tıklayın. - Doğan Kitap

Transkript

tıklayın. - Doğan Kitap
Nedim Gürsel 1951’de Gaziantep’te doğdu. Galatasaray
Lisesi’ni ve Paris Sorbonne Üniversitesi Modern Fransız
Edebiyatı bölümünü bitirdi; aynı üniversitede Nâzım Hikmet ve Aragon üzerine Prof. Etiemble’ın yönetiminde karşılaştırmalı edebiyat doktorası yaptı. Halen CNRS’te (Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi) araştırma başkanı olarak görev yapmakta ve Paris INALCO’da (Doğu Dilleri Yüksek Okulu) Türk edebiyatı dersleri vermektedir.
Edebiyatın hemen her dalında ürün veren Nedim
Gürsel’in kitapları Fransa başta olmak üzere yirmi beş ülkede yayımlandı, bazı öykülerinden yapılan tiyatro uyarlamaları Türkiye ve Avrupa ülkelerinde oynandı. Yazar
DAAD adlı kurumun davetlisi olarak bir yıl Berlin’de kaldı; Fransa, Almanya, İtalya ve Türkiye gibi pek çok ülkede hakkında incelemeler ve doktora tezleri yapıldı, belgeseller çekildi.
Nedim Gürsel’in aldığı ulusal ve uluslararası ödüller
şunlardır:
Türk Dil Kurumu Ödülü (1976), Abdi İpekçi Barış Ödülü
(1986), Fransız PEN Kulüp Özgürlük Ödülü (1986), Haldun Taner Öykü Ödülü (1987), Struga Altın Plaket Ödülü (1992), Radio France Internationale Öykü Ödülü (1992),
France-Turquie Ödülü (2004), Fransa Hükümeti Edebiyat
Şövalyesi Nişanı (2004), Mevlâna Dünya Kardeşlik Ödülü
(2009), Türkiye Yayıncılar Birliği İfade Özgürlüğü Ödülü
(2009), Balkanika Vakfı Uluslararası Roman Ödülü (2012),
Fransa Akdeniz Roman Ödülü (2013).
Nedim Gürsel’in kitapları Doğan Kitap tarafından yayımlanmaktadır.
Bana İtalya’yı Anlat
DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI
Uzun Sürmüş Bir Yaz (anlatı) 1975
İlk Kadın (roman) 1983
Cicipapa (toplu öyküler- 1967-1990) 2002
Bir Avuç Dünya (toplu gezi yazıları
1977-1997) 2003
Dünya Şairi Nâzım Hikmet (inceleme) 1992
Bozkırdaki Yabancı (inceleme) 1993
Boğazkesen (roman) 1995
Paris Yazıları (deneme) 1996
Başkaldıran Edebiyat (inceleme) 1997
Resimli Dünya (roman) 2000
Yaşar Kemal – Bir Geçiş Dönemi Romancısı
(inceleme) 2000
Öğleden Sonra Aşk (öykü) 2002
Güneşte Ölüm (gezi) 2003
Sağ Salim Kavuşsak (otobiyografi) 2004
İzler ve Gölgeler (deneme) 2006
Çıplak Berlin (anlatı) 2006
Yedi Dervişler (anlatı) 2007
Allah’ın Kızları (roman) 2008
Hatırla Barbara (anı-gezi) 2009
Türkiye: Yaşlı Avrupa’ya Genç Damat
(deneme) 2010
Derin Anadolu (gezi) 2010
Şeytan, Melek ve Komünist (roman) 2011
Aragon (inceleme) 2011
Yine Bana Döneceksin (gezi) 2012
Aşk Kırgınları (deneme) 2013
Yüzbaşının Oğlu (roman) 2014
Acı Hayatlar (deneme) 2014
Tehlikeli Sevişmeler (öykü) 2015
BANA İTALYA’YI ANLAT
Ya­zan: Nedim Gürsel
Ya­yın hak­la­rı: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.
Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya
tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
1. bas­kı / Mayıs 2016 / ISBN 978-605-09-3429-8
Sertifika no: 11940
Ka­pak ta­sa­rı­mı: Erbil Kargı
Ka­pak görseli: ROMAOSLO / E+ / Getty Images
Bas­kı: Ana Basın Yayın Gıda İnş. San. Tic. A.Ş.
B.O.S.B. Mermerciler Sanayi Site 10. Cad. No: 15
Beylikdüzü-İstanbul
Tel: (0212) 422 79 29
Sertifika no: 20699
Doğan Eg­mont Ya­yın­cı­lık ve Ya­pım­cı­lık Tic. A.Ş.
19 Ma­yıs Cad. Gol­den Pla­za No. 1 Kat 10, 34360 Şiş­li - İS­TAN­BUL
Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16
www.do­gan­ki­tap.com.tr / edi­tor@do­gan­ki­tap.com.tr / sa­tis@do­gan­ki­tap.com.tr
Bana İtalya’yı Anlat
Nedim Gürsel
İçindekiler
İtalya deyince.................................................................... 11
Roma’nın gizleri................................................................ 16
Bir zamanlar Napoli’de..................................................... 35
Venedik’te kış.................................................................... 57
Venedik günlüğü............................................................... 62
Carpaccio, Türkler ve Adriyatik’te bir liman.................. 94
Giotto’nun mavi dünyası................................................ 100
Cesare Pavese’nin kentinde........................................... 106
Pisa ve kulesi.................................................................. 113
Umbria’da bir yaz........................................................... 118
Orvieto ve Luca Signorelli.............................................. 130
İsa’nın uğramadığı köy................................................... 135
Ravenna’nın mozaikleri.................................................. 149
Bologna’da bir öğle vakti................................................ 158
Katolik İtalya’da bir Protestan cenneti......................... 168
Lucera ya da yolun yarısı............................................... 174
Denize açılan kapı........................................................... 182
Denizden Sicilya.............................................................. 186
İtalya deyince
İtalya deyince güneşli, güzel günler geliyor aklıma,
nedense Roma’da bir akşamüstü yakalandığım fırtınayı unutmuşum. Yağmurdan kaçmak için sığındığım Piazza Navona’nın yakınındaki o küçük kilisede gördüğüm Caravaggio’nun “Loreto Madonnası”nı unutmadım
ama. Venedik’te tanıştığım Bellini’leri, Carpaccio’nun,
Tintoretto’nun, Tiepolo’nun yapıtlarını unutmadığım
gibi. Elini kana bulayan ressam Caravaggio’nun öyküsünü yazdım sonradan, izini Malta’da, Napoli’de,
can çekiştiği Porto Ercole’de sürdüm. Baba Jacopo ile
iki oğlu Gentile ve Giovanni’nin öykülerini de Resimli
Dünya’ya kattım.
Kattım da ne oldu? Venedik’te yaşadığım puslu günlerden, arşınladığım dar ve karanlık sokaklardan, geçtiğim köprülerden bulanık bir tortu kaldı geriye, o kadar. Büyük Kanal’ın dibine çöken, çöktükçe yoğunlaşan, belleğim kadar bulanık bir tortu.
O günleri anımsamak neye yarar şimdi? Correr’de
çalışırken masamda yanan ışığı, Zattere Rıhtımı’nda
günbatımlarını, arılar gibi vızıldayan vaporetto’larla odamın rutubetli duvarlarında yankılanan şarkıları. Kanaldan bir gondol geçtiğini anlardım, yatağımdan
kalkıp bakmaya üşenerek. O yatak, Venedik’te uyudu-
12
ğum uykular hep eski bir rüyanın derinliğine çekti beni, yalnızdım. Ama bir roman yazıyordum, şimdiki gibi bölük pörçük, çoğu not defterimin sayfalarında unutulmaya mahkûm yolculuk izlenimlerimi değil. Yine de,
İtalya deyince, hep güzel günler, sevinçler, coşkular geliyor aklıma. Roma’da sevdiğim kadını beklediğim kahve, Trastevere’de, iyi soğutulmuş beyaz şarabın eşliğinde yediğimiz spaghetti alla vongole’ler, gece geç vakit dumanlı kahvelerin bodrum katlarında öpüşmeden
önce içtiğimiz grappa’lar ve bir otel odasının aynasında
birbirine kenetlenmiş, hazdan kıvranan bedenlerimiz.
