İçindekiler - Bizturkmeniz.com

Transkript

İçindekiler - Bizturkmeniz.com
Türkmen Kardeşlik Ocağı
İçindekiler
Birkaç Söz ................................................................ 2
kardeşlik
Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi
Sayı : 297 - 298 - 299
Temmuz - Ağustos - Eylül 2014
Mayıs 1961 yılında yayın
hayatına başlayan bu dergi
Türk Dünyası
Edebiyat Dergileri üyesidir
TKO Adına imtiyaz sahibi
ve
Genel Yayın Yönetmeni
Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı
VII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri temsilcileri
Tataristan’da toplandı
Toplantının Sonuç Bildirisi .................................... 4
IRAK TÜRKMENLERİNDE YAĞMUR
DUASI..Doç.Dr. Necdet Yaşar BAYATLI ......6
Doğu Anadolu Halk Kültüründe Kurt
Dr. Yaşar KALAFAT .............................................. 22
Şehriyâr’a Irak’ta Yazılan Nazireler ..
Prof. Dr. Ayşe Gül SERTKAYA ............................ 28
Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı
Dr. Sabah Abdullah Kerküklü
Masuma (Şiir ) .. Dr. Mehmet Ömer KAZANCI .. 38
Yası İşleri Kurulu
Kasım SarıKahya
Adnan Ahmet Gaip
BEBEKLER (Şiir ) .. Selma MERDAN . . . . ......... 39
Dergi , Irak Gazeteciler
Sendikası Üyesidir
Üyelik Numarası : 1510
Erşat Hürmüzlü’nün “Bizim Mahalle” İsimli
Şiirinin Tahlili .. Haydar BAYATLI ...................... 40
E-mail :
[email protected]
Mehmet Akif ERSOY’un Hayatı ve Kişiliği
İsmail KESKİN ..................................................... 44
Tasarım
Hüseyin Lütfi Avni
Birkaç Söz...
Irak Türkmenlerinin baba ocağı Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından yayınlanan Kardeşlik
dergisinin değerli okurları, dergimizin yeni bir sayısını sizlere sunma onurunu ve mutluluğunu
yaşıyoruz.
Bir önceki sayı ile bu sayı arasındaki süreçte genel olarak Irak’ta ve özel olarak
Türkmenler arasında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin en üzücüsü 10
Haziran 2014 tarihi itibarıyla başta Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’un tamamı olmak üzere
Anbar, Selahattin ve Diyale illerinin bir kısmı terör örgütü IŞİD tarafından ele geçirilmesi,
binlerce masum sivil Türkmen, Yezidî, Hıristiyan ve Arap’ın öldürülmesi, göçe zorlanması
ve mallarına el konulmasıdır. Bunun neticesinde canlarını zor kurtaran yüz binlerce aile
Bağdat, kuzey, güney ve orta Fırat bölgelerine göç etmek zorunda kalmıştır. .
Türkmen Kardeşlik Ocağı olarak kısıtlı imkanlarımıza rağmen Telafer ve diğer
Türkmen şehirlerinden Bağdat’a göç eden yaklaşık 160 aileye maddi yardımda bulunduk.
En kısa zamanda yerlerinden edilen ve göçe mecbur kalan bu göçmenlerin sıkıntılarının
sonra erdirilmesini ve tekrar yerinelerine dönmelerini diliyoruz.
Bu sırada Türkmen şehri Amirli’nin IŞİD terör örgütüne karşı gösterdiği direniş ve
mücadele dünya çapında bir kahramanlık simgesi olmuştur. İyi savaş eğitimi görmüş ve
modern silahlarla donatılmış IŞİD militanlarına karşı Türkmen şehri Amirli›nin yiğit ve
kahraman insanları kısıtlı imkanlarına ve ambargo altına olmalarına rağmen üç aydan
fazla bir sürede karşı koymayı ve zaferi elde etmeyi başarmakla 21. yüzyılda bir Türkmen
kahramanlık destanını yazmış oldular.
24 Haziran 2014 tarihinde Kerkük ilçe meclis başkanı ve ITC yönetim kurulu üyesi
sayın Münir Kafili’nin hain teröristlerin düzenlediği suikast sonucunda hayatını kaybetmiştir.
Bu olay Türkmenleri yasa boğmuştur. Rahmetli mücadeleci, ömrünü Türkmen davasına
adamış, 20 yıla yakın bir sürede hapis yatmıştır. Hapisten çıkar çıkmaz gençliğini uğruna
verdiği Türkmen davası yoluna devam etmiş ve 2003 yılından bu yana Türkmen davası için
unutulmaz hizmetleri olmuştur.
Türkmenlerin bir diğer acı kaybı ise milli mücadeleci Sadun Köprülü’nün kalp krizi
sonucunda 21 Temmuz 2014 tarihinde Ankara’da hakkın rahmetine kavuşmasıdır. Köprülü,
Türkmen davası uğruna 17 yıl hapis yatmıştır. Hapishaneden çıkınca milli dava yoluna
vefat edene kadar mücadele etmiştir.
Rahmetli Münir Kafili ve Sadun Köprülü’ye Allah›tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine
sabır dileriz. Toprakları bol, mekanları cennet olsun.
Siyasî gelişmeler çerçevesinde ise Sayın Dr. Fuat Masum Cumhurbaşkanlığına,
Sayın Dr. Selim El-Ceburi Irak Temsilciler Meclisi Başkanlığına ve Dr. Haydar El-Ubadi
başbakanlık makamına seçilmiştir. Böylece Irak›ın yeni hükümet kabinesi Dr. Haydar ElUbadi başkanlığında kurulmuş ve Temsilciler Meclisi›nin güven oyunu almıştır.
Devletin zirvesindeki üç başkanlık ve yardımcıları (Cumhurbaşkanı, Temsilciler
Meclisi Başkanı ve Başbakanın üçer yardımcıları var) makamlarında Türkmenlerin bir
temsilcisinin bulunmaması bizi derinden üzmüştür. Bir önceki hükümet kabinesinde üç
Türkmen bakanının bulunmasına rağmen, yeni kurulan hükümet kabinesinde Türkmenler
hak ettikleri oranda temsil edilmemiştir. Ulusal İttifak’ın bir parçası olan Bedir Örgütü
kendi kontenjanından Türkmenlere bir bakanlık vermiş ve böylece Sayın Muhammet Mehdi
Bayatlı İnsan Hakları Bakanı makamına getirilmiştir. Türkmen Kardeşlik Ocağı olarak
Irak’ın yeni Cumhurbaşkanı Sayın Dr. Fuat Masum, Irak Temsilciler Meclisi Başkanı Sayın
2
Dr. Selim El-Ceburi, Başbakan Dr. Haydar El-Ubadi ve başta İnsan Hakları Bakanı Sayın
Muhammet Mehdi Bayatlı’ya olmak üzere diğer bakanlara da üstün başarılar dileriz.
Temsilciler Meclisi’nde dokuz Türkmen milletvekilinin bulunmasına rağmen yukarıda
belirtildiği gibi Türkmenlere hakkettikleri temsil fırsatı verilmemiştir. Bu da bizi derinden
üzmüştür. Buna rağmen Türkmen milletvekillerinin temsilciler meclisinde bir Türkmen
bloğunu oluşturup, Türkmenlerin sesini ve isteğini meclise ve dünyaya duyurmalarını
temenni ederiz.
Dergimizle ilgili çok önemli bir gelişme yaşanmıştır. 1961 yılından bu yana yayınlanan
Kardeşlik Dergisi günümüze kadar Irak Gazeteciler Sendikası’nda kaydedilmemiş ve akredite
almamıştır. Yaptığımız çalışmalar sonuncunda dergimiz Irak Gazeteciler Sendikası›nda
kaydedilmiş ve akrediteli dergiler arasına alınmıştır. Irak Gazeteciler Sendikası’nın üyesi
olan Kardeşlik Dergisi’nin üyelik numarası 1510’dur. Bu gelişme hem Kardeşlik Dergisi
hem de Türkmen basın ve yayın organları için büyük bir başarı sayılır.
Elinizde bulunan dergimizin bu sayısının Türkçe bölümünde Prof. Dr. Ayşe Gül
Sertkaya, Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı, Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, Dr. Yaşar Kalafat,
Haydar Bayatlı, İsmail Keskin vd.; Arapça bölümünde ise Habib Hürmüzlü, Dr. Sabah
Kerküklü, Dr. Suphi Nazım Tevfik, Dr. Saad El-Fettal, Dr. Abdurrahim Abdulvahit, Vahidettin
Bahaettin, Fazıl El-Hallak, Nermin Tahir Baba, Tahsin Huveyyiz, Adnan Ahmet Gayıp, Behcet
Sadık vd. tarafından ele alınan inceleme, araştırma ve şiir parçalarına yer verilmiştir.
Elinizde bulunan bu sayıda herhangi bir eksiklik varsa hoşgörünüze sığınarak
bağışlamanızı diliyor, hataların telafi etmesi ve dergimizin zenginleştirilmesi için notlarınızı
ve eleştirilerinizi bekliyoruz.
Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI
Türkmen Kardeşlik Ocağı Genel Başkanı
3
VII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri
temsilcileri
Tataristan’da toplandı
Toplantının Sonuç Bildirisi
Kardeşlik dergisinin de üye olduğu Türk Dünyası Edebiyat Dergileri VII. Kongresini, 2014
Türk Dünyası Kültür Başkenti Kazan’ın ev sahipliğinde, TATMEDİA, Tataristan Kültür
Bakanlığı, TÜRKSOY ve Avrasya Yazarlar Birliği’nin işbirliği ile 2830- Ağustos 2014
tarihlerinde, Tataristan’ın başkenti Kazan’da toplandı.
Kongreye, 14 ülkeden önde gelen 38 edebiyat dergisinin genel yayın yönetmeni ve
temsilcileri katıldı. Kongreye davet olan Kardeşlik dergisinin eski genel yayın yönetmeni
Dr. Mehmet Ömer Kazancı bu yıl vize problemi yüzünden katılma imkânını sağlayamadı.
Kongre, Tataristan Milli Kütüphanesi Salonunda başlamış ve Tataristan Yazarlar Birliği’nde
devam etmiştir.
Kongrede, Edebiyat ve Tarih, Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Arasındaki İlişkilerin
Geliştirilmesi oturumları yapılmış ve Kazan Üniversitesi Filoloji ve Uluslar arası İlişkiler
Enstitüsü tarafından yayınlanan TATARİCA isimli bilimsel derginin tanıtımı yapılmış,
VI. Kongrede açılması kararı alınan Kalemdaş “Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Ortak Ağı”nın
internette açılışı gerçekleştirilmiş, portalın daha aktif kullanılması için değerlendirmelerde
bulunulmuştur ( www.kalemdas.com).
Katılımcılar, Tarihî Bulgar Şehrini ziyaret etmişler ve Tataristan Cumhuriyet Günü ile Kazan
Şehri kutlamalarına katılmışlardır.
Kongre katılımcılar, Tataristan Cumhuriyet Günü kutlamaları vesilesiyle Tataristan
Cumhuriyet Başkanı Rustam Minnihanov’la görüşmüşlerdir.
VII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi delegeleri, Tataristan Parlamentosunu
ziyaret etmişler ve Parlamento Başkanı tarafından kabul edilmişlerdir.
Kongre iştirakçileri;
- Kongrenin, Kazan’da toplanmasını sağlayan Tataristan Cumhuriyet Başkanı Rustam
Minnihanov’a şükranlarını sunarak;
- En üst düzeyde organizasyon ve sıcak evsahipliği ile çalışmaların gerçekleşmesine
katkı sağlayan Tataristan Kültür Bakanı Ayat Sibgatullin’e, Tataristan Enformasyon
İdaresi Başkanı İrik Minnahmetov’a, TATMEDIA Genel Müdürlüğüne, Tataristan Yazarlar
Birliği Başkanlığı’na, uluslararası ulaşım sponsorluğunu üstlenen TİKA Başkanlığına ve
çalışmaları büyük bir titizlik ve ustalıkla idare eden Sembel Taisheva başta olmak üzere
tüm emeği geçenlere teşekkür ederek,
aşağıdaki hususların kamuoyu ile paylaşılmasına kararları vermişlerdir:
1.
Kazan 2014 Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Türk Dünyası
Edebiyat Dergileri Genel Yayın Yönetmenlerinin Tataristan’da buluşmalarından duydukları
memnuniyetin ifade edilmesine;
2.
Kazan’da bulundukları süre içerisinde, Türk Dünyası Başkenti etkinliklerinden
yakından haberdar olan iştirakçiler, yıl içerisindeki tüm çalışmaları için başta Tataristan
4
Kültür Bakanı Ayat Sibgatullin
olmak üzere tüm emeği geçenlere şükranlarının
bildirilmesine;
3. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresinin toplanmasında her yıl değeri ölçülemeyecek
katkılar sunan, Türk Dünyası Kültür Başkenti uygulamaları başta olmak üzere pek çok
emsalsiz kültür faaliyeti ile Türk halklarının dostluk ve kardeşlik bağlarının güçlenmesini
sağlan TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsein Kaseinov’a; geçirdiği operasyondan dolayı
geçmiş olsun dileklerinin bildirilmesine,
4. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresinin kurucularından olan ve İran’da yayınlanan
Varlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dr.Cevat Heyet’in vefatından duydukları üzüntünün
ifade edilmesine ve tüm Varlık Dergisi camiasına başsağlığı dileklerinin iletilmesine;
5. KALEMDAŞ, Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Ortak Portalının aktif çalışması için iştirakçi
dergilerin yeni sayılarının portal idaresine ulaştırılmasına,
6. Her yeni sayıdan seçilecek bir edebî eserin portalda yayınlanması için önerilmesine,
7.Türk dillerinden çevirileri yapılarak dergilerde yayınlanan eserlerin telif ve çeviri nüshaları
ile birlikte portala gönderilmesine,
8. Kazan’da toplanan kongrede kullanılan amblemin Türk Dünyası Edebiyat Dergileri
Kongresi Amblemi olarak belirlenmesine,
9. Her yıl verilen Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Adamı-2014 ödülünün Aralık Ayında
Azerbaycan’ın Bakü Şehrinde yapılacak olan III. Uluslararası Kaşgarlı Mahmut Yarışması
Ödül Töreni ile birlikte verilmesine,
10. Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı TÜRKSOY tarafından 2014 yılının Türkmen Şairi
Mahtumgulu Firagi Yılı ve Kırgız Ozanı Toktogul Satılganov Yılı ilan edilmesi dolaysı ile,
edebiyat dergileri olarak, adı geçen şairlerin tanıtılması için yapılacak çalışmalara destek
verilmesine,
11. Edebiyat dergileri arasındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesine, ülkeler arasında dergi
mübadelesinin artırılmasına ve dergilerin içinde kütüphane adreslerinin de bulunacağı
belirlenecek bir ortak listeye gönderilmesine;
12. Yıl içerisinde Kazan 2014 Türk Dünyası Kültür Başkenti faaliyetlerinin kongre üyesi
dergilerde duyurulmasına,
13. 2015 yılında Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Adamı olarak Kırgız Şiir Akademisi Başkanı
Omor Sultanov’un ilan edilmesine
14. VIII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresinin, imkânlar uygun olduğu takdirde,
2015 yılı Türk Dünyası Kültür Başkenti’nde toplanmasına,
Karar vermişlerdir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
VII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri
temsilcileri
Tataristan’da toplandı
Toplantının Sonuç Bildirisi
30.08.2014
5
IRAK TÜRKMENLERİNDE
YAĞMUR DUASI
Doç.Dr. Necdet Yaşar BAYATLI
*
Mevsimlere ve hava durumlarına göre sayısız dualar, yakın zamanlarda yaratılmış değil, genel olarak
dünyanın çok daha eski zamanlarından kalmadır. Uygarlıkta ne kadar ileri gidilmiş ise de kişilerin ortaya
attıkları takvim gelenekleri, dinî âdetleri günümüze kadar sürdürülmüş ve daha da sürdürülmektedir.
Bunların arasında bizi bu konuda en çok ilgilendiren yağmur duasıdır. 1
İlkellerden başlayarak hemen bütün insanlık tarihinde yağmurun taşıdığı önem büyüktür. Gökten inen
bereket sayesinde insanların daha mutlu olacaklarının bilinmesi, yağmura ve diğer gökyüzü olaylarına
kutsal bir görüntü verilmesine yol açmıştır. Özellikle İslamiyet’in kabulünden önce ve sonra Türklerin
yaşadıkları bölgelerde de bunun için çeşitli törenlerin yapılması, hatta komşu milletlerin kültürlerinden
etkilenme veya onları etkileme dolayısıyla birçok varyantın oluşması, yağmur duasının ve bununla
ilgili törenlerin ne kadar geniş bir alana yayıldığını kolaylıkla ortaya koymaktadır.2
Orta Asya ve Sibirya’dan Anadolu yaylasına, köy ve kasaba gibi yerleşme alanlarına taşınan yağmur
3
duası inancı varlığını göçebe ve yerleşik Türk hayatında korumaktadır. Her kavimde olduğu gibi
Türklerde de yağmur, bulut ve yıldırımlar ile gök gürlemeleri, birbirinden kolaylıkla ayrılmayan tabiat
hadiseleridir. Yağmur sözü, en eski Türkçe metinlerinden itibaren görülen ve bu anlayışı karşılayan tek
sözdür. 4
Eski Türkler yağmurları da “katı yağmur” deyişi ile açık bir şekilde diğerlerinden ayırarak
adlandırmışlardır. Çok eski çağlardan beri yağmurun dinmesi “tındı, tınmak” sözleri kullanılmıştır.
Mesela yağmur tındı, yağmur dindi demektir. 5
Türk kavimlerinde çok eski devirlerden beri yaygın bir inanca göre, büyük Türk Tanrısı Türklerin
ceddi âlasına “yada” veyahut “cada, yat” denilen bir sihirli taş armağan etmiştir ki bununla istediği
zaman yağmur, kar, dolu yağdırır, fırtına çıkarırdı. Bu taş her devirde Türk kamlarının ve büyük
Türk komutanlarının ellerinde bulunmuştur. Şamanistlere göre, zamanımızda da büyük kamların ve
yadacıların ellerinde bulunmaktadır. 6
Kaşgarlı Mahmut yağmur taşını yat tesmiye ederek şöyle izah etmektedir: “Bir türlü kâhinliktir. Belli
başlı taşlarla yapılır. Böylelikle yağmur ve kar yağdırılır; rüzgâr estirilir. Bu Türkler arasında tanınmış
bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkelerinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu; mevsim yazdı. Bu
suretle kar yağdırıldı. Ulu Tanrının izniyle yangın söndürüldü”. 7
Şamanist Yakut Türkleri “yada” taşına “sata” derler. Bu taş Yakutlara göre at, inek, ayı, kurt gibi
hayvanların içinde bulunur. En kuvvetli sata taşı kurdun karnından çıkarılan taştır. “sata taşı” ile
Şamanlar yağmur, yazın kar yağdırabilirler; müthiş fırtına estirirler. Sata taşı canlı bir cisimdir. İnsan
suretine benzer. Yüzü, gözü, kulağı, ağzı çok açık görülür. Kadın veya bir yabancının eli veya gözü
dokunursa ölür, kuvvetini kaybeder. Kişi, canlı “sata”yı eline alıp yukarı kaldırırsa derhal soğuk
6
rüzgâr eser, yağmur veya kar yağar. Elinde bu
taşı bulunan adam uzak yola çıkar, atının yelesi
veya kuyruğu altına bunu bağlarsa at terlemez,
daima esen serin rüzgâr altında rahat rahat
seyahat eder. 8
Yağmur taşı yumuşak ve büyük bir kuş
yumurtası büyüklüğünde olup üç türlüdür,
diyen Faruk Sümer; kimilerinin, taşın Çin’in
doğu
sınırlarındaki
madenlerde
olduğu,
kimilerinin taşın Çin serhaddindeki sürhab
adlı kırmızı kanatlı bir su kuşunun mahsulü
olduğunu söylediğini ve nasıl kullanılacağı
hususunda anlaşmasızlık olduğunu, kimilerinin
“aşağıya akan bir suyun içine atılır” dediklerini,
birçoklarının bunun kullanma sırrına, metoduna
yalnız Türklerin vakıf olduğu ve kimseye de
öğretmediğini söylediğini anlatmaktadır. 9
Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra
Şamanlığın birçok pratik ve uygulamasını İslamî
bir kılığa büründürerek devam ettirmişlerdir.
Günümüzde başta Anadolu sahasında yaşayan
Türkler olmak üzere, diğer Müslüman Türk
toplulukları arasında da yağmur yağdırmak
için yapılan yağmur duası törenlerinde çakıl
taşı toplayıp, üzerine Kuran-ı Kerim’den belli
ayetler okuyup üfleyerek suya atılması âdeti,
eski Türklerin yada taşı ile olan inançlarının bir
uzantısı gibi görülmektedir.
Türk insanı için yağmur oldukça önemlidir.
Yağmur bolluktur, berekettir, hayattır, yaşamaktır,
var olmaktır. Onun için yağmurun yağmaması
felakettir ve bunu önlemek için Tanrı’ya farklı
şekillerde dualar edilir, niyazlarda bulunulur.10
İslamî renge bürünmüş yağmur duasının temeli
Kuran-ı Kerim’e değil, hadislere dayanır. Bütün
Müslüman ülkelerinde ortak özellikler vardır;
ancak törenin şeklini, yağmur duasının yapıldığı
ülkenin yapısı belirler. Bunlara yerel âdetler de
katılınca her yörede farklılıkların görülmesi
11
doğaldır. Nitekim Türkiye’de de özde aynı
olmakla birlikte bölgeler arasında hatta aynı şehir
sınırları içerisinde yağmur yağdırma törenlerinin
değişik şekillerde uygulandığı görülmektedir. 12
Yağmur duasının hangi durumlarda ve nasıl
yapılması gerektiği konusu hadislerde açıkça
belirtilmiştir. Buna göre sabahleyin yerleşim
alanlarının dışında iki rekâtlık namaz kılınır.
Bu namaza katılanlar, sade kıyafetler giyer.
Namazdan sonra iki hutbe okunur, cübbeler
ters çevrilir ve yağmur duası edilir. “Istiska”
adı verilen söz konusu yağmur duasının diğer
aşamalarında okunmuş taşlar suya atılır; büyük
küçük herkesin katıldığı kalabalık bir toplulukla
yerleşim biriminin dışında yüksek bir yerde
ya da bir ziyarette dua edilir. Dua sırasında
elbiseler ters giyilir; eller, parmaklar yere doğru
çevrili olarak tutulur. Daha sonra topluca yemek
yenilir ve fakirlere hayır aşı dağıtılır. Bu törene
hayvanların ve bebeklerin de katıldığı; burada
kuzuların analarından ayrılarak melettirildiği,
13
bebeklerin de ağlatıldığı görülmektedir.
