Koca Mustafa`nın Altın Küpü

Transkript

Koca Mustafa`nın Altın Küpü
Koca Mustafa'nın Altın Küpü
Cuma, 05 Haziran 2009 21:09
Yazan: Huriye Demir HEARN Sene yetmişli yılların sonu, seksenlerin başı...
O yıllar köyümüze gübre kamyonları ve Mustafa Zor dayının siyah taksisinden başka aracın
uğramadığı yıllardı. Artık biz çocuklar, Ketir’deki “Çıkılan taş”a çıkıp Akyol’dan gelen araçlar
üzerine, köye kimin, hangi kamyoncunun geleceği konusunda bahse bile girer olmuştuk.
Koca Mustafa'nın Altın Küpü
Yazan: Huriye Demir HEARN Sene yetmişli yılların sonu seksenlerin başı oldugundan öyle eminim ki...
O yıllar köyümüze gübre kamyonları ve Mustafa Zor dayının siyah taksisinden başka aracın
uğramadığı yıllardı. Artık biz çocuklar, Ketir’deki “Çıkılan taş”a çıkıp Akyol’dan gelen araçlar
üzerine, köye kimin, hangi kamyoncunun geleceği konusunda bahse bile girer olmuştuk.
Çıkılan taş, köyün alt bölümünde bulunan ve üstüne çıkıp çevreyi gözetlemek için kullanılan
oldukça yüksek bir kaya. Etrafında ağaçların yetişmesine izin vermeyen, genç bir kız gibi
sevgisini saklayan, üzerinde sadece yabani kekik ve otların barınmasına ses çıkarmayan
mağrur ve gururlu bir kayadır Çıkılan taş. Belki de bu haklı gururu Akdeniz’in yakamozunu en güzel şekilde onun üstünden görmek,
1/7
Koca Mustafa'nın Altın Küpü
Cuma, 05 Haziran 2009 21:09
güneşin batışının ve akşam kızıllığının bütün iç gıdıklayan renklerini oradan ruhumuza aktarmak
da Çıkılan taş'ta oluyordu. Hele bu muhteşem övgüsüne bir de altımızda bir harita gibi serili olan
Manavgat ovasının çarşaf gibi düzlüğü de eklenince onun bu kadar kendine olan haklı güvenini
kıskanmak ve anlamak güç olmasa gerekti.
Ahmetler Kanyonu’nun iki devasa dağ arasındaki uzun ince yatağı ve tarifi imkansız dağların bir
dantel gibi girintili çıkıntılı, allı yeşilli, küme küme ağaç topluluğuna annelik etmesine de şahitliği
onu daha da erişilmez yapmış. O, bu güçle insanları ve çocukları her gün bu güzelliği izlemeleri
için kendine davetkar bir davranışa sokmuştur. Bütün bunların ötesinde köye gözcülük
yapabilen ve köyümüzün uzun bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla gelen yolunun en ince ayrıntılarını da
buradan izlemek onun en çok sevilme nedeniydi belki de.
Yine böyle bir bahis gününe tutuşmuş, aşağı mahallenin ve yukarı mahallenin bütün çocukları
toplanmıştık çıkılan taşta! Bugün bir tuhaflık vardı yollarda! Sanırım buraya gelen araç yolunu
şaşırmış, rengini değiştirmiş ve de hızını da artırmıştı;
daha kimin arabası olduğuna bile karar vermeden İnaltı’na sanki uçarak gelmişti. Biz de aynı
hızla odanın önüne koşmuştuk.
O da ne? Bu hiç görmediğimiz ve yeşilin tek tonu hakim;
küçük camlı ve dikdörtgen şeklinde, ilk bakışta bir soğukluk hissettiren garip bir arabaydı. Kendi
kendimize hayıflanarak bu yabancı arabayı bilememenin verdiği üzüntüyle, Odanın Önü’nde
oturan babam Deli Ahmet, Zobu Emmi’yle Koca Mustafa Emmi kendi aralarında fısıldaşmaya
başlamışlardı.
Ben usulca yanlarına sokularak arabanın kime ait oldugunu öğrenecektim! Ama arabadan inen
genç ve güzel giyimli yeşiller içerisindeki askeri görünce babam ve arkadaşlarının yanına değil
kendi oyun grubumun yanına doğru gitmiştim.
