aralık 2015 sayısının tamamı - Sosyal Bilimler Dergisi

Transkript

aralık 2015 sayısının tamamı - Sosyal Bilimler Dergisi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ
Cilt: 17 Sayı: 2 Aralık 2015
Afyon Kocatepe University
Journal of Social Sciences
Volume: 17 Issue: 2 December 2015
Sahibi / Owner
Afyon Kocatepe Üniversitesi adına Rektör
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Editör / Editor
Prof. Dr. Ahmet YARAMIŞ
Yayın Kurulu / Editorial Board
Prof. Dr. Selçuk AKÇAY
Prof. Dr. Kemalettin ÇONKAR
Prof. Dr. Celal DEMİR
Prof. Dr. Mustafa ERGÜN
Prof. Dr. Ernest-Wolf GAZO
Prof. Dr. Mustafa GÜLER
Prof. Dr. Mehmet KARAKAŞ
Prof. Dr. Şuayıp ÖZDEMİR
Prof. Dr. Belkıs ÖZKARA
Prof. Dr. İsa SAĞBAŞ
Pof. Dr. Kasım TURHAN
Prof. Dr. Hilmi UÇAN
Prof. Dr. Ahmet YARAMIŞ
Prof. Dr. Hakkı YAZICI
Doç. Dr. Ethem Kadri PEKTAŞ
Doç. Dr. Uğur TÜRKMEN
Yrd. Doç. Dr. Selim KAYA
Yardımcı Editörler / Co-Editors
Doç. Dr. Ethem Kadri PEKTAŞ
Arş. Gör. Rahime FİŞNE
Haberleşme ve Koordinasyon / Contact
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
ANS Yerleşkesi, 03200/AFYONKARAHİSAR
Tel.: 0272 2281255/10565 - Belgegeçer: 0272 2281476
e-posta: [email protected], web: http://www.sbd.aku.edu.tr
Haziran ve Aralık olmak üzere yılda iki kez yayınlanan AKÜ Sosyal Bilimler
Dergisi, alanında uluslararası indeksler tarafından taranan hakemli,
disiplinler-arası akademik bir dergidir. Dergide yayımlanan yazıların her türlü
bilimsel, imlâ ve hukukî sorumlulukları yazarlarına aittir.
AKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, ASOS, EBSCO, SocINDEX, MLA ve Akademik
Dizin tarafından indekslenmektedir.
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki
Yeri
Fatih ÖZAKTAN
1
The Place of Sirah in Qur’anic Exegeses within the
Context of Surah Al-Anfal and At-Tawbah
Maviş YILDIRIM
Dilek MURAT
Zeynep ACA
Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile
Türkiye’de Roman Kadınlar
29
Perceived Ethnic Discrimination Experiences of
Romani Women in Turkey
Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
Ayhan ÜRKÜNDAĞ
49
A Bandit from Uşak: Acemoğlu Ahmet
Öznur BOZKURT
Kahraman ÇATI
Yusuf BİLGİN
Adem BAŞ
Fatma ÖZÇELİK HEPER
Mehmet SARIŞIK
Hülya Gülay OGELMAN
Özlem KÖRÜKÇÜ
Hatice ERTEN SARIKAYA
Hande GÜNGÖR
Ceyhun ERSAN
Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan
Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği
67
Determining the Factors Affecting Sector Preferences
of Entrepreneurs: The Case of Düzce
Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası
Rekabetçilik Analizi
85
In Terms of Congress Tourism Istanbul Province
International Competitiveness Analysis
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran
Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri
Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
109
Validity and Reliability Studies of the Turkish Version
of Ladd and Profilet Child Behavior Scale,
Victimization Scale, and Picture Sociometry for Four
Year-Old Turkish Children
Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık
Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi
Mehmet ERKOL
131
To Make Sense of Religious Life in Turkey: Piety Case
and the Measurement of Religion
Muhafazakârlık, Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Şahin DOĞAN
163
Conservatism, Family and Woman (Çankırı Sample)
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin
Tefsirdeki Yeri
DOI NO: 10.5578/JSS.9288
Fatih Özaktan1
Geliş Tarihi:13.08.2014
Kabul Tarihi:17.03.2015
Özet
Kur’ân’ın nüzûlü, tarihi bir bağlamda ve kültürel bir etkileşim içerisinde
cereyan etmiştir. Tarihî bağlamı bilmek, Kur’ân’ı anlama ve yorumlama sürecinde
büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaşadığı
coğrafyayı, tarihi-toplumsal şartları ve ayetlerin hangi olay ve soruya binâen
indiğini bilmek âyetteki maksadın anlaşılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu
malumatlara ıttıla siyer ile mümkün olduğu için siyeri bilmek, Kur’ân âyetlerinin
maksudu İlâhiye mutabık anlaşılmasına yardımcı olur.
Bu çalışmada meâl’den ziyâde “meâl-tefsir” anlayışının Kur’ân’ı
anlamaya daha mutâbık olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Bu gaye ile incelenen
Enfâl ve Tevbe sûrelerinde bazı ayetlerdeki müphem yerler siyer bilgilerinden
istifade edilerek müfesser hale getirilmiş ilgili ayetin meal-tefsiri verilmiştir.
“Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yerini” tespit
sürecinde hem rivayet tefsirlerine hem de siyer kaynaklarına müracaat edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Tefsir, Siyer, Enfâl, Tevbe.
The Place of Sirah in Qur’anic Exegeses within the Context
of Surah Al-Anfal and At-Tawbah
Abstract
The revelation of the Qur’an has taken place in a historical context and
with cultural interaction. The familiarity with the historical context has a great
significance in understanding and interpreting the Qur’an. In this respect, to have a
comprehensive understanding of the meaning behind verses, it is crucial to have a
strong background about the geography, the historical and cultural state of the
Prophet’s era and the reasons for revelation. Since sirah is an exact and detailed
1
Afyon Kocatepe Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, [email protected]
1
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
source of these information, mastering the knowledge of sirah is pivotal in
understanding the real objectives and divine intention behind the verses.
The aim of this study is to show that the ‘translation-exegesis’ combination
is more appropriate in understanding the Qur’an rather than relying on a mere
translation. For this purpose, the ambiguities in some verses from Surah al-Anfal
and Tawba are made clear through translation-exegeses combination technique by
reference to sirah sources.
In determining the place of sirah for exegesis of the two surahs, narration
based Qur’anic exegesis and sirah sources are used.
Keywords: Qur’an, Tafsir, Sirah, Al-Anfal, At-Tawbah.
Giriş
Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e (s.a.s.) nâzil olmasından itibaren
Kur’ân’ı doğru bir şekilde anlama ve anlatma Müslümanların en büyük
gayesi olmuştur. Bu gaye doğrultusunda müfessirler yaşamış oldukları
dönemin ihtiyaçlarına göre farklı çalışmalar ortaya koymuşlardır. Yapılan bu
çalışmaları rivâyet ve dirâyet tefsiri şeklinde iki ana başlık altında toplamak
mümkündür. Ancak şu bir gerçek ki gerek rivâyete gerek dirâyete dayalı
tefsir çalışması olsun her ikisinde de siyer ilminden istifade edilmiştir.
Çünkü Kur’ân’ın nâzil olduğu toplumun inancı, algılayış tarzı, zihin dünyası,
örf ve adetleri, sosyo-kültürel yapısı hakkında bilgi sahibi olmadan Kur’ân’ı
anlamaya çalışmak mümkün değildir. Bu bağlamda özellikle Hz.
Peygamber’in (s.a.s.) hayatına vâkıf olmak büyük önem arz eder. Zira Hz.
Peygamber (s.a.s.) sözlü açıklamaları ve yaşantısı ile Kur’ân’ın en büyük
müfessiridir. Bu bilgilerin en câmi şekliyle siyerde bulunması hasebiyle
siyer Kur’ân tefsiri açısından büyük ehemmiyeti hâizdir.
1. Siyer Kavramının Tahlili
1.1. Siyer
Konunun önemli kavramı olan siyer kavramı ile ilgili ön bilgi
vermek gerekmektedir. Arapça bir kelime olan “siyer/‫”ﺳﯿﺮ‬,”sîret/‫”ﺳﯿﺮة‬
kelimesinin çoğulu olup yol, durum, tavır, davranış,(İbn Manzur, t.y.:IV,
390; Firuzâbâdi, 1982:528; Cürcâni, 1983:122) iyi olsun kütü olsun insanın
ve diğer varlıkların durumu (İsfahanî, 1992:433) anlamlarına gelmektedir.
ْ ‫ﻗَﺎ َل ُﺧ ْﺬھَﺎ َو َﻻ ﺗَﺨ‬
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Musa’ya hitaben “ ‫َﻒ َﺳﻨُ ِﻌﯿ ُﺪھَﺎ ِﺳﯿ َﺮﺗَﮭَﺎ‬
ُ
ْ
‫اﻷوﻟَﻰ‬/Tut
onu! Korkma, Biz onu eski haline çevireceğiz!” (Tâhâ, 20/21)
âyetinde âsanın durumu “sîret” kelimesi ile ifade edilmiştir.
“Sîretü’n-Nebî” veya “es-sîretü’n-Nebeviyye” ise, ilmî bir ıstılah
olarak, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hayatını, şahsiyetini, sıfatlarını, yapmış
olduğu işleri, İslâm’a davet ve tebliğde ve sahabeyi yetiştirmede izlemiş olduğu
2
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
yolu ifade etmektedir (Zuhayli, t.y.:642). Daha genel bir ifade ile
Peygamberlik mücadelesini bir bütün halinde ele alan ilim dalının adıdır.
Sîret kelimesinin çoğulu olan siyer kelimesi Türkçe’de tekil gibi
kullanılmaktadır (Ayverdi, 2010:1117). Ayrıca Türkçemizde, sîret
kelimesinden ziyâde “siyer” kelimesi tercih edilmiş, (Yiğit, 2001:91) Nebî
kelimesi ile birleştirilerek de izâfet terkîbi şeklinde kullanılmıştır. Bu ilim
dalı Hz. Peygamber’e (s.a.s.) nispetle “siyer-i Nebî” olarak isimlendirilmiş
olup siyer-i Nebî ile ilgili kitaplar, ilk önce İslâm Edebiyatı’nda daha sonra
da Türk Edebiyatı’nda ortaya çıkmıştır (Atalay, 1994:61).
2. Kur’ân-ı Kerîm’de Siyeri Nebî
Siyer-i Nebî kaynakları içerisinde Resulullah’ın hayatına âit bilgileri
anlamakta, mukaddes hayatın kısa dönemlerini kavramakta ilk kaynak
Kur’ân-ı Kerîm’dir (Al-i Abid, t.y.:I, 26). Kur’ân-ı Kerîm, siyerin ilk
kaynağı olmasının yanı sıra Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hayatına dair bilgi
veren en sahih kaynak olma özelliğine de sahiptir (Derveze, 1989:15).O’nun
en sahih kaynak olması, nüzûlünden itibaren yazıya aktarılması, tahrife
uğramaması (Öz, 2006: 39) ve bizzat Allah tarafından korunmuş olmasına
bağlanmaktadır. Zîra Yüce Allah, Kur’ân’ın kendi himayesi altında
olduğunu şu şekilde belirtmektedir: “Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı Biz
indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz” (Hicr, 15/9). Şu da bir gerçek ki
Allah tarafından korunan bir kitaptan daha güvenilir hiçbir kitap yoktur. Bu
Yüce Kitap güvenilir olmanın yanı sıra esas itibariyle bütün İslâmî ilimlerin
kaynağı olduğu gibi siyer, megâzî ve İslâm tarihinin de en temel kaynağıdır.
Bundan dolayı Hz. Peygamber’i (s.a.s.) tanımak için başvurulacak ilk
kaynak Kur’ân olmalıdır (Hizmetli, 2006:380).
Kur’ân’ın ilk kaynak olmasından; sadece Kur’ân’dan hareketle Hz.
Peygamber’in (s.a.s.) hayatının tümünün yazılabileceğini kastetmiyoruz.
Bizim burada söylemek istediğimiz uzun bir süredir âlimlerin
gerçekleştirmeyi arzu ettikleri bir meseledir. Zîra ilk dönemde siyer-i Nebî
ile meşgul olan ilim erbâbı, bu ilim dalının kavâid ve zevâbıt, sebr ve taksîmi
yani usûlü olması gerektiği üzerinde durmuşlardır. Ancak bu zamana kadar
siyer-i Nebî’nin kavâidden oluşan ve olayları herhangi bir mihenge vuracak
bir usûlü olmamıştır (Özcan, 2001:40). Yani siyer-i Nebî’yi işlenmiş bir
mâden hâline getirebilmek için Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabe arasında
yaşanan olayların aktarılmasından öte, bu olaylar esnasında Hz.
Peygamber’in (s.a.s.) göstermiş olduğu tavrın ve izlemiş olduğu politikanın,
arka planı aydınlatılması gerekmektedir. Zîra Hz. Peygamber’in (s.a.s.)
yaşantısı baştan sona Kur’ân’î hakîkatlerin bir yansımasıdır. Bilindiği gibi
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ahlâk ve yaşayışı Hz. Aişe’ye sorulduğu zaman
“Siz Kur’ân okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’ân’dan ibâret idi.”
3
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
(Müslim, 1955: Namaz, Hadis No:746) buyurması bunun en büyük delilidir.
Bundan dolayı Kur’ân âyetlerinin ışığı ve hakemliği altında Kur’ân’da
anlatılan siyer-i Nebî bilgilerinden yola çıkılarak ve Hz. Peygamber’in
(s.a.s.) hayatı göz önünde bulundurularak siyer usûlü oluşturulmalıdır.
Zikretmiş olduğumuz bu çalışmanın ilk adımı, İzzet Derveze tarafından
atılmıştır. Zira O, Kur’ân âyetlerinin ışığı altında siyer-i Nebî’yi kaleme
almıştır. İzzet Derveze de Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan, Resul’ün hayatının
Mekke ve Medine dönemleriyle ilgili âyetleri tetkik edip onları
gruplandırdıktan sonra şu kanaatini dile getirmiştir. Şu ana kadar yazılmış ve
hala da yazılmakta olan sîret kitaplarının izlediği metoda bağlı
kalınmayarak; bazı isimler, tanınmış şahsiyetler, tarihler ve teferruata yer
verilmeden, kronolojik bir seyir çizgisi izlenerek, Kur’ân’dan hareketle
sîretin yazılacağından kuşku yoktur. Bu anlayışla ortaya konacak bir sîret,
bize sağlıklı ve aydınlık tablolar sunacaktır. Bu sîrette pek çok yeni şeyle
karşılaşacağımız gibi, zihinlere yer eden birçok husus da değişecektir.
Muhammed İzzet Derveze, “Asru’n-Nebî ve bi’etuhâ kable’l bi’se vesîretü’r
Resul” isimli iki eserini tamamen Kur’ân âyetleri ışığında yazmak sûretiyle,
Kur’ân’dan yola çıkılarak siyerin yazılabileceği konusunda güzel bir örnek
vermiştir (Çelik, 2003:11).
Bu arada şu hususu da belirtmek gerekir; siyer kaynakları içerisinde
en güvenilir ve ilk kaynak Kur’ân olmakla birlikte, rivâyet metoduyla
yazılmış olan güvenilir tefsirlere müracaat etmeden siyerle ilgili konularda
Kur’ân’dan müsellem bir mana çıkarılamaz (Umerî, 1988:30). Zira
Kur’ân’da bahsedilen siyer âyetlerini doğru bir şekilde anlayabilmek için
tefsirlerde izah edilen esbâb-ı nüzûlü, nâsih ve mensûhu iyi bilmek,
(Hamade, 1989:45) ayrıca Arap dili ve edebiyatına hâkim olmak
gerekmektedir.
Klasik İslâm Tarihi kitaplarında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatına
geniş yer verilmiştir. Ancak gerek siyer ve megâzî kitaplarında gerekse
klasik İslâm tarihî eserlerinde birtakım asılsız haberler de bulunmaktadır.
Dolayısı ile Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gerçek kimlik ve kişiliği ile tanınması
hususunda bazı sıkıntılar ortaya çıkmıştır (Hizmetli, 2006:380). Siyer ve
megâzî kitaplarında geçen bu bilgiler Kur’ân’ın vermiş olduğu siyer bilgisi
ışığında (Heykel, 2000: 46) hem bir beşer hem de bir Peygamber olarak iki
cihetten kontrole tâbi tutulabilir. Kur’ân’da zikredildiğine göre Hz
Muhammed (s.a.s.) bir beşer olarak bizim gibi yemek yemekte ve çarşıda
dolaşmaktadır. Nitekim müşrikler bunu şu şekilde belirtmişlerdir. “Ne oluyor
bu Peygambere, böyle Peygamber mi olur: Yemek yiyor, çarşı pazarda
dolaşıyor”! (Furkan, 25/7). Bir beşer gibi O’da sinirlendiğinde bazen yüzünü
ekşitmektedir. Abese sûresinde bu durum şöyle belirtilir; “Yanına görmeyen
(âma) biri geldi diye yüzünü ekşitti ve sırtını döndü” (Abese, 80/1-2). Bu ve
benzeri birçok âyet-i kerîme Hz. Peygamber’in (s.a.s.) beşer olma yönüne
4
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
vurguda bulunur. Bir kısım âyetlerde de O’nun nebevî yönüne dikkat çekilir.
Kur’ân O’nun vahiy aldığını ve zaman üstü yolculuğa çıktığını ifade
etmektedir. “Ey Resul’üm! Kur’ân’ı sana parça parça Biz indiriyoruz”
(İnsan,76/23). “Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu
Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i
Aksaya götüren O zâtın şanı ne yücedir!” (İsrâ, 17/1). Bu âyet-i kerîmelerde
gözüktüğü gibi Kur’ân Hz. Peygamber’i (s.a.s.) ana vasıflarıyla tanıtmıştır.
Diğer taraftan Kur’ân, başka hiçbir kaynakta bulunması mümkün olmayan
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) iç dünyasına ait bilgiler de vermiştir. Örneğin
“(Resul’üm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!”
(Şuara, 26/3) âyetinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hâleti rûhiyesi hakkında
bilgi vermiş adeta psikolojik bir analizini yapmıştır. Yine diğer âyeti
kerîmede Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ümmetine olan düşkünlüğünü ve
merhametini belirtmek için kalbinde müminlere beslemiş olduğu muhabbeti
bize bildirmektedir. “Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki
zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı
pek şefkatli ve merhametlidir” (Tevbe, 9/128).
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir insan oluşu ve diğer
insanlar gibi beşerî bir mîzaca sahip olduğuna vurgu yapılır. Ancak sık sık
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) nebevî yönüne de değinerek O’nun sıradan bir
beşer olmadığını hatırlatır. Muhâtabın kafasında hem beşerî yönü olan hem
de nebevî yönü olan bir zât olarak tanıtılır. Muhatap da ancak bu iki özelliği
mezc ettiğinde doğru bir nübüvvet anlayışına ulaşabilir. Kur’ân’ın bize
vermiş olduğu bu bilgilerden ve kazandırmak istediği perspektiften yola
çıkarak aynı zamanda sahih siyer rivâyetlerini de göz önünde bulundurarak
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) siyerine yönelik bir bakış açısı oluşturulabilir.
Kur’ân-ı Kerîm odak alınarak ortaya konan bu bakış açısıyla âyetlerin
tefsirinde yer alan bilgiler kontrole tâbi tutulabilir. Böylelikle Kur’ân
tefsirine dayanak olan siyer rivayetlerinin doğru veya yanlış olduğu
hususundaki kanaatimiz kesinlik kazanacaktır.
3. Kur’ân Tefsirine Siyerin Kaynaklığı
Siyerin, Kur’ân-ı Kerîm tefsirine kaynaklığından bahsetmeden önce
Kur’ân-ı Kerîm’in tarih anlayışından bahsetmek faydalı olacaktır. Kur’ân-ı
Kerîm dikkatle incelendiğinde son derece açık bir temel gerçek göze
çarpmaktadır. Bu büyük gerçek, ilâhî mesajın sûre ve âyetlerinde önemli bir
sahayı kapladığı gibi buna gâyet geniş yer verildiği görülmektedir. İşte bu
büyük gerçek “Tarih olayı”dır (Halil, 1988:7). Tarih gerçeği Kur’ân’da
tedrîcî bir biçimde, toplumların gelişmelerine paralel olarak anlatılmakta ve
meydâna gelmiş hâdiseler kıssalarda ifadesini bulmaktadır (Şulul, 2008:20).
Ancak Kur’ân’ın tarih olaylarına bakışı sadece kendine özgüdür. Hem
önceki kitapların hem de tarihçilerin ve filozofların bakışından farklıdır.
5
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
Kur’ân’ın tarihe bakışını şu şekilde dile getirilebilir. Kurân; tarihi, geçmişi,
yaşanan zamanı ve geleceği ile bir bütün hâlinde insanoğlunun bir faaliyet
sahası olarak görür (Hizmetli, 1991:151).Tarih olgusu ve tarih olayları bir
bütün halinde değişik düzeylerde ve çeşitli insan toplulukları misalinde kıssa
tarihi içerisinde aktarılır (Rosenthal, 1963:41). Bütün bu anlatımlarda insan,
zaman, mekân ve tarihle ilgili hususlar ikinci planda yer alırken verilmek
istenen mesaj ön plandadır.
Kur’ân’da tarihî olaylar, gâyet değişik şekiller aldığı gibi son derece
bir tedrîcilik içinde seyrederek insan toplumlarının gelişme seyri ile paralel
olarak olaylar anlatılmakta ve meydana gelmiş, gerçek hâdiseler olan
kıssalar aktarılmaktadır (Hizmetli, 2006:36). Kur’ân-ı Kerîm, kıssaları
anlatırken kendine has bir üslûp kullanmaktadır. Kıssalar anlatılırken zaman
ve mekân göz önünde bulundurulmadan toplumların her türlü davranışlarına
egemen olan tarihi hüküm ve kanunlar esas alınarak son derece kesif bir
şekilde insanlığa iletilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm Peygamberler Tarihini, büyük oranda kıssalar
içerisinde anlatmaktadır. Peygamber kıssalarının geçtiği âyetler
incelendiğinde Peygamberlerin, dış görünüşü, boyu, ten rengi gibi fiziki
yapısı üzerinde durulmadığı görülür. Kur’ân, her zaman için onların ahlâkî
yapısı üzerinde durur ve bu konuyu ön planına çıkarır. “Yahudiler ve
Hıristiyanlar, Müslümanlara Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu
bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim’in dinine uyarız. O,
müşriklerden değildir”(Bakara, 2/135).”Gerçekten İbrâhim çok yumuşak
huylu ve pek sabırlı idi” (Tevbe, 9/114). Bu ve benzeri birçok âyeti kerîmede
Hz. İbrâhim’in yumuşak huylu olduğu, müşrik olmadığı, hanif dinine
mensup olduğu, doğru ve dürüst bir kişiliğe sahip olduğu vurgulanır.
Kur’ân, eski milletlerin dînî, ahlâkî ve siyâsî davranışların iyilerinden örnek,
kötülerinden ibret alınmasını ister. Bakara sûresinde cumartesi günü çalışma
yasağını çiğneyen İsrâiloğulları’na Allah’ü Teâla maymunlara çevrildiğini
bildirmekte (Bakara, 2/65) ve hemen peşi sıra gelen âyette de “Bunu, hem bu
hâdiseye şahit olanlara, hem de sonradan gelecek olan nesillere bir ibret ve
korunacaklara da bir öğüt kıldık.” (Bakara, 2/66) buyurarak anlatılan tarihî
hâdiselerin ibret ve öğüt için olduğunu bildirmektedir. Kur’ân,
Peygamberlerin birbirlerini takip ederek gönderilmiş olmalarını sık sık
zikrederek Risâlet’in bir tek olduğunu hatırlatarak cihanşümul bir anlayış
getirir (Ecer, 1995:8).
Kur’ân-ı Kerîm’de en geniş tanıtılan, hayatı hakkında en fazla bilgi
verilen peygamber, bu yüce Kitab’ın muhâtabı Hz. Muhammed’dir (s.a.s.).
Kur’ân-ı Kerîm onun hakkında bilgi verirken, peygamberler tarihiyle ilgili
klasik çerçevenin dışına çıkmış, onun hayatı hakkında daha ayrıntılı bilgiler
vermiştir (Yiğit, 2001:94). Kur’ân’da Hz. Peygamber (s.a.s.) dönemindeki
savaşlar, yapılan antlaşmalar, Yahudi, Hıristiyan müşrik ve münafıklarla
6
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
ilişkiler, Hz. Peygamber’in tebliğ sürecinde sosyal ve âilevi ilişkiler vb.
konularda pek çok bilgi mevcuttur (Apak, 2009:34-35). Bu başlıklar altında
siyer-i-Nebî konusundaki sûre ve âyetlerin sayısı oldukça fazladır. Hatta
siyer-i-Nebî Kur’ân-ı Kerîm’de işlenen ana konulardan biri konumundadır.
Kur’ân, siyer-i Nebî hakkında bilgi verirken kıssalarda kullanmış
olduğu üslûba yakın bir üslûp kullanır. Kur’ân’ın târihi bilgileri sunuş
tarzından dolayı siyer-i Nebî hakkındaki bilgiler teferruat ve tafsilattan uzak
olup muhtasar bir haldedir. Bu bilgilerde isim, rakam ve tarih
zikredilmemiştir (Yiğit, 2001:94). Hâdise ve olayları anlatırken zaman söz
konusu edilmediği gibi, mekân ve şahıs unsurlarına da her zaman rastlamak
mümkün değildir. İslâm tarihinin en önemli konularından biri olan Hicret
hâdisesinde zaman ve şahıs unsurundan bahsedilmediği gibi teferruâta
girilmez. Diğer taraftan bir metninin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için o
metnin indiği çağ, coğrafî şartlar, insanların örf ve âdetleri, anlayışları,
inanışları, olaylara yaklaşımları, metinleri yorumlayış şekilleri iyi
bilinmelidir. Zira Allah Teâla âyetin inmiş olduğu konjonktürü dikkate almış
ve ona göre hitap etmiştir. Kur’ân’ın indiği dönemde sahabe aklına takılan
konuyu Hz. Peygamber’e (s.a.s.), arkadaşlarına veya soru sormak istediği
konu hakkında bilgisi olan herkese sorabiliyorlardı. Ancak şu anda Kur’ân
metnine muhatap olan insan müphem bir ifadeyle karşılaştığında soru
sorabileceği kimse yoktur. Siyer-i Nebî, hâdiseleri teferruatlı anlattığı için
muhâtabın aklına gelebilecek muhtemel sorulara da cevap verebilmektedir.
Netice itibariyle Kur’ân’ı anlamak ve anlamlandırmak için metnin indiği
çağa tepeden kuşatıcı bir bakış açısıyla bakmak gerekmektedir. İşte biz bu
bakış açısını en câmî bir şekilde siyerde bulabilmekteyiz.
Siyer, Kur’ân’ın mücmelini tebyîn, müphemini tafsîl, mutlakını
takyîd, müşkilini tavzih, (Gümüş, 1990:48) garip kelimelerini beyan etme,
edebî incelikleri ihtivâ eden âyetlerin maksudunu bildirme gibi belli başlı
hususlara taalluk etmektedir (Hizmetli, 1991: 139).
Siyeri, Enfal ve Tevbe sûreleri bağlamında incelememiz sonucunda
yukarıda belirtilen siyerin fonksiyonları daha hususi olarak şu şekilde
belirtilebilir; siyer inşâi2 ve ihbârî cümleleri açıklamış3, sebeb-i nüzûlü
bildirmiş4, âyetlerin tarihsel arka palanını belirtmiş5, konuyla bağlantılı bilgi
vermiş6, âyette geçen grup ve şahısları bildirmiş,7 fıkhî hükümleri
açıklamış8, hitabın kime olduğunu belirtmiş9, âyetin anlamını te’kit etmiş10,
2
Bk. Enfâl, 8/1, 12, 19; Tevbe, 9/37, 53.
Bk. Enfâl, 8/11, 17, 24, 25, 44; Tevbe, 9/1, 3, 34, 58, 72.
4
Bk. Enfâl, 8/1, 9, 22, 27, 30, 36;Tevbe, 9/3, 17, 19, 24, 53, 75, 76.
5
Bk. Enfâl, 8/15, 19, 39; Tevbe, 38, 40, 61.
6
Bk. Enfâl, 8/15, 28, 60.
7
Bk. Enfâl, 8/7, 31.
8
Bk. Enfâl, 8/24; Tevbe, 9/29, 60.
3
7
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
âyetteki müphemi tebyin etmiştir11. Bu fonksiyonları ana başlıklar altında ve
örnekleriyle birlikte şu şekilde zikredebiliriz:
4. Siyerin Mübhemâtü’l-Kur’ân’a Işık Tutması
Müphemâtü’l Kur’ân hakkında bilgi vermeden önce müphem
kelimesini lugavî yönüyle incelemek yerinde olacaktır. (‫ )ﺑﮭﻢ‬kelimesinden
türemiş olan (‫ )ﻣﺒﮭﻢ‬kelimesi âyetlerdeki zaman, mekân, şahıs ve zamirlerdeki
kapalılık göz önünde bulundurulduğunda ismi meful kalıbında kullanıldığı
görülmektedir. Sözlükte de anlaşılmaz, kapalı, muğlak, müşkil, anlamlarına
gelmektedir. “Müphem kelam” denildiğinde ise “kendisiyle ne kastedildiği
her yönüyle açık ve net olmayan söz” anlamına gelmektedir (İbn Manzur,
t.y:XII, 56).
Nahiv âlimlerine göre müphem isimler; ismi işaretler, ismi mevsuller
ve zamirlerdir (Mustafa vd., 1996:74). Müphemâtü’l Kur’ân şeklinde terim
olarak kullandığında ise: “İnsan, melek ve cin gibi varlıkların yahut da bir
topluluk veya kabilenin, Kur’ân’da açıkça değil de ism-i işaretler, ism-i
mevsuller, zamirler, cins isimler, belirsiz zaman zarfları ve belirsiz mekân
isimleriyle zikredilmesi demektir” (Cerrahoğlu, 1985:186; Demirci,
2006:216). Müphem olan ifadelerin delâlet ettiği manayı bilmek Suyûti’nin
de belirttiği gibi sadece nakle dayanmakta olup bu konuda re’ye yer verilmez
(Suyûtî, 1987: 1089).
Kur’ân’da yer alan bu müphem ifadeler Kur’ân’ın kendisine has
ifade özelliğinden kaynaklanır. Kur’ân, bu üslûbundan dolayı gerek
kıssaların sunuluşunda gerekse diğer vesilelerle yer, şahıs ve zaman
isimlerini ön plana çıkarmamaktadır (Albayrak,1992:107). Kur’ân’ın böyle
bir metot kullanmasının pek çok hikmeti bulunmakla birlikte bu
hikmetlerden birkaç tanesini şöyledir:
a. Kur’ân, evrensel bir mesaj olduğu için hâdise ve olayları tamamen
o zamana has kılmaktan ve o zamanla bütünleştirmekten uzak durmuştur.
Tarih bilgisi verirken okuyucunun ilgi ve alâkasını yer, zaman, mekân, şahıs
unsurlarından soyutlayarak okuyucuyu asıl alması gereken mesajla baş başa
bırakmış böylelikle her çağda muhataplara, anlatılan tarihi olayla yaşadıkları
zamanı bütünleştirme imkânı sağlamıştır.
b. Bilindiği gibi Kur’ân anlam katmanlarına sahip bir kitaptır.
Burada yer alan müphem ifadeler her muhâtabın, kendi sosyal, kültürel, ilmî
durum ve seviyelerine göre anlatılan olay ve hâdisedeki kahramanları,
mekânları, zaman dilimlerini, kendi zihninde canlandırma imkânı vermiştir.
9
Bk. Enfâl, 8/17.
Bk. Enfâl, 8/38, 48;Tevbe 9/5, 24, 60.
11
Bk. Enfâl, 8/11, 19, 60; Tevbe 9/12, 36.
10
8
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
Şayet klasik tarih kitapları gibi şahıslara, mekânlara ve zamana bağlı olarak
konuları zikretseydi meselenin anlaşılması için tek boyutlu bir bakış açısı
sunmuş olurdu.
Halis Albayrak Kur’ân’da müphemâtın bulunuş hikmetini daha
genel bir ifadeyle şöyle belirtir. “Onun bu anlatım tarzını, sadece Kur’ân’ın
az sözle çok derin ve zengin manaları dile getirme özelliği olan mûcizeliğine
hamletmek doğru olur.”İşte bu tür hikmetlere dayanarak zaman zaman bazı
hususlar, müphem lafızlarla ifade edilmiştir. Ama bu belirsizlik hiçbir zaman
mesajın anlaşılabilir ve kavranabilir olma özelliğini kaybettirmemiştir
(Albayrak,1992: 107). Bir hâdisede geçen şahıs, zaman, mekân, isimlerine
yer vermeden hem olaylara derinlik kazandırabilecek hem de vermek istediği
mesajı kısa ve öz bir şekilde verebilecek başka hiçbir kitap yoktur.
Kur’ân’da bulunan bu müphem bilgilerin bir kısmı, hadis yoluyla bir
kısmıda siyer yoluyla giderilmeye çalışılmıştır. Kur’ân’da anlatılan olay ve
hâdiselerin daha üst seviyede bir vüzûha kavuşması, bütün Kur’ân
manzûmesinin daha net bir görünüm arzetmesinde mühim bir katkı
sağlayacağı şüphesizdir (Albayrak, 1992: 146). Allah Teâlâ Kur’ân-ı
Kerîm’i daha üst seviyede bir vuzûha kavuşturma görevini Hz. Peygamber’e
(s.a.s.) tevdî etmiştir (Nahl, 16/44).Hz. Peygamber (s.a.s.) Kur’ân’ın bir
kısmını izah ederek bu vazîfeyi îfâ etmiştir (Yıldırım, 2007: I, 336).
Müphem kalan diğer yerler ise siyer ve hadis vasıtasıyla açıklanmaya
çalışılmıştır. İncelemiş olduğumuz Enfâl ve Tevbe surelerinde bazı
âyetlerinde bazen grup ve şahıs isimlerinde bazen de kavramlarda sık sık
müphem ifadelerle karşılaştık. Ancak makale için çizilen çerçeveyi aşmamak
için grup ve şahıslardaki müphemlikle, kavramlardan kaynaklanan
müphemliğe birer örnek vermekle yetineceğiz.
4.1. Grup ve Şahıslardaki Müphemliğin Siyerle Açıklanması
4.1.1. Vaadedilen İki Topluluk
Enfâl sûresinin yedinci âyetinde zamirden kaynaklanan müphem bir
ifade mevcuttur. Ayet-i kerîmede şöyle geçmektedir:
“Hatırlayınız, Allah size “iki topluluktan biri sizindir.” diye vaad
ediyordu, siz güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz, Allah ise iradesi ve
sözleriyle hakkı hâkim kılmayı ve inkâr edenlerin kökünü kesmeyi murat
ediyordu” (Enfâl, 8/7).
Âyet-i kerîmede “iki topluluktan biri sizindir” ifadesi yer almaktadır.
Ancak âyet, bu iki zümrenin kimler olduğunu bildirmemektedir. Siyer
rivayetlerine göre zikredilen iki zümre, Ebû Süfyan (Taberî, 2003: XI, 40;
Derveze, 1962: VII, 17) başkanlığındaki Kureyş’in Şam’dan dönen, takriben
kırk kişilik kervanıyla, Resulullah’ın bu kervana el koyacağını duyarak
Mekke’den hareket edip Bedir’e kadar gelen, Ebû Cehil komutasındaki
9
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
yaklaşık bin kişilik müşrik ordusudur. Siyer bilgilerinden istifade ederek bu
iki zümrenin hangi gruplar olduğunu anlaşılmaktadır.
Âyette geçen “Siz güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz.”
sözünden kasıt ise; Müslümanların kuvvetli olmayan zümrenin, yani
kervanın kendilerinin olmasını istemeleridir (Derveze, 1962:VII, 17).
Siyerin vermiş olduğu bu bilgiler ışığında âyet-i Kerîme şöyle
okunabilir:
“Hatırlayınız, Allah size, ‘Ebû Süfyan başkanlığındaki Kureyş’in
Şam’dan dönen, takriben kırk kişilik kervanı veya Ebû Cehil komutasındaki
yaklaşık bin kişilik müşrik ordusu sizindir’ diye vaad ediyordu, siz güçsüz
olan kervanın sizin olmasını istiyordunuz, Allah ise iradesi ve sözleriyle
hakkı hâkim kılmayı ve inkâr edenlerin kökünü kesmeyi murat ediyordu.”
(Enfâl, 8/7).
4.2. Kavramlardaki Müphemliğin Siyerle Açıklanması
4.2.1. Fitne Kalmayıncaya Kadar Savaş
“Fitne ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah için oluncaya
kadar onlarla savaşınız. Vazgeçerlerse kuşkusuz Allah yaptıklarını
görmektedir” (Enfâl, 8/39).
Bu âyet-i kerîmede müphem birkaç nokta bulunmaktadır. Ancak biz
burada en önemli müphem ifade olarak”fitne” kavramını düşündüğümüz
için “siyerin kavramlardaki müphemliği gidermesi” bölümünde ele aldık.
Âyet-i kerîmeyle ilgili şu hususların açıklanması gerekmektedir:
1) Fitneden kastedilen neydi?
2) Fitneye sebep olan kimlerdi?
3) Fitnenin çıkarılmasındaki amaç neydi?
4) Fitne nerede ve ne zaman çıkmıştı?
Abdülmelik İbn Mervân, Urve’ye (ö. H.86) bir mektup yazmış ve
ondan bazı şeyler sormuştu. Urve’nin O’na yazmış olduğu yanıt bizim
sorularımıza cevap vermektedir. Urve, İbn Mervân’a şöyle yazmıştı: Selâm
senin üzerine. Kendisinden başka tanrı olmayan Allah’a hamd ederim.
Bundan sonra; sen bana mektup yazıp Allah Resulünün (s.a.s.) Mekke’den
çıkışını sormuşsun. Sana bunu haber vereceğim. Güç ve kuvvet, ancak Allah
iledir. Allah Resulü’nün (s.a.s.) Mekke’den çıkışının durumu şudur: Allah
Resulü; kavmini, Allah’ın kendisine göndermiş olduğu, kendisine indirmiş
olduğu hidâyet ve nura çağırdığı zaman ondan uzak durmamışlardı. Hattâ
neredeyse onu dinleyeceklerdi. Tâ ki onların putlarını zikredinceye kadar.
Ve mal mülk sahibi Kureyş’ten bir takım kimseler Tâif’ten gelinceye kadar.
İnsanlar O’nun söylediklerinden hoşlanmadılar ve kendilerine itaat edenleri
10
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
ona karşı kışkırttılar. Böylece bütün insanlar, ondan yüz çevirdi ve Allah’ın
korudukları dışında O’nu terk ettiler. Bunlar ise azlıktı. Allah’ın takdir
buyurduğu kadar bu durumda kaldı. Sonra onların ileri gelenleri;
çocuklarından, kardeşlerinden ve kabilelerinden Allah’ın dinine tâbi olanları
bundan vazgeçirmek üzere düzen kurdular. Bunun sarsıntısı şiddetli bir fitne
oldu. Bununla fitneye düşenler düştüler. Allah Teâlâ, onlardan dilediklerini
fitneye düşmekten korudu. Müslümanlara bunlar yapıldığında; (İbn Kesîr,
1997:VII, 79) Allah Resulü (s.a.s.), onlara Habeş ülkesine gitmelerini
emretti. Habeşistan’da kendisine Necâşî denilen sâlih bir kral vardı (İbn
İshak, 1991:194). Onun ülkesinde kimseye haksızlık edilmez ve bununla
birlikte ona senada bulunulur ve övülürdü. Habeş ülkesi Kureyş’in ticâret
yaptığı bir yerdi. Orada tüccarları barındırırdı. Bol rızık, emniyet ve güzel
pazar bulurlardı. Allah Resulü (s.a.s.) onlara buraya gitmelerini emretti de,
Allah Resulü’nün fitneye düşmelerinden korktu ve Mekke’de sıkıştırılanların
tamamı Habeş ülkesine gitti. Allah Resulü (s.a.s.) bu durumda Mekke’den
ayrılmadı ve Müslüman olanlara şiddetle davranıldığı seneler boyu burada
kaldı. Sonra İslâm Mekke’de yayıldı ve Mekkelilerin eşrafından,
Müslümanlara kötülük yapılmasını engelleyecek olanlardan bir takım
kimseler İslâm’a girdi. Müşrikler bunu görünce, Allah Resulü (s.a.s.) ve
ashabına karşı işkenceyi azalttılar. İşte ilk fitne; Ashaptan fitne korkusuyla
Habeş ülkesine doğru çıkanları Mekke’den çıkaran fitne olmuştur. Bunlar,
içinde bulundukları fitne ve sarsıntılardan kurtulmak için oraya çıkmışlardı.
Müşrikler işkenceyi hafifletip de onlardan bazıları İslâm’a girip müşriklerin
onlara karşı işkenceyi azaltmaları konuşulduğu zaman; bu, Allah Resulü’nün
(s.a.s.) Habeşistan ülkesindeki ashabına ulaştı. Onlara ulaşan haber:
Onlardan Mekke’de olanlara karşı işkence azalmıştır ve onlar fitneye
düşmeyeceklerdir, şeklinde idi. Böylece Mekke’ye geri döndüler ve burada
emniyette olacaklardı. Ayrıca Medine’de Ensâr’dan birçok kimse İslâm’a
girdi. İslâm Medine’de yayıldı ve Medine halkı Mekke’de Allah Resulü’ne
(s.a.s.) gelmeye başladılar. Kureyş bunu görünce, onları dinlerinden
döndürmek için düzen kurdular ve şiddetle davranmaya başladılar. Onları
yakaladılar ve onları dinlerinden döndürmeye çalıştılar. Onlara şiddetli bir
sıkıntı isabet etti. İşte son fitne budur (Râzî, 1981:XV, 128).
Âyet-i kerîmede bahsedilen fitnenin Müslümanların başına iki defa
geldiğini anlaşılmaktadır.
İlk fitnenin vukû buluşu şöyle özetlenebilir;
Allah Resulü, kavmini Allah’ın kendisine indirmiş olduğu hidâyet ve
nura çağırdığı zaman ondan uzak durmamışlar neredeyse onu dinleyecek
hale gelmişlerdi. Ancak onlara putlara tapılmaması gerektiğini söyleyince
onlar İslâm’dan yüz çevirmişlerdi. Kureyş’in ileri gelenleri de putlarına söz
söyletmek istememişlerdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve O’na
inananlara karşı İslâm’dan dönmeleri için şiddet uygulamaya başladılar. Hz.
11
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
Peygamber (s.a.s.) de onlara Habeşistan’a hicret etmelerine izin verdi. İşte
âyet-i kerîmede bahsedilen fitneden kasıt; Mekke’deki insanların İslâm’a
girmelerini engellemek için yapılan baskı ve zulümdü.
İkinci defa bu fitne şöyle gerçekleşmişti;
Müslümanların Habeşistan’a hicretlerinden belli bir süre geçtikten
sonra İslâm, Mekke’de biraz olsun güç kazanmıştı. Bunu duyan
Habeşistan’daki Müslümanlar tekrar Mekke’ye dönmeye başladılar.
Müşriklerin Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve sahabeye olan baskı ve zulmü tekrar
arttı. Allah Resulü sahabeye Medine’ye hicret etmeleri için izin verdi.
Kendisi de bir müddet sonra hicret etti. İşte ikinci fitne de Müslümanların
Medine’ye hicret etmelerine sebep olan bu zulüm ve baskıydı.
Âyet-i kerîmenin başında sormuş olduğumuz sorulara bu rivâyet
ışığında cevap vermeye çalışalım.
Âyette bahsedilen fitnenin Müslümanların Hz. Peygamber’e (s.a.s.)
tâbi olmalarından dolayı gördükleri zulüm olduğunu anlamaktayız. Fitneye
sebep olanlar ise Mekke’nin önde gelenleri ve zenginleriydi. Bu fitneyi
çıkaranların ana amacı Müslümanları İslâm’dan yıldırmak Hz. Peygamber’i
(s.a.s.) davasında yalnız bırakmaktı. Âyette bahsedilen fitne İslam’ın ilk
yıllarından itibaren başlamış ve Hicrete kadar devam etmiştir.
Siyerin vermiş olduğu bu bilgiler ışığında âyet-i kerîme şöyle
okunabilir:
“Müslümanların dinden dönmeleri için başlatılan baskı ve zülüm
(fitne) ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah için oluncaya kadar onlarla
savaşınız. Vazgeçerlerse kuşkusuz Allah yaptıklarını görmektedir” (Enfâl,
8/39).
5. Siyerin Ahkâmu’l-Kur’ân’a Kaynaklık Etmesi
H-k-m kelimesi (‫ )ﺣﻜﻢ‬bir şeyi ıslah etmek için menetmek,
engellemek ve bir hususta hüküm vermek, anlamlarına gelmektedir (İbn
ُ ‫ )أَﺣْ َﻜ ْﻤ‬denildiğinde de “Falan kişiyi menettim”,
Manzur, t.y:XII, 240). (ً ‫ﺖ ﻓﻼﻧﺎ‬
“engelledim” anlamına gelir. Zulmedenin zulmünü engellediği için hüküm
veren kimseye hâkim denilir. “Hüküm” kelimesi (‫ )ﺣﻜﻢ‬kökünden türetilmiş
olup cemîsi “ahkâm/‫ ”اﺣﻜﺎم‬şeklinde gelir (İbn Manzur, t.y:XII, 240; İsfahanî,
1992:1151). Ahkâm, ıstılahta en meşhur tarifiyle Cenâb-ı Allah’ın
mükelleflerin fiilleriyle ilgili hitâbıdır (Güngör, 1996: 57). “Ahkâmu’lKur’ân” şeklinde izâfet yapılarak kullanıldığında Kur’ân’ın hükümleri
anlamına gelmektedir
Fıkhî tefsir, Kur’ân-ı Kerîm’in amel yani ibadet ve müâmelat yönleri
ile meşgul olan, bu konu ile ilgili bulunan âyetleri açıklayan ve onlardan
hükümler çıkarmaya çalışan bir tefsir koludur. Bu nevi tefsirin gâyesi
12
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
İslâm’ın ilk temel kaynağı olan Kur’ân’ın ihtiva ettiği amelî hükümleri,
kâide ve prensipleri ortaya çıkarıp onların nasıl uygulanacaklarını göstererek
insanlara dünya ve ahiret saâdetini temin etmektir (Cerrahoğlu, 1988:47).
İslâm hukukunda iki çeşit kanun vardır. Birincisi Allah Teâlâ’nın
Kur’ân âyetleriyle ortaya koyduğu ve peygamberine ilham ederek onu
üzerlerinde karar kıldığı “ilâhî kanunlar”dır. İslâm hukukunun bir diğer
kanun nevi; sahabe ve tâbiûn başta olmak üzere müçtehit imamlarının “ilâhî
kanun” naslarından, bu nasların mana ve ruhunu uygun bir şekilde ve
istinbat suretiyle vâz ettikleri “beşerî kanunlar”dır. Bunlar müçtehitlerin
istinbâd ve istimdatlarında göstermiş oldukları cehd sebebiyle “beşerî” vasfa
sahiptirler (Hallaf, 1970:8).
Biz buradan yola çıkarak iki husus üzerinde duracağız. Birincisi;
ayetlerle ortaya konmuş olan “ilâhî kanunları” anlamada siyerin nasıl bir rol
oynadığı, ikincisi ise; siyerin “beşerî kanunların” belirlenmesinde nasıl bir
rol oynadığıdır.
5.1. Beşerî Kanunların Belirlemesinde Siyerin Rolü
Siyer ilminin Ahkâmu’l-Kur’ân ile kuvvetli bir ilişkisi vardır. Çünkü
âyetlerin ve teşriî meselelerin ekserisi, sorulan bir takım sorulara cevap
olarak veya siyerle alakalı olarak inmiştir. Nitekim fıkhî tefsir alanında
yazılan ilk eserlerden biri olan Cassas’ın (ö.371/981) yazmış olduğu
Ahkâmu’l-Kur’ân’da, müellif zaman zaman tarihî kaynaklara başvurmuş,
Muhammed b. İshâk (ö.151/768) ve Muhammed b. Ömer el- el- Vâkıdî’yi
(ö. 207/823) bizzat kaynak olarak zikretmiştir (Güngör, 1989:66).
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatı “İslâm prensiplerinin ve ahkâmının
tümünü sergileyen yegâne canlı tablodur. O’nun sîreti Kur’ân-ı Kerîm’i
anlamada O’nun ruhunu ve maksatlarını kavramada en önemli yardımcıdır
(Bûtî, 1986: 32). Bedir esirlerine yapılacak muâmelede bunun örneğini
görmekteyiz. Hâdise hülasaten şöyle gerçekleşmişti.
Bedir savaşında yetmiş kadar düşman savaşçısı esir alınmıştı. Bu
esnada esirlerle ilgili herhangi bir hüküm de vazedilmiş değildi. Hz.
Peygamber, (s.a.s.) bu esirlere ne yapılması gerektiği hususunda sahabe ile
istişâre etti. Hz. Ebu Bekir esirlerden fidye alınmasını tavsiye etti ve şöyle
devam etti. “Bunlar amca ve akraba çocuklarıdır, onlardan fidye almanı
uygun görüyorum. Böylece fidye kâfirlere karşı bize güç olur, belki Allah’ın
hidâyetiyle ileride Müslüman da olurlar.” dedi. Hz. Ömer onlardan fidye
kabul edilmemesini, hepsinin de öldürülmesini ileri sürdü. Ve görüşünü Hz.
Peygamber’e (s.a.s.) şöyle açıkladı. “Doğrusu ben Ebû Bekir gibi
düşünmüyorum. Bana göre, kellelerini uçurmamız için bize izin vermelisin;
Ali, Akil’in, ben de filan yakınımın kafasını keseyim, çünkü bunlar kâfirlerin
öncüleri ve ileri gelenleridir.” Hz. Peygamber’in (s.a.s.) içtihadı, onlardan
13
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
fidye alınması hükmü ile neticelenirken (Müslim, 1956:Cihâd, 58; Kurtubî,
2006:X, 72) Allah Teâlâ, bu meselede doğru olan hükmü Enfal Sûresi’ndeki
şu âyeti kerîme ile beyan etmişti.
“O yerde gerekli temizliği yapıp hâkimiyetini kuruncaya kadar bir
peygamberin esirlerinin olması uygun değildir. Siz geçici dünya varlığını
istiyorsunuz, Oysa Allah ahireti istiyor; Allah izzet ve hikmet sahibidir”
(Enfâl, 8/67).
Anlatılan bu olayda siyer-i Nebî’nin ahkâmu’l-Kur’ân’a şu
yönleriyle ışık tuttuğu görülmektedir. Bu hâdisede siyer-i Nebî’den istifade
edilerek;
1) Ahkâm âyetinin tarihsel arka planında nasıl bir olay yaşandığı,
2) Ahkâm âyeti inmeden önce Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ashabıyla
istişâre ettiği,
3) İstişare sonunda Allah Resulü’nün bir içtihatta bulunduğu,
4) Ayeti kerîme’nin Hz. Ömer’in görüşünü destekler biçimde indiği
öğrenilmektedir.
Bedir esirlerine yapılacak muâmelede sahabenin görüşlerini aldıktan
sonra Hz. Peygamber’in (s.a.s.) içtihat yaptığı ve bu içtihat sonucunda ilâhî
ikâza mâruz kaldığı görülmektedir. Bu siyer hâdisesinden çıkan işâret ve
öğütler şu şekilde sıralanabilir.
Birinci işaret: Resulullah’ın ashâbıyla istişâreyi kendisine prensip
edinmesidir. Bunun için Müslümanlar, teşrîi bir esas olarak, hakkında kitap
veya sünnetten bir nas bulunmayan hususlarda, şûranın kaçınılmazlığı
üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak hakkında Kitap’tan bir nass veya
Resulullah’ın sünnetinden bir hadis bulunan konulara gelince; o konuda şûra
caiz değildir. Ayrıca onun üzerinde herhangi bir karar verilmesi de
gereksizdir.
İkinci işâret: Fukahânın tümünün üzerinde ittifak ettiği gerçek şudur
ki, şûra meşrudur. Fakat şart değildir. Yâni Müslüman bir hâkimin (komutanın) kanaatinde ve fikrinde şûradan yararlanması uygun olur. Fakat
kendi görüşüne şûra üyeleri karşı çıksalar bile, ekseriyetin görüşünü alması,
üzerine vacip değildir.
Üçüncü işaret: Esirler ve Peygamberimizin içtihadı; Bu olay bize
gösteriyor ki, Resulullah’ın içtihat etme hakkı vardır. Bu görüşü benimseyenler -onlar usûl âlimlerinin cumhurudur- Bedir esirleri meselesini buna
delil göstermişlerdir. Resulullah’ın içtihat etmesi sahih olunca, buna binâen
içtihadında isabet veya hata etmesi de sahih olur. Şu kadar var ki, hata
sürekli devam etmez. Bilâkis, onun içtihatlarını tashih eden, Kur’ân’dan bir
âyetin inmesi gerekir. Bu hususta herhangi bir âyet inmemiş ise, bu durum
Resulullah’ın içtihadının Allah’ın ilmindeki gerçek üzere vukû bulduğuna
14
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
delil teşkil eder (Bûtî, 1986:257).
Görüldüğü gibi Resulullah’ın (s.a.s.) esirler hakkındaki istişaresi
sonucunda fidye ödemeleri şartıyla serbest bırakılmalarına karar vermesi, daha sonra bu hükmü vermelerinden dolayı Resulullah’ı ve ashabını kınayan
âyetlerin inmesi meselelerinden yola çıkılarak yukarıda saymış olduğumuz
fıkhî hükümlere varılmıştır. Yapılan çalışma siyer-i Nebî’yi atıl bir ilim dalı
olmaktan çıkararak işlenen maden gibi mütekâmil bir ilim dalı hâline
getirme çabalarının bir örneğidir (Özcan, 2001: 42). Ben burada sadece
siyer-i Nebî’den bir hâdiseyi örnek olması bakımından serdettim. Bunun gibi
daha nice fıkhî hükümler, siyer-i Nebî’den istifade edilerek verilmiştir. Bu
örnek, siyer-i Nebî’nin Ahkâmu’l-Kur’ân’ın açıklamasında mühim bir
kaynak olduğunu, fıkhî açıklamalarda önemli bir rol oynadığını
göstermektedir.
5.2. İlâhî Kanunları Anlamada ve Kur’ân’ın Sünneti Neshi
Meselesinde Siyerin Rolü:
Yukarıda zikredildiği gibi Bedir esirlerine yapılacak muâmeleyi
Resulullah (s.a.s.) ashâbı ile istişare etmiş, bir karara varmış ancak âyeti
Kerîme istişarede alınan karardan farklı bir hüküm bildirmişti. İşte burada
nassın olguya müdahelesi söz konusu olmuş Resulullah’ın da içinde
bulunduğu istişare kararı tashihe uğramıştır. Fakihlerde siyer bilgilerinin
verdiği olay ve nâzil olan ayeti göz önünde bulundurarak sünnetin Kur’ân’la
veya Kur’ân’ın sünnetle nesh edilip edilmemesi meselesinde müteferrik
görüşler zikretmişlerdir. Ancak biz buradaki tartışmalara girmeden âlimlerin
çoğunluğunun görüşü olan Kur’ân’ın sünneti neshinin caiz olduğunu ve
bunun Kur’ân’da birçok örneği bulunduğunu söyleyerek geçmek istiyoruz
(Sibâî, 2009:458). Bedir esirleriyle ilgili uygulamada Hz. Peygamber’in
(s.a.s.) vermiş olduğu hüküm Allah tarafından tashih edilmiştir. Hz.
Peygamber (s.a.s.) Allah’ın kendisine ilham etmediği bir durumla
karşılaştığında kendi tetkik ve takdiri neticesinde sâdır olan içtihâdî ahkâm,
ahkâm-ı nebeviyyedir. Ancak bu ahkâmdan doğru olanlar tasvip edilmiş,
hatalı olanlar ise yine O’nun tarafından tashih edilmiştir. Dolayısı ile siyer
Kur’ân’ın sünneti neshettiğine delil teşkil etmektedir.
6. Siyerin Olayların Tarihsel Arka Planını Belirterek Kur’ân’a
Işık Tutması
Aslında Kur’ân’ın insanlığa sunduğu ilâhî çağrının sûre ve
âyetlerdeki temel gerçeklerden birisi tarih olayıdır. Anlatılan bu olaylarda
göz önünde bulundurulan husus, insanın değişkenliği, insanın tutum ve
davranışlarındaki gelişmelerdir. Bu yönüyle tarihi olaylar, Kur’ân’ın hemen
her sûresinde Kur’ân’da önemli bir yer tutar(Halil, 1988: 7). Öyle ki
15
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
Kur’ân’ın birçok yerinde ya Hz. Muhammed (s.a.s.) ile ilgili bir konudan
bahsedilmekte veya sahabenin içinde olduğu bir olay örgüsü hakkında bilgi
verilmektedir. Dolayısı ile bu olaylarda zaman, mekân ve şahıslar söz
konusu olmaktadır. Siyerin aktarmış olduğu tarihi veriler, Kur’ân’da geçen
insan toplulukları ve olay örgüsü hakkında bilgi vererek âyet inmeden
önceki atmosferi solumamıza olanak sağlamaktadır. Bu atmosfer hakkında
bilgi sahibi olmamız büyük önemi hâizdir. Zira âyetin nüzûlü ortamındaki
mevcut câhili sosyo-kültürel yapıyı, örf ve âdetleri bilmek Kur’ân’ın nüzûl
olduğu ortamı bütün bir tablo veya eksiksiz bir fotoğraf gibi ortaya
çıkarmamıza yardımcı olmakta ve âyetin doğru bir şekilde anlaşılmasını
sağlamaktadır.
Fazlurrahmân, Kur’ân’ı doğru anlayabilmenin en önemli şartının
onun indiği dönemi incelemek olduğunu söylemektedir (Rahman, 1987:101).
Zira Kur’ân’da bazı bölümler vardır ki ilk nazarda mana vermekte zorluk
çekeriz. Çünkü âyet on dört asır öncesinin Hicâz bölgesinin kültürel
yapısından motifler taşımaktadır. Yabancısı olduğumuz bu motifleri anlayıp,
âyetin iletmek istediği mesajı kavrayabilmemiz için, o devrin sosyo-kültürel
yapısını tanımamız gerekmektedir. Dolayısı ile o dönemin sosyo-kültürel
yapısını tanıtan tarihî malzemeye ihtiyaç vardır (Albayrak,1992:147).
Kur’ân’da farklı konularda tarihî bilgiler bulunmakta olup bu bilgiler
Kur’ân’ın önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu tarihi anlatımlarda âyetin
konusu içine giren şahıs, topluluk, mekân ve tarihle ilgili konularda bilgiyi
yine tarihin bir kolu olan siyer-i Nebî’den almaktayız. Enfâl ve Tevbe
sûreleri tefsirinde karşılaşmış olduğumuz farklı tarihi bilgilerden bir örnek
vererek bu hususu açıklamaya çalışacağız.
6.1. Hz, Peygamber’in (s.a.s.) Hicreti
“Siz Peygamber’e yardımcı olmasanız da Allah ona mutlaka yardım
edecektir. Nitekim inkârcılar iki kişiden biri olarak onu yurdundan
çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti: Hani onlar mağaradaydılar;
arkadaşına ‘Tasalanma, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Derken Allah
ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle
onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hâle getirdi. Allah’ın sözü ise
en yücedir, Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir”(Tevbe, 9/40).
Âyet-i kerîmede İslâm Tarihînin en önemli olaylarından biri olan
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hicreti kısa bir şekilde anlatılmıştır. Siyer
kaynaklarından istifade ederek âyetin baş bölümünde yapılan sitemin kime
olduğunu, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) niçin yurdundan çıkarıldığını, yolculuk
esnasında arkadaşının kim olduğunu, hangi mağaraya sığındıklarını,
arkadaşının niçin tasalandığını öğrenmeye çalışalım.
16
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bu âyet Tebük seferine hazırlık
esnasında gevşeklik gösteren kimselere bir uyarı olarak inmiştir (Kurtubî,
2006:X, 210). Ayet-i kerîmede zikredilen meselenin tarihi arka planında ise
şu hâdise yatmaktadır. Kureyşliler müslümanların Medine’ye gittiklerini
görünce, bu artık tahammül edilmeyecek kadar büyük bir kötülüktür dediler
(Kurtubî, 2006:X, 212). Aralarında yaptıkları görüşme neticesinde
Resulullah’ı (s.a.s.) öldürmeye karar verdiler (Râzî, 1981:XVI, 65).
Geceleyin evinin etrafını sardılar ve çıktığı takdirde O’nu öldürmek kastıyla
gece boyunca evinin kapısını gözetleyip durdular (Kurtubî, 2006:X, 212).
Peygamber (s.a.s.) de Ali b. Ebi Talib’e (r.a.) yatağında uyumasını emretti,
(İbn Hişam, 1936: II, 126; İbn Sa’d, t.y.:I, 227; Kurtubî, 2006:X, 212) yüce
Allah’a da izini görmemeleri için dua etti. Allah müşriklerin gözlerini
bağladı ve uykularının onları bürümüş olduğu bir halde iken evden dışarı
çıktı (Kurtubî, 2006:X, 212). Başlarına toprak saçıp ayrılıp gitti. (İbn Kesîr,
2000: VIII, 205) Sabah olduğunda Hz. Ali yanlarına çıktı, evde hiç kimsenin
bulunmadığını onlara bildirdi. Böylelikle Resulullah’ın (s.a.s.) evden
çıktığını ve kaçırmış olduklarını öğrenmiş oldular. Resulullah (s.a.s) da Ebû
Bekr es-Sıddîk ile hicret için sözleşmiş idi (Kurtubî, 2006:X, 212). Her ikisi
de develerini Abdullah b. Erkat’a (Uraykıt da denilmektedir) teslim
etmişlerdi. Abdullah o sırada kâfir idi. Fakat her ikisi de ona güvenmişlerdi.
Abdullah bir yol rehberi idi. Kendilerine Medine yolunu göstermesi için onu
ücretle kiralamışlardı. Resulullah, (s.a.s.) Cumahoğulları’nın bulunduğu
yerde bulunan Ebû Bekir’in evinin arka tarafındaki bir pencereden çıktı ve
her ikisi de Sevr dağındaki mağaraya doğru yol aldılar. (İbn Kesîr, 1997:IV,
444). Hz. Ebû Bekir, oğlu Abdullah’a insanların neler konuştuğuna kulak
kabartmasını emretti, âzatlısı Âmir b. Fuheyre’ye koyunlarını otlatarak
geceleyin onların yakınlarına gelmesini ve böylelikle ihtiyaç duydukları
içeceklerini koyunlarından almalarını sağlamasını emretti. Daha sonra
yollarına koyulup mağaraya gittiler. Ebû Bekr es-Sıddîk’in kızı Hz. Esma
onlara yiyecek, Hz. Ebû Bekr’in oğlu Abdullah da onlara haber getiriyordu
(İbn Hişam, 1936:IV, 31-32; Kurtubî, 2006:X, 213). Her ikisinden sonra da
Âmir b. Fuheyre koyunları ile geliyor ve kendisinden önce gelenlerin izlerini
tanınmaz hale getiriyordu (Kurtubî, 2006:X, 213).
Rivâyetlerin belirttiğine göre Kureyş’in ileri gelenleri, O’nu Mekke
civarındaki yollarda yakalamak ümidiyle peşinden bir grup gönderdiler.
Hatta bunlardan biri mağaranın önünden geçmiş başını uzatıp bakmış ve Hz.
Ebûbekir büyük bir korku hissetmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.)
kendisine âyette belirtildiği gibi “Üzülme Allah bizimledir.” demişti.
(Derveze, 1962:VIIII, 444). Onu takip edenler örümceği ve örümcek ağının
örülmüş olduğunu görünce, mağaranın içinde hiçbir kimse bulunmadığına
kanaat getirdiler (İbn Kesîr, 1997:IV, 449). Bunun üzerine geri dönerek Hz.
17
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
Peygamber’i (s.a.s.) kendilerine getirecek olana yüz deve verme vadinde
bulundular (İbn Hişam, 1936:IV, 31-32; Kurtubî, 2006:X, 213).
Bu rivâyet sayesinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mekke’den
Medine’ye hicreti canlı bir tablo gibi okuyucunun gözünde canlanmaktadır.
Âyeti okuduğumuzda aklımıza gelen sorulara yukarıdaki rivâyetten istifade
ederek cevaplamaya çalışalım. Âyette “inkârcılar iki kişiden biri olarak onu
yurdundan çıkardıklarında Allah’ın Hz. Peygamber’e yardım ettiği”
bildirilmektedir. İnkârcıların Hz. Peygamber’i (s.a.s.) yurdundan çıkarma
nedenini zikredilen siyer bilgilerinden istifade ederek şöyle açıklayabiliriz;
Mekkeliler Müslümanların Medine’ye hicret etmelerini gururlarına
yedirememiş bunun sorumlusu olarak da Hz. Peygamber’i (s.a.s.)
görmüşlerdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı düşmanlıkları bir
kat daha artmış hatta O’nu öldürmeyi planlamışlardı. Ve Hz. Peygamber’i
(s.a.s.) yurdundan çıkmaya mecbur etmişlerdi. Allah da Nebisî’ne hicret izni
vermiş ve Mekke’den Medine’ye hicret gerçekleşmişti.
Âyet-i kerîmede Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanında bir arkadaşının
bulunduğu şöyle bildirilmekte; “Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına
tasalanma, Allah bizimle beraberdir.” diyordu. Bu bölümünde bahsedilen
mağara Sevr dağındaki Sevr mağarasıdır. Mağaradaki arkadaşının Hz. Ebû
Bekir olduğunu yukarıdaki rivâyetten öğrenmekteyiz. Müşriklerden birinin
mağaraya kadar gelerek başını uzatıp içeriye bakması da Hz. Ebû Bekir’in
tasalanmasına neden olmuştur.
Siyerin vermiş olduğu bu bilgiler ışığında âyet-i kerîmeyi şöyle
okunabilir:
“Tebük gazvesine gitme hususunda gevşeklik gösteren mü’minler!
Siz Peygamber’e yardımcı olmasanız da Allah ona mutlaka yardım
edecektir. Nitekim inkârcılar Ebû Bekir’le onu yurdundan çıkardıklarında
Allah O’na yardım etmişti: Hani onlar Sevr mağarasındaydılar; Ebû Bekir’e
‘Tasalanma, Allah bizimle beraberdir.’ diyordu. Derken Allah ona kendi
katından bir güven duygusu indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle onu
destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hâle getirdi. Allah’ın sözü ise en
yücedir. Çünkü Allah mutlak gâliptir, hikmet sahibidir (Tevbe, 9/40).
7. Siyerin Âyetin Maksûdunu Tekit ve Tayin Suretiyle Beyânı
Siyerin Kur’ân tefsirine kaynaklığını göstermiş olduğumuz
bölümlerde, âyetin açıklamasına ışık tutan olay örgüleri birçok insanı
kapsadığı gibi geniş bir zaman ve mekânı da içine almaktaydı. Örneğin bazı
sebeb-i nüzûl hâdiselerinde birçok sahabi hâdisenin içinde yer almakta ve
farklı mekânlarda birkaç hâdise yaşanmaktaydı. Burada vereceğimiz
örneklerde ise hâdiseler daha dar kapsamda, daha az sahabenin iştirâki ile ve
18
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
Allah Resulü’nün veciz, kavlî açıklamalarından oluşmaktadır. Sünnetin
Kur’ân karşısında üç fonksiyonu olduğu belirtilmektedir.
a) Allah’ın Kur’ân’da açıkça bildirdiği bir hükmü, Hz. Peygamber
(s.a.s.) aynı şekilde beyan etmiştir.
b) Allah’ın mücmel olarak Kur’ân’da bildirdiği bir hükmü, Hz.
Peygamber (s.a.s.) O’nun murâdına uygun olarak açıklamıştır.
c) Kurân’da hiçbir hükmü bulunmayan bir konuda hüküm koymuştur
(Şâfiî, 1979:91-92).
Kısaca Hz. Peygamber (s.a.s.), yapmış olduğu açıklamalarla bazen
müfesser bir ayetin hükmünü te’kit etmiş, bazen mücmel bir ayeti tebyin
etmiş bazen de Kur’ân’da yer almayan bir mesele hakkında hüküm
koymuştur. Ancak biz burada başlığımızın konusu olan Siyerin ayetin
maksûdunu tekitine bir örnek vermek istiyoruz.
7.1. Direnişin ve Allah’a Dayanmanın Gücü:
“O vakit şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş ve ‘Bugün
insanlar arasında sizi yenecek kimse yoktur, ben de sizin yanınızdayım’
demişti. Ardından iki güç birbirini görünce hemen dönüş yaptı ve ‘Şüphesiz
ben sizden beriyim, kuşkusuz sizin görmediğinizi görüyorum ve elbette
Allah’tan korkuyorum, Allah’ın cezası çetindir.’ dedi” (Enfâl, 8/48).
Ayeti kerîmede geçen “Bugün insanlar arasında sizi yenecek kimse
yoktur, ben de sizin yanınızdayım.”sözünü İblis, Müdlic kabilesinden Sürâka
İbn Mâlik sûretine bürünerek söylemiştir. İblis o gün müşrikleri idare ediyor
ve onlara insanlardan hiç kimsenin üstün gelemeyeceğini söylüyordu
(Taberî, 2003:XI, 221; Râzî, 1981:XV, 180).
“Şüphesiz ben sizden beriyim, kuşkusuz sizin görmediğinizi
görüyorum.” Âyet-i kerîmede müşriklerin görmeyip de İblis’in gördüğünün
ne olduğu belirtilmemiştir. Siyer bu bölüme hem açıklık getirmekte hem de
ayetin anlamını pekiştirmektedir. Rivayet edildiğine göre İnsanlar savaş
düzeni aldığında Allah Resulü (s.a.s.) bir süre daldı, sonra birden açılarak,
Cibril’in ordunun sağında meleklerden bir ordu ile Mîkâîl’in de soldan diğer
bir ordu ile ve İsrafil’in de bin kişilik başka bir orduyla imdada geldiğini
askerlere müjdeledi (İbn Kesir, 2000; VII, 100). Hz. Peygamber’in (s.a.s.)
verdiği bu müjdede belirtilen melekler, âyet-i kerîmede geçen şeytanın
görmediği kuvvetlerdir ve İblis’in melekleri görmüş olmasından dolayı
kaçtığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’den (s.a.s.) gelen bu rivayet âyette
geçen kuvvetleri açıklayarak âyetin anlamını da te’kit etmiştir.