Irak Türkmenleri arasında yağmur sözcüğü yerine
yaygın olarak yağış sözcüğü kullanılmaktadır.
Diğer Türk topluluklarında olduğu gibi Irak
Türkmenleri arasında da yağışa çok önem
verilmekte, bolluğu hayra, berekete; yokluğu ve
azlığı ise felakete, kıtlığa ve kuraklığa bir işaret
olarak görülmektedir.
Bölgede yağışın/yağmurun birkaç çeşidi vardır;
“ilkbahar yağmuru”, “çişe”, “sis”, “pele”,
“çileme”, “qoca berkü”, “qarı muncuğu”, “at
quyrığı”, “nemnem” vb.dir.14 Sayılan bu yağmur
çeşitlerinden pele, yavaş yavaş yağar ve toprağın
canına işler.
Güzel bir pele yağarsa yüzler güler, ekmek ucuzlar
ve bereketli bir yılın öncüsü sayılır. 15
Günümüze kadar bölgede yapılan yağmur
duası törenleri ile ilgili en önemli çalışmanın
16
Ata Terzibaşı tarafından yapıldığı söylenebilir.
Burada adı geçen çalışma, konu ile ilgili hazırlanan
diğer çalışmalar ve saha çalışmasından derlenen
malzemeden yola çıkarak Irak Türkmenleri
arasındaki yağmur duası törenleri dört başlık
altında incelenecektir ve sonrasında Irak
Türkmen halk edebiyatının şah damarını teşkil
eden hoyratlarda yağış sözcüğü ele alınacaktır.
1. Büyükler tarafından yapılan dinî törenler
7
2. Çocuklar tarafından yapılan geleneksel törenler
3. Diğer Törenler
4. Yağmurun dinmesi için yapılan törenler
1.Büyükler tarafından yapılan dinî törenler:
Bölgede yağmur gecikirse, geçmişte yaşanan kıtlık yılları hatırlanır. Ekip biçme ile ilgisi olmayanlar
bile yağıştan, ekinden dem vurur. Topraktan ağaçlara, kuşlara, insanlara kadar her şeyde ve bütün
yaratıklarda, yağış için bir bekleyiş, bir sızlanma olur. Gökten inen her bulut parçası bütün yalvaran
bakışları üstüne toplar. Kimi zaman koyu bulutlar, günlerce göklerde konaklar da yağmur yağmaz.
Göklerde parlayan ışık, yüreklerde doğan umut söner. Yok, yok bu yıl da bildir (geçen sene) kimin, ekin
olmaz, perişan olu feqir, fuqara, diye umutsuzluk çöker memleketin üstüne.17
Yağmur duasına bütün memleket halkı katılır. Halk, üç gün oruç tutar. Üçüncü gün bütün memleketin
çarşıları kapanır. Memleket halkı, önlerinde müftü, hatip, molla ve diğer din adamları, daha önlerinde
de tef çalanlarla bayrak taşıyanlar, bunların önünde de medrese çömezleri tekbir ve salâvatlar getirip
dualar, ayetler okuya okuya büyük bir kafile halinde şehrin dışına çıkar ve bir çayın, arkın, suyun
kenarında oturur. Kurbanlar kesilir, büyük kazanlarda yağmur aşı yapılır. Dua merasiminde iki rekât
namaz kılınır. İmam vazifesi gören müftü, molla vb. cübbesini ters giyer. Namazdan sonra imam
yağmurun yağması için Allah’a dua eder, cemaat ise hep bir ağızdan “Âmin” der. Halk orucunu yapılan
yağış aşıyla açar. Törene katılan herkes 100 çakıl taşı toplayıp her taşın üzerine
“‫”وهو الذي ينزل الغيث من بعد ما قنطوا وينشر رحمته وهو الولي الحميد‬
ayetini okur ve üfleyerek suya atar. Yağmur duası esnasında suya çakıl taşının atılması sadece bölgede
değil, başta Anadolu olmak üzere birçok Türk topluluğu arasında uygulanan bir pratiktir. Çorum’un
Kiranlık Köyü’nde yağmur duası yapılırken uygulanan ritüellerin birisi de taş toplamaktır. 100 adet
taş toplanır ve her bir taşa sureler (3 ihlâs-1 Fatiha) okunarak torbada toplanır. Toplanan bu taşlar ise
o köyde veya yakın bir yerde akan bir su akıntısına gömülür. Taşların suya gömülme amacı yağmurun
18
yağmasına çağrışım yapmaktır. Türk yağmur duası törenlerinde suya taş atma pratiğiyle Sibirya ve
Türkistan Türklerinin yağmur taşı arasında bir bağ vardır. Çin ve Arap kaynaklarında yada taşı ile
19
ilgili birçok bilgi bulunabilir.
Bölgede tören bittikten sonra herkes kendi evine döner. Dua esnasında veya sonunda müftü, hatip veya
20
din adamlarından hangisi olursa olsun habersiz şekilde suya atılır. Bu esnada çocuklar, bir atın veya
bir eşeğin kafa iskeletini bulup yakarlar. 21
Ata Terzibaşı’nın Ali Telaferli’den naklettiğine göre, Telafer’de yağmur duası geleneği şöyle yapılırdı:
Telafer’in kırk kilometre kadar kuzey batısına düşen “Şıx Nevrü” yatırı önünde toplanan halk,
kestikleri koyunun kanını, taştan yontulmuş bir hayvan veya dibeğin içine akıtırlar. Bunu yağacak
olan yağmurun temizleyeceğini düşünürler. Adı geçen yatır hakkında söylenen şu manzum parçalar, bu
töreni canlandırmaktadır.
Şıx Nevrü’ye gidenler
Şatravannan (yıkanmaktan) dönenler
Şıx Nevrü haq elçisi
Muqaddastır türbesi
Yeşil qamış çevresi
Etrafında dibek var
Şıx Nevrü yağış qanı
Karaç üsti mekânı
Qoç qoyındır qurbanı
22
Qanını yağmur yexer
Bu törenlere sadece erkekler katılır, kadınların katılması uygun görülmez. Bu durum da bizi mit
dönemine kadar götürmekte ve bize şunu hatırlatmaktadır;23 eskiden pek çok kabilede kadınların
ve çocukların önünde mitler anlatılmazdı. Umumiyetle yaşlı öğretmenlerin öğrencileri ile ormanda
inzivaya çekildikleri bir sırada ve giriş merasimleri sırasında bu mitler anlatılırdı. R. Piddington,
8
Karadjanlardan bahsederken: “Kutsal mitlerle
kadınlar prensip olarak ilgilenmezler. Bilhassa
giriş merasimlerine alınmazlar.” demektedir.24
Bu tören bütün Türkmen yerleşim birimlerinde
yok denecek kadar az farklılıkla yapılırdı. Ata
Terzibaşı’nın belirttiğine göre bu gelenek İkinci
Dünya Savaşı’na kadar devam etmiştir. Şakır
Sabır Zabıt’ın naklettiğine göre ise Kerkük’te
bu gelenek en son 1952’de yapılmıştır. Saha
çalışmamızda bu törenin Kerkük’e bağlı Tavuk
İlçesinde en son 1964’te, Diyale iline bağlı
Hanekin ilçesinde ise 1971’de yapıldığını tespit
ettik.
Tören esnasında 100 adet çakıl taşının suya
atılması âdetinin eski Türklerin yada taşına
olan inançlarının bir uzantısı gibi düşünüldüğü
yukarıda belirtilmiştir. Bununla birlikte imamın
ve din adamının elbiseyi ters giymesinin de
eski Türk kültüründen gelen bir âdet olduğu
düşünülmektedir.
Bölgede yapılan yağmur duası törenleri Türk
dünyası ve Anadolu’nun birçok yerinde benzer
bir şekilde yapılmaktadır. Bu törenlere bir göz
atacak olursak;
Hazara Türklerinde yağmurun yağması için
yağmur namazı kılınır. Namaz iki rekâttır.
Namazla birlikte camide helva pişirilir ve toplu
25
halde yenir. Yağmur duası Karay Türklerinde
açık
havada
yapılmaktadır.
Kenasa’nın
bahçesinde veya yakınındaki boşlukta din
görevlilerin yönetiminde Karay cemaatinin
iştiraki ile yapılır. Karay din görevlisi kara cübbe
giyer, gümüş aksesuarı ve iç giysisi kök (mavi)
26
olur. Kosova’da yağmur duası şöyle yapılır: Halk
bir derenin kıyısında büyük bir grup halinde
yağmur yağması için toplanıp dua eder. Kırk taşa
dua okunup üfürüldükten sonra bu taşlar sağlam
bir çuvala konur, iyi bağlanır ve suyun dibine
indirilir. Sonunda ellerini Tanrı’ya açarak “aman
Allah’ım bize yağmur ver” biçiminde dileklerini
dökerler.27
Adana’da yağmur duası şöyle yapılır: Yağmur
yağdırma törenlerine yaşlı, genç, kadın, erkek
ve çocuklar katılır. Yağmur duasına çıkılmasına
karar verilince hazırlıklar yapılır. Çeşitli
yörelerde farklılıklar gösteren bu hazırlıklar,
oruç tutma, mevlit okutma, yemekler hazırlama,
kurban kesilecekse kurbanı temin etme, kurban
sonrası toplu yeme için yemek kaplarını sağlama,
dilek için suya atmak üzere taş toplama, hayvan
kafatasları toplama, taş çuvallarını okuma
vb.dir. Törenin ikinci aşaması yağmur duası
yürüyüşüdür. Önde hoca yürür, köylüler onu izler.
Bazı yörelerde ceketler ters giyilir. Dualar edilir,
ilahiler söylenir.28 Bayburt’ta yağmur duası için
hazırlanan yağmur yemeği cemaatin durumuna
göre, namazdan önce ya da sonra yenilir. Sofralar,
kırlardaki çimenler üzerine serilir. Yemekler
tepsilerle verilir. Yemek işi bitince dua edilir.
Bu dua şöyledir: Vakit namazı bitince imamla
birlikte tüm cemaat ayağa kalkar. İmam duaya
başlar. Bu esnada herkes kollarını kaldırıp ileri
uzatır, avuçlarının içini toprağa gelecek şekilde
yere çevirir. Parmak uçlarını aşağıya doğru
büker. İmam duasını bitirince Tanrı’dan yağmur,
bolluk ve bereket ister, ekinlerin korunmasını
diler. Buna âmin diyenler de ayrıca, kendilerinden
geçercesine içten niyazlarla Allah’a yalvarırlar.
Yine âmin sesleri göklere yükselir. Törenden
29
sonra herkes kendi mahallesine ve köyüne döner.
Dinî
ayinlerden
amaç
insanı Tanrı›yla
yakınlaşacağı kutsal bir alana çekmektir. Ayinler
inananların kutsal bir atmosfere girmesini
sağlayan kurallar ve törensel davranışların
bütünüdür. Yağmur duası bir istek duasıdır, arkaik
ve geleneksel toplulukların tanınması, mitosların
ritüel davranışlarla ve insan topluluklarının
hayatını yöneten kurumlarla ilişkisini göstererek
30
bunların önemini ve anlamını ortaya koymuştur.
Bölgede dinî törenler içinde ele alınması ve
burada üzerinde durulması gereken bir başka
tören ise bazı yabancı seyit ve dervişler tarafından
yapılan törendir. Tören şu şekilde yapılır: Seyit ve
dervişler, tef çalarak yağmur dileğiyle;
La ilahe illalla (h)
Yağış yağar inşalla (h)
nağmesini tekrarlayarak şehrin sokaklarını
dolaşır. Halktan topladıkları yağ, pirinç,
un, mercimek, bulgur gibi erzakı bir çuvala
9
doldurarak evlerine götürmek üzere birlikte
31
dolaştırdıkları merkebe yüklerler.
2. Çocuklar tarafından yapılan geleneksel törenler
Çocuklar tarafından yapılan yağmur yağdırma
duası töreni, genellikle akşam saatlerinde şu
şekilde yapılır:
2.1.Çemçele Kız:
Anadolu’da “bodi”, “bodi bostan”, “dodu”,
“gode”, “gode gode”, “göde göde”, “gelin”, “gelin
gok”, “çomça gelin”, “çömçe gelin”, “kepçe gelin”,
“çullu kadın”, “kepçe kadın”, “çalı gezme”, “çulla
kepçecik” vb.32 gibi adlarla bilinen bu oyun Irak
Türkmenleri arasında “çemçele kız” ve “çemçele
gelin”, “çömçele gelin” adıyla bilinmektedir.
Bölgede bu tören genellikle 7–12 yaşları arasındaki
çocuklar, özellikle kız çocukları tarafından
icra edilir. Büyük bir çömçe (kepçe) beyaz bir
kumaşla sarılarak, baş tarafı kömür veya eskiden
çok kullanılan bakır kazanın isiyle göz, ağız,
burun çizilerek kavurçağ (oyuncak) yani kukla
haline getirilir. Çocuklar bunun ipinden tutup
bebek oynatırmış gibi oynatarak yakın sokak ve
mahalleleri dolaşarak hep bir ağızdan özel bir
nağme ile şu manzum parçaları söylerler:
Alla (h) bir yağış ele (eyle)
Dam duvarı yaş ele
Paşa (ağa) qızı geçende
Babıcını (qundurasın) yaş ele
veya
Çemçele qız aş istiri
Allah’tan yağış istiri
Açın ambar ağzını
Verin yağış payını
Vereni xatun ossın
33
Vermeyeni qatır ossın
veya
Çemçele qızım yağıştı
Her gelene bağıştı
Verenler xatun olsın
Vermeyenler qatır olsın
Açın xazne qapısını
34
Verin Allah borcını
veya
Hey çemçele çemçele
Çemçelem yağış ister
Hüseyin’i yağlamağa
Beşigi belemeğe
Verene Allah versin
Vermeyene de versin
Oğlı küreken dursın
Qızı helhele versin
10
Ver Allah’ım ver
Yağmurunnan sel
Köbekli xarman
Qoç qoyın qurban
Hey çemçele çemçele
Çemçelem yağış ister
35
Dam duvar yaş ister
veya
Çemçele geldi eşige
Oğlanı qoydı beşige
Tarı bir rahmet versin
Qoyınlara süt versin 36
veya
Çemçele gelin ne ister
Allah’tan yağış ister
Xelem eli xemirde
Bir tas dolu su ister
veya
Bir yağ verin yağlıyağ
Pirinç verin tox edeğ
Duz da soğan samırsağ
Aşın dadı xoş edeğ
Verenin oğlı olsun
Erkekli boylı olsun
Buğdası çoxlı olsun
Vermeyen qızı olsun
Üz gözün poxlı olsun
Arvadı qoxlı olsun
Bir gözü de kör olsun
Bu ezgide geçen “çemçele qızım aş istiri” bölümü
ihtiyaca göre “çemçele qızım yağ, şeker, bulgur,
soğan, hurma, un, para istiri” şeklinde de
söylenebilir. Ev hanımları çocuklara istenilen
erzağı verir ve kuklanın yüzüne kovayla su
döker. Bu arada çocuklar, sokakta kazan kurarak
büyüklerin yardımı ile yemek yapar. “Yağış aşı”
adı verdikleri bu yemek uğurlu sayılır ve hep
birlikte yenir.37
Çömçele Gelin oyunu Telafer’de şu şekilde icra
edilir: Çocuklar ellerine bir kukla alır, mahalle ve
sokakları dolaşarak;
“Ha şillo ha millo çömçele yağış ister
Verene Allah versin vermiyene de versin, ya Allah
bir rehmet”
tekerlemesini yüksek sesle söylerler. Mahalledeki
evlerden üzerlerine su serpilir ve un, bulgur,
pirinç vb. bir miktar erzak verilir. Toplanan
erzakla bir caminin avlusunda büyük bir kazanda
yemek pişirilir ve hem hazır bulunanlara hem de
mahalle sakinlerine dağıtılır. Yemek yendikten
sonra bir din adamı eşliğinde yağmur duası
okunur. Böylece yağmur yağacağına inanılır.
Bazen “Çemçele Kız” kepçeden veya tahtadan
yapılmaz, Çemçele Kız görevini insan yapar.
Onun başına bez sarılır, boynunun arkasına ağız,
burun, kaş, göz yapılır. Boynuna ip bağlayıp
oynatırlar. 38
Bu âdet Anadolu’nun birçok yerinde icra
edilmektedir. Gaziantep’te bu âdete “Gelin Gok”
39
denilir. Harput’ta bu âdet Mola Potik adı ile icra
40
edilmektedir. Mersin Yöresi Tahtacıları arasında
bu oyun Dodu, Tümbüdük/Püsücük, Kıtkıdı
41
adları ile bilinmekte ve icra edilmektedir.
Bu tören Irak Türkmenlerinin yaşadıkları bütün
il ve ilçelerde yok denecek kadar az farklılıklarla
icra edilirdi. Günümüzde ise artık bu tören icra
edilmemektedir.
2.2.Köse Geldi:
Sözcük olarak “köse”, Irak Türkmenleri arasında,
buluğ çağını aştığı halde yüzüne tüy/kıl gelmeyen
erkek anlamına gelir.42 Bölgede yağmur duası
törenlerinde çocuk ve gençler tarafından icra
43
edilen törenlerden birisi de Köse Geldi törenidir.
Bu oyun şu şekilde icra edilir:
Çocukların biri köse olup yüzünü kazan isiyle
kapkara renge boyar. Bir keçe parçasını beline
bağlar, iki yemeniden (dikişli ayakkabı) kulak
yapar, boynuna kankavur denilen çıngırak takar,
başına boynuz yapar, arkasına da bir kuyruk
bağlar ve keçi derisi giyer. Tıpkı bir qodığı (sıpayı)
veya qancığı (köpek yavrusu) andırır şekilde
hoplaya zıplıya mahalle ve sokakları dolaşır
ve kapıları çalar. Diğer çocuklar da arkasından
koşuşarak ezgiler söylerler. Kösenin çaldığı evin
kapısı kendisine açılır, para, yemek, yağ, pirinç
vb. yiyecekler verilir. Köseye kapısını açmayan
eve, çocuklar “köse geldi qapıvı qırdı”44 derler
veya Köse’nin dilinden şunu söylerler;
Dura dura yoruldım
Tütünivizden boğuldım
Açın anbar qapısını
Verin yağış payını 45
Bununla birlikte Köse ve beraberindeki çocuklar
aşağıda metni verilen ve bir dua niteliğinde olan
tekerlemeyi de söylerler.
Çax daşı çaxmağ daşı
Yandı üregim başı
Fellahların yoldaşı
Ekinlerin qardaşı
Yağ yağışım yağ
Yağ yağışım yağ
Fellahlar ekin eker
Ekinler de su ister
Yağış feqir babası
Feqir de yağış ister
Yağ yağışım yağ
Yağ yağışım yağ
Ekin çaydan (arxtan) su ister
Çay (arx) da sennen su ister
Doldur bu çayı (arxı) Allah
Sevinsin âlem Allah
Beke derdimiz gider
Beke qehrimiz gider
Beke qurağlığ biter
Beke üzümüz güler
Yağ yağışım yağ
Yağ yağışım yağ
Ayrıca damlardan kösenin üzerine kovayla bolca
su dökülür. Toplanan gıda malzemeleri ile büyük
bir kazanda yağış aşı yapılır ve herkese dağıtılır.
Bu aş bazen aynı günde bazen de ertesi gün yapılır.
Köse rolünü üstlenen çocuk çapkın ise, tören şöyle
yapılır: Bir şahıs köse olur, alışılmadık bir kıyafet
giyer; bunun yanına başka bir erkek çocuk gelip
gelin kıyafeti giyer; yanında da sağdıç olarak iki
erkek eşlik eder. Bunların yanında da bir şahıs
qodığ (sıpa) olur. Qodığın kımıldamasını ve hareket
etmesini engellemek için elleri bağlanır. Bu grup
11
yaya olarak sokak ve mahalleleri gezer. Bu esnada
duvarın üzerine bir heybe koyulur ki toplanan
malzeme içine konsun ve toplansın. Gruptaki
qodığın görevi gelin kuklaya sataşmaktır. Köse
ise elindeki değnekle buna mani olmalı ve geline
yaklaştırmamalıdır. Köse zıplayarak koşturur.
Bu esnada memleket sakinleri damdan grubun
üzerine kova ile su dökerler. Ancak dökülen su en
fazla kösenin üzerine dökülür. Çocuklar evlerden
aldıkları yiyeceklerle bir su kenarında toplanır.
Bu arada herkes arkadaşını suya itmeye çalışır.
Kaçan kurtulur kaçamayansa mutlaka suya
46
atılırdı. Günümüzde artık bu tören unutulmuştur.
Bu tören başta Anadolu olmak üzere birçok
Türk topluluğu arasında farklı adlarla icra
edilmektedir.
Kosova Türkleri arasında bu törene “Demir
Dodole” denir. Demir Dodole adını taşıyan kişi bir
çingene çocuğudur. Bu çocuk çırılçıplak vücudunu
yeşil ağaç dallarıyla sarar. İyi giyinmiş iki arkadaşı
Dodole’yi ortaya alır, sağ ve sol kolundan tutarak
şehrin caddelerinde gezerler. Dodolenin her eve,
her dükkâna sormadan girme hakkı vardır. O
çarşıya çıktıktan sonra hemen arkasına çocuklar
toplanmaya başlar ve git gide küme büyür ve hep
beraber şu türküyü söylerler:
Mutfakta hamur
Tarlada çamur
Allah versin yağsın yağmur
Demir Dodole 47
Yağ olson, bal olson
Demir Dodole
İçi saman bir asçare
Demir Dodole
Dağıstan’da elbiselerini çıkan bir adam veya
çocuk ağaç dallarıyla, genellikle de hurma ve
benzerleriyle, iyice örtülür. Bu şekilde giydirilen
çocuğu, erkekler, gençler ve çocuklar bir
konvoy halinde takip ederek köydeki evleri tek
tek dolaşırlar. Bu özel giydirilmiş kişinin kim
olduğunu ancak en yakınlarından olan iki-üç kişi
bilir, diğerleri bilmez. Bu adama bazı bölgelerde
“peşapay” denildiği gibi, Aşağı Stal, Orta Stal
48
köylerinde “gudu” veya “gudi” de denilmektedir.