Oradaki yaşlı topluluğa uygun ses tonuyla konuşan asker, geldiği hızla arabasını tozu dumana
katarak uzaklaşmıştı.
Bu ziyaretin ardından babam Deli Ahmet, Zobu Emmi ve Koca Mustafa Emmi de bizim
mahalleye doğru hızlı adımlarla ilerlediler. Zobu Emmi’nin piposundan çıkan duman iyice artmış
babamla aralarındaki fiskos konuşmalarını da artık duyar olmuştum.
Gelen devriye arabasıymış? Ve köydeki bütün silahları toplayacaklarmış! Oysa “silah, at ve
2/7
Koca Mustafa'nın Altın Küpü
Cuma, 05 Haziran 2009 21:09
avrat”
onlar için çok değerli varlıklardı. Ölürlerdi de yıllarca yayla
yollarında kendilerine eşlik eden bu sadık dostlarını bırakamazlardı. Üstelik sadece geyik
avında kullanmışlardı o silahları, hiç birisi de bir husumete karışmamış kötü bir olay
yaşatmamıştı köyümüze.
Babam eve uğramadan doğru Zobu Emmi’nin evine gitmişti. Koca Mustafa Emmi ise o upuzun
boyuyla hepsinden önce ilerlemiş evdeki en değerli varlığını korumaya koşar gibi uzaklaşmıştı
onlardan. Birkaç saat sonra babam eve gelmişti. Her gün, bir bahçıvanın gül bahçesindeki
güllere baktığı gibi özenle onu temizler; bütün parçalarını çıkarır, bu işlemleri yaparken de ne
kadar çok geyik avı anısı varsa hepsini sanki yeniden ava çıkmış ve avlanmış insan
heyecanıyla anlatırdı bize. Babamın mavzerini bazen bizden daha çok sevdiğini düşünürdüm;
çünkü o demir parçasına bakarak ne çok hayallerini ve anılarını canlı bir şekilde hissettiğini
yüzünden anlardım. Her seferinde dinlemekten inanılmaz bir tat aldığım bu yaşanmışlıklar beni
öye bir sarıp sarmalardı ki bazen hiç bitmesini ve bölünmesini istemediğim için içmek istediği
suyunu bile yanına getirir öyle başalamsını isterdim.
Bir gün, babam yine silahını çıkarmış, parçalarını ayırmış, her zamanki alışılagelmiş işlemleri
yapıyordu. Bu bizim için oldukça normal bir şeydi ama; bugün onun yüzü asıktı ve mavzerine
bakarken mutsuz ve düşünceliydi. Sanki en değerli oyuncağını kaybeden çocuğun acılı hüznü
düşmüştü gözlerine. Arada sırada göz bebekleri büyüyor ve buğulanıyordu. Onun böyle karışık
ve çözülmesi güç duyguların esiri olduğu izlenimini hiç hissetmemiştim. Bir kartal gibi özgür
ruhu, sanki hain bir kapana sıkışmış ve can çekşiyordu.
Sonra silahını özenle parçalara ayırdı ve büyükçe bir naylonun içine buruk bir sevgiyle koydu.
Beyaz pamuk iplerle bağladı uzun uzun baktı, eski bir dosta veda edememenin çelişkisini
yaşıyor gibiydi. Birden can dostunun onu kucaklayan sesiyle irkilmişti: Zobu Emmi;
“Hoyn, Deli Ahmat!” demesiyle babam, yaşına rağmen genç bir oğlan çevikliğiyle aceleyle
yollara düşmüştü. Benim de bu iki ihtiyar delikanlının yaptıkları merakımı ateşlemiş hemen
yanlarında bitmiştim. Ama bu sefer ikisi de ciddiydi ve bana inanılmaz bir görev vermişlerdi.
Babam;
“Ana, sen çardağa çık, bizi gözetleyen ve arkamızdan gelen olursa Çukur’a koş bize haber ver.”
dedi
3/7
Koca Mustafa'nın Altın Küpü
Cuma, 05 Haziran 2009 21:09
Arkasında piposundan dumanlar çıkaran ve ağzı pipolu Zobu Emmim de gülümseyerek;
“Tamam mı, ana?” dedi.
