Sayı No : 70 PDF İndir

Transkript

Sayı No : 70 PDF İndir
Dosya:
SU YAPILARI
ve
İTÜ’LÜ
SÜLEYMAN DEMİREL
Prof. Dr. Veysel Eroğlu
Y. Müh. Dursun Yıldız
Y. Müh. Ali Rıza Diniz
Prof. Dr. İlhan Avcı
Prof. Dr. Atıl Bulu
Müh. B. Allı, Müh. C. Karaca, Dr. H. Dulkadiroğlu,
Prof. Dr. S. Sözen, Prof. Dr. D. Orhon
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan
Prof. Dr. Ünal Öziş
Prof. Dr. Derya Maktav
Prof. Dr. Doğan Altınbilek
İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı
Yayını
EKİM - ARALIK 2015
SAYI 70
Prof. Dr. Ayla Ödekan
Prof. Dr. Naci Görür
Metin Tükenmez
Demİrel’İ Anlatıyorlar:
Şarık Tara
Erol Üçer
Feyyaz Nemlioğlu
Turan Alpdemir
Olcay Ünver
İdris Yamantürk
Bülent Tanla
Yüksel Erimtan
Osman Mörel
Recai Kutan
Nurettin Koçak
A. Nihat Gökyiğit
Tuğrul Erkin
Çetin Gül
Mustafa Özcan Ültanır
Esat Kıratlıoğlu
Necmettin Cevheri
Zeynep Bodur Okyay
Feyyaz Berker
Ergün Toğrol
Şevket Demirel
Akad Çukurova
Müfit Kulen
Akif Özkaldı
Aylin Cesur
EKİM-ARALIK 2015
| SAYI 70
İmtiyaz Sahibi:
İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca
Yayın Kurulu:
Prof. Dr. Yıldız Sey
Y. Müh. Naci Endem
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Prof. Dr. Mete Tapan
Kenan Çolpan
Hatice Yazıcı Şahinli
Kenan Mete
Yazı İşleri Müdürü:
Hatice Yazıcı Şahinli
Yayın Koordinatörü:
Kenan Mete
Reklam ve Halkla İlişkiler:
Fahri Sarrafoğlu
Grafik Uygulama:
Murat Beşiktaş
Katkıda Bulunanlar:
Osman Keskin, Altan Bal,
Dr. Aylin Cesur, Müh. Çetin Gül,
Gizem Çinik
Yönetim Yeri:
İTÜ Vakfı Merkezi
İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394
Teşvikiye / İSTANBUL
Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71
Faks: 0212 231 46 33
Baskı:
Azra Matbaacılık
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi E Blok
1. Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu /
İSTANBUL
Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27
Yayın Türü:
Yaygın, Süreli
E-posta: [email protected]
www.ituvakif.org.tr
Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar
yazarlarının görüşünü yansıtmaktadır.
Dergiyi ve Yayın Kurulu'nu bağlayıcı
nitelik taşımaz.
İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve
fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu
ile alıntı yapılabilir.
...........................................................................................................................................................................................................................................
VAKFI DERGİSİ
Fotoğraf:
Keban Barajı
12
Türkiye’nin Su Politikası: Suyun Ekonomi Politiği
18
Su Politikaları ve Sürdürülebilir Su Yönetimi
22
DSİ: Suya Atılan İmza
28
Türkiye’deki Hidroelektrik Potansiyelin Değerlendirme Süreci ve Sonuçları
34
Hidroelektrik Santrallerin Önemi ve Gerekliliği
38
Hidroelektrik Santralların Çevresel Boyutu
43
Barajlar ve Arkeoloji
49
Tarihi Su Yapıları Açısından Türkiye’nin Dünyadaki Önemi
52
Uzay Teknolojileri ve Yüzey Arkeolojisi Entegrasyonu ile Eski İstanbul’un
Roma ve Bizans Su İkmal Hattının Araştırılması
56
Mühendislik, Ekonomik ve Sosyal Boyutlarıyla:
Bir Kalkınma Projesi Olarak GAP
60
84
109
115
117
120
137
138
Prof. Dr. Veysel Eroğlu
Y. Müh. (İnş.) Dursun Yıldız
Y. Müh. Ali Rıza Diniz
Prof. Dr. İlhan AVCI
Prof. Dr. Atıl BULU
Müh. Buşra Allı, Müh. Cansu Karaca, Dr. Hakan Dulkadiroğlu,
Prof. Dr. Seval Sözen, Prof. Dr. Derin Orhon
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan
Prof. Dr. - Müh. Ünal Öziş
Prof. Dr. Derya Maktav
Prof. Dr. Doğan Altınbilek
İTÜ'lü Süleyman Demirel
Demirel'i Anlatıyorlar
Algı-Bilinç-Kültür-Bilgi: Üç Başyapıt
Prof. Dr. Ayla Ödekan
1999 Yalova ve Düzce Depremlerinden 16 Yıl Sonra Beklenen
Marmara Depremi
Prof. Dr. Naci Görür
Teknokent Dosyası
İTÜ’den Haberler
İTÜ Vakfı’ndan Haberler
Yayınlar
144
Spor
147
Briç
Yazıları ve Rölöveleriyle
Sedat Çetintaş
Yazar: Prof. Dr. Ayla Ödekan
ISBN: 975-561-252-1
Basım Yılı: 2004
Boyutlar: 27 x 39 cm
Cilbent kutu içinde 79 sayfa metin + 108 sayfa rölöve föyleri.