Mersin’in Buluklu, Çağlarca ve Çapar Köyleri
ile Mut ilçesine bağlı Çukurbağ Köyü’nde, Silifke
ilçesinin Yenibahçe Köyü’nde bu kuklanın yerini
çocuklardan birisi alır. Söz konusu yerleşim
birimlerinde çocuklar, bir araya gelir ve içlerinden
kendi isteğiyle ortaya çıkan birisine eski ve bol
12
bir kıyafet giydirirler. Daha sonra bu çocuğu ev
ev gezdirirler. Her evin önüne vardıklarında hep
birlikte;
“Dodu dodu neden oldu
Bir kaşıcak sudan oldu
Verin Dodunun hakkını
Gitsin bakını bakını
Göğden rahmet
Yerden bereket
49
Diyelim bir Allah Allah ...” sözlerini söylerler.
Bölgede yağmur törenleri esnasında gerek
büyükler tarafından
yapılan
pratik
ve
uygulamalar, gerek çocuklar tarafından icra
edilen Çemçele Kız ve Köse Geldi gibi geleneksel
oyunlarda amaç, para ve erzak toplayarak
insanları bir araya getirmektir. Toplanan
parayla bir koyun alınır ve Allah’a kurban edilir.
Kurban etinden yemek pişirilir ve memleketteki
fakirlere dağıtılır. Böylece Allah, toplanan bu
insanların dualarını kabul eder ve onlara bol ve
bereketli yağmur gönderir. Köse geldi oyunu da
Çemçele Kız oyunu gibi günümüzde artık icra
edilmemektedir.
3. Diğer Törenler:
3.1. Köy Dögüşü (Dövüşü)
Köyün ileri gelen cesaretli kadınları toplanarak
ellerine çomaklar alıp diğer köye giderler. O
köyün inek sürülerinden bir sürüyü sürüp
köylerine doğru kaçırırlar. Diğer köye haber
gelince, o köyün de kadınları toplanır, ellerine
çomaklar alır ve kaçırılan inekleri geri getirmek
için diğer köye giderler. İki taraf bir araya
gelerek çarpışır. Evvelki köyün kadınları inekleri
kurtarır ve kavgaya devam ederse mağlup olan
taraf için gayet utanç verici bir durum sayılır.
İnekler köye dönünce, en iyisi seçilir, kesilir.
Mahallede bir oluğun altında pişirilir ve bütün
köylüler yahnisinden yerler. Sonra yenilen ineğin
parası aralarında toplanır, bir başka inek alınır
ve sürüye katılır. İnanca göre; ineği pişiren
Böylece yağmurun yağacağına inanılırdı.
3.5. Sütten Kesme:
Sabah namazından sonra köyün bütün
evlerinde
koyunlar
kuzularından,
inekler
buzağılarından ayrılır. Ayrıca bütün çocuklar sütsüz
bırakılır. Kuzular, buzağılar ve çocuklar ağlarlar.
Akşamüstü kadınlar yüzlerine kazan karasından
sürer, yanlarına çocuklarını alarak erkekleriyle
birlikte çöle çıkar, kıbleye karşı duada bulunurlar.
55
Böylece yağmurun yağacağına inanılırdı.
ateşin külünü, gece yağacak olan yağmur, silip
süpürecektir. 50
Buna benzer bir âdet Telafer’de şöyle yapılır:
Açıkgöz kadınlar, erkek elbisesi giyip silah
kuşanarak kasabanın etrafına çıkar, kırda
rastladıkları bir kişiyi silahından tecrit ederek
zorla parasını alır. Karşılaştıkları çobanın da
koyunlarını yine zorla alıp götürür. Eşkıya
tarafından soyulduklarını zanneden çoban ve
öteki kişi, kasaba halkından yardım istediğinde
bulunurlardı. Ama sonradan meselenin içi yüzünü
51
öğrenince utanç duyar üzülürlerdi.
3.2. Anasının İlki:
Yağmur duasının kadınlar arasında dinsel
ve geleneksel mahiyette bazı törenleri daha vardır.
Anasının doğurduğu ilk kız, bir miktar su alarak,
cuma ezanı okunduğunda damın oluğundan
sokağa su akıtır ve
Men nenemin ilkiyem
Bir qerece tülküyem (siyah tilkiyim)
Üzümi qerelirem (yüzümü karalarım)
Haqtan yağış dilerem
biçiminde ölçülü sözlerle dua eder. Bazen de evine
hiç su taşımayan bir kadın arktan veya çeşmeden
bir testi su alıp kıbleye karşı olan oluktan dökse
52
yağmurun yağacağına inanılırdı.
3.3. Ekincinin Kızı:
Bazı Türkmen ilçelerinde, bir ekincinin
kızını ansızın suya itmekle yağmur olayının
gerçekleşeceğine inanan kadınlar, bu geleneği
olduğu gibi yürütürler. 53
3.4. Şarkı Söylemek:
Bir atıcıdan yay ile tokmak getirilir, bir
kadın çölde oturur, tokmağı kıbleye karşı tutar ve
çalmaya başlar. Etrafında duran diğer kadınlarla
54
birlikte şarkı söyler. (Şarkı Arapça olurdu).
3.6.Taş Torbası:
Bin tane çim taşı toplanır, taşlar
iyice yıkandıktan ve her taşın üzerine
Kuran-ı Kerim’den ayetler okunup torbaya
doldurulduktan sonra bir ark kenarına kazık
çakılır ve torba bu kazığa bağlanarak suya doğru
sallandırılır. Bu iş yapıldıktan sonra yağmurun
yağacağına inanılır. Şayet yağmur haddinden
fazla yağarsa taş torbasının çıkarılması gerekir.
56
Aksi takdirde fırtına ve sel geleceğine inanılırdı.
3.7. Diğer Uygulamalar:
Mezar kazılma esnasında yağmur yağıp
mezara girerse o yıl yağmurun yağmayacağına
ve kesileceğine bir işaret sayılır. Bu yüzden o yıl
yağmurun yağdırılması için mezarın üzerine bir
57
kova su dökülür. Böylece yağmurun yağacağına
inanılır. Ayrıca ayın etrafında hale oluşursa
58
ertesi günde yağmur yağacağına inanılır. Bu iki
inanç eskiden olduğu gibi günümüzde de halk
arasında yaşamaktadır. Bununla birlikte eskiden
Hanekin’de yağmur yağdırmak için aynı anda
yedi damın oluğundan kovayla su dökülürdü.
Telafer’de yağmur yağmadığı zaman yaşlı
kadınlar “Höl Oyunu” oynar. Böylece yağmurun
yağacağına inanılır. Höl oyunu şu şekilde oynanır:
Her takımda altı kişi olmak üzere iki takım
kurulur, her oyuncunun eline bir sopa verilir
ve bu sopayla topun belirlenen hedefe atılması
gerekir. Hangi takım belirlenen hedefe topu çok
atarsa galip sayılır. Yani golf maçına benzer bir
oyundur. Bununla birlikte Telafer’de yağmur
yağmadığı zaman memleket halkı bir camiye
gider ve camideki salacalardan (tabutlardan)
birini alıp toplu olarak bir akarsuya atarlar.
Böylece yağmurun yağacağına inanılır.
Türk yağmur yağdırma törenlerinde Orta
Asya kültüründen izler buluyoruz. Elbiselerin
ters giyilmesi, yağmur yağdırma temsilleri,
yağmur taşları ve yada taşı bağlantısı, çocukların
13
ağlatılması, hayvan kafatası ve iskeletlerinin
toplanması, toplu yemek âdetleri, İslamiyet’te
olmayan eski kültür izleri bizi Orta Asya yağmur
yağdırma törenlerine kadar götürüyor.59
4. Yağmurun dinmesi için yapılan törenler
Bazı yıllarda yağmurlar kesintisiz ve
haddinden fazla yağdığı için ziraata, ekine zarar
gelir ve dam duvarlar yıkılır. Bu yağmurun
durdurulması, dindirilmesi için bazı pratiklere
başvurulurdu. Bu pratiklerin birisi şöyledir:
şehirde kırk keçel (kel) başlının adı mürekkeple
ayrı ayrı kırk kâğıda yazılır ve bu kâğıtlar
bağda bir çınar ağacının yüksek dalına asılır.
Yağan yağmurlar kâğıtlara vurup yazılardaki
mürekkepleri dağıtırsa bu bir hayır sayılır ve
artık yağmurun dineceğine inanılırdı. Ama
meselenin zor yönü kırk keçelin bulunması idi.
Kırk keli bulup da ikna etmek gerekirdi. Çünkü
adlarını yazabilmek için kendilerini ikna etmek
gerekir ki kötülükleri dokunmasın. Çoğu zaman
kırk keli bulmak zor olurdu veya hiç bulunmazdı.
O zaman yeterli sayıyı bulmak maksadıyla yakın
köylere gidilirdi. 60
Bu aralıksız yağmurların arkasının kesilmesi ve
durdurulması için bazı köylerde halk arasında
başka pratikler yapılırdı. Bunların birisi de
şöyledir: Eskiden evlerde, üzerinde yemek
pişirmek için demirden üçayaklı saclar* yapılırdı.
İşte bu üçayaklı sac tersine çevrilirdi. Yani
üçayaklar yukarıya doğru hale getirilirdi. Böylece
61
yağmurların dineceğine inanılırdı.
Telafer’de kışın dolu yağarken bir tanesi alınıp
bıçakla kesilirse doluyla birlikte şiddetli yağmurun
14
da dineceğine inanılır.
Irak Türkmenlerinin millî kimliğini temsil eden
hoyrat ve manilerde yağış sözcüğü şairlerimiz
tarafından işlenmiştir. Yağış sözcüğünü ihtiva
eden birkaç hoyrat ve mani örneğini aşağıya
alıyoruz.
Yağış yağar xınavlar (ince ince yağmak)
Feleg ha miskin avlar
Felegin qaidesidi
Daim ha miskin avlar
Yağış yağar sesi var
Qar yağar havası var
Gideğ feleg yanına
Göreğ bizde nesi var
Yağış yağar nemleni
Yetim geyvli ğemleni
Yetimin qaidesidi
Göz yaşıydan şamlanı
Yağışlar yağan oldı
Yağmadan yağan oldı
Çığırdı qanlı dellal
62
Evler dar dağan oldı
Yağış yağar göllere
Bilbil qonar güllere
Menim vefasız yarım
Salıp meni çöllere
Yağış yağar göl olı
Kervan geçer yol olı
Gözim yarı görende
63
Dilim tutmaz lal olı
NOTLAR
*Bağdat Üniversitesi- Diller Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı
1 Tacida Hafız, Kosova’da Yağmur Duaları, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek,
Görenek ve İnançlar, Ankara, Gazi Ün., Yayın Yüksekokulu Basımevi, 1982, s.243.
2 Nevzat Gözaydın, “Dağıstan, İran ve Türkiye’de Yağmur Duasındaki Bazı Ortak Motifler Üzerine”, III.
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, Başbakanlık
Basımevi, 1987, s.165.
3 Kuzey Azerbaycan-Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’da Eski Türk Dini İzleri/Dini Folklorik Tabakalaşma, Kültür
Bakanlığı, Ankara, 1998, s.168.
4 Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş II, Ankara, KB. Yay., 2000, s.464.
5 Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş II, Ankara, KB. Yay., s.465.
6 Abdülkadir İnan, 2006, a.g.e., s.160.
7 Abdülkadir İnan, 2006, a.g.e., s.162.
8 Abdülkadir İnan, 2006, a.g.e., s.163.
9 Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara, Elips Yay., 2007,s.71.
10 Esma Şimşek, “Anadolu’da Yağmur Duasına Bağlı olarak Oynanan Bir Oyun: “Çömçeli gelin”, Millî Folklor.
Y.15, S.6, Kış 2003, s.78–87.
11 İlhan Başgöz, “Çömçe Gelin; Bir Anadolu Yağmur Töreninin Kökeni ve Dağılımı Üzerine Bir Araştırma”
Folklor Yazıları, İstanbul, Adam Yay., 1986, s.13.
12 Nilgün Çıblak, “İçel’de Yağmur Yağdırma Geleneği”, Folklor/Edebiyat C.VIII., S.XXXI, s.93103-.
13 Pertev Naili Boratav, “Istiska Maddesi”, İslâm Ansiklopedisi, C.52/, İstanbul, Millî Eğitim Basımevi, 1993,
s.1221–1222; Nilgün Çıblak, a.g.m. s.95.
14 Gazanfer Paşayev, Irak Türkmen Folkloru, (Edi. Ve Türkiye Türkçesine Akt. Mahir Nakip), Kerkük Vakfı
Yay., İstanbul, 1998, s.71.
15 Nermin Neftçi, Kerkük’te Bulduklarım (O Yakadan Bu Yakaya), 3.baskı, İstanbul, Kerkük Vakfı Yay., 2003.
s.28; Gazanfer Paşayev, 1998, a.g.e., s.71.
16 Ata Terzibaşı, “Irak Türkmenleri Arasında Yağmur Duası Törenleri ve Sosyolojik Değeri”, I.Uluslararası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Cilt IV, Ankara, Milli Folklor Araştırma Dairesi Yay., 1976, s.305–314.
17 Nermin Neftçi, a.g.e., s.28.
18 M. Öcal Oğuz-Tuğçe Işıkhan, 2005 Yılında Çorum’da Yaşayan Geleneksel Kutlamalar, Ankara, Hitit Ün. Fen
Edebiyat Fak., Türk Halk Bilimi Topluluğu Yay., 2006, s.48.
19 Pertev Naili Boratav, 1993, a.g.e., s.12221223-.
20 Kerkük’te İçtimai Hayat (Folklor), Bağdat, Zaman Basımevi, 1964.s.113; Abdülhakim Mustafa Rejioğlu, “Yurt
Özlemi III/Yağmur Duası”, Kardaşlık, Y.10, S.3, Temmuz 1970, s.27; Ata Terzibaşı,1976, a.g.b., s.6; kaynak kişiler
21 Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.113; Ata Terzibaşı,1976, a.g.b.
22 Ali Telaferli, “Telafer’de Yağmur Duası”, Et turas uş şabi dergisi, Y.4, S.8, 1973 Bağdat, Akt. Ata Terzibaşı
a.g.b., s.307.
23 Necdet Yaşar Bayatlı, “Irak Türkmen Folklorunda Köse Geldi (Çemçele Kız) Oyunu ve Yağmur Duası
Törenleri”, Edebiyat Otağı, Y.2 S.21, Haziran 2007e, s.21–22.
24 Bilge Seyidoğlu, Mitoloji Üzerine Araştırmalar, İstanbul, Dergâh Yay., 2005, s.17
25 Yaşar Kalafat, Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları I, Ankara, Kültür BakanlığıB.
Yay.,2002.s.50.
26 Yaşar Kalafat, 2002, a.g.e., s.173.
27 Tacida Hafız, a.g.b., s.244.
28 Erman Artun, “Adana’da Yağmur Yağdırma Törenleri ve Çomçalı Gelin”, Tuncer Gülensoy Armağanı,
Kayseri, Bizim Gençlik Yay., 2000 s.154.
29 Bekir Başoğlu, “Bayburt’ta Yağmur Duası”, TF. Y.2, S.23, Haziran 1981, s.18.
30 Erman Artun, Türk Halk Bilimi, 2.baskı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2007, s.304.
31 Ata Terzibaşı,1976, a.g.b., s.307.
15
32 Orhan Acıpayamlı, “Türk Folklor Ürünü Yağmur Duasıyla İlgili Yapı ve Fonksiyon Sorunları”, I. Uluslararası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, KB. Yay., 1976.
33 Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.114115-; Ata Terzibaşı, 1976, a.g.b., s.308.
34 Nermin Neftçi, a.g.e., s.29.
35 Gazanfer Paşayev, 1998, a.g.e., s.74.
36 Mehmet Hurşit Dakuklu, Eski Sözler Bahçesi, Bağdat, 1989, s.95.
37 Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.114; Ata Terzibaşı, a.g.b., s.308.
38 Gazanfer Paşayev, 1998, a.g.e., s.75.
39 Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler I, 3.baskı, TTK Yay., Ankara, s.480; Abdülkadir İnan, bu âdetin
Suriye Arapları arasında da yapıldığını ve buna Ümmül Gays yani ”Yağmur Anası” denildiğini tespit etmiştir.
40 Rıfat Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, Ankara, AKM. Yay., 1995, s.146.
41 Ali Selçuk Mersin Yöresi Tahtacılarının Dini İnanç ve Uygulamaları” (Doktora Tezi), Kayseri, Erciyes Ün.,
2003,s.180182-.
42 Ata Terzibaşı, 1976, a.g.b., s.309; Habib Hürmüzlü, Kerkük Türkçesi Sözlüğü, Kerkük Vakfı Yay., İstanbul
2003, s.220.
43 Erbil’de yaşayan Türkmenler arasında Köse Geldi oyununa Köse Baba denilir.
44 Nermin Neftçi, a.g.e., s.2829-, Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.113114-; Abdülhakim Mustafa Rejioğlu, 1970, a.g.m,
s.27, Ata Terzibaşı, a.g.b.,s.309; kaynak kişiler.
45 Mehmet Hurşit Dakuklu, “İmam Zeynelabidin Köyünde Yağmur Kesilince”, Kardaşlık, Y.10 S. 12, MayısHaziran 1970, s.36.
46 Mehmet Hurşit Dakuklu, 1970, a.g.m., s.36; Kaynak kişimiz hocamız Doç. Dr. Hüseyin Şahbaz 1966’da İmam
Zeynelabidin köyünde kendisi bizzat Köse rolünü aldığı töreni anlattı; Ata Terzibaşı, a.g.b., s.309.
47 Tacida Hafız, a.g.b., s.245.
48 Nevzat Gözaydın, 1 Dağıstan, İran ve Türkiye’de Yağmur Duasındaki Bazı Ortak Motifler Üzerine”, III.
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, Başbakanlık
Basımevi, 1987, s.166.
49 Nilgün Çıblak, 2002, a.g.m.
50 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden: Yağmurun Kesildiği Yıllar”, Y.2, S.3, Temmuz, 1962, s.44.
51 Ata Terzibaşı, a.g.b., s.310.
52 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden: Yağmurun Kesildiği Yıllar”, Y.2, S.3, Temmuz, 1962, s.44; Şakir Sabır Zabıt,
a.g.e., s.115.; Ata Terzibaşı, a.g.b., s.310311-.
53 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden: Yağmurun Kesildiği Yıllar”, Y.2, S.3, Temmuz, 1962, s.44; Ata Terzibaşı, a.g.b.,
s.312.
54 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden”, Y.2, S.1, Mayıs, 1962, s.53.
55 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden”, Y.2, S.1, Mayıs, 1962, s.53.
56 Kardaşlık, “Eski İnançlardan”, Y.2, S.4, Ağustos 1962, s.46.
57 Telafer’de ölü gömülürken yağmur yağarsa o yıl yağmurun yağmayacağına ve kuraklık yaşanacağına inanılır.
Bunun önüne geçmek için kısa bir süre sonra mezar tekrar açılır ve “gösük/elhed daşı” denilen lahit taşı bir
akarsuya atılır. Böylece mezarın yağmur suyuyla ıslanması sağlanır ve o yıl kuraklığın önüne geçilmiş olunur.
58 Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.115; kaynak kişiler .
59 Erman Artun, 2007, a.g.e.,s.306. Türk dünyası ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yapılan yağmur duası ve
törenleri ilgili hazırlanan çalışmalar için bk. Sabri Koz, Yağmur Duası Kitabı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2007.
60 Abdülhakim Mustafa Rejioğlu, 1970, a.g.m, s.27.
* Sacdan yapılmış dışbükey ekmek pişirme aracı.
61 Abdülhakim Mustafa Rejioğlu, 1970, a.g.m, s.27.
62 Kardaşlık, “Hoyratlarımızda Yağış (Yağmur) Sözcüğü”, Y.3, S. 8–9, Aralık-Ocak, 1963, s.56.
63 Ata Terzibaşı, 1975, a.g.e., s.574.
16
KAYNAKÇA
Kitaplar
AKALIN, L. Sami; Türk Dilek Sözlerinden Alkışlar Kargışlar, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1990.
AKMATALİYEV, Abdıldacan; Kırgız Folkloru ve Tarihî Romanlar (Evlilik Geleneği ve Türküleri, Çocuk
Folkloru, Edebî Eseri ve Tarihî Kahramanlar), Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara 2001.
ALPASLAN, İsmet; Atatürk Yılında Ağrı, Ankara, 1982.
ATALAY, Besim; Divanü Lügat-it Türk Tercümesi, 2.basım, C.II. Ankara 1985.
ALTAYLI, Seyfettin; Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü, Ankara, 2005.
ARTUN, Erman; Türk Halk Bilimi, 2.baskı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2007.
AŞKUN, Vehbi Cem; Sivas Folkloru I-II, Sivas 2006.
ATEŞ, Süleyman; Açıklamalı Büyük Dua Mecmuası, Ankara 1974.
BAYATLI, Necdet Yaşar; Irak Türkmenlerinin Halk Masalları (İnceleme-Metin-Sözlük), Ankara, Berikan Yay.,
2009.
BATUR, Suat; Açıklamalı Örnekli Türk Halk Edebiyatı, İstanbul, Altın Kitaplar Yay., 1998.
BENDEROĞLU, Abdülletif; Irak Türkmen Folklorundan Örnekler, Bağdat, Irak Kültür ve Tanıtma Bakanlığı,
Türkmen Kültür Müdürlüğü Yay.,1993.
BORATAV, Pertev Naili; 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, 10.baskı, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 2000.
ÇUVAŞOĞLU, Sırrı Ulvî; Tasavvuf Mektupları Burhaniye 2008.
DERZİNEVEZİ, Habib; “Güney Azerbaycan ve Kuzey Kıbrıs Manilerindeki Benzerlikler”, Türk Dil ve
Kültürünün En eski Dönemleri Tarihi Gelişme Çizgisi Kıbrıs’a Ulaşması Bugünkü Durumu Uluslar arası Bilgi
Şöleni Bildirileri, Girne Amerikan Üniversitesi, 23- 25 Mayıs 2005 Girne, 2008 Girne, s. 93–99
DİLEK, İbrahim, Altay Masaları, Ankara, Alp Yayınevi, 2007.
DOĞAN, D.; Bütün Yönleri İle Sorgun, Ankara, 1990.
ELÇİN, Şükrü; Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yay. Ankara 1993.
ESİN, Emel, Türk Kozmolojisi, İstanbul 1979.