Siyerin vermiş olduğu bu bilgiler ışığında âyet-i kerîmeyi şöyle
okunabilir:
19
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
“Bedir günü şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş ve ‘Bugün
insanlar arasında sizi yenecek kimse yoktur, ben de sizin yanınızdayım.’
demişti. Ardından Müslüman ve müşrik ordusu birbirini görünce hemen
dönüş yaptı ve ‘Şüphesiz ben sizden beriyim, kuşkusuz sizin görmediğiniz
melekler ordusunu görüyorum ve elbette Allah’tan korkuyorum, Allah’ın
cezası çetindir.’ dedi” (Enfâl, 8/48).
8. Siyerin Sebeb-i Nüzûlü Bildirmesi ile Âyetlerin Tefsirine Işık
Tutması
Kur’ân âyetlerindeki mâna ve hikmetlerin doğru bir şekilde tespit
edilebilmesi için sebeb-i nüzûlü bilmek büyük bir önemi hâizdir. Zira Kur’ân
üslûbu gereği ayrıntıya girmeden olayları ana hatlarıyla okuyucuya
sunmakta, verilecek mesajı kısa ve öz bir şekilde bildirmektedir. Bundan
dolayı verilen bilgilerde bazen şahıs ve topluluk isimleri, bazen mekân ve
bölge isimleri, bazen de âyette geçen kavramda ve olayın yaşandığı zaman
diliminde müphemlik bulunabilmektedir. Bu müphemliğin büyük bir
bölümünü sebeb-i nüzûl ilmi gidermektedir. Bundan dolayı tefsir ilminde,
sebeb-i nüzûl Kur’ân’ın anlamını açıklamada önemli bir fonksiyon icrâ
etmektedir. Vâhıdî bunu şöyle dile getirir. “Bir âyetin tefsiri, o âyetin kıssası
ve iniş sebebi bilinmeden yapılamaz.” (Sâlih, t.y.:105). Gerçekten de Vâhıdî
bu sözünde mübâlağa yapmamıştır. Zira biz bunu incelemiş olduğumuz
Enfâl ve Tevbe sûrelerinde bizzat gördük.
Sahabiler ve tâbiûn âlimleri, Kur’ân’ı özellikle nüzûl sebepleri ile
tefsir etmişlerdir. Âyetin hangi olay dolayısıyla, kim hakkında ve nerede
nâzil olduğunu bilmek, tefsir alanında vukûfiyetin ölçüsü olmuştur. Âyet ve
sûrelerin iniş sebeplerinin önemli bir kısmı ise, doğrudan vahyin geldiği
ortamı bir bütünlük içinde ele alan Siyer ilminin bir konusu olmuştur.
Dolayısıyla ilk siyer kaynakları, aynı zamanda nüzûl sebepleri ilminin de ilk
kaynakları olarak değerlendirilmiştir (Yiğit, 2001:97). Binâenaleyh esbâb-ı
nüzûl ilminin ilk dönemlerden itibaren Kur’ân ilimleri arasında ayrıcalıklı
bir konuma sahip olduğunu ve bu ilmi bilmenin Kur’ân-ı Kerîm’i anlamakla
ve bilmekle neredeyse eşdeğer tutulduğunu görüyoruz (Serinsu, 2008: 50).
Zira nüzûl sebebini bilmekle insanın kendisi gözükür, gölgesi değil. Hak
müşâhede edilir yankısı değil (Sâlih, t.y.:105). Ayrıca sebeb-i nüzûlün
bilinmesi muhâtabın aklına takılan müphem noktaların çözümlenmesini
sağlamakta ve âyetlerin anlamını murâd-i ilâhîden başka yönlere çekilmesini
önlemekte, doğrudan âyetin tazammun ettiği hakîki mânâya ulaşmayı
sağlamaktadır. Sebeb-i nüzûl rivayetleri bir olay örgüsü içerisinde ve
âyetlerin nüzûl öncesi ve sonrası hakkında bilgi verilerek en geniş şekliyle
siyer kaynaklarında bulunmaktadır. Esbâb-ı nüzûlün ayetlerin anlaşılmasına
yaptığı katkıyı bir örnek üzerinden gösterelim.
20
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
8.1. Müşriklere Tanınan Süre ile İlgili Görüşler ve Tebûk Gazvesini
Hazırlayan Olaylar
“Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Allah’ı aciz bırakamayacağınızı,
Allah’ın inkârcıları rezil edeceğini bilin” (Tevbe, 9/2).
Tevbe sûresinin ikinci ayeti olan bu âyet-i kerîme kime hitap
etmektedir? O kimselerin niçin dört ay daha rahat bir şekilde
dolaşabilecekleri belirtilmektedir?
Muhammed. b. İshâk ve Mücahid şunu nakletmektedirler: Bu âyeti
kerîme Mekkeliler hakkında inmiştir. Şöyle ki: Resulullah (s.a.s.) Hudeybiye
yılı Kureyşliler ile on yıl süreyle savaşmamak üzere barış yapmıştı. Bu süre
içerisinde insanlar güvenlik altında bulunacak, birbirlerine ilişmeyeceklerdi
(Kurtubî, 2006:X, 98). Hudeybiye barış antlaşmasında şu şart vardı: Dileyen
kimse, Muhammed’in akdine ve ahdine girebilir. Dileyen kimse,
Kureyşlilerin akdine ve ahdine girebilir. Buna bağlı olarak Huzâalılar
Resulullah’ın (s.a.s.) tarafında (İbn Kesîr, 1997:VI, 510), Bekroğulları ise
Kureyş tarafında antlaşmada yer aldılar (İbn Hişam, 1936: IV, 31-32).
Bekroğulları Huzâalara saldırıda bulunarak ahitlerini bozdular. Buna sebep
ise, İslam’dan bir süre önce Bekroğulları’nın Huzâa’dan almak istedikleri bir
kan davalarının bulunması idi. Hudeybiye günü yapılan barış antlaşması ile
insanlar birbirlerine karşı güven duydular. İşte, kan davalarının sahibi
bulunan Bekroğulları’ndan Deyloğulları bu fırsatı ganîmet bilerek
Huzâalıların gafletlerinden yararlanmak ve böylelikle Huzâalıların öldürmüş
olduğu el-Esved b. Rezn oğullarının intikamını almak istediler. Bunun için
Deyloğullarından Nevfel b. Muaviye, Bekroğulları’nın Abdulmenaf
kolundan kendisine itaat edenlerle birlikte yola çıktılar ve geceleyin
Huzâalar’a baskın düzenleyerek onlarla savaştılar. Kureyşliler de
Bekroğulları’na silah yardımında bulundular. Hatta Kureyş’ten bazı kimseler
bizzat onlara yardımcı oldu. Huzâalar da Harem bölgesine çekildiler (İbn
Kesîr, 1997:VI, 510-511). Yapılan bu iş, Hudeybiye günü yapılan barışını
bozmaktı. O bakımdan, Budeyl b. Verta (Kurtubî, 2006:X, 98) ile Huzâalı
Amr b. Sâlim bir gurup Huzâalı ile birlikte Resulullah’ın (s.a.s.) huzuruna
gittiler ve Bekroğulları ile Kureyşliler’in başlarına getirdikleri bu musibete
karşı Hz. Peygamber’den (s.a.s.) yardım istediler. Amr b. Sâlim Hz.
Peygamber’e (s.a.s.) yardım çağrısı yapan bir şiir okudu (İbn Hişam,
1936:IV, 31-32). Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu; “Eğer
Kâ’boğulları’na yardım etmeyecek olursam, ben de yardımsız kalayım”
(Kurtubî, 2006:X, 98). Daha sonra bir buluta bakarak şöyle dedi: “Şüphesiz
ki bu bulut, Kâ’boğulları’nın zaferini müjdeliyor.” (İbn Hişam, 1936:IV, 3132). Ka’boğullarından kastı ise Huzâalılar’dır (Kurtubî, 2006:X, 98).
“Yeryüzünde dört ay daha dolaşabilirsiniz.” buyruğunda belirtilen
dört ay Şevval, Zilka’de, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır (Râzî, 1981:XV,
228).
21
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
Bu rivâyetten anlaşıldığı gibi âyet-i kerîmedeki hitap antlaşmayı
bozan Mekkeli müşrikleredir. Yukarıda belirtildiği gibi Müslümanlarla
müşrikler arasında Hudeybiye’de antlaşma yapılmıştı. Huzâalılar
Müslümanların tarafında, Bekroğulları da Mekkelilerin yanında yer almıştı.
Bekroğulları ile Huzâalılar arasında antlaşma öncesinde yaşanmış bir kan
davası vardı. Bekroğulları antlaşmayı bozarak Huzâalılar’dan intikamlarını
almak istemişler Mekkeliler de Bekroğulları’na yardımda bulunmuştu.
Böylelikle Mekkeliler Hudeybiye antlaşmasını çiğnemiş oldular. Allah’ü
Teâlâ da onların bozmuş oldukları bu antlaşmadan sonra dört ay daha
yeryüzünde serbest bir şekilde dolaşabileceklerini söylemiştir. Antlaşmayı
bozdukları zaman Haram aylara rast geldiği için dört ay (Râzî, 1981:XV,
228) daha Müslümanlardan onlara bir zarar gelmeyeceği belirtilmiştir.
Sonuç
Kur’ân’ın nüzûlünden itibaren Müslümanlar için Kur’ân’ın doğru bir
şekilde anlaşılması en büyük gâye olmuştur. Bu gâye doğrultusunda tarihsel
süreç içerisinde tefsir alanında birçok çalışma yapılmış ve yapılan bu
çalışmalarda birçok kaynak kullanılmıştır. Bunlar arasında en önemlisi
tarihin bir kolu konumunda olan siyer kaynaklarıdır.
Kur’ân’ın genel muhtevası göz önünde tutulduğunda siyerin,
Kur’ân’ın ana konularından biri olduğu görülmektedir. Ayrıca Kur’ân, siyeri Nebî hakkında başka hiçbir kaynakta bulunması mümkün olmayan Hz.
Peygamber’in (s.a.s.) hâleti rûhiyesi yani iç dünyası hakkında bilgi
vermektedir. Zaman zaman da sahabenin kalbinden geçirmiş olduğu duygu
ve düşünceleri serdetmektedir. Böyle bir bilgiyi biz ne hadislerde ne siyerde
ne de tarihte bulabiliriz. Bunlara ilâveten Kur’ân, müşriklerin ve
münâfıkların kurmuş olduğu tuzakları, Müslümanlara karşı kalplerinde
beslemiş oldukları kin ve nefreti açığa çıkartmakta böylelikle onlar hakkında
istihbârî bilgi vermektedir.
Ayrıca Kur’ân siyer-i Nebî hakkında en güvenilir bilginin
alınabileceği temel kaynaktır. Zîra O’nun korunmuş olması ve kıyâmete
kadar korunacağı bizzat Allah tarafından garanti edilmiştir. Bu ve benzeri
sebeplerden dolayı Kur’ân, siyer hakkında ilk başvuru kaynağıdır.
Tarih boyunca yapılan tefsir çalışmaların bir kısmı rivayet ağırlıklı
iken bir kısmı da dirâyet ağırlıklı olmuştur. Bununla birlikte her iki tefsir
metodunda da temel bir gerçek göze çarpmaktadır. Bu temel gerçek, ilâhî
metnin anlaşılmasında ve yorumlanmasında siyer-i Nebî’den istifade edilmiş
olmasıdır. Yapılan bu çalışma sürecinde farklı metotlar izlenerek yazılmış
olsalar da hemen hemen tüm tefsirler, âyetlerin tefsirinde farklı hususları
izâh etmek için siyer-i Nebî’den istifade ettikleri müşâhede edilmiştir.
22
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
Enfâl ve Tevbe sûreleri bağlamında siyer, âyetlerin açıklanmasında
tefsirlere şu noktalarda kaynaklık etmiştir:
Siyerin Mübhemâtü’l-Kur’ân’a Işık Tutması: Siyer, Enfâl ve Tevbe
sûrelerindeki ayetlerde yer alan zaman, mekân, şahıs ve kavramlardaki
müphem ifadelerin izâhında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca âyetteki
hitâbın kime ve hangi topluluğa olduğunu, âyette geçen ifadenin kim
tarafından nerede, ne zaman, niçin söylendiğini, kullanılan terimle ne
kastedildiğini hatta müşriklerin kalplerinde gizlediklerini dahi bildirerek
Kur’ân’ın maksûda mutâbık bir şekilde anlaşılmasını sağlamaktadır.
Siyerin Ahkâmu’l-Kur’ân’a Kaynaklık Etmesi: Siyer, Kur’ân’da yer
alan ibâdet ve müâmelat ile ilgili âyetlerden hüküm istinbâtında bulunacak
olan fukahâ için başvurulacak ilk kaynaktır. Ayrıca Hz. Peygamber’in
(s.a.s.) pratik hayatındaki tatbikatları bildirmesinden dolayı fıkıh usûlünün
temel kâide ve prensiplerinin belirlenmesinde yegâne mürâcaat kaynağıdır.
Kur’ân, Müslümanların hayatlarında uyması gereken emir ve
nehiyleri bildirmiş olmakla birlikte bunların pratikte nasıl uygulanacağını
îzah etmemiştir. Ancak siyer, bu ahkâm âyetlerinin pratikte nasıl
uygulanacağının en güzel misallerini sunmakta, böylelikle de
Müslümanların, Kur’ân’ı hayatlarına tatbik hususunda rehber görevi
görmektedir.
Siyerin Olayların Tarihsel Arka Planını Belirterek Kur’ân’a Işık
Tutması: Siyer, sebeb-i nüzûl hâricinde âyetlerin tarihsel arka palanını
belirterek olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi kurma imkânı sağlamış,
böylelikle muhatap Kur’ân’ın nüzûl olduğu ortamı bütün bir tablo veya
eksiksiz bir fotoğraf gibi görebilmiştir. Ayrıca âyete muhatap olan kişi bu
sayede âyette bahsedilen konuya bütüncül bakma imkânı elde etmiştir.
Siyerin Âyetin Maksûdunu Tekit ve Tayin Suretiyle Beyânı: Allah
Resulü’nün kısa veciz açıklamaları, Kur’ân âyetlerinde müphem kalan
hususları bazen te’kît sûretiyle, bazen tâyin suretiyle beyan görevi görmüş
bazen de mücmeli tebyin etmiştir.
Siyerin Sebeb-i Nüzûlü Bildirmesi İle Âyetin Tefsirine Işık Tutması:
Esbâb-ı nüzûl ile siyeri birbirinden farklı düşünmek mümkün değildir. Zirâ
esbâb-ı nüzûl siyerin bir bölümünün farklı bir isimle adlandırılmasıdır.
Şöyleki âyet inmeden önce siyer ismi verilen bir hâdise vahyin müdâhalesi
ile sebeb-i nüzûl ismini almaktadır. Esbâb-ı nüzûl ilmindeki rivâyetler ilâhî
müdâhale ile irtibatlı olmaları ve doğrudan âyetin nâzil olmasına sebep teşkil
etmelerinden dolayı siyer içerisinde husûsî bir yere sâhiptir. Ayırca siyer-i
Nebî’de büyük bir yekûn oluşturmakla birlikte Kur’ân’ın nazil olduğu
ortamdaki muhatap kitlenin zihin dünyasını, sosyo-kültürel ve siyasi
yapısını, kavramlara yüklemiş olduğu anlamları bildirmesinden dolayı
23
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
Kur’ân’ın günümüzde doğru bir şekilde anlaşılmasına büyük katkı
sağlamaktadır.
Siyer-i Neb-i, Kur’ân’ı Kerîm’in murâdı ilâhiye mutâbık bir şekilde
anlaşılmasında başvurulması gereken en önemli ilk kaynaktır.
Kaynakça
Albayrak, Halis. (1992) Kur’ân’ın Bütünlüğü Üzerine, İstanbul: Şûle
Yayınları.
Al-i Abid, Ebû Bedr Muhammed b. Bekr. (t.y)Hadisü’l-Kur’ânî’lKerîm an gazavati’r-Resul, Beyrut: Dârü’l-Garbi’l-İslâmî.
Apak, Adem. (2009) Anahatlarıyla İslam Tarihi, 4.Baskı, İstanbul:
Ensar Neşriyat.
Atalay, Mehmet. (1994) İslâmî Edebiyat, Türk Edebiyatında
Sîretü’n-Nebeviyye, İstanbul:Sayı 24, s. 61-64.
Ayverdi, İlhan vd. (2010) Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul:
Kubbealtı.
el-Buti, M. Said Ramazan. (1986) Fıkhü’s-siyre: Peygamberimizin
Uygulamasıyla İslam; çev., Ali Nar, Orhan Aktepe, 3. Baskı, İstanbul:
Gonca Yayınevi.
Cerrahoğlu, İsmail.(1985) Tefsir Usûlü, 5. Baskı, Ankara: TDV
Yayınları.
_______ (1988) Tefsir Tarihi, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları.
Cürcâni, Ebü’l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali (1983)
et-Ta’rifât, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Çelik, Ali. (2003) “Kur’ân ve Sünnetin Doğru Anlaşılmasında
Sîret’in Önemi”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, III, Sayı: 3, s. 516.
Demirci, Muhsin. (2006) Tefsir Usûlü, 4. Baskı, İstanbul: Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı.
Derveze, Muhammed İzzet b. Abdülhadi b. Derviş. (1989) Kur’ân’a
Göre Hazreti Muhammed’in Hayatı, I-III, trc., Mehmet Yolcu, İstanbul:
Yöneliş Yayınları.
_______ (1962) et-Tefsirü’l-hadis: Tertibü’s-suver hasebü’n-nüzûl,
I-XII, Kahire: Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye.
Ecer, Vehbi. (1995) İslam Tarihi Dersleri, Kayseri: Erciyes
Üniversitesi.
24
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
Firuzâbâdi, Ebü’t-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b.
Muhammed. (1986) Kâmusü’l-muhit, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle.
Gümüş, Sadreddin. (1990) Kur’ân Tefsirinin Kaynakları, İstanbul:
Kayıhan Yayınevi.
Güngör, Mevlüt. (1996) Kur’ân Tefsirinde Fıkhi Tefsir Hareketi ve
İlk Fıkhi Tefsir, İstanbul: Kur’ân Kitaplığı.
_______ (1989) Cassas ve Ahkâmü’l-Kur’ân’ı, (y.y.).
Halil, İmâdüddin. (1988) İslam’ın Tarih Yorumu, çev., Ahmet
Ağırakça, İstanbul: Risale Yayınları.
Hallaf, Abdulvahhab.(1970) İslam Teşrii Tarihi, çev., Talat
Koçyiğit, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
Hamâde, Faruk. (1989) Mesadirü’s-sireti’n-nebeviyye ve takvîmuhê,
2. Baskı, Dârü’l-Beyza: Dârü’s-Sekâfe.
Heykel, Muhammed Hüseyin. (2000) Hz. Muhammed’in Hayatı,
İstanbul: Yöneliş Yayınları.
Hizmetli, Sabri. (2006) İslam Tarihi: İlk Dönem, Ankara: Ankara
Okulu.
________ (1991) İslam Tarihçiliği Üzerine, Ankara: Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları.
İbn Hişam, Ebû Muhammed Cemaleddin Abdülmelik. (1936) Siret-i
İbn-i Hişam, I-IV, thk., Mustafa es-Sakka, İbrâhim el-Ebyari, Abdülhafız
Şelebi, Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi.
İbn İshak, Ebu Abdullah Muhammed b. İshak b. Yesar. (1991) Siyer,
Yay., Haz., Muhammed Hamidullah; çev. Sezai Özel, 2. Baskı, İstanbul:
Akabe Yayınları.
İbn Kesir, Ebü’l-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer. (1997) el-Bidâye
ve’n-nihâye, I-XXI, tahkik Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki, Cize: Hicr
li’t-Tıbaa ve’n-Neşr.
_______ (2000) Tefsirü’l-Kur’ânî’l-Azim, I-XV, thk., Mustafa esSeyyid Muhammed, Muhammed Seyyid Rasad, Muhammed Fazl Acmevi,
Ali Ahmed Abdü’lbakî, Hasan Abbas Kutub Kahire: Müessesetu Kurtuba:
Mektebetü’l-Evladi’ş-Şeyh li’t-Türas.
İbn Manzur, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî.
(t.y.) Lisânu’l Arap, I-XV, Beyrut: Dâru Sadır.
el-İsfahanî, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal Ragıb.
(1992) Müfredâtu elfazi’l-Kur’ân, thk., Safvan Adnan Davudî, Dımaşk:
Dârü’l-Kalem.
Kara, Necati. (1995) Kur’ân-Sünnet Bütünlüğü, Erzurum: İhtar
Yayıncılık.
25
F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri
el-Kurtubi, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr. (2006)
el-Câmi’li-Ahkâmi’l-Kur’ân, I-XXIIII, thk., Abdullah b. Abdülmuhsin etTürki, Beyrut: Müessesetü’r- Risale.
Mustafa, İbrâhim., Zeyyat, Ahmed Hasan., Abdülkadir, Hamid., enNeccar, Muhammed Ali. (1996) el-Mu’cemü’l-vasit, İstanbul: Çağrı
Yayınları.
Müslim, Ebü’l-Hüseyin el-Kuşeyri en-Nisaburi b. el-Haccac. (1955)
Sahih-i Müslim, Nâşir Muhammed Fuad Abdülbaki, Kahire: Dâru İhyai’lKütübi’l-Arabiyye.
Rahmân, Fazlurrahman. (1987)”Kur’ân’ı Yorumlama”, çev., Osman
Taştan, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Sayı: 5, s. 100-105.
er-Râzî, Ebû Abdullah Fahreddin Muhammed b. Ömer Fahreddin.
(1981) et-Tefsirü’l-Kebir = Mefatihü’l-gayb, I-XXXII, 1. Baskı, Beyrut:
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Rosenthal, Franz. (1963) İlmü’t-tarih inde’l-müslimin, çev., Salih
Ahmed Ali, Bağdad: Mektebetü’l-Müsenna.
es-Sâlih, Subhi. (t.y.) Kur’ân İlimleri, çev., M. Said Şimşek, Konya:
Hibaş Yayınları.
es-Suyûtî, Ebü’l-Fazl Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr. (1983)
ed-Dürrü’l-mensur fi’t-tefsiri’l-me’sur, I-VIII, Beyrut: Dârü’l-Fikr.
______ (1987) el-İtkan fî ulumi’l-Kur’ân, Beyrut: Dârü İbn Kesir.
Öz, Şaban. (2006) İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, (Basılmamış
Doktora Tezi), Ankara: A.Ü.S.B.E.
Özcan, Mustafa. (2001) “Siyer Fıkhı ve Usûlü”, Köprü Dergisi,
Sayı: 74, s. 40.
Serinsu, Ahmet Nedim. (2008) Kur’ân ve Bağlam, İstanbul, Şule
Yayınları.
Sibâî, Mustafa. (2009) İslam Hukukunda Sünnetin Yeri, çev., Halil
Kendir, İstanbul: Işık Akademi Yayınları.
eş-Şâfiî, Ebû Abdullah Muhammed b. İdris b. Abbas. (1979) erRisâle, thk., Ahmed Muhammed Şakir, 2. Baskı, Kahire: Dârü’t-Türas.
Şulul, Kasım. (2008) İslam Düşüncesinde Tarih Tasavvuru ve Usulü,
İstanbul: İnsan Yayınları.
et-Taberi, Ebû Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid, (2003)
Tefsirü’t-Taberi= Câmiü’l-beyân an te’vili ayi’l-Kur’ân, I-XXVI, thk.,
Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki, Riyad: Dâru Âlemi’l-Kütüb.
et-Tehânevî, Muhammed b. A’la b. Ali el-Farukî el-Hanefî. (1972)
Keşşâfu ıstılahati’l-fünûn, Kâhire:el-Müessesetü’l-Mısriyyeti’l-Amme.
26
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27
Umerî, Ekrem Ziya. (1988) Medine Toplumu, çev., Nurettin Yıldız,
İstanbul: Risâle Yayınları.
Yıldırım, Suat. (2007) Peygamberimizin Kur’ân’ı Tefsiri,I-II,2.
Baskı, İstanbul, Yeni Akademi Yayınları.
Yiğit, İsmail. (2001) “Kur’ân ve Sîretü’n-Nebi” Kur’ân ve Tefsir
Araştırmaları-II, İstanbul: Ensar Yayınları, s.91-100.
Zuhayli, Muhammed.(t.y.) Mercaü’l-ulûmi’l-İslâmiyye, Dımaşk:
Dârü’l-Ma’rife.
27
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de
Roman Kadınlar
DOI NO: 10.5578/JSS.9465
Geliş Tarihi: 06.11.2014
Kabul Tarihi: 30.04.2015
Maviş YILDIRIM1
Dilek MURAT2
Zeynep ACA3
Özet
Yaşadıkları yoksulluk ve ırkçılık sorunları ile Avrupa’nın dezavantajlı en
büyük etnik grubu olan Romanlar, Türkiye’nin de toplumsal yaşam dışına itilmiş ve
kaderlerine terk edilmiş ötekileridir. Bu grubun kadın üyeleri ise, cinsiyet
faktörünün de etkisi ile toplumun çoklu ayrımcılık mağdurları olup toplumun en
dezavantajlı gruplardan biri olma statüsün delerdir. Türkiye’de, tabii Avrupa’da da,
entelektüel insan kaynağı birikimi olmayan Romanların ekonomik, siyasal ve sosyal
hakları için mücadele verecek sivil toplum kuruluşları da yok denecek kadar azdır.
Bu yüzden de günümüze kadar Romanlar ya kendi sorunları ile baş başa
bırakılmışlar, ya da siyasal iktidarın adaletine terk edilmişlerdir.
Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de yaşayan ve üzerinde özellikli cinsiyet
temelli bilimsel veriye rastlanamayan Roman kadın grubunun günlük yaşam içinde
maruz kaldıkları algılanmış etnik ayrımcılık deneyimlerini tespit etmektedir. Bu ana
hedefin yanında, algılanan etnik ayrımcılık deneyimlerinin grup üyeleri üzerindeki
benlik saygısı ve umutsuzluk üzerine etkileri incelenmiştir. Nicel bir çalışma
gerçekleştirmiş olup, araştırma için kullanılan ölçekler ise, Algılanmış Etnik
Ayrımcılık Anketi (AEAA), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSE) ve Beck
Umutsuzluk Ölçeği’dir (BUÖ). Çalışma, Türkiye’nin dördüncü büyük şehri olan
Bursa ilinde gerçekleştirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Roman Kadınlar, Algılanmış Etnik Ayrımcılık, Umutsuzluk,
Benlik Saygısı, Parametrik Olmayan İstatistiksel Analizler.
1
Arş. Gör., Uludağ Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü,
[email protected]
2
Arş. Gör., Dr. Uludağ Üniversitesi, Ekonometri Bölümü, [email protected]
3
Arş. Gör., Uludağ Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü,
[email protected]
29
M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar
Perceived Ethnic Discrimination Experiences of Romani
Women in Turkey
Abstract
The biggest and most problematic ethnic group suffering from poverty and
racism in Europe, the Romani people are “the others” who have been marginalized
and left to their fate also in Turkey. The women members of this group are more
vulnerable to multiple discrimination and thus, constitute the one of the most
disadvantaged group of the society. The Romani people have almost no intellectual
accumulation in Turkey or in Europe. They have almost no non-governmental
organizations to fight for their economic, political and social rights, either.
Therefore, until recently they have been either left alone to solve their problems on
their own or abandoned to the justice of political power.
The purpose of this study is to detect the perceived ethnic discrimination
experiences of Romani women who live in Turkey but about whom there are no
scientific data. In addition to this, the study also examines the effects of perceived
discrimination experiences on group members’ self-esteem and hopelessness. The
scales used to collect quantitative data are The Perceived Ethnic Discrimination
Questionnaire, Rosenberg Self-Esteem Scale and Beck Hopelessness Scale. The
study was conducted in Bursa, the fourth biggest city in Turkey.
Keywords: Romani Women, Perceived Ethnic
Hopelessness, Self-esteem, Non-parametric Statistical Analysis.
Discrimination,
1. Introduction
In social life every single individual can be a victim of
discrimination; however, minority group members, because of their
“different features”, are more likely to be subject to discrimination (Dovidio
ve Hebl, 2005: 11). Thus, the social policies that are expected for the
minority groups are undoubtedly essential (Altan, 2007: 5-6). Individuals
and groups can be subject to discrimination at many levels: “cultural, social,
institutional and individual” (Dovidio ve Hebl, 2005: 11). The Romanis are
one of the primary disadvantaged groups who discriminated in the societies
they have lived from past to today. Their different life styles, clothes, lack of
education, lack of second language, as well as racism and poverty they have
encountered as a result of their weak socioeconomic situation have caused
them to work as “others” in unqualified jobs in labour market. In other
words, they constitute an ethnic group excluded from social processes
(Kolukırık, 2006; Kurt-Topuz, 2010; Öke and Kurt-Topuz, 2010; Roman
Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011).
Romanis approximately between 7-10 per cent of the total
population in Bulgaria, Slovakia, Romania, Serbia and Hungary but Turkey
30
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
has biggest Romani population in Europe. According to the data in EU
Framework for National Roma Integration Strategies up to 2020 (2011:1518), there are 2.750.000 Romanis in Turkey. Turkey is followed by Romania
with 1.850.000, Bulgaria with 750.000 and Hungary with 700.000 Romanis.
There is no scientific research on specifically Romani women living
in Turkey and their problems. However, many researches on Romanis shows
that the main problems encountered by the Romanis are poverty, spatial
exclusion, education, employment, social security, discrimination and social
exclusion (Bayraktar, 2011; Çubukçu, 2011; Demirel, 2012; Karaman, 2009;
Kolukırık, 2006; Ocaklı, 2013; Öke ve Topuz, 2010, Roman Topluluklar
İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011; Topuz, 20062007; Topuz, 2010; European Union 2006 Turkey Progress Report 2006,
2007, 2008, 2009, 2010, 2011, 2012, 2013).
According to studies (Kurt-Topuz, 2010; Öke and Kurt-Topuz,
2010: 275) Romani are subject to multidimensional discrimination as they
have been exposed to discriminatory acts due their educational background,
ethnic roots, clothes, color of skin and language. Same studies reveal that
when the Romani get public service and when they want to work in a public
institution, they experience ethnic discrimination.
The results of the other study (Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü
Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011) conducted cities in İstanbul,
Erzurum, Konya, Samsun İzmir and Hatay in Turkey also shows that the
Romanis are subject to ethnic discrimination. Romanis discrimination in
employment (2011; 52), discrimination through spatial exclusion and
discrimination through social exclusion (33-36) at school (62-71) and in
public institutions (72-79) as well as in the eye of Turkish media (34).
According to Buğra and Keyder, groups that economically excluded and has
permanent state of unemployment in any society will end up cultural
exclusion. That may also lead the group political exclusion, especially if the
groups are immigrants or from different ethnic backgrounds. After all, if
those groups also live in a isolated spatial exclusion that is all about social
exclusion (2003: 21). The Romani living in Turkey are the most victims of
spatial exclusion. Spatial exclusion might result from lack of regular income;
however, living in isolated districts cause people to establish weaker
relations with the society and a person might face trouble finding a proper
job in labour market just because s/he is living in such places. As a matter of
fact, many unemployed Romani women interviewed in this study said that
once they fill in the living address in a job application form, employers
understand their background from the area they live, so employers ask them
whether they are Romani or not. If they say “yes”, they are not employed.
31
M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar
They state that employers openly mentioned that their being Romani was a
reason why they do not employ them.
In Turkey, even during the reign of Ottoman Empire, around 15th
century, the living space of the Romani was determined by the political
power and they were accommodated separately (Göncüoğlu, Yavuztürk
2009:112). However, Romanis in Anatolia mostly adopt a sedentary life
during this Ottoman Empire unlike the Romanis in Europe. According to,
Marushiakovave Popov around 1520 Romanis were living in Rumeli (cited
by Marsh, 2008: 11). Also, Ottoman had some policies to integrate Romanis
to the society as well (Altınöz, 2013). Today, in Turkey, the Romani live in
the slums which have been labelled as unsafe areas where normal people
would hesitate to go. In 2000, the state bought the houses with small gardens
where the Romani were living and gave then new flats in return. Although it
seemed that the purpose was to prevent spatial exclusion, the Romani people
suffered even more after this exchange. In fact, they had to sell out their
animals and horse-drawn carriages they would use to collect recyclable
garbage, which they lived on. As a result, they were deprived from their
income generating tools. Besides, they were indebted to the state because of
the new flats they were granted though the sum was not so big. In addition,
they had legal problems as they failed to pay off their debts. Briefly, the
urban transformation project, which was introduced to remove spatial
exclusion, ended up as a policy giving an end to the already limited job
opportunities for the Romani and putting them in a bigger trouble (Roman
Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011: 38).
Constantly suffering from unemployment, the Romani are now
having more and more difficulties in getting a proper job in labour market
due to their lack of education and qualifications. Nowadays, the business life
is also evolving and new jobs are being created. In such an environment
where technology is rapidly developing, traditional jobs become obsolete. In
Turkey, professions including but not limited to handicraft, porterage, street
trading, garbage collection, tin plating and basketry have traditionally been
associated with Romani men, and Romani women have been known to be
doing housework, peddling and fortune telling for a living. Yet, now they are
only limited to entertainment sector to make a living. This caused Romani
families face a much more serious poverty problem. Having difficulty in
finding a job in labour market and being deprived of a regular income, the
Romani are faced with poverty resulting from chronic unemployment, and
poverty is one of their main problems (Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü
Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011:38).
32
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
The weak relations between the Romani and the society are also
reflected on their marriages. Intra-ethnic marriage is an important factor
preventing the Romani from establishing a link with the society (Duygulu
1995 cited by Göncüoğlu and Yavuztürk 2009:115). Kolukırık (2009: 63);
Bayraktar (2011: 124) indicate that the Romani avoid calling themselves
“gypsies”. They think that the word “gypsy” is socially perceived as
something disreputable, so they prefer to use the name “Romani/Roma”.
Paying attention to this terminological difference, some Romani, who can
speak the Romani language, prefers not to speak it just to conceal their
identities (Kolukırık, 2006-2007: 206). Turkish academics, politicians and
some of the Romani leaders seems to divided using the term of gypsies or
Roma in Turkish (see Tatlıdil, 2002; Mustafa Aksu cited by Marsh, 2008:
20).
Demirel, (2012: 51-52) shows that Romani people who live in
Kandıra and Tavşantepe, district in Kocaeli, are victims of discrimination in
official institutions, houses of prayer, public transportation vehicles and
schools. The same study also indicates that when the level of education and
income decreases and exclusion gets relatively higher and the level of
perceived discrimination increases. However, when Romani who have a
more regular job and income and who live in better places have lower
perceptions of discrimination. Also, they put more efforts to integrate with
the society (2012:142).According to Kurt-Topuz (2010:201) illiterate
Romani people have a more negative point of view about the rights granted
to them by the state compared to the Romani who have graduated from
primary school or high school.
An analysis of the chapters about the Romani in European Union
Turkey Progress Reports and European Commission’s reports on Turkey
also shows that the problems listed in this study are frequently mentioned in
those reports, too. “In 2012 European Union Turkey Progress Report”, the
problems that the Romani people living in Turkey are listed as follows: They
are victims of social exclusion. A great majority of Romani citizens still do
not have an official identity card, so they cannot access many rights such as
education and health services. They are discriminated in the society. They
cannot sufficiently benefit from employment or housing opportunities. The
report also shows that the ratio of the Romani children dropping out of
school is higher than that of others. These problems were mentioned also in
the 2012, 2011, 2010, 2009, 2008, 2007, 2006, 2005 European Union
Turkey Progress Reports. In“European Commission against Racism and
Intolerance (ECRI) 2011/ 4th Monitoring Cycle, 2005/ 3th Monitoring Cycle,
2001/2nd Monitoring Cycle Reports”, the discrimination to which the Romani
have been subject is detailed and the reports point out exclusion from public
space as well as problems about benefiting from housing and health services.
33
M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar
The findings of the reports prove that over the years no comprehensive
social policy has been developed to deal with the problems of the Romani.
There are several studies looking into a link if there is any relation
between discrimination and self-esteem. The answer is various and
according to Eccleston and Major (2006:148) individual reacts to the
perceived discrimination experience in a different ways. For instance,
Crocker & Quinn (1998) research shows no link between discrimination and
self-esteem. However, according to Abrams and Hogg (1988 cited by
Hunter, O’Brien and Stringer, 2007: 937), while inter-group discrimination
may lead to an increase self-esteem level, people with low self-esteem is a
reason for inter-group discrimination. Various studies carried out since then
and have tried to prove those two hypotheses separately, but the results are
not the same (Hunter, O’Brien and Stringer, 2007: 937). The studies indicate
there is a link between discrimination and self-esteem (Asamen& Berry,
1987; Declan &Brilo, 2003; Greene, Way, &Pahl, 2006;
Panchanadeswaran& Dawson, 2011; Romero & Roberts, 2003; Verkuyten,
1998). In this study, we also examined if there is any link between Romani
women' perceived ethnic discrimination experiences in everyday life and
self-esteem level.
In the literature, there is a lacuna in the studies measuring the link
between ethnic discrimination and hopelessness, but the research by Nyborg
and Curry (2003:263) establishes a link between more personal experiences
of racism had higher level of hopelessness. Besides, exposure to labour
market discrimination also leads to sense of helplessness (Elmslie and Sedo,
1996: 470).
Other studies also showed that people who have been exposed to
discrimination suffer from stress, depression, mental health outcomes,
motivational problems and weak organizational loyalty (Ajrouch, Reisine,
Corning, 2002; Cassidy, O’Connor, Howe and Warden, 2004; Fischer and
Holz, 2007; Lam, 2007; Lim, Sohn and Ismail, 2010; Mossakowski, 2003).
This study covers the Romani women living in Bursa. Bursa is the
fourth biggest city in Turkey with a population of more than 2 million. There
are no official data about the proportion of the Romani to the general
population in Bursa, but Bursa is known to be one of the cities with a dense
Romani population (Arayıcı 2008 cited by Unaldı: 618).
2. Materials and Method
This study measured the perceived ethnic discrimination experiences
of Romani women and searched the link between ethnic discrimination
34
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
experiences on one side and self-esteem and hopelessness on the other side.
For this purpose, an interview was held with Romani Association in 2011
and with their support the research was carried out in the center of Bursa and
Yenişehir, one of its districts. In the center of Bursa, the quarters which are
known to be Romani quarters are Arabayatağı and Yıldırım-Yavuz Selim. In
Yenişehir, the researchers could reach data in the quarters Yılmaz and
Tabakhane. In total, 235 questionnaires were applied. 126 questionnaires
were applied in the city center and 109 questionnaires were applied in
Yenişehir. The participants were chosen through snow ball sampling.
Out of 235 questionnaires, 229 were included in the analysis. The
participants were asked questions from three different scales: Perceived
Ethnic Discrimination Questionnaire (AEAA), developed by Chung &
Harmon, 1999, Rosenberg Self Esteem Scale (RBSE) developed by
Rosenberg 1965 and Beck Hopelessness Scale (BUÖ), developed by Beck
(1988). The interview was held face-to-face. Given the educational level of
participants, these international questionnaires were not distributed to the
participants to be able to carry out the research on the target group.
Considering the reliability of results, the questions were read aloud to
participants one by one by two research assistants and four senior students,
and the questions were answered in this way.
It is the first time that Perceived Ethnic Discrimination Questionnaire
(AEAA) has been applied in Turkey. Professional help was taken for
translations. Before the research, preliminary research was conducted with
21 participants. The purpose of the preliminary research was to test whether
or not participants can easily understand the questions in the same way. The
expressions which are not clear enough for participants were simplified. The
results of the preliminary research were not included in the study.
The questions in Perceived Ethnic Discrimination Questionnaire
(AEAA) test the participants’ perception of social exclusion, threatharassment, workplace discrimination, police and stigmatization. The
participants were asked to choose one of the five options from “never” to
“very frequently” while answering the questions about how often they are
subject to the experiences mentioned in the questions due to their ethnic
origins. The five options are taken from Likert scale.
In Rosenberg Self Esteem Scale (RBSE), which measures the selfesteem of participants, the participants were asked to answer the questions
on a four score scale changing from “I certainly disagree” and “I certainly
agree”.
In Beck Hopelessness Scale, participants were asked to show whether
or not they agree with the statements with the answers “yes” and “no”.
The was some limitations with the study; as mentioned there is no
scientific data about the Romani women live in Turkey to compare our date
35
M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar
and give the knowledge in the literature review. In total spend over a week
with Romani women where they live but in the first place found difficult to
get to those places and be accepted.
3. Findings and Discussion
The reliability analysis intended for the scales used in this study
showed that the Cronbach’s Alpha values of Perceived Ethnic
Discrimination Questionnaire (AEAA) and Rosenberg Self-esteem
Questionnaire (RBSE) were respectively 0,840 and 0,779. The results prove
that questionnaires have internal consistency and high reliability.
An analysis of the answers in Perceived Ethnic Discrimination
Questionnaire (AEAA) shows that, 63,6% of the participants “frequently”
and “very frequently” feel that other people do not trust them because of
their ethnicity, 52,4% of them feel that other people make fun of them,
%49,3 of them feel that people look reluctant to talk to them and lastly
49,1% of them feel that people treat them as they were like dirty. On the
other hand, to the question “Has anyone ever damaged your house because
you are Romani?”, 93,9 % of the respondents answered “Never”. To the
question “Has anyone ever hit you or attempted to hit you because you are
Romani?”, 87,8% answered “Never”. To the question “Has anyone ever
threatened to hurt you?”, 81,7% answered “Never”. To the question “Have
the police ever treated you unfairly?”, 57,2% answered “Never”. Evaluation
of frequency values of the questions mentioned above reveals that lack of
trust is the most frequently observed reaction to the Romani because of their
ethnic roots while damage to property is rarely seen. Besides, the
discrimination score of participants was found to be 48,59±13,23. These
results shows that Romani women are subject to perceived ethnic
discrimination with the experiences of being looked down on and disgraced
in the society, being ignored and being treated not trustworthy. This results
also matching the earlier studies were conducted by other authors in Turkey
(Kolukırık, 2006; Kurt-Topuz, 2010; Öke and Kurt-Topuz, 2010; Roman
Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011).
According to the values derived from the results of Rosenberg Selfesteem Questionnaire, 95,6% of the participants said “I certainly disagree”
and “I disagree” for the statement “I wish I had more features that would
make me more respectable”. 65,2% of the participants said “I certainly
disagree” and “I disagree” for the statement “I sometimes think I am good
for nothing”. 62,7% of the participants said “I certainly disagree” and “I
disagree” for the statement “I cannot see any success about myself to be
proud of”. 90,8% of the participants said “I agree” and “I certainly agree” for
the statement “I think I have some positive features”. 90,7% of participants
said “I agree” and “I certainly agree” for the statement “I am generally
36
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
content with who I am”. 85,4% of participants said “I agree” and “I certainly
agree” for the statement “I generally have positive opinions about myself”.
The self-esteem score in Rosenberg Self-esteem Questionnaire was
calculated to be 17,13±4,92. The data shows that as the perceived
discrimination experiences of participants increase, their self-esteem
decreases. This results are consentient with other studies at the literature
which was given earlier (Asamen& Berry, 1987; Declan &Brilo, 2003;
Greene, Way, &Pahl, 2006; Panchanadeswaran& Dawson, 2011; Romero &
Roberts, 2003; Verkuyten, 1998).
The frequency values of Beck Hopelessness Scale showed that 36,8%
of the participants said “no” and 63,2% said “yes” to the first question “Are
you hopeful and enthusiastic about the future?”. Another question was “Do
you consider your future to be dark?”. To this question, 55,2% of the
participants said “no” while 47,8% said “yes”.
Table 1. Demographic Information
Frequency
Percent
Education
No diploma
Frequency
Marital status
181
79,4
Single
48
38
16,7
Married
174
Secondary school
6
2,6
Widow
6
High school
3
1,3
Primary school
Age
-17
Percent
21,1
76,3
2,6
Total monthly income
26
11,5 -200 TL
56
24,9
18-25
64
28,2 201-400 TL
56
24,9
26-33
43
18,9 401-600 TL
72
32
34-41
32
14,1 601-800 TL
29
12,9
42+
62
27,3 800+ TL
12
5,3
Employment
Dressing
Unemployed
201
88,2
Traditional
60
41,1
Employed
25
11,0
Modern
86
58,9
2
0,9
Student
An examination of the most attention-grabbing findings in Table 1
above shows that, 79,4% of participants have no diploma, 28,2% of them are
in the 18-25 age group, 76,3% of them are married, 32% of them have an
income range of 401-600 TL and 88,2% of them are unemployed. It is also
37
M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar
seen that only 7 of the women in the survey are employed, and they are
employed in temporary positions within informal sector. As it is mentioned
above, all of the participants are women.
It was previously mentioned in this study that the questions in
Perceived Ethnic Discrimination (AEA) questionnaire can qualitatively be
categorized in the subgroups of exclusion, stigmatization and threatharassment. AEA scale was entirely quantified and the variant called
“discrimination” was obtained. RBSE scale was also quantified and the
variant called “self-esteem” was obtained. Pearson Correlation Coefficients
were calculated considering these variants. The results of this calculation can
be seen in Table 2.
Table 2. Pearson Correlation Coefficient
Exclusion
Exclusion
Pearson Corr.
S tigmatization
ThreatDiscrimination
Harassment
S elfesteem
0,795
0,258
0,872
-0,337
0,000
0,000
0,000
0,000
0,26
0,848
-0,312
0,000
0,000
0,000
0,401
-0,169
0,000
0,012
1,000
Sig.
S tigmatization
Pearson Corr.
1,000
Sig.
Threat-Harassment
Pearson Corr.
1,000
Sig.
Discrimination
Pearson Corr.
-0,373
1,000
Sig.
S elf-esteem
0,000
Pearson Corr.
1,000
Sig.
According to Table 2, there are statistically significant relations
between all variants at significance levels of 1% and 5%. The correlation
coefficient between exclusion and stigmatization is 0,795. This means that
the higher the level of participants’ perception of exclusion, the more their
perception of stigmatization. There is also a significant relation between the
perception of stigmatization and perception of threat-harassment though not
as strong as the one between exclusion and stigmatization. This means that
the higher the level of participants’ perception of stigmatization, the more
their perception of threat-harassment. There were significant and strong links
between discrimination and exclusion, stigmatization and threat-harassment.
This is not surprising as these three variants are all sub-categories of the
discrimination variant. The 0,373 coefficient between discrimination and
self-esteem shows that the increase in participants’ perception of
discrimination would lead to a decrease in their self-esteem. Similarly, the
38
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
negative correlations between exclusion, stigmatization and threatharassment are interpreted in the same way.
It was thought that some of the expressions in AEA scale would be
related to some demographic variants and this relation was investigated
through Chi-square analysis. As a result of the analysis between the
participants’ perception that they are treated badly because of their clothes
and speaking and the coefficient related to traditional and modern dressing
style, the following formula was obtained: Pearson
= 12,375 (p=0.015;
Cramer’s V=0.291, p=0.015). This shows that there is significant relation at
5% significance level between participants’ perception of maltreatment and
dressing style. According to the cross table, 61,7% of participants with
traditional clothes said that they are frequently and very frequently
maltreated because of their clothes and speaking. As a result of the analysis
between the participants’ perception that they are treated as if they were
unreliable and the coefficient related to their dressing style, the following
formula was obtained: Pearson
= 12,032 (p=0.017; Cramer’s V=0.288,
p=0.017). This shows that there is a significant relation at 5% significance
level between these two variants. In other words, the perception that they are
treated as if they were unreliable is related to the perception about dressing
style. 70% of the participants wearing traditional clothes said that they are
frequently and very frequently treated as if they were unreliable. As a result
of the analysis between the perception that they are treated as if they were
dirty and the coefficient related to clothes, the following formula was
obtained: Pearson
= 9,295 (p=0.054; Cramer’s V=0.253, p=0.054). The
findings indicate that dressing style affects the perception that they are
treated as if they were unclean. 56,7% of the participants wearing traditional
clothes said that they are frequently and very frequently treated as if they
were dirty.
As mentioned earlier, the researchers considered using t tests in
order to examine the relations between discrimination variant created based
on AEA scale and self-esteem variant created based on RBSE scale. To this
end, Anderson-Darling Normality test was applied. Accordingly, the results
for discrimination and self-esteem variants were respectively
= 1,59
(p=0.005) and
= 1,27 (p=0.005). This implies that the coefficients were
not normally distributed, so Mann-Whitney U test should be used for the
analysis. Mann-Whitney U test was applied to analyze the variants
discrimination, self-esteem, dressing and friends. The results of this test are
shown in Table 3.
39
M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar
Table 3. Mann-Whitney U Test Results
Literacy
Friends
Clothes
Discrimination Discrimination Discrimination
Literacy
Friends
Clothes
S elf-esteem
S elf-esteem
S elf-esteem
Mann-Whitney U
4013,5
4371
1893
4561
4489,5
1749
Wilcoxon W
10008,5
12121
5296
10777
9340,5
3460
Z
-4,401
-3,378
-2,343
-3,351
-3,264
-2,951
Asymp.S ig.
(2 tailed)
0
0,001
0,019
0,001
0,001
0,003
Table 3 shows that literate and illiterate Romanis, the Romanis who
share their secrets and emotions with non-Romanis and the ones who have
no close non-Romani friends as well as the Romanis wearing unique Romani
clothes and modern clothes all had different discrimination scores. In other
words, they had different perceptions of discrimination. According to the
table, the interpretation of the discrimination variant is valid also for the selfesteem variant. To be clearer, literate and illiterate Romanis, the Romanis
who share their secrets and emotions with non-Romanis and the ones who
have no close non-Romani friends as well as the Romanis wearing unique
dresses and modern clothes all had different self-esteem scores.
The results of the Mann-Whitney U Test in Table 4 shows that the
perception of discrimination is higher among illiterate Romanis than
literates, also Romanis with no close non-Romani friends than the ones with
close non-Romani friends and the Romanis wearing unique Romani clothes
than the ones wearing modern clothes. Similar to that literate Romanis has
higher self-esteem compare to illiterates Romanies, Romanis who has nonRomani friends have higher self-esteem compare to who has no non-Romani
friends. Romani women who wears modern clothes also have higher selfesteem compare to who wears unique Romani clothes.
Table 4. Mann-Whitney U Test Results
n
Discrimination
Discrimination
Discrimination
Self-esteem
Self-esteem
Self-esteem
Literacy
Friend
Literacy
Literacy
Friend
Clothes
Yes
No
Yes
No
Traditional Modern
Yes
No
Yes
No
Traditional Modern
112
109
124
96
60
82
111
111
123
98
58
85
91,82
97,75
126,97
80,95
64,59
125,91
97,09
123,5
95,31
59,66
80,42
Mean rank 129,67
Kruskal-Wallis H (K-W) test was applied to understand whether
there was a significant discrimination score difference between participants
in different income groups and participants with different self-esteem levels.
40
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
The statistics and results of K-W test can be seen in Table 5. An analysis of
discrimination and income leads to the following calculation: = 11,936
(p=0.018). This shows that in terms of discrimination scores, there are
significant differences at 5% significance level between the income groups.
Moreover, the table below shows that the first income category, where
people with the lowest income are gathered, has higher perception of
discrimination compared to others.
Table 5. Kruskal-Wallis HTest Results
Discrimination
Discrimination
Monthly Salary
Self-esteem
1
2
3
4
5
Low
Normal
High
n
56
54
70
28
11
79
122
14
Mean rank
127,54
118,53
100,38
83,13
108,5
130,39
99,16
58,68
Calculated as a result of the analysis between the discrimination and
self-esteem variants,
= 21,513 (p=0.000) values show that there are
significant differences at 1% significance level among self-esteem categories
in terms of discrimination score. Table 5 shows that participants with low
self-esteem have a higher perception of discrimination compared to
participants with normal and high self-esteem.
4. Conclusion
This study looked into the perceived ethnic discrimination of
Romani women living in Bursa and examined the link between perceived
ethnic discrimination experiences and perceptions of self-esteem and
hopelessness.
Using certain analysis methods, the researchers tried to identify the
relation between perceived ethnic discrimination experiences and perception
of self-esteem on one side and various socio-demographic qualities on the
other side. In this context, the coefficient was calculated to be -0,373 as a
result of the correlation analysis between discrimination and self-esteem
variants. This significant coefficient proves that as the participants’
discrimination experiences increase, their self-esteem decreases. Other
important findings of the analysis are as follows: As the participants’
perception of exclusion increases, their perception of stigmatization
increases, too. Similarly, as their perception of stigmatization increases, their
perception of threat-harassment increases, too. The study has revealed that
nearly all of the Romani women participating in the research were illiterate,
41
M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar
they did not even graduate from primary school and 88, 2% of them are
unemployed with no economic freedom.
Chi-square analyses also showed that there are statistically
significant relations between the variant dressing and perceptions of
maltreatment (being treated as if they were unreliable and dirty). According
to cross tables, Romani women wearing unique Romani clothes have a
higher perception of maltreatment than the ones wearing modern clothes.
The results of Mann-Whitney U test indicate that illiterate Romanis
have a higher perception of discrimination than literates. Romanis without a
close non-Romani friend have a higher perception of discrimination than
those with a close non-Romani friend. Romanis with unique Romani clothes
have a higher perception of discrimination than Romanis with modern
clothes.
According to Kruskal-Wallis H test, the participants with the lowest
income level have a higher perception of discrimination but on the contrary
participants with the higher income level have a lower perception of
discrimination. Furthermore, it was detected that the participants with low
self-esteem have a higher perception of discrimination than the ones with
normal and high self-esteem.
Lastly, this study aimed to investigate Romani women' perceived
ethnic discrimination experiences in a social life and also examined the
effects of perceived ethnic discrimination experiences on group members’
self-esteem and hopelessness. Looking at what the research statistics shows
in summary, Romani women who live in Bursa are mostly subject to
perceived ethnic discrimination experiences in daily life activities. Perceived
ethnic discrimination has a negative impact on those Romani women' selfesteem and our research approves the role of discrimination on self-esteem
such as many other research shows similar results. However, contrary to our
thinking that Romani women who have been subject to ethnic discrimination
and who have a low self-esteem would have negative expectations about the
future, there was an inverse proportion between Romani women’s perception
of discrimination and hopelessness. Although Romani women are victims of
ethnic discrimination and although they are unemployed, poor and although
they think they are not respected by the society but surprisingly they are
mostly hopeful about the future. Despite all, the research shows, Romani
women manage to remain positive.
42
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
Sources
Abrams, Dominic. and Hogg, Michael A. 1988. Comments on the
motivational status of self-esteem in social identity and intergroup
discrimination.European Journal of Social Psychology. 18 (4): 317-334.
Ajrouch, Kristine J., Reisine. Susan., Lim, Sungwoo., Sohn,
Woosung. and Ismail, Amid. 2010. Perceived everyday discrimination and
psychological distress: Does social support matter?, Ethnicity & Health,
15(4): 417-434.
Altan, Ömer Zühtü. 2007. Sosyal Politika. Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Altınöz, İsmail. 2013. Osmanlı Toplumunda Çingeneler. Ankara:
Türk Tarih Kurumu.
Asamen, Joy. K., and Berry, Gordon. L. 1987. Self-concept,
alienation, and perceived prejudice: Implications for counseling with Asian
Americans. Journal of Multicultural Counseling and Development, 15: 140160.
Asseo, Henriette. 2007. Çingeneler Bir Avrupa Yazgısı. İstanbul.
Yapı Kredi Yayınları. AvrupaBirliği 2006 Türkiye İlerleme Raporu
(2006),http://www.madde14.org/images/5/54/2006turip.pdf, Access Date:
05.02. 2014.
Avrupa Birliği 2007 Türkiye İlerleme Raporu (2007),
http://www.madde14.org/images/c/c9/2007turip.pdf, Access Date: 05.02.
2014.
Avrupa Birliği 2008 Türkiye İlerleme Raporu (2008),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/t
urkiye_ilerleme_rap_2008.pdf, Erişim: 05.02. 2014.
Avrupa Birliği 2009 Türkiye İlerleme Raporu (2009),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/t
urkiye_ilerleme_rap_2009.pdf, Access Date: 05.02. 2014.
Avrupa Birliği 2010 Türkiye İlerleme Raporu (2010),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/t
urkiye_ilerleme_rap_2010.pdf, Access Date: 05.02. 2014.
Avrupa Birliği 2011 Türkiye İlerleme Raporu (2011),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/
2011_ilerleme_raporu_tr.pdf, Access Date: 05.02. 2014.
43
M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar
Avrupa Birliği 2012 Türkiye İlerleme Raporu (2012),
http://www.abgs.gov.tr/files/strateji/2012_ilerleme_raporu.pdf, Access Date:
05.02. 2014.
Avrupa Birliği 2013 Türkiye İlerleme Raporu (2013),
http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2013/package/tr_rappor
t_2013_en.pdf, Access Date: 05.02. 2014.
Bayraktar, Özlem. 2011. Çingeneler: Başka Bir Dünyanin İnsanlari.
Global Media Journal. Turkish Edition. 1 (2): 118-132.
Beck A.T. (1988). Beck Hopelessness Scale.The Pyschological
Corporation.
Buğra, Ayşe ve Keyder, Çağlar. 2003. “Yeni Yoksulluk ve
Türkiye’nin Değişen Refah Rejimi”. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
İçin Hazırlanan Proje Raporu. http://www.tr.undp.org/content/dam/turkey/
docs/povreddoc/UNDP-TR-new_poverty.pdf, erişim tarihi, 10.02.2014.
Cassidy, Clare., O’Connor. Rory C., Howe, Christine and Warden,
David. (2004). Perceived discrimination and psychological distress: The role
of personal and ethnic self-esteem, Journal of Counseling Psyhology, 51 (3):
329-339.
Chung, Y. B. And Harman, L. W. (1999). Assessment of perceived
occupational opportunity for Black Americans. Journal of Career
Assessment. 7 (1):45-62.
Communication From The Commission To The European
Parliament, The Council, The European Economic And Social Committee
and The Committee of The Regions, An EU Framework For National Roma
Integration Strategies Up To 2020, Brussels, 5. 4.2011 com (2011)
173.Final.
Crocker, Jennifer., and Quinn, Diane M. 1998. Racism and selfesteem. In Eberhardt, Jennifer L. and Fiske, Susan T. (Eds.) Con-fronting
racism: The problem and the response. Newbury Park, CA: Sage
Publications. 169-187.
Corning, Alexandra F. 2002. Self-Esteem as a moderator between
perceived discrimination and psychological distress among women. Journal
of Counselling Psychology, 49 (1):117-126.
Declan, Barry T., and Grilo, Carlos M. 2003. Cultural, self-esteem,
and demographic correlates of perception of personal and group
discrimination among East Asian immigrants. American Journal of
Orthopsychiatry, 73(2): 223-229.
44
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
Demirel, Nurhan. 2012, Romanların Sosyal Dışlanma Probleminin
Romanlar ve Toplum Düzeyinde Karşılaştırmalı Araştırması (Kocaeli
örneği), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Yalova.
Duygulu, Melih. 1995. “Türkiye Çingenelerinde Müzik”, Tarih ve
Toplum, 137(5): 294-297.
Dovidio, John. F., veHebl, Michelle.R., (2005).”Discrimination at
the level of individual: cognitive and affective factors.İç “Discrimination at
work”.Dipboye, Robert. L. VeColella, Adrienne. New Jersey: Lawrence
Erlbaum Associates, Inc., Publishers.
Eccleston, Collette, & Major, Brenda. 2006. Attributions to
discrimination and self-esteem: The role of group identification and
appraisals. Group Processes & Intergroup Relations, 9(2): 147-162.
Ecri; Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu 2.
Türkiye Raporu, Strasbourg, 2001, http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/
ecri/Countryby-country/Turkey/TUR-CbC-II-2001-037-TUR.pdf,
Access
Date: 05.02.2014.
Ecrı; Irkçılık ve Hosgörüsüzlüge Karşı Avrupa Komisyonu 3.
Türkiye Raporu, Strasbourg, 2005, http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/
ecri/Countryby-country/Turkey/TUR-CbC-III-2005-5-TUR.pdf,
Access
Date: 05.02. 2014.
Ecrı; Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu 4.
Türkiye Raporu, Strasbourg (2011), http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/
ecri/country-by-country/turkey/TUR-CBC-IV-2011-005-TUR.pdf, Access
Date: 05.02. 2014.
Elmslie, Bruce., and Sedo, Stanley. 1996. Discrimination, social
psychology, and hysteresis in labor market, Journal of Economic
Psychology, 17(4): 465-478.
Fischer, Ann R., and Holz, Kenna B. 2007. Perceived discrimination
and women’s psychological distress: The roles of collective and personal
self-esteem. Journal of Counseling Psychology, 54(2), 154-164.
Greene, Melissa L., Way, Niobe., and Pahl, Kerstin. 2006.
Trajectories of perceived adult and peer discrimination among Black, Latino,
and Asian American Adolescents: Patterns and psychological correlates.
Developmental Psychology, 42(2): 218-238.
Göncüoğlu, Süleyman F., Yavuztürk, Şükriye P. 2009. Sulukule ve
Çingeneleri. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, 23(2):
107-134.
45
M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar
Hunter, John. A., O’Brien, Kerry. S., and Stringer, Maurice. 2007.
Threats to identity, self-esteem and intergroup discrimination. Social
Behaviour and Personality, 35 (7): 937-942.
Karaman, Zerrin T. 2009. Participation to the public life and
becoming organized at local level in Romani settlements in Izmir. Land Use
Policy, 26 (2): 308-321.
Kolukırık, Suat. 2009. Dünden Bugüne Çingeneler, İstanbul:
OzanYayıncılık. İstanbul.
Kolukırık, Suat. 2006. Dil, Kimlik ve Kültür: Tarlabaşı
Çingenelerinde Dilin Sosyal İşlevi. Akademik Araştırmalar Dergisi, 31(8):
97-109.
Kurt-Topuz, Senem. 2010. Yurttaşlık Kavramı ve Türkiye’de
Yurttaşlık: Edirne Çingenelerinin/ Romanlarının Yurttaşlık Algısı Üzerine
Bir Araştırma. Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara.
Lam, Brien T. 2007. Impact of perceived racial discrimination and
collective self-esteem on psychological distress among VietnameseAmerican college students: Sense of coherence as mediator. American
Journal of Orthopsychiatry, 77(3), 370-376.
Marsh, Adrean. 2008. Etnisite ve Kimlik: Çingenelerin Kökeni.
İçinde. Biz Buradayız! Türkiye’de Romanlar, Ayrımcı Uygulamalar ve Hak
Mücadelesi. Edirne Roman Derneği.
Marsh, Adrean. 2008. Türkiye Çingenelerinin Tarihi Hakkında.
İçinde. Biz Buradayız! Türkiye’de Romanlar, Ayrımcı Uygulamalar ve Hak
Mücadelesi. Edirne Roman Derneği.
Mossakowski, Krysia N. 2003. Coping with perceived
discrimination: Does ethnic identity protect mental health? Journal of Health
and Social Behavior, 44(3), 318-331.
Nyborg, Vanessa M. and Curry, John F. 2003. The impact of
perceived racism: Psychological Symptoms among African American boys.
Journal of Clinical Child & Adolescent Psychology, 32(2): 258-266.
Öke, Mustafa. K., and Kurt-Topuz, Senem. 2010. Eşit Yurttaşlık
Hakları Bağlamında Çingene Yurttaşların Sosyal ve Ekonomik Haklara
Erişimi: Edirne Örneği. Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu, II,
Bildirileriçinde, İstanbul: Petrol İşYayını 113.
Panchanadeswaran, Subadra., and Dawson, Beverly A. 2011. How
discrimination and stress affects self-esteem among Dominican immigrant
women: an exploratory study. Social Work in Public Health, 26 (1): 60-77.
46
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47
Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme
Projesi. 2011. Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri, http://www.spf.boun.
edu.tr/content_files/Roman_Kitap_TR.pdf, Access Date: 05.08. 2013.
Romero, Andrea. J., and Roberts, Robert. E. 2003. The impact of
multiple dimensions of ethnic identity on discrimination and adolescents’
self-esteem. Journal of Applied Social Psychology, 33(11): 2288-2305.
Rosenberg, M. (1965).Society and the adolescent self-image.
Princeton, NJ: Princeton University Press.
Uçan-Çubukçu, Sevgi 2011. Mekânın İzdüşümünde Toplumsal
Cinsiyet: Sulukule Mahallesi ve Romanlar. İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, 44 (1): 83-106.
Ünaldı, Halime. 2012. Türkiye’de Yaşayan Kültürel Bir Farklılık:
Çingeneler. Journal of Life Sciences, 1(1): 615-626.
Verkuyten, Maykel. 1998. Perceived discrimination and self-esteem
among ethnic minority adults. Journal of Social Psychology, 138 (4): 479493.
47
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65
Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
DOI NO:10.5578/JSS.7806
Ayhan
ÜRKÜNDAĞ1
Geliş Tarihi: 15.09.2013
Kabul Tarihi:04.12.2015
Özet
Osmanlı Devleti’nin, özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısında taşra yönetimi
üzerindeki otoritesinin çeşitli nedenlerden dolayı zayıflaması buralarda ayan,
voyvoda, mütesellim ismi verilen taşra elitlerinin nüfuz kazanmasına zemin
hazırlamıştır. Bu yerel güçlerden bazıları bulundukları bölgedeki halk üzerinde
baskı kurarak, fazla oranlarda vergi toplayarak kanunlara aykırı davranmışlardır.
Hatta içlerinde bazıları devletin emirlerine karşı gelerek, isyan etmişlerdir. Osmanlı
Devleti bu tür yerel elit güçleri eşkıya olarak nitelendirerek, ortadan kaldırmak için
üzerlerine kuvvetler sevk etmiştir. Bu yerel güçlerden bir tanesi de 18. yüzyılın
sonlarına doğru Uşak kazasında ortaya çıkan Acemoğlu Ahmet’tir. İlk olarak
devletin resmi temsilcisi olarak görev yapmış, ancak devletin gönderdiği emirleri
dinlememesi ve Uşak halkına zulüm etmesinden dolayı devlet tarafından eşkıya
olarak ilan edilmiş ve onun üzerine asker gönderilmiştir. Üzerine gönderilen askeri
kuvvetleri bozguna uğratan Acemoğlu, bölgede kurmuş olduğu yerel ilişkiler bağı
sayesinde uzun süre merkezi yönetimi uğraştırmış; ama bölgenin bir başka yerel elit
kuvveti olan Nasuhoğlu tarafından ele geçirilmiş ve öldürülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Eşkıya, Acemoğlu Ahmet, Voyvoda,
Uşak.
A Bandit from Uşak: Acemoğlu Ahmet
Abstract
Especially in the second half of the 18th Century, Ottoman State’s declining
authority on provincial governence for several reasons led up to province elites’
such as Ayan (Localnotable), Voyvoda (Voivode) and Mütesellim gain domination.
Some of these local governors’ broke the law by collecting high rate taxes and
tyrannizing the people. Also, some of them rebelled by rejecting the state’s orders.
Ottoman State defined those elite forces as “Eşkıya (bandit)” and sent forces to
clear away them. One of those forces’ is Acemoğlu Ahmet who appeared in Uşak in
the late end of 18th century. At first, He served as the state’s official deputy, but
later the state declared him as bandit and sent military forces because of not
obeying the state’s directions and tyrannizing Uşak people. Although he beat the
military forces sent to him and troubled the central administration by the help of his
1
Öğrt., Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Doktora
Öğrencisi, [email protected]
49
A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
local relations, he was beaten and murdered by another local elite force:
Nasuhoğlu.
Keywords: Ottoman State, Bandit, Acemoglu Ahmet, Voivode, Uşak.
Giriş
Bu makalenin amacı, 18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı
Devleti’nin merkezi yönetimi ile taşrada ortaya çıkmış olan yerel güçler
arasında yaşanan ilişkilere dair olan literatüre katkıda bulunmaktır. Küçük
bir Anadolu kazasında ortaya çıkmış yerel bir gücün Osmanlı merkezi
yönetimine kafa tutmasını ve merkezin bu küçük taşra eliti karşısındaki
zayıflığını, Osmanlı merkezinin baş edemediği bu yerel gücü ortadan
kaldırmak için diğer taşra güçlerinden nasıl faydalandığı arşiv belgeleri
ışığında anlatılmaya çalışılmıştır.
Dilimize Arapça’dan geçen “eşkıya” kelimesi, şaki kelimesinin
çoğulu olup sözlük anlamı bedbaht, asi, günahkârdır. Ancak kelime
Türkçede anlam değişikliğine uğrayarak daha çok “yol kesen” manasına
gelen kâtı’ut-tarîk ve
“haydut, harami” anlamına gelen muharib
kelimelerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu sebeple eşkıyalık ve
eşkıya, İslam ceza hukukunun klasik sistematiğinde had suçları arasında yer
alan “hırabe” suçunun ve suçlusunun Türkçe’deki karşılığını teşkil eder
(Bardakoğlu, 1995: 463). Bazen eşkıya kelimesinin yerine celali, eşirra,
harami, haramzade, türedi ve haydut gibi kelimeler de kullanılmıştır.
Eşkıyalık, genelde silahla veya başka bir yol ile zor kullanmak suretiyle yol
kesip baskın yaparak mala, cana zarar vermek, toplum düzeni ve huzurunu
bozmak olarak da tanımlanabilir. Eşkıyalığı “bagy”den ayıran fark
eşkıyalığın mevcut yönetimi yıkmak amacını taşımamasıdır (Demirci ve
Arslan, 2012:17). Eşkıyalık ve eşkıyaların ortaya çıkmasının birçok sebebi
bulunmaktadır. Bu sebeplerden merkezi otoritenin zayıflığı ve ekonomik
durumun bozukluğu, diğer sebeplere göre daha etkili olmuştur (Yetkin,
2003:1-10).