2005
“Yunus al
sy
Nadi So r
Bilimle ı”
as
Araştırm
Ödülü
İTÜ Vakfı Yayınları
Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları
İtuyayinlari.com.tr
Online Sipariş: www.1773itu.com
Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05
[email protected]
Sedat Çetintaş, mimarlık tarihimizde sanatsal ve mimari değeri
güçlü rölöve ve restitüsyonların yaratıcısı, 19. yüzyıl kültürü
ile beslenmiş 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan bir Cumhuriyet
aydını. O, Selçuklu dönemi ile Erken ve Klasik Dönem
Osmanlı mimarlığı tutkunu bir ‘Ülkügüder’. Sedat Çetintaş,
anıtsal yapıtları çizimleriyle günümüze taşımakla kalmamış,
yazılarıyla da mimar olarak toplumsal duyarlılığı sürekli diri
tutmuş bir aydın. Ülküsü bir ‘Corpus’ oluşturmak. Amacı
doğrultusunda yaklaşık 200 adet rölöve ve restitüsyon üretmiş.
Bu ürünlerden 108’i İTÜ Mimarlık Fakültesi Arşivi’nde
bulunmaktadır. Bu kitap da, Sedat Çetintaş’ın bu arşivde
yer alan yapıtlarını toplu olarak okuyucuya ulaştırmayı ve
araştırmaya açmayı hedefliyor. Buna ek olarak, çizimleriyle
tanıdığımız Sedat Çetintaş’ı yazılarından da okuyarak
‘ülkügider’liğinin insancıl boyutlarına da erişme olanağı
veriyor. Bu nedenle, kitapta yazar sık sık Çetintaş’ın kendi
anlatımlarına yer veriyor. Böylece kendi sözcük ve anlatım
dilini okuyucuyla paylaşarak Çetintaş’ın özellikle eski yapıları
koruma konusundaki savaşçı kişiliğini açığa çıkarıyor. ‘Sedat
Çetintaş’ın inanılmaz rölöveleri karşısısnda insan şaşırıyor.
Şaşırmamız rölövelerin insan emeğinin ürünleri oluşundan.
Hele bilgisayara dayalı bir tasarım kuşağı içinde olduğumuz
günümüzde, bu çizimler doğal olarak inanılmaz geliyor’ diyor,
Prof. Dr. Ayla Ödekan.
Mühendislik “Best Seller’ı”
Cisimlerin Mukavemeti
Yenilenmiş 9. Baskı Çıktı…
Prof. Dr. Mustafa İnan
İTÜ Vakfı Yayınları
ISBN: 978-975-7463-05-4
618 sayfa, 16.5x23.5 cm
Şubat 2015
İTÜ Vakfı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin efsane hocalarından Prof.
Dr. Mustafa İnan’ın İTÜ’ye ve Türkiye’de mühendislik dünyasına son
armağanı olan CİSİMLERİN MUKAVEMETİ kitabının 9. Baskısını
yayımlamaktan dolayı onur duymaktadır.
YENİ
İTÜ Vakfı Yayınları
Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları
İtuyayinlari.com.tr
Online Sipariş: www.1773itu.com
Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05
[email protected]
Özel Fiyatı: 35 TL
İlk baskısı 1967 yılında yapılan ve tüm mühendislik dallarının
temel dersleri arasında yer alan “mukavemet” konusundaki bu eserin,
gerek öğrencilerin ve gerekse mühendislerin göstermiş olduğu ilgi ile
aranılırlığı gün geçtikçe artmıştır. Konuları ele alışı ve işleyişi açısından
alanındaki yeri tartışılmaz olan bu eserin, öğrenci açısından tek kullanım
zorluğu yazım dili idi. Doğal olarak 1960’ların “Türkçesi” ile günümüz
Türkçesi arasındaki farklar öğrenciyi zorlamaya başladığı için bu baskıda
kitabın bütünlüğü bozulmadan diline günümüz Türkçesi uyarlandı ve
buna ek olarak birim sistemi bugün uluslararası birim sistemi olarak
kabul edilen (SI) sistemine çevrildi. Bundan sonraki baskılarında son
yıllarda “mukavemet” dersi kapsamına alınan birkaç konuyu daha
katarak ve uygulamaları çoğaltarak bu eseri iki cilt halinde basmayı
tasarlıyoruz. Dileğimiz Mustafa Hoca’nın dileği olan, bu kitabın tüm
mühendislere ve mühendislik öğrencilerine ışık tutması ve yol gösterici
olmasıdır.
Mustafa İnan, akademik hayatı boyunca yayınlamış olduğu makale,
bildiri ve kitaplar ile birlikte İTÜ’de mühendislik alanında doktora
çalışmalarını başlatmış ve çok sayıda doktora öğrencisi yetiştirmiştir.
Bugün mekanik dalındaki çalışmaları ile tüm bilim dünyasında tanınan
bilim insanları yetiştiren Mustafa İnan’a bu çalışmaları nedeniyle
vefatının ardında TÜBİTAK tarafından “HİZMET ÖDÜLÜ” verilmiştir.
Bilimsel yaşamının yanı sıra, edebiyattan sanat ve müziğe, tarihten
dilbilgisine kadar geniş bir alanı kapsayan genel kültürü ve bu konuda
verdiği çeşitli konferanslarla Prof.Dr. Mustafa İnan’ın ünü bilim alanının
dışına da taşmıştır. Tüm yaşamı ve başarıları ile gençlere yüreklendirici
örnek olması için TÜBİTAK, Mustafa İnan’ın vefatının ardından
yaşamının roman şeklinde yazılması için bir proje önermiştir. Bu proje
Prof. Dr. Mustafa İnan’ın eşi Prof.Dr Jale İnan’ın yürütücülüğünde,
usta yazarımız Oğuz Atay’ın kalemi ile gerçekleştirilmiş ve “Bir Bilim
Adamının Romanı, Mustafa İnan” adı altında basılarak yıllar boyu
gençlere yol gösteren bir eser olmuştur.
