Buradan - Diğer – alicinki.com

Transkript

Buradan - Diğer – alicinki.com
İstanbul için kolları sıvamıştı
Kanalizasyon ve içme suyu sorunu bitecek
6'sı eski komünist ülke toprağında
MENDERES’İN İSTANBUL RÜYASI
5,5 MİLYAR DOLARLIK YATIRIM: SUKAp
DÜNYANIN EN KİRLİ 10 şEhRİ
ÇEVRE ve ŞEHİR
İÇİNDEKİLER
KENTSEL DÖNÜŞÜM 5 EKİM’DE 33 VİLAYETTE BAŞLIYOR ........................................................................... 4
EVİNİ YAPANA YARDIM (EYY) MODELİ GELİYOR ............................................................................................................. 5
YOKSULLAR BARINACAK YER SAHİBİ OLMADAN DÜNYA HUZUR BULAMAZ .......... 6
ERCİŞ’TE DÜNYA REKORU KIRILDI ........................................................................................................................................................... 7
SEKTÖRLER KENTSEL DÖNÜŞÜM İÇİN VAN’DA BULUŞTU ...................................................................... 10
BAKAN BAYRAKTAR TUNUS’TA İNŞAAT SEKTÖRÜNÜ İNCELEDİ ................................................. 12
Denizler tehlike altında ........................................................................................................................................................................ 36
GAZİANTEP bölgesi çocuk oyunları .................................................................................................................................. 64
DÜNYA TURU - Deniz buzu yok oluyor........................................................................................................................... 68
Kitap - siteril hayatlar ................................................................................................................................................................................ 74
SÜPER KAHRAMAN OLMAK LAZIM BAZEN! ....................................................................................................................... 78
14
60
PAMUKKALE
Bakanlık merkezi ve 81 ilde faaliyet gösteren Yapı Malzemeleri Laboratuvarları,
yapı elemanının sahip olması gereken temel vasıfları taşıyıp taşımadığını
test ediyor.
20
44
En kirli 10 şehir
50
GEVHER NESIBE
54
AHİ ŞEHRİ KAYSERİ
n
30
TEHLİKE ALTINDAKİ
10 DOĞAL HARİKA
Menderes, savaş yılları ve ilgisizliğin
harap ettiği İstanbul’un mimari
mücevherlerini gün ışığına çıkarmak için
kolları sıvamıştı.
YAPI MALZEMELERine tam kontrol
DEV YATIRIM: SUKAP
2
24
İSTANBUL RÜYASI
Hedef, belediyelerin kanalizasyon
ve içmesuyu problemini
tamamen ortadan kaldırmak.
Öncülük ettiği hastane ve
zaviyeler, dünyanın ilk tıp
fakültesi olarak gösterilir.
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Eğer iklim değişikliği etkilerinin önüne
geçilmezse, bu muhteşem doğa
harikaları da yok olup gidecek.
Dünyanın en kirli 10
şehrinden 6’sı eski komünist
ülke toprağında.
Kayseri, Türklerin fethinden
sonra ahiliğin en önemli
merkezi olmuştur.
Pamukkale travertenlerinde gözlenen
kararmaların artmaması için ekolojik
çözüm önerileri getirilecek.
YIL: 1 SAYI: 9 EYLÜL 2012
DB Yapım Ajans adına
Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Şenol Selçuk Turan
Yayın Koordinatörü
Necati Eren
Yayın Kurulu
Ali İhsan Kıraç
Yakup Türkmen
Sezgin Demircioğlu
Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar
Haber Merkezi
Aydın Pınar
Hazal Çelik
Betül Demir
Tasarım
DB Yapım
Ali Çınkı
Fotoğraflar
Selahattin Aydınlı
Sıtkı İlanbey
Yönetim Yeri
Aşağı Öveçler Mahallesi
1333 Sokak No: 17/12
Çankaya, Ankara
Tel : 0 312 472 47 45
Faks : 0 312 472 47 46
Türü
Yaygın Süreli
Baskı
Fersa Ofset Baskı Tesisleri, Ankara
Tel : 0 312 386 17 00
Basım Tarihi
Eylül 2012 - Ankara
ISSN 2147-1649
YAPI MALZEMELERİ
LABORATUvARLARI
GÜVEN VERİYOR
Yapı Malzemeleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan kapak
dosyamızda, yapının ve yapı malzemelerinin üretim ve uygulama süreçlerinde
yapılan yanlışların, zaman içinde ne gibi hasarlara neden olduğu çarpıcı bir
şekilde ortaya konuluyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı olarak 81
ilde faaliyet gösteren laboratuvarların altyapısının hızla geliştirildiğine dikkat
çekilen yazıda, yapı elemanının sahip olması gereken temel vasıfları taşıyıp
taşımadığının en güvenli şekilde test edildiği kaydediliyor.
Eylül sayımızın bir başka önemli dosyasını, 5.5 Milyar Liralık dev yatırım
SUKAP oluşturuyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla 2011'de
başlatılan proje, 25 bin nüfusun altındaki bütün belediyelerin kanalizasyon ve
içme suyu problemini 5 yıl içerisinde tamamen ortadan kaldırılmayı hedefliyor.
Projeden 2.258 belediyenin faydalanması öngörülüyor.
TV 24 Ankara Temsilcisi Yaşar Taşkın Koç, enfes bir dosya Eylül sayımıza
değer katıyor. TRT 1’de yayınlanan “Ali Adnan-Başvekil” belgeseliyle adından
söz ettiren ve pek çok ödül kazanan Koç, Cumhurbaşkanı Bayar’ın, 1957’de
büyük bir imar hamlesi başlatan Başvekili hakkındaki şu tespitini aktarıyor:
“İstanbul’u Adnan Menderes gibi gören ve duyan bir yürek, bir kafa kim bilir ne
zaman bir daha gelecek? Bizim gibi yokuş çıkan milletlerin Adnan Menderes
gibi hizmet cezbesi içinde çalışan insanlara çok ihtiyacı var!”
Kadim Şehirler’de Kayseri’yi değerlendiren Hasan Hüseyin Öz, Konya
ile birlikte Selçuklu medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri olan
Kayseri’nin, 16. yüzyılın sonunda 35.000 nüfusuyla Akdeniz dünyasının en büyük
şehirlerinden biri olduğunu hatırlatıyor.
Şehir Yüzlü İnsanlar’ın bu ayki konuğu, Kayseri’nin sembol ismi Gevher
Nesibe Sultan. Tüm malını mülkünü vakfederek inşa ettirdiği eserleriyle güzel
bir gelenek başlatan Sultan’ın yaptırdığı hastane, dünyanın ilk tıp fakültesi
olarak gösteriliyor.
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan Özel
Çevre Koruma Bölgeleri’nde bu ay Denizli’nin ve ülkemizin en değerli
turizm değerlerinden biri olan Pamukkale’nin biyolojik çeşitliliğinin tespiti
çalışmalarına temas ediliyor.
Aydın Derin “Tehlike Altındaki 10 Doğal Harika” ve “Dünyanın En Kirli 10
Şehri”, Yılmaz Deniz Aydemir “Denizler Tehlike Altında” başlıklı yazılarıyla
dünyanın güncel çevre sorunlarına dikkat çekiyorlar. Çevre Testi’nin bu ayki
teması ise “Denizler”…
Ekim sayımızda sizleri yepyeni bir logo, daha albenili bir tasarım ve daha
doyurucu bir muhteva ile selamlamak için yoğun bir çalışma temposu ve tatlı
bir heyecan içerisindeyiz.
Saygılarımızla…
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
3
HABER
KENTSEL DÖNÜŞÜM
5 EKİM’DE 33 VİLAYETTE BAŞLIYOR
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, Türkiye Müteahhitler Birliği’nce
düzenlenen kentsel dönüşüm konulu toplantıya katıldı. Bakan Bayraktar, Türkiye’deki 20 milyon konut stokunun yaklaşık
5 milyonunun, 1999 depreminden sonra
yapıldığını ve göreceli olarak depreme dayanıklı kabul edildiğini söyledi.
Deprem öncesinde inşa edilmiş olan
15 milyon konutun yaklaşık 6,5 milyonunun riskli olduğuna dikkati çeken Bakan
Bayraktar, 20 yıl içinde ülkenin tamamını,
depreme dayanıksız, kaçak ve salaş yapılardan kurtaracaklarını belirtti.
KENTSEL DÖNÜŞÜM
5 EKİM’DE BAŞLIYOR
Bakan Bayraktar, 5 Ekim’de Türkiye’nin 33 vilayetinde, yaklaşık 100
noktada, önce kamu binalarından
başlamak üzere kentsel dönüşüm çalışmalarını başlatacaklarını ifade etti.
Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkındaki kanunun,
eksiklikleri ya da yanlışlarının olabileceğini ancak ana kaide itibarıyla
uygulama kabiliyeti yüksek bir yasa
olduğuna işaret eden Bakan Bayraktar, şöyle devam etti:
“Kanunun önemli bir hususu, gönüllülük esasıdır. Önce isteyen vatandaşlarda başlayacağız. ‘Benim evim
riskli, heyelan, deprem tehlikesi var’
diyen insanların elinden tutacağız.
Devlet olarak elimizden geleni yapacağız.
Önce rızaya ve gönüllülüğe dayalı bir yapıyla yürüyeceğiz. Ancak ev yüzde 100 afet
riski altında bulunan bir yapıysa, devlet
olarak onu da tespit etmek zorundayız.
Netice itibarıyla vatandaş yıkmıyorsa, biz
yıkmak zorundayız. Kimse kusura bakmasın. Bizim vatandaşımızın canı, malından
daha önemlidir. Vatandaşımızın hayatı,
sağlıklı yaşaması malından daha önemlidir. Mal hakkı, mülkiyet hakkı kutsaldır.
Ama yaşama hakkı daha kutsaldır, daha
önemlidir. Yasanın ruhunda bu var, yaptırım gücünde de bu var.”
4
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
YASAYA YAPILAN ELEŞTİRİLER
Bakan Bayraktar, bazı muhalif kesimlerden “Bu rant yasasıdır” yönünde eleştiriler aldıklarına dikkati çekerek, şunları
söyledi: “İnsaf diyorum. Bu yasanın yanına
rant kelimesini getirmek, bu yasayla birlikte rant ifadelerini kullanmak çok büyük haksızlıktır. 500 milyarlık ekonomi
doğacak. Bunu kim yapacak? Özel sektör.
İhaleyi kim yapacak? Özel sektör. Arsasını,
arazisini kim müteahhide verecek? Özel
sektör. Biz ne yapacağız? Devlet olarak
evini boşaltan fakire kira yardımı yapacağız. Bunun neresinde rant? Vatandaş
ucuz konut alacak da rant sağlayacaksa
helali hoş olsun, sağlasın. Ben de ancak
faizlere destek olacak, kira yardımı yapacak kadar para var.”
Yeterli sayıda parkı, bahçesi, yeşil
alanı ve ulaşım ağı bulunmayan şehirlerle modern ülke olunamayacağını dile
getiren Bakan Bayraktar, bunları bir an
önce halledilmesi gerektiğini vurguladı.
Bakan Bayraktar, halkın taleplerine kulak
vermenin, demokrasilerde esas olduğuna
değinerek, şöyle konuştu:
“Biz şimdi çok afedersiniz kelaynak
kuşlarının dediğini yapamayız. Millete ne
diyeceğiz? Millet ''şunları şunları yapacağız.
Biz de size güvendik'' diyor. Muhalefet, bizi
denetleyecek, eleştirecek. Yapıcı
eleştiri yapacak, bizim yanlışlarımızı kamuoyuna deklare edecek. Biz
de yanlış yapmayacağız. Muhalefet
güzel bir proje getirirse de onu alacağız, vatanın milletin menfaatine
kullanacağız. Yoksa körü körüne
ne yaparsan kötü olmaz öyle şey.”
“RUHSATI KOLAYLAŞTIRACAĞIZ,
DENETİMLERİ ARTIRACAĞIZ”
Türkiye Müteahhitler
Birliği’nce düzenlenen
kentsel dönüşüm konulu
toplantıda konuşan Bakan
Bayraktar, 5 Ekim’de
Türkiye’nin 33 vilayetinde,
yaklaşık 100 noktada,
önce kamu binalarından
başlamak üzere kentsel
dönüşüm çalışmalarını
başlatacaklarını ifade etti.
Bakan Bayraktar, rant elde etmek isteyenlere, açıkgözlere fırsat
vermeden, yetimin hakkını gözeterek bu dönüşüm çalışmalarını
hep birlikte gerçekleştirmeyi hedeflediklerini söyledi. Almanya’da
ruhsat alma işlemlerinin kolaylığını
belirten Bakan Bayraktar, şunları
kaydetti:
“Almanya''da ruhsat almaya gittiğinizde, belediye ya da kamu kuruluşu size
güveniyor. Fakat bir yanlışlık yapmışsan
iflahını kesiyorlar. Denetim sıkı. Şimdi biz
ruhsat alana kadar adamın canını alıyoruz.
Ondan sonrası hak getire. Ne denetim var,
ne başka bir şey. Şimdi ruhsatta kolaylaştırma, denetimde sıkılaştırma yapacağız.
Modern devletlerde, özel sektörün önünü
açan, işini kolaylaştıran bürokrasidir, bürokratlardır. Bürokratik sürtünme katsayısını azaltacağız. Bunu TOKİ de başardık,
burada da başaracağız.”
EVİNİ YAPANA YARDIM
(EYY) MODELİ GELİYOR
Gezi ve incelemelerde bulunmak üzere
Van’a giden Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar, Evini Yapana Yardım
(EYY) modelini geliştireceklerini söyledi.
Merkeze bağlı Kurubaş köyüne giderek
Evini Yapana Yardım (EYY) modeliyle ev
yaptıran ve bir süre önce evlerine taşınan
Tatar ailesini ziyaret eden Bayraktar, depremden sonra tamamlanan ilk afet konutu
olması dolayısıyla kurdele kesti. Evi çok
beğendiğini ifade eden Bakan Bayraktar,
EYY modelinin avantajlarına değindi.
Yapımı devam eden konutlarda denetimleri artıracaklarını vurgulayan Bakan
Bayraktar, EYY modelinin, iyi bir sistem
olduğunu, depremzedelere ev yapımı için
verilen paranın da artırılmasıyla daha iyi
olacağını ifade etti.
VATANDAŞ DAHA UCUZA
MALEDİYOR
EYY modeliyle ev yaptıran vatandaşların, evlerini daha düşük fiyata tamamladığına dikkati çeken Bakan Bayraktar,
şöyle konuştu:
“Bu evleri biz yaptırdığımız zaman
100-120 bin liraya mal ediyoruz. Vatandaş
yaptırdığı zaman aynı konutu 80-90 bin
liraya mal ediyor. O yüzden Evini Yapana
Yardım modelini geliştireceğiz. Bu sistemde vatandaşlara verilen para miktarını da
artırmak için konuyu Başkanımıza arz edeceğim. Bu sistem daha güzel ve vatandaş
daha memnun.”
Önceki dönemlerde de bu tarz yapılan
evler için vatandaşlara yardımda bulunulduğunu ancak evlerin kalitesiz olduğunu
anımsatan Bakan Bayraktar, Tatar ailesinin yaptırdığı evin hem kullanışlı hem de
güzel olduğunu kaydetti.
KÖYLERDE İNŞA EDİLEN
KONUTLARI DENETLEDİ
23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde meydana gelen depremlerde adeta
haritadan silinen Alaköy ve Gedikbulak
köylerinde, “Evini Yapana Yardım”(EYY)
modeliyle yaptırılan konutları gezen Bakan
Bayraktar, çalışmalarla ilgili müteahhit ve
müşavir firma yetkililerinden bilgi aldı.
İnşaatların, deprem yönetmenliğine
uygun yapılması konusunda uyarıda bulunan Bakan Bayraktar, vatandaşların da
sorunlarını dinledi. Bayraktar, bazı köylülerin, depremde evlerinin yıkılmasına rağmen hak sahibi olamadıklarını belirtmesi
üzerine, bazı köylerde bu tür sıkıntıların
bulunduğunu ifade ederek, bu durumdaki
vatandaşların, isimlerini köy muhtarına
yazdırmalarını istedi.
Depremde evi yıkıldığı halde hak sahibi
olamayan depremzedelerle ilgili yeni bir
değerlendirme yapacaklarını vurgulayan
Bakan Bayraktar, vatandaşların mağduriyetini gidermek için gerekenin yapılacağını kaydetti.
EYY modeliyle ev yaptıran vatandaşların inşaatı daha düşük fiyata
tamamladığına dikkati çeken Bakan Bayraktar, “Biz yaptırdığımız zaman
100-120 bin liraya mal ediyoruz. Vatandaş yaptırdığı zaman aynı konutu
80-90 bin liraya mal ediyor. O yüzden Evini Yapana Yardım modelini
geliştireceğiz” dedi.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
5
HABER
“YOKSULLAR BARINACAK YER SAHİBİ
OLMADAN DÜNYA HUZUR BULAMAZ”
İtalya’da düzenlenen 6. Dünya Kentsel Forumu’na katılan Çevre ve
Şehircilik Bakanı Bayraktar, yoksulların barınacak bir yerleri olmadığı
sürece dünyanın huzuru bulamayacağını söyledi.
İtalya’nın Napoli kentinde bu yıl 6’ncısı
düzenlenen Dünya Kentsel Forumu’nun
“Bakanlar Oturumu’nda konuşan Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar,
“Bugün dünyaya baktığımızda, Afrika’da
insanların yüzde 35’i şehirde yaşıyor,
Asya’da yüzde 40’ı şehirde, dünyadaki 7
milyar nüfusun da yarısı şehirlerde yaşıyor.
Fakat giderek bu artacak; hem nüfus hem
de şehirlere göç artacak. En çok dikkat etmemiz gereken husus, dünyada yoksullar,
rahat bir ortama kavuşmadıkça, rahat bir
yerleşim elde etmedikçe, dünya huzuru
yakalayamayacaktır” dedi.
THE
çok yardım etmeliyiz. Yoksul insanlara,
barınmak için parası olmayan insanların
elinden tutmak zorundayız. Yoksa hem
şehirlere göç hem de yoksul ülkelerden
zengin ülkelere illegal göç devam edecek”
diye konuştu.
Bayraktar, Almanya’nın nüfusunu yüzölçümüne oranla çok iyi dağıttığını ve ülkede 7-8 milyonluk bir kent bulunmadığını,
buna karşın güney yarı küredeki büyük
şehirlerin nüfuslarının çok fazla olduğunu bunun da sıkıntı yarattığını kaydetti.
URBAN
THE
FUTURE
URBAN
FUTURE
“YOKSULUN ELİNDEN
TUTMAK ZORUNDAYIZ”
Özellikle Kuzey yarı kürede yaşayanların, güney yarı küreye sadece maddi bakımdan değil, aynı zamanda bilgi alışverişi konusunda da yardım etmek zorunda
olduğunu ifade eden Bayraktar, “Dünya
milletlerinin refaha kavuşması için daha
çok birbirimizin elinden tutmalıyız. Daha
“ŞEHİRLER BÜYÜYOR,
KÖYLER ŞEHİRLEŞİYOR”
Bayraktar, oturumun ardından yaptığı açıklamada, “Kentlerden bahsediyoruz
aslında ama bütün yerleşim yerleri kent
haline geliyor. Dünya bunun farkında değil. Bir taraftan şehirler büyürken, diğer
taraftan da köy niteliğindeki yerler şehir
statüsü kazanıyor. Köylerde atık su tesisleri, kanalizasyonlar inşa ediliyor, çöpleri toplanıyor, okullar, hastaneler kaliteli
oluyor. Köylerin yolları asfaltlanıyor. Artık
şimdi tüm yerleşim birimleri, daha şehir
haline geliyor” dedi.
Bayraktar, gelişmiş ülkelerde insanların
şehrin gürültüsünden kaçarak banliyöye
gittiğini, gelişmemiş ve gelişmeye çalışan
ülkelerde ise kırsaldan gelen insanların
şehir kenarlarında varoşları oluşturduğuna işaret etti.
“BU TARZ FORUMLAR
THE sixTH sEssion oF THE woRld URban FoRUm
pRogRammE
ÇOK FAYDALI”
“Kadıköy, Bakırköy, Yeşilköy” gibi İstanbul’un ilçelerinin adlarının sonunun hep
“köy” olduğunu ancak bunların şehirle iç
içe yerler olduğunu örnek gösteren Çevre
ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, “Modern
köyler de şehirleşiyor. Dünya bir büyük
köy haline geliyor. Bu forumlarda bunları
tartışmanın çok ciddi katkısı olacak” dedi.
Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin 1996
yılında 2. HABITAT toplantısına ev sahipliği yaptığını, 2016’da üçüncüsüne de talip
olduklarını belirterek, konferansın İstanbul’da yapılmasıyla çok daha ciddi gelişme
kaydedeceklerini ifade etti.
Bayraktar, 6. Dünya Kentsel Forumu’nda Bakanlar Oturumu ve Belediye
Başkanları Oturumu’nu takip ettikten sonra
forum kapsamında bazı ülkelerin açtığı
stantları gezdi ve bilgi aldı.
THE sixTH sEssion oF THE woRld URban FoRUm pRogRammE
Hsp/wUF/6/inF/6
sEpTEmbER 2012
Hsp/wUF/6/inF/6
sEpTEmbER 2012
6
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
ERCİŞ’TE DÜNYA REKORU KIRILDI
Bakan Bayraktar, 23 Ekim ve 9 Kasım 2011
tarihlerinde meydana gelen depremlerin ardından Van
ve Erciş'te temeli atılan 17 bin konutun yaklaşık 10
aylık bir süre içinde tamamlanmasının dünya rekoru
olduğunu söyledi.
Van Valisi Münir Karaoğlu ve Kocaeli
Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu ile Edremit ilçesinde Toplu
Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığı'nca yaptırılan deprem konutlarında incelemede bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, yapımı tamamlanan bazı evleri
gezdi, TOKİ, yüklenici firma ve müşavir
firma yetkililerinden çalışmalar hakkında
bilgi aldı.
Depremin yıl dönümü olan 23 Ekim
2012 tarihine kadar hak sahiplerinin kendi
konutlarına yerleşeceğini kaydeden Bakan Bayraktar, 23 Ekim ve 9 Kasım 2011
tarihlerinde meydana gelen depremlerin
ardından Van ve Erciş'te 17 bin konutun
yaklaşık 10 aylık süre içinde tamamlanmasının, dünya rekoru olduğunu belirtti.
EDREMİT’E MODERN
BİR ŞEHİR KURULDU
Edremit ilçesinde daha önce TOKİ tarafından yaklaşık 2 bin konut inşa edildiğini,
depremden sonra da 5 bin 600 konutun
yaptırıldığını ifade eden Bakan Bayraktar,
2 bin 100 konutun temelinin de atılma-
sıyla bölgedeki konut sayısının 10 bine
ulaşacağını ifade etti.
Bakan Bayraktar, söz konusu bölgenin, okulları, camileri, alışveriş merkezlerini, park ve bahçeleri, yolları ve sosyal
hayatın gerektirdiği tüm donanımları ile
modern bir şehir olduğunu bildirerek,
şunları kaydetti:
"Depremden sonra devletimiz ve hükümetimiz tüm kurumlarıyla 4 elle sarıldı.
Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü konutların olduğu bölgede zemin etütlerini ve
planlamaları yaptı. TOKİ de burada ihaleleri
yaparak kısa sürede konutların yapımına
başlandı. Devletin bütün ilgili birimleri bu
çalışmalara omuz verdi ve burada yeni bir
şehir doğdu. Bu şehir Van’a renk getirdi. İnşallah Van’ın marka şehir olmasına çok ciddi
katkı sağlayacak. Bu bakımdan mutluyuz.
Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum."
"DEVLETİN EN TEMEL
GÖREVLERİNDEN BİRİ
DENETİMDİR"
Bir gazetecinin sorusu üzerine devletin en temel görevlerinden biri denetim olduğuna değinen Bakan Bayraktar,
denetim mekanizmasının layıkıyla yerine
getirildiğinde ve hak edişlerin zamanında ödenmesi halinde köy konutlarında da
kalitenin artacağını dile getirdi.
Her şey tam anlamıyla yapıldığında
konutların maliyetinin de düşeceğini anlatan Bakan Bayraktar, “Evin hafriyatından
temeline, kalıptan demirinin bağlanmasına ve betonunun atılmasına kadar her
aşamasında sıkı denetim yapacağız. Dün
köylerde yaptığımız gezilerde EYY modeliyle evini yapanlarda aynı kaliteyi gördük.
Bu bizi çok mutlu etti. Devletin denetim
mekanizmasıyla vatandaşın da bilinci arttı.
Bu denetimler Türkiye’nin kalkınması ve
gelişmesine, israfın önlenmesine çok ciddi
katkı sağlayacak” dedi.
KOCAELİ-VAN KARDEŞLİK PARKI
Bayraktar, buradaki incelemelerinin
ardından Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin
Van Gölü sahilinde yaptırdığı “Kocaeli-Van
Kardeşlik Parkı”na geçti. Parkı gezen Bakan
Bayraktar, iki ilin kardeşliğiyle böyle güzel
bir ortamın oluşmasında emeği geçen Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Başkanı Karaosmanoğlu ile Vali Karaloğlu’na teşekkür etti.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
7
HABER
KİRLİLİĞE GEÇİT YOK
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, atıksu arıtma tesisleri ve fabrika bacalarına
yönelik yaptığı denetimlerde, toplamda 16 Milyon 694 Bin 027 Lira ceza kesti.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, çevreyi
kirleten tesislere karşı sıkı denetimlerini
sürdürüyor. Bakanlık, 81 ilde atık su arıtma tesisleri ve fabrika bacalarına yaptığı
denetimler sonucunda, mevzuata uymayan
çok sayıda tesise ceza verdi.
ARITMASI OLMAYAN
TESİSE AĞIR YAPTIRIM
Bakanlık son 7 ayda ülke genelinde
atık su arıtma tesislerine toplam 3.044
denetim gerçekleştirdi. Bu denetimlerde
mevzuata aykırı davranan tesislere ise 10
Milyon 330 Bin 916 Lira ceza verdi. Cezaların dağılımında; Tekirdağ 4 Milyon
449 Bin 647 Lira ile ilk sırada yer alırken,
İzmir 1 Milyon 134 Bin 148 Lira ceza ile
en çok ceza alan 2. Şehir oldu.
HAVAYI KİRLETENLERE CEZA
Havayı kirleten fabrika bacalarına ise
6.039 denetim gerçekleştiren Bakanlık,
bu denetimlerde mevzuata uymayanlara, 6 Milyon 633 Bin 111 Lira ceza kesti.
Bakanlığın denetim raporlarında fabrika
bacalarına en fazla cezanın kesildiği il 1
Milyon 557 Bin 259 Lira ile başkent Ankara oldu. Başkenti ise 1 Milyon 513 Bin
250 Lira ile Kocaeli takip etti.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED (Çevresel Etki ve Değerlendirme) Genel Müdürü
Mustafa Satılmış, “Denetimlerimiz son hı-
zıyla devam ediyor. Bakanlık olarak üzerimize düşen ne ise yerine getiriyoruz.
Yarının doğası bugünden yaratılır. Söz
konusu çevre, doğal denge ise kimseye
hassasiyet göstermeyiz” dedi.
MUHTARLAR YÜZME ÖĞRENİP
ÇEVRE BİLİNCİ KAZANACAKLAR
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Türkiye Yüzme Federasyonu ile birlikte
çalışarak, 28 kıyı ilinden seçilen 28 köy muhtarına 07-13 Ekim tarihinde
yüzme eğitimi vererek çevre bilinci aşılayacak.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, çevre
bilinci oluşturmak amacıyla hazırladığı
"Yüzme öğrenelim; Temiz denizlerimizde
yüzelim" başlıklı projesini hayata geçiriyor. Bu kapsamda 28 kıyı ilinden seçilen
28 köy muhtarına 07-13 Ekim tarihinde
Antalya’da eğitim verilecek.
Bakanlık, köy muhtarları aracılığı ile
vatandaşa çevre bilincini aşılayacak. 28
kıyı ilinden yapılan başvurular arasından,
çevre konusunda duyarlı ve başarılı çalışmaları olan ve yüzme bilmeyen 28 köy
muhtarı belirlendi. Seçilen muhtarlara
07-13 Ekim tarihleri arasında Antalya’da
bir otelde 5 gün yüzme eğitimi verilecek. Eğitim Türkiye Yüzme Federasyonu
ekiplerinden oluşan profesyonel ekipler
tarafından verilecek.
ÇEVRE DUYARLILIĞI SEMİNERİ
Yüzme eğitiminin yanında çevre duyarlılığını aşılamak için seçilen köy muh-
8
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
tarlarına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü personelinden uzman bir ekip 5 gün boyunca
seminer verecek. Seminerde katılımcı
muhtarlara yüzme derslerinin yanı sıra,
denizlerin ekolojik ve ekonomik önemi,
deniz kirliliğinin önlenmesi ve denizlerin
korunması, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünün çevrenin korunmasına yönelik
çalışmaları konularında bilgiler verilecek.
MUHTARLARA PLAKET
VERİLECEK
Seminerlerde verilen bilgileri pekiştirmek için; birer adet mavi bayraklı plaj,
atıksu arıtma tesisi, çöp depolama alanı,
milli park ve akvaryum ziyareti yapılacak.
Programın son günü ise yüzme dersi alan
katılımcı muhtarlar arasında yüzme yarışması düzenlenecek. Eğitim programını
tamamlayan muhtarlara plaket verilecek.
Projenin bitiminde, muhtarlar görev
yaptıkları köylerde vatandaşlara çevrenin
korunması, iyileştirilmesi, çevre kirliliğinin önlenmesi konularında bilgilendirici toplantılar düzenleyecek. Bakanlık bu
toplantıların düzenlenmesinde her türlü
katkı ve katılımı sağlayacak.
Çevre Yönetimi Genel Müdürü Mehmet Baş; bakanlığın bakış açısı ve yaklaşımını yansıtması açısından projenin
oldukça anlamlı olduğunu ve çok önemli
bir başlangıç teşkil ettiğini söyledi. Genel
Müdür ayrıca, bilgilerin vatandaşa ulaşmasında muhtarların hedef kitle olarak
seçilmesinin projenin başarısı ve devamı
açısından önemine değindi.
“Temiz denizlerimizde yüzelim” sloganının önemine işaret eden Genel Müdür
Mehmet Baş, projenin, temiz bir çevre
oluşturmada devletin vatandaşlarına
verdiği değeri göstermesi açısından son
derece anlamlı olduğunu ifade etti.
BARTIN’DA DOĞAL GAZ HEYECANI
Bartın Doğal gaz Hattı Kaynak Töreni’ne katılan Çevre ve Şehircilik
Bakanı Bayraktar, doğal gazın 2013 yılı başından itibaren evlere verilmeye
başlanacağını söyledi.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Bartın Kapalı
Pazaryeri’nde düzenlenen doğal gaz hattı kaynak törenine katıldılar.
Bakan Bayraktar, Bartın’ın havasını
pırıl pırıl yapacak doğal gaz şehir şebekesinin temelini attıklarını vurgulayarak,
“Kentimizde doğal gaz, önümüzdeki yılın
başından itibaren evlere verilmeye başlanacak” dedi.
180 bin nüfuslu Bartın’da turizmin ve
sanayi yatırımlarının artmasını istediklerini kaydeden Bayraktar, şunları söyledi:
“Enerji kaynaklarının kullanılması için
çevreyi koruyarak neler yapabiliriz, bunun incelemesini yaptık. Bartın’ın tabiatını,
coğrafyasını, ormanlarını ve florasını en
hassas şekilde korumak zorundayız. Bu
bizim görevimiz. İnşallah bundan sonra,
çevre bakımından gerek katı atık bertaraf
ve depolama, gerekse atık su arıtma tesisi
konusunda Bartın’a daha çok el atacağız.
Bizim şiarımız şudur: Biz seçim sırasında
yarışırız, hizmette siyaset yapmayız. Vatandaşımızın emrindeyiz.”
