devlet kurumlarını ve üst düzey devlet
yetkililerini sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü üzerinden terörle irtibatlandırmaya çalıştığı, 17
Aralık 2013 tarihi öncesinde soruşturmayı operasyonel sürece hazırlamak için gazete haberleri, köşe
yazıları ve dizi senaryoları ile kamuoyunu örgütün amaçları doğrultusunda yönlendirmeye
çalıştıkları tespit edilmiştir.
Bu kapsamda;
FETÖ/PDY Yöneticisi Şüpheli Emre (Emrullah) Uslu'nun 19/09/2013 tarihinde Taraf gazetesinde
yayımlanan "El Nusra'yı Kim Destekliyor" başlıklı köşe yazısında;
"El Nusra'yı MİT'in desteklediğini, bu desteğin Mavi Marmara'yı organize eden örgüt (İHH)
üzerinden verildiğinin de iddia edildiğini, MİT'in ne kadar yalanlasa da uzun bir müddet İHH
üzerinden personel, silah ve büyük miktarda para yardımı yaptığını, Mavi Marmara olayının MİT
tarafından durdurulabilecek olmasına rağmen kasıtlı olarak durdurulmadığını ve tüm gelişmelerden
İran'ın ve destekçilerinin kazançlı olarak çıktığını" iddia ettiği anlaşılmıştır.
FETÖ/PDY lideri Şüpheli Fetullah Gülen'in 25/09/2013 tarihinde "din adına işlenen cinayetler"
konulu konuşmasından iki gün sonra Zaman Gazetesi'nde bu konuşmanın İslamafobia'ya vurgu
yapılarak haberleştirildiği, bir gün sonra Samanyolu Televizyonu'nda yayınlanan "Şefkat Tepe" adlı
dizideki "Karar Kurulu" sahnesinde "İslamafobia" konusunun işlendiği, oyuncular arasında
"Türkiye'nin teröre destek veren ülkeler arasına sokulacağı, dünya çapında terör örgütü kabul
edilmiş illegal yapılara yardım ettiğininin raporlanıp, uluslararası arenada ciddi bir yalnızlığa
itileceği, El Kaide'ye ve illegal İslami radikal terör örgütlerine yardım ediyor algısı oluşturularak
yalnızlaştırılacağı" şeklinde diyalogların geçtiği,
Şüpheli Emre (Emrullah) Uslu'nun, Türkiye'yi şikayet etmek ve Türkiye aleyhinde uluslararası
kamuoyu oluşturmak amacıyla İngilizce olarak yayımlanan "Today's Zaman" isimli gazetede
yazdığı "Disengaging From Al-Qaeda" başlıklı 06/10/2013 tarihli köşe yazısında;
"Türkiye'nin, El Kaide militanlarının Türkiye sınırından Suriye'ye geçmesine göz
yumduğunu, hatta bu gruplara MİT'in yardım ettiğini, bazı sivil toplum kuruluşlarının
MİT'in El Kaide'ye yaptığı yardımlarda aracı olduğunu" iddia ettiği,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün amaçları doğrultusunda propaganda görevi yürüten STV isimli
televizyon kanalında yayınlanan "Şefkat Tepe" isimli dizinin 12/10/2013 tarihli 21. bölümündeki
"Karanlık Kurul" sahnesinde "Batı düşmanlığı ve radikal dini gruplarla işbirliği yapıyor
imajı tuttu, devam etmeliyiz" şeklinde diyalogların bulunduğu,
Şüpheli Emre (Emrullah) Uslu'nun Taraf Gazetesi'nde yayımlanan "MİT Haberleri Neden Sızdı, Ne
138
Olur" başlıklı ve 24/10/2013 tarihli köşe yazısında "El Kaide'nin faaliyetlerinin Türkiye üzerinden
koordine edildiği konusunda batılılarda ciddi kuşkuların olduğu, MİT'in sistem dışı faaliyetlerinin
Türkiye'nin izole olmasına neden olacağı, hatta Türkiye'nin terörü destekleyen devletler arasına
sokulabileceği" şeklinde iddialarda bulunarak , FETÖ/PDY Örgütü'nün amaçları doğrultusunda
kamuoyunu Milli İstihbarat Teşkilatı aleyhinde yönlendirmeye çalıştığı anlaşılmıştır.
17-25 Aralık girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü'nün kendine yakın basın-yayın kuruluşları aracılığıyla kamuoyu oluşturma çabasına devam
ettiği, bu kapsamda STV'de yayınlanan 11/01/2014 tarihli "Şefkat Tepe" dizisinin 21. bölümündeki
"Karanlık Kurul" sahnesinde; "Bir taraftan ülkenin kılcallarına kadar sızarak genleriyle
oynuyoruz diğer taraftan aldığımız paralarla Suriye'deki katliamı arttırıyoruz. Stratejimiz
herşeye rağmen korku, panik, kaçırma, TIR-latma olacak. Herşey MİT haline sokulursa
olaylar da bitleşecek" şeklindeki örgütsel senaryo ile örgüt tabanı ve kamuoyu üzerinde algı
çalışması yapıldığı,
Şüpheli Emre (Emrullah) USLU'nun Twitter isimli sosyal paylaşım sitesindeki @EmreUslu uzantılı
hesabından 13/01/2014 tarihinde saat 10:50'de "Çok yakında çok güzel şeyler olacak. Benden
söylemesi…", saat 10:53'te "çok yoğun bir fırtınanın arkasından güneş açar ortalık muhteşem bir
duruluk ve sessizlik ve güzelliğe bürünür ya. Öyle güzel şey…", 14/01/2014 tarihinde şüpheli
Serdar Bayraktutan'ın şube müdürü olarak görev yaptığı Van Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından yürütülen El-Kaide soruşturması kapsamında Kilis İli'nde
bulunan İHH Vakfı bürosunda arama yapılarak bürodaki bilgisayarlara el konulduğu ve operasyon
sonrası örgüte yakın basın yayın kuruluşlarında sürekli olarak "MİT'in İHH üzerinden El
Kaide'ye yardım ettiği" iddiasının dile getirildiği,
Şüpheli Emre (Emrullah) Uslu'nun Twitter isimli sosyal paylaşım sitesindeki @EmreUslu uzantılı
hesabından 16/01/2014 tarihinde saat 07:39'da "Çok yakında çok güzel şeyler olacak…" şeklinde
paylaşımda bulunduğu, 15/01/2014 tarihinde Taraf Gazetesi'nde yayımlanan "El Kaide, İHH, TIR
vs.." başlıklı köşe yazısında "El Kaide'ye yönelik başlatılan operasyonda bazı İHH bürolarının
basılmasının, Türkiye El Kaide'ye yardım mı ediyor sorusunu yeniden gündeme getirdiğini,
Türkiye'nin El Kaide'ye yardım ettiğini, bu yardımı istihbarat teşkilatları üzerinden yaptığını,
Adana'da yakalanan havan başlıklarının sahibi olan Heysem Topalca'nın istihbarat elemanı
olduğunu, gözaltına alındığını ama tutuklanmadığını, muhtemelen MİT tarafından kurtarıldığını,
önceki haftalarda Ankara'dan beş tır insani yardım malzemesinin Suriye'ye gönderilmesi için İHH
tarafından tören düzenlendiğini ancak tören alanında üç tırın bulunduğunu, aynı gün Jandarma'nın
Hatay'da bir tırı durdurduğunu ancak MİT'in o tırı aratmadığını, o tırın İHH ile irtibatlı
olduğunu" iddia ettiği,
22/01/2014 tarihinde Taraf Gazetesi'nde yayınlanan "TIR'ları MİT'in Aydınlıkçı ekibi mi
yakalatıyor" başlıklı köşe yazısında "Silahların El Kaide'ye gittiğini, MİT'in tırların
durdurulmasını engellemek için birçok önlem alabileceğini ancak bunun kasıtlı olarak alınmadığını
ve böylelikle tırların yakalatılmak istendiğini, önce silahları yüklediklerini sonra da ihbar yaparak
paralel savcılar bizi yakalıyor diyerek cemaat ile Erdoğan'ın karşı karşıya getirildiğini, MİT'in içine
sızmış bir Aydınlıkçı ekibin olduğunu, bu ekibin silahları yakalatarak Esad'a karşı silah
gönderilmesini engellediğini" iddia ederek dikkatleri eylemi gerçekleştiren FETÖ/PDY Silahlı
139
Terör Örgütü'den uzaklaştırmayı amaçladığı tespit edilmiştir.
2011/762 soruşturma numaralı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasında şüphelilerin,
uydurma gerekçelerle Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nı, İHH
Başkanı Fehmi Bülent Yıldırm ve İHH'yı sözde terör örgütü ile irtibatlı göstermeye çalıştıkları,
soruşturma süresince sözde örgütün herhangi bir eylemini tespit edemedikleri, bu sebeple uydurma
gizli tanık ifadeleri, sahte ihbar ve istihbari yazışmaları delil olarak göstermeye çalıştıkları,
Mağdur ve müştekilerin sözde örgütle hiçbir bağını ortaya koyamamış olmalarına rağmen ilerleyen
süreçte sözde örgütle irtibatlandırmak/örgütün şiddet eylemi olarak sunmak maksadıyla 2011/762
sayılı soruşturma ile ilgisi olmayan, 2011/762 sayılı soruşturmanın yürütüldüğü "Terörle Mücadele
Şube Müdürlüğü D Büro Amirliği" uhdesinde hatta Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü uhdesinde
dahi olmayan çok sayıda soruşturma evrakını da bilinçli olarak soruşturma dosyalarının arasına
(ilerleyen süreçte ana dosya ile birleştirilmek üzere) koydukları tespit edilmiştir.
Şüphelilerce yapılan hukuka aykırı dinlemeler sonucu elde edilen ses ve görüntü kayıtlarının
yüklendiği hard disklerde yapılan incelemelerde;
SEAGATE marka 6VPHLTH seri numaralı, ST31000524AS nolu, üzerinde "Kamera Kayıtları"
yazan 1 TB kapasiteli harddiskin içerisinde "6" ile numaralandırılan ve "24.11.2012_Hakkı Selçuk
Şanlı-Mir Vakili_Beşiktaş" olarak isimlendirilen klasör ve alt klasörlerinde; Beşiktaş İlçesi'nde
bulunan Başbakanlık Çalışma Ofisi'nin ön ve arka girişlerini gören 87- 05 ve 87- 09 mobese kamera
kayıtları ile Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne ait 24.11.2012–28.11.2012 ve 29.11.2012 tarihli 3 (üç)
adet güvenlik kamera kaydının yer aldığı tespit edilmiş,
24.11.2012 tarihli güvenlik kamera kayıtlarından;
7 no'lu kanalda bulunan kaydın incelemesinde; Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne giriş yapan koruma
araçları ile birlikle misafir araçlarının giriş-çıkış görüntülerinin,
87- 05 nolu mobese kamerası ile güvenlik kameralarından 11 no'lu kanalda bulunan kaydın
incelemesinde; Kamera saatine göre saat 13:41:00 sıralarında Başbakan (Cumhurbaşkanı) Sayın
Recep Tayyip ERDOĞAN'ın konvoyunun Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne gelerek Beşiktaş-Kadıköy
feribot iskele kısmında bulunan protokol giriş kapısından giriş yaptığı görüntünün,
7 nolu kanalda bulunan kamera kaydının incelemesinde; Kamera saatine göre saat 14:26:00
sıralarında MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın Başbakanlık Çalışma Ofisi misafir kısmından giriş
görüntülerinin yer aldığı tespit edilmiştir.
Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne gelen İran Meclis Başkanı'nın söz konusu görüşmeden önce Suriye
Devlet Başkanı Beşar Esed ile görüşmesi, ardından Türkiye tarafından Suriye sınırına patriot
füzeleri yerleştirilmesini eleştiren açıklamalarda bulunması, devamında ülkesine geçmeden
Türkiye'ye gelerek Sayın Başbakan (Cumhurbaşkanı) ile görüşmesi, görüşmede MİT Müsteşarı
Hakan Fidan'ın da bulunması, bu görüşmenin ardından Sayın Başbakan'ın (Cumhurbaşkanı) Suriye
Ulusal Konseyi Lideri Muaz El Hatip ile görüşmesi gözönünde bulundurulduğunda, söz konusu
görüşmenin Suriye politikası ile ilgili önemli bir görüşme olduğu anlaşılmıştır.
Yapılan tespitler doğrultusunda;
140
Şüpheli Fetullah Gülen liderliğindeki FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün; Anayasal devlet
kurumlarının yasalarla belirlenen resmi hiyerarşisi dışında paralel bir yapılanma oluşturarak,
hazırladıkları uydurma soruşturmalarla devlet yöneticilerini sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile
irtibatlı gösterermeye çalıştıkları, yapacakları operasyonel çalışmalarla Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti'nin görevini yapamaz hale getirmeyi planladıkları, bu kapsamda çeşitli basın kuruluşları,
dizi senaryoları ve köşe yazarları ile amaçları doğrultusunda kamuoyu oluşturmaya çalıştıkları, 1725 Aralık girişimiyle bu amaçlarını eyleme dönüştürmeyi planladıkları, amaçlarına ulaşamadan
deşifre oldukları tespit edilmiştir.
Hatta örgütün yöneticiliğini yapan ve soruşturma kapsamında hakkında yakalama kararı bulunan
firari şüpheli Emre (Emrullah) Uslu'nun 19 Ocak 2014 tarihindeki MİT tırlarının durdurulmasının
ardından, 22 Ocak 2014 tarihinde yazdığı "Tır'ları MİT'in Aydınlıkçı Ekibi mi yakalatıyor" başlıklı
yazısının son bölümünde "Tırları yakalatarak Erdoğan aleyhinde de uluslararası
mahkemelerde kullanılacak delil üretiyorlar" şeklindeki iddiasıyla kendi amacını ifşa ettiği
tespit edilmiş, yapılan tüm tespitler neticesinde, bunun FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün
nihai amacı olduğu anlaşılmıştır.
Bununla beraber,
Soruşturma kapsamında halen tutuklu bulunan şüpheli Serdar Bayraktutan'ın şube müdürlüğü
görevini yürüttüğü, Van Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nün 14/01/2014
tarihinde düzenlediği operasyonla, Kilis İli'ndeki İHH bürosunda arama yapılması ve devamında
örgütün kurgusu yönünde MİT'in İHH aracılığıyla El Kaide'ye yardım ettiği haberleri ile kamuoyu
oluşturma çabasının devam etmesi,
Adana C. Başsavcılığı'nın 2014/19640 soruşturma, 2014/11969 Esas ve 2014/772 iddianame sayılı
iddianamesinin 43. sayfasında;
"Adana İl Jandarma Komutanlığı tablosuna göre 11.05.2013-22.01.2014 tarihleri arasında özellikle
El Kaide ve IŞİD Terör Örgütleri'nin bombalı eylem yapacaklarına ilişkin 81 adet duyum ve ihbar
geldiğinin, bu ihbar ve duyumlarının hiçbirinin diğer devlet kurumlarından gizlenmediğinin ancak
MİT Tırları ile ilgili ihbarın tüm devlet kurumlarından gizlendiği",
Aynı iddianamenin 45. sayfasında "şüphelilerin MİT'e ait tırları bu şekilde durdurarak Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Devleti'ni uluslararası toplumda zor duruma düşürmeyi amaçladıkları,
Türkiye'nin EL KAİDE ve IŞİD'e yardım yaptığı şeklinde görüntü oluşturmaya çalıştıkları, ihbarın
yapılış şekli ve ihbarda bulunmamasına rağmen arama kararına El Kaide ibaresinin eklenmesi
sonrasında iç ve dış kamuoyunda bu tür haberlerin sıklıkla yer almasının, söz konusu mizansen
doğrultusundaki operasyonun amacının Türkiye Cumhuriyeti aleyhine casusluk faaliyeti olduğunu
gösterdiği",
İddianamenin 45 ve 46. sayfalarında "MİT tırlarının durdurulması olayının 19 Ocak 2014 tarihinde
Adana'da gerçekleştiği, belirtilen tarihlerde Adana İli'nde Dışişleri Bakanlığı'nın 6. Büyükelçiler
Konferansı'nın devam ettiği ve operasyon tarihinde Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Sayın Ahmet
Davutoğlu'nun kapanış konuşması için toplantıya katıldığı, toplantıda 142 büyükelçinin bulunduğu,
böyle tarihi bir günde bu operasyonun yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni zor durumda
141
bırakmaya yönelik yapıldığı ve planlı bir eylem olduğu" tesbitlerinde bulunulduğu,
İddianamenin 45. sayfasında "eylemin, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Devleti'ni El Kaide'ye
yardım ediyor görüntüsü ile Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşımayı amaçlayan bir eylem olduğu"
tesbitinin yapıldığı,
Yine iddianamenin 47. sayfasında ifade edilen "eylemin bir amacının da Milli İstihbarat Teşkilatı'nı
dış ülkeler ve dış istihbarat örgütleri karşısında zayıf göstermek olduğu, MİT'i ülkemizde dahi
faaliyet yürütemez hale getirmeyi amaçladığı, MİT'in faaliyetlerinin belirli aralıklarla deşifre
edilmeye çalışılmasının ve ihbarlarla engellenmesinin sistemli ve organize bir çalışmanın sonucu
olduğu, söz konusu ihbarların ülkemizde faaliyet gösteren hiçbir yabancı ülke istihbarat örgütlerini
veya ajanlarını hedef almayıp doğrudan MİT'i hedef aldığı, böylelikle şüphelilerin yabancı ülke
istihbarat örgütlerine ülkemizde rahat çalışma sahası açmak amacında oldukları" tesbitleri ile,
2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması ile hiçbir bağlantısı bulunmamasına
rağmen, 2011/2221 ve 2011/1070 soruşturma sayılı El Kaide Terör Örgütü soruşturmalarına ait
evrakların dosyaya eklenmesi,
19 Ocak 2014 tarihinde durdurulan MİT tırları ile ilgili yapılan sahte ihbar içeriğinde "El Kaide"
ibaresinin bulunmamasına rağmen arama talebine "El Kaide'ye götürülen" ibaresinin eklenmesi
birlikte değerlendirildiğinde;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün yönetici ve üyelerince gerçekleştirilen MİT Tırları'nın
durdurulması eylemlerinin de sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin MİT ve İHH üzerinden terör örgütlerine yardım ettiği"
algısını oluşturmaya yönelik, ortak eylem/amaç iradesi içerisinde yürütülen ve örgütün üst
yöneticileri tarafından planlanan mizansenin birer parçaları olduğu anlaşılmıştır.
Ayrıca FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün yürüttüğü "Tahşiye" ve benzer mahiyetteki diğer sözde
soruşturmalara bakıldığında; Örgüt lideri Fetullah Gülen'den gelen talimatlar doğrultusunda örgüt
güdümündeki yazar ve basın yayın kuruluşları ile kamuoyu oluşturulmaya çalışıldığı, istihbarat
birimlerinde görevli kişilerin isimsiz ihbarlarıyla soruşturma numarasının alındığı, soruşturmalarda
sahte gizli tanık ve haber elemanlarının kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu kapsamda MİT Tırları'nın
durdurulması eylemlerinde de aynı şekilde, örgüt güdümündeki yazar ve basın yayın kuruluşları
aracılığıyla kamuoyu oluşturma girişiminde bulunulduğu, eylemlerle ilgili her iki ihbarın da
isimsiz/sahte isimle yapıldığı, her iki ihbarı yapan kişinin de jandarma istihbarat görevlisi
olduklarının anlaşıldığı (Halil Alp-Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube
Müdürlüğü/Gültekin Menge-Ankara İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü), her iki
şüphelinin de jandarma görevlisi olmalarına rağmen konuyu ilgili makamlara resmi kanallardan
intikal ettirmek yerine isimsiz/sahte isimle ihbar yaptıkları, 19 Ocak 2014 tarihindeki eylemde
şüphelilerin MİT personelinin telefon numaralarını bir "haber elemanı"ndan aldıklarını
söylemelerine rağmen resmi makamlara (ifadeleri esnasında sorulmasına rağmen C.
Başsavcılığımıza haber elemanının ismini vermedikleri tespit edilmiştir.
Bununla beraber 17-25 Aralık süreci olarak bilinen girişimin ardından devlet kurumları içerisinde
yapılanan örgüt elemanlarının tasfiye edilmesi amacıyla özellikle emniyet teşkilatında birçok
142
atamanın yapılması gözönünde bulundurulduğunda, 01/01/2014 ve 19/01/2014 tarihlerinde ihbara
konu tırların polis bölgelerinden geçmelerine rağmen ihbarın özellikle jandarma ihbar hattına
yapılması, tırların durdurulması eylemlerinden il emniyet müdürlüklerinin bilgisinin olmaması,
jandarma birimlerinin ihbarla ilgili diğer birimlere paylaşımda bulunmaması, 19/01/2014
tarihindeki eylemde Ankara'dan Ceyhan'a kadar tırlara müdahale edilmemesi gibi uygulamaların
örgütsel amaca yönelik olduğu, belirli bir plan dahilinde sürecin yürütüldüğü anlaşılmıştır.
Özetle;
Adana, Hatay ve Ankara İl Jandarma Komutanlıkları'na bağlı olarak görev yapan şüpheliler
tarafından gerçekleştirilen eylemler, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması
kapsamındadır ve şüpheliler tarafından bu dosyayla birleştirilmek üzere gerçekleştirilmiştir.
Zira her iki olayda da Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları ve İHH yetkililerinin telefonları
dinlenilmekte, bu şekilde yardım faaliyetinden haberdar olunmaktadır. Şüphelilerin amacı
sahte delil ve ihbarlarla Milli İstihbarat Teşkilatı ve İHH üzerinden Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'ni teröre yardım eden ülke konumuna sokmaktır.
C.Başsavcılığımızın 23.02.2015 tarihli yakalama emri düzenlenmesi içerikli talep yazısında,
kendini "Hizmet Hareketi" olarak adlandıran ve medya, ekonomi, bürokrasi alanlarında kanun ve
nizamlara aykırı biçimde yapılanan suç örgütünün lideri ve yöneticisi konumundaki şüpheliler
Fetullah Gülen ve Emre Uslu hakkında;
CMK'nın 100. maddesi uyarınca "Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini Ortadan Kaldırmaya Veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme, Devletin
Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal veya Askeri Casusluk Amacıyla Temin Etme" suçlarından
C.Başsavcılığımızca yakalama emri talep edilmiş,
İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 24.02.2015 tarih ve 2015.1144 Değişik iş sayılı kararı ile
talebin kabul edilerek talep edilen suçlardan şüpheliler hakkında yakalama kararı düzenlenmiştir.
Soruşturma dosyasının devam eden incelemelerinde;
Sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturmasını yürüten şüphelilerin, soruşturma kılıfı altında
uydurma gerekçe, sahte delil ve ihbarlarla kurum olarak "Milli İstihbarat Teşkilatı" yönetici ve
mensupları ile sivil toplum kuruluşu mahiyetindeki "İHH İnsani Yardım Vakfı" yönetici ve
çalışanlarının telefonlarını dinlemek suretiyle terörle irtibatlandırmaya çalıştıkları tespit edilmiştir.
12.05.2010 tarihinde başlatılan ve sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturması, İnsan Hak ve
Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı'nın (İHH), soruşturmanın başlatılmasından 1 ay kadar önce Nisan
2010 yılında İsrail tarafından uygulanan abluka nedeniyle Gazze'ye "Mavi Marmara" adında yardım
gemisi gönderme kararı alması, 25.05.2010 tarihinde de Emre Taner'den boşalan Milli İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarlığı'na uluslararası odakların tepki göstermesine rağmen Hakan Fidan'ın atanması
ve siyasi irade tarafından Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı olarak "Milli Birlik ve Kardeşlik
Projesi" olarak adlandırılan barış sürecininin koordinesiyle görevlendirilmesi sebebiyle
başlatılmıştır.
143
Soruşturmayı yürüttükleri ve dinlemeleri yaptıkları 3 yıl 7 aylık uzunca bir süre boyunca mağdurlar
hakkında terörle ilgili delil bulunmadığının farkına varan şüpheliler sahte gizli tanık beyanı, sahte
ihbar ve istihbari yazışmaları kullanarak delil uydurma yoluna gitmişler, dosya içerisine kasıtlı
olarak PKK/KCK, EL-KAİDE, DHKP/C, MKP Terör Örgütleri ve Uyuşturucu Madde Ticareti
soruşturmalarıyla ilgili evrakları koyarak bu örgütlerle mağdur ve müştekileri irtibatlandırma
yoluna gitmişlerdir. Bunu yapmaktaki amaçları, planladıkları gözaltı işlemlerini gerçekleştirdikten
sonra, irtibat bulunduğu gerekçesiyle belirtilen terör örgütü ve uyuşturucu madde ticareti ile ilgili
soruşturma dosyalarını sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" dosyasıyla birleştirmektir.
İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 24.02.2015 tarihli kararı uyarınca haklarında "Terör Örgütü
Kurmak ve Yönetmek, Siyasi ve Askeri Casusluk, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin Görevini
Yapmasını Engellemeye Teşebbüs" suçlarından hakkında yakalama kararı verilen şüphelilerden,
Fetullah Gülen'in;
25.09.2013 tarihinde "herkul.org" isimli sitede yaptığı "din adına işlenen cinayetler" isimli
konuşması,
Aynı suçlardan hakkında yakalama kararı bulunan Emre Uslu'nun;
Taraf Gazetesi'nde 19.09.2013 tarihinde yayınlanan "El Nusra'yı Kim Destekliyor" başlıklı,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni uluslararası kamuoyuna şikayet maksadıyla İngilizce olarak Today's
Zaman Gazetesi'nde yayınlanan 06.10.2013 tarihli "Disengaging From Al-Qaeda" başlıklı,
Taraf Gazetesi'nde 15.01.2014 tarihinde yayınlanan "El Kaide, İHH, Tır vs." başlıklı yazıları,
13.01.2014 tarihinde Twitter hesabı üzerinden paylaştığı "Çok yakında çok güzel şeyler olacak.
Benden söylemesi…", 16.01.2014 tarihinde yine "Çok yakında çok güzel şeyler olacak…"
şeklindeki,
19.01.2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde MİT'e ait yardım tırlarının
durdurulmasından birkaç gün kadar önce yazdığı mesajlar ile, Suriye Türkmenleri'ne insani
yardım malzemesi taşıyan Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarının durdurulması
talimatını vermişlerdir.
Fetullah Gülen ve Emre Uslu tarafından verilen talimat doğrultusunda;
Planlı ve sistemli bir şekilde yürütülen organizasyonun parçası olarak şüphelilerin, Milli İstihbarat
Teşkilatı tarafından 2937 Sayılı Kanun kapsamında gerçekleştirilen devlet sırrı niteliğindeki yardım
faaliyetini yapılan sahte ihbarlar öncesinde bildikleri halde, bu faaliyetlere tahsisli tırlarda usul ve
yasaya aykırı olarak arama yapmaya çalıştıkları, arama çalışmasından saatler önce çeşitli basın
yayın kuruluşlarının muhabirlerini olay yerine çağırarak devlet sırrının ifşasını Türk ve
Dünya basınına servis etmeyi planladıkları, böylelikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve
Hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmayı ve
itibarsızlaştırmayı, El Kaide gibi terör örgütlerine yardım ettiği görüntüsü vererek,
uluslararası yargı organları nezdinde hukukî ve cezaî sorumluluk altına sokmayı
amaçladıkları tespit edilmiştir.
Bu kapsamda;
144
01.01.2014 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 2937 sayılı MİT Kanunu çerçevesinde yürüttüğü
devlet sırrı kapsamındaki yasal faaliyetlerini deşifre etmek, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Türkiye
Cumhuriyeti Devleti hakkında uluslararası arenada teröre destek veren ülke algısı oluşturmak
maksadıyla hareket eden şüphelilerden Halil ALP'in, HTS kayıtlarından ihbardan bir dakika önce
saat 15:28:06'da görüştüğü tespit edilen Hatay İl Jandarma İstihbarat Müdürlüğü'nde görevli şüpheli
Gökhan Bakışkan ile irtibatlı olarak, Hatay İli Köprübaşı Semti Künefeciler Meydanı'nda, sabit
mobese kamerasının arızalı olup kayıt yapmadığı ve hareketli kameranın ise başka tarafların
görüntülerini kaydettiği esnada görüntü alma kapsamı dışında bulunan bir yerden telefon kulübesine
girerek 2155770 nolu telefondan saat 15:29:57'de Jandarma 156 çağrı hattını aradığı, kendini Tahir
Kara olarak tanıtıp sıradan bir ihbar görüntüsü vererek, Suriye Türkmenleri'ne insani yardım
malzemesi götüren Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının sevk ve idaresindeki yardım tırı
hakkında bilgi sahibi olmasına rağmen (yardım tırlarının Kilis'e gittiğini bilmektedir, sahte
isimle yaptığı sahte ihbarda tırların Kilis'e gittiğini beyan etmekte, mağdur sıfatıyla ifadeleri
alınan MİT mensupları da beyanlarında Suriye Türkmenleri'ne Kilis'teki hudut hattından
verilmek üzere insani yardım malzemesi götürme emri aldıklarını beyan etmektedir) "06 B.
8... tır, 06 D. 3... dorse, 31 . 5... plakalı linea marka otomobil ile Reyhanlı İlçesi'nden Kilis İli'ne
giden plakası belirtilen araçlar ile terör örgütüne silah götürüleceği" ihbarında bulunduğu,
İhbarı gerçekleştirdiği esnada ve ihbar öncesinde meydanda bulunan sabit mobese kamerasının
arızalı olduğu ve kayıt yapmadığı, hareketli kameraların görüntü kaydı yaptığı ancak istihbarat
şube'de çalışması nedeniyle mesleki tecrübelerinden de yararlanarak hareketli kameraların başka
tarafı görüntülediği esnada telefon kulübesine girdiği, kendini Tahir Kara ismi ile tanıtan şüpheli
Halil Alp'in ihbarı yaptığı ve aynı şekilde kamera açısını gözönünde bulundurarak görüntü
vermeden kulübeden çıktığı,
Jandarma 156 ihbar hattı kayıtlarından alınan ihbar ses kaydı ile şüphelinin ses örneğinin
karşılaştırılması sonucu Ankara Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü'nce düzenlenen ANKSGD-15-00581 numaralı uzmanlık raporu içeriğine göre;
"Tahir Kara ismiyle ihbarı yapan kişinin, suç tarihi itibariyle Hatay İl Jandarma
Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü emrinde astsubay olarak görev yapan şüpheli Halil
Alp olduğunun" tespit edildiği,
Şüpheli Halil Alp'in kullandığı 054155786.. numaralı telefonun 25.12.2013-25.01.2014 tarih
aralığındaki HTS kayıtlarının incelenmesinde, bir aylık sürede 12 kez şüpheli Gökhan Bakışkan ile
telefon görüşmesi yaptığı,
Şüpheli Halil Alp'in Milli İstihbarat Teşkliatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürüten
tır ve eskort aracı ihbar ettiği 01.01.2014 günü ile öncesi ve sonrasındaki tarihlerde şüpheli Gökhan
Bakışkan ile yoğun olarak görüştüğü, hatta şüpheli Halil Alp'in sahte ihbarı yapmadan sadece 4
dakika önce şüpheli Gökhan Bakışkan'ı aradığı tespit edilmiştir.
Yapılan sahte ihbarın 156 Jandarma İhbar hattı vardiye amiri tarafından, 15:38'de Hatay İl Emniyet
Müdürlüğü'ne ait 155 Polis İmdat hattına, 15:40'da Jandarma İstihbarat Şube Müdürü'ne, 15:42'de
Jandarma Asayiş Şube Müdürü'ne, 15:44'de İl Jandarma Komutan Yardımcısı'na, 15:46'da İl
145
Jandarma Komutanı'na, 15:48'de Jandarma KOM Şube Müdürü'ne, 15:50'de Reyhanlı İlçe
Jandarma Komutanlığı'na, 15:54'de Kumlu İlçe Jandarma Komutanlığı'na, 15:56'da Kırıkhan İlçe
Jandarma Komutanlığı'na, 15:58'de Antakya İlçe Jandarma Komutanlığı'na, 16:00'da Topboğazı ve
Güzelce Jandarma Komutanlıkları'na bildirildiği ve Jandarma ekipleri tarafından saat:16:15'de yol
kontrol faaliyetlerine başlandığı,
01.01.2014 tarihinde saat:16:40 sıralarında, Reyhanlı-Kırıkhan İlçeleri arasındaki Yalangoz Kavşağı
mevkiinde, Hamamat Oteli yakınlarında Bölge Trafik Müdürlüğü'ne ait 4556 kod numaralı radar
ekibi tarafından sahte ihbarda belirtilen tır ve otomobilin durdurulduğu, araçlarda bulunan MİT
mensuplarının kimliklerini göstererek tırın MİT'e ait olduğunu, kendilerinin de MİT personeli
olduklarını bildirdikleri, trafik ekibinin herhangi bir işlem yapmadan araçları birkaç km kadar ilerde
bulunan daha uygun bir yere çektirerek durumu amirlerine ve 155 Polis İmdat hattına bildirdiği, 155
Polis İmdat hattındaki görevli personel tarafından ihbara konu tır ve eskort aracın durdurulduğunun
ancak Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunun anlaşıldığının ve herhangi bir işlem yapılmadığının
saat:16:47 sıralarında 156 numaralı Jandarma İhbar hattına bildirildiği,
Jandarma ihbar hattındaki görevli personel tarafından da araçların MİT'e ait olduğunun, Jandarma
İstihbarat Şube Müdürü'ne, Jandarma Asayiş Şube Müdürü'ne, İl Jandarma Komutan Yardımcısı'na
ve Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı'na saat:16:48'de bildirildiği,
Bu bilgilendirmeye rağmen Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı'nın jandarma personeli ile birlikte tır
ve eskort aracın durdurulduğu olay yerine gittiği,
Şüpheli Halil Alp'in yaptığı sahte ihbar üzerine aralarında daha önceden anlaşan Hatay İl Jandarma
Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürü şüpheli Mehmet Fırat ile şüpheliler Gökhan Bakışkan ve
Hayati Özcan'ın harekete geçtikleri, Mehmet Fırat'ın Hayati Özcan ile birlikte olay yerine gittiği,
Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Orhan Şahin'in, 15
gün kadar önce doğum yapan eşini Adana İli'nde bırakıp arkadaşını görmek bahanesiyle MİT'e ait
tırın durdurulduğu 01.01.2014 tarihinde Adana'dan Hatay'a giderek Gökhan Bakışkan ile birlikte
olay yerine gittiği ve eylemin organize edilmesinde ve fiilen uygulanmasında etkin rol aldığı,
Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcısı tarafından düzenlenen 01.01.2014 tarihli olay yeri görgü ve tespit
tutanağı'ndan ve Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı'nca 01.01.2014 saat:20:45'te düzenlenen olay
tutanağı'ndan açıkça anlaşıldığı üzere;
MİT mensuplarının resmi kimliklerini göstererek kendilerinin MİT mensubu olduğunu, devletin
yetkili makamlarınca verilen bir görevi ifa ettiklerini, MİT Kanunu'nun 26. maddesi gereğince
Başbakanlık Makamı'ndan izin alınmaksızın araçlarda arama yapılamayacağını aksi taktirde
jandarma olarak suç işlemiş olacaklarını belirttikleri, olay yerine Hatay MİT Bölge Başkanlığı'nda
görevli 4 MİT mensubunun daha gelerek jandarma görevlilerine aynı şeyleri defalarca yüksek sesle
söyleyerek karşı koymalarına rağmen şüphelilerin ısrarla araçlarda arama yapmaya çalıştıkları,
Hatay İl Jandarma Alay Komutanı'nın Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı'nı arayarak jandarma
personelinin geri çekilmesi ve araçlarla birlikte MİT görevlilerinin serbest bırakılması talimatı
vermesine rağmen jandarma personelinin bu talimata da uymayarak arama yapma konusundaki
ısrarlarını devam ettirdiği,
146
Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı'nın 01.01.2014 tarih ve 0410-2-14 sayılı yazısı ile Adana
Cumhuriyet Başsavcılığı'na yaptığı "01.01.2014 gün ve saat 16:00 sıralarında komutanlığımıza
gelen ihbar ile durdurulan 06 B. 8... plakalı çekici, 06 D. 3... plakalı dorse içerisinde kaçak silah
bulunduğu" içerikli arama talebi üzerine Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 2014/2 numaralı
soruşturma dosyası üzerinden soruşturma başlatılarak aynı gün saat:18:39'da verilen arama
kararının fax yoluyla Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı'na gönderildiği,
Jandarma personelinin arama yapma konusundaki ısrarlı tutum ve davranışları üzerine, Hatay
Valiliği Özel Kalem Müdürlüğü'nün 01.01.2014 tarih ve 92725089-889-02/01 sayılı "Muhtelif
kanallardan Valiliğimize intikal eden bilgilere göre; MİT'e bağlı görev yapan personel ile araçların
Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı'nca alıkonulduğu anlaşılmaktadır. Bahsi geçen görevlilerin
bağlı oldukları 2937 Sayılı Kanun'a göre personelin özel statüleri ve doğrudan Başbakanlık'a bağlı
olarak çalışmaları dolayısıyla, usulüne uyulmaksızın alıkonulmaları cezai sonuç doğuracağından,
ilgililerin kimliklerinin belirlenip serbest bırakılmalarını önemle rica ederim" şeklindeki talimat
yazısının Hatay Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz tarafından Kırıkhan Kaymakamlığı ve İl
Jandarma Komutanlığı'na gönderildiği,
Talimatın saat:20.30'da Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı'na tebliğ edildiği, Kırıkhan İlçe Jandarma
Komutanı ve personelinin arama ısrarına son vererek olay yerini terk ettikleri, MİT Hatay Bölge
Başkanlığı'nda görevli personelin olay yerinde kaldığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım
tırının yoluna devam ettiği,
Bir süre sonra Hatay Bölge Başkanlığında görevli MİT mensubunun, tırların Reyhanlı'da bulunan
Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait üsse dönmesi yönündeki talimatıyla tırların geri döndüğü,
Hiçbir adli görevinin bulunmamasına rağmen olay yerinden ayrılmayarak arama konusundaki
ısrarlarını devam ettiren Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürü şüpheli Mehmet
Fırat ile şüpheliler Gökhan Bakışkan ve Hayati Özcan'ın, olay yerine gelen Cumhuriyet Savcısı
Özcan Şişman ile birlikte geri dönmekte olan tırı tekrar durdurdukları ve arama yapmak için
ısrarlarını devam ettirdikleri,
Tırın ikinci defa durdurulduğu olay yerine Hatay İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü ekibinin geldiği ancak işlem yapmadan ayrıldıkları, Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman
ve Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheliler Mehmet Fırat,
Gökhan Bakışkan ve Hayati Özcan'ın olay yerinde kaldığı,
Bu esnada olay yerine Hatay MİT Bölge Başkanı'nın geldiği, hakim tarafından verilen arama kararı
olmadıkça tırların aranmasının yasaya aykırı olduğunu ve böyle bir karar gelmedikçe tırda arama
yapılmasına izin vermeyeceklerini beyan ettiği ve olay yerinde adli görev ve yetkisi olan kolluk
görevlisinin de kalmaması nedeniyle arama işlemi gerçekleştirilmeden Suriye Türkmenleri'ne
yardım götüren Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tır ve ona eskortluk eden aracın yoluna devam ettiği
anlaşılmıştır.
Adana C.Başsavcılığı'nın 04.02.2014 tarihli yazısına, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı'nca
gönderilen 06.02.2014 tarihli cevabi yazı içeriğine göre (Gizli olması sebebiyle Cumhuriyet
Başsavcılıği kasasında muhafaza edilmektedir);
147
"İlgi yazıya konu kişiler ve araçların, 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve MİT
Kanunu ile MİT Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli menfaatleri
doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında olduğunun" bildirildiği,
Adana C.Başsavcılığı'nın 05.03.20214 tarihli yazısına, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı'nca
gönderilen 17.03.2014 tarihli cevabi yazısı içeriğine göre (Gizli olması sebebiyle Cumhuriyet
Başsavcılıği kasasında muhafaza edilmektedir);
"Teşkilata ait malzeme taşıyan ve 01.01.2014 tarihinde saat 16:00 civarında Hatay/Reyhanlı'dan
Kilis'e müteveccihen hareket eden görevli MİT personelinin idaresindeki tırın, Reyhanlı-Kırıkhan
yolu üzerinde bir polis aracı tarafından durdurulmasının akabinde, ilgili personelin polis memuruna
MİT kimliklerini ibraz ederek MİT mensubu olduklarını beyan ettiği, buna rağmen görevlinin 'ihbar
olduğunu, amirleriyle görüşeceğini, araçların uygun bir yere çekilmesi gerektiğini' ifade ettiği,
Olay yerine intikal eden Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekiplere, Kırıkhan İlçe
Jandarma Komutanı Kubilay Ayvaz'a ve Hatay İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli
Üsteğmen Gökhan Bakışkan ve Binbaşı Mehmet Fırat'a da ilgili personelin MİT kimliklerini ibraz
ederek MİT görevlisi olduklarını ve MİT tarafından verilen görevi icra ettiklerini beyan ettikleri"
bildirilmiştir.
01.01.2014 günü saat 20:45'te Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Kubilay Ayvaz, Merkez
Karakol Komutanı Jandarma Kıdemli Başçavuş Cemil Çelik, Jandarma Asayiş Tim Komutanı
Üstçavuş İsmail Değirmen ve Jandarma Astsubay Çavuş Asayiş Tim Komutanı Sertaç Özlokma
tarafından düzenlenen tutanak içeriğinde;
"Durdurulan araçlarda bulunan şahıslar ile yapılan görüşmede, şahısların MİT mensubu olduğu, her
iki aracın da MİT'e ait olduğu, içerisinde bulunan tüm malzemelerin de devlet sırrı niteliği taşıdığı
bilgisine ulaşıldığı ve şahıslara ait MİT kimliğinin görüldüğü ancak açık kimliklerini vermek
istemediklerinden kimlik bilgileri tespitinin yapılamadığı" hususu açıkça belirtilmiştir.
Yine aynı tarihte saat:21.45'te Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 2014/1 numaralı soruşturma
numarası üzerinden "olay yeri görgü ve tespit tutanağı" başlığı altında düzenlenen ve C.Başsavcısı
Yaşar Kavalcıoğlu, C.Savcısı Yunus Alkan ve Zabıt Katibi Savaş Tunç tarafından imzalanan tutanak
içeriğinde;
"Araç içerisindeki şahısların MİT personeli olduklarını, araçta bulunan malzemelerin devlet sırrı
niteliğinde olduğunu, bu nedenle arama yapılamayacağını beyan ettikleri" açıkça belirtilmiştir.
Hatay İl Jandarma Komutanlığı'na ait 156 çağrı hattı ile 31/12/2013 - 01/01/2014 ve 02/01/2014
tarihlerinde yapılan görüşmeleri içerir ses kayıtları ve ses kayıt dökümlerinin incelenmesinde;
Olay gününe ait 237 no'lu çağrı kaydında;
Saat:17:19'da; Hatay Emniyet Müdürlüğü'ne ait 155 hattından arayan görevlinin, tırlarla ilgili MİT
Başkanı'nın emniyet müdürünü aradığını 156 numaralı jandarma ihbar hattında görevli memura
bildirdiği,
01.01.2014 tarihine ait 245 no'lu çağrı kaydında;
Saat 18:14'de İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Gökhan Bakışkan'ın, herhangi bir adli
148
görevinin bulunmamasına rağmen 156 çağrı hattını arayarak "sağlam bakılması için" olay yeri
inceleme timini çağırdığı,
01.01.2014 tarihine ait 256 no'lu çağrı kaydında;
Saat 18:54'teki konuşma dökümünden de anlaşılacağı üzere olay yerine Jandarma Özel Arama
Köpek Timi'nin de gittiği,
295 no'lu çağrı kaydında;
Olayla ilgili haberlerin internete düştüğüne ilişkin konuşmaların olduğu ses kayıt dökümlerinin
bulunduğu,
Olay esnasında ve hemen sonrasında bazı basın-yayın organlarında, örgütün amacı doğrultusunda
kamuoyu oluşturmak maksadıyla, MİT'e ait araçlarla terör örgütlerine silah taşındığı şeklindeki
asılsız haberlerin servis edilmeye başlandığı tespit edilmiştir.
01.01.2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde durdurulan Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet
sırrı kapsamındaki yardım faaliyetinde görev alan ve olay yerinde bulunan MİT mensuplarından,
X-1 mahlaslı MİT mensubunun C. Başsavcılığımızca 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''Kara Kuvvetlerinden müstafi binbaşı olarak Milli İstihbarat Teşkilatı'nda çalışmaya başladığını,
olay tarihinde Reyhanlı'da görevli olduğunu, 31 Aralık 2013 günü Ankara'dan Halep
Türkmenleri'ne Kilis'teki hudut hattından verilmek üzere insani yardım malzemesi götürme
emri aldığını, 1 Ocak 2014 günü gerekli hazırlıklarını tamamladıklarını, saat 15:50 sularında
Reyhanlı'dan Kırıkhan istikametine 1 tır ve 1 binek araçla toplam 4 teşkilat personeli ile birlikte
hareket ettiklerini, yaklaşık 10-15 kilometre gitmelerini müteakip trafik ekibi olduğunu beyan eden
bir polis tarafından durdurulduklarını, teşkilat personeli olduklarını beyan etmeleri ve kimliklerini
göstermeleri üzerine polis memurunun araçlarla ilgili bölücü örgüte silah götürüldüğü yönünde il
jandarma'ya ihbar yapıldığını, bu yönde kendilerine telsizden anons geçilmesini müteakip en yakın
ekip olarak kendilerini durdurduğunu, MİT mensubu olduklarını bilmediklerini, durumu sıralı
amirlerine ileteceğini, yolun durmak için müsait olmadığını, tırı biraz ileriye alalım dediğini, bir
miktar daha gittikten sonra Kırıkhan'a yaklaşık 4-5 kilometre kala jandarma ekibinin bulunduğu
bölgede yol kenarında durduklarını, bu arada polis ve Kırıkhan İlçe Jandarma yetkilileri arasında
burası bizim bölgemiz siz niçin durdurdunuz şeklinde bir sözlü münakaşanın da yaşandığını,
Kendisinin bu arada olayı Ankara'daki amirlerine, Hatay Bölge Daire Başkanına ve Reyhanlı'daki
amirine ilettiğini, müteakiben ayrıca Hatay İl Jandarma'da görevli KOM Şube Müdürü olan Harp
Okulu'ndan yakın arkadaşı Binbaşı Yücel Ayan'ı telefonla arayarak durumu sorduğunu, kendisinin
gelişmelerden ve yapılan ihbardan haberdar olmadığını, hali hazırda alışveriş merkezinde ailesiyle
birlikte gezmekte olduğunu, Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı Kubilay Yüzbaşı'yı arayarak
kendine döneceğini söylediğini, kısa bir süre sonra Kubilay Yüzbaşı'nın olay yerine geldiğini,
geldiğinde telefonla Yücel Binbaşı'yla konuştuğunu, Kubilay Yüzbaşı'nın şahsına komutanım diye
hitap ederek tokalaştığını, ihbarla ilgili bilgi verdiğini, savcının talimatı gereği tırın aranması
gerektiğini söylediğini, kendisine Ankara'dan aldıkları talimatlar doğrultusunda tırın teşkilatın
kiraladığı bir araç olduğunu, içindeki malzemenin de devlet sırrı niteliğinde olduğunu, dolayısıyla
Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu gereği tırda bir arama yapamayacağını anlattıklarını, onun da
149
aramak için herhangi bir şekilde zor kullanmadığını, savcı olay yerine gelene kadar olay yerinde
birlikte beklemelerini talep ettiğini, olay yerine Kırıkhan Başsavcısı Yaşar Bey'in geldiğini, Yaşar
Bey'in de tırın aranması gerektiğini ifade ettiğini, kendilerinin aynı hususları kendisine
aktardıklarını, onun da aynı şekilde Adana'da görevli TMK Savcısı Özcan Şişman'ın olay yerine
gelmek üzere Adana'dan yola çıktığını ve olay yerinde hep beraber beklemeleri gerektiğini
söylediğini, bu arada Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube'de görevli Üsteğmen Gökhan
Bakışkan ve ismini bilmediği ancak daha sonra isminin Hayati Özcan olduğunu öğrendiği başka bir
üsteğmenin birlikte olay yerine geldiklerini, Üsteğmen Gökhan Bakışkan'ı daha önceden tanıdığını,
Hatay İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Mehmet Fırat ile birlikte Reyhanlı'daki
ünitelerinde kendisini bir kaç defa ziyaret ettiklerini, kendisinin müstafi binbaşı ve teşkilat
mensubu olduğunu bildiklerini, cep telefonlarında birbirlerinin numaralarının kayıtlı olduğunu,
zaman zaman görüştüklerini, Üsteğmen Gökhan Bakışkan'ın olay yerine geldiğinde kendilerini
tanımamazlıktan gelme gibi bir durumun olmadığını, Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcısı'nın talebi
üzerine İlçe Jandarma Komutanlığı'nın kimlik tespiti yapmak istediğini, bu maksatla açık
kimliklerini veremeyeceklerini ancak MİT kimlik kartlarını beyan edebileceklerini söylediklerini
ve 4 dört kişi tek tek beyan ettiklerini, İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince tutanakla tespit
edildiğini, bu arada Reyhanlı'dan 4 kişilik MİT mensubunun da kendilerine katıldığını, Üsteğmen
Gökhan Bakışkan'ın zaman zaman Savcı Özcan Şişman ile kendi cep telefonundan görüşmeler
gerçekleştirdiğini ve İlçe Jandarma Komutanı Kubilay Yüzbaşı'yı Özcan Şişman ile
görüştürdüğünü, Kubilay Yüzbaşı'nın İl Jandarma Komutanı'yla zaman zaman telefon görüşmeleri
gerçekleştirdiğini, şifahi olarak kendisine bizleri bırakması yönünde kendi amirleri tarafından
talimat verildiğini, ancak konunun adli bir konu olması sebebiyle sadece savcı beyin talimatları
doğrultusunda hareket edeceğini ifade ettiğini, bu arada Hatay İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü
Mehmet Fırat'ın da olay yerine geldiğini, akabinde Hatay Valiliği tarafından gönderilen kendilerini
bırakması yönündeki yazılı talimat üzerine Kubilay Yüzbaşı'nın kendi ekibine toplanın gidiyoruz
talimatı verdiğini, kendilerine de serbestsiniz dediğini, kendilerinin de tıra binerek Kırıkhan
istikametine 500 metre kadar devam ettiklerini, akabinde Cumhuriyet Başsavcılığımızca (X5)
olarak kimliği tespit edilen olay yerindeki amirleri tarafından gelen talimat üzerine Reyhanlı
istikametine geri döndüklerini, bir süre gittikten sonra yine X5'ten gelen talimat üzerine yol
kenarında durduklarını, durdukları bölgeye jandarma istihbarat şube personelinin, Kırıkhan Savcısı
Yaşar Bey'in ve kendi personellerinin geldiğini, kısa bir süre içerisinde TMK Savcısı Özcan
Şişman'ın ve Hatay İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü ekiplerinin de olay yerine
geldiklerini, Savcı Özcan Şişman'ın aracından iner inmez bunlara kelepçe takın, cep
telefonlarını toplayın üstleriyle görüşmesinler, tırın şoförünü bulun, tırın kapağını açsın
şeklinde polislere talimatlar verdiğini, kendilerinin tırın arka kapağının olduğu bölgede 4 kişi
toplandıklarını ve polislere tırı aramalarının MİT Kanunu gereği suç olduğunu hatırlattıklarını,
savcının sürekli talimatlarına rağmen emniyet mensuplarının tırı aramak için girişimde
bulunmadıklarını ve olay yerinden birer ikişer ayrıldıklarını, olay yerinde sadece kendilerinin ve
Savcı Özcan Şişman ile İl Jandarma İstihbarat Şube personelleri Mehmet Fırat, Gökhan Bakışkan
ve Hayati Özcan'ın kaldığını, bu esnada MİT Hatay Bölge Daire Başkanı'nın olay yerine geldiğini
ve Savcı Özcan Şişman'a hitaben kendisinin hakim kararı olmadan tırı arama yetkisinin olmadığını,
konuyu Hatay Cumhuriyet Başsavcısı'yla görüştüklerini, mahkeme kararı alıp gelmesi durumunda
150
hakimle birlikte tırı aramalarına karşı çıkmayacaklarını ve olay yerinde beklemeye devam
edeceklerini ifade ettiğini, Savcı Özcan Şişman'ın ise hakim kararına gerek olmadığını, kendisinin
suçüstü yaptığını, bu yüzden tırı aramaya yetkisinin olduğu konusunda ısrar ettiğini, ancak kolluk
kuvveti kalmadığı için arama yönündeki ısrarlarına devam edemediğini ve bir kenarda beklemeye
başladığını, kendilerinin de araçlarına binerek Reyhanlı'daki üniteye geri döndüklerini,
Olaydan sonra İlçe Jandarma Komutanı Kubilay Yüzbaşı'yla makamında yaptıkları bir görüşmede
Adana İl Jandarma İstihbarat Şube'de görevli Orhan Şahin isimli üsteğmenin de sivil kıyafetli
olarak olay bölgesinde olduğunu ama kendisinin onu tanımadığını, bunu sonradan öğrendiğini
kendisine söylediği'' şeklinde,
X-2 mahlaslı MİT mensubunun C. Başsavcılığımızca 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''XI olarak belirtilen faaliyet sorumlusunun yönetimi altında Reyhanlı'dan Halep Türkmenleri'ne
insani yardım malzemesi götürmek için kendisinin kullanmakta olduğu yardım tırıyla yola
çıktıklarını, Kilis'e doğru giderken yaklaşık 10-15 kilometre ileride karşı şeritte trafik radar
uygulaması yapan polis aracının kendilerini fark edip arkalarından geldiğini, araçta sivil bir polis
memuru olduğunu, kendilerini durdurduktan sonra araçtan MP5 silahı ile indiğini, hakaretle karışık
inin arabadan dediğini, kendisinin camı açıp kendisine kimlik gösterdiğini, aracın MİT'e ait
olduğunu söylediğini, bunun üzerine memurun tavırlarının değiştiğini ve daha düzgün hitap etmeye
başladığını, kendileri ile ilgili ihbar olduğunu ve terör örgütüne silah taşıdıklarına dair bir ihbar
olduğunu söylediğini, kendisinin de memur olduğunu aracın devletin resmi aracı olduğunu
söylediğini, polis memurunun birileriyle telefonla konuşmaya başladığını, daha sonra Kırıkhan
istikametine doğru onu takip ederek devam ettiklerini, Kırıkhan'a yaklaşırken bir köprünün biraz
gerisinde karşıdan gelen başka bir polis aracını görünce durduklarını, hemen arkadan bir de
jandarma aracının geldiğini, gelenin jandarma Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Kubilay
Ayvaz olduğunu, Kubilay Yüzbaşı'nın XI'e komutanım diye hitap etmeye başladığını, terör
örgütüyle ilgili bir ihbar olduğu için olaya Adana TMK savcısı Özcan Şişman'ın baktığını, onun
talimatıyla hareket ettiğini söylediğini, XI'in bu arada Ankara'daki ve Hatay'daki amirleri ile irtibat
içinde olduğunu, onların böyle bir şeyin olamayacağını, kimliği gösterdikten sonra kendilerini
bırakmaları gerektiğini söylediğini, Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı'nın kendi izahlarına şu an
adli kolluğum kendim bir karar veremem savcının talimatlarını uyguluyorum dediğini, bu arada
diğer arkadaşlarına haber verdiklerini, 4 MİT mensubunun daha olay yerine geldiğini, bu arada
duyduğu kadarıyla valilikten, İçişleri Bakanlığı'ndan bırakılmaları için talimatlar geldiğini, bu
arada Kırıkhan Başsavcısı Yaşar Yalaycıoğlu'nun da olay yerine geldiğini, onun da Adana TMK
Savcısı'nın yola çıktığını gelene kadar bekletileceklerini söylediğini, bir ara gidebilirsiniz
dediklerini, Kırıkhan istikametine doğru biraz gittiklerini, X5'in telefonuyla olay yerine geri
döndüklerini fakat orada da durmadıklarını, Reyhanlı istikametine doğru 3-5 kilometre geçtikten
sonra yeniden X5'in telefonuyla durduklarını, Hatay İl Jandarma'dan Gökhan Bakışkan'ın tırın
durduğu yere geldikten sonra arabanın anahtarını almaya çalıştığını, arabayı kilitleyip aşağı
indiklerini, o ara Antakya TEM'den olduğunu öğrendiği 5-6 kişilik bir polis ekibinin geldiğini,
sonra Özcan Şişman'ın geldiğini, araçtan iner inmez oradaki tüm görevli olan jandarma ve polis
herkese sürekli bağırarak aracın şoförünü aldınız mı dediğini, şoförü aradığını, telefonlarını
151
toplayın üstlerini aramasınlar dediğini, Antakya Bölge Daire Başkanı'nın olay yerine geldiğini,
daha çok Özcan Şişman ile onun muhatap olduğunu, kendisinin aracı arayamayacağını hakim
kararı olup olmadığını sorduğunu, Özcan Şişman'ın bu saatte hakimi nereden bulalım dediğini,
Antakya Bölge Başkanı'nın acelelerinin olmadığını kararı getirin açarız dediğini, Antakya'dan gelen
polislerin yavaş yavaş gitmeye başladıklarını, X5'in aracın yükünün devlet sırrı olduğunu
anahtarları veremeyeceğini söylemesi üzerine savcı Özcan Şişman'ın çevredeki polislere matkap,
makas gibi şeyler yok mu dediğini, zorla açmayı deneyeceklerini, kendilerinin açamayacaklarını
yaptıklarının hukuksuz olduğunu söylediklerini, savcının polislere bunlara kelepçe takın dediğini,
polislere yaptıklarının başlarını ağrıtacağını, kendilerinin de onlar gibi görev başında memur
olduklarını söylediklerini, polislerin böyle bir şey denemediklerini, polislerin olay yerinden
ayrılmasını müteakip çevrede Adana TMK Savcısı'ndan başka bir tek Antakya İl Jandarmadaki
istihbaratçılar Gökhan Bakışkan ve Mehmet Fırat'ın kaldığını, polislerin olay yerinden ayrılması ile
arabayı çalıştırıp Reyhanlı'daki yerlerine döndükleri'' şeklinde,
X-3 mahlaslı MİT mensubunun C. Başsavcılığımızca 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''Faaliyet için yola çıktıklarında kendisinin eskort aracında olduğunu, önlerinde tırın bulunduğunu,
önce bir trafik polisinin tırı durdurduğunu, kendilerinin de durduklarını, polisin XI ile görüştüğünü,
sonra tekrar devam ettiklerini, daha sonra Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı'ndan bir astsubayın
geldiğini, polis sayısının da arttığını, aralarında senin bölgen benim bölgem münakaşasının
yaşandığını, daha sonra polisin bölgeyi terk ederek jandarmaya devrettiğini, harp okulundan devresi
olan İlçe Jandarma Bölük Komutanı Kubilay Ayvaz'ın geldiğini, kendisiyle görüşmesinde konunun
adli bir konu olduğunu, tırı bırakamayacağını, hali hazırda Adana'dan Savcı Özcan Şişman'ın yolda
olduğunu ifade ettiğini, görüşmeleri esnasında Kubilay'ın sürekli cep telefonu ile görüştüğünü,
anladığı kadarıyla Alay Komutanı, Kaymakam ile görüşmelerde bulunduğunu, konunun kendisini
aştığını, tırı bırakamayacağını, olayın adli bir olay olduğunu, idari yönden başının derde girmesini
göze aldığını, Adana'dan gelen savcıyı beklemek zorunda olduğunu ifade ettiğini, bu esnada
bölgeye X5'in geldiğini, Kırıkhan Başsavcı'sının jandarmaya kimlik ibraz etmelerini söylediğini,
kendilerinin de MİT kimlik kartlarını gösterdiklerini, jandarmanın ise tutanak ile kimlik
göstermelerini kayıt altına aldığını, Kubilay Ayvaz'ın vali tarafından yazılı bir belge gelmesini
müteakip jandarma ekibine 'toplanın gidiyoruz' şeklinde talimat verdiğini, bunun üzerine tırın
hareket ettiğini görerek kendilerinin de eskort aracına yöneldiklerini, bu esnada olay yerinde
bulunan Kırıkhan Başsavcısı Yaşar Bey'in 'ben buranın kralıyım, hepiniz benim kölemsiniz'
ifadesini kullanarak tırı durdurun diye bağırdığını, tır ve eskort aracın bir müddet Kırıkhan
istikametine hareket ettikten sonra U dönüşü yaparak tekrar Reyhanlı istikametine döndüklerini,
fakat belirli bir mesafe sonra tırı tekrar durdurduklarını, araçtan indiklerinde bölgede Başsavcı Yaşar
Bey'i, jandarma istihbarat personeli Gökhan Bakışkan ve Mehmet Fırat'ı gördüğünü, Ayrıca Hatay
TEM'de görevli polis olduklarını ifade eden bir grubu da gördüğünü, Gökhan Bakışkan'ın
kendilerine savcıyı beklemeleri gerektiğini söylediğini, daha sonra Adana Savcısı Özcan Şişman'ın
olay yerine geldiğini, aracından iner inmez telefonlarını toplayın, kelepçe takın, şoförü buraya
getirin, jandarmanın olmadığını tutanaklara geçirin ifadelerini kullandığını, kendilerinin tırın
arkasına geçtiğini, Savcı Özcan Şişman ve polislerin tırın arka bölümünde konuşmaya
152
başladıklarını, bu esnada polis kamerasının konuşmalarını ve görüntülerini kayıt altına aldığını,
kayıt etmemelerini ikaz etmelerine rağmen kayda devam ettiklerini, tırın arkasında savcıya ve
polislere tırın MİT tırı olduğunu, MİT Kanunu gereği tırda arama yapamayacaklarını ifade
ettiklerini, Savcı Özcan Şişman'ın polislere çilingir bulun tırı açın talimatı vermesine rağmen
polislerin bölgeden birer ikişer ayrıldığını, daha sonra bölgeye MİT Antakya Bölge Başkanı'nın
intikal ettiğini, Savcı Özcan Şişman'a mahkeme kararı olmadan tırın açılamayacağını, acelelerinin
olmadığını, mahkeme kararını bekleyeceklerini ifade ettiğini, Savcı Özcan Şişman'ın da mahkeme
kararına gerek olmadığını belirttiğini, polislerin bölgeden uzaklaşmasıyla savcı Özcan Şişman'ın bir
kenara çekilip beklemeye başladığını, bunun üzerine kendilerinin de Reyhanlı istikametine hareket
ettiklerini, o aşamadan sonra kendilerini durduran herhangi birisinin olmadığını, MİT personeli
olduklarını söylemeleri ve kimliklerini ibraz etmelerine rağmen devlet sırrı kapsamındaki faaliyeti
deşifre etmeye çalışanlar hakkında yasal gereğinin yapılmasını talep ettiğini,
Ankara İI Jandarma Komutanlığı'nca üzerine kayıtlı telefonunun başka bir isimle karar
alınarak dinlendiğini öğrendiğini, tarihinin de 7 Ocak 2014 olarak belirtilmiş olduğunu,
Orhan Şahin isimli kişinin de, daha sonra arkadaşlarıyla aralarında yaptıkları konuşmalarda olay
yerinde olduğunu duyduğunu, ancak kendisini tanımadığını, Hayati Özcan'ın ismini (X1) isimli
arkadaşının söylediğini, bunun dışında olay yerinde bulunan kişileri ifadesinde belirttiğini,
tanımadığı kişilerin de olabileceğini, olay yerinde Kırıkhan İlçe Jandarma ekibinin olduğunu, ancak
personellerini tanımadığı için isimlerini bilmediğini, zaten Kubilay Ayvaz'ın bütün rütbelileri olay
bölgesine çağırdığını, ayrıca 1 Ocak yılbaşı tatili nedeniyle resmi izin günü olmasına rağmen onun
talimatı üzerine rütbeli personel ve diğer jandarma unsurlarının olay yerine geldiği'' şeklinde,
X-4 mahlaslı MİT mensubunun C. Başsavcılığımızca 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''Faaliyet için yola çıktıklarında kendisinin eskort araçta olduğunu, önce bir trafik polisinin aracı
durdurması üzerine kendilerinin de durduğunu, polisin XI ile görüştüğünü, daha sonra tekrar
devam ettiklerini, öğrendiği kadarıyla daha uygun bir yerde durduklarını, Kırıkhan İlçe Jandarma
Komutanlığı'ndan bir astsubayın geldiğini ve polis sayısının da arttığını, aralarında senin bölgen
benim bölgem münakaşası yaşandığını, polisin bölgeyi terk ederek jandarmaya devrettiğini, eskort
aracın şoförü olduğu için tır ve eskort aracının yanında bulunduğunu, Jandarma olay yeri inceleme
ekiplerinin resim çekmeye başladığını, kendisinin de o esnada sivillerin veya bir başkasının tıra
veya eskort aracına herhangi bir müdahale etmemeleri, herhangi birşey koymamaları için tır ve
eskort aracının başında beklediğini, XI'in sürekli amirleriyle görüşerek durumdan haberdar ettiğini,
bu esnada bölgeye X5'in geldiğini, Kırıkhan Başsavcısı Yaşar Bey'in, kendilerinden jandarmaya
kimlik ibraz etmelerini söylediğini, MİT kimlik kartlarını jandarmaya gösterdiklerini, Jandarmanın
da tutanak ile kimlik göstermelerini kayıt altına aldığını, Kubilay Ayvaz'ın vali tarafından yazılı bir
belge gelmesini müteakip jandarma ekibine 'toplanın gidiyoruz' talimatı verdiğini, bunun üzerine
tırın hareket ettiğini görüp eskort araca yöneldiklerini, olay yerinde bulunan Kırıkhan Başsavcısı
Yaşar Bey'in 'ben buranın kralıyım, hepiniz benim kölemsiniz' ifadesini kullandığını ve 'tırı
durdurun' diye bağırdığını, tır ve eskort aracın bir müddet Kırıkhan istikametine hareket ettikten
sonra U dönüşü yaparak tekrar Reyhanlı istikametine döndüklerini, belirli bir mesafe sonra tırın
153
tekrar durdurulduğunu, bölgede Başsavcı Yaşar Bey'i, jandarma istihbarat personeli olan Gökhan
Bakışkan'ı ve Mehmet Fırat'ı gördüğünü ayrıca Hatay TEM'de görevli polis olduklarını ifade eden
bir grubu gördüğünü, Gökhan Bakışkan'ın savcıyı beklemeleri gerektiğini söylediği, Adana savcısı
Özcan Şişman'ın olay yerine geldiğini, aracından iner inmez telefonlarını toplayın, kelepçe takın,
şoförü buraya getirin, jandarmanın olmadığını tutanaklara geçirin ifadelerini kullandığını, Savcı
Özcan Şişman ve polislerin tırın arka bölümünde konuşmaya başladıklarını, polis kamerasının
konuşmaları ve görüntülerini kayıt altına aldığını, kayıt etmemesini ikaz etmelerine rağmen kayda
devam ettiğini, tırın arkasında savcıya ve polislere tırın MİT tırı olduğunu, MİT Kanunu gereği
tırda arama yapamayacaklarını ifade ettiklerini, Savcı Özcan Şişman'ın polislere çilingir bulun tırı
açın talimatı vermesine rağmen polislerin bölgeden birer ikişer ayrıldığını, bölgeye MİT Antakya
Bölge Başkanı'nın intikal ettiğini ve savcı Özcan Şişman'a mahkeme kararı olmadan tırın
açılamayacağını, acelelerinin olmadığını, mahkeme kararını bekleyeceklerini ifade ettiğini, Savcı
Özcan Şişman'ın da mahkeme kararına gerek olmadığını belirttiğini, polislerin bölgeden
uzaklaşmasıyla savcı Özcan Şişman'ın bir kenara çekilip beklemeye başladığını, kendilerinin de
Reyhanlı istikametine hareket ettikleri'' şeklinde,
X-5 Mahlaslı MİT Mensubunun C. Başsavcılığımızda 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''1 Ocak'ta Halep Türkmenleri'ne insani yardım malzemesi taşıyan arkadaşlarının Reyhanlı
İlçesi'nde jandarma personelince durdurulduğunu arkadaşlarının amiri olarak öğrenmesi
sebebiyle dört arkadaşı ile birlikte olay yerine intikal ettiğini, olay yerine intikal ettiğinde olay
yerinde Jandarma İlçe Komutanı Kubilay Ayvaz'ın, İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerinin,
Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Mehmet Fırat'ın olduğunu
öğrendiğini, Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli olduğunu
öğrendiği Üsteğmen Gökhan Bakışkan ve yine istihbarat şubeden olduğunu öğrendiği bazı rütbeli
görevlilerin olay yerinde olduklarını, XI isimli arkadaşı tarafından Mehmet Fırat isimli şahsa
amirleri olduğunu söyleyerek olayın gelişmesini, niye tutulduğunu öğrenmeye çalıştığını, olay
yerinde tutulan arkadaşlarının MİT kimliklerini bu şahıslara ibraz ettiklerini arkadaşlarından bizzat
teyit ettiğini, bunun üzerine amirleri olarak tekrar arkadaşlarının MİT mensubu olduğunu, olaydaki
tır içerisindeki eşyanın devlet sırrı olduğunu ve arkadaşlarının kimliklerini ibraz ettiklerini ve artık
arama işleminin yapılamayacağını, yapılacak işlemin hukuka aykırı olacağını belirttiğini, İlçe
Jandarma Komutanı'nın Adana'da görevli TMK Savcısı'na bilgi verdiğini, tır hakkında ihbar
olduğunu, ihbarın terör örgütüne malzeme taşındığı yönünde olduğunu, savcı gelene kadar tırı
bırakamayacağını belirttiğini, Adana'daki TMK Savcısı'nın olay yerine gelmek üzere yolda
olduğunu söylediğini, bunun üzerine ilçe jandarma komutanına hukuksuz işlem yaptıklarını bir an
önce tırın ve arkadaşlarının bırakılmasını söylediğini, ancak adli kolluk olarak savcıya bağlı
olduğunu ve savcının talimatı olmadan tırı bırakamayacaklarını belirttiğini, bu arada ilçe jandarma
komutanının ve Gökhan Bakışkan isimli üsteğmenin muhtemelen Adana'daki TMK Savcısıyla
defalarca telefon görüşmesi yaptıklarına şahit olduğunu, bu arada Kırıkhan Başsavcısı Yaşar
Kavacıklıoğlu ve beraberinde ismini bilmediği Kırıkhan'da görevli bir savcının da olay yerine
intikal ettiklerini,
154
İlçe jandarma komutanına söylediği şekilde Yaşar Kavacıklıoğlu'na da arkadaşlarının MİT mensubu
olduğunu, tırdaki malzemenin devlet sırrı olduğunu ve arkadaşlarının ve tırın tutulmasının hukuka
aykırı olduğunu, bir an önce serbest bırakılmalarını talep ettiğini, bu arada tırda görevli iki arkadaşı
ile eskort araçta görevli iki arkadaşının kimliklerini teker teker göstermek suretiyle ilçe jandarma
komutanlığı yetkileri nezaretinde MİT mensupları olduğuna yönelik tutanak tutturduğunu, Yaşar
Kavacıklıoğlu'nun kendisinin nöbetçi olması sebebiyle olay mahalline geldiğini, bu olayla hiçbir
alakası olmadığını, bir işlem yapma gibi bir durumun da söz konusu olmadığını, olaydaki yetkili
kişinin Adana TMK savcısı Özcan Şişman olduğunu, Özcan Şişman gelmeden tırı
bırakamayacağını, ancak MİT mensuplarıyla bir sorunu olmadığını, gerekirse MİT mensuplarını
götürebileceğimizi ancak tırı tutmaları gerektiğini söylediğini, tekraren tır ve MİT mensuplarının bir
an önce bırakılması gerektiğini ve hukuka aykırı işlem yapıldığını ilettiğini, yapılan faaliyetten
Sayın Başbakan, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı ve Sayın Müsteşarın bilgisinin ve talimatlarının
olduğunu vurguladığını, ancak bu isimlerin hiçbirinin sorumluluk sahası olmadığını, tek yetkilinin
kendisi olduğunu söylediğini, Hatay Valiliği'nden tır ve MİT mensuplarının serbest bırakılmasıyla
ilgili ilçe jandarma komutanına bir yazının geldiğini, ayrıca ilçe jandarma komutanının üstleri
tarafından da bir iki kez tırın ve MİT mensuplarının bırakılması konusunda arandığına şahit
olduğunu, ancak ilçe jandarma komutanının idari soruşturmadan çok adli soruşturmadan çekindiğini
belirterek bu talimatları uygulamadığını, belirli bir süre sonra muhtemelen hata yaptığını anlayan
ilçe jandarma komutanının ekipleriyle birlikte olay yerinden çekilme kararı aldığını, onların çekilme
kararı alması, kendilerinin hareketlenmeleri üzerine sinirlenen Savcı Yaşar Kavacıklıoğlu'nun
'buranın kralı benim, sizler benim kölemsiniz, hepiniz bana uyacaksınız'' şeklinde bağırarak hakaret
içerikli sözler sarfettiğini, diğer savcının da hareketleriyle bunu desteklediğini, bunun üzerine devlet
görevlileri olduklarını, söylemlerinin hatalı olduğunu kendisine ilettiğini, sözlerinin suç içerdiğini
de söylediğini, bunun üzerine Yaşar Kavacıklıoğlu sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirterek geri
adım attığını, ilçe jandarma ekiplerinin olay yerinden çekilmeye başlaması ve 'serbestsiniz'
demesiyle birlikte arkadaşlarının tıra bindiğini ve tırın hareket ettiğini, tırın hareket ettiğini gören
savcı Yaşar Kavacıklıoğlu'nun yine paniğe kapıldığını, bu arada kendisinin tırdaki arkadaşlarına
telefon ederek ünitelerine geri dönmeleri talimatı verdiğini, geri dönen tırın önlerinden geçtiğini
gören Savcı Yaşar Kavacıklıoğlu'nun beraberindeki savcı ve Hatay İI Jandarma Komutanlığı
İstihbarat Şube görevlilerinin (Binbaşı Mehmet Fırat, Üsteğmen Gökhan Bakışkan ve diğer
görevliler) araçlarına binerek tırı takibe başladıklarını, bunun üzerine arkadaşlarıyla birlikte
kendisin de araca binerek tırın ünitelerinin güzergahında gittiği yöne doğru yöneldiğini, tırın yanına
geldiklerinde bu sefer Hatay TEM Şube Müdürlüğü'nden olduğunu öğrendikleri polislerin de tırın
başında olduğunu gördüğünü, tırın polisler tarafından durdurulduğu yeni mevkinin polis bölgesi
olmasına rağmen ve hiçbir kolluk yetkisi olmamasına rağmen Hatay Jandarma Komutanlığı
İstihbarat Şube personelinin de savcı Yaşar Kavacıklıoğlu ve diğer savcıyla birlikte tırın başında
hazır olduğunu gördüğünü, özellikle Binbaşı Mehmet Fırat ve Üsteğmen Gökhan Bakışkan'ın
yapılan bu hukuksuz muamelenin sahipleri gibi hareket ettiklerini müşahade ettiğini, hatta tırın ilçe
jandarma komutanlığı yetkilileri tarafından ilk durdurulduğu mevkide Mehmet Fırat'ın, 'ilçe
jandarma komutanı görevini yapıyor, adamı sıkıntıya sokmayın, tırı açtırın' şeklinde bir söylemini
de bizzat duyduğunu, polislerin tırı çevirdiği anda ikinci mevkiye kısa bir süre sonra Adana TMK
Savcısı Özcan Şişman'ın intikal ettiğini, araçtan iner inmez kendisine bölgedeki MİT sorumlusu
155
olduğunu konuyu açıklamak istediğini söylemesine rağmen kimseyle muhatap olmayacağını ve
polislere hitaben kendilerine bir an önce kelepçe takılmasını, telefonlara el konulmasını,
amirlerimize bilgi vermemizin önlenmesini sert bir şekilde bağırarak talimat olarak verdiğini, tırın
şoförünü bulmaya çalıştığını, bunun üzerine kendisine tekraren MİT mensubu olduklarının, tırdaki
malzemenin devlet sırrı olduğunun, 2937 Sayılı Kanun gereği bu tırı açtıramayacağının ve
hukuksuz işlem yaptığının usulüne uygun şekilde vurgulandığını, cevaben kendisinin tek yetkili
olduğunu söylediğini, tekraren polislerden tutuklanmaları ve kelepçe vurulmalarını talep ettiğini,
bunun üzerine 3 veya 4 arkadaşıyla birlikte tırın arkasına geçtiğini, tırı açmak üzere yönelen
polislere kanunsuz işlem yaptıklarını ve hukuku çiğnediklerini vurguladıklarını, buna rağmen
Özcan Şişman'ın tırın açılması için polislerden kesici alet bulunmasını istediğini, bu arada
kendilerinin sürekli olarak polislere MİT Kanunu'nu hatırlatmaya devam ettiklerini, bir süre sonra
polislerin yavaş yavaş çekilmeye başladığını, bu arada olay yerinde sadece Özcan Şişman, koruma
polisi, Savcı Yaşar Kavacıklıoğlu ve beraberindeki savcı ile İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat
Şube Müdürlüğü yetkililerinin kaldığını, bu esnada MİT Hatay Bölge Daire Başkanı'nın olay yerine
intikal ettiğini, Özcan Şişman'a tırın açılabilmesi için mahkeme kararı olması gerektiğini
vurguladığını, Özcan Şişman'ın mahkeme kararına gerek olmadığını yetkinin kendisinde olduğunu
söylediğini, Hatay Bölge Daire Başkanı'nın tekraren Hatay Cumhuriyet Başsavcısı'yla görüştüğünü
ve tırın açılabilmesi için sadece mahkeme kararı gerektiğini öğrendiğini söylediğini, polislerin
çekilmesiyle de olay yerinde yalnız kalan Özcan Şişman'ın herhangi bir tepki vermeden sessizce
durmaya başladığını, kendilerin de bunun üzerine araçlara binerek olay yerinden ünitelerine doğru
devam ettiklerini,
İlk olay yerinde tır ve olayla ilgili yapılan görüşmelerin ve olayın gidişatının İl Jandarma
Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Savcı Yaşar Kavacıklıoğlu tarafından fotoğraf ve
kamera kaydına alındığını, ikinci olay yerinde olayla ilgili yapılan görüşmelerin ve olayın
gidişatının Hatay Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü yetkilileri tarafından ve Savcı Yaşar
Kavacıklıoğlu tarafından taciz eder şekilde kamera kaydına alınmış olduğunu, daha sonra olayla
ilgili tırın asıl olarak Kırıkhan'a yakın Özova Grup denilen bir şirketin önüne çekilerek basın
mensuplarına servis edileceğine yönelik bir kumpas hazırlandığını duyduğunu, ancak buna
muvaffak olamadıklarını, ayrıca yine bu kumpasın içerisinde olduğunu duyduğu Orhan Şahin isimli
üsteğmenin Adana İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli olduğunu, Gökhan Bakışkan isimli
üsteğmenin devresi olduğunu ve Adana'da görevli olmasına rağmen olay mahallinin çevresinde
gezindiğini, ikinci olay yerinde üstünde kamuflaj parka olan, altında kötü bir pantolon ve eski bir
ayakkabı olan saf ve akli dengesi bozuk görüntüsü veren bir şahsın olay yerinde olduğunu, diğer
kolluk kuvvetlerinin olay yerinden onu uzaklaştırmadığını, onu kendilerinin uzaklaştırdıklarını,
sonradan o kişinin Orhan Şahin olduğu şeklinde kendilerine bilgilerin intikal ettiğini, olayda
savcıların özellikle de Özcan Şişman'ın taraflarına soru dahi sormadan ve olayı araştırmadan
kendilerinin kelepçelenmesini ve tutuklanmasını istemesinden, hal ve hareketlerinden, tamamen
önyargılı, resmi görevinin dışındaki bir amaçla geldiklerinin açıkça ortada olduğunu, olay yerinde
uzun boylu olarak tarif edebileceği bir üsteğmen gördüğünü ancak bu kişinin kim olduğunu
bilmediğini, isminin Hayati olup olmadığını bilmediğini, olay yerinde Hatay Emniyet TEM Şube
Müdürlüğü personelinin kimler olduğunu bilmediğini ancak isimlerden birisinin Fatih olarak
156
geçtiğini, ya şube müdürü yada şube müdür yardımcısı olabileceğini, Hatay'dan gelen TEM Şube
Müdürlüğü personelinin kamera kaydı için geldiklerini, kaydı da gerçekleştirdikleri'' şeklinde,
X-6 mahlaslı MİT mensubunun C. Başsavcılığımızca 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''01.01.2014 tarihinde X5, X7 ve X8 ile beraber olay yerine intikal ettiklerini, olay yerine intikal
ettiklerinde İlçe Jandarma Komutanı Kubilay Yüzbaşı'nın bölgede olduğunu, onunla birlikte
istihbarat şube personeli Mehmet Fırat isimli binbaşının, Gökhan Bakışkan isimli üsteğmenin, daha
sonradan ismini Hayati Özcan olarak öğrendiği üsteğmenin ve ismini bilmediği bir astsubayın ve
uzman çavuşların bölgede bulunduklarını, Karıkhan Başsavcısı Yaşar Bey'in talimatıyla MİT
personeli olduklarına dair kimlik tespiti yapıldığını, Kubilay Yüzbaşı'nın Adana Başsavcısı gelene
kadar tırı bırakamayacağını ifade ettiğini, bağlı olduğu alay komutanından emir gelmesine rağmen
tırı bırakmadığını, olay yeri sorumluluğunun savcıda olduğunu ifade ettiğini, kendisine gelen yazılı
valilik talimatıyla beraber tırın gitmesine izin verdiğini, bu esnada Kırıkhan Başsavcısı Yaşar
Bey'in kendileriyle tartışmaya başladığını, kendisinin 'ben buranın kralıyım sizler benim
kölemsiniz' ifadesini kullandığını, X5 tarafından karşısındaki kişilerin MİT personeli ve devlet
memuru olduğu yönünde ikaz edildiğini, bu esnada jandarma kriminal ekipleri tarafından olay
yerinin ve tırın görüntülerinin alındığını, bu esnada tırın hareket ettiğini, X5'in talimatıyla tekrar 12 kilometre ileriden Reyhanlı istikametine döndüğünü, tırın peşinden daha sonra savcının ve
jandarma istihbarat şube personelinin gittiğini gördüklerini, ilçe jandarma komutanlığı'na ait
personelin bölgeyi terk ettiğini, bunun haricinde bölgede bir de sivil şahıs gördüklerini, mezarlığın
yan tarafında olduğunu, bu şahsın Adana Jandarma İstihbarat Şube'de görevli üsteğmen olduğunu
öğrendiklerini, şahsın adını Orhan veya Osman olarak tespit ettiklerini, daha sonra savcının tırı
tekrar durdurun talebi üzerine X5'in durması için tıra talimat verdiğini, peşinden gittiklerinde olay
yerinde Hatay'da görevli TEM polislerini, Kırıkhan Savcısı Yaşar Bey'i ve jandarma istihbarat şube
personelini gördüklerini, Binbaşı Mehmet Fırat'ın, Üsteğmen Gökhan'ın ve bir üsteğmenin daha
olduğunu, ayrıca TEM'den gelen yaklaşık 15-20 kadar polisin olduğunu, polisin kamerayla çekim
yaptığını, olaylar yaşanırken Kırıkhan Savcısı Yaşar Bey'in de kendi cep telefonu marifetiyle çekim
yaptığını, bu arada Adana Savcısı Özcan Şişman'ın geldiğini, iner inmez 'hemen kelepçeleyin, tırı
açın, cep telefonlarını alın üstlerini aramasınlar' diye emir verdiğini, kendisine ve polislere MİT
Kanunu'nu hatırlattıklarını ve içindeki malzemelerin devlete ait olduğunu beyan ettiklerini, bu
olaylar olurken mezarlığın yanında gördükleri sivil şahsın yine olay yerinde olduğunu ve alt
tarafında sivil bir kıyafet üzerinde haki bir parka olduğunu, bir süre sonra yavaş yavaş polislerin
bölgeden ayrıldığını, bu arada Kırıkhan Başsavcısı Yaşar Bey'in de olay yerinden ayrıldığını, daha
sonra Hatay Bölge Başkanı'nın bölgeye intikal ettiğini, kendisinin Adana Savcısı'na tırların MİT
Kanunu'na göre aranamayacağını hakim kararının olması gerektiğini söylediğini, hakim kararı için
vaktinin olduğunu söylediklerini, savcının bunu kabul etmediğini ısrarla kendisinin buna yetkili
olduğunu ifade ettiğini, daha polisler gitmeden tırın açılması için matkap getirin, keski getirin,
kilidi kırın şeklinde talimatlar verdiğini, sonra bölgede sadece Özcan Şişman ve koruma polisinin
kaldığını kendilerinin de bölgeden ayrıldıkları'' şeklinde,
157
X-7 mahlaslı MİT mensubunun C Başsavcılığımızca 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''01.01.2014 tarihinde X5, X6 ve X8 ile beraber Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait insanı yardım tırının
durdurulduğu Reyhanlı'daki olay yerine intikal ettiklerini, olay yerine intikal ettiklerinde Jandarma
İlçe Komutanı Kubilay Yüzbaşı'nın bölgede olduğunu, onunla birlikte istihbarat şube personeli
Mehmet Fırat isimli binbaşının, Gökhan Bakışkan isimli üsteğmenin, daha sonradan ismini Hayati
Özcan olarak öğrendiği üsteğmenin ve ismini bilmediği bir astsubayın ve uzman çavuşların bölgede
bulunduklarını, daha önceden tanıdığı Jandarma İstihbarat Binbaşı Mehmet Fırat'ın yanına giderek
tırı neden durdurduklarını, suç işlediklerini, kendilerini tanıdığını ve tırı derhal bırakmalarını
söylediğini, daha sonra gelen Kırıkhan Başsavcısı Yaşar Bey'in talimatıyla MİT personeli
olduklarına dair kimlik tespiti yapıldığını, Kubilay Yüzbaşı'nın Adana Başsavcısı gelene kadar tırı
bırakamayacağını ifade ettiğini, bağlı olduğu alay komutanından emir gelmesine rağmen tırı
bırakmadığını, olay yeri sorumluluğunun savcıda olduğunu ifade ettiğini, daha sonra kendisine
gelen yazılı valilik talimatıyla beraber tırın gitmesine izin verdiğini, Kırıkhan Başsavcısı Yaşar
Bey'in kendileriyle tartışmaya başladığını, 'buranın kralıyım sizler benim kölemsiniz' ifadesini
kullandığını, X5 tarafından karşısındaki kişilerin MİT personeli ve devlet memuru olduğunu, bu
şekilde konuşamayacağını, suç işlediğini ve bu konuşmanın tutanaklara geçmesini talep ederek ikaz
edildiği, bunun üzerine savcı Yaşar Bey'in geri adım atarak 'biz hepimiz bu devletin kölesiyiz
sözlerim yanlış anlaşıldı' dediğini, jandarma kriminal ekiplerinin, olay yerinin, MİT personelinin ve
tırın görüntülerini aldığını ve ayrıca tırın çevresinde de görüntü aldıklarını, Kırıkhan Jandarma
Bölük Komutanı'nın valilikten gelen yazılı talimat üzerine bölgeden ayrıldığını, kendilerine de
serbestsiniz dediğini, bu esnada tırın hareket ettiğini, daha sonra X5'in talimatıyla tekrar 1-2
kilometre ileriden Reyhanlı istikametine döndüğünü, tırın peşinden daha sonra savcının ve
jandarma istihbarat şube personelinin gittiğini gördüklerini, bunun haricinde bölgede üzerinde
askeri kaban olan kıyafeti düzgün olmayan uzun boylu bir de sivil şahsı mezarlığın yan tarafında
gördüklerini, bu şahsın Adana Jandarma İstihbarat Şube'de görevli üsteğmen olduğunu
öğrendiklerini, şahsın adını Orhan veya Osman olarak tespit ettiklerini, daha sonra savcının tırı
tekrar durdurun talebi üzerine X5'in durması için tıra talimat verdiğini, peşinden gittiklerinde olay
yerinde Hatay'da görevli TEM polislerini, Kırıkhan savcısı Yaşar Bey'i ve jandarma ishitbarat şube
personelini gördüklerini, Binbaşı Mehmet Fırat'ın, Üsteğmen Gökhan'ın ve bir üsteğmenin daha
olduğunu, ayrıca TEM'den gelen yaklaşık 15-20 kadar polisin olduğunu, polisin kamerayla çekim
yaptığını, olaylar yaşanırken Kırıkhan Savcısı Yaşar Bey'in de kendi cep telefonu ile çekim
yaptığını, Adana Savcısı Özcan Şişman'ın geldiğini, iner inmez 'hemen kelepçeleyin, tırı açın, tırın
açılması için matkap getirin, keski getirin, kilidi kırın, cep telefonlarını alın üstlerini aramasınlar'
diye emir verdiğini, kendisine ve polislere MİT Kanunu'nu hatırlattıklarını ve içindeki
malzemelerin devlet sırrı olduğunu beyan ettiklerini, bu olaylar olurken mezarlığın yanında
gördükleri sivil şahıs yine olay yerinde olduğunu, TEM'de görevli bir polisin koluna girerek
'ağabey bu tırı buradan kaçırın bizi birbirimize düşürmek istiyorlar, CHP'ye malzeme çıkarıyor
bunlar' dediğini, bunun üzerine kendisin de önümüzü siz kestiniz çekilin biz de gidelim dediğini,
kendisini amirlerine yönlendirdiğini, amirlerine yaptıkları işin yanlış olduğunu, tırın bırakılmasıyla
ilgili valiliğin talimatının da olduğunu söylediğini, polis amirine gelen bir telefonla abi zaten bizi
görevden aldılar dediğini ve bir süre sonra bölgeden ayrıldıklarını, bu arada Kırıkhan Başsavcısı
Yaşar Bey'in de olay yerinden ayrıldığını, daha sonra Hatay Bölge Başkanı'nın bölgeye intikal
158
ettiğini, Adana Savcısı'na tırların MİT Kanunu'na göre aranamayacağını hakim kararının olması
gerektiğini söylediğini, bunun üzerine savcı Özcan Şişman'ın hakim kararına gerek olmadığını,
kendisinin arama yaptırabileceğini ifade ettiğini, MİT Bölge Başkanı'nın hakim kararı için
vakitlerinin olduğunu, karar geldikten sonra tırın aranabileceğini söylediğini, savcının bunu kabul
etmediğini, ısrarla kendisinin buna yetkili olduğunu ifade ettiğini, daha sonra bölgede sadece Özcan
Şişman ve koruma polisinin kaldığını, bunun üzerine bölgeden ayrıldıkları'' şeklinde,
X-8 mahlaslı MİT mensubunun C. Başsavcılığımızca 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''01/01/2014 tarihinde X5, X6 ve X7 ile beraber Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait insanı yardım tırının
durdurulduğu Reyhanlı'daki olay yerine intikal ettiklerini, olay yerine intikal ettiklerinde Jandarma
İlçe Komutanı Kubilay Yüzbaşı'nın bölgede olduğunu, onunla birlikte istihbarat şube personeli
Mehmet Fırat isimli binbaşının, Gökhan Bakışkan isimli üsteğmenin, daha sonradan ismini Hayati
Özcan olarak öğrendiği üsteğmenin ve ismini bilmediği bir astsubay ile uzman çavuşların
yanlarında bölgede bulunduklarını, daha önceden tanıdığı Jandarma İstihbarat Binbaşı Mehmet
Fırat'ın yanına giderek tırı neden durdurduklarını, suç işlediklerini, kendilerini tanıdığını ve tırı
derhal bırakmalarını söylediğini, daha sonra gelen Kırıkhan Başsavcısı Yaşar Bey'in talimatıyla
MİT personeli olduklarına dair kimlik tespiti yapıldığını, Kubilay Yüzbaşı'nın Adana Başsavcısı
gelene kadar tırı bırakamayacağını ifade ettiğini, bağlı olduğu alay komutanı'ndan emir gelmesine
rağmen tırı bırakmadığını, olay yeri sorumluluğunun savcıda olduğunu ifade ettiğini, daha sonra
kendisine gelen yazılı valilik talimatıyla beraber tırın gitmesine izin verdiğini, bu esnada Kırıkhan
Başsavcısı Yaşar Bey'in kendileriyle tartışmaya başladığını, kendisinin 'ben buranın kralıyım sizler
benim kölemsiniz' ifadesini kullandığını, X5 tarafından 'karşısındaki kişilerin MİT personeli ve
devlet memuru olduğu, bu şekilde konuşamayacağı, suç işlediği ve bu konuşmasının tutanaklara
geçmesini' talep ederek ikaz edildiğini, bunun üzerine savcı Yaşar Bey'in geri adım atarak 'biz
hepimiz bu devletin kölesiyiz' diyerek sözlerinin yanlış anlaşıldığını söylediğini, bu esnada
jandarma kriminal olay yeri ekiplerinin, MİT personelinin ve tırın görüntülerini aldığını, ayrıca tırın
çevresinde de görüntü aldığını, Kırıkhan Jandarma Bölük Komutanı'nın valilikten gelen yazılı
talimat üzerine bölgeden ayrıldığını, kendilerine de 'serbestsiniz biz gidiyoruz' dediğini, bu esnada
tırın hareket ettiğini, X5'in talimatıyla tekrar 1-2 kilometre ileriden Reyhanlı istikametine
döndüğünü, tırın peşinden daha sonra savcının ve jandarma istihbarat şube personelinin gittiğini
gördüklerini, bunun haricinde bölgede üzerinde askeri kaban kıyafeti düzgün olmayan uzun boylu
bir de sivil şahıs gördüklerini, şahsın mezarlığın yan tarafında olduğunu, bu şahsın Adana jandarma
istihbarat şubede görevli üsteğmen olduğunu öğrendiklerini, şahsın adını Orhan veya Osman olarak
tespit ettiklerini, savcının tırı tekrar durdurun talebi üzerine X5'in durması için tıra talimat
verdiğini, kendilerinin de peşinden gittiklerinde olay yerinde Hatay'da görevli TEM polislerini,
Kırıkhan Savcısı Yaşar Bey'i ve Jandarma İstihbarat şube personelini gördüklerini, Binbaşı Mehmet
Fırat'ın, Üsteğmen Gökhan'ın ve bir üsteğmenin de bulunduğunu, TEM'den gelen yaklaşık 15-20
kadar polisin olduğunu, burada polisin kamerayla çekim yaptığını, ayrıca olaylar yaşanırken
Kırıkhan Savcısı Yaşar Bey'in de kendi cep telefonu marifetiyle çekim yaptığını, bu arada Adana
Savcısı Özcan Şişman'ın geldiğini, iner inmez 'hemen kelepçeleyin, tırı açın, tırın açılması için
matkap getirin, keski getirin, kilidi kırın, cep telefonlarını alın üstlerini aramasınlar' diye emir
verdiğini, kendisine ve polislere MİT Kanunu'nu hatırlattıklarını ve içindeki malzemelerin devlet
159
sırrı olduğunu beyan ettiklerini, bunun üzerine polislerin duraksadığını, bu olaylar olurken
mezarlığın yanında gördükleri sivil şahsın yine olay yerinde olduğunu, bu şahsın alt tarafında sivil
bir kıyafet üzerinde haki bir parkanın olduğunu, daha sonra polislerin kendilerinin ifadeleri üzerine
beklemede kaldıklarını, TEM'den görevli bir polisin X7'nin koluna girerek 'ağabey bu tırı buradan
kaçırın bizi birbirimize düşürmek istiyorlar, CHP'ye malzeme çıkarıyor bunlar' dediğini, X7'nin de
'önümüzü siz kestiniz çekilin biz de gidelim' dediğini, bunun üzerine X7'yi amirlerine
yönlendirdiğini, 'gidin amirlerimizle, savcı beyle konuşun' dediğini, polis amirine gelen bir
telefonla 'abi zaten bizi görevden aldılar' dediğini ve bir süre sonra bölgeden ayrıldıklarını, bu arada
Kırıkhan Başsavcısı Yaşar Bey'in de olay yerinden ayrıldığını, daha sonra Hatay Bölge Başkanı'nın
bölgeye intikal ettiğini, Adana Savcısı'na tırların MİT Kanunu'na göre aranamayacağını hakim
kararının olması gerektiğini söylediğini, bunun üzerine savcı Özcan Şişman'ın hakim kararına
gerek olmadığını, kendisinin arama yaptırabileceğini, suç üstü yaptığını ifade ettiğini, MİT Hatay
Bölge Başkanı'nın neyin suçu diye sorduğunu, bunun üzerine savcının sessiz kaldığını, MİT Hatay
Bölge Başkanı'nın hakim kararı için vaktin olduğunu, karar geldikten sonra tırın aranabileceğini
söylediğini, ancak savcının bunu kabul etmediğini, ısrarla kendisinin buna yetkili olduğunu ifade
ettiğini, daha sonra bölgede sadece Özcan Şişman ve koruma polisinin kaldığını, bunun üzerine
kendilerinin de bölgeden ayrıldığını, Kırıkhan Özova Tarım'ın önünde basın mensuplarının ve
askerlerin beklediği duyumunu aldıklarını, olay yerindeki astsubay ve uzman çavuşların isimlerini
şu an itibariyle bilmediğini, devlet sırrı mahiyetindeki faaliyetin kanunlara aykırı biçimde deşifre
eden tüm sorumlular hakkında yasal gereğinin yapılmasını talep ettiğini'' şeklinde beyanda
bulunduğu anlaşılmıştır.