Bu ürünleri satın alarak, İTÜ öğrencilerine BURS sağladığınız için teşekkür ederiz.
Merkez : Ayazağa Kampüsü İTÜ Merkezi Derslik Binası giriş katı Maslak 212 276 58 92
Şube : Taşkışla cad. İTÜ Mimarlık Fakültesi No: 2 Taksim 212 244 22 02
İTÜ Vakfı kuruluşu olan
3M ARGE A.Ş. tarafından işletilmektedir.
İçerik: İTÜ Vakfı Dergisi
5 kıtada
60 ülkeye
yayılan
her
sayıda
özel bir
"Dosya
ihracatı
ve ABD’deki
üretimiyle
Konusu"nun
yanısıra,
özgün
globalleşen bir yıldız
bilimsel makale, araştırma
yazıları ve derlemelere;
İTÜ’deki tüm disiplinler ve
disiplinlerarası konularda
güncel bilimsel makalelere;
bilimsel ve teknolojik
gelişmeler ve yeniliklerle
ilgili haberlere;
İTÜ
öğretim
Bakır İhracatında
Lideriz.
elemanlarının akademik başarı,
yenilikçi proje ve buluş, yayın
haberlerine ilişkin metin ve
görsel malzeme katkılarına
açıktır.
Yazı Boyutu: İTÜ
Vakfı Dergisi’ne gönderilecek
Şirketler Topluluğumuz
makaleler
4 sayfa; 1850 sözcük
(15 bin karakter) sınırını
aşmamalıdır. Dipnotlar ve
kaynaklar bu sınırlamaya
dahildir.
Metin Yazım Özellikleri: Dergiye gönderilecek
metin, Microsoft Word programıyla yazılmalı, yazıda 12
punto boyutu kullanılmalı, yazı karakteri olarak Times
New Roman veya Arial tercih edilmelidir.
Görsel Malzeme: Gönderilen yazıda kullanılacak
fotoğraf, şekil, tablo vb. görsel malzemenin sayısı
makaleler için 5’i, haberler için 1’i aşmamalıdır. Görsel
malzeme, kesinlikle metin içine yerleştirilmemeli,
ayrıca iletilmelidir. Renkli, siyah-beyaz fotoğraf görsel
gönderilebilir. Görsel malzemenin dijital imaj dosyası
olarak JPG, TIFF, PSD formatlarında sunulmalı ve
Sarkuysan, 2014 yılında da İstanbul Maden ve Metaller
İhracatçı Birlikleri tarafından verilen “İhracatın Yıldızları
Ödülleri”nde “Bakır Teller ve Örme Halatlar İhracatı”
kategorisinde 1. sırada yer aldı.
İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı
Yayını
NİSAN - HAZİRAN 2015
www.sarkuysan.com
SAYI 68
çözünürlükleri 300 DPI’dan
düşük olmamalıdır.
Yazar İsmi: Gönderilen
makale, haber vb. metinlerde
yazar ismi, unvanı ve çalıştığı
kurum/görevi belirtilmelidir.
Metin Başlığı:
Makalelerde başlık
bulunmalıdır.
Dipnot: Dipnotlar sayfa
altında değil, metnin sonunda
yer almalıdır. Metin içinde
dipnot göndermeleri yer
alacaksa, sıra numarası ile
belirtilmeli ve metin sonunda
da aynı sıra numarası ile
yazılmalıdır.
Kaynaklar: Metin
sonunda yer almalı ve sıra
numarası verilmelidir. Metin
içinde kaynaklara gönderme
varsa, parantez içinde
gösterilmelidir. Kaynakça
yazım düzeni; yazar soyadı, adı, basım tarihi, yayın
adı, çevirmen adı-soyadı, yayınevi, basım yeri şeklinde
olmalıdır.
Metin ve görsel malzeme elektronik ortamda
e-posta ile veya CD’ye kayıtlı olarak, aşağıdaki iletişim
adresimize gönderilmelidir.
EĞİTİM
Doç. Dr. Selçuk Şirin
Prof. Dr. Emine Erktin
Prof. Dr. Güngör Evren
Prof. Dr. Gülsün Sağlamer
Prof. Dr. Lerzan Özkale
Prof. Dr. Mehmet Karaca
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu
Prof. Dr. Ergün Toğrol
Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok
Bülent Yalazı
Zeynep Afşeören
Mevlude Bakır
[email protected] veya
[email protected]
Tel. 0212 291 34 75 – 230 73 71
Bu sayıda
Sevgili Okurlar,
70. sayımızın, aramızdan ayrılan Sayın Süleyman Demirel’e ithaf
edileceğini bir önceki sayımızda bildirmiştik. Dergimizin kapak
dosyasının Su Yapıları olarak belirlenmesi, Türkiye’de su yapıları
deyince ilk akla gelen kişinin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in olması çok doğal bir yaklaşım oldu.
Sayın Demirel’in bir İTÜ mezunu olarak üniversitemizle ilişkisini
hiç kesmemiş olması ve üniversitenin gelişmesindeki katkıları
saygıyla karşılanmaktadır. Kapak dosyasını “Su Yapıları ve İTÜ’lü
Süleyman Demirel” başlığı ile adlandırarak, ona teşekkürlerimizi
sunmak istedik. Okul arkadaşları, aile bireyleri, dostları tarafından gönderilen yazılar onun çeşitli zamanlardaki hayatını anlatıyor. Bu arada, onu anmak isteyen daha bir çok kişinin olduğunu
biliyoruz. Ancak, çoktan aşmış olduğumuz dergi kapasitesi daha
fazla zorlanamayacağı için bir noktada durmak gerektiğini söylemek zorundayız.