Bakan Bayraktar, yer altında 3 adet
ortalama 700 metre derinliğinde kuyular
olduğunu belirterek, “Bu kuyular da, alttan
birbirine galeri şeklinde bağlanıyor. Biz
de, oraya indik ve kompresörle kazarak,
elimizde gördüğünüz kömürü çıkardık.
Hakikaten kalori değeri çok yüksek bir
kömür. İnşallah ülkemiz enerjisine çok
büyük katkılar sağlayacak. Bu çok büyük
bir anlaşma ve büyük bir yatırım. Herkesi
tebrik ediyorum” dedi.
“ENERJİ, ÜLKENİN
HAYAT SIVISIDIR”
Bakan Bayraktar ile Bakan Yıldız, Bartın Valisi Bülent Savur’u makamında ziyaret ettiler. Vali Savur’un sunduğu brifingin
ardından açıklamalarda bulunan Bakan
Bayraktar, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Enerji bizim ülkemiz için çok önemli. Medeniyet ilerledikçe ve büyüdükçe
enerjiye ihtiyaç daha çok artıyor. Bir
ülkenin ‘hayat sıvısı’ enerjidir. İnsanlar,
nasıl damarlarında kan dolaşmadığında
ölürlerse. Gelişmiş bir ülke de enerji olmadan hiçbir şey yapamayız. Biz ekonomik
olarak büyüdük ve güçlü bir ülke olduk.
Enerjide dışa bağımlı olmasak çok daha
ileriye gideceğiz. NABUCCO hattı kuruldu. Türkiye enerji koridorunda ve doğal
gaz enerji yatakları, petrol enerji yatakları üzerinde bulunuyor. Bizim kendi öz
enerjimizi, yenilenebilir enerjimizi, doğal
gazdan, kendi kömürümüzden ürettiğimiz
enerjiden, rüzgar ve güneş enerjisinden
faydalanıp, hidroelektrik santrallerini arttırmak suretiyle, dışa bağımlılığımızdan
kurtulmamız lazım.”
TERMİK SANTRALİ İNCELEDİLER
Bakan Bayraktar ve Bakan Yıldız, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Amasra
Müessese Müdürlüğü’nü ziyaret ederek,
yetkililerden yapılan çalışmalar hakkında
bilgi edindiler. Daha sonra Amasra ilçesinde kömür ve metan gazı arama faaliyetlerinde bulunan Hema Endüstri AŞ’nin
şantiyelerinde incelemelerde bulunarak,
Hattat Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Mehmet Hattat’tan çalışmalar hakkında
bilgi aldılar.
BAKANLAR KUYUYA İNDİ
İki bakan HEMA’ya ait helikopterle,
Tarlaağzı mevkisindeki kuyubaşına gelerek,
Hattat Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Mehmet Hattat ve protokolle birlikte, şirkete ait olan derinliği eksi 710 kotundaki
kuyuya indiler.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
9
HABER
SEKTÖRLER KENTSEL DÖNÜŞÜM
İÇİN VAN’DA BULUŞTU
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Yerel
Yönetimler Kamu İşverenleri Sendikası
(YERELSEN) ve Van Valiliği tarafından
düzenlenen “Kentsel Dönüşümde Sektörler Buluşuyor” toplantısına katılan Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar,
toplantının açış konuşmasını yaptı. Bakan
Bayraktar, 7 milyara ulaşan dünya nüfusunun yüzde 50'sinin şehirlerde yaşadığını
anımsatarak, şehir nüfusunun gün geçtikçe
daha da artacağını ifade etti.
Türkiye’nin 76 milyonluk nüfusunun
yüzde 76’sının şehirlerde yaşadığını dile
getiren Bakan Bayraktar, şöyle konuştu:
“Bu ülkenin insanları olarak, tarihte
23 milyon kilometrekare toprağa sahip
bir imparatorluğun bakiyesiyiz. Bu topraklarda 35 devlet kuruldu. 4,5 milyon
kilometrekare ile girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra geriye 333 bin kilometrekare toprağımız kaldı. 1914 yılında
16 milyon olan nüfusumuz, 1927 yılında
rağmen 13 milyona düştü. 1950 yılına
geldiğimizde yaklaşık 20 milyon nüfusa
ulaştık ve bunun sadece yüzde 10''u şehirlerde yaşıyordu.”
TÜRKİYE CİDDİ BİR İLERLEME
İÇERİSİNDE
Son 10 yılda Türkiye’nin sadece ekonomik alanda değil, dünyada önemli bir
aktör olma yolunda önemli adımlar attığına işaret eden Bayraktar, Birleşmiş
Milletler’in (BM) karar aşamalarında
Ankara’nın görüşüne müracaat eder hale
geldiğini söyledi. Bayraktar, “Türkiye çok
ciddi ve şerefli bir ilerleme, gelişme süreci
içindedir” dedi.
Türkiye’nin gerek coğrafi konumu ve
gerekse tarihten gelen müktesebatları nedeniyle zor bir yerde bulunduğuna değinen
Bakan Bayraktar, dünyada San Fransisco
ve Kobe, Türkiye’de ise Erzincan, 1999’daki
Gölcük ve Düzce ile 23 Ekim ve 9 Kasım
2011 tarihlerindeki Van depremlerinin hafızalardaki yerini koruduğunu dile getirdi.
Van depremlerinden sonra 75 milyon
insanın 8 elle kente yardım için sefer olduğunu vurgulayan Bakan Bayraktar, “Bunu
10
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
değil, barajlar, köprüler ve havaalanları ile
yapılacak bina stoku, bir ülkenin medeniyet
göstergesidir. Teknik altyapı medeniyet
göstergesidir. Bu bakımdan geldiğimiz noktada kentsel dönüşüm kaçınılmazdır. Afet
riski taşıyan binaların dönüştürülmesi son
derece elzemdir. Kalkınmayı engelleyen ve
hayat standardını bozan, enerjiyi savuran,
mühendislik hizmeti almayan, yoksulluğu
artıran köhnemiş, kaçak yapılardan, afet
ve depreme dayanıksız yapılardan bu ülke
artık kurtulmak zorundadır.”
“VAN GÖLÜ’NÜ KURTARMA
ÇABASI İÇİNDEYİZ”
Van’da düzenlenen “Kentsel
Dönüşümde Sektörler
Buluşuyor” toplantısına
katılan Çevre ve Şehircilik
Bakanı Bayraktar,
“Kalkınmayı engelleyen,
hayat standardını
bozan, enerjiyi savuran,
mühendislik hizmeti
almayan, yoksulluğu artıran
köhnemiş, kaçak yapılardan,
afet ve depreme dayanıksız
yapılardan bu ülke artık
kurtulmak zorundayız” dedi.
görünce nasıl bir millet olduğumuzu net
bir şekilde gördük” ifadelerini kullandı.
GELİNEN NOKTADA KENTSEL
DÖNÜŞÜM KAÇINILMAZ
Bir ülkenin kalkınması, gelişmesi ve
insanlarının mutlu olabilmesinin, sadece
kişi başına düşen milli gelirin artırılmasıyla
olmayacağına işaret eden Bakan Bayraktar,
şunları kaydetti:
“Sadece sanayisini geliştirmekle de
buna ulaşılmaz. Sadece yüksek binalar
Sağlam ve emin adımlarla, ne yaptığını
bilerek yollarına devam ettiklerini anlatan
Bakan Bayraktar, Van depreminden sonra
merkez ve Erciş’te yapımına başlanan 17
bin 500 kalıcı konutun bitme aşamasına
geldiğini hatırlattı.
Depremden sonra ortaya konulan bu
başarının bir benzerinin ne ABD, ne Avrupa
ülkeleri ne de Japonya’da olduğunu açıklayan Bakan Bayraktar, “Japonya, deprem
konusunda bizden çok öndedir. Bunu kabul
ve takdir ediyoruz. Ama böyle manevra
kabiliyeti olan koordinasyonu sağlayan
bir yapısı yok” diye konuştu.
Bakan Bayraktar, bir felaket olan depremi fırsata dönüştürmek gerektiğini bildirerek, Edremit’te başlayan kuşaklama
yolu ile bu yoldan Van merkeze gelecek
ara yolların en kısa sürede tamamlanacağını belirtti.
Van Gölü’nün kurtarılması için çaba
içerisinde olduklarının altını çizen Bakan
Bayraktar, Van Belediyesi’nin imkanları
yetmediği için şehir şebeke suyunu, bakanlık olarak yenileme yoluna gittiklerini ve en
kısa sürede tamamlayacaklarını kaydetti.
HERŞEYİ HALA DEVLETTEN
BEKLEYENLER VAR
Bakan Bayraktar, 2 ay önce “Afet Riski
Altındaki Alanların Dönüştürülmesi” 6306
sayılı yasanın çıkarıldığını anımsatarak,
yasanın ikincil mevzuatlarını da düzenlediklerini söyledi.
Uygulanma noktasına gelen yasayı 81
ilin valisine göndererek gerekli çalışma
yapmalarını istediklerini söyleyen Bakan
Bayraktar, konuşmasına şöyle devam etti:
“Ama istenilen tepki gelmedi. Yine her
şey bizden ve devletten bekleniyor. Ama
bunu da adım adım yapacağız. Deprem
kuşağı üzerinde bulunan Hakkari, Van,
Bingöl, Erzincan, Bolu, Düzce, Sakarya,
Kocaeli, İstanbul, Tekirdağ, İzmir, Afyon
gibi illeri artık kendimiz tetiklemek zorundayız. Bunların hem yakasına yapışacağız
hem de elinden tutacağız. Hangi belediye
başarılı ve bu işe kafasını çok yoruyorsa,
hangi belediye insanlarla rıza noktasına
geliyorsa onlarla yürümek durumundayız.”
“İLLERDE, İŞİN ESAS SAHİBİ VE
SORUMLUSU VALİLERDİR”
Bakanlık olarak evini yıkmak ve yıktırmak isteyen yoksullara kiracı da olsalar
kira yardımı yapılacağını kaydeden Bayraktar, riskli evini yıkan ve boşaltan, TOKİ
ve belediyelerin yaptığı konutlardan almak
isteyenlerin bankalardan aldığı kredileri
sübvanse edeceklerini söyledi.
Kentsel dönüşümde, illerde işin esas
sahibi ve sorumlusu olarak valileri tayin
ettiklerini belirten Bayraktar, “ Afet riskinde bulunan veya deprem karşısında
ayakta kalma mecali olmayan, evin veya
binanın sorumlusu valiler olacaktır. Vali,
bu binayı ya belediyeye veya özel sektöre
yıktıracaktır. Bu sebeple bir afet karşısında
bir risk taşıyan binaların sahipleriyle konuşarak önce elektrik, doğal gaz, ve suyunu keseceğiz. Belli bir süre sonra yıkımını
yapacağız” diye konuştu.
İstanbul’da yaşayanların yeni binalara
geçtiklerini, eski binalara ise kırsaldan gelenlerin taşındığını hatırlatan Bayraktar,
şunları söyledi:
“Bunu engellememiz lazım. Onların da
mutlaka elektrik ve suyunu kesmemiz la-
zım. Afet riski taşıyan binayı yıkamayınca,
elektrik ve suyunu kesmeyince birileri gelip
oturuyor. Son 10 yılda Türkiye’de devlet
eliyle 500 bin konut yapıldı, bu büyük
bir örnek oldu. Bu süreçte 145 noktada
belediye işbirliği halinde kentsel dönüşüm
yapıldı. Devlet ciddi bir tecrübe kazandı
ve devam ediyor. Şimdiye kadar 37 bin
konut yapılarak teslim edildi, 67 bin konutun yapımı ise sürüyor.”
6,5 MİLYON KONUT ELDEN
GEÇİRİLECEK
Bakan Bayraktar, geçen 10 yıllık süreçte özel sektörün 4 milyon 500 bin konut
yaptığına işaret ederek, ülkedeki konut
stokunun 20 milyona ulaştığını bildirdi.
Bu konut stokunun 5 milyonunun yenilendiğini ifade eden Bakan Bayraktar, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Deprem fayı üzerinde bulunan illerde, TÜİK verilerinden aldığımız bilgiler ve
yaptığımız çalışmalarla 6,5 milyon konutun
elden geçmesi gerekiyor. Belli periyotlarla
2, 5, 7, 10 ve 15 sene nihai olarak bu işi
tertemiz yapmamız lazım. Bununla Türkiye’nin teknik altyapısı düzelecek. Binalarımız mühendislik ve mimarlık hizmeti
alarak, enerji çalmayan, afete dayanıklı
olacak. Park ve bahçelerimiz olacak. Çok
ciddi enerji tasarrufu sağlayacak. Ülke olarak yıllık petrol ve doğalgaz gibi enerji-
ye 50 ile 60 milyar dolar para ödüyoruz.
Kentsel dönüşümle 9 ile 12 milyar dolar
arasında bir enerji tasarrufu sağlayacağız.
Şehirlerdeki ulaşımlarımız rahatlayacak,
güzel meydanlar yapılarak insanlar rahat
bir nefes alacak.”
İNŞAAT SEKTÖRÜNDEN ÇİN'İN
ARDINDAN İKİNCİ SIRADAYIZ
Türkiye’nin inşaat sektöründe Çin’den
sonra ikinci sırada bulunduğunu anlatan
Bakan Bayraktar, şunları vurguladı:
“İş alıyoruz ama o doğrultuda bize
para gelmiyor. Çünkü oyun kurucu değiliz.
Oyun kurucu AB ülkeleri, ABD ve Japonya
mühendislik ve müşavirlik firmalarıdır.
Onlar projeleri yaparak şartnameleri hazırlıyor. İhaleleri biz kazanıyoruz ama istediğimiz hak edişi elde edemiyoruz. Müşavirlik sektörü gelişirse, gelecekte dünyada
oyun kurucu olacağız. Bu da Türkiye’nin
ayağa kalkmasına vesile olacak.”
Bakan Bayraktar, artık bilgiyi ve teknolojiyi iyi kullanan, projeleri araziye iyi
uygulayan ara teknik elemanlara ihtiyaç
olduğunu belirterek, kentsel dönüşüm seferberliği sayesinde ara teknik elemanları
çok iyi yetiştireceklerini kaydetti.
Bununla birlikte ülkenin kalkınacağını
ve şehirlerin güzelleşeceğini dile getiren
Bakan Bayraktar, dünyada artık şehirlerin
yarıştığını sözlerine ekledi.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
11
HABER
BAKAN BAYRAKTAR TUNUS’TA
İNŞAAT SEKTÖRÜNÜ İNCELEDİ
Tunus’un şehirleşme konusunda önemli mesafeler kat ettiğini belirten
Bakan Bayraktar, Tunuslu yetkililerle toplu konut sorununun çözümü
konusunda değerlendirmelerde bulundu.
Tunus’a iki günlük resmi ziyarette bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, Tunus Başbakanı Hammadi elCibali ile görüştü. Başbakanlık binasında
basına kapalı olarak gerçekleşen görüşmede
Tunus Bayındırlık Bakanı Muhammed Selman ve Çevre Bakanı Mamiyye el-Benna
da hazır bulundu.
Görüşmenin ardından açıklama yapan Bakan Erdoğan Bayraktar, Tunuslu
Bakanlarla dünya gündeminin üst sıralarında yer alan çevre sorunları hakkında
fikir alışverişinde bulunduklarını ifade etti.
Görüşmelerin son derece faydalı geçtiğini
söyleyen Bayraktar, “Görüşmelerimizi yazılı
anlaşmalara dönüştürmek için çalışmalarımız devam edecek” diye konuştu.
Tunus Bayındırlık Bakanı’yla yaptığı
temaslara da değinen Bakan Bayraktar,
“Görüşmelerde Tunus’un şehirleşme konusunda epey mesafe kat ettiğini anladım.
Kendileriyle Türkiye’nin toplu konut üretimi
sahasındaki çalışmalarını ve bu konudaki
tecrübelerimizi paylaştım. Tunus’un toplu
konut sorununun çözümüne dair mütala-
12
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
alarda bulunduk. Tunus’la tecrübelerimizi
paylaşmak bizi mutlu eder” dedi.
Tunus Çevre Bakanı Mamiyye el-Benna
ise, Türkiye’nin çevre konusundaki tecrübelerinden yararlanabilmelerini sağlayan
verimli görüşmeler yaptıklarını söyledi.
Tunus Bayındırlık Bakanı Muhammed
Selman da, Türkiye’nin konut alanındaki
başarılarından istifade ettiklerini belirterek,
görüşmelerin çok verimli geçtiğini ifade etti.
BAYRAKTAR’DAN İLLER BANKASI
SPORCULARINA ÖDÜL
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, İller Bankası Spor Kulübü sporcuları olan, 3-9 Eylül’de Bulgaristan›da
düzenlenen İşitme Engelliler Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda altın madalya
kazanan İlhan Çıtak ile Londra Olimpiyat
Oyunları’nda tekvandoda gümüş madalya kazanan Nur Tatar’a altın hediye etti.
Bakan Bayraktar, Bakanlık’taki törende yaptığı konuşmada, İller Bankası Spor
Kulübü’nün gerek voleybolda gerekse diğer
spor dallarında çok ciddi bir çalışma ve
gayret içinde olduğunu söyledi.
Derece alan genç sporcuları kutlayarak
başarılarının devamını dileyen Bakan Bayraktar, bu iki sporcuyu bundan sonra da
desteklemeye devam edeceklerini bildirdi.
Türkiye’yi sporda çok daha ileriye
taşımayı istediklerini vurgulayan Bakan
Bayraktar, Bakanlık olarak İller Bankası
Spor Kulübü sporcularının daha çok dalda
başarı elde etmesi için gayret göstereceklerini kaydetti.
“ÇOK CİDDİ BİR DEĞİŞİM VE
DÖNÜŞÜM YAŞAYACAĞIZ”
Daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bakan Bayraktar, “Kentsel dönüşüm kapsamında spor tesislerinde artış
olacak mı” sorusu üzerine, gelecek süreçte yangın, deprem, heyelan, taşkın riski
taşıyan binaları yenileyeceklerini ancak
meselenin sadece bu olmadığını söyledi.
Bunun aynı zamanda bir sosyal dönüşüm olduğuna işaret eden Bakan Bayraktar,
şöyle devam etti:
“Aynı zamanda Türkiye’nin modernleşmesidir. Aynı zamanda yeni yerleşim
konseptlerinde, birimlerinde modern hayatın gerektirdiği bütün sosyal donatıları da
barındırmaktır. Yeterli spor tesisleri, yeşil
alanlar, eğitim ve sağlık tesisleri, şehir içi
ormanları, parkları, bahçeleri, ulaşım ağı,
meydanları, aynı zamanda enerji tasarruflu, akıllı binalar yapma noktasında çok
ciddi şekilde bir şehirleşme, konutların
yenilenmesi konusunda çok ciddi değişim
ve dönüşüm yaşayacağız inşallah.”
İller Bankası’nın şampiyon sporcularını kabul eden ve
ödüllendiren Bakan Bayraktar, Türkiye’yi sporda çok daha
ileriye taşımayı istediklerini söyledi. Bayraktar, Bakanlık
olarak İller Bankası Spor Kulübü sporcularının daha çok
dalda başarı elde etmesi için gayret göstereceklerini kaydetti.
“HEPİMİZ AYNI ŞEYİ
DÜŞÜNÜYORUZ”
Bakan Bayraktar, “terörle ilgili sözlerinin” sorulması üzerine de “Çok ciddi
manada ciğerimiz yanıyor, aslında bir şey
konuşacak durumda değiliz” ifadelerini
kullandı.
Terörü bitireceklerini belirten Bakan
Bayraktar, şöyle konuştu:
“Ben şunu vurgulamaya çalıştım, bu
vatan, bu millet, bir zamanlar 23 milyon
kilometrekare büyüklüğe ulaşmış bir imparatorluğun neticesinde oluşmuştur. Biz
Birinci Cihan Harbi’ne girerken 4 milyon
küsur kilometrekare yüz ölçümümüz vardı. 333 bin kilometrekareyle çıktık. Türkiye’nin çeşitli yerleri işgal edildi. Hepsi,
affedersiniz, defoldu gitti. Bu millet çok
büyük bir millettir. Bu millet sabretmesini de bilir harp etmesini de bilir bedel
ödemesini de bilir.”
“DEVLETİMİZ, BÜYÜK VE ŞEREFLİ
BİR DEVLET”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hiçbir
zaman esaret yaşamadığını vurgulayan
Bakan Bayraktar, şunları kaydetti:
“Biz ne diyoruz, Türkiye Cumhuriyeti
nüfus kağıdını taşıyan, vatandaşlık bağıyla
bu ülkeye bağlı olan herkesin bu vatanı, bu
milleti sevmesi lazım, bu vatana bağlanması
lazım. Bizim aradığımız budur. Eğer Türkiye
Cumhuriyeti nüfus kağıdını cebinde taşıyıp
da bize hainlik yapıyorsa... Biz dedik ki
Çerkez’dir, Arap’tır, Kürt’tür, Arnavut’tur,
bunların hiçbirinden sıkıntı gelmez. Türklerden gelmez, Kürtlerden gelmez. Ancak
kanında bozukluk varsa, sütünde bozukluk
varsa sıkıntı gelir. Biz bunu söylemeye çalıştık. Geldiğimiz nokta budur. Satılmış veya
kanı bozuk veya sütü bozuk... Yoksa bizim
devletimiz büyük devlet, şerefli bir devlet.
Bunu söylemeye çalıştık, herkes söylüyor
bunu. Hepimiz aynı şeyi düşünüyoruz.”
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
13
KAPAK
YAPI MALZEMELERİ LABORATUvAR
ALTYAPISI HIZLA GELİŞTİRİLİYOR
Bakanlık merkezi ve 81 ilde faaliyet gösteren Yapı Malzemeleri
Laboratuvarları, yapı elemanının sahip olması gereken temel
vasıfları taşıyıp taşımadığını test ediyor.
YAPI MALZEMELERİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
LABORATUvAR ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ
Yapı malzemelerinin
gelişimi insanlık tarihi
kadar eskidir. İlk aşamada insanlar, malzemeleri doğadaki şekilleri ile
olduğu gibi kullandılar.
Ağaç dalları ve çamurdan yapılan barınaklar,
taş yığınlarından oluşturulan yapılar bunların en
iyi örnekleridir. İkinci aşamada insanlar, basit araç
ve gereçlerle malzemeleri
şekillendirerek kullandılar.
Üçüncü aşama, doğadaki
malzemelerin fiziksel ve
kimyasal değişikliklere uğratılarak
kullanıldığı devirdir. Bu devirde madenler eritilerek metaller, metal eriyikleri karıştırılarak alaşımlar, killer
şekillendirilip pişirilerek (tuğla vs)
kullanıldılar. Dördüncü aşamada insanlar, doğada bulunmayan plastik,
betonarme gibi yapay malzemeleri
ürettiler.
YAPI MALZEMELERİ
3 ANA GRUBA AYRILIR
Yapı malzemeleri, kullanıldıkları
yer ve kullanılış amaçlarına göre 3
ana gruba ayrılır:
1. Taşıyıcı Malzemeler: Bu
gruba giren yapı malzemeleri, yapıyı ayakta tutan, yükleri karşılayan,
14
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Piyasa Gözetim ve
Denetim faaliyetlerinde
Bakanlığın stratejisi;
güvenli olmayan ürünü
yakalamakla birlikte,
öncelikli olarak piyasayı
bilgilendirmek, eğitmek
ve üreticilerin piyasaya
güvenli ürünleri
sürme politikalarını
geliştirmektir.
yapının iskeletini oluşturan
beton, çelik, betonarme gibi
mekanik özellikleri yüksek
olan malzemelerdir.
2. Detay Malzemeleri:
Bu malzemeler yapılarda belirli işlevleri olan ve dekoratif
amaçlarla kullanılan cilalı taş,
boya gibi malzemelerdir.
3. Koruyucu Malzemeler: Yapıyı olumsuz dış etkilerden koruyan, cam pamuğu,
perlit, bitümlü malzemeler
gibi ısı, ses ve su izolasyon
malzemeleri bu gruba girerler.
Bazı malzemeler ise çok
amaçlı olarak kullanıldığı için, bu gruplama kesinlik taşımaz. Örneğin, boya
malzemesi, hem detay hem de izolasyon amaçlıdır.
GÜVENLİ YAPI İÇİN
NELER YAPILMALI?
Depreme dayanıklı yapı üretim sürecine girdi veren temel faktörlerden
birisi de yapı malzemeleridir. Yapı malzemelerinin özellikleri ve uygulama koşulları yapının dayanıklılığını doğrudan
etkilemektedir. Bu nedenle, yapının ve
yapı malzemelerinin üretim ve uygulama
süreçlerinde yapılan yanlışlık ve/veya
eksiklikler, yapıların zaman içinde ve
farklı etkiler karşısında önemli ölçüde
hasar görmesine neden
Depreme dayanıklı yapı
üretebilmenin temel
faktörlerden birisi de
yapı malzemeleridir. Yapı
malzemelerinin özellikleri
ve uygulama koşulları
yapının dayanıklılığını
doğrudan etkilemektedir.
olmaktadır. Yapı üretim sürecinde uygun
nitelikte bir malzeme kullanılması kadar;
zaman içinde malzemenin bozularak performansını kaybetmemesinin sağlanması
da önemlidir.
YAPI MALZEMELERİ YÖNETMELİĞİ
8 Eylül 2002 tarih ve 24870 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve 1 Ocak 2007
tarihinden itibaren yürürlüğe giren Yapı
Malzemeleri Yönetmeliği’nde yapı malzemelerinin taşıması gereken temel gerekler
belirlenmiştir.
Bunlar; mekanik dayanım ve stabilite,
yangın durumunda emniyet, hijyen, sağlık ve çevre, kullanım emniyeti, gürültüye karşı koruma, enerjiden tasarruf ve ısı
muhafazasıdır.
YAPININ ÖMRÜNÜ
MALZEME BELİRLER
Bir yapının ömrü, yalnızca projesinin
iyi olmasına ve işçiliğine bağlı değildir.
En önemli faktör yapıda kullanılacak olan
malzemelerin projede teknik tasarımına
uygun seçilmesi, karakteristiklerine uygunluğunun denetlenmesi, standardına
uygun imalatı ve bakımıdır.
Malzemenin az veya çok bakım gerektirmesi, özellikle yapının ömrü boyunca
işletme giderlerini önemli ölçüde etkiler.
Örneğin, mevzuatlara uygun olmayan bir
malzeme, belirli bir süre sonra sürekli bakım veya yenileme gerektirebileceğinden,
mevzuata uygun bir malzemeye kıyasla
ekonomik olmayabilir.
BAKANLIĞIN YETKİ VE
sorUMLUKLARI
Yapı Malzemeleri Yönetmeliği’ne göre;
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, malzemenin yapıda kullanımı aşamasındaki yetki
ve sorumlulukları şunlardır: Ürünlerin
ilgili teknik düzenlemelere uygun ve güvenli olup olmadığını tespit etmek üzere;
a) Depolama ve satış yerlerinde düzenli
kontroller yapmak, b) Gerekli durumlarda,
ürünlerin üretim aracı olarak kullanıldığı
işyerlerini düzenli olarak denetlemek ve
bu yerlerde rastgele ve ani denetimlerde
bulunmak, c) Gerekli gördüğü hallerde,
üründen veya üretim hattından numuneler
almak ve bu numunelerin teknik düzenlemeye uygun ve güvenli olup olmadığının
deneyini yapmak veya yaptırmak.
Isı, ses ve su yalıtımda
kullanılan tuğla,
briket, seramik, PVC
kapı-pencere, dış
cephe kaplamaları gibi
yapı malzemelerinin,
yangın dayanıklılığı,
ısı geçirgenliği, su
yalıtımı bakımlarından
test edilmeleriyle,
daha sağlıklı ve
güvenilir binalar
yapılabilecektir.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
15
KAPAK
Yapının ve yapı malzemelerinin üretim ve uygulama süreçlerinde yapılan yanlışlık
ve/veya eksiklikler, yapıların zaman içinde ve farklı etkiler karşısında önemli ölçüde
hasar görmesine neden olmaktadır.
Hazır beton, çimento, agrega, betonarme çeliği, tuğla-kiremit, bims blok, gaz
beton, yapı kimyasalları, boya, metal baca,
oluklu levha, seramik, pvc kapı ve pencereler, ısı yalıtım malzemeleri, su yalıtım
malzemeleri, doğal taş gibi yapı malzemelerinin ülke genelinde denetlenmesi, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı Mesleki Hizmetler
Genel Müdürlüğü Yapı Malzemeleri Dairesi Başkanlığı tarafından programlı olarak
gerçekleştirilmektedir.
HAZIR BETON
ÜRÜNLERİNİN DENETİMİ
Bakanlığımız tarafından hazır beton
ürününün, 81 il genelinde denetim işlemleri beton santrali ile yapı sahası arasında
piyasaya arz edilmekte olan transmikserlerden numune alınarak gerçekleştirilmek-
16
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
tedir. Uygun olmayan beton sonuçlarına
göre ilgili santrallere gerekli yaptırımlar
uygulanmaktadır.
Yönetmelik gereğince; hazır beton
santrallerinde girdi olarak kullanılan tüm
malzemelerin mevzuata uygun olmaları
gerekmektedir. Takip usulü yapılan hazır beton denetimlerinin yanı sıra beton
santrallerinde kullanılan agrega, çimento, uçucu kül ve diğer katkı malzemeleri
belirlenen programlar dâhilinde denetlenmektedir.
Çelik donatıların kontrol ve denetimleri de, üretildikleri fabrikalarda ve
uygulandıkları şantiyelerde standartların
öngördüğü şekilde yapılmaktadır.
UZMAN PERSONEL VE
LABORATUVARLAR
Denetim faaliyetlerinde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 80 il laboratuvarı ve
merkez laboratuvarı kullanılmaktadır. Yapı
malzemelerinin kullanıldığı yapı elemanının taşıması gereken temel gerekleri taşıyıp
Yapı üretim sürecinde uygun nitelikte
bir malzeme kullanılması kadar;
zaman içinde malzemenin bozularak
performansını kaybetmemesinin
sağlanması da önemlidir.
taşımadığı bu laboratuvarlarda deneylerle
araştırılmaktadır.
Kamu ve özel kuruluşlar da, standartların öngördüğü deneyleri yapılabilmektedirler. Ancak yapı malzemeleri konusunda
yetkili kuruluş olan Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı, bu konuda uzman personeli
ve gerekli cihazları ile ülke geneline yapı
malzemelerinin laboratuvar kalite alt yapısını güçlendirerek depreme dayanıklı
güvenilir ve sağlıklı yapılar oluşturmayı
amaçlamaktadır.
LABORATUVAR ALTYAPILARI
GÜÇLENDİRİLDİ
2004 yılında AB fonlarından yararlanılarak, 2010 ve 2011 yıllarında ise yapılan “İl
Laboratuvar Hizmetlerinin Güçlendirilmesi
Projeleri” kapsamında İl Müdürlükleri bünyesindeki laboratuvarların alt yapıları güçlendirilmiştir. Böylelikle 81 İl Müdürlüğünde
mevcut binaların dayanıklılığının tespitinde
kullanılan beton test çekici ve karot deneyleri; yeni yapılacak binalarda kullanılan beton çelik çubuklardan alınan numuneler ve
taze beton numuneleri standartlarına uygun
olarak test edilebilmektedir.
İHTİSAS LABORATUvARLARI
KURULUYOR
Ayrıca Başkanlığımız ürün bazlı bölge
ihtisas laboratuvarları kurarak (tuğla, briket,
yalıtım malzemesi, agrega, seramik, doğal
taş, PVC kapı-pencere vb.) deneyi yapılacak
Yapı Malzemeleri
Yönetmeliği’ne göre yapı
malzemelerinin taşıması
gereken temel gerekler
şunlardır: mekanik
dayanım ve stabilite, yangın
durumunda emniyet, hijyen,
sağlık ve çevre, kullanım
emniyeti, gürültüye karşı
koruma, enerjiden tasarruf
ve ısı muhafazası.
malzeme sayısını artırmayı amaçlamaktadır.