FERZELİYEV, Tehmasib, ABBASOV, İSRAFİL, HACIYEVA, Naile Türk Dilinde Dualar Beddualar Yeminler,
(Yayına Haz. Cengiz Alyıldız), Atatürk Üniversitesi Yayını, Erzurum 1996.
GÜLENSOY, Tuncer; 60 Yıl Öncesinde Uşak, Ankara 2009.
GÜNGÖR, Harun-ARGUNŞAH, Mustafa; Gagavuz Türkleri, Tarih Dil Folklor ve Halk Edebiyatı, Ankara 1991.
GÜNGÖR, S., Tasavvuf Mektupları, Burhaniye, 2005.
HACALOĞLU, Recep Albayrak, Azeri Türkçesi Dil Kılavuzu, Güney Azeri Sahası Derleme Deneme Sözlüğü,
Ankara 1992.
HÜRMÜZLÜ, Habib; Kerkük Türkçesi Sözlüğü, İstanbul, Kerkük Vakfı Yay., 2003.
İNAN, Abdülkadir; Tarihte ve Bugün Şamanizm 6.baskı, Ankara, TTK. Yay., 2006.
KALAFAT Yaşar; Afganistan Türkleri, Özbekler-Türkmenler-Hazaralar-Afşarlar-Kazaklar ve Karşılaştırmalı
Halk İnançları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., İstanbul 1994.
KALAFAT Yaşar-DOĞAN, Ahmet; Kuzey Irak’ta Karşılaştırmalı Türk Halk İnançları, Ankara 1995.
KALAFAT, Yaşar; Kuzey Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta Eski Türk Dini İzleri, Ankara, KB.
Yay.,1998.
KALAFAT, Yaşar; Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları I, Ankara, KB. Yay., 2002.
KALAFAT, Yaşar; İran Türklüğü Jeokültürel Boyut, Yeditepe, İstanbul, 2005.
KALAFAT Yaşar; Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Babil Yay., Ankara, 2006.
KALAFAT Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları II, Berikan Yay., Ankara 2007.
KALAFAT Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları III-IV, Berikan Yay., 2007.
KALAFAT, Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, Berikan Yay., Ankara 2007.
KALAFAT Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları VII, Berikan Yay., Ankara 2007.
KALAFAT Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları IX-X, Berikan Yay., Ankara 2007.
KALAFAT Yaşar, Türk Kültürlü Halklarda Türk Halk İnançları/Türk Halk İrfanında Kurt, Berikan Yay.,
Ankara 2008.
KARTAL, Numan; İnegöl Folkloru, İnegöl 1998.
17
KAYA, Doğan, Folklorumuzda Beddua Söyleme Geleneği ve Türk Şiirinde Beddualar, Ankara, Atatürk Kültür
Merkezi Yay., 2001.
KEVSER, Hasan; Tısın Folklorundan Örnekler, Kerkük, El Kevser Basım ve Bilgi Yay., 2002.
KOZ, Sabri; Yağmur Duası Kitabı, İstanbul, Kitabevi Yay., İstanbul 2007.
NEFTÇİ, Nermin; Kerkük’te Bulduklarım (O Yakadan Bu Yakaya), 3.baskı, Kerkük Vakfı Yay., İstanbul,2003.
OĞUZ, M. Öcal - IŞIKHAN, Tuğçe; 2005 Yılında Çorum’da Yaşayan Geleneksel Kutlamalar, Hitit Ün. Fen
Edebiyat Fak., Türk Halk Bilimi Topluluğu Yay., Ankara 2006.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültür Tarihine Giriş II, KB. Yay., Ankara, 2000.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültürünün Gelişme Çağları II, MEB. Yay., İstanbul, 2001.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Mitolojisi I, 4.baskı, TTK. Ankara, 2003.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Mitolojisi II, 2.baskı, TTK. Ankara,2002.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Mitolojisi II. İstanbul, 1971,
ÖZEN, Kutlu; Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk İnançlarına Bağlı Adak Yerleri, Sivas 1996.
PAŞAYEV, Gazanfer; Kerkük Folkloru Antolojisi, Dövlet Neşriyatı, Bakü, 1987.
PAŞAYEV, Gazanfer; Irak Türkmen Folkloru, (Ed. Ve Türkiye Türkçesine Akt. Mahir Nakip), Kerkük Vakfı
Yay., İstanbul 1998.
SAATÇİ, Suphi; Kerkük Çocuk Folkloru, 2.baskı, Ötüken Yay., İstanbul, 2008.
SEYİDOĞLU, Bilge; Mitoloji Üzerine Araştırmalar, Dergâh Yay., İstanbul, 2005.
TANYU, Hikmet; Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Elips Yay., Ankara, 2007.
TEHMASİB Ferzeliyev-ABBASOV, İsrafil-HACIYEVA, Türk Dilinde Dualar, Beddualar, Yeminler, (Yayına Haz.
Cengiz Alyılmaz), Atatürk Ün. Yay., Erzurum, 1996.
TERZİBAŞI, Ata; Arzı- Kamber Matalı, Kerkük Varyantı, İstanbul, 3.baskı, 1971.
Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi C.6, KB Yay., Ankara 1997.
UÇAR, İ.; Tarih Kültür ve Folkloru İle Atmalı Aşireti, (Lisans Tezi), Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü, Elazığ 1989.
UĞUR, Ahmet; Akkışla, Ankara 1980.
VEFAİ, Zöhre Dua ve Nefrnha (Alkış-Kargaışlar) Gerd Avrı, Tebriz, Zeynep Neşriyatı, 2000.
VEYSELLİ, Fahrettin, Azerbaycan Türkçesi Fonetiği (Türkçeye aktaran Mehmen Musaoğlu), Ankara 2008.
ZABIT, Şakir Sabır; Kerkük’te İçtimai Hayat (Folklor), Zaman Basımevi, Bağdat 1964.
Makale ve Bildiriler
ACIPAYAMLI, Orhan; “Türk Folklor Ürünü Yağmur Duasıyla İlgili Yapı ve Fonksiyon Sorunları”, I. Uluslararası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, KB. Yay., Ankara 1976.
ADAL, O. S.; “Savur’da Yağmur Duası”, Türk Folklor Araştırmaları, 1961, S.151, s.2367.
ALİŞAR, Fahreddin; “Mersin’de Söylenen Alkış ve Kargışlar”, İçel Kültürü, S. 24, Kasım 1992, s.17–19.
ARTUN, Erman; “Adana’da Yağmur Yağdırma Törenleri ve Çomçalı Gelin”, Tuncer Gülensoy Armağanı, Bizim
Gençlik Yay., Kayseri, 2000, s.154–163.
ASLAN, Kadir; “Dörtyol ve Çevresinde Kullanılan Deyimler, Beddualar, Hayır Duaları”, Güneyde Kültür, S.23.
Ocak 1991, s.55–60.
BAŞGÖZ, İlhan; “Çömçe Gelin; Bir Anadolu Yağmur Töreninin Kökeni ve Dağılımı Üzerine Bir Araştırma
“Folklor Yazıları, Adam Yay., İstanbul, 1986.
BAŞOĞLU, Bekir; “Bayburt’ta Yağmur Duası”, TF. Y.2, S.23, Haziran 1981, s.18–19.
BAYATLI, Necdet Yaşar; “Kerkük Folklorunda Dualar (Alkışlar) ve Beddualar (Kargışlar)”, Edebiyat Otağı,
Y.2, S.20, Mayıs 2007, s.3942-.
BAYATLI, Necdet Yaşar; “Irak Türkmen Folklorunda Köse Geldi (Çemçele Kız) Oyunu ve Yağmur Duası
Törenleri”, Edebiyat Otağı, Y.2 S.21, Haziran 2007, s.21–22.
BAYATLI, Necdet Yaşar; “Türk Halk Hikâyelerinden Arzu Kamber (Arzı Qamber) Hikâyesinin Kerkük ve
Tuzhurmatı Varyantlarının Mukayesesi (İnceleme ve Metin)”, Milli Folklor. 2009, Y.21, S.82, s.122–139.
BORATAV, Pertev Naili; “Istiska Maddesi”, İslâm Ansiklopedisi, C.52/, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1993,
s.1221–1222.
BURAN, Ahmet; “Fırat Havzasında Yağmur Duası ve Yada Taşı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 1998, S.19,
18
s.74–76.
CUNBUR, Müjgan; “Denizli Kültür Tarihinde Gaziler ve Ahiler”, TÜRK Kültüründe Denzli Sempozyumu
Bildirileri 30 Eylül 1989 s.16–21.
ÇIBLAK, Nilgün; “İçel’de Yağmur Yağdırma Geleneği”, Folklor/Edebiyat C.VIII., S.XXXI, s.93103-.
ÇİNİ, M.; “Urfa’ya Özgü inanışlar ve Vesveseler”, Harran Kültür ve Folklor Dergisi, 1980, S.17, s.13–17.
DAKUKLU, Mehmet Hurşit; “İmam Zeynelabidin Köyünde Yağmur Kesilince”, Kardaşlık, Y.10, S.12, MayısHaziran 1970, s.36.
DAKUKLU, Mehmet Hurşit; Eski Sözler Bahçesi, Bağdat 1989.
DÜZKÖYLÜ, Yıldız; “Samsun/Çarşamba Yöresinde Alkışlar, Kargışlar ve Yeminler”, Folklor Araştırmaları
s.21–23.
ELÇİN, Şükrü; “Çömçe Gelin”, Türk Folklor Araştırmaları, 1965, S.187, s.52 (s.3650).
ELİYEV, Remil; “Efsenelerde Dağ Kultunün Struktü-Semantık Fonksiyonlarına Dair”, Azerbaycan Şifahi Xalq
Edebiyatına Dair Tedqiqler XXI, Bakı 2006, s.15–38
FELEKOĞLU, “Telafer’den Yahşi, Hayırlı Dualar”, Kardaşlık, Y.6, S.8, Aralık 1966, s.30.
FELEKOĞLU, “Telafer’den Yahşi, Hayırlı Dualar”, Kardaşlık, Y.6, S.9, Ocak 1967, s.34.
GARAYEV, Mehmetkulu; “Özbeklerin Rüzgâr İle Alakalı Mitolojik İnançları”, Dördüncü Türk Kültürü Kongresi
(4–7 Kasım 1997), Ankara.
GÖZAYDIN, Nevzat; “Çuvaşlarda Yağmur Duası”, Uluslar Arası Folklor ve Halk Edebiyatı Semineri (Bildiriler),
Ankara, 1976, s.44–49.
GÖZAYDIN, Nevzat; “Dağıstan, İran ve Türkiye’de Yağmur Duasındaki Bazı Ortak Motifler Üzerine”, III.
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, Başbakanlık
Basımevi, 1987, s.165–171.
GÜLER, Ali; “Hülasat-ül-Kelam Günahlara Tövbe”, Türkiye, 8 Eylül 1981.
HAFIZ, Tacida; “Kosova’da Yağmur Duaları”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt,
19
Gelenek, Görenek ve İnançlar, Gazi Ün. Yayın Yüksekokulu Basımevi, Ankara 1982, s.243–253.
İPEK, Sadık Ayhan; “Antalya’nın Dua ve Bedduaları”, Güneyde Kültür” S.4 Haziran 1989 s.12–13.
KALAFAT Yaşar; “Keleki’de Dört Gün Üç Gece ve Nahcıvan Halk İnançları”, Türk Dünyası Araştırmaları,
İstanbul 1996.
KALAFAT Yaşar, “Bazı Kültür Kodları İtibariyle Rumeli–Anadolu Türkleri; Karşılaştırmalı Halk İnançlarında
Haklaşmak–Helalleşmek” Uluslar arası Rumeli Türk Kültürü Sempozyumu; Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi,
Ocak 2001 s.34–36; İçel Kültürü Temmuz 1998 S.58 s. 26–28; Erciyes Mart 1999, S.255 s.9–11.
KALAFAT Yaşar, “Kayseri ve Çevresi Örnekleri İle Halk İnançlarımızda Korunma ve Kurtulma Yöntemleri”
Kayseri ve Yöresi Kültür Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni Kayseri (13 Nisan 2001) Kayseri 2001 s.397–401 Erciyes,
Aralık 2001, S.24, s. 11–12 Orkun 28811/.
KALAFAT Yaşar, “Balkan Türklerinden Örneklerle Halk İnançlarımızda Saç” I.Uluslar arası Balkan Türkleri
Sempozyumu 28–29 Eylül 2001 Prizren, Balkan Türkoloji Sempozyumu Bildirileri yayına hazırlayanlar, Prof. Dr.
N. Hafız, Prof. Dr. T. Hafız BALTAM Prizren 2006 s. 308–314; Erciyes, Ocak 2002 S.301 s.15–16.
KALAFAT Yaşar, “Türk Halk İnançlarında Kara” İslam ve Kültür Araştırmaları, Sofya, 1999 S.4 s. 398–409;
Erciyes Aralık 2002 S.300, s.30–34.
KALAFAT, Yaşar; “Türk Halk İnançlarında Hz. Ali Kültü”, Şehriyar Hayatı Edebi Kişiliği ve Eserlerine Bir
Bakış (Sempozyum), 15–16 Mayıs Ankara, 2003, s.33–34.
Yaşar Kalafat , “Batı Doğu Türk Halk İnançlarında Dua”, Erciyes S.315 s.18; Serhat Kültür, Aralık 2004, S.18 s.
17–19; Balkanların Sesi Şubat-Mart 2003
KALAFAT Yaşar; “Sözlü Kültürde Bursa ve Yöresi Örnekleri İle Kurt”, II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu
Bildirileri, 2022- Ekim 2005 Bursa, Bursa 2005, C.2, s.415–423.
KALAFAT Yaşar; “Karşılaştırmalı Nogay–Türk Halk İnançları” Avrasya Etüdleri 2006 S. 29–30, s.225–22.
KALAFAT Yaşar; “Diyarbakır ve Çevresi Örnekleri ile halk İnançlarında Tavaf/Dönme”, II. Uluslar arası
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır Sempozyumu”, Diyarbakır, 15–18 Kasım 2006.
KALAFAT Yaşar; “Kocaeli ve Çevresi Örnekleri İle Türk Halk İnançlarında Adanmışlık/Sahiplilik” I.Kocaeli ve
Çevresi Kültür Sempozyumu, Kocaeli 20–22 Nisan 2006.
KALAFAT, Yaşar; “Türk Kültür Coğrafyasında Hz. Hızır İle İlgili İnançlar”, Azerbaycan Milli İlimler akademisi
Folklor Enstitüsü, ortak Türk Geçmişinden Ortak Türk Geleceğine V. Uluslar arası Folklor Konferansının
Metarialleri, Bakı 2007, s.689–696.
KALAFAT, Yaşar; “Türk Kültür Coğrafyasında Yağmur Duası”, Yağmur Duası Kitabı, Hazırlayan M. Sabri Koz,
Kitabevi, İstanbul 2007, s.195–225
KALAFAT Yaşar, “Van Gölü Havzası Örnekleri İle Halk İnançlarımızda Ölüm Meleği”, II. Van Gölü Havzası
Sempozyumu, (Ed. Oktay Belli), Ankara, 2007, s.332–342.
KALAFAT, Yaşar; “Alevi-Bektaşi Halk İnançlarında Gönül”, II. Türk Kültür Evrelerinde Alevilik Bektaşilik Bilgi
Şöleni, 17–19 Ekim 2007, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi, s.1389–1407.
KALAFAT, Yaşar; “Akşehir Örnekleri İle Türk Kültürlü Halklarda Od/ateş/Ocak İyesi”, Uluslar arası Selçukludan
Günümüze Akşehir Kongresi 20–21 Kasım 2008.
KALAFAT, Yaşar; “Fatma Ana Kültünden Gök Tanrı İnanç Sistemine”, Cumhuriyet Döneminde Sivas
Sempozyumu, 27–31 Ekim 2008.
Yaşar KALAFAT, “Ağrı Dağı’nın Mitolojik Boyutu ve Türk Kültürlü Halklarda Dağ Kültü” Uluslar arası Türk
Kültürü’nde Ağrı Dağı Sempozyumu, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı ve Iğdır Valiliği, 28–29 Haziran Iğdır
2008.
KALAFAT, Yaşar; “Dedem Korkut Kültür Ellerinde Adlanma” Prof Dr. Ahmet Bican Ercilasun Armağanı,
Ankara, Akçağ, 2008, s.520–541.
KALAFAT Yaşar; “Bingöl ve Yöresi Örnekleri İle Halk İnançlarında ‘Cini Başına Çıkmak’ Deyimine Dair”, II.
Bingöl Sempozyumu 25–27 Temmuz Bingöl 2008.
KALAFAT Yaşar; “Giresun Yöresi Örnekleri ile Türk Kültürlü Halklarda Kan İnancı” Karadeniz Sempozyumu,
09–11 Ekim 2008 www.yasarkalafat.info
KALAFAT Yaşar; “Bingöl ve Yöresi Örnekleri İle Halk İnançlarında ‘Cini Başına Çıkmak’ Deyimine Dair”, II.
Bingöl Sempozyumu 25–27 Temmuz Bingöl 2008.
KALAFAT Yaşar; “Diyarbakır ve Çevresi Örnekleri İle Halk İnançlarında Tavaf/Dönme” Osmanlı’dan
20
Cumhuriyete Diyarbakır, (Editörler Bahaeddin Yıldız-Kerstin Tomenendal), T.C. Diyarbakır Valiliği, Ankara
2008, s.453–463.
KALAFAT Yaşar; “Akşehir Örnekleri İle Türk Kültürlü Halklarda Od/ateş/Ocak İyesi” Uluslar arası Selçukludan
Günümüze Akşehir Kongresi 20–21 Kasım 2008; http:Kanal Kültür.com 01 12 2008.
KALAFAT Yaşar; “Alâeddin Keykubat’tan Günümüze Türk Halk Kültüründe Bayrak” I. Alâeddin Keykubat ve
Dönemi Sempozyumu 6–7 Kasım Konya 2008.
KALAFAT Yaşar; “Mersin ve Çevresi Örnekleri Türk Kültür Coğrafyasında Dua İnancı” Mersin Sempozyumu/
www.Mersin sempozyumu.edu.tr 19–22 Kasım Mersin 2008.
KALAFAT Yaşar; “Kurt İle İlgili Türkeçarelerde/Halk Tababetinde İnanç ve Uygulamalar”, 1. Uluslar arası
Türk Tıp Tarihi Kongresi, 10. Ulusal Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildiri Kitabı, Uludağ Üniversitesi Deontoloji ve
Tıp Tarihi, (20–24 Mayıs 2008) C.I-II, C.II. s.1532–1538.
Kardaşlık, “Eski Âdetlerden: Yağmurun Kesildiği Yıllar”, Y.2, S.3, Temmuz, 1962, s.44.
Kardaşlık, “Eski Âdetlerden”, Y.2, S.1, Mayıs, 1962, s.53.
Kardaşlık, “Eski İnançlardan”, Y.2, S.4, Ağustos 1962, s.46.
Kardaşlık, “Hoyratlarımızda Yağış (Yağmur) Sözcüğü”, Y.3, S. 8–9, Aralık-Ocak, 1963, s.56.
KÖSE, M.; “Godi-Godi”, Türk Folklor Araştırmaları, 1965, S.187, s.3650.
KÖYLÜ, Hayrullah; “Yerli Sögüşler (Küfürler)”, Kardaşlık, Y.3, S.6, Ekim, 1963, s.46.
KOÇAR, Çağatay; “Türkistan Halk Edebiyatında Yağmur Çağırma Törenleri” Türkistan İle İlgili Makaleler,
Ankara 1991, s.236–245.
MALKONDUYEV, Hamit; “Karaçay Malkar Türklerinde Nevruz Bayramı”, Nevruz, Ankara 1995, s.189–191.
ÖZEN, Kutlu, “Divriği Yöresinde Ocaklara Bağlı Halk Hekimliği”, Güneyde Kültür, Mayıs 1992 S.39, s.22–26.
REJİOĞLU, Abdülhakim Mustafa; “Yurt Özlemi III/Yağmur Duası”, Kardaşlık, Y.10, S.3, Temmuz 1970, s.27.
SOFUOĞLU, M. Cemal; İslam Dini İnanç-İbadet-Ahlak Esasları, Yeni Bir Bakış Yeni Bir Yorum, İzmir, 1996,
s.295–299.
SELVİ, H.; “Suruç Köyünde Yağmur Duası”, Türk Folklor Araştırmaları, 1969, S.254, s.5291.
ŞİMŞEK, Esma; “Anadolu’da Yağmur Duasına Bağlı olarak Oynanan Bir Oyun: “Çömçeli gelin”, MF. Y.15, S.6,
Kış 2003, s.78–87.
ŞİŞMAN, Bekir; “İslamiyet Öncesi Türk İnanç ve Ritüellerinin Samsun Yöresindeki İzleri”, Türk Kültürü
Dergisi, Eylül 1996, S.401, s.563–574.
TANYILDIZ, V., “Millo Topik Ne İster”, Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı
Dergisi, 1998, S.1, s.27.
TERZİBAŞI, Ata; “Irak Türkmenleri Arasında Yağmur Duası Törenleri ve Sosyolojik Değeri”, I.Uluslararası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Cilt IV, Milli Folklor Araştırma Dairesi Yay., Ankara 1976, s.305–314.
TERZİOĞLU, Öykü; “Alkış ve Kargışların, Sözlü Kültürdeki Yerleşik Kodların Aktarımını ve Yeniden Üretimini
Kolaylaştıran Biçimsel Özellikleri”, Milli Folklor, Y.19 S.75, 2007, s.34–37.
TURAN, İlhan; “Rize’nin Coğrafi Özelliklerinin Halk Kültürüne Etkileri”, I. Rize Sempozyumu, Rize,16–18
Kasım 2006.
USLU, Mustafa; “Yozgat ve çevresi Folklorundan Örnekler”, Erciyes S.190, Ekim 1993, s.22–31.
YALVAÇ, Mehmet; “Güneydoğu Anadolu Projesinin Adıyaman İlinde Su Altında Kalacak Yerlerde Sosyolojik
Bir Araştırma”, Türk Dünyası Araştırmaları, s.146-.
YALVAÇ, Mehmet; “GAP Güneydoğu Anadolu Projesinin Adıyaman İçinde Su Altında Kalacak Yerlerde
Sosyolojik Bir Araştırma”, GAP Dergisi, s.77, Nisan 1990.
Zeliha, [email protected] .