Osmanlı Devleti’nin 1683 yılındaki başarısız II. Viyana
kuşatmasından sonra Avrupalı rakiplerinin saldırıları karşısında mağlup
olmuştur. Osmanlı Devleti 1699 senesinde ağır şartları havi Karlofça
Antlaşması’nı imzalaması ise taşrada yerel elit güçlerinin yavaş yavaş
palazlanmasına zemin hazırlamıştır. Bu yerel elit güçlere “ayan”, “voyvoda”,
“mütesellim” gibi unvanlar verilmektedir. Ortaya çıkışları 16. yüzyıla kadar
uzanan bu sınıf, ilk önce iltizam sisteminin 17. yüzyılın sonlarından itibaren
ise malikâne sisteminin vermiş olduğu olanakları kullanarak, siyasi askeri ve
ekonomik yönden etkilerini artırmışlardır. 18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin
savaş giderlerini karşılamada zorluk çekmesi ve bu durumu atlatmak için
50
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65
taşranın ileri gelenlerinden asker ve para talep etmesi, başta ayanların ve
diğer yerel güçlerin nüfuzlarının hızlı bir şekilde artmasına sebep olmuştur
(Özkaya, 1994:59-98). Yeniçeriler’in savaşlarda artık eskisi kadar etkili
olmamaları, devleti bu konuda başka alternatifler aramaya sevk etmiştir.
Osmanlı Devleti ciddi anlamda ilk kez 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı
sırasında ayanlardan asker talep etmek zorunda kalmıştır. Bu savaşı takiben
1789-1792 Osmanlı-Rus harbinde daha ciddi anlamda taşradaki yerel
güçlere müracaat etmek durumunda kalınmıştır. Devletin taşradaki yerel
güçlere olan muhtaçlığının artması, bu güçlerin bazen merkezden gönderilen
emirleri dinlememelerine sebep olmuştur (Mc Gowan, 2004:784-787).
Aşağıda belgelerle göstermeye çalışacağımız üzere 1790-1791 yılarında
Rusya ile savaş devam ederken Osmanlı Devleti taşradaki büyük ve küçük
ileri gelenlerden sürekli olarak belli sayılarda asker talep etmiştir. Emirlerin
yerine getirilememesi üzerine de genelde mükerrer emirler gönderilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin asker talebinde bulunduğu yerel elitler içinde
çalışmamızın konusunu oluşturan Uşak Voyvodası Acemoğlu Ahmet de
bulunmaktadır.
Uşak, ilk kez Yıldırım Bayezid (1389-1403) zamanında Osmanlı
hâkimiyeti altına girmiştir. 1570 yılında tutulmuş olan tahrir defterine göre
12 mahalle ve 2497 nüfusa sahip bir Anadolu kasabasıdır (Özdeğer,
2001:50-64). 1670’li yıllarda Uşak’a gelen Evliya Çelebi, şehirde 8 mahalle
ve üstü toprak örtülü 3600 hanenin bulunduğunu söyler. Şehirde sağlam
olmayan bir kalenin de varlığından bahsetmekte olan Evliya, şehirde
Şeyhülislam, Nakib, Kadı, Kethüdayeri, Yeniçeri Serdarı ve gayet çok âyân
olduğunu kaydeder. Bu bilgilerin yanı sıra Uşak kazasının 80 köyünün
bulunduğunu, buranın 300 akçelik, Şerif kazası, Gevher Sultan hassı toprağı
olduğunu, senelik 10 kese geliri bulunduğunu, buna ilaveten has hâkimine
10 kese daha verildiğini, Kütahya Paşası’nın buraya müdahale edemediğini
ve her türlü vergiden muaf olan şirin ve bereketli bir yer olduğunu
yazmaktadır (Evliya Çelebi, 2011: 41-43; Özdeğer, 2012: 223).
17. yüzyılın sonlarına doğru Uşak’ın da içinde bulunduğu bazı
sancak ve kazalar, has toprağı haline getirildiler ve bunların başına da
Sancak Beyi yetkisine de sahip olan Voyvodalar atandı (Özkaya, 2008:208).
Voyvoda kelimesi Sırpça kökenli bir kelime olup Osmanlı Devleti’nin ilk
yıllarında taşradaki Hıristiyan idareciler için kullanılırdı. Zamanla Osmanlı
Türkçesine iyice yerleşmiş ve Müslüman ve gayri-müslim olmasına
bakılmaksızın taşradaki bazı idareciler için kullanılmaya başlanmıştır
(Adanır, 2002:215; Salzmann, 2011: 184). Voyvodalar, devletin ileri gelen
kişilerinin haslarını yönettikleri için yetkileri genişti ve iki tuğlu bir paşanın
haklarına sahiptiler. Ancak protokol sıralamasında onlardan geride yer
almakta idiler (Özkaya, 2008: 208). Osmanlı Devleti’nde bir sancak has
51
A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
olarak verilmiş ise idaresi de voyvodalığa çevrilir ve has sahibi bir
voyvodayı buraya yönetici olarak tayin ederdi. Haslar genelde sarayın ileri
gelenlerine özellikle de padişahın yakın akrabalarına verilmekteydi (Özkaya,
1994: 16). Uşak kazası da Padişah III. Selim’in halası Esma Sultan’a tahsis
edilmiştir.
Acemoğlu Ahmet ve Faaliyetleri
Acemoğulları ailesinin kökenleri, Uşak’a ne zaman gelip
yerleştikleri ve hangi tarihten itibaren bu kazanın ileri gelen aileleri arasına
katıldıkları hakkında elimizde kesin bilgiler bulunmamaktadır. Ancak, Yücel
Özkaya, Acemoğulları’nın 18. yüzyılın ikinci yarısından önce arşiv
belgelerinde nadir olarak görüldüğünü ve Uşak’ta söz sahibi bir aile
olmadığını, yüzyılın ikinci yarısında ise ailenin kazada gücünü artırdığını
belirtmektedir (Özkaya, 1994:114-115). H. Evâil-i Cemâziye’l-evvel 1202
/M. 08-17 Şubat 1788 tarihli bir mühimme kaydında “Banaz ahâlîsinin
mahzar ve Voyvodası Seyyid Ahmed zîde kadruhunun arzuhâlleri
mefhûmlarının hem-şîre-i muhterem Esmâ Sultân zidet-i..? ber-vech-i
malikâne uhdesi olan Banaz kazâsını on beş seneden mütecâviz hasâret üzre
olan Acemoğlunun oğulları Ahmed ve Mehmed ve İbrahim Kethüdaoğlu”
(BOA, A.DVN.MHM.d, 184, s.240, h.564) ifadesi yer almaktadır. Bu ifade
Özkaya’nın görüşünü destekler mahiyettedir.
Acemoğlu ailesinin devlet merkezinin dikkatini çekerek resmi
yazışmalarda isimlerinin telaffuz edilmeye başlaması, Acemoğlu İbrahim’in
Uşak kazasında bir mütegallibe yani yerel bir zorba olarak ortaya çıkmasıyla
tanınmıştır. 1772 yılında Acemoğlu İbrahim’in Uşak Voyvodası olmak için
başına topladığı adamlarıyla birlikte bölgede huzursuzluk yaratması üzerine
Uşak kadısına ve voyvodasına gönderilen bir emirde tutuklanarak, Kütahya
kalesinde kalabend olarak cezalandırılması istenmiştir (BOA, C.ADL, 5737).
Acemoğlu İbrahim’in daha sonra bu amacına ulaştığını görmekteyiz. Çünkü
1784 yılında öldürüldüğünde Uşak Voyvodası olduğu anlaşılmaktadır (BOA,
A.DVN.MHM.d, 178, s.286, h.858).
Acemoğlu İbrahim’den sonra oğlu Acemoğlu Ahmet, Uşak
Voyvodalığı görevine getirilmiştir. Acemoğlu Ahmet’in kesin olarak hangi
tarihte Uşak Voyvodalığı’na atandığını tespit edemedik. Bununla birlikte,
yukarıda belirtildiği üzere H. 1202/ M. 1788 tarihli bir belgede onun
voyvodalığına dair herhangi bir bilgi yer almazken iken H.1204/M. 1789
yılına ait bir mühime defteri kaydında artık kendisinden “Uşak Voyvodası
Acem-zâde Ahmed” diye söz edilmektedir. Zikrettiğimiz arşiv belgeleri
Acemoğlu Ahmet’in 1788 ile 1789 yılları arasında Voyvodalık görevine
atandığını ortaya koymaktadır. Acemoğlu ailesiyle ilgili resmi belgelerde
olumsuz bir şekilde bahsedilmektedir. Acemoğlu Ahmet, bölgeye zarar
52
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65
veren kişi olarak nitelendirilmiş; ancak Osmanlı merkezi yönetimi, bu aileyi
neden resmi temsilcisi olarak görevlendirmiştir? Bu sorunun cevabı Osmanlı
Devleti’nin o günlerde içinde bulunduğu siyasi ve askeri koşullarla ilgilidir.
Osmanlı Devleti, 1774 yılında Rusya ile imzaladığı Küçük Kaynarca
Antlaşması’yla Kırım’ı kaybetmiştir. 1783 yılında Kırım’ın Ruslar
tarafından ilhak edilmesi üzerine Osmanlı Devleti, Kırım’ı geri almak için
1787 senesinde Rusya’ya savaş ilan etmiştir. Savaş hazırlıklarının
tamamlanmadan savaş ilan edilmesi ve 1788 yılından itibaren Avusturya’nın
da Rusya’nın yanında savaşa katıldığını ilan etmesi, Osmanlı Devleti’nin
zorlu iki cephede mücadele etmesini mecbur kılmıştır. Rusya cephesinde
alınan yenilgiler ve Rusya’nın kendine özgü sebeplerinden dolayı 1790
yılının ilk aylarında iki devlet arasında barış görüşmeleri yapılmış ama bir
sonuç alınamamıştır. Prusya’nın baskısından dolayı Avusturya savaştan
erken çekilmiş ve Osmanlı Devleti ile 1791 yılında Ziştovi Antlaşması’nı
imzalamıştır. Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki savaş devam etmiş ve
Osmanlı ağır yenilgiler almıştır. Bu ağır mağlubiyetler, Osmanlı devlet
adamlarının Rusya’dan barış istemelerine sebep olmuştur. İki taraf arasında
yapılan barış müzakerelerinin sonunda 1792 yılında Yaş Antlaşması
imzalanmıştır (Beydilli, 2013:343-347). Osmanlı Devleti’nin 1787-1792
yılları arasında Rusya ve Avusturya İmparatorlukları ile savaş halinde olması
ve gittikçe artan asker ihtiyacı, devleti yerel seçkinlerin insafına bırakmıştı.
Buna ilaveten ekonomik durumun yeterince iyi olmaması ve merkezi
hazinenin, ordunun ihtiyaçlarını karşılayamaması, devletin taşradaki yerel
nüfuz sahiplerine müracaat etmesine sebep olmuştur. Bu gelişme taşradaki
yerel güçlerin merkez karşısında güçlenmesine olanak sağlamıştır. Osmanlı
merkezi içinde bulunduğu bu olumsuz koşullar nedeniyle taşrada etkili
gördüğü kişilerden sürekli yardım talep etmiştir. Mühimme Defterlerinde yer
alan emirlerden de anlaşılabileceği üzere Osmanlı Devleti ayanlardan,
mütesellimlerden ve voyvodalardan sürekli asker talebinde bulunmaktadır.
Acemoğlu Ahmet’e Uşak Voyvoda’sı olarak gönderilen bir emirde
Güreli-zâde İsmail ile birlikte masraflarını kendileri karşılamak şartıyla beş
yüz asker toplayıp Silistre Valisi Vezir Cura-zâde Ahmet Paşa’nın maiyetine
gitmesi istenmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 188, s.108, h.671, tarih 1789).
İlerleyen süreçte görev yeri değişikliği olmuş ve ikiliye maiyetlerindeki
askerler ile birlikte İsakça’ya gitmeleri emredilmiştir (BOA,
A.DVN.MHM.d, 188, s.126, h.844, tarih 1789 ). Uşak ile birlikte çevre
kasaba ve kazalarda savaşabilecek ne kadar yiğit ve bahadır asker var ise
bunların hemen savaş alanında paşaların maiyetlerinde yer almaları istenmiş
ve bu emre itaat etmeyerek geride kalanların ise cezalandırılacakları
belirtilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s.22, h.60, tarih 1790). Acemoğlu
Ahmet yukarıdaki emirlere itaat konusunda yavaş hareket etmiş olmalı ki
53
A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
kendisine gönderilen yeni bir emirde bir an önce savaşa yarar süvari
askerleri ile birlikte giderek İsakça muhafızı Vezir Osman Paşa’nın
maiyetine katılması ve görevinde bir kusur işlememesi konusunda sıkı bir
şekilde tembih edilerek bir ihlali söz konusu olur ise Padişahın gazab-ı
şâhânesine uğrayabileceği vurgulanmaktadır (BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s.
100, h. 314, tarih 1790). Bir önceki emre takiben gönderilen yeni bir emirde
ise birkaç gün içerisinde Sadrazam Şerifi Hasan Paşa’nın maiyetine
katılması istenmektedir. Acemoğlu, gelen bu emir üzerine kendisinin yolda
olduğuna dair bir haber göndermiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s.125,
h.411, tarih 1790).
Acemoğlu Ahmet, askerleriyle birlikte görev yerine doğru hareket
ettiğini bildirmiş olmasına rağmen merkezi idareye ulaşan haberler, onun
hala Uşak’tan ayrılmadığını ortaya koyunca ona tehdit dolu yeni bir emir
gönderilerek bir an önce İsakça muhafızı Vezir Osman Paşa’nın askerlerine
katılması ve kesinlikle bu son emri yerine getirmesi gerektiği emredilmiştir.
Ayrıca Kütahya Mütesellimi Abbas’tan da Acemoğlu’nun yerinden ayrılıp
ayrılmadığının kontrol edilmesi istenmiştir. Gelen bu emirin kenarına bir
derkenar düşülmüştür. Bu derkenar, Acemoğlu Ahmet’in topladığı askerin
başına Seyyid Halil Ağa isimli bir başbuğ tayin ederek İsakça tarafına
gönderdiğini ortaya koymaktadır. (BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s.190, h.606,
tarih 1790).
Osmanlı Devleti’nin Rusya karşısında uğradığı başarısızlıklar ve
buna bağlı olarak cephede daha fazla askere ihtiyaç duyması, taşraya bu
konuda gönderilen emirlerin sayısını artırmış ve taşradaki yöneticilerden
kendi bölgelerinde bulunan askerleri başlarındaki zabitlerle birlikte bir an
önce ordu tarafına irsal etmeleri istenmiştir. Bu konuda yavaş hareket eden
olur ise isimleri ve resimleri birlikte başkente ihbar edilmesi emir edilmiştir.
(BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s. 202, h. 634, tarih 1790).
Kütahya Mütesellimi Abbas’a gönderilen H. Eva’il-i Zil-kâde 1204/
M. 13-22 Temmuz 1790 tarihli emirde Kütahya bölgesinden gönderilmesi
gereken askerlerin orduya ulaşmadığı, bu işten onun sorumlu olduğu ve
kusurundan dolayı aksaklık yaşandığı, bundan dolayı kusurunu bir an önce
düzelterek askerleri ordu tarafına nakletmesini bu işte kendisine zorluk
çıkartan olursa cezalandırılabileceği hatta öldürebileceği belirtilerek emrin
kendisine ulaştığı tarihten itibaren dört gün içersinde hiç kimsenin
mazeretine bakmaksızın bölgede bulunan askerin derhal cepheye sevk
edilmesi emredilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d 192, s. 238, h. 725). Arka
arkaya bu kadar sert emirlerin gönderilmesi Osmanlı Devleti’nin savaşta
yaşadığı zorlukların arttığını ortaya koymaktadır. Ayrıca Acemoğlu
54
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65
Ahmet’in içerisinde bulunduğu bir kısım yerel görevlinin ordu tarafına asker
göndermede çok da istekli olmadığı da ortaya çıkmaktadır.
Yazın sonuna doğru gelinmesinden dolayı padişah yerel
yöneticilerden bir an önce kış askerlerini hazırlamaları ve başlarındaki
sorumlular ile birlikte Eylül ayının on beşinde Edirne’de hazır olmaları
istenmektedir (BOA, A.DVN.MHM.d, 194, s. 9, h. 7, tarih 1790). Uşak
Voyvodası’na bu konuda emir gönderilerek savaşa uygun askerleri ile bir an
önce hareket etmesi söylenmektedir (BOA, A.DVN.MHM.d, 194, s. 14, h.
118, tarih 1790). Bu arada Mart ayının dokuzunda Avusturya ile bir antlaşma
yapılmış ama Rusya ile savaşa devam edilmesinden dolayı yine askerlerin
orduya gönderilmesi emredilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 194, s. 95, h.
420, tarih 1790 ) Acemoğlu Ahmet’e de bu emrin benzeri gönderilmiştir
(BOA, A.DVN.MHM.d, 194, s. 100, h. 517, tarih 1790). Acemoğlu Ahmet’e
gönderilen benzer bir emrin derkenarına düşülen nottan Uşak kazasında üç
bayrak ve yetmiş piyade askerinin Halil Ağa’nın başbuğluğunda ordu
tarafına irsal edildiği ve Uşak kadısının bu konuda merkezi bilgilendirdiğini
öğrenmekteyiz.
1790 senesinin Aralık ayı içerisinde Batı Anadolu bölgesinin en
güçlü ayanı olan Karaosmanoğulları’ndan2 Hacı Ahmet’e ve Mir Aşireti
beyine gönderilen bir emirde Rusya ile savaşın devam ettiğini ve yeni yılda
Rusya üzerine bir sefer yapılması planlandığından sefer ayı kabul edilen ruzı hızırda taşra yöneticilerinin askerlerini hazırlayarak Haziran ayı öncesinde
orduda hazır olmaları talep edilmektedir (BOA, MD 194, s. 227, h. 894, tarih
1790 ).
Bir önceki emrin bir sureti Uşak Voyvodası Acemoğlu Ahmet’e
gönderilmiş ve ondan teçhizatlı sekiz yüz askeri toplayarak sefer zamanında
orduda hazır bulundurması istenmiştir. Bu belgenin üst tarafına düşülen bir
derkenarda da Ahmet’in adamlarından Süleyman Ağa ismindeki bir kişiyi
askerlerinin başına geçirerek ordu tarafına gönderdiğini ve Ahmet’in
sunduğu bir arzın içeriğinden de bunların Uşak’tan orduya katılmak üzere
hareket ettiklerini görmekteyiz (BOA, MD 194, s.228, h.895, tarih 1790).
Osmanlı merkezi idaresinin ordu için Uşak Voyvodası Acemoğlu
Ahmet’ten tam teçhizatlı sekiz yüz asker talep istemesi önemlidir. Çünkü
Uşak gibi nispeten küçük bir kazanın yöneticisinin bu kadar çok asker
toplayabilme kudretine sahip olduğunu düşünmeleri Acemoğlu’nun
gerçekten bölgedeki nüfuzunu ve gücünü göstermektedir.
2
18. yüzyıl başlarında ortaya çıkan ve 1750’lilerden sonra Batı Anadolu'yu neredeyse kontrol
altına alan Karaosmanoğulları ailesi için bkz. (Nagata, 1997)
55
A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
Acemoğlu Ahmet’e gönderilen emirlerde topladığı askerleri ile
birlikte bir an önce orduya katılması talep edilmiş, ancak Uşak Voyvodası bu
konuda biraz yavaş davranmıştır. Acemoğlu’nun kendisine gelen bu emirleri
savsaklayarak Uşak’tan ayrılmamasının sebebi neydi? Bu konuya açıklık
getirebilmek için yine Osmanlı arşivindeki kayıtlara müracaat etmek
durumundayız.
Karaosmanoğlu Hacı Ahmet’e gönderilen H. Evâil-i Zil-Kâde 1205/
M. 2-11 Temmuz 1791 tarihli bir emirde Uşak Voyvodasının orduya
katılmada gösterdiği gevşekliğin sebebi ortaya konmaktadır. Bu belgeye
göre Acemoğlu Ahmet, bazı eşkıyaların Uşak kazasına bağlı bazı köylere
saldırarak buralarda yaşayan halkı rahatsız ettiklerini ve kendisinden istenen
askerleri bir başbuğ ile birlikte ordu tarafına gönderdiğini belirtmiştir. Aynı
belgede Karaosmanoğlu’ndan, Acemoğlu Ahmet’in vermiş olduğu bilgilerin
doğru olup olmadığını araştırarak elde ettiği bilgileri hemen merkeze
göndermesi emredilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 196, s. 75, h. 118 ). Bu
belgedeki bilgilere göre Acemoğlu Ahmet kendi bölgesinde zuhur eden
eşkıyalara karşı bölgesini korumak istemiştir. Uşak’tan ayrılırsa bölgenin
kontrolünü kaybedebileceğini düşünmüş olmalı ki merkezin emirlerine
rağmen bölgesinden ayrılmamıştır. Ayrıca Osmanlı merkez yöneticilerinin
Acemoğlu Ahmet’e güven duymadıkları da aynı belgeden anlaşılmaktadır.
Yukarıda bahsettiğimiz üzere Uşak kazasında ortaya çıkan ve
başlarında Civelek Beğ denen bir kişi bulunan eşkıyalar, bölgedeki köylere
saldırarak reayanın devlete ödemesi gereken vergileri ele geçirmişlerdir.
Bundan dolayı bölgede vergiler toplanamadığı gibi halk, eşkıyaların
saldırılarından perişan olmuş ve huzurları kalmamıştır. Osmanlı merkezi
idaresi Karaosmanoğlu ve Acemoğlu’na gönderdiği bir emirle başta
eşkıyaların reisi olan Civelek Beğ olmak üzere tüm eşkıyaların yakalanarak
gereken cezalarının verilmesini ve halkın bu kötü durumunun ortadan
kaldırılmasını istemiş ve birlikte hareket etmelerini bildirmiştir. (BOA,
A.DVN.MHM.d, 196, s. 251, h.341, tarih 1791 ). Ayrıca Uşak Voyvodası
Acemzâde’ye gönderilen bir emirde seferler takribiyle ortaya çıkan bazı
eşkıyaların halkı rahatsız ettiği ve durumun ortadan kaldırılması için
Anadolu Valisi Vezir Hacı Ali Paşa’nın görevlendirildiği belirtilmekte ve
valiye gereken yardımın yapılması tembih edilmektedir. (BOA, A.DVNS.
MKM. MHM. d. 1, s. 120, h. 368, tarih 1792).
Osmanlı merkezi idaresi yukarıdaki vermiş olduğumuz bilgilerden
anlaşılacağı üzere Uşak’ta ortaya çıkan şakilere karşı Acemoğlu Ahmet’ten
bölgedeki temsilci olarak bir an önce harekete geçerek eşkıyaların def
edilmesini istemektedir. Ancak aynı tarihli bir başka belgede Acemoğlu
56
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65
Ahmet, padişah tarafından şaki olarak itham edilmiştir. Onun şaki olarak
suçlanmasının sebebi ise Anadolu Valisi Vezir El-Hac Ali Paşa’ya
gönderilen bir emirde şu şekilde ifade edilmiştir “Uşak Voyvodası
Acemoğlu Ahmed ve karındâşı Şahin nâm şakînin seferler takrîbiyle aceze-i
ra’îyyet haklarında zulm ve ta’addîsinin nihâyeti olmayub merkûmun zulm
ve gadrinden fukarâ-yı ra’iyyet perîşân-ı hâl ve muztarib-i hâl oldukları
sikât-i sahîhâtü’l-kelimât ihbârlarıyla” (BOA,C.DH, 268, tarih
1792;Uluçay,1955:232 )3. Yukarıdaki cümlelerden de anlaşılacağı üzere
Acemoğlu Ahmet seferler nedeniyle ortaya çıkan otorite boşluğunu
kullanarak bölge halkı üzerinde baskı kurarak onların perişan olmalarına
sebep olmuş ve bundan dolayı da halk ondan şikâyetçi olmuştur. Aynı
belgede Vezir Ali Paşa’dan Acemoğlu ve adamalarının yakalanmasını
gereken cezaların verilerek bölgede huzurun yeniden tesis edilmesi
istenmektedir.
Vezir Ali Paşa, Acemoğlu Ahmet ile ve yanındaki eşkıyayı
yakalamak ve cezalarını vermek için ilk önce kardeşi Osman Beğ
komutasındaki askerini Uşak’a sevk etmiştir. Ayrıca Uşak’ın yeni voyvodası
Hasan Ağa da Osman Beğ’e yardım etmekle görevlendirilmiştir.
Osman Beğ’in kendi üzerine doğru yürüdüğünü haber alan
Acemoğlu ve yanındaki adamlarıyla Banaz kazasının Öksüz isimli köyüne
giderek köyde bulunan kuleye yerleşmişler ve köyün çevresine hendekler
açarak içine su doldurmak suretiyle bir saldırıya karşı savunmalarını
güçlendirmeye çalışmışlardır. Osman Beğ ve emrindeki askerler Öksüz
köyüne gelerek kuleyi kuşatarak saldırıya geçmişler; ancak bu saldırı
başarısızlıkla sonuçlanmış, Osman Beğ ve askerleri kuşatmayı kaldırarak
Kütahya geri dönmüşlerdir. Çok sayıda Osmanlı askerinin kuşatmaya
katılmalarına rağmen başarısız olmalarının sebepleri çatışmaya katılanlara
sorulduğunda birbirlerini suçlayıcı cevaplar verdikleri görülmektedir.
Osmanlı askerinin komutanı olan Osman Beğ başarısızlığını sebebi olarak
Uşak halkının askerlerine yeterince yem ve tayinat vermediklerini bundan
dolayı askerleri arasında hoşnutsuzluk zuhur ettiğini ve dağıldıkları ifade
etmiştir. Voyvoda Hasan’ın adamı ise askerlerin yem ve tayinatı konusunda
Osman Beğ’in kendi Silahtar’ının görevli olduğunu ve Uşak halkının
istedikleri kadar hatta fazlaca tayinat verdiklerini belirtmektedir.
Uşak Voyvodası Hasan’a göre başarısızlığın sebebi Osman Beğ’dir.
Çünkü Öksüz köyüne ulaşıldığında kendisinin ve Uşak ahalisinden bazı
kimselerin hemen saldırıya geçilmesini istemelerine rağmen Osman Beğ
bunu kabul etmeyerek gece, askeri boş yere bekletmiş; işte bu esnada
3
Uluçay, belge numarasını sehven 286 diye okumuştur.
57
A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
Acemoğlu’nun adamalarından yetmiş seksen tanesi askerlerin arasına
karışarak askerlerin dağılmaları için propaganda yapmışlardır. Ayrıca
Acemoğlu’nun adamları askerlere yirmi beş bin kuruş dağıtarak askerlerin
bulundukları yerden ayrılmalarını sağlamışlardır.
Anadolu Valisi Hacı Ali Paşa ise padişaha gönderdiği raporda
başarısızlığın sebebini kuşatma devam ederken Acemoğlu ile müttefik olan
Sarı Tekeli Kızıl Abdi Aşireti’nin askerlerine arkadan saldırmasına ve aynı
anda Acemoğlu ve yanındakilerin kaleden çıkarak huruç hareketi ile
askerleri bozguna uğratmalarına bağlamaktadır. Bu çarpışma esnasında otuz
at yükü nakit para ve eşya da eşkıyaların eline geçmiştir. Ali Paşa
başarısızlığın bir diğer sebebi olarak da Uşak halkının Acemoğlu ile birlikte
hareket etmelerini göstermiştir.
Acemoğlu’nun üzerine gönderilen askerlere karşı başarılı olması
üzerine Uşak halkı Acemoğlu’nu Uşak’a saldıracağını ileri sürerek Voyvoda
Hasan ve askerlerinin Uşak’a girmelerini engellemişlerdir. Bunun üzerine
Voyvoda ve Acemoğlu’nun muhalifi olan bazı kimseler Uşak’a sekiz saat
mesafede olan Gediz kazasına gitmişlerdir. Uşak’ta yaşayan ve
Acemoğulları tarafında yer alan bazı kişiler ise Acemoğlu Ahmet’i Uşak’a
davet etmişler ve Uşak kadısı aracılığı ile padişaha bir mesaj göndererek
Acemoğlu’nun affedilmesini talep etmişler; eğer bu istekleri yerine
getirilmezse “terk-i evtân” tehdidinde bulunmuşlardır. (BOA, C.DH. 10168,
7117, tarih 1793; Uluçay, 1955:239 )4.
Acemoğulları’na karşı adamlarının başarısız olması üzerine Vali Ali
Paşa, padişahtan aldığı emir ile birlikte bu meseleyi kesin bir çözüme
kavuşturmak için içinde top ve humbara gibi ağır silahların da bulunduğu
kalabalık bir askeri birlikle birlikte Uşak’ta bulunan Acemoğulları üzerine
yürür. Manisa Kadı Sicili’ndeki bir kayda göre padişah, Ali Paşa’ya Uşak’a
vardığında ilk önce neler yapması gerektiği konusunda emir vermektedir.
Buna göre Ali Paşa ilk önce Uşak’ı kuşatacak ve halktan Acemoğlu ve
yanındakileri canlı veya ölü teslim etmelerini isteyecek ve bu konuyu
düşünmeleri için halka bir iki gün süre tanıyacaktır. Halk bu isteği kabul
ederse vali şehri top atışı ile perişan etmeyecek ve halka dokunmayacaktır.
Ancak eşkıyalar teslim edilmez ise vali eşkıyaları ele geçirmek için elindeki
tüm gücü kullanacaktır (Uluçay, 1955:237-238).
Ali Paşa, on beş bin askerle Uşak kazasına varmış (Uzun
Çarşılıoğlu,1932:153) ama burada Acemoğlu’nu bulamamıştır. Kendisine
başta bölgenin güçlü ayan ailesi Karaosmaoğulları ve diğer yerel
yöneticilerin gönderdiği bir emirden öğreniyoruz ki Ali Paşa Uşak’a
4
Uluçay, belge numarasını sehven 10118 diye okumuştur.
58
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65
geldiğinde Acemoğlu ile herhangi bir çatışma olmamış ve buradan firar eden
Acemoğlu’nun birkaç ay bölgede dolaştıktan sonra bahara kadar Kula kazası
sınırlarına dâhil olduğu haberinin kendisine ulaştığını belirtmektedir.
(Uluçay,1955:241). Ayrıca Karaosmanoğlu Ahmet’e gönderilen bir emirde
Acemoğulları’nın bölükbaşılarının nerede oldukları belirtilmekte, bunların
bir an önce yakalanması istenmektedir (BOA, C. ZB, 1652, tarih 1793).
Acemoğlu Ahmet ve yanındaki eşkıya grubu büyük bir askeri kuvvetin kendi
üzerlerine geldiği haberini almaları üzerine risk almayarak Uşak’tan
kaçmışlar ve Acemoğlu’nun akrabası olan Kula Voyvodası İsmail Ağa’nın
yanına gitmişlerdir. Burada bir gece dinlendikten sonra İsmail Ağa ile
birlikte Mandehora5 kazasının Gölde köyüne geçmişlerdir (BOA,
C.ML,7856, tarih 1793). Böylece Acemoğlu ve adamlarının belli bir süre
daha bölgede saklanma imkânını elde etmişlerdir. Bu da onun yerel ağ
bağlantılarının güçlü olduğunun bir kanıtı olabilir.
Bu arada Ali Paşa’nın, Acemoğulları meselesini çözümleyememesi
devletin reaya üzerindeki otoritesini zedelediğinden dolayı görevinden azl
edilmiştir (Uzun Çarşılıoğlu,1932:153;Uluçay:1955:23). Acemoğlu’nu
ortadan kaldırma görevi Karaosmanoğulları’ndan Hacı Ömer Ağa ve Hacı
Mehmed Ağa’ya verilmiştir. Sadrazamın padişaha sunduğu bilgiden
anlaşılmaktadır ki Karaosmaoğulları, Acemoğlu ile adamlarını sıkı bir
takibat neticesinde sıkıştırmışlar ve Acemoğlu’nun yanında bulunan meşhur
bölükbaşlarıyla birlikte birçok adamlarını yakalayıp kılıçtan geçirmişlerdir.
Bu çatışma esnasında Acemoğlu ve yanında üç beş adamı güç bela
kurtularak Şaphane tarafına doğru firar etmişlerdir (BOA, HAT, 1385) . Bu
çatışmanın nerede vuku bulduğu kesin olarak belli olmamakla birlikte
yukarıda adını zikrettiğimiz Gölde köyü yakınlarında olması muhtemeldir.
Osmanlı merkez idaresi Acemoğlu’nu bölgede çok güçlü ve nüfuz
sahibi bir kişi olarak görmekte ve 1735-1739 seneleri arasında Batı
Anadolu’da Osmanlı Devleti’ni uzun süre meşgul eden meşhur eşkıya
Sarıbeğoğlu (Ülker, 1989:44) kadar güçlü olduğunu düşünmektedir.
Yukarıda künyesini verdiğimiz belgede bu kıyaslama şu şekilde ifade
edilmiş “iş bu Acemoğulları devr-i Mahmûd Hanîde Aydın’da vâkı Honoz
nâm mahalde ser-zede-i zuhûr olûb Devlet-i Âliyye’yi haylice işgâl iden
meşhûr Sarıbeğoğlu gibi kuvvetlû ve etrâflû şekâvet-kârândan olmalarıyla
olur olmaz âdem bunların haklarından gelemeyeceği ve beher-hâl anlardan
kuvvetlû sahib-i nüfûz ve rızâ-cûy âdemlerin üzerlerine ta’yini lâzım geleceği
zâhir olduğundan” .
5
Mendehorya olarak da bilinmektedir. Alaşehir ilçesinin Kemaliye kasabasıdır (Uluçay,
1955:99; Sezen, 2006: 359; Akbayar,2003:116).
59
A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
Şaphane tarafına giden Acemoğlu ve yanındaki az sayıdaki adamı
bölgede daha fazla kaçamamışlar. Simav ile Şaphane arasında bulunan
Köpenez köyünde, Gediz ve Simav Voyvodası Nasuhoğlu Nasuh Ağa
tarafından H. Recep 1209/M. Ocak 1795 tarihinde yakalanmışlardır6. Başları
kesilerek, Karaosmaoğulları’na gönderilmiş ve onlar aracılığı ile de başkente
gönderilerek burada sergilenmiştir (Uzun Çarşılıoğlu,1932). İstanbul’a
Acemoğlu’nun ser-maktu’nu getiren Karaosmaoğulları’nın adamlarına da
sadrazam
tarafından
hediyeler
verilerek
taltif
edilmişlerdir
(Uluçay,1955:242-243).
Acemoğlu ve Adamlarının Muhallefatı
Osmanlı Devleti’nde bir devlet memuru çeşitli nedenlerden dolayı
görevinden azl edildiğinde, öldüğünde veya öldürüldüğünde muhallefat veya
tereke ismi ile anılan sahip olduğu taşınır ve taşınmaz mal varlıklarının bir
kısmı ya da tamamına devlet tarafından el konularak kayıt altına alınması
söz konusu olabilmekte idi. Yapılan bu işleme “müsadere” ismi
verilmekteydi. Yapılan müsadere işleminden devlet önemli gelirler elde
ederdi. Özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısında müsadere işlemlerinin artması
ile devlet hazinesine önemli oranlarda para aktarılmıştır. Bu dönemde iki
tarih dikkat çekmektedir. Bunlar 1766-1775 ve 1789-1794 yılları arasıdır. Bu
iki dönemde devletin muhallefat gelirleri en yüksek seviyeye ulaşmıştır
(Bölükbaşı, 2013:173-175). Her iki tarih arasında da Osmanlı Devleti
maliyeti yüksek savaşlar yapmış bundan dolayı mali sıkıntıya düşmüştür.
Acemoğlu Ahmet’in ayaklanması ve malvarlığına el konulması bu
tarihlerden ikincisine denk gelmektedir. Acemoğlu Ahmet’in ve diğerlerinin
terekeleri hakkında bilgi verirken Osmanlı Arşivi’nde tespit edebildiğimiz
iki belgeyi kullanmaya çalıştık. Bunlar Cevdet Tasnifi Maliye kısmı 12523
ve 7856 no’lu belgelerdir.
Uşak Voyvodası Acemoğlu Ahmet, devletin resmi temsilcisi olması
hasebiyle bir şaki olarak suçlanmasını takiben yakalanması ve
cezalandırılması için hemen emirler çıkartılmış ve aynı anda mal varlığının
tamamının müsadere edilmesi istenmiştir. Müsadere işlemi için ilk aşamada
muhallefatın kaybolması ve yağmalanmasının önlenmesi gerekmektedir.
Bunun için Anadolu Valisi Ali Paşa’ya ve Uşak kadısına emirler
gönderilerek, Acemoğlu Ahmet’in, kardeşi Kara Şahin’in ve adamlarının
Uşak, Banaz ve civar köylerde bulunan tüm malvarlıklarının koruma altına
alınması talep edilmiştir. Ayrıca bu iş için merkezden mübaşir sıfatıyla
padişahın mutemet adamlarından Hassa Silahşörları Ocağı’na mensup Ali
Ağa görevlendirilerek, Uşak’a irsal edilmiştir.
6
Nicolae Jorga, kitabında Acemoğlu Ahmet’in 1794 senesinde Karaosmanoğlu Süleyman
Paşa tarafından esir alındığını belirtir. (Jorga, 2009)
60
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65
Ali Ağa, Uşak’a ulaştıktan sonra Uşak kadısı ve şehir halkından
güvenilir bazı kimselerle birlikte çalışarak, kimin üzerinde ne kadar taşınır
ve taşınmaz mallar olduğunu tespit ederek elindeki deftere bunları
kaydetmiştir. Bundan sonra satılabilecek nitelikte olan malları burada bir
müzayede düzenlenerek açık artırma yoluyla satılmış ve elde edilen nakit
paralar imzalı ve mühürlü deftere kaydedilmiştir. Elde edilen hububatların
İstanbul’da ihtiyaç duyulmasından dolayı ilk önce Uşak’tan İzmir İskelesine
nakledilmesi ve buradan da gemiler aracılığı ile İstanbul’a ulaştırılması
istenmiştir. Daha sonra bundan vazgeçilmiş olmalı ki elde edilen zahirelerin
o günkü râyic bedeli üzerinden satılması ve kesinlikle râyic bedelinin altında
bir fiyata satılmaması istenmiştir.
Acemoğlu Ahmet ve kardeşi Kara Şahin ile avanelerin Uşak ile
Banaz kazaları ve köylerinde tespit edilen malların müzayede sonucunda
satılmalarıyla otuz üç bin yüz yetmiş iki (33172) kuruş hâsılat elde
edilmiştir. Bunun on dört bin yedi yüz (14700) kuruşu padişahın emri ile
H.1206 senesinin iltizam bedeli olarak Darbhane-i Amireye teslim edilmek
üzere Kütahya valisinin adamına teslim edilmiştir. Geriye kalan meblağ on
sekiz bin dört yüz yetmiş iki (18472) kuruş mübaşir Ali Ağa tarafından
ahalinin gözü önünde deftere kaydedilerek imzalanmış ve mühürlemiştir. Bu
miktarların dışında Acemoğlu Ahmet’in Uşak halkına dağıttığı hububatın
akçesi olan yedi bin yüz elli dokuz (7159) kuruş ise tahsil edilememiştir.
Çünkü borçlu olan reaya kışın şiddetli geçtiğini bundan dolayı istenilen
derece ürün elde edemediklerini ayrıca eşkıyaların köylerdeki bazı hububatı
yağmaladığını ifade etmişler ve beş altı aya kadar borçlarını ödeyeceklerini
sözünü vererek mübaşire bir temessük vermişlerdir. Uşak ahalisinin avarız
vergisi ödemeleri için oluşturulan evkaf-ı avarız defterine kayıtlı beş bin
yedi yüz yetmiş sekiz (5778) kuruşluk hınta defteri de mübaşire teslim
edilerek İstanbul’a gönderilmiştir. Mübaşir Ali Ağa 18472 kuruşun 250
kuruşunu kendi üzerinde bırakarak, geriye kalan 18222 kuruşu hazineye
teslim etmiştir. Osmanlı merkezi Uşak ahalisinde olan alacaklarının tahsili
ve satılamayarak geride kalan mallarının satılması için ileriki günlerde yeni
bir mübaşir tayin ederek Uşak’a göndermeye karar vermiştir. 33172 guruş
hâsılat içersinde Acemoğlu Ahmet ile Kethüdası Hüseyin’in mallarının
satışlarından elde edilen gelir on üç bin dört yüz elli üç (13453) kuruştur.
Acemoğlu’nun firar etmesinden sonra Anadolu Valisi Vezir Ali
Paşa’nın ele geçirdiği ve Uşak kadısı ile imzalı ve mühürlü deftere kaydettiği
eşyaları incelediğimizde fazla bir eşyanın yer almadığı görülmektedir. Var
olan eşyalar ise köhne ve kullanılmış olarak nitelendirilmiştir. Bunlar
arasında dikkati çeken büyük ve küçük 325 adet bakır mutfak eşyasıdır. 45
adet kullanılmış yastık ve çeşitli sayılarda şilte, yorgan, seccade, kilim,
61
A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
alaca, çuka, çarşaf, minder, şamdan, billur kâse, peşkir, şilte için yün, saat ve
büyük ayna gibi ev eşyaları bulunmaktadır.
Eşyalar arasında bir adet simli demirsiz tüfek ve 27 adet eski tüfek
yer almaktadır. Acemoğlu Uşak’tan firar etmeden önce kullanabileceği tüm
silahları yanında götürmüş olmalıdır ki geride eski, kullanma olasılığı düşük
olan silahlar bırakmıştır.
Acemoğlu Ahmet gelirinin bir kısmı ile çeşitli dükkânlardan hisse
almış ve böylece yatırımlarını değerlendirmeye ve yaygınlaştırmaya
çalışmıştır. Uşak kazasının merkezinde bulunan bu dükkân hisseleri şu
şekildedir; iki demirci dükkânında hisse, bir ekmekçi dükkânından hisse, bir
kahve dükkânından hisse, sağir han arsasından hisse, bahçeden hisse ve
menzilden hissedir. Yukarıda vermiş olduğumuz hisseler ve arsalar
satılamayan mallar arasında yer almaktadır.
Acemoğlu’nun muhallefatında dikkati çeken konulardan biri ise altı
tane Arap cariyesinin bulunmasıdır. Arap cariyelerden biri nikâhlı olduğunu
kanıtlaması ile satılmaktan kurtulmuştur. Bir tanesi hasta veya sakat olması
nedeniyle satılması için Kütahya’ya gönderileceği ifade edilmiş olsa da daha
sonra düşülen bir notta bu arap cariyenin mübaşir Ali Ağa tarafından 250
kuruşa satıldığı ifade edilmiştir. Dört tanesi ise bin kuruşa satılmıştır. Uşak
gibi küçük bir şehirde Arap cariyelerin görülmesi ilginçtir. Arap cariyeler
genelde ev hizmetleri için kullanılmaktadır. Acemoğlu Ahmet’in bu çok
sayıda Arap cariyesinin olması birkaç şekilde açıklanabilir. Birincisi bunlar
yatırım amaçlı satın alınmış olabilir. Uşak’ta olmasa bile eyalet merkezi olan
Kütahya’da bir köle pazarının var olduğu anlaşılmaktadır. İkincisi,
Acemoğlu’nun hanesi ve ailesi çok geniş olmalı ki altı tane Arap cariye ev
hizmetlerinde kullanılmak için satın alınmış olabilir. Ayrıca Acemoğlu’nun
avanelerinden olan Kalın Kilise köyünden Mustafa’nın terekesinde de iki
tane Arap cariye yer almaktadır.
Acemoğlu Ahmet’in tespit edilen terekesi içerisinde en fazla yer
kaplayan mal hınta, şa’îr, mısır hınta’sı, dakîk, yulaf, burçak türü
hububatlardır. Hububatların yanı sıra nohut, bulgur ve tarhana önemli
miktarlarda yer almaktadır. Hububatlar arasında oran olarak 10659,5
İstanbul kilesi ile hınta ilk sırada yer almakta, onu 6016,5 İstanbul kilesi
şa’îr izlemektedir.
Acemoğlu Ahmet, Uşak kazası merkezinde dokuz (9) Müslüman
mahallesinden 44 kişiye 663 Uşak kilesi ve Rumlar’ın yaşadığı bir
mahalledeki ahaliye 300 Uşak kilesi olmak üzere toplam 963 Uşak kilesi
hıntayı Avarız-hane vakfı için günün rayiç bedeli olan altı kuruştan
62
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65
dağıtmıştır. Dağıtılan bu hınta’nın bedeli 5778 kuruştur. Belgede 44
Müslüman ahalinin tek tek isimleri ve ne kadar kile kınta aldıkları
belirtilmişken gayri müslim reaya için böyle bir işlem yapılmamıştır. Hınta
dağıtımının Acemoğlu’nun elinde olması onun kaza halkı üzerinde etkinlik
kurma yollarında biri olmalıdır.
Acemoğlu Ahmet’in malları ile birlikte kardeşi Kara Şahin ve
bölükbaşılarının malları müsadere edilerek hazineye aktarılmıştır. Bunların
terekeleri de genellikle hububat ve hayvan ağırlıklıdır. Acemoğlu’nun
bölükbaşılarının Uşak ve Banaz’ın çeşitli köylerinde ikamet ettikleri
görülmektedir ki bu durum Acemoğlu’nun köylerdeki bu adamları vasıtası
ile Uşak ve civarında etkili bir organizasyon kurduğunu göstermektedir.
Sonuç
18. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin taşradaki
otoritesinin zayıflaması, Anadolu ve Rumeli topraklarında çeşitli yerel
güçlerin ortaya çıkarak nüfuz kazanmalarına sebep olmuştur. Ayan veya
voyvoda unvanlarına sahip olan bu yerel güçler, devletin taşradaki
vergilerinin toplanmasında aracılık etmeleri ve savaş zamanlarında ordunun
ihtiyacı olan askerleri temin etmelerinden dolayı önemli bir sınıf haline
gelmişlerdir. Devlet, ihtiyacı olduğu zaman bu yerel güçlerden
faydalanmıştır; ancak kendisi için tehlikeli gördüğü anda ise bunları ortadan
kaldırma yöntemini kullanmıştır. Bu yerel güçlerden bir tanesi de Uşak ve
çevresinde ortaya çıkan Acemoğlu ailesidir. Başlangıçta aile, devlet
tarafından bir mütegallibe olarak nitelendirilse de yukarıda işaret ettiğimiz
nedenlerden dolayı bölgede devletin resmi temsilcisi olmuşlardır. 1789-1792
yılları arasında yapılan savaşta devlet Acemoğlu Ahmet’ten sürekli asker
talep etmiş; ama Ahmet kendisine gönderilen emirleri uygulamada yavaş
davranmıştır. Ayrıca bir kısım Uşak halkının onun zulüm ve baskısından
dolayı ondan şikâyetçi olması, Acemoğlu Ahmet’in gözden düşmesine
zemin hazırlamıştır. Savaşın sona ermesi ve Osmanlı merkezinin Acemoğlu
Ahmet’e ihtiyacı kalmaması, savaş nedeniyle devletin düştüğü ekonomik
sıkıntıyı aşmak için çeşitli gelirler yaratma düşüncesi, Acemoğlu’nun
ortadan kaldırılma sürecini hızlandırmış; bölgedeki diğer yerel güçlerin
yardımı ile Acemoğlu ayaklanması bastırılmış ve merkezi otorite yeniden
tesis edilmeye çalışılmıştır.
63
A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet
Kaynakça
1- Arşiv Vesikaları
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
Mühimme Defterleri (A.DVN.MHM).
Defter No: 178, s. 286.
Defter No: 184, s. 240.
Defter No: 188, s. 108, 126.
Defter No: 192, s. 22, 100, 125, 190, 202, 238.
Defter No: 194, s. 9, 14, 95, 100, 227, 228.
Defter No: 196,s. 75, 251.
Mühimme-i Mektûme Defterleri (A.DVNS.MKM.MHM).
Defter No: 1, s. 120.
Cevdet Tasnifi
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Cevdet Tasnifi Adliye Belgeleri (C.ADL),
5737.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Cevdet Tasnifi Dâhiliye Belgeleri (C.DL), 268,
7117, 10168.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Cevdet Tasnifi Malîye Belgeleri (C.ML), 7856,
12523.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Cevdet Tasnifi Zabtiye Belgeleri (C.ZB),1652.
Hatt-ı Hümayûn Tasnifi
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayûn Tasnifi (HAT), 1385.
2- Kitap ve Makaleler
AKBAYAR, Nuri. (2003). Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, 2. Baskı,
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
ADANIR, Fikret. (2002), “Woyvoda”, XI, Leiden: EI (New Edition)
pp. 215.
BARDAKOĞLU, Ali. (1995), “Eşkıya”, XI, İstanbul: TDVİA, ss.
463-466.
BEYDİLLİ, Kemal.(2013), “Yaş Antlaşması”, XXXXIII, Ankara:
TDVİA, ss. 343-347.
BÖLÜKBAŞI, Ömerül Faruk. (2013), 18. Yüzyılın İkinci Yarısında
Darbhâne-i Âmire, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
DEMİRCİ, Süleyman; ARSLAN, Hasan. (2012),
Osmanlı
Türkiyesinde Eşkıya Devlet ve Siyaset, İstanbul: Yalın Yayıncılık.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi (2011), IX, 1. Kitap, (Haz.) Seyit Ali
Kahraman, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
64
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65
JORGA, Nicolae. (2009), Osmanlı İmparatorluğu, (Çev.) Nilüfer
Epçeli, İstanbul: Yeditepe Yayınları.
MCGOWAN, Bruce. (2004), “Ayanlar Çağı 1699-1812”, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi. ( Ed.) Halil İnalcık ve
Donald Quataert, (Çev.) Ayşe Berktay, vd., İstanbul: Eren Yayınları, ss.
759-884.
ÖZDEĞER, Mehtap.(2001), 15-16. Yüzyıl Arşiv Kaynaklarına Göre
Uşak Kazasının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, İstanbul, Filiz Kitabevi.
---------------------- (2012), “Uşak”, XXXXII, İstanbul: TDVİA, ss.
222-226.
ÖZKAYA, Yücel. (1994), Osmanlı İmparatorluğu’nda Ayanlık,
Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
ÖZKAYA, Yücel. (2008) 18. Yüzyılda Osmanlı Topumu, İstanbul:
Yapı Kredi Yayınları.
SALZMANN, Ariel, (2011). Modern Devleti yeniden Düşünmek,
(Çev: Ayşe Özdemir). İstanbul: İletişim Yayınları
SEZEN, Tahir. (2006), Osmanlı Yer Adları, Ankara: T.C.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları
ULUÇAY, M Çağatay. (1955), 18. Ve 19. Yüzyıllarda Saruhan’da
Eşkıyalık ve Halk Hareketleri, İstanbul: Berksoy Basımevi.
UZUN ÇARŞILIOĞLU, İsmail Hakkı.
(1932), Bizans ve
Selçukiylerle Germiyan ve Osman Oğulları zamanında Kütahya Şehri,
İstanbul: Maarif Vekâleti Yayınları.
ÜLKER, Necmi. (1989), “Sarıbey Oğlu’nun İzmir’e Yürüyüşü ve
Avrupalı Tüccarlar”, Ege Üniversitesi Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı 4,
ss. 43-51.
YETKİN, Sabri. (2003), Ege’de Eşkıyalık, İstanbul: Tarih Vakfı
Yurt Yayınları.
65
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84
Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan
Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği
DOI NO: 10.5578/JSS.10574
Geliş Tarihi: 26.12.2014
Kabul Tarihi: 04.12.2015
Öznur BOZKURT1
Kahraman ÇATI2
Yusuf BİLGİN3
Adem BAŞ4
Özet
Bu araştırmanın amacı, girişimcilerin yatırımlarında sektör (iş kolu)
tercihlerini etkileyen faktörlerin Düzce ili özelinde incelenmesidir. Bununla
birlikte, girişimcilerin sektör tercihlerini etkileyen faktörlerin demografik
özelliklerine göre faklılık gösterip göstermediği berlirlenecektir. Ayrıca,
girişimcilerin yaptıkları yatırımlara ilişkindeğerlendirmeleri incelenecektir.
Araştırmanın evreni, 2009 ve sonraki yıllarda Düzce ilinde çeşitli sektörlere
yatırım yapan 386 girişimciden oluşmaktadır. Araştırmada nicel araştırma
deseni kullanılmıştır. Araştırma verileri anket tekniği kullanılarak elde
edilmiştir. Elde edilen veriler SPSS 18 paket programında analiz edilmiştir.
Araştırma sonucunda, girişimcilerin sektör tercihlerini etkileyen faktörlerin
sektörel öngörü, bilgi düzeyi arkadaş tavsiyeleri ve sermaye miktarıolduğu
görülmüştür. Bununla birlikte, girişimcilerin yatırım yaptıkları sektörleri
etkileyen faktörlerin cinsiyetlerine ve sektörel deneyimlerinegöre farklılaştığı
belirlenmiştir. Ayrıca,girişimcilerin yatırımlarının başarılı olacağı ile ilgili
öngörülerinin netleşmemiş olmasına rağmen tekrar aynı iş kolunu tercih etme
eğiliminde oldukları görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Girişimci, Girişimcilik, Yatırım, Sektör Tercihi, Düzce
1
Yrd. Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, Sigortacılık ve Sosyal Güvenlik,
[email protected]
2
Prof. Dr., Düzce Üniversitesi, İşletme Bölümü, [email protected]
3
Araş. Gr., Düzce Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Bölümü,
[email protected]
4
Düzce Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]
67
Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi:
Düzce Örneği
Determining the Factors Affecting Sector Preferences of
Entrepreneurs: The Case of Düzce
Abstract
The aim of this study is to examine the factors affecting sector
preferences of entrepreneurs in Düzce. However, according to sociodemographic characteristics the factors affecting sector preferences of
entrepreneurs whether differantiatedor not will be determined. Additionally,
assessments will be examined on the investmentsof the entrepreneurs. Research
population costists of 386 entrepreneurs invested in various sectors at 2009 and
later in Düzce. In this research, qualitative research design was used. Research
data were obtained using questionnaire technique. Obtained data was
analyzedusing SPSS package program. As a result, the factors affecting sector
preferences of entrepreneurs consist of four factors including respectively
sectoral foresight, level of knowledge, advice of friend and amount of capital.
However, it was determined that the factors affecting sector preferences of
entrepreneurs have been differentiated in terms of gender and sectorial
exprience. In addition, it was seen that despite of foresights regard to
entrepreneurs’ investments being successful have not been clarified,
entrepreneurs tend to prefer same sector again.
Keywords: Entrepreneur, Entrepreneurship, İnvestment, İndustry Preference,
Düzce
Giriş
Girişimci kavramı, ilk olarak ortaçağda, aktif olan ve işyapan kişi
anlamında kullanılmıştır. Ekonomi literatüründe ise ilk kez 1730’lu yıllarda
Fransız Richard Cantillon tarafından yazılan bir eserde dillendirilmiştir. 19.
yüzyıldaingiliz yazar J. S. Mill ile kullanılan terimfransız iktisatçı J. B. Say
tarafından üretim faktörü olarak kabul görmüştür (Kayalar ve Ömürbek,
2007).
Girişimci aynı zamanda, gördüğü fırsatları değerlendirme yolunda
kendi girişimcilik anlayışıyla stratejiler geliştiren, bu sayede değişimin
öncülüğünü yapan kişi olarak tanımlanmaktadır (Okay ve Karahan, 2010).
Güney ve Mutlu (2008) girişimciyi “Piyasa koşulları içerisinde üretim
faktörlerini bir araya getirerek, yatırılacak sermayeye en yüksek getiriyi
sağlayacak mal ve hizmetlerin üretimini öngören ve bu amaçla sermayeyi
üretim sürecine sokan ve risk üstlenen kişi” olarak tanımlamışlardır. Drucker
girişimciliği, mevcut kaynaklardan yeni refah yaratma kapasitesi bahşeden
bir yenilikçilik faaliyeti olarak tanımlamaktadır. Kriznen ise girişimciyi, “kâr
fırsatlarını algılayan ve yaşanılan zamanda karşılanmayan ihtiyaçları tatmin
edecek faaliyeti başlatan veya yetersizlikleri geliştiren kişi” olarak
değerlendirmektedir (Güney ve Nurmakhamatuly, 2007). Balaban ve
68
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84
Özdemir (2008) ise girişimciliğin yönetim ve araştırma-geliştirme
faaliyetleri ile birlikte fikri emeğin en önemli boyutunu oluşturduğunu
belirtmişlerdir.
Girişimcilik alanında yapılan araştırmaların büyük bir
çoğunluğunda,
 “Neden bazı insanlar yeni fırsatları görme ya da yaratma
yeteneğine sahip iken diğerleri bu tür bir özelliğe sahip
değildir?
 Neden bazı kişiler işfikirlerini ya da hayallerini gerçek bir
işletmeye dönüştürürken diğerleri bunu başaramazlar?
 Neden bazı girişimciler başarılı iken diğerleri başarısız
olmaktadırlar?”gibi sorulara yanıt aramıştır (Onay ve
Çavuşoğlu, 2010).
Literatürde bu problemlerin sebepleri ve sonuçlarına ilişkin yapılan
araştırmalarda ortaya konulmuş birçok bulgu mevcuttur. Örneğin; Bozkurt
(2007) tarafından yapılan bir araştırmada bu soruların yanıtı büyük ölçüde
bireyin sahip olduğu kişilik özelliklerine atfedilmiştir.Bozkurt ve Baştürk
(2010) ise yapmış oldukları araştırmada girişimcilikte belirsizlik ve risk
algısının ön plana çıktığına ve yatırımlarda önemli bir faktör olduğuna vurgu
yaparken Bektaş ve Köseoğlu (2008) kişinin mensup olduğu
aileninişletmecilik kültürünün kişinin girişimcilik özellikleri üzerinde etkili
olduğunadikkat çekmektedirler. Aytaç ve İlhan (2013) yapmış oldukları
araştırma ile kültürel faktörlerin girişimlik üzerinde önemli bir etkiye sahip
olduğunu belirterek girişimcilerin yatırım faailiyetlerinde kültürel öğelerin
etkisini desteklemişlerdir. Güney ve Mutlu (2008) bilgi teknolojilerinin
pazarlara erişim konusunda gerek dünya çapında fırsatları görme ve bunları
değerlendirme ve gerekse alternatif dağıtım kanalları yaratma yolu ile
coğrafi uzaklıktan bağımsız olarak iş yapabilme imkanından ötürü
girişimcilik üzerinde doğrudan etkili olduğu belirtmişlerdir.
İslam ve diğerleri, (2012) girişimcilikte demografik özelliklerin
önemli bir faktör olduğunu belirtmişlerdir. Okay ve Karahan (2010) ise
yaptıkları bir araştırmada Denizli ilindeki girişimcilerin çoğunluğunun
erkek, genç, ailenin ortanca çocuğu ve ilköğretim mezunu olduğunu
belirtmişlerdir. Buna karşın Kayalar ve Ömürbek (2007) belirsizlik ve risk
algısının cinsiyete göre farklılık göstermediğini belirtmişlerdir. Balaban ve
Özdemir (2008) tarafından yapılan bir araştırmada girişimcilik eğitiminin
girişimcilik eğilimi üzerinde etkili olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Bayraktaroğlu ve Özdemir (2010) son yıllarda, bir çok ülkede küçük
işletmelerin nasıl kurulduğu ve büyüdüğü yoğun ilgi çeken konuların
başında geldiğini, girişimlerin kuruluş sürecinde, girişimciliğin ‘itici’ ve
‘çekici’ faktörlerinin önemli olduğunu belirtmişlerdir. Mevcut kariyerin
69
Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi:
Düzce Örneği
bilinçli bir tercihle terkedilerek yeni girişimde bulunulması, iş tatminsizliği
sebebiyle işin bırakılması ya da işten atılma itici faktörlere; piyasada görülen
fırsatların değerlendirilmesi ise çekici faktörlere örnek olarak verilmektedir.
Bu araştırmanın amacı, girişimcilerin yatırımlarında sektör (iş kolu)
tercihlerini etkileyen faktörleriaraştırma konusu olan il bazında belirlemek
ve girişimcilerin yatırım yaptıkları sektörlere (iş kollarına) ilişkin
düşüncelerini değerlendirmektir. Bununla birlikte, girişimcilerin yatırım
yaptıkları sektörleri etkileyen faktörlerin demografik özelliklerine göre
faklılık gösterip göstermediği berlirlenecektir. Literatürde, girişimcilik ve
girişimlik özelliklerine ilişkin yapılan araştırmalarda girişimcilik özellikleri
ve girişimciliğe etki eden faktörler ortaya konulmasına rağmen bu
araştırmaların bir çoğu girişimcilik eylemini yerine getirmememiş
bireylerden elde edilen bulgulara dayandırılmıştır. Buna karşın, az sayıda
araştırmacının (Okay ve Karahan, 2010, Bayraktaroğlu ve Özdemir, 2010;
Durak, 2011) ise girişimcilik ve girişimcilik özelliklerini girişimcilik
eylemini gerçekleştiren girişimcilerden elde etmiş oldukları verilere
dayandırdıkları görülmekle birlikte yapılan literatür araştırmasında,
girişimcilerin iş kolu tercihlerini etkileyen faktörleri belirlemeye yönelik bir
araştırmaya rastlanılmamıştır.
1. Girişimcilerin Sektör Tercihini Etkileyen Unsurlara Genel
Bakış
Girişimcilerin yatırım yapma ya da mevcut yatırımı genişletme
aşamasında yönelecekleri sektörleri belirlerken dikkate aldıkları birçok unsur
vardır. Bunlar girişimcinin sahip olduğu özelliklerden sektörün yapısına
kadar birçok noktayı barındırmaktadır. Sektörün rekabet yapısı ile işletmenin
temel yetenekleri, girişimcinin sermaye yapısı ve kaynaklara ulaşma
kapasitesi ile yatırımın gerektirdiği sermaye miktarı, girişimcinin bilgi ve
tecrübe düzeyi ile sektörün gerektirdiği deneyimin uyumluluğu, girişimciye
destek olacak kişi ve kurumların varlığı gibi birçok konu kişileri yatırım
yaparken analiz yapmaya ve değerlendirmeye itmektedir. Yukarıdada
belirtildiği gibi alan yazındaki çalışmaların birçoğu girişimci özellikleri
üzerine yoğunlaşmaktadır. Elbetteki girişimsel bir niyette girişimcinin
taşıması gereken nitelikler oldukça önemlidir. Fırsatların olması tek başına
yeterli değildir bu fırsatları görecek ve değerlendirecek girişimci özelliklere
sahip olmak gerekmektedir. Bu çalışmada girişimcilerin yatırım yaptıkları
sektörlere yönelimlerini etkileyen faktörler dört başlık altında incelenmiştir.
Bu faktörler; bir girişimcide sektörün gelişimi, karlılığı ve bu sektörde
yatırıma ihtiyaç olduğu hissini ve düşüncesini oluşturan “sektörel öngörü”
(Mietzner ve Reger, 2005; Mieszkowski ve Kardas, 2015), girişimcinin
sahip olduğu sermaye miktarı (Florida ve Kenney, 1988), girişimcinin tutum
70
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84
ve davranışlarına etki eden referans gruplarının etkisini ifade eden “sektörel
tavsiyeler” (Wendte, 2013; Levy ve Rosen, 2014) ve sektör hakkında alınan
eğitim veya tecrübeye dayalı olan “bilgi düzeyi”dir (Berglund ve diğ., 2007;
Balaban ve Özdemir, 2008; Huber ve diğ., 2012).
1.1. Sektörel Öngörü
Pazardaki talebin yetersiz olması girişimcilerin yatırım yapma
isteğininin azalmasına neden olmakla birlikte (Han ve Kaya, 2002) sektörel
olarak kaynak dağılımının etkinliğide ekonominin büyüme hızını
etkilemektedir. Bu nedenle, firmaların yatırım kararlarındaki yanılgılar,
yalnız kendi başarısızlıklarına yol açan bir etmen olarak kalmamakta aynı
zamanda ekonominin büyüme hızını kısıtlayan bir etken olmaktadır (Uçgun,
2008). Bu açıdan girişimsel faaliyette bulunacak olan girişimci pazarın
talebinden sermaye hareketliliğine kadar birçok konu hakkında ileri görüşlü
davranmak ve sektörün sadece bugününü değil geleceğinide tahmin etmek
durumundadır. Seçilen sektörün karlılığı kadar bu sektör için yatırım
yapılacak en uygun zamanın iyi tesbit edilmesi gerekmektedir.
1.2. Sermaye Miktarı
Yerel pazardaki düşük talep, ülkedeki ekonomik belirsizlikler,
enflasyon, vergi düzenlemeleri ve/veya yüksek vergiler, kredilere erişim,
piyasa koşulları, iş kültürü ve finansman sorunları girişimciliğin önündeki en
önemli ekonomik engellerdendir (Suzuki ve diğ., 2002).Girişimciler büyük
bir zenginlik arayışı içinde olmaktan ziyade mali durumu üzerinde daha
fazla kontrole sahip olmanın arayışı içindedir (Lamping ve Kuehl, 2003:31).
Girişimcinin işi kurma sürecinde ihtiyaç duyduğu sermayeye ulaşabilmesi
oldukça önemlidir. Özellikle ülkemizde kamu ve özel sektör eli ile birçok
teşvik sağlanmakla birlikte bürokrasinin oldukça yoğun işlemesinden dolayı
bu desteklere ulaşma güçleşmektedir. Girşimcilerin öncelikli olarak kişisel
sermeye ve aile destekleri ile iş kurmaya yöneldikleri bilinmektedir. Bunun
dışında özellikle KOSGEB destekli kredilere ve banka kredilerine
müracaatların olduğu görülmektedir.
1.3. Sektörel Tavsiyeler
Toplumun inançları, değerleri ve tutumları bireyin davranışlarını
belirler ve onun girişimcilik konusundaki kararlarını etkiler (Alvarez ve diğ.,
2011). Başarılı girişimciler, vizyon sahibi olan, insanlarla iyi iletişim
içerisinde olan, engellere ve olumsuz durumlara karşı esnek olan, yenilikçi
ve yaratıcı olan, fırsatları arayan, risk alabilen, özgüveni olan ve başarılı
olabilmek için kararlı olan kimselerdir (Stumpf ve Tymon Jr, 2001).
71
Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi:
Düzce Örneği
Kişilerin girişimciliğe yönlenmesinde rol modellerinin etkisi de oldukça
büyüktür. Rol modelleri; aile, kardeş, arkadaş ve diğer başarılı akrabalar
olmasının yanı sıra ulusal alanda çalışan diğer girişimcilerde olabilir (Özden
ve diğ., 2008). Tavsiye sahibi bu kişiler, bireylerde arzu ve kendilerine olan
güvenin artmasına olanak sağlar. Bu tavsiyeler, yeni bir iş faaliyetinde
bulunan girişimciler için, motivasyon ve ilham kaynağı olabileceği gibi, yeni
ufuklar keşfetmeye, yeni bilgi edinme ve bilgiye erişimi sağlamaya yardımcı
olabilir (Bosma ve diğ., 2012).
1.4. Sektörel Bilgi Düzeyi
Pazar araştırmasının yapılmaması, yönetim becerileri eksikliği,
mesleki eğitim yetersizliği gibi girişimcinin kendisinden kaynaklanan
sorunlarıda mevcuttur (Bitzenis ve Nito, 2005).Girişimci işletmenin çeşitli
faaliyetlerinde görev üstlendikçe, kendi becerilerini kullanma ve kendi
potansiyelini geliştirme olanağı sağlayacaktır. Bir başka deyişle kendi
potansiyelini gerçekleştirme fırsatı elde edecektir (Döm, 2008:36). Birçok
durumda girişimciler kendilerini geliştirerek elde ettikleri yenilikçilikleri,
sıkı çalışmaları ve işe olan bağlılıkları ile başarı elde etmektedirler
(Zimmerer ve Scarborough, 1996:4).
2.Yöntem
Girişimcilerin sektör (iş kolu) tercihlerinde etkili olan faktörlerin
belirlenmesi amacıyla yapılan bu araştırmanın evrenini Düzce İlinde 2009
yılından sonra kurulan KOBİ’ler oluşturmaktadır. Tam sayım örnekleme
yönteminin kullanıldığı araştırmada işletmelerin belirlenmesinde TSO,
Genç DÜSİAD, MARKA, KOSGEB ve Kadın Girişimciler Derneği
kuruluşlarının veri tabanlarından yararlanılmıştır. Düzce İlinde 2009
yılından sonra kurulan KOBİ ve bu kurumlara kayıtlı olan 386 işletme
bulunmaktadır. Araştırmada, nicel araştırma deseni kullanılmıştır. Araştırma
verileri anket tekniği kullanılarak elde edimiştir. Likert tipi ölçek
(1=kesinlikle katılmıyorum, 5=kesinlikle katılıyorum) yapısına göre
oluşturulan araştırma anketi, üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda,
girişimcilerin sektör tercihlerini etkileyen faktörleri belirlemeye yönelik 18
ifade yer almaktadır. Bu ifadelerden sektöre ilişkin bilgi düzeyi ve referans
gruplarının etkisini ölçen 7 ifade,Çakıcı ve Özer (2007) tarafından yapılan
araştırmadan, sektörel öngörü ve bireysel kazanımlara ilişkin 4
ifade,Balaban ve Özdemir (2008) tarafından yapılan araştırmadan,
girişimden beklenen kazanımlara ilişkin 5 ifade,Bozkurt ve Baştürk (2010)
tarafından yapılan araştırmadan ve girişimciliğin toplumsal yönüne ilişkin 2
ifade, Sönmez ve Tokgöz (2014) tarafından yapılan araştırmadan çıkarımlar
yoluyla elde edilmiştir. Örneğin: Balaban ve Özdemir (2008) tarafından
72
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84
yapılan araştırmada, girişimcilik eğitimi ile ilgili olarak“Girişimcilik eğitimi,
girişimci olma yolundaki düşüncelerimi olumlu etkiledi” ifadesinden yola
çıkılarak araştırma anketinde, “Bu sektöre yatırım yapmamın sebebi,
eğitimimi bu alanda yapmış olmamdır” şeklinde bir ifadeye yer verilmiştir.
İkinci kısımda, girişimcinin yapmış olduğu yatırıma ilişkin düşüncelerini
değerlendirebilmek amacıyla katılımcılara yöneltilen;
 Tekrar seçim yapmak durumunda olsanız bu sektörü tercih
eder misiniz?
 Girişimde bulunduğunuz sektörden (iş kolundan)
beklediğiniz kazanımları elde ettiniz mi?
