kahin vanga - Aşk Tanrıçası İnanna Ve Kutsal Evlenme Öyküsü

Transkript

kahin vanga - Aşk Tanrıçası İnanna Ve Kutsal Evlenme Öyküsü
HİTLERİN VE KGB'NİN PEŞİNDEN KOŞTUĞU
KAHİN VANGA
RENAN SEÇKİN
SINIR ÖTESİ YAYINLARI
SINIR ÖTESİ YAYINLARI
KAHİN VANGA
RENAN SEÇKİN
© Bu kitabın tüm yayın hakları, SINIR ÖTESİ YAYINLARI'na aittir.
SINIR ÖTESİ YAYINLARI®
REKLAM VE PRODÜKSİYON
HİZ. SAN. TİC. LTD. şTİ.
SINIR ÖTESİ YAYINLARI®
Alemdar Mah. Çatalçeşme Sk. No: 2 3 /1 D:4 Cağaloğlu - İSTANBUL
Tel: 0 (212) 5 1 3 68 13 -5 1 1 81 8 0 Faks: 0 (212) 513 68 13
http://www.sinirotesi.com
e-mail: [email protected]
ISBN: 978-975-8312-46-7
• Dizgi Kapak Tasarım
: SINIR ÖTESİ YAYINLARI
• Genel Yayın Yönetmeni:
: Ergun CANDAN
• Editör
: Ece ÖZBAŞ
• Mizanpaj ve Düzenleme
: Nurhan TEKİN
• Müdür
: Ali ÖZCAN
• Dağıtım Sorumlusu
: Zeynel YILDIRIM
• Çeviri Sorumlusu
: İ. Uğur ÖZTÜRK
• Baskı, Cilt
: Barış Matbaa Mücellit Davutpaşa Cd Güven
San.Sit.C Blok No:291
Topkapı /İstanbul 0(2.12) 674 85 28
1. Baskı Temmuz 2009
İÇİNDEKİLER
Önsöz
7
1.BÖLÜM VANGA'NIN HAYATI
2.BÖLÜM VANGA'NIN YETENEĞİ
3.BÖLÜM RUH VE REENKARNASYON
4.BÖLÜM KOZMİK DÜZEN
5.BÖLÜM VANGA'NIN ÖLÜMÜ
6.BÖLÜM HZ. İSA
7.BÖLÜM UZAYLILAR
Hitler ve Uzaylılar
Ezoterizm ve Gizemcilik
Sirius Gizemi
9
23
43
53
69
81
87
99
102
105
8.BÖLÜM RUPİ BÖLGESİ
9.BÖLÜM LÜDMİLA JİVKOVA VE VANGA
10.BÖLÜM VANGA'NIN YEĞENİNE YÖNELTİĞİ SORULAR
11 .BÖLÜM VANGA'NIN YAKIN ARKADAŞI PETER BARKOV İLE SÖYLEYİŞİ
12.BÖLÜM VANGA'NIN YETENEĞİ HAKKINDA TEORİLER
Prof. Dr. G. Lozanov'un İncelemeleri
Prof. Velitcko Dobryanov'un İncelemeleri
Kristal Yapının Özelliğinden Gelen "Haberler"
Üçüncü Göz
Torsyon Alan Teorisi
Epilepsi, Transa Geçme
Psikiyatrisi Prof. N. Shipkoveski
Dmt
109
119
129
135
145
149
151
151
153
154
156
158
159
13.BÖLÜM VANGA'NIN GERÇEKLEŞMİŞ KEHANETLERİ
Prag Baharı (Prag Olayları), Yugoslavya Parçalanacak
Bulgar Çarı Geri Dönecek, Berlin Duvarının Yıkılışı, Sovyetler Birliği'nin Dağılması
1997 - Bulgaristan İçin Açlık Ve Sefalet
Bosna Savaşı, Yeni Adam - Gorbachov
ikinci Dünya Savaşı
Çar Boris
1990 -Değişim Yılı
163
165
166
167
168
170
171
172
5
Obama
Kursk Faciası, Doğal Felaketler
Hastalıklar
11 Eylül Saldırısı
İndira Gandhi
173
175
177
178
179
14.BÖLÜM VANGA'NIN GELECEKTE GERÇEKLEŞMESİ BEKLENEN KEHANETLERİ
Balkanlar Birleşecek, Sekizinci Nihayi Barışı İmzalayacak
Eski Rusya'nın Dönüşü
Sosyalizmin Dönüşü
Edward Korkovski, 1983
Yosip Terelya, Ukrayna, Aloizia Leks, Avusturya, 1956, [rvin Tsan, Münih
Kıbrıs, 1982 - Yükseliş Yılı, Yeni Ruhlar '
İsrail
Uzaylılarla Temas, Samotraki Adası
Suriye'nin işgali
Son Din - Beyaz Kardeşlik
Kıyamet
Nostradamus, Alois İrlmayer - 1959, Valdfirtel Köylüsü -1977
Anna Maria Taigi - İtalya 1837, Jozef Shokert - Münih 1948 201 Bin Yıllık Barış
15.BÖLÜM RUS BASININDA ÇIKAN KEHANET HABERLERİ
16.BÖLÜM ÖLÜM SIRP KAHİN MİTAR TARABİCH'İN KEHANETLERİ
17.BÖLÜM VANGA İLE YAŞANMIŞ İLGİNÇ DİYALOGLAR
181
183
184
185
186
187
188
191
192
193
194
196
199
202
205
211
219
Filibe'den Angeline Atanasova'nın Başından Geçenler
Tırgovishte'li Vasil Kalcev'in Hikayesi
Lübnanlı Gazeteci Abdul Emir Abdal'ın Ziyareti
Define Haritası 226 Gagarin'in Saati
Kayıp Asker, Kilisede Hırsızlık
Maden Ocağında Göçük, Kayıp Silah, Konuşan İnek
221
222
224
228
229
231
18.VANGA'NIN VARİSLERİ
19.BULGAR KİLİSENİN GÖRÜŞÜ
20.BÖLÜM VANGA'NIN SÖZLERİ
235
239
243
6
ÖNSÖZ
Vangelia Pandeva Gushterova, daha çok küçük yaşlarda gözleri görmeme taklidi yapan küçük kız
bir gün tamamen gözlerini kaybedeceğini bilemezdi.
Bölgede aniden kopan fırtınadan oluşan hortumdan dolayı toprak altında kalan Vanga gözlerini
kaybeder. Üst üste geçirdiği operasyonlar da sonuç vermeyince, görme yetisini tamamen yitirir.
Zorluklarla geçen çocukluk ve gençlik dönemini yaşayan Vanga, çok genç yaşlarda gelecekle ilgili
bilgiler verip çevresindekileri şaşırtmıştır.
İkinci dünya savaşının başında Vangelia'nın paranormal yetenekleri iyice ortaya çıkar. O dönemde
yaşadığı en mistik olaylardan bir tanesini şöyle anlatıyordu: Bir atlı geldi, atıyla beraber odama
girdi, tam önümdeydi, nerdeyse üzerime gelecek. Ama öyle parlıyor ki, güneş gibi! O da atı da, atı
sanki tek boynuzlu gibi, bembeyaz ışıldayan ve konuşan at. Ve Tanrı şöyle söyledi;
«Sen insanlara olacakları önceden haber vermek üzere seçildin, bilmeleri için. Hazırlanmaları ve
korkmamaları için».
Vanga'nın bunun ve bunun gibi birçok mistik olayları karşısında devlet, kahinliğini meşrulaştırıp
Vanga'yı belediye hizmetine alıyor. Yirmi yılı aşkın bir süre haftanın yedi günü yüzlerce insanın
acılarına problemlerine çare olmaya çalışıyordu. Bunları yaparken kişisel olarak hiçbir maddi
beklentisi olmaksızın. Birçok devlet adamından maddi teklif almasına rağmen.
Gerçekleşen Kehanetleri
Obama:
Bir gün Amerika'da beyaz ev siyah olacak, okyanusun ötesindeki siyah insanlar da beyaz.
Gazeteci Svetlu Dukadinov'a göre Vanga'nın bu kehaneti 1992 yılında yapılmıştır.
7
11 Eylül Saldırısı:
Korku, korku! İki Amerikan kardeş, çelik kuşlar tarafından düşürülecek! Kurtlar çalılarda ulur ve
suçsuzların karıları dere gibi akar.
1997 - Bulgaristan İçin Açlık Ve Sefalet:
Bilin ki, Bulgaristan savaşa girmeden savaşta gibi olacak. Yama yama olmuş giysiler giyeceğiz, yalın
ayak yürüyeceğiz, aç olacağız, baba oğul birbirini öldürecekler... Böyle bir savaş olacak. 1996 ve 1997 yılında
büyük açlık baş gösterecek.
Kışın Bulgaristan'da ekmek bulunmayacak ve insanlar dışarıya çıkacaklar (sokaklara dökülecekler).
(Mariana Konova'nın yanında söylenmiş)
Gerçekleşmesi Beklenen Kehanetleri
Son Din - Beyaz Kardeşlik
Bir gün yeryüzünden tüm dinler silinecek! Sadece Beyaz Kardeşliğin öğretisi kalacak. Beyaz bir renk
gibi dünyayı saracak ve insanların kurtuluşu olacak. Yeni öğreti Rusya'dan gelecek. Ruhsal arınmaya
ulaşacak olan ilk ülke budur. Ve buradan öğreti tüm dünyaya yayılacak. Bu 20 yıl sonra olacak. Fakat 20 yıl
sonra ilk meyvelerini toplayacaksınız.
Eski bir hint öğretisi vardır - Beyaz kardeşliğin öğretisi. Bütün dünyaya yayılacak. Yeni kitaplara
yazacaklar ve dünyadaki herkes bu öğretiyi okuyacak. Kitabın adı Ateş İncili olacak.
(Sidorov, V.Ludmila ve Vanga, 1978)
Kıyamet:
İncil'de yazılmış olanlar gerçek olacak! Kıyamet olacak! Siz değil ama sizin çocuklarınız onu
yaşayacaktır. (Yardımcısı Vitka'nın kızına söylenmiş)
Uzaylılarla Temas:
Hatırla! 200 yıl sonra insanlar, dünya dışındaki başka akıllı varlıklarla tanışacaklar. Uzaydan gelen
sinyalleri ilk olarak Macarlar tespit edecek... Kainat hakkındaki gerçeği eski kutsal kitaplarda
aramalıyız.
Vanga'nın Son sözleri "Ve de birbirinizden nefret etmeyin, birbirinizi sevin." olmuştur.
8
I.BÖLÜM
KAHİN VANGANIN HAYATI
Hayatı:
Vangelia Pandeva Gushterova (Vanga) 31 Ocak 1911'de bugünkü Makedonya sınırları
içerisinde kalan, o tarihte Osmanlı toprağı "Strumitsa" kasabasında doğdu. Gözlerini ilk açtığı ev,
göç sırasında terk edilmiş ve sonradan ailesinin sahip çıktığı bir Türk ailesine aitti. 1967 yılında
yıkılan bu ev, "Ma-halata" denen mahallede bulunuyordu. Bugün hala bölgede 5000 müslüman Türk ve Roman nüfus varlığım sürdürmektedir.
Beklenenden 2 ay evvel dünyaya gelen bebeğe iyi haber getiren anlamında Vangelia adı
koyulur. Vanga’nın babası Pande Surtcev'in, belli bir dönem çete kurma suçundan Yedi Kule
zindanında hapis yattığı bilinir. Annesi Paraskeva, henüz Vanga 3 yaşındayken ikinci çocuğunun
doğumu sırasında vefat eder. Yoksulluk ve imkansızlık içinde büyüyen çocuk, ateşli ve inatçı bir
karakterle dikkatleri çekiyor. 1922'de, 11 yaşındayken, babasının ikinci evliliğinden Vasil adında
erkek kardeşi doğuyor. Kardeşinin bakımı ve ev işleri ile uğraşan Vanga’nın o zamanlar en sevdiği
oyun başka bir odaya bir cisim yerleştirerek, sonra da onu bulmaya çalışmaktan ibarettir.
Gözlerini kapatıp, kör taklidi yaparak cisme ulaşmaya çalışan küçük Vangelia, bu oyunuyla
çevresinde endişe ve tepkilere yol açıyor. Aile bir yıl sonra Novo Selo'daki amcasının yanma
taşmıyor.
Artık 12 yaşına gelen sarı saçlı mavi gözlü kızın görevi, her gün eşekle köyün dışındaki
ahırlara gidip iki güğüm sütü getirmektir.
Vanga ve Eşi
Bir yaz günü Vangelia ve iki kuzeni ahırlardan köye dönüş yolunda ilerlerken, tam yol
üzerinde bulunan Han çeşmesine uğradıkları sırada aniden korkunç bir fırtına kopar. Hava
kararır, güçlü bir rüzgar çıkar. Rüzgar, ağaçların dallarını kırıp savurur; fidanları kökünden söküp
atar. Toz, toprak, ağaçların dalları ve yapraklar havada uçuşup oluşan hortumun içinde havalanır.
Fırtınanın şiddetiyle çeşmenin yanma düşen iki kuzenin şaşkın bakışları arasında, hortum küçük
kızı yerden alıp havalandırarak 2 km ötedeki "Tırnaka” denen araziye savurur. İlginçtir ki hiçbir
resmi kayıtta o günler hatta haftaları kapsayan zaman diliminde bir fırtına, hortum veya benzeri
hava durumu raporuna rastlanmamıştır. Uzun süre kızı arayan köylüler, onu korkudan delirmiş,
taş toprak ve kırık dalların altında gömülmüş vaziyette bulurlar. Gözlerinin içi toz ve toprakla
dolan Vanga, korkunç bir acı hissediyor. Telaşlanan köylüler onu hemen evine götürürler, acılarım
dindirmeye çalışarak boş yere gözlerini yıkayıp dururlar. Ne yazık ki bunun bir faydası olamamış.
Daha gece çökmeden gözleri kanla dolar ve göz bebekleri beyazlaşır. Gözleri iyice iltihaplanan
küçük kıza Üsküp'te üst üste başarısız iki ameliyat yapılır. Ne yazık ki kızın gözlerine perde
inmesine engel olamazlar.
Vangelia'nın babasına Belgrad’ta üçüncü bir ameliyat yaptırması tavsiye edilir fakat bu
ameliyat Pande'nin maddi gücünü fazlasıyla aşar. Çok yoksul olan baba evdeki eşyaları ve tek
koyununu satar. Bu şekilde paranın ancak yarısını denkleştirebilen baba, fazladan yol masrafı
olmaması için kızının yanında gitmek yerine onu Belgrad’a komşusunun refakatinde gönderir. İyi
giyimli komşuyu babası sanan doktor, paranın sadece yarısının olduğunu görünce kızgınlıkla
"yarı paraya yarım ameliyat" yapacağım ifade eder. Eve döndüğünde az da olsa görme yetisine
kavuşan kızın güçlü gıdayla beslenmesi, özel bakım görmesi gerekir. Tüm parası tükenen, zaten
fakir olan aile için bu imkansız bir durumdur. Vangelia'ya ihtiyacı olanlar temin edilemez, gerekli
olan bakımı göremez ve küçük kız bu az olan görme yetisini de böylece sonsuza kadar kaybeder.
Talihsiz kazadan sonra Vangelia'da gözle görünür değişmeler gözleniyor. Garip şekilde ve
düşünceli düşünceli kendi içine dalıyor, etrafa görmeyen gözleriyle "bakıyor"...
1924 yılında bir erkek kardeşi daha doğuyor. Babası komşu köylerde hizmetçilik yaparken,
üvey annesi tarlada çalışıyor, Vanga da 2 küçük kardeşinin bakımıyla ilgileniyor... Bu ağır şartlar
altmda sağlığına gereken özeni gösteremeyen Van-ga'nın gözlerine tekrar perde iner. Başka bir
ameliyat söz konusu olamayacağından dolayı da Vanga görme yetisini bu defa tamamen ve
hayatımn sonuna kadar kaybeder.
15 yaşındayken, Belgrad'a.yakın Zemun’daki körler okuluna yatılı olarak gönderiliyor. Okulda
yaşadığı süre belki de hayatındaki en sakin ve sessiz günleri geçirdiği dönemidir. Oradaki her şey
çok yeni, enteresan ve ilgi çekici geliyor genç kıza. Körler alfabesini öğrenen Vanga aynı zamanda
piyano çalmaya da başlıyor. En sevdiği ders müziktir, bu konuda doğuştan yeteneklidir. Körler
okulunda 3 yıl süreyle kalan Vanga diğer derslerin yamnda temizlik, aşçılık, örme ve diğer ev
işlerini de kendi kendine yeterli olacak şekilde yapmayı öğreniyor. Okuldaki öğrencilerin arasında
varlıklı bir aileden Dimitar adında bir gençle yakınlaşan Vanga, ondan evlenme teklifi alıyor. 18
yaşındayken babasından evlenmek için onay beklediği sırada, memleketinden beklenmedik bir
haber geliyor. 1926 yılında doğan Lubka adındaki kız kardeşinden sonra dördüncü çocuğuna
hamile kalan üvey annesi, doğum sırasında ölmüştür. Vanga’nın aşkına, okuluna, daha iyi bir
yaşam hayallerine veda emesi ve evine dönmesi gerekiyor.
Dönüşünden sonra babası komşu köylerde hizmetli olarak çalışmaya başlıyor ve 6, 4 ve 2
yaşında olan kardeşlerinin tüm bakımı ve evin tüm işleriyle Vanga ilgileniyor. Bundan sonraki
hayatı büyük bir fakirlik ve ağır şartların altında sürerken Vanga bu durumla sahip olduğu güçlü
karakter sayesinde başa çıkmayı başarıyor.
Petrich’teki evi
Bir gün babası güttüğü koyunlardan tekini kaybedip öfkeli bir şekilde eve döner. Kara kara bunun
hesabını sürü sahibine nasıl vereceğini düşünüp durur. Kızı, "Kızma, koyunun Monospitovo
köyündeki Atanastadır." Diyerek teselli etmeye çalışır. Babası, öyle birini tanımadığından dolayı
şaşırıp, köyün dışına bile çıkmayan kızma bunu nerden bildiğini sorar. Vanga, babasına bunu
rüyasında gördüğü şeklinde açıklamaya çalışır. Babası hakikaten o köye gidip koyununu söz
konusu adamın sürüsünün içinde bulur. Bu olaya Vanga’nın ilk kehaneti diyebiliriz.
1939 yılında genç kız ciddi bir akciğer hastalığına yakalanıp 8 ay boyunca ölüm kalım mücadelesi
veriyor. Durumu tamamen ümitsiz hale gelince eve doktor çağırılır. Gelen doktor, kızın zap zayıf
ve uzun yatalaklıktan yaralarla kaplanmış vücudunu görünce tiksintiyle sağlık ocağından
dezenfeksiyon ilaçları ve pudra ister. Kız kardeşi Lubka'ya ise, ablasının durumun çok kötü
olduğu-nu ve yakında öleceğini söylüyor. Lubka bundan 2 gün sonra çeşmeden doldurduğu
sularla eve gelince tam bir şok geçiriyor, çünkü evin önünde ablasını dimdik ayakta etrafı
süpürürken bulur. Vangelia sadece iyileşmiş olmakla kalmamış, garip bir güçle dolmuş
görünüyor. O artık başka bir insan gibidir, yeni, alışılmadık güçlere ve diğer insanlardan farklı bir
kadere sahiptir. Kız kardeşinin geldiğini anlayan Vanga onu "Hadi hemen başla! Temiz olması için
her yeri süpürmeliyiz, çünkü yakında buraya birçok insan gelmeye başlayacak." sözleriyle
şaşırtıyor.
Bu olay üzerinden çok zaman geçmeden, Lubka ablasının başka bir tuhaf haline daha şahit
oluyor:
İkisi köyün dışındaki bir kuyudan su doldurmaya gitmişlerdir. O gün, ablasının üzerine garip
bir hal çöküyor ve Lubka onun uzun süre suskun ve etrafa son derece ilgisiz kaldığını görünce
korkudan ağlamaya başlıyor. Dalgınlıktan bir anda çıkan Vanga ona şu şekilde sesleniyor:
"Korkma, korkacak bir şey yok, sadece biriyle konuşuyordum. O bir atlıydı ve atma su içirmek
için gelmişti. Atma yar vermediğin için kızmamasını söyledim, çünkü sen onu göremiyorsun. Atlı
bana "Kuyunun etrafındaki beyaz çiçekli küçük bitkileri görüyor musun? Bu "şifalı yıldız otu" dur
ve birçok hastalığa iyi geldiğini ekledi."
Kasım 1940 yılında baba Pande vefat ediyor ve arkasında 4 öksüz bırakıyor. Vanga’nın bundan
sonraki hayatını çaresiz ve ızdırap dolu günler takip ediyor, sadece onun tükenmez sabrı ve güçlü
karakteri diğer çocuklara örnek oluyor ve ayakta durmalarına güç veriyordu.
ikinci dünya savaşının başında, 1941 yılında, Vanga’nın paranormal yetenekleri iyice ortaya
çıkar. Ona görünen "ışık saçan" bir atlıdan yaklaşan savaşla ilgili bilgiler alır. "O uzun boylu,
sarışın ve "tanrısal" bir güzelliğe sahipmiş. Eski savaşçılar gibi ay ışığında parlayan metal giysiler
giyiyormuş. Atı beyaz kuyruğunu sallıyor ve ayaklarını yere vuruyormuş. Vanga’nın kapısının
önünde durmuş, attan inmiş ve karanlık tek göz odaya girmiş. O kadar ışık saçıyormuş ki, tüm
oda gündüz gibi aydınlanmış. Vanga'ya dönmüş ve "Yakında dünya karışacak ve çok kişi ölecek.
Burada duracak, yaşayanlar ve ölenlerle ilgili bilgi vereceksin. Korkma! Ben senin yanında
olacağım ve aktarman gerekenleri söyleyeceğim!"
Bu olayı, Vanga’nın hayatının en mistik olay olduğu için yakını Peter Bakov'a paylaştığı
şekilde aktarıyoruz.
"Önce bir atlı geldi, öyle atıyla beraber odama girdi. Tam öniim-deydi, neredeyse üzerime gelecek. Ama
öyle parlıyor, giincş gibi! O da, atı da ışık saçıyor. Atı, sanki tek boynuzlu gibi, beyaz, bembeyaz, ışıldayan
ve konuşan at. Ve tanrı şöyle söyledi:
- Sen insanlara olacakları önceden haber vermek üzere seçildin, bilmeleri için. Hazırlanmaları ve
korkmamaları için.
Ona bakıyorum, bakıyorum, sanki artık kör değilim, fakat hiçbir şey anlamıyorum. Ben de ona
hayretle ve merakla bakıyorum, ve kendisine aşık mışım gibi de seviniyorum. Tanrım! Ondan
nasıl bir güzellik yayıldığını tahmin bile edemezsin. O atını şaha kaldırdı ve tam çıkacak iken
döndü. "Çocukların olmayacak. Hepsi senin çocuklarındır, genç olanlar da, yaşlı olanlar da.
Hayatta olanlar da, olmayanlar da. Benden kimseye bahsetme. Dahası da var; biz hepimiz yanma
gelip kehanetlerini nasıl yapacağını söyleyeceğiz." Ve yok oldu. Nereye, nasıl, anlamadım.
Birkaç zaman sonra, aniden babamın Strumitsa'daki evinde, yine odama geliverdiler. Hepsi
parlıyordu. Tüm azizler aynı anda. Bunun ne olduğunu biliyor musun, bilmiyorsun, Pes-he. Öyle
bir ışık yayıldı ki, sanki evime güneş girdi. Öyle bir güzellik, anlatamam. Bunu anlatacak kelimeler
yok ki, görülmemiş bir güzellik. Hayır, bu cennet değildi, çok ötesinde bir güzellik...
Etrafımı çevirdiler, öyle bir durdular ki hepsini aynı anda görebiliyordum. Tanrı beni
kucağında sallıyor, sanki onunum, ona aidim... Ve aralarında fısıldaşmaya başladılar ve alevi
kullanmama karar verdiler, ateşi. Mum alevinde olacakları ve olmayacakları önceden görmemi
kararlaştırdılar. Sonra teker teker geçtiler, gözlerimi okşayıp, alnımdan öptüler. Önce alnımdan,
sonra yanaklarımdan ve en çok ta gözlerimden. Bense sanki bulutların üzerinde uçuyorum.
Harikülade, çok enteresan ama görünmez bir mum yaktılar. Ben öylesini görmemiştim. Ve alevi
yandığı zaman, ellerimi tuttular ve onu avuçlarımın içine koydular, sanki alevi avuçlarımla
tutuyordum. Sanki ellerimde çiçek gibi açıyordu...
Ve en sihirli gözlere kavuştum. Her şeyi görüyorum, her şeyi.Oyle şeyler ki, ne rüyamda görmüşüm, ne
de hayal edebilmişim. Birden bire gittiler. Hoop, ve odada kimse kalmadı..."
6 nisan 1941 yılında alman nazi ordusu Yugoslav sınırından içeri giriyor. Aynı gün Vanga ve
kız kardeşi dışında herkes evlerini terk edip saklanır. Askerler boş evleri dolaşıyorlar, buldukları
yiyecekleri alıyorlar... Onların yoksul evlerine girdiklerinde alınacak bir şeyin olmadığını anlayıp
çıkıp giderler.
Köylüler geri geldiğinde Vanga'daki inanılmaz değişimi görerek avlunun içinde toplanmaya
başlarlar. Vanga köşedeki kandil ışığında duruyor ve siması tanınmayacak bir şekilde değişmiş,
ifadesi bomboş fakat heyecanlı görimüyormuş. Hiç durmadan konuşuyormuş, farklı, garip bir ses
ile... Savaşa katılıp sağ salim geri gelecek veya bir daha dönemeyecek kişilerle, yer ve olayları
inanılmaz ayrıntılarla ard arda sıralıyormuş.
Kahinin bu mistik hali böyle günlerce devam ediyor. Vangeli-a'nın neredeyse bir yıla yakın hemen hiç
uyumadığı söylenir. Ününü duyan insanlar çevreden evine akın etmeye başlarlar.
Bundan sonra Vanga insanlara her türlü problemleriyle ilgili bilgi vermeye başlamıştır. Vanga
kaybolan bir eşya veya evcil hayvanın yerini söylemekte, hastalıklarla ilgili şifalı otlar tasfiye
etmekte, insanlara o zor günlerde ihtiyaç duydukları optimizmi ve inancı aşılamakta, ve en
önemlisi, kimseyi geri çevirmemektedir.
1942 yılında, Petrich'e bağlı bir köyden askerler geliyor. Aralarından biri, 23 yaşındaki Dimitar
Gushterov öldürülen kardeşi ile ilgili bilgi almak istiyor. Vanga, kapının dışma çıkarak kendisine
ismiyle seslenir: "Neden geldiğini biliyorum, kardeşinin katillerim öğrenmek istiyorsun. İntikam
almayacağına dair söz verirsen belli süre sonra sana söyleyebilirim. Çünkü intikam almana gerek
yok. Onların sonlarına kendin şahit olacaksın." Genç, şaşkın ve etkilenmiş bir şekilde dışarı çıkar,
çünkü Vanga'nın ismini ve aile dramını nasıl bilebildiğine anlam verememektedir. Bu olaydan
sonra Gushterov birkaç kez daha ziyaretine gelir. Her seferinde Vanga ile odasında uzun uzun
sohbet ederler. 20 Nisan 1942'de Vanga kız kardeşine gencin ona evlenme teklif edeceğini ve
ikisinin de Pet-rih'e taşınacağını söyler. 22 Nisan'da yaşadığı Strumitsa'yı kız kardeşiyle beraber
terk ederek, yirmi yıllık sakin bir evlilik hayatı geçireceği müstakbel kocasının yanma taşınır.
1942 ilkbaharından 1970'e kadar Petrich'te yaşayan Vanga, burada polislerle başı derde
girmesine rağmen insanlara yardım etmeye devam ediyor. Vanga'nın kocasına 12 yıllık bir alkol
düşkünlüğünün sonucu olarak siroz teşhisi konuluyor. 1962'de, 42 yaşındayken vefat ediyor.
Kendi çocukları olmayan aile, 3 yaşındaki Veneta adında bir kız çocuğunu evlat ediniyor. Eşinin
ölümünden sonra Vanga, Dimitar Valtcev adında bir erkek çocuğunu daha himayesi altına alıp
büyütüyor.
Eşinin genç yaştaki vefatından sonra kendini yalnız hisseden Vanga, manastıra kapanmaya
karar veriyor. Samokov, Vracesh ve Bansko manastırlarından, insanları yardımlarından mahrum
bırakmaması gerektiği gerekçesiyle geri çevrilen kahin, tekrar Petrich'e dönüyor.
Vanga’nın kahinliği 1967 yılında "devlet" tarafından meşrulaştırılıyor ve kendisi belediye
hizmetine almıyor. Kalabalıkla başa çıkması ve de rahatsız edilmemesi için, özel görevliler tayin
ediliyor. Belediyece her görüşmek isteyene sıra veriliyor. Kişi başı 10 leva ücret alınmasına karar
veriliyor (daha sonra bu ücret Vanga'nın itirazlarına rağmen ikiye katlanıyor). Yabancılar içi bu
miktar 50 leva olarak belirleniyor. Bazı hesaplamalara göre, Vangelina Gushterova sayesinde
Bulgar hazinesine giren para 100 milyon doları aşar! Oysa Vanga'nın kişisel olarak insanlardan
hiçbir zaman bir para talebi veya beklentisi bulunmuyor. Komünist Devlet Başkam Todor
Jivkov'un kızı Ludmila Jivkova'nm lüks villa teklifi de dahil, onun gibi bir çok maddi teklifi geri
çeviriyor. Batılı devlet adamlarının da, hatta Çin siyasetçilerinin de yardım önerilerini red ediyor.
Görüşmelerden elde edilen gelirlerin tamamı Belediye'ye aktarılıyor.
Kazancın bir bölümüyle, Vanga'nın özel olarak seçtiği yerde, ayrı bir ev inşa ediliyor.
Petrich'teki evinden 15 km mesafede, Rupi denen bölgede inşa edilen bu "villa", bundan sonra
ziyaretçilerin kabul yeri haline geliyor. 20 yılı aşkın bir süre haftanın yedi günü yüzlerce insan,
tam geliş saatini bilerek bu evin önünde sabırla bekliyor; acılarına, problemlerine çare olması
ümidini taşıyordu.
Sıradan insanlar için Petrich'li kahin ile görüşmek çok kolay değildi. Her gün yüzlerce insan
problemleriyle birlikte oralara gelir, sabırla sıranın kendisine gelmesini beklerdi. Belediye
ziyaretçilere ücret karşılığı makbuz veriyordu ama bazen bekleme süresi bir yılı bile
bulabiliyordu. Acil durumları ise
Vanga’nın kendisi öne alıyordu. Anlaşılmaz bir şekilde kimin durumunu bekletilemez olduğunu
hissediyor ve bekleyenler arasından ismiyle seslenerek veya bazı dış özelliklerini belirterek
çağırtıyordu. O zaman kalabalığın arasında sessizce bir yol açılır ve derdinin büyük olduğu belli
olan kişinin geçmesine izin verilirdi. Politikacılar, sanat ve toplum hayatında söz sahibi olanlar da
benzer ayrıcalıklara sahiplerdi, onlar Vanga’nın "özel misafirleri" statüsündeydiler. Yabancıların
bekleme süresi en çok birkaç gün ile sınırlıydı. İnsanlar otellere ve pansiyonlara yerleşip sıranın
kendisine gelmesini bekliyorlardı. Akşam saatleri ve Pazar günleri ise kahinin ek özel
görüşmelerine ayrılmıştı; bu zaman yakm, dost ve resmi kişilerden oluşan ayrıcalıklı gruba tahsis
edilmişti.
Vangelia Gushterova'ya 1974 yılında "araştırma görevlisi" olarak resmi unvan veriliyor. Bir
sonraki yıl Parapsikoloji Enstitüsün'den Dr. Georgi Lozanov fenomen ile ilgili bilimsel
araştırmalara başlıyor. 8 yıl süren ve 15.000 kişiyle görüşülerek oluşturulan araştırma, Lozanov'un
tutuklanması ve tüm arşivine el konulması nedeniyle yarıda kalıyor. 14 ciltten oluşan bilimsel
çalışmalar devlet arşivine almıyor ve fakat 1980'lerde ortadan yok oluyor. Vanga’nın yeğeni
Krasimira, bu konuyla ilgili olarak, belgelerin Bulgar devlet güçleri tarafından alınıp gizlice
Rusya'ya çıkarıldığının iddia edildiğini söyler.
1941-1996 yılları arasında ünlü kahini ziyarete gelenlerin sayısı ile ilgili olarak birbirinden
oldukça farklı bilgiler bulunuyor. Maalesef böyle istatistik yapılamamıştır. Verilen rakamlar 300
bin ile 1 milyon arasındadır! Birçok kişi ziyaretlerini tekrarlamaktadır. Yayınlanan bir araştırmaya
göre, kahinin yardımcı olduğu kişi sayısı sadece 1976 yılında 102 bini bulmuştur!
Vanga halkın içinden olanların sorunlarım dinlemeyi tercih etmektedir. Politik ve sanat
dünyasından ünlü kişiler de kahine büyük ilgi göstermekteler. Toplumsal ölçekteki olaylar
hakkında konuşmayı çok daha az yeğler ve bu tarz bilgileri kısıtlı çevreyle paylaşır. Belki de tüm
insanların henüz duymaya hazır olmadığını düşünüyordur.
Hayatının son döneminde hayali olan Rupi bölgesindeki kilisenin yapılması için bir fon
oluşturulur. Bağışlanan paralarla "Sv. Petka Bulgarska" adı verilen kilise onun gösterdiği yerde
inşa edilir ve 1994 yılında hizmete açılır. Kilisenin yapımı ve dekorasyonu esnasında birçok sorun
ile karşılaşan Vanga, masonluk suçlamalarıyla da karşı karşıya kalır. Buna en büyük neden,
ressam S. Rusev'in kilisenin duvarlarına yaptığı alışılmadık tarzdaki tasfirlerdir.
Vangelia Gushterova, 11 Ağustos 1996'da 85 yaşında iken kansere yenilip vefat eder. Tüm
hayatı gibi, ölümü de garip şartlar altında olmuştur. Son dakikalarında, tam nefes yolunun
açılması gerektiği anda hastanede bir elektrik arızası çıkar ve doktor tıbbi müdahaleyi yapamaz.
Daha sonra arızanın nerden kaynaklandığını araştırırlar fakat bulamazlar.
Bazı iddialara göre Vanga, ölüm tarihini ve yerine kimin geçeceğini öngörmüştür. Ölümü
kendi sözleriyle şöyle tanımlıyor: "Ölümden sonra insanın vücudu çürür. Geriye bir parçası kalır,
çürümez; bu ruh veya adını bilmediğim bir şeydir. Buna siz yeniden doğuş diyorsunuz. Ben, ne
denir bilemiyorum. İnsandan geriye bu kalır. Çürümez, gelişmeye devam eder ve daha üst
mevkilere ulaşır. Bu, ruhun sonsuzluğudur."
Yakını Verka Ivanova
Son sözleri "Ve de birbirinizden nefret etmeyin, birbirinizi sevin." olmuştur.
II.BÖLÜM
KAHİN VANGA’NIN YETENEĞİ
Yeteneği
Kahin Vanga’nın duyu ötesini algılama yeteneğini açıklamak bir derece mümkün olsa da
yeterli derecede izah edilmesi şimdilik mümkün değildir. Sahip olduğu metapsişik güçlerin
karakterini analiz etmeye çalışmadan evvel, kahinlik fenomeninin kendisini biraz açmaya
çalışalım. Geçmiş ve gelecekten duyu ötesi vizyon algılama yetenekleri olan kahinler nasıl
insanlardır? Ortak özellikleri nelerdir?
Kehanet yeteneği en sık sakin, sessiz, genellikle doğa ile uyumlu bir hayat yaşayan, sıradan ve
göze batmayan insanlarda görülür. Bunlar en çok şehir hayatının hızlı koşuşturmasının dışında bir
yaşam biçimi süren köylü, çoban gibi kişilerdir. Bazılarında bu yetenek doğuştan gelir, fakat
zaman içinde kendiliğinden zayıflar ve kaybolur. Kehanet yeteneğinin çıktığı diğer bir grup insan,
ağır hastalık, kaza, travma ve klinik ölüm gibi olaylar yaşamışlardır. Kahinlerin duyu ötesi
vizyonları en çok günlük olaylara aittir. Mesela ailede bir hastalık, ölüm, düğün veya doğum
gibi... Genelde kahinin gördüğü vizyonu ilgilendiren kişiyle bir bağlantısı yoktur ve gördüklerini
kendisine izah etmekte zorlanır. Fakat bazen görüntüler doğal felaket, savaş gibi global olayları
içerir.
Kahinlik yeteneklerine sahip kişilere en fazla toplumdan izole edilmiş, tabiatın daha bakir
olduğu bölgelerde rastlanır. Bu tip yerler incelendiğinde genellikle geçmişte başka kahinlerin de
orda yaşamış
oldukları görülür. Sanki üzerinde yaşadıkları toprak, onların kehanet yeteneğinin beslendiği temel
kaynaktır...
Kahin Vanga böyle bir bölgede yaşamaktaydı. Rila dağı etekleri daha yakın geçmişte
Prepodobna Stoyna ve Slava Servukova gibi paranormal güçlere sahip kişilere ev sahipliği
yapmıştır. Uzak geçmişte ise en büyük inisiyelerden olan Or-fe'nin doğup büyüdüğü bölge olarak
gösterilir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde, kahinin yaşadığı bölgenin özelliklerine daha ayrıntılı
değinilecektir...
Genel olarak kahinliğin ortaya çıkışına yönelik kısa bilgi verdikten sonra, kahin Vanga
fenomenini yavaş yavaş elden geldiğince anlatmaya çalışalım...
Petrich'li kahinin zaman ve mekan sınırları tanımayan yeteneğinin kaynağı tam bir sırdır. Onu
tarif etmek ve belki bir ölçüde hayalimizde canlandırmak olasıdır, fakat bir kategoriye koymak
oldukça zordur. Ne tür bir duyu organı veya organları kullanıyordu ki uzayın ve zamanın
sonsuzluğunu algılayabilme kabiliyeti veriyordu? Literatürde bu kabiliyete paranormal, doğa
üstü, veya spritüel isimleri veriliyor. Vanga'nın sahip olduğu yeteneği tarif etmek de tek cümleyle
mümkün değildir. En genel şekilde söylenecek olursa, kahin fizik ötesi dünya ile kontağa giriyor,
geçmiş olayları görebiliyor, bugün ve gelecek ile ilgili vizyonlar görüyor, insanın fiziksel ve ruhsal
bedenine girebiliyor, bitki ve çiçeklerle "konuşabiliyor”, tabiatın "universal" sesini duyabiliyor,
uzay ve zamanda nesneleri algılayıp bulabiliyor...
Defakto görme yetisine sahip olmayan Vanga, kendine yeterli olacak şekilde çevreyi
algılayabiliyor. Oda düzenini "görüp" eşyaların ne şekilde yerleştirilmesi gerektiği konusunda
talimatlar veriyor, renklerin tonlarını, gelenlerin fiziksel özelliklerini tarif ediyor! Özetle Vangelia
Gushterova'nın kabiliyeti, daha Aristo'dan bu yana bilinen 5 duyu organının haricinde özellikler
taşır.
Kuşkusuz paranormal yeteneğinin en ilgi çekici kullanım şekli, fizik ötesi alemle olan
irtibatıdır.
Vanga’nın ölmüş insanlarla kontağa girme yeteneği, dünyanın çeşitli yerlerindeki
entellektüelleri şaşırtmaktadır. En konservatif olanları bile, kahinin ölen biriyle ilgili verdiği
inanılmaz ayrıntılar karşısında bir açıklama getiremiyorlar. İzleyenler, bir mucizeyle karşı karşıya
olduğunun farkına varırlar, rahmetli yakınlarıyla ilgili kendilerinden başka kimsenin bilmediği
detaylar arka arkaya sıralanmaktadır ve Vanga'nın bunları bilmesine imkan olanak yoktur. Tek
yolu, doğaüstü bir şekilde ölenle irtibata geçip bu bilgileri edinmektir.
Bu açıdan bakarsak, Vanga fenomeni, ölüm sonrası hayatın devam ettiğine dair kesin bir
kanıttır... Hayatında bir kez kahin ile karşılaşmış ve bu deneyimi yaşamış biri için ruhun
ölümsüzlüğü ile ilgili kesinlikle bir şüphe kalmamaktadır. En şüpheci olanlar da, katı ateist olanlar
da karşısında mantıklı bir izahat getirememenin acizliğini taşıyorlar. Kahinin yanma gelen
ziyaretçi, daha ilk karşılaşmada karşısındaki izah edilemez gücün etkisinde kalıyor, ondan aldığı
enformasyonun şaşkınlığıyla sadece dinleyebiliyor ve sorulara cevap verebiliyor. Duyduklarının
gerçekliği hakkında hiçbir şüphe duymayan kişi, tüm bu olanlara mantıklı bir izahat aramayı ise
çok daha sonra düşünebiliyor.
Vanga defalarca, yapılmak istenen bilimsel incelemelerin bir sonuç getirmeyeceğini, çünkü
yeteneğinin tanrı vergisi olduğunu anlatmaya çalışmıştır. "Tanrı'nın işiyken, bunu nasıl
açıklayabilirler?". "Bu yetenek bana Tanrı tarafından verildi. Beni insan gözlerinden mahrum etti,
fakat bana başka gözler verdi, onlarla tüm görünen ve görünmeyene bakabiliyorum.”
İlginçtir ki tıbbi incelemelerinin sonuçsuz kalacağını söyleyen Vanga’nın birçok olayda sesi bile
kayıt edilememiştir.
Rus edebiyatının en önemli isimlerinden Leonid Leonov, ilk ziyaretinden etkilenip, İkincisinde
kayıt cihazı getirmeye karar verir. Böylece Vanga’nın zor anlaşılır lehçesini tam olarak deşifre
etme ve üzerinde düşünme imkanı bulmayı ümit eder. Tercümana ve beraberindeki insanlara
güvenmemektedir, kahinin pek az sözünü hatırlayıp aktarabildiklerini bir evvelki görüşmeden
anlamıştır. Vanga’nın odasına girdiğine getirdiği kayıt cihazını dikkatlice ayarlar ve kimsenin ona
yaklaşmaması konusunda uyarır. O gün Vanga’nın konuşması oldukça "ilhamlıdır", kendisi ve
ülkesi ile ilgili kilit önemde cümleler söylemiştir. Yazar, nitelikli görüşmenin verdiği
memnuniyetle Sofya'ya döner. Kayıt cihazını kontrol ettiğinde, üstüne hiçbir kaydın yapılmamış
olduğunu anlayınca tam bir şok geçirir. Konuşmaların kaydedildiğini düşünerek söylenenleri
rahatça dinleyenler de pek bir şey anımsayamazlar. Kahini arayıp tekrar geldikleri takdirde,
konuşmalarını tekrar edip edemeyeceğini sorarlar. Vanga'nın yanıtı olumsuz olur...
Yeğeni Krasimira Stoyanova'nın, benzer bir anısı vardır. Bu kez iki Bulgar yazar, ses kaydı
almak niyetindedir. Tüm görüşmeleri banda aldıklarını düşünen yazarlar, kaydedilen tek şeyin
halk türküleri olduğunu görünce ne yapacaklarını bilemezler. Üstelik kayıt sırasında hiçbir yerde
müzik çalmamış-tır!
Öteki alemle olan irtibata neden olan, gelen insanın kendisi olabileceği gibi, beraberinde
getirdikleri eşyalar da bilgi aktarımına sebep olabilir. Ziyaretçiye ait herhangi bir resim, saat,
yüzük, rahmetliye ait bir eşya, giysi veya resim, hatta mezar toprağı; gelenek halini almış küp
şeker ve başka böyle eşyalar enformasyon akışına sebebiyet verir. Ziyaretçinin şekerin üstünde bir
gece öncesinden uyumuş olması gerekir. Belki de şekerin kristal yapısından dolayı, enformasyonu
çekme ve saklama özelliği vardı.
Şekeri, saati veya başka getirilen nesneyi eline alınca, iç gözüne odaklanan kahin kişiyle ilgili
bir takım vizyonlara sahip olmaya başlıyor. "İşte, göründü", "İşte, ben görüyorum" gibi kısa
cümleler söylerken önünde gelenin bütün yaşam öyküsü beliriyor. Kendisine gelen bilgi genel
itibariyle pozitif olduğunda gayet sakin duran Vanga, tersi durumda ise sanki tuttuğu nesnenin
sıcaklığından eli yanmış gibi onu hemen elinden bırakıyor. Fakat genellikle ziyaretçinin oradaki
varlığı, ölenle irtibat için yeterlidir. Bizim algı kapasite ve sınırlarımızla doğaüstü, gizemli, absürd
diye tanımladığımız olay, Vanga için gündelik ve sıradan bir hal almıştı: "Daha insanlar otobüsten
indikleri sırada (kendisini Petrich'e ziyarete gelenler) onların ölmüş yakınları beraberlerinde
yanıma gelirler. Bir gece eve giriyorum ve bakıyorum ki her yer ölenlerle dolmuş taşıyor.
Bakındım, bakındım ve de yatmaya gittim." (K. Stoyanova'nın Vanga Hakkında Gerçek
kitabından)
Vanga'nın en bilinen özelliği ruhsal alemle irtibatı olduğu halde, en ilginci ve bizim de bu
kitabı yazmamıza vesile olan henüz gerçekleşmemiş olayları önceden görebilmesi, yani kehanet
yeteneğidir, şairlerin veya ressamların ilhamına benzer bir ilhamla kişiler, toplumlar ve devletler
hakkında hatta dünya ölçeğinde en küçük veya ayrıntılısından toplumsal boyutta olanına kadar
çeşitli vizyonlar görebilmektedir. Bu yeteneğiyle dünyada eşsiz olduğunu söylemekle abartmış
olmayız. Fakat ne var ki Vanga'nın hümanistiği, merhameti, insanlara yardım etmek isteği ve
acılarına karşı gösterdiği sağduyu, tanrı yergisi olan bu yeteneğinin bir zanaat, sürekli bir iş-uğraş
haline dönüşmesine yol açmıştır.
Vanga'nın durugörü yeteneği için sınırsız ve orijinal tanımlaması yapabiliriz. Sınırsız, çünkü
hiçbir geçmiş - ve gelecek zaman sınırı tanımadığı gibi aynı zamanda sürekliliği söz konusudur.
Kahin binlerce yıl evveliyle ilgili en toplumsal çaptan en ufak detaya kadar bilgi verebileceği gibi
yakın geçmiş ile, şu an ile ve gelecekte vuku bulacak olaylar ile ilgili de aynı şekilde haber
verebiliyordu. Beynindeki görüntülerin akışı sürekli ve kesintisizdi. Zaman tanımlaması bizim
algıladığımız şekilde yoktu. İzah edilmesi zor bir şekilde zamanı, geçmişin ve geleceğin bir
bütünsel akışı (ki bu akış her iki yöndeydi) olarak algılıyordu. Ünlü kahin, zamanı duyumsadığı
biçim için şunları söyler: "Zaman yoktur, çünkü o geçmişin ve geleceğin karışımıdır ve şimdiyle
beraber gelir, şu an olduğumuz şey, geçmiş ve gelecektir, şu an, geçmiş ve gelecekten oluşur. Yani,
şu an diye bir şey aslında yoktur!"
Hayat Vanga için sanki çoktan yazılmış bir kitap gibiydi, sadece gereken sayfayı açıyor ve
orada yazılmış olanları okuyordu. Gelen bir ziyaretçiye hayatıyla ilgili konuşurken örneğin kaç
kez evlendiği gibi en önemli olaylardan, en önemsizlerine kadar (mesela evde susuz kalmış bir
saksı çiçek) genellikle süzgeçten geçirmeden, kendi beynindeki akış sırayla aktarmaktaydı.
Vanga’nın yakın arkadaşı Simeon Velitckov'a paylaştığı şu sözleri yeteneğinin bir özeti gibidir:
"şekeri elime aldığım zaman tam da bana yardım için gelen insanla hızlı bir kontak geliştiriyorum,
hayatındaki olayları çok net bir şekilde izleyebiliyorum. Gözümün önünde, çoğu renkli resimler
beliriyor, bu tablolar bana geçmişi tasvir ederken, aynı kişinin geleceği hakkında fikir verir."
Kahin, beyninde oluşan yaşam öykülerinin "vizyona girmesini" kontrol edemiyor. Kişinin
doğumundan ölümüne kadar olan yaşamı istem dışı ve kontrolsüz akıyor, Vanga görüntüleri ne
yavaşlatabiliyor, ne durdurabiliyor ne de oluşmalarının önüne geçebiliyor...
Kardeşi Lubka anlatıyor:
"Birini hatırlıyorum, beraberinde iki kadın ile Sofya'dan gelmişti. Sağlıklı görünüyordu, dik
yürüyor ve kendine çok güvenen bir hali vardı. Ona bakarken, kaç yaşında olduğunu tahmin
edemediğimi fark ettim, ve de nezaket kurallarını çiğnemeyi göze alarak, yaşını sordum. Adam
bana güldü, kendin tahmin et derken, ipucu olarak Birinci Dünya Savaşında subay olduğunu
ekledi. Tabii ki çok şaşırdım ve bu yaşta bu kadar iyi görünmesinin mümkün olmadığını
söyledim. Bana tüm hayatı boyunca sırf kendisiyle ilgilendiğini, kendine çok iyi baktığını ve
gelecekte de böyle yapmaya devam edeceğini açıkladı. Vanga ise bu arada onu sadece sessizce
dinliyordu ve sonra da ayağını yere vurarak : "E, bu kadarı sana yeter, buraya kadar!" şeklinde
tepki verdi. Ne anlama geldiğini kavrayamadık... Gidişinden üç gün sonra vefat ettiğini öğrendik.
Meğer "buraya kadarın" anlamı buymuş..."
Petrich'li kahinin şiddetle karşı çıktığı duygu, öç alma duygusudur. Kendi karma felsefesine
göre, insanın sadece iyilikler yapması gerekir, aksi halde her kötü hareket bumerang gibi yine
aslına döner, hem de misliyle... Kişinin kendisine dönmez ise, bu negatifi iğin sonuçlarını ailesi
çeker. Neden böyle olduğu sorulduğunda, "Daha çok acıtması için" şeklinde açıklama getirir.
Yeğeni Krasimira Stoyanova'nın şahit olduğu böyle enteresan bir olay var. Yakın bir yerleşim
bölgesinden acılı bir baba geliyor. Toplam on üç çocuğu olmuş, on ikisi daha bebek yaşta vefat
etmişti. Hayatta olan sonuncusu da yakında, daha
12 yaşında iken ölmüştü. Doktorlar, çocukların henüz anne karnındayken bir hastalığa
yakalandıklarını düşünüyorlardı. Vanga'nın ise başka bir açıklaması olur. Talihsiz baba daha genç
bir delikanlı iken, annesi hamile kalıyor. Genç bu durumdan oldukça hoşnutsuzdur, çevresinden
utanıyor, annesinin bu yaştaki hamileliğini kabullenemiyor. Bir gün kızgınlıkla annesini dövüyor
ve onun ve bebeğin ölümüne sebebiyet veriyor. Vanga kendisine bu olayı hatırlatıyor: "Bilmelisin
ki, bu talihsizliğin sebebi karın değil, sensin." Ve sonra da sıkça söylediği bir sözü tekrarlıyor:
"Daha sonra ıstırap çekmemek için, şimdi iyi biri olmalıyız!"