Bense, bu iki ihtiyarın işbirlikçisi olmaktan oldukça mutlu olmuş ve görevimi en kusursuzca
yapabilmenin heyecanıyla dama kadar çıkmıştım. Küçük bir kız olduğumu gören sevgili
komşumuz Hatice Teyze de anneme seslendi;
“Uy bacım, bu çocuk düşecek! Oradan indirin şunu; başımıza dert olacak.” demişti. Ama bu
feryadı duyan kimse yoktu etrafta. Onun bu acılı uyarma sesini bahçedeki gübrelerden yiyecek
tanesi toplayan anne tavuk ve civcivlerin dışında bir de evin kırmızı horozu duymuş, irkilerek ve
rahatsız edildiğini yüksek sesle öterek belli etmişti. Bu sesiz ama heyecanlı telaşın tek görgü
tanıklarından birisi de çardaktaki asma ağacının altında vücudunu pembe diliyle yalayarak
büyük bir sabır ve maharetle temizleyen keskin bakışlı, simsiyah uzun tüylü kedimiz, Timur’du...
Sonra bir de ne göreyim? Koca Mustafa Emmi de kocaman bir çuvalı almış omuzuna, o da
Ketir’e doğru gidiyordu. Ama onun çuvalı dopdulu ve ağırdı. Onu taşırkenki zorlanışından ve o
upuzun boyunun yerlere kadar eğilmesinden anlaşılıyordu. Ben de kendi kendime; “Onu da
gözetlemeliyim, belli ki onun da devriyeden saklayacak değerli şeyleri vardır.” dedim. Ne de olsa
o babamın teyzesinin oğluydu.
Babam ve Zobu Emmi, çok yakın bir yer olan Çukur’a çabucak gidip gelmişler ve ellerindeki
kazmaları da yanlarında getirmişlerdi.
Üstleri kirli ve tozlu bir halde, ama oyun oynayıp da oyuna doyan kirli çocukların mutlu yüz
ifadeleri düşmüştü çizgili, sevimli, gün yanığı esmer suratlarına. O da ne? Koca Mustafa Emmi
hala bir şeyler taşıyordu... Ne bitmez tükenmez hazinesi varmış onun?
Köydeki her yörük ailesi gibi biz de oldukça kalabalık bir aileye sahiptik. Bu nedenle annem, sık
sık ekmek yapar; babam da belki en iyi yaptığı işi yaparak; kızgın sacın üzerine annemin serdiği
4/7
Koca Mustafa'nın Altın Küpü
Cuma, 05 Haziran 2009 21:09
yufka ekmeği, ekmek şişiyle pişirmek için, annemin en büyük yardımcısı olurdu.
Her ekmek yapıldığı gün babam, Koca Mustafa Emmi’yi de çağırır ona taze ekmek ve tereyağlı
gözleme ikram ederdi. Koca Mustafa Emmi, babama “teyze oğlu” diyerek o upuzun başını tahta
kapının yongalarına çarpmasın diye başını eğerek kapıdan girer, evimize misafir olur,
kahvaltısını yapar, çok konuşmaz ve müsaade isteyerek kalkardı. Babam, bir şekilde konuyu
açar;
“Teyze oğlu, şu senin altın küpünün yerini söyle de, artık hepimiz kurtulalım bu yoksulluktan…”
diye gülerek ona şakalar ederdi. Böylece bu sır dolu ve efsane haline gelmiş “altın küpün” yerini
öğrenmeye çalışırdı. Ama bu uzun boylu Koca Mustafa Emmi’nin her zaman verdiği tek cevap
vardı;
“Teyze oğlu, o sır benimle mezara kadar gidecek; sahibi kullanamamış kimse de
kullanamayacak.“ derdi. Bu “Altın Küp” efsanesinin etkisinde kalan sadece babam değildi; belki de bütün köy halkıydı.
Koca Mustafa Emmi evden gidince Zobu Emmi;
“Hoyn, Deli Ahmat! Küp nerde; öğrenebildin mi?” der; ta karşı çardaktan babamla gülüşerek
konuşurlardı.
Evet, sözü edilen şu çok kıymetli küpü Koca Mustafa Emmi saklamıştı ve ben onu gözlerimle
görmüştüm.
Ama bütün büyük bir gizilikle saklanılan şeyi tek başıma bulmalıydım… Madem bu küp köyü
fakirlikten kurtaracaktı; ben de köydeki bütün yaşlılarla paylaşmalıydım!