 Yapmış olduğunuz girişimin başarılı olacağına inanıyor
musunuz? ifadeleri yer almaktadır.
Üçüncü kısmında ise yöneticilerin cinsiyet, yaş, gelir düzeyi ve
sektörel deneyimlerini içeren demografik özellikleri yer almaktadır.
Araştırma ölçeğinin geçerliliğini ve güvenilirliğini test etmek
amacıyla araştırma anketi, 30 girişimciye uygulanmıştır. Elde edilen verilere
yapılan güvenilirlik analizi sonucunda ölçeğin güvenilirlik katsayısı
(Cronbach’s Alpha) 0.66 çıkmıştır. Tablo 1’de ölçeğe ilişkin güvenilirlik
analizi sonuçları gösterilmektedir.
Tablo 1: Ölçeğe İlişkin Güvenilirlik Analizi Sonuçları
Reliability Statistics
Cronbach's Alpha
,669
Cronbach's Alpha Based on
Standardized Items
,691
N of Items
18
Kalaycı (2010:405) güvenilirlik katsayısı ,60 ve ,80 arasında olan
ölçeğin oldukça güvenilir olduğunu ifade etmiştir. Analiz sonucu ortaya
çıkan değer ölçeğin güvenilirlik düzeyinin yeterli olduğunu göstermektedir.
3. Bulgular
3.1. Demografik Özelliklere İlişkin Bulgular
Araştırmaya katılan girişimcilere ilişkin demografik özellikler Tablo
2’de gösterilmektedir.
Tablo 2: Katılımcıların Demografik Özellikleri
Değişkenler
Cinsiyet
Yaş
Kadın
Erkek
Toplam
17-29
Frekans
33
171
204
39
Yüzde %
16,2
83,8
100,0
19,1
73
Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi:
Düzce Örneği
Gelir Düzeyi
Sektöre (iş koluna)
İlişkin Deneyim
Farklı Bir Sektörde (iş
kolunda) Yatırım
30-44
45-54
55 ve üstü
Toplam
1000 ve altı
1001- 1500
1501 - 1999
2000 ve üzeri
118
33
14
204
9
36
43
116
57,8
16,2
6,9
100,0
4,4
17,6
21,0
56,8
Toplam
Evet
Hayır
Toplam
Evet
Hayır
204
95
109
204
89
115
100,0
46,6
53,4
100,0
43,6
56,4
Toplam
204
100,0
Katılımcıların demografik özellikleri incelendiğinde; %83’ünün
erkek olduğu, yaşları incelendiğinde; %57’ sinin 30-44 yaş aralığında,
oldukları, gelir düzeyleri incelendiğinde; %57’ sinin 2000 liranın üzerinde
gelir elde ettikleri görülmüştür. Katılımcıların yatırım yaptıkları sektöre (iş
koluna) ilişkin deneyime sahip olup olmadıklarına ilişkin veriler
incelendiğinde; katılımcıların %47’sinin yatırım yaptığı iş alanında
deneyime sahip olduğu, %53’ ünün ise deneyim sahibi olmadığı
görülmüştür. Katılımcıların yatırım yaptıkları iş kolu dışında farklı bir
işkoluna yatırım yapıp yapmadıkları incelendiğinde %44 ünün farklı bir
sektöre yatırım yaptığı görülmüştür.
3.2. Girişimcilerin Sektör Tercihini (İş Kolunu) Etkileyen Faktörler
Düzce ilinde 2009 yılından sonraki dönemde yatırım yapan
girişimcilerin sektör (iş kolu) tercihlerini etkileyen faktörleri belirlemek
amacıyla katılımcılara yöneltilen 18 ifadeye ilişkin elde edilen verilere faktör
analizi uygulanmıştır. Faktör analizinde amaç, değişkenler arasındaki
ilişkileri incelemek ve çok sayıdaki değişkeni az sayıda, anlamlı ve
birbirinden bağımsız faktörler haline getirmektir (Kalaycı, 2010:327). Analiz
sonucunda, bazı faktörlerin birbirleriyle yüksek düzeyde ilişkili olduğu
görülmüştür. Faktörler arasındaki ilişki katsayılarını düşürmek amacıyla veri
ayıklaması yapılmıştır. Yapılan veri ayıklaması neticesinde 2 ifade ölçekten
çıkarılarak ,40’ın üzerinde ilişki düzeyinde 16 ifade faktör analizine tabi
tutulmuştur. Ölçeğe uygulanan faktör analizi sonucunda, KMO değerinin
74
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84
,727 ve ortaya çıkan faktörlerin toplam varyansın % 51,35’ini açıkladığı
görülmüştür. Tablo 3’te girişimcilerin yatırım kararlarında sektör (iş kolu)
tercihlerini etkileyen faktörler ve faktörlere ilişkin ortalama, öz değer ve
varyans değerleri gösterilmektedir.
Tablo 3: Faktör Analizine İlişkin Bulgular
Faktör
Açıklanan
Ortalama Özdeğer
Yükü
Varyans
Sektörel Öngörü
3,92
3.360
18.662
Sektörün geleceği olan bir sektör olduğu düşüncesi
,767
Bu iş için doğru zaman olduğunu düşüncesi
,733
Bu alanda başarılı olmaya olan inanç
,703
Kendi işinin sahibi olmak
,638
Sektörün yüksek kazanç sağlamaya olanak vermesi
,585
Çevremde böyle bir yatırıma ihtiyaç duyulması
,482
2,86
1.980
12.148
Sermaye Miktarı
Sermaye miktarı
,808
Ailenin daha önce yapmış olduğu yatırımlar
,795
Yakınlarımın bu sektörde yapmış olduğu yatırımlar
,644
2,90
1.564
11.063
Arkadaş Tavsiyeleri
Arkadaşlarımın tavsiyeleri
,626
Devletin iş koluna sağladığı teşvikler
,613
Sektörde bulunan işletmelerin karlılığı
,572
Sektörün prestij kazandırması
,568
Bilgi Düzeyi
3,12
1.313
9.480
Sektöre ilişkin bilgi düzeyi
,736
Sektöre ilişkin eğitim alma
,658
Bu sektörde iş kurmak idealine sahip olmak
,574
Girişimcilerin sektör tercihlerini etkeleyen faktörleri belirlemek
amacıyla yapılan faktör analizinde ortaya çıkan ilk faktör “sektörel öngörü”
olarak isimlendirilmiştir. Bu faktörün major değişkeni .767 faktör yükü ile
“sektörün geleceği olan bir sektör olduğunu düşünmemdir” ifadesidir.
Sektörel öngörü faktörünün öz değeri 3.360’tır ve toplam varyansın %
18.662’sini açıklamaktadır. Faktörde yer alan ifadelerin ortalaması ise 3,92
dir.
Analiz sonucunda ortaya çıkan ikinci faktör ise “sermaye
miktarı”dır. Bu boyutun major değişkeni, “sermaye miktarımın ancak bu iş
75
Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi:
Düzce Örneği
için yetmesidir” ifadesidir. İfadenin faktör yükü ise .808 dir. Bu faktör
toplam varyansın % 12.148’ini açıklamaktadır. Faktörde yer alan ifadelerin
ortalaması ise 2,86 dir.
“Tavsiye boyutu” olarak isimlendirilen üçüncü boyutun major
değişkeni .626 faktör yükü ile “bu sektöre yönelik kararımda arkadaşlarımın
tavsiyeleri etkili oldu” ifadesidir. Faktörün öz değeri 1.564’tür ve açıklanan
varyansın % 11.063’nü açıklamaktadır. Faktörde yer alan ifadelerin
ortalaması ise 2,90 dır.
Dördüncü boyut ise “bilgi düzeyi” olarak isimlendirilmiştir.
Dördüncü boyutun major değişkeni “bu sektöre yatırım yapmamın sebebi,
sektörü iyi biliyor olmamdır” ifadesidir. Bu ifadenin faktör yükü .736’dır.
Bilgi düzeyi, toplam varyansın % 9.480’ini oluşturmaktadır. Bu faktörün öz
değeri 1.313 ve faktörde yer alan ifadelerin ortalaması ise 3,12 dir.
Faktörlerede yer alan ifadelere ilişkin katılım düzeyleri
incelendiğinde, ortalaması en yüksek faktörün sektörel öngörü olduğu
görülmektedir. Girişimcilerin sektör tercihlerine etki eden faktörlerden
ortalaması en düşük sektör ise 2,86 ile sermaye miktarıdır. Bu sonuç
göstermiştir ki, girişimsel niteliği olan kişiler için bu işi kurma aşama
aşamasında ihtiyaç duyulan sermaye miktarının belirleyiciliği düşük
düzeydedir. Girişimci niteliklere sahip kişilerin akıllarındaki iş fikrini hayata
geçirmek için bu sermayeye ulaştıracak tüm yolları arayıp bulmaları çeldirici
bir unsur olmaktan oldukça uzaktır. Bu çalışmaya göre girişimcinin sektör
tercihinde önemli olan, o sektörde bu yatırıma olan ihtiyaç ve sektörün uzun
vadedeki karlılığıdır.
3.3. Girişimcilerin Sektör Tercihlerini Etkileyen Faktörlerin
Demografik Özelliklerine Göre Farklılıklarının Analizi
Girişimcilerin sektör tercihi etkileyen faktörlerin demografik
özelliklerine göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla
araştırmada elde edilen verilere farklılık analizleri uygulanmıştır. Öncelikle
araştırma verilerinin normal dağılım gösterip göstermediği incelenmiştir.
Uygulanan normallik testinde araştırma verilerinin normal dağılım
göstermedikleri görülmüştür. Bu nedenle, verilere uygulanacak farklılık
analizlerinde non-parametrik testler seçilmiştir. Non-parametrik testlerde
veri setinde yer alan ikili gruplar için Mann Whitney U testi, ikiden fazla
gruplar içinse Kruskal-Wallis testi uygulanmıştır.
Tablo 4’te girişimcilerin sektör tercihini etkileyen faktörlerin
demografik özelliklerine göre farklılık gösterip göstermediğine ilişkin
farklılıklarının analizleri gösterilmektedir.
76
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84
Tablo 4: Girişimcilerin Sektör Tercihi Etkileyen Faktörlerin
Demografik Özelliklerine Göre Farklılıklarının Analizi
Cinsiyet
Mann- Whitney U
Sig. (p)
Sektörel Öngörü
2030,500
,010
Sermaye Miktarı
2391,500
,162
Arkadaş Tavsiyeleri
2146,000
,028
Bilgi Düzeyi
2656,500
,592
Kruskal-Wallis
Sig. (p)
Sektörel Öngörü
3,356
,340
Sermaye Miktarı
1,608
,658
Arkadaş Tavsiyeleri
3,593
,309
Bilgi Düzeyi
6,985
,072
Gelir Düzeyi
Kruskal-Wallis
Sig. (p)
Sektörel Öngörü
,243
,970
Sermaye Miktarı
,901
,825
Arkadaş Tavsiyeleri
3,161
,367
Bilgi Düzeyi
,712
,870
Mann- Whitney U
Sig. (p)
4837,500
,413
Sermaye Miktarı
4187,000
,017
Arkadaş Tavsiyeleri
4453,000
,082
Bilgi Düzeyi
3337,500
,000
Kruskal-Wallis
Sig. (p)
Sektörel Öngörü
4682,000
,291
Sermaye Miktarı
4916,000
,626
Arkadaş Tavsiyeleri
4657,500
,267
Bilgi Düzeyi
5083,500
,935
Yaş
Sektörel
(iş
koluna
Deneyim
Sektörel Öngörü
ilişkin)
Farklı Bir Sektörde (iş kolunda)
Yatırım
Girişimcilerin cinsiyetlerine göre sektör tercihlerini etkileyen
faktörlerin farklılık gösterip göstermediğine ilişkin yapılan analizde,sig.
değeri sektörel öngörü boyutunda (,010) ve arkadaş tavsiyeleri boyutunda
77
Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi:
Düzce Örneği
(,028),05’ten küçük, diğer faktörler içinse ,05’ten büyük çıkmıştır. Yani
girişimcilerin cinsiyetlerine göre sektör tercihlerini etkileyen faktörler,
sektöre yönelik öngörüleri ve arkadaş tavsiyelerinden etkilenme açısından
farklılık göstermektedir.
Girişimcilerin sektörel deneyimlerine göre sektör tercihlerini
etkileyen faktörlerin farklılık gösterip göstermediğine ilişkin yapılan MannWhitney U testi sonucunda,sermaye miktarı ve bilgi düzeyi boyutunda sig.
değerlerinin ,05’in altında olduğu görülmüştür. Yani girişimcilerin yatırım
yaptıklarısektöre ilişkin sahip oldukları deneyime göresektör tercihlerini
etkileyen faktörler sermaye miktarı ve bilgi düzeyi açısından farklılık
göstermektedir.
Girişimcilerin yaşlarına, gelir düzeylerine ve farklı bir sektörde
yatırım yapıp yapmadıklarına göre tercihlerini etkileyen faktörlerin farklılık
gösterip göstermediğine ilişkin yapılan testi sonucundatüm faktörlerde sig.
değerleri ,05’in üzerinde çıkmıştır. Yani girişimcilerin sektör tercihini
etkileyen faktörlerin yaşlarına, gelir düzeylerine ve farklı bir sektörde
yatırım yapıp yapmadıklarına görefarklılık göstermediği görülmüştür.
3.4. Girişimcilerin Yapmış Oldukları Yatırımlara Yönelik
Düşüncelerinin Analizi
Girişimcilerin yapmış oldukları yatırımlara yönelik düşüncelerini
analiz etmek amacıyla, girişimcilere, tekrar yatırım yapmak durumunda
olsanız yine bu sektörü tercih edip etmeyeceği, yaptığı yatırımdan beklediği
kazanımları elde edip etmediği ve yapmış olduğu girişimin başarılı olup
olmayacağına ilişkin düşüncesi sorulmuştur. Tablo 5.’te girişimcilerin
yatırım yapmış oldukları sektörlere (iş kollarına) ilişkin düşünceleri
gösterilmektedir.
Tablo 5. Girişimcilerin Yatırım Yapmış Oldukları Sektörlere İlişkin
Düşünceleri
1. Tekrar seçim yapmak durumunda olsanız yine bu
sektörü tercih eder misiniz?
Kesinlikle tercih etmem
Yüzde
%
2,0
Frekans
4
Tercih etmem
10,8
22
Kararsızım
13,2
27
Tercih ederim
58,3
119
Kesinlikle tercih ederim
15,7
32
Toplam
100,0
204
2. Girişimde bulunduğunuz sektörden (iş kolundan)
beklediğiniz kazanımları elde ettiniz mi?
Kesinlikle elde etmedim
Yüzde
%
1,0
78
Ortalama
3,75
Frekans
Ortalama
2
3,43
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84
Elde etmedim
Az çok elde ettim
Elde ettim
Kesinlikle elde ettim
Cevapsız
Toplam
3. Yapmış olduğunuz girişimin başarılı olacağına
inanıyor musunuz?
Kesinlikle inanmıyorum
İnanmıyorum
Kararsızım
İnanıyorum
Kesinlikle inanıyorum
Cevapsız
Toplam
12,7
22,1
38,2
5,4
20,6
100,0
Yüzde
%
,5
,5
25,0
12,3
7,8
25,0
100
26
45
78
11
42
204
Frekans
1
1
101
25
16
50
204
Ortalama
4,25
Katılımcıların yapmış oldukları yatırımlara yönelik düşüncelerini
analiz etmek amacıyla, girişimcilere ilk olarak “Tekrar seçim yapmak
durumunda olsanız yine bu sektörü tercih eder misiniz ?” sorusu
yöneltilmiştir. Katılımcıların % 12,8’i tekrar seçim hakkı olması durumunda
girişimde bulunduğu iş kolunu tercih etmeyeceğini ve % 13,2’si tekrar seçim
hakkı olması durumunda girişimde bulunduğu iş kolunu tercih edip etmeme
noktasında kararsız olduğunu görülmüştür. Katılımcıların % 74’ü ise tekrar
seçim hakkı olması durumunda aynı iş kolunu tekrar tercih edeceğini
belirtmiştir. Bu soruya verilen cevapların ortalaması ise 3,75 tir.
Katılımcılara yapmış oldukları yatırımlara yönelik düşüncelerini
analiz etmek amacıyla sorulan ikinci soru, “Girişimde bulunduğunuz
sektörden (iş kolundan) beklediğiniz kazanımları elde ettiniz mi?”
şeklindedir. bu soruya verilen cevaplar incelendiğinde, katılımcıların %1’i
kesinlikle elde etmediğini % 12,7’si, elde etmediğini, % 22,1’i çok az elde
ettiğini, % 32,8’i elde ettiğini ve % 5,4’ü ise kesinlikle elde ettiğini
belirtmiştir. Katılımcıların % 20,6’sı ise bu soruyu cevaplamamıştır.
Katılımcıların bu soruya vermiş oldukları cevapların ortalaması ise 3,43’tür.
Girişimcilere yöneltilen üçüncü soru, ise “Yapmış olduğunuz
girişimin başarılı olacağına inanıyor musunuz?” şeklindedir. Katılımcıların
vermiş oldukları cevaplar incelendiğinde, % 0,5’inin kesinlikle inanmadığı,
% 0,5’inin inanmadığı, % 25’inin yapmış olduğu girişimin başarılı olup
olmayacağına ilişkin kararsız olduğu, % 12,3’ünün başarılı olacağına
inandığı ve % 7,8’inin başarılı olacağına kesinlikle inandığı görülmüştür.
Katılımcılardan % 25’i ise soruyu cevapsız bırakmıştır. Katılımcıların soruya
vermiş oldukları cevapların ortalaması ise 4,25 olarak gerçekleşmiştir.
79
Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi:
Düzce Örneği
Sonuç ve Öneriler
Kişileri girişimciliğe doğru yönlendiren ve yatırım yapma kararlarını
etkileyen birçok unsur vardır. Girişimcilik, kişinin sahip olduğu karakteristik
özelliklerinden tutunda toplumun kültürel yapısı, eğitim sistemi, dini inancı,
ülkenin ekonomik yapısı gibi birçok unsurdan etkilenir. Bu ve benzeri
faktörler bireyleri yatırım yapma yönünde güdülerken diğer yandan da
yatırım kararından geri çevirebilir. Girişimciler kendileri için en uygun
yatırım koşulunu arama ve bu koşulu etkin bir şekilde yönetmek isterler.
Girişimcinin risk alma ve belirsizliklere tolerans gösterme özelliğide burada
devreye girer. Karşısına çıkan fırsatları gören ve herşeyin belirgin olmasını
beklemeden bilinmezleri ektin bir şekilde yöneten kişi yatırım kararınıda
hızlı bir şekilde verebilecektir. Bu noktadan hareketle girişimci olmaya karar
vermiş kişilerin yatırım kararlarını verirken hangi sektörü ne tür özelliklerine
göre tercih ettikleri bu araştırmanın temel çıkış noktasını oluşturmuştur.
Girişimcilik konusunu inceleyen literatür incelendiğinde,
girişimcilerin karşılaştıkları sorunları genel olarak incelyen çalışmalar,
girişimci uygulamaların gelişmesinde kültürün etkisi, girişimcilerin ülke
kalkınmasındaki önemi, girişimcilikte yenilik yapmanın önemi,
giirşimcilerin fon kaynakları, girişimcilerin pazar tercihleri gibi konuların
sıklıkla işlendiği görülmektedir. Bu çalışmada ise girişimciliğin başlangıcı
olan ve karar noktasında müteşebbisin üzerinde ayrıntılı olarak durduğu
konu olan hangi sektöre yönelme sorusu incelenmiştir. Bu kapsamda
girişimci niyeti oluşmuş bir kişinin bu niyetini hayata geçireceği en uygun
sektörü belirlemesi konusu ayrıntılı olarak incelenmiştir.
Her sektörün kendine has özellikkeri vardır. Sektörün karlılığı,
sektörün gerektirdiği sermaye miktarı, sektörün uzun vadede geleceği,
sektörün yapısı gibi unsurlar girişimciler tarafından yatırım kararı vermeden
önce inceleme altına alınırlar. Bu aşamada gerek tanıdık tansiyeleri gerek o
sektördeki yatırımcılar ve gerekse o sektördeki iş deneyimleri kişilerin
yatırım yapma kararını şekillendirmede etkili olmaktadır. Bu çalışmada,
sektör tercihine etki eden unsurlar, sektör hakkındaki öngörü, sektördeki
deneyim, tanıdık tavsiyeleri ve sermaye miktarı olmak üzere dört başlık
altında incelenmiştir. Araştırmaya katılanlardan elde edilen verilere göre,
girişimcilerin yarıtım yapacakları sektörü belirlemelerinde birinci derecede
ektili olan unsur sektörel öngörü olarak belirlenmiştir. Yatırım yapılması
düşünülen sektörün karlılığı, gelecek vaadetmesi, o sektörde yatırıma
duyulan ihtiyaç gibi unsurlarla şekillenen bu faktör yatırımcının
önceliklediği bir etkendir. Bir diğer belirleyici unsur ise, yatırım yapılması
düşünülen sektöre ait bilgi düzeyidir. Bu fakör o sektörde daha önce çalışma
ve deneyim sahibi olma ya da o sektöre yönelik eğitim alma ile ilgilidir. Bu
faktör ise yatırım yapılacak sektörün belirlenmesinde ikinci sırada belirleyici
olmaktadır.
80
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84
Girişimcilerin yatırım yapma noktasında tavsiye aldıkları veya
izledikleri rol modelleri vardır. Tanıdık tavsiyeleri veya tanıdıkların yatırım
yapılaması düşünülen sektördeki varlıkları da belirleyici olamaktadır; ancak
girişimciler özgün düşünen ve bağımsız hareket etmeye meyilli kişilerdir.
Tüm tavsiyeleri dinlemelerine rağmen son sözü kendileri söylemek isterler.
Ayrıca sektörün veya iş fikrinin gerektirdiği sermaye miktarıda yatırım
yapmada önemlidir. Ancak girişimci tanımında birçok kaynakta belirtildiği
gibi girişimci risk alan ve fırsatlardan en etkin şekilde yararlanan kişidir. Bu
özellikleri ile yatıırmı için gerekli olan sermayeye ulaşmak için en uygun
yolu bulacaktır. Girişimcilerin yukarıda sayılan bağımsızlık istekleri ve risk
alma özelliklerinin bir yansıması olarak sermaye miktarı ve arkadaş
tavsiyeleri boyutu yatırım kararını etkileyen bir unsur olmakla birlikte
diğerlerine oranla oldukça düşük bir belirleyici olarak bu araştırma
sonucunda ortaya çıkan bir bulgudur.
Özellikle ülkemiz açısından değerlendirildiğinde girişimci sayısının
cinsiyete göre fark ettiği ve son yıllarda artamasına rağmen girişimci kadın
sayısının erkeklere oranla çok düşük seviyede kaldığı bilinen bir gerçektir.
Bu araştırmaya katılanların çoğunluğunun erkeklerden oluşmasıda bu
kapsamda değerlendirilebilecek bir sonuçtur. Araştırmaya katılanların
çoğunluğu orta yaş grubu diyeceğimiz 30-45 yaş aralığındadır. Bu sonuç,
girişimsel faaliyete başlama yaşının ağırlıklı olduğu yaş olarak literatürde
yer alan diğer çalışmaların bulguları ile uyumludur. Araştırmaya katılanların
yaklaşık yarısı tercih ettikleri sektör ile ilgili deneyime sahipken diğer yarısı
böyle bir deneyime sahip değildir. Girişimcilerin bağımsızlık arayışları, risk
alma eğilimleri ve farklı olma çabaları kişileri farklı ve yeni sektörlere
yönlendirmektedir. Araştırma sonucunda ortaya çıkan bir diğer bulguda,
girişimcilerin şuan faaliyette bulunduları sektördeki yatırımların başarısı
hakkındaki kararsızlık durumlardır. Yatırımdan beklenen kazanımları elde
etmiş olmalarına ve yeniden bu sektörde yatırım yapmayı tercih edecek
olmalarına rağmen yatırımın başarısının devam edeceği ile ilgili bir
kararsızlık söz konusudur. Bu durum ülkenin ekonomik ve siyasi yönden
istikrarı ile ilgili belirsizliklerin varlığından kaynaklanıyor olabilir. Ülkenin
yatırım teşvikleri ile ilgili politikalarının değişmesi, ekonomik
dalgalanmalar, sınır ülkelerde yaşanan karışıklıklar ve bunların ülke
ekonomisine yansıması, küreselleşmenin etkisi gibi birçok çevresel unsur bu
karamsarlığın veya ileriyi görememekten kaynaklanan karasızlığın nedeni
olarak gösterilebilir.
Bu araştırmanın sonuçları, Düzce ilinde 2009-2014 yılları arasında
yatırım yapmış girişimcilerden elde edilmiştir.Benzer konularda farklı il
veya bölgeler arası karşılaştırmalara olanak verecek çalışmalar yapılabilir.
Ayrıca hizmet ya da imalat sektörü olarak farklı gereksinimleri olabilecek
sektörleri kapsayan ve bu sektörlerdeki yatırım kararını etkileyecek
81
Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi:
Düzce Örneği
faktörlerin belirlenmesi ile ilgili çalışmalar ve sektör bazlı farklılık olup
olmadığının belirlenmesine yönelik çalışmalar yapılabilir. Bu araştırma
sonucunda ortaya çıkan ve girişimcilerin sektör tercihlerinde en belirleyici
unsur olan sektörel öngörü boyutu üzerinde özellikle kamu
idarecilerininönemle durmaları gerekmektedir. Çünkü sektörlerin yatırımcı
için cazip hale getirilmesi noktasında, bu sektörün başarı getirecek ve bu
başarısını uzun vadede sürdürecek bir sektör olduğu imajının çizilmesi ve
sektöre yatırım ihtiyacının olduğunun duyurulması konusunda yatırımcıyı
çekebilmek noktasındadevlet idarecilerinede önemli görevler düşmektedir.
Kaynakça
Alvarez, C. Urbano, D. Coduras, A. ve Ruiz-Navarro, J. 2011.
Environmental Conditions and Entrepreneurial Activity: A Regional
Comparison in Spain, Journal of Small Business and Enterprise
Development, 18(1), pp. 120-140.
Aytaç, Ö. ve İlhan, S. 2007. Girişimcilik ve Girişimci Kültür: Sosyolojik Bir
Perspektif, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Sayı:18 ss. 101-120.
Balaban, Ö. ve Özdemir, Y. 2008. Girişimcilik Eğitiminin Girişimcilik
Eğilimi Üzerindeki Etkisi: Sakarya Üniversitesi İİBF Örneği,
Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, 3(2), ss. 133-147.
Bayraktaroğlu, S. ve Özdemir, Y. 2010. Yerel Girişimcilik Dinamikleri:
Adapazarı’nda Mobilyacılık Sektörünün Sözlü Tarih Yöntemiyle
Anlaşılması, Yönetim Bilimleri Dergisi, 8(2), ss. 51-78.
Bektaş, Ç. ve Köseoğlu, M. A. 2008. Aile İşletmecilik Kültürünün
Girişimcilik Eğilimine Etkileri Ve Bir Alan Araştırması, Karamanoğlu
Mehmetbey Üniversitesi Karaman İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, 7(13), ss. 297-317.
Berglund, H., Hellström, T. ve Sjölander, S. 2007. Entrepreneurial Learning
and the Role of Venture Capitalists, Venture Capital, 9(3), pp. 165181.
Bitzenis, A. ve Nito, E. 2005. Obstacles to Entrepreneurship in A Transition
Business Environment: The Case of Albania, Journal of Small
Business and Enterprise Development, 12(4), pp. 564-578.
Bosma, N. Hessels, J. Schutjens, V. Praag, V. M. ve Verheul, I. 2012.
Entrepreneurship and Role Models, Journal Of Economic Psychology,
33(2), pp. 410-424.
Bozkurt, Ö. 2007. Girişimcilik Eğiliminde Kişilik Özelliklerinin Önemi,
Girişimcilik Ve Kalkınma Dergisi, 1(2), ss. 93-111.
82
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84
Bozkurt, V. ve Baştürk, Ş. 2010. KOBİ Girişimcilerinde Risk Ve Belirsizlik
Algıları. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 64 (2), ss. 43-74.
Çakıcı, A. ve Özer, B. Ş. 2007. Mersin’de Faaliyet Gösteren Küçük Ve Orta
Ölçekli İsletmelerin Kurumsallaşma Göstergeleri Açısından
İncelenmesi. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
10 (18), ss. 87-110.
Döm, S. 2008. Girişimcilik ve Küçük İşletme Yöneticiliği, 2. Baskı, Ankara:
Detay Yayıncılık.
Durak, İ. 2011. Girişimciliği Etkileyen Çevresel Faktörlerle İlgili
Girişimcilerin Tutumları: Bir Alan Araştırması, Yönetim Bilimleri
Dergisi, 9(2), ss. 195-213.
Florida, R. ve Kenney, M. 1988. Venture Capital and High Technology
Entrepreneurship, Journal of Business Venturing, 3, pp. 301-319.
Güney, S. ve Mutlu, S. 2008. Bilgi Teknolojilerinin Girişimciliğe Etkileri.
Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, 3, ss. 83-100.
Güney, S. ve Nurmakhamatuly, A. 2007. Kültürün Girişimciliğe Etkisi:
Kazakistan ve Türkiye Üniversite Öğrencilerinin Girişimcilik
Özelliklerinin
Belirlenmesine
Yönelik
Kültürlerarası
Araştırma,Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
10(18), ss. 62-86.
Han, E. ve Kaya, A. 2002. Kalkınma Ekonomisi Teori Ve Politika.
Eskişehir:Nobel Yayın Dağıtım.
Huber, L. R., Sloof, R. ve Praag, M. V. 2012. The Effect of Early
Entrepreneurship Education: Evidence from a Randomized Field
Experiment, Discussion Paper, http://ftp.iza.org/dp6512.pdf. Son
erişim tarihi: 20.11.2015.
İslam, A., Khan, A. M., Obaidullah, A. Z. M. ve Alam, M. S. 2011. Effect of
Entrepreneur And Firm Characteristics On The Business Success Of
Small And Medium Enterprises (SMEs) in Bangladesh, International
Journal of Business and Management, 6(3), ss. 289-299.
Kayalar, M. ve Ömürbek, N. 2007. Girişimci Adaylarının Risk Almaya
Yatkınlık Özelliğinin Cinsiyet Bağlamında İncelenmesi, İktisadi ve
İdari Bilimler Dergisi, 21(1), ss. 185-200.
Lamping, P. ve Kuehl, R. C. 2003. Entrepreneurship, 3th Edition, Londra:
Printice Hall International.
Levy, R. B. ve Rosen, H. 2014. Advice to a Young Entrepreneur: The Way
Ahead Interviews Established Entrepreneurs, Technical Leaders,
10(1), pp. 19-21.
83
Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi:
Düzce Örneği
Mieszkowski, K. ve Kardas, M. 2015. Facilitating an Entrepreneurial
Discovery Process for Smart Specialisation: The Case of Poland,
Journal of the Knowledge Economy, 6, pp. 357-384.
Mietzner, D. ve Reger, G. 2005. Advantages and Disadvantages of Scenario
Approaches for Strategic Foresight, International Journal of
Technology Intelligence and Planning, 1(2), pp. 220-238.
Okay, Ş. ve Karahan, M. 2010. Küçük Ölçekli İşletmelerin Girişimcilik
Özelliklerinin Belirlenmesi Üzerine Bir Alan Araştırması: Denizli İli
Örneği, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi (TSA), 14(1), ss. 291304.
Onay, M. ve Çavuşoğlu, S. 2010. İşletmelerde Girişimcilik Özelliğini
Etkileyen Faktörler: İç Girişimcilik, Yönetim ve Ekonomi, 17(1), ss.
47-67.
Özden, K., Temurlenk, S. M. ve Başar, S. 2008. Girişimcilik Eğilimi:
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi ve Atatürk Üniversitesi
Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma, 2. Uluslararası Girişimcilik
Kongresi, Bişkek.
Sönmez, A. ve Tokgöz, A. 2014. Türkiye’de Girişimcilik ve Türk Girişimci
Profili Üzerine Bir Analiz. Yönetim ve Ekonomi, 21 (2), ss. 43-58.
Stumpf A. S. ve Tymon Jr G. W. 2001. Consultant or Entrepreneur?
Demystifying The “War For Talent”, Career Development
International, 6(1), pp. 48-55.
Suzuki, I. K. Kim, H. S. ve Bae, T. Z. 2002. Entrepreneurship in Japan and
Silicon Valley: A Comparative Study, Technovation, 22, pp. 595-606.
Ucgun, N. 2008. Türkiye’de Girişimciler Yatırım Kararı Verirken Hangi
Metodları Kullanıyorlar?, 2nd Internatıonal Congress On
Entrepreneurshıp, Kyrgyz-Turkish Manas University Faculty Of
Economics And Administrative Sciences Management Department,
Biskek
Wendte, R. 2013. How to Start a Business: Tips from Successful
Entrepreneurs, http://www.sidewalkpro.com/SWP/wp-content/uploads
/2014/06/How-to-Start-a-Business-Tips-From-SuccessfulEntrepreneurs.pdf. Son erişim tarihi: 20.11.2015.
Zimmerer, W.T. ve Scaborough, M. N. 1996. Entrepreneurship And The
New Venture Formation, New Jersey: Printice Hall International.
84
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası
Rekabetçilik Analizi
DOI NO:10.5578/JSS.10534
Fatma ÖZÇELİK HEPER1
Mehmet SARIŞIK2
Geliş Tarihi:23.03.2015
Kabul Tarihi:04.12.2015
Özet
İstanbul tarihi ve doğal güzellikleri, stratejik konumu, kongre pazarına
yakınlığı gibi avantajlarına rağmen gerek kongre turisti sayısı gerekse elde edilen
gelir açısından hak ettiği yere gelememiştir. Araştırma kapsamında bunun
nedenlerini anlamak için en yakın rakipleri olan Berlin, Paris, Barselona, Viyana
ve Singapur ile rekabeti ölçtüğü düşünülen 36 faktörle karşılaştırılarak üstün ve
zayıf yönleri belirlenmiştir. Araştırma sonucunda İstanbul’un karşılaştırmalı
rekabet gücünün rakiplerinden üstün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. İstanbul tarihi
ve kültürel zenginlik, alışveriş imkânı, konukseverlik, ürün çeşitliliği, doğal çevrenin
güzelliği ve genel anlamda çekicilik gibi faktörlerde güçlü bulunurken; doğal
afetlerin zararsızlığı, savaş ve terör olayları, deniz ve kumsalları, ulaşımın etkinliği,
güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi, politik yapı, işletmelerin pazarlama-rekabet
stratejileri ve altyapı gibi faktörlerde ise zayıf bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kongre Turizmi, İstanbul, Turizmde Rekabet,
Destinasyon Rekabeti
In Terms of Congress Tourism Istanbul Province
International Competitiveness Analysis
Abstract
Istanbul could not come into its own in the context of both the income and
the tourist numbers despite It has some advantages such as historical places and
natural beauties, strategic location and adjacency to the convention market. To
understand the reasons why the scope of research, superiority and weakness of
İstanbul were determined by comparing with the closest competitors Berlin, Paris,
Barcelona, Vienna and Singapore on 36 factors is contemplated by that measuring
1
Dr., Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]
2
Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü, [email protected]
85
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
the degree of competition. The research was concluded that comparative
competitiveness of Istanbul is not superior than ıts competitors. In addition,
historical and cultural richness, shopping facilities, hospitality, variety of products,
beauty of the natural environment and general attractivenes have been found strong
but harmlessness of natural disasters, war and terrorism, sea and beaches, the
efficiency of transportation, powerful state and barrier-free bureaucracy, political
structure, the marketing-competition strategies and infrastructure factors have been
found weak.
Keywords: Congress Tourism, Istanbul, Tourism Competition, Destination
Competitiveness
Giriş
Dünya turizm pazarında artan rekabet birçok destinasyon için önemli
bir sorun haline gelmiştir. Destinasyon rekabeti turizmin ‘kutsal kâsesi’
olarak iddia edilmiş olmasına rağmen (Ritchie ve Crouch,2000)
araştırmacıların ilgisini 1990’lı yıllardan sonra çekmiştir. Turizm
destinasyonları farklı aktörleri olan ve birlikte turizm ürünü yaratan
akrabalar gibidirler (Camprubi, Guia ve Comas,2008:48).
Turizm destinasyonunda rekabet, boş zaman ve harcanabilir gelir
düzeyindeki yükselmeyle birlikte uluslararası pazarda ayakta kalmaları için
hayati bir öneme sahiptir (Echtner ve Ritchie,2003:37). 1950’li yıllarda
yaklaşık 15 turizm destinasyonu dünyadaki toplam turistin hepsini
çekmekteydi. Bu durumdan 60 yıl sonra ise bu 15 destinasyonun toplam
destinasyonlar içerisindeki payı % 98’den % 57’ye düşmüştür.
Küreselleşme ile birlikte büyüyen ekonomi ve uluslararası ticaret,
kongre ve toplantı sektörünün de gelişmesini etkilemiştir. Gün geçtikçe
kongre sektörünün bölge ve ulus ekonomisine katkısı artmakta olup bunun
farkına varan destinasyonlar bir yarış içerisine girmişlerdir. ICCA verilerine
göre İstanbul 2010 yılından bu yana genel dünya sıralamasında ilk 10’daki
yerini korurken 500 ve üstü delege katılımlı kongreler sıralamasında dünya
birinciliğini 2011 yılından beri sürdürmektedir.
ICCA (Uluslararası Kongre ve Konvansiyonlar Derneği) tarafından
yayınlanan 2010 yılı uluslararası kongre istatistiklerinde 109 kongre ile
Dünya sıralamasında 7. sırada yer alırken, 2011 yılı istatistiklerinde 113
kongre sayısına ulaşan İstanbul Dünya 9.’su olmuştur. 2012 yılında da 9.
sıradaki yerini korumakla birlikte 15 kongre artışı ile seneyi 128 kongre ile
kapatmıştır. 2013 yılında ise 146 kongre ile Dünyada 8. Avrupa’da ise 7.
sırada yer almıştır.
İstanbul’un bu bağlamda son on yıl içinde geldiği nokta çok önemli
olup Berlin, Paris, Viyana, Barselona ve Singapur gibi şehirlerle rekabet
edebilir duruma gelmiştir. Kongre turizminin şehirlere sağladığı fayda
yadsınamaz. Dolayısıyla İstanbul’un kongre turizminde daha iyi bir noktaya
86
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
gelebilmesi için kongre amaçlı İstanbul’a gelen yerli ve yabancı turistlerle,
İstanbul’da ki turizm işletmelerinin rekabet algılarının bilinmesi önemlidir.
Bu şekilde başta turizm işletmeleri olmak üzere, kongre turizmi alanında
çalışan turizm işletmecileri ve kamu kuruşları da İstanbul’un eksiklerini daha
somut verilerle görebileceklerdir.
Araştırma kapsamında İstanbul, 300 ve üstü delege katılımlı
kongreler sıralamasında ilk beş sırada yer alan şehirler olan Paris, Singapur,
Barselona, Viyana ve Berlin ile karşılaştırılmıştır. Çalışmanın amacı kongre
delegeleri ile yerli turizm işletmelerinin bakış açısından İstanbul’un kongre
turizmi alanında artı ve eksi yönlerini görerek İstanbul’u daha iyi bir konuma
taşıyabilmektir. Ayrıca İstanbul, rakip destinasyonlarla karşılaştırılarak bu
alanda güçlü ve zayıf yönleri de belirlenebilecektir.
Literatür Taraması
Rekabet genellikle girişimcilerin tasarım, üretim, pazar mal ve
hizmetleri, bunların fiyatları ve fiyat dışı niteliklerinin rakiplerinden daha
çekici olması olarak tanımlanabilir (Kayar ve Kozak, 2007:205). Endüstriyel
bakış açısına göre rekabet uzun vadeli kârlılık için doğru bir çabadır
(Buhalis, 2000:97). D’Hauteserre’ın (2000:23) tanımına göre rekabet
destinasyonun pazar pozisyonunu geliştirme yeteneğidir.
Literatürde rekabeti sürdürülebilirlik ve sosyal açıdan düşünenler de
vardır. Örneğin Hassan destinasyon rekabetini yüksek katma değerli ürünler
üreterek ve toplumla bütünleşerek rakiplere karşı nispeten pazar payını
korumak şeklinde tanımlamıştır (Hassan,2000:239).
Araştırmacılar destinasyon rekabeti için farklı farklı tanımlar
önermişlerdir Destinasyon rekabeti ziyaretçi sayıları, pazar payı, turist
harcamaları, istihdam gibi turizm endüstrisindeki objektif ölçüm
faktörlerinin yanı sıra kültürel ve tarihsel zenginlik, kaliteli turizm
deneyimleri gibi subjektif ölçümlerde içermektedir (Meng, 2006:34).
Destinasyon rekabeti turizmin kutsal kasesi olup destinasyonun pazar payını
koruması ve/veya geliştirmesi olarak tanımlanabilir (Crouch ve Ritchie,
2000:5; d’Hauteserre, 2000:23; Pansiri, 2014:219). Buhalis (2000) ve
Crouch - Ritchie (1999) destinasyon rekabetine destinasyon sakinlerinin
ekonomik refahları açısından yaklaşmışlardır. Rekabeti uluslararası düzeyde
düşünmüş olup Dünya Ekonomik Formu’nun verilerini kullanmışlardır.
Destinasyonların uluslararası rekabetin içine girmeleri bölge sakinlerinin
ekonomik refahlarının yanı sıra ülkenin yaşam standartlarını, ticaret, yatırım,
iş yapma vb. etkinliklerini de artırır (Dwyer ve Kim,2003:370).
Turizm ekonomisi literatüründe rekabet denildiğinde ilk akla gelen
kavram destinasyon rekabetidir. Destinasyon rekabeti ile ilgili farklı
kaynaklarda çeşitli tanımlamalar olmasına karşın destinasyon rekabetinin
87
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
tanımı en açık şekilde, “Bir destinasyonun piyasa payını ve gücünü
sürdürmesi, koruması ve zamanla onu geliştirmesi” olarak ifade edilebilir
(Bahar ve Kozak, 2008: 191).
Turizm destinasyonlarının dünya çapındaki başarısı onun rekabetiyle
ilgilidir (Enright ve Newton,2004). Küreselleşmeyle birlikte uluslararası
destinasyonlar arasındaki rekabet artmıştır çünkü küreselleşme sınırları ve
engelleri ortadan kaldırmıştır (Pansiri,2014:219). Bahar ve Kozak’a göre
turizm arzı, çevresel ve kültürel değerler değiştikçe yeni yeni destinasyonlar
pazarda var olacaklardır (Bahar ve Kozak, 2007:62).Destinasyon rekabeti
karmaşık ve göreceli bir kavram olup bir odanın sınırları gibi gerçek ve
algılanan sınırları vardır (Kotler, Bowenve Markens,1998). Her
destinasyonun farklı gelenek, tarihi, kültürel ve doğal kaynakları, farklı
hedefleri başarma hırsı vardır ve birçok yazar farklı modellerle destinasyon
rekabetini ölçmeye çalışmışlardır.
Makroekonomik açıdan bakıldığında turizmde destinasyon rekabeti
üç destek ayağından oluşur: doğal kaynaklar, iklim ve kültür
(Lumsdan,1997). Seyahat ve turizm endüstrisinde rekabet makroekonomik
değişkenlerden de etkilenmekte olup dikkate alınması ve ölçülmesi gereken
rekabet faktörleri; sosyo-kültürel rekabet, çevresel rekabet, politik yapı ve
teknoloji temelli rekabettir (Bălan ve Balaure,2009:980).
Turizm destinasyonları çalışmalarında fiyat rekabetine de çok sık
rastlanır. Dwyer, Forsyth ve Rao (2000) 19 ülkeyi karşılaştırarak turizmde
fiyat rekabetini ölçmüştür. Destinasyonda fiyat rekabetini ölçmek hem genel
fiyat rekabeti hem de fiyat dışı rekabeti anlamada oldukça önemlidir. Zhang
ve Jensen (2007) fiyat rekabetine doğal sermaye, iklim, coğrafya ve kültürü
de ekleyerek bir model geliştirmiştir. Kozak’ın (2007) yaptığı bir çalışmada
rekabeti etkileyen mikro ve makro faktörleri incelemiştir. Nazmi Kozak’ın
yaptığı Türkiye’nin rekabetçi pozisyonunu belirlemeye yönelik olan
araştırma daha önce yapılan ampirik çalışmaların bir özeti gibidir.
Kozak ve Rimmington (1999:273) destinasyon rekabetinde nitel ve
nicel faktörleri değerlendirmişlerdir. Nicel faktörleri turist sayısı, turizm
gelirleri gibi sınıflandırırken nitel faktörlerde turistlerin destinasyonda
sevdikleri ve sevmedikleri faktörlerle ilgilidir. Bu görüşe göre turistler
gidecekleri destinasyonu seçmek için nitel ve nicel faktörleri karşılaştırarak
bir seçim yaparlar. Kozak ve Rimmington (1999:273) Akdeniz
Destinasyonları arasında bir karşılaştırma yaparak yerel halkın arkadaşlığı,
paranın değeri, güvenlik ve emniyet, yerel ulaşım, doğal kaynakların ve
yiyeceklerin Türkiye’yi olumlu yönde etkileyen rekabet faktörleri olduğunu
belirlemişlerdir.
88
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
Tablo 1: Yazarların Çalışmalarında Kullandıkları Rekabet Faktörleri
Yazarlar
Destinasyon özelliklerini ve kaynaklarını sınıflandırmak için
kullanılan terimler
Ritchie & Crouch (2003)
Temel kaynak ve çekicilikler
Fizyografi, iklim, kültür, tarih,
aktivite, etkinlik, eğlence, üstyapı,
Pazar bağları
Destek faktörleri ve kaynakları
Altyapı, erişilebilirlik,
kolaylaştırıcı kaynaklar,ağırlama,
işletmeler, siyasi irade
Dwyer & Kim, (2003); Dwyer,
Mellor, Livaic, Edwards & Kim
(2004)
Bahşedilen ve düzenlenen
kaynaklar
Doğa, kültür, altyapı, etkinlikler,
eğlence, alışveriş
Destek faktörleri
Genel altyapı, hizmet kalitesi,
destinasyona ulaşabilirlik
Ölçülebilen sübjektif
değişkenler
Kültür, tarih, turizm
deneyimlerinin kalitesi
Ölçülebilen objektif değişkenler
Ziyaretçi sayıları, pazar payı,
turistik harcamaları, istihdam
Laws (1995); Kozak &
Rimmington, (1999)
Birincil özellikler
İklim, ekoloji, kültür, geleneksel
mimari
İkincil özellikler
Oteller, catering, turizm
taşımacılığı,
eğlence
Kozak & Rimmington (1999)
Niteliksel boyutlar
Ağırlama, paranın değeri,
hava, emniyet ve güvenlik, yerel
ulaşım, doğal çevre
Niceliksel boyutlar
Turist varışları ve gelirleri
Wilde & Cox, (2008)
Kaynak: Chambers Leiseth (2010). Destination Compettitiveness An Analysis of the
Characteristics to Differentiate All-Inclusive Hotels & Island Destinations in the Caribbean.
s.19.
Araştırmanın Yöntemi
Bu çalışma nicel bir araştırmadır. Verileri elde etmek için
oluşturulan anket formu, yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak
dağıtılmıştır. Bu şekilde daha geniş incelenerek, anket formunda yer alan
konulardan çok daha fazlasına ulaşılması amaçlanmıştır. Çalışma da veri
elde edebilmek amacıyla iki anket oluşturulmuştur. Yerli kongre
delegelerine yönelik Türkçe, yabancı kongre delegelerine yönelik ise
İngilizce müşteri anketi; yerli işletmeler içinse Türkçe işletmeci anketi
hazırlanmıştır. Anket formu hazırlanırken Kozak ve Rimmington (1999),
Bahar ve Kozak (2005), Kayar ve Kozak(2007), Kozak, Baloğlu ve Bahar’ın
89
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
(2010) eserlerinden yararlanılmıştır. Bu yazarların çalışmalarında
kullandıkları rekabet ölçüm kriterleri sentezlenerek İstanbul ve rakip kongre
şehirlerini karşılaştırmada kullanılan 36 farklı rekabet ölçüm kriteri
belirlenmiştir.
Araştırmaya katılanlara rekabeti etkilediği düşünülen 36 farklı faktör
ile İstanbul’u ve rakip kongre şehirlerini değerlendirmeleri istenmiştir.
Araştırmada 5’li likert ölçeği kullanılmış olup; 5;Kesinlikle katılıyorum, 4;
Katılıyorum, 3; Kararsızım, 2; Katılmıyorum, 1; Kesinlikle katılmıyorum
anlamına gelmektedir.
Araştırmaya İstanbul’a kongre amaçlı gelen yerli ve yabancı
delegeler ile İstanbul’da yer alan başta konaklama işletmesi olmak üzere,
seyahat acentesi ve tur operatörleri dahil edilmiştir. Araştırma’ya katılanlara
rekabeti etkilediği düşünülen 36 farklı faktör ile İstanbul ile kongre
turizminde ön plana çıkmış beş şehirden birini seçerek (Berlin, Paris,
Viyana, Barselona, Singapur) değerlendirmeleri istenmiştir. Daha sonra elde
edilen veriler toplanıp ayıklanarak SPSS 16.0’ya girilmiş frekans dağılımları
ve çapraz tabloları oluşturulup, T testine tâbi tutulmuştur.
Araştırmanın Kapsamı ve Sınırlılıkları
ICCA’nın yayınlamış olduğu istatistiklere göre dünya kongre
şehirleri arasında İstanbul: 2000’li yıllarda 40. sırada yer alırken, 2009
yılında 17. sırada, 2010 yılında ise 7. sıradadır. 2011 ve 2012 yılında 9.
sıraya, 2013 yılında ise 8. sıraya yerleşmiştir.2011 yılı itibari ile İstanbul
ICCA (Uluslararası Kongre ve Konvansiyonlar Derneği) istatistiklerine göre
500 ve üstü katılımlı kongreler sıralamasında dünya birincisi konumundadır.
Son üç yılda İstanbul, kongre turizmi kapasitesini üç katına çıkarmıştır.
Uluslararası kongre sektörünün en önemli şehirlerinden biri olan İstanbul
artan ivmeyi kaybetmeyerek 2011, 2012 ve 2013 yıllarında 500 ve üstü
delege katılımlı kongrelerde dünya birinciliğine ulaşmıştır. Bundan sonraki
hedef Avrupa’nın ilk 3 ve dünyanın ilk 5 kongre şehri sıralamasında yerini
almak ve her yıl dünya birinciliğine oynamaktır.
Zaman, maliyet ve bütçe olanakların yetersiz olması araştırmayı
sınırlandırmayı zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda araştırmanın ilk kısıtı
çalışmanın yalnızca kongre şehirlerimizden İstanbul’u ele almasıdır.
Araştırmanın ikinci kısıtı ise İstanbul’un 2013 yılı 300 ve üstü delege
sayısında ilk beş sırada yer alan şehirler ile karşılaştırılmasıdır. Bu şehirler;
Paris, Singapur, Barselona, Viyana ve Berlin’dir. Araştırma kapsamı
içerisine yalnızca İstanbul’a kongre amaçlı gelen yerli ve yabancı delegeler
ile İstanbul’da faaliyet gösteren turizm işletmelerinin alınması bir diğer
sınırlamadır.
90
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
Tablo 1: 300 ve Üstü Katılımcı Sayılı Kongreler Açısından Şehir Sıralaması
Sıralama
Şehir
Kongre Sayısı
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
İstanbul
Paris
Singapur
Barselona
Viyana
Berlin
Londra
Seul
Prag
Madrid
80
73
70
65
65
64
63
60
39
38
Kaynak: ICCA 2014 Yılı Kongre Raporu
Bulgular ve Değerlendirme
Çalışma kapsamında öncelikle katılımcıların demografik özellikleri
araştırılmıştır. 410 kişiden oluşan araştırma grubunun 174’i yerli işletmeci
ve çalışanlar, 236’sı İstanbul’a kongre amaçlı gelen yerli ve yabancı
delegelerden oluşmaktadır. Katılımcıların 217’si erkek, 193’ü ise
kadınlardan oluşmaktadır. Katılımcıların uluslarına göre dağılımlarına
bakıldığını ağırlığın 179 kişi ile Türklerden oluştuğu görülmektedir. İkinci
sırada 33 kişi ile Almanlar, üçüncü sırada 22’şer kişi ile İtalyan ve
Uzakdoğulular, dördüncü sırada 20’şer kişi ile Rus ve Ukraynalılar, beşinci
sırada ise 19 kişi ile İngilizler gelmektedir. Eğitim düzeylerine bakıldığında
katılımcıların büyük çoğunluğunun 196 kişi ile üniversite mezunları ve 173
kişi ile lisansüstü eğitim seviyesindekilerden oluşturduğu görülmektedir.
Katılımcıların büyük çoğunluğu 3001-5000$ gelir seviyesindekilerden
oluşturmaktadır. İkinci çoğunluğu 5001-7000$ gelir seviyesindekiler üçüncü
çoğunluğu ise 7001$ ve üzerinde gelirleri olanlar oluşturmaktadır.
Katılımcıların demografik özelliklerine ilişkin veriler analiz
edildikten sonra İstanbul ile rakip şehirlerin rekabet faktörlerinde aldıkları
ortalama ve standart sapmalar sonrasında İstanbul rakip şehirlerle rekabeti
ölçtüğü düşünülen faktörler açısından tek tek karşılaştırılarak T testi ile
analiz edilmiştir.
91
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi
Tablo 3: İstanbul ve Rakip Şehirlerin Rekabet Güçlerinin Oranlaması
Değişkenler
Genel anlamda hizmet kalitesi
Ürün çeşitliliği
Konukseverlik
Doğal çevrenin güzelliği
Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması
Genel olarak fiyatların uygunluğu
Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi
Yiyecek ve içecek kalitesi
Konaklama tesislerinin yeterliliği
Kongre merkezlerinin yeterliliği
Turizm altyapısının yeterliliği
Genel altyapının yeterliliği
Gece yaşantısı ve eğlence olanakları
Sportif faaliyetler
İnsan kaynaklarının yeterliliği
Alışveriş imkânı
Sağlık hizmetlerinin kalitesi
Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi
Deniz ve kumsalların kalitesi
Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite
Telekomünikasyon ağının kalitesi
Bankacılık hizmetinin kalitesi
Havaalanlarının yeterliliği
Kültürel zenginliğin çekiciliği
Tarihi zenginliğin çekiciliği
Erişilebilirlik
Genel anlamda çekiciliği
Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği
Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir
Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir
Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir
Genel olarak ekonomik durum iyidir
Politik yapı istikrarlıdır
Doğal afetler zararsızdır
Savaş ve terör olayları yoktur
Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir
92
Viyana
ort
s.s
4,17
,699
4,02
,900
3,59
,985
4,25
,756
4,02
,861
3,31
1,103
3,86
,973
3,86
,860
3,96
,852
3,91
1,032
3,92
,988
4,25
,993
4,09
,745
3,86
1,017
3,77
1,099
3,70
,886
3,74
,965
3,74
,992
3,76
1,159
4,05
1,209
4,09
,864
3,93
,821
3,79
,977
4,16
,702
4,20
,805
4,07
,868
4,12
,803
4,11
,994
3,93
,968
3,52
1,165
3,58
1,108
3,90
1,140
4,04
,963
3,54
,990
4,10
1,012
4,21
,818
Paris
ort
4,06
4,15
3,63
4,05
3,50
2,93
3,74
3,95
4,02
4,03
4,28
4,21
4,25
4,15
3,97
4,38
3,91
3,99
3,91
4,21
4,09
3,99
4,18
4,25
4,33
3,80
4,13
4,13
4,01
3,95
3,99
3,90
3,84
3,65
3,63
3,75
s.s
,908
,830
1,107
,881
1,053
1,190
1,103
1,117
,896
,912
,892
,863
,876
,850
,917
,888
,933
,895
1,013
,879
,955
,808
,814
,829
,804
,920
,943
,959
,876
,939
1,022
,950
,983
1,083
1,187
1,063
Barselona
ort
s.s
4,19
,726
4,00
,806
4,02
,758
4,23
,810
3,79
1,045
3,67
1,118
4,25
,830
4,25
,759
4,31
,765
4,35
,757
4,29
,715
4,31
,704
4,50
,616
4,16
,883
3,99
,802
4,37
,865
4,13
,938
4,03
,897
4,19
,943
4,38
,717
4,26
,667
4,05
,864
4,00
,920
4,31
,996
4,25
,981
4,06
,972
4,33
,758
4,17
,719
4,14
,790
4,11
,826
4,07
,775
3,72
1,164
4,03
,843
3,90
1,046
4,03
1,069
3,93
,905
Berlin
ort
s.s
4,33
,750
4,28
,680
3,60
,970
4,06
,929
3,89
1,079
3,60
1,047
4,05
,889
3,93
,902
4,21
1,013
4,25
,945
4,33
,917
4,31
,917
4,14
,862
4,08
1,100
4,11
,683
4,05
,767
4,02
,866
3,96
,912
3,15
1,528
4,23
1,014
4,26
,949
4,25
,914
4,23
1,013
4,03
,881
3,98
,795
3,71
1,109
4,13
837
4,22
,802
4,14
,878
4,03
,841
3,99
,885
4,10
1,075
4,00
1,057
3,53
1,198
3,64
1182
3,71
1,224
Singapur
ort
s.s
4,20
,723
4,22
,698
4,05
,793
3,92
,764
3,69
1,004
3,69
1,195
3,98
1,074
3,77
1,074
4,02
,862
3,95
1,050
4,05
,959
4,08
,929
3,87
1,056
4,23
,931
4,28
,686
4,28
,759
3,97
,941
3,86
1,134
4,05
1,053
4,03
,897
3,95
,911
4,11
,758
4,21
,741
4,21
,704
3,95
,837
3,67
1,023
3,72
1,025
3,63
,970
3,53
,971
3,63
1,031
3,49
,951
3,67
1,177
3,44
1,054
3,44
1,050
3,71
,987
3,94
1,153
İstanbul
ort
s.s
3,98
,927
4,19
,783
4,21
,977
4,18
,954
3,72
,929
3,54
1,022
3,69
,979
4,00
,981
3,93
,839
3,81
,929
3,77
,883
3,27
1,164
4,05
,990
3,70
1,004
3,79
1,022
4,28
,921
3,29
1,125
3,32
1,045
2,77
1,387
2,95
1,329
3,71
,937
3,74
,912
3,80
,984
4,24
,853
4,29
,860
3,68
,966
4,12
,837
3,45
1,032
3,27
1,034
3,25
,982
3,23
,967
3,29
1,026
3,01
1,180
2,43
1,258
2,61
1,377
2,90
1,274
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
İlk faktör olan hizmet kalitesi kriterinde en iyi şehir 4,33 ortalama ile
Berlin, ardından Singapur (4,20) ve Barselona (4,19) gelmektedir. Hizmet
kalitesi en düşük şehir 3,98 ortalama ile İstanbul olmuştur. Ürün
çeşitliliğinde de yine hizmet kalitesinde olduğu gibi Berlin 4,28 ortalama ile
ilk sıradadır. İkinci sırada 4,22 ortalama ile Singapur, üçüncü sırada 4,19
ortalama ile İstanbul gelmektedir. Ürün çeşitliliği konusunda en zayıf şehir
4,00 ortalama ile Barselona’dır. Konukseverlik faktöründe en yüksek
ortalama 4,21 ile İstanbul’undur. İstanbul’dan sonra ikinci sırada 4,05
ortalama ile Singapur, üçüncü sırada ise 4,02 ortalama ile Barselona
gelmektedir. Konukseverlik faktöründe en düşük ortalama 3,59 ile
Viyana’da kalmıştır.
Konukseverlik kriterinin aksine doğal çevrenin güzelliği hususunda
Viyana 4,25 ortalama ile başı çekerken ardından 4,23 ortalama ile Barselona
ve 4,18 ile İstanbul izlemektedir. Singapur doğal çevrenin güzelliği
kriterinden en düşük ortalamayı almıştır ( 3,92).Müşterinin ödediği paranın
karşılığını alması faktöründe Viyana 4,02 ortalama ile ilk sırada yer alırken,
Berlin (3,89) ikinci, İstanbul üçüncü sırada yer almıştır (3,72 ). Bu faktörde
en düşük ortalama Paris’te olup (3,50), araştırmaya katılanların diğer
şehirlere nazaran Paris’te ödedikleri paranın karşılığını alamadıklarını
düşündükleri söylenebilir. Fiyatların uygunluğu konusunda en yüksek
ortalama Singapur’dadır ( 3,69). Singapur’u Barselona (3,67) ve Berlin
(3,60) takip etmiştir. İstanbul 3,54 ortalama ile fiyatları uygun olan dördüncü
şehirdir. Paris rakip şehirler içerisinde en pahalı şehir olmuştur (2.93).
Tesislerdeki hijyen ve temizlik faktöründe en yüksek değer
Barselona’dadır (4,25). Ardından Berlin (4,05) ve Singapur gelmektedir
(3,98). Temizlik ve hijyen konusunda en yetersiz şehir İstanbul bulunmuştur
(3,69). Yiyecek içecek kalitesi en çok beğenilen şehir Barselona’dır (4,25)
ikinci sırada İstanbul (4,00), üçüncü sırada Paris (3,95) gelmiştir. Yiyecek ve
içeceği beğenilmeyen şehir 3,77 ortalama ile Singapur olmuştur. Konaklama
tesislerinin yeterliliği konusunda en yüksek ortalama Barselona’dadır (4,31).
Sonrasında Berlin gelirken (4,21), üçüncü sırayı Paris ve Singapur aynı
ortalama ile paylaşmaktadır (4,02). En düşük ortalama 3,93 ile
İstanbul’dadır. Kongre merkezlerinin yeterliliği kriterindeki sıralama bir
önceki faktör olan konaklama tesislerinin yeterliliği kriterindeki ile
benzeşmektedir. Bu faktörde de Barselona 4,35 ortalama ile ilk sırada yer
alırken, Berlin ikinci (4,25), Paris üçüncü sıradadır (4,03). İstanbul 3,81 ile
rakip şehirler arasında kongre merkezi en yetersiz şehir bulunmuştur.
Turizm altyapısının yeterliliği ile ilgili soruda en yüksek ortalamayı
Berlin (4,33) almıştır. Barselona 4,29 ortalama ile ikinci, Paris 4,28 ortalama
ile üçüncü gelmiştir. İstanbul 3,77 ortalama ile rakip şehirler arasında turizm
altyapısı en zayıf şehir bulunmuştur. Genel altyapıya bakıldığında Barselona
ve Berlin’in aynı ortalama ile ilk sırada yer aldığı görülmektedir (4,31).
93
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
Viyana ikinci (4,25), Paris ise üçüncü sıradadır (4,21). İstanbul turizm
altyapısı faktöründe olduğu gibi genel altyapı faktöründe de en düşük
ortalama ile en alt seviyede kalmıştır (3,27).
Gece yaşantısı ve eğlence olanaklarına bakıldığında Barselona ilk
(4,50), Paris ikinci (4,25), Berlin’in 4,14 ile üçüncü sırada yer aldığı
görülmektedir. İstanbul 4,05 ortalama ile Singapur’dan daha iyi konumdadır.
Bu kriterde en alt seviyede 3,87 ortalama ile Singapur vardır. Sportif
faaliyetler faktöründe 4,23 ortalama ile Singapur en iyidir. Singapur’un
ardından Barselona (4,16) ve Paris (4,15) gelmektedir. İstanbul bu kriterde
de 3,70 ortalama ile en alt seviyede kalmıştır.
İnsan kaynaklarının yeterliliği faktöründe en yüksek ortalama
Singapur’dadır (4,28). Berlin 4,11 ile ikinci, Barselona 3,99 ile üçüncü
sıradadır. İstanbul 3,79 ortalama ile sadece Viyana’dan daha iyidir. Viyana
ise 3,77 ile en alt seviyede kalmıştır. Alışveriş imkânında Paris ilk sıradadır
(4,38). İkinci sırada Barselona (4,37), üçüncü sırayı Singapur ve İstanbul
4,28 ortalama ile paylaşmaktadırlar. En düşük seviyede ise 3,70 ortalama ile
Viyana kalmıştır. Sağlık hizmetlerinin kalitesi faktöründe Barselona en iyi
durumdadır (4,13). Ardından Berlin (4,02) ve Singapur gelmektedir (3,97).
İstanbul bu kriterde de en düşük ortalamayı almıştır (3,29).
Birçok kriterde olduğu gibi çocuklara sağlanan hizmetin kalitesinde
de Barselona 4,03 ortalama ile en üst sıradadır. Ardından ikinci sırada Paris
(3,99) ve Berlin (3,96) gelmektedir. İstanbul bu kriterde de 3,32 ile en düşük
ortalamaya sahiptir. Deniz ve kumsalların kalitesine bakıldığında 4,19
ortalama ile Barselona ilk sırada, 4.05 ortalama ile Singapur ikinci, 3,91
ortalama ile Paris üçüncü sıradadır. İstanbul bu faktörde de 2,77 ile en az
ortalamayı almıştır. Yerel ulaşım ağının kalitesi faktöründe Barselona 4,38
ortalama ile en üst seviyede iken 4,23 ortalama ile Berlin ikinci sıradadır.
İstanbul birçok kriterde olduğu gibi bu kriterde de en zayıf şehirdir (2,95).
Telekomünikasyon ağının kalitesinde en iyi olan şehir Berlin ile
Barselona’dır (4,26). 3,71 ile İstanbul en alt seviyededir. Bankacılık
sistemlerinin kalitesinde en iyi olan şehir 4,25 ile Berlin olmuştur. Yine bu
kriterde de en zayıf şehir 3,74 ortalama ile İstanbul olmuştur.
Havaalanları en iyi olan şehir Berlin olup bu faktörde İstanbul 3,80
ile en alt sırada yer alan Viyana’yı çok az bir farkla geçmiştir (3,79).
Kültürel zenginlik konusunda birinci sırada Barselona yer almıştır (4,31).
İstanbul bu faktörde üçüncü seviyede olup (4,24), Berlin 4,03 ortalama ile
kültürel seviyesi en düşük şehir bulunmuştur.
Tarihi zenginlik faktöründe Paris 4,33 ortalama ile ilk sırada,
İstanbul 4,29 ortalama ile ikinci sıradadır. Tarihi zenginliği en zayıf şehir
Singapur olarak bulunmuştur. Erişilebilirlik kriterinde Viyana 4,07 ortalama
ile 4,06 ortalaması olan Barselona’yı çok az bir farkla geçmiştir.
94
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
Erişilebilirlik konusuna 3,68 ortalama ile İstanbul sadece 3,67 ortalama ile
en düşük seviyede yer alan Singapur’u geçebilmiştir.
Genel olarak en çekici şehir 4,33 ile Barselona olup 4,12 ortalama ile
İstanbul en çekici üçüncü şehir seçilmiştir. Singapur çekiciliği en düşük şehir
seçilmiştir (3,72). Tanıtım ve reklam faaliyetlerinde en etkin şehir Berlin
(4,22 ), tanıtım ve pazarlama çalışmalarına en az önem veren şehir İstanbul
seçilmiştir (3,45).
Kongre turizm teşvik politikaların etkinliği faktöründe Barselona ve
Berlin aynı ortalamayla ilk sıradadırlar. İstanbul ise 3,27 ortalama ile en alt
sırada yer almaktadır. Rekabet stratejilerinin etkinliği konusunda yine
Barselona ve Berlin 4,11 ortalama ile birinci sıradayken, İstanbul bu
faktörde de en zayıf şehir seçilmiştir (3,25). Pazarlama stratejilerinde
Barselona yine en iyi şehir seçilirken, Paris ve Berlin aynı ortalamada
kamıştır (3,99). İstanbul önceki birçok faktörde olduğu gibi bu faktörde de
en alt kademede kalmıştır. Genel olarak ekonomik durumu en iyi şehir aynı
ortalamayı paylaşan Berlin ve Viyana olurken, İstanbul 3,29 ile ekonomik
durumu en kötü şehir seçilmiştir.
Viyana 4,04 ortalama ile politik yapısı en istikrarlı şehir olurken
İstanbul 3,01 ortalama ile politik yapısı en karışık şehir olarak bulunmuştur.
Doğal afetlerin en zararsız olduğu şehir Barselona olurken (3,90), İstanbul
bu faktörde de en düşük ortalamayı alarak en alt sırada yer almıştır (2,43).
Savaş ve terör olaylarının en fazla olduğu şehir İstanbul seçilirken (2,61), bu
konuda en sakin şehir Viyana seçilmiştir (4,10). Son olarak devlet güçlü
bürokrasi engelsizdir faktörü için en yüksek ortalamayı Viyana (4,21),
ardından da Singapur almıştır. Bu soruda en düşük ortalama İstanbul’undur
(2,90).
95
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
Tablo 4: İstanbul ile Viyana'nın Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması
İSTANBUL-VİYANA
Genel anlamda hizmet kalitesi
Ürün çeşitliliği
Konukseverlik
Doğal çevrenin güzelliği
Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması
Genel olarak fiyatların uygunluğu
Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi
Yiyecek ve içecek kalitesi
Konaklama tesislerinin yeterliliği
Kongre merkezlerinin yeterliliği
Turizm altyapısının yeterliliği
Genel altyapının yeterliliği
Gece yaşantısı ve eğlence olanakları
Sportif faaliyetler
İnsan kaynaklarının yeterliliği
Alışveriş imkânı
Sağlık hizmetlerinin kalitesi
Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi
Deniz ve kumsalların kalitesi
Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite
Telekomünikasyon ağının kalitesi
Bankacılık hizmetinin kalitesi
Havaalanlarının yeterliliği
Kültürel zenginliğin çekiciliği
Tarihi zenginliğin çekiciliği
Erişilebilirlik
Genel anlamda çekiciliği
Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği
Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir
Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir
Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir
Genel olarak ekonomik durum iyidir
Politik yapı istikrarlıdır
Doğal afetler zararsızdır
Savaş ve terör olayları yoktur
Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir
İstanbul
Sır.
12
5
7
8
21
23
17
9
11
20
16
24
6
18
19
1
30
27
33
32
10
15
13
3
2
14
4
22
28
25
26
29
31
36
35
34
Ort.
3,73
4,10
4,02
4,02
3,50
3,36
3,63
3,93
3,78
3,56
3,64
3,26
4,09
3,62
3,59
4,40
3,00
3,10
2,65
2,75
3,79
3,70
3,73
4,20
4,25
3,71
4,12
3,49
3,08
3,23
3,21
3,07
2,83
2,08
2,37
2,45
Viyana
Sır.