Kahin bir çok kez evinin önünde sıra bekleyenlerden birinin problemini o kendisine açılmadan
evvel biliyordu. Evinin içinde durduğu halde kuyruktaki ziyaretçiyle telepatik bağ kuran Vanga,
onu ismiyle çağırtarak, geliş sebepleri ve hayatındaki meseleleri anlatarak şaşırtırdı.
Tabi ki kahinin yanma gelenlerin tamamı büyük ve çözülmesi zor olan sorunları olanlar,
hastası veya rahmetlisi olanlar değillerdi. Bazen sadece meraktan, belki gelecek hayatı ile ilgili bir
şeyler anlatır ümidiyle gelenler veya sadece "doğru bilip bilemediğini" test etmek amacını
güdenler, çok önemsiz bazı şeylerle onu meşgul edenler de olurdu. Bir defasında evin önünde
yırtık pırtık giysiler içerisinde, oldukça zavallı görüntüde olan birine acıyarak onu kabul edince,
geliş nedenini öğrendikten sonra, kızgınlıkla onu başından kovduğu bilinir. Gelen kişi, evinin
camını kıran çocukları bulup onları cezalandırmak sevdasıyla, belki de camın değerinden 3 kat
fazla para harcayan bir köylüymüş! Özetleyecek olursak, insanların dertleri çeşit çeşitti, her ne
kadar Vanga tamamına yardım etmeye çalışsa da aralarında bu köylü gibi zamanım boşa
harcatanlar da çıkardı.
"...Halbuki Vanga'nın en çok yardım etmek istediği ve asla kapısını kapatmadığı, "öncelikli"
misafir grubu acılı annelerdi. Evladının hayatından endişe eden bir anneye her türlü önceliği ve
dikkatini veren Vanga, onun acısını içtenlikle paylaşırdı. Ziyaretçileri kayıt edip yönlendiren
beledî ye görevlisine 'Bana bu tip insanları gönder! Istırap çekmeme de baygın hale gelmeme de
değer, çünkü onlara yardım etme şansım olur, bu bebeğin kurtulması gerek, büyümesi ve hayata
sevinmesi gerek' demiştir..."
Vanga'nın duyarlılık gösterdiği diğer bir ziyaretçi grubu, çocuk sahibi olamayan ailelerden
oluşur. Daha kendisine verilen şekeri alır almaz "Evladınızın olmadığını görüyorum!" diyerek
gergin ve sinirleri yıpranmış hale gelen aileleri konuya kendisi girerek rahatlatmaya çalışırdı.
Sonra fazla zaman kaybetmeden anne olmak isteyene hangi doktora görünmesi gerektiğini, hangi
kaplıca sularının faydası olabileceği ve ne tür yararlı bitkiler kullanması gerektiği konusunda
öğütler verirdi.
Bazı hesaplamalara göre Vanga'nın çocuk sahibi olmasına bir şekilde yardım ettiği aile sayısı 40
bini buluyormuş! Bazen heyecanlı bir şekilde, bebek gördüğünü ve hamileliğin üçüncü-dördüncü
ayında anne adayının tekrar gelmesi gerektiğini söyleyerek, ikinci gelişinde oyuncak bebek ve
leğen kullandığı tuhaf bir "ritüel" uygulardı. Bunun ne tür bir fayda sağladığını tabii bilemiyoruz,
fakat en azından anne olmak isteyen kadının bir şekilde stresinin azaldığı, üzerindeki baskının
hafiflediği ve sakinleştiği kesindir. Aynı ritüeli bebek sahibi olmak isteyen kadınlar için de
uygulardı. Belki de fizyolojik sebeplerden kaynaklanmayan hamile kalamama durumları için son
derece yararlı bir mistik uygulamaydı.
Vanga'nın sıkça karşılaştığı taleplerden biri kayıp bir eşya veya hayvanın yerinin
bulunmasıydı. Bir çok insan, kendileri için maddi veya manevi değeri olan bir nesneyi kaybedince
son çare olarak kahinin evinin yolunu tutarlardı. Genellikle eşyanın aranması gereken yer
hakkında dolaylı veya dolaysız tarifler ve ipuçları verirken, onları çalan kişi hakkında bilgi
vermekten kaçınırdı. Sadece hırsızın utanmaz davranışlarından aşırı rahatsız olduğu durumlarda
onların kimliğini ele verirdi. Aslında bakılırsa, Vanga'nın genel olarak suçluları teşhis etmeye
yanaşmaması, bundan dolayı kaynaklanması muhtemel olan problemleri bertaraf etmesi içindi.
Zaten haftanın her günü, cumartesi pazar da dahil, ortalama elli kişiyi kabul ediyordu. Her gelen
kişinin en az kendi 3-4 yakınıyla ilgili de sualler sorduğu düşünülürse günde en az 200 insanın
sorunları, kaderleri, ayrı ayrı bilinçaltını meşgul ediyor, psikolojik bir yük oluşturuyordu. Bunun
dışındaki sorunlarla ilgilenmeye zaten enerjisi kalmıyordu, kısaca "bu polisin işi" deyip yaptığına
konsantre olmayı tercih ediyordu.
Vanga için kayıp eşyanın bulunduğu yerin uzaklığı önem teşkil etmezdi. Aslında bakacak
olursak, herhangi bir zaman sınırlaması da yoktu. Eşyanın sadece geometrik şekli, maddesi,
kalitesi ve yeri ile ilgili bilgi sahibi olmakla kalmıyor, bulunmuş veya bulunacak olduğuyla ilgili
de bütünsel bir fikre sahip oluyordu. Örneğin, Belarusya'dan çalınan ve bir azizeyi tasvir eden
ikonun akıbeti soruluyor. Azizenin hayatı ile ilgili birkaç detayı hemen ve peş peşe sıraladıktan
sonra, kısa ve net bir şekilde "Bulunacak!" diyerek konuyu sonlandırdığını anlamalarını sağlıyor.
"Minsk'ten birisi gelsin mi, veya oradan bir eşya getirsin mi?" şeklinde nazikçe tekrarlanan soruyu
"Gerek yok, onlara ikonun gizlenmiş olduğunu ve bulunacağını söyle!" diyerek yanıtlıyor...
Petrich'li kahinin benzersiz bir diğer yeteneği, kişilerin iç dünyasının derinliklerine bir anda
girebilmesidir. Bir röntgen cihazı misali, insanın sosyal, moral ve kişisel özelliklerini en ufak
detayına kadar görebiliyordu. Aynı zamanda fiziksel özellikleri ve ayırt edici doğum / yara izi,
giyim, aksesuar gibi diğer özellikleri de algılayan kahin, kişinin ruhsal dünyasına, moral ve
entelektüel özelliklerine, karakterine, kültür, eğitim, meslek ve ilgi alanlarına dair de fikir
sahibiydi. Bir bakışta, "sen dürüstsün, yalan söylemezsin, çalmazsın" şeklinde genelleme yapar
veya "neden yırtık çorap giyiyorsun" diyerek detaya iner.
Yeteneğin kaynağı nedir, nerden beslenir, işte bu cevaplanması en güç olan sorudur. Rus
akademisyen Yuriy Negri-betski'nin teorisine göre, her bir kişi istem dışı enformasyon yayıyor.
Kahin, normal insanlardan farklı olarak bu kodları bir şekilde alıp okuma becerisine sahip
bulunuyordu.
Başka görüşlere göre ise kahinin beyni, "evrensel enformasyon bankasından" bazı bilgileri
almaya ayarlanmıştı. Diğer bir teori, kozmik enformasyonun aslında hepimizin içinde gizli
olduğunu esas alır. Evrendeki her şey, bir bütünün ayrılmaz parçasıdır ve içinde bütünün bilgisini
taşıyor. Aynı sebeple bilinçaltımızda, evrenin tümüne ait enformasyon yatıyor. Ve genelde,
normal koşullar altında iken bu enformasyonun yalnızca zaruri denecek kadarını, hayatımızın
idame etmesini sağlayacak kadarını kullanabiliyoruz. Çok özel bazı durumlarda ise (trans,
meditasyon, hipnoz, klinik ölüm ve uyuşturucu etkisi gibi) yine özel bazı insanlar içimizde
depolanmış verilere ulaşma imkanı bulabiliyor...
Belki de kahinin zaman zaman kimseyle konuşmaması, yalnız olmayı tercih etmesi, kendi
içinde saklı yatan verileri deşifre edebilmesi için gerekliydi. Bazı saatler, günler, kahin kesinlikle
rahatsız edilmek istemezdi, kendini dış çevreden tamamen izole etmeye çalışırdı. Hatta kendisiyle
konuşmaya çalışanlara sinirlenir ve onları rahat bırakılması gerektiği konusunda ikaz ederdi. "
Ben böyle kendi içime konsantre olmuş haldeyken yanıma gelmeniz hoşuma gitmiyor, bana sıkıntı
veriyor, oysa siz kiminle konuştuğumu göremiyorsunuz... Bazen üst düzey yöneticiler beni
çevreliyor, bazen de onların yardımcıları etrafımda duruyor, hepsi de uzaydan geliyor.
Konuştukları zaman kulaklarıma kulaklığa benzer bir şey takıyorlar, çünkü sesleri çok uzak
mesafeden ulaşıyor ve yankı yapıyor. Bunun için sessizliğe ve sakin kalmaya ihtiyacım var..."
Bundan sonra okuyacağınız konu oldukça hassas bilgiler içeriyor. Birazdan görüleceği gibi
cümlelerin tamamı semboller, üzeri örtülü simgeler ile doludur, kelimeler mecazi anlamlarında
kullanılmıştır.
Kelimelerin sembolik manalarını göz ardı edip, direk anlamlarıyla ele almamız, bizi hatalı
düşüncelere sevk ettirir...
Vanga’nın irtibata girdiği varlıklarla ilişkin yaptığı tarifleri aktarıyoruz, (yeğeni K.
Stoyanova'nın anılarından)
1979 yılı...
"...Onları yaklaşık bir yıldır görüyorum. Onlar saydamlar. Görüntüleri, insanın sudaki aksini
andırır. Balık pulları gibi parlayan metal zırhlar giyiyorlar. Sanki arala-' rında kadınlar da var.
Saçları yosunlarj andırır, kaz tüyü gibi yumuşaktır; başlarının etrafını hale gibi çevreler. Bazen
arkalarında kanada benzer çıkıntıları olur. Çok sıkça, Petrich'e döndüğümde onları odada oturur
vaziyette buluyorum. Onlarla konuşuyorum. Bazen bahçe kapısına varmadan, daha uzaktan ağıda
benzer sesler duyuyorum, sanki bir koro melodisi gibi..."
Vamfim gezegeninden geldiğini söylüyorlar, veya ben o şekilde duyuyorum. Üçüncü sırada olan
gezegendir.
Nereden üçüncü?
- Bana bunu söylemiyorlar, zaten ben de anlayamıyorum. Buraya hangi amaçla geldiklerini de
söylemiyorlar. Bazen biri elimi tutup kendi dünyasına götürüyor. Gidiyorum. Yıldızların
serpildiği yerin üstünde yürüyorum, sanki onları çiğniyorum. Eşlik ettiklerim çok hızlı hareket
ediyorlar, zıplar gibi yürüyorlar. Gidiyorlar ve dönüyorlar. Onların yurdunda her şey olağanüstü
güzellikte, kelimeler oradaki doğayı tasfir etmeye yetmez... Fakat bilmiyorum neden, hiçbir yerde
ev göremiyorum...
Orada, onların yurdunda her şey iyi organize edilmiştir ve çok çalışılıyor. Varlıklar, Dünya ile
aralarındaki en direk bağlantı olduğumu söylüyorlar. Dünyamızdan sadece birkaç kişiyle iletişime
giriyorlar. Bizi kontrol ediyorlar.
Kendi dünyalarında gördüklerim ve duyduklarım hakkında konuşmama izin vermiyorlar.
tfazen aralarından binleri şöyle diyor: *Kısa süre için geliyoruz, hemen dönmemiz gerek.
¡Sizden çok şey isteme ve çok fazla soru sorma, çünkü konuşmamız yasak..."
&r gün, iki heykel getirdiler, tahminen onların çok ünlü adamlarından ikisinin heykeliydi.
Tam nereye koyduklarını biliyorum, ama size söyleyemem.
Heykellerin biri, düşünceye dalmış, sanki eliyle başını desteklemiş bir erkeğe ait, diğeri ise dik
duruyor, sağ elinde tabancayı andıran bir cisim tutuyor...
Heykelleri yerleştirirken, varlıklardan biri diğerine “insanların göremeyecekleri şekilde, biraz
daha kenar bir yere koymamız gerekmiyor mu? " sorusunu yöneltti. Diğerinin cevabı 'Korkma,
onların kör olduklarım görmüyor musun?" oldu."
Ve Vanga'nın, varlıkları tarif ettiği başka bir konuşmaya yer vererek devam ediyoruz...
"Eve girdim, alt kattaki salonun ortasında oturdum, onlar da etrafıma, çember oluşturarak
oturdular. Yaşlı erkeklerdi, hatta ihtiyar diyebilirim, parlak giysiler giymişlerdi. Giysileri o kadar
çok parlıyordu, ki, sanki salonu güneş aydınlatıyordu. Bana şöyle dediler: "Ayağa kalk ve dinle,
biz sana geleceği anlatacağız. Hiçbir şeyden korkma, kapının önünde koruma bekliyor - "demir bir
direk" (?). Anlatılanları aktaracağım zamanın henüz gelmediğini söylediler. Yalnızca şunu tekrar
edebilirim : "Dünya birçok değişikliğe maruz kalacak. Çıkışlar ve inişler geçirecek. Dünyada
denge dönemine, insanlarla konuşmaya başladığımız zaman girilecek!"
Anlatılanların üzerinin son derece kapalı olduğunu görüyoruz. Varlıklar, kahine korkmaması
gerektiğini, çünkü kapısının önünde koruma olarak demirden bir direk dikildiğini söylemişlerdir.
Bilindiği gibi ezoterik bilgilere göre içinde bulunduğumuz çağ, demir çağıdır ve bu çağın özelliği,
insanlığın kozmik gerçekten en uzak olduğu dip dönemini yaşamasıdır. İnsanların neredeyse
tamamının gözlerinin gerçeğe kapalı olduğu ve uyuduğu zamandır. Vanga'nın anlatımındaki
"demir direk" işte bu demir çağın sembolüdür. Kahin yaşadıklarından dolayı korkmamalıdır,
çünkü insanlara ne anlatırsa anlatsın bulundukları demir çağın gereği olarak gerçeği zaten idrak
edemeyeceklerdir...
İlginç bir cümle daha aktarıyoruz:
"Bir gün, Gagarin'in yanmadığını, ölmediğini söylediler, o sadece alınmış! Kimin tarafından bilmiyorum, neden ve nereye alındığını açıklamıyorlar."
Vanga'yla ilgilenen, onunla diyaloga giren bu varlıkların ne olduğunu bilemiyoruz. Bu tanımı
zaten kahinin kendisi de tam olarak yapamamıştır. Ne amaçla onunla irtibata girdikleri tam olarak
açıklık kazanmıyor. Görüp duydukları ile ilgili konuşmasına izin verilmiyor... Anlaşılan varlıklar
arasında bizim dünyamızdakine benzer bir hiyerarşi bulunuyor. Kontağa girenlerin çoğu alt
kademedeyken, ender olarak üst düzey "yöneticiler" geliyor. Bu durumlarda kahinin dış
görünüşünde gözle görülen değişimler oluyor. Rengi soluyor, değişik, sanki kendisine ait
olmayan bir sesle konuşurken, günlük kullandığı lehçeden farklı bir dil kullanıyor. Bu varlıklar
için "büyük güç" veya "büyük ruh" ismini kullanıyor, çünkü onların ne olduğu ile ilgili kendisinin
de bir fikri veya izahı bulunmuyor. Kendisi dediği şekilde "kafanın içinde", beyninde algıladığı bu
sesleri anlıyor ve telepatik olarak cevaplıyor. Aslında Vanga'nın kendi elementer bilgileri ile bize
izahat getiremediği bu sesleri duyduğu durumlar, transa girdiği sürelerdir.
Vanga'nın global ölçekteki olaylarla ilgili kehanetleri genelde hep trans sırasında söylenmiştir.
Buradan yola çıkarak kahinin, kendi beyninde yatan evrensel enformasyon bankasına veya
torsyon alanına ulaşmak için araç/yardımcı olarak transı kullandığım söyleyebiliriz. Ortaya atılan
bazı teoriler olmakla beraber, transa girme halini neyin tetiklediği tam olarak bilinmiyor. Bu garip
durumunu kardeşi Lubka şu şekilde tarif etmeye çalışıyor: "Görünüşü de değişiyor. Aynı bir ölüye
benziyor. Hiçbir hareket yapmadan, elini ayağını bile kıpırdatmadan sadece konuşuyor... Bu trans
hali, belirli bir şey için ortaya çıkıyor; kehaneti yapılması gereken bir şey için..." Vanga çevresine
transa girmeden evvel bunu önce dilinde hissettiğini, sonra baskı hissi oluştuğunu ve ağırlaştığını
ve daha sonrasını ise hatırlamadığım paylaşıyor.
Vanga’nın bu paranormal yeteneği hakkında yapılan analizlere ve atılan teorilere ayrı bir
başlıkta değineceğiz.
Renan Seçkin Kudüs tespihi önünde
Petrich'li kahinin bir diğer özelliği, duyu ötesi bir şekilde olayları görebilmesinin yanında,
onlar hakkında fikir yürütmesi, derinliklerine ve anlamlarına inmesi, vizyonlarının
statik/durağan değil, dinamik ve gelişme halinde olmasıdır. Örnek verecek olursak,
Bulgaristan'daki 1991 depremini ve derecesini görmüş ve analiz etmiştir. Bir tehdit veya hasar
durumunun oluşmayacağını anlaması üzerinde, panik yaratmamak için bu vizyonunu
duyurmamıştır.
Körfez krizi sırasında, Kudüs'ün zarar görme tehlikesini görmüş ama aynı zamanda
gerçekleşmeyeceğini de öngörmüştü. ("şimdi Kudüs yerle bir edilmeyecektir.") Buradaki sözleri
aslında yoruma açıktır. Belki de kutsal şehrin ileriki bir zamanda yok olacağını kastetmek
istemişti...
Kahinin paranormal yeteneğinin bir özelliğine değinmeden geçmek istemiyorum. Vanga, bir.
şekilde özümsenmeyen bilgiye sahip hale geliyordu. Global çapta geçmişi ve geleceği görme yetisi
olan kahin, kendisine anlatılan eski medeniyetler tarihi, Mısır ve firavunları, eski dinler tarihini,
Tibet araştırmaları ve uzay ile muhtemel ilişkisi gibi konulan ilgiyle, ama konuya yabancı bir
şekilde dinliyordu. Yabancısıydı da zaten, 3 yıllık körler okulunda geçirdiği zaman haricinde bir
eğitim görmemişti. Fakat belli bir tarihsel kişilik veya olay söz konusu olduğunda, birden kitap
yazacak kadar bilgiye sahip hale geliyordu. Sanki bir kozmik kütüphaneden istediği tarihsel
olayla ilgili kaynağı bulup çıkarıyordu ve oradan kendisine sınırsız bir bilgi akışı sağlıyordu.
Kozmik düzen, varoluş, ölüm ve ötesi, evrensel kanunlar gibi konular ile ilgili çok farklı
yorumları bulunan Petrich'li kahinin bu açıklamaları üzerinde ilerleyen bölümlerde ayrıntılı
olarak durulmuştur...
Ünlü kahinin izah etmeye çalıştığımız tüm bu mistik yeteneklerinin yanında, şifa dağıtma iyileştirme gücü de vardı, ki bu yeteneği insanların temel geliş sebeplerinin başındaydı. Vanga'nın
yaptığı uğraşın yarısını, hastalıktan muzdarip insanlara tedavi yolunu göstererek yardımcı olmak
oluşturuyordu. İnsanlar birçok tedavi yolunu denedikten sonra, çaresizlik içinde son şans olarak
onun kapısına gelirlerdi. Ve çok kez onlara söylediği tek bir söz, cümle yeterli gelirdi. "Kanser
değilsin, iyileşeceksin.'', "Korkma, ben seni iyileştiririm.", "Sofya'ya, Dr.
Kostadinov'a gideceksin gibi cümlelerden sonra insanlar rahatlamış, gülümser bir şekilde oradan
ayrılırdı. Veya kaçınılmaz olanın geldiğini anlayıp, kadere boyun eğip giderlerdi.
Gelenler aynı bir psikoterapiste gider gibi, derdini anlatırlar, doğru yolu bulma, anlaşılma ve
ümit ihtiyaçlarını karşılarlardı. Vanga'ya sorgulama ihtiyacı hissetmeden inanırlardı.
Söylediklerini düşünmeden, analiz etmeden doğru kabul ederlerdi. İyi olacaklarını söylediğinde
ve tedavi yolu önerdiğinde şartsız inanırlardı ve bu telkin onların tedavi etme başarısını
yükseltirdi. Tedavide inancın rolü tartışmasızdır, insanların kendisine itimadı, güveni ve inancı,
tedavinin de yarısıydı.
Kendisi veya yakınları için bir şifa bulmak amacı ile gelenlere kahin farklı şekillerde yardım
ederdi. Doktorların koyduğu teşhisi doğrulayıp, tamamlayıcı alternatif tedaviler önerirdi. Ya da
direk olarak başka bir hekim ismi veya sağlık kuruluşu ismini verirdi. Bazen yanlış teşhis
koyulduğunu söylediği de olurdu. Vanga hekimlere ve tıbba son derece saygılıydı ve sıkça
gelenlere tedavilerini sürdüren doktorların talimatlarına uymaları gerektiğini salık verirdi. Birçok
defa ise kendi orijinal yöntemlerini kullandırırdı.
Petrich'li kahine göre iki tür hastalık vardı: "şunu bilin ki, hastalıklar iki şekilde tedavi edilir.
Bazılarında profesör ilaçları, diğerlerinde ise koca karı ilaçları kullanılır.” Vanga'nın düşüncesine
göre şifalı bitkilerin iyileştirme gücü en çok o bölgede doğup büyüyenler üzerinde etkilidir. Kahin,
herkesin kendi yaşadığı yerin şifalı otlarından yararlanması gerektiğinin altını çizer.
Son olarak, bazı hoş olmayan gerçeklere de değinmeden geçmemek adına, Vanga'nın siyasi
baskı altında bazı sözleri emir alarak söylediğini eklemek istiyoruz. Bazı sözleri tamamen senaryo
gereği söylenmişti. Belki de bundan dolayı kahin demokrasinin gelişiyle hayatından endişe
etmeye başlamış ve yakın çevresine zehirlenme ihtimalinden bahsetmiş, korkusu-
nu paylaşmıştı. Etrafında iyi niyetli olmayan insanların kendisine zarar verme olasılığına karşı
tetikte olmuş, özellikle yiyip içtiklerine çok dikkat etmişti.
III.BÖLÜM
RUH VE REENKARNASYON
Ruh ve Reenkarnasyon
Ölümden sonra yok olan sadece bedendir. İnsanın içinde çürümeyen şey candır, ruhtur. O
gelişmeye devam eder ve daha üst bir seviyeye ulaşır. Şöyle oluyor: önce cahil ölüyorsun, sonra
öğrenci ölüyorsun, sonra yüksek lisans okumuş oluyorsun daha sonra bilim adamı veya toplumda
yüksek kademede biri... ¡Su, ruhun yolculuğudur.
(K.Stoyanova - Vanga)
Vanga ölümü sadece fiziksel bir son olarak görmekte, benliğin ölüm sonrası korunduğunu
düşünmekteydi. Deneyim kazanmak adına tekrar tekrar bedenlenen ruhsal varlık, minimum 150
kez reenkarne olurdu. Kahinin görüşüne göre Dünya'da en az 12 bin yıl süre geçiren insan, yeterli
bir gelişme aşamasına ulaştığında başka gezegenlere gider. Orada eğitimin bir üst safhasına tabi
tutulur. Öğretinin bir kısmı, hayat ve zeka yaratmak üzerinedir.
Kahin, ölen annesi hakkında neden konuştuğunu soran bir ziyaretçiye "Onu sen getirmedin.
Onlar (ruhlar) kendileri gelirler, çünkü ben onlar için bir kapıyım." şeklinde cevap verin "Yanıma
biri geldiğinde, onun rahmetli yakınları etrafım sarar, bana sorular sorarlar ve de sorulara cevap
verirler. Ben onlardan duyduklarımı hayatta olanlara iletiyorum,"
Genç ruhların ışığı turuncu renktedir. Daha yaşlı olanların, eflatun. En yaşlılar ise koyu mor renkte
ışıldarlar. Beyaz ve siyah ruhlar vardır. Siyahlar asla beyaza dönüşmezler. Hatta o kapkara renkleri solmaz
bile. Cezaları ağırdır ve sonsuza dek sürer. Dünyada iken her birimizin ikişer ruhani öğretmeni vardır. Bu
yol göstericiler görünmezdir ve karmaya müdahale etmelerine kesinlikle izin verilmez. Kaderi
değiştiremezler, sadece bizi inceden yönlendirirler. Başka bir şey yapmalarına izin yoktur...
Cennet ve cehennem diye bir yer yoktur. Sadece çeşitli kademelerde eğitim vardır. Ölüm bir
düzeltmedir.
Dünyadaki görevini tamamladığın zaman ya üst seviyeye çıkıyorsun ya da vazifeni tam olarak yerine
getiremediysen aynı seviyede kalıyorsun. Dünyaya her yeni gelişimizde belleğimizi siliyorlar. Karma
tarafından yazılan yeni kaderimizi yaşarken belleğimizi alıyorlar. Biz ailemizi kendi inisiyatifimizle
seçiyoruz. Daha doğmadan evvel. Ve asla onlarla aynı seviyede olmuyoruz. Böylece kendi çocuklarımız ile
de... Reenkarne olmaya en alt seviyeden başlıyoruz, bu süreç yaratıcı güçle birleşmemize kadar devam
ediyor.
Yukarıdaki sözleri kahin, Petar Bakov'un yanında trans sırasında söylemiştir.
Vanga'nın reenkarnasyona olan inancı tartışmasızdır. Kahin her varlığın kendi ruhsal evrimini
yaşadığına dikkat çekmektedir. Belki bu açıdan düşünecek olursak, insanlar arasındaki doğuştan
olan farklılıklar her ne kadar adil görünmese de bir anlam kazanmış olur. Mesela neden bazıları
daha zeki, daha yoksul vey a zengin, bazıları daha yetenekli doğar. Bir kısmı ise tamamen rutin bir
hayat yaşarlar. İnsanlar yeniden hayat buldukları bedende eski benliklerine dair anıları unuturlar,
fakat önceki yaşamlarında edindikleri tecrübeler doğuştan yetenek ve yeteneğin sayesindeki
başarılar ile kendini ortaya çıkarır. Ruh gelişimi alt seviyeden üst seviyelere doğru olmasına
rağmen, bazen tersi sürecin işlediği de görülür.
Ünlü kahinin konuşmalarından, ruhsal varlıkların bulundukları "öte hayatta" görme, duyma,
tad alma gibi duyularını muhafaza ettikleri sonucuna ulaşıyoruz. Dünyada geçirdikleri süreyle
ilgili anılarını muhafaza ediyorlar, yakınlarının yaşantılarına ilgi duymaya devam ediyorlar,
onlarla ilgili soru sorup, öğüt veriyorlar. Çok defa da sevdikleri bir yiyecekten içecekten
bahsettikleri olur. Anlaşılan o ki, dünyadaki hayatla ilgili bağları tam olarak kopmamıştır.
Ruh ölmez. Sadece kötülerin ruhları kötü olur ve onları yukarı almazlar. Onlar reenkarne
olmaz.
Reenkarnasyon vardır, ama tüm ruhları kapsamaz. Tekrar dünyaya gelenler iyi ve en iyi
ruhlardır. (Trud Gazetesinden) Kimlerin yeniden doğacağı ve dünyaya tekrar kaç kez gelindiği
konularıyla, ilgili farklı çevrelerde farklı görüşler belirtilir. Bir kısım düşünür, ruhun bir kez
dünyaya gelmesiyle, en üst seviyeye ulaşana kadar yüzlerce kez (777 sefere kadar) tekrar
doğabileceği görüşünü savunur. Vanga'ya göre, ruhsal gelişimini tamamlamak için varlık en az
150 kez reenkarne olmak zorundadır. Diğer bir görüş ise, Çan'ın son derece kıymetli bir hediye
olduğunu ve onu geliştirme şansını kaçıran ruhların (kötülüğü yenemeyenler) reenkarne olma
şansını da yitirdikleridir. Böylece sonsuza kadar gelişme şansını kaybeden ruhlar irade ve
benlikten yoksun kalırlar. Kahin, bu ikinci görüşü savunmaktadır. "Kötü” ruhların yeniden doğma
fırsatını elde edemeyeceklerine dikkat çeker. Bu görüşünü destekleyen başka cümleleri de vardır:
Çok kişi bana gelip soruyor: "Bana önceki hayatımda nasıl biri olduğumu söyle." Ben de cevap
veriyorum: "Sana önceki hayatının olduğunu kim söyledi?" Başkaları şunu sorar: "Bir sonraki
hayatımda kim olacağım?” Cevap veririm: "Sana sonraki hayatının olacağını kim söyledi? Sen
şimdiki hayatına bak ve daha iyi biri olmaya özen göster." (Şair Peter Bakov'un anlatımı)
Parapsikolojik olayları ve tecrübeleri inceleyen uzmanlar, ruhun beden dışına çıktığında
aşması gereken bir enformasyon-enerji bariyerinin varlığından bahsetmekteler. Öteki, "ruhsal"
aleme geçiş ancak bu bariyerden geçişle mümkün olmaktadır. Transferin gerçekleşme
aşamasındaki zorluk derecesi ise, insanın kendi iç ruhsal temizliği ile bağlantılıdır. Ruhsal gelişimi
yeterli olmayan, örneğin maddiyata düşkün birinin fiziki olmayan dünyaya geçişi sadece ölümü
halinde mümkün hale gelmektedir. Daha iyi anlayabilmek için, gözümüzde enformasyon- enerji
bariyerini bir piramit olarak canlandıralım. Piramidin tabanı, en alt seviyede gelişmiş ruhların kat
etmesi gereken mesafe olur; tepesi ise ruhsal arınması tamamlanmış varlıkların "transfer"
noktasını oluşturur. Buna göre gelişimi az olanın, "ruhani aleme" e girebilmek için tabandan
başlayarak yukarı, tepeye kadar tüm mesafeyi kat etmesi gerekirken, "asil" ve temiz varlık için
mesafe çok kısadır ve rahatlıkla, fazla enerji harcamadan irtibata girip çıkabilmektedir. Petrich'li
kahinin ruhsal zenginliğini düşündüğümüzde, onun fiziki olmayan alem ile problemsiz iletişimi
bizleri bu açıdan şaşırtmamaktadır. Piramit bariyerin farklı seviyelerinden geçen ruhların
birbiriyle kontağa girmeleri mümkün değildir.Belki de ölüm, kaybettiğimiz kıymetli insanlara
kavuşacağımızın garantisi değildir, çünkü çeşitli gelişimde olan bizlerin farklı farklı boyutlara
gitmesi olasıdır. Bu açıdan baktığımızda, bazı ruhsal varlıkların kahine başka cansız varlıklarla
ilgili sorular sormalarına bir anlam verebiliriz.
Kuşkusuz hepimiz tekrar dünyaya gelmeyi arzu ederiz. Bu sonun olmayacağına dair bir
ümidimizdir, şüphesiz en büyük isteğimizdir. Hayata tekrar geleceğimize dair inanç, tekrar bir
yaşama şansı vermektedir, fakat aynı zamanda "iyiliklerimizi ertelememiz" sakıncası da
doğurmaktadır. Bu hayatta yapabileceği iyi şeylerin maksimumunu uygulamayan birini,
"iyiliklerini" bir sonraki hayatına erteleyebileceğim düşündürerek yanılgıya düşürür. Bu şekildeki
bir düşünce yapısı kişinin ruhsal gelişimini yavaşlatır. Vanga'nın dediği gibi, tekrar dünyaya gelip
gelmeyeceğimizi kim bilebilir? Yaşanacak yalnızca bir ömrümüz varmış gibi içini tıka basa
iyiliklerle doldurmamız gerekir...
Kahin çevresine, evvelki yaşamında bir kadın firavunun kızı olduğunu; annesinin rüyasında
görünüp şu an yaşadığı Paris'e onu görmek için çağırdığım paylaşmıştır. O zamanki komünist
yönetim olası ajanlık suçlamalarını bertaraf etmek için kahinin ülke dışına çıkmasına izin
vermemiştir.
Vanga'nın, ruhun bedene (maddeye) gelişiyle ilgili sözleri oldukça enteresandır:
Ruh nereden gelir? Semalardan bir güneş ışınıyla inip, cenine yerleşir. Henüz doğmamış olmasına
rağmen artık o bağımsız yaşar.
(L. Georgiev, Vanga ile Görüşmeler)
Ruhlar bardaktaki su gibi saydam ve renksizdirler. Fakat onlar ışıldar, onlardan ışık yayılır.
Aynı insanlar gibi davranırlar -oturuyorlar, yürüyorlar, gülüp ağlıyorlar... geni rahat
bırakmıyorlar. Uykumdan uyandırıp: "Kalk! Çalışma zamanıdır*.“ diyerek çağırırlar. Son
zamanlarda bana "Korkma ! Dünya yok oluşa doğru gitmiyor.“diyorlar.
(1979, Ludmila ve Vanga)
Kuşkusuz Vanga'nın kehanet yeteneği, fiziki olmayan dünyayla sürekli iletişiminden
beslenmektedir. Kendisine en fazla enformasyon bu kanalla ulaşmaktadır. Prof. Dr. Dragoytcev'e
söylediklerinden ruhların iki türlü, iyi ve kötü olduğunu, iyi olanları beyaz renklerinden ve yerin
hemen az üstündeki süzülmelerinden, kötü olanları ise kayganlıklarından ayırt ettiğini
öğreniyoruz. Daha büyük ölçekte, toplumu ilgilendiren kehanetler söz konusu olduğunda ise
farklı bir ses duyar ve genellikle transa geçer. Transtan sonra oldukça bitkin olan kahin, sıkça ağır
uykuya dalar. Kendisiyle nasıl irtibata geçildiğini şu sözleriyle özetler:
Bu ses benimle ilk kez on sekiz yaşımda iken irtibata geçti, fakat Nisan 1941'de bana daha
farklı, ısrarlı bir sesle konuşmaya başladı. "Yakında savaş olacak." dedi. Bana ölmüşlerin kendileri
konuşuyor, ve o ses de ayrıca konuşur... Ben korku nedir bilmem. Canlı insanlardan korkarım,
ama ölmüşlerden korkmam.
Transa gireceğim zaman, önce bunu dilimde hissederim, ve ondan sonrasını hatırlamam.
Trans halindeyken bana önemli olanları iletirler.
(1979, Vanga)
, Bazen o kadar yüksek sesle bağırıyorlar ki, başım çatlayacak gibi oluyor. Hele ki kötü bir şey
olacağı zaman - hastalık, ölüm, kaza gibi... O beni "Söyle, söyle!" diyerek sarsıyor, bense
söylememem gerektiğini biliyorum. O zaman usulca yana dönüp kişinin duyamayacağı şekilde,
sessizce söylüyorum ki bu şekilde benden çıkıp gitsin. Yoksa çatlar, ölürüm."
Ölmüşlerin ruhları geliyorlar ve canları ne isterse onu yapıyorlar. Ziyaretçi geldiğinde,
gözlerimin önüne soldan sağa hareket eden resimler beliriyor. İnsanlara, mekanlara, kazalara ve
hatta bütün bir olaya ait resimler görüyorum. Bazen o kadar çoklar ve o denli hızlı hareket
ediyorlar ki, onları anlatmaya yetişemiyorum, lâkin durduramıyorum da.
Ondan dolayı gelen kişiye gelme sebebini soruyorum. Hastalık mı, kayıp bir şey mi? İş,
Çocuklar? Neyi merak ettiğini söylesin ki önemli bir şeyi kaçırmış olmayayım.
Ben gördüklerimi ve duyduklarımı aktarıyorum. Ruhların ilk söyledikleri gelenin kişinin
ismidir.
0971, Doç. Stoyu Stoev'e söylenmiş)
Vanga için, rahatlıkla aynı anda iki dünyada yaşıyor diyebiliriz. Reel dünyada ve de bize
görünmeyen, ruhani alemde.
Her ne kadar fizik ötesi dünyayla kontak bizlere absürd, inanılmaz gelse de, kahini ziyaret eden
binlerce insanın varlığı bu fikri tümden inkar etmemizi imkansız hale getiriyor. Biz her ne kadar
şüpheci yaklaşsakta, bir gerçeği göz ardı edemeyiz. Petrich'li kahin Vanga 50 yılı aşkın süre
içersinde bazı verilere göre toplam bir milyon civarında insanı kendisine çekmiştir. Başka bir
deyişle, yeteneğinin toplumsal kabulü zaten başlıca da ispatı özelliğini taşır.
Vanga, Petrich Belediyesine bağlı "Telkinbilim" bölümü (Suggestoloji) yöneticisi Simeon
Velitckov'un öteki hayat olup olmadığına ilişkin soruları karşısında geniş açıklamalarda bulunur:
"Ölüm sonrası hayat vardır! Kendi gözlerinizle yanıma konuşmak için gelen ruhları
göremiyorsunuz, onlar ölüm sonrası gidilen yerden geliyorlar. Elli, yüz yıl evvel hayata veda
edenlerle ben nasıl konuşabiliyorum? Onlar kayıp olan ki iler mi ki! E er tamamen kayıp olsalardı,
gömüldükleri toprağın içinde yok olsalardı onları nasıl görebilirdim? Yakınlarının doğruluğunu
onayladı ı bunca detaylı bilgiye nasıl ulaşabilirdim? İsimlerini ve görünüşlerini nasıl ayırt
edebilirdim, ki onların birçoğu gelen yakınlarından özellikle bir takım taleplerde de
bulunuyorlar..."
Kahin Vanga, ömrü boyunca kendisi için olağan, diğer insanlar için mantığın dışında olan fizik
ötesi alemi bu gibi sözlerle anlatmaya çalışmıştır...
IV.BÖLÜM
KOZMİK DÜZEN
Kozmik Düzen
Dünya, kainat ve içindeki her bir canlı belirlenmiş bir kozmik ritm ve düzene tabidir. Düzen
içerisindeki en küçük sapma bile çok büyük ve telafisi olmayan sonuçlara götürebilir ve
neticesinde bedelini ağır öderiz.
Ahengi bozmayın, iyi olun!
Hayatı, birbiriyle ilişkili, etkileşimli olayların birliği olarak anlamak, kahinlerin de, felsefe ve
bilim dünyasının da ortak görüşüdür. Yalnız kahinler bilimsel teori ve buluşlardan ayrı bir kaynak
- ezoterizmi kullandıklarından dolayı evrensel kanunlarla ilgili bilgilere daha önce ulaşırlar.
Kendilerine kozmik sırların açıldığı kahinler çok güçlü önsezilere sahip olarak saklı gerçeklere
ulaşabilir, olacakları bazen yüzlerce yıl evvelinden görebilirler.
Hayatımızın sadece kendimize ait olduğunu ve onunla istediğimizi yapabileceğimizi
sanmamız büyük bir yanılgıdan ibarettir. Çünkü var olan her şey bir şekilde birbiriyle ilişkili
olarak yaratılmıştır. Kuantum fiziği bizlere, en küçük parçacığın bile kendisinde bütünü taşıdığı
bilgisini doğruladı. Buna göre evrendeki her şey, biz dahil, tek bir bütünün parçalarıyız ve aslında
içimizde bütünün bilgisini barındırıyoruz. Kelebek etkisi teorisini düşünelim - Çin'de kanadını
çırpan bir kelebek, Amerika'da fırtına yaratabilir. Aynı prensipte tek bir bütünün unsurları olarak
birbirinden ayrılmaz etkileşimde olan insanların her yaptığı/yapmadığı hareket birbirini etkiler.
Ondan dolayı sadece kendimizle ilgili sorumluluk hissetmemiz ve yapacaklarımızın kimseyi
ilgilendirmeyeceğini düşünmemiz büyük bir yanılgıdır. Vanga, buna özellikle dikkat çekmek
istemiştir. Yapacaklarımızla kozmik uyumu etkiliyoruz, ve de yaptığımız denge bozucu
hareketlerin karşılığını Hepimiz birlikte ödüyoruz.
Ünlü kahinin Tanrı anlayışı, diğer birçok kavramı gibi
klasik Hristiyanlık öğretisinden farklılık arz etmektedir. Aslında Vanga, yaratıcı için tam olarak bir
isim de seçmemiştir. Tarif etmeye çalıştığında en çok onu ışığa benzetir. O kadar parlaktır ki,
ışığından dolayı aslında ne olduğunu görmek imkansız haldedir. Biz insanlar, ruhsal gelişimimizi
yükseltmek yükümlülüğünü taşıyan Tanrı'nın bir parçası ve prototipiyiz. "Gelişmekte olan
Tanrı'yız." Gelişimimizi tamamladığımızda onunla' birleşiriz, "O" haline dönüşürüz. Tanrı, devasa
bir kalp organına benzer şekilde sürekli olarak kasılarak ruhsal evrimini tamamlamış varlıkları
kendisine çeker. Onlarla birleşir. Böylece sürekli gençleşir, yenilenir. Kahin, çok ilginç başka bir
noktaya da değinir: Ona göre evrende var olan her şey, Tanrı ile sınırlı değildir. Kainatta olan her
şey, Tanrı ile sınırlanamayacak kadar fazladır!
Tanrıya inanmıyorsunuz, ama size yardım etmesini istiyorsunuz, bana inançsız gelmeyin,
çünkü size ben değil, O yardım ediyor.
Tanrı ışıktır, onun bir görünüşü yoktur. Işıktan bir toptur. Onu kimse görmedi ve görmeyecek
(Kaiya chapkinova - Petrich)
Çok farklı kitaplar yazılmıştır, fakat insan, ruhani ve fiziksel hayatın olduğunu ve hepimizin
üzerinde bir güç olduğum idrak edemeden, nihai gerçeğe (yanıta) ulaşamaz.
Tanrı, ışığından bakamayacağın dev bir ateş topudur. Sadece ışık, Başka bir şey görünmüyor.
Eğer biri sana Tanrı'yı gördüğünü söylerse, ona inanma.
(K. Stoyanova - Vanga)
Tanrı var, ve eğer sessiz olursanız, taşlar bile onunla ilgili konuşacaktır. Körlerin ışığın
varlığını bildikleri gibi, sakatların sağlıklı
İnsanların olduğum bildikleri gibi, sağlıklı insanların da Tanrının varlığını bilmeleri gerekir.
Ben kırk yıldır transa giriyorum ama ne Tanrıyı gördüm ne de Hz. İsa'yı. Fakat biliyorum,
Tanrı ateş ve ışıktır!
(Heykeltıraş İvan Varchev'e söylenmiş)
"...Biz daimiyiz ve de yalnız değiliz. Evrensel bütünlüğün bir parçasıyız. Şunu bil ki, Tanrı her şey
değildir. Çünkü her şey çok fazladır, her şey ondan bile fazladır. Tahmin bile edemezsin... Her
birimiz bir gizemiz, çünkü Hakikati üretiyoruz... Biz hepimiz Tanrıyız ve Tanrı içerisinde tüm
ruhları barındırır. Başka bir deyişle biz gelişmekte olan tanrıyız ve yürümemiz gereken yoldan
gidiyoruz... Kaderimizden...
Bizi üstün yapan bedenimizle yaptıklarımız değil, beynimizle yaptıklarımızda. Gelecekte olacağın
varlığın gözleriyle kendine bir bak. Mutlak Gözetici'nin gözleriyle. O zaman kendine ne kadar
güleceksin, bir bilsen!
Biz ve çevremizdeki her şey bir bütünün parçasıyız, ayrı değiliz. Bütünle bağlantılıyız, yalnız
değiliz..."
Vanga, tüm varlıkların ortak bir Kozmik Zeka oluşturduğundan söz eder. Bundan dolayı her
birimiz kendi zekamızı, yaratıcılığımızı geliştirmek sorumluluğunu taşıyoruz. Var olanın temel
vazifesi dünyasal, maddesel yaratıcılık değildir, kendi zihinsel gelişimini ilerleterek, Ortak
Zeka'nın gelişmesine katkı sağlamaktır. Kahin, zihinsel çalışmalarımızın ürünü olan bilgisayar
teknolojilerinin doğru yol olmadığına işaret etmektedir.
ileride daha güçlü veya daha zengin olma mücadelesi sona erecek. Çünkü önemli olan, daha
akıllı olmaktır, zira Bilinç (Zeka) ortaktır, kolektiftir. Parçalara ayrılamaz. Ve en Önemlisi, evrendeki her şeyin oluşturduğu Ortak Bilinç, şu anki
bilgisayar gibi şeylere karşı mücadele verecektir.
Her birimiz evrenin mikroskobik bir parçasıyız ve hepimiz biriz. Her birimizin benzersiz
olmasına karşın bir bütünü oluşturuyoruz.
Her insan, kim olursa olsun, dünyaya belli bir görev ile gelmiştir Hayatı her alanda yaşatmak
ve onun, şu anda bilemeyeceğimiz bir takım kozmik hedefler doğrultusunda gelişimine katkıda
bulunmak
Şurada bulunma sebebimiz, yaratıcı olmak vazifemizdir. Mekanı fikirlerle ve bilgelikle
doldurmak için yaratılmışız. Varoluşun temeli bilinçtir ve bir gün düşüncenin avatarlan olan
Budalara ve Asalara erişeceğiz...
Vanga'nm yeğeni Krasimira'ya söylediği bu cümlelerden, her birimizin hayatın sürekliliğini
sağlamak ve onu pozitif yönde geliştirmek vazifesini taşıdığı sonucu çıkıyor. Çünkü "Birbirimizi
sevmeliyiz ve iyi olmalıyız. Eğer bunu beynimizle anlamaz isek, kozmik kanunların yaptırımı ile idrak
ederiz, fakat o zaman hem çok geç hem de bedeli ağır olacak." der kahin.
Gece siz uyurken, sessizlikte ben göksel sesleri dinliyorum. Çöğün çanlarının saat başı
çaldığını ve tüm canlıların bu ritme cevap verdiğini duyuyorum. Çiçek ne zaman açacağını, horoz
ne zaman öteceğini bilir.
Eğer her gördüğümü anlatabilseydim... Evrenin bildiğim fakat söyleyemediğim sırlan artık bir
barajı dolduracak kadar birikti. Duvarın yıkılmasına az kaldı, fakat... O zaman Tanrı
yardımcımız olsun!
Evet, Petrich'li kahin için realite, bizim anlayışlarımızın ötesindeydi. O kör olmasına rağmen
bizim algı sınırlarımızın ötesini duyumsayabiliyordu. Ve de bizlerin gerçek diye bildiklerimizin
yanılgı olduğunu, lâkin bunları kelimelere dökemeyeceğini izah etmeye çalışıyordu. En basit dille,
kendimizi sevgiye açma yoluyla ruhsal varlığımızı geliştirmemiz gerektiğini, aksi takdirde bu
yükselişin, ruhsal temizliğin gecikerek sonra çok daha fazla ızdıraba neden olacağını söylüyordu.
Çünkü gerçek sandığımızın aslında hiç de öyle olmadığını anladığımızda buna hazırlıklı olmayan
varlığımızı nasıl bir şaşkınlık, panik ve belki de hayal kırıklığı beklediğini ve bu şuursal kaos
aşamasını atlatmanın ne kadar güç olacağını göreceğiz. Tüm bu gerçeklere erişmiş olan kahin
bizleri bekleyen durum için uyarıyor, fakat gerçeğin neleri ihtiva ettiğini açıklamıyordu. Dediğine
göre daha fazlasını konuşmaya izni yoktu.
Kuşkusuz Vanga'nın, "Kozmik Bilgiler Kütüphanesinden" bilgi edinme yeteneği normal
insanlara göre çok daha gelişkindi. Evrensel sırların herkese aynı oranda açılmadığı bilinir.
Kozmik bilgilerin insanlara aynı oranda açılmamasının nedeni, her kişinin farklı moral,
entelektüel ve ruh gelişimine sahip olmasıdır. Ezoterik bilgiler sadece belirli insanlara belirli
seviyede açılır. Aksi durum zaten bu bilgileri almaya ve anlamaya hazır olmayan kişiye faydadan
çok, zarar getirir. Bunun için kahin tüm bildiklerini anlatmanın korkunç olabileceğini ima
etmektedir. Zaten kendi çevresinde de bu görüş ve bilgilerini çok az sayıda insana paylaşır.
Kimseye anlayabileceğinden, özümseyebileceğinden fazlasını açıklamaz.
Kozmik düzen, varoluş, ölüm ve ötesi, evrensel kanunlar gibi konular ile ilgili çok farklı
yorumlan bulunan Petrich'li kahinin insanoğlunun temel ihtiyacı olan su ile ilgili de normal
bilgilerin ötesinde fikirleri mevcuttu. Kısaca özetleyelim:
Amerikalı bilim adamı Poling'in "tüm istisnaların istisnası" olarak betimlediği su
maddesi,Vanga'ya göre canlı bir varlıktır. Güç tarafından, milyarlarca yıl evvel belli bir amaç ile
gönderildi. Dünya'daki hayatı yaratma görevini üstlenmişti. Suyun yaratma gücü gibi, yok etme
ve tekrar yaratma gücü de vardır. Dengenin negatife doğru kaydığı zamanlarda imha eder, sonra
sakladığı bilgilerle sil baştan yaratır. Suda, olacaklara ilişkin her şey kodlanmıştır... Madde de
canlıdır. Cansız madde diye bir şey yoktur, o sadece bizim hayal ürünümüzdür. Nuh tufanından
evvel de tufanlar olmuştu. Dünya'daki biyolojik çeşitliliğin kurtarıcısı Nuh değil, sudur. Suda her
şeyin bilgisi kaydedilir...
