İndir

Transkript

İndir
Sonsuz
Sevginin Işığında
Sabiha Betûl
Sabiha Betûl
Sonsuz Sevginin Işığında
Yazı ve Fotoğraflar Sabiha Betûl
Derleyenler Leyla İlik, Gamze Kefu, Armağan Küpeli
Baskıya hazırlık ve kapak tasarım Armağan Küpeli
Tüm yayın hakları Doğal Yollarla İyileşme Yöntemleri ve Bilinçli Yaşam Derneği’ne aittir.
Doğal Yollarla İyileşme Yöntemleri ve Bilinçli Yaşam Derneği
Zühtü Tiğrel Caddesi Şehit Hakan Kandemir Sokak 6/A ORAN-Ankara
Tel: (312) 492 0686 • [email protected]
Doğal Yollarla İyileşme Yöntemleri ve Bilinçli Yaşam Derneği İktisadi İşletmesi Yayınları
Baskı 29 Kasım 2010, Ankara
ISBN 978-605-88223-0-6
Sonsuz
Sevginin Işığında
Sabiha Betûl
Kalapatar’dan Sagarmata-Nepal, Ekim 2006
4
ÖZGEÇMİŞ
Sabiha Betûl, 22 Aralık 1955 yılında Zonguldak’ta; Türkmenistan’dan Konya’ya göçen bir aileye mensup
olan bir baba ve Batum’dan Batı Karadeniz’e göçen Abhaz bir aileye mensup olan bir anneden dünyaya geldi. Ruhsal gelişimi küçük yaşlarından itibaren bu konularda çok samimi ve yetkin olan sevgili babası tarafından desteklendi. Hz Mevlana ve Yunus Emre dizeleriyle büyüdü. Babasının bedenini bırakışından sonra daha derin bilgi ve uygulamalara duyduğu istek ve ihtiyaçla Kriya Yoga (Raja Yoga) ve meditasyon konusuyla ciddi olarak ilgilenmeye başladı. Bu geleneğe mensup, yaşayan bir öğretmen araştırmaya başladı.
24 Nisan 1980 yılında evlendi. Eşinin diplomat olması ve dış göreve atanması nedeniyle, K.T.Y.Ö.O.
Resim Bölümü’nde Öğretim Görevlisi olarak sürdürdüğü işini bırakmak durumunda kaldı. Eşiyle birlikte Mısır, Fransa, Bulgaristan, Portekiz, Suriye ve Pakistan’da bulundu. İki erkek çocuk annesi olan Sabiha
Betûl, Türkiye’de bulunduğu sürelerde özel okullarda resim öğretmenliği yaptı, vakıf ve dernekler yararına
özel resim dersleri verdi, kendi resim ve fotoğraf çalışmalarını sürdürerek sergiler açtı.
1994 yılında Hatha Yoga uygulamaları öğretmek üzere Ankara’ya gelen Yogi Baba (Adnan Çabuk)’dan 3
ay süreli Hatha Yoga-nefes-meditasyon dersleri aldı.
1996’da Ankara Govinda Math Yoga Merkezi’nde Hatha Yoga derslerine devam etti. Bu süreçte Ramaray
Das’ın meditasyon seminerlerine katıldı, Yoga felsefesi ve Bagavadgita derslerine aksatmadan devam etti.
Kısa sürede hatırladığı Yoga yaşam tarzını kolaylıkla uygulamaya geçirdi, giderek genişleyen farkındalığı
içinde sanatsal çalışmalarını ve resim öğretmenliğini başarıyla sürdürdü.
1998 yılında Ankara’da Rahmi Oruç Güvenç ile karşılaştı. Oruç Güvenç’in tevazu dolu desteği ile ruhsal
fakındalığı doğallıkla gelişti ve aralarında bugüne kadar itinayla taşınan gerçek güven ve kalıcı bir dostluk
gelişti.
Mayıs 1999’da Edith Günther tarafından Reiki 1. dereceye, Ekim 1999’da Horst Günther tarafından Reiki 2. dereceye inisiye edildi.
Kasım 1999’da resim dersleri vermekte olduğu Ankara Türk Japon Vakfı’nda Hatha Yoga, nefes ve meditasyon öğretmeye başladı.
Ocak 2000’de Kriya Yoga geleneğine mensup, yaşayan bir öğretmen arayışı Roy Eugene Davis ile iletişim kurması ve bu değerli öğretmenin önerileri ile kitaplarından yararlanmaya başlaması ile son buldu.
“Bir Yoginin Otobiyografisi” kitabının yazarı ve Kriya Yoga’yı batıya tanıtan ruhsal öğretmen Paramahamsa Yogananda’nın doğrudan öğrencisi olan Roy Eugene Davis’in kurucusu ve başkanı olduğu (CSA) Ruhsal Farkındalık Merkezi’ne üye oldu ve Kriya Yoga felsefesi, teknik ve uygulamaları, yaşam prensipleri üzerinde derin düşünme, analiz ve paylaşım yoluna girdi.
11 Eylül 2001’de Hatha Yoga öğretmeni Yogi Baba Adnan Çabuk’la Nepal’e yaptığı gezi sırasında
Katmandu’da Jagat Guru Shree Sadhak SATYAM ile karşılaştı ve sonrasında yaşamının dönüm noktası
olan bu buluşmanın hakkını vermek üzere ciddi hizmetlerine aralıksız devam etti.
Ağustos 2002’de eşi ve küçük oğluyla birlikte Nepal’e giderek Gurudev’i ailesiyle tanıştırdı. Şubat 2003’te
büyük oğlunu Gurudev ile tanıştırmak üzere Nepal’e gitti ve oğluyla birlikte Katmandu’da bir hafta kalarak Gurudev’in değerli rehberliğini ve kutsamasını aldı.
Mayıs 2004’te 19 kişilik bir yoga grubu ile Nepal’e giderek arkadaşlarıyla Gurudev’i tanıştırdı. Grup Gurudev Shreesadhak Satyam ile birlikte Buda’nın doğum yeri olan Lumbini’yi ve Janakpur’daki asırlık Sita-
5
Gurudev Shree Sadhak Satyam, Sabiha Betûl, Potala Sarayı, Lhasa-Tibet, Nisan 2005
6
Ram tapınağını ziyaret etti, bu gezide Gurudev grupla birlikte Lukla’dan Tengboche’ye kadar tırmandı. Bu
ziyaret ve tırmanış süresince, Gurudev’in derin iç görüsü, grup üyelerine gösterdiği samimi yaklaşım, sevgi ve bilgi aktarımı ile eşsiz değerde bir birliktelik ve paylaşım yaşandı.
Sabiha Betûl, Mart 2005’te başka bir grupla Annapurna Himalayaları’nda Muktinath hattını yürüdü.
Grup yürüyüş öncesi ve sonrasında Gurudev’i ziyaret ederek kutsamalarını aldı.
Nisan 2005’te Gurudev Shree Sadhak Satyam ile birlikte yaptığı 21 günlük Tibet ziyareti sırasında pek
çok eski manastırı ziyaret ederek Hindu ve Budistler için çok kutsal haç yerleri olan ve Dünya’nın önemli
enerji merkezleri olarak bilinen kutsal göl Manasarover ile kutsal dağ Kailash’da bulundu. Gurudev’in derin bilgi ve enerji desteği ile geçen bu süreç ruhsal farkındalığının daha da açılmasını sağlayan yeni başlangıçlarla doluydu.
Nisan 2006’da yoga grubu ve Gurudev ile birlikte Hindistan’a yapılan gezide Agra, Jaipur, Delhi ve özellikle Varanasi Kutsal Ganj nehri ziyaret edildi.
23 Nisan 2006’da grup Gurudev ile birlikte Türkiye’ye döndü. Gurudev’in Türkiye ziyareti beş ay sürdü.
14 Eylül 2006 Gurudev Katmandu’ya döndü.
Sabiha Betûl, Ekim 2006’da Himalayalar’da beraberindeki 7 amatör arkadaşıyla birlikte ruhsal gelişim
yolunda önemli bir yeri olan en uzun tırmanışı gerçekleştirdi. Gokyo RI, Everest ana kamp, GorakshepKalapatar yürüyüşleri sağlık, neşe ve coşku içinde tamamlandı.
Kasım 2007’de Gurudev’i ziyaret amacıyla gittiği Katmandu’da Gurudham Sadhak Pariwar’da (Gurudev’in
evi) kendisi için hazırlanan mekanda 18 gün kaldı. 1 Aralık 2007 sabahı güne gözlerini içsel bir lûtufla açtı.
O sabah Gurudev tarafından özel olarak kutsandı ve 2 Aralık 2007’de yepyeni bir başlangıca adım atmış
olarak Türkiye’ye döndü.
Temmuz 2008’de Atlanta’ya giderek Roy Eugene Davis’in başkanı olduğu CSA’da 18 gün kaldı. Bu, Roy
Eugene Davis ile ilk karşılaşmasıydı.
Mart 2009’da yedi yoga arkadaşıyla birlikte Sagarmata Milli Parkında Lukla, Kumjung, Portse, Tengboche hatını yoga disiplini içinde yürüdü ve yürüyüş sonunda 20 gün Katmandu’da Gurudev ve ailesiyle birlikte kaldı.
Nisan 2009’da Roy Eugene Davis Türkiye’yi ziyaret etti ve Sabiha Betûl’e Kriya Yoga ve meditasyon öğretme yetkisini fiziksel anlamda onaylayan bir belge sundu.
10 Kasım 2009’da saygıdeğer Gurudev Shree Sadhak Satyam Türkiye saatiyle saat 12:00’de bedenini bıraktığında Sabiha Betûl yaşamının en önemli dönüm noktasını deneyimledi. Bir süre için tüm etkinliklerine ara verdi.
27 Kasım 2009’da Horst Günther ve Edith Günther tarafından Almanya’da 9 günlük bir özel eğitimle Usui
Shiki Ryoho Reiki üstat ve öğretmeni olarak inisiye edildi.
Halen ciddi istek sahibi, samimi ruhsal öğrencilere Kriya Yoga’nın sekiz adımlı bütüncül öğretisini öğrenmeleri ve yaşamaları konusunda içtenlikle rehberlik etmeyi sürdürmekte; samimi istek sahibi, bilinçli kişilere Reiki 1. ve 2. derece seminer ve inisiyasyonları aktarmaktadır. Yaşamı, uygulama ve hizmetleri, gerçek
yaşam üzerine yaptığı konuşma ve seminerler, yazıları ve kitapları kararlı ve samimi ruhsal öğrenciler için
destekleyen ve güç veren niteliktedir.
7
Sabiha Betûl, Leyla İlik-Nepal, Nisan 2009
Leyla İlik, Gamze Kefu-Nepal, Nisan 2009
8
SUNUM
“En güzel yolculuk kendi özüne yapılan yolculuktur.” Ben bu yolculuğa öğretmenim Sabiha Betûl ile çıktım.
Sevgi ve ışık ile sonsuz olana doğru yol almak üzere.
Uzun yıllar insana hizmet sunmanın keyfiyle sosyal hizmet alanında sevgi ve coşku ile çalıştım. Çalışma hayatından ayrıldıktan sonra bir karar vermeyi ve yoluma ona göre devam etmeyi düşünürken karşıma yoga
çıktı. Şimdi bunun Tanrı’nın bir lütfu olduğunu düşünüyor ve şükrediyorum.
Yoga ile yaşam içinde dengeli, huzur dolu, özgür, sevgi ve güven içinde yaşanabileceği ve insanın bedensel ve zihinsel yanılgılardan özgürleşerek ruhun ışığında gerçeğe uyanışının gerçekleşebileceğini gördüm.
Bunu kendi yaşamımda deneyimlemeye ve yoga yaşam biçimini uygulamaya niyet ettim. Yoga yaptığım üç
yıldan buyana değişim ve dönüşümün yaşamımda yarattığı olumu etkileri görüyorum. Fiziksel olarak kendimi dinç ve sağlıklı hissediyorum. Ayrıca iç huzurumun daha kalıcı, hayata bakışımın daha olumlu olduğunu, negatif duygu ve düşüncelerimin azaldığını fark ediyorum.
Öğretmenim Sabiha Betûl ruhsal öğretmen olarak her an herkese sevgi ve ışık içinde rehberlik etmeye hazırdır. Kendisinin bizim aydınlanmamız için hazırladığı metinler bu kitapta toplanmış ve böylece ihtiyacı
olan kişilere ulaşmış olacaktır.Bu kitap sayesinde pek çok kişinin yaşama bakış açısının değişime uğrayacağını, öğretmenimizin ışığının yollarını aydınlatacağını düşünüyorum.
Öğretmenime içimdeki sesi duyabilmem konusundaki yardımları ve kendimi bilme sürecindeki rehberliği
ve sabrı için şükranlarımı iletiyorum.
Sevgi ve ışık içinde Tanrı sevgisi ile birliği ve bütünlüğü yaşayacağımız aydınlık günler dileğiyle...
Leyla İlik
Canım Öğretmenimi tanıdığımdan beri içimde hissettiğim teşekkür ve minnetimi burada yazıya dökme
fırsatı bulmak benim için çok değerli bir deneyim oldu. Şimdiden teşekkür ederim.
2004 yılında Sevgili Sabiha öğretmenimin verdiği Hatha yoga derslerine devam etmeye başladığımda ne
tür bir serüvene adım attığımın henüz farkında değildim. Günler geçtikçe dersler, ders sırasındaki konuşmalar ve internet üzerinden gelen yazılar içimdeki pek çok, hatta bazen henüz var olduğunu bile bilmediğim, soruya cevap oldu. Kendim ve hayata bakışım geri dönülmez şekilde değişmeye; duyduğum her söz,
edindiğim her bilgi içimde doğru bir yerleri doldurmaya başladı; her zaman duyduğum “bütünü daha iyi
görebilme” isteğime yardımcı oldu. Herkes kendinden bir şeyler buldu gelen yazılarda. Nasıl olduğunu anlayamadığımız bir şekilde hep doğru zamanda geldiler ve haftalık gündemi belirlediler. Çoğaldıkça, önce
her an elimizin altında, başvurabileceğimiz şekilde yanımızda olsunlar istedik ve sanal ortamdan alıp basılı hale getirdik, sade teksirler halinde paylaştık aramızda, her yılbaşında... Sonra sevgili Gurudev’in önerisiyle bir kitap oluşturma fikri doğdu. Bizim içimizi ısıtan, yolumuza ışık olan bu sevgi dolu yazılara isteyen herkesin ulaşabilecek olması sevinç ve heyecanla doldurdu bizleri ve hemen çalışmaya başladık. Kitabın hazırlanma süreci de apayrı ve yine her anı öğretici, harika bir deneyim oldu. Her gözden geçirişte kitap daha “tamam” olurken ben de kendimi daha iyi gördüm anladıklarım, anladığımı sandıklarım, kalıplarım, sabrım ve telaşımla...
Tüm bu yaşadıklarım, Sevgili Öğretmenimle karşılaşabildiğim, paylaştıklarını duyabildiğim, yanında olabildiğim, bu kitabın hazırlanmasına yardımcı olmama izin verildiği için sonsuz şükür ve mutluluk duyuyorum. Hepimiz için, tüm bu lütufların hakkını verebilmeyi diliyorum...
En içten sevgilerimle...
Gamze Kefu
9
Sabiha Betûl, Armağan Küpeli-Nepal, Eylül 2006
10
Eylül 2001 yılında Değerli Sabiha Betûl öğretmenimle ilk karşılaştığım günü ve özüme dokunan şefkatli,
derin bakışlarını hiç unutmadım. Biliyordum ki bu karşılaşma, hayatımın önemli dönüm noktalarından
biriydi. Bu yaşamımda kendisiyle karşılaşma onurunu yaşadığım için şükür doluyum.
Sevgili öğretmenim, yüksek insani değerleri, gerçek ve doğal kalitelerimizi, kendi yaşam tarzıyla gözler
önüne sermiş, tüm bu prensipleri yıllarca biz öğrencilerine yaparak ve göstererek hatırlatırken, şiirsel ifadelerle, bilgi yüklü satırlarını her hafta başında bizlerle paylaşmış, hepimizi bilgi, şefkat ve sevgisiyle her zaman koşulsuzca desteklemiş ve gerçek yaşam yolumuza ışık tutmuştur.
En Yüce Olan’a adanmışlıkla hizmet için yaşayan, Kriya Yoga geleneğine samimiyetle bağlı canlı bir örnek
olarak her zaman yanımızda olmuştur.
Değerli öğretmenimin, öz’den aktardığı bilgileri, bir kitapta toplayarak okuyucuya sunma fikrini biz öğrencilerine hatırlatan ve bunun bir parçası olmamıza vesile olan, Saygıdeğer Gurudev Shree Sadhak Satyam öğretmenimize en derin saygı ve şükranlarımı sunuyor, arkadaşlarımla birlikte bu görevi yerine getirmiş olmanın sevinciyle ışığı önünde tevazuyla eğiliyorum.
İçimin derinliklerinde, bu çalışmanın içinde yer almış olmanın derin huzurunu hissediyor, böyle bir lûtfa
dahil olmaktan sonsuz sevinç duyuyorum. Bu sevgi ve enerji yüklü satırların okuyucuyla buluşmasında
elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak kalıcı bir güzellik sağlamaya çalıştım. Çok heyecan duyarak
değerli arkadaşlarımla işbirliği içinde hazırladığımız bu sunumun okuyucuya değerli anlar yaşatacağını
umuyorum.
Bütün’ün hayrı ve şifası için içtenlikle sunulan daha nice koşulsuz hizmetlere...
Teşekkürlerimle,
11
Armağan Küpeli
Kailash yolu-Tibet, Nisan 2005
12
“En Yüce Olan’ın içinde,koşulsuz bir içtenlik ve samimiyetle
Bütün’ün hayrına olanı itinayla paylaşarak gerçeği aramaya,
gerçeği yaşamaya kararlı olan tüm huzur,
sevgi ve ışık taşıyıcılarına teşekkür ederim.”
Sabiha Betûl
P
TEŞEKKÜR
Gözümü açtığımda,
Kimdim, neydim bilmiyordum,
Etrafa baktığımda ağlamak istiyordum.
Aciz bir yaratıkken, gelişip büyüyordum,
Değişip dönüşmekten çok sevinç duyuyordum.
Büyüdükçe büyümeyi sabırsızca bekliyordum,
Öğrendikçe öğrenmeyi bitimsizce istiyordum.
Gerçek neydi neredeydi, içimdeyse görünseydi,
Arıyordum, soruyordum, bilmek için ölüyordum,
Neyi bilmek istiyordum, doğrusu bilmiyordum!
Bu isteği veren neydi, bu gücü besleyen neydi,
Bu bitimsiz Tek arzunun kaynağı neredeydi?
Bir gün cevap içten geldi: paylaşırken bilinirdi,
Sağımdaydı, solumdaydı, önümde ve arkamdaydı,
Başımdan ayaklarıma akan O’ydu, buradaydı!
Gözlerimden bakıyordu, dilimden konuşuyordu,
Görmezsem gösteriyordu, bilmeden söyletiyordu,
Düşünmeden yaptırıyor, yaparken öğretiyordu...
Bu noktadan baktığımda tüm sahne görünüyordu.
Sahneyi kuran O’ydu, Perdeyi açan O’ydu,
Oyunu yazan O’ydu, figüran, oyuncu O’ydu,
Seyirci, suflör O’ydu..., biletçi, ışıkçı O’ydu,
Mesaj iletildiğinde perdeyi kapatan O’ydu!
“Ben” diye biri yoktu; “benim” olan bir şey yoktu,
O’nun işi “Kendi”yleydi, sadece “Kendisi” vardı!
“Ben” suyu kesilince, Tüm hareket sona erdi.
Perde düştü, sahne kalktı, oyuncular O’ndan baktı.
Özgürlük böyle geldi, birlik böyle deneyimlendi,
Kabulleniş muhteşemdi, gerçek “Tek”ti; “yeterli”ydi!
Alınan verilmeliydi, verirken bilinmeliydi,
Her an dikkat etmeliydi, “ben”, “Sevgi”yi bilemezdi,
Şefkatte sabitlenmeden gerçeği göremezdi,
Şükürde erimeden özgürlüğe doğamazdı.
24 Eylül 2010, Cuma
Çeşme-İzmir
13
Himalayalar-Tibet, 2005
14
Teslimiyet ve Eylem
Tanrısallığımızı kendimize sadece kendimiz kanıtlayabiliriz. Bu kanıt, Tanrı’nın özgür iradesiyle
birleşen bireyin saf niyeti ve teslimiyetiyle seçilmiş özgür düşünce ve eylemleridir.
İnsan, Tanrısal kaliteleri yansıtma kapasitesine sahip, mükemmel bir yaratıdır.
Tanrı’ya ait her şey, insanın farkındalıkla kullanıp göstermesi içindir.
Tanrısal olanı anlamak, bilmek ve yapmak insanın evrensel görevidir.
Haydi, büyük şimdideki en yüksek kalitelerimize ve gerçek görevimize yönelip sahip çıkalım!
Evrensel Sevgi ve Işık taşıyıcılarıyız biz.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
9 Ocak 2005, Ankara
Kurban
“Kurban”, insanoğlunun tüm bencil (egosal) istek ve arzularından,
ruhsal kalitelerini yükseltmek adına vazgeçmesidir.
Hepimiz için Ruh’a daha da çok yaklaşacağımız, iyiliklerle dolu, güzel bir tatil olsun.
Kurban Bayramınız kutlu olsun...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
17 Ocak 2005, Ankara
Sabah Duası
“Her sabah uyandığımda, tüm varlığa sevinçle gülümserim. Boşluğun içindeki eşimi, çocuklarımı,
komşularımı, öğrenci ve arkadaşlarımı, gökyüzünü, güneşi, bulutları, rüzgarı, dağı, toprağı, çiçeği,
böceği, kuşu, kelebeği sevinçle sarar, onlara karışırım. Her anımı dikkatle ve tam olarak yaşama niyetiyle günüme başlar, gün boyunca tüm varlığa şefkatin gözleriyle bakarım ve teşekkür ederim...”
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
28 Ocak 2005, Ankara
15
Lütuf
Yaşamımızdaki olumsuz gibi görünen deneyimler,
aslında gelişimimiz için çok gerekli olan, kılık değiştirmiş lütuflardır.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
17 Şubat 2005, Ankara
Özür
Özür dilemek, yapılan hataları tekrarlamama dikkatidir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
1 Mart 2005, Ankara
Öz Bilgi
Akıllı insan, bütün enerjisi, dikkati ve gayretiyle kendini tanıma bilgisinin peşine düşmüş
olan insandır. Kendi varlığımızın bilgisinden daha yüksek bir bilgi yoktur.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
19 Mart 2005, Ankara
Yaşam
En büyük hastalık, doyumsuz isteklerin ardında sürüklenmek; en büyük acı,
yaşamın değişken koşullarına uyumsuzluktur. Arzu ve direnç, istemek ve
reddetmek, seçimlerimizin temelinde yatan iki zıt enerjidir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
13 Haziran 2005, Ankara
16
Cehalet
“Cehalet”, ruhsal varlık olduğumuz bilgisinden yoksun oluşumuzdur.
Ruhsal varlığımızın gerçeklerinden habersiz oluşumuz bu gerçeklerin yerine,
geçici ve yanıltıcı olan seçimler yapma ve onları gerçek zannetme aldanışını doğurur.
“Cehalet”, insanın daha derin gerçek doğasının, ”sonsuz yaşam” ın inkarıdır.
“Cehalet”, kendimizi insani sınırlamalarımızla tanımlayarak, dar bir alana (ego) hapsetmemizdir.
“Cehalet”, esarettir.
Bizler, Tanrı’nın çocuklarıyız. O’nun la sonsuz olan ilişkimize uyanmak,
uyumlanmak ve bu güzelliğe sahip çıkmak zorundayız.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
4 Temmuz 2005, Ankara
İç Huzuru
Sakin bir biçimde aktif, aktif bir biçimde sakin olalım.
Dış etkenlere karşı tepkilerimiz üzerinde dikkatle çalışalım.
“Yoga”nın esası budur. İçimizde beliren küçük-büyük, az-çok, acı-tatlı her türlü tepki
dalgasını nötralize etmek zorundayız. Gerçek iç huzuruna erişmenin yolu budur.
Dışımızdaki etkileri kendimize göre oluşturamayız ama kendimizi onlardan etkilenmeyecek
duruma getirebilir, değiştirip güçlendirebilir, geliştirebiliriz.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
1 Ağustos 2005, Ankara
Kararlılık ve Gayret
Sürekli yineleyip durduğumuz kusur ve eksikliklerimize bakarak, kendimizi değersiz
bulmamalı, suçlu hissetmemeliyiz. Dikkate değer olan, kusurlarımız değil kayıtsızlığımızdır.
İtina ve kararlılıkla ruhsal ışığımızı örten perdeleri kaldırdığımızda, ilahi yapımızın hiç bir
zaman değişmeyen gerçeği ve güzelliğiyle mutluluk içinde karşılaşacağımız kesindir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
8 Ağustos 2005, Ankara
17
Yaşam Şimdi
Şimdi buradayım!
Varım, var olanım!
Yaşamın içindeyim, yaşam içimde!
Tüm geçmişi bıraktım!
Her ne idiysem,
Her ne yaptıysam,
Aşklarımı, kinlerimi, kederlerimi, sevinçlerimi...
Bıraktım gelecekle ilgilenmeyi!
Beklentilerimi, planlarımı, arzularımı, umutlarımı, korkularımı...
Şimdi, bakıyorum dikkatle,
Geriye ne kaldı benden?
Sadece şimdilik beni oluşturan geçici oluşumlar!
Her birini dikkatle inceleyerek sınıyorum kendimi,
Dikkatle gözlüyorum, izliyorum andaki gerçeğimi,
Şükürle kucaklıyorum yalnız ve özgür olanı, hiç değişmeyeni, sessizce seyredeni,
Ve seyrediyorum diğer her şeyin içimden ve dışımdan akıp geçmelerini.
Her yeni anda,
“Anda gelen hoş geldi” diyerek güvenle kucaklıyorum,
Şimdinin tüm gerçekliğini...
Ben var olanım ama yalnızca
Şimdi, burada!
15 Ağustos 2005, Ankara
Gerçek Yaşam Meditasyondur
Her an; sürprizlerle dolu, yepyeni, taptaze, güzellikler içeren çiçek tomurcuğu gibidir.
Bir çiçek tomurcuğunun açılışını gözlemlerken ihtiyacımız olan tek şey
sabır ve teslimiyetle, sessizce izlemeyi bilmektir. Bunu yapabildiğimizde sonuç,
Tanrı’nın eşsiz bilgeliğini ve güzelliğini gözlemlemiş olmanın huzuru ve yaşamın mucizevi
gerçekliğine tanıklık etmiş olmanın mutluluğu olacaktır.
Böylesine hassasiyetle ve itina ile yaşanan tüm anlar, birbiri içindeki yepyeni
oluşlar halinde tüm yaşamımızı oluşturur.
Tanrı, dışımızdaki ve içimizdeki gürültü ve karışıklıklarla ilgilenmez.
Tanrı, ancak derin ve içten bir dikkatle elde edilen içsel sessizlikle bilinebilir.
Gerçek; sessizlikte, sadelikte ve basitlikte gizlidir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
22 Ağustos 2005, Ankara
18
Görev
İnsanın görevi; alçak gönüllülük ve içten adanmışlıkla,
her an şükür ve teşekkür halinde olmaktır.
Teşekkür ederim
Sevgi ve Işıkla
29 Ağustos 2005, Ankara
Yaşam ve Teslimiyet
Yaşamın içinde her an dengeli, şükür dolu, huzur ve güven içinde duruşumuz,
Tanrı’nın iradesini gerçekten kabul etmiş olmamızın önemli bir işaretidir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
12 Eylül 2005, Ankara
Sevgi
Ayırımcı idrake sahip “ben”, bütünleştiren, kapsayan “gerçek sevgi”yi anlayamaz.
Gerçek sevginin ne bağlılıkla ne de nefretle ilgisi vardır.
Belirli bir insana veya objeye yöneltilen veya esirgenen bir şey değildir.
Koşullara göre azalıp çoğalmaz.
Herkesi ve her şeyi içeren, sürekli genişleyen, sonsuz bir şefkat içerir.
“Sevgi”, yaratıcı, yapıcı, dönüştüren, onaran ve kapsayan “gerçek doğa”nın temel yapı taşıdır.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
19 Eylül 2005, Ankara
19
Korkularımız
“Korkularımız”, gizleyen, maskeleyen, yanıltıcı davranış ve tutumlarımızdır. Bizi yanıltan zihinsel
kalıplarımızı fark edip onlara dikkatle bakmamız, atacağımız ilk adımdır. Korkularımız üzerine
yönelttiğimiz doğru dikkat; onların etkisi altında kalmadan, dikkatimizin gücü ve ışığıyla onları nasıl dönüştürebildiğimiz deneyimini getirir. Korku karanlıktır, doğru dikkat ışıktır. Güçlü ışığın varlığında karanlık dağılır.
Korkularımızı aşmamızın üç temel yolu: “Teslimiyet”, güven ve şükürdür.
“Teslimiyet”, korkularımızı aşabilmek için “Tek Var Olan”ın sonsuz şefkatine her an muhtaç oluşumuzun idrakidir. O’nun lütfuna açık oluşumuz ve O’nun lütfunun önemini teslimiyetle idrakimiz, O’ndan aldığımız güçle, korkularımızdan kurtuluşumuzu sağlar.
“Güven”, teslimiyetimiz sonucunda açığa çıkan güçlü enerjimizdir. Bir kez egomuzu geriye çekip “Bir”in gücü önünde eğilmeyi başarabildiğimizde, elde ettiğimiz huzur ve güç, beraberinde gittikçe artan “güven” duygusunu getirir. Tek olana güvenmek, çokluğun içinde güven içinde oluşumuza güvenmemiz, kendimize güvenmemiz, hayatın tümüne güvenmemiz demektir.
“Şükür”, teslimiyet ve güven sonucunda açığa çıkan, coşku dolu minnettarlıktır. Teslimiyet ve
güvenle ifade bulan duygu, düşünce, davranış ve tutumlarımız, dünyevi varlığımızı ve deneyimlerimizi “Tanrısal Işık”la yükler. Kendimiz ve çevremiz adına ışık merkezi haline geliriz. Evrenin besleyici ve destekleyici ışık unsuru, koşulsuz hizmetkârı oluruz. Teslimiyet ve güven deneyimleriyle gerçeği idrak eden insanın elde ettiği Tanrısal lütfa vereceği cevap, şükretmektir. Şükran duygusu, büyük bir çağlayan gibi içimizden dışarıya akarak yüksek pozitif enerji dalgalarıyla çevreye yayılır. Tüm diğer bireysel zihinlere sevgi ve ışık dolu sinyaller gönderir, onları da uyanışa davet ve teşvik eder. Yaratılmış her canlı, şükür ve teşekkür enerjisini tanır ve ruhunun derinliklerinde hisseder. Şükran dolu her varlık, evrenin en değerli varlığıdır ve en büyük evrensel
güçtür. Korkulardan uyanış, sevince, mutluluğa, huzura doğuştur. Yani, Tanrı’yı biliş!
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
26 Eylül 2005, Ankara
Ruhsal Eğitim
İrade, kararlılık, içtenlik, dürüstlük ve sabır, ruhsal eğitimin temel taşlarıdır.
“Ruhsal eğitim”, gerçek benliğin bulunabilmesi için sahte “ben”in (ego)
bu kaliteler yardımıyla ayırt edilerek terk edilmesidir.
Ancak ölesiye bir kararlılık, içtenlik, dürüstlük ve sabırla yaşamımızın her anını, her olayı içsel
hedefimize yönelik kullanabilirsek, dışsal ve geçici olan başka şeylerle boşuna zaman ve enerji
harcamayı durdurabiliriz. Böylece bir an gelir, tüm arzularından kurtulmuş ve tek hedefine aşk
ve teslimiyetle yönelmiş saf irade gücümüz, bizi hedefimizle “Bir” yapıverir.
Teşekkür ederim.
Sevgi Işıkla
10 Ekim 2005, Ankara
20
İrade
Gerçeği, güzel, iyi ve doğru olanı, kararlılık ve samimiyetle istediğimizde hiçbir şey bizim irademize engel olamaz. Güzel ahlakla güçlendirilmiş, kesin kararlı insan iradesine direnecek hiçbir
güç yaratılmamıştır.
Doğanın en güçlü yaratıcı potansiyeli “özgür irade”dir. Sabır ve hoşgörü ile bütünün hayrına koşulsuz hizmet anlayışı, Tanrı’nın iradesine hizmet etmektir. Bu seçimi farkındalıkla yapıp başarıyla uygulayan insan, Tanrı’nın hizmetine layık gördüğü dostları arasındaki değişmez yerini tevazuuyla alır ve bu görevi sonsuza kadar sessiz bir adanmışlıkla sürdürür.
Zekâmız ve irademiz, Tanrı’nın bize en yüce armağanlarıdır. Zekâmızı irademizle parlatıp keskinleştirmek, bilincimizi sürekli yükseltecek tek doğru seçimdir. Sağlam irade, keskin bir zekâ ile
doğruyu görüp doğru yapmamızı sağlar. Zayıf bir irade ile yapılan dengesiz seçimler karışıklığı,
karışıklık da kötülüğü, yani yıkıcı, bozucu, alçaltıcı sonuçları getirir.
Olması gerekeni doğru bilgi ışığında kavrayarak, yapıcı ve yararlı olanı desteklemek; bütüncül
yaşam prensiplerine, yani evrensel yasalara uyumlu davranmaktır. Olmaması gerekeni cehalet
içinde sürekli onaylamak ve uygulamak, doğal düzeni bozucu, yıkıcı, yok edici düşünce, tavır ve
etkinliklerde ısrarcı olmak, kesin yasalarla çalışan Doğa’ya ve bütüncül yaşam gerçekliğine ters
düşmek, aymaz bir tavırla kafa tutmak demektir.
Işık, Tanrı kendi gerçeğini aydınlıkta görmek istediği; tüm gerçekliği, güzelliği ve mutluluğunun
görünür, bilinir olmasını dilediği için O’nun “Ol!” emriyle var olmuştur. Bu öyle yüksek bir oluştur ki; O’nu iradesiyle doğru kullananları aydınlatıp sonsuza kadar görünür kılar ama onu kötüye kullanmak isteyenleri de yakarak yok eder. Diyebiliriz ki insan iradesinin iki kapısı vardır: Biri
sonsuz ve coşku dolu evrensel hizmet yaşamına, gerçeğe, bilgiye, sevgiye açılır, diğeri hayaletlerle, korku ve kâbuslarla dolu, karanlık bir uyku ortamına ve bunun da sonunda ölüm ve yok
oluşa...
Korku; doğru kullanılamayan, atıl ve tembel bırakılmış iradenin sanal ortamıdır. Bu nedenledir
ki tembeller ve korkaklar; derin ve doğru düşünceden, güçlü ve net kararlılıktan ve bunun sonucu olan sade ve basit ama yapıcı ve yararlı eylemlerden korkup uzak dururlar. Ne kadar sevildiklerini, ne kadar güzel, iyi ve mükemmel olduklarını, ne kadar yararlı ve önemli olduklarını
asla anlayıp deneyimleyemeden, atıl düzenlerinin, kalıp ve alışkanlıklarının tekrarı ile ömürlerini karmaşa, sıkıntı ve korku içinde bitirmeyi seçerler.
Işık, kendini bilmeyi ve deneyimlemeyi seçenleri de seçmeyenleri de görünür kılan ve bize her
iki kutbu da sevmeyi öğreten yüce gerçek, yüce irade... Hikmetinin önünde, irademizin kontrolünü teslimiyetle O’nun iradesine sunarak eğiliyoruz.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
14 Kasım 2005, Ankara
21
Manasarover Gölü-Tibet, 2005
22
Hoş Geldin Kış
Doğayla bütünleşmek, doğayla yakın ilişkide olmak, onunla akmak ne güzel! Yaratılışın seçimine şükürler olsun ki bizim akıllı doğamız bütün bu güzellikleri, gerçekten idrak edebilme ve
deneyimleme yeteneğine sahip. Ancak yetenekler, kullanıldıkları takdirde açığa çıkar ve gittikçe gelişirler.
Gerçekten de bu sabah bembeyaz, yumuşacık kar ışığı aydınlattı tüm doğayı. İzlerken farklı bir
sevinç, hafiflik ve huzur kapladı yüreklerimizi. Doğa, kış temizliğine başladı: Sessiz, sakin, güçlü,
kendinden emin; her şey, her zerre değişim ve dönüşüme teslim.
Ancak bu sabah hepimiz bu duyguları deneyimlememiş olabiliriz. Dikkatimiz çok daha farklı düşünce boyutlarına kilitlenmiş olabilir ve biz “hayatın gerçekleri” adına farklı bir senaryo yazmış olduğumuzdan, kendi oyunumuzu oynarken bütünün mükemmel gösterisini kaçırmış olabiliriz.
Tüm doğa gözlerimizin ve idrakimizin önünde, mükemmel bir teslimiyet ve uyum, değişim ve
dönüşüm, eskiyi bırakma ve yenilenme oyunu sergiliyor. Bütünün hayrı için olması gerekene
nasıl da mükemmel bir saygı ve uyum var. Doğal zincirin altın halkaları, muhteşem bir akışla
birbirine sıkıca kenetli. Her halka, zincirin bütünlüğü adına kendi rolünün, öneminin farkında.
Derin bir huzur var, güven var, sessizlik var.
Peki, insan yakası neden böyle karışık? Neden bu tarafta zincirin halkaları kırık, kopuk?
Nedendir “bilinçli varlık” insanın yaşam adına yarattığı ve ısrarla gerçeğin dışında aradığı endişeli çabalar ve kıvranışlar? Biz doğadan ve doğal değil miyiz? Neden doğaya arkamızı döndük?
Neden gözlerimizi ve kulaklarımızı kapadık? Neden bu telaş, korku, endişe, karmaşa? Neden minicik bir kuşun sahip olduğu güven ve huzurdan yoksunuz? Neden bizim üşümelerimiz şikayet
dolu da minik kuş öylesine rahat ve teslim? Bu karlı günde, nasıl da samimi bir hasbıhal halinde
bitkiler ve ağaçlarla... Hep birlikte ne kadar da güzel ve mutlular.
Neden biz de ağaçlar, kuşlar, karıncalar gibi doğamızı kendimize yakışır bir doğallıkla deneyimleyemiyoruz? Neden sıcacık yuvamızda oturup doğanın el ele eylemlerini, paylaşımını izlerken,
hem doğanın hem birbirimizin içinden akarak, güzellikleri paylaşmaya heves duymuyoruz? Neden tok karnımız, sıcacık yuvamız, kalın giysilerimizle bile hissedemediğimiz huzurumuz üzerinde dikkatle düşünmüyoruz? Neden şu güzel kış gününde, yiyeceğimizi, giyeceğimizi, yakacağımızı; kısaca fazlasıyla sahip olup da bizi mutlu etmediklerini fark ettiğimiz imkanlarımızı;
onlardan yoksun olan kardeşlerimizle paylaşarak, onların ihtiyaçlarını karşılayarak, onların mutluluk ve şükürlerini izleyerek öğrenmeyi, verişin ve paylaşımın huzurunu tatmayı denemiyoruz?
Neden daha mutlu, daha güçlü, daha huzurlu, daha alçak gönüllü, daha çok şükür,
coşku ve sevinç kaynağı olabilmek üzere kendimizi programlamıyoruz?
Yoksa bunun nedeni sadece “akıllı” oluşumuz mu?
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
21 Kasım 2005, Ankara
23
Öğretmen ve Başarı
Evrenlerin ve bizim sahibimiz olan Güzel, Gerçek ve Sonsuz, “Mutlak” aynı zamanda hepimizin
tek öğretmenidir. Bizler, O’nun değişik sınıf ve alanlarda, O’nun izni ve dileğiyle hizmette bulunan öğrencileriyiz. Yaşam amacımız; O’nun hoşuna giden, O’nun sevdiği, beğendiği, takdir ettiği öğrenciler olmaktır. Görevimiz O’nun beğendiklerini, önerdiklerini, istediklerini yapmaktır.
O’nun hizmetinde olabilmek de ancak O’nun lütfuyla mümkündür.