5
13
33
1
15
36
25
24
17
20
19
2
9
23
26
31
28
29
30
14
10
18
27
6
4
12
7
11
21
35
34
22
16
32
8
3
Ort.
4,17
4,02
3,59
4,25
4,00
3,33
3,84
3,84
3,95
3,89
3,90
4,24
4,09
3,85
3,80
3,70
3,75
3,75
3,71
4,02
4,09
3,93
3,77
4,16
4,20
4,07
4,11
4,09
3,88
3,36
3,51
3,86
3,98
3,62
4,10
4,22
T testi
t
-3,160
,684
2,449
-1,545
-3,204
,180
-1,272
,527
-1,197
-2,194
-1,693
-4,599
,000
-1,441
-1,086
4,550
-3,866
-3,724
-3,915
-6,331
-1,987
-1,518
-,198
,244
,339
-2,008
,134
-2,986
-4,542
-,548
-1,235
-4,151
-6,486
-7,205
-8,158
-9,615
Tablo 4’de İstanbul ile Viyana’nın rekabet güçlerinin karşılaştırması
görülmektedir. Karşılaştırma sonucunda birçok faktörde ortalama
farklılıkları görülmektedir. Bu farklılıklar şu şekilde özetlenebilir: Genel
altyapının yeterliliği faktöründe Viyana’nın 5 üzerinden 4,24 ortalama değer
ile İstanbul’dan (3,26) çok daha iyi olduğu düşünülmüştür. Ayrıca genel
altyapının yeterliliği faktörü Viyana’nın en iyi olduğu ikinci rekabet
faktörüdür. Alışveriş imkânı İstanbul’un Viyana karşısında iyi olduğu tek
96
Sig.
,003
,497
,017
,128
,002
,858
,209
,601
,237
,033
,096
,000
1,000
,155
,283
,000
,000
,000
,000
,000
,052
,135
,844
,808
,736
,049
,894
,004
,000
,587
,223
,000
,000
,000
,000
,000
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
faktördür (4,40>3,70). Sağlık hizmetlerinin kalitesi (3,75>3,00), çocuklara
sağlanan hizmetin kalitesi (3,75>3,10), deniz ve kumsalların kalitesi
(3,71>2,65 ), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,02>2,75)
faktörlerinde Viyana ile İstanbul arasında anlamlı bir fark olup Viyana daha
güçlü bulunmuştur.
Yine aynı şekilde kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği
(3,88>3,08), genel olarak ekonomik durum (3,86>3,07), politik yapının
istikrarlılığı (3,98>2,83 ), doğal afetlerin zararsızlığı (3,62>2,08), savaş ve
terör olaylarının yokluğu (4.10>2,37) ve devlet güçlü bürokrasi engelsizdir
(4,22>2,45) kriterlerinde Viyana ile İstanbul’un ortalama değerleri arasında
anlamlı bir fark olup Viyana İstanbul’a oranla rekabet gücü daha iyi
bulunmuştur.
Tablo 5’de İstanbul ile Barselona’nın rekabet güçlerinin
karşılaştırılmasına bakıldığında birçok faktörün ortalama değerleri arasında
anlamlı bir fark olduğu tüm bu faktörlerde Barselona’nın İstanbul’a göre
daha iyi olduğu görülmektedir. Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi
(4,25>3,75), turizm altyapısının yeterliliği (4,29>3,84), genel altyapının
yeterliliği (4,31>3,34), sağlık hizmetlerinin kalitesi (4,13>3,44), çocuklara
sağlanan hizmetin kalitesi (4,03>3,35), deniz ve kumsalların kalitesi
(4,18>2,80), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,38>2,92),
telekomünikasyon ağının kalitesi (4,26>3,73), tanıtım ve reklam
politikalarının etkinliği (4,17>3,22), kongre turizmi teşvik politikalarının
yeterliliği (4,13>3,15), turizm işletmelerinin rekabet stratejilerinin yeterliliği
(4,12>3,08), turizm işletmelerinin pazarlama stratejilerinin yeterliliği
(4,08>3,13), genel ekonomik durum (3,72>3,22), istikrarlı politik yapı
(4,00>3,25), doğal afetlerin zararsızlığı (3,91>2,49), savaş ve terör
olaylarının yokluğu (4,03 >2,70), güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi
(3,97>2,83) faktörlerinde Barselona İstanbul’dan daha yüksek ortalamalara
sahiptir. Diğer faktörlerde anlamlı bir fark bulunamamıştır.
97
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
Tablo 5: İstanbul ile Barselona'nın Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması
İSTANBUL-BARSELONA
Genel anlamda hizmet kalitesi
Ürün çeşitliliği
Konukseverlik
Doğal çevrenin güzelliği
Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması
Genel olarak fiyatların uygunluğu
Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi
Yiyecek ve içecek kalitesi
Konaklama tesislerinin yeterliliği
Kongre merkezlerinin yeterliliği
Turizm altyapısının yeterliliği
Genel altyapının yeterliliği
Gece yaşantısı ve eğlence olanakları
Sportif faaliyetler
İnsan kaynaklarının yeterliliği
Alışveriş imkânı
Sağlık hizmetlerinin kalitesi
Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi
Deniz ve kumsalların kalitesi
Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite
Telekomünikasyon ağının kalitesi
Bankacılık hizmetinin kalitesi
Havaalanlarının yeterliliği
Kültürel zenginliğin çekiciliği
Tarihi zenginliğin çekiciliği
Erişilebilirlik
Genel anlamda çekiciliği
Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği
Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir
Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir
Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir
Genel olarak ekonomik durum iyidir
Politik yapı istikrarlıdır
Doğal afetler zararsızdır
İstanbul
Sır.
Ort.
11
4,05
5
4,26
4
4,36
6
4,23
12
3,90
21
3,69
19
3,75
7
4,18
10
4,10
14
3,87
16
3,84
25
3,34
8
4,17
18
3,75
15
3,84
1
4,47
23
3,44
24
3,35
34
2,80
32
2,92
20
3,73
13
3,88
17
3,84
2
4,47
3
4,47
22
3,59
9
4,10
28
3,22
30
3,15
31
3,08
27
3,23
29
3,22
26
3,25
36
2,49
Barselona
Sır.
Ort.
15
4,19
28
4,00
27
4,02
14
4,23
34
3,79
36
3,66
11
4,25
12
4,25
6
4,31
4
4,33
9
4,29
8
4,31
1
4,50
17
4,17
31
3,99
3
4,37
20
4,13
26
4,03
16
4,18
2
4,38
10
4,26
24
4,05
29
4,00
7
4,31
13
4,25
23
4,06
5
4,33
18
4,17
19
4,13
21
4,12
22
4,08
35
3,72
30
4,00
33
3,91
T testi
t
Sig.
-1,293
,200
1,976
,052
2,353
,021
,000
1,000
,830
,409
,193
,847
-3,931
,000
-,645
,521
-2,075
,041
-3,612
,001
-4,061
,000
-6,288
,000
-2,703
,008
-2,760
,007
-1,351
,181
,861
,392
-4,285
,000
-4,159
,000
-7,101
,000
-8,238
,000
-3,965
,000
-1,206
,232
-,994
,323
1,238
,219
2,025
,046
-3,182
,002
-2,350
,021
-6,590
,000
-6,855
,000
-8,084
,000
-6,832
,000
-3,970
,000
-4,875
,000
-9,441
,000
Savaş ve terör olayları yoktur
Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir
35
33
25
32
-7,550
-8,039
2,70
2,83
4,03
3,97
Tablo 6’da İstanbul ile Singapur’un rekabet güçlerinin
karşılaştırılması görülmektedir. Genel altyapının yeterliliği faktöründe
İstanbul ile Singapur’un rekabet güçleri arasında anlamlı farklılık vardır.
Singapur 4,08 ortalama değer ile İstanbul’dan (3,41) daha iyi konumdadır.
Sportif faaliyetler (4,23>3,69), deniz ve kumsalların kalitesi (4,05>2,84),
yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,03> 3,00), bankacılık
hizmetlerinin kalitesi (4,11>3,83), doğal afetlerin zararsızlığı (3,47>2,70),
98
,000
,000
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
savaş ve terör olaylarının yokluğu (3,71>2,82), güçlü devlet engelsiz
bürokrasi (3,94>3,45) faktörlerinde Singapur İstanbul’a oranla daha yüksek
ortalama değerler almıştır.
İstanbul, Singapur ile karşılaştırıldığında en yüksek ortalamayı
konukseverlik faktöründe ( 4,36), en düşük ortalamayı ise doğal afetlerin
zararsızlığı kriterinde kalmıştır (2,70). Singapur ise İstanbul’la
karşılaştırıldığında en yüksek ortalamayı insan kaynaklarının yeterliliği
(4,26), en düşük ortalamayı ise politik yapının istikrarlılığı (3,44) faktöründe
almıştır.
Tablo 6: İstanbul ile Singapur'un Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması
İSTANBUL-SİNGAPUR
Genel anlamda hizmet kalitesi
Ürün çeşitliliği
Konukseverlik
Doğal çevrenin güzelliği
Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması
Genel olarak fiyatların uygunluğu
Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi
Yiyecek ve içecek kalitesi
Konaklama tesislerinin yeterliliği
Kongre merkezlerinin yeterliliği
Turizm altyapısının yeterliliği
Genel altyapının yeterliliği
Gece yaşantısı ve eğlence olanakları
Sportif faaliyetler
İnsan kaynaklarının yeterliliği
Alışveriş imkânı
Sağlık hizmetlerinin kalitesi
Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi
Deniz ve kumsalların kalitesi
Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite
Telekomünikasyon ağının kalitesi
Bankacılık hizmetinin kalitesi
Havaalanlarının yeterliliği
Kültürel zenginliğin çekiciliği
Tarihi zenginliğin çekiciliği
Erişilebilirlik
Genel anlamda çekiciliği
Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği
Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir
Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir
Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir
Genel olarak ekonomik durum iyidir
Politik yapı istikrarlıdır
Doğal afetler zararsızdır
Savaş ve terör olayları yoktur
Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir
İstanbul
Singapur
T testi
Sır.
Ort.
Sır.
Ort.
t
Sig..
3
2
1
6
15
21
16
17
19
12
11
29
4
20
13
7
26
23
33
32
35
14
10
9
5
18
8
25
22
24
28
30
31
36
34
27
4,28
4,30
4,36
4,15
3,82
3,68
3,80
3,80
3,78
3,85
3,95
3,41
4,18
3,69
3,84
4,11
3,51
3,62
2,84
3,00
3,59
3,83
3,95
3,95
4,18
3,80
4,00
3,58
3,67
3,59
3,41
3,37
3,08
2,70
2,82
3,45
7
4
10
21
29
28
15
24
14
16
11
9
22
3
1
2
20
23
12
13
17
8
5
6
18
30
26
31
34
32
33
25
36
35
27
19
4,20
4,22
4,05
3,92
3,69
3,71
3,98
3,78
4,02
3,95
4,05
4,08
3,87
4,23
4,26
4,24
3,94
3,86
4,05
4,03
3,95
4,11
4,21
4,21
3,95
3,68
3,72
3,63
3,53
3,59
3,59
3,77
3,44
3,47
3,71
3,94
,488
,443
1,670
1,711
,625
-,095
-,729
,094
-1,220
-,408
-,539
-3,143
1,393
-2,165
-1,751
-,519
-1,840
-1,000
-4,835
-4,115
-1,550
-2,253
-1,659
-1,152
1,389
,551
1,215
-,233
,580
,000
-1,000
-1,645
-1,487
-3,089
-3,651
-2,180
,628
,660
,103
,095
,536
,925
,470
,926
,230
,685
,593
,003
,172
,037
,088
,607
,075
,324
,000
,000
,130
,031
,106
,257
,173
,585
,232
,817
,566
1,000
,325
,109
,146
,004
,001
,037
99
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
Tablo 7: İstanbul ile Berlin'in Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması
İSTANBUL-BERLİN
Genel anlamda hizmet kalitesi
Ürün çeşitliliği
Konukseverlik
Doğal çevrenin güzelliği
Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması
Genel olarak fiyatların uygunluğu
Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi
Yiyecek ve içecek kalitesi
Konaklama tesislerinin yeterliliği
Kongre merkezlerinin yeterliliği
Turizm altyapısının yeterliliği
Genel altyapının yeterliliği
Gece yaşantısı ve eğlence olanakları
Sportif faaliyetler
İnsan kaynaklarının yeterliliği
Alışveriş imkânı
Sağlık hizmetlerinin kalitesi
Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi
Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite
Telekomünikasyon ağının kalitesi
Bankacılık hizmetinin kalitesi
Havaalanlarının yeterliliği
Kültürel zenginliğin çekiciliği
Tarihi zenginliğin çekiciliği
Erişilebilirlik
Genel anlamda çekiciliği
Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği
Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir
Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir
Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir
Genel olarak ekonomik durum iyidir
Politik yapı istikrarlıdır
Doğal afetler zararsızdır
Savaş ve terör olayları yoktur
Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir
İstanbul
Sır.
8
5
3
1
20
23
15
9
10
11
18
30
12
21
13
4
26
28
33
17
22
14
7
2
16
6
19
25
27
29
24
31
36
35
32
Ort.
4,03
4,24
4,25
4,33
3,71
3,58
3,78
3,99
3,95
3,94
3,76
3,20
3,93
3,68
3,82
4,25
3,35
3,27
2,98
3,76
3,65
3,80
4,15
4,30
3,78
4,15
3,73
3,50
3,33
3,21
3,53
3,13
2,51
2,65
3,04
Berlin
Sır.
2
4
34
18
29
33
19
27
11
6
1
3
13
17
16
20
21
28
8
5
7
9
22
26
31
15
10
12
23
24
14
25
35
32
30
Ort.
4,33
4,28
3,60
4,06
3,89
3,60
4,05
3,93
4,21
4,25
4,34
4,32
4,14
4,08
4,11
4,05
4,02
3,91
4,23
4,26
4,25
4,23
4,02
3,97
3,69
4,12
4,22
4,15
4,00
3,98
4,13
3,97
3,54
3,66
3,70
T testi
t
-3,128
-,425
4,859
2,499
-1,461
-,151
-2,051
,488
-2,193
-2,535
-4,314
-7,302
-1,413
-2,607
-2,417
1,563
-4,702
-5,047
-7,644
-4,190
-5,046
-3,515
1,038
2,841
,665
,251
-4,133
-5,177
-4,218
-5,642
-4,557
-6,208
-6,519
-6,626
-3,925
Tablo 7’de İstanbul ile Berlin’in rekabet güçlerinin karşılaştırılması
görülmektedir. İki şehir arasında birçok faktörde farklılık olup sadece
konukseverlik faktöründe İstanbul’un rekabet gücü daha yüksek
bulunmuştur (4,25>3,60). Diğer faktörlerde ise Berlin İstanbul’dan daha
güçlü bulunmuştur. Bu faktörler şu şekildedir; turizm altyapısının yeterliliği
(4,34>3,76), genel altyapının yeterliliği (4,32>3,20), sağlık hizmetlerinin
kalitesi (4,02>3,35 ), çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi (3,91>3,27), yerel
100
Anlam.
,002
,672
,000
,014
,147
,880
,043
,627
,031
,013
,000
,000
,161
,011
,017
,121
,000
,000
,000
,000
,000
,001
,302
,005
,508
,802
,000
,000
,000
,000
,000
,000
,000
,000
,000
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,23>2,98), telekomünikasyon ağının
kalitesi (4,26>3,76), bankacılık hizmetlerinin kalitesi (4,25> 3,65), tanıtım
ve reklam politikalarının etkinliği (4,22>3,73), kongre turizmi teşvik
politikalarının yeterliliği (4,15>3,50), turizm işletmelerinin rekabet
stratejilerinin yeterliliği (4,00>3,33), turizm işletmelerinin pazarlama
stratejilerinin yeterliliği (3,98> 3,21), genel olarak ekonomik durum (4,13>
3,53), politik yapının istikrarlılığı (3,97>3,13), doğal afetlerin zararsızlığı
(3,54>2,51), savaş ve terör olaylarının yokluğu (3,66>2,65 ), güçlü devlet ve
engelsiz bürokrasi (3,70>3,04 ).
Doğal çevrenin güzelliği faktörü İstanbul’un Berlin karşında 4,33
ortalama ile en iyi olduğu faktördür. İstanbul’un rekabet gücü en zayıf
olduğu faktör ise İstanbul’un Singapur’la karşılaştırılmasında olduğu gibi
doğal afetlerin zararsızlığı faktörüdür (2,51). Berlin’in İstanbul karşısında en
güçlü olduğu faktör ise turizm altyapısının yeterliliği faktörüdür.
Tablo 8’de İstanbul ile Paris’in rekabet güçlerinin karşılaştırılmasına
bakıldığında birçok faktörde istatistiksel anlamda farklılık olduğu
görülmektedir. İstanbul’un konukseverlik (4,09>3,62) ve genel olarak
fiyatların uygunluğu (3,44>2,95) faktörlerinde Paris’ten daha iyi olduğu
saptanmıştır. Diğer tüm faktörlerde Paris daha güçlü bulunmuştur. Bu
faktörler ve iki şehrin ortalamaları şu şekildedir; turizm altyapısının
yeterliliği (4,27>3,78), genel altyapının yeterliliği (4,21>3,24), sportif
faaliyetler (4,15>3,74), sağlık hizmetlerinin kalitesi (3,92>3,20), çocuklara
sağlanan hizmetin kalitesi (4,00>3,37), deniz ve kumsalların kalitesi
(3,90>2,89), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,21>3,01),
telekomünikasyon ağının kalitesi (4,08> 3,65), havaalanlarının yeterliliği
(4,17>3,80), tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği (4,12>3,39), kongre
turizmi teşvik politikalarının yeterliliği (4,00>3,18), turizm işletmelerinin
rekabet stratejilerinin yeterliliği (3,94>3,19), turizm işletmelerinin pazarlama
stratejilerinin yeterliliği (3,97>3,36), genel olarak ekonomik durum
(3,90>3,36), istikrarlı politik yapı (3,85>2,99), doğal afetlerin zararsızlığı
(3,62>2,50), savaş ve terör olaylarının yokluğu (3,62> 2,72), güçlü devlet ve
engelsiz bürokrasi (3,76>3,02).
Alışveriş imkânı faktörü 4,27 ortalama değer ile İstanbul ve Paris’in
karşılaştırılmasında İstanbul’un en güçlü olduğu faktör iken, doğal afetlerin
zararsızlığının (2,50) en zayıf faktörü olduğu belirlenmiştir. Paris, İstanbul
ile karşılaştırıldığında en güçlü olduğu faktör alışveriş imkânı (4,37), en
zayıf olduğu faktör ise genel olarak fiyatların uygunluğu (2,95) faktörünün
olduğu belirlenmiştir.
101
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
Tablo 8: İstanbul ile Paris'in Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması
İSTANBUL-PARİS
Genel anlamda hizmet kalitesi
Ürün çeşitliliği
Konukseverlik
Doğal çevrenin güzelliği
Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması
Genel olarak fiyatların uygunluğu
Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi
Yiyecek ve içecek kalitesi
Konaklama tesislerinin yeterliliği
Kongre merkezlerinin yeterliliği
Turizm altyapısının yeterliliği
Genel altyapının yeterliliği
Gece yaşantısı ve eğlence olanakları
Sportif faaliyetler
İnsan kaynaklarının yeterliliği
Alışveriş imkânı
Sağlık hizmetlerinin kalitesi
Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi
Deniz ve kumsalların kalitesi
Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite
Telekomünikasyon ağının kalitesi
Bankacılık hizmetinin kalitesi
Havaalanlarının yeterliliği
Kültürel zenginliğin çekiciliği
Tarihi zenginliğin çekiciliği
Erişilebilirlik
Genel anlamda çekiciliği
Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği
Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir
Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir
Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri
yeterlidir
Genel olarak ekonomik durum iyidir
Politik yapı istikrarlıdır
Doğal afetler zararsızdır
Savaş ve terör olayları yoktur
Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir
İstanbul
Sır.
10
6
7
5
18
22
21
9
11
13
15
27
8
17
12
1
28
24
34
32
20
16
14
3
2
19
4
23
30
29
25
Ort.
3,96
4,12
4,09
4,13
3,71
3,44
3,60
4,00
3,91
3,84
3,78
3,24
4,08
3,74
3,84
4,27
3,20
3,37
2,89
3,01
3,65
3,77
3,80
4,25
4,25
3,66
4,14
3,39
3,18
3,19
3,36
26
33
36
35
31
3,36
2,99
2,50
2,72
3,02
Paris
Sır.
T testi
15
10
33
16
35
36
32
25
18
17
3
6
4
9
14
1
26
19
28
7
13
21
8
5
2
30
11
24
20
23
22
Ort.
4,06
4,15
3,62
4,05
3,51
2,95
3,74
3,94
4,01
4,03
4,27
4,21
4,25
4,15
3,97
4,37
3,92
4,00
3,90
4,21
4,08
3,98
4,17
4,24
4,33
3,80
4,12
4,12
4,00
3,94
3,97
t
-1,025
-,332
3,798
,679
1,837
4,041
-1,061
,507
-1,038
-1,859
-5,462
-8,300
-1,570
-3,778
-1,037
-,983
-5,587
-5,216
-6,578
-8,683
-,458
-2,125
-3,904
,093
-,876
-1,220
,140
-6,086
-6,255
-6,329
-4,471
Anlam.
,307
,740
,000
,498
,069
,000
,291
,613
,301
,065
,000
,000
,119
,000
,302
,328
,000
,000
,000
,000
,000
,036
,000
,926
,383
,225
,889
,000
,000
,000
,000
27
29
34
34
31
3,90
3,85
3,62
3,62
3,76
-4,225
-6,114
-8,288
-6,322
-5,120
,000
,000
,000
,000
,000
Sonuç
İstanbul’un kongre turizminde rakip şehirlere göre güçlü ve zayıf
yönlerini ortaya koyup bu şehirler karşısında hangi noktada olduğumuzu
belirlemeyi amaçlayan bu çalışma İstanbul’u kongre turizminde bulunduğu
noktadan daha ileri bir seviyeye taşımaya yardımcı olacaktır. Bu bağlamda
İstanbul’daki yerli ve yabancı delegeler ile işletmeci ve çalışanlarına yönelik
uygulanan anket formlarının sonuçları şu şekilde özetlenebilir:
102
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
İstanbul ile Viyana’nın rekabet güçleri T testi kullanılarak
karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma sonucunda birçok faktörde ortalama
farklılıkları görülmektedir. Bu farklılıklar şu şekilde özetlenebilir: Genel
altyapının yeterliliği faktöründe Viyana’nın 5 üzerinden 4,24 ortalama değer
ile İstanbul’dan (3,26) çok daha iyi olduğu düşünülmüştür. Ayrıca genel
altyapının yeterliliği faktörü Viyana’nın en iyi olduğu ikinci rekabet
faktörüdür. Alışveriş imkânı İstanbul’un Viyana karşısında iyi olduğu tek
faktördür (4,40>3,70). Sağlık hizmetlerinin kalitesi (3,75>3,00), çocuklara
sağlanan hizmetin kalitesi (3,75>3,10), deniz ve kumsalların kalitesi
(3,71>2,65 ), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,02>2,75)
faktörlerinde Viyana ile İstanbul arasında anlamlı bir fark olup Viyana daha
güçlü bulunmuştur.
Yine aynı şekilde kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği
(3,88>3,08), genel olarak ekonomik durum (3,86>3,07), politik yapının
istikrarlılığı (3,98>2,83 ), doğal afetlerin zararsızlığı (3,62>2,08), savaş ve
terör olaylarının yokluğu (4.10>2,37) ve devlet güçlü bürokrasi engelsizdir
(4,22>2,45) kriterlerinde Viyana ile İstanbul’un ortalama değerleri arasında
anlamlı bir fark olup Viyana İstanbul’a oranla rekabet gücü daha iyi
bulunmuştur.
İstanbul ile Barselona’nın rekabet güçlerinin karşılaştırılmasına
bakıldığında birçok faktörün ortalama değerleri arasında anlamlı bir fark
olup tüm bu faktörlerde Barselona’nın İstanbul’a göre daha iyi olduğu
görülmektedir. Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi (4,25>3,75), turizm
altyapısının yeterliliği (4,29>3,84), genel altyapının yeterliliği (4,31>3,34),
sağlık hizmetlerinin kalitesi (4,13>3,44), çocuklara sağlanan hizmetin
kalitesi (4,03>3,35), deniz ve kumsalların kalitesi (4,18>2,80), yerel ulaşım
ağı ve hizmetindeki kalite (4,38>2,92), telekomünikasyon ağının kalitesi
(4,26>3,73), tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği (4,17>3,22), kongre
turizmi teşvik politikalarının yeterliliği (4,13>3,15), turizm işletmelerinin
rekabet stratejilerinin yeterliliği (4,12>3,08), turizm işletmelerinin pazarlama
stratejilerinin yeterliliği (4,08>3,13), genel ekonomik durum (3,72>3,22),
istikrarlı politik yapı (4,00>3,25), doğal afetlerin zararsızlığı (3,91>2,49),
savaş ve terör olaylarının yokluğu (4,03 >2,70), güçlü devlet ve engelsiz
bürokrasi (3,97>2,83) faktörlerinde Barselona İstanbul’dan daha yüksek
ortalamalara sahiptir. Diğer faktörlerde anlamlı bir fark bulunamamıştır.
İstanbul ile Singapur’un rekabet güçlerinin karşılaştırılmasında genel
altyapının yeterliliği faktöründe İstanbul ile Singapur’un rekabet güçleri
arasında anlamlı farklılık vardır. Singapur 4,08 ortalama değer ile
İstanbul’dan (3,41) daha iyi konumdadır. Sportif faaliyetler (4,23>3,69),
deniz ve kumsalların kalitesi (4,05>2,84), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki
kalite (4,03> 3,00), bankacılık hizmetlerinin kalitesi (4,11>3,83), doğal
afetlerin zararsızlığı (3,47>2,70), savaş ve terör olaylarının yokluğu
103
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
(3,71>2,82), güçlü devlet engelsiz bürokrasi (3,94>3,45) faktörlerinde
Singapur İstanbul’a oranla daha yüksek ortalama değerler almıştır.
İstanbul, Singapur ile karşılaştırıldığında en yüksek ortalamayı
konukseverlik faktöründe ( 4,36), en düşük ortalamayı ise doğal afetlerin
zararsızlığı kriterinde kalmıştır (2,70). Singapur ise İstanbul’la
karşılaştırıldığında en yüksek ortalamayı insan kaynaklarının yeterliliği
(4,26), en düşük ortalamayı ise politik yapının istikrarlılığı (3,44) faktöründe
almıştır.
İstanbul ile Berlin’in rekabet güçlerinin karşılaştırılmasına
bakıldığında iki şehir arasında birçok faktörde farklılık olup sadece
konukseverlik faktöründe İstanbul’un rekabet gücü daha güçlü bulunmuştur.
Diğer faktörlerde ise Berlin İstanbul’dan daha güçlü bulunmuştur. Bu
faktörler şu şekildedir; turizm altyapısının yeterliliği, genel altyapının
yeterliliği, sağlık hizmetlerinin kalitesi, çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi,
yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite, telekomünikasyon ağının kalitesi,
bankacılık hizmetlerinin kalitesi, tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği,
kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği, turizm işletmelerinin rekabet
stratejilerinin yeterliliği, turizm işletmelerinin pazarlama stratejilerinin
yeterliliği, genel olarak ekonomik durum, politik yapının istikrarlılığı, doğal
afetlerin zararsızlığı, savaş ve terör olaylarının yokluğu, güçlü devlet ve
engelsiz bürokrasi.
Doğal çevrenin güzelliği faktörü İstanbul’un Berlin karşında en iyi
olduğu faktördür. İstanbul’un rekabet gücü en zayıf olduğu faktör ise
İstanbul’un Singapur’la karşılaştırılmasında olduğu gibi doğal afetlerin
zararsızlığı faktörüdür. Berlin’in İstanbul karşısında en güçlü olduğu faktör
turizm altyapısının yeterliliği faktörü iken, en zayıf olduğu faktör ise deniz
ve kumsalların kalitesi faktörüdür.
İstanbul ile Paris’in rekabet güçlerinin karşılaştırılmasına
bakıldığında birçok faktörde istatistiksel anlamda farklılık olduğu
görülmektedir. İstanbul’un konukseverlik ve genel olarak fiyatların
uygunluğu faktörlerinde Paris’ten daha iyi olduğu saptanmıştır. Diğer tüm
faktörlerde Paris daha güçlü bulunmuştur. Bu faktörler şu şekildedir; turizm
altyapısının yeterliliği, genel altyapının yeterliliği, sportif faaliyetler, sağlık
hizmetlerinin kalitesi, çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi, deniz ve
kumsalların kalitesi, yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite,
telekomünikasyon ağının kalitesi, havaalanlarının yeterliliği, tanıtım ve
reklam politikalarının etkinliği, kongre turizmi teşvik politikalarının
yeterliliği, turizm işletmelerinin rekabet stratejilerinin yeterliliği, turizm
işletmelerinin pazarlama stratejilerinin yeterliliği, genel olarak ekonomik
durum, istikrarlı politik yapı, doğal afetlerin zararsızlığı, savaş ve terör
olaylarının yokluğu, güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi.
104
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
Alışveriş imkânı faktörü İstanbul ile Paris’in karşılaştırılmasında
İstanbul’un en güçlü olduğu faktör iken, doğal afetlerin zararsızlığının en
zayıf olduğu faktör olarak belirlenmiştir. Paris’in İstanbul ile
karşılaştırılmasında en güçlü olduğu faktör alışveriş imkânı, en zayıf olduğu
faktör ise genel olarak fiyatların uygunluğu faktörüdür.
Kongre turizminin gelişimi için toplantı merkezleriyle birlikte
toplantının düzenlendiği kentin de katılımcıların beklentilerine cevap
verebilecek yeterliliğe sahip olması gerekmektedir. Kongre turizmi, yüksek
teknolojinin kullanıldığı çok kaliteli alt ve üst yapı olanaklarının bulunduğu
yerlerde gelişmektedir. Konaklama merkezlerinin ve restoranların kalitesi,
ulaşımın kolay ve güvenilir bir biçimde sağlanabilmesi, şehrin kültürel ve
tarihi değerlerinin korunuyor oluşu, alışveriş-eğlence merkezlerinin varlığı
ve kalitesi toplantı organizatörlerinin bir kenti seçiminde önemli rol
oynamaktadır.
Otellerin iç yapısındaki teknik detaylarda önemlidir. Ayrıca iyi bir
teknik ekip ve güvenlik sistemi kongre turizmde aranan öğelerdendir.
Kongre turizminde tanıtım ve imaj çok önemli bir pazarlama unsuru olup
çok kaliteli alt ve üstyapı gereksinimlerine gerek duyduğundan planlama
diğer turizm türlerine göre çok daha önemlidir. Katılımcılar kongre
turizminde pazarlamanın çok önemli olduğuna değinmişlerdir. İstanbul’un
en önemli sorunlarından biriside tanıtım bütçesinin ve pazarlama
tekniklerinin yetersiz olmasıdır. Kongre turizminde tanıtım ve imaj çok
önemli bir pazarlama unsurudur.
Kongre turizminin yararları, yalnızca katılımcı sayısı, elde edilen
doğrudan gelir gibi rakamsal verilerle sınırlandırılamaz. Kongre turizmi bir
destinasyonu çok özel pazar segmentlerine tanıtmada başarılı bir rol
oynamaktadır. İstanbul’un kongre pazarındaki payının artırılabilmesi için
tanıtım ve markalaşma eksikliklerinin giderilmesinin yanında kentin
sunduğu değerlerin turizm ürünü haline getirilerek bir bütün olarak
sunulması da önemlidir.
İstanbul’un en önemli eksikliklerin biriside ulaşım sorunudur. Bu
sorun her geçen gün daha da büyümekte olup çözümü için toplu taşıma
hizmetlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Raylı ulaşım sistemine ağırlık
verilmeli, metro yaygınlaştırılmalı, deniz taşımacılığından azami ölçüde
yararlanılmalıdır. Otopark sorunu halledilmeli ve katlı otoparklar inşa
edilerek otopark sayısı süratle artırılmalıdır.
İstanbul’da diğer bir önemli sorunda sağlık hizmetlerinin
yetersizliğidir. İstanbul sağlık hizmetlerinin kalitesi rekabet faktöründen de
ortalamanın altında bir değer almıştır. Şehirde çok sayıda sağlık kuruluşu ve
doktor bulunmasına rağmen, şehir nüfusunun çok fazla olması ve buna ilave
olarak da İstanbul dışından da çok sayıda insanın tedavi için gelmesi sağlık
kuruluşlarını yetersiz duruma getirmektedir.
105
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
İstanbul’da son yıllarda giderek artmakta olan ve ağırlığını her geçen
gün daha fazla hissettiren sorunların başında çevre sorunu gelmektedir.
Özellikle hava kirliliği bugün İstanbul'un en önemli sorununu teşkil
etmektedir. Diğer yandan içme sularının hızla kirlenmesi, çöp sorunu,
gürültü kirliliği, denizlerdeki kirlilik, yeşil alanların sürekli azalarak çarpık
yapılaşmaya dönüşmesi de şehrin önemli ve acil çözüm bekleyen çevre
sorunlarıdır.
Katılımcılar açık uçlu soruda şehirdeki güvenlik sorununa da dikkat
çekmişlerdir. Kapçak ve hırsızlık suçları gün geçtikçe artmakta olup şehre
gelen turistlere dürüst davranılmamakta ve bu konuda alınan güvenlik
önlemleri yetersiz kalmaktadır. Şehrin düzensiz ve karmaşık yapısına neden
olan gecekondulaşma engellemez bir hâl almıştır.
Diğer bir sorun eğitim eksikliğidir. Özellikle turizm işletmelerinde
çalışanların turizm eğitimi almaları turizmin, turistin değerini anlamaları ve
hizmet kalitesini artırabilmek açısından önem arz etmektedir.
Sonucu kısaca özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir: İstanbul
tarihi ve kültürel zenginlik, alışveriş imkânı, konukseverlik, ürün çeşitliliği,
doğal çevrenin güzelliği ve genel anlamda çekicilik gibi faktörlerde güçlü
bulunurken doğal afetlerin zararsızlığı, savaş ve terör olayları, deniz ve
kumsalları, ulaşımın etkinliği, güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi, politik
yapı, işletmelerin pazarlama ve rekabet stratejileri, turizm teşvik politikaları
ve altyapı gibi faktörlerde zayıf bulunmuştur.
Bu bilgiler ışığında İstanbul’un, uluslararası kongre pastasından
daha fazla pay alabilmesi için yeni kongre merkezlerine, tanıtım ve
pazarlama açısından teknik ve finansal desteğe, kongre turizmine yönelik iyi
bir planlama sistemine, gerek işletmecilerin gerekse çalışanların turizm
eğitimi görmesine, altyapı ve turizm üstyapısının geliştirilerek
iyileştirilmesine, tüm kamu ve özel sektör temsilcilerinin tek amaca yönelik
çalışmasına, savaş ve karmaşadan uzak istikrarlı bir yönetime ihtiyacı vardır.
Kongre turizmi ülkemiz ve İstanbul için henüz bakir bir sektör olup,
ekonomideki önemi, kongre turistinin iyi bir tanıtım aracı olduğu, bu
turistlerin ülkemizden ve şehrimizden bahsederek tanıtıma katkı sağlayacağı,
kongre turistinin başka bir zamanda ülkemize normal bir turist olarak da
gelebileceği hesaba katılmalıdır. Kongre turizmine ülke olarak, kurum ve
kuruluş olarak hatta bireysel olarak gereken değeri vermemiz gerektiği bir
gerçektir.
Kaynakça
Bahar, O. ve Kozak, M.2005. Türkiye Turizminin Akdeniz Ülkeleri ile
Rekabet Gücü Açısından Karşılaştırılması Anatolia: Turizm
Araştırmaları Dergisi, Cilt 16, Sayı 2, Güz: 139-152.
106
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108
Bahar, O. ve Kozak,M.2007.Advancing Destination Competitiveness
Research. Journal of Travel & Tourism Marketing, 22 (2), 61-71
Bahar, Ozan ve Kozak,M. (2008). Turizm Ekonomisi, 2 Basım,
Ankara: Detay Yayıncılık
Bălan,D., Balaure,V. ve Veghes, C. 2009. Travel and Tourism
Competitiveness of the World’s Top Tourism Destinations: An
Exploratory Assessment Annales Universitatis Apulensis Series
Oeconomica. 11(2)
Buhalis, D. 2000. Marketing The Competitive Destination of The Future.
Tourism Management, 21, 97–116.
Camprubi, R., J. Guia ve Comas,J. 2008. Destination Networks and
Induced Tourism Image. Tourism Review. Vol. 63, No. 2, pp.
47-58.Clark, D. ve K. W.
Chambers, L.2010. Destination Compettitiveness an Analysis of the
Characteristics to Differentiate All-Inclusive Hotels & Island
Destinations in the Caribbean. School of Hospitality & Service
Management College of Applied Science and Technology Rochester
Institute of Technology
Crouch.G.I., J.R.B. Ritchie. (1999) Tourism, Competitiveness, and
Societal Prosperity. Journal of Business Research 44:137–152
Crouch, G. ve Ritchie, J.B.R. 2000. Tourism, Competitiveness and Societal
Prosperity. Journal of Business Research, 44., pp. 137-152.
D’hauteserre, A.M. 2000. Lessons İn Managed Destination Competitiveness:
The Case of Foxwoods Casino Resort. Tourism Management. 21(1).
23–32
Dwyer,L. ve Kim, C. 2003. Destination Competitiveness: Determinants and
İndicators. Current Issues in Tourism, 6(5), 369-414.
Dwyer, L., Forsyth, P. ve Rao, P. 2000 .The Price Competitiveness of Travel
and Tourism: A Comparison of 19 Destinations., Tourism
Management,21(1) 9-22
Echtner, C.M. ve J.R.B. Ritchie.2003. The Meaning and Measurement
of Destination Image. The Journal of Tourism Studies. Vol. 14,
No. 1, pp. 37-48.
Enright, J.M. ve Newton, J.2004.Tourism Destination Competitiveness: A
Quantitative Approach, School of Business, University of Hong
Kong, Pokfulam Road, Hong Kong, Tourism Management 25 (2004)
777–788
107
F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik
Analizi
Hassan, S. S. 2000. Determinants of Market Competitiveness in An
Environmentally Sustainable Tourism İndustry. Journal of Travel
Research, 38, 239–245
Kayar, Ç.H ve Kozak, N. 2007. Measuring Destination Competitiveness: An
Application of the Travel and Tourism Competitiveness Index, Journal
of Hospitality Marketing & Management,19:203-216,2010
Kotler, P., Bowen, J. ve Makens, J. 1998. Marketing for Hospitality and
Tourism Prentice Hall İnternational. New York.
Kozak,M. ve Rimmington M. 1999. Measuring Tourist Destination
Competitiveness: Conceptual Considerations and Empirical Findings.
Hospitality Management. 273-283
Kozak,M., Baloğlu,Ş. ve Bahar, O. 2010. Measuring Destination
Competitiveness: Multiple Destinations Versus Multiple Nationalities,
Journal of Hospitality Marketing & Management,19:56-71
Lumsdon, L. 1997. Tourism Marketing. London, International Thomson
Business Press
Meng, F. 2006. An Examination of Destination Competitiveness from the
Tourists’ Perspective: The Relationship between Quality of Tourism
Experience and Perceived Destination Competitiveness, Blacksburg,
Virginia
Pansiri, J. 2014. Tourist Motives and Destination Competitiveness: A Gap
Analysis Perspective. International Journal of Hospitality & Tourism
Administration. 15:3, 217-247,
Zhang, J. ve Jensen, C. 2007. Comparative Advantage Explaining Tourism
Flows. Annals of Tourism Research, Vol. 34, No. 1, pp. 223-243.
108
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran
Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri
Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları 1 2
DOI NO:10.5578/JSS.10560
Geliş Tarihi:08.10.2014
Kabul Tarihi:04.12.2015
Hülya GÜLAY OGELMAN3
Özlem KÖRÜKÇÜ4
Hatice ERTEN SARIKAYA5
Hande GÜNGÖR6
Ceyhun ERSAN7
Özet
Bu araştırmada, Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği (ÇDÖ),
Akranların Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği (AŞMKÖ) ve Resimli Sosyometri Ölçeği
(RSÖ) olmak üzere akran ilişkileri ile ilgili üç ölçme aracının dört yaşındaki Türk
çocuklar için geçerlik ve güvenirlik çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Araştırmada,
Denizli il merkezinde okul öncesi eğitime devam eden dört yaş grubundan ÇDÖ ve
AŞMKÖ için 300 çocuk, RSÖ için ise 166 çocuk olmak üzere iki örneklem grubu
yer almıştır. Verilerin analizinde, ÇDÖ’nün geçerlik analizlerinde, yapı geçerliği
olarak doğrulayıcı faktör analizi ve alt boyutlar arasındaki korelasyon incelenmiştir.
İçerik geçerliğinde uzman görüşüne başvurulmuştur. AŞMKÖ ve RSÖ için geçerlik
analizlerinden kapsam geçerliği gerçekleştirilmiştir. Üç ölçeğin güvenilirliğini
belirlemek için iç tutarlılık katsayısı belirlenmiş, madde analizi işlemleri yapılmış,
test-tekrar test güvenirlikleri tespit edilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre, dört
yaş grubu çocuklar için ÇDÖ ve AŞMKÖ’nün geçerli ve güvenilir ölçme araçları
olduğu, RSÖ’nün ise geçerli bir ölçme aracı olduğu fakat güvenilir bir ölçme aracı
olmadığı belirlenmiştir.
1
Bu çalışma, Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi
tarafından 2013KRM024 numaralı proje olarak desteklenmiştir.
2
Bu çalışma, 11-14.09.2014 tarihlerinde St Petersburg, Rusya’da düzenlenen V. European
Conference on Social and Behavioral Sciences kongresinde sözel bildiri olarak sunulmuştur.
3
Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi, [email protected]
4
Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Çocuk
Bakım ve Gençlik Hizmetleri Bölümü, [email protected]
5
Bil. Uzm., MEB, Okul Öncesi Öğretmeni [email protected]
6
Öğr. Gör., Pamukkale Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Çocuk Bakım ve
Gençlik Hizmetleri Bölümü, [email protected]
7
Öğr. Gör., Pamukkale Üniversitesi, Kale Meslek Yüksek Okulu Çocuk Bakım ve Gençlik
Hizmetleri Bölümü, [email protected]
109
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
Anahtar Kelimeler: Akran İlişkileri, Akran Şiddeti, Sosyometri, Dört Yaş
Çocukları.
Validity and Reliability Studies of the Turkish Version of Ladd and
Profilet Child Behavior Scale, Victimization Scale, and Picture
Sociometry for Four Year-Old Turkish Children
Abstract
In this study, validity and reliability analysis of three data collection
instruments related to children’s peer relations namely Ladd & Profilet Child
Behavior Scale (CBS), Victimization Scale (VS) and Picture Sociometry Scale
(PSS) has been performed considering four-year-old Turkish children. The sample
of the study consisted of 300 children for CBS and VS and 166 children for PSC
respectively as two groups from four-year-old age groups attending pre-school in
Denizli. While analysing data, for the validity analysis of CBS, confirmatory factor
analysis was performed as construct validity and the correlation between subscales
was examined. For content validity, an expert was consulted. For the validity
analysis of VS and PSS, content validity was carried out. In order to determine the
reliability of the scales, among the internal reliability analysis methods, coefficient
of internal consistency, item analysis was carried out and test-retest reliability was
determined. According to the results, for four-year-old children CBS and VS are
valid and reliable instruments while PSS is valid but not reliable.
Keywords: Peer Relationships, Peer Victimization, Sociometry, Four Yearold Children.
Giriş
Erken çocukluk dönemindeki akran ilişkileri, çocukların var olan ve
gelecekteki sosyal ve duygusal uyumu için önemli bir belirleyici olarak
görülmektedir. Küçük ya da büyük grup etkinlikleri yoluyla çocuklar
akranlarıyla zaman içinde gelişen bir ilişki ağını oluştururlar. Akran
ilişkileri, çocukların tüm gelişim alanlarını etkileyebilecek güçte bir sosyal
kaynaktır (Boivin, 2008). Akranlar kısa ve uzun süreli olarak tüm gelişim
alanlarını etkilemenin yanı sıra model olma, rehberlik yapma gibi önemli
rollere de sahiptirler. Ayrıca önemli öğrenme fırsatları da
sunabilmektedirler. Son yıllarda sosyal hayattaki değişimler (çalışan
annelerin sayısının artması, çocukların okul öncesi eğitime başlama yaşının
düşmesi, okul öncesi eğitim alan çocukların sayısındaki artış vb.) çocukların
yaşamın ilk yıllarında akranlarıyla düzenli etkileşime girmesine neden
olmaktadır (Berk, 2013: 372).
Akran ilişkileri aynı yaş, gelişim ya da olgunluk düzeyine ulaşmış,
benzer yaşam öyküsü, değer, yaşam tarzı ve sosyal bağlamı paylaşan
110
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
bireyler arasında var olan etkileşim ve devamlılık gösteren eylemler bütünü
olarak tanımlanabilir (Gülay, 2010: 1). Özellikle okul öncesi yıllar sıklıkla
bir çocuğun akranlarının dünyasına ve akran ilişkilerine girişi olarak kabul
edilir. Bu iddiayı destekleyen araştırma sonuçlarına göre çocuklar olumlu
akran ilişkileri sayesinde daha iyi ve sağlıklı gelişim kaydetmektedirler
(Manaster ve Jobe, 2012).
Çocuklar tarafından sergilenen davranış ve etkileşimler farklı
yaşlarda çok boyutlu değişimler içerebilmektedir (Fabes, Lynn-Martin ve
Hanish, 2009: 48). Örnek olarak, dört yaş çocuklarının akran ilişkileri ilk üç
yaşta ortaya çıkan etkileşimlerden yer yer farklılık göstermektedir. Dört yaş
çocuğu bir yandan yetişkinlerle olumlu ilişkilerini sürdürürken diğer yandan
akranlarıyla daha uzun süre birlikte olmaya başlar (Oktay, 1999: 42). Hatta
dört yaş itibariyle çocukların akranlarıyla etkileşim süreleri yetişkinlerle olan
etkileşimin iki katına ulaşabilmektedir (San-Bayhan ve Artan, 2009: 247).
Dört yaş çocuklarında akran gruplarından reddedilme, sosyal olmayan
davranışlar ile önemli derecede ilişkilidir (Dodge vd., 2003). Saldırgan
davranışlar dört yaş çocukları için daha büyük ve olumsuz tepkilerle karşılık
bulabilmektedir. Bununla birlikte saldırganlık davranışı sergileyen bir çocuk
sosyal olarak etkinse ve diğerlerine yardım etme davranışı gösteriyorsa akran
reddine uğrama sıklığı düşmektedir (Curto, 1996; Akt. Johnson, Ironsmith,
Snow ve Poteat, 2000: 208). Bu yaş çocuklarının oyundan ve düşüncelerden
dolayı çatışma düzeylerinde önemli derecede artış görülmekte ancak fiziksel
olarak zarar verme önemli derecede azalmaktadır (Chen, Fein, Killen ve
Tam, 2001: 523). Dört yaştan itibaren çocukların oyun oynama sürelerinde
artışla birlikte, diğer çocuklarla konuşmayı ve birbirlerinin oyuncaklarıyla
oynamayı da içeren oyun etkinliklerinde de artış gözlenir (Child
Development and Parenting Consultations, 2014). Görüldüğü gibi, dört yaş
özellikle negativizm döneminin ardından, beş ve altı yaşın kazanımlarına
hazırlanmayı sağlayıcı bir olgunlaşmanın ilk izlerinin görülebildiği bir
dönemdir.
Akran ilişkilerinin okul öncesi dönem çocuklarının gelişimlerinde
önemli bir etken olması, bu ilişkilerin nasıl ortaya konulacağına ilişkin bir
konuyu da gündeme getirmiştir. Bu noktada araştırmacılar, dünyanın birçok
ülkesinde çocukların akran davranışları ve etkileşimlerinin anahtar
kavramlarına dayalı olarak çeşitli ölçme araçları geliştirmişlerdir (Fabes,
Lynn-Martin ve Hanish, 2009: 48). Türkiye’de ise akran ilişkileri ile ilgili
araştırmalar özellikle son 10 yıl içinde hız kazanmış ve yaygınlaşmıştır.
Ancak konu ile ilgili ölçme araçları çok çeşitli değildir. Türkiye’de 5-6 yaş
çocuklarının akran ilişkilerini belirlemeye yönelik ölçme araçlarına örnek
olarak, Ladd ve Profilet (1996) tarafından geliştirilen Çocuk Davranış Ölçeği
(Child Behavior Scale, CBS) (Ladd ve Profilet, 1996), Akran Şiddetine
Maruz Kalma Ölçeği (Ladd ve Kochenderfer-Ladd, 2002) ve Resimli
111
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
Sosyometri Ölçeği (Asher, Singleton, Tinsley ve Hymel, 1979) verilebilir.
Ölçeklerin Türk çocukları için uyarlama çalışmaları Gülay (2008) tarafından
yapılmıştır. Bunların yanında bir alt boyutu akran ilişkilerini ölçen Marmara
Sosyal-Duygusal Uyum Ölçeği’ne (MASDU) de rastlamak mümkündür
(Güven ve Işık, 2006). Ayrıca bazı sosyal beceri ölçeklerinde, akran ilişkileri
ile ilgili maddelere de rastlanabilmektedir (Avcıoğlu, 2007; Koçyiğit ve
Kayılı, 2008). Ancak Türkiye’de okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması ile
birlikte okul öncesi eğitime başlama yaşı da düşmektedir. Artık kurumlarda
dört yaş çocuklarına da sıklıkla rastlanılabilmektedir. Dört yaş grubu için
hazırlanmış ölçme araçlarının yetersiz oluşu, bu yaş grubu çocukların akran
ilişkileri ile ilgili çalışma yapmayı kısıtlayan bir unsur olarak
değerlendirilebilmektedir. Dört yaşta ortaya çıkan akran ilişkilerinin sonraki
yaşlarda ortaya çıkacak akran ilişkilerini kestirmede önemli bir belirleyici
olacağı söylenebilir. Ancak Türkçe alan yazın incelendiğinde, dört yaş
çocuklarının akran ilişkilerini farklı açılardan değerlendirmeye yarayacak
ölçme araçlarına rastlanmamıştır.
Bu araştırma, akran ilişkilerine yönelik üç ölçeğin dört yaş grubu
çocuklar için Türkçeye uyarlanması, Türkiye’ de okul öncesi dönemdeki
çocukların akran ilişkilerine odaklanan ölçeklerin ve Türkiye’de okul
öncesinde akran ilişkilerine yönelik yayınların yeterli düzeyde
olmamasından dolayı önem taşımaktadır. Bu ölçekler sayesinde dört yaş
çocuklarının akran ilişkilerinin farklı boyutlarda öğretmen ve akran görüşüne
göre değerlendirilebilmesi mümkün olacaktır. Ölçme araçlarının artması,
Türkiye’de konu ile ilgili yapılacak yayınların da gelişmesine ve
yaygınlaşmasına zemin hazırlayabilecektir.
Araştırmanın amacı, akran ilişkileri ile ilgili üç ölçme aracının (Ladd
ve Profilet Çocuk Davranış, Akranların Şiddetine Maruz Kalma ve Resimli
Sosyometri Ölçekleri) dört yaşındaki Türk çocuklar için geçerli güvenirlik
çalışmalarını gerçekleştirmektir. Bu amaçtan yola çıkarak aşağıdaki sorulara
yanıt aranmıştır:
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, dört yaş çocukları için
geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı mıdır?
Akranların Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği, dört yaş çocukları için
geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı mıdır?
Resimli Sosyometri Ölçeği, dört yaş çocukları için geçerli ve
güvenilir bir ölçme aracı mıdır?
Yöntem
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış, Akranların Şiddetine Maruz
Kalma ve Resimli Sosyometri Ölçekleri’nin dört yaş çocukları için
güvenirlik ve geçerlik çalışmaları, tarama modeli ile gerçekleştirilmiştir.
Tarama modelleri, geçmişte ya da halen varolan bir durumu var olduğu
112
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımlarıdır. Araştırmaya konu
olan olay, birey ya da nesne, kendi koşulları içinde ve olduğu gibi
tanımlanmaya çalışılır (Karasar, 2009).
1. Çalışma Grupları
Araştırmada iki çalışma grubu bulunmaktadır:
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış, Akranların Şiddetine Maruz
Kalma ölçeklerinin çalışma grubunda, Denizli il merkezinde okul öncesi
eğitime devam eden dört yaş grubundan 300 çocuk yer almıştır. Çocukların
154’ü (% 51.2) kız, 146’sı (% 48.8) erkektir. Çocukların 210’u (% 70.0)
bağımsız anaokuluna, 89’u (% 30.0) özel anaokuluna devam etmektedir.
Resimli Sosyometri Ölçeği’nin çalışma grubunda, Denizli il
merkezinde okul öncesi eğitime devam eden dört yaş grubundan 166 çocuk
yer almıştır. Çocukların 86’sı (% 52.1) kız, 79’u (% 47.9) erkektir.
Çocukların 154’ü (% 92.7) bağımsız anaokuluna, 12’si (% 7.3) özel
anaokuluna devam etmektedir.
Çocukların tamamı normal gelişim özelliği göstermekte ve annebabasıyla birlikte yaşamaktadır.
Çocukların belirlenmesinde, basit rastgele örnekleme yönteminden
yararlanılmıştır. Denizli il merkezindeki okullardan kura yöntemi ile
belirlenen dört yaş grubundan 300 çocuk için Çocuk Davranış Ölçeği ve
Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği doldurulurken, bu çocuklar arasından
yine kura ile belirlenen 166 çocuğa da Resimli Sosyometri Ölçeği
uygulanmıştır.
Resimli Sosyometri
Ölçeği’nin bireysel
olarak
uygulanmaktadır. Her çocuk için uygulama, ortalama 20-25 dakika arasında
sürmektedir. Zamanla ilgili yetersizlikten ötürü bu ölçme aracıyla ilgili var
olan örneklem grubundan kura ile daha az sayıda bir örneklem grubu
oluşturulmuştur.
2. Veri Toplama Araçları
Araştırmada dört veri toplama aracı kullanılmıştır:
 Kişisel Bilgi Formu
 Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği
 Akranların Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği
 Resimli Sosyometri Ölçeği
Kişisel Bilgi Formu: Form, araştırmacılar tarafından geliştirilmiştir.
Çocuklara ait bilgilerin yer aldığı formda, çocuklarla ilgili cinsiyet, doğum
tarihi, okul adı, anne eğitim düzeyi, baba eğitim düzeyi, anne yaşı, baba yaşı,
anne mesleği, baba mesleği, kardeş sayısı, kardeş cinsiyeti soruları yer
almaktadır.
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği: Ladd ve Profilet (1996)
tarafından geliştirilen Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği,
113
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
öğretmenlerin bilgileri doğrultusunda, okul öncesi dönem çocuklarının
okulda akranlarıyla olan ilişkilerini değerlendirmek amacıyla geliştirilmiş bir
ölçme aracıdır. Ölçek, saldırgan davranış, başkalarına yardımı amaçlayan
sosyal davranış ve üç tip çekingen davranış (sosyal olmayan davranış,
dışlanma, korkulu-kaygılı olma) ve aşırı hareketlilik olmak üzere 6 tip
davranış yapısını içermektedir (Akt. Ladd ve Profilet, 1996).
Ölçeğe ait iç güvenirlik çalışmalarının sonucunda elde edilen alt
ölçeklerin iç tutarlık katsayıları aşağıda sunulmuştur (Ladd ve Profilet,
1996):
 Akranlarına karşı saldırganlık: .89 (p < .01)
 Akranlarına karşı yardımı amaçlayan sosyal davranışlar
göstermek: .92 (p < .01)
 Akranlarına karşı asosyal davranışlar göstermek: .87 (p < .01)
 Akranlarına karşı korkulu-kaygılı olma: .77 (p < .01)
 Akranları tarafından dışlanma: .94 (p < .01)
 Aşırı hareketlilik: .88 (p < .01)
Ölçeğin materyali, yanıtların üzerinde işaretlendiği, soru formundan
oluşmaktadır. Ölçeğin başında, ölçeğin nasıl doldurulacağı ile ilgili açıklama
yer almaktadır. Tüm maddeler “Uygun Değil”, “Bazen Uygun”, “Tamamen
Uygun” ifadeleriyle değerlendirilmektedir. “Uygun Değil” yanıtına 0 puan,
“Bazen Uygun” yanıtına 1 puan, “Tamamen Uygun” yanıtına 2 puan
verilmektedir. Ölçekte, alt ölçeklerin yapısı gereği genel bir toplam puandan
söz edilememektir. Her bir alt ölçek, kendi içinde değerlendirilmektedir. Alt
ölçeklerden alınan toplam puanlar, o ölçeğin temsil ettiği davranışın hangi
sıklıkta gerçekleştirildiğini ifade etmektedir. Ölçeğin uygulanması için özel
bir eğitim gerekmemekle birlikte, öğretmenin çocukları çok iyi tanımış
olması, ölçeğe verilecek yanıtların güvenirliği açısından önem taşımaktadır.
Ölçeğin Türkçe versiyonunun 5-6 yaş grubu çocuklar için geçerlik
güvenirliği Gülay tarafından 2008’de yapılmıştır (Gülay, 2008).
Akranların Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği: Kochenderfer ve Ladd
(1997) tarafından, 5-6 yaş çocukları için geliştirilen “Akranların Şiddetine
Maruz Kalma- Kişisel Değerlendirme (Self Reports of Victimization)
Ölçeği’nden yola çıkılarak, 2002’de geliştirilen öğretmen formudur (Ladd ve
Kochenderfer-Ladd, 2002). Akranların Şiddetine Maruz Kalma- Kişisel
Değerlendirme (Self Reports of Victimization) Ölçeği ile aynı maddelere
sahip bu formda, akran saldırganlığının dört tipi (fiziksel, dolaylı, doğrudan
ve genel) ile ilgili birer tane olmak üzere toplam dört madde bulunmaktadır.
Her madde “Hiçbir zaman”, “Bazen” ve “Her zaman” ifadeleriyle
değerlendirilmektedir. Ölçeğin iç tutarlılık katsayısı 79 (p < .01) bulunurken,
kriter geçerliği olarak ise ölçekten elde edilen sonuçlarla, sosyal davranışlara
ilişkin öğretmen değerlendirmeleri, akran reddine ilişkin akran görüşleri,
114
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
yalnızlık ile ilgili kişisel görüşler arasında anlamlı düzeyde, olumlu yönde
ilişki bulunmuştur (Ladd ve Kochenderfer-Ladd, 2002). Ölçeğin Türkçe
versiyonunun 5-6 yaş grubu çocuklar için geçerlik güvenirliği Gülay
tarafından 2008’de yapılmıştır (Gülay, 2008).
Resimli Sosyometri Ölçeği: Asher, Singleton, Tinsley ve Hymel
(1979) tarafından geliştirilen yöntemde, her bir çocuğa sınıftaki
arkadaşlarının fotoğrafları tek tek gösterilir ve fotoğraftaki arkadaşını ne
kadar sevdiği sorulur. Çocuk soruya, arkadaşının fotoğrafı üzerinde; Gülen
Yüz (Çok severim cevabını temsil etmektedir), İfadesiz Yüz (Az severim
cevabını temsil etmektedir), Üzgün Yüz (Hiç sevmem cevabını temsil
etmektedir) resimlerinin bulunduğu kutulardan birinin içine atar. Resimli
sosyometri tekniğinin güvenirliği Asher, Singleton, Tinsley ve Hymel
tarafından 1979’ da yapılmıştır. Dört yaşındaki 19 çocuk (10 erkek, 9 kız) ile
gerçekleştirilen çalışmada, çocukların her birine akranlarının fotoğrafları
gösterilerek oyun oynamayı en çok sevdikleri ve sevmedikleri üç
arkadaşlarının kim olduğunu belirlemek amaçlanmıştır (Asher, Singleton,
Tinsley ve Hymel, 1979). Ölçeğin 5-6 yaş grubu çocuklar için geçerlik
güvenirlik çalışmaları Gülay tarafından 2008’de yapılmıştır (Gülay, 2008).
Beş-altı yaş grubuna yönelik uyarlama çalışmasında, ölçeğe üç soru maddesi
daha eklenmiştir. Bu araştırmada da ölçeğin dört soru maddelik versiyonu
kullanılmıştır.
3. Uygulama
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış ve Akranların Şiddetine Maruz
Kalma Ölçekleri, okul öncesi eğitimi öğretmenleri tarafından her bir çocuk
için ayrı ayrı doldurulmuştur. Öğretmenler, çalışma grubundaki çocukları
ortalama sekiz aydan beri tanımaktadırlar. Öğretmenler, uygulama öncesinde
araştırma ve ölçme araçları ile ilgili bilgilendirilmişlerdir. Resimli
Sosyometri Ölçeği ise araştırmacılar tarafından çocuklara bireysel olarak
uygulanmıştır.
4. Verilerin Analizi
Ölçeklerin dilsel geçerlik çalışmaları Gülay (2008) tarafından
gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle 4-dört yaş için yapılan uyarlama
çalışmalarında dilsel geçerlik çalışmaları gerçekleştirilmemiştir.
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin dört yaş grubu için
uyarlama çalışmasında geçerlik analizlerinden yapı geçerliği olarak
doğrulayıcı faktör analizi, alt boyutlar arasındaki korelasyon incelenmiştir.
İçerik (kapsam) geçerliğinde uzman görüşüne başvurulmuştur. Güvenirlik
analizlerinde ise iç tutarlılık katsayısı (cronbach alpha) ve madde analizi
işlemleri yapılmıştır. Ayrıca ölçeğin Türkçe formunun 30 çocuğa iki hafta
arayla iki kez uygulanan test sonuçlarına bağlı olarak hesaplanan test-tekrar
test güvenirliği tespit edilmiştir.
115
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
Akran Şiddetine Maruz Kalma ve Resimli Sosyometri Ölçekleri’nin
dört yaş grubu için uyarlama çalışmasında geçerlik analizlerinden kapsam
geçerliği; güvenirlik analizlerinden ise iç tutarlılık katsayısı (cronbach alpha)
ve madde analizi işlemleri yapılmıştır. Akran Şiddetine Maruz Kalma
Ölçeği’nin Türkçe formunun 30 çocuğa iki hafta arayla iki kez uygulanan
test sonuçlarına bağlı olarak hesaplanan test-tekrar test güvenirliği tespit
edilmiştir. Resimli Sosyometri Ölçeği’nde ise test tektar test ölçümlerinde 27
çocuğa iki hafta arayla iki kez uygulama yapılmıştır. Bu ölçme aracında test
tekrar test uygulamasında çocuk sayısı 30’un altına düştüğü için analiz
Sperman’s Rho Corelation tekniği ile gerçekleştirilmiştir.
Bulgular
1. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği Geçerlik Analizleri
Kapsam geçerliği: Çocuk Davranış Ölçeği maddelerinin dört yaşa
uygunluğu ile ilgili okul öncesi eğitimi alanında akran ilişkileri ve sosyal
beceriler konularında çalışan üç akademisyenden uzman görüşü alınmıştır.
Uzmanlar tarafından ölçme aracının maddelerinin dört yaş çocuklarına
uygun olduğunu belirtilmiştir.
Yapı geçerliği: Çocuk Davranış Ölçeği için yapılan Doğrulayıcı
Faktör Analizi’nde elde modelin uyum indeksleri incelenmiş ve Ki-kare
değerinin (X2= 2497.42, n= 300, sd= 887, p= 0.00) anlamlı olduğu
görülmüştür. Uyum indeksi değerleri ise RMSEA= .084, RMR= .028, CFI=
.91, GFI= .71 ve PGFI= .63 olarak bulunmuştur.
Doğrulayıcı faktör analizi (DFA) kuramsal bir temelden destek
alarak pek çok değişkenden (göstergelerden; indicators) oluşturulan
faktörlerin (gizil değişkenlerin; latent variables) gerçek verilerle ne derece
uyum gösterdiğini değerlendirmeye yönelik bir analizdir. Bir başka anlatımla
DFA, önceden belirlenmiş ya da kurgulanmış bir yapının toplanan veriler ne
derece doğrulandığını incelemeyi amaçlar. Açımlayıcı faktör analizinde
belirli bir ön beklenti ya da denence olmaksızın faktör yükleri (ağırlıkları)
temelinde verinin faktör yapısı belirlenirken; DFA, belirli değişkenlerin bir
kuram temelinde önceden belirlenmiş faktörler üzerinde ağırlıklı olarak yer
alacağı şeklindeki bir öngörünün sınanmasına dayanır (Sümer, 2000. Akt.
Büyüköztürk, Akgün, Özkahveci ve Demirel, 2004). DFA’da sınanan
modelin yeterliğinin belirlenmesi için çok sayıda uyum indeksi
kullanılmaktadır. Uyum indekslerinin kuramsal model ile gerçek veriler
arasındaki uyumu değerlendirmelerinde birbirlerine göre güçlü ve zayıf
yönlerinin olması nedeniyle modelin uyumunun ortaya konulması için
birçok uyum indeksi değerinin kullanılması önerilir (Büyüköztürk, Akgün,
Özkahveci ve Demirel, 2004: 216-217). Bu çalışmada DFA için Lisrel 8.70
kullanılmıştır.
116
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
117
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
Faktör1: Aşırı Hareketlilik; Faktör 2: Saldırganlık; Faktör 3: Dışlanma;
Faktör 4: Korkulu-Kaygılı Olma; Faktör 5: Sosyal Olmayan Davranış; Faktör 6:
Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal Davranışlar.
Şekil 1. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Doğrulayıcı
Faktör Analizi sonuçları
Tablo 1. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin
Faktörlerinin Ortalama ve Standart Sapmaları ile Faktörler Arası Korelasyon
Değerleri
Faktör
Korelasyonlar
(Madde Sayısı)
Saldırganlık - 7
2.33
S
2.45
Korkulu Kaygılı Olma - 9
2.39
2.83
Sosyal Olmayan Davranışlar - 7
1.51
2.45
Dışlanma - 7
1.32
2.28
Aşırı Hareketlilik - 4
Başkalarına Yardımı Amaçlayan
Sosyal Davranışlar - 10
Toplam - 44
1.72
1.89
12.97
5.38
22.24
7.79
X
F1
1
F2
.394**
F3
.344**
F4
.566**
F5
.774**
F6
-.485**
1
.499**
.379**
.442**
-.266**
1
.561**
.316**
-.347**
1
.418**
-.476**
1
-.377**
1
.584**
.678**
.605**
.557**
.607**
** p < .01
Tablo 1’de Çocuk Davranış Ölçeği alt ölçeklerinin birbirleriyle
korelasyon katsayıları arasındaki ilişkilerin anlamlı düzeyde olduğu
görülmektedir (p<.01). Korelasyon katsayıları .266 ile .774 arasında
değişiklik göstermektedir.
Tablo 2. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Tümü ile Alt
Ölçeklerinin Puanları Arasındaki İlişkilerini Sınamak İçin Hesaplanan
Korelasyon Katsayıları
Çocuk Davranış Ölçeği’nin Alt Ölçekleri
Saldırganlık
Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal Davranışlar
Sosyal Olmayan Davranışlar
Korkulu Kaygılı Olma
Dışlanma
Aşırı Hareketlilik
118
N
300
300
300
300
300
300
r
.584**
-.101*
.605**
.678**
.557**
.607**
p
p<.01
p<.05
p<.01
p<.01
p<.01
p<.01
0.101
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
Tablo 2’deki Çocuk Davranış Ölçeği’ nin tümü ile alt ölçekleri
puanları arasındaki ilişkilere yönelik olarak hesaplanan korelasyon
katsayıları incelendiğinde, tüm analizlerde istatistiksel açıdan .01 ve .05
olmak üzere anlamlı sonuçların elde edildiği görülmektedir. Tüm (Ölçek
Toplam Puanı) ölçek ile saldırganlık (r = .584), asosyal davranışlar (r =
.605), korkulu kaygılı olma (r = .678), dışlanma (r = .557), ve aşırı
hareketlilik (r = .607) alt ölçekleri arasında olumlu yönde anlamlı bir
ilişkinin olduğu görülmektedir. Başkalarına yardımı amaçlayan sosyal
davranışlar alt ölçeği ile tüm ölçek arasında da olumsuz yönde anlamlı bir
ilişki (r = -.101) tespit edilmiştir.
2. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği Güvenirlik Analizleri
Tablo 3’de ölçeğin maddelerinin düzeltilmiş madde-toplam
korelasyonu değerleri 0.71 ile 0.19 arasında değişmektedir. Üst % 27 ile alt
% 27’lik grubun puanları arasında yapılan t testi sonuçları tüm maddeler ve
alt ölçek toplam puanları için anlamlı bir farklılık olduğunu göstermektedir.