Petrich’li kahinin "Suda olacaklara ilişkin her şey kodlanmıştır" ve "suda her şeyin bilgisi
kaydedilir"cümleleri, eski kutsal kitaplardaki metinler ve ezoterik kaynakların üstü örtülü
bilgileriyle paralellik gösterir. Su elementi sembolü, bilgiyi sembolize eder. Buradaki suyla ilgili
anlatımlar, farklı toplumların kutsal kitaplarında da geçer. Örneğin Tekvin Bölümü'nde dünyanın
yaradılışıyla ilgili ilk satırlar şöyle başlar:
"Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu, ve enginin yüzü üzerinde
karanlık vardı; ve Allah'ın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu. "(Tekvin Bap 1/1-2) Bu
ve başka kutsal metinlerde, yaratılışın ilk aşamasında daha suyun olması, sembolik anlamı göz
ardı edildiği takdirde akla ve bilime aykırı gelir. Buradaki yaratılış evveli var olan su Vanga'ya
göre yaratılış bilgisinin, donelerinin kayıtlı olduğu bir tür muhafazadır. Mısır Mitolojisinde de
benzer bir tanım görüyoruz: "Nu yaratılış öncesi var olan ve bütün yaşamın kendisinden çıkmış
olduğu başlangıçtaki okyanustur. Nu'nun derinliklerinden yaratılan ilk varlık ise Ra'dır." Ancak
araştırmacılar bu yoktan varoluşun ilk başlangıç olmadığını düşüncesindeler. Ezoterik kaynaklara
göre bu yaratılış bizim devremizin, yani "Demir Çağın" başlangıcını teşkil eder. Burada Tanrı Nu
olarak ifade edilen sembol. Mu Uygarlığı'na karşılık gelmektedir. Mu ile ilgili bilgilerin kayıtlı
olduğu tüm eski yazıtlarda, insanlığın ilk ana vatanının Mu olduğu açık bir şekilde dile
getirilmiştir. Mu'nun sulara gömülmüş olmasından dolayı, Mu'nun sembollerinden biri de
denizdir. Burada hemen Vanga'nın Nuh Tufanı ile ilgili söylediklerini hatırlıyoruz. Kahine göre,
canlıları kurtaran Nuh değil, su dur. Su, tufan öncesinde canlı varlıkların bilgisini kopyalayıp
saklamıştır! Sonra da bu bilgilerden yararlanarak canlılar yeniden yaratılmıştır. Mısır mitolojisine
göre ise Nu, yaşamın kendisinden çıkmış olduğu okyanustur. Aradaki benzerlikler şaşırtıcıdır!
Maalesef Kahin Vanga'nın çoğu kişi için uçuk ve anlaşılmaz gelen söylemleri, henüz ezoterik
bilgiler ışığında incelenmemiştir.
Eski çağlardan bu yana tüm toplumlar, suya diğer temel maddelerden daha farklı, kutsal
özellikler atfederler. Örneğin Tuna nehri Slavlar için, Nil, Mısırlılar için, Ganj nehri Hindular için
kutsaldır... Hristiyanlar vaftiz edilir, Müslümanlar abdest alır, okunmuş su ile şifa bulunmaya
çalışılır, suya bakarak kehanetler yapılır... Dünya üzerinde suya kutsal, bazen de majik bir değer
vermemiş bir toplum yoktur.
Suyun sırrı geçmişten bu güne tüm beyinleri meşgul etmiştir. Fakat bu sırrın ortaya çıkmaması
için de özellikle uğraş verilmişti. Avusturyalı araştırmacı Viktor Schauberger, yarım yüz yıldan
fazla zaman evvel şöyle demiştir:
"...Eğer tarihe dönüp bakarsak, suyun gizemiyle uğraşanların acımasızca takip edildiklerini
görürüz. Eski kitaplarda suyun asıl yapısını açıklamaya yönelik olan en ufak açılımlar bile, bir
sonraki baskılarda mevcudiyetini yitirirler. Sanki sırrın korunması, para gücünü garantilemenin
de yoludur.
Su gizeminin korunması en sağlam kapitaldir. Bundan dolayı sırrın ortaya çıkarılmasına yönelik
yapılan her denemenin önü kesilir..."
Günümüzde bilim adamları, ünlü kahinin daha 1950'li yılların ortasında suya atfettiği "bilgi
saklama" özelliklerini, açıklamaya çalışırlar. 1960'h yıllarda Almanya'da meydana gelen bir
laboratuvar kazası suyun sahip olduğu yeni bir niteliğin araştırılmasına vesile olur. Tesadüf eseri,
laborant bir kabın içinde duran steril suya kapsül içinde muhafaza edilmiş güçlü bir zehir
düşürüyor. Birkaç gün sonra su kimyasal analize tabi tutuluyor. Tamamen temiz olduğu
görülüyor. Fakat kobay farelere içirilince birkaç gün sonra farelerin tamamı ölüyor. Suyun zehirle
temas etmediği halde zehirli özelliklerine ne şekilde sahip hale geldiği açıklanamıyor. Çok daha
sonraları araştırmacılar, suyun içinde barındırdığı maddelerle ilgili enformasyonu muhafaza
ettiğini tespit ederler. Tek bir canlı hücrenin, organizmanın bütün genetik bilgilerini sakladığı gibi,
teorik olarak tek bir su molekülü de, tüm gezegenin bilgilerim barındırabilir!
Suyun alışılmadık nitelikleri üzerinde birçok deneysel çalışma yapılmıştır. Araştırmaların
neticesinde suyun, bilgi saklama özelliğinin yanında girdiği maddenin çeşidine göre farklı farklı
ve tahmin edilemez bir moleküler dizilime girdiği de saptanmıştır. Japon profesör Masaru Emoto
dondurduğu su damlalarım incelemiş ve hatta fotoğraflamıştır. Kirli (eski) suyun ve kaynak
suyun değişik strüktürde olduğunu gözlemlemiş. Su moleküllerinin farklı müzik
kompozisyonlarının etkisiyle değişen dizilimler oluşturduklarım ve en ilginci de görsellere
(örneğin yazılara) tepki verdiğini keşfetmiştir!
Bir gün bilimsel ve ezoterik araştırmaların suyun sırlarım ortaya çıkaracaklarını ümit ettiğimizi
belirterek Vanga’nın Kozmik Düzen felsefesini incelemeye devam ediyoruz...
Petrich'li kahinin evrende Dünya'mızın haricinde başka canlıların olduğunu söylediği ve hatta
onların bir kısmı ile irtibata girdiği iddia edilir. Vanga'ya göre farklı farklı gelişim seviyelerine
sahip olan evrendeki canlı varlıklar arasında bizler en alt seviyelerde bulunuyoruz. Gelişimde 3.
seviyedeyiz. 26. seviyeden itibaren Yaratıcı ile direk kontağa izin verilir, 33. kademeye
ulaşıldığında ise onunla birleşmek, Bir olmak, "O" olmak mümkün hale gelir... Bu şekildeki
birleşmeler, "erimeler" sayesinde Yaratıcı ihtiyarladıkça gençleşiyor. Yaratıcı'nın sonsuz ve ebedi
olma sebebi budur...
Kıyamet olmayacaktır. Cennet de cehennem de tamamen uydurma şeylerdir. Sadece bir tek güç
var, o da Kozmik Armoninin gücü.
Vanga'nın bu cümlelerde bahsettiği kıyamet aslında dünyadaki canlı hayatın tümden yok
olmasına sebep olacak olan tufandır. Ünlü kahin, tufan diye bir felaketin gerçekleşmeyeceğini
anlatır ve kutsal kitaplarda yazılanın aksine cennet ve cehennemin var olmadığından söz eder.
Ünlü kahinin dinin temel kavramlarına tümden zıt tarzdaki bu tip fikirlerinin olması kilisenin ters
tavır takınmasına neden olur. Aslında bakacak, olursak, Vanga'nın çok güçlü bir dini inancı vardır
ve insanlarla en çok Tanrı ve sevgi üzerine konuşmaktan hoşlanır. Bütün hayatı boyunca daima
komünist sistemin tanrı tanımaz felsefesi karşısında durmuştur. Fakat Yaratıcı anlayışı dini
dogmalardan oldukça uzaktır ve bu durum kilisenin rahatsız olmasına yol açar. Kitabımızın
ilerleyen bölümlerinde, Bulgar Ortodoks Kilisenin yetkili bir görevlisi tarafından yapılan resmi
görüş ve açıklamaya ayrıca yer verilecektir.
Yine Tanrı konusuyla birlikte kahinin en çok konuşmayı sevdiği diğer bir tema Dünya'da
bizden evvel yaşamış olan medeniyetlerle ilgilidir. Eski uygarlıkların ortaya çıkışı ve kozmik
kökenlerine ilişkin geniş açıklamaları olur. Başka bölümlerde üzerinde daha ayrıntılı durulacaktır.
Burada kısaca ezoterik kaynakların bize sunduğu bilgilerden bahsetmemiz yerinde olur.
Bizden evvel dünyamızda çok daha eski uygarlıklar yaşamıştır...
Günümüze kadar gelen bilgilere göre bizden evvel en az 21 medeniyet var olmuştur.
Milyonlarca yıldan beri çeşitli uygarlıklar doğmuş, gelişmiş ve yok olmuştur.
Mu ve Atlantis
Binlerce yıldır efsanelere konu olan Mu ve Atlantis kıtalarının batışı ezoterik kaynaklarda
tufanla açıklanır.Tufan, bazı bilim adamlarının iddia ettikleri gibi sadece Mezopotamya ve
Ortadoğu ile sınırlı değildir. Aksine, tüm dünya insanlığının hafızasında silinemeyecek izler
bırakmış olan bu felaketten en az etkilenmiş bölgelerin başında Ortadoğu gelmektedir. Diğer
bölgeler tufandan çok daha fazla etkilenmişlerdir.[ Aynı anda iki dev kıtanın sulara gömülmesine
neden olan felaketten söz etmeyen, dini efsanelerinde, mitoslarında kıyamet tasvirleri ile tufana
yer vermeyen millet ya da kavim yok gibidir. İskandinavyalılar, Hintliler, Yunanlılar, Yahudiler,
Türkler, Şamanlar Kızılderililer, Polinezyalılar, kısacası dünyanın dört bir köşesinden tüm
kavimler tufan olayından oldukça ayrıntılı biçimde söz ederler. Bunun yanı sıra kutup
buzullarının da en son 12 bin yıl önce çözüldükleri bilinmektedir. Tüm dünyanın değilse bile,
okyanuslara uzak bölgeler ve yüksek yerler dışında her yerin dev dalgalar ve çözülen buzul suları
altında kalmasına yol açan bu felakete ne sebep olmuştur?
Çeşitli ezoterik ve okült kaynaklarda, insanlığın neredeyse sonunu getirecek nitelikte olan bu
felaketin nedeni hakkında üç ayrı teori öne sürülmektedir. İnceleyince göreceğiz ki, bu teoriler pek
değişmeden günümüzde yine üretilmektedir. Ama bu tip teorilerin Jung'un da ifade ettiği gibi
arşetipik kayıtlarımızda olup, her değişimde hafıza kayıtlarımızda yeniden kullanılmadığını nasıl
ispat ederiz ki? Edemeyiz! Her karışık dönemde pek çok teori ürer ama sağduyuyu
yitirmeyebiliriz. Hiçbir şey bildiğimizi sandığımız gibi de olmayabilir. Gereksiz yere tufan,
çarpacak meteor teorileri de üretiliyor olabilir. En iyisi kadim uygarlıkları da güncel bilgilerle
birlikte incelemek ve aklın, mantığın kılavuzluğundan da vazgeçmemek...
Teoriler sırasıyla şöyle; 1-Bunlardan ilki, uzaydan gelen çok büyük bir meteorun, dünyanın
güneş yörüngesindeki ekseninde dahi sapmaya yol açacak kadar büyük bir şiddetle Mu kıtasına
çarptığım iddia etmekte. Bu teoriye göre Pasifik çukurunun oluşması ve Mu kıtasından bu denli
az belirti kalmasının nedeni bu meteordur. Ancak bu teori, eksendeki sapma nedeniyle Atlantis'in
de battığını öne sürerken, diğer kıtaların bu sapmadan niçin çok fazla etkilenmediklerine açıklık
getiremiyor. 2-İkinci teori ise, James Churchward'in öne sürdüğü, jeolojik nedenlerle kıtaların
batması teorisi. Churchward, Atlantis ve Mu kıtalarının denizden yükselmelerine, bu kıtaların
altındaki büyük gaz kütlelerinin sebep olduğunu ve zamanla bazı noktalardan yeryüzüne çıkan
gazların, içinde bulundukları ceplerin boşalmasına neden olduklarının öne sürüyor.
Churchward'a göre içleri boşalan bu ceplerin üzerindeki topraklar çökmüş ve kıtalar da bu
nedenle batmıştır. Ancak İngiliz araştırmacı, bu olayın iki kıtada birden aynı anda ya da çok kısa
aralıklarla nasıl meydana geldiğini izah edemiyor.3-Üçüncii teori ise, uygarlık ve teknolojide çok
büyük aşamalar kaydeden Mu ve Atlantis'in birbirleriyle savaşmaları ve kendi sonlarını kendileri
hazırlamaları teorisi. Büyük tufandan sadece 12 bin sene, kendi uygarlığımızın başlangıcı olarak
kabul ettiğimiz tarihten itibaren de sadece 6 bin sene sonra atomik güçleri kullanabilecek aşamaya
geldiğimiz düşünülürse, en az 70 bin yıl yaşamış olan uygarlıkların bilim ve teknoloji alanlarında
da hangi boyutlarda olabileceklerini tahmin etmek pek zor da değil. İnsanoğlunun hırsının geçmiş
dönemlerde bugünkünden daha az olduğunu düşünmek için ise hiçbir neden bulunmamaktadır.
Dünya egemenliğini sağlamak için, evren yasalarını kendi egoları doğrultusunda kullanmak
isteyen aynı düzeydeki iki kuvvetin, iki süper gücün çekişmesine sadece günümüzde
rastlanabileceğini iddia etmek ise komik olur.
Bazı eski Tibet, Maya, Hindu belgeleri ile, Tevrat gibi Ortadoğu dini kitaplarında, bu iki
uygarlık arasındaki savaşta kullanılan silahlar hakkında; efsane, din ve mitoslarla karışmış
nitelikte çeşitli bilgiler günümüze kadar ulaşmıştır. İşte bu atomik ve bugünkü teknolojimizin
henüz bulamadığı, bilinmeyen daha güçlü bazı silahların top yekun kullanımı, iki kıtanın karşılıklı
olarak aynı anda batmasına ve kutup buzullarını dahi eritecek bir sıcaklık şoku ile dev dalgaların
oluşmasına neden olmuş olabilir. Tabii şimdilik bu da bir teori çünkü dünyanın gerçek tarihinin
kayıtlı olduğu iddia edilen, taş yazıtları ve saklı belgeleri henüz bulamadık. İddiaların hepsi bir
teoriden öteye geçemiyor maalesef. Dev dalgalar tüm dünyayı kaplarken, sadece çok yüksek
bölgeler ve her iki felaket noktasına da hemen hemen aynı uzaklıkta bulunan Akdeniz, Karadeniz,
Kızıldeniz gibi nispeten kapalı bir denizin iç kesimlerinde olan yerler sel sularından daha az
etkilenmiş gibi gözüküyor. Nitekim, Nuh efsanesi ve benzeri efsanelerde görüldüğü gibi, kimi
insanlar basit tahtadan teknelere binerek dahi, bu büyük felaketi atlatabilmişler dinler ve tüm
ezoterik tradisyonlar binlerce yıldır bize bunları bu şekilde anlatmaya devam ediyor. Ancak, tufan
sonrasında uygarlıkta gerileme kaçınılmaz olmuş. Tibet, Maya, Mısır ve Mezopotamya'da tufanın
nispeten daha az etkili olması, buralardaki uygarlıkların belli bir düzeyde varlıklarını
sürdürmelerini sağlarken, dünyanın büyük bir bölümünde de korkunç bir gerileme yaşanmıştır.
Buralarda, boğulmaktan her nasılsa kurtulmuş olanlar taş devrine geri dönmüşlerdir. İşte
günümüz biliminin 5-6 bin yıl önce yaşandığını iddia ettiği taş devrinin altında yatan gerçeğin bu
gerileme olduğunu iddia eden bu teoride ilginçtir.
Öte yandan, tradisyonlar güneşten uzaklaşan gezegenlerin soğuması gibi, ana ışık
kaynağından yoksun kalan, ayakta kalabilen tüm kardeşlik örgütleri ve ruhsal öğreti okullarının
da benzeri bir gerilemenin içine girmiş ve giderek yozlaşmış olduklarını söyler. Bu yozlaşmayı
nispeten yavaşlatabilen Tibet, Maya, Mısır ve Babil gibi merkezler ise bugünkü uygarlığın beşiği
olmuşlardır.
V.BÖLÜM
KAHİN VANGA’NIN ÖLÜMÜ
Kahin Vanga'nın Ölümü
Ünlü kahini ziyaret eden insanların hemen hemen tamamı problemlerine çözüm bulmak
ümidiyle kendisinden yardım talep ederler. Her türlü insan gelmektedir; ufak gündelik sorunları
olan da, çözümsüz sorunları olan da, sırf meraktan geleni de... Fakat Vanga'nın en sıkıntılı
ziyaretçi grubu, yakınları hasta veya kayıp olanlardan oluşur. Kahinden duymayı umdukları
şeyler hep pozitif yönde olur, oysa durum her zaman onların ümit ettiği gibi değildir. Şüphesiz
yakın birinin ölümü, insanın hayatta duyabileceği en büyük acıdır. Bundan dolayı Vanga ölüm
gördüğünde genelde kötü haberi ilgili kikiyle paylaşmaz, bunun yerine susma yolunu tercih eder.
İnsanların panik olmasını ve bu acıyı önceden yaşamalarını istemez. İnsanlara acıyarak, gerçeği
gizler, bazen onlar çıktıklarında çevresine söyler, bazen de belli zaman sonra tekrar ziyarete
gelmelerini rica eder. Bir sonraki gelişlerinde gördüğü talihsizlik vuku bulmuş olacak ve Vanga
onlara moral vermeye çalışacaktır.
Vanga'nın ölüm gördüğü fakat paylaşmaktan kaçındığı iki örnek gösterelim:
1993 yılının aralık ayında, polis memuru Dafin Todorov, bir uyuşturucu ticareti
operasyonunda ateşli silahla vurulur. Yaralı hastanede ölüm kalım savaşı verdiği sırada eşi iyi
haber alma ümidiyle Petrich'in yolunu tutar. Kahin, ancak kadın gittikten sonra, o zaman yanında
olan prof. Dimitar Philiphov'a dönerek şu sözleri sarf eder:
Kesme şekere bakıyorum, genç, yakışıklı bir adam. Ve onunla beraber olan diğerleri de hep
genç ve yakışıklıdır. Güzel gözler, güzel bir yüz görüyorum. Mezar görüyorum. Ne yapsaydım?
Gerçeği ona nasıl söyleseydim? Söyleseydim, kadın önümde yıkılır kalırdı. Ona 10 Ocak'ta tekrar
gelmesini söyledim.
Yaralı polis maalesef kurtarılamıyor ve 24 Aralık'ta hayata veda ediyor.
Uzun zamandır çocuk özlemiyle tutuşan bir aile, çocuk sahibi olup olamayacaklarını
öğrenmek amacıyla Vanga'ya gider. Kahin, nerdeyse kızgınlıkla kocaya dönerek "Senin çocuğa ne
ihtiyacın olurmuş! Hadi sen buradan git!" şeklinde seslenir. O sırada yanlarında bulunan senaryo
yazarı Nevena Tosheva'ya ise davranışının sebebini açıklar: "Bu adam ölecek, fakat çocuk istiyor.
Çocukları ne yapacak?" Yaklaşık 1 ay sonra adam kaza geçirip vefat ediyor. (Avrupa Dergisi, 1995,
2001)
Kahinler omuzlarında çok ağır yükler taşırlar. Olacakları önceden görürler, fakat onları
önleyememenin acizliğini ve acısını yaşıyorlar : "Kehanetlerim kötü de olsalar onları değiştirmek
imkansızdır. İnsan hayatı kesin ve matematiksel bir şekilde belirlenmiştir. Herkesin ne şekilde
yaşayacağı ve ne olacağı bellidir..." Her türlü felaketi, kazayı, hastalığı ve ölümü görüp bunları
söyleyememek ve de önleyememek normalde sıradan bir insanın aklını yitirmesine sebep olur.
Halbuki tüm yaşamını bu şekildeki negatifleri üzerinde taşıyarak geçiren Vanga aynı zamanda
duyarlı ve taktik olma yeteneğini asla kaybetmiyor. Kendisine gelen herkes, iyi olacak mıyım
sorusuna olumlu yanıt bekliyor. Bu durumda kahin saniyesinde gerçeği söyleyip söylememe
kararını vermek durumunda kalıyor. Çoğunlukla kötü haberi vermek yerine suskun kalmayı
tercih ederken bazı durumlarda ise gelen yakınların yeterince hazırlıklı ve güçlü olduğuna karar
verip , kötü haberi direk olarak olmasa da dolaylı yollardan söylemeyi tercih ediyor.Sofyia'lı
Lubka Todorova'mn hikayesi buna bir örnektir:
Vanga teyze'ye sadece bir defa, 1966 Ağustos ayı sonunda gittim, ama bende derin ve
silinmeyecek hatıralar bıraktı. O zamanlar artık evliydim ve bir kız çocuğu sahibiydim. Sofya'da
yaşıyordum, annem ve kız kardeşim ise Dupnitsa'da. Anaokulu öğretmenliğini bitirdikten sonra
kız kardeşim Bistra Alzheimer hastalığına yakalandı. Hastalık hızla ilerledi ve birkaç yılda
kendisini yatağa mahkum etti.
Bir tedavi bulmak ümidiyle Vanga teyze'ye gittim... İçeri girdiğimde Bistra'nın önceki gece
üzerinde uyuduğu kesme şekeri verdim. Vanga onu yokladı ve kız kardeşimin çok ağır hasta
olduğunu söyledi, sağ tarafının felç olduğunu ve ona yardım edemeyeceğini de ekledi. "Bir azize
gibi kolları çapraz koyulmuş olarak vefat edecek, ama yakında değil." Sözleri derin acı ve şefkat
doluydu, onları daima hatırlayacağım.
Sonra sohbetimiz ailemle ilgili olarak devam etti. Ve Vanga'nın ısrarlı bir ses tonuyla "Senden
bir erkek çocuk doğurmanı istiyorum" dediğini çok net olarak anımsıyorum.
1970'te Biser adında bir oğlum oldu, iki yıl sonra ise ,1972'de, kız kardeşim on yıllık yaşam
mücadelesini kaybedip aramızdan ayrıldı.
Ünlü kahin, Şair ve besteci Peter Bakov'a ölümü farklı bir şekilde tanımlar; ölümü
metamorfoza benzetir.
Kendimize aşık olup birbirimizi yok etmekten koru. Ölüm önceden alınmış önlemdir,
metamorfozdur. Ölümden çok daha kötü şeyler vardır. Henüz sen bunu bilemezsin, çünkü
beynimizin sadece %5'ini kullanabiliyoruz... Ben onun sayesinde ve ondan dolayı görüyorum.
DOĞA GİBİYİM... Bana söylenen bazı kelimeleri kesinlikle anlamıyorum, fakat ne derlerse onu
aktarıyorum. Evet, ben okumamış, eğitim görmemiş biriyim lâkin benim dediklerimi sana kimse
söyleyemez...
Vanga'nın yakın arkadaşlarından İvan Dinkov, kendisine bir görüşmelerinde, ölümü görüp
görmediğini ve tarif edip edemeyeceğini sorar ve aldığı cevaptan ölümün tarif edilemez olduğu
sonucuna varır. Fakat bir şekilde Vanga onu "görmekte" ve hissetmektedir. Kendi kocasının
ölümünü de aynı şekilde "farketmiş", sezinlemiş ve ölüm tarihini saatine kadar söylemiştir. Yine
gördüğü fakat önleyemediği bir trajedi, Rajiv Gandhi'nin suikastidir. Kahin'in arkadaşlarından İlia
Nau-mov, Kültür Bakanlığında çalıştığı sırada beraberinde bir Hintli devlet adamı ile ziyaretine
gitmiş. İsmi özellikle belirtilmeyen bu önemli Hintli politikacı kendi kariyeriyle ilgili bilgi almaya
çalışmış, o sırada ise Vanga ısrarlı bir şekilde birkaç kez Rajiv Gandhi'yi korumaları gerektiğini
çünkü yakın çevresi tarafından suikaste uğrayacağı uyarısında bulunmuş. Kendi siyasi hırslarıyla
meşgul olan devlet adamı maalesef bu uyarıyı dikkate almamış.
Şimdi okuyacağımız bu yaşanmış hikaye bizlere uzak ve bilinmeyen öteki alemin kapılarını
aralayacak. Varna'dan Snejana Hristova'nın anılarından...(Jeni Kostadinova, Vanga’nın
Kehanetleri)
Vanga ile birkaç görüşmemiz olmasına rağmen, aralarından en etkileyici olan ilkiydi, O
karşılaşmamızı asla unutamayacağım.
1973 yılında Petrich'e geldim, ne kadar bekleyeceğim hakkında fikrim yoktu. Ümit ve merak
ile sıranın gelmesini beklerken, Vanga'nın kiliseden döndüğünü gördüm. Birkaç ziyaretçi daha
kabul edeceği duyuruldu. Küçük mutfak-bekleme odasına girdiğimde, sıkılgan bir karı-kocayla
karşılaştım. Onlardan birkaç adım uzakta olduğumdan her şeyi çok net duyuyordum. Vanga
onları "Yakında oğlunuzu toprağa vermişsiniz. Uzun zamandır buraya gelmeye
niyetleniyordunuz, ama karar veremiyordunuz. O artık burada." Sözleriyle karşıladı. Birden
Vanga’nın sesi değişti, farklı bir ses tonuyla söylediklerini kelime kelimesine hatırlıyorum:
"Anne, baba, sizi uzun zamandır bekliyordum. Siz beni evde başım yaralı olarak
bulduğunuzda, cinayete kurban gittiğimi düşündünüz. Bu doğru değil. Askerden döndüğümde
evde değildiniz. Gece arkadaşlarla alkol aldık ve eve geç döndüm. Gece yarısı susadım,
kalktığımda başım döndü ve düşerken başımı sobanın kenarına çarptım. Kendimden geçerken,
suyu açacağıma gazı açmışını. Hepsi bu." Ölenin ailesi ağlıyordu, dinlerken ben de ağlamaya
başladım, onlar adına çok üzülmüştüm.
Vanga, onlardan ağlamamalarını rica etti, çünkü rahmetliyle kontağa devam edecekti. - "Anne,
baba, kız arkadaşımla evlenmeme müsaade etmediniz ama o şimdi benim yanımda."- Vanga
bunun gerçek olup olmadığını sordu ve kızın da oğullarının ölümünden 20 gün sonra vefat
ettiğini öğrendi. Ve yeniden o garip sesle konuşmasına devam etti: "Ailesi onu gelin gibi gömdü.
Fakat beyaz ayakkabı bulamadılar ve siyah koydular. Şimdi beyazını temin edip mezara
götürsünler... Anne, baba, ağlamayın, çünkü sürekli ıslak kalıyorum (!) Baba, sen birinin radyonu
çaldığından şüpheleniyorsun. Çalınmadı, kiler kapısının yanında asılı duran gömleğin içinde
duruyor. Yeni giysi takımımı arkadaşıma verin, beni iyi günlerde hatırlasın..."
O anda acılı baba sesle ağlamaya başlarken, anne ise bayılmak üzereydi. Vanga, onları teselli
etmeye çalışıyordu ve sonunda "Çocuk gitti. Sizi ağlarken görmeye dayanamıyor." Dedi.
Yaşanan bu olayda, rahmetlinin yakınları ile bağlantıya geçmek istediğini görüyoruz.
Telepatik diyalogun nedeni, ailenin ölüm koşullarının olağan dışı olduğunu düşünmeleri, hatta
cinayetten şüphelenmeleri olmuştur. Petrich'li kahinin aracılığıyla ölen kişi ailesiyle bağlantı
kuruyor, böylece onların kafalarındaki cinayet şüphesini dağıtıyor. Burada ilginç bir nokta
dikkatimizi çekmektedir. "Ağlamayın, sürekli ıslak kalıyorum" cümlesi, dünyadaki fiziksel
olayların bir şekilde ruhsal aleme de etki ettiğini düşündürüyor.
Vanga, evlat acısına dayanamayıp intihar etmeyi düşünen bir babayı teskin ederken şöyle
demiştir:
"Ruhların nereye gittiğini bilseydiniz, daha bir gün fazla yaşamak istemeyecektiniz. İyi ama
onu görmek için, oğlunu, kızını, kardeşini, görmek için, seni karşılayacağı saati beklemen gerek.
Senin onu araman doğru olmaz. Yakının seni karşılamak üzere gelecektir. Eğer ölümü arar da
onun yanma daha önce gitmek için çabalarsan, bil ki bunu başarman mümkün değildir. Ruhunun
bedende durması gereken zaman dolana kadar, sağda solda savrulup duracaksın. Günü ve saatini
beklersen, sana kapıyı açacaklar ve seni üniversiteye alır gibi kabul edecekler, orada sana özel bir
yer ayrılmıştır, seni alacaklar. Tersine, kızım öldü, oğlum öldü, zehir içip yanlarına gideceğim
şeklinde düşünürsen, inan bu mümkün değil, gidemezsin; vakti henüz gelmemiştir..."
Ölen, özellikle de yakın zaman evvel hayata veda edenlerle yaptığı diyaloglar, Vanga'yı
oldukça yoruyor ve bitkin düşürüyor. Böyle durumlarda ziyaretçilerden canlı çiçek veya mum
getirmelerini talep ediyor. Bu şekilde hem telepatik bağlantı kuvvetlendiriliyor hem de yüksek
enerji birikimi normal seviyelere çekiliyor: "Ölülerin bana nasıl azap çektirdiğini bilseniz! ... Eğer
yakın tarihte ölen yakınınız varsa, yanıma gelirken çiçek getirin. Neden saksı getirmiyorsunuz?
Gelişinizle rahmetliniz hakkında enformasyon akıyor, bu bilgiler çiçeklere yöneliyor ve beni
bayılmaktan ve transa girmekten kurtarıyor." (N. Tosheva'nın Fenomen adlı belgesel filminden)
Van-ga'nın huzursuzluğunu anlamak için evlatlığı Veneta'nın sözlerini okumamız yeterli
olacaktır.” Annem tüm hayatı boyunca ölenlerle konuşuldu. Babam gece yatak odasının kapısını
kilitliyordu - annemim çıkmasından korkuyordu. Temiz olmayan güçler ona acı çektiriyordu.
Yanıma iyi ruhların geldiği gibi, kötüleri de oluyordu, karışıyorlardı. İyileri yardım ederken,
kötüleri zarar vermeye çalışıyordu. Ona rahat vermediler. Geceleri ancak 2-3 saat uyku
uyuyabiliyordu." (Stoyanova, Vanga Hakkında Gerçek)
Kendisine getirilen resim, canlı çiçek, mezar toprağı veya mumlar sayesinde ölenle hızlı bir
irtibat sağlayan Vanga, onun adı, yaşı, geçirdiği hastalıklar ve ölüm nedeniyle ilgili bilgi verirdi.
Ölüm nedeniyle ilgili - hastalık veya kaza v.b. sebeplerle ilgili özellikle ayrıntı vermeye dikkat
ederdi. Eğer kişi cinayete kurban gittiyse, olayı detaylı bir şekilde irdeler, kayıp ise onu aramaları
gereken yer ile ilgili bilgiler verip yönlendirirdi. Fakat çok özel durumlar dışında katilin
kendisiyle ilgili açıklamada bulunmaktan kaçınırdı. Tabii ki nedenlerini tahmin etmek zor bir şey
değil. Büyük olasılıkla kahin kendi güvenliğini düşünüyordu. Zamanla suçluların ismini ortaya
çıkardığı duyulacak, bunu izleyen günlerde tehditler almaya başlayacak, işini yapamaz hale
getirilecekti.
Yukarıda verilen örneklerin ışığında ruhsal alemle ilgili bazı çıkarımlarda bulunmamız yanlış
olmaz: Görünüşte ruhsal varlıkların bir kısmı çevremizde bir yerlerde hala canlı hayatı
algılayabiliyor hatta ondan etkilenebiliyorlar. Direk kontağa girme olanakları bulunmayan bu
varlıklar, telepati ve sezileri gelişkin insanları aracı olarak kullanıyorlar. Başka bir şekilde ifade
edecek olursak, öte alemdeki varlıklar da kahine en az dünyadakiler kadar ihtiyaç hissediyorlar.
Özetle Vanga yeteneği sayesinde yaşayanlara hizmet ederken aynı zamanda, cansız varlıklara da
yardımcı olmaya çalışıyor...
"Ölenler aslında yaşamaya devam etmektedirler. Onlar aramızdadır, bizi seviyorlar ve hayatın
ebedi gerçeklerine ulaşmamıza yardım etmeye çalışıyorlar. Bundan dolayı onlara, içtenlikle
minnettar olmalıyız..." (168 Saat Gazetesi, 1995)
Vanga fenomenini inceledikten sonra, onun artık fiziki alemi terk etmiş varlıklarla irtibata
girip girmediğini sorgula-yamıyoruz. Yaşanmış binlerce örneğin ışığında öyle olduğunu kabul
etmemiz gerekir. Artık tartışılan şey onun ölenlerle bağlantısı değil, bu bağlantıyı nasıl sağladığı
konusudur. Yeteneğinin kaynağı nedir, nasıl başladı, tetikleyici unsurlar var mıdır gibi ve başka
sorulara kitabın diğer bir bölümünde yanıt vermeye çalıştık.
Geçmişe dönüp baktığımızda, bu gün bizde şüphe uyandıran, şaşırtan bu doğa üstü olayın,
alışılagelmiş, herkesçe kabul görmüş ve günlük yaşamdan ayrılmaz bir ritüel oluşturduğunu
görürüz. Örneğin Traklarda Tanrı Heros'a olan kült önemlidir. Heros, ailenin koruyucusudur,
aynı zamanda tüm ölen ataların ruhlarım temsil eder. Genellikle, elinde ok ve kalkan olan bir atlı
olarak tasvir edilir. Bazen de elinde yılanlı asa veya lir ile betimlenir. Burada hemen bir saptama
yapalım. Kahin Vanga, Birinci Dünya Savaşı öncesi kendisini bir atlının/tanrının ziya-
Kahin Vanga'nın mezarı
ret ettiğim ve ona geçmiş ve geleceği görme yetisini kazandırdığını iddia etmişti. Yaşadığı bölgede
normal ölçülerde altın bir heykelin gömülü olduğuna dair söylentiler vardır.
Eski Grek ve Roma kültüründe kehanet etmek, dinsel ritüellerin ayrılmaz bir geleneğidir. Eski
yunanlılar, ölen sevdikleriyle bağlantı kurmak için kahinlere giderlerdi. Yer altı mağaraların
karanlığında dev su dolu kazanlara bakıp onların yüzlerini görmeye çalışırlardı. 1962 yılında
arkeologlar Güney İtalya Baia körfezinde büyüklüğü ve taşıdığı önem bakımından piramitlerle eş
değer olan bir yer altı kompleksi keşfederler. Daracık tünellerden aşağıya inen "ölüler
kahinlerinin" yapay bir teknelerle yer altı sularım takip ederek ölüler diyarına gittikleri rivayet
edilir.
Atalarımız öteki alemle bu kadar iç içe yaşardığı halde, günümüzde canlı hayat ile öteki dünya
arasında kesin bir sınır konulmuştur. Ve hatta bu konularda konuşulması bile tabu halini almıştır.
İşte böyle bir devirde Vanga gibi ruhsal varlıklarla sürekli iletişimde olan bir kahinin çıkması
düşündürücüdür. Belki de çoktan unuttuğumuz, hasıraltı ettiğimiz bazı gerçekleri bize
hatırlatmak namına gelmişti. Vanga, maddenin ötesinde bir şeyler olduğuna dair başlı başına bir
kanıttı.
VI.BÖLÜM
HZ.İSA
Hz. İsa
Şu ana kadarki tüm bildiklerimiz kahin Vanga'nın Hz.İsa Peygamber ile ilgili anlattıklarını
duyunca alt süt olabilir.
Kahinin yakın arkadaşı şair ve besteci Peter Bakov, 1975 senesinde bir sohbet sırasında
kendisine İsa peygamberle ilgili sorular yöneltir. Verdiği ilginç cevapları görelim...
Hz. İsa'nın saçları kıvır kıvır ve kısacıkmış. Gözleri iri ve siyah, burnu geniş, dudakları
kalınmış. Anlaşılacağı üzere dış görünüşü tam bir Afrikalı gibiymiş, ki zaten Vanga onun için
zenci kelimesini kullanmıştır. Kendi sözleriyle devam edelim:
"Hz. Musa'nın tam bir kopyası gibiymiş. Tekrardan dünyaya gelen bir Musa... Dışın içle, içteki
ateşten vücut ile, ruh ile tamamen alakasız olduğunu biliyorsun değil mi? O çar oğludur. Geri
kalanı da boş laflardır. Ve de Pleadların (Türkçede Ülker Yıldız Kümesi) oğludur, biliyorsun değil
mi? Mavi ikiz yıldızlardan olan uzaylıların, Pleadların oğlu. O bir plead melezidir. Onlar her tür
beden formuna girebilirler.
Yirmi üç - yirmi dört yaşlarına geldiğinde, onu yanlarına alıyorlar ve sonra belli bir zaman için
"Ölüler Vadisi'ne" bırakıyorlar, Himalayalar'da bir yerlerde. Buda'nın da, daha sonraları Hz
Muhammed'in de olduğu yer orasıdır. Ve tüm bu melez-uzaylılarıın... Kısaca dünyalı anne ve
dünya dışı baba, çünkü onlar bazen, birkaç bin yılda bir dünyamızdaki seçilmiş kadınlarla
birleşiyorlar...
Ölüler vadisinde İsa, matakmaların (mahatma) öğretisini görmüştür. Matakmalar bizim
dünyamızdaki öğretmenlerimizdir. Yaklaşık sekiz yıllık bir eğitimden geçtikten sonra, birçok
yeteneğini geliştirmiştir: levitasyon, iyileştirme gücü, çünkü dünya dışındakiler hasta
olmamalarına rağmen, her hastalığı tedavi edebilirler. Onlar biliyorlar ve de İsa hemen hemen
onlar gibi oldu. İstediği kadar meditasyon yapıp nirvanaya
ulaşıyor, kendi isteği ile bedeninden çıkabiliyor. Tamamen kendi isteğiyle ve istediği süre için...”
Kahin, konuşmanın devamında Hz.İsa'nın çarmıha gerildiği vakit bedeninin dışına çıktığı için
(astral seyahat) hiçbir şey hissetmediğini anlatıyor. Ne çiviler çakılırken, ne kanı akarken hiçbir acı
duyumsamaz. Bir Roma subayının dudaklarına ve vücuduna sirke ve başka merhemler sürdüğü
doğrudur. Aslında her şey bir kozmik plan dahilinde gelişmiştir. Ülker Yıldız Kümesinden olanlar
(Pleadlar) olacakları biliyorlardı, bundan dolayı da vücudunu önceden hazırladılar...
Ülker Topluluğu'ndan, dünyadaki hemen tüm antik kültürler haberdardı. Avustralya'nın
Aborigenlerinde, Persler, Mayalar ve Aztekler'in kültürlerinde farklı isimlerle yer edindiğini
görüyoruz. Ülker Yıldız Topluluğu'ndan Incil'de ve Homeros'un İlyada ve Odysseia yapıtlarında
bahsedilir. Hint mitolojisi ve Kuran'da da önemli bir yere sahiptir.1767 yılında John Michell'in
hesaplamalarına göre, yıldızların bu kadar az bir yerde tesadüf eseri gruplaşma ihtimali yalnızca
500 binde birdir. Vanga'ya göre, İsa işte bu yıldız topluluğundan olanlarla, İngilizce ismiyle
Pleades'den gelenlerle aynı ırktandır. İnsanoğlu ile pleadların bir melezidir.
"Haç, en az milyon yaşındadır. Sadece hristiyanlara ait değildir... Hacı tasarlayanlar, dünyalı
değildir..." der kahin ve Hz. İsa'nın haçtan indirilişinden sonrasını ayrıntılı bir şekilde anlatmaya
devam eder: İsa bedenine ancak haçtan indirildikten sonra geri döner ve bilinci yerine gelir
gelmez annesine yaralarının iyileşmesi ve acılarının dinmesi için hazırlamaları gereken ilaçları
tarif eder. Yavaş yavaş vücudundaki acıları hissetmeye başlamıştır. Sonra onu mağara-mezara, taş
yatağa yatırırlar ve mağara girişini taşlarla iyice kapattıktan sonra önüne Romalı askerleri dikerler.
Yattığı yerin hemen altı Nikodim'in aile mezarının girişine açılır. Gizlice aşağıya götürülen
İsa'ya gereken tedaviler uygulanır, midesi yıkanır, ölü gibi görünmesi için verilmiş ılı ı o karşı
hazırlanmış serum içirilir. Ayağa kalkacak hale ge-llıuv de pleadların yardımıyla gizli bir çıkıştan
kaçar. "Hz. İsa .aslında hiç ölmemiştir. İşte bak, bana ölmüşler bunu söylüyor... Bunun dışında bir
gerçek yok, bunun dışındakiler, St. I’aııl'un gerçeği değiştirmeleridir...” ekler Vanga. Dediğine ı
.oıv Hz. İsa 86 yaşına kadar yaşar; Hz. Meryem bir daha Hz. İsa'nın yanından ayrılmaz.
"...Bugün, Ölüler vadisinde matakmalar yeni Mesih'i eğitiyorlar. Daha bebekken aldılar ve onu çok
uzun süre eğitecekler. Mesih bir sonraki yüzyılın 20'nci senesinden sonra ortaya çıkacak. Yeni
milenyumda. Vanga bu inanılmaz sözleri söyledikten sonra olacakları da özetler:
Eski dinler dünya dışı varlıklara büyük bir engel ve yük teşkil edecekler ve insanların artık
eskilere artık ihtiyaç duymayacaklar. Bundan dolayı ayak bağı olan bu dinler dünyadan yok
olacaklardır. Kalacak olan tek din, Beyaz Kardeşliğin öğretisidir..."
Petrich'li kahin Vanga'nın Hz. İsa'nın dünyaya tekrar ge-lişi konusunda ilgili ifadelerin olduğu
1-2 cümleden başka bir kaynağa ulaşamıyoruz. Yarı sembolik anlatımla şu şekilde ifade etmiştir: "
Hz. İsa Dünya'ya yeniden beyaz giysiler giymiş olarak dönecek. Belirlenmiş insanların kalpleriyle
dönüşünü hissedecekleri zaman başlamak üzere.” İsa peygamberin dönüşü olayı büyük olasılıkla
Vanga için kavramsal, sembolik anlam taşıyordu. İnsanlığın yeniden tanışacağı tarihi bir kişilimin
fiziki varlığı değil, onun asıl, gerçek öğretisi, felsefesi olacaktır. Sözlerinden anlaşıldığı gibi,
insanlar onu görmek yerine, "kalpleriyle hissedecekler". Muhtemelen kahin, sonunda insanların
Hz. İsa'nın gerçek öğretisini anlamaya yaklaştıklarını anlatmak istemişti. Beyaz giysilerle, beyaz
renk ile kalplerde hissedilecek olan tanrısal sevgi, inanç ve ümidi sembolize etmişti. Hz. İsa'nın
tekrar doğuşu, belki de insanların ruhani doğuşu, uyanışı karşılığına denk gelmektedir. Böyle bir
görüşü savunan Avusturya asıllı filozof Rudolf Steiner konu ile ilgili şunları ifade etmiştir:
"Ulusların kanlı savaşlarına baktığımızda, hepsinin de belli zamanlarda yüzlerini İsa'ya
döndüklerini görüyoruz, aslında o İsa değil, sadece Yehova'dır, sadece tek bir Yehova değil,
Yehova'lardan biridir. Yani halk ona dönüş yapmıştır ve de Yehova prensibinin yerini İsa
prensibine bırakmasıyla ne kadar büyük bir adım atıldığını unutur... Zamanımızda İsa'nın adı
korkunç bir şekilde istismar ediliyor. İsa ile ilgili bize verilenleri yeni bir yaklaşımla ele almaya
gereksinimimiz var."
Vanga, benzer bir yaklaşımı Deccal için de sunar: "Deccal şu anda yeryüzünde ve her eve
giriyor. Oğul babayı, kardeş kardeşi öldürüyor, anne ile kız karşı karşıya geliyor; ne arkadaşlık var
ne de sevgi."
Yine alışılagelmiş dini öğretilerin dışında bir yorum ile karşılaşıyoruz. Kahin, Deccal'ın belirli
bir varlık olduğunu düşünmüyor. Deccal, kötülüğün en uç formunu temsil ediyor. İnsanların
davranışlarıyla yarattıkları negatifliktir. En yakınların, anne-kızın, baba-oğlun birbirinden nefret
etmesi, Deccal'ın varlığına işaret eder. Deccal, kaybedilmiş aşkın, sevginin, iyilik ve insanlığın
temsilidir. En alt seviyedeki şehvetin ve tutkuların yaşandığı, toptan bir ruhsal çöküştür. Özetle
Deccal, kalplerdeki Tanrısal ışığın tamamen kaybedilmesidir.
VII.BÖLÜM
UZAYLILAR
Uzaylılar
"Bizden evvel dünyamızda çok daha eski uygarlıklar yaşamıştı. Kainatta ise bizden çok ileri
seviyede medeniyetler yaşar, gizim uygarlığımız henüz beynin "çocuk yaşı” seviyesindedir.
Yukarıdaki iki cümle kahinin evren ve evrenin içindeki yerimiz ile ilgili felsefesini anlatır.
Vanga'nın evrendeki hayat ve dünya dışı varlıklara olan yakın ilgisi bilinmektedir. Ona göre
dünyadaki canlı hayatın başlangıcı kozmik kaynaklıdır. İnsanların ataları başka gezegenlerdeki
ileri seviyeye erişmiş uygarlıklardır. Bir kısmı tamamen yeni bir tür yaratırken (Atlantisliler),
diğerleri henüz emekleme aşamasındaki ilk insanlarla kendi türünün karışmasından 'farklı bir ırk
yaratmışlardır. Buradan yola çıkarak kahinin felsefesiyle ilgili sonuçlara varabiliriz. Özetleyecek
olursak;
• Vanga koşulsuz şartsız Tanrı'ya ulanmaktadır.
• Tanrı'nın evrensel yasaları sonucunda evren ve dünyadaki ilk yaşam tohumları atılmıştır.
• Tanrı, başka galaksilerde, başka gezegenlerde çok gelişmiş canlılar yaratmıştır.
• Onlardan bazıları dünyamızda gelişen canlı hayata müdahalelerde bulunmuştur.
Kahin dünyamız da hımmmhala uzaylıların varlığım sürdürdüğünü, onları hissedebildiğini ve
"görebildiğini" belirtir. Onları şekil olarak değil, daha çok bir enerji olarak algılamaktadır. Işık
olarak. Bunlar ışık saçan noktacıklara ve üst üste dizili ışıklı levhalara benzemektedirler. Bazen de
bir üzüm salkımı gibi yan yana ve üst üste dizilidirler. Görüntüleri iseolağanüstü güzel ve
büyüleyicidir. Bu tip konulan müzakere etmeyi çok sevdiği arkadaşı Peter Bakov'a şu açıklama ve
tanımlamalarda bulunur:
"...Bana yalan söyleyemezsin. Sana görünüyorlar, onları gördüğünü biliyorum. Sadece onları
benim gördüğüm şekilde görüp görmediğini merak ediyorum.
Çünkü benim yanımdayken, ışık saçan noktacıklara ve ışıklı levhalara benzerler. Üst üste
dururlar. Aynen balık pulları gibi üst üste dizilidirler. Enerji...
Senin yanında ışıklı üzüm salkımı gibi görünürler, değil mi! Üst üste ve yan yana... Tanrım, bu ne
güzellik! Kainatlar, kainatlar...
Oğlum, bir gün tüm bunları görmeyenlere anlatmalısın... Gördüğün ışıklı üzüm salkımlarının
uzaylılar olduğunu ilan etmelisin. Işık tanecikleri... Işık..."
Vanga, yakın çevresine evrende bizden ileri seviyede gelişmiş, akıllı varlıkların olduğundan
bahseder:
"Neden bunca dünya dışı uygarlık etrafımızda dolanıyor? Kırk yılı aşkın süredir bakıyorum
ama böyle bir mucize görmedim. Şimdi birden büyük sayılara ulaştılar.
(philiphov, Vanga Teyze kitabından)
Yukarıdaki cümleler 1991 yılında söylenmiş olsa da, kahin daha bu konuların tabu sayıldığı
1979 yılında dahi dünya dışı yaşamdan bahsetmektedir. Yakın çevresine Vamfim adlı bir
gezegenin sakinleriyle irtibatta olduğunu anlatır ve dış görünüşlerini şöyle tarif eder:
“Onlar saydam ve parlayan, balık pullarını andıran giysiler içindeler, bazen biri elimi tutup
kendi yerine götürüyor, yıldızların serpildiği yerin üzerinde yürüyorum, sanki onları ayaklarımla
çiğniyorum, Bana eşlik edenler zıplar gibi yürüyorlar. Onların yurdunda her şey olağanüstü
güzellikte, kelimeler oradaki tabiatı tasfir etmeye yetmez... Fakat bilmiyorum neden, hiçbir yerde
ev göremiyorum...
(Stoyanova, Vanga Hakkında Gerçek)
Liyana Antonova'nm "Çok Yiizlü Evren ile Karşılaşmalar'' isimli kitabında, dünya dışı varlıklarla
temas ettiğini iddia eden bir köylünün hikayesi Vanga’nın uzaylı tarifiyle benzerlikler
taşımaktadır. Köylü Yakimov "Büyük Köpek" takımyıldızlarına bağlı Vamfim ve Vinfam
gezegenlerinden gelen gümüşi ve parlak giysiler içersindeki varlıklarla temas ettiğini iddia eder.
Yaşadığı yerleşim olan Kluch (Türkçe anlamı anahtar) köyüne ilişkin ise kahin tuhaf enerjili,
gizemli ve sırlar ile dolu bir yer olduğu saptamasını yapmıştır. Köylünün bu anlattıklarının kaçı
gerçek kaçı hayal ürünü tabi bilemeyiz, sadece tesadüflere dikkat çekip yorumu size bırakıyoruz.
Muhtemelen anlatımında bahsi geçen "Büyiik köpek" takımyıldızı, Sirius A ve Sirius B'nin
oluşturduğu takımyıldızıdır. Çeşitli kültürlerin kutsal metinlerinde sözü edilen tek yıldız olan
Sirius'a genelde kurt ya da köpekle ilgili özel anlam yüklenmiştir:
- Çin geleneklerinde Sirius yıldızı "göksel sarayın" bekçisi ‘'göksel kıırt" olarak nitelendirilir.
- Yunan mitolojisinde Sirius köpek-yıldız olarak adlandırılır, Sirius yıldızının yer aldığı
takımyıldız da Büyük Köpek Takımyıldızı olarak isimlendirilir.
- Pers geleneklerinde Sirius'tan "Köpek Yıldızı'' olarak söz edilir.
- Eski Mısır'da Sirius önceleri büyük bir köpekle temsil edilir. Tanrıça İsis bir köpeğe binmiş
durumda tasvir edilir.
Eski Mısır'da kurt ise Sirius-B'yi temsil ettiği sanılan tanrı Osiris ile ilişkilendirilir.