Öğretmen, öğrencilerini azim, gayret ve yeteneklerine göre değerlendirip yönlendirir. Öğrenci; sevgisini, içtenliğini, ciddiyetini sergileyerek, yeteneklerini öğretmenine kanıtlamak, sınavlardan başarılı notlar almak zorundadır ki ilerleyebilsin, sorumlulukları daha fazla olan bir üst sınıfa geçebilsin.
O’nun gerçeği öğretme yolları da kendisi gibi sonsuzdur. Öğrenmek istememe, bilgiye direnme, lütuflarını idrak edememe bile O’nun bilgisi dâhilinde gerçekleşen, O’nun öğretme yollarındandır.
Gerçek yolcusu, bütün bunları dikkat ve tevazuyla idrak etmiş ve öğretmenine gerçekten teslim
olmuş olandır. O’nun lütuf yağmurlarını sevinçle fark etmemiz, her an bize öğretmekte olduklarını anlayıp idrak etmemiz, yaşamımızda koşulsuzca uygulayabilmemiz, tüm dikkat ve içtenliğimizle En Yüce Öğretmenimize odaklı olmamıza bağlıdır.
Bazen O’nu ve öğretilerini duyamıyoruz, bazen duyup anlayamıyoruz, bazen hem duyuyor,
hem anlıyor ama yine de duyup anlamış olduğumuz bilgileri uygulayamıyoruz. Bütün bunların
nedeni; korkularımız, doyumsuz istek ve arzularımız, anlamsız kaçış, erteleme ve dirençlerimiz.
Ancak bu engelleri ortadan kaldırıp direnç ve isteklerimizi bitirdiğimizde kendi bencil varlığımızdan başka korkacak hiçbir şey bulunmadığını anlayacak bilince erişiriz ve tüm şüpheler ortadan kalkar, kargaşa biter. Artık O’nunla aramızda bir engel kalmadığında, O’nu berrak ve net
olarak duyabiliriz, anlayabiliriz. İşte o zaman, öğretilerini uygulamamıza bizzat “Kendisi” yardımcı olur. Hatta diyebiliriz ki O yapar, biz sevinç ve mutlulukla izleriz.
Ağırlıklarından kurtulup temizlenmiş ve teslim olmuş bir yüreğin sevgi yüklü atışları,
evrenlerin nabzı olmuştur artık.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
4 Aralık 2005, Ankara
Ego
Egomuz, düşük titreşimli benliğimiz gerçek bilgi ışığında yapılması gerekenlerle
meşgul edilmediğinde, yapılmaması gereken her şeyle bizi meşgul eder.
Güzel, doğru, gerçek seçimlerle dolu, mutlu, huzurlu, başarılı bir hafta dilerim.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
26 Aralık 2005, Ankara
24
Kurban
Ego, içinde bulunduğumuz fiziksel yaşam ortamında sadece ve tümüyle birlik deneyimimiz için
bize lütfedilmiş, titreşimi fiziksel yaşam ortamına uyarlanarak yaratılmış, ruhumuzun düşük titreşimli boyutudur. İrademizi bilinçli bir farkındalıkla kullanarak egomuzun amaç değil gerçeğin
aracı olması gerektiğini idrak etmeli, yaşamımızı bu gerçeğin ışığında deneyimlemeyi seçmeliyiz. Egosal boyutumuzu tek gerçekliğimiz zannettiğimizde; daha yüksek titreşimli ruhsal yapımızla bağlantımızı yitirip sınırsız ve doyumsuz istek, arzu, beklenti, alışkanlık ve bağımlılıkların
tuzağına düşüyoruz. Yaşamımız anlaşılamaz bir kaos oluyor.
Öyleyse haydi, tam da sırası gelmişken, adına uygun bir bayram yaşayalım ama alıştığımız gibi
değil, gerçekten olması gerektiği gibi; ayırımcı ve ayrılıkçı bencil egosal yapımızı ruhun içinde
kurban edelim, eritelim ve yaşam hepimiz için ruhsal kalitelerle dolsun.
Hepinizi Sevgi ve Işıkla kucaklıyorum. Sevgi ve Işık içinde olun!
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
8 Ocak 2006, Ankara
Ayna
Yaşamımız, düşüncelerimizin aynasıdır. Gerçek bir yaşam, “gerçek” düşüncelerin birey tarafından bilinçli bir farkındalıkla seçilip, benimsenip, uygulanmasıyla deneyimlenir. Bu gerçek bilgiyle duygu ve düşüncelerimizin denetimini yapabilirsek; yaşamımızın sorumluluğunu üstlenmiş
ve onun bilinçli yaratıcısı olmuş oluruz.
Duygu ve düşüncelerine hâkim bir insanın yaşam içinde koşulsuzca ve özgürce duruşu
şu kaliteleri yansıtır:
• Değişken olay ve durumlar karşısında pozitif yaklaşım, dürüstlük, netlik,
• Güçlü irade, huzur, güven, tutarlılık ve denge (istikrar),
• Sabır, hoşgörü, özveri, hizmet,
• Sürekli içtenlikli şükür ve tebessüm.
Bu kalitelerden ödün verilmeksizin deneyimlenen bir yaşam, birey ve çevresi için sürekli artan
yüksek kaliteler ve pozitif enerji ortamıdır. Gerçeğin gerçekten deneyimlendiği,
Sevgi ve Işık yüklü bir yaşam...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
16 Ocak 2006, Ankara
25
Yaşam ve Seçim
Mutluluk, bilinçli bir seçimdir. İstek ve seçimlerimiz sonucunda, özgür iradenin anlarda ifade
ediliş yollarından biridir. Mutlu olmak gerçeği; her nefeste şükretmek, halinden memnun gülen gözler ve sıcacık tebessümlerle ışığımızı ve sevgimizi paylaşmakla başlar. Erdemli ve gerçek
yaşam tarzını yaratan bu seçim, sık tekrarlarla alışkanlık haline gelir. Sürekli gerçek olanı yansıtır oluruz.
Öyleyse her güne gülümseyerek ve şükrederek gözlerimizi açalım. Gördüklerimizden mutsuzluk yaratmayı değil, görebildiğimiz için şükretmeyi seçelim. Her sabah yüzümüzü yıkarken gözlerimizin içine içtenlikle bakıp gülümseyelim; gözümüzün içindeki o minicik yaşam pırıltısına,
sevinç ve mutlulukla: “Günaydın! Ne güzel, ne mükemmelsin. Şükür seni böyle mükemmel yaratan
yüce sisteme.” diyelim. “Seni en mükemmel şekilde dikkat ve itina ile kullanmayı seçiyorum.” diyelim
ve kendi kendimize her anı şükür ve mutlulukla dolu güzel bir gün dileyelim.
Hep hatırlayalım ki biz gülümsediğimizde tüm evren bize katılıyor, en küçük zerreciklerimiz ve
en yüksek benliğimizle bir oluyoruz. Bilinçle seçtiğimiz mutlu ve memnun oluşun doğası, Yüce
Sevgi ve Işık huzmeleri olarak tüm varlığımızdan güçlü bir şekilde akıp bizi gerçekleştiriyor.
O zaman anlıyoruz ki O her zaman her yerdedir. Her şey “O tek şefkatli gülümseyiş”tir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
23 Ocak 2006, Ankara
Huzur
Düşüncelerimiz, duygusal yapımız, davranışlarımız, güncel deneyimlerimiz ve
içinde bulunduğumuz koşullar, kesinlikle ve tam olarak kendi bilinç düzeyimizin yansımasıdır.
“Şimdi”, bizim tek gerçeğimizdir.
Soru şu olabilir: “Gerçekten sahip olduğum tüm unsurlarla şimdide, gerçeğin farkında ve
O’nunla bir miyim?”
Cevap ”Evet” ise kanıtı hiçbir koşulda asla sarsılmayan engin ve dingin bir iç huzurudur.
Herkese huzur dolu bir hafta dilerim.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
6 Şubat 2006, Ankara
26
Acı ve Izdırap
Acı ve ızdırap çekmek, biz onun gereksiz olduğunu anlayana kadar gereklidir.
Izdırabın, egonun kabuklarını kırma, duvarlarını yıkma gücü vardır. Izdıraplar sayesinde tevazu
ve alçak gönüllülüğümüz gelişir. Sabır, şefkat, hoşgörü ve özveri niteliklerimiz genişler.
En önemlisi, sızlanıp şikâyet etmeden, kendimize acımadan, acı ve ızdırabı aşmaya,
pes etmeden onunla başa çıkmaya çalıştığımızda değişim ve dönüşüme hazır hale geliriz.
Acı ve ızdıraplar, eğer akıllı ve dikkatliysek yol göstericidir, yaşamımızı huzura, güvene,
güzele yönlendiren dersler, itici güçlerdir onlar...
Kendi enerji düzeyimizi, gayret, uyum, beceri ve başarı kapasitemizi, kısaca yüksek ve
güzel kalitelerimizi açığa çıkarma fırsatıdır acı ve ızdıraplar.
Yeter ki onlardan korkmayı bırakalım, kendimizi ezik ve yenik hissetmeyelim, onları kendimizin
yarattığımızı görelim ve onlarsız bir yaşam yaratabileceğimize inanalım.
Hepimize bütünün içinde, iç huzuruyla dolu gerçek bir yaşam farkındalığı dilerim.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
20 Şubat 2006, Ankara
Özgürlük
Bizim tek ihtiyacımız, özgür olduğumuzdan ve mutlu olduğumuzdan emin olmaktır.
Öyleyse tüm prangalarımızdan kurtulmalı; gerçek olmayan her şeyden vazgeçmeyi,
bıkıp usanmadan, sürekli denemeliyiz.
Ağırlıklarımızdan kurtulmadan nasıl özgürce uçabilir, göklere yükselebiliriz?
Bırakmak bağlanmamaktır.
Bağlanmamak özgürlüktür, mutluluktur.
Özgürlük sonsuzluktur.
Özgür ve mutlu olmak, büyük bir güçtür.
Özgür, mutlu ve güçlü bireyler; gerçek yaşamın gerçek ifadesi, gerçek güzelliğin billur aynaları, gerçek iyiliğin güçlü eylemcileridir. Onlar, sonsuz gerçeğin ta kendileridir. Çünkü onlar, tüm
bağlılık, bağımlılık ve arzularından vazgeçerek kendilerini kendiliklerinden özgür kılmışlardır.
Var olan tek gerçeğe tüm varlıklarını adayarak, bütün sadakatlerini koşulsuzca ve sadece O’na
sunarak, O’nunla bir olmuşlardır.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
27 Şubat 2006, Ankara
27
Karizma
Günümüzde çok sık duyar olduğumuz “karizma” sözcüğünün gerçek anlamı, “ruh ve özden gelen” demektir. Yaşamımızı bütünüyle Kutsal Olan’a, O’nun hizmetine adadığımızda içimizdeki
gizli yetenekler çiçek açar. Yaşamı bu ciddiyet ve kavrayışla kucaklayan insan, görevinin insan
kalplerine hizmet etmek, onları sevgiye uyandırmak ve her eylemiyle dünyayı şifalandırmak olduğunu idrak etmiş demektir. Derinlerden gelen gerçek güç, yaşamı tümüyle ciddiye alan bireyden bütüne şifa olarak yayılır.
O halde dünyevi kariyerlerimizin ve mesleğimizin tek amacının, gerçek sevgiyi tanımlamak ve
yansıtmak olması gerektiği gerçeğini unutmamalıyız. Yapılacak olan, önce yaşamımızı kendi istek ve arzularımıza göre düzenleyip sonra onu ruha adamak değil; yaşamımızı öncelikle Tanrısal
olana adayıp sevgi ve ışığa odaklı iş ve oluşların nasıl mükemmel bir şekilde form aldığını şükürle izlemektir. Yaşam mucizesinin sırrı buradadır. Kendi varlığını sevgi ve ışığa adayarak eriten birey, tüm evren tarafından desteklenir. Bütün insanlar, eğer isterlerse içlerindeki bu gücü insanlığa sunarak gerçeğin yeryüzündeki ifadesi olabilirler. Bu güç; ertelenecek, belirli koşullara bağlı olarak daha sonra açığa çıkacak bir şey değildir. O sadece onu gösterme kararımızın ve onun
içimizdeki varlığına olan imanımızın sonucunda görünür olur.
Tanrı’nın sevgisini ve ışığını yansıtma potansiyeli hepimizde istisnasız vardır. Karizmatik dediğimiz varlıkların yaptığı iş, yepyeni bir şey yaratmak değildir. Onlar sadece kendi içlerinde zaten
var olan, yüksek ve gerçek değerler bölgesine ulaşırlar ve bu güzelliklerin dünyevi alanda görünmesine izin verirler. Yaptıkları şey yaratmak değil, yansıtmaktır. Görevleri kendi içsel derinliklerinde buldukları gerçek hazineyi, güzelliği, şifa yüklü ve güçlü titreşimleri teslimiyetle paylaşmaktır.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
06 Mart 2006, Ankara
Tevazu
Alçak gönüllülük ve tevazu, evrensellik kapısından giriş vizemizdir.
Alçak gönüllülüğümüzle biz tüm boyutlara girebilir, gerçeği kavrayabiliriz.
Alçak gönüllü olan, bu niteliğini geliştirdikçe güçlü, kudretli ve cesur olur.
Korkularının esaretinden kurtulmuş bireyler cesaret ve tevazu sahibidirler.
Sevgi dolu olmak, her an tüm varlığı koşulsuzca kucaklamak, yüreğinin birliği ve bütünlüğü
vurgulayan sesini duymak, nefesinin farkında olmak ve tüm bunları lütfeden Yüce Güç’e
minnetle şükretmeyi bilmek; kendi içinde sağlıklı, dengeli ve güçlü olan bireylerin
seçim ve davranışlarıdır.
Her eylemimiz tevazu dolu ve içten olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
13 Mart 2006, Ankara
28
Bilinç Düzeyi
Bilinç düzeyimi neden yükseltmeliyim? Çünkü yaşamımın şimdi olduğundan daha anlamlı olmasını ve daha yüksek kaliteler içermesini istiyorum. Daha gerçek olan, en gerçek olan yanımı
tanımak, bilmek ve bunun için değişmek istiyorum. Buna hazırım!
Gerçek şu ki sonsuz ve mükemmel bir iletişim ağı olan yaşam, bize sadece şu anki bilinç düzeyimizle O’na yaklaşım halimizi yansıtır.
Eğer çevrenin görüntüsünü bütün olarak bilmek istersek, bir binanın birinci katından dışarı bakmamız yeterli değildir. Doğru görüntü ve geniş bilgi için binanın daha üst katlarına çıkıp oralardan manzaraya bakmamız gereklidir. Bunu yaptığımızda anlarız ki her kattan görüntü farklıdır
ve üst katlara çıktıkça bakış açımız genişler, çevremiz hakkındaki bilgimiz artar. Her katta görebildiklerimiz, edindiğimiz bilgi ve anlayışımız, o kattan görebildiğimiz kadardır.
Bilincimiz de aynen böyledir. Yaşamla ilgili bilgi ve anlayışımız, idrak kapasitemiz ve uygulamalarımız sadece ve kesinlikle bilinç düzeyimizle ilgilidir. Nasıl biz bütün manzarayı görmek istediğimizde binanın yüksek katlarına çıkıyorsak, derin gerçeği açık ve net olarak algılayabilmek için
de yüksek bilinç düzeyine ulaşmak zorundayız.
Çağımızda bu gerçeğe ulaşmak ve bu gerçeği deneyimlemek; insanlık tarihiyle yaşıt, kadim ve
evrensel yoga bilgilerinin itina, ciddiyet ve dikkatle uygulanmasıyla mümkündür. Sağlıklı, dengeli ve güçlü bir beden, zihin ve ruh bütünlüğü; gerçek doğasını unutmuş, doğallıktan uzaklaşmış, parçalanmış kişilikleri arasında sıkışıp kalmış, içsel ve dışsal karışıklıklar içinde çırpınıp duran çağdaş insanın en büyük ihtiyacıdır.
Yaşam bir çırpınış, bocalama, gerçeklerden kaçış kaosu ya da korku ve acı dolu bir ağıt ortamı
değildir.
Gerçek yaşam, tüm gerçekliğin güven ve coşkuyla deneyimlendiği aktif eylemler ortamı; sevgi,
ışık ve ses dalgalarının oluşturduğu muhteşem, coşku dolu bir senfonidir. Bu gerçeğe ulaşmak
ve onu deneyimlemek her insanın en doğal hakkıdır; eğer bilinçli bir farkındalıkla ve çok güçlü,
sarsılmaz bir arzuyla ister ve seçerse.
Dileğim, herkesin gönlünün derinliklerinde zaten var olan bu arzuya kulak vermesi ve bu sese
sahip çıkmasıdır.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
16 Mart 2006, Ankara
29
Manolyalar, Sagarmata Milli Parkı-Nepal, Nisan 2009
30
Aile ve Çocuk
Bir babanın çocuklarına yapacağı en büyük iyilik, annelerini çok sevmek ve saymaktır. Gerçek
sevgi ailede öğrenilir; görerek, deneyimlenerek, yaşayarak. Kitaplar, sözler, para ve maddi verişler gerçek sevgiyi anlatamaz, öğretemez. Ailedeki sevgi ve saygı eksikliği, iletişim bozukluğu
dengesiz ve hasta bir neslin oluşumuna hizmet eder.
Evlilik ortamı sevginin, hoşgörü ve özverinin deneyimlendiği, saygın bir mekandır. Eşlerin bencil ve egosal tutkularından arınmaları halinde evlilik yaşamı en kutsal ibadet haline gelir.
Sevgi yüklü yeni nesiller yetiştirmenin önemini idrak etmiş, anne baba olma görev ve sorumluluğunu kavramış bireyler, geleceği parlak bir ülkenin temel yapı taşlarıdır.
Çağın insanı, evindeki çiçekleri susuzluktan kurutup öldürme duyarsızlığını gösterme potansiyelini büyüterek; bireysel ve bencil tutku, takıntı ve bağımlılıkları uğruna bilinçsizce sahip olduğu -ama en yüksek yaşam formu olan- çocukları da bitki gibi görme alışkanlığı geliştirmiştir.
Çocuklar, sadece vasat ilişkilerin biyolojik sonuçları değildir.
Onlar, bizim bedenlerimizden form alan yüksek yaşam potansiyelleri, Tanrı parçaları, evrenin
bize güvenerek emanet ve lütfettiği en büyük sorumluluklarımızdır.
Bu sevgi ve ışık potansiyellerini büyük bir dikkat, itina ve sevgiyle besleyip, sulayıp çiçek açtırmak; onlara iyi örnek olup evrensel yasalara uyarlı kalitelerle büyütmek; onları incitmemek, yaşama sevinçlerini ve güvenlerini yok etmemek en büyük sorumluluğumuzdur. Çocuk yetiştirmek, ailenin kendine, topluma, dünyaya ve evrene karşı görevidir. İnsan bu konuda hayvandan
çok ileri bir bilinç ve idrak gösterebilecek boyutlarda yaratılmıştır. Bu kalitelerini kullanmak zorundadır ki “insan” olduğuna kendisi de ikna olsun.
Aile ortamı kişisel hırs, istek ve arzuların çatışma arenası değil; eşlerin birbirlerine duydukları
sevgi gücüyle karşılıklı dayanışma, özveri ve hoşgörüyle yaratılan saygı, güven ve huzur ortamıdır.
Tüm mahlûkat, yavrularını sevgi, itina, huzur ve güven ortamında besleyip, büyütüp, doğasını ona öğrettiğinden emin olduktan sonra onu özgürce doğanın kucağına bırakırken; modern,
eğitimli, varlıklı insanoğlu ne yapmaktadır, nasıl yapmaktadır?
Hepimize, ülkemizin bütün güzel insanlarına; sağlam, güçlü, sevgi ve ışık yüklü aile ortamları diliyorum. Gerçeğe doğru, hep birlikte...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
20 Mart 2006, Ankara
31
Öz ve Ego
Gerçek öz, kristal bir ayna gibidir. Anılar ve beklenti kalıplarından oluşan egosal yapımız ise bu
ayna üzerindeki kalın toz tabakası gibidir. Bencil duygular, yanılgılar, saf ve berrak görüntüyü
engelleyen tozdur. Aynada net ve parlak görüntü elde edilebilmesi için bu toz tabakasının itina
ile iyi bir bezle silinmesi gerekir. Bu bez “gerçeğin bilgisi”dir. Ve bu bilgi ancak doğru dikkat ve
teslimiyet ile öğrenilip uygulanabilir.
Öze ulaşmak için tam ve mükemmel bir teslimiyetle egosal duyular içe, öze dönmeli, titreşimleri değişmeli, öz kalitelerle birleştirilmelidir. Egosal boyutumuz bizi her durumda içteki özden
dışarıya, gerçek olmayana yönlendirir; bir üstattan diğerine, bir teknikten ötekine, sürekli dışarıda arayıp dururuz. Oysa yol ve arayış, içsel olan öze doğru olmalıdır.
Kişi, gayret ve iradesiyle egosal etkiler ve şaşırtmacaları ayırt edip onlardan arınarak öze yaklaşır. Öze yaklaştıkça egonun etkilerinden ve yanılgılarından arınır, güçlenmeye başlar. Güçlendikçe öz doğa egosal olana hâkim olmaya başlar ve sonunda egoyu teslim alır. Yeryüzündeki
tüm yöntemlerin ve tekniklerin bireye anlatmaya çalıştığı tek gerçek gereklilik budur. Egosal sınırları eritip Evrensel olana karışmak, O’nunla bir olmak, birlik, bütünlük idrakiyle sonsuz yaşama açılmak ancak ve sadece teslimiyet ile mümkündür. Birey, yaşamsal tüm eylemlerinde içindeki öz olanın kalitelerine sadık olacak, o özden başka hiçbir şeye bağlı olmayacaktır. Gözleri
yaratılmış her yerde ve her şeyde O’nu görebilecek; kulakları O’nun ince sesini duymaya uyarlanacak, gönlü ve aklı Öz’ün sevgi ve ışığına sabitlenmiş olacaktır. Bunu başaran varlık için artık korku yoktur! O artık sonsuza dek huzurludur. Yaşamın hiçbir sahnesi onu rahatsız edemez.
Çünkü o, “bilen ve güçlü olan”dır.
Bu durum insanın yaşamın dışına çıkıp ondan soyutlanması demek değildir. Kişi sadece “gerçek
yaşam”ın ne olduğunu idrak etmiş bir varlık olarak tüm yaşamsal faaliyetlerini başarıyla sürdürür. Diğerlerinden tek farkı, Öz’üyle buluşmuş, birleşmiş, kendinin ne olduğunu teslimiyetle idrak etmiş olmasıdır.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
3 Nisan 2006, Ankara
Birlik, Bütünlük, Gerçek
Birlik bilinci, yüksek Tanrısal bilinçtir. Birlik idraki, gerçeğin idrakidir.
Gerçek bilgi yakınlaştırıcı ve birleştiricidir, güç, güven, huzur ve mutluluk verir.
Ayrılık bilinci, bencillik bilincidir, tam bir aldatmaca ve hayal olgusudur.
Uzaklaştırıcı, ayırıcıdır, korku, acı, tedirginlik ve huzursuzluk içerir.
Yaşam kocaman, uçsuz bucaksız ve sonsuz bir bütündür. Ve biz, hepimiz ve her şey,
bu bütünün içindeyiz, birbirimize ve O En Yüce Olan’a sımsıkı sarılmış olarak...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
9 Nisan 2006, Ankara
32
Sevgi Olmak
Tanrı sözlerimize değil, eylemlerimize bakar.
Gerçeği bilmek önemlidir ama gerçeğe uygun yaşamak çok daha önemlidir.
Sevgiyle yaşamak, sevgiyi deneyimlemek ve koşulsuzca paylaşmak
Tanrı’yla bir olmanın tek yoludur.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
30 Nisan 2006, Ankara
Kendini Bilmek
Kendi gerçeğini arayıp bulan, kendini bilen bireyler, ülkelerinin, üzerinde yaşadıkları
toprakların ve onları saran gök kubbenin gerçek değerini anlayabilirler ve bu değerlere
“gerçek” adına sahip çıkarlar.
Bencil ve kendisini egosal doğası sanan bireylerden oluşan ayırımcı toplumlar,
bir gün dağılmak ve yalnızlıklarını mutlaka deneyimlemek zorunda kalırlar.
Ancak birlik-bütünlük bilincini idrak etmiş bireylerden oluşan toplum ve topluluklar
sonsuza dek varlıklarını en güçlü şekilde korurlar ve korunurlar.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
2 Mayıs 2006, Ankara
Beden, Zihin, Sağlık
Sağlıklı zihin sağlıklı bedene, sağlıklı beden sağlıklı zihne bağlıdır. O halde bedenimizin ve zihnimizin doğasını iyi anlamalı, onların gerçek ihtiyaçlarını özenle karşılayarak dengeli, güçlü, sağlıklı olmalıyız. Ruhumuzun fiziksel ortamda ifade aracı olan bu iki mükemmel sistemi, yaratılış
amaçlarına en uygun şekilde kullanmak bizim sorumluluğumuzdur. Bu sorumluluğumuzu yerine getirebilmek için ilk adım, kendimizi beden ve zihin zannetme yanılgısından kurtulmaktır.
Sonra bu sistemlerin ruhun aracı olduklarını kabul ederek ruhsal değerler ve bilgiler
ışığında onları doğru algılamak, doğru kullanmak, onların yardımıyla ruhsal bilincimizi geliştirip
yüceltmek, ruhsal kaliteleri ifade etmek bu dünyada bulunuş amacımızdır.
Her birimiz, içimizdeki yüce ve özgün ışığımızı sağlıklı bir beden ve zihin yardımıyla ifade
ederek yaşama amacımızı gerçekleştirebilir, gerçeğin deneyimiyle cennetimizi yaratabiliriz.
Şimdi, burada...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
8 Mayıs 2006, Ankara
33
Neden?
Yaşamın kutsiyetini idrak edişimiz, her saniyeye verdiğimiz önem, itina, dikkat ve farkındalıkla
ölçülür. Yaşamın ne olduğunu anlayan insan, her nefesinin değerini bilir, her saniyenin üzerine
titrer, sorumlulukla nefesini ve saniyeleri değerlendirir, nefesinin ve saniyelerin gerçek sahibine odaklar kendini.
Bu büyük bir meşguliyet, büyük bir sorumluluktur.
Başarılabildiğinde insanı gerçekle bir yapar.
Nefes oluruz, an oluruz ve gerçek oluruz!
İnsanın yaşamına, aldığı her nefese gösterdiği itina ve derin dikkat; kendine ve bütüne olan
saygısının, kendini ve bütünü algılayış ve idrakinin açık ifadesidir.
Yaşam çok değerlidir, zaman çok değerlidir, nefes çok değerlidir.
Kim bilir ki, bu değerleri boşa harcamak nedendir?
Teşekkür ederim.
Sonsuz Sevgi ve Işıkla
15 Mayıs 2006, Ankara
Biz: Birlik ve Bütünlük
Gerçek mutluluk, güzellik ve doğruluk; birlik bilinci ile “biz” idrakiyle deneyimlenebilir.
Ben, benim, sen, onlar gibi kavramlar aldatmacadır, gerçek değildir.
Bu kavramlarla çalışan ayrılık bilinci, bireye sadece acı, hastalık, yoksulluk,
yetersizlik ve ölüm deneyimlerini getirir.
Ancak tüm yanılgılarından arınmış saf bilinçle, birlik bütünlük deneyimi kazanılır.
Bireysel bilinç saflaşınca kapılar açılır ve evrensel bilinç içeri girer.
Tanrı tahtına oturur ve çalışmaya başlar.
Tapınak; huzur, sevgi, ışık yüklü eylemlerle süslenir.
Evren bireyselde yansır.
Büyük küçükle, küçük büyükle birleşir; “Bir” olur.
Artık sadece “Bir” vardır.
“Biz” her şeydir.
Öylesine tam, bütün, mükemmel.
Mutlu, huzurlu, korkusuz, güvenli.
Sorumlu, çalışkan ve özgür!
Bu, evrensel bilincin bireysel bilince akışıyla ifade bulan gerçek yaşamdır.
Ancak biz diyebilenler gerçekten yaşar.
Ben ölümlüdür, “Biz” sonsuzdur...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
22 Mayıs 2006, Ankara
34
Zihin ve Birlik
İnsanoğlu denilen varlık; beden, zihin ve ruh olarak isimlendirdiğimiz üç mükemmel sistemin
oluşturduğu mükemmel birlik ve bütünlük ortamıdır. Bu ortamın patronu, ana idare merkezi
“ruh” tur. Beden ve zihin, ruhun fiziksel ortamdaki yardımcıları, hizmetkârlarıdır. Her insan önce
bu gerçeği iyice algılamak, idrak etmek zorundadır ki içinde bulunduğu yaşamı doğru, iyi ve güzel çizgide sabitleyebilsin; her an gerçeği yaşayabilsin; yaşamın değişken ve oynak enerjilerinden etkilenmemeyi, kendi öz ve bir doğasını parçalamamayı başarabilsin.
İnsanın bu üç boyutlu (beden, zihin, ruh) doğasını bir iş ortamına benzetirsek -ki insan En Yüce
“Ruh”un “iş ve oluş” ortamıdır- bu ortamın başarısı, gerçek ruhsal yasalara uygun işleyişiyle ölçülebilir.
Varlığımızın en yüksek titreşimli boyutu olan ruhumuz, idare merkezi olarak yönetimi elinde
tutmalıdır. Her an, her nefeste hâkim güç o olmalı; zihnimizin ve bedenimizin tüm işleyişi onun
iradesiyle gerçekleşmelidir.
Zihin ve beden, ruhun araçlarıdır ve onun kontrolü altında, onun tarafından yönetilip yönlendirilmeye muhtaçtır
Bir iş ortamına benzettiğimiz insan varlığında, patronluğu zihin ve beden ele geçirmişse, gerçeğe ve doğa yasalarına ters olan karmaşık bir süreç başlamış demektir. Bu iki patron, birbirlerini sürekli karmaşa ve kaosa sürükledikleri gibi iş ortamının tüm denge, huzur ve başarı potansiyelini de sıfıra indirirler. Her yönüyle dengeli, uyumlu, güvenli ve mükemmel olması gereken
bu mükemmel ortamı arenaya çevirirler. Bedene ve zihne ait bilinçsiz ve anlamsız birçok istek
ve arzu birbiriyle yarışır, çelişir. Ruhun enerjisi bu kaos içinde kaybolur, ışığı söner ve arzular bitmeden ömür biter.
Bir kez “ruhsal varlık” olduğumuzu kavradığımızda, gerçek bir insan olduğumuzu deneyimleyebilmek için ilk işimiz bu yanlış rol dağılımına son vermek olmalıdır. İş ortamımızın tüm kontrolünü ruhun eline vermeli, tüm varlığımızla ruhun yüksek kalitelerine sahip çıkarak, ruhsal gücümüzü ve yeteneklerimizi ifade edebildiğimiz gerçek bir yaşam deneyimlemeliyiz. Ruhumuzu, zihnin ve bedenin arzularının kölesi olma durumundan kurtarıp kendimizi irade, disiplin ve
kararlılıkla yüksek ruhsal kalitelere uyumlamalıyız. Tevazu ve içtenlik yüklü, yapıcı, yaratıcı, eylem ve hizmetlerle egosal doğamızı kontrol altına alıp yüksek ruhsal kaliteleri kalıcı kılabiliriz.
Ruh güçlü olmalı ve onun gücü bizim iman dolu eylemlerimizle sürekli artırılmalı, yükseltilmelidir. Ancak güçlü bir ruhla, zihin ve beden kontrol altına alınıp gerçek görevlerini yapmaya yönlendirilebilirler. Ancak zihin ve bedenin ruha teslimiyetiyle birlik ve bütünlük insan varlığında
gerçekleşebilir ve insan, sonsuza açılımlı gerçek kalitelerini deneyimleme lütfuna erişebilir.
Hepimizin ruhsal gücümüzü coşkuyla deneyimleyerek yaşamı kucakladığımız
“gerçek” bir hafta olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
29 Mayıs 2006, Ankara
35
Ruhsal Doğamız
Hedefi bilme, enerji, güç, derin dikkat ve yoğunlaşma, ruhsal doğamızın en temel
prensipleridir. Yaşam enerjisi, ruhtan fiziksel yaşama bu üç temel prensibin birbirini
mükemmel bir uyum, denge ve kararlılıkla tamamlayışı suretiyle akar ve form alır.
Ruhun en ince ve yüksek kaliteleri bu şekilde fiziksel ortamda yansır.
O, “evrenin özü”, aktif, canlı, berrak ve hayırlı birçok hedefle doludur.
Yapıcı, yaratıcı, üretken, dönüştüren, sevgi, ışık ve coşku kaynaklı tüm oluşların kaynağıdır O.
O’nu gerçekten bulduk mu? Gerçekten O’nunla ve O’nun sistem ve kaliteleriyle mi soluk alıp
veriyoruz? O’nunla bir olduk mu? Yoksa içimizdeki bu muhteşem gerçek, derinliklerimizde
O’nu fark edip kucaklamamızı, bizi sınırlı biyolojik doğamızdan sonsuz ve ruhsal doğamıza
taşıması için izin vermemizi mi bekliyor hala? Eğer öyleyse, bu buluşma ne zaman?
Şimdi, Sevgi ve Işık’la gerçeğe uyanışımız olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
5 Haziran 2006, Ankara
İnsan Olmak
Zihin bilgisizliğin karanlığında kaldığı sürece, ruhun ışığının yaşamımıza akmasına ve
güneşin doğmasına izin vermez.
İnsanın bedensel ve zihinsel yanılgılarından özgürleşerek ruhun ışığında gerçeğe uyanışı,
onun tam bir insan olma yolunda yeniden doğuşudur.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
19 Haziran 2006, Ankara
36
Düşünen Varlık
Niyetlerimiz O’nun niyetleri, hedeflerimiz O’nun hedefleri, eylemlerimiz O’nun eylemleri olsun.
Her anımız sevgi, içtenlik, güven ve huzurla dolsun.
“Gerçeğin bilgisi” tüm isteyenlerin, ama sadece ve yalnızca O’nu isteyenlerin, başka her şeyden
çok O’na odaklananların, tüm varlıklarını -ama tümüyle- O’na sunanların olsun.
Minik bir pratik hatırlatma: Yoga, “düşünen varlık” insanoğluna, düşüncenin doğasını ve
“doğru düşünmeyi” öğretir.
Temel prensip sorumluluk yüklüdür: Yaşamımızın mimarı niyet, istek ve eylemlerimizle biziz.
Ne istiyoruz? Ne kadar istiyoruz? Neden istiyoruz? Ve bunun için ne yapıyoruz? Nasıl yapıyoruz?
Neden yapıyoruz? Bütün bunların amacı, bana ve herkese yararı ne? Yaşam, alışkanlıkların yararsız ve anlamsız tekrarı mıdır? Her niyet ve eylem, bu sorularla denetlenip bize farkındalık kazandırmalı; anlamsız, boş düşünce ve eylemler durdurulmalı; kontrol edilmelidir.
İsterseniz doğru düşünme pratiklerimize nefesle başlayalım. Sahi biz neden nefes alıp veriyoruz? Eğer ne olduğunu, neden olduğunu ve nasıl olduğunu bilmiyorsak...
Tüm güzellikler, gerçeği gerçekten, dikkatle ve dosdoğru düşünenlerin olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
8 Ağustos 2006, Çeşme-İzmir
37
Manasover’da bir misafirhane-Tibet, Nisan 2005
38
Kalp ve Yaşam
İnsan yaşamı, kalp atışlarıyla başlar, sürer ve biter. Nedir kalbe “Haydi! Başla!” ve sonunda “Tamam! Dur!” diyen güç? İnsan bedeni, anne karnında gelişimini tamamladığında dünya ortamına adım atar ve bu değerli yaşam, solunan ilk nefesle başlar. Nefes, bu mükemmel bedenin tüm
sistemlerinin yakıtı; kalp, bu yakıtla tüm sistemlere ve fiziksel yaşam deneyimine enerji dağıtan
organdır. Kalp sadece basit bir fiziksel organ değil, ilahi nefesin gücüyle çalışan, tüm ilahi gerçekliği içeren yüce bir ortamdır. Bu nedenle nefes ve kalp birlikte başlar yaşama. İkisi de kutsaldır, kutsaldandır. İkisi de sevgi ve ışık erleridir. Nefesin taşıdığı ilahi güç, prana (ilahi yaşam enerjisi, yaratanın sonsuz sevgi ve ışık gücü) nefes yoluyla kalbe dokunur, ona işlevini ve görevini hatırlatır. Bitiş anına değin sürecek olan sevgi ve ışık dolu işbirliği ve çalışma başlar.
“Yüce Yaradan”ın yüce bilinci, nefes ve kalp ile fiziksel ortama uzanır.
Bireysel insanın kalp atışları, gerçekte O’nu anıştır. Bu yolla küçük kalp,
Yüce Sahibi’ne seslenmektedir. Bu, sonsuzluğun, sevginin sesidir;
tek bağlantı noktamız olan gerçeğin sesidir.
Dinleyelim kalbimizin sesini, bakalım ne söylüyor? “Al-lah, Al-lah; A-umm, A-umm”
“Yüce Yaradan”, yarattığı her şeyin içindedir ve her an sevgiyle, teşekkürle anılmayı,
hatırlanmayı istemektedir. Sonsuzluk, tüm sadeliği, mükemmelliği ve yüceliğiyle,
insan bedeninde kalp atışlarıyla yankılanmaktadır. O her yerdedir; her şey O’dur ve O’nunladır;
her şey Tek ve Sonsuz Olan’dır. Sadece tek bir kalp vardır.
Bütün bunları doğa, doğal olarak deneyimler ve tadına varır. Yalnız “akıllı insancık”, kalbi olmazsa beyninin devre dışı olacağını ve düşüncelerinin gerçek olmadığını anlamak, her nefesinin,
her nabız atışının onu anın gerçekliğine davet etmekte olduğunu fark etmek, anın değerini bilerek, kendi iradesiyle “gerçeği”, derin ve doğru bir dikkatle idrak etmek durumundadır. Kalbinin sevgi ve ışığıyla beynini aydınlatarak doğru düşünebilir, doğru seçim ve doğru davranışlar
sergileyebilir ve minik kalp böylece “Yüce Kalp”le bir olur. Gerçek ve coşku dolu yaşam budur.
Her anımız bizi özümüzdeki gerçeğe, iyiye ve güzele yaklaştırsın.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
14 Ağustos 2006, Çeşme-İzmir
39
Kalp ve Zihin
Gerçeğin bilgisini taşıyan öz, kalptedir. O, sonsuz sevgi ve ışıktır. Zihin, kalbin gölgesidir.
Herhangi bir gölge ne kadar gerçekse, zihin de o kadar gerçektir. Zihin, sevemez.
Zihni sevgi ve ışığa taşıyacak olan, saf kalbin rehberliğidir. Biz zihnimizle sevdiğimizde
ya da sevdiğimizi sandığımızda gerçekte acı, korku, şüphe ve bencilliğimizi deneyimliyoruz.
Zihnin gölge doğası koşulludur ve değişkendir. Kalp sağlam, tutarlı, cesur ve güvenlidir.
Her türlü koşuldan özgürdür. Öyle güçlüdür ki hiçbir koşulla sınırlanamaz.
Zihne bağlı olan insan mekanizmasını korkular yönetir. Kalbe bağlı insanın desteği,
sonsuz sevgi ve ışık kaynağı Tanrı’dır.
Kendi gerçeğimizi gerçekten bilmek ve anlamak istiyorsak, bizi ve yaşamımızı neyin yönettiğine dikkatle bakmak ve gerçeği bilmek zorundayız. Seçimlerimizin ve davranışlarımızın arkasındaki gerçek, korku ve kızgınlık mı? Şüphe ve güvensizlik mi? Acizlik ve yetersizlik mi? Tembellik
ve kendinden kaçmak mı? Yoksa yaşamımızı kendimiz ve herkes için yararlı, yapıcı, yaratıcı eylemlerle cesurca değerli kılıyor, coşkuyla ve disiplinle her anımızı bilinçli bir farkındalıkla neşe
ve huzur içinde mi değerlendiriyoruz?