Tablo 3. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Düzeltilmiş
Madde Toplam Korelasyonları ve Üst % 27, Alt % 27 Puanları Arasındaki
İlişkisiz t Testi Sonuçları
Madde No
Düzeltilmiş t (üst %27Maddealt %27)*
Toplam
Korelasyonu
Faktör Adı
Madde No
Düzeltilmiş t (üst %27Maddealt %27)*
Toplam
Korelasyonu
0.60
6.69
Madde 20
0.66
4.69
Madde 17
0.60
5.69
Madde 22
0.57
4.98
Madde 27
0.64
4.50
Madde 25
0.49
3.90
Madde 28
0.54
5.80
Madde 34
0.55
3.13
Madde 3
0.62
6.27
Madde 36
0.61
4.54
Madde 30
0.25
4.52
Madde 4
0.39
5.91
Madde 38
0.23
2.28
Madde 41
0.42
1.84
Madde 10
0.47
5.07
Madde 1
0.51
5.89
Madde 11
0.33
4.24
Madde 13
0.48
6.14
Madde 14
0.55
5.06
Madde 2
0.58
6.46
Madde 15
0.36
7.86
Madde 8
0.54
8.21
Dışlanma
Madde 12
Aşırı
Hareketlilik
KorkuluKaygılı Olma
Saldırganlık
Faktör Adı
119
Madde 16
0.57
6.81
Madde 5
0.56
7.07
Madde 6
0.58
4.93
Madde 7
0.19
1.90
Madde 9
0.49
4.50
Madde 18
0.59
5.06
Madde 23
0.71
4.88
Madde 24
0.57
4.24
Madde 29
0.48
5.05
Madde 39
0.59
4.38
Madde 42
0.55
4.64
Madde 44
0.57
3.78
Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal
Davranış
Sosyal Olmayan
Davranışlar
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
Madde 19
0.59
1.56
Madde 21
0.69
1.25
Madde 26
0.61
1.50
Madde 31
0.71
4.42
Madde 32
0.66
1.86
Madde 33
0.59
1.46
Madde 35
0.57
3.12
Madde 37
0.67
3.69
Madde 40
0.62
0.99
Madde 43
0.63
2.17
*p<.05
Tablo 4. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Alt
Boyutlarının İç Tutarlılık (Cronbach Alpha) Katsayıları
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Orijinal
Formu
Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin 4
Yaş Grubu için Türkçe Formu
Alt Ölçekler
Cronbach Alpha
Cronbach Alpha
Saldırganlık
Korkulu Kaygılı Olma
Sosyal Olmayan Davranışlar
Dışlanma
Aşırı Hareketlilik
Başkalarına Yardımı
Amaçlayan Sosyal Davranış
.92
. 79
. 88
. 96
. 93
. 78
. 77
. 83
.79
.74
. 88
.89
Tablo 4’de ölçeğin dört yaş grubu Türkçe formunun alt
ölçeklerinin iç tutarlılık katsayılarının .78 ile .89 arasında değiştiği
görülmektedir.
120
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
Tablo 5. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Alt Boyutları
İçin Test-Tekrar Test Güvenirliği Analiz Sonucu
Çocuk Davranış Ölçeği’nin Alt Boyutları
Saldırganlık
Ön Test
Son Test
Korkulu-kaygılı olma
Ön test
Son test
Sosyal olmayan davranış
Ön test
Son test
Dışlanma
Ön test
Son test
Aşırı hareketlilik
Ön test
Son test
Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal Davranış
Ön test
Son test
n
X
Ss
30
30
2.63
1.90
3.69
3.55
.84**
p < .01
30
30
3.36
2.30
2.52
2.61
.65**
p < .01
30
30
1.86
.93
3.00
2.42
.75**
p < .01
30
30
2.23
1.23
3.43
2.73
.74**
p < .01
30
30
.83
.66
1.08
1.74
.68**
p < .01
30
30
13.63
15.96
5.59
4.52
.51**
p < .01
Tablo 5’te görüldüğü gibi, iki hafta arayla Çocuk Davranış
Ölçeği’nin Türkçe formunun iki defa uygulanması sonucuna bağlı olarak alt
boyutların katsayıları r = .51 ile r = .84 arasında değişmektedir. İki ölçüm
arasında istatistiksel açıdan .01 düzeyinde anlamlı ilişki bulunmuştur. Elde
edilen sonuç, ölçeğin alt boyutlarının test-tekrar test güvenirliğinin kabul
edilebilir düzeyde olduğunu göstermektedir.
3. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Geçerlik Analizi
Kapsam geçerliği: Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin
maddelerinin dört yaşa uygunluğu ile ilgili okul öncesi eğitimde akran
ilişkileri, sosyal beceriler alanında çalışan üç akademisyenden uzman görüşü
alınmıştır. Uzmanlar tarafından ölçme aracının maddelerinin dört yaş
çocuklarına uygun olabileceğini belirtilmişlerdir.
121
r
p
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
Tablo 6. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Maddelerinin
Ortalama ve Standart Sapma Değerleri
Akran Şiddetine Maruz
Kalma
Ölçek Adı
Madde No
n
X
Ss
Madde 1
30
0
30
0
30
0
30
0
30
0
.08
.313
.05
.227
.14
.433
.12
.364
.38
.993
Madde 2
Madde 3
Madde 4
Toplam Ölçek
Tablo 6’ da Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin her bir
maddesine ait aritmetik ortalamalar ve standart sapmalar sunulmuştur.
Aritmetik ortalamalar .05 ile .14 arasında değişmektedir. Ölçeğe ait standart
sapmalar ise .227 ile .433 arasında değişmektedir.
4. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Güvenirlik Analizi
Ölçek Adı
Madde No
Akran Şiddetine
Maruz Kalma
Ölçeği
Tablo 7. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Madde Toplam
Korelasyonları ve Üst % 27, Alt % 27 Puanlarını Arasındaki İlişkisiz t Testi
Sonuçları
Düzeltilmiş Madde- t (üst % 27-alt %
Toplam Korelasyonu
27)*
Madde 1
.62
4.62
Madde 2
.49
3.78
Madde 3
.76
6.58
Madde 4
.65
6.76
*p<.05
Tablo 7’de, ölçeğin maddelerinin düzeltilmiş madde-toplam
korelasyonu değerleri 0.76 ile 0.49 arasında değişmektedir. Üst % 27 ile alt
% 27’lik grubun puanları arasında yapılan t testi sonuçları tüm maddeler ve
alt ölçek toplam puanları için anlamlı bir farklılık olduğunu göstermektedir.
122
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
Tablo 8. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin İç Tutarlılık
(Cronbach Alpha) Katsayıları
Akran Şiddetine Maruz Kalma
Ölçeği’nin Orijinal Formu
Cronbach Alpha
.73
Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin 4 Yaş Grubu için
Türkçe Formu
Cronbach Alpha
.70
Tablo 8’de, ölçeğin dört yaş grubu Türkçe formunun iç tutarlılık
katsayısı .70 dir. Elde edilen sonuç, ölçeğin iç tutarlılığının kabul edilebilir
düzeyde olduğunu göstermektedir.
Tablo 9. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Test-Tekrar Test
Güvenirliği Analiz Sonucu
Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği
Ön Test
Son Test
n
30
30
X
.8333
.6667
Ss
1.08543
1.15470
r
.752**
Tablo 9’da görüldüğü gibi, iki hafta arayla Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği’nin Türkçe formunun iki defa uygulanması sonucuna bağlı
olarak katsayısı r = .75 dir. İki ölçüm arasında istatistiksel açıdan anlamlı
ilişki bulunmuştur (p<.01). Elde edilen sonuç, ölçeğin test- tekrar test
güvenirliğinin kabul edilebilir düzeyde olduğunu göstermektedir. Bu
analizde farka değil, korelasyon yapılarak ilişkiye bakılmıştır. İlişkili
örneklemler için t testi yapıldığında iki analiz arasında fark çıkmaması
beklenirken, korelasyonda iki ölçüm arasında ilişki çıkması beklenmektedir.
5. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Geçerlik Analizi
Kapsam geçerliği: Resimli Sosyometri Ölçeği’nin maddelerinin dört
yaşa uygunluğu ile ilgili okul öncesi eğitimi alanında akran ilişkileri ve
sosyal beceriler konularında çalışan üç akademisyenden uzman görüşü
alınmıştır. Uzmanlar tarafından ölçme aracının maddelerinin dört yaş
çocuklarına uygun olduğu belirtilmiştir.
123
p
p < .01
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
Ölçek Adı
Madde No:
n
X
Ss
Resimli Sosyometri
Tablo 10. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Maddelerinin Ortalama ve
Standart Sapma Değerleri
Madde 1
16
6
16
6
16
6
16
6
16
6
36.05
9.348
36.78
8.906
37.07
9.221
36.27
9.669
145.24
34.260
Madde 2
Madde 3
Madde 4
Toplam Ölçek
Tablo 10’da Resimli Sosyometri Ölçeği’ nin her bir maddesine ait
aritmetik ortalamalar ve standart sapmalar sunulmuştur. Aritmetik
ortalamalar 36.05 ile 37.07 arasında değişmektedir. Alt ölçeğe ait standart
sapmalar ise 8.906 ile 9.669 arasında değişmektedir.
6.
Resimli Sosyometri Ölçeğinin Güvenirlik Analizi
Tablo 11. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Madde Toplam
Korelasyonları ve Üst % 27, Alt % 27 Puanlarını Arasındaki İlişkisiz t Testi
Sonuçları
Resimli
Sosyometri
Ölçek Adı
Madde No:
Düzeltilmiş MaddeToplam Korelasyonu
t (üst %27-alt %27)*
Madde 1
.872
14.18
Madde 2
.886
13.36
Madde 3
.858
10.05
Madde 4
.856
9.35
*p<.05
Tablo 11’de ölçeğin maddelerinin düzeltilmiş madde-toplam
korelasyonu değerleri 0.85 ile 0.88 arasında değişmektedir. Üst % 27 ile alt
% 27’lik grubun puanları arasında yapılan t testi sonuçları tüm maddeler ve
alt ölçek toplam puanları için anlamlı bir farklılık olduğunu göstermektedir.
124
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
Tablo 12. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Alt Boyutlarının İç
Tutarlılık (Cronbach Alpha) Katsayıları
Resimli Sosyometri Ölçeği’nin 5-6 Yaş
Grubu için Türkçe Formu
Cronbach Alpha
.91
Resimli Sosyometri Ölçeği’nin 4 Yaş
Grubu için Türkçe Formu
Cronbach Alpha
.95
Tablo 12’de, Resimli Sosyometri Ölçeği’ nin Cronbach Alpha iç
tutarlılık katsayısının .95 olduğu görülmektedir. Elde edilen sonuç, ölçeğin
iç tutarlılık güvenirliğine sahip olduğunu göstermektedir.
Tablo 13. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Test-Tekrar Test
Güvenirliği Analiz Sonucu
Resimli Sosyometri Ölçeği
n
X
Ss
r
p
Ön Test
27
130.0
22.052
.279
p > .01
Son Test
27
128.4
16.858
Tablo 13’te görüldüğü gibi, iki hafta arayla Resimli Sosyometri
Ölçeği’nin Türkçe formunun iki defa uygulanması sonucuna bağlı olarak
katsayısı r = .279 olarak belirlenmiştir. İki ölçüm arasında istatistiksel açıdan
düşük düzeyde bir korelasyon olduğu belirlenmiş ve anlamlı sonuca
ulaşılmamıştır.
Tartışma
Araştırmanın sonuçlarına bakıldığında, Çocuk Davranış Ölçeği ve
Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeklerinin dört yaş grubu Türk çocuklar
için akran ilişkilerinin değerlendirilmesine yönelik geçerli ve güvenilir
ölçme araçları oldukları belirlenmiştir. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin de
geçerli bir ölçme aracı olduğu belirlenmiştir. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin
güvenirliğinde, madde analizleri ve iç tutarlılık katsayısında anlamlı sonuçlar
bulunmuştur. Ancak test-tekrar test analizinde düşük düzeyde korelasyon
belirlenmiştir. Dolayısıyla ölçme aracının dört yaş çocuklar için güvenilir bir
ölçme aracı olamayacağı düşünülebilir. Gülay (2008) tarafından yapılan
çalışmada, üç ölçek de 5-6 yaş grubu çocuklar için geçerli ve güvenilir
bulunmuştur (Gülay, 2008). Alan yazın taramasında Türkiye’de dört yaş
çocukları için hazırlanmış doğrudan akran ilişkilerini belirlemeye yönelik
ölçme araçlarına rastlanmamıştır. Yurt dışında ise konu ile ilgili çalışmalara
rastlanılmaktadır. Ancak bu kaynaklarda da sadece dört yaş örnekleminin
yer almadığını, dört yaşı da kapsayan geniş bir yaş aralığının tercih edildiği
görülmektedir. Örnek olarak, Meyer vd. (2011), Çocuk Davranış Ölçeğinin
125
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
2-6 yaş arasındaki Perulu çocuklar için geçerlik ve güvenirlik çalışmalarını
gerçekleştirmişlerdir. 265 çocuk ile gerçekleştirilen çalışmada, ölçeğin
İspanyolca versiyonunun 2-6 yaş arasındaki Perulu çocuklar için geçerli ve
güvenilir bir ölçme aracı olduğu ortaya konulmuştur. Ahonen (2008)
tarafından İsveç’te yapılan bir çalışmada 3-5 yaş arasındaki 298 çocuğun,
iletişim problemlerindeki koruyucu faktörleri belirlemek amaçlanmıştır.
Çalışmada akran ilişkilerine yönelik olarak Çocuk Davranış Ölçeği
kullanılmıştır. Sonuçlara göre akran ilişkileri ile iletişim problemleri
arasında ters yönde ilişki çıkarken, akran ilişkilerinin aile değişkenlerine
göre çocukların psikososyal gelişimlerinde daha büyük etkisi olduğu
belirlenmiştir (Ahonen, 2008). Resimli Sosyometri Ölçeği’nin bu çalışmada
kullanılan dört soruluk versiyonu Türkiye’de geliştirilmiş olduğu için bu
soruların kullanıldığı, yurt dışında yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır.
Ancak ölçeğin ilk geliştirildiği tek soruluk versiyonu ile ilgili dört yaşı da
kapsayan çalışmalar vardır. Örnek olarak, Olson ve Lifgren (1988)
tarafından yapılan çalışmada, dört-beş yaşındaki 79 çocuğun sosyometrik
konumları ile bilişsel ve sosyal yeterlikleri belirlenmiş ve bir yıl sonrasında
tekrar izlenmiştir. Sonuçlara göre çocukların sosyometrik konumları
belirlenen dönemde ve sonraki bir yıl boyunca bilişsel ve sosyal yeterlikleri
ile ilişkili bulunmuştur. Ayrıca akranları tarafından reddedilen çocukların
saldırganlık puanlarının da yüksek olduğu belirlenmiştir. Görüldüğü gibi bu
araştırmadaki ölçeklerle ilgili yurt dışında, dört yaşı da kapsayan çalışmalar
gerçekleştirilmiştir.
Araştırmanın sınırlılıkları şu şekildedir: Ölçme araçlarının yordayıcı
geçerlikleri, araştırma sırasında yapılan alan yazın taramasında dört yaş
grubunun akran ilişkilerini, sosyal konumlarını belirlemeye yönelik farklı bir
ölçeğe rastlanılamadığı için yapılamamıştır. Elde edilen geçerlik ve
güvenirlik değerleri, Denizli il merkezindeki dört yaş grubundan 300 ve 160
çocuk ile sınırlıdır. Akran Şiddetine Maruz Kalma ve Resimli Sosyometri
Ölçeklerinin alt boyutları olmadığı için faktör analizi işlemleri
gerçekleştirilememiştir. Ölçme araçlarından elde edilen veriler, öğretmen ve
akran görüşleri ile sınırlıdır.
Araştırmanın sonuçları ve sınırlılıkları doğrultusunda şu öneriler
geliştirilebilir: Resimli Sosyometri Ölçeği'nin güvenirliği ile ilgili yeni
bulgulara gereksinim bulunmaktadır. Bu ölçeğin yurt dışında geliştirilen
versiyonu tek soruluktur. Bu çalışmada ise 2008’de geliştirilen dört soruluk
versiyonu kullanılmıştır. Dört yaş çocuklarıyla tek soruluk versiyon ile ilgili
yeni geçerlik güvenirlik bulguları ortaya konulmalıdır. Ayrıca bu çalışmada
ele alınan ölçme araçlarıyla ilgili farklı illerde daha kalabalık örneklem
gruplarıyla yeni geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapılabilir. Dört yaş
grubunun akran ilişkilerini belirlemeye yönelik akran ve öğretmen
görüşlerine dayalı yeni ölçme araçları geliştirilebilir. Gözlem tekniğine ve
126
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
anne-baba görüşlerine dayalı olarak bilgi toplayan ölçme araçları da
oluşturulabilir.
Teşekkür
Araştırmanın istatistik analiz işlemlerinde bize destek olan,
yardımlarını esirgemeyen İstatistikçi Gökhan Körükçü’ye çok teşekkür
ederiz.
Kaynakça
Ahonen, L. 2008. In Presence of Risk, What Protective Factors Keep
Preschool Children from Displaying Conduct Problems?
Unpublished Master Thesis. Sweden: Örebro University.
Asher, S. R., Singleton, L. C., Tinsley, B. R., and Hymel, S. 1979. A
Reliable Sociometric Measure for Preschool Children.
Developmental Psychology, 15(4), 443-444.
Avcıoğlu, H. 2007. Sosyal Becerileri Değerlendirme Ölçeğinin (4–6 yaş)
Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, 7(2), 87-101.
Berk, L. E. 2013. Erken Çocuklukta Duygusal ve Sosyal Gelişim, (Çev.) B.
Tortamış Özkaya. İçinde: Bebekler ve Çocuklar. Doğum Öncesinden
Orta Çocukluğa, (Çev. Ed.) N. Işıkoğlu Erdoğan, (ss. 362-408).
Ankara:Nobel Yayıncılık.
Boivin, M. 2008. Peer Relations. Encylopedia on Early Childhood
Development.
http://www.child-encyclopedia.com/en-ca/peerrelations-childhood/how-important-is-it.html
(Erişim
Tarihi:
25.08.2014).
Büyüköztürk, Ş., Akgün, Ö. E., Özkahveci, Ö. ve Demirel, F. 2004.
Güdülenme ve Öğrenme Stratejileri Ölçeği'nin Türkçe Formunun
Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Kuram ve Uygulamada Eğitim
Bilimleri, 4(2), 207-239.
Chen, D. W., Fein, G. G., Killen, M., and Tam, H. P. 2001. Peer Conflicts of
Preschool Children: Issues, Resolution, Incidence, and AgeRelated Patterns. Early Education and Development, 12 (4) 523544, DOI: 10.1207/s15566935eed1204_3.
Child Development and Parenting Consultations, 2014. Social Development
and Peer Relationships. http://www.kelleyabrams.com/socialdevelopment-and-peer-relationships-in-young-children.html
(Erişim Tarihi. 24.08.2014).
Dodge, K. A., Lansford, J. E., Burks, V. S., Bates, J. E., Pettit, G. S.,
Fontaine, R., and Price, J. M. 2003. Peer Rejection and Social
Information-Processing Factors inthe Development of Aggressive
Behavior Problems in Children. Child Development, 74, 374–393.
127
H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz
Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik
Güvenirlik Çalışmaları
Fabes, R. A., Lynn-Martin, C., and Hanish, L. D. 2009. Children’s
Behaviors and Interactions with Peers. In Handbook of Peer
Interactions, Relationships, and Groups, (Eds.) Kenneth H. Rubin.
New York: The Guilford Press, 45-62.
Gülay, H. 2008. 5-6 Yaş Çocuklarına Yönelik Akran İlişkileri Ölçeklerinin
Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları ve Akran İlişkilerinin Çeşitli
Değişkenler Açısından İncelenmesi, Marmara Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Enstitüsü,Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.
Gülay, H. 2010. Okul Öncesi Dönemde Akran İlişkileri, Ankara: Pegem
Akademi.
Güven, Y. ve Işık, B. 2006. Beş Yaş Çocukları İçin Marmara Sosyal
Duygusal Uyum Ölçeği’nin (Masdu-5 Yaş) Geçerlik ve Güvenirlik
Çalışması. M. Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri
Dergisi, 23, 125-142.
Johnson, C., Ironsmith, M., Snow, C. W., and Poteat, M. 2000. Peer
Acceptance and Social Adjustment in Preschool and Kindergarten.
Early Childhood Education Journal, 27(4), 207-212.
Karasar N. 2009. Bilimsel Araştırma Yöntemi, 20. Baskı, Ankara: Nobel
Dağıtım.
Koçyiğit, S. ve Kayılı, G. 2008. Montessori Eğitimi Alan ve Almayan
Anaokulu Öğrencilerinin Sosyal Becerilerinin Karşılaştırılması.
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, 511-516.
Ladd, G. W. and Kochenderfer-Ladd, B. 2002. Indentifying Victims of Peer
Aggression from Early to Middle Childhood: Analysis of
Crossprevalance of Victimization and Characteristics of Identified
Victims. Psychological Assessment, 14(1), 74- 96.
Ladd, G. W. and Profilet, S. M. 1996. The Child Behavior Scale: A TeacherReport Measure of Young Children’s Aggressive, Withdrawn, and
Prosocial Behaviors. Developmental Psychology, 32(6), 10081024.
Manaster, H., and Jobe, M. 2012. Supporting Preschoolers’ Positive Peer
Relationships.
http://www.naeyc.org/yc/files/yc/file/201211/Manaster.pdf (Erişim
Tarihi: 24.08.2014).
Meyer, E. L., Schaffer, B. A., Soto, C. M., Simmons, C. S., Anguiano, R.,
Brett, J., Holman, A., Martin, J. F., Hata, H. K., Roberts, K. J.,
Mello, Z. R., and Worrell, F. C. 2011. Factor Structure of Child
Behavior Scale Scores in Peruvian Preschoolers. Psychology in the
Schools, 48(10), 931-942.
Oktay, A. 1999. Okul Öncesi Dönemi. İçinde Ana-Baba Okulu. 8. Basım,
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Olson, S. L. and Lifgren, K. 1988. Concurrent and Longitudinal Correlates
of Preschool Peer Sociometrics: Comparing Rating Scale and
128
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129
Nomination Measures. Journal of Applied Developmental
Psychology, 9, 409-420.
San-Bayhan, P. ve Artan, İ. 2009. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi, İstanbul:
Morpa Kültür Yayınları
129
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak:
Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi
DOI NO: 10.5578/JSS.10573
Mehmet ERKOL1
Kabul Tarihi:14.08.2015
Geliş Tarihi:07.12.2015
Özet
Türkiye’de dini hayatı anlamlandırmak için onu etkileyen farklı boyutları ele
alıp aralarındaki etkileşime odaklanmak gerekmektedir. Bu açıdan çalışmada ilk
olarak gündelik hayat içerisinde dinin yeri, dindarlık kavramı, dindarlığın
dönüşümü ve boyutları üzerinde durulmuştur.
Gündelik hayatın dinamik yapısı değişimi kaçınılmaz kılmaktadır. Muhakkak
bu değişimden birey ve toplumu derinden etkileyen dinde payına düşeni almakta,
dindarlık ve dini hayat farklı boyutlara bürünmektedir. Bunun için dindarlığın
ölçülmesi bir toplumda dini hayatın anlaşılması için önemli bir araç olmaktadır. Bu
gündelik hayat içinde dinin ve dindarlığın aldığı görünümleri belirlemek açısından
oldukça önemlidir. Aynı zamanda ölçüm çalışmaları, değişimi tek yönlü olmaktan
çıkarıp karşılıklı ilişkiye dayalı bir etkileşim perspektifiyle anlamlandırmamızı
mümkün kılmaktadır.
Bununla birlikte dini hayatı analiz etmek için geliştirilen ölçekler ilk kez
batıda geliştirilip uygulanmasının meydana getirdiği problemler henüz aşılabilmiş
de değildir. Çalışmada batıda geliştirilen ve uygulanan dindarlık ölçekleri
değerlendirilip Türkiye’de uygulanmasının yarattığı sorunlara dikkat çekilmiştir. Bu
Türk toplumunun yapısına uygun ve özgün çalışmalarında yapılmasına duyulan
ihtiyacın vurgulanmasını gerekli kılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Din, Dindarlık, Dini Hayat, Dindarlık Ölçekleri,
Dindarlık Tipolojileri.
To Make Sense of Religious Life in Turkey: Piety Case and the
Measurement of Religion
Abstract
And discuss different aspects that affect it to make sense of the religious life
in Turkey, it is necessary to focus on the interaction between them. First place of
religion in everyday life study from this perspective, the concept of religiosity,
focused on the transformation and dimensions of religiosity.
1
Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]
131
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
The dynamic nature of the change of daily life is inevitable. Certainly
receiving its share of religious individuals and communities deeply affected by these
changes, which take on different dimensions of religiosity and religious life. In a
measure of religiousness society for it is an important tool for understanding the
religious life. This view of religion in everyday life and received the piety.
However, the scales of the problems are caused by the application for the
first time in the West developed to analyze the religious life is not well developed yet
it has been exceeded. West religiosity scales developed and applied in this study are
evaluated and drawn attention to the problems caused by the implementation in
Turkey. This makes the Turkish society to emphasize the need to make the
appropriate and necessary nature of the original work.
Keywords: Religion, Religiosity, Religious Life, Religiosity Scales,
Religiosity Typologies.
***
Giriş
Bütün dünyayı derinden sarsan bir takım gelişmeler ile birlikte dinin
konumu tartışılmaya başlanmıştır. Avrupa’da 17. yüzyıldan başlayarak
19.yüzyıla kadar yaşanan bu gelişmeler sosyal bilimler literatüründe
modernleşme olarak nitelendirilmiştir. Batı Avrupa’da Rönesans ile başlayan
süreç Protestan Reformu ve Bilimsel Devrim ile devam etmiş, Aydınlanma
Dönemi ile zirveye ulaşmıştır.
Bütün bunlar batıda bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve
kentleşme olarak meyvelerini vermiştir. Batıda ortaya çıkan yeni düzen eski
düzen üzerinde yükselirken siyasal, sosyal ve kültürel olarak gelenekten
kopuşa işaret eden yapısal ve sosyal farklılaşmaları beraberinde getirmiştir
(Bruce, 2003:250). Elbette batıda eski düzeni şekillendiren en önemli unsur
birisi de dindir. Dolayısıyla ile dinin konumu batıda öncelikli olarak
tartışılan konuların başında gelmiştir.
Batıda ortaya çıkan bu gelişmeler her ne kadar bölgesel gibi görünse
de özellikle bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme olguları
tecrübe edilebilir olmalarından ötürü dünyanın diğer bölgelerini de etkisi
altına almıştır. Böylece geleneksel yapıları bir şekilde etkileyen din farklı da
olsa bu süreçten nasibini almıştır. Artık dinin etkisi ve görünürlülüğü
tartışılmaya başlanmıştır. Bundan böyle sosyal bilimlerde özellikle sosyoloji
biliminde dinin konumu hakkında süre giden bir tartışmada başlamıştır.
Özellikle bilimsel gelişmeler ile birlikte rasyonel düşünce tarzı
yaygınlaşmış, teknolojik imkânlar artmıştır. Teknolojik imkânlar modern
tıbbın gelişmesine ve tabiatın insan tarafından kontrol edilmesine katkı
sağlamıştır. Benzer şekilde batıyı ilk elden etkileyen bilimsel gelişmeler ile
birlikte endüstriyel kapitalizm de dünyanın geri kalanında herkesi iş gücüne
dönüştürmeye başlamış, ekonomik alan bir takım yeni kavramlar ile
tanışmış, devletin vatandaşı ile ilişki biçimini dönüştürmüştür. Kentleşme ile
birlikte ise kırsal bölgelerden göç eden kesimler şehir etrafından yeni ilişki
132
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
biçimleri geliştirerek sosyal ve kültürel anlamda sosyal yapının yeniden
şekillenmesine katkı sağlamıştır. Tüm bu alanlara hâkim olan din ise giderek
etkinliğini kaybetmeye başlamıştır.
Bütün bu gelişmeler sonucunda boşalan alanın doldurulması din ile
sıfır toplamlı bir ilişki biçimini gerektirmiştir. Özellikle 19. yüzyıl sosyolojik
paradigmanın gramerini şekillendiren pozitivizm, dinin ortadan kalkacağı ve
yeni bir insanlık dininin kurulacağını müjdelemiştir. Pozitivizme göre yanlış
bireysel inançları yansıtan bir olgu olarak din, önceki ilkel toplumlar ile
anılabilir bir olgu olarak resmedilmiştir. Pozitivizminde etkisiyle ilkel
kabilelere havale edilen din, modern toplumda tamamen ortadan kalkacak
bir olgu haline getirilmek istenmiştir. Sosyolojinin kurucu babası sayılan A.
Comte’un ‘Üç Hal Yasası’ (Ergun, 1990:23), modern dönem ile birlikte
dinin tamamen ortadan kalkacağı bir varsayıma dayanmaktadır (Günay,
2002:121). Buna karşın A. Comte, toplumların kaosa düşmeden düzen ve
ilerlemeyi beraber götürebileceği sentezi başarabilecek bir sosyal teoride
geliştiremediği görülmektedir. Nitekim kendisini takip eden sosyologlar
dinin birey ve toplum katındaki etkisini gözlemleyerek dinin ne olduğu ve
olması gerektiği tanımından bireysel ve toplumsal işlevlerine yönelik tarifler
getirmeye çabaladıkları görülmektedir (Sezen, 1998:29 ).
1. Sosyolojik Din Tanımları
1.1. Dinin Özsel (Substantif) Tanımları
Özsel (substantif) tanımlarda din, içerik olarak sahip olduğu kutsal,
aşkın, ilahi ve fizik ötesi anlam ve değer muhtevalarına bağlı olarak
tanımlanır (Yaparel, 1987: 404). Bu yaklaşımı benimseyenler dinin özünü
veya esasını eksene alıp belirlemeye çalışırlar. Başka bir ifadeyle özsel
(substantif) tanımlar. Dinin ne olduğunu tespit etme gayretindedirler. Bu
tanımlar, din olarak nitelenen dini içeriğin kategorilerini ve gayr-i din olarak
belirlenen diğer kategorileri bulmaya çalışmışlardır (Robertson, 1998:214).
Özsel (substantif) tanımlarda, din tanımlanırken genellikle insan
dışı failler, doğaüstü dünya, deney dışı gerçeklik aşkın gerçeklik, kutsal
kosmos gibi ifadeler kullanılmaktadır. Burada amaç dinin aşkınlığı ve
kutsallığını vurgulamaktır. Edward B. Taylor, bu yaklaşımı benimsemiş ve
tanımında dini “ruhsal varlıklara inanç” olarak ifade etmiştir. Ona göre
sanayileşmiş birçok toplumda insanlar, tanrı veya tanrılarla ilgili olmamışlar
veya az ilgili olmuşlar, daha çok görünmeyen bir takım varlıklara
inanmışlardır (Sezen, 1998:30). Dinin özsel (substantif) tanımı yapan R.
Otto’ya göre de din, insanın kutsalla ilişkisidir. R. Otto, dinsel deneyimin
başkalığını, bugünde geçerli olan bir form halinde betimlemeyi denemeyi
amaçlamaktadır. İnsanın dinsel deneyiminde, inandığı gerçeklik olan
kutsalın, sıradan insani fenomenlere göre bütünüyle başka olduğunu ve onun
bu başka oluşta heybetli, dehşetli, ürperti verici bir güç olarak insanları
133
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
sardığını söylemektir (Tümer ve Küçük, 1993:6). Spiro’ya göre din, kültürel
olarak varsayılıp kabul edilen insanüstü varlıklara kültürel olarak kalıplaşmış
etkileşimden oluşan bir kurumdur (Okumuş, 2003:57). Bir diğer tanımda
Peter L. Berger’e ait olandır. Berger, R. Otto ve Eliade’den yararlanarak dini
şu şekilde tanımlamaktadır. “Din, kutsal kozmos’un kendisiyle tesis edildiği
beşeri bir girişimdir” (Berger, 2002/b: 123).
Özsel (substantif) tanımlara örnek olarak belirtilen bu ifadeler
diğer tanımlardan daha özel ve belirli olup din tanımı konusunda diğerlerine
göre daha kesindirler.
1.2. Dinin İşlevsel Tanımları
Bu yaklaşımı benimseyenler, dinin özde ve temelde ne olduğu ile
değil, ne yaptığı ile ilgilenmektedir. Dini inanç ve pratiğin içeriği ve özü bu
tanımsal strateji için, dinin sonuçlarından daha az önemlidir. Din kavramını
işlevsel olarak ele alan ve tanımlayan Emile Durkheim’a göre din, kutsal
şeyler, yani ayrı tutulan ve yasaklanan şeylerden oluşan birleşik bir
sistemdir. Bu inanç ve pratikler, onları kabul eden kimseleri kilise denen
manevi bir topluluk halinde bir yere toplar (Günay, 2022:173). Durkheim’in
din tanımı veya anlayışına göre kutsal olan son tahlilde toplumsal olanın
ifadesinden başka bir şey değildir. Durkheim’ın dini aşkınlıktan toplumsal
içkinliğe indirgemesi eleştiri konusu olmuştur(Aydın, 2000:105).
Yine işlevsel bir tanıma sahip olan T. Parsons’a göre dinin
sosyolojik imkânı, hayal kırıklığında, çatışmayı yaşamasında, baskı altına
almada kendini gösteren toplumun eksik kalmış yönlerinde ifadesini bulur
(Okumuş, 2003:60). C. Geertz’ın din tanımında da işlevselliğin belirleyici
olduğu görülmektedir. Geertz’e göre din, insanlarda genel bir varlık
düzenine ilişkin kavramlar formüle edilerek ve bu kavramları bir gerçeklik
atmosferiyle kıyaslayarak, güçlü, geniş kapsamlı ve uzun süreli ruhsal
durumlar ve motivasyonlar tesis etmeye çalışan bir semboller sistemidir
(Geertz, 1998:179). İşlevselci din tanımları, özsel (substantif) tanımların
belirledikleri bütün dinleri kapsarlar. Bu tanımlar, özsel tanımlardan daha
geniştirler. Nitekim işlevselci din tanımlarında tanrı kavramına atıfta
bulunarak sosyal bütünleşmeyi sağlayan bireysel davranış yönelimini
belirleyen ve değer kategorisi olarak görev yapan düşünce ve davranış
tarzları din olarak kabul edilmektedir (Köktaş, 1993:30-31). Sonuç olarak
din tariflerindeki bu farklılaşma mahiyetten çok, dinin bütünü teşkil eden
değişik boyutlardan hangisinin daha çok benimsendiğine bağlı olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu boyutlara atfedilen önemin derecesi farklılaşmaya sebep
olmaktadır.
2. Türkiye’de Gündelik Hayatın Değişimi ve Dindarlık
Batıda 19. yüzyılın başıyla birlikte etkisini göstermeye başlayan
bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme olguları, bütün
134
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
dünyada köklü bir değişimi başlatmıştır. Bu olay, batıya özgü bir olgu gibi
gözükmekle beraber, bilindiği gibi bütün dünyayı derinlemesine etkilemiştir
(Marshall,1999:632).
Neredeyse kuruluşundan tarih sahnesinden siyasi olarak
silinmesine kadar batı ile ilişki içinde bulunan Osmanlı Devleti, bu etkiyi
derinden hisseden devletlerin başında gelir. Bundan dolayı Türkiye’nin
yakın tarihi, batının tartışılmaz belirleyiciliği altında geçmiştir (Ortaylı,
1985:139). 19. yüzyıldan itibaren batı toplumların gündelik hayatı köklü
değişimler geçirirken bu değişimler kendi toplumların iç dinamiklerinden
kaynaklanmıştır. Osmanlı Devleti bu gelişmelerden batı ile girdiği
etkileşimler sonucu yaşamaya bir şekilde mecbur kalmış gözükmektedir. 19.
yüzyıla gelinceye kadar Osmanlı Devleti’nin, Hıristiyan ve benzeri
unsurlarla iç içe yaşaması, askeri, diplomatik, ticari ilişkilerin süreklilik arz
etmesi toplumlararası bir tanışma ve varlığından haberdar olma olgusunun
oluştuğunu gösterir. Batıda yüzyıllar süren dönüşüm ile karşılaşan Osmanlı
devleti kavrayabildiği batıyı taklit etmeye kalkışması devletin yıkılma
tehdidine mazur kalmasına kadar ertelemiş gözükmektedir. Buna karşın
Osmanlı Devleti için çöküşü önleme çabası bu yapıyı taklit etmesini zorunlu
kılmıştır (Hanioğlu, 1985:1383).
Osmanlı Devleti’nin batıyı taklit etmesi bir uygarlık değişimin de
habercisidir (Belge, 1983/a:262). Son derece geniş boyutlu bir olay olan
batılılaşma, her alanda olduğu gibi gündelik hayatı, belli bir dünya
görüşünün düzenlediği değerler hiyerarşisine göre yaşayan toplumun, alışık
olduğundan çok farklı değerler hiyerarşisine geçmesi anlamı taşımaktadır2.
Ayrıca bu değişim Osmanlı toplumu için başlangıçta bir bütün olarak
anlaşılıp sindirilme imkânı da vermiştir. Böyle bir değişim toplumun manevi
haritasının bütünüyle kaybedilmesi demek olacağından uygarlık değişiminin
kararını veremeyen, ama sonuçlarını zorunlu olarak yaşayan geniş kitleler
için, bütünüyle bir sorunsal olarak hep rahatsız edici olmuştur. Bu zorunlu
değişimi yaşayan Osmanlı toplumunda başlangıçta batılılaşma kararını
verenlerin veya vermeye çalışanların Batı’dan ne anladıkları da pek net
değildir. Bundan dolayı batılılaşma süreci ve bu süreçte taklit edilmeye
çalışılanın belirsizliği, çatışmanın sadece geçmişten kopma noktasında
olmadığını iddia etmek yanlış olmasa gerektir. Geçmişten kopma aslında
daha tehlikeli bir sürecinde başlangıcı olmaktadır. Bu, M. Belge’nin işaret
ettiği Osmanlı Devleti’nde ‘dışsal bir dinamiğin egemen olduğu yerde
geçmişten kopmakla kalınmaz, geleceği tasarlamak da güçleşir’ (Belge,
1983/b:837-838) dediği bir durumu yaşamıştır.
2
Siyasal sistemin değişimini açıklayan modernleşme ile, halkın gündelik hayatının dinin
dışına taşması olan sekülerleşme ayrımı için bkz. Nuray Mert, 1994. Laiklik Tartışmalarına
Kavramsal Bir Bakış, İstanbul:Bağlam Yayıncılık.,s.18.
135
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
Geçmişinden kopan ya da kopmaya çalışan ve geleceği de
tasarlayamayan bir ülkenin sancısını anlamak için, o toplumda geçen
ekonomik, siyasi, kültürel değişimlere ve dinin değişen anlamlarına veya
mümkün olduğu ölçüde bunların hepsine bir bütünlük içinde bakmakla
sağlanabilir. Osmanlı toplumunda ekonomik yeniliklerin, siyasi olayların,
kültürel kopuşların nihayet dinin değişen anlamlarının incelenmesi
gösterecektir ki, asıl değişen toplumdaki gündelik hayatın dokusudur.
Gündelik hayatın bu radikal değişimi 19. yüzyıl Osmanlı toplumu
için neredeyse bir travmadır. Toplumsal işleyişin aldığı yeni biçimlenmeyi
anlamak için sosyolojik bir söylem olarak kullanılan ‘toplumsal travma’
kavramı, gündelik hayatın oldukça muhafazakar bir yapı oluşturduğuna dair
bilgimizin yanlış olduğu anlamına gelmez. Çünkü bir kural olarak hatırda
tutmak gerekir ki, toplumlar ciddi köklü değişimlerden sonra bile asli
öğelerinden kopmama eğilimi göstermektedir (Armağan, 1990:91). Bu kuralı
da aklımızda tutarak araştırmamıza esas olan gündelik hayatın değişmesini
anlamak için Osmanlı toplumunda gerçekliğin anlamına kısaca da olsa
değinmek gerekmektedir.
Osmanlı toplumunda yaşayan Müslüman halk, tarımsal üretime
dayanan ve tek tanrılı dini hayatı yaşayan birçok toplum gibi öte dünya
inancı hayli ağır basan bir kültürel atmosferin değerlerini benimsemiştir. Bu
değerlerin paylaşılması ve gündelik hayata uygulanması, o dönem Osmanlı
toplumunda, kentte ve kırda çok farklılık oluşturmamaktaydı. Bu,
kanaatkârlığın başlıca erdem olduğu, tüketimin zorunluluk olarak görüldüğü
bir dünya görüşünün egemen olduğunu göstermektedir. Bu dünya görüşü
hayatın geçici olduğu fikriyle de uyumludur. Örneğin şimdilerde lüks olarak
adlandırılan tüketim aracı o dönemde ancak düğün, sünnet, bayram gibi
olaylarda kısmen kendini gösterebiliyordu. Osmanlı şehrinde hayat, ev
içinde ve dışında geçen kısımlarıyla dengeli bir şekilde bölünmüştür. İş
hayatının dini ve etnik temellere göre belirlenmesi bireylerin özel ve
kamusal mekânlarda bir çelişki yaşamadıklarını gösterir niteliktedir
(Faroqhi, 2002: 50,184,167). Ev dışı mekânların kendi içlerine dönük
yaşaması sıkı bağların oluşmasına, dayanışma ruhuna sebep olduğu gibi
çelişkilerin azaltmanın da toplumsal temeli olarak değerlendirilebilir. Yine
Osmanlı toplumunda şehirlerde yaşayanlar için bir arada yaşam pratiği,
başka topluluklardan özellikle batı toplumlarından farklı bir şekilde oldukça
önemli bir uzlaşma sağladığı görülmektedir. O çağlar için oldukça ileri
sayılabilecek bir hoşgörü içinde bir arada yaşayan çeşitli etnik ve dini
farklılıkların, çatışma yerine ortak kültürün zenginleşmesine ve rafine
edilmesine önemli katkılar sağladığı anlaşılmaktadır. Denilebilir ki,
batılılaşma bir süreç halinde başlamadan önce Osmanlı toplumu için, dini
farklılıklarla bir arada yaşam yeni bir olgu olarak karşılanmamıştır. Çünkü
19. yüzyıla kadar Osmanlı toplumu içinde coğrafi koşulların bir sonucu
olarak farklılıkların bir arada yaşadığı bir toplumun varlığı söz konusu idi
136
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
(Türköne, 2003:344). Bu yapıyı koruyan en önemli unsur ise dindir. Din
toplumsal çatışmaları önleyici işlevi dolayısıyla bir güven ortamını da
beraberinde getirmiş (Sezen, 1998:38) Osmanlılık kimliğini kendiliğinden
oluşturmuştur.
Batı’da özellikle bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve
kentleşme olguları ile birlikte kilisenin iktidarı sarsılmış, dinin toplum
üzerinde denetim işlevi zayıflamış, dinsel iktidarın yerine dünyevi bir
iktidarı oluşmaya başlamış, bütün bu değişimler ise dinle ilgili bir takımın
sorunların oluşmasına neden olmuştur3. Bu tür değişimlerin Osmanlı
toplumu için de 19. yüzyıldan sonra kendini hissettirmeye başladığını
görmekteyiz. Nitekim Tanzimat ve Islahat fermanları adı verilen bir dizi
reform bu sıkıntıları gidermeye yönelik girişimler olarak değerlendirilebilir.
Reformların bozulan devlet yapısının bir ıslahı gibi de değerlendirmemiz
mümkün olmakla beraber uzun vadede devlet ve halk arasındaki ilişkiyi
batıdakine benzer şekilde düzenleme amacı güttüğü görülmektedir4. Bu
reformlarla gündelik hayatın içinde reaya olarak tutarlı bir şekilde yaşayan
halk zamanla Osmanlı toplumundaki bütün unsurları içine alacak bir
vatandaş kimliğinin oluşmasına katkı sağlayan temel bir gövde olarak
görülmek istenmiş, bunun hukuki alt yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Yine
de kimlik algılarında oluşan bu köklü değişim Osmanlı İmparatorluğunu
parçalanmaktan kurtaramamıştır.
2.1. Dindarlık Olgusu
Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla birlikte özel ve kamusal hayatın
en önemli belirleyicisi olan din, artık eski önemi yitirmiş ve Cumhuriyetin
kurulmasıyla birlikte dine farklı anlamlar yüklenmeye başlamıştır
(Aktay,2000:38). Dünya tarihini de göz önünde bulundurarak ifade etmeliyiz
ki, din, artık sadece bireyin özel hayatında kalmalı ve kamu hayatı bütünüyle
dinden arındırılmalıdır. Yeni devletin inşa edilmesi ile birlikte ulus inşasında
dinden arındırmaya özel bir anlam atfedilmiştir. Süreç içerisinde kamusal
alandan dışlanan din giderek bireyin vicdanında anlam ifade ettiği bir özel
alan konusu haline getirilmeye dönük politikalar uygulanmıştır. Devlet eliyle
uygulanan politikaların amacı ise birey ve toplum üzerinde belirleyici olan
dini bir şekilde kontrol altında tutarak ulus inşasında araçsallaştırma amacı
güdülmüştür.
3
Her türlü değişmeye karşı dinin bir direnç noktası olarak görülmesiyle ilgili olarak
bkz. Şerif Mardin, (2001), Din ve İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları, s.50.
4
Halk ile devlet arasındaki ilişkiyi belirlemede dinin etkisinin azalması ve bunun
doğal bir sonucu olarak dinin toplumu denetleyen etkisinin kaybolduğu ile ilgili bir
analiz için bkz. Binnaz Toprak, (2000), Türkiye’de Dinin Denetim İşlevi, Türkiye’de
Politik Değişim ve Modernleşme, der: Ali Yaşar Sarıbay-Ersin Kalaycıoğlu,
İstanbul: Alfa Yayınları, s.309.
137
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
Bu uygulamanın aksine batıda dine ilişkin yaklaşımı belirleyen ise
sekülerleşme olmuştur. Sekülerleşme Hıristiyanlığın, hayatın bütün
alanlarına egemen olduğu Batıda, Ortaçağ’ın sonlarında aydınlanma,
Rönesans ve reform ile birlikte meydana gelen büyük dönüşümün
(modernite) dinsel açıdan nitelenmesidir (Armağan, 1990/b:367).
Sekülerleşmenin anlamı, Hıristiyanlığın altın çağının son bulması, toplumun
dinden uzaklaşması, inanç ve eylemlerin ilahi olan yerine dünyevi hedeflere
yönelmesi, dinin işlevlerinin seküler toplumsal işlevlere dönüşmesi, son
olarak da kutsalın yerini dünyevileşmenin almasıdır (Marshall,1990:645).
Aydınlanmaya kadar geri götürülebilecek olan sekülerleşme
teorisi, modernleşme ile hem toplumsal seviyede hem de bireyin zihninde
dinin gerileyeceği teması üzerine kuruludur. Başlangıçta aydınlanma
düşünürleri, gerici, batıl, hurafe inançları yok edeceği zannıyla
sekülerleşmeyi iyi bir şey olarak düşünmüşlerdi (Berger, 2002/a:14). Aynı
düşünürler sekülerleşmeyi genellikle bilim, teknoloji, rasyonel düşünce ve
nihayet terakki gibi kelimelerle eş bir anlamda kullanarak bunları
sekülerleşme sürecinin motoru olarak değerlendirdiler (Mert, 1994:24).
Nitekim A. Comte’un tarihi açıklamak için kullandığı şema da
bunu açıkça görmek mümkündür. Onun meşhur üç hal kanunu
sekülerleşmeyi tasvir edici (deskriptif) bir yöntemle açıklamak yerine, kural
koyucu (normatif) bir yolla betimlemiş, olanı değil olması gerekene işaret
edici bir kategorilendirme çabası olmuştur (Aydın, 2001:13). Bu kural
koyucu söylem başından beri dinin toplumsal hayatta ve bireysel bilinçte
dinin değerinin yitmesi anlamında yorumlanmıştır. Artık bundan sonra din,
kültür, sanat, felsefe, eğitim, bilim dil ve gündelik hayattan arınacağı güçlü
bir şekilde seslendirilmeye başlanmıştır. Bu aynı zamanda sosyal bilimlerde
hep dinin sonunun yaklaştığı yönündeki meta anlatılanında bir söylem haline
getirmiştir. Örnek vermek gerekirse 1700’lü yıllarda modernitenin dine galip
geleceğini tarih vererek iddia eden ilk kişi Thomas Woolston’dur (Stark,
2002:34). Rodsey Stark, Voltaire’nin de dinin sonunun 1750’li yıllarda
olacağını iddia ettiğini belirtir. Bunlar bir istisna değildir elbette. Aynı
yaklaşım Sosyalist devrimin dini nasıl yok edeceğinden zevkle bahseden
Frederic Engels’te, dine inanan bireyde bunun bir çocukluk illeti olduğunu
düşünen Max Müller’de, nevrotik illüzyonların en büyüğünün din olduğunu
belirten Sigmund Freud’ta da vardır.
Bu yaklaşımların öngörüleri ise sekülerleşme ile birlikte
dindarlığın azalacağı kehanetine dayanmaktadır. Onlara göre endüstrileşme,
kentleşme ve rasyonelleşme bunu gerektirmektedir. Böylece sekülerleşme ile
birlikte hem din ve devlet birbirinden ayrılacak, hem de bireysel dindarlık
yok olacaktır (William H. Swatos ve Kevin J. Christiano, 2002:103). Bu aynı
zamanda inançların tarih sahnesinden silindiğini müjdeler gibidir. Din ile
devletin birbirinden ayrılması kurumsallaşmadan vazgeçildiğini gösterirken
bireysel dindarlığa yapılan vurgu ile de bir alandaki düşüşün diğer alanlara
138
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
da yansıyacağı düşüncesinin oluşmasına sebep olmaktadır. Sekülerleşmenin
diğer bir öngörüsü ise bilimin dine öldürücü darbeyi mutlaka vuracağı
yönündeki pozitivist inançtır. Bilimsel ilerlemenin zorunlu bir sonucu olarak
görülen sekülerleşme pozitivizme göre sürükleyici bir zorunluluktur. Bu
sürükleyici zorunluluk öngörüsü din ile bilimin bağdaşmadığı noktasından
hareket eder. Çatışma bir kere din aleyhine bozulduktan sonra artık geriye
dönülmesi mümkün olmayan bir süreci de başlatmıştır demektir. Son olarak
sekülerleşme küresel bir fenomen olarak görülmüş, dinin tarihi bir hatıra
olarak kalacağı iddia edilmiştir. 20. yüzyıla gelindiğinde sosyal bilimlerde
dinin hem bireysel ve hem de toplumsal önemi ile ilgili yapılan çalışmalar
hız kazanmıştır. Bu sekülerleşme tezinin pek de geçerli olmadığını gösterir
niteliktedir. Böylece sosyal bilimlerin en önemli koşullarından birini
sekülerleşme ve onun karşısında yer aldığı düşünülen din arasındaki
etkileşim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada önemle belirtilmesi
gereken Batıda din sosyoloji alanında yapılan çalışmaların dini tanımlayan
şeyin sekülerleşmeden ziyade kurumsallaşmış dinden kaçış olduğudur
(Berger, 2002/a:22).Kurumsallaşmış dinden kaçış din için bir yok olma
olarak algılanmamalıdır. Peter L. Berger’in de işaret ettiği durum bir yer
değiştirmeyle açıklanabilir ancak. Burada bir paradigma değişiminin
oluştuğunu söylememiz gerekiyor. Bu paradigma 19. asrın sonlarından
itibaren dinin bir kriz içinde olduğu ve yok olacağı iddiasının yerini
sekülerizmin gerilediği ve kriz içine girdiği şeklinde değiştiğini iddia etmeye
başlamıştır.
Bu paradigma insanın dini ihtiyacını, bu dünyada tecrübe edilen
kısıtlı varlık alanın ötesine yönelik bir anlayışı, hep var olan ve var olmaya
da devam edecek bir süreç olarak işaretler. Böylelikle din, sosyolojik
araştırmalarda teolojik bir ön kabul olmaktan çıkmış ve antropolojik bir
gerçeklik olduğu bilgisi güçlenmiştir. Aynı zamanda din ve dindarlığın
insan-Tanrı ilişkisi içinde somutlaştırılması, dini pratiklerin ve dinselliğin,
toplumsal yapının gündelik hayata sinen ve onun evrenini oluşturan bir
atmosfer içinde olduğu anlayışı sosyolojide ampirik bir geleneğinden
oluşmasına neden olmuştur (Subaşı, 2001:240). Ampirik araştırmalar günlük
hayatta insanların çeşitli renk ve şekillerde ortaya çıkan dini hayatlarındaki
farklılıkları gösterebilmek için çeşitli tipolojilerin geliştirilmesi gereklilik
üzerinde durmaktadır. Böylece dini hayatın analiz edilmesinde bilimsel
yöntem arayışları da başlamış bulunmaktadır. Günlük hayatta insanların
çeşitli renk ve şekillerde ortaya çıkan dini, hayatlarındaki farklılıkları
gösterebilmek için sosyolojide çeşitli tipolojiler geliştirilmeye ihtiyaç
duyulmuştur. Bu tipolojiler dindarlığı, insanın iman-amel temelinde ortaya
koyduğu dini tutum, deneyim ve davranış biçimini yeni dini yaşantıyı ve
dindarca hayatı, inanılan dinin emir ve yasakları doğrultusunda yaşamayı
ifade eden ve inanç, bilgi, tecrübe, duygu, ibadet etki, organizasyon gibi
boyutları olan bir olgu gibi tarif etmeye çalışmıştır. Belirtmek gerekir ki din
139
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
kavramında ortaya çıkan farklılıklar ve bundan kaynaklanan belirsizliklerin
dindarlık olgusu içinde geçerlidir. Yani dindarlık odlusu kolayca anlaşılacak
ve izah edilecek bir fenomen olmayıp oldukça karmaşık etkilerin sonucunda
ortaya çıkmaktadır. Din gibi karışık bir fenomen olan dindarlık tek boyutlu
kategorilerle, söz gelimi sadece geleneksel kavrayışların beklentilerini
dikkate alan bir çerçeveyle anlaşılamaz. Her şeyden önce dindarlık tanımı
yapılmadan önce, tanımı besleyecek kültürel bagaja başvurma zorunluluğu
vardır. Bu zorunluluk gelenekten modernliğe, laiklikten seküler çıkışlara,
pratik tasavvur zenginliğinden kişisel tatmin arayışlarına kadar sarkan bir
talepler katalogunu ve bunların yarattığı dinsel nitelikli kümelenmeleri
içermelidir (Geertz, 2001:27).
Unutulmaması gereken diğer önemli bir husus da yok olacağı
düşünülen din ve dini yaşantının taleplerinin hala var olmasıdır. Bu var olma
istenci gündelik hayatın içinde ontolojik bir duruşu daima taze tutarken,
epistemolojik değişim talepleriyle de özelden genele uzanan bir yatay
hareketliliğe de zemin hazırlama azminde oluşudur (Subaşı, 2002:17). Şerif
Mardin’in de işaret ettiği gibi: ‘Bir eylem aracı olan din, dindarlığın çeşitli
şekillerde tezahürüne zemin hazırlar’ (Mardin, 2001:52). Bundan dolayı
sosyal bilimlerde tipoloji geliştirmek oldukça uzun bir süreç ile şekillenmeye
başlamıştır. Elbette dini bağlılığı ve dini zihniyetleri ölçmek sadece merak
gidermek için yapılan bir anlama faaliyeti değildir. Bireysel dindarlığın
kaynak ve etkileri ile ilgili sorulara hem bireyler hem de toplumlar açısından
cevap verebilmek birçok yararlı bilgi temin etmemize yardımcı olabileceği
gibi ön yargıların giderilmesine katkı sağlar niteliktedir. Bu yüzden ampirik
araştırmalar için tipoloji geliştirmek kaçınılmaz olmuştur.
Max Weber’in ideal tip kavramı tipoloji oluşturmanın ilk önemli
denemesidir (Karagöz, 2003:133). Hans Freyer, Weber’in ideal tip
kavramından hareketle tipoloji oluşturmanın önemine dikkatimizi çekmiştir.
Ona göre ideal tip oluşturmanın önemi sosyal bilimlerde sonsuz sayıda
çeşitliliği, düzenlenmiş bir halde kavramamıza yardımcı olmaktadır (Köktaş,
1993:48). Böylece insanların dini yönelimlerinin nasıl sınıflandırılacağı
sorunları çözülmüş olacaktır. Bu bilgilerden hareketle birey ve onun dini
hayatının araştırılması gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Batıda
yapılan ampirik çalışmalar, insanların dini hayatlarındaki farklılıkların var
olduğunu göstermiştir. Nihayet dindarlık tipolojileri genel olarak özsel ve
nitelendirici diye ikiye ayrılmıştır. Birinci anlayışta, bizzat dindarlıktan veya
din farklılığından hareket edilir. İkinci anlayışta ise, somut dindarlık
şekillerinin analizinde kullanmak üzere kavramsal bir araç geliştirmek söz
konusudur. Biraz daha yakından incelendiğinde niteleyici anlayışta, çeşitli
dini yönelimlerin tipolojisi üzerinde durulduğu görülmektedir. Bu tipolojiler
fenomenolojik olarak birbirine karşı sınırlandırılmış, mevcut dindarlık
şekillerinin tasvirinden hareket etmemektedirler. Aksine dindarlığın çok
boyutlu değişkenlerin bileşkesinden hareketle, analitik bir yaklaşım
140
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
geliştirilmeye çalışılmıştır (Yıldız, 2001:34). Bu değişkenlerin boyutları
farklı biçimlerde vurgulanabilir ve yorumlanabilir. Çok boyutlu bir
yaklaşımın dini tecrübe ve dini sistemin çeşitliliğine tutarlı bir yaklaşım
olması açısından önemli gözükmektedir.
Tarihsel olarak Max Weber’den bu yana dindarlık çeşitli şekillerde
ele alınmakta ve sınıflandırılmaktadır. Weber’le birlikte dindarlık, toplumun
sınıfsal, hegomanik yapısı içindeki ekonomik alt-üst oluşların yarattığı bir
ilişkisellik içinde tipolojik bir özelliğe kavuşmaktadır. Onun dindarlık
tipolojisinde çiftçi, şövalye ve feodal beyler dindarlığı; bürokrasi, burjuva,
küçük burjuva, esnaf ve zanaat dindarlığı, proleter alt tabaka veya büyüsel
dindarlık, derviş dindarlığı, dünyevi zühd, uhrevi zühd, şehir dindarlığı gibi
kategorilere yer verilmektedir (Günay, 1998:8). Weber’e göre ‘kuşkusuz,
tüm tabakaların inançlarındaki dinsel belirlenişin çeşitliliğine dikkatimizi
çekmektedir. Bununla birlikte belli inanç tiplerine yatkınlık yine bu
tabakalarda görülür. Davranışlarındaki pratik akılcılık ortak eğilimlerdir
(Köktaş,1993:49). Mensching ise, dindarlığı göçebe, asalet, köylü ve burjuva
dindarlığı şeklinde ayrıştırmakta ve tipolojisini toplumsal tabakalaşma
sistemine göre geliştirmektedir (Mensching, 1994:253-259).Dindarlık ile
ilgili literatür artık ciddi bir şekilde çoğalmış ve örnekler çeşitlenmiştir.
Örneğin Joseph Fichter, gerçek, şekilci, kenardan ve kapalı dindarlıktan söz
etmiştir (Köktaş,1993:50-51). Gabriel Le Bros’ta insan din ilişkisinden yola
çıkarak dindarlığı dört kategoride değerlendirmiştir (Desroche,1998:76 vd.).
Bunlardan ilkinde, dini hayata yabancı olanlar, dinden ayrılmış olanlar,
bölünenler, dinden kopanlar yer alırken ikinci kategoride, herhangi bir dini
kabul edenler, belli bir zamanda dini kabul edenler ve dine ilgisiz kalanlar
yer almaktadır. Üçüncü kategoride ise, din yaşama pratikleri olanları, dine
saygılı olup olmayanları ve düzenli olarak dini yaşayışa olanları
kapsamaktadır. Le Bras son kategoride ise sofulara, dindar ve muttakilere
yer vererek dördüncü grubu oluşturmaktadır. Söz konusu kategorileri
düzenlerken farklılaşmanın dini davranış açısından kaynaklandığı tespit
etmiştir. Böylece ona göre dindarlık, herhangi bir dini davranışı olmayanlar,
hayatın belli dönemlerinde veya yılın belli dönemlerine ait davranışlar
şeklinde ifade eder (Desroche,1998:76 vd.).Farklı dindarlıkların toplu bir
dökümünü veren Onay ve Köktaş çalışmalarında literatürde yer alan
tipolojileri şöyle sıralamışlardır (Onay,2001:3-45):
- İçe dönük ve dışa dönük dindarlıklar (Jung)
- Aklı, fikri veya duygu ağırlık dindarlıklar (Scheneider)
- Dini duyguların en yüksek dereceye ulaştığı mistik dindarlık fikri tarafı
ön plana alıp akla değer veren dindarlık, duygusuyla fikri yönü dengeli olan
dindarlıklar (Gruehn)
- Teorik, pratik ve sosyolojik dindarlıklar (J. Wach)
- Dinsel bağlılık, öğreti, ibadet ve dinsel grup dindarlığı (Lenski)
141
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
- Dinde inancı esas alıp ibadeti önemsemeyen, dini pratiklere ve şekle
önem veren, zikri ön plana çıkaran, inançla ibadetin birlikte olacağını
savunan ve ona göre hareket eden, inanmadıkları halde inanmış gibi görünen
tipler (Peker)
- İçtenlikli dindarlık, dıştan dindarlık (Allport)
- İhlaslı ve gösterişli dindarlık (Okunuş) (Argle)
- Resmi-Gayri resmi dindarlıklar, mezhep, kültür ve kilise dindarlıkları,
tutucu Protestan, sekt ve liberal dindarlıklar.
- Gayri amil, idare-i maslahatçı, dini bütün sofu ve yobaz dindarlıklar
(Toplamacıoğlu)
Yukarıdaki tanımlara bakıldığında dindarlık tanımlarının Yahudi
ve Hıristiyan geleneğine bağlı toplumlar için yapıldığını ve çok sayıda
tipolojinin oluştuğu görülmektedir. Buna karşın Türkiye’de dindarlık
tipolojilerinin özgün olmadığı iddia edilmiş ve batıdakilerin birer aktarması
olduğu belirtilmiştir.
2.2.Türkiye’de Dindarlık Tipolojileri
Türkiye şartları düşünüldüğünde yapı ve bulgulardan hareketle
işlevsel sayılabilecek tipolojiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bunlardan M.
Toplamcıoğlu dindarlığı şiddetin azlık-çokluğuna göre dini yaşayıp tipleri ve
biçimine göre dini yaşayış tipleri olarak sınıflandırırken (Taplamacıoğlu,
1962:141-151), Günay ise dindarlığı, mensubiyet temelinde ele almıştır
(Günay,1999:15).
Toplamacıoğlu bu tipolojisinde şiddetin azlık-çokluğuna göre dini
yaşayış tiplerini beşe ayırmıştır (Taplamacıoğlu, 1962:145):
1- Dini emir ve yasaklara sıkıca bağlı olup dini gereklere dünyevi
hayatlarını da bağlayacak derecede sarılmış olan ve sofu dindarlar
2- Dini inanç ve gereklere saygılı olmakla birlikte dini pratiklere
bağlılıklarında düzensizliğin hakim olduğu alaca dindarlar.
3- Dini inançlara az çok saygılı olmakla beraber, dini pratiklere yalnızca
kolektif dindarlığın doruk noktasına eriştiği anlamda ilgi gösteren
mevsimine göre dindarlar.
4- Dini pratiklere az çok saygılı olmakla birlikte dini pratiklerin çok daha
az yer tuttuğu beynamaz dindarlar veya iş dindarları.
5- Dine karşı genellikle ilgisiz bir tutum içinde olanların oluşturduğu
ilgisiz dindarlar.
Ünver Günay’ın dindarlık tipolojisi ise her defasında ortaya konan
ilişki boyutunu yansıtmaktadır. Toplamacıoğlu’nun çalışması da dikkate
alınarak yapılan tipoloji, dindarlığı dini yaşayış tipi olarak tasvir eder
(Günay, 1962:209-264). Kategorisinde birinci sırayı alanlar, dinin emir ve
yasaklarına sıkıca bağlı olup dini geleneklere dünyevi hayatlarını da
kapsayacak şekilde sarılmış olan sofu ve grupçu niteliklere sahip olan ateşli
dindarlar yer alır. İkinci grupta yer alanlar ise; dini inanç ve gerekliliklere
142
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
saygılı ve içten bir şekilde bağlı olmakla birlikte, dini pratikleri
gerçekleştirmede bir düzensizlik hakimdir. Dini hayatın odak noktaları
olarak bilinen kutsal ay, gün ve gecelerde bu zümrenin dindarlığında belirgin
bir artış kaydedildiğini belirtmiştir. Üçüncü grup dindarlar ise; dini inançlara
az-çok saygılı olmakla birlikte dini pratiklere sadece kolektif dindarlığın
doruk noktasına eriştiği anda ilgi gösteren bu zümre normal zamanlarda dini
pratiklere hemen hemen hiç bağlı olmadıkları gibi çoğunlukla türlü
toplumsal tutum ve davranışlarında da dini inanç düşünce ve gerçekliklerden
kaynağını alan uygulamalara da yer vermektedir. Dördüncü grupta yer alan
dindarlar ise, dinsel pratiklerin yaşantılarında çok daha az yer tuttuğu, ender
durumlarda bazı dini pratikleri yerine getirmenin dışında dinle pek ilgili
olmayan oportünist dindarlardır. Son olarak da dine karşı genellikle kayıtsız
bir tutum içinde yer alanların oluşturduğu ilgisiz dindarlık tipolojisi yer
almaktadır. Bu tip içinde de, genellikle dini inançlara karşı saygılı ve bağlı
olmakla birlikte pratikte dinin, yaşantılarında hiçbir yer tutmadığı zümre ile
bir kısım inançlara karşı saygılı ve bağlı olmakla birlikte, bir kısmına da
mesafeli bir tutum içerisinde oldukları görülmektedir. Dindarlığı, dini
yaşayışın şiddeti üzerinden (azlık-çokluk) tipleştirdiği bu beşli kategorisini,
dindarlığı biçim üzerinden değerlendirdiği diğer bir tipoloji izlemiştir
(Günay, 1962:265). Dört gruba ayırdığı tipolojisinde ilk sırayı, halk kültürü
içinde öteden beri kökleşmiş ve kalıplaşmış unsurların hakim olduğu
geleneksel halk dindarlığı yer almaktadır. İkincisinde ise geleneksel halk
dindarlığı içinde öteden beri kökleşmiş, İslami unsurlarla bezenmiş bir
durumda olup, Sünni ulema tarafından yine öteden beri hurafe veya batıl
itikatlar şeklinde damgalanan ve İslami dini yaşayışa yabancı sayılan
unsurlara yer vermeyen seçkinlerin dindarlığı yer alır. Üçüncü tip dindarlıkta
ise, dinin tanrı ile kul arasında kutsal bir ilişki olduğu anlayışından hareket
eden laik dindarlık tipidir. Biçim bakımından ayırt edilen son tip ise,
geleneksel dindarlık tipiyle, laik tip arasında geçiş teşkil eden transzisyonel
dindarlık yer alır ki, bu tip dini yaşayışa sahip olanlar dini ile dünya işlerini
birbirinden ayırt etmektedirler.
Yapılan tipolojiler yanında ampirik çalışmalarda dindarlığın
belirlenmesinde hangi göstergelerin kullanılacağı meselesi de din
sosyolojisinin önemli bir tartışma konusu olmuştur. Dindarlığın boyutları
meselesi olarak tartışılan bu tür tipolojiler toplum içinde yaşayan bireyin
dindarlığının nasıl tespit edileceği veya dinin insan hayatının hangi
yönlerinde ve ne derece birlikte bulunduğu yönünde olmuştur. Batıda uzun
yıllar dindarlık tek boyutlu bir fenomen olarak değerlendirilmiş ve bu
yönüyle tespit edilmeye çalışılmıştır (Glock,1998:252). Son zamanlarda ise
ampirik çalışmalarda tek kriterle yola çıkan çalışmalar eleştirilmeye
başlanmış, 1960’lı yıllardan sonra din sosyologlarının büyük bir kısmı tek
yönlü din anlayışı ve dindarlık anlayışının veya tanımların yeterli olmadığını
ileri sürmeye başlamışlardır (Onay,2001:439).Dindarlığın çok boyutlu olarak
143
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
kavramsallaştırılmasını sistemli bir şekilde ele alan ilk sosyolog Glock
olmuştur. “Dindarlığın Boyutları” adlı makalesinde dindarlığın boyutlarını,
bütün büyük dinleri içine alacak biçimde düşündüğünü söyleyen Ch. Y.
Glock, bunun sebebini, değişik boyutlarda, dinin belirtileri arasındaki
bağdaşmanın ne olduğu ve hangi şartlarda değişik derecelerinin ortaya
çıktığı bilinirse kültürün belki de en karmaşık öğesi olan din ve dindarlığın
anlaşılmasının daha da mümkün hale geleceği olarak gösterir
(Glock,1998:252). Dünya dinleri arasında birçok farklılığın bulunmasına
rağmen, dindarlığın kendisini ortaya koyduğu genel alanlar açısından önemli
ölçüde benzerliklerinde olduğuna dikkatimizi çeken Glock, bu tespite
dayanarak dindarlığın boyutları olarak belirttiği beş kategori belirtmiştir.
Ona göre dini olan her türlü tezahürü bu beş boyuttan birine bağlamak
mümkündür. Ve bu beş kategoriyi hem dinin araştırılması ve hem de
dindarlığın değerlendirilmesi için kategorik bir bakış açısı olarak teklif
etmektedir. Dini araştırmalar da ve dindarlığın değerlendirilmesinde teklif
ettiği beş kategori ise şu boyutlardan oluşmaktadır (Glock,1998:257).
1. Dini İnanç Boyutu
Bu kategori ile dindar insanın belli inanç ilkelerini bilineceği
beklentisi ifade edilir. Bu inanç ilkelerinin muhteva ve kapsamı sadece farklı
dinlerde değil, aynı dini geleneğin içinde de farklı olabilir. Her din, inanç
ilkelerinden belli bir siste kurar ve mensuplarından bu inanç ilkelerini
bilmelerini bekler. İnsan için inancın fonksiyonu veya anlamının
araştırılması da bu boyut içinde ele alınabilir.
2. İbadet Boyutu
İbadet boyutu kategorisi ile bir dinin mensuplarının yerine
getirdikleri bütün spesifik dini pratikler ifade edilir. Çeşitli ayinler, dua, özel
dini törenlere katılma, oruç ibadeti ve benzeri ibaretler bu boyutun içine
girer.
3. Dini Tecrübe (Duygu) Boyutu
Bu boyut ile hemen hemen bütün dinlerin, dindar insanın herhangi
bir zamanda az çok nihai gerçekliğe doğrudan katıldığını veya dini bir
duyguyu tecrübe ettiğini kabul ettiklerini düşünülür. Çeşitli dinler tarafından
uygun olarak açıklandığı veya çeşitli bireyler tarafından gerçek olarak
tecrübe edildiği gibi, bu duygu tarzı dikkate değer biçimde farklı olacaktır.
Bu, korku veya vecd halinde, huşu ve mutluluk duygusunda, ruhsal huzur
bulmada veya ilahi olanla yoğun vasatta ortaya çıkabilir. Her din, bireysel
dindarlığın işareti olarak subjektif dini tecrübeye belli bir değer verir.