21
Doğu Anadolu Halk
Kültüründe Kurt
Dr. Yaşar KALAFAT
Halk kültürü verileri itibariyle Anadolu’nun doğusu ile batısı arasında; Anadolu’nun
güneyi ile kuzeyi arasındaki olduğu gibi bir fark yoktur. Ne var ki alan çalışmalarında
incelenilmek üzere ele alınan coğrafi alan daraldıkça, araştırmacının konuya yoğunlaşma
şansı artmaktadır. Nitekim II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu’na da “Sözlü Kültürümüzde
Bursa ve Yöresi Örnekleri İle Kurt” konusunu bildiri olarak götürdük.[1] Ağrıya bu konuyu
getirişimize 4 yıl evvel Türk Tarih Kurumu götürmüş olduğumuz bildirimiz belirlemiştir.
[2] Bu bildiri de tesbitini yapabildiğimiz kurtla ilgili halk inançlarının büyük bir kısmı
Doğu Anadolu’dan olması vesile olmuştur.Bu bildirimizde ise onları tekrarlamakla
yetinmeyeceğiz. Yeni tespitlerimizle birlikte konunun sufistik boyutuna da yer vermeye
çalışacağız. Böylece halkın arasında bir şekilde varlığını devam ettiren inançlarının
derinliklerine inmeye çalışacağız.
Halk kültürü denilince bu incelemeye alınabilen kadarı ile bazı özlü sözler, deyimler,
tekerlemeler, Alkışlar, kargışlar gibi hususlar efsaneler toponomi (yer adları) onamastik
(insan isimleri) gibi alanlar, büyü, nazar, bereket gibi tesbitleri kastediyoruz.
“Kurt kocayınca köpeğin eğlencesi olur” Isparta yöresinden yaptığımız bu tespit Anadolu’da
çok yaygındır. Kars ve Ağrı yöresinde “Kurt Arıklayınca İtlerin maskarası olur” şeklinde
söylenir. Bazen gücümü yitiren yeni güçlerin oyuncağı olur anlamında kullanılsa da bize
göre bu sözün derinliğinde fikri ve inanç içerikli etkinlik için fiziki ve maddi etkinliğin de
desteği gerekir; anlamını vardır.
“Kurt tüyünü değiştirir huyunu değiştirmez” bu ifade hem batı ve hem de Anadolu’nun diğer
bölgelerinde kullanılmaktadır. Bize göre bu ifadeki değişme ve değişmeme zahiri olarak
vurgulanmış olsa da, ifadenin batini boyutu da vardır. İmanlı veya inançlı kişi bazı itikadı
amellerini mecburiyet karşısında terketmek zorunda kalmış olsa da, imanını inancını
yitirmeyecektir.
“Kurt dumanlı havayı sever” bazı yörelerimizde “Kurt puslu havayı kollar” şeklinde de
söylenir. Görünen anlamı dumanlı veya puslu havanın avlanmaya daha müsait olduğu
şeklinde olsa da, Avlanma sadece canlıları parçalama şeklinde algılanmayı gerektirmeye
bilir. Dumanlı veya puslu psikolojik atmosfer insanların telkine gönül gözlerinin açılmasına
daha uygun havadır.
22
“Kuruya kurt düşmez” bu ifadedeki kurt,
böcek anlamında kurt olup etin veya peynirin
kurtlanması anlamındadır. Kurutulmuş et
kurtlanmaz. Bu sözün de bize göre mistik
anlamı olmalı. Tedbiri alınmış inançla
donatılmış kalbe vesvefe nifak giremez,
anlamındadır. Bu ifade “Kurtlan dın mı?
Kurtlanma” veya “Kalbine Kurt Düşmek”
gibi de kullanılır.
“Kurt koyunun pahasına bakmaz” ve deyimin
eş anlamlı diğer söyleniş şekli “Kuzunun
kulağındaki en kurda vız gelir” şeklindedir.
Bununla kurt kimin malı olduğuna malın
cinsine bakmaz yer; mesajı verilmiş olsa
da kimin ne zaman ne ile karşılaşacağı
bilinemez anlamı da taşır.
Neden “Kurda kuşa yem olmak” denilmiş de
“Tilkiye ve ayıya yem olmak” denilmemiş.
Veya Yunus Emre “Kurtlar ile kuşlar ile
çağırayım mevlam seni” derken neden
kuşun ismi kurtla birlikte anılmış. Yunus
Emre’nin Kurt’u seçmiş olması tamamen
tesadüf mu? Kars’da Taşlıçay da tarlaya
ekin için tohum atılır ve son bir kere de
tohum serpilirken “kurdun kuşun hakkı”
denirdi. Buradaki kurt, her ne kadar genel
olarak kurtçukları anlatıyor olsa da bize
göre anlamlı olmalı.
Karaçay –Malkar Türklerinde Kurt’un adı
börüdür. Börü, kurt kelimesini kullanmaktan
kaçınmak için kullanılır. Börü kelimesi de
tekin sayılmaz. Gerek duyulunca “canlı”, “iri
kulak”, “dik kulak”, “kızılgöz” gibi isimler
kullanılır. Kurt, fındık kurdu, elma kurdu
anlamındadır. Kurt’a, bir dönem Sarıkamış
ve Sivas’ın Kafkasya göçmeni halk arasında
da börü denirdi.[3]
Başkurt Türklerinde Kurt’un iki anlamı
vardır. Bunlardan biri arı karşılığındadır.
Başkurt Arıbeyi, Anaarı’yı dölleyen erken arı
demektir. Diğer anlamı ise Kurt sürüsünün
beyi anlamındadır.[4] 4050- yıl evvel Kars,
Erzurum ve Muş’un bazı yörelerinde arıya
kurt denildiğini hatırlıyorum.[5]
Böylece farklı anlamlarda kullanılan kurt
kelimesinin bir sihri, mistik boyutu olduğu
ortaya çıkıyor denilebilir. Eğirdir’de eve
yeni gelin gelince kaynanayı fesatlıktan
kurtarmak için, kaynananın paçasına
düğüm atılır. İnanca göre artık kaynanaya
kurt giremez.[6] Dikkat edilir ise gömleğine
veya atkısına değil şalvarının paçasına
düğüm atılmaktadır. Düğüm halk inançları
da büyünün simgesidir.
Misafir, “ev sahibinin kurdudur” misafir
ev sahibinin karkutur, temkinli tedbirli
hale getirir. Bazen de kurt, kurtçuk
anlamında kullanılır, misafir ev sahibinin
vesveselendirir, içine kurt düşürür.
Tasavvuf
içerikli
nasihatlerde
bazen
“Hiç kurt kurdun etini yer mi? Bazılarınız
bazılarımızın etini yiyor” denilir. İnsanın
insan eti yemesi, insanın ölü eti yemesi, giyap
etme arkadan konuşmanın yasaklanmış
olduğunu anlatmak için söylenilmiştir. İnsan
eti yerine kurt etinin adaptasyonu anlamlı
olmalı diye düşünüyoruz.
Türk halk tefekküründe kurt’un kutlu bir
yeri vardır. Akkoyunlu ve Karakoyunlu
coğrafyasını yurt tutmuş olan Dede Korkut
“Kurt Yüzü mübarektir” demektedir. “At
kutu”, “Kurt Kutu” mitolojik dönemden
günümüze milli kimliğimizi belirleyen
öğelerdir.
“Kurda niçin ensen kalın demişler, kendi
işimi kendim görürümde ondan demiş”
olması bile yüzyılları aşıp gelebilmiş olması
itibariyle yerinde bir deyiştir.
23
Karaçay Türklerinde kurt yavrusunun her
türlü eğitimi anası ve babasından aldığı
inancı vardır. Kurt diğer bilgi ve becerilerini
sadece kendisi geliştirir. Bunun için derler
ki “Börü börü ana –ata yolunda yürü”
Kurttan etkilenmemek yaşayan insanlar
için mümkün değildir. Erzurum ve yöresinde
Van’da, Sivas’da daha birçok yerde “ölmüş
eşşek kurttan korkmaz” özlü deyişi vardır.
[7]
Kurt toplum ismi de olabilmiştir. Kars,
Ağrı ve Muş’un bazı kesimlerindeki
Karapapah Türklerinin Kafkasya’daki ilk
yurtları Borçalı’dır. Borçalı’nın etimolojisi
yapılırken, Borçalı; Boru ve çalı olarak ele
alınmaktadır. Borü; borumek, boru, ulumak
şeklinde yapılmaktadır. Börü ile uluyan
arasında bağlantı vardır. Uluma kelimesinin
etimolojisi de ilginçtir.
cilt hastalığı vardır. Hasta üç yol ağzına
götürülür, arkasına bir seccade veya kilim
örtülür. Başka bir kimse hastanın arkasına
geçip pişirgeçle hastanın arkasına vurarak
ne oldun diye sorar. Hasta kurt oldum der.
Bu soru cevap faslı üç defa tekrarlanır.
Sorgulamadan
evvel
hastanın“uuu”
diye uluması şarttır. Böylece ciltteki
kızarıklıkların geçeceğine inanılır.[10]
“Ulu sözü dinlemeyen, uluya uluya yolda
kalır” öz deyişindeki ulumak kelimesi bize
göre kesinlikle ses uyumu içeriği nedeniyle
kullanılmamıştır.
Buradaki
ulumak
yalvarmak,
dua
etmek
anlamındadır.
Kurt’un uluyuşu da zikr halinde iken
çıkardığı sesdir. Ulu olana yönelmektedir.
Kurt ulurken, ulaşmaya ceht etmektedir.
Kurtların uluma sebep ve zamanları
incelediğinde bu iddiamızın doğrulanacağı
kanaatini taşıyoruz.
Bu tespit de bize, ulumanın bir nevi
dileme, talepte bulunma olabileceğini
düşündürüyoruz.
Kurt’un sihri boyutu ile tespitlerimizi
daha ziyade Hakkari ve Van yöresinden
yapmış kurt kanının ve postunun büyü ile
bağlantısını gençlerin zivafta başarılarının
sağlanmasında yararlı olduğu inancının
varlığını belirtmiştik. Ayrıca kurt gözü,
kurt kılı, kurt dişi, kurt pençesi ile ilgili
tespitlerimizi de bildirilerimize almıştık.[11]
Akkışladaki gargışlar arasında “Ocağı
batasıca”, “Yaşıyan kara gelesice”, “Boyun
devrilecesi”,
“Kurtlar
gibi
uluyasıca”
olanlarda vardır.[8] Ulumaya, adeta biteviye
bir yakarma yalvarma anlamı yüklenilmiştir.
Bütün canlıların kendi dillerinden yaradana
yakardıkları inancından hareketle kurt
kendi dilinden mi yakarıyor?
Çukurova’da köpeklerin uzun uzun uluması
uğursuzluk sayılır. Evden bir ölü çıkacağına
inanılır. Köpeğin, evin etrafında dolaşan
Azraili gördüğü için uluduğuna inanılır.[9]
Köpeğin kurda özenmesinin, kurt dili ile
yakarması, ölüm meleğini görmüş olmakla
izah edilişi de ilginç olmalı.
Isparta yöresinde “uluma” diye bilinen bir
24
Borçalı yer adında olduğu gibi doğu
Anadolu’da
birçok
yerde
Karakurt,
Kurtderesi, Kurtboğazı, Kurttepe gibi
isimler
vardır.
Bunlardan
birçoğunun
efsaneleri hikayeleri de vardır.
Sivas’ın Yıldızeli ilçesindeki “Kurt Çamı”
efsanesine göre, köylüler, kala-kıpçak
arasında cem-cemaat yaptıkları bir günde,
gelinlerin büyüklerin yanında çocuklarını
töre gereğince kucaklarına almadıkları
dönemlerde bir kış günü gelin bebeğini
bir çam ağacının dibine koyar ve sürekli
de gözlermiş. Burada unutulan çocuk bir
süre sonra gelindiğinde bir kurdun çocuğu
emzirmekte olduğu görülür. Bu çam kutsal
kabul edilir, buraya adak adar ve “Kurt
Isparta’da Kurt Ağzı bağlama, gece
otlatmasına çıkarılan hayvanları Kurt’dan
korumak için yapılır. Bunun için bir köstek
ipi / hıltıra bağlamayı yapacak kişiye verilir.
Bu kişi kaybolan hayvanların bunabileceği
mevkilerin adını sayarak dualar okur ve
elindeki ipe düğüm atar. Böylece Kurdun
ağzının bağlandığına hayvanların korumuş
olduklarına inanılır.[17] Dua okunarak ismi
anılan bölgeler adeta güvenli hale gelmiş olur.
Çamı” diye bilinen bu mekana para bırakılır.
[12]
Kurt Veli, Kırım Tatar Türklerinden ve İsmail
Gaspralı’nın
dava
arkadaşlarındandır.
Veli ve Kurt kelimelerinin birleşik isim
oluşturmaları ilginçtir. Tıpkı, Kürtseyit,
Kurtkurban, Kurthacı gibi.[13] İslami içerikli
hacı, veli, kurban kelimeleri ile kurt adının
birlikte geçmesi ilginçtir. Bizim bu türden
tespitlerimiz Kırım’dan da olmuştur.[14]
Kurtağzı bağlama konulu tespitlerimizi
müstakil bir çalışma olarak tamamladık.
“Yaşar Kalafat “Türk Halk İnançlarında
Kurt Ağzı Bağlamak”. Bu defa Kars’dan
Erzurum’dan, Ağrı’dan, Van’dan, Hakkari’den
yapmış olduğumuz tespitlerde de dağda
kalmış hayvanların kurtlar tarafından
parçalanmasını önlemek için çakı bıçağının
okunarak kapatılıp açıldığını tespit ettik.
Kazan çevresinde halk inançlarına göre Kurt
Ağzı bağlamak inancı Türkler islamiyete
girmeden de vardı.[15]
Eğirdir’de Kurt Ağzı bağlanması, sapından
açılır-kapanır bir bıçakla yapılır. Yapan
bıçağı açarak üç kez dua okur üfler. Bıçağın
sağına doğru kapatırken;
“Kurt ağzını kapa,
Yolun olsun sapa
Bıçağımı yağladım
Kurt Ağzını kapadım” diyerek bıçağı kapar.
Bu uygulama akşam yatsı ezanından sonra
olur. Ertesi gün kayıp hayvanın bulunacağına
inanılır.[16]
Orta Anadolu’da
Kurt Tanrı tarafından
kısmetine gökten her öğün bir kuş
gönderildiğine inanılarak uğurlu hayvan
kabul edilir. Dışarıda kalmış insanı, mal ve
davarlarını kurt yememesi için “kurt ağzı
bağlama” denilen uygulama yapılır. Bunu
için imama ağzı açılır kapanılır bir bıçak
götürülür. Kaybolan hayvanın, muhtemel
yerini sahibi söyler. İmam ilgili duaları
okur üfler bıçağı kapatır, böylece yöredeki
kurtların ağzı bağlanmış olur.[18]
Kurt Kafası, koç, keçi, geyik gibi boynuzlu
hayvanların kafa kemikleri bağı bahçeyi,
anbarı kötü gözden korumak için, Kars,
Erzurum, Sivas ve Van’da da
nazarlık
kullanılır.
“Çukurova’da bağ bahçe gibi nazardan
korunması istenilen yerlere at, sığır ve kurt
başı bir sırığa geçirilerek asılır. Kem gözün
bu kafa tasına takılarak, bağ ve bahçenin
korunmuş olacağına inanılır.[19]
Kurt Ata motifi ile ilgili destani tespitlerimiz
de oldu. Bunların ayrıntılı tahlililerini bölüm
bölüm yapmaya çalışıyoruz.( ....................)
Sivas da yapılmış yeni bir tespitte oldukça
manidardır.
Sivas’ın Koyulhisar’a bağlı bir köyünden
tespit edilmiş bir efsaneye göre, annesi
ile yaşayan bir çocuk, her gece annesine
ısrar eder ve dışarıya çıkarmış ve her gece
yarı uyur vaziyette bir kurdun sırtında
eve dönermiş. Bir gece çocuk dönerken
başındaki beresi yere düşer çocuk kurda
“anne berem düştü” der. Bunun duyulması
üzerine, kurt sırtındaki çocuk ile dağlara
doğru kaçar karanlıkta kaybolur.[20]
25
Talih Çarkı Duran Adam hikayesinde, işleri
hep ters giden adam, kapalı olan bahtını
açtırmak için çetin bir yolculuğa çıkınca
Kurt’a rastlar ve kurt adama diğer kurtların
aksine benim tüylerim yazın çıkıyor kışın
dökülüyor bana da bir çare soruver demiş.
Adam kurt’a olur demiş. Giderek kader Kaf
Dağının yamacında kadersiz bir adama
rastlamış. Adam, evimin merdivenlerinden
çıkarken başım dönüyor, lütfen benim
için de görüş demiş. Ona da olur demiş.
Karşısına bir su çıkmış, suyu geçmek için
bir balıktan yardım almış. Buna karşılık baş
ağrısı için de kendisine yardım istemesini
söylemiş, ona da olur demiş.
Talih çarkını çeviren meleklerin bulunduğu
yere gelince talihsiz adam, kendi derdini,
kurdun, başı dönen adamın ve balığın
dertlerini anlatmış. Melekler balığın dişinde
çok kıymetli bir taş var, sıkışmış çıkarılır ise
bir şeyi kalmaz, zengin adamın merdivenin
altında bir gömü var, başı onun için dönüyor.
Çıkarılır ise birşeyi kalmaz ve kurt da bir
salak insan yer ise sorunu çözümlenir der.
Geriye dönerken çarkı duran adam balığın
sorununu halleder, balık taş benim işime
yaramaz al senin olsun der, ancak adam
artık benim bahtım açıldı der kıymetli taşı
suya atar. Merdivenden çıkarken başı dönen
adam, bu kadar altın bana çok al iyiliğinin
karşılığı yarısı senin alsun der. Talihi kapalı
adam, artık benim bahtım açıldı bana
gereksiz der ve altınları almaz. Derken
kurtla görüşür ve serüvenini anlatınca kurt
adama senden daha salak insanı ben nerden
bulacağım bütün kısmetlerini tepmişsin der,
adamı yiyerek iyileşir. Bu tespitde de kurt’a
bize göre mistik bir anlam yüklenilmiştir.
Tahtacı
Türkmenlerinde
Hz.Ali
kültü
kapsamında oluşan inançlarda, mekan
ve zamanı aşma, felaketle cezalandırma,
gelecekten haber verme, başka bir
varlığa dönüşme, aynı anda farklı yerlerde
görülebilme, aynı anda değişik kılıklarda
görünme, hayvan donuna girebilme hikmet
ve marifetlere yer verilirken, Hz.Ali’nin
kurt donuna girdiği inancı da vardır. Mehti
isimli metine göre, Hz. Ali göyün 7. katında
Allah’ın kapısında aslan donuna bekleyen bir
bekçidir. Hikayeye göre Hz. Ali, Kurt donuna
girerek kendisine ait bahçeye zarar verir.
Hz.Ali, Kurt canavarı bahçeden kovması
için Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i gönderir.
Onlar korktukları için bahçeye giremezler.
Bunun üzerine üçüncü oğlu Hz. Mehti’ye
görevlendirir. Mehti kurdu yıkarak boynunu
koltuğunun altına alıp sıkmaya başlayınca
Hz.Ali “oğlum ben babamın boynumu bırak”
der. Bunun üzerine Mehdi üzülür, kaçar bir
dağa girer. Hz. Ali kurt donuna girdiği için
Tahtacı Türkmenleri kurdu kutsal kabul
ederler.[21] Tahtacı Türkmenlerinde kurt/
canavar tanımlaması Börü anlamındaki
kurtun, meyve veya sebze kurdu, kurtçuk
ile karıştırmamak içindir.
Berba Dıykan; Uluğ Türkistan halkları
arasında kuş donuna da girebilen kahramanı
koruyan bir olarak bilinir. Kamber Ata,
Hz.Ali’nin
seyisi
Kamber’den
mülhem
Atların piridir. Kayberen (Kayıp eren mi?)
Kahramanı ve ona ait olanları koruyan
bir ruh Kırk Cilten’de bir Kayberen’dir.
Manas’da Çerebay’ın adını değiştirip Kurt
olmalarını sağlayan da Kırk Çilten’dir. Oysul
Ata Veysel Karani’den mülhem i develerin
piri, Çolpan Ata koyunların ve Çıçang Ata
ise keçilerin piridir.[22]
Kırgız Mitolojisinde Kayberen, kayıpdan
gelen, destan kahramanına gerektiğinde akıl
ve eren de (kayıpdan gelen hayvan) olarak
bilinen ruh iken Kırk Çilten kahramanın
kurt donuna girmesini sağlayan ruhtur.
Manas destanında Çerebay’ın adını ve
kılığını değiştirerek kurt olması bu türden
bir tespittir.[23]
Türklerde, Araplarda olduğu şekli ile bir
26
putperestliğin olduğunu söylemek oldukça
zordur. Ancak birçok Arap Kaynağı tarihte
puta tapan putperest Türklerin varlığından
söz etmektedir. Şamanizm teorisini ileri
sürenler de
eski Türklerde Şamanların
ellerinde putların bulunduklarını iddia
etmektedirler. Ünlü Arap tarihçi Mes’udi’nin
vermiş olduğu bilgilerden anladığımıza göre
putperestlik inancı daha ziyade Türklerle
beraber yaşayan Arap kabilelerinde yaygın
idi.
İslam
öncesi
Türklerde
görülen
ve
Avrupalıların Şamanizm, Arap kavimlerinin
putperestlik adını verdikleri bu inanç,
ilkel sistemlerden Animizm, Naturizm ve
Toteizm’in birbirine karışmasından veya
aynı bölgede beraberce yaşamalarından
ortaya çıkmış bir oluşumdur. Türklerin
dini konusunda yanıltan husus; Türklerde
aynı coğrafya da hem Gök Tanrı inancının,
hem de animizm, Naturizm ve Toteizmden
meydana gelmiş bu inanç sisteminin bir
arada bulunmuş olmasıdır.[24]
Bütün bunlardan sonra Türk mitolojisinde
Kurt nedir. Bir totem mi Tengricilik inanç
sistemi tek Tanrılı bir inanç olduğu kabul
edilirken totem’in yeri nedir? Kurt donuna
girilen bir varlık mıdır? Tanrının tezahürü
olan canlı ve cansız tabiatta kurt’un yeri
bu anlayışla mı ele alınmalı? Bize göre bu
sorunun cevabı Tengriciliğin döneminin
semevi dinlerinden biri oluşundadır.