Dergimizin Su Yapıları bölümü, konuya farklı açılardan bakan uzmanların yazılarını içeriyor. Ülkelerin yaşam mücadelesinde çok
önemli bir yer tutan, kavga ve savaşlara neden olan, medeniyetlerin vazgeçilemez unsuru suyun sağlanması, sürdürülebilirliği,
çevre üzerindeki etkileri ve su yapılarının tarihi ve güncel gelişimi,
konunun ne kadar çok boyutlu olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu bölümde; Orman ve Su İşleri Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu
konuya, “Türkiye’nin Su Politikası”nı ele alarak kaynakların doğru
değerlendirilmesi için neler yapılabileceğini ve özellikle ihtiyaca
uygun yeni barajlar yapımının ve su yönetiminin önemine değiniyor.
Su yönetimi konusunda bir başka yazı Su Politikaları Derneği
Başkanı Dursun Yıldız tarafından “Su Politikaları ve Sürdürülebilir
Su Yönetimi” başlığı altında uluslararası sular hukuku, su yönetiminde yeni paradigmaların çıkışı ve 1970’li yıllardaki havza yönetimi anlayışının yetersiz kaldığını anlatıyor.
Türkiye’de su yapılarının ve su ile ilgili projelerin sahibi olan
DSİ’nin çalışmaları, kurumun Genel Müdürü Ali Rıza Diniz tarafından sunuluyor.
Anadolu, tarihi su yapıları açısından zengin bir ülke. Prof. Dr. Ünal
Öziş, bu zenginliği M.Ö.2000 yılından başlatarak günümüze kadar çeşitli örnekleriyle tanıtıyor ve Türkiye’nin dünyanın en önde
gelen açıkhava müzelerinden biri olduğuna işaret ediyor.
Su yapılarının tarihi üzerine eğilen bir diğer yazı, İstanbul’daki
Roma ve Bizans su ikmal hattı konusunda uzay teknolojileri ve
yüzey arkeolojisi entegrasyonu ile araştırma yapan Prof. Dr. Derya
Maktav’ın makalesi.
Son yıllarda çok tartışılan bir konu olan Hidroelektrik Santrallerin
çevre üzerindeki etkileri ENVİS Çevre ve Enerji Sistemleri Ar-Ge
şirketi elemanları tarafından ayrıntılı olarak anlatılıyor ve Türkiye’deki yanlış uygulamalar üzerinde duruluyor.
10 itü vakfı dergisi
Hidroelektrik enerji konusunda bir başka yazı ise Prof. Dr. İlhan
Avcı’nın “Türkiye’deki Hidroelektrik Potansiyelin Değerlendirme Süreci ve Sonuçları” başlığı altında inceleniyor.
Prof. Dr. Atıl Bulu ise “Hidroelektrik Santrallerin Önemi ve Gerekliliği” konusundaki yazısında; HES’lerin doğal çevreyi bozmayan, dışa bağımlı olmayan, temiz ve yenilenebilir elektrik
üreticileri olduğu görüşünü açıklıyor.
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan “Barajlar ve Arkeoloji” konulu yazısının girişinde, çağdaş yatırımların kültür varlıklarını yok etmeden gerçekleşmesi için envanterlerin tamamlanması ve uluslararası sözleşmelerin öngördüğü kavramların yasalarımıza
girmesine dikkatimizi çektikten sonra, konuyu ayrıntılı olarak
inceliyor.
Su Yapıları dosyası “Mühendislik Ekonomik ve Sosyal Boyutlarıyla Bir Kalkınma Projesi Olarak GAP” Prof. Dr. Altınbilek’in
yazısıyla kapanıyor.
İTÜ’lü Süleyman Demirel dosyası “İslamköy’de Başlayan Yaşam Öyküsü" ile Sayın Demirel’i çocukluğundan alarak 10 Mayıs 2008 de 60. Yıl Plaket törenine kadar getiriyor. Daha sonraki sayfalarda yakınlarının anılarını ve/veya görüşlerini içeren
söyleşiler yer alıyor.
Bu sayımızda, Kapak Dosyası dışında Mimarlık, Deprem ve
Spor konularında üç yazı bulunuyor. Prof. Dr. Ayla Ödekan
“Algı- Bilinç- Kültür-Bilgi: Üç Başyapıt” adlı yazısında Panteon,
Ayasofya ve Sinan’ın Sultan Camileri'ni başlıkta yer alan kavramlar üzerinden inceliyor.
Prof. Dr. Naci Görür “1999 Yalova ve Düzce Depremlerinden
16 yıl Sonra Beklenen Marmara Depremi” yazısında, İTÜ Genel Jeoloji Grubu’nca yürütülen araştırmaları ve sonuçları anlatarak, özellikle Marmara Denizi’nin tabanında İstanbul dahil
tüm Marmara Bölgesini tehdit eden aktif bir fay sisteminin varlığına işaret ediyor.
“Güzel Oyun Futbolun Doğuşu” başlıklı yazısı ile Metin Tükenmez, topla oynanan oyunların tarihine ilgi çekici bir giriş
yapıyor.
İTÜ ARI Teknokent’in yurt dışındaki ve yurt içindeki başarılı
girişimleri, İTÜ öğrencilerinin gerçekleştirdikleri projeler, Savunma Sanayii ile işbirliği, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin
kazandığı ödüller dergimizin İTÜ’den Haberler sayfalarında
önemle tanıtılıyor.