- Kuzey Amerika Kızılderili kabilelerinde Sirius köpek veya kurt ile ilişkilendirilir.
Görüldüğü üzere, dünyanın çok farklı yerlerinde, farklı zamanda yaşamış kültürlerin
mitolojilerine yerleşmiş olan Sirius, genellikle köpek veya kurt ile ilişkilendirilir. Bu "paradoks"
için akla gelen en mantıklı açıklama, atalarımızın Sirius yıldızından bir dünya dışı medeniyet ile
bağlantıya geçmiş olmaları ihtimalidir. Bu iddiayı destekleyecek nitelikteki en çarpıcı kanıtları
Afrikalı Dogon kabilesinin tradisyonlarında buluyoruz.
1930'lu yılların başında etnolojik araştırmalara konu olan kabilenin totemleri bulunuyor ve
inisiyasona dayalı bir örgütlenme ile geleneklerini sözlü aktarım yoluyla sürdürüyor. Afrika'daki
Mali Cumhuriyetinde varlığını sürdüren 250.000 nüfuslu kabile halkının astronomi bilgileri,
özellikle de Sirius sistemi hakkımdaki bilgileri astronomları şaşkınlığa uğratmıştır. Çünkü bu
bilgilerin birçoğu sonradan ancak modern astronomik keşiflerle doğrulanabilmiştir. Kabile halkı
ise, atalarının sözlü aktarımıyla modern dünyadan çok evvel bu bilgilere sahip olmuştur.
Dogonların, teleskopa sahip olmadan bilmelerinin imkansız olması gereken fakat sahip oldukları
bilgiler arasında Satürn'ün halkaları ve Jüpiter'in uyduları, Sirius ile ilgili ise, çift yıldızdan
oluştuğu, birbirleri çevresinde 50 yalda bir dönüşleri, birinin gözle görülmez, küçük ve çok ağır
oluşu, ki bu son bilgi için teleskop'un varlığı da yeterli değildir.
Trud Gazetesinde çıkan habere göre kahin başka bir söyleşide, uzaylıları şu şekilde tarif eder:
"Bizden biraz iri, tavuk tüylerine benzer tüyder ile kaplılar, ellerinde büyük kitaplar ve değnek
taşıyorlar; hastalıkları iyileştirmek için geliyorlar". Uzaylılara ilişkin söylediklerine bakarak
kahinin farklı farklı dünya dışı varlıklarla bağlantıya geçtiğini düşünüyoruz. Bu son bahsettiği tür
bize direkt olarak yardım etmek amacını güden bir grup olabilir.
Son yıllarda basında birçok kaçırılma vakası haberi çıkmaktadır. Bir çok insan, kaçırıldığını ve
uzay istasyonuna veya gemisine götürüldüğünü, burada da komplike ameliyatların yapıldığını,
ayriyeten üzerinde inceleme ve deneylerin uygulandığını iddia etmektedir. Amerikan Hava
Kuvvetleri Haber Alma Daire Başkanı General Albert M. Chop'un dediği şu sözler oldukça
düşündürücüdür: "Uzaydan gelen varlıklar tarafından gözlenmekte ve kontrol edilmekteyiz."
Konuya örnek teşkil edecek bir kaçırılma vakası örneği ile devam ediyoruz...
Olay 1961 yılında ABD New Hampshire'de meydana gelmiştir. O sırada "mağdurlar" karı-koca
olan Betty Hill 41, Barney Hill ise 39 yaşındaydı. Aile White Dağlarındaki US 3 karayolundan New
Hampshire'deki evlerine dönüyordu. Betty düzensiz bir biçimde hareket eden ve renkli ışıklar
saçan cismi fark etti. Cismin ne olduğunu anlamak için arabayı durdurup bir kaç dakika dürbünle
gözlemlemeye çalıştılar. Arabadan çıkıp cismi görmeye çalıştıkları sırada aniden kendilerine
doğru yaklaşmaya başladı. 150 m ötedeki bu araç disk şeklinde ve pencereliydi, içinde üniforma
benzeri kıyafet giymiş varlıklar ve arkalarındaki kontrol paneli açıkça görünüyordu. Dehşete
kapılan aile arabaya doğru koşarak kurtulmaya çalıştı fakat son hatırladıkları bip sesiydi.
Kendilerine geldiklerinde olay yerinden 55 km. uzakta olduklarını farkettiler, hiçbir şey
hatırlamıyorlardı, saatleri de durmuştu.
Eve huzursuz bir şekilde dönen aile olay üzerine konuştu, Betty, gördüğü araç ile ilgili hayal
meyal görüntüler hatırlamaya başladı, Barney'nin ise garip bir boyun ağrısı vardı.
İki hafta sonra, Betty, kaçırılma ve tıbbi incelemeden geçmesiyle ilgili riiyaalr görmeye başladı.
Rüyaların devanı etenesi ile iyice huzursuzlanan çifte hipnoz yaptırılması önerildi.
Boston'lu ünlü bir psikiyatr olan Dr. Benjamin Simon'a başvurup kendilerine hipnoz seansı
yapılmasını istediler. Yapılan birkaç seans neticesine ikisi de ayrı ayrı kaçırılma olayını, araca
alındıklarını hatırladılar. Onlar insanımsı büyük ve çekik gözlü, ufak tefek varlıklardı. Barney
kasıklarının etrafına dairesel bir aygıt yerleştirildiğini, karısı da göbeğine uzun iğneler
sokulduğunu hatırladı. Kendisine bir tür hamilelik testi yapıldığı söylenmişti. Başka bir hipnoz
sırasında Betty kendisine bir yıldız haritasının gösterildiğini. İşte araştırmacıların en çok ilgisini
çeken dünyanın otuz ışık yılı uzağında bulunan Zeta Retucili yıldız sistemini gösteren bu
haritaydı. Çünkü bu yıldızlar 1969 yılında basılan katalog çıkana kadar bilinmiyordu, yani Betty
bu yıldız haritasını basımından tam sekiz yıl evvel biliyordu! Çiftin doğru söyleyip söylemediği
yapılan yalan makinesi testleri ile de ispatlandı.
Bu kaçırılma vakası inceleme amacını taşıyordu. Kayıtlara geçen birçok başka olayda ise
incelemenin yanı sıra tıbbi müdahale ile tedavi de yapılıyordu. Buna örnek, daha sonra filmi de
yapılan Prof. Şalter ve oğlunun 1988 yılındaki kaçırılma vakasıdır. Bu olayda da kaçırılanlara bir
takım testler yapılmış, boyun, burun ve göğüslerine iğneler sokulmuştu. Eve dönüşünden sonra
baba oğul'un sağlıklarında gözle görülen genel bir iyileşme olmuş. Kaçırılanlar varlıkların iyi
niyetli olduklarını hissetmiş, adeta garip bir şekilde onlara bağlanmıştı.
İnsan doğal olarak kendine, "Dünya üzerinde kaçırılma olaylarına kadar giden çok sayıda
UFO vakası var da, uzayda neler oluyor?" sorusunu sormadan edemiyor. Gerçek şu ki, uzaya
çıkan astronomların çok tuhaf varlıklar ile karşılaştıkları rapor edilmiştir. Halktan özenle gizlenen
vakaların ortaya çıkmasından sonra uzay gemisi ekiplerinin toplu halüsinasyon gördüğü ve buna
benzer açıklamalar getirilmeye çalışılmıştır. Bilim adamları bu tip haberlere alaylı bir şekilde
gülümserken, örneğin Rus Salyut 7 ekibinin 1984 yılında uçuşun 155. günde karşılaştığı olay
karşısında hiç gülecek halleri olmamıştır.
Turuncu renkte aniden ortaya çıkan güçlü ışık karşısında görüşünü kaybeden Oleg Atkov,
Vladimir Solovyov ve Leonid Kİ/im isimli kosmonotlar merkeze olası yangın veya patlama ile
ilgili bilgi verirler. Belli süre sonra ışık zayıflayıp görüşleri normal hale döndüğünde, Dünya'ya
yeni bir rapor göndermek zorunda kalıyorlar: Uzay gemisinin yanında insan yüzü ve vücuduna
sahip 7 kanatlı melek görmüşlerdir! Sırtlarında kanada benzer çıkıntıların göründüğü uçan
varlıklar, 10 dakika kadar gemi uçuşuna eşlik etmişlerdir. Bu sürede uçuş manevralarına taklit
etmişler, sonra aniden ortadan kaybolmuşlardır. Merkezin bu şok rapordan sonra ne tepki verdiği
tam olarak bilinmese de, olay astronotların yorgunluğunun ve gergin psikolojisinin ürünü olarak
yorumlanır. Fakat her şey bu kadar basit değildir. 167. günde ekibe 3 astronot daha katılır.
Svetlana Savitskaya, İgor Vole ve Vladimir Janibekov isimli kozmonotlar geldiğinde olay
tekrarlanır. Yine aynı güçlü turuncu ışık ve tuhaf kanatlı varlıklar bu defa 6 kişi tarafından
izlenmiştir.
Amerikan astronotları da benzer gözlemlerde bulunmuş ve hatta Hubble Uzay Teleskobu
görüntülerini kaydetmiştir.
Hubble projesi mühendislerinden John Preachers, bazı resimlerde 20 metre boylarında ışık yayan
kanatlı varlıkların ayırt edildiğini açıklamıştır.
Dünya dışı varlık gözlemlerine dair var olan belgeler her seferinde hasıraltı edilmeye
çalışılmıştır. Bu nedenle de insanların geneli hala büyük bir şüphe içindedir.
Vanga bizlerden farklı olarak, çağımızın en büyük merak konusu olan uzaylıların varlığına
ilişkin hiç bir şüphe duymuyor, bunu girdiği direk telepatik ilişki sayesinde biliyor ve yakın
çevresine paylaşıyor.
Vanga arkadaşı Petar Bakov ile sohbetleri sırasında da sıkça dünya dışı yaşam ile ilgili
konuşmalar yapmıştır. Şairin anlatımına göre, çeşitli gezegenlere faklı seviyelerde canlılar yaşar.
Biz, dünyadakiler üçüncü seviyedeyiz. En yüksek seviyede olanlar yakınımızda Siyah gezegenden
- Eflatunun Gezegeninde olanlardır. (Plüton) Onlar yedinci seviyededirler. Yirmi altıncı seviyeden
itibaren yaratıcıyla direk kontağa girilebilir, otuz üçüncü seviyeye ulaşıldığında ise onunla
birleşile-bilir. Böylece yaratıcı ne kadar daha çok yaşlanırsa, o kadar daha çok gençleşir.
"...Kahin, Amerikalıların uzaya ilk ayak basışıyla ilgili de görüş bildirmiştir: 'Ben kozmonotları ilk
ayak bastıkları anda izledim. Onlar gördüklerinin zerresini bile anlatmadılar...' Vanga bu
sözleriyle bizlerden bir takım önemli bilgilerin gizlendiğini anlatmaya çalışıyor. 2001 'de Fox
TV'de yayınlanan ve sonradan çok tartışılan bir programda konuk William Brian, Ay'a inildiğini
fakat astronotların Ay'da anormal şeyler bulduklarını (uzaylılar gibi) ve bu nedenle NASA'nın
buluntuları gizlediğini iddia etti. Yine Phillip Lheureux, "Lights on the Moon" isimli kitabında,
NASA'nın bulduklarını, diğer uluslardan gizlemek için fotoğraflarda oynama yaptığını iddia etti.
İddia'ya göre Apollo uzay aracında kalan Collins ile Ay'ın yüzeyine inen Armstrong ve Aldrin
arasında 2 bağlantı varmış. Biri legal olan, diğeri ise gizli, sadece NASA'ya bağlı bir bağlantı.
Armstrong Ay'a basar basmaz şoka girerek mikrofonda bağırmaya
başlar: "Buradaki şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum!"
Yer Kontrol: "Nerede? Yer Kontrol Apollo 1 l'i arıyor." Apollo 11: "Bu bebekler çok büyük... çok
iriler... Tanrım, inanamazsınız... Size bir başka uzay aracını anlatmak istiyorum... Kraterin uzak
kenarındalar... Ay'da bizi izliyorlar... Onlar bizden önce buradaydılar..."
Yer Kontrol bu andan sonra astronotlara konuşmayı kesmelerini ve objeleri filme almalarını
söyledi. Ama bu filmler asla yayınlanmadı ve hatta varlıkları reddedildi.
Sırp kahin Mitar Tarabich'in (1829-1899) kehanetleri arasında başka gezegenlere ve aya
yolculuk yer alıyor. Giden ekibin özellikle canlı hayat arayacağını, fakat kendi bezediklerinde
bulamayacağını; aslında orda canlı-hayatın olduğunu ama onu algılama yeteneğine sahip
olmadıklarım iddia ediyor.
Ay'a yolculuk ve orada karşılaşılan varlıklarla ilgili Hızır Tezkiresi'nde de bahsedilir. Hızır
Tezkiresi, zamanımızdan yaklaşık 200 yıl kadar önce yazılmış, başta uzayın keşfi olmak üzere, çok
değerli bilgiler içeren kriptolojik bir kehanet kaynağıdır. "Halidi Kameriyyesi" olarak da bilinen bu
yazıt, Zig-Zag Öğretisi'nin kurucusu Mevlana Halid-i Bağdadi tarafından kaleme alınmıştır.
Tamamı yedi bölüm olan bu yazıtın "Nun" (Kalem) başlığı ile başlayan ikinci bölümünde, Ay'ın
keşfi ile ilgili çok ilginç bilgiler yer almaktadır. Astronotların ilk Ay'a adım atmalarıyla ilgili neler
söylediğine bakalım:
"Hristiyanlar'a ait "Kartal" uzay aracı muradına erip Ay'ı keşfederken, kraterleri görecek, Ay
tutulmasına uğrayacak, şeytanı ise Dünya'da kalacaktır. Onlara, "kendilerinin de oğulları olan" ve
Süreyya Yıldızı ehlinden gelen (Ülker Yıldız topluluğu), oval biçimli saklı bir nesne refakat ve
nezaret edecektir. Bunların tabak biçimindeki araçları, en yüksek hız gücüne ve Hazreti Hızır'ın
zaman yolculuğu teknolojisine sahiptir. Açıkça görünürler ve bir görevi tamamlamak için orada
bulunmaktadırlar. Ay'ın paylaşılması, o gün mübarek kılınmıştır."
Mevlana Halid-i Bağdadi, daha 1800'lerin başında insanoğlunun Ay'a ayak basacağını
bilmekle kalmamış, orada dünya dışı varlıklarla karşılaşacaklarını da öngörmüştür. Metinde çok
önemli bir ayrıntı dikkat çekiyor. Giden Kartal uzay aracı ekibi (kartal ABD'nin amblemi ve ayrıca
ilk inen uzay aracının adıdır) "Kendilerinin de oğulları" olanlarla karşılaşıyorlar. Kendilerinin de
olan oğullar Ülker Yıldız Topluluğundan gelmektedirler. Ülker'deki torunlarıyla karşılaşıyorlar!
Fakat burada "kendilerinin de olan" ifadesi, sadece bir taraflarının, genlerin bir kısmının
insanoğluna ait olacağını düşündürüyor. Aksi halde basitçe "kendi oğulları" denebilirdi. İkinci bir
ihtimal, zaman yolculuğu teknolojisine erişmiş gelecek nesillerin Ülker Topluluğu'na yerleşmiş
olabileceğidir. Belki de atalarına bu tarihsel anda refakat etmek istemişlerdir...
Çağımızda, üzerinde en çok komplo senaryolarının üretildiği bu konudan istemeyerek de olsa
uzaklaşmak ve kahin Vanga'nın dünya dışı yaşam formlarıyla ilgili iddialarına dönmek
durumundayız.
Kahinin bir trans sırasında söyledikleri sıra dışıdır. Hayatının çoğunu geçirdiği Rupi'deki
evinin olduğu bölgeden bahseder. Toprağın altında, yeşil mermer bir lahitte dünyadaki ilk
medeniyetin ilk yazı örneğinin gömüldüğünü söyler. Yazı oraya, bizim yaratıcılarımız tarafından
konulmuştur.
Önünde, bir piramit bulunuyor, onun tepesini de "sırların sırlarım açan anahtarın" içine
konulduğu kristalden bir küre süslüyor. Lahidin bir de koruyucu heykeli var, altından bir atlı.
Vanga, toprağın altındakilerin çıkarılmasıyla (2050 yılından sonra), insanlığın yeni bir şuur
kademesine erişeceğini ve kozmik kardeşliğe gireceğini ilave eder.
Vanga' ya göre kaos uzaylıları, uzaylılar da bizi yaratıyor. Onlar, Yaratıcı'mn gözdeleri olan
Kaçini ve Ananakilerdir. Şekilden şekle girebilme özellikleri vardır. Andromeda galaksisindeki bir
gezegenden (Vanga nedense ona Nibiru diyor) olanlar, Atlantis uygarlığını kendi prototipi
şeklinde yaratırlar. Atlantisliler uzun boylu (3-4 m) ve uzun ömürlü (800-1600 yıl) dırlar.
"Sıkılıncaya kadar" yaşarlar. Fakat bir deney olduğunu bilmeyen bu uygarlık kendini o kadar
kaptırıyor ki, yaratıcıları tarafından sulara gömülüp yok ediliyor. Sümerlerin ataları ise, 68 ışık yılı
uzaklıktaki Aldebarn güneş sistemindendir. Büyük Sümer İmparatorluğu onun yörüngesindeki 2
gezegen üzerindedir. Dünyadaki torunları, primitif insanlar ile birleşmeleri sonucu oluşmuştur.
Vanga onların hala başka bir boyutta var olduklarını söylemektedir. Uzaylı yaratıcılarımız,
izlemek ve denetlemek için 2-3 bin yılda bir dünyaya gelirler. Dünya üzerinde en az on iki bin yıl
yaşayan medeniyetler belli bir seviyeye geldikten sonra "eğitim" görmek üzere başka gezegenlere
giderler.
Hitler ve Uzaylılar
Yine Vanga'nın sözlerini aynen aktarmakla yorumu okurlarımıza bırakalım:
"Daha 1941 yılında mesela Hitler Ay'a gidip gelmiştir. En fazla bir buçuk saat. Zemp Herler,
Tul, Siyah Qüneş ve Vril Masonlarının gizli örgütlerinin dışında, uzaylılarla direk temas etmiştir.
Hitler ölmemiştir.
Uzaylılar onu, yanlarına almışlardır, Meton gezegenine, gardan 4-5 ışık yılı uzaklığında olan
Kentavır Takımadasındaki iki güneşli gezegen..."
(Vanga'ya göre ölen Hitler’in dublörüdür.)
Daha sonra Pleadların dünya üzerinde Hitler ile birlikte laboratuvarlar kurduğunu ve burada
değişik uçan araçların üretildiğini anlatır. (Vanga'ın tam olarak kullandığı kelime UFO dur.) Bu
laboratuvarlar hala Antarktika'da bir yerlerde çalışır vaziyettedir. Kahin Mısır ve Peru'daki
piramitlerin yapımım da pleadlar ile ilişkilendirir.
Bilindiği gibi Vanga'nın esas bilgi kaynağı ruhsal varlıklardır. Uzaylılarla temas etmiş olsa da,
kahinin enformasyon kaynağı gördüğü vizyonlardır. Kendisiyle bu tarz komünikasyona
geçmediklerini kısaca "Onlar benle konuşmuyorlar" ve "bana söylemiyorlar" şeklinde dile
getiriyor. Sasha M. Adında bir bayanın iddiasına göre kendisi, Dünya çevresindeki yörüngede
dolanan bir geminin İza isimli personeli ile irtibattadır. Birkaç bin yıl evvel bu varlıklar bizimle
başarısız bir iletişim kurma denemesi yapmışlar. Uzaylı varlık uzun boyluymuş (2 m) , kadın
kafası ve erkek vücuduna sahipmiş. Tabii muhtemelen bu sadece iddiadır, Vanga'nın kendisinin
söylediği böyle bir tanım bulamıyoruz.
Fakat kahinin anlatmayı sevdiği başka bir öyküye genişçe bir yer ayırmakta fayda var.
1990'larm hemen başında ziyaretine Daniela adında Filibeli genç kız ve onun "uzaylı arkadaşı"
Kiki geliyorlar. O dönemde Kiki oldukça popülerdir. Medyada hakkında bir sürü haber çıkıyor,
kitaplar yazılıyordu. Kiki'nin dış görünüşünü Vanga şöyle tarif ediyor: kabuğuyla birlikte bir
civciv! Kuş kafasına ve insan gözüne sahipmiş, 30 yaşlarında, zayıf ve 150-170 cm boyundaymış.
Asıl ismi İzün olan dünya dışı varlık, oğlak takımadasındanmış. Bu uzaylı varlık ve arkadaşı ile
ilgili olaylara, oldukça sansasyonel olduklarından dolayı biraz daha ayrıntılı yer vermeyi uygun
buluyoruz. Bir çok paranormal özellikler içeren vakayı ilk keşfeden, araştıran ve çalışmalarını
kitap haline getirip rekor satışa ulaşan Filibe'li yazar Hristo Nanev'in anlatımıyla aktarıyoruz:
"...1990 yılında, Filibe'deki bir okulun müdürüydüm, aynı zamanda gazetecilikle uğraşıyordum. 1
1 yaşındaki Daniela ve onun uzaylı arkadaşını aynı mahalledeki komşu aileden öğrendim. Iskra
Gazetesi Yayın Yönetmenine danışınca bana "Git ve bu mistisizmin foyasını ortaya çıkar!” talimatı
verdi. Gittim ve 1 yıl süreyle fenomeni inceledim. Kiki sorulara tıklayarak cevap veriyordu.
Kullanılan kod, evet için iki, hayır için bir, evet ve hayır için üç tıklama (vuruş) idi. Aldığımız
enformasyonun kaynağı bir masa idi. Masanın etrafına oturuyor ve soruyordun: "Kiki burada
mısın?" tık, tık (buradayım) ve de sormaya başlıyorsun. Ben masanın her yanını inceledim.
Herhangi bir kablo yoktu, aile uzakta duruyordu, el ve ayaklarını kaldırttım, tıklamalar devam
etti. Ondan sonra sorular sormaya başladım..."
Neşeli bir varlıktı. Poltergeister (yaramaz, neşeli ruhlar) geçmişten beri varlar. Genelde
ergenlik çağına giren çocukların yaşadığı evlerde ortaya çıkarlar. Bu yaştaki çocukların psikolojisi
daha hassastır, dolayısıyla telepatik bağlantı için daha uygundur. Kiki aniden ortaya çıkıyor. Bu
kızın -Daniela'nın etrafında anomaliler başlıyor. O zaman on yaşındaydı. Örneğin durup dururken
çorapları çıkıyordu, yatağında biri örtüsünü çekiyordu, cimcikliyordu. İlk zaman ailesi oldukça
endişeliydi. Hatta kızlarının psikolojik problemleri olduğunu düşünüyorlardı. Doktor çağırıp
muayene ediyorlar, her şey normal... Fakat bu anomaliler devam ediyor. Sonra papaz çağırıyorlar,
Kiki onunla da şakalaşıyor, giysisini çekiştiriyor, elindeki İncili çekiyor...91 yılında en az 20 kişinin
gözü önünde, camın içinden bir anahtar geçirdi... Bir seferinde Kiki çamaşır makinesini devirdi,
başka bir defa üzerime elektrikli radyatör fırlattı... Bir gün misafirliğe gitmiştik. Diğer odada
çocuklar aniden çığlık atmaya başladılar. İçeri girdiğimizde üzeri bardak ve tabak dolu masa
hareket ediyordu, sonra yerden 30 cm kadar yükselip bize doğru kaymaya başladı. Masanın
altında sis görünüyordu, bizden 1 m ötede durdu. Hepimiz dehşet içinde kalmıştık. Masanın
üzerinde yerinden ne bir tabak oynadı ne de bardaklardaki içecekler döküldü... Rakovski'li bir
Katolik ona Papa'nın ne zaman geleceğini sordu. Kiki sadece yılı değil, tam tarihi söyledi. Kiki
uzaylı olduğunda ısrar ederdi ama ben onun sadece bir ruhsal varlık (poltergeister) olduğunu
düşünüyorum..."
Ülkede birkaç ekstrasens de Kiki ile irtibata geçmeye başlar. Sorular sorarlar, o da cevaplarmış.
Yabancı dillerde de sorular yöneltilirmiş- Hintçe, Çince; onlara da doğru cevaplar verirmiş. 1992
yılında, aile, medyanın sürekli Kiki ile spekülasyon yapmasından bıkar ve gazetecilere kapısını
kapatır.
Daniela bu sayede bir çok yabancı organizasyonun dikkatini çekip Amerika, Japonya, Fransa
ve Avustralya dahil bir çok yere fenomen - çocuk olarak seyahat etti. Yabancı basın ona geniş yer
ayırdı. İtalyan gazeteciler, bir şişenin havada hareketini bile görüntülemeyi başardılar. Çeşitli
başka ülkelerden toplam 15 çocuk ABD'ye davet edildi, hepsinin birtakım paranormal güçleri
vardı. Burada 1 ay kalarak Armstrong ile görüştüler.
Ezoterizm ve Gizemcilik
Ezoterizm, evrensel gerçeklerin ve insanoğlunun binlerce yıldır sorduğu 'ben kimim, nereden
geldim, nereye gidiyorum' tarzındaki sorularının, kozmik gerçeklere en yakın haliyle; bu yüksek
gerçekliği anlayabilecek yetenek ve bilgide olanlara, aşama aşama bildirilebileceği görüşü üzerine
temellenen bir öğreti sistemidir.
Genel olarak, Arapça ve Eski Türkçe'de "Batıniyye", Fransızca'da "Esotérisme" ve İngilizce'de
"Esoterism" sözcüğünün karşılığıdır. Bu sözcüğün Türkçe'de yeni kullanılan karşılığı ise
"İçrekçilik" tir.
Ezoterizme Osmanlı kültüründe "Batınilik" denirdi. Batın; iç, iç yüz, gizli, içteki anlamına
gelir.Yani "gizlide olan" anlamı vardır. Ezoterizmin içerdiği anlam bir hayli geniştir. Yeni
Türkçe'de, "İçrek" sözcüğü, ezoterizmin karşılığıdır. İçrek kelimesiyle "Gizli Öğreticilik" kastedilir.!
Herkese öğretilmeyen, herkese açıklanmayan, gizli yerde, gizli bir şekilde, kapalı bir şekilde
öğrenilen, aktarılan bilgiler bütünü anlamına gelir.
Günümüzde ise tüm ezoterik öğretiler, bu çağın bir gerekliliği olarak büyük kitlelere
sunulmakta, kapalı kapılar ardındaki binlerce yılın gizli bilgileri, her arayanın ya da her yolcunun
hizmetine açılmaktadır. Ama bu yayılış ve açılım, bütün bunların dışında hala açıklanmamış
ezoterik bilgiler yoktur anlamına da gelmemelidir. Şu anda açıklananlar tüm eski inisiyatik ve
ezoterik okulların sembollere bürünmüş bilgileri... Muhakkak ki, bu dönemin de kendine has daha
ileride açıklanacak ya da açılımı devam eden yalnız inisiyelere aktarılan bilgileri vardır...
Ezoterizmin kökü, yeryüzünde ortaya çıkan, akıllı insanın yani 'Homosapien'in oluşumuyla
başlar. Ezoterik yani Gizli Öğreticilik, insanlar arasındaki tekamül/evrim farkından ileri gelir.
Anlayışı, kavrayışı, sezişi birbirinden farklı olan insanların elbette ki evren bilim hakkında elde
ettikleri bilgiler de birbirinden farklı olur.
Ezoterik bilgiler denildiği zaman, herkese açıklanmayan ancak belli eğitimlerden geçip o
bilgileri almaya hak kazanmış kişilere verilen bilgiler kastedilir. Ezoterik bilgilerin en önemli yönü
yazılı olmaktan çok, bir yol gösterici olan Mürşit tarafından öğrenciye yani Mürit olana belli bir
sistem dahilinde aktarılmasıdır. Bu yönteme inisiyasyon veya tekris denilmekte olup Türk-Şaman
geleneklerinde tasavvufta, sufizm de "El Vermek" deyimiyle de yer almaktadır.
Bu bilgiler sayesinde modern deyimiyle öğrenci ya da yolcu, klasik deyimiyle de mürit kendisi
ve evren hakkında çeşitli bilgiler elde eder. Daha doğrusu, bütün bunlara ait evrensel gerçekliğe
nüfuz etmeye çalışır. Bir de bunun zıttı olan bir öğreti şekli vardır; Haricilik yada "egzoterizm".
Buna da, Türkçe bir karşılık olarak "dışrak" denilmektedir. Dışrak ve içrek öğreti, (ezo: iç, egzo:
dış)Aslında, ezoterizme girmek için önce egzoterizmden geçmek lazım. Yani önce bir şeyin "dış
anlamından" başlanır, ondan sonra yavaş yavaş "iç anlamına" doğru gidilir. Doğrudan doğruya
yüksek bir gerçeğin kendisiyle karşılaşmanın imkanı yoktur.Gizemli bilgilerin kaynağındaki
ezoterik karakter, zihinlerin eşitsizliği, dinleyenlerin anlayışlarındaki farklılıktan çıkar. Bu da
tekamülün/evrimin bir yasasıdır. Çünkü evrim yasalarına göre herkesin kendi çabasına göre bir
yükseklik kazanması söz konusudur. Zihinsel eşitsizlikler bir evrim gereği olarak zaten insanlar
arasında doğuştan vardır.
Herkesin zihni aynı yönde ve aynı şekilde çalışmaz. Söylenen bir söz, yapılan bir işaret, işitilen
bir ses, görünen bir manzara anlayış ve zihinsel yetenek bakımından farklılıklar gösteren insanlar
arasında, çok değişik yansımalara, çok değişik çağrışımlara, çok değişik ezoterik ve sembolik
açılımlara neden olur. Bu nedenle binlerce yıldan beri, ezoterik bilgiler sembolleştirildi. Genellikle
ruhsal öğretilerde her zaman sembolik ifadeler kullanıldı. İfadesi pek güç, zihinsel imajları
olmayan bazı öyle kavramlar vardır ki, onların içerdiği hakikati ifade etmek için ancak yukarıdaki
gibi sembolik bir şekil kullanmak gerekir. Astrolojide Zodyak çemberini, yaşamın sonsuzluğunu,
karma döngüsü başka nasıl anlatırsınız ki...
Derin semboller, farklı anlayışlara ve farklı zihin seviyelerinde bulunan insanlara ortak ve
belirli bir anlam birliğini ancak bu tip şekillerle ifade edebilir. Çağlar boyunca da bu nedenle
sembolizm, ezoterik bilgilerin temel yardımcısı olmuştur.
Sirius Gizemi
Bu kitap, Yeryüzü, Sirius yıldızı bölgesinden gelen zeki varlıklarca geçmişte ziyaret edildi mi,
sorusunu sormaktadır. Tüm gizemleri bir yana bırakıp temel meseleme geri döndüm. Dogonlar
adı verilen bu yerli kabile, bu akıl almaz şeyleri nasıl öğrenmişlerdi. Sirius A ve Sirius B
hakkındaki modern bilimle paralellik arz eden bilgilerinin asıl kaynağı neydi?
Bu ilginç malzemelerin kamuoyuna sunulması önem taşıyor. Artık öğrenim az sayıda insanın
egemenliğinden kurtulup, önce matbaanın, şimdi de Internet dahil olmak üzere günümüz kitle
iletişim araçlarındaki kullanım yaygınlığı patlaması sayesinde, herkese açık bir şey olduğuna göre,
artık fikrin bazı onaylama mercilerinden geçirilmeksizin, kabul gören fikirlere uysun ya da
uymasın, dünyanın her yerindeki zihinlere ulaşması mümkün.
Durumun her zaman böyle olmadığını sürekli hatırlamak güç olabiliyor. Eskiden rahiplerin
yönettiği gizli tradisyonlar vardı; bilgi, sözlü olarak aktarılır; zincir kopmasın, sansürlenmesin ve
mesaj kaybolmasın diye büyük özen gösterilirdi.
Modern çağda, gizli tradisyonlar ilk kez olarak açıklama süreci sırasında ortadan kalkma
tehlikesi olmaksızın açıklanabiliyor. Dogonlar da bunun farkına sezgi ya da yüksek rahipler
arasında yapılan görüşmeler sonucu varmış ve en önemli sırlarını ilk kez halkla paylaşma yoluna
gitmiş olabilirler mi?
Fransız antropologlara güveneceklerini biliyorlardı ve
1956'da Marcel Griaule öldüğünde, 250 bin kadar kabile üyesi yüksek rahiplere denk gördükleri
bu kişinin Mali'deki cenaze törenine katıldı. Bu saygı, ancak Dogon'ların gerçekten güvendikleri
müstesna bir kişi için yapılabilirdi. Dogon geleneklerini aktardığı için biz de kendisine
müteşekkiriz. Artık bunları Eski Mısır'la ilintilendirebiliyorum ve uzak geçmişte, birkaç ışık yılı
uzaktan gelen gelişmiş bir zeki varlık ırkının gezegen sistemimizle temas kurdukları konusunu
açığa çıkardıkları fikrindeyim. Sirius gizemiyle ilgili başkaca bir açıklama varsa, eminim çok daha
ilginç olacaktır. Önemsiz olamaz.
Galaksimizde ve bütün evrende başkaca uygarlıkların var olması bizi şaşırtmamalı. Gelecek
yıllarda Sirius Gizemi çok daha farklı bir açıklamaya kavuşsa bile, evrende hiç de yalnız
olmadığımızı, Sirius gizeminin bize bu konuyu deşme imkanı verdiğini ve tembel zihinlerimize,
dünya dışı uygarlıkların gerçekten var olabileceği sorusunu soktuğunu unutmamalıyız. Şu an,
astronomlarımızın uzaya çıkışlarını arada bir sudan dışarı çıkmaya benzetirsek, hepimiz
akvaryumdaki balıklar gibiyiz. Halk, daha doğru dürüst başlamadan uzayın keşif hikayelerinden
sıkıldı. Uzay programlarının sıkıcı ve heyecandan yoksun olduğunu düşünen milletvekillerinin,
bütçelere onay vermeleri için motive edilmeleri giderek zorlaştı. Dünya'nın uzaydan çekilmiş
fotoğraflar tüm güzelliği ile ruhumuzun derinliklerine kaydolmaya başladı. İnsanlık, bu oyunda
aynı takımdan olduğumuzu anlama savaşı veriyor. Hepimiz boşluğa benzeyen bir şey içinde
duran bir küre üzerinde yaşıyoruz. Atomlar da büyük ölçüde boşluktan ibarettir. Bildiğimiz
yegane zeki varlık kendimiziz. Sonuçta, bu gerilimin getirdiği tüm düşmanlık hisleri bir yana,
birbirimizle baş başayız. Şimdi Mars'a yapılan keşif gezileri bizleri kendimize gelmeye ve uzay
hakkında duyduğumuz huşu ve merakı yeniden canlandırmaya çağırıyor, hem de hemen. En
azından uzaktan kumanda ile bile olsa bir başka gezegeni keşfediyoruz, artık gelecek başladı
diyebiliriz. Aynı zamanda bunları fark etmeye başladıkça, kaçınılmaz olarak, idrak ettiklerimizin
sonuçları da ortaya çıkıyor. Biz bu gezegende birbirimizi yemekle meşgulken, başka gezegenlerde
de yaşayan ya da bizim gibi birbirinin kanını içen zeki varlıklar olduğu ve onların belki de
kabuklarını kırıp başka gezegenlerle temasa geçtikleri fikri,artık ya çok zeki ya da çok deli olanlara
özgü istisnai bir düşünce olmaktan çıkıyor. Ve eğer, tüm bunlar bütün evrende olup duruyorsa,
uzaklardaki benzerlerimizle karşılaşmamıza da ramak kalmış demektir; gezegenler, güneşler ve
zihinlerle kaynayan dev boşluktaki bir başka yıldızın yamacında yaşayan yaratıklarla.
Barışa ve insan tabiatında neyin yanlış olduğu araştırmalarının milyonlarca dolar harcayan
organizasyonların, her şeylerini uzay programlarına sarf etmelerinin çok daha iyi olacağını
yıllardır düşünüyorum. Barış konferansları yerine, yeni teleskoplar yapabiliriz. "İnsan ters tabiatlı
mıdır?" sorusunun cevabını boşluktaki modellere göre aramaktansa, kendimizi başka zeki
varlıklarla karşılaştırıp değerlendirme çok daha sağlam olurdu. Şimdilik gölge boksuyla, hayalet
avcılığıyla oyalanıyoruz... Cevaplar, orada bir yerlerde, başka yıldızlar ve başka varlık ırklarında
yatıyor. Kendimize bakarak sadece ilaha nörotik oluyoruz, narsizmimiz artıyor. Dışarı bakmalıyız.
Şüphesiz aynı zamanda da geçmişimize bakmalıyız. Nereden geldiğimizi bilmeden ilerlemek pek
anlamlı değil. Kendi kaynağımız hakkında gizemlerle karşılaşmak da mümkündür.
Örneğin, benim kendi halinde bir Afrika kabilesinden yola çıkan araştırmaların bir sonucu
da, bildiğimiz uygarlık biçiminin bir başka yıldızdan ithal edilmiş olması ihtimalidir. Bağıntılı
Mısır ve Sümer uygarlıkları Akdeniz'de yoktan var olmuş gibidir. Bu, daha önce insan yoktu
anlamına gelmiyor.
Elbette vardı, ama uygarlık yoktu. İnsan ve uygarlık son derece farklı şeyler. Profesör W.B,Emery,
Antik Mısır adlı kitabında şöyle diyor: "Milattan yaklaşık 3400 yıl önce Mısır'da büyük bir değişim
yaşandı ve ülke karmaşık kabile karakteri taşıyan gelişmiş neolitik bir bir kültürden; biri delta
bölgesini, diğeri de Nil vadisini kaplamak üzere, iyi organize olmuş monarşiyi 1 atladı. Aynı anda
yazı sanatı, anıtsal mimari ve son derece gelişmiş zanaat dalları doğdu,bunlar çok iyi örgütlenmiş,
hatta şatafatlı bir uygarlığın belirtileridir. Tüm bunlar nispeten çok kısa bir sürede gerçekleşti.
Yazı ve mimaride bu çeşit gelişmeler için arka zemin ya yoktur ya da çok azdır."
Mısır'a, kültürlerini beraberlerinde getiren gelişmiş bir istilası olmuş mudur, bilmiyoruz.
Ancak tarihin bu döneminde kesin olarak hiçbir şey söyleyemeyecek ölçüde çok bilinmezlikle
karşılaşıyoruz. Tek bildiğimiz, ilkel insanların kendilerini, neredeyse birdenbire, başarılı ve zengin
bir uygarlık içinde buluverdikleri. Sirius meselesi ile ilgili kanıtlar, diğeı yazarların ele aldıkları
yada ele alınmayı bekleyen diğer kanıtlarla birleştirilirse, şu anki uygarlığımızın, gelişmiş dünya
dışı varlıkların ziyaretine çok şey borçlu olduğu fikri, ciddi bir ihtimale dönüşebilir. Uçan daireler
ya da uzay giysili tanrılar tasarlamak gerekmez. Bence bu konu bugüne kadar yeterince yetkin
biçimde ele alınmadı. Ancak tüm bunlar, tehlikeli olan spekülatif alanlara giriyor. Sağlam
gerçeklere yaslanmak hem politikam hem de tabiatım oldu. Gerçekten sağlamlığı konusunda
ileride de fikir edineceğiz. Şu anda masal gibi gelebilir. Hakikaten de gerçek, çoğu kez kurgudan
daha çarpıcıdır. Elinizdeki kitap bir soru yöneltiyor. Bir cevap sunmuyor, fakat öneriyor. En iyi
sorular, uzun süre cevapsız kalan ve bizleri düşünce ve deney alanlarına götürenlerdir. Sirius
Gizeminin bizi nerelere götüreceğini kim bilebilir?
VIII.BÖLÜM
RUPİ BÖLGESİ
Rupi Bölgesi
Kitabın başında, kahinler ile yaşadıkları yerleşim yerleri dısında bir organik bağ
bulunduğundan bahsetmiştik. Yaşamını sürdürdükleri toprağın, duyu ötesi ilhamı üzerinde etkili
rol oynadığı varsayılır. Geçmişe dönüp bakıldığında bazı bölgelerin neredeyse geleneksel bir
şekilde kahin yetiştirmelerini buna bağlayabiliriz.Buna örnek olarak Yunanistan Delfi’deki
kahinleri gösterebiliriz.
Rupi Klisesi önden görünüş
Yirminci yüzyılın ünlü kahini Vanga’nın ruhsal boyut ile olan bağlantısının da yaşadığı bölgeden
beslendiği düşünülüyor.Balkan Yarım Adası’nın en yüksek dağı olan Rila’nın eteklerinde
geçmişte de Prepodobna Stoyna Slava Servukova gibi kahinler yetişmiştir. Bölgenin Antik Yu
nan'ın okült merkezi Delfi'ye yakınlığı (200 km) ve coğrafyası dışında kahinlerin de birbiriyle
benzer özellikle bulunuyor. Platon'un "kehanet çılgınlığı" yaşadığını söylediği Delfi'deki Apollon
tapınağı rahibesi olan Pythia için sesinin değiştiği, modem bir medyumunki gibi titreyerek,
boğuklaştığı ve genizden geldiği anlatılır. Aynen Vanga'nm trans hali gibi... Delfi kahineleri, seans
öncesi kutsal bir pınardan su içerek hazırlanırlardı. Şaşırtıcı ama Vanga da, Rupi bölgesine gider
Rupi Klisesi içerden görünüş
gitmez, hemen evin yanındaki termal kaynak suyundan bir bardak doldurulmasını ister,
soğumasını bekledikten sonra da içerdi. Bunun dışında Antik Yunan kabineleri de aynı Vanga
gibi, sıradan, basit bir hayat yaşayan eğitimsiz kişilerden oluşurdu. Başka bir ilginç husus, gerek
Bulgar Prepodobna Stoyna'nın gerekse Vanga'nın bakire olmalarıdır. Petrich'li Vanga, evlenmiş
olmasına rağmen hayatı boyunca cinsel ilişki yaşamamış ve bakire olarak ölmüştür.
Rupi dinlenme evi
Konuyu daha fazla dağıtmadan, lafı konumuz olan Bulgar kahin Vanga’nın yaşadığı bölgeye
getirelim...
Vanga’nın doğduğu yer, bu günkü Makedonya sınırları içinde yer alan, o zamanlar Osmanlı
İmparatorluğu topraklarına ait Strumitsa kasabasıdır. Annesinin ölümünden sonra küçük
Vangelina'nm ailesi NovoSelo'ya taşınıyor ve geleceğin kahini olan kız, körler okulunda
bulunduğu 3 yıl haricinde evlenene kadar burada yaşıyor.
1942 yılında evlenip Petrich kasabasına yerleşen Vanga, bundan sonra yeteneğinin en verimli
yıllarım geçirdi. Evinin önünde daimi bir kalabalık vardı, insanlar dertlerine çare bulmak ümidiyle
sadece civardaki yerleşimlerden değil tüm ülkeden ve komşu ülkelerden de akın ediyorlardı.
Yerel belediye, kalabalığı düzenlemek için görevliler tayin ediyor, insanlar ücret karşılığı sıraya
alınıyordu. Belki de Vanga’nın 1970 yılında ikinci bir ev yaptırma sebebi, onun sessiz ve tenha bir
yerde olan dinlenme ihtiyacıydı, ilk zamanlar, kahinin Melnik şehrine taşınmak istediği
bilinmektedir.
Rupi'yi seçmeden evvel devalarca 77 kiliseli Melniği ziyaret eder. Bu yerleşim bölgesi de aynı
Rupi gibi şifalı yer altı sularıyla dikkat çekmektedir. Fakat kahinin hangi sebepten Rupi bölgesini
tercih ettiği bu gün tam olarak bilinmiyor. Aslında bakılırsa bölge, Petrich'li kahinin ihtiyacı olan
her şeyi barındırıyordu: dış çevreden izole edilmiş, tenha ve sakin bir yerdi, doğası hariküladeydi,
ileride hayali olan kilisenin yapılması için uygun boş araziler vardı...
Vanga fenomenin ortaya çıkışından daha önce başka bir kahin - Stoyna yine yakın bölgeye
gelip yerleşmiş ve hayatının sonuna kadar insanlara şifa dağıtmıştı. Belki de Rila dağı çok
önemli bir enerji kaynağına sahipti ve bir şekilde bu yeraltı enerjisiyle kahinleri beslemekteydi.
Bölgede ayrıca güçlü jeo-magnetik ve radyasyon ışınları tespit edilmiştir. Zengin termal suların
olduğu Rila eteklerine bir zamanlar Büyük İskender'in ve ordularının sefere çıkmadan evvel
geldiği ve dinlenip enerji topladığı rivayet edilmektedir. İşin rivayet olmayan kısmı ise daha da
ilginçtir ve ciddi bir araştırma gerektirmektedir: Stru-ma nehrinin sol kıyısında, Rupinin altında
kırmızı tuğlalarla inşa edilmiş yeraltı tünelleri keşfedilmişti.
Bölgede binlerce yıl evvel bir volkanın patlaması sonucu (bugünkü Kojuh Dağı) komple bir
antik yerleşim yerinin yok olduğu, binlerce insanın lavların altında kalmış olduğu söylenir.
Gerçekten de Bulgaristan'daki tek yanardağı artık sönmüş olan Kojuh'tur (Türkçe hayvan postu).
Aynı dağın eteklerine 1955 yılında İsrail Hava Yollarına ait bir uçak çarpmış, içindeki 51 yolcu ve
mürettebat hayatını kaybetmişti. Vanga'nm anlatımına göre çok önceden, 4000 yılı aşkın bir süre
evvel aynı yerde Petra adında bir şehir varmış. Grada uzun boylu, iri, ayrıca çok bilgili ve yüksek
medeniyete sahip insanlar yaşarmış. Folyoyu andıran ince ve parlak giysiler giyiyorlarmış. Şehrin
içinden akan ırmak altın taşırmış, her yeni doğan bebeği sularında kutsarlarmış. Şehrin giriş
kapıları büyük altın kanatlı hayvanlarla süslüymüş. Yedi "kilise", yedi kutsal ateş ve üç de tapınak
inşa edilmiş. Binlerce yıl evvel bir 15 Ekim günü bu zengin şehri, aniden patlayan volkanın lavları
yutmuş, binlerce insan kül olmuş. Vanga'yla konuşan Altın Atlı da donmuş lavların altında
kalanlardanmış. Şimdi yerin çok altında kalan bu yerleşim alanından bize geriye kalan, yüzeye
tedavi olabilmemiz için gönderdiği termal sulardır. Bunlar masum ölen insanların iç
geçirmeleridir...
Gerçekten de sönmüş yanardağın eteğinde M.Ö. 4. yüz yılda kurulmuş Petra adında bir antik
şehrin kalıntıları bulunmaktadır. Bu eski trak şehri önce Romalılar, sonra da Slavlar tarafından ele
geçirilip yakılmış ve yok edilmişti. Bugünkü Petrich - Vanga'nın yaşamış olduğu kasaba- antik
Petra'ya yakın onun devamı olarak kurulmuştur. Kahinin bahsettiği lavların yuttuğu 4 bin yıllık
şehir, aynı isimdeki trak şehrinden evvel gerçekten de var olmuş muydu? Bugüne dek bunu
doğrulayacak bir bulguya rastlanmamıştır. Kim bilir? Belki bir gün gereken kapsamlı arkeolojik
araştırmalar yapılır ve bu soruların cevabı bulunur.
Bugün kesin olarak bildiğimiz şey, bölgenin Vanga için teşkil etmiş olduğu önemdir. İlk
ünlendiği yıllarda devlet ve polis tarafından, sınıra çok yakın olması sebebiyle ve güvenlik
gerekçesiyle ülkenin iç bölgelerinden birine sürülmesi için girişimlerde bulunulmuştu. Neyse ki
sadece girişim olarak kaldı. Bu özel bölgenin Vanga için taşıdığı önemi anlamak için kendi
sözlerini okumamız yeterli olacaktır:
"...Doğaüstü güçlerime kavuştuğum yer Petrich civarıdır, ve de ayrıca doğduğum yer olan
Strumitsa'dan uzaklaşmak istemiyorum. İnsanın güç bulduğu yer, göbek bağının kesildiği
topraklardır... Burada, Petrich'te kalacağım!
"Burada kalacağım süre belirlidir. Çok garip bir yerdir.Bir akü gibi, ondan enerji ve güç
alıyorum. Bir zamanlar burada korkunç bir ateş yanarmış; bu tepe ise büyük bir sırrı gizler...”
Ayakta olduğu tüm saatleri Rupi'deki villasında geçiren Vanga'nın Petrich'teki evine sırf
uyumak için gittiğini söylersek yanlış olmayız. Sabah erken saatlerde kalkma alışkanlığı olan
kahin daha saat yedi olmadan ilk görüşmelerine başlıyor. Bunlar resmi olmayan, kendi özel
görüşmeleridir. Saat 8 gibi gelen arabayla Rupi'ye giden Vanga, sabırsız kalabalığın çoktan
önünde toplandığı evine giriyor. İlk isteği, çevredeki termal kaynaklardan çıkan mağden
sularından bir bardak içmek oluyor. Saat öğlen 1-1.30' a kadar ziyaretçilerle görüşen Vanga
öğleden sonraları dinleniyor, genelde de kısa uykuya yatıyor. Saat 6'da tekrar görüşmelere devam
ediyor, bazen ise yalnız kalmayı tercih ediyor. Gece 11 gibi buradan ayrılıp, Petrich'te-ki evine
dönüyor.
Bugün toplam 20 hektar olan Rupi’deki dinlenme evi ve çevresi milli park ilan edilmiş,
ağaçlandırılmış ve düzenlenmiştir. Ünlü kahinin ziyarete açılan evine, bugün de yurt içinden ve
dışından insanlar akın etmeye devam etmektedirler...
IX.BÖLÜM
LÜDMİLA JİVKOVA VE VANGA
Lüdmila Jikova ve Vanga
Siyaset ve entelektüel çevreler arasından, belki de ilk defa şüpheciliği bir kenara bırakıp kahine
çekinmeden yaklaşan kivi, Bulgar Komünist Parti ve Devlet Başkanı olan Todor Jivkov'un kızı
Ludmila Jivkova dır.
Vanga'nın en sık ziyaretçilerinden biri olan Ludmila'nın atacağı her adım için ona danıştığı
söylenir.
Ludmila Jivkova, eski hint öğretilerine duyduğu ilgi, ezoterik bilgileri, Agni Yoga (Canlı
Ahlak) öğretisine olan bağlılıkı ve onu ülkede yaymak için giriştiği çabalar ile Komünist l’arti
görüşleriyle bağdaşmayan bir çizgi çizmekteydi. Anlatımına göre, (Vanga'ya benzer bir şekilde)
her şey geçirdiği bir kaza sonrası başlıyor.