Bedenimizi, aklımızı, nefesimizi, bize bunları veren Yüce Gücü düşünerek, O’nun kalitelerine
ve isteklerine uyarlı bir içtenlikle; dikkatle ve adanmışlıkla kullanıyor muyuz? Yol gösterici kalp
olursa, Tanrı’nın rehberliğinde sevgi ve güven, huzur ve mutluluk hep bizimle olur ve tüm eylemlerimizde, teslimiyet ve adanmışlıkla O’nun güzel kalitelerini sergileriz. Kalbimizin ışığını bırakıp zihnimizin gölgesine sığınırsak eğer, bu gölge gün boyunca uzayıp kısalarak, sürekli şekil ve yön değiştirerek bizi yanıltır. Bu şekilde gün biter ve akşam oluverir. Işığın olmadığı yerde
gölge de olmaz. Sürekli karanlıkta kalırız. Gölgeye sığınanlar ancak karanlığa ulaşabilirler.
Zihnimizin ve aklımızın varlığı, sadece kalbimizin ışığı, her an Allah’ı anan ritmi ve nefesimizle
bizi var eden yaşam enerjisi sayesindedir. Bu gerçeğin farkındalığıyla zihin kalbin önünde eğilmeli, kalple birlikte her an ve her nefeste Allah’ı anmayı, Allah’ı hiç unutmamayı iyice öğrenip
benimsemelidir. Ancak o zaman insanın gerçek doğası yeryüzünde görünmeye başlar.
Gerçek ancak zihnin yanılgılar ortamını,
kalbin gerçek rehberliğiyle aydınlatıp arıtanlara görünür.
Teşekkür ederim.
Sonsuz Sevgi ve Işıkla
20 Ağustos 2006, Çeşme-İzmir
40
Birlik, Bütünlük, Sevgi ve Işık
Sevgi ve ışık kaynağımız ruhumuzu sürekli sevgi ve ışıkla destekleyip geliştirmek, büyütmek,
güçlendirmek bizim en önemli yaşam sorumluluğumuzdur. Bunun için her şeyin enerji, yaşam
ortamımızın da aktif enerji ortamı olduğu gerçeğini sürekli hatırlamalı, sevgi ve ışık yüklü ortamlarda bulunmayı istemeliyiz.
Doğru yaşam koşullarını prensip olarak benimsemiş ve bu prensiplerden taviz vermeyen, gerçeğin bilgisine odaklı kişilerle (eğer karşılaşma şansımız olmuşsa) tevazu, içtenlik ve saygı yüklü
ilişkilerimizi vazgeçilmez kılmalıyız. Bu seçimlerimiz, yaşam listemizde değişmez olarak ilk sırayı
aldığında ve biz düşünce ve davranışlarımızı dürüst, disiplinli ve dengeli bir kararlılıkla kontrol
altına alabildiğimizde artık yaşam bizim için gerçek bir keyif, huzur ve güven ortamıdır.
Hedefi aynı olan bireylerin birbirlerine ihtiyacı vardır. İnsan ruhu, sevgi ve bilgiyle büyür.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
28 Ağustos 2006, Çeşme-İzmir
Günlük Uyumlanma
Şükür, teşekkür, coşku içinde; bu gün daha iyi, daha güzel, daha sevecen, daha uyumlu,
daha verici ve yapıcı olmak üzere programlıyoruz zihnimizi ve gönlümüzü.
Beklentisizce, koşulsuzca sevgi ve ışık içinde karışıyoruz yeni günün akışına.
Doğru dikkatimizle, itina ve içtenliğimizle alıp veriyoruz tüm nefeslerimizi.
Farkındalık, nezaket ve itinayla kullanıyoruz bize nefesimizin sunduğu yaşam enerjisini;
kendimiz, çevremiz, dünyamız ve tüm evren için.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
6 Kasım 2006, Ankara
41
Cesaret
“Cesaret”, yoga dilinde yaşama sevinci demektir.
Yaşama sevinci, sevgi ve ışık içinde, tek, bütün ve sonsuz yaşam gerçeğini
kavrayan insanların öz doğasıdır. Onlar, her şeyi ve herkesi severler.
Bu sevgi, kendine ve evrene güvenme idrakiyle açığa çıkan evrensel sevgidir.
Tüm engellerden arınmış olan bu saf sevgi, cesaretin ta kendisidir.
Öyleyse diyebiliriz ki cesaret, gerçek insanın öz doğasıdır.
Yaşamın tümüyle, bütün olguları ve oluşlarıyla kucaklanması; cesaretli bireylerin
gerçekleştirdiği bir oluştur. Cesaret, kesinlikle ne bir zihin halidir ne de deneyimdir.
Çünkü geçici değildir. Cesaret, sevgi ve ışık içinde bilinçli var oluştur. Başlangıcı ve sonu yoktur.
Kendisini, aklını kullanarak değişken ve geçici beklenti ve saplantılardan, korku ve endişeler
üretip duran kalıplaşmış olumsuz düşünce yapısından ve sonuçta açığa çıkan çelişki dolu söz,
davranış ve alışkanlıklardan yukarıya çeken insan cesurdur.
Sevgi, ışık, güven ve huzur kaynağıdır o, bu dünyada ve tüm dünyalarda.
Hep birlikte yaşamımızın her anını cesaretle kucaklayabildiğimiz,
başarılarla dolu bir hafta diliyorum.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
13 Kasım 2006, Ankara
Teslimiyet
“Teslimiyet”, insanın yaşamı bütünüyle, cesaretle kucaklayışıdır. Bütünün en yüksek hayrı ve şifası için eyleme hazır oluş halidir, koşulsuz, beklentisiz, sevinçle hizmet idrakidir.
Her nefesimizi sevinç ve coşku dolu farkındalıkla alıp verirken koşullar ne olursa olsun bütüne
ve bütün içerisindeki yerimize güvenerek tevazu, sabır ve çalışkanlık gibi yüksek insani kalitelerimizle hizmete koyulmaktır teslimiyet. Ve bunun getirisi olan yeterlilik, huzur ve şükür duygularını, yine tüm varlıkla coşkuyla paylaşmaktır teslimiyet.
Gerçeğin, güzelliğin, doğruluğun, koşulsuz sevgi ve ışığın çekirdeği olan ruhsal doğamızın ön
plana çıkarak; bencil, ayrımcı, çıkarcı, tembel, sınırlı, çelişkili, huzursuz ve korku dolu egosal yapımızı kontrol altına alması ve böylece bilincimizde iyiye, güzele, doğruya, huzur ve mutluluğa
yönelik birlik idrakinin hakim olmasıdır teslimiyet.
Hepimizin egosal doğalarımızı ruhsal kalitelerimize teslim ederek gerçekleri daha büyük
bir idrakle fark edip iyi, güzel, yapıcı, yaratıcı, huzur ve güven dolu seçim ve
deneyimlerle süslediğimiz başarı dolu bir hafta olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
19 Kasım 2006, Ankara
42
Diploma
Günümüzde etiket, diploma, kariyer ve benzeri maddi kanıtların önemini hiç birimiz inkâr edemeyiz. Maddi yaşam ortamımızda bunlar gerekli ve önemlidir. Yaşamımızı kolaylaştırıp maddi koşullarımızı iyileştirmemize yardımcı olurlar. Ancak kendimizi “gerçek insan” boyutuna uyarlamak,
farklı bir deneyim sürecidir. Bir anlık ya da kısa bir zaman diliminde ruhsal potansiyelimizi açığa çıkarıp kendimizi bildiğimizi iddia edemeyiz ve hiç bir sertifika bunun kanıtı olarak kabul edilemez.
Birlikte, dikkatle ve derin derin düşünmemizi istiyorum: Bu güzelim kâğıtlar -belli bir emeğin ve
bedelin sonucunda elde edilen ve duvarlarımızı süsleyen bu belgeler- ne kadar gerçeğin kanıtıdır?
Gerçek adına bizi ikna etme ve kendimizi gerçekten bilme konusunda bunlar yeterli midir? Eğer
öyleyse aynı diplomaya ya da sertifikaya sahip birçok insan, gerçek yaşam kaliteleri ve pratikleri
açısından baktığımızda neden birbirinden bu kadar farklı koşullardadır?
Neden bazen sadece pratisyen olan bir tıp doktoru, çok yüksek kariyeri ve unvanları olan meşhur
bir profesör doktordan daha çok sevilip sayılır? Neden ilkokul öğretmenlerimizi hiç unutmayız da,
çok daha değerli diploması olan üniversite öğretmenlerimizin çoğunun (istisnalar dışında!) isimlerini birbirine karıştırıveririz? Neden bazen evimize yardıma gelen bir ustayı ya da ev işlerimize
yardımcı olan kişileri, çok yüksek sosyal seviyesi, kariyer ve unvanı olan komşumuzdan çok daha
saygıdeğer bulur, dikkatle dinler, takdir ederiz?
Yaşamda her şey bir bütündür. Diploma ve sertifikalar, kendini bilme konusunda insana bir şey
veremez. Onları anlamlı veya anlamsız kılan insandır. İnsanın diploması da, sertifikası da, unvanı
da kendisidir.
Kendini bilmek, diploma ve sertifika ile kanıtlanabilecek ve kullanılabilecek bir meziyet değildir.
Bu gerçek bir deneyimdir ve isteyen herkes için mümkün olan bir süreç ve sonuçtur. Bu sadece bir
oluştur. Hiç bir kanıta ihtiyaç göstermez. Çünkü zaten çok boyutlu kanıt; canlı, diri, hareketli, tam,
bütün ve “yaşayan” insan varlığı olarak ortadadır.
Gerçek bilgiler, iki boyutlu, yapay, geçici, süslü belgelerle değil; yaşamın içindeki sağlam, kalıcı,
sevgi ve ışık yüklü, pozitif etkili eylemlerle kanıtlanabilir.
Lütfen egosal hırs ve arzularımızı dizginleyerek maskeler arkasında avunma, kaybolma ve bu şekilde gerçekten uzaklaşma hatasına düşmeyelim. Kendimizi yüzeysel ve biçimsel takviyelerle iyi
hissedeceğimizi, tatmin olacağımızı ve başkalarını da bu yolla etkileyebileceğimizi sanmayalım.
Zaman ve enerjimizi gerçeğe odaklayıp kendi gerçek kalitelerimizi bir an önce gerçekten deneyimlemeye özen gösterelim.
Hep hatırlayalım ki bir sertifika ya da belgenin gerisinde, ait olduğu bireyin fiziksel, zihinsel,
ruhsal potansiyeli vardır. Bu potansiyel, gerçeği nasıl ve ne kadar ifade ediyorsa diplomanın
değeri ve etki alanı o kadardır.
Son olarak şu anda aklıma gelen iki değerli sözü de eklemek istiyorum:
“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Anonim
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır?” Yunus Emre
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
24 Kasım 2006, Ankara
43
Eylem ve Etkinlik: Kendine Güven
Var olan her şey, bildiğimiz ve bilemediğimiz tüm varlıklar âlemi, “Yüce Yaradan”ın eylem ve etkinliklerinden ibarettir. O, En Yüce Olan, O, En Saf ve Temiz Sonsuz Kaynak, O, En Güçlü ve Çalışkan Olan, her an yeni bir oluş ve sunuş halindedir. “Satyam, Shivam, Sundaram” O’nun temel
oluş, yaratış, sunuş kaliteleridir; bilinmezden bilinebilire yansıyan, En Yüce Olan’ın en yüce görünebilen değerleri...
Her insanın yüksek benliği, bu değerleri ve bu değerlerin yansıması olan eylem ve etkinlik bilgilerini, yüksek bir potansiyel güç olarak taşımaktadır. Görevimiz, bu potansiyele hayat vermektir. Yaşamımız ne kadar olumlu eylem ve etkinlik içeriyorsa o kadar anlamlı ve değerlidir. Eylem
ve etkinliklerimizin gerçek kalitesine göre kendimizi gerçekten iyi ve değerli, güzel ve önemli
hissederiz. Kendimize güvenimiz, çevremize hizmetimize paralel olarak artar. Kendilerine güvenen insanlar, kendi yüksek değerlerini çevreleriyle paylaşan, çevrelerine hizmete hazır ve açık
olan insanlardır.
İnsan yararlı olmak, gerekli olduğunu bilmek, bütün içindeki önemini kanıtlamak, bu nedenle kendisine, çevresine ve bütüne hizmet etmek, yapıcı, yaratıcı etkinliklerle içindeki potansiyeli açığa çıkarmak, ifade etmek ihtiyacıyla yaratılmıştır. Yaratılmış olan, yaratıcısının aynası olmak durumundadır. Bu fiziksel âlemde ancak eylemlerimizle kendi gerçeğimize ulaşabiliriz. Ne
kadar çok eylem yaparsak içimizdeki gizli kalmış potansiyeli o denli açığa çıkarır, kendimizi gerçekleştirme yolunda o denli ilerleriz. Ancak eylem halindeki bir yaşam, insanı henüz gerçekleştirilmemiş gerçek potansiyeline yaklaştırır. Bu yolla kendimizi dönüştürüp geliştirerek, değişik
koşul ve ortamlardaki tutum ve davranışlarımızdan öğreniriz; yepyeni niteliklerimizi keşfederiz
ve bu yol bizi özgürlüğe kadar götürür
Özgürlüğü ve aydınlanmayı, karanlıkta ve belirsizlikte arayış boşunadır. Belirsizlik esarettir ve
korkutucudur. Zihnimizdeki düşünceler belirsizlik nedeniyle dalgalanıp dururlar. Onlar açığa çıkıp form almak ve bu belirsiz kargaşa ortamından dışarı çıkmak, özgür olmak isterler. Diğer yandan ruhsal doğamız da içinde bulunduğu karanlıktan kurtulabilmek için kendisini ifade edebileceği alanlar arar. Kendini bilmek, görmek, kavramak isteyen ruh için bu çabalar kaçınılmazdır.
İnsan ancak eylemleriyle sahip olduğu güçleri, güzelliği, iyiliği, doğruluğu sergileyebilir. Bu şekilde karanlık duvarların arkasından kurtarıp azat ettiği kaliteler, kendi ruhunun güzelliği ve iyiliği şeklinde yaşamda ifade bulur. Kendimiz hakkında gerçek bilgi edinmenin daha gerçekçi bir
yolu yoktur.
Kadim kutsal yazıtlar Upanişadlar’da: “Yalnızca etkinliğin ortasında yüz yıl yaşamak istersiniz” yazar. Ruhu bir kez bütünüyle deneyimlemiş olanlar, asla yaşamın kederli olgularından veya eylemin acı verdiğinden söz etmezler. Onlar tüm güçleriyle yaşama sarılıp, onunla birlikte hareket ederler. Yaşamları boyunca tüm etkinliklerinde kendilerini coşkuyla, yoğun bir şekilde ifade
ederler. Onların yaşam coşkusu, evrensel yapış ve yıkış oluşumunu sağlayan coşkuyla paraleldir. Onlar gün ışığının coşkusundan, özgürce yağan yağmurun coşkusundan, özgürce akan havanın coşkusundan nasiplerini alarak kişisel varlıklarında özgürce bütün yaşam coşkusunu tadanlardır. Gerçek olan, insandaki bu yaşama sevinci; çalışma, eylem, etkinlik, hizmet coşkusudur. Sonsuzluk yolculuğu eylemden, etkinlikten ayrı ve uzak kalarak gerçekleştirilemez.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
3 Aralık 2006, Ankara
44
Tesadüf
Gerçekte “tesadüf” olarak nitelendirdiğimiz tüm olaylar, sınırsız zekânın bu yaşam ortamımızda, bizim beklenti sınırlarımızı aşan yansımalarıdır. Başka bir deyişle tesadüfler, evrensel ruhun
niyetinin yaşantımızda gerçekleşen, doğru zamanda, doğru yerde belirlilik kazanan gerçek ifadeleridir.
Ne var ki bu durum bizim dışımızda gerçekleşmez. Olan şey, bizim niyet ve isteklerimizin evrensel zekânın niyeti ile aynı frekansta buluşması ve böylece evrensel yasalar uyarınca form almasıdır. Yaşamımızdaki bütün olaylara anlam kazandıran potansiyel güç, bizim niyetlerimiz ve eylemlerimizdir. Niyetlerimiz ve eylemlerimiz ruhsal kaynaklı oldukça, yaşamımız güzel tesadüflerle süslenir. Evrenin niyetiyle uyumlu, tüm evrenle birlikte devinişimizin tadını çıkararak; yaşamımızı huzur, mutluluk ve güven içinde deneyimleriz.
Bu bilgilerin ışığında, her anımızın değerini bilerek: “Ne öğrenmem gerekiyor?” dikkat ve niyetiyle nefes alıp verelim. Ruhun sadece bizim içimizde değil, tüm varlıkların içinde olduğunu unutmayalım. Var olan her şeyle, her an bağlantıda olduğumuzu hep hatırlayalım. Daracık egomuzun sınırlarını aşalım. Evrenin mesajlarına beynimizi ve kalbimizi açalım. Tüm evrenin her an
bizimle olduğu inancı ve güveniyle, yaşamımızı güvenle kucaklayalım. Kendimize, çevremize,
olaylara, cesaretle bakıp en iyi, en güzel, en doğru niyetlerle, coşku içinde gerçeği ifade edelim.
Sadece ve mutlaka, “Tek ve En Güzel Gerçek”in ifadesi olalım. Hep birlikte.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
11 Aralık 2006, Ankara
Sevgi
Yaşamımızı yöneten hâkim enerji hangisidir? Sevgi mi? Korku mu?
Duygu, düşünce ve eylemlerimiz korku kaynaklı ise bizi korku yönetiyor,
korkuya bağlı ve bağımlıyız demektir; beklentiler de prangamızdır.
Huzur ve özgürlük, denge ve güç bizden çok uzaklardadır.
Sevgiye odaklı isek, sevgiye teslim olup bizi yönetmesine izin verebilmişsek,
tüm korku, kaygı, endişe ve şüphelerden özgür, huzur ve güven içinde, dengeli ve cesur oluruz.
Olmamız gerektiği gibi bütünün içinde, bütünle birlikte, doğru yerimizde, tam ve mükemmel.
Korkulardan özgür olmanın getirdiği güç ve güven bizi hizmete, paylaşıma, iyilik ve güzellik
dolu, kendimize ve çevremize huzur ve mutluluk veren, yapıcı ve yaratıcı eylemlere yönlendirir.
Sevgi tüm potansiyeliyle varlığımızda ifade bulur. Yaşamımız, koşullar ne olursa olsun,
içinde güvenle yüzdüğümüz uçsuz bucaksız bir huzur okyanusu olur.
Dileğim, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız sevginindir!” kararlılığıyla duygu, düşünce ve
eylemlerimizin idaresini sevgiye bırakmamız.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
18 Aralık 2006, Ankara
45
Milerpa Manastırı, Zutul Puk (4560m)-Tibet, 2005
46
İnsanın Özgür Doğası
Yaratılmış her şeyin en derindeki doğası, özü, cevheri, değişmez gerçeği, o şeyi yaratanın yaratış amacıdır. Her yaratılanın özünde, en derin doğasında, kendisini yaratan “Tek Mutlak Güç”ün
özgün tohumu mevcuttur. İnsan varlığının en derinlerinde de yaratılmış her şey gibi, bu potansiyel gerçek gizlidir. Ancak diğer yaratılmışlardan farklı olarak, insanoğlunun bu gerçek potansiyelini kendi aklını kullanarak istemesi, araması; kendi özgür iradesiyle kendisini bu gerçek doğasından uzak tutan tüm yanılgılardan uzaklaşması; fiziksel, zihinsel ve duygusal anlamda arınarak kendi gerçeğine, kendi yaşamsal deneyimleriyle yaklaşması; tüm yaşam biçimiyle yaşamında bu öz gerçekliği sergilemesi gerekir.
Gerçek özgürlüğümüz, işte bu gerçek doğamıza kavuşma anımızda açığa çıkan yaşam gücüdür.
Bu yaşam gücüdür ki, coşku dolu ve sürekli bir hareket yaratır. Sevgi, huzur, güven, hizmet ve
bereket içeren; saf sevgi ve ışık akışıyla desteklenen; şükür ve teşekkür sunumu hareketler bütünü insanın gerçek yaşamıdır.
Minik bir tohumun uygun toprağa düşüp uygun koşullara kavuştuğunda filizlenip kocaman bir
ağaç oluşu, gövdesiyle göklere yükselip, dallarıyla gökyüzünü ve boşluğu, kökleriyle toprağın
derinliklerini kucaklayışı gibi, gerçek doğasını bilen ve onu deneyimleyen insan da özgürce gerçeğin ifadesi, hizmet unsuru olur.
Minicik bir tohumun sadece dış görünüşüne bakarak içinde kocaman bir meyve ağacı olduğunu söylemek bize ne kadar şaşırtıcı gelir? Onu laboratuarda analiz edecek olsak, sadece birkaç
değişik madde ile karşılaşırız. Ama tohumun toprağa ekildikten sonra filizlenişini, minik bir fidan ve sonra da kocaman bir ağaç oluşunu izlediğimizde coşkuyla dolarız. Minik tohum, yaşam
dolu eylemiyle yaratılış amacını gözler önüne sermiş, bize göstermiş, bizi ikna etmiş olur.
Diğer yandan, boşa harcanan, kullanılmayan, çürümeye bırakılmış tohumların, yaratılış amaçlarını ifade edemediklerini, kupkuru ve daracık ortamlarında karanlığa mahkûm olduklarını,
bu yaşamda var oluş nedenlerini asla bilemeyeceklerini biliriz .
Tohumun özgürlüğü, yaratılış amacını gerçekleştirmesi, bir ağaç olarak özgün doğasını özgürce ifade edebilme kaderini gerçekleştirebilmesidir. Bu sürecin gerçekleşmemesi ya da yarıda
kalması onun hapishanesidir. Tohumun özgürlüğe ulaşabilmesi, daracık sınırlarını zorlayıp aşması, kabuğundan vazgeçip onu toprakta eritmesiyle mümkündür. Ancak o zaman içindeki öz,
gerçek potansiyel, özgürce açığa çıkıp, güzellikte ifade bulur. Nedir bu gerçek potansiyel? Nedir
bu kupkuru tohumdan koskoca bir ağaç yaratan; yapraklar, çiçekler, meyveler oluşturan güç?
Her tohumun içinde sadece özgürlüğünü bekleyen sonsuz sevgi ve ışık vardır.
O, en saf ve temiz kaynak, sonsuz, uçsuz bucaksız, yüce yaşam gücüdür.
O, her birimizin tek gerçeği, yaşama nedenidir.
O, yüce dengedir.
O’nu gizleyen kabuk kırılarak, O’nu erişilmez yapan sınırlar kaldırılarak,
O’na yol verilerek ve O’nunla birlikte, O’nun içinde eriyerek,
özgür doğamızın gerçekte ne olduğunu eylemde yaşarız.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
15 Ocak 2007, Ankara
47
Nefes
Ne kadar sade, hafif, uçucu bir şey nefes? Ve ne kadar gerçek, iyi, güzel!
Nefesi göremiyoruz, dokunamıyoruz ama o var, biliyoruz. Tüm gerçekliğiyle bütünün gerçekliğinin kanıtı olarak, tüm tevazusu içinde var oluşun iyilik yüklü temel yaşam gücü olarak, güzellik yüklü mahcubiyeti ile hep geride kalıp bütünü kucaklayarak, bütünün kendini ifade ediş kaynağı ve adanmış hizmetkârı olarak tüm oluşların arkasındaki görünmez güç, sevgi ve ışığın sonsuz kaynağı olarak...
Ne kadar özgür ve bilinçli bir şey nefes? Hiç bir misafir onun kadar iyi bilemez geliş-gidiş zamanlarını. Geçici olarak girip çıktığı bir mekânın temizliği, düzeni, sağlıklı işlevi için hiç bir misafir
onun kadar tevazu dolu, sorumlu ve lütufkâr olamaz. Ve hiçbir misafir karşılaştığı tüm tuhaf ve
tutarsız durumlara rağmen, ziyaretlerini ve lütuf dolu hizmetlerini sabır ve itina ile sürdüremez.
Öylesine özgürdür ki nefes, gücünün tüm sırrı bu özgür doğasında gizlidir. Gelişinde de, kalışında da, gidişinde de nice sırlar gizlidir gerçeğe ilişkin. İstediği gibi gelir, istediği kadar kalır, istediği gibi gider öylesine tertemiz bir saf niyet, sorumluluk ve özgürlük ifadesi olarak. Ama nedense
bu gerçeği bilmek, ona inanmak istemeyiz, bu yüce özgürlüğün önünde hiç eğilmeyiz, onu anlamak, ondan öğrenmek istemeyiz? Bize düşen henüz bu yüce misafirin lütuf dolu ziyaretleri sürüyorken, tüm içtenliğimizle ve özgür irademizle onu selamlamak; onun bizimle olduğu süreyi,
yüreğimizle, aklımızla, tüm varlığımızla en iyi, en doğru ve en güzel şekilde değerlendirmektir.
“Nefes”, Satyam(gerçek), Shivam(iyi), Sundaram(güzel)dır. Ya onu anlar, onunla bir olur ve onun
gibi hafif, ince, güçlü ve sorumlu oluruz ya da ona rağmen, onun dışındaki pek çok şeye tutkun,
bağlı, bağımlı, yanılgılar içinde sürekli kendimizi kandırmaya çalışırız. Yanılmayalım, yüzümüzü
gerçeğe dönelim; nefes, en yüce misafirimizdir. Sadece sevgi ve ışık yüklü bir misafir.
O misafirdir, misafir!
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
22 Ocak 2007, Ankara
Yoga (Birlik-Bütünlük)
İnsan varlığı ve yaşam, yoga(birlik-bütünlük) kavrayışıyla anlam kazanır ve idrak edilir. İnsanoğlunun ve yaşamın gerçek anlamı ayırımcı zihinle değil, yoganın birlik ve bütünlük kavrayışı ile idrak edilir, deneyimlenir ve açıklanır.
Her şey “bir ve bütün” dür. Bütün’e ait hiç bir unsur kendini “Bütün” den ayıramaz. Parça “Bütün” ü
reddedip, kendi sanılarıyla yarattığı kendi bireysel sınırları içinde ilerlemeye çalışırken, “Bütün”
ün Mutlak işleyişi onu şiddetle savurur, dahası ezip geçerek toz haline getirir. Yaşam gücünün
hiç durmayan zeki ve sonsuz akışına set çekmek ve O’nu kendi sınırlı alanımız içine sıkıştırıp hapsetmeyi istemek ancak acı ve hayal kırıklığı ile sonuçlanır.
Sevgi, uyum, barış, tevazu ve alçak gönüllülük, her şeyin buluştuğu o müthiş noktanın gerçek
potansiyelidir. Evrende her şey mükemmel uyum içinde sonsuza yol alır ve var olan her şey birbiriyle sonsuz iletişim halindedir. O, bilinemez sonsuzun dışa vurumudur ve insan varlığının
tek özgün gerçeğidir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
29 Ocak 2007, Ankara
48
İnsanın Saf Doğası: Mutluluk ve Teslimiyet
Bizler doğaya ait doğal varlıklarız. Güneş bazen yakıcı ışığıyla günlerce yeryüzünü ısıtır ve aydınlatır. Bazen de günlerce bulutların gerisinde bekler. Bizler onu günlerce göremesek bile biliriz ki
güneş bulutların ardındadır. Eğer doğru bir dikkat ve itina ile incelemeyi seçer ve gerçeği görebilirsek, yaşamımız da görünenin ardındaki mükemmel denge yasasıyla yönetilen bir süreçtir.
Sevinçli ya da üzüntülü gibi görünen olaylar, bizim algılarımızın çok ötesindeki gerçek nedenlerle doğrudan bağlantılıdır. Bir şeylere direnç gösterip, katı kalıplar içine kendimizi sıkıştırdığımız
sürece gerçeği bilemeyiz. Doğal düzen içinde, olan her şey mükemmel bir yasayla yönetilmektedir. Her şey bir nedene bağlı olarak, olması gerektiği gibi olur. Mutlu hissetmek için sürekli koşullar yaratırsak, bu mutluluk hakkında hiç bir şey bilmediğimiz ve mutlu olmaya pek de niyetimiz olmadığı anlamına gelir. Aynen bankadaki hesabını yok farz edip, çevresinden sürekli borç
isteyen adamın durumuna düşeriz.
Gerçek mutluluk içseldir. Her çeşit dışsal koşuldan ve koşullanmadan özgürdür.
Bizim özümüz, en saf doğamız mutluluktur. O hep bizimleydi, şimdi de bizimle, sonra da...Hep
var olanı ve tek gerçek olanı reddetmek, insanın kendi kendisine ihanetidir. Pırıl pırıl bir kaynağı
reddetmek, yok saymak, çevresine hayat veren akışını durdurmak niyedir?
Gerçeğin ışığında, içinde yaşadığımız bu ikili deneyimler dünyasında hedefimiz; en üzüntülü
koşullarda bile mutluluk kaynağımıza, gerçek doğamıza, şükürle ve teslimiyetle sahip çıkmaktır. Gözyaşlarımız akıverirken tüm tevazuumuzla, sevgi ve saygı dolu yüreğimizle başımızı eğip,
mahzun ama güven dolu tebessümümüzle: “Senin iraden olsun.” diyebilmektir. Şükür ve teslimiyetin gücü sarsılmaz bir huzur, güven ve bilgelik ortamı yaratır ki mutlu insanın gerçek değerleri bunlardır.
Bu gerçek ve güzel değerlerin inkârı bireye inatçı, küstah ve kibirli, gerçek doğasına hiç benzemeyen sahte bir yapı kazandırır. Böyle bir insan, kendisini korku ve endişelerle dolu, dar ve mutsuz bir yaşam alanına sıkıştırır. Kendi dar ve gerçek dışı kalıplarının esiri olur. Huzursuzluk, alınganlık, kızgınlık, şüphe ve vesvese gibi tüm acı veren bencil duygular ve alışkanlıklar yaşamını biçimlendirmeye ve yönetmeye başlar. Dahası böyle bir insan başkalarının yaşamlarını da bu
dar alana sıkıştırmak isteyip, bunu ısrarla denemeye cüret edebilir.
Doğa, doğallığı nedeniyle inkâr ve ihaneti çok uzun süre barındıramaz. Doğanın görevi, doğal
olmayanı en kısa sürede doğal olana dönüştürmektir. Her varlık aslını özler ve aslına dönmek
mecburiyetindedir.
Bizler doğal olandan ısrar ve inatla, büyük bir cehalet ve küstahlık içinde yeterince uzaklaştığımızda; doğanın hak ettiğimiz, dahası kendi ellerimizle teşvik ettiğimiz güçlü tepkisiyle karşılaşırız. Bu kez zor da olsa bu tepkiyle yüzleşmeye mecbur kalırız. Gerçek bir tevazu ve teslimiyetle
bu durumla yüzleşmeyi başarabilirsek; çok değerli bilgiler edinir, bilincimizi yükseltiriz yada isyan, suçlama ve şikayetle acı ve korkular içinde yine “ben bilirim, ben haklıyım, ben mağdurum”
sanılarıyla kendimizi kandırmaya devam ederiz. Hiç bir şey anlayıp öğrenmeden, cehalet içinde
yolumuza devam ederiz.
Doğada kendi kendisini en üst düzeyde kandırabilme yeteneğine sahip olan tek varlık insandır.
Hz. Mevlana: “Ya olduğun gibi görün; ya göründüğün gibi ol!” diyerek tüm insanlığa gerçek doğasını hatırlatmak istemiştir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
4 Şubat 2007, Ankara
49
Sevgi ve Işık Adına bir Hatırlatma
Yüce Gerçek, kelime ile duyulur oldu. Kullandığımız her kelimenin bir güç taşıdığını hatırlamalıyız. Konuşmaya başlamadan önce yapılabilecek pek çok şey vardır, huzur ve sevgiyle gülümsemek gibi. Kelimelerimizi içten bir gülümsemenin olumlu gücüyle yükleyebiliriz.
Eğer gerçeği düşünebileceksem, hissedebileceksem ve onu dosdoğru ifade ederek konuşabileceksem, önce gerçekten gülebilmeliyim. En doğal, en içten, en bitimsiz ve doyumsuz gülüşlerle gülebilmeliyim ki, gerçeğe dokunabilecek gücüm, enerjim olsun. Bilmeli ve inanmalıyım ki,
şu sınırlı fizik bedenim ve ona bağlı zihnimi aşarak evrene uzayabilmemi sağlayan, içten gülüşümde saklı olan mucizevi güçtür.
Gerçek şu ki içtenlikle ve en doğal halimizle gülmeyi unutmuşsak, gülümseyen güçlü ve doğru
sözcüklerle konuşabilmemiz biraz zaman alabilir.
Haydi o zaman, lütfen bebekliğimizdeki doğal nefesimizi hatırladığımız gibi, doğal gülüşümüzü ve coşku dolu kahkahalarımızı hatırlayalım. Fırlatıp atalım karnaval maskelerimizi. Bunu yapmadan, en doğal havayı solumamızın, en doğal suyu içip en ekolojik gıdalarla beslenmemizin
bir yararı yok, lütfen anlayalım! Havaya da, suya da, besinlere de, düşüncelerimize de, sözlerimize hatta ilaçlarımıza da komut veren bizler, önce gülmeyi öğrenmeliyiz..!
Haydi içten olalım, bu içtenlikle hatırlayalım ve nihayet yüzümüzde hak ettiği yeri alması gereken tebessümümüzle kendi ruhumuzu da, başkalarınınkini de, tüm evreni de selamlayalım, aydınlatalım. Barışalım kendimizle, kucaklaşalım “Bütün”le ve “Gerçek”le! Ancak bundan sonra aşağıdaki adımları kolayca atabilir, yaşam kalitelerimizi bilinçli bir farkındalıkla çabucak yükseltebiliriz. Lütfen bana inanın ve şimdi kocaman bir kahkaha atın. Devam edin lütfen, denemeyi bırakmayın. En doğal, en içten ve coşku dolu olanına ulaşıncaya kadar devam edin.
Durmak istemeyinceye kadar devam edin, devam edin.
Bu, nefesimiz kadar gerçek ve en temel doğamızı tüm gerçekliğiyle kabullenip hatırladıysak,
şimdi yaşam hedeflerimize dikkatle bakalım:
Gülümseyerek bütünün hayrına olana dürüstçe uyum sağlamak,
Gülümseyerek hoş görmeyi, anlayış göstermeyi, taviz vermeyi bilmek,
Gülümseyerek sabırlı, daha sabırlı, çok sabırlı olmaya kendimizi eğitmek,
Gülümseyerek olan her şeyi en olumlu bakış açımızla değerlendirmek ve
durumlardan gülümseyerek ders almak,
Gülümseyerek yapıcı, koruyucu, şefkat dolu düşünmek, söylemek ve davranmak,
Gülümseyerek “biz” demek, “ben”i görmezden gelmek.
Gerçekten ve içtenlikle en doğal halimizle gülmek ve gülümsemeyi bilmek öyle bir güç ki,
onu ancak açığa çıktığında idrak edebilir, verimli sonuçlarını şükürle izleyebiliriz.
Bu satırlar, şu an için acilen yapabileceğimin en iyisiydi. Her şey gönlünüzce olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
4 Şubat 2007, Ankara
50
Gerçek Bilgi Yaşamın İçinde
Günlük yaşam içinde koşulsuz sevgi ve şefkat sunuşumuz; veriş yeteneğimiz, beklentisiz hizmet
ciddiyetimiz, yaşayan her şeye gösterdiğimiz ilgi, dikkat ve sorumluluğumuz; her varlığın yaşama hakkına duyduğumuz saygı bize kendimiz hakkında çok önemli bilgiler verir. Eğer dikkatle bakabilirsek, bir vazoya su koyuşumuzda bile, yaşamın içindeki gerçek duruşumuzu görebilmemiz mümkündür.
Bize %100 pozitif enerji sunmakta olan güzelim bir çiçeğe, onun %100 doğru hizmetinin süresini uzatacak şekilde içtenlikli bir farkındalıkla %100 itina gösteremiyorsak, yaşamımızdaki diğer güzelliklerle olan ilişkilerimizin doğruluk derecesini nasıl fark edebiliriz? Verişlerimiz, hiç değilse alışlarımızla aynı düzey ve kalitede olmalıdır. Fazlasını da yapabiliyorsak ne mutlu bize. Yeter ki aldığımızdan az, eksik olmasın, borçlu olmayalım. Kocaman vazoya, onu yeterince doldurabilecekken 1/3 su koyarak bunun çiçekler için yeterli olduğuna karar vermemiz nasıl bir şeydir? Daha çok su koymamıza engel olan nedir? Sapların hepsinin suya değdiğinden nasıl olur da
emin olmak istemeyiz? Çünkü suya ihtiyacı olan biz değiliz. Biz ancak kendi susuzluğumuzu yeterince, hatta bol bol gidermeyi biliriz. Vazodaki güzelliğin de soluk alıp verdiğini; yaşamak için
bizim kadar onun da havaya, suya ihtiyacı olduğunu; onun da yaşamın bir parçası olduğunu;
üstelik saf pozitif bir parçası olduğunu, öyleyse çok değerli olduğunu hissedemeyiz.
Yaşamın bize sunduğu tüm eksiklikler, yanlışlığını hissettiğimiz tüm durumların kaynağı; bizim
kendi eksik düşünce ve davranışlarımızdır. Tam ve mükemmel bir yaşam istiyorsak, vazodaki çiçeğe, penceredeki kuşa, kapıdaki bekçiye hak ettikleri değeri vermek zorundayız. Verme gücümüzü doğru verişlerimizle kendimize ve evrene kanıtlamaya ihtiyacımız var. Vazoya koyduğumuz su, aslında bizim yaşamın her alanındaki veriş ve koşulsuz hizmet kapasitemizin bir ölçütüdür. Doğru veriş; koşulsuz çıkarsız, hesapsız ve tam veriştir; aldıklarımızın farkındalığıyla açığa çıkan minnet duygusunun engel tanımaz coşkusuyla ifade bulan hizmet anlayışımızdır. Eğer
vazodaki çiçeğe minnetle bakamıyorsam, suyuna dikkat edemem. Penceremdeki kuş içimde
şükran duyguları uyandırmıyorsa, ona pirinç vermeyi akıl edemem. Kapıdaki bekçinin “iyi ki orada olduğunu” düşünmezsem, ona sıcak bir çorba ikram etmek, çoluk çocuğunu sormak, onunla
ilgilenmek aklımdan bile geçmez.
Birlik ve bütünlük bilinci, ancak gönül açıklığı ile gerçekten farkındalık ve sorumluluk sahibi
olan bir insanda gelişir ve gerçekleşir. Günlük yaşam içindeki her davranışımız çok önemlidir.
Bu seçimlerimiz ve yapışlarımız basit gibi görünseler de, bizi ele veren en önemli bilgileri taşırlar. Yaşam bir bütündür. Bütünü kavramak sorumluluktur. Sorumluluk doğru dikkattir;
her şeye ve herkese karşı.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
10 Şubat 2007, Ankara
51
Düzen, Disiplin, Erdem
Yaşamın bütünü, kusursuz bir düzendir. Yaşam aynı zamanda tüm güzelliği, gerçekliği ve bilgeliğiyle; bilincin uygulama alanıdır. Yaşamın mükemmel bir birimi olan insanoğlunun kendini bu
gerçekten ayırma ve uzaklaştırma imkânı vardır. Böylece, seçimleriyle yarattığı kendi sanal ortamını sonsuzluğun mükemmel ritmine, tercih etmiş olur. Sınırlı zihnin doğası Sınırsız Olan’dan
kendini ayırdığında; tümüyle sistem dışı, sanal bir ortamda kendi bencil sınırları içinde devinmeye başlar ve gün geçtikçe gerçekten ve bütünden uzaklaşır.
Evrensel varlık olduğunu unutan, evrensel yasalardan kendini uzaklaştıran insan; erdemden de
yoksunlaşır. Oysaki düzenli ve disiplinli olmak, erdemli olmanın doğal ödülüdür. Bu ikisi birbiriyle iç içedir. “Biraz erdemli”, “biraz düzenli” olunmaz; “erdemli ve düzenli” olunur. Erdemli olduğumuzda düzenli ve disiplinli de oluruz. Erdemliysek; düşüncelerimizde berraklık, niyetlerimizde saflık, davranışlarımızda kararlılık ve güven kendiliğinden oluşur. Varlığımız tümüyle ve her
koşulda, her an, doğallıkla disiplin ve düzeni yansıtır. Birlik ve bütünlük bilinci varlığımızda hüküm sürdüğünde, birlik ve bütünlük idrakinin tüm kaliteleri en doğal halimiz olur. Biz erdemli
oluruz. Biz düzenli ve disiplinli oluruz.