Sonuç olarak bu sayımızın hazırlanmasında katkıda bulunan
herkese teşekkür ettiğimizi belirtmekten mutluluk duyduğumuzu bilginize sunuyoruz.
Saygılarımızla,
Prof. Dr. Yıldız Sey
D O S YA
SU YAPILARI
ve
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN
DEMİREL
SU DOSYASI
Prof. Dr. Veysel Eroğlu
Orman ve Su İşleri Bakanı
Bakanlık ve DSİ
Genel Müdürlüğü olarak
çalışmalarımızı uzun vadeli
olarak sürdürmekteyiz. Bu
çerçevede uygulamaya
koyduğumuz Entegre Su
Yönetimi çalışması, içme suyu
ve sulamaya yönelik olarak
hazırladığımız acil eylem
planları, sulamada modern
sistemlerin kullanılmaya
başlaması, hidroelektrik enerji
üretiminde önemli adımların
atılması, GAP, KOP, DAP, Trakya
Gelişim Projesi (TRAGEP),
EGEGEP gibi bölgesel
projelerin tamamlanması
ülkemizin su politikalarına
ne kadar önem verdiğinin
göstergesidir. Bölgeleri için
büyük önem taşıyan bu
projeler ile ülkemiz sulama
ve ziraatte suyun ekonomi
politiği anlamında büyük atılım
gerçekleştirecektir…
12 itü vakfı dergisi
Türkiye’nin Su Politikası
Suyun
Ekonomi
Politiği
B
ilinen bir gerçek vardır ki; o da susuz gelişmenin ve kalkınmanın
mümkün olmadığıdır. Tarih defterinin yaprakları, medeniyetlerin kurulmasında, gelişmesinde ve hatta bazen de yok
olmasında suyun çok önemli bir rol oynadığını yazmaktadır.
Mezopotamya’dan Eski Mısır’a, Hindistan’dan Güney Amerika’ya kadar pek çok
kültür ve uygarlık, su kenarında kurulmuştur. Su; medeniyetin hem kurucusu, hem
taşıyıcısıdır. Yüzyıllar önce bu konuya işaret
eden Türk devlet adamı Yusuf Has Hacib
“Ev almak istersen komşunu sor, yer almak
istersen suyunu sor.” demiştir.
Hayatın suyla başladığı, susuz hayatın
olamayacağı, geçmişte bütün büyük medeniyetlerin su kenarında kurulmuş olduğu
hepimizin bildiği, dünyanın da kabul ettiği
bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bu ifadeler, suyun dünyamızın yapısı
ve canlıların hayatı için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
İnsanın vücudunun 2/3’nü su teşkil etmektedir. Su, bu sebeple insan hayatı için
vazgeçilmez bir ihtiyaç maddesi olmakla
birlikte diğer canlılar için de hayat kaynağıdır. Diğer taraftan canlılar için gıda ihtiyacının karşılanabilmesi de yine suya bağlı
bulunmaktadır. Zirai üretimden enerji üretimine, ulaşımdan sanayi üretimine kadar
suya ihtiyaç duyulmaktadır.
Buna karşılık kontrol edilmediğinde suların taşkına, kuraklığa, salgın hastalıklara,
arazinin tuzlanmasına, rüsubat taşınmasına ve erozyona sebep olma gibi birçok
olumsuz tarafı da vardır. Bu sebeple suyun
bir taraftan faydalı kullanımını sağlarken,
diğer taraftan seller gibi suyun zarar veren
taraflarının kontrol edilmesi gerekmektedir.
Bu maksatla su politikası belirlemede planlama, projelendirme, tatbikat, izleme, denetim, yaptırım, işletme safhalarının birlikte
düşünülmesi büyük önem arz etmektedir.
Bununla beraber su, yerküredeki en bol
yenilenebilir tabii kaynaklardan biri olmasına
mukabil, gezegenimizdeki su miktarı değişmemektedir. Malum olduğu üzere, yerküredeki suyun %97,5’nin tuzlu olması sebebiyle
insanoğlunun faydalı kullanımı için uygun
değildir. Geriye kalan %2,5 oranındaki tatlı
suyun neredeyse üçte ikisi kutuplarda bulunmakta ve nihayetinde sadece üçte biri yüzey
ve yeraltı suyu kaynakları olarak kullanıma
müsaittir. Diğer bir ifadeyle, bütün insanların
kullanımına uygun tatlı su miktarı yerküredeki
toplam suyun ancak %1’i kadardır.
Su olmadan hayatın var olamayacağı düşünüldüğünde su kaynaklarının çok
daha dikkatli kullanılmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında
su kaynaklarını tehdit eden ciddi meseleler de bulunmaktadır. Dünya nüfusu arttıkça su tüketimi de artmakta, sanayileşme
ve artan nüfus dünyadaki su kaynaklarını
kirleterek bu kaynaklar üzerindeki baskıyı
arttırmaktadır.
Özellikle son yıllarda kendini göstermeye başlayan küresel ısınma ve buna bağlı
değişen iklim şartları da buna eklendiğinde dünyadaki su kaynakları üzerindeki
mevcut baskı daha da artmaktadır.
Kaynaklar ne kadar fazla olursa olsun
planlı bir su yönetimi sergilenmediği sürece sıkıntı yaşanması kaçınılmazdır. Bu
anlayışla su potansiyelimizden teknik ve
ekonomik şartlar çerçevesinde optimum
düzeyde faydalanmaya çalışmaktayız.
