sayi 46 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 46 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Gelişim Yolunda
Bir Adım Daha İleri
Avrupa Patentli
Pronutra
Anne sütü bebeğiniz için en iyisidir. Anne sütü ile beslenmenin mümkün olmadığı durumlarda doktorunuza danışınız. Pronutra, Avrupa patentli bir bileşendir.
*Nielsen Türkiye 2012-2014 devam sütü pazar payı araştırma sonuçlarına göre.
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Rektör Yardımcısı
ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Medeniyet Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mücahit Öztürk
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı
Adana Milletvekili
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
EDİTÖRDEN
Acil Sağlık Hizmetleri
ve İlk Yardım…
Sağlık ve İnsan Dergimizin Ekim 2015 Kapak Dosyası genel anlamda ACİL
ve İLK YARDIM konularına ayrıldı. Bu dosyada bir yandan 112 Acil Sağlık
Hizmetlerinde geldiğimiz son noktayı ele alırken diğer yandan da Hastane Acilleri, Acil Tıp ve çeşitli İlk Yardım konularını dikkatinize sunuyoruz.
Sağlık Bakanlığı Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve konusunun
uzmanı bilim insanlarının katkıları ile zenginleşen kapak dosyamızı ilgi ile
okuyacağınızı umuyoruz.
Sağlık ve özellikle de ilaç alanında günümüzün en önemli gelişmelerinden
birisi Biyobenzer İlaçlar. Sağlık araştırmalarının üzerinde yoğunlaştığı bu
konu alanın bütün paydaşlarını yakından ilgilendiriyor. Sektörün de yakından ilgilendiği ve ciddi bir biçimde takip ettiği Biyobenzer İlaç konusu
Ekim sayımızın 2. önemli dosyası olarak sunuluyor. Sağlık Bakanlığı Sağlık
Araştırmaları Genel Müdürlüğünden konunun uzmanları sizler için önemli
bir çalışma kaleme aldı. Biyobenzer İlaç konusunu her yönü ile ele almaya
önümüzdeki sayılarda da devam edeceğiz.
Teknolojik yenilikler ve dijital gelişmelerin en çok kullanıldığı ve muhatapların hizmetine sunulduğu alanların başında sağlık geliyor. Biz de Sağlık
ve İnsan Dergisi olarak bu gelişmeleri yakından takip ediyor ve her sayıda
çeşitli örneklerini sizlerle paylaşıyoruz. Ekim sayımızda bu anlamda ilginç
bir çalışma var: Tıbbi Fotoğrafçılık.
Eylül 2015 Sağlık Gelişmelerinin ele alındığı Sağlık Gündemi, Hayatın
İçinden, Analizler, Haberler, Kültür Sanat, Film ve Kitap gibi bölümlerimizi
yine özgün çalışmalarla ilgi ve beğeninize sunuyoruz.
EsasMedya Sağlık Yayın Grubu olarak önümüzdeki aydan itibaren sizlere
bazı müjdelerimiz olacağını duyurmak istiyoruz. Tamamlanmak üzere olan
çalışmalarımızın detaylarını Kasım sayımızda sizlerle paylaşmayı umuyoruz. Sağlığın İnsanı ve İnsanın Sağlığı İçin atacağımız adımlarda da sizleri
yanımızda görmek ve samimi desteğinizden güç almayı arzuluyoruz.
Ülke, toplum ve birey olarak sağlıklı, huzurlu ve mutlu yarınlarda hep
birlikte olmak dileğimizle sevgi ve saygılar sunuyoruz.
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
Ayşe Aydın
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 4 Sayı: 46 • EKİM 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
/saglikinsandrg
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı:
Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54
Basım Tarihi: Ekim 2015, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
06 ‘Dünya Yürüyüş ve Hareket Günü’
08
Kalp ve Damar Hastalıklarında
30 Acil Durumlar
14 Acil Tıp Uzmanları
50 Dersimiz Tıbbi Fotoğrafçılık
Acil Sağlık Hizmetlerinde
Gelinen Son Nokta
68
Spor Yaralanmalarına Yaklaşım:
Tanı ve Tedavide Son Gelişmeler
78
Film: Hayat Güzeldir
haber
SAĞLIKLI YAŞAM KÜLTÜRÜNÜ TEŞVİK
PROJESİNİN TANITIMI YAPILDI
Sağlık Bakanlığı himayesinde gerçekleştirilen “Sağlıklı Yaşam Kültürünü Teşvik” projesinin tanıtımında
konuşan Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan, “Cumhurbaşkanlığı
Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz” diyerek sözlerine başladı.
Projenin hayata geçirilmesinde ve
uygulanmasında emeği geçenleri
tebrik eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkemizdeki bireylerin yüzde
72’sinin düzenli fiziksel aktivite yapmadığının araştırmalarla ortaya çıktığı bir dönemde projenin önemli bir
teşvik ve hatırlatma vesilesi olacağına inandığını söyledi.
“Sporla sosyal ve siyasi çalışmalarımı
birlikte devam ettiren bir kişiyim”
Projenin özellikle 5, 6 ve 7’inci sınıf
öğrencileriyle üniversite gençliğini
hedefliyor olmasının kendisini ayrıca memnun ettiğini vurgulayan Er-
4
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
doğan, “Çünkü ben ilkokul yıllarında
başladığım futbolu, ortaokul ve lise
yıllarında da sürdürmüş, sporla sosyal
ve siyasi çalışmalarımı birlikte devam
ettirmiş bir kişiyim. Daha sonraki dönemlerde de vakit buldukça futbol
oynamaya gayret gösterdim. Bugün
de yoğun programıma rağmen fırsat
buldukça evimdeki spor aletlerinde
egzersiz çalışmalarını sürdürüyorum.
Sporla bu derece içiçe yaşamış, bugünde aynı heyecanı devam ettiren
biri olarak bu projeyi canıgönülden
destekliyorum” ifadelerini kullandı.
“Orada nikahı kıyıyoruz”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İnsan sağlığına zararlı sigara, içki, uyuşturucu
başta olmak üzere her kötü alışkanlığa karşı hassasiyetimi herhalde bilmeyen, duymayan yoktur. Mücadelemi şu anda da devam ettiriyorum.
Kimi görürsem şöyle cebinde eğer
sigara paketi varsa hemen orada
kendisiyle nikahı kıyıyoruz, sigarayı
bırakma sözünü almak üzere” dedi.
Kanuni Sultan Süleyman’ın sözünü
örnek gösterdi
“Sağlıklı yaşam dediğimiz hadise bir
hayat biçimi” diyen Cumhurbaşkanı
Erdoğan, “Ülkemizde bu konuda yaygın ve köklü alışkanlık olmadığının
farkındayız. Aslında tarihi ve kültürel
olarak spora, sağlıklı yaşamın diğer
unsurlarına yabancı bir millet değiliz.
Kanuni Sultan Süleyman’ın o meşhur şiirini bilmeyen yoktur sanırım.
‘Halk içinde muteber bir nesne yok
devlet gibi, olmaya devlet cihanda
bir nefes sıhhat gibi.’ Devlet-i Aliyye-i
Osmaniye’yi bir sağlıklı nefese feda
edebilecek bir inanış bizim kültürümüzde var. Halk içinde devletten
daha itibarlı bir şey olmadığı gibi
dünyada da sağlıklı bir nefes gibi,
sağlıklı bir hayat gibi bir mutluluk
yoktur” diye konuştu.
“Hastalık gelmeden sağlığımızın
kıymetini bilmeliyiz”
Peygamber Efendimizin kaybedilmeden önce ganimet bilinmesini tavsiye ettiği nimetlerden birisinin de
sağlık olduğunu belirten Erdoğan,
“Bu kadar önemli bu iş. Bu kutlu tavsiyeye uyarak hastalık gelmeden sağlığımızın kıymetini bilmeliyiz. Millet
olarak günlük hayatımızda sıkça kullandığımız ‘sağlık olsun’, ‘her işin başı
sağlık’ gibi çok güzel ifadeler vardır.
Ecdadımız savaşta, düğünde, bayramda velhasıl her fırsatta güreşten
cirite ve pek çok farklı yöresel oyuna kadar fiziksel aktivite gerektiren
sporları, bir eğlence, bir gelenek anlayışıyla gerçekleştirmiştir. Yine nüfusunun çoğunluğunun kırsal kesimde
meskun olduğu, teknolojik imkanların henüz bu kadar yaygınlaşmadığı
dünün Türkiye’sinde insanlarımız bugün özenerek yad ettiğimiz pek çok
fiziksel aktiviteyi günlük hayatının bir
parçası olarak yaşıyordu. Bugün de
Karadeniz’in yaylalarına, Toroslar’ın
tepelerine, Doğu Anadolu’nun dağlarına, Ege’nin, Trakya’nın ovalarına
gittiğinizde oralarda yaşayan insanlarımızın aynı hayat biçimini devam
ettirdiğini görürsünüz. Ancak bugün
nüfusumuzun yüzde 80’ne yakını şehirlerde yaşıyor. Şehir yaşantısı içinde
düzenli spor yapma, fiziksel aktiviteleri bilinçli olarak hayatımızın bir parçası haline getirme alışkanlığımız ise
çok zayıf” açıklamasında bulundu.
“Projeler birer birer uygulanmaya
başlandı”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapılan bir
araştırma sonucuna göre ülkemizde
6-18 yaş grubu bireylerin neredeyse
4’te birinde kilo problemi olduğunu
belirterek, “Daha ileri yaş gruplarında
durum daha da vahim. İnşallah bu
tür kampanyalarla hem yeni nesillerde hem de yetişkinlerde obezite
sorununun daha ileri boyutlara ulaşmasını engelleyeceğiz” dedi.
Söz konusu projenin 2010 yılından
beri sürdürülen çalışmaların yeni bir
safhası olduğunu vurgulayan Erdoğan, “Başbakanlığım döneminde,
2010 yılında yayınladığım bir genelge ile sağlıklı beslenme, hareketli
hayat, obezite ile mücadele,
düzenli fiziksel aktivite
çevresel faktörlerin iyileştirilmesi gibi başlıklar altında bu mücadeleyi başlatmıştık.
Bu genelge doğrultusunda Sağlık Bakanlığımızın stratejik planlarımızda
Kalkınma Bakanlığımızın
kalkınma planlarında bu
konu ayrıntılı olarak
yer aldı. Projeler birer
birer
uygulanmaya
başlandı” diye konuştu.
Birleşmiş Milletler (BM) ve
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)
gibi uluslararası kuruluşların
da bu çerçevede önemli çalışmaları ve kampanyaları olduğuna dikkat
çeken Erdoğan, Türkiye’nin bu kapsamda birçok ödül aldığını belirtti.
“2018 yılına kadar
1 milyon bisiklet dağıtılacak”
Sağlık Bakanlığı’nın sağlıklı yaşam
kültürünü çocuklara ve yetişkinlere
kazandırmak için bisiklet dağıtımı
kampanyasını yürüttüğüne dikkat
çeken Erdoğan, şunları kaydetti:
“Bu yıl sonuna kadar 40 bin bisiklet 81 ilimizde, üniversitelerimizde,
okullarımızda dağıtılmış olacak. Önümüzdeki yıl için hedeflenen rakam
300 bin. 2018 yılına kadar toplam 1
milyon bisikletin Sağlık Bakanlığı ile
ülkemizde dağıtımı planlanmış vaziyette. Bununla birlikte toplumun
her kesimini hareketli yaşam için
kampanyalar yürütülecek. Burada
sadece merkezi yönetim değil yerel
yönetimlerin vücudunu taşın altına
koyması büyük önem arz ediyor. Bu
proje ile bugüne kadar yeterli fiziksel
aktivite içinde olmayan nüfusun sıklığının yüzde 10 oranında azaltılması
hedefleniyor. Hiç şüphesiz 1 milyon
bisikletin dağıtılması bu konuda ciddi bir sirkülasyona yol açacaktır. Ancak bu dağıtılan bisikletlerin nerede
kullanılacağını düşünmek, hesap
etmek durumundayız. Ülkemizde
belli bölgelerimiz haricinde köklü
bir bisiklet kullanma kültürü olmadığı için bisiklet yolları konusunda
kayda değer bir çalışma yapılmadığı
bir gerçek. Bu konuda bilhassa belediyelerimizin çok büyük eksiklikleri
olduğunu düşünüyorum. Artık bisikleti bir hobi aracı olarak görmekten vazgeçip bir ulaşım aracı olarak
değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
Bu da bize ulaşımda ciddi rahatlıklar
getirecektir. Bu yaklaşım beraberinde yaya ve araç yolu yanında bisiklet
yolunu da zorunlu hale getiriyor. Bisiklet yollarını parkların, rekreasyon
alanlarının içine sıkışmaktan kurtarıp
günlük hayatın bir parçası haline dönüştürmeliyiz. Planlarda bisiklet yolu
olarak ayrılan yerlerin başka amaçlarla kullanımına kesinlikle izin vermemeliyiz. Bunu başarmamız lazım.
Mevcut yolları da bisikletli ulaşıma
uygun hale dönüştürme çabalarına
hız kazandırmalıyız. Buradan belediye başkanlarımıza sesleniyorum, bu
konunun da bizzat takipçisi olacağım. Ziyaret ettiğim illerde, ilçelerde
gözüm bisiklet yollarını arayacaktır.
Şayet göremezsem oranın belediye
başkanıyla bu meseleyi enine boyuna konuşmak gerektiği kanaatine
varacağım.”
Konuşmaların ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ve
Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan
İbiş’le beraber gençlere bisiklet dağıttı.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
5
haber
3-4 EKİM ‘DÜNYA YÜRÜYÜŞ VE HAREKET GÜNÜ’ DOLAYISIYLA DÜZENLENEN
ETKİNLİKTE KONUŞAN SAĞLIK BAKANI DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU:
İLK TERCİH SAĞLIK OLMALI
Sağlık Bakanlığı tarafından, 3-4 Ekim
Dünya Yürüyüş ve Hareket Günü kapsamında Ankara’nın Gölbaşı İlçesindeki Eymir gölünde bisiklet dağıtım töreni düzenlendi. Törene, Sağlık Bakanı
Mehmet Müezzinoğlu, Ankara Valisi
6
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Mehmet Kılıçlar, ODTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Çiğdem Erçelebi, Gölbaşı
Kaymakamı Şahin Aslan ve çok sayıda öğrenci ile vatandaş katıldı. Programda Orta Doğu Teknik Üniversitesi
(ODTÜ)’ne 250 bisiklet dağıtıldı.
Bisiklet dağıtım töreninden önce bir
konuşma yapan Bakan Müezzinoğlu,
sağlıklı bir yaşamın bireyler açısından
çok önemli olduğuna vurgu yaparak
şöyle konuştu: “Sağlıklı bir yaşam sürmenin başında hareketli bir yaşam
geliyor. Dünya sağlık örgütü veya
dünyanın değişik sağlık kuruluşlarının yaptığı araştırmalarda mutlu olmak için en çok neyi önemsersiniz?
Neyi arzu edersiniz? sorusunun cevabı ülkemizde de, dünyanın gelişmiş
ülkelerinde de yüzde 85 oranında ilk
tercih sağlıklı olmak. En çok korktuğunuz şey nedir? Diye sorulduğunda cevap ‘Hasta olmak’. Korkulan
hatalıklara en önemli çözüm adresi
bireyin kendisidir. Bir bireyin korktuğu hastalıklara muhatap olmamak
ve sağlıklı bir yaşamı sürdürebilmek
adına üç temel koşula ihtiyacı var.
Tütün, tütün ürünleri ve kötü alışkanlıklardan uzak durduğunda sağlıklı beslendiğinde, hareketli yaşamı
benimsediğinde bu en çok korktuğu
hastalıklardan büyük oranda korunmuş olacak.”
“Örnek bir başarıya imza attık”
Sağlık Bakanlığı olarak tütün ve tütün ile mücadelede dünyaya örnek
olacak bir başarıya imza attıklarını
anlatan Müezzinoğlu, tütün kullanımındaki oranın düşmesi ile özellikle
akciğer kanserlerindeki bir duraksama ve aşağıya düşüşü yakalamaya
başladıklarını söyledi. Sağlıklı beslenmenin okul kantinlerimiz ile birlikte bir kültüre dönüşmesiyle ilgili
yoğun çalışmaları olduğunu anlatan
Müezzinoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Günde yarım saat sağlıklı olmak
ile ilgili kendimize zaman ayırmamız
gerektiğine inanıyorum. Bu zamanı
kendimize ayırmıyorsak kendimize
saygı duymuyoruz demektir. Sevdiklerimize değer vermiyoruz demektir.
Sağlıklı bir geleceği önemsemiyoruz demektir. Bu anlamda biz önümüzdeki 4 yılda 1 milyon bisiklet
dağıtımıyla yerel yönetimlere şunu
söylüyoruz. 1 metre bisiklet yolu yaparsanız size bir bisiklet vereceğiz.
10 bin kilometre bisiklet yolu yaparsanız, 10 bin bisikleti hibe edeceğiz.
Yani dünya standartlarında bisiklet
yollarına ihtiyacımız var. O yüzden
yerel yöneticilerimize dünya standartlarına uygun bisiklet yolları yapın
diyoruz. Biz de sizi teşvik ediyoruz.
Çünkü bunun bir kültüre dönüşmesi
lazım. Bir yaşam felsefesinin bir ayağı,
bir unsuru olması lazım.”
2018 yılı sonunda 1 milyon bisiklet
İlk dağıtımı, 2016 yılı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramında
yapacaklarını belirten Müezzinoğlu,
şunları söyledi: “Yalnız ilkokul çağındaki öğrencilerimize 70-75 bin bisikleti, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında da lise çağındaki gençlerimize
bir o kadar daha bisikleti dağıtacağız.
Haziran ayında bu projeye uygun bisiklet yollarını yapan yerel yöneticile-
rimize 100 bin bisikleti dağıtacağız.
Eylül sonu ve Ekim ayında da üniversitelerimize, rektörlerimize kampüslerindeki uygun alanlara istedikleri
sayıda veya öğrencilerin oranlarına
göre 70 bin bisiklet dağıtarak, 2016
da 250-300 bin arası bisiklet dağıtımı
yapmayı planlıyoruz. 2017 ve 2018
yılı sonunda 1 milyon bisiklet dağıtımını ülke olarak başarmış olacağız.
Buradaki temel amacımız birilerini
bisiklet sahibi yapmak değil, topluma
bir sağlıklı yaşam kültürünün farkındalığını oluşturabilmek. O farkındalık
ile birlikte sağlıklı bireyler, sağlıklı aileler ve sağlıklı bir toplumun alt yapısına destek verebilmektir.”
Yapılan konuşmaların ardından Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, temsili olarak ODTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr.
Çiğdem Erçelebi’ye bisiklet takdim
etti.
Bisiklet dağıtım töreninin ardından
Bakan Müezzinoğlu ve beraberindeki heyet Eymir gölünde birlikte bisiklet kullandı.
Müezzinoğlu, 'Dünya Yürüyüş ve Hareket Günü'
Etkinliği Çerçevesinde Bursa’daydı
Bursa’da ‘Dünya Yürüyüş ve Hareket
Günü’ nedeniyle Mihraplı Parkı’nda
düzenlenen bisiklet dağıtımı törenine katılan Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu daha sonra Bursalılarla
birlikte bisiklet kullandı.
Etkinlikte konuşan Bakan Müezzinoğlu, şunları söyledi:
“Dolayısıyla sağlıklı olmayı bu kadar
önemseyen insanlık, ‘sağlıksız olabilmek için de dünya kadar yanlışı nasıl
yapıyorum’ cevabını, biz hekimlerin
bulması lazım. Çünkü obezite her geçen gün artıyor. Kötü alışkanlıklar dediğimiz sigara, tütün ürünleri, alkol
tüketimi ve uyuşturucu bu anlamda
dünyayı ve insanlığı tehdit ediyor.
Özellikle gençlerimizi daha yoğun
bir şekilde tehdit ediyor. İnsanlara ‘en
çok neden korkuyorsunuz? Ne olursa seni ürkütür’ diye sorulduğunda
ise ‘hasta olmaktan’ cevabı veriliyor.
‘Hangi hastalıklardan’ diye sorduğu-
muzda da ‘kanser, kriz geçirme ya da
kronik bir hastalık.”
İnsanların mutlu olmak için sağlıklı
olmayı arzu ettiğini vurgulayan Bakan Müezzinoğlu, hastalıkların belli
olduğunu, çözümün de kişinin elinde
olduğunu söyledi. Müezzinoğlu, “Bu
korkumuzun başında kötü alışkanlıklar geliyor. İkincisi sağlıksız beslenme. Yani obeziteye altyapı oluşturan
fast- food türü ayaküstü beslenme.
Tuz ve şeker oranı yüksek gıdalar
alma gibi sağlıksız beslenme. Üçün-
cüsü ise hareketsiz yaşam. Bu üçü
de birey olarak bizim elimizde. Kötü
alışkanlıklardan uzak durmak, sağlıklı
beslenmek ve hareketli yaşamak bizim elimizde” dedi.
Konuşmasının ardından etkinliğe katılan öğrencilere bisiklet dağıtan Bakan Müezzinoğlu, daha sonra Bursa
Valisi Münir Karaloğlu, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Yusuf Ulcay ve bir grupla birlikte bisiklet kullandı.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
7
kapakkonusu
ACİL SAĞLIK HİZMETLERİNDE
GELİNEN SON NOKTA
​​Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü; afet ve acil durumlarda sağlık
hizmetlerini sağlamak, hastane öncesi acil sağlık hizmetleri konularında
eğitim yapmak, yönetim ve destek
süreçlerini planlamak, koordine etmek, yürütmek ve denetlemekle görevlidir.
Ülkemiz başta depremler olmak üzere sel, toprak kayması, çığ düşmesi
gibi doğal afetlere sıkça maruz kalmaktadır. Doğal afetlerin yanı sıra endüstriyel kazalar ve kitlesel olaylar ile
acil hastalık ve yaralanma hallerinde
hızlı ve etkin müdahale ile ölümlerin
önlenmesi ve sakatlıkların azaltılması
öncelikli hedeflerimizdendir.
8
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
112 Acil Sağlık Hizmetleri
Bu hizmet; vatandaşlarımızın herhangi bir acil hastalık veya yaralanma
halinde, günün 24 saatinde ücretsiz
112 telefon numarasını çevirerek,
her ilimizde bulunan komuta kontrol merkezine ulaşması, aciliyetine
karar verilen başvuruların, olay yerine en yakın istasyondan tam donanımlı ambulans görevlendirilerek
olay mahalline ulaşması ve hasta ya
da yaralıya olay yerinde gerekli tıbbi
müdahaleyi yaparak ihtiyaç varsa tedavi göreceği hastaneye nakledilmesi şeklinde verilmektedir.
Acil sağlık sisteminin güçlendirilme-
si amacıyla 112 acil sağlık hizmetleri
ülke geneline tüm kırsal bölgeleri
kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmış,
2002 yılında 481 olan 112 istasyon
sayısı 2.228 ’e çıkarılmıştır.
Gelen acil çağrılarda vakaya ulaşma
oranı, yaygın istasyon ağı ve profesyonel ekiplerle, kentlerde ilk 10 dakikada ve kırsal alanda ilk 30 dakikada
% 90’ın üzerine çıkarılarak gelişmiş
ülkelerdeki vakaya ulaşma süreleri
yakalanmıştır.
2002 yılında 618 olan 112 acil sağlık
hizmetlerinde kullanılan ambulans
sayısı 4.272’ye çıkarılmıştır.
Her türlü coğrafi ve iklim şartlarında
hastalara ulaşabilme, müdahale edebilme amacıyla kar üstünde gidebilen ambulanslar temin edilmiştir. Bu
gün itibariyle 267 palet takılabilen
ambulans ile 20 adet önünde kar
bıçağı bulunan kombi paletli ambulans, 64 adet 4 yaralı taşıyan ambulans, 91 adet Yoğun Bakım &
İstanbul, Balıkesir Marmara Adası,
Çanakkale ve Gökçeada’da vatandaşlarımızın hizmetine sunulmuştur.
Bunlara 2 deniz nakil aracı daha eklenmiştir. Deniz ambulanslarımızla
hizmete girdiği 2007 yılından 2015
yılı ağustos ayına kadar 6.553 hasta
taşınmıştır.
Obez Ambulans ve 60 adet motosiklet ambulans hizmet vermektedir.
2015 yılında tahsis edilen 808 ambulansın (10’u UMKE aracı, 793 acil yardım ambulansı, 5 adet obez-yoğun
bakım) dağıtımı yapılmıştır.
Tüm illerimizde 112 komuta kontrol
merkezlerinin dijital sistem altyapısı
tamamlanmış ayrıca Bakanlık bünyesinde kurulan kriz merkezinde 24
saat on-line takip yapılmaktadır. Dijital sistem altyapısı ile illerde gelen
çağrıların dijital haritalar üzerinden
yer tespiti, ses kayıtları, ambulans ve
helikopterlerin takibi ile hastaneler-
Adalardan ve sahil bölgelerimizden
hasta naklini sağlamak amacıyla
deniz ambulansları temin edilerek
deki kritik yatak durumları izlenebilmektedir.
112 acil sağlık hizmetleri ile 2002
yılında 350.769, 2013 yılında
3.665.407, 2014 yılında 4.027.215,
2015 yılı 8 ay içerisinde 2.852.010
hastaya tahliye ve sağlık hizmeti sunmuştur.
Ülkemizde eksikliği hissedilen ve acil
sağlık hizmetlerinin dünyada örnek
gösterilen bir düzeye ulaştıran hava
ambulans hizmetleri ile uzak mesafeler kısalmış, organ nakli ve hızlı
müdahale ile can kayıpları ve sakatlıkların önlenmesinde büyük aşama
kaydedilmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
9
kapakkonusu
AFETLERDE BÜYÜK GÜCÜMÜZ
10
Afetlere hazırlıklı olmanın önemi
1999 Marmara Depreminde daha
fazla anlaşılmıştır. Ancak bu kapsamda 2003 yılından itibaren ciddi
çalışmalar başlatılmıştır. 2003 yılında Afetlerde Sağlık organizasyonu
Projesi (ASOP) hazırlanmış olup, Bakanlıkça kabul edilerek uygulamaya
konulmuştur. ASOP projesi özellikle
acil sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi hedeflenmiş, ülke genelinde
afetlere müdahale edecek gönüllü
sağlık personellerinden oluşan medikal kurtarma hizmetleri başlatılmıştır.
Birinci aşama UMKE timlerinin korunması başta olmak üzere afetlerde
çevre sağlığı hizmetlerinin verilmesi,
halk sağlığı hizmetlerinin verilmesi
hastanelerin afetlere hazırlanması,
daha sonra ulusal afet planlarının hazırlanması, en son aşama ise uluslararası afet çalışmalarının yürütülmesi
planlanmıştır. UMKE’ler kısa sürede
dünyada en fazla personele sahip
olan medikal kurtarma ekibi olma
unvanına kavuşmuştur.
lemektedir. Bugün itibariyle yurt içi
ve yurt dışında profesyonel anlamda
medikal kurtarma ve müdahale hizmetlerinde görev alabilecek eğitim
almış 7.557 adet UMKE personeli
mevcuttur. Ulusal Medikal Kurtarma
Ekipleri için alınan 152 adet UMKE
aracı illere dağıtılmıştır. 2015 yılında
10 tane UMKE aracı tahsisi yapılacaktır.
ASOP projesi ile birinci aşama tamamlanmış olup, 81 ilde UMKE timleri kurulmuş illerde ciddi hizmetler vermektedir. UMKE ekiplerimiz;
başta deprem olmak üzere doğal
afetlerden sonra oluşan enkazın
içerisinde sıkışmış veya çıkarılması
zaman alacak afetzedelerin medikal
tedavilerini olay yerinde yapacak kapasitede bilgi ve malzeme ile donatılmıştır. Böylece; afetzedelere olay
yerinde müdahale ederek, bilinçsiz
kurtarmaya bağlı oluşabilecek ölüm
ve sakatlıkları en aza indirmek hedef-
2014 yılında ulusal düzey afet planı olan Türkiye Afet Müdahale Planı
(TAMP) Bakanımız tarafından imzalanarak. Başbakanlık Afet ve Acil
Durum Başkanlığına gönderilmiştir.
Uluslararası afet planlaması çalışmaları da çeşitli aşamalarda devam
ettirilmektedir. İllerin UMKE ve afet
malzemeleri açısından standartları
belirlenmiş olup, bütün illere malzeme alımı için kaynak aktarımı yapılmıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
2008 yılında Hastane Afet Planları
(HAP) çalışmaları başlatılarak, ilk Ankara ilinde eğitimler verilmeye başlanmıştır. 2009 yılı Temmuz sonunda
eğitici eğitimleri tamamlamış olup,
iki yıl içinde 81 ilde HAP uygulayıcı
eğitimleri tamamlanmıştır. Hastanelerin HAP’larının yapılması sürecini
girilmiş, tatbikatları İl Sağlık Müdürlükleri tarafından denetlenmektedir.
2001 yılında il sağlık afet planları eğitimleri başlamış, zaman içinde illerin
il sağlık afet planlarını yapmaları istenmiştir. Bu süreç 2014 yılında tamamlanmıştır.
Bakanlık Sağlık Afet ve Acil Durum
UMKE
Koordinasyon Merkezi (SAKOM) bünyesinde telli ve telsiz haberleşme sistemlerinin yanında uydu telefonu ve
uydu internet yolu ile 81 il ve yurtdışındaki ekiplerle kesintisiz haberleşme sistemleri tesis edilmiştir.
Diğer taraftan il-sağlık afet planlarını
hazırlamak için kılavuz hazırlanmış
ve tüm illerin uygulayıcılarına gerekli
eğitimler verilmiştir. Ayrıca ülke genelinde 81 ilimizi kapsayan Hastane
Afet Planları eğitimleri ülke genelinde tamamlanmıştır.
Bu hastanelerden 2 set Pakistan’a, 1
set Libya’ya, 2 set Yemen’e tam donanımlı olarak hibe edilmiştir. Somali’de
2011 yılı Ağustos ayından itibaren
devam eden insani yardım faaliyetleri kapsamında bölgeye kurulan iki set
Sahra Hastanesi, Kızılay Cezire Kamp
Polikliniği, Mobil Sağlık aracı ve 5
adet ambulansımız ile sağlık hizmeti verilmiştir. 19.08.2011 tarihinden
günümüze kadar 365 sağlık personeli Somali’de görevlendirilmiştir.
02.06.2014 tarihine kadar toplam
343.162 poliklinik, 24.006 laboratuvar, 2.672 ameliyat yapılmış olup;
6.406 röntgen çekilmiştir.
Suriye’den ülkemize sığınan Suriyeli vatandaşlar için; Hatay, Şanlıurfa,
Gaziantep, Adıyaman, Kilis, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adana, Mardin,
Malatya illerinde sahra hastaneleri,
prefabrik yapılar ve kalıcı bina tipi
hastanelerde sağlık hizmeti verilmektedir. Bölgedeki kamplarda kurulan sağlık tesislerinde bu güne kadar; 7.797.395 poliklinik(Kamplarda
4.443.273, hastanelerde 5.165.155
toplamda 9.608.428 poliklinik yapılmış), 313.476 yatan hasta tedavisi,
235.645 ameliyat, 50.297 doğum
gerçekleşmiştir. 951 personel bu
kamplarda görevlendirilmiştir.
Kuzey Irakta meydana gelen iç savaş
nedeniyle Derebune ve Bersevada
AFAD tarafından kurulan çadırlarda
barınan Iraklı vatandaşlar için Eylül
2014 tarihi ile sağlık hizmeti sunmak
amacıyla ülkemizden 15 günlük periyotlarla sağlık personeli görevlendirilmiş ve bu görevlendirme 26 Mart
2015 tarihinde bitmiştir. Kurulan
kamplarda 7.892poliklinik hizmeti
verilmiştir. Ülkemizde bulunan Ezidilere Mardin, Şırnak, Batman, Ş.urfa,
Siirt, Diyarbakır illerinde belediyenin
kurduğu çadırlarda (Mardin hariç
(kamp) sunulan sağlık hizmeti kapsamında 47.106 poliklinik, 605 yatan
hasta tedavisi, 256 ameliyat, 111 doğum gerçekleşmiştir.
Havadan hasta yaralı tahliyesi görevlerinde çalışmış olup, Irak’ın çeşitli şehirlerinden 2008 yılından itibaren 18
sefer yapılmış olup, 342 hasta-yaralının Ankara’ya transferi sağlanmıştır.
Türkiye ilk olarak uluslararası afet
müdahale operasyonlarına İran’ın
Bam şehrinde meydana gelen deprem ile başlamıştır. İlk müdahale
için 15 doktor 15 sağlık personeli
gönderilmiştir. Daha sonra sırasıyla
Endonezya’da meydana gelen tsunami sonrası sağlık yardımı için bölgeye
gitmiştir. UMKE timleri ilk olarak 2008
yılında başlayan Irak’ın çeşitli şehirlerinden başlayan hasta ve yaralıların
havadan transferleri sağlanmıştır.
Irak’a çeşitli tarihlerde olmak üze-
re 18 sefer yapılmış olup, 342 yaralı
taşınmıştır. Libya’dan havadan asta
yaralı getirilmesi 2011 yılında yapılmış olup, 12 seferle 600 yaralı transferi karşılıklı olarak yapılmıştır. Daha
sonraki dönemlerde İsrail, Filistin, Somali, Yemen ve Suudi Arabistan’dan
hasta-yaralı transferleri yapılmıştır.
En son afet müdahale ise 10 kişilik bir
UMKE timi Nepal’e gidip sağlık müdahalesinde ve yardımda bulunarak
geri dönmüştür.
UMKE’NİN BUGÜNE KADAR KATILDIĞI BAŞLICA ÖNEMLİ GÖREVLER:
​ URTDIŞI: Y
​İran Bam Depremi (2003)
Endonezya Tsunamisi (2004)
​Pakistan-Muzafferabad depremi (2005)
​(İlk giden, en son terk eden ekip)​
​Sudan İnsani Yardım Organizasyonu(2006-2011)​
​Afganistan Sel ve Toprak Kayması (2007)​
​Irak’tan yaralı Transferleri (2008 - 2013)​
İsrail’den Yaralı Transferleri (2010) (Mavi Marmara Baskını)
Pakistan-İndus sel felaketi (2010)​​
​Haiti-Portoprince Depremi (2010)​​
​Japonya-Sendai depremi-tusunami-​​
​Fukişima nükleer kazası (2011)​​
​Libya-iç savaş-kitlesel tahliye (2011)​
Somali kuraklık-açlık felaketi (2011),​
Irak iç savaş (2014) Filistin Gazze Yaralı getirilmesi(2014)
Nepal Depremi (2015)
Suudi Arabistan Hac Yaralanmaları (2015)
​ URTİÇİ:
Y
Konya Zümrüt Apartmanı Çökmesi
Bozcada –Gökçeada Depremi
Diyarbakır Askeri Lojmanlarında Patlama
Bursa İntam Binası Çökmesi
İstanbul’da İki Katlı Bina Çökmesi​
Pamukova Tren Kazası
Kütahya ve Sivas’ta tren kazası,​
Isparta Uçak Kazası
Konya Balcılar’da Yurt Binasının Çökmesi,
Kıbrısçık Helikopter Kazası,
Kahramanmaraş Helikopter Kazası
Rize Ovit dağında çığ kurtarma
Ankara Ostim’deki patlamalar
Kütahya Simav Depremi
Van depremi
Soma Maden Kazası
Ermenek Maden Kazası
Suriyeli vatandaşlar için kamp bölgelerine sağlık yardımı
Soma Maden Kazası
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
11
kapakkonusu
112 ACİLİN YÜZ AKI
HAVA AMBULANS HİZMETLERİ
Ambulans Helikopterler;
Helikopter ambulanslar ilk olarak
28.10.2008 tarihinde hizmete başlamış ve 15 ilde 17 adet helikopter
ambulansla 11.08.2013 tarihine
kadar hizmete devam edilmiş, bu
tarihte sözleşmeleri sona ermiştir.