Şu an Yapı Malzemeleri Dairesi Başkanlığı
Merkez Laboratuvarı’nda taze ve sertleşmiş
beton, beton çelik çubuk, çelik hasırlar, agrega, ısı yalıtım malzemesi, terrazo-karo,
beton bordür taşı, tuğla, briket ve diğer
kagir ve beton mamulleri deneyleri yapılabilmektedir.
PİYASA GÖZETİM VE
DENETİM FAALİYETLERİ
Yapılan Piyasa Gözetim ve Denetim
(PGD) faaliyetlerinde Bakanlığın stratejisi, güvenli olmayan ürünü yakalamakla
birlikte, öncelikli olarak piyasayı bilgilendirmek, eğitmek ve üreticilerin piyasaya
güvenli ürünleri sürme politikalarını geliştirmektir. Böylece piyasaya arz edilen
ürünlerin güvenli olması, piyasa gözetimi
ve denetimi yapılarak en fazla miktarda
güvensiz/uygunsuz ürün tespit edilmesi,
üreticiler arasında haksız rekabetin önlenmesi, tüketicinin korunması ve her yıl farklı
yapı malzemelerinin denetim kapsamına
alınması hedeflenmektedir.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
17
KAPAK
LABORUTUvAR ALTYAPISI
GÜÇLENDİRİLİYOR
Ayrıca merkez ve İl Müdürlükleri bünyesindeki laboratuvarlara 2012 yılında alınacak ilave cihazlarla da laboratuvarların
alt yapılarının daha da güçlendirilmesi
amaçlanmaktadır. Merkez Laboratuvarı,
deney sonuçlarının güvenilirliğini ispat
etmek ve artırmak için TS ISO 17025 standardı doğrultusunda 2012 yılı sonuna kadar akredite olma çalışmaları yapmaktadır.
ISI, SES VE SU YALITIMI
DENETİMİ DE YAPILMALI
Uygulamalar taşıyıcı sitemin test edilmesini zorunlu kıldığından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı laboratuvar hizmetleri;
taze beton, sertleşmiş beton ve beton çelik
çubuk deneyleri üzerinde yoğunlaşmıştır.
18
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Isı, ses ve su yalıtımda kullanılan malzemelerin, tuğla, briket, seramik, PVC kapıpencere, dış cephe kaplamaları gibi yapı
malzemelerinin de standartlarda belirtilen
kriterlere göre (yangın dayanıklılığı, ısı
geçirgenliği, su yalıtımı vb.) test edilmeleri
de gerekmektedir. Böylece binalar daha
sağlıklı ve daha güvenilir yapılacaktır.
Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı, ürün
bazlı bölge ihtisas
laboratuvarları kurarak
(tuğla, briket, yalıtım
malzemesi, agrega,
seramik, doğal taş, PVC
kapı-pencere vb.) deneyi
yapılacak malzeme
sayısını artırmayı
amaçlamaktadır.
YATIRIM
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla 2011'de başlatılan SUKAP,
belediyelerin içmesuyu, içmesuyu arıtma, kanalizasyon şebeke ve atıksu arıtma projeleri için
yüzde 50 oranında hibe desteği almasına imkan sağlıyor. Gereken diğer finansman
İller Bankası’ndan uygun şartlarda temin edilebiliyor.
20
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
5,5 MİLYARLIK DEV YATIRIM:
SUKAP
25 bin nüfusun altındaki bütün belediyelerin kanalizasyon ve
içmesuyu problemini tamamen ortadan kaldırılmayı hedefleyen
projenin 5 yılda tamamlanması öngörülüyor.
Bingöl'ün 40
yıllık altyapı
sorununa
neşter
vuruluyor
İller Bankası A.Ş. tarafından yapım
çalışmaları sürdürülen Bingöl,
Kanalizasyon, Yağmur suyu ve
İçme suyu Hatları inşaatı, SUKAP
projesi kapsamında gerçekleştirilen
önemli projelerden biri. Bu projenin
sonuçlandırılmasıyla Bingöl'ün 40 yıldır
süren su sorunu çözümlenmiş olacak.
İller Bankası A.Ş. tarafından uygulaması gerçekleştirilen, SUKAP (Su ve Kanalizasyon Altyapı Projesi) Türkiye'nin
tüm bölgelerinde artarak devam ediyor.
2015 yılına kadar sürecek proje ile Türkiye'nin her bölgesini kapsayan yaklaşık
5,5 milyarlık dev bir yatırım gerçekleştirilmiş olacak. Projenin bugüne kadar 2.5
milyarlık kısmının yapımı başlatıldı veya
ihale aşamasına getirildi.
SUKAP NEDİR?
10 Mayıs 2011 tarihinde alınan Yüksek
Planlama Kurulu (YPK) kararı ile başlatılan SUKAP programı, 25 bin nüfusun
altındaki belediyelerin içmesuyu, içme
suyu arıtma, kanalizasyon şebeke ve atık
su arıtma projeleri için %50 oranında hibe
desteği almasına imkan sağlıyor. Belediyeler projeler için gereken diğer finansma-
nı ise İller Bankasının uygun koşullarıyla
sağlayabiliyor. Buna göre 500 bin TL’lik
bir yatırım gereken çalışmanın %50'si olan
250 bin TL hibe olarak devlet tarafından
karşılanırken kalan 250 bin TL’lik ödeme
İller Bankası kredisiyle uygun koşullarda
sağlanarak uzun vadelerle kullanılabiliyor.
KALKINMA BAKANLIĞI KOORDİNE
EDİYOR
Kalkınma Bakanlığı koordinasyonu ile
yürütülen programla küçük belediyeler
YPK kararıyla bu kapsamda değerlendirilebiliyor. Nüfusu 25 binden fazla olan ve
YPK kararı ekinde yer alan belediyelere
ise 5393 sayılı Belediye Kanunundaki borç
stoku limitine uyma şartı aranmaksızın
İller Bankasınca kredi tahsisi yapılabiliyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
talimatıyla tüm yerel yönetimlerin kal-
Projenin ihale çalışmaları İller
Bankası tarafından tamamlanarak
startı 15 Nisan 2012 tarihinde
Kalkınma Bakanı Dr. Cevdet Yılmaz,
Bingöl milletvekilleri, İller Bankası
Genel Müdürü Ahmet Candan ve
bürokratların geniş katılımıyla verildi.
Kalkınma Bakanı Dr. Cevdet Yılmaz
açılış konuşmasında SUKAP projesiyle
hükümet olarak şehirlerde yaşayan
insanlara büyük destek sağladıklarını
ve çok güçlü bir çalışma programı
oluşturduklarını ifade etti.
İller Bankası A.Ş. Genel Müdürü
Ahmet Candan ise yaptığı konuşmada,
"Bu proje ile Bingöl ilimize sağlıklı
yaşam koşulları sağlayacak bir ortam
oluşturulmakta ve şehirleşmenin
en zor alanı olan altyapı hizmetleri
modern hale getirilmektedir" dedi.
Bingöl merkez ve ilçelerinde halen
birçok belediyenin içme suyu ve
kanalizasyon çalışması SUKAP
kapsamında gerçekleştiriliyor.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
21
YATIRIM
“Küçük
belediyelerin
içmesuyu ve
kanalizasyon
problemi
çözülecek”
İller Bankası Genel Müdürü
Ahmet Candan, SUKAP’ın yerel
yönetimlerimizin altyapı ve
kanalizasyon konusunda önünü açan
çok önemli proje olduğunu belirterek,
“Üzülerek belirtmek gerekir ki,
ülkemizin farklı bölgelerinde bugüne
kadar içme suyu ve kanalizasyonu
hiç olmayan veya hızla yenilenmesi
gereken belediyelerimiz bulunuyor”
dedi.
Bu belediyelerin kendi imkanlarıyla
bu tür projeleri yapmaları mümkün
olmadığını kaydeden Candan,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
talimatı, Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar'ın önemli destek
ve katkıları ve Kalkınma Bakanlığı’nın
koordinasyonunda uygulanmakta
olan proje ile Anadolu’nun en
ücra köşelerine kadar ulaşılacağını
söyledi.
Beş yıllık projeksiyon içerisinde
küçük belediyelerin tamamının
kanalizasyon ve içme suyu
problemini tamamen ortadan
kaldırılmayı hedeflediklerini
kaydeden Genel Müdür Candan,
şunları söyledi:
“SUKAP, aynı zamanda benzer
projelere de (HAVZAKAP, KIYIKAP
vb.) örnek model olabilecek
ülkemizin kalkınma hamlesinde
gerçekleştirdiği önemli adımlardan
biridir. Ülkemizin modern ve
sürdürülebilir şehircilik anlayışını
gerçekleştirmesinde bu yönde
projelerin olmasını zorunlu olarak
görüyorum. Biz İller Bankası
olarak bu projenin önemine
inanıyoruz, çalışmalarımızı bu yönde
sürdürüyoruz. İller Bankası olarak
böyle bir kalkınma hamlesinin
içinde yer almanın haklı gururunu
taşıyoruz.”
22
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
2010 yılında nüfusu 25 binin altında olan 1.478
belediyenin 877'si içme suyu ve 1.020'si atık su tesisi olmak
üzere toplam 1.897 adet projeye ihtiyacı olduğu belirlendi.
2012 yılında yeni talepte bulunan belediyelerin 361 yeni
projesiyle birlikte toplam proje sayısı 2.258'e ulaştı.
kınması amacıyla 2011'de başlatılan SUKAP Projesinde tespit edilen ihtiyaçların
beş yıllık bir projeksiyonla karşılanması
hedefleniyor. Böylece 2015 yılına kadar
belediyelere ayrılacak kaynak ile özellikle
küçük belediyelerin içmesuyu ve kanalizasyon altyapı sorunları ortadan kaldırılmış olacak.
KAÇ BELEDİYE YARARLANIYOR?
2010 yılında Türkiye genelinde yapılan
çalışmada, nüfusu 25 binin altında 1.478
belediyenin 877'si içme suyu ve 1.020'si
atık su tesisi olmak üzere toplam 1.897
adet projeye ihtiyacı olduğu belirlendi,
tespit edilen bu belediye ve proje listesi
2011 yılı YPK kararında yer aldı. Ayrıca
2012 yılı YPK kararı ekindeki listede yeni
talepte bulunan belediyelerin toplam 361
yeni projesiyle birlikte toplam proje sayısı
2.258'e ulaştı.
PROJEYE AYRILAN BÜTÇE
2011 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile İller Bankası A.Ş.'ne 400 milyon
TL. ödenek aktarıldı, 2012 yılı için de
500 milyon TL ödenek tahsis edildi. Pro-
je için gelecek üç yılda kullanılması için
tahsis edilecek rakamla birlikte 2 milyar
750 milyon TL hibe ödenek aktarılacağı
tahmin ediliyor. Belediyelerin kullanacağı
İller Bankası kredisiyle birlikte bu rakam
5.5 milyarlık dev bir yatırım projesine dönüşmüş olacak.
İLLER BANKASI’NDAN PROJE
DESTEĞİ
İller Bankası bu projede sadece finansman sağlamakla kalmayıp projesi hazır
olmayan belediyelerin projelerini yapıyor.
Böylece kendi imkanlarıyla proje çalışmalarını yapamayan küçük belediyelere de
hizmet verilmiş oluyor.
İller Bankasınca, 2011 yılında 241 adet
iş için 485 milyon TL, 2012 yılı 18.09.2012
tarihi itibarı ile ise 363 adet iş için 617
Milyon TL olmak üzere toplam 577 belediyenin 604 adet işine 1 Milyar 151 Milyon 539 Bin 724 TL hibe kaynak tahsisi
yapılmış olup, toplam proje tutarı 2 Milyar
556 Milyon 072 Bin 142 TL olan içmesuyu, kanalizasyon ve arıtma tesisi işlerinin
ihale ve inşaat yapım çalışmaları halen
devam ediyor.
TARİH
"Ben Cumhuriyet nesli olarak kendimi İstanbul’a borçlu sayıyorum!"
MENDERES’İN
İSTANBUL RÜYASI
1957 yılında ülke genelinde büyük bir imar hamlesi başlatan Menderes,
uzun savaş yılları ve ilgisizliğin harap ettiği İstanbul’un mimari
mücevherlerin gün ışığına çıkarmak için kolları sıvamıştı.
YAŞAR TAŞKIN KOÇ
Eylül 1956’da Liman Lokantası’ndaki
basın toplantısında İstanbul’un imarını
hükümet olarak ele aldıklarını açıklayan
Başvekil Adnan Menderes’in bunu ne kadar
büyük bir tutkuya dönüştüreceği henüz
dışarıdan sezilemiyordu…
Menderes’in 1957’den itibaren hızlanacak ve özellikle İstanbul ile Ankara başta
olmak üzere Bursa, Edirne, İzmir, Adana,
24
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Mersin, Erzincan, Erzurum ve daha birçok
ilde başlattığı kapsamlı imar girişimlerine
yönelik yapacağı çok sayıda önemli açıklamanın ilkiydi bu basın toplantısı.
Eminönü Balıkpazarı, Vatan, Millet
caddeleri, Aksaray, Beyazıt, Topkapı, Beşiktaş, Ataköy, Yenikapı, Bebek, Boğaz,
Yeniköy, İstinye, Üsküdar ve Kadıköy’de
istimlâk ve imar işlerinin başladığı bu
dönemde İstanbul’un atardamarı olan üç
anayol bu girişim sayesinde ortaya çıktı.
3 yıl içinde gerçekleşen yüzlerce imar
çalışması arasından şunları saymak herhalde bir fikir verecektir:
Millet Caddesi, Ordu Caddesi, Vatan
Caddesi, Londra Asfaltı, Barbaros Bulvarı, Zincirlikuyu Asfaltı, Hacıosman Bayırı,
Bağdat Caddesi'nin açılması, Sirkeci-Florya
Başvekil Menderes, 1957 milletvekili seçimleri
kampanyası sırasında son İstanbul nutkunda şöyle
konuşuyor: “İstanbul’a imar ve ümran bakımından
yapılacak hizmetler, memlekete bin fabrika kurmaktan
daha verimlidir. İstanbul’u, bugünkü kirinden pasından
temizleyip emsalsiz güzelliklerini enzar-ı aleme arz
ettiğimiz gün, İstanbul, Paris gibi Roma gibi milyarlarla
dolar getiren bir gelir kaynağını teşkil edecektir.”
sahil yolunun açılması, Levent-Sarıyer asfaltı yapılırken Tophane’den Bebek’e kadar
uzanan sahil yolu ile Atatürk Bulvarı’nın
genişletilmesi.
Edirne-İstanbul karayolunun Topkapı
girişinin düzenlenmesi, Yeşilköy'e kadar geniş bir yol yapılması, Saraçhane'deki masif
İstanbul Belediye Binası inşası, KaraköyTophane arasında Kemeraltı Caddesi’nin
açılması, Bayrampaşa'ya büyük bir stadyum yapılması.
Üsküdar-Beykoz sahil yolu ile Eminönü-Unkapanı yolu açıldı. Karaköy-Azapkapı birbirine bağlanan yola kavuştu.
Tophane- Dolmabahçe yolu genişletilirken Salıpazarı'nda rıhtım ve antrepolar
kurulması, Haydarpaşa liman tesisleri
inşası, Eyüp Meydanı, Beyazıt Meydanı,
Üsküdar İskele Meydanı başta olmak üzere
en önemli meydanların düzenlenmesi ve
Ataköy’ün plan dâhilinde imara açılması…
YOLA NASIL ÇIKILDI?
“Başvekil Adnan Menderes, sanırım,
Tahran’dan yeni dönmüştü. İstanbul’da
buluşmuş, aynı araba ile Florya’ya gidiyorduk. Yolda surlar ve hisarlar üzerindeki
çalışmaların ne ölçüde ilerlemiş olduğunu
sordum.
Rumeli Hisarı çalışmalarına hemen başlanacak. Surlar için de bir yabancı uzman
heyetinden rapor istedim. Fakat sizin bu
tavsiyeleriniz bana bazı yeni şeyler düşündürdü, dedi.
Bu sırada Aksaray’ın o eski, dar, çarpık
yollarından geçiyorduk. Ahşap evlerin perişan manzarasını göstererek devam etti.
Şu, birbirinin sırtına yaslanarak ayakta duran binalara bakınız… İstanbul gibi
dünya incisi bir şehir böyle mi olur? Bazı
saatlerde trafik bu yollarda âdeta kilitleniyor. Güzelim camilerimiz, sanat eserlerimiz bu kargaşalıkta, hurdaların arasına
karışmış bir antika eşya gibi kaybolmuş!
Bütün bunları, büyük caddelerin vitrinine
çıkarmak, gün ışığına kavuşturmak lâzım.
Bütün bunlar, elbette bir belediye işi olmaktan çok fazla bir şeydir. Devletin büyük
turizm davasının bir parçasıdır.
Sesi, inanmış, heyecanlı idi. Yeni bir
misyonun içinden konuştuğu belli oluyordu. Yol boyu anlattı:
Bu İstanbul, Bizans’ın İstanbul’u değil. Bizans’ın İstanbul’u, şu surların içinde
yaşayan küçük bir kasaba… Ayasofya’sı,
Dikilitaş’ı, kırık dökük sarayı, hipodromu ve
bunları çeviren surlarıyla 30-35 bin nüfuslu
küçük bir kasaba… Osmanlıların temel
gücü olan Anadolu insanı, imparatorluğun
ortak dehasıyla surları aşmış, Yeşilköy’den
Pendik’e, Pendik’ten Şile’ye, Kilyos’a kadar
uzanan bu güzelim İstanbul’u yaratmış!
Camiler, sebiller, medreseler, darüşşifalar, saraylar, yalılar, hanlar, hamamlar,
her sokak başına medeniyetin mührünü
vurmuş. Bunca yangınlardan, zelzelelerden, afetlerden sonra hâlâ her köşede bir
medeniyet şahid, bir sanat parıltısı var…
İstanbul’u yedi tepeye kuran Bizans değil,
biziz! Türklerdir…
“İSTANBUL’U
İMAR ETMEK
BİN FABRİKA
KURMAKDAN
DAHA VERİMLİDİR”
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Menderes’in
imar hamlesine dair şu önemli anekdotu
aktarıyor:
“1957 milletvekili seçimlerine bu
hava içinde girildi. Adnan Menderes
son İstanbul seçim nutkunda şöyle
konuşuyor:
İstanbul’a imar ve ümran bakımından
yapılacak hizmetler, memlekete bin
fabrika kurmaktan daha verimlidir. Biz,
vazifeye başladığımız zaman İstanbul
Belediyesi’nin yıllık geliri 38 milyon
liradan ibaretti. Halbuki bugün 38 milyon
lira İstanbul’a bir günde yetişmiyor.
Bugün İstanbul’un imarında çalıştırdığımız
yol makinelerinin miktarı 1950’de
bütün Türkiye’de faaliyette bulunan
yol makinelerinin iki mislinden fazladır.
İstanbul’u, bugünkü kirinden pasından
temizleyip emsalsiz güzelliklerini enzar-ı
aleme (dünyanın gözleri önüne) arz
ettiğimiz gün bütün Türklerin göz bebeği
olan İstanbul bu memleketin Paris gibi
Roma gibi milyarlarla dolar getiren bir
gelir kaynağını teşkil edecektir.
1957 seçimleri de geçti, Demokrat Parti
iktidarı da geçti, Adnan Menderes gibi
bir devlet adamı, bir Başvekil de geçti…
Söz uçtu fakat eser kaldı. İstanbul’u
Adnan Menderes gibi gören ve duyan
bir yürek, bir kafa kim bilir ne zaman bir
daha gelecek? Bizim gibi yokuş çıkan
milletlerin Adnan Menderes gibi hizmet
cezbesi içinde çalışan insanlara çok
ihtiyacı var!
İstanbul’u bir “yüzük taşı gibi bütün
değerleriyle ortaya çıkaracak” imar
çalışmalarının 1967 yılında biteceğini
söylüyordu. Bugün 1969 yılındayız. On
iki yıl geçmiş… İstanbul’un hâlâ metrosu
yoktur. Boğaz Köprüsü yapılmamıştır,
başlanmış işler bile bitirilememiştir.
Bugün onun açtığı meydanlardan,
genişletip düzenlediği kocaman
caddelerden, onun kurduğu köprülerden
geçen insanlar minnet duyguları içinde
onu rahmetle anıyorlar. Çünkü hizmetler
yapıldıkları zaman anlaşılmasa bile gelen
nesillerin vefa ve minnetinde yaşar
giderler… Devlet adamının ölümsüzlüğü
bu değil midir?”
(Bayar, Celal-; Başvekilim Adnan
Menderes, Baha Matbaası, İstanbul,
1969, 1. Basım, s. 160-162)
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
25
TARİH
Yabancı şehir planlamacılarının aksine, Bizans’ın
İstanbul’unun 30 bin kişilik küçük bir kasaba olduğuna ve
İstanbul’u İstanbul yapanların Türkler olduğuna yürekten
inanan bir Başvekil…
İstanbul Boğazı üzerine bir köprü kurulmasını,
Şişli-Kağıthane arasına metro tasarlayan bir Başvekil...
Sonra ne olmuş? Osmanlı İmparatorluğu çökünce Cumhuriyet’i kurmuşuz.
Fakat ne yapabilmişiz İstanbul’a? Beyoğlu semtinde birkaç büyük bina, Taksim
Gezisi, Maçka Yolu, Taşlık, birkaç heykel, bir kaç cadde… Ben Cumhuriyet nesli olarak kendimi İstanbul’a borçlu sayıyorum! Bugün İstanbul’un bütün hayatı
Beyoğlu’nun bir caddesinin üzerinde toplanmış, öbeklenmiş… İlk yapılması gereken
şey: Beyoğlu’na karşı İstanbul! Açılacak
büyük caddelerin vitrininde camilerimiz,
sebillerimiz, sanat eserlerimiz yüzük taşı
gibi parlayıp görünmeli… Trafik düzenli bir
su gibi akıp gitmeli… İnsanlar hayatlarını
yollarda tüketerek geçirmemeli!
İSTANBUL’U
YENİ BAŞTAN
YAPMAK…
Yakın arkadaşı ve bakanlarından Samet
Ağaoğlu, Menderes’in İstanbul rüyasına
dair şu bilgileri aktarıyor:
“Menderes’in memleketin kalkınma
davasında duyduğu heyecan, meselâ
İstanbul’un yeni baştan yapılmasını
düşünecek kadar ileri dereceye
çıkıyordu. Yepyeni bir İstanbul!
Hayalinde yarattığı, tarihî bütün
değerleri yerinde, camiler, türbeler,
mezarlıklar arasında dünyanın büyük
şehri İstanbul… Yerli, yabancı, genç,
ihtiyar mimarlardan bir çevre kurmuştu
yanında… Hepsinin fikirlerini ayrı ayrı
alıyor, maketler üzerinde oyuncaklarına
eğilmiş çocukların sevinciyle saatlerce
duruyor, caddelerin genişliği, park
yerleri, yeni köprülerin, yolların geçeceği
noktalar, düzeltilecek, doldurulacak
kıyılar üzerinde uzun tartışmalara
giriyordu. … İstanbul, Menderes’ten
önce de sonra da bugün de imar edildi,
ediliyor ve edilecek. Ama Adnan Bey’in
mübarek mührünü bu şehirden kazımak
belki yüzlerce yıl mümkün olmayacak.”
(Ağaoğlu-; Samet, Arkadaşım Menderes,
Rek-Tur Yayınları, İstanbul, 1967)
26
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Bugünkü İstanbul belki beş altı yüz
bin nüfus için yeterlidir. Ama bugün bir
buçuk milyonu aşkın insan bu şehirde
yaşamaya çalışıyor. Milyonluk şehirlerin
nefes alacak meydanları, parkları olmak
gerekir. Aksaray, Beyazıt, Eminönü, Karaköy, Taksim, Şişli, Beşiktaş’ta meydanlar
yapmalıyız. Bu meydanları büyük geniş
yollarla birbirine bağlamak şarttır. Haliç’i
çevreleyen bir korniş yol, Boğaziçi’nin iki
yakasını ve Eminönü’nden Yeşilköy’e kadar
uzanan kıyıyı izleyen bir korniş yol yapmak
bugün bir turistik ve trafik zorunluluğudur. Şişli’den Kumkapı’ya kadar bir metro
yapmadıkça bugünkü trafiğe cevap vermek
mümkün değildir. İki kıtayı birbirine bağlayacak Boğaz Köprüsü iktisadî deveranın
teneffüs cihazı olacaktır. Turistik köylere,
eğlence sitelerine yer veren büyük bir imar
hamlesine girilmedikçe Cumhuriyet nesli-
nin tarihe borçlu kalacağına inanıyorum.
Başvekil konuştu, konuştu sonra dönüp bana baktı:
Ne dersiniz Beyefendi, hükümet olarak bu büyük yükün altına girmeli miyim?
Kendisini zevkle dinlemiştim. Bunlar
ancak Adnan Menderes gibi zeki bir Baş-
vekilin yapabileceği işlerdi. Düşüncesinde
haklı idi. Cumhuriyet nesli olarak İstanbul’a
ve bütün öteki şehirlerimize ve turistik
cazibelerimize karşı borçlu idik.
Hiç düşünme Adnan Bey, dedim. Hemen işe başla. Yalnız şu kadarını söyleyeyim; imar, yapılırken nankör bir iştir.
Dedikodusu, şikâyeti, sıkıntısı olur. Fakat
bir kere de yaptın mı, bütün gelecek nesillerin hayır duasını alırsın! Tereddüt etme!
Doğacak güçlükleri beraber göğüsler, beraber hayır dua alırız. Sana yardım ederim.
İstanbul’un imar hamlesi böylece kararlaştı…”
BAŞVEKİLİN HEYECANI…
Celal Bayar, 1969 yılında Başvekil Adnan Menderes’le tam 13 yıl önce aralarında geçen konuşmayı böyle anlatıyordu…
İstanbul’a yapacakları için heyecan içinde bir Başvekil… Şehrin tarihî, turistik
güzelliklerini ortaya çıkarmak; insanların
insanca yaşamalarını sağlayacak büyük
değişiklikler yapmanın heyecanını duyan
bir Başvekil…
Sonunda da bunlara büyük bir hızla
başladı kısa sürede. Tamamlanması için
10 yıl biçmişti… 3 yıl yapabildi. Darbe
yaparak yönetimden indirdiler; acımadılar
astılar hatta… Ama 3 yıl için yaptıkları bile
çok uzun yıllar boyunca İstanbul’un temel
şehir çizgilerini oluşturdu. Hatta bugün
bile, aradan geçen 55 yıl sonra bile onun
attığı genel çizgilerin üzerinden yükselmeye devam etti.
TOZ TOPRAK
İÇİNDE BİR
BAŞVEKİL…
Son özel Kalem Müdürü Ercüment
Yavuzalp, Menderes’in imar işlerine
ne kadar önem verdiğine dair şu olayı
naklediyor:
Trafiğini, artan nüfusunu, o insanların
yaşadığı mekânların onlara yaraşır olmasını; şehrin dünyanın en cazip turistik kenti
olmasını düşünmüş, hayal etmiş, hayata
geçirmek için hareket geçmişti.
Bütün bunlar için, iddia edildiğinin
aksine uzmanlar, mimarlar, şehir plancılarıyla uzun toplantılar da yapmış, planlar
çıkarmıştı. Üstelik uluslararası çapta ya-
Elinde bir sandviç, sabahın
daha aydınlanmamış
saatlerinde imar
çalışmalarının yapıldığı
yerlere giden, denetleyen
bir Başvekil… Türk Hava
Yolları’nın gelişmesinden
büyük şehirlerdeki imar
çalışmalarına; memleketin
her yerinde ulaşımı
sağlayacak yollardan eğitim
altyapısına kadar her
alanda büyük sıçramalar
sağlayan bir Başvekil…
bancı uzmanlar da vardı görüştüklerinin
arasında. Ama onların alttan alta sürekli
İstanbul’u Bizans şehri, Roma şehri olarak
yansıtma çabalarından hoşlanmıyordu.
Cumhurreisi Bayar’la araç içinde yaptıkları
sohbette de heyecan içinde anlattığı gibi,
İstanbul’un Bizans’ı küçük bir kasabadan
başka bir şey değildi. İstanbul’u İstanbul
yapan Osmanlı’ydı, Türklerdi…
ŞANTİYELER KURULUYOR,
MUHALEFET BAŞLIYOR
Cumhurbaşkanı Bayar, Başvekil Menderes ile 1956 yılında yaptıkları sohbetten
pasajlar aktarmaya devam ediyor:
“1957 yılında istimlâkler başladı. İstanbul’un hemen her sokak başına bir
şantiye kuruldu. Köhne ve paslı semtler
yıkılıyor, yerine büyük caddelerin iki yanında yeni bir İstanbul doğuyordu. İmar
kolay iş değildir, para ve çalışma iradesi
yetmez. Bazen bir binanın yıkılmasında
öyle hukukî, siyasî, sosyal mukavemetler
doğar ki bunların vaktinde izalesi pratik
zekâya ve kombinezon yapma kabiliyetine
ihtiyaç gösterir. Çıkan güçlükleri Başvekil bana da haber veriyor, ben de kendi
imkânlarımla onun çalışmalarının önünü
açıyordum. Sıkı bir dayanışma içindeydik.
… Her iş yapan insan olumsuz fikirleri
ve tenkitleri göğüslemeye hazır olmalıdır.
Nitekim bir yandan muhalefet İstanbul’un
imarını parmağına dolamakta gecikmedi.”
MESNETSİZ SUÇLAMALAR
ARALIKSIZ SÜRDÜ
Bayar’ın bahsettiği muhalefet o yıllarla
sınırlı kalmadı. Yassıada’daki trajik yargılamalar arasında boy gösterdi bütün çirkinliği ve kabalığıyla… Ama belki de daha
önemlisi günümüze kadar sürdü geldi…
Hâlâ da sürüyor üstelik…
“Başbakan sabahları çok erken kalkar,
yürüyüş yapardı. Ankara’da iken bu
yürüyüşlerinde yanına hemen her gün
İçişleri Bakanı Namık Gedik’i alırdı.
Genellikle sabah yürüyüşlerinden sonra,
imar sahalarındaki çalışmaları izlemeye
giderdi. Daha sonra sekiz otuz, dokuz
arası Başbakanlığa gelirdi.
İmar alanlarından geldiği için mevsime
göre üstü başı ya tozlu ya çamurlu
olurdu. Doğruca makam odasının
yanındaki özel kısma geçer, orada
duşunu alır, elbiselerini değiştirirdi.
Sabahları genellikle, son zamanlarda
merak sardığı imar konuları üzerinde
dururdu.”
(Yavuzalp, Ercüment-; Menderes’le
Anılar, Bilgi Yayınevi, 1991, s.87-88)
Gerçekte de böyle miydi? Ya da soruyu
tersinden soralım: İstanbul gibi, bugün bile
herhangi bir kazısında bir tarihî eser çıkan
köklü, büyük ve büyüklüğü oranında trafik,
şehirleşme, dolayısıyla barınma, istihdam,
ticaret, sanayi büyüklüğü ve sorunları yanında aşırı nüfus ve aşırı günlük misafir
sorunları yaşayan bir devasa metropolün
trafik, konut, yaşam alanlarıyla ilgili çalışırken bu tarihsel dokuya değmeden,
teğet geçmeden ve evet bazen üzerinden
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
27
TARİH
İstanbul’un bütün hayatının Beyoğlu’nun bir caddesinin
üzerinde toplandığına dikkati çeken Başvekil Menderes,
Cumhurbaşkanı Bayar’a yapılması gerekeni şöyle özetliyor:
“İlk yapılması gereken şey: Beyoğlu’na karşı İstanbul! Açılacak
büyük caddelerin vitrininde camilerimiz, sebillerimiz, sanat
eserlerimiz yüzük taşı gibi parlayıp görünmeli…”
İSTANBUL’UN
İMARI ÖNCELİKLİ
GÖREV
Son özel Kalem Müdürü Ercüment
Yavuzalp’in Başvekille ilgili şu anısı,
Menderes’in imar faaliyetlerine ve
İstanbul’a verdiği önemi gözler önüne
seriyor:
“İstanbul’da iken bir akşam, Vilayetteki
büroya gitmek üzere Park Otel’den
hareket ettik. Başbakan beni otomobilde
yanına almıştı. Dolmabahçe yokuşunu
inip Tophane’ye doğru sapmıştık;
mehtaplı bir akşamdı. Yeni restore
edilmiş olan Nusretiye Camii, arkasında
mehtap, gerçekten kıymetli bir biblo
gibi göze çarpıyordu. Başbakana
Galatasaray’ın Ortaköy’deki ilk kısmında
okurken bu yoldan çok geçtiğimi, çok
dar olan bu yolun etrafında köhne
binaların bulunduğunu; gerek bu cami
gerek diğer tarihî binaların burada
varlığını ancak bu yol açıldıktan sonra
fark ettiğimi söyledim.