KAYNAKÇA
[1] Yaşar Kalafat, “Sözlü Kültürümüzde Bursa ve
Yöresi Örnekleri ile Kurt” II. Bursa Halk Kültürü
Sempozyumu, Bursa 2005
[2] Yaşar Kalafat “Göktürklerden Günümüze Türk
Halk İnançlarında Kurt” Türk Tarih Kurumu, XIV:
Türk Tarih Kongresi (9 -13 Eylül 2002)
[3] Ufuk Tavkul, Kafkasya Dağlarında Hayat ve
Kültür (...), İstanbul 1993 sh. 267
[4] Yaşar Kalafat,
[5] Y.Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk
inançlarının İzleri, Ankara 1999
[6] Ispartanın Folklor Yapısı 1998. Isparta 1998
sh. 8
[7]Oltu, 1998 sh. 175
[8] A. Uğur a.g.e. sh. 73
[9] Halil Atılgan, Murtcu Folkloru, Ankara 2002,
sh. 338
[10] Ispartanın Folklor Yapısı 1998, Isparta 1998,
sh. 14
[11] Yaşar Kalafat a.g.e.
[12] Kutlu Özen, Sivas Efsaneleri, Sivas 2001 sh.
301
[13] Emel Aktaran “ Nurlu Kabirler” Kırım Dergisi
Nisan-Mayıs-Haziran 1993 S.3 sh. 3537[14] Y.Kalafat, Kırım Kafkasya, Sosyal Antropoloji
Araştırmacıları, Ankara 1999 sh. 1163[15] Çağrı Kürşat Yüce, Kazan’ın Beşeri ve
İktisadi Coğrafyası, Ankara 2002 sh. 61
[16] Ayşe Akkaya, Eğirdir’de Kültür Değişmesi,
Eskişehir 1997 sh. 178180[17] Isparta Folklorunun Yapısı 1998, Isparta
1998 sh. 6
[18] İsmail Gukku Sungurlu Yerköy, Delice,
Keskin Kızılırmak Yöresi Derlemeleriyle, Orta
Anadolu Halk Kültürü, Ankara 2003 sh. 99
[19] Hali Atılgan Murtcu Folkloru 2002 sh. 336
[20] Kutlu Özen, Sivas Efsaneleri, Sivas 2001 sh.
176
[21] Ali Selçuk “Tahtacılar Kültüründe Orta Asya
Şamanizminin İzleri”
[22] M.Yılmaz “Kırgız Mitolojisinde ve Manas
Destanında Yardımcı Ruhlar” Erciyes, Şubat
2000, S. 266 sh. 67[23] M.Yılmaz “Kırgız Mitolojisinde ve Manas
Destanında Yardımcı Ruhlar” Erciyes, Şubat
2000 S. 266 sh. 67[24] Ş.Kuzgun “Atalarımız Şamanist Değildir”
Tarih ve Düşünce, Mart 2000, S. 3 sh. 2235-
27
Şehriyâr’a Irak’ta Yazılan
Nazireler
Prof. Dr. Ayşe Gül SERTKAYA
*
20. yüzyılda Türk Dünyasının en büyük Türk şairi hiç şüphesiz ki Şehriyâr mahlasını
kullanan Seyyid Mehemmed Hüseyin Behcet Tebrizi’dir. 1 Hacı Mir Ağa Hoşginabî ile Kövkeb
(Kevkeb) Hanım’ın oğlu olarak 19041905- yıllarında Tebriz’in Bağmeşe mahallesinde doğar.
Ancak 1905 -1911 yılları arasındaki çocukluğu babasının köyü olan Heyder Baba dağının
eteklerindeki Hoşnigab köyünde geçer. İlk öğretimini Tebriz’de Perveriş ilkokulunda, orta
öğretimini füyuzat orta okulunda yapar. 1924’te Tahran’a giderek Tıp Fakültesi’ne kaydolur.
Öğrenci iken Süreyyâ isimli bir kıza aşık olur, ancak bu yüzden Tahran’dan Nişabur’a sürgün
edilir, dolayısıyla da iki üç ay kadar sonra tamamlanacak olan tıp tahsili yarım kalır.
Daha sonra devlet memuru olan Sehriyâr, 1940’lı yılların başlarında ruhî buhranlar,
sıkıntılar geçirir. Annesi Kövkev (Kevkev) Hanım Tebriz’den Tahran’a gelerek beş yıl
Şehriyâr’ın yanında kalır. Bu beş yılda eski günlerden bahsederler, çocukluk hatıraları
gözlerinde canlanır ve annesinin gayreti, sevgisi, ilgisi, şefkati ile bu sıkıntılı devreyi atlatır.
Şehriyâr şiirlerini Farsça yazmaktadır, ama annesi Kövkev Hanım Farsça
bilmemektedir. Bir gün oğluna “Ay oğul! Senin böyük sair olduğunu deyirler. Amma men
Farsî bilmirem seni anlamıram. Ne üçün ana dilinde yazmirsen” diye sorunca Şehriyâr
Türkçe şiirler de yazmaya başlar.
Ancak Şehriyâr annesinin 1953 yılındaki ölümünden sonra uzun zamandır yaşadığı,
hastalandığı, üzüntüler, buhranlar geçirdiği Tahran’ı aniden terk eder ve Tebriz’e döner.
Tebriz Ziraat Bankası’nda memurluk yapar ve buradan emekli olur.
Şehriyâr Tebriz’e dönünce 1953 yılının ikinci yarısında kendisini Türk dünyasının doruklarına
çıkaran Heyder Baba’ya Selâm şiirini Tebriz Türkçesi ile yazar ve 1954 yılında yayımlar.
Heyder Baba eteklerinde Hosginab, Kayırkursak, Karaçemen, Kıpçak gibi köylerin
yer aldığı bir dağın adıdır. Şehriyâr bu şiirinde çocukluğu ve gençliği ile buluşur. Şiir şöyle
başlar:
Heyder Baba ildırımlar şahanda
Seller sular şakkıldayub ahanda
Kızlar ona sef bağlayub bahanda
Selâm olsun şövktüze elüze
Menüm de bir adım gelsin dilüze.
Manzumenin vezni 11’li hece vezni, türü beşlik, kafiye seması a / a / a / b / b ’dir.
76 beşlikten oluşan bu ilk manzume Türk dünyasında çok büyük bir yankı yapmıştır.
Türkiye’de ilk olarak Aylık Kültür Dergisi Azerbaycan’ın Eylül- Ekim 1954’te yayımlanan
6.- 7. sayısında “Azerbaycan Şiirinin Yeni Bir Harikası” başlığı duyurulmuş, ve şiirin tamamı
derginin 6.-7. sayısından başlayarak Temmuz-Ağustos 1955’e kadar tefrika edilmiştir.
Mehmet Emin Resulzâde’nin aynı dergide Ocak-Şubat 1955’te yayımlanan “Edebî Bir
Hadise” başlıklı yazısı ilk tahlil yazısıdır. Haydar Baba’ya Selâm 1, 1964 yılında Ahmet
2
Ateş tarafından da yayımlanır. 1972’de, Muharrem Ergin Azeri Türkçesi adlı eserinde
3
Haydar Baba’ya Selâm 1 ve 2’yi, açıklamalı olarak yayımlar. Manzumeler Yusuf Gedikli’nin
Şehriyâr adlı eserinde de yayımlanmıştır. 2000’li yıllarda Muharrem Ergin’in öğrencisi
Dursun Yıldırım’ın da Şehriyâr’ın bu iki manzumesini yayımladığını görüyoruz.4
Şehriyâr 1964 yılında 49 beşlikten oluşan Haydar Baba’ya Selâm 2, şiirini yazar.
Böylece her iki manzumenin toplam beşlik sayısı 125 olur.
Şehriyâr 1966 yılından itibaren 11’li hece vezniyle ve beşliklerden oluşan, hacimlerine
göre sıraladığımız, 9 manzume daha yazmıştır.
28
1
Memmed Rahim’e (birinci cevab)
30 beşlik
1967
2
El Bülbülü (Mir Ebülfez Hüseynî’ye cevab
25 beşlik
1970
3
Döyünme ve söyünme
13 beşlik
1969
4
Ancıla
11 beşlik
5
Hilâl-i meharrem
9 beşlik
6
Aman ayrılıg (Süleyman Rüstem’e)
8 beşlik
7
Sen’et-i memleket
8 beşlik
8
Sehîdî’ye cevab
7 beşlik
1966
9
Oğlum
6 beşlik
1969
1970
Artık Şehriyâr’a nazire yazacakların veya onun tarzında şiir yazacakların yolu belli olmuştur.
Nazireler 11’li hece vezni ve beşlikler halinde yazılacak, kafiye sistemi olarak da a / a / a / b
/ b kafiye sistemi kullanılacaktır. İlk beşliğin kafiyesini Şehriyâr gibi –anda eki ile başlatan
şairler çoktur.
Şehriyâr’a yüzlerce nazire yazılmıştır. Yazılan bu nazireleri İran’da, Azerbaycan’da,
5
6
Türkiye’de , Irak’ta ve Gagauzya’da yazılan nazireler olarak beş gruba ayırmak mümkündür.
7
Biz Irak’ta yazılan nazirelerden 18 Türkmen şairine ait 26 şiir tespit edebildik. Bu şairler
ve şiirlerinin adları şunlardır:
1
Sâbir R. Demirci
Dede Kamber
242 beşlik
2
Sâbir R. Demirci
Aslan Baba Destanı
219 beşlik
3
Hasan Kevser
Balım Baba’ya Selâm 1
Balım Baba’ya Selâm 2
210 beşlik
150 beşlik
4
Sabah Abdullâh Kerküklü
Vatan Destanı
205 beşlik
5
Fevzi Ekrem Terzi
Tuz ve Balam Nurdan Destanı
193 beşlik
6
Selâhattin Nacioglu
Gulam Baba’ya Selâm
174 beşlik
7
Hızır Galib Kehyegil
El Sevgisi (Destan)
143 beşlik
8
Hüseyin Ali Mübarek
Tuzhurmatu
127 beşlik
9
İsmail Serttürkmen
Gürgür Baba›ya Selam 1
Gürgür Baba›ya Selam 2
101 beşlik
??? beşlik
10
Mehmet Mehdi Bayatoglu
Kaytaz Baba’ya Selâm (1)
Kaytaz Baba’ya Selâm (2)
90
beşlik
??? beşlik
11
Abdullatif Benderoglu
Gürgür Baba’ ya Selâm
46 beşlik
12
Ferah Gökkaya
Yurdum Kerkük
42 beşlik
13
Sâbir R. Demirci
Gözlü Baba
40 beşlik
14
Sâbir R. Demirci
Kara Baba
30 beşlik
15
Sâbir R. Demirci
Pambuğ Baba
24 beşlik
16
Salah Nevres
Şehit Destanı
24 beşlik
17
Salah Nevres
Baba Gürgür 1
Baba Gürgür 2
5 beşlik
5 beşlik +1
beyit
18
Şemsettin Türkmenoğlu
Gürgür Baba
13 beşlik
19
Hasan Necef Felahî
20
Mutasım Namık Selahiye
Koşa Çoban
X
21
Rıza Çolakoğlu
Hıdırilyas
X
22
Faruk Köprülü
Gürgür Baba
X
23
Kamber Kahyaoğlu
8
10 beşlik
X
29
Bu 18 şairin 26 şiiri incelendiği zaman hemen hemen hepsinin 11’li hece vezni ile ve
beşliklerden oluşan bir nazım türü ile yazıldıkları görülür. Beşliklerden kafiye sistemi a /a
/ a / b / b şeklindedir. Dil genellikle Irak Türkmen Türkçesi’dir. Şairlerin adında genellikle
Baba kelimesi geçer. Gözlü Baba, Keytez Baba, Gürgür Baba, Gulam Baba, Kara Baba,
Pambug Baba, Balım Baba, Aslan Baba, gibi. Burada adı geçenler ya cografi bir mekânın
adı, ya daha önce yaşamış bir kişinin, bir velînin adıdır.
Kosa Çoban: Şairin dogduğu Kifri’de bir tepenin adıdır.
Gözlü Baba: Tuzhurmatı ile Süleyman Beg arasındaki bir kaplıcanın adıdır.
Keytez Baba (Büyük Su): Tuzhurmatu’da bir kaplıcanın adıdır. Ancak şair
eserinde Keytez Baba’yı “Tuzhurmatu’da efsanelesmiş bir bahçe” olarak açıklıyor.
Gürgür Baba: Ümit Tokatlı Gürgür Baba hakkında şu bilgiyi vermektedir.9
Kerkük şehir merkezine 12 km kadar uzaklıkta alev alev yanan ve çıkardığı ses dolayısıyla
Gürgür denilen; burada bir yatırın olduğu sanılarak Baba Gürgür veya Gürgür Baba ismi ile
anılan ezelî ateşin yandığı yerdir.
Gulam Baba: Gulam Baba “Tuzhurmatu’nun en eski yerlilerindendir.Vaktinda
Tuzhurmatu’nun kehyesi olmuştur.”
Kara Baba: Kerkük’te bir yatırın adıdır.
Pambuğ Baba: Bir çocuk oyununun adıdır.
Şimdi aşagıda vereceğim metinleri yayımları sırasına göre değil, hacimlerine göre sıraladık.
Metinler arasında karşılastırma yapılması için vereceğmiz her şiirin ilk beşligini sunduk.
ŞAİRLERDEN ÖRNEKLER
1
Sâbir R. Demirci
Dede Kamber
Sâbir Demirci’ nin 2001’ de Kerkük’te yayımlanan Dede Kamber
(Laylan Destanı) adlı 240 beşlikten oluşan eserinin ilk beşliği
şöyledir:
Dede Kamber Destanı
Dede Kamber geldim sene Laylan’nan
Allah bizi ayırmasın imannan
Düşünduğçem gözüm dolar al kannan
İmam Meyti (Mehdî ) hanın izi kalmayıp
Acayibdi kimse yerin almayıp
2
Sâbir R. Demirci
Aslan Baba Destanı
Sâbir Demirci’nin 2005’te Kerkük’te yayımlanan Aslan Baba Destanı adlı 219
beşlikten oluşan eserinin ilk beşliği şöyledir:
Aslan Baba Destanı
Aslan baba Öziv basar bu işi
Kaybolmasın dedemizin görüşi
Hala kalıp zubun caket girişi
Çalışıllar tarihini silsinler
Hiç silinmez bunu eyi bilsinler
3
Hasan Kevser
Balım Baba’ya Selâm 1
Balım Baba’ya Selâm 2
Hasan Kevser’in 1995’te Bağdâd’ta yayımlanan Balım Baba’ya Selâm (Destan) adlı 210
beşlikten oluşan ve dili Türkiye Türkçesi olan şiirinin ilk beşligi şöyledir:
30
Balım Baba’ya Selâm 1
Selâm olsun canınıza yatanlar
Aşk demini sürüp kadeh atanlar
Ufkumuzdan bir bir akıp bakanlar
Hasret çeker şimdi gönül o güne
Şaş kalmısız açılmaz bir düğüne
Balım Baba’ ya Selâm 2
Balım Baba yene geldim dergâha
Darda kalsa sığınacak bir sâha
İkimiz de el açagın Allah’a
Geçen çağın günleri dönsün geri
İnciden de kıymatlıdı değeri
4
Sabah Abdullâh Kerküklü
Vatan Destanı
Sabah Abdullah Kerküklü’nün 1988’te Bağdâd’da yayımlanan
Vatan Destanı adlı 205 beşlikten olu;an ve dili Türkiye Türkçesi
olan şiirinin beşligi şöyledir:
Vatan Destanı
Kutsal yurdum yolun yorgun gezeydim
Balık gibi serbest suda yüzeydim
Onda ölüp kendi kabrim kazaydım
Dünya cihan şeref beni tanırdı
San tarihim Gürgür gibi yanard i
5
Fevzi Ekrem Terzi
Tuz ve Balam Nurdan Destanı
Fevzi Ekrem Terzi’nin 2003’te Bağdâd’da yayımlanan Tuz ve
Balam Nurdan
Destanı adlı 193 beşlikten oluşan şiirinin ilk beşligi şöyledir:
Fevzi Ekrem Terzioğlu adımdı
Yurduma yâd işte menim yâdımdı
Bu destanım dostlarıma dadımdı
Yâd(i)gâr kalsın mennen sora sizlere
Işık versin gün görmiyen gözlere
6
Selâhattin Nacioglu
Gulam Baba’ya Selâm
Selâhattin Nacioglu’nun 1993’te Bağdâd’da yayımlanan Gulam
Baba’ya Selâm (Destan) adlı 174 beşlikten oluşan şiir kitabında
Gulam Baba’yı “Tuzhurmatu’nun en eski yerlilerindendir.
Vaktinda
Tuzhurmatu’nun
kahyası
olmuştur”
şeklinde
açıklamaktadır.
Gulam Baba’ya Selâm destanı şu beşlik ile başlamaktadır:
Gulam Baba’ ya Selâm
Tuzhurmatu, Gürgür Baba destanı
Gulam Baba, Keytez Baba bostanı
Bunlar hepsi Heyder Baba fistanı
Bu yankılar Sehriyâr’a ad olsun
Sehriyâr’ın ruhu bir de şad olsun
31
7
Hızır Galib Kehyegil
El Sevgisi (Destan)
Hızır Galib Kehyegil’in 2000’de Kerkük’te yayımlanan El- Sevgisi
(Destan) adlı kitabında 143 beşlik yer almaktadır.
El Sevgisi (Destan)
Kaş kararır gece perde atanda
Düşünceler hepsi birden çatanda
El Sevgisi coşar onda yatanda
Yüz bin selâm güzel sevilen yurda
Köyümüzün yüzi gülidi bir de.
8
Hüseyin Ali Mübarek Tuzhurmatu
Hüseyin Ali Mübarek’in 1965’te Kerkük’te yayımlanan Tuzhurmatu
adlı 127 beşlikten oluşan şiirinin ilk beşligi şöyledir:
Tuzhurmatu
Tuzhurmatu sabah gözün açanda
Nur orağı karanlığı biçende
Yeşil kuşlar öte öte uçanda
O çiseli bağçelerde gezeydim
Her dost için bir deste gül düzeydim
9
İsmail Serttürkmen
Gürgür Baba›ya Selam 1
Gürgür Baba›ya Selam 2
İsmail Serttürkmen’in 1965’te Kerkük’te yayımlanan Gürgür
Baba’ya Selâm (Dastan) adlı birinci ve ikinci şiirinin ilk beşlikleri
şöyledir:
Gürgür Baba’ya Selâm 1
Gürgür Baba selâm olsun derinden
Yalancı değilem özler elinden
Nene kucağınnan merdler belinden
Gürgür Baba salsav bizi yadıva
Adımız bağladı seniv adıva
Gürgür Baba’ya Selâm 2
Gürgür Baba kalavdan gün batanda
Toran kuşlar yuvanda yatanda
Sehidlerüv kan kemiğe katanda
Ruhlarına sen ohu Fatiha
Kıymatta ne diyesin Fatih’a
32
10
Mehmet Mehdi Bayatoglu
Kaytaz Baba’ya Selâm (1)
Kaytaz Baba’ya Selâm (2)
Mehmet Mehdi Bayatoğlu’nun 1979’da Bağdâd’da yayımlanan
Keytez Baba’ya Selâm (Bir Ömür Detanı) adlı şiir kitabındaki
destanı 90 beşlikten oluşmuştur. Keytez Baba diğer adı ile Büyük
Su, Tuzhurmatu’da bir kaplıcanın adıdır. Ancak şair eserinde
Keytez Baba’yı “Tuzhurmatu’da efsaneleşmiş bir bahçe” olarak
açıklıyor. Keytez Baba’ya Selâm destanının ilk beşliği şöyledir:
Keytez Baba’ya Selâm 1
Keytez Baba! Seher gözün açanda
Karanlıklar korkusundan kaçanda
Aydın güneş altun saçın saçanda
Hayran ollam güler hüsnin görende
Ay buluttan ahvalini soranda
Keytez Baba! Yıldırımlar çahaydı
Gözlerimiz hak yoluna bahaydı
Dağıntılığ aramızdan kahaydı
Agaç kimin bir bağlama olaydık
Dertlerimiz duyup çara bulaydık
Keytez Baba’ya Selâm 2
M. Mehdi Bayatoglu’nun Keytez Baba’ya Selâm 2 manzumesi
Kasım Sarıkahya’nın Çagdaş Türkmen Şairleri, antolojisinden
alınmıştır:
İnsancıl ol! Varlığına sen inan.
Cevherli ol! insanlıga bir dayan.
Mumlar tegi halka dayan sen de yan
“Ağır ayağ basa değer” diyerler
“Yüngül ayağ daşa değer” diyerler
Hatun nenem tendirini yahanda
Kanturacımız düz boynına salanda
Tütün çıhtı komşular da bilende
Tendir kızdı, sıcak ekmek yapıldı
Aç karınlı “Heyder gene tapıldı”.
11
Abdullatif Benderoglu
Gürgür Baba’ ya Selâm
Abdullatif Benderoğlu’nun 1976’da Bağdâd’da yayımlanan
Gürgür Baba adlı dili Türkiye Türkçesi olan şiiri 46 beşlikten
10
oluşmaktadır. Şiirin ilk beşliği şöyledir:
Gürgür Baba’ ya Selâm
Gürgür Baba vaktı geldi bir gürle
Ateş saçıp yurdumuzu bir nurla
Yak kinleri yüreklerde o korla
Aydınlat tez karanlığı her yanı
Sil gözlerden sisleri hem dumanı
33
12
Ferah Gökkaya
Yurdum Kerkük
Ferah Gökkaya’nın 1968’de Kerkük’te yayımlanan Yurdum Kerkük
adlı 42
beşlikten oluşan şiirinin ilk beşliği şöyledir:
Yurdum Kerkük
Yurdum Kerkük adıv kara altındı
Kıymetiv her yerde çoh çoh üstündü
Sende bin il kalsam bir gündü
Bilmem sende sihir veya cadı var
Gürgür Baba çoh derliye odı çar
13
Sâbir R. Demirci
Gözlü Baba
Sâbir R. Demirci’nin Gözlü Baba adlı manzumesi Kasım
Sarıkahya’nın Çagdaş Türkmen Şairleri, antolojisinden alındı.