Babamla Zobu Emmi, beni kendilerine ortak ve sırdaş etmişler, sık sık Çukur’daki piynar
ağaçlarının altına gömdükleri kendi hazinelerini kontrol ettiriyor ve “Sakın kimseye görünme;
5/7
Koca Mustafa'nın Altın Küpü
Cuma, 05 Haziran 2009 21:09
şöyle ucundan bak ve dön.” diyorlardı. Her seferinde kutsal bir göreve çıkacak insan gibi
heyecan ve mutlulukla gider söylenileni yapardım. Silahların yerinde olduğunu öğrenen bu iki
ihtiyar gülerek mutluluklarını belirtirlerdi.
Ama bütün bunların ötesinde kimsenin bulamadığı şu tılsımlı küpü ben o gün bulacaktım, Bu
arada Koca Mustafa Emmi günlerce bu küpün altınlarını gizli gizli çuvallarda taşıdı ve onu
sadece ben görüyordum. Onu büyük bir ustalıkla ve gizlilikle yapıyordu ki kimse fark etmiyordu.
Nihayet beni yiyip bitiren merakımı dindirmek için bir gün altın küpün gömüllü olduğu Ketir’e
gittim. Aradım, baktım ama bulamadım. Sonra küçük bir mağara olduğunu fark ederek oraya
girdim! O da ne? Taşlarla kapatılmış bir sürü plastik çuvallara sarılı kitap var. İşte bu kitaplar da
benim için gerçek bir hazineydi.
Bu kadar çok kitap okulumuzda bile mevcut değildi. Bu
kitapları bu dede niye bize vermemişti de gizli gizli Ketir’e getirip saklıyordu? Okumayı ilk
sökenlerden biri olduğum zaman Ali Hocam, kırmızı bir kalem ve silgi yerine bu kitapları
verseydi ne hoş olurdu diye geçirdim içimden.
O zamanlarda okuyacak kitaplarımız çok azdı. Ben de “Vita” yağı tenekelerinin üzerindeki
tanıtım yazılarını okuyordum; ama artık tenekelerin peşini bırakıp bu hazineye sahip
çıkmalıydım.
Bu kitaplar, içinde sadece yazıların olduğu ve çok küçük puntolarla yazılmış kocaman kitaplardı.
Resimlerin olmayışı biraz kafamı karıştırsa da bu kitapları almaya ve okumaya karar vermiştim.
İçlerinden bir tanesini alıp evin çardağına oturdum, gizlice okumaya başladım. Evet okuyordum
ama anlamıyordum; bu kitapların dili başkaydı yoksa Kaya Öğretmen ve Ali Varol Hocam bize
okumayı öğretmemişler miydi ve ben niye bu kitapları anlamıyordum? Daha sonra kitabı yerine
götürerek yenisini alıp okumaya başladım ama yine anlamıyordum! Aklımda kalan ve çok sözü
geçen Karl Marx’tı. Bu ne anlaşılmaz bir hikaye kahramanıydı? Sonunda kitapları okumayı
bırakmıştım. Belli ki küpün yerini bu kitaplar bir bilmece gibi anlatıyordu ve sadece Koca
Mustafa Emmi anlayabilirdi bunları.
Bir gün Koca Mustafa Emmi, yine Ketir’e gidiyordu. Bu sefer damdan yine takip ettim onu. Belki
de küpü gömdüğü yerden çıkaracaktı. Ama gözlerime inanamadım! O kocaman kitap çuvallarını
aldı ve kuyunun alanında yaktı! Bunu niçin yaptığını asla anlayamadım. Babam ve
arkadaşlarına bu konuda hiç bir şey söylemedi. Dedim ya çok konuşmazdı, sır dolu kendi
halinde bir adamdı ve böylece bizim altın küpün esrarı da kayboldu. Kısa bir süre sonra sırlarını
6/7
Koca Mustafa'nın Altın Küpü
Cuma, 05 Haziran 2009 21:09
da yanında götüren bu adamın, bir efsane gibi herkesçe anlatılan bu altın küpü nerede
sakladığını hala bilen yok. Aranızda bir bilen var mı acaba?
Huriye Demir HEARN
7/7

Benzer belgeler