Buradan - Diğer – alicinki.com
Transkript
Buradan - Diğer – alicinki.com
İstanbul için kolları sıvamıştı Kanalizasyon ve içme suyu sorunu bitecek 6'sı eski komünist ülke toprağında MENDERES’İN İSTANBUL RÜYASI 5,5 MİLYAR DOLARLIK YATIRIM: SUKAp DÜNYANIN EN KİRLİ 10 şEhRİ ÇEVRE ve ŞEHİR İÇİNDEKİLER KENTSEL DÖNÜŞÜM 5 EKİM’DE 33 VİLAYETTE BAŞLIYOR ........................................................................... 4 EVİNİ YAPANA YARDIM (EYY) MODELİ GELİYOR ............................................................................................................. 5 YOKSULLAR BARINACAK YER SAHİBİ OLMADAN DÜNYA HUZUR BULAMAZ .......... 6 ERCİŞ’TE DÜNYA REKORU KIRILDI ........................................................................................................................................................... 7 SEKTÖRLER KENTSEL DÖNÜŞÜM İÇİN VAN’DA BULUŞTU ...................................................................... 10 BAKAN BAYRAKTAR TUNUS’TA İNŞAAT SEKTÖRÜNÜ İNCELEDİ ................................................. 12 Denizler tehlike altında ........................................................................................................................................................................ 36 GAZİANTEP bölgesi çocuk oyunları .................................................................................................................................. 64 DÜNYA TURU - Deniz buzu yok oluyor........................................................................................................................... 68 Kitap - siteril hayatlar ................................................................................................................................................................................ 74 SÜPER KAHRAMAN OLMAK LAZIM BAZEN! ....................................................................................................................... 78 14 60 PAMUKKALE Bakanlık merkezi ve 81 ilde faaliyet gösteren Yapı Malzemeleri Laboratuvarları, yapı elemanının sahip olması gereken temel vasıfları taşıyıp taşımadığını test ediyor. 20 44 En kirli 10 şehir 50 GEVHER NESIBE 54 AHİ ŞEHRİ KAYSERİ n 30 TEHLİKE ALTINDAKİ 10 DOĞAL HARİKA Menderes, savaş yılları ve ilgisizliğin harap ettiği İstanbul’un mimari mücevherlerini gün ışığına çıkarmak için kolları sıvamıştı. YAPI MALZEMELERine tam kontrol DEV YATIRIM: SUKAP 2 24 İSTANBUL RÜYASI Hedef, belediyelerin kanalizasyon ve içmesuyu problemini tamamen ortadan kaldırmak. Öncülük ettiği hastane ve zaviyeler, dünyanın ilk tıp fakültesi olarak gösterilir. ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Eğer iklim değişikliği etkilerinin önüne geçilmezse, bu muhteşem doğa harikaları da yok olup gidecek. Dünyanın en kirli 10 şehrinden 6’sı eski komünist ülke toprağında. Kayseri, Türklerin fethinden sonra ahiliğin en önemli merkezi olmuştur. Pamukkale travertenlerinde gözlenen kararmaların artmaması için ekolojik çözüm önerileri getirilecek. YIL: 1 SAYI: 9 EYLÜL 2012 DB Yapım Ajans adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Şenol Selçuk Turan Yayın Koordinatörü Necati Eren Yayın Kurulu Ali İhsan Kıraç Yakup Türkmen Sezgin Demircioğlu Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar Haber Merkezi Aydın Pınar Hazal Çelik Betül Demir Tasarım DB Yapım Ali Çınkı Fotoğraflar Selahattin Aydınlı Sıtkı İlanbey Yönetim Yeri Aşağı Öveçler Mahallesi 1333 Sokak No: 17/12 Çankaya, Ankara Tel : 0 312 472 47 45 Faks : 0 312 472 47 46 Türü Yaygın Süreli Baskı Fersa Ofset Baskı Tesisleri, Ankara Tel : 0 312 386 17 00 Basım Tarihi Eylül 2012 - Ankara ISSN 2147-1649 YAPI MALZEMELERİ LABORATUvARLARI GÜVEN VERİYOR Yapı Malzemeleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan kapak dosyamızda, yapının ve yapı malzemelerinin üretim ve uygulama süreçlerinde yapılan yanlışların, zaman içinde ne gibi hasarlara neden olduğu çarpıcı bir şekilde ortaya konuluyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı olarak 81 ilde faaliyet gösteren laboratuvarların altyapısının hızla geliştirildiğine dikkat çekilen yazıda, yapı elemanının sahip olması gereken temel vasıfları taşıyıp taşımadığının en güvenli şekilde test edildiği kaydediliyor. Eylül sayımızın bir başka önemli dosyasını, 5.5 Milyar Liralık dev yatırım SUKAP oluşturuyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla 2011'de başlatılan proje, 25 bin nüfusun altındaki bütün belediyelerin kanalizasyon ve içme suyu problemini 5 yıl içerisinde tamamen ortadan kaldırılmayı hedefliyor. Projeden 2.258 belediyenin faydalanması öngörülüyor. TV 24 Ankara Temsilcisi Yaşar Taşkın Koç, enfes bir dosya Eylül sayımıza değer katıyor. TRT 1’de yayınlanan “Ali Adnan-Başvekil” belgeseliyle adından söz ettiren ve pek çok ödül kazanan Koç, Cumhurbaşkanı Bayar’ın, 1957’de büyük bir imar hamlesi başlatan Başvekili hakkındaki şu tespitini aktarıyor: “İstanbul’u Adnan Menderes gibi gören ve duyan bir yürek, bir kafa kim bilir ne zaman bir daha gelecek? Bizim gibi yokuş çıkan milletlerin Adnan Menderes gibi hizmet cezbesi içinde çalışan insanlara çok ihtiyacı var!” Kadim Şehirler’de Kayseri’yi değerlendiren Hasan Hüseyin Öz, Konya ile birlikte Selçuklu medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri olan Kayseri’nin, 16. yüzyılın sonunda 35.000 nüfusuyla Akdeniz dünyasının en büyük şehirlerinden biri olduğunu hatırlatıyor. Şehir Yüzlü İnsanlar’ın bu ayki konuğu, Kayseri’nin sembol ismi Gevher Nesibe Sultan. Tüm malını mülkünü vakfederek inşa ettirdiği eserleriyle güzel bir gelenek başlatan Sultan’ın yaptırdığı hastane, dünyanın ilk tıp fakültesi olarak gösteriliyor. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan Özel Çevre Koruma Bölgeleri’nde bu ay Denizli’nin ve ülkemizin en değerli turizm değerlerinden biri olan Pamukkale’nin biyolojik çeşitliliğinin tespiti çalışmalarına temas ediliyor. Aydın Derin “Tehlike Altındaki 10 Doğal Harika” ve “Dünyanın En Kirli 10 Şehri”, Yılmaz Deniz Aydemir “Denizler Tehlike Altında” başlıklı yazılarıyla dünyanın güncel çevre sorunlarına dikkat çekiyorlar. Çevre Testi’nin bu ayki teması ise “Denizler”… Ekim sayımızda sizleri yepyeni bir logo, daha albenili bir tasarım ve daha doyurucu bir muhteva ile selamlamak için yoğun bir çalışma temposu ve tatlı bir heyecan içerisindeyiz. Saygılarımızla… EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 3 HABER KENTSEL DÖNÜŞÜM 5 EKİM’DE 33 VİLAYETTE BAŞLIYOR Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Türkiye Müteahhitler Birliği’nce düzenlenen kentsel dönüşüm konulu toplantıya katıldı. Bakan Bayraktar, Türkiye’deki 20 milyon konut stokunun yaklaşık 5 milyonunun, 1999 depreminden sonra yapıldığını ve göreceli olarak depreme dayanıklı kabul edildiğini söyledi. Deprem öncesinde inşa edilmiş olan 15 milyon konutun yaklaşık 6,5 milyonunun riskli olduğuna dikkati çeken Bakan Bayraktar, 20 yıl içinde ülkenin tamamını, depreme dayanıksız, kaçak ve salaş yapılardan kurtaracaklarını belirtti. KENTSEL DÖNÜŞÜM 5 EKİM’DE BAŞLIYOR Bakan Bayraktar, 5 Ekim’de Türkiye’nin 33 vilayetinde, yaklaşık 100 noktada, önce kamu binalarından başlamak üzere kentsel dönüşüm çalışmalarını başlatacaklarını ifade etti. Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkındaki kanunun, eksiklikleri ya da yanlışlarının olabileceğini ancak ana kaide itibarıyla uygulama kabiliyeti yüksek bir yasa olduğuna işaret eden Bakan Bayraktar, şöyle devam etti: “Kanunun önemli bir hususu, gönüllülük esasıdır. Önce isteyen vatandaşlarda başlayacağız. ‘Benim evim riskli, heyelan, deprem tehlikesi var’ diyen insanların elinden tutacağız. Devlet olarak elimizden geleni yapacağız. Önce rızaya ve gönüllülüğe dayalı bir yapıyla yürüyeceğiz. Ancak ev yüzde 100 afet riski altında bulunan bir yapıysa, devlet olarak onu da tespit etmek zorundayız. Netice itibarıyla vatandaş yıkmıyorsa, biz yıkmak zorundayız. Kimse kusura bakmasın. Bizim vatandaşımızın canı, malından daha önemlidir. Vatandaşımızın hayatı, sağlıklı yaşaması malından daha önemlidir. Mal hakkı, mülkiyet hakkı kutsaldır. Ama yaşama hakkı daha kutsaldır, daha önemlidir. Yasanın ruhunda bu var, yaptırım gücünde de bu var.” 4 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 YASAYA YAPILAN ELEŞTİRİLER Bakan Bayraktar, bazı muhalif kesimlerden “Bu rant yasasıdır” yönünde eleştiriler aldıklarına dikkati çekerek, şunları söyledi: “İnsaf diyorum. Bu yasanın yanına rant kelimesini getirmek, bu yasayla birlikte rant ifadelerini kullanmak çok büyük haksızlıktır. 500 milyarlık ekonomi doğacak. Bunu kim yapacak? Özel sektör. İhaleyi kim yapacak? Özel sektör. Arsasını, arazisini kim müteahhide verecek? Özel sektör. Biz ne yapacağız? Devlet olarak evini boşaltan fakire kira yardımı yapacağız. Bunun neresinde rant? Vatandaş ucuz konut alacak da rant sağlayacaksa helali hoş olsun, sağlasın. Ben de ancak faizlere destek olacak, kira yardımı yapacak kadar para var.” Yeterli sayıda parkı, bahçesi, yeşil alanı ve ulaşım ağı bulunmayan şehirlerle modern ülke olunamayacağını dile getiren Bakan Bayraktar, bunları bir an önce halledilmesi gerektiğini vurguladı. Bakan Bayraktar, halkın taleplerine kulak vermenin, demokrasilerde esas olduğuna değinerek, şöyle konuştu: “Biz şimdi çok afedersiniz kelaynak kuşlarının dediğini yapamayız. Millete ne diyeceğiz? Millet ''şunları şunları yapacağız. Biz de size güvendik'' diyor. Muhalefet, bizi denetleyecek, eleştirecek. Yapıcı eleştiri yapacak, bizim yanlışlarımızı kamuoyuna deklare edecek. Biz de yanlış yapmayacağız. Muhalefet güzel bir proje getirirse de onu alacağız, vatanın milletin menfaatine kullanacağız. Yoksa körü körüne ne yaparsan kötü olmaz öyle şey.” “RUHSATI KOLAYLAŞTIRACAĞIZ, DENETİMLERİ ARTIRACAĞIZ” Türkiye Müteahhitler Birliği’nce düzenlenen kentsel dönüşüm konulu toplantıda konuşan Bakan Bayraktar, 5 Ekim’de Türkiye’nin 33 vilayetinde, yaklaşık 100 noktada, önce kamu binalarından başlamak üzere kentsel dönüşüm çalışmalarını başlatacaklarını ifade etti. Bakan Bayraktar, rant elde etmek isteyenlere, açıkgözlere fırsat vermeden, yetimin hakkını gözeterek bu dönüşüm çalışmalarını hep birlikte gerçekleştirmeyi hedeflediklerini söyledi. Almanya’da ruhsat alma işlemlerinin kolaylığını belirten Bakan Bayraktar, şunları kaydetti: “Almanya''da ruhsat almaya gittiğinizde, belediye ya da kamu kuruluşu size güveniyor. Fakat bir yanlışlık yapmışsan iflahını kesiyorlar. Denetim sıkı. Şimdi biz ruhsat alana kadar adamın canını alıyoruz. Ondan sonrası hak getire. Ne denetim var, ne başka bir şey. Şimdi ruhsatta kolaylaştırma, denetimde sıkılaştırma yapacağız. Modern devletlerde, özel sektörün önünü açan, işini kolaylaştıran bürokrasidir, bürokratlardır. Bürokratik sürtünme katsayısını azaltacağız. Bunu TOKİ de başardık, burada da başaracağız.” EVİNİ YAPANA YARDIM (EYY) MODELİ GELİYOR Gezi ve incelemelerde bulunmak üzere Van’a giden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Evini Yapana Yardım (EYY) modelini geliştireceklerini söyledi. Merkeze bağlı Kurubaş köyüne giderek Evini Yapana Yardım (EYY) modeliyle ev yaptıran ve bir süre önce evlerine taşınan Tatar ailesini ziyaret eden Bayraktar, depremden sonra tamamlanan ilk afet konutu olması dolayısıyla kurdele kesti. Evi çok beğendiğini ifade eden Bakan Bayraktar, EYY modelinin avantajlarına değindi. Yapımı devam eden konutlarda denetimleri artıracaklarını vurgulayan Bakan Bayraktar, EYY modelinin, iyi bir sistem olduğunu, depremzedelere ev yapımı için verilen paranın da artırılmasıyla daha iyi olacağını ifade etti. VATANDAŞ DAHA UCUZA MALEDİYOR EYY modeliyle ev yaptıran vatandaşların, evlerini daha düşük fiyata tamamladığına dikkati çeken Bakan Bayraktar, şöyle konuştu: “Bu evleri biz yaptırdığımız zaman 100-120 bin liraya mal ediyoruz. Vatandaş yaptırdığı zaman aynı konutu 80-90 bin liraya mal ediyor. O yüzden Evini Yapana Yardım modelini geliştireceğiz. Bu sistemde vatandaşlara verilen para miktarını da artırmak için konuyu Başkanımıza arz edeceğim. Bu sistem daha güzel ve vatandaş daha memnun.” Önceki dönemlerde de bu tarz yapılan evler için vatandaşlara yardımda bulunulduğunu ancak evlerin kalitesiz olduğunu anımsatan Bakan Bayraktar, Tatar ailesinin yaptırdığı evin hem kullanışlı hem de güzel olduğunu kaydetti. KÖYLERDE İNŞA EDİLEN KONUTLARI DENETLEDİ 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde meydana gelen depremlerde adeta haritadan silinen Alaköy ve Gedikbulak köylerinde, “Evini Yapana Yardım”(EYY) modeliyle yaptırılan konutları gezen Bakan Bayraktar, çalışmalarla ilgili müteahhit ve müşavir firma yetkililerinden bilgi aldı. İnşaatların, deprem yönetmenliğine uygun yapılması konusunda uyarıda bulunan Bakan Bayraktar, vatandaşların da sorunlarını dinledi. Bayraktar, bazı köylülerin, depremde evlerinin yıkılmasına rağmen hak sahibi olamadıklarını belirtmesi üzerine, bazı köylerde bu tür sıkıntıların bulunduğunu ifade ederek, bu durumdaki vatandaşların, isimlerini köy muhtarına yazdırmalarını istedi. Depremde evi yıkıldığı halde hak sahibi olamayan depremzedelerle ilgili yeni bir değerlendirme yapacaklarını vurgulayan Bakan Bayraktar, vatandaşların mağduriyetini gidermek için gerekenin yapılacağını kaydetti. EYY modeliyle ev yaptıran vatandaşların inşaatı daha düşük fiyata tamamladığına dikkati çeken Bakan Bayraktar, “Biz yaptırdığımız zaman 100-120 bin liraya mal ediyoruz. Vatandaş yaptırdığı zaman aynı konutu 80-90 bin liraya mal ediyor. O yüzden Evini Yapana Yardım modelini geliştireceğiz” dedi. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 5 HABER “YOKSULLAR BARINACAK YER SAHİBİ OLMADAN DÜNYA HUZUR BULAMAZ” İtalya’da düzenlenen 6. Dünya Kentsel Forumu’na katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, yoksulların barınacak bir yerleri olmadığı sürece dünyanın huzuru bulamayacağını söyledi. İtalya’nın Napoli kentinde bu yıl 6’ncısı düzenlenen Dünya Kentsel Forumu’nun “Bakanlar Oturumu’nda konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Bugün dünyaya baktığımızda, Afrika’da insanların yüzde 35’i şehirde yaşıyor, Asya’da yüzde 40’ı şehirde, dünyadaki 7 milyar nüfusun da yarısı şehirlerde yaşıyor. Fakat giderek bu artacak; hem nüfus hem de şehirlere göç artacak. En çok dikkat etmemiz gereken husus, dünyada yoksullar, rahat bir ortama kavuşmadıkça, rahat bir yerleşim elde etmedikçe, dünya huzuru yakalayamayacaktır” dedi. THE çok yardım etmeliyiz. Yoksul insanlara, barınmak için parası olmayan insanların elinden tutmak zorundayız. Yoksa hem şehirlere göç hem de yoksul ülkelerden zengin ülkelere illegal göç devam edecek” diye konuştu. Bayraktar, Almanya’nın nüfusunu yüzölçümüne oranla çok iyi dağıttığını ve ülkede 7-8 milyonluk bir kent bulunmadığını, buna karşın güney yarı küredeki büyük şehirlerin nüfuslarının çok fazla olduğunu bunun da sıkıntı yarattığını kaydetti. URBAN THE FUTURE URBAN FUTURE “YOKSULUN ELİNDEN TUTMAK ZORUNDAYIZ” Özellikle Kuzey yarı kürede yaşayanların, güney yarı küreye sadece maddi bakımdan değil, aynı zamanda bilgi alışverişi konusunda da yardım etmek zorunda olduğunu ifade eden Bayraktar, “Dünya milletlerinin refaha kavuşması için daha çok birbirimizin elinden tutmalıyız. Daha “ŞEHİRLER BÜYÜYOR, KÖYLER ŞEHİRLEŞİYOR” Bayraktar, oturumun ardından yaptığı açıklamada, “Kentlerden bahsediyoruz aslında ama bütün yerleşim yerleri kent haline geliyor. Dünya bunun farkında değil. Bir taraftan şehirler büyürken, diğer taraftan da köy niteliğindeki yerler şehir statüsü kazanıyor. Köylerde atık su tesisleri, kanalizasyonlar inşa ediliyor, çöpleri toplanıyor, okullar, hastaneler kaliteli oluyor. Köylerin yolları asfaltlanıyor. Artık şimdi tüm yerleşim birimleri, daha şehir haline geliyor” dedi. Bayraktar, gelişmiş ülkelerde insanların şehrin gürültüsünden kaçarak banliyöye gittiğini, gelişmemiş ve gelişmeye çalışan ülkelerde ise kırsaldan gelen insanların şehir kenarlarında varoşları oluşturduğuna işaret etti. “BU TARZ FORUMLAR THE sixTH sEssion oF THE woRld URban FoRUm pRogRammE ÇOK FAYDALI” “Kadıköy, Bakırköy, Yeşilköy” gibi İstanbul’un ilçelerinin adlarının sonunun hep “köy” olduğunu ancak bunların şehirle iç içe yerler olduğunu örnek gösteren Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, “Modern köyler de şehirleşiyor. Dünya bir büyük köy haline geliyor. Bu forumlarda bunları tartışmanın çok ciddi katkısı olacak” dedi. Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin 1996 yılında 2. HABITAT toplantısına ev sahipliği yaptığını, 2016’da üçüncüsüne de talip olduklarını belirterek, konferansın İstanbul’da yapılmasıyla çok daha ciddi gelişme kaydedeceklerini ifade etti. Bayraktar, 6. Dünya Kentsel Forumu’nda Bakanlar Oturumu ve Belediye Başkanları Oturumu’nu takip ettikten sonra forum kapsamında bazı ülkelerin açtığı stantları gezdi ve bilgi aldı. THE sixTH sEssion oF THE woRld URban FoRUm pRogRammE Hsp/wUF/6/inF/6 sEpTEmbER 2012 Hsp/wUF/6/inF/6 sEpTEmbER 2012 6 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 ERCİŞ’TE DÜNYA REKORU KIRILDI Bakan Bayraktar, 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde meydana gelen depremlerin ardından Van ve Erciş'te temeli atılan 17 bin konutun yaklaşık 10 aylık bir süre içinde tamamlanmasının dünya rekoru olduğunu söyledi. Van Valisi Münir Karaoğlu ve Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu ile Edremit ilçesinde Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığı'nca yaptırılan deprem konutlarında incelemede bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, yapımı tamamlanan bazı evleri gezdi, TOKİ, yüklenici firma ve müşavir firma yetkililerinden çalışmalar hakkında bilgi aldı. Depremin yıl dönümü olan 23 Ekim 2012 tarihine kadar hak sahiplerinin kendi konutlarına yerleşeceğini kaydeden Bakan Bayraktar, 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde meydana gelen depremlerin ardından Van ve Erciş'te 17 bin konutun yaklaşık 10 aylık süre içinde tamamlanmasının, dünya rekoru olduğunu belirtti. EDREMİT’E MODERN BİR ŞEHİR KURULDU Edremit ilçesinde daha önce TOKİ tarafından yaklaşık 2 bin konut inşa edildiğini, depremden sonra da 5 bin 600 konutun yaptırıldığını ifade eden Bakan Bayraktar, 2 bin 100 konutun temelinin de atılma- sıyla bölgedeki konut sayısının 10 bine ulaşacağını ifade etti. Bakan Bayraktar, söz konusu bölgenin, okulları, camileri, alışveriş merkezlerini, park ve bahçeleri, yolları ve sosyal hayatın gerektirdiği tüm donanımları ile modern bir şehir olduğunu bildirerek, şunları kaydetti: "Depremden sonra devletimiz ve hükümetimiz tüm kurumlarıyla 4 elle sarıldı. Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü konutların olduğu bölgede zemin etütlerini ve planlamaları yaptı. TOKİ de burada ihaleleri yaparak kısa sürede konutların yapımına başlandı. Devletin bütün ilgili birimleri bu çalışmalara omuz verdi ve burada yeni bir şehir doğdu. Bu şehir Van’a renk getirdi. İnşallah Van’ın marka şehir olmasına çok ciddi katkı sağlayacak. Bu bakımdan mutluyuz. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum." "DEVLETİN EN TEMEL GÖREVLERİNDEN BİRİ DENETİMDİR" Bir gazetecinin sorusu üzerine devletin en temel görevlerinden biri denetim olduğuna değinen Bakan Bayraktar, denetim mekanizmasının layıkıyla yerine getirildiğinde ve hak edişlerin zamanında ödenmesi halinde köy konutlarında da kalitenin artacağını dile getirdi. Her şey tam anlamıyla yapıldığında konutların maliyetinin de düşeceğini anlatan Bakan Bayraktar, “Evin hafriyatından temeline, kalıptan demirinin bağlanmasına ve betonunun atılmasına kadar her aşamasında sıkı denetim yapacağız. Dün köylerde yaptığımız gezilerde EYY modeliyle evini yapanlarda aynı kaliteyi gördük. Bu bizi çok mutlu etti. Devletin denetim mekanizmasıyla vatandaşın da bilinci arttı. Bu denetimler Türkiye’nin kalkınması ve gelişmesine, israfın önlenmesine çok ciddi katkı sağlayacak” dedi. KOCAELİ-VAN KARDEŞLİK PARKI Bayraktar, buradaki incelemelerinin ardından Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin Van Gölü sahilinde yaptırdığı “Kocaeli-Van Kardeşlik Parkı”na geçti. Parkı gezen Bakan Bayraktar, iki ilin kardeşliğiyle böyle güzel bir ortamın oluşmasında emeği geçen Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Başkanı Karaosmanoğlu ile Vali Karaloğlu’na teşekkür etti. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 7 HABER KİRLİLİĞE GEÇİT YOK Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, atıksu arıtma tesisleri ve fabrika bacalarına yönelik yaptığı denetimlerde, toplamda 16 Milyon 694 Bin 027 Lira ceza kesti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, çevreyi kirleten tesislere karşı sıkı denetimlerini sürdürüyor. Bakanlık, 81 ilde atık su arıtma tesisleri ve fabrika bacalarına yaptığı denetimler sonucunda, mevzuata uymayan çok sayıda tesise ceza verdi. ARITMASI OLMAYAN TESİSE AĞIR YAPTIRIM Bakanlık son 7 ayda ülke genelinde atık su arıtma tesislerine toplam 3.044 denetim gerçekleştirdi. Bu denetimlerde mevzuata aykırı davranan tesislere ise 10 Milyon 330 Bin 916 Lira ceza verdi. Cezaların dağılımında; Tekirdağ 4 Milyon 449 Bin 647 Lira ile ilk sırada yer alırken, İzmir 1 Milyon 134 Bin 148 Lira ceza ile en çok ceza alan 2. Şehir oldu. HAVAYI KİRLETENLERE CEZA Havayı kirleten fabrika bacalarına ise 6.039 denetim gerçekleştiren Bakanlık, bu denetimlerde mevzuata uymayanlara, 6 Milyon 633 Bin 111 Lira ceza kesti. Bakanlığın denetim raporlarında fabrika bacalarına en fazla cezanın kesildiği il 1 Milyon 557 Bin 259 Lira ile başkent Ankara oldu. Başkenti ise 1 Milyon 513 Bin 250 Lira ile Kocaeli takip etti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED (Çevresel Etki ve Değerlendirme) Genel Müdürü Mustafa Satılmış, “Denetimlerimiz son hı- zıyla devam ediyor. Bakanlık olarak üzerimize düşen ne ise yerine getiriyoruz. Yarının doğası bugünden yaratılır. Söz konusu çevre, doğal denge ise kimseye hassasiyet göstermeyiz” dedi. MUHTARLAR YÜZME ÖĞRENİP ÇEVRE BİLİNCİ KAZANACAKLAR Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Türkiye Yüzme Federasyonu ile birlikte çalışarak, 28 kıyı ilinden seçilen 28 köy muhtarına 07-13 Ekim tarihinde yüzme eğitimi vererek çevre bilinci aşılayacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, çevre bilinci oluşturmak amacıyla hazırladığı "Yüzme öğrenelim; Temiz denizlerimizde yüzelim" başlıklı projesini hayata geçiriyor. Bu kapsamda 28 kıyı ilinden seçilen 28 köy muhtarına 07-13 Ekim tarihinde Antalya’da eğitim verilecek. Bakanlık, köy muhtarları aracılığı ile vatandaşa çevre bilincini aşılayacak. 28 kıyı ilinden yapılan başvurular arasından, çevre konusunda duyarlı ve başarılı çalışmaları olan ve yüzme bilmeyen 28 köy muhtarı belirlendi. Seçilen muhtarlara 07-13 Ekim tarihleri arasında Antalya’da bir otelde 5 gün yüzme eğitimi verilecek. Eğitim Türkiye Yüzme Federasyonu ekiplerinden oluşan profesyonel ekipler tarafından verilecek. ÇEVRE DUYARLILIĞI SEMİNERİ Yüzme eğitiminin yanında çevre duyarlılığını aşılamak için seçilen köy muh- 8 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 tarlarına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü personelinden uzman bir ekip 5 gün boyunca seminer verecek. Seminerde katılımcı muhtarlara yüzme derslerinin yanı sıra, denizlerin ekolojik ve ekonomik önemi, deniz kirliliğinin önlenmesi ve denizlerin korunması, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünün çevrenin korunmasına yönelik çalışmaları konularında bilgiler verilecek. MUHTARLARA PLAKET VERİLECEK Seminerlerde verilen bilgileri pekiştirmek için; birer adet mavi bayraklı plaj, atıksu arıtma tesisi, çöp depolama alanı, milli park ve akvaryum ziyareti yapılacak. Programın son günü ise yüzme dersi alan katılımcı muhtarlar arasında yüzme yarışması düzenlenecek. Eğitim programını tamamlayan muhtarlara plaket verilecek. Projenin bitiminde, muhtarlar görev yaptıkları köylerde vatandaşlara çevrenin korunması, iyileştirilmesi, çevre kirliliğinin önlenmesi konularında bilgilendirici toplantılar düzenleyecek. Bakanlık bu toplantıların düzenlenmesinde her türlü katkı ve katılımı sağlayacak. Çevre Yönetimi Genel Müdürü Mehmet Baş; bakanlığın bakış açısı ve yaklaşımını yansıtması açısından projenin oldukça anlamlı olduğunu ve çok önemli bir başlangıç teşkil ettiğini söyledi. Genel Müdür ayrıca, bilgilerin vatandaşa ulaşmasında muhtarların hedef kitle olarak seçilmesinin projenin başarısı ve devamı açısından önemine değindi. “Temiz denizlerimizde yüzelim” sloganının önemine işaret eden Genel Müdür Mehmet Baş, projenin, temiz bir çevre oluşturmada devletin vatandaşlarına verdiği değeri göstermesi açısından son derece anlamlı olduğunu ifade etti. BARTIN’DA DOĞAL GAZ HEYECANI Bartın Doğal gaz Hattı Kaynak Töreni’ne katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, doğal gazın 2013 yılı başından itibaren evlere verilmeye başlanacağını söyledi. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Bartın Kapalı Pazaryeri’nde düzenlenen doğal gaz hattı kaynak törenine katıldılar. Bakan Bayraktar, Bartın’ın havasını pırıl pırıl yapacak doğal gaz şehir şebekesinin temelini attıklarını vurgulayarak, “Kentimizde doğal gaz, önümüzdeki yılın başından itibaren evlere verilmeye başlanacak” dedi. 180 bin nüfuslu Bartın’da turizmin ve sanayi yatırımlarının artmasını istediklerini kaydeden Bayraktar, şunları söyledi: “Enerji kaynaklarının kullanılması için çevreyi koruyarak neler yapabiliriz, bunun incelemesini yaptık. Bartın’ın tabiatını, coğrafyasını, ormanlarını ve florasını en hassas şekilde korumak zorundayız. Bu bizim görevimiz. İnşallah bundan sonra, çevre bakımından gerek katı atık bertaraf ve depolama, gerekse atık su arıtma tesisi konusunda Bartın’a daha çok el atacağız. Bizim şiarımız şudur: Biz seçim sırasında yarışırız, hizmette siyaset yapmayız. Vatandaşımızın emrindeyiz.” Bakan Bayraktar, yer altında 3 adet ortalama 700 metre derinliğinde kuyular olduğunu belirterek, “Bu kuyular da, alttan birbirine galeri şeklinde bağlanıyor. Biz de, oraya indik ve kompresörle kazarak, elimizde gördüğünüz kömürü çıkardık. Hakikaten kalori değeri çok yüksek bir kömür. İnşallah ülkemiz enerjisine çok büyük katkılar sağlayacak. Bu çok büyük bir anlaşma ve büyük bir yatırım. Herkesi tebrik ediyorum” dedi. “ENERJİ, ÜLKENİN HAYAT SIVISIDIR” Bakan Bayraktar ile Bakan Yıldız, Bartın Valisi Bülent Savur’u makamında ziyaret ettiler. Vali Savur’un sunduğu brifingin ardından açıklamalarda bulunan Bakan Bayraktar, şu değerlendirmelerde bulundu: “Enerji bizim ülkemiz için çok önemli. Medeniyet ilerledikçe ve büyüdükçe enerjiye ihtiyaç daha çok artıyor. Bir ülkenin ‘hayat sıvısı’ enerjidir. İnsanlar, nasıl damarlarında kan dolaşmadığında ölürlerse. Gelişmiş bir ülke de enerji olmadan hiçbir şey yapamayız. Biz ekonomik olarak büyüdük ve güçlü bir ülke olduk. Enerjide dışa bağımlı olmasak çok daha ileriye gideceğiz. NABUCCO hattı kuruldu. Türkiye enerji koridorunda ve doğal gaz enerji yatakları, petrol enerji yatakları üzerinde bulunuyor. Bizim kendi öz enerjimizi, yenilenebilir enerjimizi, doğal gazdan, kendi kömürümüzden ürettiğimiz enerjiden, rüzgar ve güneş enerjisinden faydalanıp, hidroelektrik santrallerini arttırmak suretiyle, dışa bağımlılığımızdan kurtulmamız lazım.” TERMİK SANTRALİ İNCELEDİLER Bakan Bayraktar ve Bakan Yıldız, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Amasra Müessese Müdürlüğü’nü ziyaret ederek, yetkililerden yapılan çalışmalar hakkında bilgi edindiler. Daha sonra Amasra ilçesinde kömür ve metan gazı arama faaliyetlerinde bulunan Hema Endüstri AŞ’nin şantiyelerinde incelemelerde bulunarak, Hattat Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Hattat’tan çalışmalar hakkında bilgi aldılar. BAKANLAR KUYUYA İNDİ İki bakan HEMA’ya ait helikopterle, Tarlaağzı mevkisindeki kuyubaşına gelerek, Hattat Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Hattat ve protokolle birlikte, şirkete ait olan derinliği eksi 710 kotundaki kuyuya indiler. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 9 HABER SEKTÖRLER KENTSEL DÖNÜŞÜM İÇİN VAN’DA BULUŞTU Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Yerel Yönetimler Kamu İşverenleri Sendikası (YERELSEN) ve Van Valiliği tarafından düzenlenen “Kentsel Dönüşümde Sektörler Buluşuyor” toplantısına katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, toplantının açış konuşmasını yaptı. Bakan Bayraktar, 7 milyara ulaşan dünya nüfusunun yüzde 50'sinin şehirlerde yaşadığını anımsatarak, şehir nüfusunun gün geçtikçe daha da artacağını ifade etti. Türkiye’nin 76 milyonluk nüfusunun yüzde 76’sının şehirlerde yaşadığını dile getiren Bakan Bayraktar, şöyle konuştu: “Bu ülkenin insanları olarak, tarihte 23 milyon kilometrekare toprağa sahip bir imparatorluğun bakiyesiyiz. Bu topraklarda 35 devlet kuruldu. 4,5 milyon kilometrekare ile girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra geriye 333 bin kilometrekare toprağımız kaldı. 1914 yılında 16 milyon olan nüfusumuz, 1927 yılında rağmen 13 milyona düştü. 1950 yılına geldiğimizde yaklaşık 20 milyon nüfusa ulaştık ve bunun sadece yüzde 10''u şehirlerde yaşıyordu.” TÜRKİYE CİDDİ BİR İLERLEME İÇERİSİNDE Son 10 yılda Türkiye’nin sadece ekonomik alanda değil, dünyada önemli bir aktör olma yolunda önemli adımlar attığına işaret eden Bayraktar, Birleşmiş Milletler’in (BM) karar aşamalarında Ankara’nın görüşüne müracaat eder hale geldiğini söyledi. Bayraktar, “Türkiye çok ciddi ve şerefli bir ilerleme, gelişme süreci içindedir” dedi. Türkiye’nin gerek coğrafi konumu ve gerekse tarihten gelen müktesebatları nedeniyle zor bir yerde bulunduğuna değinen Bakan Bayraktar, dünyada San Fransisco ve Kobe, Türkiye’de ise Erzincan, 1999’daki Gölcük ve Düzce ile 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerindeki Van depremlerinin hafızalardaki yerini koruduğunu dile getirdi. Van depremlerinden sonra 75 milyon insanın 8 elle kente yardım için sefer olduğunu vurgulayan Bakan Bayraktar, “Bunu 10 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 değil, barajlar, köprüler ve havaalanları ile yapılacak bina stoku, bir ülkenin medeniyet göstergesidir. Teknik altyapı medeniyet göstergesidir. Bu bakımdan geldiğimiz noktada kentsel dönüşüm kaçınılmazdır. Afet riski taşıyan binaların dönüştürülmesi son derece elzemdir. Kalkınmayı engelleyen ve hayat standardını bozan, enerjiyi savuran, mühendislik hizmeti almayan, yoksulluğu artıran köhnemiş, kaçak yapılardan, afet ve depreme dayanıksız yapılardan bu ülke artık kurtulmak zorundadır.” “VAN GÖLÜ’NÜ KURTARMA ÇABASI İÇİNDEYİZ” Van’da düzenlenen “Kentsel Dönüşümde Sektörler Buluşuyor” toplantısına katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, “Kalkınmayı engelleyen, hayat standardını bozan, enerjiyi savuran, mühendislik hizmeti almayan, yoksulluğu artıran köhnemiş, kaçak yapılardan, afet ve depreme dayanıksız yapılardan bu ülke artık kurtulmak zorundayız” dedi. görünce nasıl bir millet olduğumuzu net bir şekilde gördük” ifadelerini kullandı. GELİNEN NOKTADA KENTSEL DÖNÜŞÜM KAÇINILMAZ Bir ülkenin kalkınması, gelişmesi ve insanlarının mutlu olabilmesinin, sadece kişi başına düşen milli gelirin artırılmasıyla olmayacağına işaret eden Bakan Bayraktar, şunları kaydetti: “Sadece sanayisini geliştirmekle de buna ulaşılmaz. Sadece yüksek binalar Sağlam ve emin adımlarla, ne yaptığını bilerek yollarına devam ettiklerini anlatan Bakan Bayraktar, Van depreminden sonra merkez ve Erciş’te yapımına başlanan 17 bin 500 kalıcı konutun bitme aşamasına geldiğini hatırlattı. Depremden sonra ortaya konulan bu başarının bir benzerinin ne ABD, ne Avrupa ülkeleri ne de Japonya’da olduğunu açıklayan Bakan Bayraktar, “Japonya, deprem konusunda bizden çok öndedir. Bunu kabul ve takdir ediyoruz. Ama böyle manevra kabiliyeti olan koordinasyonu sağlayan bir yapısı yok” diye konuştu. Bakan Bayraktar, bir felaket olan depremi fırsata dönüştürmek gerektiğini bildirerek, Edremit’te başlayan kuşaklama yolu ile bu yoldan Van merkeze gelecek ara yolların en kısa sürede tamamlanacağını belirtti. Van Gölü’nün kurtarılması için çaba içerisinde olduklarının altını çizen Bakan Bayraktar, Van Belediyesi’nin imkanları yetmediği için şehir şebeke suyunu, bakanlık olarak yenileme yoluna gittiklerini ve en kısa sürede tamamlayacaklarını kaydetti. HERŞEYİ HALA DEVLETTEN BEKLEYENLER VAR Bakan Bayraktar, 2 ay önce “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi” 6306 sayılı yasanın çıkarıldığını anımsatarak, yasanın ikincil mevzuatlarını da düzenlediklerini söyledi. Uygulanma noktasına gelen yasayı 81 ilin valisine göndererek gerekli çalışma yapmalarını istediklerini söyleyen Bakan Bayraktar, konuşmasına şöyle devam etti: “Ama istenilen tepki gelmedi. Yine her şey bizden ve devletten bekleniyor. Ama bunu da adım adım yapacağız. Deprem kuşağı üzerinde bulunan Hakkari, Van, Bingöl, Erzincan, Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, İstanbul, Tekirdağ, İzmir, Afyon gibi illeri artık kendimiz tetiklemek zorundayız. Bunların hem yakasına yapışacağız hem de elinden tutacağız. Hangi belediye başarılı ve bu işe kafasını çok yoruyorsa, hangi belediye insanlarla rıza noktasına geliyorsa onlarla yürümek durumundayız.” “İLLERDE, İŞİN ESAS SAHİBİ VE SORUMLUSU VALİLERDİR” Bakanlık olarak evini yıkmak ve yıktırmak isteyen yoksullara kiracı da olsalar kira yardımı yapılacağını kaydeden Bayraktar, riskli evini yıkan ve boşaltan, TOKİ ve belediyelerin yaptığı konutlardan almak isteyenlerin bankalardan aldığı kredileri sübvanse edeceklerini söyledi. Kentsel dönüşümde, illerde işin esas sahibi ve sorumlusu olarak valileri tayin ettiklerini belirten Bayraktar, “ Afet riskinde bulunan veya deprem karşısında ayakta kalma mecali olmayan, evin veya binanın sorumlusu valiler olacaktır. Vali, bu binayı ya belediyeye veya özel sektöre yıktıracaktır. Bu sebeple bir afet karşısında bir risk taşıyan binaların sahipleriyle konuşarak önce elektrik, doğal gaz, ve suyunu keseceğiz. Belli bir süre sonra yıkımını yapacağız” diye konuştu. İstanbul’da yaşayanların yeni binalara geçtiklerini, eski binalara ise kırsaldan gelenlerin taşındığını hatırlatan Bayraktar, şunları söyledi: “Bunu engellememiz lazım. Onların da mutlaka elektrik ve suyunu kesmemiz la- zım. Afet riski taşıyan binayı yıkamayınca, elektrik ve suyunu kesmeyince birileri gelip oturuyor. Son 10 yılda Türkiye’de devlet eliyle 500 bin konut yapıldı, bu büyük bir örnek oldu. Bu süreçte 145 noktada belediye işbirliği halinde kentsel dönüşüm yapıldı. Devlet ciddi bir tecrübe kazandı ve devam ediyor. Şimdiye kadar 37 bin konut yapılarak teslim edildi, 67 bin konutun yapımı ise sürüyor.” 6,5 MİLYON KONUT ELDEN GEÇİRİLECEK Bakan Bayraktar, geçen 10 yıllık süreçte özel sektörün 4 milyon 500 bin konut yaptığına işaret ederek, ülkedeki konut stokunun 20 milyona ulaştığını bildirdi. Bu konut stokunun 5 milyonunun yenilendiğini ifade eden Bakan Bayraktar, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Deprem fayı üzerinde bulunan illerde, TÜİK verilerinden aldığımız bilgiler ve yaptığımız çalışmalarla 6,5 milyon konutun elden geçmesi gerekiyor. Belli periyotlarla 2, 5, 7, 10 ve 15 sene nihai olarak bu işi tertemiz yapmamız lazım. Bununla Türkiye’nin teknik altyapısı düzelecek. Binalarımız mühendislik ve mimarlık hizmeti alarak, enerji çalmayan, afete dayanıklı olacak. Park ve bahçelerimiz olacak. Çok ciddi enerji tasarrufu sağlayacak. Ülke olarak yıllık petrol ve doğalgaz gibi enerji- ye 50 ile 60 milyar dolar para ödüyoruz. Kentsel dönüşümle 9 ile 12 milyar dolar arasında bir enerji tasarrufu sağlayacağız. Şehirlerdeki ulaşımlarımız rahatlayacak, güzel meydanlar yapılarak insanlar rahat bir nefes alacak.” İNŞAAT SEKTÖRÜNDEN ÇİN'İN ARDINDAN İKİNCİ SIRADAYIZ Türkiye’nin inşaat sektöründe Çin’den sonra ikinci sırada bulunduğunu anlatan Bakan Bayraktar, şunları vurguladı: “İş alıyoruz ama o doğrultuda bize para gelmiyor. Çünkü oyun kurucu değiliz. Oyun kurucu AB ülkeleri, ABD ve Japonya mühendislik ve müşavirlik firmalarıdır. Onlar projeleri yaparak şartnameleri hazırlıyor. İhaleleri biz kazanıyoruz ama istediğimiz hak edişi elde edemiyoruz. Müşavirlik sektörü gelişirse, gelecekte dünyada oyun kurucu olacağız. Bu da Türkiye’nin ayağa kalkmasına vesile olacak.” Bakan Bayraktar, artık bilgiyi ve teknolojiyi iyi kullanan, projeleri araziye iyi uygulayan ara teknik elemanlara ihtiyaç olduğunu belirterek, kentsel dönüşüm seferberliği sayesinde ara teknik elemanları çok iyi yetiştireceklerini kaydetti. Bununla birlikte ülkenin kalkınacağını ve şehirlerin güzelleşeceğini dile getiren Bakan Bayraktar, dünyada artık şehirlerin yarıştığını sözlerine ekledi. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 11 HABER BAKAN BAYRAKTAR TUNUS’TA İNŞAAT SEKTÖRÜNÜ İNCELEDİ Tunus’un şehirleşme konusunda önemli mesafeler kat ettiğini belirten Bakan Bayraktar, Tunuslu yetkililerle toplu konut sorununun çözümü konusunda değerlendirmelerde bulundu. Tunus’a iki günlük resmi ziyarette bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Tunus Başbakanı Hammadi elCibali ile görüştü. Başbakanlık binasında basına kapalı olarak gerçekleşen görüşmede Tunus Bayındırlık Bakanı Muhammed Selman ve Çevre Bakanı Mamiyye el-Benna da hazır bulundu. Görüşmenin ardından açıklama yapan Bakan Erdoğan Bayraktar, Tunuslu Bakanlarla dünya gündeminin üst sıralarında yer alan çevre sorunları hakkında fikir alışverişinde bulunduklarını ifade etti. Görüşmelerin son derece faydalı geçtiğini söyleyen Bayraktar, “Görüşmelerimizi yazılı anlaşmalara dönüştürmek için çalışmalarımız devam edecek” diye konuştu. Tunus Bayındırlık Bakanı’yla yaptığı temaslara da değinen Bakan Bayraktar, “Görüşmelerde Tunus’un şehirleşme konusunda epey mesafe kat ettiğini anladım. Kendileriyle Türkiye’nin toplu konut üretimi sahasındaki çalışmalarını ve bu konudaki tecrübelerimizi paylaştım. Tunus’un toplu konut sorununun çözümüne dair mütala- 12 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 alarda bulunduk. Tunus’la tecrübelerimizi paylaşmak bizi mutlu eder” dedi. Tunus Çevre Bakanı Mamiyye el-Benna ise, Türkiye’nin çevre konusundaki tecrübelerinden yararlanabilmelerini sağlayan verimli görüşmeler yaptıklarını söyledi. Tunus Bayındırlık Bakanı Muhammed Selman da, Türkiye’nin konut alanındaki başarılarından istifade ettiklerini belirterek, görüşmelerin çok verimli geçtiğini ifade etti. BAYRAKTAR’DAN İLLER BANKASI SPORCULARINA ÖDÜL Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, İller Bankası Spor Kulübü sporcuları olan, 3-9 Eylül’de Bulgaristan›da düzenlenen İşitme Engelliler Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda altın madalya kazanan İlhan Çıtak ile Londra Olimpiyat Oyunları’nda tekvandoda gümüş madalya kazanan Nur Tatar’a altın hediye etti. Bakan Bayraktar, Bakanlık’taki törende yaptığı konuşmada, İller Bankası Spor Kulübü’nün gerek voleybolda gerekse diğer spor dallarında çok ciddi bir çalışma ve gayret içinde olduğunu söyledi. Derece alan genç sporcuları kutlayarak başarılarının devamını dileyen Bakan Bayraktar, bu iki sporcuyu bundan sonra da desteklemeye devam edeceklerini bildirdi. Türkiye’yi sporda çok daha ileriye taşımayı istediklerini vurgulayan Bakan Bayraktar, Bakanlık olarak İller Bankası Spor Kulübü sporcularının daha çok dalda başarı elde etmesi için gayret göstereceklerini kaydetti. “ÇOK CİDDİ BİR DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM YAŞAYACAĞIZ” Daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bakan Bayraktar, “Kentsel dönüşüm kapsamında spor tesislerinde artış olacak mı” sorusu üzerine, gelecek süreçte yangın, deprem, heyelan, taşkın riski taşıyan binaları yenileyeceklerini ancak meselenin sadece bu olmadığını söyledi. Bunun aynı zamanda bir sosyal dönüşüm olduğuna işaret eden Bakan Bayraktar, şöyle devam etti: “Aynı zamanda Türkiye’nin modernleşmesidir. Aynı zamanda yeni yerleşim konseptlerinde, birimlerinde modern hayatın gerektirdiği bütün sosyal donatıları da barındırmaktır. Yeterli spor tesisleri, yeşil alanlar, eğitim ve sağlık tesisleri, şehir içi ormanları, parkları, bahçeleri, ulaşım ağı, meydanları, aynı zamanda enerji tasarruflu, akıllı binalar yapma noktasında çok ciddi şekilde bir şehirleşme, konutların yenilenmesi konusunda çok ciddi değişim ve dönüşüm yaşayacağız inşallah.” İller Bankası’nın şampiyon sporcularını kabul eden ve ödüllendiren Bakan Bayraktar, Türkiye’yi sporda çok daha ileriye taşımayı istediklerini söyledi. Bayraktar, Bakanlık olarak İller Bankası Spor Kulübü sporcularının daha çok dalda başarı elde etmesi için gayret göstereceklerini kaydetti. “HEPİMİZ AYNI ŞEYİ DÜŞÜNÜYORUZ” Bakan Bayraktar, “terörle ilgili sözlerinin” sorulması üzerine de “Çok ciddi manada ciğerimiz yanıyor, aslında bir şey konuşacak durumda değiliz” ifadelerini kullandı. Terörü bitireceklerini belirten Bakan Bayraktar, şöyle konuştu: “Ben şunu vurgulamaya çalıştım, bu vatan, bu millet, bir zamanlar 23 milyon kilometrekare büyüklüğe ulaşmış bir imparatorluğun neticesinde oluşmuştur. Biz Birinci Cihan Harbi’ne girerken 4 milyon küsur kilometrekare yüz ölçümümüz vardı. 333 bin kilometrekareyle çıktık. Türkiye’nin çeşitli yerleri işgal edildi. Hepsi, affedersiniz, defoldu gitti. Bu millet çok büyük bir millettir. Bu millet sabretmesini de bilir harp etmesini de bilir bedel ödemesini de bilir.” “DEVLETİMİZ, BÜYÜK VE ŞEREFLİ BİR DEVLET” Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hiçbir zaman esaret yaşamadığını vurgulayan Bakan Bayraktar, şunları kaydetti: “Biz ne diyoruz, Türkiye Cumhuriyeti nüfus kağıdını taşıyan, vatandaşlık bağıyla bu ülkeye bağlı olan herkesin bu vatanı, bu milleti sevmesi lazım, bu vatana bağlanması lazım. Bizim aradığımız budur. Eğer Türkiye Cumhuriyeti nüfus kağıdını cebinde taşıyıp da bize hainlik yapıyorsa... Biz dedik ki Çerkez’dir, Arap’tır, Kürt’tür, Arnavut’tur, bunların hiçbirinden sıkıntı gelmez. Türklerden gelmez, Kürtlerden gelmez. Ancak kanında bozukluk varsa, sütünde bozukluk varsa sıkıntı gelir. Biz bunu söylemeye çalıştık. Geldiğimiz nokta budur. Satılmış veya kanı bozuk veya sütü bozuk... Yoksa bizim devletimiz büyük devlet, şerefli bir devlet. Bunu söylemeye çalıştık, herkes söylüyor bunu. Hepimiz aynı şeyi düşünüyoruz.” EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 13 KAPAK YAPI MALZEMELERİ LABORATUvAR ALTYAPISI HIZLA GELİŞTİRİLİYOR Bakanlık merkezi ve 81 ilde faaliyet gösteren Yapı Malzemeleri Laboratuvarları, yapı elemanının sahip olması gereken temel vasıfları taşıyıp taşımadığını test ediyor. YAPI MALZEMELERİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI LABORATUvAR ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ Yapı malzemelerinin gelişimi insanlık tarihi kadar eskidir. İlk aşamada insanlar, malzemeleri doğadaki şekilleri ile olduğu gibi kullandılar. Ağaç dalları ve çamurdan yapılan barınaklar, taş yığınlarından oluşturulan yapılar bunların en iyi örnekleridir. İkinci aşamada insanlar, basit araç ve gereçlerle malzemeleri şekillendirerek kullandılar. Üçüncü aşama, doğadaki malzemelerin fiziksel ve kimyasal değişikliklere uğratılarak kullanıldığı devirdir. Bu devirde madenler eritilerek metaller, metal eriyikleri karıştırılarak alaşımlar, killer şekillendirilip pişirilerek (tuğla vs) kullanıldılar. Dördüncü aşamada insanlar, doğada bulunmayan plastik, betonarme gibi yapay malzemeleri ürettiler. YAPI MALZEMELERİ 3 ANA GRUBA AYRILIR Yapı malzemeleri, kullanıldıkları yer ve kullanılış amaçlarına göre 3 ana gruba ayrılır: 1. Taşıyıcı Malzemeler: Bu gruba giren yapı malzemeleri, yapıyı ayakta tutan, yükleri karşılayan, 14 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Piyasa Gözetim ve Denetim faaliyetlerinde Bakanlığın stratejisi; güvenli olmayan ürünü yakalamakla birlikte, öncelikli olarak piyasayı bilgilendirmek, eğitmek ve üreticilerin piyasaya güvenli ürünleri sürme politikalarını geliştirmektir. yapının iskeletini oluşturan beton, çelik, betonarme gibi mekanik özellikleri yüksek olan malzemelerdir. 2. Detay Malzemeleri: Bu malzemeler yapılarda belirli işlevleri olan ve dekoratif amaçlarla kullanılan cilalı taş, boya gibi malzemelerdir. 3. Koruyucu Malzemeler: Yapıyı olumsuz dış etkilerden koruyan, cam pamuğu, perlit, bitümlü malzemeler gibi ısı, ses ve su izolasyon malzemeleri bu gruba girerler. Bazı malzemeler ise çok amaçlı olarak kullanıldığı için, bu gruplama kesinlik taşımaz. Örneğin, boya malzemesi, hem detay hem de izolasyon amaçlıdır. GÜVENLİ YAPI İÇİN NELER YAPILMALI? Depreme dayanıklı yapı üretim sürecine girdi veren temel faktörlerden birisi de yapı malzemeleridir. Yapı malzemelerinin özellikleri ve uygulama koşulları yapının dayanıklılığını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle, yapının ve yapı malzemelerinin üretim ve uygulama süreçlerinde yapılan yanlışlık ve/veya eksiklikler, yapıların zaman içinde ve farklı etkiler karşısında önemli ölçüde hasar görmesine neden Depreme dayanıklı yapı üretebilmenin temel faktörlerden birisi de yapı malzemeleridir. Yapı malzemelerinin özellikleri ve uygulama koşulları yapının dayanıklılığını doğrudan etkilemektedir. olmaktadır. Yapı üretim sürecinde uygun nitelikte bir malzeme kullanılması kadar; zaman içinde malzemenin bozularak performansını kaybetmemesinin sağlanması da önemlidir. YAPI MALZEMELERİ YÖNETMELİĞİ 8 Eylül 2002 tarih ve 24870 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren yürürlüğe giren Yapı Malzemeleri Yönetmeliği’nde yapı malzemelerinin taşıması gereken temel gerekler belirlenmiştir. Bunlar; mekanik dayanım ve stabilite, yangın durumunda emniyet, hijyen, sağlık ve çevre, kullanım emniyeti, gürültüye karşı koruma, enerjiden tasarruf ve ısı muhafazasıdır. YAPININ ÖMRÜNÜ MALZEME BELİRLER Bir yapının ömrü, yalnızca projesinin iyi olmasına ve işçiliğine bağlı değildir. En önemli faktör yapıda kullanılacak olan malzemelerin projede teknik tasarımına uygun seçilmesi, karakteristiklerine uygunluğunun denetlenmesi, standardına uygun imalatı ve bakımıdır. Malzemenin az veya çok bakım gerektirmesi, özellikle yapının ömrü boyunca işletme giderlerini önemli ölçüde etkiler. Örneğin, mevzuatlara uygun olmayan bir malzeme, belirli bir süre sonra sürekli bakım veya yenileme gerektirebileceğinden, mevzuata uygun bir malzemeye kıyasla ekonomik olmayabilir. BAKANLIĞIN YETKİ VE sorUMLUKLARI Yapı Malzemeleri Yönetmeliği’ne göre; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, malzemenin yapıda kullanımı aşamasındaki yetki ve sorumlulukları şunlardır: Ürünlerin ilgili teknik düzenlemelere uygun ve güvenli olup olmadığını tespit etmek üzere; a) Depolama ve satış yerlerinde düzenli kontroller yapmak, b) Gerekli durumlarda, ürünlerin üretim aracı olarak kullanıldığı işyerlerini düzenli olarak denetlemek ve bu yerlerde rastgele ve ani denetimlerde bulunmak, c) Gerekli gördüğü hallerde, üründen veya üretim hattından numuneler almak ve bu numunelerin teknik düzenlemeye uygun ve güvenli olup olmadığının deneyini yapmak veya yaptırmak. Isı, ses ve su yalıtımda kullanılan tuğla, briket, seramik, PVC kapı-pencere, dış cephe kaplamaları gibi yapı malzemelerinin, yangın dayanıklılığı, ısı geçirgenliği, su yalıtımı bakımlarından test edilmeleriyle, daha sağlıklı ve güvenilir binalar yapılabilecektir. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 15 KAPAK Yapının ve yapı malzemelerinin üretim ve uygulama süreçlerinde yapılan yanlışlık ve/veya eksiklikler, yapıların zaman içinde ve farklı etkiler karşısında önemli ölçüde hasar görmesine neden olmaktadır. Hazır beton, çimento, agrega, betonarme çeliği, tuğla-kiremit, bims blok, gaz beton, yapı kimyasalları, boya, metal baca, oluklu levha, seramik, pvc kapı ve pencereler, ısı yalıtım malzemeleri, su yalıtım malzemeleri, doğal taş gibi yapı malzemelerinin ülke genelinde denetlenmesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü Yapı Malzemeleri Dairesi Başkanlığı tarafından programlı olarak gerçekleştirilmektedir. HAZIR BETON ÜRÜNLERİNİN DENETİMİ Bakanlığımız tarafından hazır beton ürününün, 81 il genelinde denetim işlemleri beton santrali ile yapı sahası arasında piyasaya arz edilmekte olan transmikserlerden numune alınarak gerçekleştirilmek- 16 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 tedir. Uygun olmayan beton sonuçlarına göre ilgili santrallere gerekli yaptırımlar uygulanmaktadır. Yönetmelik gereğince; hazır beton santrallerinde girdi olarak kullanılan tüm malzemelerin mevzuata uygun olmaları gerekmektedir. Takip usulü yapılan hazır beton denetimlerinin yanı sıra beton santrallerinde kullanılan agrega, çimento, uçucu kül ve diğer katkı malzemeleri belirlenen programlar dâhilinde denetlenmektedir. Çelik donatıların kontrol ve denetimleri de, üretildikleri fabrikalarda ve uygulandıkları şantiyelerde standartların öngördüğü şekilde yapılmaktadır. UZMAN PERSONEL VE LABORATUVARLAR Denetim faaliyetlerinde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 80 il laboratuvarı ve merkez laboratuvarı kullanılmaktadır. Yapı malzemelerinin kullanıldığı yapı elemanının taşıması gereken temel gerekleri taşıyıp Yapı üretim sürecinde uygun nitelikte bir malzeme kullanılması kadar; zaman içinde malzemenin bozularak performansını kaybetmemesinin sağlanması da önemlidir. taşımadığı bu laboratuvarlarda deneylerle araştırılmaktadır. Kamu ve özel kuruluşlar da, standartların öngördüğü deneyleri yapılabilmektedirler. Ancak yapı malzemeleri konusunda yetkili kuruluş olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, bu konuda uzman personeli ve gerekli cihazları ile ülke geneline yapı malzemelerinin laboratuvar kalite alt yapısını güçlendirerek depreme dayanıklı güvenilir ve sağlıklı yapılar oluşturmayı amaçlamaktadır. LABORATUVAR ALTYAPILARI GÜÇLENDİRİLDİ 2004 yılında AB fonlarından yararlanılarak, 2010 ve 2011 yıllarında ise yapılan “İl Laboratuvar Hizmetlerinin Güçlendirilmesi Projeleri” kapsamında İl Müdürlükleri bünyesindeki laboratuvarların alt yapıları güçlendirilmiştir. Böylelikle 81 İl Müdürlüğünde mevcut binaların dayanıklılığının tespitinde kullanılan beton test çekici ve karot deneyleri; yeni yapılacak binalarda kullanılan beton çelik çubuklardan alınan numuneler ve taze beton numuneleri standartlarına uygun olarak test edilebilmektedir. İHTİSAS LABORATUvARLARI KURULUYOR Ayrıca Başkanlığımız ürün bazlı bölge ihtisas laboratuvarları kurarak (tuğla, briket, yalıtım malzemesi, agrega, seramik, doğal taş, PVC kapı-pencere vb.) deneyi yapılacak Yapı Malzemeleri Yönetmeliği’ne göre yapı malzemelerinin taşıması gereken temel gerekler şunlardır: mekanik dayanım ve stabilite, yangın durumunda emniyet, hijyen, sağlık ve çevre, kullanım emniyeti, gürültüye karşı koruma, enerjiden tasarruf ve ısı muhafazası. malzeme sayısını artırmayı amaçlamaktadır. Şu an Yapı Malzemeleri Dairesi Başkanlığı Merkez Laboratuvarı’nda taze ve sertleşmiş beton, beton çelik çubuk, çelik hasırlar, agrega, ısı yalıtım malzemesi, terrazo-karo, beton bordür taşı, tuğla, briket ve diğer kagir ve beton mamulleri deneyleri yapılabilmektedir. PİYASA GÖZETİM VE DENETİM FAALİYETLERİ Yapılan Piyasa Gözetim ve Denetim (PGD) faaliyetlerinde Bakanlığın stratejisi, güvenli olmayan ürünü yakalamakla birlikte, öncelikli olarak piyasayı bilgilendirmek, eğitmek ve üreticilerin piyasaya güvenli ürünleri sürme politikalarını geliştirmektir. Böylece piyasaya arz edilen ürünlerin güvenli olması, piyasa gözetimi ve denetimi yapılarak en fazla miktarda güvensiz/uygunsuz ürün tespit edilmesi, üreticiler arasında haksız rekabetin önlenmesi, tüketicinin korunması ve her yıl farklı yapı malzemelerinin denetim kapsamına alınması hedeflenmektedir. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 17 KAPAK LABORUTUvAR ALTYAPISI GÜÇLENDİRİLİYOR Ayrıca merkez ve İl Müdürlükleri bünyesindeki laboratuvarlara 2012 yılında alınacak ilave cihazlarla da laboratuvarların alt yapılarının daha da güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Merkez Laboratuvarı, deney sonuçlarının güvenilirliğini ispat etmek ve artırmak için TS ISO 17025 standardı doğrultusunda 2012 yılı sonuna kadar akredite olma çalışmaları yapmaktadır. ISI, SES VE SU YALITIMI DENETİMİ DE YAPILMALI Uygulamalar taşıyıcı sitemin test edilmesini zorunlu kıldığından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı laboratuvar hizmetleri; taze beton, sertleşmiş beton ve beton çelik çubuk deneyleri üzerinde yoğunlaşmıştır. 18 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Isı, ses ve su yalıtımda kullanılan malzemelerin, tuğla, briket, seramik, PVC kapıpencere, dış cephe kaplamaları gibi yapı malzemelerinin de standartlarda belirtilen kriterlere göre (yangın dayanıklılığı, ısı geçirgenliği, su yalıtımı vb.) test edilmeleri de gerekmektedir. Böylece binalar daha sağlıklı ve daha güvenilir yapılacaktır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ürün bazlı bölge ihtisas laboratuvarları kurarak (tuğla, briket, yalıtım malzemesi, agrega, seramik, doğal taş, PVC kapı-pencere vb.) deneyi yapılacak malzeme sayısını artırmayı amaçlamaktadır. YATIRIM Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla 2011'de başlatılan SUKAP, belediyelerin içmesuyu, içmesuyu arıtma, kanalizasyon şebeke ve atıksu arıtma projeleri için yüzde 50 oranında hibe desteği almasına imkan sağlıyor. Gereken diğer finansman İller Bankası’ndan uygun şartlarda temin edilebiliyor. 20 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 5,5 MİLYARLIK DEV YATIRIM: SUKAP 25 bin nüfusun altındaki bütün belediyelerin kanalizasyon ve içmesuyu problemini tamamen ortadan kaldırılmayı hedefleyen projenin 5 yılda tamamlanması öngörülüyor. Bingöl'ün 40 yıllık altyapı sorununa neşter vuruluyor İller Bankası A.Ş. tarafından yapım çalışmaları sürdürülen Bingöl, Kanalizasyon, Yağmur suyu ve İçme suyu Hatları inşaatı, SUKAP projesi kapsamında gerçekleştirilen önemli projelerden biri. Bu projenin sonuçlandırılmasıyla Bingöl'ün 40 yıldır süren su sorunu çözümlenmiş olacak. İller Bankası A.Ş. tarafından uygulaması gerçekleştirilen, SUKAP (Su ve Kanalizasyon Altyapı Projesi) Türkiye'nin tüm bölgelerinde artarak devam ediyor. 2015 yılına kadar sürecek proje ile Türkiye'nin her bölgesini kapsayan yaklaşık 5,5 milyarlık dev bir yatırım gerçekleştirilmiş olacak. Projenin bugüne kadar 2.5 milyarlık kısmının yapımı başlatıldı veya ihale aşamasına getirildi. SUKAP NEDİR? 10 Mayıs 2011 tarihinde alınan Yüksek Planlama Kurulu (YPK) kararı ile başlatılan SUKAP programı, 25 bin nüfusun altındaki belediyelerin içmesuyu, içme suyu arıtma, kanalizasyon şebeke ve atık su arıtma projeleri için %50 oranında hibe desteği almasına imkan sağlıyor. Belediyeler projeler için gereken diğer finansma- nı ise İller Bankasının uygun koşullarıyla sağlayabiliyor. Buna göre 500 bin TL’lik bir yatırım gereken çalışmanın %50'si olan 250 bin TL hibe olarak devlet tarafından karşılanırken kalan 250 bin TL’lik ödeme İller Bankası kredisiyle uygun koşullarda sağlanarak uzun vadelerle kullanılabiliyor. KALKINMA BAKANLIĞI KOORDİNE EDİYOR Kalkınma Bakanlığı koordinasyonu ile yürütülen programla küçük belediyeler YPK kararıyla bu kapsamda değerlendirilebiliyor. Nüfusu 25 binden fazla olan ve YPK kararı ekinde yer alan belediyelere ise 5393 sayılı Belediye Kanunundaki borç stoku limitine uyma şartı aranmaksızın İller Bankasınca kredi tahsisi yapılabiliyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla tüm yerel yönetimlerin kal- Projenin ihale çalışmaları İller Bankası tarafından tamamlanarak startı 15 Nisan 2012 tarihinde Kalkınma Bakanı Dr. Cevdet Yılmaz, Bingöl milletvekilleri, İller Bankası Genel Müdürü Ahmet Candan ve bürokratların geniş katılımıyla verildi. Kalkınma Bakanı Dr. Cevdet Yılmaz açılış konuşmasında SUKAP projesiyle hükümet olarak şehirlerde yaşayan insanlara büyük destek sağladıklarını ve çok güçlü bir çalışma programı oluşturduklarını ifade etti. İller Bankası A.Ş. Genel Müdürü Ahmet Candan ise yaptığı konuşmada, "Bu proje ile Bingöl ilimize sağlıklı yaşam koşulları sağlayacak bir ortam oluşturulmakta ve şehirleşmenin en zor alanı olan altyapı hizmetleri modern hale getirilmektedir" dedi. Bingöl merkez ve ilçelerinde halen birçok belediyenin içme suyu ve kanalizasyon çalışması SUKAP kapsamında gerçekleştiriliyor. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 21 YATIRIM “Küçük belediyelerin içmesuyu ve kanalizasyon problemi çözülecek” İller Bankası Genel Müdürü Ahmet Candan, SUKAP’ın yerel yönetimlerimizin altyapı ve kanalizasyon konusunda önünü açan çok önemli proje olduğunu belirterek, “Üzülerek belirtmek gerekir ki, ülkemizin farklı bölgelerinde bugüne kadar içme suyu ve kanalizasyonu hiç olmayan veya hızla yenilenmesi gereken belediyelerimiz bulunuyor” dedi. Bu belediyelerin kendi imkanlarıyla bu tür projeleri yapmaları mümkün olmadığını kaydeden Candan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatı, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın önemli destek ve katkıları ve Kalkınma Bakanlığı’nın koordinasyonunda uygulanmakta olan proje ile Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar ulaşılacağını söyledi. Beş yıllık projeksiyon içerisinde küçük belediyelerin tamamının kanalizasyon ve içme suyu problemini tamamen ortadan kaldırılmayı hedeflediklerini kaydeden Genel Müdür Candan, şunları söyledi: “SUKAP, aynı zamanda benzer projelere de (HAVZAKAP, KIYIKAP vb.) örnek model olabilecek ülkemizin kalkınma hamlesinde gerçekleştirdiği önemli adımlardan biridir. Ülkemizin modern ve sürdürülebilir şehircilik anlayışını gerçekleştirmesinde bu yönde projelerin olmasını zorunlu olarak görüyorum. Biz İller Bankası olarak bu projenin önemine inanıyoruz, çalışmalarımızı bu yönde sürdürüyoruz. İller Bankası olarak böyle bir kalkınma hamlesinin içinde yer almanın haklı gururunu taşıyoruz.” 22 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 2010 yılında nüfusu 25 binin altında olan 1.478 belediyenin 877'si içme suyu ve 1.020'si atık su tesisi olmak üzere toplam 1.897 adet projeye ihtiyacı olduğu belirlendi. 2012 yılında yeni talepte bulunan belediyelerin 361 yeni projesiyle birlikte toplam proje sayısı 2.258'e ulaştı. kınması amacıyla 2011'de başlatılan SUKAP Projesinde tespit edilen ihtiyaçların beş yıllık bir projeksiyonla karşılanması hedefleniyor. Böylece 2015 yılına kadar belediyelere ayrılacak kaynak ile özellikle küçük belediyelerin içmesuyu ve kanalizasyon altyapı sorunları ortadan kaldırılmış olacak. KAÇ BELEDİYE YARARLANIYOR? 2010 yılında Türkiye genelinde yapılan çalışmada, nüfusu 25 binin altında 1.478 belediyenin 877'si içme suyu ve 1.020'si atık su tesisi olmak üzere toplam 1.897 adet projeye ihtiyacı olduğu belirlendi, tespit edilen bu belediye ve proje listesi 2011 yılı YPK kararında yer aldı. Ayrıca 2012 yılı YPK kararı ekindeki listede yeni talepte bulunan belediyelerin toplam 361 yeni projesiyle birlikte toplam proje sayısı 2.258'e ulaştı. PROJEYE AYRILAN BÜTÇE 2011 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile İller Bankası A.Ş.'ne 400 milyon TL. ödenek aktarıldı, 2012 yılı için de 500 milyon TL ödenek tahsis edildi. Pro- je için gelecek üç yılda kullanılması için tahsis edilecek rakamla birlikte 2 milyar 750 milyon TL hibe ödenek aktarılacağı tahmin ediliyor. Belediyelerin kullanacağı İller Bankası kredisiyle birlikte bu rakam 5.5 milyarlık dev bir yatırım projesine dönüşmüş olacak. İLLER BANKASI’NDAN PROJE DESTEĞİ İller Bankası bu projede sadece finansman sağlamakla kalmayıp projesi hazır olmayan belediyelerin projelerini yapıyor. Böylece kendi imkanlarıyla proje çalışmalarını yapamayan küçük belediyelere de hizmet verilmiş oluyor. İller Bankasınca, 2011 yılında 241 adet iş için 485 milyon TL, 2012 yılı 18.09.2012 tarihi itibarı ile ise 363 adet iş için 617 Milyon TL olmak üzere toplam 577 belediyenin 604 adet işine 1 Milyar 151 Milyon 539 Bin 724 TL hibe kaynak tahsisi yapılmış olup, toplam proje tutarı 2 Milyar 556 Milyon 072 Bin 142 TL olan içmesuyu, kanalizasyon ve arıtma tesisi işlerinin ihale ve inşaat yapım çalışmaları halen devam ediyor. TARİH "Ben Cumhuriyet nesli olarak kendimi İstanbul’a borçlu sayıyorum!" MENDERES’İN İSTANBUL RÜYASI 1957 yılında ülke genelinde büyük bir imar hamlesi başlatan Menderes, uzun savaş yılları ve ilgisizliğin harap ettiği İstanbul’un mimari mücevherlerin gün ışığına çıkarmak için kolları sıvamıştı. YAŞAR TAŞKIN KOÇ Eylül 1956’da Liman Lokantası’ndaki basın toplantısında İstanbul’un imarını hükümet olarak ele aldıklarını açıklayan Başvekil Adnan Menderes’in bunu ne kadar büyük bir tutkuya dönüştüreceği henüz dışarıdan sezilemiyordu… Menderes’in 1957’den itibaren hızlanacak ve özellikle İstanbul ile Ankara başta olmak üzere Bursa, Edirne, İzmir, Adana, 24 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Mersin, Erzincan, Erzurum ve daha birçok ilde başlattığı kapsamlı imar girişimlerine yönelik yapacağı çok sayıda önemli açıklamanın ilkiydi bu basın toplantısı. Eminönü Balıkpazarı, Vatan, Millet caddeleri, Aksaray, Beyazıt, Topkapı, Beşiktaş, Ataköy, Yenikapı, Bebek, Boğaz, Yeniköy, İstinye, Üsküdar ve Kadıköy’de istimlâk ve imar işlerinin başladığı bu dönemde İstanbul’un atardamarı olan üç anayol bu girişim sayesinde ortaya çıktı. 3 yıl içinde gerçekleşen yüzlerce imar çalışması arasından şunları saymak herhalde bir fikir verecektir: Millet Caddesi, Ordu Caddesi, Vatan Caddesi, Londra Asfaltı, Barbaros Bulvarı, Zincirlikuyu Asfaltı, Hacıosman Bayırı, Bağdat Caddesi'nin açılması, Sirkeci-Florya Başvekil Menderes, 1957 milletvekili seçimleri kampanyası sırasında son İstanbul nutkunda şöyle konuşuyor: “İstanbul’a imar ve ümran bakımından yapılacak hizmetler, memlekete bin fabrika kurmaktan daha verimlidir. İstanbul’u, bugünkü kirinden pasından temizleyip emsalsiz güzelliklerini enzar-ı aleme arz ettiğimiz gün, İstanbul, Paris gibi Roma gibi milyarlarla dolar getiren bir gelir kaynağını teşkil edecektir.” sahil yolunun açılması, Levent-Sarıyer asfaltı yapılırken Tophane’den Bebek’e kadar uzanan sahil yolu ile Atatürk Bulvarı’nın genişletilmesi. Edirne-İstanbul karayolunun Topkapı girişinin düzenlenmesi, Yeşilköy'e kadar geniş bir yol yapılması, Saraçhane'deki masif İstanbul Belediye Binası inşası, KaraköyTophane arasında Kemeraltı Caddesi’nin açılması, Bayrampaşa'ya büyük bir stadyum yapılması. Üsküdar-Beykoz sahil yolu ile Eminönü-Unkapanı yolu açıldı. Karaköy-Azapkapı birbirine bağlanan yola kavuştu. Tophane- Dolmabahçe yolu genişletilirken Salıpazarı'nda rıhtım ve antrepolar kurulması, Haydarpaşa liman tesisleri inşası, Eyüp Meydanı, Beyazıt Meydanı, Üsküdar İskele Meydanı başta olmak üzere en önemli meydanların düzenlenmesi ve Ataköy’ün plan dâhilinde imara açılması… YOLA NASIL ÇIKILDI? “Başvekil Adnan Menderes, sanırım, Tahran’dan yeni dönmüştü. İstanbul’da buluşmuş, aynı araba ile Florya’ya gidiyorduk. Yolda surlar ve hisarlar üzerindeki çalışmaların ne ölçüde ilerlemiş olduğunu sordum. Rumeli Hisarı çalışmalarına hemen başlanacak. Surlar için de bir yabancı uzman heyetinden rapor istedim. Fakat sizin bu tavsiyeleriniz bana bazı yeni şeyler düşündürdü, dedi. Bu sırada Aksaray’ın o eski, dar, çarpık yollarından geçiyorduk. Ahşap evlerin perişan manzarasını göstererek devam etti. Şu, birbirinin sırtına yaslanarak ayakta duran binalara bakınız… İstanbul gibi dünya incisi bir şehir böyle mi olur? Bazı saatlerde trafik bu yollarda âdeta kilitleniyor. Güzelim camilerimiz, sanat eserlerimiz bu kargaşalıkta, hurdaların arasına karışmış bir antika eşya gibi kaybolmuş! Bütün bunları, büyük caddelerin vitrinine çıkarmak, gün ışığına kavuşturmak lâzım. Bütün bunlar, elbette bir belediye işi olmaktan çok fazla bir şeydir. Devletin büyük turizm davasının bir parçasıdır. Sesi, inanmış, heyecanlı idi. Yeni bir misyonun içinden konuştuğu belli oluyordu. Yol boyu anlattı: Bu İstanbul, Bizans’ın İstanbul’u değil. Bizans’ın İstanbul’u, şu surların içinde yaşayan küçük bir kasaba… Ayasofya’sı, Dikilitaş’ı, kırık dökük sarayı, hipodromu ve bunları çeviren surlarıyla 30-35 bin nüfuslu küçük bir kasaba… Osmanlıların temel gücü olan Anadolu insanı, imparatorluğun ortak dehasıyla surları aşmış, Yeşilköy’den Pendik’e, Pendik’ten Şile’ye, Kilyos’a kadar uzanan bu güzelim İstanbul’u yaratmış! Camiler, sebiller, medreseler, darüşşifalar, saraylar, yalılar, hanlar, hamamlar, her sokak başına medeniyetin mührünü vurmuş. Bunca yangınlardan, zelzelelerden, afetlerden sonra hâlâ her köşede bir medeniyet şahid, bir sanat parıltısı var… İstanbul’u yedi tepeye kuran Bizans değil, biziz! Türklerdir… “İSTANBUL’U İMAR ETMEK BİN FABRİKA KURMAKDAN DAHA VERİMLİDİR” Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Menderes’in imar hamlesine dair şu önemli anekdotu aktarıyor: “1957 milletvekili seçimlerine bu hava içinde girildi. Adnan Menderes son İstanbul seçim nutkunda şöyle konuşuyor: İstanbul’a imar ve ümran bakımından yapılacak hizmetler, memlekete bin fabrika kurmaktan daha verimlidir. Biz, vazifeye başladığımız zaman İstanbul Belediyesi’nin yıllık geliri 38 milyon liradan ibaretti. Halbuki bugün 38 milyon lira İstanbul’a bir günde yetişmiyor. Bugün İstanbul’un imarında çalıştırdığımız yol makinelerinin miktarı 1950’de bütün Türkiye’de faaliyette bulunan yol makinelerinin iki mislinden fazladır. İstanbul’u, bugünkü kirinden pasından temizleyip emsalsiz güzelliklerini enzar-ı aleme (dünyanın gözleri önüne) arz ettiğimiz gün bütün Türklerin göz bebeği olan İstanbul bu memleketin Paris gibi Roma gibi milyarlarla dolar getiren bir gelir kaynağını teşkil edecektir. 1957 seçimleri de geçti, Demokrat Parti iktidarı da geçti, Adnan Menderes gibi bir devlet adamı, bir Başvekil de geçti… Söz uçtu fakat eser kaldı. İstanbul’u Adnan Menderes gibi gören ve duyan bir yürek, bir kafa kim bilir ne zaman bir daha gelecek? Bizim gibi yokuş çıkan milletlerin Adnan Menderes gibi hizmet cezbesi içinde çalışan insanlara çok ihtiyacı var! İstanbul’u bir “yüzük taşı gibi bütün değerleriyle ortaya çıkaracak” imar çalışmalarının 1967 yılında biteceğini söylüyordu. Bugün 1969 yılındayız. On iki yıl geçmiş… İstanbul’un hâlâ metrosu yoktur. Boğaz Köprüsü yapılmamıştır, başlanmış işler bile bitirilememiştir. Bugün onun açtığı meydanlardan, genişletip düzenlediği kocaman caddelerden, onun kurduğu köprülerden geçen insanlar minnet duyguları içinde onu rahmetle anıyorlar. Çünkü hizmetler yapıldıkları zaman anlaşılmasa bile gelen nesillerin vefa ve minnetinde yaşar giderler… Devlet adamının ölümsüzlüğü bu değil midir?” (Bayar, Celal-; Başvekilim Adnan Menderes, Baha Matbaası, İstanbul, 1969, 1. Basım, s. 160-162) EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 25 TARİH Yabancı şehir planlamacılarının aksine, Bizans’ın İstanbul’unun 30 bin kişilik küçük bir kasaba olduğuna ve İstanbul’u İstanbul yapanların Türkler olduğuna yürekten inanan bir Başvekil… İstanbul Boğazı üzerine bir köprü kurulmasını, Şişli-Kağıthane arasına metro tasarlayan bir Başvekil... Sonra ne olmuş? Osmanlı İmparatorluğu çökünce Cumhuriyet’i kurmuşuz. Fakat ne yapabilmişiz İstanbul’a? Beyoğlu semtinde birkaç büyük bina, Taksim Gezisi, Maçka Yolu, Taşlık, birkaç heykel, bir kaç cadde… Ben Cumhuriyet nesli olarak kendimi İstanbul’a borçlu sayıyorum! Bugün İstanbul’un bütün hayatı Beyoğlu’nun bir caddesinin üzerinde toplanmış, öbeklenmiş… İlk yapılması gereken şey: Beyoğlu’na karşı İstanbul! Açılacak büyük caddelerin vitrininde camilerimiz, sebillerimiz, sanat eserlerimiz yüzük taşı gibi parlayıp görünmeli… Trafik düzenli bir su gibi akıp gitmeli… İnsanlar hayatlarını yollarda tüketerek geçirmemeli! İSTANBUL’U YENİ BAŞTAN YAPMAK… Yakın arkadaşı ve bakanlarından Samet Ağaoğlu, Menderes’in İstanbul rüyasına dair şu bilgileri aktarıyor: “Menderes’in memleketin kalkınma davasında duyduğu heyecan, meselâ İstanbul’un yeni baştan yapılmasını düşünecek kadar ileri dereceye çıkıyordu. Yepyeni bir İstanbul! Hayalinde yarattığı, tarihî bütün değerleri yerinde, camiler, türbeler, mezarlıklar arasında dünyanın büyük şehri İstanbul… Yerli, yabancı, genç, ihtiyar mimarlardan bir çevre kurmuştu yanında… Hepsinin fikirlerini ayrı ayrı alıyor, maketler üzerinde oyuncaklarına eğilmiş çocukların sevinciyle saatlerce duruyor, caddelerin genişliği, park yerleri, yeni köprülerin, yolların geçeceği noktalar, düzeltilecek, doldurulacak kıyılar üzerinde uzun tartışmalara giriyordu. … İstanbul, Menderes’ten önce de sonra da bugün de imar edildi, ediliyor ve edilecek. Ama Adnan Bey’in mübarek mührünü bu şehirden kazımak belki yüzlerce yıl mümkün olmayacak.” (Ağaoğlu-; Samet, Arkadaşım Menderes, Rek-Tur Yayınları, İstanbul, 1967) 26 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Bugünkü İstanbul belki beş altı yüz bin nüfus için yeterlidir. Ama bugün bir buçuk milyonu aşkın insan bu şehirde yaşamaya çalışıyor. Milyonluk şehirlerin nefes alacak meydanları, parkları olmak gerekir. Aksaray, Beyazıt, Eminönü, Karaköy, Taksim, Şişli, Beşiktaş’ta meydanlar yapmalıyız. Bu meydanları büyük geniş yollarla birbirine bağlamak şarttır. Haliç’i çevreleyen bir korniş yol, Boğaziçi’nin iki yakasını ve Eminönü’nden Yeşilköy’e kadar uzanan kıyıyı izleyen bir korniş yol yapmak bugün bir turistik ve trafik zorunluluğudur. Şişli’den Kumkapı’ya kadar bir metro yapmadıkça bugünkü trafiğe cevap vermek mümkün değildir. İki kıtayı birbirine bağlayacak Boğaz Köprüsü iktisadî deveranın teneffüs cihazı olacaktır. Turistik köylere, eğlence sitelerine yer veren büyük bir imar hamlesine girilmedikçe Cumhuriyet nesli- nin tarihe borçlu kalacağına inanıyorum. Başvekil konuştu, konuştu sonra dönüp bana baktı: Ne dersiniz Beyefendi, hükümet olarak bu büyük yükün altına girmeli miyim? Kendisini zevkle dinlemiştim. Bunlar ancak Adnan Menderes gibi zeki bir Baş- vekilin yapabileceği işlerdi. Düşüncesinde haklı idi. Cumhuriyet nesli olarak İstanbul’a ve bütün öteki şehirlerimize ve turistik cazibelerimize karşı borçlu idik. Hiç düşünme Adnan Bey, dedim. Hemen işe başla. Yalnız şu kadarını söyleyeyim; imar, yapılırken nankör bir iştir. Dedikodusu, şikâyeti, sıkıntısı olur. Fakat bir kere de yaptın mı, bütün gelecek nesillerin hayır duasını alırsın! Tereddüt etme! Doğacak güçlükleri beraber göğüsler, beraber hayır dua alırız. Sana yardım ederim. İstanbul’un imar hamlesi böylece kararlaştı…” BAŞVEKİLİN HEYECANI… Celal Bayar, 1969 yılında Başvekil Adnan Menderes’le tam 13 yıl önce aralarında geçen konuşmayı böyle anlatıyordu… İstanbul’a yapacakları için heyecan içinde bir Başvekil… Şehrin tarihî, turistik güzelliklerini ortaya çıkarmak; insanların insanca yaşamalarını sağlayacak büyük değişiklikler yapmanın heyecanını duyan bir Başvekil… Sonunda da bunlara büyük bir hızla başladı kısa sürede. Tamamlanması için 10 yıl biçmişti… 3 yıl yapabildi. Darbe yaparak yönetimden indirdiler; acımadılar astılar hatta… Ama 3 yıl için yaptıkları bile çok uzun yıllar boyunca İstanbul’un temel şehir çizgilerini oluşturdu. Hatta bugün bile, aradan geçen 55 yıl sonra bile onun attığı genel çizgilerin üzerinden yükselmeye devam etti. TOZ TOPRAK İÇİNDE BİR BAŞVEKİL… Son özel Kalem Müdürü Ercüment Yavuzalp, Menderes’in imar işlerine ne kadar önem verdiğine dair şu olayı naklediyor: Trafiğini, artan nüfusunu, o insanların yaşadığı mekânların onlara yaraşır olmasını; şehrin dünyanın en cazip turistik kenti olmasını düşünmüş, hayal etmiş, hayata geçirmek için hareket geçmişti. Bütün bunlar için, iddia edildiğinin aksine uzmanlar, mimarlar, şehir plancılarıyla uzun toplantılar da yapmış, planlar çıkarmıştı. Üstelik uluslararası çapta ya- Elinde bir sandviç, sabahın daha aydınlanmamış saatlerinde imar çalışmalarının yapıldığı yerlere giden, denetleyen bir Başvekil… Türk Hava Yolları’nın gelişmesinden büyük şehirlerdeki imar çalışmalarına; memleketin her yerinde ulaşımı sağlayacak yollardan eğitim altyapısına kadar her alanda büyük sıçramalar sağlayan bir Başvekil… bancı uzmanlar da vardı görüştüklerinin arasında. Ama onların alttan alta sürekli İstanbul’u Bizans şehri, Roma şehri olarak yansıtma çabalarından hoşlanmıyordu. Cumhurreisi Bayar’la araç içinde yaptıkları sohbette de heyecan içinde anlattığı gibi, İstanbul’un Bizans’ı küçük bir kasabadan başka bir şey değildi. İstanbul’u İstanbul yapan Osmanlı’ydı, Türklerdi… ŞANTİYELER KURULUYOR, MUHALEFET BAŞLIYOR Cumhurbaşkanı Bayar, Başvekil Menderes ile 1956 yılında yaptıkları sohbetten pasajlar aktarmaya devam ediyor: “1957 yılında istimlâkler başladı. İstanbul’un hemen her sokak başına bir şantiye kuruldu. Köhne ve paslı semtler yıkılıyor, yerine büyük caddelerin iki yanında yeni bir İstanbul doğuyordu. İmar kolay iş değildir, para ve çalışma iradesi yetmez. Bazen bir binanın yıkılmasında öyle hukukî, siyasî, sosyal mukavemetler doğar ki bunların vaktinde izalesi pratik zekâya ve kombinezon yapma kabiliyetine ihtiyaç gösterir. Çıkan güçlükleri Başvekil bana da haber veriyor, ben de kendi imkânlarımla onun çalışmalarının önünü açıyordum. Sıkı bir dayanışma içindeydik. … Her iş yapan insan olumsuz fikirleri ve tenkitleri göğüslemeye hazır olmalıdır. Nitekim bir yandan muhalefet İstanbul’un imarını parmağına dolamakta gecikmedi.” MESNETSİZ SUÇLAMALAR ARALIKSIZ SÜRDÜ Bayar’ın bahsettiği muhalefet o yıllarla sınırlı kalmadı. Yassıada’daki trajik yargılamalar arasında boy gösterdi bütün çirkinliği ve kabalığıyla… Ama belki de daha önemlisi günümüze kadar sürdü geldi… Hâlâ da sürüyor üstelik… “Başbakan sabahları çok erken kalkar, yürüyüş yapardı. Ankara’da iken bu yürüyüşlerinde yanına hemen her gün İçişleri Bakanı Namık Gedik’i alırdı. Genellikle sabah yürüyüşlerinden sonra, imar sahalarındaki çalışmaları izlemeye giderdi. Daha sonra sekiz otuz, dokuz arası Başbakanlığa gelirdi. İmar alanlarından geldiği için mevsime göre üstü başı ya tozlu ya çamurlu olurdu. Doğruca makam odasının yanındaki özel kısma geçer, orada duşunu alır, elbiselerini değiştirirdi. Sabahları genellikle, son zamanlarda merak sardığı imar konuları üzerinde dururdu.” (Yavuzalp, Ercüment-; Menderes’le Anılar, Bilgi Yayınevi, 1991, s.87-88) Gerçekte de böyle miydi? Ya da soruyu tersinden soralım: İstanbul gibi, bugün