Eğer biz yüzeysel olarak “erdemli, disiplinli, düzenli, dürüst” olmaya çalışırsak, kendimizi buna
zorlarsak; bu zorlamalar neticesinde kendimizi, hem kendimiz, hem başkaları için çok can sıkıcı
hatta dayanılmaz bir boyuta taşıyabiliriz. Sonunda belki dış görünüşümüzle çok düzenli, disiplinli, nazik görünebiliriz, ama bu kaliteler doğal ve içten olmadıkları için gerçeği yansıtamazlar.
Coşku ve yaratıcılıktan yoksun, ruhsuz ve donuk, bezgin ve itici bir ifade haline gelirler.
Kendimize dürüstçe bakmalıyız. Yalnızca başkalarını taklit eden, başkalarına uyarlı bir makine
miyiz; yoksa kendi özgün doğasını dürüstçe ve cesaretle deneyimleme ve yeniden yapılandırma kararlılığını yaşayan doğal bir varlık mı?
İçimizdeki özgün ve evrensel besteyi şimdi sahneye çıkıp, bütüne armağan ederek çalacak mıyız; yoksa onu da “ben” dediğimiz bedenimizle birlikte çürümeye mi bırakacağız?
Olması gereken; bir yandan yaratıcı coşkular, içtenlikli temiz duygular, saf ve geniş görüşlülük
yeteneklerimizi kullanıp geliştirirken; diğer yandan da bu yüksek kaliteleri, düzenli ve disiplinli
bir yaşam, kesin kararlılık, berrak, net düşünce ve davranışlarla süsleyebilmektir.
Hiçbir dışsal bilgi (ne gözlem, ne kitaplar, ne de öğretmenler) bize en derindeki gerçek değerlerimizi geri veremez. Onlar orada, içimizdeler ve bizim tarafımızdan açığa çıkarılmayı, kullanılmayı bekliyorlar. Biz kendimiz, kendi donanımlarımızı kullanarak, her şeyin derinine inip bütünün işleyişini ve gerçek doğasını doğru bir dikkatle algılayıp idrak etmek ve bu yolla gerçeği
bizzat kendimiz deneyimlemek durumundayız.
Gerçeğe ancak en derinimizdeki en saf potansiyelimizle, en gerçek kalitelerimiz ve erdemlerimizle dokunabiliriz. Gerçek, ancak gerçekle bilinebilir. Yüzeysellikle gerçeğe ulaşmayı ummak,
sadece yüzeysel bir beklentidir.
En gerçek doğamıza en kısa zamanda kavuşup, gerçeğin bilinçli birimleri olalım.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
19 Şubat 2007, Ankara
52
Güzellik
Kalplerimizin güzelliğinin güzellikle açılması, güzellikle genişlemesi, tüm evreni kapsama alanı içine alması ve böylece sadece evrensel güzelliklerle dolup taşması niyetiyle hepimiz için...
“Güzellik” dendiğinde anladığımız şey nedir?
Biz, “yoga” sistemi içinde “güzellik” kavramına nasıl bakıyoruz ve açıklıyoruz?
Çirkin, insan zihniyle düşünülmediği, düşüncelerde yaratılıp davranışlarla sergilenmediğinde
her şey güzeldir. Tüm evren ve doğal yaşam buna örnektir.
Kavrayışımızın eksikliği, zihinsel kapasitemizin darlığı sürekli olarak bölünme yaratarak;
bilinenler-bilinmeyenler, hoş olanlar-olmayanlar, sevilenler-reddedilenler şeklinde bir kaos yaratır. Böylece bireysel güzellik anlayışımız da bu değişken duruma uyarlı bir ifade taşır.
Güzelliği önce sahiplenerek, ayırt ederek tanırız. Bu sahiplenişin titreşimi yükseldikçe, güzelliğin kendisinin ayırımcı olmadığını, aslında onun sadece saf ve güçlü bir uyum olduğunu fark
ederiz. Güzellik her şeyle mükemmel bir uyum halinde, her şeyi kucaklamaktadır. O bütün tevazusu ve gücüyle her şeyde ve her yerdedir. Bu farkındalıkla deneyimlenen gerçek; bize hoş, iyi,
faydalı vb. gelmeyen bir şeyin “çirkin” olmak zorunda olmadığıdır. Gerçekte her şey kendi güzelliğine sahiptir, kendi doğası içinde güzeldir.
Her şeyin güzel olduğunu söylerken çirkinliğin olmadığını iddia edip onun varlığını inkâr etmiyoruz. Ancak onun gerçek olmadığını biliyoruz ve bunu söylüyoruz. Aynı yalan gibi...Yalan, evrensel bir kavram değildir. Evrensel düzen içinde hiçbir şekilde yeri yoktur, yani gerçek değildir
ama bizim iletişim ve kavrama kapasitemiz dahilinde önemli bir yeri vardır.
Gerçeği doğru anlamayışımız nedeniyle, kusurlu kavrayışımız sonucunda yalan ve çirkinlik oluşur yani bizim zihinsel sınırlarımız içinde olan bir durum, yanılgı ve sanı olarak... Böylece yaşamımızı -bir yere kadar- kendi içimizdeki ve tüm evrene ait gerçeklik yasasına ters biçimde deneyimlemeyi seçebilir, bunda ısrar edebilir ve evrensel uyum yasasına karşı çıkabiliriz ki bu bizim
kendi irademizle güzellikten uzaklaşmamızdır.
Evrensel yasaları, gerçeklik duygumuzla; evrensel uyumu, güzellik duygumuzla kavrarız. Doğa
yasalarını tanıyarak doğanın fiziksel gücüyle başa çıkma kapasitemizi artırırız. Ahlâk yasasını tanıdığımızda ego-benliğimiz üzerinde hâkimiyetimiz artar. Aynı şekilde fiziksel dünyanın uyumunu ne kadar iyi kavrarsak, yaşamımız evrenin güzelliklerine o kadar sahne olur. Ancak sınırsız ruhsal bilinç düzeyinin getirisi olabilecek olan bu durumda kavrayışımız evrensel hale gelir;
birlik ve bütünlük (yoga) idraki gerçekleşir; güzelliğin sunumu olan iyilik, sevgi ve şefkat dolu
bir yaşam sonsuza açılımlı olarak deneyim ortamımız olur.
O zaman anlarız ki; biz her şeyiz... Gerçek ve güzel olan her şeyle “Bir”iz.
Hepimizin içindeki gerçek güzellik, bir an önce gün ışığına aksın,
görünsün, duyulsun, dokunsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
26 Şubat 2007, Ankara
53
“Chiu Gomba” asırlık manastır, Manasarover(4560m)-Tibet, 2005
54
Alış-Veriş-Denge
Evrensel alış-veriş yasası, doğadaki mükemmel sistem dikkatle gözlenerek insan tarafından da
en güzel ve dengeli biçimde deneyimlenebilir. Varlığımızı borçlu olduğumuz nefesimizi gözleyerek alış-verişin doğasını anlamaya çalışalım. Nefes bizim için en yaşamsal gerekliliktir. Yaşamak için onu almalıyız. Bize kalsa bu bilgiyle durmaksızın nefes almak isteyebilirdik ama yaratılış programımız akciğerlerimize belli bir alış kapasitesi vermiştir. Bu kapasiteyi aşamayız. Sonra
onu yine kapasitemiz ölçüsünde tutabiliriz, fazlası mümkün değildir. Sonrasında da vermek, bırakmak durumunda kalırız. Yaşamın sürekliliği için sadece nefes almak yeterli değildir. Almak ve
vermek düzenli bir ritimle gerçek doğasına uyarlı bir şekilde gerçekleştiğinde insan varlığı fiziksel, zihinsel ve ruhsal anlamda dengeli, sağlıklı, güvende olur. Nefes ritmimizin doğal alış-veriş
dengesi bozulduğunda, sistemimizin bütününde dengesizlikler, rahatsızlıklar ve hastalıklar açığa çıkar.
Bu gözlemimiz ışığında yaşamımızın dengesinin, alış ve verişlerimizdeki dengeyle yakından ilişkili olduğu gerçeğine dikkatle bakmalıyız. Almak da vermek kadar doğal bir olgudur ve ikisi
birbirini destekleyen iki evrensel güçtür. Sadece almak istemek ne kadar gerçek dışıysa, sadece vermek istemek de o kadar gerçeği sınırlayıcıdır. Çünkü almak, vermenin doğal sonucudur.
Eğer nefesimizi boşaltmazsak yeni ve temiz havayı alabilmemiz mümkün değildir. Alışlar belli bir ölçüyle sınırlı olup, ardından veriş zorunlu hale gelir. Verip iyice boşalttığımızda, alış kendiliğinden olur.
Gerçek şu ki bizler özellikle koşulsuz ve beklentisiz verişlerde bulunup bundan keyif duyduğumuzda büyük bir enerji odağı oluruz. Bu enerji tüm çevremize ve evrene dağılıp daha da büyüyerek bize geri döner. Alış-veriş yasasının doğru anlaşılması ve insanın bu yasaya uyumlanmış
olması kaydıyla, evrenin bolluk ve bereketi her boyut için geçerlidir. Egosal ve bencil kurgularımız ve sanılarımızla alış ve verişlerimizde kilitlenmeler yaratmak, yokluk bilinci geliştirmek, büyük bir yanılgıdır.
Nefesimiz gibi dengeli alışlar ve verişlerle evrensel düzene uyum sağlamak; gerçek alış-verişin
akıcı, paylaşımcı, yapıcı ve yaratıcı doğasına karışmak bize sonsuz huzur, mutluluk, güven ve
sevinç kazandırır. Koşulsuz vermek kadar koşulsuz almayı da bilmemiz, dengeli bir yaşam için
önemlidir.
•
•
•
Evrensel bolluk ve bereket yasası varlığımızın her boyutunda özgürce ve koşulsuzca
hüküm sürsün.
Yetersizlik, yetinmezlik, doyumsuzluk gibi korku dolu bencil kilitlerimizin anahtarı
sevgiyle verişlerimiz olsun.
Alışlarımızın keyif dolu gücü, verişlerimizin coşku dolu paylaşımına dönüşsün.
Hepimize bolluk ve bereket içinde, dengeli, gerçek yaşam dileklerimle...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
6 Mart 2007, Ankara
55
Tutarlılık
Yaşamımız, En Yüce Olan, En İyi, En Güzel ve Tek Gerçek olan saf bilinç alanı ile bu saf gerçeklikten uzak olan karışık unsurların savaş alanıdır. Bu iki kutbun ikisi de aynı zamanda içimizdedir.
Her an gerçekleşip duran tüm düşünce, duygu ve davranışlarımız bu iki kutuptan birine aittir
ve onlar bizim yaşam sınavlarımızdır. Hedefimiz, hırs ve bencillikle koşuşturup kazanmak ya da
hiç hatasız olmak değil, bu iki gücün çatışma alanında yaşamımızı dolu dolu, bilgece, doğru bir
dikkatle, tarafımızı dürüstçe belirleyerek, cesurca yaşamak ve öğrenmektir. Koşulsuzca ve özenle deneyimlemeye hazır ve açık olduğumuz günlük yaşamımız, içimizdeki savaşın yansıdığı gerçek uygulama alanımızdır. Bu alanda kullandığımız silahlarımız bu savaşın akışını belirler. Silahlarımızın özelliği bizim gerçek karakterimizdir.
Gerçeğin ve sonsuzluk savaşçısının her koşulda kullandığı özgün ve değişmez silahları: sevgi,
saygı, dürüstlük, iyilik, güzellik, coşku ve yaşama sevincidir. Onun yaşadığı her an, tüm zamanları kapsayacak şekilde değerlidir ve tüm zamanlarda hep aynı silahları kullanır. Bu tutarlılık, onu
güç ile doldurur ve sonsuz kaynaktan beslenen iç potansiyelinin sürekli çiçeklenmesini sağlar;
böylece onu sonsuzluk yolcusu, Bütün’e ve sonsuzluğa adanmış evrensel hizmetkâr yapar.
“Tutarlılık”, insanın özgün doğasıyla buluştuğu ve birleştiği, bu doğayı tam olarak pekiştirip
özümsemesiyle açığa çıkan en yüksek ve gerçek güçtür. Bu güce ulaşmamız ve onu tam olarak
özümseyerek kendimize mal edebilmemiz, ruhumuzun gerçek doğasına kavuşması, özgürleşmesi demektir.
Düşüncelerimiz sadece ve tümüyle bütünün hayırı ve şifası için sevgi ve anlayış dolu olduğunda, davranışlarımız da bütüne saygı ve sevgi ile koşulsuz hizmet ifadesi olur.
Bu şekilde ulaştığımız çabasız tutarlılık, artık varlığımızda her an kendiliğinden ifade bulur.
O bizim en saf ve doğal halimizdir. Kendisiyle ve bütünün diğer unsurlarıyla sürekli uyum
halindedir. Sonsuza kadar, sonsuz coşku ve denge içinde...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
12 Mart 2007, Ankara
56
Değişim ve Dönüşüm
“Değişim ve dönüşüm”, sanıldığı kadar ve kitaplardan okunduğu, konuşmalardan algılandığı
gibi kolay, çabuk ve çabasız gerçekleşen bir olgu değildir. İyiye, güzele, gerçeğe dönüş; şimdi
verilen güçlü bir kararla başlayan; sıkı bir düzen, disiplin, çaba, çalışma ve tutarlılık sonucunda
ulaşılabilen yüksek bir hedeftir.
Dağcılar bilirler, zirvelere ulaşmak için sürekli tırmanış şarttır. Belli bir rota, kararlılık, doğru dikkat, doğru rehber ve kesin bir disiplinle bıkıp yorulmadan, hedeften vazgeçmeden tırmanılırsa bir gün zirve görünür. Hedefe uyarlanmış bu yolda her tür olası sıkıntı ve zorluk, doğal ve kaçınılmazdır. Dağcı bunları bilir, öğrenir ve başaracağına güvenerek yola koyulur. Bu yolda tüm
zorluklar onun keyfidir.
İnsanın yüksek hedeflere ulaşmak için yüksek değerlere doğru değişimi ve dönüşümü; kendi
dağının dibindeki mağaradan gün ışığına çıkıp, dağın eteklerinden zirvesine doğru kararlılıkla
ve öz güvenle yol alışıdır. Bu eylemlerimizin çabasız, sancısız ve acısız olamayacağını iyi bilmeliyiz. Zirveye ulaşıncaya kadar tüm zorluklar, acı ve sancılar tarafımızdan aşılmak için önümüze çıkarlar. Engelsiz, yokuşsuz, yorulmadan, uğraşmadan, hiç çabasız zirveye ulaşmak hayaldir.
Hedef ne kadar yüksekse o kadar yüksek emek ister. Mutluluk ve coşku zirvededir, yolda değil.
Yolculuğun sancıları, zorlukları, sıkıntılarıdır bize zirveyi kazandıran; oradan hiç çabasız Bütün’ü
görebilme keyfini armağan eden.
Gerçek yolcusunun, değişim ve dönüşümü süresince, bu gerçeğin ışığında karşısına çıkan tüm
engelleri akıllı ve bilge çabaları ile aşması; yüzleşmek durumunda kaldığı tüm acı ve sıkıntılara,
tüm egosal çelişki ve sancılara cesaretle kafa tutması; onun kazancı ve başarısı olur. Tüm bunlar,
onun gerçeği hak edişinin kanıtıdır. Kendine ve evrene karşı üstlendiği sorumluluk ve görev bilinci onun bu yoldaki ışığı ve tek desteğidir.
Şimdi tüm cesaretimizle iyiye, güzele ve gerçeğe doğru bütünün hayrı için ilerleme kararı alalım
ve bu kararımızdan taviz vermeksizin yolumuza koyulalım. Güvenle, eve gidiyoruz,
hep birlikte! Sevgi ve Işıkla.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
18 Mart 2007, Ankara
57
Gerçek Nerede?
Hepimiz “gerçeği” bilmek istiyoruz. Her konuda “bilmek”, öğrenmek istemekle paralel bir olgudur. Gerçeği bilmek, ancak öğrenme ve yapma disipliniyle mümkündür. O halde önce disiplinli
olmayı, disiplini sevmeyi ve disiplinli yaşamayı alışkanlık edinmeyi öğrenmeliyiz.
Disiplin; şekilci davranmak, boyun eğmek, sürü bilinciyle davranmak, taklitçi ve tekrara dayalı
davranışlar sergilemek şeklinde anlaşılırsa yazık olur. Tüm bunlar sadece gerçekten uzaklaştırır.
Gerçek; yapıcı, yaratıcı, özgün, ilahi bir doğadır. Akıl kullanarak öğrenme disiplini, insanın kendi
gerçeğini bilmek istemesi halinde ona en gerekli olan davranış biçimidir. Öğrenme; kendi zihnimizin, kendi yüreğimizin, kendi davranışlarımızın gözleminden elde edildiğinde bize “gerçek”
bilgiyi verir. Bu şekilde öğrenmeyi bilen zihin daima açık, esnek ve aktiftir.
Günlük yaşamın değişik koşullarından, birbirimizle ilişkilerimizden, kendi zihnimizin ve yüreğimizin derinliklerinden öğrenmek, “gerçek” öğrenmedir. Gerçeğin gerçekten peşinde olan kişi,
onu önce kendi içinde, sonra günlük yaşamın içinde arar. Hem içsel, hem dışsal dünyasında
olup biten her şeyle dingin ve derin bir dikkatle ilgilenir. Yaşamın bütününü olduğu gibi görerek, bütünü kavramaya çalışır. Doğruyu kendi gayretiyle bulup idrak eden bireyler, güven ve
denge içinde, iç huzuruyla yaşarlar. İçsel dünyamız denge, düzen ve disiplinden yoksun olduğunda, bu durum dışsal dünyamıza da yansır. Biz bu şekilde gerçekten uzaklaşırız.
“Gerçek” tüm bağımlılıklardan, taklitlerden, tüm yüzeysel tekrarlardan, inanç kalıplarından tamamen özgürdür. İçimizin derinliklerine dönmek için kendimize zaman ayıralım, doğadan ve
onun güzelliklerinden yardım alarak iç dünyamızı keşfedelim. Aynı zamanda yaşadığımız her
“an”ı derin bir dikkatle inceleyelim, değerlendirelim, gerçeği anda olan-biten her şeyden
öğrenelim. Gerçeğin evi “an”dadır.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
26 Mart 2007, Ankara
58
Doğa ve Doğallık
Doğa, var oluşun fiziksel boyutta yansıyan mucizevî güzelliğidir. Bizler unutmuş olduğumuz
doğallığımızı, var oluşun ve doğanın bir parçası olduğumuz gerçeğini ancak doğaya yakın durarak hatırlayabiliriz. Her zaman doğaya ihtiyacımız var. Doğa ve insan, birbirinden ayrılamaz
ölçüde bütündür. Biz doğaya, tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmemiz açısından muhtaç
ve bağımlıyız. Diğer yandan, kendi zihnimizin hapishanesinden özgür olabilmemiz için de doğaya ihtiyacımız var. Öyle ki biz; var oluşun içinde durmayı, öylece kendimiz olmayı, yaşamın
bulunduğu yerde, şimdide var olmayı unutmuşluğumuzdan, ancak doğadan akıllıca yardım
alarak kurtulabiliriz.
Bir taşa, ağaca, çiçeğe, hayvana doğru bir dikkatle bakışımız farkındalığımızı uyandırdığında, o
varlığın özünü kendi içimizde hissedebiliriz. Onun ne kadar “kendisi” olduğunu; ne kadar şimdi, burada ve sadece her ne ise o olduğunu derin gözlemimizle idrak ettiğimizde; aynı gerçeğin bizim için de geçerli olduğunu hatırlarız. Bir taş, ağaç, çiçek, hayvan sadece var olur ve bu
haliyle o, çok saf, masum, vakur ve kutsaldır. Bizim bu kutsallığı görebilmek için zihinsel isimlendirme ve etiketleme alışkanlığımızı aşmamız gerekir. O zaman; düşünceyle anlaşılamayacak,
duyularla ölçülemeyecek doğa boyutunu hissedebilmemiz ve deneyimleyebilmemiz mümkün
olur. Deneyimlediğimiz şey; tüm doğaya yaşam veren, her şeyin içinde olan, bizim de içimizde
olan “kutsallık”tır.
Varlığın “kutsal yaşam gücü”ne nasıl teslim olduğunu mutlaka fark etmeliyiz.
Onlar, “ben” ve “evrenin geri kalan kısmı” şeklinde ayırımcı bir var oluşa sahip çıkarak kendilerini bütünün mükemmel dokusundan ayırmazlar. Doğadaki her şey, her zaman birbiriyle dengeli bir birlik bütünlük ve birbirinin içinden akış halindedir.
Doğa, bizim varlıkla yeniden birleşmemize yardımcı olabilecek tek öğretmenimizdir. Doğa bizi,
en büyük sorun yaratıcı olan zihnimizin tüm tuzaklarından, “ben” yanılgısından uzaklaştırabilir.
Biz eğer istersek, her şeyin içinde bulunan; her şeye hayat veren; bütünün mükemmel denge,
uyum ve hareketini sağlayan; tüm var oluşu yöneten kutsallığa teslim olmayı, en güzel şekilde
doğada gözler, öğrenir ve deneriz.
Baharın bu pırıl pırıl ilk günlerinde, tüm içtenliğimizle doğaya yönelelim ona tüm duyularımızla
dokunalım ve yoğun bir dikkatle gözlemleyelim, dinleyelim, hissedelim. Doğal bir varlık olduğumuzu hatırlayalım. Doğanın doğal bir parçası olduğumuz bilgisiyle sevinç duyalım.
Kutsallığı kutsayarak doğayla ve doğallığımızla kucaklaşalım.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
2 Nisan 2007, Ankara
59
Özgür İrade
Tüm yaradılışı, “sonsuz olan”ın, kendini sonluda açığa çıkarışı olarak, açık ve net bir görüşle ifade
edebiliriz. Yaratılışın en önemli unsuru olan “insan”, özgür seçim gücüyle Yüce Yaratıcısı’nın göz
bebeğidir. Yüce Yaratıcısı, onu özgür irade vererek onurlandırmıştır. İnsan, kendi sınırlı ve sonlu
fiziksel yapısı içinde, Yaratıcısı’nı kabul edip etmeme, O’nun iradesine teslim olup olmama konusunda özgür bırakılmıştır.
İnsanın sınırlı ve geçici fiziksel, zihinsel ben ortamında kutsallığın yeri, ancak misafirliktir. Bu sistemde görüyoruz ki Yaratıcı, tüm zorlayıcı kurallarından vazgeçip sevgi ve teslimiyetle davet
edilişini bekleyen bir alçakgönüllülük sergilemekte, sabır ve güvenle davet edilişini beklemektedir.
Sonsuz iradenin sonsuz sahibi, insana “özgürlük” ödülünü, “teslimiyet” sonucunda coşkuyla sunmaktadır. Yaradılış bünyesinde, yalnızca insan varlığının bireysel ortamında “kaos”a izin verilir.
Çünkü burası özgür irade ortamıdır. Bu nedenle insan benliğinde yanılgının, sahte olanın, çatışmaların hüküm sürmesi olağandır. İnsan, yanılgı yüklü seçimleri sonunda acı içinde isyanları oynayıp “Tanrı nerede?” haykırışıyla kendini köşeye sıkıştırırken; gerçekte Tanrı, sonsuz sabrının farkındalığı içinde hemen oradadır. Kendisine kapanmış olan kapıları asla zorlamaksızın,
ego-benliğimizin hemen ilerisinde, öylece durmaktadır. Çünkü Tanrı’nın istediği bizim, ruhsal
benliğimize Tanrı’nın gücü ve zorlamasıyla değil, O’nunla aramızdaki gerçek sevgi bağıyla ulaşmamızdır. Ancak “sevgi” bizi O’nunla birleştirebilir ve ancak ona duyduğumuz “sevgi”nin gücü,
bencil doğamızın yanılgılarından ve O’nunla aramızda oluşan büyük engellerden kurtulmamızı sağlayabilir. Böylece biz; yüce iradenin bizim irademizde, sonsuz sevginin bizim sevgimizde
sonsuza kadar hüküm sürecek olan “birliği” oluşturduğunu görürüz.
Ağaçlar, yıldızlar, yüksek tepeler gerçeğin sessizce yansıması olan muhteşem sembollerdir ama
gerçeğe ulaşmış ve O’nunla birleşmiş bir “insan” hepsinden çok farklıdır. Böyle bir “insan”, ruhunu örten ağır ego-benlik perdesini kaldırdığında; bu Tanrı’nın yetkin mutluluğunun insanlık
içinde güneş gibi doğuşudur. Böylece sonlu bireysel varlıkla “sonsuz olan” arasındaki uçurum,
sevgi ile dolar, taşar.
Bir insan bu birliğe ulaştığında, yaşamındaki tüm sapma ve yanılgılardan kurtulur, tüm çelişki ve çatışmalarla uzlaşır, bilgi, sevgi ve eylem onun doğası olur. Keyifle kendinden vazgeçme,
paylaşım ve hizmet coşkusu açığa çıkar. Sonsuz ve sınırsız olan, bizi kollarına alır ve hep bizimle
olur. Bu muhteşem ilişkiyi kurabilecek tek aracımız, yalnızca ruhumuzdur. İçsel uyum ve denge
ile varlığımızın fiziksel-zihinsel-ruhsal bütünlüğünü sağlayarak, ruhsal doğamıza ihtiyacı olan
güç ve donanımı sunarsak; onun özgün kaliteleri, düşünce kalıplarımızın ve yanılgı dolu yaşam
alışkanlıklarımızın üstüne çıkar ve bizi özgürce gerçeğe götürebilir.
Sevgili Dünya’mızın evrensel sevgi ve ilgi ile yakından desteklendiği bu önemli günlerde; hepimizin bu sevgi ve ilgiye ruhlarımızı açarak, “Kutsal Olan”ı tüm içtenliğimizle davet etmemizi ve
bu yüce misafirimize sahip çıkıp onu en iyi biçimde ağırlamamızı; O’nunla “bir” oluncaya kadar
da O’nu hiç bırakmamamızı tüm kalbimle diliyorum. Biliyor ve inanıyorum ki yapabiliriz. Şimdi!
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
9 Nisan 2007, Ankara
60
Hırs ve Tutkular
Huzurlu ve dengeli yaşamanın sırrı, tüm yaşam biçimimizi, alışkanlıklarımızı dürüstçe gözden
geçirip yaşamımızı hırs ve tutkularımızın esaretinden kurtararak; şimdi yepyeni, tertemiz duygu,
düşünce ve davranışlarla yeniden yapılandırmamızdır.
Evrensel düzen içinde, yapıcı yaratıcı olmayan, düzenin dengesine karşı yıkıcı ve bozucu olan
her oluş yanlıştır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde hırs ve tutkular, bu duyguları taşıyan insan ve
çevresindekiler için denge bozucu ve zararlı duygulardır. Hırs ve tutkularımız, bizi kendimize ve
çevremize karşı insafsız ve acımasız yapan sağlıksız duygu ve düşünce biçimleridir. Bu duygu ve
düşüncelere sahip çıkışımız, hatta teslim oluşumuz yüzünden keyif, huzur, güven, gibi gerçek
kalitelerimizi unuturuz. En başta sevgiyi unuturuz, sonra şefkat ve hoşgörüyü. Ardından paylaşım ve yardımlaşma duygularımızı kaybederiz. Sonunda kendimizi yapraksız, çiçeksiz, meyvesiz,
kupkuru bir ağaç haline getiririz. Ne biz kendimizden hoşnut oluruz ne de bizi gören, önümüzden, yanımızdan geçenler bizden hoşlanır.
Hırs ve tutkularımız, “rekabet” anlayışımızdan doğarlar. Bu durumda, sürekli geçilmesi gereken
bir başkası ya da başkaları vardır. Güçlü bir yarışma duygusuyla sadece başkalarının önüne geçmek, diğerlerinden üstün olduğumuzu kanıtlamak için çaba harcarız. Tutku ve hırslarımız sürekli “daha” derler ve biz hep birilerinden önde ve üstün olmak için savaşıp, didinip durmak zorunda kalırız. Alışkanlık haline gelen hırs ve tutkularımız; yaşamımızı, bizi sürekli sıkıştıran, ezen, hırpalayan huzursuzluk ve endişe yüklü bir gerilim ortamı haline getirir. Kendimizi sürekli başkalarıyla kıyaslamamız ve sürekli yetersizlik duygusuyla dahası için çabalamamız, yaşamımızı da bizi
de çekilmez hale getirir. Hırs ve tutkuların doyumsuz ve huzursuz doğası, huzursuz ve doyumsuz bir yaşam yaratır.
Oysa yaşamdan zevk almak, yaşamı süresiz ve gerçek bir keyif ortamı olarak kabul etmek çok
farklı bir durumdur. Keyif, huzur ve güven içinde yaşamak; rekabet duygusundan, hırs ve tutkulardan uzaklaşarak kolaylıkla mümkün olur.
Yaşam hepimizindir ve öylesine sonsuz ve sınırsız bir zenginliktir ki hepimize sonsuza kadar yeter. Bizler, hepimiz, her şeyle birlikte yaşamın kendisini oluşturuyoruz. Birbirimiz için gerekliyiz.
Birbirimiz için çok önemliyiz. Birbirimize ihtiyacımız var. Birbirimizi sevmeye, çok sevmeye ihtiyacımız var. Birbirimize güvenmeye ihtiyacımız var. Bizi birbirimizden ayıran hırs ve tutkularımızdan kurtularak, gerçek sevgi ortamında birbirimizle kaynaşmaya çok ihtiyacımız var.
Anlamak ve bilmek zorundayız ki rekabet edilecek bir başkası yok. Sadece yaşamımız süresince
en severek neyi yapabileceğimizi bilmeye ihtiyacımız var. Yaptığımız işi o her ne ise gerçekten
severek, sadece sevdiğimiz için yaptığımızı bilmeye ihtiyacımız var.
İşlerimizi, tüm varlığımızı hırsla ortaya koyarak; önemli bir sonuca ulaşmak, bir çıkar elde etmek,
öne geçmek, birinci olmak için başkalarını incitip acıtarak değil, sadece o işi yapmayı sevdiğimiz için, kendimizle ve herkesle barış halinde, kendimize ve herkese keyif verecek, yarar sağlayacak şekilde yaptığımızda; yaşamımız gerçek huzur, keyif, bolluk ve bereket ortamı olarak hizmetimizdedir.
Satırlarımı büyük düşünür Krishnamurti’nin değerli sözleriyle tamamlarken,
hepimize huzur ve bereket dolu güzel bir hafta diliyorum.
“Bir şey olmak istediğimiz andan itibaren özgürlüğümüzü yitiriyoruz.Yüreğimizi hırs ve tutkulardan
arındırıp, önemli biri olma isteğinden vazgeçtiğimiz noktada özgürüz.”
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
16 Nisan 2007, Ankara
61
Manasarover’dan Kailash dağı-Tibet, Nisan 2005
62
Sevgi ve Bilgi
“Sevgi”, kendi bireysel imkânlarımızla tamamını göremediğimiz, bilemediğimiz, idrak edemediğimiz her şeyi içeren “En Yüce Evrensel Gerçek”tir.
O halde “Sevgi”, bizim en büyük öğretmenimizdir.
En yüce öğretmenimiz “Sevgi”, bizden öncelikle beynimizi ve kalbimizi sevgi ile doldurmamızı, kendi varlığımızı sevgi ışığıyla aydınlatmamızı ister. Kendimizi O’nun istediği saflığa getirdiğimizde, “Sevgi”nin nuruyla uyanan varlığımıza tüm görünmezleri gösterir, tüm bilinmezleri bildirir. Bize sahip olduğu tüm gerçekleri, “güçlü ışığı” ile aydınlatarak öğretir. O’ndan dengeyi öğreniriz, güveni öğreniriz, huzuru öğreniriz, güzeli ve güzelliği öğreniriz, coşku ve mutluluğu öğreniriz, yaşamın gerçeklerini, güzelliklerini ve sonsuzluğunu öğreniriz.
Sonunda, sadece ne isek o olmayı öğreniriz: Sonsuz sevgi ve ışık!
“Sevgi” basit ve değişken bir duygudan çok daha fazlasıdır; yaratılışın özü, sonsuz kaynak, aynı
zamanda tüm yaratılışı kucaklayan ve birleştiren yüksek zekâ ve sonsuz coşkudur. Var oluşun
tüm çelişkilerini içinde eritip, güzelliğe dönüştüren yüce güçtür O. Gerçeğin, güzelliğin, iyiliğin
tüm bilgisi “evrensel sevgi” hazinesinde saklıdır.
Gerçek bilgi; sevgi ile aydınlanmış, sevgiyle çalışan bir beyinle idrak edilir. Sevgi ile çarpan, sevgiyle yaşayan ve sevgiyi paylaşan bir yürek de sevginin eylemde ifade bulmasını sağlar.
Sevgisizlik, sevmeyiş, sevemeyiş; bilgi ve idrak eksikliğidir. Yani, cehalet!
Herhangi bir şeyin ne olduğunu ve ne olmadığını tam olarak anlayamamış olduğumuz durumlarda, o her ne ise -bir durum, bir kişi, bir konu olabilir- kesin bir yargıyla sevmediğimizi söyleriz.
Böylece onu anlamayı, bilmeyi ve ondan öğrenmeyi istemediğimizi ilan etmiş oluruz.
Bu seçimimizle yaşamın bütünlüğünden kendimizi ayırarak kendi gelişimimizi engelleriz.
Biz sevmiyoruz diye, sevmediğimizi iddia ettiğimiz konu, kişi ya da olay değişmez. Sadece biz
kendi idrak ve anlayış kapasitemizi geliştirme, bilgimizi artırıp bakış açımızı genişletme, bilincimizi yükseltme ve daha iyi anlama şansımızı engellemiş oluruz. Sevgiyi değil korkuyu, güveni
değil şüpheyi, bilgiyi değil cehaleti, ışığı değil karanlığı seçmemiz, acımasızca kendimizi cezalandırmamızdır. Hepimizin cezaya değil sevgiye ihtiyacı var. Önce kendimizi sevip, kendi içimizde barışı yakalamalıyız. Beynimiz, kalbimiz, düşüncelerimiz, sözlerimiz ve davranışlarımız; sevgi
ve barış yüklü olmalı, tüm varlığımız sevgiyle uyumlanmalı. Kendi içimizde uyum ve barışı sağlayıp kendimizi sevdiğimizde; dersimizi anlamış, öğretmenimizi mutlu etmiş, kendimiz de hedefimize ulaşmış oluruz.
Evrensel sevginin tek dileği, bireysel varlıkta yüzde yüz ifade bulmaktır.
İnsan varlığının tek ihtiyacı da her hücresinin, her zerresinin sadece sevgiden ibaret olduğu bilgisini sevgiyle idrak ederek kaynağıyla uyumlanmak ve sınırları kaldırarak sevgi okyanusuna
coşkuyla karışmaktır.
“Sevgi, bilincin kusursuz halidir.” R. Tagore
“Sevgi, hiçbir karşılık beklemeden var olan olağanüstü gerçekliğin adıdır. O, çok yalın bir şeydir.
Eğer içinizde yalın sevgi duygusu yoksa, her zaman içiniz boş kalacaktır.” Krishnamurti
Hepimiz için sonsuza dek artan ve yükselen “Sevgi” idrakiyle dolu bir hafta diliyorum.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
23 Nisan 2007, Ankara
63
Yoga Nedir?
“Yoga”, temel yaşam prensiplerini, yani gerçeği, parçalamadan bütünüyle açıklayan
mükemmel bir “gerçek yaşam sistemi” dir.
“Yoga”, yaşamın bütününü, “Tek bir yaşam vardır” anlayışıyla açıklar ve bu yolla insan bilincinin
gerçeğe uyanışını, gerçek ve sonsuz kaynağını hatırlamasını sağlar.
“Yoga” denildiğinde, sınırlanmış ve sınırlayıcı bir bilgi ve uygulama alanından söz edilmediği
öncelikle ve net olarak anlaşılmalıdır.
Biz, “Yoga” dediğimizde, evrensel yaşamdan ve gerçek yaşam bilgilerinin pratikte uygulanışından söz ediyoruz. Bu sınırsız olanaklar alanının, sınırlı bedeni içindeki bireysel varlık insan tarafından kendi özgür iradesi vasıtasıyla en doğru, en güzel, en gerçek haliyle kavranması halinden söz ediyoruz. İnsanın, evrensel yaşamın önemli bir parçası olduğu ve “bütün” ün içinde, “bütün” için hatırlanıp yerine getirilmesi gereken evrensel sorumlulukları olduğunu söylüyoruz. İnsanın, “birlik ve bütünlük” kavrayışıyla; sınırlı bedenli ortamını, kendi istek ve iradesiyle, zihinsel
imkânlarını akıllıca kullanarak sınırsız evrensel ortamla birleştirmesinin; insanın şifalanması ve
kurtuluşu için şart olduğundan söz ediyoruz.
Yoga, bireyin dünyevi yaşam boyutunda, evrensel temel prensipler ve evrensel yasalarla uyumlanma çalışmasıdır; diyoruz.
Yoga çalışmalarıyla insan “kendini bilir”; kendini bilen her şeyi bilir diyoruz.
Bütün bu açıklamalara rağmen karşılaştığımız soruları ise şöyle yanıtlıyoruz:
Yoga, dinlerin aşkın boyutlarında açığa çıkan ve deneyimlenen “birlik” ortamı, evrensel yaşam
disiplinidir.
Yoga, basit, işlevsel, günlük yaşamla doğrudan ilişkili bir yüksek bilgi ve uygulamalar bütünüdür.
Yoga çalışmaları bir dine mensup olmayı gerektirmez. Herhangi bir dine ve inanışa mensup insan, rahatlıkla kendi inançlarını daha da mükemmelleştirmek ve gerçeğin daha derin ve geniş
boyutlarına ulaşmak için yoga bilgi ve uygulamalarından yararlanabilir.
Yoga yapmak isteyen “dindar” kişinin, önce kendi dinini doğru anlamış olması gerekir.
Sağlıklı, dengede, özgür ve açık bir zihin, yoga çalışmalarını anlayıp, uygulayabilir.
Yoga, sonsuz ve sınırsız olanla, sınırlıymış gibi görünen küçük parçasının buluştuğu, birleştiği
gerçek yaşam ortamdır. Burada sınırlı olan, sınırlı doğasını ve onun bağımlı olduğu tüm sınırlı
unsurları terk ederek sınırsızlığın gerçekliğine karışır. Bu “bir olma” halidir. Parçalayarak anlayan
sınırlı zihinlerce anlaşılamaz, tanımlanamaz, açıklanamaz ama gerçekten istenirse yaşanır ve yaşanarak bilinir.
O halde, yoga bilgileri ışığında “din”, insanın evrensel gerçekle ve kendi gerçekliğiyle ilgili birlik,
bütünlük idraki ve bu farkındalığın yaşamın içinde coşku ve cesaretle paylaşımıdır.
Her insanın dini kendi içinde saklı, özgün bir hazinedir.
Yoga, kendi gerçeğini bilmek isteyen, sabırlı, kendine ve gerçeğe saygılı, kararlı ve tutarlı her insana, içindeki bu hazineyi bulduran evrensel bir haritadır. Bu haritayı doğru kullanabilmesi için
insana sevgi ve ışık dolu bir kalp, sevgi ve ışıkla çalışan bir beyin, sevgi ve ışıkla hizmet eden bir
beden sunulmuştur. Sevgi ve ışık, en önemli ihtiyacımız, tek yakıtımızdır. Bu yakıtı kararlılıkla, tavizsiz, sürekli kullanan her bireysel varlık, sonunda kendini aynı yakıt istasyonunun önünde bulur. Çünkü bu yakıtın tek bir kaynağı vardır.
Sevgi ve Işığımızı, her an, her nefesimizde, en saf niyetimizle güçlendirip büyüterek bütüne
karışıp gerçek, güzel ve sonsuz oluşun coşkusuna ulaşalım. Hep birlikte...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
29 Nisan 2007, Ankara
64
Niyet ve Seçim
Yaşamımızı yaratan niyet ve seçimlerimizdir. Duygu ve düşüncelerimizin kalitesi, her seçimimize yansır; bu seçimlerimiz de tüm yaşantımızı oluşturur. En önemli seçimlerimizden birisi de
dost ve arkadaş seçimidir. Yakın ilişkilerimizde ne kadar yüksek kaliteli, dikkatli ve özenli seçimler yaparsak; yaşam kalitemiz o kadar yükselir. Bazı kişiler bize güç ve güven verir; bazıları ise
tüm gücümüzü emer, bizi yorarak zayıf, güçsüz ve güvensiz hissetmemize neden olur. Onlarla
birlikteyken zamanımızı ve enerjimizi, bilinçsizce kullanmış oluruz. Bu gerçekliği fark ettiğimizde kendimize sormalıyız: “Bizi onlara çeken ve bağlayan özelliklerimiz neler? Bu birlikteliğin amacı ne? Bize ve bütüne yapıcı, yaratıcı anlamda bir katkısı yoksa biz neden oradayız? Neyi bilmemiz
gerekiyor?”