“Tabii fark etmezsiniz, çünkü bütün
bunları herkesten âdeta gizlemek için
ne mümkünse yapılmış. Bu camiinin
yanı Ford garajı idi. Garajı yaparken
camiinin duvarlarını delmişler ve garaj
binasını âdeta camiye asmışlar. Etrafı da
tabii mezbelelik… Civarda gördüğünüz
çeşme gibi abideler sokaklar arasında
idi. Bunları restore edip buralara taşıdık,
etrafı temizledik. Bu yol şimdi vals gibi
döne döne gider” dedi.
Bunları büyük bir heyecan ve coşku
ile söylüyordu. Daha sonra İstanbul’un
imarı konusuna geçti. … Menderes,
tarihselliği ve güzelliği ile dünyanın
sayılı şehirlerinden biri olan İstanbul’un
imarındaki önceliği vurguladı. Bu
konuya gereken önemi vermenin görev
olduğuna işaret etti.”
(Menderes’le Anılar, Ercüment
Yavuzalp, Bilgi Yayınevi, 1991)
28
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
ya da ortasından geçmeden çivi çakmak
mümkün müdür?
Eğer “bütün bunları yapalım, bütün
sorunları çözelim, dünyanın en kalabalık,
en büyük, en çok her türlü iç-dış turist
çekebilen ve tarih, turizm, sanayi, ticaret,
finans, kongre, istihdam, kültür… açılarından en önemli metropol şehrinde milyonlara yaraşır bir hayat standardı oluşturalım… ama en küçük bir tarihî dokuya,
taşa dokunmayalım…” deniliyorsa; bunun
nasıl mümkün olacağının da itiraz edenler
tarafından açıklanması gerekiyor. Nerede
acaba bu sihirli formül?
İSTANBUL 3 YILDA
NEREDEN NEREYE GELDİ?
Şehri başka bir yöne doğru büyütmek,
farklı alanlar açarak tarihsel olanı korumak
da bir fikirdi ama 1957’nin İstanbul’u için
bile iş işten geçmişti. Gelişigüzel büyümeye
devam eden İstanbul, tarihî olanın üzerinde, çevresinde yerleştiği bir şehirdi artık…
Üstelik, Demokrat Parti döneminde
ekonomideki çift yönlü gelişme nedeniyle hem tarım alanlarından şehirlere göç
büyüyordu, hem şehirler sanayileşme nedeniyle cazibe merkeziydi.
İstanbul’un sadece 10 yılda nüfusunu
ikiye katlayıp 2 milyonluk bir şehir olması;
günlük misafir sayısının 100
bine ulaşması; ekonomik ve
ticaretteki gelişmelere bağlı
olarak yollardaki araç sayısının hızla artması gibi kaçılamayan hatta istenilen,
arzu edilen gelişmeleri de
not edelim.
Trafiğinin tıpkı 1990’ların başında olduğu gibi
daha 1950’lerde karmakarışık olduğu; sürekli tıkandığı; dar, kötü yollarda insanların saatlerce
beklediğini şaşırarak öğrenelim.
Üstelik, uzun yıllar boyunca bir planlaması olmadan gelişigüzel büyürken aslında o hayran olunan güzelliğinin asıl
tamamlayıcısı olan camilerin, sebillerin,
çeşmelerin, hanların, sarayların ve daha
nice birbirinden güzel ve önemli eserin de
kaderine terk edildiği bir şehirdi İstanbul.
Bütün bu sorunların çözülmesi için 3
yılda binlerce ev istimlâk edildi; yıkıldı
yerlerine yenisi yapıldı.
Onlarca kilometre tutan uzunlukta büyük caddeler açıldı. Meydanlar düzenlendi,
yenileri yapıldı. Cami, çeşme, medrese,
han, saray ve nicesini ortaya çıkaracak
düzenlemeler de bütün bu planın bir parçası olarak gereken değeri gördü.
MEŞUM DARBE
İMAR HAMLESİNİ VURDU
Ve sonunda daha aslında işin başındayken, plana göre 7 yıl daha çalışılacak;
Boğaz’a köprü, Şişli-Kumkapı arasına metro
dahil onlarca proje hayata geçirilecekken
sadece İstanbul’un değil; sadece Demokrat
Parti’nin değil; sadece Adnan Menderes ve
arkadaşlarının değil bütün ülkenin kaderini
değiştiren meşum darbe yapıldı.
YASSIADA’DA
HUKUKÇULUK OYUNU…
Her türlü muhalefete ve bürokratik
engellemelere rağmen 3 yılda İstanbul’a
çok şeyler katan Menderes’in imar hamlesi, Yassıada’da açılan ana
davalardan birinin temel
konusu oldu. Dosya, İstanbul’daki imar hamlesi ve
istimlâk üzerine kurulmuştu. Menderes, bazı bakanlar,
belediye başkanları ve kimi
bürokratlar “İstimlâk Yolsuzluğu” adı verilen davada bedellerin peşin ödenmemesi
ve yıkım için gerekli sürenin
verilmemesi suçlamalarıyla
yargılandı. Böylece Anayasa’nın 74. maddesindeki mülkiyet hakkı ihlal edilerek
Anayasa’yı ihlalden idam cezaları istenildi.
Yargılamalardan yıllar sonra tutanakların kitaplaşarak olduğu gibi yayınlanmasını
Cumhurbaşkanı Bayar, Başvekili Menderes’in
imar hamlesi için şu tespiti yapıyor: “İstanbul’u
Adnan Menderes gibi gören ve duyan bir yürek,
bir kafa kim bilir ne zaman bir daha gelecek?
Bizim gibi yokuş çıkan milletlerin Adnan
Menderes gibi hizmet cezbesi içinde çalışan
insanlara çok ihtiyacı var!”
sağlayan Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali,
bedeli peşin ödenmeden ve ferağı alınmadan yıkılıp yola çevrilen gayrimenkullerin,
İstanbul’daki binlerce örnek içinde sadece
yüzde 3’e tekabül ettiğini belirterek ekliyor:
“Dava konusu sayı 317 olarak belirtiliyor.
Menderes, ferağı alınmadan istimlâk edilen
gayrimenkullerin büyük bir kısmının Vatan
Caddesi’nde yangınlardan geriye kalan, ifrazları tamamen yapılmamış, tapu sahipleri
tamamen belli olmayan mülkler olduğunu
ve toplam bedellerinin de 15 milyon lira
civarında olduğunu söylüyor ve ‘Birçok yüz
milyonların sarf edildiği yerde 15 milyon lira
için Anayasa’nın 74. Maddesi yokmuş farz
olunarak hareket edilmesi bahis mevzuu’
olmadığını, paranın her zaman mevcut olduğunu ifade ediyor.” (Yassıada Zabıtları- IX,
İstimlâk Davası, Hazırlayan Emine Gürsoy
Naskali, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2012)
İstimlâk yolsuzluğu davası 17 Nisan
1961’de başladı, 13 oturum sürdü, 3 Haziran 1961’de yani bir buçuk ay sonunda
kararlar açıklandı. Savunmanın bir hükmünün olmadığı, sonu baştan belli mahkemeler vardır tarihte. Onlardan birinde
“hukukçuluk” oynanıyordu. Başsavcılık
makamı sadece bir rutini yerine getirdi:
Başvekil’in de idamını istedi…
“Feryatlara kulak asmamak... Park
Otel’de muhteşem bir daireye yerleşmek...
Örtülü ödeneği hovardaca harcamak... Bütçeyi şişirmek... Vilayet binasında mükellef
bir çalışma dairesi olmak... Memleketin
feci durumuna rağmen... Hadsiz hesapsız
bir şekilde bir sergüzeşte atılmak... İpin
ucunu kaçırmak... İhtisası dâhilinde olmayan yol ve benzeri işlerle uğraşmak...
Kargalar kahvaltısını yapmadan... Sanki bir
şeyden anlarmış gibi..." ve benzeri onlarca
subjektif cümleleri bir savcı bir başbakan
için hukukî bir metinde kuruyordu.
Şaşırtıcı değildi... O savcılık ki, bir kasadan çıkan kadın iç çamaşırını salonda
salladığında kendisinden başka utanmayan
olmamıştı zaten…
VE DRAMATİK SON…
Sonunda, evet, belli ki İstanbul’un imarını başbakanlığının son yıllarında büyük
bir tutkuya çevirmiş; sabahın gün ağarmamış saatlerinde elinde evde hazırlanmış
bir sandviçle imar sahasına koşan; çalışan
işçilerle oturup çay içen; kışın çamura kara,
yazın toza sıcağa aldırmayıp her sabah
imar sahalarını gezmeden Başbakanlığa
gelmeyen bir Başvekil, Yassıada hukuk
komedisinde idamla yargılandı.
Diğer yargılamalar nedeniyle karar
daha sonra onlarla birleştirilerek verildi:
“sanığın idamına…”
NECİP FAZIL’IN
GÖZÜYLE
MENDERES VE
İMAR HAMLESİ
“Menderes,
giriştiği dev
çapında imar
hamlesiyle hasta
çocuğa bayramlık
elbise biçmek
gayretinde, fikir
yerine hisle
dolu bir anneye
benzer. Çocuk
iyi edilecek, semizleyecek, mektepte
sınıfını geçecek, gerisi ondan sonra
gelecek… Napolyon zamanında
başlayan Paris imarının bütün dünya
hazineleri Fransa’ya akıtıldıktan sonra
ele alındığını düşünmek meseleyi
halletmeye yeter. Evvelâ zafer ve onun
verimleri, sonra da o verimlerin esere
çevrilmesi… İçinden geçecek insan ve
nakil vasıtalarının fikrî ve iktisadî gaye
ve vasıfları yerine getirilmeden boşluğa
akıp giden cadde ve yolların manzarası
ne hazindir!”
(Kısakürek, Necip Fazıl-; Benim
Gözümde Menderes, Büyük Doğu
Yayınları, 7. Basım, İstanbul, 2008)
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
29
DOĞA
TEHLİKE ALTINDAKİ
10 DOĞAL HARİKA
Buzullar, ormanlar, adalar, türler
ve neredeyse tüm ekosistem insanoğlunun
kaynakları bilinçsiz kullanmasından ötürü tehlike altında. Eğer iklim
değişikliği etkilerinin önüne bir an önce geçilmezse, bu muhteşem doğa
harikaları da gözümüzün önünden yok olup gidecek.
Aydın Derin
01 | BÜYÜK SET RESİFİ
Birbirinden ayrı 2,900 resif ve 900 adadan oluşan, 2,600 km genişliğe
yayılmış 344,400 km² alanı ile dünyanın en büyük resif sistemi olan
ve uzaydan bile görülebilen Büyük Set Resifi, Mercan Denizi’nde
bulunuyor. Kendine özgü yaşam çeşitliliğine sahip milyarlarca küçük
organizma tarafından oluşturulan Resif aynı zamanda UNESCO
Dünya Mirasları listesinde yer alıyor.
Ne yazık ki yasadışı avlanma, artan deniz sıcaklığı, kirlilik,
asidifikasyon ve şiddetli hava koşulları mercanların ağarmasına bu da
mercanların üremesini ve bağışıklık sistemini yavaşlatıp ölümlerine
neden oluyor. Araştırmalara göre deniz sıcaklığındaki bir
derecelik artışın her yıl Resif’te bulunan mercanlarınyüzde
82’sinin ağarmasına, iki-üç derecelik artışın ise yüzde
97’sinin ağarması ile sonuçlanabilir. Aynı zamanda
2009 yılında yapılan bir çalışma ile de Resif’te en
yaygın olarak görülen mercan türünün 1990
yılına kıyasla üremesinin yüzde 14,2
yavaşladığı görülmüştü.
30
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
02 | ÖLÜ DENİZ (LUT GÖLÜ)
Yeryüzünün en alçak ve ikinci
en tuzlu gölü olan Ölü Deniz
600 km2 civarında bir alanı
kaplıyor. Yüksek kaldırma
kuvveti ve kendine özgü
mineralleriyle binlerce yıldır
yabancıları kendisine çeken göl,
temiz su sıkıntısı çekiyor.
Su seviyesindeki çekilme eski
zamanlarda yılda ortalama 18
cm iken, bugün bu değer İsrail
ve Ürdün'ün artan içme suyu
ihtiyacı nedeniyle, yıllık 50 cm
civarına yükselmesi dikkat
çekiyor.
Gölde görülen dengesizliklere gölün iki yakasında
bulunan Ürdün ve İsrail’in bromür sanayisinin
neden olduğu düşünülüyor. Bazı uzmanlara göre
Ölü Deniz 50 yıl içinde yok olabilir.
03 | YANGTZE NEHRİ
6.370 km uzunluğu ile Asya’nın en uzun, dünyanın da en uzun üçüncü nehri olan Yangtze
Nehri, aynı zamanda pandalara, farklı cins balıklara ve 400 milyon insana ev sahipliği yapıyor. Tarihten bu yana Çin’de bereket nehri olarak anılan Yangtze’ın anlamı ise uzun nehir
demek.
1950 yılında başlanan baraj inşaatları ile son olarak 2008 yılında gerçekleşen Üç Boğaz
Barajı’nın (Three Gorges Dam) inşaatı nehrin doğal yapısını büyük ölçüde değiştirdi. Barajların
devreye alınması sonucu 1 milyon kişi zorunlu göç etmek zorunda kaldı ve çoğu su canlısı türü
tehlike altına girdi. Aynı zamanda artan
yerleşim yerlerinin getirdiği sanayileşme
nehrin etrafındaki birçok ormanın tahribatına ve bölgede hem hava hem de su
kirliliğine neden oldu.
Dünyada sadece bir ülkeyi sulayan en
büyük nehir olan Yangtze zaman geçtikçe doğal örtüsünü kaybediyor.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
31
04| PATAGONYA
DOĞA
Şili ve Arjantin’in güneyindeki bölge
olarak adlandırılan Patagonya,
kutuplardan sonra yeryüzünün en büyük
buzul alanına sahip olması ile dikkatleri
üzerine çekiyor. Her yıl milyonlarca
turistin uğradığı bölge eşsiz buzul
alanlarından oluşan milli parkları ile bir
doğal harikası olarak nefes kesiyor.
Ancak iklim değişikliği ve
artan sıcaklıklar Patagonya’nın
doğal dinamiklerini bozuyor.
Araştırmalara göre dünyadaki
en çok buzul oranı kaybı
yılda 42 trilyon litre erime ile
bu bölgede gerçekleşiyor.
Bölgenin sade, yalın ve
görkemli doğal örtüsü de bu
nedenlerden yok tehlikesi ile
karşı karşıya.
05| MALDİVLER
1.200 adadan oluşan Maldivler, Hint Okyanusu’nda yer alıyor. En yüksek
bölgesi denizden sadece 2,4 metre yükseklikte olan ada devleti su altında
kalma riskiyle karşı karşıya. 2012 yılı itibariyle deniz seviyesinde yıllık 3,1
milimetrelik artış görülüyor.
Son yüz yılda Ada’nın deniz seviyesinde 20 santimetrelik
bir yükselme görüldü. Küresel iklim değişiklikleri
yüzünden sular altında kalacağı öngörülen Maldiv halkına,
15 Kasım 2005 itibarıyla Avustralya'ya sığınma hakkı
verildi. 2008 yılında ise Ada Başkanı bu riskten dolayı
halkına Hindistan’dan toprak alma planı olduğunu ilan
etmişti.
Ada’dan 2012 yılında yapılan resmi açıklamaya göre eğer
sera gazı emisyonları mevcut oranda salınmaya devam
ederse, Ada 7 yıl içinde tamamıyla su altında kalabilir.
32
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
06| MATTERHORN
Tüm Alp Dağlarının belki de en tanınmış ve estetik zirvelerinden birisi olan
Matterhorn, 4478 metrelik yüksekliği ile İsviçre-İtalya sınırlarında yer alıyor.
Fotojenik özelliği ile de dikkat çeken dağ üçgen şeklinde gökyüzüne yükseliyor.
Avrupa’nın en sık gidilen dağı artan sıcaklıklar ile
buz oranını kaybediyor bu da fiziksel parçalanmaya
neden oluyor. Bu da dağ tırmanışına gidenler için
büyük tehlike oluşturuyor. 2003 yılında, dağın büyük
bir parçasının kopması ile iyice kendini gösteren
parçalanmalar aynı zamanda 50 tırmanışçının büyük
bir tehlike atlatmasına ve Alp Dağlarında görülen en
büyük kurtarma çalışmasına sahne olmuştu.
07| AMAZON ORMANLARI
Atlantik Okyanusu
ısındıkça ormanlardaki
nemi azalıyor, bu da
kuraklığı arttırarak
yangın riskini meydana
getiriyor.
Yangınları tetikleyen
başka sebeplerden biri
de Amazon bölgesinde
giderek artan nüfus oranı. Yeni yollar
yapıldıkça ve köyler kuruldukça bölgedeki
yangın riski artıyor. Ayrıca köylülerin alan
yaratmak ve yabani otlardan kurtulmak için
en sık kullandığı yöntem yakmak.
Yaklaşık beş buçuk milyon kilometrekarelik
bir alanı kaplayan Amazon ormanları Güney
Afrika’nın kuzey bölgesinde Amazon Havzası’nda
yer alıyor. Dünyanın en büyük ve en fazla
türüne sahip olan ve dünyada kalan yağmur
ormanlarının yarısından fazlasını oluşturan
Amazon ormanları aynı zamanda atmosferden
yılda 0,4 milyar ton karbon gideriyor.
Amazon ormanlarının önündeki en büyük
tehlike ise artan yangınlar. Dünyadaki
karbon dioksit oranını en çok gideren
ormanların bir anda yangın merkezi
haline gelmesinin sebebi ise Atlantis
Okyanusu’nun sıcaklığının artması ve
bunun sonucu olarak da bölgedeki iklim
olaylarının değişmesi.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
33
DOĞA
08 | EVERGLADES
İçinde birçok değişik hayvan türünü barındıran
Everglades tropik sulak alanı, ABD Eyaleti Florida’nın
güneyinde bulunuyor. Alan, ABD’de çoğu hayvanın
doğal ortamda yaşadığı tek yer olarak göze çarpıyor.
Ancak bu hassas sulak alan çiftliklerden gelen kirlilik,
istilacı türler ve kırsal kalkınma nedeniyle tehlike altında.
Alandan temin edilen suyun yüzde 60’ı civar şehirler
ve çiftliklerde kullanıyor. Bunun sonucu olarak da
Everglades şu an yüzyıl önceki alanının tam yarısı
büyüklüğünde ve gittikçe küçülmeye devam ediyor.
Hayvanlarda bu durumdan doğrudan etkileniyor.
Alan yüzlerce değişik hayvan türüne ev sahipliği yaparken şu an
sadece 100 türün altında hayvan çeşidi barındırıyor. Dünyanın başka
hiçbir yerinde bulunmayan Florida panterinin de 40 yıl sonra neslinin
tükenmesi bekleniyor. Aynı zamanda içinde kaplumbağalar, denizayıları ve dalıcı kuşlarında bulunduğu nesli tehlikede 20 tür daha var.
34
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
09 | MADAGASKAR
Dünyanın dördüncü büyük adası olan Madagaskar Afrika’nın
doğusunda, Hint Okyanusu’nda bulunuyor. 88 milyon
yıl önce Hindistan kara kütlesinden ayrılan ada, coğrafik
izolasyonu sayesinde dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan
bitki örtüsü ve hayvanlara sahip. Madagaskar üzerindeki
bitki ve hayvan türlerinin neredeyse yüzde 90’ı dünyanın
başka hiçbir yerinde bulunmuyor.
Adada yer alan ormanlar ile eşsiz türler, yasadışı avlanma, yoğun
ağaç kesimleri ve artan nüfus yüzünden 35 yıl içinde yok olabilir. Zaten
Madagaskar, adaya 2.000 yıl önce insanların yerleşmesinden sonra mevcut
ormanların yüzde 90’ından fazlasını kaybetmiş durumda. Ormanların bu
hızda yok olması ile adada hızla artan nüfus için yeterli gıda, temiz su ve
sağlık önemleri alınamıyor.
Türler açısından bakıldığında adada insanlardan bile çok bulunan lemur
türünün yüzde 90’ın nesli tükenebilir. Hatta Madagaskar’da yer alan ve daha
kayda geçmemiş, keşfedilmemiş bitki ile hayvan türleri de araştırmalara
konu olmadan dünya üzerinden silinebilir.
10 | BUZULLAR MİLLİ PARKI
ABD'nin Montana eyaletinde bulunan Buzullar Milli Parkı 1.000 değişik türden fazla bitki ve hayvan barındırıyor. Yaklaşık 4.101 km²
büyüklüğündeki alanda bir zamanlar 150 buzul bulunurken iklim değişikliğinin artan etkisiyle şu an sadece 26 tane buzul kalmış durumda.
Son yüzyılda Park’taki ortalama sıcaklıklar iki derece arttı. Aynı zamanda artık
yazlar daha kurak ve yağış almadan
geçiyor, bu da parktaki doğal hayat için
ciddi bir tehlike oluşturuyor ve yangın
riskini arttırıyor. Uzmanlara göre 2030
yılında Buzullar Milli Parkı’nda hiç buzul
kalmayabilir.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
35
KÜRESEL ISINMA
DENİZLER
TEHLİKE ALTINDA
Yeryüzünün yüzde 70’ini kaplayan denizler insan kaynaklı etkilerden
dolayı ciddi bir tehlike altında. Denizleri bekleyen tehlikeleri
araştıran bilim adamları oldukça ilginç bir tablo ile karşılaştılar.
YILMAZ DENİZ AYDEMİR
Denizler, canlıların yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli sistemin temel taşını oluşturuyor. Bu devasa su tabakası,
besin zincirinin en ufak ve ilkel yaratıkları
planktonlardan devasa balinalara kadar
dünya üzerindeki yaşamın yüzde 80’ine
de ev sahipliği yapıyor, yaşam için gerekli
oksijenin yarısını sağlıyor, insan kaynaklı
ısınmanın yüzde 80’ini soğuruyor, sera gazı
emisyonlarının yüzde 25 -yüzde 30’unu
da gideriyor, milyarlarca insan için besin
kaynağı oluşturuyor ve günlük hava olaylarını kontrol ediyor.
Buna rağmen, insanoğlu yüzyıllar boyunca faydalandığı denizlere hak ettiği ilgi
ve bakımı göstermiyor. Gelişen teknoloji,
artan nüfus ve insanoğlunun kontrol edilemeyen davranışları mitolojide sonsuzluğun simgesi olarak anılan denizleri tehlike altına sokuyor. İklim değişikliği, daha
geniş anlamda küresel çevresel değişikler
nedeniyle denizlerin kendini geliştirme
kapasitesi giderek azalıyor ve bilinçsiz tüketimde bu sorunu arttırıyor. İnsan eliyle
başlayan yıkıcı tahribatın sonucunda en
büyük zararı denizler görüyor.
BOLLUK SONA ERİYOR
Denizlerde görülen bilinçsiz tüketimin
ana nedenlerinden biri de yüzyıllardır süregelen bakış açısı. Denizler tarihten bu yana
fethedilemeyen, tükenmeyen çeşitliliğin ve
bolluğun bir simgesi olarak görülüyor. Bu
yüzden en büyük tehdidi ‘denizde daha çok
balık var’ bakış açısı oluşturuyor. Denizlerin
bağımsız olarak anılması ve genelde ülkelerin ekonomi politikalarında ihmal edilmesi
tehlikeyi arttırıyor. Denizlerde görülen kirliliğin yüzde 80’den daha fazlasının insan
kaynaklı olduğu tahmin ediliyor.
Tahminlere göre mevcut deniz canlılarının yüzde 40’ı bu olumsuz etkilerin
altında. Ayrıca bu canlıların yüzde 16’sı da
nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya.
Uzmanlara göre önlemler alınmazsa karada
veya suda bulunan daha çok birçok canlı
türü bu durumdan etkilenebilir.
EN BÜYÜK ZARARI GERİ KALMIŞ
ÜLKELER GÖRÜYOR
Ne yazık ki denizlerdeki değişime en
hassas olan ülkeler, aynı zamanda geçimini denizden sağlayan gelişmemiş ülkeler.
Afrika ve Doğu Asya’da bulunan bu ülkeler
ciddi ekonomik zorlukların yanında iklim
değişikliği etkisi ile kaynaklanan sorunlar
ile de başa çıkmak zorunda. Vietnam ve
Bangladeş’te görülen deniz seviyesinin yükselmesi, Afrika denizlerindeki balıkların
daha derinlere göç etmesi ve Karayipler
ile Pasifik Ada Ülkeleri'nde ise değişimin
turizmi olumsuz yönde etkilemesi bu sorunlardan bazıları. İşte Stockholm Çevre
Enstitüsü tarafından yayınlanan ‘Denizlerin
Durumu’ adlı raporda yer alan denizleri
bekleyen tehlikeler:
İklim değişikliği, daha
geniş anlamda küresel
çevresel değişikler nedeniyle
denizlerin kendini geliştirme
kapasitesi giderek azalıyor
ve bilinçsiz tüketimde bu
sorunu arttırıyor. İnsan eliyle
başlayan yıkıcı tahribatın
sonucunda en büyük zararı
denizler görüyor.
36
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
DENİZ SICAKLIĞININ
ARTMASI
Yüksek sıcaklıklar denizlerin
biyolojik çeşitliliği en yüksek
canlılarından biri olan
mercanların ağarmasına
ve ölmesine neden oluyor.
Mercanlar balıkların
üremelerinde katkı sağladığı
kadar fırtınaların şiddetini
de azaltıyor ve birçok sahil
kenti ile ada devletini
koruyor.
FARKLI TÜRLERDE GERÇEKLEŞEN FIRTINALARIN YÜZDESİ
50
TOPLAM FIRTINALARIN YÜZDESİ
Denizler, geçtiğimiz 200 yılda insan kaynaklı ısınmanın yüzde 80’ini
gidermiştir. Ancak denizler taraCO 2
fından atmosferden absorbe edilen
ısı, ortalama deniz sıcaklıklarını
arttırarak deniz ekosistemi ve kaynakları ile sahil kesiminde yaşayan
toplumları olumsuz yönde etkiliyor. Su
sıcaklığının artması deniz seviyesinin
yükselmesinin yanında fiziksel olarak
aşırı hava koşullarına, biyolojik olarak
da balıkların doğal olarak yetiştiği ortamları değiştirmelerine ve mercanların
ağarmasına neden oluyor.
Araştırmalara göre; artan su sıcaklıkların etkisiyle gerçekleşecek şiddetli yağmurlar, sert fırtınalar ve kuvvetli kuraklıklar, önümüzdeki yıllarda tüm dünyayı
etkisi altına alacak. Hükümetlerarası İklim
Değişikliği Panelinin (IPCC) yayınladığı
süren “Aşırı Hava Koşulları Raporu”na
göre dünyanın çoğu bölgesinde yağışların
yoğunluğunda ve görülme sıklığında artış
olacak. Raporda yer alan bilgilere göre;
tropikal siklonların neden olduğu şiddetli
yağışlar, sera gazı salınımlarının neden
olduğu ısınma nedeniyle artacak ve buzulların erimesi ve kutuplardaki donmuş kara
parçalarındaki bozulması büyük olasılıkla
yüksek dağlarda eğim değişikliklerine,
büyük kütlelerin yer değiştirmesine ve
buzul göllerinde taşkınlara neden olacak.
Eğer daha sık ya da daha şiddetli felaketler yaşanırsa, dünyada yaşanılabilir olan
bölgelerde azalacak. Dünya Meteoroloji
Örgütü’nün 2011 yılının iklim olaylarını
kapsayan yıllık raporuna göre de 2011
yılı, iklimlerin en uç noktalarda yaşandığı
yıl olarak tarihte yerini almıştı.
Deniz sıcaklığının artması ayrıca türlerin dağılımı da etkileyerek milyarlarca
insanın faydalandığı deniz ürünlerine erişimi engelliyor. Balıklar grup halinde daha
soğuk sulara, yüksek enlemlere ve derin
sulara göç ediyor. Bu da gelişmekte olan
kıyı devletlerinin geçim kaynaklarından
biri olan balıkçılığı olumsuz yönde etkiliyor. Yüksek sıcaklıklar ayrıca denizlerin
biyolojik çeşitliliği en yüksek canlılarından biri olan mercanların ağarmasına ve
ölmesine neden oluyor. Mercanlar balıkların üremelerinde katkı sağladığı kadar
fırtınaların şiddetini de azaltıyor ve birçok
sahil kenti ile ada devletini koruyor.
40
30
Kategori: 1
Kategori: 2+3
Kategori: 4+5
20
1 = En zayıf
5 = En kuvvetli
10
0
75/79
80/84
85/89
90/94
94/99
00/04
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
37
KÜRESEL ISINMA
20 Haziran 2006 tarihinde aşırı seller nedeniyle Tuna Nehri'nde gerçekleşen taşkınların, civardaki tarım
arazilerinden sürüklediği maddeler, Karadeniz'de bitkisel planktonların artmasına neden olmuştur.
Hipoksiya
CO
2
Son 50 yıl içinde denizlerdeki oksijen
yoğunluğu tahmin edilenden fazla azaldı.
Hipoksiya ya da bilinen adıyla oksijensizleşme, ötrofikasyonun (su ekosisteminde
çeşitli nedenlerle besin maddelerinin büyük
oranda çoğalması sonucu bitki varlığının
aşırı şekilde artması) görülen en şiddetli
etkilerinden biri.
Günümüzde hipoksiyanın mevcut olduğu bilinen 500 oksijensiz ‘ölü bölge’
yer alıyor ve bu bölgelerin sayısı giderek artıyor. Oksijensizliğin etkisi ile deniz
canlılarının gelişmesi ve üremesi duruyor
aynı zamanda bu olay deniz suyu sıcaklığını arttırıyor.
Hipoksiyaya neden olan etkenlerin başında tarımda yoğun olarak kullanılan azot
içerikli gübreler ve kanalizasyonun arıtılmadan denizlere verilmesi geliyor. Eğer
mevcut durum devam ederse denizlere
ulaşan azotun 2050 yılına kadar şu anki
38
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
seviyesinden yüzde 50
artması öngörülüyor.
Bu da hipoksiyadan etkilenen bölgelerin yaygınlaşarak
artmasına neden olabilir. Hipoksiya hakkındaki en büyük sorunlardan biri de bu
durumun önlenmesi için alınacak önlemlerin net olarak bilinmemesi ve bunların
daha uygulama aşamasında olması.
Ayrıca dünyadaki ölü bölgelerin hepsi
tam net olarak bilinmiyor. Hipokisyanın en
yüksek olduğu bölgelerden biri Karadeniz.
Ancak ölü bölgelerin oksijen seviyelerini
yükseltmek ve normal şartlara geri döndürmek mümkün, bu da o bölgede ötrofiksiyonu sonlandırıcı önlemler alınarak
yapılabilir.