İkinci dönem helikopter ambulanslar 12.08.2013 tarihinde 5 adet olarak göreve başlamış, şu an 16 ilde 17
helikopter ile Adana, Afyon, Ankara,
Antalya, Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Kayseri,
Konya, Malatya, Samsun, Trabzon,
12
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Van illerinde hizmete devam etmektedir.
Hizmetin başladığı tarihten bu güne
kadar 21.680 hasta/yaralı ve 153 organ nakli amaçlı transfer sağlanmıştır.
Ambulans Uçaklar;
İlk ambulans uçak 16 Nisan 2010 tarihinde hizmete girmiştir. Bugün üç
ambulans uçak hizmete devam etmektedir. Uçak ambulanslarımızdan
biri aynı anda 4 hasta taşıma kapasitesine sahiptir.
Ambulans uçaklar 24 saat esasına
göre hizmet vermekte olup, bu güne
kadar 7.970 hasta/yaralı ile540 organ
nakli amaçlı transfer sağlanmıştır.
Ambulans uçaklar yurt dışında bulunan vatandaşlarımız ile ülkemizde
bulunan yabancı ülke vatandaşlarına
da hizmet vermektedir. Bu güne kadar yurt dışından ülkemize 360 hasta/yaralı, ülkemizden yurtdışına 24
hasta/yaralı olmak üzere toplam 384
hasta/yaralı nakledilmiştir.
kapakkonusu
SAĞLIK ORDUSUNUN
EN ÖN SAFTA ÇARPIŞAN İSİMSİZ KAHRAMANLARI:
ACİL TIP UZMANLARI
“Sağlık ordusunun en ön safta çarpışan isimsiz kahramanlarına mutlaka en üst düzeyde özlük
hakları tanınmalı” diyen Acil Tıp Uzmanları Derneği (ATUDER) Başkanı Prof. Dr. Başar Cander,
“Hiçbir şekilde özel hasta bakamayan, bu fedakâr hekimlerimize her türlü teşvik çalışmasının
yapılması gerekir” dedi.
Hastanelerin en kalabalık ve genellikle karışık yeri olan acil servislerin
kahramanları, Acil Tıp uzmanlarına
sorularımızı yönelttik. Yaşadıkları sorunları, çalışmaları ve talepleri
hakkında görüşlerini aldık. İlk olarak
Acil Tıp Uzmanları Derneği (ATUDER)
Başkanı Prof. Dr. Başar Cander, sorularımızı yanıtladı.
Branşınızın oluşum tarihi ile ilgili bilgi
verir misiniz? Tıp tarihi acısından ele alır
mısınız?
Bugünkü bilinen anlamıyla acil tıp
ilk olarak 1960’larda başlamıştır.
İlk olarak ABD’de ayrı bir uzmanlık
alanı olarak ortaya çıkmış ve dünyadaki gelişimi de buna paralel olmuştur. 1966’da Amerikan Ulusal
14
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Bilimler Akademisi’nin yayınladığı
“Kazalarda Ölüm ve Sakatlıklar: Modern Toplumun İhmal Edilmiş Hastalığı” yazısı çok ses getirmiştir, bu
yazıda Vietnam’da yaralanan bir askerin New York’ta vurulan bir sivilden
daha çok yaşama şansı olduğundan
bahsedilmiştir. Bu yazıyla beraber
acil tıp hizmetleri yeniden ele alındı
ve otoyol güvenliği yasası çıktı. O zamana kadar acil servisleri personele
ve ekipman bakımından yetersiz ve
kontrolsüz birimlerdi. İlk kez Cincinnati Üniversitesinde 1970’de Acil Tıp
Ana Bilim Dalı kuruldu ve birçok uzman yetiştirdi. Bu tarihten sonra acil
servisler hastaların en çok uğradığı
birimler haline gelmişlerdir. ABD’den
sonra birçok ülkede de bu gelişim
başladı.
Tıp tarihi ülkemizde; 1990 yılında
Dokuz Eylül Üniversitesinin davetiyle Türkiye›ye gelen ABD›li Acil Tıp
Uzmanı Dr. John Fowler Dokuz Eylül
Üniversitesi Acil Servisinde çalışmaya başladı. Dr. Fowler’ın çabalarıyla
1993 yılında Acil Tıp Uzmanlığı, ayrı
bir uzmanlık olarak kabul edildi.
Derneğin kuruluş hikayesini anlatır
mısınız? Kaç üyesi var ve faaliyetleriniz
hakkında bilgi verir misiniz?
Acil Tıp Uzmanlığı Derneği (ATUDER)
1998 yılında Türkiye de ilk acil tıp
uzmanının mezun olmasından kısa
süre sonra 1999 yılında Bursa’da kurulmuştur. Diğer derneklerden farklı
olarak kuruluş aşamasından itibaren
ülkemizin her yöresinden değerli uz-
man ve öğretim üyeleri tarafından
kurulmuştur.
• Rıfat Tokyay
• Fettah Fevzi Ersoy
• John Robert Fowler, JR
• Hakan Güven
• Ülkü Ergene
• Metin Çakmakçı
• Erdoğan Mütevelli Sözüer
• Şevket Cumhur Yeğen
Benden önceki başkanlar Prof. Dr. Levent Altıntop zamanında ilk kurumsal kimliği kazanmış, ilk ulusal kongrelerini yapmıştır, ilk bilimsel dergi
de hazırlanmıştır. Daha sonra bayrağı
Prof. Dr. Figen Coşkun devri almış ve
dernek çalışmaları büyük bir ivme
kazanarak ATUDER bir marka haline
gelmeye başlamıştır. 2008 yılından
sonra bu çalışmalar aratarak devam
etmiş. ATUDER sağlık camiamızın
parlayan bir yıldızı haline gelmiştir.
Ulusal ve uluslararası camiada birçok
organizasyon yapmaya başlamış ve
yılda 50’yi aşan organizasyonlarla büyük bir yapı haline gelmiştir. Bir taraftan ulusal bazda mezuniyet sonrası
eğitim ve kurslar verirken bir taraftan
uluslararası alanlarda acil tıbbın dünyada öncüleri arasına girmiştir. Mekanik ventilasyon, ultrasonografi, ekokardiyografi bronkoskopi, kritik hasta
bakım kursları onda bilimsel yazı yazma ve istatistik kurslarına kadar geniş bir yelpazede eğitim vermektedir.
Azerbaycan, Makedonya, Kazakistan
ve Suudi Arabistan’da acil tıp sempozyumları düzenledik ve adeta acil
tıp uzmanlığı eğitimini ihraç eden
bir konuma geldik. 7. Avrupa Acil Tıp
Kongresini ülkemizde gerçekleştirdik
ve o zamana kadar yapılan en büyük
Avrupa Acil kongresi oldu. Şu ana kadar 20’den fazla ulusal sempozyum
gerçekleştirdik. Büyük uluslararası
acil tıp ve kritik bakım kongrelerini
her yıl düzenliyoruz. Her yıl iki uluslararası sempozyum, iki ulusal sempozyum, iki uluslararası, bir ulusal
kongre düzenlemekteyiz. Ayrıca her
yıl yavru vatan Kıbrıs’ta düzenlediğimiz Acil Tıp Sempozyumu var. Yani
ülkemizde alışılmışın dışında bir faaliyet çizelgesiyle dünya liderliğine
aday bir yapıya kavuşmuş durumdayız. Acil TV adlı bir televizyonumuz
PROF. DR. BAŞAR CANDER
ACİL TIP UZMANLARI DERNEĞİ (ATUDER) BAŞKANI
ve Gazete Acil Adında bir medya çalışmamız mevcut. Şu anda TV 24 sat
web üzerinden yayın yapıyor. Ayrıca
2 akademik dergi çıkartıyoruz Birçok
index tarafından taranan bu dergilerden biri yine uluslararası düzeyde ve
İspanya’dan Dubai’ye Hindistan’dan
Kanada’ya editörler grubunun çalışmasıyla yayın hayatına devam ediyor.
Türkiye’de tıpta uzmanlık dernekleri
misyonlarını yeterince yerine
getirebiliyor mu? Değilse neden?
Etkinliklerin amacı, uzmanlık derneklerinin eğitim, araştırma, sağlık hizmeti, toplum sağlığı ve etik alanındaki çalışmalarının iyileştirilmesi, teşvik
edilmesi, desteklenmesi ve bu alanlarda uzmanlık dernekleri arasında
bilgi ve deneyim alışverişine ilgi ve
olanak sağlanması olarak özetlenebilir. Ana amaç ise; kuşkusuz, uzmanlık
alanlarında düzenli etkin ve nitelikli
sağlık hizmeti verilebilmesinin koşullarını oluşturmaktır. Ancak ülkemizde
genelde amatör ruhla yapılan bu çalışmalar yeterli karşılık bulamıyor ve
kısır çekişmelere heba ediliyor
Ulusal müfredatınız hakkında düşünceniz
nedir? Müfredatınızı yeterli buluyor
musunuz?
Acil tıp en geniş müfredata sahip
aynı zamanda en genç branş, müfredat çalışmalarımızda ise çok daha
fazla yol almamız gerekiyor. Ancak
komisyonlarımızda standart müfredatlar belirlendi. 2 dönem boyunca
TUKMOS başkanlığı yaptım ve bu dönemde müfredatın çoğu tamamlandı
Eğitim veren kurumların müfredatınızı
tam olarak uyguladığını düşünüyor
musunuz?
Maalesef bu konu en dramatik acil
tıp konusu. Bunda bakanlığın bizimle
yeterli iş birliği yapmaması ve alt yapı
oluşturulmadan eğitime başlanması gibi konular yüzünden çok ciddi
boyutta aksayarak devam ediyor. Bu
konuda Sağlık Bakanlığı bizim gibi
tecrübeli bir ekibe daha fazla kulak
vermeli.
Yeterlilik sınavlarını nasıl yapıyorsunuz?
Uzmanlık eğitiminin sonunda tüm
yeni mezunlar aynı standartta mezun
olabiliyor mu?
Ulusal kongremizde çok uygun bir
şekilde 80 kişilik ilk Board sınavımızı
yaptık, bu çalışmalarımız çok iyi gitmekte ancak TTB ile iletişimde yaşadığımız sıkıntılar ve bakış açımızdaki
farklılıklar nedeniyle yavaş seyrediyor.
Hayır. Tüm diğer branşlarda olduğu
gibi bizim branşta da bu durum iç
açıcı değil. Özellikle acil tıp gibi genç
ve geniş branşlarda bu konu daha
zor çözümleniyor Aslında bu konuda
çok ciddi çalışmalara ihtiyaç var, hem
bakanlık hem YÖK nezdinde
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
15
Tıbbiyeli ve doktorların bu branşı tercih
etmeleri için neler önerirsiniz?
Yurt dışındaki derneklerle ortak
çalışmalar yapıyor musunuz?
Bu branş insanlara hizmet etmenin
tıptaki doruk noktalarından biridir.
Heyecan, adrenalin ve hizmet aşkı
sizin için bir şeyler ifade ediyorsa
tercih etmeniz doğru, ancak acilde
başarılı olmanın en önemli temel taşı
acili sevmektir. Dünyanın en zor mesleklerinden birine aday olmanız için
sıra dışı olmanız gerekir. Acil zaten
kendi adamlarını bulur ancak, sağlık
ordusunun en ön safta çarpışan bu
isimsiz kahramanlarına mutlaka en
üst düzeyde özlük hakları tanınmalı
ve maddi açıdan çok farklı bir şekilde
desteklenmelidir. Dikkat ederseniz
hiçbir branş doktoru acilde çalışmak
istemez ve tercih etmez. Hiçbir şekilde özel hasta bakamayan bu fedakâr
hekimlerimize her türlü teşvik çalışmasının yapılması gerekir yoksa, acilde çalışacak uzman bulmak mümkün
olmaz
Bu konu bizim için en başarılı olduğumuz alanların başında ABD’den
Kanday’a Japonya’dan Avustralya’ya
dünyadaki 20-30 dernekle işbirliği
içinde çalışmalar yapıyoruz ve bu
konuda merkez konumundayız. Her
yıl 4-5 organizasyonumuz oluyor.
Kendileri de bizi davet ediyorlar. Bu
konuda çok iddialıyız zaten web sitemizde yaptığımız kongre ve işbirliği
çalışmalarını takip edebilirsiniz. Bu yıl
ayrıca Macaristan ve Çin’de bir sempozyum organize ediyoruz. Yakında
ilan edeceğiz.
Bu branşın hekimleri, hasta ve hasta
yakınlarından neler bekliyor?
Bir defa acil hastalara bakmayı meslek olarak seçmiş bu insanların iyi
insanlar olduğunu ve onlara güvenmeleri gerektiğini bilmeleri gerekiyor. Önce güven! Tabii bunun dışında
diğer insanların yaşam hakkına saygı
da bekliyoruz. Kanlar içinde hayata
tutunmaya çalışan bir travma hastasını bırakıp, boğaz ağrısına ya da kas
ağrısına bakmasını istememeli ve hayati olmayan durumlar için beklemeyi öğrenmeli. Doktor başka hastalara
hizmet vermek için onu bekletiyor
yoksa kimsenin beklemesinden zevk
almaz.
Bu branşın hekimlerinin yaşadığı en
büyük sorunlar nelerdir?
• Şiddet
• Özlük haklarının iyi olmaması
• Ekonomik sorunlar (özel muayene
açamaması)
• Diğer branşların dahi yeterince tanımaması
• Her doktorun acil hakkında bilgisi
olmadan fikir sahibi olması
• Ve en önemlisi basiretsiz yöneticiler
16
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Yurt dışındaki çalışmaları nasıl
değerlendiriyorsunuz? Sizce örnek
alınacak çalışmalar var mı? Varsa
nelerdir?
Bence biz birçok konuda örnek durumdayız. Ancak bilimsel çalışmaların literatüre katkı ve kılavuz oluşturma konularında daha iyiye gitmeliyiz.
Bir de en önemlisi Acil Tıp uzmanlığını teşvik için yaptıkları iyileştirmeler
ve teşvikler örnek alınmalı. Bu tedbirler alınmazsa bu branşın vebali almayanların üstüne kalır.
Derneğiniz genç hekimleri nasıl
destekliyor?
Bilimsel çalışmalar için teşvik veriyoruz. Sorunlarını takip etmeye çözmeye çalışıyoruz. Ayrıca genç hekimler
için yaptığımız çalışma gruplarında
mutlaka yer veriyoruz ve onlarla aktif
çalışıyoruz
Bu alanda yapılan yeni bilimsel
çalışmalardan çarpıcı örnekler nelerdir?
Değişik sütur atma teknikleri, Ecmo
ile yapılan çalışmalar, eko ve ultrasonografinin cep boyutlarında muayenenin bir parçası olması, mekanik
ventilasyon desteğinde gelişmeler
sayılabilir.
Kongreleri düzenlerken özellikle nelere
dikkat ediyorsunuz?
Yeni bir şeyler sunmaya ülkemizin
adını dünyaya duyurmaya, acil çalışmaları için stresten uzak güzel bir
zaman dilimi geçirmelerine dikkat
ediyoruz. Kongrelerimiz uluslararası düzeyde oluyor. Uluslararası Altın
Acil Tıp Ödülleri veriyoruz. Geçen
yıl Gazi Yaşargil Hocamız takdim ettik. Acilin Öyküsü yarışmamız var.
Öyküler yazılıyor, en iyilere ödüller
veriliyor. Yılın yöneticilerini rektör ve
dekanlarını seçip ödüller veriyoruz.
Bilimsel açıdan en yeni, en doğru
bilgilerin paylaşıldığı mükemmel bir
kongre oluyor ve Acil TV’den canlı yayın aldık. Son kongremizi, Türkçe ve
İngilizce çok faydalı bir çalışma.
Sağlık haberleri hakkındaki düşünceniz
nelerdir?
Sağlık haberleri bir facia. Profesyonel
sağlık haberciliği o kadar önemli ki
tamamen yanlış bilgiler, yanlış anlaşılacak şekilde sunuluyor. Doktorlara
güven kalmıyor ve şiddet olaylarını
destekliyor
Gazetecilerden branşınızla ilgili
ne gibi konulara dikkat etmelerini
bekliyorsunuz?
Haberlerin etik kurallar çerçevesinde
ve doktorlardan konunun içeriği hakkında doğru bilgiler alarak, dürüst
haberler vermelerini isterim. Toplumda doktor-hasta iletişimine katkı sunmalarını, küçük hesaplarla az reyting
için çok şeyi yıkmamalarını beklerim
Sağlık iletişimi alanında çalışmalarınız
var mı? Varsa detaylandırabilir misiniz?
Her kongrede bu konuyla ilgili bir panelimiz oluyor. Ayrıca bu konuda eğitim verilmesi için de çabalarımız var.
Sosyal sorumluluk projeleri hazırlıyor
musunuz?
Evet, kamu spotu şeklinde ancak
daha bitmedi. Bekleyerek hasta kurtarabilir insanlar.
Sosyal medyada ne gibi etkileşimde
bulunuluyor? Bu alanda ne gibi
planlarınız var?
Dernek sekreterliği tarafından tüm
sosyal medya bilgilendirme duyuru
tebrik ve paylaşmak amaçlı kullanılmaktadır.
17
Bu ilan ücretsiz yayınlanmaktadır
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
kapakkonusu
ÇOCUKLARDA EV KAZALARINA KARŞI
ALINABİLECEK ÖNLEMLER VE İLK YARDIM
Dr. Veysel BALCI
Acıbadem Kadıköy Hastanesi
Başhekim Yardımcısı Acil Servis Sorumlusu
Ev kazaları, her annenin çocuğuyla
ilgili endişe yaşadığı, büyük önem
arz eden bir konudur. Düzenli istatistiklerin tutulduğu İngiltere’de kaza
sonucu ölümlerin %40’ını ev kazaları
oluşturmaktadır. Dünyada ve ülkemizde yapılan araştırmalarda çocuklarla ilgili kazanın oluş şekli ve tipleri
yaşla değişiklik göstermiş ve bu değişikliğinde çocuğun yaşına uygun
fizik, sosyal ve hareket gelişim düzeyi
ile bağlantılı olduğu vurgulanmıştır.
18
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Unicef’in 2003 yılındaki araştırmasında kazaya uğrayan 0-6 yaş arası
çocuklarda en fazla rastlanan kaza
tipi; düşmeler (%63), yanıklar (%16),
araba kazaları (%7) ve zehirlenmeler
(%4.4) olarak sıralanmıştır.
YANIKLAR
Yanık; su buharı, su veya diğer sıcak
sıvılar, ateş, sıcak cisim, elektrik, aşırı
güneş ışını veya kimyasal maddelerin insan vücuduna temas etmesiyle
vücutta meydana gelen doku harabiyetidir.
Yanıklara karşı alınabilecek önlemler:
• Çocuğun yiyecek ve içeceklerini
sıcak olarak önüne koymayınız,
yerken yanında bulununuz.
• Soba ve ocak üzerindeki su dolu
kapların saplarını çocukların erişemeyeceği şekilde içeriye dönük
koyunuz.
• Elektrikli
aletlerinizi çalıştırırken,
kabloların sarkmamasına dikkat
ediniz.
• Piknik tüplerini kullanırken çocuklardan uzak tutunuz.
• Çocuğunuzu
banyo yaptırırken
banyo suyunun sıcaklığını mutlaka kontrol ediniz.
• Yanıcı maddeleri çocukların erişemeyeceği kapalı yerlerde muhafaza ediniz.
Yanıklarda yapılacak ilk müdahale:
• Su kabarcıklarının oluşmadığı, de-
rinin hafif kızardığı birinci derece
yanıkları 5-10 dakika soğuk suyun
altında tutunuz.
Zehirlenmeye karşı alınabilecek
önlemler:
• Tarihi
geçmiş, uygun koşullarda
saklanmamış gıdaları tüketmeyin.
Düşme ve çarpmalara karşı alınabilecek
önlemler:
• 5 Aylıktan itibaren bebekler yat-
tıkları yerde dönebildiklerinden
yüksek ve yanları çocuğun düşebileceği şekilde açık olan masa
üzerinde, sedirde veya salıncakta
uyutmayın ve yalnız bırakmayın.
• Yanığın üzerini temiz bir bezle ka- • Tarihi geçmiş ilaçları atın.
patınız.
• Yaşlıların fazla ilaç almalarını önle• Yanan kişi çok heyecanlı olacağın- mek için önlem alın.
demirlerini çocukların
dan onu sakinleştiriniz.
• Doktora danışmadan ilaç kullan- • Balkon
sarkmayacağı yükseklikte ve ara• Yanan kişinin elbiselerini çıkarma- mayın.
larından geçemeyeceği genişlikte
nız gerekiyorsa, elbiselerini yanık • Tüm ilaçları, kimyasal maddeleri,
yaptırın.
etrafından keserek çıkarınız.
temizlik maddelerini çocukların • Emekleyen ve yeni yürümeye baş• Hemen bir sağlık kuruluşuna gö- ulaşamayacağı yerlerde saklayın.
layan çocukları balkon, duvar üstü,
türünüz.
başı veya dam üzerinde
• Bu tür maddeleri kendi kaplarında merdiven
tek
başına
bırakmayın.
• Yanığın kabarcıklarını patlatmayı- tutun.
nız.
takılıp düşeceğinden,
• İlaçları, kimyasal maddeleri, temiz- • Çocuklar
odalarda
halı
uçlarının kıvrık ol• Yanık üzerine hiçbir şey sürmeyi- lik malzemelerini su ya da süt veya mamasına, zeminin
ayağa takılaniz.
KESİKLER
Evlerde en çok karşılaşılan kazalardan biri de kesiklerdir. Kesikler, bıçak,
makas, gibi kesici ve delici aletlerin
deri üzerinde meydana getirdikleri
hasarlardır.
Kesiklere karşı alınabilecek önlemler:
• Bıçak,
makas gibi kesici aletleri
çocukların erişemeyeceği şekilde
yüksek yerlerde veya kapalı dolaplarda bulundurun.
• Çocukların yiyecek ve içecek kaplarını plastik veya kırılmaz maddelerden oluşturun.
• Konserve ve yağ tenekelerinin ka-
paklarını kesiye sebep olmayacak
şekilde açın.
meşrubat şişesine, yoğurt kabına
veya bir başka yiyecek kabına koymayın.
• Böcek veya fare zehirlerini çocukların bulunmadığı zaman kullanın
ve kullandıktan sonra yerleri iyice
temizleyin.
cak bir şeyler içermemesine dikkat
edin.
• Mutfak, tuvalet, banyo gibi kaygan zeminleri ıslak tutmayın.
• Merdiven başları ve kapı girişlerini
iyi ışıklandırın.
küçük veya büyük
• Evde zehirli bitki bulundurmayın. • Çocuğunuza
olmayan, uygun ayakkabılar giy• Hava gazı ve soba zehirlenmeleri- dirin.
ne karşı önlem alın.
• Çocuğunuzun yatağının yanlarına
yükseklikte, düşmesini ön• Soba borularını, bacanızı temiz tu- uygun
leyecek parmaklık yaptırın.
tun, her yıl temizletin.
• Katı yakıt kullanıyorsanız, sobanızı
çok doldurmayın.
Zehirlenmelerde yapılacak ilk müdahale:
Kimyasal zehirlenmelerinde
• Kusturmayın
• Kesiklerde yapılması gereken ilk • Ağızdan bir şey vermeyin.
yardım, kanayan bölgenin üstüne
temiz bir bezle bastırarak kanama- • Ağzını ve çevresini yıkayarak teyı durdurmaktır.
mizleyin.
na başvurulmalıdır.
birlikte en yakın sağlık kurumuna
ulaşın.
Düşme ve çarpmalarda yapılacak ilk
müdahale:
• Kaza geçiren çocuk ağlamıyorsa,
şuuru yerindeyse ve ellerini, kollarını normal hareket ettiriyorsa
hiçbir müdahalede bulunmayın.
Fakat 24 saat hareketlerini gözlemleyin.
• Daha sonra en yakın sağlık kurulu- • Her türlü kazada ilk müdahale ile
ZEHİRLENMELER
Zehirlenmeler emekleme çağı ile 5
yaş arasındaki çocuklarda sık görülen
ev kazalarıdır. Bu yaştaki çocuklarda
fazla merak ve öğrenme tutkusu, buldukları her şeyi ağızlarına götürme
isteğinden dolayı zehirlenme olaylarında artış görülür.
DÜŞME VE ÇARPMALAR
Çocuklarda emekleme ile okul dönemi arasında daha sık görülür. Bu tür
kazalar iyi izlenmeli, hekime danışmadan kazanın önemsiz olduğuna
karar verilmemelidir.
Dr. Veysel BALCI
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
19
• Kazadan sonra 24 saat zarfında,
eşyalar bulundurulmamalıdır.
yarım saat, 2 ya da 1 saat içinde
3’ten fazla fışkırır tarzda kusma,
dalgınlık, sürekli uyku hali, solunum sıkıntısı, karın ağrısı, renk solukluğu veya havale geçirme gibi
bulgular olursa mutlaka bir sağlık
kuruluşuna götürün.
• Yüksekte olan alt değiştirme ma-
düşmelerde yukarıda
sayılan belirtiler olmasa bile kırık
çıkık veya bir iç kanama ihtimali
olacağından en yakın sağlık kuruluşuna götürün.
• Sarkan kablolar, kablo kanalı içine
• Yüksekten
• Kaza sonucu vücutta şişlik veya
morluk oluşmuşsa üzerine buz
veya soğuk suyla ıslatılmış bez
koyarak daha fazla şişmesini önleyiniz.
Tüm ebeveynlerin doğru ve zamanında müdahale yapabilmesi için ilk
yardım eğitimi almalıdırlar.
Tüm bu riskleri minimum düzeye indirgemek için evlerimizde alacağımız
bazı basit önlemler çok faydalı olacaktır.
Çocuk odalarında alınması gereken
önlemler;
sası 1 yaşından sonra kullanılmamalıdır.
• Yüksek dolaplar duvara sabitlenmelidir.
• Çekmece ve dolap kapaklarına çocuk kilidi uygulanmalıdır.
alınmalı ve prizler priz koruyucu
ile güvenli hale getirilmelidir.
• Çocuk karyolası; priz, elektrik düğmesi, perde, perde ipine uzanamayacak konumda olmalıdır.
• Çocuk karyolası tekerlekli ise emniyet kilitli olarak sabitlenmelidir.
• Aydınlatma tavandan veya duvar-
dan yapılmalı, lambader kullanılmamalıdır.
• Odada mevcut sivri köşe ve kenar-
lar koruyucu ile kaplanmalı, kapılara menteşe ve her iki tarafına da
parmak koruyucu uygulanmalıdır.
• Sallanan koltuk gibi hareket eden
20
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
fırın için fırın kilidi kullanılmalı,
mümkün olduğu kadar deterjan
ve benzeri temizlik ürünleri dolapların alt gözlerine konulmamalı,
konulmak zorunda ise mutlaka çocuk güvenlik kilidi kullanılmalıdır.
• Çatal, bıçak ve benzeri mutfak eşyalarının bulunduğu dolap ve çekmeceler, çocuk güvenlik kilidi ile
güvenli hale getirilmelidir.
• Buzdolabı için buzdolabı kilidi kul-
Çocuklar keşif dönemlerinde, evin
bütün alanlarını keşfe çıkar, özellikle
en çok eşyaların bulunduğu salon
onlar için hazine gibidir.
• Mutfak tezgâhı ve benzeri keskin
• Eşyalar; çocuğun yaşına göre ko-
numlandırılmalı, örneğin oturma
grubu hiçbir zaman pencere önüne konulmamalıdır.
• Mekânda
bulunan sivri köşe ve
keskin kenarlar güvenli hale getirilmeli, pencerelere çocuk güvenlik kilidi, kapıya parmak koruyucu
takılmalıdır.
ra sabitlenmeli, TV ve elektronik
aletler de özel güvenlik ürünleri
ile sabitlenmeli ve koruma altına
alınmalıdır.
• Büfe ve dolaplardaki çekmece ve
dolap kapakları güvenlik kilitleri
ile güvenli hale getirilmeli, varsa
tüm cam yüzeyler güvenlik filmi
ile kaplanmalıdır.
• Keskin kenar ve köşeleri olmama- • Yutulabilecek boyuttaki objeler,
lıdır.
ulaşamayacağı yere ko• Korkuluk arasındaki mesafe 2.5 çocuğun
yulmalıdır.
santimden dar, 6 santimden geniş
• Sabit ve uzatmalı prizler, priz koruolmamalıdır.
ile kapatılmalıdır.
• Çocuk odasının zemini toz tutucu • yucu
Saksı ve süs bitkilerindeki toprakhalı vb. malzeme ile kaplanmamalıdır. Kolay temizlenen ve toz
tutmayan malzemeler tercih edilmelidir.
• Ocak ve fırın için ocak bariyeri ve
Salon veya oturma odasında alınması
gereken önlemler;
• Çocuk karyolasının konumu çok • Kütüphane ve raflı dolaplar, duvaönemlidir. Örneğin; pencere ve
klima önü gibi doğrudan hava hareketi olan yere koyulmamalıdır.
dır. Burada alınabilecek önlemler ve
dikkatli olunması gereken noktalar
ise şunlardır;
lar saksı toprak koruyucusu ile korunma altına alınmalıdır.
• Etrafta zemini kaygan hale geti-
recek magazin ve dergi yaprakları
kayma sebebi olacağından bulundurulmamalıdır.
Mutfakta alınması gereken önlemler;
Kazaların çoğunun yaşandığı mutfaklar, bebek ve çocuklar için en çok
tehlike arz eden mekânlar arasında-
lanılmalı, buzdolabı kapağına mıknatıslı magnetler iliştirilmemelidir.
köşe ve kenarlar; köşe ve kenar koruyucusu ile kapatılmalıdır.
• Mutfakta masa varsa, uzun masa
örtüsü kullanılmamalıdır.
• Su sebili varsa sıcak su bölümü iptal edilmelidir.
• Bulaşık makinesi için kilit kullanıl-
malıdır. Bulaşık makinesine yerleştirilen çatal-bıçak gibi sivri ev
aletleri sivri tarafı aşağı gelecek
şekilde yerleştirilmelidir.
• Mümkünse çocuk emniyetli ocak
kullanılmalıdır.
Balkon veya bahçede alınması gereken
önlemler;
• Balkon
kapısına çocuk güvenlik
kilidi konulmalı, ayrıca balkon
parmaklık aralıklarının özelliklerine göre file veya pleksi koruyucu
uygulaması yapılmalıdır. Ancak
balkonda masa, sandalye gibi eşyalar var ise, çocuk yalnız bırakılmamalıdır. Üzerine çıkıp aşağıya
sarkabilir.
• Bahçede
bitkilerin çocuğa zarar
vermeyecek türleri seçilmeli, böceğe karşı ilaçlama yapıldıktan 48
saat sonra çocuk bahçeye çıkarılmalıdır.
• Bahçe çiti çocuğun aşamayacağı
şekilde olmalı, bahçe çitinin yanında çocuğun tırmanabileceği ağaç
olmamalıdır.
• Bahçede yüzme havuzu varsa, kesinlikle standartlara uygun havuz
güvenlik bariyeri kullanılmalıdır.
kapakkonusu
ACİL SERVİS KALABALIĞI
Doç. Dr. Cemil KAVALCI
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Acil Tıp Anabilim Dalı
Acil servisler Yataklı tedavi kurumları
işletme yönetmeliğine göre başhekimin teklifi ve Valilik onayı ile kurulur ve tescil için Sağlık Bakanlığına
bildirilir. Acil servisler bilindiği gibi
haftanın 7 günü 24 saat esasına göre
kesintisiz hizmet vermektedir. Sağlık
Bakanlığı verilerine göre; 2014 yılının
ilk 9 ayında acil serviste 80 milyon
hasta bakılmıştır. Ülke nüfusunun 78
milyon olduğu göz önünde bulundurulursa; 80 milyon acil hasta başvurusunun abartılı olduğu daha rahat
anlaşılacaktır.
Acil servislere başvuran her hastanın
acil olduğu kabul edilir. Ancak Ülkemizde Sağlık giderlerini karşılayan
devlet kurumu olan Sosyal güvenlik
22
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
kurumunun yaptığı tanıma göre; Acil
Hal ”Ani gelişen hastalık, kaza, yaralanma ve benzeri durumlarda olayın
meydana gelmesini takip eden ilk 24
saat içinde tıbbi müdahale gerektiren durumlar ile ivedilikle tıbbi müdahale yapılmadığı veya başka bir
sağlık kuruluşuna nakli halinde hayatın ve/veya sağlık bütünlüğünün
kaybedilme riskinin doğacağı kabul
edilen durumlardır” Bu nedenle sağlanan sağlık hizmetleri acil sağlık hizmeti olarak kabul edilir.
Acil servis kalabalığının evrensel olarak kabul edilen bir tanımı yoktur, ancak Amerikan Acil Hekimler Birliğinin
2002 yılında yaptığı tanıma göre; Acil
servis kalabalığı “acil hastaların temel
ihtiyaçlarının mevcut kurumsal kaynaklarla karşılanmasındaki yetersizliktir.” 2013 yılı verilerine göre kamu
hastanelerine günde 766 bin ayaktan
hasta başvurusu, 232 binde acil hasta
başvurusu olmaktadır. Yani hastaların
yaklaşık 1/4’ü acil serviste bakılmaktadır. Acil servisler için genellikle hastane kapasitesin %10’u kadar kaynak
ayrılmaktadır. Dolayısıyla %10’luk
kapasite ile %25 oranında hasta acil
serviste bakılmaktadır.
Acil servis kalabalığının birçok nedeni vardır: Acil servis hizmetlerinden
fark ücreti alınmaması, 24 saat acil
servislerde kesintisiz hizmet verilmesi, polikliniklerin akşam 17.00 da
kapanması ve hastaların hastaneye
gelmek için çalışan yakınlarını beklemeleri, acil servislerde tetkiklerin
daha hızlı yapılması, tahlil sonuçlarının daha kısa sürede çıkması, diğer
branş hekimlerinin acil olmayan işlerini acil servislerde yaptırarak hastayı tüm işler bittikten sonra yatırmak
istemeleri, acil servislerin randevusuz
çalışması, hastaların polikliniklerden
randevu alamaması, resmi bayram
ve tatillerin birleştirilmesi, hastane
deyince akla acil servisin gelmesi,
hastaların hangi bölüme gideceklerini bilmemesi nedeniyle acil servisi
danışma gibi kullanmaları, Bakanlığın kamuoyuna duyurduğu uygulamaların hizmet sunucular tarafından
yeterince benimsenmemesi ve uygulanmaması, branş hekimlerinin tanısı
konmuş hastaları yatırma konusundaki isteksizlikleri, insan ömrünün
uzaması nedeniyle kronik hastalıkların artması, acil serviste çalışan sağlık
personeli ve yardımcı sağlık personeli sayısındaki yetersizlik, acil serviste
çalışan personelin bilgi ve deneyim
eksikliği, sevk zincirinin olmaması vb
nedenler ilk akla gelenlerdir.
Acil servisin kalabalık olması beraberinde bir çok soruna yol açmaktadır.
Bunlardan en önemlisi gerçekten
acil bakıma ihtiyacı olan hastaların
zamanında ve uygun bakımı alamamasıdır. Sonuçta hastalar sakat kalabilir veya ölebilirler. Acil servise hasta
kabul edememe, koridorda hasta
bakma, ambulans kabul etmeme ya
da başka yere yönlendirme, yatak
yokluğu nedeniyle acil serviste hasta
birikmesi, hastalara uygun olmayan
standartlarda bakım vermek demektir. Gerçekte acil olmayan hastaların
acil servislere müracaat etmesi avantaj gibi görülen daha hızlı muayene
olma ve tedavi alma, tetkiklerin daha
hızlı sonuçlanması gibi işlemlerde
gecikmeye yol açmaktadır. Basit bir
üst solunum yolu enfeksiyonu olan
hastanın, ayağı burkulan bir hastanın
acil servis yoğunluğuna göre saatlerce triajda beklemesi gerekebilmektedir. Uzun bekleme süreleri hastaların
gerilmesine neden olmakta, kavga
vb istenmeyen olaylar görülebilmektedir.