Her seçimimizin kendimize ve bütüne olumlu bir katkısı olmalıdır. Bütün bizden sadece sevgi
ve ışık ister, sadece huzuru ve güveni, doğal ve içten olanı kabul eder. O halde, çok dikkatli ve
özenli seçimler yaparak bütünün hayrına kendimize yardımcı olmak zorundayız.
İyi niyetli gerçek dostlar, arkadaşlar, komşular ve gruplar bu yaşamda ender bulunan hazinelerdir. Bu hazinelere değer vermeyi öğrenmeliyiz.
Çin’li bilge Chao Chen şöyle diyor:
“Eğer kişi cahil, tecrübesiz ve bencil kişilerin yolunu izlerse tecrübeli ve bilge kişiyi kaybeder. Bilge kişinin yolunu izlerken en ufak bir sapma, telafisi olmayan büyük zararlara yol açar. Fazla ileri gitmeden geri dönmek gerekir.”
Cümlelerimi, Hz.Mevlana’nın kötü huylulara sevgi dolu seslenişiyle bitirmek istiyorum:
“Ey kötü huylu sevgili, dön artık bu huyundan!
Dön de bu yana gel!
Bu yansızlık yanına...
Çünkü bu yan baştanbaşa bahar,
O yan baştanbaşa güz soğuğu...”
İç huzuru ve öz güven dolu aile bireyleri, arkadaşlar, içten ve doğal dostlar,
uyum ve barışı bilen iyi niyetli gruplar arasında geçen bir hafta olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
14 Mayıs 2007, Ankara
65
Denge
Yaşamı sonsuz ve mükemmel kılan, evrenin mükemmel “denge”sidir. Bireysel varlığımızın
beden-zihin-ruh üçgeni içinde evrenselliğimizi idrak etmeye çalışırken en çok ihtiyacımız olan
özellik “denge”dir. Denge öyle bir unsurdur ki her an, her nefeste bizim tarafımızdan yeniden yaratılmalıdır. O, tüm niyet, duygu ve eylemlerimizin temelinde ve anda var olmalıdır. Ancak bu
şekilde tümüyle dengeli bir yaşamımız olur.
Denge içinde huzur, mutluluk, güven ve gerçek olan her şey için yeterli olan büyük bir güç vardır. Dengemizin bozulması, tüm bu gerçeklerden bizi uzaklaştıran temel ve tek nedendir. Dengemizi bulduktan sonra yeniden yanılgıya düşüp atacağımız her yanlış adım, bir kez daha dengemizin bozulmasına neden olur. Her seferinde dengemizi bulmamız bir öncekinden daha zor
olur. Çok dikkatli olmalıyız. Dengeli olmak ve dengede kalmak, bizim yaşam sorumluluğumuzdur.
Her şeyin enerji olduğu yaşam ortamımızda dengemizi, enerjileri tanıyarak ve doğru bir dikkatle, onları doğru kullanarak bulabilir ve koruyabiliriz. İnsan iki ayağı üzerinde dengede kalabilmek, yürüyebilmek, ayakta durabilmek, koşabilmek için neler yapmalıysa yaşamı oluşturan
enerjilerle ilişkisi de öyle olmalıdır. Bir ayağımız diğerinden kısa veya uzun olursa dengede hissetmeyiz ve tüm hareketlerimizin dengesi bozuk olur. Bir ayağımıza diğerinden dar bir pabuç
giyersek o ayağımızın sıkışık durumu dengemizin bozulması için yeterlidir. Biz ayağımızın birisine kalın diğerine ince çorap giyersek; bir elimize eldiven giyip diğerini çıplak bırakırsak rahat ve
iyi hissedemeyiz. İki ayağımızın ve iki elimizin durumu birbiriyle uyumlu ve dengeli olursa, onları rahat ve dengeli kullanabiliriz.
Yaradılış, tüm yaratıkları kendi içlerinde ve birbirleriyle olan ilişkilerinde gerçek bir denge sistemine göre oluşturmuştur. Yapmamız gereken; evrensel bütünün bir parçası olduğumuzun farkında olarak, sahip olduğumuz tüm sistemlerimizi en doğru biçimde tanımak, korumak ve kullanmaktır.
Dengeli duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız yaşamımızı iyi, güzel ve gerçek kılsın.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
21 Mayıs 2007, Ankara
66
Bağışlama
Gerçek sevgi, yaşamımıza ancak “bağışlama” kapasitemizi geliştirerek ulaşacağımız
“birlik bilinci”yle yansır ve deneyimlenir.
Var oluşun tek gerçeğinin “sevgi ve birlik” olduğu idrakini, bağışlama ruhumuzu büyüterek kazanabiliriz. Kendimizi ve diğerlerini bağışlamayı bilirsek iç huzuruna kavuşuruz. Böylece önce
kendi içimizde birliği ve bütünlüğü deneyimler, sonra aynı huzuru dışımıza da yansıtırız. İç ve
dış huzurumuzla ulaştığımız yaşam başarılarımız, uyum ve barış deneyimlerimiz bize gerçek
sevgi, birlik ve bütünlük anlayışını kazandırır.
İç çatışmalarımız ve olan şeylere gösterdiğimiz tepki ve dirençler bize geri dönüp yaşamımızı olumsuz etkilediğinde, suçlu ve rahatsız hissederiz. Bu arada kendimize ve çevremizdekilere
duyduğumuz öfke, kızgınlık ve suçlamalar; alışkanlık ve bir yaşam tarzı haline gelir. Bize göre
yaşamda her şey, birbiriyle çelişen, çatışan ve bir türlü istediğimiz gibi olmayan ikilemler ve
kaos içermektedir, onlarla sürekli başa çıkmak, mücadele etmek zorundayızdır. Bu düşüncelerimiz, kaotik yaşamımıza biçim veren temel malzemelerdir.
Bu kaostan çıkışımız öncelikle içsel barışı sağlamamıza bağlıdır. İçimizdeki çatışma, çelişki ve
dirençleri bitirmeliyiz. Düşüncelerimizi kontrol etmeli, denge ve istikrar içeren duygu ve düşünce yapısı oluşturmalıyız. Duygusal karmaşa yaratan iç konuşmalarımıza son verip yaşamı
her an, eylemden tat alarak, sakin ve temiz bir zihinle deneyimlemek üzere kendimizi eğitmeliyiz. Olan yanlışlıklarda ve karşılaştığımız olumsuzluklarda kimseyi ve kendimizi suçlamadan,
affedici, anlayan, bağışlayan, çözüm yaratan, yapıcı ve yaratıcı bir tavır takınmalıyız.
Suçluluk duygularımız ve diğerleriyle aramızdaki akışı engelleyen suçlamalarımız yaşamımızı
bulandıran, kirleten ve yaşama sevincimizi söndüren gereksiz seçimlerimizdir. Bu olumsuz alışkanlıklarımızı en kısa sürede, kesin bir kararlılıkla şifalandırıp yaşamımızı kendimizle ve bütünle barış, uyum ve denge içinde keyif alarak deneyimlemeyi seçmeliyiz. İnanmalıyız ki biz ve diğerleri bunu gerçekten hak ediyoruz.
Yaşam bir bütün ve sonsuz olasılıklar ortamı. Olan her şeyin mutlak bir nedeni var. Tüm oluşların sahibi ve yöneticisi olan Yüce Yaratıcı, kendi evrensel kanunlarının ve işleyişinin tek sahibi ve yöneticisi. O’na güvenmeliyiz. O’nun her şeyi gördüğünü ve bildiğini kabul etmeli, her an
olan her şeyin O’nun bilgisi dahilinde olduğunu bilmeli, O’nun yasalarına uyumlanmalı, O bizi
nasıl seviyorsa, nasıl bağışlıyorsa, nasıl hizmet ediyorsa biz de öyle olmaya çalışmalıyız.
Biz kesinlikle en gerçek, en doğru, en güzel olan O’ndan gözümüzü ayırmamalı,sadece O’nun
için O’nu sevdiğimiz ve istediğimiz için O’nun sevdiği, beğendiği, istediği gibi olmaya gayret
etmeli ve olmalıyız.
O’nun sevgisi ve ışığı olduğumuzu, biz sevdiğimiz ve bağışladığımız sürece sevilip bağışlandığımızı hep hatırlamalıyız. Bağışlama duygusu hepimize bahşedilmiş, Allah’ın lütfudur.
Bağışlayan Allah’ın bağışlayabilen kulları olmalıyız.
Hepimiz bütün içten gayretlerimizle bağışlama gücümüzü artırıp,
hep birlikte Bütün’ün hayrı ve şifası için özgürlüğe kanat açalım.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
28 Mayıs 2007, Ankara
67
Nefesini Bende Al
Tüm evren, sevgi ve ışığın muhteşem senfonisi, aynı zamanda bitimsiz dansıdır.
Bu sahneyi ve sunumu yaratan Yüce Bilinmez, tek bir nefessiz nefes vererek oyunu başlatır ve
O nefesini geri çektiğinde oyun biter.
Yüce Olan Bilinmezin bilinebilir iki yönü, sonsuz sükûnet ve dinginlik, sonsuz ritim ve harekettir.
Küçük evren insanın kendinde yansıtması gereken iki temel gerçek, sükûnet ve düzenli harekettir. Tüm evren, bizim bunu nasıl yapmamız gerektiğini gösteren açık bir örnektir.
Her şey “insan” için yaratılmıştır; anlasın ve sevsin diye, sevsin, hayrette kalsın,
hayran olsun ve güvensin diye...
Bu gerçeğe yüksek çabaları ve Yüce Olan’a derin bağlılık ve aşkıyla ulaşan büyük insan
Hz. Mevlana, bakın nasıl bir zarafetle söylemiş sözlerini:
“Nefesini bende al! Senin soluklarının kölesiyim!”
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
11 Haziran 2007, Ankara
Var Olmak
“Var olmak” için;
Sevmeyi sevmek...
İstemeyi istemek...
Düşünmeyi düşünmek...
Anlamayı anlamak...
Kavramayı kavramak...
Bilmeyi bilmek...
Karar vermeye karar vermek...
İzin vermeye izin vermek...
Bırakırken bırakmak...
Tutarken tutmak...
Bakarken görmek...
Dinlerken duymak...
Söylerken dinlemek...
Yaparken izlemek...
Yürürken ilerlemek...
Alırken vermek...
Uyurken, sessizliğe güvenmek gerek...
Var olmak,
Olan her şeyle “Bir” olmaktır...
18 Haziran 2007, Ankara
68
Zaman: “Yaşam”dır.
Algılayışımıza ve kavrayış kapasitemize göre kısacık, çok uzun, çok hızlı, geçmek bilmeyen yavaşlıkta, zorluklarla dolu, çok güzel ve eğlenceli, inişli yokuşlu, dün, yarın, sonra gibi değişik şekillerde tanımlar dururuz zamanı kendimizce. Ve tüm bu eksik algılayışlarımız, tanımlamalarımız, inançlarımız engelimiz olurlar zamanla aramıza koyduğumuz. Bizden ayrı bir zaman varmış gibi yabancılaşıveririz zamana ve ayırırız kendimizi ondan. Ve böylece uzaklaşırız gerçek yaşamdan ve yaşamın birliğinden, bütünlüğünden.
“Zaman”; Yüce Yaradan’ın birleştirip, bütünleştiren, taşıyıp götüren yüce gücüdür. Ondan ayrılık
mümkün değildir. Ya teslimiyet ve keyifle ya çırpınarak ama mutlaka akarız onunla birlikte. Zaman, tüm yaşamımızın mimarıdır bizim. Yaratılmış her şeyi kapsayan ve kucağında şefkatle taşıyan, hepsinin her ihtiyacını karşılayandır O.
O’nun bizim için taşıyıp önümüze getirip sunduğu seçenekler de kendisi gibi sonsuzdur. Bizimle birlikte var olan her şey, O’nun içinde ve kendi doğru yerindedir.
Bir türlü anlayamıyoruz zamanı ve yaşamı, çünkü bir türlü akamıyoruz zamanın içine.
Bir türlü bırakamıyoruz kendimizi, akamıyoruz onun güçlü, kuvvetli, güvenli kollarında teslimiyetle.
Bir türlü karışamıyoruz O’nun birlik ve bütünlüğüne.
Onun içinde öylesine güvende, tam ve gerçek olduğumuza bir türlü inanamıyoruz.
Çünkü hiç düşünmüyoruz dikkatlice: Ben, sen, o, biz, siz, onlar deyip dururken neredeyiz biz?
Hepimiz ve tanımladığımız her şey neyin içinde? Ne kontrol ediyor bizi? Ne taşıyor hiç yorulmadan bu hırçın ve mutsuz kalabalığı? Neredeyiz biz hepimiz? Yerimiz neresi?
Zamanın içinde! Yaşamın içinde! Hep birlikte! İç içe! Anlamalıyız artık! O bizsiz, biz onsuz olamayız. Yaşam biziz! Zaman biziz! Her zaman birlikteyiz!
Hadi çıkalım şu metal yığını, havasız metrodan. Karışıverelim yaşamın içine korkmadan. Akıverelim zamanla birlikte, uyumla ve güvenle. Tadını çıkaralım birliğin, bütünlüğün; hemen şimdi,
özgürce, tüm kapılar açıkken hadi yapıverelim! Sonra soralım hep birlikte muhteşem akış içinde, neşeyle, coşkuyla soralım: “Nereye böyle?”. Cevap verelim güvenle: “Göklere..! Göklerdeki evimize! Gerçek yuvamıza!”
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
14 Ağustos 2007, Ankara
69
Kailash-Tibet, Nisan 2005
70
Adanmış Hizmetkâr
Yaşam bize sahip olduğumuz her şeyi sunar. Bizim bu sunuşun farkına varış düzeyimize göre
yaşamın da bizden arzuları, istedikleri olur. Gerçek yaşam boyutuna geçiş, “küçük ben”in arzularından özgürleşmesi ve “yüksek ben”in istek ve arzularını fark edip koşulsuz hizmet ahlakıyla
yaşamaya koyulmasıyla başlar.
Şükürler olsun yıllardır yaşamımın her rolü ve alanı dahilinde, tüm hizmetlerimi sadece O’na
koşulsuzca sunarak coşku ve güven içinde bana sunduğu yolda ilerlemekteyim. Bu yolda sadece O’na adanıp güvenerek emin adımlarla ilerlerken görev ve sorumluluklarımın artışı, yaşamımı çok daha anlamlı kılmakta; O’nun yüce lütfuna layık olabilme gayretim, O’nun desteğiyle her an daha da artmaktadır.
Sizlere hizmet ediyor oluşum sadece O en Yüce Olan’ın arzusudur ve bu durum, ancak O arzu
ettiği, izin ve destek verdiği sürece devam edebilir. Bu konudaki acizliğim de bana güven ve
sevinç vermekte, “özgür” doğamı daha da “özgür” kılmaktadır. Bizler bir kez O en Yüce Olan’ ın
adanmış hizmetkârı olduğumuzu O’nun izniyle ilan ettiğimizde bu demektir ki; O’nun yaratısı olan her şeyden ve herkesten bağımsız ve özgürüz. Varlığımız sadece O’nun sonsuz yaşamının, sonsuz arzu ve isteklerinin yerine getirilmesi için bir araçtır. Öncelik her zaman O’nundur
ve bu hep böyledir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
18 Eylül 2007, Ankara
Bütün İçin
Kendin için istediğini herkes için istediğinde onu kolaylıkla ve çabasız yaratırsın ve o senindir.
Bu gerçek, evrenlerin en Yüce Yaratıcısı’nın değişmez kanunudur.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
21 Eylül 2007, Ankara
71
Teşekkür
Her yeni sabaha gözlerimizi açışımız, kutlanmaya ve kutsanmaya değer yeni bir başlangıçtır,
eğer onu bir bayram sevinciyle kucaklayıp yeni günü yeniliklerle, doyasıya ve özgürce yaşamayı bilirsek. Kutlamak, kutsamaktır, değerini bilmektir, hakkını vermektir. Kutlanan her ne ise farkında olmak, derinini görmek, ona sahip çıkıp dahasını yaratmaktır.
Soluk alabildiğimiz her an, bizim bayramımızdır, kutlanması gereken. Her nefesimizi O’nun
önem ve değerini bilerek alıp verirsek ve her anı bu bilinçle değerlendirirsek nefesin kutsallığını idrak edişimizi kutlamış, nefesimizi kutsamış oluruz. Nefes, fiziksel olanla olmayan arasındaki bütünlüğü sağlayan yüce lütuftur. Ruh nefes sayesinde fizikselde yansır, bütünlenir, kendini
bilir. Nefes, fiziksel ortamda ruha gereklidir ve ruh, “nefes alan” olduğunda sevinir, öğrenir, gelişir, değişir, büyür.
Evrensel düzenin yüce planı doğrultusunda, ruhun fiziksel ortamda yoğunlaştığı, bütünsel ve
gezegensel değişim ve dönüşümünün hızlandığı bu eşsiz ve muhteşem günlerde dileğim, sıkı
sıkıya tuttuğumuz nefesimizle birlikte sıkıntı ve korku veren diğer her şeyi bırakıvermemiz, her
anımızda dinlenme pozisyonundaki gibi gevşememiz, açılmamız, esnememiz, bizi bağlayan, sınırlayan, kısıtlayan, sıkıştıran tüm duygu, düşünce, tutum, davranış ve alışkanlıklarımızdan vazgeçmemiz, anda, anın getirdiklerine koşulsuzca hazır olmamız ve olası hiç bir şeyden korku
duymayacak bir hazır oluşa, özgürce kucak açmamızdır.
Haydi!
Verelim sırtımızı rüzgâra.
Açalım varlığımızı tümüyle onun şifa dolu, arıtıcı doğasına.
Güvenelim rüzgârın görünmez gücüne, rehberliğine ve bilgeliğine.
Bir çiçek yaprağının, toz zerresinin, kar tanesinin ince zekâsı ve coşku dolu keyfiyle...
Gidelim götürdüğü her yere güvenle, sevgiyle, neşeyle... Hep birlikte!
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
16 Ekim 2007, Ankara
72
Gülümsemek
Gülümsemek;
Yeryüzünden,
Göklerin derinliklerine dokunmaktır.
İçten bir gülüş,
“Öz”ümüzden varlığın tümüne,
Evrenlere “Selam”dır.
Bu mutlu selam,
Bütünün her zerresinde coşkuyla karşılanır,
Büyüyerek yankılanır,
Biz güleriz, Evren güler,
Evren güler biz güleriz...
Huzur büyür, biz büyürüz,
Biz büyürüz, huzur büyür...
Gülümsemek;
Varlığın buluşma noktası,
“Bir”liğin tanımlanması,
Sonsuz Huzur’un kendine sarılmasıdır.
9 Kasım 2007, Ankara
Dua
İnsanlık yüzünü en mutlu olana, onları ve her şeyi mutluluktan yaradana dönsün.
21 Kasım 2007, Katmandu
Dua
Tüm atmosfer sevgi-ışık-şifa dolsun.
Varlığımız Tanrı’nın ve Tanrısallığın mükemmel ifadesi olsun.
İçimizdeki Tanrısallık her nefesimizde sonsuzla buluşsun,
“Bütün”e dokunsun, sevgi ve ışık yüklü “Selam” sunsun...
1 Aralık 2007, Katmandu
İçgörü
Selam olsun yolsuz yol alana,
Selam olsun O’nunla yol alana...
22 Ocak 2008, Ankara
73
AŞK ve AĞAÇ
Toprağın derinliklerindeki tohum, Aşk’la, Aşk’tan yarılır.
Kabuğu eriten Aşk, Aşk’la gün ışığına çıkar, güneşe doğru uzar,
Aşk’la toprağın derinliklerine uzanır.
Aşk’ın coşkusunu, Aşk’la topraktan alır, güneşe, havaya iletir,
Aşk’ın ışığını, ısısını Aşk’la güneşten, havadan alır, toprağa, suya verir.
Her an Aşk’la büyüyen gövdesi, boşluğu kucaklayan dalları,
Gökyüzü ile toprak arasında gerçek Aşk yoludur.
Aşk’tan doğan yaprakları, Aşk’la süsler dallarını.
Aşk’tan çiçeklerle anlatır “En Yüce Olan”ın gücünü, güzelliğini.
Hiç unutmaz Aşk’ının Yüce Kaynağını,
Her mevsim, yeni meyveler sunar O’na, minnet dolu sabrıyla.
Üzülmez ardından çürüyen meyvelerinin,
Dökülen yapraklarının, kırılan dallarının...
Kökleri sağlam oldukça, bilir her bahar yeniden doğacağını,
Daha yoğun bir Aşk’la, daha büyük bir gövdeyle, daha güçlü dallarla,
Daha yeşil yapraklarla, daha güzel çiçeklerle,
Daha bol meyvelerle hazır olur zamana.
Kabullenmiştir doğasını, yaşar doyasıya...
Aşk alır, aşk verir,
Huzur alır, huzur verir,
Yaptığı “koşulsuz hizmet”,
Yaşadığı “koşulsuz sevgi”dir.
3 Ocak 2008, Ankara
74
NEFES
Özgürlüğü hafifliğinden, gücü özgürlüğünden olsa gerek
Onu göremiyoruz, dokunamıyoruz ama onunla yaşıyoruz
Nereden gelir, nereye gider, kim bilir?
Bildiğimiz, o bu bedende varsa, biz de buradayız.
O yoksa neredeyiz?
O bizi, bizden iyi biliyor.
Özgürce her zerremize doluyor.
Bizi o “var” ediyor.
Tüm varlığı yaşayan kılıyor.
Sevgiyle bakarken, şefkatle dokunurken,
Sevinçle kucaklarken, hoşgörüyle davranırken,
Konuşurken, şarkı söylerken, yürürken, koşarken,
Ağlarken, üzülürken, kızarken, isyan ederken,
TEŞEKKÜR ederken...
Tüm yaşam gücümüzü bize o veriyor.
Yaptığımız her şeyi aslında o yapıyor.
Bilinmezden geliyor, bizimle “bir” oluyor.
Özgürlüğü ve gücü bilgeliğinden geliyor.
Ya biz?
Son ziyaretinde onunla birlikte gidebilecek kadar,
Onun farkında ve onunla “bir”miyiz?
9 Ocak 2008, Ankara
ATEŞ
En Yüce Gerçek;
Kendi içinde, aşk ateşiyle coşup taştığında,
Boşluğun sesiz ve dingin gücü
Sayısız ve eşsiz kıvılcımlara dönüşür.
Sıcaklar ötesi sıcak bir dansla
Döner ve döndürür.
Aydınlıklar ötesi parlak bir ışıkla
Yanar, yakar ve yapar.
Sonsuzluğun, mükemmel saflığı eylemde görünür olur.
Bilinmezin gizli aşkı ateş;
Renk olup görünür, ses olup duyulur,
Deniz olup yüzülür, toprak olup yürünür...
Rüzgâr olup bilinir.
Kirlenmeden temizler,
Eskimeden yeniler,
Bölünmeden ayrıştırır,
Yorulmadan güçlendirir.
Esareti sonlandırır, özgürlüğü şanlandırır.
Öz ve saf olanı
Kaybolmuşluktan kurtarır...
5 Şubat 2008, Ankara
75
Yapıcı Eleştiri-Yıkıcı Eleştiri (Suçlama-Yargılama-Zorlama)
“Yoga Gerçek Yaşam Bilgisi” ışığında günlük yaşantımızı daha yüksek, yapıcı ve aktif kalitelerle deneyimlemeye çalışırken en sık karşılaştığımız ve çelişkiye düştüğümüz konular; yargılama, eleştirme,
suçlama, zannetme, küçük görme ve dedikodu olarak karşımıza çıkar. Sosyal yaşantımız içinde kendimizle barışık, yeterli ve uyumlu hissetmemiz, bizi bu olumsuz kalitelerin esiri olmaktan korur. Kızmadan, korkmadan, üzülmeden, kıskanmadan dengede kalabilme ve suçlama, eleştirme, yargılama, sanıların esiri olup dedikodu yapma gibi enerjimizi düşüren eylemlerden öz denetimimizle kendimizi
alıkoyabilmemiz; başlangıçta oldukça yoğun bir dikkat, farkındalık ve gayret gerektirir. Öte yandan,
diğerlerinin bizim üzerimizde bu olumsuz davranış biçimleri ve alışkanlıklarıyla yarattıkları baskı ve
etkilerin de farkında olarak dengemizi koruyabilmemiz gerekir.
Sosyal varlıklarız. Birbirimizi sevmek ve sevilmek, beğenilmek ve onaylanmak ihtiyacındayız. Bizim
birbirimizi ve diğer her şeyi sevmemiz, “Tanrı’nın bizi sevdiği gibi” olduğunda gerçektir ve geçerlidir.
Hepimiz Tanrı’nın çocuklarıyız. O’nun bizi sevdiği içtenlik ve açıklıkla birbirimizce de sevilmek ve kabul görmek isteriz. Bizi her an daha iyiye, daha güzele, daha gerçeğe ve daha gelişmişliğe taşıyacak
olan güç, bu sevginin ve kazandırdığı güvenin gücüdür. Hepimiz önce kendimize sevgi, şefkat ve kabul edişle yaklaşmayı öğrenmeli, bakışlarımızı dikkatle kendimize çevirmeli, dürüstçe ruhsal kalitelerimizi geliştirip yükseltmeliyiz. Henüz kendimizin sahip olmadığı değerleri başkalarına önermek,
onları buna zorlamak, yargılayıp suçlamak hatta küçük görmek, hayatımızı daha da zorlaştırmaktan
başka bir işe yaramaz.
Sevgiyle yaratıldık, sevgiyle bu dünyada beden aldık, sevgiyle bedenlerimizi bırakıp sevgiye döneceğiz. Şu güzelim fiziksel ortamda, O’nun muhteşem sevgisini, doğaya ve birbirimize akıtalım; güzelliklerden keyif alalım; çevremize keyif verelim ve böylece huzuru, barışı, uyumu büyütelim.
Huzursuzluklarla, baskı ve zorlamayla, suçlama ve yargıyla birbirimizi küçük görüp hırpalamaya çalışarak, güya huzuru ve barışı sağlamak, huzuru bulacağını sanmak da nereden çıktı? Bu hangi mantıkla mümkün olabilir? Kim bilir... İnsanız işte... Bunu seçiyoruz ve zaman bizim doğruyu anlamamız için
durup beklemiyor. Biz yanlışta olsak bile o dosdoğru yolunda akıyor, bizi gideceğimiz yere itinayla taşıyor. Ne var ki, şimdi duygusal, düşünsel ve eylemsel titreşimimizle zamanın hangi boyutundaysak
zamanın bizi götürebileceği tek gerçek yer orası...
Bizler eleştiri, suçlama, yargı ve tahakküm gibi olumsuz ve yıkıcı tavırları öncelikle aile ilişkilerimiz
içinde öğreniriz. Ailemiz ve yakın çevremiz dışında; yaşadığımız ortam, çevre, okul, grup ve arkadaşlarımız da bu konularda bizi etkileyebilir. Eğer gereksizliğini ve yarattığı yıkıcı etkiyi fark etmezsek bunların hepsi bilinçsizce tekrarlamalar sonucunda hayata bakış açımızı oluştururlar, düşünce ve davranış kalıplarımız haline gelirler, sosyal yaşantımızın her alanında rahatlıkla sergilediğimiz tavırlar olarak açığa çıkarlar.
Yargı, suçlama, küçük görme ve dedikodu yani bir konunun gerçekte olduğundan çok farklı algılanıp
başkalarına kişisel yorumlamayla aktarımı gibi durumlar kesinlikle davranış bozukluğudur. Birey tarafından fark edilip iyileştirilmesi gerekir. Yetişkinler için böyle bireylerin etkisinde kalmamak, onlara
fazla önem vermemek en doğrusudur. Ancak küçük bir çocuğun bunu yapabilecek yetisi henüz gelişmediğinden, anne, baba, kardeşler ve diğer aile büyüklerine büyük bir hassasiyet, dikkat ve sorumlulukla davranmak düşer. Çocuklukta bilinçaltına yerleşen yanlış düşünce, inanç ve davranış kalıplarının
sonradan tespiti, kabulü ve şifası çok daha ciddi ve uzun bir çaba ve itina gerektirir.
Yapıcı eleştiriye, bilinçsizce yapılan yıkıcı eleştiriden ayrı olarak bakmak doğru olur. Yapıcı eleştirinin -gerekli olduğu her zaman- insan ilişkilerinde yeri ve önemi olmalıdır. Katı kalıplara takılı
kalmadan,tarafsız bir dikkat ve iyi niyetle, bütünün hayrı ve yükselişi için her zaman eleştirel farklı bakış açılarına, düşünce alışverişine ihtiyaç vardır. Hem bireylerin hem toplumun iyiye doğru gelişimi
açısından yapıcı eleştiriler gerekli ve önemlidir. Yapıcı eleştiri; olmakta olandan değişik bazda, başka alternatiflerin sunumu ve açıklanması şeklinde olur. Kabul görüp görmemesi konusunda en ufak
76
bir yaptırım, koşul ve beklenti içermez. Çünkü seçim özgürlüğü, insanın her zaman en temel hakkıdır.
Herkesin seçimlerinin arkasında durarak öğrenmesi, en mükemmel öğrenme şeklidir. Ne var ki insanlar arasında bu bilgilerin doğru anlaşılması, kabul edilmesi, uygulanması ve olumlu sonuç alınması;
yine bireylerin bilinç durumlarıyla yakından ilişkilidir.
Aynı toplum, ülke ve dünya içinde fakat farklı bilinç boyutlarında yaşayan insanların hepsinin aynı idrak ve davranış biçimlerini sergilemesi beklenemez. Böyle bir durumda sorumluluk “gerçeği bilen” indir. Bilenler, bilmeyenler için onların ihtiyaçlarına göre yapabildikleri kadar açığı kapatmak üzere katkıda bulunabileceklerini anlamış ve uygulamakta olanlardır. Sadece konuşan, özellikle hiç bilmediği
konularda kulaktan dolma bilgiler ve sanılarla konuşup iddialarda bulunan, varsayımlar üreterek suçlayan, yargılayan ve duyduklarını kendince yorumlayarak aktaran kişilerin, tüm bunları bilgisizlikleri
nedeniyle yapmakta oldukları dikkatten kaçmamalı ve onlara hak ettiklerinden daha fazla önem verilmemelidir.
Gözde büyütmek ya da küçük görmek, bizi her zaman hayal kırıklığına uğratan abartılı alışkanlıklardır. Kendimizi ve diğerlerini bulunduğumuz gerçeklik boyutunda görebilmeyi ve öylece kabul edebilmeyi öğrenmeliyiz. Bu kabul edişten sonra ikinci adımda mümkün olan, sadece kendimizin değişim ve dönüşümüdür, diğerlerinin değil. Kişisel büyüme adına ihtiyaçlarımızı dürüstçe saptayıp seçtiğimiz yöntemlerle kendimizi olumlu anlamda değiştirerek geliştirebiliriz. Diğerlerine iyi örnek olarak, onları olumlu davranış ve eylemlerimizle etkilediğimizde; bu onların değişim ve gelişimine de
hizmet olur. Olumsuz eleştiriler, suçlama, tahakküm ve anlamsız tartışmalarla zaman öldürmek, gelişmeye yönelik tavırlar olmayıp az gelişmişliğin ve bilgisizliğin, aynı zamanda bencilliğin kanıtlarıdır.
Kendimizi bilme ve geliştirme yolunda bizi zorlayan davranış biçimleri üzerinde bu kadar durduktan
sonra, pratikte ne yapılabileceği ile ilgili satırlarla devam edebiliriz. Önyargıyla bizleri suçlayıp olumsuzca eleştirenleri dikkatle, nezaketle, sabırla dinleyelim. “Neyi anlamam gerekiyor? Ne öğrenmem gerekiyor?” sorularını içtenlikle sorarak bu süreci farkındalıkla değerlendirelim. Kendi merkezimize ve
sevgili nefesimize odaklı kalarak içsel sevgi ve güven kaynağımızla bir olalım. “Sevgi, sabır ve hoşgörü” bizi kendi yüksek frekansları içinde, sarsmadan, her ortamda güvende tutar. Kızgınlık, kıskançlık,
sanısal saldırılar gibi düşük titreşimli enerji akımlarının yıkıcı ve yıpratıcı etkilerinden ancak bu sayede korunuruz.
En olumsuz tartışmalardan, en olumsuz, yıkıcı ve gerçek dışı eleştirilerden bile kendimize ve bütüne
yararlı sonuçlar elde edebilir. Açığa çıkan enerjiyi, irademizle kendimiz ve diğerleri için yapıcı ve hayırlı olacak bir titreşime dönüştürerek kullanabiliriz, daha yapıcı ve yararlı eylemler için, kendi gelişimimiz, özgürlüğümüz ve bütünün hayrı için yeni kararlar alıp yeni uygulamalar yaratabiliriz.
Yaşamımıza yeni boyutlar kazandırırken olumlu, yapıcı eleştirilerin yükselten katkısı inkâr edilemez.
Ancak çok değişik insan tiplerinin bulunduğu yaşam ortamımızda bu her zaman, her koşulda ve süreklilikte mümkün olmayabilir. Olumsuz ve yıkıcı eleştiriler karşısında da sağlam durmayı, etkilenmemeyi bilmeliyiz. Elbette bu daha zordur ama getirisi de bir o kadar yüksektir. Olumsuz ve yıkıcı eleştiriler de bize kendimizi ne kadar bildiğimiz, seçimlerimizde ne kadar kararlı olduğumuz ve bütüne
olan güvenimizin boyutları hakkında gerçek bilgiler getirebilir. Olumsuz ve yıkıcı suçlama ve eleştiriler karşısında dikkatli ve tarafsız bir seyirci olabilirsek; zayıf ve güçlü yanlarımızı, gelişim ihtiyaçlarımızı net bir şekilde fark edebilir, bu bilgiden yararlanarak kendimize çeki-düzen verebiliriz. O halde bizi
güçlü ve daha güçlü kılabilme özelliği olan her eleştiriyi yapıcı-yıkıcı ayırımı yapmaksızın, sakince, bütün iyi niyetimiz ve sevgimizle inceleyelim. Ama sadece iyi niyetli ve samimi olduğunu fark ettiklerimizi dikkate alalım. Anlamsız eleştirilerin bizi hırpalamasına, yaralamasına izin vermeyelim. Gerekli
dersleri bize kazandıran iyi niyetli her eleştiri, yararlı ve hayırlı sonuçlar yaratabilir.
“Sakın emeğini anlamayanlara sunma ve asla bilmeyenlerle tartışma.”
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
16 Mart 2008, Ankara
77
Drolma La (5630m) yakınlarında çok eski bir tapınak(gomba)-Tibet, Nisan 2005
78
Günaydın
Burada, “ne olduğumuzu anlamak” için varız. Tüm yaşam bunun için var oldu;
içimizdeki gizli gücün farkında olmak ve onu bütünün hayrına, yapıcı kullanmak için...
Doğa ve içerdiği tüm yaşam formları, yaratıcı enerjiyle çalışır.
Ve bu enerji sadece önüne set çekildiği, doğal akışına izin verilmediği zaman yıkıcı olur.
Bugün:
‘’İçimizdeki gerçek iyilik ve güzellik, özgürce açığa çıksın,
Sevgi ve şefkat, güzellik ve iyilik olarak form alsın,
Bedenimiz, gerçeğin gücüyle esnek, sağlıklı ve dayanıklı olsun,
Zihnimiz, gerçeğin ışığıyla arınsın, dikkat dolsun,
Bilincimiz ve titreşim boyutumuz, gerçek farkındalıklarla yükselsin,
Beynimiz doğru düşünsün,
Kulaklarımız doğru duysun,
Gözlerimiz doğru görsün,
Dilimiz doğru söylesin,
Gönlümüz, tüm bu gerçekliğe gönüllü tanık olsun,
İçtenliğimiz; huzurun, dengenin, güvenin kalesi olsun,
Ruhumuz, tüm engelleri aşıp özgürce büyüsün, yükselsin,
Gerçeğin katıksız tebessümü; şimdi, burada, bizimle görünür olsun.’’
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
18 Mart 2008, Ankara
79
ÖĞRETMEN SU
Sonsuz güç, Tevazu ve Uyum,
Evren okyanusunun derinliklerinde birleşti.
Evrensel yaşamının canlılığı, güzelliği, bereketi,
“Su” ile dünyamızda bilindi.
Koynunda sayısız canlıyı besleyip barındıran su,
Sayısız madde ve minerali çözündürüp taşıyan su,
Toprağın bağrındaki tohumlara can veren su,
Katı-sıvı-gaz olup, uyumla form alan su,
Pınarlardan fışkıran, ırmaklardan akan su,
Denizlerle, dünyanın bedenini şefkatle sarmalayan su,
Güneşe teslim olup, tevazuyla buharlaşan su,
Göklerde bulut olup, rüzgârlarla dans eden su,
Yağmur damlalarıyla, kar ve dolu taneleriyle toprağa geri dönen su,
Varlığını; varlığın yaşamına adayan su,
Dönüşen, dönüştüren, taşıyan, arıtan su,
Var ederek var olan su,
“Bilge su, hizmetkâr su, öğretmen su”,
İnsan oluşumunun temel elementi su,
Evrensel gücün güzelliğini, gerçekliğini, varlığında sergileyen su,
“Su gibi olmak”,
Gerçeğin, gerçek ifadesi olmak,
Benzersiz gücünü, hoşgörüyle gizlemek, uyumla süslemek,
Yerinde, zamanında eylemlerle göstermek demek.
4 Nisan 2008, Ankara
80
Dua
Varlığımız, içimizdeki Tanrısal güç tarafından kutsansın. Saf doğamız yapışlarımıza, bakışlarımıza, tüm davranışlarımıza yansısın. İçimizdeki Evrensel Işık ve Sevgi giderek büyüsün, artsın,
taşsın, çevremize, ülkemize, dünyamıza ve Evren’lere şefkat ve şifa saçsın. Bizler, Yüce Yaratıcımızın evrensel bahçesine ait sevgi ve ışık gülleri olduğumuzu, şimdi, burada bilinçli benimizle yaşayarak bilelim. Bırakalım O’na ait olan eşsiz renklerimiz ve kokularımız, şimdi, burada bütün muhteşemliğiyle görünsün.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
5 Mayıs 2008, Ankara
TOPRAK ANA
“OM” sesiyle oluşan sevgi yüklü zerreler,
Sonsuz uzay boşluğunda coşkuyla dans ettiler.
Benzer titreşimdekiler birbirleriyle buluşup,
Hep birlikte dönerek, galaksiler kurdular.
Önce çok sıcaktılar, sonradan soğudular.
Sıcağa ve soğuğa dayanıklı oldular.
Zaman tamam olunca, Dünya gezegeninde,
“Toprak Ana” adıyla hizmete koyuldular.
“Toprak Ana” iç içedir dört temel elementle,
Adanmıştır, kendisini sevgiden var eden Güç’e.
Eter onun boşluktaki evidir,
Hava ile dostluğu tohumlara yol verir.
İçindeki ateşle, tüm varlığı yoğurur.
Sakladığı cevherler gizeminden kurtulur.
Su ile birleşince ruhlara mekan olur.
Her canlının bedeni onunla biçim bulur
Tüm varlığı sabrıyla besler, büyütür, yürütür,
Süreleri dolduğunda kucağında eritir.
Yağmura, ıslak demez, kara buza soğuk demez.
Güneşe “sıcak” demez, fırtınaya “bırak” demez.
İnsana “insaf!” demez.
Sabrının büyüklüğü, şefkatinden güç alır.
Sadakati, vefası, En Yüce Olan’adır.
“Toprak Ana”, varlığın “Sabır Tanrıçası”dır,
İnsanlığın uyanması, Tanrı’yı kavraması,
“Sevgi” yi tanıması, “Barış”la yaşaması,
O’nun tek duasıdır.