01.01.2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, Suriye Türkmenleri'ne yardım malzemesi taşıyan
Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tır ve eskort aracını durdurup, 2937 sayılı Devlet İstihbarat
Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26. Maddesi'ne açıkça muhalefet ederek aramak
ve devlet sırrını deşifre etmek isteyen, olayın öncesinde ve sonrasında basın ve sosyal medya
üzerinden yürüttükleri propaganda yoluyla ulusal ve uluslararası kamuoyuna Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'ni terörü destekleyen ülke gibi göstermeyi amaçlayan şüphelilerin, Hatay Valiliği'nin ve
Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının eylemi engelleme yönündeki tutumları neticesinde
amaçlarına ulaşamadıkları, bunun üzerine 19.01.2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde
durdurmayı planladıkları Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait 3 adet yardım tırı için çok daha kapsamlı ve
örgütsel bir hazırlık içerisine girdikleri, amaca ulaşmak amacıyla ''başarılı bir operayon'' için plan
yaptıkları anlaşılmıştır.
Bu kapsamda;
Şüphelilerin 01.01.2014 tarihinde Hatay İli Kırkhan İlçesi'nde gerçekleştikleri eylemde
amaçlarına tam olarak ulaşamamalarının ardından, Adana İl Jandarma Komutanlığı'nda
görevli şüphelilerle Ankara İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli şüphelilerin, resmi görev ve
hiyerarşinin dışındaki örgütsel irtibat halinde, devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti
yürüten Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırları ile ilgili ''Milli İstihbarat Teşkilatı'nın
El Kaide'ye silah götürdüğü'' şeklinde, gerçeğe aykırı olarak ürettikleri ve medya yoluyla
empoze ettikleri kurgusal haberi Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurmak amacıyla daha
planlı biçimde harekete geçtikleri,
160
Ankara İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüphelilerin, uyuşturucu
madde ticareti ve kaçakçılık suçlarından yürüttükleri istihbari takibe, takibi yapılan şahıslarla iltisak
sağlamak suretiyle, 19.01.2014 tarihli yardım faaliyetinde görev alan ve Adana İli Ceyhan İlçesi'nde
durdurulan 7 MİT mensubununun telefonu hakkında "Uyuşturucu Madde Ticareti" suçundan
Ankara Mahkemeleri'nde iletişimin dinlenilmesi, kayda alınması ye sinyal bilgilerinin
değerlendirilmesi yönünde kararlar aldıkları, MİT mensuplarının görevlerini ifa ettikleri esnada
iletişimlerini dinledikleri, kayda aldıkları, sinyal bilgilerini değerlendirdikleri, bu şekilde yardım
faaliyeti ile ilgili süreçten anbean haberdar oldukları, faaliyetin tüm ayrıntısını öğrendikleri,
Ankara İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde jandarma astsubay olarak görev
yapan şüpheliler Halil İbrahim Köse ve Mahmut Özcan'ın, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın sözkonusu
yardım faaliyetini ve bu faliyette görev alacak MİT mensuplarının açık kimlik ve adres bilgileri ile
kullandıkları cep telefon numaralarını Milli İsihbarat Teşkilatı aleyhine casusluk faaliyeti yürüttüğü
anlaşılan bir şüpheliden temin ettikleri,
"Örgüt Kapsamında Uyuşturucu ve Uyarıcı Madde Ticareti ve Kaçakçılık'' yaptıkları gerekçesiyle,
Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 07.01.2014 tarih ve 2014/51 karar numaralı,
Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 14.01.2014 tarih ve 2014/122 karar numaralı,
Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 17.01.2014 tarih ve 2014/144 karar numaralı iletişimin tespiti
ve kayda alınması kararlarına esas talep yazılarına telefon numaralarını serpiştirmek suretiyle MİT
mensuplarının kullandığı telefonlar hakkında istihbari amaçlı olarak 3 ay süre ile iletişimin tespiti,
kayda alınması, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi kararı aldıkları, bu sayede MİT mensuplarının
telefonlarını dinleyerek devlet sırrı kapsamındaki yardım faaliyetinin tüm aşamalarından haberdar
oldukları tespit edilmiştir.
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2014/117 sayılı yazısına istinaden Milli İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı tarafından gönderilen 27.03.2014 tarihli cevabi yazı içeriğine göre;
"Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2014/144 sayılı ve 17.01.2014 tarihli kararında yer alan
kişilerden iki tanesinin,
Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2014/51 sayılı ve 07.01.2014 tarihli kararında yer alan
kişilerden bir tanesinin,
Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/122 sayılı ve 14.01.2014 tarihli kararında yer alan
kişilerden üç tanesinin MİT personeli olduğu,
Bu kişilerin 19.01.2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde durdurulan Milli İstihbarat
Teşkilatı'na ait tırlarla ilgili yardım faaliyetini yürüten personel olduğu, önleme dinlemesi kararında
yeralan MİT personeline ait GSM numaralarının personelin şahsi irtibat numaraları olmakla birlikte,
soruşturmaya konu görevler kapsamında da kullanıldığı'' bildirilmiştir.
Şüpheliler Halil İbrahim Köse ve Mahmut Özcan'ın C.Başsavcılığımızca alınan 06.04.201507.04.2014 tarihli ifadelerinde;
161
''İsmini vermedikleri bir kişiden MİT mensuplarının telefon numaralarını birlikte aldıklarını" beyan
ettikleri,
Şüpheliler tarafından, yardım faaliyetinden haberdar olmak ve bu faaliyeti deşifre etmek maksadıyla
talep edilen ve alınan kararlar doğrultusunda şöz konusu dinlemelerle ilgili Jandarma Genel
Komutanlığı tarafından görevlendirilen müfettişlerin düzenlemiş olduğu 20.03.2014 tarihli rapor
içeriğinde;
"Bahse konu kararlardaki telefonlarla ilgili dinlemelerin; Veri Giriş Talep Formu'nda belirtilen
aidiyet numaralarına göre Hakan Gençer, Gültekin Menge, Mahmut Özcan, Cumali Katırcı, Ahmet
Yüksel ve Hasan Ülker tarafından gerçekleştirildiğinin" bildirildiği,
MİT mensuplarının telefonları hakkında alınan iletişimin tespiti kararlarından;
1 MİT mensubunun dahil edildiği 07.01.2014 tarih ve 2014/51 karar numaralı, 3 aylık süre ile talep
edilen ve alınan iletişimin tesbiti kararının tedbir süresinin 07.04.2014 tarihinde dolmasına rağmen,
19.01.2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarının
durdurulmasının ardından (14.01.2014 tarihinde iki kişiye ait 6 telefon numarası hakkında
uygulanan ileşimin tesbitinin sonlandırıldığı ancak bu iki kişiye ait başka numaların takibinin
19.01.2014 sonrasına kadar devam ettiği) 21.01.2014 tarihinde 5 adet telefon numarası, 27.01.204
tarihinde 5 adet telefon numarası, 31.01.2014 tarihinde 1 adet telefon numarası ve 11.02.2014
tarihinde 1 adet telefon numarası olmak üzere tüm numaralar hakkında uygulanan iletişimin tespiti
tedbir işleminin 3 aylık sürenin dolması beklenmeden,
3 MİT mensubunun dahil edildiği 14.01.2014 tarih ve 2014/122 karar numaralı 3 aylık süre ile talep
edilen ve alınan iletişimin tespiti kararının tedbir süresinin 14.04.2014 tarihinde dolmasına rağmen,
şüphelilerin 19.01.2014 tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesi'nde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırları
durdurmalarının ardından 21.01.2014 tarihinde 14 adet telefon numarası, 27.01.204 tarihinde 4 adet
telefon numarası ve 06.02.2014 tarihinde 2 adet telefon numarası olmak üzere tüm numaralar
hakkında uygulanan iletişimin tespiti tedbir işlemini 3 aylık sürenin dolması beklenmeden,
3 MİT mensubunun dahil olduğu 17.01.2014 tarih ve 2014/144 karar numaralı 3 aylık süre ile
talep edilen ve alınan iletişimin tesbiti kararının tedbir süresinin 17.04.2014 tarihinde dolmasına
rağmen, şüphelilerin 19.01.2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde Milli İstihbarat Teşkilatı'na
ait tırları durdurmalarının ardından 4 adet telefon numarasını 21.01.2014 tarihinde, diğer tüm
telefon numaraları hakkında uygulanan iletişimin tespiti tedbir işleminin de 3 aylık sürenin
dolması beklenmeden şüpheliler tarafından sonlandırıldığı,
Şüphelilerin talep ettikleri ve aldıkları iletişimin tespiti kararlarının, uyuşturucu ve uyarıcı madde
ticareti ile kaçakçılık suçlarını önleme maksadıyla olmadığı, MİT mensuplarının telefonlarını
dinleyerek Milli İstihbarat Teşkilatı'nın yürüttüğü yardım faaliyetini öğrenmek ve bu faaliyeti
deşifre etmek amacıyla alındığı, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti ile kaçakçılığın önlenmesi
gerekçesinin uydurma olduğu anlaşılmıştır.
Yardım faaliyetini yürüten MİT personelinin telefonlarını dinleyerek, yardım faaliyetinde kimlerin
ne şekilde görev alacağının ayrıntılarını öğrenen şüphelilerin, 18.01.2014 tarihi itibariyle Milli
162
İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım faaliyetini takibe başladıkları,
Şüpheli Gültekin Menge'nin saat 16:30 sıralarında İstihbarat Şube Müdürlüğü'ndeki sistemlerden
takip yapmak için İl Jandarma Komutanlığı'na geldiği, HTS kayıtlarına göre, adına kayıtlı 505562..
numaralı telefonun 18.01.2014 günü, saat 16:36'da Ankara İl Jandarma Komutanlığı'nın bulunduğu
Demetevler - Lalegül mevkiinde baz sinyali verdiği,
Aynı şekilde Ersin Kaya'nın da yardım tırlarının takip edilmesi için görevlendirildiği ve Gültekin
Menge ile irtibatlı olarak bilgi aktardığı, 18.01.2014 tarihli HTS kayıtlarına göre, şüpheli Gültekin
Menge'nin 16:30-21:00 saatleri arasında 553481.. numaralı telefondan 7 kez Ersin Kaya ile
mesajlaştığı, bu saatlerde Ersin Kaya'nın kullandığı 55348148.. numaralı telefonun Milli İstihbarat
Teşkliatı'na ait tırların hareket noktası ve geçiş güzergahı olan Pursaklar-Esenboğa Havalimanı yolu
üzerinde baz sinyali verdiği,
Şüpheli Gültekin Menge'nin saat: 20:38'de Ersin Kaya'dan mesaj aldıktan sonra Ankara İl Jandarma
Komutanlığı'ndan ayrılarak Esenboğa Havalimanı'na doğru yola çıktığı, telefonunun saat 21:03'te
Keçiören İlçesi Şefkat Mahallesi (havalimanı yolu üzeri)'nde baz sinyali verdiği,
Şüpheliler Gültekin Menge ve Cumali Katırcı'nın, Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait 3 tır ve bu tırlara
eskortluk eden aracın Ankara Esenboğa Havalimanı'ndan hareket etmesinin ardından, şüpheli
Hakan Gencer'in talimatı doğrultusunda araçları takip etmeye başladıkları,
Bu esnada şüpheli Ahmet Yüksel'in de Ankara İl Jandarma Komutanlığı İst. Şube Müdürlüğü'nde,
haklarında iletişimin tespiti tedbiri uygulanan MİT personelinin telefonlarının baz sinyali takiplerini
yaptığı ve elde ettiği verilerle diğer şüpheliler Gültekin Menge ve Cumali Katırcı'yı yönlendirdiği,
Şüpheli Gültekin Menge'nin 19.01.2014 gecesi saat 02:44'te, 47 saniye (bulunduğu baz: Gölbaşı
Sanayi Sitesi), 02:49'da, 1 dakika 8 saniye (bulunduğu baz: Gölbaşı TT Binası), 02:52'de, 23 saniye
(bulunduğu baz: Gölbaşı Konya Yolu Orta Refüj), 02:55'te, 7 dakika 33 saniye (bulunduğu baz:
Gölbaşı Konya Yolu Çıkışı 3 Km.), 03:05'te, 2 dakika 22 saniye (bulunduğu baz: Gölbaşı Oğulbey
Köyü) süreyle şüpheli Ahmet Yüksel'le görüştüğü,
Bu saat itibariyle Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırların ve eskort aracın Gölbaşı İlçesi'nde mola
verdiği, şüpheliler Gültekin Menge ve Cumali Katırcı'nın mola yerinde de takibi sürdürdükleri,
Şüpheli Gültekin Menge'nin mola esnasında saat 03:11'de, 2 dakika 20 saniye (bulunduğu baz:
Gölbaşı Uydu Haberleşme Merkezi), 03:19'da, 3 dakika 9 saniye (bulunduğu baz: Gölbaşı Uydu
Haberleşme Merkezi), 03:31'de, 1 dakika 40 saniye (bulunduğu baz: Gölbaşı Uydu Haberleşme
Merkezi), 03:38'de, 3 dakika 17 saniye (bulunduğu baz: Gölbaşı Uydu Haberleşme Merkezi)
süreyle şüpheli Ahmet Yüksel'le görüştüğü, Milli İstihbarat Teşkliatı'na ait 3 tır ve eskort aracın
plakalarını mola esnasında kontrol ederek teyit ettiği, saat 03:42'de şüpheli Hakan Gençer'in
kullandığı Jandarma Genel Komutanlığı adına kayıtlı 53438986.. numaralı telefonu arayarak takip
sonucu elde ettiği bilgileri aktardığı ve tırların ve eskort aracın plakalarını verdiği, daha sonra takibi
bırakarak döndükleri,
Şüpheli Hakan Gençer'in kullandığı Jandarma Genel Komutanlığı adına kayıtlı 0534389.. numaralı
telefondan saat 03:57'de Önder Kır'ı arayarak 182 saniye görüştükleri ve şüpheli Hakan Gençer'in
şüpheli Önder Kır'a MİT'e ait tırlarla ilgili gelişmeleri aktararak plakalarını verdiği,
163
Bunun üzerine Önder Kır'ın Adana İli'ndeki koordinasyonu sağlamaya başladığı ve C. Savcısı Aziz
Takcı ile telefonda görüşerek evine gittiği,
Bu esnada şüpheli Gültekin Menge'nin, saat 03:43'te, 16 saniye (bulunduğu baz: Gölbaşı Uydu
Haberleşme Merkezi), 03:50'de, 1 dakika (bulunduğu baz: Gölbaşı Konya Yolu Çıkışı 3 Km.),
04:01'de, 36 saniye (bulunduğu baz: Çankaya Akpınar Mahallesi) süreyle şüpheli Ahmet Yüksel'le
tekrar görüştüğü ve sistem üzerinden MİT personelinin baz sinyali takibine devam ettikleri,
MİT'e ait tırların Gölbaşı'nı geçtikten sonra yoluna devam ettiği, şüpheli Hakan Gençer'in saat:
03:57'de Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Önder Kır'ı
arayıp tırlarla ilgili ayrıntılı bilgi verdiği ve planlama yaptıkları,
Şüpheli Önder Kır'a Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırlar, dorselerinin ve eskort aracının plakalarını
verdikten sonra Hakan Gençer ve Gültekin Menge'nin, Adana İl Jandarma Komutanlığı'na ait ihbar
hattına isimsiz ihbarda bulundukları, bu şekilde tırların durdurulmasının sıradan bir ihbar
doğrultusunda gerçekleşen rutin bir uygulama olduğu, şüphelilerin yalnızca görevini yapan
jandarma personeli olduğu intibası vermeye, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni terörü destekleyen
ülke konumuna sokmak kastıyla gerçekleştirdikleri eylemlerinin hukuki ve cezai
sorumluluğundan kurtulmaya ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine casusluk faaliyeti
kapsamındaki eylemlerini gizlemeye çalıştıkları ve Milli İstihbarat Teşkliatı'na ait tırları
durdurup arama işlemi öncesinde basın mensuplarına haber vermek suretiyle arayarak,
görüntüleri uluslararası kamuoyuna servis etmeye, örgüte yakın basın-yayın kuruluşları,
diziler ve gazete köşe yazıları aracılığı ile koordineli ve planlı biçimde kamuoyunu, örgütün
amaçları doğrultusunda yönlendirmeye çalıştıkları tespit edilmiştir.
Gültekin Menge'nin tırların ve eskort aracın plakalarını aldıktan sonra fiziki takibi sonlandırmasının
ardından İl Jandarma Komutanlığı'na geçtiği, Hakan Gençer'in de kendi adına tescilli 34 BC 10..
plakalı numaralı aracı ile saat 04:23'te İl Jandarma Komutanlığı'nın yaklaşık 100 metre ilerisindeki
Demetevler, Lalegül kavşağından geçerek İl Jandarma Komutanlığı'na geldiği, Hakan Gençer'in
saat 04:28'de şüpheli Gültekin Menge'yi telefonla arandığı ve 17 saniye süreyle görüştükleri, saat
05:25'te Hakan Gençer'in tekrar Gültekin Menge'yi aradığı, 1 dakika 28 saniye süreyle görüştükleri,
Gültekin Menge'nin saat 06:00 sıralarında ihbarı yaptığı Etlik Caddesi yakınlarındaki Tanzimat
Caddesi civarında bulunduğu, saat 06:00'da yine Hakan Gençer'in Gültekin Menge'yi aradığı ve 17
saniye süreyle görüştükleri, sonrasında Gültekin Menge'nin tekrar İl Jandarma Komutanlığı'na
döndüğü, Hakan Gençer'in saat 06:09, saat 06:49, saat 06:50 ve saat 06:51'de Gültekin Menge ile
görüştüğü, tüm bu görüşmeler esnasında şüpheli Gültekin Menge'nin İl Jandarma Komutanlığı'nda
bulunduğu,
Akabinde Hakan Gençer'in İl Jandarma Komutanlığı'na geldiği, burada Gültekin Menge ile
görüştükten sonra 34 BC 10.. plakalı, Gültekin Menge'nin de 06 NCV.. plakalı aracı ile İl Jandarma
Komutanlığı'ndan ayrıldıkları, yaklaşık 100 metre ilerideki Demetevler-Lalegül Kavşağı'nda kırmızı
ışıkta bekledikleri sırada araçlarının camlarını indirerek konuştukları, yeşil ışık yanınca Demetevler
408. Cadde'ye (eski 1. cadde) girerek 408. Cadde No:132/B sayılı adresteki Elit Kuruyemiş isimli
büfenin karşısında araçlarının dörtlü lambalarını yakıp durdukları, Gültekin Menge'nin aracında
beklediği sırada Hakan Gençer'in aracından inerek saat 07:00 sıralarında koşarak Elit Kuruyemiş
164
isimli büfeye girdiği, tanınmamak için başına koyu renk bere/şapka giydiği, buradan 2457170620
seri numaralı Türk Telekom kartını aldığı ve geri dönerek kartı Gültekin Menge'ye verdiği, Hakan
Gençer'in Demetevler 408. Cadde yakınlarındaki ikametine aracını bıraktığı, saat 07:06'da Gültekin
Menge'yi aradığı, Gültekin Menge'nin Hakan Gençer'i arabasına alarak sahte ihbarı yapacakları yere
doğru yola çıktıkları, şüphelilerin istihbaratçı olmaları nedeniyle tecrübelerinden de yararlanarak
mobese kameraları, plaka tanıma sistemi ve güvenlik kameralarına görüntü vermemek için ana
yolları kullanmadan ara sokaklardan geçerek saat 07:21'de Keçiören İlçesi, Aşağıeğlence Mahallesi,
Özdemir Sok. ve Berçin Sok. kesişimine geldikleri, Etlik Caddesi'nde bulunan telefon kulubesinden
ihbarı yapmayı planlamalarına rağmen, Etlik Caddesi'ndeki mobese kameraları, plaka tanıma
sistemi ve güvenlik kameralarına görüntü vermemek için araçlarını Etlik Caddesi'ne bağlanan
Özdemir Sokak–Berçin Sokak kesişimine bıraktıkları, bir süre araçta oturduktan sonra saat 07:23'te
şüpheli Gültekin Menge'nin araçtan inerek yaklaşık 250–300 metre mesafedeki Etlik Caddesi
Bağkur 4. Blokları Önü No: 69 sayılı yerde kurulu 03123887860 numaralı ankesörlü telefon
kulübesine doğru yürüdüğü, tanınmamak için başında bere olduğu, kulübeye doğru yürüken sağ
cebinden önceden hazırladıkları ihbarın ve/veya bilgilerin olduğu kağıdı çıkarıp okuduğu ve sol
cebine koyduğu, saat 07:25'te telefon kulübesine girdiği, saat 07:26'da Adana İl Jandarma
Komutanlığı'na ait 03223233272 numaralı telefonu aradığı ve 55 saniye süreyle görüşme yaptığı,
saat 07:28'de Adana İl Jandarma Komutanlığı'na ait 03221560000 numaralı ihbar hattını
aradığı ve 96 saniye süreyle görüşme yaptığı, bu görüşmede "Ankara'dan 3 tane tır, patlayıcı
yüklü 3 tane tır yola çıktı, Adana'ya doğru geliyor, plakasını veriyorum" deyip, önceden
plakasını aldığı Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait 3 tırın, dorselerinin ve bu tırlara eskortluk eden
aracın plakalarını vererek "abicim bunlar patlayıcı yüklüdür, muhtemelen 3 tane tır patlayıcı
yüklediler, Adana'ya doğru yola çıktılar Ankara'dan, gece saat 2:00-2:30 gibi yola çıktılar,
sizin oraya varmak üzereler, bir iki saat içerisinde varırlar yani" şeklindeki sahte ihbarı yaptığı,
Gültekin Menge'nin sahte ihbarı yaptığı esnada Özdemir Sokak-Berçin Sokak kesişimine
bıraktıkları araçta bekleyen şüpheli Hakan Gençer'in saat 07:27'de aracın yanından ayrılarak Etlik
Caddesi'ne doğru yürüdüğü, sahte ihbarın yapıldığı sırada gözcülük yaptığı, Gültekin Menge'nin
telefonu kapatmasının ardından saat 07:30'da aracın yanına geldiği, Gültekin Menge'nin de saat
07:30'da kulübeden ayrılarak araca doğru yürüdüğü, her iki şüphelinin de araca binerek saat
07:33'te bulundukları yerden ayrıldıkları, yine mobese kameralarına, plaka tanıma sistemlerine ve
güvenlik kamerlarına görüntü vermemek için ana yolları kullanmadan ara sokoklardan Demetevler
408. Cadde ile İvedik Caddesi kesişimine geldikleri, Gültekin Menge'nin Hakan Gençer'i evine
bıraktığı, kendisinin de İl Jandarma Komutanlığı'na geçerek sistemden Milli İstihbarat Teşkliatı
personelinin kullandıkları telefonların baz takibine devam ettiği, telefonu hakkındaki HTS raporuna
göre saat 23:06'ya kadar İl Jandarma Komutanlığı'nda kaldığı, saat 00:00 civarlarında Keçiören'de
bulunan ikametine gittiği tespit edilmiştir.
Şüpheli Hakan Gençer'in saat 03:57'de Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube
Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Önder Kır'ı arayarak Milli İstihbarat Teşkliatı'na ait tırların ve tırlara
öncülük eden eskort aracının plakalarını vermesi, Adana İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli
şüphelilerin sabah saat 07:28'de yapılan sahte ihbardan önce hazırlıklara başlamaları, kendileri de
güvenlik birimi olan Ankara'daki şüphelilerin terör örgütlerine silah taşıdığını ve içerisinde patlayıcı
madde bulunduğunu iddia ettikleri Milli İstihbarat Teşkliatı'na ait tırlar hakkında herhangi bir işlem
165
yapmadıkları gibi Ankara-Adana karayolu üzerinde bulunan Şereflikoçhisar, Aksaray ve Niğde İl ve
İlçe Jandarma veya emniyet birimlerine bildirmeyerek doğrudan Adana İl Jandarma Komutanlığı'na
bildirmeleri, görevli oldukları Ankara İl Jandarma Komutanlığı'ndaki telefonları, kendilerine ait cep
telefonlarını veya telefon kartı aldıkları Elit Büfe isimli işyerinin yanında bulunan ankesörlü telefon
kulubelerini kullanmayıp ara sokaklardan gitmek suretiyle bulundukları yere uzak bir yerdeki
ankesörlü telefon kulübesinden ihbarı yapmaları, tırların güzergah boyunca birçok polis sorumluluk
bölgesinden geçmesine ve buralarda sivil vatandaşların bulunmasına, iddia ettikleri gibi tırlarda
mühimmat veya patlayıcı madde bulunması durumunda burada yaşayan sivil vatandaşların can
güvenliği açısından tehlike oluşturacak olmasına rağmen ihbarı emniyet müdürlüklerine veya
güzergah üzerindeki herhangi bir kolluk birimine yapmayarak doğrudan Adana İl Jandarma
Komutanlığı'na yapmaları, Adana İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli şüphelilerin içerisinde
patlayıcı madde ve mühimmat bulunduğunu iddia ettikleri tırlara Adana İl girişinde müdahele
etmeyip şehir merkezinden geçmesine izin vererek, Adana çıkışına yakın Ceyhan İlçesi gişelerinde
müdahele etmeleri dikkate alındığında;
Ankara İl Jandarma Komutanlığı ve Adana İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli şüphelilerin,
tırların Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunu ve Ceyhan Sirkeli Gişeler Mevkii dışındaki bir
bölgede durdurulmaları durumunda olay yeri itibariyle kendilerinin yetkili olmayacağını ve Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin resmi hiyerarşisine bağlı kolluk birimlerince Milli İstihbarat Teşkliatı'na ait
olduğu anlaşıldığında tırların durdurulmayacağını bildikleri, giriştikleri hukuksuz eylem başarıya
ulaşmayacağı için, Ankara İli'nden yola çıkan ve içerisinde patlayıcı madde olduğunu iddia ettikleri
tırlara Adana Ceyhan İlçesi'ne kadar müdahele etmedikleri anlaşılmıştır.
Açıklanan sebeplerle MİT'e ait tırları durduran şüphelilerin kastı;
Devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürüttüğünü bildikleri tırlara müdahale ederek
Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine casusluk faaliyeti olduğu, devlet sırrının ele geçirilip
ifşa edilmesine ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni uluslararası kamuoyunda terör örgütlerine
yardım eden ülke konumuna düşürüp Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni görevini yapamaz
hale getirmeye yöneliktir.
Şüpheli Gültekin Menge'nin 19.01.2014 günü saat 07:28'de Adana İl Jandarma Komutanlığı ihbar
hattı olan 03221560000 numaralı telefonu arayarak sahte ihbarı yapmasından önceki süreçte;
Şüpheli Hakan Gençer'in, Adana İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli Önder Kır'ı
cep telefonundan arayarak saat 03:57'de bilgilendirdiği, tırların sıradan bir ihbarla yakalandığı
görüntüsünü vermek için ihbarı yapan şüphelilerin Adana İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli
şüpheli Önder Kır tarafından da bilindiği ve tanındığı,
Şüpheli Önder Kır'ın kullandığı 0505240... numaralı telefonun HTS kayıtlarına göre;
Şüpheli Hakan Gençer'in kullandığı Jandarma Genel Komutanlığı adına kayıtlı 053438... numaralı
telefondan 19.01.2014 günü saat 03:57'de Önder Kır'ı arayarak 182 saniye görüştükleri ve şüpheli
Hakan Gençer'in şüpheli Önder Kır'a MİT'e ait tırlarla ilgili gelişmeleri aktararak plakalarını
verdiği,
166
Bunun üzerine şüpheli Önder Kır'ın 0534876... numaralı telefonu kullanan şüpheli Hüseyin
Özmen'le; saat 04:04'te 109 saniye, saat 04:27'de 38 saniye, saat 04:49'da 12 saniye, saat 05:15'te 9
saniye, saat 05:16'da 24 saniye görüştükleri, bu saat itibariyle şüpheliler Önder Kır ve Hüseyin
Özmen'in bir araya geldikleri, şüpheli Önder Kır'ın saat 05:57'de olay günü nöbetçi olmayan
Cumhuriyet Savcısı Aziz Takcı'yı aradığı ve 35 saniye görüştükleri,
Sonrasında şüpheli Hakan Gençer'in saat 06:01'de şüpheli Önder Kır'ı tekrar arayarak 46 saniye
görüştükleri,
Bunun üzerine şüpheli Önder Kır'ın Cumhuriyet Savcısı Aziz Takcı'yı saat 06:04'te tekrar aradığı ve
sonrasında Adana İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde kısım amiri olarak görev yapan
şüpheli Hüseyin Özmen ile birlikte Aziz Takcı'nın evine gittiği, Hüseyin Özmen'in aşağıda
beklediği, İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli olması dolayısıyla adlî kolluk görevi bulunmayan
şüpheli Önder Kır'ın pazar günü çok erken bir saatte Aziz Takcı'nın evine giderek planladıkları
eylemi görüştükleri,
Sonrasında şüpheli Önder Kır'ın 19.01.2014 günü şüpheli Hakan Gençer'le; saat 06:06'da 19 saniye,
saat 06:15'te 9 saniye, saat 06:33'te 6 saniye, saat 06:55'te 5 saniye, saat 07:01'de 21 saniye, saat
07:02'de 16 saniye, saat 07:47'de 19 saniye (sahte ihbar saat 07:29'da yapılmıştır), saat 08:43'te 10
saniye, saat 10:08'de 8 saniye olmak üzere MİT'e ait tırların durdurulmasından önce çok sayıda kısa
süreli görüşmeler yaptıkları,
Bu görüşmeler esnasında şüpheli Gültekin Menge'nin Ankara İl Jandarma Komutanlığı'nda
bulunduğu ve telefonlarını dinledikleri MİT mensuplarının baz bilgilerinden tırların konumlarını
takip ettiği,
Şüpheli Hakan Gençer'in ise şüpheli Önder Kır'la yaptığı kısa süreli görüşmelerde MİT'e ait tırların
konumlarını bildirdiği anlaşılmıştır.
Şüpheli Gültekin Menge tarafından sahte ihbarın saat 07:28'te yapılmasının ardından Bestami Filik,
Özcan Aygün ve Hakan Kaplan tarafından imzalanan İhbar Kayıt Formu'na göre;
İhbarın saat 07:35'te İstihbarat Şube Müdürü Bekir Karataş'a, saat 07:36'da Pozantı İlçe Jandarma
Komutanlığı nöbetçi astsubayına, saat 07:40'ta Adana İl Jandarma Komutanı Özkan Çokay'a, saat
07:55'te İl Jandarma Komutan Yardımcısı Selahaddin Özenli'ye ve saat 08:00'de Asayiş Şube
Müdür Vekili Hakan Kaplan'a bildirildiği anlaşılmıştır.
Adana İl Jandarma Komutanlığı 156 harekat merkezi'nde görevli Bestami Filik ve Özcan Aygün'ün
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nca tanık olarak alınan 06.03.2014 tarihli ifadelerinden de
anlaşılacağı üzere, saat 07:00 sıralarında henüz sahte ihbar yapılmadan Adana İl Jandarma
Komutanı Özkan Çokay'ın 156 harekat merkezi vardiya amiri Özcan Aygün'ü aracılığıyla komando
bölük komutanına göreve çıkacak şekilde bir timin hazır edilerek kendisinin telefonla aranması
emrini verdiği, Gültekin Menge'nin yaptığı sahte ihbardan yarım saat önce Adana İl Jandarma
Komutanlığı'nda görevli şüphelilerin planladıkları eylemin hazırlıklarına başladıkları, sahte ihbarın
yapılmasından önce ve sonra, yapılan ihbarı emniyet birimlerinden ve diğer devlet kurumlarından
gizledikleri, Adana İl Jandarma Komutanı Özkan Çokay tarafından 156 Harekat Merkezi vardiya
amiri Özcan Aygün'e ihbarla ilgili herhangi bir yere paylaşımda bulunmaması yönünde sözlü
167
talimat verildiği tespit edilmiştir.
Adana İl Jandarma Komutanlığı 156 harekat merkezi'nde düzenlenen 19.01.2014 tarihli
ihbar kayıt formu'na göre;
Saat 07:28'de Gültekin Menge tarafından yapılan ihbar içeriğinin "156 ihbar hattını arayan ve
ismini vermeyen erkek sesli bir şahsın Ankara İli'nden 06 . 9... plakalı çekici ve çekiciye ait 06
F. 9... plakalı dorse, 06 E. 2... plakalı çekici ve 06 D. 2... plakalı çekici olmak üzere 3 çekici tır
ile patlayıcı madde ve mühimmat sevk edildiğinin, saat 02:00- 02:30 arasında Ankara İli'nden
çıkış yaptıklarının ve Adana İli istikametine hareket ettiklerinin bildirildiği" şeklinde
olmasına rağmen, Adana İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli olan ve herhangi bir
adlî görevi bulunmayan şüpheli Önder Kır'ın Cumhuriyet Savcısı Aziz Takcı ile görüştükten sonra
"Adana İl Jandarma Komutanlığı 156 Jandarma ihbar hattını arayan bir şahsın Ankara
İli'nden 19 Ocak 2014 günü saat 02:30 sıralarında ayrılan 3 adet tır 06 . 9... çekici – 06 F. 9...
dorse, 06 E. 2... tır, 06 D. 2... plakalı tırlarda silah ve mühimmat ile patlayıcı madde
bulunduğu ihbarında bulunduğu, bu araçların Hatay üzerinden yurtdışı bağlantılı El-Kaide
Terör Örgütü'ne silah ve malzeme götürdükleri bu nedenle Ceyhan Sirkeli Gişeleri'nde
arama ve elkoyma yapılmasının uygun olacağının değerlendirildiği, plakaları yazılı çekici,
dorse ve tırlarda, tespit edilecek şüpheli şahısların üzerinde ve araçlarda arama yapılması ve
ele geçirilecek suç unsuru deliller için el koyma kararının verilmesi" şeklindeki Adana
Cumhuriyet Başsavcılığı'na hitaben yazılan arama talep yazısını düzenlediği, adlî görevinin
bulunmaması nedeniyle arama talep yazısını Adana İl Jandarma Asayiş Şube Müdür Vekili şüpheli
Hakan Kaplan'a imzalattığı,
Şüpheli Gültekin Menge tarafından yapılan sahte ihbar içeriğinde hiçbir şekilde El-Kaide ibaresinin
bulunmamasına rağmen, Önder Kır tarafından hazırlanan ve Hakan Kaplan tarafından imzalanan
19.01.2014 tarihli arama talep yazısında "bu araçların Hatay üzerinden yurtdışı bağlantılı El-Kaide
terör örgütüne silah ve malzeme götürdükleri" şeklindeki sahte ihbarda dahi geçmeyen kurgusal
gerekçenin kullanıldığı,
Şüpheli Hakan Kaplan'ın Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nca alınan 05.03.2014 tarihli ifadesinde;
"El-Kaide ibaresini kendisinin eklemediğini, istihbarat şube tarafından eklendiğini" beyan
ettiği,
Arama talep yazısını şüpheli Hakan Kaplan'a imzalatan Önder Kır'ın;
Olay günü nöbetçi olmamasına rağmen talebi Aziz Takcı'nın ikametine götürdüğü, Aziz Takcı
tarafından arama talep yazısının üzerine "2014/2 soruşturma dosyası ile irtibatlı olabilir"
ibaresinin yazılarak 01.01.2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde durdurulan Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyetine konu tırların
durdurulması olayı ile ilgili yürütülen soruşturma ile bu sahte ihbarın irtibatlandırıldığı ve
böylelikle ihbarı kendi uhdesindeki soruşturma kapsamına dahil ederek 19.01.2014 tarih ve 2014/2
numaralı soruşturma dosyası üzerinden Adana İl Jandarma Komutanlığı'na hitaben arama kararını
imzaladığı,
168
Adana İl Jandarma Komutanı Özkan Çokay'ın, saat 07:28'de Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırlara
ilişkin sahte ihbar yapılmadan önce jandarma komando, asayiş, istihbarat ve teknik birimlerin
kışlaya gelerek hazır edilmesi ve Ceyhan Sirkeli Gişeleri Mevkii'ne kadar herhangi bir müdahalede
bulunulmadan ve hiçbir kolluk birimine veya devlet kurumuna bilgi verilmeden tırların takip
edilmesi talimatını vermesi üzerine, yapılan ihbar daha Adana İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü
şüpheli Bekir Karataş'a bildirilmeden önce (saat 07:35'te bildiriliyor) İstihbarat Şube
Müdürlüğü'nde görevli İdris Karaçizmeli ve Uğuray Çakır'ın "İstihbarat Birimleri Araç ve Personel
Görevlendirme Defteri" kayıtlarına göre 01 BHL 08 plakalı araç ile saat 07:30'da İstihbarat Şube
Müdürlüğü'nden çıkarak Milli İstihbarat Teşkliatı'na ait tırları takip etmek için Pozantı İlçesi'ne
gittikleri, Adana'nın batısındaki Pozantı İlçesi'nde tırları takip etmeye başladıkları, bu arada Pozantı
İlçe Jandarma Komutanı'nın emriyle Pozantı Merkez Jandarma Karakol Komutanı Hakan
Dağdelen'in kendi sorumluluk bölgesinde, Tekir Jandarma Karakolu Devriye Komutanı
Mehmet Ali Kördöl'ün kendi sorumluluk bölgesinde tırların geçişini takip ettikleri, tırların
Pelit Dinlenme Tesisleri'nde tartıya girip yaklaşık bir saat mola verdikleri, şüpheli İdris
Karaçizmeli ve Uğuray Çakır'ın burada da takibi devam ettirdikleri, takip esnasında şüpheli
İdris Karaçizmeli'nin, Jandarma Genel Komutanlığı adına kayıtlı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nce
19.01.2014 tarihinde kendi kullanımına tahsisli 053438985.. numaralı cep telefonundan saat
10:27'de Doğan Haber Ajansı muhabiri Fatih Karaçalı'nın kullandığı 0532586.. numaralı telefonu,
saat 11:05'te de Sabah Gazetesi muhabiri Murat Karaman'ın kullandığı 053231.. numaralı telefonu
arayarak muhabirleri Ceyhan İlçesi Sirkeli Otoyol Gişeleri'ne çağırdığı,
Bu şekilde şüphelilerin kurguladıkları plan dahilinde, MİT'e ait Suriye Türkmenleri'ne yönelik
yardım faaliyeti yürüten tırları durdurup ararken basın mensuplarının görüntü almasını ve
eyleme müdahale edilmesine fırsat vermeden aldıkları görüntüleri basın mensupları
aracılığıyla Türk ve dünya kamuoyuna servis etmeyi amaçladıkları anlaşılmıştır.
Şüpheli İdris Karaçizmeli'nin, saat 10:27:40'da Fatih Karaçalı ile 63 saniye, saat 11:05:58'de Murat
Karaman ile 49 saniye, saat 11:27:16'da Fatih Karaçalı ile 20 saniye, saat 11:27:57'de Murat
Karaman ile 45 saniye görüştüğü, saat 12:00'de tırların durdurulmasının hemen ardından da, saat
12:06:11'de Fatih Karaçalı ile 13 saniye, saat 12:06:43'te Murat Karaman ile 26 saniye, saat
12:08:00'de Fatih Karaçalı ile 15 saniye görüştüğü,
Şüpheli İdris Karaçizmeli ve Uğuray Çakır'ın tırları takip ettiği esnada, Adana İl Jandarma
Komutanı Özkan Çokay'ın, aynı zamanda yardımcısı olan şüpheli Selahaddin Özenli'ye gerekli
talimatları verdikten sonra şüpheli Selahaddin Özenli'nin, komutasındaki 50'si jandarma komando,
26'sı istihbaratçı subay/astsubay olmak üzere yaklaşık 150 kişilik bir kuvvetle saat 10:00'da Ceyhan
Otoyolu Sirkeli Gişeleri'nde tertibat aldığı,
Olay yerine sinyal kesici cihazların getirtildiği, jandarma görevlilerinin telefonlarının toplandığı,
böylelikle gerek Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının gerekse örgütün planladığı mizansenden
habersiz biçimde askeri hiyerarşi içerisinde olay yerine intikal eden jandarma personeli tarafından
şüphelilerin örgütsel eylemi anlaşıldığında yetkili kişi ve kurumlara bildirilmesinin önüne geçmek
istendiği tesbit edilmiştir.
Kadir Dürmüş'ün Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nca alınan 06.03.2014 tarihli ifadesinden açıkça
169
anlaşıldığı üzere;
Şüpheli Selahaddin Özenli'nin tırlar durdurulmadan önce personele bir konuşma yaptığı, "hızlı bir
şekilde arama yapılması gerektiğini" söylediği, şüpheli Selahaddin Özenli'nin ardından şüpheli
Önder Kır'ın "araçların içerisindeki şahısların direk alınacağını, daha sonra şahıslara arkadan
kelepçe takılarak ekip araçlarına götürüleceğini, kimlik kontrolünün daha sonra
yapılacağını" söylediği, böylelikle şüphelilerin, MİT görevlilerinin kimlik göstermesine fırsat
vermeden gözaltına almayı ve tırlarda bulunan malzemeleri ulusal/uluslararası kamuoyuna servis
etmek amacıyla görüntü almayı planladıkları anlaşılmaktadır.
Saat 12:00'de Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırların ve tırlara eskortluk eden aracın Adana İli
Ceyhan İlçesi Otobanı Sirkeli Gişeleri'nden geçişi esnasında yaklaşık 150 kişilik askeri kuvvetle
şüpheliler tarafından durdurulduğu, araçlardaki MİT mensuplarının üzerlerine uzun namlulu
silahlar doğrultularak kimlik sorulmadan, konuşmalarına izin verilmeden ve şiddet
uygulanarak bulundukları araçlardan aşağıya indirildikleri, araçlardan inmek istemeyerek
MİT mensubu olduklarını söyleyenlerin zorla indirildikleri, yüzükoyun yere yatırılıp ellerinin
arkadan kelepçelendiği, bir MİT görevlisinin başına basıldığı,
06 E. 2... plakalı tırın yolcu mahalinde bulunan Milli İstihbarat Teşkilatı mensubunun olay yerinde
bulunan yetkili personelle görüşmek ve kendisine bilgi vermek istediğini söylediği, şüpheliler
tarafından talebi dinlenilmeden zorla tırdan aşağıya indirilmeye çalışıldığı, tırların MİT'e ait
olduğunu söylemeye ve kimliğini göstermeye çalışırken şüpheli İbrahim Aslan'ın buna müsaade
etmediği ve araçtan inmesi için bağırdığı, Murat Arsal'ın şoför kapısından girerek kendisini yakapaça aşağıya indirmeye çalıştığı, bu esnada şüpheli İbrahim Aslan'ın da ayaklarından tutarak
aşağıya çektiği, mukavemet etmediğini, bu şekilde davranmamalarını, kimliğini göstereceğini ve
açıklama yapmak istediğini ısrarla söylemesine rağmen şüphelilerin Milli İstihbarat Teşkilatı
görevlisini dinlemedikleri, zorla aşağı indirdikleri, kimliğini göstermesine fırsat vermeden
kelepçelemek için ellerini arkaya doğru kıvırdıkları, açıklama yapma konusundaki ısrarı sonucu
arama kararını kendisine gösterdikleri, arama kararını okuyan müştekinin kendisinin MİT görevlisi
olduğunu, tırların MİT'e ait olduğunu söylemeye ve 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve
Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nu hatırlatmaya çalıştığı, şüphelilerin buna izin vermeyerek
müştekinin ellerini arkadan kelepçeleyip jandarma aracına götürdükleri,
Bu esnada eskort aracında bulunan Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarına şüpheli Önder Kır ve
komutasındaki jandarma komando ekipleri tarafından uzun namlulu silahlar doğrultularak müdahale
edildiği, araçta bulunan MİT görevlililerinin konuşmalarına fırsat verilmeden, aracın şoför
koltuğunda oturan MİT görevlisinin yaklaşık 4-5 kişilik jandarma komando personeli tarafından
zorla araçtan indirilerek ellerinin arkadan kelepçelendiği, eskort aracın sağ ön koltuğunda oturan
Milli İstihbarat Teşkilatı görevlisine yaklaşık 10 kişilik bir ekibin müdahale ettiği, MİT görevlisinin
şüpheli Önder Kır'ın talimatı ile yüzü koyun yere yatırıldığı, üzerine şüpheli Önder Kır ve Ceyhan
İlçe Jandarma Komutanı Erdal Yılmaz da dahil olmak üzere yaklaşık 10 komando erinin çıktığı,
kafasına basıldığı, ellerinin arkadan kelepçelenerek yaka-paça jandarma minibüsüne götürüldüğü,
eskort aracın içinde ve bagajında arama yapıldığı, minibüse götürülen MİT görevlilerinin ısrarla
olay yerindeki amirlerle görüşmek istediklerini söyledikleri ancak jandarma personeli tarafından
buna izin verilmediği,
170
Milli İstihbarat Teşkliatı mensuplarının "kendilerinin MİT görevlisi olduklarını, devletin yetkili
makamları tarafından verilen görevi ifa ettiklerini, kendilerine böyle davranılamayacağını, tırların
Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunu ve içerisinde devlet sırrı kapsamındaki malzemelerin
bulunduğunu, 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26.
maddesi gereğince Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Makamı'ndan izin alınmaksızın tırlarda arama
yapılamayacağını, aksi takdirde suç işlemiş olacaklarını" yüksek sesle defalarca beyan ettikleri,
MİT personel kimliklerini göstermek istedikleri,
Hatta şüpheliler tarafından düzenlenen 19.01.2014 tarihli tutanaklardan da anlaşılacağı üzere;
Durdurulan bir ve üçüncü tırda şoförün yanında yolcu koltuğunda birer kişi bulunduğu, bu
kişilerin Milli İstihbarat Teşkliatı görevlisi olduklarını belirterek MİT personel kimliklerini
gösterdikleri, buna rağmen durdurulduktan 10 dakika kadar sonra tırların kasasında
bulunan konteynırlarda arama yapmak üzere şüpheliler tarafından tırlara çıkıldığı tespit
edilmiştir.
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Adana İl Jandarma Komutanlığı görevlileriyle ortak
çalışma yapılmak suretiyle incelenmek üzere Adana Emniyet Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü'ne gönderilen, şüpheliler tarafından olay yerinde çekilmiş görüntülerle ilgili Adana
Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ve İl Jandarma Komutanlığı personelinin ortak çalışması sonucu
düzenlenen 24.02.2014 tarihli İnceleme ve Tespit Tutanağı ile,
Gürman Karakuş'un sorumluluğundaki köpek ile Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarında
patlayıcı madde araması yaptığı,
06 E. 2... plakalı tırın kasasında bulunan konteynırın Ceyhan İlçe Jandarma Komutanı Erdal
Yılmaz'ın nezaretinde İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli İdris Karaçizmeli ve yine
İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli Nurtekin Halıcı tarafından açıldığı,
06 . 9... plakalı tırın kasasında bulunan konteynırın İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli
Rahmi Ala, İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Serdar Güçlü, İstihbarat Şube
Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Kemal Çöp, İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli Adil Gürten ve
Ceyhan İlçe Jandarma Komutanlığı'nda görevli Berat Aslantatar tarafından açıldığı,
06 D. 0... plakalı tırın kasasında bulunan konteynırın şüpheli Hakan Kaplan nezaretinde İstihbarat
Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Ahmet Pola, İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli Rahman
Akçadağ ve İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli Seyfettin Demir tarafından açılarak
konteynırlardaki malzemelerin ifşa edildiği, malzemelerin görüntülerinin çekilerek
konteynırların tekrar kapatıldığı anlaşılmıştır.
Şüphelilerin tırlarda patlayıcı madde olduğunu iddia etmelerine rağmen hiçbir önlem almaksızın
konteynırlara yönelmeleri, patlayıcı imha uzmanına ihtiyaç duymadan, hatta arama işleminde
parmak izlerinin kalmaması için takılan eldivenleri dahi kullanmadan İstihbarat Şube
Müdürlüğü'nde görevli olmaları nedeniyle adli görevi bulunmayan kişiler tarafından konteynırları
açmaları ve görüntü aldıktan sonra kapatmaları gözönünde bulundurulduğunda;
Şüphelilerin tırlarda patlayıcı olmadığını zaten bildiklerini ve asıl amaçlarının sahte ihbar
doğrultusunda talep edilen ve alınan arama kararı ile yardım faaliyetini deşifre etmek ve olay
171
yerine çağırdıkları muhabirler eliyle bu malzemelerin görüntülerini basına servis ederek
Türkiye ve dünya kamuoyunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin terör örgütleri ile irtibatlı
olduğu ve terör örgütlerine yardımda bulunduğu algısı oluşturmak olduğu açıktır.
Bu amaç doğrultusunda Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırların durdurularak arama yapılmak
istendiği yönündeki haberlerin saat 12:32 itibariyle basın-yayın organlarından duyurulmaya
başlandığı tespit edilmiştir.
Haberler üzerine gerek Adana Valisi, Milli İstihbarat Teşkilatı yetkilileri ve devlet yetkililerinin
Adana İl Jandarma Komutanı Özkan Çokay'ı ve İl Jandarma Harekat Merkezi'ni arayarak tırların
Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Makamı'nın izni
olmadan arama yapılamayacağını bildirdikleri, Adana Valiliği tarafından, Adana İl Jandarma
Komutanlığı'na ve Ceyhan Kaymakamlığı'na "Muhtelif kanallardan Valiliğe intikal eden bilgilere
göre, MİT'e bağlı olarak görev yapan personel ile araçlarının Tarsus-Adana-Gaziantep (TAG)
Otoyolunun Ceyhan gişelerinde Adana İl Jandarma Komutanlığı'nca alıkonulduğunun anlaşıldığı,
bahsi geçen görevlilerin bağlı oldukları 2937 Sayılı Kanun'a göre personelin özel statüde ve
doğrudan Başbakanlık Makamı'na bağlı olarak çalışmaları dolayısıyla usulüne uyulmaksızın
alıkonulmalarının cezai işlem doğuracağından, ilgililerin kimliklerinin belirlenerek serbest
bırakılmaları" içerikli, 19.01.2014 tarih ve 36 sayılı, "GİZLİ, ÇOK ACELE, KİŞİYE ÖZEL"
ibareli resmi yazının gönderildiği, buna rağmen şüphelilerin tırlarda arama yapma konusundaki
ısrarlarını devam ettirdikleri,
Şüphelilerin tırların kasalarına çıkarak konteynırları açtıktan ve konteynırlar içerisindeki devlet sırrı
kapsamındaki mazlemelerin görüntülerini çektikten sonra, tırların sevkinde görevli Milli İstihbarat
Teşkilatı mensuplarının kelepçelerini çözdükleri, Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının tırlarda
arama yapılmaması, tırların ve kendilerinin derhal serbest bırakılması yönünde ısrarlarını artırarak
sürdürdükleri, bunun üzerine şüphelilerin Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarına serbest olduklarını,
gidebileceklerini ancak tırlara el koyduklarını söyleyerek daha kapsamlı bir arama yapmak bahanesi
ile her tırda bir subay olacak şekilde tırları Seyhan'da bulunan Korg. Recai Engin Kışlası'na
götürmek üzere Sirkeli Otoyol Gişelerinden saat 12:50'de hareket ettikleri,
Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının şüpheliler tarafından hukuka aykırı bir şekilde el konulan
MİT'e ait tırları geri alabilmek için tırların arkasından gittikleri, Tem Otoyolu Kürkçüler Mevkii'nde
tırları durdurarak götürülmesine engel olmaya çalıştıkları ve şoförlerinden tırların anahtarlarını
aldıkları, bunun üzerine Adana İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Önder
Kır'ın tırların anahtarını alan Milli İstihbarat Teşkilatı personelinin üzerine yürüyerek darp etmek
suretiyle 06 E. 2... plakalı tırın anahtarını aldığı, anahtarı alınan tırın şüpheli Hakan Kaplan
nezaretinde Kürkçüler Mevkii'nden hareket ettirilerek Bahçeşehir Koleji'nin yanına çekildiği, Milli
İstihbarat Teşkilatı mensuplarının Kürkçüler Mevkii'nde kaldığı,
Kürkçüler Mevkii'nde kalan Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının tırlarda arama yapılmaması ve
tırların geri teslim edilerek yollarına devam etmeleri yönündeki ısrarlı taleplerine rağmen
şüphelilerin arama yapma konusundaki ısrarlarının devam ettiği, Adana İl Jandarma Komutan
Yardımcısı şüpheli Selahaddin Özenli'nin MİT mensubuna MİT Bölge Başkanı ile konuşulduğunu
ve tırların Bölge Başkanı'na teslim edileceğini söylediği, buna rağmen tırların teslim edilmediği,
172
Bir süre sonra Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait iki tırın bulunduğu Kürkçüler Mevkii'ndeki olay
yerine C. Savcısı Aziz Takcı'nın geldiği, Milli İstihbarat Teşkilatı görevlilerinin durdurulan tırların
Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğu, Başbakanlık Makamı'nın izni olmadan tırlarda arama
yapılamayacağı yönündeki ısrarlı söylemlerine,
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314,
315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı
işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 01.11.1983 tarihli ve 2937
sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü
saklıdır." şeklindeki olay tarihinde yürürlükte olan 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli
İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun "Soruşturma İzni" başlıklı 26. maddesinin açık hükümleri uyarınca
devlet sırrı niteliğindeki faaliyetin herhangi bir suç veya suç unsuru oluşturmadığının Cumhuriyet
Savcısı Aziz Takcı ve şüpheliler tarafından da açıkça bilinmesine rağmen,
2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 5/2. maddesinde
yer alan "MİT mensuplarına hizmetlerinin yerine getirilmesi sırasında bakanlıklar ile diğer kamu
kurum ve kuruşları gereken her türlü yardım ve kolaylığı göstermekle yükümlüdürler" hükmünün
uygulanması yerine, şüphelilerin 06. 9... plakalı tırın kasasına çıkarak temin ettikleri tornavida ve
pense benzeri aletlerle konteynırların kapaklarını tekrar açtıkları, içerisinde bulunan devlet sırrı
kapsamındaki mazlemelerin kamera ve cep telefonları ile fotoğraflarını çektikleri, şüpheliler
Celalettin Bardakçı ve Nihat Yılan tarafından malzemelerden numune alındığı, bu esnada olay
yerine Adana İl Emniyet Müdürü Cengiz Zeybek ve Adana İl Jandarma Komutanı Özkan Çokay'ın
geldiği, İl Emniyet Müdürü Cengiz Zeybek'in tırlarda arama yapılmasının hukuksuz olduğunu,
Başbakanlık Makamı'nın izni olmadan tırlarda arama yapılamayacağını belirterek emrinde bulunan
polislere Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırların çevre güvenliğini aldırdığı, sonrasında olay yerine
Adana Valisi Hüseyin Avni Coş ve Milli İstihbarat Teşkilatı Adana Bölge Başkanı'nın geldiği,
Adana Valisi, İl Emniyet Müdürü ve MİT Adana Bölge Başkanı'nın Cumhuriyet Savcısı Aziz Takcı
ile görüşmesinden sonra saat 16:00 sıralarında tırların MİT Adana Bölge Başkanı'na teslim edildiği
tespit edilmiştir.
Olay yerinde jandarma personeli tarafından çekilen görüntüler, şüphelilerin HTS kayıtları ve
şüpheli, tanık ve mağdur ifadelerinden de açıkça anlaşıldığı üzere, Adana İl Jandarma İstihbarat
Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Önder Kır'ın, şüpheli Gülttekin Menge tarafından yapılan sahte
ihbar öncesinden eylemin son bulduğu ana kadar Savcı Aziz Takcı ile sürekli telefon irtibatının
bulunduğu, arama talep yazısını yine İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheli Hüseyin
Özmen ile hazırlayarak şüpheli Hakan Kaplan'a imzalatıp C. Savcısı'na götürdüğü, C. Savcısı
Görüşme Tutanağı'nı Ceyhan İlçe Jandarma Komutanı ile birlikte 2005–10 sicil numaralı şüpheli
Önder Kır'ın düzenlediği, tırların durdurulmasının ardından konteynırların İstihbarat Şube
Müdürlüğü personeli tarafından açıldığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla şüphelilerin rutin bir arama
işlemi gibi sunmaya çalıştıkları olayın tüm aşamalarının hiçbir adli görevi bulunmayan Ankara ve
Adana İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürlükleri'ndeki şüpheliler tarafından organize edildiği
anlaşılmıştır.
Şüphelilerin Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürüten
tırları bu şekilde durdurmak ve dünya kamuoyuna deşifre etmek suretiyle Türkiye
173
Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletini uluslararası kamuoyunda zor duruma düşürmeyi
amaçladıkları, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ve Devletinin, Suriye'deki El-Kaide Terör
Örgütü'ne yardım ettiği görüntüsü vermeyi amaçladıkları, sahte ihbar ve sonrasındaki tüm
gelişmelerden, sahte ihbarın yapılış şeklinden, sahte ihbara aşama aşama El Kaide ile ilgili
ibareler eklenmesinden ve sonrasında iç ve dış dünya kamuoyunda bu tür haberlerin sıklıkla
yer almasından, söz konusu mizansen ve operasyonun amacının Türkiye Cumhuriyeti Devleti
aleyhine casusluk faaliyeti olduğu,
Eylemin gerçekleştirme yerinin Adana, tarihinin ise 19.01.2014 olarak seçilmesinin de etkisinin
büyük olması hesaplanarak planlandığı, aynı tarihlerde Adana'da Dışişleri Bakanlığı'nın
organize ettiği 6. Büyükelçiler Konferansı'nın devam etmekte olduğu, 19.01.2014 tarihinde
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Başbakan Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu tarafından
kapanış konuşmasının yapıldığı, toplantıda dünyanın her yerinden 142'si büyükelçi olmak
üzere pek çok resmi davetlinin bulunduğu, bu kapsamda uluslararası bir toplantının olduğu
günde ve ilde söz konusu eylemin özellikle gerçekleştirildiği tespit edilmiştir.
Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım faaliyetini yürüten tırların hukuka aykırı şekilde 19.01.2014
tarihinde durdurulması ve Başbakanlık Makamı'nın izni olmaksızın el konularak arama yapılması
için talimat veren, MİT personellerinin tüm uyarılarına rağmen tırlardaki devlet sırrı kapsamındaki
eşyaların bulunduğu konteynırları açmak ve açtırmak suretiyle devlet sırrını ifşa eden ve bu
eşyaların fotoğraflarını çekerek ve çektirerek eşyalardan numune alınması talimatını veren Aziz
Takcı'nın, MİT tırlarının durdurulmasının ardından Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu 1. Dairesi'nin
21.01.2014 tarihli kararı ile görevinden alınarak Adana C.Savcılığı görevine atandığı, Hakimler
Savcılar Yüksek Kurulu'na bağlı Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın yürüttüğü soruşturma kapsamında,
Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmasına karar verildiği ve halen tutuklu olarak
yargılamasının devam ettiği anlaşılmıştır.
Bununla beraber, 19.01.2014 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarının
durdurulmasının ardından birçok devlet yetkilisi tırların Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunu
açıklamıştır. Bu kapsamda İstanbul TEM Şube Müdürlüğü'nce hazırlanan 13.05.2015 tarihli "açık
kaynak tespit tutanağı" içeriğine göre, olay tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı
görevini yürüten Sayın Cumhurbaşkanı'nın tırların durdurulmasından 1 (bir) gün sonra, 20.01.2014
tarihinde yaptığı resmi açıklamada "söz konusu tırların Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunu,
Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26. maddesine göre hiç kimsenin başbakanın izni olmadan
böyle bir müdahalede bulunamayacağını, olayla ilgili hukuki sürecin başlatıldığını" ifade ettiği, bu
açıklamadan da anlaşılacağı üzere yardım tırlarının Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğu,
soruşturma yetkisinin MİT Kanunu'nun 26. maddesi uyarınca Başbakanlık Makamı'nın iznine bağlı
olduğu açıkça ortadadır.
Cumhuriyet Başsavcılığımızca düzenlenen 28.03.2015 tarihli kimlik tesbit tutanağında isimleri X-9,
X-10, X-11, X-12 olarak belirlenen ve 19.01.2014 tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesi'nde
şüphelilerce ifşa edilmeye çalışılan faaliyette görev alan Milli İstihbarat Teşkilatı personelinin
yukarıda ayrıntılı olarak anlatıldığı biçimde şüpheliler tarafından zorla yere yatırılarak darp
edilmesinin ardından Adana Devlet Hastanesi Başhekimliği'nce düzenlenen 19.01.2014 tarihli adli
174
rapor içeriğine göre;
X-9'un bir başka şahıs tarafından darp, vurulma, tepilme, bükülme,
teşhisiyle 5 gün istirahatinin uygun görüldüğü,
X-10'un bir başka şahıs tarafından darp, vurulma, tepilme, bükülme,
teşhisiyle 5 gün istirahatinin uygun görüldüğü,
X-11'in bir başka şahıs tarafından darp, vurulma, tepilme, bükülme,
teşhisiyle 3 gün istirahatinin uygun görüldüğü,
X-12'nin bir başka şahıs tarafından darp, vurulma, tepilme, bükülme,
teşhisiyle 3 gün istirahatinin uygun görüldüğü anlaşılmıştır.
ısırılma veya tırmalanma
ısırılma veya tırmalanma
ısırılma veya tırmalanma
ısırılma veya tırmalanma
Şüpheli Gültekin Menge'nin ihbarı yaptığı 19.01.2014 saat 07:28'den çok önce Adana ve Ankara İl
Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görev yapan şüphelilerin eylemin tüm
aşamalarından haberdar oldukları ve eylemi belirli bir plan dahilinde aşama aşama birlikte
gerçekleştirdikleri, herhangi bir ihbar ve sonrasında gerçekleştirilen rutin bir adli süreç şeklinde
göstermek amacıyla saat 07:28'de sahte ihbarın yapıldığı, 19.01.2014 tarihinin tatil günü olmasına
rağmen, şüpheli Gültekin Menge tarafından ihbarın yapıldığı 07:28'den önce saat 07:00 sıralarında
Adana İI Jandarma Komutanlığı'nın çoğu biriminde görevli çok sayıda rütbeli personelin Adana İI
Jandarma Komutanlığı'nda hazır olduğu, dosya kapsamı, alınan ifadeler, HTS raporları, sinyal
bilgileri ve 156 ses kayıt dökümlerindeki konuşmalardan anlaşılmaktadır.
Şüpheli Gültekin Menge'nin, 18.01.2014 günü Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırların yola çıktığı
Ankara Esenboğa Havalimanı civarındaki Ersin Kaya ile irtibatlı olarak daha yola çıkmadan
havalimanında bulunduğu andan itibaren tırları takibe aldığı, dolayısıyla patlayıcı yüklü olduğunu
ve ilerde vicdan azabı duymamak için ihbar ettiğini iddia ettiği tırlara henüz yola çıkmadan
Ankara Esenboğa Havalimanı'nda kendileri müdahale edebilecekken veya Ankara Emniyet
Müdürlüğü'ne durumu bildirerek müdahale edilmesini sağlayabilecekken bunları yapmaması,
Ankara'daki ya da Adana'ya kadar güzergahta bulunan pek çok yerleşim birimindeki kolluğa ihbar
yapma imkanı bulunmasına rağmen tırları Gölbaşı'na kadar takip etmesi, Adana İli'ne kadar tırların
gitmesine göz yumması da şüpheliler tarafından tırların Milli İstihbarat Teşkilatı'nın yasal
faaliyeti kapsamındaki tırlar olduğunu en baştan beri bildiklerinin göstermektedir.
HTS raporlarından, şüpheli ve tanık ifadelerinden anlaşıldığı üzere, Adana İl Jandarma Komutanlığı
görevlileri de El Kaide terör örgütüne ait olduğu ve patlayıcı yüklü olduğunu iddia ettikleri tırların
Ankara'dan yola çıktığını 19.01.2014 tarihinde saat 04:00'den itibaren bilmektedirler. Hatta şüpheli
Gültekin Menge'nin isimsiz sahte ihbarı yaptığı saat olan 07:28 (19.01.2014) saati esas alınsa dahi
bu saatten itibaren tırların durdurulduğu 12:00'a kadar yaklaşık 5 saatlik sürede hiçbir jandarma
görevlisinin Ankara'dan itibaren güzergah üzerindeki kolluk kuvvetlerine haber verilmesi için bir
girişimde bulunmadığı gibi, böylesine "önemli" bir ihbarı Adana Emniyet Müdürlüğü'ne dahi
bildirmedikleri,
Adana İl Jandarma Komutanlığı'nın tablosuna göre 11.05.2013-22.01.2014 tarihleri arasında terör
175
örgütlerinin ülkemizde çeşitli şehirlerde bombalı eylem yapacağına ilişkin 81 adet duyum ve ihbarın
geldiği, bu ihbar dışında hiçbirinin diğer devlet birimlerinden gizlenmediği ve ilgili tüm birimlere
duyurulduğu, yalnızca bu ihbarın diğer devlet birimlerinden gizlendiği anlaşılmıştır.
Şüphelilerin patlayıcı yüklü olduğunu iddia ettikleri tırların durdurulduğu 19.01.2014 günü,
Adana Hilton Oteli'nde Dışişleri Bakanı (Başbakan) Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun
başkanlığında 142 ülke büyükelçisinin katılımıyla düzenlenen 6. Büyükelçiler Konferansı'nın
devam ettiği anlaşılmıştır. Böylesine kapsamlı ve önemli bir toplantının yapıldığı bir şehirde,
şüphelilerin patlayıcı yüklü olduğunu iddia ettikleri 3 tıra hayatın olağan akışı içerisinde Adana
İli'ne girmelerine izin vermeden en kısa sürede müdahale etmeleri ve ihbardan emniyet birimleri ve
Milli İstihbarat Teşkilatı'nı haberdar etmeleri gerekirken şüpheliler tırların Adana İli'ne girmelerine
hatta il merkezini geçerek Adana çıkışına kadar gitmelerine müsaade etmişlerdir. Şüpheliler
ifadelerinde her ne kadar tırları takip ettiklerini ve kontrol altında tuttuklarını iddia etseler de, tırları
şüpheli İdris Karaçizmeli ve Uğuray Çakır olmak üzere yalnızca iki kişinin takip ettiği, bu durum da
şüphelilerin tırların Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunu, içerisinde patlayıcı madde
bulunmadığını bildiklerini göstermektedir.
Ayrıca, şüpheli Hakan Kaplan tarafından imzalanan arama talep yazısının üzerine Cumhuriyet
Savcısı Aziz Takcı tarafından "2014/2 soruşturma dosyasıyla irtibatlı olabilir" ibaresi yazılmıştır.
Söz konusu 2014/2 numaralı soruşturma dosyası Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde durdurulan Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım faaliyeti yürüten tır hakkındaki soruşturmadır. Bu olayın
gerçekleştiği 01.01.2014 tarihinde tırın Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğu anlaşılmış, Hatay
Valisi ve MİT Bölge Başkanı'nın çabalarıyla tırda arama yapılmasına izin verilmeden hukuksuz
eyleme son verilmiştir. Bu olaydan 18 gün sonra yapılan arama talep yazısına Cumhuriyet Savcısı
tarafından, olayın 18 gün önce durdurulan Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırla irtibatlı olduğunu
belirten bir ifade yazması, bu eylemde görev alan ve arama talep yazısı üzerindeki bu ifadeyi gören
tüm şüphelilerin daha en başından beri bu tırların Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunu
bildiklerinin ve kasıtlı olarak bu hukuksuz eylemi gerçekleştirdiklerinin açık delilidir.
Şüpheli Gültekin Menge tarafından yapılan ihbarın içeriğinde El Kaide Terör Örgütü'ne ilişkin
herhangi bir ibare geçmemesine rağmen, şüpheli Hakan Kaplan tarafından imzalanan arama talep
yazısında "bu araçların Hatay üzerinden yurtdışı bağlantılı El Kaide terör örgütüne silah ve
malzeme götürdükleri" belirtilerek arama kararının talep edildiği ancak şüpheli Hakan Kaplan'ın
ifadesinde "El Kaide ibaresini kendisinin eklemediğini istihbarat şube tarafından
eklendiğini" belirttiği anlaşılmıştır. Bu durum da açıkça göstermektedir ki şüpheliler,
kafalarındaki kurgu doğrultusunda, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı'nı sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü soruşturmasında denedikleri gibi El Kaide Terör Örgütü ile
irtibatlandırmaya çalışmaktadırlar.
13-19.01.2014 tarihlerinde Ankara, Mersin ve Adana illerinde Dışişleri Bakanı (Başbakan) Prof. Dr.
Sayın Ahmet Davutoğlu'nun başkanlığında "Güçlü Demokrasi, Dinamik Ekonomi, Etkin
Diplomasi" temasıyla 142 büyükelçi ve birçok resmi davetlinin katıldığı 6. Büyükelçiler Konferansı
176
düzenlenmiştir.
Tüm Dünya Ülkeleri Büyükelçilerinin toplantı yaptığı bir ilde "El Kaideye yardım götüren ya da El
Kaide Terör Örgütü'ne ait tır olduğu sanılan" MİT Tırları'nın Ankara'dan Adana'ya kadar gelişine
göz yumularak Adana İli'ni de geçip 60 km ilerledikten sonra Ceyhan Sirkeli Gişeleri'nde
durdurulması ve bundan da birçok basın mensubunun aynı anda haberdar olması ve tırlar
durdurulduktan bir-iki dakika sonra ajanslardan haber geçilmeye başlanması, eyleme katılan
şüphelilerin casusluk amacıyla söz konusu eylemi gerçekleştirdiklerinin başka bir delili olduğu,
MİT MENSUPLARININ TELEFONLARININ BİR SÜREDİR DİNLENMESİNE VE BU
TARİHTEN ÖNCE MİT'İN BAŞKA YASAL FAALİYETLERİNİN DE OLMASINA
RAĞMEN EYLEM İÇİN SÖZ KONUSU TARİHİN ÖZELLİKLE SEÇİLMESİNDEKİ
AMACIN; EYLEMİN TÜM DÜNYA ÜLKELERİ BÜYÜKELÇİLERİNİN GÖZÜ ÖNÜNDE
GERÇEKLEŞTİRİLEREK TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ'Nİ VE DEVLETİ'Nİ
"EL KAİDE'YE YARDIM EDİYOR" ŞEKLİNDEKİ KURGU İDDİA İLE ULUSLARARASI
CEZA MAHKEMESİ'NE TAŞIMAYI AMAÇLAYAN BİR CASUSLUK FAALİYETİ
OLDUĞU,
Eylemden bir süre sonra Suriye'nin Türkiye Cumhuriyeti'ni El Kaide ve El Nusra gibi terör
örgütlerine yardım ettiği ve öldürücü silahlar sağladığı iddiasıyla uluslararası örgütlere ve
Birleşmiş Milletler'e şikayet ettiğinin ulusal ve uluslararası basında sıklıkla yer aldığı dikkate
alındığında şüphelilerin casusluk eylemlerinin Suriye lehine sonuç doğurduğu ve Suriye
tarafından uluslararası topluma sunulduğu,
Öte yandan 19.01.2014 tarihinde Adana'da çok sayıda ülke büyükelçisi ve pekçok uluslararası resmi
üst düzey davetlinin olduğu bir ortamda Dışişleri Bakanı tarafından, o tarihten kısa bir süre sonra
yapılacak Suriye konulu Cenevre-2 Konferansı'na Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güçlü bir
şekilde katılabilmesi için ''Rejim (Suriye Esed Rejimi) ile El-Kaide ve IŞID arasında gizli bir
işbirliği var. Önce rejim vuruyor, muhalefetin zayıfladığı anda IŞID giriyor. Cenevre, bu
durumları yok edecek." ifadelerini kullandığı sırada adeta Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve
Dışişleri Bakanlığını fiilen yalanlar şekilde "MİT Tırları'nın El Kaide'ye silah ve mühimmat
götürdüğü" şeklindeki bir kurguyla şüpheliler tarafından söz konusu eylemin
gerçekleştirilmesi uluslararası alanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni dünya kamuoyu
nazarında El-Kaide gibi terör örgütleri ile işbirliği yapan bir ülke konumuna sokmayı
amaçlayan Türkiye Cumhuriyeti'nin Cenevre-2 konferansındaki tezlerini en baştan çürüten
ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kendini savunmakta zorlanır duruma düşürmek için
gerçekleştirilen planlı ve organize bir eylem olduğu anlaşılmıştır.
Söz konusu eylemin bu nedenlerle nihayetinde Suriye'nin Türkiye aleyhine elini güçlendirmeyi ve
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nı uluslararası alanda ve Suriye
rejimine karşı sorumlu durumda bırakmayı amaçlamış bir casusluk faaliyeti olduğu,
177
Şüphelilerin bu eylemi sonrasında uluslararası camiada Türkiye Cumhuriyeti karşıtı çevreler
tarafından benzer iddiaların sıklıkla dile getirilmeye başlandığı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Suriye'de
El-Kaide ve uzantısı terör örgütlerine silah verdiği şeklindeki yayınların arttığı,
Bu da söz konusu casusluk operasyonunun uluslararası iftiralara zemin hazırladığı ve bu zemini
hazırlamak için yapıldığının başka bir delili olduğu,
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 13/05/2015 tarih ve 4866 sayılı yazısı içeriğine göre;
19.01.2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım faaliyetine
konu tırların hukuka aykırı şekilde durdurulması ve Başbakanlık Makamı'nın izni olmaksızın tırlara
elkonularak arama yapılması için talimat veren, MİT personellerinin tüm uyarılarına rağmen devlet
sırrı kapsamındaki eşyaların bulunduğu konteynırları açmak ve açtırmak suretiyle devlet sırrı
mahiyetindeki eşyaları ifşa eden ve bu eşyaların fotoğraflarını çekerek ve çektirerek eşyalardan
numune alınması talimatını veren Adana TMK 10. madde ile yetkili Cumhuriyet Savcısı Aziz
Takcı'nın, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu 1. Dairesi'nin 21.01.2014 tarih ve 163 sayılı kararı ile
TMK 10. Madde ile Yetkili C.Savcılığı görevinden alınarak Adana Cumhuriyet Savcılığı görevine
atandığı ancak kararın Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Genel Sekreterliği tarafından 24/01/2014
tarihinde Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderildiği ve Adana Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından 28/01/2014 tarihinde Aziz Takcı'ya tebliğ edildiği, ayrıca Aziz Takcı'nın Hakimler
Savcılar Yüksek Kurulu'na bağlı Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın yürüttüğü soruşturma kapsamında,
Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmasına karar verildiği ve halen tutuklu olduğu,
Aynı şekilde 01.01.2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait
yardım tırlarının durdurulması ve Başbakanlık Makamı'nın izni olmaksızın tırlara elkonularak
arama yapılması için talimat veren Adana TMK. 10. Madde ile Yetkili Cumhuriyet Savcısı Özcan
Şişman'ın, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu 1. Dairesi'nin 16.01.2014 tarih ve 127 sayılı kararı ile
Adana TMK 10. Madde ile Yetkili C.Savcılığı görevinden alınarak Mersin Cumhuriyet Savcılığı
görevine atandığı ancak kararın Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Genel Sekreterliği tarafından
17.01.2014 tarihinde Adana C. Başsavcılığına gönderildiği ve Adana C.Başsavcılığı tarafından Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım faaliyetine konu tırların 19.01.2014 tarihinde Adana İli Ceyhan
İlçesi'nde durdurulmasının ardından 20.01.2014 tarihinde Özcan Şişman'a tebliğ edildiği, ayrıca
Özcan Şişman'ın Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'na bağlı Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın yürüttüğü
soruşturma kapsamında, Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmasına karar verildiği
ve halen tutuklu olduğu anlaşılmıştır.
19.01.2014 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım faaliyetine konu tırların hukuka aykırı
şekilde durdurulması ve Başbakanlık Makamı'nın izni olmaksızın tırlara elkonularak arama
yapılması için talimat veren, MİT personellerinin tüm uyarılarına rağmen devlet sırrı kapsamındaki
eşyaların bulunduğu konteynırları açmak ve açtırmak suretiyle devlet sırrı mahiyetindeki eşyaları
ifşa eden ve bu eşyaların fotoğraflarını çekerek ve çektirerek eşyalardan numune alınması talimatını
veren Aziz Takcı'nın, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu 1. Dairesi'nin 21.01.2014 tarihli kararı ile
178
TMK 10. madde ile yetkili görevinden alınarak Adana Cumhuriyet Savcılığı görevine atandığı,
Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'na bağlı Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın yürüttüğü soruşturma
kapsamında, Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmasına karar verildiği ve halen
tutuklu olduğu anlaşılmıştır.
19.01.2014 gününden itibaren Türkiye gündemini sarsan ve kısa süre içerisinde tüm kamuoyunca
haberdar olunun Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamındaki yardım faaliyetine konu
tırların, Sirkeli Otoyol Gişeleri'nde durdurularak MİT görevlilerinin konuşmalarına fırsat vermeden
yere yatırılıp şiddet uygulanarak gözaltına alınmalarından sonra tırlarda bulunan konteynırların
İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli şüpheliler tarafından açılarak içerisinde bulunan devlet sırrı
kapsamındaki malzemelerin görüntülerinin çekildiği, ardından tekrar kapatılarak Milli İstihbarat
Teşkilatı mensuplarının serbest bırakıldığı ve tırlara el konularak Seyhan Korg. Recai Engin
Kışlası'na doğru götürülmeye çalışıldığı, TEM otoyolunun Kürkçüler Mevkii'nde Milli İstihbarat
Teşkilatı mensuplarının şüpheliler tarafından götürülen tırları durdurmak ve geri almak istedikleri,
çıkan arbede esnasında şüpheli Önder Kır'ın MİT görevlilerinin birinden tırlardan birinin anahtarını
aldığı ve o anahtar kullanılarak çalıştırılan tırın Bahçeşehir Koleji'nin yanına çekildiği, Kürkçüler
Mevkii'nde kalan tırlardan 06 . 9... plakalı tırın kasasında bulunan konteynırların kapakları açılarak,
içerisinde bulunan devlet sırrı kapsamındaki malzemelerin fotoğraflarının çekildiği ve şüpheliler
Celalettin Bardakçı ve Nihat Yılan tarafından incelenmek üzere malzemelerden numune alındığı
yukarıda ayrıntılarıyla anlatıldığı şekilde tespit edilmiştir.
19.01.2014 günü Adana ili Ceyhan ilçesi Sirkeli Otoyol Gişelerinde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait
devlet sırrı kapsamındaki yardım tırlarını durduran ve devlet sırlarını ifşa etmeye çalışan şüpheliler,
söz konusu tırların Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunu ve tırlara muavenet eden kişilerin MİT
mensubu olduklarını, tırlarda arama yapmak için Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Makamı'ndan
izin alınması gerektiğini bilmelerine rağmen devlet sırrı kapsamındaki yardım faaliyetini deşifre
etmek ve MİT üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti'ni terör ögütleri ile irtibatlı gibi
göstermek kastıyla tırlara müdahale etmiş, tırların içerisinde bulunan eşyaların devlet sırrı
kapsamında olduğu kendilerine gerek Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları gerekse il ve ilçe mülki
amirleri tarafından defaten bildirilmesine rağmen, devlet sırrı niteliğindeki eşyaların bulunduğu
konteynırları açarak malzemelerden numune almışlardır.
Bununla beraber, 19.01.2014 tarihinde MİT'e ait yardım tırlarının durdurulmasının hemen ardından
birçok devlet yetkilisi tırların Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunu açıklamıştır.
Bu kapsamda, İstanbul TEM Şube Müdürlüğü'nce düzenlenen 13.05.2015 tarihli "açık kaynak tespit
tutanağı" içeriğine göre;
Olay tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini yürüten Sayın Cumhurbaşkanı'nın
tırların durdurulmasından 1 (bir) gün sonra, 20.01.2014 tarihinde "söz konusu tırların Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunu, Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26. maddesine göre hiç
kimsenin başbakanın izni olmadan böyle bir müdahalede bulunamayacağını, olayla ilgili hukuki
sürecin başlatıldığını" ifade ettiği, dolayısıyla yardım tırlarının Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait
olduğunun, soruşturma yetkisinin MİT Kanunu'nun 26. maddesi uyarınca Başbakanlık Makamı'nın
179
iznine bağlı olduğunun, olay anından itibaren devlet yetkilileri tarafından Adana Valiliği aracılığıyla
gönderilen resmi yazılarla şüphelilere ve kamuoyuna duyurulduğu açıkça ortadadır.
Tüm bunlara rağmen devlet sırrını casusluk amacıyla temin edip ifşa etmek, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti'ni, Milli İstihbarat Teşkilatı'nı terörle ilişkilendirerek zor
durumda bırakmak kastıyla hareket eden şüphelilerin eylemlerini sonuçlandırmak, MİT
Tırları'na hukuksuz şekilde yaptıkları müdahaleleri, devlet sırrı kapsamındaki malzemeler
hakkında kriminal inceleme raporunu da alarak kendilerince kurguladıkları bir
kovuşturmaya dönüştürmek istemişlerdir.
Bu kapsamda;
Devlet sırrı kapsamındaki malzemelerin Jandarma Kriminal Laboratuvarı'nda incelenerek rapor
hazırlanması için şüpheli Celalettin Bardakçı tarafından;
"Olayın özeti; 19.01.2014 tarihinde alınan bir ihbar üzerine Ceyhan/Sirkeli gişelerinde durdurulan
ve Ceyhan-Adana TEM otobanı yolu kenarında park halinde bulunan 06... 9... (çekici) ve 06 F. 9...
plakalı (dorse) üzerinde yapılan aramada ele geçirilen tırın dorsesi üzerinde açık vaziyette bulunan
nümunelerin Cumhuriyet Savcısı nezaretinde incelenmesi olayı,
İnceleme isteği: El konulan delillerin hangi kanun maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
hususunda tanzim edilecek uzmanlık raporunun Adana İl J.K.lığı'na gönderilmesi" içerikli, üzerinde
düzenleme tarihi yazılı olmayan ve 19.01.2014 tarihli olaya ait olduğu belirtilen İnceleme İstek
Formu'nun düzenlendiği, formun Savcı Aziz Takcı tarafından onaylandığı,
MİT'e ait 06. 9... plaka numaralı tırın kasasında bulunan konteynırdan alınan numuneler hakkında
Adana 1 No'lu TMK Hakimliği'nin 20.01.2014 tarih, 2014/10 değişik iş sayılı kararı ile "Yürütülen
soruşturma kapsamında C.Başsavcılığı'nın talimatına istinaden gecikmesinde sakınca görülüp arama
ile elde edilen, suç delili niteliğinde görülen malzemelere kolluk görevlileri tarafından yapılan el
koyma işleminde bir isabetsizlik görülmediğinden, el koyma işleminin onanması kararı verilmesi
yönündeki talebin kabulü ile;
06. 9... plaka sayılı çekici ve 06 F. 9... plaka sayılı dorse üzerinde yapılan aramada ele geçirilen suç
unsuru eşyalar ve deliller hakkında yapılan elkoyma işleminin CMK'nın 127/3 maddesi gereğince
onanması" yönünde karar verdiği,
Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırlardan alınan numunelerin;
21.01.2014 günü saat 09:00'da şüpheliler Celalettin Bardakçı, Yener Yılmaz ve Nihat Yılan
tarafından kolilendiği, el koyma ve onama kararının alındığı 20.01.2014 tarihinde Adana İl
Jandarma Komutanı Özkan Çokay tarafından imzalanan Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal
Daire Başkanlığı'na hitaben "19.01.2014 tarihinde Ceyhan-Adana TEM otobanı yolu kenarında park
halinde bulunan tırlar üzerinde yapılan aramada patlayıcı madde nakli meydana geldiği, olay
yerinde Cumhuriyet Savcısı nezaretinde ve talimatı ile alınarak ekte gönderilen bulgular üzerinde
inceleme istek formunda belirtilen hususlar hakkında gerekli inceleme ve analizlerin yapılarak
gönderilmesi" içerikli talep yazısı ile birlikte şüpheli Yener Yılmaz tarafından 21.01.2014 tarihinde
Ankara Jandarma Kriminal Laboratuvarı'na götürüldüğü,
180
Söz konusu resmi yazının imza kısmı altındaki Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği'ne ait
kaşeye göre, şüpheli Yener Yılmaz'ın 22.01.2014 tarihinde numuneleri Ankara'da bulunan Merkez
Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği'ne teslim ettiği, numunelerin 19891193, 19911557,
2002Uzm390, 2002Uzm397 sicil sayılı jandarma personeli tarafından kolilerden çıkarıldığı,
Numunelerin 22–23.01.2014 tarihlerinde şüpheliler Mustafa Kayıkcı, Mehmet Kılıç, Yemliha Kale,
Vedat Sadak ve Berkant Aydın tarafından incelendiği ve numuneler hakkında aynı şüpheliler
tarafından 3 ve 4. sayfalarında numunelere ait fotoğrafların bulunduğu toplam 4 sayfadan oluşan
2014/67 numaralı ve 23.01.2014 tarihli uzmanlık raporunun tanzim edildiği (Gizli olması sebebiyle
Cumhuriyet Başsavcılığı kasasında muhafaza edilmektedir);
Düzenlenen uzmanlık raporu ve numunelerin 23.01.2014 tarihinde şüpheliler Yener Yılmaz, Vedat
Sadak ve Yemliha Kale tarafından - 000145102- seri numaralı plastik mühürle mühürlenerek koliye
konulduğu, şüpheli Yener Yılmaz'a teslim edildiği ve şüpheli Mustafa Yardımcı'nın imzası,
şüpheliler Baycan Görücü, Mustafa Kayıkcı, Berkant Aydın ve Yemliha Kale'nin paraflarının
bulunduğu resmi yazı ile Adana İl Jandarma Komutanlığı'na gönderildiği,
Tüm bu işlemler gerçekleştirilirken, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı tarafından tırların Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğunun, Başbakanlık Makamı'nın izni olmadan durdurulmasının, el
konulmasının, tırlarda bulunan devlet sırrı kapsamındaki eşyaların deşifre edilmesinin, bu
eşyalardan numune alınmasının ve incelenmesinin hukuka aykırı olduğunun 20.01.2014 tarihinde
beyan edilmesine, hemen ardından ve alınan numuneler Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı'na
gönderilmeden önce 21.01.2014 tarihinde söz konusu inceleme talimatını veren Savcı Aziz
Takcı'nın Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu kararı ile görevden alınmasına, dolayısıyla hukuka
aykırı biçimde devlet sırrı niteliğindeki numunelerin alınmasının ve incelenmesinin suç teşkil
ettiğinin açıkça ortada olmasına ve bu konunun sürekli gündemde bulunmasına rağmen, şüphelilerin
Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamındaki yardım tırlarının durdurulmasındaki gerçek
maksatları doğrultusunda, MİT Tırları'nın durdurulması olarak bilinen söz konusu örgütsel eylemi,
kriminal raporu da alarak tamamlamak amacıyla malzemelerin 1 (bir) günde incelenmesini
sağladıkları tespit edilmiştir.
Yapılan tesbitlerden de anlaşılacağı üzere;
HSYK Başkanlığı tarafından ilgili soruşturma savcılarının görev ve yetkileri değiştirilmesine ilişkin
tebligatların bilinçli olarak geciktirildiği, bu süre zarfında MİT'e ait yardım tırlarından alınan
numunelerle ilgili Adana 1 No'lu TMK Hakimliği'nden el koymanın onanması ve inceleme kararı
alındığı, alınan karar doğrultusunda devlet sırrı kapsamındaki numunelerin inceleme üst yazısının
HSYK tarafından TMK 10. Maddesi kapsamındaki görev ve yetkisi alınan C.Savcısı'na
imzalatıldığı, alelacele Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı'na intikali sağlanan malzemelerin,
Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı'na bağlı şüpheliler tarafından da tüm bu usulsüzlüklerle
birlikte, numunelerin Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında olduğu bilinmesine
rağmen alelacele rapor tanzim edildiği anlaşılmştır.
Gerek aramayı gerçekleştiren gerekse numuneler hakkında söz konusu raporu yazan şüphelilerin
181
kastı;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin terör örgütlerine yardım ettiği iddiasıyla uluslararası
mahkemelere sunmak üzere hazırladıkları ceza davası dosyasını, bilirkişi raporunu da alarak
tamamlamaktır.