Bunun için akla gelen ilk önlemler
ise gübre kullanımı kısıtlamak ve denizlere deşarj edilen suları arıtmak olarak
sıralanabilir.
Tuna Nehri'nin Karadeniz'de neden
olduğu kirlenmenin bir benzerine Volga
Nehri de Hazar Denizi'nde neden oluyor.
CO
2
DEniz seviyesinin yükselmesi
Ortalama deniz
seviyesi 1800 yılından itibaren 25 santimetre yükseldi ve
halen günümüzde de
yükselmeye devam ediyor. Deniz seviyesinin toplam yıllık yükseliş oranı ise yaklaşık
3 milimetreye eşdeğer geliyor. Yükseklik
artışının ana nedeni ise buzulların erimesi
ve denizlerdeki ısıl genişleme. 2100 yılında sadece kutuplardaki buz tabakalarının
erimesi sonucu deniz seviyesinin 56 santimetre yükselmesi bekleniyor.
Buzulların erime oranı her geçen yıl
daha da artıyor. Özellikle buzullardaki en
büyük erime oranı 2012 yılında gerçekleşti. Kuzey Kutbu’nda en yüksek sıcaklık
dereceleri görünürken, aynı zamanda buzulların erime oranı beklenenden yüzde
50 daha fazla çıktı. Bu da deniz seviyesi
yükselmesinin başka bir sorunu, gelecekte
gerçekleşecek yükselme tam olarak tahmin
edilmenin ötesinde.
Deniz seviyesinin yükselmesi en çok
kıyı bölgelerini etkileyecek. Özellikle gelişmekte olan küçük ada devletleri, batma
tehlikesi altında. Onun dışında kıyılarda
sınırı bulunan devletlerde artan oranda
seller, içme suyuna tuzlu su karışması,
erozyon ve doğal yaşam tahribatı bekleniyor. Denize yakın kıyı kesimlerde nüfusun
yoğun oranlarda bulunması da tehlikelerin
riskini arttırıyor. Aşağıdaki şekilde deniz
seviyesi yükselmesinin en çok etkileyeceği
kıyı kesimler görülüyor. Hassas bölgeler
arasında Afrika kıtasının tüm kıyı bölgesi, Güney ve Güneydoğu Asya ile Karayip
Adaları, Pasifik ve Hint Okyanusunda bulunan adalar dikkat çekiyor.
Dünyada yaklaşık ortalama deniz seviyesinden 1 metre yükseklikte 145 milyon
kişi yaşıyor. Asya kıtasında ise sadece ortalama deniz seviyesinden 5 metre yükseklikte yaşayan 268 milyon insan ve 10
metre yükseklikte yaşayan ise 397 milyon
kişi bulunuyor. Başka dikkat çeken bir etken ise bu bölgelerde yaşayan insanların
iklim değişikliğine ve su seviyesinin yükselmesine neden olan sera gazı emisyonu
artışına en düşük katkıyı sağlamaları.
Deniz seviyesinin yükselmesi aynı zamanda ülkelerin ulusal güvenliğini de teh-
Deniz seviyesinin yükselmesi sonucu
Solomon Adaları'nda oluşan durum.
Karayipler
Pasikfik
Okyanusu
Küçük Ada
Devletleri
Hint Okyanusu
Küçük Ada
Devletleri
hassas kıyı bölgeleri
dit ediyor. Su altında kalacak bölgelerde
yaşayan insanların ise sadece iki seçeneği
var; ya bu tehdit ile başa çıkmak ya da
iç kesimlere göç etmek. Başa çıkmak için
alınabilecek yöntemlerin başında deniz
duvarları veya suyun yerleşim yerlerine
sızmasını engelleyecek altyapılar inşa
etmek bulunuyor ancak görüldüğü üzere tehdit altındaki ülkelerin ekonomileri
bunu kaldıracak güçte değil. Aynı şekilde
göçlerin de ülke ekonomilerine olumsuz
etkide bulunacağı tahmin ediliyor.
Tahminlere göre 0,5 metrelik deniz
seviyesi yükselmesi için alınacak önlemler
bugünün değeri ile yılda 25 milyar dolara
eşdeğer gelirken, 2 metrelik bir yükselme
için 270 milyar dolara eşdeğer geliyor.
Dünyada yaklaşık
ortalama deniz
seviyesinden 1
metre yükseklikte
145 milyon kişi
yaşıyor. Asya
kıtasında ise
sadece ortalama
deniz seviyesinden
5 metre yükseklikte
yaşayan 268 milyon
insan ve 10 metre
yükseklikte yaşayan
ise 397 milyon kişi
bulunuyor.
hassas adalar
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
39
KÜRESEL ISINMA
ASİDİFİKASYON
Atmosfer ve denizler arasında gerçekleşen gaz döngüsü sonucunda, denizler
tarafından geçtiğimiz 200 yılda atmosferde bulunan sera gazı emisyonlarının
yüzde 25 ila yüzde 30’u absorbe edilmiştir. Bu giderim her ne kadar iklim
değişikliğinin dünya üzerinde etkisini
yavaşlatsa da, başlıca sera gazı emisyonlarından biri olan karbondioksitin
denizlerde çözünmesi, sudaki asit seviyesini bir başka deyişle asidifikasyonu
arttırıyor.
Sanayi devriminden bu yana deniz
suyundaki ortalama asit seviyesi yüzde 30 oranında artmış. Eğer atmosfere
günümüzdeki oranda karbondioksit salınımı devam ederse, denizlerdeki asit
seviyesi, sanayi devrimi öncesine kıyasla
yüzde 150 ila yüzde 200 oranında artaCO 2
bilir. Gerçekleşirse bu artış, denizlerde
65 milyon yıldan beri görülen
en büyük değişikliğin yaklaşık
10 katına eşdeğer geliyor. Denizlerin kimyasının değişmesi de
doğrudan deniz canlılarını etkiliyor.
Kuzey Amerika Kıtasının kuzeybatı denizlerinde görülen asit seviyesindeki artış
kabuklu deniz hayvanlarının nüfusunu
ciddi ölçüde azaltıyor. Her yıl Kuzey Kutbu Denizi'nde görülen asit artışı da birçok
deniz canlısının hayatına mal oluyor.
Asidifikasyon aynı zamanda denizlerin karbon giderimini de azaltıyor, bu
da atmosferdeki karbondioksit oranının
artmasına neden olarak iklim değişikliğinin etkilerini arttırıyor. Mevcut durum
devam ettiği halde denizlerin kendilerini
yenileme kapasiteleri ile asit seviyesinin
normal değerlere ulaşmasının on binlerce yıl alacağını öngörüyor.
CO
2
Deniz kirliliği
Kirlilik, denizlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştiriyor,
biyoçeşitliliği tehdit ediyor, deniz canlılarının üremesini, gelişimini ve
dirençliliğini azaltıyor. Deniz kirliliği her ne kadar yerel bir durum olarak
ele alınsa da uzun vadede bir küresel tehdit tüm denizleri etkiliyor.
Deniz kirliliği; deniz ekosistemine zarar veren, insan sağlığını bozan, balıkçılık da dâhil olmak üzere, denizlerdeki
faaliyetleri engelleyen, denizin kullanım
kalitesini etkileyen ve değerini azaltan
madde veya enerjinin insanlar tarafından
deniz ortamına doğrudan veya dolaylı
olarak bırakılması olarak tanımlanabilir.
Bu kirlilik deniz kıyıları boyunca kurulmuş
bulunan yerleşim merkezleri ve sanayi
tesislerinden, hava yolu araçlarından,
denizlerde kurulmuş bulunan platform
ve boru hatlarından ve gemilerden kaynaklanıyor.
Kirlilik, denizlerin fiziksel, kimyasal
ve biyolojik özelliklerini değiştiriyor, biyoçeşitliliği tehdit ediyor, deniz canlılarının
üremesini, gelişimini ve dirençliliğini azaltıyor. Deniz kirliliği her ne kadar yerel bir
durum olarak ele alınsa da uzun vadede
bir küresel tehdit tüm denizleri etkiliyor.
Kirleticiler, planktonlarda hücre bölünmesinin gecikmesi ve engellenmesi,
kabuklularda beslenme alışkanlıklarının
40
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
değişmesi, balıklarda anormal yumurtlama ve yumurtlama dönemlerinin değişmesi, kanser tümörlerinin oluşumu
ve toplu ölümlere sebep oluyor. Deniz
canlılarını teker teker korumakta mümkün bir durum olmadığından, denizleri
bir bütün olarak koruma altına almak
gerekiyor.
Uzmanlar kirliliği tespit edecek
ve önleyecek yeni yöntem arayışlarını
sürdürüyor. Her ne kadar son yıllarda
denizlerin en büyük sorunu olan petrol
sızıntısı konusunda önemli gelişmeler
kat edilsede, denizlerin atmosferindeki
değişiklikler yüzünden yeni sorunlar
ortaya çıkmakta. Bunların başında su
sıcaklığındaki artış geliyor. Kimyasal
içerikli kirleticiler denizlerdeki sıcaklık
artışından dolayı farklı tepkimelere girerek daha önceden bilinmeyen sorunlar
oluşturuyor. Bu yüzden deniz kirliliği,
asidifikasyon gibi denizleri bekleyen diğer tehditler ile içinden daha çıkılmaz
bir durum oluşturuyor.
DENİZ KAYNAKLARININ AŞIRI TÜKETİMİ
Deniz milyonlarca yıldır birçok canlı
türü için temel besin kaynaklarına ev
sahipliği yapıyor. Özellikle balıkçılık insanların en eski çağlardan bu yana gıda ve
gelir sağlamak için kullandığı yöntemlerden biri olarak geçiyor. 2050 yılında dünya
nüfusunun şimdikinden 9 milyar artması
beklenirken balıkçılığın gıda pazarındaki
önemi anlaşılıyor. Balık ihracatı da çoğu
gelişmekte olan ülkenin ana geçim kaynağını oluşturuyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım
Örgütü’nün yaptığı bir araştırmaya göre
balık dünya üzerindeki 1,5 milyar insan
protein ihtiyacının yüzde 20’sini, 3 milyar
içinde yüzde 15’ini karşılıyor. Ufak ada
devletleri ve gelişmemiş kıyı alanlarında
bu oran orada yaşayan halk için yüzde
90’lara kadar çıkıyor.
Küresel ölçekte ise balıkçılığın yıllık
ekonomik değeri 225 – 235 milyar dolara
eşdeğer geliyor. Dünya üzerinde balıkçılık ve balık çiftlikleri ile geçimi sağlayan
kesimlerin yüzde 85,5’i Asya kıyılarında,
yüzde 9,3’ü ise Afrika’da bulunuyor. Bu
bölgeler ise deniz seviyesinin yükselmesinden en çok etkilenen kıyılar olarak dikkat
çekiyor. Ayrıca 200 milyon insan geçimini
küçük ölçekli balıkçılık ile sağlıyor.
Ancak balıkçılığın durumu hakkında
pek iyi şeyler söylenemez. Araştırmalara
göre dünya üzerindeki balık stoklarının
yüzde 85’i tükenmiş durumda. Balıkların
üreme kapasitesinin üzerinde avlanmanın
bu durumda etkisi oldukça büyük. Ayrıca
balıkçılığın ana geçim kaynağı olduğu gelişmemiş ülkelerde de bu konuda yasaların
bulunmaması da tahribatı arttırıyor. Son
yıllarda yaygınlaşan yasadışı balıkçılığın
sektöre 50 milyar dolar zararı oluyor.
İklim değişikliğinin etkileri de Afrika ve
Güneydoğu Asya’da balıkçılığı tehlike altına sokuyor.
Deniz
Sıcaklığının
Artması
Denizlerdeki değişime en
hassas olan ülkeler, aynı
zamanda geçimini denizden
sağlayan gelişmemiş ülkeler.
Afrika ve Doğu Asya’da
bulunan bu ülkeler ciddi
ekonomik zorlukların
yanında iklim değişikliği
etkisi ile kaynaklanan
sorunlar ile de başa çıkmak
zorunda.
Kaynakların
Aşırı Tüketimi
İklim
Değişikliği
Kirlilik
Asidifikasyon
Biyoçeşitliliğin
Azalması
Toprak
Kullanımı
Ötrafikasyon
Aşırı Su
Kullanımı
Atmosferdeki
Parçalar
Stratosfer
Deniz
Seviyesinin
Yükselmesi
Tehlike
Döngüsü
Hipoksiya
BAZI TEHLİKELERİN DENİZLERE OLAN ETKİSİNİN DEĞERİ (Milyar $)
EN İYİ SENARYO İLE
2050
EN KÖTÜ SENARYO İLE
2100
2050
2100
FARK
2050
2100
Balıkçılık
67,5
262,1
88,4
343,3
20,9
81,2
Deniz seviyesinin yükselmesi
10,3
34
111,6
367,2
101,3
333,2
0,6
14,5
7
171,9
6,4
157,4
27,3
301,6
58,3
639,4
31,1
337,7
0
0
162,8
457,8
162,8
457,8
105,7
612,2
428,1
1.979,6
322,5
1.367,4
Fırtınalar
Turizm
Sera gazı emisyonu giderimi
Toplam
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
41
BİLİNÇ TEST
DENİZLERE NE OLUYOR?
06
2009 yılında rekor seviyeye yükselen
okyanus suyu sıcaklığı kaç derecedir?
A) 140C
C) 200C
01
Deniz kirliliğinin yüzde kaçı insan
kaynaklıdır?
A) Yüzde 20
C) Yüzde 60
B) Yüzde 40
D) Yüzde 80
CEVAP: Denizlerde görülen kirliliğin % 80’den daha
fazlası insan kaynaklıdır. Kentsel, endüstriyel ve tarımsal
atıklardan kaynaklanan deniz kirliliğinin artması kıyısal
yapılaşmanın büyümesi ve aşırı avlanmanın önemli sonucudur. Çeşitli yollardan meydana gelen deniz kirliliği,
doğal kaynakların sürdürülebilirliği ve insanların geleceğini tehlikeye atar.
02
B) 170C
D) 230C
CEVAP: Okyanus suyunun küresel ortalama sıcaklığı,
ölçümlerin başlatıldığı 1880'den bu yana 2009 yılında
170C ile en yüksek seviyeye çıkmıştı. Uzmanlara göre,
okyanus suyu sıcaklıklarındaki bu büyük farklılık, 2009
yılında El Nino'yla küresel ısınmanın birleşmesi nedeniyle
meydana gelmişti. Sıcak okyanus suyunun, denizlerdeki
buz tabakasının daha fazla erimesine, bunun da daha
şiddetli kasırgalara yol açabileceği belirtiliyor.
03
Denizlerde asit seviyesinin artması hangi su
canlısını doğrudan risk altına sokmaktadır?
A) Denizlerde yaşayan memeliler
C) Kabuklu su hayvanları
B) Deniz kuşları
D) Balıklar
CEVAP: Atmosferde karbondioksit oranının artması, denizlerde asit seviyesinin yükselmesine yol açıyor. Artan asit ise
su canlılarında kabuk oluşmasına engel oluyor, bu da midye
ve ıstakoz gibi canlıları tehdit altına sokuyor. Kanada'da
2010 yılında bir çiftlikte bir milyar ıstakoz larvası deniz
suyundaki asit seviyesinin artması sonucu yok olmuştu.
Artan deniz suyu sıcaklığının mercanlara
nasıl bir etkisi bulunmaktadır?
A) Hızlı büyüme
B) Kendi kendini besin olarak tüketme
C) Ağarma
D) Yukarıdakilerin hepsi
CEVAP: Artan sera gazının bir etkisi de deniz suyunun
sıcaklığını arttırmasıdır. Artan sıcaklıklar da mercanların
ağarmasını/beyazlaşmasına neden olur. Ağaran mercanların büyüme hızı yavaşlar, hastalıklara bağışıklığı
azalır ve büyük oranda ölümler meydana gelir. Dünya
çapındaki mercanların % 60’ı artan su sıcaklıkları nedeniyle tehlike altındadır.
05
Denizlerin hangi bölümü tahribattan en çok
etkilenmiştir?
A) Yüzey
C) Kıyı
B) Derin bölgeler
D) Hepsi aynı oranda etkilenmiştir.
CEVAP: Denizlerin bir çok bölümünde doğal yaşam tahribata uğramıştır. Ancak insan nüfusunun yakın yaşadığı
kıyı bölgeleri, diğer alanlara kıyasla tahribattan daha
çok etkilenmiştir. Özellikle kıyı kesimlerde görülen biyoçeşitliliğin azalması uç noktalara ulaşmıştır. Tehlike
altındaki kıyı bölgeleri aynı zamanda birçok su canlısı
tarafından beslenme ve barınma amaçlı kullanılmaktadır.
42
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
04
Endüstriyel balıkçılık yüzünden tahmini ne
kadar oranda yırtıcı balık türü yok olmuştur?
A) Yüzde 10
C) Yüzde 60
B) Yüzde 30
D) Yüzde 90
CEVAP: Araştırmalar göre endüstriyel balıkçılık dünya üzerinde yaklaşık yüzde 90
oranında kılıç balığı, ton balığı ve çekiç balığı gibi yırtıcı
07
Son yüzyıl içinde deniz suyu seviyesi ne
kadar yükselmiştir?
A) Artmamıştır
C) 10 - 20 cm
B) 5 - 10 cm
D) 20 - 30 cm
09
10
A) 100 metre
C) 200 metre
B) 150 metre
D) 250 metre
CEVAP: Karadeniz dünyanın en büyük hidrojen sülfür
rezervidir. Irmaklardan gelen organik madde miktarı deniz
suyundaki bakterilerin normalde ayrışabileceğinden daha
fazla olduğundan, bakteriler deniz suyunda normalde
bulunan çözünmüş oksijen yerine deniz suyunun bir bileşeni olan sülfür iyonlarından oksijeni temin ederler.
Bu işlemin sonucunda ortaya son derece zehirli hidrojen
sülfür (H2S) gazı çıkar ve 200 metrenin altında yaşamı
engeller. Hidrojen Sülfür bulunduğu yerdeki tüm eko
sistemi öldürür, sahil balıkçılığını yok eder ve eğer yüzeye çıkarsa gemilerin altını yarattığı kimyasal bileşimle
siyah renge boyar.
B) 2004
D) 2006
CEVAP: 2004 yılında yürürlüğe giren Gemilerden Atık
Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, Türkiye'nin
deniz yetki alanlarında bulunan gemilerin ürettiği atıklar ile yük artıklarının denize verilmesinin önlenmesi
ve deniz ortamının korunması maksadıyla, yükümlüleri
tarafından atık kabul tesislerinin kurulması ve işletilmesi
ile atık alma gemilerine ilişkin usul ve esasları belirler.
08
Türkiye’de denizlerin gemiler tarafından
kirletilmesinin önlenmesini esas alan
Marpol Sözleşmesi’ne göre düzenlenen ilk
yönetmelik kaç yılında yayınlanmıştır?
A) 2003
C) 2005
CEVAP: Yapılan ölçümlere göre küresel deniz suyu
seviyesi son yüzyılda yaklaşık 10-20 santimetre kadar
artmıştır. Deniz seviyesinin toplam yıllık yükseliş oranı ise yaklaşık 3 milimetreye eşdeğerdir. Denizlerin
yükselmesi en başta ada ülkelerini ve Bangladeş gibi
sığ sahiller boyunca büyük nüfuslar barındıran ülkeleri
tehdit etmektedir. Son araştırmalara göre 2100 yılında
sadece kutuplardaki buz tabakalarının erimesi sonucu
deniz seviyesi 56 santimetre artmış olacak.
Karadeniz’in canlılık derinliği kaç metredir?
balık türünün yok olmasına neden olmuştur.
1950 yılından beri 50 milyon ton ağırlığından
fazla ton balığı Pasifik Okyanusunda endüstriyel
balıkçı tekneleri tarafından avlanmıştır. Endüstriyel balıkçı tekneleri, güçlü sonarlar kullanarak,
çok büyük balık sürülerini takip edip yakalıyor. Bu
yöntem balık stoklarını büyük bir hızla tüketiyor.
Aşağıdakilerden hangisi petrol kirliliğinin su
canlılarına olan etkilerinden biri değildir?
A) Balıkların diğer denizlere göç etmesi
B) Kabuklularda beslenme alışkanlıklarının değişmesi
C) Balıklarda anormal yumurtlama ve yumurtlama dönemlerinin değişmesi
D) Planktonlarda hücre bölünmesinin gecikmesi ve engellenmesi
CEVAP: Tanker kazaları sonucu, gemilerin dengede kalabilmesi için aldıkları balast sularını taşımacılık sonrasında
boşaltması, deniz zemininde yapılan petrol arama ve
çıkarma çalışmaları, endüstriyel atıkların denize boşaltılması, liman faaliyetleri ve gemi temizliği gibi durumlarda
petrolün denizlere sızıp
yayılması meydana gelmektedir. Petrol deniz
kuşlarının kanatlarına
yapışarak uçamamasına, balıkların solungaçlarına yapışarak solunumunu engellemesine
ve canlıların bünyesine
girmesiyle onları zehirleyici etkilere neden
olur, ancak balıklar
petrolü algılayamadığından diğer denizlere
göç etmezler.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
43
ÇEVRE
6’sı eski komünist ülke toprağında
DÜNYANIN
10
EN
KİRLİ
ŞEHRİ
1. Sumgayıt /Azerbaycan, 2. Linfen / Çin, 3. Tianying / Çin, 4. Sukinda / Hindistan,
5. Vapi / Hindistan, 6. La Oroya / Peru, 7. Dzerzhinsk / Rusya, 8. Norilsk / Rusya,
9. Çernobil / Ukrayna, 10. Kabwe / Zambiya
AYDIN DERİN
Hızlı nüfus artışı ve teknolojik gelişmeler, doğal kaynaklarının aşırı tüketiminin
yanı sıra çevre kirliliğini de hızla arttırıyor.
Yaşamı daha mükemmel hale getirmek,
daha sağlıklı ve uzun bir ömür sağlayabilmek amacına dönük bu gelişmelerin,
gerek kırsal, gerek kentsel alanlarda, doğal kaynakları bozuyor, su, hava, toprak
kirlenmesine yol açıyor ve bitki ile hayvan
varlığına zarar veriyor.
EN KİRLİLER ESKİ
KOMÜNİST BÖLGELER
ABD ve Avrupa Birliği dâhilindeki ülkeler yayınladıkları kanunlar çerçevesinde
çevre kirliğini büyük ölçüde kontrol almaya
çalışıyor. Aynı zamanda kirlilik önleyici yöntemleri kontrol mekanizması da bu ülkelerde
verimli bir şekilde işliyor. Ancak aynı şeyi
gelişmekte olan ülkeler için söylemek güç.
Özellikle eski komünist ülkelerindeki eksik
Eski komünist ülkelerdeki
çevre bilinci eksikliği
bugün bile doğayı tehdit
ediyor. Sürdürülebilir
kalkınma yerine direk
kalkınmaya odaklanan
ülkelerin doğal
olarak bir enerji veya
çevre politikaları da
bulunmuyor.
44
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
çevre bilinci, günümüzde o topraklarda kurulan yeni ülkelerde de kendini gösteriyor.
Ayrıca bu ülkelerde sanayinin kirliliğini kontrol edecek çoğu kurum yozlaşmış durumda.
KALKINMA POLİTİKASI
ÖNEMLİ FAKTÖR
Başka bir sorun ise gelişmekte olan ülkelerin enerji ve çevre politikaları ile ilgili.
Hükümetler, bütçelerini kirliliği kontrol
almak yerine sürekli artmakta olan nüfusun enerji ihtiyacını daha ucuz yönden
karşılamak için kullanıyorlar. Sürdürülebilir kalkınma yerine direkt kalkınmaya
odaklanan ülkelerde doğal olarak bir enerji
veya çevre politikası da olmuyor.
Bu bakış açısı gelişmiş ülkelerin çoğunda yıkılmış gibi. AB dahilindeki ülkeler,
2020 yılına kadar enerjilerini yenilenebilir kaynaklardan üretme hedefi koydular.
ABD, yenilenebilir enerji ve çevre dostu
yatırımlara yaptığı yatırımlar ile lider ülke
konumunda. Temiz kaynaklara yaptığı yatırımlar ile dikkat çeken Çin’i ise Güney
Afrika ve Hindistan izliyor.
Bu gerekçelerden dolayı günümüzün
en kirli 10 şehri şöyle sıralanıyor: 1) Sumgayıt (Azerbaycan), 2) Linfen (Çin), 3) Tianying (Çin), 4) Sukinda (Hindistan), 5)
Vapi (Hindistan), 6) La Oroya (Peru), 7)
Dzerzhinsk (Rusya), 8) Norilsk (Rusya), 9)
Çernobil (Ukrayna), 10) Kabwe (Zambiya).
Sumgayıt, Azerbaycan
- 40’tan fazla kimyasal üretim yapan fabrika
- 250 bin kişi etki altında
- Yılda 120,000 ton zararlı emisyon
- Kanser riski ortalamadan % 51 daha fazla
Dünyada her gün
5 milyon
kişi
atıklar nedeniyle
zehirleniyor.
Su kirliliği günde
Dünyadaki
14.000
kişinin
ölümüne
ölümlerin
% 25’i
çevresel nedenlerle
gerçekleşiyor.
9
8
7
1
5. Vapi, Hindistan
- 400 km uzunluğundaki alana kurulan
sanayi bölgesi
- 71 bin kişi etki altında
- Yoğun miktarda ağır metal, siyanür,
böcek ilacı ve diğer toksinleri içeren
atıklar
3
Tianying, Çin
6
- Hindistan’daki krom cevherinin % 97’si
burada bulunmaktadır
- 2,6 milyon kişi etki altında
- 30 milyon atık taş
- İçme suyunun % 60’ında krom değeri
ulusal sağlık değerlerinin iki katı
2
5 4
neden oluyor.
4. Sukinda, Hindistan
Linfen, Çin
- Ülkedeki kömür enerjisinin % 75’i
- 3 milyon kişi etki altında
- Çin’in en kirli havası, halk arsenik ve
kükürt dioksit soluyor
- Çocuklarda yoğun oranda kurşun
zehirlenmesi
- Çin’in en büyük üretim merkezlerinden biri
- 140 bin kişi etki altında
- Kurşun yoğunluğu, belirlenen ulusal sağlık
değerlerinden on kat daha fazla
- Havada % 85 oranında kurşun yoğunluğu
10
- Yeraltı suyundaki cıva miktarı Dünya
Sağlık Örgütü’nün belirlediği
değerlerden % 96 daha fazla
6. La Oroya, Peru
- Halkın % 99’unun kanında yüksek
kurşun oranı
- 35 bin kişi etki altında
- Yüksek oranda erken ölüm
- Bitki örtüsü asit yağmurunun tehlikesi
altında
7. Dzerzkhinsk, Rusya
- Erkekler için ortalama yaşam ömrü
42 yıl
- 300 bin kişi etki altında
- 2003 yılında ölüm oranı, doğum
oranından % 260 daha fazla
- 1930 ve 1998 yılları arasında 300.000
bin ton kimyasal atık buraya gömülmüş
8. Norilsk, Rusya
- Dünyanın en büyük ağır metal döküm
fabrikası
- 134 bin kişi tehlike altında
- Her yıl havaya 2 milyon ton kükürt
dioksit salınımı
- Çocuk ölümlerinin % 15,8’i solunum
yolu hastalıklarından
9. Çernobil, Ukrayna
- 5 milyon kişi etki altında
- Engelli doğum oranı yüksek
- Dünyanın ilk büyük nükleer facianın
gerçekleştiği yer
- Faciadan 20 yıl sonra bile alan yaşama
elverişsiz
10. Kabwe, Zambiya
- Çinko ve kurşun madenciliği 1902 –
1944 yılları arasında sürmüştür
- 255 bin kişi etki altında
- Halkın çoğu suya karışan kurşun ve
havada bulunan yüksek toz sayesinde
hayatını kaybetti
- Çocukların kanındaki kurşun seviyesi
öldürücü durumda
Her ne kadar dünyadaki kirliliğin çoğundan gelişmiş ülkeler sorumlu olsa da, sera gazı
emisyonunu azaltıcı ve kirlilik önleyici yöntemlerin ekonomik maliyetini uygulayarak
kirliliği dengeleyebiliyorlar.
1) SUMGAYIT - AZERBAYCAN
Azerbaycan’ın nüfus açısından en büyük üçüncü şehri olan Sumgayıt, aynı zamanda dünyanın en kirli şehri. Eski Sovyetler Birliği’nin ana sanayi bölgelerinden
birisi olarak anılan şehirde endüstriyel ve
tarımsal kimyasallar üreten yaklaşık 40
fabrika var. Bu fabrikalardan da yılda 120
ton zararlı emisyon havaya salınıyor, organik kimyasal ve cıva ağırlıklı emisyonlar
da doğrudan 250 bin kişiyi etkiliyor. Şehirde yaşayan halkın kansere yakalanma
riski ortalamaya göre yüzde 51 daha fazla.
Doğumlarda en çok karşılaşılan durum ise
dünyaya gelen engelli bebekler. Şehrin
temizlenmesi için uluslararası kuruluşlar
ve hükümetler tarafından milyon dolarlar yatırılmış, ancak şimdilik alınan bir
sonuç yok.
2) LİNFEN - ÇİN
Çin’in kömürden üretilen enerjisinin
üçte ikisini karşılayan Linfen kelimenin tam
anlamıyla zehir soluyor. Şehrin havası o
kadar kirli ki yaşayanlar akşamları nefes
alamadıklarını dile getiriyorlar. Kömür
santrallerinin yanında otomotiv sanayisi
de hava kirliliğini arttırıyor. Havada yüksek
oranda bulunan uçucu kül, karbon monoksit, azot oksit, kükürt dioksit, arsenik ve
kurşun yaklaşık 3 milyon kişiyi etkiliyor.
Bronşit ve akciğer kanserinin artmasının
yanında şehirdeki çocuklarda kurşun zehirlenmesi yoğun olarak görülüyor. Hükümet,
zararlı tesisleri kapatarak daha temiz ve
kontrollü tesisler açmayı planlıyor.
3) TİANYİNG - ÇİN
Çin’deki üretimin yarısının karşılandığı
Tianying, aynı zamanda ülkenin en büyük
sanayi merkezlerinden biri. Madencilik
ve üretim sanayisinden kaynaklanan kurşun başta olmak üzere diğer ağır metaller,
şehirde yaşayan yaklaşık 140 bin kişiyi
etkiliyor. Kullanılan eski teknoloji, fabrikaların çevre yasalarını uygulamayışı,
hükümetin fabrikaları kontrol etmemesi ve
yasadışı işletmelerin çokluğu halkın sağlıEYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
45
ÇEVRE
Sumgayıt/Azerbaycan
ğını olumsuz yönde etkiliyor. Topraktaki
kurşun yoğunluğunun ortalaması, yasalarca belirlenen sağlık sınır değerlerinden 10
kat daha fazla ölçülüyor. Havadaki kurşun
yoğunluğu yüzde 85 civarında. Şehirde
yaşayan çocuklarda yoğun olarak kurşun
zehirlenmesi görünüyor bu da böbrek, karaciğer, mide, bağırsak sistemi ile kemik
iliği hastalıklarına, düşük IQ, öğrenme
zorluğu ve duyma işitme problemlerine
neden oluyor. Hükümet, önlem olarak kurşun üreten firmaları önlem almadıkları
takdirde kapatacaklarını açıkladı.
4) SUKİNDA - HİNDİSTAN
Hindistan’ın krom maden cevherinin
yüzde 97’sine ev sahipliği yapan Sukinda,
ülkedeki paslanmaz çelik ve deri üretiminin
merkezi. Maruz kalındığı miktarda kalp,
tüberküloz, astım ve bağırsak hastalıklarına neden olan krom, bölgedeki 2 milyon
600 bin kişiyi olumsuz yönde etkiliyor. En
büyük sorun ise krom madenlerinin hiçbir denetim altında olmadan işletilmesi.