7 Mayıs 2008, Ankara
81
Hangisi
Bu ikili yaşamda her şey seçim gerektiriyor. Aynanın iki yüzü gibi, bizim de mutlaka birisini seçmemiz gereken ikili dünyevi gerçekliğimiz var. Biri yüksek, diğeri düşük titreşimli iki gerçeklik
bu. Birini seçtiğimizde diğeri de kendini seçtiğimizi sanıyor. Bir de bu oluşu gözleyen, seyreden
tarafsız tanık, olan her şey O’nun için oluyor, O bilsin diye...
O, en saf olan, kendini bilmek ister...
O, farkında olan,
O, bilen,
O, seven,
O, güvenen,
O, hep şükürle gülen,
Aynanın karanlık yüzünde kendini göremez, bilemez, sevemez...
Kendi kendisine güvenle, sevinçle gülümseyemez, dokunamaz, teşekkür edemez.
Aynanın kristal yüzü ise O’nun içindir, O’nu O’na gösterir.
Berrak camdaki pırıl pırıl hayali, “şükür” için yeterlidir.
En saf doğamıza odaklı, şükür dolu bir hafta olsun...
Teşekkür ederim,
Sevgi ve Işıkla
27 Temmuz 2008, Ankara
Bireysel Varlık Atman
“Sevgi”, bilgi ve sonsuzluk, atmanın kaliteleri veya tanımı değil, kendisidir.
“Atman”, hepimizin içindeki tek gerçek, Tanrısal lütuf, öz varlığımızdır. Seven değil, “sevgi”dir.
Bilen değil, “bilgi”dir. Sonsuz olan değil, “sonsuzluk”tur.
Ego yanılgısı, Atman’ı kendisi dışında bir şeyler olmaya zorlar ki insanlığın tüm sıkıntılarının temelinde yatan neden budur.
Herkesi ve her şeyi kendisinde buluşturup birleştiren içimdeki “tek var oluşu”,
tüm adanmışlığımla selamlarım.
“Birlik” bilincimizi bilinçli seçim ve paylaşımlarımızla geliştirdiğimiz, her nefesimizle şükür
dolu, her tebessümümüzle içimizdeki Atman’a doğru yol aldığımız, sağlık ve huzur dolu bir
hafta olsun.
Teşekkür ederim,
Sevgi ve Işıkla
4 Ağustos 2008, Ankara
82
Araçlarımız
Fiziksel beden, “eylem” aracımızdır.
Zihinsel beden, eylemlerimizin niteliklerini belirleyen düşüncelerimizi ve duygularımızı içeren,
bedenimizi kullanabilmemizi sağlayan, komuta merkezimizdir.
Nedensel beden, zihnimizi ve bedenimizi kullanış biçimimizi, düşünce ve davranış
kalitelerimizi belirleyen akıl seviyemizdir.
Ruhsal beden, tüm bedenlerimizi destekleyen, birleştiren,
hepsinin derinindeki sonsuz güç kaynağıdır.
Bu araçlar, bize Tanrı’nın lütfudur. Onları yaratılış hiyerarşisine uyarlı olarak, bilinçli bir farkındalık ve bilgelikle kullanabilmemiz, yaşamla huzur ve güven içinde kucaklaşmamızı sağlar.
Bilgisizliğimiz nedeniyle onları doğru kullanamayışımız, tüm sistemimizin dengesini bozarak
yaşamımızı, endişe ve stres ortamına dönüştürür.
Ruhsal bedenimiz, tüm bedenlerimizin kaynağıdır. Hepsi, O’na hizmet için,
O’nun kendini ifade araçları olarak vardır. Amaç “Ruh”tur. Diğerleri araçtır.
Öyleyse izin verelim, “Ruh”umuz tüm varlığımızı en saf doğasıyla aydınlatsın, yönetsin,
yönlendirsin. “Ruh”umuzun ışığıyla gerçekleşen, gerçek bir hafta olsun.
Teşekkür ederim,
Sevgi ve Işıkla
11 Ağustos 2008, Ankara
Zihin Temizliği ve Kalıcı Huzur
Modern insanın bedene bağımlı zihinsel doğası ve doyumsuz maddi arzuları, onun cehennemi durumundadır. Beyinlerimiz sürekli acı, korku ve endişe üreten makineler haline gelmiştir.
Bu durumdan bizi ancak doğru, akıllı, tutarlı ve kararlı tutumumuz kurtarabilir. Yani, kendimiz...
Gerçekte zihinlerimiz bize mutlak huzuru yansıtan ve yaşatan kristal aynalardır. Bunun için beynimiz ve bedenimiz vardır. Araçlarımızı doğru kullanabilirsek ayaklarımız toprağa basarken başımız Evren’e açılan huzur ve güven kapımız olabilir...
Durgun ve berrak bir suyun, çevresindeki her şeyi olduğu gibi yansıtması, ne kadar güzel ve huzur vericidir... Durgun su, fırtına ve rüzgârla dalgalandığında bu berrak görüntü nasıl dağılıp karışırsa, düşünce ve duyguların hücumuna açık olan denetimsiz zihin de aynı karışıklık ve kargaşa içindedir. Birbirleriyle çelişen şiddetli arzuların doyumsuzluğuyla oluşan birbirinden büyük düşünce dalgaları, bir an bile durmaksızın devam eder, zaman zaman çatışarak kaosu daha
da büyütür. Bu şekilde oluşan bulanık ve karanlık sularda, çoğu insan önünü görmeden, korku
ve endişe içinde ilerlemeye çalışır. Yaşamın “böyle ve bu kadar” olduğu inancıyla çabalar durur.
Bu yanılgıyı “gerçek” zanneder ve kabullenir.
Bu karışık kaos ortamından yükselerek uzaklaşmak elimizdedir. “Yoga”nın bilimsel metotlarını,
Patanjali Ustamız’ın 8 kollu uygulamalarını yaşam biçimimiz olarak kabul edip uyguladığımızda; fırtına diner, zihnimizin gerçek doğası açığa çıkar. Bu kristal aynadan tüm Kozmos’u seyreylemek kendimizi, Evren’i ve En Yüce Olan’ı bilmek lütfuna ereriz...
Gerçeğe duyduğumuz istek büyüsün, gerçekçi seçim ve eylemlerimiz zihnimizi arıtsın,
bizim de bir kristal aynamız, gerçek kılavuzumuz olsun. Bu ayna, ruhumuzun ışığıyla her gün
daha çok parlasın, yolumuzu aydınlatsın, bizi gerçekle gerçekten birleştirsin...
Teşekkür ederim,
Sevgi ve Işıkla
22 Ağustos 2008, Ankara
83
Biz...
Dünya yaşamı, ruhsal gelişimimiz için organize edilmiş fiziksel bir ortamdır. O, her yönüyle gerekli ve önemlidir. Dünyada olan her şey, atmana hizmet ve onun gelişimi içindir. Amaç, içimizdeki
“atman”ın dünyevi ortamda titreşimini yükselterek daha üstün bir varlık haline gelmesi, daha üst
bilinç boyutlarına uyumlanmasıdır.
Günlük yaşam, ruhsal gelişime, Tanrı bilincine ters, kaçılması gereken bir ortam değildir. Tutkusuz
ve koşulsuz deneyimlendiğinde, gerçek bilgiye ulaşmak için mükemmel bir fırsattır. Dünyevi yaşamı terk ve soyutlanma, ruhu geliştirmek için gerekli olmadığı gibi anlamsız ve yararsızdır da...
Ayırt edilmesi ve terk edilmesi gereken, sadece bireysel ruhun egosal yanılgıları ve saplantılarıdır.
Bu yolda atmanın önündeki en büyük engel, kendini sınırlı bir bedene ve sınırlı bir kimliğe bağımlı algılaması, diğerlerinden farklı ve ayrı bir bireysel varlık olduğunu kabul etmesidir. Bu yanılgı,
bencil benlik algılayışı nedeniyle, yaşamın gerçek doğasına zıt yönde pek çok deneyim yaratarak,
atmanı öz doğasından uzaklaştırır.
Yaşamın tümü, değişik bilinç damlaları halindeki atmanların ifade ortamıdır. Olan her şey, aslında
tek bir Ruh’tur. İçimizde ve dışımızda olan her şey, bu tek Ruh’un bilinç damlalarıdır ve her şey bu
anlamda “Tanrı”dır. O, her şeydir ve her yerdedir.
Yoga, değişim ve dönüşüm yoludur; yanılgılar dünyasından evrensel gerçeklere geçiş köprüsüdür. Bu köprüden yoga bilgileri ışığında tüm yeteneklerimizi kullanarak geçebiliriz. İçimizdeki
gerçekliği bu dünyada ifade etmemiz, burada bulunuşumuzun tek gerçek nedenidir. Gerçekten
ve tüm kalbiyle isteyen herkes için, bu erişilmiş bir sonuçtur.İçimizdeki gücün ne olduğuyla ilgili farkındalığımızı yaşamın her türlü koşulu içinde artırabildiğimiz; geliştiren, dönüştüren, yükselten bir hafta olsun...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
1 Eylül 2008, Ankara
Zenginlik...
Gözlerimiz, her zaman en iyi olanı görmemiz, sevmemiz, sevinmemiz için,
Kulaklarımız, en iyi ve en hoş sesleri fark etmemiz, dikkatle dinlememiz, zevk almamız için,
Burnumuz, hoş kokuları diğerlerinden ayırt edip hep güzel olana yönelmemiz için,
Dilimiz, en güzel tatları seçmemiz, tatmamız ve yaşamın nimetlerinden tat almamız için,
Sesimiz, en güzel duygu ve düşüncelerimizi, en güzel sözlerle ifade etmemiz için,
Ellerimiz, en güzel işleri, en güzel şekilde yapmamız için,
Ayaklarımız, en güzel yerlere, en güzel amaçlarla kendimizi taşıyabilmemiz için,
Beynimiz, bize sunulan tüm mükemmel donanımlarla,
güzel seçimler yapıp güzel kararlar alıp güzel davranışlar sergilememiz için,
Nefesimiz, tüm bu güzelliklerin Yüce Kaynağı’nı her an şükürle ve
en güzel şekilde hatırlamamız için,
Yaşam, sadece gerçekte olduğumuz “şey”i her an,
her nefeste gittikçe artan bir farkındalıkla deneyimleyebilmemiz için,
Ölüm, sonsuz ve ölümsüz olduğumuzu, ölümün,
yaşarken aşmamız gereken bir kavram olduğunu idrak edebilmemiz için...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
8 Eylül 2008, Ankara
84
İrade
“Var oluş” prensibinin en temel unsuru, “irade”dir. Evrensel Mutlak İrade, yaratan ve yöneten
güçtür. İnsanın fiziksel-zihinsel-ruhsal bütünlüğünü dengede tutan, bilinçli farkındalığını
yükselten en büyük lütuf da “bireysel irade gücü”dür.
Mutlak Olan’ın iradesini geçici bedenlerimiz vasıtasıyla bu dünya ortamına taşımamız, dünya
yaşamının amacıdır. İrademizi O’nun gibi kullanarak O’nun bizi sevdiği gibi O’nu ve yarattıklarını sevmek, her eylemimizde O’nu düşünmek, O’nunla birlikte hareket etmek, her nefesimizi
O’nun adına kullanmak...
Bu Dünya yaşamı, görünürde insan zihninin yarattığı tüm kaos ve debdebenin ortasında
Tanrı’ya ulaşmak ve O’nunla bir olmak için üzerinden geçmeye çalıştığımız kısa ve eski bir köprüden ibarettir. İrademiz sayesinde, “var oluşun” En Yüce Yaradan’la tüm yaratılanlar arasındaki saf sevgi ve ilahi aşk iletişimi olduğu gerçeğini bu kısa köprüden geçerken idrak edebiliriz.
Ve biz bunu “Bütünün hayrı ve şifası için” adanmış bir irade ile yaparken,
Bütün bizi selamlayarak destekler...
Hepimizin iradesi, özlemle O’nun iradesine kavuşup “özgür” olacağı anı bekliyor.
Böyle bir an, hepimiz için gerçektir ve vardır. İradelerimizi esaretten kurtarmak,
bizim görevimizdir. İnanırsanız, bildiğim gerçek budur...
Tüm hafta boyunca, yaşamımızın her anında, tüm eylemlerimizde “O’nun iradesi olsun”.
O’nun sonsuz güzelliği, gerçekliği, iyiliği varlığımızda ifade bulsun.
Teşekkür ederim,
Sevgi ve Işıkla
15 Eylül 2008, Ankara
Dua
Senin mutlak iraden içinde
Değişiyorum, dönüşüyorum, gelişiyorum.
Kendi gerçekliğime ve Senin gerçekliğine uyanıyorum.
Saf varlığımın her zerresini Senin hizmetine adadım.
Senin iradenle Bütünün şifası için nefes alıp veriyorum.
Senin nazik dostluğun ve desteğinle,
Bu yolculuk,
Benim kesin değişim ve dönüşüm yolculuğum olsun.
Varlığım, Evrensel Sevgi’nin iyileştirici gücüyle
Gerçek doğasına demir atsın.
Dünya yaşamımın her anı,
Senin sevginin içinde ve Senin ışığınla,
Sana hizmet ettiğim ve Seninle soluk alıp verdiğim
Kalıcı huzur, denge ve başarı ortamı olsun.
3 Ekim 2008, Ankara
85
Ganj nehrinde gün doğuşu, Varanasi-Hindistan, Nisan 2006
86
Duyuların Geri Çekilmesi-Pratyahara
Klasik Yoga sisteminin ilk 5 adımı “Kendini Bilme” yolunun temel taşlarıdır. Bu adımları saygıyla uygulanmasıyla bilincimiz açılır, yükselir, yükselen bilincimiz gerçeği algılama ve gerçeğe
uyumlanma kapasitemizi artırır. Allah’ın büyük bir lütfu olan varlığımızın fiziksel ve zihinsel yapısını; ruhsal ışığımızla inceleyip anlayarak ruhsal büyümemiz için tevazu ve şükür içinde kullanmalıyız.
“Yoga”, birliğin, bütünlüğün bilgisidir. “Pratyahara”, varlığımızın kendi içinde birliğini sağlama
yolunu açar. Fiziksel bedenimiz, ruhumuzun fiziksel tezahürü olan ve çeşitli frekanslarda işlev
gören yoğunlaşmış enerjiler bütünüdür. Bütün hücrelerimiz, duyu ve eylem organlarımız da
enerjiyle çalışan sistemlerdir. Maddi dünya nesneleri, duyu ve eylem organlarımızla maddi titreşimler düzeyinde sürekli etkileşim halindedir. Duyu organlarımız bu nedenle maddi dünya
nesnelerince sürekli güçlü bir biçimde uyarılmakta; zihnimiz, duyu organlarımızın kontrol ve
yönetimi altına girerek, sürekli dışarı odaklanmaktadır. Bu şekilde enerjilerimiz duyu organlarımız tarafından sürekli dışarı akıtılmaktadır. Bu, içsel gücün zayıflaması, bilinçaltının ve içgüdülerin güçlenmesi demektir.
“Pratyahara” ile bilinçli bir farkındalıkla dışa akan enerjileri kontrol altına aldığımızda,
enerji düzeyimiz ve titreşimimiz fark edilir seviyede yükselir.
Ruhsal büyüme yolunda ciddi bir niyetle ilerlemek isteyen bireyler, Patanjali’nin 8 kolundan
beşincisi olan “Pratyahara” -duyuların geri çekilmesi- yeteneğini, ilgili yoga uygulamaları ile geliştirmelidir. Gerçeğin deneyimine açılan bu kapıdan başarıyla geçmek, bireysel varlığın Ruhsal
gücünü kanıtlamış olduğunu gösterir. Ruh-zihin-beden hiyerarşisi varlığımızda net bir biçimde gerçekleşip irade güçlendiğinde, geri kalan adımlar doğal bir gelişim süreci içinde kolaylıkla gerçekleşir. “Gerçek özgür irade”, pratyahara başarıldığında kalıcı olarak varlığımızı yönetir.
Uzun süreli konsantrasyon, anda kalış, derin meditasyon mümkün olur ve yaşamı zevkli ve dengeli kılar. Yaşam amacımız olan “Kendini bilme, Tanrı’yı bilme” boyutları bizim için ulaşılabilir olur.
Bu güzel günde içten dikkatimizle duyularımızı kontrol gücümüz artsın, irademiz güçlensin,
içimizdeki sevgi ve ışık her eylemimizde çevremize yansısın.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
13 Ekim 2008, Ankara
87
Yol
Zihnimiz ve bedenimiz, akıl ve irade gücümüzle yönetilmek ihtiyacındadır. Akıl ve irade, sürekli gelişim kapasitesi olan ruhsal yeteneklerimizdir. Bireysel akıl ve irade gücü, zihin ve bedenin
çekimine kapıldığında insan ruhsal bilgileri doğru olarak algılayıp idrak edemez. Zihinsel ve fiziksel titreşimler bütünü olan bedenimizin sıradan maddi ve içgüdüsel titreşimiyle, ruhsal doğamızın yüksek titreşimini anlayamayız. Sıradan maddi titreşimlere, bedenin duyusal arzularına, zihnin sanal kalıplarına ısrarla bağlı kalarak çok daha yüksek bir titreşimi olan ruhsal boyutumuzu deneyimleyemeyiz.
Değişim ve dönüşüm, gelişimin ve yükselişin ayrılmaz parçalarıdır.
Bazen çok büyük acılar yaşamamız gerekse bile değişim ve dönüşüm için değer...
Ruha yaklaşmamız, beden ve zihnin maddi çekimine kafa tutacak gücü bulmamızla başlar. Sağlam niyet, çok istemek, yaşamı ve kendimizi dikkatle izlemek, samimiyetle düzenli ruhsal çalışmalar yapmak, ruhu anlamak ve her şeye rağmen, maddenin tüm aşağı çeken ağırlığı içinde
ruhsal kalitelerle yaşama konusunda dürüst olmak; ruhsal varlığımızı geliştiren, ruhsal titreşimimizi yükselten seçimlerimizdir.
Yükseliş, kendi kendimize içselliğimizi derinleştirerek, samimiyetimizi artırarak,
ciddiyetimizi sınayarak gerçekleştirmemiz gereken bireysel bir oluştur.
Bu sürecin aşamaları da bireyseldir, hiçbir şekilde genelleştirilemez. Bir biçime, kalıba hele standart kurallara bağlanamaz. Dünyadaki insan sayısı kadar “oluş” vardır. Bireysel özgür irade; seçtiği öğretmen, kitap, teknik ve rehberlik ışığında kendi yolunu kendi bulmak ve kendini gerçekleştirerek “kendisi olmak” durumundadır.
Ne olduğunu bilmek, kendini bilmek, içsel bir oluştur. Dışarıda arayış, sadece kaçış ve kendini
kandırış olabilir. Aradığımız şeyin içimizde, bizimle, şimdi, bu anda olduğunu anlamaya çalışmalıyız.
Kendimizi bilinceye kadar bizi destekleyen tüm öneri, öğreti, öğretmen ve araçlar, kendi içimize doğru cesaretle hareket etmemizi teşvik etme amaçlıdır. İçsel derinliğimize bir kez demir attığımızda, bizler artık yolsuz yolcular oluruz; ezeli ve ebedi yolcular... İçimizdeki derin sessizliğin
sonsuzlukta yankılanan sesi, kalbimize dokunur. Bu derinliğe ulaştığımız her seferinde başka bir
sevgi ifadesiyle ama hep sevgiyle onaylar bizi: “Selam olsun yolsuz yolcuya, selam olsun O’nunla
BİR’likte yol alana”...
Birlik ve bütünlük bilincimizin her nefes ve eylemimizle gelişip çiçeklendiği, “Bütün” ün en yüksek hayrı ve şifası için adanmışlıkla sunulmuş en saf niyetlerimizin evrenleri selamlayıp anlarda
gerçekleştiği güzel ve gerçek bir hafta olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
19 Ekim 2008, Ankara
88
GEMİ
Oralarda ötelerde bir yerlerde,
Göklerin derinliklerinde,
‘’TEK’’ rotada ilerleyen dümensiz bir gemi var:
Güvertesi sevgiden, yelkenleri ışıktan,
Engin bilgelik okyanusunda, sessizlik rüzgârlarıyla
Uçar gibi yükseliyor.
Ne kadar hafif, ne kadar hızlı öyle?
Hiçliği mi taşıyor?
Şimdi gördüm, içi dolu, birileri var...
Taşıdığı tüm yolcular;
Zihinleri bilgi,
Gönülleri sevgi,
Ruhları Aşk dolu olanlar.
Aynı şarkıyı her dilden söyleyerek,
Vefayla, koşulsuzca akanlar...
26 Ekim 2008, Ankara
89
Gerçek ve Biz
“Tanrı sünger ve istiridyeleri istediği zaman onları yarattı ve birini bir kayanın üzerine, diğerini de
çamura koydu. İnsanı yaptığı zaman onu bir sünger veya istiridye gibi olsun diye yapmadı; ona el,
ayak, kalp, hayat veren kan ve onları kullanabileceği geniş bir yer yarattı ve dedi ki: ‘Git çalış!’ ”
Henry Ward Beecher
Şimdiye dek pek çok kere “Yoga nedir?”i tanımladık, açıkladık.
Bu gün “Yoga ne değildir?” e bir bakalım istedim:
Yoga:
•
Yaşamla ilgili anlamlı başka hiçbir şey yapmadan, yaşamın her koşulu içinde koşulsuzca
ama farkındalıkla yatıp yuvarlanmadan yapılabilen ve bu şekilde idrak edilebilecek bir
yöntem değildir.
•
Hobi gibi boş vakit değerlendirmesi şeklinde, tek düze alışkanlık haline getirilerek idrak
edilebilen bir yapış değildir.
•
Kendini beğenmişlikle, işe yarar başka hiçbir şey yapmamak için paravana olarak
kullanılan bir meşguliyet şekli değildir.
•
Beklenti ile yatırım olarak yapılıp belli bir sürede beklenilen sonuçların elde edildiği kesin
bir program değildir.
•
Değişmeden, dönüşmeden, görünür gelişmeler kaydetmeden uzun süre uygulanan
tekrarlar dizisi değildir.
•
Ciddiyet, dürüstlük, çalışkanlık, cesaret, disiplin, nezaket, hoşgörü, tevazu, verme ve
paylaşma keyfi gibi gelişmiş karakter özellikleri olmayan bireyler tarafından kolaylıkla
anlaşılabilecek ve yaşanabilecek bir bilgi değildir.
•
Tutku, bağlılık, bağımlılık, hırs, ihtiras, tutarsız istek ve arzuların esareti altındaki
kalıplaşmış sınırlı zihinlerin kavrayabileceği bir sistem değildir.
•
Bedeninin, duyularının ne işe yaradığı, ne için bu bedende ve bu dünyada bulunduğu
konusunu irdelemeyen ve bu konuda akıl yürüterek derin düşünme ihtiyacı olmayan
insanlarla ilgisi olan bir çalışma değildir.
•
Bedenini ve zihnini aklıyla eğiterek, veriş ve hizmet ahlakıyla diğerleri yararına en iyi
şekilde kullanabilme yeterliliğinde olmayan bireylerin ilgilenmesi gereken bir alan
değildir.
Bedenimizin ve zihnimizin tüm kapasitelerini aklımızın gücüyle kullanarak bütünün hayrına
güzel eylemler ürettiğimiz; şükürle, sabırla, uyumla, her nefesimizden keyif alarak, keyif yayarak
deneyimlediğimiz muhteşem bir hafta olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
27 Ekim 2008
90
İletişim
Kendimizle, sevdiklerimizle, diğer herkesle ve her şeyle yaşamımızın her anında nasıl bir
“iletişim” içindeyiz?
En açık, samimi, gerçek ve güzel iletişimlerle yaşamımızı yeniden yapılandırmaya, farkındalığımızı geliştirmeye, kendimizi ve yaşantılarımızı iyileştirmeye niyet edelim ve niyetimize uygun
çalışmalar yapalım.
Mükemmel iletişimlerin mükemmel sonuçlarıyla günlerimiz renklensin, uykularımız derinleşsin, iç huzurumuz yükselsin, neşe, huzur, güven ve mutluluğumuz büyüsün, tüm güzel sonuçlar bütünün olsun.
Samimi adanmışlıkla ruhsal kapılar bir bir açılır. Ruhsal yoldaki tüm engeller aşılır. Samimiyet;
sonsuzluk kapısını açan tek altın anahtardır.
Tüm bilgiler gibi ruhsal bilgilere de “iletişim” yoluyla ulaşılır. Kendi kendimizle açık ve net iletişim hali, kendimizi bilme yolunda başarı için gereken ilk koşuldur. Kendimizle ve diğerleriyle ilgili iletişim düzeyimiz, ulaştığımız sonuçları doğrudan etkiler.
Ruhsal eğitimde en büyük engel, öğretmen ve öğrenci arasındaki “iletişim” eksikliğidir. Öğretmen ve öğrenci aynı dili konuşmalıdır.
Yaşayan bir ruhsal öğretmenle karşılaşmak bir lütuftur ancak ruhsal büyüme için yeterli değildir. Öğretmenimizle aramızda çok içsel, çok samimi, gerçek bir “iletişim” olmalıdır. Ruhsal öğrenciler, öğretmenlerini doğru anlamalı, içlerinde hissetmeli, idraklerini davranışlarıyla sessizce kanıtlamalıdırlar. Ancak bu yolla ruhsal anlamda ilerleyip gelişebiliriz.
Ruhsal öğrencinin gerçek gelişiminin kanıtı olarak, öğretmeniyle arasındaki iletişim giderek
sessiz ve derin boyutlarda da gerçekleşmek zorundadır.
Ruhsal öğrencinin öğretmeni tarafından yanlış anlaşılma iddiası ve endişesi, zihinsel bir yanılgıdır. Doğru bakış açısı: “Ben öğretmenimi gerektiği gibi anlayabiliyor muyum? Öğretmenimi ve
verdiği bilgileri hangi ölçüde ciddiye alıyorum, ne kadar samimiyetle yaklaşıyorum, gereken dikkat,
önem ve önceliği veriyor muyum?” olabilir.
Ve eğer ruhsal büyüme ve gelişmeyi samimiyetle istiyorsak, bu samimi ve alçak gönüllü yaklaşımımız, yaşamımızı etkileyen tüm ilişkilerimizde bizi destekleyen kalıcı huyumuz olmalıdır.
Samimiyet ve alçak gönüllülük, doğru iletişim kurabilmek için mutlaka gerekli olan
çok önemli kalitelerimizdir.
Teşekkür Ederim
Sevgi ve Işıkla
3 Kasım 2008, Ankara
91
Korku ve Sonsuzluk
“Korku”, fiziksel bedenimizin korunma mekanizması içinde var olan ve yok olmaya, zarar görmeye karşı onu korumak için işlev gören uyarıcı bir sistemdir.
“Korku” aynı zamanda, bedene bağlı psikolojik yapımızın (bilinçaltı) maddi ortamda var olmaya,
ayakta kalmaya, varlık kazanmaya çalışan yanılsamasıdır.
“Korku” asla risk almayı sevmez. Güvende hissedebilmek için her yolu dener. Sonunda korku ve
güven bizim için aynı anlama gelmeye başlar.
“Korku ve sevgi asla bir arada olamadıkları için, eğer aralarında bir seçim yapmak zorunda kalırsak,
bizim için korkuyor olmak seviyor olmaktan çok daha güvenlidir.” Niccolo Machiavelli
“Korku” sevgiyi bilemez. Oysa her şeyi kapsayan sevgi, korkunun susmasını ve kendini görmesini bekler. Sevgi, korkunun alabileceği en büyük armağandır ama korku susup onu fark edinceye kadar bu gerçekleşmez.
Sevginin kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. O zaten her şeydir. O saf bilinçtir. Bu nedenle korkusuzdur. Ve yine bu nedenle korku ondan korkar.
Korkularımızın şifası, sevgi ile mümkündür. Gerçek ve kalıcı güveni ancak sevgide, sevgiyle deneyimleriz. Küçük bir çocuğa gösterdiğimiz sevgi ve anlayış ile korkularımıza yaklaşmalı ve onları sevgi ile dönüştürmeliyiz. Korkularımızdan korkmak onları büyütür ama onları sevgide eritmek, yapıcı, yaratıcı enerjilere dönüştürmek bizi büyütür, özgürleştirir.
Korkunun tek ve biricik şifası sevgidir. Zaten gerçek olmayan korku yanılsaması, sevgide ölerek
sonsuzlaşmak zorundadır. Var olan hiçbir şey kendinden kaçamaz.
“Yüreklerinde bir huzur vardı. Şu her şeyini kaybetmiş olanların korkusuzluğu ile doluydular;
elde etmesi kolay olmayan ancak elde ettikten sonra hep süren korkusuzlukla...”
Aleksandr Solzhenitsyn
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
17 Kasım 2008, Ankara
92
Karanlık ve Işık
“Işık”, kendisiyle vardır. Bu nedenle o, hiçbir şeyi kapsamaz.
Güneş, gölgeye her zaman izin verir, dahası gölgeyi yaratan güneştir.
“Karanlık”, ışıksızlıktır ve o ışığın olmadığı her yeri ve her şeyi kapsar, kapatır.
Karanlık, ışıkla birlikte var olamaz. Çünkü onun varlığı ışıksızlıktır.
Minicik bir alev karanlığı dağıtmak, onun gerçek olmadığını kanıtlamak için yeterli ise bir
düşünelim, içimizdeki sonsuz Sevgi ve Işık Kaynağına bağlı, iyi, güzel ve gerçek potansiyel
alevlenip kendi gerçekliğini özgürce paylaşmaya başladığında neler olur?
İçimizdeki gerçeği ifade etmemizi, bütünle paylaşmamızı engelleyen zihnimizin sisli
bulutlarını ancak gerçek sevgi ve ışığın içinde dağıtabiliriz.
Kendi yaratımız olan zihinsel karanlığı dağıtmak, bizim basiret ve irademize kalmıştır;
gerçeğe samimiyetle odaklanmamız, zihnimizin karanlığını değil özümüzün ışığını
seçmemiz yeterlidir.
Zihnimiz ve bedenimiz, kalıcı huzuru ve sonsuz ışığı “şimdi, burada“ deneyimlememiz için var,
neden tam tersi oluyor? Çünkü onları nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz ve onların bizi
kullanmalarına izin veriyoruz, dahası kendimizi onlarla özdeşleştiriyoruz.
Işık olduğumuzu bir kez hatırladığımızda yaşamımızda her şey “gerçek ve kalıcı” olur.
Sonsuz Sevgi ve Işık dünyada hayat bulur.
Bedenli yaşamın tek amacı “Işıkla var olmak”tır. Tüm “özgür ruh”lar bunu başarmıştır.
Biz de başarabiliriz. Şimdi. Ertelemeden.
Günlük yaşamımızın her ortamında Sevgi ve Işığımızı özgürce deneyimlediğimiz,
coşku dolu başarılı bir hafta olsun.
Teşekkür Ederim.
Sevgi ve Işıkla
29 Kasım 2008
93
Manasarover gölü-Tibet, Nisan 2005
94
Ben Neyim?
Ben neyim? Herkesten ve her şeyden “farklı bir şey”mi?
Bir güne dikkatle baktığımızda bile yaşamımızda ne kadar çok “önemli şey” var olduğunu görüyoruz. Tüm bu önemli şeylere zaman ve enerji vermek durumunda buluyoruz kendimizi. Kimini
severek, kimini zorunda hissederek elde etmeye, gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Yorulup bunalıyoruz yine de vazgeçmek, bu gidişe bir bakmak aklımıza gelmiyor.
Soralım kendimize: Tüm bu öncelikler süreç içinde kişiliğimizde ne gibi bir fark yaratıyor? Bunlar bizim huzurumuzu ve yaşama sevincimizi destekleyip büyütüyor mu? Bizi iyileştiriyor mu?
Yoksa bu önceliklerin ardından koşup çabalarken, günden güne daha huzursuz, mutsuz ve yorgun mu hissediyoruz?
Yaşam olgusunu doğru anlamalıyız. Biz yaşamı şekillendiremeyiz, zaten yaratılmış bir şeyi yeniden yaratamayız ve onun yasalarına kafa tutamayız ama onu akıllıca, doğru anlayıp ona uyumlanabiliriz.
Neden fark yaratmak, farklı olmak istiyoruz?
Kim olduğumuzu bilmediğimizde, (çoğumuz merak bile etmiyor) zihnimizin ürünü olan bir
benlik veya benlikler yaratıyor, Tanrısal özümüzün önüne ve üzerine bu yüzeysel olanı yerleştiriyoruz. Bu zayıf benliğe sıkıca bağlanarak altındaki Tanrısal özü yadsıyor, unutuyoruz. İşte o zaman tüm öncelikler sıraya diziliyor. Bütün önceliklerimiz bu sahte ve güçsüz benliği dışsal çabalarla korumak, güçlendirmek, ona ait, onun doğası olan korkulardan kurtulup onunla güvende
hissedebilmek üzere sıralanıyorlar. Korku dolu çabalarımız bu sahte benliği şişirmekten, korkularımızı büyütmekten, doğal dengemizi bozmaktan başka bir işe yaramıyor.
Biz dış koşullarımızı kontrol edip iyileştirerek huzuru, refahı, mutluluğu böyle yaratacağımıza
inanıyoruz. Oysa iç değişmeden dış değişemez. İç gelişmeden dış gelişemez. İç ilerlemeden dış
ilerleyemez. Gerçek ve kalıcı huzur, tüm gerçekliği ve potansiyeli ile içimizdedir. Ancak en derin düzeyde kendimizin “ne” olduğunu idrak ederek kalıcı huzur ve dengeye kavuşabiliriz. Tüm
yaşam bu konuya öncelik vermemiz için mükemmel bir araç olarak bizi bekliyor. Yaşam bizim
sınırlı algılarımıza sığabilen sınırlı bir olgu olmayıp sonsuz ve sınırsız bir gerçeklik boyutudur.
Onu ancak yaşama ait olan, içimizdeki yaşam özü ile doğru olarak kavrayıp deneyimleyebiliriz.
Fark yaratan gerçek insanlar, gerçekten kendini bilmiş olanlardır. Onlar fark yaratmak istemediler, kendilerini ve gerçeği bilmek istediler. Bu istek gerçekleştiğinde diğerlerinden farklı oldular... Önceliğimiz onlar gibi yapıp kendimizi bilmek, tüm yaşamımızı ve tüm koşulları bu öncelik için ustaca kullanabilmek olmalı. Böyle yaptığımızda kısacık ömrümüzün sınırlı süresine
sonsuzluğu taşıyabiliyor, her nefesimizi sonsuz yaşam kaynağının sevgi ve ışığı içinde huzur ve
dengeyle kullanabiliyoruz.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
22 Aralık 2008
95
İçe Dönüş
İçimizdeki gerçeklik, dışımızda olan biten her şeyin çok ötesindeki sonsuz kaynağa doğrudan
bağlıdır. İçe bakış, merkezimizde oluş, dışımızda olan şeyler ile tartışmayı bıraktığımız anlamına
gelir. Yaşamın getirilerine karşı egosal dirençlerimizi teslimiyetle erittiğimiz; zihnimizin ve duyularımızın, dışımızda olan hiçbir durumu artık etiketleyip nitelendiremediği noktada içsel gücümüzle buluşur, onu deneyimleriz. Bu nokta, bizi “Koşulsuz Bilince, Sonsuz Kaynağa” doğrudan
bağlayan gerçeklik kapısıdır.
Bu, zihnin doğasından çok farklı, dingin ve neşe dolu bir açık bilinçlilik halidir. Bu, dışarıda ve
içeride olan her şeyden bağımsız olma halidir. Evrensel Olan ile içimizde buluşuruz ve O, bizim
vasıtamızla kendini ifade eder. “Guru”muz orada, içimizde, bizimledir. Bize hem içerden hem dışarıdan her an yardımcı olur. O bizimle ve her yerdedir. Bizi korur, gözetir, eğitir, yönetir ve yönlendirir. Böyle öğretir: Doğrudan, bizim içimizden, bizimle birlikte, sevgi ve ışık içinde...
Tüm varlığımızın, duyularımızın, eylem organlarımızın yaratıcısı, sahibi odur. O her şeyi ve bizi
bizden iyi bilen, en çok seven, her zaman seven, koşulsuz verendir. Bu nedenledir ki O’nun yaratısı olan bu mikro sistem içinde O’nunla birlikte, O’ nun farkında olarak, tam bir teslimiyetle bulunuyor olmak “gerçek yaşam”dır.
Bu birlik hali gerçek özgürlük halidir. Bu hale ulaşan her bireysel varlık artık sonsuza kadar
özgür kalır.
‘’Özgürlüğü kulluğa taş çatlasa satmam!’’ diyen Hz. Mevlana sanırım bu özgürlükten
bahsediyordu...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
29 Aralık 2008, Ankara
Kendine Bakış
Soruyorum:
Kulaklarımla işiten,
Gözlerimden bakan,
Sesimle söyleyen,
Burnumla koklayan,
Derimle dokunan ne?
“Ben” dediğim şey ne?
Cevap veriyorum:
Duyularımı ve eylem organlarımı fiziksel beynim yönetir.
Fiziksel beynimin tüm işlevlerinin gerisinde, zihinsel ve nedensel bedenlerim var.
Zihinsel ve nedensel bedenlerimin en önemli özellikleri “algılayan” ama aynı zamanda kaydedip saklayan olmalarıdır. Her algıyı, her deneyimi kaydedip, bir sonraki benzer deneyimi bu tecrübeye göre yorumlarlar.
96
Bu kayıtların en bağlayıcı olanı da “ben” kavramıdır.
Özgür doğamı kısıtlayan en önemli etken sınırlandırılmış “ben” (ego) inancımdır.
Bu yapı nedeniyle kaydedilen yorumlar, kalın bir inançlar ve kavramlar perdesi oluşturuyor ve
bu ağır bir “geçmiş” olarak sürekli taşınıyor. Her yeni deneyim, bu birikime göre yorumlanıyor.
Yeni kayıtlar ağırlığı artırıyor, arşivi büyütüyor.
Fiziksel bedenim ağırlaşıyor, zihinsel bedenim genişliyor, nedensel bedenim yoğunlaşıyor.
Uçucu, özgür gerçekliğim bedenlerim içinde tutsak oluyor.
Oysa gerçekte, Fiziksel bedenim; TEK Evrensel Bilincin, donmuş, bireysel fizik beden olarak
biçimlenmiş en katı halidir.
Zihinsel bedenim; TEK Evrensel Bilincin,
maddenin sıvı hali gibi akışkan, değişken ve birleşik halidir.
Nedensel bedenim; TEK Evrensel Bilincin, var oluşun üç boyutlu gerçekliği içinde etki-tepki;
sebep-sonuç yasasına bağlanmış tüm bedenlerimi kapsayan daha da ince titreşimli (eterik) bedenimdir.
Tüm bu hiyerarşik oluşumun derininde EN SAF OLAN, tezahür etmemiş olan vardır.
SAF BİLİNÇ; tezahür etmemiş YAŞAM’DIR. KAYNAK’TIR.
Her şey O’dur ve her şey O’nundur.
O; biçimsiz olan, tezahür etmemiş olan, kıpırtısız olan, dingin ve sonsuz güç,
kendini bireysel bilinç “ben” vasıtasıyla maddede deneyimler.
Beş duyumuzun, fiziksel yapımızın gerisindeki güç, “deneyimleyen” O’dur.
Zihinsel ve nedensel yapımızın gerisindeki bilen, fark eden gözlemci O’dur.
Sadece SAF BİLİNÇ vardır.
Her şey kendisidir ve O kendisini bilir.
Yorum yapmamayı başardığımızda, tarafsız bir farkındalıkla gözlemleyebildiğimizde, ancak o
zaman sistemi doğru algılayabilir, algılayanın “ne” olduğunu gerçekten sezebiliriz.
O zaman ben değil, “saf ve sonsuz bilinç” olduğumuzu kavramamız mümkün olur. Kendimizi Tek
Saf Bilinç olarak bildiğimizde, kendimizi var olan diğer her şeyde görürüz.
Bu, gerçeği mükemmel bir berraklıkta algılayabilme halidir. İnsan, gerçekte içinde berrak ve
mükemmel algılama halinin meydana gelebildiği uyanık ve dingin bir ortamdır. Bu saf ortam
içinde var oluşun gerçekliği idrak edilir. Yaşam verilebilir veya alınabilir bir şey değildir. O ezeli
ve ebedi Olan’ın kendisidir. Ve O, tüm tamlığı ve mükemmelliğiyle hepimizin ve her şeyin içindedir. Yorumsuz! Saf ve net!