19.01.2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde durudurulan Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet
sırrı kapsamındaki yardım faaliyetinde görev alan ve olay yerinde bulunan MİT mensuplarından;
X-9 mahlaslı MİT mensubu C.Başsavcılığımızca alınan 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''Güvenlik ve destek konularında görevli olması hasebiyle 19 Ocak 2014 günü amirlerinden almış
olduğum emir gereği Ankara'dan Hatay'a götürülmek üzere 3 adet araç yükleri kapalı olarak
tarafına teslim edildiğini, araçların sorumlusu olarak arkadaşlarıyla beraber aynı gün sabah erken
saatlerde yola çıktığını, yol güzergahı üzerinde seyir halinde iken Adana ilini yaklaşık 40-45
kilometre geçince Adana-Ceyhan Doğu gişelerine varınca gişelerin sol iki şeridinin açık diğer
şeritlerinin kapalı olduğunu, gidiş istikametinde gişelerin arka tarafının görünmesini engellemek
amacıyla gişelerin önüne sivil ve askeri araçların yerleştirildiğini, gişelerin önünde ise iki askerin
araçları sol şeride yönlendirdiğini gördüğünü, araçlarının gişeleri geçmesiyle birlikte arka taraftaki
kalabalığı fark ettiğini, Jandarmanın bir kontrol amacıyla orada olduğunu düşündüğünü, arkada
bulunan ve kendisinin de içerisinde bulunduğu eskort binek otomobilin gişeleri geçmesiyle birlikte
kendilerine ait tır araçlarının ve eskort aracın arkasından kalabalık Jandarma personelinin
koştuğunu gördüğünü, Jandarma personelinin tır araçlarını durdurduğunu eskort otomobil ise daha
durmadan iki Jandarma personeli tarafından uzun namlulu silahlar çekilip tam dolduruş yapılmak
suretiyle çökerek silahlar üzerlerine doğrultulmuş, aracın etrafı kalabalık jandarma personeli
tarafından sarıldığını, 4 tane el kamerası ve cep telefon kameralarıyla aracın görüntülerinin
alındığını, bu esnada aracın durmuş, aracın camı iki yönlü olarak aralanmış kendilerinin yüksek
sesle herkesin duyacağı bir şekilde Milli istihbarat Teşkilatı mensubu olduklarını araçların
kendilerine ait olduğunu ve mahkeme kararı olmadan müdahale etmemeleri gerektiği söylendikten
sonra kalabalık Jandarma ekibi koro halinde araçtan in, yat, ellerini yukarıya kaldır, konuşma,
bizler sizin kim olduğunuzu biliyoruz diye cevap verdiklerini, kendileri iyi niyetli olarak
kanunların tanımış olduğu hak ve kendi yetkilerini medeni bir şekilde görüşmek üzere araçtan
aşağıya indiklerinde üzerlerine 15 kişi düşecek şekilde hiçbir şey konuşmalarına müsaade
etmeden (onlar konuşmalarına müsaade etmemelerine rağmen sürekli Milli İstihbarat
Teşkilatı mensubu olduklarını ve araçların da kendilerine ait olduğunu defalarca
tekrarladıklarını) üzerlerine çullandıklarını, kollarını, bacaklarını bükmek boğazlarını
sıkmak suretiyle insana yakışmayacak bir şekilde teröriste dahi yapılmayacak bir muamelede
bulunulduğunu, yerlerde süründürerek üzerlerine çöktüklerini, silahlarını vücuduna
dayadıklarını, altlarında çiğnerken botlarıyla kafasına vücudunun çeşitli yerlerine basmak
suretiyle acı çektirdiklerini, kendisinin terörist miyim bana bu muamelede bulunamazsınız
demesine rağmen ısrarla üzerini çiğneyerek perişan duruma soktuklarını, halsiz bir vaziyette
iken kollarını kalabalık ekibin arkadan kelepçelediğini ve olay yerinden uzaklaştırarak
182
kendilerine ait mobil tutuklama araçlarına götürdüklerini, olay yerinden tecrit ettiklerini
(Daha sonradan basına yansıyan görüntüler incelendiğinde bu olayın bu şekilde cereyan
ettiği açıkça görüleceğini) bu esnada kişisel eşyalarına el koydukları, silahlarını, cep telefonlarını
ve kimliklerini aldıklarını, olaylardan sonra basına düşen görüntüleri izlediklerinde Jandarma
personelinin yaklaşık 150-160 kişilik bir ekip ve 10-15 araç ile bu tezgah operasyonunu
gerçekleştirdiklerini öğrendiğini, bu tezgah operasyonunda Jandarma İstihbarat, Jandarma Asayiş,
Kaçakçılık ve Jandarma Narkotik timlerinin (Narkotik köpekleriyle birlikte) görev aldıklarını
gördüklerini, kendileriyle ilgilenen personelin dışında kalan diğer Jandarma personeli ise kendi
konularıyla ilgili olarak planlı bir şekilde araçların üzerlerine çıkarak incelemelerde bulunduklarını,
incelemelerin bitimini müteakip yaklaşık 30-40 dakika kendilerini tutuklu olarak araçlarda
beklettiklerini, bulunduğu aracın başında sürekli 5-6 kişi bulunduğunu, bu esnada 20-25 metre
mesafede Yarbay rütbesiyle bekleyen sonradan isminin Selahattin olduğunu öğrendiği soyadını
bilmediği şahsı gördüğünü, kendisiyle görüşmek için çağırmasına rağmen hiç ilgilenmediğini,
yanıma gelmediğini, kendisi orada en rütbeli olmasına rağmen bu tezgah operasyonunu yine adını
sonradan öğrendiği Önder Kır isminde bir istihbarat subayının yönettiğini bizzat görerek şahit
olduğunu, ismini bilmediği Teğmen rütbesinde bir Jandarma subayının ekibe acımasızca
davrandığını gördüğünü, yaklaşık 35-40 dakika alıkonulduktan sonra kelepçelerini çıkardıklarını,
serbest bırakılır bırakılmaz amirlerine haber verdiklerini ve Jandarma ekibinin araçları Adana'ya
götüreceklerini öğrendiklerini ve araçları götüremeyeceklerini hukuksuz bir şekilde araçları
durdurduklarını söylemelerine rağmen orada bulunan Yüzbaşı rütbesindeki bir yetkili amirleri ile
görüştüğünü ve zor kullanarak da olsa götüreceklerini söylediğini, kendilerine olay yerine savcı
gelmediği halde hukuksuz bir şekilde durdurup kötü muamelede bulundunuz demelerine rağmen
savcının geleceğini ve amirlerinin emri gereği olduğunu söyleyerek zor kullanmak suretiyle
araçları Adana istikametine yönlendirdiklerini, bu esnada isimlerini tespit edemedikleri jandarma
yetkilileri (subay - astsubay) eskort aracını arayıp el koydukları kişisel eşyalarını tutanakla teslim
etmek istediklerini, tutanak kabul edilmediğini ve kişisel eşyalarını tutanaksız bir şekilde
kendilerinden alındığını, aradan kısa bir süre geçtikten sonra Jandarma Yüzbaşıyla yaptıkları
görüşmede yüzbaşı ikna edildiğini ve araçların arkasından hareket etmek suretiyle araçlar
durdurulduğunu, araçların bir tanesi Jandarma ekipleri tarafından yine zor kullanılarak Adana
istikametine götürüldüğünü, kalan iki araç orada beklemiş saat 14:00'da savcı Aziz Takçı olay
mahalline geldiğini, Savcının gelişini öğrenir öğrenmez hemen yanına giderek kendisiyle görüşmek
üzere savcıya hitaben MİT mensubu olduğunu ve sorumlu olarak kendisiyle görüşmek istiyorum
diye kendisine yüksek sesle seslendiğinde arkasında bulunan Jandarma personeline çok sert bir
şekilde beni MİT'çilerle muhatap etmeyin diye Jandarma personeline emir verdiği, Jandarma
personeli ise kendisini korumak üzere set kurarak savcının yanından uzaklaştırdığını, Savcı Aziz
Takçı kendilerinin Milli İstihbarat Teşkilatı mensubu olduklarını bilmesine ve yukarıda da
Jandarma personeline hitaben yapmış olduğu görüşmede belirtmesine rağmen araçların üzerine
çıktığını ve çeşitli incelemelerde bulunduğunu, daha sonra olay yerine Adana Emniyet Müdürü ve
arkasından Adana Valisi gelmiş ardından İl Jandarma Alay Komutanı geldiğini, Vali beyin makam
aracında Savcı Aziz Takçı ve Emniyet Müdürü ile görüşürken ekibin sorumlusu olarak kendisini de
araca çağırmış ve tarafına MİT mensubu olduğunuzu söylediniz mi diye bir soru yönelttiğini,
ifademde de belirttiği şekilde Milli İstihbarat Teşkilatı mensubu olduklarını, araçların kendilerine
183
ait olduğunu defalarca yüksek sesle Jandarma personeline söylemelerine rağmen dinlemediklerini,
kim olduğunuzu biliyoruz diyerek zor kullanarak yerlerde sürüklediklerini ve acımasızca
davrandıklarını söylediğini ve kollarındaki kelepçe izlerini Vali Bey'e gösterdiğini, kendisine
başka herhangi bir sorulmadığını ve araçtan ayrıldığını, daha sonra olay yerine Milli İstihbarat
Teşkilatı Adana Bölge Başkanı geldiğini, Bölge Başkanı oradaki yetkililerle görüştüğünü, Saat
16:00 sularında araçlar Bölge Başkanına teslim edildiğini, Hakan Gençer, Gültekin Menge isimli
kişilerin adlarını olayla ilgili olarak çeşitli internet sitelerinde gördüğünü, kendilerini tanımadığını,
Olay yerinde İl Jandarma Alay Komutanı'nı gördüklerini, askerlerin bir kısmı kendilerine Alay
Komutanı'ndan eylemi gerçekleştirmek için çok ciddi baskı gördüklerini ifade ettiklerini, ayrıca
araçlar kesinlikle Adana'ya çekilmesi talimatı aldıklarını anlattıklarını, olay yerinde Jandarma
Bölge Komutanı soyismi Celepoğlu olan kişiyi görmediğini, olay yerine siyah bir araç geldiğini,
25-30 saniye içinde olay yerini terkettiğini, aracın üzerinde herhangi bir flama olmadığını, aracın
arka plakası kapalı bir şekilde siyah bir muşambayla kapatıldığını, muşambanın altında tek yıldız
kabartma şeklinde belli olduğunu, sorulan kişinin araçta olup olmadığından emin olmadığını,
araçların durdurulduğu ikinci noktada otobanın karşı tarafındaki yamaçlarda basın mensuplarının
olduğu ve çekim yaptıklarını gördüklerini'' beyan etmiştir.
X-10 mahlaslı MİT mensubu C.Başsavcılığımızca alınan 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''Güvenlik ve destek konularında görevli olması sebebiyle 19 Ocak 2014 günü amirlerinden almış
olduğu emir gereği Ankara'dan Hatay'a götürülmek üzere 3 adet araç tarafıma teslim edildiği,
Araçların sorumlusu olarak arkadaşlarıyla beraber aynı gün sabah erken saatlerde yola çıktığını, Yol
güzergahı üzerinde seyir halinde iken Adana ilini yaklaşık 40-45 kilometre geçince Adana-Ceyhan
Doğu gişelerine varınca gişelerin sol iki şeridinin açık diğer şeritlerinin kapalı olduğunu, gidiş
istikametlerinde gişelerin arka tarafının görünmesini engellemek amacıyla gişelerin önüne sivil ve
askeri araçların yerleştirildiğini, gişelerin önünde ise iki askerin araçları sol şeride yönlendirdiğini
gördüğünü, kendilerine ait tır araçlarının gişeleri geçmesiyle birlikte arka taraftaki kalabalığı fark
ettiğini, bu arada jandarmanın bir kontrol amacıyla orada olduğunu düşündüğünü ancak arkada
bulunan ve kendisinin de içerisinde bulunduğum eskort binek otomobilin gişeleri geçmesiyle
birlikte kendilerine ait tır araçlarının ve eskort aracın kalabalık Jandarma personeli tarafından planlı
bir şekilde peşlerinden koşarak tırların durdurulduğunu, kendi otomobillerinin ise daha durmadan
iki Jandarma personeli tarafından uzun namlulu silahlar çekilip tam dolduruş yapılmak
suretiyle çökerek silahların üzerlerine doğrultulduğunu, 4 tane el kamerası ve cep telefon
kameralarıyla araçlarının görüntülerinin alındığını,
Bu esnada araçlarının cam tarafından iki yönlü olarak aralanarak yüksek sesle herkesin duyacağı bir
şekilde Milli İstihbarat Teşkilatı mensubu olduklarını, araçların kendilerine ait olduğunu ve
mahkeme kararı olmadan müdahale etmemeleri gerektiği söylendikten sonra kalabalık Jandarma
ekibinin koro halinde araçtan in, yat, ellerini yukarıya kaldır, konuşma, bizler sizin kim
olduğunuzu biliyoruz diye cevap verdiklerini, kendilerinde yine iyi niyetli olarak kanunların
kendilerine tanımış olduğu hak ve kendi yetkilerini medeni bir şekilde görüşmek üzere
araçtan aşağıya indiklerinde her birin üzerine 15 kişi düşecek şekilde hiçbir şey
184
konuşmalarına müsaade etmeden (onlar konuşmamıza müsaade etmemelerine rağmen biz
sürekli bağırarak Milli İstihbarat Teşkilatı mensubu olduğumuzu ve araçların da bize ait
olduğunu defalarca tekrarladık) üzerlerine çullanıldığını, kollarını, bacaklarını bükerek
boğazlarını sıktıklarını, insana yakışmayacak bir şekilde teröriste dahi yapılmayacak bir
muamelede bulunulduğunu, yerlerde süründürerek üzerlerine çöktüklerini, silahlarını
vücuduna dayayarak botlarıyla kafasına ve vücudumun çeşitli yerlerine bastıklarını,
bağırarak üzerinden kalkmalarını, şeker hastası olduğunu, kendilerine kelepçelerin yanlış
takıldığını, izlerinin kaldığını, mahkemede delil olarak kullanılacağını söyledikten sonra
vatana ihanet ettiklerini, kesinlikle amirlerinin verdiği yanlış emre uymamaları gerektiğini
defalarca tekrarladığını, tırları hareket ettirdikten sonra kendilerinin gidebileceklerini
söylediklerini, kendilerinde asla tırları almadan hiçbir yere gitmeyeceklerini beyan ederek tırların
peşinden kimliklerinin beyanının doğruluğuna iyice inanan ve yaptığı ihanetin farkına varan resmi
kıyafetli ismini bilmediği yüzbaşıyı ikna ederek birlikte kendi aracıyla tırların peşinden gidip tırları
durdurduklarını, yol boyunca yüzbaşıyla yaptığı görüşmede gerçekten büyük bir hata yaptıklarını
kendilerinin de kullanıldıklarını beyan ettiğini, O esnada bütün tırların kontak anahtarlarını alarak
gizli cebinde sakladığını, sadece ortadaki tırın dorsesi trafik kazasına sebebiyet verecek şekilde
yolun ortasında kalmasından dolayı düzeltmesi için şoför arkadaşıma anahtarı verirken arbede
sonucunda zorla elimden alarak tırın şoförünü de tehdit ederek olay yerinden götürdüklerini,
bulamadıkları diğer tırların anahtarlarını şiddetle üstünü arayarak, bağırarak, hakaret
ederek almaya çalıştıklarını fakat başarılı olamadıklarını, daha önce MİT mensubu olduklarını
inkar edenler savcı geldiğinde kendisiyle görüşme talebini ilettiğinde MİT'çilerle muhatap
etmeyin diyerek kendisini askerler tarafından koruma altına aldırmış olduğunu, her türlü iletişime
geçme gayretlerine baskı ve şiddetle engelleyerek görevlerini yapmayı engelleyerek devlet sırrını
deşifre etmiş olduklarını, bu hareketleri de yaparken küstahça, gülerek söylediklerini kaale
almadıklarını, kendisinin bu şekilde elleri kelepçeliyken sürekli olarak boyun ve başına baskı
yaparak dengesini bozup şiddet uyguladıklarını, kendilerinin resimlerini çekmeye çalıştıklarında bir
çoğunun yüzlerini kapattığını, çekmemeleri için kendilerini ikaz ettiklerinde ihanetler belgesiz, bu
yaptıklarının yanlarına kalmayacağını beyan ettiklerini, hal ve hareketlerinden nasıl bir ihanet
içinde olduklarını anladıklarını gördüklerini, arama bitmeden tanımadıkları, kim olduklarını
bilmedikleri sivil kıyafetli olay yerinde kamera kaydı yapan bazı şahısların aniden kaybolduklarını
ve kısa bir süre sonra da görüntülerin internette yayınlanmaya başlandığını, ayrıca internette daha
sonra gördüğü resimde olayın başladığı an itibariyle karşı yoldan resimlerinin çekildiğini ve
yayınlandığını gördüklerini, olay yerinden uzaklaştırarak Mobil tutuklama araçlarına götürdüklerini
ve olay yerinden tecrit ettiklerini, (Daha sonradan basına yansıyan görüntüler incelendiğinde bu
olayın bu şekilde cereyan ettiği açıkça görülebileceğini) kişisel eşyalarına el konulduğunu, silahları,
cep telefonları ve kimliklerinin alındığı ve araçlarının usulsüzce arandığını, ne aradıklarını
sorduklarında cevap verilmediğini,
Olaylardan sonra basına düşen görüntüleri izlediklerinde jandarma personelinin yaklaşık 150-160
kişilik bir ekip ve 10-15 araç ile bu tezgah operasyonunu gerçekleştirdiklerini öğrendiğini, Bu
tezgah operasyonunda Jandarma istihbarat, Jandarma Asayiş, Kaçakçılık ve Jandarma Narkotik
Timleri'nin (narkotik köpekleriyle birlikte) görev aldıklarını gördüklerini, kendileriyle ilgilenen
185
personelin dışında kalan diğer Jandarma personelinin ise kendi konularıyla ilgili olarak planlı bir
şekilde araçların üzerlerine çıkarak incelemelerde bulunduklarını, inceleme devam ederken MİT
mensubu olduğuna kanaat getiren askerlerin kendi kelepçelerini açtıklarını, sorumlu komutanı
ararken isminin Selahattin olduğunu daha sonra öğrendiği yarbayın gülerek bizlerle işlerinin
bittiğini beyan ederek alaylı bir şekilde kendisiyle konuşmak istemediğini ve olay yerini terk
edebileceklerini söylediğini, bu esnada kendisinin yanına gittiğinde olay tamamdır diyerek telefonla
birisine bilgi verdiğini, Tırları nereye götürdüklerini sorduğunda Alay'a götürdüklerini ve Alay
Komutanları'nın kendilerini beklediğini ve konuya vakıf olduğunu beyan ettiğini, bulunduğu aracın
başında sürekli 5-6 kişinin bulunduğunu, kendisinin orada en rütbeli olmasına rağmen bu tezgah
operasyonunu yine adını sonradan öğrendiği Önder Kır isminde bir istihbarat subayının
yönettiğini bizzat görerek şahit olduğunu, Bu şahsın sürekli olarak kimliğini açıklamasını
engellemeye çalışması, zaten kim olduklarını biliyoruz niye bağırıyorsun diyerek kendisini
bağırarak tehdit ettiğini, ayrıca ismini bilmediği Teğmen rütbesinde bir jandarma subayının
ekiplerine acımasızca davrandığını gördüğünü,
Yaklaşık 15-20 dakika alıkonulduktan sonra kendilerinin kelepçelerini çıkardıklarını, bu esnada
serbest bırakılır bırakılmaz amirlerine haber verdiğini, jandarma ekibinin araçları Adana'ya
götüreceklerini öğrendiklerini, araçları götüremeyeceklerini hukuksuz şekilde araçları
durdurduklarını söylemelerine rağmen orada bulunan Yüzbaşı rütbesindeki bir yetkilinin Adana İI
Jandarma Alay Komutanı Özkan Çokay ile görüştüğünü ve zor kullanarak da olsa götüreceklerini
kendilerine söylediğini, kendilerine olay yerine savcı gelmediği halde hukuksuz şekilde durdurup
kendilerine kötü muamelede bulunduklarının söylemelerine rağmen savcının geleceğini ve
amirlerinin emri gereği olduğunu söyleyerek zor kullanmak suretiyle araçları götürdüklerini, Kalan
iki araç orada beklediğini saat 14:00'de Savcı Aziz Takçı’nın olay mahalline geldiğini, Daha sonra
olay yerine Milli İstihbarat Teşkilatı Adana Bölge Başkanı'nın geldiğini, oradaki yetkililerle
görüştüğünü, saat 16:00 sularında araçları bölge başkanına teslim edildiğini, bu kumpas operasyon
neticesinde diğer arkadaşlarıyla birlikte çok halsiz kaldığını, ağrılarının artması nedeniyle
Adana Bölge Başkanlığı tarafından Adana Devlet Hastanesi'ne götürüldüğünü, orada yapılan
kontroller neticesinde kendilerine 5 günlük iş göremez raporu verildiğini, usulsüzce aracı
aramaya başladıklarında ne aradıklarını sorduğunda cevap veremediklerini, ne görmek istiyorlarsa
beyan edeceğini söylemesine rağmen aramaya devam edildiğini, zaten gayrı resmi hiçbir şey
bulamadıklarını, ayrıca kelepçeli haldeyken kendisinin sürekli olarak MİT mensubu olduğumu
söylemesinden etkilenen bir astsubayın kendilerine sizin terörist olduğunuzu söylediler, bu
şerefsizliğe alet olmak istemiyorum diyerek kelepçelerini gevşetip kendisine su verdiğini, olay
yerinde İl Jandarma Alay Komutanı'nı gördüklerini, hatta askerlerin bir kısmının kendilerine alay
komutanından eylemi gerçekleştirmek için çok ciddi baskı gördüklerini ifade ettiklerini, araçları
Adana'ya çekilmesi talimatı aldıklarının söylediklerini,
Kendisinin olay yerinde Jandarma Bölge Komutanı olan soyismi Celepoğlu olan kişiyi görmediğini,
ancak olay yerine siyah bir aracın geldiğini, araçtan indiğini görmediğini, yaklaşık birkaç dakika
içinde olay yerini terk ettiğini, Aracın üzerinde herhangi bir flamanın olmadığını aracın arka plakası
kapalı bir şekilde siyah bir muşambayla kapatılmış olduğunu, muşambanın altında tek yıldız
186
kabartma şeklinde belli olduğunu, aracın flamasını fark edemediğini, Jandarma Bölge Komutanı'nın
araçta olup olmadığından emin olmadığını, araçların durdurulduğu ikinci noktada otobanın karşı
tarafındaki yamaçlarda basın mensuplarının olduğu ve çekim yaptıklarını gördüğünü, kanunsuz bir
şekilde mağduriyetlerine sebebiyet veren tüm sorumlular hakkında yasal gereğinin yapılmasını talep
ettiğini'' beyan etmiştir.
X-11 mahlaslı MİT mensubu C.Başsavcılığımızca alınan 28.03.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''19 Ocak 2014 günü amirlerinden almış olduğu emir gereği Ankara'dan Hatay'a götürülmek üzere 3
adet araç yükleri kapalı olarak teslim edildiğini, Adana-Ceyhan Doğu gişelerine varınca gişelerin
sol iki şeridinin açık diğer şeritlerinin kapalı olduğunu, gidiş istikametinde gişelerin arka tarafının
görünmesini engellemek amacıyla gişelerin önüne sivil ve askeri araçların yerleştirildiğini,
gişelerin önünde ise iki askerin araçları sol şeride yönlendirdiğini gördüğünü, Jandarmanın bir rutin
kontrol amacıyla orada olduğunu düşündüğünü ve içerisinde bulunduğu aracı uzun namlulu silahlı
15-20 Jandarma personeli tarafından durdurulduğunu, rutin kontrolde kimlik gösterip önceki
uygulamalarda olduğu gibi yollarına devam edeceklerini düşündüğünü, araçtan inmesi konusunda
baskı gördüğünü şoförü indirip ardından iki kişi arkasından silah doğrultarak zorla indirmeye
çalıştıklarını, yaşanan arbedenin içerisinde araçtan indiğinde neye göre böyle bir uygulama
yaptıklarını sorduklarında sizin kim olduğunuzu biliyoruz dediklerini, neye göre bu işlemi
yaptıklarını sorduğunda savcı Aziz Takçı imzalı terör örgütlerine silah malzeme kaçakçılığı yazılı
olan ihbarı gösterdiklerini, kollarını kalabalık ekibin arkadan kelepçeleyerek ve olay yerinden
uzaklaştırarak kendilerine ait mobil tutuklama araçlarına götürdüklerini, olay yerinden tecrit
ettiklerini, (Daha sonradan basına yansıyan görüntüler incelendiğinde bu olayın bu şekilde cereyan
ettiği açıkça görüleceğini) bu esnada kişisel eşyalarına el koyduklarını, silahlarını, cep telefonlarını
ve kimliklerini aldıklarını, olaylardan soma basına düşen görüntüleri izlediklerinde Jandarma
personelinin yaklaşık 150-160 kişilik bir ekip ve 10-15 araç ile bu tezgah operasyonunu
gerçekleştirdiklerini öğrendiğini, bu tezgah operasyonunda Jandarma İstihbarat, Jandarma Asayiş,
Kaçakçılık, Jandarma Trafik ve Jandarma Narkotik timlerinin (Narkotik köpekleriyle birlikte)
görev aldıklarını gördüklerini, kendileriyle ilgilenen personelin dışında kalan diğer Jandarma
personeli ise kendi konularıyla ilgili olarak planlı bir şekilde araçların üzerlerine çıkarak
incelemelerde bulunduklarını, incelemelerin bitimini müteakip yaklaşık 30-40 dakika kendilerini
tutuklu olarak araçlarda beklettiklerini, bulunduğu aracın başında sürekli 5-6 kişi bulunduğunu, bu
esnada en yüksek rütbeli Yarbay Selahattin olduğunu öğrendikleri kişiyle konuşmak
istediklerini. kendisi cep telefonuyla konuşmasına devam ettiğini ve muhatap olmadığını,
kendisinin orada en rütbeli olmasına rağmen bu tezgah operasyonunu yine adını sonradan
öğrendiği Önder Kır isminde bir istihbaratçı jandarma üsteğmenin yönettiğini bizzat görerek
şahit olduğunu, ismini bilmediği Teğmen rütbesinde bir Jandarma Subayının ekiplerine
acımasızca davrandığını, yaklaşık 35-40 dakika alıkonulduktan sonra kelepçelerini çıkarttıklarını,
serbest bırakılır bırakılmaz amirlerine haber verdiklerini, araçların Adana'ya götüreceklerini
öğrendiklerini, kendilerine olay yerine savcı gelmediği halde hukuksuz bir şekilde durdurup kötü
muamelede bulundunuz demelerine rağmen savcının geleceğini ve amirlerinin emri gereği
olduğunu söyleyerek zor kullanmak suretiyle araçları Adana istikametine yönlendirdiklerini, olay
187
yerinde önceden tanıdığı Jandarma Yüzbaşıyla araçları böyle bırakamayacaklarını, kendilerinin de
araçların olduğu yere gitmek istediklerini defaatle söyleyip kendisini ikna ettiklerini, kendisini de
araçlarına alarak araçların arkasından hareket etmek suretiyle araçlar Adana'ya girmeden önünü
kesip durdurduklarını, araçların bir tanesi Jandarma ekipleri tarafından yine zor kullanılarak Adana
istikametine götürülmesini engellemeye çalıştığını, bu esnada Jandarma üsteğmeni Önder Kır ile
küçük çaplı bir arbede yaşadığını, kalan iki araç orada beklediğini saat 14:00'da savcı Aziz TAKÇI
olay mahalline geldiğini, olay mahallinde bulunan Jandarma personeline çok sert bir şekilde beni
MİT'çilerle muhatap etmeyin diye Jandarma personeline emir verdiğini, Jandarma personeli ise
kendisini korumak üzere savcı ile kendilerinin arasına set kurduklarını, Savcı Aziz Takçı
kendilerinin Milli İstihbarat Teşkilatı mensubu olduklarıı bilmesine ve yukarıda da Jandarma
personeline hitaben yapmış olduğu görüşmede belirtmesine rağmen araçların üzerine çıkarak çeşitli
incelemelerde bulunduğunu, daha sonra olay yerine Adana Emniyet Müdürü, arkasından Adana
Valisi ardından İl Jandarma Alay Komutanı geldiğini, Vali Bey makam aracında savcı Aziz Takçı,
Emniyet Müdürü ve X9 ile makam aracında görüştüğünü, daha sonra olay yerine Milli İstihbarat
Teşkilatı Adana Bölge Başkanı geldiğini, Saat 16:00 sularında araçlar Bölge Başkanına teslim
edildiğini, olay yerinde İl Jandarma Alay Komutanı'nı gördüklerini, askerlerin bir kısmı kendilerine
Alay Komutanı'ndan eylemi gerçekleştirmek için çok ciddi baskı gördüklerini ifade ettiklerini,
araçları kesinlikle Adana'ya çekilmesi talimatı aldıklarını anlattıklarını, olay yerinde Jandarma
Bölge Komutanı olan soyismi Celepoğlu olan kişiyi görmediğini, olay yerine siyah bir araç
geldiğini, sağ arka camının çok hafif açılıp kapandığını, yaklaşık 10 saniye içinde hızlı bir şekilde
olay yerini terk ettiğini, aracın üzerinde herhangi bir flama görmediğini, aracın arka plakası kapalı
bir şekilde siyah bir muşambayla kapatılmış, muşambanın altında tek yıldız kabartma şeklinde belli
olduğunu, aracın flamasını fark edemediğini'' beyan etmiştir.
X-12 mahlaslı MİT mensubunun C.Başsavcılığımızca alınan 28.03.2015 tarihli ifadesinde
özetle;
''19 Ocak 2014 günü amirlerinden almış olduğu emir gereği Ankara'dan Hatay'a götürülmek üzere 3
adet araç yükleri kapalı olarak teslim edildiğini, Adana-Ceyhan Doğu gişelerine varınca gişelerin
sol iki şeridinin açık diğer şeritlerinin kapalı olduğunu, gidiş istikametinde gişelerin arka tarafının
görünmesini engellemek amacıyla gişelerin önüne sivil ve askeri araçların yerleştirildiğini,
gişelerin önünde ise iki askerin araçları sol şeride yönlendirdiğini gördüğünü, Jandarmanın bir rutin
kontrol amacıyla orada olduğunu düşündüğünü ve içerisinde bulunduğu aracı uzun namlulu silahlı
15-20 Jandarma personeli tarafından durdurulduğunu, rutin kontrolde kimlik gösterip önceki
uygulamalarda olduğu gibi yollarına devam edeceğini düşündüğünü, araçtan inmesi konusunda
baskı gördüğünü, şoförü indirip ardından iki kişinin arkasından silah doğrultarak kendisini
zorla indirmeye çalıştıklarını, yaşanan arbedenin içerisinde araçtan indiğinde neye göre böyle bir
uygulama yaptıklarını sorduğunda sizin kim olduğunuzu biliyoruz dediklerini, neye göre bu işlemi
yaptıklarını sorduğunda savcı Aziz Takçı imzalı terör örgütlerine silah malzeme kaçakçılığı yazılı
olan ihbarı gösterdiklerini, kollarını kalabalık ekibin arkadan kelepçeleyerek ve olay yerinden
uzaklaştırarak kendilerine ait mobil tutuklama araçlarına götürdüklerini olay yerinden tecrit
ettiklerini, (Daha sonradan basına yansıyan görüntüler incelendiğinde bu olayın bu şekilde cereyan
188
ettiği açıkça görüleceği) bu esnada kişisel eşyalarına el koyulduğu, silahlarının, cep telefonlarının
ve kimliklerinin alındığını,
Olaylardan sonra basına düşen görüntüleri izlediğinde Jandarma personelinin yaklaşık 150-160
kişilik bir ekip ve 10-15 araç ile bu tezgah operasyonunu gerçekleştirdiklerini öğrendiğini, bu
tezgah operasyonunda Jandarma istihbarat, Jandarma Asayiş, Kaçakçılık, Jandarma Trafik ve
Jandarma Narkotik timlerinin (Narkotik köpekleriyle birlikte) görev aldıklarını gördüklerini,
kendileriyle ilgilenen personelin dışında kalan diğer Jandarma personelinin ise kendi konularıyla
ilgili olarak planlı bir şekilde araçların üzerlerine çıkarak incelemelerde bulunduklarını,
incelemelerin bitimini müteakip yaklaşık 30-40 dakika kendilerini tutuklu olarak araçlarda
beklettiklerini, bulunduğu aracın başında sürekli 5-6 kişi bulunduğunu, orada en rütbeli
olmamasına rağmen bu tezgah operasyonunu adını sonradan öğrendiği Önder Kır isminde bir
istihbaratçı jandarma üsteğmenin yönlendirdiğini bizzat görerek şahit olduğunu, ismini
bilmediği teğmen rütbesinde bir Jandarma Subayının acımasızca davrandığını, yaklaşık 35-40
dakika alıkonulduktan sonra kelepçelerini çıkardıklarını, serbest bırakılır bırakılmaz başlarındaki
sorumlu aracılığıyla amirlerine haber verdiklerini, araçları Adana'ya götüreceklerini öğrendiklerini,
kendilerine olay yerine savcı gelmediği halde hukuksuz bir şekilde durdurup kötü muamelede
bulundunuz demelerine rağmen savcının geleceğini ve amirlerinin emri gereği olduğunu
söyleyerek zor kullanmak suretiyle araçları Adana istikametine yönlendirdiklerini, olay yerindeki
Jandarma Yüzbaşı'yla araçları böyle bırakamayacaklarını, kendilerinin de araçların olduğu yere
gitmek istediklerini defaatle söyleyip kendisini ikna ettiklerini, kendisini de araca alarak araçların
arkasından hareket etmek suretiyle araçlar Adana'ya girmeden önünü kesip durdurduklarını, kalan
iki araç orada beklediğini saat 14:00'da Savcı Aziz Takçı'nın olay mahalline geldiğini, olay
mahallinde bulunan Jandarma personeline çok sert bir şekilde beni MİT'çilerle muhatap etmeyin
diye Jandarma personeline emir verdiğini, Jandarma personeli ise kendisini korumak üzere savcı ile
aralarında set kurduklarını, Savcı Aziz Takçı'nın Milli İstihbarat Teşkilatı mensubu olduklarını
bilmesine ve yukarıda da jandarma personeline hitaben yapmış olduğu görüşmede belirtmesine
rağmen araçların üzerine çıkarak çeşitli incelemelerde bulunduğunu, daha soma olay yerine
Adana Emniyet Müdürü, Adana Valisi, İl Jandarma Alay Komutanı'nın geldiğini, Vali Bey'in
makam aracında Savcı Aziz Takçı ve Emniyet Müdürü ve X9 ile görüştüklerini, daha soma olay
yerine Milli İstihbarat Teşkilatı Adana Bölge Başkanı'nın geldiğini, Saat 16:00 sularında araçların
Bölge Başkanı'na teslim edildiğini,
Olay yerinde İl Jandarma Alay Komutanı'nı gördüklerini, askerlerin bir kısmının kendilerine alay
komutanından eylemi gerçekleştirmek için çok ciddi baskı gördüklerini ifade ettiklerini, araçların
kesinlikle Adana'ya çekilmesi talimatı aldıklarını anlattıklarını, olay yerinde Jandarma Bölge
Komutanı olan soyismi Celepoğlu olan kişiyi görmediğini, olay yerine siyah bir aracın geldiğini,
20-30 saniye içinde hızlı bir şekilde olay yerini terk ettiğini, aracın üzerinde herhangi bir flama
görmediğini, aracın arka plakası kapalı bir şekilde siyah bir muşambayla kapatılmış olduğunu,
muşambanın altında tek yıldız kabartma şeklinde belli olduğunu'' beyan etmiştir.
Eylem bir bütün olarak değerlendirildiğinde;
Hakkında soruşturma yürütülen şüphelilerin bir kısmı, Ankara İli'nde MİT mensuplarının
189
telefonlarını uydurma gerekçelerle dinleyerek devlet sırrı kapsamındaki yardım faaliyetinden
haberdar olmakta, bir kısmı Ankara İli'nden itibaren yardım tırlarını takip etmekte ve Adana İl
Jandarma Komutanlığı'na ihbar etmekte, bir kısmı Adana İli Ceyhan İlçesi'nde silah kullanmak ve
şiddet uygulamak suretiyle yardım tırlarını ve MİT personelini durdurmakta, bir kısmı devlet sırrı
kapsamındaki malzemelerden hukuka aykırı biçimde aldıkları numuneleri incelemek üzere Ankara
Merkez Jandarma Krimnal Laboratuvarı'na götürmekte, bir kısmı da devlet sırrı kapsamındaki
malzemeler hakkında kriminal rapor düzenlemektedir.
Eylem;
Resmi hiyerarşinin dışındaki ast-üst ilişkisi içerisinde gerçekleştirilen silahlı terör örgütü
eylemidir.
Bu eylemde şüphelilerin içinde bulunduğu her grup;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün amaçları doğrultusunda kendilerine verilen görevi
yerine getirmektedir.
Yardım faaliyetinin herhangi bir illegal yada terör örgütüne götürüldüğüne ilişkin dosya kapsamında
hiçbir bilgi, belge, emare ve beyan bulunmamasına rağmen şüpheliler, mensubu bulundukları
örgütün nihai amacı olan;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti'nin terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vermek için
kendilerine FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nce verilen rolü yani kriminal raporun da düzenlenerek
devlet yetkilileri hakkında yapılacak sözde kovuşturma için örgütsel kurgunun tamamlanmasında
görev almışlardır.
Adana, Hatay ve Ankara İl Jandarma Komutanlıkları'na bağlı olarak çeşitli rütbelerde görev yapan
şüpheliler sahte ihbar ve delillerle koordineli biçimde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarını
durdurmuşlar, devlet sırrı kapsamındaki yardım faaliyetinin öğrenilerek deşifre edilmesini
engellemeye çalışan Milli İstihbarat Teşkilat mensuplarını silah doğrultarak yere yatırmışlar, darp
ve şiddet uygulayarak kelepçelemişler, tırların ve devlet sırrı kapsamındaki malzemelerin
görüntülerini kaydederek servis etmişlerdir.
Eylemle ilgili olarak FETÖ/PDY Terör Örgütü tarafından şüpheliler Can Dündar ve Erdem
Gül'e verilen görev;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yetkili birimleri tarafından yapılan açıklamalarda ve C.
Başsavcılığımızca yürütülen 2014/41637 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması
kapsamında yapılan operasyonlarda, 1 Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, 19 Ocak
2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü lideri Fetullah Gülen
ve Emre Uslu'nun talimatları doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü yönetici ve üyeleri tarafından silah kullanılarak, MİT mensuplarına darp, cebir ve şiddet
uygulanarak durdurulan ve aranan, Suriye Türkmenleri'ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli MİT
tırlarındaki yardım malzemelerinin "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından
gizli kalması gereken" niteliğe sahip olduğu kamuoyuna duyurulmuştur.
190
Adana C. Başsavcılığı'nın talebi üzerine Adana Sulh Ceza Mahkemesi'nin 14.01.2015 tarih ve
2015/197 D.İş sayılı kararı ile 5187 sayılı kanunun 3/2. maddesi uyarınca ''yayın yasağı'' kararı
verilmiştir.
Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 06/02/2014 tarih ve 112-54128131 sayılı cevabi yazısı ile
tırların, 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT
Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda
yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu bildirilmiştir.
Şüpheliler Can Dündar ve Erdem Gül'ün, Suriye Türkmenleri'ne yardım malzemesi götüren Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait tırların, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yönetici ve üyeleri tarafından
cebir şiddet uygulanarak ve silah kullanılarak aranmasının ve yardım malzemelerinin görüntülerinin
alınmasının ardından, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Devleti'ni El Kaide Terör Örgütü'ne
yardım ediyor kurgusu ile Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılatma amacı doğrultusunda,
çekilen görüntülerinin ve bu malzemeler hakkında hazırlanan inceleme raporlarını 7 Haziran 2015
tarihindeki genel seçimlerden 1 (bir) hafta önce Cumhuriyet Gazetesi'nin 29/05/2015 ve
12/06/2015 tarihli sayılarında ısrarla yayınladıkları tespit edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yetkili organları ve C.Başsavcılığımızca yapılan kamuoyu
bilgilendirmelerine, mahkemece verilen yayın yasağı kararına rağmen şüpheli Can Dündar'ın,
Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürüttüğü Cumhuriyet Gazetesi'nde, 29 Mayıs 2015 tarihinde
şüpheli Can Dündar imzasıyla yayınlanan "İşte Erdoğan'ın Yok Dediği Silahlar" başlıklı
haberde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde durdurulan Milli İstihbarat
Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürüten tırlara ait "devletin güvenliği veya
iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken" nitelikteki bilgi ve
fotoğrafları, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün nihai amacı olan "Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'ni, sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası
Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını sağlamak" amacına yardım etmek için temin ettiği ve
devlet sırrını ifşa maksadıyla yayınladığı anlaşılmıştır.
Bunun üzerine C.Başsavcılığımız'ın 29/05/2015 tarih ve 2015/71221 soruşturma sayılı talebi ile
çeşitli internet sitelerinde de yayınlanan bu haberle ilgili olarak;
Yapılan yayınların "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Ulusal ve Uluslararası Yararları ve Milli
Güvenliği" bakımından sakınca doğuracak mahiyette bulunduğu ve Cumhuriyet Başsavcılığımızın
2014/41637 sayılı soruşturma dosyası kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne sahte ihbar ve
sahte delillerle tuzak kuran tutuklu şüpheliler tarafından gerçeğe aykırı olarak oluşturulan kurgu
doğrultusunda yapıldığı,
Milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi bakımından
gecikmesinde sakınca bulunan acil yayınlar kapsamında, 5651 Sayılı Yasanın 8/a maddesi gereğince
söz konusu "içeriklerin erişime engellenmesinin, aynı mahiyetteki yayınların içeriklerinin
engellenmesine, içeriğin yayından çıkarılmaması halinde ilgili sitelere erişimin tamamen
engellenmesine" karar verilmesi talep edilmiş ve İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği'nin 29/05/2015
tarih ve 2015/1330 D.İş sayılı kararı ile yayınlanan haberin "Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin Ulusal ve Uluslararası Yararları ve Milli Güvenliği" bakımından sakınca
191
doğuracak mahiyette bulunduğuna, bu sebeple içeriklere erişimin engellenmesine karar
verilmiş, karar C.Başsavcılığımızca ilgili kurum ve kuruluşlara gönderilmiştir.
Buna rağmen şüpheliler Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında faaliyet
yürüten tırların ifşası eylemlerinde ısrar ederek şüpheli Can Dündar'ın Genel Yayın
Yönetmenliği'ni yaptığı Cumhuriyet Gazetesi'nde, 12 Haziran 2015 tarihinde şüpheli Erdem Gül
imzasıyla yayınlanan "Jandarma Var Dedi" başlıklı haberde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana İli
Ceyhan İlçesi'nde durdurulan Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım
faaliyeti yürüten tırlardaki "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği
itibariyle gizli kalması gereken" nitelikteki malzemelere ait bilgi ve fotoğrafları, FETÖ/PDY Silahlı
Terör Örgütü'nün nihai amacı olan "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, sahte ihbar ve delillerle teröre
yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını sağlamak"
amacına yardım etmek için temin ederek yayınladıkları,
Şüpheli Can Dündar'ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı Cumhuriyet Gazetesi'nde, şüpheli
Erdem Gül imzasıyla 11 Haziran 2015 tarihinde yayınlanan "kirli operasyon" başlıklı, 15 Ekim
2015 tarihinde yayınlanan "besle kargayı..." başlıklı haberlerde de FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü'nün nihai amacı olan "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni teröre yardım eden ülke konumuna
sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını sağlamak" amacına yönelik haberlerin
yayınlanmaya devam ettiği tespit edilmiştir.
Bununla birlikte şüpheli Can Dündar'ın;
15 Kasım 2013 tarihli “insan Kafası Keserken Acı Çektirmek Caiz Midir?” başlıklı yazısında
özetle;
“Coşkun Aral, meslekte 40. yılını kutlayacak seneye... Türkiye, onu savaş muhabiri olarak tanıdı.
Gitmediği ülke, fotoğraflamadığı cephe pek azdır. Suriye sınırından döndü geçen hafta... Buluştuk.
Dehşet içindeydi. "Dünyanın en acımasız savaşlarında en vahşi savaşçıları gördüm, böyle vahşet
görmedim" dedi. Geçen sene, Suriyeli "konuk'ların kamplarını gezmişti. Gayet modern, insani
koşullarda ağırlandıklarını gözlemişti. Neden "mülteci" değil, "konuk" sayıldıklarını da hemen
anlamıştı. Mülteci statüsünde olsalar, Birleşmiş Milletler tarafından kurulacak kamplarda ciddi
denetim altında tutulacaklardı.
"Konuk" olunca, aileleriyle birlikte kampa yerleşiyor, çocuklarını bırakıp istedikleri gibi
kamplardan çıkabiliyor, "cihat" için sınırı geçip savaşa girebiliyorlardı. Coşkun'un başka ülkelerde
görmediği bir başka şey, "2 ay sonra Emevi Camii'nde namaz kılmayı vaat eden" devlet
yetkilileriydi. Türkiye, bu emperyal iştahı dile getirmiş, ama evdeki hesap çarşıya uymayınca,
devirmede rol alacak "konuklara kol kanat germişti. Hem silah hem insan transfer ederek Suriye
rejimini hedef alıyordu. Ama yine yanlış hesap yapmış, 100 bin "konuk'ta kalır sandığı insan akını,
1 milyona dayanmıştı.
Peki kampta kollanan, gece sınır ötesine yollanan "konuklar" kim? Coşkun, sınırda jandarma
engeline takılırken çatışmaya gidenlere kapının açıldığına tanık olmuş. Sınırda dönen pazarlıkları
da dinlemiş. "Yine onca yıldır hiçbir savaşta görmediğim bir şeye tanıklık ettim" diyor: "Gazeteci
olarak bir gruba güvenip seni savaş bölgesine götürmesi için anlaşıyorsun. Onlar seni alıp orada
başka bir gruba 'satıyor.' Mesela Özgür Suriye Ordusu, seni buradan alıp sınır ötesine taşıyor,
orada El Kaide'nin bir başka koluna devrediyor. Onlarda fidye talebiyle alıkoyuyor veya bir değiş
192
tokuşta kullanıyor." Coşkun, fotoğrafçılık dersi verdiği üniversitenin bazı öğrencileriyle karşılaşmış
Antakya'da... Suriye'deki çatışmaları görüntülemişler. Çektikleri fotoğrafları da hocalarıyla
paylaşmışlar. "Fotoğrafları gördüğümde tüylerim diken diken oldu" diyor: "Ben Liberya'da insan
ciğeri yiyenleri de gördüm, Ruanda'da çocukların kollarını kesenleri de... Ama böyle kitlesel vahşet
görmedim. İnsanlık dışı, şizofrenik görüntüler vardı. Kafası kesilerek öldürülen esirlerin
fotoğrafları... Bir Alevinin kafasını kesmeye zorlanan çocukların görüntüleri... Paraşütle düşen
pilotun kafasının kesilişinin, üç ayrı kameradan kayıtları... Keyifle mayın eşeklerini kurşuna
dizenler... Dehşete kapıldım."
Bu kafa kesme seansları, "ibret için" internete de dağıtılıyor. Hatta bazı bloglarda "Suudiler gibi
can yakmadan bir seferde kafa kesmek mi, yoksa kâfire acı çektirmek mi sünnete uygun? Hangisi
bizi cennete götürür" tartışmaları yapılıyor. Bedir, Uhud savaşlarından örnekler aktarılıyor.
Coşkun, "Alevi boğazlamak caizdir" diyen ve kafasını kestiği kurbanları iftiharla anlatan Sünni
"konuklarla da karşılaşmış. "Bunu anlatan adam, Alevi bölgesinden gidip geliyor. Suriye'de Alevi
boğazlayan adam, Türkiye'nin Alevilerine ne yapmaz? Nitekim saldırı haberleri başladı bile... Bir
iç çatışmanın zemini hazırlanıyor" diyor. Coşkun, şimdi bu görüntüleri ve izlenimlerini nasıl bir
belgeselde toplayabileceğini düşünüyor. Bunların diğer televizyonlarda gösterilmiyor olması,
gelinen vahim noktayı görmemizi engellemiyor.
Cumhurbaşkanı Gül, "İslam dünyasını Avrupa'daki gibi bir ortaçağ karanlığına taşıyacak mezhep
siyaseti” inden ve bir felaket senaryosundan söz etmişti geçen ay... Hükümet, Suriye politikasıyla o
kanlı filmin senaristlerinden biri olmadı mı? Çektirmek Caiz midir?" şeklinde yazı kaleme aldığı,
23 Şubat 2014 tarihli "Mit'e İhbarımdır: Verileri Bahçeye Gömdük" başlıklı yazısında özetle:
"12 Eylül sonrası, bir süre Diyarbakır Radyosu'nda staj yapmıştım. Radyoevine gittiğimde
birbirinden aydınlık yüzlü insanlarla tanıştım. Hemen hepsi sürgündü.
Programlarından, fikirlerinden ya da istihbarattaki fişlerinden dolayı Diyarbakır'a sürülmüşlerdi.
İçlerinden birinin suçu, Beritan Aşireti'yle ilgili programıydı. "Kürtçülülc"le suçlanıyordu. Aylarca
aşiretle birlikte yaşamış, onlarla göçmüş, sesler toplamış, yayına hazırlamıştı. Bantlarına el
konulacağından korkuyordu. Bir gün odasında otururken pencereden bakıp "büyük sırrını
söylemişti bana: "Bantları torbalara sarıp bahçenin şu köşesine gömdüm." Önceki gün
Cumhuriyetin Genel Koordinatörü Akın Atalay'ın mesajını alınca hatırladım bu anıyı... Atalay'ın
"Duyuru"su, yaklaşan fırtınayı haber veren bir alarm ziliydi aslında: "Çıkması beklenen yeni MİT
Yasası gereğince gazetemizde mevcut tüm veri, belge ve kayıtlar; istendiği anda MİT'e verilmek
zorundadır. Aksi takdirde iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir" diyordu. MİT'in,
anayasadaki "özel yaşamın ve haberleşmenin gizliliği kuralı çiğneyerek kapıya dayanması ve
gazetenin belleğindeki verilere el koyması an meselesiydi. Acilen önlem almak gerekiyordu. Kanun
yürürlüğe girmeden, gazetemizin server'ının diskindeki mail adresleri üzerinden yapılan tüm mail
içerikleri ve trafik bilgileri geri getirilemez şekilde silinecektir. MİT Yasası, Basın Kanunu'ndaki
"Gazeteciler haber kaynaklarını açıklamaya zorlanamaz hükmünü çiğneyerek haber kaynağını
açıklama zorunluluğu da getireceğinden, işyeri bilgisayarında haber kaynaklarımızla ilgili veya
özel nitelikteki kayıtlarımızı da yedekleyip başka bir yere nakletmeliydik. İlerde bugünlerin tarihi
yazılırken, bu "Duyuru", örnek verilecektir. Hadi kendimi ihbar edeyim: Ben uyarıyı alınca, bir
önceki faşist rejimde öğrendiğimi yaptım ve verilerimi diske kaydedip uzak bir bahçeye gömdüm.
Üstüne de şu notu yazdım: "İlerde bu diski bulacak olana, Türkiye'nin o karanlık döneminden küçük
193
bir hatıra. MİT Yasası, rögar patlamışçasına ortalığa saçılan pisliği ve büyüyen tepkiyi,
istihbaratla, baskıyla, yayın yasaklarıyla saklayabileceğini sanan bir iktidarın son çırpınışıdır.
Sanılmaktadır ki, rüşvet pazarlıklarının ses kayıtları, "vakfa bağış" denen haraç ortaklıkları, Imralı
müzakerelerinin tutanakları, şeriatçı örgütlere silah taşıyan istihbarat TIR'ları, Başbakan'ın
"durdurun, yasaklayın, susturun" diye bağırdığı gece yarısı telefonları yazılmaz, duyulmazsa, halk
kandırılabilir. Kendilerine Sultan Abdülhamit'in hatıratından şu satırları armağan etmek isterim:
"Hayatıma kastedildiğini ve birçok defa da suikastçıların muvaffak olmalarına ramak kaldığını
biliyorum. Bu şartlar altında herkesten şüphe etmemde şaşılacak bir şey yok. İstihbarat teşkilatım o
şekilde kurulmuştur ki, hiçbir şey benden saklanamaz". Sonunda ne oldu? O çok güvendiği
istihbarat teşkilatı, Padişah'ı kaçınılmaz sondan kurtaramadı. Sarayını basanlardan, "Millet, seni
azletti" lafını işittikten sonra sürgüne gönderildi. Ve hiçbir baskı rejiminin ilelebet payidar
olamayacağının, istibdada itirazın istihbaratla bastırılamayacağının canlı kanıtı olarak tarihe
geçti." şeklinde yazı kaleme aldığı,
25 Şubat 2014 tarihli “Öcalan Ne Dediyse O Oldu’’ başlıklı makalesinde:
Şırnak'tan dün gelen çatışma haberi çok önemli... Çünkü bu, Türkiye'nin gidişatını ve dengeleri
değiştirebilir. "Gidişat' konusunda büyük oranda Abdullah Öcalan'ın belirleyici olduğunu
düşünüyorum. Kanıtlamaya çalışayım: İmralı müzakerelerine dair elimizdeki tek belge, Milliyet'te
yayımlanan 23 Şubat 2013 tarihli görüşmenin tutanağı... Tam bir yıl geçmiş üstünden... İlk
yayımlandığında kıyamet kopmuştu. Zamanla bazı detaylar unutuldu. Yıldönümünde yeniden
okudum ve Öcalan'ın hücresinden, doğru öngörülerle süreci yönettiğini gördüm. Bakalım: ) Paris
suikastı: "İmralı tutanağı" yazılırken, Paris'te 3 PKK'lin öldürüleli 1,5 ay olmuştu. Öcalan şöyle
diyordu: "Milyonda birde olsa düşüneyim: MİT var mı? Demek ki darbe hâlâ devam ediyor.
"Aradan geçen bir yılda, suikastta MİT parmağına dair hem bir belge, hem de dinleme kaydı
yayımlandı. 2) Paralel devlet: "Paralel devlet' kavramını Erdoğan'dan önce Öcalan kullandı.
Tutanakta şöyle diyor: "Türkiye'de 3 koldan paralel devlet çalışması var. ABD'de Yahudi, Ermeni,
Rum lobileri müdahale ediyor. (…) AKP'ye de, medya ve işadamlarına da sızmışlar. Sadece MİT
kalmış, MİT Müsteşarı düşürülmek isteniyor. Arkalarında devasa bir güç var." Erdoğan, iki hafta
önce "paralel devlet'] "faiz, vaiz, medya, sermaye lobisi" diye tanımladı.3)Fidan'a savcılık daveti:
Tutanakta şu "tanıdık" sözler var: "Bu (paralel) güç, MİT'e de darbe planladı. Ben hemen devreye
girdim. 'Bu darbedir' dedim. (..) MİT'i düşürseler Türkiye'de tüm kaleler düşmüş olacaktı. Fidan
tutuklansa, sıra Başbakan 'a gelecekti. Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım." 3)
Cemaat:"Cemaatin merkezi ABD1dif diyor Öcalan: "Benim buraya alınmamla birlikte Gülen de
ABD'ye alındı. 120 devlette okul açmış. Para nereden?" Şimdilerde Başbakan da bunu soruyor.4)
Anayasa: Başbakan, "CHP, Hitler’i genel merkezinde arasın" demişti. Öcalan şöyle diyor:
"CHP ve MHP ulusalcılığı Hitler milliyetçiliğinin aynısıdır. Kuruluş tarihide aynıdır. Anayasanın
önüne bunlar dikilecek." Öyle de oldu.5) Anayasada vatandaşlık maddesi: Öcalan o gün Sırrı
Süreyya Önder'e şu maddeyi yazdırdı: "Özgür iradesiyle Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlılığını ifade
eden her birey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır." Uzlaşma Komisyonu'nda AKP de bu görüşü
savundu. 6) Suriye: "Suriye'deki Kürtler iki tarafla da görüşsün, kim haklarını verirse onunla
çalışsın. Kürtler Barzani'nin emrine giremez. Mutlaka birözsavunma gücü oluşturmalı".) Öcalan'ın
bu tavsiyesine de uyuldu. 7) Federasyon: Öcalan'ın aklındaki plan şuydu: "Kürtler ileride
kendilerini özgürce ifade edecek ve yönetecektir. Şu anda yasa dayatırsak büyük alerji yaratır.
Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı'ndaki şehri kaldırırlarsa, bu mesele önemli ölçüde çözülür."
Geçen hafta Cumhurbaşkanı da, özerklik sorulunca Avrupa Yerel Yönetim Şartı'na atıf yaptı;
"Birçok şikâyetleri giderir. Ötesi özerkliktir" dedi. 8) Akil adamlar: Görüşme yapıldığında PKK'nin
sınır ötesine çekilmesi gündemdeydi. Öcalan diyordu ki:
194
"Çekilme, Akil Adamlar denetiminde olacak. 'Çekilirsek gerilla biter' görüşüne katılmıyorum.
Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz." Akil Adamlar Anadolu'yu gezerken çekilme
gerçekleşti. 9) Kendi konumu: "Ne ev hapsi ne de af. Bunlara gerek kalmayacak. Hepimiz özgür
olacağız. Başarılı olursam ne KCK tutuklusu kalır, ne başkası... Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk
savaşı olacak." Bir yıl önce konuşulanlardaki isabeti görünce insan, "Acaba bu aralar neyi
konuşuyorlar" diye merak ediyor.’’ şeklinde yazı kaleme aldığı,
21 Eylül 2014 tarihli "Muammalar Serisi" başlıklı yazısında;
“Dünkü "mutlu son" elbette sevindiricidir. Kullanmalıdır. Ancak ardında bıraktığı bir dizi soru da
mutlaka yanıtlanmalıdır. Başta biraz önce sözünü ettiğim tahliye etmeme kararı... İlk sızan bilgiler,
MİT'in uyarısına rağmen Dışişleri'nin "Çıkmasınlar" karan verdiği yolundaydı. MİT Müsteşarı'nın
Davutoğlu kabinesine girmemesini bile buna yoranlar oldu. Ardından Başkonsolosun söz
dinlemediği iddiası ortaya atıldı. Davutoğlu'nun başkonsolosu birkaç kez alnından öpmesi tekzip
yerine geçer mi; bilmiyorum. Ancak yayın yasağı, varsa vahim bir hatanın ortaya çıkmasını
engelledi, yoksa insanların yok yere suçlanmasına yol açtı. İkinci muamma, IŞİD'le neyin
pazarlığının yapıldığı... Batı basını aylardır Türkiye'nin "cihatçılara otoban" döşediğini,
militanları eğitip hasta-nelerde tedavi ettiğini, petrol alıp karşılığın-da silah verdiğini yazıyor.
Eğitim yerlerinin adreslerini veriyor, fotoğraflarını yayımlıyor. Batı'nın itibarlı gazeteleri de, uysal
Türk basınını taklit etmediği için fırça yiyor. Bu arada biz sınır ötesine silah sevk edildiğini,
Hükümet-Cemaat çatışması sayesinde öğrenebiliyoruz. Silah yüklü TIR'lar sınırda durduruluyor,
skandal belgeleniyor, mahkemeye intikal ediyor; ama Ankara "Yok öyle bir şey" deyip çıkıyor. Türk
yetkililerin silah ticaretine aracılık ederken IŞİD'e karşı kararlı tavır almaktan çekinmesi,
uluslararası koalisyona girme konusunda ayak diremesi de -rehine-leri koruma kaygısıyla olduğu
söylense de- mezhepsel ve ideolojik yakınlık olarak yorumlanıyor. Şimdi rehinelerin serbest
kalmasıyla bunu test edebileceğiz, ancak silah-mühimmat desteği meselesi hâlâ sır olarak duruyor.
Tabii sırlar arasına şimdi, "Nasıl serbest kaldılar" sorusunu da eklemek gerek... Ankara'nın sabah
erkenden, kendine ya-kın gazetecilere "Valla fidye vermedik, hiçbir pazarlığa girmedik" haberi
sızdırmasından, bu konudaki rahatsızlık anlaşıldı. Dışişleri, Cumhurbaşkanı 'nın "başarılı bir
kurtarma operasyonu" açıklamasını düzeltmek için de epey ter döktü. "Operasyon değil, bir dizi
temas" türü izahat, iyice kafaları karıştırdı. Sahi, nasıl bir "operasyon" yapıldı? Göremediğimiz çok
şey var, ama gördüklerimiz de yabana atılır cinsten değil: Uzak bir tehlike gibi görülen IŞİD'in, ne
kadar yakın bir tehdit olduğunu gördük. Yayın yasağının hataları örtbas etmede ne kadar işlevsel
olduğunu gördük. Özgür basın olmayınca, hayati sorular sorulmayınca, boşluğun nasıl uluslararası
basın tarafından doldurulduğunu gördük. Devlet birimlerinin ne kadar dağınık olduğunu gördük.
Bir devleti ve dış politikasını rehin almanın ne kadar kolay olduğunu gördük. Rehineler kurtuldu;
darısı Türkiye'nin rehineliğine...” şeklinde özetle yazı kaleme aldığı,
23 Eylül 2014 tarihli "Bunca Suç Başörtüsüne Sığmaz" başlıklı yazısında;
“Rahmetli ustam Mehmet Ali Birand Ortadoğu'ya gittiğinde, topografya ile dış politika arasında
paralellik kurardı. "Çöl tabiatlı, kaygan topraklar buralar" derdi: "Kumlar gibi, politikalarda
kayar ayağının altından... Yolu bilmezsen, gömülür kalırsın." Aynen öyle! Tarih boyunca
mütemadiyen sarsıntılarla kırılan faylar, bir türlü yerine oturmamış Ortadoğu'da... Masa üzerinde
çizilen haritalar, toprağa uymamış. O yüzden de insanlar, hayatta kalabilmek için ilkelere değil,
gündelik çıkarlara dayanarak, kıvrak davranarak ayakta kalabiliyor. Dengeler bir gecede sil
baştan kurulabiliyor, ittifak kartları sürekli yeniden dağılıyor, dostlarla düşmanlar beklenmedik
195
anda yer değiştirebiliyor. Türk hükümetinin IŞİD'e karşı PKK'ye silah desteği vermesi tartışılıyor şu
ara... Dünkü Tarafta AKP'nin kurucusu ve ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Türkiye'de
silahsızlandırılmaya çalışılan PKK'nin, yurtdışında silahlandırılmasını öneriyordu. 30 yıl
savaştığınız örgüte, radikal Islama karşı dirensin diye silah vermek zorunda kalmak... Bir yıl önce
söylense kim inanırdı? Ya Türkiye? Dünkü Cumhuriyet'te, Mahmut Oral, Kobani'de IŞID'le savaşan
Kürtlerin komutanına silahları soruyor. Cevap şu: "IŞİD'in ağır silahlarının çoğu, Türkiye'nin
silahlarıdır. Militanların üzerinden Türkiye yapımı silah ve mermi çıkıyor." Türkiye'den silah,
mühimmat, insan desteği akıyor IŞİD'e... Ve Ankara, şimdi sınırda, kendi beslediği canavarla
savaşa, en azından savaş için üslerini tahsise hazırlanıyor. Söyleseler inanır mıydınız? Yaşar
Yakış'ın demecinde Suriye için de öneri var: "Türkiye, Suriye'deki rejimi devirme faaliyetine son
vermeli. Suriye ile ilişkiler iyi komşuluk çerçevesine oturtulmalı. Üslup yumuşatılmalı." Beşşar
Esad, 2008 yazında Bodrum'da tatil yapıyordu. 2009 güzünde Şam'da, iki ülkenin bakanlarından
ortak bakanlar kurulu toplandı. Suriye lideri 2010 baharında Türkiye'ye geldiğinde Erdoğan
nezdinde adı, "Kardeşim Esad"dı. Sonra rüzgâr döndü, "Kardeşim Esad", "Eli kanlı Esed" oluverdi.
Zaten içerde, "Hasretlik bitsin, n'olur gel' diye çağırdığı ortağı Fetullah Gülen için, bunu
söyledikten iki yıl sonra kırmızı bültenle arama kararı çıkartan bir zihniyetle yönetiliyoruz. 28
Şubat'ta "Sermayenin yeşili kırmızısı olmaz" diyerek askerin İslami holdinglere müdahalesine karşı
çıkan Erdoğan, bugün yeşil cemaat sermayesini sıfırlama savaşında... HSYK'yi "Paralel 'e
kaptırmamak için solcularla işbirliği arıyor. İç politikadaki bu "kıvraklığın dış politikaya yansıması
tabiidir. Dengeler bu hızla değişirse, "Esed"in ikinci "e"si de, pek yakında yeniden "a"ya dönüşür.
ABD Dışişleri Bakanı, "Türkiye sorunu anladı. Gelecek günlerde bir karar verecek" dedi. Aslında
verilecek karar, Suriye'de ne yapılacağından ziyade, Türkiye'nin nasıl bir ülke olacağı kararı...
Başbakan'ın tabiriyle "her şeyin din faktörüyle izah edildiği bir coğrafya"nın Doğu'da ve Batı'da
itibarsız aktörü mü olacağız? Demokrasisi, laikliği, teröre mesafe koyuşu, ilkeli duruşu ile yüzünü
evrensel hukuka dönmüş bir itibar odağı mı? İkinci yol doğruydu. İlkine saptık; topografyanın
çamuruna battık. Kafa kesicilere karşı, çağdaş bir modeli yeniden diriltmenin ve bölgeye örnek
göstermenin vaktidir. Bunca Suç, O Başörtüsüne Sığmaz! Hep aynı oyun: Ne zaman köşeye
sıkışsalar, ne zaman içerde veya dışarda sorular yığılsa; "Konsolosluktakileri niye zamanında
çekmedin?" "Rehinelere karşılık ne verdin?" "Yolsuzluk soruşturmalarını neden örtbas ettin?"
"Asansör kazası, Soma faciası ne oldu?" "İşsizlik neden arttı, büyüme neden durdu?" ...soruları
peşpeşe sıralansa... Hemen başörtüsünü getirip örtüyorlar suçlarının üstüne... Yine öyle yaptılar.
"Kadınlar yüksek sesli gülmesin" diyen bakan, "Ortaöğretimdeki kızlar türbanla derse girebilsin
“kararını açıkladı. Aman gülmesinler, örtünsünler, hatta örttürsünler; "Biraz da öbürleri,
çocuklarını yurtdışında okutmak zorunda kalsın". O arada Reza'ya dokunulmasın, karısı daire
alınacak parayı bir alışverişte harcasın; rüşvet kutuları, saatleri, sıfırlamalar, “Hakara makara”
lar tartışılmasın, Yemezler, o örtü bunca suçu örtmeye yetmez.” şeklinde yazıyı kaleme aldığı,
13 Ocak 2015 tarihli “Faşislamizm Damgası Geliyor” başlıklı yazısında özetle;
“….Tersini dilemekle birlikte"Charlie Hebdo sonrası Fransa"nın Müslüman göçmenler için
eskisinden çok daha zorlu bir ülke olacağını öngörmek ve ona göre politika oluşturmak gerek.
Dünya televizyonlarının yayında olduğu sırada bütün konuk liderlere hararetle sarılan Hollande'ın
Davutoğlu'nu soğuk bir el sıkmayla geçiştirmesinin sembolik bir anlamı var:
Fransa, IŞİD'e anlayışla yaklaşan ve Suriye'de palazlanması için silah ve militan kapılarını açık
tutan Ankara'nın bu tavrını -"Gelip bizimle aynı safta yürüdü" diye- unutmayacaktır.
196
Paris'te karikatüristlere yönelik saldırıya karşı yürürken, kendi evinde karikatüristlere ve farklı
fikirlere gösterdiği hoşgörüsüzlüğü ve hoyratlığı, elbette dikkate alacaktır. Nitekim dünkü
Independent, Davutoğlu'nun yürüyüşteki varlığının, "IŞİD'le suç ortaklığı" nedeniyle
yadırgandığını yazdı.
Türkiye, özgür dünyanın bir parçası olmak ve Batı'da yükselen Islamofobiye karşı teminat
oluşturmak istiyorsa, barbarlıkla arasına daha net bir mesafe koymak ve inanç özgürlüğüne sahip
çıktığı kadar fikir özgürlüğünü de savunmak zorundadır” şeklinde yazı kaleme aldığı,
28 Mayıs 2015 tarihli “Neden Yayımlıyoruz” başlıklı yazısında özetle:
“Patlaması halinde bir şehri yok edecek kadar çok silah, bu ülkenin hava limanına gizlice
indiriliyorsa, O silahlar TlR'lara yüklenip bu ülkenin şehirlerinden, topraklarından,
sınırlarından geçiriliyorsa, O silahlar, o ülkenin bütün denetim kurumlarından, idari
yetkililerinden, halkından habersizce, komşudaki bir savaşın taraflarından birine destek olmak
için gönderiliyorsa, Gönderilen taraf, bu ülkenin sınırları içinde silahlı eylem yapmış, bu ülkeyi
sık sık tehdit etmiş, vahşi bir terör örgütüyse, Gönderen hükümet, bu silahların mevcudiyetini
ısrarla reddediyor, bu silahları durduran askeri yetkilileri görevden aldırıyor, bu silahlar hakkında
soruşturma açan savcıları tutuklatıyor, yargılatıyorsa, Bu ülkenin halkı, bu silahlar dolayısıyla
karşı karşıya olduğu riskleri bilmiyor, bu sevkiyatın hayati, siyasi, hukuki, diplomatik
sonuçlarından haberdar olamıyorsa, Yapılan örtülü operasyon başlı başına bir suçsa ve hiçbir
yasa, bir suç eylemini meşrulaştırmaya kifayet etmiyorsa, Bir gazetenin, bir gazetecinin görevi
okurunu bilgilendirmek, halkı bu tehlikeden, bu tehditlerden haberdar etmek, bu maceraya kalkışan
yetkilileri ikaz etmektir. Cumhuriyet, bu sorumluluğun bilinciyle bu görüntüleri yayınlıyor.”
şeklinde yazıyı kaleme aldığı.
01 Haziran 2015 tarihli "Devlet Memuru Değil Gazeteceyiz" başlıklı yazısında özetle:
"Bir araçtan dökülen sırlar, derin devletin tüm pisliğini ortaya serdiği gibi basını da devleti
savunanlar ve mesleğini yapanlar olarak ortadan ikiye böldü. MİT tırlarının görüntülerinin
Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanması bu etkiyi yarattı. Medya devlet memurları ve gazeteciler
olarak ikiye ayrıldı. Hatta bu durumu tam siper olup görmezden gelenler isimli üçüncü bir grubu
da ortaya çıkardı. İllegal bu silah sevkiyatını suç üstü yakalayan anlı şanlı görüntüler ile ilgili
haberi Hürriyet dışında hiçbir gazete yayınlamadı. Sır saklayan bir devlet memuru değilim,
gazeteciyim. Gazeteci devlete rağmen kamunun çıkarını korur, devletin hatalarını sergiler, kamunun
adına denetim yapar. Suç üstü yakalanan devletler ilk refleks olarak gazeteciyi casuslukla,
hainlikle, milli sırları ele vermekle suçlar. Devlet kapısında iş arayan hizmetli değil, devletten
hesap soran gazeteciyim. Devletin kirli sırlarını saklamak görevim değil, bu sebeple farkımızı
ortaya koyduğumuz için mutluyum." şeklinde yazı kaleme aldığı.
02 Haziran 2015 tarihli “Tehdidi Bırak, Bu 20 Soruya Yanıt Ver!” başlıklı yazısında özetle;
“1-Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Mayıs’ta Almanya gezisinden dönerken uçakta gazetecilere “Hiç
kimse kalkıp ‘MİT, El Kaide’ye silah gönderdi’ diye iftira atarak, istihbarat teşkilatımızı zan altında
bırakamaz. Eğer haysiyetleri varsa, ispatla mükelleftirler’ dedi. Türkmenlere “insani yardım”
yollandığını söyledi.
MİT’in silah yolladığı görüntülerle ispat edilince neden dava açılması talimatı verdi?
197
2-Cumhuriyet’te haberin çıktığı 29 Mayıs günü, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kayseri’de Fransız
Haber Ajansı’na “Yardım, Özgür Suriye Ordusu ve Suriye halkı içindi” dedi.
Ertesi gün Ankara’daki mitingde, “O yardımlar Sureyi Bayırbucak Türkmenlerine gidiyordu” diye
düzeltti.
3-Davutoğlu’nun genel başkan yardımcısı ve AK Parti Siirt Milletvekili Yasin Aktay, 18 Mayıs günü
Siirt’te “O silahlar Özgür Suriye Ordusu’na gidiyordu” dedi. O da mı yanlış biliyordu?
4-Silahlar Türkmenlere gidiyordu ise neden Türkmenlere yakın bir sınır kapısı yerine o dönem
Nusra Cephesi’nin kontrolündeki Reyhanlı kapısı tecrit edildi?
5-Devlet yetkililerinin halkına, Meclis’e, dünyaya yalan söylemesi, yalanı deşifre eden gazetecileri
tehdit etmesi suç mudur değil midir? Ya da hangisi daha büyük suçtur?
6-Kime giderse gitsin, yapılan işlem ulusal ve uluslar arası hukuka göre bir suçsa, bir gazeteciden
bu suça ortak olmasını beklemek doğru mu? Gazeteci, asıl yayınlamazsa suçlu olmaz mı?
7-Görüntüler doğru olmadığı için mi sansürlendi, doğru olduğu için mi?
8-Yapılan “insani yardım” ise neden diğer insani yardımlar büyük şovlarla taşınırken bu gizli
tutuldu? İlaç, battaniye sevk ediliyorsa, bu neden “devlet sırrı” sayılıyor? Neden bunlar gururla
sergileneceğine, görüntülerine yasak koyduruluyor?
9-Adana Cumhuriyet Savcılığı “Gerçeği yansıtmayan, sahte gürüntüler” yayınladığımız
gerekçesiyle soruşturma açtı. Gerçek değilse neden devlet sırrını ifşadan soruşturma açıldı? Sırsa
neden “sahte” denildi.
10-Aynı Savcılık “Gizli kalması gereken bilgileri açıklamak”tan soruşturma açıyor. Kime göre ve
kimin için gizli kalması gerekiyordu ki bu bilginin? Halk için mi? MİT için mi? IŞİD için mi?
Devletin çıkarının bu bilgilerin deşifre edilmesinden değil, gizlenmesinden geçtiğine kim, neye
göre karar veriyor?
11-“Devlet sırrı” damgası, bir suçu örtbas etmekte kullanılabilir mi? Bir eylem “suç” ise “sır”
olması, onu aklamaya yeter mi? Mesela bir darbe planı ortaya çıkarılsa üzerindeki “devlet sırrı”
damgası nedeniyle ifşa edilmeyecek midir? Bu durumda darbeciler mi, ifşa edenler mi suçlu olur?
12-Silahlar ÖSO’ya değil, Türkmenlere gitti diyelim; bu ulusal ve uluslararası hukuka uygun,
meşru bir transferse neden gizlemek ve yalan söylemek gereği duydunuz? Görüntülerin
yayımlanmasından neden rahatsız oldunuz?
13-Silahlar nakliye sırasında, Reyhanlı’da olduğu gibi bir kazaya uğrayıp patlasa, ölenlerin
sorumluluğunu kim üstlenecekti? Yine bir örgüt bulunup sorumluluk onun üzerine mi yıkılacaktı?
14-Başbakan Davutoğlu, “TIR’da ne olduğu kimseyi ilgilendirmez” dedi. Hesap vermesi gereken
Meclis’e ve sevkiyat sırasında yaşamı tehdit altına giren halkına bir açıklama borcu yok mu?
15-MİT’in uluslar arası silah nakletmek gibi bir görevi, işlevi var mı? Bu görev, kanunla
belirlenmiş mi?
198
16-Silahların IŞİD’e değil, Türkmenlere gitmesi, bunun illegal bir operasyon olduğu gerçeği
değiştirir mi? Operasyona yasallık kazandırır mı? Gittiği adres, devlet eliyle silah sevkiyatını
meşru kılır mı?
17-Bu bir devlet kararıysa neden vilayetin, savcılığın, jandarmanın hatta MİT Bölge Başkanı’nın
haberi yok?
18-TIR’lar yakalanınca MİT, “Malzeme bizim. Türkiye içi birimler arası nakil işlemi yapılıyor”
diye savcılığa yazı vermiş. Bir devlet kurumunun, diğerine sahte belge vererek yalan söylemesi,
olağan bir uygulama mıdır?
19-Bütün bu skandal, sevkıyat sırasında yakalanmalar, askerler arama yapınca mensuplarının
kimliğini gizlemeye çalışmalar, TIR’ın önüne direksiyon kırmalar, durdurmayı beceremeyince valiyi
devreye sokmalar, dünyaya rezil olmalar, MİT’in büyük beceriksizliğinin de kanıtı değil mi aynı
zamanda? Devletin istihbarat teşkilatı, bu kadrolara mı emanet?
20-Ve son soru: Sahi, Hakan Fidan neden istifa etmişti? Bu operasyonun deşifre olmasında, MİT
içinde bu kanunsuzlardan rahatsız olan kadroların payı var mı? şeklinde yazı kaleme aldığı,
04 Haziran 2015 tarihli "Birlikte Bu Hale Getirdiniz" başlıklı yazısında özetle:
"Galiba bütün yaşadıklarımızı en iyi ifade eden soruyu Erdoğan sordu ne istediler de vermedik?
Gerçekten de Cumhurbaşkanı, eski suç ortağına istediği her yetkiyi, makamı, imkanı verdi. Onun
hukuk, kanun, kural tanımadan rakipleri ezmesine, devletin her biriminde derinlemesine
örgütlenmesine göz yumdu. Ve sonunda yarattığı o yapı geldi, kendisini vurdu. Bugün Cumhuriyetin
1. sayfasında gördüğünüz fotoğraf işte bunun kanıtıdır. Silah yüklü bir tırın dibinde devletin
istihbarat görevlisinin üzerine çullanan jandarma kuvvetleri. Kısa süre sonra çerçeveye özel tim ve
polislerde girecek ve devletin üç silahlı gücü , bir sınır kapısında bir şehri havaya uçuracak çapta
mühimmatın yanıbaşında birbirine girecek. 2009'da bir özel yetkili savcı Arınç'a suikastı
soruşturma bahanesiyle Seferberlik Tetkik Kurulu'nun kozmik odasına sokulduğunda da devletin
askeriyle savcısı arasında böyle bir bilek güreşi yaşanmıştı. Erdoğan o zaman devlet sırlarının
paralel ellere geçmesinden hiç rahatsız olmamıştı. Ortaya saçılan kendi sırları olmadığı sürece
sorun yoktu çünkü. Oysa bugün devletin değil kendisinin sırrını ele verdiğimizi düşündürürcesine
öfkeleniyor. Cumhuriyetin bugün ortaya koyduğu fotoğraflar ve görüntülerdeki küfürleşmeler,
sadece illegal bir silah transferini değil, devletin kolluk güçlerinin, silahlı birimlerinin nasıl
tehlikeli bir şekilde birbirine düşürüldüğünüde gösteriyor. Bu ölesiye bir iktidar kavgasında
devletin bitirildiği anın fotoğrafıdır. Cumhuriyet göğsünü gere gere işte ülkeyi getirdiğiniz nokta
diyebiliyor, aynı cesaret ve kararlılıkla bu fotoğrafın hesabını sorabiliyor. Cumhurbaşkanının bizzat
hazırlayıp dikte ettirdiği iddianameyle açılacak davayı tüm dünya gibi bizde heyecanla bekliyoruz."
şeklinde yazı kaleme aldığı,
06 Haziran 2015 tarihli "Diyarbakır'ın Sağduyusu" başlıklı yazısında özetle:
"HDP'nin Diyarbakır mitingini izleyenler, patlama olduğu anda halkın el ele tutuşup yere
oturduğunu söylüyorlar. Bombalarla sınanmış bir halkın sağduyulu tepkisi... Bombayı koyanın
beklediği, alanı dolduranların panik halinde birbirini ezmesiydi muhtemelen... Olmadı. Diyarbakır,
provokasyona gelmedi. Burada Selahattin Demirtaş başta olmak üzere HDP kadrolarının barış
199
kararlılığının altını çizmek lazım. HDP, çekilmeye çalışıldığı şiddet anaforuna düşmedi, öfkeye
yenilmedi, inatla tabanını sakinleştirdi ve seçim öncesi son tuzağı da bertaraf etti. Diyarbakır barış
köprüsünden, Demirtaş da liderlik sınavından geçti. Barış böyle sağduyuyla direnirse, el ele
tutuşmuş bu halkı bir daha hiç kimse savaşa sürükleyemez. Kimin geleceği değil, kimin gideceği
önemli Berbat bir kâbus gördük. Bütün bir ulus... Şimdiye kadarkilerin en kötüsüydü. Nasıl dalıp
gittiğimizi hatırlamıyoruz bile... Kimimiz daha başta, karanlık çökmeden fark etti yaklaşan geceyi;
kimimiz geç ayıldı. Sendeledi kimilerimiz, kimimiz anında ortama uydu; ama karanlıkta fener gibi
ayakta kalanlar, zindanda sapasağlam duranlarda oldu. Birbirimize düştük gece boyu; kıyasıya
tartıştık, gün geldi ayrıştık; bize bu kâbusu yaşatandan çok, birbirimizle çatıştık. O arada kâbus, bu
dağınıklıktan nemalandı, gözleri bağladı, tırmandıkça tırmandı. Ömrümüzün 12 yılını aldı. Ama
nihayet sabah yaklaştı. Alacakaranlıkta kan ter içinde uyandık. Nereden anlıyoruz kâbusun bitmek
üzere olduğunu?.. Elde Kuran, telaşla her meydana, her ekrana koşturmasından, öfkenin, küfrün,
gözdağının dozunu giderek artırmasından, bütün muhaliflerine kurusıkı tehditler savurmasından,
balkon sözlerini, cumhurbaşkanı yeminini, anayasal gerekleri rafa kaldırıp son kozlarını
oynamasından... Kasalara, ayakkabı kutularına, TIR'lara doldurduğu sırları deşifre olduğunda,
açıklama yapacağına telaşla kapatmaya çalışmasından... Yıllarca hep saldıran konumundayken,
belki de ilk kez savunma pozisyonu almasından... Kendisiyle birlikte yola çıkanların çoğunu tasfiye
ettiği ya da susturup sindirdiği için çok odalı sarayında yapayalnız kalmasından... Tabanımı bir
araya toplayacağım taktiği izlerken, bütün karşıtlarını bir cephe halinde bir araya toplamasından...
Hep övündüğü ekonomik rakamların, "Artık deniz bitti' diyen ipuçları sunmasından... Baştan beri
yandaşlık edenlerin, pastanın bitmekte, iktidarın gitmekte olduğunu sezince, yavaş yavaş başka
sulara yelken açmasından... Baskının, korkunun, öfkenin dozunun artmasından... Şimdi "İkinciyarı
başlıyor" diyorlar ya; doğru...Savunmada olacakları, zorlu bir ikinci yarı bekliyor onları... Kolay
değil; talimatla kurşunlanan canların ve kalabalıklara yuhalattığı ana babalarının, usulsüz
yargılamaların, ahi alınan günahsızların, sıfırlanan paraların, yenilen haramların, TIR'lardaki,
kasalardaki sırların, kesilen ağaçların, din istismarının, onca yalanın, talanın, arsızlığın,
hırsızlığın hesabı sorulacak. Dün nemalanmak için yanına sokulanların, rüzgâr değişince,"Biz
demiştik', "Böyle gitmeyeceği belliydi', "Uyarılarımızı dinlemedi' teranelerinin başlayacağı bir
dönem olacak ikinci yarı... Katlettikleri adalete çok ihtiyaç duyacakları bir dönem başlayacak.
Demokrasiyi yeniden inşa ederken, adil yargılanmaları için çaba sarf eden yine biz olacağız.
Yarınki seçimin önemi, kimi getireceğinden çok kimi götüreceğinde... 8 Haziran sabahı gün
ağarırken, kan ter içinde uyanıp uzun sürmüş bir kâbusun sonuna geldiğimizi göreceğiz.
Ömrümüzün 12 yılını gömen, ülkeyi bir korku toprağı haline çeviren despotu nihayet
dizginlediğimizi görüp sevineceğiz. Kalkacak sofralarımızdan öfkeli sesi, çatık kaşı, nobran
çehresi... Sohbetlerimiz, manşetlerimiz, haberlerimiz derin bir nefes alacak. Kaç çocuk
yapacağımız, gazetede ne yazacağımız, ne içip nasıl giyeceğimiz, nerede, ne kadar güleceğimiz
tamamen bizim kararımız olacak. Nefret söylemi, yerini uzlaşma arayışlarına bırakacak. Talimatla
açılmış davalar kapanacak, kirli arşivler açılacak. Neşeyi hatırlayacağız yeniden; meydanlarımız,
parklarımız tekrar bize açılacak. TOMA'lar çiçekleri sulayacak. Sarayda, üniversiteliler ders
yapacak. Meşhur klozetlerde hatıra fotoğrafı çektirmek serbest olacak. O parklarda, meydanlarda,
okullarda oturup geçen 12 yılın muhasebesini yapacağız; "Ne oldu da böyle bir kâbusa girildr,
"Nasıl onca insan, bunun güzel bir rüya olduğu yalanına inanabildi' sorularına cevap arayacağız.
"Bir daha asla" diye birbirimize söz vereceğiz. Elbirliğiyle büyük tahribatın tamirine girişip
despotizme asla geçit vermeyecek yepyeni bir ülkeyi, en baştan inşa edeceğiz. " şeklinde yazı
kaleme aldığı,
09 Haziran 2015 tarihli “Alnımızın Akıyla” başlıklı yazısında özetle;
200
“Belki de Erdoğan’a “samimiyeti” için teşekkür etmeliyiz. O dinmek bilmez öfkesini azıcık
dizginleyebilse, biraz tarafsız bir görüntü verebilse, böyle meydanlara inip ekranlara çıkıp
muhaliflerini uluorta tehdit etmese, belki imdadına koştuğu partisi bu kadar ağır bir yenilgi
tatmayacaktı. Yapamadı. Kendini tutamadı. Her zamanki gibi hedef gösteririm, korkuturum,
sindiririm sandı. Bu kez sert kayaya çattı.
Hep kendi kitlesini sağlamlaştırmak için kullandığı taktiği, yıllardır ekmediğini yediği öfkesi, bu kez
ona ihanet etti; muhaliflerinin bir araya toplanmasını sağladı. “Hepsine karşı ben” söylemiyle,
karşısında bi “anti-Erdoğan” cephesi yarattı. Yüzde 10 barajını yıkan da o cephe oldu; yani
Erdoğan kendi kurduğu barajın altında kaldı. Barajı yıkıldı; sıra Saray’a geldi.
“Öyle bırakmayız onu” Türkiye için söylediklerimiz, gazetemizin olay yaratan haberi için de
geçerli… Erdoğan, MİT TIR’larının silah taşıdığını belgeleyen görüntüler karşısında paniğe
kapılıp tehditler savuracağına soğukkanlı davranabilse, “Araştıralım” vs. diye geçiştirse, “MİT
eliyle suç işlendiği gerçeği” değişmese bile olay belki uluslar arası bir skandala dönüşmeyecekti.
Ama öfkeyle zehirlenmişti bir kere; hırsını dizginleyemedi. Bir gece ekrana çıkıp “Bu suçu işleyen
kişi, bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu” diyebildi. Aynı sözcüklerle cevabı alınca da biri
ağırlaştırılmış iki müebbet, üstüne de 40 küsur yıl hapis istemiyle soruşturma açılmasını isteyebildi.
Burada “Ala Fatih” yok Bu panik havası ve peş peşe gelen çelişkili açıklamalar, Türkiye’nin nasıl
bir kirli işe bulaştığını apaçık ortaya koydu. Tehditler karşısında geri adım atmadık; tersine, Ahmet
ŞIK imzalı haberlerle, skandalın karanlıkta kalan yönlerini de aydınlattık.
Erdoğan, Cumhuriyet’te, öyle telefon edip anında susturacağı bir “Alo Fatih hattı” olmadığını
anladı. Yalanlar peş peşe ortaya çıktıkça üslubu sertleşti; ancak, t tehdidin dozu arttıkça, destek de
büyüdü. Önce Cumhuriyet yazarları, “sorumlu benim” diyerek ayağa kalktı. Ardından onlara,
çalışanlarımız ve okurlarımız katıldı. Sonra da meslek hayatım boyunca görmediğim türden bir
büyük dayanışma seferberliği başladı. Yazarların, sanatçıların, akademisyenlerin kişisel destek
mesajlarıyla başlayan destek kampanyası, basın örgütlerinin, istisnasız tüm muhalif partilerin, sivil
toplum kuruluşlarının, sendikaların omuz vermesiyle, imza toplamasıyla, bina önünde
toplanmasıyla güçlendi.
Cumhuriyet binası, günlerce "Yanınızdayız" demek için kapımızı çalan dostları, okurları,
meslektaşlarımızı, örgütleri, milletvekillerini ağırladı. "Ajanlık, casusluk, vs." suçlamalarla
açılması beklenen soruşturmanın, gerçek suçluların ortaya konulacağı bir yargılamaya
dönüşeceği anlaşıldı.
Dünya basınının, insan hakları ve medya örgütlenmelerinin ve nihayet Avrupa Birliği'nden
Birleşmiş Milletlere kadar uluslararası kuruluşların devreye girmesiyle, skandal dünya çapında
yankılandı. Onların da "paçavra vs." suçlamalarla hiddete maruz kalmasıyla, "Erdoğan
gerçeği"ni bütün dünya tanıdı. Gazetecilik görevimizi yapıp kamuoyunu aydınlatmış ve belki
devleti de büyük bir yanlış konusunda uyarmış olmaktan ötürü gururluyuz.” şeklinde yazı kaleme
aldığı,
15 Haziran 2015 tarihli "Al Sana Yeni Türkiye" başlıklı yazısında özetle:
"Bu başlık ve o başlığa ilham veren seçim sonucu, iktidarını kişisel hırsı ve serveti için kullanan, bu
201
anlaşılmasın diye de bütün muhaliflerine baskı uygulayan bir despotun eline tutuşturulmuş karne
gibiydi. Yarışa girdiği her şehirde gerilemişti. Baskıları, tehditleri bu kez işlememişti. Tehlikeyi
görünce bir süre kayboldu ortadan, sonra bu kaostan yeni bir iktidar umudu damıtmak için
kulislere girişti. Seçim öncesi MİT TIR'larıyla radikal İslamcı örgütlere silah ve adam taşındığını
belgeleyen haberlerimiz yüzünden Cumhurbaşkanı'nın doğrudan tehditlerine maruz kaldık.
Gereken cevapları verdik, doğru bildiğimiz yoldan şaşmadık, geri adım atmadık. Haberimizin
gerçekliğinden kuşkumuz yoktu; tavrımızın doğruluğundan da... Yalanlamaya kalktılar, olmadığını
görünce "montaj" iddiasına sığındılar; o da tutmayınca baskıyla, yasakla durdurmaya çalıştılar.
Yine olmadı. Cumhuriyet, haberlerinin sorumluluğunu bütün çalışanlarıyla üstlendi. Konunun
üzerine üzerine gitti. Ve nihayet geçen hafta Ankara Temsilcimiz Erdem Gül'ün iki haberi ile
istihbaratın kirli tezgâhı, artık yalanlanamayacak şekilde ayan beyan belgelendi. MİT kontrolünde
sınırdan sınıra cihatçı taşıyan otobüslerin şoförlerinin ifadeleri ile TIR'larda yakalanan silahlara
dair Jandarma'nın resmi raporu, Cumhuriyetin haberlerinin doğruluğunu, iktidarın beyanlarının
yalan olduğunu kanıtladı. İktidarın artık yalanlayacak hali kalmamıştı, tek yapabilecekleri
yasaklamaktı. Öyle yaptılar; haberimize erişim yasağı koydular. Oysa bu, devekuşu mantığıydı.
Kafalarını kuma sokmakla, bütün dünyanın gördüğünün görülmeyeceğini sandılar. Yanıldılar."
şeklinde yazı kaleme aldığı,
13 Ekim 2015 tarihli "Katili Tanıyoruz" başlıklı yazısında özetle:
"Bir bakın kitlesel katliamlar tarihimize. Gidebildiğiniz kadar geri gidin. Dersim'i hatırlayın ve
Madımak'ı... "Kanlı Pazar3'ı düşünün; 16 Mart'ı, 1 Mayıs'ı, 6-7 Eylül'ü... Malatya'yı, Çorum'u,
Maraş'ı... Gazi Mahallesi'ni... Ümraniye'yi, Bahçelievler'i, Piyangotepe'yi... Sinagog'u, Zirve
Yayınevi'ni... Bayrampaşa'yı... Roboski'yi... Suruç'u... Ankara'yı... Acıları yarıştırmayacağız; ama
gerçeği de haykıracağız: On yıllardır mağdur edebiyatı yapanlardan hiçbirine yönelik bir kitlesel
saldırı yok bunların içinde... Katledilenler hep, emekten, eşitlikten, adaletten, barıştan yana
olanlar... Elbette çatışma ortamında her saftan ölenler oldu; PKK, masum köylüleri de vurdu; ama
demokrasiye, özgürlüğe inanmış birinin, bombayla karşıt görüşten masumların arasına dalıp pimi
çektiği, onları bir otelde kıstırıp ateşe verdiği, Maraş'taki, Çorum'daki gibi çoluk çocuğu katlettiği
görülmedi. öyleyse sormak hakkımız değil mi: Hangi zihniyetti Dersim'i, Uludere'yi yerle bir eden?
Kimler, hangi kamplarda yetiştirdi Bahçelievler katillerini? İstihbarat teşkilatı sonra hangi pis
işlerde kullandı tetikçileri? Devlet neden Madımak'takilerin yardımına gitmedi, katliamı seyretti?
Niçin Suruç dosyasını rafa kaldırıp Ankara katliamına yol verdi? Niye eli kanlı IŞİD militanlarını
yıllarca eğitti, barındırdı, silahlandırdı, baş tacı etti? Bugün bombacı bulunmadan "İşin içinde
devlet vardı? diyorsak, bu sicili bilerek söylüyoruz. Ondan işte, ne zaman bir barış yürüyüşünde
bomba patlasa, ne zaman özgürlük şarkıları söyleyen bir canımıza kıyılsa, ne zaman "Katliamın
faili meçhur deseler, korkunç bir cinayetin şahidi gibi, yazıyoruz beynimize, pankartımıza,
manşetimize: "Katili tanıyoruz?' diye... Çankaya vardı eskiden... Orada oturanlar, -sevelim,
sevmeyelim- sadece devleti değil, ülkenin birliğini de temsil ederdi. Bir kriz olduğunda liderleri
buluşturur,"Ülke
sahipsiz
değir
mesajı
verirlerdi.
Öfkelendiğimiz
Demirel
bile
cumhurbaşkanlığında bu rolü benimseyebildi. Ne zaman ki Çankaya taşındı; ne zaman ki
Cumhurbaşkanı, halkı sakinleştirmek, birleştirmek şöyle dursun, tersine bölen, ayrıştıran,
kutuplaştıran isim oldu; ne zaman ki Başbakan, ulusa taziye ilanı verirken bile ayrımcılık yapıp
halkın en azından yarısını görmezden geldi; ulus, sahipsiz olduğunu anladı, ipi kopmuş bir tespihin
taneleri gibi dağıldı." şeklinde yazı kaleme aldığı,
06 Nisan 2015 tarihli "Vicdan Ve Ahlaksızlık Üzerine" başlıklı yazısında özetle;
202
“Bir fotoğrafı tartıştık geçen hafta... Şakağına silah dayanmış bir savcının son fotoğrafını... Bunun
yayımlanmasının etik olup olmadığını...Aslında sağlıklı bir mesleki tartışma doğabilirdi bu
sorudan... Eğer ki Başbakan "ahlaksızlık" suçlamasıyla devreye girip fotoğrafı yayımlayan
gazetelere cenaze törenini yasaklamasaydı. Onun müdahalesi, medya etiğini ilgilendiren bir
tartışmayı, basın özgürlüğü zeminine çekti. Ve Cumhuriyet de tepkisini, dik duran başyazılarla,
Başbakan'ı dava ederek gösterdi. Kararı gazeteciler verir. Okurlarımız bilir; Cumhuriyet, insan
yaşamını, aile hassasiyetlerini, özel hayatı ilgilendiren konularda hassastır. Öldürülmüş bir
çocuğun ailesini meydanlarda yuhalatanların ağzına bile almaması gereken "vicdan" kelimesi, bu
gazetenin temel meselesidir. Cumhuriyetin Yazıişleri 'nde tartışıp kullanmama kararı aldığı fotoğraf
ve haberler, bunun kanıtıdır. Neyin haber olup olmadığının kararı ise kusur örtmeye çalışan
hükümetlerden veya o hükümetlerin gözüne girmeye çalışan basın görevlilerinden önce, gerçek
gazetecilerindir. Asıl ahlaksızlık Master tezimi ODTÜ'de "terör haberlerinin medyada veriliş biçimi
ve iktidar sansürü" üzerine yazdım. Bu konuda ulusal ve uluslararası literatürü taramışlığım var.
Tezimin sonunda ulaştığım sonuç şuydu: Terör meselesinde de sansürün temel amacı, onun
propaganda faaliyetine engel olmaktan ziyade hükümetin beceriksizliğini örtbas etmektir." Bu tez,
son olayda birebir kanıtlandı. Adliye baskını, saldırganların binaya girişinden, operasyonun
yapılışına kadar büyük skandaldı. Ve hükümet, bu skandalı örtbas etmek için yine sansür silahını ve
"ahlaksızlık “ithamını kullandı. Olayın bütün vahametini ortaya koyan, internette anında yayılan ve
dünya medyasında da yer bulan bir fotoğrafı, Hükümet'in zaafını ortaya koyuyor diye
gizleyemezdik. Bu tavır "ahlaksızlık" ise, baskın gecesi, Türkiye karanlıktayken Cumhurbaşkanının
oğlunun vakfına üniversite kurma izninin, Meclis'ten yangından mal kaçırır gibi çıkarılmasına ne
ad takacağız? Bu uyanıklığa manşetinden dikkat çeken de yine Cumhuriyet oldu geçen
hafta...'Terörist' mi? Terörist “tanımına gelince...Bize bu tanımı neden kullanmadığımızı soranlar,
Hükümet PKK ile müzakereye başladığından bu yana "bebek katili"vs. benzeri sıfatlardan neden
vazgeçtiklerinin hesabını vermeli önce...İlkemiz, haberi her türlü sıfattan kurtarmak, olabildiğince
nesnel sunmaktır. Terörist 'tanımı, zaman içinde isim olmaktan çıkıp -tıpkı "ahlaksız", "şerefsiz"vs
gibi- bir sıfata dönüşmüştür. "Devlet terörü “kavramı literatüre girdiğinden beri de, resmi
görevliler için de kullanılması gereken bir ifade olmuştur. Bu tartışmanın dışında kalmak için biz,
"saldırgan" tabirini seçtik. Beğenmeyen kendi sıfatını kullanmakta serbesttir. Önemli olan şu:
Medyanın haber alma/verme hakkına ve basın özgürlüğüne yönelik bu saldırıda, alttan almadık.