Geçirdiği araba kazası sırasında ölüm tehlikesini atlatan komünist liderin kızı, gözleriyle ilgili
ciddi sorunlar ile karşı karşıyadır. Kazadan hemen sonra, ters şekilde gördüğünü söyleyen
Jivkova, tedavilerden bir yanıt alamayınca, alternatif tedavilere yönelir. Kendi kendini tedavi
etmenin yollarını aramaya başlar. Bu amaçla yoganın gözler ile ilgili özel bir takım egzersizlerini
üzerinde uygular, aylarca süren sabır ve konsantrasyona dayalı bu çalışma sayesinde gözlerini
iyileştirir. İyileşen, değişen sadece sağlığı değildir. Ludmila, içsel/ruhsal değişimin başladığının
farkındadır. Yeni ilgi alanı olan doğu öğretileri üzerinde araştırma yapmaya başlar ve Hindistan'ı
ziyaret eder.
Yavaş yavaş ezoterik felsefenin içlerine doğru yol alan
Ludmila, Elena Blavatska'nm Beyaz Kardeşlik öğretisi ile tanışır. Özellikle de Nikolas Roerich'in
Agni Yoga öğretisinden ol-ılukça etkilenmiştir. Artık tam bir "ezoterist" olan L. Jivkova, kendini
tümüyle içsel, ruhani dünyasına vermiştir. Hatta çevresine üstlendiği siyasi görevlerden dolayı
zamanının yetmediğini ve politikadan ayrılmak istediğini söylemişti. Svetoslav Nkolaevitc
Reorich ile yakınlaşmıştı. Kendisini Sai Baba ile tanıştıran Svetoslav Reorich, babası Nikolas
Roerich'in öğretisini devam ettiriyordu.
Artık ezoterik felsefeyi benimsemesiyle ile birlikte, Ludmila'nın tüm yaşam prensipleri de
değişmişti. Vejetaryen olmuştu. Sırlar dünyasının kapısını zorlaması kaçınılmaz olarak onu
yaşadığı ülkenin en büyük mistiği olan Vanga ile yakınlaştırdı. Bazı görüşlere göre, kahine olan
bağlılığı, onun sonunu hazırlayan etken haline dönüştü...
Vanga ile Ludmila çok çeşitli konular üzerinde sohbet ederler. Artık Kültür Bakanı olan
Jivkova, yaptığı kültürel projelerden, almak istediği kadrolardan bahseder; Hindistan'a ve
Himalayalar'a yaptığı seyahatleri anlatır; orda edindiği sağlık bilgi ve öneriler üzerine tartışır,
tanıştığı Sai Baba'dan bahsederdi.
Kendisine bir yüzük hediye eden güney Hindistanlı Sathya Sai Baba'yı dünya mistik
yetenekleri sayesinde tanımıştır. Genelde öğleden sonraları gerçekleşen bu ziyaretlerindeki
sohbetleri banda kaydeder.
Ünlü kahin ile Ludmila Jivkova'nın doğu öğretileri ve mistisizmi üzerinde saatlerce süren
sohbetleri,
Kuşkusuz Vanga'da da izler bırakmıştır. Kehanetlerinde oluşturduğu etkileri açıkça
görebiliyoruz. Bundan dolayı Sai Baba ve Roerich öğretilerine kısa da olsa yer ayırmayı uygun
buluyoruz.
Sai Baba akımı, 1940'lı yıllarda ortaya çıkar. Zamanla Batıya yayılan öğreti geniş etkileme
potansiyeline sahiptir. Başlangıçta bunun sebebi olarak Sai Baba'nın paranormal yetenekleri
gösterilebilir.
1926 yılında doğan, asıl ismi Sathya Narayana Raju olan Sai Baba, 14 yaşına geldiğinde, ölen
Shirdi Sai Baba olduğunu iddia eder. Doğumundan 8 yıl evvel vefat etmiş olan Shirdi Sai Baba'nın
adı da bir takım mistik olaylar ile birlikte anılmaktaydı. Öğretisi İslam ve Hint öğretilerinin bir
sentezini oluşturuyordu. Ölmeden evvel, 1918 yılında, 8 yıl sonra reenkarne olacağını haber
vermişti.
Ludmila Jivkova'nın tanışmış olduğu Sathya Sai Baba tam da Shirdi Sai Baba'mn ölümünden 8
yıl sonra dünyaya gelir. Ik-ş büyük dini birleştirmeyi amaç edinen Sathya Sai Baba sembol olarak
beş yapraklı bir çiçeği seçer. Çiçeğin her bir yap-11ığı bir dini sembolize eder. Peygamberlik
iddiasında bulunan guru, misyonunun 2022 yılında biteceğini hesap etmiştir. Bugün dünyada 130
ülkede 1200'den fazla Sai Baba merkezi faaliyetlerini sürdürüyor. Bulgaristan'da da çok sayıda
fanatik takipçisi olan Sathya Sai Baba hakkında çeşitli sahtekarlık ve suç iddiaları yapılmıştır.
Fakat bizi ilgilendiren işin bu kısmı değildir, bizim için Vanga'nın felsefesinde doğrudan veya dol.ıylı etkisi olup olmadığı önemlidir. Bu yüzden onun bir sahtekar mı yoksa üstad mı olduğu
konusuna cevapları araştırmacılara bırakıyoruz...
Ludmila Jivkova'nın hayat felsefesi ve yaşam tarzına doğrudan etkisi olan diğer bir öğreti,
Helena ve Nikolas Roerich ailesinin kurduğu Agni Yoga - Ateş Yogası veya diğer bir de-s işle
"Canlı Ahlak Doktrini" dir. Agni Yoga, Himalaya Maki tmalarının rehberliğinde yazılan 14 ciltten
oluşan bir seride i/,ah edildi. Kitapların ilk ikisini Nikolas Roerich yazdı, diğerlerine Helena
Roerich devam etti. 1920 yılında New York'ta Agni Yoga Derneği'ni kurdular.
1920 yılına aile, Nikolas Roerich'in gençlik yıllarından beri hayalini kurduğu Büyük Asya
Gezisi'ne başlar. Beş yıl süren bilimsel gezide Tibet Platosu boyunca batıyı takip ederek Himalayalar, Moğolistan, Çin, Türkistan ve Altaylar'da deve ve ,ıt sırtında yolculuk yaptılar. Gezi
sırasında Nikolas 500'tin üzerinde resim yaptı, Altay - Himalaya, Şambala ve Asya'nın Yüreği
isimli kitap ve günlüklerde doğuya ait mit ve efsanelerle ilgili birçok bilgiyi yazıya geçirdi.
Nikolas Roerich bu konuda şöyle yazdı: "Asya'nın her şehrinde, her yerleşim bölgesinde halkın
hafızasında ne hatıralar beslenmişse onların örtüsünü kaldırmaya çalıştım. Bu saklanmış ve
korunmuş masallar sayesinde geçmişte yatan gerçeklerin farkına varabilirsiniz. Her bir folklor
kıvılcımında büyük bir gerçeğin taslağı var, süslenmiş ya da bozulmuş olarak."
Roerichler 1928 yılında Himalayalar'ın batı eteklerindeki Kulu Vadisi'ne yerleştiler ve orada
Urusvati Himalaya Araştırma Enstitüsü'nü kurdular. "Urusvati" Helena Roerich'in bir diğer
ismiydi ve "Sabah Yıldızının Işığı" anlamına geliyordu. Enstitünün onursal başkanı Helena
Roerich'ti. Yönetimini oğulları Yuri ve Svetoslav Roerich üstlenmişti. Bu enstitünün amacı Merkez
Asya gezisinde yaptıkları araştırmalar, topladıkları bilgiler üzerinde çalışmalar yapmak ve onları
geliştirmekti. Kültür, tarih, arkeolojik alanlar, tapınaklar, yerel diller, kitaplar, heykeller, resimler
ve her türlü sanat eserini inceliyorlardı. Urusvati Enstitüsü birçok önemli kuruluşla işbirliği
halindeydi ve A.Einstein, R.Tagore, N.I.Vavilov, D.Boshet gibi dünyanın önde gelen bilim adamı
ve sanatçıları tarafından destek görüyordu. Maalesef Enstitü faaliyetlerine İkinci Dünya Savaşı
Yıllarında son verildi.
Agni Yoga veya diğer bir deyişle "Canlı Ahlak" isimli felsefi çalışmaları oğulları Svetoslav
Roerich tarafından devam ettiridi. 1993 yılında Hindistan'da vefat eden Svetoslav Roerich, SSCB
Sanat Akademisi Onursal Akademisyeni, aynı zamanda Bulgar Sanat Akademisi Onursal Üyesi
idi. Bulgaristan'daki Ludmila Jivkova liderliğinde başlatılan kültür atağında büyük yardımları
olan ressam, Bulgar Devletine kendisine ve babasına ait 400 civarında resim hediye etmişti.
Bogomil Raynov 1990 yılında çıkan "Gizli Öğreti" isimli kitabında ortaya değişik bir versyon
atmıştır: Dünyamızdaki eski peygamberler, (öğretmenler)7 den sonra (Hz. îsa, Hz. Mu-lıammed,
Lao Zi) yirminci yüz yılda Elena Blavatska ve onun ı levamı niteliğinde Nikolas ve Helena
Roerich'in öğretileri gönderilmiştir. Jivkova'yı bir sonraki öğretmenin kendisi olduğuna
inandırmak ve bu şekilde onun iradesi ve bilincini manipule etmek hiç güç değildir. Yazar,
komünist lider kızının söz konusu öğretilere şartsız inandığını, bağlandığını, öğretiyi yaymak ve
geliştirmek üzere kendisine görev verildiğini düşündüğünü anlatmaktadır.
Bu uğurda sahip olduğu politik gücü sonuna kadar kullanmaktan çekinmemiştir. Komünist
partinin memnuniyetsizliğine rağmen "ateist" Bulgaristan'dan beklenmeyecek açılımlar yapmıştır.
Örneğin 1978 yılını Roerich yılı ilan etti, Himalayalar'daki Roerich Enstitüsünü onarmak için heyet
gönderdi, Sofya'da uluslar arası bir Roerich merkezi kurmak için çalışmalara başladı... Küçük ülke
Bulgaristan'dan beklenmeyen ve ruhani yönden Sovyetler Birliği'nin önüne geçmesine neden olan
cesur adımlar atılıyordu.
Beyaz Kardeşliğin ön kalelerinden biri olma yolundaydı. Tüm bu furya Ludmila Jivkova'nm
vakitsiz ölümüyle, başladığı gibi aniden sona erdi.
Ludmila Jivkova'nm genç yaştaki (39 yaşında) ani ölümü, birçok komplo teorisinin ortaya
çıkmasına vesile oldu. Resmi olarak beyin kanaması geçirdiği yazılan Ludmila'nın ölümü ile ilgili
bir çok şüpheli detay göze çarpmaktadır: bilincini kaybettiği 2 saat boyunca rezidansta hiç
kimsenin olmaması, ambulansın çok geç gelmesi, yolda tekerinin fırlaması ve tam bir saat tamir
edilmesi... Bir kısım çevreler, garip şartlar altında olan ölümünde Vanga'nın sorumluluk payının
olduğu görüşündeler. Son zamanda sıklaşan ve uzayan görüşmeleri, Ludmila'nın anlaşılmaz
bağlılığı kahinin onu etkilemiş ve zehirlemiş olma şüphesine yol açar. Bir komplo teorisine göre,
özel hayatı ve doğu bağlılığı rus gizli servislerin hoşuna gitmemiş ve bu amaçla kendilerine bağlı
çalışan Vanga'nın kullanılmasına karar verilmişti.
Vanga'nın rus ajanı olma ihtimali çok zayıf olsa da, Sovyetler Birliği'nin kahinlerle özel bir
takım çalışmalar yürüttüğü kesindir. 2006 yılında Komsomolskaya Pravda gazetesinde çıkan bir
röportajda, Büyük Sovyet Ansiklopedisi'nin yazarlarından Prof. Aleksander Spirkin, Kremlin'in
kahinleri özel görevler için kullandığını iddia etti.
Sovyetler Birliği gizli servisi KGB ile yakın ilişkileri olduğunu söyleyen Spirkin paranormal
özellikleri olan birçok insanla birlikte çalıştıklarını belirtir. Spirkin, "Sovyetler kahinleri casusluk
çalışmalarında kullanmak istiyordu. ABD Başkanının sağlık durumu ile ilgili bilgi almak için
televizyonda kendisini seyretmek yeterli idi. Turist olarak ABD'ye gönderilen kahinler, telepati
yöntemleri ile iletişim kurarak politik gelişmelerden haberdar olmak gibi ilginç çalışmalar
yapıyorlardı. KGB yabancı denizaltıların okyanuslarda nerelerde konuşlandığını belirlemek için
kısmen kahinleri kullandı." diyor.
1960'arda Kruşçev döneminde insanların telepati yöntemi ile iletişim kurmaya merak sardığını
ifade eden Spirkin, "Örneğin Wolf Messing vardı. Üzerinde "uzak mesafelerden düşüncelerinizi
okuyabilir." ibaresi yazılı posterleri tüm Rusya'da dağıtılıyordu. Ben o günlerde Marksist ve
Leninist ideoloji açısından bunu kabul edilemez buluyor ve aleyhte kampanyalar yürütüyordum."
Diyor. Profesör, Bilim laboratuvarında çalışanların KGB tarafından kontrol edildiğini, yöneticilerin
çoğunun da aynı zaman da KGB ajanı olduğunu iddia ediyor.
Ludmila'nm sevgilisi olan eski Blagoevgrad Müze müdürü Yovkov'a göre ölümünde
Vanga'nın payı tartışmasızdır: "Vanga, Ludmila'nın ölüm sebeplerinden biridir. Vefatından ay
evvel Vanga'dan dolayı kavga ettik. Ona nasıl inanabilirsin, onunla olan konuşmaların senin
enerjini yok ettiğini görmüyor musun? Demiştim..."Benim yine ona gitmem gerek" diyerek gitti.
Gece döndüğünde, çok güçsüz ve bitkindi, basanı.ıklan çıkacak gücü yoktu..."
Ludmila'nın kızı Jeni Jivkova, kesinlikle Vanga’nın annemin ölümüyle ilgisi olduğuna ihtimal
vermemektedir. L. Jivkova'mn ölümünden sonra, kahinle görüşmeye devam eder. " Annemin
vefatından birkaç yıl sonra, Vanga onun ölümünü öngördüğünü açıkladı. Fakat ona
söyleyememiş, söylemesine olanak yokmuş. Ölümün ne zaman ve nasıl olacağını bilemiyormuş..."
Kahin, en yakın arkadaşlarından olan Jivkova'nın son günlerinde oldukça ümitsiz ve karamsar
bir ruh haline büründüğünü anlatır. Bugün, ikisi de ruhsal aleme geçiş yapmış olan iki kadının
saatlerce süren sohbetlerinde, dışarıya yansımayan bir çok şeyin olduğunu biliyoruz. Bulgaristan
Devletinin en popüler, mistik iki kadını sırlarını beraberinde götürdüler.
X.BÖLÜM
VANGA’NIN YEĞENİNE YÖNELTTİĞİ SORULAR
Vanga'nın Yeğenine Yönelttiği Sorular
Kız kardeşi Lubka ve onun çocukları hayatı boyunca Vanga'yla bir arada yaşamışlar,
görüşmeler sırasında yaptığı konuşmalara şahit olmuşlardır. Kitabımızda yeğenlerinden Krasimira Stoyanova'nın tuttuğu notlardan kısa bir bölüme yer vermeyi uygun buluyoruz:
Soru: Kişilerin özelliklerini görebiliyor mu: yüzü, dış görünüşü, resim, mekan?
Cevap: Evet.
S: Kişileri hangi zaman diliminde görüyor: geçmiş, yakın gelecek, gelecek?
C: Her üç zamanda da görüyor.
S: Bu görme şematik midir, kişiyle ilgili tüm bilgileri mi taşıyor, yoksa sadece belli konuda mı bilgi
alabiliyor?
C: Her durum geçerlidir.
S: İnsanın hayatını öğrenebileceğimiz kendi kodu var mıdır?
C: bu soruyu yanıtsız bırakmıştır
S: Seanslarda insanın geleceğini nasıl algılıyor? Sadece önemli olayları mı görüyor, yoksa film şeridi gibi
tüm hayatını mı görebiliyor?
C: Hayatını film şeridi gibi görüyor.
S: Düşünceleri okuyabiliyor mu?
C: Evet
S: Düşünceleri okumak için insan ne kadar mesafede olmalı?
C: Mesafe önemli değil.
S: Yabancıların da düşüncelerini okuyabiliyor mu? Eğer okuyabiliyor ise, bilgiler ne şekildedir?
C: Yabancıların düşüncelerini okuyabiliyor. Genelde ses duyuyor, dil engeli söz konusu
değildir.
S: Sadece belli bir zaman veya soruya ait bilgiyi "Çağırabilir mi”?
C: Evet
S: Öngörünün gücü, gelenin veya problemin ciddiyetine bağlı mıdır?
C: Evet
S: Gelenin o anki sağlık veya psikolojik durumu öngörülerdeki gücü etkiler mi?
C: Hayır.
S: Birinin hayatındaki olumsuzlukları, hatta öleceğini gördüyse; bunları bir şekilde önleyebilir mi?
C: Hayır. Ne Vanga ne de kişinin kendisi bunları değiştiremez.
S: Gelenin sorunlarını nasıl tespit ediyor?
C: Görüntü geliyor ve ses duyuyor.
S: Kahin öngörü yeteneklerinin üstün güçler tarafından programlanmış olabileceğini düşünüyor mu?
C: Evet.
S: Bu üstün güçler kimlerdi?
C: cevap vermemiştir.
S: Onları nasıl hissedebiliyor?
C: Genelde ses olarak.
S: Hiç onları gördü mü?
C: Evet. Şeffaflar, insanın sudaki görüntüsü gibi.
S: Havadaki ışıklı noktalar onlar mıdır?
C: Evet.
S: Görünür hale gelebiliyorlar mı?
C: Hayır.
S: Kimin isteğiyle bağlantı kurulabiliyor, Vanga'nın mı, onlarınmı?
C: Genelde onların isteğiyle kuruluyor.
S: Vanga'nın yardımıyla Onlarla ilgili sorulara açıklık getiriyorlar mı?
C: Hayır. Bu zor. Cevaplan belirsizdir.
S: Ölüleri nasıl görüyor - görüntü, sembol veya başka bir şekil? C: Görüntü geliyor ve ses duyuyor.
S: Ölümü nasıl algılıyor?
C: Sadece fizyolojik bir son olarak.
S: Ölümden sonra kişilik muhafaza ediliyor mu?
C: Evet.
S: Reenkarnasyon var mıdır?
C: cevap vermemiştir
S: Hangisi daha güçlü, akraba bağı mı, ruhsal bağ mı?
C: Ruhsal - manevi bağ daha güçlüdür.
S: Bizden önce Dünya'da büyük medeniyetler var mıydı?
C: Vardı.
S: Kaç tane?
C: Cevap vermemiştir
S: Zekaları daha üst seviyede olan birlikler var mı?
C: Evet.
S: Bu üst-zeka nereden çıkmıştır? Uzaydan, Dünya'nın eski uygarlıklarından, Dünya'nın
geleceğinden...?
C: Uzaydan.
S: Şu anda Dünya'da yaşayan bizler, zekanın çocukluk halinde miyiz?
C: Evet.
S: Evrende bizimle aynı seviyede bulunan uygarlık var mı?
C: cevap vermemiştir
S: Başka uygarlıklarla buluşmamız olacak mı?
C: Evet
S: Gezegenimize gelen UFO'lar var mı?
C: Evet.
S: Nereden geliyorlar?
C: Söylediklerine göre "Vamfim" (ya da kendisi öyle anlıyor) olan ve Dünya'ya göre 3.
Gezegen olan bir yerden geliyorlar.
S: Bu gelenlerle telepatik veya başka bir temas/diyalog kurulmuş mudur?
C: Hayır. Onlar bizimle temasa geçiyorlar.
XI.BÖLÜM
VANGA’NIN YAKIN ARKADAŞI
PETER BEKOV İLE SÖYLEŞİ
Vanga'nın Yakın Arkadaşı Peter Barkov ile Söyleyişi:
Önceden edindiğim bilgilerden, şair ve besteci Peter Bakov'dan randevu almanın neredeyse
imkansız olduğunu biliyordum. Ben de iç sesimi dinleyerek, telefon açmak yerine direk olarak
evine gitmeye karar verdim. Ülkenin "bir numaralı tuhaf şahsiyetinin" adresini bulmak zor
olmadı. En üst yedinci katını tapınak haline getirdiği evini Peter Barkov Petrich kasabasında
muhtemelen herkes biliyordu. Cesaretimi toplayıp oraya gittiğimde henüz bu kadar önyargısız ve
samimi bir şekilde karşılanacağımdan habersizdim. İlerleyen yaşı ve geçirdiği dört kalp
ameliyatından dolayı hayli yorgun olan Peter Bakov ile sohbetimizi iki günlük kısımlara bölmek
durumunda kaldık.
Hemşehrisi kahin Vanga'nın kozmik felsefesini en iyi tanıyan ve hatta bir anlamda takipçisi
diyebileceğimiz şair arkadaşı Bakov'un açıklamalarının bir bölümünü yayınlıyoruz:
"....Vanga'yı çocukluğumdan beri tanırım. Onun cesareti, doğuştan entelektüelliği ve bu dünyanın
ötesine uzanan sezgisi beni her zaman hayran bırakmıştır.
Yıllar boyunca yaptığımız düzenli ve uzun sohbetler bende derin izler bırakmış, algı kapılarımı
fiziki olmayan dünyaya doğru açmıştır. Konuşmaların bir kısmını kaydediyordum. Maalesef 127
kasetten oluşan bant kayıtlarım çalındı. Fakat şükürler olsun ki, her şey beynimde kayıtlı
duruyor...
Bana Hitler'in onunla görüşüp görüşmediğini soruyorsunuz. Şunu bilin ki, onunla gizli veya aleni
görüşmemiş büyük bir lider yoktur. Herkes kendinin ne olduğunu ve ileride ne olacağını bilmek
ister.
Vanga'nın "Beyaz ev siyah olacak" sözleri doğrudur.
O zamanlar kimse onun ne demek istediğini anlamamıştı. Tanrı'ya şükür ne ben ne de o hiçbir
partiye üye olmadık, ne bir öğreti gördük ne de bir öğretiye yakın olduk. O gençken çok daha
verimliydi. O zamanlar evine dinleme cihazları yerleştirirlerdi ve de onları kendiliğinden
silebiliyordu..."
Komünist Parti'den kendisine en yakın olan Ludmila Jivkova idi. İkisi çok konuşurlardı. Jivkova
da dünya dışı formlarla kontağa girebiliyordu. Blavatska ve Roerich'in öğretilerine bağlıydı. Hatta
onların "kutsanmış" bir öğrencisi idi. Nikolas Roerich ile şahsen tanışıyor ve görüşüyordu. Fakat
bazen çok garip davranışları olurdu. Hele yaşamının son döneminde... Olağanüstü bir kadındı.
Eşine az rastlanır entelektüelliğe sahip ve sezgileri de çok güçlüydü. Babası parti lideri ve devlet
başkanı Todor Jivkov'un yakın politik çevresini beğenmiyordu. Onu arlık yaşlanmış olduğu için
kullandıklarım görmüştü. Ve de bundan dolayı öldürüldü. Vanga'nın bu konuyla hiçbir ilgisi yok.
O da böyle bir trajediye hazırlıklı değildi. Ona gösterilmemişti. Ludmila'nm intihar etmeye
çalıştığı ve buna benzer tüm söylemler safsatadır. O doğal yollardan ölmedi. Öldürüldü!
"...Vanga'yı ise parti kasa olarak kullanırdı. O da doğuştan entelektüeldi. Eğitim görmemesine
rağmen kendini yetiştirmişti. Beni her zaman sıradan konuşma sırasında kullandığı bilimsel
terimlerle şaşırtmıştır. Ki daha 1950'li yıllarda telepati, teleportasyon (ışınlanma) gibi sözcükler
söylerdi. Oysa o zaman o kelimeler belki de sadece çok kısıtlı bilimsel çevrelerin lugatlarında yer
alırlardı. Ben ilk defa ondan duyardım. Ne anlama geldiklerini sorardım. Bana 'Bilmiyorum
oğlum, ama sen bunları ezberle ve hatırla.' derdi..."
Peter Barkov’un Oyma Sanatı
Şair ile olan bundan sonraki konuşma, kendi Kozmik Düzen anlayışı ekseni etrafında devam
edecekti. Kahin Vanga ile ilgili hemen her şeyin yazılıp çizildiğini, lâkin önemli olanın temel
felsefesini anlamaya çalışmak olduğunu dile getirdi. Sanırım sonrasının yakında çıkarmayı
planladığı üçüncü kitabından okunmasını tercih ediyordu. Biz buna saygı duyuyoruz ve
yayınlanmasını istemediği kısımlara burada yer vermiyoruz.
Kilise ile başının derde girmesine yol açabilecek teosofik açıklamalarının bir özetini başlıklar
halinde yayınlıyoruz.
Ruh ve Reenkarnasyon
"ilk ve asıl olan ruhtur. Ruh, beyni yaratır, beyin ise Dünya'ya kozmik suyu gönderir ve böylece
Evren'de canlı olan her şeyi yaratır. Bizim beynimiz bir mikroçipe benzer. Ana bilgisayardan
(Kozmik Beyin'den) ayrı olarak düşünülemez, ancak onun bir parçası olarak bir fonksiyonu bir
varlığı mümkün olabilir. İnsan sadece bildiği kadarını görebilir. Ve bilgisizliği o kadar üst
seviyededir ki, ne kadar aciz olduğunu, aslında bir deney olduğunu idrak edemez."
Ölümden kırk gün sonra ruhsal varlık geldiği yere geri döner ve 8 gün orda kalır. 9. günde
başka bir bedende ilk çığlığımızı atarız. Fakat doğmadan hemen önce belleğimizi sıfırlarlar. Aynı
şey hayvanlar için de geçerlidir. Fakat onlar bizden üstün formdadır. Örneğin yunuslar, balinalar
bizden ileri seviyededir. Dünya üzerindeki en gelişmiş varlık formu ise okyanusların dibinde
yaşar.
Her birimiz doğduğumuzda tüm genlerin varyasyonum sahibiz. Yani aslında istediğimiz her
şey olabiliriz. O potansiyel hepimizde var. Mesela güneş çocukları, indigo çocukları var. Onların
farklı metapsişik güçleri vardır. Onlar nereye gittiğimizi gösteren gelecektir; mor renkte ışıldayan
eski ruhlardır.
Diğer varlık formlarıyla insanoğlu uzun süredir ortaklaşa çalışmalar yürütür. Burada evrensel
çekim kanununu bilen bazı gruplar bulunuyor ve de onu kullanabiliyorlar. Aslında buna hepimiz
erişebiliriz.
Şunu bilin ki, Dünya'da herkes birbirinden en fazla 3-6 metre uzaklıktadır. Çünkü madde
yoktur. Madde seraptan öte bir şey değildir. Ve böylece birbirimizle yan yana, iç içe aslında biz bir
bütünüz. Evren'de hiçbir şey kaybolmaz. Ve ruh bir kontinyumdur, sürekliliktir. Bizim
ölmediğimizin kanıtıdır, Ölüm sadece yeni başlangıca imkan sağlayan bir gülümsemedir. Kozmik
Beynin bizi yarattığından ve mükemmeliyete doğru yol almamamıza özenerek yardım ettiğinden
dolayı gurur duymalıyız."
Uzaylılar
"Evren, inanılmaz çeşitlilikte kozmik medeniyetlerle doludur. Onlar her türlü şekle girebilme
yeteneklerini geliştirmişlerdir. Zaten de aslında bizim bildiğimiz anlamda maddenin var
olmadığını tüm sorumluluğumla iddia ediyorum. Madde, bilgisizliğimizden kaynaklanan bir ilüzyondan başka bir şey değildir. İşte bundan dolayı onlar (uzaylılar) bizlere farklı farklı şekillerde
görünürler. Bizi ürkütmemek için daha tanıdık, kabul görebilen şekillere girerler. Mesela ben 2008
son baharında ameliyat olduğumda onları küçük kırmızı yaratıklar olarak görmüştüm. Sağlığıma
kavuşmam için özenerek yardım ettiler. Bu şekilleri benim kafama yatkındı, çünkü tapınağın iç
duvarlarında onları öyle resmetmiştim. Vanga için ise onların bir kısmı ışık noktacıklarıydı,
pullarla kaplı olanları da vardı."
Tüm diğer medeniyetler bizimle iletişim kurmak için çaba gösteriyorlar. Aynen ufak bir
çocukla resimler aracılığı ile ortak dil kurmaya çalıştığımız gibi, bizlere tarlalarda şekiller
çiziyorlar, resimler yapıyorlar. Bu şekilde var olduklarını anlatmaya çalışıyorlar ve Tanrı'nın
sevgisine yaklaşabilmemiz için bize ellerini uzatıyorlar. Onların tek amacı bize yardım etmektir.
Hiçbir kötülük, sinsilik taşımazlar."
Hz. İsa
"Hz. Isa ile ilgili bilinen çoğu şey yanlıştır. Onun bir babası vardı, başka bir kozmik ırktandı. Yani
İsa bir melezdi. Onlar Dünya'da 5-6 büyük hanedanlıktır ve de burayı yönetirler. İşin kötü tarafı
materyal olana eğilimlerinin oluşmasıdır. Gelecekle beraber "yeni olan" geliyor ve de onlar
korkuyorlar, endişe içerisindeler. Bundan dolayı gerçeklerin üstünü iyice kapatmak için inanılmaz
uğraş veriyorlar."
Hz. İsa ölümsüz değildi, çok büyük bir kahindi fakat ölümlüydü. Haçtan indirildiğinde
hayattaydı. Şifacı Varlaam ona bir ilaç içirmişti ve böylece İsa'nın astral bedeni ayrıldı. Sonra
Nikodim'in bahçesinde onu tekrardan şuurlu hale getirdiler.
Eski Ahit, Gücün diktesiyle tam 40 kişi tarafından oluşturulmuştur. (Aslında bu sözlerimden
dolayı Kilise ile sorunlar yaşayabilirim.) İncil, Sn Paul'un uydurmasıdır. İsa öğretisinin aslının bir
kısmını Didache 'de görebiliriz. Didache bugün Kudüs'te koruma altındadır. Hz. İsa'nın
ölümünden sonra, Tanrı korkusu altında kardeşi Yakov (Yakup) tarafından derlenmiştir. Yakov,
İsa'dan sonraki ilk hanedandır ve ondan sonra başlanır... Bu bir aile geleneğidir. Bu gün
Avrupa'da ülkeleri gerçekte yönetenler onlardır. Fransa'dan Almanya'ya, İtalya'dan İngiltere'ye
kadar tüm büyük devletlerin kralları o sülaledendir.
İsa'nın kardeşleri olduğu gibi (4 erkek ve 3 kız kardeş),
Maria Magdalena'dan olan çocukları da vardı. (2 erkek, 1 kız) Sn. Paul kızları Sara ile evliydi. Paul,
öğretiye erişmemişti, o her şeyi değiştirdi. Öğretiyi ticarete dönüştürdü. Ruh ile ticaret
yapıyordu...
Hz. İsa 83 yaşında vefat etti, naaşı bugün Fransa'da bulunuyor.
Daha sonraları İsa'nın öğretisiyle iyice ilgisiz hale gelen Hristiyanlığa karşın Hz. Muhammed
geldi. Bugün tüm dinlenil içi boşalmıştır. Artık dinlerin içinde gerçek öğreti diye bir şey
kalmamıştır. Çünkü gerçek öğreti hep var oldu, sadece biz onu anlamadık. Şimdi artık kavrama
zamanıdır. Yakın geçmişimizde uyanmamıza yardımcı olmak üzere birkaç slav kadın seçilmişti.
Bunların arasında Elena Blavatska ve Helena Roerich isimlerini sayabiliriz. Tüm dinler artık tarihe
karışacak, çünkü 'insan' deneyinin gelişmesi önünde engel teşkil ediyorlar.
XII. BÖLÜM
KAHİN VANGA'NIN YETENEĞİ HAKKINDA TEORİLER
Vanga’nın Yeteneği Hakkında Teoriler
Vanga’nın yeteneği kabul görmüş olsa da, bunun oluşumu ve işleyişi hala bir bilmecedir.
Mesela etrafında ölülerin ruhları olup olmadığı yaşadığında ispat edilmeye çalışılabilirdi. En
basitinden bazı deneyler yapılabilirdi. Örneğin, bu amaçla evcil hayvanlar kullanılarak bir takım
deneyler yapma imkanı vardı. Bazı hayvanların negatif enerjiye duyarlılık gösterdiği biliniyor:
kediler negatifi algıladığında sakinleşirken, köpekler tersine negatif enerji hissettiklerinde
huzursuzlaşır. Vanga’nın bulunduğu mekana kedi veya köpek konularak ruhların varlığı test
edilebilirdi.
Bilindiği gibi suggestopedi (telkinbilim) uzmanları, medyum ve biyoenerji uzmanları ruhlarla
bağlantı kurduklarında onlarda bazı fiziksel değişiklikler olur: vücut ısısı azalır, soluk •ilip verme
ve nabız hızlanır, tansiyon yükselir...
Bunun dışında MR (manyetik rezonans = yüksek manyetizma ile doku yapısını görüntüleme)
veya EEG (elektroensefalogram) yapılabilirdi. Tüm bunlar yapılabilecek iken herkes sadece anket
formları doldurmakla yetinmiştir. Bunun ötesine pek fazla gidilememiştir. Yani sadece söylediği
öngörülerin doğruluk payı ( yüzdesi) ile ilgilenilmiş. Bunun dışında ciddi bilimsel bir incelemeye
girişilmemişti.
Vanga’nın sahip olduğu paranormal yeteneklerle ilgili I >ek çok soru yanıtsız kalmıştır. Daha
doğrusu cevabı olan sorular yok denecek kadar azdır. Görünen o ki, kahin hayatta iken yapılan
bilimsel çalışmanın yetersizliğinden dolayı, soruların birçoğu bizler için muamma kalmaya devam
edecektir. Şu anda yapılabilen sadece bir takım teoriler geliştirmektir...
Vanga'daki doğaüstü yetenekler ne zaman ve nasıl ortaya çııktı? Sebebi tam olarak nedir;
gözlerini kaybetmesine neden olan kasırga mıydı yoksa kafatasında tespit edilen kapanmamış
bıngıldağın bir sonucu mu? Vanga’nın çocuk yaştayken başına gelen ve gözlerini kaybetmesine
sebep olan talihsiz kazaya bakacak olursak, kızın baygın yattığı o saatlerde Strumitsa kasabası ve
civarında böyle bir fırtına veya benzeri doğa olayının aslında gözlemlenmediğini görürüz. Bu
açıdan olayı inceleyen Rus yazar Fedya Yakov'a göre Vanga aslında dünya dışı varlıklar
tarafından alınmıştı. Daha evvel incelediğimiz anlatımlarından Vanga’nın bir atlıyla karşılaştığını
hatırlıyoruz. Altın giysiler içindeki bu "aziz" dünyaya döndüğünde yeni, kimsenin tahmin
etmediği yetenekler göstereceğini söylüyor.
Kafasındaki yarık hep var mıydı, yoksa sonradan mı oluştu? Sinir sitemi bizimle aynı mıydı?
Zira elli yıldan fazla bir süre her gün mutsuz, hasta, çare arayan insanların dertlerini dinledi,
yardımcı oldu, yol gösterdi. Bunun psikolojisi üzerinde gözle görünen bir etkisi olmalıydı. Bazen
transtan çıkınca o haldeki söylediklerini hatırlamamakta. Psikolojisi nasıl bu kadar dayanıklı
olabilirdi. Seans sırasındaki karmaşık beyin faaliyetleri ve psişik olaylar da bilinmiyor.
Alışkanlıkları ve dış dünyadan gelen etkilere verdiği tepkiler de fazla incelenmemiş. Mesela
hindilerin çıkardığı seslere zaafı vardı ve yıllarca Rupide'ki evinde hindi beslerdi. Başka bir
hayvan veya kuş yerine neden özellikle hindi tercih etti?
Vanga'yı öteki dünya ile bağlayan "kanal" nasıl bir şeydir? Ölülerle diyalog kurduğu
bilinmesine rağmen maalesef kimse bu yeteneğini yeterince irdelemedi. Günümüzün metotları ve
aletlerin izin verdiği ölçüde araştırmalar yapılabilirdi. Bugünün Parapsikoloji bilimi için çok özel
bir örnek teşkil ediyordu ve gelişimine mutlak olarak büyük katkı sağlamış olurdu. Eğer
ilgilenilseydi... Tabi ki kahin Vanga’nın Bulgaristan gibi bir demir perde ülkesinde yaşıyor olması
büyük bir handikaptı. Batılı araştırmacıların elini kolunu bağlayan faktörlerden en önemlisi
budur. Netice olarak Vanga fenomeniyle ilgili fazlaca bir araştırma yapılmadı. Maalesef
ilgilenilmemiş olması bu bilim dalı adına büyük bir kayıptır...
Yanıtsız kalan diğer bir soru, ölülerin kendileri mi geliyorlardı, yoksa onları kahin mi
çağırıyordu sorusudur.
Hristiyanlıkta canlıların ölüleri rahatsız etmesi yasaktır. O /.iman neden Tanrı bu kadına bu
yeteneği verdi? Kendi söylediği gibi, bilgileri telepatik bağlantılardan mı besleniyordu veya
dünyamıza paralel bir dünyanın varlığı mı söz konusudur?
...Sağlık konusuna gelince... Hangi hastanın ameliyat edilmesi gerektiği, hangisinin ise alternatif
tıpla iyileştirilmesinin mümkün olduğunu nasıl anlayabiliyordu? Vanga hatta ileriye gidip
hastanın hangi hekime görünmesi gerektiğine kadar ayrıntıya girip, bitki ve ilaçların Latince
okunuşlarını, hastalıkları da kapsayan tıbbi terimler kullanmıştı. Vanga'nın tüm bu bilgilere nasıl
sahip olduğu bizim için tam bir muamma. Emin olduğumuz ise tüm bu yaptıklarının insanların
yararına olduğudur...
Ellerinde veya evinde kimse ölmemişti. Kimsenin ölümüne sebep olmamıştır. Birinin önünde
"mezar" görüyorsa, tedaviye yanaşmamıştır. Hasta olanlara yönlendirme, kendi hazırladığı reçete
ve yönerge ile yardımcı olmuştur.
Şimdi yanıtını aradığımız sorulardan bir kaçını gördükten sonra, yapılan çalışmalar, bilimsel
incelemeler ve atılan teorilerle devam edelim. Belki böylece bazı cevaplara ulaşabiliriz...
Prof. Dr. G. Lozanov'un İncelemeleri
1964 yılında Bulgaristan Sofya'daki Suggestopedi Enstitüsünün kurucusu Prof. Dr. Georgi
Lozanov Vanga fenomenini incelemeye karar veriyor. Ne yazık ki yine çok yüzeysel bir çalışına
başlatılıyor. Geniş zamana yayılan istatistiksel tarzdaki çalışmanın prensibi, Vanga'ya gelen
ziyaretçilerle anketler düzenlemek ve bu anketlerin sonucunda öngörülerin doğru çıkma
olasılıklarını tespit etmeye çalışmaktan ibaretti. Sekiz yıl sürdürülen çalışma sırasında toplam on
beş bin kişiyle anket yapılmıştır, bunlarla kırk sekiz kısa metrajlı film çekilmiş, 14 ciltlik dosya
hazırlanmıştır. Anketlerdeki değerli bilgiler ne yazık ki 1980'li yıllarda ortadan kaybolmuştur.
İddiaya göre, profesörün çalışmalarının sonlanması, garip bir bant kaydıyla ilgiliymiş. Odada
kimsenin bulunmadığı sırada sesini kaydeden bantta, kahinin "Ne dedin, duyamadım." Şeklinde
bir erkekle konuştuğu duyuluyormuş. Bu bandı yurtdışına çıkarıp bazı çevrelere gösterdiği
öğrenilen Loza-nov'un görevine apar topar son verilerek, laboratuvarı mühürlenmiş, tüm
evraklarına el konulmuştur. Prof. Dr. Lozanov, görevine son verilmediği takdirde, araştırmalarına,
kahinin beyin fonksiyonlarının incelenmesi, çevresindeki bioenerji alanlarının ölçümü ile devam
edecekti.
Kendi sözleriyle : "Başkaları da onu inceledi fakat ilk kez bilim yararına ona ihtiyacımız
olduğunu söylemeye cesaret eden benim. Onunla ortaklaşa çalışacağımızı kendisi önceden
biliyordu (öngörmüştü). Çalışmalarımıza başladığımız zamanlarda gelenleri kabul etmesi yasaktı.
Bu da özellikle Makedonya'dakileri huzursuz etti; zira onu çok seviyorlardı. Kapısına da "Bilimsel
İnceleme Mekanı" tabelası astım. Bazı kötü niyetli meslektaşlarım onu Enstitüde bilimsel araştırma
görevlisi yaptığımı iddia ettiler. Bu elbette ki komik. Böylece hem halktan hem de bilimsel
çevrelerden olumsuz tepkiler aldım.
"...Vanga’nın öngörüleri ile ilgili düşüncelerime gelince... Petrich'li medyumu rahat bırakmalı.
Fenomen olarak incelenmeli. Fakat vatandaşlarımıza hiçbir zaman ona gidip "baktırmayı"
önermedim. Bilip bilmediği kesin söylenemez. Bugün merak ettiklerimizi bilebilir, ama yarın
"havasında" olmayıp bilemeyebilir. Yanına geliyorsun; seninle ve gelecekteki olaylarla ilgili
yarısını doğru biliyor, sen sonra "tutturamadığı" kısımlar için de bildiğini düşünmeye başlıyorsun.
Ve öyle şeyler yapabilirsin ki, hayatını karıştırmaktan öteye gidemezsin. Bunun dışında o çok pak,
temiz bir insandır..."
Prof. Velitcko Dobryanov'un İncelemeleri
Vanga ile yakından çalışma şansı yakalamış diğer bir bilim adamı olan Dobryanov, kahinin
izniyle 50 seansı bantlara kaydetmişti. Gerçekleştirilen seanslarda, görüşülen kişilerin üçte biri
profesör tarafından kasten, yanlış bilgilerle kahini şaşırtmak amacıyla seçilmişlerdi. Prof.
Dobryanov'un çalışma sonrasında açıkladığı sonuçlardan, bu senaryonun gereği olarak gelen
ziyaretçilerin kahini yanıltma başarısını gösteremedikleri görülür. Vanga’nın onların asıl kaygıları,
sorunları ve hayatları ile ilgilendiği anlaşılmıştır.
Tarafsız, ideolojik önyargılardan uzak olan prof. Dobryanov incelenen görüşmelerin %86'smda
kahinin doğru bildiğini tespit etmiştir. Daha sonra yaptığı çalışmaları "Vanga Fenomeni" adlı
kitapta toplayan profesörün bilimsel incelemeleri I umunla sınırlı kaldı. Maalesef fenomenin
özüne inecek, onu en azından anlamamıza yaklaştıracak bir çalışma yapılmadı.
Kristal Yapının Özelliğinden Gelen "Haberler"
Rus enerji bilimi uzmanı Dr. Yury Negribetski'ye göre Vanga, sebep-sonuç ilişkisi/bağlantısını
izleme yeteneğine sahipti. Dünya öyle bir biçimde yaratılmıştır ki yaşadığımız şu anda tesadüflere
yer yoktur, gelecek ise çok seçeneklidir. Bu özellik bir bilgilendirmedir, bir içgüdü; herkeste farklı
seviyede vardır.
Vanga başkalarının farkına varmadıklarını ve hissedeme-diklerini algılıyor, görebiliyor,
duyabiliyor ve hissedebiliyor. Beyni bilgi yakalamaya ayarlanmıştır, aynen bir araştıran bilgisayar
sistemi gibi. Dünyaca ünlü kahinin beyninde bilgi dalgalarını yakalayan bir nevi sonar bulunuyor.
Doktor Negribetski'ye göre öngörülerinde küp şeker kullanmasının sebebi budur: Şeker kristal bir
yapıya sahiptir. Kristaller büyük miktarda bilgi emer ve ihtiva eder. Tüm mesele bilgiyi oradan
çıkarabilmektir.
Bir çok kez kahine, küp şekerin nasıl bir özelliği bulunduğunu bu özelliği sayesinde nasıl
olayla ilgili yer, nesne ve zamanı söylemesine yardımcı olduğu sorulmuştur. Ayrıca ilginçtir ki,
yardımına ihtiyacı olan kişi daha önceden gelmiş ise, onunla ilgili öngörüleri küp şekerin yardımı
olmadan da yapabilmektedir... Belki de bu kişilerin bilgileri fenomental hafızasında bir nevi
yüklenip dosyalanıyordu...
Aslında Vanga saksı çiçeği, elbise, bonbon şekeri ya da bal yardımıyla da öngörülerini
yapabilmekteydi; yine de üstünde yatılmış/uyunmuş küp şekeri tercih ediyordu. Kendisi bu
olaya şöyle bir açıklama getirmiştir: "Küp şekere dokununca, bakılacak insanın bilgilerine daha
hızlı ulaşıyorum. Onunla ilgili, geçmiş ve gelecekten resimler önüme geliyor.”
"...Komşularından biri (Dimitar Tudjakov) şakayla karışık biriktirdiği şekerleri eritip, elma şekeri
yapıp satmasını önerince, şöyle bir cevapla karşılaşıyor: "Şekerin ne olduğunu biliyor musun ki?
Şeker kristaldir. Bizdeki enerjiyi muhafaza ediyor ve yapısında kaydediyor. Mendile sarılan şekeri
yastığın altına koyup uyuduğunda, o insanın enerjisi konsantre edilmiş bir biçimde içinde kalıyor.
Bu enerji biz "bir" diyene kadar dünyayı dokuz kez dolaşıyor. Bu enerji bizim tüm bilgilerimizi
kapsıyor: DNA; RNA..."
Üçüncü Göz
Her bir hareketimiz, söylenen veya yazılan her bir sözcük, ağaçtaki yaprağın kımıldaması, bir
hayvanın dikkat kesilmesi... Her şey evrende iz bırakıyor ve karşılığında eşsiz bir torsyon
(bükülme, burulma) alanı oluşturuyor. Bundan dolayı birçoğumuz diğer insanlarla veya
nesnelerle etkileşim esnasında olumlu veya olumsuz enerjiyi hissedebiliyoruz. İç gözümüz
görünmez torsyon ışınlarını yakalayabilmekte, buna bağlı konfor ve diskonfor (konforsuzluk)
bilincine varabiliyoruz.
Aslında bu tür bilgileri aldığımızdan bahsetsek de bu bilgileri işleme sokamıyoruz. Ama
Vanga yapabiliyordu. Rakamların, harflerin, geometrik şekillerin farklı biçimde ve şiddette
torsyon alanları vardır. Sağa yönelmiş alanlar pozitiftir ve insanlar için olumlu etkisi vardır; sola
yönelmiş alanlarda ise tersi söz konusudur. Alanların gücü ve yönü hakkında bilgi Üçüncü Göz
yardımıyla alınabilir. Üçüncü göz sayesinde âma olsa bile insan okuyabilir, renkleri ve şekilleri
ayırt edebilir; aynen Vanga gibi...
Vanga’nın tamamen kör olduğunu düşünecek olursak, onun estetiğe duyarlılığı, renklere ve
şekillere olan ilgisi bize tuhaf gelebilir. Ustaca örgü ördüğü, şekil ve resim çizdiği bilinir. Aslında
bu yetenek, bilim dünyasının kabul etmekte zorlandığı ama Prof.Dr. Kenet Ring gibi bazılarının
üzerinde durduğu bizim değişimizle duru görüden başka bir şey değildir. Ölüm ötesi deneyim
yaşamış, kör insanlar ile ilgili araştırma yapan psikoloji profesörü, onların klinik ölümden dönüş,
hipnoz veya trans sonrası, gayet net görsel algılamalarda bulunduklarını tespit etmiştir.
"...Fiziki dünyamızın ötesine bakmamızı sağlayan (durugörü), bu üçüncü, iç gözümüz beynimizin
merkezinde yer alan epifiz bezidir. Uzak geçmişten bu yana epifiz, iç derinliklerimize ulaşmamızı
sağlayan veya başka boyutlara geçişe yardımcı bir kapı olarak kabul edilmiştir. Tam da çağımızda
bu anlayış unutulmaya yüz tutarken, modern bilim, bu organ'ın gizli görevlerini keşfetmeye ilk
adımlarını attı. Evrimsel sürecin ilk dönemlerinde, bu organın kafatasının üstünde olduğu ve
sonradan beynin içine gömüldüğü tahmin edilir. Enteresan olan şudur ki, iki gözün kaldırıldığı ve
ışığa olan anatomik yol açık tutulduğu takdirde epifiz, ışığa karşı göze benzer bir duyarlılık
göstermektedir. Bilindiği gibi epifiz bezinin görevleri arasında, 'ruhun molekülü' olarak tanınan
DMT maddesini üretmesidir..."
Torsyon Alan Teorisi
20. yüzyılın seksenli yıllarında eski Sovyetler Birliği'nde Geleneksel Olmayan Teknolojiler
Merkezi kurulmuştur. Burada birkaç yerel fizikçi Genel İzafiyet/Görelilik Teorisinden yola
çıkarak yeni, sansasyonel bir teori geliştiriyorlar.
Genel Görelilik Kuramı kütle çekimle ilgilidir. (Özel Görelilik Teorisi ise yüksek hızlarla
ilgilidir.) Kütle, içinde bulunduğu uzay-zamanı eğip bükmektedir. Devinimli her kütle torsyon (
bükülme, burulma) dalgalar oluşturur - uzay-zamanda burulma dalgaları. Temel parçalar da spin
denen özelliğe sahipler. Spin dönme hareketiyle ilgilidir, dolayısı ile torsyon dalgaları ile. Bu
teorinin savunucularına göre torsyon alanları vasıtasıyla taşınan kütle ya da enerji değildir, sadece
bilgidir. Üstelik bu taşınma ışık hızından 10 üzeri 9 kez daha hızlı. Enformasyon taşıyan
parçacığın nötrino olduğunu ve lorsyon alanlar sayesinde biyolojik süreçler, elektronik aletlere
etki edebildiği düşünülmektedir. Bu teori ile telepati, telekinezi gibi doğaüstü olaylar
açıklanabilmektedir.
Torsyon alanların temel kaynağı temel parçacık sistemlerin dönmesidir. Bu olay aslında her
yerde vardır: ay dünya etrafında döner, dünya güneş etrafında ve kendi ekseni etrafında; atomlar,
moleküller, kaşıkla karıştırdığımız çay, canlılar...Her tür bilgiyi saniyeden daha kısa bir sürede
taşıyan torsyon (burulma) alanları, evrensel enformasyon alanıdır ya da teologların değimiyle
üstün beyin/bellek - Tanrıdır. İşte buradan Vanga öngörüleri için bilgi alıyor. Bu "kaynak"
sayesinde insanoğlu istediğinde başkalarının düşüncelerini öğrenebilir. Ayın zamanda
medeniyetin akıbeti hakkında bilgi alabilir.