İçme, kullanma ve sanayi suyu temini,
zirai sulama, taşkın zararlarından korunma
ve hidroelektrik enerji üretimi konularında
kaynakların dikkatli kullanımı ve sağlanacak denge muhtemel bir su sıkıntısı riskini
asgari düzeye indirmektedir.
Su kaynaklarımızın son damlasına kadar değerlendirilmesi adına bütün kamu
kurum ve kuruluşlarının koordinasyon içerisinde yürüttüğü titiz çalışmalar devam
etmektedir. Ancak kaynakların maksimum
düzeyde kullanımı yalınızca kamunun alacağı tedbirlerle sağlanamayacaktır. Bunu
için sivil toplum kuruluşlarının ve basının
üzerine de büyük görevler düşmektedir.
Türkiye su zengini bir ülke değildir.
Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre
itü vakfı dergisi 13
SU DOSYASI
ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır. Dolayısıyla Türkiye’nin gelecek
nesillerine sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi
için kaynaklarının çok iyi korunup, akılcı kullanılması gerekmektedir. Herkes bu bilinçle
hareket edip, suyu tasarruflu kullanmalıdır.
Suyun, tabiatta alternatifi olmayan tek kaynak olduğu unutulmamalı ve vatandaş olarak
üzerimize düşen vazifeleri yerine getirmeliyiz.
Ülkemizin su politikasında önceliği milli kaynağı olan suyun son damlasına kadar
kullanılması ve kaynak israfının önlenmesidir.
Yani bir yandan suya yatırım yaparak arzı arttırmak, bir yandan israfı ve gereksiz su kullanımını önleyerek talebi azaltmak.
Bütün bu saydıklarımızdan hareketle
suyun daha verimli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılması için suyun tek elden yö-
14 itü vakfı dergisi
netimi elzem hale gelmiştir. Ülkemizde su
ile alakalı mes’ul kurum Orman ve Su İşleri
Bakanlığı’dır. Ülkemiz, özellikle suyun en iyi
şekilde değerlendirilmesi ve Türkiye’nin su
politikalarını doğru belirlemek maksadıyla
2011 yılında sudan sorumlu kurumlar üzerinde yapılanmaya gitmiştir.
Bakanlığa bağlı DSİ Genel Müdürlüğü,
Türkiye’deki su yatırımlarının planlanması,
projelendirilmesi, inşası, bakımı ve onarımı
ile işletme faaliyetlerinin koordinasyonundan mes’uldür. Yıllık 10 milyar TL’yi aşan
bütçesi ile Türkiye’nin en büyük yatırımcı
kamu kurumları arasında ilk sıralarda yer
almaktadır.
Bakanlığımız, gerek su politikası, gerekse su kalitesi çalışmalarına da özel
önem vermektedir. Bu maksatla 2011 yı-
lında, Bakanlık bünyesinde Su Yönetimi
Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Su Yönetimi
Genel Müdürlüğü; havza, taşkın ve kuraklık
yönetim planlarını hazırlayıp uygulanmalarını takip etme, Türkiye’nin Avrupa Birliği Su
Sektörü uyum faaliyetlerini koordine etme,
su kalite izleme çalışmalarını planlama ve
koordine etme, havza ölçeğinde alıcı ortam
esaslı deşarj standartlarını geliştirme, su
mevzuatı çıkarma, iklim değişikliğinin su
kaynaklarına etkilerini belirleyerek uyum
politikası geliştirme, su ile alakalı kurumlar
arası koordinasyonu sağlama gibi vazifeleri
yürütmektedir.
Yine 2011 yılı içinde Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı, merkezi İstanbul’da
olan, Türkiye Su Enstitüsü kurulmuştur.
Türkiye Su Enstitüsü; ülkemizin uluslarara-
Türkiye’de kullanılabilir yıllık
112 milyar m3 suyun şu anda 44
milyar m3’ünü kullanabiliyoruz.
Bu suyun 32 milyar m3’ünü (%73)
sulamada, 7 milyar m3’ünü (%16)
içme ve kullanma suyu olarak, 5
milyar m3’ünü de (%11) sanayide
kullanıyoruz.
sı seviyede su politikasını geliştirmek, su
ile alakalı uluslararası faaliyetleri izlemek,
raporlamak, eğitim vermek, organizasyon
yapmak gibi faaliyetleri yürütmek ve aynı
zamanda bir düşünce kuruluşu olarak faaliyet göstermek üzere çalışmalarını sürdürmektedir.
Ülkemiz coğrafi konumu itibariyle dünyamızın, yarı kurak iklim bölgesindedir.
Ülkemizde yıllık ortalama yağış miktarı
643 mm olup, bölgelere ve zamana göre
farklılıklar göstermektedir. Misal olarak
Orta Anadolu’da yıllık ortalama yağış 250
mm iken Karadeniz’de 2.500 mm’ye kadar
ulaşmaktadır.
Yıllık ortalama yağış miktarı 501 milyar
m3 suya tekabül etmektedir. Toplam kullanılabilir su miktarı ise 112 milyar m3’tür. Do-
layısıyla kişi başına düşen yıllık su miktarı
1,435 m3’tür. Bu değer ülkemizin su zengini
olmadığını ve su sıkıntısı etkisini hisseden
ülkeler arasında telakki edileceğini, kaynaklarını akıllıca ve en yüksek verim ile kullanması durumunda kendi kendine yeteceği anlamına gelmektedir.
Türkiye’de kullanılabilir yıllık 112 milyar
m3 suyun şu anda 44 milyar m3’ünü kullanabiliyoruz. Bu suyun 32 milyar m3’ünü
(%73) sulamada, 7 milyar m3’ünü (%16)
içme ve kullanma suyu olarak, 5 milyar
m3’ünü de (%11) sanayide kullanıyoruz.