Dik durduk. Soruşturma açanların karşısına "Asıl biz davacıyız “diye dikilerek hesap sorduk.
Meslek örgütlerimizin desteğini arkamızda bulduk. Cumhuriyet, bu tavırla fark yaratmanın
gururunu taşıyor.” şeklinde yazı kaleme aldığı,
19 Ekim 2015 tarihli "Yasaklar Zaafların Örtüsüdür" başlıklı yazısında özetle;
“Bunu öğrendik artık: Nerde bir yayın yasağı varsa, orda örtülecek bir zaaf vardır. Kanıtımızı
sunalım. Son 10 ayın yasak kararlarından birkaçını hatırlatalım: Şike davası... 17-25 Aralık
skandalı... Silah taşıyan MİT TIR'ları... Dışişlerindeki Suriye toplantısının ses kayıtları...
Uludere, Reyhanlı, Suruç katliamı... Yayını yasaklanan bu olayların her birinin ardından, iktidarın
ya bir zaafı ya bir yolsuzluğu ya da büyük bir skandalı çıktı. Bir süre medyayı susturarak
bilinmesini engellemeye çalıştılar. Ama sonunda hepsinin açığa çıkmasına engel olamadılar. En
büyük katliama en büyük örtü Geçen hafta, bu seriye Ankara katliamı eklendi... Daha ilk günden
herkes iktidarın nasıl olup da Başkent'in göbeğinde, böyle büyük bir miting öncesinde, hiçbir önlem
almadığını sorgulamaya ve yetkilileri hesap vermeye çağırdı. Hükümet, sorumluların istifasını
sunacağı yerde, onların istifasını isteyenleri susturmayı tercih etti. Gafletini deşifre edecek olanlara
karşı önlem aldı. Katliam, bugüne kadarkilerin en büyüğüydü. O yüzden, en büyük örtüyü
gerektiriyordu. İktidarda, bugüne kadarki en geniş kapsamlı yayın yasağını getirdi. Yasak yok
203
hükmünde Medyanın büyük bölümü, bu vahim güvenlik skandalını görmezden gelmeye hazırdı
zaten; hemen uyum sağladılar ve bir hafta boyunca üç maymunu oynadılar. Cumhuriyet, daha ilk
saatten, kararın yok hükmünde olduğunu açıkladı. Bazı yazarlarımız da peşinen bu yasağa
uymayacağını ilan etti. Ayrıca karara hukuki yollarla da itiraz ettik. Artık sadece mesleki etik
kuralları ve vicdanımızın sesine göre hareket edeceğimizi ilan ettik. Okurlarımızdan büyük destek
gören bu tavır, hemen meyvesini verdi; haberler peşpeşe yağmaya başladı. Ve neyi ve niye
yasaklamak istedikleri anlaşıldı. Gizlemek istedikleri haberler manşette Polis ve istihbarat,
bombacıları dinlediği, bildiği halde takip etmemiş, hiçbir önlem almamış, geliyorum diyen bir
katliama gözünü kapamıştı. Pazartesi günü Alican Uludağ'ın imzasıyla, bir istihbaratçının itirafını
manşet yaptık: "Saldırının olduğu yerde en az 20 sivil polis vardı, kalabalığı izlemekle yetindiler."
Salı günü Ankara Temsilcimiz Erdem Gül, katliamı IŞİD'in yaptığının belirlendiğini ama çeşitli
kaygılarla açıklanmadığını haber verdi. Çarşamba günü de yayın yasağı geldi. Yeni birtakım
verilerin ortaya çıkacağı belliydi: Nitekim perşembe günü intihar bombacılarının isimlerinin
Başbakan'ın listesinde olduğu çıktı ortaya... Bombacılardan birinin babası, bütün yakarmalarına
rağmen, gözaltındaki oğlunun serbest bırakıldığını açıkladı. Erdem, Ankara'da iki aydır IŞİD
operasyonu yapılmadığı haberini verdi. Gizlenmek istenen gerçekler bunlardı. Besle kargayı...
Aynı gün, Kemal Göktaş'ın " IŞİD'le flörtün tarihçesi yazı dizisine başladık; hükümetin ilk
günden itibaren bu kanlı örgüte nasıl kol kanat gerip ikmal sağladığını hatırlattık. "Besle
kargayı..."başlığı her şeyi anlatıyordu aslında... Cuma manşetimiz Fırat Kozok'tan geldi:
Haklarında yakalama kararı olan IŞİD militanları saldırıdan bir gün önce Kilis'te buluşup 3 saat
katliam planı yapmıştı. Sonra da ellerini kollarını sallayarak Ankara yoluna çıkmışlardı. Cumartesi
yine Fırat, Adıyaman savcılığının soruşturma dosyasında yer alan dehşet verici tapeleri gönderdi.
İki bombacı kardeş, polisin telekulağının duyacağı şekilde, eylem yapıp cennetlik olma sohbeti
yapıyordu. Dün de eylemi gerçekleştiren Dokumacılar hücresi liderinin 2 yıldır polis tarafından
dinlendiğini belgeledik. İsimler, tarihler, planlar belliydi ve büyük bir gafletle -ya da siyasi niyetletakibat yapılmamıştı. Katili tanıyoruz" diye boşuna haykırıyordu insanlar... 'O yasağınız, vız gelir
bize vız' Tarih, yasakçıları da "o yasağınız, vız gelir bize vız" diyenleri de yazacaktır. Cumhuriyet,
bu karartma döneminde "Yasağı Tanımıyorum diyerek hem halktan yana gazeteciliğin bir örneğini
verdi, hem de ürken meslektaşlarına cesaret verdi. 13 Ekim Salı günkü gazetemizde bütün
kurbanların fotoğraflarını basıp "Onlara bir barış sözümüz vaf diye yazdık. Bu tarihi sayıdaki
sözümüze sadık kalacak, bütün yasaklara rağmen her daim gerçeğin safında dururken, kalemimizi
hep barıştan yana, barış uğruna kullanacağız. Hepinize iyi haftalar! “ şeklinde özetle yazı kaleme
aldığı,
13 Haziran 2014 tarihli "Buyrun Cenaze Namazına" başlıklı makalesi özetle:
"Erdoğan, "En yakın zamanda Şam'a gidip Emevi Camisi'nde namaz kılacağız" dediğinde tarih, 5
Eylül 2012 idi.Bunlarla da ilgilenebilirsiniz. O dönem Başbakan, Washington'ın desteğini
arkasında hissediyordu. Suriye'de rejim devrilirse Türkiye'nin bölgesel güç rolüne kavuşacağına
inanıyordu. Dışişleri Bakanı gibi o da Esad'ın düşmesinin an meselesi olduğunu sanıyordu.
Yanılıyordu. O bunları söylerken Amerika, Şam'da işlerin kötüye gittiğini, Esad'ın boşluğuna
radikal İslamın yerleşeceğini görüp politikasından çark etmişti bile. 2013'te CIA'nın eski Başkanı
Michael Hayden, Suriye'deki iç savaş sonunda ülkenin tamamen çözülme ihtimaline karşılık,
Esad'ın kazanma ihtimaline yakınlık duyduğunu açıkladı. Washington, kötünün iyisine yönelmişti.
Ancak Ankara, "Bölgede benden habersiz kuş uçmaz" böbürlenmesine kendini fena kaptırmıştı.
Şam rejimini devirmek için kirli ilişkilere girdi. Topraklarını Esad karşıtı İslamcı örgütlere açtı,
muhaliflerin İstanbul'da toplanmalarına önayak oldu, mülteci kamplarında onlara askeri
eğitim, silah, mühimmat verdi. Suriye'ye savaşmaya giden militanların Türkiye sınırlarından
204
geçişine göz yumdu. Yaralananlar için hastaneler kurdu. TIR'larla silah nakletti. Bu TIR'ları
çeviren polisleri, savcıları "vatana ihanette itham etti. Ama olmadı. Esad gitmedi. Irak ve Şam
İslam Devleti'nin (IŞİD) Musul'daki Türk Konsolosluğu'nu basıp 80 kişiyi rehin alması, Türkiye'nin
Suriye politikasının iflasıdır. Bu tablo, Amerika'nın Afganistan'da yaptığı hatanın aynıdır. Türkiye,
kendi yarattığı canavarın esiri olmuştur. Üstelik -Amerika'dan farklı olarak-, artık o canavarla
komşudur. Başbakan'ın Emevi Camisi'nde namaz rüyası gördüğü günlerde Esad, Yurt gazetesine
verdiği demeçte, Erdoğan'ın ikili görüşmelerde kendisine tek sorduğu şeyin, Müslüman
Kardeşlerdin Suriye'ye dönmesi olduğunu söylüyordu. Suriye'yi yakından bilen bir diplomatla
görüştüm: Esad'ın radikal İslamcılar meselesini iyi kullandığını anlattı. "İki nedenle onların
örgütlenmesine göz yumdu, liderlerini genel af kapsamında serbest bıraktı" dedi. Birincisi;
ülkedeki El Kaide varlığı, Esad'a muhaliflerine karşı rahat silah kullanma imkânı verdi. İkincisi;
bu sayede, Batı'daki El Kaide korkusunu kendisine desteğe dönüştürebildi. Nitekim Batı kamuoyu,
kör bıçakla Şiileri gırtlaklayan şeriatçıları görünce, "Esad bunlardan iyiydi" demeye ve Suriye'ye
müdahaleye ayak diremeye başladı. Sözünü ettiğim röportajda Esad şöyle diyordu: "Radikal
Islamın ideolojisi, toplumu yakan bir alevdir. Bu alev genişler, yarın Türkiye'yi de 'kafirlerden
temizlemek için cihat başlatırlar. Yani Suriye yanarken Türkiye rahat edemez. Sınırlarını bu
teröristlere açmanın bedelini ağır öder." Gelinen nokta tam da budur." şeklinde yazı kaleme aldığı,
26 Temmuz 2015 tarihli “Hangi Yüzle Gideceksiniz Seçime?” başlıklı yazısında özetle;
“Kaos, despotun merdiveni, diktanın habercisidir. Baskı rejimleri, kargaşadan ve kargaşanın halkta
yarattığı tedirginlikten beslenir. Her türden belirsizlik ve korku iklimi, otoriter rejimlere zemin
hazırlar. Sokakta güvenli yürüyemeyen, her an bir saldırı bekleyen savunmasız kitleler, "Yeter ki
canım, malım güvencede olsun" kaygısıyla, kolayca özgürlüğünden vazgeçebilir; kendini baskıcı
bir rejimin, eli sopalı bir liderin kucağına atabilir.12 Eylül, böylesi bir teslimiyetin tarihiydi.
Türkiye'nin bugünkü kaosunda, benzer bir gidişatın ipuçları var.
7 Haziran'da sandıkta sözümüzü söyledik:
İktidar sarhoşluğuna kapılmış, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış, adalet çizgisinden sapmış, her
diplomatik kararında yanılmış bir kadroya "Dur" dedik. Daha çoğulcu ve dengeli bir Meclis'i
görevlendirdik. Sonuç ne?
Sandıkta bu iradeyi yansıtan halk, halen kanamalı bir hasta gibi inliyor. Seçmenin el treniyle
durdurduğu parti, zorla iktidarını sürdürmeye çalışıyor. "Artık gelmiyor" diye teselli bulduğumuz
tabutlar yeniden gelmeye, anaların, eşlerin feryatları yine işitilmeye başlıyor.
Ve o coşkuyla göreve buyur ettiğimiz Meclis yok devrede... Ülkenin kontrolü, oylarımızla devreden
çıkardığımız iradede... Meclis'in sağ cenahı, ısrarla seçmenin iradesini duymazdan geldi. Bütün
partiler, sanki koşullarda bir değişiklik olmuş gibi, 'Yeniden seçim" havasına girdi. Hangi yüzle
gelecekler ki sandığa?.. İradesine aldırış etmedikleri seçmenin huzuruna?..
Seçmen o oyları, gencecik çocuklar bombalansın, Rıza Sarraf hiçbir şey olmamış gibi deniz sefası
yapsın, barış yürüyüşleri yasaklansın, asker sınırda savaşsın diye mi verdi? Sandık yeniden
kurulursa halk, çözümden, barıştan, sorumluluktan kaçanları cezalandırmayacak mı sanki?
Bu gerçeği en iyi Erdoğan biliyor.
Geniş tabanlı bir koalisyonun da, yeni bir sandığın da kendi hegemonyasını gemleyeceğini, onu
205
Saray'da huzursuz edeceğini görüyor. Başka bir yol arıyor. Eski defterlerin açılmayacağı, tersine
"Beceremedik, gel kurtar" yakarışlarının duyulacağı bir yol... Bir alabora hali... Bir tür dumanlı
hava.. Mutabakat metinlerini yırtması, arabulucuları tanımaması, çözüm sürecini baltalaması,
barış mitinglerini yasaklaması, yeniden güvenlik ekibini toplaması ondan... Tabanında psikolojik
akrabalık bulunan IŞİD'e operasyon yaparken, bunu Kandil'le dengelemeye çalışması da
ondan... Ve ne yazık ki dağda ekmeğine yağ süren bir şahinler kanadı bulmakta da zorlanmıyor.
4 yıllık çatışmasızlığı yaşadıktan sonra, ihtiraslar uğruna yeniden 30 yıllık kanlı ortama
dönülmesine razı mı olacağız? Seçim sonuçlarının, yani halk iradesinin hiçe sayılmasına, Saray'ın
sistem üzerindeki illegal rolünü tırmandırmasına, yaşanan onca baskının, yolsuzluğun,
hukuksuzluğun unutturulmasına, yeniden kaos ortamına sürüklenen ülkenin iplerinin
güvenlikçilerin eline bırakılmasına göz mü yumacağız? Meclis, bu hafta ilk büyük sınavına giriyor.
Seçimde aldığı övgüyü hak edip etmeyeceğini, ülkeyi kaosta bırakıp bırakmayacağını hep birlikte
göreceğiz. Seçim, Saray, savaş faslı bitsin artık... Barış, demokrasi, özgürlük istiyoruz” şeklinde
yazı kaleme aldığı,
02 Aralık 2015 tarihli "Acemi Casus" başlıklı yazısında özetle:
“Erdem'le Silivri'ye getirildiğimiz gece, ilk kayıtta hangi suçtan tutuklandığımızı sordular. Casusum
ben dedim. İyi de sorsalar hangi ülkenin casusu olduğumu, bilmiyordum. Hakimin kararına
bakılırsa acemi bir casus olduğum için ele geçirdiğim belgeyi hemen alıp gazetede manşetten
vermiştim. O da yakaladı tabi. Eldeki tek kanıt bu. Adalet biraz ağır işlediği için, 6 ay sonra fark
etti bu durumu. Şu misafirler gitsin ben sana gösteririm diyen dayakçı baba gibi G20'nin bitmesini
bekledi. Ve misafirler gider gitmez delilleri karartmamam için tutuklanmama karar verdi. O gün
gazete 100 bin basılmıştı. Demek ki 100 bin delil var. Acemi bir casus olarak mazgala eğilip
bağırdım. "Midas'ın kulakları. Pardon MİT tırları silah taşıyor." Zormuş bu casusluk işi. Neyse
yine de hırsızlıktan iyi.'' şeklinde yazı kaleme aldığı,
23 Aralık 2015 tarihli "Para Mektubunu Unutturdu" başlıklı yazısında özetle:
“Türk istihbarat teşkilatının illegal olarak Suriye'ye silah taşıyan TIR'larını haber yaptığımız için
26 Kasım'da hapse atıldık. 29 Kasım'da Avrupa Birliği-Türkiye zirvesi toplandı. Bir mektupla 28
Avrupa liderine -tutuklu gazeteciler adına- Batı uygarlığının düşünce - ifade - basın özgürlüğü gibi
değerlerini hatırlattık. Brüksel'deki zirveye girerken çoğunun bir cebinde bizim mektubumuz vardı;
öbür ceplerinde ise Avrupa'ya gelmesini istemedikleri mültecilere bekçilik yapması için Türkiye'ye
vermeyi kararlaştırdıkları 3 milyar Avro...Sonuçta sağ cepteki para, sol cepteki mektubu unutturdu
doğal olarak...” şeklinde yazıyı kaleme aldığı anlaşılmıştır.
Şüpheli Can Dündar C.Başsavcılığımızca alınan 26.11.2015 tarihli ifadesinde;
''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yetkili birimleri tarafından yapılan açıklamalarda ve C.
Başsavcılığımızca yürütülen sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında yapılan
operasyonlarda, 1 Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana
İli Ceyhan İlçesi'nde, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu'nun
talimatları doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yönetici ve
üyeleri tarafından silah kullanılarak, MİT mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak
durdurulan ve aranan, Suriye Türkmenleri'ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli MİT Tırlarındaki
206
yardım malzemelerinin "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli
kalması gereken" niteliğe sahip olduğu kamuoyuna duyurulmuştur.
Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 06/02/2014 tarih ve 112-54128131 sayılı cevabi yazısı ile
tırların, 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT
Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda
yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu bildirilmiştir.
Buna rağmen Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığınız Cumhuriyet Gazetesi'nde, 29 Mayıs 2015
tarihinde adınızla yayınlanan "İşte Erdoğan'ın Yok Dediği Silahlar" başlıklı haberde, 19 Ocak 2014
tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde durdurulan Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı
kapsamında yardım faaliyeti yürüten tırlara ait "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken" nitelikteki bilgi ve fotoğrafları, FETÖ/PDY
Silahlı Terör Örgütü'nün nihai amacı olan "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, sahte ihbar ve delillerle
teröre yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını
sağlamak" amacına yardım etmek için temin ettiğiniz ve devlet sırrını ifşa maksadıyla
yayınladığınız anlaşılmıştır.
Bu görüntüleri nereden, kim yada kimlerden temin ettiniz? Ne maksatla yayınladınız? Bu bilgi ve
fotoğrafları yayınlamak için herhangi bir kişiden talimat aldınız mı?
CEVAP:
Ben 35 yıllık gazeteciyim. Çeşitli gazetelerde yazar, genel yayın yönetmeni olarak çalıştım. Bana
sormuş olduğunuz FETÖ/PDY Terör Örgütü olarak isimlendirdiğiniz oluşumla uzaktan yakından
ilgim olamaz. Ne Fetullah Gülen ne de Emre Uslu ile hiçbir münasebetim yoktur. Ben şu anda
hakkımda yürüttüğünüz soruşturmanın mağduruyum. Zira bir basın mensubu olarak yıllardır devlet
içerisindeki bu oluşumların sakıncalarından bahsettim. Adana'da MİT tırlarının durdurulması olarak
adlandırılan olay nedeniyle gazetemde attığım manşet tamamen bir gazetecilik faaliyetidir. Bunun
dışında ne casusluk ne örgüte yardım ne de bir başka suçla kesinlikle hiçbir ilgim olamaz. Sizin
FETÖ olarak adlandırdığınız bu oluşuma "ne istediler de vermedik" diyenler yargılanmalıdır.
Yapmış olduğum bu haber sadece gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Susurluk'ta nelerin yaşandığı,
devlet sırrı olarak adlandırılan eylemlerin nerelere vardığı ortadadır. Aynı zamanda bir öğretim
üyesi olarak mastır tezimi "devlet sırrı" konusunda hazırladım. Ben neyin sır olup olmadığını
değerlendirebilecek konumdayım. Devletin bu olay sebebiyle iki kurumunun birbirine düşmesi
ayrıca vahimdir. Bir gazeteci olarak bu olay benim için bir haberdir. Amacım kamuoyunu uyarmak
ve bilgilendirmektir. Aynı zamanda bir takım hataların önlenmesi için devletin de çıkarınadır.
Nitekim aynı gün yazdığım başyazı ile bu yayını neden yaptığımızı gerekçeleriyle izah ettim. Ayrıca
şunu da ifade etmek isterim ki gerek Watergate ve İrangate skandalları olarak bilinen hadiselerde
vakti zamanında devlet sırrı olarak kabul edilen ve bu haberler sebebiyle gazetecilerin yargılanmaya
çalışıldığı olaylardır. Ancak aradan geçen yıllardan sonra devlet adına bu operasyonları yürütenler
yargılanıp mahkum edilmişlerdir. Ben bu bilgi ve belgeleri nereden aldığımı gazetecilik etiği olarak
söyleyemem, ancak şunu ifade edebilirim ki hiç kimse veya örgüt bana bu konuda hiçbir talimat
veremez. Meslek hayatımda bunun hiçbir örneği yoktur. Yaptığım tamamen gazetecilik faaliyetidir.
Karşı Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Emre Erciş ve Zaman Gazetesi Ankara Temsilcisi Bayram
207
Kaya'yı tanır mısınız?
CEVAP:
Bana sormuş olduğunuz kişileri tanımıyorum. Herhangi bir münasebetim de yoktur.
Sizin haberi yayınladığınız tarihten bir gün önce, "MİT tırlarına ait görüntülerin para karşılığında
servis edildiği" şeklinde, Emre Erciş ve Bayram Kaya arasında yazışma yapıldığı tespit edilmiştir.
Görüntüleri bu kişilerden mi temin ettiniz? Görüntüleri yayınlamak için size para teklifinde
bulunuldu mu?
CEVAP:
Ben bu kişileri tanımıyorum. Bana okumuş olduğunuz görüşmeden de haberim yoktur. Zaten saat
itibariyle gazete basılmıştır. Kaynağımı açıklamak istemiyorum ama şunu söyleyebilirim kesinlikle
cemaatle bir ilgisi yoktur.
İfadenize eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?
CEVAP:
Ben gazeteci olarak kamuoyunu uyarma görevimi yaptığımı düşünüyorum. Kesinlikle cemaat eliyle
devlet aleyhine hiçbir eylemim söz konusu olamaz.
Bu görüntüler 21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık gazetesinde yayınlanan haberle ilgilidir. Ancak bazı
görüntüler farklıdır. Haber değeri vardır. Bu nedenle faaliyetim gazetecilik faaliyetidir. Başka hiçbir
amaç taşımamaktadır'' şeklinde beyanda bulunduğu,
Şüpheli Erdem Gül'ün C.Başsavcılığımızca alınan 26.11.2015 tarihli ifadesinde;
''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yetkili birimleri tarafından yapılan açıklamalarda ve C.
Başsavcılığımızca yürütülen sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında yapılan
operasyonlarda, 1 Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana
İli Ceyhan İlçesi'nde, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu'nun
talimatları doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yönetici ve
üyeleri tarafından silah kullanılarak, MİT mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak
durdurulan ve aranan, Suriye Türkmenleri'ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli MİT Tırlarındaki
yardım malzemelerinin "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli
kalması gereken" niteliğe sahip olduğu kamuoyuna duyurulmuştur.
Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 06/02/2014 tarih ve 112-54128131 sayılı cevabi yazısı ile
tırların, 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT
Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda
yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu bildirilmiştir.
Buna rağmen Cumhuriyet Gazetesi'nde, 12 Haziran 2015 tarihinde adınızla yayınlanan "Jandarma
Var Dedi" başlıklı haberde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde durdurulan Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürüten tırlardaki "devletin
208
güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken"
nitelikteki malzemelere ait bilgi ve fotoğrafları, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün nihai amacı
olan "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konumuna
sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını sağlamak" amacına yardım etmek için
temin ettiğiniz ve devlet sırrını ifşa maksadıyla yayınladığınız anlaşılmıştır.
Bu görüntüleri nereden, kim yada kimlerden temin ettiniz? Ne maksatla yayınladınız? Bu bilgi ve
fotoğrafları yayınlamak için herhangi bir kişiden talimat aldınız mı?
CEVAP:
Ben 20-25 yıllık gazeteciyim. Malumunuz da olduğu üzere kaynağımı açıklayamam. Bu nedenle
kusuruma bakmazsanız bu konuda herhangi bir bilgi veremem. Ben Basın Yayın Yüksekokulu
mezunuyum. Ankara gazetecisiyim. Bunu şunun için vurguluyorum. Ankara gazetecisinin ilgi alanı
devlet bürokrasisidir. Bunu da bu refleksle yayınladım. Bunun dışında yasal olmayan hiçbir amacım
maksadım yoktur. Gazeteciyim, haber değeri taşıyan her şeyi yayınlarım. Herhangi bir örgütün,
oluşumun amaçları doğrultusunda hiçbir faaliyet yürütmedim. Özel bir maksadım yoktur. Bu haberi
yayınlarken birilerinin yararına, birilerinin zararına hesap etmedim. Benim amacım halkın
bilgilenmesidir dedi. Ben Bayram Kaya ismini şu anda tam olarak hatırlayamadım. Emre Erciş'i ise
sosyal medyadan tanıyorum. Bunun dışında ikisiyle de görüşmem olmadı.
Yine aynı şekilde ifade etmek isterim ki yaptığım haber gazetecilik refleksi gereğidir. Ben olayları
bir savcı yada hakim gibi düşünemem hiçbir suç işleme kastım, herhangi bir örgüte yardım niyetim
yoktur.
İfadenize eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?
CEVAP:
Ben 20 küsur yıllık gazeteciyim. Bütün meslek hayatım devletin milletiyle beraber barışık
olmasıdır. Bütün haberlerim ve yayınlarım bu minval üzeredir. Bunun dışında hiçbir yasadışı kastım
söz konusu olamaz.'' şeklinde beyanda bulunduğu,
Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarının durdurularak aranmasından, nümune alınmasından
ve nümunelerle ilgili rapor düzenlenmesi eylemlerinden tutuklu olarak haklarında soruşturma
yürütülen şüphelilerden,
Jandarma Kriminal Daire Başkanı Burhanettin Cihangiroğlu'nun C.Başsavcılığımızca alınan
26.11.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait bu tırların ve içerisindeki malzemelerin yasadışı bir örgüte gittiğine
dair elinizde herhangi bir bilgi, belge veya delil var mıdır?
CEVAP:
Bu benim işim değildir. Benim bu konuda herhangi bir bilgim belgem söz konusu değildir.''
şeklinde beyanda bulunduğu,
Adana Jandarma Bölge Komutanı Hamza Celepoğlu'nun C.Başsavcılığımızca alınan
209
28.11.2015 tarihli ifadesinde özetle;
''Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait bu tırların ve içerisindeki malzemelerin yasadışı bir örgüte (DAEŞ,
El-Kaide, PKK vb.) gittiğine dair elinizde herhangi bir bilgi, belge veya delil var mı?
CEVAP:
Benim adli bir görevim söz konusu değildir. Bu tutanaklara veya arama kararlarına El-Kaide veya
başka bir örgütün ne şekilde veya ne sebeple yazıldığını ben bilemiyorum. Benim bu yardım
tırlarının herhangi bir yasadışı örgüte gittiğine yönelik elimde herhangi bir bilgi belge yoktur
ve böyle bir bilgiye de sahip değilim.'' şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
Yapılan tesbitlerden de anlaşılacağı üzere;
a) Suriye Türkmenlerine yardım malzemesi taşıyan Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırlar 01.01.2014
ve 19.01.2014 tarihlerinde FETÖ/PDY Terör Örgütü yöneticisi ve Üyesi konumundaki şüpheliler
tarafından sahte ihbar ve delillerle MİT mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak ve silah
kullanılarak durdurulmuş ve aranmıştır.
b) Eylemi gerçekleştiren FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün amacı Türkiye Cumhuriyeti devleti ve
hükümetini Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde ''Teröre Destek Veren Ülke'' sıfatıyla yargılatmaktır.
c) Soruşturma dosyası kapsamında, sahte ihbar tutanağı dışında MİT'e ait yardım tırlarının herhangi
bir terör örgütüne gittiğine dair hiçbir bilgi, belge, delil, iz yada emare yoktur. Bu durum tırların
durdurulması talimatını veren, sahte ihbarı yapan, bu ihbar doğrultusunda tırları durduran ve arayan
FETÖ/PDY Terör Örgütü yönetici ve üyeleri ile şüpheliler Can Dündar ve Erdem Gül tarafından da
bilinmektedir. Eylemlerle ilgili olarak Adana Sulh Ceza ve İstanbul Sulh Ceza Mahkemelerinden
14.01.2014 ve 29.05.2015 tarihli ''Yayın Yasağı Kararları'' kararları alınarak ilgili kurumlara
gönderilmiştir. Buna rağmen şüpheliler, özellikle 7 Haziran 2015 tarihli genel seçimlerden 1(hafta)
öncesine gelecek biçimde 29.05.2015 tarihinden itibaren yayınlarına başlamışlar ve bu yayınları
Şüpheli Erdem Gül'ün ''Besle kargayı.....'' başlıklı, Şüpheli Can Dündar'ın da ''Gazap Eken Azap
Biçer'' başlıklı ''Türkiye Cumhuriyeti devletinin IŞİD Terör Örgütü'nü desteklediği, anlayış
gösterdiği'' iftirası içerikli yazılarının yayınlandığı 15.10.2015 ve 11.01.2016 tarihlerine kadar
devam ettirmişlerdir. Amaçları Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetinin terör örgütlerine
yardım ettiği yönünde ulusal ve uluslararası kamuoyu oluşturmak, hükümeti terörle ilişkilendirmek
ve görevini yapamaz hale getirmektir. Bu amaç doğrultusunda şüpheliler, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin ulusal ve uluslararası yararları bakımından gizli kalması gereken nitelikteki bilgiyi
casusluk maksadıyla temin etmiş ve ifşa etmişlerdir.
İddianamenin konusu şüphelilerin bu eylemi ve eylemi gerçekleştirmedeki amaç ve kasıtlarıdır.
Şüphelilerin kastının Türkiye Cumhuriyeti devletine sahte ihbar ve delillerle tuzak kuran
şüphelilerle birlikte Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetini terörle ilişkilendirip görevini
yapamaz hale getirmek olduğu açıktır. BU AMACA GİDEN YOLDA ŞÜPHELİLERİN
SORUŞTURMADAKİ
KONUMU
FETÖ/PDY
TERÖR
ÖRGÜTÜ'NÜN
İŞBİRLİKÇİLİĞİDİR. Bunun Türk Ceza Kanunu'ndaki karşılığı da, FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü'ne Üye Olmadan Bilerek ve İsteyerek Yardım Etmektir.
210
d) Şüpheli Can Dündar'ın C. Başsavcılığımızca alınan ifadesinde ''habercilik yaptığını, başkaca bir
amacının bulunmadığını, görüntülerin başka bir gazetede daha önceden yayınlandığını'' beyan ettiği,
''daha önce yayınlanan görüntülerin haber değerinin olup olmadığı'' sorulduğunda, ''kendi
yayınladığı görüntülerin farklı olduğunu ve haber değeri taşıdığını'' beyan ettiği, ''Yardım tırlarının
herhangi bir örgüte gittiğine ilişkin elinde bilgi veya belgenin olup olmadığı'' sözlü olarak
sorulduğunda, ''kendisinde böyle bir bilgi olmadığını ancak öyle duyduğunu'' beyan ettiği, aynı
şekilde diğer şüpheli Erdem Gül'ün de ''habercilik dışında başka bir amacının olmadığını'' beyan
ettiği anlaşılmıştır. Beyanlardan da anlaşılacağı üzere şüpheliler, ellerinde somut hiçbir bilgi ve
belge olmamasına rağmen FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün, aracılar vasıtasıyla ellerine tutuşturduğu
görüntüler üzerinden Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetini terörle ilişkilendirmeye
girişmişler, bu amaç doğrultusunda bilinçli ve sistematik olarak, gerçeklikten uzak/kurgu yazılar
kaleme almışlardır.
Bununla birlikte, şüpheliler müdafilerinin gerek savcılık ifadelerinde gerekse sorgu esnasındaki
mahkeme ifadelerinde basın kanunundaki sürelere ilişkin itirazlarının, suç tarihleri göz önünde
bulundurulduğunda yerinde olmadığı açıktır.
Şüpheli Can Dündar'ın 17 Aralık girişiminden 2 hafta önce 03 Aralık 2013 tarihinde yayımladığı,
“Siyasette Nasıl Geldiysen Öyle Gidersin” başlıklı yazısındaki;
“Diklenmedik, dik durduk” efsanenizi yere çalmışınız. Geldiğiniz yoldan gitme zamanı kapıya
çalmış demektir. Atasözünün güvenirliğine en büyük kanıtlardan biri de Washington’ın desteğiyle
iktidara gelmektir. O rüzgarla uçmayı alabora olmayı da kabullenmişsiniz demektir.
AMERİKAN RÜZGÂRI BU, BELLİ Mİ OLUR; GÜN GELİR ESİNTİYİ PENSİLVANYA’DAN
YANA DÖNDÜRÜR, ANKARA’DA AMPÜLLERİ SÖNDÜRÜR. ŞİMDİLERDE ANKARA’DA
ÇOK ETKİLİ BİR BATILI BÜYÜKELÇİNİN, BİR ESKİ SİYASETÇİYE “TÜRKİYE’DE
YAKINDA TARİH DEĞİŞECEK, HAZIRLIKLI OLUN” DEDİĞİ KONUŞULUYOR.
Atalar ne güzel söylemiş: “Siyasette nasıl gelirsen, öyle gidersin.” şeklinde ifadeleri de göz önünde
bulundurulduğunda amacının ne olduğu izaha muhtaç değildir.
Aynı şekilde, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nün 12/01/2016 tarih ve 1292 sayılı yazısı ekinde
bulunan 16/12/2015 tarihli ''Açık Kaynak Video İzlemi ve Çözüm Tutanağı'' içeriğine göre,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Lideri Fetullah Gülen'in 14 Aralık 2015 tarihli “İbadetlerin
İhmali ve Savaş Endişesi” başlıklı konuşmasında;
“Dış ses: 'Hazreti üstad alemi menamda ali bir mecliste sorulan sual üzerine birinci dünya
savaşındaki musibetin sebebi olarak namaz, oruç ve zekat ibadetlerindeki ihmali gösteriyor. Daha
sonra hac ve ondaki hikmetlerin ihmalinin ise sadece musibeti değil gazap ve kahrı celp ettiğini
Müslümanların düşman zannedip birbirlerini öldürdüklerini belirtiyor. Binalahey tabudi hakikati
mahfuz her bir ibadetin bir kısım musibetlere paratoner olduğu, söylenebilirmi?'
Fetullah Gülen: 'O halde meseleye öyle bakınca onda hiç şüphe yok. Yani açlık, susuzluk, kıtlık,
kaht kelimesiyle ifade ediliyor. Yağmurun kesilmesi değişik musibetler bunlar belli günahlar
bunlaraa davetiye mahiyetindedir hafizanallah. Şu anda islam dünyasında da böyle bir şey
211
yaşanıyor. Merceğe lüzum yok yani teleskopa lüzum yok. Kendi ülkenize baktığınız zaman her gün
değişik yerlerde sel felaketleri, karın felaket halinde gelmesi bunların hepsi gökten geliyor rahmet
olarak iniyor. Fakat masiyetlerimiz onlara kendi renklerini kendi boylarını çalıyor. Rahmetken
nikbet haline dönüşüyor onlar. Zelzeleler oluyor. Kahtlar yaşanıyor, yoksulluklar yaşanıyor.
Toplumda hercümerç yaşanıyor. Değişik fitneler yaşanıyor. Kitabul fiten vel melaide insanlığın
iftihar tablosunun (sav) ahir zamanın alameti olarak kıyamete yaklaşmanın alameti olarak ifade
buyurduğu herşey hemen islam dünyasında yaşanıyor. Hatta inanmayan insanların dünyasından
daha çok. Çünkü onlar inanmıyorlar zaten. İnanmıyorlarsa bütün bütün cezaları ahirete kalacak.
Fakat islam dünyasında din bir yönüyle esasen dünyevi yaşayışa hayat tarzına üsluba siyasete
vasıta yapılıyor. Dindar görünürken esasen bir yönüyle dünyayı mamur hale getirmeye çalışıyorlar.
Dolayısıyla riyaya giriyorlar sümaya giriyorlar. Cenab-ı hak tedib ediyor. Belki akıllarını başlarına
alırlar. Öbür tarafta döktürecekleri mazeretleri kalmaz. Musibet veriyor. Bu musibetlerden daha
büyük musibet bu musibetlerden bir ders çıkarmama musibetidir. Musibet zelzelede bir musibettir,
sel felaketleri de musibettir, tsunamilerde musibettir, insanların birbirine düşmeleri, birbirine güve
olmaları bunların hepsi musibettir. Fakat bu musibetten daha büyük bir musibet vardır o da bu
musibetlerin musibet olduğunu görmeme musibeti. Körlük, idraksızlık, basiretsizlik, kalpsizlik,
efendim musibetleridir hafızanallah. İslam dünyasında böyle. Namazın bir yönüyle belki hani
terkedilmesinin bi çağrı mahiyetinde çağırdığı bi musibet vardır. Allah (cc) boş yatırtır, kaldırtır sizi
cihan harbinde olduğu gibi. Cepheden cepheye koşturur durursunuz musibetleri bastıracağız diye.
Her bastırma hareketiniz değişik komplikasyonlara sebebiyet verir. Yeni musibetler hortlar orda.
Valla bu musibeti bastıralım dersiniz o bastırma esnasında yanlış tavır ve davranışlarınızdan dolayı
günahınızdan masiyetinizden dolayı bu defa o bastırma işi kine nefrete dönüşür. Daha büyük bi
musibet halinde gelir. Ve siz kendinizi o musibetler sarmalı içinde bulursunuz. Yirmi sene, otuz sene,
kırk sene mücadele edersiniz bir musibete karşı. Fakat Allah sizi yatıp kalkmaya mahkum etmiştir.
Çünkü namazınız namaz değil, abdestiniz de abdest değil. O namazı geçiştiriyorsunuz. Bazan
dünyevi işleri ona tercih ediyorsunuz. Çok önemli hayati yerlerden birisinde zirvelerde bi yerde
bulunan bir arkadaş dedi ki “şu üçyüz insan içinde esasen Müslümanım geçinenlerden dörtyüz
insan içinde otuz tane devamlı namaz kılan var. Bunlarda bi yerde böyle tatlı, latif, zarif bir sofra
söz konusu olmadığı zaman kılıyorlar.” Dedi namaz böylesine zayi edilince hafızanAllah onlarda
iki elleri hiçbir zaman bir araya gelmez. Hiçbir zaman o musibetler sarmalımdan dışarıya
çıkamazlar. İşte o cihan harbine doğru gelirken Allah (cc) o namazdaki kusurdan dolayı Allah
karşısında kemerbesteyi ububiyet içinde el pençe divan durup ubudiyetlerini arz etme ubudiyet arz
ederken mabudu mutlakın mabudiyetin haykırma. Mahmudiyetini haykırma. Takdire gücümüzün
yetmediğini hatırlatma. Hatırlama. Bütün bunlar yerine getiriliyor. E bunu yapmadıklarından
dolayı Allah (cc) akıllarını başlarına alsın diye eğer ehli imansa hakkaten şefkat tokatı hazreti pirin
lemalardaki ifadesiyle kulak çekme gibi bi şey, ensedeb bi şamar vurma gibi bi şey, aklınızı başınıza
alın. Daha büyüğü de var demektir bunların. Dolayısı ile yatırır, kaldırır. Bazıları o türlü şeyler
içinde ölürler, samimidirler, kalpleri temizdir. Kusurları vardır. İnşallah şahadetleri onların o
kirlerini temizler. Onları arındırır ve cennete giderler deyim. Falan yerde böyle oldu, filan yerde
böyle oldu, falan mekanda işte hadiseler böyle cereyan etti, falan mekandakiler işte böyle olacaklar
demek suretiyle geçmişte olan kimseleri sorgulama, dince memnu olduğundan dolayı (Arapça
telaffuz ediliyor.) geçmişlerinizin olumsuz yanlarını yad etmeyin. Veya onları olumsuz yanlarıyla
yad etmeyin. Olumlu pozitif yanlarıyla yad edin. Efendim hadisi şerifi bu aynı zamanda (Arapça
telaffuz ediliyor.) ayeti kerimesi de bunu işaret ediyor.
Başta sahabeyi kiram efendilerimiz olmak üzere sonra bütün seleflerimiz hep hayırla yad edilmeli
onlar. Bu açıdan da tasrihe gitmem. Ben şurada şöyle oldu,, burada böyle oldu, onlar çektiler. Ve
bazıları şehid oldu öldüler. Izdırap çektiler arındılar. Cenabı hakkın huzuruna çıkacak keyfiyeti
ihraz ettiler. İnşallah öyle olmuştur. Cenabı hak firdevsiyle sevindirir onları oda günahlarına
212
kefaret olmuştur. Oruçta kusur olduğundan dolayı bazen hiç olmayacak sebeplerden dolayı da
yiyorlar. Allah (cc) açlık musibetine maruz bırakır. Açlık sınırının altında şimdi milyonlardan
bahsediyorlar yani hani eskiden derlerdi ki on bin insan, yirmi bir insan, yüzbin insan, üçyüzbin
insan şimdi milyonlardan bahsediyorlar. Üniversite bitirmiş hatta mastır yapmış, doktora yapmış
binlerce iş bulamayan insan hafiznallah. Hafif bir kırılma yaşansa bunların hepsi sokaklara
dökülür ve problem olur. Ne komplikasyonlara sebebiyet verirler. Öyle komplikasyonlara
sebebiyet verilir ki sonra siz yarım asır uğraşırsınız da o yırtığı yamayamazsınız, o kırığı tamir
edemezsiniz, o tahribatı tamir edemezsiniz hafizanallah. Böyle patlamaya müheyya bi bomba gibi
o hale. Allah (cc) burada sadece senede bir ay bazen yirmidokuz, otuz geliyor o kadar. E günde
yine iki defa üç defa bi şey yiyorsunuz. Sadece gündüz yemiyorsunuz. Kısa günlerde zaten iki öğün
arasındaki zaman gibi bi şey kalıyor. Altı, yedi saat, sekiz saat, on saat kalıyor bi şey.
Bu kadarcık aç durmaya bile tahammül edemiyorsanız kaldı ki ant parantez hani şimdi altını
çiziyorum diyorlar ben bunların üstünü niye çizmiyorlar bilmiyorum. efendim tabipler açısından
onunda ne kadar fevahidi var ne (Arapça telaffuz ediliyor) o orucun o kadar faydaları var. Onu
görmezlikten gelelim yani imtihan için Allah (cc) (Arapça telaffuz ediliyor) Ramazan ayına şahit
olan hazır bulunan ona şahit olan onu idrak eden mükellef olarak aklı başında olarak oruç tutsun
diyor. Evet aç insanların açlığını duymak gibi bir şey esasen allahın nimetlerinin kadrini bilme gibi
bir şey. İftar vaktinde hakkaten allahım sen nimetlerin varmış onları hatırlama gibi beraberinde
olan şeyler var. Bunların hepsi cenab-ı hakkın lütfudur. Tutmadıklarından dolay bu kadarcık şeye
katlanmadıklarından dolayı cenabı hak açlığa susuzluğu, kahta maruz bırakıyor. O da öyle oluyor.
Diğer şeyleri de buna zekat vermiyorlar, işin bereketi belki günlü bereketi bütünüyle zayil oluyor.
Toplumun değişik kesimler arasında kopmalar meydana geliyor. Servet sahipleri fakru zaruret
içinde. Asırlarca avrupada kaptalistlerle işte işçi sınıfı arasında mücadeleler. Sosyal ihtilaller
tarihine baktığınız zaman bu öyle iki zümrenin birbirinden kopması bütün köprülerin yıkılması
birbirine düşman hale gelmesi doğuda doğunun doğusunda daha doğuda son asırlarda bir kısım
felaketlere sebebiyet verecek şekilde çok farklı sistemlerin oluşmasına vesile olmuştur. Tashihten
kaçınıyorum bunları. Allah (cc) cezalandırmıştır onları. Efendim iki sınıf arasında hazreti pirin
ifadesiyle yukarıdan aşağıya hep baskı olmuştur. Aşağıdan yukarıya karşı da bir yönüyle mızrak
sallama gibi top atma gibi gülle atma gibi düşmanlık duygularını coşturma gibi şeyler olmuştur.
Dolayısıyla insanlık bir hüzur yaşamıştır. Bi tabu tahalükle hayat öyle gitmiş, hayat denmez ona
yani ölümden daha kötü şeyler olmuş. Efendim zekat vermeyince sadaka vermeyince değişik
insanları görüp gözetmeyince ihsanda bulunmayınca kuran-ı kerimde değişik yerlerde kaç tane
olduğunu bir kere görmüştüm ama hatırlamıyorum yani ihsan kelimesini ikram kelimesini kaç yerde
zikredildiğini hem de Allah’ın verdiğini sen başkalarına veriyorsun vermediğinden dolayı Allah (cc)
o mevzuda da ayrıca cezalandırıyor. Bi de meselenin sosyal yönü var psiko sosyolojik yönü var
meselenin; o da insanlar bir araya geldiklerinde esasen laka islam dünyası bir araya geldiklerinde
kendi problemlerini görüşürler. Dünya karşısında almaları gerekli olan vaziyeti alırlar. Dünya ile
entegrasyon meselelerini görüşürler orada. Allah (cc) böyle bu ölçüde topluluğu hac ile teşri
buyurmuştur. Dolayısıyla hac çok umumi bir kongre gibidir. Umumi bir konferans gibi bütün islam
dünyasınca hac bi konferans gibidir. Belki başkaları da geldiği zaman sizin oradaki samimiyet
ihlasınız, temsil mükemmeliyetiniz, hal mükemmeliyetiniz onlara da çok şey ifade eder.
Taabüdülikteki o inceliği görürler. Allah allah bir binanın etrafında insanlar ciddi bir haşret içinde
huşu ile dolaşıp duruyorlar. Ve orada hep sadaka saçıyorlar bir yönüyle bir araya geliyor
birbirleriyle sarmaş dolaş oluyorlar. Demek böyle olmakta var yani başkaları için bile vereceğiniz
çok dersler var onun içinde. Kaldı ki hani o bir araya geliş bile bence maksadından çok
uzaklaştırılmış. Vaka tabudi bi şeydir bu. (Arapça telaffuz ediliyor) Allah (cc) gücü yeten, yol
imkanı olan, gitmek isteyen imkanı olan yol tehlikesi olmayan, efemdim ihsar gibi problemlerle
213
karşı karşıya kalmayanlar hacca gitsinler diyor farz onlar için ala Kelimesi ile üzerlerine bi farzdır
diyor. Dolayısı ile tabudi bir şeydir. Allah emrettiği için yapılır. Fakat her tabudi şey içinde çok
maslahatlar vardır. Faydalar vardır. Biraz evvelki yine ububiyete mutaik meselelerde de aynı şeyleri
gördüğümüz gibi. Efendim her muamelede de aynı zamanda bir tabudilik yanı vardır. Fakat
muamelatta tabudilik yanı diğerine nisaptan az kalır. O daha ziyade makuliyete insanların
anlayabileceği şeylere, izah edebilecekleri şeylere esprilere bina edilmiştir. Fakat mutlaka içinde
bir tabudilik vardır onun. Hazreti pirin ifade buyurduğu gibi pazarda alışveriş yaparken icap kabuli
şeri bence onu yaptığınız zaman da adeta ibadet yapmış gibi sevap kazanırsınız. Sattım mı sattım,
aldım mı aldım dersiniz. İbadet gibi sevap kazanırsınız. İşte bu bi muameledir esasen aynı zamanda
makuliyete bina edilmiştir. Yani insanın aklının alabileceği şeylerdir bunlar. Fakat aynı şekilde
tabudi olan meseleler içinde de çok hikmetler, maslahatlar, faydalar vardır. Her işte hikmeti vardır.
Abes fiil işlemez Allah. (cc) Evet bu açıdan da namazın ayrı fevaidi, orucun ayrı fevaidi, zekatın
ayrı fevaidi, sadakanın ayrı fevaidi, ve aynı zamanda başkalarını görüp gözetmenin ayrı fevaidi hac
gibi adeta külli bi ibadet orda biraz da imkan olan insanlar müşarun bil benan olan insanlar
dünyada. Popilaritesi yüksek olan insanlar çünki imkana vabestedir o e bunlar şöyle böyle bir
araya geldikleri zaman birbirlerini tanırlar dünya çapında dünyadaki bütün insanlar o da belli
imkanlara bağlanmış yani şu imkanları olan şöyle oraya gitmeye muktedir olan insanlar giderler
oraya. Dolayısıyla onun içindeki o hikmetler maslahatlarda görülmüyorsa hafızanallah Allah (cc)
belki o yüzden de islam dünyası insanları arasına ihtilaflar, iftiraklar atar. Anlaşmamazlıklar atar
hafizanallah. Evet ve bunların hepsi son asırlarda yaşandığından dolayı hepsinin cezası olarak öyle
bir imtihana tabi tutulduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Öyle bir imtihana tabi tutulduk. Belki
sorunun derinliği ölçüsünde denmesi gerekli olan şeyi diyemedim. Çünki benim dediğim şeyler
kendi kameti kıymetime indirme şeklinde. Uydurma dilde ingireme şeklinde.
Dış ses: 'hocam o mümkünden fiilen daha fazla zatıalinizin buyurduğu gibi üstad hazretleri onu
savaşa bağlıyor. Geçen bir ay kadar önce de zatıaliniz bir üçüncü dünya savaşı kısaca deyip vayip
geçmiştiniz. Şimdi daha da çok dillendirilmeye başladı. Böyle bir endişe taşıyormusunuz hocam.?'
Fetullah Gülen: 'Taşıyorum tabi. Herşey menfaat üzerine döndüğünden dolayı böyle o menfaatlerin
paylaşılamadığı, orda bir ortak nokta ortak payda bulunamadığı bir faslı müşterek üzerine anlaşma
olamadığı takdirde biri benim hakkım yendi diyorsa şayet biri haksızlık yapıyorsa orada biri kendi
haklarının ötesinde haklar peşinde koşturuyorsa hafızanallah Allah’tan uzaklaşmış, peygamberden
uzaklaşmış, islamiyete sadece şekil nazarında bakan insanların yanında bütün bunları bilmeyen
insanlar hafızanallah böyle paslı müşterekler bulmak ortak paydalar bulmak çok zordur. İsim tashih
etmeyeceğim ben yani şu anda değişik ülkelerdeki problemleri halletme adına bizim gibi kendi
açımdan diyorum sıradan insanların bile bazı reçeteler ortaya koyması mümkündür. Fakat neden
koymuyorlar o reçeteleri? Size değişik vesilelerle acizane arz etmiştim hani yetkililere, Türkiye’deki
yetkililere de yani en zirvedekilerine de burada Suriyedeki problem ordaki çok büyüktü. Arz edilen
şey şu oldu yani demek ki yani onda onların da bi çıkarları olmadığından dolayı çıkar problemlere,
komplikasyonlara sebebiyet verecek yolda yürümede filan onlar. Çıkarı gördüler. Falan bertaraf
edilsin kim bir dönemde el ele tutup yaşasın falanlar filan dediğiniz insanlar o bertaraf edilince
islam dünyasında popülaritenizi yükselteceksiniz siz. Büşarın bil benan olacaksınız. Parmakla
gösterileceksiniz. Baksana bi yerdeki işte yani düzeni değiştirdi. Sünni düşünce adına değiştirdi. Bi
dönemde alkış tutacaksınız, beraber el kaldıracaksınız, yaşasın sizler falan diyeceksiniz, onlarda
size sizde yaşayın diyecekler fakat daha sonrada bağışlayın ölün diyeceksiniz onlara. Ölümlerine
ölümleri adına ferman keseceksiniz hafizanallah. Değişik kimselere denen şey şu oldu ama işte o
ortak şey olmadığından dolayı olmadı. Ne olur yani 46’da Türkiye’de demokrasiye geçme adına
birileri demokrasiye geçilsin varsın. Nasıl geçilsin mesela? Seçimle olsun halkın intihabıyla olsun
214
mesele nasıl olsun isterse mesela oy kullanma açık olsun sayım da gizli olsun. Evet böyle bir şey.
Fakat bi kere o yola girilince bir gün gelecek dünyadaki demokratik ülkelerdeki sistem neyse şayet
o ister istemez kendisini kabul ettirecektir. Maşeri vicdanı yanıltmak mümkün değildir. Ellide
demokrasi bir yönüyle teessüs edecek ve bi darbe yiyeceği ana kadar da on sene takriben devam
edecek. Daha sonra darbeler gelecek yine demokratik sistemler oluşacak. Siz orada baştaki
insanları teyid edin. Çünkü ben hatırlıyorum yani seksen ikili üçlü yıllarda babası o zatın babası o
gün medyaya düşen haberlere göre seksenbin insanı öldürdü. Nüfusunun onbir oniki milyon olduğu
dönemde. Seksenbin insan. Herhalde evlerdeki çocuklar değildi. Herhalde alil insanlar değildi. Her
halde hanımlar değildi yani. Seksenbin insan. Seksenaltı da halepten geçerken arkadaşlara dediler
lazıkıyede kaçak geçtim ben o zaman hakkımda tahdit vardı Türkiye’de lazıkıyede tanklar hale
mevzilerde demişlerdi.
Şimdi durum buysa meseleye böyle bakıyorlarsa kaba kuvvetle her şeyi halledeceklerini
düşünüyorlarsa bence usturuplu olarak onların demokrasiye geçmelerini sağlamak akıllıca bir işti.
Komplikasyona sebebiyet vermeden problemi çözme işiydi neydi o iş mesela denirdi ki onlara
babasına denmedi oğluna denirdi ki sizi destekleyelim biz. Maddeten destekleyelim. Ve aynı
zamanda oradaki insanlar bize sempati duyan insanlarla da sizi destekleyelim. Yine siz seçilin.
Hatta ondan sonra yine siz seçilin. Dört sene seçilin. Ondan sonra yine dört sene siz seçilin. Fakat
demokrasiye geçsin geçilsin. Evet bir denenirdi bu. Fakat bunlar söylenirken hep dediler yani bir
cami imamından nasihat mı alacaz yani bakışlarından okuyorsunuz onu. Bir cami imamından
nasihatmı alacaz, aklımız erer bizim. Demedik şey bırakmadık biz fakat her defasında dediğimiz
şeyleri yüzümüze çarptılar. Bilmem kaç tane zirvedeki insana kıtmir anlattı ama kıtmir kıtmir
olduğu için belki kayde değer bulunmadı dediği şeyler onun için demediler yapmadılar. Yanlış bir
yola girildi. Bu gün bir yönüyle o işte göçmenlerin işi meselesi Türkiye’ye gelmeleri, sığınmaları,
bakımından uluslararası bir problem haline geldi, dünya kadar insan bir yönüyle zayi oldu. İffetini
satarak geçimini sağlamaya çalışan insanlar iffetini satarak. hırsızlık yaparak, dilencilik yaparak,
orada yerinde problemi çözmeyince kapıları açtınız bir yönüyle. Diğer tarafı kızdırdınız. Esirttiniz
bir yönüyle bağışlayın kudurttunuz. Salya atarak üzerinize ve onların üzerlerine gelmeye
başladılar. Ve bi yerdeki yirmi milyonluk nüfusu olan bir ülkedeki problem bir dünya problemi
haline geldi. Avrupadaki durumu o yollardaki durumu, o kadının, o çoluk çocuğun o zayıf, o naif
insanların maruz kaldıkları şeyleri görüyorsunuz. Demekki aklımız bir şeye ermiyor bizim. Demekki
hiç bi şeyden anlamıyoruz. Bi şey yapalım derken çok yeni yeni problemlere sebebiyet veriyoruz
hafizanallah. Böyle bilmeden meselelerin üzerine giderseniz yani kanser. Ben bunu şöyle kaba saba
bi bıçakla kesip alayım yerinden alayım falan dediğiniz zaman da hiç farkına varmadan
metastaslara sebebiyet vermiş olursunuz. Bir kangrene müdahale ettiğiniz zaman efendim bilekten
kesilecek ayağı kalçadan kesmeye mahkum edersiniz hafizanallah. Meselenin üzerine bilerek
basiretle düşünerek insafla, izanla ortak aklı devreye sokarak kuran-ı kerimin fermanı efendimiz
(sav) fermanına uyarak meseleyi hakkaten o mevzuda objektif gören meseleleri objektif olarak ele
alan insanlara meşveret ederek çözebilirdiniz. Fakat acemice hiç bi şey bilmeden müdahale
ettiğinizden dolayı çok değişik üstesinden gelinmez komplikasyonlara sebebiyet verdiniz. Bu günkü
problemlerin arkasında kabadokyalı insanların tesiri görülüyor, daha ziyade sebebiyeti görülüyor.
Kabadokya insanları bu büyük probleme sebebiyet vermişlerdir. Kapı açmışlardır. Birini azdırmış,
esirtmişlerdir ve bi sürü insan zayi olmuştur. Avrupa’ya giden insanların asimile olması bundan
sonra onların da asimile edilmeleri belki o çoluk çocuğun hafizanallah din değiştirmeleri gibi
meselelerde her zaman bu mevzuda ihtimal dahilinde şeylerdir.
Efendim burada ne oldu yani o büyük güçlü devletler bu mevzuda ağırlıklarını ortaya koyarak
yapmadılar. Çünki daha ziyade acaba bizim petrol işimiz, gaz işimiz nasıl halledilir. Ve oradaki o
215
falana müdahale ettiğimiz zaman dünyevi çıkarlarımız bizim haleldar oluyorsa şayet. Ne diye
müdahale edelimki filan. Baktılarsa süper güçler böyle baktılarsa sizde kendi böyle bi yönüyle
popülariteniz adına meseleye baktı iseniz orada kendi itibarınıza bağlı meselenin üzerine gittiyseniz
hafizanallah dünyevi bi problem çözülmez hale geldi. Çözülmez. Çok bilinmezli bir problem haline
geldi. Riyaziyeyi en iyi bilen insanlar bile çözemezler artık o problemi. Zor çözülür o problem. Bu
açıdan da kıtmir her zaman bir üçüncü cihan savaşı endişesini taşıyorum. Birde böyle bol keseden
birbirine karşı meydan okumalar var. Efendim bağışlayın özür dilerim. Siz bağışlayın bu sözden
rencide olacak gayibi insanlar burada hazır olamayanlar onlarda bağışlasınlar meseleler
donkişotlukla çözülmez. Yel değirmenlerine karşı savaşla çözülmez. Akılla, mantıkla, insafla, izanla
meselelerin üzerine gitmek lazım.
Allah aklile, mantıkla, akılla, mantıkla, muhakemeyle serfiraz kılsın milletimizi de bizi de ve bu
problemlerin üstesinden gelmeye muaffak eylesin inşallahü teala. Çok çözülecek gibi görünmüyor.
Bernard RASIL bu dünya görüşüm kitabında ifade ettiği şeylerden bir tanesi onun içinde o kitabın
içindedir. Hani birinci cihan savaşında ne oldu o gün öldürücü silahlar öyleydi. Şimdi değişik
gazlar adlarınıı bile bilmiyorum ben. Ve bunlar orda Suriye’de de kullanılmış. O aynı zamanda
BU MESELENİN CEPHANECİLİĞİNİ İŞTE LOJİSTİK İMKANLARINI ELİNDE
TUTANLAR DA BELLİ, MÜCRİMLERDE BELLİ. YAKIN BİR TARİHTE ONLARDA
ORTAYA ÇIKACAK VE HESABI SORULACAK. ULUSLARASI MUHAKEMELERDE
HESABI SORULACAK BUNLARIN. Günümüzün savaşları geçmişin savaşları gibi değil, yani
bir Çanakkale savaşında Kırıkkale mavzer tüfeklerini ele alıp gidiyordun. Öbürlerininki de
seninkinden biraz farklıydı veya değildi yani. Onların gemileri vardı sizin o kadar değildi ama
fakat sizde şöyle böyle mayın gemileriniz vardı topluyordunuz veya bir yönüyle mayın
döşüyordunuz. Fakat bunlar lokaldi gayet lokaldi. Şimdi düşünün kırkbeşli yıllarda Japonya’ya bir
bomba atıldı hala onun eserleri görülüyor. Hala o toplumda gelen nesiller arasına değişik
hastalıklar halinde hala tesiri görülüyor. Mesele onun çok ötesinde çok daha farklı şey varmış
hafizanallah. İkinci cihan savaşında bilmiyorum kırmilyon kadar insan öldü diyorlar. Fakat şimdi
öyle değil yani. Dünyanın yarısı gider hafizanallah. Öyle bir cihan savaşına sebebiyet verilirse.
Bağışlayın böyle tiz perdeden böyle konuşulursa. Bağışlayın özür dilerim donkişotca davranılırsa
şayet. Efendim kimse bize akıl vermeye kalkmasın, efendim şeyleri varsa görecekleri de var
falan. Bu türlü iddialarla gücünün kuvvetinin sınırlarını bilemeden ittihatçılarda öyle yaptılar.
Devletler muvazenesinde muvazene unsuru koskocaman bir coğrafyada o coğrafya içinde
ikiyüzellimilyon insan vardı. Taa sudanın bilmem en güneyine kadar. O devletin gözünün içine
bakıyordu. Toyca Ruslara karşı ilanı harb edince o kocaman devlet paramparça oldu. Devletler
muvazenesinde muvazene unsuru olacak bir sistemi kendi elimizle toy üç beş tane devlet
idaresinden aciz sadece kendi görüşlerinin esiri, zebunu insanlar maalesef sebebiyet verdiler.
Hafizanallah günümüzün toy delikanlıları yeni yetmeleri, böyle bir şavaşa sebebiyet vermeleri
her zaman ihtimal dahilindedir. Her zaman. Ve bu bi yönüyle dünyanın yarısını alıp götürme
demektir. Diplomasi, diplomasi, diplomasi. Bernard RASIL diyorki ; birinci cihan harbinde şu oldu,
ikinci cihan harbinde şu oldu bi üçüncü cihan savaşı olursa maktul mezara gider. Katilde yoğun
bakıma. Evet. Okuyanlar görmüşlerdir. Özür dilerim. Allah inayetini üzerimizden eksik etmesin.
Bize akıl fikir ihsan eylesin evet. Kendi içimizdeki boğuşmalar, işgaller, tahakkümler, tasallutlar,
taalüpler Allah bunları yapanlara basiret ihsan ederek onları da zulümden vazgeçirsin.
Haksızlıktan vazgeçirsin. Zira zulmün sonu bi yönüyle onlar için de başkaları içinde hezimettir.
Bir fay kırılması olursa bu zulümden dolayı bir sürü masum insanda ölür. Ve yüreğim ağzıma
geliyor her zaman Marmara böyle kırılmaya müheyya faylar üzerinde duruyor. O faylar üzerinde
sizin atom bombaları patlatmanıza değil de zulüm bombaları patlatmanızla hafizanallah
kırılabilir. Sakarya zelzelesine rahmet okutturacak hadiselere sebebiyet verebilir. Zulm ile abad
216
olanın ahiri berbat olur. Allah (cc) zulmü affetmez' şeklinde beyanlarda bulunduğu anlaşılmıştır.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Lideri Fetullah Gülen'in, “Suriye bölgesindeki mevcut durumun
cephaneciliğini yapanların, lojistik imkanlarını elinde tutanların, mücrimlerin belli olduğunu,
yakın bir tarihte onların da ortaya çıkacağının ve uluslarası muhakemelerde hesabının
sorulacağını” belirterek, kendi talimatı doğrultusunda 19 Ocak 2014 tarihinde örgüt yönetici ve
üyelerinin Adana İli Ceyhan ilçesinde MİT'e ait yardım tırlarını durdurmaları ve deşifre
etmelerindeki nihai amacı açıkça ortaya koymaktadır.
Şüpheliler Can Dündar ve Erdem Gül'ün de, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün nihai amacı
doğrultusunda eyleme katkıda bulundukları, kendilerine FETÖ/PDY Terör Örgütü tarafından
verilen görevi yerine getirdikleri açıkça ortadadır.
Sonuç olarak;
Şüpheliler tarafından gerçekleştirilen 17-25 Aralık girişimlerinin, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturması ile birleştirilmek üzere, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün nihai amacı olan Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti'nin görevini yapmasını engelleme amacına yönelik hazırlandığı ve bu
soruşturmaların, resmi heyerarşinin dışındaki örgütsel hiyerarşi içerisinde, örgüt yöneticileri ve
örgütün emniyet/jandarma imamları koordinesinde planlandığı ve uygulandığı,
Tüm bu süreçlerde de örgütün ve örgütü destekleyen çeşitli uluslararası güç odaklarının, sözde
soruşturmaların ve MİT'e yönelik eylemlerin halk nezdinde kabul görmesi ve bu şekilde hukuksuz
eylemlerinin meşrulaştırılması amacıyla kamuoyu oluşturma çalışmaları yürüttükleri, bu maksatla
örgüte müzahir ve örgüte müzahir olmasa bile örgütü destekleyen çeşitli uluslararası güç odaklarına
müzahir basın yayın kuruluşları ve köşe yazarları aracılığıyla yayın yaptıkları anlaşılmıştır.
C) REYHANLI VE CİLVEGÖZÜ TERÖR SALDIRILARI VE ŞÜPHELİLER CAN
DÜNDAR VE ERDEM GÜL'E FETÖ/PDY TERÖR ÖRGÜTÜ TARAFINDAN BU
SALDIRILARLA İLGİLİ VERİLEN GÖREV,
Reyhanlı ve Cilvegözü'nde Meydana Gelen Terör Eylemleri (Patlamalar),
11.02.2013 tarihinde, Hatay İli Reyhanlı İlçesi Cilvegözü Kara Hudut Kapısına 15-20 metre
mesafede park edilen, Mitsubishi marka Suriye Ülkesi İdlip plakalı aracın saat 14.37 sıralarında
patlaması sonucu 13'ü Suriye uyruklu, 5'i Türk Vatandaşı olmak üzere toplam 18 kişi hayatını
kaybetmiş, 25 kişi yaralanmış, çevrede bulunan araçlarda ve gümrük binasında maddi zarar
meydana gelmiştir.
Ayrıca 11.05.2013 tarihinde saat 13.21 sıralarında Reyhanlı İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün karşısında
bulunan Yeni Mahalle M. Belkız Büyükvelioğlu Caddesi üzerinde, aynı gün saat 13.25 sıralarında
ise Reyhanlı İlçesi Yeni Mahalle Atatürk Caddesi PTT hizmet binası önünde birer araç olmak üzere
bomba yüklü 2 ayrı araçta patlama olayı meydana gelmiş, her iki olay yerinde toplam 52 kişi
217
hayatını kaybetmiş, 155 kişi yaralanmış, 10 adedi resmi kurumlara ait olmak üzere toplam 144 araç,
ev ve iş yeri hasar görmüştür.
Her iki olayla ilgili Adana Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK'nın 10. Maddesiyle Görevli Bölümü)
tarafından yürütülen soruşturmanın ardından iddianame hazırlanarak kovuşturmaya başlanmıştır.
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyası kapsamında yapılan incelemede;
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma evraklarının bulunduğu klasörlerden, istihbari
yazışmaların bulunduğu 6 numaralı klasörün '17' olarak ayrılan bölümünde;
a) Emniyet Genel Müdürlüğü Koruma Dairesi Başkanlığı tarafından 81 İl Emniyet Müdürlüğü'ne
hitaben gönderilen "eylem duyumu" konulu "İran nüfusuna kayıtlı Rıza Yakubi isimli şahsın 3
Mayıs 2013 tarihinde Türkiye sınırından kaçak sigara geçirmek üzere katırlara yüklediği, silahlı 20
kişinin yanlarında sivil vaziyette 4-5 İran polisi olduğu halde katırlardan büyük bir sandığı
indirdikleri, sandıkta bulunan TNT patlayıcıları ve kablo düzeneklerini bavullara koydukları,
polisler eşliğinde sınıra doğru yürüyerek gittikleri" içerikli, Koruma Daire Başkanı Nuri Ahmet
Aktaş imzalı, 3 (üç) nüsha halinde 1 (bir) sahifeden ibaret 19/05/2013 tarihli ihbar yazı örneğinin,
b) İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü tarafından tüm şube ve İlçe Emniyet
Müdürlüklerine hitaben yazılan "eylem duyumu" konulu yukarıda ayrıntılarıyla anlatılan konuyla
aynı içerikte, İl Emniyet Müdür Yardımcısı S. Selim Ay imzalı, Büro Memuru A. Demirdağ, Büro
Amir Yardımcısı E. Ünal, Büro Amiri K. Durmuş, Şube Müdür Yardımcısı O. Ö. Açıkgöz, Şube
Müdürü Ö. Köse paraflı, 1 (bir) sahifeden ibaret 20/05/2013 tarihli bilgilendirme yazı örneğinin,
c) İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü tarafından TEM Şube Müdürlüğü'ne
hitaben yazılan "muhtemel eylem" konulu yukarıda ayrıntılarıyla anlatılan konu ile aynı içerikte,
İstihbarat Şube Müdürü Serdar Güldalı imzalı, 1 (bir) nüsha halinde 2 (iki) sahifeden ibaret
23/05/2013 tarihli bilgi notu örneğinin,
d) İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü tarafından tüm şube ve İlçe Emniyet
Müdürlükleri'ne hitaben yazılan "eylem duyumu" konulu yukarıda ayrıntılarıyla anlatılan konu ile
aynı içerikte, İl Emniyet Müdür Yardımcısı S. Selim Ay imzalı 1 (bir) sahifeden ibaret 24/05/2013
tarihli bilgi notu örneğinin, 11 Mayıs 2013 tarihinde Hatay İli Reyhanlı İlçesi'nde meydana gelen ve
52 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının ölümüyle sonuçlanan "istihbari" nitelikteki ayrıntıları
yukarıda açıklanan bilgi ve belgeleri delil olarak dosyaya konulduğu anlaşılmıştır.
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasını yürüten şüphelilerin, bu terör saldırılarını sözde
Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyasına mesnetsiz biçimde dahil edilen mağdur ve
müştekilerle irtibatlandırmaya çalışarak, sözde örgütün ''cebir ve şiddet'' unsuru olarak göstermeyi
planladıkları anlaşılmış, Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'na hitaben 02/05/2015 tarihli müzekkere
yazılarak, 11 Şubat 2013 tarihinde Hatay İli Reyhanlı İlçesi Cilvegözü sınır kapısında meydana
gelen ve 18 kişinin ölümüyle sonuçlanan patlama ile 11 Mayıs 2013 tarihinde Hatay İli Reyhanlı
İlçesi'nde meydana gelen 52 kişinin ölümüyle sonuçlanan patlama olayları ilgili düzenlenen
iddianamelerin birer örneğinin Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi istenmiştir.
218
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nca gönderilen 2013/208 Esas ve 2013/127 numaralı iddianamesi
ile 2013/340 Esas ve 2013/157 iddianame numaralı iddianameleri, incelenmek ve meydana gelen
eylemlerin Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2011/762 soruşturma numaralı sözde Kudüs Ordusu
Terör Örgütü soruşturma dosyasındaki kişiler ile ''irtibatının bulunup bulunmadığının tespitine''
yönelik rapor sunulmak üzere İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne gönderilmiştir.
Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nün 03.09.2015 tarihli cevabi yazısı ekinde bulunan aynı tarihli
rapor içeriğine göre;
Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK.nın 10. Maddesiyle Görevli) 2013/208 soruşturma ve
2013/340 soruşturma sayılı soruşturma dosyaları üzerinden yürütülen patlama olayları ile, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2011/762 sayılı soruşturma dosyasında ismi geçen kişilerin herhangi
bir bağlantısının bulunup bulunmadığının tespitine ilişkin rapor düzenlenmesi talimatı verilmesi
üzerine, yazı ekinde gönderilen Adana C. Başsavcılığı'nın 2013/208 soruşturma, 2013/146 esas ve
2013/127 iddianame sayılı iddianamesi ile 2013/340 soruşturma, 2013/180 esas ve 2013/157
iddianame sayılı iddianamelerinin incelenmesi neticesinde;
1- 11 Şubat 2013 Tarihinde Hatay İli Reyhanlı İlçesi Cilvegözü Sınır Kapısında Meydana Gelen Ve
13 Kişinin Ölümüyle Sonuçlanan Patlama Olayı,
a) Olayın Özeti;
11.02.2013 günü Hatay İli Reyhanlı İlçesi Cilvegözü Kara Hudut Kapısına 15-20 metre mesafede
park edilen gri renkli Mitsubishi marka Suriye ülkesi İdlip plakalı aracın saat 14.37 sıralarında
patlaması sonucu 13'ü Suriye uyruklu, 5'i Türk vatandaşı toplam 18 kişinin öldüğü, 25 kişinin
yaralandığı, çevrede bulunan araçların ve gümrük binasının zarar gördüğü, olay sonrası güvenlik
kamera görüntülerinin ve olay yerinde çekim yapmakta olan yabancı uyruklu gazetecilerin kamera
görüntülerinin incelemesinde, aracın patlamadan 25 dakika önce olay yerine bırakıldığı, araçtan biri
bayan 3 kişinin indiği, bunlardan araç sürücüsü ile bayanın Suriye tarafındaki tampon bölgede
bulunan ticari taksilerden birisine binip Suriye tarafına gittikleri, diğer şahsın ise patlamadan önce
gümrük kapısından Türkiye tarafına geçtiğinin, Türkiye tarafına geçen şahsın Wael Shıkh Rahim
isimli Suriye uyruklu şahıs olduğunun tespit edildiği, bu şahısla irtibatlı olabilecek kişilerin
belirlenmesi için kullandığı telefonlar ve irtibatlı olduğu kişilerin telefonlarının HTS dökümlerinin
belirlendiği, irtibatlı olduğu kişilerle ilgili iletişim tespitine başlandığı, bununla bağlantılı olabilecek
diğer şahısların tespiti için soruşturma ekibinin sınırın Suriye tarafındaki yetkililerle irtibat kurduğu,
ticari taksiyle uzaklaşan kişilerin tespiti için Suriye uyruklu ticari taksi sürücüsüne ulaşıldığı, bu
şahsın yardımıyla giden şüphelilerin adresinin, evinin ve eşkâlinin belirlendiği, olayla şüpheli
Ahmad Bakır'ın da doğrudan irtibatlı olduğunun yapılan araştırmalar ve telefon dinlemeleriyle
tespit edilmesi üzerine Suriye tarafına geçen Suriye'li şüphelilerin temin edilebilmesi için
haklarındaki kuvvetli suç şüphesi doğuran bilgilerin, şüphelilerin oturduğu bölgelerdeki yetkililerle
paylaşılıp, suça katıldıkları yönünde ikna edildikten sonra önce Ahmad Bakır'ın daha sonra
şüpheliler Yusuf Bakır ve eşi Zübeyde Şuayyip'in sınıra getirilmesinin sağlandığı, teslim alındıkları,
diğer Suriye uyruklu şüpheli İsmail Zakarıa'nın ise aynı dönemde Antakya'da bulunduğunun tespit
edilmesi üzerine bulunduğu yerde yakalandığı, patlamadan 1 dakika önce ve patlamadan 2 dakika
sonra Wael Shıkh Rahim'in kullandığı telefonla irtibat kurduğu anlaşılan şüpheli Rahmi Balcı'nın da
219
iletişiminin tespit edildiği, görüşmelerde doğrudan bağlantıyı gösteren herhangi bir tespit yoksa da,
şüphelinin Suriye İstihbaratı adına çalışan Ebu Haydar lakaplı Muhammed Kide ve Zekeriyya El
Kürdi isimli şahıslarla irtibatlı olduğu, bu şahıslara Türkiye'den telefon ve sim kartı gönderilmesine
ilişkin görüşmelerinin tespit edildiği,
Dosyaya yansıyan tüm bilgiler, bölgedeki faaliyetleri bilebilecek durumda olan Hatay'daki Apaydın
Çadır Kampı'nda kalan üst rütbeli Suriyeli muhalif subayların beyan, teşhis ve değerlendirmeleri,
şüpheliler Ahmad Bakır, İsmail Zakarıa ve Rahmi Balcı'nın kısmi kabulleri, şüpheli Zübeyde
Şuayyip'in aşamalarda alınan ve olayı bildiği boyutuyla aydınlatan savunmaları birlikte
değerlendirildiğinde eylemin;
Suriye İstihbarat Örgütü ve aynı örgütle birlikte hareket eden Şebbiha isimli örgüt tarafından
planlandığı, eylemi gerçekleştiren Ahmad Bakır ve Wael Shıkh Rahim'in patlamadan sonra
belirlenen iletişim tespitlerine yansıdığı şekilde planlamada Suriye İstihbaratı sorumlusu Ebu Şifatır
(Kaim Dudak) lakaplı Tuğgeneral Adnan Havvaş, olaydan kısa bir süre öncesine kadar patlamanın
gerçekleştiği bölgede güvenlik sorumlusu olan Suriye İstihbaratı adına çalışması sebebiyle
patlamadan sonra tutuklanan Ebu Yasir lakaplı Ebu Davut Suut Azar, Suriye İstihbaratı yetkilisi Ebu
Ali lakaplı Tuğgeneral Munzur, Ebu Haydar lakaplı Şebbiha sorumlusu Mehmet Kıde, Zekeria El
Kürdi ve Rami El Kasır isimli istihbarat yetkilileri tarafından planlandığı, şüpheli Rahmi Balcı ile
sınırda kaçakçılık yapmaları sebebiyle irtibat halinde olan Ebu Haydar Muhammed Kıde, Zekeriya
El Kürdi ve Rami Kasır'ın eylem anında kullanılmak üzere 3 adet cep telefonu ve Türk hatlı sim
kartı temin edip göndermesini istedikleri, Rahmi'nin kendi adına alınıp kaydedilen bu hatları ve
telefonları gönderdiği, bu hatların patlamayı gerçekleştiren şüphelilerin ve irtibatlarının iletişiminde
kullanıldığı, eylemi gerçekleştirmek için şüpheliler Wael Shıkh Rahim, Ahmad Bakır ve Yusuf
Bakır'ın tespit edilemeyen miktarda para karşılığı görevlendirilip talimatlandırıldıkları, şüpheli Wael
Shıkh Rahim ile Ahmad Bakır'ın patlamadan önce 3 kez Türkiye'ye birlikte giriş-çıkış yaptıkları,
eylem için keşif yaptıklarının değerlendirildiği, Yusuf Bakır ve İsmail Zakarıa'nın beyanlarına göre
Rahmi Balcı'dan temin edilen telefonlardan birisinin eylem hazırlığı öncesi Wael Shıkh Rahim
tarafından Yusuf Bakır'a verildiği, aynı telefonun patlamadan hemen önce araçtan ayrıldıkları sırada
Yusuf tarafından Wael'e teslim edildiği, patlamanın gerçekleştiği gün şüpheli Wael Shıkh Rahim'in,
Yusuf Bakır'ın Suriye'nin Cilvegözü gümrük kapısına 7 km mesafedeki Sarmada Köyü'ndeki evine
gelerek eşi Zübeyde ile birlikte gelmesini istediği, Yusufun 4 yaşındaki çocuğunu komşusuna
bırakarak eşi Zübeyde ile birlikte Wael'in temin ettiği araçla köye 30 km mesafedeki Idlip kentine
gittikleri, burada patlayıcının bulunduğu araca bindikleri, aracı Yusuf Bakır'ın kullandığı,
patlayıcının bulunduğu aracı arkadan bir başka aracın takip ettiği, her iki aracın peşpeşe gümrük
sahası yakınlarına kadar geldikleri, takip eden aracın burada Özgür Suriye Ordusu'nun
kontrolündeki bölgeye girmeden başka bir güzergaha ayrıldığı ve takipten vazgeçtiği, Babül Hava
Gümrük Sahası'na girmeden birbirine yakın 4 kontrol noktasından aracın geçişinin sağlandığı, aile
intibaının verildiği, ayrıntılı kontrol yapılmadığı, devamındaki tampon bölgede yeralan Türk
Jandarma kontrol noktasından da aynı yöntemle geçildiği, aracın park edildiği yere yaklaşıldığında
Wael Shıkh Rahim tarafından aracın gümrük noktasına yakın yere, kalabalığın bulunduğu noktaya
bırakılmasının istendiği, aracın park edildiği, patlamanın zaman ayarlı bomba düzeneğiyle
gerçekleştirildiği, çok güçlü bir patlayıcı kullanıldığı tespit edilmiştir.
220
b) Olayın Şüphelileri;
Terör eyleminin şüphelileri Ahmad Bakır, Youssef Bakır, Wael Shıkh Rahim ve Rahmi Balcı
hakkında ''Ülke Birliğini ve Bütünlüğünü Bozmak, Devletin Bağımsızlığını Zayıflatmak, 18 Kişiyi
Öldürmek, 24 Kişiyi Öldürmeye Teşebbüs Etmek, Patlayıcı Madde Bulundurmak, Kamu Malına
Zarar Vermek ve Şahıs Malına Zarar Vermek'' suçlarından, şüpheliler İsmail Zakarıa ve Zübeyde
Şuayyip hakkında ise ''Terör Örgütüne Yardım Etmek'' suçlarından TMK lO. Maddesi İle Görevli
Adana Ağır Ceza Mahkemesi'ne kamu davasının açıldığı,
Şüpheliler Metin Sıkar, İsmail Zakarıa, Mahmoud Bakir, Cihad Hava, İbrahim Çelebi, Tamer
Aksoy, Tacettin Çelik, Zübeyde Şuayyip, Mustafa Bilir, Mohamed Kaher Alousu, Safwan Alshe1kh
Ali hakkında ''Tasarlayarak Öldürme, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Yangın, Su Baskını, Tahrip,
Batırma, Bombalama yada Nükleer, Biolojik, Kimyasal Silah Kullanarak Öldürme, Kasten
Öldürme''suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmıştır.
c) Patlayıcı Madde Üzerinde Yapılan İncelemede;
85x100 cm ebatlarında 4 cm derinliğindeki çukurun bombanın patladığı yer yani patlama merkezi
olduğu, olayda kullanılan binek tipi Mitsubishi marka dış kap içerisindeki bulgulardan tespiti
yapılan ana patlayıcı madde veya yemleme olarak kullanılan yüksek güçlü patlayıcılardan TNT
(Trin-Nitro-Toluen) yerleştirilerek anahtar sistemi, başlatıcısı ve güç kaynağı tespit edilemeyen el
yapımı araç bomba düzeneğinin patlaması neticesinde olayın gerçekleşmiş olduğu, patlamanın
canlılar üzerinde öldürücü ve yaralayıcı, cansız üzerinde yakıcı, yıkıcı, tahrip edici özelliğe sahip
olduğu tespit edilmiştir.
d) Değerlendirme;
Dosya kapsamında yapılan incelemede; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen
2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü adı verilen soruşturma dosyasındaki kişiler ile
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 11 Şubat 2013 tarihinde Hatay İli Reyhanlı
İlçesi Cilvegözü sınır kapısında meydana gelen ve 13 kişinin ölümüyle sonuçlanan patlama olayı ile
ilgili bağlantı kurulabilecek her hangi bir evrak, bilgi ve belge bulunmamaktadır.
2) 11 Mayıs 2013 Tarihinde Hatay İli Reyhanlı İlçesi'nde Meydana Gelen 52 Türkiye Cumhuriyeti
Vatandaşının Ölümüyle Sonuçlanan Patlama Olayı,
a) Olay Öncesi;
08.05.2013 günü saat 16.00 sıralarında (Patlamadan 3 gün önce) Hatay Emniyet Müdürlüğü TEM
Şube Müdürlüğü'nde kullanılmakta olan telefonu arayarak ''Acilciler Terör Örgütü'' ve örgütün lideri
Mihrac Ural hakkında bilgi vermek isteyen X Şahıs ile yapılan görüşmede;
"Suriye istihbaratı ile bağlantılı olan Acilciler Terör Örgütü'nün Türkiye'de bombalama eylemi
hazırlığı içerisinde olduğu, Ankara'da yapılacak olan bombalama olayı ile ilgili Tamir Dükancı
isimli şahsın 09.05.2013 günü tahminen 22.00-24.00 saatleri arası, Yayladağı sınır kapısından giriş
221
yapacağı, Tamir Dukancı'yı, Yusuf Nazik veya Nasır Eskıocak isimli şahısların gelip alacağı ve
daha önceden bombalama eylemi için hazırlanan araçların olduğu yere götüreceği,
Bombalama eyleminde kullanılmak üzere daha önceden 2 adet 100'lük transit minibüs alındığı, bu
araçlara Harbiye'de Mehmet Gümüşlü isimli kaportacıda gizli bölmeler yapıldığı, araçların şu anda
Harbiye'de olduğu ancak tam yerinin bilinmediği, 1 hafta kadar önce, 25-30 kiloluk paketler
içerisinde toplam 1000 kg kadar C-3 bomba malzemesinin Samandağ Meydan Köyü yakınlarında
denizyolu ile balıkçı Cengiz diye biri aracılığıyla geçirilerek Hatay Harbiye Beldesine getirildiği, bu
bombaların perşembe gecesi araçlara yüklenerek Nasır Eskıocak ve Yusuf Nazik önderliğinde
Ankara İli'ne hareket edeceği, Güzergah boyunca Nasır'ın öncü olarak gideceği bombaların ise yol
güzergâhındaki tehlike durumuna göre peşinden geleceği, minibüsler için Hatay'dan 2 şoför
ayarlandığı, Ankara İli'nde önceden Kocatepe Camii olarak planlanan hedefin bir AVM olarak
değiştirilebileceği ve Cuma günü (10/05/2013) bombaların Ankara'da patlatılacağı,
Bu işler için 2 hafta kadar önce Lazkiye'de Yusuf Nazik ve Nasır Eskıocak isimli şahıslara, 4-5
milyon Suriye parası ile bomba eğitimi verildiği, Lazkiye'den yüklenen bombaları bizzat gördüğü,
konunun çok ciddi olduğu, bunu Lazkiye'de olan Acilciler lideri Mihraç Ural ve yanında kalan Hacı
kod adlı birinin planladığı, kendisinin çok fazla işin içine sokulmadığından detay bilgiler
öğrenemediği," şeklinde bilgiler alınmıştır.
Adana C. Savcısı Özcan Şişman tarafından eyleme ilişkin düzenlenen iddianamenin giriş kısmında
anlatıldığı haliyle;
''İhbarın kolluk görevlileri tarafından Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'na telefonla bildirilmesinden
sonra derhal soruşturmaya geçilmesi, ismi geçen kişilerin kimlik, adres ve iletişim bilgilerinin tespit
edilmesi, teknik takip için hazırlık yapılması, aynı zamanda tüm güvenlik, istihbarat birimlerinin
uyarılması talimatının verildiği, ihbarda ismi geçen şüphelilerin sık sık Suriye'ye giriş çıkış
yaptıkları, THKP-C Acilciler Terör Örgütü lideri Miraç Ural'la irtibatları bulunduğunun ön
incelemeyle tespit edilmesi üzerine 09.05.2013 günü adli soruşturmaya ve teknik takip çalışmasına
başlandığı,
Tüm çalışmalara ve önlemlere rağmen; 11.05.2013 günü Hatay Reyhanlı İlçesi Yeni Mahalle
Belediye Hizmet binası yanında saat: 13.21 'de, Reyhanlı İlçesi Yeni Mahalle Atatürk Caddesi PTT
önünde saat 13.25'de bomba yüklü araç kullanıldığı değerlendirilen 2 ayrı patlama olayı meydana
gelmiştir.'' şeklinde tesbitlerde bulunulduğu anlaşılmıştır.
b) Olayın Özeti;
11.05.2013 günü saat 13.21 sıralarında Reyhanlı İlçe Emniyet Müdürlüğü karşısında bulunan Yeni
Mahalle M. Belkız Büyükvelioğlu Caddesi üzerinde, belediye binasının güney kısmında, saat 13.25
sıralarında ise Reyhanlı İlçesi Yeni Mahalle Atatürk Caddesi PTT hizmet binası önünde belirtilen
adreslerde birer araç olmak üzere bomba yüklü 2 ayrı araçta patlama olayının meydana geldiği, her
iki olay yerinde 52 kişinin hayatını kaybettiği, ölenlerin tamamının kimlik bilgilerinin ceset
üzerinde teşhis yaptırılmak ve DNA incelemesi yaptırılmak suretiyle tespit edildiği, tespit edilebilen
222
155 kişinin yaralandığı, 10 adedi resmi kurumlara ait olmak üzere toplam 144 araç, ev ve iş yerinin
hasar gördüğü,
Hatay İI Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri inceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğü Bomba İmha
ve İnceleme Büro Amirliği tarafından tanzim edilen 22.05.2013 tarihli inceleme raporunda özetle;
Reyhanlı İlçesi Yeni Mahalle Atatürk Caddesi PTT hizmet binası karşısı Sağlık Eczanesi önü
merkezli noktada meydana gelen patlamanın; Şüpheli Mehmet Genç üzerine kayıtlı 06 AH 6072
plaka sayılı Ford Transit marka 2004 model gri renkli araç (Dış Kap) içerisine bulgulardan tespiti
yapılan (Ana Patlayıcı Madde Ve/Veya Yemleme) olarak kullanılan (yüksek güçlü patlayıcılardan)
RDX içerikli patlayıcı madde yerleştirilerek anahtar sistemi, başlatıcısı ve güç kaynağı tespit
edilemeyen "Canlılar üzerinde ölüdürücü ve yaralayıcı, cansızlar üzerinde yakıcı-yıkıcı-tahrip
edici" özelliğe sahip el yapımı bomba düzeneğinin patlaması neticesinde gerçekleşmiş olduğunun,
Reyhanlı Belediyesi binası yanı Büyükvelioğlu Caddesi üzerindeki elektrik trafosu ile belediye
hizmet binası bahçe istinat duvarı dış cephe köşesinde asfalt zemin merkezli noktada meydana
gelen patlamanın; Mehmet Genç üzerine kayıtlı 31 ARS 83 plaka sayılı Ford Transit marka 2007
model buz beyaz renkli araç (Dış Kap) içerisine bulgulardan tespiti yapılan (Ana Patlayıcı Madde
Ve/Veya Yemleme) olarak kullanılan (yüksek güçlü patlayıcılardan) RDX içerikli patlayıcı madde
yerleştirilerek anahtar sistemi, başlatıcısı ve güç kaynağı tespit edilemeyen "Canlılar üzerinde
öldürücü ve yaralayıcı, cansızlar üzerinde yakıcı-yıkıcı-tahrip edici" özelliğe sahip el yapımı araç
bomba düzeneğinin patlaması neticesinde gerçekleşmiş olduğunun tesbit edildiği anlaşılmıştır.
c) Eylem Sonrası Yapılan Tespitler;
Reyhanlı İlçe Emniyet Müdürlüğü Mobese kayıtlarının yapılan incelenmesinde; patlayıcı madde
yüklü beyaz ve gri renkli iki adet ford transit marka minübüsün eylemde kullanıldığı, saat 11.50
itibarıyla söz konusu minübüslerin peşpeşe Atatürk Caddesi üzerinden seyir halinde iken
görüntülendikleri tespit edilmiştir.
Söz konusu araçların saat 11.51 itibarıyla, belediye binasının sol yanında bulunan sokaktan Faruk
Cengiz Caddesi'ne seyir halinde iken görüntülendikleri, saat: 11.52.39 itibariyle, beyaz renkli Ford
Transit marka aracın Faruk Cengiz Caddesi'nden dönerek belediye binası yanına, patlamanın
meydana geldiği noktaya park edildiği, saat 12.14 itibariyle gri renkli Ford Transit marka aracın ise
Faruk Cengiz Caddesi istikametine doğru döndüğü, beyaz renkli ford transit marka aracın Faruk
Cengiz Caddesi seyir halinde iken elde edilen görüntüde, aracın ön sağ tarafında oturan erkek
şahsın açık renkli kıyafet giydiği, yapılan araştırma neticesi, eylemde kullanılan münibüslerin, 31
ARS 83 plakalı Ford Transit ve 06 AH 6072 plakalı Ford Transit marka araçlar oldukları ve bu
araçların her ikisinin de şüpheli Mehmet Genç adına kayıtlı olduğu tespit edilmiştir.
d) Olayın Şüphelileri;
Şüpheliler Ahmet Mansuroğlu, Ali Ekşi, Ali Düzel, Aykan Hamurcu, Cengiz Sertel, Doğan
Özdemir, Ercan Bayat, Ergin Ördek, Ferdi Gazel, Fikret Nazik, Hacel Sat, İlhan Küçükdüveyki,
İnan Köseoğlu, İskender Şahin, İsmail Gürbüz, Mahmut Alper Özgün, Mehmet Genç, Mehmet
223
Kılıç, Mehmet Gümüşlü, Mihrac Ural, Mohammad Dib Koralı, Muhammet Ali Sertel, Muhammet
Gümüş, Nasır Eskiocak, Nebil Kabasakal, Omar Alkhatıp, Süleyman Evet, Süleyman Okur, Temir
Dükancı, Umut Düzel, Yıldıray Çetin, Yusuf Büyükkasım ve Yusuf Nazik olmak üzere toplam 33
şüpheli hakkında ''Devletin Birliğini ve Bütünlüğünü Bozmak, Adam Öldürmek, Adam Öldürmeye
Teşebbüs, Patlayıcı Madde Bulundurmak, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak ve Yardım Etmek,
Suçluyu Kayırma, Kasten Yaralama, Mala Zarar Verme ve Kamu Malına Zarar Verme''suçlarından
kamu davası açılmıştır.
Şüpheliler Alaeddin Köksu, Ekrem Ateş, Ferit Demirel, Nasrettin Hamızoğlu, Ahmet Karadaş,
Nebih Keremoglu hakkında ''Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Yangın, Su Baskını, Tahrip,
Batırma, Bombalama ya da Nükleer, Biolojik, Kimyasal Silah Kullanarak Öldürme''suçundan
kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verilmiştir.
e) Değerlendirme;
Dosya Kapsamında yapılan incelemede; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen
2011/762 sayılı soruşturma ile Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 11 Mayıs 2013
tarihinde Hatay İli Reyhanlı İlçesi'nde meydana gelen 52 (elli iki) Türkiye Cumhuriyeti
Vatandaşı'nın ölümüyle sonuçlanan patlama ile ilgili bağlantı kurulabilecek her hangi bir evrak,
bilgi ve belge bulunmamaktadır.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 2011/762 sayılı soruşturma ile Adana
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 2013/208 ve 2013/340 numaralı soruşturmalarda adı
geçen kişi ve şüpheliler arasında herhangi bir bağlantı olduğunu gösterir bir bilgiye rastlanmamıştır.
Dosya kapsamında yapılan incelemede; İstanbul C. Başsavcılığı tarafından yürütülen 2011/762
sayılı soruşturma ile Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 11 Şubat 2013 tarihinde
Hatay İli Reyhanlı İlçesi Cilvegözü sınır kapısında meydana gelen ve 13 kişinin ölümüyle
sonuçlanan patlama ve 11 Mayıs 2013 tarihinde Hatay İli Reyhanlı İlçesi'nde meydana gelen 52
Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı'nın ölümüyle sonuçlanan patlama arasında bağlantı kurulabilecek
her hangi bir ifade, evrak, bilgi, belge, delil yada emareye de rastlanılmamıştır.