"Tanrının Fiziği" isimli kitabıyla Tokyo'daki 'Dünya Dahileri' forumunda ödül kazanan
Akademisyen Bojidar Palushev'in torsiyon alanları ile Vanga'nın ilişkisi hakkındaki söyledikleri
fazlasıyla dikkat çekici hatta sansasyoneldir: 'Torsyon', alanın dönmesi ve bükülmesi anlamına
gelir. Bu olay aslında materyal dünyada oldukça bilin diktir - örneğin bardaktaki çayın, kaşıkla
karıştırıldığında dönüşünü düşünün. Veya Dünyanın ekseni etrafında dönüşünü..."
Torsyon alanları teorisi bize yeni bir fizik kuvvetinin varlığını ispatlamaya çalışır. Şu ana kadar
bilinen gravitasyon, elektromanyetik gibi kuvvetlerden farklıdır. Torsyon alanı belli bir kuvvet
veya enerji taşımaz. Onun özelliği, enformasyon taşımasıdır. Her türlü bilgi - evrenin yapısından
biyolojik çeşitliliğe kadar... Bu enformasyonun kaynağı evrensel bilinç alanıdır. Aynı bir insanın
bilincine benzer yapıdadır, ama dalı, ı büyük, global çapta. Evrensel enformasyon alanında
değişik, karakterde bilgi grupları/blogları mevcuttur; onlara sadece belli kişiler ulaşabilir. Bu
insanlara kahin, ekstrasens, şifacı denir. Bu yapılara ulaşabiliyor ve oradan bilgi alabiliyorlar.
Vanga da böyle bir fenomendi. Bir şekilde bu enformasyon bankasından edindiği bilgileri
aktarıyordu. Bizim teorimize göre reenkarnasyon diye bir şey yoktur, ama ruh vardır ve o bizim
fiziksel varlığımızın - bedenimizin torsyon alanıdır. Bedenin ölümünden sonra bir matris gibi
ayrılır, dünya hayalı süresince edinilmiş tecrübeyi muhafaza görevi üstlenir. Muhtemelen evrensel
bilinç içerisinde saklanır. Bu başka bir varoluş biçimidir."
Epilepsi
Değişik bir varsayım da Rus ekstrasens (olağandışı algılama yeteneği olan) ve parapsikolog
Grigoriy Kalinin tarafından ortaya atılıyor. Vanga dışında Gürcistanlı Djuna, Grigoriy Grobovoy,
Tamara Globa gibi ünlü kişilerle de çalışmış olan Kalinin'e göre, Vanga az rastlanan bir epilepsi
türünden mustarip idi. Bu hastalık sayesinde eşsiz yeteneği ortaya çıktı. Kalinin'e göre: "Epilepsi
atağı başlayınca beyin faaliyetleri bireysel ve kaotik elektrik anomalileri tarafından engelleniyor.
Hastalarda huzursuzluk, bazılarında kendilerini kaybederek yere düşme ve tüm vücuda yayılan
titremeler, bazılarında ise sadece dikkat eksikliği görülebilir." Petric'li kahinde bölgesel bir epilepsi
görüldüğü ve beyni kısmen etkilediği varsayılır. Kalinin' e göre bu tip rahatsızlığı olan hastalarda
beynin normalde çalışmayan bölümü işleve girer. Birçok dahi, epilepsinin bu türünden rahatsızdı.
Transa Geçme
İnsan beyni iki bölgeye ayrılmıştır; her bölgenin fonksiyonları birbirinden farklıdır. Sol lob
konuşma, okuma, problem çözme, mantık yürütme gibi işlevlerde kullanılır. Rasyonel ve mantıklı
düşünme burada sağlanıyor. Sağ lobta ise yaratıcılık, fikir yürütme, yön bulma, önsezi, duygularla
ilgili ulan merkezler bulunmaktadır. Bu bölge, şekillerin kavranabilmelerini, estetik duyguları ve
sol tarafın elde edemediği /işleyemediğini kapsıyor. Bunların arasında aşık olma ve ilham da
dahil...
Günlük yaşantımızda insanoğlunun bilinci şartlara göre sürekli beynin sağ ve sol yanları
arasında gidip geliyor. Örneğin: bulmaca çözerken beynimizin sol yarısı çalışıyor; bu arada müzik
çalmaya başlarsa, bunu algılar algılamaz beynimizin sağ tarafı "yönetimi" ele geçiriyor.
Deneyler sonucu görülmüştür ki bu iki lob farklı hızda ve şekilde çalışıyor. Soldaki daha yavaş
çalışıyor, çünkü verilen bilgiyi belli sırayı takip ederek analiz ediyor. Sağ lob ise sinyalleri anında
ve bir bütün olarak işleme sokuyor...
Bilim adamları bir sebeple beynin iki lobu arasında asimetri; fonksiyonel bozukluk oluştuğu
zaman transa geçildiğini keşfetmişlerdir. Vanga'nın da girdiği bu olağanüstü fiziksel durumda
önemli rol oynayan beynin sağ lobudur. Sol lobun aktif rolü azaldığında veya tamamen
durduğunda, sağ lobun "sezgisel" fonksiyonları artıyor ve normal dışı deneyimler yaşama şartları
oluşuyor.
Ses ile beynin sağ lobu ilişkisi - trans durumuyla ilgili belki de en uzun süre araştırma yapan,
Amerikalı mühendis Robert Monroe'dir. Trans ve beden dışı deneyimler ile ilgili yap-tlğı
çalışmalarla adından söz ettiren Kentucky'li yönetmen ve senarist (1915 -1995 ) 35 yıl süren ve
kendini denek olarak kullandığı araştırmaları üç kitapta toplamıştır. Başarılı ve popüler bir
işadamı olan Monroe, kendi kurduğu radyo istasyonu için besteler üretirdi. 1956 yılında ses
dalgalarının insanın bilincinde oluşturduğu etkiler ile ilgili çalışmalara başlayan Monroe, çoğu
testleri kendi üzerinde gerçekleştirmişti. 1958 yılında bir deney sırasında şuurun bedenden
ayrılma durumu yaşamıştır. Astral seyahat geçirdiği bu gün onun bütün hayatını değiştirmiş ve
profesyonel uğraşı haline getirmiştir. 1971'de çıkan "Journeys out of the body" isimli kitabıyla
değişik mekan ve zaman içersindeki beden dışı tecrübelerini anlatan Robert Monroe, bilim ve tıp
çevrelerinin dikkatini çekmiştir.
Artan entereslerin doğrultusunda çalışma grubunu genişleterek, beden dışı durumlarının
laboratuvar ortamında kontol metodları (en çok ta ses dalgaları) üzerinde incelemelerini devam
etmiştir. 1974 yılında bu amaçla kurulan Monroe Enstitüsü hala çalışmalarını devam ettirmektedir.
Transa girme halini tetikleme metodları üzerinde uzmanlaşan ve ses dalgalarını kullanarak
Hemi-Sync adlı patentli bir ürün geliştiren Monroe'nin aksine Vanga'nın trans durumuna neyin
sebep olduğu hala açıklık kazanmamıştır.
Psikiyatrist Prof. N. Shipkoveski
Vanga'nın yetenekleriyle ilgilenen biri de Bulgar prof. Nikola Shipkoveski'dir. Onunla,yanına
gelenlerle ve en yakınları ile, hem de medyanın önünde, onlarca seans düzenlemiştir.
Shipkovenski Vanga'nın bir şarlatan olduğunu gösterme niyetindedir. İlk çalışmalarda Vanga'ya
oldukça ters ve ukala davranan uzman psikiyatrist, zamanla keşfettiği gerçekler karşısında afallar;
doğaüstü yeteneklerini açıkça kabul etmediyse de inkar da etmez. Kahin, Shipkovenski için kötü
bir öngörüde bulunuyor, gerçekten de psikiyatrist altı ay sonra, çalışmalarını tamamlayamadan ve
bir sonuca varamadan hayatını kaybediyor. Kayıtlar incelenerek ve elenerek "Fenomen" adlı
belgesel çıkarılıyor. Daha sonra kayıtlardakiler kağıda dökülerek kitap şeklin alır.
Nikola Shipkovenski'nin Vanga ile ilgili düşünceleri şöyledir: "Fenomen Vanga'ya özgü olan
nedir? Temelde, parapsikolojide, telepatide, medyumlukta hep materyal olaylar vardır; belli bir
mesafeye dalga gönderilir. (Ki henüz bulunmadı ,ama günün birinde bulunacağından eminim)
Ama burada doğrudan öteki dünya ile etkileşim vardır. Ölülerin ruhları ile konuşmak, insanlarla
ilgili geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanla ilgili bilgiler aktarıyorlar. Fenomen Vanga'nın farklı
özelliği budur. Bu yeteneği nereden geliyor? O dindar biridir, bunlara inanıyordun Elbette ki ne
şekilde görmeye başladığının cevabım tam olarak bilemiyorum. Muhtemelen kendine has
"görüntüleri" insanlardan öğrendiklerine göre sıralıyor. Bu insanların psikolojisi öyledir. Bu
yüzden sosyolojik araştırma gerekiyor. Bireyler Vanga'ya alın yazısını öğrenmek için gidiyorlar.
Bundan dolayı Fenomenin sosyolojik ve toplumsal görevi vardır."
Dmt
New Mexico'da psikiyatri profesörü olan Rick Strassman, uyuşturucu bağımlılığın araştırıldığı
bir enstitüde danışmanlık yaptığı sırada, Vanga gibi kahinlerin paranormal yetenekleriyle ilgili bir
teori geliştirmiştir. 1990 ile 1995 yılları arasında, 60 gönüllü denek üzerinde klinik incelemelerde
bulunmuştur. Deneklere DMT (dimetiltriptamin) enjekte eden profesör, çoğu gönüllüde ölüm
evveli, mistik ve paranormal tecrübe yaşadıklarını kaydetmiştir.
Strassman'ın ulaştığı sonuçlar, bu maddeyi epifizle ilişkilendiriyor.
İlk defa Descartes tarafından ruh ile bedenin irtibat noktası olarak tarif edilen epifizin, ruhzihin-beden üçlüsünden oluşan insan alt sistemlerinin kavşak noktasını oluşturduğu, hormonların
kontrol edilmesinde vazifelendirilmiş komutan mesabesinde bir salgı bezi olduğu hususundaki
deliller giderek artmaktadır. Günümüzde kritik bir içsalgı bezi olarak kabul edilen epifizden
salman melatonin, pinolin ve dimetiltriptamin (DMT) gibi nöro-hormonlar üzerinde yoğun
araştırmalar yapılmaktadır. DMT; insanda mistik zevk ve halleri, metafiziki âleme geçişi tetikler.
Meselâ, çeşitli bitkilerin tohum ve meyvelerindeki DMT molekülü, yiyecek veya içecek olarak
vücuda alındığında, epifizden salgılanan DMT molekülüne benzer tesirlere yol açar.
Prof. Strassman, DMT maddesinin alımının, ruhun metafizik dünyaya geçişini stimule ettiği
fikrindedir. Petrich'li kahinin de bir şekilde DMT kullanmış olması mümkün müydü? Şifalı ve
diğer bitki ve tohumlar ile onların etkisi hakkında engin bilgisi olduğu herkesçe bilinen kahin,
belki de onlardan yararlanma yoluna gitmişti. Veya vücudu normalin çok üstünde DMT molekülü
üretiyordu. Nispeten fazla DMT ihtiva eden bitkilere, Phalaris aruninacea, Psychotria spp.,
Phalaris spp., Acacia spp., Arundo donax, Desmanthus illinoiensis, örnek verilebilir. Bilhassa
Phalaris aruninacea isimli otsu bitki, DMT ve türevleri bakımından çok zengindir. Bu bitkileri
kahinin bilip bilmediğini (ki bitkilerin bir çoğunun Latince adından da haberdardı) merak
etmeden geçemiyoruz.
DMT, hem epifizden salgılanır, hem de çeşitli bitkilerin tohum ve meyveleri alındığında
vücutta tesirlerini gösterir. Bunları içen kişiler, ruhanî âlemlerle iletişime geçmektedir. Başka
birileri, insanın bu biyolojik yatkınlığını kullanarak, zihinleri kontrol edebilir, idrak ve şuur
seviyelerini değiştirebilir. Meselâ kişiye, 1 gram üzerlik (Peganum harmala) tohumu çiğnetilirse
veya bunun tütsüsü o kişiye yapılırsa, serotonini parçalayan monoamin oksidaz enzimi engellenir.
Böylelikle serotoninin parçalanması durdurulurken, DMT sentezi uyarılır. Kişi trans haline geçer.
DMT maddesinin beyindeki serotonin üzerinde etki ettiği ve serotonin seviyesindeki azalmanın
ciddi uyku problemlerine yol açtığı bilinir. Burada bir saptama yaparak, Kahin'in 1941'de Birinci
Dünya Savaşı sırasında ileriliyse bir yıl boyunca hemen hemen hiç uyumadan para normal
aktiviteler gösterdiğine dikkat çekelim.
Vanga'nın anlattıklarında doğruluk payı ne kadardır? Bir araştırmaya göre yaptığı her beşinci
öngörü yanlıştır. Başka l>n araştırmanın sonuçlarına göre 823 vakadan, tam uyumlu •145, pek
anlaşılamayan veya yarı yarıya gerçekleşen 288, yanlış çıkan ise 90 öngörüdür. Asıl inanılmaz
olan, sokağında yanına girebilmek için sıra bekleyen herkesin adını soyadını bilmesidir. Birçok kez
kapıya çıkıp isimle birilerini çağırdığı olmuştur.
"...Ona danışanlar gece yanına yattıkları küp şekerlerle gelirlerdi. Vanga bu şekerleri eline alarak
karşısındakinin hayatını önünde aynen bir film şeridi gibi görürdü, geçmişini, geleceği, bugünü...
Bu görüntüler çok hızlı ve çok fazla geçtiğinden bazen gelenin hangi konuda bilgi almak istediğini
sorması gerekirdi..."
Rusya'daki uzman Dr. Yuriy Negribetsk'ye göre, Dünya öyle bir biçimde yaratılmıştır ki,
tesadüflere yer yoktur. Gelecek ise çok seçeneklidir. Fenomen Vanga sebep-sonuç bağlantılarını
izleme yeteneğine sahipti. Bu tür bilgilendirme, içgüdü herkeste vardır, farklı seviyelerde... Vanga
bizden farklı olarak başkaların hissedemediklerini görebiliyor, duyabiliyor ve yakalayabiliyordu.
Beyni adeta bu bilgileri yakalamak için ayarlanmıştı...
XIII.BÖLÜM
KAHİN VANGA’NIN GERÇEKLEŞMİŞ KEHANETLERİ
Vanga’nın Gerçekleşmiş Kehanetleri
Prag Bahan (Prag Olayları)
Prag'ı hatırlayın! Prag'ı hatırlayın! Şehrin üzerinde büyük güçler dolanıyor ve savaş, savaş
diye çığlık atıyorlar. Prag, içinde balık tutacakları bir akvaryuma dönüşecek!...
1968 yılının hemen başında, Vanga birkaç kez transa giriyor. Trans sırasında söylediği bu
cümleleri birçok kişi anımsıyor. 1960'lardan sonra sosyalist Çekoslovakya'nın kapitalist (ilkelerle
yakınlaşması ve Sovyetler Birliği Komünist Parti denetiminden uzaklaşması, büyük bir disiplin
sorunu olarak ele •ılınmış, 1968 ağustos ayında Sovyet Rusya ve Varşova Paktına üye diğer
ülkelerin askeri kuvvetlerince işgal edilmişti. 72 Çekoslovakya’lının öldüğü, yüzlercesinin
yaralandığı olaylardan sonra, SBKP'nin yönetimi ele geçirmesi ile sosyalist blok ülkeleri arasında
"disiplin" tekrardan tesis edilmişti.
Petrich'li kahinin "balık akvaryumu" kelimeleriyle betimlemek istediğinin tam olarak ne
olduğunu bilemiyoruz. Kendisi hiçbir zaman öngörülerindeki üstü örtülü ifadelerin ne anlama
geldiğini açıklamaz...
Yugoslavya Parçalanacak
Komşularınızı önemseyin. Onlara saygı gösterin, çünkü darda kalınca, size uzaktaki
akrabanız değil, komşunuz yardım edecektir. Bulgaristan'da savaş görmüyorum. Kan
görmüyorum. Yugoslavya parçalanacak, çünkü onlar Tanrı'ya küfür ediyorlar.
Geçen yıllarla, Vanga’nın sözlerini doğrulandığını görüyoruz. Eski Yugoslavya bağımsız
devletlere ayrıldı.
Kahin Vanga, başka bir kehanetinde Balkanların tekrar birleşeceğinden de bahsetmiştir.
Bulgar Çarı Geri Dönecek
Çar gelecek ve Bulgaristan'ı kalkındırmak isteyecektir. Aynen eskiden babasının yaptığı gibi...
Fakat ona koltuk (çar koltuğu) vermeyecekler. Simeon, babası gibi yok edilmekten korktuğundan
burada kalamayacak.
(Spaslca Vangelova yanında söylenmiş)
Simeon Bulgaristan'a dönecek, yakın zaman sonra o gelecek, fakat bir misafir gibi değil...
yalnız çarlık olmayacak."
(Manana Konova yanında söylenmiştir)
1996 yılında Simeon Sakskoburggotski Ispanya'dan Bulgaristan'a geliyor. Aynen Vanga'nın 3
yıl öncesinden kehanette belirttiği gibi, son Bulgar çarı 50 yıllık sürgün hayatından sonra anavatan
topraklarına ayak basıyor. Vanga'nın öngördüğü şekilde misafir olarak gelmemiştir. 2001 yılında
kurduğu parti %42,74 oy alarak iktidara geçmiş, II. Simeon başbakan koltuğuna oturmuştur.
Berlin Duvarının Yıkılışı, Sovyetler Birliği'nin Dağılması
Her şey yıkılıyor. Berlin duvarı da, Sovyetler Birliği de... Hepsi gidici... NATO'ya giriyoruz.
Avrupa'ya dönüyoruz...
(1987’de Peter Balcov’a söylenmiş)
Yakında savaş sona erecek, savaşı Ruslar kazanacak. Fakat Rusya, yaklaşık elli yıl sonra
dağılacak. Sovyetler Birliği diye bir ülke var olmayacak. .. Korkmayın, başka bir dünya savaşı
tehlikesi yok.
(Peter Baicov’un yanında söylenmiş, İkinci Dünya Savaşı sonrası)
Görüldüğü gibi Vanga daha 1940'lı yıllarda Sovyetler Birliği'nin dağılacağını öngörür. Yalnız
Rusya'nın süper güç olduğu o zamanlarda kahinin sözlerini kimse ciddiye almaz. İkinci Dünya
Savaşı'nın sonucunu da bilen Vanga’nın Üçüncü Dünya Savaşı'nın olmayacağını söylemesi adeta
yüreklere su serpmektedir.
Son aylarda her ne kadar çeşitli Rus kaynaklı haberlerde kahinin Üçüncü Dünya Savaşı'nın
çıkmasıyla ilgili kehanet iddiaları yer almaktaysa da, hiçbir şekilde bunların doğruluğu
ispatlanamamıştır. Bir kehanetin doğru olduğunu, başka bir deyişle kahinin kendi ağzından çıkan
kelimeler olduğunu kabul etmek için, kimin yanında ne zaman söylediği bilinmelidir. Oysa böyle
bir bilgiye, kaynağa rastlamıyoruz. Büyük ihtimalle Vanga’nın popülaritesi kullanılarak sükse
yaratmak amacıyla çeşitli senaryolar uydurulmaktadır.
Kitabımızda yer alan kehanetler kesinlikle doğruluğu araştırılmış, güvenirliği kabul edilen
kaynaklardan oluşur.
Yaşadığı ülke olan Bulgaristan'ın Avrupa Birliği'ne ve NATO'ya girmesini önceden bilen
Vanga’nın komşumuz olan bu ülkeyle ilgili çok fazla kehaneti bulunuyor. Bunlar, bir kısmı
gerçekleşmiş, bir kısmı ileriki zamanda doğruluğu anlaşılacak olan öngörülerdir. Okuyucularımızı
sıkmamak adına, komşu ülkemizle ilgili olan bu kehanetlerden pek azma yer vermekle yetinmek
durumunda kalıyoruz...
1997 - Bulgaristan İçin Açlık ve Sefalet
fiilin ki, Bulgaristan savaşa girmeden savaşta gibi olacak, yama yama olmuş giysiler
giyeceğiz, yalın ayak yürüyeceğiz, aç olacağız, baba oğul birbirini öldürecekler... Böyle bir savaş
olacak. 1996 ve 1997yılında büyük açlık baş gösterecek.
Kışın Bulgaristan 'da ekmek bulunmayacak ve insanlar dışarıya çıkacaklar (sokaklara
dökülecekler).
(Manana Konova'nın yanında söylenmiş)
Zorluklar ‘Tanrıdandır, sevinçler de öyle. Şimdi herkese güç geliyor, ama sabredeceksiniz.
Kötülük henüz gelmedi. Bulgaristan için en ağır yıl, 1997yılıdır. Çok ölen olacak. Açtık, sefalet ve
hastalık olacak. Jakat sonra her şey düzelecek...
(Spaslca Vangelova'nın yanında söylenmiş)
"...1996 yılının son aylarında, ekonomik kriz ülkeyi tüm şiddetiyle vuruyor. Yaşlı insanlar ekmek
kuyruklarında beklerken ölüyor, okullar kapanıyor... Ücretler aylık 510 dolara kadar iniyor. Hastaneler ilaç eksikliğinden dolayı hasta kabulünü durduruyor,
eczanelerde ilaç bulunmuyor... Kahinin dediği gibi gerçekten de "insanlar dışarı çıkıyorlar": Ocak
1997'de öfkeli bir kalabalık parlamentoyu kuşatıp taşlıyor..."
Bosna Savaşı
Kötülük geçti, kan görmüyorum. Makedonya ile işler iyiye gidiyor. Bosna'daki savaş
genişlemeyecek (yayılmayacak).
(Trud gazetesi, 22.10.59)
Yeni Adam - Gorbachov
Savaş olmayacak! 6 yıl sonra dünya kademe kademe değişmeye başlayacak. Eski liderler
gidecek, yenileri gelecek. Rusya'da yeni bir adam ortaya çıkacak.
Bu sözler 1979 yılında Valentin Sidorov adlı rus gazeteciye söylenmiştir. Vanga soğuk savaş
döneminin eski liderleri Brejnev ve Ronald Reagan'ın devirlerinin kapanacağım, onların yerine
dünyayı iyiye doğru değiştirmek amacını taşıyan yeni politikacıların geleceğini öngörmüştür.
Mihail Gorbachov'un dünya politik sahnesine çıkışı, tam da kahinin dediği gibi 6 yıl sonra
olmuştur. Siyasete getirdiği yeni "Perestroika ve Glastnost" (Yeniden Yapılanma ve Açıklık)
anlayışı, soğuk savaş döneminin sonunu getirir. Reagan ile silahsızlanma antlaşmaları imzalayan
Gorbaçov, 1990'da Nobel Barış Ödülü ile onurlandırılır... Kahinin sözünü ettiği "yeni adamın"
Mihail Gorbaçov olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Dünya politik sahnesine gelişiyle gerçekten
de "kademe kademe" değişimler olmuş, bunun sonucunda tüm dünyanın siyasi dengeleri
yerinden oynamıştır.
Sırp kahin Mitar Tarabich'in (1829-1899) Mihailo ismini kullanarak yaptığı kehanet oldukça
ilginçtir:
"...İnsanlar daha çok bilip daha çok yapabildikçe, o kadar daha az birbirini sevip kollayacaklar.
Öyle bir nefret hüküm sürecek ki, bir takım makineler insanlara en yakınlarından daha yakın
olacak. İnsan kendi makinesine (aklımıza o zaman icad bile edilmemiş bilgisayar geliyor) en yakın
komşusundan daha çok inanacak. Rakamların yer aldığı kitapları okuyup yazanların en çok bilgi
sahibi olduğu sanılacak. Bu bilgeler her şeyi rakamlara bırakacak ve sayılar onlara ne derse onu
yapacaklar. Bilgelerin arasında iyiler de kötüler de olacak. Kötüler kötülük getirecek. Havayı ve
suyu mahvedecekler, mavi denizleri zehirleyecekler, insanlar birtakım hastalıklardan ölmeye
başlayacak. İyi olan bilgeler, tüm çabalarının boşa çıktığını fark edince sayıların yerine kendi
içlerine dönecekler, düşünmek için... Düşündükçe tanrısal bilgeliğe yakınlaşacaklar, fakat boşuna.
Kötüler artık tüm dünyayı mahvetmiş olacaklar ve gerçek ölüm gelecek..."
İnsanlar şehirleri terk edip köylere sığınacaklar, nefes alabilmek ve su içmek için yeniden
dağlan ve ormanları arayacaklar. Kaçabilenler kendini ve ailelerini kurtarabilir, fakat hepsi değil
ve daimi değil, çünkü korkunç açlık baş gösterecektir. Köy ve şehirlerde bulunabilen yiyecekler
zehirli olacak. Çok yiyecekler, fakat doyabilmek için ağızlarını tıkıştıracaklar ve bundan dolayı
ölecekler...
Bu sıralarda uzak Rus şehirlerinde Mihailo adında biri duyulacak. Aydın yüzlü ve barışçıl
olacak. İnsanlar onun gökte nasıl yürüdüğüne şaşıracaklar, o ise ilk manastıra gidip çanları
çalacak. Etrafında toplananlara:
"Benim kim olduğumu ve de ölmediğimi unuttunuz, oysa göğe canlı gitmiştim." diyecek.
"...Ve tüm halklar Mihailo'nun arkasından yürüyecek, dünya cennet bahçesine dönüşecek. Mihailo
her yerde bulunacak ve en çokta İstanbul'da, ta ki tüm insanlar aynı dili konuşup aynı inancı
kabul edene kadar. Sonra memnun bir şekilde göğe dönecek..."
Bu sözler söylendiği vakit, henüz endüstri devriminin olmadığına, çevre kirliliğinden,
hormonlu, ilaçlı ve genetiği değiştirilmiş gıdalardan bahsedilmediğine, bilgisayar, internetin ise
hayal dahi edilmediğine dikkat çekelim.
Rusya'ya ve Rus halkına duydukları sempatiden olsa gerek bazı yorumcular, Vanga'nın "yeni
adamı" ile Mitar Tarabich'in "Mihailo'sunun" aynı kişiyi, yani Mihail Gorbachov'u işaret ettiğini
iddia ederler...
İkinci Dünya Savaşı
Pek yakında dünya karışacak ve birçok insan hayatım kaybedecek. .. Bir yıl sonra savaş
olacak.
(Vanga bu sözleri, 15MO yılında Strumitsa’da söylemiştir.)
İkinci Dünya Savaşı başlayalı henüz birkaç ay olmuştu, Vanga'nın yaşadığı bölge ise hala
sakindi. Petrich'li kahin, bu kehanetinde savaşta hangi tarafın yenik düşeceğini de öngörmüştür:
"Büyük Rusya'ya karşı çıkan o devlet, savaşı kaybedecektir.”
(Fenomen adlı belgesel filmden)
Çar Boris
Senin ülken büyüyor, fakat tekrardan ceviz kabuğuna dönmeye hazır ol. 28 Ağustos tarihini
hatırla.
(Torna Tomov’un TV programından)
Vanga'nın kız kardeşi Lubka anlatıyor:
"...8 Nisan 1942'de bize yakın arkadaşımız ve komşumuz olan Tina nine geldi. Önemli bir misafiri
olduğunu söyleyerek onu getirmek üzere çıktı. Bu önemli şahsın kim olduğunu söylemedi. Biraz
sonra orta boylu, gri gözlü, gri ceket ve golf pantolonu giymiş biriyle birlikte döndü. Gelen adam
kendisine biraz zaman ayırıp aylamayacaklarını soruyordu. Ben de Tina nineden onun kim
olduğunu öğrenmeye çalıştım. Gelenin Çar Boris olduğunu fısıldadığında o kadar şaşırmıştım ki!
Bizim yoksul evimize bir gün Çar'ın geleceğini hayal bile edemezdim..."
Gelen kişinin kim olduğundan habersiz olan Vanga odanın her zamanki köşesinde sakince
duruyor. Daha kendisine hiçbir soru yöneltilmeden, yukarıdaki öngörüyü söylüyor.
28 Ağustos tarihinin anlamı ancak Çar Boris 28 Ağustos 1943’te vefat ettiğinde ortaya çıkmış
olur. Cenazesi ceviz ağa-ı nidan bir tabuttadır (ceviz kabuğu). Bulgar çarının ölümü üzerine
kahine yakın çevresi tarafından çar koltuğunun akıbeti ve yeni çar ile ilgili sorular yöneltilir. Bu
suallere Çar'ın yatağını kırmızı kurdele ile bağlamaları gerektiği şeklinde mecazi bir cevap veren
kahin, muhtemelen Bulgaristan'ın kızıl komünistlerin rejimine gireceklerini ima etmek ister...
Çar Boris kahini ziyaret ettiğinde, Vanga henüz evlenmemişti, Strumitsa'daki küçük ve fakir
baba evinde yaşıyordu. Ceviz kabuğu kehanetinden endişelenmiş olan çar, yaklaşan komünizm
tehlikesine dikkat çekip, öyle bir durumda Vanga'nın ilk yok edilecekler arasında olduğunu ifade
eder. Hitler ve faşizmin kendisi için daha tehlikeli olduğunu belli ki idrak edemez.
Çar Boris'in mistisizme olan ilgisi ve Bulgar Beyaz Kardeşlik Akımının lideri Peter Deunov'a
olan yakınlığı bilinmektedir. 1941 nisan ayında, Bulgar Çarının, müttefiki olan Hitler'i
Strumitsa'daki, Vanga'nın evine getirdiği söylenir. Rivayete göre Hitler karşısında gördüğü yoksul
ortam ve kör kadın ile alay etmeye başlar. Bunun üzerine Vanga Hitler'in korumasını başka bir
eve yollar. O saatlerde doğum yapan bir kısrağın yavrusunun görünüşünü detaylı bir şekilde
anlatmıştır. Tayın aynı tarifteki gibi doğması karşısında Hitler kızgınlıkla orayı terk eder.
Vanga daha 1941 yılında Almanya'nın Berlin şehrinde barış anlaşmasına imza atacağını
öngörmüştü. Bu kehaneti yaptığı sırada Hitler hemen hemen tüm Avrupa'yı ele geçirmiş,
nerdeyse Moskova'nın kapılarına dayanmıştı.
1990 - Değişim Yılı
insanlarının hayatlarında, büyük değişimler olacak. Ve onlar tanınmayacak derecede
değişecekler. 1990 yılından itibaren işaretlerini göreceğimiz yeniçağ gelecek.
Kahinin daha 1971 yılında söylediği bu sözlerin de doğru çıktığını görüyoruz. Sovyetler
Birliği'nin dağılması ve onunla birlikte Avrupa'da komünizmin çöküşü, Doğu ve Batı
Almanya'nın birleşmesi, dünya dengelerini ve haritasının değişmesi, Yugoslavya'daki iç savaş
1990 yılını dünya tarihinde dönüm noktası haline getirmiştir.
Obama
Bir gün Amerika'da beyaz ev siyah olacak, okyanusun ötesindeki siyah insanlar da beyaz.
Gazeteci Svetlu Dukadinov'a göre Vanga'nın bu kehaneti 1992 yılında yapılmıştır. Fakat anlamı
2-yıl evveline kadar tam olarak çözülememiştir. Anlaşılan kehanetteki "beyaz ev" Beyaz Saray'ı
işaret eder ve Barack Obama'nın başkanlık adaylığını koymasıyla, kehanetin anlamı ortaya çıkmış
olur. Rus basınında çıkan haberlerde ise, siyahi bir liderin seçilmesiyle Amerika'nın sonunun
geleceği de iddia edilmekte: "Ülkede korkunç felaketler başlayacak. Beyaz ev ‘in sahibinin siyah
olması, devletin sonunun başlangıcı olacak."
Başkan olarak seçilmesinden evvel Amerika'daki Hintli astrologlar da Obama'nın galibiyeti ile
ilgili kehanetlerini açıkladılar, fakat aynı zamanda 2010'da muhtemel bir suikast goril tikleri
konusunda ikazda bulundular. Rus basınında çıkan senaryolara göre 44.başkan Amerika'nın son
başkanı olacak, seçiminden kısa müddet sonra korkunç bir ekonomik kriz baş gösterecek ve
ülkedeki karışıklıklar Kuzey ile Güney arasında iç savaşın çıkmasına vesile olacak. Bu
karışıklıklara Endonezya da dahil olacak. Tüm bunların akabinde nükleer silahların kullanılacağı
Üçüncü Dünya Savaşı patlak verecek. Diğer taraftan Slovenya ve Avusturya medyalarında da
Vanga'nın kehanetleri gösterilerek 2010'da Üçüncü Dünya Savaşının meydana geleceği yer aldı.
Aynı zamanda Batı medyasında çıkan haberlere göre ise savaş, Asya'da üç devlet liderine
yapılacak suikasttan sonra başlıyor...
Bu tip haberler ülkemizin yerel basınında da yer almıştır. Görüldüğü gibi bir sürü senaryo ve
komplo teorisiyle karşı karşıyayız. Belirtmek gerekir ki, Vanga'nın sağlığında yapılmış ve yazılmış
suikast veya üçüncü dünya savaşı ile ilgili bir kehanete rastlanmamaktadır. Hakkında yazılan
birçok ciddi kitapta, başta da yeğeni Krasimira Stoianova'nm kitaplarında bu tür kehanetlere ve
yorumlara rastlamıyoruz. Tam tersine, Vanga özellikle Üçüncü Dünya Savaşı'nın olmayacağını
söylemektedir ve de ayrıca kehanetlerinde tarih vermekten kaçındığı herkesçe bilinir.
Vanga'nın böyle bir kehaneti yoktur. Fakat muhtemel suikast ve devamında patlak verecek
büyük savaştan bahsedilen başka kahinlere ait öngörüler bulunmaktadır. Belki de medya geçmişte
yapılan kehanetleri isim değiştirerek ısıtıp ısıtıp önümüze koymaya çalışmıştır. Alois İrlmayer'in
şu kehanetini dikkatle okuduktan sonra böyle bir fikre kapılmamak elde değil:
"...İnsanlar, her şeyin tam da diledikleri gibi olacağını sanırlar. Fakat ben yeni savaşın tam olarak
bizim üzerimize yıkılacağını görüyorum. Önce önemli kademedeki üçüncü kişiyi öldürecekler,
ikisi zaten katledilmişti... Üçüncü siyasi cinayetten sonra artık (savaş) zamanı yaklaşmış olacak...
Sanırım suikast Balkanlar'da olacak, fakat kesin olarak söyleyemem." Devamında kahin, 3 politik
cinayetten sonra Üçüncü Büyük Savaşın patlak verdiğini, bundan Akdeniz ve en çok ta
Balkanlar'ın etkilendiğini, savaş birliklerin Belgrad'a hücum edeceğini öngörür. Suikastların
sorumlusu, Rusya Devletidir. Bu ani
gelen atak karşısında, Budapeşte (Sofya)'da ülke liderleri konferansla bir araya toplanacaklar..."
İrlmayer'in bu kehanetinin son kısmı Vanga'nın Balkan Ülke Liderlerinin Antlaşmasından
bahsettiği öngörüsüyle örI üşmektedir.
Kursk Faciası
Kursk sulara gömülecek ve tüm dünya onun için ağlayacak.
(Bulgar 24 Chasa Gazetesi, 26.082.000)
"Komsomolskaya Pravda" isimli Rus gazetesine göre Vanga bu kehaneti
Televizyonunda söylemiş ve trajedinin yüzyılın sonunda gerçekleşeceğini açıklamıştır.
Devlet
1980 yılında yapılan bu kötümser kehanetin anlamını an-ı ak 12 Ağustos 2000'de "Kursk" isimli
gizli nükleer denizaltısının torpidolardan tekinin patlaması sonucu batmasından sonra anlıyoruz.
Barents denizinde meydana gelen talihsiz kazada 118 denizci trajik bir şekilde hayatını kaybeder.
Kazadan evvel uzun süre kehaneti yorumlamaya çalışan Ruslar bir türlü anlamını çözemezler.
Gelecekle ilgili bu mesajını Kursk isimli şehirle ilişkilendiriyorlar, fakat şehrin denizden, göl ve
akarsu yataklarından oldukça uzak olmasından dolayı böyle bir olaya ihtimal vermiyorlardı.
Doğal Felaketler
Birkaç yıl sonra ne olacağını biliyor musunuz? Depremler, yangınlar,seller ve felaketler...
Bunlardan çok fazla insan hayatını kaybedecek. Her yerde savaşacaklar, tüm insanlar "bir küpe"
girecek... Nüfus azalacak, mallar bulunmayacak, ağaçlar yok olacak... Koyun, dana, keçi eti
yenilemeyecek.
Siz her şeyle oynuyorsunuz ve yaklaşan sefaleti görmüyorsunuz, insanlar çıplak ve aç
dolaşacaklar.
Bu kehaneti, Vanga'nın bahçe işlerinde yardımcı olan Spaska Vangelova'dan dinliyoruz. 1995
yazı için söylenmiş oldukça karamsar cümlelerdir, fakat ne yazık ki bugün tamamen gerçeklik
kazanmıştır.
Merkezi İngiltere'de bulunan uluslararası yardım kuruluşu Oxfam'm hazırladığı rapor dikkat
çekicidir... Rapora göre, 1980'li yıllarda her yıl ortalama 120 dolayında hava olaylarından
kaynaklanan doğal felaket meydana gelirken, bu rakam 2000'li yıllarda dörde katlanmıştır.
Yerkürede her yıl ortalama 500 doğal felaket meydana geliyor. Son 20 yılda dünya genelinde
yaşanan sel felaketleri ise, altı kat arttı. Raporda, bu artışın, yerküreyi tehdit eden küresel
ısınmanın bir sonucu olduğunun altı çiziliyor. Bu arada rapor hazırlanırken, küçük çapta
felaketlerin dikkate alınmadığı da belirtiliyor.
"...Birleşmiş Milletler’ in Doğal Felaketler Sorumlusu Salvano Briceno'nun verdiği bilgiye göre
sadece 2008'in ilk altı ayında doğal felaketlerden ölenlerin sayısı 230.000'e, felaketzedelerin sayısı
ise 130 milyona (!) ulaştı. Kendi değimiyle "Korkunç bir yıl oldu". Umarız insanoğlu tabiat anaya
sırtını dönmekten bir an evvel vazgeçer, aksi halde felaketler katlanarak artmaya devam edecektir.
Vanga'nın dediği gibi, "Tabiattaki her şey birbirine bağımlıdır, doğal kaynakların akılsızca
kullanılması cezasız bırakılmayacaktır..."
Kehanette bahsedilen diğer bir husus, ileriki zamanda evcil hayvanların etinin
yenemeyeceğinden ibarettir. Ve burada da Vanga'nın tamamen haklı çıktığını görüyoruz. İlk önce
2001'de Avrupa'da şap salgını yayılıyor. Fransa'da çıkan salgın, Hollanda ve İngiltere'ye sıçrıyor.
Et ve süt ithalatları durduruluyor. Deli Dana hastalığı ise Amerika ve Kanada'ya panik getiriyor
ve 2003'te binlerce dana itlaf ediliyor... İngiltere'den yayılan bu hastalıktan Avrupa'da 150'ye yakın
kişi hayatını kaybediyor... Yakın zamanda, 2005'te ülkemize sıçrayan Kuş Gribi hastalığıyla da
karşılaşıyoruz. 2008'in başında dünyada kuş gribinden ölen kişi sayısı 200'ü geçmiştir. İşin daha
ürkütücü boyutu ise kuş gribi virüsünün hızla mutasyon geçirmesi ve korkunç bir salgına
dönüşme potansiyeline sahip olmasıdır.
Vanga, Prof. Philipov'a hitaben söylediği "Tüm dünya kana boğulacak ve daha çok felaket
olacaktır." sözleriyle ve "Tüm insanların bir küpe gireceği" deyimiyle günümüzün çözülemeyen en
büyük sorunu - terörizmi akla getirmektedir. İkiz kulelere yapılan saldırıyla tüm dünya bir kez
daha terörizmin dehşet verici yüzüne tanık oldu; karşı savaşın ancak tüm devletlerin ortaklaşa
çabasıyla yapılması gerektiği de acı bir şekilde hatırlanmış oldu.
Hastalıklar
Bilinmeyen birçok hastalık ortaya çıkacak. İnsanlar sokaklarda sebepsiz ve sağlıklı
görünürken bayılacaklar. Halbuki bunu hala önleyebilirsiniz, bu sizin ellerinizde... Kırk yıl sonra,
şimdiki hastalıklar yerini yeni hastalıklara bırakacaktır. Beyinle ilgili hastalıklar...
(Rodolubie dergsinden, 1ŞB?)
Kehanetin tarihi 1981'dir. Bu tarihte henüz AİDS konuşulmamakta, kaldı ki kahinin yaşadığı
ülkede AİDS virüsü ancak 1984 yılma doğru duyurulur.
AİDS'in ilacı bulunacak, demirden olacak. Çünkü bu madde insan organizmasında azalıyor.
Fakat başka bir hastalık çıkacak, kanserden de AIDS’ten de daha korkutucu bir hastalık.
(Katya çhapkinova’ya söylenmiş)
Katya Çhapkinova, Vanga'nın girişimiyle inşa edilip 1994'te açılan kilisede çalışıyor. Kahin
kilisede mum satan bu kadını, kendisini transta görürse önemli bir soru sorması için tembih eder.
Böyle bir olaya şahit olan Katya'nın aklına ilk olarak AİDS hastalığı gelir.
Kehanet bizlere ümit getiriyor ama ne yazık ki, ilacın yapılacağı zaman ile ilgili bilgi içermiyor.
Aslında kahinler genel olarak tarih vermekten kaçınırlar, çünkü bilgiye ulaştıkları kaynakta bizim
anladığımız şekildeki zaman ölçeği yoktur. Tarih verilse bile, kesin olmaktan çok, yönlendirici
özelliktedir.
Petrich'li kahinin kanser hastalığına ilişkin daha açık ifadeleri bulunur. Arkadaşlarından
Mariana Konova, kanser ilacının 2005 yılı civarlarında geliştirileceğini söylediğini hatırlar.
İnsanlığımızın tanışacağı yeni, korkunç bir hastalık ile ilgili Sırp Mitar Tarabic 'in de Vanga'ya
benzer kehanetleri bulunmaktadır: "Tüm dünya yeni bir hastalık tarafından ele geçirilecek, ve hiç
kimse bu hastalığı tedavi edemeyecek. Herkes "ben biliyorum, ben biliyorum çünkü bilim
adamıyım" diyecek ama hiç kimse hiçbir şeyi bilmeyecek."
11 Eylül Saldırısı
Korku, korku! İki Amerikan kardeş, çelik kuşlar tarafından düşürülecek 1 Kurtlar çalılarda
ulur ve suçsuzların kanları dere gibi akar.
(Rus Komsomolslcaya Pravda Gazetesi)
Rusya'da paranormal konuları inceleyen uzmanlar uzun yıllardır Vanga fenomeniyle ilgili
araştırma yapmaktadırlar.Batılı araştırmacıların, Nostradamus'un kehanetlerini yorumlamaya
çalıştıkları gibi, Ruslar da Vanga'nın kehanetlerini inceleyip, anlamlarını çözmeye
çalışmaktadırlar. "Lomonosov New Scientists" dergisinin yayın yönetmeni araştırmacı yazar
Vladimir Lagovski, Vanga ve kehanetleri ile ilgili uzun çalışmalar yürütmüştür. 1989 yılında
yapılan yukarıdaki kehaneti Komsomolskaya Pravda Gazetesi'ne paylaşmış ve ilave açıklamalarda
bulunmuştur. Kehanetteki iki Amerikan kardeş, Dünya Ticaret Merkezi'ndeki ikiz kuleler; çelik
kuşlar Teröristlerin çarptığı uçaklardır. Çalılarda uluyan kurtların ise Bush hükümetinin
reaksiyonunu simgelediği tahmin edilir, (başkanın ismi çalı anlamını taşıyor).
İndira Gandhi
Yakın zamanda hükümetin başına geçecek. Ama orda uzun süre kalamayacak, çünkü ölümü
buna engel olacak.
(Lubomir Staridolslci, Standart Gazetesi)?^)
Onu ölüme götüren elbisesi olacak. Duman ve ateşin arasında sarılı-turunculu elbise
görüyorum!
(Temmuz \j6$)
Kahin, Gandhi ailesinin trajedisini Hindistan için korkunç olan 1984 yılından çok evvel
öngörür. Daha 1969 yılında İndira Gandhi'nin suikastını detaylı ve net olarak "iç gözüyle"
beyninde canlandırır. 31 Ekim 1984 günü bir İngiliz televizyon kanalı için ünlü Yazar Peter
Ustinov ile röportaj çekimi için hazırlanan Gandhi, o gün estetik kaygılarla kurşungeçirmez yeleği
giymekten vazgeçer. Ve ekranda daha iyi görüneceğini düşündüğü safran rengi bir elbise seçer.
Başbakanlık konutunu ofisine bağlayan yolda, iki koruması tarafından ateş edilerek öldürülür.
Kahin suikast şeklini (duman ve ateş - ateşli silah) ve de giydiği elbise rengini (sarı-turuncu safran) tahmin etmekle kalmamış, elbisenin ölümüne neden olacağını da bilmişti. Zira İndira
Gandhi bugün müzede sergilenen bu elbiseden dolayı, kurşun geçirmez yelek giymekten
vazgeçmişti...
XIV. BÖLÜM
KAHİN VANGA'NIN GELECEKTE GERÇEKLEŞMESİ BEKLENEN KEHANETLERİ
Vanga'nın Gerçekleşmesi Beklenen Kehanetleri
Balkanlar Birleşecek
Şimdi Balkanlarda tedirginlik var, fakat gün gelecek ve Balkan Ülkelerinin Başkentleri
birbirine yardım ve arkadaşlık eli uzatacaklar. Sofya, Bükreş, Belgrad, Atina ve Ankara'nın
büyük liderleri bir araya gelip, barış ve anlayış duyguları eşliğinde müzakere edecekler.
Vanga'nın 1948 yılında yaptığı kehanet, kardeşi tarafından kaydedilmiştir. Günümüz için çok
zayıf ve uzak bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.
Sekizinci Nihai Barışı İmzalayacak
Dünyada çok önemli gelişmelere tanık oluyoruz. Dünyanın en büyük iki lideri tokalaştı ve
evrensel barışın oluşumu için ilk adımı attı. Fakat daha çok zaman geçmesi gerekecek... Sekizinci
gelecek ve o nihai dünya barışı için imza atacak.
(Krasimira Stoyanova'nın Vanga Hakkında Gerçek kitabından)
1986 yılında Gorbaçov ve Reagan arasında imzalanan tarihi anlaşma ile silahsızlanma
sürecinin başlaması ve dünya barışının korunması kararlaştırılmıştır. Fakat kehanete göre evrensel
barış bu ilk adım atıldıktan çok zaman sonra "sekizincinin" gelişi sayesinde sağlanacak.
"Sekizinci", evrensel barış anlaşmasını imzalayacak. Kimdir bu "sekizinci"? Dünyanın en büyük
ekonomilerine sahip 7 devletin oluşturduğu G-7 topluluğuna sonradan katılıp grubun adının G-8
olarak değişmesine neden olan Rusya olabilir mi?
Eski Rusya'nın Dönüşü
Şimdi Rusya'ya Sovyetler Birliği deniliyor. Fakat eski Rusya dönecek ve ismi aziz Sergiy
zamanındaki gibi olacak. Onun ruhani üstünlüğü, Amerika da dahil herkes tarafından tanınacak.
Bu altmış yıl sonra gerçekleşecek.
Ondan evvel üç ülke yakınlaşacak - Çin, Hindistan ve Rusya bir noktada toplanacaklar.
Bulgaristan, sadece Rusya'nın yanında ve onun bir parçası gibi olursa, onların yanında yer
alabilir. Rusya olmadan Bulgaristan’ın bir geleceği yok.
(Ludmila ve Vanga, \J79)
...Buna benzer bir kehaneti Edgar Cayce'den okuyoruz. Rusya'nın ruhani yükselişiyle birlikte
dünyaya umudun yayılacağını, insanlardaki inancın artacağını öngörüyor. Bunun yanında
Cayce'in "...Bir gün Çin, hristiyanlığın beşiği olacak... Evet, bu insanların zaman ölçütüne göre
uzak bir gelecek, fakat tanrının kalbinde sadece bir andır - çünkü yarın Çin uyanacak." şeklinde bir
ifadesi bulunuyor... (Edgar Cayce - Kehanetler)
Petrich'li Vanga ile Edgar Cayce'in bu iki kehaneti arasında çarpıcı benzerlikler olduğunu
görüyoruz. Her iki kahin de Rusya'nın dünyada bir tür ruhsal önder konumuna geleceğini
öngörürler.
Vanga dünya dengelerini tamamen değiştirecek olan üç büyük ülkenin ortaklığının en çok 60
yıl sonra, yani 2040 yılına kadar gerçekleşeceğine işaret ediyor. Yakınlaşmanın ne yönde olacağı
açık olarak belirtilmemekle birlikte ruhani yükselişi de kapsayacağını düşünüyoruz. Çünkü
Vanga'nın diğer kehanetlerini incelediğimizde, ilerleyen sayfalarda da görüleceği gibi, Hint
kaynaklı fakat Rusya'dan yayılacak olan bir öğretiden bahsedildiğini görürüz. Dünya üzerinde
yaşayan insanları tek çatı altına toplayacak olan eski bir öğretidir ve nihayet insanların tüm
dinlerin aynı gerçeği işaret ettiğini anlamalarını sağlar.
Kehanetin şu ana kadar gerçekleşmiş bölümü olarak, Sovyetler Birliği'nin eski ismine, "Rusya' ’
ismine geri döneceğinin söylendiği kısmını görüyoruz. Kehanetin yapıldığı 1979 yılı için böyle bir
şeyi hayal ve tahmin etmek çok zordu, Sovyetler Birliği komünist rejimi altındaki en güçlü
dönemlerini yaşıyordu.
Sosyalizmin Dönüşü
Sosyalizm yeni bir form altında geri gelecek, yeniden Sovyetler Birliği olacak. Kooperatifler
kurulacak... .Marks ve Cenin için yazın, gençlerin onları bilmesi gerek. Onlardan neden
utanıyorsunuz?
(Prof. Dimrtar Philipox/a söylenmiş)
Vanga'nın bahsettiği yeni sosyalizm formu nedir? Bilemiyoruz. Fakat bu noktada Nostradamus
ve Edgar Cayce aynı fikirde değiller. Nostradamus papalıkla birlikte komünizmin de sonunun
geleceğini öngörüyor. Daha az bilindik kahinleri incelediğimizde birbirinden çok farklı
öngörülerle karşılaşıyoruz.
Önemli bir kısmı, komünizmin tekrar dünyayı tehdit eden bir ideoloji olarak hortlayacağı ve
de bu gidişatın Üçüncü Dünya Savaşı'nın çıkmasına vesile olacağı konusunda ikaz eder.