Acil servis kalabalığını azaltmak için
çeşitli çözüm önerileri sunulabilir: En
etkili ve ucuz yöntem halka yönelik
bilgilendirme kampanyaları yapılarak
acil servislerin gerçek kullanım amaçlarının halka anlatılmasıdır. Böylelikle
hasta yakınlarının suistimali önlenebilir. Sağlık Bakanlığı çıkarmış olduğu
yönetmelikle tüm hastane yataklarının acil hastalar için kullanılması gerektiğini belirtmiştir. Ancak günlük
pratikte bazı hekimlerin bu konuda
isteksiz oldukları görülmekte, “servisimde yerim yok, hastayı sevk edin”
gibi öneriler gelmektedir. Hastane
yöneticileri acil servis yöneticileri ile
daha etkili işbirliği içinde olurlarsa
hastalar acil serviste yatış için daha
kısa süre bekleyebilirler. Randevulu
çalışan polikliniklerde randevusuz
gelen hastalar için %10-15’lik bir
kota uygulanması faydalı olacaktır.
Yine acil serviste yatış için bekleyen
hasta varken poliklinikten elektif hastaların yatışının önlenmesi acil servis
kalabalığını engelleyecektir. Acil servise başvuran hastaların %70-80 kadarının yeşil triaj kodlu, 1. basamakta
bakılabilecek hastalar olduğu görül-
mektedir. Sevk zincirinin kurulması ve
Aile hekimliği sisteminin daha etkili
kullanılması, hastaların işinin 1. basamakta çözülmesi acil servis kalabalığını azaltacaktır. Yine yeşil triaj kodlu
hastalardan alınan katılım paylarının
artırılması, gereksiz kullanımı ve acil
servis kalabalığını azaltacaktır. Hastanede yatan hastaların daha erken
taburcu edilerek hasta turnover’ının
hızlandırılması kalabalığı önleyecek
diğer bir yöntem olabilir. Acil servislere hızlı bakım üniteleri kurularak
hasta yoğunluğunun azaltılmasına
katkı sağlanabilir. Acil olmayan hastaların bakılması için hastanelerde
aile hekimliği poliklinikleri açılabilir.
Hastanelerde vardiya polikliniklerinin açılması yine acil servis kalabalığının azalmasına yardımcı olacaktır.
Acil servislerin raporlu ilaç yazdırma
yeri olmadığı, geçerken uğranıp muayene olunacak bir yer olmadığı unutulmamalıdır. Acil servisler öncelikle
durumu kritik olan hastalara hizmet
için kurulan birimlerdir. Gereksiz yere
kullanılıp meşgul edilmesi, gerçekten bakıma ihtiyacı olan bir hastanın
yaşam hakkının elinden alınmasına,
ölüm ve sakatlığa yol açabilir. Acil
servis kalabalığını azaltmak için toplum ve çalışanlar üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
23
kapakkonusu
KALP KRİZİ ESNASINDA NE YAPALIM?
Yrd. Doç. Dr. Hasan YÜCEL
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji Anabilim Dalı
Eğer daha önceden kalp hastalığı
tanısı almış biriyseniz göğsünüzdeki
ağrı beş on dakika sürünce hastaneye gitmeniz, en azından doktorunuza
haber vermeniz gerektiğini bilirsiniz.
Daha önce tanı almamış biriyseniz
şunu bilin ki göğüs bölgesinde 15 dakikadan fazla süren bir ağrı, özellikle
çeneye sol kola ve sırta yayılıyor ve
eğer sıkıştırıcı, üstüne biri oturmuş,
mengene ile sıkıştırıyorlar gibi rahatsız edici vasıfta ise “kalp kaynaklı ağrı
“ olma ihtimali yüksektir.
Aşağıda yapmanız gereken şeyleri
maddeler halinde sıralamaya çalıştım:
24
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
1.Kalp krizi geçirdiğinizden şüphelenmeniz halinde ilk yapacağınız
iş hemen bir aspirin çiğnemek
olmalıdır. Normal aspirin veya bebek aspirini veya her gün aldığınız
düşük doz aspirin tabletlerinden
ikisini birden çiğneyebilirsiniz.
2.Yürümeniz, koşmanız doğru değildir. Ayaklarınız biraz yukarıda
olarak uzanın ve istirahat edin.
Bu esnada yakınlarınızın sizi daha
önceden belirlediğiniz, 24 saat
koroner anjiyografi ve balon/stent
işlemi yapma kapasitesine sahip
hastaneye bir an önce ulaştırmak
için hazırlık yapması, örneğin bir
ambulans çağırması iyi olur.
3.Ambulansın gecikeceğini düşünüyorsanız vakit kaybetmemek
için bir arabayla hastaneye ulaşmayı deneyebilirsiniz. Ambulansın size ulaşmasının hele büyük
şehirlerde oldukça uzun bir süre
gerektireceğini unutmayın. Buna
karşın, ambulans sirenlerini çalarak diğer araçlardan daha hızlı
gidip bu açığı kapayabilir. Ambülanstaki doktorun müdahale
imkânı da göz önünde tutulmalıdır. Yani evinizin bulunduğu konuma, trafiğin durumuna, hastaneye uzaklığınıza göre ambulans
çağırma veya bir taksiye atlayıp
hemen gitme kararını siz kendiniz
vereceksiniz. Kalp krizinde zaman
çok daha önemlidir.
4.Kalp krizi vakalarında, ağrı başladıktan sonraki ilk iki saat içinde
hastaneye ulaşmanız halinde (ne
kadar erken ulaşırsanız o kadar
iyi olur) tıkanan damarın balon
ve stent uygulanarak kalpte kalıcı
hasar oluşmadan açılması mümkün olur
kapakkonusu
İLK YARDIM NEDİR, NE DEĞİLDİR?
BİLMİYORSAK HASTAYA DOKUNMAYALIM
Doç. Dr. Gürkan ERSOY
Dokuz Eylül Hastanesi,
Acil Tıp Anabilim Dalı, Öğretim Üyesi
“Herkes İçin Acil Sağlık Derneği”
Genel Sekreteri
Peki, kızımıza ne olmuştu, ilk yardım
uygulaması olarak ne yapmıştım,
yapmasam oluşan bu görünmeyen
kaza İpek’te ne gibi kötü sonuçlar
doğurabilirdi?
Kızım İpek, tahminen 7 yaşlarında.
Evimizde otururken bir anda kulakları sağır eden ağlama sesini duyduk.
Eşim ile birlikte, sesin geldiği banyoya koşarak gittik. Kızımız İpek, elinde
annesinin en sevdiği parfüm şişesini
tutuyor, hüngür hüngür ağlıyor ama
neden ağladığını, ne olduğunu bir
türlü ifade edemiyordu. Çok belli ki
bir nedenle çok acı çekiyordu.
Hayat çok zor. Her an her yerde yaralanma, kaza, hastalık ile karşılaşabiliyoruz. Ama her yerde doktor,
hemşire, paramedik, ambulans yok.
Bu zaten mümkün de değil. Peki, çözüm ne? İşte tek ama tek çözüm, ilk
yardım uygulamak. Ilk yardımı (anlamı, kim uygulayabilir, nasıl uygulanır
vs.) öğrenmek durumundayız. Çünkü
unutmayalım ki yapılan çalışmalar
göstermektedir ki, öğrendiğimiz ilk
yardım uygulamalarını hayatımızın
bir döneminde ve % 80 oranında bir
yakınımız için kullanıyoruz.
Olayın ne olduğunu çok kısa süre
içinde kavradım, hepimizin uygulayabileceği, çok basit ilk yardım uygulamasından sonra kendisini eşim
ile birlikte halen çalışmakta olduğum
Dokuz Eylül Hastanesi acil servisine
götürdük. Acil tıp uzmanı ve arkasından göz hekimi arkadaşımız muayenesini tamamlayıp kızımızın reçete-
Değerli okurlarımız, işte saydığımız
nedenlerle, bu yazımızda ilk yardımı konuşacağız. Ilk yardım nedir, ne
zaman, nerede uygulanır, kimler uygulayabilir, uygularken nelere dikkat
etmemiz ve neleri yapmamamız gerekir şeklinde bazı ana başlıkları gözden geçirecek ve konuyu özetleyerek
bitireceğiz.
Değerli okuyucularımız, isterseniz bu
sayıda ki yazımıza yaşadığım acı ama
gerçek olay ile başlayalım.
26
sini yazdıktan sonra, gönül rahatlığı
içinde evimize geri döndük.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Peki, İpeğe ne olmuştu? Ne gibi ilk
yardım uyguladım? Bunlar da yazımızın sonunda.
Yazımızın başında ve sonunda ayni
mesajı ısrarla vurgulamak istiyorum.
Çok iyi niyetle dahi olsa, lütfen bilmiyorsak yaralanan/hastalanan/kaza
geçiren kişiye dokunmayalım. Çünkü
kendisine zarar verebilir, mevcut hastalık/yaralanmasının daha da ağırlaşmasına neden olabiliriz. Yapacağımız
tek şey, 112 no’lu telefonu arayarak
ambulans sistemini harekete geçirmek ve en kısa zamanda ilk yardım
eğitimi almaktır, diyorum.
Ilk yardım ne demektir?
Ilk yardım bir kaza, yaralanma durumunda, kişinin daha fazla yaralanmasını, durumunun ağırlaşmasını, kalıcı
sakatlıklar oluşmasını veya muhtemel bir ölümü engellemek amacıyla,
olay yerindeki imkânlardan yararlanılarak yapılan, tıbbi olmayan tedavidir.
Bu tedavinin (ilk yardım uygulamasının) mutlaka bir sağlık kuruluşunda
tamamlanması gerekir. Ilk yardım
uygulamasında ilaç kullanımı, hastaya serum takmak, iğne yapmak asla
yoktur.
Ilk yardım neden önemlidir?
• Akrep
Çünkü oluşabilecek sakatlıkları engeller ve belki daha da önemlisi hayat kurtarır.
• Akrep
Hangi durumlarda, kimler için ilk
yardıma ihtiyaç duyarız?
Ilk yardıma hepimiz doğduğumuz
andan itibaren heran, her yerde ihtiyaç duyabiliriz. Araştırmalar ilk yardım bilgilerimizi %80 bir yakınımız
için kullandığımızı göstermiştir. Yaralanma, kanama, kedi köpek ısırıkları, boğaza yabancı cisim kaçması
(et, iğne, boncuk, bezelye, nohut vs),
boğulmalar, zehirlenmeler, afetler,
depremler, trafik kazaları gibi günlük
hayatta hepimizin karşı karşıya kalabildiği, yani bir anda kendimizi çok
çaresiz hissettiğimiz anlarda ihtiyaç
duyulabilir.
Ilk yardım uygulamasında neler çok
önemlidir?
Lütfen ilk yardımı bilmiyorsak, eğitimini almadıysak uygulamayalım,
hastaya dokunmayalım. Çünkü öncelikli amacımız öncelikli olarak zarar
vermemektir. Ilk yardımı bilmiyorsak
bile kaza, yaralanma, ani hastalık durumunda sadece 112 no’ lup telefonu
arayarak profesyonellerin (doktor, paramedik) ve acil yardım ambulansının
olay yerine gelmesini sağlasak hasta/
yaralı için en iyisini yapmış oluruz.
Unutmayalım ki:
Ülkemizde acil durumlarda ambulans çağırmak için devlete ait tek
telefon vardır o da 112 no’lu telefondur ve
•
• Ambulanslar çağrılmadan gelmez
yani onlara kaza veya bir yaralının
olduğu malum olmaz. Birimizin
onları çağırması gerekir.
• Ilk yardım uygulamalarında yapılan ne gibi hatalar var?
• Yerde baygın yatan hastayı tam
değerlendirmeden kalp masajı
yapmak (yaşayan insanı öldürebiliriz),
• Suda
boğulmalarda kişiyi baş
aşağı çevirerek sözde akciğerine
kaçan suyu boşaltmaya çalışmak
(bu şekilde hastanın akciğerindeki
değil midesindeki su çıkar, ama bu
su çıkarken akciğerlerine kaçıp, kişinin daha da boğulmasına neden
olabilir)
yılan, böcek ısırmasında/
sokmasında o bölgeyi dağlamak,
emmek, turnike uygulamak vs
yılan, böcek ısırmasında/
sokmasında o bölgeye amonyak
sürmek,
• Yanıklarda yanık alanına buz uygulamak, reçel, yoğurt, diş macunu, salça sürmek,
• Kanayan yaraya tütün, kül basmak
vs. (saydığım örnekleri daha çoğaltabiliriz).
• İlk Yardımı Öğrenmek İçin Ne Yap-
süre tekerlekli sandalyede yaşamaya
mahkûm olan Sayın merhum Aydın
MENDERES geçirdiği trafik kazası
sonrası, hatalı taşıma sonucu felçli
kalmıştır. Bu kişiyi bilinen tanınan bir
kişi olduğu için hatırlıyoruz. Ama bunun gibi isimleri bilinmeyen yüzlerce
kişi bilinçsiz ilk yardım uygulamaları
nedeni ile sakat kalmakta veya ölmektedir.
Sonuç
Ilk yardım ve uygulamaları uçsuz bucaksız bir konudur. Unutmayalım ki:
• Ilk yardım hayat kurtarır,
• Mutlaka profesyonel kuruluşlarca • Ambulans çağrılmadan
mamız Gerekir?
verilen ilk yardım eğitimi kurslarına katılmamız gerekir. Bu kursları
alabileceğimiz adresler:
• Herkes
İçin Acil Sağlık Derneği,
(http://www.hiasd.org)
• Kızılay (http://www.kizilay.org.tr),
• Tabip Odaları (http://www.izmirtabip.org.tr) ve,
• Özel kurslar olarak özetleyebiliriz.
• Kaza, yaralanma, hastalık durumunda ne yapmamız gerekir?
Önce sakin olmaya çalışalım. Ilk yardım eğitimimiz ve/veya sertifikamız
varsa hemen bildiklerimizi uygulayalım. Bu arada bir kişinin 112 no’ lu
telefonu arayarak ambulans ve profesyonellerin olay yerine gelmesini
sağlamalıdır.
• Kaza, yaralanma, ani gelişen hastalık durumunda ilk aramamız gereken telefon numarası nedir?
a. Devlete ait telefon numarası:
112 no’lu telefon. İlk tercihimiz bu
olmalıdır. Türkiye’nin her yerinden,
ev, işyeri, cep telefonu, ankesörlü telefonlarından ücretsiz aranabilmektedir.
b. İzmir Belediyesine ait AKS 110:
110 no lu telefon. Bu telefon numarası sadece İzmir ili için geçerlidir ve
özellikle sıkışmalı tipte ki kazalarda
çok etkindir.
Kimler ilk yardım uygulayabilir?
Ilk yardım eğitimi almış herkes ilk yardım uygulayabilir. Bu başta bir insanlık görevidir ama ilk şart: Eğer bilmiyorsak uygulamayalım. Mesela uzun
gelmez,
onlara kaza veya bir hasta olduğu
malum olmaz. Birimizin 112 no’lu
telefonu arayarak gelmelerini sağlamamız gerekir.
• Ilk yardımı bilmiyorsak uygulamayalım, biran önce öğrenelim, eğitimini alalım.
Peki, tekrar başa dönelim. Kızım ipeğe ne olmuş ve ben ne yapmıştım?
İpek annesinin parfümünü üstüne
sıkmak isterken şişenin ağzını gözüne doğru tutmuş ve parfüm gözlerinin içine doğru püskürtmüştü. Tabii,
parfüm içinde bulunan çeşitli kimyasal maddeler ve de özellikle alkol
gözlerini yakmıştı. Burada yapılacak
ilk yardım uygulaması, göze kaçan
yabancı maddeyi (burada parfüm)
ortamdan uzaklaştırmak ve de göz
dokusunun daha fazla zarar görmesini engellemek amacı ile çeşme suyu
ile 5-10 dakika bol su ile yıkamaktır.
Biz de bol bol yıkadık ve hastamızı
hastaneye götürdük. Orada tedavisi
düzenlendi ve evimize geri döndük.
Eğer bu ucuz, basit, uygulaması çok
kolay, özel eğitim gerektirmeyen tedaviyi uygulamasaydık İpeğin gözü
çok yanacak ve tahriş olacaktı.
Nice afetsiz, kazasız, sağlıklı günlerde
görüşebilmek ümidi ile sevgi ve saygılarımı sunarım.
Kaynaklar:
1. Herkes için ilk yardım. Türkiye Acil Tıp Derneği Yayını. Editör: Uzm. Dr. Ülkümen RODOPLU.Om Yayınevi, 2003.
2. Temel Yaşam Desteği. Türkiye Acil Tıp Derneği Yayını, 1998.
3. İlk Yardım ve Sağlık Bilgisi Ders Notları. Öğr.
Görev. Hülya ÜNALAN. İzmir, 1997.
4. The American Red Cross. First Aid and Safety Handbook. Elizabeth DOLE.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
27
kapakkonusu
YOLUM ACİL’DEN GEÇTİ…
Doç. Dr. Zeynep GÖKCAN ÇAKIR
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Acil Tıp Anabilim Dalı
Güzel bir Mayıs, öğleden sonrasıydı
yolumun Acil Tıp’la kesiştiğini öğrendiğim gün... Tam 15 yıl önce… Ben
dâhil Acil Tıbbın ne olduğunu, ne
yaptığını bilen yok gibiydi… Elimde
kağıtlar, kayıt için gerekli sağlık raporunu almaya çalışırken aynı hastanede çalışacağım hekim arkadaşların bir
çoğu hastanemizde böyle bir alanda
ihtisas verildiğini bile bilmiyorlardı…
Bilenler de ya önemsemiyor, ya da
küçük görüyorlardı zaten… Neydi
neyin nesiydi “Acil Tıp”… Annemi hafakanlar basıyordu beni acilde düşündükçe… Dostlar, akrabalar dudak
büküyordu… Şöyle hastadan, hasta
yakınından yani klinikten uzak, sakin,
riski az bölümlerin suyu mu çıkmıştı,
evli barklı, küçük çocuklu bir kadın
doktor olarak? İlla hastalara uğraşacaksam kadın-doğum gibi havalı,
paralı bir bölüm olsaydı bari… Aysen
Teyze’nin kızı pediatri yapıyordu, zor
ama çok faydalı bir ihtisastı hiç değilse… Neyse ki eşim, bir de içimdeki
sesim “doğru yerdesin” diyorlardı…
Bu havada ilk adımımı attım acilden
içeriye… Ve anladım içimdeki ses
doğru söylüyordu; bana göreydi tam
acil, ya da ben acile göreydim…
Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide dolaşan birisine “hayatta kal”
28
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
çağrısı yapmak ve o esnada yanında
olmak tam bana göreydi mesela…
”İnsan organizması parçalanamaz bir
bütündür ve hepsi beni ilgilendirir”
demek de öyle… Hekimlik çok kutsal
bir meslekti elbette ama acilde daha
bir kutsaldı sanki… Trafik kazası geçirmiş bir çocuğun yardım çığlıklarına ilk kulak veren olmak, ilk tuttuğu
el olmak mesela. “Kimdi, kimin nesiydi, vah zavallıydı?!..” faslının önüne
“varlığın varlığıma emanettir” i koyabilmekti acil doktoru olmak… Bir de
tüm bunları akademik olarak yapmak
vardı ki, adı “Acil Tıp” tı işte… O da
tüm bu güzelliklerin tadıydı tuzuydu… Gönlünüzle, aklınızla, mesleki
becerilerinizle çıktığınız yola bilimin
ışığından fener yapmaktı… Yeni neferler yetiştirmeye soyunmaktı…
Tabii ki bu güzel yolda yürürken
ayaklarım ne taşlara vurdu, ne bereler aldım bilseniz… “Acil Tıp mı?
O da ne?”ciler mesela… Yıllarca bir
doktor ve birkaç sağlıkçı ile dönen,
bir çeşit kapı doktorluğu işlevi gören
acil servislere alışmış, zinhar yenilik
sevmemciler… En büyük, en önemli
doktor benim, başka kimseyi tanımamcılar, yok sayıcılar… Yel değirmenleriyle savaşmak gibidir, kendi
meslektaşlarının ördüğü duvarları
aşmaya çalışmak. Ve yel değirmenleriyle savaşırken kendinizi yalnız,
yorgun, üşümüş hissedersiniz çoğu
zaman…
“Acil servis bir hastanenin vitrinidir,
sizler hastanemizin vitrininde çalı-
şıyorsunuz” klişesini her gün tekrar
edip sonra da “acil servis depodur,
herkesin babasının çiftliğidir, sürgün
yeridir” muamelesini size uygun gören, idarecilerle de uzlaşmak zorunda
olmaktır acilci olmak. Sonra da, o sürgünlere sürgünde olduğunu unutturmak, hatta sürgününü sevdirmek,
ben buralıyım dedirmek.
Hekimin ve sağlıkçıların hızla itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı, hasta ve
yakınlarıyla sağlıkçıların karşı karşıya
getirildiği, adeta düşman yapıldığı
sağlık sisteminde en öndeki fedailer olmak var bir de. Her an her şey
olabilir hissinin vücut bulmuş haliyle
koyulmak her gün işe… Eve dönerken, eğer o gün, tehdit, küfür hakaret işitmediysen, mesleki onur ve
itibarın, yaşama ve çalışma şevkin
incitilmediyse sevinmek ve hatta fiziksel şiddete maruz kalmadıysan diğerlerini şükürlük saymak… Olur da
bir teşekkür, ya da iltifat işitirsen şaşırmak, umarsızca sevinmek ve herkese anlatmak istemek… En sıkkın
anında doğru koyduğun bir tanıyı,
ağrısını dindirdiğin bir hastanın gözündeki bir minneti hatırlayıp teselli
bulmak…
Zor olanı seviyor insan galiba… Ben
Acil Tıbbı çok sevdim… Şimdi 15 yıl
sonra geriye dönüp baktığımda, “bu
zor fakat zevkli yolculuğa şimdi olsa
yine çıkardım, aynı yolları aynı şevkle
yürürdüm ve hiç bitmesin isterdim”
diyorum. Biliyorum ben doğru yerdeyim, yola devam…
kapakkonusu
KALP VE DAMAR HASTALIKLARINDA
ACİL DURUMLAR
Prof. Dr. Mehmet Birhan YILMAZ
1-Kalp krizi (Akut koroner sendrom)
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kalp krizi, kalp kasını besleyen atardamarlarda, yani koroner arterlerde,
pıhtı oluşumu nedeniyle ciddi damar
darlığı ya da tıkanmasının olduğu
durumdur. Pıhtı, genelde damarda
daha önceden var olan ve bizim aterosklerotik plak adını verdiğimiz, içinde kolesterol partiküllerinin de bulunduğu yapının yırtılması sonucu,
kanın plağın altındaki doku ile temas
etmesiyle oluşur. Aslında gerçekleşen şey, vücudumuzun herhangi bir
yerinde bir kesik meydana geldiğinde, kanamayı durduran ve aslında
yaşam kurtaran (bu pıhtılaşma mekanizması olmasa ufak bir kanama
Kardiyoloji Anabilim Dalı
Kalp ve damar hastalıklarında acil
durumları 5 başlık altında toplamak
mümkündür.
1-Kalp krizi (akut koroner sendrom)
2-Akciğer embolisi
3-Aort yırtılması
4-Hipertansif aciller
5-Ritim bozuklukları
30
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
ölümcül olabilir) pıhtılaşma olayıdır.
Ancak, bu pıhtılaşma kalp damarının
içerisinde meydana geldiğinde sonuç, damar içinde bir tıkaç oluşması
demektir. Bunun sonucu da, kalp
kasına kan ve oksijen akışının engellenmesidir ki bu da dakikalar içinde
o bölgedeki kalp kası hücrelerinin
ölümüne sebep olur. Hasar gören
kalp kası görevini yerine getiremez.
Kalp krizinin tipik belirtisi göğüste
sıkışma şeklinde tariflenen ağrıdır.
Bazı hastalar nefes darlığı, midede
şişkinlik hissi, boyun ağrısı, kol ağrısı
gibi, direkt olarak kalbe yorulmayacak belirtiler de gösterebilir. Bu arada
kalp krizlerinin önemli bir kısmı kişiyi
aniden ölüme götürebilir. Hastaların
hatırı sayılır bir kısmında ise hiçbir
belirtiye rastlanmaz. Kalp krizi geçirdikleri tesadüfen yapılan tetkikler
esnasında ortaya çıkar. Bu arada, damar tıkanıklığının sonuçları 6–12 saat
içinde geri dönüşümsüz hale gelir. Bu
süre içinde tıkalı damarın açılması ve
kan sulandırıcı ilaçların verilmesi, kalbe tekrar kan gitmesine neden olur.
Böylelikle hücre ölümü durdurulabilir. Kalp krizi şüphesi olan herkesin
en yakın acile başvurması önemlidir.
Kalp krizi şakaya gelmez, genç-yaşlı
demeden herkesi etkiler.
2 ve 3- Akciğer embolisi ve Aort yırtılması
Bu iki hastalık aslında kalp krizi ile
karışan durumlardır. Belirti olarak göğüs ağrısı ve nefes darlığı bu iki durumda da gözlenebilir.
Akciğer embolisi, çoğunlukla bacak
toplardamarlarında oluşmuş bulunan bir pıhtının kalbe giden damarlar yoluyla kalbe, oradan da akciğer
damarlarına ulaşması ve orada takılı
kalması durumudur. Akciğer damarlarının aniden tıkanması, nispeten
ince duvarlara sahip bulunan kalbimizin sağ ventrikülünü (sağ karıncık)
zorlamaya başlar. En kısa sürede, bu
pıhtının eritilmesi gereklidir. Daha
çok, toplardamarlarında pıhtı oluşumuna yatkın durumlar (örneğin
bacak ve alt karın bölgesi ameliyatları sonrası, gebelik, kalp yetersizliği)
varlığında beklenmelidir. Acile gelen
tüm göğüs ağrılı hastalarda, akılda
tutulması gereken olasılıklardan birisi olmalıdır. Akciğer embolisi acilde
genelikle tanısı atlanan bir durumdur. Aslında çok basit bir kan testiyle bu acil durumun olup olmadığını
ekarte etmek mümkündür. Kronik
tedavisi yeni pıhtı oluşumun engellenmesinden geçer. Tedavi başlanan
hastalarda genelde bir sorun olmaz.
Ölüm, daha ziyade tanısının atlanıp
tedavisinin de başlanmadığı hastalarda meydana gelir. Özellikle uzun
süreli yatak istirahatinde olan yaşlı
hastalarda akılda tutulmalıdır. Son
yıllarda, akciğer embolisine neden
olan güncel bir durum da ortaya
çıkmıştır. “Ekonomi sınıfı sendromu”
adını almaktadır. Toplardamarlarında pıhtı oluşumuna meyilli kişilerin,
sıkışık koltuklarda yaptığı uzun süreli
uçak yolculukları sonrası tanımlanmış ve literatüre girmiştir.
Öte yandan, aort yırtılması, göğüs
ağrısı ve sırt ağrısı ile belirti veren oldukça ciddi diğer bir acil durumdur.
Adından anlaşılacağı üzere, kalbimizden çıkan ana damar olan aortanın,
farklı bölgelerinde yırtık (diseksiyon)
diye isimlendirilen, aslında aortanın
katmanlarının birbirinden ayrılması
ile oluşan klinik durumdur. Aortayı
birbirinin üstüne geçmiş 3 katlı boruya benzetebiliriz. Birbirinin üstüne
geçen bu boruların her birinin önemli
bir işlevi vardır. Bu borulardan en içteki ile ortadakinin birbirinden ayrılması
aort yırtılmasını meydana getirir. Aort
yırtılması esnasında, yırtılan bölgeyle
uyumlu olacak şekilde kişi ağrı hisseder. Kalbe yakın bölgelerde meydana
geldiyse, ön göğüs bölgesinde ağrı
hissederken, diğer bölgelerde daha
ziyade sırt ağrısı şeklinde belirti verir. Daha ziyade yaşlı ve kan basıncı
yüksek kişilerde ve yatkınlığı bulunan
(aortu genişleten hastalıklar) kişilerde oluşur. Aort yırtılması, bilinen en
ölümcül hastalıklardan birisidir. Acil
müdahale gerektirir. Acil müdahalede
kan basıncının olabildiğince dikkatli
bir biçimde çok aşağı değerlere doğru
indirilmesi hayati derecede önemlidir.
Damar yırtığının ilerlemesi bu şekilde durdurulabilir. Tedavi edilmezse
ölümcüllük oranı çok yüksektir.
4-Hipertansif aciller
Kan basıncının ani yükselmeleri acil
servisleri en fazla meşgul eden acil
durumlardandır. Aslında kan basıncının ani yükselmelerinde müdahale
eşiği sanılanın aksine oldukça yüksektir. Sistolik kan basıncı (büyük
tansiyon) 180 mmHg (18 ve üzeri)
üzerine çıkmadığı müddetçe, altta
yatan başka bir rahatsızlık da yoksa,
özel bir müdahaleye gerek de yoktur.
Eşlik eden diğer rahatsızlıklar olması durumunda (örneğin kan basıncı
yüksekliğinin böbreğe zarar verdiğinin ortaya çıkması veya beraberinde
aort yırtılması) müdahale acil olarak,
gerekirse damar içine müdahale ile
yapılmalıdır. Yalnızca daha yüksek
değerlerin varlığındaysa, ağızdan uygulanan tedaviler genelde yeterlidir.
Kan basıncı yüksekliği yaşayan ve acile başvuran hastaların ertesi gün ya
da günler içerisinde tekrar poliklinik
kontrolünden geçmesi ve gerekli ilaç
değişikliklerinin (gerekirse ilave) yapılması önem arz etmektedir.
Prof. Dr. Mehmet Birhan YILMAZ
5-Ritim bozuklukları
Kalp ritim bozukluğu tıp dilinde aritmi diye adlandırılmaktadır. Aritmi genel bir ifadedir. Kalbin çok hızlı atmasını gösterebileceği gibi (taşikardi)
çok yavaş atmasını (bradikardi) veya
düzensiz atmasını gösteriyor olabilir.
Kalbimiz elektrik üreten ve elektrik
akılmarı üzerinden normal çalışma
temposunu düzenleyen bir organdır. Kalp ritim bozukluğunda kalbin
her zamanki elektriksel akışında bir
düzensizlik vardır. Aritmiler her yaşta
ortaya çıkabilir.
Hastalar, özellikle taşikardi varlığında
genellikle çarpıntı hissi ile acile başvururlar. Bunun yanı sıra baş dönmesi, bayılma, tekleme hissi diğer belirtilerdir.
Altta yatan yapısal bir kalp bozukluğu yoksa, ritm bozuklukları, özellikle gençlerde genellikle iyi huyludur.
İyi huylu olması, sizi rahat ettireceği
anlamına gelmez. İyi huylu olması
sizi öldürmeyeceği anlamına gelir.
İyi huylu bir ritim bozukluğu yaşam
kalitenizi çok ciddi biçimde bozabilir. Alkol, uyarıcı ilaç ve gıdalar (kafein içerenler ve diğerleri) çarpıntıların sık olarak sebebidirler. Tiroid
bezinin anormal çalışması, kansızlık
da sık sebeplerdendir. Altta yatan
bir kalp hastalığı varlığında (örneğin kalp yetersizliği, kapak hastalığı)
senaryo olumsuza doğru evrilir. Bu
durumda daha ciddi ritim bozuklukları söz konusudur. Uzmanlık gerektirir. Özellikle bayılma ve bilinç kaybına yol açabilen ritim bozuklukları
uygun biçimde ve acilen tedavi edilmelidir.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
31
kapakkonusu
DAMAR YARALANMASI OLAN
HASTAYA YAKLAŞIM
Yrd. Doç. Dr. Hakkı KAYA
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji Anabilim Dalı
70 kilogram ağırlığı olan bir kişide 5-6
Litre kan bulunduğu varsayılmaktadır. %10 oranında kan kaybı oldukça
tehlikelidir. Kaybedilen kan miktarına
göre kişide oluşturduğu belirti ve
bulgular değişebilir. Atardamar kanamaları parlak kırmızı renktedir ve
kalp atımı ile eş zamanlı fışkırma şeklindedir. Atardamarlar vücudumuzda
kol, el bileği, el, parmak, ayak bileği,
ayak gibi organlarda cilt altında yüzeye yakın seyrederler. Dolayısıyla
bu bölgelerdeki açık yaralanmalarda
hayatı tehdit edici kanamalara yol
açabilirler.
Kanamalı bir hastada kanamayı durdurmak için parmakla lokal bası uygulanabilir ya da basınçlı sargılama
yöntemleri uygulanabilir. Acil durumlarda temiz bir havlu, mendil ya
da yaralanmanın büyüklüğüne göre
kişinin kıyafetleri kullanılabilir. Büyük
kanamaya yol açan bacak ve kol atardamar yaralanmalarında basınç direk
olarak kanayan atardamarın köküne doğru yapılabilir. Kanayan kısım
mümkün olduğunca kalp seviyesinin
üzerinde tutulmaya çalışılmalıdır.
Kanamanın çok fazla olduğu durumlarda üçgen sargı bezi, çorap, kravat
veya herhangi bir enli kumaş parçası
ile turnike yapılabilir. Ancak turnikenin sıkıldığı zaman not edilmeli ve
basıncı çok dikkatli ayarlanmalıdır.
Uzun süreli turnike uygulamalarının
yara yeri uç kısmında doku beslenme bozuklukları ve doku ölümlerine
(kangren) yol açabileceği unutulmamalıdır. Turnike en fazla iki saat uygulanabilir. Gevşetme süresi ilk bir
saatte 10- 20 dakikada bir, sonraki
bir saatte ise 5-10 dakikada bir olmalıdır. Kanamaya eşlik eden kemik
kırığı var ise kırık olan vücut bölümünün bir atel ya da sert bir nesne
ile desteklenmesi kanama miktarını
azaltabilir. Bununla birlikte kanamalı
bir hastayla karşılaşıldığında zaman
kaybetmeden sağlık ekiplerine haber
verilmelidir.
durumundan ayırt edilmelidir. Kişinin nabız ve solunumundan emin
olunduktan sonra beynin kanlanmasını ve dolayısıyla oksijenlenmesini
arttırmak amacıyla sırtüstü yatırılarak
ayakları kaldırılmalıdır. Eğer dışarıda
bayılmışsa kafasının altına yumuşak
ve fazla kalın olmayan bir şeyler konulabilir.
Bayılan kişiye alkol, soğan sarımsak
koklatmak sanılanın aksine faydasız
ve gereksiz bir uygulamadır. Bayılan
kişiye su içirmeye çalışmakta başlı
başlına yanlış bir uygulamadır. Çünkü hastanın nefes yolları kapanacağından boğulmaya sebep olabilir.
Eğer bayılan kişi 5-6 dk içerisinde
kendisine gelmiyorsa başka bir sorun
düşünülmeli en kısa sürede ambulans çağrılmalıdır.
Bayılması Olan Hastaya Yaklaşım
Bayılma; beyine giden kan ve dolayısıyla oksijenin azalması sonucu görülen geçici bilinç kaybıdır. Uzun süre
aç kalmak, tansiyonun düşmesi, uzun
süre güneş altında beklemek, ani bir
sevinç, üzüntü ya da korku yaşamak
sağlıklı bir insanda da bu duruma sebep olabilir. Ancak kalp hastalıkları
ve nörolojik hastalıklar da bayılma ya
yol açabilir.
Bayılan bir kişiyle karşılaşıldığında
öncelikle boyundaki karotis arter dediğimiz şah damarından nabzı, sonrasında solunumu kontrol edilerek
bayılma kalp ve solunum durması
Yrd. Doç. Dr. Hakkı KAYA
32
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
33
haber
DÜNYADA HER YIL
5 MİLYON ÇOCUK 5 YAŞINA GELMEDEN
HAYATINI KAYBEDİYOR!
Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof.Dr.Necmettin Ünal’dan uyarı: “Kalp krizi veya akciğermeme-prostat kanserlerinin toplamından daha fazla ölüme yol açan SEPSİS bilinmiyor.”