Gözlü Baba Tuzhurmatu ile Süleyman Beg arasında yer alan bir
kaplıcanın adıdır:
Gözlü Baba
Gözlü Baba yoluv doyağ tutaydı
Yar dodağı beyaz kaymağ tutaydı
Keşke bir gün gevil ayağ tutaydı
Onda doğru aşık bilini
Çoh aşkın adı aşkdan silini
14
Sâbir R. Demirci
Kara Baba
Sâbir R. Demirci Kerkük’te bir yatır olan Kara Baba ile ilgili
manzumesi 1 Ekim 1992’de Bağdâd’da Türkmen Kültür Müdürlüğü
tarafından yayımlanan Destan Yazarlarına Destan adlı yazılan
alınmıştır: Bu manzume önce bir hoyrat ile başlamaktadır:
Hoyrad
Kamışlı Kara Baba
Men gedim hara baba?
Azalmırı bir lehze
Bağrımnan yara baba.
Kara Baba
Kara Baba hanı Bulağ hamamı
Bag içinde isitme yel imamı
Si Hıdır’ın kestekten direg damı
Sele mene geldim görüm izini
Harda gömdüv uzun Rahman kızını
34
15
Sâbir R. Demirci
Pambuğ Baba
Sâbir R. Demirci’nin bir çocuk oyunu olan Pambug Baba adlı
manzumesi
2 Temmuz 1992’de Bağdâd’da Türkmen Kültür
Müdürlüğü tarafından yayımlanan Destan Yazarlarına Destan adlı
yazılan alınmıştır. Bu manzume önce bir hoyrat ile başlamaktadır:
Hoyrad
Az kaldı gün batmağa
Kuslar dalda yatma[a
Bir pambug atan gelsin
Kemiklerim atmağa
Pambuğ Baba
Pambuğ Baba pambıvıv çoh olaydı
Düşmanlarıv dünyada yoh olaydı
Miskinleriv açlarıv toh olaydı
Men o zaman şad olurdum gülerdim
Kana dönmüş gözyaşlarım silerdim
16
Salah Nevres
Şehit Destanı
Baba Gürgür 1
Baba Gürgür 2
Salâh Nevres’in 1989’da Bağdâd’da yayımladığı Pencere11 adlı şiir
kitabında ilki 29 Eylül 1967’de, ikincisi 1 Kasım 1985’te Kerkük’te
yazdığı Gürgür Baba şiiri yer almaktadır. İlk şiir 5 beşlik, 2. şiir
5 beşlik ve 1 beyt olarak 714 =7+ lü hece vezni ile yazılmıştır. 9
Ağustos 1976’da Kerkük’te yazdığı “Şehit Destanı” adlı şiiri ise 24
beşlikten oluşmuştur. Şiirlerin ilk beşlikleri şöyledir:
Gürgür Baba 1
Ey sırrımı saklayan tarihin meş’âlesi
Ey tükenmez bahârın bizde solmaz lâlesi
Sen ey hür güneşlerin ulvî penbe hâlesi
Pembe pembe yaldızla gözlerimin yaşını
Yansıt ey Baba Gürgür içimin âtesini
Gürgür Baba 2
Her sırrıma tanıksın yeter gizleme artık
Karşında duruyorum baş açık yaka yırtık
Sönersen sön biz ancak ısınmayı bıraktık
Ey aşkım Baba Gürgür ey çilem ey özlemim
Tutkum, hıncım, dileğim, çerağım cehennemim.
Şehit Destanı
Anne karnı dokuz aylık evindi
Doğarken de herkes sene sevindi
Annen baban nice günler devindi
Atlas, ipek, telli cihaz biçtiler
Kuyumcuda Masallah’lar seçtiler
35
17
Şemsettin Türkmenoğlu
Gürgür Baba
Şemseddin Türkmenoğlu’ nun 1990’ da Bağdâd’da yayımlanan
Çoban ile Avcı adlı şiir kitabında 13 beşlik olarak yer alan Gürgür
Baba’ ya Selâm (1) şiirinin ilk beşligi şöyledir:
Gürgür Baba’ ya Selâm 1
Gürgür Baba altun ahar ırmagıv
Horyat süsler güllü çiçekli bir bağıv
Dem gününde bekçidi her bir dağıv
Kara altun Allah’tan armağandı
O bir vergi, bir çoh derde dermandı.
18
Hasan Necef Felahî
Kaytaz Baba geçen ömrün destanı
Ekmiş çocuk eski hayat bostanı
Naksı güzel her güzelin fistanı
Milletimin güzgüsüdür bu destan
Göstermiştir gül bağını o bağvan
19
Mutasım Namık Selahiyeli
Koşa Çoban
Mutasım Namık Selahiyeli’nin Koşa Çoban adlı manzumesi 18
Şubat 1993’te Bağdâd’da Türkmen Kültür Müdürlüğü tarafından
yayımlanan Yurt, haftalık gazetedeki yazısından alındı. Kosa
Çoban sairin doğduğu Kifri’de bir tepenin adıdır.
Koşa Çoban
Koşa Çoban Kifri altı haradı
Gem gussadan bütün canım yanadı
Yalnız sizi görmek buna çaradı
Hakdan dile hep küsenler barışsın
Ayrı düşen biriyle kavuşsun.
20
Rıza Çolakoğlu
Hıdırilyas
Rıza Çolakoğlu’nun Hıdırilyas adlı manzumesi Kasım Sarıkaya’nın
Çağdaş Türkmen Şairleri, yayımlanan antolojisinden alınmıştır:
Hıdırilyas
Hıdırilyas sen bir konuş yaşında
Neler gördüm neler geçmiş başında
Nuh Tufanı, Süleyman’dan, Arşından
Anka Kuşu, Kaf Dağı’ndan haber ver
Ak devlerin yatağından haber ver.
36
21
Faruk Köprülü
Gürgür Baba
Faruk Köprülü’nün Gürgür Baba adlı manzumesi
Sarıkahya’nın Çağdaş
Türkmen Şairleri’nde yayımlanan antolojisinden alındı:
Gürgür Baba sehirlerin zîneti
Fuzulî’ ler Hicrî’ lerin sîreti
Gönül yakar Muçıla’ nın hoyratı
Ya da düşer “Bu alma dört olaydı”
Boynum vuran keşke bir mert olaydı.
22
Kasım
Kamber Kahyaoğlu
NOTLER
*İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi
1 Şehriyâr’ın hayatı ve şiirleri için bk. Yusuf Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, İnceleme – Şiir
Metinleri–Sözlük, İstanbul 1977.
2 Ahmet Ateş, Şehriyâr ve Haydar Baba’ ya Selâm, Ankara, 1964, s. 80.
3 Muharrem Ergin, Azeri Türkçesi, İstanbul, 1971
4 Dursun Yıldırım, M. Şehriyâr, Haydar Baba’ ya Selam, Ankara, 2002.
5 Osman Fikri Sertkaya, “Haydar Baba’ya Selâm” Siirinin Türkiye’deki Akisleri”, Türk Kültürü, VII/83
( Eylül 1969), s. (24)836-(29)841; “Haydar Baba’ ya Selâm «Ş iirinin Türkiye’deki Akisleri ( II)”, Türk
Kültürü, XXVII/310, Şubat 1989, s. 92 (28)-98 (34).
6 Ümit Tokatlı, “Irak Türklerinin Haydar Baba’ya Selâm’a Yazdıkları Bazı Nazirelerden Örnekler”,
Kerkük, Yıl 3, Sayı 7, Mart 1999, s. 5127 Bizim eserlerini görmediğimiz Irak şâirleri ve Şehriyâr’a nazireleri olduğunu düşünüyoruz.
8 Kamber Kahyaoğlu’nun Şehriyâr naziresi hakkında bk. Ümit Tokatlı, agm., s. 12, not 17.
9 Ümit Tokatlı, agm., s. 12.
10 Dr. Yusuf Gedikli, “Irak Türkmen Edebiyatı ve A. Benderoğlu” adlı makalesinde şiirin tamamını
yayımlamıştır. Erciyes, Yıl 16, Sayı 188, Ağustos 1993, s.1523-.
KAYNAKÇA
ATEŞ Ahmet, Şehriyâr ve Haydar Baba’ya Selâm, Ankara, 1964.
Azerbaycan Şiirinin Yeni Bir Harikası, Azerbaycan, Aylık Kültür Dergisi, 3, 631 30-( 7-, Eylül-Ekim
1954), s.
14- 15.
ÇAGFEROGLU Ahmet, “Şehriyâr”, Türk Kültürü Arastırmaları, I, I (1964), s. 133141-.
ERGİN Muharrem, Azeri Türkçesi, İstanbul, 1971.
GEDİKLİ Yusuf, “Irak Türkmen Edebiyatı ve A. Benderoğlu”, Erciyes, Yıl 16, Sayı 188, Agustos 1993,
s. 1523-.
GEDİKLİ Yusuf, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, İnceleme – ;iir Metinleri – Sözlük, İstanbul, 1977.
Heyder Baba’ya Selâm, Azerbaycan, Aylık Kültür Dergisi. Eylül-Ekim 1954.
Mehmet Emin Resulzâde, “Edebî Bir Hadise”, Türk Yurdu, S. 240, s. 526241 ;530- (Şubat 1955), s.
607613-.
NEVRES Salah, “Şehit Destanı”, Millî Folklor, Ankara, 1991, Sayı 11 s. 4243-; Sayı 12, s. 35- 37.
SARIKAHYA Kasım, Çağdaş Türkmen Şairleri, C. 12-, Bağdâd, 1989.
SERTKAYA Osman Fikri, “Haydar Baba’ ya Selâm Şiirinin Türkiye’deki Akisleri”, Türk Kültürü, VII/83,
s.(24)836-(29)841.
SERTKAYA Osman Fikri, “Haydar Baba’ya Selâm Şiirinin Türkiye’deki Akisleri (II)”, Türk Kültürü,
XXVII/310, Şubat 1989, s. 92 (28)-98 (34).
Suphi Saatçi, “Irak (Kerkük) Türk Edebiyatı”, Türkiye Dısındaki Türk Edebiyatları Antolojisi (NesirNazım), 6, Azerbaycan-Irak ( Kerkük) Türk Edebiyatı, VI, Ankara 1997, s. 151485TOKATLI Ümit, “Irak Türklerinin Haydar Baba’ya Selâm’a Yazdıkları Nazirelerden Bazı Örnekler”,
Kerkük, Yıl 3, Sayı 7, Mart 1999, s. 512-.
YILDIRIM Dursun, M. Şehriyar, Haydar Baba’ya Selam, Ankara, 2002.
37
Dr. Mehmet Ömer KAZANCI
Masuma
Bekle beni Masuma bu gece geleceğim
Annene babana söyle geleceğim
Az kaldı, bir azdan yıldızlar çıkacak
Ceplerimi yıldızlarla dolduracak
Ve yola düşeceğim
Çiğ bir sözcük zehirleyebilir kanımı,
Öldürebilir beni
Sakın Sünni’dir demesinler ben Türküm
***
Kız-mız değildir gayem
Sen nesin benim için sen de bilirsin
Altmışını çoktan aşmış bir şair
Hep öyle şekersiz mi çay içecek
Kalan ömrünü
Yazık olur
Hep mısralarını öyle
Kuru kuru mu, körü körüne mi dizecek
Bir çiçeğe koklatmadan
Bir çiçeği koklamadan
Yazık olur
***
Biz yaşlı şairler kısmı
Gözümüz pek gönlümüz temizdir
Bir sözcük bizi
Götürebilir çöllerin ortasına
Su içirmek hevesiyle
Çöllerde suyun işi ne demeyiz
Babana annene söyle
Su serpsinler yolumuza Masuma
Sen nesin benim için sen de bilirsin
Onlar da bilsin söyle
***
Ey güney Azerbaycan’ın kızı, şakrak
Masuma
Tahran’daki köşkünüzde gözüm yok
Sendedir gözüm sen de bilirsin
Bir
yemek
masasında
şakalaşa
şakalaşa
Çözmüştüm tüm sırlarını kalbinin
Okumuştum içindeki tüm kitapları
Baştanbaşa
Kömür karası gözlerinden
Tüm bunları annene babana söyle
38
Sünni’dir demesinler ben Türküm
Sünnilik Şiilik bir moda
Bu gün var yarın yoktur
Yıldızlar getiriyorum sana Kerkük’ten
Demet demet loda loda
Sen nesin benim için sen de bilirsin.
***
Türkiye- Bilecik/ 8.5.2014
Değişen Mail
Bir mesaj attım mailine
Çok sürmeden geriye döndü
Tekrar attım tekrar döndü
Gerekçesini ararken
Bir gümbürtü
Arkasından davul zurna
Ve üst üste çığlık sesi
“Evleniyordur” söyledi
“Komşumuzun büyük kızı”
Evdekilerden birisi
Ben sormadan…
Demek ki,
Değişmişsin meylini
Demek ki,
Değişmişsin mailini
***
Başımda bir hafif ağrı
Dalgalanmaya başladı
Bir sigara yetmiyordu
Dindirmeye bu ağrıyı
Sindirmeye bu meali
Kapıya çıktım müptela
Kapıdaydın
Gelinlik elbisenle
Yeni aşkınla kol kola
Sol gözümü kırptım sana “n’oldu” diye
Sağ gözünden cevap geldi
“Geçmiş ola,
Artık sorma bu suali”
Demek ki,
Değişmişsin meylini
Demek ki,
Değişmişsin mailini
***
Selma MERDAN
BEBEKLER
ÇOCUKLAR
(Savaşlarda ölen çocuklara)
Sakın ağlama bebek,ağlama
Kimsenin hakkı yok,
Açma gözlerini.
Tanrının verdiği canı almaya...
Kimsenin hakkı yok,
Çocukluğunuzu çalmaya...
Size ne savaşlardan?
Gazlardan ölümlerden?.
Yüzlerce sıralanmışsınız yere,
Kiminiz pijamalı,kiminiz kundakta,
Yoksa oyun mu oynuyorsunuz?
Benim bilmediğim...
Haydi kalkın yerlerden,
Çıkarın sırtınızdan,
Size yakışmayan kefenleri,
Sizin yeriniz ananızın kuçağı,
Sizin yeriniz parklar,okullar...
Bir de yirmi birinci yüz yıl diyorlar,
Uygarlık,uzay çağı,bilgisayar dünyası
diyorlar,
Yaşam kolaylaştı,dünya güzelleşti
diyorlar,
Ama,insanların
Kafalarındaki vahşeti
Irkçılığı,ayrımcılığı
İntikam ve kini,
Yirmi birinci yüz yılda da,
Yok edemediler...
Dal güzel rüyalara
Ne olur uyanma.
Görme,
Beyaz kefenleri,kırmızıya
Boyanmış kardeşlerini.
Tıka kulaklarını bebek,
Duyma savaş çığlıklarını.
Sadece anneciğinin ninnileri,
Kalsın kulaklarında.
Sakın duyma...
Seni öksüz,seni yetim
Seni sakat bırakanların
Sevinç çığlıklarını.
Gün olur dervan döner,
Değişir her şey.
Sen,
Büyümeye bak... bebek büyümeye...
39
Erşat Hürmüzlü’nün
“Bizim Mahalle”
İsimli Şiirinin Tahlili
Haydar BAYATLI
1959’da Kerkük Türkmenlerine karşı yapılan
katliamı, şiirlerine konu alan bir başka
Türkmen şairi de ErşatHürmüzlüdür’dür.
Ancak Hürmüzlü’nün bu konuya yaklaşımı
ve konuyu işleyiş tarzı, diğer Türkmen
şairlerin yaklaşımından farklıdır. Abdülhalik
Bayatlı’nın Yaman Rüzgâr adlı şiirinde, bu
konuyu kendi benliğinde hareket ederek
acıma ve merhamet duygusu uyandıran
sosyal
bir
konu
olarak
işlenmiştir.
Hürmüzlü’nünBizim Mahalle başlıklı şiirinde
ise, daha çok zalimlere karşı nefret duygusu
uyandıran bir konu olarak kaleme alınmıştır.
Bahsi geçen şiir, ses ve anlam kaynaşmasına
göre şu şekilde çözümlenebilir:
1. Birim: Bizim mahallemizde…
Tomurcuklar kabarır…,
Çiçekler açardı… Bülbüller öterdi…
Bizim mahallemizde,
Kuşlar… Bülbüller öterdi…
Şen bir ahenkle.
2. Birim: Yazık ki değişti bütün bunlar,
Ne bülbüller ötüyor… Ne çiçekler
açmakta,
Ne de güneş ısıtmaktadır mahallemizi…
Işıklarını saçmakta.
Gitti o zevk… O hayaller
Bir adamın ayak sesleriyle…
Devrildi bütün bunlar,
İz bırakmadan.
3. Birim: Simsiyah bir adamdı o…
Gözleri kırmızıydı… Sertti.
O gelince,
Şarkıcı kesti şarkısını… Ağladı
Kadehler yere düştü ser serpe…
Artık çocuklar oynamaktan çekindiler,
Annesine hayretle bakakaldı her
40
körpe.
Ne yaman bir adamdı bu…
Ne uğursuz adam.
Simsiyahtı teni…
Hiçte sevmezdi beni
4. Birim: Mahallemizde bir ağaç vardı büyük
Kesti budaklarını o adam,
Alnında kabaran terleri seldi…
Ve gülümsedi.
Bir korkunç geceydi… Kapkara bir
gece.
Bir resim astı o ağaca,
O geceden… Dönmedi evimize dedem.
5. Birim: Ah ne yazık…
Söylediğim her şarkıda babam ağlıyor.
Susturuyor beni.
Artık çocuklar oynamıyorlar mahallemizde…
1
O eski zevk kalmadı… Eski mahallemizde.
Birinci birimde mahalle tasviri söz konusudur.
Şair, hikâye kipinden faydalanarak yaşadığı
mahallenin geçmişteki halini zihinlerde
canlandırmayı başarmıştır. Birim “ Bizim
mahallemiz” söz grubuyla başlamıştır.
Birimde bu ifadenin (söz grubunun) iki defa
tekrar edilerek vurgulandığını görüyoruz. Birinci
tekrarla, eskiden mahallede tomurcukların
kabarışını ve çiçeklerin ayrı renkle açtığı
dile getirilmiştir. İkinci tekrarda ise, eskiden
bu mahallede kuşların ve bülbüllerin şen
bir ahenkle öttüğü vurgulanmıştır.
Şair
bu tekrarlarla hem tasvir edilen mekânı
vurgulamış, hem de metine konuşma
dilindeki coşkulu söyleyişlerin sıcaklığını
katmıştır. Birim daha çok düz yazı (nesir)
şeklinde kaleme alınmıştır. Şair sözün
etkisini artırmak için genellikle nesirde
başvurulan kat sanatını bu birimde hayli
fazla kullanmıştır. Yukarıda izah ettiğimiz
gibi, birim mahallenin geçmişteki tasviri
üzerine kurulmuştur.
İkinci birimde mahallenin geçmişteki
hali değil, bugünkü hali söz konusudur.
Bu birimde daha önceden çizilen güzel
mahalle
manzarasının
hem
estetik
unsurlarını ters çevirerek, hem de zamanın
değiştirerek çirkin bir tablo ortaya koymaya
çalışılmıştır. Birim “Yazık ki değişti bütün
bunlar” cümlesiyle başlamıştır. Şair bu
cümleyle birinci birimdeki güzel tabloyu
ters çevirerek tasvir etmeyi başarmıştır.
Bugünkü mahallede “Ne bülbüller öter,
ne çiçek açar, ne de güneş mahalleyi
ısıtmaktadır, gitti o zevk, o hülyalar, bütün
bunlar iz bırakmadan bir adamın ayak
sesleriyle devrildi.”. Görüldüğü gibi birimde
“adamın ayak sesleri” ile “bütün bunlar
devrildi” yani mahalledeki güzelliklerin
yok olmasıyla adamın mahalleye gelişi
arasında neden sonuç ilişkisi vardır. Bir
başka ifadeyle, mahalledeki güzelliklerin
gitmesinin nedeni bu adamın mahalleye
gelişidir. Burada şair 1959’da Kerkük
Türkmenlerine karşı katliamı uygulayan
gücü kötü bir adama benzetmiş, yani
birimdeki “adam” kelimesiyle o güçler
kastedilmiştir. Şair “adamın ayak sesleri”
ifadesiyle kinaye sanatı yapmaktadır. Birinci
ve ikinci birimlerde söz konusu mekânın (
mahalle) ön planda olduğunu görmekteyiz.
Şair üçüncü birimde, Zülüm ve katliamın
simgesi olan kötü adama, yeni sıfatlar izafe
edilerek olayın (facianın) dehşetini gözler
önüne sermiştir. Burada adamın sıfat ve
çevresinde yarattığı panikten söz edilmiştir.
Birim iki bölümde oluşmaktadır. Birinci
bölümde, adamın sıfatlarından “Simsiyah,
gözleri kırmızıydı… Sertti, yaman, uğursuz,
simsiyahtı teni” bahsedilmiştir. İkinci
bölümde ise, adamın çevresinde yarattığı
dehşet “O gelince, Şarkıcı kesti şarkısını
Ağladı, Kadehler yere düştü ser serpe,
Artık çocuklar oynamaktan çekindiler,
Annesine hayretle bakakaldı her körpe”
şeklinde dile getirilmiştir. Böylece katliamın
dehşeti, kötü adama kazandırılan sıfatlar
çağrışımıyla sezdirilmiştir. Özellikle ikinci
bölümdeki davranış ve nitelikler kötü bir
insandan ziyade bir felaketi çağrıştıran
(andıran) nitelikler şeklindedir. Birimde
simsiyah sıfatının iki kez vurgulandığı göze
çarpmaktadır. Bu vurgu, hem katliamı
yapan güçlerin ne kadar zalim, kalpsiz ve
kötülüklerle dolu olduklarını göstermiş,
hem de bu olayın şairde yaratığı nefret
ve bıraktığı izin hacmini sezdirmiştir.
İkinci anlamı, şair “ hiç de sevmezdi beni”
ifadesiyle güçlendirmiştir. Birimde “ gözleri
kırmızıydı” söz grubu, zalim gücün gözleri
kanla büründüğü anlamına delalet eden
mecazi bir ifadedir.
Dördüncü birim ilk bakışta yine kötü
adamın
yaptıklarından
bahsedildiğini
düşünülür.
Ancak
birim
dikkatlice
41
okunduğunda, katliamın Türkmen toplumu
üzerinde bıraktığı etkiden söz edildiği
görülür.