İçme suyunun yüzde 60’ı krom ile kirlenmiş
durumda, sudaki krom miktarı yasalarda
belirlenen krom değerinin yaklaşık iki katı.
Madenlerde çalışan işçilerin ve madenlere
yakın yerde yaşayanların yaklaşık yüzde
85’i krom nedeniyle hayatını kaybediyor.
46
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
AB 2020 yılına kadar
enerjilerini yenilenebilir
kaynaklardan üretme
hedefi koydu. ABD
yenilenebilir enerji ve
çevre dostu yatırımlarda
lider ülke konumunda.
Temiz kaynaklara yaptığı
yatırımlar ile dikkat çeken
Çin’i Güney Afrika ve
Hindistan izliyor.
Hükümetin maden şirketlerine yaptırım
uygulanması bekleniyor.
5) VAPİ - HİNDİSTAN
Hindistan’ın en büyük sanayi bölgelerinden birini kapsayan Vapi, aynı zamanda
en çok solunum yolu hastalıkları ve kanser
vakasının görüldüğü yer. Sanayi bölgesinden açığa çıkan ağır metal, siyanür,
böcek ilacı, kurşun, çinko ve diğer toksinleri içeren atıklar, 71 bin kişiyi etkiliyor.
Atıklar yeraltı su kaynaklarını kirletiyor,
böylece Vapi’nin yeraltı suyundaki cıva
miktarı Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği değerlerden yüzde 96 daha fazla ölçülüyor. Bu yüzden halk, bölgenin 1 buçuk
km uzağındaki kirli suyu ihtiyaçları için
kullanıyor. Kanserin yanında çocuklarda
yoğun olarak zihinsel büyüme problemleri
görülüyor. Hükümetin bölgeye bir an önce
atıksu artıma tesisi kurması bekleniyor.
6) LA OROYA - PERU
Peru’nun en eski madencilik şehirlerinden biri olan La Oroya’da halk 1922
yılından beri kurşun, bakır, çinko ve kükürt
dioksite maruz kalıyor. Ağır metal maden
işletmeciliği şehirde yaşayan 35 bin kişiyi
olumsuz yönde etkiliyor. Şehir nüfusunun
yüzde 99’ununun kanında yüksek oranda
kurşun bulunuyor. Şehrin havasındaki kur-
Kirliliği azaltmak için çözümler mevcut ve kirlilik önleme alanında yapılan yatırımlar
hastalıkla baş etmek için harcanandan daha düşük miktarlara eşdeğer. Gelişmekte olan
ülkelerde kirlilik kontrolü projelerinin kişi başına maliyeti 1–50 Dolar arasında, sıtma
kontrolünün kişi başına maliyeti ise 35–200 Dolar seviyesinde.
şun yoğunluğu, Dünya Sağlık Örgütü’nün
belirlediği değerlerin yaklaşık üç katına
eşdeğer geliyor. Halkta akciğer kanseri sık
görülüyor. Önlem alınsa bile topraktaki
kurşun miktarının yüzyıllarca var olacağı
tahmin ediliyor.
7) DZERZHİNSK - RUSYA
Çernobil/Ukrayna
Eski Sovyet Birliği zamanında ülkenin
ana kimyasal silah üretiminin gerçekleştiği Dzerzhinsk’de 1930 yılından Soğuk
Savaş dönemi sonuna kadar yaklaşık 300
bin ton kimyasal atık uygunsuz olarak
gömülmüştür. Şehir, buna rağmen hala
kimyasal üretim merkezi olarak kullanılıyor. Bu yoğun kimyasal ve toksin içeren
yan ürünler şehirde yaşayan 300 bin kişiyi
etkiliyor.Şehirdeki insan ömrü, ülke ortalamasının epey altında, örneğin erkekler
için ortalama yaşam ömrü sadece 42 yıl,
kadınlar için ise 47. Şehrin mezarlığında
40 yaşının altında vefat eden bir sürü insan bulunuyor. 2003 yılında ölüm oranı,
doğum oranından yüzde 260 daha fazlaydı. Guinness Rekorlar Kitabı, Dzerzhinsk’i
dünyadaki en kimyasal olarak kirlenmiş
şehir olarak tanımlıyor. Şehrin bazı yerlerindeki su diyoksin değerleri, uluslararası
yasalarda temiz kabul edilen değerlerden
17 milyon kat daha fazla. Yetkililerin şehir
konusunda aldığı göze çarpan bir önlem
gözükmüyor.
Dünyadaki ölümlerin yüzde 25’inin çevresel nedenlerle
gerçekleşiyor. Kirlilik en fazla çocukları etkiliyor, bu da
sağlıksız nesillerin yetişmesine neden oluyor.
8) NORİLSK - RUSYA
Dünyanın en büyük ağır metal döküm
fabrikasının bulunduğu Norilsk, Rusya için
madenciliğin merkezi. Madencilik ile oluşan partiküller madde, kükürt dioksit, nikel, bakır, kurşun ve selenyum başta olmak
üzere ağır metallerden kaynaklanan hava
kirliliği şehirde yaşayan 134 bin kişiyi etkiliyor. Fabrikada çalışan işçilerin yaşam
ömrü, Rusya ortalamasından 10 yıl daha
az. Şehirde erken doğumlar ve çocuk ölümleri yoğun olarak görülüyor. Rusya’nın en
kirli şehirlerinden biri olan Norilsk’te kışın
kar genelde siyah yağıyor. Yılda 2 milyon
kükürt dioksit havaya salınıyor bu da solunum yolu hastalıkları riskini arttırıyor.
Şehirdeki çocuk ölümlerinin yüzde 15,8’i
solunum yolu hastalıkları sonucu gerçekleşiyor. Fabrikada filtre kullanımı ile emisyonlar kontrol altına alınmaya çalışılıyor.
Gerçekleşen kaza atmosfere çok miktarda radyoaktif yakıtın ve ham maddenin
yayılmasına neden oldu.Kazanın etkileri
günümüzde 5 milyondan fazla kişiyi etkilemeye devam etmekte. Alan hala yaşama
elverişsiz durumda. Çöken uranyum, plütonyum ve diğer metalleri içeren radyoaktif
tozları çevrede yaşayan çocuklarda tiroit
kanser vakaları görülmesine neden oldu.
2002 yılına kadar Beyaz Rusya, Rusya, Ukrayna ve Bulgaristan’da bulunan 4 binden
9) ÇERNOBİL - UKRAYNA
Ukrayna'nın Kiev iline bağlı Çernobil
kentindeki bulunan nükleer güç reaktörünün 4. ünitesinde 26 Nisan 1986 günü
erken saatlerde gerçekleşen deney sırasında bir nükleer kaza meydana geldi.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
47
ÇEVRE
Çevreyi büyük ölçüde
kirleten ancak kirlilik
önleyici yöntemleri
uygulayacak yeterli
kaynak ve ekonomik
gücü bulunmayan
gelişmekte olan
ülkelerde artan sera
gazı emisyonları
dünya için tehdit
oluşturuyor.
fazla çocuğa tiroit kanseri teşhisi konuldu.
Bağımsız kaynaklar yüzlerce yıl boyunca
çevre bölgelerde yerleşimin güvenli olmadığını söylemektedirler.
10) KABWE - ZAMBİYA 1902 yılında İngiliz kolonileri tarafından
Kabwe’de keşfedilen zengin çinko ve kurşun
yatakları 1994 yılına kadar sömürülmüştü.
Madenlerden kaynaklanan yoğun çinko ve
kurşun kirliliği 255 bin kişiyi etkiliyor. Özellikle suda ve toprakta yoğun bulunan kurşun, madenlerin kapatılmasına rağmen halkın canını almaya devam ediyor. Ortalama
olarak çocukların kanında bulunan kurşun
yoğunluğu, ABD Çevre Koruma Ajansı’nın
yayınladığı sınır değerlerden on kat daha
fazla olması, ölüm riskini arttırıyor. Dünya
Bankası, maden yataklarının iyileştirilmesi
için 40 milyon dolar bütçeli bir program
başlatmış durumda.
KİRLİLİK ÖNLENMELİ
Çevre için olmasa bile halklarının sağlığını korumak için bu kirlilik önlemeli.
Yukarıda sayılan şehirlerde yaşamakta olan
48
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
12 milyon kişinin hayatları alınmayan önlemler yüzünden her geçen gün daha da
tehlike altında giriyor.
Hükümetler acilen emisyon kontrolü
için gerekli yasaları çıkarmalı ve yeni teknolojilerin geliştirilmesine destek vermeli.
Aynı zamanda çevreye zararlı atık bırakan
yasadışı çalışan fabrikaları da kapatmalı.
Şu an gelişmemiş ve gelişmekte olan
ülkeler ele alındığında durum iç karartıcı. Dünyadaki ölümlerin yüzde 25’inin
çevresel nedenlerle gerçekleşmesi bunun
bir göstergesi. Astım, kronik bronşit gibi
çeşitli solunum yolu hastalıkları, kalp ve
damar hastalıkları, böbrek hastalıkları, çeşitli kanser vakaları, çeşitli göz hastalıkları,
sıtma ve kolera gibi bulaşıcı hastalıklar,
işitme bozuklukları, doğumlarda engelli
oranının artması, zehirlenme, saldırgan
davranışlar, düşük IQ ve stres ölümlere
neden olan hastalıklardan sadece bazıları.
Dahası kirlilik en fazla çocukları etkiliyor,
bu da sağlıksız nesillerin yetişmesine neden oluyor.
Ancak kirliliği azaltmak için çözümler
mevcut. Ayrıca kirlilik önleme alanında
yapılan yatırımlar hastalıkla baş etmek
için harcanandan daha düşük miktarlara
eşdeğer.
Gelişmekte olan ülkelerde kirlilik kontrolü projelerinin kişi başına 1-50 dolar
arasında bir maliyeti olurken, sıtma kontrolünün kişi başına 35-200 dolar arasında
bir maliyeti oluyor.
Araştırmalara göre dünyadaki mevcut
kirliliği temizlemek için sadece 500 milyon
dolar yeterli.
ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR
VAKIF SULTAN
GEVHER NESIBE
Gevher Nesibe Sultan’ın tüm malını mülkünü vakfederek
öncülük ettiği hastane ve zaviyeler, dünyanın ilk tıp
fakültesi olarak gösterilir.
Rivayet odur ki:
Gevher Nesibe Sultan ince hastalığa
meftun yorgun bir sesle "Öyle bir bimarhane (hastahane) yapasınız ki, hem sözlüm kumandanın yaralarını, hem de benim gönül yaramı çekecek olanları tedavi
etsin...'' der. Bir taraftan gönül yarası, bir
taraftan da gönül yarasının sebep olduğu
ince hastalık vücudunu günden güne
eritmiştir. Ağabeyi Gıyaseddin
Keyhüsrev, kollarının arasından
yavaş yavaş eriyip giden kardeşinin son arzusunu elem içinde
dinlemektedir.
Tarih kayıtlarında Gevher Nesibe Sultan hakkında net bir bilgi
yoktur. En net bilgi daha doğrusu rivayet
yukarıdaki vasiyetten ibarettir. Bu vasiyetin
altını ise gönülden gönüle aktarıla gelen
bir aşk hikâyesi doldurur.
HAZİN BİR AŞK HİKÂYESİ!
Bu aşk hikâyesine dair elimizde sadece ve sadece sultanın "ince hastalıktan
yani veremden" vefat ettiği bilgisi var. Ne
sultanın âşık olduğu komutanın ismi, ne
de rütbesi biliniyor.
İnce hastalık edebiyat kitaplarında
imkânsız bir aşkın neticesinde zayıflayan
vücuda yerleşir ve yavaş yavaş bütün vücudu ele geçirir.
Bu aşk hikâyesinin tarih kitaplarında
anlatılan gerçeklerle bir alakası olmasa da,
Gevher Nesibe’nin genç yaşta ölümü ve
onun adına yapılan Bimarhane (hastahane)
gönül ehlinin anonimleştirdiği bir
aşk hikâyesine kapı aralamıştır.
Bu anonim hikâyeye göre
bir komutan sultana âşıktır.
Fakat sultanın ağabeyi Gıyaseddin Keyhüsrev kız kardeşini bu komutana vermek istememektedir. Kardeşinin de bu
komutana karşı hisler beslediğini bilen
Keyhüsrev, bütün büyük aşklarda olduğu
gibi bu aşkı da sınava tabi tutmak istercesine komutana “yaklaşmakta olan büyük
savaşta başarılı olması halinde kız kardeşimi
sana veririm” diyerek önüne bir şart koyar.
Hangi savaş olduğu belli değildir. Bu
savaş dahi anonimdir. Bu şartı koşan sultan mı, yoksa aşkı yüceltmek isteyen gönül mü bilinmez ama gövde üstünde baş,
taş üstünde taş kalmamacasına yaşanan
büyük bir savaş olmalıdır. Böyle bir savaştan ancak kahramanlar sağ çıkar. Nitekim
bizim komutanımız da sağ çıkmıştır fakat
birçok yarayla.
Sultan, yaralı da olsa savaşta başarılı
olan komutan ile kız kardeşini sözler. Fakat
komutanın yaraları ölümcüldür. Bu aşkın
da yeni imtihanı ölümdür. “Ölüm Allah’ın
emri ayrılık olmasaydı” mısrasında olduğu gibi, bu sefer ölüm ayırmıştır iki aşığı.
Komutanın ölümü genç sultanının gönlündeki yarayı derinleştirdikçe derinleştirir. Bu yara günden güne vücudunu güçsüzleştirir ve ince hastalık onu pençesine
alır. Hekimler çaresizdir. Vuslat arzusu
her şeyden üstündür artık.
GERÇEKLE EFSANE
ARASINDA BİR HAYAT
Gevher Nesibe Sultan’ın hazin hikâyesi
dilden dile gönülden gönüle aktarılarak
bugüne kadar geldi. Bana göre bu hikâye
de onun adına yapılan Bimarhane’nin gönülde yaptığı inşanın neticesi ile ortaya
çıkmış bir hikâye.
Hem demiyor mu Hacı Bayram-ı Veli
hazretleri, “Nâgehân bir şâra vurdum ol
Tarihi kaynaklarda, Gevher Nesibe Darüşşifası’nda, başhekim ve başhekim yardımcıları ile
en az iki dâhiliyeci, iki cerrah, asistanlar ve bir eczacının çalıştığı kabul edilmektedir.
50
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
şârı yapılur gördüm/ Ben dahi bile yapıldum taş u toprak âresinde.”
Belki, Bimarhane’yi inşa eden gönül
ehli, aşkla yapının harcını kararken böyle
bir hikâye söyledi de, ondan birkaç yüz yıl
sonra gelen bir başka gönül ehli bu yapıya bakarak ol ustanın hikâyesini okuyup
dile getirdi. Ya da ol şifahaneden derdine
deva bulan bir hasta, dua kavlinde aşkla
bu hikâyeyi söyledi. Kimbilir!..
Biz bu aşkın doğruluğunu sorgulamadan, tarih ilmine de müracaat ederek
yolculuğumuza devam edelim.
BABASI II. KILIÇ ARSLAN
II. Kılıç Arslan, Selçuklu devletinin
en kudretli sultanlarından biridir. Tarih
kitaplarına göre, en az Malazgirt Savaşı
kadar önemli olan Miryokefalon (Kundanlı) Savaşı’nı (1176) kazanarak, Bizans’ın
“Türkleri Anadolu’dan atma” hayallerini
tamamen ortadan kaldıran Sultan, aynı
zamanda kendisinden önceki sultanın atı-
lımlarını bir adım öteye götürerek Selçuklu
imar çalışmalarının Anadolu’da kökleşmesini sağlamıştır.
Gevher Nesibe Sultan’ın ne zaman
doğduğu bilinmemektedir. Fakat anlatılan
hikâyeye ve babasının ölümünden sonraki
gelişmelere bakılırsa onun 1170’li yılların
başlarında doğma ihtimalini yükseltiyor.
Çocukluğunu ilk yılları bu kudretli sultanın oluşturduğu istikrar ortamında geçirir Gevher Nesibe Sultan. Fakat 1182’de
babasının eski Türk hâkimiyet telakkisine
göre, devletini on bir oğlu arasında taksim
edip, her birini melik sıfatıyla bir eyaletin
başına göndermesi ile başlayan erken taht
kavgalarıyla yani kardeş kavgasıyla yaşanan bir sürece şahitlik edecektir.
Kılıç Arslan’ın 1192’de ölmesiyle birlikte ağabeyi Gıyaseddin Keyhüsrev tahta
geçer ve fakat taht kavgaları daha amansız
bir hal alır. İşte bu dönem onun için sonun
başlangıcı olur…
Anadolu’da bugün hala ihtişamlarını muhafaza
eden ve o zamanda Bimaristan, Dar uş-şifâ, Dâr
us-sıhha, Dâr ul-âfiye bu hastanelerin en eski
Gevher Nesibe Hatun’a aittir.
GEVHER NESİBE
DARÜŞŞİFÂSI VE TIP
MEDRESESİ
Dünyanın ilk tıp fakültesi
olarak gösterilen Gevher Nesibe
Darüşşifası aynı zamanda o
zamanın teknik imkânları göz
önünde bulundurulduğunda hayret
uyandıracak yönlere sahiptir.
Mesela bunlardan biri merkezi
ısıtma sisteminin oluşturulmasıdır.
Yapılan kazılarda dikkati çeken bazı
buluntulara dayanarak binaların,
yakındaki bir hamamdan getirilen
buharla alttan merkezî bir sistemle
ısıtıldığını göstermektedir.
Revaklara açılan küçük odalarda
öğrencilerin kaldığı, derslerin yazın
büyük eyvanlarda yapıldığı, ayrıca bu
eyvanların dışarıdan gelen hastaların
muayeneleri için de kullanılmış
olduğu sanılmaktadır.
Kesin şekilde bilinmemekle birlikte,
burada da Sivas'taki Keykâvus
Dârüşşifâsı'nda olduğu gibi başhekim
ve başhekim yardımcıları ile en az iki
dâhiliyeci, iki cerrah, asistanlar ve bir
eczacının çalıştığı kabul edilmektedir.
(İslam Ansiklopedisi, Cilt 14. Cilt)
Darüşşifa'da ayrıca Gevher Nesibe Sultan’ın
türbesi de bulunmaktadır.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
51
ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR
VAKIF BİR SULTAN
BUGÜNE GELEN
DARÜŞŞİFALAR
Anadolu’da bugün hala
ihtişamlarını muhafaza eden ve o
zamanda Bimaristan, Dar uşşifâ, Dâr us-sıhha, Dâr ul-âfiye bu
hastanelerin en eski Gevher Nesibe
Hatun’a aittir.
Sivas’ta I. Keykavus tarafından
1217’de inşa edilen Dar-üş şifa da
aynı ihtişamını muhafaza etmiş,
ona ait bir vakfiye bugüne kadar
gelmiştir. Yüzden fazla dükkân ve
pek çok da arazi ve başka akarın
vakfedildiği bu Dâr uş-Şifa’da çeşitli
mütehassız tabipler, cerrahlar
ve göz doktorları, memur ve
müstahdem bulunuyor; onların
ve ilaçların tahsisatı ve hasta
masrafları bu evkaf gelirlerinden
temin ediliyordu.
(Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk
İslam Medeniyeti, shf. 343)
Bu olaylarla birlikte aslında Anadolu’daki Selçuklu imar hareketleri devam etmektedir. Savaş zamanlarında imar çalışmalarını
öncülük edenler genel itibariyle kadınlardır.
Ta Büyük Selçuklu döneminden beri “imaretler, hamamlar, zaviyeler vs. yapımı da at
sırtındaki bir toplunda nasıl başarılabildi?”
sorusunu sorduruyor insana…
Aslında Selçuklu devrinde kurulan toplumsal yardım müesseseleri, hastaneler,
zaviyeler, hamamlar çok ileri bir derecede
ve çok yaygın idi. Hatta asker bir toplum
oldukları için ordularına bağlı ve onunla
hareket eden seyyar bir hastane vücuda
getirdikleri tarihçiler tarafından bilinen
bir gerçektir.
Gevher Sultan genç yaşında bu geleneğin sürdürücülerinden biri olur. Hatta
kendi malını mülkünü bu uğurda sultanın
önüne bırakır. İster yukarıda anlatılan aşk
hikâyesinden dolayı olsun, isterse başka
bir sebepten yakalandığı hastalık, O’nu
özellikle hastane konusunda vakıf oluşturma gayreti içine itmiş olabilir.
Kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev de sultan kardeşinin çalışmalarına ek olarak,
diğer hastanelerden farklı olarak, hastanenin yanına tıp eğitim için zaviyeler
oluşturulmasını emreder. Gevher Nesibe
Sultan’ın öncülüğüyle inşa edilmeye başlanılan hastane ve zaviyeler, dünyanın ilk
tıp fakültesi olarak gösterilir.
GENÇ YAŞTA VEFAT ETTİ
Gevher Nesibe sultanın ölüm tarihi de
doğum tarihi gibi muallâktır. Fakat 1196
yılında taht kavgasından galip çıkan Tokat
Meliki Süleyman Şah’ın Konya’ya yerleşmesi, Gıyaseddin Keyhüsrev’in İstanbul’a
gitmesi ve yaklaşık on yıl orada kaldıktan
52
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Genç yaşında vefat etmesine
rağmen, yaptırdığı vakıf
eserleriyle, bugüne kadar
yaşayagelen bir geleneğe
öncülük eden Gevher Nesibe
Sultan’ın silueti, oluşturulan
mimari gereği, kendi adını
taşıyan Gevher Nesibe
Darüşşifası’nın duvarlarında
günün belli saatlerinde
yansımaktadır.
sonra tekrar Konya’ya dönüp tahtı tekrar ele
geçirmesi alt alta konulduğunda Sultan’ın
ölüm tarihi 1196 yılından önce olmalı.
Kısa ömrüne rağmen bugüne kadar
yaşayagelen bir esere öncülük ederek ve
dahi o esere ismini vererek asırlar aşan bir
solukla orada hala yaşıyor gibidir Gevher
Nesibe Sultan. Hatta öyle ki, oluşturulan
mimari gereği, günün belli saatlerinde
sultanın silueti duvarlarda yansımaktadır.
KADİM ŞEHİRLER
AHİ ŞEHRİ
KAYSERİ
Tarih boyunca önemli ticari merkezlerden
biri olan Kayseri, Türkler’in fethinden
sonra ahiliğin en önemli merkezi
olmuştur.
Hasan Hüseyin ÖZ
“Doğu-batı ve kuzey-güney ticaret yolları
üzerinde kurulu olan şehir” betimlemesi
hiç bir şehirde olmadığı kadar Kayseri’de
anlam kazanır herhalde. Bir tarihçi, bir
ekonomist açısından Kayseri hakkında
en önemli vurgu da öznesi ticaret olan
betimlemelerdir.
Hangi seyyahın kitabını açsanız, hangi tarihçinin kapısını çalsanız Kayseri'yle
ilgili karşınıza en önce bu bölgenin ticari
kabiliyetine dönük cümlelerle karşılaşırsınız. Aslında şehir de kendini bu şekilde
özneleştirir.
Kayseri hakkında bir araştırma yaptığınızda;
“Kayseri, XVI. yüzyıl sonlarında 35 bin
nüfusuyla sadece Anadolu'da değil Akdeniz dünyası ölçeğinde de büyük bir şehir
konumundadır.”
Ya da;
“XIX. yüzyılda iç ve dış sebeplerle
Anadolu'da ticarî hayatın iyice gerilemesine rağmen Kayseri tüccarı çevresiyle ticareti
kesmeden yürüttü. Yabancı bir seyyah, durgunluğa rağmen Kayseri'den büyük miktarda
işlenmemiş deri, hayvan postu, cehri, badem
ve kuru meyvenin İstanbul'a gönderildiğini
yazmaktadır.” tarzında cümlelerle mutlaka
karşılaşırsınız.
Bu yüzden Fernard Braudel’in Akdeniz
dünyasının macerasını anlattığı o muhteşem “Akdeniz” kitabının Kayseri’den fazla
54
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
haberdar olmaması bu yüzden kitabı eksik
bırakmıştır.
Fakat Kayseri, aslında öznesi insan
olan bir medeniyetin, hem kültür yapısı
hem de mimari eserleriyle bize “ticaret,
bir bütünün nesnelerinden sadece biridir”
diyerek sık sık uyarmaktadır. Ve dahi ahilik
geçmişiyle “ticaret ahlakın bir rüknüdür”
diye de uyarmaktadır.
AHİLİK GELENEĞİNİN TAŞIYICISI
Bugün “İslami Kalvinistler” diye batılı
ve dahi onun uzantısı doğulu bazı oryantalist sosyologların Kayserili’ye giydirmek
istedikleri elbise, bizzat Kayseri’nin tarihi
tarafından yalanlanmakta. Batı merkezci
dünyanın oluşturduğu kavramlarla elbise
dikmek isteyenler, Kayseri’nin tarihinin
hikâyesini de anokranik bir şekilde değiştirme eğilimde olsalar da tarihin içinden bugüne ulaşmış eserler bütün bu “muhayyel”i
bir çırpıda silip süpürüvermekte.
Fethinden sonra Kayseri,
Konya ile birlikte Selçuklu
medeniyetinin önemli
merkezlerinden biri
olurken, 1193 yılında
Anadolu'nun bilinen ilk
medresesi (Hoca Hasan)
burada yapılır.
SEYYAHLARIN GÖZÜNDE KAYSERİ
Kayseri, tarih boyunca birçok seyyahın ilgi odağı
olmuş. Selçuklu döneminden beri şehri gezen
seyyahlar başta buradaki ticari faaliyetler olmak
üzere, şehrin bayındırlık özellikleri, nüfus yapısı
hakkında bilgiler verirler.
Bunlardan biri Ebü'I-Hasan
el-Herevî;
1215 şehri gezen Ebü'I-Hasan el-Herevî, güneyde ilk
yerleşim bölgesinde bulunan Battal Gazi Camii'nden
ve Hz. Ali'nin oğluna atfedilen mezardan bahsetmiş,
Câhiliye devri şairi İmruülkays'ın mezarının
Kayseri'de Asib tepesinde olduğunu yazmıştır.
İlhanlılar döneminde şehre gelen İbn Batuta ise daha
ziyade şehrin gelişmişliği üzerinde durur.
İbn Battûta burayı Anadolu'nun büyük
beldelerinden biri olarak tanımlar ve Toga
Hatun'un burada bulunduğunu, onunla
görüştüğünü yazar. İbn Battûta ayrıca Ahîler'le
beraber olmuş ve onlardan övgüyle söz etmiştir.
Doğulu seyyahlardan yaklaşık dört yüz yıl sonra
Kayseri'ye gelen Polonyalı Simeon ise bize şehrin
demografik yapısı hakkında bilgi verir.
Simeon, iki kat surla çevrili olan Kayseri'de 500
hane kadar Ermeni bulunduğunu ve bunların
Türkçe'den başka bir dil bilmediklerini yazar.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
55
KADİM ŞEHİRLER
Kayseri, asırlar önce
Ahilerin mayaladıkları
insanın, “bütünün
sorumluluğunu”
omuzlamış bir fert olma
bilinciyle oluşturduğu
eserlerin serin nefesiyle,
gösterilmek istenilenin
dışında bir dünya
olduğunu söyleyip
duruyor her dem bize.
ULU CAMİİ
Halbuki Kayseri, asırlar önce Ahilerin
mayaladıkları insanın, “bütünün sorumluluğunu” omuzlamış bir fert olma bilinciyle oluşturduğu eserlerin serin nefesiyle,
gösterilmek istenilenin dışında bir dünya
olduğunu söyleyip duruyor her dem bize.
Bu yüzden Kayseri, bir bütünün
hikâyesidir. Bir bütün çünkü, tarihin içinde
insanlarıyla ve eserleriyle geçmişi ve geleceği bir potada eritip şimdinin hikayesini
anlatıp durur bize. Duyabilene…
MAYANIN DÖNÜŞTÜRDÜĞÜ ŞEHİR
Caesarea, Kaysâriye, Kayseriye ve
Kayseri… Bu dönüşüm hikâyelerini Anadolu’nun birçok yerinde rastlarız. İsimlerin
tarihleri bu yüzden bazen birçok şeyi çok
net bir şekilde anlatıverir insana.
Mevcut eserler itibariyle Kayseri'de ayakta kalabilmiş
en erken yapı bir Dânişmendli eseri olan Ulu Camii'dir.
35 x 50 m. boyutlarındaki cami, 1206’da Yağıbasan oğlu
Muzafferüddin Mahmud tarafından Selçuklu Sultanı
Keyhusrev b. Kılıçarslan devrinde imar edildiğine dair
bir tamir kitabesine sahipse de eserin gerçek banisinin
Dânişmendliler'in Kayseri emîri Melik Muhammed Gazi
olduğu bilinmektedir. Tarih içinde medresesi yok olan cami
külliyesinden sadece türbe günümüze ulaşmıştır. Mihrap
duvarına paralel sekiz nef ve mihrap önünde yer alan mihrap
önü kubbesinden oluşan erken bir plan tipindeki binanın
orta kısmında bir aydınlık fenerine sahip kubbesi mevcuttur.
(Diyanet Ansiklopedisi, Cilt 25)
56
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Tarih kitaplarının “Asur ticaret kolonilerinin oluşturduğu bir şehir” diye tarif
ettiği Kayseri’nin bu muhayyel zamanların hikâyesinden ziyade oraya isim veren Roma dönemi daha gerçek gibi gelir.
Çünkü isimler bazen tarihin ta kendisidir.
Fakat bu ismin tarih içindeki dönüşümü
kemal noktasına ulaşmışsa ve dahi geçmişi alıp kendi içinde eritip sonra da esere
dönüşmüşse, asıl hikâye orada yazılıyor
demektir…
Kayseri’nin hikâyesi de böyle bir şeydir. Talanın değil, yaşamanın hikâyesidir.
Burada bulunuşun geçmişle geleceği omuzlamanın hikâyesi, Caesarea’dan Kayseri’ye
uzanan yol. Medeniyetlerin ben idraki bu
şekilde tecelli eder zira. Kemale ermiş olanın öteki diye bir derdi yoktur. Cümle varlığın birliği bu bünyede erir. Ve dahi Kayseri
isminin tarihsel hikâyesi de bu özgüvenin
hikâyesidir.
Yüce Erciyes dağı, kuzey eteklerinde bulunan ovanın temas sahasındaki
iç kale ve surların etrafında yaşanan bu
hikâyeyi şahitlik ederken kim bilir neler
hissetmiştir?
İLK MEDERESE BURADA KURULDU
İslam’ın zuhuru ile birlikte uzun yıllar Roma egemenliğinde yaşayan Kayseri,
bu Anadolu’daki diğer şehirlerin yaşadığı
hikâyenin bir parçası olarak yaşar uzun
süre. İstanbul’un fethi için yola çıkan İslam ordularının akınlarına muhatap oldu
sık sık...
Bu süreç roma istikrarsızlığının da
başladığı bir süreçtir. Şehir iki yüz yıl süresince birçok gelgit yaşar. XI. Yüzyıldan
Yüce Erciyes dağı, kuzey
eteklerinde bulunan
ovanın temas sahasındaki
iç kale ve surların
etrafında yaşanan
bu hikâyeyi şahitlik
ederken kim bilir neler
hissetmiştir.
itibaren de Alparslan’ın komutanlarından
olan Afşin Bey’in akınlarından başlayarak
bir çok akınlara muhataptır artık.
Nasıl Malazgirt üç yüz yıllık hesaplaşmanın sonuysa, Kayseri de bu süreçten
itibaren yazılan tarihin önemli merkezlerinden biridir; çünkü Anadolu’nun bundan
sonraki tarihi etkileyecek gelişmelerin rahimi bu şehirdir.
Kayseri Emîr Gazi (Melik Gazi) tarafından fethedildikten sonra Danişmendliler’in
merkezi olur. Ulucamii bu dönemde yapılır.