Hepimizin en kısa sürede bu gerçek halimize kavuşmamız ümidiyle...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
4 Ocak 2009, Ankara
97
Doğa, Birlik, Bütünlük ve Biz
“Doğa”yı sessiz, düşüncesiz, derin bir dikkatle gözlemlediğimizde; kayayı, toprağı, çiçeği, hayvanı, gökyüzünü, denizi, akarsuyu, rüzgârı, yağmuru, karı, yorumsuz bir seyirle seyrettiğimizde;
hepsinin ne kadar “dingin”, oluşa ne kadar “teslim”, ne kadar “huzur”da ve ne kadar huzurlu olduklarını fark ederiz. Gerçek huzuru onların dingin, işlevsel, derin ve bilge teslimiyetlerinde idrak ederiz. Yaydıkları huzur ve güven dalgaları, sadece kendileri olmaları kendi işlerini mükemmel yapmaları ve diğer her şeyle kayıtsız şartsız, birlik, bütünlük ve uyum içinde olmalarının sonucudur.
Doğaya nüfuz etmiş, onu yöneten, yönlendiren, koruyan uyum gücü bizim de içimizdedir.
Bedenimizi yaratan, tüm fonksiyonlarını yöneten yüksek zekâ ile doğa’yı yöneten yüksek zekâ
aynıdır. Bu her şeyi kapsayan zeki enerji, bizim bireysel zihin kapasitemizin çok üstünde, sonsuz, sınırsız ve bu nedenle Kutsaldır.
Doğadan ayrı olmadığımızı, asla ayrı olamayacağımızı idrak etmemiz çok önemli bir adımdır.
Biz hepimiz “Tek Yaşam”ın bütünlüğü içinde birbirimizle ve her şeyle evrensel ritim eşliğinde,
birlikte ses veren notalarız. Tüm doğayı kucaklayan büyük sessizlik, bizi de kucaklamaktadır. Ve
biz, bu derin sessizliğin sesiyiz. O, bizim içimizden bakan, tanıyan, anlayan konuşan zeki güçtür.
O, doğanın tüm isimlerini bilen ve söyleyendir. Biz göğü, yeri ve ikisinin içinde olan her şeyi fark
ettiğimizde, doğayı kutsamış, aynı zamanda doğanın kutsayışını kabul etmiş oluruz.
“Doğa”, kendi güzelliğini, gerçekliğini, kutsallığını, var oluşunun çeşitliliğini bizim vasıtamızla
dile getirir. Düşüncelerimizin yarattığı ayrılık duygusunu doğayı dikkatle izleyerek, ondan doğallığı öğrenerek aştığımız noktada, doğa ile kopması mümkün olmayan ilişkimizi fark eder, Evrensel Birlik ve Bütünlüğün gerçekliğini tam olarak idrak ederiz.
Bu, içimizdeki Gerçek’in kendisine uyandığı andır.
Dışımızdaki doğa bizi sürekli besleyip desteklerken, içimizdeki doğa bizi milyonlarca yıldır
sessizce ve sabırla bekliyor.
Dışımızdaki ve içimizdeki doğa BİR olsun. Varlığımız sonsuz “Huzur”un sınırsız kaynağı olsun.
Teşekkür Ederim
Sevgi ve Işıkla
10 Ocak 2009, Ankara
98
Huzur ve Özgürlük
Beş duyumuz vasıtasıyla algıladığımız her duyusal bilgi veya deneyimi zihnimiz vasıtasıyla derhal etiketlemek, nitelendirmek veya yorumlamak zorunda mıyız?
Yaşamın sonsuz kapasitesi ve sayısız titreşimini, zihinsel kalıplarımız ve alışkanlıklarımıza indirgeyerek algılamak bize neye mal olmaktadır?
Yaşamın içinde karşılaştığımız durumlar, olaylar ve insanlarla sürekli bir seçme-reddetme ilişkisi yaratmamız, kendimizi ve diğerlerini çelişkili zihinsel kalıplarımız içinde sınırlandırmamız gerçekten gerekli mi?
Bu yapışlarımızın, kurtulabileceğimiz, köklü ve güçlü bir zihinsel yapıdan, bilinçsizce benimsenmiş ve yer etmiş alışkanlıklardan kaynaklanıyor olabileceği konusunda hiç düşündük mü? Bu
halimizi, bilinçli seçimlerimiz ve irade gücümüzle iyileştirmek, kalıcı huzur ve dengeye ulaşmamızın anahtarı olabilir. Eğer gerçekten istersek...
Her türlü etkiye tepki vermeden önce; o “an”da olanın olduğu gibi olmasına izin verip tarafsız
bir dikkatle anlamaya çalışarak, sabırla ve açık bir zihinle izleyebilmemiz, yeni bilgilere açık olduğumuzu ve anlayabilme kapasitemizin olduğunu gösterir. Bilinçaltı kaynaklı düşünce kalıpları ve alışkanlıklardan bağımsız, temiz ve berrak zihinler çok kolay öğrenirler ve çabuk gelişirler.
Hepimiz biliyoruz ki bilinçli gayretlerimizle bilinç dışı etkileri kontrol altına alabiliriz. Olay ve durumlara bilinçsizce tepki gösterme alışkanlığımızdan kurtulmamız; bizim kendi özel gayretimizle gerçekleşmesi mümkün olan, kendimiz ve diğerleri için çok hayırlı, gelişime açık bir değişim
ve dönüşüm halidir.
Çevremizi olumlu etkileyen, iç huzurumuzu koruyan ve çevresel huzuru destekleyen, doğru zamanda, doğru ve yerinde tepkiler veren, dengeli, yapıcı, yaratıcı, güçlü bir varlık olarak yaşamımızı deneyimlemek hepimizin en doğal hakkıdır, bu hakkı kullanmak istersek.
Kalıcı iç huzuru ancak çelişki ve tutarsızlıklardan özgürleşmiş, temiz bir zihinle mümkündür.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
28 Ocak 2009, Ankara
99
Farkındalık, Düşünce ve Koşullu İnanç (Dogma)
Her algılayışımızı, duygu ve düşüncemizi, bilgisayarlarımızın yaptığı gibi “an”daki yeniliğin, tazeliğin farkında olarak güncellemeliyiz. Yaşamımızı dogmalarla, akıl yürütmeksizin doğruluğunun benimsenmesi beklenen inanç kalıplarıyla yönetemeyiz. Her yeni durum üzerinde o anda
yeniden düşünmek, akıl yürütmek bilinçli özgür varlığın özelliğidir. Eğer dikkatli, uyanık ve farkında olmazsak, dini, siyasi, bilimsel tüm dogmalar yaşamımızı yönetiverirler. Dogmalar, ortak
bilince bağlı güçlü kavramsal kalıplardır. Bize bir konu ve olay hakkında bilinçsizce edimlerde
bulunma alışkanlıklarını dayatırlar. Böylece özgür irade gücümüzü etkileri altına alırlar. Körü körüne kabul ettiğimiz duygu, düşünce ve inanç kalıpları tarafından yönetilmeye başlarız.
İnsanlığa acı veren ve acıları büyüten bu mekanizma mutlaka anlaşılmalı, insan düşüncelerle
özdeşleşmemeyi öğrenmelidir. Gerçek ihtiyaca göre, gerçeği ifade eden düşünceler üretmeyi ve onları uygulamayı başarmak, dogmatik düşünceler hapishanesinden kurtuluş, Ruha yani
“Gerçek”e uyanışla sonuçlanır.
Kozmik bilinç okyanusu ile düşünceler denizi birbirinden iyi ayırt edilmesi gereken iki gerçekliktir. Kozmik bilinç okyanusu, düşüncenin kavrayamayacağı kadar engin, yüce, çeşitli ve sonsuzdur. Zihinsel düşüncelerimiz gibi kendini tekrar etmez. Hepimiz kendimizi düşünceler hapishanesinden kurtarıp Evren’in bu sessiz dinginliğine açmalıyız. O zaman, “düşüncelerle koşullanmış”
durumumuzdan, “farkında olan” konuma yükseliriz.
Bilinçli farkındalık içermeyen düşünce kişisel çıkarlara hizmet eden dar, kısır, işlevsiz, yıkıcı düşüncedir; bilgelikten yoksun kurnazlık insanlığın büyük çoğunluğunun huyu olmuştur. Bu nedenle Dünya yaşamı gerçek amacından uzaklaşmakta, bu durum Evrensel dengeleri etkilemektedir. Acil görevimiz, kısıtlayan ve yok eden düşünceler girdabından kendimizi kurtarmak, özgün ve özgür bilinçli yaşam yolumuzda samimiyetle ilerlemektir.
Bütün’ün en yüksek hayrı ve şifası için farkındalık bilinciyle deneyimlediğimiz huzur dolu
“an”lar bizim olsun...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
1 Şubat 2009, Ankara
100
Özgür İrade, Akıl Kullanma
Ömer Hayyam, yüzyıllar ötesinden bize “özgür irade”mizi nasıl kullanacağımızı şöyle fısıldıyor:
“Tam yatmasın aklın hiçbir şeye,
Neler çıkar karşına kim bilir yarın,
Bu karanlıktan başka bir karanlık,
Bu sabahtan başka bir sabah.” (Bugünün diliyle Hayyam, A. Kadir.)
Değişim ve dönüşüm yolumuzda dikey anlamda ilerlemeye çalışırken, sebep-sonuç ilişkisiyle
sürekli değişen, dönüşen enerjiler alanıyla birlikteyiz.
Tek Olan dışında hiç bir şeye bağlanmamayı başarmak, bizi değişken yaşam dalgalarının yorucu kaos ortamlarından, varlığımızın derinliklerindeki sakin ve serin sulara taşıyabilir.
Başkalarının bilgi ve deneyimleri bizi ikna etmeye yetmez. Sürekli dışarıda arayışlar ve medet
umuşlarla vakit kaybetmeyelim. Bu evrende hepimizden bir tane var ve kendi gerçekliğimizi
ancak kendimizin açığa çıkarabileceğini kabul etmeliyiz. Tüm dış etkenleri samimiyet ve iyi niyetle değerlendirip ölçelim, ayırt edebilme ve seçim yeteneğimizi gerekirse risk alarak özgürce
kullanalım. Tek Yüce Gerçek uğrunda risk almaya değer. İçsel ve bize ait olana ulaşmak, en ciddi
yaşam hedefimiz olmalı. Kendini bilmek, kendine sahip çıkmakla başlayan bir süreçtir.
Bilenler, “Gerçek”in çok basit olduğunu vurguluyorlar.
Kendimizi sade ve basit ama etkili olana yönlendirelim. Zaman ve enerjinin değerini bilelim,
hakkını verelim. Biçime değil öze yönelme huyumuz olsun.
Her şeyden ve herkesten bağımsız, derin bir gerçekliği hedefleyelim.
Tek bağımız, bağlılığımız, tek odak noktamız, bizim ve her şeyin sahibi En Yüce Olan olsun.
Sadece O’nu sevelim, O’nun bizi sevdiği gibi...
Sadece O’na güvenelim, O’nun bize güvendiği gibi...
Sadece O’nu isteyelim, O’nun bizi istediği gibi...
Sadece O’nun için hizmet edelim, O’nun bize hizmet ettiği gibi...
Sadece O’nun Gerçekliğini koruyarak taşıyalım,
O’nunla yaşayalım; O’nun bizi koruduğu, taşıdığı, bizde-bizimle yaşadığı gibi...
Ve sanırım... Böylece O’nu bilebiliriz, O’nun bizi bildiği gibi.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
17 Şubat 2009
101
Drepung Manastırı-Tibet, Nisan 2005
102
Yaşam
Hepimizin gerçek yaşam amacı; içimizdeki sonsuz ve sınırsız ışığı layık olduğu şekilde özenle taşımak, kendi içimizde büyütmek ve onu en saf haliyle, koşulsuzca çevremize yaymaktır.
Bunu başardığımızda ise amacımız, diğerlerine ışığı nasıl taşıyacaklarını ve
nasıl yayacaklarını öğretmek olur.
Teşekkür Ederim
Sevgi ve Işıkla
23 Şubat 2009, Ankara
Direnç ve Teslimiyet
İnsan zihninin kendinden çok daha öte, saf ve aşkın, başlangıcı, sonu ve sınırları olmayan, hiçbir
şekilde koşullanamaz olan, En Yüce Saf Bilinci idrak etmesi ve onun gerçekliği konusunda ikna
olması, kendi sınırlı, zorlayıcı yapısının yumuşayarak dönüşmesini sağlar.
Direnç, sınırlı insan zihninin ürünüdür. Dirençlerimizden kurtulduğumuz ölçüde Yüce ve Engin
Zeka kendisini bizim vasıtamızla ifade edebilir. Böylece bize her konuda hem içsel, hem dışsal
anlamda yardımcı olur. Yaşam, mucizevî ritmi içinde, mutlak düzen ve disiplinle, özgürce yaşanır. Özgürlük; bağlayan ve kısıtlayan, karışıklık ve çelişki üreten değişken enerjilerden hiçbir şekilde etkilenmeme halidir.
Gerçek özgürlük, içsel direnişlerimizin sıfırlandığı saf bilinç deneyimidir. Bu bilinç boyutuna
eriştiğimizde sosyal etkileşimlerimiz, bireysel deneyim ve eylemlerimiz olduğu gibi devam eder
ancak tüm bunları egosal benliğimizin istek ve arzularını karşılama çabası olmaksızın, en ufak
bir korku ve çekince duymadan, saf bir güven ve teslimiyetle yaparız. Artık hiçbir durumun, kişinin, yerin veya olayın bize doyum ve mutluluk vermesini beklemeyiz. Her kişi ve durumun geçici doğasının olduğu gibi olmasına izin veririz.
Biz bu dünyadaki tüm deneyimlerin geçici olduğunu, dünyanın bize kalıcı hiçbir şey veremeyeceğini kabul ve idrak ettiğimizde, yavaş yavaş idrak ettiğimiz gerçeğe teslim oluruz.Olanı olduğu gibi kabullenmemiz, bizi zihnimizin iyi ya da kötü yargılarından, koşullanmış dirençlerinden
özgür kılar. Yaşamın oluşuna izin verip her anı getirdikleriyle birlikte tepkisiz ve dirençsiz kabullenmeyi başardığımızda, açığa çıkan enerji ve güç ile içimizdeki dingin ve engin olan derinliği,
sarsılmaz huzur ve dengeyi deneyimleriz.
Kendimizi, sonsuz, sınırsız, korkusuz ve güçlü hissetmemizi sağlayan bu gerçekliğe bir kez ulaştığımızda, bir daha asla eskisi gibi olamayız. Yaşam olumlu ve olumsuz taraflarıyla, tüm değişken doğasıyla süre giderken varlığımızın yüzeyi hafifçe dalgalansa da, içimizdeki kalıcı huzur ve
güven tüm dış koşullara rağmen, hiç bozulmaz.
Bu bizim koşulsuz ve özgür, özgür ve koşulsuz olan En Gerçek halimizdir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
8 Mart 2009, Ankara
103
16 Mart 2009-27 Mart 2009 Nepal gezi notlarından:
• Özgür ruhlar, özgürlük isteyen ruhlara rehberlik eder.
(Katmandu, 15 Mart 2009)
•
•
Bu dünyaya ait olanı sahiplenmek istemiyorum.
Sadece bu dünyadaki gerçek işimi yapmak ve başarıyla tamamlamak istiyorum.
İnsanın hayatında iddiasız bir düzen olmalı.
(Katmandu, 16 Mart 2009)
•
•
•
Bir direnç başka bir direnci yaratır.
Doğal ve içten olan her şey koşulsuz sevgidir.
Hareket etmeyen bedeni, zihin çok rahat yönlendirir.
(Monjo, 18 Mart 2009)
•
•
•
Yükseklere çıkmak, niyet (kararlılık), enerji (emek) ve rehber (gerçek bilgi) ister.
Kalıcı huzur her an koşulsuz hizmetle mümkündür.
Karışık zihnimizden başka her şeye hoşgörü gösterelim.
Başkalarına hoşgörü ve sabırla davranmak da zihnimizi eğitir.
Kyangjuma, 19 Mart 2009)
• Bu bilezikleri size bu gezinin anılarını hatırlatması için değil, hep birlikte En Yüce Olan’a
verdiğimiz sözü hatırlatması için hediye ediyorum.
(Kyangjuma, 20 Mart 2009)
•
•
•
Ego var olmak, ruh işe yaramak ister.
En Yüce Olan’a yüzde yüz teslim olun. Diğer her şeyi bırakın O’nunla ilgilenin, sizi nasıl
koruduğunu, yönlendirdiğini ve tüm işlerinizi sizin için nasıl hallettiğini görün.
Gerçek yolcusu, gerçekle gerçek dışı arasındaki farkı görebildiği oranda ilerler.
(Phortse, 21 Mart 2009)
•
•
Zihnin özelliği geçici olanı kapmak ve ona bağlanmak;
ruhun özelliği sürekli özgürlüğü sunmaktır.
Kendinizi hiçbir şey istememeye programlayın. Yeterlilik duygunuzu geliştirin.
(Phortse, 22 Mart 2009)
104
•
•
•
•
•
•
•
•
En Yüce Olan’ın kabul gördüğü yerde, yetersizlik, yarış ve hırs olmaz.
Bir kere içtenlikle En Yüce Olan’ı anan kişi, bir daha asla eskisi gibi olmaz.
O’nun kutsal isimlerinin gücü geri dönülmez bir gerçek dönüşüm yaratır.
En Yüce Olan, hepimizin ve her şeyin içinden özgürce ve koşulsuzca akan yapıcı yaratıcı
prensiptir. Hepimizin görevi bütün kalbimizle bu prensibe odaklanıp onu dinamik ve
yapıcı bir etkiyle çevremize yansıtmaktır. Tanrı isimlerinin içtenlikle ve sürekli tekrarı her
zerremizde var olan En Yüce Gücü aktive eder ve bizi O’na yaklaştırır.
Gerçek sevgiyi bilmemiz için sevdiğimizi sandığımız her şeyden vazgeçmeliyiz.
Koşullu yapılan her şey zihindir. Yapılan her ne olursa olsun.
İçi dışı bir olmak yüzde yüz Atman’ı (Bireysel Ruh) yansıtmak demektir.
Tevazuyu bilmeyen, teşekkürü bilemez.
Aldım diye şükredilmez; verebildim diye şükredilir.
(Phortse, 23 Mart 2009)
•
•
Zihnimiz ruhsal kalitelerimizi ifade etsin.
Ruhsal deneyim yoktur, ruhsal varlık vardır. Bütün deneyimler bireyin kendisini, zihinsel
doğasını ikna etmesi içindir.
(Kyangjuma, 24 Mart 2009)
• Özür dilemek, yapılan hataları tekrarlamamaktır.
Hatalarımızı tekrarlamadığımızda kendimizle barışırız. (Monjo, 25 Mart 2009)
•
•
•
İnsanın kendini bilmesi, teslimiyeti bilmesi demektir.
Samimiyetle yapılan her eylem, varlığın özüne dönüşüne yardım eder.
Yaşadığımız her acı bizim kıyametimizdir. (Ghat, 26 Mart 2009)
•
•
•
•
•
Özgür iradenin gücü, En Yüce Olan’dan gelir.
Sahip olduğun her şeyi ver ama anlayış kazan.
Allah sözcüğü içimizde, her zerremizde hakim ve egemen olsun.
O zaman çekişme ve karmaşa dünyası bizi asla etkileyemez.
Direnç ve tepki yerine terk ve feragat karmayı bitirir. )
En önemli ihtiyacımız “kendimizi” unutmaktır.
Bunu diğer her şeye öncelik vererek koşulsuz sevgi ve hizmetle başarabiliriz. (Lukla, 27 Mart 2009)
105
Uyanış
İçimizdeki gerçek uykudayken bir rüya görür.
Bu, korku ve huzursuzluk içinde izlenen bir “ayrılık rüyası”dır.
Bu rüyada, bireysel gerçekliğimiz aslında ayrılmasına imkân olmayan bütünden,
“En Yüce Olan Tek Kaynak”tan ayrıdır, çok uzaktadır, yalnızdır. Panik içinde, O’nun yerine koyabileceği başka şeyler aramaktadır. Her şeyin geçici ve çok değişken olduğu bu rüyada, Biricik ve
Sonsuz Olan’ın yerine koyabileceği hiçbir şey olmadığını idrak etmeye başladığında dehşete
düşer. Sanılarının gerçek dışılığını fark ettikçe suçluluk ve yetersizlik duygusu artar, rüya kâbusa
dönüşür.
Rüya gören bireysel zihin, istediği dünyayı yaratabilir ama onu gerçek kılamaz. Böyle bir zihin,
ancak uykudan gerçeğe uyandığında; gerçeğin hep aynı kaldığını ve hiç değişmez olduğunu
hatırlar. Artık gerçeğin sonsuz ve sınırsız doğası içinde doğru yerinde, huzur ve güven içindedir. Uykudan önce olduğu gibi...
Hatırlamak, yine o Tek Gerçeğin içinde, O’nunla birlikte olmak, değişmez güç ve şefkate kavuşmuş olmak her şeye bedeldir!
Gerçeğe uyanış, yeni bir doğumdur. Bir bebeğin saf teslimiyeti ile tüm doğum evrelerinin değişen süreçleri nasıl kolayca deneyimleniyor ve sonuçta doğum gerçekleşiyorsa, insanlık da tüm
korkularını bırakıp saf bir teslimiyetle hayatın zeki akışkan doğasına uyum sağlayarak gerçeğe
uyanış sürecini rahatça gerçekleştirebilir.
Teslimiyet ve saf niyetle, sadece Sonsuz Kaynağa odaklanmak, kanal olmak,
Tanrısal Işığı yaymaya adanmak yüksek ve kutsal bir seçimdir.
Bu seçim zamanı durdurabilecek güçte bir seçimdir.
Bilenler zamanın karanlıkta başladığını, ışıkta biteceğini söylüyorlar.
“Sadece o bağış ve celal sahibi Rabb’in in yüzü kalacaktır.”
Kur’an-ı Kerim, Rahman–27
“O bütün ışıklı nesnelerin ışığının kaynağıdır. O, maddenin karanlığının ötesindedir ve tezahür etmemiştir. O, bilgidir, bilginin hedefidir, bilginin kazancıdır. O, herkesin kalbindedir. “
Bagavad-gita,13. bölüm:18
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
15 Nisan 2009, Ankara
106
Zaman
Taşıtımız “zaman”, biz O’nun bilgeliğine ve çok ince, çok zeki hafızasına güvendiğimizde bizi
güzellikler içinde zarafet ve nezaketle taşıyor. Gösteriyor, öğretiyor, her ihtiyacımızı doğru yerde, doğru anda, dosdoğru biçimde karşılıyor. “Zaman” la birlikte, zamanın içinde ne kadar güvende ve tamamız.
“Zaman”, ne kadar güçlü; ne büyük ağırlıklar taşıyor huzur içinde...
Ne kadar zengin; ne güzellikler taşıyor birbirinden özgün, değerli...
Ve nasıl da hızlı, dakik, çevik! Sanki içi boş, hiçbir şey taşımıyor...
O çok özgür, kimseyi beklemiyor...
“Zaman”, En Yüce Olan’la bir, O’nunla aramızdaki yüce elçi.
Bu elçinin önünde saygıyla eğiliyoruz.
“Zaman”, En Yüce Olan’ın ışığı içinde tüm gerekenleri hassas bir kayıtla saklayan, doğru zamanda doğru yerde hiç şaşmayan bir düzen içinde sunan, herkesin ihtiyacını ayaklarının dibine bırakan, sözüne sadık bir taşıyıcı.
“Zaman”, Yüce ışık akışı; evrenleri O taşıyor. Bizimle birlikte var olan her şey O’nun içinde.
Ve nefes...
Ve zaman...
Bu ikisi birbirinin içinde.
“Zaman”ın bize sunduğu sayısı belli en değerli armağan nefes...
Ve biz, bu iki yüce kavram üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. İkisine de çok saygı duymayı bilmeli,
onları çok dikkatle gözleyip dikkatle kullanmalıyız. Onlar çok bilge, çok zeki, çok gerçek. Biz de
gerçeğe uyanmak için onlara yakın olmalı, bize sundukları hiç bir şeyi kaçırmamak üzere dikkatli, hazır, atik olmalıyız.
Bizi götüren, getiren, sevgi ve ışık içinde taşıyıp büyüten, nefesimizle besleyen zamana teşekkür ediyoruz.
“Zaman”ın bize daha kaç nefes şansı tanıyacağını, bu nefesleri kullanırken bizimle daha neler
yapmak istediğini dikkat ve içtenliğimizden güç alan bir hazır oluşla bilmeye, deneyimlemeye
çalışmak güzel! Varlığımızı coşkuyla açıp zamanı içimize almak ve zamanla birlikte güven içinde akmak güzel!
Teşekkür Ederim
Sevgi ve Işıkla
16 Nisan 2009, Ankara
107
Birlik-Bütünlük-Aşk
Gerçeği göklerde arayan, göklerin derinliklerine korkusuz, bitimsiz bir özlem ve aşkla akan gönüllerle; yeryüzünü mesken edinmiş, maddenin tüm olanaklarını kullanmak üzere tüm dikkat,
istek, arzu ve enerjilerini seferber etmiş zihinler bir gün mutlaka birleşerek İlahi sisteme uyumlanırlar. İkisi de O’nun enerjisi ve iradesi ile O’nun gözleri önünde, O’nun sevgisi, ışığı içinde ve
O’nun tanıklığı ile seçimlerini deneyimleyen, O’na ait unsurlardır.
Gökyüzünün hafifliği ve özgürlüğü içinde derinlere uzanan kalpler, diğer yandan yeryüzüyle
özdeşleşmiş hemcinslerinin gözlerini gökyüzüne çevirdikleri anı sabırla beklemektedirler. Alıcı
bir açıklık, içten bir çağrı duydukları her an, tüm kalplerini sunmaya hazır bir bekleyişle...
Gökyüzü ile yeryüzü, sağ ile sol, doğu ile batı, büyük ile küçük, siyah ile beyaz birbirleri için var
olduklarını bilmek zorundalar. Sonsuzluğun bütün evlatları İlahi bir bağla birbirlerine bağlı olduklarını, gerçek, sonsuz koşulsuz sevgi içinde buluşarak anladıklarında; tüm insanlık, tek bir
vücut olarak kendini bilir ve ait olduğu gerçek boyuta yükselir. Bilenlerin bize aktardığı bilgilere
göre bu, insanlığın değişmez kaderidir. Her insan özgür iradesiyle kaderini kendisi yazar, seçimine göre yaşar. Bir kısmımız bilinçli bir farkındalık içinde bilerek, isteyerek gerçeğe uyanırken,
bir kısmımız Doğa yasalarının desteğiyle uyanışı tercih eder. Her iki hal de Bütünün En yüksek
hayrı ve şifası için özgür iradeyi yaratan, sunan, işleten ve saygı duyan İlahi Lütuf’la gerçekleşir.
Uyanış ve Gerçeğe dönüş yolunda istekli, samimi kalpler, yol, yöntem, teknik arayışına girerler.
Koşulsuz sevgi ile çarpan, istekli ve kararlı, Tek gerçeğe adanmış bir kalbin hiçbir tekniğe, yol ve
yönteme, ihtiyacı yoktur. Teknik ve yöntemler zihinleri ikna etmek içindir, aşkla uyanmış kalpler
için değil. Tanrı aşkı ve özlemiyle dolu bir kalp Evren’in nabzıyla bir atar. O, tüm yaratılışın mikro
kalbidir. İhtiyacı olan her şey doğru zaman ve yerde açığa çıkmak üzere kendi içindedir.
Bu lütfa erenler, samimiyet ve sadakatle, Bütün için koşulsuz hizmete izin ve destek talep ederek
yola koyuldular. İçten yapış ve yakarışlarıyla kararlılıklarını kanıtlayarak sadece En Yüce Olan’a
güvenerek ilerlediler. Ve sonunda aşklarına yanıt olarak gelen İlahi Lütuf ’la, Aşkın birliğini, eşsizliğini yaşayarak bildiler. Koşulsuz yürekleri herkes için çarpmaya devam etti, bu lütfa herkes
ersin, bu Aşk’ı herkes yaşasın istediler, istiyorlar.
Zihinsel bilgi ile İlahi “Aşk”a ulaşamıyoruz ama içimizdeki “Aşk” ihtiyacımız olan, her şeyi bize
“an”da sunuyor. “Aşk”la uyandığımızda, zihnimiz ve içeriğindeki tüm bilgiler çok gerilerde kalıyor. İlahi Zeka bedenli merkezimizden tüm varlığımıza ve tüm çevremize koşulsuzca akıyor, bizi
yönetip yönlendiriyor. Şimdi de güvenle yaşıyoruz. Yaşamın zihinlere mucizevî gelen gerçek
doğasını şükür dolu kalbimizle deneyimliyoruz.
“Aşk” hepimizin içinde Tanrı’nın sözü olarak var olan uyandığında;
“kendi”ni “an”lardaki oluşlarla özgürce yaşayan “Biz”.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
19 Nisan 2009, Ankara
108
Bütüncül Aşk
Diyorlar ki...
‘’Ateş yakar! ‘’
Evet, biliyorum, ateş yakarak yapar.
Varlığı görünür kılar.
Diyorlar ki...
‘’Görünürün ardında bir de görünmez var.’’
Evet, biliyorum, Görünmez’de görünenden fazlası var.
Soruyorlar: “Görünen ateşin Görünmez’deki kaynağı ne?”
Bildiğimi söylüyorum: “Aşk! “
Koşulsuz aşkın yarattığı koşulsuz hizmetkarlar olarak, varlığımızı O’nun iradesine teslim edelim,
coşku ve sevinç kaynağımız özümüzle bir olarak yaşamı şükürle kucaklayalım, yüksek hedefler
koyalım, korkmayalım, tüm engelleri cesaretle aşalım.
Hep birlikte Gerçek Aşk’a, Gerçek Güzelliğe, en derin ve sonsuz Olan’a demir atalım.
Biz bir yere gitmeye çalışmayalım. Sonsuz Sevgi ve Işığı şimdi, buraya taşıyalım.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
4 Mayıs 2009, Ankara
Tek Öğretmen
Hep birlikte öğreniyoruz, gelişiyoruz, değişiyoruz. Birlikte seviniyoruz, sevindiriyoruz.
Kalıcı huzuru birlikte büyütüyoruz ve bütüne sunuyoruz.
Paylaşacak kimse olmadığında güzel ve gerçek neye yarar?
Anlayan ve yapan gönüller olmadığında güzellikler nasıl görünür,
büyür, genişler ve sonsuza uzanır?
İnsan bu sorumluluğu almazsa, Sonsuz Olan’ın ışığı bu dünyada nasıl form alır?
Tek Olan’ın içinde, hep güvende, hep bütün,
hep huzurda ve huzurlu olduğumuz gerçeği nasıl yaşanır?
Varlığım varlığınızla, Varlığınız varlığımla anlamlıdır.
Beraberliğimiz ve Bütüne dokunan tüm yapışlarımız En Yüce Olan’ın iradesiyledir.
Şükür ve teşekkürlerimiz yalnız O’nadır.
Bize birbirimizle öğreten,
Sevgisiyle var eden,
Işığıyla büyüten,
Lütuflarıyla destekleyen,
En yüce TEK öğretmen O’dur.
Tüm adanmışlığımızla En Yüce Olan’ın önünde tevazuyla eğiliyoruz.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
9 Mayıs 2009, Ankara
109
Gokyo RI (5300m)’den gökkuşağı-Nepal, 26 Eylül 2006, saat:12.00
110
Meditasyon ve Gerçek
Yaşam sayısız ve sınırsız boyutlarıyla sonsuz bir “Bütün”dür. Bireysel varlığın kendi içinde bütünle kucaklaşması, bilincinin açılıp yükselmesiyle gerçekleşebilen bir durumdur.
Anne rahmindeki bebeği büyüten güç, bilinçli, zeki bir güçtür. Tüm fiziksel donanımı tamamlanıp bebek ve bu gizemli güç tam olarak birleştiklerinde Dünya’ya doğum gerçekleşir, dünya yaşamı başlar. Bu süreç içinde olan her şey, gerçek bir meditasyondur. Anne ve bebek sadece oluşa teslim olarak bu sonuca ulaşırlar. Doğal teslimiyetin başarılı sonucu, fiziksel dünyaya doğuş;
bilinçli teslimiyetin başarılı sonucu da, fizikselde yaşarken ruhsal olana doğuştur. Gereken tüm
donanım bireysel kapasite dahilinde doğumla birlikte getirilir. Sonra sıra bu donanımın bu dünyada görünür olmasındadır. Anne rahminde bilinçsizce yaşanan her şey, doğum sonrası adım
adım gelişen ve yükselen bilinçle fizikselde tekrarlanır. Bu kez, bilinçli seçim hakkı özgürce kullanılır ve seçimlerin sonuçları doğru bir dikkatle gözlenerek öğrenilir. Bireysel varlık bu yolla gelişir, her an gerçeğe biraz daha yaklaşır ki bu meditasyondur.
Bilinçli gerçek yaşam içinde, doğal olan sürekli bilinç yükselişi, teslimiyeti unutup doğal akışı
korkularıyla engelleyen bireysel varlık tarafından imkansız kılınmakta hatta sistem tersine döndürülüp sürekli bir düşüş yaratılmaktadır. Oysa İlahi Doğa’nın tam ve mükemmel çalışan yasaları, insana Dünya yaşamında teslimiyetin yerine konsun diye değil, teslimiyetle özgürce kullanılsın diye, artı bir armağan olarak bilinç ve özgür seçim hakkı sunmuştur. Bu hak, teslimiyetin
unutulması ve inkârı olarak yanlış algılandığında bilinç yükselişi ve gelişim durur veya zorunlu
hallerde çok zorlu deneyimlerle gerçekleşir.
“Teslimiyet”, güven demektir.
“Teslimiyet”, korkulardan özgür oluştur.
“Teslimiyet”, sonsuz sevgi ve ışığın farkında oluştur.
“Teslimiyet”, sadece, sevgi, ışık ve güven kavramlarına dayalı seçimlerle, duygu ve düşünceleri
kontrol altına alma, içsel barışı sağlama ve kalıcı huzurla yaşama durumudur.
Kaynağın İlahi yasaları teslimiyet temeli üzerinde kurulmuş yasalardır. Bireysel varlık, sonsuz
Sevgi ve Işığın şefkatli gücüne güvenmek ve tüm özgür seçimlerini bu güvenle yapmak durumundadır.
Bu gerçeği hatırlayıp tadıyla deneyimlememiz kendimize ve yaratıcımıza karşı en büyük sorumluluğumuz, en yüce yaşam hedefimizdir. Meditasyon tekniklerinin doğru kişilerden doğru biçimde öğrenilmesi ve teslimiyetle, dürüstçe, koşulsuzca, beklentisizce, düzenli olarak uygulanması gerçek doğamızı hatırlamamızı kolaylaştırarak yaşamın tüm durumları içinde kendimizi
anne rahminde olduğu gibi huzurlu, güvende, teslimiyet içinde hissetmemizi sağlar. Yapışlarımızda Bütün’e güven, özgürlük ve neşe açıkça görünür. Her durumda dengede kalarak kendimizi deneyimler, tanır ve gelişiriz. Farkındalıkla gerçekleşen her yaşam deneyimi, beraberinde
bilinç açılması ve yükseliş getirir. Doğru an geldiğinde, birey bu dünyada Kaynağın, sonsuz sevgi ve ışığının taşıyıcısı, koşulsuz temsilcisi olarak bulunmakta olduğunu açıkça idrak eder ve bu
gerçekliği özgürce tüm sonuçları Bütün’e sunarak paylaşır.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
21 Mayıs 2009, Ankara
111
Yüksek Bilinç
“Zeka”, sahte olanı, gerçek olandan ayırt etme gücüdür. Zıtlıklarla ilgilenmez.
“Zeka”, düşünce frekanslarının üstündeki dingin, yüksek farkındalık halidir.
Oysa “ben” olarak tanımladığımız düşüncelerimizden oluşan kişiliğimiz,
doğrudan zıtlıklarla ilgilidir ve sürekli yanılgıdadır.
Onu yanılgılarından kurtaran güç “İlahi zeka”dır.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
24 Mayıs 2009, Ankara
Bu Hayat Denen Yolculukta
“Sana önem veren, senin için önemli olandır.”
İnsanoğlu’nun idrakine muhtaç önemli bir gerçek bu.
Temel çelişkimizi görmek üzere üzerinde uzun uzun düşünülesi, muhteşem bir cümle...
“En Yüce Olan”; Evrenlerin sahibi; insanlığa sunduğu sonsuz yaşam, nefes ve doğa için:
“Hepsini insan(akıl sahibi, bilinçli varlık) için yarattım.” diyor.
Peki, tüm bu lütufların içinde insan nereye bakıyor? Nelere önem veriyor? Nasıl oluyor da bu güzelim gerçekliği görmezden gelerek boş hayalleri içinde yatıp yuvarlanmayı seçiyor, kendi bencil dünyasının derin girdabı içinde kaybolabiliyor?
Bu sorumun yanıtını sadece En Yüce Olan ve O’nun yakın dostları olan adanmışlar biliyor...
Sadece adanmışlar, En Yüce Olan için ne kadar önemli olduklarının ve yaratılmış her zerrenin ne
kadar değerli ve önemli olduğunun farkında olabiliyor ve bu farkındalıkla onlar da Yaratıcılarına, sadece O’na ve O’nun yasalarına önem vererek yaşam görevlerini dürüstçe ve samimiyetle
yerine getiriyorlar.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
29 Mayıs 2009, Ankara
112
Derine İnmek
Kendi içsel barışımızı sağlamlaştırmadan dışımızdaki dünya ile barışık, gerçek, kararlı, dengeli ve özgür etkileşimler yaşayamayız. Neyi dışarıdan iyi ve doğru bilebiliriz ki? Her şeyin dış görüntüsünün gerisindeki derinlik değil mi barış duygusunun kaynağı? Okyanusun dış yüzeyindeki fırtınalar, dev dalgalar korku yaratırken, derinlerdeki durgun ve dingin sularda binlerce deniz canlısı uyum içinde yaşamıyor mu?
Başarmak istiyorsak, biz de derinleri sevmeli, seçmeli, deneyimlemek istemeliyiz. Yüzeydeki
korku uyandıran dalgalardan etkilenmeden yaşamın derinliklerine teslimiyet ve farkındalıkla
dalmayı hedeflemeliyiz. Gerçeğin derinliklerinde erimeli ve böylece içimize işlemesine izin vermeliyiz. Bilen, yapan değil, olan ve olanı tarafsız farkındalıkla seyreden olmalıyız. Yapabiliriz!
Teşekkür ederim
Sevgi ve Işıkla
3 Haziran 2009, Ankara
Barış
“Barış”, En Yüce Olan’ın tek dingin gerçekliğinin dilidir.
“Barış”, biz daha bireysel bilinç ve bedenler haline gelmeden önceki en temel halimizdir.
Hepimiz, barış için atan “Tek Yüce Kalp” in kendi sonsuzluğunu evrenler içinde ifade etmesine
vesile olan nabızlarıyız.
Geçici beden ve zihin ortamımızın derinindeki, koşulsuz, biçimsiz, isimsiz, ölümsüz, sonsuz ve
sınırsız olan özgür doğamız barıştır. Ve O’nun içerdiği her şey birbiriyle barışıktır. Bilincimiz uyanıp varlığımızı dolduran tüm yanılgı taşlarını kaldırıp attığımızda, gerçeği görmemize engel
olan tüm perdeleri yırtıp kaldırdığımızda, geçici olan unsurlarla bilinçsizce süregelen bağlarımızı kopardığımızda, içimizi dolduran ağırlıklardan kurtulup gerçek doğamız olan dingin boşluğun saf ortamını yeniden bulduğumuzda, barışın zaten hep orada olduğunu idrak ederiz. Ve
gerçek yaşam amacımız olan barışa hizmet misyonumuzu sevinç ve coşkuyla, kesin ve sarsılmaz bir hatırlayış ve kararlılıkla yerine getiririz.
Anlarımız barışla dolsun. Varlığımız sonsuza dek barışın adanmış hizmetkârı olsun.