Bununla birlikte, 01.01.2014 tarihinde Hatay ili Kırıkhan İlçesi'nde, 19.01.2014 tarihinde Adana İle
Ceyhan İlçesi'nde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarını durduran ve hakkında HSYK
Teftiş Kurulu Başkanlığı'nca soruşturma yürütülen C. Savcısı Özcan Şişman'ın, Hatay İli Reyhanlı
İlçesi Cilvegözü sınır kapısında ve Hatay İli Reyhanlı İlçesi'nde meydana gelen patlamalarla ilgili
soruşturmaya yürüten C. Savcısı olduğu anlaşılmıştır.
Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürüten tırların, 1
Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Reyhanlı İlçesi'nde durdurularak devlet sırrının ifşa edilmesi/ifşa
edilmeye çalışılması eylemlerinde, soruşturma savcısı olarak arama kararlarının C. Savcısı Özcan
Şişman tarafından verildiği, HSYK Teftiş Kurulu tarafından yürütülen soruşturma kapsamında
Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandığı, 11.02.2013 günü Hatay İli Reyhanlı İlçesi
Cilvegözü kara hudut kapısında, 11/05/2013 günü saat 13.21 sıralarında Reyhanlı İlçe Emniyet
Müdürlüğü karşısında bulunan Yeni Mahalle M. Belkız Büyükvelioğlu Caddesi üzerinde ve aynı
224
gün saat 13.25 sıralarında ise Reyhanlı İlçesi Yeni Mahalle Atatürk Caddesi PTT hizmet binası
önünde meydana gelen bombalı saldırıları olaylarını soruşturan ve bu olaylara ilişkin iddianameleri
düzenleyen C. Savcısının da Özcan Şişman olduğu anlaşılmıştır.
Yapılan açık kaynak çalışmalarında;
Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanan ve yargılaması Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nde
yapılan Özcan Şişman ile, 11/05/2013 tarihide meydana gelen Reyhanlı patlamalarıyla ilgili olarak
mektup aracılığıyla bir röportaj yapıldığı ve bu röportajın, Genel Yayın Yönetmenliği'ni şüpheli Can
Dündar'ın yürüttüğü Cumhuriyet Gazetesi'nde 08/08/2015 tarihinde ''Bizimki Gazetecilik Sizinki
İhanet'' başlığıyla yayınlandığı, söz konusu haber içeriğinin;
"Bizimki Gazetecilik Sizinki İhanet,
Erdoğan ve Davutoğlu'nun ''MİT TIR'ları'' manşetleri yüzünden ''vatan hainliğiyle'' suçladığı Can
Dündar, ''halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı adına uğradığı her türlü baskıya rağmen
kamuoyunun bilgilendirilmesine yaptığı katkılar nedeniyle'' kişi dalında ödüllendirildi. Savcı
Şişman'a göre MİT Reyhanlı katliamını biliyordu ama polisle paylaşmadı.
Mit Reyhanlı Katliamını Biliyordu Ama Gereğini Yapmadı,
Hatay Kırıkhan ve Adana'da 1 ve 19 Ocak 2014'te yapılan iki ayrı operasyonda MİT'e ait TIR'larla
Suriye'ye silah sevkiyatı yapıldığı ortaya çıkmıştı. Silah sevkiyatları dosyası takipsizlik kararı
verilerek kapatılırken, soruşturmalarda görev alan savcı ve askerler hakkında soruşturma açılmıştı.
Dönemin Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, Başsavcı Vekili Ahmet Karaca ile
TIR soruşturmalarını yürüten savcılar Aziz Takçı ve Özcan Şişman tutuklandı. Adana Kürkçüler
Cezaevi'nde tutuklu bulunan Savcı Özcan Şişman'ın, avukatı Alp Değer Tanrıverdi aracılığıyla
sorularımızı yanıtladığı mektubunda dile getirdiği iddialar şöyle:
2012 yılının Kasım ayında MİT yetkilileri yanıma gelerek, aralarında Murat Özdeş isimli bir
kişinin de bulunduğu bir grubun bombalı saldırı hasırlığında olduğunu ihbar etti. Suriye
istihbaratı adına faaliyet yürüten grubun Suriye'den getirecekleri patlayıcıları Hatay Yayladağı'ndaki
Suriyeli muhalif askerlerin bulunduğu çadır kampta patlatacaklarını söylediler. Patlayıcının çöp
kamyonuna yerleştirileceğini söyleyen MİT'çiler, grubun içinde bir muhbirlerinin bulunduğunu
söylediler. Bunu ihbar kabul edip soruşturmaya geçtik.
Fiiliyatta Bir Şey Yok,
Teknik takip sırasında sadece bir kez ortam dinlemesinde saldırıya ilişkin görüşmeler tespit edildi.
Ancak fiiliyata geçildiğine dair tespit yapılamadı. MİT yetkilileri bir kaç kez operasyon
yapsanız diye teklifte bulundular. Yeterli delil olmadığını, engellemeye yönelik MİT'in de
yetkileri bulunduğunu, gelen bilgileri polisle paylaşmalarını İŞİMİZE KARIŞMAMALARINI
SÖYLEDİM.
Soruşturma sürerken Reyhanlı saldırısından üç gün önce, 8 Mayıs Çarşamba günü MİT'ten
bir yetkili geldi. Tedirgin ve panik bir halde operasyon yapılmasında ısrar etti. Somut bir
gelişme olmadığını söyleyince İŞİMİZE KARIŞMAMALARI UYARISINDA BULUNDUM.
225
BİZE HİÇBİR SORUŞTURMADA KATKISI OLMAYAN, BİRÇOK TERÖR OLAYINDA
PERDE GERİSİNDE YA DA İÇİNDE GÖRDÜĞÜMÜZ MİT'İN, bu saldırıyı ihbar etmesine
şaşırmıştım. REYHANLI'DAN 3 GÜN ÖNCE BU DOSYAYA OPERASYON YAPIN DİYE
YAPTIKLARI ISRARIN, BENİ VE POLİSİ İÇİ BOŞ BİR DOSYA İLE OPERASYONLA
MEŞGUL EDEREK SALDIRININ POLİS TARAFINDAN ENGELLENMESİNİN ÖNÜNE
GEÇİLMEK İSTENDİ.
Polis Katliam Hazırlığını Öğrendi,
MİT yetkilisiyle görüşme yaptıktan bir saat kadar sonra Hatay Terörle Mücadele Şubesi Müdür
Yardımcısı telefonla aradı. Benim de katkılarını bildiğim bir haber elemanının, Suriye istihbaratı ile
irtibatlı kişilerin iki beyaz minibüs ile saldırı hazırlığında olduğunu söylediğini aktardı. Minibüsler
ve patlayıcıların Hatay'a getirildiğini, saldırıların Konya ve Ankara'da yapılacağını söyledi. Derhal
soruşturma için hazırlık yapmalarını, diğer güvenlik birimlerinden yardım istemelerini söyledim. 9
Mayıs günü failleri teknik takiple izlemeye başladık. Ancak teknik takip sırasında saldırıya ilişkin
bir tespit yapılamadı.
İhbar Mektubu Nöbetçiye Verildi,
MİT'in Reyhanlı saldırısı öncesinde, bizleri oyalamak için içi boş ihbarda bulundukları olay dışında
benimle ve emniyet birimleriyle görüştüğü kesinlikle yalandır. Reyhanlı saldırısından 16 saat kadar
önce, 10 MAYIS GÜNÜ MESAİ BİTİMİNDE MİT'TEN BİR GÖREVLİNİN GETİRDİĞİ
ZARFI EMNİYET BİNASININ GİRİŞİNDEKİ POLİSE BIRAKMIŞ. Zarfta bombalı saldırı
yapılacağına ilişkin bilgi içeren yazı olduğu kapıda görevli polis memurunun MİT'ten geldiği için
önemli olduğunu düşünüp beklemeyerek zarfı TEM şube müdürüne götürmesi üzerine ortaya çıktı.
HERHANGİ BİR UYARI YAPILMADAN ALALADE BİR EVRAK GİBİ TESLİM EDİLEN
MİT'İN YAZISINDA SALDIRIDA KULLANILACAK ARAÇLARIN PLAKA VE DİĞER
BİLGİLERİ İLE ŞÜPHELİLERİN İSİMLERİNİN DE BULUNDUĞU ÇOK KIYMETLİ
BİLGİLER OLDUĞU TESPİT EDİLDİ. MİT, Reyhanlı katliamında kendilerini sorumluluktan
kurtulmak için kerhen zarfı göndermek zorunda kaldı.
MİT'e Bilgi Vermesek Engellerdik,
Zaten 8 Mayıs günü bir polis muhbirinden de benzer bilgileri edinmiş ve MİT' ile paylaşıldığını
söylemiştim. Ancak terör olaylarındaki tutumunu bildiğimiz halde bu kez yardımları olur
düşüncesiyle saldırı ihbarını saldırıdan 2 gün önce bilgileri MİT'le paylaşmamız çok büyük hataydı.
MİT'le paylaşım yapılmasaydı saldırı hedefi, ihbarda belirtildiği gibi Konya ve Ankara
olduğundan bombalı araçlar bu illere ulaşana kadar engellenirdi. Hedef güzergâhın uzunluğu
ve engellenme ihtimalini bertaraf etmek için hedefin Reyhanlı olarak güncellendiğini, buna MİT'le
paylaşmamızdan sonra karar verildiğini düşünüyorum.
Araçları saldırıdan önce durdurabilseydik, TIR aramalarında olduğu gibi ''Biz devlet sırrı
taşıyoruz, araçları arayamazsınız'' deyip Türkiye'yi ayağa kaldıracaklardı. Katliamdan bir ay
kadar sonra Hatay TEM Şube Müdürlüğü, MİT'in saldırı hazırlığını bildiği 2012 yılı Aralık ayından
itibaren failleri takip edip telefon konuşmalarını kaydettiklerini içeren bir bilgi notu gönderildi.
226
MİT'in teknik izlemesine takılan telefon görüşmelerinde şüphelilerin eylem hazırlığı içinde
olduğu açıkça belli oluyordu.
Muhbire Tehdit,
Soruşturma kapsamında, MİT elemanı olan Suriye uyruklu birisini tanık olarak dinlemiştik.
İfadesinde olaydan 2 ay önce saldırı planını ihbar ettiğini belirtti. Muhbir, 2013 Eylül'ünde
Ankara'da Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'na götürülüp sorgulandığını anlattı. İstenen ifadeyi
imzalamayacağını söylemesi üzerine özel hayatıyla ilgili dosyalar önüne konularak tehdit edildiğini
söyledi. Dosyalardan Reyhanlı saldırısından itibaren 4 ay süreyle bütün faaliyetlerinin MİT
tarafından izlendiğini anlayan muhbir en özel görüşmelerinin bile fişlendiğini anlattı. Muhbir ertesi
günde benzer sorgunun yine MİT huzurunda Başbakanlık Teftiş Kurulu'ndan bir başmüfettiş
tarafından yapıldığını söyledi.
Örtbas Çabası,
Saldırıdan bir gün sonra MİT yetkilileri beni ve polisi suçlayan bir dosya hazırlayıp dönemin
Başbakanı Erdoğan'a sunum yapmış. Bunun üzerine Ankara'ya gittim. Dönemin Adalet Bakanlığı
Müsteşarı Birol Erdem, HSYK Başkan Vekili Ahmet Hamsici, 1. Daire Başkanı İbrahim Okur'un
bulunduğu bir toplantıda Reyhanlı'da MİT'in sorumluluğu ve ihmalini ayrıntılı olarak anlattım.
Müsteşar Birol Erdem ayağa fırlayarak ''Ne ihmali savcı bey, apaçık ihanet bu'' dedi.
Erdem Yalanladı,
Birol Erdem ise konuyla ilgili iddiaları yalanladı. Özcan Şişman'ın o dönemde HSYK'ye gelerek
açıklamalar yaptığını belirten Erdem, ''Herhangi bir toplantı olmadı. Konuşmalara tesadüfen
tanık oldum ama bana atfedilen şeyleri söylemedim'' beyanında bulunduğu, Özcan Şişman'ın
Milli İstihbarat Teşkilatı'nı bu saldırılarla ilişkilendirmeye çalıştığı anlaşılmıştır.
Yapılan tespitler doğrultusunda;
Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan yapılan bildirimlerin dikkate alınmadığı, Reyhanlı'da meydana
gelen patlamalar neticesi 52 kişinin ölümünü sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü'nün şiddet
eylemi olarak kullanılmak üzere kurgulandığı, eyleme yol verilmesi gibi vahim bir durumun
ortaya çıktığı, soruşturma savcısının ''itirafname'' mahiyetindeki mektubunun bu durumu
teyid ettiği anlaşılmakla,
Reyhanlı patlamaları ile ilgili soruşturmayı yürüten Özcan Şişman hakkında, soruşturma
yapmakla yetkili HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığı'nca değerlendirilmek üzere Cumhuriyet
Başsavcılığımızın 2014/41637 Soruşturma, 2015/39902 Esas ve 2015/3278 İddianame sayılı
iddianamesinin bir örneği suç duyurusu mahiyetinde gönderilmiştir.
Şüpheliler tarafından yürütülen sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasında da, şüphelilerin,
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı'nı,
kendi kurguladıkları sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı göstermeye çalıştıkları
227
anlaşılmış, konu Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2014/41637 Soruşturma, 2015/39902 Esas ve
2015/3278 İddianame sayılı iddianamesinde ayrıntılarıyla izah edilmiştir.
Bu kapsamda, Savcı Özcan Şişman'ın açıklamaları da göz önünde bulundurulduğunda, FETÖ/PDY
Silahlı Terör Örgütü'nün, 11.02.2013 ve 11.05.2013 tarihlerinde Hatay İli'nde meydana gelen terör
saldırılarını, planlı bir şekilde Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilişkilendirilerek sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü'nün şiddet eylemi olarak sunmayı amaçladıkları anlaşılmıştır.
19.01.2014 tarihinde adana İli Ceyhan İlçesi'nde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım
tırlarının durdurulması eylemini gerçekleştiren şüpheli Önder Kır'ın, tırların durdurulması
eylemi sebebiyle Kayseri C.Başsavcılığı'nda alınan 07.04.2014 tarihli ifadesinde özetle;
''Olayın olduğu gün saat:04.00 sıralarında Ankara İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube'de görev
yapan Hakan Gençer'in kendisini aradığını, bizimkilerde hareketlenme var bir koordine
yapmamız gerekebilir haberin olsun dediğini, Hakan Yüzbaşı ile daha öncede aynı yerde görev
yaptıklarını, göreve yönelik koordinasyonlarının olduğunu, bilgi paylaştıklarını, kendisinin yaklaşık
altı aydır takip ettiği batı illerinden çalınan araçlara klonlanmış plaka takılarak bu araçların
Ankara, Adana, Hatay üzerinden Suriye'ye gittiğini, orada terör örgütlerince kullanıldığına
dair çalışmalarının olduğunu, konu ile ilgili Ankara İl Jandarma Komutanlığı'nın bu
araçların bomba yüklenerek IŞİD Terör Örgütü'nce eylemde kullanılacağına dair yazıların
mevcut olduğunu, çalışmalar kapsamında 20 kadar klonlanmış plakalı çalıntı araç yakalandığını,
konu ile ilgili bir kısım insanların tutuklandığını, bu insanlardan üç tanesinin de El-Kaide Terör
Örgütü bağlantılı olduğunu bildiğini, Hakan Gençer'in hareketlenme var sözüyle kastettiği
hususun bu konularla ilgili olduğunu, kendisinin de telefonu kapattıktan sonra Asayiş ve
Kaçakçılık Kısım Amir V. Üsteğmen Hüseyin Özmen'i aradığını, Hakan Gençer'in söylediklerini
Hüseyin Özmen'e aktardığını ve telefonu kapattığını, 19.01.2014 sabahı Gaziantep-Islahıye'de
yapılacak olan Rojova'ya destek mitingine geniş bir katılımın beklendiğini, bu nedenle
mitingin tehlikeli olabileceğini düşündüğünü, ayrıca bir gün önce açık kimliğini ve adresini
bilmediği Murat ismindeki bir şahısla karşılaştığını, bu şahsın "komutanım siz istihbaratçıydınız
değil mi" dedikten sonra "dün yani 17/01/2014 günü çarşıda çay içerken yan masadan değişik tipli
iki şahsın konuşurlarken 'Reyhanlı, Suriye, Bomba' kelimelerini kullandıklarını duydum"
dediğini, bu bilgiyi pek ciddiye almadığını, ancak bunun üzerine Hakan Gençer'in kendisini
araması, Rojova'ya destek mitingi ve iki şüpheli şahısla ilgili aldığı haberleri değerlendirdiğini ve
Hüseyin Özmen'i arayarak kendisi ile buluştuğunu, kendisine yapmış olduğu değerlendirmeleri
aktardığını, Hüseyin Özmen'in de İstihbarat Şube Müdürünü ve Savcı Aziz Takçı'yı konudan
haberdar edelim dediğini, bunun üzerine Savcı Aziz Takçı'nın konutuna gittiklerini, savcıya
konuyla ilgili bilgi verdiklerini ve ayrıldıklarını, bir müddet sonra savcının kendisini telefonla
arayarak konuyu ciddiyetle takipçisi olunması talimatını verdiğini, daha sonra İstihbarat Şube
Müdürü Bekir Karataş'a tüm bu gelişmeleri aktardıklarını, bunun üzerine Bekir Karataş'ın
mitingde görevli personel sayısını artırılması emrini verdiğini, sabah 07.30 sıralarında Adana
İl Jandarma Komutanlığı hareket merkezine gelen bir ihbarla ilgili şube müdürünün
kendisine Ankara'dan saat:02.00 sıralarında plakası belli olmayan üç tırın silah ve patlayıcı
yüklü Ankara'dan Adana istikametine doğru geldiğini ve konuyu Cumhuriyet Başsavcısına
iletmem gerektiğini bildirdiğini, Savcı Aziz Takçı'yı aradığını, ihbarla ilgili bilgi verdiğini, Hatay
228
ve Reyhanlı'da İŞİD terör örgütünün bombalı eylem yapma olasılığını savcıya söylediğini,
savcının da kendisine arama kararı talep edilmesi talimatını verdiğini, arama kararının alındığını,
yine savcı Aziz Takçı'nın güvenlik zafiyeti oluşmaması adına bölgeye sinyal kesici jammer, bomba
arama köpeği, patlayıcı madde imha uzmanı ve olay yeri inceleme uzmanı ile birlikte gidilmesi
talimatını verdiğini, kendisinin bu görüşmeleri yazılı tutanak haline getirdiğini, daha sonra ekiplerle
birlikte Ceyhan Sirkeli gişelerine geçerek Ceyhan İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri ile
buluştuklarını, beklenilen noktaya tırlar gelmeden önce istihbarat unsurlarının ihbarı teyit ettiklerini,
ayrıca üç tırı yakın mesafede takip eden Audi marka bir aracın olduğunu, arama noktasında dört
arama grubu oluşturduklarını, üç grubun aramayı yapacağını bir grubun ise ihtiyat görevinde
bulunacağını, ihtiyat unsuruna tırlara eskortluk eden Audi araca müdahale etmesi talimatı
verildiğini, saat:12.00 sıralarında üç tırın arama noktasına alındığını, arkadan gelen Audi aracın
önce durduğunu, sonra tırların arasına doğru hareket ettiğini, ihtiyat unsurlarının aracın peşinden
koşmaları sırasında aracın tekrar durduğunu, bu arada kendisinin tırların yanına geçtiğini, tırların
durdurulduğu yerde köpek timlerinin de bulunduğunu, köpeğe tırlarda kontrol yaptırıldığını,
sonrasında arama faaliyetine geçildiğini, kendisini tekrar Audi aracın yanına gittiğini, bu sırada
görevli arkadaşların Audi içerisindeki şahısları kontrol altına almaya çalıştıklarını, şahısların aşırı
saldırgan davranarak direndiklerini hakaretlerle görevli personele mukavemette bulunduklarını,
kendisin de yardımıyla şahıslara kelepçe takıldığını, şahıslardan bir tanesinin devriye aracına
götürüldüğü sırada arabada paralarım vardı gizli belgelerim vardı çaldınız diyerek kendilerine iftira
attığını, aracın yanındaki diğer şahsın yanına gittiğinde şahsın sizin savcınız beni arayamaz savcının
anasını sinkaf ederim savcınız gelsin buraya diye bağırdığını, şahsın cebinden çıkan kartlara
baktığını, bu kartlardan bir tanesinin MİT kartı olduğunu gördüğünü, bunun üzerine C. Savcısını
arayarak şahısların MİT Mensubu olduğunu tırlar haricinde dördüncü bir Audi marka araç ile
tırların arkasından geldiklerini bildirdiğini, C. Savcısı'nın kendisine şahısların kelepçelerinin
çözülerek arama faaliyeti bitene kadar kontrol altında tutulmaları, Audi araçta arama yapılmaması,
şahısların kimliklerinin tespit edilmesi talimatını verdiğini, talimatları yerine getirdiklerini, bu
esnada şahısların bunların hesabını vereceksiniz şeklinde kendilerini tehdit ettiğini, şahıslardan
birinin telefon görüşmesi yaparak başkanım acil durum Adana'da jandarma bizi iki yüz askerle
durdurdu şeklinde bildirimde bulunduğunu, her iki şahsında kendilerine bu tırlarda arama
yapamazsınız Divan-ı Harp'te yargılanacaksınız şeklinde tehdit ettiklerini, bu esnada tır şoförlerinin
yanındaki iki şahsın da MİT mensubu olduğu duyumunu aldığını, savcı talimatını bu şahıslarda da
uyguladıklarını, tır kapaklarının açıldığında içinde mühimmat, ilaç ve tespit edilemeyen bir takım
malzemeler olduğunu öğrendiğini, tırın üzerine çıkıp bu malzemeleri gördüğünü, savcıya durumu
bildirdiğini, savcının kendisine 4 MİT Mensubu'nun serbest bırakılması talimatını verdiğini,
kendisinin de durumu Ceyhan İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Erdal Yılmaz'a ilettiğini, savcı
talimatı ile aramanın daha güvenli bir ortamda yapılabilmesi için saat:12.45 sıralarında
tırların Seyhan Kışlasına doğru hareket ettirildiğini, 4 MİT Mensubu şahsın kimlik tespiti
yapılmasına müsaade etmediklerini, Erdal Yüzbaşının şahısların arabasına bindiğini kendisinin de
görev aracı ile onların önünden Seyhan istikametine doğru harekete geçtiğini, TEM otoyolu
Kürkçüler mevkiine geldiğinde konvoyun durmuş halde olduğunu, durumu arkadaşlara sorduğunu,
aldığı aracın konvoyun önünü kestiğini, MİT Mensubu olduğu iddia edilen şahıslardan uzun boylu
ve kel olanın 3 tırın da kontak anahtarını topladığını öğrendiğini, durum savcıya bildirdiğini, zor
229
kullanarak anahtarların alınması talimatını aldığını, şahısların yanına gittiğinde şapkalı gözlüklü ve
kirli sakallı MİT mensubunun anahtarı tır şoförüne uzattığını gördüğünü, bu esnada anahtarı
kaptığını, şahsın üstüne atlayarak kendisini darp ettiğini, uzun boylu kel olanın kendisine müdahale
ettiğini, tırın anahtarını kaptırmamak için arkadaşlarına doğru fırlattığını, arbedeyi arkadaşlarının
ayırdığını, hemen doğrulup anahtarı aldığını ve anahtarın ait olduğu tırın yoluna devam etmesini
sağladığını, MİT mensubu şahıslarla yapılan görüşmede diğer iki tırın anahtarını alınamadığını,
durumu savcıya bildirdiğini, tırların çekici ile olay yerinde alınması talimatını aldığını, çekicilerin
çağırıldığını, bu sırada önden yola çıkan tırın arıza yaptığı haberinin geldiğini, o tır içinde çekici
çağırıldığını, yaklaşık on dakika sonra savcının olay yerine geldiğini, tırın dorsesine çıktığını, bu
esnada MİT Mensubu şahısların savcıya hitaben, savcım bakar mısın o tıra bakamazsın diye yüksek
tonda bağırdıklarını, savcının tırdaki malzemelere baktığını ve cep telefonu ile görüntülerini
aldığını, bu esnada olay yerine bir çok koruması olan bir emniyet müdürü ve hemen ardından İl
Jandarma Komutanı'nın geldiğini, savcı ile görüştüklerini, Sarıçam İlçe Jandarma Komutanlığı'ndan
takviye personelinin geldiğini, İl Emniyet Müdürü'nün tırlara doğru hareket ettiğini ve tır üzerindeki
şahıslara suç işliyorsunuz arama yapamazsınız şeklinde uyarıda bulunduğunu, korumalarına tır
üzerindeki personelin görüntülerini kaydettirdiğini, kısa süre sonra çevik kuvvet, polis özel harekat
ve sivil kıyafetli yaklaşık 150 polisin tırın çevresini sardığını Vali Bey'in de olay yerine geldiğini,
Vali, İl Emniyet Müdürü ve İl Jandarma Komutanı'nın Cumhuriyet Savcısı'yla görüştüğünü, Adana
MİT Bölge Başkanı'nın geldiğini, onun da Cumhuriyet Savcısı'yla görüştüğünü, savcının kimlik
tespiti yapalım tırları teslim edelim talimatını verdiğini, MİT Mensubu şahısların deşifre oluruz
diyerek kimlik tespitine izin vermediklerini, yapılan kimlik tespit tutanağına sicillerinin yazıldığını,
bu şahısların jandarma personelini cep telefonu ile kayda aldıklarını, kendisinin üstlerinin vermiş
olduğu emirleri uyguladığını, tırların daha önceki geçiş güzergahlarında durdurulmayıp Ceyhan'da
durdurulması ile ilgili herhangi bir yetkisinin bulunmadığını, verilen talimatı uyguladığını, tırların
zaten istihbarat unsurlarınca takip edildiğini, kontrolsüz bir durumun olmadığını, ihbarı
terörle alakalı olduğunu düşündüğü için nöbetçi savcı yerine özel yetkili savcıya bildirdiğini,
ihbarda terörle alakalı bir ibare geçmemesine rağmen kendisinin Hatay ve Reyhanlı'da
bombalı eylem meydana gelmesi ihtimali ile ilgili yazıları dikkate aldığını, konunun bunla
alakalı olduğunu düşündüğünü, bu sebeple arama talebine El-Kaide ibaresi koyduklarını" beyan
ettiği anlaşılmıştır.
İfadesinden de anlaşıldığı üzere;
Şüpheli Önder Kır, ifadede kullandığı "Reyhanlı, Suriye, Bomba" ibareleri üzerinden, bir gün
sonra gerçekleştirilmesi planlanan MİT'e ait tırların durdurulması ve El Kaide Terör Örgütü ile
irtibatlandırılması eylemlerinde dayanak olarak kullanmak ve Hatay İli Reyhanlı İlçesi'nde
meydana gelen patlamaları Milli İstihbarat Teşkilatı'nın gerçekleştirdiği/yardım ettiği algısı
oluşturmaya yönelik delil üretmeye çalıştıkları, aynı şekilde Reyhanlı patlamalarıyla ilgili
soruşturmayı yürüten Özcan Şişman'ın Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan beyanatlarının
da bu doğrultuda olduğu tesbit edilmiştir.
Eylemle ilgili olarak FETÖ/PDY Terör Örgütü tarafından şüpheliler Can Dündar ve Erdem
230
Gül'e verilen görev;
Şüpheli Can Dündar'ın Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürüttüğü Cumhuriyet
Gazetesi'nde 22 Haziran 2015 tarihli “Susarak Kurtulamazsınız” başlıklı yazıda özetle;
Sınırları içinde üç korkunç katliam yaşanıyor. Bu saldırılarda 70 kişi ölüyor. Sonra devletin savcısı
çıkıyor, "Ben araştırdım, bu üç saldırıda da istihbarat teşkilatının parmağı var" diyor. Ne olur?
Cumhuriyet bu haberi geçen cuma manşetten verdi, Türkiye'nin kılı bile kıpırdamadı Ne MİT
yalanladı, ne Hükümet üstüne alındı, ne partiler basın toplantısı yaptı, ne medya ilgi gösterdi.
Devletin istihbarat teşkilatı içinden birilerinin, ülke toprakları içinde katliama aracılık ettiği
iddiası, futbolda transfer haberleri j kadar bile dikkat çekmedi.
MİT TIR'larını durduran savcının mahkemedeki savunma \ kurtulamazsınız" kaydını Arzu Yıldız ele
geçirmişti. Yani kayıt, açık istihbarat niteliğindeydi. Bu çapta bir İddianın gizlenmesi mümkün
değildi. Ama Cumhuriyet dışında hiçbir gazete görmedi. Daha once tehditle, şantajla,
soruşturmayla susturmayı deneyenler, başaramayınca görmezden gelme, yok sayma, susma yoluna
saptı. Ama herkes biliyor ki, dünyanın görüp konuştuğu bu çapta bir skandal, böyle geçiştirilemez.
Hükümet, MİT, susarak bu İddiayı örtbas edemez. O saldırılarda ölen İnsanların kanları üzerine
bir devlet, bir koalisyon, bir gelecek inşa edilemez. Skandala karışanlar yargılanmadan, emir
verenler hesap vermeden bu dosya yok edilemez.
Cumhuriyet, nasıl MİT TIR'larıyla taşınan silahları sergilediyse, nasıl MİT mensuplarının IŞİD
militanlarını sevk ettiğini belgelediyse, nasıl Reyhanlı'da, Cilvegözü'nde, Niğde'de MİT
parmağına İlişkin savcılık iddialarını yayımladıysa, bundan sonra da -tek başına bile olsa- olayın
üzerine gitmeye, bu kirli skandalı ilmek ilmek çözmeye devam edecek.
Muhabirlerimiz sıcak bölgede Türkiye'nin Suriye sınırında yangın var. Çatışmalar, göçmen akını,
askeri yığınak... Dünyanın gözü orada... Olup bitenlere dair herkesin bir fikri var, ama bilgisi yok.
Bilgi almak için muhabir lazım, cesaret lazım, irade lazım. Cumhuriyet geçen hafta, o İrade ve
cesaretle sınırın İki yanında varlık gösterdi, okurunu birinci elden bilgilendirdi.
Ahmet Şık, önce Akçakale'de Suriye'den kaçan göçmenlerden izlenimler aktardı, sonra tehlikeli bir
yolculuğun ardından Tel Abyad'a geçip IŞİD'cilerden teslim alınan kenti gezdi. Kaçan IŞİD'çilerin
sığınmacı kılığında Türkiye'de olduğunu haber verdi.
Aynı günlerde Pınar Öğünç, yine Akçakale'de sığınmacıların derdini dinlerken, gazetecilerin
sorusunu beğenmeyen Urfa Valisi'nin talimatıyla Emniyet'e götürüldü. Cumhuriyet, aykırı sorudan
hoşlanmayan Vali'nin tavrını "Ne Sorayım Valime" manşetiyle ve yanıtlanmayan soruları
tekrarlayarak eleştirdi.
Nihayet dün de mülteci kamplarının Angelina Jolie'ye gösterilmeyen sefil yüzünü Pelin Batu'nun
tanıklığıyla aktardık. Kampların, "Angelina'ya farklı, Pelin'e farklı" görünen yüzünü okurlarımızla
paylaştık.
Devlet, eski aklıyla baskılamaya, saklamaya, gözaltına devam etsin. Biz, dün andığımız İlhanTurhan Selçuk'lardan ve diğer meslek ustalarından gördüğümüz gibi, baskılara aldırmadan
saklananı sergilemeye, gözaltına rağmen göz önüne sermeye devam edeceğiz. Cumhuriyet'e özgü
Ramazan sayfası Cumhuriyet'te bir Ramazan sayfası yapmak istediğimde yadırgayanlar oldu. Tıpkı
231
Charlie Hebdo'nun tıpkıbasımı kararı alındığında olduğu gibi... Oysa ikincisi fikir özgürlüğüyle
ilgiliydi, ilki, inanç özgürlüğüyle... Ve Cumhuriyet her koşulda özgürlüğün safında olmak, fikri ve
inancı, birini diğerine feda etmeden bir arada savunmak durumundaydı. Ayrıca bu, elbette ki diğer
gazetelerde görmeye alıştığınız türden bir Ramazan sayfası olmayacak, Cumhuriyet'e yaraşır bir
fark yaratacaktı. Büyük güvenle sayfayı çalışkan hocamız Prof. Dr. Tayfun Atay'ın mahir ellerine
teslim ettik. Sayfanın ismini de Gezi ruhunu yansıtan -ve isim babası Lütfü Oflaz olan- *Yeryüzü”
şeklinde yazı kaleme aldığı,
08 Temmuz 2015 tarihli “Bizimki Gazetecilik Sizinki İhanet” başlıklı, savcı Özcan Şişman’ın
avukatı Alp Değer Tanrıverdi aracılığı ile soruların yanıtlandığı röportajda;
Erdoğan ve Davutoğlu’nun “MİT TIR’ları” manşetleri yüzünden “vatan hainliğiyle” suçladığı Can
Dündar, “halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı adına uğradığı her türlü baskıya rağmen
kamuoyunun bilgilendirilmesine yaptığı katkılar nedeniyle” kişi dalında ödüllendirildi. Savcı
Şişman’a göre MİT Reyhanlı katliamını biliyordu ama polisle paylaşmadı.
Mit Reyhanlı Katliamını Biliyordu Ama Gereğini Yapmadı
Hatay Kırıkhan ve Adana’da 1 ve 19 Ocak 2014’te yapılan iki ayrı operasyonda MİT’e ait
TIR’larla Suriye’ye silah sevkiyatı yapıldığı ortaya çıkmıştı. Silah sevkiyatları dosyası takipsizlik
kararı verilerek kapatılırken, soruşturmalarda görev alan savcı ve askerler hakkında soruşturma
açılmıştı. Dönemin Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, Başsavcı Vekili Ahmet
Karaca ile TIR soruşturmalarını yürüten savcılar Aziz Takçı ve Özcan Şişman tutuklandı. Adana
Kürkçüler Cezaevi’nde tutuklu bulunan Savcı Özcan Şişman’ın, avukatı Alp Değer Tanrıverdi
aracılığıyla sorularımızı yanıtladığı mektubunda dile getirdiği iddialar şöyle: 2012 yılının Kasım
ayında MİT yetkilileri yanıma gelerek, aralarında Murat Özdeş isimli bir kişinin de bulunduğu bir
grubun bombalı saldırı hasırlığında olduğunu ihbar etti. Suriye istihbaratı adına faaliyet yürüten
grubun Suriye’den getirecekleri patlayıcıları Hatay Yayladağı’ndaki Suriyeli muhalif askerlerin
bulunduğu çadır kampta patlatacaklarını söylediler. Patlayıcının çöp kamyonuna yerleştirileceğini
söyleyen MİT’çiler, grubun içinde bir muhbirlerinin bulunduğunu söylediler. Bunu ihbar kabul edip
soruşturmaya geçtik.
Fiiliyatta Bir Şey Yok
Teknik takip sırasında sadece bir kez ortam dinlemesinde saldırıya ilişkin görüşmeler tespit edildi.
Ancak fiiliyata geçildiğine dair tespit yapılamadı. MİT yetkilileri bir kaç kez operasyon yapsanız
diye teklifte bulundular. Yeterli delil olmadığını, engellemeye yönelik MİT’in de yetkileri
bulunduğunu, gelen bilgileri polisle paylaşmalarını belirterek işimize karışmamalarını söyledim.
Soruşturma sürerken Reyhanlı saldırısından üç gün önce, 8 Mayıs Çarşamba günü MİT’ten bir
yetkili geldi. Tedirgin ve panik bir halde operasyon yapılmasında ısrar etti. Somut bir gelişme
olmadığını söyleyince işimize karışmamaları uyarısında bulundum. Bize hiçbir soruşturmada
katkısı olmayan, birçok terör olayında perde gerisinde ya da içinde gördüğümüz MİT’in, bu
saldırıyı ihbar etmesine şaşırmıştım. Reyhanlı’dan 3 gün önce bu dosyaya operasyon yapın diye
yaptıkları ısrarın, beni ve polisi içi boş bir dosya ile operasyonla meşgul ederek saldırının polis
tarafından engellenmesinin önüne geçilmek istendi.
Polis Katliam Hazırlığını Öğrendi
MİT yetkilisiyle görüşme yaptıktan bir saat kadar sonra Hatay Terörle Mücadele Şubesi Müdür
Yardımcısı telefonla aradı. Benim de katkılarını bildiğim bir haber elemanının, Suriye istihbaratı ile
232
irtibatlı kişilerin iki beyaz minibüs ile saldırı hazırlığında olduğunu söylediğini aktardı. Minibüsler
ve patlayıcıların Hatay’a getirildiğini, saldırıların Konya ve Ankara’da yapılacağını söyledi.
Derhal soruşturma için hazırlık yapmalarını, diğer güvenlik birimlerinden yardım istemelerini
söyledim. 9 Mayıs günü failleri teknik takiple izlemeye başladık. Ancak teknik takip sırasında
saldırıya ilişkin bir tespit yapılamadı.
İhbar Mektubu Nöbetçiye Verildi
MİT’in Reyhanlı saldırısı öncesinde, bizleri oyalamak için içi boş ihbarda bulundukları olay
dışında benimle ve emniyet birimleriyle görüştüğü kesinlikle yalandır. Reyhanlı saldırısından 16
saat kadar önce, 10 Mayıs günü mesai bitiminde MİT’ten bir görevlinin getirdiği kapalı zarfı
emniyet binasının girişindeki polise bırakmış. Zarfta bombalı saldırı yapılacağına ilişkin bilgi
içeren yazı olduğu kapıda görevli polis memurunun MİT’ten geldiği için önemli olduğunu düşünüp
beklemeyerek zarfı TEM şube müdürüne götürmesi üzerine ortaya çıktı. Herhangi bir uyarı
yapılmadan alalade bir evrak gibi teslim edilen MİT’in yazısında saldırıda kullanılacak araçların
plaka ve diğer bilgileri ile şüphelilerin isimlerinin de bulunduğu çok kıymetli bilgiler olduğu tespit
edildi. MİT, Reyhanlı katliamında kendilerini sorumluluktan kurtulmak için kerhen zarfı göndermek
zorunda kaldı.
MİT'e Bilgi Vermesek Engellerdik
Zaten 8 Mayıs günü bir polis muhbirinden de benzer bilgileri edinmiş ve MİT’ ile paylaşıldığını
söylemiştim. Ancak terör olaylarındaki tutumunu bildiğimiz halde bu kez yardımları olur
düşüncesiyle saldırı ihbarını saldırıdan 2 gün önce bilgileri MİT’le paylaşmamız çok büyük
hataydı. MİT’le paylaşım yapılmasaydı saldırı hedefi, ihbarda belirtildiği gibi Konya ve Ankara
olduğundan bombalı araçlar bu illere ulaşana kadar engellenirdi. Hedef güzergâhın uzunluğu ve
engellenme ihtimalini bertaraf etmek için hedefin Reyhanlı olarak güncellendiğini, buna MİT’le
paylaşmamızdan sonra karar verildiğini düşünüyorum. Araçları saldırıdan önce durdurabilseydik,
TIR aramalarında olduğu gibi “Biz devlet sırrı taşıyoruz, araçları arayamazsınız” deyip Türkiye’yi
ayağa kaldıracaklardı. Katliamdan bir ay kadar sonra Hatay TEM Şube Müdürlüğü, MİT’in saldırı
hazırlığını bildiği 2012 yılı Aralık ayından itibaren failleri takip edip telefon konuşmalarını
kaydettiklerini içeren bir bilgi notu gönderildi. MİT’in teknik izlemesine takılan telefon
görüşmelerinde şüphelilerin eylem hazırlığı içinde olduğu açıkça belli oluyordu.
Muhbire Tehdit
Soruşturma kapsamında, MİT elemanı olan Suriye uyruklu birisini tanık olarak dinlemiştik.
İfadesinde olaydan 2 ay önce saldırı planını ihbar ettiğini belirtti. Muhbir, 2013 Eylül’ünde
Ankara’da Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’na götürülüp sorgulandığını anlattı. İstenen ifadeyi
imzalamayacağını söylemesi üzerine özel hayatıyla ilgili dosyalar önüne konularak tehdit edildiğini
söyledi. Dosyalardan Reyhanlı saldırısından itibaren 4 ay süreyle bütün faaliyetlerinin MİT
tarafından izlendiğini anlayan muhbir en özel görüşmelerinin bile fişlendiğini anlattı. Muhbir ertesi
günde benzer sorgunun yine MİT huzurunda Başbakanlık Teftiş Kurulu’ndan bir başmüfettiş
tarafından yapıldığını söyledi.
Örtbas Çabası
Saldırıdan bir gün sonra MİT yetkilileri beni ve polisi suçlayan bir dosya hazırlayıp dönemin
Başbakanı Erdoğan’a sunum yapmış. Bunun üzerine Ankara’ya gittim. Dönemin Adalet Bakanlığı
Müsteşarı Birol Erdem, HSYK Başkan Vekili Ahmet Hamsici, 1. Daire Başkanı İbrahim Okur’un
bulunduğu bir toplantıda Reyhanlı’da MİT’in sorumluluğu ve ihmalini ayrıntılı olarak anlattım.
Müsteşar Birol Erdem ayağa fırlayarak “Ne ihmali savcı bey, apaçık ihanet bu” dedi.
233
Erdem Yalanladı
Birol Erdem ise konuyla ilgili iddiaları yalanladı. Özcan Şişman’ın o dönemde HSYK’ye gelerek
açıklamalar yaptığını belirten Erdem, “Herhangi bir toplantı olmadı. Konuşmalara tesadüfen tanık
oldum ama bana atfedilen şeyleri söylemedim” dedi.” şeklinde röportaj yayınladığı,
Şüpheli Can Dündar'ın sosyal medya paylaşım sitesi olan www.twitter.com isimli site üzerinde
bulunan “CanDündar@candundaradasi” rumuzlu hesabından,
20 Temmuz 2015 günü “MİT'in IŞİD'e bomba ve eleman taşıdığını belgeledik, suçlu ilan
edildik. Suruç, AKP'nin ve MİT'in Suriye ve IŞİD siyasetinin kanlı meyvesidir” şeklinde
paylaşımda bulunduğu tesbit edilmiştir.
Şüpheliler Can Dündar ve Erdem Gül'ün, 29/05/2015 ve 12/06/2015 tarihlerinde Milli İstihbarat
Teşkilatı'na ait tırların içerisinde bulunan devlet sırrı kapsamındaki malzemelerin görüntülerini
yayınlamalarının ardından, yine Milli İstihbarat Teşkilatı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni terörle
ilişkilendirme kasıtlarında ısrar ederek, şüpheli Can Dündar'ın Genel Yayın Yönetmenliği'ni
yürüttüğü Cumhuriyet Gazetesi'nin 08/08/2015 tarihli nüshasında "Bizimki Gazetecilik Sizinki
İhanet” başlıklı haberi yayınladıkları,
Haber içeriğinde, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın, Reyhanlı'da meydana gelen patlamayı önlemek için
şüphelilere operasyon yapılması yönünde C.Savcısı Özcan Şişman'a ısrarla talepte bulunmasına
rağmen, Özcan Şişman tarafından operasyona izin vermediği gerçeğini bilinçli olarak gözardı
edilerek, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın terör örgütleriyle işbirliği yaparak patlamaya sebebiyet verdiği
yönünde kamuoyu oluşturmaya çalıştıkları, bu amaç doğrultusunda FETÖ/PDY Terör Örgütüyle
işbirliği yaptıkları anlaşılmıştır.
D) ŞÜPHELİLERİN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ EYLEMLERİN CEZA HUKUKU AÇISINDAN
İNCELENMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
Bu bölüm;
1) FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ'NE ÜYE OLMAKSIZIN BİLEREK VE İSTEYEREK
YARDIM ETMEK (FETÖ/PDY),
2-a) SİYASİ SİYASİ VE ASKERİ CASUSLUK, GİZLİ KALMASI GEREKEN BİLGİLERİ
(DEVLET SIRRI) AÇIKLAMA,
b) CEBİR VE ŞİDDET KULLANARAK TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ'Nİ
ORTADAN KALDIRMAYA VEYA GÖREVLERİNİ YAPMASINI KISMEN YADA TAMAMEN
YAPMASINI ENGELLEMEYE TEŞEBBÜS ETMEK,
Ana başlıkları altında düzenlenmiştir.
234
FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ'NE ÜYE OLMAKSIZIN BİLEREK VE İSTEYEREK
YARDIM ETMEK (FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ),
A. CEZA HUKUKU'NDA TERÖR KAVRAMI;
Terör örgütü kavramı örgütlü suçluluk alanında özgün bir konuma sahiptir. Kavramın bu özgünlüğü
terörizmin siyasi niteliğinden kaynaklanmaktadır. Nitekim terör örgütü, diğer suç örgütlerinden
siyasi amaçlarıyla ayrılmaktadır.
Tanımı üzerinde ittifak olmayan terör ve terörizm kavramları, hukuki olduğu kadar siyasi ve
sosyolojik boyutlara sahiptir. Siyasi niteliğinden ötürü bu kavramlar ideolojiden ideolojiye,
rejimden rejime, dönemden döneme farklılık arz eden göreceli bir mahiyettedir. Bir ülkenin terörist
ilan ettiği bir teşkilat, bir başka ülkede ''özgürlük savaşçısı''ya da ''zayıfların silahı''olarak
tanınabilmektedir.
Ceza Hukukunda Terör Örgütü Kavramı;
Terörizm toplumsal aktörler arasındaki mücadelenin bir sonucu veya marjinal bir ideolojik faaliyet
olarak da ele alınmaktadır. Bununla beraber terörizm faaliyeti aynı zamanda suç olarak görüldüğü
için kaçınılmaz şekilde ceza hukukunun ilgi alanına girmektedir. ''Terör örgütü''kavramının ceza
hukukundaki yerinin belirlenebilmesi, bir taraftan terör ve suç örgütü tanımlarına bağlıyken
diğertaraftan diğer suç örgütleriyle olan ilişkilerinin ortaya çıkarılmasıyla mümkün olacaktır. Bu
yüzden çalışmanın ilk bölümünde sorun kavramsal boyutuyla, ikinci bölümde ise Türk Ceza
Hukuku bağlamında ele alınmaktadır.
Örgütlü suçluluğun bir konusunu oluşturan terör örgütü kavramının anlaşılması, terör ve terörizm
terimlerinin yanı sıra suç örgütü ve örgütlü suçluluğun incelenmesiyle mümkün olacaktır. terör
örgütünün kavramsal boyutunun açıklığa kavuşturulmasında rol oynayan terimlerden,
a)Terör ve terörizm;
Latince ''büyük korku, dehşet, panik, korku kaynağı''anlamındaki terrorem ismi ile ''korkmak,
irkilmek''anlamına gelen terrere fiilinden kaynağını alan terör (tedhiş, terror, terreur) kelimesi, XIV.
Yüzyıl Fransızca'sında terreur şeklinde kullanılırken İngilizceye terror olarak geçmiştir. ''Ürpermek,
titremek''manasındaki tremble ile terrible (korkunç) kelimeleri de aynı kökendendir. Kelimenin
1520'lerde ''dehşete yol açma niteliği''anlamında kullanıldığı doğrulanırken,1831'de terror-stricken
(terör mağduru) ifadesine rastlanmaktadır. Fransız İhtilali sonrası dönemde Haziran 1793 ile
Temmuz 1794 arasında yaşanan, binlerce kişinin idam edildiği siyasi belirsizlik ve korku süreci
(terör rejimi) dönemi olarak anılmaktadır. II. Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın Rotterdam
şehrine karşı gerçekleştirdiği hava saldırısı ise terror bombing (terör bombardımanı) şeklinde ilk kez
1941'de kayıtlara geçmiştir. Türkiye'de incelemeye konu olan terimleri ifade etmek için daha önce
''anarşi'', ''tedhiş'', ''tedhişçilik''ve ''yıldırıcılık''kelimeleri kullanılmışsa da terör ve terörizm
ifadelerinin artık yerleştiği söylenebilir.
235
1. Uluslararası Belgelerde,
Milletler Cemiyeti'nin 1934 yılında terörizmin önlenmesiyle ilgili bir antlaşma hazırlama
girişiminden bu yana terör ve terörizm uluslararası hukukun gündeminde yer almaktadır. Birleşmiş
Milletler ile Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın öncülüğünde hazırlanan ve hâlihazırda yürürlükte
olan on üç adet terörizm karşıtı uluslararası antlaşma bulunduğu gibi Avrupa Konseyi ve diğer
uluslararası örgütlerin öncülüğünde imzalanan pek çok terörizm karşıtı düzenleme mevcuttur. Bu
belgelerde, uçuş güvenliğinden terörizmin finansmanının önlenmesine kadar pek çok konu
düzenlenmesine rağmen hiçbir terör tanımı yer almamıştır. 1977 tarihli Tedhişçiliğin Önlenmesine
İlişkin Avrupa Sözleşmesi'nde yer verilen terör suçu olarak kabul edilen ve siyasi suç
sayılamayacak fiiller, 1970 La Haye, 1971 Montreal, 1973 New York Sözleşmeleri'nin öngördüğü
fiillerle örtüşmektedir. Terörizmle mücadele alanında kabul edilen son uluslararası antlaşma olan,
Ceza Hukukunda Terör Örgütü Kavramı Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin
''terminoloji''başlıklı 1. maddesinde terör suçu teriminin sözleşmenin ekinde sıralanan antlaşmalarda
birinin kapsamına giren ve bu antlaşmalarda tanımlanan suçları ifade ettiği düzenlenmektedir.
Böylelikle terör kapsamına alınan suçlar bilinmekteyse de ortak noktaları olan terör kavramı
belirsizlikten kurtarılamamıştır. Türkiye, Hindistan ve Pakistan'ın aralarında bulunduğu bazı
ülkelerin ısrarlarına rağmen, uluslararası suçları düzenleme ve uluslararası bir ceza mahkemesi
önünde yargılama iddiasındaki 1998 Roma Statüsü'nde terörizm, uluslararası suçlar arasına dâhil
edilememiştir. Bu eksikliğin siyaseten güçlü devletlerin diğer rejimlerin iç işlerine karışma
konusunda engelle karşılaşmama isteğinden kaynaklandığı düşünülmektedir. 2010 yılında,
uluslararası suç örgütleriyle ve terörizmle mücadele amacıyla kabul edilen Avrupa Birliği İç
Güvenlik Stratejisi'ne göre tehditler, artık sadece örgütlü teröristlerden değil, ''yalnız kurt''olarak
tabir edilen, bireysel eylemlerde bulunabilecek kişilerden de kaynaklanmaktadır. Bu olgu, terör
kavramının bireysel terör eylemlerini kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğine bir dayanak
olarak gösterilebilir. Nitekim bireysel terör eylemlerine örnek gösterilebilecek olaylara rastlanmıştır.
En çok örnek gösterilen vakıalardan ilki, 8 Kasım 1939 tarihinde, eski bir komünist olan Alman
marangoz Johann Georg Elser'in Adolf Hitler ile Nazi Partisi'nin diğer idarecilerine karşı giriştiği
bombalı suikast teşebbüsü olup Elser'in bu eylemi herhangi bir örgüt bağlantısı olmaksızın kişisel
bir tutumla gerçekleştirdiği bilinmektedir. Daha yakın tarihli ikinci örnek, 22 Temmuz 2011'de, aşırı
sağcı görüşe sahip ve örgüt bağlantısı olmayan Norveç vatandaşı Anders Behring Breivik'in 77
kişinin ölümüne, 242 kişinin yaralanmasına yol açan bombalı saldırı ve silahlı baskın eylemleridir.
2. Mukayeseli Hukukta,
Terörizm bazı ülkelerde özel bir kanunla hüküm altına alınırken bazı ülkelerde ise genel ceza
kanununda düzenlenmektedir. Örneğin, İngiltere, Avustralya ve Kanada'da ayrı bir terörizmle
mücadele kanunu varken; Fransa'da terörizm diğer suçlarla beraber, Ceza Kanunu'nun ''du
Terrorisme''başlıklı bölümünde m. 421-1 ile 422-7 arasında, İtalya'da Ceza Kanunu'nun m. 270 bis
ve devamındaki hükümlerde düzenlenmektedir. Almanya'da ise yine Ceza Kanunu'nun
(Strafgesetzbuch) m. 129a ve diğer birkaç maddesi terörist faaliyetleri yaptırım altına almaktadır.
Dünya geneline bakıldığında, terör faaliyetlerinin eski İngiliz sömürgesi olan common law
ülkelerinde özel kanunlarla, Kıta Avrupası'nda ise genel ceza kanunlarıyla düzenleme eğiliminin
236
ağır bastığı söylenebilir. Fransız Ceza Kanunu'ndaki terörizm tanımı, yöntem unsurunu ön plana
çıkarması bir kenara bırakılırsa, terör örgütünün kavramsal boyutu bakımından ilgi çekicidir.
Kanun'un ''Millete, Devlete ve Kamu Barışına Karşı Suçlar'a tahsis edilmiş 4. Kitap'ının,
''Terörizm''başlıklı 2. Bölüm'ünde, m. 421-1'e göre18, ''Bireysel veya toplu bir teşebbüsle bağlantılı
olarak, tehdit ya da terör yöntemleriyle, kasten, kamu düzenine ciddi derecede zarar verme amacıyla
girişilen aşağıdaki suçlar terörizm fiillerini oluşturur.''
Ceza Hukukunda Terör Örgütü Kavramı tanımında en çok dikkat çeken husus, bireysel faaliyetlerin
de terörizm kapsamına alınmasıdır. Bu örnek, terör suçlarının örgüt olmaksızın işlenebilir olmasına
imkân vermekte; dolayısıyla örgütü, terörün zorunlu bir unsuru olmaktan çıkarmaktadır. Fransız
Ceza Kanunu'ndaki bireysel terörün varlığını öngören tanım, terör örgütü kavramını terör
faaliyetlerinin tek merkezi olmaktan çıkarmaktadır. Saik ağırlıklı bir terör tanımına yer veren
Belçika Ceza Kanunu, ''Devletin İç Güvenliğine Karşı Suçlar''ayrılan 3. bölümünün ''Des infractions
terroristes''başlığını taşıyan kısmında terörizmi düzenlemiştir. Kanun'un 137. maddesine göre, ''terör
suçları, bu maddenin 2. ve 3. fıkrasındaki suçları ifade etmekte olup doğası ve bağlamı içerisinde,
bir ülkeyi ya da uluslararası örgütü ciddi derecede etkileyen, bir toplumu korkutmak ya da kamu
erklerini ya da uluslararası bir örgütü haksız yere bir fiili işlemeye ya da işlememeye ciddi derecede
zorlamak veya bir ülkenin veya uluslararası örgütün temel siyasi, anayasal, ekonomik ya da
toplumsal yapısını istikrarsız hale getirmek ya da yıkmak maksadıyla kasten işlenen suçlardır.
3. Türk Hukuku'nda,
Common Law ülkelerine benzer şekilde terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden
Türk kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde terörü tanımlamıştır.
Bu tanıma göre terör, ''cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit
yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik,
ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya
yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini,
kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından
girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.''Yapılan tanım çerçevesinde bir suçun terör suçu
olarak kabul edilmesi için üç zorunlu unsur kategorisi bulunmaktadır:
a) Yöntem (suçun işleniş biçimi),
b) Amaç (suçun ideolojik saiki),
c) Örgüt (suç failinin kriminal bağlantısı).
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2007 tarihli bir kararına göre, Terörle Mücadele Kanunu'nun 1.
maddesindeki terör tanımı yeterince ayrıntılıdır. Fransız hukukunun aksine Türk Hukuku'nda terör
fiillerinin ancak ve ancak bir örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenebileceği açıktır. Türk Ceza
Hukuku'nda terör tanımıyla ilgili bir başka eksiklik, tanımın sadece Türkiye Cumhuriyeti'ni hedef
237
alan fiilleri düzenleyip özellikle Türk devletinin güvenliğini ilgilendiren diğer devletlere veya
uluslararası örgütlere karşı girişilen terörizm eylemlerini tanım dışında bırakmasıdır.
4. Doktrinde;
Terör ve terörizmin tanımlanması hususunda mevzuatta olduğu gibi doktrinde de bir görüş birliği
olduğunu söylemek güçtür. Terör teriminin literatürde, ''şiddet'', ''siyasal şiddet''ve ''anarşi''ile aynı
anlamda kullanıldığı görülmektedir. Terörizmi ifade etmek için daha önceden ''tedhişçilik''teriminin
tercih edildiği bilinmektedir. Belirtmek gerekir ki, terör, adi şiddet hareketlerinden siyasi niteliğiyle
ayrılmakta; bu yüzden, ''siyasi şiddet''olarak tanınmaktadır. Yapılan tanımlar incelendiğinde terör ve
terörizmin amaç veya yöntem merkezli ya da her iki kriteri birden esas alacak şekilde bir yol
izlendiği anlaşılmaktadır. Sulhi Dönmezer'in yöntem odaklı yaklaşımına göre ''Tedhişçilik bir
doktrin değildir; fakat bir eylem tarzıdır. Bir nevi strateji, amaca götürmek üzere kullanılan bir tür
araçtır''. Köksal Bayraktar'ın amaç ve yöntem eksenli tanımıyla, terör (tedhiş), ''toplumda belirli bir
iktidara ya da siyasal amaca baskı, korku, yılgınlık yaratarak erişmek için sürekli şiddet
hareketlerinin kullanılmasıdır''. Terör kavramı bir başka tanımda, kavram, belli bir düşünce veya
ideolojiyle, karşıtı olduğu düzen karşısında kendisini meşru hale getirmeye ve böylece siyasi
iktidarı ele geçirmeye çalışan bir şiddet hareketi, Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde
değişiklik yapılarak yabancı ülkede kurulmuş ve faaliyet gösteren silahlı suç örgütlerinin terör
örgütü olarak tanınması hususunda Bakanlar Kurulu'na yetki verilmesini önermektedir.
Nitekim terörizmi bir şiddet türü olarak değerlendiren Sulhi Dönmezer, ''şiddetin, sosyal, ulusal,
ırki, dinsel fesat çıkarıcı ve diğer maksatlarla ve sosyal sınıflar arasında çatışma, savaş tahrik etmek
üzere plânlı ve hukuk dışı olarak kullanılmasıdır''. Diğer taraftan, terörizmin ''konvansiyonel savaş'',
''adi suç''gibi unsurları içeren özellikleri dışlanarak, en önemli ayırt edici niteliğinin kendine özgü
stratejisi olduğu ileri sürülmektedir. Yaptığı kapsamlı terörizm tanımında olgunun mağdurlarına da
yer veren Şükrü Alparslan, terörizmin kullandığı siyasi şiddetin canlı ve cansız her şeye
yönelebileceğini vurgulamaktadır. Diana Fotia, siyasi ve sosyolojik bir yaklaşımla, terörizmin üç
temel unsuru olduğunu ileri sürmektedir: şiddet, siyasi hedef ve geniş izleyici kitle. Bu bağlamda
terör faaliyetlerinin, XX. yüzyılda aşırı derecede yaygınlaşmış ve güç kazanması tesadüf sayılmaz.
Terörün ''siyasi hedef''ve ''geniş izleyici kitle''unsurları dikkate alınırsa, bu gelişmenin temel
sebebinin iletişim ve basın alanında kat edilen olağanüstü gelişmeler olduğu söylenebilecektir.
Terörizmin hukuki boyutunda, terör faaliyetlerinin siyasi suç niteliğiyle ele alındığı, teröristin ise
savaş suçlusu olarak nitelendirildiği görülmektedir. Terör, cebir ve şiddet unsurunu bünyesinde
barındıran suçların belirli siyasi hedeflere ulaşmak maksadıyla işlenmesini ifade etmektedir. Terör
örgütlerinin Ortaçağ Kanonik Hukuku'nca benimsenen ''meşru amaca giden her yol
mübahtır''düşüncesiyle hareket ettiği söylenebilir.
Terör suçları, halkı yılgınlığa sürüklemek amacıyla belli kişilere karşı yönelen şiddet unsurunu
içeren fiilleri ifade etmektedir.
Ceza Hukukunda Terör Örgütü Kavramının hukuk sistematiği içerisindeki konumuna bakılırsa,
terörün ceza kanunlarınca düzenlenen bağımsız bir suç olmayıp birtakım suçların belli amaçlar ve
238
yöntemlerle işlenmesi halinde oluşturduğu bir suç kategorisi niteliği taşıdığı söylenebilecektir. O
nedenle terörizmin konusunu oluşturan her fiilin ''adi suç''ve ''terör suçu''olmak üzere iki şapka
taşıdığından bahsedilebilir. Diğer taraftan terör ile terörizmin bazı yazarlarca birbirinden ayrı
tanımlandığı görülmektedir. Buna göre terör, ''aşırı korku, aşırı korkuya yol açan durum, yok
etmeye yönelik şiddetli bir kızgınlık'', terörizm ise ''terörün sistematik ve hesaplı olarak siyasi
hedeflere ulaşmak için kullanılması sonucu oluşan uzun süreli korku ve dehşet hali''olarak tarif
edilmektedir. Ancak, terörizm bir ideoloji değil, tıpkı terör gibi bir yöntem veya strateji olduğuna
göre terörden bariz bir farkının olduğunu söylemek zordur.
B. ÖRGÜTLÜ SUÇLULUK
Örgüt, belli ölçüde ast-üst ilişkisinin ve devamlılığın olduğu, somut bir birleşme olarak
tanımlanmaktadır. Örgütlü bir şekilde işlenen suçların işleniş biçimi, sebepleri ve amaçları, suça
tesir eden siyasi ve çevresel etmenler ise örgütlü suçluluğun ilgi alanına girmektedir. Bir tanıma
göre, örgütlü suçluluk (criminalità organizzata), suç ekonomisi ile yasal ekonomi arasında
bağlantıyı sağlayan kritik kavşağı ifade eder. Genel olarak bakıldığında ise, birden fazla kişinin
sürekli, kamu düzenini bozan ortak amaca yönelik fiilleri işlemek için oluşturduğu örgüt faaliyeti
çerçevesindeki suçları ifade eden ve daha geniş bir anlama sahip olan organize suç kavramının
aksine, örgütlü suçluluk, belli birtakım suçların ortak bir bilinç ve işbirliği içinde
gerçekleştirilmesidir. Bazı yazarlara göre örgütlü suçluluk, suç işlemek amacıyla örgütlenmeyi de
kapsamaktadır. Terör amaçlı örgütlenmenin örgütlü suçluluk kapsamında değerlendirilmesi,
kavramın tanımı gereği doğal görünse de son yıllarda örgütlü suçluluğun sadece çıkar amaçlı suç
örgütlenmelerini ifade ettiği düşüncesi ağırlık kazanmıştır.
1. Uluslararası Belgelerde,
Örgütlü suçlarla mücadele amacıyla gerçekleştirilen uluslar arası antlaşmalar, esasen mali veya
maddi çıkar amaçlı örgütlenmeleri düzenlemektedir. Ancak, terör örgütlerinin siyasi maksatlarına
yönelik faaliyetlerini finanse etmek için maddi çıkar elde etmeyi hedefleyen etkinliklerde
bulunduğu dikkate alındığında, maddi çıkar amaçlı suç örgütleri ile terör örgütlerinin bazı faaliyet
alanlarının kesiştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Yine de teslim etmek gerekir ki, ''örgütlü
suçlar''ile ilgili uluslararası antlaşmaların asıl hedefi, mali ya da maddi çıkar amaçlı suç örgütleridir.
Bu antlaşmalar, taraf devletlere bu tip örgütlerle mücadele için yeterli cezai yaptırımlar öngörme
başta olmak üzere çeşitli önlemler alma mükellefiyeti yüklemektedir. 2000 tarihli Sınıraşan Örgütlü
Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin m.2/a düzenlemesine göre, ‘örgütlü suç grubu',
doğrudan veya dolaylı olarak mali veya diğer bir maddi çıkar elde etmek amacıyla belli bir süreden
beri var olan ve bu sözleşmede belirtilen bir veya daha fazla ağır suç veya yasadışı eylemi
gerçekleştirmek amacıyla birlikte hareket eden, üç veya daha fazla kişiden oluşan yapılanmış bir
grup''anlamına gelmektedir. Sözleşme'nin m.2/c hükmü ise ''yapılanmış grup''adı altında ayrı bir
örgüt tipini düzenlemekte olup ''belirli bir suçu derhal işlemek için tesadüfi olarak oluşturulmamış
ve üyelerinin rollerinin şeklen belirlenmesi şartı olmayan, üyeliğinin devamlılığı veya gelişmiş bir
yapısı olması gerekmeyen bir grup''tanımını ortaya koymaktadır. Avrupa Birliği, 24 Ekim 2008
239
tarihli Çerçeve Kararı'nda, 1998 tarihli Eylem Planı'yla büyük oranda örtüşecek şekilde bir örgüt
tanımı ortaya koymuştur. Buna göre, suç örgütü, en az üç kişiden oluşan, sürekliliği olan, en az dört
yıl hapis cezasını gerektiren suçları işlemek amacıyla, doğrudan ya da dolaylı maddi veya mali
çıkar hedefi güden oluşumları ifade etmektedir. Terör örgütlerinin dolaylı olarak, maddi veya mali
menfaat temin etmek amacıyla faaliyet gösterdikleri göz önünde bulundurulursa, bu tip örgütlerin
örgütlü suçlarla ilgili uluslararası antlaşmaların kapsamına dâhil edilmesi ilk bakışta mümkün
görünebilir. Ne ki, bu antlaşmaların terör örgütleriyle mücadele hususunda doğrudan hukuki bir
kaynak olarak değerlendirilmesi isabetli olmayacaktır.
2. Türk Hukukunda,
Yapısı gereği çok failli suçlar kategorisinde, birden fazla failin suçla korunan aynı hukuksal yarara
yöneldiği birleşme suçları kapsamında, Türk Ceza Hukuku'nda dört farklı suç örgütü tipinin
varlığından söz edilebilir:
a. Genel Suç Örgütü,
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. maddesinde düzenlenen ''suç işlemek amacıyla örgüt kurma
suçu''ya da daha doğru bir adlandırmayla ''suç işlemek amacıyla örgütlenme suçu'', herhangi bir
saikle işlenmesi öngörülmediği için örgüt tasnifinde genel suç örgütüne karşılık gelmektedir. Kamu
güvenliği ve kamu barışını hedef alan bu örgüt tipinin genel olması, m. 220'yi diğer suç örgütü
tipleri için nisbî bir genel hüküm haline getirmektedir. Dolayısıyla, diğer örgütlerin kanuni
unsurlarıyla ilgili bir belirsizlik olduğunda suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuyla ilgili
düzenlemelerden yararlanmak mümkün olacaktır. Nitekim diğer örgüt tiplerini düzenleyen
hükümlerde, m. 220'ye doğrudan ya da dolaylı gönderme bulunmaktadır.
b. Çıkar Amaçlı Suç Örgütü,
Asıl amacı maddi çıkar elde etmek olan örgütler, ''çıkar amaçlı suç örgütü''olarak
nitelendirilmektedir. Bu örgütlerin bazen siyasi menfaat sağlamak için faaliyet göstermeleri
mümkün olsa da bu tarz faaliyetler asıl amaçları olan maddi çıkar elde etmek için bir araç
niteliğindedir. Türk hukukunda çıkar amaçlı suç örgütleriyle ilgili düzenleme çalışmaları 1995'te
başlamış, 1999 yılında 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'nun kabulüyle
tamamlanmıştır. Ne var ki, bu kanun 23 Mart 2005 tarih ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 18.maddesiyle yürürlükten
kaldırılmıştır. Dolayısıyla, hâlihazırda Türk Ceza Hukukunda çıkar amaçlı suç örgütlerini özel
olarak düzenleyen bir norm bulunmamaktadır.
c. Belli Suçları İşlemek Amacıyla Örgütlenme: Silahlı Örgüt
Özel bir örgütlenme türü olan silahlı örgüt suçu, Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinde
düzenlenmekte olup spesifik olarak Kanun'un ikinci kitabının dördüncü kısmındaki ''devletin
güvenliğine karşı suçlar''ile ''anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar''ı düzenleyen
dördüncü ve beşinci bölümündeki suçları işlemek maksadıyla örgütlenen kişileri yaptırım altına
almaktadır. 314. maddenin son fıkrası, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer
hükümlerin, bu suç açısından aynen uygulanacağını emretmektedir.
240
d. Siyasi Amaçlı Örgütlenme: Terör Örgütü,
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun ''terör örgütleri''başlıklı 7. maddesinde düzenlenen terör
amaçlı örgütlenme suçu, diğer suç örgütü tiplerinden siyasi saik taşımasıyla ayrılmaktadır. Söz
konusu madde ilk fıkrasında, terör örgütü kuranların, yönetenlerin ve bu örgüte üye olanların Türk
Ceza Kanunu'nun yukarıda değindiğimiz silahlı örgüt suçunu düzenleyen 314. maddesine göre
cezalandırılacağını hükme bağlamaktadır. 7. maddenin içerdiği atıf dikkate alındığında, ilk bakışta
''terör örgütü''nün ''silahlı örgüt''e kıyasla daha özel bir düzenleme olduğu söylenebilirse de, aşağıda
ayrıntılarıyla görüleceği üzere silahlı örgüt bazı açılardan terör örgütüne göre daha özel bir
düzenleme olarak görünmektedir. 7. maddenin gerekçesinde Türk Ceza Kanunu'nun suç işlemek
amacıyla örgüt kurma suçunu düzenleyen m. 220 ile silahlı örgüt suçunu düzenleyen m. 314
hükümleri dikkate alınarak terör amaçlı örgütlenme suçunun düzenlendiği, m. 314'e yapılan
yollamanın sadece ceza yaptırımları ile sınırlı olmadığı, söz konusu suçun unsurlarının da terör
örgütü bakımından dikkate alınacağı açıkça vurgulanmaktadır.
C. TERÖR ÖRGÜTÜ
Asıl amacı siyasi olan terör amaçlı örgütlenme suçu bu niteliğiyle diğer örgüt türlerinden ayrılır.
Her ne kadar terör örgütlerinin ekonomik çıkar amacıyla yürüttüğü faaliyetler olsa da bunlar siyasi
amacın gerçekleştirilmesinde maddi kaynak sağlanması arayışında bir araç olarak görüldüğünden
siyasi amaca kıyasla ikincil niteliktedir. Diğer suç örgütlerinden farklı olarak terör örgütleri,
finansmanını yasal kaynaklardan, hatta devletler vasıtasıyla sağlayabilmektedir. Genel itibariyle
örgütlü suçluluk olgusu, terör örgütlerine, silah ticareti ya da maddi çıkar amaçlı diğer faaliyetler
yoluyla temel oluşturmaktadır. Terör örgütleri, küresel düzeyde kaynak aktarımını sağlayacak güçlü
bir finans ağına ihtiyaç duyduğu için terör örgütlerinin uluslararası örgütlü suç etkinliklerinden ayrı
değerlendirilmesi isabetli olmayacaktır. Siyasi örgütlenme niteliği taşıyan terör örgütünün tabiatı
gereği taşıdığı siyasi ve tarihi önem göz önünde bulundurulursa, örgütlü suçluluk ile terörizmin
geçmişinin özellikle eski dönemlerdeki örnekler açısından örtüşmesi şaşırtıcı değildir. Gerçekten
tarihte örgütlü suçluluğa getirilen ilk yaptırımlar, terör tanımı kapsamına giren fiilleri cezalandırmak
amacıyla getirilmiştir. Roma Hukukunun krallık ve erken cumhuriyet dönemlerinde ''perduellio''adı
altında siyasi düzen aleyhine suçlar kabul edilirken, cumhuriyetin son dönemlerinde devlet ve
hükümdar aleyhine suçlar yaptırıma bağlanmıştır.
1. Tarihteki Örnekler,
Milattan sonra 66 yılında Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye Eyaleti'nde ortaya çıkan ve
imparatorluğa karşı Yahudi milliyetçisi bir hareketi temsil eden Zelotlar (Zélotes, Zealotry) tarihin
ilk terör örgütü olarak gösterilmektedir. Aynı zamanda Batı Şeria'daki dört felsefi mezhepten biri
olan Zelotlar'ın genç nesiller arasında ilgi görmüş olduğuna ilişkin bilgiler, terör örgütlerinin beşeri
kaynaklarına ilişkin tarihi bir devamlılığın varlığını ortaya koymaktadır. Büyük Yahudi İsyanı
sırasında etkinliği artan örgüt, yedi yıl içinde çökertilmiştir. Dağılan Zelotlar'ın yerini, çok
geçmeden radikal bir hizip olan Sicariler (Sicaires, Sicarii) almıştır. Bazı kaynaklarda Zelotlar'la
birlikte anılan örgüt, adını, ceketlerinin cebinde taşıdıkları sicae isimli hançerden almakta olup,
selefi gibi Romalıları Yahudi vatanından kovmayı hedef edinmiştir. Kalabalık ortamlarda,
241
hançerlerini çekip Romalılara ve Roma yandaşlarına saldıran, sarayları, manastırları, su kanallarını,
arşivleri tahrip eden Sicariler, kullandıkları yöntemle modern terör örgütlerinin öncüsü sayılabilir.
İki yüzyıla yakın bir zaman dilimi boyunca ve uluslararası düzeyde faaliyet göstermesiyle,
Haşhaşiler'in (Haşhâşîn, Assassins) tarihte en uzun süre varlığını sürdüren ve en etkili terör örgütü
olduğu söylenebilir. XI. yüzyılda İsmailiyye tarikatına mensup bir din adamı olan Hassan Sabbah
tarafından kurulan örgüt, ismini, sonradan Batı dillerine assassin (katil, suikastçı) şeklinde geçen,
mensuplarının kullandığı uyuşturucu etkisi olan haşhaş bitkisinden almaktadır. Din eksenli terör
örgütlerinin öncüsü olan Haşhaşiler, Moğollar tarafından yok edilinceye kadar, Abbasiler'den Büyük
Selçuklu Devleti'ne, Haçlılar'dan Moğol İmparatorluğu'nu hedef alan pek çok siyasi suikast
düzenlemişlerdir. Modern anlamda terörizm ise adını da borçlu olduğu, Fransız İhtilali sonrasında
yaşanan La Terreur Dönemi'yle başlatılmaktadır. 1793-1794 yıllarında Fransa'ya hâkim olan
Robespierre ve Mirabeau'nun da aralarında bulunduğu devrimci jakobenler, binlerce kişiyi giyotinle
idama mahkûm etmiş; ülke, on ay boyunca korku, dehşet ve siyasi belirsizlik içinde kalmıştır.
Terörün anarşizm ideolojisiyle beraber anılmaya başladığı 1800'lü yıllarda, anarşist gruplar,
''sistematik terör''denilen yöntemle Rus Çarı'na ve Amerikan Başkanı'ına karşı suikast girişimlerine
varacak faaliyetlerde bulundular. İrlanda'da İngiliz İmparatorluğu'na karşı bağımsızlık talepleriyle
başlayan ve gelecekte İrlanda Cumhuriyet Ordusu'nu (IRA) doğuracak oluşumlar, Amerika'da ırkçı
örgüt Ku Klux Klan, Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeni ve Makedon çeteleri bu dönemde ortaya
çıkmıştır.
XX. yüzyıl, terörizmin yaygınlaştığı bir zaman dilimi olmuştur. Son imparatorlukların dağıldığı bu
dönemde sömürgeci düzenleri hedef alan bağımsız hareketleri yöntem olarak kendilerine terörü
seçmiştir. Diğer taraftan çeşitli siyasi amaçlar taşıyan, İngilizlerin denetimindeki Kıbrıs'ta EOKA,
İspanya'da ETA, İtalya'da Kızıl Tugaylar, Türkiye'de ASALA ve PKK yüzyılın son çeyreğinin
ürünüdür. XI. yüzyılda ise bölgesel örgütlerin yanı sıra El Kaide gibi uluslararası terör örgütleri
varlığını sürdürmektedir. Tarihteki ilk örneklerden bugüne kadar terör örgütlerinin bağımsızlık
talepleriyle olan yakın ilişkisi oldukça dikkat çekicidir.
2. Terör Örgütü Türleri,
Siyasi amaç unsuruyla diğer örgüt türlerinden ayrılan terör örgütleri, zaman zaman kavramın dışına
taşacak kadar çok çeşitli biçimde sınıflandırılmaktadır. Birleşik Devletler'de kurulan The Task Force
ulusal güvenlik danışma heyetine göre, terörizm altı gruba ayrılabilir: sivil itaatsizlik, siyasi terör,
(bireysel ya da kolektif çıkar amaçlı) siyasi olmayan terör, terör benzeri etkinlikler, sınırlı siyasi
terör ve devlet terörü. Polisiye niteliği ağır basan bir başka tasnifte, solcu marjinalizm, sağcı
marjinalizm, tek hedefli terörizm, dini terörizm, ulusal ya da etnik terörizm, ırk temelli nefret
terörizmi, narko-terörizm ve siber terörizm kategorilerine rastlanmaktadır. Türkiye'de faaliyet
gösteren terör örgütleri genellikle dört gruba ayrılarak incelenmektedir. Bunlar Marksist-Leninist
ideoloji çerçevesinde hareket eden terör örgütleri, bölücü-bölgeci terör örgütleri, dini temel alan
terör örgütleri ve yurt dışı kaynaklı terör örgütleridir. Bu örgütlere sırasıyla, Devrimci Halk
Kurtuluş Partisi / Cephesi (DHKP/C), Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve Hizbullah ve Ermeni Gizli
Ordusu (ASALA) örnek verilebilecektir.
3. Mukayeseli Hukuktan Kazuistik Bir Örnek,
242
Belçika Ceza Kanunu'nda terör tanımının yanı sıra terör örgütü kavramının tanımına da
rastlanmaktadır. Kanunun 139. maddesinin ilk fıkrasına göre, terörist grup, ikiden fazla kişiden
oluşan, devamlı nitelikte, tasarlayarak m. 137'deki suçları işlemeyi amaçlayan bir örgüttür. Terör
örgütünün diğer örgüt türlerinden ayrı olarak tarif edilmesi, düzenlemenin tutarlılığını
güçlendirmektedir. Belçika düzenlemesinin terör örgütü bakımından bir başka olumlu özelliği, terör
örgütünün pozitif tanımının yapılmasına ilave olarak mefhum-u muhalefet (argumentum a
contrario) yoluyla hangi grupların terör örgütü kapsamına dâhil edilemeyeceğini göstermesidir.
Kanun'un 139. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, ''asıl amacı münhasıran siyasi, sendikal, insani, dini
ya da bu şekilde münhasıran başka bir meşru nitelik taşıyan örgütler birinci fıkra anlamında terörist
grup olarak görülemez. Terör örgütü kavramının olumsuz tanımının da yapılmasıyla belirliliği
artırılmış, ayrıca özellikle örgütlenme hürriyeti bakımından koruma sağlanmıştır. Terörün muğlak
bir içeriğe sahip olduğu gerçeği karşısında Belçika kanun koyucusunun bu hükümle örgütlenme
hakkının teminat altına almasını, oldukça isabetli ve örnek bir tutum olarak değerlendirmek
mümkündür.
II. TÜRK CEZA HUKUKUNDA TERÖR ÖRGÜTÜ
Terör örgütü kavramının Türk Ceza Hukuku'ndaki konumu, kronolojik ve normatif olarak iki
kısımda incelenebilir: Terörle Mücadele Kanunu'nun kabul edildiği 1991 yılından önceki ve sonraki
dönem. Terörle Mücadele Kanunu'ndan önce Türk hukukunda terör örgütü konusunda 765 sayılı
eski Türk Ceza Kanunu esas alınırken 1991 sonrasında özel bir ceza kanunu niteliğindeki Terörle
Mücadele Kanunu kavrama asıl şeklini veren norm konumuna gelmiştir.
A. TERÖRLE MÜCADELE KANUNU ÖNCESİ DÖNEM
Terör kavramını ve terör suçlarını düzenleyen herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı 1991 öncesi
dönemde, terörle ilişkilendirilebilecek suçlar 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun, yürürlükte kaldığı
dönem boyunca tartışmalara konu olan 141, 142 ve 163. maddelerinde düzenlenmekteydi. Nitekim
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 23. maddesiyle sözkonusu üç hüküm ilga edilmiştir.
Mülga Türk Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasıyla oluşan
hukuki boşluk, Terörle Mücadele Kanunu'nun ''terör örgütleri''başlıklı 7. maddesi ile sonradan ilga
edilen 8. madde ile doldurulmuştur. Bu üç madde dışında terör örgütü benzeri örgütleri özel olarak
yaptırıma bağlayan hüküm ise 168. maddede düzenlenen ''silahlı cemiyet ve çete''suçudur ki, 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinde düzenlenen ''silahlı örgüt''suçu, 765 sayılı Kanun'un
168. maddesine tekabül etmektedir. Genel olarak bakıldığında 141. maddenin laikliğe aykırı
davranışlar dışında kalan ''yıkıcı birleşmeler''i 142. maddenin propaganda suçunu yaptırım altına
aldığı, nihayet 163. maddenin de laikliğe aykırı yıkıcı faaliyetleri düzenlediği görülmektedir.
Ceza Hukukunda Terör Örgütü Kavramı,
141. maddenin günümüzdeki anlamıyla terör örgütü kurma, yönetme ve bu örgütlere üye olma
suçlarına doğrudan ilişkin olan ilk beş fıkrası ile son fıkrası şu şekildeydi:
243
''1. Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya sosyal bir sınıfı
ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadı veya sosyal temel nizamlardan her hangi
birini devirmeye matuf cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül
edenler veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu
hususlarda yol gösterenler sekiz yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar. Bu
kabîl cemiyetlerin bir kaçını veya hepsini sevk ve idare edenler hakkında ölüm cezası hükmolunur,
2. Devlet siyasi ve hukuki nizamlarını topyekûn yoketmek gayesini güden cemiyetleri her ne suret
ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini
tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu hususlarda yol gösterenler sekiz yıldan on beş yıla kadar
ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar.
3. Amacı Cumhuriyetçiliğe aykırı olan veya demokrasi prensiplerine aykırı olarak devletin tek bir
fert veya bir zümre tarafından idare edilmesini hedef tutan cemiyetleri kurmaya tevessül edenler
veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu hususlarda yol
gösterenler sekiz yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar.
4. Anayasanın tanıdığı kamu haklarını ırk mülâhazası ile kısmen veya tamamen kaldırmayı hedef
tutan veya millî duyguları yok etmeye veya zayıflatmaya matuf bulunan cemiyetleri kurmaya
tevessül edenler veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler
veyahut bu hususlarda yol gösterenler bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar.
5. 1, 2 ve 3 ncü fıkralarda yazılı cemiyetlere girenlere beş yıldan on iki yıla kadar ağır hapis ve
dördüncü fıkrada yazılı cemiyetlere girenlere altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.
8. Bu maddede yazılı olan cemiyet iki veya daha ziyade kimselerin aynı amaç etrafında
birleşmeleriyle vücut bulur.''
Görüldüğü gibi her ne kadar terör terimi kullanılmamış olsa da m. 141'deki düzenlemeler içerdiği
suçların maddi unsuru dikkate alındığında terör örgütlerini hüküm altına almaktadır.
Kendi dönemine göre özgürlükçü bir ceza hukuku anlayışının ürünü olan 1889 İtalyan Zanardelli
Kanunu'ndan 1926 yılında iktibas edilen 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 141. maddesi, ilk
halinde, ''vatana ihanet suçlarını öğrenip de haber vermeme''cürmünü düzenlemekteydi. Ancak, 11
Haziran 1936 tarih ve 3038 sayılı Kanun'la faşist rejimin ceza hukuku anlayışını yansıtan 1930
İtalyan Rocco Kanunu'nda yer alan düzenleme iktibas edilerek 141. madde, ''Memleket dahilinde
içtimai bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü, şiddet kullanmak suretile tesis etmeğe veya
içtimai bir zümreyi şiddet kullanarak ortadan kaldırmağa veya memleket dahilinde teşekkül etmiş
iktisadi veya içtimai nizamları şiddet kullanarak devirmeğe matuf cemiyetleri tesis, teşkil, tanzim
veya sevk ve idare etme ve bu cemiyetlere iştirak etme''suçunu düzenleyen bir hüküm haline
getirilmiştir. 141. madde, daha sonra 3531, 4934, 5345 ve 5844 sayılı Kanunlarla değiştirilmiş ve
yukarıdaki son halini almıştır. Görüldüğü üzere, çağdaş anlamıyla terör örgütü düzenlemeleri, Türk
Hukuku'na ilk kez 1936'da girmiştir. Rocco Kanunu'ndan alınan hükümde şiddet olgusunun suçun
unsuru olarak düzenlenmesiyle terör örgütü kavramının çağdaş yorumuna yakın bir örgüt tanımı
yapıldığı söylenebilecektir. Nitekim mehaz kanunun bu tür örgüt yapılanmasını düzenleyen 270.
244
maddesi, associazioni sovversive (yıkıcı birleşmeler) başlığını taşımakta olup siyasi örgütlerin
ideolojik boyutunu hüküm altına almaktadır.
Terör niteliği taşıyan fiillerin propagandasının yapılmasını düzenleyen 142. madde, faaliyetlerin
içeriği bakımından m. 141'deki ifadeleri tekrar etmektedir. Diğer taraftan 142. maddede bireysel
olarak işlenebilecek bir suç tanımı yapılmış olup örgütle alakalı düzenleme bulunmamaktadır.
765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddenin ilk iki fıkrası, tıpkı 141. maddenin yukarıda
yer verilen hükümleri gibi terör örgütü kavramıyla doğrudan ilişkilidir: ''Laikliğe aykırı olarak,
devletin sosyal veya iktisadi veya siyasi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa dini esas ve
inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse sekiz
yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır. Böyle cemiyetlere girenler veya girmek
için başkalarına yol gösterenlere beş yıldan, on iki yıla kadar ağır hapis cezası verilir.''Diğer
taraftan, silahlı cemiyet ve çete suçuna ilişkin 168. madde, yukarıdaki üç maddenin aksine 1991
yılında Terörle Mücadele Kanunu'yla ilga edilmiş, hukuki varlığını 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun kabulüne kadar korumuştur. Düzenleme şu şekildedir: ''Her kim, 125, 131, 146, 147,
149 ve 156 ncı maddelerde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet ve çete teşkil eder yahut
böyle bir cemiyet ve çetede amirliği ve kumandayı ve hususi bir vazifeyi haiz olursa onbeş seneden
aşağı olmamak üzere ağır hapis cezasına mahkum olur. Cemiyet ve çetenin sair efradı on yıldan
onbeş yıla kadar ağır hapisle cezalandırılır.
64 ve 65 inci maddelerde beyan olunan hal haricinde her kim, böyle bir cemiyete ve çeteye hal ve
sıfatlarını bilerek barınacak yer gösterir veya yardım eder yahut erzak veya esliha ve cephane veya
elbise tedarik ederse üç seneden beş seneye kadar ağır hapis ile cezalandırılır.''Düzenlemede ''amaç
suç''olarak atıfta bulunulan suçların sayısı altı olup yukarıdaki 141. ve 163. maddeleri dışında
bırakmaktadır. Böylece, somut olayda 141. ve 163. madde kapsamına giren bir özellik varsa bu
hükümler, 168. maddedeki amaç suçları işlemeye yönelik teşekküller ise m. 168 uyarınca
cezalandırılmaktadır. 168. maddedeki cezaların ve dolayısıyla örgütlü suçun ağırlığının m. 141 ve
m. 163'teki örgüt suçlarına kıyasla daha ağır olduğu görülmektedir. Mesela, m. 168'de örgütü
kurmak ve yönetmek suçunun cezasının alt sınırı on beş yıl iken, m. 141'de üst sınır on beş yıldır.
Bu çerçevede, 2006 öncesi dönemde m. 141 ve 163'ün Terörle Mücadele Kanunu'yla yaratılan ''terör
örgütü''yle, m. 168'in ise yeni Türk Ceza Kanunu'nun ''silahlı örgüt''suçunu düzenleyen 314.
maddesiyle örtüştüğü söylenebilecektir. Buna karşılık, aşağıda açıklanacağı üzere 2006 sonrasında
''terör örgütü''ile ''silahlı örgüt''suçlarının büyük ölçüde aynı hukuki yapıya sahip hale getirilmesiyle
terör örgütü kavramı açısından 765 sayılı Kanun'un 168. Maddesinin bir referans haline geldiği
söylenebilecektir. Böylece, 2006 öncesinde daha tehlikeli görülen PKK gibi örgütlerin m. 168'deki
''silahlı cemiyet ve çete''kapsamında, daha az tehlikeli olduğu varsayılan örgütlerin ise Terörle
Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinde düzenlenen ''terör örgütü''bağlamında değerlendirilmesinin
sebebi açığa kavuşmaktadır.
B. TERÖRLE MÜCADELE KANUNU
12 Nisan 1991 tarihinde kabul edilen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, çıkarıldığı günden bu
yana tam yirmi dokuz ayrı değişikliğe uğramış, bazı maddeleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal
245
edilmiş, dolayısıyla içeriği her dönemde tartışılan bir kanun olarak görünmektedir. Kanunda, 2006
yılında çıkarılan bir uyum kanunuyla geniş kapsamlı değişiklikler yapıldığı gibi 2014 yılı da dâhil
olmak üzere yeni düzenlemeler yapılmıştır. Terörle Mücadele Kanunu'nda terör örgütü kavramını
şekillendiren hükümlere bakıldığında, terör ve örgüt tanımının yapıldığı 1.madde, ''terör
suçlusu''nun tarif edildiği 2. madde, mutlak ve nisbî terör suçlarının düzenlendiği 3. ve 4.
maddelerin yanı sıra ''terör örgütleri''başlığını taşıyan 7. madde ön plana çıkmaktadır. Bu maddeler
arasında 1. ve 7. maddenin terör örgütü kavramının açıklığa kavuşturulmasında daha önemli bir rol
oynadığı söylenebilir.
1. Terör ve Örgüt Tanımı,
Terörle Mücadele Kanunu'nda yapılan değişikliklerin bazıları ''terör örgütü''kavramını doğrudan
ilgilendirmektedir. Bu değişikliklerin en önemlisi, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun kabul
edilmesinin ardından ceza hukuku sisteminde yapılması gereken zorunlu düzenlemelerin bir parçası
olarak, Terörle Mücadele Kanunu'nda 2006 yılında gerçekleştirilen düzenlemeler kapsamında yer
almaktadır. 29 Haziran 2006 tarihli ve 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un 1. maddesiyle, sözkonusu Kanun'un ilk halindeki 1. maddenin ''terör ve
örgüt tanımı''başlığı, ''terör tanımı'' şeklinde değiştirildiği gibi aynı maddenin terör örgütünü
tanımlayan ikinci ve üçüncü fıkraları ilga edilmiştir. Böylece ''terör örgütü''kavramına pozitif hukuki
bir temel sağlamakta olan hükümler yürürlükten kalkmıştır. Yapılan değişikliğe gerekçe olarak,
örgüt kavramının tanımının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinde yapılmış olması
gösterilmiştir. Tek başına bu gerekçe bile, terör örgütüne ilişkin Terörle Mücadele Kanunu'ndaki
düzenlemeler ile Türk Ceza Kanunu'ndaki suç örgütlerine ilişkin hükümler arasında lex generalislex specialis (genel kural-özel kural) ilişkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Yine 2006
düzenlemesinde ''terör örgütleri''başlığını taşıyan 7. maddede de değişiklik yapılmıştır. Sözü edilen
değişikliğe uğrayan ya da ilga edilen hükümler, incelediğimiz terör örgütü kavramı bakımından
doğrudan bir kaynak teşkil ettiği için ayrıca incelenmelidir. Ayrıntılı olarak incelemeden önce
peşinen belirtmek gerekir ki, gerek 2006 öncesi gerekse 2006 sonrası 1. maddenin düzenleniş
biçiminde örgütlü yapılanma terör için kaçınılmaz bir şarttır.
Amaçlar,
a) 2006 Öncesi: Terör Örgütünün Açıkça Tanımlandığı Dönem,
29 Haziran 2006 tarihli ve 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun'un kabulüyle yürürlükten kaldırılmadan önce, ikinci ve üçüncü fıkraları sırasıyla şu
şekildeydi: ''İki veya daha fazla kimsenin birinci fıkrada yazılı terör suçunu işlemek amacıyla
birleşmesi halinde bu Kanunda yazılı olan örgüt meydana gelmiş sayılır. Örgüt terimi, Türk Ceza
Kanunu ile ceza hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete
veya silahlı çeteyi de kapsar.''Hemen belirtmek gerekir ki, yukarıda yer alan ikinci fıkra, Terörle
Mücadele Kanunu'nun 1991'de kabul edilen özgün halinden farklı olup 15 Temmuz 2003 tarihli ve
4928 sayılı Kanun'la değişikliğe uğramıştır. Sözü edilen 4928 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle,
246
Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde terör örgütü tanımı içeren ikinci fıkranın yanı sıra
terörü tanımlayan birinci fıkrasında da değişiklik yapılmıştır. Sonuç olarak, terör örgütü bakımından
Terörle Mücadele Kanunu'nun kabul edildiği 1991 yılından bu yana iki kez değişiklik yapıldığı,
dolayısıyla üç ayrı metin ve dönem olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu metinler 1991-2003 arasında,
2003-2006 yılları arasında ve nihayet 2006 sonrası dönemde olmak üzere üç ayrı dönemde
yürürlükte kalmışlardır. Terörle Mücadele Kanunu'nun 1991'de kabul edildiği ilk halinde, sözü
edilen 1. maddenin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlendiği görülmektedir: ''Bu kanunda
yazılı olan örgüt, iki ya da daha fazla kimsenin aynı maç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş
sayılır.''2006 öncesi dönemde terör örgütünün teknik olarak en az iki kişiden meydana gelmesinin
mümkün olduğu görülmektedir.
b) 2006 Sonrası: Terör Tanımından Terör Örgütü Tanımına,
Değişiklik sonrasında Kanun'un 1. maddesi tek fıkradan oluşmakta olup terörü tanımlamakla
yetinmekte, örgüt tanımına yer vermemektedir. Değişikliğin gerekçesinde, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 220. maddesinde, Türkiye'nin de taraf olduğu Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 2/a hükmüne uygun olarak örgüt düzenlemesi yapıldığı, o
yüzden Terörle Mücadele Kanunu'nda ayrı bir örgüt tanımı yapılmasına ihtiyaç kalmadığı
belirtilmektedir.
Düzenleme şu şekildedir:
''Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden
biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik
düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin
ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya
ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini
veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her
türlü suç teşkil eden eylemlerdir.''Düzenlemede her ne kadar tanımlanan kavram terör olsa da, terör
örgütü kanunda ayrıca tanımlanmadığı için terör örgütü terimini en çok aydınlatacak olan
düzenleme yine 1. maddedir. Nitekim Kanun'un 4. maddesinde belli bazı suçların ''1. maddede
belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti
çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılacağı''düzenlenmiştir. Kanun'un 1. maddesinden
hareketle terör örgütünü tanımlayacak olursak, ''cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma,
yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin
niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek,
Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok
etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla her türlü
suç teşkil eden eylemleri işleyecek kişi veya kişilerin mensup olduğu örgüt, terör
örgütüdür.''diyebiliriz. Bu tanımda terör örgütünü diğer suç örgütlerinden ayıran en önemli unsurlar
açıklığa kavuşmuş olmaktadır: Yöntem (modus operandi) ve amaç. Bu itibarla, bir örgütün terör
örgütü olabilmesi için iki temel şart vardır: Örgüte mensup kişi ya da kişilerin suç fiillerini işlerken
cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini
uygulaması gerekmektedir. Örgüte mensup kişi ya da kişilerin Anayasada belirtilen Cumhuriyetin
247
niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek,
Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok
etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak saiklerinden biriyle
suç işlemesi gerekmektedir.