İtalya’da Cesare Pavese ile Carlo Levi’nin peşine takıldığım da oldu, mutsuz yazarı bir otel odasında hayatına son vermeden önce yalnızken hayal ettiğim Piemonte günleri, geceleri de. Po Irmağı boyunca yağmur altında yürüyüşler, güneyde, kuş uçmaz kervan geçmez Basilicata bölgesinin terk edilmiş köyleri ve Carlo Levi’nin
sürgün dönüşü uğramadan edemediği Matera’daki o serin lokanta. Bunların hepsi bir anı artık ya da kitaplarımda yaşayan, soluk alıp veren, daha doğrusu benim
öyle olmasını istediğim gözlem ve izlenimler, çağrışım
artıkları. Nasıl çöpe atılan yemek artıkları olur, öyle bir
şey işte. Dönüp geriye bakıldığında iştah açmayan, merak uyandırmayan, hepi topu birkaç yazı, o kadar.
İtalya deyince Napoli’nin gürültülü sokaklarıyla diz
boyu yoksulluğunu da anımsıyorum. Ve Santa Lucia’da
yaşadıklarımı. Yaşadıklarımızı. Vezüv’ün Sorrento’daki
otelimin balkonundan görünüşünü. İyi ki yazdım sonradan o öyküyü, iyi ki, o şarkıdaki gibi Sorrento’ya bir
daha dönmedim. Yoksa o ağustosu, Edip Cansever’in
deyimiyle “kirli ağustosu”, o denizi, bütün o sıcak ve aydınlık günleri, kalbimdeki kiri aklayıp paklayan dost-
13
lukları böyle içimde taşımaz, kendimi Sorrento yolculuğunun anısına bu kadar kolay, böylesine nostaljiyle bırakamazdım.
Bu ülkede sanki hiç kötü günüm olmadı, acı çekmedim, Cenova’da kederden, ayrılıktan öleyazan ben değildim. Gece yarısı otobüslerinde kenti, kentleri bir uçtan bir uca kat eden de. Ne arıyordum peki, kimin peşindeydim? Hangi yalnızlıktan, hangi çileden, çilelerden kurtulmak istiyordum? Belli ki, kendimden kaçıyordum. Bunu Ravenna’da, Piazza del Popolo’ya bakan güneşli bir kahve terasında fark etmiştim ilk kez,
Toscano’mun izmaritinden kalan son dumanı da gün
ışığına savururken. Yolunu burada bitiren, bu toprağa
gömülen Dante’nin cehennemin girişine yazdığı dizeler
gelmiyor aklıma, hayır. O dizeleri Resimli Dünya’nın
başına koyup, söylemek istediğimi baştan söyledim zaten, doğru yolun kaybolduğunu anlamam için başka
yollara sapmam, başka yerlerden geçmem, başka ülkelere gitmem de gerekti. Şimdi “Çizme”nin haritasını
canlandırıyorum belleğimde ve Yahya Kemal’in İstanbul için söylediği gibi, “Gitmediğim, görmediğim, sevmediğim” bir yer gelmiyor aklıma. Belki Gaeta. Ama
sahi, oraya da gitmiştim bir zamanlar.