Yani suyumuzun yaklaşık dörtte üçünü sulamada kullandığımız için bu alanda yapılacak tasarruf çok önemli hale gelmektedir.
Yakın zamana kadar su tahsisleri münferiden yapılmakta iken artık tahsisler havza
bazında bütüncül bir yaklaşımla karşılanmakta ve yine ihtiyaçlar incelenmektedir.
Suyun yönetiminde, kaynak yönetiminden
havza yönetimine geçilmektedir. Bu yönetim tarzında havzadaki bütün ihtiyaçlar göz
önünde bulundurularak ihtiyaç duyulması
halinde kaynak geliştirilmesine gidilmekte,
bunun mümkün olmaması halinde havzalar
arası su aktarımı yapılmak suretiyle ihtiyaçların zamanında karşılanması sağlanmaktadır.
Türkiye, yönetilebilir ölçekte 25 su (nehir) havzasına ayrılmıştır. Bunlardan 5 tanesi sınır aşan su havzalarıdır. Ülkemiz Asi ve
Meriç havzalarında mansap, Fırat – Dicle,
Çoruh ve Aras su havzalarında ise menba
konumundadır. Diğer 20 su havzasının tamamı kendi topraklarımızda bulunmaktadır.
Ülkemizin ulusal su politikasının ana
esaslarını kısaca “su kaynaklarımızı hem
kalite hem de miktar olarak korumak ve
sularımızın en verimli şekilde kullanılmasını
sağlamaktır” şeklinde ifade edebiliriz.
Yarı kurak iklim bölgesinde bulunan
ülkemizde, yağışların zaman ve miktar
açısından büyük farklılıklar arz etmesi depolama tesislerinin yapılmasını zaruri hale
getirmiştir.
Su probleminin çözüme kavuşturulması
yönünde atılacak en önemli adımlardan biri
barajların hızla ve ihtiyaca cevap verecek
nispette milletimizin hizmetine sunulmasıdır.
Barajlar yağışların fazla olduğu, tüketimin az
olduğu kış aylarında suyu biriktirerek, yağışların az olduğu, tüketimin fazla olduğu yaz
aylarında suyun kullanımını sağlarlar.
Bu çercevede son 13 yılda işletmeye aldığımız baraj ve göletlerin çok önemli olduğu kanaatindeyim. DSİ 2003 yılından günümüze kadar 278’i baraj olmak üzere 2.546
adet tesisi tamamlayarak aziz milletimizin
hizmetine sunmuştur. Bu tesisler içerisinde
baraj, gölet, sulama tesisi, içmesuyu temin
tesisi, taşkın koruma tesisleri gibi su yapıları
bulunmaktadır. Ülkemizin 249 metre ile en
yüksek barajı olan Deriner Barajı, Ermenek
Barajı, Borçka Barajı, Muratlı Barajı, Dalaman Akköprü Barajı, Çine Adnan Menderes
Barajı gibi sınıfında dünyada örnek gösterilen barajlardan bazılarıdır.
Ülkemiz bir ziraat ülkesidir. Dolayısıyla
sulama ülkemiz ziraatının gelişmesi için
çok önemlidir. Türkiye’de ekilebilir zirai arazi büyüklüğü 280 milyon dekardır. Bu alanın 85 milyon dekarı ekonomik olarak sulanabilir durumdadır. Son yıllarda yapmış
olduğumuz sulama hamlesi ile 2014 yılı
sonu itibariyle bu alanın 61 milyon dekarını sulanabilir hale getirdik. Yani ekonomik
sulanabilir arazilerimizin %72’si sulanabilmektedir. Geriye kalan %28’lik bölüm olan
24 milyon dekarlık bölümde ise inşaat, proje ve planlama çalışmaları devam etmektedir. Ülkemiz, sulamaya açılan alanların
artmasıyla birlikte zirai alanda dünyada 7.
sıraya kadar yükselmiştir.
Ayrıca sulamada önemli ölçüde tasarruf sağlayan modern sulama yöntemlerinin
ülke genelinde yaygınlaştırılmasına çalışılmaktadır. Aynı birim suyla, daha fazla zirai
alanın sulanmasına imkân veren kapalı yani
borulu su iletim sistemleri giderek artan
oranda kullanılmaktadır. Geçmiş dönemde
iptidai şekilde sulanan alanlar da kapalı
sistem sulamaya dönüştürülmektedir.
Türkiye, özellikle son 13 yıldır su politikalarını ve suyun akılcı kullanımı konusunda büyük hamleler gerçekleştirmiştir.
Bunlardan biri de bilhassa büyük sulama
projelerinin dışında kalan alanları sulayan
1000 Günde 1000 Gölet yani Göl-Su Projesidir. Cumhuriyet tarihimizin en önemli
sulama projelerinden biri olan bu proje mahiyetinde 1000 günde 1000 adet gölet ve
sulama tesisi inşa edilmiştir.
2012-2014 yılları arasında gerçekleştirilen proje ile 1 milyon 700 bin de-
itü vakfı dergisi 15
SU DOSYASI
kar arazi suya kavuşturulmuştur. 450.000
kişiye istihdam imkânı sağlayan proje ile
yılda 1,7 milyar TL zirai gelir artışı sağlanacaktır.
81 ilimiz için hazırladığımız içme suyu
eylem planları ile şehirlerimizin 2040, 2050
hatta 2071 yılına kadar olan içmesuyu ihtiyacını planladık. Yaptığımız ilmi çalışmalar
neticesinde özellikle 2014 yılında yaşadığımız büyük kuraklıkta dahi şehirlerimizi
susuz bırakmadık. İşletmeye aldığımız 77
adet içmesuyu projesi ile 41 milyon vatandaşımıza ilave içmesuyu temin ettik.