2. Terör Suçlusunun Örgütü: Totoloji veya Amaç Odaklı Yaklaşım,
Terörle Mücadele Kanunu'nun 2. maddesinde ayrı bir terör suçlusu tarifi yapmayı gerekli gören
kanun koyucu, şu şekilde bir tanımyapma yoluna gitmiştir:
''Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da,
bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu
işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur. Söz konusu düzenleme Anayasa
Mahkemesi'nin bir kararında suçta ve cezada kanunilik ilkesi bakımından incelenmiş ve terör tanımı
kanunilik ilkesine uygun bulunmuştur.
Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır.''99 2012
tarihli değişiklik bir kenara bırakılırsa, Kanun'un ''terör suçlusu''başlığını taşıyan 2. maddesinde
esaslı bir değişim olmamıştır. Düzenleme, Kanun'un diğer maddeleri gibi, ''terör örgütü''nü ifade
etmek için tanım hükmü olan 1. maddeye atıf yapmaktadır. ''Terör suçlusu''teriminin ''terör
örgütü''kavramıyla kesişimi kaçınılmaz şekilde terör tanımında gizlidir. 2. maddenin terör örgütü
terimini ''birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütler''arak tarif
ettiği görülmektedir. Maddenin atıf biçimi incelendiğinde, kanun koyucunun 1. maddenin terör
tanımındaki amaç unsuruyla yetindiği görülmektedir. Diğer taraftan terör örgütü kavramı açısından
vurgulamak gerekir ki, 5532 sayılı Kanun'un genel gerekçesinde belirtildiği üzere, belli suçları terör
suçu haline getiren ve dolayısıyla bu suçların faillerini ''terör suçlusu''vasfını kazandıran zorunlu
unsurlardan biri de sözkonusu suçların ''bir örgüt faaliyeti çerçevesinde sistemli olarak
işlenmesidir''. Anayasa Mahkemesi'ne göre de, ''Bir eylemin terör olarak nitelendirilebilmesi için
aranması gereken (diğer bir) koşul, eylemin bir örgüte mensup kişi ya da kişilerce işlenmiş
olmasıdır. Aynı nitelikteki eylemlerin bir terör örgütüne bağlı olmaksızın işlenmesi durumunda
eylem, terör tanımı dışında kalacaktır''. Ortaya çıkan tablo ilginç görünmektedir; çünkü ''terör''ve
''terör örgütü''kavramları totolojik biçimde ancak birbirleriyle tanımlanabilmektedir. Terör niteliği
taşımayan suçları işlemeyen örgüt terör örgütü niteliği taşıyamayacağı gibi, ''terör örgütü''sıfatını
haiz bir örgütle bağlantı olmaksızın işlenen terörle ilgili suçlar terör suçu, failleri de terör suçlusu
sayılamayacaktır. Terör suçlusu terimini tanımlayan 2. madde ile terör örgütü kavramı arasındaki
bağlantı bu şekilde kurulabilecektir. 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanunun 74 üncü maddesi ile bu
fıkrada yer alan ''ve örgüt mensupları gibi cezalandırılırlar''ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
3. Mutlak ve Nisbî Terör Suçlarında Örgüt,
Terörle Mücadele Kanunu'nun 3. maddesinde bazı suçların doğrudan terör suçu olarak
nitelendirilmesine karşılık, 4. maddede belli bazı suçların ancak 1 inci maddede belirtilen amaçlar
248
doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği
takdirde, terör suçu sayılacağı düzenlenmiştir. Bu durumda, 4. maddede sayılan suçların terör suçu
sayılması, sadece ve sadece terör örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenmesine bağlanmıştır. Bu şartlar
altında 3. ve 4. maddeler karşılaştırıldığında ilk bakışta, 3. Maddedeki suçların terör örgütü faaliyeti
içerisinde işlenmese de terör suçu sayıldığı gibi bir sonuç çıkmaktadır. Ancak, 1. maddedeki terör
tanımında ''örgüt''zorunlu bir unsur sayıldığına göre terör örgütünün söz konusu olmadığı bir terör
suçundan bahsedilemeyeceği söylenebilir. Görünürdeki bu çelişki, kanun koyucunun 3. maddedeki
mutlak terör suçları için terör örgütünün varlığını kesin bir kanuni karine olarak varsaydığı
düşüncesiyle açıklanabilecektir. Ancak böyle bir düşünceyle 1. madde ile Kanun'un diğer maddeleri
arasındaki tutarlılık sağlanabilecektir. Neticede ''terör amacı ile işlenen suçlar''başlıklı 4. maddede,
''terör örgütü''teriminin birtakım suçların terör suçu sıfatı kazanması için zorunlu bir unsur olarak
vurgulandığı anlaşılmaktadır. Kanun koyucunun yaptığı bu açık gönderme, terörün tarifinde terör
örgütü kavramının önemini teyit etmektedir. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki, 4. maddede yer verilen
''terör örgütü faaliyeti çerçevesinde''ibaresi, ''terör örgütünün yararına''ya da ''terörle ilgili''her fiili
bünyesinde barındırmaz. Terör örgütü yararına, terörle bağlantılı her suç, terör örgütü faaliyeti
çerçevesinde işlenmemiş olabilir.
4. Terör Amaçlı Örgütlenme Suçunun Mahiyeti ve Cezalandırma,
Kanun'un kabul edildiği 1991'den bu yana ''terör örgütleri''başlığını koruyan 7. maddenin içeriğine
bakıldığında, 2006 düzenlemesinden önceki ile sonraki dönem arasında belirgin bir farkın olduğu
görülmektedir.
a) 2006 Öncesi,
Terörle Mücadele Kanunu'nun 1991'de kabul edildiği ilk haline göre 7. maddenin birinci fıkrası
şöyledir: ''3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168, 169, 171, 313, 314 ve 315'inci
maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1. maddesinin kapsamına giren örgütleri
her ne nam altında olursa olsun kuranlar ve bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler
beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar adli para
cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon
liraya kadar adli para cezası ile cezalandırılırlar.''Terörle Mücadele Kanunu'nun kabul edildiği
dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'nun bir açıklamasında ileri sürdüğü görüşler,
7. madde ile yaratılan terör örgütü kavramına ışık tutacak niteliktedir. Sungurlu, 7. maddenin
yukarıda yer verilen ilk halinde Türk Ceza Kanunu'nun saklı tutulan hükümlerine dikkat çekerek
''terör örgütü''nün o maddelerin kapsamı dışında yeni bir örgüt tipi olarak yaratıldığını vurgulamıştır.
Dolayısıyla, 7. maddenin ilk halinde saklı tutulan Türk Ceza Kanunu'nun 168, 169, 171, 313, 314
ve 315 inci maddelerindeki suçları işlemek amacıyla teşekkül eden bir örgüt hukuken terör örgütü
niteliği taşımayacaktır. Böylece 1991'deki haliyle terör örgütü, sözkonusu mahfuz hükümlerin
dışında, kanunda sayılan unsurları bünyesinde barındıran bir örgüt tipi olarak görünmektedir. Aynı
maddenin ikinci fıkrası ise 2006 öncesi dönemde, tıpkı Kanun'un 1. maddesi gibi 2003 yılında
249
kabul edilen 4928 sayılı Kanun'dan 15 gün sonra 30 Temmuz 2003'te kabul edilen 4963 sayılı
Kanun'la değişikliğe maruz kalmıştır. Dolayısıyla bu düzenleme bakımından 1. maddeyle ilgili
vurguladığımız üzere 1991-2003, 2003-2006 ve 2006 sonrası olmak üzere üç ayrı dönemin
varlığından bahsedilebilir. Aşağıda daha kapsamlı değerlendirilecek olmakla beraber antrparantez
belirtmek gerekir ki, aynı Kanun üzerinde, iki ayrı kanunla, aynı yıl içerisinde, üstelik on beş gün
arayla değişiklik yapılması, Terörle Mücadele Kanunu'nun düzenlenişinde özensiz bir tutum
sergilendiğinin somut bir göstergesidir.
İkinci fıkranın 2003-2006 yılları arasında yürürlükte olan hali şu şekildeydi: ''Yukarıdaki fıkra
uyarınca oluşturulan örgüt mensuplarına yardım edenlere veya şiddet ve ya diğer terör yöntemlerine
başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca
bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşyüzmilyon liradan birmilyar liraya kadar adli para cezası
verilir.''104 Sözkonusu düzenleme, terör örgütünün sanki doğrudan 7. Maddenin ilk fıkrası uyarınca
tanımlandığı izlenimi vermektedir. Oysa göndermede bulunulan ilk fıkra da Kanun'un tanım
düzenlemesi olan 1. maddesine atıfta bulunmaktadır. Dolayısıyla, ikinci fıkrada belirtilenin aksine,
''terör örgütü''terimi, esasen m. 7/f. 1 ile değil, m. 1 uyarınca oluşturulmaktadır.
7. maddenin ilk üç fıkrası, Kanun'un 1. maddesiyle birlikte anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa
Mahkemesi'ne götürülmüştür. Mahkeme yaptığı incelemede, 7. maddenin atıfta bulunduğu 1.
Maddeyle birlikte yeni bir suç yarattığını, (765 sayılı) Türk Ceza Kanunu'nun 141. ve 163.
maddelerinin yürürlükten kaldırılmasından sonra teröre yönelik örgütlenmeler konusundaki hukuki
boşluğu doldurulmasının amaçlandığını belirtmiştir. Kanun koyucunun terörle mücadele amacıyla
yeni bir suç tipi yaratmak hususunda yetkili olduğunu vurgulayan Mahkeme, oyçokluğuyla iptal
talebini reddetmiştir.
b) 2006 Sonrası: Karşılaştırma ve Atıflar Zinciri,
Yürürlükteki mevzuat çerçevesinde terör amaçlı örgütlenme suçuyla ilgili iki temel düzenlemenin
varlığından bahsedilebilir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinde düzenlenen ''silahlı
örgüt''ve Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesiyle yaratılan ''terör örgütü''. Öncelikle belirtmek
gerekir ki, sözkonusu 7. maddenin ilk halinde düzenlenen ''terör örgütü'', ''silahlı örgüt''kapsamında
olmayan bir örgüt niteliği taşımaktaydı; öyle ki, terör örgütünün cezası, silahlı örgütün cezasından
düşük tutulmuştu. Dolayısıyla, 2006 öncesi dönemde ''terör örgütü''nün ''silahlı örgüt''ten daha az
tehlikeli bir örgüt şeklinde tasarlandığı söylenebilecektir. O yüzden, PKK, Hizbullah, TKP/MLTİKKO gibi örgütler, mahkeme kararlarında, hukuken, ''terör örgütü''olarak değil, ''silahlı
örgüt''sıfatıyla yer almıştır. Hatta bu tip örgütlerin ''silahlı örgüt''olarak nitelendirilmesi eğiliminin
2006 sonrasında da devam ettiği görülmektedir. Neticede, iki örgüt tipinin ayırt edilmesi hususunda
kanun koyucu ve yazarlar nezdinde belirsizliğin hâkim olduğu söylenebilir. Değişikliğin
gerçekleştirilme sürecinde İçişleri Komisyonu'nda 29 Haziran 2006 tarihli ve 5532 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın Terörle Mücadele
Kanunu'nun 7. maddesini değiştiren hükmü eleştiriye uğramıştır. Komisyon'da ileri sürülen bir
görüş, tasarıdaki ''amaçlara''ibaresinin ''yöntem ve amaçlara'' şeklinde değiştirilmesini, böylece terör
örgütü kavramının daha belirgin hale getirilmesi yönündedir. Nitekim görüşmeler sırasında bu görüş
250
kabul görmüş, maddedeki terör örgütü tanımında, terör yöntemleri açıkça sayılmıştır. ''Terör
örgütleri''başlığını taşıyan 7. maddenin, terör örgütü kurma, yönetme, örgüte üye olma suçlarını ve
cezalarını düzenleyen ilk fıkrası 2006 yılında belirgin biçimde değiştirilmiştir. Düzenlemenin yeni
hali şöyledir: ''Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit
yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü
kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi
hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak
cezalandırılır. Düzenleme, terörün yöntemlerine açıkça, amaçlarına ise 1. Maddeye atıfta bulunarak
yer vermektedir. Terör örgütü kurma, yönetme ve örgüte üye olma suçlarının ise doğrudan değil,
Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesine atıf yaparak cezalandırılmasını öngörmektedir.
aa) Karşılaştırma,
Genel bir kıyaslama yapılırsa, ilk olarak, 2006 öncesi düzenlemede daha ağır cezalar öngörülen
silahlı örgütlenmelerle ilgili hükümlerin saklı tutulmasına karşılık, 2006 sonrası düzenlemede
herhangi bir saklı alan öngörülmediği söylenebilir. Sözkonusu değişimle ilgili kanun gerekçesinde
herhangi bir açıklamaya rastlanmamaktadır. Kanun koyucunun bu tutumundan, ''silahlı
örgüt''kavramını, ''terör örgütü''kavramının kapsamı dışına çıkarmak istemediği sonucuna ulaşmak
mümkündür. Hatta bir adım ileriye gidilerek kanun koyucunun ''silahlı örgüt''ile ''terör
örgütü''ayrımını ortadan kaldırmayı amaçladığı söylenebilir. Böylece silahlı örgüt ile terör örgütü
kavramlarının artık ayırt edilemeyeceği söylenmekte, diğer taraftan, terör örgütlerinin ancak ve
ancak silahlı şekilde faaliyet gösterebileceği de savunulmaktadır. Kanaatimizce, sözkonusu
kavramlar arasındaki ayrım ortadan kalkmamıştır. Bununla beraber aşağıda, m. 314'e yapılan atfın
incelendiği kısımda açıklanacağı üzere silahlı örgüt ile terör örgütünün faaliyet alanı hususunda bir
kesişme mevcuttur. Netice itibariyle, iki kavramın iç içe geçen ve o yüzden belirsizlikle malul
yapısı, 2006 sonrasında da varlığını sürdürmektedir. 2006 öncesinde ''Kanunun 1 inci maddesinin
kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar ve bunların faaliyetlerini
düzenleyenler veya yönetenler''cezalandırılırken, 2006 sonrasında ise ''1'inci maddede belirtilen
amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye
olanlar''hüküm altına alınmaktadır. Bu tabloya göre, düzenlemenin ilk halindeki ''her ne nam altında
olursa olsun''ve ''bunların faaliyetlerini düzenleyenler''ibareleri muhtemelen gereksiz bulunduğu için
metinden çıkarılmıştır. Örgütü yönetmenin örgütün faaliyetlerini düzenlemekten farklı bir fiil
olduğunu savunmak gerçekten güçtür. Ayrıca, 2006 öncesinde ''örgüte girenler''i cezalandırırken,
2006 sonrasında bu ifade yerine daha yerinde bir şekilde ''üye olanlar''hüküm altına alınmıştır. Diğer
taraftan, düzenlemelerin tek bir ortak noktası olduğu görülmektedir:
Her iki düzenleme de açıkça 1. maddeye atıf yapmaktadır. 2006 düzenlemesiyle örgüt tanımının
çıkarılmasına rağmen, 1. Maddenin hâlâ terör örgütü kavramı konusunda en açıklayıcı hüküm
olması gerçeği karşısında, kanun koyucunun 1. maddeye yapılan göndermeyi muhafaza etmesi
makul görünmektedir. Terör amaçlı örgütlenme suçu olarak özetlenebilecek olan terör örgütünü
kurma, yönetme ve bu örgüte üye olma suçları için öngörülen cezalar kıyaslandığında, rahatlıkla
söylenebilir ki, 2006 düzenlemesiyle cezalar artırılmıştır. Örgütü kurma ve yönetme fiilleri, 2006
öncesinde beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar
251
adli para cezası ile cezalandırılırken, 2006 sonrasında Türk Ceza Kanunu m. 314/1 gereğince on
yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Üye olma suçu bakımından ise 2006
öncesi düzenlemede üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya
kadar adli para cezası öngörülmüşken 2006 sonrasında m. 314/2 gereğince beş yıldan on yıla kadar
hapis cezası belirlenmiştir. Bu genel kıyaslamadan sonra, fıkranın 2006 öncesi ve sonrasındaki terör
örgütüyle alakalı düzenleme biçimi karşılaştırıldığında, ilk durumda terör örgütünün ''1. maddenin
kapsamına giren örgüt'' şeklinde tanımlandığı, buna karşılık 2006 sonrasında ise ''cebir ve şiddet
kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede
belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere kurulan örgüt''olarak tarif edildiği
görülmektedir. Bu farklılığın temel sebebi, kanaatimizce 2006 öncesinde 1. maddede, eleştiriye açık
olmakla beraber, bir terör örgütü tanımının bulunuyor olması ve 2006'da bu tanımlayıcı hükümlerin
çıkarılmış olmasıdır. Kanun koyucu, 2006 öncesinde ''1. maddenin kapsamına giren örgüt'' şeklinde
bir ifade kullanmakla haklı olarak yetinmiştir; çünkü 1. madde zaten terör örgütü tanımını
bünyesinde barındırmaktadır. Buna mukabil, 2006 sonrasında 1. Maddedeki tanımlayıcı
düzenlemeler olan 2. ve 3. Fıkralar ilga edilmiştir. O yüzden kanun koyucu, ilk olarak terör
yöntemlerini açıkça belirtme ihtiyacı hissetmiş, ''cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma,
yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle' 'ifadesine yer vermiştir. Kanun koyucu, ikinci olarak,
tekrar etmemekle beraber ''1. Maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak''ibaresiyle terör örgütünün
bir başka unsurunu 7. maddeye yerleştirmiş görünmektedir. Böylece, terör yöntemlerinin tekrar
edilmesiyle 7. maddenin 1. maddeye karşı hukuki bağımlılığı azalmış olsa da tamamen ortadan
kalkmamıştır. Zira terör örgütünün amaçsal tanımı bakımından 7. madde hâlâ 1. maddeye atıf
yapmaktadır. 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde, Kanun'un 168.
ve 313. maddelerindeki örgütler dışında Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesiyle oluşturulan
bir terör örgütü tanımı bulunmaktaydı. Dolayısıyla, üçlü bir suç örgütü yapısı söz konusuydu. Bu
karmaşık yapının keyfi uygulamalara yol açabileceği düşüncesiyle 7. madde değiştirilmiş, ayrıca
Türk Ceza Kanunu'nun 220. ve 314. maddelerine de böylece işlerlik kazandırılmıştır. Kanaatimizce
bu değişikliğin olumlu yanlarından biri de Türk Ceza Hukuku düzeni içinde suç örgütü
yapılanmasına bir bütünlük ve tutarlılık kazandırılmış olmasıdır. İki dönem arasında terör örgütün
niteliği bakımından önemli bir fark sözkonusudur. 2006 öncesinde Terörle Mücadele Kanunu'nun 7.
maddesine göre iki tür örgütten bahsedilebilirdi: silahlı terör örgütü (''silahlı örgüt'') ve silahsız terör
örgütü. Bu dönemde terör örgütü silahsızsa ve vahim eylemlerde bulunmamışsa mensubu veya
yöneticisi m.7/1 hükmünün 2. fıkrası uyarınca cezalandırılıyor; buna mukabil, eğer terör örgütü
hukuken ''silahlı örgüt''niteliği taşıyorsa, silahlıysa ve vahim eylemlerde bulunmuşsa, örgütün
mensubu veya yöneticisine 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 168. maddesi gereğince yaptırım
uygulanıyordu. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. Maddesinde 2006 yılında yapılan
değişiklikle silahlı-silahsız terör örgütü ayrımı tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu noktada terör
örgütünün niteliğiyle ilgili olarak bir görüş ayrılığının varlığı olduğunu söylemek gerekir. İzzet
Özgenç'e göre, 2006 sonrası düzenleme çerçevesinde terör örgütünün silahlı olması zorunludur.
Yazar, silahlı olmayan suç örgütleriyle ilgili olarak Terörle Mücadele Kanunu'nun değil, Türk Ceza
Kanunu ve diğer mevzuatın uygulanması gerektiği düşüncesindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçişleri Komisyonu'nun 7. maddede yapılan değişikliğe ilişkin raporu da aynı doğrultudadır. Rapora
göre ''terör örgütünün ancak silahlı bir örgüt olabileceği hususuna açıklık getirmek gerekir. Aksi
252
takdirde cebir ve şiddet içermeyen pek çok suç, salt bir örgütle ilişki kurulduğu için terör suçu
olarak kabul edilecektir''. Buna karşılık, Vahit Baltacı ise bir örgütün terör örgütü olabilmesi için
silahlı olmasının gerekmediğini, Kanun'u 1. maddesindeki şartlar sağlanmış olmasının bir terör
örgütünün varlığından bahsetmek için yeterli olduğunu ileri sürmektedir. Kanaatimizce, her ne
kadar yalnızca mevzuat esas alınırsa terör örgütünün silahlı olmasının şart olmadığı söylenebilirse
de, 1. maddedeki terör tanımında yer alan ''cebir ve şiddet''unsurları Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçişleri Komisyonu, 27.04.2006, E. 1/1194, K. 40 sayılı Rapor. ''3713 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesinde yapılan değişiklikle terör örgütü ile ilişkisi kurulabilen kimi suçların terör suçu
sayılacağı kabul edilmiştir. Bu suçlara bakıldığında, kimilerinin, cebir ve şiddet içermedikleri halde
terör örgütüyle ilişkili oldukları için kapsama alındıkları görülmektedir. Bu hüküm terör suçlarının
alanını olağanüstü boyutta genişletmektedir. Terör örgütü kavramının da belirsizleşmesi halinde,
Kanunun uygulaması toplumun son derece önemli bir kesimini kapsar hale gelir. Dolayısıyla 7 nci
maddede yapılacak değişiklikle terör örgütünün ancak silahlı bir örgüt olabileceği hususuna açıklık
kazandırmak gerekir. Aksi takdirde cebir ve şiddet içermeyen pek çok suç, salt bir örgütle ilişki
kurulduğu için terör suçu olarak kabul edilecektir.''Ancak yeni haliyle bile, Terörle Mücadele
Kanunu'nun yarattığı ''terör örgütü''kavramı, Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinde düzenlenen
''silahlı örgüt''suçuyla birlikte varlığını sürdürürken, içerdikleri ortak unsurlardan ötürü karışıklığa
neden olmayı sürdürmektedir. Düzenlemede bir başka farkın da suç ve cezanın aynı veya ayrı
kanunlarda düzenlenmesine ilişkin olduğu görülmektedir. Şöyle ki, terör örgütü kurma, yönetme ve
bu örgüte üye olma suçu 2006 öncesinde doğrudan ve diğer örgüt suçlarından bağımsız olarak
Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. Maddesi uyarınca cezalandırılmaktayken; yeni düzenleme, terör
örgütü suçlarına bizzat ceza vermemekte, genel kanun (code) niteliği taşıyan Türk Ceza Kanunu'nun
314. Maddesindeki cezanın uygulanmasını emretmekle yetinmektedir. Bu yeni durumda, kesin
olarak söylenebilir ki, terör örgütü kurma, yönetme ve bu örgüte üye olma fiilleri açısından suç ve
ceza ayrı kanunlarda düzenlenmiştir. Suç ve cezanın ayrı kanunlarda düzenlenmesinin suçta ve
cezada kanunilik ilkesine aykırı düştüğü söylenebilir. Nitekim Fransız Anayasa Konseyi (Conseil
Constitutionnel), 28 Şubat 2012 tarihinde vermiş olduğu kararında, Fransız kanunlarının tanıdığı
soykırımları inkâr etme ya da küçümseme fiillerini cezalandıran kanun hükmünü iptal ederken bir
suçun, kanunla sadece tanınmış olmasının normatif çerçeveyi sağlamadığını gerekçe göstermiştir.
bb) İlk Atıf: Silahlı Örgüt Suçu,
Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesine göre ''...terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte
üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır''. Düzenleme
bu haliyle ilk bakışta, sadece cezalandırma bakımından m. 314'ün uygulanacağı izlenimi
vermektedir. Nitekim böyle bir izlenimin oluştuğu düşüncesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçişleri
Komisyonu tarafından da paylaşılmaktadır. Ayrıca, bazı yazarlar sözkonusu göndermenin yaptırımla
sınırlı olduğu görüşünü savunmaktadır. Oysa hem düzenlemenin gerekçesinden hem de örgüt
suçunun genel hukuk sistematiği içindeki düzenleniş biçiminden anlaşıldığı üzere yapılan atıf
gerçekte sadece cezalandırmayı değil, suçun unsurlarını da kapsamaktadır. Yine de, yapılan
yollamanın suçun unsurlarını ve cezalandırma biçimini tereddüde mahal bırakmayacak şekilde
kapsaması için 7. maddenin ilgili kısmının ''...terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye
253
olanlar hakkında Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi uygulanır'' şeklinde değiştirilmesini
öneriyoruz. Kendisine atıf yapılan Türk Ceza Kanunu'nun ''silahlı örgüt''başlıklı 314. maddesine
bakıldığında, örgüt suçunun özel bir türüyle karşılaşılmaktadır: ''Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan
onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer
hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.''
Maddenin ilk fıkrasında belirtilen dördüncü ve beşinci bölümler sırasıyla devletin güvenliğine karşı
suçlar ile anayasal düzene ve bu 126 Türkiye Büyük Millet Meclisi İçişleri Komisyonu, 27.04.2006,
E. 1/1194, K. 40 sayılı Rapor'a göre, ''Tasarının 6. maddesi 3713 sayılı Kanunun 7. maddesinde
değişiklik öngörmektedir. Değişikliğe bakıldığında, TCK'nın 314. maddesine atıfta bulunulduğu
görülmektedir. Ancak bu atfın sadece ceza miktarlarının artırılmasını sağlamak bakımından
yapıldığı izlenimi doğmaktadır. Oysa terör eylemlerini diğer eylemlerden ayırmak bakımından 314.
maddedeki tanımın esas alındığı konusuna açıklık getirilmelidir. Aksi taktirde 4. maddeye ilişkin
olarak açıklanan kapsam genişlemesine ilişkin endişeler sürecektir.''
Bu suçların bir kısmının, Terörle Mücadele Kanunu'nun 3. ve 4. maddesi uyarınca mutlak ya da
nisbî terör suçu olarak düzenlendiği görülmektedir. Dolayısıyla, sözü edilen suçlar, hem Türk Ceza
Kanunu'nun 314. Maddesi uyarınca başlı başına bir ''silahlı örgüt''çerçevesinde, hem de Terörle
Mücadele Kanunu'nun 7. Maddesi uyarınca bir ''terör örgütü''çerçevesinde işlenebilmektedir. Terörle
Mücadele Kanunu'nun 3., 4. ve 7. Maddeleri ile Türk Ceza Kanunu'nun sözkonusu dördüncü ve
beşinci bölümü birlikte ele alındığında, 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316. Maddeler ile
310'uncu maddenin birinci ve ikinci fıkrasında yazılı suçların iki örgüt tipinin kesişim kümesinde
yer aldığı görülmektedir. Hukuk tekniği bakımından sakıncalı olan bu karışık düzenleme, suç ile
cezanın ayrı normlarla yaratılması suretiyle ortaya çıkmıştır. Bu düzenleme biçiminin suç ve
cezaların belirliliği ve doğal olarak kanunilik ilkesine aykırı olduğunu söyleyebiliriz. Yukarıda 7.
maddenin incelendiği kısımda ortaya koyduğumuz gerekçelerin yanı sıra, özel kanun niteliğindeki
Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinin Ceza Kanunu'nun 314. Maddesine yaptığı atıftan,
terör örgütünün ''silahlı''olması gerektiği sonucunu çıkarmak yanlış olmayacaktır. Silahlı örgüt ile
terör örgütü ayrımı, 2006 sonrasında dahi varlığını sürdürmektedir. İki örgüt, iki temel farkla
birbirinden ayrılmaktadır: Yukarıda açıklandığı üzere, silahlı örgüt, Türk Ceza Kanunu'nda
düzenlenen belli suçları işlemek amacıyla teşekkül eden bir örgüt olup terör örgütüne kıyasla, daha
dar bir faaliyet alanına sahiptir. Mesela, genel sağlığı bozmak amacıyla kurulan bir suç örgütü
-üstelik silahlı bile olsa- m. 314 anlamında ''silahlı örgüt''sıfatı taşımazken, terör örgütü kapsamına
girebilecektir. Buna mukabil, terör örgütü, Terörle Mücadele Kanunu'nun 3. ve 4. maddelerinde
sayılan pek çok suçu işlemek amacıyla faaliyet gösterebilecektir. İkinci olarak, kanunun yalnız lafzı
esas alındığında silahlı örgüt için ''silahlı''olmak zorunlu bir unsur görünümündeyken terör örgütü
için kanunda açıkça ''silahlı''olma şartı aranmamıştır. Her ne kadar gâi yorum metoduyla 2006
değişikliğindeki yasama süreci incelendiğinde kanun koyucunun iki örgütlenme tipi arasındaki
ayrımı ortadan kaldırma amacı güttüğü söylenebilirse de, hukuken ''silahlı örgüt''ve ''terör
örgütü''kavramlarının ayrı statüde olduğunu kabul etmek gerekir. Sonuç olarak, 2006 sonrasında,
yukarıda yer verilen iki örgüt tipinin faaliyeti kapsamına giren suçlar göz önüne alındığında, her
254
terör örgütünün ''silahlı örgüt''olmadığı, ancak her silahlı örgütün aynı zamanda terör örgütü niteliği
taşıdığı söylenebilecektir. Öte yandan, Terörle Mücadele Kanunu'nun 3. maddesinde yer verilen
mutlak terör suçları arasında Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinde düzenlenen ''silahlı
örgüt''suçu da bulunmaktadır. Dolayısıyla, silahlı örgüt suçunun, hukuken terör suçları kategorisine
dâhil olduğu açıktır. Bu açıdan da, m. 314 anlamında ''silahlı örgüt''ün her zaman terör örgütü
niteliği taşıdığı yönündeki görüş makul görünmektedir.
cc) İkinci Atıf: Genel Örgütlenme Suçu
Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. Maddesinin ilk fıkrasındaki atıf hükmünün yol açtığı hukuki
karmaşa, yukarıda açıkladığımız tabloyla sınırlı değildir. Nitekim kendisine atıf yapılan Türk Ceza
Kanunu'nun 314. maddesinin 3. fıkrası, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer
hükümlerin, silahlı örgüt suçu açısından aynen uygulanacağını emretmektedir. Böylelikle, ''terör
örgütü''terimini doğrudan etkileyen yeni bir madde daha değerlendirilmeye dâhil edilmek
zorundadır. Bu hüküm, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun düzenlendiği Türk Ceza
Kanunu'nun 220'nci maddesidir. Kendi içerisinde farklı bazı sorunları bünyesinde barındıran bu
düzenlemeye göre,
(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı,
sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması
halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye
sayısının en az üç kişi olması gerekir.
(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(3) Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına
kadar artırılır.
(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya
hükmolunur.
(5) Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail
olarak cezalandırılır.
(6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan
da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir. Bu
fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır.
(7) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım
eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan
yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.
(8) Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu
yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza
yarı oranında artırılır. Genel kural-özel kural ilişkisi bakımından, özelden genele bir sıralama
255
yapılırsa TCK m. 314, TMK m. 7, TCK 220 şeklinde bir dizi ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, her ne
kadar Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesindeki atıf, görünüşte sadece cezalandırma şekli
açısından yapılmış olsa da, hukuk sistematiği bakımından Ceza Kanunu m. 314'te yalnızca hapis
cezalarının dikkate alınıp diğer hükümlerin göz ardı edilmesi isabetli olmayacaktır. Suçun maddi
unsuruyla verilecek ceza arasında ilişkinin kaçınılmaz oluşu dikkate alınırsa, bir suçun cezasının
suçtan bağımsız değerlendirilmesi tutarsız olacağı için, söz konusu atıf örgütün unsurlarını da
kapsayacak biçimde geniş yorumlanmalıdır.
Terör örgütü, 2006 öncesi dönemde iki veya daha fazla kişiden oluşabiliyorken, 2006 sonrasında
Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. Maddesinin Türk Ceza Kanunu m. 314'e ve m. 314'ün m. 220'ye
atıf yapması nedeniyle, en az üç kişiden oluşabileceği kabul edilmelidir.
SONUÇ
Tüm bu incelemelerin sonucunda Türk Ceza Hukuku'nda terör örgütünü diğer suç örgütlerinden
ayıran unsurlar ve kanuni dayanakları şu şekilde tespit edilebilir;
i) Yöntem / Modus Operandi: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma,
sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir. (TMK m. 1, m. 7),
ii) Amaç-Saik: Terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Sadece maddi
çıkar amaçlı bir teşekkül, terör örgütü olamaz. Türk Ceza Hukukunda terör örgütleri, Anayasada
belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin
varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek,
temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel
sağlığı bozmak amacıyla faaliyet gösterir. (TMK m. 1),
iii) Araç-Gereç: Terör örgütü silahlı bir örgüt türüdür. (TMK m. 7, TCK 314),
iv) Elverişlilik: Bir örgütün terör örgütü olabilmesi için yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile
araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması gerekir. (TMK m. 7, TCK m. 314 ,
TCK m. 220) Terör örgütün amaçları, genel suç örgütüne kıyasla daha büyük ve zor olduğu için
sözkonusu elverişlilik kriteri gereğince terör örgütünden söz edebilmek için güçlü bir yapılanmanın
varlığını aramak isabetli olacaktır.
v) Üye sayısı: Terör örgütü en az üç kişiden oluşur. (TMK m. 7, TCK m. 314, TCK m. 220)
Terörle Mücadele Kanunu yürürlüğe girdiği günden bu yana pek çok kez değişikliğe maruz
kalmıştır. ''Terör örgütü'' kavramı açısından en önemli değişikliklerin ilki, 2006 yılında kabul edilen
5532 sayılı Kanun'un 17. ve 1. maddeleriyle, Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinin örgüt
kavramını düzenleyen ikinci ve üçüncü fıkralarının ilga edilmesi ve maddenin başlığının, ''terör ve
örgüt tanımı''iken ''terör tanımı''haline getirilmesiyle ''örgüt tanımı''nın Terörle Mücadele
Kanunu'ndan çıkarılmasıdır. İkinci önemli değişiklik ise 5532 sayılı Kanun'un 6. maddesiyle Terörle
Mücadele Kanunu'nun 7. Maddesinin Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesindeki ''silahlı
örgüt''suçuna atıfta bulunacak şekilde değiştirilmesidir. İlk bakışta, her ne kadar ''terör
256
örgütü''kavramının açık hukuki dayanağını yitirdiği ve kavramın belirsizliğinin arttığı iddia
edilebilir görünse de, ceza hukukunun sistematik bütünlüğü bakımından tüm örgütlü suçların
birbiriyle ilişkilendirilmesi olumlu bir gelişme olarak nitelendirilebilir. İkinci olarak, yaptığımız
incelemeler göstermektedir ki, mevcut haliyle, ''terör örgütü''kavramı ile ''terör''kavramı arasında
belli ölçüde totolojik bir ilişki vardır. Söz konusu kavramların birbirleri olmaksızın tanımlanmaları
mümkün görünmemektedir. Bu açmazın temel sebebi, (terör örgütü, ''terör''olmaksızın
düşünülemeyeceğine göre) terör tanımının örgüt unsurunu içermesidir. Diğer taraftan, terör
eylemlerinin örgüt olmaksızın, bireysel şekilde gerçekleştirilmesi mümkün görünmektedir. Bu
yüzden, terör kavramının hukuki tanımına bireysel terör faaliyetleri dâhil edilmeli;
''terör''kavramının örgüt unsuruna bağımlılığı ortadan kaldırılmalıdır. Öte yandan, Terörle Mücadele
Kanunu'nda 2006 yılında gerçekleştirilen değişikliklere rağmen, ''terör örgütü''ve ''silahlı
örgüt''kavramlarını taşıdıkları ortak unsurlardan ötürü hukuki belirsizlikten kurtarılamadığı
söylenebilir. Yürürlükteki hukuka göre, her terör örgütü, teknik anlamda ''silahlı
örgüt''sayılamazken, her silahlı örgüt, ''terör örgütü''niteliği taşımakta; dolayısıyla terör örgütü
kavramı, silahlı örgüt kavramını içermektedir. Terör amaçlı örgütlenmenin tek bir düzenlemeyle
hüküm altına alınması, suç ve cezada kanunilik ilkesinin belirlilik unsuru bakımından daha uygun
olacaktır.
Bununla birlikte;
C. Başsavcılığımızın 2014/133596 numaralı soruşturma dosyası üzerinden Şüpheliler hakkında
"Silahlı Terör Örgütü Kurmak, Yönetmek ve Kurulan Örgüte Üye Olmak, Örgüt Yapılanması
Altında Sair Suçları İka Etmek" suçlarından soruşturma yürütülmekte iken, "Kamuoyunda Fetullah
Gülen Grubu, Paralel Devlet Yapılanması, Fetullahçı Terör Örgütü, Pensilvanya Örgütü adları ile
anılan oluşumun terör örgütü olup olmadığı, terör örgütü ise ne sebeple terör örgütü olarak
addedilebileceği" şeklindeki 18.03.2015 tarihli müzekkereye Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle
Mücadele Daire Başkanlığı'nca verilen 20.05.2015 tarihli tarihli cevabi yazı içeriğine göre;
"Konu: Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY),
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülmekte olan 2004/133596 sayılı soruşturmaya konu
yapılanmanın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilip
değerlendirilmediğinin sorulduğu, konu soruşturmayı yürüten savcılık ile kovuşturmayı yürütecek
olan bağımsız mahkemelerin yetkisi kapsamında olmakla birlikte, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı'nca gönderilen adli talimatın yerine getirilmesi amacıyla söz konusu örgüt hakkında
daire başkanlığı arşivlerine daha önceki tarihlerde intikal etmiş bilgi belgelerin değerlendirilmesi,
tanık, mağdur/müşteki beyanları ve açık kaynakların irdelenmesi neticesinde hazırlanan bilgi
notunun;
Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY),
Terörizm ve Genel Hususlar,
Ayrıntılı İnceleme,
Netice ve Kanaat, olmak üzere dört başlıkta tanzim edildiği'' bildirilmiştir.
257
A. FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ/PDY)
Örgütün Kuruluşu;
Erzurum İli, Pasinler Pasinler İlçesi, Korucuk Köyü nüfusuna kayıtlı Ramiz ve Rabia oğlu
27.04.1941 doğumlu Fetullah Gülen, 1958 yılından itibaren çeşitli illerde imam ve vaiz olarak
görev yapmıştır.
1970'li yıllara kadar Yeni Asya Grubu içerisinde yer alan Fetullah Gülen bu tarihten sonra İzmir
Kestanepazarı Kuran Kursu'nda görev yaptığı dönemde çevresinde bulunan arkadaşları ile dini
motifleri kullanmak (istismar etmek) suretiyle örgütünün çekirdek kadrosunu oluşturarak müstakil
hareket etmeye başlamış, faaliyetlerini daha ziyade l3-18 yaş grubundaki öğrenci ve genç kesim
üzerinde yoğunlaştırarak, teyp/video kasetlerine çekilen vaaz ve konuşmaları, sohbet toplantıları ve
özellikle yaz kamplarında görüşlerini ulaştırdığı sempatizan grubu ile kendi adı ile anılan örgütü
kurmuştur.
Özellikle 1990'lı yılların başından itibaren yurt dışına da açılmaya başlayan yapı zaman içerisinde,
hayatın doğal akışına aykırı şekilde dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösterir hale gelmiştir.
Örgütün Amacı;
Geçmişte örgüt içinde faaliyet gösteren kişilerin beyanlarından örgütün gerçek amacının; kuruluş
yıllarından itibaren toplumun dini duygularını suiistimal ederek 'Himmet' adı altında topladığı
maddi kaynaklar ile yurtiçi ve yurt dışında faaliyete geçirdiği eğitim müesseseleri üzerinden amaç
ve ilkeleri doğrultusunda yetiştirdiği öğrencileri, elde ettiği finans ve siyasi gücü, örgütsel menfaat
ve ideolojisi çerçevesinde kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını
(yasama, yürütme, yargı erklerini) ele geçirmek, aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük/etkili
siyasi ve ekonomik güç haline gelmek olduğu anlaşılmaktadır.
Amaca Göre Örgütlenme Stratejisi;
Örgütün 1970'li yıllardan günümüze kadar uygulamış olduğu 'örgütlenme yöntemleri', 'taktik' ve
'stratejiler' çerçevesinde bütüncül bir bakış açısıyla incelendiğinde; uygulanan yöntemler değişse de
amacının değişmediği, temel hedefinin Türkiye Devleti'nin bütün anayasal kurumlarını ele
geçirmek olduğu anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin;
Tabanında bulunan insanları istismar ederek kaynak ve meşruiyet devşirme,
Öğrenci seçme ekipleri ile köy ve semtlerden topladığı gençleri, bünyesindeki vakıf, ışık evleri,
okul ve dershaneleri marifetiyle ideolojisi doğrultusunda yetiştirerek insan gücü elde etme,
258
Devlet modeline uygun bir paralel örgütlenme ile gizlice başta siyaset, mülkiye, adliye, maliye,
askeriye ve emniyet olmak üzere devletin tüm kılcal damarlarına sızma,
Yurt, okul, dershane ve ışık evlerinde, beyin yıkama metotları ile; sorgulamayan, düşünmeyen,
mutlak itaati esas alan yapıya bağlı insan tipi yetiştirme,
Dinler arası diyalog adı altında, semavi dinlerin temsilcileri ile görüşerek, kendisini İslam adına
muhatap göstermeye çalışma,
Devlet dışında kendisine bağlı bir ekonomik sistem kurma, şirket birlikleri ve konfederasyonlar
kurarak zenginler kulübü oluşturma böylelikle ulusal ve uluslararası ticarette söz sahibi olma,
Kamu, ÖSYS vb. sınav sorularını hukuka aykırı yollarla ele geçirip, kendi mensuplarının sınavlarda
başarılı olarak kamu kurumlarına ve etkin okullara girmesini sağlamanın yanında, ürettiği sahte
belge ve delillerle, örgüt mensubu olmayan kişiler hakkında adli ve idari soruşturmaların açılmasını
sağlayarak devlet kadrolarından tasfiye etme ve bu kadrolara kendi örgüt elemanlarını yerleştirme
yöntemlerini amacına ulaşmak için kullandığı anlaşılmaktadır.
1970'li yıllardan itibaren devlete sızarak, özellikle, "Mülkiye, Adliye, Emniyet, Millî Eğitim ve
TSK" içerisinde kendi özel hiyerarşisi ile illegal kadrolaşmaya gidildiğini; Örgüt lideri F. Gülen'in
bazı ifade ve açıklamalarında rahatlıkla görmek mümkündür ki bunlardan bazıları şunlardır:
"Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!"; "bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar
hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!"
"Türkiye 'deki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım, erken sayılır."
"Adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi
mevcudiyetler şeklinde ele alınıp değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o
ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır."
"Arkadaşlarımız o sahada kabiliyetlerini geliştirmeli, müktesebatlarını geliştirmeli esas ve
zannediyorum iki yanlı olmaları itibariyle de sergileyecekleri performansta da daima takdir
toplayacaklardır. Yani bu bizim cepheyi öğrenmeleri lazım arkadaşların. Yani bizim hukuk
sistemimizi didik didik etmelidirler, biz bir taraftan çalışıp onların istifade edecekleri şekle
getirmeliyiz, onu öyle formüle etmeliyiz, öyle tertip ve temkide tabi tutmalıyız."
"Allah'ın Resulü kuvvet dengesinin olmadığı bir yerde ortaya atılmanın hezimet ve mağlubiyetle
neticeleneceğini herkesten iyi değerlendirdi ve bu sebeple de stratejisini hep temkin ve tedbirle
örgütledi. Denge gözetilmediğinde hezimet ve mağlubiyetin kaçınılmaz olduğu şartlarda
kahramanlık gösterisi ihanettir. "
"Yani siz hakim değilsiniz başka kuvvetler var. Bu ülkede değişik kuvvetleri hesap edecek dengeli,
dikkatli, tedbirli, temkinli yürümekte yarar var ki geriye adım atmayalım... yani her şey bir oyundur.
Kungfu gibi oyun, tekvando gibi bir oyun, judo gibi bir oyun her zaman insan hasmını yenmesi öyle
yumruk vurup yere sermesi gibi bir şey değildir, Bazen hasımdan kaçmak bile çok önemli bir
manevra (kesinti var), çok iyi bilecek, çok iyi planlayacak ona göre yürüyeceksiniz. Kuvvet
dengesinin olmadığı bir yerde kuvvete başvurmayacaksınız, teknik, taktik yerine sizin kalbiniz
önemlidir."
259
"Ben yine kuvvet dengesinin olmadığı için şahsen o yol yerine kendi düşüncemi yayma, kendi
düşünce sistemim adına varlığı her tarafı fethetme, ele geçirme yolunu şahsen tercih ederim."
"Zaman henüz uygun değil. Bütün dünyayı omuzlayıp taşıyabileceğimiz zamana dek, tamam
olacağınız ve koşulların uygun olacağı zamana dek beklemelisiniz! Bilhassa haber alma hususunda
her zaman hasım cephenin çok önünde olunmalıdır."
"Toplumun büyük kesimlerine, büyük kısımlarına, bu duygu ve düşünceyle ulaşma açısından, belli
bir noktaya belli bir kıvama gelecekleri ana kadar, bu şekilde hizmet etmeleri şart, zaruri,
lüzumlu......yanlışı telafi edemeyiz."
"Türkiye'deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti
cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. (...) bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı
ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. (...) sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir
olursunuz."
"50'li yıllardan buyana tam 40-45 yıl geçmiştir. O dönemde, 10 yaşında olanlar, şayet mevsimi
geldiğinde üniversite okusalardı, şimdi zirvelerde ya da zirveleri zorlayan konumlarda olacaklardı.
20 yaşında olanlar 60-65 yaşında olacaklardı ki bu da onların başbakanlar, reis-i cumhurlar
seviyesinde en olgun dönemlerini yaşıyor olmaları demekti."
"Her yerde hususen geri kalmış yerlerde mafyanın ağzına azıcık bal sürülebilir. "
"Bize 'Orta Asya'ya açılın' diyen sağ ABD Cumhuriyetçileri kaybetti. Yeni iktidarla Türkiye yalnız
kaldı."
"Yüzlerce arkadaşlar, yüzlerce diyorum tabi Türkiye'nin içinde binlerce yurt dışında burs veriyorlar.
Amerika'da otuz küsur değişik üniversitelerde kariyer yapıyorlar. Kariyerin yapılmasının yanında
kariyer yapmanın yanında aynı zamanda bu arkadaşlarımız orada hizmet te yapıyorlar ve bu iki üç
senelik ömrü olan bir şey. Daha önce de vardı üç beş arkadaş ama fakat bunlar Allah'a çok şükür
organize edildi. HİMMETLER belli bir noktada... (kesinti) edildi. Ve şimdi orada çok iyi
güdülüyorlar Allah'ın İnayet ve keremiyle her sene de besleniyorlar. İngiltere'den Almanya'ya
oradan Avusturalya'ya oradan Amerika'ya kadar her yerde kariyer yapan arkadaşlarımız
besleniyorlar. Ve bu arkadaşlar bizim gaye-i hayalimize göre gelecekte o dünyalardaki
üniversitelerdeki bizim tebliğcilerimiz olacaklar. Türkiye'ye döndükleri zaman da burada el üstünde
üniversitelerdeki HOCALARIM olacaklar. "
Bu sözler, Fetullah Gülen'in kasetlerdeki vaazları ve röportajları ile kitaplarda yer alan taktik ve
strateji içeren sözleridir. Pensilvanya örgütünün strateji ve hedeflerini özetleyen bu ifadeler;
fetvalarla "Tedbir ve İstihbarat", "Maarif ve Şirket" ilkesine göre yetiştirilen örgüt mensuplarının,
amaçlarına giden yolda hasım olarak gördükleri diğerlerini de etkisiz kılarak devlet içinde etkin bir
duruma gelmeleri hedefini göstermektedir.
Örgütün Sosyo-Kültürel ve Zihinsel Yapısı;
Örgüt içerisinde Fetullah Gülen'in "Olağanüstü haller yaşamış bir VELİ olduğu" görüşü yaygındır.
Etrafında bu kadar insanı toplayabilmesinin arkasında bu anlayışın yattığı söylenebilir. F etullah
260
Gülen, örgüt üyelerine gelişen teknoloji ile birlikte teyp kasetleri, video kasetleri, kitapları, çeşitli
dergilerde yer alan başyazıları, internet siteleri, radyo ve televizyon programları ile görüşlerini
rahatça iletebilmiştir.
Gülen'in, örgüt üyeleri üzerinde kendi ifadesiyle "uyarılarının ve tavsiyelerinin, birinci derecede
hareket ettirici etkiye sahip olduğu" söylenebilir. Bu nedenle, F. Gülen'in kişisel görüşleri; aynı
zamanda örgütün görüşleri anlamına geldiğinden, Gülen'in düşüncelerinin analizi, örgüt hakkında
da ayrıntılı bilgilere ulaşılması anlamına gelmektedir.
Örgütün Yönetim Modeli;
Pensilvanya Örgütü 'lider merkezli' bir yapıya sahiptir. Lidere en yakın insanlar liderin
koruyucusudurlar. 'Lider' etrafında örgütlenen hareketin en dışında ise, 'örgüte ilgi duyanlar'
bulunur. Bu tür bireyler önemlidir; çünkü örgüt meşruiyetini sempatizanlarının sayıca çokluğuna
dayandırmaktadır. Bu bireyler esas itibariyle 'örgüt içinde değillerdir' ancak 'örgüt dışında' da
değillerdir. Sadece örgüte ilgi beslemektedirler.
FETÖ/PDY örgütlenmesi; gizlilik, hiyerarşik yapılanma, pelür kağıtları ile haberleşme,
özgeçmiş raporu verme (CV) ve kod adı kullanma gibi özellikleri ile yasadışı terörist
örgütlenmelerin taktiklerini kullanmaktadır. FETÖ/PDY'de, F. Gülen'in verdiği kararı sorgulama
anlamına gelecek her düşünce, eylem veya tavır kuvvetle ezilmekte, liderin ve ona bağlı diğer
yöneticilerin tüm talimatları aklın da ötesinde bir kutsiyet kazandırılarak uygulanmaktadır. F. Gülen
başta olmak üzere örgüt yöneticileri, halka hitap ederken büyük bir tevazu sergilerken, örgüt
içerisinde mutlak bir otorite ile hareket etmekte olup örgüt içerisinde ödül ve ceza sistemi
uygulanmaktadır.
Örgüt mensuplarının evlilikleri dahi bağlı bulundukları imamların izin ve talimatları doğrultusunda
gerçekleşmektedir. Evlilik kararı veren örgüt mensubu bu durumu kendisinden sorumlu imama
iletmekte, müstakbel eşini yine örgüte bağlı olan bayanların resimlerinin bulunduğu bir katalogdan
seçmektedir. Böylelikle hem mensupların örgüte bağlılığı artırılmakta hem de örgütten ayrılma
durumunda ayrılan kişilerin eş ve çocukları örgüt talimatı ile kendisinden uzaklaştırılarak baskı
oluşturulmaktadır.
Örgüt mensuplarının iş ve özel hayatlarındaki bütün kararlarını örgütün tasarrufuna bırakmış
olmalarının altında yatan sebeplerden en önemlisi, bağlı oldukları imamların ve Fetullah Gülen'in
hata yapmayacağına inanmış olmalarıdır. Ayrıca örgüt mensuplarının tamamına belli görev ve
sorumluluklar verilerek bağlılıkları perçinlenmektedir.
Yazarı M. Abdülfettah Şahin (Fetullah Gülen) olan "Ölçü ve Yoldaki Işıklar''isimli kitabının 57 ve
58. sayfalarında bulunan "Hizmet İnsanı" başlıklı bölümünde; "Cemaate bağlı kişinin azimli/kararlı
ve hizmete karşı itaatkâr, herşeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi
bozulmayan, yüksek rütbelere geldiğinde kendi rütbesini değil hizmetin rütbesini ön planda
tutan, hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün
varlığını/canını/sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması" gerektiği vurgulanmıştır.
261
Fetullah Gülen'in "Ne olursanız olun makam şöhret başınızı döndürmesin. "Sıfır" olun. Olun ki
büyük rakamlarda büyük yerlerde kullanılasınız." Şeklindeki sözleri ise, örgüt mensuplarının
fonksiyonel değerini ifade etmektedir. Gülen'e göre bireysel olarak hiçbir anlam ifade etmeyen
fertler örgüt bünyesindeki faaliyetleri ile değer kazanmaktadır.
Dini unsurları temel alarak hareket ettiğini iddia eden FETÖ/PDY'nin, dini değerleri zamana ve
şartlara göre kendi idealleri doğrultusunda yorumlaması, ülkesi ve devleti ile barışık olmak yerine
devleti kendisine hasım olarak görmesi, açık ve şeffaf olmak yerine bir istihbarat örgütü gibi ''kod
isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar''kullanması, yönetim kadrosunun
faaliyetleri yurt dışından idare etmesi ve hasımlarını saf dışı etmek için her türlü baskı, şantaj ve
yasadışı yöntemleri kullanması, çeşitli yabancı misyon temsilcileriyle mahiyeti bilinmeyen
görüşmelerde bulunması, söz konusu yapının casusluk faaliyetlerini de kapsayan organize olmuş bir
örgüt olduğunu ortaya koyan unsurlardır.
Örgütün Hiyerarşik Yapısı;
Devlet kurumlarının muhtelif tarihlerdeki raporlarında, bu örgütsel yapının hiyerarşik durumu
dönemsel olarak ortaya konulmaktaydı. Örneğin, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün '1999' yılında
yapmış olduğu bir çalışma esnasında yaptığı tespite göre, bu yapılanma şu şekildeydi:
İstişare Grubu,
Dünya İmamı,
Coğrafi Bölge İmamı,
Ülke İmamı,
Bölge İmamı,
İl İmamı,
İlçe İmamı,
Semt İmamı
Mahalle İmamı
Ev İmamı (Işık evleri)
Ser Rehberler
Belletmenler
Öğrenciler ve Örgüt Mensupları (Şakirt ve Şakirdeler).
262
Örgütün hiyerarşik yapısı günümüzde çok daha gelişmiş ve karmaşık bir hal almış olup alınan
ifadeler ve yapılan çalışmalarda örgütün mevcut yapılanmasının aşağıda gösterildiği şekilde olduğu
anlaşılmıştır.
FETÖ/PDY Örgütü; 'coğrafi', 'sektörel' yada 'kurumsal' anlamda, "imam" olarak ifade edilen
sorumlulardan oluşan bir çalışma ve hiyerarşik düzene sahiptir. FETÖ/PDY mensuplarınca "Kâinat
îmamı" ve "Mehdi" olarak kabul edilen Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı örgüt; Danışman
Kadrosu, Kıta İmamları, Ülke İmamları, Bölge imamları, İl imamları, İlçe İmamları, Esnaf
İmamları, Semt İmamları, Ev İmamları üzerinden örgütlenmiş ve tabana yayılmıştır.
Kıta, ülke, bölge, şehir, ilçe, semt ve ışık evi sorumlularının yanı sıra kamuda
(Bakanlıklar ve taşra teşkilatları, yerel yönetimler, üniversiteler, kamu iktisadi teşebbüsleri) ve
özel sektörde (Hukuk büroları, bilişim şirketleri, muhasebe firmaları vb.) faaliyet gösteren
kurumların her birinin başına örgüt tarafından "imam" olarak adlandırılan ilgili kurumların
hiyerarşik yapısı dışında sorumlular atanmaktadır.
Kurumsal imamların genelde kurumun dışından olması söz konusu olmakla birlikte; her kurumun
ayrıca kendi içerisinden sorumlu imamları da olabilmektedir. Bunlar kurum imamına karşı
sorumludurlar.
Mülkiye, Emniyet, TSK, MİT ve Yargı içerisinde faaliyet gösteren imamlar ise ayrı bir yapılanma
içerisinde yer almakta, bu yapılanmada yer alanlar, devletin hassas kurumlarında görev yapmaları
nedeniyle takip edilmemek için diğer örgüt mensuplarına nazaran daha fazla önlemler almakta ve
teknolojinin iletişim konusunda sağladığı imkânlardan kontrollü bir seviyede istifade etmektedir.
Örgütün yurt içinde toplum tarafından bilinen eğitim kurumları, sivil toplum kuruluşları, ekonomik
kuruluşları, medya organları ve sağlık kuruluşlarının Türkiye Mütevellisine bağlı ayrı sorumluları
263
bulunmaktadır. Bunlar örgütün önemli birer finans kaynağı olmanın yanı sıra, taban kazanmak ve
algı operasyonları yapmak maksatlarıyla da kullanılmaktadır.
Türkiye'den sorumlu imama, beş bölge imamı, ona da bu beş bölgeyi oluşturan şehirlerden sorumlu
imamlar bağlıdır. Her şehir büyüklüğüne göre alt bölgelere, bölgeler semtlere bölünmüş olup; her
birisinin başında ayrı bir yetkili (imam) atanmıştır. Semt imamlarının altında o semte bağlı evlerin,
ışık evlerinin imamları yer alır.
Her bölgenin başında da yine bir imam (bölge imamı) vardır. Başındaki imamla beraber bir de
'eğitim danışmanı' bulunmaktadır. İmam daha çok işin finansal ayağını oluşturan esnaf sisteminin
uygulanmasını sağlarken; paralel yapının temelini oluşturan talebe kısmının başında 'eğitim
danışmanı' bulunur.
Bu beş bölge; İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep ve Erzurum bölgeleridir. Bölgeler,
illerden oluşur ve üstte 'Bölge İmamı', altında ise 'İl İmamları' bulunur. İller de, 'büyük iller' ve
'küçük iller' olarak ikiye ayrılır. Büyük illerde, illerin altında 'en az iki' olmak üzere, eyaletler olur.
Her eyaletin 'en az üç büyük bölgesi' söz konusudur. Örneğin Ankara ilk zamanlar 3 bölgeden
oluşurken daha sonra bölge sayısı 5'e çıkarılmıştır. Büyük bölgeler ise ''en az üç küçük''bölgeden
oluşur. Hiyerarşik düzen; İl imamı, eyalet imamı, büyük bölge imamı ve küçük bölge imamı
şeklindedir.
İmamlar işin para kısmından ve maddi anlamda her şeyden sorumludurlar. Küçük bölgelerin parası
büyük bölgenin muhasebecisinde toplanır. Her büyük bölgenin, her eyaletin ve her ilin birer
muhasebecisi vardır. Yapı yukarı doğru bu şekilde sıralanır. Ast-üst ilişkisi askeri bir hiyerarşiden
daha sistemlidir. Toplanan paralar için hiçbir zaman makbuz verilmez. Bölge imamına ve
muhasebecisine sonsuz güven vardır. Bu arada her küçük bölge en az yedi-sekiz evden oluşur; kimi
bölgelerde ise onüç-ondört ev bulunmaktadır.
Her büyük bölgenin bir 'Zaman Gazetesi Sorumlusu' bulunmaktadır. Bu kişinin görevi, mütevelli
esnaflar üzerinden gazeteye abone bulmak ve abonelerin takibini yapmaktır. Her mütevellinin belirli
bir 'gazete aboneliği' hedefi vardır. Tiraj önemli olduğu için gazetelerin okunup okunmadığının
önemi yoktur. Hatta bir kişinin gazeteye abone olması için 'okur-yazar' olmasına dahi gerek yoktur.
Abonelikler 'yıllık' yapılır. Çoğunlukla kredi kartıyla yapılan bu abonelikleri 'iptal etmek' de
mümkün değildir. Bazı dönemlerde bir esnaf 20-30 abone hedefi alır ve bunu gerçekleştirir. Öğrenci
evlerinde ev imamları, evde kalan her öğrenciyi abone yapmakla mükelleftirler. Bu uygulama,
dershanelerdeki öğrenciler ve bunların velilerine kadar yaygınlaştırılabilmektedir. Hatta bir dönem,
zorunlu abonelik 'Sızıntı Dergisi' için de söz konusu olmuştur.
Herkes haftalık istişarelerde bir üstüyle bir araya gelir ve kendisine bağlı kişilerin örgütle ilişkisinin
düzeyindeki gelişmeleri anlatır. Gazete yada dergiye yapılan abonelikler ile 'toplanan bağışlar'
konusunda rapor verir. Kurban Bayramı'nda deri toplanması, okulda bir organizasyon düzenlenmesi
gibi 'proje bazlı' konular, 'istişare toplantıları' adı altında konuşulup karara bağlanır. Bu istişarelerde;
daha üst abilerden gelen ve merdiven mantığıyla 'imamdan-imama' şeklinde tüm örgüte ulaştırılan
'emir' ve 'tavsiyeler' paylaşılır. O günün siyasi ve aktüel gündem konularına karşı alınacak ortak
tavırlar öğrenilir. Bu hususlar daha sonra ev ve yurt odası istişarelerinde mensuplara aktarılır.
264
Örgütün legal görünümlü eğitim, finans, medya gibi faaliyetlerinden sorumlu imamları ile illegal
yapılanmalardan sorumlu imamları arasında geçişler olabilmektedir. Eğitim alanında faaliyet
gösteren bir imamın zamanla kamu kurumlarından sorumlu olması yada illegal alanda görev alan
bir il imamının medya faaliyetlerinde görevlendirilmesi mümkündür.
Örgütün Kuruluşundaki Yemin Metni;
Gücüm yettiği kadar Kuran'ı hayatıma gaye edineceğime, kardeşlerime karşı sadakat izinde
bulunacağıma, halkın ve talebe arkadaşların izzet ve onurlarını izzetim ve onurum kadar
yükseltmeye çalışacağıma kusurlarımın hatırlatılması karşısında memnuniyet ihzar edeceğime,
dahilden ve hariçten gelen bilumum taarruz ve tenkitleri 'nefsime yapılmış' gibi 'ret' edeceğime,
bilumum karar listesindeki esaslara riayette bulunacağıma, hizmet adına uhdeme aldığım vazifeleri
veya kararla bana tahmil edilen mükellefiyetleri 'itirazsız' yerine getirmeye çalışacağıma, Kur'an'a
sadakatten hiçbir surette ayrılmayacağıma, münferit hareket edip bu kararlara muhalif davrandığım
an ihtiyarımla bu kadrodan kendimi ıskat edip 'herhangi bir talebe gibi' dershanede vazifeme devam
edeceğime VALLAH-BİLLAH kasemleriyle yemin ediyor ve bu yeminin 'La Yen Kati' olmasına
'CENAB-I HAKKI İSTİŞHADDA' bulunuyorum.
Yemin edenler hazırlanan prensiplere uymakla mükelleftir. Bu prensipler '18 maddelik kurallar'
içermektedir;
Finansman kaynaklarının tekele verilmesi, şahsi tasarruflar yapılmaması,
Finansman kaynaklarının derneğe verilmesi, lüksten kaçınmak, israf yapmamak,
Dershanelere nezaret eden arkadaşlar, evde kalanlara her türlü adap ve edep kaidelerini öğretecek
şahsi işlerimizi dahi görüşüp kararın varıldığı istikamette işleri yapmak dahilde ve hariçte kim
vazifelendirilirse 'o vazifeye o gidecek', 'başkası o işe karışmayacak', herkesin nereye ne zaman
gideceği bir sisteme bağlı olarak yürütülecek (dışarıya gitmeler, içteki ziyaretler), kusurlarını
birbirine hatırlatmak için kardeş edinme, bu kadroyu etrafa empoze etme, kuvvet kazandırma, çok
kuvvetli gösterme (içte ve dışta olacak), arkadaşların birbirlerini kabul ettirmesi ve ittifak ettikleri o
mevzuda aynı şeyleri söylemesi on beş günde bir, bir araya gelip arıza ve pürüzlere bakılması
(Pazar günü ikindi - akşam arası),
Bilumum dışarıya giden arkadaşların tenkidinin '15 günlük' toplantıda görüşülmesi, acil durumlarda
o mevzu ile alakalı olan arkadaş, toplantı gününü beklemeksizin Hocaefendi'ye duyurabilir,
'Şeriat' fikrinin müdafii olma, 'Risale-i Nur' ve Üstadı Şeriat'a muvafık şekliyle arz etme, Tesbihat
ve Evrad-ı Ezkar'a ehemmiyet verme, bunların büyüklüğünü anlatma, karara bağlanan bir şeyin
hiçbir zaman aleyhinde bulunmama ('ima ihsas' yoluyla dahi olsa)', aksine fikir olursa 'hakkı-ı hayat
tanımama', her arkadaşın resmi gayri resmi bir işinin olmasına ihtimam, istişareden sonra fikir
beyan etmeme, alınan kararları infaz etme ve istişareyi kimlerle yapacağını bilme (Ashab-ı Rey),
kendi kardeşlerimize hakta öncelik tanıma, bir kardeşin aleyhinde söylenecek söz vs.'de onu
müdafaa ve söyleyeni de 'toplu olarak istintaka tutma', şiddetle bu iftirayı reddetme,
265
Bu şartlardan birisine riayet etmeyen kendi kendini azletmiş olacak ve talebe durumuna düşecek, bu
durum kadrolardan, evdekilerden ve halktan gizli tutulacak, kimse bilmeyecektir. Işık evlerinde
kalan öğrenciler arasında lise öğrencileri de vardır. Üniversite öğrenci evlerine, lise öğrencileri de
verilerek; hem öğrencilerin kaynaşması sağlanmış, hem de aileler nazarında güven sağlanmıştır.
Ancak rakamlar büyüyünce bu evlerin finansmanı için maddi destek bulunması gerekliliği ortaya
çıkmış; bu sorun 'şirketler' ya da 'küçük esnaflar' yolu ile aşılarak, evlerin ihtiyacı olan bütün eşyalar
örgütün esnaf kadrosu tarafından alınmıştır. Öğrencilerin kendileri de güçleri yettiği kadar 'ışık
evlerinin' ihtiyaçlarının karşılanması için katkıda bulunmuşlardır. Bu yardımlar FETÖ/PDY'nin
sayısal ve ekonomik olarak büyümesinde oldukça etkili olmuştur.
Örgüt etkisi altına aldığı öğrencileri öncelikli olarak eğitim fakültelerine yönlendirmiştir. Hukuk,
tıp, mühendislik fakülteleri gibi yüksek puanla kayıt alan bölümleri kazanabilecek öğrencilere bu
bölümler yerine eğitim fakültelerinin tercih ettirilmesi toplumun değişik kesimlerince eleştirilmiştir.
Ancak zaman göstermiştir ki eğitim fakültelerine yönelinmesi örgütün uzun vadeli planlarının bir
parçasıdır.
Örgüt eğitim kadrosunun nitelik ve nicelik açısından yeterli düzeye ulaşmasının ardından kendisine
bağlı öğrencileri çağın gereksinimleri doğrultusunda yönlendirmiş ve geleceğin elitlerini
yetiştirmeye başlamıştır. Eğitim gönüllüsü diğer kuruluşların ve dini referanslı yapıların aksine
FETÖ/PDY, ihtiyaç sahibi olan öğrencileri değil, zeki ve başarılı öğrencileri hedef almış hatta bu
öğrencilere IQ testleri yaptırmıştır. Böylelikle örgütün devleti ele geçirme amacına ulaşmasına katkı
sağlayacak kadrolaşma faaliyetlerinin önü açılmıştır.
Sonuç olarak; F. Gülen'in 1970'lerin sonunda başlattığı uzun vadeli projenin ilk halkasını eğitim
oluştururken, tedrisattan geçenler başta Emniyet, Yargı, TSK ve Mülkiye olmak üzere, devletin
önemli kademelerine yerleştirilmiş, bir kısmı ise 'işadamı' olmaya aday gösterilmiştir. Örgüt bir
yandan eğitimle kadro yetiştirip, bir yandan da diğer alanlarda etkinliğini artırmıştır.
Paralel Devlet Kurma Çabaları;
Örgütün özellikle, TSK, Emniyet, Yargı, MİT, Mülkiye ve bürokrasideki örgütlenmesi ile yasadışı
faaliyetleri, muhtelif tarihlerde resmi kurumlar ve istihbarat birimlerince hazırlanan çeşitli
raporlarla devlet arşivlerine girmiştir.
F. Gülen ilk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflere ulaşmanın yıpratıcı olacağını teşhis etmiş,
bu nedenle mevcut sistemi yıkmak yerine devletin tüm kurumlarını ele geçirmeyi hedeflemiştir.
FETÖ/PDY, yurt içinde ve yurt dışında çok miktarda vakıf, dernek, özel okul, şirket, dershane,
öğrenci yurdu, yayın organı, gazete, TV istasyonu, faizsiz finansman kurumu, sigorta şirketi ve
radyo istasyonunu denetim altında bulundurarak; amacına uygun bir şekilde planlı, programlı ve
gizli olarak faaliyetlerini yürütmüştür.
FETO/PDY'nin, diğer devlet kurumları gibi polis teşkilatı içinde de örgütlendiği öteden beri
kamuoyu tarafından bilinmektedir. Örgütün ulaşmak istediği nihai hedefler göz önünde
bulundurulduğunda, bu son derece 'anlaşılabilir' bir durumdur. Zira Emniyet Genel Müdürlüğü;
Adli, idari ve istihbari kolluk görevi ifa eden ve aynı zamanda güç kullanma yetkisine sahip bir
266
devlet kurumudur. Bu nedenle örgütün sızıp kontrolü altına almaya çalıştığı kurumların başında
gelmesi oldukça doğaldır. Örgüt, Emniyet Teşkilatındaki kadrolaşmasını belirli bir düzeye
ulaştırdıktan sonra, buradaki gücünü operasyonlarının ana aracı olarak kullanmaya başlamıştır.
Örgütün İstihbarat Ağı ve Arşivi;
Örgütün, devlet yapılanması içerisinde en güçlü olduğu alanların başında güçlü bir istihbarat ağına
sahip olması gelmektedir. Öyle ki, kamu kurumlarında çalışan örgüt mensupları elde ettikleri
bilgileri örgüte aktarmakta ve toplanan bütün bilgiler yukarıda birleştirilerek büyük bir havuz
oluşturulmaktadır. Örgüt, hedeflerine ulaşmak için bu havuzdaki bilgi ve belgeleri amaca uygun
hale getirerek hasım cephedeki kişi ve kurumlar aleyhinde kullanmaktadır. Süreç, önce olayın
kendilerine yakın medyaya sızdırılması ve kamuoyu oluşturulması ile başlamaktadır.
FETÖ/PDY; Mülkiye, MİT, TSK ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde örgütlenerek, 'güvenlik
bürokrasisi' ve 'istihbarat' alanında bir ağ oluşturma yoluna gitmiştir. Bu kurumların yanı sıra, bu
yapının paralel bir örgütlenmeye giderek istihbarat ağına katmaya çalıştığı kurumlardan birisi de
'TÜBİTAK' olmuş; son dönemde, Türkiye'nin en mahrem kurumlarından birisi olan TÜBİTAK'ta da
derin bir oluşuma gittiği anlaşılmıştır.
TÜBİTAK'ın özellikle en gizli birimlerinden olan 'Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler
Araştırma Merkezi'ndeki kadroları sayesinde, devletin üst düzey siyasi ve bürokratlarınca kullanılan
kriptolu telefonların dinlenildiği ortaya çıkmıştır.
'Hizmet ve eğitim hareketi' olarak görünmesine rağmen FETÖ/PDY'nin paralel kadrolaşma
hedefinin, 'askeri' ve 'stratejik' birimlere yöneldiği; gücün, stratejik bilginin ve paranın olduğu
her yerde örgütlendiği görülmektedir. Bu hedeflerden birinin de askeri ve stratejik projelerin,
kriptolu telefonların üretildiği, bilirkişi raporlarının verildiği TÜBİTAK birimlerinin olduğu
anlaşılmıştır.
Örgütün ‘istihbarat ağı yada gücü' konusunda bahsedilmesi gereken bir husus da F. Gülen'in sahip
olduğu ileri sürülen arşivdir. Bu yasadışı arşivde; örgütün yasadışı adli ve önleme dinlemeleri,
kendine ait gelişmiş cihazlarla yaptığı teknik takip, telefon ve ortam dinleme kayıtları, kamu
personeline yönelik fişlemelerle örgütle teması olan öğrencilerin ve ailelerinin bilgileri
bulunmaktadır.
Her bir ilçe imamı, sorumluluğu altındaki ilçede, sohbet toplantısı olarak adlandırdıkları toplantıya
katılan esnaf, memur vb. listesini, bunların irtibat bilgilerini, anılanlardan ne kadar himmet
alındığını, kendilerine bağlılık derecesini, ne iş yaptığını, sohbetlerdeki tutum ve davranışlarını,
ilçede örgüte bağlı menkul ve gayrimenkul listesini tutmakta, ilçeye yeni atanan kamu
kurum/kuruluş yetkililerinin tutum davranışlarını takip etmekte, kendilerinden olan ve olmayanları
belirlemekte, kişisel zaafları dahil şahıslar hakkında biyografik bilgi formları tutmaktadır. Kamu
kurumlarında çalışan örgüt mensuplarının bilgileri de örgüt tarafından güncel olarak
arşivlenmektedir.
267
FETÖ/PDY 'abilik' ve 'ablalık' müessesi sayesinde temas kurduğu öğrencilerin aileleri hakkında da
bilgi toplayarak; ailelerin dini, siyasi, ekonomik, etnik köken vb. durumlarını kayıt altına
almaktadır.
Bu kapsamda ışık evlerinden, mahalle, ilçe, il, bölge ve Türkiye geneline, yurt dışında ise yine
örgütün faaliyet gösterdiği her bir yerleşim yerine ve alanına kadar, örgütün hafızası niteliğinde
arşivleri vardır.
Her bir sorumlunun, sorumluluğu altındaki birime ya da alana dair tuttuğu ve bir üstüne gönderdiği
kayıtları/arşivi vardır.
Örgütün Haberleşmede Kullandığı Yöntemler;
Dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösteren ve binlerce mensubu olan örgüt için; haberleşme,
talimatların alınıp verilmesi, gelişmelerin güvenli ve zaman kaybetmeksizin aktarılması,
faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi hayati öneme sahiptir. Faaliyet alanlarının çeşitliliğine
paralel olarak örgütün haberleşme yöntemleri de çeşitlilik arz etmektedir.
En önemli haberleşme aracı GSM hatlarıdır. Bu hatlar genel olarak başkası adına kayıtlı ya da örgüt
kontrolündeki kurum/kuruluş adına kayıtlı olan, abone bilgilerinden gerçek kullanıcısına
ulaşılamayan hatlardır.
Yaklaşık 3 ayda bir yeni bir GSM hattı temin edilmekte ve eski hatla birlikte telefon cihazı da
değiştirilmektedir.
Örgüt mensuplarının kendi adlarına olmayan GSM hatları temin edip bunları belirli aralıklarla
cihazlarıyla birlikte değiştirmeleri dahi, legal olduğunu iddia ettikleri faaliyetlerinin illegal
olduğunu ve bunları gizlemeye çalıştıklarını ortaya koymak açısından önemli bir veridir.
Internet üzerinden haberleşmeye imkan tanıyan Skype, Tango, WhatsApp vb. programlar şifreli ve
düşük maliyetli olması nedeniyle oldukça sık tercih edilen haberleşme yöntemlerindendir.
Türkiye'de Almanya, ABD ya da başka bir ülkeye kayıtlı GSM hatlarının kullanılması, örgütün üst
düzey abilerinin kullandığı yöntemlerdendir. Abone bilgilerinden sadece hangi ülkeye ait olduğunun
görülebilmesi nedeniyle zaman zaman tercih edilebilmektedir. Kiralık hatlar vasıtasıyla kriptolu IP
telefon kullanılması, özellikle yurt dışındaki okullarla irtibatta kullanılan yöntemlerdendir.
Canlı kurye kullanılması en sağlıklı haberleşme yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Talimat almak ve faaliyetler hakkında bilgi vermek amacıyla doğrudan ABD/Pensilvanya'ya
gidilerek örgüt lideri F. Gülen ile yüz yüze görüşülmekte ve talimatlar bizzat alınmaktadır. F.
Gülen'in, "çok önemli hususların yüz yüze görüşülmesi" yönünde talimatlarının olduğuna dair
bilgiler mevcuttur.
Örgüt mensupları, tedbir olarak haberleşme araçlarını değiştirdikleri gibi isim zikretmekten imtina
etmekte, "abi" ya da "hocam'' şeklinde genel ifadeler kullanılmaya özen gösterilmekte, il ve ilçe
imamları ise genel olarak "Kod" isim kullanmaktadırlar. Örgütsel görüşmeler sırasında 'hizmet,
şakirt, Fetullah Gülen, cemaat' gibi kelimelerin telefonda zikredilmemesine özen gösterilmekte,
buluşma yeri söyleneceği zaman şifreli ifadeler kullanılmasına önem verilmektedir. Örgüt
268
toplantılarında verilen talimatlar ufak kağıtlara yazılmakta hatta bunların lüzumu dahilinde yok
edilebilmesi için yenilebilir özellikte olması sağlanmaktadır.
Baskı Oluşturma;
Örgüt son yıllarda bir 'korku imparatorluğu' oluşturmayı başarmıştır. Bu sürecin birinci
aşamasında, yayınlanan ya da yayınlanacak olan ses kayıtları kamuoyunda gündem oluşturan
yazarlar tarafından geniş kitlelere 'iddia' şeklinde ana hatlarıyla duyurulmakta; ikinci aşamada,
ortaya atılan bu iddialar, özellikle belirli basın yayın kuruluşları aracılığı ile haberleştirilerek ülke
genelinde 'tartışılır' hale getirilmekte; üçüncü aşamada ise konuya ilişkin bilinçaltı algısı
oluşturulmuş kitlelere yönelik; 'mevcut hükümet aleyhine tepkiselliğin arttırılması', 'kitlelerin
harekete geçirilmesi', 'devlet kurumlarının ve bürokrasinin yıpratılması' gayeleri ile sosyal medya ve
basın yayın organları üzerinden algı operasyonları yapılmaktadır.
17-25 Aralık sürecinde de bu yöntemlerle hükümeti devirmeye yönelik, "üst akılla" profesyonelce
oluşturulmuş, tamamen organize bir strateji izlenmiştir.
FETÖ/PDY'nin, kendinden olmayanlara karşı kullandığı çok sayıda illegal yöntem olup; bunlar,
şahsın işinden ailevi yaşantısına, kişisel zaaflarından toplumsal konumuna göre şekillenmekte ve
çeşitlilik göstermektedir.
Serbest meslekle uğraşan bir şahsı, piyasadaki serbest rekabet şartlarına aykırı olarak ekonomik
anlamda zarara uğratmaya çalışan yada kamudaki mensupları aracılıyla çeşitli gerekçelerle
denetlemeler yaptıran örgütün baskısını asıl hissettirdiği alan kamu kurum ve kuruluşları
çalışanlarıdır.
Kamuda uygulanan genel illegal yöntemleri; kendilerinden olmayan çalışana mobbing uygulanması,
terfi ettirilmemesi, stratejik görevlere getirtilmemesi, meslekten ihraca varan disiplin cezaları
verilmesi, istem dışı tayin edilmesi, hak edildiği halde ödüllendirilmemesi, yurt dışında eğitim
imkânlarından faydalandırılmaması vb. olarak sıralamak mümkündür.
Örgütün kullanmış olduğu bazı yasa dışı yöntemler vardır ki bunlar söz konusu şahsı hem madden
hem de manen yok etmeye yönelik eylemlerdir. Bu yöntemlerle şahıs, aile, sosyal ve iş hayatında
yıpratılarak itibarsızlaştırılmakta, kişi bu iftiraların/saldırıların kimden geldiğini bilse de
direnememekte, belli bir süre sonra istifa etmekte yada örgütün istemiş olduğu davranışları
sergilemek zorunda kalmaktadır. Bu eylemlerin bir kısmı örgütün legal uzantıları ile birlikte
koordineli olarak yürütülen planlı çalışmalardır. Söz konusu yöntemlerden bazılarını;
Kamu çalışanını, çalıştığı kurum ve kamuoyu nazarında itibarsızlaştırmaya ve suçlu göstermeye
yönelik iftira niteliğindeki iddialar içeren, kim tarafından gönderildiği tespit edilemeyecek şekilde
şahsın özel hayatına ya da meslek hayatına ilişkin isimsiz ve imzasız ihbar mektuplar yada
elektronik e-postalar göndermek, bunlara dayanarak kamu kurum/kuruluşlarındaki uzantıları
aracılığıyla şahıslar hakkında hukuk ve ceza davaları açtırmak, hapse göndermek, aile, sosyal ve iş
hayatında itibarsızlaştırmak, tâyin ve terfisini engellemek, aile düzenini bozmak,
269
Profesyonel olarak asıl yayın yapanın kim olduğunun tespit edilmesini engelleyecek şekilde yurt
dışındaki çeşitli sunucular aracılıyla hizmete sokulmuş internet sitelerinden çeşitli kamu
kurum/kuruluşları ya da yöneticileri/çalışanları aleyhine çeşitli iddialarda bulunmak, doğrudan özel
hayata müdahale eden ve doğruluğu bilinmeyen, şahsı kamuoyu nazarında yargısız infaz eden
görüntü ve sesler yayınlamak, legal uzantıları vasıtasıyla internetteki bu tür yayınları "söz konusu
siteyi
kaynak
göstererek"
yayımlamak
ve
daha
geniş
kitlelere
duyurmak,
güvenlik birimleri yada stratejik kurumlardaki uzantıları vasıtasıyla illegal yöntemlerle temin edilen
ve üzerinde oynanmış çeşitli dijital verileri kamuoyuna sunmak,
Hakkında ceza yada hukuk davası açılarak meslekten men edileceği, ellerinde özel hayatına dair
açıklanmasını istemediği dijital veriler olduğu şeklinde tehditler ve şantajla, şahsı örgüte büyük
miktarlarda himmet ödemeye mahkûm etmek yada istenen işi yapmaya zorlamak şeklinde
sıralamak mümkündür.
Siyasi Baskı;
Örgütün siyasetle ilişkisi 'faydacı' ve hatta 'fırsatçı' temelde olup; öncelikle siyaset ve kurumları
üzerinde etkili olarak kadrolaşmanın önünü açmayı, elemanlarını etkili konumlara taşımayı, onların
korunup kollanmasını sağlamayı hedeflemektedir.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus da; örgütün taşeronluğunu yaptığı
politikaları devlete hâkim kılmak istemesidir. Örgüt, başta uyuşturucu, terör ve Kürt Sorunu olmak
üzere; iç güvenlik, dış politika, uluslararası güvenlik, bölgesel ve küresel ilişkiler, uluslararası
kuruluşlar, ekonomi, eğitim vb. konularda kendi alternatif politikalarını üretip, bunların devlet yada
hükümet politikası haline gelmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Siyasi ve sosyal konularda kendi düşünce ekseni etrafında bir kamuoyu oluşturmak, tüm toplumu
hedef alıp kendi anlayışınca terbiye etmek, karar alıcı ve politikacıları etkilemek amaçlarıyla özel
olarak yetiştirilmiş ve medyada, televizyon programlarında ön plana çıkartılmış çok sayıda
akademisyen ve gazeteci, FETÖ/PDY mensubu olarak ulusal ve uluslararası politikalara yön
verebilmek adına başta algı operasyonu olmak üzere her türlü yolu denemektedir.
Bunların yanı sıra örgüt, mensuplarını milletvekili olarak meclise sokmayı istemekte, ilgi gösterdiği
kanun tasarıları hakkında hukuk büroları aracılığı ile çalışmalar yapıp medya organlarının da
katılımı ile yasama sürecine müdahil olmaya çalışmaktadır.
Medya ve Psikolojik Harekât - Propaganda Araçları;
FETÖ/PDY'nin son dönemde, devletin gizli bilgilerini, gizli toplantılarını gizli telefon
görüşmelerini, devlet kademelerindeki kendi unsurları vasıtasıyla her türlü yolu 'meşru' sayan bir
anlayışla ele geçirip montajlayarak; Twitter, Facebook, Youtube gibi sosyal paylaşım sitelerinde
yayınladığı, devleti ve hükümeti, 'itibarsızlaştırmak' suretiyle 'casusluk faaliyeti içerisine girdiği
görülmüştür. Öyle ki devletin en mahrem bilgileri dahi medyaya servis edilebilmektedir.
270
Örgüt özellikle yasadışı dinlemeler esnasında elde ettiği ses kayıtlarını medya organları vasıtasıyla
iddia şeklinde kamuoyuna ana hatları ile duyurmakta, ülke genelinde tartışılır hale gelen iddiaların
özel bir kurgu ile sunumunu yapmakta ve hükümet aleyhine tepkiselliğin artırılmasını, devlet
kurumları ve bürokrasinin yıpratılmasını hedeflemektedir. Örgütün bu tavrı yeni olmayıp 28 Şubat
sürecinde de anti demokratik girişimler grubun medya organlarınca desteklenmiş ve dönemin
hükümetini devirmeyi hedefleyen yayınlar yapılmıştır. Yine 1980 askeri müdahalesinin hemen
ardından F. Gülen, Sızıntı Dergisi'nde yayınlanan yazısını "Hızır gibi imdadımıza yetişen
Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz." diyerek sonlandırmıştır.
Sonuçta kamuoyunda; bütün bunların, devletin ortadan kaldırılmasına, ele geçirilmesine, anayasal
düzenin cebren değiştirilerek yok edilmesine, hükümeti iş yapamaz hale getirmeye ve devirmeye
yönelik belirli bir strateji doğrultusunda gelen talimatlar üzerine yapıldığı, bu uğurda her türlü
baskı, cebir vb. tarzda hareketlerin de örgüt tarafından meşru görüldüğü anlaşılmıştır.
Eğitim Alanı: Dershaneler, PDY Evleri (Işık Evleri) ve Öğrenci Yurtları;
Örgütün önemli bir ayağını 'öğrenciler' oluşturmaktadır. Bu öğrenciler toplumun çeşitli
kesimlerinden özellikle de kırsal bölgelerden şehirlere gelen fakir aile çocuklarından oluşmaktadır.
Örgütün okul ve dershanelere yönelmesinin temel amacı PDY'ye öncülük edebilecek ve zamanla
kadrolarında yer alabilecek zeki kişileri yetiştirmektir. Bugün gelinen noktada; yıllardır her dile
getirildiğinde reddedilmeye çalışılan ve tepki gösterilen; "F. Gülen ve örgütünün amacının, açtıkları
okulları sayesinde Türkiye'de ve çevre ülkelerde bir yönetici sınıfı oluşturmak" iddiasının
doğrulandığı görülmüştür.
Işık evleri ile alakalı olarak F. Gülen; "Bu evler, bir medrese gibi işler, bir mektep gibi işler,
hususi/ile her şeyin kapandığı bütün kapılara kilit vurulduğu bir dönemde bu evler geçmişte olan
misyonlarından daha büyük misyon yüklenirler çünkü geçmişte bu evlerin yaptığı vazifelerin
bazılarını medrese yapar, bazılarını zaviye yapar'. " ifadelerini kullanmıştır.
Örgüt evleri, yurtları yada dershanelerinden yetişerek kendilerine değişik görev, sorumluluk ve
misyon yüklenmiş kişilerin kamuoyuna yansımış açıklamalarından sistemin işleyişine ilişkin
aşağıdaki bazı tespitleri yapmak mümkündür:
Örgütle ilk karılaşmalar genellikle dershanelerde ya da benzeri eğitim kurumlarında olmaktadır.
Temas sağlanan öğrenciler, abilerin sorumlu oldukları evlere dağıtılmaktadır. Öğrenciler belirli bir
okula yerleştirilmek isteniyorsa, sınavlara birkaç ay kala gruplar halinde farklı yurtlara
çıkarılmaktadır. Bu gruplar daha sonra daha küçük gruplara ayrılmaktadır.
Her öğrenciye 'kod' adı verilmektedir. 'Paralel Devlet' denilen yapılanma içerisinde aslında
bölgesinden birimlerine kadar herkes 'kod isim' kullanmıştır.
Mülki îdare, Emniyet, TSK ve Yargı gibi stratejik kurumlar için hazırlanacak öğrenciler, daha özel
şartlarda seçilip, özel şartlarda hazırlanmaktadır. Bunlar özellikle 'dörder kişilik gruplar' halinde
hazırlanmakta ve bunların mümkün olduğunca diğerleriyle teması sınırlanmaktadır. Bunlara 'hücre
tipi' yapılanma modeli uygulanmakta; askeri okullara, Polis Akademisi ve Polis Koleji'ne sokulacak
271
öğrenciler, kesinlikle kendi dershanelerine gerçek isimleri ile kayıt edilmemektedir. Bu öğrencilere
sınav soruları sınavlardan önceden verilir. Buna örgüt jargonunda'Fetih okutmak'denir.
'Fetih okutmak', "sınavda çıkacak soruların öğrencilere okutulup ezberletilmesi"demektir.
Özellikle Hukuk Fakülteleri'nde okuyan öğrencilere 'top-sakal bıraktırıp, küpe taktırarak, girecekleri
ortamda kimliklerini gizlemeleri için 'stil çalışması' yaptırdıkları bilinmektedir.
Dershaneler, örgütün vesayet araçlarıdır. Çocukların ve ailelerin bilgilerinin depolandığı bir veri
tabanıdır. Bu yapının, her ilde en az bir okulu olmakla birlikte, aileler çocuklarının etiketlenmesini
istemediği için pek fazla göndermemektedirler. Fakat dershaneler için bu ihtimal daha az
olduğundan, dershanelerine daha fazla öğrenci gitmekte ve aileleri de bu yapının içine
çekebilmektedirler. Dolayısıyla konunun sadece eğitim olmadığı,
PDY'nin; dershaneler üzerinden çocuklara, ailelere, il ve ilçelere, köylere ulaştığı ve kontrol ettiği
anlaşılmaktadır. Bu bağı kopartacak şekilde, dershanelere gerek kalmayan bir sistem getirildiğinde
artık PDY'ye ya da benzeri bir yapıya ihtiyaç kalmayacaktır.
PDY 'abilik' ve 'ablalık' müessesiyle çocukları ailelerinden daha iyi tanır hale gelmekte, gelişimini
takip etmekte ve bu çocuklar bahanesiyle ailelerinin evlerine gelip bilgi toplayıp, not etmektedir.
Ailenin dini, siyasi, ekonomik, demografik, eğitim, kültürel, etnik vb. durumu o defterlerde kayıtlı
olup, adeta aileler fişlenmektedir. Bu şekilde F. Gülen örgütünün elinde, 'geniş bir demografik
arşivin olduğu' bilinmektedir.
Sonuçta 'eğitim alanı', örgüt için bir 'ara yüz' konumundadır. Zira 'eğitim alanı', örgüt açısından 'üç
fonksiyon görmektedir. Her şeyden önce 'insan' kaynağı sağlamakta; ikinci olarak 'ekonomik
kaynak' temin etmekte ve üçüncü olarak belki de her şeyin ötesinde, hareketin meşru görünmesini
sağlamaktadır. Üçüncü fonksiyon diğer ikisinden daha önemlidir çünkü eğitim faaliyetleri diğer
gayri meşru faaliyetleri kamufle etmektedir.
Örgütün Mali Yapısı ve Genel Durumu;
F. Gülen, 1960'lı yılların sonlarında İzmir/Merkez Vaizi ve Kestanepazarı Camisi İmamı olarak
görev yaptığı dönemde, küçük bir cami cemaatine hitap eden bir din adamı vasfını taşırken,
zamanla sayıları milyonlarla ifade edilen bir kitleye hitap eder hale gelmiştir.
İlk yola çıkarken "Altın Nesil" oluşturma söylemleriyle ihtiyaç sahibi öğrencilere eğitim ve burs
imkânları sağlamayı amaçladığını iddia ederek maliyesini de buna göre oluşturmuş, pek çok kişi ve
kesim tarafından desteklenmiş ve takdir görmüştür.
Yapılan hizmetler için gerekli olan maddi kaynaklar ise "ihtiyaç sahibi öğrenciler için yardım"
bahanesiyle fitre, zekat, bağış, hibe, himmet, vb. adlarla doğrudan para temini yada kurban derisi,
gıda yardımı vb. ayni yardımlar yoluyla karşılanmıştır.
Örgütün mali yapısı, zaman içerisinde örgütlenmeye paralel olarak Türkiye başta olmak üzere
dünyanın pek çok ülkesinde gelir ve gider kalemleri olan, son derece geniş bir ağ haline gelmiştir.
272
Bu kapsamda, yapılanma zaman içerisinde profesyonelleşmiş, bünyesinde bankası, holdingleri,
basın yayın kuruluşları, eğitim kurumları, ticari işletmeleri, hastaneleri, STK'ları vb. çok sayıda
kurum/kuruluşu olan, milyar dolarla ifade edilen gelir/gider rakamlarına ulaşan dev bir
organizasyon haline gelmiştir.
Denetimindeki eğitim kurumları ve diğer kurum/kuruluşları aracılığı ile topladığı yardımlar veya
ticaret yoluyla elde ettiği kazancın miktarını belirlemek mümkün görünmemektedir.
Sistem, kurumsal bir yapıya oturtulmaya çalışılsa da gelenekçi gelir toplama yöntemleri hala
varlığını ağırlıklı olarak devam ettirmekte ve gelir kalemleri içerisinde önemli bir yer tutmaktadır.
Mütevelli Heyetleri ve İllerin Mali Yapılanması;
Örgütün himmet yolu ile sağladığı gelirler genel olarak mütevelli heyetleri vasıtası ile
toplanmaktadır. Örgütün sohbet gruplarında yer alan kişilerden; sohbet toplantılarına düzenli olarak
katılıp verilen görevleri yerine getiren, örgütün verdiği talimatlara sorgusuz itaat eden ve maddi
gücü yerinde olan kimseler seçilerek mütevelli heyeti üyesi yapılmakladır.''
Sohbet gruplarında zekat, burs, kurban ve himmet adı altında paralar toplanırken; mütevelli heyeti
üyesi kişiler ayrıca bir ışık evinin maddi ihtiyaçlarından sorumlu tutulmaktadır.
Mütevelliler topladıkları parayı sohbet hocasının yanında getirdiği muhasebecilere vermektedir.
Örgütün mali kayıtlarını bu muhasebeciler tutmaktadır. İl İmamı'nın da bir muhasebecisi
bulunmakta ve il genelinde mali kayıt tutmaktadır.
Mütevellide yer alanlar arasından her üç mütevelli heyetinden bir mali heyet teşekkül edecek
şekilde isimler seçilmektedir. Mali heyetler yurt dışında bulunan örgüte ait yurt ve okulların yapımı
için ihtiyaç duyulan paranın, hangi mütevelli heyetinden ne kadar toplanacağına karar vermektedir.