4. Dini Bilgi Boyutu
Bu boyutla, bütün dinlerde dindar insandan, inancın temel
öğretilerini veya kutsal metinleri bilmesi veya onlara güvenmesinin
beklendiği hususu düşünülür. Bir inancı bilmek onu kutsal kabul etmek
gerekli şart olduğu için bilgi ve inanç boyutları arasında sıkı bir bağlantı
vardır.
144
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
5. Dinin Etkileme Boyutu
Bu boyut, anılan dört boyuttan farklıdır. Bu kategori ile birey
olarak insanın, dini inanç, pratik tecrübe ve bilgisinin dünyevi (seküler)
neticeleri özetlenmiştir. İnsanların ne yapmaları ve dinlerinin etkisiyle hangi
zihniyete sahip olmaları gerektiğini belirleyen dini metinlerin tümü burada
tezahür eder. Bunda “fiillerin” teolojik anlamı olan bir yeri olduğu
görülmektedir. Etkileme boyutunun insan-Tanrı ilişkisinde söz konusu
olduğu söylenebilir.
Belirtmek gerekir ki, Glock gibi sosyologların ortaya koydukları
dindarlığın boyutları ile ilgili denemeler, sadece dinin hem farklılaştığı, hem
de organize olduğu toplumlarda anlamlıdır. Yani, dini inanç ve aktivitelerin
ayrıldığı, diğer yandan dini yöntemlerin oldukça sınırlanmış organize olmuş
cemaatlere dayandıkları yerlerde anlamlıdır. Yani, dini inanç ve aktivitelerin
ayrıldığı diğer yandan dini yönelimlerin oldukça sınırlanmış, organize olmuş
cemaatlere dayandıkları yerlerde anlamlıdır. Dolayısıyla primitif topluluklar
bu araştırmanın dışında gözükmektedirler. İnsanlık tarihi dinin, insan,
toplum ve kültür üzerinde çok geniş kapsamlı etkilerinin bulunduğunu
göstermektedir. Bu bakımdan, dinin anlamı, kaynaklar, çeşitli formları ve
etkilerini bilimsel olarak incelemek çok önemli olmaktadır. Bundan dolayı
dini inanış, dini uygulama, dini yaşantı olgu ve süreçleri incelemek üzere
genel geçer evrensel modeller bulunmaya çalışılmış, bu amaçla sosyal
bilimlerde çok çeşitli paradigmalar ve teoriler inşa edilmiştir
(Günay,2001:109). Dinin bilimsel perspektiften incelenmesi oldukça uzun ve
karmaşık bir evrim sürecini gerektirmiştir. Günümüze gelinceye kadar dinle
ilgili bilgilerin mitolojik bir karaktere sahipken giderek bu sürecin değişim
geçirdiği görülmektedir. Mitolojik karaktere sahip olarak anlaşılan dinle
ilgili bilgiler giderek normatif teolojilerin oluşumunu gerçekleştirmiştir
(Chevaller,2000:36-37). Uzun süre normatif teolojilerle anlaşılmaya çalışılan
din ve dini tezahürlerin spekülatif din felsefeleriyle de çeşitlendiği
söylenebilir. Nihayet din, modern dönemde çok çeşitli bilimsel disiplinler
aracılığıyla analitik ve sistematik bir şekilde incelenmelidir anlayışı
oluşmaya başlamıştır (Wach, 1995:36).
Dini hayatın anlaşılmasında bilimsel yaklaşımın oluşumu,
günümüzde de hızla devam eden bu sürecin vardığı noktanın araştırılması,
sosyal bilimlerin iç dinamiğini anlamak açısından faydalı olacağı gibi, din,
dindarlık gibi kavramların hangi evrelerden geçtiğini göstermesi açısından
da önemli olmaktadır. Din olgusuna bilimsel yaklaşım, çok büyük bir ölçüde
modern döneme has bir durum ve gelişme olarak karşımıza çıkmasına karşın
bu eğilimin kökleri aslında yeni bir olgu da değildir. Din konusuna olgusal
ve bilimsel bir yaklaşım Yunanlı ve Romalı düşünürlerce, tenkitçi şüpheci,
akılcı ve hatta fikri tutum ve eğilimler geliştirdikleri görülmektedir. Örneğin
Yunanlı Şair Heserod’un daha M. Ö. 800’lerde Yunan mitolojisi ile ilgili
derlemeleri içeren Teogoni’si din konusuna karşılaştırmalı ve sistematik bir
145
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
yaklaşımın tipik bir örneği olarak gösterilebilir (Günay,2001:111). Ancak
Ortaçağ’ın dünyaya karşı olumsuz yaklaşımı sayesinde bu eğilimin varlığını
kurumsallaştıramadığını belirtmek gerekir. Ortaçağ’ın bu tutumu
dogmatizmin ve skolastizmin belirgin bir şekilde din üzerinde olumsuz
olmasına neden olmuştur (Hocaoğlu, 1995:51-115). Gerek apolejetik ilahiyat
anlayışı gerekse başta vahiy olmak üzere belli otoriteler etrafında kilisenin
kurumsallaşması bilimsel yaklaşımın önünde set olduğuna işaret eder. Batıda
geleneksel dinin değişimi ancak kendine özgü şartlarda bireyselleşme ve
sekülarizasyon
sonunda
mümkün
olacaktır.
Bireyselleşme
ve
sekülarizasyonun ilk habercileri Ortaçağ’ın sonlarına doğru dünya tarihini de
derinden etkileyen Rönesans ve reform hareketleridir. Büyük coğrafi,
keşifler, sanayi devrimi, aydınlanma hareketi, bilimsel ve teknolojik
buluşlar, şehirleşme, eğitim alanlarında kaydedilen aşamalar tüm dünyada
insan ve toplum hayatında önemli değişmeleri beraberinde getirmiştir.
Bunlar toplumsal hayatta önemli değişmeleri beraberinde getirmiştir. İnsanı
ve toplumsal hayatı derinden etkileyen bu gelişmelerin dini etkilememesi
düşünülemez.
Rönesans ve reform hareketlerinden sonra özellikle XVII. ve
XVIII. yüzyıllardan sonra insanı, toplumu, kültürleri olgusal, gelişmeci ve
ilerlemeci süreçlerde inceleme eğilimi dine de aynı yaklaşım uygulanmasını
gerektirmiştir (Stark,2002:34). Bu insan, toplum, tarih, kültür ve din
konusunda yeni ve değişik modellerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
XIX yüzyıl bu açıdan değerlendirildiğinde önemi yadsınamayacak kadar
büyüktür. Nitekim, bu dönemde Fransız sosyal filozofu ve sosyolojinin de
babası olarak görülen A. Comte (1798-1857)’un, insanlık tarihini pozitivisit
ve materyalist bir felsefi bakış açısından evrimci bir perspektifle görmek
suretiyle ortaya koyduğu yeni, teorik ve metodolojik yaklaşım şeması,
toplum ve din incelemeleri üzerinde çok derin ve geniş etkiler uyandırmıştır
(Aydın,2001:13). Bu etkiler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren bilimsel metodolojinin çerçevesini belirlemiş ve XX. Yüzyılda bir
şekilde varlığını sürdürmeye devam ettirmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren dinin
özü ve başlangıcı entelektüel kurgulara dayalı, basitleştirici ve düz hatlı,
evrimci bir perspektif, bilimsel çalışmaları teslim almış gibidir. Max
Müller’in naturizm, H. Spencer’in maniheizm, E. Taylor’un animizm, E.
Durkheim’in totemizm, J. Frezer’in büyü, kuramları bu eğilimleri
yansıtmaktadır. “Din Bilimlerin Teorik ve Metodolojik Sorunları” adlı
makalesinde Ü. Günay, dinin bilimsel açıdan incelenmesini ve modern
dönemde kaydedilen gelişmeleri detaylı bir şeklide incelemiştir. Adı geçen
makalede bu eğilimler şu şekilde belirginlik kazanır: Her şeyden önce
modern dönemde kaydedilen gelişmeler çeşitli fikir akımlarına kaynaklık
etmiştir. Fikir adamlarının yanında filoloji, arkeoloji, antropoloji, sosyoloji
ve psikoloji gibi pek çok bilim dalında değişiklik ve eğilimler bu
yaklaşımlara kaynaklı etmiştir (Günay,2001:117).
146
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
Bu, dinin mahiyet ve anlamı, dini tecrübenin kaynağı, tabiatı,
tarihi, tezahürleri ve işlevleri, dini hayatın ve kültürün sürekliliği ve
değişimleri, yapıları, ilkeleri ve hatta kavramlarını sadece ilahiyatçılar için
bir uğraş olmaktan çıkararak modern bilimlerin özellikle de din bilimlerinin
olayda yerlerini almalarını sağlamıştır. Artık, din, dini uyanış ve değerler
sistemi normatif filolojik metin incelemeleri şeklinde değil insan ve toplum
tarafından yaşanan olgusal ve çoğulcu bir ortamda incelemenin önemi ortaya
çıkmıştır (Özdalga,1990:58). Alan araştırmaları, yerinde gözlem, katılma
tekniği, tarama, görüşme monografi, anket, soru kâğıtları gibi tekniklerle
derlenen bilimsel verilerden hareket etme anlayışı giderek daha da önemli
hale gelecektir.
Bilindiği gibi din, oldukça karmaşık bir olgu ve gerçekliktir. Din
fenomeni, insanları aşkınla bağ kurma ve çevresini belli bir sistem dâhilinde
algılama imkânı verme, değer hiyerarşisi sağlama, denetleme ve kimlik
belirleme gibi özsel ya da işlevsel nitelikleri vardır (Berger, 2000:255). Bu
niteliklerin insan ve toplum hayatına etkilerini anlamak için sosyoloji bilimin
birçok araç ve yöntemi devreye sokması gerekir. Çünkü sosyolojinin insanın
sosyal eylemleri veya başka bir deyişle rol davranışıyla ilgilenmektedir.
Bunun için sosyolojide tek bir yöntemin toplumsalı anlamada yeterli
olmayacağı açıktır. Burada yöntemini insan bilimleri ve pozitif bilimlerden
ödünç almak zorunda kalan dini araştırmaların her zaman metodolojik bir
kimlik krizi içinde olduğunu hatırlatmak gerekir. Böylece bilimsel yöntemin
tutarlı olması için din araştırmalarında geniş çeşitlilikteki yöntemleri
sınıflandırma ihtiyacı hâsıl olmuş ve bu bağlamda birçok girişimde
bulunulmuştur. Bu girişimleri üç grupta toplamak mümkündür:
a) Dini, sosyoloji, psikoloji veya fizik açısından açıklamaya yönelik
bilimsel bir çaba olarak görenler.
b) Dinin anlamını dindar açısından kavramaya yönelik sezgisel ve
analojik bir çaba olarak görenler.
c) Din araştırmalarında indirgemeci ve indirgemeci olmayan yöntemleri
telife yönelik çaba harcayanlar (Kepnes,2002:171).
Dini ve dinle ilgili tezahürleri dindar açısından kavramaya yönelik,
sezgisel ve analojik bir çaba olarak görenler Dilthey’den alınan “versthen”
(anlama/understanding) teriminden hareket ederler. Dilthey’in deyimi ile
anlama, zihinsel durumun tam bir bilincinde olmak ve empati ile onu
yeniden kurmak ile ilgilidir. Ona göre anlamanın amacı ise; bir metnin, bir
eser veya önemli bir tarihsel olayı gerçekleştiren bireyin zihni durumunu
yeniden yaşamaktır. Dilthey; anlamı değer ve amaç motifleriyle dolu olan ve
bireylerin özgür ve değişken iradelerine yönlendiren insani, toplumsal ve
kültürel hayatın, düzenli ve evrensel yasalarla yönetilen bir tabiat olayının
araştırılması gibi ele alınamayacağını savunmuştur. Anlama yönteminin ilk
önemli isimlerinden bir diğeri ise bir kültürün benzersiz ve kendine özgü
olduğuna dikkatimizi çeken Max Weber’dir. Her kültürel olayda neyin
147
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
benzersiz olduğunu anlamak isteyen biri, bir kültürün değer oryantasyonu
hakkında bir şeylerin bilinmesi zorunluluğuna işaret etmiş olmaktadır.
Weber, insan davranışını, inancını veya tiplerin paradigmatik formlarını
sunmak yoluyla bize yardımcı olmuştur. Peter Berger anlama yönteminin
önde gelen çağdaş savunucularındandır. Ona göre insan dünyası “temelde bir
anlamlar sistemi” dir. Dolayısıyla bu anlamları “içeriden” anlamaksızın bu
dünyada hiçbir şey hakkıyla bilinemez. Din araştırmalarında modern sosyal
bilimler; anlamaya yönelik yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Önde gelen
savunucuları ise; Carl Jung, Victor Frankl, Victor Turner Clifford Geertz ve
Mary Douglas’tır (Kepnes,2002:173). Bu yöntemsel yaklaşımın temel
özelliği dine “içeriden” bir bakış çabasıdır. Araştırmacılar, diğer kültürel
ifade formları arasında dini benzersiz yapan şeyin ne olduğunu ve dindar için
anlamının ne olduğunu bulmaya çalışmışlardır.
Dini, sosyoloji, psikoloji ve fizik açısından açıklamaya yönelik
bilimsel bir çaba olarak görenler ise Dilthey’in açıklama dediği yöntemi
uygulamaya çalışmışlardır. Dinin ve dindarın varlığını açıklamaya çalışan
klasik teşebbüsler Marx ve Freud tarafından da gerçekleştirilmeye
çalışılmıştır. Marx dini faaliyeti tarihsel ve sosyo-ekonomik kanunlar
açısından, Freud ise psikoseksüel kanunlar açısından açıklamışlardır.
Örneğin Marx dini davranışı bir yönden hakim sınıfların kendi güçlerini
pekiştirmek ve meşrulaştırmak için ideolojiler geliştirdiği, diğer yandan
hakim sınıfların bir teselli formu arayacağı kurallı olarak öngörürken
açıklama faaliyetinin tam içinde olmaktadır (Aydın,2000:105). Din
araştırmalarında açıklama yönteminin çağdaş savunucularından en
deneyimlisi Ralp Berhoe’dır. O dini tecrübelerin iç ve dış duyu verilerinin
anılar ve düşüncelerle birlikte karmaşık bir bileşimi ile ilgili olacağını
savunur. Açıklama ekolünün diğer çağdaş temsilcileri arasında RodaliffeBrown, Claude Levi Strauss, Lean Festinger, Milton Yinger ve Robin Fox’u
görmekteyiz. Aşkın’ı ve diğer dünyaya ait düşünceleri, bu dünyaya ait tabii
formlara irca etme teşebbüsleriyle, açıklama yöntemini kullananlar sıkça
indirgemeci olmakla suçlanmışlardır (Özdalga,1998:30). Bunlar dini
toplumsal ve psişik olarak analiz etmişler ve onu genellikle diğer toplumsal
ve ruhsal formlarla benzeyen yönleri itibariyle ele almışlardır. Yine bunların
keşfetmeyi amaçladıkları şey, dini belirleyen doğal kanunlardan ziyade dinin
icra ettiği toplumsal işlevlerdir. Son olarak açıklama ve anlama yöntemlerini,
birbirinden farklı olduğunu görmekle birlikte bu yöntemleri yorumlama
işinde aslında birbirini tamamlayan unsur olarak gören hermonetikçi çabayı
zikredebiliriz. Din araştırmacıları dini bir tecrübeyi genelde doğrudan
doğruya ele almazlar onu metinler ve semboller vasıtasıyla incelemek
zorundadırlar (Glock ,1998:1252-253). Burada açıklama yöntemi son derece
önemlidir. Dolayısıyla pozitif bilimlerin dışarıdan bakan perspektifleri din
üzerinde bazı ayrımlar yapma imkânı tanımaktadır. Bir din araştırması
sadece, din, onun toplumsal ve ruhsal işlevi ile veya onun kökenlerine
148
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
indirgemeye çalışırsa hata yapar. Bu, açıklama yönteminin anlama
yöntemine ihtiyacını belirlemektedir. Ricoeur’un yorumlama yöntemini din
araştırmalarınca uygulayarak ve araştırmanın amacını belirleyen bu çabayı
gelecek vadeden bir model olacağı söylenebilir. Bu modeli savunanlar dini
belli bir mesafeden analiz etmek için açıklama yönteminin gerekliliğine
işaret etmişler ve açıklamadan elde edilen bilgilerle, dindarın yaşadığı
dünyayı anlama çabasının anlamlı olacağını ileri sürmüşlerdir.
Son araştırmalarında yöntem seçimi, araştırmalarda kullanılan
tanımlarından da hangi bağlamda şekilleneceğini din tanımının araştırmada
kullanılacak olmasıdır. Yukarıda belirtildiği gibi din araştırmalarına konu
olan dinin özsel ve işlevsel tanımlarının sosyal bilimlere konu edildiği
görülmüştü. Ve genelde sosyal bilimlerde din tanımlarının özsel yapıdan
hareketle değil de fonksiyonları açısından ele alındığı ortaya çıkmıştı.
Anlama ve açıklama yöntemleri açısından düşünürsek her iki yaklaşımın da
aslında araştırmaya teorik bir perspektif sağladığını söyleyebiliriz. Yine de
sosyal bilimlerde ister din olsun, isterse dini hayatın tezahürleri olsun bir
sorunsal olmaktan kurtulamadığını görmekteyiz. Bu sorunsal dinde olduğu
gibi dindarlıkta da göreceli algılanış düzeylerinin oluşumunu açıklar
niteliktedir. Bütün bu söylenenler dini hayatın incelenmesi esasında
değişimleri anlayabilmek için dindarlığın boyutları ve tipolojilerinin
gerekliliğine işaret etmektedir. Bu gereklilik belli bir dayanak noktası
oluşturma zorunluluğu yanında, insanların dini yönelimlerinin
sınıflandırılması ihtiyacını ve dindarlığın boyutlarını da ölçmesinin
gerekliliğine bir gönderme yapmıştır. Bilindiği gibi insanlar yetenekleri,
kişilikleri ve davranışları ile birbirinden çeşitli düzeylerde farklılıklar
göstermektedir. Ve insanoğlunun bu farklılıkların ayrımında olması insanlık
tarihi kadar eskidir. Eski Yunan filozoflarından Eflatun ve Aristo’nun
eserlerinde bireysel farklılıklardan bahsettiklerini görmekteyiz (Yaparel,
1987:405). Bazı kaynaklar bunun tarihini M.Ö. 2200 yılı Çin’ine kadar
götürmektedir. Ortaçağ Avrupa sına gelindiğinde ise bireysel farklılıklara
ilginin azaldığını hatta hemen hemen hiç olmadığını, bireylerin tutum ve
davranış biçimlerinin büyük ölçüde ait oldukları sosyal sınıfların
belirlediğini ifade etmenin birtakım yaptırımlarla engellendiğini ortaya
çıkarmaktadır. Ne var ki, Avrupa tarihi açısından Rönesans ve Reform
hareketleri bireylerin öğrenmeye karşı ilgilerini artırmış bireysel tutum ve
davranışların ayrımına varmaya başladıklarını gösterir bir milat noktasıdır.
Buna rağmen bireysel farklılıklar hususundaki bilimsel çalışmaların
başlaması için 19. yüzyılın ikinci yarısını beklemek gerekmiştir. Gustaw
Fechner, Willhelm Wundt, Hermann Ebbinghaus ve diğer bazı
araştırmacıların çalışmalarıyla toplumsal fenomenleri açıklamanın yeterli
olmadığının fark edilmesini sağlamışlar toplumsal fenomenleri anlamak için
sayısal ve rasyonel terimlere ihtiyaç olduğuna işaret etmişlerdir
(Yılmaz,1999:14). Ruh hastalıklarını tedavi etmek için klinik
149
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
değerlendirmeler, testlerin gelişmesine katkı sağladığı gibi bilimsel
yaklaşımın dönüştüğünü göstermesi açısından önemlidir. Konumuz
açısından önemli olan tutum ölçekleri ise diğerlerine göre tarihi epeyce
yenidir. L. L. Thurstone’un yapmış olduğu ilk tutum ölçeği ve bu tutum
ölçeğinin geliştirilmesi 20. yüzyılın ilk çeyreğine rastlar (Kağıtçıbaşı,
t.y:134). 1929’dan sonra geliştirilen bu ilk tutum ölçeğinden sonra, pozitiften
negatife doğru beşli bir derecelendirme ölçeği olan Likert’ın 1932’de
geliştirdiği tutum ölçeği izler (Arkonaç, 2001:172). Bu tarihten sonra tutum
ve davranışları ampirik bir yöntemle anlamaya çalışan çok sayıda ölçek
çalışması yapılmış ve halen de bu süreç bütün hızıyla devam etmektedir.
Öyleyse bütün bunlardan hareketle süreç içerisinde ölçeklemenin ve
ölçekleme çeşitlerinin ne anlama geldiğini ve neler olduğunu belirtmekte
fayda var. Ölçekleme, ortak olduğu varsayılan kültürel anlamların ya da
paylaşılan toplumsal yorumların gözlenmesine dayalı sosyolojik bir ölçüm
tekniğidir. Ölçekleme teknikleri sosyolojide muhtemelen en çok o alana
özgü uzman ölçekleme tekniklerinin tasarlandığı tutumların ve kişiliklerin
ölçülmesinde kullanılmaktadır. Bununla beraber göz ardı edilmemesi
gereken bir soruna burada değinmek ve sosyolog açısından problemin
zorluklarına da işaret etmek gerekir. Bilimsel bir anlama yöntemi olarak
ölçüm her ne kadar rüştünü ispat etse de sosyologu dört ana sorunla da karşı
karşıya getirir (Cangızbay, 1999:162). Bunlar:
1- Temsil Etme Sorunu: Ampirik dünyanın kaç özelliği en iyi şekilde
modellenir?
2- Benzersizlik Sorunu: Ölçüm sonuç itibariyle ne kadar benzersizdir?
3- Uygun İstatistik Sorunu: Ölçme işlemlerini meşrulaştıracak
göstergeler nelerdir?
4- Anlamlılık Sorunu: Ölçüm sayıları ölçtüğü şeyi ne kadar anlamlı
kılmaktadır?
Bütün bu sorunlara karşın davranış ve tutumları anlamlandırma
arzusu ampirik çalışmalara ilgiyi azaltmamış ve verileri üst düzeyde
değerlendirme yöntemi olarak ölçüm yapmanın zorunluluğu hissedilmiştir.
Tutum ve davranışları çok boyutlu ölçekleme (multi-stage sample), Ayrımsal
Anlam yöntemi (Semantic differential), Bogardus Toplumsal Mesafe Ölçeği
(Bogardus Social Scale), Guttman Ölçeği (Guttman Scale), Likert ölçeği
(Likert Scale) Otoriter kişilik (authoritaian personality) vb. birçok tek
boyutlu ölçekler aracılığıyla ölçme çabaları ortaya çıkmış, literatür epeyce
zenginleştirilmiştir (David Krech ve Richard S. Crutchfild,1980:305-397).
3. Dini Hayatın Ölçülmesi: Dindarlık Ölçekleri
3.1. Batıda Dindarlık Ölçme Çalışmaları
Özel yöntem ve teknikler kullanılarak bir kişinin dindarlık düzeyini
belirlemeye ve verilen sonucu rakamsal değerler halinde ifade etmeye
150
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
dindarlık ölçme denir. Dindarlık ölçme çalışmaları 1940’lı yıllarda
başlamıştır. Dindarlık ölçümü ile ilgili henüz erken dönem sayılan 1940’lı ve
1950’li yıllardan itibaren yapılan bu çalışmaları 1960’lı yıllardan itibaren
item ölçüm tekniklerinin kullanıldığı alan araştırmaları izlenmiştir. Bu
dönemde elde edilen verilerin istatistiki analiz yöntemleriyle tahlil edilmeye
başlandığı görülmektedir. İlk örnekleri Amerika’da gerçekleştirilen bu
çalışmaların büyük bir kısmı Hıristiyan ölçümü ile ilgilidir. 1970’li ve takip
eden yıllarda İngiltere’de ve bazı Batı Avrupa ülkelerinde de benzer
çalışmaların başladığı görülmektedir.
Konu ile ilgili literatür incelendiğinde dindarlık ölçeklerinde üç
farklı yaklaşım dikkat çekmektedir (Mutlu, 1989:195):
1- Gordon W. Allport ve J. Michael Ross tarafından geliştiren
dindarlığı “içe dönük” ve “dışa dönük” olmak üzere iki grupta ele alan
yaklaşım. Bu yaklaşım dindarlığı “içe dönük”, “dışa dönük” kavramlarıyla
ölçer (Yıldız, 2001:26).
2- Dindarlığı çok boyutlu bir fenomen olarak ele alınan yaklaşım.
Çok boyutlu dindarlık ölçeklerinin kullanıldığı bu yaklaşımda, kişilerin nasıl
bir Hıristiyan nasıl bir Protestan veya nasıl bir Müslüman olduğu
sorunlarından birine cevap aranır. 1967 yılına kadar dindarlığın çok boyutlu
olduğu hipotezi açıkça test edilmemiştir. Morton King, 1967 yılında söz
konusu hipotezi bilimsel bir yöntemle tespit ederek dindarlığın çok boyutlu
bir fenomen olarak ele alınması gerekliliğini işaret etmiştir. Dindarlık
boyutları genellikle faktör analizi yöntemi ile belirlenmiştir. Çok boyutlu
dindarlık ölçeği daha sonra Müslüman dindarlığına da ilham kaynağı
olmuştur.
3- Bu yaklaşımda ise, diğerlerinden farklı olarak kişilerin dini
yönelim düzeyleri düşünce, davranış ve duygu boyutlarında ele alınır
(Onay,2002:180). Dini yönelimlerin ilahiyat ve sosyal psikoloji açısından
teorik bir temele oturtulduğu bu çalışmalarda din, yönelim düzeyleri
düşünce, davranış ve duygu boyutlarında ele alınır. Bu yaklaşımın esas
amacı, yönelim objesine karşı bireyin yapmış olduğu değerlendirmenin
ifadesi olan tepki cevaplarının düşünce, davranış ve duygu boyutlarında
ölçmektir. 1967 yılında Allport-Ross adlı bilim adamlarının geliştirdiği dini
yönelim ölçeği (Regilious Orientantion Scale, Ross) bu alanda atılmış en
önemli adımlardan biridir. Allport-Ross, dini yönelim konusuna ağırlıklı
olarak sosyal psikoloji disiplini perspektifinden yaklaşmışlardır. “İçe
dönük”, “dışa dönük” dindarlık tarafından hareket eden Dini Yönelim
Ölçeği, dokuz maddesi içe dönük on biri de dışa dönük dindarlık olmak
üzere 20 maddeden oluşmaktadır. Bu ölçekte kişiler:
1- İçe dönük dindarlık tipi
2- Dışa dönük dindarlık tipi
3- Ayrımsız dindarlık tipi
151
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
4- Dindar olmayan tipler olarak dört gruba ayrılmıştır. Ayrıca
ölçekte dindarlıkla aşağıdaki değişkenler arasındaki ilişki incelenmeye
çalışılmıştır (Uysal, 1995:172-176).
a. Ayrımcılık
b. Genel anlamda dindarlık
c. Cinsiyet farkı
d. Doğmatizm
e. Feminizm
f. Ölüm korkusu
g. Sürekli kaygı
h. Deprasyon
ı. Toplumsal beklenti
i. Psikolojik değişim
k. Kendini güçsüz görme eğilimi
Hıristiyan dindarlık ölçeklerinde Glock, Lenski, Faulkner ve De
Jung isimlerinin öne çıktığını belirtmek gerekir.
3.2. Türkiye’de İslami Dindarlık Ölçekleri
İslami dindarlıkla ilgili Türkiye’de ilk çalışma 1962 yılında
Mehmet Toplamacıoğlu tarafından yapılmıştır (Taplamcıoğlu,1962). Uzun
bir aradan sonra 1977 yılında bu çalışmayı Erdoğan Fırat’ın yaptığı diğer bir
çalışma izlemiştir (Fırat, 1997). Dünya literatürü ile karşılaştırıldığında
Müslüman dindarlığını ölçmeye yönelik bu girişimler çağdaşlarına göre
zamanlama açısından erken döneme rastlamaktadır. Ancak bu çalışmalar
yöntem ve teknik alt yapı bakımından o dönemde yapılan benzer
çalışmaların gerisinde görülmektedir (Mutlu,1989:194).
Yöntem ve teknik alt yapı yetersizliğine dikkatimizi çeken A.
Onay, 1980’li yıllara kadar söz konusu çalışmaların daha iyisini
yapılamadığını ancak 80’lı yıllardan sonra yeniden çalışmaların hız
kazandığı belirtir (Onay, 2001:402). 80’li yıllarda Kayhan Mutlu, Müslüman
dindarlıkla ilgili bir ölçek geliştirmiş Faulkner, De Jung, King ve Hunt’un
çalışmalarından yararlanarak 14 maddeden oluşan bir ölçek geliştirmiştir.
Likert formatında hazırlanan ölçekle Fundemantalizm ve dindarlık
arasındaki ilişki araştırılmıştır (Mutlu,1989:194). Diğer önemli bir çalışma
ise M. Emin Köktaş tarafından Müslüman dindarlığı ile ilgili geliştirdiği
ölçektir. Glock ve Lenski’ye benzer bir yaklaşımla dindarlık kavramının
operasyonelleştirilmesi, çalışmada esas olarak amaçlanmıştır. Ölçekte yer
alan maddeler çoktan seçmeli Likert formatında hazırlanmıştır. Münir
Koştaş (Koştaş, 1995), ise çalışmasında M. Emin Köktaş’ın yaklaşımına
benzer bir yöntem kullanmıştır. 1980’li yıllarda bir İslami dindarlık ölçeği
geliştiren Veysel Uysal’ın çalışmasına da işaret etmek gerekir (Uysal, 1995).
O çalışmasında dindarlığı beş boyutlu olarak ele almıştır. Likert formatında
152
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
hazırlanan ölçek 26 maddeden oluşup dini hayat ile şahsi özellikler
arasındaki ilişki incelenmiştir.
3.3. Dindarlık Ölçme Çalışmalarında Dikkat Edilmesi Gereken
Hususlar
1- Güvenilirlik; soru havuzu yöntemiyle çok boyutlu dindarlık
ölçeklerinde genellikle ciddi bir sorundur.
2- Dindarlık ölçeklerinin, geçerlilik ve güvenilirliği faktör analizi,
güvenilirlik katsayısı, madde analizi gibi gerekli testler kontrol edilmelidir.
3- Dindarlık ölçümü derken, ölçüme konu olan dindarlığın sınırları
iyi çizilmelidir.
4- Dindarlıktan çok kişilerin, ekonomik-sosyal ve kültürel
durumlarını ilgilendiren bağlamsal faktörlerin birer dindarlık ölçütü olarak
ele alınmalıdır.
5- Kişilerin sahip olduğu deneyim ve tecrübeler, onların kilise,
diyanet ve cemaat gibi dini kurumlara karşı olumsuz bir tasvir almalarına
neden olmasına neden edilmelidir (Onay, 2001:444-447).
3.4. Dindarlığı Tek ve Çok Boyutlu Ölçme
Dini anlayış ve bağlılıkların sistemli analizlerinde belli bir dayanak
noktası
oluşturma
zorunluluğu,
insanların dini
yönelimlerinin
sınıflandırılması ve dindarlığın çeşitli boyutlarda ele alınmasını
gerektirmiştir. Ampirik din araştırmalarda inancı yada dini ibadetlere
katılımı tek bir göstergeyle yada boyuta dayalı analizlerin, bütünsel olarak
dini yaşantıları açıklamada yetersizliği fark edilmiş, çok boyutlu dindarlık
ölçekleri geliştirilmiştir (Yaparel, 1987:45-61).
Batıda geliştirilen dindarlık ölçekleri ve özellikle çok boyutlu
yaklaşımların Türkiye’de benzeri çalışmaları etkilediği görülmektedir.
Bunlar arasında J. Wach’ın dini tecrübelerin tezahürünü teorik, pratik ve
sosyolojik olarak üçe ayırdığı çalışması (Wach, 1995:45-61), Glock’un
dindarlığın ölçümünde inanç, ibadet, duygu, bilgi ve toplumsal etkileri temel
alan beşli tasnifi G. Lenski’nin dindarlığı zühd, inanç, ayinsel davranış, dini
gruplar olarak değerlendirdiği dörtlü kategorisi en önemlilerindendir
(Robertson, 1998:235). Türkiye’de yapılan çalışmaların dini yaşayışın farklı
görüntülerini ifade eden bu boyutları dikkate aldıkları görülmektedir. Esasen
çeşitli süreçlerde dindarlığın hangi boyutlarda ne tür bir etkileşime girdiğini
gözlemek amacı güden çalışmaların dini davranışın bütün şekillerini dikkate
alma zorunluluğu baştan beri kabul edilmiştir. Çünkü özellikle İslamiyet söz
konusu olduğunda dinin teorik ve inanç boyutunun göz ardı edilmesi
mümkün değildir. Bunun yanında beden ile mal ile, hem beden ve hem de
mal ile yapılan namaz, oruç, hac, zekat ve kurban gibi ibaretler de dinin
ayrılmaz birer parçası görünümündedirler. Bu dinin tabiri olarak pratik
boyutunun inanç ve teorik boyutla bir bütün içinde değerlendirilmesi
gerektiğini gösterir. Yine dindarlığın boyutları arasında gözden
153
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
kaçırılmaması gereken diğer önemli bir unsur da dinin duygu boyutu
olduğudur. İlahi alana korku veya vecd husu veya mutluluk temelinde
gerçekleşen ve her insanda temel bir yönelim olarak var olan bu duygusal
yönelim açık zihinsel ve dinsel anlam taşımaktadır. Kur’ân-ı yüzünden
okumayı bilme, yada ibaretleri yerine getirecek kadar bilgiye sahip olma ve
gündelik hayat içinde dini yaşayışa ilişkin problemlerin çözümünde bilginin
önemi yadsınamaz. Böylece dindarlığı anlamlandırmada dinin bilgi boyutu
önemli olmaktadır.
Son olarak aile, eğitim, siyaset ve boş zaman gibi sosyo-kültürel
yapıda dinin dünyevi etkileri bize İslamiyet’in bu alanlarda yaygın ve yoğun
bir etkileşim alanı işgal ettiğini göstermektedir. Bununla dindarlık
araştırmalarının toplumsal etki boyutunun göz ardı edilememesi gerektiği
ortaya çıkmaktadır.
3.5. Türkiye’de Dindarlık Ölçümlerinde Ulaşılan Sonuçlar
Türkiye’de dini yaşayışı araştıran uygulamalı çalışmalara
bakıldığında yukarıda belirtilen boyutların ele alındıkları görülmektedir.
Aşağıda bu çalışmalarda elde edilen bulgular ve bulgulardan hareketle ortaya
çıkan sonuçları incelenmeye çalışılacaktır.
Araştırmalar göstermektedir ki, Tevhid inancını yansıtan Allah’ın
varlığını ve birliğini ve Hz. Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna
inanma konusunda yaratıcı Tanrı fikrine sıcak bakıldığı görülmektedir. İnanç
boyutu ile ilgili yapılan çalışmalarda Allah fikrine olan sıcak yaklaşım
peygamberi benimsemede ya da Allah fikrine olan sıcak yaklaşım
peygamberi benimseme ya da kabul etmede aynı niteliğin görülmediği tespit
edilmiştir (Uysal, 1995:271). Cinsiyet değişkenine göre, iman esasları
bildiğimiz Allah’ın varlığına, birliğine, kitaplarına, peygamberlerine,
meleklerine, ahirete, kaza ve kadere inanma durumu, kadınlarda erkeklere
göre daha yüksek çıkmaktadır. Halk inançlarına inanç ve uygulama durumu
erkeklere göre kadınlarda daha fazla olduğu görülmektedir (Akdoğan,
2002:124-137).
Yaş değişkeninde ise genel olarak, yaşın ilerlemesine paralel
biçimde inanma düzeyini gösteren değerlerde artış görülürken şüpheci,
kararsız ve inanmama tutumlarında düşme görülmektedir (Köktaş, 1993:77106). Kentlerin gecekondu çevrelerinde ve kırksal alanlarda kent
merkezlerine göre derin bir tevekkül, kader ve teslimiyet düşüncesinin
izlerine rastlanmaktadır. İnanç ve uygulamaları konusunda farklı dini
yönelimlere sahip kişilerin farklı gerçeklerle ortak bir yanıtta birleştikleri de
görülmektedir (Çelik, 2002:198-221). Çarkoğlu ve Toprak, inanç boyutuna
ilişkin Türk toplumunda halkının çok büyük bir çoğunluğun inançlı
olduklarını çalışmalarında belirtmiştir (Çarkoğlu ve Toprak, 2000:14). Ne
var ki Kur’ân-ın inandırıcılığını sorgulayanların ve İslam’ın değişmesi
gerektiğini düşünenlerin sayısının azımsanmayacak bir oranda olduğunu da
154
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
tespit etmişlerdir. Bu da dini yönelimleri farklı alanların inançları
konusundaki verileri yorumlamada çok hassas durulması gerektiğini
göstermektedir (Onay,2001:445). Dini ayinler, dua, namaz, oruç ve benzeri
dini pratikler dindarlığın pratik boyutunu oluşturur. İbadetleri yerine getirme
sıklığı ve şiddetindeki değişimlerin dışında onların yapılarında ve
muhtevalarında meydana gelen farklılaşmalar da araştırılmıştır
(Taplamacıoğlu, 1962:145). Dini pratiklerdeki aktifliğin diğer uygulamalarla
ilişkinin göz ardı edilmesinin ölçüm hatalarına neden olacağına da işaret
edilmiştir (Özdalga,1989:30). Çarkoğlu ve Toprak’ın bulguları, Türk
toplumunda din pratiklerin nitelik olarak birbirlerinden farklılaşan üç
boyutuna işaret etmektedirler. Beş vakit namaz kılmak, Kur’ân okumak,
teravih namazına gitmek birinci boyuta girer. İkinci boyuta ise zekât ve fitre
vermek, kurban kesmek ve dini vakıflara bağış yapmak gibi dinamik
katkıyla gerçekleşen ibaretler yer alır. Son olarak ise halk İslami olarak
nitelendirilebilecek kurşun döktürmek, muska yazdırmak, yatır ve türbe
ziyaretine gitmek, adak adamak gibi davranışlar biçimleri yer alır (Çarkoğlu
ve Toprak, 2000:14,48).
Dindarlığın pratikler boyutunda ortaya çıkan genel eğilimler
değişkenlere göre farklılaştığı tespit edilmiştir (Onay, 2001:271-272).
Düzenli olarak yapılan ibaretler, oranları kadınlarda daha yüksek olduğu
görülürken, çalışan kadınlarda bu oranlar düşmektedir. Cami ve cami dışında
yapılan dini uygulamalar kadınlara göre erkeklerin daha aktiflik olduğu
görülmüştür. Yaşın ilerlemesi ile dini pratiklere ilgi ve uygulamaların artış
arasında da doğru bir orantı tespit edilmiştir. Eğitim düzeyi arttıkça
ibaretlerin düzenli olarak yapılmasında bir azalma olurken, kurban kesme,
zekât vermeye karşı olma eğilimi de artmaktadır. Akdoğan’ın tespitine göre
alt sosyo-ekonomik kategorilere doğru gidildikçe ibadetleri yerine getirme
tutumlarında bir yükselmenin olduğu ifade edilmiştir (Akdoğan, 2002:143144). Meslek gruplarına göre dini pratikler boyutunda dikkate değer bazı
farklılaşmalar olmaktadır. Dindarlığın ibadet boyutuna en fazla katılım daha
çok ev hanımları, esnaf zanaatkâr gibi geleneksel iş kolları ile serbest meslek
sahiplerinde gerçekleşirken, işçiler, tüccar, üst düzey yönetici ve memurlarda
ise giderek azalma eğilimi görülmektedir (Köktaş, 1993:107128). Dini
pratikler bakımından farklı yönelimlere sahip olanların en çok birleşme
eğilimi gösterdikleri ibadet oruç ibadetidir (Türk Gençliği 98,1999:76). Dini
tecrübe boyutu, kişinin dini bir duyguyu tecrübe etmesi anlamında ilahi
olanla doğrudan teması ya da manevi huzur bulmak amacıyla korku veya
vecd halinde veya huzur ve mutluluk duygularında ortaya çıkar
(Glock,1998:254). Berger’in de işaret ettiği gibi dinin anlam verici, sembolik
olarak bütünleştirici ve meşrulaştırıcı fonksiyonları dinin tecrübe boyutunu
anlamlı kılmaktadır (Berger, 2002/b:129-135). Bu amaçla kişilerin özellikle
bir ibadet esnasında ya da gündelik hayatın işleri içinde Allah’a yakın
olduğunu düşünerek bir ürperti duyup duymadıkları sorulmuş bununla dinin
155
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
hayata bir anlam ve gaye verip vermediği sorularak ölçüme konu edilmiştir.
Bu boyutu değerlendirme kapsamına alan çalışmalarda, erkeklerin kadınlara
nispetle dini tecrübeyi daha fazla yaşadıkları, hiç yaşamayanların ise
kadınlarda daha yüksek çıktığı tespit edilmiştir. Yaşın ilerlemesi, dini
tecrübe konusunda bir faktör olarak devreye girmektedir. Yaşın ilerlemesi ile
tecrübe etmenin doğru orantılı olarak arttığı görülmüştür (Köktaş, 1993:129131). Gelir düzeyi değişkeninde ise alt sosyo-ekonomik kategorilere doğru
dinin anlam verici fonksiyonuna bütünüyle katılma oranı yükselmekte ancak
üst gelir düzeyinde ise bu eğilim düşmektedir (Çelik,2002:217-221).
Dinler mensuplarından farklı değerler taşıyan dini bilgi sahibi
olmalarını ister. Bu nedenle dindar insanın temel inanç öğretilerini ve kutsal
metinleri bilmesi dindarlığın bilgi boyutunu oluşturur. Bununla birlikte gerek
inanç gerekse de dini pratikleri yerine getirme durumu doğrudan bilginin
zorunlu bir sonucu gibi ele alınamaz (Glock,1998:268). Bilgi boyutunda
deneysel araştırmalar cinsiyet konusunda özellikle erkeklerin kadınlara göre
daha da yüksek oranda Kur’ân’ı yüzünden okumayı bildikleri ve okumayı
bilmeyenlerin kadınlarda daha yüksek olduğunu göstermektedir (Akdoğan,
2002:168). Dini konularda konuşma yoğunluğu arkadaşlarının ve yakın
çevresinin dindar olup olmamasına karşı değiştiği gözlenmiştir. Yaş ve
sosyo-ekonomik düzey değişkenlerinde bu duruma karşılık öğrenim
düzeyinin artışı, bilgi boyutunda bazı davranış ve tutumlarda doğru orantılı
bir artışa yol açmaktadır. Bununla birlikte, bilgi boyutuna giren
göstergelerde eğitim ve sosyo-ekonomik değişkenlerin artışına bağlı olarak
gözlenen artışlar, pratik yani ibadet boyutunu aynı ölçüde yansıtmaktadır
(Köktaş, 1993:131-140). Birey olarak dini inanç, tecrübe, pratik ve bilgilerin
aile, eğitim, ekonomi, siyaset ve boş zamanları değerlendirme gibi kültürel
ve kurumlar alanlardaki etkileri dindarlığın etkileme boyutuna ele alınır.
Dinin toplumsal davranışlara etkisine ilişkin genel eğilimleri öncelikli olarak
din ve aile ilişkilerinde ele almak gerekir. Evlilik öncesi kız-erkek
ilişkilerinden, eş seçimine ve evliliğin gerçekleşme tarzı ile aile içi ilişkiler
ve otorite anlayışı gibi hususlarda dinsel yönelimlere bağlantılı tutumlar
değişkenlere göre farklılıklar taşımaktadır (Uysal, 1992:174). Eşlerin
seçiminde dindar olmalarına önem verme eğilimi geleneksel-muhafazakâr
kimliğin başka olduğu yerlerde daha çok kadınlarda, metropolleşmiş
alanlarda ise erkeklerde daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Akdoğan,
2002:171). Doğum kontrolü örneği kadınların erkeklere oranla daha
geleneksel
ve
muhafazakâr
eğilim
taşıdıklarını
göstermiştir
(Yaparel,1999:138-139). Eğitim-din ilişkileri açısından bakıldığında ise,
verilen din eğitiminin düzeyine ilişkin genel bir talep, dinin gerçek anlamını
öğrenme isteği olduğu belirtilmiştir. Öğrenim düzeyindeki artış, özellikle
üniversite öğrenimi bireylerin hem farklı kültürlerle hem de geleneksel
anlamlandırma sistemlerinden farklı anlam sistemleriyle karşılaşmasına
neden olmaktadır (Akdoğan, 2002:178). Bu durum üniversite öğrencilerinde
156
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
partikülarist eğilimlerin düşük olmasına ve farklılıklara karşı hoşgörü ve
toleransın etkileşmesine neden olmaktadır. Üniversite öğrencilerinin inanç
boyutunda İslam inanç esaslarına yüksek oranda katıldıkları, ancak bu
durum dini pratikleri yerine getirmede düzenli olmadığı görülmüştür
(Bayyiğit,1998:171-178). Dini tutum ve davranışların ekonomik ahlak ve
davranışlarla ilişkisi de önemlidir. Örneğin işyerinde ibaretleri rahatlıkla
yerine getirme imkânlarının üretimi olumlu yönde etkileyeceği düşüncesi
önem kazanmakla birlikte, ticari hayatta dindar insanın daha güvenilir
olduğu sosyo-ekonomik ve eğitim düzeylerinin artışıyla düştüğü
anlaşılmaktadır (Günay, 1999:204-217). Siyasal tutum ve davranışlarda
dindarlık ilişkisi de araştırmaya konu olmuş, geleneksel din ve toplumsal
değerlerin baskın olduğu bölgelerde, siyasal kültürle din arasında yoğun bir
ilişki olduğu gözlenmiştir (Köktaş, 1997:213-268).
Görülmektedir ki, hızlı bir değişim sürecinde bulunan Türk
toplumunda, sosyo-kültürel hayatın diğer yönlerinde olduğu gibi dini hayatta
da ortaya çıkan yeni olgu ve tezahürlerin, toplumsal, tarihsel bağlamlarına
uygun kavram boyut ve tipolojileri içeren bir metodoloji geliştirme çabası bu
çalışmalarda kendini belirgin olarak hissettirmektedir.
Sonuç
Çalışmanın sonuçlarını ortaya koyarken dinin değişen
anlamlarıyla, nesnel bir gerçekliğe vurgu yapma ihtiyacı kast edilmiş
olmaktadır. Ancak bu şekilde dinin değişen anlamlarını tespitte doğru bir
yöntem izlenmiş olur. Araştırmamızda genelde din kavramından hareket
edilmiş olması dini bireye ve topluma olan etkisinin göz ardı edilemeyecek
kadar önemli olmasındandır. Ne var ki; din, bireyi ve toplumu etkiler ve
kimi zamanda köklü bir değişime uğratırken, kendi özünde olmasa bile
anlamlarında farklılaşmalar çoğu zaman meydana gelmektedir. Her ne kadar
değişim kavramı olumsuz anlamlara gelse ve bir bozulma (ve kendinden
başka bir şey olma) gibi gözükse de bireyin ve toplumların doğasına da
uygunluğu göz ardı edilmemelidir. Tarihsel süreçte hızlı olmayan sosyal
değişmelerin yaşandığı sanayi öncesi toplumları için dinin özüyle ilgili
tanımların hâkim olduğu görülürken, hızlı sosyal değişmelerin yaşandığı
dönemlerde diğer alanlarda olduğu gibi din anlayışlarında da değişmelerin
çeşitlendiği görülmektedir. Araştırmanın sonuçlarından bir diğeri de, genelde
sosyal bilimlerde özelde sosyoloji biliminde din denilince ne anlaşılması
gerektiği konusunda üç eğilimin olduğudur: Dinin özü itibariyle tanımı,
gördüğü işlevleri itibariyle tanımı ve bu iki tanımlamanın birey ve topluma
olan yararlılık dereceleri itibariyle telif edilmeleri yönündeki tanımı. Dinin
ne olduğu sorusu özle ilgili tanımları, dinin ne yaptığı sorusu işlevle ilgili
tanımların belli tarihi ve toplumsal şartlar altında dinin söz konusu bu iki
tanımının ne derecede ve ne ölçüde yararlı olduğu sorusu ise yararlılıkla
ilgili tanımların amacı olmuştur. Buradan çıkarılacak doğal bir sonuç olarak
157
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
dinin özünün her zaman değişmez olarak kalırken işlevleri ve yansıma
biçimlerinin farklı olabileceğidir. Dolayısıyla yararlılık konusunun izafi
olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
Dinin yararlılık açısından tanımlama ve buna göre izah etme tavrı
özellikle din-devlet ilişkisini de belirler niteliktedir. Dinin birey ve toplum
hayatındaki işlevleri göz önünde bulundurulduğunda devlet açısından onun
vazgeçilmez bir enstrüman olarak değerlendirildiği görülmektedir. Çoğu
zaman din bir ulusu inşa etme ve devamlılığını sağlamada kaynaklardan bir
kaynak olarak görülmüştür.19. yüzyıldan sonra din her ne kadar kurumsal ve
toplumsal olmaktan uzaklaşmış, denetim işlevi kaybolmuş olsa da, modern
toplumlarda bireyin değer sistemleri, varoluş krizlerine anlam verme ve
kimliklerini ifadelendirme, aracı olmaya devam etmektedir. Şehirleşme,
işbölümü, toplumsal farklılaşma ve aşırı bireyselleşme ve değerlerden
kopma gibi süreçler, dini ortadan kaldıracaktır düşüncesi dünyadaki bir dizi
gelişmeden sonra eski geçerliliğini yitirmiş gözükmektedir.
1940 ve 50 kuşağından sonra klasik sosyolojinin dine ilişkin
öngörüleri önemli ölçüde tartışılır olmuştur. Sosyoloji bilimi bu
tartışmalarda en az din kadar kendi bilgisinin de sorunsallaştırılması
gerektiğini artık kabul etmiş gözükmektedir.19. yüzyılın din üzerindeki
pozitivist etkisinin 20. yüzyılda tartışılmaya başlanması belirli bir dini
anlamak için etkilerinin incelenmesi gerektiği görüşü yoğunluk kazanmıştır.
Buna göre din faaliyet halinde incelenmelidir. Aynı zamanda bireyin belli bir
dini topluma inanma ve katılmanın sonucu olarak kişide hangi duygu ve
davranışların ve çevreye karşı tavır alışların nasıl geliştiğinin düşünülmeye
ve araştırılmaya başladığının düşünülmesi bir zorunluluk haline gelmiştir.
Belli bir dine inanan dindar bireylerin davranışlarının araştırılması dindarlık
tipolojilerin oluşmasında etkili olmuştur. Sanayi devriminden sonra hızla
değişin gündelik hayat ve bu değişimden etkilenen belli bir dine inanan
dindara etkisi anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla dindarlığı ölçmede batıda
ölçmede çok boyutlu ölçekler geliştirilmiş ve ampirik araştırmalar özellikle
1900’lerin başından itibaren hızla yetişmiş ve artmıştır. Sekülerleşmenin
etkisiyle dine olan inancın azalacağı ve yok olacağı düşüncesinin gündelik
hayatta dinin etkisinin hala devam etmesi bu çalışmaları anlamlı kılmıştır.
Türkiye’de ise bu çalışmalar pek geç sayılmayan bir tarihten 1950 ve 1960’lı
yıllarda üzerinde durulmaya başlamış, 80’li yıllardan sonra yoğunlaşmıştır.
Ampirik çalışmaların batıya göre pek de geç kalmasına rağmen, bu tür
çalışmaların Türkiye genelinde bir bütünlük içinde olmaması, Türkiye’deki
dindarlık ölçümleri sonucunun net bir fotoğraf sağlanamamasını beraberinde
getirmiştir.
***
158
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
Kaynakça
Akdoğan, A. 2002. Geleneksel Toplumdan Modern Topluma Geçişte
Dini Hayat, İstanbul: Rağbet Yayıncılık.
Aktay, Y. 2000. Cumhuriyet Dönemi Din Politikaları ve Din İstismarı,
İslamiyat, c.3, İstanbul.
Arkonaç, S. A.2001. Sosyal Psikoloji, İstanbul: Alfa Yayıncılık.
Armağan, M. 1990/a. Geleneksel Toplum, Sosyal Bilimler
Ansiklopedisi, İstanbul: Risale Yayıncılık.
Armağan, M. 1990/b. Sekülarizasyon,. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi,
İstanbul: Risale Yayıncılık.
Aydın, M. S. 2001. Dünyevileşme, İslamiyat, C.4, S.3, Temmuz –
Eylül.
Aydın, M. 2000. Kurumlar Sosyolojisi, İstanbul: Vadi Yayıncılık.
Bayyiğit, M. 1989. Üniversite Gençliğinin Dini İnanç Tutum ve
Davranışları Üzerine Bir Araştırma, Bursa: BSBE, (Basılmamış Doktora Tezi).
Belge, M. 1983/a.Cumhuriyet Döneminde Batılılaşma, C.D.T.A., Cilt:1,
İstanbul: İletişim Yayıncılık.
Belge, M. 1983/b.Türkiye’de Günlük Hayat, C.D.T.A., Cilt: 3-4,
İstanbul: İletişim Yayıncılık.
Berger, P. L. 2000. Kutsal Şemsiye, (Çev). Ali Coşkun, İstanbul: Rağbet
Yayıncılık.
Berger, P. L. 2002/a. Sekülerizmin Gerilemesi, (Çev.) Ali Köse,
Sekülerizm Sorgulanıyor, (Der.) Ali Köse, İstanbul: Ufuk Yayıncılık.
Berger, P. L. 2002/b. Dini ve Toplumsal Kurumların Değişimi, (Çev.)
Adil Çiftçi, Din ve Modernlik: Toplumbilim Yazıları I, (Der. ve Çev.), Adil
Çiftçi, Ankara: Ankara Okulu Yayınları.
Bruce, S. 2003.The Social Process of Secularization, (Ed.), R. Fenn,
The Blackwell Companion of Religion, Oxford: Blacwell Publishing.
Cangızbay, K. 1999. Sosyolojiler Değil, Sosyoloji, Ankara: Ütopya
Yayınları.
Chevalier, J. 2000. Din Fenomeni, (Çev.), Mehmet Aydın, Din
Fenomeni, Mehmet Aydın, Konya: Din Bilimleri Yayınları.
Çarkoğlu, A. ve Toprak, B. 2000. Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset,
İstanbul: TESEV Yayınları.
Çelik, C. 2002. Şehirleşme ve Din, Konya: Çizgi Kitabevi.
Desroche, H. 1998. Morfolojik Sosyolojiden Tipolojik Sosyolojiye, Din
Sosyolojisi, (Çev.), İzzet Er, Ankara: Akçağ Yayınları.
Ergun, D. 1990. Sosyoloji El Kitabı, İstanbul: Gerçek Yayınları.
Faroqhi, S. 2002. Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları.
Fırat, E. 1997. Üniversite Öğrencilerinde Allah İnancı ve Din Duygusu:
Din Psikolojisi Açısından Bir Değerlendirme, Ankara: AÜİF, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi,).
159
M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın
Ölçülmesi
Geertz, C. 1998. Kültürel Bir Sistem Olarak Din, (Çev.), Yasin Aktay,
Din Sosyolojisi, (Der.), Yasin Aktay-M. Emin Köktaş, İstanbul: Vadi Yayınları.
Geertz, C. 2001. Gerçeğin Ardından: Bir Antropologun Gözünden İki İslam
Ülkesinin Kırk Yılı, (Çev.), Ulaş Türkmen, İstanbul: İletişim Yayınları.
Glock, C.Y.1998. Dindarlığın Boyutları Üzerine, (Çev.) M. Emin
Köktaş, Din Sosyoloji, (Der.) Yasin Aktay-M. Emin Köktaş, İstanbul: Vadi
Yayınları.
Günay, Ü. 1999. Erzurum ve Çevre Köylerinde Dini Hayat, İstanbul:
Erzurum Kitabevi.
Günay, Ü. 2001. Din Bilimlerinin Teorik ve Metodolojik Sorunları,
İstanbul: Bilimname.
Günay, Ü. 2002. Din Sosyolojisi, İstanbul: İnsan Yayınları.
Hanioğlu, Ş. 1985. Batıcılık, T.C.T.A., Cilt: 5, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Hocaoğlu, D. 1995. Laisizmden Milli Sekülerizme, İstanbul: Selçuk
Yayınları.
TÜRK GENÇLİĞİ 98. 1999. İstanbul Mülkiyeliler Vakfı Sosyal
Araştırmalar Merkezi, Ankara: Konrad Adenaur Vakfı Yayınları.
Kağıtçıbaşı, Ç. t.y. Yeni İnsan ve İnsanlar, İstanbul: Evrim Yayınları.
Karagöz, E. Ö. 2003. Max Weber’de Anlayış Sosyolojisi ve Din Olgusu,
İstanbul: Derin Yayınları.
Kostaş, M. 1995. Üniversite Öğrencilerinin Dine Bakışı, Ankara: TDV
Yayınları.
Köktaş, M. E. 1993.Türkiye’de Dini Hayat, İstanbul: İşaret Yayınları.
Köktaş, M. E. 1997.Din ve Siyaset: Siyasal Davranış ve Dindarlık,
İstanbul: Vadi Yayınları.
Krech, D. ve Crutchfild, R. S. 1980. Sosyal Psikoloji, (Çev.), Erol
Güngör, İstanbul: Ötüken Yayınları.
Mardin, Ş. 2001. Din ve İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları.
Marshall, G. 1999.Sosyoloji Sözlüğü, (Çev.), Osman Akınhay-Derya
Kömürcü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Menschıne, G. 1994. Dini Sosyoloji, (Çev.), Mehmet Aydın, Konya:
Tekin Kitabevi.
Mert, N. 1994. Laiklik Tartışmalarına Kavramsal Bir Bakış, İstanbul:
Bağlam Yayınları.
Mutlu, K. 1989. Bir Dindarlık Ölçeği, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:
3, S. 4.
Okumuş, E. 2003. Toplumsal Değişme ve Din, İstanbul: İnsan
Yayınları.
Onay, A. 2001. Dindarlık Ölçme Çalışmaları, İslami Araştırmalar
Dergisi. C.14,S.3-4.
Onay, A. 2002. Dini Yönelim Ölçeği: Ölçek Geliştirmede Yöntem,
Teorik Altyapı, Geçerlilik ve Güvenilirlik, İslamiyat, C.5, S.4.
Ortaylı, İ. 1985. Batılılaşma Sorunu, T.C.T.A., Cilt: 1, İstanbul: İletişim
Yayınları.
160
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161
Özdalga, E. 1989. Din Din Midir? Yoksa Başka Bir Şey Midir?, İslami
Araştırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:2.
Özdalga, E. 1990. Türkiye’de İslami Uyanış ve Radikalleşme Üzerine,
İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:4, Sayı:1.
Robertson, R. 1998. Din Sosyolojisinin Gelişimi, (Çev.), Abdullah
Topçuoğlu, Din Sosyolojisi, (Der.) Yasin Aktay-M. Emin Köktaş, İstanbul: Vadi
Yayınları.
Subaşı, N. 2001. Gündelik Hayat ve Dinsellikte Artış, Avrupa Günlüğü:
Cilt:1, Sayı:2. Subaşı, N. 2002. Türk(iye) Dindarlığı: Yeni Tipolojiler, İslamiyat,
Cilt: 5, Sayı:4.
Stark, R. 2002. Toprağın Bol Olsun Sekürleşme, (Çev.), Ali Köse,
Sekülerizm Sorgulanıyor, İstanbul: Ufuk Kitabevi.
Swatos, W.H. ve Christiano, K. J.2002. Sekürlerleşme Teorisi: Bir
Kavramın Serüveni, (Çev.) Ali Köse, Sekülerizm Sorgulanıyor, İstanbul: Ufuk
Kitabevi.
Taplamacıoğlu, M. 1962. Yaşlara Göre Dini Yaşayışın Şiddet ve Kesafeti
Üzerinde Bir Araştırma, AÜİFD, C.10.
Toprak, B. 2000. Türkiye’de Dinin Denetim İşlevi, Türkiye’de Politik
Değişim ve Modernleşme, (Der.) Ersin Kalaycıoğlu – Ali Yaşar Sarıbay,
İstanbul: Alfa Yayınları.
Tümer, G. ve Küçük, A. 1993. Dinler Tarihi, Ankara: Ocak Yayınları.
Türköne, M. 2003.Türk Modernleşmesi, Ankara: Lotus Yayınları.
Uysal, V. 1985. Toplumsal Değişme ve Dinsellikte Artış, Toplum ve
Bilim, Sayı: 29-30.
Uysal, V. 1992. Dini Hayat ve Şahsi Özellikler, Din Eğitimi
Araştırmalar Dergisi, Sayı: 2.
Uysal, V. 1995. İslami Dindarlık Ölçeği Üzerine Bir Pilot Çalışma,
İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 2.
Wach, J. 1995. Din Sosyolojisi, (Çev.) Ünver Günay, İstanbul: İFAV
Yayınları.
Yaparel, R. 1987. Yirmi-Kırk Yaşları Arası Kişilerde Dini Hayat İle
Psiko-Sosyal Uyum Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma, (Basılmamış
Doktora Tezi). Ankara: AÜSBE.
Yaparel, R. 1987. Dinin Tarifi Mümkün Mü?, İzmir: DEÜİFD, Cilt: 4.
Yaparel, R. 1999. Doğum Kontrolüne İlişkin Tutumların Oluşması, İslamiyat,
Cilt:2, Sayı: 2.
Yıldız, M. 2001. Dindarlığın Tanımı ve Boyutları Üzerine Psikolojik
Bir Çalışma,
Tabula Rasa, Yıl: 1, Sayı: 1.
Yılmaz, A. 1999. Psikolojik Değerlendirmenin Temelleri, Samsun: Etüt
Yayınları.
161
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Muhafazakârlık, Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
DOI NO: 10.5578/JSS.10717
Şahin DOĞAN1
Geliş Tarihi:10.04.2015
Kabul Tarihi:12.12.2015
Özet
Çankırı ilinde 221 kadın ve 221 erkek olmak üzere toplam 442 kişiye rastgele
örnekleme yöntemi ile anket uygulaması yapılmıştır. Araştırmada önce cinsiyet temelli
bir karşılaştırma yapılmıştır. Yapılan frekans analizi sonucu erkeklerin muhafazakârlık
skorlarının kadınlara oranla daha yüksek olduğu görülmüştür. İkinci olarak kadınlar
kendi aralarında çalışan kadınlar ve ev hanımı kadınlar olarak karşılaştırılmıştır.
Yapılan frekans analizi sonucunda ev hanımı kadınların genel olarak çalışan
kadınlardan muhafazakârlık skorlarının daha yüksek olduğu sonucu çıkmıştır.
Genel olarak bakıldığında katılımcıların büyük oranda muhafazakâr aile
değerlerini benimsedikleri görülmektedir. Örneğin maddi ve manevi sorunlar olduğunda
başvurulması gereken ilk yerin aile olduğu, ailenin dini ve manevi değerlere bağlı
olması gerektiği, evin reisinin erkek olduğu, kadının asıl görevinin annelik olduğu,
erkeğin evin geçiminden sorumlu olduğu, kadının evleninceye kadar bekâretini koruması
gerektiği gibi konularda hem kadınların hem de erkeklerin katılım düzeylerinin çok
yüksek olduğu ve bu görüşleri onayladıkları görülmektedir. Yine muhafazakârlığın
eleştirdiği kürtaj ve nikâhsız beraber yaşamayı büyük çoğunlukla onaylamadıkları
sonucu çıkmaktadır.
Kurumlar arasında en vazgeçilmez kurumun aile kurumu olduğu, tercih edilen
ideal çocuk sayısının 3 çocuk olduğu, ev içi önemli kararların büyük çoğunlukla ailece
ortak olarak alındığı ve benzer şekilde çocukların geleceği ile ilgili kararların da yine
büyük oranda ailece ortak alındığı sonucu çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Muhafazakârlık, Aile, Kadın, Muhafazakâr Tutum, İş
Hayatı
1
Yrd. Doç. Dr., Çankırı Karatekin Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, [email protected]
163
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Conservatism, Family and Woman (Çankırı Sample)
Abstract
The survey was administered to 422 people (221 women and 221 men) using
the random sampling method in the city of Çankırı. Firstly, a gender-based comparison
was made as part of the research. As a result of the frequency analysis performed, it was
seen that the conservatism scores of men were higher than those of women. Secondly,
women were compared among each other as working women and housewives.
According to the frequency analysis conducted, the conservatism scores of housewives
were higher than those of working women in general.
Generally speaking, it is observed that the participants adopted conservative
family values at a great extent. For example, it is observed that both men and women
had high rates of agreement for statements such as family being the first resort for both
material and spiritual matters, family had to be loyal to religious and spiritual values,
women’s actual task was motherhood, men were responsible for the livelihood of the
household and women had to had to maintain their virginity until marriage and that they
ratified these opinions. Also, it was understood that they disapproved of abortion and
extra-marital cohabitation, which are criticized by conservatism.
It was understood that family was the most indispensable institution inter alia,
the ideal number of children preferred to have was 3 the important household decisions
were mostly taken jointly by the family and decisions on the future of children were also
similarly taken jointly by the family at a great extent.
Keywords: Conservatism, Family, Woman, Conservative Attitude, Work Life
Giriş
Muhafazakârlıkta aile merkezi öneme sahip bir kurumdur. Bu nedenle
muhafazakâr düşünürlerin önde gelenlerinden olan Bonald’a göre, toplumun
molekülü birey değil ailedir. Aile toplumsal eğitimin verildiği ve sosyalleşmenin
sağlandığı en eski ve en başarılı okuldur (Nisbet, 1990: 110).Muhafazakârlık,
aileyi hem toplumun temel birimi hem de toplumsal değerlerin nesilden nesile
aktarıldığı bir kurum olarak görür. Aile aynı zamanda toplum içinde
dayanışmayı sağlar. Aile, ortaya çıktığı ilk dönemden itibaren hem yapısı hem
de işlevleri açısından bazı değişiklikler göstermekle beraber her zaman
toplumlarda ana kurum olma özelliğini korumuştur.
Günümüz Batı dünyasında özellikle sanayileşmiş ülkelerde ailenin
korunması, kürtaj, doğum kontrolü, eş cinsel evlilikler en fazla tartışılan konular
arasındadır. Ülkemizde de benzer şekilde kadının iş hayatına atılması ile beraber
aile içinde ve dışında kadın erkek rollerindeki değişim, kadın ve erkeğin temel
görevleri, kürtaj, istenilen ideal çocuk sayısı gibi konular önemli tartışma
164
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
konularını oluşturmaktadır. Bu araştırma yukarıda belirtilen belli konular da
halkın muhafazakâr tutumlarını Çankırı örnekleminde anlamayı amaç
edinmektedir.
1. Araştırmanın Konusu, Amacı ve Yöntem Yaklaşımı
1.1. Araştırmanın Konusu: Araştırmanın konusu Çankırı ilinde yaşayan
15 yaş ve üzeri kadın ve erkeklerin aile ve kadın konusundaki muhafazakâr
tutumlarıdır.
1.2. Araştırmanın Amacı: Çankırı ilinde ikamet eden 15 yaş ve üzeri
kadın ve erkeklerin aile ve kadın hakkındaki muhafazakâr tutumlarının
sosyo-demografik değişkenlerle ilişkilerini irdelemektir.
1.3. Araştırmanın Yöntem Yaklaşımı:
1.3.1. Veri Toplama Aracı: Araştırmada nicel veri toplamak amacıyla
anket formu veri toplama aracı olarak kullanılmıştır. Soru kağıdı 6 demografik
soru, 21 tane aile, kadının statüsü, toplumsal cinsiyet rolleri, ailede ahlaki
değerler gibi konuları içeren beşli likert tipi tutum sorusu, 1 tane çocuk sayısı ile
ilgili soru, 4 tane de aile içi erk konusu ile ilgili soru olmak üzere toplam 31
sorudan oluşmaktadır.
1.3.2. Veri Analizi: Araştırma soruları SPSS 21 paket programında
analiz edilmiş ve frekans dağılımları alınmıştır. Önce erkeklerle kadınların
muhafazakârlık tutumları ikinci olarak da çalışan kadınlarla ev hanımı kadınların
muhafazakârlık tutumları analiz edilmiştir.
1.4. Evren ve Örneklem: Araştırmanın evreni hali hazırda Çankırı ilinde
ikamet eden 15 yaş ve üzerindeki kadın ve erkeklerden oluşmaktadır. Örneklem
seçimi olarak rastgele örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Çankırı ilinde ikamet
eden 442 kişiye Ağustos 2014’te rastgele örnekleme yöntemi ile anket
uygulaması yapılmıştır.
1.5. Hipotezler
1. Cinsiyet ile muhafazakâr tutum arasında bir ilişki vardır.
2. Kadının çalışıp çalışmaması ile muhafazakâr tutum arasında bir ilişki
vardır.
165
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
2. Kuramsal Çerçeve
2.1. Muhafazakârlık
Muhafazakârlığın genel kabul görmüş bir tanımı bulunmamakla birlikte,
genelde muhafazakârlık tanımı konusunda iki farklı yaklaşımın varlığından söz
edilebilir. Bunlardan ilki muhafazakârlığı, Fransız Devrimi’nden sonra ortaya
çıkmış, temel doğrultusu yeni rejimin getirdiği değerleri kabul etmeyen
“ideolojik” yaklaşımdır. Bu tanımlamada muhafazakârlık; Batı’da eski rejimi ve
bu rejimle özdeşleşen, krallık, kilise ve aristokrasiyi, diğer bir deyişle feodal
dönemin hiyerarşik yapılanmasını savunan, bireyciliğe karşı olduğu gibi,
rasyonel aklı küçümseyen, sanayi toplumunun bazı özelliklerine karşı çıkan
hareketlere verilen genel isim olarak kullanıla gelmiştir. İkinci bir yaklaşım
muhafazakârlığı, katı doktriner içeriğe sahip bir ideoloji olmaktan çok, esas
eğilimi var olan kurum ve ilişkiler ağını korumak olan bir dünyayı algılama,
davranış biçimi ve eğilimi olarak görür.