bile herhangi bir kazısında bir tarihî eser çıkan köklü, büyük ve büyüklüğü oranında trafik, şehirleşme, dolayısıyla barınma, istihdam, ticaret, sanayi büyüklüğü ve sorunları yanında aşırı nüfus ve aşırı günlük misafir sorunları yaşayan bir devasa metropolün trafik, konut, yaşam alanlarıyla ilgili çalışırken bu tarihsel dokuya değmeden, teğet geçmeden ve evet bazen üzerinden EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 27 TARİH İstanbul’un bütün hayatının Beyoğlu’nun bir caddesinin üzerinde toplandığına dikkati çeken Başvekil Menderes, Cumhurbaşkanı Bayar’a yapılması gerekeni şöyle özetliyor: “İlk yapılması gereken şey: Beyoğlu’na karşı İstanbul! Açılacak büyük caddelerin vitrininde camilerimiz, sebillerimiz, sanat eserlerimiz yüzük taşı gibi parlayıp görünmeli…” İSTANBUL’UN İMARI ÖNCELİKLİ GÖREV Son özel Kalem Müdürü Ercüment Yavuzalp’in Başvekille ilgili şu anısı, Menderes’in imar faaliyetlerine ve İstanbul’a verdiği önemi gözler önüne seriyor: “İstanbul’da iken bir akşam, Vilayetteki büroya gitmek üzere Park Otel’den hareket ettik. Başbakan beni otomobilde yanına almıştı. Dolmabahçe yokuşunu inip Tophane’ye doğru sapmıştık; mehtaplı bir akşamdı. Yeni restore edilmiş olan Nusretiye Camii, arkasında mehtap, gerçekten kıymetli bir biblo gibi göze çarpıyordu. Başbakana Galatasaray’ın Ortaköy’deki ilk kısmında okurken bu yoldan çok geçtiğimi, çok dar olan bu yolun etrafında köhne binaların bulunduğunu; gerek bu cami gerek diğer tarihî binaların burada varlığını ancak bu yol açıldıktan sonra fark ettiğimi söyledim. “Tabii fark etmezsiniz, çünkü bütün bunları herkesten âdeta gizlemek için ne mümkünse yapılmış. Bu camiinin yanı Ford garajı idi. Garajı yaparken camiinin duvarlarını delmişler ve garaj binasını âdeta camiye asmışlar. Etrafı da tabii mezbelelik… Civarda gördüğünüz çeşme gibi abideler sokaklar arasında idi. Bunları restore edip buralara taşıdık, etrafı temizledik. Bu yol şimdi vals gibi döne döne gider” dedi. Bunları büyük bir heyecan ve coşku ile söylüyordu. Daha sonra İstanbul’un imarı konusuna geçti. … Menderes, tarihselliği ve güzelliği ile dünyanın sayılı şehirlerinden biri olan İstanbul’un imarındaki önceliği vurguladı. Bu konuya gereken önemi vermenin görev olduğuna işaret etti.” (Menderes’le Anılar, Ercüment Yavuzalp, Bilgi Yayınevi, 1991) 28 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 ya da ortasından geçmeden çivi çakmak mümkün müdür? Eğer “bütün bunları yapalım, bütün sorunları çözelim, dünyanın en kalabalık, en büyük, en çok her türlü iç-dış turist çekebilen ve tarih, turizm, sanayi, ticaret, finans, kongre, istihdam, kültür… açılarından en önemli metropol şehrinde milyonlara yaraşır bir hayat standardı oluşturalım… ama en küçük bir tarihî dokuya, taşa dokunmayalım…” deniliyorsa; bunun nasıl mümkün olacağının da itiraz edenler tarafından açıklanması gerekiyor. Nerede acaba bu sihirli formül? İSTANBUL 3 YILDA NEREDEN NEREYE GELDİ? Şehri başka bir yöne doğru büyütmek, farklı alanlar açarak tarihsel olanı korumak da bir fikirdi ama 1957’nin İstanbul’u için bile iş işten geçmişti. Gelişigüzel büyümeye devam eden İstanbul, tarihî olanın üzerinde, çevresinde yerleştiği bir şehirdi artık… Üstelik, Demokrat Parti döneminde ekonomideki çift yönlü gelişme nedeniyle hem tarım alanlarından şehirlere göç büyüyordu, hem şehirler sanayileşme nedeniyle cazibe merkeziydi. İstanbul’un sadece 10 yılda nüfusunu ikiye katlayıp 2 milyonluk bir şehir olması; günlük misafir sayısının 100 bine ulaşması; ekonomik ve ticaretteki gelişmelere bağlı olarak yollardaki araç sayısının hızla artması gibi kaçılamayan hatta istenilen, arzu edilen gelişmeleri de not edelim. Trafiğinin tıpkı 1990’ların başında olduğu gibi daha 1950’lerde karmakarışık olduğu; sürekli tıkandığı; dar, kötü yollarda insanların saatlerce beklediğini şaşırarak öğrenelim. Üstelik, uzun yıllar boyunca bir planlaması olmadan gelişigüzel büyürken aslında o hayran olunan güzelliğinin asıl tamamlayıcısı olan camilerin, sebillerin, çeşmelerin, hanların, sarayların ve daha nice birbirinden güzel ve önemli eserin de kaderine terk edildiği bir şehirdi İstanbul. Bütün bu sorunların çözülmesi için 3 yılda binlerce ev istimlâk edildi; yıkıldı yerlerine yenisi yapıldı. Onlarca kilometre tutan uzunlukta büyük caddeler açıldı. Meydanlar düzenlendi, yenileri yapıldı. Cami, çeşme, medrese, han, saray ve nicesini ortaya çıkaracak düzenlemeler de bütün bu planın bir parçası olarak gereken değeri gördü. MEŞUM DARBE İMAR HAMLESİNİ VURDU Ve sonunda daha aslında işin başındayken, plana göre 7 yıl daha çalışılacak; Boğaz’a köprü, Şişli-Kumkapı arasına metro dahil onlarca proje hayata geçirilecekken sadece İstanbul’un değil; sadece Demokrat Parti’nin değil; sadece Adnan Menderes ve arkadaşlarının değil bütün ülkenin kaderini değiştiren meşum darbe yapıldı. YASSIADA’DA HUKUKÇULUK OYUNU… Her türlü muhalefete ve bürokratik engellemelere rağmen 3 yılda İstanbul’a çok şeyler katan Menderes’in imar hamlesi, Yassıada’da açılan ana davalardan birinin temel konusu oldu. Dosya, İstanbul’daki imar hamlesi ve istimlâk üzerine kurulmuştu. Menderes, bazı bakanlar, belediye başkanları ve kimi bürokratlar “İstimlâk Yolsuzluğu” adı verilen davada bedellerin peşin ödenmemesi ve yıkım için gerekli sürenin verilmemesi suçlamalarıyla yargılandı. Böylece Anayasa’nın 74. maddesindeki mülkiyet hakkı ihlal edilerek Anayasa’yı ihlalden idam cezaları istenildi. Yargılamalardan yıllar sonra tutanakların kitaplaşarak olduğu gibi yayınlanmasını Cumhurbaşkanı Bayar, Başvekili Menderes’in imar hamlesi için şu tespiti yapıyor: “İstanbul’u Adnan Menderes gibi gören ve duyan bir yürek, bir kafa kim bilir ne zaman bir daha gelecek? Bizim gibi yokuş çıkan milletlerin Adnan Menderes gibi hizmet cezbesi içinde çalışan insanlara çok ihtiyacı var!” sağlayan Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, bedeli peşin ödenmeden ve ferağı alınmadan yıkılıp yola çevrilen gayrimenkullerin, İstanbul’daki binlerce örnek içinde sadece yüzde 3’e tekabül ettiğini belirterek ekliyor: “Dava konusu sayı 317 olarak belirtiliyor. Menderes, ferağı alınmadan istimlâk edilen gayrimenkullerin büyük bir kısmının Vatan Caddesi’nde yangınlardan geriye kalan, ifrazları tamamen yapılmamış, tapu sahipleri tamamen belli olmayan mülkler olduğunu ve toplam bedellerinin de 15 milyon lira civarında olduğunu söylüyor ve ‘Birçok yüz milyonların sarf edildiği yerde 15 milyon lira için Anayasa’nın 74. Maddesi yokmuş farz olunarak hareket edilmesi bahis mevzuu’ olmadığını, paranın her zaman mevcut olduğunu ifade ediyor.” (Yassıada Zabıtları- IX, İstimlâk Davası, Hazırlayan Emine Gürsoy Naskali, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2012) İstimlâk yolsuzluğu davası 17 Nisan 1961’de başladı, 13 oturum sürdü, 3 Haziran 1961’de yani bir buçuk ay sonunda kararlar açıklandı. Savunmanın bir hükmünün olmadığı, sonu baştan belli mahkemeler vardır tarihte. Onlardan birinde “hukukçuluk” oynanıyordu. Başsavcılık makamı sadece bir rutini yerine getirdi: Başvekil’in de idamını istedi… “Feryatlara kulak asmamak... Park Otel’de muhteşem bir daireye yerleşmek... Örtülü ödeneği hovardaca harcamak... Bütçeyi şişirmek... Vilayet binasında mükellef bir çalışma dairesi olmak... Memleketin feci durumuna rağmen... Hadsiz hesapsız bir şekilde bir sergüzeşte atılmak... İpin ucunu kaçırmak... İhtisası dâhilinde olmayan yol ve benzeri işlerle uğraşmak... Kargalar kahvaltısını yapmadan... Sanki bir şeyden anlarmış gibi..." ve benzeri onlarca subjektif cümleleri bir savcı bir başbakan için hukukî bir metinde kuruyordu. Şaşırtıcı değildi... O savcılık ki, bir kasadan çıkan kadın iç çamaşırını salonda salladığında kendisinden başka utanmayan olmamıştı zaten… VE DRAMATİK SON… Sonunda, evet, belli ki İstanbul’un imarını başbakanlığının son yıllarında büyük bir tutkuya çevirmiş; sabahın gün ağarmamış saatlerinde elinde evde hazırlanmış bir sandviçle imar sahasına koşan; çalışan işçilerle oturup çay içen; kışın çamura kara, yazın toza sıcağa aldırmayıp her sabah imar sahalarını gezmeden Başbakanlığa gelmeyen bir Başvekil, Yassıada hukuk komedisinde idamla yargılandı. Diğer yargılamalar nedeniyle karar daha sonra onlarla birleştirilerek verildi: “sanığın idamına…” NECİP FAZIL’IN GÖZÜYLE MENDERES VE İMAR HAMLESİ “Menderes, giriştiği dev çapında imar hamlesiyle hasta çocuğa bayramlık elbise biçmek gayretinde, fikir yerine hisle dolu bir anneye benzer. Çocuk iyi edilecek, semizleyecek, mektepte sınıfını geçecek, gerisi ondan sonra gelecek… Napolyon zamanında başlayan Paris imarının bütün dünya hazineleri Fransa’ya akıtıldıktan sonra ele alındığını düşünmek meseleyi halletmeye yeter. Evvelâ zafer ve onun verimleri, sonra da o verimlerin esere çevrilmesi… İçinden geçecek insan ve nakil vasıtalarının fikrî ve iktisadî gaye ve vasıfları yerine getirilmeden boşluğa akıp giden cadde ve yolların manzarası ne hazindir!” (Kısakürek, Necip Fazıl-; Benim Gözümde Menderes, Büyük Doğu Yayınları, 7. Basım, İstanbul, 2008) EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 29 DOĞA TEHLİKE ALTINDAKİ 10 DOĞAL HARİKA Buzullar, ormanlar, adalar, türler ve neredeyse tüm ekosistem insanoğlunun kaynakları bilinçsiz kullanmasından ötürü tehlike altında. Eğer iklim değişikliği etkilerinin önüne bir an önce geçilmezse, bu muhteşem doğa harikaları da gözümüzün önünden yok olup gidecek. Aydın Derin 01 | BÜYÜK SET RESİFİ Birbirinden ayrı 2,900 resif ve 900 adadan oluşan, 2,600 km genişliğe yayılmış 344,400 km² alanı ile dünyanın en büyük resif sistemi olan ve uzaydan bile görülebilen Büyük Set Resifi, Mercan Denizi’nde bulunuyor. Kendine özgü yaşam çeşitliliğine sahip milyarlarca küçük organizma tarafından oluşturulan Resif aynı zamanda UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alıyor. Ne yazık ki yasadışı avlanma, artan deniz sıcaklığı, kirlilik, asidifikasyon ve şiddetli hava koşulları mercanların ağarmasına bu da mercanların üremesini ve bağışıklık sistemini yavaşlatıp ölümlerine neden oluyor. Araştırmalara göre deniz sıcaklığındaki bir derecelik artışın her yıl Resif’te bulunan mercanlarınyüzde 82’sinin ağarmasına, iki-üç derecelik artışın ise yüzde 97’sinin ağarması ile sonuçlanabilir. Aynı zamanda 2009 yılında yapılan bir çalışma ile de Resif’te en yaygın olarak görülen mercan türünün 1990 yılına kıyasla üremesinin yüzde 14,2 yavaşladığı görülmüştü. 30 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 02 | ÖLÜ DENİZ (LUT GÖLÜ) Yeryüzünün en alçak ve ikinci en tuzlu gölü olan Ölü Deniz 600 km2 civarında bir alanı kaplıyor. Yüksek kaldırma kuvveti ve kendine özgü mineralleriyle binlerce yıldır yabancıları kendisine çeken göl, temiz su sıkıntısı çekiyor. Su seviyesindeki çekilme eski zamanlarda yılda ortalama 18 cm iken, bugün bu değer İsrail ve Ürdün'ün artan içme suyu ihtiyacı nedeniyle, yıllık 50 cm civarına yükselmesi dikkat çekiyor. Gölde görülen dengesizliklere gölün iki yakasında bulunan Ürdün ve İsrail’in bromür sanayisinin neden olduğu düşünülüyor. Bazı uzmanlara göre Ölü Deniz 50 yıl içinde yok olabilir. 03 | YANGTZE NEHRİ 6.370 km uzunluğu ile Asya’nın en uzun, dünyanın da en uzun üçüncü nehri olan Yangtze Nehri, aynı zamanda pandalara, farklı cins balıklara ve 400 milyon insana ev sahipliği yapıyor. Tarihten bu yana Çin’de bereket nehri olarak anılan Yangtze’ın anlamı ise uzun nehir demek. 1950 yılında başlanan baraj inşaatları ile son olarak 2008 yılında gerçekleşen Üç Boğaz Barajı’nın (Three Gorges Dam) inşaatı nehrin doğal yapısını büyük ölçüde değiştirdi. Barajların devreye alınması sonucu 1 milyon kişi zorunlu göç etmek zorunda kaldı ve çoğu su canlısı türü tehlike altına girdi. Aynı zamanda artan yerleşim yerlerinin getirdiği sanayileşme nehrin etrafındaki birçok ormanın tahribatına ve bölgede hem hava hem de su kirliliğine neden oldu. Dünyada sadece bir ülkeyi sulayan en büyük nehir olan Yangtze zaman geçtikçe doğal örtüsünü kaybediyor. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 31 04| PATAGONYA DOĞA Şili ve Arjantin’in güneyindeki bölge olarak adlandırılan Patagonya, kutuplardan sonra yeryüzünün en büyük buzul alanına sahip olması ile dikkatleri üzerine çekiyor. Her yıl milyonlarca turistin uğradığı bölge eşsiz buzul alanlarından oluşan milli parkları ile bir doğal harikası olarak nefes kesiyor. Ancak iklim değişikliği ve artan sıcaklıklar Patagonya’nın doğal dinamiklerini bozuyor. Araştırmalara göre dünyadaki en çok buzul oranı kaybı yılda 42 trilyon litre erime ile bu bölgede gerçekleşiyor. Bölgenin sade, yalın ve görkemli doğal örtüsü de bu nedenlerden yok tehlikesi ile karşı karşıya. 05| MALDİVLER 1.200 adadan oluşan Maldivler, Hint Okyanusu’nda yer alıyor. En yüksek bölgesi denizden sadece 2,4 metre yükseklikte olan ada devleti su altında kalma riskiyle karşı karşıya. 2012 yılı itibariyle deniz seviyesinde yıllık 3,1 milimetrelik artış görülüyor. Son yüz yılda Ada’nın deniz seviyesinde 20 santimetrelik bir yükselme görüldü. Küresel iklim değişiklikleri yüzünden sular altında kalacağı öngörülen Maldiv halkına, 15 Kasım 2005 itibarıyla Avustralya'ya sığınma hakkı verildi. 2008 yılında ise Ada Başkanı bu riskten dolayı halkına Hindistan’dan toprak alma planı olduğunu ilan etmişti. Ada’dan 2012 yılında yapılan resmi açıklamaya göre eğer sera gazı emisyonları mevcut oranda salınmaya devam ederse, Ada 7 yıl içinde tamamıyla su altında kalabilir. 32 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 06| MATTERHORN Tüm Alp Dağlarının belki de en tanınmış ve estetik zirvelerinden birisi olan Matterhorn, 4478 metrelik yüksekliği ile İsviçre-İtalya sınırlarında yer alıyor. Fotojenik özelliği ile de dikkat çeken dağ üçgen şeklinde gökyüzüne yükseliyor. Avrupa’nın en sık gidilen dağı artan sıcaklıklar ile buz oranını kaybediyor bu da fiziksel parçalanmaya neden oluyor. Bu da dağ tırmanışına gidenler için büyük tehlike oluşturuyor. 2003 yılında, dağın büyük bir parçasının kopması ile iyice kendini gösteren parçalanmalar aynı zamanda 50 tırmanışçının büyük bir tehlike atlatmasına ve Alp Dağlarında görülen en büyük kurtarma çalışmasına sahne olmuştu. 07| AMAZON ORMANLARI Atlantik Okyanusu ısındıkça ormanlardaki nemi azalıyor, bu da kuraklığı arttırarak yangın riskini meydana getiriyor. Yangınları tetikleyen başka sebeplerden biri de Amazon bölgesinde giderek artan nüfus oranı. Yeni yollar yapıldıkça ve köyler kuruldukça bölgedeki yangın riski artıyor. Ayrıca köylülerin alan yaratmak ve yabani otlardan kurtulmak için en sık kullandığı yöntem yakmak. Yaklaşık beş buçuk milyon kilometrekarelik bir alanı kaplayan Amazon ormanları Güney Afrika’nın kuzey bölgesinde Amazon Havzası’nda yer alıyor. Dünyanın en büyük ve en fazla türüne sahip olan ve dünyada kalan yağmur ormanlarının yarısından fazlasını oluşturan Amazon ormanları aynı zamanda atmosferden yılda 0,4 milyar ton karbon gideriyor. Amazon ormanlarının önündeki en büyük tehlike ise artan yangınlar. Dünyadaki karbon dioksit oranını en çok gideren ormanların bir anda yangın merkezi haline gelmesinin sebebi ise Atlantis Okyanusu’nun sıcaklığının artması ve bunun sonucu olarak da bölgedeki iklim olaylarının değişmesi. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 33 DOĞA 08 | EVERGLADES İçinde birçok değişik hayvan türünü barındıran Everglades tropik sulak alanı, ABD Eyaleti Florida’nın güneyinde bulunuyor. Alan, ABD’de çoğu hayvanın doğal ortamda yaşadığı tek yer olarak göze çarpıyor. Ancak bu hassas sulak alan çiftliklerden gelen kirlilik, istilacı türler ve kırsal kalkınma nedeniyle tehlike altında. Alandan temin edilen suyun yüzde 60’ı civar şehirler ve çiftliklerde kullanıyor. Bunun sonucu olarak da Everglades şu an yüzyıl önceki alanının tam yarısı büyüklüğünde ve gittikçe küçülmeye devam ediyor. Hayvanlarda bu durumdan doğrudan etkileniyor. Alan yüzlerce değişik hayvan türüne ev sahipliği yaparken şu an sadece 100 türün altında hayvan çeşidi barındırıyor. Dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmayan Florida panterinin de 40 yıl sonra neslinin tükenmesi bekleniyor. Aynı zamanda içinde kaplumbağalar, denizayıları ve dalıcı kuşlarında bulunduğu nesli tehlikede 20 tür daha var. 34 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 09 | MADAGASKAR Dünyanın dördüncü büyük adası olan Madagaskar Afrika’nın doğusunda, Hint Okyanusu’nda bulunuyor. 88 milyon yıl önce Hindistan kara kütlesinden ayrılan ada, coğrafik izolasyonu sayesinde dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan bitki örtüsü ve hayvanlara sahip. Madagaskar üzerindeki bitki ve hayvan türlerinin neredeyse yüzde 90’ı dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmuyor. Adada yer alan ormanlar ile eşsiz türler, yasadışı avlanma, yoğun ağaç kesimleri ve artan nüfus yüzünden 35 yıl içinde yok olabilir. Zaten Madagaskar, adaya 2.000 yıl önce insanların yerleşmesinden sonra mevcut ormanların yüzde 90’ından fazlasını kaybetmiş durumda. Ormanların bu hızda yok olması ile adada hızla artan nüfus için yeterli gıda, temiz su ve sağlık önemleri alınamıyor. Türler açısından bakıldığında adada insanlardan bile çok bulunan lemur türünün yüzde 90’ın nesli tükenebilir. Hatta Madagaskar’da yer alan ve daha kayda geçmemiş, keşfedilmemiş bitki ile hayvan türleri de araştırmalara konu olmadan dünya üzerinden silinebilir. 10 | BUZULLAR MİLLİ PARKI ABD'nin Montana eyaletinde bulunan Buzullar Milli Parkı 1.000 değişik türden fazla bitki ve hayvan barındırıyor. Yaklaşık 4.101 km² büyüklüğündeki alanda bir zamanlar 150 buzul bulunurken iklim değişikliğinin artan etkisiyle şu an sadece 26 tane buzul kalmış durumda. Son yüzyılda Park’taki ortalama sıcaklıklar iki derece arttı. Aynı zamanda artık yazlar daha kurak ve yağış almadan geçiyor, bu da parktaki doğal hayat için ciddi bir tehlike oluşturuyor ve yangın riskini arttırıyor. Uzmanlara göre 2030 yılında Buzullar Milli Parkı’nda hiç buzul kalmayabilir. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 35 KÜRESEL ISINMA DENİZLER TEHLİKE ALTINDA Yeryüzünün yüzde 70’ini kaplayan denizler insan kaynaklı etkilerden dolayı ciddi bir tehlike altında. Denizleri bekleyen tehlikeleri araştıran bilim adamları oldukça ilginç bir tablo ile karşılaştılar. YILMAZ DENİZ AYDEMİR Denizler, canlıların yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli sistemin temel taşını oluşturuyor. Bu devasa su tabakası, besin zincirinin en ufak ve ilkel yaratıkları planktonlardan devasa balinalara kadar dünya üzerindeki yaşamın yüzde 80’ine de ev sahipliği yapıyor, yaşam için gerekli oksijenin yarısını sağlıyor, insan kaynaklı ısınmanın yüzde 80’ini soğuruyor, sera gazı emisyonlarının yüzde 25 -yüzde 30’unu da gideriyor, milyarlarca insan için besin kaynağı oluşturuyor ve günlük hava olaylarını kontrol ediyor. Buna rağmen, insanoğlu yüzyıllar boyunca faydalandığı denizlere hak ettiği ilgi ve bakımı göstermiyor. Gelişen teknoloji, artan nüfus ve insanoğlunun kontrol edilemeyen davranışları mitolojide sonsuzluğun simgesi olarak anılan denizleri tehlike altına sokuyor. İklim değişikliği, daha geniş anlamda küresel çevresel değişikler nedeniyle denizlerin kendini geliştirme kapasitesi giderek azalıyor ve bilinçsiz tüketimde bu sorunu arttırıyor. İnsan eliyle başlayan yıkıcı tahribatın sonucunda en büyük zararı denizler görüyor. BOLLUK SONA ERİYOR Denizlerde görülen bilinçsiz tüketimin ana nedenlerinden biri de yüzyıllardır süregelen bakış açısı. Denizler tarihten bu yana fethedilemeyen, tükenmeyen çeşitliliğin ve bolluğun bir simgesi olarak görülüyor. Bu yüzden en büyük tehdidi ‘denizde daha çok balık var’ bakış açısı oluşturuyor. Denizlerin bağımsız olarak anılması ve genelde ülkelerin ekonomi politikalarında ihmal edilmesi tehlikeyi arttırıyor. Denizlerde görülen kirliliğin yüzde 80’den daha fazlasının insan kaynaklı olduğu tahmin ediliyor. Tahminlere göre mevcut deniz canlılarının yüzde 40’ı bu olumsuz etkilerin altında. Ayrıca bu canlıların yüzde 16’sı da nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya. Uzmanlara göre önlemler alınmazsa karada veya suda bulunan daha çok birçok canlı türü bu durumdan etkilenebilir. EN BÜYÜK ZARARI GERİ KALMIŞ ÜLKELER GÖRÜYOR Ne yazık ki denizlerdeki değişime en hassas olan ülkeler, aynı zamanda geçimini denizden sağlayan gelişmemiş ülkeler. Afrika ve Doğu Asya’da bulunan bu ülkeler ciddi ekonomik zorlukların yanında iklim değişikliği etkisi ile kaynaklanan sorunlar ile de başa çıkmak zorunda. Vietnam ve Bangladeş’te görülen deniz seviyesinin yükselmesi, Afrika denizlerindeki balıkların daha derinlere göç etmesi ve Karayipler ile Pasifik Ada Ülkeleri'nde ise değişimin turizmi olumsuz yönde etkilemesi bu sorunlardan bazıları. İşte Stockholm Çevre Enstitüsü tarafından yayınlanan ‘Denizlerin Durumu’ adlı raporda yer alan denizleri bekleyen tehlikeler: İklim değişikliği, daha geniş anlamda küresel çevresel değişikler nedeniyle denizlerin kendini geliştirme kapasitesi giderek azalıyor ve bilinçsiz tüketimde bu sorunu arttırıyor. İnsan eliyle başlayan yıkıcı tahribatın sonucunda en büyük zararı denizler görüyor. 36 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 DENİZ SICAKLIĞININ ARTMASI Yüksek sıcaklıklar denizlerin biyolojik çeşitliliği en yüksek canlılarından biri olan mercanların ağarmasına ve ölmesine neden oluyor. Mercanlar balıkların üremelerinde katkı sağladığı kadar fırtınaların şiddetini de azaltıyor ve birçok sahil kenti ile ada devletini koruyor. FARKLI TÜRLERDE GERÇEKLEŞEN FIRTINALARIN YÜZDESİ 50 TOPLAM FIRTINALARIN YÜZDESİ Denizler, geçtiğimiz 200 yılda insan kaynaklı ısınmanın yüzde 80’ini gidermiştir. Ancak denizler taraCO 2 fından atmosferden absorbe edilen ısı, ortalama deniz sıcaklıklarını arttırarak deniz ekosistemi ve kaynakları ile sahil kesiminde yaşayan toplumları olumsuz yönde etkiliyor. Su sıcaklığının artması deniz seviyesinin yükselmesinin yanında fiziksel olarak aşırı hava koşullarına, biyolojik olarak da balıkların doğal olarak yetiştiği ortamları değiştirmelerine ve mercanların ağarmasına neden oluyor. Araştırmalara göre; artan su sıcaklıkların etkisiyle gerçekleşecek şiddetli yağmurlar, sert fırtınalar ve kuvvetli kuraklıklar, önümüzdeki yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alacak. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC) yayınladığı süren “Aşırı Hava Koşulları Raporu”na göre dünyanın çoğu bölgesinde yağışların yoğunluğunda ve görülme sıklığında artış olacak. Raporda yer alan bilgilere göre; tropikal siklonların neden olduğu şiddetli yağışlar, sera gazı salınımlarının neden olduğu ısınma nedeniyle artacak ve buzulların erimesi ve kutuplardaki donmuş kara parçalarındaki bozulması büyük olasılıkla yüksek dağlarda eğim değişikliklerine, büyük kütlelerin yer değiştirmesine ve buzul göllerinde taşkınlara neden olacak. Eğer daha sık ya da daha şiddetli felaketler yaşanırsa, dünyada yaşanılabilir olan bölgelerde azalacak. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün 2011 yılının iklim olaylarını kapsayan yıllık raporuna göre de 2011 yılı, iklimlerin en uç noktalarda yaşandığı yıl olarak tarihte yerini almıştı. Deniz sıcaklığının artması ayrıca türlerin dağılımı da etkileyerek milyarlarca insanın faydalandığı deniz ürünlerine erişimi engelliyor. Balıklar grup halinde daha soğuk sulara, yüksek enlemlere ve derin sulara göç ediyor. Bu da gelişmekte olan kıyı devletlerinin geçim kaynaklarından biri olan balıkçılığı olumsuz yönde etkiliyor. Yüksek sıcaklıklar ayrıca denizlerin biyolojik çeşitliliği en yüksek canlılarından biri olan mercanların ağarmasına ve ölmesine neden oluyor. Mercanlar balıkların üremelerinde katkı sağladığı kadar fırtınaların şiddetini de azaltıyor ve birçok sahil kenti ile ada devletini koruyor. 