Tüm dünya ülkeleri için ciddi bir halk
sağlığı sorunu olan ve vücudun enfeksiyona karşı geliştirdiği kontrolsüz
yanıt ile kendi doku ve organlarına
zarar vermeye başlamasıyla ortaya
çıkan SEPSİS, erken tanı konularak
tedavi edilmemesi halinde birçok
organda yetmezliğe, şok’a ve yüksek
oranda ölüme yol açıyor. Her yıl dünyada yaklaşık 8 milyon kişinin ölümüne neden olan ve yalnız erişkin hastalarda değil çocuklarda da önemli
ölüm nedenlerinden olan SEPSİS,
yılda 5 milyondan fazla yenidoğan
ve çocuk ölümüne de yol açıyor.
Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı
Prof. Dr. Necmettin Ünal, her yıl 30
milyondan fazla kişide SEPSİS geliştiğini, SEPSİS gelişen hasta sayısında
ise yine her yıl % 8-13 artış olduğunu
belirtti. Prof. Dr. Ünal, SEPSİS gelişen
hastaların, hastalığın şiddeti, tanı ve
tedavi uygulamalarının zamanlaması, tedavinin yeterliliği gibi sebepler
bağlı olarak %15-60’ı yaşamını kay34
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
betmektedir. Her yıl SEPSİS nedeni ile
kalp krizi veya akciğer-meme-prostat
kanserlerinin toplamından daha fazla ölüm gerçekleştiğini de vurguladı.
Dünyanın birçok ülkesini harekete
geçiren SEPSİS, İngiltere’de bu konuda özel bir yasanın çıkmasına zemin
oluşturdu. SEPSİS’in Türkiye’de ne
sıklıkta görüldüğü ve ne kadar ölüme
yol açtığı ile ilgili resmi rakamlar ise
mevcut değil.
2012 yılında Global Sepsis Alliance
tarafından ilan edilen “Dünya Sepsis Günü” için yapılan çalışmalar,
3000’den fazla hastane ve 295 kar
amacı gütmeyen organizasyonun
desteği ile yürütülüyor. SEPSİS farkındalığını arttırmak ve bu sayede
görülme sıklığını en aza indirmek
üzere çalışmalar gerçekleştirmek
için kurulan Global Sepsis Alliance,
2012 yılından bu yana her yıl 13 Eylül
‘Dünya Sepsis Günü’nde yıl boyunca
sürdürdüğü faaliyetlerini en üst sevi-
yeye çıkartıyor. “Dünya Sepsis Günü”
için Türk Yoğun Bakım Derneği’de
kamuoyunda farkındalık oluşturmak
ve SEPSİS kaynaklı ölümlerin en aza
indirilmesi için eğitim çalışmalarına
ara vermeden devam ediyor.
Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. Necmettin Ünal; “Tanı
ve tedavide yaşanacak her 1 saatlik
gecikmenin SEPSİS’den ölme olasılığını %8 oranında arttırması, bu
anlamdaki farkındalık çalışmalarının
önemini ortaya koyuyor. SEPSİS’e
bağlı ölümlerin azaltılabilmesi için
en önemli nokta, erken evrede hastalığın tanınması ve tedaviye başlanmasıdır. Bu denli büyük sağlık
problemi yaratan SEPSİS halk tarafından yeterince bilinmemekte veya
yanlış bilinmektedir. Halktan kişilere sorulduğunda, Amerika Birleşik
Devletlerin’de %46’sı, Almanya’da %
50’si, İngiltere’de % 60’ı, Kanada’da %
71’i, İsveç’de % 79’u ve Brezilya’da %
91’i SEPSİS terimini hiç duymadıklarını ifade etmiştir ” dedi.
Antibiyotik Direnci Sepsis Tedavisini
Sıkıntıya Sokabilir!
Tedavide en önemli yaklaşımlardan
birinin erkenden uygun antibiyotik
tedavisine başlanması olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Necmettin Ünal;
“Antibiyotik tedavisine ne kadar erken başlanırsa başarılı olma şansı o
kadar fazladır. Ancak bu konuda da
bazı problemler vardır. Günümüzde
mikroorganizmaların önemli bir kısmı bazı antibiyotiklere karşı direnç
geliştirmiştir ve birçok antibiyotikten
SEPSİS tedavisinde yararlanılamamaktadır. Bunun en büyük nedeni
uzun yıllar boyunca antibiyotiklerin
bilinçsiz ve kontrolsüz kullanımının
yanı sıra veteriner hekimlikte antibiyotik kullanımı ile ilgili kısıtlamaların
yetersiz olmasıdır. Konuyla ilgili olarak kısa önce uygulamaya sokulan
reçetesiz antibiyotik satılmasının yasaklanması, yaklaşık 11 yıldır sürdürülmekte olan antibiyotik yazım ve
kullanımının kısıtlanmasına yönelik
tedbirler maalesef beklenilen sonucu vermemiştir ve antibiyotik direnci
artarak devam etmektedir. Kısıtlama
tedbirlerine rağmen ülkemizdeki yıllık antibiyotik tüketimi ve antibiyotik
maliyetleri sürekli artmaktadır. Bu
aşamadan sonra gereksiz ve reçetesiz
antibiyotik kullanımının engellenmesi için her türlü çaba gösterilmelidir.
Antibiyotik direncinin daha fazla artmaması için antibiyotik kullanımı ile
ilgili mevcut kısıtlamaların revizyonu
ve bu amaçla tüm sağlık kurumlarının işbirliği içerisinde çalışması gerekmektedir” dedi.
SEPSİS’e bağlı ölümlerin azaltılmasına yönelik eylem planlarının açıklandığı basın toplantısında söz alan
Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı
Prof. Dr. Necmettin Ünal, “SEPSİS ile
savaşta başarılı olabilmemiz için söz
konusu eğitimlerin yalnız tıp fakültelerinde değil, hemşirelik okulları ve
diğer sağlık personelinin yetiştirildiği
okullarda da verilmesi veya güncellenmesi; tüm tıpta uzmanlık eğitimi
müfredatlarında güncel hali ile yer
alması gereklidir” dedi. Prof. Dr. Ünal,
Tedavide en önemli yaklaşımlardan
Prof. Dr. Necmettin Ünal
birisi uygun antibiyotik tedavisinin
erkenden başlanmasıdır. Antibiyotik
tedavisine ne kadar erken başlanırsa
başarılı olma şansı o kadar fazladır.
Daha önceden de belirtildiği üzere SEPSİS’de antibiyotik tedavisine
başlanılmasında her 1 saatlik gecikme ölüm olasılığını %8 oranında
arttırmaktadır. Ancak bu konuda da
bazı problemler vardır. Günümüzde
Yoğun Bakımda mevcut olan mikroorganizmaların önemli bir kısmı bazı
antibiyotiklere karşı direnç geliştirmiştir ve birçok antibiyotikten SEPSİS
tedavisinde yararlanılamamaktadır.
“Sağlık Bakanlığının ve SGK’nın hastalıklarla ilgili kayıt sistemlerinde
SEPSİS için ayrı bir başlık açılarak, tanısal kriterlere uyan vakaların derlenmesi, dolayısı ile ülkemizde SEPSİS’in
ne denli ciddi bir tehlike oluşturduğunun daha doğru istatistiklerle
değerlendirilebilir hale getirilmesi
gerekmektedir. Bu konuda Türk Yoğun Bakım Derneği gerekli her türlü
işbirliğinde bulunmaya gönüllüdür.
Özellikle SGK’nın medula sisteminde SEPSİS tanısının tanı kriterleri ile
kaydedilebilir hale getirilmesi ve bu
şekilde yapılan kayıtlar ile SEPSİS’in
mali boyutlarının ne denli büyük olduğunun ortaya konulması da son
derece önemlidir.”
SEPSİS’in ulusal bütçelere getirmiş
olduğu yük de oldukça yüksektir.
Ülkemizde bu konuda ulaşılabilen
ulusal bir veri olmamakla birlikte
ABD’de her yıl 20 milyar dolardan
fazla, Almanya’da 5 milyar Euro’dan
fazla bir bütçe sadece SEPSİS’li hastaların hastane giderlerini karşılamak üzere ayrılmaktadır. SEPSİS için
yapılan hastane giderlerinin her yıl
%12 oranında arttığı bildirilmiştir.
Hastaların hastaneden taburcu olduktan sonraki sağlık giderleri ve
rehabilitasyon giderleri bu miktarlara dahil değildir. İnsan hayatını bu
kadar ciddi şekilde tehdit etmesine
ve ekonomik açıdan büyük harcamalara yol açmasına rağmen çok az
bilinen SEPSİS’e, Türkiye’de Türk Yoğun Bakım Derneği’nin 2014 yılında
Sağlık Bakanlığı işbirliği ile gerçekleştirdiği ve 2015 – 2016 yıllarında da
devam edecek eğitim ve farkındalık
çalışmaları ile dikkat çekiliyor. 20142015 döneminde Sağlık Bakanlığı
organizasyonu ile Türk Yoğun Bakım
Derneğinin 250’den fazla eğitmenince 25.000 den fazla sağlık çalışanına
SEPSİS farkındalığı eğitimi verilmiştir.
Bu çalışma yılında ise hekimler ile ilgili SEPSİS tanı eğitimi kampanyası
yine Sağlık Bakanlığının katkıları ile
14.09.2015 tarihinde 11 ilimizdeki
toplam 24 hastanede Türk Yoğun
Bakım Derneği tarafından başlatılacak ve devam ettirilecektir. 13 Eylül
dünya SEPSİS gününde GSA tarafından düzenlenerek tüm dünyadan 20
önemli bilim adamının katılımı ile
gün boyunca sürecek SEPSİS başlıklı
webinar’a Türk Yoğun Bakım Derneği
adına Prof. Dr. Necmettin Ünal’da yapacağı konuşma ile katılarak ülkemize yönelik mesajlar verecektir.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
35
analiz
BİYOBENZER İLAÇLAR
Doç. Dr. Sema ZERGEROĞLU
Uzm Ecz. Aslıhan Beyan
Sağlık Bakanlığı
Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü
Giriş
19. yüzyılın ortalarına kadar ilk tıbbi ilaçlar; bitkisel droglar, çiçekler,
kökler, mantarlar gibi doğal kaynaklardan elde edilmiştir. Takip eden
dönemlerde kimyasal ilaçlar geliştirilerek birçok hastalığın tedavisi için
kullanılmışlardır. Konvansiyonel diye
adlandırılan, günümüzde de çeşitli
farmasötik dozaj formları ile hazırlanan sentetik ve yarı-sentetik ilaçlar, düşük molekül ağırlığına sahip
moleküllerdir. 1970 yılından itibaren
geleneksel biyoteknolojik üretimin
yanında 1980’lerde modern biyoteknoloji çağına geçişle birlikte özellikle
ilaç biyoteknolojisi alanda çok büyük
gelişmeler kaydedilerek yeni bir ilaç
sınıfı meydana gelmiştir: Biyolojik
36
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
ürünler. Bu gelişmeye büyük ölçüde
katkı sağlayan olay 1950 yıllarında
DNA yapısının aydınlanması olmuştur(1).
DNA çift heliks yapısının keşfinden
sadece 20 yıl sonra Cohen ve Boyer
1973 yılında ilk rekombinant DNA
teknolojisi denemelerini gerçekleştirmiştir. Teknolojideki bu büyük
buluş, ilaçlarda yeni bir jenerasyonun gelişmesine yardımcı olmuş
ve 1982 yılında rekombinant insan
insulin’inin ruhsatlanabilmesini ve
tedaviye girmesini sağlamıştır. Bu,
pazara ulaşan ilk biyofarmasötik
üründür. Bu gelişmelere paralel olarak biyomedikal araştırmalar sayesinde insan vücudundaki moleküler
mekanizmaların aydınlatılmasında
da büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.
Bu araştırmalar sonucunda, küçük
miktarlarda üretilen birçok proteinin
önemli fonksiyonlara sahip oldukları
anlaşılmış ve bunlar tedavide uygulanabilirlikleri bakımından ilginç adaylar durumuna gelmiştir (2).
Biyolojik ilaç “etken maddesi niteliğinin ve kalitesinin belirlenmesi için
imalat süreci ve kontrolü ile birlikte
fizikokimyasal biyolojik testler kombinasyonu gerektiren ve biyolojik bir
kaynaktan imal edilmiş ya da ekstre
edilmiş üründür” diye tanımlanmaktadır.
Bu ürünler;
1. İmmünolojik ürünler
2. Kan ürünleri
3. Rekombinant DNA teknolojisi
prokaryotik ve ökaryotik hücrelerde, transforme memeli hücreleri de
dâhil olmak üzere biyolojik olarak aktif proteinlerdeki kodlayan genlerin
kontrollü ekspresyonu, hibridoma
ve monoklonal antikor yöntemleri ile
elde edilen ürünler,
4. İleri Tıbbi Tedavi Ürünleri,
5. Etkin maddenin doğrudan kendisinden türetilmediği reaktifler; kültür ortamı, dana fetüs serumu, katkı
maddeleri, kromatografi vb (3)
Biyolojik Ürün ve Üretim Süreci
Biyolojik ilaç, etken maddesi niteliğinin ve kalitesinin belirlenmesi için
imalat süreci ve kontrolü ile birlikte
fizikokimyasal biyolojik testler kombinasyonu gerektiren ve biyolojik bir
kaynaktan elde edilmiş ya da ekstre
edilmiş üründür. DNA teknoloji ya
da hibridoma tekniği ile elde edilmiş proteinleri içeren biyoteknolojik
orijinli medikal ürünlerin (biyolojik,
biyofarmasötik veya biyoteknolojik) üretilmesi için bitki ve hayvan
hücreleri, bakteriler, virüsler ve levür
(maya) gibi canlı organizmalardan
yararlanılmaktadır.
Biyolojik ilaçlar vücutta doğal olarak
üretilen proteinin yerine geçerek/
destekleyerek etkililiğini göstermesi nedeniyle avantajlı olarak görülmektedirler ve giderek artan sayıda
hastanın biyolojik ürünlerle tedavi
edildiği bilinmektedir. Bu grup ilaçların modern tıbbın başlıca onkoloji,
enfeksiyon ve otoimmün hastalıklarının tedavisi başta olmak üzere
hemen her alanında kullanıldığı ve
yeni keşiflerin hızla devam ettiği bilinmektedir.
Biyoteknolojik ilaçlarla birlikte bilim
insanları geçmişte tedavi edilemez
denilen birçok hastalıkta tedavi şansı
yakalayabilmektedirler. Biyolojik ilaçlara örnek olarak immünolojik ürünler, kan ürünleri, Rekombinant DNA
teknolojisi (prokaryotik ve ökaryotik
hücrelerde), transforme memeli hücreleri de dahil olmak üzere biyolojik
olarak aktif proteinlerdeki kodlayan
genlerin kontrollü ekspresyonu, hibridoma ve monoklonal antikor yöntemleri ile elde edilen ürünler, ileri
tıbbi tedavi ürünleri, etkin maddenin
doğrudan kendisinden türetilmediği
reaktifler; kültür ortamı, dana fetüs
serumu, katkı maddeleri gibi örnekleri verilebilir.
lar mevcuttur (Tablo 1). Örneğin konvansiyonel ilaçlar tam olarak tanımlanmış bir yapıya sahipken, biyolojik
ilaçlar kompleks ve heterojendirler.
Konvansiyonel ilaçların standart formülleri olduğu için 3 boyutlu hale
çevrilmelerindeki kolaylık üretimlerini kolaylaştırırken biyoteknolojik
ürünler canlı hücreler ve farklı izoformların karışımından oluştuğu için
karakterizasyonu zordur.
Konvansiyonel ilaçlar canlı hücrede
genellikle bir veya birkaç prosesi etkilerken, epoetin gibi bir biyolojik
ilaç rekombinant interferon’un 100’e
yakın genle etkileşime girerek etkisini gösterir. Boyut olarak tipik bir biyolojik ilaç konvansiyonel ilaçlardan
100-1000 kat daha fazla büyüklüktedir. Örneğin konvansiyonel bir ilaç
olan Asprin 190 Da (Dalton)’a denk
gelirken biyolojik ilaçlar 19,000 Da
(interferon-B gibi) dan 20,000 kDa
boyutuna kadar ulaşabilmektedir.
Bu boyut farkı 1.80 m boyunda bir
insanla 300 m uzunluğundaki Eyfel
Kulesinin karşılaştırılmasıyla somutlaştırılabilinir (4).
Konvansiyonel ilaçlar fiziksel koşullara karşı stabil iken biyolojik olanlar
çok hassastırlar ve bu durum bu ilaçların gerek eczaneler ve ecza depolarında gerekse hastalarca saklanmasında ve muhafaza edildikten sonra
yeniden kullanıma sunulmasında bir
hayli güçlük bulunmaktadır.
Biyolojik İlaçların Konvansiyonel
İlaçlardan Farkları
Konvansiyonel ve biyolojik ilaçlar
arasında yapı, etki şekli, üretim metodu, şekil, boyut, vücuda alınım yolları, hatta fiyat ve stoklama koşulları
dâhil birçok önemli noktada farklılık-
Konvansiyonel ve biyolojik ilaç arasındaki diğer bir belirgin fark ise ilacın
vücuda giriş yoludur. Konvansiyonel
ilaçların çoğu oral olarak alınabilen
kapsül veya tablet formundayken
biyolojik ilaçlar enzimatik sindirime
karşı olan hassasiyetinden dolayı
enjeksiyon şeklinde veya inhalasyon
yoluyla uygulanarak vücuda girer.
Biyolojik ilaçların üretim prosedürü
yukarıda sıraladığımız nedenlerden
ötürü son derece kompleks, uzun
süreli, pahalı ve oldukça zahmetli
aşamaların bulunduğu bir takım süreçleri içerir.
Biyolojik ürünler için karşımıza çıkan
en önemli toksisite sorunu ise immü-
Tablo 1. Konvansiyonel ve biyolojik ilaçlar arasındaki farklar
Konvansiyonel İlaçlar
Kimyasal sentezle üretilirler
Düşük molekül ağırlığı
Fizikokimyasal özellikleri tamamen karakterize edilebilir
Stabil
Saflık standartları mevcut
Farklı uygulama yollarına yönelik dozaj şekilleri hazırlanabilir
Kan damarları yolu ile hızla sistematik dolaşıma geçer
Organ ve dokulara dağılır
Genellikle toksisite spesifiktir
Genellikle antijenik özellikte değildir
Analitik yöntemlerle tamamen karakterizasyon
Saflaştırılması kolay
Kontaminasyondan korunması kolay
Biyolojik İlaçlar
Biyoteknolojik olarak üretilirler
Yüksek molekül ağırlığı
Kompleks fizikokimyasal özellik
Isı ve çalkalamaya hassas (agregasyon)
Değişken spesifikasyonlar
Genellikle parenteral yol ile uygulanır
Lenfatik sistem aracılığı ile sistemik dolaşıma ulaşıp uğrayabilir
Plazma ve hücreler arası sıvı ile sınırlı dağılım
Reseptör aracılı toksisite
Genellikle antijenik özellikte
Karakterizasyon zor
Saflaştırma prosesi uzun ve karmaşık
Kontaminasyon olasılığı çok yüksek
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
37
nojenisitedir. İmmünojenisite, spesifik bir maddenin insan vücudunda
antikor oluşturma kapasitesi olarak
tanımlanır. Alerji, anafilaksi gibi genel immün reaksiyonların yanı sıra
etkinin azalması (insülin, interferon
alfa, interferon beta) veya artması
(büyüme hormonu) söz konusu olabilir. Dolayısıyla ürün geliştirilme sürecinde immün cevabın tipi ve şiddetindeki değişiklik toksisiteye neden
olan önemli bir etkendir (5).
Biyobenzer tanımı
US Food and Drug Administration (FDA)ye
göre biyobenzer ürün tanımı
Biyobenzer ürünler (AB’de follow-on
biologics olarak da adlandırılmaktadırlar) benzer biyolojik tıbbi ürünün
kısaltmasıdır. Bunlar patentleri sona
eren mevcut biyofarmasötik ürünlerin yeni versiyonlarıdır ve çoğunlukla proteinlerden oluşurlar. BPCI BPCI
Act (Biologics Price Competition and
Innovation Act) sağlık hizmeti reformunun (Affordable Care Act) bir parçasıdır (23.03.2010) kanununa göre
biyobenzer veya biyobenzerlik kavramı tam anlamıyla bir biyolojik ürünün referans ürününe - klinik olarak
inaktif komponentlerdeki minör farklılıklarına rağmen yüksek anlamda
benzemesi demektir. Ayrıca biyolojik
ürün ile referans ürün arasında klinik
açıdan güvenlilik, saflık ve ürünün et-
38
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
kisi yönünden önem taşıyan farklılıklar olmamasını da kapsamaktadır (6).
Biyobenzer ürünler geleneksel ilaçlara (küçük moleküllü ilaçlar) göre
daha büyük ve kompleks moleküllerdir, bu yüzden ruhsat onayı almadan önce daha kapsamlı analitik,
preklinik ve klinik testlerin yapılması
gerekmektedir. Biyobenzer ürünler
ölümcül alerjik reaksiyonlara neden
olabilmektedirler (İmmünojenisite)
ve bazı biyobenzer ürünler referanslarıyla ayni yan etkileri de göstermemektedirler. Ayrıca üretim sırasında
ürün üzerinde oluşabilecek minör
kabul edilebilecek değişiklikler son
ürünün etkisinde veya yan etkisinde
ciddi ve önemli farklılıklara neden
olabilmektedir (7).
European Medicines Agency (EMA)ya göre
benzer biyolojik tıbbi ürün tanımı
Avrupa Birliğine göre bir benzer biyolojik tıbbi ürün bir referans ürüne
benzer olduğu karşılaştırılabilirlik
çalışmaları ile kanıtlanmış bir tıbbi
üründür. Bu ürünler ancak orijinal ‘referans’ biyolojik tıbbi ürünün patent
süresi bittikten sonra ruhsatlandırılabilirler. Genellikle bu, bir referans
biyolojik tıbbi ürünün en az 10 yıl
ruhsatlandırılmış olması anlamına
gelmektedir. Biyobenzer tıbbi ürünlerin ruhsatlandırılması için biyobenzer tıbbi ürün referans tıbbi ürüne
benzer olmalı ve referans ürün ile
arasında nitelik, güvenlik ve etkililik
açısından önemli bir fark olmamalıdır. Referans tıbbi ürününbilgileri
ulaşılabilir olduğu sürece, biyobenzer tıbbi ürünün ruhsatlandırılması
için gereken güvenlik ve etkililik bilgileri bir orijinal biyolojik tıbbi ürünün ruhsatlandırılması için gereken
bilgilerden daha azdır (8).
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna göre
biyobenzer ürün tanımı
Türkiye’de 2008 yılında “Biyobenzer
tıbbi ürünlere ilişkin kılavuz” yayımlanmıştır ve bu sayede biyobenzer
ilaçların ruhsatlandırma kriterleri
de belirlenmiştir. Ruhsatlı biyolojik
referans bir biyolojik ilaca benzerlik
gösteren ilaçlara verilen addır. Biyobenzer ürünlerin etkin maddeleri,
ilgili biyolojik referans ilaçların etken
maddelerinin moleküler ve biyolojik
açıdan benzeridir. Biyobenzerler jenerik ürün olarak kabul edilemezler.
Bunun nedeni biyoteknolojik ürünlerin canlı organizmalar tarafından
üretilmekte olup, kimyasal ilaçlar gibi
öngörülür olmamasıdır. Biyobenzer
ve biyolojik referans ilaçlar genel olarak aynı güçte aynı hastalığı tedavi
etmek amacıyla kullanılır ve farmasötik şekilleri, gücü (dozu) ve uygulama yolları referans ilaç ile aynıdır.
Biyobenzer ilaçlar sadece ticari ismi,
görünüş ve ambalajlama özellikleri
açısından, biyolojik referans ilaçlardan farklılık gösterir (9).
Biyobenzer Ürünlerin Ruhsatlandırılması
Biyobenzerlerin ruhsatlandırma ve
patent sürecinde ülkelerin kendine
özel kılavuzları mevcuttur. EMA’nın,
AB üyesi ülkeler için ilk biyobenzer
regülatör onay yöntemi 2005 yılında
yayınlanmıştır. Japonya, Kore, Kanada, Hindistan ve son olarak dünyanın en büyük ilaç pazarlarından olan
Çin’in biyobenzerlerin üretimi ve
onaylanması konusunda kendi devlet politikaları ve kılavuzları vardır.
Türkiye’nin biyobenzer kılavuzu 2008
yılında, daha çok EMA referans alınarak; biyobenzer kavramını tanımlamak, başvuruların temel ana hatlarını
ortaya koymak ve multiendikasyonal
durumlarda, gerekirse her endikasyon için etkililik ve güvenilirliğin kanıtlanmasını içerecek şekilde yayınlanmıştır(10).
Türkiye’de biyobenzer ürünlerin ruhsatlandırılma işlemleri Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü
Yeni İlaç Şube Müdürlüğü tarafından
yürütülmekteydi, ancak 02.11.2011
tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sağlık Bakanlığının teşkilat yapısı yeniden düzenlenmiştir ve
söz konusu ürünlerin ruhsatlandırma
işlemleri hali hazırda Türkiye İlaç ve
Tıbbi Cihaz Kurumu Biyolojik ve Biyoteknolojik Ürünler Birimi tarafından
gerçekleştirilmektedir(11).
Bir biyobenzer ürün ruhsat dosyası
hazırlarken dikkat edilmesi gerekenler aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.
Kalite
Klinik öncesi
Türkiye İlaç ve Tıbbi Kurumu’na yapılmış olan başvurular Ön Değerlendirme Birimi tarafından değerlendirilir
ve uygun bulunması halinde Bilimsel ve Teknik Değerlendirme Daire
Başkanlığı’na sevk edilir. Bu başkanlığa bağlı ilgili bilimsel komisyonlarca
(Teknolojik Değerlendirme Birimi,
BY/BE Değerlendirme Birimi, Klinik
Değerlendirme Birimi ve Farmakolojik Değerlendirme Birimi) yapılacak
değerlendirmelerin uygun bulunması halinde, ürünün son kontrolleri (ilgili birim tarafından onaylı risk yönetim planı, analiz uygunluğu, ambalaj
bilgileri ve ruhsat harç makbuzu vs.)
İlaç, Biyolojik ve Tıbbi Ürünler Koordinasyon Daire Başkanlığı Biyolojik
ve Biyoteknolojik Ürünler Birimi tarafından yapılarak ruhsatlandırma
işlemleri sonuçlandırılmaktadır (12).
İlaç sektöründeki durum
1970’lerden itibaren üretilmeye başlanan biyolojik ilaçların patent sürelerinin sona ermesiyle birlikte 2000’li
yıllarda referans ürünle kalite, güvence ve etkinlik bakımından benzerlik
gösteren “biyobenzer” ilaçlar pazara
giriş yapmıştır. Biyobenzer ilaçlar,
referans biyolojik ürüne karşı rekabet yaratarak fiyatların gerilemesini
sağlamakta ve hastaların biyoteknoloji ile üretilen ilaçlara erişimini
arttırmaktadır. 2006 yılında Avrupa
Komisyonu tarafından onaylanan ilk
biyobenzer ilacın pazara girişinin ardından biyobenzer ilaç sektörü üçlü
Gelecek senaryolarında biyobenzer
ilaç pazarının toplam biyolojik ilaç
pazarı içerisindeki ağırlığının önümüzdeki on yıl içerisinde yaklaşık
on kat artması beklenmektedir. Zira
tahminler 2011’de küresel biyolojik
ilaç pazarının %1,1’ini oluşturan biyobenzer ilaçların 2022 senesinde
toplam pazarın %11’inden fazlasını
oluşturacağı yönündedir. 2011-2022
arasında küresel ilaç pazarının yıllık
ortalama %6,4 oranında büyüyeceği
tahmin edilirken, aynı süre içerisinde biyobenzer ilaç pazarının yıllık
ortalama %31,5 oranında büyümesi
beklenmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinin yanı sıra Norveç ve İsviçre’deki biyolojik ilaç pazarının son dört
yıllık performansını gösteren ikinci
tabloda ise ilk biyobenzer ilacın ruhsatlandırılmasından sonraki 5 yıllık
dönemde biyobenzer ilaç endüstrisinin toplam biyolojik ilaç pazarından %11lik bir pay almayı başardığı
görülmektedir. Bu da gelecekte bi-
Klasik eşdeğer ürün
Biyobenzer ürün
Yeni ürün (tam dosya)
“Tam ve bağımsız dosya
ürünün dosya bilgileri” referans ürün ile
karşılaştırılması
“Tam ve bağımsız ürünün dosya bilgileri” referans ürünle kapsamlı olarak karşılaştırılması
Tam ve bağımsız ürünün
dosya bilgileri
-----
Kısaltılmış program, molekülün karmaşıklığına
bağlı olarak subklinik toksisite çalışması (4
hafta), Lokal tolerans, PK/PD çalışması
Klink öncesi tanı çalışması
Faz I; PK/PD çalışması
Faz I
Faz II çalışması gerekmemektedir.
Faz II
Gerektiğinde her bir endikasyonda Faz III
çalışması
Tüm endikasyonlarda Faz III
çalışması
Risk Yönetim Planı
Risk YönetimPlanı
Biyoeşdeğerlilik çalışması
Klinik
bir büyüme sürecine girmiştir. 2011
yılı sonunda 1,3 milyar dolarlık bir
büyüklüğe erişen küresel biyobenzer
ilaç pazarı biyolojik ilaç endüstrisinin
%1,1ini oluşturmaktadır. ABD’de ise
Avrupa’daki görünümden farklı olarak 2012 yılı itibarı ile ruhsatlanmış
bir tane biyobenzer ilaç bulunmaktadır. Günümüzde biyobenzer ilaç
üretimi gelişmekte olan ülkelerde
yoğunlaşırken, Çin (%30), Hindistan
(%15) ve Güney Kore (%4,5) küresel
pazarın yaklaşık %50sini oluşturmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
39
yobenzer ilaç pazarının öneminin giderek artacağı yönündeki tahminleri
desteklemektedir.
Sağlık otoriteleri biyobenzer ilaçların
geliştirilmesi ve üretimi ile ilgili hukuki ve idari altyapıları oluşturduktan
sonra sektörde patent haklarının da
sonlanması ile birlikte biyoteknoloji
alanında hızlı bir büyüme öngörülmektedir.
Türkiye’nin biyobenzer ilaç geliştirme
konusunda kararlı adımlar atması, ülkemizin henüz yeni oluşmakta olan
bu pazarda söz sahibi ülkelerden birisi olmasını sağlayabilecektir(13).
Ülkemizde bu alanda yeni çalışmalar
yapılmakta olup 2012 yılında Sağlık
Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel
Müdürlüğü Proje ve Ar-Ge dairesi
tarafından planlanıp başlatılan ve
2014 yılı sonunda tamamlanan ‘’ Türkiyede Biyoteknolojik Ürün Üretimi
için Ar-Ge Alt Yapı Analizi ve Sağlık
Ekonomisine Geri Dönüşümün Belirlenmesi’’ isimli proje (Proje sahibi
SB Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü , Proje partneri Kırıkkale
Üniversitesi Proje Yürütücüsü Doç.
Dr. Sema Zergeroğlu) önem arz etmektedir. Söz konusu proje kapsamında; ülkemizdeki mevcut durum
analizi, ilaç sektörünün değerlendirilmesi, Biyoteknolojik ürün üretimi,
Biyoteknoloji de ileri ülke modellerinin analiz edilmesi (Almanya, Güney
Kore,İsrail ve Amerika Birleşik devletleri) ve ülkemizdeki mevcut potansiyelin uygulanabilirliliğinin değerlen-
KDV İstisnası
Gümrük Vergisi Muafiyeti
Devletin Yatırıma Katkı Oranı %
Teşvikten Faydalanma Dönemi (Yatırım/İşletme %)
Kurumlar Vergisi İndirim Oranı %
Sigorta Primi İşveren Hissesi Desteği (yıl)
Yatırım Yeri Tahsisi
KDV İadesi
Gelir Vergisi Stopajı Desteği (yıl)
40
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
dirilmesi ayrıntılı olarak verilmiştir.
Proje sonunda biyoteknolojik ürün
üretimi için gerekli olan pilot tesis ve
biyopark modeli çıktı olarak sunulmuştur (14).
Ayrıca yeni yapılacak çalışmalara
ışık tutabilecek teşvikler son derece önemlidir. Teşvik Yasası’nda
(2012/3305) biyoteknoloji alanına
özel atıfta bulunulması ve biyoteknolojik ürünlerin üretimine ilişkin
yatırımların öncelikli alan olarak
belirlenmesi önemli bir gelişmedir.
Sağlık Bakanlığı’ndan onay alınması
koşuluyla 20 milyon TL ve üzerindeki
biyoteknoloji, onkoloji, kan ürünleri
üretimi için yapılan yatırımlar öncelikli yatırımlar kapsamında aşağıdaki
teşviklerden faydalanabilecektir.
IV Bölge
+
+
40
50/50
80
7
+
-
VI Bölge
+
+
50
80/20
90
10
+
10
Türkiye’de biyoteknolojik ilaçların
2014’te toplam pazar büyüklüğü 2,6
milyar TL’ye ulaşmış olup, bu rakam
toplam ilaç pazarının yaklaşık %20
’sini oluşturmaktadır. Biyobenzer ilaçların biyoteknolojik ilaç pazarı içindeki payı değerde %1,9 gibi düşük bir
rakam olsa da hızlı büyüme kaydettiği görülmektedir (15).
KAYNAKLAR
1. Amgen. Biologics and Biosimilars Overview, http://www.amgen.com/pdfs/misc/
Biologics_and_Biosimilars_Overview.pdf )
2.Biyobenzer (biosimilar) ilaçlar, Kanzık İ,
TFD-KFÇG E-bülten; Sayı 59, Mayıs 2012,
http://www.tfd.org.tr/kfcg/ebulten/59_1_
ilker_kanzik_makale.pdf )
3.İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü. Biyobenzer tıbbi ürünlere ilişkin kılavuz
07.08.2008, http://www.tisd.org.tr/mevzuatDetay.asp?yonid=79
4. Biyolojik İlaçlar ve Biyobenzerler, http://
www.farmakovijilansdernegi.org/UserFiles/File/Semra_Sardas.pdf
5.Türk Toksikoloji Derneği. Biyobenzer
ürünlerle ilgili global toksisite sorunları, http://www.turktox.org.tr/index.php/
tr/makaleler-toplu-goeruenuem-2/44biyobenzer-ueruenlerle-ilgili-globaltoksisite-sorunlar
6. FDA. Therapeutic Biologic Applications
(BLA). Biosimilars, http://www.fda.gov/
Drugs/DevelopmentApprovalProcess/
HowDrugsareDevelopedandApproved/
ApprovalApplications/TherapeuticBiologicApplications/Biosimilars/default.htm
7. HealthAffairs. Health Policy Briefs Article.
Biosimilars, http://healthaffairs.org/healthpolicybriefs/brief_pdfs/healthpolicybrief_100.pdf )
8.EMA. Biosimilars. Biosimilar medicinal
products,
http://www.ema.europa.eu/
ema/index.jsp?curl=pages/regulation/general/general_content_000408.
jsp&mid=WC0b01ac058002958c
9.İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü. Biyobenzer tıbbi ürünlere ilişkin kılavuz
07.08.2008, http://www.tisd.org.tr/mevzu-
atDetay.asp?yonid=79)
10.
Türk Toksikoloji Derneği. Biyobenzer
ürünlerle ilgili global toksisite sorunları, http://www.turktox.org.tr/index.php/
tr/makaleler-toplu-goeruenuem-2/44biyobenzer-ueruenlerle-ilgili-globaltoksisite-sorunlar
11.Nacak M, Sezer Z, Erenmemisoglu A. Biosimilar drugs. J Clin Anal Med 2012;3: 251-6)
12.Biyobenzerler: Kavramlar ve Ruhsatlandırma Süreçleri, Dal O.H, Karadoğan M, Sezer
A. D, Marmara Pharmaceutical Journal, 19:
252-258, 2015)
13.TÜSİAD, Türkiye İlaç Sanayii: Sürdürülebilir
Büyüme İçin Öneriler, Haziran 2014, Yayın
No: TÜSİAD-T/2014-06/552, Sayfa: 51-53)
14. Türkiyede Biyoteknolojik Ürün Üretimi
için Ar-Ge Alt Yapı Analizi ve Sağlık Ekonomisine Geri Dönüşümün Belirlenmesi’’
isimli proje (Proje sahibi SB Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü , Proje partneri Kırıkkale Üniversitesi Proje Yürütücüsü Doç.