Bu
birim
metinin
muhteva
çekirdeğini teşkil eden ve ana temayı
içeren birimdir. Burada şair edebi dilin
kapalılık ve yan anlamlığından yaralanarak
ve edebi sanatları kullanarak zalim güçlerin
yaptıkları mezalimi dile getirmiştir. Özellikle
birimin ilk iki dizesinde “büyük ağaç” ve “
budak” benzetmeleriyle, söz konusu temayı
okuyucuya yansıtmakta büyük bir başarı
göstermiştir. Şair Türkmenleri “büyük
ağaç”a, Türkmen gençlerini ise o ağacın
“budak”larına benzetmiştir. Zira bir ağaç
yaşamını sürdürebilmesi için budaklara
ihtiyacı olduğu gibi bir toplum da ayakta
kalabilmek için gençlere muhtaçtır. İşte
zalim güçler büyük bir ağacın budaklarını
kesmek misali Türkmen gençlerini şehit
ettiler. Şiirde kötü adam ağacın budaklarını
kesmekle yetinmeyip korkunç ve kapkara
bir gecede ağaca bir resim astı. Daha açık
bir tabirle, zalim güçler korkunç ve kapkara
bir gecede, Türkmen milletinin hafızasında
yaptıkları katliamın resmini asmıştır. Şair
birimin ilk dizelerinde Türkmen gençlerinin
katledilmesinden bahsettiği gibi birimin
sonunda “O geceden dönmedi evimize
dedem” cümlesiyle, bu vahşet toplumun
bütün bireylerine zarar verdiğini belirtmiştir.
Dördüncü birimin sonlarına doğru bakışlarını
ailesine yönelten şair, beşinci birimin
başlarında da bunu devam ettirmiştir. Bu
birim metnin sonuç bölümünü teşkil eder.
Şair önceki birimlerde anlattığı hadiselerin
sonucunu bu birimde ortaya koymuştur.
Birim ah ve hasretle başlamıştır. Şair
söylediği her şarkıda, babasının ağladığını
ve kendisini susturduğunu beyan etmiş,
bunun yanı sıra şair o güzel mahallede
artık çocukların oynamadığı ve mahallede
o eski zevkin kalmadığını vurgulamıştır.
Birimin tezat sanatı üzerine kurulduğunu
söyleyebiliriz.
Genellikle
eğlence
maksadıyla dile getirilen şarkı ile babanın
hüzne boğulup ağlaması arasında tezat
vardır. Bunun yanı sıra “söylemek” ile “
susturmak” ve “eski mahallede” yani güzel
ve zevkli mahalle ile “ o eski zevk kalmadı”
cümleleri anlamca iki farklı tezat teşkil
eder. Bu tezatlarla şair hem okuyucuyu
42
derinden etkilemiş, hem de birimde estetik
yapıyı sağlamıştır.
Hürmüzlü, bu metinde edebi dilin çağrışım
zenginliğinde yararlanarak haksızlığa ve
zalimlere karşı nefret duygusu uyandıran
sosyal bir konuyu ele almıştır. Beş birim ve
38 dizeden oluşan bu şiir, konunun işlenişi
bakımından üç bölümde değerlendirilebilir.
Bunlar; giriş (birinci birim), gelişme (ikinci,
üçüncü ve dördüncü birimler), sonuç
bölümleridir (beşinci birim). Şiirin birinci
bölümü
olarak
değerlendirebileceğimiz
birinci birimde, şair geçmiş zamandaki
mahalleden söz ederek diğer bölümler için
belli bir zemin hazırlar. Burada mahallenin
geçmişteki hal ve güzellikleri tasvir
edilmiştir. Bu bölümde zaman (eskiden) ve
mekân (mahallemiz) unsurlarının ön plana
çıktığını görmekteyiz. Gelişme bölümünde,
şair önce mekânın (mahallenin) eski
güzelliğini kayıp ettirilip değiştiğine işaret
etmiş daha sonra bu değişime kötülükleriyle
sebep olan adamdan bahsetmiştir. Bu
bölümün dördüncü biriminde, kötü adam
büyük ağacın budaklarını kesmesiyle ve
dedenin o geceden eve dönmemesiyle
metnin teması açık bir şekilde ortaya
konulmuştur. Sonuç bölümünde de yine
mekân (mahalle) ön plandadır. Ancak
buradaki mahalle eski mahalle değil
bugünkü mahalledir. Bugünkü mahallede,
o eski zevk olmayışının yanı sıra bugünkü
mahallede şarkı söylendiğinde gözyaşları
dökülmektedir. Bütün bunlar kötü adamın
yaptıklarının neticesidir (sonucudur). Bu
şiir “eski mahalle” ile “bugünkü mahalle”
tezatları arasında kıyaslama veya fark
gösterme üzerine kurulduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Şiirin bütün birimlerinde
“Kötü adamın gelişiyle eski mahalle
değişti” ifadesi ortak anlamdır. Daha
açık bir ifadeyle, metinin bütün birimleri
“Katliamın yapılmasıyla mahallemizdeki
güzellik ve zevkler yerini hüzne bıraktı”
teması etrafında birleşmiştir. Metinin bütün
birimleri bu temanın etrafında organik
bir birliktelik oluşturmuştur. Yani metinin
her hangi bir birimini okunmazsa diğer
birimlerde ifade edilmek istenilen duygu ve
düşünce anlaşılmazdır. Buradaki duygu hali
daha önceden belirlenen bir gelişme çizgisi
izlenerek anlatılmıştır. Metinin yapısındaki
“bizim mahallemizde” ifadesinin iki defa
tekrarlanması, şiire Türkmenceye özgü
söyleyişlerin doğalılık ve güzelliklerini
katmıştır. Metinde dize tekrarlarının yanında
kelime tekrarları da görülmektedir. Bunalar;
mahallemiz (6 defa), simsiyah (2 defa),
adam (4 defa), bülbüller (2defa), çiçekler
(2defa), çocuklar (2defa), ağaç (2 defa) ve
gece (3defa) tekrarlanmıştır. Söz konusu
tekrarlar; öncelikle metinin muhtevasını ve
şairin iletmek istediği mesajı vurgulamakla
görevlidirler. Bunun yanında sözü edilen
tekrarlar metnin ahengini güçlendirmekte
de sorumluluk üstlenirler. Şair metindeki
ahengi sağlamak için şiir içi ses tekrarlarına
önem vermiştir. Mesela “ı-i” ünlülerin
tekrarı nerdeyse şiirin bütün dizelerinde
görülmektedir. Hem de dize sonu ses
benzerliklerini
düzensizde
olsa
ihmal
etmemiştir.
Bu şiir tahkiye üslubuyla gerçekleştirilen
bir imgenin etrafında oluşmuştur. Şair bu
üslupla ve alegori sanatını kullanarak soyut
bir duyguyu (düşünce), muhayyilesinin yarattığı
somut bir hikâye dönüştürmeyi başarmıştır.
Böylece şair katliamı yapan zalim güçlere karşı
duyduğu nefreti, olayları, kahramanı, zamanı ve
mekânı olan somut bir hikâyeye taşımıştır.
Metinde tahkiyevi üslubun yanında başka
anlatım şekilleri görmek mümkündür. Mesela
şair beşinci birimde daha çok açıklama ve
yorumlama tarzı bir anlatım şeklini esas
almıştır. Metnin üslubundaki bu farklılık,
şiiri monotonluk ve sıkıcılıktan kurtarmıştır.
Ancak metnin akıcılığın etkileyen ve
metindeki dili zorlayıp anlatım bozukluğuna
yol açan bir dize görmekteyiz. Şair ikinci
birimde mahallede her şeyin değiştiğini
belirtmek için, birinci birimde mahalleyi
övmek maksadıyla kullandığı ifadeleri “ne”
edatıyla olumsuzlaştırarak sıralamış ve
bunlara yeni olumsuz ifadeler eklemiştir.
Ancak şair “makta” eklerinden sağlanan
ritmi devam ettirmek amacıyla bu olumsuz
tablonun içine olumlu bir cümle (ışıklarını
saçmakta) ekleyince, birimde ifade edilmek
istenilen anlam bozukluğa uğramıştır.
1 Erşat Hürmüzlü, “Bizim Mahalle”, Kardaşlık Dergisi, S.3, Yıl:3, Ağustos1963, s.37.
43
Mehmet Akif ERSOY’un
Hayatı ve Kişiliği
İsmail KESKİN
Fatih Dersiamlarından Aslen Arnavut olan Mehmet Tahir Efendi ile Aslen Buharalı olup,
Anadoluya göç edip, Tokat’a yerleşmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerife Hanım’ın çocukları
olan Akif, 1873 yılında İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya geldi. İlk tahsiline dört yaşında
Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İki sene sonra Fatih’te İbtidâi mektebinde İlk
tahsilini sürdürdü.Üç sene devam ettiği bu mektep esnasında babasından Arapça dersleri
aldı. Sonra Fatih merkez Rüşdiye mektebine devam etti. Bu arada babasından aldığı
Arapça dersini devam ettirdi, seviyesi normal mektep programından ileriydi. Bunun için
Fatih Camiinde okunan Hafız Divani, Gülistan ve Mesnevi gibi derslere devam etti. Lisan
derslerine olan ilgisi sebebiyle Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca da birinciydi. Şiir
okumayı severdi.
Rüşdiye öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Bu sırada babasının vefâtı ve
evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp kısa yoldan memuriyet almak için Baytar
Mektebine geçti ve birincilikle bitirdi. Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört
sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan›da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli
dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif›in memuriyet hayatı 1893 yılında
başlar ve 1913 târihine kadar devam eder. Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve
Dârulfünûn›da edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi. Bu
evlilikten Cemile, Feride, Suad adlı kızları, İbrahim Naim (1,5 yaşında vefat etmiştir), Emin
ve Tahir isimli oğulları dünyaya gelmiştir.
Âkif tahsil hayatında okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarıda kendi kendini
yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına
başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına
devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908›de İkinci Meşrutiyetin
îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirleri Sırât-ı Müstakîm›de yayınlanır. Meşrutiyetin
ilanına kadar SAFAHAT şairi olan Akif, bu tarihten sonra VATAN ŞAİRİ olur. Zira Meşrutiyetin
ilanı da Osmanlı Devletini asırlık dertlerinden, çöküntü sebeplerinden kurtaramamıştı. Bu
yüzden Safahatın birinci bölümünden sonraki Süleymaniye Kürsüsünden, Hakkın Sesleri,
Fatih Kürsüsünden, Hatıralar, Asım ve Gölgeler bölümündeki şiirler hep vatan şiirleridir. Bu
şiirlerin hedefi memleketin kurtuluş çarelerini belirtmek ve bu çarelerin gerçekleşmesini
temin etmektir. Bunu gerçekleştirmek için Halkın arasında dolaşmış, Cami kürsülerinden
vaazlar vermiş, halkı uyandırmaya çalışmıştır.
5 Ocak 1913 - 5 Mart 1913 tarihleri arasında Mısır, Hicaz ve Medine’yi ziyaret edip İstanbul’a
döndü. Birinci dünya savaşının çıkması ile istihbarat görevlisi olarak Berlin’e gitti.
Çanakkale savaşı O Berlin’de iken vuku buldu ve Akif Çanakkale’nin ıstırabını Berlin’de
yaşadı. “Berlin hatırları” o tarihte kaleme alınmıştır. Daha sonra aynı görevle Arabistan’a
gitti. “Necid çöllerinden Medine’ye” şiiri de o zaman yazıldı.
I.Dünya savaşının Osmanlı Devletinin aleyhine sonuçlanması ile başlayan ağır mütareke
44
şartları ve yurdun işgaliyle Yunanlıların
İzmir’e çıkması üzerine başlayan
Milli
mücadele hareketine fiilen katılma kararı
ile 1920 Şubatında Balıkesir’e giden Akif,
Zagnos paşa Camii ile çeşitli yerlerde
halkı birliğe ve direnmeye teşvik maksadı
ile vaaz ve konuşmalar yapmıştır. Daha
sonra Yüksek maaşlı memuriyetini bırakıp,
Anadolu’ya geçmeye karar verdi ve Üsküdar,
Alemdağ yolu ile deniz kıyısına, oradan
İnebolu ve Ankara’ya geçti. Hacı Bayram
Camisinde ilk vaazını verdi. 5 Haziran1920
târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci
Büyük Millet Meclisine seçildi. Zaman
zaman Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar,
Afyon, Antalya, Konya gibi şehirlerde
gerek sivil halka, gerekse askerlere milli
mücadeleyi teşvik eden konuşma ve vaazlar
yaptı. Meclis kararı ile gittiği Kastamonu
Nasrullah Camisinde yaptığı konuşma,
“Sevr Anlaşmasının memleketimiz için
ne denli bir felaket olacağını izah eden,
onu yırtıp atmayı ve batılı sömürgecilerin
karşısına silah ve imanla çıkmayı hayati
bir mecburiyet olarak telkin edip, milli
mücadeleyi büyük bir heyecan ile sarılmayı
telkin eden” önemli bir belgedir. Kısaca
Akif Milli Mücadelede İleri görüşlü bir İslam
alimi olarak çok önemli bir şahsiyettir.
1920 yıllarının sonlarında gerekli olan milli
marşın yazılması için açılan yarışmaya
700 eser katılmış, ancak hiç biri gerekli
ilgi ve ruhu yakalayamadığından, zamanın
Milli eğitim bakanı Hamdullah Suphi’nin
ricası ile ödül olarak konulan 500 TL.nin bir
hayır kurumuna verilmesi şartı ile Akif bir
şiir yazmayı kabul etmiştir. Ve nihayet on
dörtlük halinde yazılan bu şiir, 12 Mart 1921
tarihinde T.B.M.Meclisinde okunarak ayakta
dinlenip, alkışlanmış; Vekillerin tümünün oy
birliği ile Milli marş olarak kabul edilmiştir.
Böylece Akif İstiklal Şairi unvanını almıştır.
(Akif “Millete aittir.” Diyerek İstiklal Marşı
şiirini Safahat’a almamıştır.)
Bu başarılara sahip Milli şairimiz M.Akif
Milli Mücadelenin başarı ile bitmesinin
ardından
Büyük millet meclisinin aldığı
seçim kararı üzerine, yeniden teşekkül
eden ikinci dönemde maalesef millet vekili
adayı gösterilmemiştir.Ümit ettiği İslam
birliğinin
gerçekleşmemesi
karşısında
hayal kırıklığına düşen akif 1923 yılında
Abbas halim Paşa’nın daveti üzerine
Mısır’a gitmiştir. İki sene kışın Mısır, yazın
Türkiye’de hayat geçiren Akif, kendisine
emekli maaşı
bağlanmaması yüzünden
geçim sıkıntısına düşmüş, aynı zamanda
hükümetin muhalif kişiler listesine alınıp,
polis takibine uğraması gibi sebeplerle 1925
yılından sonra sürekli Mısır’da kalmaya
karar vermiştir.
T.B.M.M.nin 21 Şubat 1925 tarihli kararı ile
Diyanet İşleri Başkanlığı, K.Kerim tefsiri İçin
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve K.Kerim
Meali yazmak için M.Akif’e teklif götürdü.
Akif bu işin dini ve manevi sorumluluğunu
düşünerek önce kabul etmedi. Sonra Elmalılı
M.Hamdi’nin hazırlayacağı tefsirle basılmak
şartı ile meal yazmayı kabul etti.192629 yılları arasında çalışmayı tamamladı
ise de,
“Ezanın kanun zoru ile Türkçe
okutulmaya çalışıldığı o yıllarda, namazın
45
da kendi yazdığı Türkçe mealden okutulup,
kıldırılmaya zorlanılacağı endişesi ile”
meclis ile yaptığı anlaşmayı fesh ederek,
aldığı paranın bir kısmını da geri iade etmiş
ve Kur’an Tercümesini teslim etmemiştir.
Akif, hastalanıp Türkiye’ye gelirken şayet
kendisi geri dönemezse yazdığı mealin
yakılmasını vasiyet etmiş ve dönmemesi
üzerine 1961’li yıllarda yazılan eser yakılarak
bu vasiyet yerine getirilmiştir. (Ancak bu
mealden K.Kerim’in baştan 0n sure ve 206
sayfalık 13/’lük kısmını ihtiva eden bölümü,
merhum Mustafa RUNYUN beyin evrakı
arasında bulunmuş ve bu bölüm 2012 yılı
Ağustos ayında yayınlanmıştır. M:Ertuğrul
Düzdağ)
Akif, Mısır’da bulunduğu yıllarda Kahire
Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türk
dili ve edebiyatı dersleri vermiştir. Geçim
sıkıntısı ve Vatan hasretinin ıstırabı ile geçen
on yılın sonunda 1935 yılında hem eşinin ve
hem de kendisinin hastalanması üzerine,
önce hava değişimi için Lübnan’a gitmiş,
oradan da Fransız işgali altındaki Antakya’ya
gitmiştir. Hastalığının iyice artması üzerine
17 Haziran 1936 da İstanbul’a dönmüştür.
Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik
bırakmıştı. Hastanede yattı, tedâvi gördü.
Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27
Aralık 1936 târihinde vefat etti. Beyazıt
Camisinde Üniversite gençliği ve büyük bir
halk katılımı ile kılınan cenaze namazından
sonra İstiklal marşı Şairimiz M.Akif Ersoy
tekbir ve dualarla toprağa verilmiştir. Kabri
Edirnekapı Mezarlığındadır. Allah gani gani
rahmet eylesin…
Mehmed Âkif milletini ve dînini seven,
insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip,
şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan,
46
edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı
meşhur bir Türk şâiridir. Ama Akif, hayatı
boyunca halktan biri olarak yaşamış, bu
yaşayış tarzı çeşitli şekilde şiirlerine de
yansımıştır. Akif, halk ve köylüye çok
önem verir ve
yazarların onlara hitap
eden eserler yazmamasından şikayetle :
“Erbab-ı fikir ve nazarımız hayalen göklerde
uçarlar da, nasib-i nurunu maddeten bağlı
bulunduğu topraktan bekleyen şu halkı bir
kere olsun hatırına getirmezler…” dedikten
sonra, perişan durumdaki köylüye mutlaka
sahip çıkılması sadedinde : “Hem bu gün
köylüyü düşünmek meselesi bir hamiyet
meselesi değil, doğrudan doğruya hayat
meselesidir. İyi bilmeliyiz ki, asırlardan beri
muttasıl sağmak istediğimiz o zavallıda
artık ne can kalmıştır, ne de kan..” diyerek
köylünün, halkın derdine derman olmak
gerektiğini vurgulamıştır. Devamlı halkın
içinde, camilerde onlarla beraber olmuş,
gençliğinde kispet giyip, güreş tutmuştur.
M.Akif şiirlerinde bazen halk fıkraları
anlatmış, gamsız insanların halini anlatırken
bir şiirinde:
“Kurt uzaklardan bakar, dalgın
görürmüş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan
boşanmış ok gibi,
Lakin, aşk olsun ki, aldırmaz
da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut
kılıksız köstebek !
Kâr sayarmış, bir tutam ot
fazla olsun yutmayı,
Hasmı, derken çullanırmış
yutmadan son lokmayı.
Akif burada gamsız insanların kıssadan
hisse çıkarmalarını istemiştir.
Bu manada Japonlardan da misal
vermiş ve :
Medeniyet girebilmiş yalnız fenniyle,
O da sahiplerinin lâhik olan izniyle,
diyerek, onların bu konudaki hassasiyetini
vurgulamıştır.
Akif şiirlerinde bazen bir mizah adamıdır.
Mesela “ Hocanın vurduğu yerde gül biter”
diyen Köse İmam’a, “Sopanın vurduğu
yerden gül değil, kıl bile bitmez. Öyle olsa,
şu karşındaki yalçın kelle, kızanlık’taki
güllükten fark olunmazdı” cevabını verirken,
hazır-cevap bir Akif görürüz.
Akif, çağını anlayan bir aydındır, çağdaş
bir din bilginidir. Yaşadığı çağdaki bütün
gelişmeleri takip etmiş, çağın ilim yüz
yılı olduğunu görmüş, bunu fark etmeyen
kalabalıkları da uyarmaya çalışarak :
“ Hülasa milletin efradı bilgiden
mahrum,
Unutmayın şunu lakin : Zaman,
zaman-ı ulum !” gerçeğini haykırmıştır.
Akif, İlmin dini, milliyeti olmadığını; nerede
bulunursa alınması gerektiğini ifade etmiş,
ancak ilmi alırken başkasının inancını,
kültürünü almamak, Mukaddesata saygıya
büyük özen göstermek gerektiğine vurgu
yapmıştır. Bu kapsamda:
Alınız ilmini Garbın,
alınız sanatını,
Veriniz hem de mesainize
son süratini,
Çünkü, milliyeti yok
sanatın, ilmin! Yalnız,
İyi hatırda tutun ettiğim
ihtarı demin :
Bütün edvar-ı terakkiyi
yarıp, geçmek için,
Kendi “mahiyet-i
ruhiye”niz olsun kılavuz,
Çünkü beyhudedir
ümmid-i selamet, onsuz .
Evet, Ulumunu asrın
şebaba öğretelim,
Mukaddesata fakat
çokça ihtiram edelim. demektedir.
Akif Sözünde Duran Bir Adamdır.
Bir gün arkadaşlarından Eşref Edip’le öğle
yemeğinde buluşmak için sözleşmişlerdi.
Eşref Edip, Vaniköy’de oturuyordu; kendisi
de Beylerbeyi’nde...
Öğleden bir saat evvel oraya gidecekti. O
gün öyle bir yağmur vardı ki; her taraf sel
oldu. Eşref Edip, Mehmet Akif’in böyle bir
havada gelemeyeceğini düşünmüştü. Bu
sebeple hizmetçiye döneceğini söyleyerek,
evden çıkıp yakın komşulardan birine gitti.
Yağmur devam ediyordu. O evden çıktıktan
bir süre sonra Mehmet Akif, o yağmura
rağmen eve geldi.
Eşref Edip evine döndüğünde onun geldiğini
hizmetçiden öğrenmişti. Sırılsıklam bir
hâlde olmasına rağmen içeriye girmemiş;
“Selâm söyle.” demiş, yağmura aldırmadan
gerisin geriye gitmişti.
Eşref Edip ertesi gün kendisini bulmuş,
durumu anlatarak özür dilemek istemişti,
ama Mehmet Akif bu olaydan dolayı
kırılmıştı. Ve ona şu unutulmayacak sözü
söylemişti: “Bir söz ya ölüm veya ona yakın
bir felâketle yerine getirilmezse mazur
görülebilir.”
Evet, Akif böyle bir insan, bir alim, bir
mütefekkir. O’nun hayatından alacağımız
çok ders var. Onu ne kadar anlatsak azdır.
47

Benzer belgeler