Mali heyet toplantıları dünyanın her yerinde salı günleri sabah namazından sonra
gerçekleştirilmekte ve bu toplantılara mütevelli heyet sohbet hocaları da katılmaktadır.
İlçe İmamları'nın sorumluluğu altında bulunan mütevelli heyetlerinin üstünde, il mütevelli heyeti
yer almaktadır. İl genelinde ne kadar para toplanacağına ise ilin bağlı bulunduğu bölgenin
toplantısında karar verilmektedir. Burada alınan karar mütevelli heyet toplantısı adı altında yılda bir
kez düzenlenen gizli toplantıda mensuplara aktarılmaktadır. Kişilerden alınan himmet vaadi nakit,
çek ve senet karşılığı tahsil edilmekte; çekin ödenmemesi halinde icra yoluna başvurulmaktadır.
İl İmamı'nın koordinesinde yılda en az bir kez mütevelli heyeti üyelerinin katılımı ile kamp
düzenlenmektedir. Kamplar esnasında dini duygular istismar edilerek himmet, zekat, kurban ve
öğrenci bursu adı altında toplanan paraların artırılması sağlanmakta, toplanan paraların karşılığının
Cennet ile mükafatlandırılmak olacağı vurgulanmaktadır.
Mütevelli heyeti mensupları, işadamlarının kurduğu sivil toplum kuruluşlarına üye yapılmakta,
kimin hangi STK'ya üye olacağı sohbet abisi tarafından belirlenmektedir. Örgüt bu kuruluşların
başkan ve üye seçimlerinde söz sahibi olmayı böylelikle de hükümete baskı yapabilmeyi
hedeflemektedir.
273
Örgütün Gelir Kaynakları;
1) Kamu kaynaklarından elde edilen gelirler (Borsa Spekülasyonları, Devlet ihaleleri, Teşvik ve
Hibeler),
2) İşadamlarından sağlanan gelirler (Şantaj, Tehdit);
1) Gönüllülük esaslı sağlanan gelirler (Himmet, Kurban),
2) Örgüte ait şirket, holding, banka, vakıf ve dernek faaliyetlerinden elde edilen gelirler,
3) Eğitim faaliyetleri gelirleri (Dershaneler, Özel Okullar, Öğrenci Yurtları, Yardımcı Sınav
Kitapları),
4) Örgüte ait basın ve yayın organlarına verilen reklam ve aboneliklerden elde edilen gelirler,
4) STK'lardan sağlanan gelirler,
Kamu Kaynaklarından Elde Edilen Gelirler;
1) Kamu ihalelerinin örgütle bağlantılı firmalara verilmesi,
2) Örgütle ilişkili firmaların rakipleri hakkında adli ve idari işlemler yaparak piyasanın örgüt
firmalarına teslim edilmesi,
3) Kurumların gizli kalması gereken finansal ve yatırım planlamaları bilgilerinin ilişkili firmalara
sızdırılması,
4) Kamu arazi tahsislerinin örgütle ilişkili vakıf, dernek veya eğitim kurumlarına bedelsiz
devredilmesi,
5) Belediyelerce yapılan imar değişikliklerinin, örgütle ilişkili vakıf, dernek veya şirketler lehine
yapılması,
6) Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı'nda görevli adamları vasıtasıyla iş adamlarının yurt dışı iş
bağlantılarını sağlama karşılığında örgüt adına kendilerinden para alınması,
7) Kamu hibe, destekleme ve teşviklerinin takibi ve proje kabullerinde PDY firmalarının
kayrılması,
İş adamlarından Sağlanan Gelirler;
1) İş adamlarından, adli ve idari süreçlerdeki işlemlerini iş adamları lehine sonuçlandırma karşılığı
alınan paralar,
2) İş adamlarının özel hayatları ile ilgili çeşitli zafiyetlerini "ses ve görüntü" kaydına aldırarak
TEHDİT ve ŞANTAJ yoluyla alınan paralar,
3) İş adamlarından, iş bağlantılarını sağlama karşılığı alınan paralar, bu başlık altındaki gelir
kalemini oluşturmaktadır.
274
STK'lardan Sağlanan Gelirler;
1) TUSKON ve bağlı Federasyon, Dernek, Şirket ile Vakıflardan toplanan aidatlar,
2) Yazılı ve görsel medya sektöründen sağlanan gelirler,
3) Kimse Yok Mu? Benzeri bağlı STK'lar aracılığı ile yardım adı altında vatandaşlardan toplanan
paralar,
4) Ticaret Odası yönetimlerinin ele geçirilerek, kamu hizmet alımlarındaki rayiç bedel
belirlemelerinde örgütle ilişkili vakıf, dernek ve firmalar lehine hareket edilmesi yoluyla sağlanan
menfaatler, bu başlık altındaki gelir kalemini oluşturmaktadır.
Gönüllülük Esaslı Sağlanan Gelirler;
1) Kurban Bayramı öncesi iş adamlarından firmalardan ve esnaftan, adlarına kurban kesileceğini
belirterek 'Kurban' adı altında toplanan paralar,
2) İ1 ve ilçelerde iş adamlarının katıldığı mütevelli heyetleri oluşturarak zekât ve burs adı altında
toplanan paralar,
3) Memur maaş ve ödüllendirmelerinden %5 - %10 miktarındaki 'HİMMET' adı altında yapılan
kesintilerden toplanan paralar,
4) Devlet kurumlarına yerleştirilen örgüt mensuplarının ilk maaşlarını örgüte vermeleri ile elde
edilen paralar.
Eğitim Faaliyetleri Gelirleri;
1) 154 ülkede bulunan örgütle ilişkili eğitim kurumlarında okuyan öğrencilerden alınan paralar,
2) Yurt içinde faaliyet gösteren örgütle ilişkili eğitim kurumlarında okuyan öğrencilerden alınan
paralar,
3) Eğitim kurumlarında okutulan öğrencilerden ücret alındığı halde, fakir öğrencilerin
okutulacağından bahisle 'BURS' adı altında toplanan paralar.
F. Gülen Örgütünün Mali Yapıya Sızma Amacı;
1) İhracatta kolaylık ve öncelik sağlama,
2) Kamu destek ve teşviklerini grup şirketlerine yönlendirme,
3) Mali denetim faaliyetlerinden haberdar olma ve denetimleri yönlendirme,
4) Kamu ihalelerini örgütle bağlantılı şirketlere verme, bilişim altyapısı ve kurum arşivini örgütle
bağlantılı şirketlerin menfaatine kullanma.
275
Sonuç itibariyle, Paralel Devlet Yapılanması; sayıları yüzleri aşan söz konusu kurum/kuruluşları
aracılığıyla mali açıdan da ülke içerisinde "Devlete Paralel" olarak örgütlenen organize bir yapıdır.
Örgüt Adına Elde Edilen Gelirlerin Sisteme Sokulması;
Örgütün kurumsal gelirleri konusunda herhangi bir zorluk bulunmamakta olup, "Şirket" yada
"Anonim Şirket" olarak kurulan söz konusu kuruluşlar, elde ettikleri kazançları ticaret veya
bankacılık üzerinden sisteme sokmaktadır.
''Vakıf''adı altında faaliyet gösteren kurum/kuruluşlar için ise vakıflar için tanınan vergi
muafiyetlerinden yararlanılmakta, bir kısım para "bağış" adı altında söz konusu vakıflara
verilmektedir.
Örgütün, sisteme sokulması yönünde sıkıntı çektiği gelir grubu, "Himmet" adı altında toplanan
paralardır. Şahıslardan alınan paraların doğrudan il/ilçe sorumlusunda (Finans İmamı) toplanması,
hem saklanması hem de nereden bulunduğunun sorulması durumunda sorun çıkartabilecek
hususlardır.
Örgüt bu sorunu, topladığı parayı kendisine bağlılığı konusunda şüphe duymadığı ve güvendiği
mutemet tayin ettiği iş adamları üzerinden aşmakta, toplanan paralar, belirlenen iş adamlarına
verilerek yakalandığında kendi parası adı altında legalleştirilmesini sağlamaktır.
Bu sayede zaten maddi durumu yerinde olan iş adamı gerektiğinde o parayı kendi parasıymış gibi
bankaya yatırabilmekte, hem de örgütün o parayla ilgisi olduğuna dair delil olarak resmiyete
dökülebilecek bir sorun ortadan kaldırılmaktadır.
Ancak iş adamının mal varlığı, ürettiği katma değer miktarı ve diğer ticari (nakit mevcudiyeti başta
olmak üzere) işlemleri incelendiğinde, doğrudan örgütün üzerine gidilemese de, söz konusu iş
adamının kaynağını açıklayamadığı mal varlığı yüzünden zor durumda kalabileceği aşikârdır.
İş adamlarından toplanan paraların bir kısmı bulunulan yerleşim yerindeki örgüt kurumlarının
ihtiyaçları için harcanmakta, fazla para ise İstanbul'daki merkeze yönlendirilmektedir. Mali yönden
sıkıntı yaşayan bölgeler kardeş şehir yada kardeş ülke olarak kabul edilerek destek sağlanmaktadır.
Örgütün şahıslardan topladığı parayı sorunsuz bir şekilde sisteme sokma yöntemlerinden biri de
kamuya yararlı dernek statüsünde bulunan "Kimse Yok Mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği"
gibi derneklerdir.
TERÖRİZM VE GENEL HUSUSLAR,
Terör kelimesi Latince'den gelmektedir. Kökünü Latince "terrere" sözcüğünden alır. Terör Fransızca
"terör " kelimesinden, terörizm de yine Fransızca "terrorisme" kelimesinden dilimize geçmiştir.
Terör kelimesi ilk defa Fransız devriminden sonra bugünkü anlamıyla kullanılmış ve yazılı metinde
de 1789 yılında yayınlanan 'Diictionnarire de I'Acadamie Française' ekinde geçmiştir. Hatta devrim
sonrası dönem tarihçilerince de 'terör rejimi' veya 'terör dönemi' olarak isimlendirilmiştir.
276
Kelime anlamı; korkudan titreme, sarsıntı geçirme veya titremeye, sarsıntıya sebep olmadır.
Fransızca Petit Robert Sözlüğü'nde toplumda bir grubun halkın direnişini kırmak için meydana
getirdiği ortak korku" anlamında yer almıştır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde terör "yıldırma, cana
kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş " olarak tanımlanmıştır.
Gerek kanunlarımızda gerekse terörle mücadeleyi konu edinen uluslararası sözleşmelerde terörün
net bir tanımı yapılmamıştır. Bunun yerine terör eylemi olarak nitelendirilebilecek eylemler
sayılmıştır. Uluslararası toplum terör tanımında anlaşamamıştır. Bunun sonucu olarak da tanım
yerine spesifik terör eylemleri tek tek sayılarak onları yasaklayan ve mücadele eden anlaşmalar
yapılmıştır. Türkiye'nin de taraf olduğu 27 Ocak 1977 tarihli "Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa
Sözleşmesi" buna örnektir.
Hukukumuzda terör tanımı 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun birinci maddesinin başlığı
olarak yer almış ancak tanım yapılmamış nelerin terör eylemi olduğu sayılmıştır.
Buna göre:
Terör; cebir ve şiddet kullanarak, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden
biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik
düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve midiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk devletinin ve
cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele
geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin ve dış güvenliğini kamu düzenini veya
genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü
suç teşkil eden eylemlerdir.
Terörizmi ise Türk Dil Kurumu Sözlüğü "siyasi bir amaca ulaşmak için yıldırma hareketlerini
düzenli bir biçimde kullanma, tedhişçilik" olarak tanımlamıştır. Amaca ulaşmak için terör
kullanılmaktadır. Bu bir strateji olarak ortaya çıkmaktadır. Terörizm bir ideoloji, bir doktrin değil
stratejidir. Terörizmde hedeflenen amaca ulaşmak için örgütlü bir şiddetin uygulanması söz
konusudur. Terör salt tedhişi, korkuyu ifade ederken terörizm teröre süreklilik, çeşitlilikle beraber
siyasal içerik katmaktadır.
Ana Britannica'da; siyasal bir hedefe ulaşmak amacıyla devlete, halka ya da bireylere karşı sistemli
şiddet eylemlerine başvurma şeklinde tanımlanmıştır.
Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer ise "....şiddetin, sosyal, ulusal, ırki, dinsel, fesat çıkarıcı ve
diğer maksatlarla ve sosyal sınıflar arasında çatışma ve savaşı tahrik etmek üzere planlı ve hukuk
dışı olarak kullanılması..." şeklinde terörizmin tanımını yapmıştır.
Terör tanımında anlaşamayan milletler arası toplumun onlarca uluslararası sözleşmelerdeki tercihi
de hep bu yönde olmuştur. Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde terör tanımı yapılmayıp
onun yerine eylem biçimlerin sayılması ve terör niteliği olmadan da bu eylemlerin suç olabilmesi
nedeniyle maddedeki fiillerin hangi hallerde terör eylemi vasfı kazanacağı önem arz etmektedir.
Cebir, şiddet ve tehdit içeren bir fiille kamu düzeni bozulacak şekilde suç işlenebilir, bu suç
toplumda korku, endişe ve paniğe de neden olabilir. Bu şekilde gerçekleşmesi suçu tek başına terör
suçu olarak kabul etmemize yeterli olmamaktadır.
277
Bu bağlamda; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda hukuki
çerçevesi çizilen ve tanımlanan "Örgüt", "Silahlı Örgüt", "Terör", "Terör Örgütü", "Terör Suçu" ve
"Terör Amacı ile İşlenen Suçlar" kavramları incelendiğinde;
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Madde 220,
"Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip
bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde
iki yıldan altı yılcı kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Ancak örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir."
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Madde 314;
"Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran
veya yöneten kişi, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır."
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu Madde 1;
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'ndan farklı ve bağımsız bir
örgüt tanımı ortaya koyarak bunu yaptırıma bağlamaktadır.
Kanunun 1. maddesinde terör, "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma,
sindirme veya tehdit yöntemlerinden biri ile Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi,
hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet
otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek,
Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte
mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." şeklinde
tanımlanmıştır.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu Madde 7;
Yine aynı Kanunun 7. maddesinin birinci fıkrasında, "Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı,
korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleri ile birinci maddede belirtilen amaçlara yönelik
olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza
Kanunu'nun 314.maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de
örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır." şeklinde yapılan düzenleme ile de terör örgütü
kuran, yöneten ve üye olanlara ilişkin yaptırımlar ön görülmüştür.
Dolayısıyla Kanunun 7. maddesinde yer alan "terör örgütü" kurma, yönetme ve üye olma suçlarının
emir/yasak kuralını 1. maddede yapılan terör tanımı oluşturmaktadır.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu 3. maddesinde terör suçları ve 4. maddesinde 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu'nda yer alan ''1. maddede belirtiden amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere
kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde" terör suçu sayılacak suçlar
ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
278
Bu kapsamda örnek vermek gerekirse, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kısmının Kişilere
Karşı Suçlar başlığı altında düzenlenen ''Kasten Öldürme (madde 81)''suçu bir terör örgütünün
faaliyeti çerçevesinde işlenmesi durumunda terör suçu sayılmaktadır.
Bahsi geçen hususlar ışığında bir yapılanmanın "terör örgütü" olarak nitelendirilebilmesi için;
İdeoloji / Amaç,
Örgütsel yapı,
Cebir ve şiddetin aynı zamanda olması / bulunması gerekir.
Bu çerçevede;
Yapılanmanın;
1.Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni
değiştirmek,
Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak,
Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek,
Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek,
Temel hak ve hürriyetleri yok etmek,
Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amaçlarından biri veya
birkaçına sahip olması gereklidir. (İdeoloji / Amaç)
2.Mevzuatımızda "terör suçları" örgütlü olarak işlenebilecek suçlar niteliğinde olduğundan 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220 nci maddesi gereğince bu yapılanmanın üye sayısının en az üç
kişi olması gereklidir. (Örgütlü Yapı)
3.Yapılanmanın yukarıda sayılan amaçlara ulaşabilmek için mutlaka cebir ve şiddet kullanması
gerekir. (Cebir ve Şiddet)
C-AYRINTILI İNCELEME;
"Genel Hususlar" başlığı altında belirtilen hususlar çerçevesinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
Anayasal Düzene Karşı İşlenen Soruşturma Bürosu'nca yürütülen 2014/75025 sayılı soruşturma
kapsamında arşiv kayıtlarımıza intikal eden her türlü bilgi/belge ve dokümanın bir bütün olarak
incelenerek değerlendirilmesi neticesinde;
FETÖ/PDY'nin;
Cebir, şiddet ve diğer yasal olmayan yöntemleri de kullanarak Türkiye Cumhuriyeti'ni Hükümeti'ni
ortadan kaldırmak veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemek, devlet otoritesini
baskı altına almak, zaafa uğratmak, yönlendirmek, alternatif bir otorite olarak ortaya çıkmak ve
neticede devlet otoritesini ele geçirmek şeklinde bir amacının olduğu,
279
Söz konusu amacın gerçekleştirilebilmesi adına hayatın normal akışı içerisinde beraber hareket
etmeleri mümkün olmayan;
Kanunlarımıza göre silahlı, zor kullanma ve yaptırım uygulama yetkisine sahip ve mesleki hiyerarşi
içerisinde görev yapan kamu çalışanlarını ve devlet memurlarını,
Diğer üst düzey çalışan veya emekli olmuş kamu görevlilerini,
Bürokratlar, Gazeteci, Yazar ve Akademisyenleri,
Sivil Toplum Kuruluşları mensuplarını aynı amaç etrafında faaliyet gösterecek şekilde bünyesinde
barındıran, süreklilik arz eden gizli ve hiyerarşik bir yapılanma olduğu,
Birbirinden bağımsız şekilde hücresel olarak yapılandığı,
Örgüt içerisinde faaliyet alanları, iş bölümü ve sorumlulukların tespit edilerek şahıslara örgütsel
sorumluluk dağılımının yapıldığı/verildiği,
Geçmiş yıllarda "başladığı anlaşılan örgütsel faaliyetlerin güncel gelişmelere bağlı olarak, farklı
zamanlarda yeniden oluşturulduğu ve bir bütünlük ve süreklilik içerisinde devam ettiği,
Örgütsel faaliyetlerin devamlılığının ve lidere bağlılığın sağlanması adına düzenli olarak önceden
belirlenen evlerde gizli örgütsel toplantılar yapıldığı,
Örgütün amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri güncel gelişmeler çerçevesinde yeni strateji
oluşturma ve bu strateji kapsamında yeniden yapılanma vb. konularda alınan kararların verilen
örgütsel talimatlar doğrultusunda hayata geçirildiği/uygulamaya konulduğu,
Örgüt mensuplarının faaliyetlerine ilişkin örgüt sorumlularına rapor verdikleri, benzer şekilde
örgütsel faaliyet alanları hakkında analiz içeren dokümanlar/raporların düzenlendiği,
Örgütsel faaliyetlerde gizliliğin ön planda tutulduğu, haberleşme, buluşma, rapor verme, doküman
hazırlama, saklama ve arşivlemede özel şifreleme usullerinin kullanıldığı,
1980 yıllardan günümüze kadar örgütün, dershanelerinde; veya okullarında yetiştirmiş olduğu
kalifiye insan kaynağı ve izlemiş oldukları tedbir ve takiyye politikaları sayesinde devletin stratejik
kurumları içerisinde kadrolaşma imkânına kavuştuğa ve gün geçtikçe görev yaptıkları kurumların
karar ve uygulama mekanizmalarını ele geçirdikleri/geçirmeye çalıştıkları,
Örgüt içerisinde faaliyet gösteren kamu görevlilerinin makamlarını, çalıştıkları kurumların yetki,
araç, gereç ve personelini örgütün amaçları doğrultusunda kullandıkları,
Örgüt içerisinde faaliyet gösteren bazı kişilerin yazdıkları kitaplar, görsel, yazılı, sosyal paylaşım
siteleri, dizi ve filmler ile internet medyası aracılığıyla ürettikleri köşe yazıları, makaleler, fikir
beyanları, yorumlar vb. ile siyasi, hukuki, ekonomik ve güncel konularda kamuoyunu örgütün
amaçları doğrultusunda yönlendirmek suretiyle algı oluşturdukları;
Bu yöntemle;
Geniş kitlelere ulaşarak sempatizanlarını diri tutmak ve örgütte kadro içerisinde bulunan
elemanlarına mesaj vermek amacıyla dizi, film vb. sosyal medya araçlarını sık kullandıkları,
280
Örgüt tarafından yönetilen ve yönlendirilen TV kanallarında yayınlanan dizilerle örgüt tabanına
mesaj gönderildiği, operasyonel bilgilerin aktarıldığı, senaryoda gerçek hayattaki kişi ve olayların
isimlerini çağrıştıran karakterlere yer verildiği (CCK-KCK, Erkan Kondu-Ergenekon, Gezinti OlayGezi Olayları, Kararuhlu Yazarlar-Akit Gazetesi Yazarları)
Kamuoyunda güvensizlik algılaması ve toplumsal ayrışmalar oluşturulduğu/oluşturulmaya
çalışıldığı, meydana getirilen toplumsal ayrışmalar neticesinde kamu düzeninin bozularak devlet
otoritesinin zaafa uğratılması, bu sayede ülke genelinde oluşacak kaos ortamında devlet otoritesi ve
siyasi yollarla seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne yönelik örgüt mensupları tarafından
gerçekleştirilecek her türlü hukuk dışı müdahaleye kamuoyu desteği sağlandığı,
Bilerek yapılan yanlış yönlendirme ile kamuoyunda oluşan baskı neticesinde adli makamların da
etki altına alınmasının hedeflendiği,
Devlet ve Hükümet politikalarını icra eden kamu görevlilerinin isimlerini ifşa ettikleri, yasal hak
kullanımı adı altında verdikleri dilekçelerle baskı ve tehdit yöntemlerini kullandıkları, böylelikle
görev yapan personeli korkutmak ve sindirmek suretiyle görevlerini yapmalarının engellenmeye
çalışıldığı,
Ülkemizin siyasi ve ekonomik istikrarını bozmaya ve teröre destek veren ülke imajı yaratılarak
uluslararası arenada ülkemizin itibarını zedelemeye yönelik yayınlar yapıldığı ve bu türden
yayınların örgüte ait basın yayın organları ve müzahir sosyal medya adresleri üzerinden yürütülen
algı operasyonlarıyla gerçekleştirildiği,
Kurumlar arası gönderilen gizli mahiyetteki belge ve dokümanları internet ve basın kuruluşları
aracılığı ile yayınlayarak devlet faaliyetlerinin gizliliğinin ihlal edildiği ve yapılacak çalışmalara
engel olunmaya çalışıldığı,
Sosyal paylaşım sitelerinde "Haramzadeler, Başçalan, Fuatavni, Yıldızkulis" adıyla başlayan
benzer sahte hesaplarla ülkemizin birlik ve beraberliğini bozmak amacıyla paylaşımlar yapıldığı,
ülke güvenliği ve dış politikaya ilişkin devlet sırrı niteliğindeki toplantı ve görüşmelerin illegal
olarak dinlenerek servis edildiği,
Özellikle ''Fuatavni''isimli sosyal medya hesabından yapılan paylaşımların örgüte müzahir basın
yayın kuruluşları ve internet sitelerince haberleştirilerek geniş kitlelere ulaştırıldığı,
Örgüt mensuplarına yönelik yapılan/yapılacak olan operasyonları önceden öğrenebilmek ve tedbir
almak için örgütün devletin tüm resmi kurum ve kuruluşlarının bilgi işlem alt yapılarına (UYAP,
POLNET, TÜBİTAK, TÎB vb.) alınan adli ve idari tüm tedbirlere rağmen sızıldığı,
Örgüte eleman temin etme hususunda düzenli ve sistemli olarak çalışıldığı, örgüte kazandırılması
amaçlanan kişiye İKRAM-İZZET-ZİYAFET yöntemlerinin uygulandığı ve özellikle küçük
yaştaki başarılı öğrencilerin sahildeki deniz evinde ya da kırsal alanlarda bulunan yayla evlerinde
yaz kampı şeklinde kampa çağrılarak eğitim verildiği ve şahısların temaslarının kontrol edilip test
edildiği, planlanan bu kampların "DÜĞÜNE ÇAĞIRMAK", kamp yapılacak evlerin ise "KÖŞK"
şeklinde örgütsel olarak kodlandığı,
281
Örgüt sempatizanları üzerinden etkinliğin arttırılarak soruşturmaları kamuoyunda tartışılır hale
getirmek için örgütsel tavır alındığı, bölücü terör örgütü mensupları tarafından daha önceki
tarihlerde gerçekleştirilen "Bende PKK'lıyım" eylemlerinin bir benzeri olarak "Kendimi İhbar
Ediyorum" konulu toplu dilekçe verme eylemlerinin gerçekleştirildiği ve kamuoyu oluşturmak için
çeşitli basın açıklamaları ve protesto gösterilerinin düzenlendiği,
Kamuoyu oluşturmak ve gözaltına alınan örgüt mensuplarını mağdur olarak göstermek için
medyayı kullanmak suretiyle özellikle kadınların ve çocukların ön planda tutulduğu çeşitli
eylemlerin düzenlendiği,
İlgisiz kişilerin eline geçmemesi gereken, bu kişilerin eline geçmesi durumunda devletin iç ve dış
güvenliği ile kamu düzenini tehlikeye düşürecek özelliğe sahip devlete ait gizlilik dereceli evrak,
doküman, bilgi ve belgeler ile istihbarat toplama yetkisine sahip ilgili birimlerce hazırlanmış
istihbari nitelikteki rapor ve değerlendirmelerin temin edilerek örgütün amaçları/stratejileri
doğrultusunda kullanıldığı/kullanılmasının hedeflendiği,
Bulundukları makam, yetkileri ve görevleri itibariyle yönlendirilmeleri durumunda örgütün amacına
ulaşmasında fayda elde edileceği düşünülen şahıslar ile örgütsel faaliyetlerde
kullanılan/kullanılması düşünülen kişiler başta olmak üzere yargı mensupları, akademisyenler, TSK
personeli, Emniyet Teşkilatı personeli, üst düzey kamu görevlileri, bürokratlar, gazeteciler vb.
kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine, ahlaki eğilimlerine, cinsel
yaşamlarına, iletişim bilgilerine (e-mail, telefon), sağlık durumlarına ilişkin özel ve hassas
bilgilerin/verilerin, görüntü, ses kayıtlarının gizlilik, bazı teknik donanım ve uzmanlık gerektiren
yöntemlerle usulsüz bir şekilde kişisel veri olarak kaydedilip arşivlendirildiği, söz konusu kişisel
verilerin örgütün amaçları doğrultusunda şantaj amaçlı veya gerçekleştirilmesi planlanan
eylemlerde kullanıldığı/kullanılmasının hedeflendiği,
Örgütün amaçları doğrultusunda her türlü legal yapılar (STK, Dernek, Vakıf, Kamu Kurum ve
Kuruluşları vb.) ile işbirliği yapılarak, söz konusu yapı ve oluşumların sahip oldukları araç ve
gereçleri kullanmanın/ yönlendirmenin hedeflediği,
Bu kapsamda;
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunca
yürütülen 2014/75025-50403 sayılı soruşturmalar ve bağlantılı olarak Türkiye genelinde bu
soruşturma kapsamında Tanık/Müşteki/Bilgi Alması yapılan şahısların ifade beyanları
incelendiğinde;
"Dolayısıyla burada söylemek istediğim bir husus var. Halkın dini duyguları üzerinden yukarı katlar
bunları öyle bir motive etmiş ki, hiçbir Müslüman'ın hayır diyemeyeceği bir vaatte bulunmuş
bunlara. Bu manevi vaat nedir? Mahşerde Resulullah ile haşrolacaklar, şu cemaatin tümünün
yapmış olduğu hayır ve hasenat tek tek her birinin hanesine yazılacak. Yani aşağı kattaki herhangi
bir x şahıs buraya müntesip olduğunda bir şekilde katkıda bulunduğunda, gazete aldığında, burs
verdiğinde, himmet yaptığında, yani bir şey yaptığında, tüm cemaatin yaptığının tamamımın sevabı
onun defterine yazılacak ki buna hiçbir fani hayır demez.''
282
Alevi Federasyonu v.b. sivil toplum kuruluşlarına sızarak legal veya illegal yapılarında için de
bulunduğu ''BİR SUİKAST GERÇEKLEŞTİRİLEBİLİR.''17 Aralık operasyonu sonrasındaki
süreçte şunu net olarak bilmemiz lazım. Türkiye'de düşen yaprak arkasında bile cemaat yapısını
aramak mantıklıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nde meşru devletle meşru olmayan yapının arasındaki
çatışma devam etmektedir. Fiili bir harp devam etmektedir. Devlet, her şeyin meşru olduğunu
benimseyen bir cemaatle çatışma halinde. Şimdi her şeyi de 'cemaatten' mi bileceksiniz gibi bir algı
oluşturulmaya çalışıyor. Bu tam da cemaatin istediği bir şey. Bundan sonra öyle operasyonlar
yapılabilir ki cemaat ile bağdaştırmanız imkânsız olabilir. Ama bu olayların hepsi halkı germek ve
halkın psikolojisini bozmaktadır. Başkalarını zor durumda bırakmaya yönelik hamleler olacak"
'Zaman Gazetesi'nde; Erbakan ve Hükümeti aleyhine 28 Şubat sürecini destekleyen yazılar
yazılmıştır. Hatta Erbakan Hükümeti'nin istifa etme sürecinde Erbakan'ın istifaya direnmesi üzerine
Fethullah Gülen "bir gün yine 5. kat toplantısına geldiğinde elinde Zaman Gazetesi ile A. ve diğer
arkadaşların orada bulundukları anda elindeki gazeteyi göstererek ve gazeteyi onların yüzüne
fırlatarak "bir hükümeti bile deviremeyen bu gazeteyi çıkarmayın" dediğine şahit oldum."
"Devletin resmi kurumlarındaki yapılanmayı kendi tabiri ile Necatibey Caddesi'ndeki o
evde şöyle söylemişti "bir gün bana Ankara'da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından
şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak" demişti.
"Fetullah Gülen Cemaati'nin daha önce böyle bir hareketi olduğunu hatırlamıyorum. Fakat bu
konuda talepleri oldu. Bazı toplantılarında kendisine böyle teklif gelmesine rağmen "bir kere
vuracağız tam vuracağız" diyerek talepleri geri çevirmişti. Küçük hareketlere her zaman karşı
çıkmıştı. Bu sebeple sürekli sabretmemiz gerektiğini beklememiz gerektiğini söylüyordu."
"Kendisine sizden sonra bu topluluk ne olacak diye sorduğumda onları şimdi düşünmeye gerek yok,
ben öldükten sonra bu topluluk Ebubekir'ini seçecek kıvama gelmiştir.''Diye kendisini farklı
yerlerde görmüş ve bu şekilde cevap vermiştir.
"Ev ağabeyleri bize Atatürk öldü, Fetullah Gülen doğdu, Allah tarafından Mehdi yada Mesih
şeklinde İslam'ı bu topraklarda ayağa kaldıracak, Peygamber Efendimiz, Selçuklular ve Osmanlılar
zamanında olduğu gibi yeniden İslam Alemi'ni ayağa kaldıracak kişinin Fetullah Gülen olduğunu ve
onun cemaatinin de bizler olduğunu''anlatıyorlardı.
''Piramitte üst akıl olarak belirttiğim yer hoca ile birlikte hareket etmektedir. Gerçekleştirdiği
operasyonlardan bunu görebiliriz. Üst akılda Türkiye'de bir operasyon yapılması kararı alınıyor. Üst
akıl Türkiye deki uzantılarına bir strateji veriyor. 17 Aralık'ta yapılan operasyonun kendisine özgü
bir karakteri vardır. 30 Mart seçimlerinden sonra karşılaştığımız operasyonlara baktığımızda
hepsinin ortak özelliği başbakanı germek ve kızdırmaktır. Bunun amacı da toplumu germek ve
vatandaşlarda umutsuzluk yaratmaktır. Tabi bu operasyonları fiilen cemaat kendisi yapmıyor
olabilir. Önümüzdeki 3 aylık süreçte halkın Başbakana güvenini sarsmaya ve Başbakan'ın
Cumhurbaşkanlığı'na gitme sürecinde Türkiye'nin gerileceği, sıkıntıya düşeceği, maddi manevi
zararlar göreceği ortamda yeniden kaos hali yaratmak ve devletin bunu önleyemeyecek bir zaaf
içinde olduğunu göstermek amaçlı eylemler yapacaklardır."
283
"CIA ve FBI tarafından hükümete yönelik faaliyetlerine ilişkin geliştirdiği strateji gereği cemaate
ait kültür merkezlerinde yetiştirilmiş kadroya değişik konularda eğitimler verildi. Bunun en iyi
örneklerini ise 17 Aralık sürecinde savcılar ve güvenlik güçlerinin yapmış olduğu operasyonları
içine alabiliriz. Bu girişim, tamamen hükümeti ortadan kaldırarak devleti tüm kurumlarıyla zayıf
düşürmek amacını taşımaktaydı. Bahsettiğim eğitimlere dahil olan adli ve güvenlik kurumlarında
çalışan ancak cemaat kadrosu içerisinde yer alan şahıslar bu görevi üstlenerek harekete geçmiştir.....
F. Gülen, kendi yakın çevresine 17 Aralık süreci ile ilgili "keşke şimdi yapmasaydık diye söylediği"
şeklinde bir duyumum olmuştur. Bu şekilde konuşmasının nedeni ise; yapılan bu hareketten sonuç
alınamamasıdır. Eğer bu girişim olumlu sonuçlansaydı, F. Gülen Humeyni misali yurda dönecekti.
Bu başarısızlık aynı zamanda cemaatin Amerika ve İsrail nezdinde prestij kaybetmesine neden
olmuştur. Bu nedenle Ayasofya konusu gündeme getirilmiş Ayasofya konusunda hükümeti zayıf
düşürmek amacıyla cemaat ve buna bağlı yayın organları tarafından kamuoyu oluşturmaya
başlanmıştır."
"Bu yapısal analizde resmi kurumlar ve evler dediğimizde bîr hususun altını iyice çizmek
gerekiyor o da şu: "Fethullah Gülen hareketi bu şekilde yapılandırırken, temel taş olarak evleri
koyarken (Işık Evler) bu kattakilere de alt kata vadedilenden daha farklı olarak 2. Kutsiler
(sahabiler-adanmış ruhlar) olarak cemaatin vurucu gücü, operasyonel gücü, asli elemanları, unsurlar
burada yetişip motive edilip şekillendirilip sahaya indiriliyor ve buradan gönderiliyorlar.''
"Talat Paşa Bulvarı Dikimevi kavşağına gelmeden sağ tarafta bulunan İş Bankası'nın bir bina altına
bulunan 1988-1990 yılları arasında faal olan örgüte ait olan T. Erkek Öğrenci Yurdu'nun (şu anda
aktif değil) en üst katında özellikle TSK üzerinde çalışma yapan cemaat sorumlularının katıldığı bir
toplantıda Ankara İl İmamı K. bizlere hitaben 'Yapmış olduğunuz iş hiçbir şey ile kıyaslanamaz,
tarihi bir iş yapıyorsunuz, Hoca Efendi dedi ki, "Bir vasıtanız var ve cennete adam taşıyorsunuz,
muvakkaten o işi bırakın, bu işi yapın, bu daha önemlidir' diye haber gönderdiğini söyledi. Yani bu
işin ne kadar çok önemli olduğu hakkında bilgi verdi."
"Önümüzdeki süreçte bu yapının Türkiye'de meydana gelen sosyo-ekonomik sorunları bahane
ederek hükümeti ve devleti zora sokacak eylem ve faaliyet içerisinde kesinlikle yer alacaktır. Ancak
bu sefer yaşanacak veya karşı karşıya kalınacak hususlarda cemaatin ilişkisi olduğuna dair somut
veya soyut bir emare görülmeyecek şekilde hareket edilecek ve bu yapıya karşı toplumda tepki
oluşması engellenerek gizliliğe riayet edilecektir."
"Olur da dayanamaz konuşursak ne kadar az biliyorsak hizmete o kadar az zarar veririz anlayışı
mevcuttur. Onun için ne merak edilir ne de sorulur. "
"Gönül Eri, Muhabbet Fedaisi, Kalp İnsanı, Hizmet Eri, Işık Eri, Işık Süvarisi veya eski ifadesiyle
'şakirt' adayları örgütte 'keyfiyet' kazanmaya başladıktan sonra tedbir öğretilmeye başlanır. Bu
başlangıçta komşuları rahatsız etmeme, dikkat çekmemek için apartmana giriş ve çıkışlarda itinalı
olma, tek tek içeriye gelme-gitmelerle başlar. Sonra örgüte zarar gelmesini engelleyici her türlü
yollar anlatılır. 'Ortamın dindar insanları yok etmek istediği' vurgusu sık sık yapılarak evde kalanlar
ve gelip-gidenler hep teyakkuzda tutulurdu. Evde fazla kaset bulundurmama ve Risaleler gibi
okunacak bir kısım kitapların ciltletilerek bulundurulması başvurulan tedbir yöntemleri olmuştur."
284
"Bu konuları değerlendirirken eski MİT Müsteşarları ile Hakan Fidan'ı kıyaslamak lazım. Bu
göreve Hakan Fidan yerine cemaatten olan ve emniyet kökenli R.'i getirerek dış güçlerin ve paralel
yapının hedefleri doğrultusunda hizmet ettirmek istenilmiştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
rahatsızlandığı zaman cemaate ait bir hastaneye yatırıldığını duyan Hakan Fidan hızlı bir şekilde
hastaneye yetişip ameliyata mani olmuş ve cemaatin/paralel yapının yapmak istediği tehlikeli
sonuca engel olmuştur. Bu sebeple başta İsrail ve Paralel Yapı/Cemaat tarafından Hakan Fidan
sevilmeyen şahsiyet olmuştur."
''Kendisiyle yine 5. katta yapılan bir toplantıda bulunduğumuz esnada Fetullah Gülen'in bizlere
''Allah izin verirse bir gün gelecek dünyayı fethedeceğiz ama Bedirler var önümüzde Uhudlar var
önümüzde, çetin geçeceğimiz yollar var. Bugünlere geldiğinde Hamzalar gibi doğranacak,
kollarınız kesilecek, bedenleriniz kesilecek kütüklerde doğranan etler gibi doğranacaksınız ama bu
akan kanlarınıza rağmen arkadan gelenler ayni yoldan devam edip gidecekler' diyerek bizleri
motive etti. "
"O. isimli şahıs askeri liseye girdikten sonra bir daha bizimle görüşmedi. Ailesinin yanına gittiysek
de bizimle irtibat kurmayı reddetti. Bu durumu ben İl İmamı K.'e aktardım. O da bana Boş ver
üzerine gitme, gelmiyorsa gelmesin, ileride nasıl olsa rütbelerini sökeriz' diye söyledi ve oradan
ayrıldım."
"M.'in babasının ikametinde Harp Okulu'ndan mezun olan öğrenciler için rütbe takma töreni
düzenlendiği, bu törene Fetullah Gülen'in bizzat katıldığı, mezun olan öğrencilerin apoletleri
Fetullah Gülen'in takkesinin içerisine konularak okutulduğu ve bundan sonra Fetullah Gülen'in
bizzat yıldızları kendisinin taktığı, o gün M.'nin Harp Okulu'ndan atılma olduğu için kendisine
dönerek 'Gelecekte senin yıldızını da ben takacağım' diye söylediğini bana M. anlatmıştı.''
"Humeyni yapılanmasını baz almıştır. İletişim ağı kurmada 'ULAK' sistemini Humeyni'den
almıştır."
"Devletten, daha ciddi bir istatistik çalışması vardır cemaat içerisinde. Cemaat içerisinde öyle bir
istatistik vardır ki mesela Hoca sorsun; ne kadar hukukçusu, savcısı, katibi, ne kadar polisimiz var
rütbeli/rütbesiz firesiz tek tek sayılır. "
"Özellikle Amerika'ya gidenlerin eğitim alacakları konu yanında başka bir alanda da eğitim alması
sağlanıyordu. Yapı adına nerede istihdam edilecekse o yönde teknik/operasyonel anlamda eğitim
alması sağlanıyordu. Bugün yüksek düzeyde bir donanımla yurda dönüş yapıyorlar. Özellikle
Amerikada lisansüstü eğitim alıp ta üniversitede benimle görüşmeye gelen devlet kurumlarında
çalışan personellerin müthiş bir donanıma sahip olduklarına şahit olmuşluğum vardır.''
'Ülke içinde öncelikle hangi alanlarda faaliyetimiz zayıfsa o kurumda yapılaşma içine gidildi. Önce
askeriye sonra emniyet ve adliye ele alındıktan sonra Milli Eğitim, sanat camiası, medya ve gazete
alanında yapılanma oluşturuldu. Bu faaliyet toplumdaki her statüyü ele geçirme faaliyetidir.
Yetiştirilen her öğrenci de kariyerini tamamladıktan sonra bu amaç doğrultusunda kullanılırdı."
Silsile yolu ile talimatlar alınırdı. Bende sorumlu bir şahıs olarak her ay talimat alıyordum. Bu
hareketin sivil/resmi/gayriresmi hiçbir adımı Fethullah Gülen onaylamadan atılamaz. Biz aylık
toplantılarımızda her bölge kendi gündemini getirir. Hoca, gündemle ilgili gerekli talimatlarını verir.
285
Bu hususlar tarafımızdan arşivlenmiyordu. Bu talimatları her dönemde küçük not kâğıtlara
yazardık. Hatta yenilebilen kâğıtlar vardır. Bize bu kâğıtları polis baskını var şeklinde tatbik
ettirilerek yedirilirdi. Biz bunları ezberlerdik. Fakat bu görüşmeler esnasında sekretarya görevi
yapan bizim data bank olarak adlandırdığımız birimde görevli gençler vardı. Bu gençler, bilgisayar
ve yazılım konularından iyi anlardı. Hocanın talimatları, görevlendirdiği şahıslar yani istatistik
bilgiler tamamen bu şahıslar tarafından yapılırdı.."
"Toplum içinde hayati önem arz eden Askeriye ve Emniyet Teşkilatı atamaları ile F. Gülen bizzat
ilgilenirdi ve bu tayinleri onun dışında kimsenin bilmesi mümkün değildi."
"Bu yapı içinde devlet kurumlarında faaliyet gösteren şahıslar genelde kod ad kullanırlardı. Bu
sebeple bizim bildiğimiz isimler doğru isimler de olmayabilir. Bu kod isim uygulaması her kurumda
olabilir."
"Mesela Fethullah Gülenin Amerika'ya gitmeden önce onun adına yazılan kitaplarda Abdul Fettah
Şahin imzası kullanılmıştır. Küçük Dünyam isimli kitabı yayınladığında Şemsettin Nuri imzası ile
yayımlandı. A. Saffet Senih rumuzunu kullanırdı. Biz kendi aramızda hocaya 'DAYI' olarak hitap
ederdik. En yakın hizmet arkadaşı ve bizlerinde abisi olan, halen Amerika'da yanında olan İ.'nin kod
adı da "Doktor" idi"
''Fethullah Gülen'in sanırım Nuriye Akman'a verdiği bir röportajda; Bu dünya gemisinin dümeninde
Amerika var. Amerika'ya rağmen dünyada okul açamazsınız eğer bu gemide gideceksiniz kaptan
Amerika'dır! fikrini savunuyordu. Bu düşünceyle İslam Dini'nin temsilcisi olduğunu söyleyemezdi
burada bu sebeple bu söylemi yumuşatması gerekiyordu ve başlık bulundu ve buna da 'Ilımlı İslam'
denmeye başlandı.
"96 ve 97 yıllarında CIA'dan emekli olmuş veya hala görevde olanlardan biri gelerek Türkiye'nin ve
Orta Asya'nın MR'ını çektiler, ayrıca cemaatin bölgedeki gücünün tespitini yaptılar ve biz de bunları
gezdirdik onlara yardımcı olduk. Akabinde de bunları rapor haline getirip Amerika'ya gittiler."
"Burada önemli olan husus, Amerika'nın girmek ve hegemonyası altına almak istediği Türki
Cumhuriyetleri ve İslam Coğrafyası'nı çok kolay bir şekilde kontrol altına almasına imkan
sağlamasıdır. Amerika bu sayede kendisine yeni bir kapı aralamış olduğunu F. Gülenin kendi
ağzından duymuşluğum vardır. Cemaat kadroları öncelikle gittikleri ülkede Amerikan
Büyükelçiliği'ni ziyaret ederek biat tabir edilen yeminle göreve başlıyorlardı, akabinde cemaate ait
bu okullarda 'CIA' görevlilerinin de öğretmen olarak çalıştığını biliyorum.
Amerika'da Orta Doğu masası ve Türkiye masasında Yahudi görevliler vardır, F. Gülen'in bu
masalar tarafında birçok kez sorgulandığını kendisi bana anlatmıştır hatta Usame Bin Ladin
sorusunu bile sorduklarını anlattığını hatırlıyorum. Amerika hangi ülkeyi terör örgütü ilan edecekse
F. Gülen'i çağırarak deklare etmesini istiyordu."
"Yıllar yılı bu ülkedeki yapılanmaların stratejik planlamaları bu yapının kademelerinde ve üst akıl
tarafından yapılıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün üzerine dinleme merkezi kuranlar, Yargıtay'ın
çatısına cihazlar koyanlar, Başbakanın ofisine böcekleri koyanlar, herkesi dinleyenler herkesi
fişleyenler, herkesi kameraya çekenler bunlardır ve bunların sıradan bir teknolojiyle ve sıradan bir
stratejiyle çalıştığını düşünmemeliyiz."
286
"Devletin istihbarat birimleri kendi kuramlarından önce tüm bilgileri F. Gülen'e ve onun üst
akıllarına ulaştırıyorlardı. Bu birimlerde istihdam edilmiş cemaat kadroları devlet adına hizmet
etmekten ziyade F. Gülen'in elemanları olarak çalışırlardı."
"Telefon ile yapılacak görüşmelerde "Hocam, şakird, abi, hizmet ve Fetullah Gülen'in isminin
zikredilmemesi" talimatı bizzat üst sorumlular tarafından bizlere söylenirdi. Ayrıca buluşma
yerlerinin/mekanlarının isimleri açıktan söylenmez, mutlaka karşı taraftaki örgüt mensubunun
anlayabileceği şekilde şifrelendirilirdi. Örneğin "İzmir Caddesindeki Y Dershanesi'nde buluşalım
yerine, oranın müdürü H. Bey ise "H. Beyin yerinde buluşalım" gibi cümleler kullanılırdı."
"5. katta bulunduğum süre içerisinde çok dikkatimi çeken bir şey daha vardı. Emniyetten
arkadaşlar; üst düzey yetkililerin yaptığı görüşmeler ve toplantılara ait kayıtlar ile kararnameleri
anında özel faksla gönderirlerdi daha Cumhurbaşkanı'na bile belki gitmemişken Fethullah Gülen
bunları faks şeklinde alıp okurdu."
"her kurum kendi içinde bilgi toplama faaliyeti gösterirdi, her kişinin hangi seviyede olduğu 5
kademeli bir değerlendirme ile belirlenirdi. Namaz kılmak/kılmamak, sohbetlere
katılıp/katılmamak, F. Gülen'in eserlerini okuyup/okumamak, F. Gülen hakkındaki görüşleri,
Bediüzzaman hakkındaki düşünceleri bu puanlamada etkili olurdu. Bu notlar terfilerde cemaat
içerisinde etkili olurdu. Toplanan bu bilgilerin neticesinde Emniyet ya da Askeriye gibi kurumlarda
atamalar tayin ve takdir edilirdi.''
"Talebeler hakkında tutulan çetelerde 5'lik sistem ile puanlama yapılırdı. Bu sistem 5-5, 5-4, 5-3, 52, 5-1 şeklinde değerlendirme yapılarak kayda geçilirdi.
5-1'ik puanlama; Dinle diyanetle alakası olmayan, dinsiz, imansız, ateist manasındadır.
5-2'lik puanlama; Namaz kılmasa da Müslüman, ancak henüz cemaatle ilişkisi olmayan, hatta
sevmeyen şahıslardır
5-3'lük puanlama; Cuma namazlarını kaçırmayan, ara sıra diğer namazlarını kılmaya gayret eden,
hizmete genel manada sempati ile bakan, davet edildiğinde gelip giden kişilerdir.
5-4'lük puanlama; Beş vakit namazını kılan, cemaatten olan, hatta vazife verildiğinde yerine
getirmeye çalışan kişidir. Bu kişi artık örgüt mensubu olmuştur.
5-5'lik puanlama; Hayatını İslam'a adamış, İslam'ın tüm şartlarını yerine getiren, Fetullah Gülen'i
imam kabul edip, ahir zamanda beklenen zatın (Mehdi, Mesih) o olduğuna inanan, gerektiği zaman
ve yerde canını çekinmeden hizmet ve Fetullah Gülen adına verebilecek insan olarak değerlendirilir.
Bugün için örgütün aktif mensubu sayılan kişidir.
Benim dönemimde 5-5'lik olmayan bir cemaat mensubuna hiçbir görev verilmez, askeri okullar
veya polis koleji ve akademisine sokulmazdı. Yani 5-5'lik sisteme uymayan hiç kimseye bir görev
verilmezdi. Ayrıca bizim dönemimizde sadece bilgi ve becerisi bulunan örgüt mensuplarına görev
verilirdi. Ancak örgütün büyümesi, etki alanının artmasından dolayı kontrolün biraz daha
zayıflaması, 5-5'lik sisteme uygun örgüt mensubu şahısların azlığından dolayı daha alt puanlamaya
tabi örgüt mensuplarına görev verilmiş olabilir."
287
"Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayeti olsun Zirve Yayınevi'ne düzenlenen saldırı olsun bunlar
Türkiye'de gerçekleşen olağanüstü gelişmeler. Bu gelişmelerin hepsinin arkasında her zaman
Emniyet İstihbaratı'nın ve emniyet teşkilatı içerisinde yer alan cemaat mensuplarının Türkiye'nin
içinden geçtiği sürece yönelik bir operasyon yaptıklarını, cemaatin izni ve bilgisi olmadan bir
operasyonun gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Ancak bu süreçlerde fiilen cemaatle bir bağım
olmadığı için net bir şey söyleyemem."
"K. ile birlikte gidilen sohbetlerde; İslamiyet ve hizmet hakkında bilgi verildikten sonra,
Hocaefendi'nin ABD'ye sürgün edilmiş olduğu, cemaatin yabancı teşkilatlarla irtibatlı insanlar
tarafından ele geçirilmeye çalışıldığı" gibi konularda sohbetler yapılırdı. Açıkçası Samanyolu TV'de
yayınlanan "Şubat Soğuğu" isimli dizedeki mesajlara yönelik sohbetler yapılırdı."
"Memurlardan alınan 'HİMMET parası memurun aldığı maaşın %10'udur. Tabi bu alt sınırdır.
İsteyenler daha yüksek verebilir. Bu tabi yüzde on olarak kalmıyor. Zaman zaman ekstralar oluyor.
Yeni cemaat evi açılırken para toplanabiliyor. Basına yansıyan haberlerden de bildiğimiz gibi
cemaat içerisinde yer alan emniyet müdürlerine taltif parası adı altında para veriliyor. Taltifler
yatırılmadan önce cemaat içerisinden yetkili bir kişi müdürler ile görüşüyor ve kendisine şu kadar
miktar taltif yatıracaklarını bu paranın yarısını himmet olarak hizmete vermesi yönünde talimat
veriliyor. Müdür seviyesine gelmiş arkadaşlar çeşitli nedenlerden dolayı buna itiraz edemiyorlar.
Esnaf ve işadamlarının da gücüne göre himmet uygulaması vardır.
Himmet vermemek olmaz ama onların örtülü ödenekleri vardır. Buralarda örtülü ödenek kullanan
insanlarda az derecede suistimal vardır. İnanmış kadro da suiistimal olmaz. Suiistimal yapan olursa
da o kişiye suiistimali söyleniyor ve o kişi fişlenmiş oluyor."
"İllerde 'HİMMET ve BAĞIŞ' adı altında cemaat yapılanması için toplanan paraların 1/15'lik kısmı
F. Gülen'in kendisine getirilirdi. F. Gülen ise kendisine çek, senet ve nakit olarak gelen bu parayı
genel bütçeye bakan İstanbul İli'nde toplanan Mütevelli Heyeti'ndeki isimlerin başındaki, M.
aracılığı ile gerekli yerlere aktarırdı."
"Örgüt mensubu kamu personeli tarafından usulsüz bir şekilde yapılan işlem sonucu alınan
rüşvetten elde edilen gelirler, (Genel kanı olarak, bu para haram olduğundan el sürmeden direkt
olarak örgüte aktarılır ve bunun Allah rızası için yapıldığı, bu paraların ayrı bir yerde tutulduğu,
örgütün iş yaptırabilmek için ve devlet tarafından alınan vergiler (elektrik, su vb.) haram olduğu
kabul edildiğinden rüşvet olarak alınan paralar buraların giderlerinde kullanılır.)"
"Özellikle Amerika'ya gönderilen şahıslar daha sonraları bürokrasiye entegre ediliyor. Cemaat'in
hangi konuda açığı varsa bu konularda lisansüstü eğitime gidenlere başka alanda da eğitimler
aldırılıyordu ve öğrenciler/kamu personeli o şekilde değerlendiriliyordu. Bu öğrencilerin yüksek
lisansa kabul edilmesi ve doktoraya kabul edilmesi ve bu doğrultuda değerlendirilebilir. Bu amaç
uğruna bu öğrencilere sınav sorularının verildiği ve sınavların kazandırıldığı ve oralarda
yerleştirilerek masraflarının karşılandıgı doğrudur."
"Örgütün kendisinin yaptığı veya örgüte yönelik yapılan/yapılacak olan operasyonlar ile ilgili belli
bir harekat tarzı vardı. 2006-2007'li yıllarda Türkiye gündemini meşgul eden ve TBMM'den
çıkması ihtimal dahilinde olan Terörle Mücadele Kanunları için örgüt, çıkacak olan bu kanunu
288
ihtimal dahilinde gelecekte kendi aleyhlerine olmaması için Türkiye avukat...imamı (A.)
öncülüğünde çalışma yaptıklarını biliyorum. Bu konuda özellikle geçmişte Fetullah Gülen'in bir
dönem avukatlığını da yapmış olan A. ve bu şahsa ait o dönem Avukatlık bürosunda birlikte
çalıştıkları Avukat R. vb. hukukçular bir mutfak çalışması yapıp, bu çalışmayı AK Parti'nin hukukçu
milletvekillerine özellikle de kendisinin bakan olmadan önce Pensilvanya'da Fetullah Gülen'i
ziyarete giden Hatay Milletvekili Eski Ak Parti Grup Başkan Vekili, Eski Adalet Bakanı ...'e bu
çalışmalar dikte edilerek bu kanunların çıkmasında öncülük edilmiştir. Bu gibi kanunlar TBMM'de
kabul edilmeden evvel örgüte ait gazete ve televizyonlar özellikle de haber programlarında değişik
haberler yaptırılarak yapmış oldukları çalışmalara zemin hazırlamışlardır. Bu konularda örgütün
diğer medya organlarındaki elemanları da aynı çalışmaları göstermişlerdir."
"Kendi açımdan değerlendirdiğimde bana yapılan herhangi bir baskı yoktur. Ancak eşime benden
ayrılması hususunda telkinde ve teklifte bulunduklarını öğrendim. Kızım F. Üniversitesi öğrencisi
iken, okula yakın olması sebebiyle sadece ailemdekilerin bildiği bir ev tutmuştum, eşim de kızımla
birlikte aynı evde kalıyordu. Eşimin ve benim isimlerini bilmediği iki bayanın gelerek eşime benden
boşanması hususunda telkinde bulunduğunu bilmekteyim. Bu teklif 3 kez de dışarda önüne çıkmak
suretiyle tekrarlanmıştır. Bu şunu da göstermektedir, sadece aile fertlerinin bildiği bir ev takip yolu
ile tespit edilmiştir."
"Hatta F.Gülen ile yaptığım bir görüşme esnasında bana "seni de 15 yıldır dinlettiriyorum, hakkını
helal et" şeklinde söylemi üzerine dinlenildiğimi öğrendim."
"Fetullahçılık faaliyetlerinde her türlü ihmal, verilen görevi savsaklama, başkaldırma durumlarında
Allah uyarı olsun diye kulunu geçici bir süreliğine cezalandırır. Kişiden de bu mesajı alması ve
haline çeki düzen vermesi beklenir. Fetullah Gülen bu durumu 'Kutlu Nebi'nin davasına gönül
vermiş zamanımızdaki hakikat yolcuları için de şefkat tokatları her zaman söz konusudur.
Zamanımızda ise bu kudsî hamuleyi üzerine alanlar, bu nimetin şuurunda olarak, insanlık adına
yaptıkları vazifelerinde ülfet, ünsiyet ve ihmale katiyen yer vermemelidirler. Aksi takdirde şefkat
tokatlarının gelmesi kaçınılmaz olur' şeklinde anlatır.''
"Cemaat, eve getirilecek öğrenciler hakkında varsa sınıf arkadaşından yoksa o okulda okuyan
öğrencilerden gerekli bilgileri alır. Bu bilgiler doğrultusunda vasıflı olarak isimlendirilenler seçilir.
Evlerde verilen eğitim yada takviye amaçlı, dershaneye gönderilen şakirdlere; Askeri Liseler ve
Harp Okulları başta olmak üzere, Fen Lisesi, Polis Koleji, Hukuk, Siyasal, Polis Akademisi sonra
da Eğitim Fakülteleri tercih ettirilirdi. Yukarıdaki bir cümlemizin altını çizmek isterim. Eve
getirilecek öğrenci hakkında önce bilgi alınır. Sonra getirilirdi. Bu bilgiler içerisinde öğrencinin
ahlakı, boyu-posu, ders başarısının yanısıra mümkün mertebe nereli olduğu, baba ve annesinin ne iş
yaptığı ve fikri, fikriyatı tespit edildikten sonra getirilirdi."
"Hoca kendisini askeriyeye hayran bir görüntü sergiler. Fakat arka planda derin bir asker korkusu ve
rahatsızlığı vardır. Hem de kronik biçimde bir asker rahatsızlığı vardı. Her asker konusu geçtiğinde
de hoca şunu söylemiştir. Bu askeriyeye askeriyenin içindeki kahramanlarla bir gün hesabını
soracağım demiştir. Zaman zaman askeriye içerisindeki cemaat elemanları ile esnaf abilerin bağ
evlerinde bir araya gelirdik. Hem onlar biraz tatil yapmış olurdu hem de biz onlara işin manevi
boyutunu anlatırdık. O zaman Fetullah Hoca'nın askerlere nasihati şu şekilde olurdu. Siz benim
289
Bedir'imin, Uhud'umun Hamza'ları ve Ali'leri olarak yetişiyorsunuz, derdi. 30 yıldır askeriyenin
içerisinde Fetullah Hoca'nın emri ile bir gün tankları yürüteceğiz diye bekleyen kişiler var. Hava ve
Deniz Cemaat yapılanmasının daha çok yerleştiği yerlerdir. Bir dönem askeriyeden atılanların
üzerine hoca neredeyse felç geçirecekti. 28 Şubat öncesinde askeriyeden atılan cemaat elemanlarına
cemaat tarafından maddi destek yapılıyordu."
"Örgüte girmek istemek örgüte girebilmeyi sağlamaz, örgütün sizi seçmesi gerekir. Örgütle yakın
ilişkilerdeki kişilerin çoğu örgüt içinde değillerdir. Örgüt içine girebilmek için, örgüt yetkilisi sizin
soyunuzu-sopunuzu, atanızı, ananızı sizin yaşadığınız evi, çevreyi, kimlerle ilişkide olduğunuzu,
malvarlığınızı bilmelidir. Kendisini örgüt içinde sananların çokları örgütün içinde olmadıklarını bile
bilmezler."
"Bana K. tarafından tayinimin yurt dışına çıkacağının söylenmesinden sonra anlamsız bir şekilde
CV'min istenmesi mantıklı değildi. Çünkü örgüt yapılanması içerisinde bu mümkün değildi. CV
sadece kendi isteği ile tayin talebinde bulunması halinde verilir. Bu da üst sorumlu tarafından
istenmez bilakis sen kendin bu talepte bulunduğun için CV hazırlanırdı. Buradan da K.'nın ne
amaçla benden bunu istediği ortaya çıkmaktadır. Aslında tayin olayım yok ama beni oyuna getirerek
sanki kendim tayin istiyormuşum imajı yaratmaktır. Bu da bana yapılan son oyundu. Ancak ben
yine de on sayfalık CV'mi K.ya verdim.''
"Bu konu hakkında K. ve benimle birlikte 4-5 kişiden oluşan bir kurul veya komisyon diyebiliriz
denetlemelerle özellikle örgütün legal uzantılarının denetlemeleri ile ilgili bir rapor hazırladık.
Hazırladığımız bu raporda müfettişlik sisteminin yürümediğini, teftiş kurulu gibi bir kurul
oluşturularak yapılanma üzerinde gerekli denetlemenin yapılabileceği ve bazı konulardan bahsettik.
Hazırlanan bu rapor F.Gülen'e gönderildi. Ancak M.'in engellemesiyle olumsuz cevap alındı. Hatta
gönderdiğimiz rapor doğrultusunda M. bu denetleme ve kontrol işinin kendisi ve ekibi tarafından
takip edilebileceğini bizzat F. Gülen'e ilettiği şeklinde bilgiler edindik'' şeklinde beyanda
bulundukları anlaşılmıştır.
Ayrıca söz konusu FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü isimli örgütle bağlantısı olabileceği
değerlendirilen ve geçmiş tarihlerde Türkiye genelinde meydana gelen bazı olaylar incelendiğinde;
l) 23.07.1985 tarihinde Çanakkale İli, Ayvacık İlçesi, Adatepe Köyü, Küçükkuyu Jandarma Takım
Komutanlığı'na yapılan bir ihbarda "Adatepe Köyü'nde bulunan Talip Sabancı'ya ait evde çok
miktarda insanın bulunduğu ve bu evden aşırı gürültü geldiği" şeklindeki ihbar neticesinde yapılan
çalışmalarda, Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen 30'u çocuk yaşta olmak üzere toplam 34 şahsın
bulunduğunun anlaşılması üzerine şahısların tamamının yakalanarak gözaltına alındığı ve ikamette
yapılan aramalarda 47 adet Arapça ve Türkçe olmak üzere kitap (Latif Erdoğan, Abdullah Aymaz,
Abdulfettah Şahin) ile 16 adet konuşma bantının ele geçirildiği, şahısların alınan ifadeleri
neticesinde sevk edildikleri Ayvacık Cumhuriyet Başsavcılığı'nca haklarında ''Laikliğe Aykırı
Davranışlarda Bulunmak" suçundan işlem yapıldığı ve dosyanın İstanbul DGM Cumhuriyet
Başsavcılığı'na gönderildiği ve 07.08.1985 tarihinde savcılıkça "Kovuşturma Yapılmasına Yer
Olmadığına Dair" karar verildiği,
Ayrıca, Çanakkale İli'nde meydana gelen olayla ilgili olarak düzenlenen tahkikat dosyasında
bulunan el yazısı notta;
290
Okuldan çıkmadan önce herkesin evinin adresleri alınacak, bulunabildiği kadar para bulunacak,
bununla sene sonuna doğru kitap alınacak ve bu kitaplar içinden bazı yerlerin altı çizilerek hediye
edilecek, aynı zamanda yaz tatiline başlangıçta 45 TL paran olacak, okuldan çıkılmadan tüm
çocukların toplanacağı bir adres vermek, bu adres kesinlikle Ankara olacak ve belli bir tarih olacak
ve bu çocukların para ihtiyacı karşılanıp okuldan gönderilecek, Ramazan'dan sonraki birinci ayda
dershanede kalınacak ve kendi adamlarına sıkı bir şekilde kitap okutturulacak,\İç Anadolu il
imamlıklarına gidip okula girecek öğreticilerin (mülakatı kazananların) isimleri alınacak (Konya,
Ankara, Kayseri, Adana) Risalelerden bazı konular iyice öğrenilecek (Allah, Haşir, Nübüvvet,
gibi,Kesinlikle işler Ankara'ya bırakılmayacak, bütün adamlar gidip evinden alınacak Risalelerden
bazı bölümler çok iyi bilinecek" şeklinde örgütsel talimatların yazılı olarak verildiği,
Yine ele geçirilen ve o tarihte Ankara Polis Koleji öğrencisi olan İbrahim Yün'ün (Kod: İhsan
Savaşçı-İhsan 82021) kod ismi kullanarak yazdığı "Sevgili Kardeşim....." diye başlayan ve
içeriğinde arkadaşının kampa gelmesini istediği, kampa nasıl ve neyle geleceği, nerede hangi
telefon numarasını arayıp kimle irtibata geçebileceği (Balıkesir/Edremitte Hacı Arif isimli şahıs)
konusunda yönlendirdiği, mektup içerisinde çizmiş olduğu haritada toplanıp hareket edilecek
noktanın Polatlı/Ankara olarak gösterildiği, kampa çağrılmasını istedikleri kişileri "Düğüne
Çağrılacak" şeklinde kodlayarak gösterdiği, kampta kaldıkları evi ise "Köşk" olarak
belirttiği ,
2) 13.01.1987 tarihinde Balıkesir İli Edremit Hayır İşleri Hizmet Vakfı Öğrenci Yurt Müdürü
Mehmet Koçaş'ın yurtta kalan öğrenci Kamil Boladan'ı rahatsızlığı sebebiyle namaz kılmadığı için
hayatı tehlike arz edecek şekilde yumrukla darp etmesi üzerine öğrencinin Edremit Devlet
Hastanesi'ne kaldırılarak ameliyata alındığı ve hastaneye yatırıldığı, darp olayını gerçekleştiren
Mehmet Koçaş isimli yurt müdürünün ise 21.01.1987 tarihinde sevk edildiği Edremit Cumhuriyet
Savcılığı'nca "Müessir Fiil" suçundan tutuklanarak cezaevine kapatıldığı ve 19.02.1987 tarihinde
yani 29 gün sonra cezaevinden tahliye edildiği,
Bunun üzerine 24:02.1987 tarihinde hayati derece arz edecek şekilde darp edilen öğrencinin babası
olan Kemal Boladan'ın dönemin Cumhurbaşkanı'na hitaben göndermiş olduğu dilekçesinde; "Oğlu
Kamil Boladan'ın Edremit İlçesi İmam Hatip Lisesi'nde okumakta iken 13.01.1987 tarihinde yurtta
yattığı esnada Yurt Müdürü Mehmet Koçaş tarafından namaza kalkmadığı için darp edildiğini ve
hastaneye kaldırılarak ameliyat edildiğini, oğlunu darp eden yurt müdürünün yazın köyüne gelerek
oğlunu alıp Burhaniye'nin Karadere Köyü'ne götürüp oğlu ile birlikte birçok çocuğa Said-i Nursi'nin
kitaplarını okutup beyinlerini yıkadığını ve bu konunu araştırılmasını istediğini" beyan ettiği, daha
sonra öğrencinin babası Kemal Boladan ile Yeni Asır Gazetesi muhabirlerinin Karadere Köyü Güzle
Yaylası'na giderek burada bulunan yaz aylarında mescit (Cami) olarak kullanılan binanın resimlerini
çekerek 22.01.1987 tarihinde yaptıkları "İrticanın Dağ Kampını Bulduk" şeklindeki haber üzerine
Edremit İlçe Emniyet Amirliği tarafından araştırmalara başlanıldığı, öncelikle Karadere Köyü Güzle
Yaylası'nda kampta kalan öğrenci çocuklarla irtibata geçirilerek olay hakkında ifadelerinin alındığı,
Kampta kalan öğrencilerin vermiş oldukları ifade beyanlarında özetle;
''Kampta bir ay kadar kaldıklarını, bu süre içerisinde sabah namazlarına toplu olarak herkesin
kalktığını, namazdan sonra yurt müdürü Mehmet Koçaş tarafından Said-i Nursi'nin hayatını anlatan
291
kitep ve mektubat isimli kitapçıkları gizli şekilde getirerek öğrencilere değişik fiyatlarla sattığını,
günde sadece öğlen saatinde iki saat serbest bırakıldıklarını, şarkı söylemek ve şakalaşmanın yasak
olduğunu, namazdan sonra herkesi toplayıp Fetullah Gülen'in vaaz kasetlerinin dinletildiğini,
sadece Cuma günleri kaldıkları eve 13.km uzakta bulunan Karadere Köyüne Cami'ne gidip Cuma
Namazı'nı kıldıklarını, yurt müdürünün talimatı gereği köyde kimseyle konuşmadıklarını" beyan
ettikleri anlaşılmıştır.
Burhaniye İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı'nın 26.01.1987 tarih ve 319 sayılı Burhaniye
Cumhuriyet Başsavcılığı'na göndermiş olduğu "İrticai Faaliyetlerde Bulunmak" konulu yazısında;
"Yurt Müdürü Mehmet Koçaş'ın Kamil Boladan isimli öğrenciyi Karadere Köyü Güzle
Yaylası'ndaki yaptıkları irticai faaliyetleri sağa sola duyurduğu için daha fazla konuşmaması ve
bilgi vermemesi için dövdüğünü " belirttikleri,
3) 04.08.2002 tarihinde Elazığ İli Sivrice İlçesi Merkez Camii avlusunda bulunan şüpheli çantanın
sahibi Ahmet Şahin Alp (Mehmet Sami ve Belkız oğlu 10.01.1969 Kilis doğumlu) isimli şahsın
Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 2002/4574 sayılı soruşturma kapsamında yakalanarak gözaltına
alınması olayı ile ilgili olarak şahsın çantasından çıkan dokümanların yapılan incelemesinde;
Birinci Doküman;
1.KURUMSAL AÇILIM
A-ADLİYE PERSONELİ
Hakim ve Savcılar (Hemşehriler Polis Dostu Olanlar),
İdari Personel,
Avukatlar,
Adli Tabipler
B-EMNİYET MÜDÜRÜ
Rütbeli Personel İle Tanışma Yemeği (Elazığlılar),
C-ÜNİVERSİTE
Öğretim Görevlisi -Yöneticiler,
PERSONELİ
D-BANKALAR-KURUMLARIN BÖLGEMÜDÜRLERİ - HASTANE BAŞHEKİMLERİ
E-İŞ ADAMLARI DERNEĞİ (MASİAT)
F-SİVİLTOPLUM
Sendika Temsilcileri,
Siyasi
Milletvekilleri,
G-MALATYASPOR YÖNETİCİLERİ
292
ÖRGÜTLERİ
Partiler,
2.İŞADAMLARI, TOPLUM ÖNDERLERİ,
İLİŞKİLERİ GELİŞTİRMEK İÇİN
ETKİLİ
NÜFUZ
SAHİPLERİNE AÇILIM,
Tanışma (Doğal gerekçeyi bularak tanışma),
Tanışma sırasında mutlaka kartvizit takdim etme ve kartvizitini alma,
Tanışılan kişiyi önemli anlarında hatırlama (Dr. Sağlık Haftası'nda çiçekli ziyaret),
Belli zaman aralıkları ile telefon veya şahsen ziyaretle diyaloğu sürdürme,
Teşkilatımızca düzenlenen önemli etkinliklere davet etme (Tiyatro, Konser, Kuruluş Yıldönümü).
UYGULAMA PROGRAMI
01/08- 01/11 2002
Hedef şahısların tespiti ve listelerin oluşturulması,
Çalışma gruplarının oluşturulması,
İş bölümü aşamasının gerçekleştirilmesi 01/11-30/12 2002,
Hedef şahıslarla tanışma hedefini gerçekleştirme 01/01/2003,
Amaçlanan hedefe ulaşma başarısını gözden geçirme" şeklinde dokümanın ele geçirildiği, söz
konusu dokümanda çeşitli resmi kurum/kuruluşlar ile sivil toplum kuruluşlarında görev alan kişileri
(hedef şahıslar) örgüte eleman olarak kazandırabilmek için yapılması gereken örgütsel
faaliyetlerden bahsedildiği,
İkinci Doküman;
"KARBOSAN Yangın Söndürme Güvenlik Malzemeleri Sanayi isimli işyerince bastırılan ajanda
yaprağında yazılı Dünya Kitabevi'nde 800.000.000 TL'lik Emniyet Müdürlüğü adına fatura
kestirmiş bu fatura nasıl nereden ödendi bilinmiyor özel kalem kestirmiş, çiçek faturalarını özel
kalem kestirip ödüyor nasıl yaptıkları belli değil, Adana'ya korumaları ve hanımı ile ilgili özel
(Müdüriyetin aracı gitti) servise diye onay almışlar yüklü miktarda fatura ve para ödendi, Bezginler
otelde sık sık kahvaltı yaptığını söylüyorlar bunlar satın almayla olmaz, Ağrı'dan polisevi kantin ve
hanımına özel araç tahsis etmesi dolayısıyla soruşturma izni çekmiş" ibareli doküman ile örgütün
Emniyet Müdürlüğü'nün ve İl Müdürü'nün harcamalarının takip ettirdiği,
Üçüncü Doküman;
"Minadex 8 Esansiyel Vitamin ibareli sarı kapaklı 10 sayfalık dokümanda Selim Yavuz (Tem
Elazığ), Himmet Özcan Malatya (Olay Yeri), Murat Sevinç (Tunceli), Şefik Işık (Elazığ), Teleattuf
gizli hareket etmek değil kötülük yapmak isteyenlere iz bırakmaktır, tayini olanları gidip takdim
293
edilmesinde fayda var, Namaz CD getirilecek, televizyon ve evdeki hassasiyet başörtülü fotoğrafı
olanlar değiştirebilirler, 89-92-95 özellikle, tayincilerden onay yapmayanların tespiti (Tamer beyi
ara Malatya), rütbe alan amirlere gidenlere hediye alınması, Hüseyin, Eyüp, M. Yalçın'ın isimleri
Hasan Bey 100 Dolar, Abdullah 50 Dolar, Celal 50 dolar, Semih 200 dolar, tatil programı durumu
haftalık planlama, bayan hizmetçi brifingi dergi ve CD iadesi, E-B dernekler, basında çıkan
yazıların takibi, yeni gelenler ve dağıtımı, alternatif açılım faaliyetleri, sicil tutma, birimle ilgili
çalışma, Bingöl ziyareti (Cumartesi) yurt dışına teşvik ediyoruz yurt dışı takibini bölgeler yapacak,
iki defa misyon yapanlar birimden çıkarılıyor nüfus müdürlüğünde kimse var mıdır, askere
gidenlere 100 dolar verilmeyecek, bir eylül itibariyle mali hesaplar yeniden gözden geçirilecek,
Ankara'da hizmet edecek 3.L1X3 verilecek okuldan sivillerle irtibat geciktirilecek" şeklinde
örgütsel bir rapor tutulduğu,
Dördüncü Doküman;
"4 sayfalık beyaz iki adat dosya kâğıdının her iki tarafından adı, soyadı, sicili, rütbesi, görev yeri,
atandığı yer, açıklama yazılı gizlilik dereceli olan ve sadece EGM Personel Dairesi Başkanlığı
bilgisayarlarından ulaşılabileceği değerlendirilen 164 emniyet mensubunun yeni ve eski görev
yerlerini içeren liste, isimlerinin karşısına tükenmez kalemle yazılmış, ''EHLİ DÜNYA, ZEKİ
FIRSAT BULURSA ZARAR VERİR, BİZİ BİLİYOR, ZARARSIZ''gibi ibarelerin yazıldığı, ayrıca
yine isimlerinin karşılarına BL başlığının altına ''AKF, FT, HL, KN, SLÇ, TR, AH, CN, SD,
KM''gibi kodlama sisteminin yapıldığı, bu kodlamanın amacının ise örgüt adına faaliyet gösterilen
bölgelerin kodlanmış olabileceğinin değerlendirilmesi olduğu,
Bu kapsamda;
1-AH
İstanbul, Kırklareli, Edirne,
2-FT
Bursa, Çanakkale, Balıkesir, Kütahya, Bilecik,
3- HL
Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Antalya, Afyonkarahisar, Uşak, Denizli,
4-SLÇ
Ankara, Eskişehir, Kırıkkale, Bolu, Çankırı,
5-SLM
Adana, Hatay, Mersin,
6-TR
Konya, Karaman, İsparta,
7-KN
294
Kayseri, Niğde, Aksaray, Nevşehir, Kırşehir, Yozgat,
8-SD
Malatya, Elazığ, Bingöl, Tunceli,
9-AKF
Trabzon, Ordu, Giresun, Gümüşhane, Bayburt, Rize, Artvin şeklinde Türkiye'nin 9 bölgeye ayrıldığı
tespit edilmiş olup ele geçen dokümanlara göre ayrılan bölgeler ve kapsadığı iller aşağıda harita
üzerinde gösterilmiştir.
Beşinci Doküman;
Görevli memur tarafından şahsın üst araması yapılmak istendiğinde avucunun içerisinde
parçalanmış kağıt parçalarının ele geçirilmesi üzerine parçalanan kağıt parçaları birleştirildiğinde;
Elazığ Emniyet Müdürlüğü'nde görevli iken Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı'na atanan Emniyet
Müdürü Ahmet Kocabal'ın APK Daire Başkanlığı'na atanan Can Başer, Metsel Özbaykal, Haşim
Karadağ, Mehmet Baydoğan ve Güngör Şener isimli amirlerin isim ve soyadlarının yazılı olduğu
görülmüş, söz konusu not kağıdının Elazığ Emniyet Müdürlüğü'nce Kriminal Polis
Laboratuvarları'na gönderilmediği,
Altıncı Doküman;
"Hikmet Özer 4. sınıf, meslekten geçme, kadroya tayini çıktı, sıkıntı oluşturabilir, Palu'ya
verilebilir, okulda sınıflarda Alevilik propagandası yapıyor, İzmit Mustafa Sağlam 2.sınıf merkezde
kalması için önayak olsun, sağlık şartı vs. takdim edilsin" şeklinde kamu kurumlarında çalışan
personellerin örgüt tarafından fişlendikleri fişlenen kişilerin merkezde veya ilçelerde
görevlendirilmeleri için örgütsel çalışma yürütüldüğü, şahsın çantasında ele geçirilen Sony Marka
Memory Stick/Floppy Disk Adapter MSAC-FDZM ve buna takılı 128 MB'lik memory stick ile
ilgili yapılan teknik çalışma neticesinde incelenen 128 MB'lik Memory Stick'e bilgisayar ortamında
erişilememesi sonucu okunamadığı, bu nedenle memory stick'in ya hiç kullanılmamış ve yeni
olabileceği yada arızalı olabileceğinin değerlendirildiği,
295
Nokia Marka Cep Telefonu,
Şahsın üzerinden çıkan Nokia 3310 marka cep telefonuna el konulduğu, ancak cep telefonundaki
sim kartla ilgili şahsın irtibatlı olduğu kişilerin tespit edilmesine yönelik olarak dönemin GSM
operatöründen kayıtların istenmediği ve fihrist bölümünün çıktısının da alınmadan cep telefonunun
şahsa teslim edildiği,
4) 04.06.2014 tarihinde A. isimli şahıs tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderilen ihbar
mektubunda "kendisinin Ağrı İlinde yaşayan bir esnaf olduğunu, yaklaşık bir ay öncesine kadar
Fetullah Gülen cemaati içinde faaliyet gösterdiğini, yaptıkları bir toplantıda adliye çalışanlarının
fişlendiğine dair bazı evraklar gördüğünü, bu durumun kendisini rahatsız ettiğini, kendisinin
vatanının milletinin iyiliği için hareket ettiğini düşünürken aslında insanların haklarına girdiklerini,
bundan dolayı toplantı sonrasında unutulan ve ekte gönderdiği evrakları gizlice aldığını ve
gönderdiğini, evrakları unutan kişinin aynı zamanda Ağrı İli Taşlıçay Adliyesi'nde çalışan G. isimli
şahıs olduğu" içerikli ihbarın gereği için Ağrı ve Iğdır Emniyet Müdürlükleri'ne gönderildiği, konu
ile ilgili Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatılan 2014/5054 "Kişisel verileri hukuka aykırı
olarak ele geçirmek veya yaymak, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek" suçlarından
başlatılan soruşturma kapsamında, hukuk dışı olarak Ağrı ve Iğdır Adliyesi'nde görev yapan Hakim
ve Savcıların siyasi, felsefi, dini görüşlerine, ırki kökenlerine kadar tüm bilgilerin not alınmak
suretiyle fişlenmesi olayı ile ilgili Ağrı Taşlıçay Adliyesi'nde görevli Zabıt Katibi G . , Ağrı İli M
Tipi Ceza infaz Kurumu'nda İnfaz Koruma Memuru olarak görev yapan Y. ile Iğdır Adliyesi'nde
görevli iken Iğdır Üniversitesi Rektörlüğü'ne geçiş yapan A. isimli şahısların 25.09.2014 tarihinde
yakalandıkları ve fişleme notlarını yazdığı tespit edilen A. isimli şahsın sevk edildiği Iğdır Sulh
Ceza Hakimliği'nin 2015/53 sorgu sayısına kayden tutuklandığı,
Şüpheli G.'un Ağrı Emniyet Müdürlüğü'nde 25.09.2014 tarihinde alınan ifade beyanında
özetle;
"Taşlıçay Atatürk Ortaokulu 2.sınıfta okumakta iken isimlerini hatırlamadığı üniversite öğrencileri
vasıtasıyla Fetullah Gülen cemaati ile tanıştığını ve cemaate ait evlerdeki toplantılara katıldığını, bu
toplantılarda F.Gülen'e ait vaazlar ve videolar seyrettirildiğini, 2006-2007 yıllarında Mersin
Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü'nü kazandığını ve okumak için gittiği Mersin İli'nde
cemaatin evinde 2 yıl kaldığını, 2008 yılında eğitimine ara vererek tekrar sınavlara girdiğini ve
2009 yılında zabıt katipliği sınavını kazandığını ve Taşlıçay Adliyesi'nde işe başladığını, 2011 yılına
kadar cemaatin ev toplantılarına katılmaya devam ettiğini, Zaman Gazetesi ile Sızıntı Dergisi'ne
abone olduğunu, 20 TL miktarında gazeteye borcu olduğundan Zaman Gazetesi'nden arayan kişiye
bu borcu ödemesi için kredi kart bilgilerini verdiğini ancak bu şahsın kredi kartından 20 TL yerine
187 TL gibi bir para çektiğini öğrenmesi üzerine F. Gülen cemaatinden uzaklaştığını, cemaatin
evinde kaldığı 2010 yılında cemaatin evinde kendisinin de katıldığı bir toplantıda Naci isimli,
öğretmen olduğunu bildiği bir şahsın kendisine siz üniversite eğitimi alırken burs aldınız şimdi vefa
borcunuzu ödeyin diyerek 100 TL burs adı altında kendisinden para istediğini, kendisinin de elden
bu şahsa iki kez bu parayı verdiğini, verdiği bu paranın nerede kullanıldığını bilmediğini, 2012
yılının yaz aylarında Kemal ve Kamil olarak ismini bildiği cemaatin ders sorumlusu olan bir şahsın
296
kendisine saklaması için bir çanta verdiğini, bu çantanın 1,5 yıl kadar keresinde kaldığını çantayı
açtığında içerisinde Ağrı M Tipi Kapalı Ceza infaz Kurumu'nda çalışan infaz koruma memurlarının
isimleri karşılarında kişisel bilgileri, inançları, ahlaki durumları, siyasi görüşleri, mezhebi vb.
şeylerin yazıldığını, ayrıca bazı isimlerin karşısında 1-2-3-4-5 gibi rakamların bulunduğunu, yine
Iğdır Adliyesi'nde çalışan şahısların bilgilerinin ve olayların bulunduğu tutanak şeklinde A4
ebatlarında kağıtların bulunduğunu, Gülen Cemaati'nin bu tür bilgiler ile kurumlarda çalışan
şahısların kişisel sosyo-ekonomik ve ahlak yapıları ile ilgili bilgileri ellerinde tuttuklarını, yine
kurumlarda çalışan kendilerine yakın olarak tabir ettikleri şahısları ve düşman olarak gördükleri
şahısları tespit ettiklerini, yakın olarak gördükleri şahıslarla çalışma ortamı hazırlamak amacıyla bu
tür bilgileri topladıklarını düşündüğünü, kendisinin de böyle fişlendiğini, katıldığı toplantılarda
cemaatin basın ve yayın organlarının satılması ile ilgili bir kişinin görevlendirildiğini, bu şahsın da
toplantılara katılanlara satımı ile ilgili tekliflerde bulunduğunu, abonelik koçanları ile satış
yaptıklarını, lise dönemi içinde Ağrı İli'nde yaklaşık 30 tane cemaat evinin olduğunu, üniversite
döneminde cemaat yapılanması ile ilgili olarak oluşturulan hiyerarşik yapılanmanın;
BBTM (Büyük Bölge Talebe Mesulü) şehrin kaç BTM'den oluştuğuna göre 1 BBTM sorumlusu
yaklaşık 4-5 BTM'den sorumlu olduğunu, BTM (Bölge Talebe Mesulü) bölgenin büyüklüğü veya
şehrin kaç EV ABİSİ'nden oluştuğuna göre 1 B T M sorumlusu yaklaşık 4-5 ev abisinden sorumlu
olduğunu, Mersin İli'nde kaldığı süre içerisinde bir çok kez cemaat evi değiştirdiğini, bunun
nedeninin ise ev abilerinin dayatmalarına karşı çıkmasından dolayı olduğunu" beyan ettiği
anlaşılmıştır.
Mağdur/Müşteki Muhammed F.'in Ağrı Emniyet Müdürlüğü'nde 25.09.2014 tarihinde alınan
ifadesinde özetle;
''22.04.2011 yılından beri, Ağrı M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda infaz koruma memuru olarak
görev yaptığını, 2009-2010 yılında üniversite sınavına hazırlanmak amacıyla Ağrı FEM
Dershanesi'ne gittiğini, 2011 yılının Ocak veya Şubat aylarında infaz Koruma Memurluğu sınav
sonuçlarının açıklandığını öğrendiğini, aynı gün Ağrı Endüstri Meslek Lisesi'nde Mobilya
Dekorasyon Öğretmeni olan soyismini bilmediği daha önceden tanıdığı Naci isimli şahsın kendisini
telefon ile arayarak F. Dershanesi'ne davet ettiğini, dershaneye gittiğinde kendisi ile birlikte İnfaz
Koruma Memurluğu'nu kazanan 12-13 kişinin dershanede olduğunu, burada Naci Hoca'nın
toplantıya katılan kişilere hitaben "İnfaz Koruma Memurluğu sınavını biz size kazandırdık, bunun
bir bedeli var, ilk maaşınızın % 70'lik kısmını hibe olarak hizmete vermeniz gerekiyor, bunun
dışında aylık gelirinizin %20'sini her ay düzenli şekilde burs olarak vermelisiniz" dediğini,
kendisinin bu duruma itiraz da bulunduğunu ve kabul etmediğini''beyan ettiği anlaşılmıştır.
D-NETİCE VE KANAAT:
"Fetullahçı Terör Orgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETO/PDY)" isimli yapılanmanın 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu 1. ve 7. maddelerinde ifade edilen Anayasa'da belirtilen Cumhuriyetin
niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ve Cumhuriyetin
297
varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek,
devletin iç ve dış güvenliğini kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla kurulmuş terör
örgütü niteliğinde örgütlü yapıya sahip bir örgütlenme olduğu kanaati oluşmuş ise de;
"Cebir ve Şiddet" başlığı altında ifade edilebilecek faaliyetler dikkate alındığında;
Soruşturmanın tamamına ve ele geçirilen delillerin tümüne göre cebir ve şiddete ilişkin verilerin
değerlendirilmesi ile 3713 Sayılı Kanun'un tanımladığı "terör örgütü" niteliklerinin tamamlanacağı
ve soruşturma konusu yapının "terör örgütü" olarak nitelendirilebileceğinin değerlendirildiği,
Ayrıca şüpheli Fetullah Gülen hakkında İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği'nin 19.12.2014 tarihli ve
2014/3025 Değişik İş sayılı kararı ile "Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme" suçundan,
şüpheliler Fetullah Gülen ve Emre Uslu hakkında da İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği'nin
24.02.2015 tarihli ve 2015/1144 Değişik İş sayılı kararı ile de "Silahlı Terör Örgütü Kurma
veya Yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını
Engellenmeye Teşebbüs Etme, Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal veya Askeri
Casusluk Amacıyla Temin Etme" suçlarından 'Yakalama Emri' çıkartıldığı bildirilmiştir.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Yönetici ve Üyeleri hakkında yürütülen 2014/41637
numaralı soruşturma kapsamında yapılan incelemelerde;
17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen soruşturma dosyalarının operasyona
dönüştürülmesinden hemen önce 2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturma dosyası üzerinden de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni sahte delilerle terörle
ilişkilendirme çabalarının hızlandığı,
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanları Sefer
Turan ve Mustafa Varank'ın bir kısmı gıyaplarında yapılmış olan herhangi bir suç unsuru
içermeyen telefon görüşmeleri gerekçe gösterilerek haklarında, 22/11/2013 tarihinde
iletişimin tespiti kararı talep edilerek alındığı,
Şüpheliler tarafından sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının yürütüldüğü
tarihlerde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olan Prof. Dr. Sn. Ahmet Davutoğlu'nun
basın danışmanı Osman Sert hakkında, herhangi bir suç içermeyen üç (3) telefon
görüşmesi gerekçe gösterilerek hakkında 13/11/2013 tarihinde iletişimin tespiti (dinleme)
kararı talep edilerek alındığı,
Sayın Başbakan'ın (Dışişleri
18/03/2013 tarihinde yaptığı
yapılan ve herhangi bir suç
15/11/2013 tarihinde hakkında
Bakanı) Başdanışman'ı Durmuş Ali Sarıkaya hakkında,
ve devam eden tarihlerde gıyabında başkaları tarafından
unsuru içermeyen üç (3) görüşmesi gerekçe gösterilerek
iletişimin tespiti kararı talep edilip alındığı,
Soruşturmanın yürütüldüğü tarihlerde Genel Başkanı olduğu HAS Parti'den ayrılarak
Adalet ve Kalkınma Partisi'ne geçen ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nde Genel Başkan
Yardımcılığı görevini yürüten Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Sn.
Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak hakkında, 06/12/2011 (iki görüşme) ve
298
20/12/2011 (iki görüşme) tarihlerinde yaptığı ve herhangi bir suç unsuru içermeyen
görüşmeler gerekçe gösterilerek bu görüşmelerden yaklaşık dokuz ay sonra 14/09/2012
tarihinde iletişimin tespiti kararı talep edilerek alındığı, adı geçen mağdur ve müştekilerin
soruşturmaya dahil edildikleri ve terörle ilişkilendirildikleri tespit edilmiştir.
Yapılan açık kaynak çalışmalarında, Prof. Dr. Sayın Numan Kurtulmuş'un HAS Parti
Genel Başkanlığı'ndan ayrılarak Eylül 2012 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi'ne üye
olmasını müteakip danışmanı Furkan Torlak hakkındaki dinleme talebinin talep edildiği ve
alındığı,
Soruşturma dosyasındaki mağdur ve müştekilerin terörle ilişkilendirilmesi maksadıyla
düzenlenen şahıs tespit tutanaklarının 11-12-13-14-15 Aralık 2013 tarihlerinde tanzim
edildiği,
Kamile Yazıcıoğlu'nun getirdiği iddia edilen dokümanlarla ilgili inceleme tutanağının
14/12/2013 tarihinde düzenlendiği,
Soruşturma kapsamındaki mağdur ve müştekiler hakkında düzenlenen e-mail inceleme
tutanaklarının, soruşturma dosyasının 18/12/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı'na
gönderildiğine dair yazıya rağmen 05.12.2013- 06.12.2013 ve 20.12.2013 tarihlerinde
tanzim edildiği,
Mağdur ve müştekiler hakkında düzenlenen iletişim tespit tutanaklarının yoğun biçimde
Kasım-Aralık 2013 tarihlerinde 17-25 Aralık soruşturmalarıyla eş zamanlı olarak tanzim
edildiği,
Bu tespitleri doğrular mahiyette;
Şüpheli Metin Sayılgan'ın Cumhuriyet Başsavcılığmızca alınan 11.12.2014 tarihli
ifadesinde, ''2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmanın savcılık
talimatı ile sonlandırılarak dinleme yapan tüm personelin yoğun bir şekilde tape (iletişim
tespit tutanağı) yaptığını ve bu durumun her zamanki çalışma temposunun üzerinde
olduğunu''belirttiği anlaşılmıştır.
Bu tesbitler doğrultusunda;
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında Türkiye Cumhuriyeti
Başbakan Yardımcısı (Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı) Prof. Dr. Sn
Numan Kurtulmuş'un, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız'ın, Türkiye
Cumhuriyeti Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan'ın ve üst düzey devlet
yöneticisi ve bürokratları ile bu kişilerin danışman ve başdanışmanlarının herhangi bir suç
unsuru içermeyen, terörle yada herhangi bir suçla hiçbir ilgisi olmayan, Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Makamları'nın 26.01.2014 ve 06.02.2014
tarihli cevabi yazılarına göre (Gizli olması sebebiyle Cumhuriyet Başsavcılığı kasasında
muhafaza edilmektedir);
299
''Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından
niteliği itibarı ile gizli kalması gereken''çok sayıda görüşmenin FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü üyesi şüpheliler tarafından 'mağdur ve müştekilerin terörle ilişkilendirilmesi'
maksadıyla delil olarak iletişim tespit tutanağı haline getirildiği, Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı (Başbakan) Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın yabancı ülke devlet başkanları
ile yaptığı görüşmeler de dahil olmak üzere birçok görüşmesinin dinlenerek kayıt altına
alındığı,
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü kapsamında, haklarında soruşturma yürütülen ancak 3
yıl 7 aylık süre zarfında herhangi bir delil bulunamayan mağdur ve müştekileri, terörle ve
İsrail'in Tayland Büyükelçiliği'nde meydana gelen patlamayla irtibatlandırmak amacıyla
sahte delil oluşturularak, ‘El-Kaide Terör Örgütü Üyeliği' suçundan gözaltına alınan bir
şahsın ‘Şafak' mahlasıyla sahte gizli tanık yapıldığı, şahsın ‘El-Kaide Terör Örgütü
Üyeliği' suçlamasıyla başka bir soruşturmadan gözaltında bulunduğu esnada şüphelilerden
Gafur Ataç tarafından tehdit edilmek suretiyle sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
kapsamında gizli tanık sıfatıyla 22.03.2013 tarihli ifadeyi vermesinin sağlandığı,
Soruşturmayı yürüten şüphelilerin "Terör Örgütü Yöneticiliği ve Üyeliği" suçundan soruşturma
yürüttükleri mağdurlar hakkında, başka soruşturma dosyalarına ait evrakları 2011/762 numaralı
soruşturma dosyasına koymak suretiyle dosyalar arasında irtibat olduğu algısı oluşturarak "delil
üretmek" amacıyla;
2011/762 numaralı soruşturma dosyasındaki mağdur ve müştekilerle 2012/271 numaralı PKK/KCK
Terör Örgütü soruşturma dosyasını irtibatlandırmak amacıyla eş zamanlı hareket edildiği, bu
sebeple evrakların birer örneğinin 2011/762 numaralı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma
dosyasına konulduğu ve 2012/271 numaralı soruşturma üzerinden yeltelenilen 7 Şubat MİT Krizi
olarak bilinen olayda olduğu gibi çözüm süreci üzerinden Milli İstihbarat Teşkilatı ve PKK/KCK
Terör Örgütü arasında irtibat kurulmaya çalışıldığı tespit edilmiştir.