Teşekkür Ederim.
Sevgi ve Işıkla
15 Haziran 2009, Ankara
113
Özgür İrade
Varlıklar içinde insana bir ayrıcalık tanındı ve
Özgür irade (bilinç) verildi.
Beden kalıbının içinde sonsuzluğu tanımlasın,
Sonsuz olanla birliği bilsin diye.
“Senin iraden olsun!” diyerek,
En yüce olan sonsuz yaşama; “sevgi”ye, “barış”a
Koşulsuz kanal olsun diye.
Her şeyi saran tek gerçeği kendi varlığında bulsun,
Birlikte sevsin, öğrensin, bilsin, diye.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
22 Haziran 2009, Ankara
Doğru Dikkat, Doğru Seçim, Özgür İrade... SEVGİ!
Dikkat!
“Yüce bir şeylerin kapımızı çaldığını fark ettiğimizde, artık küçük işlerin ardından koşmamalıyız.”
“Doğru dikkat”, doğru seçim, doğru yapışlar, yaşam kalitelerimizi yükselten, özgür irademizi
güçlendiren yüksek enerjiler üretir. Bilinçsizce kontrol edilen ve fark etmeden tekrarlayan değil,
bilinçli bir farkındalıkla deneyimleyen, öğrenen, gelişen olabiliriz.
“Doğru dikkat”, En Yüce Olan’ın süper bilincine, Kozmik doğasına odaklanmak ve hep öyle kalmakla gelişir.
“Doğru seçim”, En Yüce Olan’ın Süper bilincine, Kozmik doğasına yüzde yüz güvenerek, samimi
bir teslimiyetle O’nun iradesine bağlanarak birlikte gerçekleştirilir.
“Doğru yapışlar”, O’nun iradesine teslim oluşla kazanılan lütuf ve destekler içinde, yapabileceğimizin en iyisini yapma konusunda kararlı oluşumuzla deneyimlenir. Doğru dikkat ve açık farkındalığımız doğru yapışlarımızı destekleyen en önemli yardımcılarımızdır.
O’nun Yüce yaşamını coşkuyla kucaklayarak, O’nun koruyan, kollayan, bilen ve yönlendiren sevgi okyanusu içinde; O’nunla birlikte, huzur ve güven içinde deneyimlediğimiz, yüksek değerlerimizi Bütün’le birlikte, Bütün’ün hayrı ve şifası için kullanabildiğimiz, verimli, gerçek ve güzel
bir hafta olsun.
Teşekkür ederim,
Sevgi ve Işıkla
29 Haziran 2009, Ankara
114
İçimizdekine Dokunmak
Sonsuz ve ölümsüz olan “Öz”den (atma, budhi ve manas) doğan “kişilik” sonludur, ölümlüdür,
ölümü tatmak zorundadır. “Atma, budhi ve manas”, bir ağacın kökü ve gövdesi, “kişilik” ise her
mevsim değişmek zorunda olan yapraklar gibidir.
Baharda yeşeren, yazın aktif eylemde bulunan, sonbaharda eylemi yavaşlatıp bitiren ve kışın
toprağa karışan yapraklar gibi kendisini “kişilik” olarak deneyimleyen “ben”e birey denir.
O böylece;
• hareketleriyle fiziksel,
• arzularıyla astral,
• düşünceleriyle mental boyutları deneyimler.
Her bir bedenli yaşam belli bir ders ve görev içindir. İnsan bu görevini gerçekleştirmede başarılı
olma durumuna göre gelişir. Başarısızlık halinde (ki bu duyarsızlığın ve idrak eksikliğinin sonucudur) başarıncaya kadar tekrarlanan bir sürece bağlanır.
Ruhsal bilgiye meraklı her bireyin, bu durumunun büyük bir lütuf olduğunu fark ederek, merakını bilinçli bir farkındalığa dönüştürmeyi hedeflemesi ve gayret etmesi önemli bir adımdır.
Bu ihtiyacını karşılamak üzere rehber bir bilgi kaynağı ve sistem bularak kendimizi disipline etmek, kendi kendimize ve bütüne karşı en yüksek sorumluluğumuzdur; yaşam amacımızdır. Bütün hep bizimledir, seçimlerimize göre bizi sürekli destekler ve yönlendirir.
Bu rehberliği bulup sistemimizi belirledikten sonra artık daha ciddi, gayretli ve sorumlu davranmamız gerekir. Aldığımız bilgilerin ışığında içimize yönelmemiz, dışsal etkilerden etkilenmeyen
bir konumda sabitlenebilmemiz için gereken ilk adım; ciddi, tutarlı, kararlı, dengeli, sağlam bir
duruş sahibi olmamızdır. Anlamalı ve kabul etmeliyiz ki denge konusunda ustalaşmadan ruhsal büyüme gerçekleşemez.
Fiziksel organlarımız ve beş duyumuz, bize dışarıyla ilişkilerimizde yardımcı olan fiziksel araçlarımızdır. Onları gereksiz yere ve bilinçsizce kullandığımızda özümüz de duyularımıza bağlanıp kendini onlarla sınırlıyor. Oysa o -öz dediğimiz unsur- bizi gerçeğe, Tanrı’ya bağlayan tek ve
O’nunla doğrudan iletişim hattımızdır.
Hepimiz kabul ederiz ki dışarıda pek çok telefon çalarken, aynı anda televizyon, bilgisayar, müzik seti açıkken, trafik ve inşaat gürültüleri ortamı doldururken, içeride sevdiğimiz bir dostumuzla aklı başında, sakin, anlamlı konuşmalar yapabilmemiz imkânsızdır. İçimizdeki gerçeğin
sesini duyabilmemiz, dışarıdaki dikkat dağıtan, huzur bozan koşulları değiştirmemize bağlıdır.
Diğer yandan dikkatimizi kararlı çabalarla ustaca içe çevirmeyi ve merkezimize odaklanmayı
öğrenmek zorundayız.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
2 Temmuz 2009, Ankara
115
Yaşam ve Biz
Yaşamla ilişkilerimizi sakinlik ve dinginlik temeline oturtabilirsek, zihnimizin korku ve isteklerle dolu huzursuz doğasını aşmış oluruz. Bu hal, kendimizi bambaşka bir tatta deneyimlememizi sağlar. Biz artık gereksiz düşünce ve sözcüklere ihtiyacı olmayan, dikkatli ve her durumda şefkatli bir gözlemci oluruz; alçak gönüllülükle hisseden, seyreden, öğrenen, anlayan, kabul eden
tarafsız bir gözlemci.
Ve böylece biliriz ki sevgi hiçbir şey istemez,
hiçbir şeyden etkilenmez ve hiçbir şeyden korkmaz. O, güvenmektir.
“An”ların bize taşıdığı her şeyi güven ve cesaretle kucaklayarak,
“Şükür” içinde yapabileceğimizin en iyisini “Bütün”ün en yüksek hayrı ve şifası için yaparak,
İç barışımızı büyüten eylemlerimizle süslediğimiz gerçek bir hafta olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
6 Temmuz 2009, Ankara
Teşekkürler Allah’ım
Bu yaşamda “özgür” gerçekliğini deneyimlemek istiyorsan;
“An”ların önüne getirdiği her şeyin gerektiği şekilde biçimlenmesine izin ver.
İnsanlar ve olaylardan oluşan dünyevi oyunun bir parçası olma.
Onları tanımlamadan, yargılamadan,
yönlendirmeye ve kontrol etmeye çalışmadan tarafsız bir iç huzuruyla izle.
İyi, güzel, gerçek yapışlarınla anları onurlandır.
Sonuçlara bağlanmadan yapman gerekeni yap ve sevinçle bırak.
Sen özgür bir varlıksın, kurban veya esir değil.
Senin mutlu ya da mutsuz olmana sen karar verirsin, Dünya, koşullar ya da insanlar değil.
Özgürlük, tanımlanabilen değil her koşulda hissedilen ve yaşanan “iyilik”tir.
Özgürlük seninle seslendiğinde, duyulan tek ses “şükür”dür.
“Beni yarattığın ve kucağında yaşattığın için teşekkürler Allah’ım!”
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
9 Temmuz 2009, Ankara
116
Biz
İnsan kendini bilmeli, “ben ışığım!” demeli,
Korkuları korkutmalı, karanlığı ürkütmeli,
İnsan kendini sevmeli, “ben sevenim” demeli,
Karanlığı ve korkuyu “Sevgi”de eritmeli.
İnsan hazinesini bulup “ben verenim” demeli,
İçindeki zenginliği, herkesle bölüşmeli,
İnsan kendi aynasında kendisini görmeli, “ben aşığım” demeli,
Aynasından yansıyan huzuru büyütmeli.
19 Temmuz 2009, Ankara
Şükür, Işık ve Biz
“Şükür”, ışıkta, ışıkla yaşanan sevinç ve yüksek farkındalık halidir.
“İsyan”, yükselen ışıkta görünenleri yanlış algılayış nedeniyle, korkup saklanmayı veya
başka aldanışlara doğru kaçmayı seçmektir.
Işıkta görünen her şey, ışığın varlığını kanıtladığı için güzeldir, doğrudur, şükür gerektirir.
Bize Gerçek, Güzel, İyi ve Sonsuz olanı gösteren IŞIK için şükürler olsun Tanrım!
Işık büyüsün, şükür huyumuz olsun.
Işıklı seçimlerle deneyimlediğimiz şükür dolu bir hafta olsun.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
20 Temmuz 2009, Ankara
117
Muktinath hattı, Annapurna Himalayaları-Nepal, Mart 2005
118
Özsaygı, Kendine Güven, Yeterlilik ve Şükür
Özsaygı, kendine güven, yeterlilik ve şükür insan yaşamının en değerli mucizeleridir.
Bizi diğer yaratılmışlardan farklı kılan, kendi gerçek gücünü bilme ve yaşam içinde huzurla, güvenle, dürüstçe ifade etme yeteneğimizdir.
Biz genellikle bu iki kutuplu maddi dünya yaşamımızı deneyimlerken, sınırlı ve bulanmış ben bilinci içinde unutmuş olduğumuz saf niyet gücümüzü sorumlulukla kullanamayız. Çoğumuz böyle bir gücümüz olduğunu bile bilmeyiz, kabul etmeyiz. Ve o yüce emanet, yaşamda sahip olduğumuz tek değerli şeyimiz, bizim tarafımızdan düşük titreşimli yıkıcı enerjilerin kullanımına bırakılmış olur. “Aklı başında” halimizi ve doğal dengemizi yitirme riskiyle yüzleşiriz. Korku, huzursuzluk, şüphe, kıskançlık, hırs ve benzeri pek çok olumsuz enerjiler tüm varlığımızı hakimiyetleri altına alarak bilinçsizce yıkıcı davranışlar sergilememize neden olabilirler. Böylece bu saf potansiyel
gücümüzün Bütün’ün hayrına koşulsuz sevgiyle yapıcı, yaratıcı eylem üretme yeteneğini, yıkıcı,
bozucu, tutarsız ve bencil eylemlerle sergiler oluruz. Bu hal kendimize güven duygumuzu giderek iyice yitirmemize, kendimiz ve diğerleri için gerçekten yıkıcı bir yaratım makinesi haline gelmemize neden olabilir. “Ne yapıyorum? Nasıl Yapıyorum? Bunun bana ve diğerlerine yararı nedir?
Niçin böyle yapmak istiyorum?” Sorularını kendimize sormaksızın kişisel ihtiraslarımızın doyumu
adına sorumsuzca davrandığımızda; kendi değerimizi yitirirken, diğerlerini de incitip yaralamamız, güvenlerini yitirmemiz kaçınılmaz olur. Hepimizin birbirine bağlı bir bütün olduğumuz gerçeğini unutmuş olmamız bu gerçeği değiştirmez. Biz kendimize saygı duyarsak, saygı duyulan bir
varlık oluruz. Kendimize saygı duymamız için de bütüne saygıda kusur etmemeye öncelik vermemiz gerekir. Sınırlı bir algıyla “ben” dediğimizde; aslında olmayan, hiç olmamış olan bir şeyi iddia
etmekteyiz ve onun için savaşmaktayız. Biz, bilinçsizce davranıp saf ve sonsuz potansiyelimizi en
düşük boyuta indirgediğimizde, kendimiz ve diğerleri için zararlı hale geliyoruz.
Bize lütfedilmiş olan yüce yaşam gücünü, onun yüksek kalitelerini yansıtmaya özen göstererek
bilinçli bir farkındalıkla iyiye, güzele, gerçeğe yönelik edimlerimizle ifade etmek, hepimizin öncelikli yaşam amacımızdır. Hepimize eşit olarak verilmiş olan bu güç, İlahi Olan’ın nefesinden başka
bir şey değildir. Farkı yaratan, Yüce Yaşam’a ait olan bireysel yaşam gücünü kullanış biçimimizdir.
Öncelikle herkesin iyiliğini düşündüğümüzde, edimlerimizde “bütünün hayrına” prensibine bağlı
kalırız; içimizdeki gücün saf doğasına, içerdiği saf niyetlere sorumlulukla sahip çıkar, yaşamımızı
bu gerçek kalitelerin ifade bahçesi haline getiririz. Huzur ve teslimiyetle bu “Tek Gerçek”e ait oluşumuzun tadını çıkarmayı seçmek dururken neden korku, endişe, üzüntü ve huzursuzluğu seçmek isteyelim? Bizim, “benim” diyebileceğimiz hiçbir şeyimiz yoktur, hiçbir zaman olmamıştır. Her
şey O’dur, hep birlikte O’nun sevgi denizinde yüzmekte olduğumuz gerçektir. En Yüce Olan, her
şeyi güzellik ve iyilik olarak “insan” için yaratmıştır. Onun sonsuz bolluk ve bereketi, şefkatli koruması, her an hepimizin üstündedir. O’nun yaşam enerjisini itina, sorumluluk ve iyi niyetle, iyilik,
güzellik ve hayırlar üretmeye çalışarak kullanan saf niyetli bireyler, edimlerinin saf enerjisiyle sürekli desteklenirler. Kalbini yaşamın gerçekliğine, iyi ve güzel titreşimlerine, bolluğa ve berekete,
içten şükür ve yeterlilik duygusuyla açan kişi için yaşam ne güzeldir!
Her an, her koşulda şefkatle öğreten ve kalbimdeki sevgi ve anlayışı her koşulda, her şeye rağmen
koruyan ve büyüten En Yüce Olan’a şükürler olsun.
Sonsuz, Gerçek, İyi ve Güzel olanı seçen herkese “selam olsun”.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
27 Temmuz 2009, Ankara
119
Gerçek Zenginlik
İnsan aklı bir düzeyde, yaşamı “para” ile eş anlamlı algılayabilir.
Başka bir düzeyde ise yaşamın kendisinin başlı başına “sonsuz bir servet” olduğu idraki vardır.
İnsan;
Dünya’nın maddi doğasını tek gerçek sanan,
Ama onun hakkında da pek bir şey bilmeyen,
Bedeni ve duyularıyla sonsuzluğu sınırlayıp
Sıkıştığı karanlığa korkuyla bağlanan,
Bitimsiz biçimsel isteklerini “kendisi” ve “gerçek” sanan,
Yaşamak için havanın değil, paranın şart olduğuna inanan,
Yerçekimine teslim olup gökyüzünü unutan,
Güneşe bakamayan, çiçekle konuşamayan,
Işığın nurundan çamurun bataklığına dalan,
Bu nedenle kanatları kırılan, duyuları köreltilen, bilinci karartılan,
Kendi yarattığı dünyada, kendi kaderine terk edilen...
İNSAN;
Evrenleri evi, Evrenlerin TEK Sahibini dostu bilen,
Yalnız O’na güvenen, O’nu seven, O’nu isteyen,
Bu dünyada ve her boyutta sadece O’nun arzularını yerine getiren,
O’nu hoşnut etmekten başka hedef gütmeyen,
O’nun isteklerini istek edinen, tüm kazançları O’na ileten
O’ndan alan, O’na veren, sadece O’nun rızasını dileyen,
Yaşamın saf ve sonsuz soluğuyla beslenen,
Unutulmuş Sevgiyi ve Işığı yeryüzünde yeşerten,
Teslim olmuş duyuları hep iyiye, güzele yönelen,
Ayakları toprakta yürürken, bilincini En Yüce’ye demirleyen,
“Gerçek Yaşam”ı sonsuz servet, bitimsiz hazine olarak kabul eden,
Özgürlüğün sonsuzluğunda sabır ve cesaretle ilerleyen...
Şükreden, teşekkür eden, seven, sevilen...
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
31 Temmuz 2009, Çeşme-İzmir
120
Sınav Anları
Dünya yaşamımızda karşılaştığımız zor ve kritik anlar, yaşamımızı hangi bilinç düzeyinde deneyimlediğimizi gösteren sınav kağıtlarımızdır. Kendi notumuzu kendimiz verebiliriz. Kendimizi
kandırma ve kendimizden kaçma balonlarımızı patlatıveren bu çok değerli anlar, kendi kendimizi ölçüm araçlarıdır. Günler, aylar, yıllar boyunca seçimlerimizle süslediğimiz yaşam anlarının
gerçek potansiyeli bu kritik anlarda görünür olur. Yaşamın zor, riskli ve beklenmedik gibi görünen sunumları, bize bulunduğumuz gerçek boyutumuzu gösteren, tüm yaşamla o ana kadar
gerçekleştirdiğimiz ilişkimizin gerçek sonucunu yansıtan kristal aynalardır. Ancak bu sınavlarda
düzenli ve tutarlı başarı çizelgemiz olduğunda, yüksek benliğimizle şimdi, burada, birlik ve bütünlük içinde var olduğumuzu biliriz. O’nun ışığını buraya taşımış, O’nun gerçekliğini O’nunla
birlikte tezahür ettirmiş oluşumuzun şükür dolu mutluluğunu deneyimleriz ki hepimizin yaşam
amacı budur.
Yüksek benliğimizle birliği hak etmek üzere sağlam karakter geliştirmek için, zorlu anlardaki duruşlarımıza dikkatle bakmalı, huy haline gelmiş aynı hataları tekrarlamaksızın kendimizi yenilemeyi, geliştirmeyi iman ve cesaretle becerebilmeliyiz.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
22 Ağustos 2009, Çeşme-İzmir
Neden?
İnsan neden korkar ışıktan?
Neden kaçar Huzur’dan?
Neden bir türlü uyumlanamaz Gerçek Yaşam boyutuna?
Neden direniyoruz biz Tek Yaşam’ın bütüncül akışına?
Neden gerçek bir arzuyla teslim olamıyoruz bizi kendinden Yaratana?
Neden anlamıyoruz Bütün’le var olduğumuzu?
Neden korkuyoruz kabul etmekten “yok”luğumuzu?
Neden kaçıyoruz varlığın birliğini bilmekten, içinde erimekten
ve
Sonsuzca SEVMEKTEN,
Umursuzca VERMEKTEN,
Huzur’la, Huzur’da, Huzur için ölmekten...
26 Ağustos 2009, Çeşme-İzmir
O
Ancak içimdeki “Sen”le içinde bulunduğum “Sen”i bilebilirim, sevebilirim, görebilirim.
30 haziran 2009 Salı, 22:45
121
Damlalar
Damlalar,
Kaynak’tan damlıyorlar...
Hep sadık kalıyorlar,
Damla damla damlarken,
“Rahman, Rahim” diyorlar,
Bütünü kucaklayıp, “Bir”liğe doğuyorlar.
Bir oluş gerçeğini,
Görünür kılıyorlar.
Işığa renk vererek bilinsin istiyorlar.
Sessizliği seslendirip, duyulsun istiyorlar...
Gökle yer arasında halden hale geçerek,
İlahi yasaları nöbetle koruyorlar.
Onlar aslında “ev”den asla ayrılmıyorlar.
Sonsuzluk sahnesinde, hizmetle yaşıyorlar.
7 Eylül 2009, Çeşme-İzmir
Dua
Gerçek içimizdeki kaynaktan bütüne aksın,
Doğa yıkansın,
Zihin arınsın,
Ruh uyansın,
Bilinç parlasın,
Yalanlar, hayaller, hayaletler kaybolsun.
İnsan artık kendini kandıramasın, yalan yaratamasın,
Korkmasın “Güneş”e gözlüksüz baksın,
Anlasın, kabul etsin, sevsin, güvensin, “Yaşam”da erisin ki,
Ölümsüzlüğü tatsın, sonsuzluğa adım atsın.
Nur’la dolsun, Nur Olsun.
Hatırlasın, “Bir” olsun,
Evrende;
Sevgi olsun, Işık olsun, Huzur olsun,
15 Eylül 2009, Çeşme-İzmir
122
Damlaların Duası
Velimsin, vekilimsin,
Bendesin, benimlesin,
Noktadan görünensin,
İndirirken inensin,
Yükseltirken yükselensin,
Zirveye vardığında, merdiveni itensin.
Birsin, birleştirensin,
İç içe geçirensin
Her şey sensin, her şeydesin.
Yaşamsın, yaşatansın.
Bilensin, bildirensin,
Severken sevdirensin.
Aşkında koruyansın,
Nurunla yıkayansın,
Şefkatinle taşıyansın,
Sonsuzdan kalbe akansın,
Kalplerden coşkun taşansın,
Dolduransın, boşaltansın,
Hem verensin, hem alansın.
Sırlısın, çok gizemlisin,
Sessizsin çok derindesin,
Eşsizsin, enginsin, dinginsin,
Bitimsizsin, çok zenginsin,
Verensin, pay edensin,
Ölçüye önem verensin,
Derleyip düzenleyensin,
Ayıran, ayıklayansın.
Değiştiren, dönüştürensin,
Sen Mutlak’sın, değişmezsin.
Soransın, sorduransın
Cevapsın yanıtlayansın,
Çağıransın, çağırılansın.
Lütfedensin, şükredensin,
Kendi kendiyle coşansın,
Kendi kendine olansın,
Kendi kendine varansın,
Kendi kendinde bulansın,
Kendi kendine yetensin.
TEK Sensin Ey En Yüce Olan!
Kerîmsin, Kebîrsin, Karîb’sin, sen yeterlisin!
11 Eylül 2009, Çeşme-İzmir
123
Öğretmeni ANLAMAK
Anladım ki,
Anlamak istediklerim
Anlamsız olanlardı.
Söylemiştin
Anlayacak bir şey yoktu,
Sadeydi, basitti, hep öyleydi.
Söylemiştin
Dinlemiştim sesini tüm hücrelerimle
İçmiştim bilge sessizliğini tüm zerrelerimle
Anladım ki,
Anlamam gereken
Öğretmeni anlamaktı bu ömürde bu bedende
Sadakatle, teslimiyetle...
Anladım,
Seni uğurlarken ebediyete!
Şükrettim sonsuz birliğimize!
“Fark etmez!” dedim ölüme,
Senin hükmün geçmez bize!
10 Kasım 2009, Ankara
Var Oluş
Huzur ümitle,
Ümit, huzurla
Güven ikisiyle
Sessizlik üçüyle
İnsan dördüyle var olur.
19 Kasım 2009, Ankara
Işık ve Ses
Sessizlik ve sabır ışıktır, güçtür, özgürleştirir. Kelimeler bağlayıcıdır, risklidir.
Bilinçsizce kullanıldığında insanı esir eder, yaşamı prangalar.
Ego hapishanesinin duvarları “kelime”lerle örülür, kalınlaşır, güçlenir.
Gerçek sessiz nefesiyle üfleyinceye kadar!
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
18 Ocak 2010, Ankara
124
Kendisi
Yola çıkarken arkanda bir şey bırakma,
Neyin var, neyin yoksa seninle olsun.
Kendinle götür her şeyini huzur dol,
Tüm hazinelerin yanında olsun, kendinden emin ol.
Kendiliğinden uzansın yol önünde yürümeni isterse,
Yürüsün ayakların dosdoğru kendi kendine.
Dokunsun bıraksın ellerin kendiliğinden,
Dalsın gitsin gözlerin ötelere kendi kendine...
Kendiliğinden dolsun yaşam dolu nefesler ciğerlerine,
Kendiliğinden duysun kulakların senin duyamadıklarını,
Hissetsin ruhun kendiliğinden olanın eşsizliğini,
Kavrasın beynin kendi kendine kalbin bilgeliğini.
Lütfen!... Ürkme kendinden, kaçma ötelere,
Saklanma, sığınma kendin olmayan şeylere.
Eğer bir gün yola çıkarsan kendiliğinden,
Sakın vazgeçme kendi kendinden.
Tümüyle bütün ol, bir ol kendinle, tamam ol, özgür ol ve kal öylece,
Kendinleysen şükürdesin, huzurdasın kendiliğinden,
Değilsen şirkte...
19 Kasım 2009, Ankara
Dirençlerimiz
Dirençlerimiz daha iyi her şeyle aramızdaki iletişimi kesen, bizi daha iyiye taşıma potansiyeli
olan doğal akışı durduran, bütüncül yaşamın değiştirilemez gelişim yasasına karşı çalışan ikincil
güçlerdir. Bizi daha iyiyi yaparak, daha iyi olmak bitimsiz hevesiyle özgürce yol almaktan alıkoyma işlevini görürler. Dirençlerimizle başa çıkmak, onlara rağmen daha iyiye, güzele ve gerçeğe
yönelik isteklerimizi büyütmek, davranışlarımızda bu istekliliği ve kararlılığı sergilemek bizim
elimizdedir. Yaşamsal güçlerle uyumlanmak, onları farkındalıkla dönüştürmek insanın dharmasıdır. Yaşamın içinde yüzleşmek zorunda olduğumuz karşıt enerjileri farkındalıkla değerlendirmek, dengelemek ve daima daha iyiye, daha güzele, daha doğruya yönelik eylem ve sunuşlarda bulunabilmek ruhsal gelişim ve büyümenin temelidir. Yaşama izin vermek farkındalık getirir. Direnç cehalettir.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve Işıkla
26 Ocak 2010, Ankara
125
Gokyo RI’den Gokyo ve göller-Nepal, Eylül 2006
126
Gerçeğe götüren seçim... Sevgi
Sevgiye uyanış, sevgiyle sevgide sonsuz yaşam bir seçimdir.
Sevenlerin sonsuz şefkat yüklü destek ve nurlarını,
sonsuz gerçekliklerini ancak samimi sevgi boyutuna odaklandığımızda ve
orada kararlı kaldığımızda fark edebiliriz.
Bilinç yükselişinin anahtarı sevgidir, teknikler yardımcıdır.
Sevgisiz uygulamalar, samimiyetsiz monoton rutinler
gerçek ruhsal gelişim ve bilinç açılımı için yeterli değildir.
Tüm teknik ve uygulamaları geçerli kılan uygulayıcının samimiyeti ve sevgi dolu yüreğidir.
Teşekkür Ederim.
Sevgi ve Işıkla
19 Nisan 2010, Ankara
Derindeki Son İstek!
İsteklerim tükendi,
Ne oldular bilmiyorum?
Bomboş hissediyorum,
İstemeyi istiyorum, sabırla bekliyorum...
Derinlerden gelen garip bir ses duyuyorum:
İsteksiz, arzusuz, tarafsız, renksiz... bir ses.
İlk defa duyuyorum, gücünden ürperiyorum.
Burulan yüreğim onu içiyor, gözyaşlarım tercüme ediyor:
“İnsanlar!...
Sevsinler istiyorum!
Sevmeyi, sevgiyi seçsinler istiyorum!
Sevgiyle sevgide yaşasınlar ve hep orda kalsınlar istiyorum!
Sevgiyle aydınlanmadan, severek yaşamadan,
Gerçeği bulamazlar, ışığı göremezler,
Aşk’ı deneyemezler!
Sevgisiz yaşarlarken Sevgi’de ölemezler!
Nefes almayan bir beden havayı nasıl bilir?
Sevmeyen kişi için Huzur böyledir.
Sevgisiz soluk alan cansız ceset gibidir.
Sevgi huzura götürür, huzur sevgiyle korunur!
Seven hep Huzur’dadır;
Soluk alsa da... almasa da!”
19 Nisan 2010, Ankara
127
Gokyo RI’den Sagarmata-Nepal, Eylül 2006
128
DÜNYA
Öğretmenin yüceliği
Öğrencide görünüyor.
Öğrencinin bilgeliği,
Hizmetiyle ölçülüyor.
Kaybedenin sebebi o,
Kazananın sınavı o,
Tozu ihanet koksa da,
Özü teslim öğrenci o.
Muhteşem bir öğrencisin,
Çok adil bir mümessilsin,
Öğretmenine sadıksın,
Sadık yolcuya aynasın.
Tüm Kâinat anlayana,
Saygıyı öğretiyor.
Her unsur işini yapıp,
Birbirini tamamlıyor.
Ona kızan niye kızar?
Küskün duran niye yapar?
“Yalan” diyen niye söyler?
Söyleyen yalan olmasın?
Beni ne hoş ağırladın,
Gerçeği hiç saklamadın,
Oyalayıp kandırmadan,
Misafirliği yaşattın.
Yüce düzenin içinde,
Varlık yerini biliyor.
Her biri kendi yerinde
Öğretmenini dinliyor.
O canların yuvasıdır.
Öğretmenin aynasıdır,
Kendi yoktur, işi vardır.
Öğrencidir, o yoldadır.
Ben şanslı bir misafirim,
Hep şükürle seyran ettim,
Öğretmen’ in lûtfu ile
Seni maskesiz seyrettim.
En Yüce öğretmenin,
Yasaları çiğnenmiyor,
Sınırları aşılmıyor,
Ölçü hiç kaçırılmıyor.
Bağlanana bağlanmıyor,
Kananı kandırmıyor,
Savaşanla savaşmıyor,
Öğretmen’ e güveniyor.
Öğretmenin iradesi,
Her sınıfı yönetiyor.
Birliğin ihtişamı
Boşluğu kuşatıyor.
Sadece O’ nu biliyor.
Özgür, bilge ilerliyor,
Ne itiyor, ne çekiyor.
“Ol!” emriyle bir oluyor.
Dünya birliğin içinde,
Sınıfının zirvesinde,
Öğretmeninin gözünde,
Teslimiyeti özünde.
Asırlardır hizmet eder,
Öğretmeni öyle ister.
Bir gün ektiğini biçer,
Başka bir sınıfa geçer.
Öğretmenini biliyor,
Emrini ikiletmiyor,
“Taşı!” emrine uyuyor,
Hizmeti ifa ediyor.
O gün yakınmış gördüler,
“Dünya başarmış!” dediler.
Peki ya üstündekiler?
Bir bilseler ne haldeler!
Öğretmeninin aşkına
Her cefaya katlanıyor.
Koşulsuzca boyun eğip,
Sabrediyor, hep veriyor.
Ey Dünya! Seni gördüm,
Ne sevdim, ne de küstüm,
“Ne müthiş öğrenci!” dedim.
Seyrettim, çok takdir ettim.
129
İkimiz de öğrenciyiz,
Birbirimizsiz olmayız,
İşbirliği içindeyiz,
Öğretmen’in erleriyiz.
Öğretmen ve öğrenciler,
Tüm varlık Tek bir kalbiz,
Öğretmenin huzurunda,
Teşekkürle titreşiriz!
Sana baktım, O’nu gördüm.
Sana bastım, O’nu bildim.
Daha başka ne isterim,
Yol sonsuz, devam edelim!
Senden helallik dilerim!
7 Haziran 2010, Ankara
Gorakshep-Nepal, 2006
130
ÖLÜM ve YAŞAM
Yüce bir iç çekişle “insanlık” görünür oldu.
“Bir”likte huzurluydu, güçlüydü, biliyordu,
Maddede can bulunca ne olduğunu unuttu,
Sessizlikten gürültüye bir çığlıkla dahil oldu.
İnsan sonsuz sessizlikten bir nefes verişle doğdu,
Sessizliğin özlemiyle gürültülerde kayboldu,
Zayıf düştü, çok yoruldu, arıyordu, soruyordu,
Sordukça kayboluyordu,
Sessizlikten korkar oldu, gürültüyü seviyordu.
Bir an geldi, durduruldu,
Tüm gürültü susturuldu,
Kaynağı hatırlatıldı,
Artık geri dönüyordu,
Sessizce sessizliğe geri çağrılıyordu,
Tek nefesle başlamıştı, tek nefesle bitiyordu.
25 Haziran 2010, Ankara
131
Kailash, Dharchen-Tibet, Nisan 2005
132
İSİMSİZ
Ben ismimi bilmiyorum,
Hiç merak da etmiyorum.
Her an O’nda ölüyorum,
Hemen tekrar doğuyorum.
Seslenince ben duyarım,
Canlanır, hayat dolarım,
Söylediğini yaparım,
Arzularına taparım.
Dilekleri dileğimdir,
Emirleri çok kesindir,
Kimsesi yok, her şeydedir,
Bin bir isim şekildedir.
Bin bir isim kullanıyor,
Ana göre değişiyor,
İsimsize yön veriyor,
İnsan olunca biliyor.
Tüm isimler O’nun sesi
Tüm biçimler O’nun canı
Renkleriyle donanalım,
Nuru ile ışıyalım.
Bir olalım, iş yapalım,
Bilgisiyle dolaşalım,
Sevgisiyle kaynaşalım,
“Muhteşemmişiz” diyelim.
8 Temmuz 2010, Kartalkaya-Bolu
133
Himalayalar, Tengboche-Nepal, Nisan 2005
134
DENGE
Rüzgârsız Güneş kavurur
Susuz çöl serap gördürür
Işıksız gece korkutur
Sevgisiz kalp süründürür.
Sevgi “O”nun nefesidir,
Rüzgâr “O”nun taşıtıdır
Su “O”nun yaşamıdır
Işık “O”dur, “Kendisi”dir,
“O”nda olan hep “Emin”dir.
23 Ağustos 2010, Çeşme-İzmir
GÜNEŞ ve RÜZGAR
Güneşin sesi nasıl duyulur?
Yanıp kül olmadan nasıl yakın durulur?
Bunun için Rüzgârla dost olmak gerek!
Rüzgâr’ın Güneşi, Güneş’in Rüzgar’ı sevdiği gibi cesurca sevmek,
İkiyi Bir’lemek gerek!
Duymalısın... hissetmelisin... anlamalısın, bilmelisin,
Sadece Rüzgâr’a güvenir Güneş altın zerrelerini yüklemek için.
Güneş’in saf ışınlarından oluşan altın harfler,
Rüzgârla dönüşür altın kelimelere.
Duyulur, hissedilir, idrak edilir, bilinir altın kalplerce.
Güneş rüzgârla paylaşır sadece zamanını,
Rüzgâr taşır onu ezelden ebediyete,
Geceleri Güneş yoktur,her şey uyur,her can durur..,
Ama rüzgâr görevdedir, ümitle eser durur.
Güneşi duymak isteyen gece-gündüz kulak olur.
Güneşe sokulmak için, Rüzgâr’a talip olunur,
Rüzgâr’la birliği bulan, Güneş’le konuşur olur.
23 Ağustos 2010, Çeşme-İzmir
135
Budhanath’ta gün batımı, Katmandu-Nepal, Aralık 2007
136
Her An “Yeniden Doğan”a SELAM!
Yeniden doğmak nedir, bu nasıl olur?
Teslimiyet nedir, nasıl teslim olunur?
Şu ölümlü bedende,
Nefes ve an iç içedir.
Güç ve Sevgi birliktedir.
Onlara sahip çıkınca, onlarla “Bir”lik olunca
Her an yeniden doğulur, “An”larda teslim olunur.
Hücreler bunu bilir, hemen ayak uydurur.
Olanlar unutulur, yeniye açık durulur!
Her an şükür içinde, nefesle tempo tutulur!
Teslimiyet işte budur! Bilinmeze hazır duruştur!
İçten gelen duygulara, seçimlere, yapışlara
Cesaretle yol verilir, akıl durur, kalp koşturur,
Olan olur, yapan bilir, bakan görür,
Hepsi “O”dur ve “O”ndandır, senin yoktur, benim yoktur.
Bedendeyken işler çoktur, bekleyecek zaman yoktur,
Her nefes ölüm içindir, ölene doğum getirir,
Her an vazgeçmek içindir, kabullenmek an işidir.
Yaşamın sonsuzluğunda, “teslimiyet”de öyledir!
Eğer anlamak istersen...
Bedende nefes sayısı bunun için önemlidir!
27 Ağustos 2010, Çeşme-İzmir
137
Pumori-Nepal, Ekim 2006
138
ÖĞRENCİ ve ÖĞRETMEN
“Öğretmenim” derken bildim,
Öğretmenin anlamını,
Özüme dokunanın,
Açlığımı doyuranın,
Yolumu aydınlatanın
Gerçekte ne olduğunu.
“Öğretmenim!” dediğimde,
“Ben değilim” demiyordu,
Medet umsam kızıyordu,
Asla taviz vermiyordu.
Sessizce dursa bile, uzakta olsa bile,
İçimi dolduruyordu...
Duyacaksın! İyi dinle!
İyi düşün tüm gücünle!
Bende değil O içinde!
Derken çok korkutuyordu.
Korkunun faydası yoktu,
İçimdeydi biliyordu!
Zaman doldu, idrak doğdu.
Öğretmenim haklı oldu.
“Öğretmenim” dediğimde,
İhtiyaç bildirdiğimde,
İçimden konuşuyordu,
Bana yol gösteriyordu.
Mesafeler engel değil,
Mekanlar önemli değil,
Korkularım gerçek değil,
Öğretmenim ayrı değil,
Öz’de birlik hayal değil,
Öğretmenim ve Öz birdir!
Öğretmenim tek gerçektir,
Sonsuz yaşam aleviyle
Ruh’tan cana üfleyendir,
Canı yakıp kül ederek
Özümü diriltendir,
“O” bendedir, Özüm “O”dur.
1 Eylül 2010, Çeşme-İzmir
139
Gurudev Shree Sadhak Satyam, Sabiha Betûl, Ganden manastırı, Lhasa-Tibet, Nisan 2005
140
BİR KELİMENİN ANLAMI
“Öğretmen” dediğinde
O cansız bir kelimedir.
“Öğretmenim!” dediğinde,
Sahiplendin! O senindir.
“Öğretmenim!” ne kelime!
Söylerken dinlesene,
Kırk kere söyleyince,
Olacağını bilsene!
Sanırsın ki o birisi,
“Öğretmenim!” diyen ne ki?
Senden bunu söyleyeni,
Bildiğinde sen nesin ki?
“Öğretmenim!” dediğinde,
İçinde bir duyan vardır,
Çağrınla uyanarak,
Yeniden doğan vardır.
Her “öğretmenim” sözü,
Senden sana hediyedir,
“Öğretmenim” dediğinde,
Hürmetin kendinedir.
“Öğretmenim” dediğinde,
Sakın ola boş bulunma,
O kutsal bir kelimedir,
O’nunla oyun oynama!
1 Eylül 2010, Çeşme-İzmir
141
Kalapatar’dan Nuptse ve yarım ay-Nepal, 2006
143
Manasover, Kailash-Tibet, Nisan 2005
Ganden Manastırı, Lhasa-Tibet, Nisan 2005
144
Drepang Manastırı (15.yy)-Lhasa, Tibet, 2005
Sagarmata Milli Park-Nepal, Nisan 2004
145
Baiju Manastırı kabartmaları, Gyantse-Tibet, 2005
Tengboche-Nepal, Nisan 2008
146
Kailash yolunda köylüler-Tibet, Nisan 2005
Gokyo RI’den Sagarmata-Nepal, Eylül 2006
147
Gokyo-Nepal, Eylül 2006
Gokyo’da gün batımı-Nepal, 2006
148
Everest etekleri, Kalapatar-Nepal, Ekim 2006
Lobuche-Nepal, Ekim 2006
149
Himalayalar, Gokyo RI-Nepal, Eylül 2006
150
Gurudev Shree Sadhak Satyam, Sabiha Betûl, Manasarover gölü-Tibet, Nisan 2005
151
ETKİNLİKLER
• Kriya Yoga Teori ve Felsefe Dersleri
• Klasik Hatha Yoga Uygulamaları
• Reiki 1-2 Seminer ve İnsiyasyonları
Doğal Yollarla İyileşme Yöntemleri ve Bilinçli Yaşam Derneği
Zühtü Tiğrel Caddesi Şehit Hakan Kandemir Sokak 6/A ORAN-Ankara
Tel: (312) 492 0686 • [email protected]
Kapak Fotoğrafı: Sabiha Betûl, Kalapatar’dan (5545m), Everest, Lhotse-Nepal, 2006

Benzer belgeler