40 30 Kategori: 1 Kategori: 2+3 Kategori: 4+5 20 1 = En zayıf 5 = En kuvvetli 10 0 75/79 80/84 85/89 90/94 94/99 00/04 EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 37 KÜRESEL ISINMA 20 Haziran 2006 tarihinde aşırı seller nedeniyle Tuna Nehri'nde gerçekleşen taşkınların, civardaki tarım arazilerinden sürüklediği maddeler, Karadeniz'de bitkisel planktonların artmasına neden olmuştur. Hipoksiya CO 2 Son 50 yıl içinde denizlerdeki oksijen yoğunluğu tahmin edilenden fazla azaldı. Hipoksiya ya da bilinen adıyla oksijensizleşme, ötrofikasyonun (su ekosisteminde çeşitli nedenlerle besin maddelerinin büyük oranda çoğalması sonucu bitki varlığının aşırı şekilde artması) görülen en şiddetli etkilerinden biri. Günümüzde hipoksiyanın mevcut olduğu bilinen 500 oksijensiz ‘ölü bölge’ yer alıyor ve bu bölgelerin sayısı giderek artıyor. Oksijensizliğin etkisi ile deniz canlılarının gelişmesi ve üremesi duruyor aynı zamanda bu olay deniz suyu sıcaklığını arttırıyor. Hipoksiyaya neden olan etkenlerin başında tarımda yoğun olarak kullanılan azot içerikli gübreler ve kanalizasyonun arıtılmadan denizlere verilmesi geliyor. Eğer mevcut durum devam ederse denizlere ulaşan azotun 2050 yılına kadar şu anki 38 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 seviyesinden yüzde 50 artması öngörülüyor. Bu da hipoksiyadan etkilenen bölgelerin yaygınlaşarak artmasına neden olabilir. Hipoksiya hakkındaki en büyük sorunlardan biri de bu durumun önlenmesi için alınacak önlemlerin net olarak bilinmemesi ve bunların daha uygulama aşamasında olması. Ayrıca dünyadaki ölü bölgelerin hepsi tam net olarak bilinmiyor. Hipokisyanın en yüksek olduğu bölgelerden biri Karadeniz. Ancak ölü bölgelerin oksijen seviyelerini yükseltmek ve normal şartlara geri döndürmek mümkün, bu da o bölgede ötrofiksiyonu sonlandırıcı önlemler alınarak yapılabilir. Bunun için akla gelen ilk önlemler ise gübre kullanımı kısıtlamak ve denizlere deşarj edilen suları arıtmak olarak sıralanabilir. Tuna Nehri'nin Karadeniz'de neden olduğu kirlenmenin bir benzerine Volga Nehri de Hazar Denizi'nde neden oluyor. CO 2 DEniz seviyesinin yükselmesi Ortalama deniz seviyesi 1800 yılından itibaren 25 santimetre yükseldi ve halen günümüzde de yükselmeye devam ediyor. Deniz seviyesinin toplam yıllık yükseliş oranı ise yaklaşık 3 milimetreye eşdeğer geliyor. Yükseklik artışının ana nedeni ise buzulların erimesi ve denizlerdeki ısıl genişleme. 2100 yılında sadece kutuplardaki buz tabakalarının erimesi sonucu deniz seviyesinin 56 santimetre yükselmesi bekleniyor. Buzulların erime oranı her geçen yıl daha da artıyor. Özellikle buzullardaki en büyük erime oranı 2012 yılında gerçekleşti. Kuzey Kutbu’nda en yüksek sıcaklık dereceleri görünürken, aynı zamanda buzulların erime oranı beklenenden yüzde 50 daha fazla çıktı. Bu da deniz seviyesi yükselmesinin başka bir sorunu, gelecekte gerçekleşecek yükselme tam olarak tahmin edilmenin ötesinde. Deniz seviyesinin yükselmesi en çok kıyı bölgelerini etkileyecek. Özellikle gelişmekte olan küçük ada devletleri, batma tehlikesi altında. Onun dışında kıyılarda sınırı bulunan devletlerde artan oranda seller, içme suyuna tuzlu su karışması, erozyon ve doğal yaşam tahribatı bekleniyor. Denize yakın kıyı kesimlerde nüfusun yoğun oranlarda bulunması da tehlikelerin riskini arttırıyor. Aşağıdaki şekilde deniz seviyesi yükselmesinin en çok etkileyeceği kıyı kesimler görülüyor. Hassas bölgeler arasında Afrika kıtasının tüm kıyı bölgesi, Güney ve Güneydoğu Asya ile Karayip Adaları, Pasifik ve Hint Okyanusunda bulunan adalar dikkat çekiyor. Dünyada yaklaşık ortalama deniz seviyesinden 1 metre yükseklikte 145 milyon kişi yaşıyor. Asya kıtasında ise sadece ortalama deniz seviyesinden 5 metre yükseklikte yaşayan 268 milyon insan ve 10 metre yükseklikte yaşayan ise 397 milyon kişi bulunuyor. Başka dikkat çeken bir etken ise bu bölgelerde yaşayan insanların iklim değişikliğine ve su seviyesinin yükselmesine neden olan sera gazı emisyonu artışına en düşük katkıyı sağlamaları. Deniz seviyesinin yükselmesi aynı zamanda ülkelerin ulusal güvenliğini de teh- Deniz seviyesinin yükselmesi sonucu Solomon Adaları'nda oluşan durum. Karayipler Pasikfik Okyanusu Küçük Ada Devletleri Hint Okyanusu Küçük Ada Devletleri hassas kıyı bölgeleri dit ediyor. Su altında kalacak bölgelerde yaşayan insanların ise sadece iki seçeneği var; ya bu tehdit ile başa çıkmak ya da iç kesimlere göç etmek. Başa çıkmak için alınabilecek yöntemlerin başında deniz duvarları veya suyun yerleşim yerlerine sızmasını engelleyecek altyapılar inşa etmek bulunuyor ancak görüldüğü üzere tehdit altındaki ülkelerin ekonomileri bunu kaldıracak güçte değil. Aynı şekilde göçlerin de ülke ekonomilerine olumsuz etkide bulunacağı tahmin ediliyor. Tahminlere göre 0,5 metrelik deniz seviyesi yükselmesi için alınacak önlemler bugünün değeri ile yılda 25 milyar dolara eşdeğer gelirken, 2 metrelik bir yükselme için 270 milyar dolara eşdeğer geliyor. Dünyada yaklaşık ortalama deniz seviyesinden 1 metre yükseklikte 145 milyon kişi yaşıyor. Asya kıtasında ise sadece ortalama deniz seviyesinden 5 metre yükseklikte yaşayan 268 milyon insan ve 10 metre yükseklikte yaşayan ise 397 milyon kişi bulunuyor. hassas adalar EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 39 KÜRESEL ISINMA ASİDİFİKASYON Atmosfer ve denizler arasında gerçekleşen gaz döngüsü sonucunda, denizler tarafından geçtiğimiz 200 yılda atmosferde bulunan sera gazı emisyonlarının yüzde 25 ila yüzde 30’u absorbe edilmiştir. Bu giderim her ne kadar iklim değişikliğinin dünya üzerinde etkisini yavaşlatsa da, başlıca sera gazı emisyonlarından biri olan karbondioksitin denizlerde çözünmesi, sudaki asit seviyesini bir başka deyişle asidifikasyonu arttırıyor. Sanayi devriminden bu yana deniz suyundaki ortalama asit seviyesi yüzde 30 oranında artmış. Eğer atmosfere günümüzdeki oranda karbondioksit salınımı devam ederse, denizlerdeki asit seviyesi, sanayi devrimi öncesine kıyasla yüzde 150 ila yüzde 200 oranında artaCO 2 bilir. Gerçekleşirse bu artış, denizlerde 65 milyon yıldan beri görülen en büyük değişikliğin yaklaşık 10 katına eşdeğer geliyor. Denizlerin kimyasının değişmesi de doğrudan deniz canlılarını etkiliyor. Kuzey Amerika Kıtasının kuzeybatı denizlerinde görülen asit seviyesindeki artış kabuklu deniz hayvanlarının nüfusunu ciddi ölçüde azaltıyor. Her yıl Kuzey Kutbu Denizi'nde görülen asit artışı da birçok deniz canlısının hayatına mal oluyor. Asidifikasyon aynı zamanda denizlerin karbon giderimini de azaltıyor, bu da atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına neden olarak iklim değişikliğinin etkilerini arttırıyor. Mevcut durum devam ettiği halde denizlerin kendilerini yenileme kapasiteleri ile asit seviyesinin normal değerlere ulaşmasının on binlerce yıl alacağını öngörüyor. CO 2 Deniz kirliliği Kirlilik, denizlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştiriyor, biyoçeşitliliği tehdit ediyor, deniz canlılarının üremesini, gelişimini ve dirençliliğini azaltıyor. Deniz kirliliği her ne kadar yerel bir durum olarak ele alınsa da uzun vadede bir küresel tehdit tüm denizleri etkiliyor. Deniz kirliliği; deniz ekosistemine zarar veren, insan sağlığını bozan, balıkçılık da dâhil olmak üzere, denizlerdeki faaliyetleri engelleyen, denizin kullanım kalitesini etkileyen ve değerini azaltan madde veya enerjinin insanlar tarafından deniz ortamına doğrudan veya dolaylı olarak bırakılması olarak tanımlanabilir. Bu kirlilik deniz kıyıları boyunca kurulmuş bulunan yerleşim merkezleri ve sanayi tesislerinden, hava yolu araçlarından, denizlerde kurulmuş bulunan platform ve boru hatlarından ve gemilerden kaynaklanıyor. Kirlilik, denizlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştiriyor, biyoçeşitliliği tehdit ediyor, deniz canlılarının üremesini, gelişimini ve dirençliliğini azaltıyor. Deniz kirliliği her ne kadar yerel bir durum olarak ele alınsa da uzun vadede bir küresel tehdit tüm denizleri etkiliyor. Kirleticiler, planktonlarda hücre bölünmesinin gecikmesi ve engellenmesi, kabuklularda beslenme alışkanlıklarının 40 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 değişmesi, balıklarda anormal yumurtlama ve yumurtlama dönemlerinin değişmesi, kanser tümörlerinin oluşumu ve toplu ölümlere sebep oluyor. Deniz canlılarını teker teker korumakta mümkün bir durum olmadığından, denizleri bir bütün olarak koruma altına almak gerekiyor. Uzmanlar kirliliği tespit edecek ve önleyecek yeni yöntem arayışlarını sürdürüyor. Her ne kadar son yıllarda denizlerin en büyük sorunu olan petrol sızıntısı konusunda önemli gelişmeler kat edilsede, denizlerin atmosferindeki değişiklikler yüzünden yeni sorunlar ortaya çıkmakta. Bunların başında su sıcaklığındaki artış geliyor. Kimyasal içerikli kirleticiler denizlerdeki sıcaklık artışından dolayı farklı tepkimelere girerek daha önceden bilinmeyen sorunlar oluşturuyor. Bu yüzden deniz kirliliği, asidifikasyon gibi denizleri bekleyen diğer tehditler ile içinden daha çıkılmaz bir durum oluşturuyor. DENİZ KAYNAKLARININ AŞIRI TÜKETİMİ Deniz milyonlarca yıldır birçok canlı türü için temel besin kaynaklarına ev sahipliği yapıyor. Özellikle balıkçılık insanların en eski çağlardan bu yana gıda ve gelir sağlamak için kullandığı yöntemlerden biri olarak geçiyor. 2050 yılında dünya nüfusunun şimdikinden 9 milyar artması beklenirken balıkçılığın gıda pazarındaki önemi anlaşılıyor. Balık ihracatı da çoğu gelişmekte olan ülkenin ana geçim kaynağını oluşturuyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün yaptığı bir araştırmaya göre balık dünya üzerindeki 1,5 milyar insan protein ihtiyacının yüzde 20’sini, 3 milyar içinde yüzde 15’ini karşılıyor. Ufak ada devletleri ve gelişmemiş kıyı alanlarında bu oran orada yaşayan halk için yüzde 90’lara kadar çıkıyor. Küresel ölçekte ise balıkçılığın yıllık ekonomik değeri 225 – 235 milyar dolara eşdeğer geliyor. Dünya üzerinde balıkçılık ve balık çiftlikleri ile geçimi sağlayan kesimlerin yüzde 85,5’i Asya kıyılarında, yüzde 9,3’ü ise Afrika’da bulunuyor. Bu bölgeler ise deniz seviyesinin yükselmesinden en çok etkilenen kıyılar olarak dikkat çekiyor. Ayrıca 200 milyon insan geçimini küçük ölçekli balıkçılık ile sağlıyor. Ancak balıkçılığın durumu hakkında pek iyi şeyler söylenemez. Araştırmalara göre dünya üzerindeki balık stoklarının yüzde 85’i tükenmiş durumda. Balıkların üreme kapasitesinin üzerinde avlanmanın bu durumda etkisi oldukça büyük. Ayrıca balıkçılığın ana geçim kaynağı olduğu gelişmemiş ülkelerde de bu konuda yasaların bulunmaması da tahribatı arttırıyor. Son yıllarda yaygınlaşan yasadışı balıkçılığın sektöre 50 milyar dolar zararı oluyor. İklim değişikliğinin etkileri de Afrika ve Güneydoğu Asya’da balıkçılığı tehlike altına sokuyor. Deniz Sıcaklığının Artması Denizlerdeki değişime en hassas olan ülkeler, aynı zamanda geçimini denizden sağlayan gelişmemiş ülkeler. Afrika ve Doğu Asya’da bulunan bu ülkeler ciddi ekonomik zorlukların yanında iklim değişikliği etkisi ile kaynaklanan sorunlar ile de başa çıkmak zorunda. Kaynakların Aşırı Tüketimi İklim Değişikliği Kirlilik Asidifikasyon Biyoçeşitliliğin Azalması Toprak Kullanımı Ötrafikasyon Aşırı Su Kullanımı Atmosferdeki Parçalar Stratosfer Deniz Seviyesinin Yükselmesi Tehlike Döngüsü Hipoksiya BAZI TEHLİKELERİN DENİZLERE OLAN ETKİSİNİN DEĞERİ (Milyar $) EN İYİ SENARYO İLE 2050 EN KÖTÜ SENARYO İLE 2100 2050 2100 FARK 2050 2100 Balıkçılık 67,5 262,1 88,4 343,3 20,9 81,2 Deniz seviyesinin yükselmesi 10,3 34 111,6 367,2 101,3 333,2 0,6 14,5 7 171,9 6,4 157,4 27,3 301,6 58,3 639,4 31,1 337,7 0 0 162,8 457,8 162,8 457,8 105,7 612,2 428,1 1.979,6 322,5 1.367,4 Fırtınalar Turizm Sera gazı emisyonu giderimi Toplam EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 41 BİLİNÇ TEST DENİZLERE NE OLUYOR? 06 2009 yılında rekor seviyeye yükselen okyanus suyu sıcaklığı kaç derecedir? A) 140C C) 200C 01 Deniz kirliliğinin yüzde kaçı insan kaynaklıdır? A) Yüzde 20 C) Yüzde 60 B) Yüzde 40 D) Yüzde 80 CEVAP: Denizlerde görülen kirliliğin % 80’den daha fazlası insan kaynaklıdır. Kentsel, endüstriyel ve tarımsal atıklardan kaynaklanan deniz kirliliğinin artması kıyısal yapılaşmanın büyümesi ve aşırı avlanmanın önemli sonucudur. Çeşitli yollardan meydana gelen deniz kirliliği, doğal kaynakların sürdürülebilirliği ve insanların geleceğini tehlikeye atar. 02 B) 170C D) 230C CEVAP: Okyanus suyunun küresel ortalama sıcaklığı, ölçümlerin başlatıldığı 1880'den bu yana 2009 yılında 170C ile en yüksek seviyeye çıkmıştı. Uzmanlara göre, okyanus suyu sıcaklıklarındaki bu büyük farklılık, 2009 yılında El Nino'yla küresel ısınmanın birleşmesi nedeniyle meydana gelmişti. Sıcak okyanus suyunun, denizlerdeki buz tabakasının daha fazla erimesine, bunun da daha şiddetli kasırgalara yol açabileceği belirtiliyor. 03 Denizlerde asit seviyesinin artması hangi su canlısını doğrudan risk altına sokmaktadır? A) Denizlerde yaşayan memeliler C) Kabuklu su hayvanları B) Deniz kuşları D) Balıklar CEVAP: Atmosferde karbondioksit oranının artması, denizlerde asit seviyesinin yükselmesine yol açıyor. Artan asit ise su canlılarında kabuk oluşmasına engel oluyor, bu da midye ve ıstakoz gibi canlıları tehdit altına sokuyor. Kanada'da 2010 yılında bir çiftlikte bir milyar ıstakoz larvası deniz suyundaki asit seviyesinin artması sonucu yok olmuştu. Artan deniz suyu sıcaklığının mercanlara nasıl bir etkisi bulunmaktadır? A) Hızlı büyüme B) Kendi kendini besin olarak tüketme C) Ağarma D) Yukarıdakilerin hepsi CEVAP: Artan sera gazının bir etkisi de deniz suyunun sıcaklığını arttırmasıdır. Artan sıcaklıklar da mercanların ağarmasını/beyazlaşmasına neden olur. Ağaran mercanların büyüme hızı yavaşlar, hastalıklara bağışıklığı azalır ve büyük oranda ölümler meydana gelir. Dünya çapındaki mercanların % 60’ı artan su sıcaklıkları nedeniyle tehlike altındadır. 05 Denizlerin hangi bölümü tahribattan en çok etkilenmiştir? A) Yüzey C) Kıyı B) Derin bölgeler D) Hepsi aynı oranda etkilenmiştir. CEVAP: Denizlerin bir çok bölümünde doğal yaşam tahribata uğramıştır. Ancak insan nüfusunun yakın yaşadığı kıyı bölgeleri, diğer alanlara kıyasla tahribattan daha çok etkilenmiştir. Özellikle kıyı kesimlerde görülen biyoçeşitliliğin azalması uç noktalara ulaşmıştır. Tehlike altındaki kıyı bölgeleri aynı zamanda birçok su canlısı tarafından beslenme ve barınma amaçlı kullanılmaktadır. 42 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 04 Endüstriyel balıkçılık yüzünden tahmini ne kadar oranda yırtıcı balık türü yok olmuştur? A) Yüzde 10 C) Yüzde 60 B) Yüzde 30 D) Yüzde 90 CEVAP: Araştırmalar göre endüstriyel balıkçılık dünya üzerinde yaklaşık yüzde 90 oranında kılıç balığı, ton balığı ve çekiç balığı gibi yırtıcı 07 Son yüzyıl içinde deniz suyu seviyesi ne kadar yükselmiştir? A) Artmamıştır C) 10 - 20 cm B) 5 - 10 cm D) 20 - 30 cm 09 10 A) 100 metre C) 200 metre B) 150 metre D) 250 metre CEVAP: Karadeniz dünyanın en büyük hidrojen sülfür rezervidir. Irmaklardan gelen organik madde miktarı deniz suyundaki bakterilerin normalde ayrışabileceğinden daha fazla olduğundan, bakteriler deniz suyunda normalde bulunan çözünmüş oksijen yerine deniz suyunun bir bileşeni olan sülfür iyonlarından oksijeni temin ederler. Bu işlemin sonucunda ortaya son derece zehirli hidrojen sülfür (H2S) gazı çıkar ve 200 metrenin altında yaşamı engeller. Hidrojen Sülfür bulunduğu yerdeki tüm eko sistemi öldürür, sahil balıkçılığını yok eder ve eğer yüzeye çıkarsa gemilerin altını yarattığı kimyasal bileşimle siyah renge boyar. B) 2004 D) 2006 CEVAP: 2004 yılında yürürlüğe giren Gemilerden Atık Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, Türkiye'nin deniz yetki alanlarında bulunan gemilerin ürettiği atıklar ile yük artıklarının denize verilmesinin önlenmesi ve deniz ortamının korunması maksadıyla, yükümlüleri tarafından atık kabul tesislerinin kurulması ve işletilmesi ile atık alma gemilerine ilişkin usul ve esasları belirler. 08 Türkiye’de denizlerin gemiler tarafından kirletilmesinin önlenmesini esas alan Marpol Sözleşmesi’ne göre düzenlenen ilk yönetmelik kaç yılında yayınlanmıştır? A) 2003 C) 2005 CEVAP: Yapılan ölçümlere göre küresel deniz suyu seviyesi son yüzyılda yaklaşık 10-20 santimetre kadar artmıştır. Deniz seviyesinin toplam yıllık yükseliş oranı ise yaklaşık 3 milimetreye eşdeğerdir. Denizlerin yükselmesi en başta ada ülkelerini ve Bangladeş gibi sığ sahiller boyunca büyük nüfuslar barındıran ülkeleri tehdit etmektedir. Son araştırmalara göre 2100 yılında sadece kutuplardaki buz tabakalarının erimesi sonucu deniz seviyesi 56 santimetre artmış olacak. Karadeniz’in canlılık derinliği kaç metredir? balık türünün yok olmasına neden olmuştur. 1950 yılından beri 50 milyon ton ağırlığından fazla ton balığı Pasifik Okyanusunda endüstriyel balıkçı tekneleri tarafından avlanmıştır. Endüstriyel balıkçı tekneleri, güçlü sonarlar kullanarak, çok büyük balık sürülerini takip edip yakalıyor. Bu yöntem balık stoklarını büyük bir hızla tüketiyor. Aşağıdakilerden hangisi petrol kirliliğinin su canlılarına olan etkilerinden biri değildir? A) Balıkların diğer denizlere göç etmesi B) Kabuklularda beslenme alışkanlıklarının değişmesi C) Balıklarda anormal yumurtlama ve yumurtlama dönemlerinin değişmesi D) Planktonlarda hücre bölünmesinin gecikmesi ve engellenmesi CEVAP: Tanker kazaları sonucu, gemilerin dengede kalabilmesi için aldıkları balast sularını taşımacılık sonrasında boşaltması, deniz zemininde yapılan petrol arama ve çıkarma çalışmaları, endüstriyel atıkların denize boşaltılması, liman faaliyetleri ve gemi temizliği gibi durumlarda petrolün denizlere sızıp yayılması meydana gelmektedir. Petrol deniz kuşlarının kanatlarına yapışarak uçamamasına, balıkların solungaçlarına yapışarak solunumunu engellemesine ve canlıların bünyesine girmesiyle onları zehirleyici etkilere neden olur, ancak balıklar petrolü algılayamadığından diğer denizlere göç etmezler. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 43 ÇEVRE 6’sı eski komünist ülke toprağında DÜNYANIN 10 EN KİRLİ ŞEHRİ 1. Sumgayıt /Azerbaycan, 2. Linfen / Çin, 3. Tianying / Çin, 4. Sukinda / Hindistan, 5. Vapi / Hindistan, 6. La Oroya / Peru, 7. Dzerzhinsk / Rusya, 8. Norilsk / Rusya, 9. Çernobil / Ukrayna, 10. Kabwe / Zambiya AYDIN DERİN Hızlı nüfus artışı ve teknolojik gelişmeler, doğal kaynaklarının aşırı tüketiminin yanı sıra çevre kirliliğini de hızla arttırıyor. Yaşamı daha mükemmel hale getirmek, daha sağlıklı ve uzun bir ömür sağlayabilmek amacına dönük bu gelişmelerin, gerek kırsal, gerek kentsel alanlarda, doğal kaynakları bozuyor, su, hava, toprak kirlenmesine yol açıyor ve bitki ile hayvan varlığına zarar veriyor. EN KİRLİLER ESKİ KOMÜNİST BÖLGELER ABD ve Avrupa Birliği dâhilindeki ülkeler yayınladıkları kanunlar çerçevesinde çevre kirliğini büyük ölçüde kontrol almaya çalışıyor. Aynı zamanda kirlilik önleyici yöntemleri kontrol mekanizması da bu ülkelerde verimli bir şekilde işliyor. Ancak aynı şeyi gelişmekte olan ülkeler için söylemek güç. Özellikle eski komünist ülkelerindeki eksik Eski komünist ülkelerdeki çevre bilinci eksikliği bugün bile doğayı tehdit ediyor. Sürdürülebilir kalkınma yerine direk kalkınmaya odaklanan ülkelerin doğal olarak bir enerji veya çevre politikaları da bulunmuyor. 44 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 çevre bilinci, günümüzde o topraklarda kurulan yeni ülkelerde de kendini gösteriyor. Ayrıca bu ülkelerde sanayinin kirliliğini kontrol edecek çoğu kurum yozlaşmış durumda. KALKINMA POLİTİKASI ÖNEMLİ FAKTÖR Başka bir sorun ise gelişmekte olan ülkelerin enerji ve çevre politikaları ile ilgili. Hükümetler, bütçelerini kirliliği kontrol almak yerine sürekli artmakta olan nüfusun enerji ihtiyacını daha ucuz yönden karşılamak için kullanıyorlar. Sürdürülebilir kalkınma yerine direkt kalkınmaya odaklanan ülkelerde doğal olarak bir enerji veya çevre politikası da olmuyor. Bu bakış açısı gelişmiş ülkelerin çoğunda yıkılmış gibi. AB dahilindeki ülkeler, 2020 yılına kadar enerjilerini yenilenebilir kaynaklardan üretme hedefi koydular. ABD, yenilenebilir enerji ve çevre dostu yatırımlara yaptığı yatırımlar ile lider ülke konumunda. Temiz kaynaklara yaptığı yatırımlar ile dikkat çeken Çin’i ise Güney Afrika ve Hindistan izliyor. Bu gerekçelerden dolayı günümüzün en kirli 10 şehri şöyle sıralanıyor: 1) Sumgayıt (Azerbaycan), 2) Linfen (Çin), 3) Tianying (Çin), 4) Sukinda (Hindistan), 5) Vapi (Hindistan), 6) La Oroya (Peru), 7) Dzerzhinsk (Rusya), 8) Norilsk (Rusya), 9) Çernobil (Ukrayna), 10) Kabwe (Zambiya). Sumgayıt, Azerbaycan - 40’tan fazla kimyasal üretim yapan fabrika - 250 bin kişi etki altında - Yılda 120,000 ton zararlı emisyon - Kanser riski ortalamadan % 51 daha fazla Dünyada her gün 5 milyon kişi atıklar nedeniyle zehirleniyor. Su kirliliği günde Dünyadaki 14.000 kişinin ölümüne ölümlerin % 25’i çevresel nedenlerle gerçekleşiyor. 9 8 7 1 5. Vapi, Hindistan - 400 km uzunluğundaki alana kurulan sanayi bölgesi - 71 bin kişi etki altında - Yoğun miktarda ağır metal, siyanür, böcek ilacı ve diğer toksinleri içeren atıklar 3 Tianying, Çin 6 - Hindistan’daki krom cevherinin % 97’si burada bulunmaktadır - 2,6 milyon kişi etki altında - 30 milyon atık taş - İçme suyunun % 60’ında krom değeri ulusal sağlık değerlerinin iki katı 2 5 4 neden oluyor. 4. Sukinda, Hindistan Linfen, Çin - Ülkedeki kömür enerjisinin % 75’i - 3 milyon kişi etki altında - Çin’in en kirli havası, halk arsenik ve kükürt dioksit soluyor - Çocuklarda yoğun oranda kurşun zehirlenmesi - Çin’in en büyük üretim merkezlerinden biri - 140 bin kişi etki altında - Kurşun yoğunluğu, belirlenen ulusal sağlık değerlerinden on kat daha fazla - Havada % 85 oranında kurşun yoğunluğu 10 - Yeraltı suyundaki cıva miktarı Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği değerlerden % 96 daha fazla 6. La Oroya, Peru - Halkın % 99’unun kanında yüksek kurşun oranı - 35 bin kişi etki altında - Yüksek oranda erken ölüm - Bitki örtüsü asit yağmurunun tehlikesi altında 7. Dzerzkhinsk, Rusya - Erkekler için ortalama yaşam ömrü 42 yıl - 300 bin kişi etki altında - 2003 yılında ölüm oranı, doğum oranından % 260 daha fazla - 1930 ve 1998 yılları arasında 300.000 bin ton kimyasal atık buraya gömülmüş 8. Norilsk, Rusya - Dünyanın en büyük ağır metal döküm fabrikası - 134 bin kişi tehlike altında - Her yıl havaya 2 milyon ton kükürt dioksit salınımı - Çocuk ölümlerinin % 15,8’i solunum yolu hastalıklarından 9. Çernobil, Ukrayna - 5 milyon kişi etki altında - Engelli doğum oranı yüksek - Dünyanın ilk büyük nükleer facianın gerçekleştiği yer - Faciadan 20 yıl sonra bile alan yaşama elverişsiz 10. Kabwe, Zambiya - Çinko ve kurşun madenciliği 1902 – 1944 yılları arasında sürmüştür - 255 bin kişi etki altında - Halkın çoğu suya karışan kurşun ve havada bulunan yüksek toz sayesinde hayatını kaybetti - Çocukların kanındaki kurşun seviyesi öldürücü durumda Her ne kadar dünyadaki kirliliğin çoğundan gelişmiş ülkeler sorumlu olsa da, sera gazı emisyonunu azaltıcı ve kirlilik önleyici yöntemlerin ekonomik maliyetini uygulayarak kirliliği dengeleyebiliyorlar. 1) SUMGAYIT - AZERBAYCAN Azerbaycan’ın nüfus açısından en büyük üçüncü şehri olan Sumgayıt, aynı zamanda dünyanın en kirli şehri. Eski Sovyetler Birliği’nin ana sanayi bölgelerinden birisi olarak anılan şehirde endüstriyel ve tarımsal kimyasallar üreten yaklaşık 40 fabrika var. Bu fabrikalardan da yılda 120 ton zararlı emisyon havaya salınıyor, organik kimyasal ve cıva ağırlıklı emisyonlar da doğrudan 250 bin kişiyi etkiliyor. Şehirde yaşayan halkın kansere yakalanma riski ortalamaya göre yüzde 51 daha fazla. Doğumlarda en çok karşılaşılan durum ise dünyaya gelen engelli bebekler. Şehrin temizlenmesi için uluslararası kuruluşlar ve hükümetler tarafından milyon dolarlar yatırılmış, ancak şimdilik alınan bir sonuç yok. 2) LİNFEN - ÇİN Çin’in kömürden üretilen enerjisinin üçte ikisini karşılayan Linfen kelimenin tam anlamıyla zehir soluyor. Şehrin havası o kadar kirli ki yaşayanlar akşamları nefes alamadıklarını dile getiriyorlar. Kömür santrallerinin yanında otomotiv sanayisi de hava kirliliğini arttırıyor. Havada yüksek oranda bulunan uçucu kül, karbon monoksit, azot oksit, kükürt dioksit, arsenik ve kurşun yaklaşık 3 milyon kişiyi etkiliyor. Bronşit ve akciğer kanserinin artmasının yanında şehirdeki çocuklarda kurşun zehirlenmesi yoğun olarak görülüyor. Hükümet, zararlı tesisleri kapatarak daha temiz ve kontrollü tesisler açmayı planlıyor. 3) TİANYİNG - ÇİN Çin’deki üretimin yarısının karşılandığı Tianying, aynı zamanda ülkenin en büyük sanayi merkezlerinden biri. Madencilik ve üretim sanayisinden kaynaklanan kurşun başta olmak üzere diğer ağır metaller, şehirde yaşayan yaklaşık 140 bin kişiyi etkiliyor. Kullanılan eski teknoloji, fabrikaların çevre yasalarını uygulamayışı, hükümetin fabrikaları kontrol etmemesi ve yasadışı işletmelerin çokluğu halkın sağlıEYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 45 ÇEVRE Sumgayıt/Azerbaycan ğını olumsuz yönde etkiliyor. Topraktaki kurşun yoğunluğunun ortalaması, yasalarca belirlenen sağlık sınır değerlerinden 10 kat daha fazla ölçülüyor. Havadaki kurşun yoğunluğu yüzde 85 civarında. Şehirde yaşayan çocuklarda yoğun olarak kurşun zehirlenmesi görünüyor bu da böbrek, karaciğer, mide, bağırsak sistemi ile kemik iliği hastalıklarına, düşük IQ, öğrenme zorluğu ve duyma işitme problemlerine neden oluyor. Hükümet, önlem olarak kurşun üreten firmaları önlem almadıkları takdirde kapatacaklarını açıkladı. 