C.Başsavcılığımızın 2010/521 soruşturma numaralı dosyası üzerinden yürütülen ve "7 Şubat MİT
Dosyası" olarak bilinen PKK/KCK Terör Örgütü'ne yönelik soruşturma dosyasından ayrılan
2012/1525 numaralı soruşturma dosyasının incelenmesinde; Bu soruşturmaya ait 2012/1802,
2013/70, 2013/916 ve 2013/7649 teknik takip karar numaralı kararların talep yazıları ve eklerinin
şüphelilerce bilinçli olarak 2011/762 soruşturma numaralı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
dosyasına ait 10, 11, 14 ve 19. klasörler içerisine konulduğu,
7 Şubat MİT dosyasından ayrılan ve "Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, yardımcıları ve
mensuplarının terör örgütüne yardım ettikleri" şeklindeki iddia ve evrakları kapsayan 2012/1525
sayılı soruşturma dosyası üzerinden iletişimi takip edilen Mehmet Öcalan'ın dinleme işleminin,
diğer şüphelilerin dinleme işlemleri devam ettiği halde sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturması ile eş zamanlı olarak 17.12.2013 tarihinde sonlandırıldığı, hakkındaki teknik takip
evraklarının bilinçli olarak 2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyası
içerisine konulduğu tespit edilmiştir.
7 Şubat MİT Krizi olarak bilinen soruşturma dosyasıyla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
(TMK 10. Maddesi ile Görevli Bölümü) 22.03.2013 gün ve 2013/191 karar numaralı kararı ile Milli
300
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan, Milli İstihbarat Teşkilatı eski Müsteşarı Emre Taner,
Milli İstihbarat Teşkilatı eski Müsteşar Yardımcısı Fatma Afet Güneş ve iki teşkilat mensubu
hakkında ''PKK/KCK Terör Örgütü içerisindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte
bilerek ve isteyerek yardım etmek ve soruşturmanın gizliliğini ihlal etmek''suçlarından, 17.02.2012
tarih ve 6278 sayılı kanunun 1. maddesi ile 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli
İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26. maddesinde yapılan değişiklik hakkındaki kanun uyarınca
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'ndan soruşturma izni istenildiği halde, izin verme yada vermeme
şeklindeki yazı cevabı gelmeden yeniden soruşturma yapılmak üzere 7 Şubat 2012'den yaklaşık 4
ay 20 gün sonra 27.06.2012 tarihinde 2010/521 numaralı 7 Şubat MİT dosyası olarak bilinen
soruşturma dosyasından ayrıldığı, 17.12.2013 tarihi itibariyle sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
dosyasında teknik takibi yapılan mağdur ve müştekilerle birlikte Mehmet Öcalan'ın da teknik
takibinin sonlandırıldığı,
Bu şekilde şüphelilerin, kamuoyunda 7 Şubat MİT krizi dosyası olarak bilinen ve takipsizlik
kararıyla sonuçlanan, üst düzey MİT yetkilileri ile ilgili soruşturmayı sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü soruşturma dosyası ile ilişkilendirip bu soruşturma üzerinden yeniden canlandırarak, "Milli
Birlik ve Barış Projesi" olarak adlandırılan ''Çözüm Süreci''kapsamında yapılan çalışmaları yürüten
Milli İstihbarat Teşkilatı yetkililerini, PKK Terör Örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın kardeşi Mehmet
Öcalan üzerinden PKK/KCK Terör Örgütü ile irtibatlandırmaya çalıştıkları anlaşılmıştır.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'ne yönelik ''Cebir ve şiddet''unsuru yönünden
yapılan inceleme ve hukuki değerlendirme;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 61. Hükümeti başta olmak üzere Milli İstihbarat Teşkilatı, Türkiye
Radyo ve Televizyon Kurumu ve Anadolu Ajansı, haklarında herhangi bir delil bulunmadığı halde
şüpheliler tarafından soruşturma kılıfı altında terörle ilişkilendirilmeye çalışılmıştır.
İddianamenin ilgili bölümlerinde (Hedef alınan resmi ve özel kurumlar, Milli İstihbarat Teşkilatı'na
ait yardım tırlarının durdurulması ve aranması, Çözüm sürecinin başarıya ulaşmasının engellenmeye
çalışılması başlıklı bölümler) ayrıntılarıyla açıklandığı üzere FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün bundaki
amacı; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti başta olmak üzere varlığına tehdit olarak algıladığı resmi
kurumları etkisiz hale getirerek görev yapmasını engellemek ve ortadan kaldırmaktır.
Türk Ceza Kanunu'nun "Hükümete karşı suç" başlığını taşıyan 312. maddesinde;
"(1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası verilir.
(2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu hükümlerden dolayı
ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur." şeklinde yasa koyucu tarafından düzenleme yapılmıştır.
TCK'nın 312/1. maddesinde düzenlenen suçun yasal unsurlarından "cebir ve şiddet" unsuru
yönünden yapılan incelemede;
301
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersan Şen'in, "Balyoz Kararı,
Darbe" başlığıyla 12.11.2013 tarihinde yayınlanan, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 2013/9110 Esas,
2013/12351 Karar sayılı kararının eleştirisi mahiyetindeki makalesinde;
Hükümete karşı suçu düzenleyen 312. madde ile ilgili tartışma, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
kabulünde yapıldı. 5237 sayılı Kanunun 312. maddesinin muadili olan 765 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun "Devlet kuvvetleri aleyhinde cürümler''başlıklı 147. maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti
İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik
eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur." hükmü yer almakta ve maddede
geçen "cebren iskat"; icbar yani zorlamadan öte, bir şiddetin varlığını aramakta idi. "Cebir"
kelimesinin, sadece maddi zorlama ve şiddeti değil, manevi zorlamayı, yani tehdidi kapsadığı da
savunulmakta idi. Bu tartışmaya aşağıda yer verilecektir.
Kanun koyucu yeni Ceza Kanununda; "cebir, şiddet veya tehdit kullanarak" ifadesine yer
vermemiştir. 5237 sayılı Kanunun "Hükümete karşı suç" başlıklı 312. maddesinde, "Cebir ve şiddet
kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını
kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
verilir." hükmü yer almıştır.
Nitekim kanun koyucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Tasarısı'nda, "Anayasal Düzene ve Bu
Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" başlığı altında yer alan "Anayasayı ihlal" başlıklı 309, "Yasama
organına karşı suç" başlıklı 311 ve "Hükümete karşı suç" başlıklı 312. maddelerde değişikliğe
giderek, "cebir veya tehdit kullanarak" yerine "cebir ve şiddet kullanarak" ibaresine yer vermiştir.
Gerçekten de bu maddelerin gerekçeleri incelendiğinde, açıklamaların "cebir" ve "tehdit"
kavramları dikkate alınarak yapıldığı, son kısımlarında ise Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulu'nda yapılan değişiklik gerekçelerine yer verildiği görülmektedir.
Özgenç, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nda maddeler hakkında yapılan görüşmeler
sırasında, iktidar ve ana muhalefet partilerine mensup milletvekilleri tarafından, maddelerin birinci
fıkralarında yer alan "cebir veya tehdit kullanılarak" ifadesinin "cebir ve şiddet kullanarak" şeklinde
değiştirilmesine yönelik önerge verildiğini, Mecliste grubu bulunan iki siyasi partinin uzlaşması ile
bu önergenin kabul edildiğini belirtmiştir. Maddelere ilişkin ortak değişiklik gerekçesinde,
Anayasada güvence altına alınan ifade ve örgütlenme hakkı kapsamında kullanılan hak ve
hürriyetlerin, bu suçlar kapsamında değerlendirilemeyeceğinin daha açık şekilde vurgulanması ve
bu açıdan ortaya çıkacak tereddütlerin giderilmesi amacıyla değişiklik yapıldığı ifade edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapılan bu değişikliklerle, kanaatimizce kanun koyucu Türk Ceza
Kanunu m.309, 311 ve 312'de tanımlanan suçların gerçekleşmesinde "ve" bağlacını kullanarak,
suçun maddi unsuru bakımından "cebir ve şiddet" kavramlarını birlikte aramıştır. Bu bakımdan,
"cebir veya şiddet" değerlendirmesi yapılıp, ''cebir''kavramının maddi zorlama yanında manevi
zorlamayı da içerdiğini ileri sürmek mümkün değildir. Bir an için "cebir" kavramının "tehdit" fiilini
302
kapsadığı düşünülecek olsa bile, "cebir ve şiddet kullanarak" ibaresine yer verilerek, hem maddi ve
hem de manevi zorlamanın birlikte gerçekleşmesi suçun maddi unsurunun koşulu olarak aranmıştır.
Doktrinde bir görüşe göre, "cebir" kelimesinin manevi zorlamayı da kapsadığı, kanun koyucunun
bu değişikliği yapma amacının "şiddet" kavramının yeterince vurgulanmamış olduğu düşüncesinden
kaynaklandığı, aksi halde en az maddi şiddet kadar kişilerin iradesi üzerinde zorlayıcı etkisi bulunan
tehdit fiillerinin suç oluşturmadığına dair bir sonuca ulaşılacaktır.
Bu düşünceye, "suçta ve cezada kanunilik" prensibi sebebiyle iştirak etmek mümkün değildir.
Çünkü kanun koyucu net bir şekilde "tehdit" kavramını maddelerden kaldırmış, bunun gerekçesini
de "ifade ve örgütlenme özgürlüğünün korunması" olarak açıklamıştır.
Diğer düşünceye göre, uygulamada "manevi cebir" olarak da adlandırılan "tehdit" kavramının
maddelerde geçen "cebir" kavramına girmediği; zira maddelerde cebrin maddi niteliğine vurgu
yapıldığı, "cebir ve şiddet" ibaresinden maksadın, failin amacına ulaşmak için hukuk dışı, meşru
olmayan maddi cebir, yani şiddet kullanması gerektiği savunulmaktadır.
Netice itibariyle; Türk Ceza Kanunu m.309, 311 ve 312'de ''tehdit''ibaresinin bilerek eksik
bırakıldığı, bunun hatalı olduğu (kanaatimce bu ibareye yer verilmemesi, cümle bütünlüğü
açısından daha isabetli olacaktır) çünkü Anayasayı ihlal, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne karşı suç
ve Hükümete karşı suç fiillerinin maddi unsurlarında yer alan icra hareketlerinde çoğunlukla Türk
Ceza Kanunu m.108'de tanımlanan cebir suçunun kullanıldığı, bu fiilin özelliklerinin ise Türk Ceza
Kanunu m.106'da tanımlanan tehdit suçundan farklı olduğu görülmektedir. Ülkemiz şartlarında bu
husus bir eksiklik olarak görülse de, "suçta ve cezada kanunilik" prensibi uyarınca farklı şekilde
hareket edip, maddelerde yer almayan "tehdit" kavramını suçların maddi unsurları kapsamında
incelemek mümkün olmayacaktır.
Balyoz kararında asıl tartışma, "suçta ve cezada kanunilik" ilkesi kapsamında yapılmalıdır. Ancak
Yargıtay kararında, davaya konu eylemin suçun "tipiklik" unsuru açısından yeterli şekilde
değerlendirilmediği görülmektedir. Kararda, Hükümete karşı darbeye teşebbüs suçunu düzenleyen
Türk Ceza Kanunu m.312'de yer alan "cebir ve şiddet kullanarak" kavramının nasıl olup "manevi
cebir", yani zorlama veya tehditle paralel görüldüğüne dair net bir gerekçe oluşturulmamıştır. Yeni
Ceza Kanunu m.312'de yer alan "cebir ve şiddet kullanarak" ifadesi karşısında, eski Ceza
Kanunu'nun 147. maddesinde "cebren iskat" kavramı kullanıldığı, bu kavramın manevi cebir, yani
tehdit anlamına geleceğini ileri sürmek de, "failin lehine olan kanun uygulanır" prensibi karşısından
kabul görmez.
Anayasa m.38, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.7 ve Türk Ceza Kanunu m.2 ile güvence altına
alınan "suçta ve cezada kanunilik" prensibinin bireylere sağladığı en önemli güvence, kamu
otoritesinin keyfi müdahalelerinin önüne geçilmesidir. Bu yolla birey, hangi fiilin suç olduğunu
önceden bilebilme, yani neyin yasak olup olmadığını öngörebilme imkanına sahip olmak suretiyle
303
hareket edebilecektir. Bu sebeple, Ceza Hukukunda kıyas ve kıyasa varan genişletici yorum
yasaklanmıştır. Kanun hangi fiili suç saymış, hangi unsurları göstermişse, bireyin fiili ancak bu
tanımlara uyduğu takdirde ceza sorumluluğu gündeme gelebilecektir.
Aynı zamanda bireyin, ceza çekip çekmeyeceğini veya ne kadar ceza çekeceğini de önceden bilip
öngörebilmesi gerekir. Bu bilme ve öngörme, yalnızca önceden düzenlenip yürürlüğe koyulacak
kanunlarla sağlanabilir. Bunun dışında, yürürlükte olmayan, yürürlükten kaldırılmış veya yürürlükte
olup da yanlış yorumlanan kanundan hareketle bireyler suçlanıp cezalandırılamaz. Bu ilke, 26
Ağustos 1789 tarihinde, yani yüzyıllar önce Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi'nin 5. ve
8. maddeleri ile de net bir şekilde güvence altına alınmıştır. Beyannamenin 5. maddesine göre,
"Kanun, ancak toplum için zararlı fiilleri yasaklayabilir. Kanunun yasaklamadığı eylem
engellenemez ve hiç kimse kanunun emretmediği bir hususu yapmaya zorlanamaz". 8. maddeye
göre ise, "Kanun, ancak açık ve zorunlu olarak gerek duyulan cezaları koymalıdır. Bir kimse,
sadece suçun işlenmesinden önce kabul ve ilan edilen ve usulüne göre uygulanan bir kanun
gereğince cezalandırılabilir".
Yargıtay kararında, plan aşamalarının 2003 yılından 2010 yılına kadar ne şekilde icraya konu
edildiğini, ne şekilde, hangi tarihte ve hangi faillerce elverişli vasıtalarla cebir ve şiddet
kullanıldığını, cebir ve şiddet içeren icra hareketlerine başvurulduğunu, icra hareketlerinin hangi
tarihte ve ne şekilde kesintiye uğradığını ortaya koyup kanıtlayan, savunma makamının beyan ve
temyiz sebebini çürüten yeterli ve doyurucu gerekçe yer almamaktadır.
"Manevi cebir" olarak kullanılan ifadenin darbe suçu açısından, hem mülga Ceza Kanunu ve hem
de yeni Ceza Kanununda bir karşılığı ve tanımı bulunmamaktadır. Çünkü cebrin manevisi olmaz,
ancak icbardan söz edilebilir ki, "icbar", yani "zorlama" kavramı kendisini TCK m.250'de
düzenlenen irtikap suçunda gösterir. İcbar, "tehdit" ve "şantaj" kavramları ile de uyumlu değildir.
İcbar, henüz tehdit aşamasına varmayan ve kişinin serbest iradesini etkileyen bir zorlamadır.
Cebir suçunun, 5237 sayılı Kanunun 108. maddesinde yer alan tanımı yaralamadır. Plan
seminerinde yer alan fiillerin gerçekleştiğini gösteren hiçbir delil bulunmamaktadır. Konuşulacak
konunun ne olduğunu bilerek veya bilmeyerek seminere katılan ve toplanmaksızın kurulan
irtibatlarla haberdar olan asker kişiler, en fazla suç için anlaşma suçunu işlemişlerdir. Ancak burada,
2003 yılından 2010 yılına kadar anlaşılan suçun icra hareketlerine geçilmediği ve bu sebeple
faillerin vazgeçmiş sayıldığı hususu da dikkate alınmalıdır.
Bundan başka, eski Ceza Kanunu m.147 ve yeni Ceza Kanunu m.312 "tehdit", "icbar" gibi
kavramlara yer vermeyip, açıkça yeni Ceza Kanunu m.108'de düzenlenen "cebir ve şiddet", yani
yaralamayı, yani fiziki güç kullanmayı esas alsa da, bir an için bu maddelerin "manevi cebir"
kavramını kapsadığı düşünülecek olsa bile kararda; manevi cebrin dış dünyaya nasıl yansıdığı, ne
şekilde ve hangi fail tarafından icra edildiği, Hükümete darbe adı altında Başbakana veya
Hükümetin bir kısım, hatta bir üyesine bu manevi cebrin ne şekilde ulaştığı, bu tehdidin hangi yolla
304
iletildiği, bu kapsamda planda yer alan hususların ne şekilde doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
Hükümetin bilgisine ulaşacak şekilde kullanıldığı, bundan kamu otoritesinin haberdar olup
olmadığı, darbe planının hazırlık hareketlerinden, yani anlaşmadan ve dolayısıyla durağanlıktan
çıkıp icra hareketine nasıl dönüştüğü, bu hareketlerin devamının ne şekilde engellendiği
açıklanmamış, sadece darbe planı olduğu söylenen belgeler ve toplantı konuşma notları üzerinden
hareket edilip, failler tarafından nelerin yapılmasının düşünüldüğü ve neyin amaçlandığı
açıklanmıştır. Oysa dosyada müdahil olarak yer alan kişilerin hiçbirisi Hükümet mensubu değildir.
Belirtmeliyiz ki, darbe suçunu düzenleyen mülga Ceza Kanunu m.147 ve yürürlükte bulunan Ceza
Kanunu m.312'de düşünce ve zihniyet cezalandırılmamakta, dış dünyaya yansıyan ve yasal tanımda
gösterilen unsurlara uyan eylemin cezalandırılması öngörülmektedir. Bunun dışına çıkıldığında;
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ve özellikle mensuplarına atfedilen darbe zihniyetine ve anlayışına sahip
olma iradesinin ön kabulle cezalandırılması gündeme gelecektir. Kararda da, net bir şekilde ifade
edilmese de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve bir kısım mensuplarının, 2003 yılında sahip oldukları
silahlı gücü komuta etme iradeleri sebebiyle ''muhtemel darbeciler''olarak kabul edildiği
anlaşılmaktadır.
Davaya konu planlar ve konuşmalar soyut tehlike, hazırlık hareketleri bakımından önem içerse de,
darbe suçunun özelliği gereği suç olarak tanımlanan ve böylece darbenin hazırlık hareketlerinin suç
sayılmak suretiyle darbe hazırlığının önüne geçilmesinin hedeflendiği suç için anlaşma suçu
(burada Hükümeti devirme suçu için anlaşma) dışında, eski Kanuna göre darbe suçuna teşebbüs ve
yeni Kanuna göre de darbeye teşebbüs suçu gündeme gelmeyecektir.
Suçtan doğrudan doğruya zarar gördükleri düşünülebilecek hiçbir insan davaya katılmamıştır.
Hükümete karşı darbe suçundan ilk etkilenecek, haberdar olacak ve demokrasi açısından olumsuz
sonuçların etkisini gösterebileceği yer müessese olarak Hükümet ve birey olarak da Hükümetin
üyeleridir. Hükümet üyelerinin, kendilerine karşı hangi şekilde cebir ve şiddetin kullanıldığını,
darbe suçuna konu icra hareketlerinin nasıl başladığını, bundan da nasıl haberdar olup
etkilendiklerini açıklamaları gerekir. Aksi halde sadece toplantı, düşünce açıklaması, hazırlık, ön ve
son planlar yapılmak suretiyle Hükümete karşı cebir ve şiddet kullanarak, eski adı ile darbe suçuna
teşebbüs ve yeni adı ile darbeye teşebbüs edildiğinden bahsedilemez.
Suça teşebbüsün dört şartı bulunmaktadır. Bunlar; bir suçun işlenmesine kastedilmesi, elverişli
hareketlerin yapılması, icra hareketlerine başlanması ve suçun failin elinde olmayan sebeplerle
tamamlanamamasıdır. Teşebbüs için elverişli vasıtalarla icra hareketlerine başlamak, yani hazırlık
hareketlerinden çıkmak gerekmektedir. Hazırlık hareketlerinden çıkabilmek için failin, 765 sayılı
Kanunun 147. maddesinde ve 5237 sayılı Kanunun 312. maddesinde tanımlanan tipiklik unsuru
içerisindeki icra hareketlerini gerçekleştirmesi gerekir. Aksi halde, "Kanunsuz ceza olmaz" başlıklı
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 7. maddesindeki tipiklik ve Anayasanın 38. maddesi ve 5237
sayılı Kanunun 2. maddesi ile güvence altına alınan "suçta ve cezada kanunilik" prensibi ihlale
uğrayacaktır. Kanunda tanımlanan bir fiilin suç sayılması veya bir suçun daha ağır hali olarak kabul
edilmesi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 7. maddesinin ihlali yanında, bu hükmün ihlali
305
yoluyla dürüst yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin ihlalini gündeme taşıyacaktır.
Ceza Hukuku, olağan şüpheyi ve şüphelileri, düşünce ve niyetin tehlikeli halini değil, eylemi, yani
düşünce ve niyetin dış dünyaya yansıyıp, suça dönüşen biçimini cezalandırır. Ceza Hukuku
açısından asıl olan, "kanunilik" prensibi; Ceza Yargılaması Hukuku açısından esas olan ise, iddianın
ispatıdır. Belirtmeliyiz ki kanun koyucu, darbe suçlarının önemi gereğince bu suçların hazırlık
hareketlerini, düşünce ve plan aşamalarını istisnai olarak "suç için anlaşma" adı ile ayrı bir suç tipi
olarak öngörmüştür. Faillerin suç için anlaşıp anlaşmadıkları, bu aşamada vazgeçip
vazgeçmedikleri, anlaştıkları suçun icra hareketlerine başlayıp başlamadıkları, suça teşebbüsün
hangi aşamada, ne şekilde kaldığı, amaç suçu gerçekleştirip gerçekleştirmedikleri, "suçta ve cezada
kanunilik" prensibi ve "ispat hukuku" esasları dikkate alınmak suretiyle tespit edilmelidir. Ceza
Hukuku ve Ceza Yargılaması Hukukunda, iddianın cezaya dönüşüp mahkumiyete dönüşmesi
açısından "şüphe", ''muhtemel''gibi kavramların önemi bulunmamaktadır. "Masumiyet/suçsuzluk
karinesi" uyarınca, iddia edenin iddiasını, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde ettiği deliller
vasıtasıyla net bir şekilde ortaya koyup şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlaması gerekir. Aksi
uygulama, dürüst yargılanma hakkının ihlaline yol açar.
Dava, suça konu eylem tarihi itibariyle 765 sayılı Kanunun 147. maddesinden açılıp, Kanun
değişikliği sebebiyle 5237 sayılı Kanunun 312. maddesi de dikkate alınmıştır.
Yargıtay'ın gerekçeli kararında, sanıkların 765 sayılı Kanunun 147. maddesine ya da 5237 sayılı
Kanunun 312. maddesindeki tanımlara uygun icra hareketinin olup olmadığı açıklanmayıp,
planlarda yazılanlar ile 5-7 Mart 2003 tarihinde konuşulanlar üzerinden, ancak manevi cebirle ilgili
net tespitler yapılmaksızın ve her iki düzenlemenin suçun maddi unsuru olarak gösterdiği "cebir ve
şiddet kullanma" ibaresinin nasıl aşılıp da ''manevi cebir''kavramının kabul edildiği, dayanağın ne
olduğu ve bu manevi cebrin dış dünyaya nasıl yansıdığı ortaya koyulamamıştır.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, her ne kadar iç hukuk kurallarını denetlemekle yetkili olmasa da
iç hukuk kurallarının olaya doğru uygulanıp uygulanmadığına ve uygulamanın da İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi'nin 7. maddesini ihlal edip etmediğine bakacaktır. Ancak ilk denetim, bireysel
başvurunun yapılması halinde Anayasa Mahkemesi tarafından gerçekleştirilecektir.
Darbe; çalışmaların devam etmesi, saha araştırmalarının yapılması ve plandaki bazı hareketlere
başlanması halinde teşebbüs aşamasında kalabilirdi. İcra hareketlerinin başlaması için, "Suga"
(deniz), "Oraj" (hava) ve "Balyoz" (kara) planlarında cebir ve şiddete yönelik hareketlerden
herhangi birisinin yapılması gerekmektedir.
Planlarda yer alan hareketlerden birisinin yapılması ile icra hareketlerinin başladığından
bahsedilebilir. Plan kapsamında; camide bomba patlatılması, suikast düzenlenmesi, Hükümet
üyelerine karşı cebir ve şiddet içeren hareketlerin icrası, suça teşebbüse örnek olarak gösterilebilir.
Darbeye zemin hazırlamaya yönelik silahlı çatışma, bombalama, kargaşa çıkarma gibi hareketlerin
306
gerçekleşmesi ile de teşebbüs olur. Bunun dışında, hazırlık hareketleri, örneğin plan yapılması,
vasıta tedariki, buna ilişkin telefon ve ortam görüşmeleri, Türk Ceza Kanunu m.312 anlamında
eyleme dönüşmediği müddetçe 5237 sayılı Kanunun 316. maddesinde yer alan suç için anlaşma
suçu kapsamına girebilir.
Yargıtay incelemesi ile kesinleşen ve kamuoyunda "Balyoz Davası" adı ile bilinen yargılamada
kanaatimizce en dikkat çekici konu, iddiaya konu eylemin darbe suçunun yasal tanımına ve
''tipiklik''unsuruna uyup uymadığıdır. Bu husus tartışılıp netleştirilmedikçe, sadece plan ve
görüşmelerden ibaret kalıp, dış dünyaya yansımayan hazırlık çalışmalarından dolayı darbe suçuna
teşebbüsün veya yeni adı ile darbeye teşebbüs suçunun varlığını ileri sürmek isabetli olmayacaktır.
Bu tartışma dışında kalan; planlardaki isim hataları, delillerin sahteliği, tanıklar, yasama
dokunulmazlığı, Yüce Divan, Yerel Mahkemenin görev sorunu gibi meseleler, kanaatimizce "suçun
icra hareketleri" tartışmasının gölgesinde kalmaktadır. Çünkü bir suçlamada; delil, görev ve takip
şartı gibi tartışmaları yaparken, öncelikle suça konu eylemin "tipiklik" unsuruna ve suçun diğer
unsurlarına uygunluğunun tartışılabilmesi için net bir şekilde ortaya koyulması gerekir. Aksi halde
bireyin, eylemi yerine niyetinden dolayı cezalandırılması gündeme gelir ki, Ceza Hukuku açısından
bu uygulamanın kabulü mümkün değildir.
Meseleye, sadece İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 6. ve 7. maddeleri açısından yaklaşılması da
yeterli olmayacaktır. Sözleşmenin "Hakları kötüye kullanma yasağı" başlıklı 17. maddesine göre,
"Bu Sözleşmedeki hiçbir hüküm, bir devlete, topluluğa veya kişiye, Sözleşmede tanınan hak ve
özgürlüklerin yok edilmesi veya bunların Sözleşmede öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde
sınırlandırmalarını amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı verdiği biçiminde
yorumlanamaz".
Yargılama süresince (soruşturma ve kovuşturma aşamalarında); Anayasa ve yasalarda özellikle
darbe suçuna teşebbüsten yargılananları etkileyen değişikliklerin yapıldığı, birçok askeri şahsın
sistematik olarak yakalanıp gözaltına alındığı, uzun süre tutuklandığı ve mahkum edildiği iddiaları
dikkate alındığında, Sözleşmenin 17. maddesinin ihlali de ayrıca gündeme gelebilecektir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Sözleşmeye taraf bir devletin yetkilerini kötüye
kullanıp hukuk dışına çıktığı iddiasının ispatı konusunda somut ve net delillerin varlığını
aramaktadır. Devleti idare eden kamu otoritesi anlayışının, izlenen politikanın, genel
manada hukuk ve adalet alanında görülen bozuklukların ve bireylere yönelik yargılamanın
sırf politik amaçlı yapıldığının, hukuk ve adaletin yerine gelmesinin hedeflenmediğinin
somut ve net delillerle kanıtlanmasını aramıştır. Ancak somut olayda, yargılamaya konu
fiilin suç olarak tanımlanmadığına dair net tespite rağmen bireylerin yargılanıp
cezalandırılarak, "kanunilik" prensibi dikkate alınmamak suretiyle Kanunda tanımlanan
suç tipine uymayan eylemden dolayı bireylere ağır nitelikli hapis cezaları verildiği
iddiaları, Sözleşmenin 17. maddesi kapsamında dikkate alınmaya değer görülebilir."
307
şeklindeki görüşlerini paylaşmıştır.
Bununla birlikte;
Şüphelilerce yürütülen sözde ''Kudüs Ordusu Terör Örgütü''soruşturması kapsamında çok
sayıda mağdur ve müştekiye ait (özel hayatlarının gizliliğini ihlal etmemek amacıyla
isimleri belirtilmemiştir.) terör yada başka hiçbir suçla ilgisi olmayan çok sayıda ''cinsel
içerikli''görüşmenin delil olarak kullanılmak üzere iletişim tespit tutanağı haline
getirildiği,
Bu kapsamda, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü Yöneticiliği ve Üyeliği suçundan,
haklarında gerekçesiz olarak iletişimin tespiti kararı uygulanan mağdur ve müştekilerin;
194615.., 193499..,
210284.., 211450..,
219684.., 230733..,
230781.., 230786..,
148789.., 157533..,
121644.., 109185..,
228270.., 229386..,
136472.., 146097..,
226224.., 226264..,
234023.., 234671..,
187523.., 188886..,
158753.., 226881..,
245017.., 228596..,
214086.., 202252..,
200320...,
194607..,
214532..,
230793..,
247116..,
164044..,
109182..,
230255..,
184834..,
226278..,
235052..,
191554..,
228596..,
235435..,
208217..,
194611.., 194616.., 194616..,
215201.., 215201.., 217463..,
231980.., 231981.., 232002..,
120055.., 125084.., 125643..,
164107.., 177411.., 125270..,
125193.., 140403.., 149320..,
236434.., 240447.., 243574..,
201859.., 209417.., 212665..,
230919.., 230944.., 230988..,
235226.., 235507.., 235820..
246916.., 154590.., 154593..,
224078.., 224119.., 228148..,
207359.., 211374.., 212448..,
211719.., 212138.., 216102..,
194683..,
219222..,
232006..,
125748..,
156947..,
222608..,
236080..,
222285..,
233530..,
236000..,
155530..,
228716..,
212449..,
169678..,
195976..,
219629..,
230780..,
146867..,
176658..,
222651..,
244398..,
225939..,
233842..,
247776..,
123797..,
234911..,
212854..,
191568..,
210278..,
219684..,
230781..,
147874..,
185140..,
223006..,
136472..,
226063..,
233870..,
186370..,
123840..,
236033..,
213845..,
191575..,
ID numaralı (son dört rakamı özel hayatın gizliliği sebebiyle yazılmamıştır.) özel hayata
ilişkin yukarıda örnek olarak tesbit edilen çok sayıda görüşmesinin iletişim tespit tutanağı
haline getirildiği tespit edilmiştir.
Bu tespit tutanaklarını düzenleyen şüpheli ve sıralı amirlerinin gerçekleştirdikleri eylemin
suç olduğunu bildikleri, amaçlarının; haklarında düzenlenen bu tutanakları kullanarak
mağdur ve müştekileri, Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde belirtilen ve terörün
tanımında yer alan ''korkutma, yıldırma ve baskı altına alma''yöntemlerini kullanarak
itibarsızlaştırmak suretiyle kendilerini savunamaz hale getirmek olduğu anlaşılmıştır.
Aynı şekilde 2014/133596 numaralı başka bir soruşturma kapsamında, şüphelilerden Yurt
Atayün'ün şube müdürlüğünü, Ömer Köse'nin de şube müdür yardımcılığını yaptığı Terörle
Mücadele Şube Müdürlüğü'nce yürütülen ''El Kaide Yanlısı Radikal Tahşiye Örgütü''olarak
adlandırılan sözde örgüte yönelik tahkikatta, iletişim tespit tutanağı getirilen cinsel içerikli
görüşmelerin, hiçbir suç unsuru taşımadığı ve soruşturmayla hiçbir ilgisinin bulunmadığı
halde; itibarsızlaştırma, baskı altına alma, korkutma ve yıldırma amacıyla ifadeleri
esnasında mağdur ve müştekilere soru olarak yöneltildiği,
308
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün siyasal/ideolojik görüşlerini benimsememesi
nedeniyle hedef haline getirilen binlerce mağdura ait görüşmenin kayıt altına alındığı, suç
unsuru taşımayan ve özel hayata ilişkin bu görüşmelerin iletişim tespit tutanağı haline
getirildiği, bu şekilde mağdur ve müştekilerin toplum önünde "ahlaken düşük" konumuna
sokularak kendini savunamaz hale getirilmek istendiği, terörün tanımında unsur olarak
belirtildiği üzere bu şekilde mağdur ve müştekilerin aile ve toplum baskısı altına alınarak
korkutulması ve sindirilmesinin amaçlandığı, bilinçli, sistematik ve organize bir şekilde
uygulanan bu yöntemin diğer soruşturmalarda olduğu gibi sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü olarak adlandırılan bu soruşturmada da usül olarak benimsendiği ve fiilen
uygulandığı tesbit edilmiştir.
Bu minvalde örnek olarak;
Ticaretle uğraşan Mehmet Hanifi İnanç, İHH Başkanı Özel Kalemi Müdürü Recep Aykut,
İşadamı Nasuhi Günay, Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahman Aliy, İ.Ü. Öğretim Görevlisi
(Bakırköy Sağlık Bilm. Fak.) Abdulhakim Beki, Uluslararası El Mustafa Üniversitesi Özel
Kalem Müdürü Kadir Tezşah, İ.Ü.Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi İbrahim Keleş,
Kırıkkale Üniversitesi Genel Sekreteri İsmail Altan Akgün, Eğitimci Tekin Ulutaş, Silivri
İlçe Emn.Müdürü Mustafa Güntekin, İstanbul Belediye Başkanı Özel Kalem Müdürü
Muhsin Doğan, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'un Özel Kalem
Müdür Yrd. Hüseyin Aygün, Birüni Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Adnan Yüksel, THY
Genel Müdürü Temel Kotil, Ak Parti Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir, TOKİ
Başkan Yardımcısı Sami Er, İşadamı Süleyman Tiryakioğlu, Osmangazi Üniversitesi
İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Görevlisi Levent Baştürk, Erciyes Üniversitesi
İ.İ.B.F. İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Ahmet Doğan, Polis Akademisi Başkanı Yılmaz
Çolak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet Erhan Gökal,
Gazeteci (Yeni Şafak Gazetesi Yazı İşleri Müdürü) İdris Saruhan, Sosyal Güvenlik
Kurumu Başkan Yardımcısı Mustafa Kuruca, Bayrampaşa Belediyesi İşletme İştirak
Müdürü Erol Yurttaş, Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul İl Başkanı Danışmanı Ali Çelik,
Tüccar Kemal Garip vs.. olmak üzere çok sayıda kişinin "gündelik, mesleki yada ailevi"
mahiyetteki iletişimlerinin terör kapsamında yapıldığı izlenimi vermek amacıyla şüpheliler
tarafından iletişim tespit tutanağı haline getirildiği,
Yine aynı şekilde;
Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2014/133596 numaralı soruşturma dosyası üzerinden
yürütülen ve ''Tahşiye'' adıyla bilinen soruşturmanın başlatılma talimatının ''herkul.org''
isimli internet sitesi üzerinden şüpheli Fetullah Gülen tarafından verildiği, kendisine bağlı
basın yayın kuruluşları aracılığıyla ve özelikle Samanyolu Televizyonu'nda yayınlanan
''Tek Türkiye''isimli dizi içerisinde geçen ''karanlık kurul''yada ''karar kurulu''olarak
adlandırılan sahnedeki diyaloglar vasıtasıyla ilerde başlatılması düşünülen soruşturmalar
ile yapılması planlanan operasyonların talimatının verildiği ve ayrıntılarının bildirildiği,
309
Talimat doğrultusunda bazı emniyet görevlileri tarafından örgüt lideri Fetullah Gülen'i
eleştiren bir grubun hedef alındığının ortaya çıktığı, dizi senaristi ve yönetmeninin şüpheli
sıfatıyla alınan ifadelerinde ''karanlık karar kurulu bölümünün kendileriyle hiçbir ilgisinin
olmadığını, senaryoyu kendilerinin yazmadığını''beyan ettikleri anlaşılmıştır.
Tahşiye (Radikal Mehmet Doğan Grubu) soruşturması olarak adlandırılan bu soruşturmada
görev alan şüphelilerin çoğunun sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasını yürüten
şüphelilerle aynı kişiler olduğu, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyasında
mağdur ve müştekilerin itham edildiği suçlamalardan biri olduğu tespit edilen ''muta
nikahı''suçlamasının, soruşturma ile ilgili hiçbir bilgi yokken Amerika'da yaşayan ve resmi
hiçbir görevi olmayan örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından dile getirildiği,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü lideri şüpheli Fetullah Gülen'in;
''htttpwww.herkul.org''isimli internet adresinde 02.02.2013 tarihinde yayınlanan 217.
Nağme: ''Takiyye, Mut'a Tuzağı ne Nifak Nezlesi'' başlıklı konuşmasında;
''İki asır evvel Türk siyasetine de burnunu sokan takiyye şebekesi Muta'yı mı kullandılar,
neyi kullandılar, kılcallara kadar nüfuz ettiler.'' şeklinde ifadelerde bulunduğu,
Aynı konunun (Mut'a) STV isimli televizyon kanalında yayınlanan ''Şefkat
Tepe''dizisindeki 05.10.2013 tarihli ''Karar Kurulu'' bölümünde İranlı bir karakteri
canlandıran ve ''Tersli''olarak hitap edilen bir şahıs tarafından dile getirildiği,
Dizinin haftalık yayınlanan sonraki bölümlerinde de sürekli ''Mut'a'' konusunun işlendiği,
Dizide işlenen bu konuyla aynı doğrultuda ''Bugün''isimli gazete yazarı şüpheli Gültekin
Avcı'nın 2013 yılının Eylül ve Ekim aylarında sistematik olarak ''İstihbarat-MutaAcem''konularıyla ilgili 4 (dört), 2014 yılında da 3 (üç) adet köşe yazısı yazdığı, bu
şekilde sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyasında mağdurlara atfedilen ve
haklarında hiçbir delil bulunmayan terör örgütü üyeliği suçlamasıyla ilgili kamuoyunu
örgütün
amaçları
doğrultusunda
yönlendirmeye
çalıştığı,
sonraki
tarihlerde
gerçekleştirilmesi
planlanan
operasyonlarda
gözaltına
alınacak
mağdurların
itibarsızlaştırılması için ''Mut'a Nikahı'' konusunu kullanarak toplum vicdanının
şekillendirilmeye çalışılmasında aktif rol aldığı,
Örgüt lideri Fetullah Gülen'in de bu konuşmasıyla, yürütülmekte olan soruşturmanın seyri
ile ilgili örgüt yönetici ve üyelerine talimat verdiği tespit edilmiştir.
Yine örgüt lideri Fetullah Gülen'in 14.10.2013 (17 Aralık girişiminden yaklaşık 2 ay önce)
tarihinde yaptığı konuşmada "Selam Çakmak" (soruşturma şüpheliler tarafından SelamTevhid olarak adlandırılmaktadır) ifadesini kullanarak sözde soruşturmayı yürüten emri
altındaki örgüt yönetici/üyelerine operasyon yapılması talimatını verdiği,
Talimatı alan örgüt üyelerinin çalışmalarını hızlandırdıkları ve soruşturmayı operasyona
dönüştürmeye çalıştıkları, 17-25 Aralık girişiminin sonuçsuz kalması üzerine, yürüttükleri
sözde soruşturmanın hukuksuz ve mesnetsiz olduğunu bildiklerinden emniyet arşivinde
310
bulunması gereken soruşturma dosyasının bir nüshasını TEM Şube'ye ait yangın
merdiveninden kaçırarak gizledikleri anlaşılmıştır.
C.Başsavcılığımızca yürütülen soruşturma kapsamında 22.07.2014 tarihinde şüpheliler
gözaltına alındıklarında, ''www.herkul.org'' isimli internet adresinde Fetullah Gülen'in
27.07.2014 tarihinde kendilerine hitaben yaptığı,
411. Nağme: Utanacak İş Yapmadınız; Dimdik Durun ve Ahirete Alacaklı Gidin!.. başlıklı
konuşmasında, ''Fakat size bugüne kadar hırsız demediler değil mi? Hepiniz böyle alnı
açık, yüzü ak! Elhamdülillah! Bize hırsız demediler. İrtikâp yaptı demediler, bir kısım
densizler size haşhaşi diyorlar, size çete diyorlar, size örgüt diyorlar, size bir şeye talip
nazarıyla bakıyorlar…devletin parası deniz, yemeyen domuz dememiş iseniz şayet, bence
bir ayıp işlememişsiniz! Hiç utanmayın! daima dimdik durun'' şeklinde,
Aynı internet adresinde yaptığı ''401. Nağme; Yolsuzluk'' başlıklı ve 20.12.2013 tarihli
konuşmasında, 17-25 Aralık soruşturmasını yürütenler hakkında ''binde birini tanımam''
şeklinde beyanda bulunmasına rağmen gözaltına alınan örgüt üyelerini sahiplenerek nasıl
davranmaları gerektiği konusunda talimat vermiştir.
Bu şekilde örgüt aleyhinde ifade verilmesinin önüne geçmeye çalışmıştır. Örgüt liderinin
bu konuşmaları örgüte yakın bazı basın yayın organlarında ''Utanacak İş Yapmadınız;
Dimdik Durun'' şeklinde haberleştirilmiş, bu konuşma ve haberlerden sonra gözaltındaki
şüpheliler ve yakınlarının, ''dik durma''ifadesini kullandıkları tespit edilmiştir.
C.Başsavcılığımızın 2014/133596 numaralı (Tahşiye) soruşturma dosyası kapsamında bir
kısım şüphelilerin 2014 yılı Aralık ayında gözaltına alınması üzerine şüpheli Fethullah
Gülen'in, ''www.herkul.org'' isimli internet adresinde 04.01.2015 tarihinde ''Ahlaki
Çöküntü ve Yenilenme Cehdi'' başlığıyla yayınlanan konuşmasında, örgüt üyelerine birlik
ve beraberlik çağrısı yaptığı, yine aynı konuşmada ''daha önce gözaltına alınarak
tutuklanan örgüt üyelerinin kardeşleri olduklarını, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek
gerektiğini''vurguladığı anlaşılmıştır.
Aynı dönemde ''www.herkul.org'' isimli web adresi içerisinde bulunan, diğer linkler başlığı
altındaki Herkul Nağme arşiv kısmından www.herkul.org/herkul-nagme/448-nagmemetanetimizin-temeli-ve-imtihanin-kaybedenleri/ linkli adreste, 06/01/2015 tarihinde 448.
Nağme: "Metanetimizin Temeli ve İmtihanın Kaybedenleri" başlıklı konuşmasında aynı
şekilde örgüt üyelerini sahiplenerek:
''Şimdi günümüzde de bazı arkadaşlarımız hapishanelere atılıyorlar ve hakkaten o şeydeki
arkadaşlar bi kere istintak döneminde ifadelerinin alındığı dönemde ta bilmem yedinci kat
yerin altında orada o soğukta her türlü imkandan mahrumiyet içinde yemek vermeme su
içirmeme. Silivri'de bu günde gastede veya televizyonda gastedeydi resmi vardı adam
çağırmışlar gelirken de bir şişe su almış eline yani insanın çok dikkatine dokunuyor. O
arkadaşlarımın çoğu işte bu gün Türkiye'nin her yerinde hemen bu türlü şeylere maruz
kalıyorlar yani. Bir bir diğer taraftan da her gün yeni bir böyle algı operasyonu şeklinde
bir şeyler yapmak suretiyle içerdekiler kadar sizin de bizim de moralimizi bozuyorlar.
311
Böyle adeta sürekli zıpkın yiyor gibi bir şey oluyoruz yani. Şimdi bu adamlar bazı
arkadaşlarımızı aldılar. Yarın işin ucu bize gelir dayanırsa ne yaparız bu mevzuda.''
şeklinde beyanlarda bulunduğu, Örgüt lideri Fetullah Gülen'in yaptığı tüm konuşmaların
belirli bir amaç ve hedef doğrultusunda yapıldığı, örgüt üyelerine mesaj verilmesinin
amaçlandığı, örgütün nihai hedefine ulaşması için yapılması gerekenleri gerçekleştirmeleri
konusunda örgüt üyelerine talimat verildiği anlaşılmıştır.
Yapılan tüm tespitler birlikte değerlendirildiğinde, şüphelilerin eylemlerini, örgüt lideri
Fetullah Gülen'in talimatları doğrultusunda, resmi hiyerarşinin dışındaki ast-üst ilişkisi
içerisinde bilinçli, sistematik/koordineli eylem ve fikir birliği içinde gerçekleştirdikleri, 17
ve 25 Aralık soruşturmaları ile eş zamanlı olarak operasyon düzenlemek kastıyla (dosya
kapsamında hazırlanan şahıs tespit tutanaklarının 10-15/12/2013 tarihleri arasında
hazırlandığı ve tüm teknik takiplerin 18/12/2013 tarihinde sonlandırıldığı tespit edilmiştir)
amaç birliği içerisinde hareket ettikleri, nihai hedef olarak başta Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti Başbakanı ve Bakanları ile Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı ve Büyükelçiler'i
olmak üzere çok sayıda devlet yetkilisini, gazeteci/yazarları, üniversite öğretim üyelerini,
iş adamlarını, vakıf ve dernek yetkilileri ile kanaat önderlerini 2011/762 sayılı sözde
Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında terörle ilişkilendirerek gözaltına
almayı planladıkları anlaşılmıştır.
Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen
''Usulsüz Dinlemeler''konulu bilgi notunda açıklandığı üzere;
1990'lı yıllardan itibaren bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de teknoloji ve bilişim alanında
önemli gelişmeler yaşanmıştır. Özel televizyon ve radyoların yoğun bir rekabet ortamı içerisinde
çoğalması, iş ofislerinden başlamak üzere bilgisayar ve cep telefonlarının kullanımının artması ile
ülkemiz adeta iletişim yağmuruna tutulmuştur.
Bu iletişim alanına hâkimiyet müspet veya menfi anlamda sadece topluma değil teknik, ekonomik,
politik, askeri, sosyal konularda da uluslararası alanda istikamet belirleyecek bir güce de sahip olma
anlamına gelmektedir.
Bu süreçte, sosyal ve ekonomik yapıyı bozmaya çalışan terör ve organize suç örgütleri; TV, radyo,
bilgisayar, cep telefonu, uydu telefonu, internet gibi iletişim araçlarını yoğun şekilde
kullanmışlardır. Bu gelişmeler, suçların çeşitleri, nitelikleri ve özellikle de işleniş biçimlerinde
önemli değişiklik ve kolaylıkları beraberinde getirmiştir. Aynı şekilde kolluk kuvvetlerinin de
nitelikli personel ve donanıma olan ihtiyacı artmış, aynı ihtiyaç bu ve benzeri suçlar ile mücadelede
diğer kamu kurumları için de bir zaruret halini almıştır.
Adli olarak iletişimin denetlenmesi 01.06.2005 tarihine kadar 4422 sayılı "Çıkar Amaçlı Suç
Örgütleriyle Mücadele Kanunu" ile düzenlenirken, bu tarihten itibaren 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu ile düzenlenmiştir.
İstihbarat teşkilatları tarafından yürütülen önleyici kolluk faaliyetleri; işlenmiş bir suç ile ilişkili
olmayıp kolluk birimlerinin kuruluş yasalarında yer alan görevleri kapsamında, yasada belirtilen
312
suçlar ile sınırlı olarak ulusal güvenliğin sağlanması ve demokratik hukuk devletine yönelik tehdit
unsurlarına ilişkin faaliyetlere yöneliktir. Önleyici ve adli amaçlı iletişimin denetlenmesi,
aralarındaki nitelik farkı gözetilerek ayrı yasalarla düzenlenmiştir.
Ülkemizde iletişimin denetlenmesine ilişkin hükümler, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet
Kanunu, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Kanunu, 2803 sayılı Jandarma
Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununda düzenleme yapan 5397 sayılı Kanun, 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 2813 sayılı Telsiz Kanunu, 406 sayılı Telgraf
ve Telefon Kanunu, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ile bu kanunların uygulanmasını
gösteren yönetmeliklerde düzenlenmiştir.
2014 yılından itibaren yapılan çalışmalarda, 2013 yılı ve öncesinde birçok ilimizde hukuka aykırı
adli ve önleme dinlemelerinin yapıldığı tespit edilmiştir. Usulsüzlükleri tespit edilen görevliler
hakkında gerekli adli ve idari süreçler başlatılmış ve devam etmektedir.
DAİRE BAŞKANLIKLARINA GÖRE
DİNLEME TABLOSU
2012-2013-2014 YILLARI
KARŞILAŞTIRMALI
YILI
TEM
KOM
ASAYİŞ
İSTİHBARAT
TOPLAM
2012
61.903
76.815
17.399
241.260
397.377
2013
99.990
89.604
17.938
100.938
308.470
2014
17.541
17.044
5.575
31.652
71.812
TEM DAİRESİ BAŞKANLIĞI 2012-2013-2014 YILLARI KARŞILAŞTIRMALI DİNLEME VE
OPERASYON TABLOSU
YILI
DİNLEME
OPERASYON
YAKALANAN
2012
61.903
1.235
5.626
2013
99.990
1.071
3.229
1 Ocak - 6 Haziran 2014
14.905
1.255
3.640
7 Haziran-31 Aralık 2014
2.636
07.06.2014-14.04.2015
5.369
17.541
TEM Dairesi Başkanlığı'nda 2014 yılı itibarı ile dinleme sayılarının olağan seviyeye düştüğü buna
rağmen operasyon ve yakalanan şahıs sayısında önemli bir değişiklik olmadığı, adli dinlemelerin en
yoğun yaşandığı 2013 yılma göre dinleme sayısının 2014 yılında %83 oranında azaldığı, buna
rağmen operasyonların %17 yakalamaların %13 arttığı görülmektedir.
313
KOM DAİRESİ BAŞKANLIĞI 2012-2013-2014 YILLARI KARŞILAŞTIRMALI DİNLEME VE
OPERASYON TABLOSU
YILI
DİNLEME
OPERASYON
YAKALANAN
2012
76.815
60.443
118.844
2013
89.604
73.655
137.735
1 Ocak - 6 Haziran 2014
9.697
73.175
131.988
7 Haziran-31 Aralık 2014
7.347
07.06.2014-14.04.2015
12.577
17.044
KOM Dairesi Başkanlığında 2014 yılında, 2013 yılma göre dinleme sayısının %81 oranında
azaldığı buna rağmen gerçekleşen operasyonların %1 yakalanan şahısların % 4 oranında azaldığı
görülmektedir.
Yukarıda ki tablolardan da anlaşılacağı üzere 2014 yılı öncesinde birimlerimizce yapılan dinlemeler
suçla mücadele amacını ötesine geçmiş, vatandaşlarımızın özel hayatın gizliliğine dair anayasal
haklarının ihlal edilmesi ile demokratik hukuk devletine olan güveni sarsıcı boyutlara ulaşmıştır.
HUKUKA AYKIRI ÖNLEME DİNLEMELERİNE İLİŞKİN TEFTİŞ VE SORUŞTURMA
YÜRÜTÜLEN İL VE İLETİŞİM ARACI SAYISI
İL SAYISI
İLETİŞİM ARACI SAYISI
38
3.034
Adli ve önleme dinlemelerine ilişkin yapılan çalışmalarda; çok sayıda siyasetçi,bürokrat,
akademisyen, gazeteci, işadamı ve sivil toplum kuruluşu mensubunun gerçekte bağlantılı
olmadıkları suç ve terör örgütleri ile ilişkili gibi gösterilerek haklarında dinleme kararlarının
alındığı, bazı mahkeme kararlarının ise sahte isimlerle ya da açık kimlik bilgisi belirtilmeksizin
IMEI numaraları üzerinden verildiği tespit edilmiştir.
İLETİŞİMLERİ TESBİT EDİLEN ŞAHISLARIN MESLEK ve KONUMLARI
(Önleme Dinlemeleri)
SİYASİ PARTİ MENSUP ve YÖNETİCİLERİ
(Milletvekili, İl-İlçe Parti Yöneticileri, İl-İlçe Belediye Başkanları)
AK PARTİ
314
177
CHP
53
MHP
103
BBP
23
TOPLAM
356
Kabine üyelerinin sık görüştükleri kişilerin (danışman, koruma, sekreter, sosyal çevre vs.) üzerinden
dinlendiği, örneğin Sayın Cumhurbaşkanımızın 2012 yılında Başbakan olarak Antalya İli'ne Ak
Parti İl Kongresine katılmak amacıyla ziyaret gerçekleştirdiği, AK Parti İl Başkanı'nın ziyaret
tarihlerini kapsayacak şekilde açık kimlik bilgileri gizlenmek suretiyle 26 günlüğüne teknik takibe
alındığı tespit edilmiştir.
Sosyal medyada özel hayatlarına ilişkin görüntüleri yayınlanan Milliyetçi Hareket Partisi mensubu
on kişiden dördünün istifa etmeden önce iletişimlerinin tespit edildiği anlaşılmıştır.
Ülkemizin siyasi hayatını derinden etkileyen ve farklı siyasi partilerin mensuplarının da hedef
alındığı kaset skandalları değerlendirilirken, hedef adres ve kişilerin günlük rutinleri bilinmeksizin
bu eylemlerin gerçekleştirilemeyeceği; kişilerin özel hayatına, zaaflarına ve günlük rutinlerine dair
ön bilgilerin ise iletişim araçlarının sinyal bilgilerine ulaşma ve değerlendirme yetkisine sahip kamu
kurumlarının imkânları dışında derlenmesinin mümkün olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır.
DİĞER MESLEK GRUPLARI
YARGI MENSUPLARI
140
(Hâkim, Savcı, Adli Tıp Uzmanı, Zabıt Kâtibi)
ÜST DÜZEY ASKERİ PERSONEL
471
ÜST DÜZEY EMNİYET PERSONELİ (Emniyet Müdürü, Emniyet 385
Amiri)
MİT MENSUBU
12
ÖSYM ÇALIŞANI
33
TOKİ YÖNETİCİLERİ
6
TÜBİTAK PROJE ÇALIŞANI
3
SAVUNMA SANAYİ (ASELSAN)
25
BDDK
5
EPDK
11
ÜST DÜZEY BÜROKRAT
370
(Vali, Kaymakam, Genel Müdür, İl Müdürü)
GAZETECİ
315
112
İŞ ADAMI
73
ÖĞRETİM ÜYESİ
60
TOPLAM
1.706
Hedef kişiler hakkında organize suç örgütü üyesi olmak, uyuşturucu madde ticareti yapmak, terör
örgütü üyesi olmak gibi farklı konularda art arda kararlar alınması, bazen yıllarca devam eden
teknik takibe rağmen hiçbir adli işlem tesis edilmemiş olması ve hayatın olağan akışı içerisinde aynı
kişinin yukarıda sayılı suçların tamamını işlemesinin gerçekçi olmaması göstermektedir ki
dinlemelerde amaçlanan bir suçun aydınlatılması değil hedef kişinin bütün hayatının sıkı bir takip
altına alınmak istenmesidir.
Yapılan çalışmalardan usulsüz dinlemeleri gerçekleştiren kişilerin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel
Devlet Yapılanması FETÖ/PDY örgütüne iltisaklı kimseler olduğu anlaşılmıştır. Bilindiği üzere
FETÖ/PDY örgütünün temel amacı Türkiye'de devletin bütün anayasal kurumlarını ele geçirmektir.
Usulsüz dinlemeler de örgüt tarafından bu amaca ulaşmak için kullanılan yöntemlerin başında
gelmektedir. Örgütün bu sayede;
Ülkenin siyasi hayatını dizayn etmek için kamuoyunun dikkatini çekmesi muhtemel ya da tehdit ve
şantaj unsuru olabilecek bilgilere ulaşmayı,
Örgütün muhalif/hasım gördüğü siyasetçi, bürokrat ve kanaat önderlerinin özel yaşantılarına dair
bilgileri tehdit ve şantaj maksatlı ele geçirmeyi,
Örgüte gelir sağlamak için baskı uygulanacak iş adamlarının ticari faaliyetleri ve özel hayatlarına
dair bilgi elde etmeyi,
Örgüt mensuplarının faaliyetlerini denetleyerek bu kişilerin örgütten kopmaları halinde
yapılanmaya zarar verecek eylemlerde bulunmalarının önüne geçebilmeyi,
Özel bir kurgulama yapıldığı takdirde örgütün ele geçirmeyi hedeflediği anayasal kurumların
kamuoyu nazarındaki itibarını ve güvenilirliğini yıpratacak bilgileri temin etmeyi,
Yurtdışındaki faaliyetlerine destek sağlamak amacıyla yabancı istihbarat servislerinin ilgisini
çekecek bilgilere ulaşmayı amaçladığı değerlendirilmektedir.
Kabine üyeleri, milletvekilleri, parti yöneticilerinin doğrudan yada sık görüştükleri kişiler
(danışman, koruma sekreter vs.) üzerinden dinlenerek 17-25 Aralık sürecinde olduğu gibi ülkenin
siyasi hayatına antidemokratik müdahalelerde bulunulduğu,
Örgüt kadrolarına istihdam sağlayabilmek amacıyla çeşitli üniversiteler, özel okullar, yurtlar,
dershaneler açıldığı/inşa edildiği ve bu kurumlar için devlete ait arazilerin hibe usulü ile elde
edilebilmesi, teşvik ve hibe alınabilmesi için ilin vali, belediye başkanı gibi üst düzey
yöneticilerinin dinlenildiği, elde edilen bilgilerin bu amaç için kullanıldığı,
Bilimsel ve Teknolojik hizmet veren (TÜBİTAK, ASELSAN) kuruluşların yönetici ve çalışanlarının
dinlenmesi sayesinde gelişmekte olan savunma sanayisine ilişkin yüksek maliyetli ihalelerin örgütle
316
bağlantılı şirketlere kazandırılmasının
karşılanmasının amaçlandığı,
ve
uluslararası
çıkar
çevrelerinin
beklentilerinin
Yine bilim ve teknoloji üreten kurumlara yönelik usulsüz dinlemelerle elde edilen bilgilerin,
uluslararası anlaşmalar üzerinde söz sahibi olabilmek ve güvenlik politikalarını örgüt menfaatleri
doğrultusunda şekillendirebilmek için kullanıldığı,
EPDK ve BDDK gibi ekonomik özerk kurumlara yönelik yapılan dinlemelerin; hükümetin ekonomi
politikaları üzerinde söz sahibi olmak, rant elde etmek, gerektiğinde elde edilen bilgileri siyasi
iktidarı yıpratmak gayesi ile gerçekleştirildiği,
Kamu kurum/kuruluşlarının yöneticilerine yönelik dinlemeler ile bu kurumların açmış olduğu
ihalelerin örgüte yakın şirketlere kazandırılmasının ve kurumların tüm iş ve işlemlerinin kontrol
altına alınmasının hedeflendiği,
Özellikle merkez medyada örgüt menfaatleri ile çakışan yayınların engellenmesi ve meşruiyet
sorunu yaratacak algının önüne geçilebilmesi için medya patronları, gazete yöneticileri, köşe
yazarları ve medya şirketlerinin santrallerine yönelik dinleme faaliyeti yürütüldüğü,
İş adamlarının baskı altına alınarak örgüte gelir sağlanması için yasa dışı dinlemeler ile bu kişilerin
iş ve özel yaşantılarına dair mahrem bilgilerin temin edildiği öngörülmektedir.
Hukuka aykırı dinlemelerle ilgili olarak bir ilimizde belli bir inanç kesimi hedef alınırken başka bir
ilimizde siyasetçi ve gazetecilerin hedef alındığı, bir diğer ilimizde ise finans faaliyetlerine yönelik
dinlemeler yapıldığı anlaşılmıştır. Özellikle farklı etnik ve dini gruplara mensup kişilere yönelik
olarak gerçekleştirildiği değerlendirilen dinlemelerde; bir ilimizde Alevi-Bektaşi din adamı ve
kanaat önderlerinin ve bu inancı paylaşan vatandaşlarımızın, bir ilimizde Şii inancına mensup
vatandaşlarımızın, diğer bir ilimizde ise Caferi inancına mensup vatandaşlarımızın hedef şahıs
kapsamında dinlendiği anlaşılmaktadır.
Dini grupların yanı sıra farklı etnik kimliğe sahip vatandaşlarımızın da dinlemelere konu olduğu,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde bazı illerimizde toplumda Kürt kimliği ile tanınan ve
öne çıkan bazı kamu görevlisi, sivil toplum kuruluşu üyesi, kanaat önderi vatandaşlarımızın
dinlendiği görülmektedir.
Dinlemeler esnasında hayatın olağan akışına aykırı bir biçimde; farklı inanış, kanaat ve dünya
görüşüne sahip çok sayıda insanın aynı soruşturma kapsamında suçlandığı, aynı kişinin farklı illerin
farklı soruşturmaları kapsamında aynı anda işlenmesi mümkün görünmeyen fiillerin faili olduğu
iddiası ile dinlendiği, örgüt yöneticiliği ve üyeliği gerekçesiyle uzun süre yapılan dinlemelerin belli
bir süre sonunda hiçbir işlem yapılmadan pasife alındığı tespit edilmiştir.
FETÖ/PDY'nin farklı dini ve etnik gruplar içerisine sızmaya çalıştığı, böylelikle bu grupları örgütün
hedefleri doğrultusunda yönlendirebilmeyi amaçladığı bilinmektedir. Usulsüz dinlemelerin bu
hedefe ulaşmak, aynı zamanda ülkemizi istikrarsızlaştırmak, toplumsal barışa zarar vermek,
devletin belli bir etnik ve dinsel grubu hedef aldığı algısı yaratarak Gezi Parkı Olaylarında olduğu
gibi hükümeti hedef alan toplumsal olayları tetiklemek amacıyla kullanılabileceği
değerlendirilmektedir.
317
Adli soruşturmalar esnasında ilgili mevzuat hükümlerine göre başka suretle delil elde edilmesinin
mümkün olmadığı hallerde başvurulması gereken iletişim tespit kararı bu kurala riayet edilmeksizin
öncelikli olarak uygulamaya konulmuştur. Örneğin sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması
esnasında 593 hedefe yönelik karar alınmıştır.
KUDÜS ORDUSU TERÖR ÖRGÜTÜ SORUŞTURMASI HEDEF SAYILARI
GSM
329
IMEI
9
Sabit Telefon
45
UMTH - MSISDN
1
Yurt Dışı GSM ve Sabit Telefon
34
E Posta Adresi
175
TOPLAM
593
Sözde Selam-Tevhid Soruşturması hedefleri arasında çok sayıda kamu kurum kuruluşu ile devlet
üniversitelerine ait telefon numaraları da bulunmaktadır.
KUDÜS ORDUSU TERÖR ÖRGÜTÜ SORUŞTURMASI HEDEFLERİ ARASINDA
YER ALAN KAMU KURUMLARI
TRT Genel Müdürlüğü
7
Adalet Bakanlığı
2
Iran İslam Cumhuriyeti Büyükelçiliği
2
Iran İslam Cumhuriyeti Başkonsolosluğu
3
TBMM Satın Alma Müdürlüğü
1
Anadolu Ajansı
3
Başbakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanlığı
2
Basın ilan Kurumu
1
Dışişleri Bakanlığı
1
Kâğıthane Belediyesi
1
Ortadoğu Teknik Üniversitesi
2
Muş Alparslan Üniversitesi
1
Tarım Kredi Kooperatifi
1
Tarım ve Köy işleri Bakanlığı
2
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
1
318
TIKA
1
TOPLAM
31
Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturma dosyasında, soruşturma kılıfı altında uydurma
gerekçe, sahte delil ve ihbarlarla Milli İstihbarat Teşkilatı yönetici ve mensupları ile İHH Vakfı
yönetici ve çalışanları dinlenmiştir. Soruşturmanın sürdürüldüğü 3 yıl 7 aylık süre zarfında terörle
ilgili hiçbir delil bulunamamış, PKK/KCK, EL KAİDE, DHKP/C, MKP Terör Örgütleri ve
uyuşturucu madde ticareti soruşturmalarına dair evraklar sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü
soruşturmasına eklenmiştir. Böylelikle dosya kapsamındaki kişilerin belirtilen örgütlerle
irtibatlandırılması, terör örgütü ve uyuşturucu soruşturma dosyalarının sözde Kudüs Örgütü Terör
Örgütü dosyası ile birleştirilmesi hedeflenmiştir.
Fetullah Gülen ve Emre Uslu tarafından verilen talimat doğrultusunda Adana, Hatay ve Ankara İl
Jandarma Komutanlıklarına bağlı olarak görev yapan şahıslar koordineli biçimde sahte ihbar ve
delillerle Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarını durdurmuşlar, devlet sırrı kapsamındaki
yardım faaliyetinin deşifre edilmesini engellemeye çalışan Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarını
silah doğrultarak yere yatırmışlar, kelepçeleyerek darp etmişler, olay yerinde hazır bulunan basın
mensupları aracılığı ile MİT'e ait yardım tırların görüntülerini medyaya servis etmişlerdir.
MİT ve İHH yetkililerini dinleyerek yardım faaliyetlerinden haberdar olan kişiler, sahte delil ve
ihbarlarla MİT ve İHH üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni uluslararası kamuoyu nazarında
teröre yardım eden ülke konumuna düşürmeye çalışmışlardır.
Hukuka aykırı dinlemeler esnasında suçla ilgisi bulunmayan, kişilerin özel yaşantılarına dair (cinsel
tercih, evlilik dışı ilişki, finansal konular vs.) görüşmelerin de kayıt altına alındığı ve arşivlendiği,
Suç unsuru taşımayan ve gıyapta yapılan görüşmeler gerekçe gösterilerek üst düzey yetkililerin
terör örgütüne üye olmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmak vb. iddialarla teknik takibe
alındığı, dinlenen kişilere ait adres bilgilerinin yanlış yazıldığı böylelikle dinleme hitamı yapılması
gereken yasal tebligatların ilgililerine ulaşmasının engellendiği, 17-25 Aralık süreci ile birlikte ise
dinlemelerle ilgili delillerin karartıldığı görülmüştür.
Ayrıca adli soruşturmalar esnasında GSM operatörlerinin bütün kullanıcılara gönderdiği SMS'ler
gerekçe gösterilerek insanların terör örgütü üyesi olmak iddiası ile teknik takip altında bulunan
kişilerle bağlantılı gibi gösterildiği, sehven yapılması mümkün olmayacak şekilde gerçeğe aykırı
HTS analizlerinin yapıldığı anlaşılmıştır.
1991 yılında SSCB'nin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri'nin
gelişimi ve uluslararası toplum tarafından kabul edilmesi için yapılacak faaliyetleri ve dış politika
önceliklerini koordine etmek maksadıyla 1992 yılında kurulan Türk İşbirliği Koordinasyon Ajansı
Başkanlığı (TİKA)'nın son yıllarda farklı dil ve lehçelerde yaptığı yayınlar ile etkinliğini her geçen
gün artıran TRT Genel Müdürlüğü ile birlikte dinlenmiş olmasının PDY'nin devlete alternatif dış
politika geliştirme hedefi ile örtüştüğü düşünülmektedir. Bilindiği üzere PDY paranın ve stratejik
bilginin bulunduğu her alanda tek karar verici haline gelmeye çalışmıştır. Bu nedenle hukuka aykırı
dinlemelerle elde edilen bilgilerin, bu kurumlardaki bağımsız yöneticilerin kurmaca soruşturmalarla
319
tasfiye edilmesi ve yerlerine örgütle iltisaklı kişilerin getirilmesi hedefine hizmet ettiği
değerlendirilmiştir.
İzmir Askeri Casusluk Soruşturması esnasında KOM Şube Müdürlüğü'nün talebi olmaksızın
İstihbarat Şube Müdürlüğü'nce resen bilgi iletim formu gönderildiği, bilgi iletim formuna istinaden
hazırlanan rapor ile soruşturmanın seyrinin değiştiği ve askeri casusluk olarak adlandırıldığı, yine
İstihbarat Şube Müdürlüğü'nce haklarında adli dinleme kararı bulunan (28) kişinin eş zamanlı
olarak önleme dinlemesine tabi tutulduğu ve bu kişiler İzmir İli'nde ikamet etmemesine rağmen
ikametlerinin İzmir olarak yazıldığı anlaşılmıştır. Dosya üzerinde yapılan çalışmalarda İzmir
İstihbarat Şube Müdürlüğü ile Hava Kuvvetleri Askeri İstihbaratı arasında bilgi paylaşımı olduğu,
bu birimlerde görev yapan kişilerin birlikte hareket ederek soruşturmayı yönlendirdikleri şüphesi
doğmuştur.
Hukuka aykırı dinlemelerin ulaştığı noktayı göstermek açısından en çarpıcı örnek hiç şüphesiz ki
TÜBİTAK tarafından üretilen kriptolu telefonların dinlenmiş olmasıdır. Ankara Gölbaşı Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın 2014/1490 sayılı soruşturması kapsamında, 2. Nesil Kriptolu Telefonlar ile ilgili
olarak Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nda Turkcell sunucusu incelenmiş, toplamda (76)
IMEI numarasına ait kriptolu telefonlar ile ilgili kayıtların olduğu ve 304 kez işlem gördüğü
anlaşılmıştır. Bu kapsamda silinmiş dosyalar üzerinde yapılan incelemede, (31) kriptolu telefon
hakkında 363 defa ses kaydı yapıldığına dair bulgular elde edilmiştir.
KRİPTOLU TELEFONLAR
BAŞBAKANLIK (Başbakan Yardımcısı ve Danışmanı)
7
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
2
MGK
4
MİT
3
ENERJİ BAKANLIĞI
1
MİLLİ EGITIM BAKANLIĞI
1
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
1
BİLİNMEYEN
12
TOPLAM
31
Hukuka aykırı dinlemelerin ülke çapında aynı yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmesi,
Ülke genelinde siyasetçi, bürokrat, akademisyen, gazeteci iş adamı, kanaat önderi pozisyonundaki
kişilerin hedef alınmış olması,
Birden fazla ilin aynı hedefleri farklı suçlamalarla dinlemiş olması,
Aynı kişi hakkında birbirini takiben farklı suç isnatları ile uzun süreli dinleme yapılmış olmasına
rağmen adli işlem yapılmaksızın dinlemelerin sonlandırılması,
320
Stratejik kurumların yöneticilerinin şartlar oluşmadığı halde teknik takibe alınarak tartışmalı
soruşturmalarla görevlerinden uzaklaştırılmış olması,
İzmir Askeri Casusluk ve Selam Tevhid dosyasında olduğu gibi adli soruşturmalar ile anayasal
kurumların ve hükümetin, sahte delil ve ihbarlarla, birbiri ile organik bağı bulunmayan kamu
görevlilerinin müşterek eylemleri ile hedef haline getirilmesi,
Geçmiş dönemde ülke gündemini meşgul eden soruşturmalar esnasında şüphelilere ait olduğu iddia
edilen ses kayıtlarının ve telefon görüşme tape'lerinin bahse konu örgüte müzahir televizyon
kanalları, gazeteler, internet siteleri ve sosyal medya hesapları üzerinden ifşa edilmesi, böylelikle
kamuoyunun yönlendirilmeye çalışılması,
Fetullah Gülen'in 06.12.20l3 tarihinde ''www.herkul.org''isimli internet sitesinde yayınlanan "Kara
Propaganda ve Nefis Muhasebesi" konulu konuşmasında yer alan açıklaması birlikte
değerlendirildiğinde;
Yasa dışı dinlemelerin teknik takip birimlerinde çalışan görevlilerin münferit eylemleri olarak
meydana gelmediği, lokal olmadığı, FETÖ/PDY'nin devletin bütün anayasal kurumlarını, güvenlik
birimlerini, mülki ve adli yapısını ele geçirme ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili
bir siyasi ve ekonomik güç haline gelme amacı doğrultusunda cereyan ettiği, örgütün kolluk
kuvvetleri ve yargı içerisinde yer alan mensupları tarafından kurgulanmış soruşturmaların sahte
ihbar mektupları, yasa dışı dinlemeler, gerçeğe aykırı deliller üzerine inşa edildiği, bu sayede
verilen mahkûmiyetlerle toplum nezdinde başta yargı olmak üzere kamu kurumlarına duyulan
güvenin yok edildiği, kendilerinden olmayanlara karşı yürütülen baskı, korkutma, yıldırma,
sindirme ve tehdit faaliyetlerinin kolluk kuvvetleri, kamu kurumları ve yargıda görev alan bağlıları
yardımıyla gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir.
Bu kapsamda;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasaları uyarınca telefonlarının yasal olarak dinlenilme imkanı
bulunmayan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Bakanları, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı ve
milletvekillerinin en yakınındaki çalışma arkadaşları (Başbakanlık Danışmanları, TBMM Başkanlık
Danışmanı, eski milletvekilleri, İktidar Partisi Genel Başkan Yardımcısı Danışmanı, Bakan
Danışmanları, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı Özel Kalem Müdürlüğü) hiçbir delil olmadığı
halde, haklarında terör örgütü üyesi olarak karar alınıp bu kişilerin Başbakanlık İdari ve Mali İşler
Daire Başkanlığı'na kayıtlı telefonları dinlenerek ulusal ve uluslararası görüşmelerinin kaydedildiği,
bu görüşmelerin devletin milli güvenlik ve dış politikasına ilişkin olup devletin ulusal/uluslarası
yararları bakımından gizli kalması gereken bilgi ve belgeler kapsamında olduğu,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı'nın görüşmelerinin dinlenip kayda alınabilmesi için,
başdanışmanları Mustafa Varank ve Sefer Turan hakkında hiçbir delil olmadığı halde terör örgütü
üyesi olarak karar alınarak telefonlarının dinlenildiği, bu sayede Başbakan'ın görüşmelerinin
dinlendiği ve kayda alındığı,
Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun Başdanışmanları Ali Sarıkaya ve Osman Sert
hakkında hiçbir delil olmadığı halde terör örgütü üyesi olarak karar alınarak telefonlarının
dinlendiği, bu sayede Dışişleri Bakanı'nın görüşmelerinin dinlendiği ve kayda alındığı,
321
Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in görüşmelerinin dinlenip kayda alınabilmesi için, bakanlık yüksek
müşaviri Adnan Boynukara hakkında hiçbir delil olmadığı halde terör örgütü üyesi olarak karar
alınarak telefonlarının dinlendiği, bu sayede Adalet Bakanı'nın görüşmelerinin dinlendiği ve kayda
alındığı,
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı'nın görüşmelerinin dinlenip kayda alınabilmesi için,basın
danışmanı Nuh Yılmaz hakkında hiçbir delil olmadığı halde terör örgütü üyesi olarak karar alınarak
dinlenildiği, Özel Kalem Müdürü Edip Ali Yavuz üzerinden Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı'nın
görüşmelerinin dinlenerek kayıt altına alındığı, ‘Emin' kod adıyla hakkında iletişim tesbit
tutanaklarının düzenlendiği,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Moritanya Büyükelçisi Musa Kulaklıkaya hakkında hiçbir delil
olmadığı ve yasal imkan bulunmadığı halde büyükelçi olduğu gizlenip terör örgütü üyesi olarak
karar alınmak suretiyle telefonlarının dinlenildiği,
Halkbank Dış Operasyonlar Müdürü Levent Balkan hakkında, hiçbir delil olmadığı halde terör
örgütü üyesi olarak karar alınarak dinlendiği,
Herhangi bir delil ve yasal imkan olmadığı halde gerekçesiz olarak; cami, medrese, vakıf, dernek,
sosyal tesis ve televizyon kanalları (Ankara Etlik Muhammediye Camii, Bab-ı Ali Vakfı, Ehl-i Beyt
Alimleri Derneği, Akabe Vakfı, Somuncu Baba Çayocağı, El-Mustafa Medresesi, Estergon Türk
Kültür Merkezi, Haliç Kongre Merkezi, Kanal On4 Televizyonu, Yedikule Sosyal Tesisleri)
hakkında, buralara girip - çıkan herkesi takip etme amacıyla ‘terör örgütü üyesi' oldukları
gerekçesiyle teknik ve fiziki takip kararlarının alındığı, bu kararlar kullanılarak ismi geçen yerlerin
takip edildiği, herhangi bir suç unsuru taşıyan eylem tespit edilemediği halde bu yerlerin tüm
faaliyetlerinin kayıt altına alındığı,
Kamile Yazıcıoğlu'nun ifadelerinin, yukarıda sınırlı olarak sayılan çok sayıda devlet adamı, işadamı,
siyasetçi, gazeteci, sivil toplum örgütü yöneticilerini dinlenip kayıt edebilmek amacı ile
kurgulandığı,
Soruşturma kapsamındaki kişilerin itibarsızlaştırılması maksadıyla özel hayata ilişkin
görüşmelerinin kaydedildiği, yasal engellere rağmen iletişim tesbit tutanağı haline getirildiği, bu
tutanakların çoğunun özel hayata ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Bütün bu vahim eylemleri gerçekleştirdiği tesbit edilen;
Devlet içerisinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve kanunlarına aykırı biçimde yapılanan,
gerçekleştirdiği veya gerçekleştireceği eylemlerin talimatını hiçbir yasal yetki ve görevi
bulunmayan ve Amerika'nın Pensilvanya Eyaleti'nde yaşayan Fetullah Gülen isimli kişiden alan,
yasal olmayan amaçlarına ulaşmak için her türlü gayr-ı ahlakı yöntemi kullanmaktan bir an bile
çekinmeyen, 'taban' olarak vasıflandırılan bağlılarının bireysel düşünme ve sorgulama yeteneklerini
ellerinden alan, akli melekelerini kullanma yetilerini ipotek altına sokan, dünya ölçeğinde eğitim
faaliyeti ve din hizmeti yürütüldüğü zehabıyla ve cennet vaadiyle bağlılarını fedaileştiren,
bağlılarını ailelerinden kopararak her türlü emri sorgusuz yerine getirmelerini sağlamak amacıyla,
Türk/Altay ve Kırgız Efsaneleri'nde bahsi geçtiği üzere zihinsel/düşünsel köle haline dönüştüren,
oluşturduğu ekonomik ve bürokratik gücü uluslararası güç odaklarının menfaatleri doğrultusunda
322
kullanarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin yüksek menfaatleri ve güvenliğini tehlikeye
düşürmekten geri durmayan, ilke, kaide ve düstur namına hiçbir değer/kural tanımayan, örgütünün
istikbalini her şeyin üstünde gören, ''cemaat''görünümüyle diğer insanlara her türlü zulmü reva
gören, insanların mahrem hayatlarını kaydeden ve maddi ve manevi menfaat temini için şantaj
amacıyla kullanan, diğer dini ve mezhebi cemaatleri (Alevi/Bektaşi, Sünni, Caferi) kendine rakip
olarak gören ve ortadan kaldırmak için her türlü hukuk dışı yöntemi uygulayan, binbir hile ve
desisiyle toplumu amaçları doğrultusunda yanlış yönlendiren, nihai hedef olarak devletin anayasal
kurumlarını ele geçirmeyi hedefleyen bu oluşumu, hukuki anlamda vasıflandırmak için incelenmesi
gereken en vahim eylem;
01.01.2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, 19.01.2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde,
Suriye Türkmenleri'ne yardım malzemesi taşıyan Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait yardım tırlarının bu
oluşumun yöneticisi ve üyesi konumundaki kişiler tarafından durdurulmasıdır.
Milli İstihbarat Teşkilatı'na Ait Yardım Tır'larının Silah Kullanılarak ve MİT Mensuplarına
Darp, Cebir ve Şiddet Uygulanılarak Durdurulması;
Sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturmasını yürüten şüphelilerin, soruşturma kılıfı altında
uydurma gerekçe, sahte delil ve ihbarlarla kurum olarak "Milli İstihbarat Teşkilatı" yönetici ve
mensupları ile sivil toplum kuruluşu mahiyetindeki "İHH İnsani Yardım Vakfı" yönetici ve
çalışanlarının telefonlarını dinlemek suretiyle terörle irtibatlandırmaya çalıştıkları tespit edilmiştir.
Sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturması olarak isimlendirilen soruşturmanın başlatılma
sebebi, iddianamenin ilgili bölümlerinde ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, İnsan Hak ve Hürriyetleri
İnsani Yardım Vakfı'nın (İHH), İsrail tarafından uygulanan abluka nedeniyle Gazze'ye "Mavi
Marmara" adında yardım gemisi gönderme kararı alması, aynı tarihlerde Emre Taner'den boşalan
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı'na, başta İsrail olmak üzere uluslararası ve bölgesel güç
odaklarının tepki göstermesine rağmen Hakan Fidan'ın atanması, Türkiye, Brezilya ve İran arasında
17.05.2010 tarihinde Tahran Deklerasyonu’nun imzalanması ve siyasi irade tarafından "Milli Birlik
ve Kardeşlik Projesi" adı altında barış sürecini yürütmekle görevlendirilmesidir.
Soruşturmayı yürüttükleri 3 yıl 7 aylık süre boyunca mağdur ve müştekiler hakkında terörle ilgili
hiçbir delil bulunmadığının farkına varan şüpheliler; sahte gizli tanık, sahte ihbar ve istihbari
yazışmalar yoluyla delil üretme yoluna gitmişler, bu kapsamda dosyaya bilinçli olarak PKK/KCK,
El-Kaide, DHKP/C, MKP terör örgütleri ve uyuşturucu ticareti soruşturmalarıyla ilgili soruşturma
evraklarını koyarak mağdur ve müştekileri bu örgütlerle irtibatlandırmaya çalışmışlardır. Bunu
yapmaktaki amaçları, planladıkları gözaltı işlemlerinden sonra irtibat bulunduğu gerekçesiyle
belirtilen terör örgütü ve uyuşturucu soruşturma dosyalarını sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü"
dosyasıyla birleştirmek ve kovuşturmaya dönüştürmektir.
Bu kapsamda;
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın, İnsani Yardım Vakfı (İHH) üzerinden El-Kaide ve El-Nusra Terör
Örgütleri'ni desteklediği, bu örgütlere silah yardımında bulunduğu kurgusu üzerinden Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin terör örgütlerine yardım ettiği algısı oluşturmak maksadıyla 01.01.2014
tarihinde Hatay ili Kırıkhan İlçesi'nde, 19.01.2014 tarihinde Adahan İli Ceyhan İlçesi'nde
323
durdurulan Milli İstihbarat Teşikilatı'na ait yardım tırlarının aranmaya çalışılması/aranması
eylemlerinin; sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasını kurgulayan şüpheliler ve/veya
örgütle irtibatının bulunup bulunmadığının tesbiti için Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan
eylemlere ilişkin soruşturma evrakının bir örneği istenmiş,
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 27.01.2015 tarihli cevabi yazısı ekindeki soruşturma dosyası,
iddianame, bilgi ve belgeler incelenmesi için TEM Şube Müdürlüğü'ne gönderilmiş, "Adana ve
Hatay İlleri'nde gerçekleşen MİT tırlarının durdurulması eylemleri ile, sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü soruşturmasının birbiriyle irtibatlı olup-olmadığının" tesbit edilerek düzenlenecek raporun
Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi istenilmiştir.
TEM Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 28.03.2015 tarihli rapor içeriğinden de anlaşılacağı
üzere, şüphelilerin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) içerisinde yer
alarak, sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni
ortadan kaldırmaya veya görevini yapamaz hale getirmeye çalıştıkları anlaşılmıştır.
Bu bağlamda, 2011/762 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması üzerinden,
soruşturma bahanesiyle başta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı (Cumhurbaşkanı) ve Dışişleri Bakanı
(Başbakanı) başdanışmanları olmak üzere, üst düzey devlet yetkililerinin resmi ve özel telefon
larının dinlendiği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından gizli kalması gereken nitelikteki görüşmelerin kayıt altına alındığı, bu görüşmelerin bir
kısmının hiçbir suç unsuru içermemesine rağmen iletişim tespit tutanağı haline getirilerek devlet
yetkililerinin sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı anlaşılmıştır.
Yapılan teknik takipler (dinleme) neticesinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan başta olmak üzere MİT
Müsteşarı Özel Kalem Müdürü Edip Ali Yavuz, MİT Müsteşarı Basın Danışmanı Nuh Yılmaz ve
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 13.07.2015 tarihli cevabi yazısıyla MİT mensubu olduğu anlaşılan çok
sayıda kişinin telefon görüşmesi şüpheliler tarafından kayıt altına alınarak iletişim tespit tutanağı
haline getirilmiştir,
İletişim tespit tutanağı haline getirilen, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer MİT görevlilerine ait
görüşmelerin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Makamı'nın 06/02/2015 tarihli cevabi yazısına
göre, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından
niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgiler kapsamında olduğu" bildirilmiştir.
Bu şekilde şüpheliler tarafından, başta MİT Müsteşarı olmak üzere birçok MİT mensubu 2011/762
sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması üzerinden uydurma gerekçe ve delillerle
terörle irtibatlandırılmaya çalışılmıştır.
Bununla birlikte, İnsani Yardım Vakfı (İHH) Başkanı ve yöneticilerinin görüşmelerinin herhangi bir
suç unsuru içermemesine rağmen delil olarak iletişim tespit tutanağı haline getirildiği, 2011/762
sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması üzerinden başta İHH Başkanı Fehmi Bülent
Yıldırım olmak üzere çok sayıda İHH yönetici ve yetkilisinin terörle irtibatlandırılmaya çalışıldığı
tesbit edilmiştir.
Soruşturma işlemleri sonucunda;
Şüpheli Fetullah Gülen liderliğindeki FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yöneticisi ve üyesi
324
konumundaki şüphelilerin, uydurma bir soruşturma ile devlet kurumlarını ve üst düzey devlet
yetkililerini sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü üzerinden terörle irtibatlandırmaya çalıştığı, 17
Aralık 2013 tarihi öncesinde soruşturmayı operasyonel sürece hazırlamak için gazete haberleri, köşe
yazıları ve dizi senaryoları ile kamuoyunu istedikleri doğrultuda yönlendirmeye çalıştıkları tespit
edilmiştir.
Bu kapsamda;
FETÖ/PDY Yöneticisi Şüpheli Emre (Emrullah) Uslu'nun 19/09/2013 tarihinde Taraf gazetesinde
yayımlanan "El Nusra'yı Kim Destekliyor" başlıklı köşe yazısında;
"El Nusra'yı MİT'in desteklediğini, bu desteğin Mavi Marmara'yı organize eden örgüt (İHH)
üzerinden verildiğinin de iddia edildiğini, MİT'in ne kadar yalanlasa da uzun bir müddet İHH
üzerinden personel, silah ve büyük miktarda para yardımı yaptığını, Mavi Marmara olayının MİT
tarafından durdurulabilecek olmasına rağmen kasıtlı olarak durdurulmadığını ve tüm gelişmelerden
İran'ın ve destekçilerinin kazançlı olarak çıktığını" belirmiştir.
FETÖ/PDY lideri Şüpheli Fetullah Gülen'in 25/09/2013 tarihinde "din adına işlenen cinayetler"
konulu konuşmasından iki gün sonra Zaman Gazetesi'nde bu konuşmanın İslamafobia'ya vurgu
yapılarak haberleştirildiği, bir gün sonra Samanyolu Televizyonu'nda yayınlanan "Şefkat Tepe" adlı
dizideki "Karar Kurulu" sahnesinde "İslamafobia" konusunun işlendiği, oyuncular arasında
"Türkiye'nin teröre destek veren ülkeler arasına sokulacağı, dünya çapında terör örgütü kabul
edilmiş illegal yapılara yardım ettiğininin raporlanıp, uluslararası arenada ciddi bir yalnızlığa
itileceği, El Kaide'ye ve illegal İslami radikal terör örgütlerine yardım ediyor algısı oluşturularak
yalnızlaştırılacağı" şeklinde diyalogların geçtiği,
Şüpheli Emre (Emrullah) Uslu'nun, Türkiye'yi şikayet etmek ve Türkiye aleyhinde uluslararası
kamuoyu oluşturmak amacıyla İngilizce olarak yayımlanan "Today's Zaman" isimli gazetede
yazdığı "Disengaging From Al-Qaeda" başlıklı 06/10/2013 tarihli köşe yazısında;
"Türkiye'nin, El Kaide militanlarının Türkiye sınırından Suriye'ye geçmesine göz yumduğunu, hatta
bu gruplara MİT'in yardım ettiğini, bazı sivil toplum kuruluşlarının MİT'in El Kaide'ye yaptığı
yardımlarda aracı olduğunu" belirttiği,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün amaçları doğrultusunda propaganda görevi yürüten STV İsimli
televizyon kanalında yayınlanan "Şefkat Tepe" isimli dizinin 12/10/2013 tarihli 21. bölümündeki
"Karanlık Kurul" sahnesinde "Batı düşmanlığı ve radikal dini gruplarla işbirliği yapıyor imajı tuttu,
devam etmeliyiz" şeklinde diyalogların bulunduğu,
Şüpheli Emre (Emrullah) Uslu'nun Taraf Gazetesi'nde yayımlanan "MİT Haberleri Neden Sızdı, Ne
Olur" başlıklı ve 24/10/2013 tarihli köşe yazısında "El Kaide'nin faaliyetlerinin Türkiye üzerinden
koordine edildiği konusunda batılılarda ciddi kuşkuların olduğu, MİT'in sistem dışı faaliyetlerinin
Türkiye'nin izole olmasına neden olacağı, hatta Türkiye'nin terörü destekleyen devletler arasına
sokulabileceği" şeklinde FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün amaçları doğrultusunda kamuoyunu Milli
İstihbarat Teşkilatı aleyhinde yönlendirici mahiyette yorumlarda bulunduğu anlaşılmıştır.
17-25 aralık süreci olarak bilinen girişimin ardından, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün kendine
yakın basın-yayın kuruluşları aracılığıyla kamuoyu oluşturma çabasına devam ettiği, bu kapsamda
325
STV'de yayınlanan 11/01/2014 tarihli "Şefkat Tepe" dizisinin 21. bölümünde geçen "Karanlık
Kurul" sahnesinde; "Bir taraftan ülkenin kılcallarına kadar sızarak genleriyle oynuyoruz diğer
taraftan aldığımız paralarla Suriye'deki katliamı arttırıyoruz. Stratejimiz herşeye rağmen korku,
panik, kaçırma, TIR-latma olacak. Herşey MİT haline sokulursa olaylar da bitleşecek" şeklinde
söylemlerin bulunduğu,
Şüpheli Emre (Emrullah) USLU'nun Twitter isimli sosyal paylaşım sitesindeki @EmreUslu uzantılı
hesabından 13/01/2014 tarihinde saat 10:50'de "Çok yakında çok güzel şeyler olacak. Benden
söylemesi..", saat 10:53'te "çok yoğun bir fırtınanın arkasından güneş açar ortalık muhteşem bir
duruluk ve sessizlik ve güzelliğe bürünür ya. Öyle güzel şey..", 14/01/2014 tarihinde şüpheli Serdar
Bayraktutan'ın şube müdürü olarak görev yaptığı Van Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü ekipleri tarafından yürütülen El-Kaide soruşturması kapsamında Kilis İli'nde bulunan
İHH Vakfı bürosunda arama yapılarak bürodaki bilgisayarlara el konulduğu ve operasyon sonrası
örgüte yakın basın yayın kuruluşlarında sürekli olarak "MİT'in İHH üzerinden El Kaide'ye yardım
ettiği" iddiasının dile getirildiği,
15/01/2014 tarihinde Taraf Gazetesi'nde yayımlanan "El Kaide, İHH, TIR vs.." başlıklı köşe
yazısında "El Kaide'ye yönelik başlatılan operasyonda bazı İHH bürolarının basılmasının, Türkiye
El Kaide'ye yardım mı ediyor sorusunu yeniden gündeme getirdiğini, Türkiye'nin El Kaide'ye
yardım ettiğini, bu yardımı istihbarat teşkilatları üzerinden yaptığını, Adana'da yakalanan havan
başlıklarının sahibi olan Heysem Topalca'nın istihbarat elemanı olduğunu, gözaltına alındığını ama
tutuklanmadığını, muhtemelen MİT tarafından kurtarıldığını, önceki haftalarda Ankara'dan beş tır
insani yardım malzemesinin Suriye'ye gönderilmesi için İHH tarafından tören düzenlendiğini ancak
tören alanında üç tırın bulunduğunu, aynı gün Jandarma'nın Hatay'da bir tırı durdurduğunu ancak
MİT'in o tırı aratmadığını, o tırın İHH ile irtibatlı olduğunu" iddia ettiği,
22/01/2014 tarihinde Taraf Gazetesi'nde yayınlanan "TIR'ları MİT'in Aydınlıkçı ekibi mi
yakalatıyor" başlıklı köşe yazısında "Silahların El Kaide'ye gittiğini, MİT'in tırların durdurulmasını
engellemek için birçok önlem alabileceğini ancak bunu kasıtlı olarak almadığını ve böylelikle tırları
yakalatmak istediğini, önce silahları yüklediklerini sonra da ihbar yaparak paralel savcılar bizi
yakalıyor diyerek cemaat ile Erdoğan'ı karşı karşıya getirdiklerini, MİT'in içine sızmış bir
Aydınlıkçı ekibin olduğunu, bu ekibin silahları yakalatarak Esad'a karşı silah gönderilmesini
engellediği" şeklinde yorumlarda bulunarak dikkatleri eylemi gerçekleştiren FETÖ/PDY Silahlı
Terör Örgütü'den uzaklaştırmayı amaçladığı tespit edilmiştir.
2011/762 soruşturma numaralı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasında şüphelilerin,
uydurma gerekçelerle Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nı, İHH
Başkanı Fehmi Bülent Yıldırm ve İHH'yı sözde terör örgütü ile irtibatlı göstermeye çalıştıkları,
soruşturma süresince sözde örgütün herhangi bir eylemini tespit edemedikleri, bu sebeple uydurma
gizli tanık ifadeleri, sahte ihbar ve istihbari yazışmaları delil olarak göstermeye çalıştıkları,
Mağdur ve müştekilerin sözde örgütle hiçbir bağını ortaya koyamamış olmalarına rağmen ilerleyen
süreçte sözde örgütle irtibatlandırmak/örgütün şiddet eylemi olarak sunmak maksadıyla 2011/762
sayılı soruşturma ile ilgisi olmayan, 2011/762 sayılı soruşturmanın yürütüldüğü "Terörle Mücadele

Benzer belgeler