Daha 1917'deki Fatima mucizesinde, Azize Meryem'in 3 kız çocuğuna görünmesi sırasında
yapılan kehanetler komünizm tehlikesine dikkat çekmekteydi. Henüz Kızıl Ekim Devriminden
evvel komünizmin yayılışı ve devamında patlak verecek Üçüncü Dünya Savaşı ile ilgili ikaz
edilmiş, Rusya'nın diyalektik materyalizm yanılgısından dönmemesi durumun» da çok ulusun
yok olma noktasına geleceği söylenmişti. Araştırmacılara göre Fatima'nın 3. Sırrı, Papalığın
sonunu işaret etmektedir, ki bu noktada neredeyse tüm kahinler aynı görüştedirler. Tüm dinlerin
aynı çatı altında birleşecek, başka bir deyişle (ezoterik anlayışa göre) var olan tek gerçeğe herkesin
bireysel olarak ulaşacaktır.
Komünizm tehlikesine dikkat çeken kehanetler o denli çoktur ki, tamamını yayınlayamamakla
birlikte, konuya yeter
li ışık tutacak kısmına yer vermekle yetinmek durumunda kalıyoruz. Ama ondan önce Fatima
mucizesinin en uzun süre yaşayan tanığı Lucia'nın konu ile ilgili sözlerini dikkatle okuyalım:
"Avrupa'da olan olaylarla sizi yanıltmalarına izin vermeyin: Bu bir kandırmacadır! Rusya, tüm
ulusların kamçısı olmadan ideolojisini değiştirmeyecektir. O tüm halkları vuracak olan kamçı
(silah) olmalıdır. Rusya, Ebedi Peder'in Dünya'yı cezalandıracağı enstrüman olacaktır. Çünkü
Rusya Batı'ya saldıracak ve Rusya ile birlikte Çin de, Asya'ya. Kelimelerim değiştiriliyor. Bunu
Kilise yetkilileri ve rahipler, çocuklarımızın kafalarını karıştırıp dünya barışının geldiğine ve
Rusya'nın dönüş yaptığına inandırmak için yapıyorlar. Ama öyle değil. Dünya büyük bir tehlike
ile karşı karşıyadır. Eğer Dünya pişmanlık yoluna girmezse acı bir savaşa sürüklenecek. Doğu
Avrupa'daki değişim barışa götürmeyecek!"
Edward Korkovski, 1983
"Sizi kandırmalarım izin vermeyin, Doğu Bloğu barışçıl bir çizgi izleyecek, belki de sınırlarını
açarak veya sınırlarda düzeltmeler yaparak... Ve artık Batının koruması altında bulunmadığınız
zaman, size korunmasız hayvanlara saldırdığı gibi saldıracak."
Valdfiertel Köylüsü, 1976
'Büyük Savaş başlamadan evvel. Sofun seferi zafer ite sonuçlanacak. "
Vosip Terelya, Ukrayna
"Sovyetler Birliğinin varlığı sona erecek. Rusya, komünizmden kartalacak. fakat tekrardan
diktatörlük altına gireceği günler gelecek. Halk, bir adamın etrafında toplanacak. Onun adı
Vladimir olacak.
Çjüç kullanılarak yeniden oluşturulan imparatorluğun halkını, Vladimir İsrail’e karşı savaşa
sürükleyecek.
Her yer alev alev alev tutuşacak, bütün Rusya ateşler içinde yanacak, Çin'in tamamı alevlere
esir olacak."
Aloizia Leks, Avusturya, 1956
"Tanrıtanımaz komünizm aniden ve büyük bir üstünlükle hala bakımsız olan ülkeleri ele
geçirecek, çünkü o sınır tanımıyor. Bu olay, Global felaketin sebebi olacak."
Ervin Tsan, Münih
'Öyle olacak ki, Avrupa Devletleri, barış içinde yaşadıklarına dair yanılıyor olacaklar ve
Sovyetler "beklenmedik bir zamanda" saldırdıklarında çok şaşıracaklar."
Farklı ülkelerin kahinleri, konuyla ilgili daha bir sürü kehanette bulunmuşlardır. Ve çoğunun
da aynı karamsar tonda yazıldığını belirtmekte fayda görüyorum. Neredeyse tamamı,
komünizmin Dünya'ya bela getireceği ve çok sayıda devletin karışacağı büyük bir savaşa neden
olacağı görüşündeler. Fakat Vanga'nın kehanetine baktığımızda onun pozitif olduğunu, savaş
yerine birlik mesajları (kooperatiflerin kurulması) içerdiğini görüyoruz. Muhtemelen nedeni,
vatandaşı olduğu ülkenin uzun bir dönem komünist rejimle yönetiliyor olmasıydı. Her ne kadar o
sırada artık rejim değişmişse de, Vanga'nın üzerindeki siyasi etkisinin daha uzun zaman devam
ettiği aşikardır. Vanga'nın bazı kehanetleri etki altında ve "ısmarlama" aktardığı tahmin ediliyor.
Bunu söylemeden geçemeyiz. Yukarıdaki sosyalizmin dönüşü ile ilgili kehaneti de komünist
partinin direktifiyle söylemiş olabileceğini göz ardı etmemek gerekir.
Kıbrıs
Yeşil duvarı görüyorum, daha belli bir süre öyle kalacak, sonra kaldıracaklar. .. Çok güzel ve
zengin bir ülke.
(1979’da Boyka Tsvefckova’nın yanında söylenmiş)
Bu kehanet, üzerinde yorum yapılmasını gerektirmeyecek kadar açıktır. Vanga, Kuzey Kıbrıs
Türkiye Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs'ın birleşeceğini öngörüyor.
1982 - Yükseliş Yılı, Yeni Ruhlar
1982 yılı, yeni ve iyi bir ışıkla aydınlanacak. Dünyamıza yeni ruhlar yerleşecek, onların bir
kısmı görünür olacak. Bu yeni "ruhlar''sevecenlik ve ümit dağıtacaklar... Kültürlü değil, bilgi dolu
insanlar gelecek...
(Krasimira Stoyanova’nın Vanga Hakkında Gerçek kitabından)
Kehanette "yeni ruhlar" deyiminin bize çağrıştırdığı, ilk olarak 1982 yılında Nancy Ann
Tape'nin "Yaşamınızı Renk Yoluyla Anlama" isimli kitabımda bahsettiği indigo çocuklardır. Daha
sonra, 1986 yılında Lee Carol ve Jan Tober'in kitaplarında bu çocuklardan bahsedildi. Kitabı
yazma nedenini şöyle açıklıyorlar:
"Biz anne-babalardan yeni bir sorun türünü işitmeye başlamıştık. Zor ve garip yapıdaydılar. Onlar
yetişkin ve çocuk rollerinde beklenmedik davranışlar gösteriyor ve kendi kuşağımızın
deneyimlerine aykırı bir yer değiştirmeyi temsil ediyordu. Aynı şeyi uzmanlar da kendi aralarında
konuşmaya başlamıştı. Sorunlu anne-babalar artık ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Bu
çocukları incelemeye aldık. Çünkü anlaşılmaya ihtiyaçları vardı. Anlaşıldıkları takdirde de
geleceğin en etkili bireyleri olacaklardı."
İndigo çocuklar, 1980'li yılların başından sonra doğan, yüksek bir asalet duygusu ve
farkındalığa sahip, derin önsezi-li, yaratıcı ve zeki çocuklardır. Toplumda itici güç rolü üstlenirler.
Oldukça yüksek entelektüel potansiyele sahipler, hatta bir kısmı dahi kategorisindedir.
Psikologlar, bilgisayar teknolojilerinin sanki onların beyninin devamı gibi olduğunu tespit
etmişlerdir. Bu çocuklar, bilinen sözel ve taklitsel bilgi edinme ve öğrenme şekli haricinde
bilinmeyen bir kaynak kullanıyorlar. İndigo çocukların yaşam programı sıradan insanlara göre
farklılık arz eder. 26-27 yaşlarına geldiklerinde büyük değişimler yaşarlar, o zaman Dünya'ya geliş
amaçlarının anlarlar.
Bağışıklık sistemleri normalin çok üstünde olan indigo çocuklar için Rus tıp doktoru İrina
Freyman ileri giderek yeni bir Homo Sapiens türü olduklarını söylemiştir. Derinlemesine
incelediğimizde bu cesur söylemi destekleyen bulguların olduğunu görürüz. Mesela Vitali ve
Tatyana Tihoplav'ın "Kardinal Dönüşüm" adlı kitabında, California Üniversitesinin incelediği bir
vakadan bahsedilir. 5 yaşında AÍDS hastası olan çocuk, DNA'sındaki bir mutasyonla hastalığı
yeniyor! Bunun gibi birçok örnek var...
Benzer olaylar, yeni bir neslin geldiğini düşündürüyor: toplumdaki var olan düzeni
değiştirmek için, doğuştan gereken özelliklerle kodlanmış, her tür adaletsizlik ve bağnazlığa karşı
çıkacak "sistem yıkıcıların" nesli...
24 Aralık 1981'de aile arasında söylenen ve İndigo çocuklarla ilişkilendirilen kehanetin geniş
metni şöyledir:
"1981 yılında gezegene etki eden kuvvetler oldukça negatifti, fakat bir sonraki yıl dünyamız
yeni ruhlarla dolacak. Onlardan ümit yayılacak, 1981 yılı insanlara bir şey vermediği gibi,
hepimizden, her birimizden çok şey götürdü...
Daha sonraları, şehirlerin ve köylerin depremler ve seller tarafından yok edileceği, doğal
afetlerin dünyayı sarsacağı yıllar olacak, kötü insanlar üstünlük sağlayacak...
İnsanlar arasında kısa süreli, şüpheli ilişkiler kurulacak ve o ilişkiler aslında daha başlarken
tükeniyor olacaklar. Duygular değersizleşecek ve sadece yalancı şehvet, daha doğrusu hırs ve
egoizm, ilişkileri yönlendiriyor olacak.
1982 yılı, yeni ve iyi bir ışıkla aydınlanacak. Dünyamıza yeni ruhlar yerleşecek, onların bir
kısmı görünür olacak. Bu yeni "ruhlar" sevecenlik ve umut dağıtacaklar. Kudüs'te daha parlak bir
ışık yanmaya başlayacak. Kültürlü değil, bilgi dolu insanlar gelecek...
1981 yılı birçok insana mutsuzluk getirdi, aramızdan çok lider aldı...
Vanga’nın bu kehanetine benzer bir öngörüyü Arjantinli Benjamin Solari Paravichini'den
görüyoruz:
"Büyük felaket ve savaşlardan sonra, aşkın çağı başlayacak. Tüm varlıklar günahsız sevecekler.
Erkek maddiyata olan açlığını unutacak, kadın görevinin farkına varacak. Dünya'ya yeni ruhlar
gelecek. Hepsi daha üstün varlıklar olacaklar ve beraberlerinde beşinci çağı getirecekler.
Aralarında ruhsal irtibat yoluyla konuşacaklar ve Hz. İsa ile yaşayacaklar...
Kutsal yazıtın anlayışı hüküm sürecek, zamanların sonunda yönetim ve kurtuluş gelecek, barış ve
kilisenin birliği olacak."
Evet, tam da insanoğlu sevgisizliğin bu son aşamasına geldiğinde, üzerinde yaşadığı yeri
kullanamayacak kadar mahvetmek için elinden geleni yaptığı günlerde, bu yeni ruhların ortaya
çıkması düşündürücüdür. Belki de bu yıkım çağının sona ermesi ve yeni bir gelişme çağma
erişilmesi için itici güç rolü üstlenmişlerdir. Ezoterik bilgilere bakacak olursak, kıyamet evveli
yaratılmış tüm ruhların tekrar bedenleneceğini görürüz. İndigo çocukların aynen Peter Bakov'un
dediği gibi en eski, bilge ruhlar olduklarım düşünmeden edemiyoruz.
İsrail
Şu anda İsrail yerle bir edilmeyecektir!
(j68 Saat gazetesi, 10.CH-.1995)
Petrich'li kahinin bu cümlesi, İsrail'in ileriki bir dönemde olması muhtemel yıkım - işgal
tehlikesine dikkat çekiyor. İsrail'e kimlerin ne zaman ve nasıl saldıracağı bilinmiyor. Kahinin bu
konuda başkaca bir açıklaması yok.
Bilindiği gibi Nostradamus ta İsrail devletinin geleceği ile ilgili karamsar tahminlerde
bulunmuştur: "Gördüğüm kadarıyla onlar (Mısır, Suriye ve Irak) çöl ülkesini yerle bir ediyorlar."
Bazı yorumculara göre bu öngörünün gerçekleşmesi için beklenen tarih 1998 yılıdır. Henüz İsrail
devletinin böyle bir savaş sonucuna maruz kalmamış olması, yorumlanan tarihin yanlış
olmasından kaynaklanabilir.
İsrail'in saldırıya maruz kalacağım belirten başka bir kahin, Ukrayna’lı Yosip Terelya'dır. Vladimir adı
altında bir Rus Diktatörün İsrail'e saldıracağını ve Rusya ile Çin'in savaşta "alev alev" yanacağını
öngörmüştür.
Edgar Cayce'nin İsrail ile ilgili söyledikleri tamamen farklı yöndedir. Yahudilerin eski
topraklarına geri döneceklerini öngörmüştür. Yeni devletin örgütlenme sürecinin tamamlanması
2072 yılını bulacaktır.
Uzaylılarla Temas
Hatırla!200yıl sonra insanlar, dünya dışındaki başka akıllı varlıklarla tanışacaklar.
Uzaydan gelen sinyalleri ilk olarak Macarlar tespit edecek. .. Kainat hakkındaki gerçeği eski
kutsal kitaplarda aramalıyız.
Kehanetin kelimelere döküldüğü tarih 1979 yılıdır. Genellikle kehanetlerinde tarih vermemeye
özen gösteren Vanga burada kesin bir zaman dilimi vermiş ve uzaylılarla temas edeceğimiz
zamanı 217Q yılı olarak işaret etmiştir. Daha fazla bir açıklama yapmamasına rağmen, diğer
kehanetlerindeki tarzı inceleyecek olursak bu temasların "iyi niyetli" olacağı sonucunu
çıkartabiliriz. Çünkü kahin eğer olumsuz bir şey algılamış olsaydı, bir şekilde kelimelere döker,
ikaz etmeye çalışırdı...
Petrich'li kahin daha sonraları uzaylılarla temasın ne zaman olacağı tekrar sorulduğunda;
yakın tarihte olmayacağı, henüz Suriye'nin yenilmediği şeklinde cevap vermiştir.
Samotraki Adası
Bu Yunan ada, binlerce yıl evvel yaşamış ruhlarla doludur. Günümüz insanları henüz bu
adayla ilgili fazla bir şey bilmezler. Oysa ada kıyılarına yakın, çok derinlerde arkeologların büyük
ilgisini çekecek enteresan şeyler yatıyor. Onları görüyorum - büyük ustalıkla işlenmiş mermer
sütün parçaları. Bunlar, devasa tapınak ve sarayların kalıntılarıdır.
Henüz bulunmadılar, ama bir gün denizden çıkarıldıkları zaman büyük sansasyon
yaratacaklar. Uzun yıllar sonra, ada Yunanistan'a ait olmaktan çıkıp, İtalya'nı bir parçası
olacak.
(K. Stoyanova, Vanga Hakkında Gerçek)
Aleksandropolis'e (Dedeağaç) yakın olan adada, Ege'nin tüm ada ve kıyılarında olduğu gibi,
antik kalıntılara rastlan-maktadır. Louvre Müzesinin başköşelerinden birinde gururla sergilenen
tanrıça Nike'nin heykeli, işte bu adadan çıkarılmıştır. Kahinin üzerinde durduğu gibi arkeolojik
bakımdan sansasyonel bir keşfin yapılıp yapılmayacağı, ancak ileride etraflı arkeolojik
araştırmaların yapıldığı takdirde belli olabilir.
Gökçeada'dan 23 mil, Türk - Yunan deniz sınırından sadece birkaç mil uzakta olan Samotraki
adası, antik çağda önemli bir inisiyatik merkez görevi görüyordu. En büyük ini-siyeler arasında
olan Orfe'nin bu adada inisiyasyondan geçtiği söylenir.
Kehanetin ikinci kısmı son derece açıktır. Samotraki adasının İtalya Devleti'nin egemenliği
altına gireceği iddia edilir. Bunun tam olarak ne zaman ve nasıl olacağı açıklanmıyor. Belli olan
sadece bunun için uzun yılların geçmesi gerektiğidir.
Suriye'nin İşgali
O zamana kadar insanlık korkunç felaketler yaşayacak, çok büyük olaylar olacak, İnsanların
bilinci de değişme aşamasında olacak. Güç zamanlar gelecek ve insanlar aralarında dini gruplara
bölünecekler. Ve dünyaya en eski öğreti gelecek, Bu yakında mı olacak diye soruyorlar. Hayır,
yakın zamanda değil. Henüz Suriye işgal edilmedi!
(1980, Krasimira Stocjanova — Vanga kitabından)
Sanki Vanga tam da bugünkü durumu tarif etmektedir. Dünyamız din savaşlarının
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Daha ne kadar süreceğini, din uğruna daha ne kadar kan
döküleceğini tahmin bile edemiyoruz. Diğer taraftan amacı ve motifleri tam açıklık kazanmayan
terör olayları, artık hemen hemen tüm ülkeleri tehdit eder hale geldi.
Tüm bu şiddet ve vahşetin tam ortasında iken eski bir öğreti, bir inanç tekrardan ortaya çıkıp,
insanların bilinçlerinde radikal bir değişime neden olacak. İnsanlar yeni bir şuur seviyesine
erişecekler.
Vanga ekliyor:
"Tüm insanlara, bilinçlerinin iyiye doğru değişmesi gerektiğini söylüyorum. yeniçağ, yeni bir
düşünce tarzını gerektirir, yeni bir bilinci ve yeni insanları. Böylece kainatın ahengi korunmuş
olur."
Kahin değişimlerin, Suriye'nin yok olmasından sonra başlayacağına işaret eder. Burada akla
geldiği gibi eğer Suriye Devletinden bahsediyorsa, orta doğudaki tansiyonun gitgide tırmandığını
ve çevre ülkelere de sıçrayabileceğini bildiğimizden dolayı imkansız olmadığını düşünürüz. Bir
ihtimalle arkadaşı Boyka Tsvetkova'ya konuşma arasında bahsettiği ülke de Suriye idi: "2000
yılından sonra dünya haritasından ilk önce bir Arap ülkesi silinecek, sonra da büyük bir şehir
sulara gömülecek. Bu yakında olmayacak."
Diğer kahinlerin öngörülerini incelediğimizde Suriye ile ilgili Çek kahin Veronika Lulen'in şu
sözlerine rastlıyoruz:
"Suriye, Dünya Barışının ve Üçüncü Dünya Savaşının anahtarı konumundadır." (1970)
Son Din - Beyaz Kardeşlik
Bir gün yeryüzünden tüm dinler silinecek! Sadece Beyaz Kardeşliğin öğretisi kalacak. Beyaz
bir renk gibi dünyayı saracak ve insanların kurtuluşu olacak. Yeni öğreti Rusya'dan gelecek.
Ruhsal arınmaya ulaşacak olan ilk ülke budur. Ve buradan öğreti tüm dünyaya yayılacak. Bu 20
yıl sonra olacak. Fakat 20 yıl sonra ilk meyvelerini toplayacaksınız.
Eski bir hint öğretisi vardır - Beyaz kardeşliğin öğretisi. Sütün dünyaya yayılacak, yeni
kitaplara yazacaklar ve dünyadaki herkes bu öğretiyi okuyacak. Kitabın adı Ateş İncili olacak.
(Sidorov, V.Ludmila ve Vanga, 1^75)
Vanga'nın bahsettiği öğreti, Thomas Edison'un da bağlı bulunduğu, Elena Blavatska'nm 7
yıllık Tibet seyahati sonrasında New York'ta kurduğu Teosofi topluluğu'nun ezoterik kaynaklı
öğretisidir. Öğretinin ana felsefesi Blavatska'nın (1831 Rusya - 1891 İngiltere) "Gerçekten daha
üstün bir din yoktur." sözleriyle özetlenir.
Beyaz kardeşlik topluluğunun amacı, ezoterik felsefenin öğrenilmesi, dünyaya yayılması, bu
yolla kainatın "görünmeyen" yönüne ulaşılması ve eğer varsa oradaki varlığın anlamının
çözülmesi, bizimle olan ilişkisinin anlaşılmasıdır. Topluluk hiçbir şekilde dogmalardan
etkilenmemiştir, etkilemeyecektir; bir dini inancı yayma amacı kesinlikle yoktur. Tek bir hedefi
vardır: gerçeğin üstünlüğüne inanç ve onu bulmaya ve yaymaya olan bağlılık. Din, mezhep, dil,
ırk, yaş, cinsiyet farkı gözetilmez. Bu bağlamda Elena Blavatska tüm dinlerin kaynağı olan eski
ezoterik bilgileri ortaya ilk, değişmemiş şekliyle ortaya çıkarmayı amaç edinerek çeşitli kitaplar
çıkarmıştır. Eski öğretinin yayılım ve gelişmesini konu eden "İsis Unveiled" adlı kitabı
yayınlamıştır. Yine en popüler eserlerinden "Gizli Doktrin"(The Secret Doctrine) adlı kitabında,
Evren ve İnsanın evrimi hakkında değişik görüşler dile getirmiştir. Yeni bir öğreti getirmediği
görüşünü savunan Blavatska, eserleri için de doğulu üstatlardan - Mahatmalar'dan yardım
almıştır.
Peter Deunov tarafından yayılan aynı isimde bir ezoterik Hristiyan öğretisi de bulunmaktadır.
Hatta Einstein 'in "Üstat" Deunov ile ilgili şu sözleri dikkat çekicidir: "Tüm dünya bana saygı
duyar, ben ise Bulgaristan'daki Peter Deunov'un önünde saygıyla eğiliyorum." Vanga'nın Deunov
ile yüz yüze sadece bir kez görüştüğü bilinir.
Bulgaristan'daki "Beyaz Kardeşlik" akımının kurucusu 1864 yılında o zamanlar Osmanlı
Padişahlığına bağlı olan Varna'nın Hatırca köyünde dünyaya gelir. 24 yaşında Amerika'ya gider.
Yedi yıllık tıp ve teoloji öğreniminden sonra ülkesine döner. "Bilim ve Eğitim", "Renkli Işınların
Vasiyetleri" isimli kitapları yayınlanan "üstat" 35 yıl boyunca bilimin tüm dallarında konferans ve
dersler verir. Konferansları kitaplar halinde basılarak, öğretisi tüm dünyaya yayılır. Deunov'un
konferanslarında üzerinde ısrarla durduğu nokta, "Yeni biı çağın" başlamakta olduğu ve bu çağın
bize ışık, sevgi ve bilimi bir arada getireceğidir.
Fakat şu kesin ki, kehanette bahsi geçen öğreti Deunov'un Beyaz Kardeşliği değildir.
Kahin, 1975 yılında çok yakın arkadaşı olan şair Peter Bakov'a, "Ölüler vadisinde" yeni bir
Mesih’in yetiştirildiğini ve 2020 yılından sonra dünyanın onu tanıyacağını paylaşmıştır.
Kıyamet
İncil'de yazılmış olanlar gerçek olacak! Kıyamet olacak! Siz değil ama sizin çocuklarınız onu
yaşayacaktır.
(Yardımcısı Vitica’nın lazına söylenmiş)
Ünlü kahinin yukarıdaki sözlerini doğru yorumlamak açısından evvela diğer kehanetlerine
göz atmalıyız. Aksi halde ilk aklımıza gelen global bir savaşın veya felaketin insanlığın sonuna yol
açacağı yönünde olur. Yakın çevresi ile paylaştığı öngörülerine baktığımızda, Vanga'nın defalarca
üçüncü bir dünya savaşının olmayacağına yönelik sözler sarf ettiğini görürüz. Kahin bununla da
kalmamış, 2000'li yıllardan sonra bin yıllık bir huzur ve barış dönemine girileceğini ifade etmiştir.
Bu durumda Vanga'nın kıyamet sözcüğüyle kast ettiği bazıların anladığı gibi insan soyunun
toptan sonunu getirecek bir felaket, yani tufan olamaz. Kahinin bu konuda söyledikleri kesin ve
tartışmasızdır. Dünyanın geleceği ile ilgili gerçekleri eski kutsal kitaplarda aramamız gerektiğini
dile getirir.
Ünlü Bulgar kahinin aksine sırp kahin Mitar Tarabich global bir savaşın olacağına ilişkin
öngörülerde bulunmuştur. Kendine özgü şiirsel ve etkileyici üslubuyla söyledikleri şöyledir:
"Bu acı savaş başladığında, göğe açacak olan savaş güçlerine Tanrı yardımcı olsan. Talih,
karada ve denizde savaşanların yanında olacaktır
Bu savaşı yürütenlerin içerisinde, savaş toplarına yeni bir cephane geliştirecek olan bilim
adamları olacaktır. Bu cephane düştüğü yerde öldürmek yerine baygınlığa sebep olacak. Bu sihirle
askerler uykuya dalacaklar. Böylece bayılanlar savaşmak yerine rüya görecekler, daha sonra
bilinçleri geri dönecek... Bu ne zaman olacak, bilemiyorum - bana gösterilmiyor!”
Mitar Tarabich'in, "göğe uçacak savaş güçlerinden" yani askeri uçaklardan bahsederken, henüz
uçağın icat edilmediğini hatırlayalım. Sırp kahinin öngörüleri başlıca bir inceleme konusudur
fakat biz bu bölümde sadece kahin Vanga ile ilgili olan az bir kısmına yer vermekle yetinmek
durumundayız. İlerleyen sayfalarda kehanetlerinin kışa ama önemli bir bölümüne ayrıca yer
verilecektir...
Nostradamus, Edgar Cayce, Milosh ve Mitar Tarabich ve başka ünlü veya daha az bilindik
kahinler, kıyamet tarihini üçüncü bin yılın başı olarak işaret etmişlerdir. Belki de bizler Incil'de
yazıldığı gibi eşi görülmemiş tarihi olaylara şahit olacağız. Kıyamet her ne anlama gelirse gelsin
kahinlerin bu konu ile ilgili olarak birleştiği ortak bir görüş var. Vanga, Nostradamus ve Cayce,
kıyamet sonrası uzun bir barış dönemine adım atılacağı konusunda hem fikirler. Petrich'li kahine
göre insanlığın gireceği yeni altın çağ, bin yıl kadar sürecek bir huzur ve toplumsal barış dönemini
kapsar. Benzer şekilde Nostradamus'a göre de insanların ıstırabı karşısında kayıtsız kalamayan
Tanrı, şeytanı hapsedecek ve böylece bin yıllık bir barışın hüküm süreceği altın çağ başlamış
olacak. Sırp kahin Mi-tar Tarabich ise büyük bir savaş sonrası kurtulanların bolluk, mutluluk ve
sevgi içinde yaşayacaklarını, başka bir savaş felaketinin beklenmediğini öngörür.
Petrich'li kahin Vanga, kıyametin olası tarihi ile ilgili bir açıklama getirmemiştir. Vermiş
olduğu tek ipucu, olacakların kutsal kitaplarda aranması gerektiğine yöneliktir. Bizim
zamanımızda kıyametle ilişkilendirilen 11 Ağustos 1999 günü olmuştu. Nostradamus'un
kehanetlerinde de bahsi geçen bu tarihte tam güneş tutulması olmuştu. Binlerce insanın hayatını
kaybettiği Gölcük depremini saymaz isek beklenen kıyamet gerçekleşmemiştir. Bir sonraki
"şüpheli" tarihler ise 1 Ocak 2000 ve 27 Aralık 2004 tür. İlkinde beklentiler yine boşa çıkar, insanlık
sakin bir yeni milenyuma girmiştir. 27 Aralık 2004'de ise astronomların beklediği şekilde, yay
takımyıldızlarına bağlı bir nötron yıldızının şiddetli patlaması kaydedilir. Sadece 0,2 saniyede
Güneş'in 250 bin yılda yaydığı miktarda bir enerji açığa çıkar. Harvard Üniversitesi'nden
uzmanlar patlama sonrası yayılan güçlü gama ışınlarının insanlara zarar getirebileceği konusunda
uyarırlar.
Yukarıda verilen tarihlerdeki kıyamet beklentilerinin boşa çıkması sonrası geriye bu gün
nerdeyse tüm insanların beynini kurcalayan tek bir tarih kalmıştır: 22 Aralık 2012 günü. Mayaların
takvimine göre, bu tarihte kutuplarda değişimler olacaktır. Sonrasını iklimsel değişimler ve
insanlarda zihinsel/şuursal gelişmeleri takip edecektir... Bu konuyla ilgili yazılıp çizilen bir dünya
bilgi, görüş ve yorum bulunmaktadır. Burada ayrıca yer ayırmamıza gerek olmadığı
düşüncesindeyiz. Onun yerine Vanga'nın kehanetini karşılaştırabileceğimiz birkaç kehanete daha
yer veriyoruz...
Nostradamus
"Gökyüzünden ateş parçaları ve taşlar düşecek ve düştükleri yerdeki yaşamı söndürecekler. Bunlar kısa
bir zaman içinde ve son büyük kargaşadan önce yaşanacak. Çünkü hemen sonra Mars gezegeni ritmini
bozacak, dönemin sonunda, dönüşüne yeniden başlayacak. "
Alois İrlmayer -1959
''Savaşın ortasındayken bir gün karanlık çökecek. O zaman korkunç bir fırtına, şimşek ve gök gürültüsü
ile birlikte gökten dolu yağacak, sonra Dünya sallanacak. O zaman kimse evinden çıkmamalı... Tozlu havayı
soluyanlar zehirlenip ölecekler.''
Kahine göre felaketin nedeni, yerküreyle çarpışan bir gök cismidir. Eşi benzeri görülmemiş bu
felaketin ardından Dünya 3 gün boyunca karanlığa gömülecek.
Valdfirtel Köylüsü -1977
''Balkanlar'daki bölgesel sorun ve New York'un yıkılışı, askeri çatışmaların başlangıcını oluşturacak.
Avrupa'ya fazla bir etkisi görülmeyecek. "
Valdfirtel kahinine göre Balkanlardaki sorunlar ile New York Manhattan'ın yerle bir olmasıyla
sonuçlanacak bir bombanın atılması, hemen hemen aynı zaman diliminde gerçekleşecek
olaylardır. Arap teröristlerin sorumlu tutulacağı felaket, ABD'yi panik ve kaosa sürükleyecektir.
"Gündüz gökten ateş yağmurları dökülecek... Otlar ve tüm binalar, barakalar ve yanabilen her şey küle
dönecek."
Kahin devamında özetle şu açıklamalarda bulunur:
Dünya'nm yörüngesi üzerinden geçiş yapan yoğun bir bulut Güneş'i karartıyor. Güney
Avusturya, Bavarya ve Çek toprakları karanlığa gömülüyor. Temmuz veya Ağustos aylarında bir
gök cisminin, muhtemelen bir kuyruklu yıldızın kalıntılarından oluşan bulutun görünmesi
Dünya'da sansasyona neden oluyor. Yazın ateş yağmuruna sebep olan gök cismi, Ekim veya
Kasım aylarında Güneş Sistemi'nden tekrar geçişinde yeniden Dünya'yı tehdit eder. Gezegenimize
yaklaşan daha büyük parçalar gözle görünür vaziyettedir. Gökyüzünde duran ve görüntüsüyle
Ay'ı andıran cisimden büyük parçalar düşüyor. Parçaların düştükleri bölge Panama Kanalı ve
Prag yakınlarıdır, orada yer kabuğunda büyük kırılmalar oluşuyor. Eşi benzeri görülmemiş
sarsıntılar gezegenin hemen her yerinde hissediliyor.
"...Bütün bir gün boyunca Dünya titreyecek ve sallanacak. İnsanlar artık bu felaketin sonunun
olmadığını düşünmeye başlayacaklar. Deprem akşam geç saatlerde başlayıp, bir sonraki güne kadar devam
edecek..."
Depremlerle birlikte gezegenin tüm jeolojik dengeleri alt üst olmuştur. Karaların bir bölümü
sular altında kalır, nehirler akış yönlerini değiştirirler. Volkanik püskürtmelerin neticesinde,
birçok bölge toz ve gazlardan oluşan yoğun bulutlarla kaplanır.
Valdfirtel köylüsünün kehanetine benzer bir anlatım, Kutsal Meryem'in 1846'da La Salette'de
görülmesi sırasında yapılmıştır:
"Mevsimler değişecek. Toprak sadece kötü meyveler yetiştirecek, yıldızlar yörüngelerinden sapacaklar.
Ay'dan sadece zayıf kırmızımsı bir ışık yayılacak. Su ve ateş, korkunç bir depremin habercisi olacak. Böylece
dağlar ve şehirler batacak."
Anna Maria Taigi - İtalya, 1837
"Tanrı Dünya’yı iki kez mahkûm edecek:
İlki Dünya'dan gelecek, bunlar savaşlar, devrimler ve başka kötülüklerdir. Tüm gezegeni üç gün üç gece
saracak olan karanlık çökecek... Sonra karanlık, havanın zehirlenmesi ile ilişkili olacak ve bu durum mezara
götürecek. Fakat herkesi değil, ölenler genellikle inanç düşmanları olacak."
Jozef Shokert - Münih, 1948
"...Tanrı müdahale edecek. Dünya (büyük savaş sırasında) yörüngesinden çıkarılacak ve de artık Güneş
ona ışığını vermeyecek: Yer kürenin her yerinde 72 saatlik bir karanlık!"
Verdiğimiz örneklerde, kahinlerin bir gök cisminin tehlikesine dikkat çekmeye çalıştıkları
görülüyor. Neredeyse hepsi, kıyamet sırasında iki ayrı felaketin olacağını öngörmüşlerdir. Önce
Dünya'da siyasi ve karışıklıkların neticesinde çok devletin karışacağı global çapta bir savaş
meydana gelecek. Savaşın sonunu getiren ikinci felaket, uzaydan kaynaklanan bir tehdittir.
Dünya'ya yaklaşan bir gök cisminin, muhtemelen bir kuyruklu yıldızın sebep olduğu meteor
yağmurları, kutupsal değişimler ve neticesinde meydana gelen her türlü doğal afetlerden
bahsedilir.
Bin Yıllık Barış
2000 yılından sonra artık global (savaşlar) felaketler ve tufan beklenmemektedir. fiin yıllık
bir barış süreci başlayacaktır.
Sıradan insanlar, aynen otobüsle seyahat ettikleri gibi, ışık hızının 10 misli hızla uzay
yolculuklarına çıkacaklar. Bu 2050 yılından sonra gerçekleşecek.
(Jeni Kostadinova — Trud)
Biz, sıradan insanlar, geleceğin nasıl olacağını görme yetisine sahip değiliz. Sadece her şeyin
iyi olmasını temenni edebiliriz. Ünlü kahinin bu pozitif kehaneti bizlerde gelecekle ilgili oldukça
iyimser beklentiler yaratıyor. Bunun yanında günümüzde zihinleri en sık meşgul eden sorulardan
birine yanıt buluyoruz: Tufan olup olmayacağı konusuna. Vanga’nın cümleleri bize bu günlerde
sıkça karşılaştığımız 2012 kıyamet senaryolarının gerçek olmadığını düşündürmekle kalmıyor,
ayrıca bin yıl gibi uzun sürecek bir barış dönemi vaat ediyor. Nihayet birbiriyle savaşmayı bırakan
insanlık, uzay teknoloji çağında hızlı ilerlemeler sağlıyor... Az evvel Kıyamet bölümünde
söylediğimiz gibi Nostradamus, Mitar Tarabich ve Edgar Cayce gibi birçok başka kahin de, uzun
süren bir barış çağının haberini vermişlerdir. Vanga’nın bu son kehanetinin doğru çıkmasını tüm
kalbimizle diliyor ve ümit ediyoruz...
Fakat son aylarda hemen her ülkenin yerel basınında tam tersini düşündürecek kehanetlerle
ilgili haberler çıktı. Haberlerin kaynağı Rus Haber Ajansı Novosti'nin çıkardığı uzunca bir kehanet
listesi idi. Vanga’nın öngörüleri olduğu iddia edilen liste, 2008 yılından, Dünya'nın sonu olan 5079
yılına kadar-ki global olayları kapsıyor. Kitabımızda aynen yer vereceğimiz bu kehanetlerin
gerçekliğiyle ilgili hiçbir bilgiye ulaşılamadığını söylemeden geçemiyoruz... Sahte olduğunu
düşündüğümüz bu kehanetlerin, Vanga'nın gerçekliği kesin olan başka öngörüleriyle çelişkili
olduğu görülür. Örneğin Vanga hiçbir /aman dünyanın sonu, insanlığın sonu ile ilgili konuşmayı
tercih etmezdi. Çok nadir bazı durumlar haricinde, kehanetlerinde tarih vermezdi. Zaten kahin
için bizim anladığımız şekilde bir zaman kavramı yoktu. Beyninde geçmiş, şu an ve gelecek
ayrılmaz bir bütünselliği oluşturuyordu. Tarih verse bile daha çok yönlendirici vaziyetteydi.
Halbuki bu satırları takip eden listede her bir kehanet için, kesin bir tarih belirtilir. Vanga'yı az bile
olsa tanıyan veya onunla ilgili bilgi edinen bir kişi bile kolaylıkla onun tarzı olmadığını anlar.
Vanga'ya ait olduğu iddia edilen 2008-5079 periyodunu kapsayan kehanet listesinden evvel,
Vanga'nın gerçekliği kesin olan 1000 Yıllık Barış ile ilgili öngörüsüyle karşılaştırabileceğimiz başka
kehanetlere yer verelim:
Jozef Shokert - Münih, 1948
"O zamanlar Güneş her şeyi yeni bir güzellikle aydınlatacak ve bir çoban ile bir sürü seçilmişlerle
birlikte olacak. Çilekeş kanlarla insanoğlunun günahları yeniden ödenecek ve belli bir zaman için şeytan ve
takipçileri cehenneme gönderilecek. İnsanlığın üçte ikisi ölecek."
Alois İrlmayer - 1950'li yıllar
"Bundan sonra (savaştan sonra) iyi zamanlar gelecek ve başka iklime sahip olacağız.''
Mulhiasel (Orman) Kahini - 18. Yüz Yıl
"İnsanlar yeniden dua etmeyi öğreniyorlar. Tekrardan zengin ve fakirler, efendiler ve uşaklar var.
Hayatta kalan azdır ama yine de Tanrı’ya inanırlar. O vakit iyi günler başlıyor. İnsanlar daha önce
bir birinden nasıl nefret ettiyse şimdi öyle sevecekler, inancı anlatacak kutsal adamlar olacak ve insanların
inanmaları için mucizeler yaratacaklar."
Nostradamus
"Şeytan yakalansın ve yeraltı dünyasının en derin kovuğunu atılsın. Ve Tanrı ile insanlar arasında
dünya barışı başlayacak. Tanı 1000 yıl sürecek.”
Pier Frober - Fransa
''Yakında büyük balık dönecek. Kiiçük olan balık tahtını kemikler üzerinde kurmuştur. Petrus hiçbir
zaman Roma'yı görmemiştir, fakat Romalı Petrus Roma'yı yıkılmış görecek.
Bir ulus, (melekler sevinç içinde), bir inanç içinde geçirilen sınavlardan sonra Dünya Kralının ayaklan
önünde.”
Benjamin Solari Paravichini - Arjantin, 1937
"Büyük felaket ve savaşlardan sonra, aşkın çağı başlayacak. Tüm varlıklar günahsız sevecekler. Erkek
maddiyata olan açlığını unutacak, kadın görevinin farkına varacak. Dünnya'ya yeni ruhlar gelecek. Hepsi
daha üstün varlıklar olacaklar ve beraberlerinde beşinci çağı getirecekler. Aralarında ruhsal irtibat yoluyla
konuşacaklar ve Hz. İsa ile yaşayacaklar...
Kutsal yazıtın anlayışı hüküm sürecek, zamanların sonunda yönetim ve kurtuluş gelecek, barış ve
kilisenin birliği olacak
XV. BÖLÜM
RUS BASININDA ÇIKAN KEHANET HABERLERİ
Rus Basınından Çıkan Kehanet Haberleri
2010 - Üçüncü Dünya Savaşı başlıyor. Nükleer ve kimyasal silahların kullanıldığı savaş kasım
2010'da başlayıp, ekim 2014'te sona eriyor.
2011 - Kuzey yarım kürede nükleer radyasyona maruz kalan hayvanlar ve bitkiler ölüyor.
Sonra Müslümanlar sağ kalan Avrupalılara karşı kimyasal savaş açıyorlar.
2014 - Kimyasal silahların kullanılması neticesinde birçok insan kanser ve başka deri
hastalıklarına yakalanıyor.
2016 - Avrupa'nın nüfusu oldukça azalıyor.
2018 - Çin'in yıldızı parlıyor.
2023 - Dünya'nın yörüngesinde hafif bir kayma oluşuyor.
2025 - Avrupa'da hala çok düşük bir nüfus var.
2028 - Yeni bir enerji kaynağı keşfediliyor. Dünya'da açlık azalıyor. Venüs'e insanlı uzay aracı
gönderiliyor.
2033 - Kutuplardaki buzullar eriyor. Okyanusların su seviyesi yükseliyor.
2043 - Dünya ekonomisi düzeliyor. Müslümanlar Avrupa'ya egemen oluyor.
2046 - Her tür organ üretilebiliyor. Organ değişimi en iyi U-davi yöntemi haline geliyor.
2066 - Müslüman Roma'nın saldırısı karşısında ABD yeni bir silah deniyor - klimatik bir silah.
Ani ısı düşüşü oluşuyor.
2076 - Komünizm.
2084 - Doğa yenileniyor.
2088 - Yeni bir hastalık çıkıyor, insanlar birkaç saniyede yaşlanıyor.
2.097 - Bu hastalığa çare bulunuyor.
2100 - Yapay bir güneş, Dünya'nın gölgede kalan tarafım aydınlatıyor.
2111 - İnsanlar robotlara dönüşüyor.
2123 - Küçük devletlerarası savaş.
2125 - Uzaydan sinyal alınıyor.
2130 - Dünya dışı varlıkların desteğiyle su altı kolonileri oluşuyor.
2164 - Hayvanlar, yarı insana dönüşüyor.
2167 - Yeni din
2170 - Büyük kuraklık
2183 - Mars'taki koloni Dünya'dan bağımsızlık talep ediyor.
2187 - İki büyük volkanın patlaması durduruluyor.
2195 - Su altı kolonilerin enerji ve gıda ihtiyaçları tümüyle temin edilmiş oluyor.
2196 - Asyalı ve Avrupalıların tamamı birbirine karışıyor. Yeni bir ırk oluşuyor.
2201 - Güneş'te termonükleer patlamalar yavaşlıyor. Sıcaklık düşüyor.
2221 - Evrende başka hayat arayışı esnasında insanlar iyi olmayanlarla karşılaşıyor.
2256 - Bir uzay gemisi Dünya'ya yeni, tehlikeli bir hastalık getiriyor.
2262 - Dünya'nın yörüngesi kaymaya devam ediyor. Mars kuyruklu yıldızın tehlikesi altına
giriyor.
2271 - Değişen fizik konstantları (sabitleri) tekrardan hesaplanıyor.
2273 - Beyaz, siyah ve sarı ırk karışıyor. Meydana yeni bir ırk geliyor.
2279 - Yoktan oluşturulan enerji bulunuyor, (belki de vakum veya kara delik)
2288 - Zaman yolculukları, uzaylılarla yeni temaslar gerçekleşiyor.
2291 - Güneş soğuyor. Isısını yükseltmek için deneysel çalışmalar yapılıyor.
2296 - Güneş'te hiddetli patlamalar sonucu çekim kuvveti değişiyor. Eski uydular düşüyor.
2299 - Fransa'da İslam'a karşı ayaklanmalar
2302 - Yeni evrensel kanunlar ve sırlar bulunuyor.
2304 - Ay'ın sırrı çözülüyor.
2341 - Uzay'dan tehlikeli bir şey yaklaşıyor.
2354 - Yapay güneşlerden birindeki arıza, Dünya'da kuraklığa yol açar.
2371 - Küresel açlık
2378 - Yeni, hızla yayılan ırk
2480 - İki yapay güneş çarpışıyor, Dünya karanlığa gömülüyor.
3005 - Mars'taki savaş sonucu gezegenin yörüngesinde sapma meydana geliyor.
3010 - Ay'a kuyruklu yıldız çarpıyor. Dünya'nın etrafında toz ve taştan oluşan bir halka
oluşuyor.
3797 - Bu zamanda Dünya'da canlı hayat tükeniyor. İnsanlar başka güneş sisteminde hayatın
ilk temellerini atıyorlar.
3803 - Yeni gezegen az nüfusludur ve insanlar arası iletişim zayıftır. Yeni iklim, insanlarda
mutasyonlara yol açıyor.
3805 - Enerji kaynakların paylaşımıyla ilgili savaşlar çıkıyor. İnsanların yarısı hayatını
kaybediyor.
3815 - Savaş bitiyor.
3854 - Medeniyetin gelişimi duruyor. İnsanlar hayvanlara benzer yaşıyorlar.
3871 - Yeni bir peygamber, insanlara moral değerleri ve dini inançları anlatıyor.
3874 - Peygamber toplumun tüm kesimlerinden destek alıyor. Yeni kilise kuruluyor.
3878 - Uzaylılar, insanlara inançla beraber, unutulan bilimi de öğretiyorlar.
4302 - Yeni şehirler gelişiyor. Yeni kilisenin önderliğinde teknoloji ve bilim gelişiyor.
4304 - Her tür hastalığı yenmenin yolu bulunuyor.
4308 - İnsanların mutasyonu sonucunda beynin %34'ü kullanılır hale geliyor. Kötülük ve
kıskançlık duygusu yok oluyor.
4509 - Tanrı ile tanışma. Nihayet insanlar onunla irtibata geçecek kadar gelişiyorlar.
4599 - İnsanlar ölümsüz oluyor.
4674 - Medeniyetin gelişimi zirveye ulaşıyor. Çeşitli yıldız sistemlerinde yaşayan insanların
sayısı 340 milyarı buluyor. Uzaylılarla insanların birbiri içinde asimilasyonu başlıyor.
5076 - Kimsenin varlığını bile tahmin etmediği evrenin sınırı keşfediliyor.
5078 - Kainatın sınırını geçme kararı almıyor. Halkın %40'ı bu karara karşı çıkıyor.
5079 - Dünya'nın sonu.
XVI. BÖLÜM
SIRP KAHİN MİTARTARABİCH'İN KEHANETLERİ
Sırp Kahini Mitar Tarabich'in Kehanetleri
Birazdan 19. yüzyılın sırp kahini Mitar Tarabich’in "Kreman Kahini" isimli bir kitapta yer alan
öngörülerin bir kısmını aktaracağız. Ama önce, az tanınan kahin Tarabich ile ilgili kısa bilgi
verelim.
1829 yılında Kremna adında küçük bir sırp köyünde dünyaya gelen Mitar, gelecekle ilgili
vizyonlar görmeye başlar. Rahip Zahari Zaharich (1836 -1918) Tarabich'in kehanetlerini küçük bir
bloknota kaydeder. Bulgar ordusunun 1943'te evini y0061kmasıyla yazılar kısmen zarar görür. Şu
anda kehanetleri içeren bu tekst rahip Zaharich'in torunlarından olan Dejana Malenkovicha'nın
ailesinde korunuyor. Kehanetlerin büyük bir kısmı Sırbistan'ın 19. yüzyıldaki politik olayları ile
ilgilidir. Biz ayrıntılara girmeden, kahinin bu dönemi kapsayan "karanlık kehanetler” olarak
adlandırılan öngörülerinin gerçekleştiğine dikkat çekelim.
Biz sadece 20. yüzyıl ile ilgili olan kehanetlerin bir kısmına yer veriyoruz:
"...Sınırlarımızda yeni bir millet ortaya çıkacak. Sel sonrası çıkan otlar gibi hızla büyüyecekler,
(Kosova ve Arnavutlar) onlar iyi ve dürüst olacaklar. Birbiri için birer kardeş misali endişe
duyacaklar. Ve biz her şeyi bildiğimizi ve bir şeyler yapabileceğimizi sanıp kendimizi aldatacağız,
ve yeni bir kaderle onları çevreleyeceğiz, lâkin her şey boşuna... Çünkü onlar sırf kendilerine
güvenirler. Tatsızlıkların kaynağı bu milletin cesaretidir...
İkinci Büyük Savaş (!) sonrası dünya barış ve bolluk içinde yaşamaya başladığı zaman, her şey
acınası bir hayal (kandırmaca) olacak. Çünkü çoğunlukla Tanrı unutulacak ve sadece kendi
beyinlerine tapacaklar. Ve siz,
peder, insan zekasının Tanrı hikmetine ve bilgisine kıyasla ne denli küçük olduğunu biliyorsunuz.
Denizdeki tek bir damladan bile azdır.
Adamlar bir kutucuk icat edecekler, içinde görüntülerle ilgili tertibatlar bulunacak (televizyon).
Ama aletler artık hayatta olmayan benimle irtibata geçemez, halbuki görüntü cihazları o hayata
saç tellerinin birbirine yakınlığı kadar yakın olacaklar.
İnsan bu görüntü cihazları sayesinde dünyada olan biten her şeyi izleyebilecek. İnsanlar yerin
derinliklerinde kuyular açacaklar ve altın elde edecekler. (Petrolün diğer bir adı siyah altındır.) Bu
altın onlara ışık, hız ve enerji sağlayacak ve dünya gözyaşı içinde boğulacak, çünkü yüzeyde,
derinliklerde olduğundan fazla altın bulunacak. Dünya, bu açık yaralardan dolayı zarar görecek.
İnsanlar -tarlada çalışmak yerine her yeri kazıyacaklar, doğru ve yanlış yerleri; fakat bu güç
(enerji) haberleri olmaksızın hemen çevrelerinde duruyor olacak. Çok sonraları enerjiye
ulaşabilecekler ve her yeri kazmanın ne kadar aptalca olduğu anlaşılacak. Bu güç insanoğlunun
içinde de var olacak fakat keşfedilmesi ve kullanıma geçmesi için uzun zaman geçmesi gerekecek.
Böylece insan kendini bilmeden, tanımadan uzun zaman yaşayacak. Bilge adamlar kendi
kitaplarına bakarak her şeyi bildiklerini ve yapabileceklerini zannederek yanılırlar. İnsanın neye
sahip olduğuna anlamanın, kendini bilmenin önündeki en büyük engel bu adamlardır. İnsanlar,
bu bilgiye sahip hale geldiklerinde, bilge adamları dinlemenin ne kadar büyük bir yanılgı
olduğunu fark edeceklerdir. Bu olay gerçekleştiği zaman, bilginin (gerçeğin) ne kadar basit
olduğunu görüp, daha evvel keşfedemedikleri için pişman olacaklardır.
İnsanlar, hiçbir şey bilmemelerine rağmen, her şeyi bilip yapabileceklerini zannederler ve çok
aptalca işler yapacaklar.
Doğudan gerçek bilgeliğe sahip olanlar çıkacak ve bilgelikleri denizleri ve sınırları aşacak, fakat
insanlar gerçeğe inanmayacaklar ve de uzun zaman süresince bu realiteye yalan diyecekler.