Dr. Sema Zergeroğlu) Sonuç Raporu 2014
15.İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası Biyoteknolojik-Biyobenzer İlaçlar, http://www.ieis.
org.tr/ieis/tr/biyobenzer_ilaclar )
Türkiye Pazarında Biyoteknolojik Ürünler
Değişim
2010
2011
2012
2013
2014
2014/2013
Biyoteknolojik Ürün Pazarı (bin kutu)
11.605
13.390
15.566
18.398
20.522
%11,5
Biyoteknolojik Ürün Pazarı (mn TL)
1.504
1.575
1.736
2.136
2.573
%20,5
Türkiye Reçeteli İlaç Pazarı (bin kutu)
1.408.856
1.529.992
1.570.365
1.574.638
1.604.982
%1,9
Türkiye Reçeteli İlaç Pazarı (mn TL)
12.049
12.086
11.373
12.059
13.020
%8
Biyoteknolojik / Reçeteli Pazar ( Değer Pay)
%12
%13
%15
%18
%20
Biyoteknolojik / Reçeteli Pazar ( Kutu Pay)
%0,8
%0,9
%1
%1,2
%1,3
Biyobenzer Ürün Pazarı (bin kutu)
17,5
94,7
302
906
974,3
%7,5
Biyobenzer Ürün Pazarı (mn TL)
2,6
14,1
22,7
39,2
49,7
%26,8
Biyobenzer / Bioteknolojik ( Değer Pay)
%0,2
%0,9
%1,3
%1,8
%1,9
Biyobenzer / Bioteknolojik (Kutu Pay)
%0,2
%0,7
%1,9
%4,9
%4,7
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
41
haber
DÜNYA’NIN EN İYİ KARDİYOLOGLARI
İSTANBUL’DA BULUŞTU
Avrupa’nın önde gelen kardiyologlarının kurduğu Euro CTO Club, İstanbul’da dünyanın en
iyi kardiyologlarını bir araya getirdi.
Kronik Total Oklüzyon (CTO) olarak
tanımlanan, Tam Tıkalı Kalp Damarlarına müdahale yöntemlerinin konuşulduğu toplantının başkanlığını ise
bir Türk doktor, Prof. Dr. Ömer Göktekin gerçekleştirdi.
Avrupa çapında sadece 60 üyesi olan
ve her yıl sınırlı sayıda Kardiyoloğu üye olarak kabul eden Euro CTO
Club, İstanbu’da düzenlediği etkinlik
ile dünyanın önde gelen kardiyologlarını buluşturdu.
Euro CTO Club İstanbul Buluşması’nın
koordinatörlüğünü üstlenen Prof.
Dr. Ömer Göktekin, “Burada sadece
Avrupa’dan değil Amerika ve Japonya dahil dünyanın pek çok ülkesinden hekim arkadaşlarımızla kalp
hastalıklarının en radikal çözümlerini
gerektiren tam tıkalı damarları yani
Kronik Total Oklüzyon’u konuşacağız” dedi.
Canlı olarak ameliyatların da yapılacağı etkinlikte genç hekimlere hastalığa müdahale yöntemlerinin gös42
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
terileceğini belirten Prof. Göktekin,
“Son on yıla kadar CTO hastalarına
yardımcı olmakta zorlanırdık. Fakat
artık girişimsel kardiyolojinin, teknolojinin ve cesur hekimlerin sayesinde hastalarımız sağlığına kavuşuyor.
Türkiye’de Kardiyoloji alanında dünyanın sayılı ülkeleri arasında adından
söz ettiriyor” dedi.
Kalp hastalığına yakalanma yaşının
artık oldukça düştüğünü ve hasta sayısının büyük bir hızla arttığının altını
çizen Prof. Dr. Göktekin, “Bu toplantılar sayesinde hastalıklara müdahale yeteneği gelişmiş hekim sayıları
artmakta. Özellikle CTO’nun tedavisi
için zorlu bir eğitim, disiplin ve uzun
uygulama tecrübesi gerekmekte.
Amacımız Türk hekimlerinde yeterliliği artırmak” diye konuştu.
Hastanelerinizin
daha etkin
yönetimi ve
verimliliği için...
haber
YAKIN GELECEKTE İLAÇLAR
DAHA KISA SÜREDE
DAHA UCUZA GELİŞTİRİLECEK
Bu yıl 3.’sü düzenlenen Uluslararası BAU İlaç Tasarım Kongresi (BAU-Drug Design Congress 2015),
BAU Beşiktaş Kampüsü’nde yapıldı. Kongrenin basın toplantısında konuşan bilim insanları, yeni nesil
ilaçların bilgisayar destekli çalışmalarla araştırılıp geliştirildiğini, yakın bir gelecekte daha fazla ilacın
daha kısa sürede üstelik daha ucuz maliyetle piyasada olabileceği müjdesini verdiler
Araştırma ve geliştirmede son uygulamalar ve yeni yaklaşımların ele
alındığı 3. Uluslarasası BAU İlaç ve
Tasarım Kongresi’nde önemli hastalıkların tedavisinde alınan yollar
açıklandı.
Kongrenin basın toplantısında konuşan Kongre Başkanı, Bahçeşehir
Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Serdar Durdağı, ilaç keşiflerini daha
kısa sürede gerçekleştirmek için yapılan multifonksiyonel ilaç çalışmaları ve sanal taramaların yeni tedavilere
ulaşmayı kolaylaştıracağını ifade etti.
44
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Bir Haftada 7 Milyon Molekül
Taranabiliyor
İlaç araştırmalarını ve keşiflerini hızlandıran bilgisayar destekli ilaç çalışmaları ve sanal taramalar sayesinde,
geleneksel yöntemlerle yıllarca süren
çalışmaların günümüzde birkaç haftaya indiğini anlatan Doç. Dr. Durdağı, “Normalde millyonlarca molekülün test edilebilmesi için bir insan
ömrü yetmezsen artık bir haftada 7
milyon molekül taranabilir hale geldi” dedi.
Yeni bir ilacın keşfi için 5-10 bin molekülün incelendiğini, bu sürenin 3-6
yıl sürdüğünü ve yaklaşık 330 milyon
dolara mal olduğunu hatırlatan Doç.
Dr. Durdağı, şunları söyledi:
“Bilindiği gibi ilaç endüstrisi yeni bir
ilaç üzerinde çalışırken önce milyonlarca bileşiği tarıyor. Bu süreç hem
çok uzun sürüyor hem de her zaman
işe yarar bir molekül bulanamayabiliyor. Tüm bu nedenlerle özellikle son
yıllarda, bilgisayar teknolojilerindeki
ilerlemelere paralel olarak yeni ilaç
keşfi ve yan etki mekanizmalarının
kontrolünün sanal ortamda yapılması gündeme geldi. Bilgisayar üzerinden yapılan ilaç tasarımı çalışmaları
ilaç Ar-Ge’sindeki bu zorlu süreçleri
2-3 haftaya düşürüyor. Aynı zamanda
maliyeti önemli oranda azaltıyor. Söz
konusu teknolojiler sayesinde yakın
bir gelecekte daha fazla ilaç, daha
kısa sürede ve daha ucuz maliyetle
geliştirilebilecek.”
Yan Etkiler İlaç Piyasaya Çıkmadan
Saptanabiliyor
Günümüzde piyasada bulunan pekçok yeni nesil hipertansiyon, kalp,
grip ve göz ilacının keşfinde bilgisayar
destekli ilaç tasarımında faydalanıldığını anlatan Doç. Dr. Durdağı,sanal
taramaların aynı zamanda araştırılan
ilaçların yan etkilerinin incelenmesinde de kullanıldığını belirtti. Doç.
Dr. Durdağı, “Milyonlarca dolara mal
olan mevcut ilaçların piyasadan çekilmesindeki en önemli sebeplerden
biri, kalp damar sağlığı üzerindeki
olumsuz etkileridir. Bilgisayar destekli ilaçtasarım çalışmaları ile yapılan
sanal taramalarda aday ilaçların molekülleri, henüz ilaç haline gelmeden
kardiyovasküler yanetkileraçısından
da incelenerek kalp üzerinde olumsuz etki yapmayan ya da riski az olan
bileşikler seçilebiliyor” diye konuştu.
Nadir Görülen Yetim Hastalıklara Umut
Olacak!
ABD’de kanser üzerine araştırmalarını sürdüren Georgetown Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji
Departmanı’ndan Prof. Dr. Aykut
Üren ise kemik tümörleri ve klinik
çalışmalarını sürdürdüğü ilaç araştırmaları hakkında bilgi verdi. “Yetim
hastalıklar” olarak adlandırılan nadir
görülen kanser türlerine yönelik yürüttükleri ilaç geliştirme çalışmalarını
anlatan Prof. Üren,çalışma arkadaşlarıyla birlikte geliştirdikleri ilaçlardan
birinin önümüzdeki 6 ay içinde hastalar üzerinde denenmeye başlanacağını vurgulayarak, şöyle konuştu:
“Bazı kanser türlerinde bulunan ve
onları normal hücrelerden ayıran
özelliklerini hedefleyen bu yeni nesil
ilaç, öncelikle çocuklarda görülen bir
tür kemik ve yumuşak doku tümöründe (Ewing Sarkomu) denenecek.
Genellikle 10–25 yaş aralığında sık
görülen bu kanser türünde sonuçların başarılı olması durumunda aynı
ilacın prostat kanserinde de kullanıl-
ması ve aynı yaklaşımın da diğer kanser türlerinde uygulanması mümkün
olacak.”
Alzheimer’ı Durduran İlaç
Medipol Üniversitesi Tıbbi Farmakoloji ABD Başkanı Yrd. Doç. Dr. Mustafa Güzel de halen tedavisi olmayan,
herhangi bir ilaç geliştirilememiş
kanser, Alzheimer, MS ve ALS gibi
önemli hastalıklar üzerinde çalıştıklarını belirterek, bu hastalıklara karşı ilaç keşiflerinde gelinen nokta ve
sürdürdüğü çalışmalarla ilgili önemli
açıklamalar yaptı. Birçok kanser ilacının patentine imza atmış olan Yrd.
Doç. Dr. Güzel, kanser vakalarının son
yıllarda arttığını ve ülkemizde de artık kanser için yeni ilaç çalışmalarının
yapılması gerektiğini vurguladı.
Alzheimer’a karşı Faz 2 çalışmaları
biten yeni bir ilaçtan da bahseden
Güzel, 300 hastada denenen ilacın
yüzde 66 oranında hastalığı durdurucu, belirtilerini geciktirici etkilerinin
gözlendiğini kaydetti. Güzel, “Bu ilaç
demansa neden olan plakların oluş-
masını engelliyor. 1800 kişide sürdürülecek Faz 3 çalışmalarında ise daha
da olumlu sonuçlar vermesi bekleniyor” dedi.
“İnsanları Tehdit Eden Hastalıklar Değişti”
Dünyada 2 milyar kişinin fazla kilolu
olduğunu ve tüm dünyanın bir obezite tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu belirten Güzel, keşfinde ve geliştirilmesinde katkısının olduğu bir
diyabet ilacı hakkında da bilgi verdi.
Güzel, konuşmasında tüm dünyada
giderek artan obeziteye bağlı sağlık sorunlarından ve insanlığı tehdit
eden diğer hastalıklardan bahsetti.
Geçmişle kıyaslandığında günümüzde insanları tehdit eden hastalıkların
değiştiğini ifade eden Güzel, sözlerini
şöyle sürdürdü: “20. yüzyılda insanları akciğer, tüberküloz, ishal ve mide
bağırsak bozuklukları tehdit ediyordu. Günümüzde ise obeziteden kaynaklanan pek çok sağlık sorunu, kalp
hastalıkları, çeşitli kanserler ve beyin
kanamaları tehdit etmektedir. Dolayısıyla kısa sürede geliştirilen yeni
ilaçlara ihtiyaç var.”
Doç. Dr. Serdar Durdağı
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
45
hayatıniçinden
“KML TANISI ALDIĞIM İÇİN ŞANSLIYIM”
31 yaşında yavaş seyirli bir tür kan kanseri olan KML tanısı alan Yaprak Dölek Aydan, yeni
moleküllerin geliştirilmesiyle diyabet ya da tansiyon hastaları gibi günde bir ilaçla tedavi
olduğu için kendini şanslı hissediyor. LLMBİR Derneği’nin toplantısında konuşan Aydan’a göre
bu hastalık ona sağlığına özen göstermeyi öğretti.
İlkokul öğretmeni Yaprak Dölek Aydan, 8 yıl önce hızla kilo vermeye
başladığında doğum sonrası yaptığı
diyetin çok etkili olduğunu düşündü.
Yorgunluğunu yoğun iş temposuna
ve yeni anne oluşuna, aşırı terlemesini de İzmir’in bunaltan sıcaklarına
yordu. Diş etleri kanamaya hatta
dalağı büyümeye başlamıştı ama
hepsine bir bahanesi vardı. Fakat
bedeninde morluklar belirince artık bir doktora gitmenin vakti geldi
diye düşündü. On gün içinde tanısı
netleşti: Yavaş seyirli bir kan kanseri
olan KML (kronik miyelositer lösemi).
Bugün kendini şanslı bir hasta olarak
tanımlıyor: “Lösemi tanısını duyunca
çok endişelendim ama araştırdıktan
sonra hastalığım iyi ki KML imiş dedim! Kanser sözünü duyunca, insan
başta çok korkuyor. Ama KML yavaş
ilerleyen ve tedavisi olan bir kanser
türü olduğu için şanslıyım.”
Dünya KML Farkındalık Günü sebebiyle 29 Eylül’de Lösemi Lenfoma
Miyelom Hastaları ve Araştırma Eğitim Birliği Derneği’nin (LLMBİR) Sheraton Otel’de düzenlediği toplantıda
46
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
konuşan uzmanlar da Yaprak Aydan
Dölek’in “şanslı bir hasta” olduğunu
düşünüyor.
“Yaklaşık 15 yıl önce, bir yakınım KML
nedeniyle hayatını kaybetmişti. Oysa
günümüzde bu tanıyı alan bir hasta,
doğru tanı ve tedavi yöntemleri sayesinde sadece bir hap alarak günlük
yaşamına devam edebiliyor” diyor
LLMBİR Genel Sekreteri Doç Dr. Selami Koçak Toprak.
KML’nin nasıl oluştuğuna gelince...
Vücudumuzdaki normal hücreler 23
çift kromozom içerir. KML’li hastaların çoğunda, 9. ve 22. kromozomların çarpışması sonucu, kromozomlar
arasında çapraz bir taşınma gerçekleşiyor ve 22. kromozomda kalıtsal olmayan yapısal bir genetik anormallik
ortaya çıkar ve bu anomali akyuvarlar
veya lökositler olarak da adlandırılan
beyaz kan hücrelerinin kontrolsüz
çoğalmasına neden olur. Anormal
yapıda olan ve sağlıklı akyuvarlar
gibi davranmayan bu hücrelere lösemik hücreler denir. Lösemik hücreler
sağlıklı beyaz hücrelere yer kalmayacak şekilde kemik iliği ve kanda artar.
Normal beyaz kan hücrelerinin sayısı
en fazla 10.000/mm3 civarında iken
bu hastalarda 100.000’leri geçer. Böylece hastalık belirtileri ortaya çıkar.
Bu hücreler diğer dokularda özellikle
dalakta artarlar ve dolayısıyla dalakta
büyümeye yol açarlar. Doğru ve zamanında tedavi edilmezse KML, akut
lösemiye dönüşebiliyor ve sonuçları
çok daha ciddi boyutlara ulaşabiliyor.
Doç. Dr. Selami Koçak Toprak, her yıl
ülkemizde 1400 civarında yeni olgu
ile karşılaşıldığını belirtiyor. Yeni bir
araştırmaya göre ABD’de bu sene
için 6660 yeni hasta bekleniyor. Doç.
Dr. Koçak Toprak, hastalığın erken
dönemlerinde hastaların genellikle şikâyetleri olmadığını belirtiyor.
“Hastaların yaklaşık yüzde 50’ye
yakını başka nedenlerle gittikleri
hastanede kan testleri yapıldığında
tesadüfen lökosit düzeyinin yüksek
bulunması ile tanı konur.” Tabii, tanı
ve tedavi sürecindeki deneyimlerini
aktaran Yaprak Dölek Aydan gibi aşırı kilo kaybından gece terlemesine,
ağır yorgunluktan dalak büyümesine
kadar hastalığın tüm belirtilerini ya-
şayanlar da yok değil. “Bu şikayetler
başka hastalıkların da belirtisi olabilir. Ama hepsi bir arada görüldüğünde bir uzmana başvurmakta yarar
var” diyor Doç. Dr. Toprak.
Görülme sıklığının 50-60 yaş arası arttığı bilinse de genç yaşta tanı
alanlar da olabiliyor. Örneğin Yaprak
Dölek Aydan bu hastalıkla 31 yaşında
tanıştığını dile getiriyor.
Aydan’ın kendini şanslı hissetmesinin
önemli bir sebebi de KML tedavisiyle
ilgili yeni gelişmeler. “Tanıdan sonra
kısa bir yoğun tedavinin ardından sadece bir ilaç kullanmaya başladım ve
kan değerlerim normale döndü. Öyle
ki bir buçuk yılın sonunda iyileştiğimi
düşünüp, kritik bir hata yaptım. Doktoruma danışmadan ilacı kestim” diyor Aydan. Ne var ki ilacı düzenli kullandığında, hiç bir şikayeti kalmasa
da bıraktıktan sonra hastalığı ilerliyor
ve kan değerleri yeniden yükseliyor.
Üstelik, ilacın dozunu artırsalar da
bu kez fayda göremiyorlar. Ama KML
tedavisiyle ilgili hızla ilerleyen bilim
Aydan’ın elini bırakmıyor ve yepyeni
bir molekül yetişiyor imdadına. “Gerçekten de KML konusunda bugün
elimizde çok güncel ve etkili silahlarımız var” diyor toplantıda konuşan Prof. Dr. Sema Karakuş. Başkent
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji
Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Karakuş, daha önce hastalığın durdurulmasındaki tek etkili yöntemin kök
hücre nakli olabildiğini belirtiyor. 2000’li yıllarda geliştirilmeye başlayan ve doğrudan
hedefe yönelen bu yeni nesil molekülleri hedefi tam
12’den vuran güdümlü mermilere benzetiyor.
Bu ilaçların, hastalarda beklenen10 yıllık yaşam süresini
yüzde 90’ların üzerine çıkardığını belirtiyor. “Bu arada hasta
takibi moleküler düzeyde devam
etmesi ve hastanın bilgilendirilmesi çok önemli. Örneğin bir hasta bir
ayda 3 kez ilacını almayı unutursa,
tedavi başarısı yüzde 90’lardan yüzde 20’lere düşüyor” diye vurguluyor
Prof. Dr. Karakuş.
Bazen verilen ilaç tedavisi de yanıtsız
kalırsa, moleküler testler yapılıyor.
YAPRAK DÖLEK AYDAN
Hastalık da akıllı ve ilaçlara karşlı dirençli hale gelebiliyor. Bu durumlarda da yeni gelişmeler yeni ilaçları deneme şansı tanıyor. Örneğin gelişen
mutasyon sonucu klasik tedaviler
yanıtsız kaldığında yeni geliştirilen 3.
kuşak moleküller devreye giriyor.
Doç. Dr. Toprak bu yeni molekülleri,
dağdaki vahşi-saldırgan aslanı evdeki uysal kediye çeviren tedaviler olarak tanımlıyor.
Prof. Dr. Karakuş, SGK kapsamında
olan hastaların da ilaca erişiminin
mümkün olduğunu belirtiyor. Diğer
tüm kanserlerde olduğu gibi KML ile
mücadelede de belki de en önemli
sorun, alternatif ya da tamamlayıcı
tıp adı altında sunulan ve doğal olduğu için zararsız olduğu düşünülen
ürünler. Prof. Karakuş, kanser hastaları üzerinden yaptıkları bir araştırmada hastaların yüzde 60’ının bilinçsiz bir şekilde ‘alternatif-tamamlayıcı’
adı verilen ilaç dışı maddelere başvurduklarını belirtiyor. “Oysa örneğin
halk arasında sarı kantaron olarak bilinen ‘St John’ bitkisi Kronik Miyeloid
Lösemi (KML) hastalığının ana ilacı
olarak bilinen ‘imatihib’in etkisini
azalttığı bilimsel çalışmalarla ortaya
konulmuştur. Yine greyfurt suyu ya
da ekinezya çayı ne kadar zararsız
görülse de kemoterapi ilaçlarının
etkisini azaltıyor.” diyor.
Yaprak Dölek Aydan da hastalığının ilk dönemlerinde
bu tür ürünlerle ilgilendiğini ama daha sonra doktorlarına danışmadan bunları
kullanmaması
gerektiğini
öğrendiğini anlatıyor. “Bugün
bilmediğim bir bitki çayı bile
olsa doktoruma danışmadan
tüketmiyorum.” Doğru tedaviler,
düzenli kontrolleri, dikkatli beslenmesi ve spor sayesinde Aydan artık
kendini çok daha sağlıklı hissettiğini belirtiyor. “Bu hastalık gerçekten
sağlığım açısından bana şans getirdi.
Kendime dikkat etmeyi öğrendim.
Önceden çok sık hastalanırdım. Oysa
şimdi hayatımda olmadığım kadar
bile daha sağlıklıyım!”
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
47
analiz
haber
TÜRKİYE’DEN YAPILAN BİLİMSEL
YAYINLAR VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Prof. Dr. Metin AKGÜN
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi
nal Journal of Hazardous Materials”
dergisi. İki veriyi de dikkatli okumak
ve rasyonel çıkarımlar yapmak gerekiyor.
The Eurasian Journal of Medicine
(Baş Editör)
Ülkemizde bilimsel yayının temel
dürtüsü akademik yükselme/yükseltilme kriterleri. Durum böyle olunca
akademisyenler ister istemez çalışmalarını kolay kabul edip yayınlayacak olan “etki değeri düşük” dergilere yöneliyorlar. Ülkemizden indekse
giren dergiler ise -editörlerine ulaşma imkanı da olduğundan- bu bağlamda en kolay ulaşılanlardan. Dolayısıyla yayın sayısının artışı ile kalite
artışının bir arada yürü(ye)memesi
gayet doğal bir sonuç. Objektif olarak bakılmayı hak eden bir alan da
üniversite sıralamaları. Üniversitelerin yayın çıkarmadaki sayılarını büyük oranda öğretim üyesi sayılarının
fazlalığıyla açıklamak mümkün. O
yüzden -yayın sayısı açısından yapılacak değerlendirmelerde- en sağlıklı analizin, ya öğretim üyesi başına düşen yayın sayısı ile ya da tüm
öğretim üyelerinin bir arada değerlendirildiği bir ortanca değer ile yapılabileceğini düşünüyorum. Aksi
taktirde -az sayıda öğretim üyesi ilegörece daha çok sayıda yayın yapan
çok etkin üniversitelerin veya yeni
kurulan üniversitelerinin bu tür listelerde esamisinin okunması mümkün gözükmüyor.
Turkish Thoracic Journal (Editör Yardımcısı)
Geçen hafta katıldığım Thomson
Reuters’un yeni oluşturduğu indeks
olan ESCI’nin tanıtıldığı (detaylı bilgi için bkz.: Yeni Bir İndex Geliyor:
“ESCI”) toplantıda Türkiye’den yapılan yayınlarla ilgili bazı bilgiler de
verildi. Ülkemizden yapılan yayınların çok önemli kısmı Klinik Tıp alanında yapılıyor. Bunu sırasıyla Mühendislik ve Kimya alanları izliyor.
Ülkemizde En Çok Yayın Yapılan Alanlar ve Yayın Sayıları:
Klinik Tıp: 132.612
Mühendislik: 31.237
Kimya: 29.551
En fazla yayın yapılan üniversite
İstanbul Üniversitesi ama en fazla
atıf alan yayınlar İstanbul Teknik
Üniversitesi’nden. Yayın yapılanatıf alan üniversite arasındaki tezat
yayın yapılan dergilerde de söz konusu. En fazla yayın –açık ara farkla– Türkiye Klinikleri Dergisi’nde
yapılmış ama en fazla atıf alınan
dergi, ilginç bir şekilde “Internatio48
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Türkiye etiketiyle çıkan yayınlara bakıldığında Türkiye’den “Web
of Science” veri tabanında kayıtlı
35.578 yazar gözüküyor. Yazar sayısı açısından -biraz önceki çıkarımı haklı çıkaracak şekilde- İstanbul
Üniversitesi 2.336 yazar ile en önde.
Çalıştığım kurum (Atatürk Üniversitesi) ise 869 kayıtlı yazar ile 12. sırada yer alıyor. Yazar ve yayın sayıları
elbette birer ölçüt ama tek başlarına
hiçbir anlam ifade etmiyorlar. Yayınların etkin olduğunu söyleyebilmek
için -en azından- atıf almaları gerekiyor. İlginç bir nokta da atıf alan
çalışmaların çoğunun içerisinde en
az bir yabancı yazar olması. Yani tek
başımıza çok etkin şeyler yaptığımız
da söylenemez. İşbirliği yapılan ülkelere bakıldığında ilk üçte Amerika
Birleşik Devletleri (19.471), Almanya
(7.479) ve İngiltere (6.289) yer alıyor.
Sonuç olarak niteliksiz ve çok sayıda yayın yapmanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Yayınların
kaliteli olmasının gerekli olması bir
yana belirli bir amaç çerçevesinde
yapılıyor olması daha önemli. Örneğin tıp alanında yapılan çalışmaların
birçoğu amaçsızca yapılıyor; akademik yükseltilme kriterinin temel
güdüleyici faktör olması nedeniyle
(bkz. Akademigrafik) bir an önce yayın yapma telaşıyla yapılan gereksiz kit alımları, makale çevirileri ve
“open access” dergilere ödenen paralar ne yazık ki bilimsel açıdan bizi
geliştirmiyor. Tam tersine ülke ekonomisi açısından önemli bir kayıp.
haber
NOBEL KİMYA ÖDÜLÜ’NÜN SAHİBİ
AZİZ SANCAR OLDU
2015 Nobel Kimya Ödülü’nü “DNA onarımı” hakkındaki
bilimsel çalışmasıyla Aziz Sancar kazandı. Sancar kanser
konusundaki çalışmaları ve “ritmik saat” buluşu ile tanınıyor.
Sancar ödülü hücrelerin hasar gören
DNA’larını nasıl onardığını ve genetik
bilgisini koruduğunu haritalandıran
araştırmaları sayesinde kazandı. Sancar’ın söz konusu araştırmaları yeni
kanser tedavilerinin
geliştirilmesinde de
kullanılıyor.
2015 Nobel Kimya Ödülüne 3 bilim
insanı layık görüldü. Bu isimlerin
arasında Prof. Dr. Aziz Sancar da yer
aldı. Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan
diğer isimler İsveçli Tomas Lindahl ve
ABD’li Paul L. Modrich oldu. Sancar,
Orhan Pamuk’tan sonra Nobel alan
ikinci Türk oldu.
İsveç Kraliyet Bilim
Akademisi,
düzenlediği basın toplantısında,
Lindahl, Modrich
ve Sancar’ın “hücrelerin hasar gören DNA’yı nasıl
onardığını ve genetik bilgiyi nasıl
koruma altına aldığını” ortaya çıkardıkları için Nobel
Kimya Ödülü’ne layık görüldüklerini
bildirdi.
Açıklamada, “Üç bilim adamının çalışmaları, hücrelerin nasıl işlediğine yönelik son derece önemli bilgi
sağlayarak yeni kanser tedavilerinin
geliştirilmesine yol açtı” ifadesi kullanıldı.
İnsan DNA’sının her gün ultraviyole ışınlar, serbest radikaller ve diğer
kanserojen maddeler nedeniyle zarar
gördüğüne işaret edilen açıklamada,
şunlar kaydedildi:
“Ancak bu tür dış saldırılar olmadan
da DNA molekülleri, kalıtımsal olarak
değişken bir yapıya sahiptir. Hücrenin genomunda her gün çok sayıda
değişiklik meydana gelir. Daha da
ötesi insan vücudundaki hücreler
her gün milyonlarca kez bölünür ve
bu esnada DNA kopyalanır. DNA’nın
kopyalanması sırasında bazı bozukluklar ortaya çıkar. Genetik materyalin tam bir kimyasal kaosa düşmemesinin nedeni, hiç durmadan DNA’yı
izleyen ve meydana gelen hasarları
onaran moleküler sistemler barındırmasıdır. 2015 Nobel Kimya Ödülü, bu
onarım sistemlerinin nasıl işlediğini
moleküler düzeyde gözler önüne
seren çalışmalarıyla alanlarında çığır
açan üç bilim adamına verilmiştir.”
AZİZ SANCAR KİMDİR?
1946 yılında Mardin’in Savur İlçesinde doğan Aziz Sancar, okuma yazma bilmeyen ancak eğitime önem veren sekiz çocuklu bir anne-babanın çocuğu olarak dünyaya geldi.
İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Yurtdışında yaptığı çalışmalarla Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’ne kabul edilen üç Türk’ten biri oldu.
1977’de doktora çalışmaları için ABD’ye giden Sancar, çalışmalarını
uzun yıllardır ABD’de sürdürüyor.
Sancar, ‘DNA tamiri’ ve ‘hücre döngüsü kontrol noktası’ gibi konularda
yaptığı çalışmalarla da adını duyurmuştu.
1982 yılında UNC Chapel Hill’de Biyokimya ve Biyofizik alanlarında
çalıştı. Burada da DNA onarımı, hücre dizilimi, kanser tedavisi ve Biyolojik saat üzerinde çalıştı. 288 makale ve 33 kitap yayınladı. Prof. Sancar, ABD ‘de Ulusal Bilimler Akademisi ve Amerikan Sanat ve Bilimler Akademisi, Türk Bilimler Akademisi üyesi ve Vehbi Koç Vakfı’nda 2007 yılında ödül aldı. Sancar,
Chapel Hill’de eşi Gwen Sancar ile yaşıyor.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
49
dijitalsağlık
DERSİMİZ “TIBBİ FOTOĞRAFÇILIK”
Sağlık çalışanlarının özellikle vakaları ile ilgili görüntüleri arşivlemesinin çok önem taşıdığını
dile getiren Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Fotoğrafçılık Sertifika Programı Yürütücüsü
Prof. Dr. Tamer Akça, “Türkiye’deki ilk ve tek tıbbi fotoğrafçılık sertifikası eğitimi veriyoruz” dedi.
Fotoğraflar iletişimin görsel malzemeleridir. Özellikle sağlık alanında
anlatılanların, görüntülenmesi ayrı
bir önem taşır. Bu amaçla da tıbbi
fotoğrafçılık, ülkemizde yeni yeni duyulmaya başlansa da, bu alanda Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi öncülük
ediyor. Tıbbi Fotoğrafçılık Sertifika
Programı Yürütücüsü Prof. Dr. Tamer
Akça, “Sayısal teknolojilerle bir cep
telefonu ile bile fotoğrafı çekmek ve
aynı anda internet üzerinden uzaktaki bir hekime göndererek görüş almak olasıdır. Bu konudaki en güncel
örnek, acil serviste çalışan hekimlerin
hasta geldiğinde, görüş almak için ilgili uzmana cep telefonu aracılığı ile
gönderdiği fotoğraflardır” dedi.
Tıbbi fotoğrafçılık hakkında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel
Cerrahi Anabilim Dalı Meme ve Endokrin Birimi Öğretim Üyesi ve Tıbbi
50
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Fotoğrafçılık Sertifika Programı Yürütücüsü Prof. Dr. Tamer Akça, soruları
yanıtladı.
Tıbbi görsel dokümantasyon nedir?
Kanıta dayalı tıbbın en önemli özelliği yapılan tedavi girişimlerinin bilim
dünyasına sunulmasıdır. Bu nedenle
tıbbi uygulamaların bütün unsurları
ile kaydedilmesi gerekmektedir. Bu
uygulamaların yayınlanmasında ise
kayda geçirilen tüm verilerin eksiksiz,
konu ile mantık bağlantısının sağlıklı
ve anlaşılır olması gerekmektedir.
Bu verilerin arasında sadece hastanın
anamnez, fizik muayene, laboratuvar,
görüntüleme ve diğer sonuçları bulunmaz. Konu ile ilgili tüm görseller
de bu verilerin önemli bir parçasını
oluşturur. Yapılan tıbbi uygulama-
ların görsel olarak kayda geçirilmesi diğer tüm veriler gibi aynı özeni
gerektirir. Görsel gereçler bilimsel
bir makalenin kolaylıkla okunması ve anlaşılması için vazgeçilmez
bir unsurdur. Bu nedenle hekimler
yaptıkları tıbbi uygulamaları vasatın
üzerinde bir beceriyle görsel olarak
kaydedebilmeli, işleyebilmeli ve sunabilmelidirler.
Bu amaca hizmet eden tıbbi görsel
dokümantasyon sıklıkla sadece fotoğraf çekimi gibi algılansa da, konunun video, grafik, animasyon ve
resimleme (illustrasyon) gibi olmazsa
olmaz yapı taşları bulunmaktadır.
Tanınmış tıbbi fotoğrafçılar kimlerdir?
Bu konuda çok fazla bilinen isim
olmamakla birlikte, tıbbi fotoğraf
konusunda yazılmış iki önemli referans kitabın yazarları olan Lawrence
B. Stack, Alan B. Storrow, Michael A.
Morris, Dan R. Patton ve Peter Hansell
otörlükleri tartışılmaz isimler olarak
kabul edilmektedirler.
Tıbbi fotoğrafçılığın önemi nedir?
Diğer kurumlar bir yana bırakılacak
olursa sağlık kurumlarında, özellikle
de akademik ortamlarda çalışan hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının
tıbbi fotoğrafçılık konusunda vasatın
üzerinde bilgi sahibi olması gerekmektedir. Bu gerekliliğin sebepleri
arasında; hastalığın ya da lezyonun
tanısında ve tedavisinde kullanma,
adli veya tıbbi nedenlerle kişisel arşiv
oluşturma, eğitim malzemesi oluşturma, akademik yayın için görüntüleme sayılabilir.
Tıbbi zorunluluk: Tıbbi fotoğraflar
veya videolar bir hastalığın tanısını
koymada yardımcı olabileceği gibi,
tedavisinin takibinde de çok etkin
olarak kullanılabilirler. Günümüz teknolojisi sayesinde; bir hastalığa ya da
lezyona ait fotoğrafın birbirinden fiziksel olarak uzakta olan meslektaşlar
arasında konsültasyon (görüş alışve-
rişi) amacıyla kullanımı oldukça yaygındır. Sayısal teknolojilerle bir cep
telefonu ile bile fotoğrafı çekmek ve
aynı anda internet üzerinden uzaktaki bir hekime göndererek görüş almak olasıdır. Bu konudaki en güncel
örnek, acil serviste çalışan hekimlerin
hasta geldiğinde, görüş almak için ilgili uzmana cep telefonu aracılığı ile
gönderdiği fotoğraflardır.
Adli zorunluluk: Komplikasyonlar ve
kötü meslek uygulamaları bir yana,
özellikle estetik cerrahi örneğinde
olduğu gibi sadece hasta memnuniyetsizliği nedeniyle bile dayanaksız şikâyetlerle karşı karşıya kalabilmektedir. Durum böyle olunca her
hekimin kendisini adli işlemlerden
koruyacak bilgi ve donanıma sahip
olması gerekmektedir. Bu donanımın
başında da yaptıklarını ve yapmadıklarını kanıtlamak gelmektedir. Yazılı
kanıtların yanı sıra ameliyat videoları, hastalığın gidişatını belgeleyen
fotoğraflar, olay yeri veya otopsi işlemlerinin kayda alınması gibi görsel dokümantasyon önemli bir kanıt
nesnesi durumundadır.