Dânişmendli hâkimiyetinin zayıflaması
üzerine Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan Kayseri ve civarını 1169 Selçuklu topraklarına
kattı. Fethinden sonra Kayseri, Konya ile
birlikte Selçuklu Medeniyeti'nin önemli
merkezlerinden biri olurken, 1193 yılında
Anadolu'nun bilinen ilk medresesi (Hoca
Hasan) burada yapılır.
1243'teki Kösedağ
Savaşı'ndan sonra birçok
şehir Moğollar’a teslim
olurken, Kayseri Ahilerin
öncülüğünde uzun süre
direnir.
MOĞOL İSTİLASINA DİRENDİ
Kayseri tarihinin önemli dönüm noktalarından biri hiç şüphesiz Moğol istilaları
zamanında yaşanır. O dönemin geleneklerine göre "dâr-ül mülk" ve sefere çıkış
merkezi olduğundan "dâr-ül feth" unvanları verilen bu şehir aynı zamanda Moğol
istilâsından kaçan birçok âlim ve sanatkâra
kapılarını açmıştır.
Daha sonraki ekonomik sistemi belirleyecek olan Ahiliğin önemli merkezlerinden olan Kayseri, Anadolu’nun sığınak
merkezlerinden biridir artık. Bu süreç aynı
zamanda geleceğin Anadolu yeni tarihinin
başlangıç noktasıdır. Nitekim 1243'teki
Kösedağ Savaşı'ndan sonra birçok şehir
Moğollar’a direnemezken Kayseri Ahilerin öncülüğünde uzun süre direnir. Fakat
o dönemin Ermenilerinden biri kale kapılarını açması sonucu bu direniş kırılır
ve Moğollar şehirde büyük bir kıyım ve
yıkım yaparlar.
Bu büyük direniş Ahiler nezdinde yeni
tarihin başlangıcı olarak gösterilebilir. Çünkü herkesin teslim olduğu bir dönemde bu
topraklarda var kalma mücadelesi, daha
sonra ahi şeyhi olan Şeyh Edebalı eliyle
Domaniç yaylasında Osman Gaziye aktarılarak, Osman’lı devletinin kuruluşuna
vesile olacaktır.
HALICILAR ÇARŞISI
Bugün su içinde Halıcılar Çarşısı
olarak hizmet veren bedestenle
yakınında çeşitli dükkânlardan oluşan
çarşı, II. Bayezid devrinde Kayseri
sancak beyi Mustafa Bey tarafından
1497’de yaptırılmıştır. Bedestenin
yanında Kayseri'nin 1390 tarihli en eski
âbidevî çeşmesi olan Şeyh Müeyyed
Çeşmesi ve hemen karşısında Şah
Hatun tarafından yaptırılan Pamuk,
Pembe veya Kapan Hanı adlarıyla
bilinen han yer almaktaydı.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
57
KADİM ŞEHİRLER
AKDENİZ DÜNYASININ EN BÜYÜK
ŞEHİRLERİNDEN BİRİ
Kayseri, Moğol istilalarından sonra ilk önce İlhanlı Sivas valisi Emir Eratna’nın bağımsız devlet
kurmasından sonra bu devletin bir parçası olarak
yaşar. Bu süreçte Alâeddin Eretna'nin hanımlarından Toga Hatun Kayseri'de oturmuş ve kocası adına
hüküm sürmüştür.
Daha sonraki süreçte başta Karamanoğlu beyliği
olmak üzere, değişik dönemlerde beyliklerin eline
geçen Kayseri, Yıldırım Beyazıd döneminde Osmanlı
topraklarına katılsa da Ankara bozgunundan sonra
tekrar beyliklerin eline geçer ta ki 1474 yılına kadar.
1474 yılında Gedik Ahmet Paşa’nın Karamanoğlu beyliğini ortadan kaldırdıktan sonra Kayseri Osmanlı’ya bağlanır. O dönemden itibaren de
Osmanlı sisteminin önemli çekim merkezlerinden
biri haline gelir.
Nitekim 16. yüzyılın sonunda 35.000 nüfusuyla Akdeniz dünyasının en büyük şehirlerinden biri
olur. 1617’ye gelindiğinde bu nüfus 40.000’in üzerine çıkar.
ÖNCÜ ŞEHİR…
XVII. yüzyılda başlayan Celali isyanları nedeniyle
şehir kısa bir süre de olsa kargaşa yaşasa da, hemen
kendini toparlayarak çevre şehirlere yine öncülük
yapmaya devam eder.
Nitekim Osmanlı’nın gerileme döneminde dahi
Kayseri, bu gerilemenin oluşturduğu yılgınlık ve bezginliğin oluşturduğu psikolojiye kapılmayan üç beş
şehirden biri olarak hayatını sürdürür. 19. yüzyılın
sonunda dahi içinde yaşadığı medeniyetin direniş
timsali olarak kendini gösterir.
Cumhuriyet sonrası harabeyi dönmüş bir coğrafyada yine tarihi misyonu gereği ilk ayağa kalkıp,
Anadolu’ya öncülük eden Kayseri, bugünün dünyasında da bu öncülüğünü sürdürüyor.
58
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
KAYSERİ'DEKİ EN BÜYÜK SELÇUKLU CAMİİ:
HUNAT HATUN CAMİ
Hunat Hatun Camii 1238 tarihli olup Alâeddin Keykubad'ın hanımı
Mahperi Hatun tarafından yaptırılmıştır. Mihrap önü kubbesi ve
mihrap duvarına paralel neflerden oluşmuş bir plana sahip binanın
orta kısmında aydınlık için kare bir açıklık bulunmaktadır. Kayseri'deki
Selçuklu camilerinin en büyüğü olan yapı medrese, türbe ve hamamıyla
bir külliye teşkil etmektedir. Külliyede cami alanı içinde Mahperi
Hatun'un türbesi yer almaktadır. Batıda mevcut taç kapısı ve mihrabı
Selçuklu taş işçiliğinin güzel örneklerindendir. Minaresi geç tarihlidir.
ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGELERİ
PAMUKKALE
ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGESİ BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİN TESPİTİ PROJESİ
TABİAT VARLIKLARINI KORUMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Çalışma Alanının Tanımı
Ülkemizde 1988-2004 yılları arasında
Bakanlar Kurulu Kararı ile ilan edilen 14
Özel Çevre Koruma Bölgesi bulunmaktadır.
Pamukkale Özel Çevre Koruma Bölgesi’de
bu alanlardan birisi olup, Denizli İli Akköy
ilçesine bağlı 2 belde (Pamukkale, Karahayıt) ve 2 köyü (Develi ve Yeniköy) sınırları
içine almaktadır. Alan 66,56 km2 büyük-
ÇALIŞMA ALANI
Nokta No
Boylamı
Enlemi
1.
290 06’ 08 “
370 58’ 42 “
2.
290 09’ 14 “
370 54’ 58 “
3.
290 09’ 28 “
370 51’ 40 “
4.
290 07’ 38 “
370 51’ 20 “
5.
290 02’ 53 “
370 57’ 30 “
60
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
lüğündedir. Pamukkale ÖÇKB, 22.10.1990
tarih ve 90/1117 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak
tespit ve ilan edilmiştir. Alanın güneyinde
Baba Dağları, kuzeyinde de Büyük Çökelez
ve Küçük Çökelez dağları yer almaktadır.
Alanın sınır koordinatları aşağıdaki tabloda
sunulmuştur.
Projenin Amacı ve
Kapsamı
Pamukkale Özel Çevre
Koruma Bölgesi Biyolojik
Çeşitliliğin Tespiti Projesi ile
yapılacak olan Yönetim Planı
ve fiziki planlama çalışmalarına altlık oluşturacak şekilde;
önemli ve geri getirilemez doğal ekosistemlerin tespiti ve
korunmasına esas verilerin ortaya konması
sağlanacak, yerel, bölgesel ve ulusal karar
vericiler için koruma ve kullanma ilkeleri belirlenecek, bölge halkı için ekolojik
ve ekonomik sürdürülebilir bir geleceğin
oluşturulmasına katkıda bulunulacaktır.
Proje kapsamında yapılan çalışmalarla,
karasal alanda biyolojik çeşitliliğin tespiti,
endemik, nadir, nesli tehdit ve tehlike altında olan
tür ve habitatlarının sınıflandırılması, bölgelenmesi, tehditlerinin ve koruma
önlemlerinin ortaya konması, bölgenin korunması
ve yönetilmesini sağlamak
üzere karar vericilere yol
gösterici olması amaçlanmaktadır.
Projenin Hedefleri
Projenin genel hedefi; Pamukkale
travertenlerinde gözlenen kararmaların
mikroorganizma seviyesinde biyolojik
çeşitlilik ve ekolojisinin tespit edilmesi,
kararmaların artmaması için ekolojik çözüm önerileri getirilmesi ve tüm koruma
alanının biyolojik çeşitlilik değerinin taranarak envanterinin ortaya çıkarılmasıdır.
Mont. ve Peltula patellata (Bagl.) Swinsc.
Et Krog.) bugüne kadar yapılan çalışmalara
göre Türkiye’de ilk defa bu alandan tespit
edilmiştir.)
Karayosunları ve Ciğerotları (Karayosunu örneklerden teşhisi yapılan takson
sayısı 31’dir. Yapılan arazi çalışmalarında
Ciğerotu örneklerine rastlanmamıştır.)
Eğreltiler (3 farklı eğrelti türüne rastlanmıştır. Eğreltiler ekolojik istekleri gereği nemli yağışlı ortamları tercih ettiğinden
fazla türe rastlanmamıştır.)
2. Tohumlu Bitkiler:
Proje Kapsamında Gerçekleştirilen
Çalışmalar
• Biyolojik çeşitliliğin tespiti çalışmaları
• Jeolojik, jeomorfolojik, hidrolik ve
hidrojeolojik verilerin derlenmesi,
• Travertenlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin değerlendirilmesi,
• İklimsel ve meteorolojik özelliklerin
değerlendirilmesi
• Toprak yapısı ve tarımsal özelliklerin
değerlendirilmesi,
• Geçmişteki ve günümüzdeki mevcut
arazi kullanım durumları,
• Geçmişteki ve günümüzdeki mülkiyet
durumları,
• Tüm verilerin sayısallaştırılıp ilgili veritabanları ile ilişkilendirilerek CBS (Coğrafi Bilgi Sistemi) ortamına aktarılması.
Arazi çalışmalarında toplanan yaklaşık 1500 bitki örneğinin değerlendirilmesi
sonucu 76 familyaya ait 316 cins, 587 tür
ve tür altı takson tespit edilmiştir. Ayrıca
Pteridophyta divizyosuna ait 2 tür tespit
edilmiştir.
Bölgede tespit edilen türlerden 29 tanesi endemik olup toplam türlere oranı
yüzde 5,6’dır. Bu oran Türkiye florası ortalamasının oldukça altındadır.
Bunun en önemli sebebi alanın antropojen karakteri yanı sıra alanın büyük
oranda tarım alanı olmasından kaynaklanmaktadır.
Endemik bitkiler IUCN kategorilerine
göre sınıflandırılmış olup, 3 adet LR (nt),
2 adet VU, 20 adet LR (Lc), 1 adet DD,
2 adet EN ve 1 adet LR (cd) bitki türü
bulunmaktadır.
Diğer 4 adet endemik bitki türü herhangi bir kategori içinde yer almamaktadır. Çalışma alanında Bern Sözleşmesi ile
koruma altına alınan herhangi bir bitki
türü tespit edilmemiştir.
IUCN Tehlike Kategorileri
Biyolojik Çeşitliliğin
Tespiti Çalışmaları
Bitki coğrafyası açısından Holarktik
Alemde; Tetis alt aleminin, Akdeniz Fitocoğrafik Bölgesi’nin Doğu Akdeniz Alanı
içinde yer alan Pamukkale Özel Çevre
Koruma Bölgesi vejetasyonun sintaksonomik 10 analizini ortaya koymak amacıyla
gerçekleştirilen arazi çalışmaları sonucu
tespit edilen başlıca vejetasyon tipleri aşağıda verilmiştir.
FAUNA
İkiyaşamlılar ve Sürüngenler
Yapılan arazi çalışmaları sırasında
toplam 23 amfibi ve sürüngen taksonu
tespit edilmiştir. Bu taksonlardan 4 tanesi
kurbağa, 2 tanesi kaplumbağa, 9 tanesi
kertenkele ve 8 tanesi de yılan grubuna
girmektedir. Tespit edilen amfibi ve sürüngen türlerinden yuzde 38.7’nin IUCN
verilerine ve alandaki hayvanlarla ilgili
gözlemlere göre koruma altına alınması
gereken türler konumunda olduğu saptanmıştır.
Kuşlar ve Memeliler
Çalışmalar sırasında kaydedilen 33 kuş
türü Ciconiiformes (Leyleksiler; 2), Falconiformes (Gündüz Yırtıcıları; 1), Galliformes (Tavuksular; 1), Columbiformes
(Güvercinler; 3), Cuculiformes (Guguk
Kuşları; 1), Strigiformes (Baykuşlar; 1),
Apodiformes (Ebabiller; 1) ve Passeriformes (Ötücü Kuşlar; 21) olmak üzere 8
FLORA
1. Tohumsuz Bitkiler
Algler (Cyanophyta, Bacillariaphyta,
Chlorophyta, Dinophyta ve Charophyta ait
örnekler toplanıp teşhisleri yapılmıştır.)
Mantarlar (Çalışma alanından 13
çeşit mantar tespit edilmiştir. Bunlardan
Agaricus bisporus L., Agrocybe cylindracea
ve Sarcosphaera coronaria türleri yöre halkı
tarafından yenmektedir.)
Likenler (Pamukkale Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde yapmış olduğumuz çalışmanın sonucunda 4 liken türü (Lecania
sylvestris (Arnold) Arnold,Lecanora sambuci (Pers.) Nyl., Opegrapha herbarum
TÜRLERİN FİTOCOĞRAFİK BÖLGE SPEKTRUMU
Akdeniz
153
% 26,1
Bilinmeyen
358
% 61
İran-Turan
46
% 7,8
Takson sayısı
Avrupa-Sibirya
30
% 5,1
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
61
ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGELERİ
takıma dâhildir. Alanda IUCN kriterlerine
göre tehlike altında olan tek tür Gökkuzgun
Coracias garrulus (NT=Near Threatened)
olup, diğer türler tehlike altında değildir
(LC=Least Concern) ve yaygın olarak bulunmaktadırlar.
Çalışmalar sırasında kaydedilen 18 memeli türü Erinaceamorpha (Kirpiler, 1), Soricomorpha (Böcekcil sivriburnlu fareler, 1),
Chiroptera (Yarasalar, 9), Lagomorpha
(Tavşanlar, 1), Rodentia (Kemirgenler, 4),
Carnivora (Yırtıcılar, 2) olmak üzere 6
takıma dahildir. Kaydedilen türlerden hiçbiri IUCN kriterlerine göre tehlike altında
olan türler değildir. Tamamı LC (=Least
Concern) kategorisinde olup yaygın olarak
bulunmaktadırlar.
Hidrolojik Durum
Pamukkale ÖÇKKB sınırı içinde oluşum
gösteren formasyonların büyük çoğunluğu
hidrojeolojik açıdan geçirimli ve verimli özellik göstermektedir. Proje alanının
yaklaşık yüzde 75’ni traverten, alüvyon ve
yamaç molozları kaplamıştır. Genç tektonik
aktivitenin yüksek olması ve epirojenik
yapısal özelliklerin aktif olması nedeniyle
Pamukkale’nin doğu-kuzeydoğusundan güneybatıya doğru topoğrafik eğimin büyük
oranda düştüğü görülmektedir. Bu düşüş
gradyanına bağlı olarak yüzeysel akış, yeraltısuyu akışı ve faylanma sonucu oluşan
kaynak çıkışları jeomorfolojik yapı içinde
su döngüsünü oluşturmuştur.
Pamukkale’nin yaklaşık 3,5 km batısında bulunan Çürüksu Çayı bölgedeki
önemli akarsulardan biri olup çok geniş
alanlarda alüvyon oluşumunu sağlamıştır. Ayrıca proje alanı içinde çok sayıda
akarsu, kurutma kanalı ve sulama kanalı
bulunmaktadır. Bölgedeki yüzeysel akışı
düzene sokma ve akış kolaylığı sağlama
amacı ile oluşan-oluşturulan bu yapılar
(doğal ve insan yapısı) hidrolojik su döngüsünü sağlamıştır.
Travertenlerin Fiziksel,
Kimyasal ve Biyolojik
Özellikleri
Genel anlamda traverten, bitki kalıntıları üzerinde yoğunluk ve boşluk hacimlerinin ilişkisi olmaksızın, karbonatın çökelmesi, tortulanmasıdır. Traverten fosil haline
geçtiğinde bu boşluklar dolarak sertleşir,
çimentolaşır ve sonuçta çok sert bir hal alır.
Traverten kelimesinin anlamı, İtalya’da eski
62
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Roma dönemindeki adı Tivoli, şimdiki ismi
Tivertino’dan orijinlenmektedir. Çünkü
bu bölgede yoğun traverten formasyonları mevcuttur. Bu çökeltiler, sünger taşı,
kalkerli tüf, bitki tüfü, karbonat topakları,
taşlaşmış karayosunu, kireçli kaymak ve
diğer birçok bölgesel isimlerle anılmaktadır. Travertenler yüksek bitkiler ve tohumsuz bitkiler (alçak bitkiler) vasıtasıyla
biçimlenebilir. Fakat bu oluşumda en çok
algler (Mavi-yeşil (Cyanophyceae) ve yeşil
su yosunları (Chlorophyceae), Ciğerotları
(Hepaticeae) Karayosunları (Bryopsida)
ve Chironomids (Titrek sinek) larvaları
yer alır. 20. yüzyılda travertenler üzerinde yapılan çalışmalar oldukça çeşitlidir.
Çalışmalarda çoğunluk, travertenlerin oluşumunda rol oynayan alg, karayosunu ve
diğer canlıların, fizikokimyasal ve biyokimyasal parametreler arasındaki ilişkileri ele
alınmıştır. Bu araştırmalar esas olarak 2
yönde olmuştur.
1- Biyokimyasal olaylar üzerindeki fizikokimyasal olayların üstünlüğü
2- Fizikokimyasal olaylar üzerindeki
biyokimyasal olayların üstünlüğü
Fizikokimyasal ve biyokimyasal tortulanma veya kabuk bağlama olaylarına
bağlı olarak traverten çeşitleri şöyledir.
1-Karstik veya termomineral kaynaklar: Bu oluşum şeklinde vejetasyon
ve sıcaklık değişimleri (çoğunlukla termal
suyun atmosferle teması sonucu soğuması)
CaCO3’ın çökelmesinde etkili olmaktadır.
Bu nedenle travertenler CaCO3’ın fizikokimyasal tortulanması nedeni ile karst içe-
risinde bazı karakteristik yapılara, şekillere
sahiptir. Mağaralarda erime sonucu oluşan
sarkıtlar ile Pamukkale’deki havuzların
kenarlarındaki sarkık yapılar bu oluşuma
örnek olarak verilebilir.
2-Küçük su kaynakları: Bunlar çok
miktarda set, teras ve küçük havuzlarla
biçimlenir (Pamukkale). Setler esas olarak
bitkisel toplulukların çökelmesi ile biçimlenir. Karayosunları, ciğerotları , algler ve
diğer bitkilerin rolü, traverten oluşumundaki ilgili partiküllerin mevsimsel çökelmelerindeki değişiklikleri sağlamalarıdır. Bu
bitkiler günlük çökelme miktarı üzerinde
dahi etkili olabildikleri gibi travertenlerin karakteristik dokularının gelişmesinde
önemli bir rol oynarlar.
3-Bataklıklar ve göllerde: Bataklıklar ve bazı göllerin kıyı bölgelerinde yüksek
ve alçak bitkiler travertenin biçimlenmesi
için çökelme olayına neden olur. Bu durumda travertenler akarsu ya da göllere
ait dip sedimenleri vasıtasıyla tabakalanır.
Tehditler
• Sıcak kaynak suyunun kanalizasyon ve
tarımsal kaynaklı atık sulardan dolayı
kontamine olması,
• Endemik bitki türlerinin Türkiye florası
ortalamasının oldukça altında kalması,
• Alanın büyük oranda tarım alanı olması buna bağlı olarak tarıma açma
faaliyetlerinin olması,
• Otlatma, kaçak kesim, yanlış ve aşırı
kullanımların mevcut olması,
Tehditler İçin Çözüm
Önerileri
Alandaki travertenler, su kaynakları,
flora ve fauna, kullanım talepleri nedeniyle
zarar görmüştür. Tehditlere yönelik çözüm
önerileri belirlenmiş ve aşağıda verilmiştir.
• Acilen ışıklandırma sisteminin ekolojik
nedenlerle kaldırılması gerekmektedir.
• Ekolojik onarımın veya restorasyonun,
ekosistemin dinamiklerine uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
• Yapılaşmanın engellenmesi sağlanmalıdır.
• Yerel halkın özellikle doğal zenginliklerimiz konusunda bilinçlendirilmesi
ve buna bağlı organizasyonların (görsel
sunumlar, bilgilendirme toplantıları,
seminer vs.) bizzat yerinde yapılması
gerekmektedir.
• Su kaynaklarının tarımda bilinçli kullanılmasının sağlanması ve korunması
gerekmektedir.
• Habitatların yok olmasına neden olan
yangınlar konusunda tedbirlerin alınması gerekmektedir.
• Bilinçsiz avlanma ve hayvan toplanmasının önüne geçilmesi gerekmektedir.
• Doğadaki besin zincirinin korunması için bilhassa nesli tehdit altında ve
endemik türlerin habitatlarını içeren
bölgelerde organik tarımın teşvik edilmesini sağlamak gerekmektedir.
• Ülkemiz biyolojik zenginliğini oluşturan
bitki ve hayvan türlerinin yabancılar
tarafından yurt dışına çıkarılmasını engelleyecek yasal tedbirlerin etkili bir
şekilde uygulanması gerekmektedir.
Alandaki travertenler, su kaynakları,
flora ve fauna, kullanım talepleri nedeniyle
zarar görmüştür. Projemiz çerçevesinde
yapılan çalışmalar ile tahribata neden olan
tehditler belirlenerek aşağıda verilmiştir.
• Su içerisindeki CO2 miktarı,
• Su kaynaklarının başını tutan oteller,
• Kaynak sularının kirlenmesi,
• Travertenlerin üzerinde oluşan doğal bitki örtüsünün işciler tarafından
bilinçsizce temizlenmesi,
• Tarım alanlarındaki gübrelemeden
dolayı, yer altına karışan sülfatın travetenler üzerinde kararmalara sebep
olması ve algleri çoğaltması,
• Havuzlarda yüzme faaliyetleri nedeni
ile grileşme ve kararmaların oluşması,
• Yer altı sularının debisinde, yaklaşık
yüzde 50 oranında, çok ciddi bir azalmanın oluşması,
• Su rejiminin bozulması,
• İklim koşullarına bağlı olarak yağışın
yeterli olmaması,
• Travertenlerde yapılan ışıklandırma
düzenekleri (Gece Aydınlatması),
• Pamukkale’deki bazı hassas mikroteraslarda, turistlerin üzerlerinde yürümelerinden dolayı tahribatların oluşması,
• Yüzeydeki mikroorganizma yapısının,
ezilmeden dolayı ciddi şekilde zarar
görmesi,
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
63
OYUN PARKI
GAZİANTEP bölgesi
çocuk oyunları
GÜLLE OYUNLARI
Toprak bir zeminde erkek çocuklar tarafından gülle (misket) ile oynanan gülle
oyunu için en az iki kişi gereklidir. Oyuncu
sayısı, oynanan oyunun türüne göre değişir. Kimi zaman en fazla dört, kimi zaman
yedi kişiyle oyunun türüne göre oyuncu
dâhil edilir. Gülle oyununun bilinen üç
türü vardır: 1) Üçgen oyunu, 2) Cımbız
oyunu, 3) Duvarlı oyunu.
Üçgen Oyunu: En fazla 4 kişi ile
oynanır. Toprak zemin üzerine bir üçgen
çizip, yaklaşık 2-2,5 metre ilerisine de bir
çizgi çekilir. Önceden karar verildiği şekilde üçgenin içine kişi sayısı kadar gülle
yerleştirilir. Ardından baş olarak seçilen
gülleler, çekilen çizgiye doğru atılır. Oyuna ilk başlama hakkını kazanan, çizgiye
güllesini en yakın atan oyuncudur. Sıralama bitince, oyuna geçilir. Tüm oyuncuların yapması gereken, çizilen üçgenin
içinden tek atışa mahsus olmak kaydıyla
çıkardığı tüm güllelerin sahibi olmaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta
vardır: Eğer oyuncuların baş olarak seçtiği gülleler, çizilen üçgenin içinde kalırsa,
oyundan çıkarılırlar. Bu durumda oyun,
diğer oyuncular arasında devam eder ve
üçgenin içinden çıkarılan gülleler, çıkaran
oyuncunun olur. Eğer oyuncu, başka birinin baş seçtiği gülleyi vurursa, hem onu
oyun dışı bırakır, hem de onun güllelerine
sahip olur.
Cımbız Oyunu: En az 2, en fazla
7 kişiyle oynanabilir. Kişi başı anlaşılan
sayıda gülle, çizgi halinde toprak zemine
dizilir. Bir kişi baş olur. Diğer oyuncular
atış hakkı kazanmak için onu geçmeye
çalışırlar. Başı en fazla kim geçtiyse, mesafe olarak, ilk atış sırasını o oyuncu elde
eder. Cımbız oyunu, iki atıştan ibarettir. İlk
atışta güllesini yerde dizili olanlara yetiştiremeyen, oyun dışı kalır. İkinci atışta da
marifet, gülleyi en uzağa göndermek ve
yerde dizili olan gülleleri yapılan atışlarla
geçmektir. Oyuncu, güllelerden birini dahi
dışarı çıkarsa, tüm güllelerin sahibi olur.
Duvarlı Oyunu: Duvarlı oyunu da
en az 2 kişiyle, en fazla 4-5 kişiyle oynanır. Bir duvarın karşısına geçilerek, onun
1,5-2 metre ötesinden sırasıyla gülleler
atılır. Yerde biriken gülleleri ilk olarak
kim vurursa hepsi o oyuncunun olur. Bu
noktada kaç tane gülle vurulduğu önemli
değildir. Güllelerden bir tanesine değmesi
yeterlidir.
64
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
KARAÇÖR
Gaziantep’in Karkamış yöresinde
harman yerinde ve yeşillik bahçelerde
oynanan oyunda üç adet kukla kullanılır. Oyuncak kuklalar bez, pamuk veya
kumaştan yapılır. Bunlardan biri erkek
biçiminde, bıyıklı bir kukladır. Diğeri
onun sevdiği kızdır ve sarı örgülüdür.
Bir diğer kuklaysa, iki sevgilinin
korkulu rüyası olan kızın annesidir. Bu
oyunu, kız ve erkekler beraber oynarlar.
Oyuna başlamadan önce iki grup
oluşturulur ve karşılıklı oturulur. Ardından kuklaları oynatması için “Karaçör”
seçimi yapılır. Bu seçim dört şekilde
yapılabilir: Sayışmacı, Yazı Tura, Yaş
Kuru, Anya-Manya.
Sayışmaca tekerlemesi: Çıt pıt
/ Bir iki / Mavi boncuk / Kurnaz tilki
/ Arap kızı / Fındık fıstık / Sen çık /
Kadifeden yastık / Açlık balçık / Sen
bu oyundan çık.
Yaş-Kuru Yöntemi: Bir taşın bir
tarafı ıslatılır, oyunculardan biri kuruyu,
diğeri de yaşı seçer. Taş havaya atılır
ve hangi taraf üste gelirse, onu tutan
oyuncu Karaçör olur.
Anya-Manya Yöntemi: Karaçör olmaya üç aday kişi varsa, bunlar
ellerini aynı anda ters yüz çevirir ve
şu tekerlemeyi söylerler: Anya manya
şamponya / Üçümüzün arasında.
Ortaya bir kişi uzanır ve üstüne
siyah bir örtü örtülür. Oyunun adının
Karaçör olmasının nedeni de oyuncuya
örtülen bu örtünün rengidir. Bir eline
erkek kuklayı, diğer eline de kız kuklayı alan Karaçör, iki dizinin arasına
da kaynana olan kuklayı yerleştirir.
Gruplardan biri kaynana tarafını, diğeri
de sevgililerin tarafını tutar. Gruplar
birbirlerine çeşitli sorular ve bilmeceler sorar.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
65
OYUN PARKI
EBE BENİ KURDA VERME
TOPAÇ
ÇEVİRMECE
Düz bir zeminde kızlar
arasında tek veya grup halinde
oynanan topaç oyununda
kullanılan topaç çam ağacı
dalından imal edilir. Topaç,
torna makinesinde 10-15
cm. çam dalı kullanılarak
yapılan bir oyuncaktır. Torna
makinesinde hızlı bir şekilde
döndürülen çam dalının
öncelikle ön kısmına, ardından
da arka kısmına ucu düz demir
çubuk temas ettirilerek şekil
verilmeye çalışılır. Böylelikle iki
taraf da yuvarlak bir biçimde
şekillendirilmiş olur. Ardından
topacın uç kısmına “kopuza”
(Topacın ucundaki demire
verilen isimdir) yerleştirmek
için delik açılır. Ardından
tekrar torna makinesine
yerleştirilen topaç, el sabit
tutularak boyanır. Son olarak
boyası kuruyan topacın ucuna
dönmesini sağlayan kopuza
yerleştirilerek oyuncak yapımı
tamamlanmış olur.
Topaç oyunu için ilk olarak
yere bir daire çizilir. Ardından,
pamuktan yapılmış 1,5-2
metrelik ipin bir ucu parmağa
düğümlenir ve diğer ucu da
topacın “kopuza” denilen
kısmından yukarı doğru sarılır.
Atılan topaçlar, dairenin
içinde dönmek zorundadır.
Topacı daireden çıkan oyuncu,
yenilmiş sayılır ve oyun sona
erer.
66
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Harman yeri, bağ, bahçe gibi açık
alanlarda kız ve erkeklerin beraber oynadıkları bu oyunun oyuncağı bir kurt
maskesidir. Bu maske, herhangi bir bez
parçasına göz için iki delik açılıp, bir
de kulak yapılarak imal edilir.
Bu oyunda bir ebe (anne, koruyucu), bir kurt ve ebenin ardına dizilmiş olan yedi-sekiz kişi bulunmaktadır.
Öncelikle çocuklar kendi aralarında
bir kurt seçimi yaparlar. Bunun için
çocukların hepsi bir hizaya dizilerek
önceden belirledikleri bir hedefe doğru
koşmaya başlarlar. Bu hedefe en son
varan çocuk kurt olur. Diğerlerinden
birisi de ebe olarak çocukları arkasına
dizer ve oyun başlar.
Çocuklar “Ebe beni kurda verme”,
“Ebe beni kurda verme” diye hep bir
ağızdan bağırmaya başlarlar. Kurt da
bu sırada etrafta kaçışan bu çocukları
yakalamaya çalışır ve yakaladığı bu
çocukları kendi arkasına dizerek güçlenmeye başlar. Ebenin ardında çocuk
bitene kadar oyun böyle devam eder.
Çocukların hepsi kurdun ardına dizilince hep birlikte “Ebe sen bizi kurda
verdin, biz de sana ceza vereceğiz” diye
bağırırlar.
Ebeye verilen ceza, kurdu sırtına alıp biraz dolaştırmak veya diğer
oyuncularca saklanan kendi pabucunu
bulmaya çalışmaktır.