Gitmiş ve bütün gemileri yaktığımı sanmıştım. Formia İstasyonu’nda Roma trenini beklerken. İtalya’nın o
ücra, sıcak, kuş uçmaz kervan geçmez köşesinde benden başka kim bekleyebilirdi treni? Gemileri yakmıştım evet, önümdeyse yol kıvrılıp gidiyordu sarp yamaçlar arasından. Ardımda, sanki çok eskidendi, aşklar ve
ölümler bırakmıştım, hayat kısalmıştı önümde. Kısalıp
bir kurşunkalem boyu kalmıştı. O kalemle yazıyorum
işte, tükendiğinde bitecek. Kalem değil, hayatım.
14
Hep güzel şeyler anımsıyorum bu ülkeyle ilgili. Kalabalık, maltataşı döşeli sokaklar ve yediğim pizzaların
hazmını kolaylaştıran, dumanı tüten espresso’lar. Sonra, uzun yürüyüşlerden, artık kiliselerin duvarlarında
değil belleğimde uçuşan fresklerin renk cümbüşünden
sonra, kapalı kepenklerin ardında yatılan öğle uykuları. Çoğu kez yalnız ama bazen beyaz tenli, o alev saçlı
kadınla birlikte aynanın, aynaların içinde uyunan uykular. Hepsi geldi geçti işte, bir avuç kül kaldı geride.
Günbatımlarının anısı kaldı, müzeleri bir an önce görmek için erken kalkılan sabahların telaşı.
“Geldim, kaldım, gördüm.” İtalya günlerimin özeti sayılabilecek bu cümlenin ardında ne var, neler var, anlatmaya çalıştım kendimce. Şimdiyse her şey, intiharından
önce Cesare Pavese’yle konuşmayan eski taşlar da dahil,
benim için de susuyor. İşte o zaman tehlikeyi göze alıp,
kendimle konuşuyorum. Michelangelo’nun heykelleri bile sustuğuna göre, kendim anlatıp kendim dinliyorum.
Ama öte yandan okurla da paylaşmak istiyorum bu
anıları, çağrışımları, İtalya üzerine kurmaya çabaladığım cümleleri. Bu ülkede sanki hep güneşli yaz sabahlarına uyandım; kaldığım otellerin odaları geniş, tavanları yüksekti. Kepenkleri açar açmaz, caddenin gürültüsüyle birlikte güneş giriyordu içeriye. Şimdi, o sabahları düşündükçe, kepenkleri kapalı, renkleri vişneçürüğünden turuncuya dönen yapılar, kalabalık alanlar, kemerli çarşılar, çeşmeler düşüyor aklıma. Her çeşmenin
anıtsal bir güzelliği olduğunu anımsıyorum. Bir beyaz
kâğıda eğilmiş, bu satırları yazarken yalnızca İtalya’nın
kentleri, Calvino “görünmeyen” dese de, görebilmek için
büyük çaba harcadığım o hepsi birbirinden güzel, birbirinden alımlı kentleri belirmiyor lambamın ışığında;
15
Toscana’nın servilerini, Puglia’nın zeytin ağaçlarını,
Livorno’da kıyı boyunca sıralanan çamları da hayal edebiliyorum. Beton yığını limanından başka hiçbir özelliği olmadığını sandığım Livorno’nun Medici’lerden kalma surlarıyla kanallarını keşfetmem için ikinci kez gelmem gerekmişti bu kente. Ve orada bir süre, yapıtlarını başka ülkelerde gördüğüm Modigliani’nin hayaletiyle baş başa kalmıştım. Floransa’da da öyle; renkler ve
biçimlerle sarmaş dolaştım, Arno’nun bir türlü tanımlayamadığım o benzersiz sarısıyla tanıştığım, derken ırmağın öyküsüyle sanat tarihini harmanlamaya kalkıştığım kentte. “Elveda Floransa” demek yakışık almaz
belki, ama bilmem yolum bir kez daha düşer mi oraya.
Umarım öyle olur. Öyleyse merhaba İtalya! İtalia mia!
2015

Benzer belgeler