4) SUKİNDA - HİNDİSTAN Hindistan’ın krom maden cevherinin yüzde 97’sine ev sahipliği yapan Sukinda, ülkedeki paslanmaz çelik ve deri üretiminin merkezi. Maruz kalındığı miktarda kalp, tüberküloz, astım ve bağırsak hastalıklarına neden olan krom, bölgedeki 2 milyon 600 bin kişiyi olumsuz yönde etkiliyor. En büyük sorun ise krom madenlerinin hiçbir denetim altında olmadan işletilmesi. İçme suyunun yüzde 60’ı krom ile kirlenmiş durumda, sudaki krom miktarı yasalarda belirlenen krom değerinin yaklaşık iki katı. Madenlerde çalışan işçilerin ve madenlere yakın yerde yaşayanların yaklaşık yüzde 85’i krom nedeniyle hayatını kaybediyor. 46 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 AB 2020 yılına kadar enerjilerini yenilenebilir kaynaklardan üretme hedefi koydu. ABD yenilenebilir enerji ve çevre dostu yatırımlarda lider ülke konumunda. Temiz kaynaklara yaptığı yatırımlar ile dikkat çeken Çin’i Güney Afrika ve Hindistan izliyor. Hükümetin maden şirketlerine yaptırım uygulanması bekleniyor. 5) VAPİ - HİNDİSTAN Hindistan’ın en büyük sanayi bölgelerinden birini kapsayan Vapi, aynı zamanda en çok solunum yolu hastalıkları ve kanser vakasının görüldüğü yer. Sanayi bölgesinden açığa çıkan ağır metal, siyanür, böcek ilacı, kurşun, çinko ve diğer toksinleri içeren atıklar, 71 bin kişiyi etkiliyor. Atıklar yeraltı su kaynaklarını kirletiyor, böylece Vapi’nin yeraltı suyundaki cıva miktarı Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği değerlerden yüzde 96 daha fazla ölçülüyor. Bu yüzden halk, bölgenin 1 buçuk km uzağındaki kirli suyu ihtiyaçları için kullanıyor. Kanserin yanında çocuklarda yoğun olarak zihinsel büyüme problemleri görülüyor. Hükümetin bölgeye bir an önce atıksu artıma tesisi kurması bekleniyor. 6) LA OROYA - PERU Peru’nun en eski madencilik şehirlerinden biri olan La Oroya’da halk 1922 yılından beri kurşun, bakır, çinko ve kükürt dioksite maruz kalıyor. Ağır metal maden işletmeciliği şehirde yaşayan 35 bin kişiyi olumsuz yönde etkiliyor. Şehir nüfusunun yüzde 99’ununun kanında yüksek oranda kurşun bulunuyor. Şehrin havasındaki kur- Kirliliği azaltmak için çözümler mevcut ve kirlilik önleme alanında yapılan yatırımlar hastalıkla baş etmek için harcanandan daha düşük miktarlara eşdeğer. Gelişmekte olan ülkelerde kirlilik kontrolü projelerinin kişi başına maliyeti 1–50 Dolar arasında, sıtma kontrolünün kişi başına maliyeti ise 35–200 Dolar seviyesinde. şun yoğunluğu, Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği değerlerin yaklaşık üç katına eşdeğer geliyor. Halkta akciğer kanseri sık görülüyor. Önlem alınsa bile topraktaki kurşun miktarının yüzyıllarca var olacağı tahmin ediliyor. 7) DZERZHİNSK - RUSYA Çernobil/Ukrayna Eski Sovyet Birliği zamanında ülkenin ana kimyasal silah üretiminin gerçekleştiği Dzerzhinsk’de 1930 yılından Soğuk Savaş dönemi sonuna kadar yaklaşık 300 bin ton kimyasal atık uygunsuz olarak gömülmüştür. Şehir, buna rağmen hala kimyasal üretim merkezi olarak kullanılıyor. Bu yoğun kimyasal ve toksin içeren yan ürünler şehirde yaşayan 300 bin kişiyi etkiliyor.Şehirdeki insan ömrü, ülke ortalamasının epey altında, örneğin erkekler için ortalama yaşam ömrü sadece 42 yıl, kadınlar için ise 47. Şehrin mezarlığında 40 yaşının altında vefat eden bir sürü insan bulunuyor. 2003 yılında ölüm oranı, doğum oranından yüzde 260 daha fazlaydı. Guinness Rekorlar Kitabı, Dzerzhinsk’i dünyadaki en kimyasal olarak kirlenmiş şehir olarak tanımlıyor. Şehrin bazı yerlerindeki su diyoksin değerleri, uluslararası yasalarda temiz kabul edilen değerlerden 17 milyon kat daha fazla. Yetkililerin şehir konusunda aldığı göze çarpan bir önlem gözükmüyor. Dünyadaki ölümlerin yüzde 25’inin çevresel nedenlerle gerçekleşiyor. Kirlilik en fazla çocukları etkiliyor, bu da sağlıksız nesillerin yetişmesine neden oluyor. 8) NORİLSK - RUSYA Dünyanın en büyük ağır metal döküm fabrikasının bulunduğu Norilsk, Rusya için madenciliğin merkezi. Madencilik ile oluşan partiküller madde, kükürt dioksit, nikel, bakır, kurşun ve selenyum başta olmak üzere ağır metallerden kaynaklanan hava kirliliği şehirde yaşayan 134 bin kişiyi etkiliyor. Fabrikada çalışan işçilerin yaşam ömrü, Rusya ortalamasından 10 yıl daha az. Şehirde erken doğumlar ve çocuk ölümleri yoğun olarak görülüyor. Rusya’nın en kirli şehirlerinden biri olan Norilsk’te kışın kar genelde siyah yağıyor. Yılda 2 milyon kükürt dioksit havaya salınıyor bu da solunum yolu hastalıkları riskini arttırıyor. Şehirdeki çocuk ölümlerinin yüzde 15,8’i solunum yolu hastalıkları sonucu gerçekleşiyor. Fabrikada filtre kullanımı ile emisyonlar kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Gerçekleşen kaza atmosfere çok miktarda radyoaktif yakıtın ve ham maddenin yayılmasına neden oldu.Kazanın etkileri günümüzde 5 milyondan fazla kişiyi etkilemeye devam etmekte. Alan hala yaşama elverişsiz durumda. Çöken uranyum, plütonyum ve diğer metalleri içeren radyoaktif tozları çevrede yaşayan çocuklarda tiroit kanser vakaları görülmesine neden oldu. 2002 yılına kadar Beyaz Rusya, Rusya, Ukrayna ve Bulgaristan’da bulunan 4 binden 9) ÇERNOBİL - UKRAYNA Ukrayna'nın Kiev iline bağlı Çernobil kentindeki bulunan nükleer güç reaktörünün 4. ünitesinde 26 Nisan 1986 günü erken saatlerde gerçekleşen deney sırasında bir nükleer kaza meydana geldi. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 47 ÇEVRE Çevreyi büyük ölçüde kirleten ancak kirlilik önleyici yöntemleri uygulayacak yeterli kaynak ve ekonomik gücü bulunmayan gelişmekte olan ülkelerde artan sera gazı emisyonları dünya için tehdit oluşturuyor. fazla çocuğa tiroit kanseri teşhisi konuldu. Bağımsız kaynaklar yüzlerce yıl boyunca çevre bölgelerde yerleşimin güvenli olmadığını söylemektedirler. 10) KABWE - ZAMBİYA 1902 yılında İngiliz kolonileri tarafından Kabwe’de keşfedilen zengin çinko ve kurşun yatakları 1994 yılına kadar sömürülmüştü. Madenlerden kaynaklanan yoğun çinko ve kurşun kirliliği 255 bin kişiyi etkiliyor. Özellikle suda ve toprakta yoğun bulunan kurşun, madenlerin kapatılmasına rağmen halkın canını almaya devam ediyor. Ortalama olarak çocukların kanında bulunan kurşun yoğunluğu, ABD Çevre Koruma Ajansı’nın yayınladığı sınır değerlerden on kat daha fazla olması, ölüm riskini arttırıyor. Dünya Bankası, maden yataklarının iyileştirilmesi için 40 milyon dolar bütçeli bir program başlatmış durumda. KİRLİLİK ÖNLENMELİ Çevre için olmasa bile halklarının sağlığını korumak için bu kirlilik önlemeli. Yukarıda sayılan şehirlerde yaşamakta olan 48 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 12 milyon kişinin hayatları alınmayan önlemler yüzünden her geçen gün daha da tehlike altında giriyor. Hükümetler acilen emisyon kontrolü için gerekli yasaları çıkarmalı ve yeni teknolojilerin geliştirilmesine destek vermeli. Aynı zamanda çevreye zararlı atık bırakan yasadışı çalışan fabrikaları da kapatmalı. Şu an gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler ele alındığında durum iç karartıcı. Dünyadaki ölümlerin yüzde 25’inin çevresel nedenlerle gerçekleşmesi bunun bir göstergesi. Astım, kronik bronşit gibi çeşitli solunum yolu hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları, böbrek hastalıkları, çeşitli kanser vakaları, çeşitli göz hastalıkları, sıtma ve kolera gibi bulaşıcı hastalıklar, işitme bozuklukları, doğumlarda engelli oranının artması, zehirlenme, saldırgan davranışlar, düşük IQ ve stres ölümlere neden olan hastalıklardan sadece bazıları. Dahası kirlilik en fazla çocukları etkiliyor, bu da sağlıksız nesillerin yetişmesine neden oluyor. Ancak kirliliği azaltmak için çözümler mevcut. Ayrıca kirlilik önleme alanında yapılan yatırımlar hastalıkla baş etmek için harcanandan daha düşük miktarlara eşdeğer. Gelişmekte olan ülkelerde kirlilik kontrolü projelerinin kişi başına 1-50 dolar arasında bir maliyeti olurken, sıtma kontrolünün kişi başına 35-200 dolar arasında bir maliyeti oluyor. Araştırmalara göre dünyadaki mevcut kirliliği temizlemek için sadece 500 milyon dolar yeterli. ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR VAKIF SULTAN GEVHER NESIBE Gevher Nesibe Sultan’ın tüm malını mülkünü vakfederek öncülük ettiği hastane ve zaviyeler, dünyanın ilk tıp fakültesi olarak gösterilir. Rivayet odur ki: Gevher Nesibe Sultan ince hastalığa meftun yorgun bir sesle "Öyle bir bimarhane (hastahane) yapasınız ki, hem sözlüm kumandanın yaralarını, hem de benim gönül yaramı çekecek olanları tedavi etsin...'' der. Bir taraftan gönül yarası, bir taraftan da gönül yarasının sebep olduğu ince hastalık vücudunu günden güne eritmiştir. Ağabeyi Gıyaseddin Keyhüsrev, kollarının arasından yavaş yavaş eriyip giden kardeşinin son arzusunu elem içinde dinlemektedir. Tarih kayıtlarında Gevher Nesibe Sultan hakkında net bir bilgi yoktur. En net bilgi daha doğrusu rivayet yukarıdaki vasiyetten ibarettir. Bu vasiyetin altını ise gönülden gönüle aktarıla gelen bir aşk hikâyesi doldurur. HAZİN BİR AŞK HİKÂYESİ! Bu aşk hikâyesine dair elimizde sadece ve sadece sultanın "ince hastalıktan yani veremden" vefat ettiği bilgisi var. Ne sultanın âşık olduğu komutanın ismi, ne de rütbesi biliniyor. İnce hastalık edebiyat kitaplarında imkânsız bir aşkın neticesinde zayıflayan vücuda yerleşir ve yavaş yavaş bütün vücudu ele geçirir. Bu aşk hikâyesinin tarih kitaplarında anlatılan gerçeklerle bir alakası olmasa da, Gevher Nesibe’nin genç yaşta ölümü ve onun adına yapılan Bimarhane (hastahane) gönül ehlinin anonimleştirdiği bir aşk hikâyesine kapı aralamıştır. Bu anonim hikâyeye göre bir komutan sultana âşıktır. Fakat sultanın ağabeyi Gıyaseddin Keyhüsrev kız kardeşini bu komutana vermek istememektedir. Kardeşinin de bu komutana karşı hisler beslediğini bilen Keyhüsrev, bütün büyük aşklarda olduğu gibi bu aşkı da sınava tabi tutmak istercesine komutana “yaklaşmakta olan büyük savaşta başarılı olması halinde kız kardeşimi sana veririm” diyerek önüne bir şart koyar. Hangi savaş olduğu belli değildir. Bu savaş dahi anonimdir. Bu şartı koşan sultan mı, yoksa aşkı yüceltmek isteyen gönül mü bilinmez ama gövde üstünde baş, taş üstünde taş kalmamacasına yaşanan büyük bir savaş olmalıdır. Böyle bir savaştan ancak kahramanlar sağ çıkar. Nitekim bizim komutanımız da sağ çıkmıştır fakat birçok yarayla. Sultan, yaralı da olsa savaşta başarılı olan komutan ile kız kardeşini sözler. Fakat komutanın yaraları ölümcüldür. Bu aşkın da yeni imtihanı ölümdür. “Ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasaydı” mısrasında olduğu gibi, bu sefer ölüm ayırmıştır iki aşığı. Komutanın ölümü genç sultanının gönlündeki yarayı derinleştirdikçe derinleştirir. Bu yara günden güne vücudunu güçsüzleştirir ve ince hastalık onu pençesine alır. Hekimler çaresizdir. Vuslat arzusu her şeyden üstündür artık. GERÇEKLE EFSANE ARASINDA BİR HAYAT Gevher Nesibe Sultan’ın hazin hikâyesi dilden dile gönülden gönüle aktarılarak bugüne kadar geldi. Bana göre bu hikâye de onun adına yapılan Bimarhane’nin gönülde yaptığı inşanın neticesi ile ortaya çıkmış bir hikâye. Hem demiyor mu Hacı Bayram-ı Veli hazretleri, “Nâgehân bir şâra vurdum ol Tarihi kaynaklarda, Gevher Nesibe Darüşşifası’nda, başhekim ve başhekim yardımcıları ile en az iki dâhiliyeci, iki cerrah, asistanlar ve bir eczacının çalıştığı kabul edilmektedir. 50 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 şârı yapılur gördüm/ Ben dahi bile yapıldum taş u toprak âresinde.” Belki, Bimarhane’yi inşa eden gönül ehli, aşkla yapının harcını kararken böyle bir hikâye söyledi de, ondan birkaç yüz yıl sonra gelen bir başka gönül ehli bu yapıya bakarak ol ustanın hikâyesini okuyup dile getirdi. Ya da ol şifahaneden derdine deva bulan bir hasta, dua kavlinde aşkla bu hikâyeyi söyledi. Kimbilir!.. Biz bu aşkın doğruluğunu sorgulamadan, tarih ilmine de müracaat ederek yolculuğumuza devam edelim. BABASI II. KILIÇ ARSLAN II. Kılıç Arslan, Selçuklu devletinin en kudretli sultanlarından biridir. Tarih kitaplarına göre, en az Malazgirt Savaşı kadar önemli olan Miryokefalon (Kundanlı) Savaşı’nı (1176) kazanarak, Bizans’ın “Türkleri Anadolu’dan atma” hayallerini tamamen ortadan kaldıran Sultan, aynı zamanda kendisinden önceki sultanın atı- lımlarını bir adım öteye götürerek Selçuklu imar çalışmalarının Anadolu’da kökleşmesini sağlamıştır. Gevher Nesibe Sultan’ın ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Fakat anlatılan hikâyeye ve babasının ölümünden sonraki gelişmelere bakılırsa onun 1170’li yılların başlarında doğma ihtimalini yükseltiyor. Çocukluğunu ilk yılları bu kudretli sultanın oluşturduğu istikrar ortamında geçirir Gevher Nesibe Sultan. Fakat 1182’de babasının eski Türk hâkimiyet telakkisine göre, devletini on bir oğlu arasında taksim edip, her birini melik sıfatıyla bir eyaletin başına göndermesi ile başlayan erken taht kavgalarıyla yani kardeş kavgasıyla yaşanan bir sürece şahitlik edecektir. Kılıç Arslan’ın 1192’de ölmesiyle birlikte ağabeyi Gıyaseddin Keyhüsrev tahta geçer ve fakat taht kavgaları daha amansız bir hal alır. İşte bu dönem onun için sonun başlangıcı olur… Anadolu’da bugün hala ihtişamlarını muhafaza eden ve o zamanda Bimaristan, Dar uş-şifâ, Dâr us-sıhha, Dâr ul-âfiye bu hastanelerin en eski Gevher Nesibe Hatun’a aittir. GEVHER NESİBE DARÜŞŞİFÂSI VE TIP MEDRESESİ Dünyanın ilk tıp fakültesi olarak gösterilen Gevher Nesibe Darüşşifası aynı zamanda o zamanın teknik imkânları göz önünde bulundurulduğunda hayret uyandıracak yönlere sahiptir. Mesela bunlardan biri merkezi ısıtma sisteminin oluşturulmasıdır. Yapılan kazılarda dikkati çeken bazı buluntulara dayanarak binaların, yakındaki bir hamamdan getirilen buharla alttan merkezî bir sistemle ısıtıldığını göstermektedir. Revaklara açılan küçük odalarda öğrencilerin kaldığı, derslerin yazın büyük eyvanlarda yapıldığı, ayrıca bu eyvanların dışarıdan gelen hastaların muayeneleri için de kullanılmış olduğu sanılmaktadır. Kesin şekilde bilinmemekle birlikte, burada da Sivas'taki Keykâvus Dârüşşifâsı'nda olduğu gibi başhekim ve başhekim yardımcıları ile en az iki dâhiliyeci, iki cerrah, asistanlar ve bir eczacının çalıştığı kabul edilmektedir. (İslam Ansiklopedisi, Cilt 14. Cilt) Darüşşifa'da ayrıca Gevher Nesibe Sultan’ın türbesi de bulunmaktadır. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 51 ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR VAKIF BİR SULTAN BUGÜNE GELEN DARÜŞŞİFALAR Anadolu’da bugün hala ihtişamlarını muhafaza eden ve o zamanda Bimaristan, Dar uşşifâ, Dâr us-sıhha, Dâr ul-âfiye bu hastanelerin en eski Gevher Nesibe Hatun’a aittir. Sivas’ta I. Keykavus tarafından 1217’de inşa edilen Dar-üş şifa da aynı ihtişamını muhafaza etmiş, ona ait bir vakfiye bugüne kadar gelmiştir. Yüzden fazla dükkân ve pek çok da arazi ve başka akarın vakfedildiği bu Dâr uş-Şifa’da çeşitli mütehassız tabipler, cerrahlar ve göz doktorları, memur ve müstahdem bulunuyor; onların ve ilaçların tahsisatı ve hasta masrafları bu evkaf gelirlerinden temin ediliyordu. (Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, shf. 343) Bu olaylarla birlikte aslında Anadolu’daki Selçuklu imar hareketleri devam etmektedir. Savaş zamanlarında imar çalışmalarını öncülük edenler genel itibariyle kadınlardır. Ta Büyük Selçuklu döneminden beri “imaretler, hamamlar, zaviyeler vs. yapımı da at sırtındaki bir toplunda nasıl başarılabildi?” sorusunu sorduruyor insana… Aslında Selçuklu devrinde kurulan toplumsal yardım müesseseleri, hastaneler, zaviyeler, hamamlar çok ileri bir derecede ve çok yaygın idi. Hatta asker bir toplum oldukları için ordularına bağlı ve onunla hareket eden seyyar bir hastane vücuda getirdikleri tarihçiler tarafından bilinen bir gerçektir. Gevher Sultan genç yaşında bu geleneğin sürdürücülerinden biri olur. Hatta kendi malını mülkünü bu uğurda sultanın önüne bırakır. İster yukarıda anlatılan aşk hikâyesinden dolayı olsun, isterse başka bir sebepten yakalandığı hastalık, O’nu özellikle hastane konusunda vakıf oluşturma gayreti içine itmiş olabilir. Kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev de sultan kardeşinin çalışmalarına ek olarak, diğer hastanelerden farklı olarak, hastanenin yanına tıp eğitim için zaviyeler oluşturulmasını emreder. Gevher Nesibe Sultan’ın öncülüğüyle inşa edilmeye başlanılan hastane ve zaviyeler, dünyanın ilk tıp fakültesi olarak gösterilir. GENÇ YAŞTA VEFAT ETTİ Gevher Nesibe sultanın ölüm tarihi de doğum tarihi gibi muallâktır. Fakat 1196 yılında taht kavgasından galip çıkan Tokat Meliki Süleyman Şah’ın Konya’ya yerleşmesi, Gıyaseddin Keyhüsrev’in İstanbul’a gitmesi ve yaklaşık on yıl orada kaldıktan 52 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Genç yaşında vefat etmesine rağmen, yaptırdığı vakıf eserleriyle, bugüne kadar yaşayagelen bir geleneğe öncülük eden Gevher Nesibe Sultan’ın silueti, oluşturulan mimari gereği, kendi adını taşıyan Gevher Nesibe Darüşşifası’nın duvarlarında günün belli saatlerinde yansımaktadır. sonra tekrar Konya’ya dönüp tahtı tekrar ele geçirmesi alt alta konulduğunda Sultan’ın ölüm tarihi 1196 yılından önce olmalı. Kısa ömrüne rağmen bugüne kadar yaşayagelen bir esere öncülük ederek ve dahi o esere ismini vererek asırlar aşan bir solukla orada hala yaşıyor gibidir Gevher Nesibe Sultan. Hatta öyle ki, oluşturulan mimari gereği, günün belli saatlerinde sultanın silueti duvarlarda yansımaktadır. KADİM ŞEHİRLER AHİ ŞEHRİ KAYSERİ Tarih boyunca önemli ticari merkezlerden biri olan Kayseri, Türkler’in fethinden sonra ahiliğin en önemli merkezi olmuştur. Hasan Hüseyin ÖZ “Doğu-batı ve kuzey-güney ticaret yolları üzerinde kurulu olan şehir” betimlemesi hiç bir şehirde olmadığı kadar Kayseri’de anlam kazanır herhalde. Bir tarihçi, bir ekonomist açısından Kayseri hakkında en önemli vurgu da öznesi ticaret olan betimlemelerdir. Hangi seyyahın kitabını açsanız, hangi tarihçinin kapısını çalsanız Kayseri'yle ilgili karşınıza en önce bu bölgenin ticari kabiliyetine dönük cümlelerle karşılaşırsınız. Aslında şehir de kendini bu şekilde özneleştirir. Kayseri hakkında bir araştırma yaptığınızda; “Kayseri, XVI. yüzyıl sonlarında 35 bin nüfusuyla sadece Anadolu'da değil Akdeniz dünyası ölçeğinde de büyük bir şehir konumundadır.” Ya da; “XIX. yüzyılda iç ve dış sebeplerle Anadolu'da ticarî hayatın iyice gerilemesine rağmen Kayseri tüccarı çevresiyle ticareti kesmeden yürüttü. Yabancı bir seyyah, durgunluğa rağmen Kayseri'den büyük miktarda işlenmemiş deri, hayvan postu, cehri, badem ve kuru meyvenin İstanbul'a gönderildiğini yazmaktadır.” tarzında cümlelerle mutlaka karşılaşırsınız. Bu yüzden Fernard Braudel’in Akdeniz dünyasının macerasını anlattığı o muhteşem “Akdeniz” kitabının Kayseri’den fazla 54 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 haberdar olmaması bu yüzden kitabı eksik bırakmıştır. Fakat Kayseri, aslında öznesi insan olan bir medeniyetin, hem kültür yapısı hem de mimari eserleriyle bize “ticaret, bir bütünün nesnelerinden sadece biridir” diyerek sık sık uyarmaktadır. Ve dahi ahilik geçmişiyle “ticaret ahlakın bir rüknüdür” diye de uyarmaktadır. AHİLİK GELENEĞİNİN TAŞIYICISI Bugün “İslami Kalvinistler” diye batılı ve dahi onun uzantısı doğulu bazı oryantalist sosyologların Kayserili’ye giydirmek istedikleri elbise, bizzat Kayseri’nin tarihi tarafından yalanlanmakta. Batı merkezci dünyanın oluşturduğu kavramlarla elbise dikmek isteyenler, Kayseri’nin tarihinin hikâyesini de anokranik bir şekilde değiştirme eğilimde olsalar da tarihin içinden bugüne ulaşmış eserler bütün bu “muhayyel”i bir çırpıda silip süpürüvermekte. Fethinden sonra Kayseri, Konya ile birlikte Selçuklu medeniyetinin önemli merkezlerinden biri olurken, 1193 yılında Anadolu'nun bilinen ilk medresesi (Hoca Hasan) burada yapılır. SEYYAHLARIN GÖZÜNDE KAYSERİ Kayseri, tarih boyunca birçok seyyahın ilgi odağı olmuş. Selçuklu döneminden beri şehri gezen seyyahlar başta buradaki ticari faaliyetler olmak üzere, şehrin bayındırlık özellikleri, nüfus yapısı hakkında bilgiler verirler. Bunlardan biri Ebü'I-Hasan el-Herevî; 1215 şehri gezen Ebü'I-Hasan el-Herevî, güneyde ilk yerleşim bölgesinde bulunan Battal Gazi Camii'nden ve Hz. Ali'nin oğluna atfedilen mezardan bahsetmiş, Câhiliye devri şairi İmruülkays'ın mezarının Kayseri'de Asib tepesinde olduğunu yazmıştır. İlhanlılar döneminde şehre gelen İbn Batuta ise daha ziyade şehrin gelişmişliği üzerinde durur. İbn Battûta burayı Anadolu'nun büyük beldelerinden biri olarak tanımlar ve Toga Hatun'un burada bulunduğunu, onunla görüştüğünü yazar. İbn Battûta ayrıca Ahîler'le beraber olmuş ve onlardan övgüyle söz etmiştir. Doğulu seyyahlardan yaklaşık dört yüz yıl sonra Kayseri'ye gelen Polonyalı Simeon ise bize şehrin demografik yapısı hakkında bilgi verir. Simeon, iki kat surla çevrili olan Kayseri'de 500 hane kadar Ermeni bulunduğunu ve bunların Türkçe'den başka bir dil bilmediklerini yazar. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 55 KADİM ŞEHİRLER Kayseri, asırlar önce Ahilerin mayaladıkları insanın, “bütünün sorumluluğunu” omuzlamış bir fert olma bilinciyle oluşturduğu eserlerin serin nefesiyle, gösterilmek istenilenin dışında bir dünya olduğunu söyleyip duruyor her dem bize. ULU CAMİİ Halbuki Kayseri, asırlar önce Ahilerin mayaladıkları insanın, “bütünün sorumluluğunu” omuzlamış bir fert olma bilinciyle oluşturduğu eserlerin serin nefesiyle, gösterilmek istenilenin dışında bir dünya olduğunu söyleyip duruyor her dem bize. Bu yüzden Kayseri, bir bütünün hikâyesidir. Bir bütün çünkü, tarihin içinde insanlarıyla ve eserleriyle geçmişi ve geleceği bir potada eritip şimdinin hikayesini anlatıp durur bize. Duyabilene… MAYANIN DÖNÜŞTÜRDÜĞÜ ŞEHİR Caesarea, Kaysâriye, Kayseriye ve Kayseri… Bu dönüşüm hikâyelerini Anadolu’nun birçok yerinde rastlarız. İsimlerin tarihleri bu yüzden bazen birçok şeyi çok net bir şekilde anlatıverir insana. Mevcut eserler itibariyle Kayseri'de ayakta kalabilmiş en erken yapı bir Dânişmendli eseri olan Ulu Camii'dir. 35 x 50 m. boyutlarındaki cami, 1206’da Yağıbasan oğlu Muzafferüddin Mahmud tarafından Selçuklu Sultanı Keyhusrev b. Kılıçarslan devrinde imar edildiğine dair bir tamir kitabesine sahipse de eserin gerçek banisinin Dânişmendliler'in Kayseri emîri Melik Muhammed Gazi olduğu bilinmektedir. Tarih içinde medresesi yok olan cami külliyesinden sadece türbe günümüze ulaşmıştır. Mihrap duvarına paralel sekiz nef ve mihrap önünde yer alan mihrap önü kubbesinden oluşan erken bir plan tipindeki binanın orta kısmında bir aydınlık fenerine sahip kubbesi mevcuttur. (Diyanet Ansiklopedisi, Cilt 25) 56 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Tarih kitaplarının “Asur ticaret kolonilerinin oluşturduğu bir şehir” diye tarif ettiği Kayseri’nin bu muhayyel zamanların hikâyesinden ziyade oraya isim veren Roma dönemi daha gerçek gibi gelir. Çünkü isimler bazen tarihin ta kendisidir. Fakat bu ismin tarih içindeki dönüşümü kemal noktasına ulaşmışsa ve dahi geçmişi alıp kendi içinde eritip sonra da esere dönüşmüşse, asıl hikâye orada yazılıyor demektir… Kayseri’nin hikâyesi de böyle bir şeydir. Talanın değil, yaşamanın hikâyesidir. Burada bulunuşun geçmişle geleceği omuzlamanın hikâyesi, Caesarea’dan Kayseri’ye uzanan yol. Medeniyetlerin ben idraki bu şekilde tecelli eder zira. Kemale ermiş olanın öteki diye bir derdi yoktur. Cümle varlığın birliği bu bünyede erir. Ve dahi Kayseri isminin tarihsel hikâyesi de bu özgüvenin hikâyesidir. Yüce Erciyes dağı, kuzey eteklerinde bulunan ovanın temas sahasındaki iç kale ve surların etrafında yaşanan bu hikâyeyi şahitlik ederken kim bilir neler hissetmiştir? İLK MEDERESE BURADA KURULDU İslam’ın zuhuru ile birlikte uzun yıllar Roma egemenliğinde yaşayan Kayseri, bu Anadolu’daki diğer şehirlerin yaşadığı hikâyenin bir parçası olarak yaşar uzun süre. İstanbul’un fethi için yola çıkan İslam ordularının akınlarına muhatap oldu sık sık... Bu süreç roma istikrarsızlığının da başladığı bir süreçtir. Şehir iki yüz yıl süresince birçok gelgit yaşar. XI. Yüzyıldan Yüce Erciyes dağı, kuzey eteklerinde bulunan ovanın temas sahasındaki iç kale ve surların etrafında yaşanan bu hikâyeyi şahitlik ederken kim bilir neler hissetmiştir. itibaren de Alparslan’ın komutanlarından olan Afşin Bey’in akınlarından başlayarak bir çok akınlara muhataptır artık. Nasıl Malazgirt üç yüz yıllık hesaplaşmanın sonuysa, Kayseri de bu süreçten itibaren yazılan tarihin önemli merkezlerinden biridir; çünkü Anadolu’nun bundan sonraki tarihi etkileyecek gelişmelerin rahimi bu şehirdir. Kayseri Emîr Gazi (Melik Gazi) tarafından fethedildikten sonra Danişmendliler’in merkezi olur. Ulucamii bu dönemde yapılır. Dânişmendli hâkimiyetinin zayıflaması üzerine Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan Kayseri ve civarını 1169 Selçuklu topraklarına kattı. Fethinden sonra Kayseri, Konya ile birlikte Selçuklu Medeniyeti'nin önemli merkezlerinden biri olurken, 1193 yılında Anadolu'nun bilinen ilk medresesi (Hoca Hasan) burada yapılır. 