AŞIK OYUNU
Düz bir zeminde, “Aşık Kemiği” adı
atış yaptığı yer, daireye belli bir mesafe
verilen oyuncakla erkek çocukları arasında
uzaklığındaki çizgidir. Oyuncu, yaptığı atışla
oynanır. Oyuncak, koyun, keçi gibi haydairenin içindeki aşıklardan en az birini
vanların diz kapağındaki
daire dışına çıkarmalıaşık kemiğinin çıkarılarak
dır. Aşıkları vursa dahi
haşlanmasıyla yapılır. En
eğer aşıklar dairenin
dışına çıkmazsa oyun
az 2 kişiyle oynanan Aşık
sırası rakip oyuncuya
Oyunu, isteğe göre daha
fazla kişiyle de oynanabilir.
geçer. Rakip oyuncu da
Oyuna başlamadan
bu avantajdan istifade
önce iç içe iki daire çizilir Koyun, keçi gibi hayvanların diz kapağındaki ederek oyuna istediği
yerden başlar. Rakip
ve oyuncular aşıklarını içteaşık kemiğinden yapılan oyuncak.
oyuncu eğer vurduğu
ki daireye diker. Ardından
oyuna kimin başlayacağına karar vermek
aşıkları dairenin dışına çıkarabilirse, oyuiçin yazı tura atılır ve bilen oyuncu, oyunda
nu kazanmış olur. Ayrıca dışarı çıkardığı
ilk atışı yapmaya hak kazanır. Oyuncunun
aşıklar da ona ait duruma gelir.
DÜNYA TURU
DENİZ BUZU YOK OLUYOR
Uydu fotoğraflarına göre Kuzey Kutbu’ndaki
deniz buzu beklenenden yüzde 50 daha hızlı eriyor.
Avrupa Uzay Ajansı son bir yıl içerisinde
kutuplardan 900 kilometreküp deniz buzunun
eridiğini açıkladı. Eğer mevcut erime devam
ederse birkaç yıl sonra yaz aylarında
kutuplarda artık buz kalmayabilir.
İklim değişikliğinin etkileri ile zaten
buzullardaki erime oranın beklenenden
fazla olduğu biliniyordu. Ancak son uydu
fotoğrafları sayesinde Kuzey Kutbu’nda
bulunan deniz buzunun iyice seyreldiği ortaya
çıktı. Özellikle Kanada’nın kuzey bölgesi ve
Grönland adasında yaz aylarında deniz buzu
seyrekliği normal şartlar altında 5-6 metreye
68
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
düşerken, bu yaz 1-3 metre arasında görüldü.
Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzu
seviyesinin en yoğun görüldüğü tarih ise
Mart ayı. Uzmanlar şimdi merakla Mart
ayında yaşanacak durumu bekliyor. Deniz
buzunun bu hızla erimesi geri dönüşü
olmayan sonuçlara neden olabilir. Kuzey
Kutbu’ndaki buzun bir özelliği de gelen güneş
ışınlarını geri yansıtması ve eğer denizlerin
üzerinde buz tabakası olmazsa, absorbe
edilen ısı, sıcaklıkları arttırarak bölgeyi daha
ısıtabilir. Böylece deniz suyu sıcaklıkları artar,
buzullar daha fazla erir ve buzulların içinde
depolanmış metan gazı da atmosfere salınır.
Bu da küresel ısınmayı hızlandırır ve iklim
değişikliğinin etkileri daha sert görülmeye
başlanır.
2004 yılında Kuzey Kutbu’nda görülen
deniz buzu miktarı yaklaşık 17.000
kilometreküptü. Uydudan alınan görüntülere
ise 2012 kışında sadece 14.000 kilometre
deniz buzu gözlemlendi.
Son 30 yılda deniz buzu oranı yaklaşık
yüzde 70 oranında azaldı. Uzmanlar sonraki
yaz aylarında uydu görüntülere baktıklarında
hiç deniz buzu görmeme konusunda endişeli.
DANİMARKA’NIN
2050 HEDEFİ:
YÜZDE 100 ÇEVRE
DOSTU ENERJİ
Danimarka, 2050 için hedeflediği
enerjinin yarısını rüzgardan,
geri kalanını ise akıllı şebeke,
biyogaz, jeotermal, dalga ve diğer
sürdürülebilir teknolojilerden
sağlamayı planlıyor.
AVRUPA’DA
KARA KIŞ BEKLENİYOR
Bu yaz Kuzey Kutbu’nda görülen deniz
buzullarındaki yüksek erime oranı Avrupa’ya
belki de en soğuk kışını yaşatabilir.
Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzulu oranının düşük olduğu yaz aylarında Avrupa’da
da kışlar bir o kadar sert geçiyor. Daha
önceden bu durum 2007 ve 2011 yıllarında
görülmüştü. Böylece 2012 yazında Kuzey
Kutbu’ndaki deniz buzulu oranının tarihindeki en düşük seviyeye ulaşması yetkilileri harekete geçirdi. Özellikle Avrupa’nın
kuzey bölgesinin “kara kış”tan çok sert
etkilenmesi bekleniyor.
Kuzey Kutbu’ndaki görevli uzmanlar
2012 yazındaki yüksek erime hızına dikkat
çekiyor ve bunun beklenmedik bir seviyede olduğunu dile getiriyor. Daha önce
2007 yılında ulaşılan rekor, 2012 yazında
Teksas’tan daha büyük bir buzul alanın
erimesi ile kırılmıştı.
Kuzey Kutbu’nda bulunan deniz buzulları, atmosferden gelen güneş ışınlarını gökyüzüne geri yansıtarak bölgenin
ısınmasını önlüyor. Ancak buzul oranın
azalması, ortama daha uzun süreyle güneş
ışığı düşmesini sağlıyor, bu da sıcaklıkları
arttırarak erimeyi daha da hızlandırıyor.
Uzmanlar bu döngüye girilmesinin bölgenin geri dönüşü olmayan bir yola sokulması
anlamına geldiğinin altını çiziyor.
Ayrıca sonbahar ve kış aylarında buzulların tekrar oluşması için sıcaklığın azalması gerekiyor. Ancak artan sıcaklıklar ile
bu zor görülüyor. Ortamda oluşan ısı ve su
buharı yüksek hıza sahip hava akımlarını
etkiliyor ve bu akımın yavaşlayarak kuzey
yönüne doğru kaymasına neden oluyor. Yavaşlamanın sonucu olarak da hava olayları
gerektiğinden daha sert ve uzun sürüyor.
Tıpkı 2010 yılında Batı Rusya’da yaşayan
ısı dalgaları gibi.
Ayrıca bu yaz Grönland ve ABD de
benzer bir yavaşlama sonucu en sıcak ve
boğucu yaz aylarını geçirdi. Uzmanlar hava
olaylarında görülen bu tür değişimlerin
beklenenden önce gerçekleştiğini vurguluyor. Eğer deniz buzulundaki erime bu
hızda devam ederse hava olayları da her
yıl mevsim normallerinin daha üstünde ve
altında yaşanabilir ve şiddetli hava olayı
sayısı artabilir.
Danimarka hükümeti, en son yayınladığı çevre ve enerji programına göre
2050 yılında elektrik ve yakıt ihtiyacının
% 100’ünü yenilenebilir enerji kaynaklarından kullanmayı hedefliyor. Ayrıca
programda yer alan açıklamaya göre
ülkenin sera gazı emisyonlarının da 2020
yılında, 1990 seviyesinin % 34 altına düşürülmesi amaçlanıyor. Ülke, bu enerjinin
yarısını rüzgardan geri kalanını ise akıllı
şebeke, biyogaz, jeotermal, dalga ve diğer
sürdürülebilir teknolojilerden sağlamayı
planlıyor.
2020 yılına kadar hedeflenen % 35 seviyesine sırasıyla
denize ve deniz
kıyısına inşa edilecek ek 1500
MW ve 1800 MW
gücündeki rüzgar
santralleri ile ulaşılacak. 2016 yılında
ise hükümet, yenilenebilir enerji
araştırmaları için
18 milyon dolarlık
araştırma programını uygulamaya alacak.
Aynı yıl 4,5 milyon dolar da dalga gücünden enerji üretecek teknoloji araştırmaları
için harcanacak.
Ulaştırma sektöründe ise ana hedef enerji
verimliliği yüksek araçların yaygınlaştırılması. 2020 yılına kadar ise tüm yakıtlarda
en az % 10 seviyesinde biyoyakıt kullanılması amaçlanıyor. Benzin istasyonları gibi
elektrikli araçlar için de şarj istasyonlarının
kurulması programda yer alıyor.
Hükümet aynı zamanda yenilenebilir
enerji ve enerji verimliliği teknolojilerine
yatırım yapacak firmalar içinde teşvik
olanakları sunuyor. En yüksek teşvik
miktarları ise enerjisini kömür yerine biyokütleden sağlayacak elektrik santrallerine
veriliyor.
Programa göre 2013 ve sonrasında inşa
edilecek hiçbir binada fosil yakıt kullanacak sisteme izin verilmeyecek. 2016 yılına
kadar ise ülkedeki tüm binaların bu sistemi
terk etmesi ve yenilenebilir enerji teknolojisinin uygulanması bekleniyor.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
69
DÜNYA TURU
BALİNALARI KURTARMAK İÇİN
MARTILARI VURACAKLAR
Arjantin’de martıların beslenmek için balinalara saldırması
hiç görülmemiş bir duruma yol açıyor.
Arjantin’in Chubut eyaletinde bulunan
martılar, balinaları gagalayarak su yüzüne
çıkartıyor ve balinaların sırtında yaralar
açarak beslenmeye çalışıyor. Korku filmlerini andıran bu durum martılar arasında
o kadar yaygınlaştı ki Arjantin hükümeti
martıları vurmak için 100 günlük bir plan
açıkladı.
Çevreciler ise martıları vurmanın bir
çözüm olmadığını söylüyor. Onlara göre
asıl sorun ülkedeki çöplük sayısının kontrol edilemeyen oranda artması. Bunun da
martı nüfusunu arttırdıkları görüşünde.
Ancak durum ne olursa olsun martıların bu davranışı özellikle üreme döneminde olan balinaları tehlike altına sokuyor.
Çünkü martılar sadece balinalara saldırmıyor aynı zamanda onlardan besleniyor
ve beslenme tarzı onlar için bir alışkanlık
haline geliyor.
Balinaların da davranışlarında bir değişiklik gözlemleniyor. Martıların saldırısından kaçmak için sadece hava deliklerini su
yüzüne çıkartıp hemen dalıyorlar ancak bu
durumda da yeterli oksijeni alamıyorlar.
70
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
Balina izleme turları her yıl binlerce
turisti Chubut’a çekiyor. Eyaletin en büyük
gelir kaynağından biri de bu turlar. Ancak
mevcut tabloda turistler, balinaların keyifli
doğal yaşamları yerine adeta bir korku
filmi izliyorlar. Bu yüzden hükümet martılara başka bir çözüm bulmaktansa onla-
rı vurmayı tercih ediyor. Yasa onaylanmış
durumda ve yakın bir zamanda yürürlüğe
girmesi bekleniyor.
Çevrecilere göre ise kıyıya yakın çöplükleri kapatmak, ülkede geri dönüşümü
arttırmak ve balıkçıların rotasını değiştirmek yeterli.
PAKİSTAN’IN
SU SORUNU
Pakistan’da bulunan beş büyük barajdaki
düşük su oranları yetkilileri
endişelendiriyor.
YARASALARIN
SONU GELEBİLİR
İklim değişikliğinin etkileri yüzünden bazı
yarasa türlerinin nesli tükenme tehlikesi
altında.
Tarbela Barajı / Pakistan
İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre Pakistan’da su
krizi başlamak üzere. Barajlardaki yeterli miktarda su bulunmaması kış
ayları için durumu zorlaştırıyor. Yetkililer su kesintilerinin yapılabileceği
konusunda uyarıyor. Ayrıca meteoroloji kaynaklarına göre de ülkede önümüzdeki günlerde şiddetli yağmur beklenmemesi de durumu zora sokuyor.
Yapılan açıklamada Tarbela Barajı ile Mangla Barajı’ndaki su seviyesini
bir hayli kritik, Simly Barajı ile Khanpur Barajı’nın aşırı kritik ve Rawal
Barajı’nın ise yetersiz olarak nitelendiriliyor. Açıklamayı takiben Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, Su ve Enerji Bakanı, İklim Değişikliği Bakanı,
Gıda Bakanı, Maliye Bakanı ve İç İşleri Bakanı’nı bir son dakika kararı ile
topladı ve durumla başa çıkmaları konusunda direktif verdi.
Pakistan önceki senelere kıyasla en kurak yılını yaşıyor. Bunda muson
yağmurlarının beklenenden az yağmasının etkisi çok büyük.
Barajlardaki doluluk oranı da Pakistan tarihinin en düşük seviyesinde.
Artan sıcaklıklardan dolayı hastalıklara ve şiddetleşen
hava koşullarına uyum sağlamakta güçlük çeken
yarasaların sayısı giderek azalıyor. Mammal Review
dergisinde yayınlanan bir rapora göre sıcaklıkların
daha da artması ile bu durum daha da kötüleşebilir.
Yarasaların ekolojik ve ekonomik açıdan birçok
önemi var. Bunların başında bitkilerin polenlerini
yaymaları ve tohumlarını ortama saçmaları geliyor.
İklim değişikliğinin yarasalara etkisinin incelendiği
raporda aşağıdaki sonuçlar yer alıyor:
Yarasalar besin ve su aramak için daha fazla
uçmak zorunda kalacak. Ayrıca artan sıcaklıklar ile
yarasaların kanatlarından daha fazla su buharlaşacak
ve bu durum susuzluğa tahammülü diğer canlılara
göre daha düşük olan yarasalar için hayatta kalma
riski oluşturacak. Bu nedenden dolayı Avrupa ve
Kuzey Amerika’da yer alan 47 türden 38’i risk altında
olacak.
Sıcaklıklar arttıkça yarasalar kış uykusundan
daha çabuk uyanacak. Böylece daha az enerji
depolayacaklar ve hastalığa yakalanma riskleri
artacak. 11 tür bu yüzden tehlike altında.
Araştırmaya göre yarasaların
üremesi iklim değişikliğinden
etkilenmeyecek hatta dişi
yarasala daha uygun doğum
koşulları oluşturacak.
Yarasalar alıştıkları sıcaklıktaki
yerlere göç edecek.
Uzmanlar yarasaların göç
ettikleri bölgenin ekolojik
dengesini bozabileceği
kanaatinde. Daha yüksek
enlem ve boylamlarda
yaşayan türlerde göç
edeceği yer bulamayacağı için ya yeni ortama uyum
sağlayacak ya da hayatlarını kaybetme riski ile başa
çıkacak.
Kuraklık ve ısı dalgaları gibi şiddetli hava koşulları da
yerel yarasa popülasyonlarını tehlikeye sokabilir. Bu
yıl Avustralya’da görülen rekor sıcaklıklarda yaklaşık
30.000 yarasa hayatını kaybetmişti.
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
71
DÜNYA TURU
ARAP BAHARI’NIN BİR
NEDENİ DE KURAKLIK
Suriye’yi yıllardır vuran kuraklık ve bunun nedeniyle gerçekleşen
zorunlu göçler de ayaklanmaların konuşulmayan ana nedenlerinden biri.
Suriye’deki karışıklığı ve buna neden
olan etmenleri konuşurken rejimin etkisiz ve verimsiz tarım politikası unutuluyor. Her ne kadar “Arap Baharı” olarak
adlandırılan süreç eli kanlı diktatörlere
karşı başlatıldıysa da, bölge halkları aynı
zamanda sürekli artmakta olan gıda fiyatlarından şikâyetçiydi. Özellikle Mısır’daki
protestolarda muhaliflerin gösterilere ellerinde ekmekler ile katılması bu mücadelenin altını çizmek için gerçekleştirilen
bir eylemdi.
Nedense Arap Baharı parantezindeki
ülkelerde görülen iklim değişikliğinin etkileri kamuoyunda geniş olarak yer bulmadı. Sıcaklıkların artması ile sık şekilde
görülen uzun süreli ve şiddetli kuraklıklar
72
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
ülkelerdeki tarımsal üretimi düşürerek gıda
fiyatlarını arttırdı ve çoğu çiftçinin işini
kaybetmesine neden oldu.
Suriye örneğine bakacak olursak ülkede yıllardır süren kuraklık ile başarısız
çevre ve tarım politikalarının ayaklanmalara etkisi sanıldığından fazla. 1990 ve
2005 yılları arasında Suriye’de uzun süreli
altı adet şiddetli kuraklık yaşandı. 2006
yılından 2010 yılına kadar aralıksız süren
son şiddetli kuraklıkta doğrudan çiftçileri
dolaylı olarak da gıda fiyatlarını büyük
ölçüde etkiledi.
Bu kuraklığın etkisiyle yaklaşık 1,5
milyon insan zorunlu göç etmek zorunda kaldı. Şam, Hama, Humus, Halep ve
Dera’nın kenar mahallerinde yaşamak zo-
runda kalan ve işsizlik ile boğuşan halk
zamanla kendilerini protestoların içinde
buldu.
Oysa 2001 yılının başlarında Dünya
Bankası, Şam hükümetini halkının gıda
güvenliğini sağlaması ve uzun dönemli
bir tarım politikasını yürürlüğe sokması
konusunda uyarmıştı.
Hatta pamuk ve buğday gibi fazla
suya ihtiyaç duymayan ekinlere yatırım
yapılması ve bunun gerçekleştirilmesi
için çiftçilere teşvik verilmesi gerektiğini
belirtmişti. Uyarılara aldırış etmeyen ve
“kendi kendimize yeteriz” anlayışını sürdüren Suriye hükümeti ise 2008 yılında
tarihinde ilk kez buğday ithalatı yapmak
zorunda kalmıştı.
KİTAP
SİTE-RİL HAYATLAR
ÇADIRDAN SİTEYE
EV YOLCULUĞUMUZ
Hüseyin Güç
Köksal Alver’in Siteril Hayatlar kitabı,
dikkat çekici bir ada ve aynı oranda ilginç
içeriğe sahip. İncelediğimiz baskı, kitabın
ilk baskısı ve Ocak 2007’de yayımlanmış.
Yazar, kitabının ön sözünde yaşadığı bir
olay üzerine kendisine “Neden siteler yahut siteril hayatlar? Neden mahallenin ve
sokağın terk edilmesi, ıssızlaşması? Neden
gösterişçi tüketim, statü merakı, imaj?”
sorularını sorduğunu ardından “mekânın
değişimini gösteren bu gelişmeyi” incelenmeye değer bulduğunu ve güvenlikli
site olgusunun nedenlerini araştırmaya
başladığını söylüyor. Yazarın belirttiği gibi
bu gelişme; mekânların ve mekân algılarının, mekânla birlikte hayat tarzlarının
değişmesinin de bir göstergesi olarak düşünülmelidir. Yazar İstanbul’daki güvenlikli
siteler üzerine farklı çalışmalar yapılmasına
karşın özellikle metropollerin dışındaki
kentlerde güvenlikli site araştırmalarının
hemen hemen hiç yapılmadığını söylüyor
ve kitabında Konya’daki siteleri incelemesinin gerekçesini de açıklamış oluyor.
Siteril Hayatlar derken yazar, “site”
çağrışımı olsun diye kelime oyunu yaptığını
söylüyor. Yani “steril” kelimesini “siteril”
olarak kullanmış. Bizim yazı başlığımız
da yazarın bu oyununu iyice pekiştirmek
için seçildi: Site-ril Hayatlar. Alver’in kitabında Siteril Hayatlar başlığının altında
“Kentte Mekânsal Ayrışma ve Güvenlikli
Siteler” altbaşlığı kullanılmış. Kitap dört
bölümden oluşuyor. İlk bölümün başlığı
“Kültür, Kimlik ve Mekân”, ikinci bölümün başlığı “Kentte Mekânlar ve Hayatlar”,
üçüncü bölümün başlığı “Güvenlikli Siteler
ve Siteril Hayatlar”, dördüncü bölümün
başlığı ise “Bir Güvenlikli Site Araştırması” olmuş. Kitabın ikinci baskısında bölüm sayısı üçe düşürülmüş ve kimi bölüm
adları ve altbaşlıkları değiştirilmiş. Daha
başta kitabın ismi bir yargı taşıyor ve bu
yargı olumsuz. Kitap boyunca örtük bir
dille site olgusu olumsuzlanıyor. En başta
“steril” kelimesi bu noktaya taşıyor bizi.
“Steril” Batı dillerinden gelmiş bir kelime ve "verimsiz, kısır" anlamına geliyor,
Mahremiyet kaygısı
toplumumuzun
ortak değeri ve bu
kaygı hepimizde var.
Apartmana veya kendi
değerlerinden uzak
semtlere ısınamayan
halkımız sitelere nasıl bu
kadar güçlü bir
arzuyla yöneldi?
74
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
ayrıca Türkçe karşılık olarak bu kelimeye
"her türlü mikroptan arınmış" anlamında
“arınık” önerilmiş özellikle tıptaki kullanımı için. Bu arınma, doğal olarak kitaba
başlık olurken diğer insanlardan arınmayı
anlatıyor. Site, kitap boyunca “Kentlerde,
belirli bir merkezden yönetilen, genellikle
güvenliği sağlanmış toplu yerleşim merkezi” anlamıyla kullanılıyor. Kastedilen
bir kompleks anlamında kültür sitesi veya
sanayi sitesi değil.
Kelimelerle başladığımıza göre, yazarın
kitap boyunca doğrudan ifade etmediği
ama kitabının başlığı ve altbaşlığında açıkça olumsuzladığı “site” olgusuna bakışını
daha iyi anlamak için kelimelerle devam
edelim. Siteril “arınık” olduğuna göre hayat
kelimesi de “canlı ve sağ olma durumu”
olarak değil de “hayat biçimi, içinde yaşanılan şartların bütünü, yaşantı” anlamında
kullanılıyor. Yani kitap, siteleşme olgusunun arınık kendi dışındaki dünyadan tümüyle kopuk bir yaşama biçimi olduğunu
iddia ediyor. Altbaşlık da bu ayrışmanın
gerekçesini -yazara göre bahanesini- veriyor: Güvenlikli Siteler. Kitabın henüz
başındayken sonunda yazarın nereye varacağını anlıyoruz, suçlayıcı ve yargılayıcı
olduğu sezilen bir bakışı yakalıyoruz. Bu
durum yazımızın da kitap tanıtımı olmasından da öte bir değerlendirme/eleştiri
yazısına dönüşmesine yol açıyor.
Mahremiyet kaygısı toplumumuzun
ortak değeri ve bu kaygı hepimizde var.
Apartmana veya kendi değerlerinden uzak
semtlere ısınamayan halkımız sitelere nasıl
bu kadar güçlü bir arzuyla yöneldi? Bu durumu iyi değerlendirmek
gerekiyor. Mesela güvenlik kaygısı,
eski mahalle kültüründe de olan bir
kaygıydı; ama çevreyi bilmek tanımak mahalle insanını rahatlatıyordu. Mahallede kimin ne yaptığı az
buçuk biliniyordu. Sitede komşular
apartman hayatına göre daha fazla
birbirini tanıyor biliyor. Güvenlikçiler ise ziyaretçi ve akrabalara kadar
herkesi tanıyor. Seçkincilik arayışını
inkâr etmeden bunun daha çok bir
mahremiyet arayışı olduğunu da kabul etmemiz lazım. Müstakil evinin
satıp siteye taşınan siteye kendini
mahkum eden tanıdıklarınız yok
mu hiç?
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
75
KİTAP
Sitede komşular apartman
hayatına göre daha
fazla birbirini tanıyor
biliyor. Güvenlikçiler ise
ziyaretçi ve akrabalara
kadar herkesi tanıyor.
Seçkincilik arayışını
inkâr etmeden bunun
daha çok bir mahremiyet
arayışı olduğunu da kabul
etmemiz lazım.
“Neden böyle davranıyorsunuz?” deyince “Apartman arasında açıkta kalmış,
fazla dikkat çeken bir evimiz vardı.” sözleri
belli bir utanma ve mahremiyet arayışının
eseridir. Dikkat çekmeme, çokça görünür
olmama isteği geleneksel bir değerimiz
olarak düşünülmelidir. Yoksa güvenlikçiye kim güvenecek bu da bir risk değil
mi? Dünyanın en önemli otellerinde bile
hırsızlık olabilir, en güvenlikli yerlerinde
bile çocuklara yönelik suç işlenebilir?
Site insanı ve site çocukları apartmana göre daha kaynaşık ve eski mahalle
kavramının yerini adeta siteler almış. Çocukların rahatça oynayabildiği kendi aralarında sosyalleşebildiği mekânlar bunlar.
Site çocukları, diğer site çocuklarından
da uzak değiller. Bizim komşu mahalle
kavramının yerini komşu site almış durumda. Sitelerde konfor ve rahatlık inkâr
edilemez. Su kesintisine karşı su deposu
elektrik kesintisine karşı jeneratör var. Bunun yanında sosyalleşme daha fazla ve
sitedekilerin hayatı daha iletişime açık.
En azından çocukların oyun alanlarında
sohbet eden tanışan arkadaşlıklar kuran
site sakinleri gerçeği var. Sokaklarında
delilerin bile rahatça gezdiği komşunun
bahçesinden elma aşırılan çocukluğumuzun mahallelerinden sonra ilk arkadaşların
edinildiği aynı parkta yan yana salıncakta
sallanılan site günlerinin özleneceğini hayal etmek hiç de zor değil. Site mantığı
yeni bir komşuluk yeni bir hayat tarzıdır
evet. Buradan yepyeni bir yönetim ve değer
çıkarmak mümkündür. Apartmanda da
bir yönetici olmasına rağmen apartmandakiler birbirinin hayatından çok uzaktır,
76
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
sitelerde öyle değil. Çadırdan siteye doğru
yürüdüğümüz süreç var sanırım ortada ve
bu süreç, genel anlamda belki de aradığımız değerleri oluşturmak için bir basamak
görevi üstlenecektir.
Siteler, zenginlerin harcı olmaktan
çoktan çıktı. Ekonomik konutların bulunduğu siteler de mevcut artık. Burada Türk milletinin yeni bir yöneliminin
olduğunu görmek gerekiyor. “Zenginler
sitelerde, yoksul halk dışarıda” eleştirileri
şekilci değerlendirmeden öteye gidemiyor.
Toplu konut deneyimlerinden de hareketle
söyleyebiliriz ki siteler, geleceğin konut-
Toplu konut
deneyimlerinden de
hareketle söyleyebiliriz
ki siteler, geleceğin
konutlaşma ve
şehirleşme sürecine yön
verecek gibi görünüyor.
Bu tarz bir şehirleşmeyi
geleneklerimizle uyumlu
hâle getirmek gerekiyor.
laşma ve şehirleşme sürecine yön verecek
gibi görünüyor. Bu tarz bir şehirleşmeyi
geleneklerimizle uyumlu hâle getirmek
gerekiyor. Milletimizin yöneliminde bizim
değerlerimize uygunluk göze çapıyor zaten. Ama bunun düşünsel altyapısını veya
halkın bilinçaltını çözümlemek bulduğumuz verileri geliştirmek gerekiyor. "Cibril
komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu
ki nerede ise komşuyu komşuya mirasçı
kılacak sandım." hadisinin işareti yönünde
bir site oluşumu üzerinde düşünülebilir,
daire ve blok sayısı netleştirilebilir. Modern
tıbbın verilerinden de faydalanarak yeni
bir sentez oluşturulabilir. Mesela geriatri
uzmanları; 8. Kat ve yukarısında oturan
yaşlıların depresyon oranının yüksekliğine
dikkat çekiyor. Çok yüksek yapıların onların ruhsal sağlığı için uygun olmadığını
söylüyor. Bu ve benzer konular üzerinde
düşünüp projeler üretmemiz gerekiyor.
Okunabilir ve okunduğunda ufkunuzu
açabilir kitaplardan biri Alver’in kitabı.
Alver’in yaklaşımı, tüm olumsuz bakış açısına rağmen “Anlamıyorum nasıl otururlar?”
tarzında değil de “Niye oturmak istediklerini anlamak istiyorum?” tarzında. Bazı
endişeler taşıdığı da malum. Bu endişelere
Latin Amerika’da ve Güney Afrika’da bazı
sitelerde görenlerin şahit olduğu o siteler
için anlatılan yüksek site duvarlarında kalaşnikoflu güvenlikçilerin gezdiği; sosyal
adaletin olmadığı, gelir dağılımın zalimce
olduğu, zenginler ve yoksullar arasında
bir uçurumun olduğu durumun simgesi
siteler değil kastımız. Zaten böylesi bir
durum, toplum olarak başarısızlığımız
ve çöküşümüz olur. Tam anlamıyla değerlerden kopuş olan bu durumun bizde
yaşanmayacağını düşünüyor site olgusuna olumlu bakıyorum. Bununla beraber
benzer araştırmalara yön göstermesi ve
öncülük etmesi, geleneksel olarak bizi biz
yapan değerlerle etkileşim içinde yaşacağımız evler, binalar ve şehirler oluşturma
yolunda düşünce ve bilgi üretmeye dönük
gayretinden dolayı yazarı tebrik ediyorum.
SİNEMA
SÜPER KAHRAMAN
OLMAK LAZIM BAZEN!
Süper kahraman filmleri her dönem revaçta olmuştur. Vizyona girdiklerinde
gişe hâsılatlarında birinciliği elden bırakmayan bu filmlerin doğası ve yapısı pek
gerçekçi olmasa da onları sevmemizin bazı nedenleri var:
YILMAZ DENİZ AYDEMİR
Süper kahramanlar sadece
etrafta dolaşan ve
kendilerine özel güçler
ile adam pataklayan
karakterler değildirler.
Karakterler daha katmalı
oluşturulur ve insani
duyguların karmaşık bir
yansımasıdır. Her süper
kahramanın derin bir
felsefi hikâyesi vardır.
Örneğin Bruce Wayne,
kalbi kırık bir milyarderken
Yarasa Adam olmuştur.
Süper kahramanlar,
insanların bireysel
ve sosyal
doğalarının birer
simgesidir.
Çoğu bilindik süper kahraman tıpkı
maskeli bir baloya gidermiş gibi
giyinse de aslında daha derin bir hali
temsil eder. Örnek vermek gerekirse
Örümcek Adam, ergenlik dönemine
yeni girmiş bir erkeği simgeler.
Radyoaktif bir örümcek tarafından
ısırılan genç gazeteci Peter Parker’ın
bir anda vücut yapısı değişerek daha
atletik olur, kendini karmaşık ilişkilerin
ortasında bulur ve gücün getirdiği
sorumluluğu kullanmayı öğrenir.
Demir Adam ise Ayn Rand’ın nesnelci
felsefesinin kapitalizm sonrası
dönemde hayat bulmuş halidir.
78
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
EYLÜL 2012
teşkil eder. Tek
insanlara örnek Süpermen dünyevi
r
la
an
am
hr
ka
Süper
olan
kuşatacak güçte an daha fazlasını
başına dünyaya
m
za
r
uzdarip ve he
dam hiçbir
ihtiyaçlardan m
vaşır. Yarasa A e teslim
sa
ile
r
le
er
kt
ra
isteyen zengin ka karakteri öldürmez, onu adalet şır.
ki
va
zaman karşısında anlar az ile yetinir, iyilik için sa e
am
ikey
eder. Süper kahr nde olması için kendilerini tehl azlar.
ve
pm
İnsanoğlunun gü sil ederler ve doğru yoldan sa rlar.
m
llanı
te
ti
ku
le
in
da
iç
A
ık
r.
nl
atarla
rine insa
ye
r
la
aç
tiy
ih
i
Güçlerini dünyev
İnsanların süper kahramanlara ihtiyacı
vardır. Kendi varlıklarını sorgulamaları için.
Onlara ilham vermesi için. Kendilerini
güvende hissetmeleri için. Umutsuzluğa
kapılmamaları için. Tıpkı 2008 yılında
Christopher Nolan’ın yönetmenliğini
yaptığı ‘Kara Şövalye’de anıldığı
gibi: “Çünkü o Gotham'ın hak ettiği
değil, ihtiyacı olan kahraman.
Onu kovalayacağız, çünkü buna
dayanabiliyor. Çünkü o bizim
kahramanımız değil. Suskun bir nöbetçi,
dikkatli bir koruma. O Kara Şövalye.”
EYLÜL 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
79

Benzer belgeler