Kişisel arşiv oluşturma: Nadiren
kullanılan bilgi ve beceriler ise tek-
rarlama olanağı az olduğu için unutulmaya mahkûmdur. Ancak insan
hayatına doğrudan etki eden bir
meslek olarak hekimlik hata yapmayı kaldırmaz. Bu nedenle hekimler
nadiren karşılaştıkları durumlarda ne
yapacaklarına dair bilgiyi bir şekilde
hatırlamak zorundadırlar. Hatırlamanın en kolay ve doğru yolu ise bu
bilgi ve becerilerin uygun bir şekilde
kaydedilmesidir. Bu kayıtlar sadece
nadir kullanılan bilgileri değil, öğrenilen her yeni bilgiyi, edinilen her
yeni beceriyi de içermelidir. Kişisel
arşiv sadece hekimler için değil ama
adli tıp çalışanları, laboratuvar görevlileri gibi sağlık alanında çalışan
bütün profesyoneller için önemli bir
başvuru kaynağıdır.
Eğitim malzemesi oluşturma: Görsel iletişimin önem kazandığı çağdaş
dünyada eğitimin de geleneksel yöntemlerle sürdürülmesi düşünülemez.
Ancak unutulmamalıdır ki; bu tür
görsel malzemeler, hastanın bizzat
kendisini görerek edinilecek hareket,
konuşma ve psikolojik durumu gibi
faktörlere göre oldukça yetersiz olup,
asıl olarak eğitimi destekleme amacıyla kullanılır.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
51
Akademik zorunluluk: “Yayınla ya
da yok ol” felsefesini benimseyen
akademik dünyada ayakta kalabilmenin tek yolu çalışmaların bilim
dünyasına sunulmasıdır. Çağdaş bilimin vazgeçilmez temeli olan kanıta
dayalı tıp, tanıya ve tedaviye yönelik
uygulamaların bütün unsurları ile
kaydedilmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Bu ihtiyacın karşılanmasında
kayda geçirilen tüm verilerin eksiksiz,
konu ile mantık bağlantısının sağlıklı
ve anlaşılır olması gereklidir. Görsel
gereçler bilimsel bir makalenin kolaylıkla okunması ve anlaşılması için
vazgeçilmez unsurlardır.
Bir tıbbi fotoğrafçı için geleneksel
görüntülerin yanı sıra kızılötesi, ultraviyole veya floresan görüntüleme;
endoskopi ve floroskopi; polarize
ışık; ağız içi fotoğraf; stereo görüntüleme ve fotogrametri; kontur haritalama ve fotomikrografi gibi çok özel
teknikleri görüntülemek durumunda
kalabilir. Ayrıca tıbbi dersler, posterler, sunumlar ve yayınlar için hazırlanan fotoğrafik metinlerin, grafiklerin,
tabloların, çizelgelerin ve radyolojik
görüntülerin de fotoğraflanması söz
konusu olabilir. Sayısal görüntüleme
işlemlerinin gelişmesi ile bu alandaki
etkinlikler önemli ölçüde değişime
uğramıştır. Bu tür düzenleme işlemleri ve masa üstü yayıncılık sıklıkla evlerde ve bürolarda tıbbi fotoğrafçılar
tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle
tıbbi fotoğrafçılar tıbbi konferanslar
için görsel ve işitsel hizmetleri yönetmek için mikrofonların özellikleri, ses
amfilikasyonu, ses kaydı, projeksiyon
malzemeleri ve ekran gereksinimleri gibi konuların temel ilkelerini de
özümsemelidir.
Çalışma alanları nelerdir?
Tıbbi fotoğrafçılar hastanelerde,
araştırma merkezlerinde, acil servislerde, kliniklerde veya tıbbi yayıncılık kuruluşlarında hastalıkların çeşitli
aşamalarını (yaralar, lekeler, vücut
deformasyonları),
yaralanmaları,
otopsileri, makroskopik veya mikroskobik materyalleri, radyolojik görüntüleri ve cerrahi işlemlerin öncesi,
aşamaları ve sonrası gibi durumları
belgelerler. Bunların yanı sıra tıbbi
aletlerin ve cihazların fotoğraflanması; bazı grafik ve sanat yorumları;
yayınlar ve sunumlar için yapılmış
çizimleri de görüntülemek gerekebilir. Eğer sağlık alanında çalışıyorlarsa
kendilerinin, başka alanlarda çalışıyorlarsa sağlık profesyonellerinin
tedavi ve eğitim çalışmalarını kayda
geçirirler. Bu çalışmalar; dermatoloji, oftalmoloji, plastik cerrahi, adli
tıp veya diş klinikleri gibi alanlarda
olabileceği gibi ameliyathanelerde,
kliniklerde, patoloji, mikrobiyoloji,
biyokimya, tıbbi genetik, biyoloji laboratuvarlarında veya radyoloji, nükleer tıp birimlerinde de yapılabilir.
Fotoğrafın yanı sıra hareketli görüntü elde etmek ve sunmak amacıyla
video-konferans veya tele-medicine
(uzaktan tıbbi konsültasyon) alanlarında çalışma olanakları bulunmaktadır. Elbette bir tıbbi fotoğrafçının tüm
bu konular hakkında ayrıntılı bilgi ve
beceri sahibi olması beklenemez. Ancak tatmin edici sonuçlar için kısmen
de olsa bu konulara aşinalığı olmalıdır. Bazen iç organları fotoğraflamak
için endoskopik görüntüler kaydedilebilir. Bir ışık kaynağı içeren bir tüp
ve bir lens, bir fotoğraf makinesi gövdesine bağlanarak çekim alınabilir,
böylece hastanın yutak, mide veya
kalın barsakları görüntülenebilir. Bazen de tıbbi fotoğrafçı hastane için
halkla ilişkiler fotoğrafları çekmek
durumunda kalabilir. Bu kapsamda
özellikle hastane için düzenlenen
ödül törenleri veya ünlü bir ziyaretçinin fotoğrafları çekilebilir. Türkiye’de
henüz çok gelişmeyen bir dal olan
tıbbi resimleme (illüstrasyon, çizim)
alanında tıbbi sanatçılar ve tıbbi görsel-işitsel teknisyenleri ile çalışma
olanağı da olabilir.
Bu eğitimi kimler almalı, neden?
Türkiye’de tamamen göz ardı edilen
tıbbi fotoğrafçılık mevcut şartlarda
bir meslek olarak algılanmamakta
ve gerek resmi gerekse özel sağlık
kurumlarında böyle bir kadro bulunmamaktadır. Bu durum profesyonel
destek alma şansından uzak kalan
sağlık çalışanlarının bizzat kendilerinin tıbbi fotoğrafçılık konusunda vasatın üzerinde bir yeterliliğe sahip
olma zorunluluğunu getirmektedir.
Tıbbi fotoğrafçılık sadece sağlık kuruluşlarında çalışanların değil, aynı
zamanda otopsi ile iç içe olan adli kurumlarda (teknik personel, avukatlar,
savcılar vb.) veya sağlık sigortası ile
ilgilenen kurumlarda çalışanların da
bilgi sahibi olması gereken bir konudur. Bu meslek gruplarında çalışanlar
mesleklerini icra ederlerken gerekli
olduğunda tıbbi görüntüleme işlem-
52
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
lerini profesyonel bir desteğe ihtiyaç
duymadan yapabilmelidirler. Sağlık
muhabirlerinin de bu konuda bilgi sahibi olmaları, kendileri tıbbi fotoğraf
çekmeseler bile kullanacakları görsel
malzemenin doğruluğunu ve özellikle de dürüstlüğünü kestirebilmeleri
açısından son derece önemlidir.
İlgili kurumlarda bu bilgi ve beceri
birikimine sahip çalışanların olmadığı durumlarda ise tıbbi fotoğraflama
için kurum dışından destek aranması
zorunlu olacak ve tıbbi fotoğrafçılığın inceliklerini ve hassasiyetlerini
bilen profesyonellerle çalışmak gerekecektir.
Tıbbi görsel dokümantasyon eğitimini tıp doktorları, diş hekimleri ve veteriner hekimlerin yanı sıra tıp sektöründe çalışan hemşire, teknisyen gibi
tüm sağlık profesyonelleri; savcılar,
adli tıp teknisyenleri gibi hukuk profesyonelleri; sağlık sigortası çalışanları; tıbbi konularda yayın yapan dergi,
gazete, sosyal medya çalışanları ve
sağlık kuruluşlarının halkla ilişkiler
birimlerinde çalışanlarının alması bu
nedenle önemlidir.
Tüm bu meslek gruplarının yanı sıra
bu tür kurumlara tıbbi görsel dokümantasyon ürünü satmak isteyen
herkes bu eğitimi almalıdır. Esasen
savcı, sağlık muhabiri, fotoğrafçılık
bölümü mezunu, foto muhabiri veya
fotoğraf sanatçısı gibi sağlık profesyoneli olmayan bir bireyin görsel tıbbi belgeleme yapabilmesi için temel
fotoğrafçılık becerisinin yanı sıra tıbbi terminoloji, anatomi, fizyoloji gibi
bazı temel tıp bilgileri ile beraber ve
halkla ilişkiler bilgilerini de edinmesi
gerekmektedir. Ayrıca hasta mahremiyeti ve telif haklarını düzenleyen
yasalar konusunda da bilgi sahibi olmalıdır. Temel tıp bilgileri ile birlikte
insanlara ve onların sorunlarına incelikle yaklaşma becerisini tıp fakültelerinde ve devamında meslek hayatlarında edinen hekimlere sadece temel
fotoğrafçılık bilgilerinin verilmesi ve
görsel tıbbi belgelemenin bazı inceliklerinin aktarılması yeterlidir.
verilen tıbbi fotoğrafçılık dersleri toplam 60 saati bulmaktadır. Bu
programda öncelikle fotoğraf ve hareketli görüntünün tarihi anlatılmakta ve fotoğraf ile sinema tarihinden
ustalar verdikleri ürünlerle birlikte
tanıtılmaktadır. Daha sonra güncel
yönelime paralel olarak sayısal fotoğrafa ait teknik bilgiler verilmektedir. Bunlar arasında; sayısal fotoğraf makinesi tipleri, sayısal fotoğraf
makinelerinin başlıca öğeleri, video
kameraların başlıca öğeleri, ışık ve
renk, yardımcı malzemeler, sayısal
fotoğrafçılıktaki temel kavramlar gibi
konular bulunmaktadır. Bu bilgileri
takiben çekim teknikleri, video kurgulama için ipuçları ve görsel kompozisyon prensipleri ile ilgili dersler
verilmektedir. Konunun etik ve yasal
yanları üzerinde durulduktan sonra
tıbbi fotoğrafçılıkla ilgili temel bilgilere geçilmektedir. Bu bilgiler arasında; beden (baş, yüz, gövde, kollar,
bacaklar, eller, ayaklar ve parmaklar)
fotoğraflama, lezyon fotoğraflama,
ameliyathanede fotoğraf çekimi, çıkarılan ameliyat materyallerinin fotoğraflaması, mikroskoptan görüntü
alma, videodan görüntü alma ve adli
tıpta fotoğraflama konuları bulunmaktadır.
Prof. Dr. Tamer Akça
Her grup teorik bilginin bitiminde
öğrencilere konu ile ilgili uygulamalar yaptırılmakta ve öğretilen konular
pekiştirilmektedir. Uygulamalarda
çekilen fotoğraflar sonraki oturumlarda perdeye yansıtılarak kritik yapılmaktadır. Böylece doğrular ve yanlışlar ortaya konmaktadır.
Dersler nasıl işleniyor?
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi
bünyesinde seçmeli ders olarak ikinci sınıfta okuyanlara yönelik olarak
bütün eğitim öğretim yılı boyunca
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
53
Tıbbi fotoğraf için verilen teorik derslerin ardından öğrenciler ikili gruplar
halinde ve bir rotasyon dâhilinde
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi
anatomi ve mikrobiyoloji laboratuvarlarında, yine Mersin Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ortopedi,
dermatoloji, plastik ve rekonstrüktif
cerrahi, adli tıp birimleri ile ameliyathanede pratik uygulamalar yapmaktadır. Temel fotoğraf eğitiminde
olduğu gibi burada da çekilen fotoğraflar sonraki oturumlarda perdeye
yansıtılarak doğru ve yanlışlar tartışılmaktadır.
Bu eğitimi almak isteyenler için bir
seçenek sunuyor musunuz?
Biz bu programa başladığımızda tıbbi fotoğrafçılık seçmeli dersi Bülent
Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr.
Çağatay Barut tarafından zaten verilmekteydi. Ancak böylesine yoğun bir
eğitimin sadece seçmeli ders kredisi
ile karşılanmasının yeterli olmayacağı
fikrinden hareketle, bu programa katılan öğrenciler yine Mersin Üniversitesi bünyesinde eğitim veren Sürekli
Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi (SEM) tarafından ücretsiz olarak
katılabildikleri bir sertifika programına dâhil edilmişlerdir. Tıbbi Fotoğrafçılık Sertifika Programı Türkiye’de bu
konuda verilen tek kariyer programıdır. 2014-2015 eğitim ve öğretim
yılında tıbbi fotoğrafçılık seçmeli
dersini ve sertifika programını başarıyla tamamlayan ve Türkiye’nin tıbbi
fotoğrafçılık konusundaki ilk ve tek
sertifikasını almaya hak kazanan yedi
öğrenciye belgeleri Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Çamsarı,
Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet
İlvan, Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Gö-
54
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
nül Aslan, MEÜ Hastanesi Başhekimi
Prof. Dr. Meltem Nass Duce ve MEÜ
SEM Müdürü Prof. Dr. Ali Havare’nin
katıldığı bir törenle verilmiştir.
2015-2016 Eğitim ve Öğretim Yılında
bu program için açılan 12 kişilik kontenjan hemen dolmuş ve derslere
başlamışlardır.
Yurt dışında böyle eğitimler veriliyor mu?
Bu konu henüz Türkiye’de ilgi görmüyor. Ancak yurt dışında dünyanın
önemli üniversiteleri tıbbi fotoğrafçılığı bir akademik kariyer olanağı
olarak sunmaktadır. Çarpıcı bir örnek olması açısından Westminster
Üniversitesi’nin açtığı üç yıllık “Clinical Photography BSC Honours” programının 2014-2015 eğitim ve öğretim
yılındaki ücretleri İngiltere’den başvurulara 9.000 pound, İngiltere dışından başvuranlara 11.750 pounddur.
Sadece bu örnek bile konuya verilen
önemi yeterince anlatmaktadır.
Eğitimi alanlar ne diyor?
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi tıbbi fotoğrafçılık sertifikasına
sahip olan Ecem Kahraman, şunları
söyledi: “Fotograf çekmenin akıl almaz zevkini çok önceden tatmış biri
olarak bu programı ilk gördüğümde
fazlasıyla ilgimi çekti ve işin içinde
olmam gerektiğini düşünerek başvurdum. Başlangıçta ne çekeceğimiz
hakkında bir bilgim yoktu. Tıbbi fotoğrafçılığın sanılanın aksine sadece
kadavra fotoğrafı çekmek olmadığını
anladım. Şu an doğru fotoğrafı ayırt
edebiliyor olmak inanılmaz. Tıbbi
fotoğrafın tıp eğitimi için, hasta takibi için ne kadar önemli olduğunu,
yanlış fotoğrafın ne gibi sorunlara yol
açacağını bizzat görerek öğrenmemiz bizim ayrıcalığımız oldu. Ayrıca
programın ikinci sınıfta olması nedeniyle hastane ortamını, poliklinikleri
ve ameliyathaneyi tanımak, hocalarla ve diğer hastane ekibiyle tanışmak,
onlarla iletişime geçmek bu programın bize katkılarından.”
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi tıbbi fotoğrafçılık sertifikasına
sahip olan Bahri Polat ise şunları dile
getirdi: “Tıbbi Fotoğrafçılık dersini ilk
seçtiğim sırada fotoğrafçılıkla ilgili
amatör seviyesinde dahi bir bilgim
yoktu. Fotoğrafçılığa ilgi duyardım
ve sadece hobi olarak kalmasındansa
profesyonel bir amaç için çalışmayı
istedim.
Başta herkes gibi ben de kadavra
fotoğrafı çekileceğini sanıyordum.
Dersler işlendikçe önce temel fotoğraf tarihini, ardından da temel
fotoğrafçılık bilgilerini öğrenerek
hem teorik bilgi seviyesi hem de
uygulama deneyimlerimle amatör
fotoğrafçı seviyesine ulaştım. Sonrasında da aldığımız tıbbi fotoğrafçılık
eğitimiyle tıbbi fotoğrafçının tüm çalışma alanlarını ve çalışma ilkelerini
yine hem teorik hem de uygulamalı
olarak öğrendim. Öğretilenlerin havada kalmaması adına önem taşıyan
uygulamalarda edindiğim tıbbi bilgileri ve tıbbi fotoğrafa dair bilgileri
günlük hayatımda, çalışmalarımda
kullanıyorum. Cerrahlarımızın görüntülenmesini istedikleri nadir vaka
ameliyatlarına yakından şahit olmak
da ayrı bir güzelliği bu işin.
Eğitimim devam ettikçe incelediğim
dergilerde, yayınlarda, internet araştırmalarımda tıbbi görüntüleme açısından ne yazık ki çok hata buldum.
Tıbbi fotoğrafçılık eğitiminin önemini zaman geçtikçe daha iyi anladım.”
Dünyada yaklaşık 35 yıldan bu
yana uygulanan tüp bebek tedavisi artık herkese uygulanan tedavi
prensiplerinden “kişiye özel butik
uygulamalar”a doğru değişkenlik
gösteriyor.
Üreme Sağlığı ve Tüp Bebek Uzmanı
Op. Dr. Hakan Özörnek her kadının,
her anne adayının birbirinden çok
farklı özelliklere kimi zaman sorunlara sahip olduğunu bu nedenle tüp
bebek uygulamalarında “kişiye özel
tedavi protokollerinin” çok daha başarılı sonuçlar verdiğini belirtti.
Hastaların kimi zaman bir başka anne
adayına yapılan tedavinin niçin kendilerine uygulanmadığını, bir anne
adayının kullandığı ilacın kendilerine
de uygulanmasını talep edebildiklerini ancak bunların doğru beklentiler
olmadığını kaydetti.
Her kadının farklı yumurtalık rezervi
ve kalitesi olduğunu ve kadınların
bağışıklık sisteminden daha pek çok
etkene kadar çok değişiklik gösterdiğini anlatan Op. Dr. Hakan Özörnek
bu noktada hasta ve doktor iletişimin
önemli olduğunu vurguladı.
Özörnek, anne adaylarına hangi tedavinin ne zaman nasıl uygulanacağının detaylı biçimde anlatılmasının
ve kendi vücutları ve sorunları ile ilgili bilgilendirilmelerinin anne olma
sürecindeki kadınlar için çok önemli
olduğunu belirtti.
İleri Yaştaki Anne Adaylarında “Altın
Yumurta “ ile Tüp Bebek Şansı
Üreme Sağlığı ve Tüp Bebek Uzmanı
Op. Dr. Hakan Özörnek’ten tüp bebek tedavilerinde biraz daha “zorlu
hasta” grubuna giren ileri yaştaki
anne adaylarına sevindirici haber.
Hakan Özörnek dünyada da henüz
yeni uygulanan bir tedavi ile anne
adaylarından adeta “altın yumurta“
elde ettiklerini söyledi.
Op. Dr. Hakan Özörnek Bir kadının
yumurta rezervinin doğduğu anda
belli olduğunu ve bunun hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini söyledi.
Kadın kaç yaşında ise yumurtasının
da aynı yaşta olduğunu ifade eden
Op. Dr. Özörnek kadınla birlikte “ yaşlanan yumurta “ların gebelik şansını
azalttığını söyledi.
Özörnek, 20-30’lu yaşlardaki anne
adaylarından 8-10 yumurta toplarken, 40’lı yaşlardaki hastalardan yumurta toplama sayısı 1-2’ye düştüğünü kaydetti.
İleri yaştaki anne adayları için dünyada yeni bir uygulamaya gidildiğini
anlatan Op. Dr. Özörnek, yeni uygulamaya ilişkin şu bilgileri verdi; “Anne
adaylarında adetin başında 10 günlük
bir tedavi ile yumurta topluyoruz bu
yumurtaları donduruyoruz. Yumurta
toplama işleminden 3-4 gün sonra
bir kez daha aynı şekilde ilaç tedavisi
uygulayarak ikinci kez yumurta topluyoruz. Bu şekilde elde ettiğimiz 4-5
yumurtayı genetik teste tabi tutuyoruz. Çünkü 40 Yaşın üzerindeki kadın-
haber
TÜP BEBEKTE
“KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ
TEDAVİ”
BAŞARIYI ARTIRIYOR
larda transfer edilen 2 yumurtadan
1’inin genetik olarak kusurlu olma ihtimali çok yüksek. Bu durumda gebe
kalma şansı azalıyor ya da gebelik
düşük ile sonuçlanıyor. Yani bir adet
döngüsünde 2 defa yumurta topluyoruz. Bu şekilde daha fazla yumurta
toplayarak sağlıklı ve kaliteli yumurta
ve yüksek gebelik şansını aynı anda
yakalamış oluyoruz. “
“Çifte uyarım” adı ile bilinen bu yöntemin yaklaşık 3 yıldan bu yana dünyada uygulandığına dikkat çeken Op.
Dr. Hakan Özörnek, uygulama sonuçlarının başarılı ve güvenli olması
sebebi ile artık kendisinin de hastalarına bu yöntemi uygulamaya başladığını bildirdi.
Bu yöntemle bulunan yumurtaları
“altın yumurta” olarak adlandırdıklarını söyleyen Op. Dr. Hakan Özörnek
bu şekilde anne adaylarının hamile
kalma şanslarının çok önemli oranlarda arttığını kaydetti.
Op. Dr. Hakan Özörnek
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
55
hayatıniçinden
MUTLU SONLARA OLAN İNANCINIZI
SAĞLAMLAŞTIRMAYA GELDİM
Başak ŞEKERPARE
ntv.com.tr
Hayatının o çok kıymetli ilk 31 yılını
morbid obez geçiren kızdan hepinize
merhaba!
Ben Başak Şekerpare. Mutlu sonlara
olan inancınızı sağlamlaştırmaya geldim.
1980 doğumlu mini mini bir bebecikken dahi xl zıbınlar, çifte kundaklar
giydirilen, hani o çok söylenen “gürbüz” bebeklerden biriymişim ben.
Büyüme dönemim de çok özet geçecek olursak kreşin en şişman bebeği,
ilkokulun en şişman kızı, ortaokulun
en şişman kızı, lisenin en şişman kızı,
üniversitenin en şişman kızı şeklinde
devam etti.
Bu uzun süreçte elbette bazen içinde
bulunduğum yaş grubundan farklı
olmak hoşuma gitse de biliyordum
ki; ben de herkes gibi olmak istiyor-
56
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
dum. Mağazadan önlük, üniforma
almak, kantinden 3 simit bir ayran
almadan da doyabilmek, herkes okulun o hoş çocuğundan bahsederken
akşam yemeğini düşünmemek...
Hayatımın tüm bu dönemlerinde
asla sevgisiz, bir kenara itilmiş ya da
horlanmış değildim ancak kendimi
ait hissedemiyor, herkes gibi ya da
normal hissedemiyordum hiç. Sokakta birileri size gülmeden dolaşabilmek bile benim için bir lükstü. Buna
inat sosyal biri oldum. Nasıl oldum
ben de bilemiyorum ama şu meşhur
“şişman neşesi” buna büyük katkı
sağladı diyebilirim. Hep neşeli, hep
sosyal, hep birilerinin ağlama yastığı,
hep güzel kızın yanındaki yancı kız
klasmanındaydım.
İşin sağlık boyutuna gelirsek ayrıntıya mümkün mertebe girmemeye
çalışacağım zira hasta hikayesi dediğiniz şey bende 8 sayfa falan sürebilir. Aslında liseye kadar “tombul şirin
sevimli” kontenjanıyla idare etmiş
ve sağlık sorunlarımın çok da farkı-
na varamamıştık. Lisede safra kesem
yüzünden aniden hastaneye kaldırılmamla birlikte hastanede önce endokrin, sonra diyetisyen desteği ve
ilaveten spor önerildi. Elbette safra
kesem de acilen alınmak durumunda
kaldı.
O yaşlarda diyet yapmak gerçekten
çok zordu. İki hafta ciddiyetle sarılsam üçüncü hafta bozuyordum. Sonuçta vermem gerekn kilo 3-5 kilo
değildi. En ufak bir duraksama (plato
evresi) bile moralimi bozmaya yetiyordu. Sonra da gelsin 5 kilo verdim
15 kilo geri aldım hikayeleri. Bu süre
zarfında iki farklı diyetisyenle kilo verimim için uğraştık ancak ne yazık ki
başarılı olamadım.
Üniversiteyi kazanıp İstanbul’a geldiğimde ise hem şehir değişikliği, hem
genç kızdan bir adım daha ileri gitme
hissinden ötürü açıkçası kiloyla çok
da uğraşamadım. Ta ki; ikinci yılımda
okul muhitimde gerçekten çok, ama
çok güzel kızlarla arkadaş olduğumu
farkedene kadar. İşte yine olmuştu!
Güzel kızın yanındaki yancı rolüm devam ediyordu. Sonradan arkadaşlarımı biri çok ünlü bir şarkıcı, diğeri de
çok nlü bir manken ve oyuncu oldu.
Çevremi güzel kuruyordum ama kendimi bir türlü düzeltemiyordum.
Diyetisyen, spor arası mekik dokumaya bir süre daha devam ettim. En
fazlası üç ay süren diyetler, kilo alıp
vermekten gevşeyen beden. Rezalet
giden ve hatta olmayan korkunç bir
aşk hayatı (not: Tüm gençler üniversitede âşık olmak ister! ) derken hayatımın rezalet olduğuna karar vermiştim. Ta ki çok daha büyük sağlık
sorunlarıyla karşılaşana kadar...
Üniversitenin son yılında yine aniden
hastaneye kaldırıldım. Bu seferki sağ
yumurtalığıma yapışmış devasa bir
kistti. Sağ yumurtalığımla beraber
kist de alındı. Böylece polikistik over
tanısı da konmuş oldu. Okul bitip çalışma hayatına atıldığımda ise garip
sıkıntılar çekmeye başladım.
Sabahları öksürme krizleri ve efes
daralması, görmede ani kayıplar, bol
su içme, sık idrara çıkma, gün içinde
hatta öğlen tatilinde uyuklama. Bunu
okuyan doktorların şıp diye anlayacağı üzere diyabet de yakama yapışmıştı ancak ben bunun o an farkında
değildim. Kilom ise bana inat yapar
gibi yuvarlana yuvarlana artıyordu.
Bir sabah ayağımda yaklaşık gözlük
ebadında bir morarma ile uyandım.
Başlangıçta bir yere çarptığımı düşündüm. Sezonum bitmek üzereydi
ve önemsemeyip günlerce işe gittim
ve bir sabah o korkunç morluk açık
yara haline gelmişti. Bunun üzerine
apar topar sezonumu kapatıp İzmir’e
bir üniversite hastanesine başvurdum. O kadar çok incelendim ki; artık
fenalık geçirmek üzereyken hem teş-
his, hem patoloji sonuçlarım gelmişti.
Sonuç: regüle olmayan diyabet, polikistik over, karaciğer yağlanması,
sonradan NLD teşhisi konulan dizden
bileğe kadar kapanmayan açık yaralar, kilo kilo kilo... 69 gün hastanede
yattım. Evet yaralarım biraz kontrol
altında, biraz kilo vermiş (14 kg), biraz daha iyi hissediyordum ancak
hem çok sıkılmış, hem maddi olarak
daralmış, hem de tam olarak iyileşememiştim.
Buna rağmen en azından yara pansumanı ve insülin kullanımı gibi kıymetli bilgiler edinmiştim. Bunlarla
kör topal idare edeceğimi düşünerek
tekrar İstanbul’a döndüm ve işe başladım. Bunlarla tam da tahmin ettiğim gibi iki sezon kadar idare ettikten
sonra 135 kiloya ulaşmış, yaralarım
enfekte olmuş ve hayattan yavaş yavaş ümidi kesmek üzereyken tekrar
apar topar hastaneye yattım. Bu sefer
ailem de sorunun kökten çözülmesini istiyordu ve İstanbul’un en köklü
hastanelerinden birine (Cerrahpaşa)
direk dermatoloji servisinden yattım.
Kaderin büyük cilvesi de burada da
ciddi bir diyet programı, pansumanlar, diyabet takibi ile regüle olmayan
kan şekeri ile 96 gün yattım. Sonuç:
Evet yaraların enfeksiyonu geçmişti
ama yaralar duruyordu. Kan şekeri regüle olmamıştı. 3 küsur ayda 13 kilo
verebilmiştim sadece ve ne yazık ki
oradan da iyileşemeden çıktım.
Nihayet tüm sorunların ortak noktası
kilomla ilgili –kalıcı- bir müdahaleye muhtaç olduğumu anladım. Kilo
kaybı ameliyatlarını ciddiyetle araştırdım. Başvurduğum hekimlerden
ikisi açık yaralarım nedeniyle riskli
bulup beni kabul etmedi. Biri de ben,
içime sinmedi. Ortalama iki yıllık bir
araştırma-test-tetkik süreci geçirdim.
Nihayet “sen varsan ben de varım” diyen, sadece hekim değil, aynı zamanda yükümü omuzlayacak bir hekimle
kesişti yolum; Doç.Dr.Halil Coşkun.
20 Nisan 2011 ikinci doğumgünüm
oldu. Oldukça başarılı bir mini gastric
bypass ameliyatı geçirdim. Ameliyatın ilk ayında bir ayağım, 3.ayında
ise diğer ayağımdaki tüm açık yaralar
geçti. Ameliyatın ertesi günü henüz
hastanedeyken şekerim regüle oldu
ve insülinleri bıraktım. Artık diyabetli
değildim!
Ameliyatın ilk yılı dolmadan ideal
kiloma geldim. 135 kg – 1.71 boy
ile başlayan maceramda şu an 69
kiloyum. Hiçbir rahatsızlığım kalmadığı gibi hayatımda, bebekkken
bile olduğumdan daha sağlıklıyım.
Ameliyatımın gerektirdiği tüm kurallara uyuyorum ve böyle de devam
edeceğim. Ameliyatımdan bir yıl
sonra evlendim, tüm hikayemi bilen
muhteşem bir adamla. Her zaman istediğim gibi de ortalama 6 ay sonra
mutluluğumuzun küçük meyvesini
kollarımıza alacağız.
Şayet son noktaya gelsiyseniz, kendi
kendinize bu mücadeleyi veremediğinizi hissediyorsanız, ameliyata
karar verme aşamasındaysanız... Çok
iyi bir araştırma yapın, doktorunuzu
seçin, tüm testlerinizi yaptırıp kaderinize güvenin.
Size umut etmeyi bile kötü bir şeymiş
gibi gösterenler olacak. Umutlarınızı
küçümseyen, hayallerinize “amaaaaan” çekenler olacak. Tam zevkine
varmışken birden yere düştüğünüz
günler olacak ancak umut, ancak
hayalleriniz hep ayakta olacak. Onlara sarılın, ayağa kalkın. Güneş açın.
Adım atın. Mutlu sonlara inanın, lütfen...
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
57
gündem
TKD “KALBİNİ DİNLE SEN” DİYOR
Türkiye’de ölümlerin yüzde 40’ının sebebi olan kardiyovasküler hastalıkların büyük bir kısmının kontrol
altına alınabileceğine dair farkındalık oluşturmak için Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), bir site kurarak
sağlıklı beslenmeden, egzersize kadar farklı konular hakkında verecek.
Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), Dünya Kalp Federasyonu (WHF) öncülüğünde kutlanan 29 Eylül Dünya Kalp
Günü kapsamında kalp ve damar
hastalıklarına dikkat çekmek amacıyla düzenlenen basın toplantısı
düzenlendi. TKD Başkanı Prof. Dr.
Lale Tokgözoğlu, TKD Genel Sekreteri
Prof. Dr. Adnan Abacı, TKD Yönetim
Kurulu Üyeleri ve TKD Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Başkanı Prof.
Dr. Mehmet Birhan Yılmaz ve Sağlık
58
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kronik Hastalıklar, Yaşlı Sağlığı
ve Özürlüler Daire Başkanı Dr. Banu
Ekinci’nin katılımıyla gerçekleşen
toplantıda kalp sağlığıyla ilgili güncel
bilgiler paylaşıldı.
Dünya genelinde her yıl 17,3 milyon
kişi kalp ve damar hastalıkları sebebiyle yaşamını yitirdiğini belirten TKD
Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, “Bu
sayının 2030 yılında 23 milyona yükselmesi bekleniyor. Türkiye İstatistik
Kurumu (TÜİK) verileri ise Türkiye’de
kalp ve damar hastalıklarına bağlı
ölümlerin 2013’te yüzde 39,6’dan,
2014 yılında yüzde 40,4’e yükseldiğini ortaya koyuyor. Durumun ciddiyetiyle harekete geçen Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü, 2025
yılına kadar tüm dünyada kalp hastalıklarından erken ölümlerin yüzde 25
oranında azaltılması hedefini ortaya
koymuş. Bu yaklaşım, TKD’nin aktif
katılımıyla hazırlanıp geçtiğimiz yıl
Temmuz ayında Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu’nca yayınlanan “Türkiye Kalp
ve Damar Hastalıkları Önleme ve
Kontrol Programı 2015-2020 Eylem
Planı”nın da temelini oluşturuyor.
Eylem Planı’na göre, büyük ölçüde
insanların sağlıksız yaşam tarzı seçimlerinden kaynaklanan kalp ve damar hastalıklarını önleyebilmek için
bilinçlendirme çalışmalarına öncelik
verilmesi gerekiyor” dedi.
Bu çerçevede TKD olarak her yıl 29
Eylül Dünya Kalp Günü’nde yoğunlaşan ve tüm yıla yayılan bilinçlendirme aktiviteleri yürüttüklerine
dikkat çeken Tokgözoğlu, bu yıl
planladıkları aktiviteler hakkında
bilgi verdi. Dünya Kalp Federasyonunun her yıl belirlediği temalar çerçevesinde bütün ülke Derneklerinin
aktiviteler düzenlediğini kaydeden
Tokgözoğlu, “Bu yıl ana sloganımızı ‘Sağlıklı kalp seçenekleri; herkes
için, her yerde!’ olarak belirledik. Bu
ana mesajın altında şu konulara dikkat çekiyoruz:
Kalbin için sigarayı bırak: Sigarayı
bırakmak ve sigara dumanlı ortamlardan (pasif içicilikten) uzaklaşmak,
kalp hastalığı ve inme riskini azaltıyor.
Kalbin için dengeli beslen: Sağlıksız beslenme alışkanlıkları, dünyada
önde gelen 10 ölüm nedeninden 4’ü
ile doğrudan bağlantılı. Meyve ve
sebzeler açısından zengin olan kalp
sağlığı dostu bir beslenme şekli, kalp
hastalığı ve inmeden korunmaya yardımcı oluyor.
Kalbin için tuzu azalt: Türkiye sağlıklı tuz tüketim sınırının 3 katını her
gün yalnızca ekmekten alıyor. Bu tüketim düzeyi başta kan basıncı olmak
üzere sağlık üzerinde bir dizi olumsuz gelişmeye yol açıyor.
Kalbin için içkiyi ve şekerli, işlenmiş içecekleri azalt: Alkollü ya da
alkolsüz, şekerli şişelenmiş, işlenmiş
içecekler fazla kalori, fazla şeker içerir; bunlar kalp ve damar sağlığına
düşmandır.
Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu
riskini azaltıyor. Kaslarınızı ve eklemlerinizi her gün yeterince hareket
ettirin. Çocuklarınızın televizyon,
bilgisayar ya da telefon başında geçirdikleri süreyi sınırlayın; onları fiziksel oyunlara ve spora yönlendirin”
diye konuştu.
Tokgözoğlu, ‘Durma, Hareket Et, Kalbin İçin Pedalla’ aktivitesi ile de Türkiye genelinde oluşmasına öncülük
ettikleri bisiklet grubu ile hareketi ve
sporu bir yaşam biçimine dönüştürmeye çalıştıklarını dile getirdi.