En genel ve temel olarak muhafazakârlık için, “çağdaş” bir “düşünme
biçimi” olduğunu söyleyebiliriz. Çağdaştır, çünkü muhafazakârlık için muhafaza
edilecek bir dünyanın varlığı ancak kendisini tehdit etmeye başlayan bir
“restorasyonun” veya “modernizmin” varlığı şartına bağlı olarak gerçekleşir.
Muhafazakârlık, “Aydınlanmanın radikalizmine karşıt olarak kendi düşüncesini
oluşturur (Bora, 1997: 19). Bu anlamda muhafazakârlık, modernizm kadar eski
bir tarihe sahip bir düşünme biçimidir. Muhafazakârlığın daha önceden
planlanmış, kesin kurallara sahip eylem biçimleri ve alanları yoktur. Belirli olan
tavırları vardır, fakat bu tavrın “ne yönde” olduğunu ancak modernist bir
projenin saldırısına uğradıkları zaman anlamak mümkündür (Ögün, 1997: 109).
Anthony Giddens’ın da belirttiği gibi, muhafazakârlığa göre “geleceğe bakış her
zaman geçmişe bakış üzerinden temellendirilmelidir” (Giddens, 1996: 26).
Batı düşüncesinde muhafazakârlık özellikle Fransız siyasî literatüründe,
Napolyon politikalarının başarısızlığa uğraması sonucu, devrim öncesi siyasî
inanç ve değerleri yeniden inşâ etmek üzere Fransız düşünürleri tarafından, yeni
bir felsefî düşünce olarak, Devrimin jakoben düşüncesine karşı, adalet ilkelerini
ve medeniyetin güvenliğini sağlama anlamında kullanılmıştır (Akkaş, 2000: 12).
Mevcut toplumsal, kültürel yapıya hayat veren değerler ve normlara, kurumlara,
gelenek ve göreneklere bağlı olma ve bunlarda köklü bir değişikliğe karşı olma
durumu olarak tanımlanan muhafazakârlık; Batı’nın sosyolojik bakış açısına
göre, pozitif düşünce ve aklın yükselişini ifade eden Aydınlanma düşüncesinin
karşıtı olup, düzeni savunan bir yaklaşımdır (Kirman, 2004: 158). Batı’da 19.
Yüzyıldan itibaren siyasi bir kavram olarak kullanılmaya başlanan bu kavram,
kanundan yana olanları, mevcut siyasi düzeni savunanları nitelerken, zamanla
166
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Marksist terminolojide aşağılayıcı bir kavram olarak “gericilik” anlamında
kullanılmaya başlanmıştır (Kirman, 2004: 158). Bu anlamda muhafazakârlık,
değişime karşı direnç göstermeyi ifade eden gericilikle özdeşleştirildiğinden
sıklıkla gelişmenin önündeki engel olarak algılanmakta ve değerlendirilmektedir
(Safi, 2007: 16)
Muhafazakârlık kavramının Batı’da ortaya çıkmasının temel sebebi,
modern kültürün her şeyi doğal bir düzene indirgemeye çalışan tavrına karşı bir
sosyal düzen savunmasının ortaya çıkmasıdır. Gerçekten de muhafazakâr olarak
tanınan E. Burke, Hegel, A. Comte ve E. Durkheim gibi ilk sosyal bilimciler
doğal düzen karşısında sosyal olanı ve bu çerçevede aile, din, töre, ahlak gibi
kurumsal yapıları savunmuşladır (Aydın, 2011: 310). Muhafazakâr düşüncenin
bilinen ilk temsilcisi, geleneksel yapıyı sarsan Fransız devrimini açık bir şekilde
eleştiren Burke’dir. Daha sonraki muhafazakâr aydınlar onun bu aydınlanma
karşıtı tutumunu devam ettirmişlerdir.
Türkçede ise muhafazakârlık terimi etimolojik olarak “saklamak,
korumak, bellekte tutmak” anlamlarında Arapça hıfz teriminden türetilmiştir.
Muhafazakârlık kavramıyla vurgulanan, mirasın korunması, toplumsal hafızanın
diri tutulması yani sürekliliktir. Sürekliliğin kendini en iyi şekilde gösterdiği
kökler, örf ve adetler, gelenekler, inançlar, anılar ve tarihî miras gibi korunmaya
layık görülen değerlerdir. Aynı zamanda muhafazakârlık, geçmişe ait değerlerin
kaybolmaları tehdidi karşısında duyulan tepkiyi ifade etmektedir (Safi, 2007: 1617).
2.1.1. Tutum Olarak Muhafazakârlık
Muhafazakârlık çoğu kez başka duruşlarla kesişmekte, başka statükoları
beslemektedir. Daha doğrusu muhafazakârlığın koruyacak şeylere ihtiyacı
olduğu kadar, koruyacak şeyleri olanların da muhafazakârlığa ihtiyaçları
olmaktadır. Belki de bu nedenle muhafazakârlık, bu kadar görünür olmasına
rağmen görünmemekte veya bilinmemektedir (Safi, 2007: 32). Bu açıdan
muhafazakârlık mevcut durumu korumayı amaçlayan her türlü düşünce ve
eylemi niteleyebilecektir. Buna göre de, “değişmenin değil, varılmış olan
noktanın ‘mümkün olanın’ en iyisi olduğunu savunan, daha öteye geçmenin
sakıncalı olduğunu vurgulayan ve bunu düşünsel ya da eylemsel olarak
engellemeye çalışan her siyasal görüş, muhafazakâr olmaktadır (Köker, 1989:
43).
Muhafazakârlığın ‘aşırılık’lara karşı olmak anlamında sergilediği bu
‘tedirginlik’, muhafazakârlığın ruhunu, deyim yerindeyse varlık nedenini teşkil
eder. Muhafazakârlığın en belirgin özelliklerinden biri, “bünyevî tedirginlik”ten
kaynaklanan bir ‘itidal’ ve ‘ölçülülük’ arzusudur diyebiliriz. Zaten
167
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
muhafazakârlığın “kronik düzen kaygısı ve düzen arayışı” da, bu ‘ölçülülük’
tutumuyla doğrudan ilişkili bir şey olarak görülebilir (Argın, 2003:468-469).
Muhafazakârlığı insan psikolojisi ile irtibatlandırıp değerlendirenlere
göre ise muhafazakâr; “inancı”, “akıl dini” ile değiştirmek istemez, fakat aynı
zamanda mistisizmi veya akılsızlığı siyasetin kaynağı da yapmak istemez. İşte
burada bir “tutum” olarak muhafazakârlık ve “tutarlı inançların bütünü” olarak
muhafazakârlık arasında ayırım yapmak önemlidir. Tavır olarak muhafazakârlık,
geçmişe ait değer ve prensiplerden bağımsız olarak geçmişe olumlu yönde
eğilim gösterir (Safi, 2007: 33).
2.1.2. Türk Toplumunda Muhafazakârlık
Günümüzde daha ziyade kültürel alanda eskiyi, geleneksel olanı yaşama
ve köklü değer sistemini koruma tavrını nitelemek üzere yapılan muhafazakârlık
tanımı daha çok “modern muhafazakârlık” olarak ifade edilmektedir. “Yeni
muhafazakârlık” olarak da tanımlanan bu kavram Türkiye’de 1980 sonrası
dönemde ortaya çıkan bir duruma işaret etmektedir. Bu dönemde İslami yaşam
tarzının bir parçası olan toplumsal pratiklerin yeniden canlanarak ekonomik
genişlemenin modern teknikleriyle oldukça iyi bütünleşmesi sonucu dini
değerlere sahip çıkmakla birlikte defilelere gitme, modayı takip etme, beş
yıldızlı otellerde düğün ve iftar yemekleri verme, tatil yapma gibi modernlik ile
muhafazakârlığı birleştirme çabalarına sıkça rastlanır olmuştur (Mardin, 1995:
234). Ancak bunlar birer sentez olmaktan ziyade yan yana duran bir karışım ve
melezlik örneği olmaktan öteye gidememiştir (Kirman, 2004: 158). Yine de bu
durumun Türkiye’de zaten var olan dini grupların görünür olmasında etkili
olduğu söylenebilir.
Türkiye’de
de
muhafazakârlığın
ortaya
çıkışının,
Türk
modernleşmesiyle
başladığı
söylenebilir.
Bunun
için
Türkiye’de
muhafazakârlığın tarihi, ancak Cumhuriyet tarihi kadar eskidir. Osmanlı
dönemindeki modernleşme çabalarının kültürel ve sosyal anlamda değiştirici ve
bir anlamda “yabancılaştırıcı” etkilerine karşı bazı “ahlaki” çıkışlar vardır. Fakat
Türkiye’de her şeyin yeni baştan, oluşturulması üzerine kurulmuş bir modernizm
anlayışına Cumhuriyet ile beraber girildiği temel alınacak olursa, muhafazakar
kimliklerin ortaya çıkışını bu tarihlerde başlatmak daha doğru olacaktır (Karpat,
1997: 565).
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren “gericilik” suçlamalarına maruz
kalan muhafazakâr modernlik taraftarları, kendilerinin eskiyi diriltmekten değil,
değişimden yana olduklarını üstüne basarak belirtmek lüzumunu hissetmişlerdir.
168
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Örneğin Ali Fuat Başgil (1998: 120) kendisini “memleketçi, milliyetçi,
maneviyatçı ve terakkici- muhafazakâr” olarak tanımlamıştır.
Muhafazakâr modernlik düşüncesi, dinî duygular ve maneviyattan
yoksun bir toplumun yaşamasının mümkün olmadığı fikrini işlemiştir.
Muhafazakâr modernliğin geliştirdiği tezlere göre bilim ve teknikteki gelişmeler,
manevî ihtiyaçları ortadan kaldıramadığı gibi, bilakis yarattığı yeni buhranlarla
insanı daha da huzursuz etmiştir. Çağdaş medeniyet göz kamaştırıcı teknik
başarılarına rağmen insana mutluluk getirememiştir. Ancak tekniği reddetmek
buna çare olamayacaktır. Çare bilim ile maneviyatı uzlaştırmak, ikisini bir arada
dengeli bir biçimde götürmektir ( Yıldırmaz, 2003: 9-18 ).
Fikir hürriyeti ve demokrasinin Batı uygarlığının temellerinden birini
oluşturduğu ve Batılılaşmanın aynı zamanda demokratikleşme olduğu fikri
muhafazakârlık taraftarlarınca dile getirilen ana temalardır. 1930 ve 1940’lı
yıllarda Avrupa’da demokrasinin içinde bulunduğu krize paralel olarak erken
dönemde arka plânda kalan demokrasi fikrinin özellikle 1946 sonrası Türk
toplum hayatında vurgulanmaya başlandığı görülmektedir (Yıldırmaz, 2003: 918 ). Muhafazakâr modernlik düşüncesi, zamanla ve fırsatını buldukça baskın
ideolojiye eklemlenerek, modernleşmenin muhafazakâr bir renge bürünmesini
sağlamaya çalışmıştır (Çınar, 2003: 91).
2.2. Aile
Aile, topluma hazırlanma sürecinin ilk ve en etkili biçimde
gerçekleştiği, cinsel ilişkilerin düzenlendiği, eşler ve ana babalarla çocuklar
arasında güven verici ilişkilerin kurulduğu, içinde bulunulan toplumsal düzene
göre ekonomik etkinliklerin az ya da çok yer aldığı bir toplumsal kurumdur. E.
Durkheim, aileyi, “aralarında gerçek ya da varsayımsal olarak kan bağı bulunan
ve karşılıklı hak ve ödevler üstlenen toplumun en küçük birimi” olarak tanımlar.
Ziya Gökalp ise aileyi, cemiyetin küçük bir modeli olarak görmekte, güçlü aileyi
güçlü millet ve devletin temeli olarak düşünmektedir (Erkal, 2011: 109).
İnsanın yeryüzünde yaşayabilmesi için gerekli yeme-içme, barınma,
kutsalla bağlantı kurma, yeni nesli topluma uyarlama, sosyal düzeni sağlama
gibi en temel işlevlerinden birisi de neslin devam ettirilmesidir ki bu işlevi aile
kurumu yerine getirmektedir. Dünyaya gelen hemen pek çok canlı kısa bir süre
sonra kendine yeterli hale gelirken insanoğlu uzun bir zaman başkalarına muhtaç
durumdadır. Bunun için antropologlar insanı prematüre (erken doğmuş) bir
varlık olarak nitelendirirler (Aydın, 2011: 26).
Aile ferdin içinde bulunduğu en önemli ve asli gruptur. Samimiyet,
psikolojik ve sürekli ilişkiler aile kurumunun temel özellikleridir. Üyeleri
arasındaki muhtelif rollerin organizasyonu aile sistemini meydana getirir
169
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
(Arslantürk & Amman, 2001: 289). Yani aile bu üyeler arasında ilişkilerle
oluşan bir kurumdur. Aile içindeki ilişkiler yüz yüze ve samimi ilişkilerdir.
Toplumsal yaşamın ana unsurlarından olan aile, ana-baba-çocuklar ve
tarafların kan akrabalarından meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir
kurumdur. Aile toplumsal kurumlar içinde hayati niteliği gereği birinci sırayı
almaktadır. Çünkü ailenin görevlerinden biri insan neslini devam ettirmektir.
Ailenin temel bir kurum olmasının bir başka nedeni de çocuğun
toplumsallaşmasında oynadığı roldür. Böylece aile, çocuğun dünyaya
getirilmesinde, yetiştirilmesinde, korunmasında ve topluma kabul edilmesinde
çok büyük görev üstlenmektedir.
Aile, ortaya çıktığı ilk dönemden itibaren değişik şekiller alarak süreç
içinde hem yapısı hem de işlevleri açısından önemli değişiklikler göstermiştir.
İlk insan topluluklarına baktığımızda aile işlev olarak pek çok görevi üzerine
almış bir kurumdu. Ancak modern dönemde aileye yardımcı ya da ailenin bazı
görevlerini üstlenen başka kurumların ortaya çıkması ve meydana gelen
toplumsal gelişmelerle birlikte ailenin yapısı ve işlevinde önemli değişmeler
yaşanmıştır.
Modern zamanlarda meydana gelen bu değişimler, ailede kadın ve erkek
rollerinde de bazı tartışmaları beraberinde getirmiştir. Kadınların kamusal
hayatta daha yoğun görünürlükleri, geleneksel dönemde sıkça karşılaşılan
uygulamaların yeniden ele alınmasına sebep olmaktadır. Bugün kadınlar,
kendilerine eski geleneksel rollerin yüklenmesinden rahatsızlık duymaktalar ve
ev dışında da etkilerinin olmasını istemektedirler. Özetle; değişen dünyayla
birlikte kadın erkek arasındaki geleneksel uygulamaların eskisi gibi olmadığını
söyleyebiliriz.
Günümüz Türk toplumunda geleneksel geniş aileden çekirdek aileye
doğru dönüşüm, beraberinde anne-baba ve akrabalarla olan ilişkileri de yeniden
gündeme getirmiştir. Çünkü geleneksel aile içinde birer fert olarak yer alan
anne-baba çekirdek ailede farklı bir evde yaşayabilmektedir. İkinci olarak ise,
değerlerle ilgili tartışmayı yeniden gündeme getirmektedir.
Ancak bazı düşünürlerin ileri sürdüğü gibi, sanayileşmeye ve
şehirleşmeye paralel olarak gelişen ve genişleyen bürokrasi ve sosyal
organizasyonlar ailenin varlığını ortadan kaldıramamıştır. Aksine, 19. Yüzyılda
aile içinde yerine getirilen görevlerin bir kısmı örgütlü kuruluşlar tarafından
yerine getirilmeye çalışılsa da aile fert ve toplum hayatındaki önemini
sürdürmektedir.
Aileyi sadece bir ekonomik menfaat birliği olarak görmek sağlıklı bir
yaklaşım değildir. Aileyi bir bakkal, kooperatif veya şirket gibi görmek, aile
170
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
kurumunun devamını zorlaştırır. Nitekim kadının “ekonomik bağımsızlığa”
kavuşması ile aileyi terk edeceği varsayımı yanlış ve sakat bir görüştür.
Ekonomik bakımdan kadının güçlenmesi, aileyi daha da güçlü kılabilir. Bu tür
düşüncelerin çok önceleri ortaya çıktığı Avrupa toplumunda kadını, çalışma
hayatının yanı sıra, evinin de hanımı yapma çabaları her geçen gün artmaktadır
(Erkal, 2011: 110).
Türkiye’de aile Avrupa ile kıyaslandığında durumun hep daha iyi
olduğu söylenir ve bu konuda teselli olma yoluna gidilir. Ancak
modernleşmenin etkisiyle yeniden şekillenen Türk aile yapısının geleneksel
Türk aile yapısıyla kıyaslamak daha işlevsel bir yaklaşımdır. Türk aile yapısını
Avrupa ya da başka bir toplumun aile yapısıyla kıyaslayarak bir yere varmak
çok mümkün görünmemektedir.
Çünkü aile her toplum için önemli olsa da önem derecesi toplumdan
topluma farklılık göstermektedir. Avrupa toplumunda ailenin görevlerini başka
kurumlara devretmesi uygulanabilir bir durumken, Türkiye’de bu durum pek
mümkün görülmemektedir. Çünkü Türk toplumunun kültürel ve dini değerleri
doğal olarak Avrupa veya bir başka toplumdan farklıdır. Örneğin Türkiye’de
ailenin yaşlı bireylerine bakma görevinin “huzur evine” devredilmesi hem
bakıma muhtaç yaşlı birey hem de toplumun diğer üyeleri tarafından pek hoş
karşılanan bir durum değildir. Ancak aynı durum Avrupa toplumunda daha
olumlu karşılanmakta hem bakılan kişi hem de toplum tarafından normal
karşılanmaktadır. Benzer başka bir örnek ise ailenin üzüntüleri ve sevinçleri
paylaşmak suretiyle aile bireylerine destek olma görevinin başka kurumlara
devredilmesinin de toplum tarafından kabul görmediği ve bu şekilde ailesinden
alamadığı psikolojik desteği başka kişi ve kurumlardan alan kişinin,
“etiketlendiği” görülmektedir. Bir önceki örnekte de olduğu gibi böyle bir
durum Avrupa toplumunda çok normal ve hatta teşvik edilen bir durumdur.
Özetle Türk aile yapısını Avrupa toplumunun aile yapısıyla kıyaslayarak çıkarım
yapmaya çalışmak yerine, geleneksel Türk aile yapısıyla günümüzü
karşılaştırmak ve kaybolan aileye ait kültürel değerleri tekrar yerine koymaya
çalışmak daha anlamlı görünmektedir.
2.3. Muhafazakârlık ve Aile
Muhafazakârlıkta aile, devlet ve din gibi kurumlara büyük önem
verilmektedir. Günümüz Batı Muhafazakârlığında ailenin korunması, eşcinsel
evlilikleri ve doğum kontrolü gibi konular en çok tartışılan konular arasındadır.
Bu bağlamda muhafazakârlık, aile, devlet ve din gibi önemli kurumlar hakkında,
kendisini diğer ideolojilerden ayrıştırabilecek özgün yorum ve görüşler
geliştirmiştir. Aile, geçmişten günümüze, tüm toplumlarda çeşitli görevler
171
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
yüklenmiş önemli bir kurumdur. Aile diğer toplumsal kurumlar gibi bazı önemli
işlevleri yerine getirir. Toplumsal bir kurum olarak ailenin biyolojik, psikolojik,
ekonomik, sosyolojik, dinî, eğitsel işlevlerinin yanı sıra, değerlerin gelecek
kuşaklara aktarılması gibi önemli işlevleri de söz konusudur (Safi, 2007: 83-84).
Modern dönemde birçok kurum gibi aile de değişim yaşamaktadır. Bu
dönemde geleneksel geniş yapıdaki aile çözülüp, çekirdek aileye dönüşmektedir.
Bu durum beraberinde değer yargıları, gelenek ve göreneklerin değişimini
getirmektedir. Aile kurumundaki bu değişim muhafazakârların en rahatsız
oldukları bir durumdur. Zira muhafazakârlık için aile, insanın eksikliklerini
telafi etme, maddî ve manevî ihtiyaçlarını meşru biçimde karşılamanın yanında,
insan için gerekli olan sevgi ve bağlılık hislerinin geliştiği ve sağlıklı bir
toplumun en küçük parçası olan kurumdur (Safi, 2007: 84-85).
Muhafazakâr düşünürlerin önde gelenlerinden olan Bonald’a göre,
toplumun molekülü birey değil ailedir. Onun aile üzerindeki düşüncesi, ailenin
toplumsal düzendeki zorunlu yapısal özerkliğiyle ilgilidir. Aile toplumsal
eğitimin de en eski ve en başarılı okuludur. Bonald, aileyi açıkça monarşi gibi
tasarlamakta; kral rolünde baba, uyruk olarak da çocukları düşünmektedir
(Nisbet, 1990:110). Onun düşüncesinde aile, kendi başına bir küçük toplumdur;
bireylerin gelişimi, maddî ve manevî ihtiyaçlarının temini için zorunlu bir
kurumdur.
Yine muhafazakâr bir düşünür olan Thomas Fleming’e göre aile, “beşerî
toplumun ve yönetimin nihaî temeli, özgür bir toplumun hakikî dayanağı olan
bir toplumsal kurum”dur. Aklın verilerinin sınırlı olması ve Hıristiyanlıktan
gelen ilk günah inancı nedeniyle, mükemmel olmayan insanı olgunlaştırıp, ona
asıl kimliğini kazandıran, ona bir geçmiş ve gelecek duygusu veren de odur;
bireyler unutkandır, ama ailenin hafızası vardır. Kusurlu olan insan, iyi ve kötü
arasında tercih yapabilmek, manevî ve bedensel yapısının ihtiyaçlarını meşru
yollardan karşılayabilmek için de ailenin “kurumsal rehberliğine” muhtaçtır
(Fleming’den akt. Safi, 2007: 85).
İnsanın kendi ailesine karşı sevgi ve bağlılık duyması ile bu kurumlar
arasında bir benzeşim kuran Burke’ye göre, aileye sevgi duymamız normal iken,
geleneksel siyasal pratiklere ve kurumlara karşı bu tür bir duygu hissetmeyiz.
Bunu ancak, bu pratikler ve kurumları kaybettikten sonra anlarız.
Muhafazakârlık, aileyi hem toplumun temel birimi, hem de geleneksel
ahlâkın koruyucusu olarak görmektedir. Çünkü aile toplumu bir arada tutan
bağların bir kısmını yaratır ve pekiştirir. Aynı zamanda aile toplum içinde
dayanışmayı sağlar ve nihayet temel eğitim kurumlarından biri olma işlevini
görür. Aile, insanların kendi toplumuna mensubiyet ve aidiyet duygularını da
172
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
kuvvetlendirir. Bu kurum, insanların mutlu olabildiği belli başlı yerlerden
biridir. Bu nedenlerle ailenin vazgeçilmez bazı toplumsal işlevleri vardır.
Ayrıca muhafazakârlar aileyi, sosyolojik işlevleri itibariyle toplumun
temel kurumu olarak ele alırlar. Meselâ, Talcot Parsons’un ayrımına uygun bir
şekilde, muhafazakârlar da ailenin “neslin devamı”, “sosyal rehabilitasyon” ve
“sosyalleşme” şeklindeki üç temel fonksiyonuyla, toplumun en temel işlevlerini
üstlenmiş bir kurum olarak kabul ederler. Bu yönüyle aile, bireylerini toplumsal
değerler doğrultusunda yetiştiren bir kurum olmakla birlikte, aynı zamanda
toplumdaki çeşitliliği sağlayan bir kurumdur.
Ailenin muhafazakârlar için altı çizilen önemli işlevlerinden biri de
bireylerine kazandırdığı kimliktir. Aile, bireylerine kimlik kazandırmak suretiyle
onları topluma kazandırır ve bu kimlik üzerinden toplumsal dayanışmaya sevk
eder.
Muhafazakârlara göre aile ile mülkiyet el ele giden iki varlık alanıdır.
Biri olmadan diğerinin varlığı da söz konusu olmaz. Mülkiyet, toplumsal
düzenin sağlanmasında gerekli olan en önemli kurumlardan biridir. Bu anlamda
mülkiyetin temeli ailedir. Muhafazakârlara göre “aile” ve “mülkiyet” aynı
zamanda toplumsal düzenin temelini oluşturan iki toplumsal kurumdur.
Bunlarda meydana gelebilecek olan aşınma toplumsal düzenin de aşınmasına yol
açar (Çaha, 2004: 78).
Aile kurumu ile ahlâkî ilke ve değerlerin de yakın ilişkisi söz konusudur.
Aşırılıklardan kaçınarak orta yolu bulma şeklinde özetlenebilecek Aristoteles’in
ahlâk kuralı, muhafazakârların en çok itibar ettikleri bir yaklaşımdır. Aristoteles,
iki aşırı ucun, iki kötülüğün ortasındaki doğru yolun tutturulmasını “erdem”
olarak belirler (Ağaoğulları vd. 1994: 312). Bu yüzden muhafazakârlar en büyük
erdemin “Aristotelesçi ölçülülük”te olduğunu düşünürler.
Muhafazakâr düşünür Kirk’e göre muhafazakârlar “sürekli bir ahlâkî
düzenin” varlığına inanırlar. Farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse,
muhafazakârlar insan doğasının sürekli ve ahlâkî gerçeklerin kalıcı olduğuna ve
“ruhun içsel düzeni ile ulusun dışsal düzeni”nin ayrılmaz bir şekilde birbirlerine
bağlı olduğuna inanırlar (Sullivan, 2004: 155).
2.4. Muhafazakârlık, Kadın ve İş Hayatı
Kadın ve Çalışma Hayatı: Muhafazakâr düşüncede erkek evin maddi
yönden geçiminden sorumludur. Kadının temel görevi de ev işleri, eşi ve
çocuklarıyla ilgilenmesidir. İslam dini açısından da erkek evin geçiminden
sorumludur fakat kadının böyle bir sorumluluğu yoktur. Batı’daki muhafazakâr
ideolojilerde de erkek evin geçiminden sorumludur. Kadının asıl görevi ise
annelik ve ev işleridir.
173
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Kadının Asıl Görevi: Yılmaz’ın Türkiye genelini kapsayan
muhafazakârlık araştırmasında katılımcıların %81’i kadının namuslu olmasının
her türlü diğer özelliklerinden önemli olduğunu, %71’i de kadının asıl görevinin
evinde çocuklarına ve kocasına hizmet etmek olduğunu, %67’i ise kadının
çalışmasından dolayı ev hizmetlerini aksatıyorsa işi bırakması gerektiğini
belirtmişlerdir (Yılmaz, 2006: 7).
Kadınların iş hayatına atılmaları ile beraber evin kazancı artmıştır fakat
yeni problemler ortaya çıkmıştır. Kadının asıl görevi annelik midir? Yoksa kadın
da erkek gibi çalışarak evin maddi yönden geçimine ortak olmalı mıdır? Buna
bağlı olarak kadının küçük çocuğu varsa çalışmalı mıdır? Belli bir yaşa
geldikten sonra mı çalışmalıdır? Gibi sorular gerek ülkemizde gerekse de dünya
genelinde kadının çalışma hayatıyla ilgili temel tartışma konularındandır.
Kadının iş hayatına atılması ile ortaya çıkan sorunlardan ilki çalışan kadının ev
hanımı kadar çocukları ile ilgilenip ilgilenemeyeceği sorusudur. Çarkoğlu ve
Kalaycıoğlu’nun Türkiye genelini kapsayan araştırma sonuçlarına göre on sekiz
yaş ve üzerindeki katılımcıların %48’i çalışan bir annenin çalışmayan bir anne
kadar çocuğuyla yakın ve güven dolu bir ilişki geliştiremeyeceğini, %40 kadarı
ise yakın bir ilişki geliştirebileceğini belirtmiştir. Katılımcıların %58’i okul
öncesi yaştaki bir çocuğun annesinin çalışmasından dolayı olumsuz olarak
etkileneceğine inandıklarını, %24’ü ise okul öncesi dönemdeki çocuğun
annesinin çalışmasından dolayı olumsuz yönde etkilenmeyeceğine inandıklarını
belirtmişlerdir. International Social Survey Program (ISSP)-2002 verilerine göre
dünya genelinde okul öncesi yaştaki bir çocuğun annesinin çalışmasından
olumsuz yönde etkileneceğine inananların oranı %51’dir. Buna karşılık olumsuz
yönde etkilenmeyeceğine inananların oranı ise %34’tür. Dünya geneli
sonuçlarında genel kanaatin okul öncesi yaştaki çocuğun annesinin
çalışmasından olumsuz yönde etkileneceği yönündedir (Çarkoğlu ve
Kalaycıoğlu, 2014: 10).
Yine aynı araştırma raporunda kadın ve erkek katılımcıların büyük
çoğunluğuna göre kadının çalışmaması yani ev hanımı olması çocuğu ile güvene
dayalı ilişki kurmasında yardımcı olmaktadır. Kadının çalışmasının ise
muhtemel olumsuz etkileri olabilmektedir. Katılımcıların %43’ü kadının
çalışmasından bütün ailenin zarara gördüğünü, %47’si ise zarar görmediğini
düşünmektedir. Yine, katılımcıların %63,4’ü kadının bir iş sahibi olmasının iyi
olacağına inanmakla beraber öncelikle bir yuva ve çocuk sahibi olmak istediğine
inanmaktadır. Kadının öncelikli tercihinin bir yuva ve çocuk sahibi olmak
istediği fikrine katılmayanların oranı sadece %15,4’tür (Çarkoğlu ve
Kalaycıoğlu, 2014: 13-14).
174
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu yaptıkları araştırma sonuçlarına göre, sanayileşme ile
beraber Türkiye’deki aile yapısının değişerek çalışan anneye göre toplumsal
cinsiyet rollerinin yeniden şekilleneceği şeklindeki hipotezlerinin tutmadığını,
tam tersine annenin asıl görevinin çocuk bakması, çocuğunu yetiştirmesi, ev
işleri yapması ve ev kadını olmasının idealize edildiğini, ancak bir zorunluluk
olarak da zorlaşan geçim şartları nedeniyle kadının aile bütçesine katkıda
bulunması gerektiğinin kabul edildiğini belirtmektedirler (Çarkoğlu ve
Kalaycıoğlu, 2014: 21).
Evlilik Öncesi Cinsel İlişki: Muhafazakâr aile değerlerinde namus
konusu en önemli noktalardan biridir. Yukarıda da belirtildiği gibi Yılmaz’ın
yaptığı araştırmada (Yılmaz, 2006: 7) katılımcıların %81’i kadının namuslu
olmasının her türlü diğer özelliklerinden önemli olduğunu belirtmişlerdir.
ASAGEM tarafından yapılan Türkiye’de Ergen Profili Araştırmasında evlilik
öncesi cinsel ilişkiyi doğru bulanların oranı%14,7 iken doğru bulmayanların
oranı ise %85,3’tür (ASAGEM, 2008: 88). Yine ASAGEM tarafından yapılan
Türkiye’de Aile Değerleri araştırması sonuçlarına göre “Bir erkeğin evlilik
öncesi cinsel ilişki kurmasında sakınca görmüyorum” ifadesini doğru bulanların
oranı %38’1’dir doğru bulmayanların oranı ise %46,1’dir. Kızların evlilik öncesi
cinsel ilişki kurmasını onaylayanların oranı%14,1 iken onaylamayanların oranı
%77’2’dir (ASAGEM,2010:104,108). Muhafazakâr aile değerlerinde kadının
namuslu olması, eşi ve çocukları ile ilgilenmesi gibi konular kadından beklenen
temel özelliklerdir fakat evin maddi yönden geçimi gibi konulardan sorumlu
değildir.
Evin Geçiminden Erkek Sorumludur: Günümüzde fazlaca tartışılan
konulardan biri de kadının maddi olarak evin geçiminden sorumlu olup olmadığı
konusudur. Muhafazakar aile değerlerinde evin maddi olarak geçiminden erkek
sorumludur. Yukarıda belirtilen Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu’nun yaptıkları
araştırmaya göre erkek katılımcıların %51’i eşinin işi olmadığını, kadın
katılımcıların ise %6’sı eşinin işi olmadığını belirtmiştir. Kadınların %28’i
eşlerinin gelirinin kendilerinin gelirinden daha yüksek olduğunu %2 kadarı ise
kendi gelirlerinin eşlerinin gelirinden daha yüksek olduğunu belirtmişlerdir. Aile
bütçesinin nereye harcanması gerektiği konusuna erkeklerin %61’i evin
bütçesinin kendileri idare ettiklerini ve nereye harcanacağına kendilerinin karar
verdiğini ve eşlerine bir pay verdiklerini belirtmişlerdir. Kadın katılımcıların ise
%13 kadarı nereye harcanacağına kendilerinin karar verdiğini ve eşlerine bir pay
verdiklerini ifade etmişlerdir.
175
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Aile ve Çocuk Sayısı: Muhafazakârlığın en fazla önem verdiği kurum
ailedir. Aile ve çocuk sayısı günümüzde tartışılan en önemli konulardandır.
Özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde azalan nüfus nedeniyle çocuk sayısının
artırılması için devletler önemli bütçeler ayırıyorlar. Doğum izninin artırılması,
çocuklara ödenen para miktarlarının artırılması gibi değişik teşvikler
geliştiriyorlar. Türkiye’de de çocuk sayısı gündemde olan önemli tartışma
konuları arasındadır. Uzmanların verdikleri bilgilere göre son yıllarda
Türkiye’deki doğum oranı ve nüfus artışı sanıldığının aksine fazla değildir.
Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu’nun yaptıkları araştırmaya göre katılımcıların
%87’i çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin evli olması gerektiğini, evli değillerse
evlenmeleri gerektiğini düşünmektedir. Katılımcıların %13’ü ise çiftlerin
evlenme niyetleri olmasa da bir arada yaşayabileceklerine inandıklarını
belirtmişlerdir(Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2014:25).
3. Bulgular ve Yorum
Bu bölümde katılımcıların demografik değişkenleri, kadın ve erkeklerin
muhafazakârlık tutumları, çalışan kadınlarla çalışmayan kadınların
muhafazakârlık tutumları, ideal çocuk sayısı, en vazgeçilmez kurumun hangisi
olduğu, aile içinde kararların kimin aldığı, çocukların meslek seçimi, evlilik gibi
konularda kimin karar verdiği hakkındaki görüşlerinin frekans dağılımları yer
almaktadır.
Tablo1: Demografik Değişkenlerin Frekans Dağılımları
Cinsiyet
Medeni durum
Kadın
Erkek
221
221
Geçerli
oran
50,0
50,0
Toplam
442
100,0
Sayı
Evli
Bekâr
Eşinden ayrılmış
Eşi ölmüş
Toplam
6
1,4
20
4,5
Eğitim Durumu
Yaş
15-19
13
2,9
20-25
82
18,6
176
258
134
29
21
442
Geçerli
oran
58,4
30,3
6,6
4,8
100,0
Sayı
Okuma-yazma
bilmiyor
Okuma yazma
biliyor
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
26-30
31-35
36-40
41-45
46-50
51-55
61
67
50
51
46
32
13,8
15,2
11,3
11,5
10,4
7,2
56-60
27
6,1
61 ve Üzeri
Toplam
13
442
2,9
100,0
Meslekler
İşçi
43
9,7
Memur
98
22,2
Esnaf
38
8,6
Serbest
meslek
27
6,1
Emekli
24
5,4
Ev hanımı
83
18,8
Öğretmen
Çiftçi
İşsiz
Öğrenci
Diğer
Toplam
17
12
11
67
22
442
3,8
2,7
2,5
15,2
5,0
100,0
İlkokul mezunu
Ortaokul mezunu
İlköğretim mezunu
Lise mezunu
Önlisans
Lisans
Yüksek
Lisans/doktora
Toplam
Aylık Kazanç
BeşyüzTLve altı
BeşyüzbirTLBinTLarası
BinbirTLİkibinTLarası
İkibinbirTLÜçbinTL arası
ÜçbinbirTLDörtbinTL arası
DörtbinbirTLBeşbinTL arası
Beşbin TL ve Üzeri
Düzenli kazancı yok
Toplam
46
33
13
133
58
113
10,4
7,5
2,9
30,1
13,1
25,6
20
4,5
442
100,0
24
5,4
53
12,0
117
26,5
106
24,0
21
4,8
7
1,6
6
108
442
1,4
24,4
100,0
177
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Tablo2:Cinsiyete Göre Muhafazakârlık Tutumlarının Frekans Dağılımları
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Sütun Geçerli
Sütun
Sayı
%
Sayı
Geçerli %
Maddi ve manevi sorunlar olduğunda
başvurulması gereken ilk yer ailedir.
Aile dini ve manevi değerlere bağlı olmalıdır.
Evin iç işlerinden (yemek, temizlik gibi) kadın,
dışarıdaki işlerden (fatura yatırmak, pazar
alışverişi gibi) erkek sorumludur.
Evin reisi erkektir.
Kadının asıl görevi anneliktir.
Katılmıyor 19
8.7
8
3.6
Kararsız
11
5.0
8
3.6
Katılıyor
188
86.2
204
92.7
Katılmıyor 11
5.0
4
1.8
Kararsız
20
9.2
6
2.7
Katılıyor
187
85.8
211
95.5
Katılmıyor 88
40.4
57
25.8
Kararsız
20
9.2
20
9.0
Katılıyor
110
50.5
144
65.2
Katılmıyor 92
42.4
42
19.0
Kararsız
16
7.4
16
7.2
Katılıyor
109
50.2
163
73.8
Katılmıyor 67
30.7
46
20.9
Kararsız
10
4.6
13
5.9
Katılıyor
141
64.7
161
73.2
33.0
24
10.9
33
15.1
22
10.0
113
51.8
175
79.2
Katılmıyor 72
Bir kadın işi dolayısıyla evini ihmal ediyorsa işini
Kararsız
bırakmalı, eşi ve çocuklarıyla ilgilenmelidir.
Katılıyor
178
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Cinsiyet
Kadın
Sütun Geçerli
%
Sayı
Sütun
Geçerli %
51.6
141
66.8
18.0
23
10.9
30.4
47
22.3
Katılmıyor 17
7.9
19
8.6
Kararsız
14
6.5
11
5.0
Katılıyor
185
85.6
191
86.4
25.3
40
18.1
22
10.1
17
7.7
140
64.5
164
74.2
6.0
8
3.7
15
7.0
5
2.3
187
87.0
206
94.1
Katılmıyor 68
31.3
38
17.3
Kararsız
32
14.7
38
17.3
Katılıyor
117
53.9
144
65.5
Katılmıyor 48
22.1
65
29.5
Kararsız
22
10.1
23
10.5
Katılıyor
147
67.7
132
60.0
Sayı
Katılmıyor 112
Kadının çalışarak eve ekonomik katkı sağlaması,
Kararsız
39
ev hanımı olarak çocukları ve eşi ile
ilgilenmesinden daha önemlidir.
Katılıyor 66
Bir kadın evleninceye kadar bekâretini
korumalıdır.
Katılmıyor 55
Evin maddi yönden geçimini temin etmek erkeğin
Kararsız
görevidir.
Katılıyor
Katılmıyor 13
Ev kadını da çalışan ve para kazanan kadın kadar
Kararsız
değerlidir.
Katılıyor
Çalışan bayanlar ev işlerine, çocuklarına ve
eşlerine yeterli zaman ayıramıyorlar.
Evin maddi olarak geçiminden kadın- erkek eşit
derecede sorumludur.
Erkek
179
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Cinsiyet
Kadın
Sütun Geçerli
%
Sayı
Sütun
Geçerli %
Katılmıyor 39
18.1
16
7.2
Kararsız
24
11.2
9
4.1
Katılıyor
152
70.7
196
88.7
Katılmıyor 70
32.6
30
13.6
Kararsız
28
13.0
17
7.7
Katılıyor
117
54.4
174
78.7
Katılmıyor 15
6.9
11
5.0
Kararsız
13
6.0
9
4.1
Katılıyor
189
87.1
201
91.0
Katılmıyor 28
13.0
24
10.9
Kararsız
18
8.3
19
8.6
Katılıyor
170
78.7
178
80.5
Katılmıyor 26
12.0
20
9.0
Kararsız
17
7.8
10
4.5
Katılıyor
174
80.2
191
86.4
Katılmıyor 25
11.6
20
9.1
Kararsız
13
6.0
14
6.4
Katılıyor
177
82.3
186
84.5
Sayı
Kadın bir işte çalışmak için kocasının rızasını
almalıdır.
Kadın kocasına itaat etmelidir.
Bir kadın başörtüsü ile başı açık olanlar gibi her
yerde çalışabilmelidir.
Nikâhsız beraber yaşamak doğru değildir.
Kadınlar için bazı meslekler uygun değildir.
Meşru bir neden olmadan kürtaj yoluyla bebeği
aldırmak büyük bir insanın canına kıymak kadar
kötü bir davranıştır.
180
Erkek
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Sütun Geçerli
%
Sayı
Sütun
Geçerli %
Katılmıyor 58
26.7
38
17.2
Kararsız
35
16.1
41
18.6
Katılıyor
124
57.1
142
64.3
17.1
50
22.6
23
10.6
30
13.6
157
72.4
141
63.8
Katılmıyor 119
Bir kadın bir işte çalıştığında bundan bütün ailesi
Kararsız
36
zarar görür.
Katılıyor 61
55.1
109
49.5
16.7
47
21.4
28.2
64
29.1
Sayı
Okul öncesi yaşta bir çocuğun annesinin
çalışmasından kötü bir şekilde etkilenmesi
muhtemeldir.
Katılmıyor 37
Çalışan bir anne en az çalışmayan bir anne kadar
Kararsız
çocuğuyla yakın ve güven dolu bir ilişki kurabilir.
Katılıyor
Tablo 2’ye göre, kadınların ve erkeklerin muhafazakârlık ile ilgili tutum
ve görüşler için oluşturulan kısmi tablolarda ortaya çıkan örüntülerin birbirinden
farklı olduğu görülmektedir. Cinsiyetle ilgili kategorileri içinde kısmi tabloların
sıklık dağılımlarının incelenmesi sonucunda ortaya çıkan betimsel bulgular,
kadınların erkeklerden daha az muhafazakârlık özellikleri taşıdığını
göstermektedir. Kadınlarla erkekler birbirleri ile karşılaştırıldığında, bütün
değişkenler için kadınların erkeklerden daha düşük muhafazakârlık eğilimi
gösterdiği görülmektedir.
Özellikle kadının ev içi rol ve sorumlulukları ile ilgili tutumlarda,
kadınlarla erkeklerin muhafazakâr tutumu destekleme oranları arasında anlamlı
olabilecek farklılıklar bulunduğu çıkarsanabilir. Evin iç işlerinden kadın ve
dışarıdaki işlerden ise erkeklerin sorumlu olduğunu düşünen kadınların oranı %
50.5 iken, bu oran erkek katılımcılarda % 65.2’ye çıkmaktadır. Benzer durum,
evin reisinin erkek olduğu ile ilgili görüşlerde de belirmiştir. Kadınların %
50.2’si evin reisinin erkek olduğunu düşünürken, erkeklerin çoğunluğu % 73.8’i
evin reisinin erkek olduğunu ifade etmiştir. Erkeklerin büyük çoğunluğu %
181
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
78.7’si kadının kocasına itaat etmesi gerektiğini düşünürken, kadınların %
54.4’ü kocaya itaat edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Bir işte çalışmak için kadının kocasının rızasının alınması gerektiği görüşüne
katılan kadınların oranı % 54.4 iken, erkeklerin oranı % 88.7’e çıkmaktadır.
Ancak, her iki grup katılımcı tarafından da, bir işte çalışmak için kocanın
rızasının alınması gerektiği çoğunluk tarafından vurgulanmaktadır.
Kadınların çalışma hayatına katılımının anne ve eş olarak toplumsal
cinsiyet rolleri üzerindeki etkileri incelendiğinde, işin özellikle çalışan
kadınlarda eş ve aile rollerinden daha fazla ağırlık kazandığı görülmektedir.
Kadınların yaklaşık yarısından fazlası (% 51.8), iş dolayısıyla evin ihmal
edilmesi durumunda kadının işini bırakarak eşi ve çocuklarıyla ilgilenmesi
gerektiğini düşünürken, erkelerin büyük çoğunluğu (% 79.2), evin ihmal
edilmesi durumunda kadının eşi ve çocuklarıyla ilgilenmesi için işini bırakması
gerektiğini düşünmektedir.
Öte yandan, gerek ailenin toplumsal pozisyonu ve gerekse de aileye
yüklenen değerler ile ilgili görüşlerin, hem kadınlar hem de erkekler arasında
birbirine benzer olduğu görülmektedir. Maddi ve manevi sorunlarla
karşılaşıldığında ilk başvurulması gereken kurumun aile olduğunu her iki grup
(kadın ve erkek) da desteklemektedir. Kadınlarda bu görüşü destekleyenlerin
oranı, erkeklere göre biraz düşük olmasına rağmen, her iki grup katılımcıların
kendi içlerinde çok büyük çoğunlukla (kadın , % 86.2; erkek % 92.7), maddi ve
manevi sorunlar olduğunda, ailenin ilk baş vurulması gereken kurum olduğunu
belirtmektedir. Ailenin dini ve manevi değerlere bağlı olması gerektiği de kadın
ve erkeklerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. Kadınların %
85.8’i, erkeklerin % 95.5’i, büyük çoğunluk olarak ailenin manevi ve dini
değerlere bağlı olması gerektiği konusunda ortak görüşü paylaşmaktadır.
Nikâhsız olarak beraber yaşamanın doğru olmadığını hem kadınlar hem de
erkekler yaklaşık oranlarda bildirmektedir. Kadınların % 78.8’i ve erkeklerin
%80.5’i, yaklaşık oranlarda ve kendi grupları içinde oldukça büyük çoğunluk
olarak nikahsız beraber yaşamanın doğru olmadığını düşünmektedir.
Kadına yüklenen namus ve şeref ile ilgili kültürel değerlerin çalışan ve
çalışmayan kadınlar arasında paralellik gösterdiği görülmektedir. Örneğin,
kadının evleninceye kadar bekâretini koruması gerektiğini düşünen kadınların
oranı % 85.6’sı, aynı şekilde düşünen erkeklerin oranı %86.4’tür. Ancak, her iki
grupta da bekâretin evleninceye kadar korunması gerektiği büyük çoğunluk
tarafından ifade edilmiştir.
182
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Tablo 3: Kadınlar Arasında Çalışma Durumuna Göre Muhafazakârlık
Tutumlarının Frekans Dağılımları
Çalışma Durumu
Çalışıyor
Çalışmıyor
Sütun Geçerli
Sütun
Sayı
%
Sayı
Geçerli %
Maddi ve manevi sorunlar olduğunda
başvurulması gereken ilk yer ailedir.
Aile dini ve manevi değerlere bağlı olmalıdır.
Evin iç işlerinden (yemek, temizlik gibi) kadın,
dışarıdaki işlerden (fatura yatırmak, pazar
alışverişi gibi) erkek sorumludur.
Evin reisi erkektir.
Kadının asıl görevi anneliktir.
Katılmıyor 12
13.3
7
5.5
Kararsız
5
5.6
5
3.9
Katılıyor
73
81.1
115
90.6
Katılmıyor 4
4.4
7
5.5
Kararsız
10
11.1
10
7.9
Katılıyor
76
84.4
110
86.6
Katılmıyor 48
53.3
40
31.5
Kararsız
10
11.1
10
7.9
Katılıyor
32
35.6
77
60.6
Katılmıyor 53
58.9
39
31.0
Kararsız
6
6.7
9
7.1
Katılıyor
31
34.4
78
61.9
Katılmıyor 40
44.4
27
21.3
Kararsız
6
6.7
4
3.1
Katılıyor
44
48.9
96
75.6
Katılmıyor 47
52.2
24
18.9
13
14.4
20
15.7
30
33.3
83
65.4
Bir kadın işi dolayısıyla evini ihmal ediyorsa işini
Kararsız
bırakmalı, eşi ve çocuklarıyla ilgilenmelidir.
Katılıyor
183
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Çalışma Durumu
Çalışıyor
Çalışmıyor
Sütun Geçerli
Sütun
Sayı
%
Sayı
Geçerli %
Katılmıyor 44
Kadının çalışarak eve ekonomik katkı sağlaması,
Kararsız
17
ev hanımı olarak çocukları ve eşi ile
ilgilenmesinden daha önemlidir.
Katılıyor 28
49.4
68
53.5
19.1
21
16.5
31.5
38
29.9
Katılmıyor 9
10.1
8
6.3
Kararsız
11
12.4
3
2.4
Katılıyor
69
77.5
115
91.3
Katılmıyor 36
40.0
19
15.1
11
12.2
10
7.9
43
47.8
97
77.0
8.0
6
4.8
6
6.8
9
7.1
75
85.2
111
88.1
Katılmıyor 38
42.2
29
23.0
Kararsız
13
14.4
19
15.1
Katılıyor
39
43.3
78
61.9
Katılmıyor 21
23.3
27
21.4
9
10.0
13
10.3
60
66.7
86
68.3
Kadın bir işte çalışmak için kocasının rızasınıKatılmıyor 25
28.1
14
11.2
Bir kadın evleninceye kadar bekâretini
korumalıdır.
Evin maddi yönden geçimini temin etmek erkeğin
Kararsız
görevidir.
Katılıyor
Katılmıyor 7
Ev kadını da çalışan ve para kazanan kadın kadar
Kararsız
değerlidir.
Katılıyor
Çalışan bayanlar ev işlerine, çocuklarına ve
eşlerine yeterli zaman ayıramıyorlar.
Evin maddi olarak geçiminden kadın-erkek eşit
Kararsız
derecede sorumludur.
Katılıyor
184
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Çalışma Durumu
Çalışıyor
Çalışmıyor
Sütun Geçerli
Sütun
Sayı
%
Sayı
Geçerli %
almalıdır.
Kadın kocasına itaat etmelidir.
Bir kadın başörtüsü ile başı açık olanlar gibi her
yerde çalışabilmelidir.
Nikâhsız beraber yaşamak doğru değildir.
Kadınlar için bazı meslekler uygun değildir.
Meşru bir neden olmadan kürtaj yoluyla bebeği
aldırmak büyük bir insanın canına kıymak kadar
kötü bir davranıştır.
Okul öncesi yaşta bir çocuğun annesinin
çalışmasından kötü bir şekilde etkilenmesi
muhtemeldir.
Kararsız
13
14.6
11
8.8
Katılıyor
51
57.3
100
80.0
Katılmıyor 41
45.6
29
23.4
Kararsız
11
12.2
16
12.9
Katılıyor
38
42.2
79
63.7
Katılmıyor 7
7.8
8
6.3
Kararsız
7
7.8
6
4.8
Katılıyor
76
84.4
112
88.9
Katılmıyor 17
19.1
11
8.7
Kararsız
4
4.5
14
11.1
Katılıyor
68
76.4
101
80.2
Katılmıyor 13
14.4
13
10.3
Kararsız
9
10.0
8
6.3
Katılıyor
68
75.6
105
83.3
Katılmıyor 13
14.6
12
9.6
Kararsız
6
6.7
7
5.6
Katılıyor
70
78.7
106
84.8
Katılmıyor 32
35.6
26
20.6
Kararsız
15.6
20
15.9
14
185
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Çalışma Durumu
Çalışıyor
Çalışmıyor
Sütun Geçerli
Sütun
Sayı
%
Sayı
Geçerli %
Katılıyor
44
48.9
80
63.5
Katılmıyor 13
14.4
24
19.0
7
7.8
16
12.7
70
77.8
86
68.3
Katılmıyor 56
62.2
63
50.4
10
11.1
25
20.0
24
26.7
37
29.6
Çalışan bir anne en az çalışmayan bir anne kadar
Kararsız
çocuğuyla yakın ve güven dolu bir ilişki kurabilir.
Katılıyor
Bir kadın bir işte çalıştığında bundan bütün ailesi
Kararsız
zarar görür.
Katılıyor
Tablo 3’e göre, kadının çalışma durumu kategorileri içinde (hâlihazırda
çalışan ve çalışmayan) muhafazakârlıkla ilgili tutum ve görüşler için oluşturulan
kısmi tablolarda ortaya çıkan örüntülerin birbirinden farklı olduğu
görülmektedir. Çalışma durumu kategorileri içinde kısmi tabloların sıklık
dağılımlarının incelenmesi sonucunda ortaya çıkan betimsel bulgular,
Muhafazakârlık tutumunun çalışmayan kadınlarda daha güçlü olduğunu
göstermektedir.
Çalışan ve çalışmayan kadınlar birbirleri ile karşılaştırıldığında, bütün
değişkenler için çalışan kadınların daha zayıf muhafazakârlık eğilimi gösterdiği
görülmektedir. Özellikle kadının ev içi rol ve sorumlulukları ile ilgili
tutumlarda, çalışan ve çalışmayan kadınlar birbirinden farklı eğilimlere sahiptir.
Evin iç işlerinden kadının, dışarıdaki işlerden ise erkeğin sorumlu olduğunu
düşünen çalışan kadınların oranı % 35.6 iken, bu oran çalışmayan kadın
katılımcılarda % 60.6’ya çıkmaktadır. Benzer durum, evin reisinin erkek olduğu
ile ilgili görüşlerde de belirmiştir. Çalışan kadınların sadece % 34.4’ü evin
reisinin erkek olduğunu düşünürken, çalışmayan kadınların çoğunluğu (% 61.9)
evin reisinin erkek olduğunu ifade etmiştir. Çalışan kadınların % 42.2’si kadının
kocasına itaat etmesi gerektiğini düşünürken, Çalışmayan kadınlarda bu oran %
63.7’dir. Bir işte çalışmak için kadının kocasının rızasının alınması gerektiği
görüşüne katılan çalışan kadınların oranı % 57.3 iken, çalışmayan kadınların
oranı % 80’e çıkmaktadır.
186
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Kadınların çalışma hayatına katılımının anne ve eş olarak toplumsal
cinsiyet rolleri üzerindeki etkileri incelendiğinde, işin özellikle çalışan
kadınlarda eş ve aile rollerinden daha fazla ağırlık kazandığı görülmektedir.
Çalışan kadınların yaklaşık yarısından fazlası (% 52.2), işi dolayısıyla evin
ihmal edilmesi durumunda kadının işini bırakarak eşi ve çocuklarıyla ilgilenmesi
gerektiği hakkında olumsuz görüşe sahipken, çalışmayan kadınların büyük
çoğunluğu (% 65.4), evin ihmal edilmesi durumunda kadınların eşi ve
çocuklarıyla ilgilenmek için işini bırakması gerektiğini düşünmektedir.
Öte yandan, ailenin toplumsal pozisyonu ve aileye yüklenen değerler ile
ilgili görüşlerin, hem çalışan hem de çalışmayan kadınlar arasında birbirine
benzer olduğu görülmektedir. Maddi ve manevi sorunlarla karşılaşıldığında ilk
başvurulması gereken kurumun aile olduğunu her iki grup kadın da
desteklemektedir. Çalışan kadınlarda bu görüşü destekleyenlerin oranı,
çalışmayan kadınlara göre biraz düşük olmasına rağmen, her iki grup
katılımcıların kendi içlerinde çok büyük çoğunlukları (çalışan, %81.1;
çalışmayan % 90.6), maddi ve manevi sorunlar olduğunda, ailenin ilk baş
vurulması gereken kurum olduğunu belirtmektedir. Ailenin dini ve manevi
değerlere bağlı olması gerektiği de çalışan ve çalışmayan kadınların büyük
çoğunluğu için kabul edilmektedir. Çalışan kadınların % 84.4’ü, çalışmayan
kadınların ise % 86.6’sı, birbirine yakın oranlarda ve kendi içlerinde büyük
çoğunluk olarak ailenin manevi ve dini değerlere bağlı olması gerektiği
konusunda ortak görüşü paylaşmaktadırlar. Benzer şekilde, nikâhsız olarak
beraber yaşamanın doğru olmadığı görüşüne hem çalışan hem de çalışmayan
kadınlar yaklaşık oranlarda katılmaktadırlar. Çalışan kadınların % 76.6’sı ve
çalışmayan kadınların %80.2’si, yaklaşık oranlarda ve kendi grupları içinde
oldukça büyük çoğunluk olarak nikahsız beraber yaşamanın doğru olmadığını
düşünmektedirler.
Kadına yüklenen namus ve şeref ile ilgili kültürel değerlerin çalışan ve
çalışmayan kadınlar arasında paralellik gösterdiği görülmektedir. Örneğin,
kadının evleninceye kadar bekâretini koruması gerektiğini düşünen çalışan
kadınların oranı % 77,5’tir. Aynı şekilde düşünen çalışmayan kadınların oranı
ise % 91.3’e çıkmaktadır.
187
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Tablo 4:Tercih Edilen İdeal Çocuk Sayısına Göre ve Frekans Dağılımları
Değişkenler
Sayı
%
Sizce İdeal çocuk sayısı kaçtır?
Bir
24
5.4
İki
165
37.3
Üç
177
40.0
Dört
54
12.2
Beş ve üzeri
19
4.3
Cevapsız
3
0.7
Toplam
442
100.0
Tablo 4’e bakıldığında katılımcıların ideal çocuk sayısı olarak %40.0’ı
üç çocuk, %37.3’ ü iki çocuk, %12.2’si dört çocuk, %5.5’i bir çocuk ve %4.3’ü
de beş ve üzeri şeklinde cevap verdikleri görülmektedir. Tablo sonuçlarından
katılımcıların en fazla tercih ettikleri ideal çocuk sayısının 3 çocuk olduğu
anlaşılmaktadır.
Tablo 5: En Vazgeçilmez Kurum Değişkenine Göre Frekans Dağılımları
Değişkenler
Sayı
%
Sizce en vazgeçilmez kurum
hangisidir?
Devlet
57
12.9
Aile
189
42.8
Din
139
31.4
Millet
14
3.2
Hiçbiri
16
3.6
Cevapsız
27
6.1
Toplam
442
100.0
Tablo 5’e bakıldığında muhafaza edilmesi gereken en önemli kurumun
%45.5’lik bir oran ile aile olduğu, ikinci en önemli muhafaza edilmesi gereken
kurumun ise %31.4’ük bir oran ile din kurumu olduğu üçüncü olarak %13.7’lik
bir oran ile devlet ve %3.2’lik bir oran ile millet kurumu olduğu ve hiçbiri
diyenlerin oranının ise %3.6 olduğu görülmektedir. Tablo sonuçlarına göre
birinci derecede muhafaza edilmesi gereken en önemli kurumun aile olduğu,
ikinci en önemli kurumun ise din olduğu görülmektedir.
188
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
Tablo 6: Ev İçi Önemli Kararları Kimin Aldığına Göre Frekans Dağılımları
Değişkenler
Sayı
%
Ev içi önemli kararlar
Ben alırım
76
17.2
Eşim alır
53
12.0
Çocuklarım alır
3
0.7
Ailece alırız
309
69.9
Cevapsız
1
0.2
Toplam
442
100.0
Tablo 6’ya bakıldığında ev içi kararların büyük çoğunluk tarafından
(69.9) ailece alındığı ifade edilmiştir. Kararları ben alırım diyenlerin oranı
%17.2’i, eşim alır diyenlerin oranı ise %12.0’dır, %0,7’lik bir oran da
çocuklarım alır ifadesini kullanmıştır. Tablo sonuçlarından katılımcıların büyük
çoğunluğunun önemli kararları ailece aldıkları anlaşılmaktadır.
Tablo 7: Çocukların Geleceği İle İlgili Kararların Kimin Tarafından
Verildiği Değişkenlerine Göre Frekans Dağılımları
Değişkenler
Çocukların geleceği ile ilgili kararlar
Ben karar veririm
Eşim karar verir
Çocuklarım kendileri karar verir
Ailece karar veririz
Cevapsız
Toplam
Sayı
%
39
42
93
264
4
442
8.8
9.5
21.2
59.7
0.9
100.0
Tablo 7’ye bakıldığında çocukların geleceği ile ilgili konularda ailece
karar veririz diyenlerin oranı %60.3’tür, çocuklarım kendileri karar verir
diyenlerin oranı%21.0’dır, kararları eşim verir diyenlerin oranı %9.8’dir,
kararları ben veririm diyenlerin oran ise %8.8’dir. Tablo sonuçlarından
çocukların geleceği ile ilgili kararların büyük oranda ailece verildiği
anlaşılmaktadır. İkinci derecede ise kararları çocukların kendileri verdikleri
anlaşılmaktadır. Anne ve babanın tek başlarına karar verdikleri oran görece daha
düşük bir oranda kalmaktadır.
189
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
Sonuç
Aile kurumu her zaman merkezi önemini korumuştur. Yukarıda da
belirtildiği gibi Muhafazakârlık aileyi hem toplumun temel birimi hem de
geleneksel ahlaki değerleri kuşaktan kuşağa aktaran ve koruyan bir kurum olarak
görür. Bireylere toplumsal değerlerin ilk öğretildiği yer ailedir. Bu nedenle aile
bireyin sosyalleşmesinde en temel kurumdur.
Çankırı ilinde 221 kadın ve 221 erkek olmak üzere toplam 442 kişiye rastgele
örnekleme yöntemi ile anket uygulaması yapılmıştır. Araştırmada önce cinsiyet
temelli bir karşılaştırma yapılmıştır. Yapılan frekans analizi sonucu erkeklerin
muhafazakârlık skorlarının kadınlara oranla daha yüksek olduğu görülmüştür.
İkinci olarak kadınlar kendi aralarında çalışan kadınlar ve ev hanımı kadınlar
olarak karşılaştırılmıştır. Yapılan frekans analizi sonucunda ev hanımı kadınların
genel olarak çalışan kadınlardan muhafazakârlık skorlarının daha yüksek olduğu
görülmüştür.
Genel olarak bakıldığında katılımcıların büyük oranda muhafazakâr aile
değerlerini benimsedikleri görülmektedir. Örneğin maddi ve manevi sorunlar
olduğunda başvurulması geren ilk yerin aile olduğu, ailenin dini ve manevi
değerlere bağlı olması gerektiği, evin reisinin erkek olduğu, kadının asıl
görevinin annelik olduğu, erkeğin evin geçiminden sorumlu olduğu, kadının işi
dolayısıyla eşini ve çocuklarını ihmal ediyorsa işini bırakması gerektiği, kadının
evleninceye kadar bekâretini koruması gerektiği gibi konularda hem kadınların
hem de erkeklerin katılım düzeylerinin çok yüksek olduğu ve bu görüşleri
onayladıkları görülmektedir.
Bizim araştırmamızın sonuçları da aile ve toplumsal cinsiyet rolleri
açısından yukarıda belirtilen Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu’nun yaptıkları araştırma
sonuçları ile paralellik göstermektedir. Kadının iş hayatına atılması ile bazı
konularda değişiklik olmakla beraber kadının asıl görevinin annelik olduğu fikri
yine toplum tarafından hem kadın hem de erkekler tarafından benimsenen bir
görüş olmaya devam etmektedir. Yine benzer şekilde kadınların iş hayatı ile eşi
ve çocukları konusunda bir tercih yapması gerektiğinde işi bırakması ve eşi ve
çocukları ile ilgilenmesi gerektiği fikri öne çıkmaktadır. Günümüzde önemli
tartışma konularından olan ve muhafazakârlığın karşı çıktığı kürtaj ve nikâhsız
beraber yaşamayı büyük çoğunlukla onaylamadıkları sonucu çıkmaktadır.
Kurumlar arasında en vazgeçilmez kurumun aile kurumu olduğu, ikinci
önemli kurumun din kurumu olduğu ve üçüncü önemli kumun ise devlet kurumu
olduğu sonucu çıkmıştır. Katılımcıların çocuk sayısı tercine bakıldığında en
fazla tercih edilen sayının 3 çocuk olduğu, ikinci derecede ise 2 çocuk tercihinin
yer aldığı görülmektedir. Ev içi önemli kararların büyük çoğunlukla ailece ortak
190
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
olarak alındığı, benzer şekilde çocukların geleceği ile ilgili kararların da yine
büyük oranda ailece alındığı, ikinci derecede ise çocukların kendi gelecekleri
hakkındaki konularda kendilerinin karar verdikleri sonucu çıkmaktadır. Analiz
sonuçlarına bakıldığında anne ve babanın ev içi önemli kararlarda ve çocukların
geleceği hakkındaki kararlarda tek başlarına çok belirleyici olmadıkları
görülmektedir.
Kaynakça
AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali; AKAL, Cemal Bâli ve KÖKER, Levent
(1994), Kral Devlet ya da Ölümlü Tanrı, İmge Yayınları, Ankara.
AKKAŞ, Hasan Hüseyin (2004), Muhafazakâr Düşünce ve Edmund
Burke, Kadim Yayınları, Ankara.
ARGIN, Şükrü (2003), “Siyasetin Taşra’sında Taşranın Siyasetini
Tahayyül Etmek”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce -Muhafazakârlık-“ (ed.
Ahmet Çiğdem), Cilt: 5, İletişim Yayınları, İstanbul.
ARSLANTÜRK, Zeki& AMMAN, Tayfun(2001), Sosyoloji, Çamlıca
Yayınları, İstanbul.
ASAGEM (T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Politikalar Genel
Müdürlüğü).(2010), Türkiye’de Ergen Profili
ASAGEM(T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal
Müdürlüğü).(2010), Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması
Politikalar Genel
AYDIN, Mustafa (2011), Güncel Kültürde Temel Kavramlar, Açılım
Kitap, İstanbul.
BAŞGİL, Ali Fuad (1998), Din ve Laiklik, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul.
BORA, Tanıl (1997), “Muhafazakarlığın Değişimi
Muhafazakarlığının Bazı Yol İzleri” Toplum ve Bilim, 74, Güz.
ve
Türk
NISBET, Robert, (1990), “Muhafazakârlık”, (Çev. Erol Mutlu),
Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, (Der. Tom Bottomore, Robert Nisbet, (Yay.
Haz. Mete Tunçay, Aydın Uğur), Verso Yayınları, İstanbul.
191
Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği)
BOTTOMORE, Tom ve NİSBET, Robert (1990), Sosyolojik
Çözümlemenin Tarihi, Çev. Mete Tuncay ve Aydın Uğur, Verso Yayınları,
İstanbul.
ÇAHA, Ömer (2004), “Muhafazakâr Düşüncede Toplum”, Uluslararası
Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu içinde, AKP Yayınları, İstanbul.
ÇINAR, Metin (2003), “Dergâh Dergisi”, “Modern Türkiye’de Siyasî
Düşünce - Muhafazakârlık” (ed. Ahmet Çiğdem), Cilt: 5, İletişim Yayınları,
İstanbul.
DUBİEL, Helmut (1998), Yeni Muhafazakârlık Nedir?, Çev. Erol
Özbek, İletişim Yayınları, İstanbul.
ERKAL, Mustafa (2011 ), Sosyoloji, Der Yayınları, İstanbul.
GİDDENS, Anthonny (1996), Beyond Left and Right-The Future of
Radical Politics, (Cambridge and Oxford: Polity Press and Blackwell Publishers.
KARPAT, Kemal (1997), “Modern Turkey”, der. P.M. Holt, Ann K.S.
Lambton ve Bernard Lewis, The Cambridge History of Islam, Cilt 1B.
KİRMAN, M. Ali (2004), Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet
Yayınları, İstanbul.
KÖKER, Levent (1989), “Liberalizm-Muhafazakârlık İlişkisi Üzerine”,
Türkiye Günlüğü, Sayı: 9, Ankara.
MARDİN, Şerif (1995), Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim Yayınları,
İstanbul.
ÖGÜN, Süleyman Seyfi (1997), “Türk Muhafazakârlığının Kültür
Kökenleri ve Peyami Safa’nın Muhafazakâr Yanılgısı” Toplum ve Bilim, 74,
Güz.
ÖZİPEK, Bekir Berat (2004), Muhafazakârlık-Akıl, Toplum, Siyaset-,
Liberte Yayınları, Ankara.
SAFİ, İsmail (2005), Türkiye’de Muhafazakâr Siyaset ve Yeni
Arayışlar, Lotus Yayınevi, Ankara
192
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193
SULLİVAN, Tony (2004), “İslâm, Muhafazakârlık ve Demokrasi”,
Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu içinde, AKP
Yayınları, İstanbul.
WILSON, Francis Graham (1980), “The Case for Conservatism”,
Penguin Books, New York.
YILDIRMAZ, Sinan (2003), “Muhafazakârlık, Türk Muhafazakârlığı ve
Peyami Safa Üzerine”, Journal of Historical Studies, 9-18.
193
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015
BU SAYININ HAKEMLERİ / REFEREES OF THIS ISSUE
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Prof. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Doç. Dr.
Prof. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Doç. Dr.
Prof. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Prof. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Prof. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Prof. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Prof. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Prof. Dr.
Prof. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Prof. Dr.
Prof. Dr.
Prof. Dr.
Doç Dr.
Prof. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Veysel
Mustafa
Abdullah
Muhammed
Ahmet Kemal
Ahmet
Selçuk
Münevver
Kenan
Fatma
Ahmet Baran
Mustafa
Kudret
Nuray
Gözde
Mehmet
Mustafa
Remzi Yavaş
Hüseyin
Ümit Emrah
Aysel
Hakkı
Mustafa
Olcay
Şuayıp
Devrim
Mustafa
Ayşe
Cevat
Zekeriya
Elbeyi
Mustafa
Ali
Mustafa Kemal
Ahmet
Oğuz
Alp
Ahmet
Rüştü
Özkan
Özcan
AĞCA
AKILLI
ALPEREN
AYDIN
BAYRAM
BAYTOK
BUYRUKOĞLU
CAN YAŞAR
ÇAĞAN
DORE
DURAL
ERGÜN
GÜL
HELVACIOĞLU
İNAL KIZILTEPE
KARAKAŞ
KARAZEYBEK
KINCAL
KOÇAK
KURT
MEMİŞ
ODABAŞ
ORÇAN
ÖZDEMİR
ÖZDEMİR
ÖZKAN
ÖZTÜRK
ÖZTÜRK SAMUR
ÖZYURT
PAK
PELİT
SANDIKÇI
SOYLU
ŞAN
TEKİN
TEKİN
TİMUR
YARAMIŞ
YAYAR
YILDIZ
ZORLU
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Düzce Üniversitesi
On Sekiz Mart Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Niğde Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Trakya Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Balıkesir Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Adnan Menderes Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Ç. Onsekiz Mart Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Bülent Ecevit Üniversitesi
Uşak Üniversitesi
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Bülent Ecevit Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Adnan Menderes Üniversitesi
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
K. Sütçü İmam Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Pamukkale Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
Osmangazi Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Gazi Osmanpaşa Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi

Benzer belgeler