Kalpleri şeytana esir olmadığı halde bazıları fazlasıyla kötü olacak. Onlar yanılsamayı gerçek
sanacaklar, lâkin kafalarında gerçeğin zerresine dair bir bilgi bulunmayacak.
insanlar temiz havadan, tanrısal tazelik ve güzellikten haz etmeyecekler ve sadece kariyerlerini
büyütme peşinde koşacaklar. Kimse bunları yapmaları için zorlamıyor, onlar gönüllüdür.
Sırbistan'da kadını erkekten ayırt etmek olanaksız hale gelecek. Hemen herkes aynı şeyi giyecek.
Bu felaket sınırların ötesinden gelerek uzun zaman devam edecek. Damatlar kim olduklarını
bilmedikleri gelinleri alacaklar, insanlar, amaçsızca günlerini geçirirken kayıp ruhlar gibi
olacaklar. Babasının, dedesinin kim olduğunu bilmeyen çocuklar doğacak. Her şeyi bildiklerini
sanırken aslında her şeyden habersiz olacaklar.
Kendi topraklarımızdan gittiğimiz zaman kuzeye yöneleceğiz. Ve aptalca davranışımızı idrak
ederek dönüşüm geçireceğiz. O zaman aramızdan "adil olmayanı" atacağız. (Miloshevich)
Tüm dünya garip bir hastalıkla boğuşacak ve kimse ona tedavi bulamayacak.(Belki de AIDS)
Herkes ben biliyorum, çünkü akıllıyım, bilim adamıyım der ama kimse bir şey bilmez, insanlar
düşünüp duracaklar ama doğru sonuca ulaşmaları olanaksızdır. Çare, Tanrı'nın yardımıyla
etrafımızda ve içimizdedir.
İnsan başka gezegenlere gidince cansız çöllerle karşılaşacak. Ve Tanrı onu affetsin, Tanrı'dan daha
zeki olduğunu sanacak. Orada Tanrı'nın sonsuz barışı dışında bir şey göremeyecek, fakat kalbinin
sezgisiyle onu, bütün güzelliğini ve hikmetini hissedecek. İnsanlar kulelerle Ay'a ve yıldızlara
seyahat edecekler. Canlı hayat arayacaklar, fakat bizimkine benzer bir hayat bulamazlar. O, canlı
hayat, orda olacak lâkin onu göremezler, canlı hayatın ne olduğunu anlayamazlar.
Tanrı'ya inanmadan oraya giden kişi, döndüğünde şöyle diyecek: "Siz, Tanrı'nın adını şüphe ile
ananlar, benim bulunduğum yere gidin ve Tanrı zeka ve gücünün ne olduğunu görün."
İnsanlar daha çok bilip daha çok yapabildikçe, o kadar daha az birbirini sevip kollayacaklar. Öyle
bir nefret hüküm sürecek ki, bir takım makineler insanlara en yakınlarından daha yakın olacak.
İnsan kendi makinesine (aklımıza o zaman icat bile edilmemiş bilgisayar geliyor) en yakın
komşusundan daha çok inanacak. Rakamların yer aldığı kitapları okuyup yazanların en çok bilgi
sahibi olduğu sanılacak. Bu bilgeler her şeyi rakamlara bırakacak ve sayılar onlara ne derse onu
yapacaklar. Bilgelerin arasında iyiler de kötüler de olacak. Kötüler kötülük getirecek. Havayı ve
suyu mahvedecekler, mavi denizleri zehirleyecekler, insanlar birtakım hastalıklardan ölmeye
başlayacak, iyi olan bilgeler, tüm çabalarının boşa çıktığını fark edince sayıların yerine kendi
içlerine dönecekler, düşünmek için... Düşündükçe tanrısal bilgeliğe yakınlaşacaklar, fakat boşuna.
Kötüler artık tüm dünyayı mahvetmiş olacaklar ve gerçek ölüm gelecek.
İnsanlar şehirleri terk edip köylere sığınacaklar, nefes alabilmek ve su içmek için yeniden dağları
ve ormanları arayacaklar. Kaçabilenler kendini ve ailelerini kurtarabilir, fakat hepsi değil ve daimi
değil, çünkü korkunç açlık baş gösterecektir. Köy ve şehirlerde bulunabilen yiyecekler zehirli
olacak. Çok yiyecekler, fakat doyabilmek için ağızlarını tıkıştıracaklar ve bundan dolayı
ölecekler...
Bu sıralarda uzak rus şehirlerinde Mihailo adında biri duyulacak. Aydın yüzlü ve barışçıl olacak.
İnsanlar onun gökte nasıl yürüdüğüne şaşıracaklar, o ise ilk manastıra gidip çanları çalacak.
Etrafında toplananlara:
"Benim kim olduğumu ve de ölmediğimi unuttunuz, oysa göğe canlı gitmiştim." diyecek.
...Ve tüm halklar Mihailo'nun arkasından yürüyecek, dünya cennet bahçesine dönüşecek. Mihailo
her yerde bulunacak ve en çok ta İstanbul'da, ta ki tüm insanlar aynı dili konuşup aynı inancı
kabul edene kadar. Sonra memnun bir şekilde göğe dönecek.
Acı (korkunç) savaş başladığında, göğe uçacak olan savaş güçlerine Tanrı yardımcı olsun. Talih,
karada ve denizde savaşanların yanında olacaktır.
Bu savaşı yürütenlerin içerisinde, savaş toplarına yeni bir cephane geliştirecek olan bilim adamları
olacaktır. Bu cephane düştüğü yerde öldürmek yerine baygınlığa sebep olacak. Bu sihirle askerler
uykuya dalacaklar. Böylece bayılanlar savaşmak yerine rüya görecekler, daha sonra bilinçleri geri
dönecek... Bu ne zaman olacak, bilemiyorum - bana gösterilmiyor!
Biz (Sırbistan) savaşmayacağız ama başkaları bizim üstümüzde (göklerde) çatışacaklar.
Pozegoy'da (Sırbistan'da bir şehir) semalardan alevler içinde yanan insanlar düşecek. Sadece
Avrupa büyüklüğünde, denizlerin çevrelediği bir ülke (Avustralya) tatsızlıktan uzak, barış içinde
kalacak. Kaçıp haçlı ormana saklananlar kurtulacaklar, sonra bolluk, mutluluk ve sevgi içinde
yaşayacaklar. Çünkü bundan başka savaş olmayacak..."
XVII. BÖLÜM
KAHİN VANGA İLE YAŞANMIŞ İLGİNÇ DİYALOGLAR
Kahin Vanga İle Yaşanmış İlginç Diyaloglar
Ünlü kahinin yanma giden insanlar neler yaşıyorlardı? Aralarında ne tür replikler geçerdi?
Vanga onlara nasıl yaklaşırdı ve sorunlarına ne tür çözümler sunardı? Vereceğimiz birkaç
örnekten sonra, okuyucularımız bunun gibi soruların cevaplarına rahatlıkla kendisi ulaşabilir.
Filibe'den Angeline Atanasova'nm Başından Geçenler
(Jeni Kostadinova'mn Vanga'nın Kehanetleri kitabından)
Benim Vanga ile görüşmem şubat 1980 senesindeydi. Otuz yaşındaydım. Bir meslektaşıma
refakat ediyordum, ziyareti ertelenemeyecek kadar önemliydi. Petrict'te Vanga teyzeye yakın bir
kira bulduk ve oraya yerleştik. Önceden kayıt yaptırmadığımız için her sabah erkenden kalkıp
evinin önüne gidiyor ve kayıtlı olmayanların listesine adımızı yazdırıyorduk. Vanga her gün 20-30
kişi kabul ediyordu - sabah sekizden saat on bire kadar, ondan sonra bir polisli araba onu Rupi'deki evine alıp götürüyordu. Orda gündüzleri dinleniyor, gece dokuz gibi Petrich'teki evine geri
dönüyordu. Bu bilgileri ev sahibinden öğrenmiştik.
On gün boyunca bizi kabul etmesini bekledik. Yavaş yavaş ümitlerimiz tükenmeye başlamıştı.
Artık paramız ve iznimiz de bitmiş, geri dönme zamanımız yaklaşmıştı. Artık son günümüzde
yine evinin önünde beklemeye başladık. O gün hristiyanlar için önemli bir gündü - Teodor günü.
Buna rağmen Vanga ziyaretçi kabul ediyordu. Fakat saat on gibi yorulduğu için bekleyenlerle
artık görüşemeyeceği söylendi. İnsanlar dağıldı sadece biz, yani üç kadın kaldık. Ne yapacağımızı
düşünüp duruyorduk.
Tam o sırada Vanga'yı Rupiye götürecek olan araba geldi. Şansımıza bir taksi gördük. Hemen onu durdurdum ve şoförden arabayı takip etmesini rica
ettim. Kısa bir süre sonra küçük bir evin önünde durduk. Vanga, önünde bekçinin beklediği eve
girdi. Biz tam da ne yapacağımızı düşünmeye başlamıştık ki, oradaki inşaat işçilerini gördük.
Onlardan buradaki evin dinlenme yeri olduğunu ve kahinin kimseyi kabul etmediğini öğrendik.
Bir ara bekçi bize el salladı ve yanımıza gelip, Vanga'nın içimizden birini çağırdığını söyledi.
Acil bir sorunu olan meslektaşım yerinde hareketlendi, ama çağırılan ben oldum.
İçerisinde sadece bir masa ve iki - üç sandalye olan bir odaya girdim, Vanga'yı gördüğümde
sessizce ağlamaya başladım. Ancak "Neden ağlıyorsun?" diye sorduğunda gözlerini’ bakabildim
ve onların kapalı olduğunu fark ettim.
"Ağlama, bana şekeri ver." dedikten sonra ellerimi kendi elleri arasında tuttu ve anlatmaya
başladı:
- Sana ellerini uzatıp bakan ve ona bir şey vermeni bekleyen bu adam da kimdir? Adı Todor
(Teodor), genç biri.
- Böyle bir yakınım yok - dedim.
- Var, var, düşün! - ısrar etti Vanga.
Doğrusu çok tuhaf bir durumdu. Aniden kayınpederimin adının Todor olduğunu ve 24
yaşındayken, çok genç yaşta vefat ettiğini anımsadım.
- Bugünün Todor bayramı olduğunu bilmiyorsun, bundan dolayı affedildin. Ona bir şey
vermeni bekliyor, sana doğru ellerini uzatmış bekliyor. Buradan çıktığında bir şey satın alıp onun
için ver... İşte, senin kayın pederin olduğunu işaret ediyor. Gülümsüyor, seni gördüğüne
seviniyor...
Ben daha da çok ağlamaya başladım...
Tırgovishte'li Vasil Kalcev'in Hikayesi
(Jeni Kostadinova'nın Vanga'nın Kehanetleri kitabından)
Vangelia ile tanıştığım sene 1960 senesiydi. Rupi'deki evinin olduğu yerdeydik. Petrich
yakınlarındaki Marikostinovo köyünde tedavi görüyordum. (Bölge, kaplıca sularıyla ünlüdür)
Orda olduğum günlerde Vanga'yı tanıyan birçok insanla konuştum, onların hikayelerini dinledim
ve yazıya geçirdim. Bazılarını gönderiyorum.
Tarım işçiliğinin en yoğun olduğu aylarda Petrich'in civarındaki bir çok tarım işçisi, işini
gücünü bırakıp kahinin yanına giderlerdi. Bunun sonucunda tarlalarda işgücü noksanlığı baş
göstermiş, sorunlar ortaya çıkmıştı. Yeni yeni kurulan tarım kooperatiflerinin yöneticileri bu
durum karşısında güçsüz kalmış, bir türlü işçileri randımanlı çalıştırmanın yolunu bulamıyorlardı.
Sorun Petrich kasabasındaki polisin müdahalesini gerektirecek kadar derinleşmişti. Bir dizi
toplantı neticesinde, Vanga'nın ülkenin daha iç kısımlarına sürülmesine karar verilir. Bu
antidemokratik kararı nasıl açıklayacağını bilemeyen Emniyet Müdürü, Vanga’yı yanma
çağırtmak üzere görevli bir memur gönderir. Henüz memurun geliş sebebinden habersiz olan
ünlü kahin, polisi şu sözlerle karşılar:
"Neden geldiğini biliyorum. Seninle geleceğim ama ondan önce sen hemen evine gitmelisin,
çünkü çocuğun kuyuya düştü. Onu hala sağ iken gidip kurtarmalısın, sonra dönüp beni tutukla."
Polis memuru şaşırmış bir şekilde dinledikten sonra aniden arkasını dönüp evi terk eder.
Evine doğru koştuğu sırada karısının etrafa endişeli gözlerle baktığını, çocuğunu aradığını görür.
Hemen kuyuya giden anne baba gerçekten de dibinde korkmuş vaziyette duran, yaralı çocuklarını
bulurlar. Doğal olarak bu olaydan fazlasıyla etkilenen polis memuru müdürünün yanma çıkar.
Vanga'yı neden getiremediğini ve tüm başından geçenleri anlatır. Sonuç itibariyle Vanga’nın halka
yararlı olduğu kararına varılıp sürgünü iptal edilir.
Lübnanlı Gazeteci Abdul Emir Abdal'ın Ziyareti
Beyrut'ta politik bir haftalık yayın olan "Al Kitah al Arabi" ye bağlı çalışan bir gazetecinin
Vanga ile olan ilginç diyalogunu kısaltarak aktarıyoruz.
Petrich,1981
...Diğerlerinden farklı olmayan bir oda. Tam ortasında, elektrikli bir soba bulunuyor. Vanga,
üstünde mavi ve turuncu renkte kilimin serildiği kanepenin üzerinde oturuyor. Kadının etkisi
altına girmemek için tüm ruhsal güçlerimi toplamaya ve konsantre olmaya çalıştım. Gözlüklerimi
çıkardım ve odanın diğer köşesinde duran üç kadına doğru baktım. Her şeyi belleğime
kaydediyordum.
Odaya sessizlik hakimdi. Sessizliğin kaynağı, Vanga'nın yüzüydü. Sonra o başını kaldırdı ve
güçlü iradenin eseri olan emin bir sesle: "Lübnanlı gazeteci, sen yaklaş ve buraya otur! Şoförün
çıksın!"
Vanga'nın gücünü anlatan ilk belirti buydu. Şoförün odada olduğunu nasıl anladı?
"Bana küp şekeri ver!" Cebimden onu çıkardım ve masanın üzerine koydum, böylece onu nasıl
alacağını görebilecektim. Hiç zorlanmadan elini uzattı ve şekeri aldı. Ona dokunarak incelemeye
başladı. Eli kendinden emindi. Bana öyle geliyordu ki içinden beni gözetliyordu, bana doğru
döndü ve şöyle dedi:
"En sık olarak önemli görüşmeler sırasında ve değişik bazı durumlarda taktığın bir gözlüğü
kullanıyorsun. Şimdi onu neden çıkardın?"
Bu benim inançsızlığıma karşı atılan ikinci bir darbeydi.
"Dinle, annen ve baban hayattalar ve Lübnan'da yaşıyorlar. Şu anda annen evde, baban
dışarıda olabilir, belki tarladadır. Sen şehirde yaşıyorsun ve on iki yıldır gazetecilikle uğrayiyorsun. Hizmetlerle ilgili yazıyorsun ama politika hakkında ila yazabiliyorsun. Fakat bu konuda
katkın büyük değil, seyrek yazıyorsun. 1982-1983 yıllarında işinde başarılar kazanacaksın. Yedi
çocuğun olacak ve 42 yaşına geldiğinde büyük bir savaşa şahit olacaksın, ama sana kimin
savaşacağını söylemeyeceğim."
Cümleleri birbiriyle bağlantısız kelimeler takip etti, emir ve beğeni ifadeleri birbirine
karışıyordu.
"Sen Müslümansın ve de dini bayramlarına bağlısın. Sizin önemli bir kutsal metniniz var Kur'an. Onun tamamını okumalısın ve en çok ta 9, 10, 11 ve 12 inci bölümlerini...
1984 yılında işler komplike hale gelecek ve Suriye savaşacak. Kudüs'te hiç bulundun mu?
Şimdi Bağdat'ı görüyorum. Bağdat nedir? Sen oraya gideceksin.
Lübnan kuzeyden ve güneyden doğudan ve batıdan problemler yaşayacak. Nil'i görüyorum.
Nedir
Bu Nil? Oraya da gideceksin...
Dinle, annene büyük bir saygı duymalısın. Senden bir şey istediğini hatırlamalısın.
Lübnan ateşlerle kuşatılmış. Birçok kırmızı meyve ve de sular var. Ama ülkede petrol yok,
olmayacaktır da... Şimdi Lübnan'da çok sayıda askeri araç bulunuyor. 1982 yılının mayıs ayında
sizin gökyüzünüz kararacak...
Sizin kahininiz kimdi? Şu vaaz veren ve üç gezegene bakan kişi mi? Onun varlığının odaya
girdiğini görüyorum...
Suriye ile ilişkileriniz iyi olmalı. Gelecekte daha da iyi olacaktır."
Vanga biraz duraksadı ve sonra devam etti:
"Duyuyor musun? Şu anda Beyrut'ta savaş var. Bu ateş sönecek ama daha sonra ortalık tekrar
ateşlenecek. Sen bu savaşı onaylıyor musun?"
"Hayır, onaylamıyorum." Dedim.
Vanga bunları 2 Aralık 1981 yılında saat 8.45'te söyledi.
Lübnan'a dönünce arşivleri araştırdım ve tam o günde Beyrut'un batı yakasında silahlı
çatışmaların olduğunu okudum...
Define Haritası
Vanga'nı yeğeni, Krasimira Stoyanova'nm anılarından kısaltarak aktarıyoruz...
1979 senesinde, elinde kopya edilmiş bir harita olduğunu söyleyen biri, Petrich'e geliyor.
Üzerinde hiyerogliflere benzeyen işaretler bulunan aşağı yukarı on cümlelik yazının üzerinde
sanki bir çocuk elinden çıkmışa benzer karalamalar vardır. Gelen şahıs, yazıların anlamını çözmek
için uzmanlara gösterdiğini fakat sonuç alamadığım ve kahinin işaretleri çözmesini ümit ettiğini
belirtir. Haritayı gören yeğen K. Stoyanova, Van-ga'ya bu kağıt parçasının hayal ürünü
olabileceğinden bahseder. Kahin itiraz ederek asıl haritanın çok eski olduğunu ve bir defineyi
değil, şu ana kadar bilinmeyen bir yazıyı işaret ettiğini açıklar. Söylemine göre Mısır'dan gelen,
asker, köle ve üstleri, toprağın derinliklerine taştan bir lahit gömmüşlerdir. Dünyanın geçmişi ve
geleceği ile ilgili olan yazılar lahitin iç tarafına kazınmıştır. Gömü olayına şahit olanların tamamı
öldürülmüştür.
Teyzesinin bu sözlerinden son derece etkilenen Krasimira, kopyayı hiyeroglif uzmanlarına
gösterir. Fakat maalesef hiç biri deşifre edemez. Aradan zaman geçer, sahte olduğu düşünülen
harita neredeyse unutulmuştur. Fakat bir gün Vanga gelen ani bir "ilhamla" ayrıntılı olarak bir yeri
tarif eder.Tarifini verdiği yere özellikle 5 mayıs günü gidilmesi son derece önemlidir. Krasimira
heyecanlanır ve daha dört kişiyle beraber onu bulmak üzere yola çıkar. Kahinin ayrıntılı
anlatımını takip eden beş kişilik ekip, 4 Mayıs günü öğle sıralarında bölgeye ulaşır. Dağlık arazide
aradıkları kayayı bulurlar. Üzerinde çok eski zamanda kazılmış olduğunu tahmin ettikleri, kahve
fincanı altı büyüklüğünde üç daire fark ederler. Daireler, tepesi aşağıya dönük olan bir üçgenin
köşelerini oluşturur. Kahinin "güneşin ve ayın ilk ışıklarını izleyin" sözlerini anımsayan Krasimira
ve arkadaşları, ertesi sabah güneşin doğuşunu izlemek üzere kalkarlar. Yarım saat geçmeden bir
güneş ışının dairelerin üzerine düştüğünü ve soldan sağa hareket ederek, ışıktan bir üçgen
oluşturduğunu gözlemlerler. Güneş ışınlarının bu enteresan oyunu tam 20 dakika devam etmiştir.
Aynı olaya gece saat 21'de bu defa ay ışığında şahit olurlar...
Yaşananlara bir anlam yüklemeye çalışanlar, aslında hikayenin en tuhaf kısmını henüz
yaşamamışlardı. Ay ışığı oyununun bitiminden birkaç dakika sonra, kayalığın düz tarafı sanki
içerden yanan bir ışıkla aydınlanır, aynen bir televizyon ekranı gibi grimsi bir renge bürünür. Ve
yüksekliği' 5 metre, genişliği 3-4 metre olan bu "taş ekranda" insan figürüne benzeyen iki varlığın
görüntüsü şekillenir. Sol tarafta üzerinde entari olan, uzun saçlı bir ihtiyarın hatları oldukça
belirgindir. Ayakta duran figürün elinde küreyi andıran bir alet göze çarpar. Sağda, daha arka
planda ise koltuğa oturmuş, ayakları aşağıya sarkan, elleri ise koltuğun yanlarında olan şekil,
firavunları akla getirir. Grup, "taş ekranı" sönmeden 20 dakika kadar inceleme fırsatı bulur. Sonra
da bu izah edilemez olayın etkisiyle çarçabuk, panik içinde orayı terk eder. Sonraki günlerde
birkaç kez aynı yere gitmiş olsalar da, gizemli şekilleri bir daha göremezler.
O gün yaşanan bu gizemli olay, adeta aklın sınırlarını zorlamaktadır. Akla gelen en mantıklı
ama bir o kadar da yetersiz açıklama, orda olan 5 kişinin toplu psikoz yaşamış olmaları
ihtimalidir.
Gagarin'in Saati
Rus Sinemasının dünyaca ünlü yıldızı Vyacheslav Tikho nov'un Vanga ile olan görüşmesini,
Peter Bakov'un sözlerinden dinliyoruz:
Bir seferinde, bu Gagarin'in ölümünden sonraki bir zamandı, yanma Vyacheslav Tikhonov
geldi. İnanılmaz, eşsiz, dünyaca ünlü bir artisttir. Ve o kadar da alçak gönüllü. Etkileyici ve saygı
uyandıran bir kişilik. Vanga saniyesinde onunla iletişime geçerken nefes almadan hızlıca
konuşuyordu:
- Neden Gagarin'in hediyesi olan saati takmıyorsun?
Tercüman hatalı mı aktardı bilemiyorum ama Vyacheslav
heyecanla sesini yükseltti:
- Hayır, hayır... Onu çalmadım. Bana hediye etti...
Oysa kimse, Gagarin'in saat hediye ettiğini bilmiyor. Ve
birden Vanga bunu soruyor. Kahin onu elini tuttuğunda oldukça ürkmüş görünüyor. Vanga ise
ona fısıldıyor:
- Biliyorum, hediye olduğunu biliyorum. Sana olan saygısının ifadesi olarak verdiğini
biliyorum. Gagarin sana bir hatıra bırakmak istedi. Onu çalmadın...
Peter Bakov'un tanık olduğu görüşmenin devamında, konuşmalar Sovyetler ve geleceğine
ilişkin tahminler (kehanetler) konusunda odaklanır. Kahin Sovyetler Birliğinin kansız darbe
geçireceğini, dağılacağını, çok sayıda lokal savaşın çıkacağını öngörür. Neyse ki başka bir dünya
savaşı olmayacağını da ekler. Duyduklarından son derece etkilenen ünlü sinema yıldızı için en
şaşırtıcı olan şu cümleleri olur: "Gagarin hayattadır. Kaza yaptığı konusunda yalan söylüyorlar. O
canlıdır, yalnız Rusya'da değil ve de oraya dönmeyecektir. Hadi şimdilik hoşça kal... Ve umarım
bir gün görüşürsünüz. Umarım..."
Kayıp Asker
Pernik kasabasında bir askerin iz bırakmadan ortadan kaybolması, bulunduğu birliği ayağa
kaldırır. Günlerce aramalar devam ettiği halde kendisiyle ilgili hiçbir iz bulunamaz. Son şans
olarak askerin akıbetini öğrenmek ümidiyle Vanga'ya gidip danışmaya karar verilir. Üstlerin
itirazlarına rağmen teğmen ve şoför askeri araca binip kahinin yaşadığı Pet-rich kasabasına
giderler. Vanga gelen askerleri bekletmeden kabul eder, onları dinler ve sonra da kayıp asker ile
ilgili şu açıklamalarda bulunur:
"Sizin askeriniz kayıp değil, o Struma nehrinin sularında yatıyor. Şimdi yaz zamanıdır. Asker
balık tutmaya gitmiş, suya girmiş ve saçları nehir kenarındaki söğüt ağacı dallarına dolanmış.
Orada boğulup kalmış. Akıntıyı takip edin, ağaç köklerinin altında onu bulacaksınız."
Birliğe dönen askerler, kahinin tarif ettiği şekilde aramalara başlarlar. Cesedi ancak günün
sonuna doğru aynı Vanga'nın onlara izah ettiği biçimde, bir söğüt ağacının kökleri arasında
sıkışmış vaziyette buluyorlar.
Kilisede Hırsızlık
Hırsızlık olayı, Vanga'nın yaşadığı şehirden 3 km mesafede olan bir kilisede meydana gelir. Bu
küçük ama zengin kiliseye bir gece hırsızlar girer. Demir ferforjeleri ve camları kırmak suretiyle
içeri giren suçlular birçok kilise resmiyle birlikte değerli ne gördülerse alıp götürürler. Çalıntı
eşyaların arasında çok değerli iki tane resim de bulunuyormuş. Yerel emniyet güçleri bu tarz bir
suçla ilk defa karşılaşıyorlarmış.
Vanga'nın komşusu olan polis memuru Slavco Andonov, kahinden yardım istemeyi önerir.
Olay mahallinden parmak izleri ve diğer bulunabilen ipuçları alınmıştır. Yalnız suçun niteliği,
çalman nesnelerin yurtdışına kaçırılma tehlikesini barındırdığından dolayı olayı çok hızlı bir
şekilde aydınlatmaları gerekir. Bu sebeple daha fazla bilgi edinmek isterler ve kahinin yardımını
gerekli görürler.
Vanga'nın yanına giden polis, kendisinin yardımına ne kadar gereksinimleri olduğunu anlatır,
olaya ışık tutacak bir bilginin çok makbule geçeceğini belirtir. Dökülen duvar sıvı parçalarını eline
alıp inceleyen kahin, kendinden emin bir şekilde hırsızların iki kişi olduklarını ve 2.gün
tutuklanacaklarını söyledikten sonra nerde ve ne şekilde aranmaları gerektiği konusunda bilgiler
verir.
Aynen Vanga'nın polise anlattığı şekilde 2 gün sonra biri Bulgar diğeri Yugoslav olan iki
hırsız, beraberlerinde çalıntı kilise eşyalarıyla oldukları halde Yugoslavya sınır kapısında
tutuklanır. Ele geçirilen eşyalar kiliseye iade edilir. Daha sonra Vanga'nın komşusu olan polis
memuru ve polis şefi kendisini ziyarete gelirler, hırsızlığın aydınlatılması için yaptığı katkıdan
dolayı teşekkür ederler...
Emniyet güçleri başka bir çok olayda da kahinin yardımına gereksinim duymuşlardır. ''Polis
güçlerinin kahinin insanlara yardım etmesini engellediği ile ilgili söylenenler tamamen
uydurmadır” der Slavco Andonov; "Bazı devlet ve siyasi güçlerin belli dönemlerde ona köstek
oldukları doğrudur, ama biz, Emniyettekiler ona inanırdık. Bunun bilinmesi gerek ve ispatlayacak
belgeler de mevcuttur. Eğer çevresinde dönen oyunlar, dolaplar olduysa da, onları ne yazan ne de
gerçekleştiren bizler olmadık! Vanga, kendi yakın çevresi tarafından ne şekilde sahip olunduğu
belli olmayan değerli eşyaların evinde gizlendiğini tespit etmiştir. Söz konusu nesnelerin alınması
için bizi çağırmıştır... Etik olmayan şey, insanlara yardım etmesini engellemeye çalışanların, diğer
taraftan gizlice onu ziyaret etmeleri ve kendi gelecekleriyle ilgili sorular yöneltmeleridir..."
Maden Ocağında Göçük
Olay Yugoslavya sınırına yakın, Ograjden Dağındaki Slavyanka maden ocaklarında geçiyor.
Struma nehrinin yakınında bulunan ocağın galerileri, uzun süren yağışların neticesinde yarıya
kadar yağmur ve yer altı suları ile dolar. Suların çekilmesinden sonra 2 maden işçisinin
kaybolduğu fark edilince derhal arama kurtarma faaliyetlerine başlanır. İşçilerden biri boğulmuş
vaziyette ve yakınında 2 kırık tahta olduğu halde bulunur. Diğer işçiyi bulmak için uzun süre
devam ettirilen aramalar ise netice vermez, ikinci işçiye ait hiçbir iz yoktur. Artık kayıp olan
işçinin, ilkini tahtayla öldürdükten sonra ülke dışına kaçtığından şüphelenmeye başlanır. O zaman
endişe içinde kalan meslektaşları Vanga'nın yanma gidip akıbetini sormayı kararlaştırırlar.
Kayıp kişiye ait giysiye dokunup inceleyen kahin :"İkinci işçi de galeriye dolan suların içinde
batmıştır. Onu aramaya devam edin, bulacaksınız..." diyerek geri gönderir.
Kahinin verdiği yeni bilgiler ışığında bir hafta boyunca uzun metal çubuklarla galeriyi arayan
işçiler sonuç alamayınca tekrar Vanga'ya dönerler. Bu defa kendilerine kayıp işçiyi bulmak için
merdiven altında aramaları gerektiği şeklinde öğüt verir. Vanga'nın iç gözüyle algıladığı vizyona
göre işçi, oradaki demir desteklerin altında sıkışıp kalmıştır. Bunun üzerine Varna'dan çağırılan
bir dalgıç, tam da tarif edilen yerde cesedi bulup çıkartır. Kayıp kişinin bulunması ile insanların
kafasındaki şüpheler ortadan kalkar, ölenin meslektaşları ve yakınları da olayın aydınlanmasıyla
rahat nefes alırlar...
Kayıp Silah
1981 yılında Küstendilli Botyo Sakızov'un vatani görevini yaptığı askeri birlikte bir savaş silahı
kaybolma olayı yaşanıyor. Bunun üzerine birlikten 4 kişi Vanga'ya gidip danışmaya karar veriyor.
Gizlice arabaya binen askerler tüm gece yolculuk yaparlar. Petrich'e vardıklarında büyük bir
hayal kırıklığı yaşıyorlar: kayıtların 3 yıl ileriye kadar dolu olduğunu öğrenirler. Buna rağmen
kahinin arabasını takip ederek bir şekilde dikkatini çekmeyi başarıyorlar. Karşısında heyecanlı
askerleri gören Vanga, sinirlense de, silahın içeriden biri tarafından alındığını söyleyerek ekler:
"Döndüğünüzde herkesi tembihleyin: bugün günlerden Çarşamba günü; Cuma günü saat 14'e
kadar silahı alan onu görünür bir yere bırakmalı. Eğer saat 17'ye kadar silah ortaya çıkmaz ise
bana telefon et, o zaman hırsızın adını söylerim."
Hemen birliğe dönen askerler, dedikodunun yayılmasını önleyemeyince, üstlerine detaylı
rapor vermek zorunda kalıyorlar. Neticede ertesi gün saat 14'te, çalıların arasında gelişigüzel
konulmuş bir şekilde duran silah bulunuyor, yetkililere haber veriliyor. Özel eğitimli köpek
getirilip izler sürülüyor ve üç kişi olayla ilgili soruşturmaya alınıyor. Yapılan soruşturmada hiç
birinin olayı üstlenmemesi üzerine Vanga'ya telefon açıyorlar. Kahin, silahın bulunduğunu ve
olayın artık kurcalanmaması gerektiğini söylüyor. Aksi takdirde daha fazla insanın zarar görebilir.
Bu tip olaylarda genelde yaptığı gibi, isim vermeyi reddediyor...
Konuşan İnek
Vanga’nın çiçeklere olan yakın ilgisi ve sevgisi oldukça popülerdir. Onlara sanki birer canlı
çocukmuş gibi garip bir sesle ve şefkatle konuşuyor, okşuyor, çevresine onların koparılmaması
gerektiğini anlatmaya çalışıyor. "Her çiçeğin kendi bir bilinci ve yaşamı vardır... Onları
kopardığınız zaman, nasıl ağladıklarını görmüyorsunuz" der kahin. Çiçekleri bu değişik biçimdeki
algılayışı yakın çevresi tarafından az anlaşılır bir özelliği ise de, ölmüş bir hayvanın ruhuyla
irtibata girmesi sadece yakınlarım değil, kendisini bile hayrete düşürmüştür.
Hikayeyi Nevena Tosheva'nın "Fenomen" adlı belgeselinden aktarıyoruz...
Aman Tanrım, İnek Konuşuyor!
Vanganın bir ziyaretçiyle konuşması:
- Mityo kimdir?
- O vefat etti.
- Evet ölmüş. İşte geldi. Sen inek bakacaksın. Sende inek var mı?
- Yok. İneğim öldü. Gri renkteydi, bir kurt yedi.
- Hayır, inek gri değil! Kadın ismi taşıyordu. Bak, inek yanma geldi ve "Ben de buradayım,
beni Vardar'dan uzağa kovaladılar, yediler..." dedi. İşte köprü... Kurtlar iki tane miydi? İneği kurt
öldürdü, 3 yerinden yenmiş. Derisini buldunuz mu?... E-e-e, hayvan konuşuyor! İşte inek giriyor
(burada Van-ga sesini şaşkınlıkla yükseltiyor) ve de "Ben de buradayım" diyor. Bravo sana,, 9inek!
Bu üçüncü buzağın mı? Onu da soruyor. Onlara söyle yine inek alsınlar. Bero ne yapıyor? Ben kim
olduğunu biliyor muyum ki? Hasta adam nasıl, Evtim ne yapıyor? İşte, inek yine konuşuyor: "Ben
de ineğim ve üç çocuk an-nesiyim. Erkek çocuğum vardı ama sabah beni kurt kovaladı, ormana
doğru... Çayırlara, yükseğe...
Stoyan da kim? İşte o da geldi... Ve inek konuşuyor (Vanga gittikçe daha şaşırmış bir ifade ve
ses tonu ile konuşuyor). Tanrım, ilk defa bir evcil hayvanın konuştuğunu görüyorum! "Ben
yaşamak istiyordum. İki kurttular. Çocuğum da öldü... Diğer çocuğum, o nerde? Göremiyorum..."
Oh, yattı zavallıcık ve geviş getiriyor... Aman tanrım, inek konuşuyor!
Ünlü kahinin yukarıdaki sözlerinden anlaşılacağı üzere, ineğin konuşması kendisine de o
denli garip geliyor ki, hayretini açıkça ortaya koyuyor. Böyle bir şeye ilk defa şahit oluyor, zaten
bundan başka belgelenmiş bu tarz bir olay da bulunmuyor.
Vanga’nın bu özelliği gerçekten çok şaşırtıcıdır. Cansız varlıklarla - fiziki olmayan alemle
irtibatı bilinir, dünya dışı -uzaylı varlıklarla iletişime girer, uzak ve yakın geçmişi, geleceği görür,
hastalıklar ve şifalı otlarla ilgili engin bilgilere sahiptir... Bunların tamamına alışkınız. Ama bir
hayvanın ruhuyla konuştuğu ilk defa görülür. Ne başkaları ne de kendisi böyle bir şeye alışkın
değildir. Hazırlıklı değildir... Vanga bir evcil hayvanın ruhuyla ilk defa irtibata giriyor, onu
duyuyor, görüyor ve de konuşuyor!
Bu olay üzerine şunu düşünmeden edemiyoruz. Belki hayvanlar için de ölüm son nokta
değildir. Aynen ölüm sonrası insanların ruhları astral olarak var olmaya devam ettikleri gibi belki
hayvanlar için de benzer bir şey söz konusu olabilir...
XVIII. BOLÜM
KAHİN VANGA'NIN VARİSLERİ
Kahin Vanga'nın Varisleri
Vanga'nın ölümünden bu yana, onun ününden çıkar sağlamak isteyen birçok "varisi" ortaya
çıktı. Yeteneğinin kendilerine geçtiğini iddia eden hemen hepsi kadın olan bu sahte kahinler
arasında Vanga ile hiç karşılaşmamış olanlar bile vardır. . Oysa bizzat kahinin bu konuyla ilgili
çok kesin sözleri mevcuttur: Yeteneği Tanrı'nın bir armağanıdır, dolayısıyla hiç bir şekilde
başkalarına aktarmanın mümkünatı yoktur. İlginçtir ki, Rusya'daki "yetenek devamcıları" kahinin
kendi ülkesinden bile daha çok sayıda türedi. Tabii ki pazarın "büyüklüğü” karşılaştırılırsa bu
gayet normal karşılanabilir. Kahinin devamı olmaya çalışan yüzlerce insanın varlığı aslında bize
kalplerdeki yerinin zaman içinde azalmak yerine arttığını, onu bir nevi kahraman, hatta efsaneye
dönüştürdüğünü göstermektedir.
Basında çıkıp yayılan tek bir "yetenek varisi" iddiasını diğerlerinden ayrı tutmakta fayda
görüyoruz, onun da gerçekliğini bugün test etmek mümkün değildir. İddiaya göre Vanga, Vesa
Cicelkova ismindeki Sofya'lı bir arkadaşına bir görüşmelerinde "Paris'te Nötre Dame kilisesinde
bulunan Meryem Ana resminin önünde durduğunda, misyonumu kimin devam ettireceğini
göreceksin" demiş. Bu bayan söz konusu kiliseye gittiğinde gözlerinin önüne bir görüntü geldiğini
anlatmış - küçük bir kız çocuğu Paris'in "Vie le Rose" isimli bir sokağında koşuyormuş. Daha sonra
bu sokağın varlığı doğrulanmış olmakla birlikte, kız çocuğunun bulunma ihtimali zayıf
olduğundan araştırma ileriye götürülememiş. Birkaç yıl sonra, 2000 senesinde fransız basınında
genç Patricia Lumo hakkında haberler çıkar. Genç kız aynı Vanga gibi sonradan görme yetisini
kaybedip paranormal bir takım yetenekler geliştirmiştir. Gazetelerde yer alan bir kehaneti o
günlerde sansasyon yaratır. Bu haber, akrabasına planladığı otelde kalmamasını, zira üzerine uçak
düşeceğini tembih etmesine ilişkindir. Tesadüf olup olmadığını bilemiyoruz ,ancak gerçekten de
bir hafta sonra söz konusu otel, Concorde firmasına ait uçağın enkazı altında kalmıştır... Tabi tüm
bu iddia ve haberlerin spekülasyon olma ihtimalinin bulunduğunu göz ardı edemiyoruz...
Son olarak kahinin kendi yeteneğin getirdiği manevi yükle ilgili söylediklerini okuyalım:
"Benim eşyalarım, ismim, otorite ve yeteneğim ile kendinize fayda getirmeyi aklınıza
getirmeyin, zira onlar insanların mutsuzluğu ile beslenmiştir. Yanıma temiz bir kalp ve vicdan ile
gelmeyeni, insanların azapları takip eder ve cezalandırır.
Gelip sorular soruyorsunuz... Peki neden benim nasıl olduğumu sormuyorsunuz? Sırtımda
taşıdığım yükün ağır gelip gelmediğini, hayallerimin, isteklerimin olup olmadığını neden
sormuyorsunuz? Benden istediğiniz bunca şeyi size nasıl verebilirim. Ben kendim kendi
varlığımdan başka şeye sahip değilim ki. Size ne verebilirim? Bir nasihat, biraz akıl, fakat siz
anlamıyorsunuz, ders de almıyorsunuz. Bana verebileceğiniz bir şeye ise sahip değilsiniz. Ben
sadece ruhsal gıdaya ihtiyaç duyarım, ama ne yazık ki ona pek azınız sahip. Birbirinizden nefret
etmeyin, kavga etmeyin; birbirinizi sevin! "
(1992, Trud gazetesi)
XIX. BÖLÜM
BULGAR KİLİSE'NİN GÖRÜŞÜ
Bulgar Kilisenin Görüşü
Peki Bulgar Kilisesinin Vanga ile ilgili görüşü nedir? Nasıl bir tutum takınmıştır?
Konuyla ilgili olarak, Bulgar Ortodoks Kilisesi adından peder Dobromir Dimitrov'un, kutsal
kitaplardan örneklerle belirttiği bildirisini kısaltarak veriyoruz:
"Kutsal kitap tüm falcı, büyücü, medyum v.s. ile ilgili şunları söyler: Tevrat'ın ikinci yasasında
okuyoruz:
"Sende asla oğlunu ya da kızım ateşten geçiren, falcılıkla, büyücülükle, maji ile uğraşan,
ölülere danışan, ruhları çağıran bulunmamalı, çünkü bunları yapan herkes Tanrı önünde alçak ve
iğrençtir ve bu iğrençliğinden dolayı Tanrı senin önünden onları kovuyor."
"Eğer erkek ya da kadın ölüleri çağırıyorsa veya fal açıyorsa ölmeleri sağlanmalı, taşlarla
öldürülmeli, kanları üzerlerinde olsun." (Levit 19:27)
"Kanla olan hiçbir şey yemeyin, falcılıkla, büyücülükle, geleceği okuyanlara" ve de "Ruh
çağıranlara, maji ile ilgilenenlere yönelmeyin, onlara gitmeyin ve sizi aşağılamalarına izin
vermeyin. Ben Tanrıyım, sizin Tanrınızım." (Levit 19:27) Eski kiliseye göre, büyücülükle,
medyumlukla uğraşmak, üç temel günah arasındadır. Bunun günahı fazlasıyla ağırdır. Evet,
bazıları bu şekilde "yardımcı" oluyor, ama şeytanın (kötü ruhların) yardımıyla. Hala bazı
üfürükçüler çare arayanları bize gönderiyorlar, büyü bozan ve kötü ruhları kovduran dualar
okumamız için... Okunan duadan sonra sakinleşenler de falcıya teşekkür ediyorlar... Sayın
kardeşlerim, eğer ki şeytan bu dualar sayesinde çıkarılabiliyorsa, falcılara yerleşmiş cinler, kötü
ruhlar bu zavallıları bize gönderirler miydi? Tabii ki hayır!...
Günümüzde buraya bu tür duaları okumamız için gelenlerin konuşmaya, sabra, anlayışa ve
sevgiye ihtiyaçları vardır.
Onlara bunları vermezsek falcılardan, medyumlardan medet umarlar.
Vanga da kötü ruhlara teslim olmuş, bedbaht bir kadındı. O hiçbir zaman insana kurtulması
için dua etmesini, tövbe etmesini öğütlemedi. Etrafında hep putlaştıran, mistikler ve antroposoflar çemberi vardı..."
XX. BÖLÜM
KAHİN VANGA'NIN SÖZLERİ
Kahin Vanga'nın Sözleri
Vanga arkasından hiç bir öğreti bırakmadı, farklı bir inanç geliştirmedi. Tüm maddi varlığını
yaptırdığı kilise için harcadı, Petrich'teki evini ise devlete bağışladı. Etrafındakilerin sürekli maddi
manevi menfaat sağlama çabalarını görüp sitemlerini bile içine gömdü. Fakat onun en büyük
mirası olan iyilik ve inanç dolu sözleri bizi etkilemeye devam etmektedir. İlk görünüşte yalın ve
basit olan cümleler aslında çok önemli mesajlar saklamaktadır.
Çok fazla şey istemeyin, sonra bedelini ödeyemezsiniz.
Bana gıpta etmeyin, sadece yükü pek ağır olan hayatım için ağlayın.
“Tanrı, yeteneği karşılıksız verir ve sen de om insanlara karşılıksız aktarmalısın...
İyilik sözlerle değil hareketlerle yapılır. (Avrupa dergisi)
Birbirinizi kıskanmayın, birbirinizden nefret etmeyin, Bir gömleğin varsa, İkincisini
arkadaşına vermelisin- insanlık budur. (168 Saat gazetesi)
yazları yalın ayak yürüyün, toprakla olan bağınızı kesmeyin, böylece kışın hastalıklardan
korunmuş olursunuz. (Duma gazetesi)
Azar azar yiyin'. Eğer çok yememiz gerekseydi, doğa bize bir yerine ikişer mide verirdi.
Birlik içinde yaşayın. Sadece birlik ruhu olan bir toplum zamana karşı koyabilir. Geleneklere
ve bayramlara önem verin, onlar yaşamı sürdürme formülleridir. İnsanlar birbirini sevsin, öç
almasın, kıskançlık olmasın, çünkü insanları da toplumları da yitiren budur.
Pişmanlıktan daha korkuncu yoktur. En kötü hastalık budur. $çten kemirir - onun ilacı
yoktur.
ilaçlar, faydalı bitkilerin yoluyla hasta organizmayı tedavi edebilecek tabiatın önünü
kapatırlar.
Dünyada başlangıç şifalı bitkilerle olmuştur, bitiş de öyle olacaktır. Şifalı bitkiler sadece
yetiştikleri çevreden olanları iyileştirebilirler. Herkes kendi yöresindeki şifalı otlarla tedavi
olmalıdır.
Birbirinizi sevin, iyi düşünmeye, iyi şeyler yapmaya gayret edin, çünkü bu hepimiz için en iyi
ilaçtır.
Kadın erkeğin aynası, ev kadının aynası, çocuklar ise anne babanın aynasıdır.
Kim olduğun önemli değildir, önemli olan iyi biri olmandır.
Eğer kimseyi kalpten affetmezseniz, bir hiçsiniz.
"...Bunun için insanlara, bilinçlerinin iyiye doğru değişmesi gerektiğini söylüyorum. Dünyamız,
"iyilikler çağı" diyebileceğimiz yeni bir zaman dilimine giriyor. Dünyanın bu değişimi bizden
dolayı veya bizim için değildir, biz istesek de istemesek de değişim geliyor. Yeniçağ farklı bir
düşünceyi, yeni bir bilinci, yeni özellikte insanları gerektirir; uyumun devamı için... Bugün
birçoğumuz değişimlere uyum sağlamaya çalışıyor, ama bu onlara yeni geleceğe girmelerine
yardım edemeyecek. Onlar zamanları için gerekliymiş, göğün belirlediği misyonu yerine
getirmişler. Şimdi başka, iyi insanlar geleceğe hizmet edecekler; hayatın korunmasına ve
geliştirilmesiÜmitsizlikten (çaresizlikten) daha korkunç bir şey yoktur. En kötü hastalık budur. insanı
içten çürütür.
Her insan, kim olursa olsan, dünyaya belli bir görev ile gelmiştir: Hayatı her alanda
yaşatmak ve onun, şu anda bilemeyeceğimiz bir takım kozmik hedefler doğrultusunda gelişimine
katkıda bulunmak...
.. .Şurada bulunma sebebimiz, yaratıcı olmak vazifemizdir. Mekanı fikirlerle ve bilgelikle
doldurmak için yaratılmışız. Varoluşun temeli bilinçtir ve bir gün düşüncenin avatarları olan
Cüdalara ve Asalara erişeceğiz.
Tabiatta kimin ne şekilde tedavi edilmesi gerektiği yazılmıştır. Tabiatın dilini okuyun, tanrı
onun sayesinde konuşur!
}$u dünyada verirsen, diğerinde alırsın. Örneğin biri büyük biri küçük iki elman olsun;
hangisini verirsen orda bulacağın da o olacaktır. Eğer bu hayatta bir şey vermediysen diğer
hayatta hiçbir şeye sahip olamayacaksın.
insanın kalbi altın gibi temiz, insanlara karşı şeker gibi tatlı olmalıdır.
yalnızca mutluluk yaşamak üzere dünyaya gelen biri yoktur. Sşte biri işinde çok başarılıdır,
aile hayatında mutsuzdur; başka birinin işi de ailesi de iyidir, sağlığı yoktur; üçüncü birinin
kendisi de sağlıklıdır, ama çocukları hastadır... Her insan için iyi ve kötü vardır, hayat böyle
düzenlenmiştir.
Dünya ve evren hakkındaki gerçeği, eski kutsal kitaplarda aramalıyız.
Bazen çok sinirliyim ve insanlar benim kötü olduğumu düşünüyorlar. Sense etrafı ve dünyanın
çevresinde daraldıkça daralan çemberi görüyorum, insanların acılarını içimde yaşıyorum ve
anlatmıyorum, zaten anlatamam da. Çünkü insanların hak ettikleri gibi yaşadıklarını söyleyen
bir ses beni izah etmekten alıkoyuyor. Artık birbirine değer vermeyen, sadece daha çok mal ve
varlık elde etme peşinde koşan bu insanlara ben nasıl yardım edebilirim?
Paraya ihtiyacınız varsa, çalışın. Para sizin elinizi ve aklınızın meyvesi ürünü olsun! Ama
altına ihtiyacınız yok.! Toprağın altında saklı olan zenginliklerin yüzeye çıkacağı zaman gelecek,
fakat o vakit sular gömülecek. Suyun yerine altın içebilir misiniz? Sizce hangisi daha değerlidir?
Birbirimizi sevmeliyiz ve iyi olmalıyız. Eğer bunu beynimizle anlamaz isek kozmik
kanunların yaptırımı He idrak ederiz, fakat o zaman hem çok geç hem de bedeli ağır olacak.
Çok kişi bana gelip soruyor: "Bana önceki hayatımda nasıl biri olduğumu söyle!" gen de
cevap veriyorum: “Sana önceki hayatının olduğunu kim söyledi?" Başkaları şunu sorar: "Bir
sonraki hayatımda kim olacağım?" Cevap veririm: "Sana sonraki hayatının olacağını kim
söyledi? Sen şimdiki hayatına bak ve daha iyi biri olmaya özen göster.
Tanrı var, ve eğer sessiz olursanız, taşlar bile onunla ilgili konuşacaktır. Körlerin ışığın
varlığını bildikleri gibi, sakatların sağlıklı insanların olduğunu bildikleri gibi, sağlıklı insanların
da Tanrı 'nın varlığını bilmeleri gerekir.
Bana gelip "Neden iyi ve kötünün varolması gerekiyor? Neden bunu önleyemiyoruz7‘ diye
soruyorlar. Neden mi? Çünkü doğduğumuz ve üzerinde yaşadığımız dünya bunun için armağan
istiyor. Dünyaya vergi ödüyoruz, aynen eve kira ödediğimiz gibi.
Bir gün insanlar, hemen her şeye sahip olabilecekler, fakat tek sahip olamayacakları, gerçek
değer ve paha biçilemez zenginlik olan arkadaşlık, aşk ve duyarlılıktır.
insanlar artık sadece para ile ilgileniyorlar. Paraları varsa, her şeyin yolunda gideceğini
düşünüyorlar. Günün birinde onların hiçbir işe yaramayacaklarının farkında değiller.

Benzer belgeler

Eurozine - the netmagazine

Eurozine - the netmagazine gizemlerine farklı bakışlarını da miras almıştı. Farklı içeriklerin birbirine böyle karışması, günümüze kadar uzanan belli bir dalgalanmaya yol açacaktı; bunda etken olan ise, terimin çift yönlü ol...

Detaylı