Kalbini Dinle Sen!
TKD Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Birhan
Yılmaz ise şunları söyledi: “İskender Paydaş’ın aranjörlüğünde, İsra
Gülümser’in sözleri ve şarkıcı Murat
Dalkılıç’ın sesiyle hayat bulan “Kalbini Dinle Sen” isimli şarkı hazırlandı.
Şarkıyla beraber aynı anda yayına
giren ve kalp sağlığı hakkında önemli
bilgiler içeren www.kalbinidinlesen.
com isimli web sitesi ise herkesin kolaylıkla bilgiye erişebileceği bir sağlık
portalı niteliği olma özelliği taşıyor.”
Kalbin için belini incelt: Bu sonuç
sağlıklı ve dengeli beslenme ile düzenli egzersizin bileşkesidir.
Kalbin için stresten kurtul: Stresin
tütün ve içki tüketimi, aşırı yeme gibi
doğrudan risk faktörleriyle bağlantısı
kesindir, kalp damar hastalıklarını da
arttırdığını düşündüren çalışmalar
vardır.
Sağlıklı kalp için oyun oyna, spor
yap, dans et: Haftada beş kez 30
dakika süreyle yapılan orta zorlukta aktiviteler, kalp hastalığı ve inme
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
59
gündem
İŞ HAYATINDA
İLETİŞİMİN GÜCÜ
Esra ÖZ
Biyolog, Sağlık Habercisi ve Sosyal Medya Uzmanı
“Ayna ayna söyle bana benden daha
güzeli var mı bu dünyada?” sorusunu
duyduğumuzda aklımıza hemen Pamuk Prenses’deki kötü kalpli Kraliçe
gelir. Çocukken, bu masalı yaşardık
sanki, Pamuk Prenses’in yerine geçer
heyecanla olacakları dinlerdik. Kötü
kraliçenin kaybettiğinde derin bir
nefes alır, Pamuk Prensesin, prensine
kavuşma sahnesindeki sevinci hissederdik.
Yıllar geçtiğinde masallar yerini maçlara, film, dizi ve oyunlara bıraktı. Şimdilerde ise maç izlerken tuttuğunuz
takımın oyuncuları ile birlikte aynı
heyecanı hissediyor, film ve dizi izlerken sanki kahramanla birlikte aynı
acıyı ve mutluluğu yaşıyorsunuz.
İşte size bu duyguları yaşatan Parma’daki İtalyan araştırmacılar Giacomo Rizzolatti ve arkadaşları tarafından yapılan bir keşif olan ayna
nöronlar. Rizzolatti ve ekibinin maymunlar üzerinde yaptığı deneyler
sonucunda, karşınızdakinin yaptığı
davranıştan etkilenerek, beyninizdeki aynı bölgelerin aktif hale geldiğini
ortaya çıkardı. Yani biri dondurma
yerken, siz ona baktığınızda beyninizdeki o bölgeler etkileniyor.
Örnekleri çoğaltalım, neşeli birini gördüğünüzde neden gülümsediğinizi
ya da acı çeken birini gördüğünüzde neden ürktüğünüzün açıklaması
ayna nöronlardır. Biri esnediğinde sizin de esnemeye başlamanız, bir bebek düştüğünde yaşadığınız heyecan
ve sanki size zarar verilmiş gibi
hissetmeniz ayna nöronların
marifetidir.
60
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Peki İş Dünyası Ayna Nöronları Nasıl
Kullanıyor?
Ayna nöronlar günlük hayatımızda
bizleri çok etkiler. Ancak markalar
bunların farkına vararak, hiç ihtiyacınız olmadığı halde bir ürünü almanızı
sağlayabilir. Steve Jobs, ayna nöronları en iyi kullanan isimlerden biriydi.
Çünkü, birinin kulağındaki kulaklık
ve dinlediği müzik aleti ile insanlara
prestij kazandığı algısını oluşturdu.
Yani insanlara ürün değil prestij sattı.
Ünlü markaların birçoğu bunu yapıyor. İletişimin inceliklerini öğrendikçe başarının tesadüf olmadığı anlaşılıyor.
Başlarda UGG botlarına herkes tepki
gösterirken sonra trend haline geldi.
Marka ilk yaygınlığı sağladığında satış oranlarını yükseltiyor.
Ünlü mağazaların sattığı ürüne göre
seçtiği mankenler ya da ünlü isimler
aslında ürün değil, imaj ve tutum satmasından kaynaklanır. Mağazadaki
satıcıların güler yüzlü olması öğütlenir. Çünkü ayna nöronlar size gülümseyen insanlara sempati duyulmasını
sağlar.
Ayna nöronların çalışmasına birde
hormon katıldığında, “alışveriş terapisi” denilen durum ortaya çıkar.
Dopamin adındaki hormon, ayna nöronları tetikledikçe alışveriş yapmak
insanı mutlu hissettirir. Çünkü, bir
imaj ya da tutum satın alınır. Sosyal
statünüz arttığı için kendinizi o ürünü tanıtan kişinin yerinde görürsünüz. Yani filmlerdeki beğendiğiniz
karakterin giydiği kıyafetleri giydiğinizde o kişi gibi olacağınızı düşünürsünüz. Hatırlayalım; Hürrem Sultan
yüzükleri, Bihter elbiseleri gibi…
Sosyal Medyada Ayna Nöronlar Nasıl
Kullanılır?
Film ve dizilerin dışında artık sosyal
medya fenomenlerinin kullandığı
ürünler rağbet görür hale geldi. Markalar en çok takip edilen Bloggerlar,
Twitter ya da Facebook sayfa sahiplerinin aracılığıyla ayna nöronların
etkisinden yararlanıyorlar.
Her ne kadar yöneticilerin bir kısmı
dijital dünyayı gereksiz gördüklerini
ifade etse de “Dünya Düzdür” kitabında ünlü gazeteci Thomas Friedman, dünyanın “Küresel Köy” haline
geldiğini söylüyor. Hedef kitlenizle
iletişimde en etkili şekilde ve doğru
mesajlarla ulaştığınızda kazanabilirsiniz. Sosyal medyanın etkisi ve payı
gün geçtikçe artıyor.
İş dünyası ayna nöronların etkisini
doğru ve hedeflerine uygun şekilde
kullanırken, sizlerde bir ürünü satın
almadan önce kendinize hakim olup
gerçekten o ürüne ihtiyacınız olup
olmadığını sormalısınız. Ayna nöronların etkisine kapılmadan, bilinçli
bir tüketici olduğunuzu hissetmeniz
dileğiyle…
sağlıkgündemi
TÜRKİYE VE DÜNYADAN
SAĞLIKTA EYLÜL 2015
Uzm. Dr. Fatih BATI
Nükleer Tıp ve Sosyal Medya Uzmanı
Stanford Üniversitesi’nden Yard. Doç.
Dr. Paul Bollyky önderliğinde Tip 1
diyabetini önlemek amacıyla başlatılan araştırma olumlu sonuçlar verdi.
Araştırmacılar ileride belirledikleri bir
tarihte Tip 1 diyabet olacak şekilde
ayarlanmış kobay farelere safra kesesi rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılan ve himekromon (Hymecromone) içeren ilacı verdi. Düzenli olarak
bu ilacı alan farelerde, belirlenen tarihte Tip 1 Diyabet belirtisi kayboldu.
Yine yapılan son araştırmalar ameliyathanede dinlenen müziğin yapılan ameliyatın ve cerrahın başarısını
artırmanın yanında ameliyat süresini
de kısalttığını ortaya koydu.
***
Türk doktorlar tarafından yazılan ve
enfeksiyon hastalıklarının anlatıldığı
kitap, İngiliz Tabipler Birliğinin Yılın
Tıp Kitabı Ödülleri’nde “halk sağlığı”
dalında birinciliği elde etti. Üçü Türk,
biri ABD’li 4 doktor tarafından hazırlanan “Yeni Enfeksiyon Hastalıkları:
Klinik Çalışmalar” başlıklı kitap, İngiliz
Tabipler Birliğinin (BMA) Yılın Tıp Kitabı Ödülleri’nde “halk sağlığı” kategorisinde birinci oldu.
***
Amerika’da yaklaşık 10 bin kişi üstünde yapılan tansiyon tedavisi araştırmasında, büyük tansiyonun 140
mmHg altına düşürülmesi hedeflendiğinde risk 100 kabul edilirse, hedef
120 mmHg düzeyine çekildiğinde
kalp krizi riskinin 70’e ölüm riskinin
75’e indiğini saptandı.
***
Türk Cerrahi Derneği Başkanı ve İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeşim
Erbil, tıp tarihine geçen bir çalışmaya imza attı. Tiroid kanseri ameliyatı
sonrası metastaz yapan lenf bezlerinin kolay bulunmasını sağlayan
“İkincil girişimle metastatik kitlelerin
çıkartılması” adını verdiği bir yöntem
geliştirdi.
***
ABD’deki Buffalo Üniversitesi’nin
yaptığı araştırmaya göre ameliyat
sırasında müzik dinlemek cerrahların stresini azaltıyor ve başarısını
artırıyor. Ancak yalnızca cerrahların
kendi seçtiği müzik bu etkiyi gösteriyor. Araştırmacıların seçtiği müziği
dinleyen cerrahların performansında
herhangi bir değişiklik görülmedi.
62
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
‘Behçet Sendromu’yla literatürlerde yer alan ilk Türk bilim adamı Hulusi Behçet’ten sonra, Prof. Dr. Yahya Sağlıker de 2005 yılında, ‘Sağlıker
Sendromu’nu tıp literatürüne geçirten Prof. Dr. Sağlıker, Rusya’nın St. Petersburg kentinde ‘nefroloji haftası’ nedeniyle yapılan kongrede kendi adını verdiği ‘Sağlıker Sendromu’ hastalığını anlattı.
Türk bilim adamı Prof. Dr. Erdem
Tezel tarafından burun estetiğinde
geliştirilen ve “Burun ucu öncelikli
kapalı rinoplasti (tip oriented closed
rinoplasty)” ismi verilen yeni operasyon tekniği, Amerikan Plastik Cerrahi
Dergisi “Annals Of Plastic Surgery”de
yayımlanarak, dünya literatürüne
girdi.
***
Brezilya’ya özgü bir eşek arısında bulunan zehrin, kanserle mücadelede
bir silah olarak kullanabileceği belirtildi. İngiltere Kanser Araştırmaları
Vakfı’nan Dr. Aine McCarthy de “Araştırmanın bu ilk aşaması Brezilya eşek
arısının zehrinin kanser hücrelerini
laboratuvarda nasıl öldürdüğü konusundaki bilgimizi arttırıyor. Bulgular
heyecan verici olsa da, bu araştırma
temelinde üretilen ilaçların kanser
hastalarına yararlı olup olmayacağını
görmek için daha çok klinik araştırma
ve deney yapılması gerekiyor” diye
konuştu.
***
10 Eylül Dünya İntiharı Önleme
Günü’nde yapılan açıklamada Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre,
intihar nedeniyle yılda yaklaşık bir
milyon kişi yaşamını kaybediyor. İntihar girişimi kadınlarda, tamamlanmış
intihar oranları ise erkeklerde yüksek.
***
Fransa ’da 10 yılı aşkın bir süredir
yapılan çalışmalar sonucu, kısırlığı
tedavi etmek için bir çözüm yolu bulundu. Lyon kentinde hükümete ait
CNRS laboratuvarında yapay ortamda insan spermi üretilmeye başlandığı açıklandı. Kısırlık tedavisinde çığır
açması beklenen uygulamanın patentinin Fransız hükümeti tarafından
alındığı belirtildi.
***
Uluslararası araştırma şirketi WIN/
Gallup International’ın 60 ülkede
61 binin üzerinde kişiyle görüşerek
gerçekleştirdiği “Kime güveniyoruz”
araştırmasının Türkiye ayağı sonuçları açıklandı. BAREM Araştırma’nın
1000 kişi ile yaptığı araştırmada, en
çok güven duyulan meslekler; öğretmenler, sağlık çalışanları, askerler ve
polis oldu.
***
Türkiye Doktor Ayşenur Hoş’u konuştu. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nda görev yapan Dr. Ayşenur
Hoş, vizit sırasında bir hastanın dosyasına yazdığı not ile bir anda Türkiye’nin
en çok konuştuğu doktor oldu. Bir hastasının şehit annesi olduğunu öğrendiğinde, dosyasına “Şehit annesidir bir ‘Öf’ bile demeyiniz” yazan doktorun bu
notu sosyal medyada paylaşıldıktan sonra bir anda gündeme oturdu, yazılı
ve görsel ulusal basında da habere konu oldu. Dr. Hoş, bu kadar yoğun ilgi
beklemediğini, çok şaşırdığını, gelen binlerce güzel yorumdan dolayı mutlu
olduğunu ifade etti.
Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu
tarafından yayınlanan ‘İnsan Gücü
Raporu’na göre Uzman Hekimlerin
kadın erkek dağılımına bakıldığında;
Erkek uzman hekimlerin sayıca en
çok olduğu branşlar: Genel Cerrahi,
İç Hastalıkları, Ortopedi, Üroloji ve
Kadın Doğum olarak sıralandı. Kadın uzman hekimlerin ise sayıca en
çok olduğu branşlar: Anesteziyoloji,
Pediyatri, Dahiliye, Kadın Doğum ve
Nöroloji olarak sıralandı.
***
Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel
Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik Değişikliklerinin iptali için Türk
Tabipleri Birliği tarafından açılan davada Danıştay 15.Dairesi altı madde
yönünden iptal kararı verdi. Yan dal
veya iki ayrı uzmanlığı bulunan hekimlerin kadrolu çalıştıkları uzmanlık
dalı dışındaki uzmanlık dalında çalışmasının yasaklanması çalışma hakkını engellediğinden hukuka aykırı
bulundu ve iptal edildi. Emekli olan
hekimlere tıp merkezinde çalışma
izni verilirken polikliniklerde kadro
dışı çalışmalarının engellenmesi de
iptal edildi.
***
Kamu Hastane Birliklerinin ve yöneticilerinin kaynak kullanımının ve hizmet sunumunun etkinlik ve verimliliğini değerlendirmek üzere Verimlilik
Karnesi düzenlendi. Buna göre 2015
yılı için en başarılı ilk 10 Kamu Hastaneleri Birliği sıralamasında şu şehirler yer aldı; Isparta, Kahramanmaraş,
Elazığ, Eskişehir, Edirne, İstanbul Beyoğlu, Gaziantep, Samsun, Kütahya
ve Burdur.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
63
Ankara Bölge İdari Mahkemesi tarafından alınan kararda; Şiddete uğrayan Doktorun hastayı Red Etme
hakkına onay, aksi görüşteki idarenin
Doktor hakkındaki soruşturma izni
kararına ise iptal kararı verildi.
Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abit Demircan,
geçirdiği kalp krizinin ardından nakledilen kalp ile de yaşama tutunamadı ve hayatını kaybetti.
Siirt Devlet Hastanesi’nde görevli kadın doktor Kübra Şeker, iki hasta yakını tarafından darp edildi. Durumu
öğrenen sağlık çalışanları, bir saatlik
iş bırakma eylemi yaparak, olayı protesto etti.
***
***
***
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Eyüp Gümüş, Sağlık Bakanlığı Doğu ve Güneydoğu illerinde mecburi hizmet
süresi biten doktorlara “çakılı kadro”
vererek, bu bölgelerde çalışmayı
teşvike hazırlandıklarını ifade etti..
Bakanlığın bunun için 5 bin kadro
ayırdığı açıklandı.
Alanya Devlet Hastanesi Çocuk Hastalıkları Bölümü’nde görev yapan
Uzman Dr. Mehmet Kesen, bir süredir
tedavi gördüğü kalp rahatsızlığına
bağlı olarak geçirdiği kalp krizi sonrası yapılan tüm müdahalelere rağmen
kurtarılamadı.
Ordu’nun Aybastı İlçesi Devlet Hastanesinde acil nöbeti tutan Dr. Ayça
Töre Başer, hasta yakınları tarafından
sözlü ve fiili saldırıya uğradı. 24 saatlik nöbeti esnasında yaklaşık olarak
600 hastaya baktığını ifade eden Dr.
Başer, bu hastaya da aciliyeti olmadığı halde müdahale ettiğini ama karşılığında hakaret gördüğünü ve darp
edildiğini söyledi.
*****
Diyarbakır’da PKK’lıların yol kesip
öldürdüğü Doktor Abdullah Biroğul
için sosyal paylaşım sitesinde yorum
yaparak ‘Kimse kusura bakmasın
ama bir doktor olarak sevindim yazan Doktor S.K. hakkında soruşturma
açıldı ve görevden uzaklaştırıldı.
***
***
29 Mayıs 2015 tarihinde Samsun Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde meydana gelen silahlı saldırıda hayatını
kaybeden Göğüs Cerrahisi Uzmanı
Dr. Kamil Furtun (56) cinayetinin ilk
duruşması yapıldı. Katil İsmail Koyun
(30) mahkemede “Benim eşek arılarım var. Hepinizi sokturacağım” diye
açıklamada bulundu. İkinci duruşma
24 Kasım’da yapılacak.
***
İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Suat
Kaptaner, hekime yönelik saldırıların
önlenmesi için caydırıcı yaptırımlar
uygulanması gerektiğini belirterek,
doktorların korunması amacıyla 4
maddeden oluşan bir eylem planı
hazırladıklarını söyledi ve bu maddeleri şu şekilde sıraladı:
1-) Hekime yönelik şiddetle ilgili suçu
sabitlenmiş veya hastane malına zarar vermekten ceza almış kişiler acil
servisler dışında, bir yıl hizmet almasın.
2-) Şiddeti engellemek için hasta ile
hekimin polikliniklerde bire bir kalmasının önüne geçilsin.
3-) Şiddete uğrayan hekimin ifadesini
hastane polisi alsın. Hekim, bir daha
karakola gitmek zorunda kalmasın.
4-) Doktora saldıran kişi, bir gün gözaltında tutulsun.
***
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’nde görev
yapmakta olan Dr. Gözde Apaydın’ın
hasta yakını tarafından darp edilmesi
ve aynı klinikte bir öğretim üyesi tarafından mobbinge uğraması nedeniyle asistan hekimler ve bazı hocalar
iş bırakma eylemi gerçekleştirdi.
41 yaşındaki Kalp Damar Cerrahı Operatör Doktor Mehmet Susam, Fransa
Alp Dağları’nda wingsuit olarak adlandırılan paraşüt atlayışı sırasında geçirdiği kaza sonucu hayatını kaybetti.
64
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
***
Bağcılar Devlet Hastanesi’nde Kadın
Doğum doktoru olarak görev yapan
27 yaşındaki Dr. Sevinç Ergün evinde
ölü bulundu. İntihar ettiği öne sürülen doktorun cenazesi şüpheli olarak
değerlendirilip Adli Tıp Kurumu’na
gönderildi.
sağlığımıziçin
ÇOCUKLARIMIZIN ÇANTASINDA
NELER VAR?
Uzm. Psk. İmran KEZER
Bu hafta yeni öğrenim yılı başlarken
çocuklarda da velilerde de tatlı bir
telaş ve heyecan dikkati çekmektedir. Çok uzun bir yaz tatilinden sonra
ziller! Çalmaya başladı. Acaba bu yıl
başarılı olabilecek mi? Lise ve üniversiteye giriş sınavlarından istenilen
puanları alabilecek mi? Öğretmenleri ve arkadaşları ile uyum ve iyi ilişkiler içinde olacak mı? Öğrenmeye
karşı motivasyonları yeterli olacak
mı? Sorularıyla çocuklarımızı okula
gönderdik.
Anne-babalar, acaba tüm bu soru işaretleri içinde çocuklarını okula yollarken onların çantalarına kitap, defter,
kalem gibi okulda gerekli olan gereçlerle birlikte bazen gözle görülmeyen
neler koyduğunu biliyor mu?
Tüm yaz boyunca yaşananlar hatta
çocuk doğduğundan beri çocuğun
çevresinde olup bitenler onun gelişimini önemli derecede etkiler. Çoğu
zaman boşanma, evden taşınma,
işten ayrılma gibi önemli kararları
çocuğun okul ya da sınavı bittikten
sonra onlara açıklayıp gerekli değişiklikleri yaparlar. Yetişkinler bile bu
durumlardan olumsuz etkilenirken
çocuklarımızın o yaz tatilinde hangi
kaygılar ve meraklar içinde olduğunu
biliyor muyuz?
Çocuk hayatında önemli yeri olan
anne-baba ya da ailedeki diğer yetişkinlerle yaşadığı ilişkinin izleriyle sınıfa girer. Okuldaki uyumu, arkadaşlık
ilişkileri, derslere olan dikkati ve ilgisi
bu durumlardan fazlasıyla etkilenir.
Çocuğun olumlu öz benlik gelişimi,
duygusal, sosyal ve cinsel gelişiminde olumlu olmasını sağlarken onun
olumlu öz benlik gelişiminde anne
baba tutumlarının, eşlerin birbiri ile
ilişkilerinin, çocuğa herhangi bir konuda yaklaşım biçimlerinin, ondan
beklentilerinin hatta onlara hitap
tarzlarının bile önemli etkisi vardır.
Öncelikle çocuklarımızı yetiştirirken kendimizin ne kadar farkındayız, kişisel özelliklerimiz, eşimizden
ve çocuğumuzdan beklentilerimiz,
kendi çocukluğumuzdan çantamıza
koyduklarımız ve yüklerimiz, farkındalıklarımız neler? Kendi ana babalarımızın bize yükledikleri, eğitimimiz,
ihtiyaçlarımız neler? Bunların çocuğumuza etkileri neler? Çocuklarımızın duyarlı ve alt yazı okuma özelliklerini unutmadan onlara ne kadar
önemli bir birey olarak davranıyoruz?
Çocuk yetiştirirken referanslarımız
neler? Ya da kimler?
Tüm bu soruların cevabı için özellikle anne babalara çok iş düşüyor çocuklarını okula gönderirken Onların
çantalarını sıklıkla kontrol etmelerini,
görünmeyenleri de görmelerini öneriyorum.
Uzm. Psk. İmran KEZER
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
65
röportaj
DEDEKTİF DNA İŞ BAŞINDA!
Adli bilimlerin ilginç dünyasında Dedektif DNA ile birlikte seyahat etmeye hazır mısınız? Birçok
şaşırtıcı vaka hakkında bilgi edineceğiniz kitap ile yeni maceralara yelken açacaksınız.
Kriminal içerikli filmlerin ve dizilerin büyük bir ilgi ile izlendiği günümüzde, farklı karakterlerle ve
tarihte yaşanmış gerçek olaylarla
adli bilimlerde gizemli bir seyahat
sizi bekliyor. Dedektif DNA kitabı ile
adli bilimlere yeni ve farklı bir bakış
açısı kazandıran Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji
Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr.
Kadir Demircan, kitabı ile ilgili
soruları yanıtladı.
Dedektif DNA kimdir?
1953 yılında keşfedilen ve kaşiflerine 10 yıl sonra Nobel kazandıran
DNA, kriminal laboratuvarında bir S.
Holmes olur. Yalan söylemez. Neyse
odur. Suçluların korkulu rüyasıdır.
Affetmez. Zaman onu eskitemez. Ergeç konuşur. 30 bin yıl öncesinden
bile haber verir. Bu işler karşılığında
para almaz gönüllü çalışır.
Hücre çekirdeğinde yer alan DNA (riboz şekeri+kimyasal bazlar+fosfat)
molekülü adli olayların çözümünde
işe yarar. Suçluların yakalanmasında olay yerinde bulunan suçluya ve
mağdura ait DNA örnekleri dedektif DNA olarak adlandırılabilir. Suçlu
olay yerine DNA sını bırakırsa ağzı
ne söylerse söylesin DNA doğruyu
söyler. DNA bizim sırdaşımızdır. Bazen geçmişimiz bezen geleceğimizi
ordan okuyabiliriz. DNA ya bakarak
insanın yüz resmi bile çizilebilir.
66
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Neden Dedektif DNA
ismini koydunuz?
DNA molekülü bir Sherlock
Holmes gibi davranarak adli bilimlerde 1987 yılından beri kullanılıyor. Örneğin; yıllarca hapis yatanlar
uzun yıllar sonra DNA sayesinde masumiyetlerini ispat edebiliyorlar. İsim
hem kısa hem çok şey anlatıyor. İlgi
çekici buldum. Hem dedektif hem
DNA, iki popüler isim bir araya geldi.
Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir?
Bu alanda bir boşluk olduğunu düşünüyorum. Adli biyoloji ve adli genetik
konularında popüler bilim kitapları
çok az. Olanlar genelde roman tarzındalar ve çoğu da çeviri. Yerli yazarlarımızın kitap sayısı yeterli değil.
CSI ve polisiye
dizi ve filmler
çok seviliyor ve
izleniyor. Ama gerçek filmlerde olduğu
gibi olmuyor bazen.
Gerçek olaylardan çıkarak gerçek bilim insanları
suç laboratuvarlarında nasıl çalışıyorlar bunu işin içine
gerçek bilimi de sokarak anlatmak
istedik.
Bir de bildiklerimiz biz de saklı kalmasın. Paylaşalım değil mi? Genç nesiller ve meraklı okur severler böyle
bir dünyadan haberdar olsunlar.
Kitap kimlere yönelik hazırlandı?
Kitap hemen her yaştan herkese uygun ve popüler bir bilim kitabıdır.
Özellikle lise ve üniversite öğrencileri
daha da çok sevecekler. Polis, savcı, hakim, avukat ve adli tıp-hukuk-
kriminal üçgeninde çalışan uzmanlar
için de faydalı bir eser. CSI sevenler ve
kriminal dünyasını merak eden herkesi memnun edecek bir kitap. Biyoloji ve Kimya öğretmenleri okullarda
öğrencilere tavsiye edebilirler. Kendileri derslerinde yardımcı kaynak
olarak kullanabilirler. Adli bilimlerde
ders veren hocalarımız, yüksek lisans
ve doktora öğrencileri bu kitapta
kendilerinden çok şey bulacaklar.
Bu vakaların öğrenilmesi neleri
değiştirecek?
Su içerken dudaklarımız ile DNA’mızı
olay yerine bıraktığımızı düşüneceğiz. Bir saç telinin bile neleri aydınlattığını görünce heyecanlanacağız.
Yüzyıllar geçse de gerçeklerin er geç
ortaya çıktığını göreceksiniz. İzlediğimiz film ya da dizi sahnelerini daha iyi
analiz edeceğiz. Uzmanından doğru
bilgi sahibi olacaklar. Titanik ve Mona
Lisa gibi tarihteki ilginç kişi ve vakaları bilimsel yönden de inceleme fırsatı
bulacaklar. Kısaca pişman olmayacaklar çok şeyleri keşfe çıkacaklar.
Kriminal vakaların olduğu konular ilgi
çekiyor, sizce bu neden?
Merak insanın DNA’sında var. Karşı
konulamaz. İnsanlar özellikle ünlü
insanların özel yaşantıları daha çok
merak ediyorlar. Gizemli konular bir
muamma olduğu için herkes bir Holmes kesilerek olayı çözmeyi istiyor.
Herkes kapalı kutuyu açıp içini görmek istiyor. Biraz da aşk, heyecan ve
entrika işin işine girince artık bağımlılık yapıyor.
Mutlaka herkesin okuması gereken
kitap, dinlemesini önereceğiniz müzik ve
izlenmeli dediğiniz film sizce hangisi?
DOÇ. DR. KADİR DEMİRCAN
Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi
öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde
nelere dikkat ediyorsunuz?
Maalesef genelde iyi sayılmayız. Sizin
gibi özel ve işinde uzmanlaşmış kişi
sayısı çok az. Daha çok popülizme itibar ediliyor. Haberler kısa ve yüzeysel
veriliyor. Analitik haber sayısı çok az.
İyi haber bence kesilmeli ve yıllarca
saklanmalı. Ve genelde çoğu zaman
bilgi kirliliği ve insanları yanlış yönlendirme yapılıyor.
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Düz bir bilim insanı ve bu yolda ilerlemeyi bir hayat tarzı olarak benimseyen bir akademisyenim galiba. Bilim
yolu bir hedef değil bir seyahat. Tadını çıkarmak lazım. Bilimin eğlenceli
ve insana karizmatik gelen bir yanı
var. Bunun hakkını vermeyi umuyorum. Duyduğum heyecanı ve bu gizemli dünyayı merak eden insanlara
anlatmak istiyorum. Bilim bilim için
değil bilim toplum ve insanlar içindir.
Sağlıklı iletişiminin olmazsa olmazı size
göre nedir?
Test edilmiş sağlıklı ve kaliteli bilgi ilk
şart. Kulaktan dolma olmaz. Okuyucunun ruhunu anlayan ve nabza göre
şerbet veren, korkutmayan, kendini
okutturan, eğlenceli ve popüler bir
tarzı herkes sever. Ve en önemlisi
uzmanlarından teyit edilmiş bir
metin. Biraz samimiyet, biraz
empati biraz da şeffaflık.
Film olarak; October Sky,
müzik; Beethoven- 9. Senfoni, kitap; Grigory Petrov
Beyaz Zambaklar Ülkesinde. http://www.
imdb.com/title/
tt0132477/
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
67
analiz
SPOR YARALANMALARINA YAKLAŞIM:
TANI VE TEDAVİDE SON GELİŞMELER
Doç. Dr. Gazi Huri
Hacettepe Üniversitesi
Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı
Günümüzde spor yapan insanların
sayısının giderek artması spor yaralanmalarının daha sık görülmesine
neden olmaktadır. Spor yaralanmaları terimi, vücudun tamamının veya
bir bölgesinin normalden fazla bir
kuvvetle karşılaşması sonucunda,
dayanıklılık sınırlarının aşılmasıyla
ortaya çıkan durumları kapsar. Daha
sık olarak da profesyonel ve elit sporcularda görülme risk yüzdesi, amatör
olarak veya hobi amaçlı yapılan spor
sonrasında da ortaya çıkabilmektedir. Spor yaralanmasının sporcuyu
sadece bedensel olarak değil ruhsal
68
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
olarak da etkilediği, bu sebeple sporcunun bir ekip tarafından değerlendirilip rehabilite edilmesi gerektiği
unutulmamalıdır.
Spor yaralanmasına zemin hazırlayan
faktörler başlıca “kişisel” ve “çevresel” nedenler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bu nedenlerin başında yor-
Spor yaralanmaları direkt yani doğrudan travma (vurma, çarpma) şeklinde
veya zaman içinde aşırı kullanma (sürekli zorlanma) şeklinde görülür. Bu
yaralanmaların yüzde 65-75’i önemsiz ve sorun oluşturmayan, yüzde 3525’i ise kısa veya uzun süreli tedavi
gerektiren yaralanmalardır.
Spor şekline bağlı olarak değişmekle
beraber spor yaralanmalarının görülme sıklığı yüzde 5-15’tir. Yapılan bir
araştırmada spor yapan her 40 kişiden birinde ciddi spor yaralanması,
4000 kişiden birinde spor sakatlığı ve
tüm önlemlerin alınmasına karşın 40
000 kişiden birinde ise ölüm görülmektedir.
Doç. Dr. Gazi Huri
gunluk ve aşırı yüklenme, önceden
geçirilmiş ve tam tedavi edilmemiş
yaralanmalar, soğuk, aşırı gerilme ve
enfeksiyon gibi etkenlere bağlı gelişen kas ve eklem sertlikleri, geçirilmiş
yaralanma veya eğitimsizlik nedeniyle oluşan kas zayıflıkları, kaslar arası
güç dengesizliği, spor araç ve gereçlerinde yetersizlik, bedensel hazırlığın tam olmaması, ısınma eksikliği,
spor dalının sporcuya uygun olmaması, yetersiz teknik, ruhsal yönden
hazır olmama, aşırı rekabet, yarışmalı
sporlar, diğer hastalıklar, spor alanlarının yetersizliği ve ailede eğitim eksikliği gibi etkenler sayılabilir.
lar ise sürekli tekrarlayan hareketlere bağlı mikro travma ve zorlanma
sonucu ortaya çıkan tendinopatiler
ve stres kırkıları sonucu meydana
gelmektedir.
Bunun yanı sıra son yıllarda Amerika Ortopedik Cerrahlar Akademisi
(AAOS) spor yaralanmalarını sporcunun yaşına göre pediatrik (çocuk),
adolesan (ergen) ve adult (erişkin)
Yukarıda sayılan nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan spor yaralanmaları
2ye ayrılmaktadır:
a) Akut (Ani) yaralanmalar
b) Aşırı kullanıma bağlı yaralanmalar
Akut yaralanmalar, düşme, darbe,
dönme ile oluşan tarbe, kesi, zedelenme, burkulma, çıkık ve kırıklar
sonucu oluşurken, aşırı kullanıma
bağlı olarak ortaya çıkan yaralanma-
Resim 1. Artroskopik ön çapraz bağ tamiri amelıyatı
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
69
olmak üzere 3 sınıfa ayırmış ve her
grup için farklı tanı ve tedavi protokolleri belirlemiştir.
Spor yaralanmaları vücudun birçok
sistemini etkileyebilmektedir. Kas iskelet sistemi başta olmak üzere, merkezi sinir sistemi, solunum sistemi ve
daha nadir olarak da dolaşım ve sindirim sistemi etkilenmektedir. Ancak,
günümüzde yine de spor yaralanması denildiği zaman akla ilk gelen yaralanmalar büyük oranda kas iskelet
sistemiyle ilgilidir. Bu yaralanmalar
arasında özellikle kas, bağ, kıkırdak
ve tendon (kiriş) yaralanmaları, menisküs yaralanmaları, kırık ve çıkıklar
sıklıkla görülmektedir. Ayrıca yapılan
sporun tipine ve sporcunun yaşına
göre de değişkenlik göstermekle
birlikte omuz, diz, dirsek, el bileği
ve kalça eklemi en sık etkilenen bölgelerdir. Örneğin futbolcularda diz
ekleminde, haltercilerde dirsek, bel
ve sakroiliak eklemlerde, jimnastikçilerde el bileği, dirsek, bel ve kalça eklemlerinde, koşucularda diz ve ayak
bileği eklemlerinde erken yıpranma
ve dejenerasyon meydana gelme riski yüksektir.
Sıklıkla Karşılaşılan Kas-İskelet Sistemi
Sorunları ve Tedavi Yöntemleri
İlk müdahale!
Öncelikli olarak aktiviteyi durdurmak
gerekir. İlgili bölge kısa sürede hızla
şişiyorsa ciddi hasar söz konusu olabilir. Bu durumda yaralanan bölgenin korunmasına yönelik atelleme
veya bandajlama gerekir. Takiben
soğuk uygulamak, ilgili bölgeyi kalp
hizasının üstüne kaldırmak kanamayı
azaltacaktır. Atel ve/veya bandajlama, soğuk uygulama ve yükseltme
yapıldıktan sonra tanı ve tedavinin
tam yapılması için gerekli merkezlere başvurmak gerekir. Yaralanmış
bölgeye masaj, sıcak uygulama ve
zorlayıcı şekildeki muayene ile uygulamalar kesinlikle yapılmamalıdır.
Özellikle eğitimsiz kimseler tarafından tanı/tedavi amaçlı hiçbir türlü
uygulamaya izin verilmemelidir.
Tüm tedavi yöntemlerinin başında
“spor yaralanmalarından korunmanın” başlıca tedavi yöntemi olduğu unutulmamalıdır. Spor yapılan
mekan ve zeminin, kullanılan mal70
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
zemelerin cins ve kalitesinin uygun
olması, düzenli bir yaşam, düzenli
sağlık kontrolleri, antrenman ve müsabakadan önce yeterince ısınma ve
germelerin yapılması sporcunun yaralanma riskini düşüren faktörlerdir.
Diz Sorunları
Gerek profesyonel sporcularda gerekse hobi olarak spor yapanlarda
spor yaralanmalarının en sık görüldüğü bölgedir. En fazla görülen diz
spor yaralanmaları: osteokondral
(özellikle ergen yaşlarda) lezyonlar,
menisküs yırtıkları, ön çapraz bağ
yırtıkları ve nadir görülse de diz eklemini ilgilendiren kırık ve çıkıklardır.