1243'teki Kösedağ Savaşı'ndan sonra birçok şehir Moğollar’a teslim olurken, Kayseri Ahilerin öncülüğünde uzun süre direnir. MOĞOL İSTİLASINA DİRENDİ Kayseri tarihinin önemli dönüm noktalarından biri hiç şüphesiz Moğol istilaları zamanında yaşanır. O dönemin geleneklerine göre "dâr-ül mülk" ve sefere çıkış merkezi olduğundan "dâr-ül feth" unvanları verilen bu şehir aynı zamanda Moğol istilâsından kaçan birçok âlim ve sanatkâra kapılarını açmıştır. Daha sonraki ekonomik sistemi belirleyecek olan Ahiliğin önemli merkezlerinden olan Kayseri, Anadolu’nun sığınak merkezlerinden biridir artık. Bu süreç aynı zamanda geleceğin Anadolu yeni tarihinin başlangıç noktasıdır. Nitekim 1243'teki Kösedağ Savaşı'ndan sonra birçok şehir Moğollar’a direnemezken Kayseri Ahilerin öncülüğünde uzun süre direnir. Fakat o dönemin Ermenilerinden biri kale kapılarını açması sonucu bu direniş kırılır ve Moğollar şehirde büyük bir kıyım ve yıkım yaparlar. Bu büyük direniş Ahiler nezdinde yeni tarihin başlangıcı olarak gösterilebilir. Çünkü herkesin teslim olduğu bir dönemde bu topraklarda var kalma mücadelesi, daha sonra ahi şeyhi olan Şeyh Edebalı eliyle Domaniç yaylasında Osman Gaziye aktarılarak, Osman’lı devletinin kuruluşuna vesile olacaktır. HALICILAR ÇARŞISI Bugün su içinde Halıcılar Çarşısı olarak hizmet veren bedestenle yakınında çeşitli dükkânlardan oluşan çarşı, II. Bayezid devrinde Kayseri sancak beyi Mustafa Bey tarafından 1497’de yaptırılmıştır. Bedestenin yanında Kayseri'nin 1390 tarihli en eski âbidevî çeşmesi olan Şeyh Müeyyed Çeşmesi ve hemen karşısında Şah Hatun tarafından yaptırılan Pamuk, Pembe veya Kapan Hanı adlarıyla bilinen han yer almaktaydı. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 57 KADİM ŞEHİRLER AKDENİZ DÜNYASININ EN BÜYÜK ŞEHİRLERİNDEN BİRİ Kayseri, Moğol istilalarından sonra ilk önce İlhanlı Sivas valisi Emir Eratna’nın bağımsız devlet kurmasından sonra bu devletin bir parçası olarak yaşar. Bu süreçte Alâeddin Eretna'nin hanımlarından Toga Hatun Kayseri'de oturmuş ve kocası adına hüküm sürmüştür. Daha sonraki süreçte başta Karamanoğlu beyliği olmak üzere, değişik dönemlerde beyliklerin eline geçen Kayseri, Yıldırım Beyazıd döneminde Osmanlı topraklarına katılsa da Ankara bozgunundan sonra tekrar beyliklerin eline geçer ta ki 1474 yılına kadar. 1474 yılında Gedik Ahmet Paşa’nın Karamanoğlu beyliğini ortadan kaldırdıktan sonra Kayseri Osmanlı’ya bağlanır. O dönemden itibaren de Osmanlı sisteminin önemli çekim merkezlerinden biri haline gelir. Nitekim 16. yüzyılın sonunda 35.000 nüfusuyla Akdeniz dünyasının en büyük şehirlerinden biri olur. 1617’ye gelindiğinde bu nüfus 40.000’in üzerine çıkar. ÖNCÜ ŞEHİR… XVII. yüzyılda başlayan Celali isyanları nedeniyle şehir kısa bir süre de olsa kargaşa yaşasa da, hemen kendini toparlayarak çevre şehirlere yine öncülük yapmaya devam eder. Nitekim Osmanlı’nın gerileme döneminde dahi Kayseri, bu gerilemenin oluşturduğu yılgınlık ve bezginliğin oluşturduğu psikolojiye kapılmayan üç beş şehirden biri olarak hayatını sürdürür. 19. yüzyılın sonunda dahi içinde yaşadığı medeniyetin direniş timsali olarak kendini gösterir. Cumhuriyet sonrası harabeyi dönmüş bir coğrafyada yine tarihi misyonu gereği ilk ayağa kalkıp, Anadolu’ya öncülük eden Kayseri, bugünün dünyasında da bu öncülüğünü sürdürüyor. 58 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 KAYSERİ'DEKİ EN BÜYÜK SELÇUKLU CAMİİ: HUNAT HATUN CAMİ Hunat Hatun Camii 1238 tarihli olup Alâeddin Keykubad'ın hanımı Mahperi Hatun tarafından yaptırılmıştır. Mihrap önü kubbesi ve mihrap duvarına paralel neflerden oluşmuş bir plana sahip binanın orta kısmında aydınlık için kare bir açıklık bulunmaktadır. Kayseri'deki Selçuklu camilerinin en büyüğü olan yapı medrese, türbe ve hamamıyla bir külliye teşkil etmektedir. Külliyede cami alanı içinde Mahperi Hatun'un türbesi yer almaktadır. Batıda mevcut taç kapısı ve mihrabı Selçuklu taş işçiliğinin güzel örneklerindendir. Minaresi geç tarihlidir. ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGELERİ PAMUKKALE ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGESİ BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİN TESPİTİ PROJESİ TABİAT VARLIKLARINI KORUMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Çalışma Alanının Tanımı Ülkemizde 1988-2004 yılları arasında Bakanlar Kurulu Kararı ile ilan edilen 14 Özel Çevre Koruma Bölgesi bulunmaktadır. Pamukkale Özel Çevre Koruma Bölgesi’de bu alanlardan birisi olup, Denizli İli Akköy ilçesine bağlı 2 belde (Pamukkale, Karahayıt) ve 2 köyü (Develi ve Yeniköy) sınırları içine almaktadır. Alan 66,56 km2 büyük- ÇALIŞMA ALANI Nokta No Boylamı Enlemi 1. 290 06’ 08 “ 370 58’ 42 “ 2. 290 09’ 14 “ 370 54’ 58 “ 3. 290 09’ 28 “ 370 51’ 40 “ 4. 290 07’ 38 “ 370 51’ 20 “ 5. 290 02’ 53 “ 370 57’ 30 “ 60 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 lüğündedir. Pamukkale ÖÇKB, 22.10.1990 tarih ve 90/1117 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan edilmiştir. Alanın güneyinde Baba Dağları, kuzeyinde de Büyük Çökelez ve Küçük Çökelez dağları yer almaktadır. Alanın sınır koordinatları aşağıdaki tabloda sunulmuştur. Projenin Amacı ve Kapsamı Pamukkale Özel Çevre Koruma Bölgesi Biyolojik Çeşitliliğin Tespiti Projesi ile yapılacak olan Yönetim Planı ve fiziki planlama çalışmalarına altlık oluşturacak şekilde; önemli ve geri getirilemez doğal ekosistemlerin tespiti ve korunmasına esas verilerin ortaya konması sağlanacak, yerel, bölgesel ve ulusal karar vericiler için koruma ve kullanma ilkeleri belirlenecek, bölge halkı için ekolojik ve ekonomik sürdürülebilir bir geleceğin oluşturulmasına katkıda bulunulacaktır. Proje kapsamında yapılan çalışmalarla, karasal alanda biyolojik çeşitliliğin tespiti, endemik, nadir, nesli tehdit ve tehlike altında olan tür ve habitatlarının sınıflandırılması, bölgelenmesi, tehditlerinin ve koruma önlemlerinin ortaya konması, bölgenin korunması ve yönetilmesini sağlamak üzere karar vericilere yol gösterici olması amaçlanmaktadır. Projenin Hedefleri Projenin genel hedefi; Pamukkale travertenlerinde gözlenen kararmaların mikroorganizma seviyesinde biyolojik çeşitlilik ve ekolojisinin tespit edilmesi, kararmaların artmaması için ekolojik çözüm önerileri getirilmesi ve tüm koruma alanının biyolojik çeşitlilik değerinin taranarak envanterinin ortaya çıkarılmasıdır. Mont. ve Peltula patellata (Bagl.) Swinsc. Et Krog.) bugüne kadar yapılan çalışmalara göre Türkiye’de ilk defa bu alandan tespit edilmiştir.) Karayosunları ve Ciğerotları (Karayosunu örneklerden teşhisi yapılan takson sayısı 31’dir. Yapılan arazi çalışmalarında Ciğerotu örneklerine rastlanmamıştır.) Eğreltiler (3 farklı eğrelti türüne rastlanmıştır. Eğreltiler ekolojik istekleri gereği nemli yağışlı ortamları tercih ettiğinden fazla türe rastlanmamıştır.) 2. Tohumlu Bitkiler: Proje Kapsamında Gerçekleştirilen Çalışmalar • Biyolojik çeşitliliğin tespiti çalışmaları • Jeolojik, jeomorfolojik, hidrolik ve hidrojeolojik verilerin derlenmesi, • Travertenlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin değerlendirilmesi, • İklimsel ve meteorolojik özelliklerin değerlendirilmesi • Toprak yapısı ve tarımsal özelliklerin değerlendirilmesi, • Geçmişteki ve günümüzdeki mevcut arazi kullanım durumları, • Geçmişteki ve günümüzdeki mülkiyet durumları, • Tüm verilerin sayısallaştırılıp ilgili veritabanları ile ilişkilendirilerek CBS (Coğrafi Bilgi Sistemi) ortamına aktarılması. Arazi çalışmalarında toplanan yaklaşık 1500 bitki örneğinin değerlendirilmesi sonucu 76 familyaya ait 316 cins, 587 tür ve tür altı takson tespit edilmiştir. Ayrıca Pteridophyta divizyosuna ait 2 tür tespit edilmiştir. Bölgede tespit edilen türlerden 29 tanesi endemik olup toplam türlere oranı yüzde 5,6’dır. Bu oran Türkiye florası ortalamasının oldukça altındadır. Bunun en önemli sebebi alanın antropojen karakteri yanı sıra alanın büyük oranda tarım alanı olmasından kaynaklanmaktadır. Endemik bitkiler IUCN kategorilerine göre sınıflandırılmış olup, 3 adet LR (nt), 2 adet VU, 20 adet LR (Lc), 1 adet DD, 2 adet EN ve 1 adet LR (cd) bitki türü bulunmaktadır. Diğer 4 adet endemik bitki türü herhangi bir kategori içinde yer almamaktadır. Çalışma alanında Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınan herhangi bir bitki türü tespit edilmemiştir. IUCN Tehlike Kategorileri Biyolojik Çeşitliliğin Tespiti Çalışmaları Bitki coğrafyası açısından Holarktik Alemde; Tetis alt aleminin, Akdeniz Fitocoğrafik Bölgesi’nin Doğu Akdeniz Alanı içinde yer alan Pamukkale Özel Çevre Koruma Bölgesi vejetasyonun sintaksonomik 10 analizini ortaya koymak amacıyla gerçekleştirilen arazi çalışmaları sonucu tespit edilen başlıca vejetasyon tipleri aşağıda verilmiştir. FAUNA İkiyaşamlılar ve Sürüngenler Yapılan arazi çalışmaları sırasında toplam 23 amfibi ve sürüngen taksonu tespit edilmiştir. Bu taksonlardan 4 tanesi kurbağa, 2 tanesi kaplumbağa, 9 tanesi kertenkele ve 8 tanesi de yılan grubuna girmektedir. Tespit edilen amfibi ve sürüngen türlerinden yuzde 38.7’nin IUCN verilerine ve alandaki hayvanlarla ilgili gözlemlere göre koruma altına alınması gereken türler konumunda olduğu saptanmıştır. Kuşlar ve Memeliler Çalışmalar sırasında kaydedilen 33 kuş türü Ciconiiformes (Leyleksiler; 2), Falconiformes (Gündüz Yırtıcıları; 1), Galliformes (Tavuksular; 1), Columbiformes (Güvercinler; 3), Cuculiformes (Guguk Kuşları; 1), Strigiformes (Baykuşlar; 1), Apodiformes (Ebabiller; 1) ve Passeriformes (Ötücü Kuşlar; 21) olmak üzere 8 FLORA 1. Tohumsuz Bitkiler Algler (Cyanophyta, Bacillariaphyta, Chlorophyta, Dinophyta ve Charophyta ait örnekler toplanıp teşhisleri yapılmıştır.) Mantarlar (Çalışma alanından 13 çeşit mantar tespit edilmiştir. Bunlardan Agaricus bisporus L., Agrocybe cylindracea ve Sarcosphaera coronaria türleri yöre halkı tarafından yenmektedir.) Likenler (Pamukkale Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde yapmış olduğumuz çalışmanın sonucunda 4 liken türü (Lecania sylvestris (Arnold) Arnold,Lecanora sambuci (Pers.) Nyl., Opegrapha herbarum TÜRLERİN FİTOCOĞRAFİK BÖLGE SPEKTRUMU Akdeniz 153 % 26,1 Bilinmeyen 358 % 61 İran-Turan 46 % 7,8 Takson sayısı Avrupa-Sibirya 30 % 5,1 EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 61 ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGELERİ takıma dâhildir. Alanda IUCN kriterlerine göre tehlike altında olan tek tür Gökkuzgun Coracias garrulus (NT=Near Threatened) olup, diğer türler tehlike altında değildir (LC=Least Concern) ve yaygın olarak bulunmaktadırlar. Çalışmalar sırasında kaydedilen 18 memeli türü Erinaceamorpha (Kirpiler, 1), Soricomorpha (Böcekcil sivriburnlu fareler, 1), Chiroptera (Yarasalar, 9), Lagomorpha (Tavşanlar, 1), Rodentia (Kemirgenler, 4), Carnivora (Yırtıcılar, 2) olmak üzere 6 takıma dahildir. Kaydedilen türlerden hiçbiri IUCN kriterlerine göre tehlike altında olan türler değildir. Tamamı LC (=Least Concern) kategorisinde olup yaygın olarak bulunmaktadırlar. Hidrolojik Durum Pamukkale ÖÇKKB sınırı içinde oluşum gösteren formasyonların büyük çoğunluğu hidrojeolojik açıdan geçirimli ve verimli özellik göstermektedir. Proje alanının yaklaşık yüzde 75’ni traverten, alüvyon ve yamaç molozları kaplamıştır. Genç tektonik aktivitenin yüksek olması ve epirojenik yapısal özelliklerin aktif olması nedeniyle Pamukkale’nin doğu-kuzeydoğusundan güneybatıya doğru topoğrafik eğimin büyük oranda düştüğü görülmektedir. Bu düşüş gradyanına bağlı olarak yüzeysel akış, yeraltısuyu akışı ve faylanma sonucu oluşan kaynak çıkışları jeomorfolojik yapı içinde su döngüsünü oluşturmuştur. Pamukkale’nin yaklaşık 3,5 km batısında bulunan Çürüksu Çayı bölgedeki önemli akarsulardan biri olup çok geniş alanlarda alüvyon oluşumunu sağlamıştır. Ayrıca proje alanı içinde çok sayıda akarsu, kurutma kanalı ve sulama kanalı bulunmaktadır. Bölgedeki yüzeysel akışı düzene sokma ve akış kolaylığı sağlama amacı ile oluşan-oluşturulan bu yapılar (doğal ve insan yapısı) hidrolojik su döngüsünü sağlamıştır. Travertenlerin Fiziksel, Kimyasal ve Biyolojik Özellikleri Genel anlamda traverten, bitki kalıntıları üzerinde yoğunluk ve boşluk hacimlerinin ilişkisi olmaksızın, karbonatın çökelmesi, tortulanmasıdır. Traverten fosil haline geçtiğinde bu boşluklar dolarak sertleşir, çimentolaşır ve sonuçta çok sert bir hal alır. Traverten kelimesinin anlamı, İtalya’da eski 62 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Roma dönemindeki adı Tivoli, şimdiki ismi Tivertino’dan orijinlenmektedir. Çünkü bu bölgede yoğun traverten formasyonları mevcuttur. Bu çökeltiler, sünger taşı, kalkerli tüf, bitki tüfü, karbonat topakları, taşlaşmış karayosunu, kireçli kaymak ve diğer birçok bölgesel isimlerle anılmaktadır. Travertenler yüksek bitkiler ve tohumsuz bitkiler (alçak bitkiler) vasıtasıyla biçimlenebilir. Fakat bu oluşumda en çok algler (Mavi-yeşil (Cyanophyceae) ve yeşil su yosunları (Chlorophyceae), Ciğerotları (Hepaticeae) Karayosunları (Bryopsida) ve Chironomids (Titrek sinek) larvaları yer alır. 20. yüzyılda travertenler üzerinde yapılan çalışmalar oldukça çeşitlidir. Çalışmalarda çoğunluk, travertenlerin oluşumunda rol oynayan alg, karayosunu ve diğer canlıların, fizikokimyasal ve biyokimyasal parametreler arasındaki ilişkileri ele alınmıştır. Bu araştırmalar esas olarak 2 yönde olmuştur. 1- Biyokimyasal olaylar üzerindeki fizikokimyasal olayların üstünlüğü 2- Fizikokimyasal olaylar üzerindeki biyokimyasal olayların üstünlüğü Fizikokimyasal ve biyokimyasal tortulanma veya kabuk bağlama olaylarına bağlı olarak traverten çeşitleri şöyledir. 1-Karstik veya termomineral kaynaklar: Bu oluşum şeklinde vejetasyon ve sıcaklık değişimleri (çoğunlukla termal suyun atmosferle teması sonucu soğuması) CaCO3’ın çökelmesinde etkili olmaktadır. Bu nedenle travertenler CaCO3’ın fizikokimyasal tortulanması nedeni ile karst içe- risinde bazı karakteristik yapılara, şekillere sahiptir. Mağaralarda erime sonucu oluşan sarkıtlar ile Pamukkale’deki havuzların kenarlarındaki sarkık yapılar bu oluşuma örnek olarak verilebilir. 2-Küçük su kaynakları: Bunlar çok miktarda set, teras ve küçük havuzlarla biçimlenir (Pamukkale). Setler esas olarak bitkisel toplulukların çökelmesi ile biçimlenir. Karayosunları, ciğerotları , algler ve diğer bitkilerin rolü, traverten oluşumundaki ilgili partiküllerin mevsimsel çökelmelerindeki değişiklikleri sağlamalarıdır. Bu bitkiler günlük çökelme miktarı üzerinde dahi etkili olabildikleri gibi travertenlerin karakteristik dokularının gelişmesinde önemli bir rol oynarlar. 3-Bataklıklar ve göllerde: Bataklıklar ve bazı göllerin kıyı bölgelerinde yüksek ve alçak bitkiler travertenin biçimlenmesi için çökelme olayına neden olur. Bu durumda travertenler akarsu ya da göllere ait dip sedimenleri vasıtasıyla tabakalanır. Tehditler • Sıcak kaynak suyunun kanalizasyon ve tarımsal kaynaklı atık sulardan dolayı kontamine olması, • Endemik bitki türlerinin Türkiye florası ortalamasının oldukça altında kalması, • Alanın büyük oranda tarım alanı olması buna bağlı olarak tarıma açma faaliyetlerinin olması, • Otlatma, kaçak kesim, yanlış ve aşırı kullanımların mevcut olması, Tehditler İçin Çözüm Önerileri Alandaki travertenler, su kaynakları, flora ve fauna, kullanım talepleri nedeniyle zarar görmüştür. Tehditlere yönelik çözüm önerileri belirlenmiş ve aşağıda verilmiştir. • Acilen ışıklandırma sisteminin ekolojik nedenlerle kaldırılması gerekmektedir. • Ekolojik onarımın veya restorasyonun, ekosistemin dinamiklerine uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. • Yapılaşmanın engellenmesi sağlanmalıdır. • Yerel halkın özellikle doğal zenginliklerimiz konusunda bilinçlendirilmesi ve buna bağlı organizasyonların (görsel sunumlar, bilgilendirme toplantıları, seminer vs.) bizzat yerinde yapılması gerekmektedir. • Su kaynaklarının tarımda bilinçli kullanılmasının sağlanması ve korunması gerekmektedir. • Habitatların yok olmasına neden olan yangınlar konusunda tedbirlerin alınması gerekmektedir. • Bilinçsiz avlanma ve hayvan toplanmasının önüne geçilmesi gerekmektedir. • Doğadaki besin zincirinin korunması için bilhassa nesli tehdit altında ve endemik türlerin habitatlarını içeren bölgelerde organik tarımın teşvik edilmesini sağlamak gerekmektedir. • Ülkemiz biyolojik zenginliğini oluşturan bitki ve hayvan türlerinin yabancılar tarafından yurt dışına çıkarılmasını engelleyecek yasal tedbirlerin etkili bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Alandaki travertenler, su kaynakları, flora ve fauna, kullanım talepleri nedeniyle zarar görmüştür. Projemiz çerçevesinde yapılan çalışmalar ile tahribata neden olan tehditler belirlenerek aşağıda verilmiştir. • Su içerisindeki CO2 miktarı, • Su kaynaklarının başını tutan oteller, • Kaynak sularının kirlenmesi, • Travertenlerin üzerinde oluşan doğal bitki örtüsünün işciler tarafından bilinçsizce temizlenmesi, • Tarım alanlarındaki gübrelemeden dolayı, yer altına karışan sülfatın travetenler üzerinde kararmalara sebep olması ve algleri çoğaltması, • Havuzlarda yüzme faaliyetleri nedeni ile grileşme ve kararmaların oluşması, • Yer altı sularının debisinde, yaklaşık yüzde 50 oranında, çok ciddi bir azalmanın oluşması, • Su rejiminin bozulması, • İklim koşullarına bağlı olarak yağışın yeterli olmaması, • Travertenlerde yapılan ışıklandırma düzenekleri (Gece Aydınlatması), • Pamukkale’deki bazı hassas mikroteraslarda, turistlerin üzerlerinde yürümelerinden dolayı tahribatların oluşması, • Yüzeydeki mikroorganizma yapısının, ezilmeden dolayı ciddi şekilde zarar görmesi, EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 63 OYUN PARKI GAZİANTEP bölgesi çocuk oyunları GÜLLE OYUNLARI Toprak bir zeminde erkek çocuklar tarafından gülle (misket) ile oynanan gülle oyunu için en az iki kişi gereklidir. Oyuncu sayısı, oynanan oyunun türüne göre değişir. Kimi zaman en fazla dört, kimi zaman yedi kişiyle oyunun türüne göre oyuncu dâhil edilir. Gülle oyununun bilinen üç türü vardır: 1) Üçgen oyunu, 2) Cımbız oyunu, 3) Duvarlı oyunu. Üçgen Oyunu: En fazla 4 kişi ile oynanır. Toprak zemin üzerine bir üçgen çizip, yaklaşık 2-2,5 metre ilerisine de bir çizgi çekilir. Önceden karar verildiği şekilde üçgenin içine kişi sayısı kadar gülle yerleştirilir. Ardından baş olarak seçilen gülleler, çekilen çizgiye doğru atılır. Oyuna ilk başlama hakkını kazanan, çizgiye güllesini en yakın atan oyuncudur. Sıralama bitince, oyuna geçilir. Tüm oyuncuların yapması gereken, çizilen üçgenin içinden tek atışa mahsus olmak kaydıyla çıkardığı tüm güllelerin sahibi olmaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: Eğer oyuncuların baş olarak seçtiği gülleler, çizilen üçgenin içinde kalırsa, oyundan çıkarılırlar. Bu durumda oyun, diğer oyuncular arasında devam eder ve üçgenin içinden çıkarılan gülleler, çıkaran oyuncunun olur. Eğer oyuncu, başka birinin baş seçtiği gülleyi vurursa, hem onu oyun dışı bırakır, hem de onun güllelerine sahip olur. Cımbız Oyunu: En az 2, en fazla 7 kişiyle oynanabilir. Kişi başı anlaşılan sayıda gülle, çizgi halinde toprak zemine dizilir. Bir kişi baş olur. Diğer oyuncular atış hakkı kazanmak için onu geçmeye çalışırlar. Başı en fazla kim geçtiyse, mesafe olarak, ilk atış sırasını o oyuncu elde eder. Cımbız oyunu, iki atıştan ibarettir. İlk atışta güllesini yerde dizili olanlara yetiştiremeyen, oyun dışı kalır. İkinci atışta da marifet, gülleyi en uzağa göndermek ve yerde dizili olan gülleleri yapılan atışlarla geçmektir. Oyuncu, güllelerden birini dahi dışarı çıkarsa, tüm güllelerin sahibi olur. Duvarlı Oyunu: Duvarlı oyunu da en az 2 kişiyle, en fazla 4-5 kişiyle oynanır. Bir duvarın karşısına geçilerek, onun 1,5-2 metre ötesinden sırasıyla gülleler atılır. Yerde biriken gülleleri ilk olarak kim vurursa hepsi o oyuncunun olur. Bu noktada kaç tane gülle vurulduğu önemli değildir. Güllelerden bir tanesine değmesi yeterlidir. 64 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 KARAÇÖR Gaziantep’in Karkamış yöresinde harman yerinde ve yeşillik bahçelerde oynanan oyunda üç adet kukla kullanılır. Oyuncak kuklalar bez, pamuk veya kumaştan yapılır. Bunlardan biri erkek biçiminde, bıyıklı bir kukladır. Diğeri onun sevdiği kızdır ve sarı örgülüdür. Bir diğer kuklaysa, iki sevgilinin korkulu rüyası olan kızın annesidir. Bu oyunu, kız ve erkekler beraber oynarlar. Oyuna başlamadan önce iki grup oluşturulur ve karşılıklı oturulur. Ardından kuklaları oynatması için “Karaçör” seçimi yapılır. Bu seçim dört şekilde yapılabilir: Sayışmacı, Yazı Tura, Yaş Kuru, Anya-Manya. Sayışmaca tekerlemesi: Çıt pıt / Bir iki / Mavi boncuk / Kurnaz tilki / Arap kızı / Fındık fıstık / Sen çık / Kadifeden yastık / Açlık balçık / Sen bu oyundan çık. Yaş-Kuru Yöntemi: Bir taşın bir tarafı ıslatılır, oyunculardan biri kuruyu, diğeri de yaşı seçer. Taş havaya atılır ve hangi taraf üste gelirse, onu tutan oyuncu Karaçör olur. Anya-Manya Yöntemi: Karaçör olmaya üç aday kişi varsa, bunlar ellerini aynı anda ters yüz çevirir ve şu tekerlemeyi söylerler: Anya manya şamponya / Üçümüzün arasında. Ortaya bir kişi uzanır ve üstüne siyah bir örtü örtülür. Oyunun adının Karaçör olmasının nedeni de oyuncuya örtülen bu örtünün rengidir. Bir eline erkek kuklayı, diğer eline de kız kuklayı alan Karaçör, iki dizinin arasına da kaynana olan kuklayı yerleştirir. Gruplardan biri kaynana tarafını, diğeri de sevgililerin tarafını tutar. Gruplar birbirlerine çeşitli sorular ve bilmeceler sorar. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 65 OYUN PARKI EBE BENİ KURDA VERME TOPAÇ ÇEVİRMECE Düz bir zeminde kızlar arasında tek veya grup halinde oynanan topaç oyununda kullanılan topaç çam ağacı dalından imal edilir. Topaç, torna makinesinde 10-15 cm. çam dalı kullanılarak yapılan bir oyuncaktır. Torna makinesinde hızlı bir şekilde döndürülen çam dalının öncelikle ön kısmına, ardından da arka kısmına ucu düz demir çubuk temas ettirilerek şekil verilmeye çalışılır. Böylelikle iki taraf da yuvarlak bir biçimde şekillendirilmiş olur. Ardından topacın uç kısmına “kopuza” (Topacın ucundaki demire verilen isimdir) yerleştirmek için delik açılır. Ardından tekrar torna makinesine yerleştirilen topaç, el sabit tutularak boyanır. Son olarak boyası kuruyan topacın ucuna dönmesini sağlayan kopuza yerleştirilerek oyuncak yapımı tamamlanmış olur. Topaç oyunu için ilk olarak yere bir daire çizilir. Ardından, pamuktan yapılmış 1,5-2 metrelik ipin bir ucu parmağa düğümlenir ve diğer ucu da topacın “kopuza” denilen kısmından yukarı doğru sarılır. Atılan topaçlar, dairenin içinde dönmek zorundadır. Topacı daireden çıkan oyuncu, yenilmiş sayılır ve oyun sona erer. 66 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Harman yeri, bağ, bahçe gibi açık alanlarda kız ve erkeklerin beraber oynadıkları bu oyunun oyuncağı bir kurt maskesidir. Bu maske, herhangi bir bez parçasına göz için iki delik açılıp, bir de kulak yapılarak imal edilir. Bu oyunda bir ebe (anne, koruyucu), bir kurt ve ebenin ardına dizilmiş olan yedi-sekiz kişi bulunmaktadır. Öncelikle çocuklar kendi aralarında bir kurt seçimi yaparlar. Bunun için çocukların hepsi bir hizaya dizilerek önceden belirledikleri bir hedefe doğru koşmaya başlarlar. Bu hedefe en son varan çocuk kurt olur. Diğerlerinden birisi de ebe olarak çocukları arkasına dizer ve oyun başlar. Çocuklar “Ebe beni kurda verme”, “Ebe beni kurda verme” diye hep bir ağızdan bağırmaya başlarlar. Kurt da bu sırada etrafta kaçışan bu çocukları yakalamaya çalışır ve yakaladığı bu çocukları kendi arkasına dizerek güçlenmeye başlar. Ebenin ardında çocuk bitene kadar oyun böyle devam eder. Çocukların hepsi kurdun ardına dizilince hep birlikte “Ebe sen bizi kurda verdin, biz de sana ceza vereceğiz” diye bağırırlar. Ebeye verilen ceza, kurdu sırtına alıp biraz dolaştırmak veya diğer oyuncularca saklanan kendi pabucunu bulmaya çalışmaktır. AŞIK OYUNU Düz bir zeminde, “Aşık Kemiği” adı atış yaptığı yer, daireye belli bir mesafe verilen oyuncakla erkek çocukları arasında uzaklığındaki çizgidir. Oyuncu, yaptığı atışla oynanır. Oyuncak, koyun, keçi gibi haydairenin içindeki aşıklardan en az birini vanların diz kapağındaki daire dışına çıkarmalıaşık kemiğinin çıkarılarak dır. Aşıkları vursa dahi haşlanmasıyla yapılır. En eğer aşıklar dairenin dışına çıkmazsa oyun az 2 kişiyle oynanan Aşık sırası rakip oyuncuya Oyunu, isteğe göre daha fazla kişiyle de oynanabilir. geçer. Rakip oyuncu da Oyuna başlamadan bu avantajdan istifade önce iç içe iki daire çizilir Koyun, keçi gibi hayvanların diz kapağındaki ederek oyuna istediği yerden başlar. Rakip ve oyuncular aşıklarını içteaşık kemiğinden yapılan oyuncak. oyuncu eğer vurduğu ki daireye diker. Ardından oyuna kimin başlayacağına karar vermek aşıkları dairenin dışına çıkarabilirse, oyuiçin yazı tura atılır ve bilen oyuncu, oyunda nu kazanmış olur. Ayrıca dışarı çıkardığı ilk atışı yapmaya hak kazanır. Oyuncunun aşıklar da ona ait duruma gelir. DÜNYA TURU DENİZ BUZU YOK OLUYOR Uydu fotoğraflarına göre Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzu beklenenden yüzde 50 daha hızlı eriyor. Avrupa Uzay Ajansı son bir yıl içerisinde kutuplardan 900 kilometreküp deniz buzunun eridiğini açıkladı. Eğer mevcut erime devam ederse birkaç yıl sonra yaz aylarında kutuplarda artık buz kalmayabilir. İklim değişikliğinin etkileri ile zaten buzullardaki erime oranın beklenenden fazla olduğu biliniyordu. Ancak son uydu fotoğrafları sayesinde Kuzey Kutbu’nda bulunan deniz buzunun iyice seyreldiği ortaya çıktı. Özellikle Kanada’nın kuzey bölgesi ve Grönland adasında yaz aylarında deniz buzu seyrekliği normal şartlar altında 5-6 metreye 68 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 düşerken, bu yaz 1-3 metre arasında görüldü. Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzu seviyesinin en yoğun görüldüğü tarih ise Mart ayı. Uzmanlar şimdi merakla Mart ayında yaşanacak durumu bekliyor. Deniz buzunun bu hızla erimesi geri dönüşü olmayan sonuçlara neden olabilir. Kuzey Kutbu’ndaki buzun bir özelliği de gelen güneş ışınlarını geri yansıtması ve eğer denizlerin üzerinde buz tabakası olmazsa, absorbe edilen ısı, sıcaklıkları arttırarak bölgeyi daha ısıtabilir. Böylece deniz suyu sıcaklıkları artar, buzullar daha fazla erir ve buzulların içinde depolanmış metan gazı da atmosfere salınır. Bu da küresel ısınmayı hızlandırır ve iklim değişikliğinin etkileri daha sert görülmeye başlanır. 2004 yılında Kuzey Kutbu’nda görülen deniz buzu miktarı yaklaşık 17.000 kilometreküptü. Uydudan alınan görüntülere ise 2012 kışında sadece 14.000 kilometre deniz buzu gözlemlendi. Son 30 yılda deniz buzu oranı yaklaşık yüzde 70 oranında azaldı. Uzmanlar sonraki yaz aylarında uydu görüntülere baktıklarında hiç deniz buzu görmeme konusunda endişeli. DANİMARKA’NIN 2050 HEDEFİ: YÜZDE 100 ÇEVRE DOSTU ENERJİ Danimarka, 2050 için hedeflediği enerjinin yarısını rüzgardan, geri kalanını ise akıllı şebeke, biyogaz, jeotermal, dalga ve diğer sürdürülebilir teknolojilerden sağlamayı planlıyor. AVRUPA’DA KARA KIŞ BEKLENİYOR Bu yaz Kuzey Kutbu’nda görülen deniz buzullarındaki yüksek erime oranı Avrupa’ya belki de en soğuk kışını yaşatabilir. Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzulu oranının düşük olduğu yaz aylarında Avrupa’da da kışlar bir o kadar sert geçiyor. Daha önceden bu durum 2007 ve 2011 yıllarında görülmüştü. Böylece 2012 yazında Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzulu oranının tarihindeki en düşük seviyeye ulaşması yetkilileri harekete geçirdi. Özellikle Avrupa’nın kuzey bölgesinin “kara kış”tan çok sert etkilenmesi bekleniyor. Kuzey Kutbu’ndaki görevli uzmanlar 2012 yazındaki yüksek erime hızına dikkat çekiyor ve bunun beklenmedik bir seviyede olduğunu dile getiriyor. Daha önce 2007 yılında ulaşılan rekor, 2012 yazında Teksas’tan daha büyük bir buzul alanın erimesi ile kırılmıştı. Kuzey Kutbu’nda bulunan deniz buzulları, atmosferden gelen güneş ışınlarını gökyüzüne geri yansıtarak bölgenin ısınmasını önlüyor. Ancak buzul oranın azalması, ortama daha uzun süreyle güneş ışığı düşmesini sağlıyor, bu da sıcaklıkları arttırarak erimeyi daha da hızlandırıyor. Uzmanlar bu döngüye girilmesinin bölgenin geri dönüşü olmayan bir yola sokulması anlamına geldiğinin altını çiziyor. Ayrıca sonbahar ve kış aylarında buzulların tekrar oluşması için sıcaklığın azalması gerekiyor. Ancak artan sıcaklıklar ile bu zor görülüyor. Ortamda oluşan ısı ve su buharı yüksek hıza sahip hava akımlarını etkiliyor ve bu akımın yavaşlayarak kuzey yönüne doğru kaymasına neden oluyor. Yavaşlamanın sonucu olarak da hava olayları gerektiğinden daha sert ve uzun sürüyor. Tıpkı 2010 yılında Batı Rusya’da yaşayan ısı dalgaları gibi. Ayrıca bu yaz Grönland ve ABD de benzer bir yavaşlama sonucu en sıcak ve boğucu yaz aylarını geçirdi. Uzmanlar hava olaylarında görülen bu tür değişimlerin beklenenden önce gerçekleştiğini vurguluyor. Eğer deniz buzulundaki erime bu hızda devam ederse hava olayları da her yıl mevsim normallerinin daha üstünde ve altında yaşanabilir ve şiddetli hava olayı sayısı artabilir. Danimarka hükümeti, en son yayınladığı çevre ve enerji programına göre 2050 yılında elektrik ve yakıt ihtiyacının % 100’ünü yenilenebilir enerji kaynaklarından kullanmayı hedefliyor. Ayrıca programda yer alan açıklamaya göre ülkenin sera gazı emisyonlarının da 2020 yılında, 1990 seviyesinin % 34 altına düşürülmesi amaçlanıyor. Ülke, bu enerjinin yarısını rüzgardan geri kalanını ise akıllı şebeke, biyogaz, jeotermal, dalga ve diğer sürdürülebilir teknolojilerden sağlamayı planlıyor. 2020 yılına kadar hedeflenen % 35 seviyesine sırasıyla denize ve deniz kıyısına inşa edilecek ek 1500 MW ve 1800 MW gücündeki rüzgar santralleri ile ulaşılacak. 2016 yılında ise hükümet, yenilenebilir enerji araştırmaları için 18 milyon dolarlık araştırma programını uygulamaya alacak. Aynı yıl 4,5 milyon dolar da dalga gücünden enerji üretecek teknoloji araştırmaları için harcanacak. Ulaştırma sektöründe ise ana hedef enerji verimliliği yüksek araçların yaygınlaştırılması. 2020 yılına kadar ise tüm yakıtlarda en az % 10 seviyesinde biyoyakıt kullanılması amaçlanıyor. Benzin istasyonları gibi elektrikli araçlar için de şarj istasyonlarının kurulması programda yer alıyor. Hükümet aynı zamanda yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği teknolojilerine yatırım yapacak firmalar içinde teşvik olanakları sunuyor. En yüksek teşvik miktarları ise enerjisini kömür yerine biyokütleden sağlayacak elektrik santrallerine veriliyor. Programa göre 2013 ve sonrasında inşa edilecek hiçbir binada fosil yakıt kullanacak sisteme izin verilmeyecek. 2016 yılına kadar ise ülkedeki tüm binaların bu sistemi terk etmesi ve yenilenebilir enerji teknolojisinin uygulanması bekleniyor. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 69 DÜNYA TURU BALİNALARI KURTARMAK İÇİN MARTILARI VURACAKLAR Arjantin’de martıların beslenmek için balinalara saldırması hiç görülmemiş bir duruma yol açıyor. Arjantin’in Chubut eyaletinde bulunan martılar, balinaları gagalayarak su yüzüne çıkartıyor ve balinaların sırtında yaralar açarak beslenmeye çalışıyor. Korku filmlerini andıran bu durum martılar arasında o kadar yaygınlaştı ki Arjantin hükümeti martıları vurmak için 100 günlük bir plan açıkladı. Çevreciler ise martıları vurmanın bir çözüm olmadığını söylüyor. Onlara göre asıl sorun ülkedeki çöplük sayısının kontrol edilemeyen oranda artması. Bunun da martı nüfusunu arttırdıkları görüşünde. Ancak durum ne olursa olsun martıların bu davranışı özellikle üreme döneminde olan balinaları tehlike altına sokuyor. Çünkü martılar sadece balinalara saldırmıyor aynı zamanda onlardan besleniyor ve beslenme tarzı onlar için bir alışkanlık haline geliyor. Balinaların da davranışlarında bir değişiklik gözlemleniyor. Martıların saldırısından kaçmak için sadece hava deliklerini su yüzüne çıkartıp hemen dalıyorlar ancak bu durumda da yeterli oksijeni alamıyorlar. 70 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 Balina izleme turları her yıl binlerce turisti Chubut’a çekiyor. Eyaletin en büyük gelir kaynağından biri de bu turlar. Ancak mevcut tabloda turistler, balinaların keyifli doğal yaşamları yerine adeta bir korku filmi izliyorlar. Bu yüzden hükümet martılara başka bir çözüm bulmaktansa onla- rı vurmayı tercih ediyor. Yasa onaylanmış durumda ve yakın bir zamanda yürürlüğe girmesi bekleniyor. Çevrecilere göre ise kıyıya yakın çöplükleri kapatmak, ülkede geri dönüşümü arttırmak ve balıkçıların rotasını değiştirmek yeterli. PAKİSTAN’IN SU SORUNU Pakistan’da bulunan beş büyük barajdaki düşük su oranları yetkilileri endişelendiriyor. YARASALARIN SONU GELEBİLİR İklim değişikliğinin etkileri yüzünden bazı yarasa türlerinin nesli tükenme tehlikesi altında. Tarbela Barajı / Pakistan İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre Pakistan’da su krizi başlamak üzere. Barajlardaki yeterli miktarda su bulunmaması kış ayları için durumu zorlaştırıyor. Yetkililer su kesintilerinin yapılabileceği konusunda uyarıyor. Ayrıca meteoroloji kaynaklarına göre de ülkede önümüzdeki günlerde şiddetli yağmur beklenmemesi de durumu zora sokuyor. Yapılan açıklamada Tarbela Barajı ile Mangla Barajı’ndaki su seviyesini bir hayli kritik, Simly Barajı ile Khanpur Barajı’nın aşırı kritik ve Rawal Barajı’nın ise yetersiz olarak nitelendiriliyor. Açıklamayı takiben Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, Su ve Enerji Bakanı, İklim Değişikliği Bakanı, Gıda Bakanı, Maliye Bakanı ve İç İşleri Bakanı’nı bir son dakika kararı ile topladı ve durumla başa çıkmaları konusunda direktif verdi. Pakistan önceki senelere kıyasla en kurak yılını yaşıyor. Bunda muson yağmurlarının beklenenden az yağmasının etkisi çok büyük. Barajlardaki doluluk oranı da Pakistan tarihinin en düşük seviyesinde. Artan sıcaklıklardan dolayı hastalıklara ve şiddetleşen hava koşullarına uyum sağlamakta güçlük çeken yarasaların sayısı giderek azalıyor. Mammal Review dergisinde yayınlanan bir rapora göre sıcaklıkların daha da artması ile bu durum daha da kötüleşebilir. Yarasaların ekolojik ve ekonomik açıdan birçok önemi var. Bunların başında bitkilerin polenlerini yaymaları ve tohumlarını ortama saçmaları geliyor. İklim değişikliğinin yarasalara etkisinin incelendiği raporda aşağıdaki sonuçlar yer alıyor: Yarasalar besin ve su aramak için daha fazla uçmak zorunda kalacak. Ayrıca artan sıcaklıklar ile yarasaların kanatlarından daha fazla su buharlaşacak ve bu durum susuzluğa tahammülü diğer canlılara göre daha düşük olan yarasalar için hayatta kalma riski oluşturacak. Bu nedenden dolayı Avrupa ve Kuzey Amerika’da yer alan 47 türden 38’i risk altında olacak. Sıcaklıklar arttıkça yarasalar kış uykusundan daha çabuk uyanacak. Böylece daha az enerji depolayacaklar ve hastalığa yakalanma riskleri artacak. 11 tür bu yüzden tehlike altında. Araştırmaya göre yarasaların üremesi iklim değişikliğinden etkilenmeyecek hatta dişi yarasala daha uygun doğum koşulları oluşturacak. Yarasalar alıştıkları sıcaklıktaki yerlere göç edecek. Uzmanlar yarasaların göç ettikleri bölgenin ekolojik dengesini bozabileceği kanaatinde. Daha yüksek enlem ve boylamlarda yaşayan türlerde göç edeceği yer bulamayacağı için ya yeni ortama uyum sağlayacak ya da hayatlarını kaybetme riski ile başa çıkacak. Kuraklık ve ısı dalgaları gibi şiddetli hava koşulları da yerel yarasa popülasyonlarını tehlikeye sokabilir. Bu yıl Avustralya’da görülen rekor sıcaklıklarda yaklaşık 30.000 yarasa hayatını kaybetmişti. EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 71 DÜNYA TURU ARAP BAHARI’NIN BİR NEDENİ DE KURAKLIK Suriye’yi yıllardır vuran kuraklık ve bunun nedeniyle gerçekleşen zorunlu göçler de ayaklanmaların konuşulmayan ana nedenlerinden biri. Suriye’deki karışıklığı ve buna neden olan etmenleri konuşurken rejimin etkisiz ve verimsiz tarım politikası unutuluyor. Her ne kadar “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç eli kanlı diktatörlere karşı başlatıldıysa da, bölge halkları aynı zamanda sürekli artmakta olan gıda fiyatlarından şikâyetçiydi. Özellikle Mısır’daki protestolarda muhaliflerin gösterilere ellerinde ekmekler ile katılması bu mücadelenin altını çizmek için gerçekleştirilen bir eylemdi. Nedense Arap Baharı parantezindeki ülkelerde görülen iklim değişikliğinin etkileri kamuoyunda geniş olarak yer bulmadı. Sıcaklıkların artması ile sık şekilde görülen uzun süreli ve şiddetli kuraklıklar 72 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 ülkelerdeki tarımsal üretimi düşürerek gıda fiyatlarını arttırdı ve çoğu çiftçinin işini kaybetmesine neden oldu. Suriye örneğine bakacak olursak ülkede yıllardır süren kuraklık ile başarısız çevre ve tarım politikalarının ayaklanmalara etkisi sanıldığından fazla. 1990 ve 2005 yılları arasında Suriye’de uzun süreli altı adet şiddetli kuraklık yaşandı. 2006 yılından 2010 yılına kadar aralıksız süren son şiddetli kuraklıkta doğrudan çiftçileri dolaylı olarak da gıda fiyatlarını büyük ölçüde etkiledi. Bu kuraklığın etkisiyle yaklaşık 1,5 milyon insan zorunlu göç etmek zorunda kaldı. Şam, Hama, Humus, Halep ve Dera’nın kenar mahallerinde yaşamak zo- runda kalan ve işsizlik ile boğuşan halk zamanla kendilerini protestoların içinde buldu. Oysa 2001 yılının başlarında Dünya Bankası, Şam hükümetini halkının gıda güvenliğini sağlaması ve uzun dönemli bir tarım politikasını yürürlüğe sokması konusunda uyarmıştı. Hatta pamuk ve buğday gibi fazla suya ihtiyaç duymayan ekinlere yatırım yapılması ve bunun gerçekleştirilmesi için çiftçilere teşvik verilmesi gerektiğini belirtmişti. Uyarılara aldırış etmeyen ve “kendi kendimize yeteriz” anlayışını sürdüren Suriye hükümeti ise 2008 yılında tarihinde ilk kez buğday ithalatı yapmak zorunda kalmıştı. KİTAP SİTE-RİL HAYATLAR ÇADIRDAN SİTEYE EV YOLCULUĞUMUZ Hüseyin Güç Köksal Alver’in Siteril Hayatlar kitabı, dikkat çekici bir ada ve aynı oranda ilginç içeriğe sahip. İncelediğimiz baskı, kitabın ilk baskısı ve Ocak 2007’de yayımlanmış. Yazar, kitabının ön sözünde yaşadığı bir olay üzerine kendisine “Neden siteler yahut siteril hayatlar? Neden mahallenin ve sokağın terk edilmesi, ıssızlaşması? Neden gösterişçi tüketim, statü merakı, imaj?” sorularını sorduğunu ardından “mekânın değişimini gösteren bu gelişmeyi” incelenmeye değer bulduğunu ve güvenlikli site olgusunun nedenlerini araştırmaya başladığını söylüyor. Yazarın belirttiği gibi bu gelişme; mekânların ve mekân algılarının, mekânla birlikte hayat tarzlarının değişmesinin de bir göstergesi olarak düşünülmelidir. Yazar İstanbul’daki güvenlikli siteler üzerine farklı çalışmalar yapılmasına karşın özellikle metropollerin dışındaki kentlerde güvenlikli site araştırmalarının hemen hemen hiç yapılmadığını söylüyor ve kitabında Konya’daki siteleri incelemesinin gerekçesini de açıklamış oluyor. Siteril Hayatlar derken yazar, “site” çağrışımı olsun diye kelime oyunu yaptığını söylüyor. Yani “steril” kelimesini “siteril” olarak kullanmış. Bizim yazı başlığımız da yazarın bu oyununu iyice pekiştirmek için seçildi: Site-ril Hayatlar. Alver’in kitabında Siteril Hayatlar başlığının altında “Kentte Mekânsal Ayrışma ve Güvenlikli Siteler” altbaşlığı kullanılmış. Kitap dört bölümden oluşuyor. İlk bölümün başlığı “Kültür, Kimlik ve Mekân”, ikinci bölümün başlığı “Kentte Mekânlar ve Hayatlar”, üçüncü bölümün başlığı “Güvenlikli Siteler ve Siteril Hayatlar”, dördüncü bölümün başlığı ise “Bir Güvenlikli Site Araştırması” olmuş. Kitabın ikinci baskısında bölüm sayısı üçe düşürülmüş ve kimi bölüm adları ve altbaşlıkları değiştirilmiş. Daha başta kitabın ismi bir yargı taşıyor ve bu yargı olumsuz. Kitap boyunca örtük bir dille site olgusu olumsuzlanıyor. En başta “steril” kelimesi bu noktaya taşıyor bizi. “Steril” Batı dillerinden gelmiş bir kelime ve "verimsiz, kısır" anlamına geliyor, Mahremiyet kaygısı toplumumuzun ortak değeri ve bu kaygı hepimizde var. Apartmana veya kendi değerlerinden uzak semtlere ısınamayan halkımız sitelere nasıl bu kadar güçlü bir arzuyla yöneldi? 74 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 ayrıca Türkçe karşılık olarak bu kelimeye "her türlü mikroptan arınmış" anlamında “arınık” önerilmiş özellikle tıptaki kullanımı için. Bu arınma, doğal olarak kitaba başlık olurken diğer insanlardan arınmayı anlatıyor. Site, kitap boyunca “Kentlerde, belirli bir merkezden yönetilen, genellikle güvenliği sağlanmış toplu yerleşim merkezi” anlamıyla kullanılıyor. Kastedilen bir kompleks anlamında kültür sitesi veya sanayi sitesi değil. Kelimelerle başladığımıza göre, yazarın kitap boyunca doğrudan ifade etmediği ama kitabının başlığı ve altbaşlığında açıkça olumsuzladığı “site” olgusuna bakışını daha iyi anlamak için kelimelerle devam edelim. Siteril “arınık” olduğuna göre hayat kelimesi de “canlı ve sağ olma durumu” olarak değil de “hayat biçimi, içinde yaşanılan şartların bütünü, yaşantı” anlamında kullanılıyor. Yani kitap, siteleşme olgusunun arınık kendi dışındaki dünyadan tümüyle kopuk bir yaşama biçimi olduğunu iddia ediyor. Altbaşlık da bu ayrışmanın gerekçesini -yazara göre bahanesini- veriyor: Güvenlikli Siteler. Kitabın henüz başındayken sonunda yazarın nereye varacağını anlıyoruz, suçlayıcı ve yargılayıcı olduğu sezilen bir bakışı yakalıyoruz. Bu durum yazımızın da kitap tanıtımı olmasından da öte bir değerlendirme/eleştiri yazısına dönüşmesine yol açıyor. Mahremiyet kaygısı toplumumuzun ortak değeri ve bu kaygı hepimizde var. Apartmana veya kendi değerlerinden uzak semtlere ısınamayan halkımız sitelere nasıl bu kadar güçlü bir arzuyla yöneldi? Bu durumu iyi değerlendirmek gerekiyor. Mesela güvenlik kaygısı, eski mahalle kültüründe de olan bir kaygıydı; ama çevreyi bilmek tanımak mahalle insanını rahatlatıyordu. Mahallede kimin ne yaptığı az buçuk biliniyordu. Sitede komşular apartman hayatına göre daha fazla birbirini tanıyor biliyor. Güvenlikçiler ise ziyaretçi ve akrabalara kadar herkesi tanıyor. Seçkincilik arayışını inkâr etmeden bunun daha çok bir mahremiyet arayışı olduğunu da kabul etmemiz lazım. Müstakil evinin satıp siteye taşınan siteye kendini mahkum eden tanıdıklarınız yok mu hiç? EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 75 KİTAP Sitede komşular apartman hayatına göre daha fazla birbirini tanıyor biliyor. Güvenlikçiler ise ziyaretçi ve akrabalara kadar herkesi tanıyor. Seçkincilik arayışını inkâr etmeden bunun daha çok bir mahremiyet arayışı olduğunu da kabul etmemiz lazım. “Neden böyle davranıyorsunuz?” deyince “Apartman arasında açıkta kalmış, fazla dikkat çeken bir evimiz vardı.” sözleri belli bir utanma ve mahremiyet arayışının eseridir. Dikkat çekmeme, çokça görünür olmama isteği geleneksel bir değerimiz olarak düşünülmelidir. Yoksa güvenlikçiye kim güvenecek bu da bir risk değil mi? Dünyanın en önemli otellerinde bile hırsızlık olabilir, en güvenlikli yerlerinde bile çocuklara yönelik suç işlenebilir? Site insanı ve site çocukları apartmana göre daha kaynaşık ve eski mahalle kavramının yerini adeta siteler almış. Çocukların rahatça oynayabildiği kendi aralarında sosyalleşebildiği mekânlar bunlar. Site çocukları, diğer site çocuklarından da uzak değiller. Bizim komşu mahalle kavramının yerini komşu site almış durumda. Sitelerde konfor ve rahatlık inkâr edilemez. Su kesintisine karşı su deposu elektrik kesintisine karşı jeneratör var. Bunun yanında sosyalleşme daha fazla ve sitedekilerin hayatı daha iletişime açık. En azından çocukların oyun alanlarında sohbet eden tanışan arkadaşlıklar kuran site sakinleri gerçeği var. Sokaklarında delilerin bile rahatça gezdiği komşunun bahçesinden elma aşırılan çocukluğumuzun mahallelerinden sonra ilk arkadaşların edinildiği aynı parkta yan yana salıncakta sallanılan site günlerinin özleneceğini hayal etmek hiç de zor değil. Site mantığı yeni bir komşuluk yeni bir hayat tarzıdır evet. Buradan yepyeni bir yönetim ve değer çıkarmak mümkündür. Apartmanda da bir yönetici olmasına rağmen apartmandakiler birbirinin hayatından çok uzaktır, 76 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 sitelerde öyle değil. Çadırdan siteye doğru yürüdüğümüz süreç var sanırım ortada ve bu süreç, genel anlamda belki de aradığımız değerleri oluşturmak için bir basamak görevi üstlenecektir. Siteler, zenginlerin harcı olmaktan çoktan çıktı. Ekonomik konutların bulunduğu siteler de mevcut artık. Burada Türk milletinin yeni bir yöneliminin olduğunu görmek gerekiyor. “Zenginler sitelerde, yoksul halk dışarıda” eleştirileri şekilci değerlendirmeden öteye gidemiyor. Toplu konut deneyimlerinden de hareketle söyleyebiliriz ki siteler, geleceğin konut- Toplu konut deneyimlerinden de hareketle söyleyebiliriz ki siteler, geleceğin konutlaşma ve şehirleşme sürecine yön verecek gibi görünüyor. Bu tarz bir şehirleşmeyi geleneklerimizle uyumlu hâle getirmek gerekiyor. laşma ve şehirleşme sürecine yön verecek gibi görünüyor. Bu tarz bir şehirleşmeyi geleneklerimizle uyumlu hâle getirmek gerekiyor. Milletimizin yöneliminde bizim değerlerimize uygunluk göze çapıyor zaten. Ama bunun düşünsel altyapısını veya halkın bilinçaltını çözümlemek bulduğumuz verileri geliştirmek gerekiyor. "Cibril komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki nerede ise komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım." hadisinin işareti yönünde bir site oluşumu üzerinde düşünülebilir, daire ve blok sayısı netleştirilebilir. Modern tıbbın verilerinden de faydalanarak yeni bir sentez oluşturulabilir. Mesela geriatri uzmanları; 8. Kat ve yukarısında oturan yaşlıların depresyon oranının yüksekliğine dikkat çekiyor. Çok yüksek yapıların onların ruhsal sağlığı için uygun olmadığını söylüyor. Bu ve benzer konular üzerinde düşünüp projeler üretmemiz gerekiyor. Okunabilir ve okunduğunda ufkunuzu açabilir kitaplardan biri Alver’in kitabı. Alver’in yaklaşımı, tüm olumsuz bakış açısına rağmen “Anlamıyorum nasıl otururlar?” tarzında değil de “Niye oturmak istediklerini anlamak istiyorum?” tarzında. Bazı endişeler taşıdığı da malum. Bu endişelere Latin Amerika’da ve Güney Afrika’da bazı sitelerde görenlerin şahit olduğu o siteler için anlatılan yüksek site duvarlarında kalaşnikoflu güvenlikçilerin gezdiği; sosyal adaletin olmadığı, gelir dağılımın zalimce olduğu, zenginler ve yoksullar arasında bir uçurumun olduğu durumun simgesi siteler değil kastımız. Zaten böylesi bir durum, toplum olarak başarısızlığımız ve çöküşümüz olur. Tam anlamıyla değerlerden kopuş olan bu durumun bizde yaşanmayacağını düşünüyor site olgusuna olumlu bakıyorum. Bununla beraber benzer araştırmalara yön göstermesi ve öncülük etmesi, geleneksel olarak bizi biz yapan değerlerle etkileşim içinde yaşacağımız evler, binalar ve şehirler oluşturma yolunda düşünce ve bilgi üretmeye dönük gayretinden dolayı yazarı tebrik ediyorum. SİNEMA SÜPER KAHRAMAN OLMAK LAZIM BAZEN! Süper kahraman filmleri her dönem revaçta olmuştur. Vizyona girdiklerinde gişe hâsılatlarında birinciliği elden bırakmayan bu filmlerin doğası ve yapısı pek gerçekçi olmasa da onları sevmemizin bazı nedenleri var: YILMAZ DENİZ AYDEMİR Süper kahramanlar sadece etrafta dolaşan ve kendilerine özel güçler ile adam pataklayan karakterler değildirler. Karakterler daha katmalı oluşturulur ve insani duyguların karmaşık bir yansımasıdır. Her süper kahramanın derin bir felsefi hikâyesi vardır. Örneğin Bruce Wayne, kalbi kırık bir milyarderken Yarasa Adam olmuştur. Süper kahramanlar, insanların bireysel ve sosyal doğalarının birer simgesidir. Çoğu bilindik süper kahraman tıpkı maskeli bir baloya gidermiş gibi giyinse de aslında daha derin bir hali temsil eder. Örnek vermek gerekirse Örümcek Adam, ergenlik dönemine yeni girmiş bir erkeği simgeler. Radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılan genç gazeteci Peter Parker’ın bir anda vücut yapısı değişerek daha atletik olur, kendini karmaşık ilişkilerin ortasında bulur ve gücün getirdiği sorumluluğu kullanmayı öğrenir. Demir Adam ise Ayn Rand’ın nesnelci felsefesinin kapitalizm sonrası dönemde hayat bulmuş halidir. 78 n ÇEVRE ve ŞEHİR n EYLÜL 2012 teşkil eder. Tek insanlara örnek Süpermen dünyevi r la an am hr ka Süper olan kuşatacak güçte an daha fazlasını başına dünyaya m za r uzdarip ve he dam hiçbir ihtiyaçlardan m vaşır. Yarasa A e teslim sa ile r le er kt ra isteyen zengin ka karakteri öldürmez, onu adalet şır. ki va zaman karşısında anlar az ile yetinir, iyilik için sa e am ikey eder. Süper kahr nde olması için kendilerini tehl azlar. ve pm İnsanoğlunun gü sil ederler ve doğru yoldan sa rlar. m llanı te ti ku le in da iç A ık r. nl atarla rine insa ye r la aç tiy ih i Güçlerini dünyev İnsanların süper kahramanlara ihtiyacı vardır. Kendi varlıklarını sorgulamaları için. Onlara ilham vermesi için. Kendilerini güvende hissetmeleri için. Umutsuzluğa kapılmamaları için. Tıpkı 2008 yılında Christopher Nolan’ın yönetmenliğini yaptığı ‘Kara Şövalye’de anıldığı gibi: “Çünkü o Gotham'ın hak ettiği değil, ihtiyacı olan kahraman. Onu kovalayacağız, çünkü buna dayanabiliyor. Çünkü o bizim kahramanımız değil. Suskun bir nöbetçi, dikkatli bir koruma. O Kara Şövalye.” EYLÜL 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 79