Menisküs yırtıklarında diz içinde
şişlik, ağrı, kilitlenme ve aktivite kısıtlanması görülür. Tanı muayene ve
Manyetik Rezonans Görüntüleme
(MRG) ile konur. Menisküs yırtıkları
lokalizasyona ve yırtığın tipine bağlı
olarak, özellikle akut dönemde saptanırsa, tamir edilir. Aksi durumda,
yırtık olan kısım artroskopik yöntemle kısmi olarak çıkarılır. Ön çapraz bağ
yırtıklarında, erken dönemdeki ağrı,
şişlik ve eklem hasssiyeti şikayetlerine yürürken boşalma ve instabilite
bulguları eklenir. Özellikle profesyonel sporcularda olmak üzere, genç
ve aktif hastalarda ön çapraz bağ tamiri yapılır (Resim 1). Bunların dışında medial ve lateral bağ yırtıkları da
görülebilir. Genellikle düşük dereceli
yırtıkların (Evre 1-2) tedavisinde ortezler ve sonrasında rahabilitasyon
etkilidir.
mial bursit) üzerindeki inflamasyonlarda ağrı ve hareket kısıtlılığı gibi
benzer şikayetler görülebilir. Erken
dönemde ekstremitenin dinlendirilmesi, buz ve ilaç tedavisi uygulanır.
Ağrı azaldıktan sonra, ultrasonografi
ve MRG gibi tetkiklerle esas tedavi
yapılır. Tendonlarda yırtık varsa, fizik
tedavi ve rehabilitasyon, artroskopik
veya açık yöntemle tendon tamiri yapılır.
Profesyonel sporcularda sıklıkla görülen diğer önemli bir sorun ise omuz
çıkıklarıdır. Çıkıklar öne, arkaya ve
aşağı olmak üzere 3 farklı yöne olabilir. Bunlar arasında %90-95 oranında
en sık öne çıkılar görülür. Omuz çıkığı
acil müdahale gerektiren önemli bir
ortopedik omuz sorunudur. Yirmiye
yakın omuz redüksiyon tekniği bulunmaktadır. Acil şartlarda omuz redüksiyonunu takiben hastaya omuzgövde bandajı uygulanır ve omuz
eklemi hareketsiz kılınır. Sonrasında
ağrı ve ödem kontrolü için buz uygulaması yapılır. 3 hafta sonrasında
bandaj sonlandırılır ve rehabilitasyona başlanır. Bu dönemde eşlik eden
omuz sorunlarını ortaya koymak
adına manyetik rezonans görüntüleme (MRG) oldukça yararlıdır. Ancak
özellikle genç sporcularda görülen
omuz çıkıklarının yeniden çıkma ihtimalinin ciddi oranda yüksek olduğu
akılda tutulmalıdır.
Dirsek Sorunları
Diz eklemine gelen travmanın şiddeti arttıkça, diz eklemi ve çevresinde çıkık ve kırıklar meydan gelebilir.
Özellikle diz çıkıklarında, popliteal
damar yaralanması görülebileceğinden ameliyat öncesi mutlaka damar
durumu incelenmelidir. Gerek çıkıklarda gerekse kırıklarda tedavi genellikle cerrahidir.
Özellikle tenis veya golf oynayan
sporcularda görülür. Dirseğin iç veya
dış bölgesinde ağrı ve hassasiyet şikayeti vardır. Fizik muayene ile tanı
konur. US ve MRG ile tanı doğrulandıktan sonra, lokal enjeksiyonlar,
bandajlar ve buz ile konservatif tedavi verilir. Hastaların büyük bir çoğunluğunda bu tedavi ile iyi sonuç alınır.
Bu tedaviyle başarı sağlanamazsa,
cerrahi tedavi uygulanır.
Omuz sorunları
El ve El Bileği Sorunları
Genellikle basketbol, voleybol ve
dövüş sporları gibi baş üstü spor yapanlarda görülür. Omuzun hareketini
sağlayan tendonlarda ani yırtık veya
tekrarlayan mikrotravmalarla oluşan tendinopatiler sonucu meydana
gelir. Bundan başka bu tendonların
üzerindeki koruyucu kese (subakro-
Genellikle basketbol, voleybol, hentbol ve nadiren futbol oynayanlarda
görülen hastalık grubudur. Tekrarlayan mikrotravmalara bağlı olarak
tendinitler sık görülür. Ağrı ve ilgili
bölgede fonksiyonlarda kısıtlılık görülür. Tedavisinde buz, istirahat, atelle ekstremitenin dinlendirilmesi ve
ilaç tedavisi önerilir. Çok nadiren cerrahi tedavi gerektirir.
Daha az sıklıkla, şiddetli travma sonucu el bileği ve el kemiklerinde kırıklar veya eklem çıkıkları görülebilir.
Bu durumda çok şiddetli ani başlayan ağrı, fonksiyon kaybı ve şekil
bozukluğu gözlenir. Tedavisi hemen
ve mutlaka uzman hekim tarafından
yapılmalıdır.
Kalça ve Uyluk Sorunları
Yük taşıyan önemli eklemlerden biri
olduğundan, kalça ve çevresi kaslarda spor yaralanmaları sık görülür.
Özellikle spora başlamadan önce
yetersiz ısınma ve gerdirme sonucu
uyluğun iç kısmında ve ön yüzdeki
kaslarda aşırı zorlanma meydana gelir. Problemli bölgede şiddeti giderek
artan ağrı bulunur. Genellikle spora
devam etmek mümkün değildir. Zorlamayla devam edilirse kasta yırtık
meydana gelebilir. Bu sebeple ilk bulgular başladığında spora hemen ara
verilmelidir. Tedavide buz uygulama
ve kompresyon tedavisi yapılır. Genellikle bir haftalık aradan sonra, düz
koşularla spora tekrar başlanabilir.
Ayak Bileği Sorunları
Ayak bileği burkulmaları, spor yaralanmaları arasında en sık görülenidir. Basit bir burkulmadan, ayak
bileği çıkık ve kırıklarına kadar çeşitli
problemler görülebilir. En sık görülen
yaralanma tipi ön talo-fibuler bağın
yırtılmasıdır. Tedavisi erken dönemde ortezleme ve kompresyon bandajıdır. Ancak tekrarlayan burkulmalara
bağlı olarak kronik lateral instabilite
meydana geldiğinde, lateral yapıların
rekonstrüksiyonu gerekebilir.
Ayak bileği bölgesinde talusun kıkırdak lezyonları da akılda tutulmalı
ve ayrıcı atlanmamalı; gerekli görüldüğü hallerde MRG ile görüntülenmelidir. Tedavisinde artroskopik
yaklaşımlar oldukça başarılı sonuçlar
vermektedir.
Bunun yanısıra özellikle atletlerde
tekrarlayan mikrotravmalara bağlı
olarak aşil tendinopatileri sık görülür.
Tedavisi istirahat, buz uygulama, ortezleme ve ilaç tedavisidir.
Sporcularda görülen yaralanmalardan biri de aşil tendon kopmalarıdır.
Aşırı zorlama sonucu ve altta yatan
tendinozis gibi tetikleyici bir faktör
var ise oluşur. Hasta ayak bileği arkasından “pop” sesinin geldiğini belirtir
ve o ayağın parmak uçlarına kalkamaz.
Tedavisinde günümüzde kapalı (endoskopik) tamir teknikleri de en az
açık cerrahi teknileri kadar popülarize olmıuştur.
Stres Kırıkları
Genellikle aşırı zorlamalar ve tekrarlayıcı mikrotravmalara bağlı olarak
meydana gelir. Genellikle el ve ayak
kemiklerinde görülür. Sebebi açıklanamayan lokalize ağrı şikayetinde
stres kırığı akla gelmelidir. Lezyon
röntgen ile görülemezse, tanı sintigrafi ve MRG ile konur. Tedavi genellikle konservatiftir.
Kırık ve Çıkıklar
Kırıklar açık veya kapalı tipte olabilir. Kırık olan bölgede ağrı, şişlik, şekil bozukluğu ve anormal hareket
vardır. Radyolojik değerlendirme ilk
teşhis konulur. Erken dönemde stabilizasyon, daha sonra kırıklığın tipine
göre alçılama veya cerrahi müdahale
uygulanır.
Çıkıklarda ise eklemin bütünlüğü bozulmuştur. En sık, omuz, dirsek, kalça
ve ayak bileğinde görülür. Akut dönemde immobilizasyon, radyolojik
değerlendirme sonucunda, redüksiyon ve bandajlama uygulanır.
Sonuç olarak, yaralanmayı mümkün
olduğunca önlemek sporcunun spor
hayatını etkileyen kas-iskelet sistemi
sorunlarınin tedavisinde ilk amaçtır.
Herhangi bir yaralanma olduğunda
ise hızla yoğun bir tedavi ve rehabilitasyon programı uygulayarak sporcuyu mümkün olan en kısa sürede
ve en sağlıklı şekilde spor hayatına
döndürmektir. Unutulmamalıdır ki,
yetersiz tedavi ve erken spora dönüş
bir sonraki travmayı kolaylaştıran en
önemli sebeptir.
Sporcunun yaralanmalardan korunma eğitimi ve çevreye uyumu başarısındaki gizemi oluşturacaktır, akıldan
çıkarılmamalıdır.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
71
röportaj
Dr. Hasan Kuş:
DÜNYANIN EN BÜYÜK
YATAK SAYISINA SAHİP
HASTANE KAMPÜSLERİ OLUŞUYOR
Uluslararası hastane yöneticileri, hukuk danışmanları, iletişim uzmanları ve hekimler 2.
Annual Turkey Hospital Expansion Summit’te bir araya gelecek.
Hastane kampüsleri nasıl yönetilecek, nasıl bir
yönetim modeli oluşturulacak? Hastane
yönetiminde dijitalin
etkisi, medya yönetiminin etkisi gibi
konu başlıkları Turkey
Hospital Expansion
Summit’te ele alınacak.
22-23 Ekim tarihinde
Ankara Crown Plaza
Hotel’de gerçekleştirilecek toplantının başkanlığını Dr. Hasan Kuş ya-
pacak. Toplantının önemine değinen
Kuş, soruları yanıtladı.
2nd Annual Turkey Hospital Expansion Summit
1. Annual Turkey Hospital Expansion
Summit nedir?
2.Bu toplantı neden düzenlenmektedir?
3. Kimler katılabilir?
4. Bu toplantı ile uluslararası işbirlikleri sağlanabiliyor mu?
5. Hangi konular ele alınacak?
6. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Kendimi sağlık yöneticisi olarak tanımlayabilirim sanırım.
Tıp doktoruyum, genel cerrahi uzmanlık eğitimi aldım. Uzun yıllar cerrah ve yönetici olarak çalıştıktan sonra 1998’de İngiltere’ye gidip Leeds
72
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Üniversitesi’nde Hastane Yönetimi
yüksek lisansı yaptım.
Amerikan Hastanesi’nde 2001 yılındaki bir proje ile özel sektöre geçtikten sonra, 2002 – 2007 arasında Acıbadem Sağlık Grubu’nda Kozyatağı
Hastanesi Direktörlüğü ve Grup Tıbbi
Direktör Yardımcılığı görevlerini yerine getirdim. 2007-2013 arasında
çalıştığım Anadolu Grubu’nda, Johns
Hopkins Medicine ile afiliye olan
Anadolu Sağlık Merkezi Genel Müdürü (2007-2011), sonrasında Anadolu
Grubu Sağlık Sektörü İş Geliştirme
Başkanı ve Anadolu Sağlık Merkezi
Yönetim Kurulu üyesi olarak görev
yaptım (2011-2013). 2013-2015 arasında ise Acıbadem Üniversitesi’nde
Genel Sekter ve Acıbadem Sağlık
Grubu’nda İcra Kurulu üyesi olarak
çalıştım.
Halen, kurucusu ve ortağı olduğum
ValueHealth’te sağlık sektörüne yatırım yapmayı hedefleyen yatırımcılara
ve halen sektörde faaliyet gösteren
kurumlara sağlık sektöründeki kapsamlı tecrübemizi sunuyoruz.
Sivil toplum kuruluşlarında da aktif
olarak görev yapıyorum. DEİK Sağlık
Turizmi İş Konseyi başkan vekili, Türkiye Kalite Derneği (KalDer) yönetim
kurulu başkan yardımcısı, Sağlıkta
Kalite İyileştirme Derneği (SKİD)’in
kurucu yönetim kurulu başkanı ve
Akredite Hastaneler Derneği yönetim kurulu üyesiyim. 2009-2013
arasında OECD üyesi ülkelerin iş
dünyasını temsil eden ve merkezi
Paris’te bulunan BIAC’ın (Business
and Industry Advisory Committee)
Sağlık Politikaları Çalışma Grubu’nda
Başkan Yardımcısı olarak görev yaptım. 2007-2012 tarihleri arasında ise
Joint Commission International (JCI)
için ABD dışından ilk tetkikçilerden
biri olarak uluslararası hastane tetkiki yaptım, halen JCI Avrupa Danışma
Konseyi üyesiyim.
Annual Turkey Hospital Expansion
Summit nedir?
Son 10 yıl Türkiye’de sağlık hizmetleri açısından oldukça hareketli geçti.
Esas olarak var olan hastane yataklarının yenilenmesi, bir miktar da
yeni yatak yaratılmasını hedefleyen
Şehir Hastaneleri ise adım adım hayata geçiyor. Hastane bina stoğunun
yenilenmesinin dışında, tıbbi cihaz,
ekipman ve diğer ürünlerle hizmetler açısından sektörün müthiş bir
hareketlilik yaşayacağı net olarak görülüyor.
Geçen yıl ilki yapılan zirvenin ikincisinde bu yıl, PPP projeleriyle ilgili
bürokratlar, inşaat firmaları, yönetim
şirketleri, hastane sahipleri ve hekimlerin katılımı bekleniyor. Danışmanlar, mimarlar, tıbbi ekipman ve hizmet sunan firmaların da katkılarıyla
tarafların süreçle ilgili öngörüleri,
ihtiyaçları, çözüm getirilmesi beklenen başlıklar, bugüne dek gündeme
gelmeyen konular ya da sona yaklaştıkça önem kazananlar tartışılacak.
Bu toplantı neden düzenlenmektedir?
Sağlık sektörünün yüzünü değiştirecek, dengeleri yeniden oluşturacak
bir yapı oluşuyor. Şehir hastanelerinde ölçeğin büyüklüğü de çarpıcı. Listede en yukarıda yer alan Ankara’daki
Etlik ve Bilkent hastanelerinin her biri
3 bin 500’ün üzerinde yatak sayısına
sahip. Bu şu demek; dünyanın en
büyük yatak sayısına sahip hastane
kampüsleri oluşuyor.
Bu projelerin hem hayata geçirilmesi
aşamasıyla ilgili, hem de hastanelerin
operasyonuyla ilgili çok sayıda kritik
başlığın tartışılması gerekiyor. Bir örnek olarak; bu hastane kampüsleri
nasıl yönetilecek, nasıl bir yönetim
modeli oluşturulacak? Tüm bu konu
başlıkları için Turkey Hospital Expansion Summit’in bir platform olarak
fonksiyon görmesi hedeflendi ve geçen yıl bu hedefe doğru güzel bir ilk
adım oldu. Süreç bir taraftan mesafe
aldığı için, bu yıl daha olgun tartışmalar bekliyorum, ayrıca tarafların
birbirinin sesini duyması da sağlanmış olacak. Tüm paydaşların bir arada olacağı bir ortamın yılda bir kez de
olsa sunulması önemli bir fırsat.
Toplantıda hangi konular ele alınacak?
Program gün geçtikçe netleşiyor.
Ana konular arasında; Sağlık Bakanlığımızın PPP projeleri hakkında güncel durum ve önümüzdeki dönem
vizyonu hakkında bizleri bilgilendirmesiyle başlayacağız. Projelerle ilgili
vaka tartışmaları; yatırımcıların üst
düzey değerlendirmeleri; projelerin
hayata geçmesini takiben başlayacak olan operasyon süreci; projelerin
finansmanı konusundaki durum; klinik laboratuvarların projelerdeki pozisyonu; operasyon dönemi için kalite standartları ve maliyet yönetimi,
insan kaynaklarının yönetimi ve gelişimi, yerel ve uluslararası yatırımcılar
için riskler ve fırsatlar; sağlık iletişimi
ve mobil sağlık konuları programda
yer alıyor.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
73
sağlığımıziçin
CİLDİNİZ SONBAHARA HAZIR MI?
Doç. Dr. Alev EKEN
Dermatolog
Sıcak, güneşli yaz günlerinin ardından yapraklar sararmaya, kurumaya,
iklim soğumaya başladı. Cildiniz bu
hava değişiminden etkilenecektir.
1. Yazın sıcak ve rutubetli havası, ter
ve yağ bezlerinin aşırı çalışması
sonucu gözenekleriniz dolar, ölü
cilt hücreleri birikir. Cilt tipinize
uygun bir temizleyici kullanın. Gerekiyorsa profesyonel yardım alın.
Cilt bakımı veya kimyasal peeling
uygulatın.
2. Güneşin etkisiyle kuruyan cildinizi
nemlendirin. Cilt tipinize uygun,
hücresel onarımı & koruyucu bariyerini yenileyen, ultraviyole radyasyonundan koruyan nemlendiriciler kullanın. İyi nemlenmiş deri,
kırışıklık gelişmesine karşı daha
dirençlidir. Kuru ciltler mezolifting
enjeksiyonlarından yararlanabilirler.
74
diyeti yapın. A, C ve E vitaminleri
gibi “network” antioksidan serumlar ve maskeler kullanın. Böylece,
dış ortamın etkilerine maruz kalan
cildinizi onarın, renk farklılıklarını
eşitleyin.
5.Sigarayı bırakın. Sigara kullanımının cildinize en çok zarar veren etkenlerden biri olduğunu unutmayın. Cildi yaşlandıran, nem ve yağ
dengesini kaybetmesine neden
olan, üstelik cildin rengini değiştirerek mat ve cansız hale getiren
sigarayı hayatınızdan çıkarın.
6. Alkol, gazlı ve aşırı kafeinli içecekler tüketmeyin. Cildinizden su kaybına neden olurlar
3.Bol su için. Cildinizin nemini desteklemek ve biriken toksinlerden
arınmak için en etkin yol bol su
tüketmektir.
7.Beslenmenize dikkat edin. Yeterli, dengeli (az yağlı ve kalorili) ve
doğal beslenin. Güzel bir cilde
sahip olmak için vücudunuzun
yeterli vitamin ve minerale sahip
olması gerekir. Koyu yeşil, kırmızı,
turuncu sebze ve meyve ağırlıklı
beslenin. Meyve ve sebzelerin renginden sorumlu pek çok madde
güçlü antioksidanlardır. En ideali
diyetisyeninizden beslenme desteği almaktır. Gerekiyorsa antioksidan, mineral ve vitamin destekleri
kullanın.
4. Ultraviyole ışınlarının cildinize verdiği zararlara karşı cildinize detoks
8.Vücut ağırlığınızı kontrol altında
tutun. Aşırı kilo alıp, vermeyin…
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
Aşırı zayıflama diyetleri deride
gevşeme ve sarkmalara; tersine
aşırı şişmanlama durumu da deride aşırı gerilme ile elastik lif yapısında bozulmalara neden olur.
9.Mimik kaslarınızı aşırı kullanmayın. Yüz kaslarınızı gevşetin, daha
relaks görünün…Kaş arası çatık
çizgilerinize, alın yatay mimik çizgilerinize ve kaşlarınızı hafif kaldırmak için botox enjeksiyonları
yaptırın.
10. Hayata gülümseyin… Gülümseme hareketi gıdık kaslarınızı çalıştırmanızın en ucuz, en hızlı ve en
güvenli yoludur.
Hedefinizi belirleyin… Uygun ürün/
yöntem seçimi için dermatologunuzdan yardım alın!
Doç. Dr. Alev EKEN
Tülay KARABAĞ
ntv.com.tr
Yüksek moral gücünün kanser tedavisinde başarıyı etkileyen en önemli
unsurlardan biri olduğunu söyleyen
Hematolog Doç. İsmail Sarı, sağlık
çalışanlarının genellikle hastalığın
birincil tedavisine odaklandığını ve
psikolojik etkilerin göz ardı edildiğini
vurguladı, “Bu hasta grubunda ihmal
edilen nokta anksiyete ve depresyondur” dedi.
Hematolojik Onkoloji Derneği’nin
KKTC’de düzenlediği 2. Ulusal Kongresinde, hematolojideki son gelişmelerin yanı sıra hastaların kanser algısı
ve tedavi sürecine verdikleri psikolojik tepkilere dikkat çekildi. Dernek tarafından düzenlenen ‘Hayata Tutunma Öyküleri’ yarışması ödül törenin
de yapıldığı kongrede, kanser hastalarına yaklaşım ve psikolojik destek
masaya yatırıldı.
Dernek Genel Sekreteri Doç. Dr. İsmail Sarı, özellikle hematolojik kanserlerin tedavi sürecinde hastanın
psikolojik sorunlarının ihmal edildiğini dile getirdi. Sarı, “Genelde hastalığın tedavisine ağırlık veriliyor, birincil
tedaviye odaklanıldığında hastanın
psikolojisinin göz ardı edildiği ve çok
önemsenmediği görülüyor. Anksiyete ve depresyon durumunu gösteren
ölçekleri psikologlarla birlikte değerlendirilip anksiyetesi yüksek hastalarda tedbir alınmalı, gerekirse ilaç ve
terapi uygulanmalı” dedi.
Prof. Çağırgan: Türkiye’de Kanser
Psikoloğu Yetersiz
Sarı, hastanın hastalığı hakkında iyi
bilgilendirilmesinin, Kongre Başkanı
Prof. Dr. Seçkin Çağırgan ise hastanın psikolojik olarak tedaviye hazırlanmasının önemine vurgu yaptı.
Türkiye’de kanser psikoloğu sayısının
yetersiz olduğuna dikkat çeken Çağırgan, “Moral gücü yüksek olanların
tedavi süreci daha iyi geçiyor, motive
olmayanların tedavi sonuçları olumsuz oluyor” tespitinde bulundu.
haber
“KANSERİN PSİKOLOJİK BOYUTU
İHMAL EDİLİYOR”
Prof. Altuntaş: İnanın ve Yenin
“İnanmak yenmenin yarısıdır. Biz hastalarımıza, ‘İnanın ve yenin’ diyoruz”
ifadesini kullanan Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fevzi Altuntaş, doktorların tedavi sürecinde hastaların psikolojik yapısıyla ilgili bazı şeyleri göremediklerini ve bazen onların
duygularını anlayamadıklarını söyledi.
Tedavi sürecinde ve hasta takibinde
duygu paylaşımının önemli olduğunu aktaran Altuntaş, “Bunun için bir
şeyler yapmak istedik ve bu duyguyla
yola çıkarak Hayata Tutunma Öyküleri
yarışmasını düzenledik. Hastalarımızın
duygularını, yaşadıklarını, sıkıntılarını
paylaştıkları bu öyküleri hekimlik kimliği ile okumamaya gayret ettim ve çok
duygulandım” dedi.
Prof. Eser: Hastanın Hem Ömrü Hem de
Yaşam Kalitesi Arttırılmalı
Erciyes Üniversitesi’nden Prof. Dr. Bülent Eser de hasta takibinde uluslararası standardizasyonları yakalamak
için çalıştıklarını ifade ederek, “Bizim
temel amacımız; hastanın sağ kalım
süresini uzatmak. Ama bunu yaparken yaşam kalitesini de artırmak gerekir” diye konuştu.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
75
gezelimgörelim
MEMLEKETİM İNCESU
Evin TOKER
Diş Hekimi
İncesu. Memleketim. Bozkırın ortasında bir vaha. Belki, kendi gözüyle,
bu çorak, yıkık, küçük Orta Anadolu
kasabasını görenler için mizahi bir
tanımlama… Ancak bu sefer, kasabamı, Bulgurcu Türkmenleri’nden Hacı
Ömer Ağa’nın torununun yani benim
gözümden görüp bilmenizi istedim.
Bir küçük çorak toprağın nasıl da gözüme memleket nasıl da vaha göründüğünü anlatmak istedim.
Dedem, Hacı Ömer Ağa’yı hiç tanımadım. Dedem, dört kızından sonra
bulduğu tek erkek evladı olan babam askerdeyken vefat etmiş. Çiftçilik yapan, çok sert ama çalışanlarına
karşı merhametli, çapkınlığıyla ünlü
bir ‘’gişi’’ymiş. Bir de meşhur bulgur
76
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
çorbasını pek severmiş rahmetli. Adı
üstünde Bulgurcu Türkmeni! Bulgurcu Türkmenleri, ekseriyetle çiftçilik
ve küçükbaş hayvancılık yaparak
geçimlerini sağlayan, bulgur ve un
üreten bir halktır. Bağı olanlar üzüm
yetiştirir ve pekmez de üretirler. Çocukluğumdan, babaannemin iki katlı
evinin sofasını ve halalarımın karınca
gibi çalışıp; bulgur, pekmez kaynattığını hatırlarım. Aralarında hiç durmamacasına konuşarak çalışmalarını…
’’Voo gadasını aldığım’’ diye başlayan
konuşmaları. İncesu, aslında Ermenisinden, Türkmeninden Rumuna pek
çok halka ev sahipliği yapar ancak,
genelde dil özellikleri aynıdır. Oldukça temiz bir Türkçe konuşurlar. Sadece ‘‘e’’ harfleri genelde ‘‘i’’ harfine dönüşür, ‘’yetmişbeş’’ yerine ‘’yitmişbiş’’
gibi. ‘’k’’ ler ise ‘’g’’ olarak kullanılır. Bir
de kendilerine özgü sözleri vardır. Birinden bahsederken ’’şirif’’ derler. Tatlı
dilli, konuşkan insanlardır.
Kısa bir süre önce, bu tatlı dilli çalışkan insanlardan, çok sevdiğim,
birini kaybettim. En büyük halam
Alzheimer hastasıydı ve vefat etti.
Yeryüzünden bir melek göçtü. Cenazesi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Camii’nden kaldırıldı. İncesu’ya defalarca gittiğim halde farketmediğim
bir yapı. Daha önce, Kapadokya’ya
özgü evleri ve Derebağ’daki sülale
boyu keyifli pikniklerinden başka bir
şey ilgimi çekmemiş… Merzifonlu
Kara Mustafa Paşa Camii’ni görünce
şöyle bir etrafı dolaştım. İncesu’nun
asıl kurucusunun Merzifonlu Kara
Mustafa Paşa olduğunu öğrendim.
İncesu, Bağdat’a kadar giden tarihi
Tuz Yolu’nun önemli bir kavşağıdır.
Ürgüp üzerinden Bağdat’a ve bir taraftan da Konya’dan gelerek Kayseri
ve Malatya üzerinden geçen yolların kesişim noktasıdır. Güneydoğu
Anadolu’yu İç Anadolu’ya bağlayan
en kısa yol üzerindeki ilk durak noktasıdır. İncesu, işte bu nedenle, Diyarbakır Sancak Beyliği döneminde
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın
dikkatini çekmiştir. Celali İsyanlarını bastırmak üzere harekete geçen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa,
İncesu’nun olduğu yere gelmiş ve
askerleriyle bölgede kamp kurmuştur. Etrafı dolaşan Paşa, on kilometrelik bir alanda çift tarafı dağlarla
muhafazalı ve ortasından ince bir
dere akan ve bir taraftan girişi kapatıldığında savunması da gayet kolay
olan bu bölgenin hem askeri hem de
sivil bir yerleşim yeri kurmak üzere
çok uygun olduğuna karar vermiştir.
Bu kararın üzerine 1670’te malzeme
ikmaline ve imara başlanmıştır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, İncesu’ya
kervansaray, cami, hamam, arasta,
sübyan mektebi ve medresesiyle çok
güzel bir merkez yerleşke kurmuştur.
Külliyenin inşasının bitiminde yeni
görevi nedeniyle kasabadan ayrılmıştır. Külliye, iki büyük avlu etrafında inşa edilmiştir. Mahkeme binası,
bezirhane, tabakhane, fırın, su yolları, beş çeşme, meşruta evi ve ambar
günümüze ulaşamamıştır. Yapılar,
mimari süsleme yönünden oldukça sadedir. Kervansaray, külliyenin
tüm doğu cephesini kaplamaktadır
ve restorasyonlar sonrasında düğün
salonu olarak kullanılmaktadır. Cami
ve hamam ise İncesu Belediyesi’nin
restorasyonundan sonra hizmet vermeye devam etmektedir.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’dır.
Paşa İncesu’nun imarı ile olduğu kadar iskânıyla da ilgilenmiştir. Pek çok
aile ve aşiretin bu bölgeye yerleşmesi
sağlanmıştır. Bu sayede, İncesu köklü
bir kasaba haline gelmiştir.
Bugün, kasaba yerlilerinin bir kısmı okumak ya da çalışmak amacıyla
farklı yerlere göç etmiştir. Kayseri’de
doğmamış olan 2. Nesil İncesulular
arasında iletişim devam etse de pek
çoğunun memleketiyle organik bağı
kalmamıştır. İşte bu bağını kaybedenler için bugün İncesu ne ifade
eder bilinmez ama Kayseri’nin İncesu
kazası, benim için, bağından yediğim
bir salkım üzümü, tarladan getirip; o
incecik deresine koyup çatlattığım
karpuzu, geçmiş kokan kesme taşlı
küçük evleri ve gadasını aldığım güzel yürekli insanıyla ‘’memleket’’tir.
Yerleşiminin tarihi çok daha eskilere
gitse de kimi zaman küçük bir köye
kimi zamansa yerleşik bir kasabaya
dönüşen İncesu’nun bugünkü halinin esas kurucusu Osmanlı’nın büyük devlet adamlarından biri olan
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
77
film
Hayat Güzeldir
La Vita é Bella
Banu SALMAN
Uzm. Diyetisyen
Hayat Güzeldir, her şeye rağmen hayatın güzel olduğunu gösteren bir
başyapıt … Arşiv filmler dolabımın
en kıymetli parçalarından biri olan
bu filmi, moralimin bozuk olduğu
zamanlarda terapi için izliyorum.
Roberto Benigni’nin 1997 yapımı
La vita é bella (Hayat Güzeldir) filmi,
zaman zaman tebessüm ettiren, zaman zaman ise hüzünlendiren hatta
ağlatan muhteşem bir film.. Roberto Benigni, hem yönetmen hem de
78
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
oyuncu olarak çok başarılı.. Çocuk
oyuncu ise bir harika..
II. Dünya Savaşı zamanında karısı ve
oğlu ile birlikte Yahudi kamplarına
götürülen, Yahudi bir babanın ve
peşinden giden İtalyan bir annenin,
çocuğunu korumak için yaptığı sayısız özveriyi anlatıyor. Filmin ilk bölümünde sevgi, aşk, komedi işlenmiş. Çılgın bir aşığın sınırlarını nasıl
zorladığını görüyorsunuz. İkinci bölümünde ise; fedakarlık, sevgi, aile
bağları, korku, acı ve bir babanın
çocuğuyla kurduğu olağanüstü bir
iletişim ve hayattta kalma savaşının
işlenmiş ve bu bölüm ilk bölümle
birlikte harika bir uyum oluşturuyor. “Başımıza gelebilecek en kötü
durumları iyiye çevirmek elimizde
…” mesajı veren, hayatı o kadar da
ciddiye almamak gerektiğini vurgulayan, “Hayat Güzeldir”, özellikle
mutluluk kelimesinin anlamını kavrayamamış olanların ve hayatın ne
kadar da zor olduğunu düşünenlerin en az bir kere izlemesi gereken
harika bir başyapıt.
7 dalda Oscar’a aday gösterilerek En
İyi Yabancı Film, En İyi Erkek Oyuncu
ve En İyi Müzik dallarında ödüllerini
almanın yanında Akademi, BAFTA,
César, Cannes ve daha birçok film
töreninde farklı dallarda ödüllere
layık görülmüş olan bu filmin, aldığı
ödülleri sonuna kadar hak ettiğini
düşünüyorum..
kitap
DOĞA YAZARI
CEREN KERİMOĞLU
“Minik okurların papatya taçlı yazarı
Ceren Kerimoğlu, doğa öyküleriyle
kol kola girmiş, ormanların ta içinden
bize doğru ilerliyor.” Diye yazılmış
hakkımda.
İlerlediğim sizden çok; çocuklar aslında...
Çünkü sağlık gibi düşünüyorum doğayı da; kaybetmeden önemini anlayamayacağız.
Bu yüzden ağaçlarım bulutlarla konuşur benim, deniz dibinden toprağın altına kadar değişimin yolculuğunu yazarım ben.
Çocuklar “başkalaştırılmasın”, kendilerini diğerlerinden farklı hissetmesin, karşısındakini ötekileştirmesin
diye, Sakız Ağacı’nın öyküsünü anlatırım. Bir orman ortasında onu kendilerine benzemediği için kabul etmeyen Kavak Ağaçlarının yanı başında
yeşeren Sakız Ağacı der ki; kalabalık
“aynı tip Kavak ağaçlarına”; “Evet
sizden biri değilim; Sizden çok farklı
benim cinsim. Ama kök saldığımız
toprak aynı değil mi? Nefes aldığımız
hava, içtiğimiz su değişik mi?” Çocuklarıma değişik olmanın güzelliğini
anlatırım bu öyküde.
Doğa doğurgandır üretkendir. Ama
en önemlisi yerine konulmazdır. O
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015
yüzden Poşetto anlatır çocuklara geri
dönüşüm hikâyesini kalemimden.
Doğayı kaybetmemek için kullandıklarımızı geri dönüşümle, yeniden
kazanmanın önemini. Bu hikâye; bir
poşetin, doğada kaybolmadan, bambaşka bir forma geçişinin hikâyesidir.
Bizler de doğanın parçası değil miyiz? E o halde, çocuklara anlatmam
gereken bir konu da, hiçbirimizin
yoktan var olmadığı ve elbette, varken de yok olmayacağımız öykülerdir. “Yaprağın Renkleri” işte tam da
bunu anlatır. Küçücük bir yaprağa;
yaşamın döngüsünü, sadece bir gün
yaşayacak olan mutlu mu mutlu bir
kelebek anlatır. Hayatın değerli oluşunu; yaşadığımız tek bir günün bile
ne denli önemli olduğunu. Peki doğa bu kadar mı? Elbette değil.
Kırmızı Denizyıldızı yani Alaz¸ gökyüzünden düştüğünü sandığı deniz
dibinde, değişik türleri fark eder. Oldukça heyecanlı bir yolculuğa çıkar.
Çocuklar Denizyıldızı’yla beraber yüzer, derinlere dalar. Bir kitabımdaysa, kanat takmak istedim okurlarıma. “Küçük Bulut Sirus”
sıkılan küçücük bir buluttur. Karar
veremiyordur, fırtına bulutu mu,
yağmur bulutu; ne tür bir bulut ol-
mak istediğine. Maceraya atılmadan
önce; Ay Dede’ye yaklaşıp anlatır
derdini. Derdi yeryüzünü görmektir,
şekilden şekle girerek deneyimler
bambaşka yerleri.
Ve son kitabım –şimdilik- olan “İnatçı Tohum” kurak çölleri, orman yapabilecek inanç ve azimle var olan
bir tohumun yeşillenme hikâyesidir.
Rüzgâr Seli yetişir bu küçücük yaşadığı iklime kafa tutan tohuma. Çünkü
tek istediği yemyeşil bir dünyadır.
Doğa yazarıyım ben, çünkü doğa için
savaşmak gerek, İnadına tutunmak
hayata, vazgeçmeden inanmak gerek.
Kalemimi çocuk okurlarım vazgeçmesin diye kullanırım. Asla üşenmesinler, yaşamaktan ve yaşatmaktan
diye.
Çok yakında, 7. kitabım çıkıyor. Elbette yine bir doğa öyküsü doğmak için
gün bekliyor.
Çünkü çocukların her biri birer kahramandır.
Ve doğayı koruyarak, diğer nesillere
bu sevgiyi aktarmalılar. Ben kazanmak için bu savaşı başlattım; sizler de kulaktan kulağa yayarak devam edin dilerim.

Benzer belgeler