İstanbul’da Istranca Barajları, Yeşilçay
ve Melen Projesi ile şehre kesintisiz su veriyoruz, İzmir’e Gördes Barajı'ndan suyu
ilettik, Ankara’da Gerede Sistemi inşaatı
hızla devam ediyor, Kars’a, Siirt’e, Mardin’e,
Balıkesir’e, Bursa’ya, Sinop’a, Antalya’ya,
Konya’ya ve daha pek çok şehrimize içmesuyu sağladık. Günü kurtarmak için değil,
ta 2050 yıllarına kadar olan içme suyu ihtiyacını hesaplayarak, ihtiyacı karşılayacak
projeleri hayata geçirdik.
Dünyada bir ilke imza atarak, ülkemizden KKTC’ye yılda 75 milyon m3 içme suyu
sağlayacak, KKTC İçme Suyu Temin Projesini hayata geçiriyoruz. Türkiye tarafında
Anamur’daki Alaköprü ve KKTC tarafında
Geçitköy Barajları tamamlanmış olup, deniz
geçiş hattının son borusu da 2015 Ağustos
ayında denize indirilmiştir. Deniz yüzeyinin
250 metre altından askıda borularla suyu
yavru vatana iletmek üzere tecrübe çalışmaları başlatılmış ve 28 Ekim’de açılış merasimi yapılmıştır.
Boşa akan su kaynaklarımızdan hidroelektrik enerji üretimi için faydalanmak üzere önemli adımlar attık. Ülkemizin teknik ve
ekonomik olarak değerlendirilebilir hidrolik
potansiyeli 165 milyar kiloWatt.saat olarak
hesaplanmıştır. Ancak yapılan yeni çalışmalar, gelişen teknoloji ve maliyetlerin düşmesi neticesinde bu potansiyelin 180–200
milyar kiloWatt.saate çıkabileceğine işaret
etmektedir.
Ülkemizde cari açığın en büyük sebebinin enerji ithalatından kaynaklandığını
biliyoruz. Dolayısıyla boşa akan sularımızı
akılcı ve sürdürülebilir bir politikayla daha
verimli kullanmak için 2003 yılında Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği’ni çıkardık. Devlet–özel sektör işbirliğini hayata geçirdik.
Yönetmelik hidroelektrik üretimini özel sektöre açarak, temiz bir enerji kaynağı olan
suyun son damlasına kadar kullanılması
imkânına hizmet etmektedir.
16 itü vakfı dergisi
Suyun daha verimli ve
sürdürülebilir bir şekilde
kullanılması için suyun tek
elden yönetimi elzem hale
gelmiştir. Ülkemizde su ile alakalı
sorumlu kurum Orman ve Su
İşleri Bakanlığı’dır. Ülkemiz,
özellikle suyun en iyi şekilde
değerlendirilmesi ve Türkiye’nin
su politikalarını doğru belirlemek
maksadıyla 2011 yılında sudan
sorumlu kurumlar üzerinde
yapılanmaya gitmiştir.
2003 yılında, yılda 26 milyar kiloWatt.
saat olan hidroelektrik enerji üretimimiz şu
anda 87,8 milyar kiloWatt.saat’e yükselmiştir. Böylece 165 milyar kiloWatt.saat potansiyelimizin %53’ü işletmeye alınmıştır. Hedefimiz 2023 yılına kadar bu potansiyelin
tamamını devreye almaktır.
Öncelikle Bakanlık ve DSİ Genel Müdürlüğü olarak çalışmalarımızı uzun vadeli
olarak sürdürmekteyiz. Bu çerçevede uygulamaya koyduğumuz Entegre Su Yönetimi çalışması, içmesuyu ve sulamaya yönelik olarak hazırladığımız acil eylem planları,
sulamada modern sistemlerin kullanılmaya
başlanılması, hidroelektrik enerji üretiminde önemli adımların atılması, GAP, KOP,
DAP, Trakya Gelişim Projesi (TRAGEP),
EGEGEP gibi bölgesel projelerin tamamlanması ülkemizin su politikalarına ne kadar önem verildiğinin göstergesidir. Bölgeleri için büyük önem taşıyan bu projeler ile
ülkemiz sulama ve ziraatte suyun ekonomi
politiği anlamında büyük atılım gerçekleştirecektir.
Bir yandan artan nüfus sebebiyle kişi
başına düşen su ihtiyacı hızla artmakta
diğer yandan, ülkeler ekonomik olarak kullanıma sunulabilecek suları geliştirdikten
sonra, artan talebe cevap verebilmek için
geleneksel olarak başvurulan kullanım biçimlerinin dışına çıkmak zorunda kalmaktadır.
Nüfusun ve çeşitli insan etkinliklerinin artması neticesinde yerüstü ve yeraltı su kaynakları kirlilik tehdidi altına girmektedir. Temiz
iken sonradan kirlenen su kaynaklarının yeniden temizlenmesi ise yüksek maliyetler getirmektedir. Bu tehdidi zararsız hale getirmek
için yerleşim yerlerinin atıksuyu arıtılarak alıcı
ortam standardına getirilerek deşarj edilmesi için gerekli çalışmalar yapılmakta, sanayi
tesisleri organize sanayi bölgelerinde topla-
narak atık sularının arıtılması sağlanmaktadır.
İklim değişikliği de, özellikle Orta Doğu
ve Kuzey Afrika’daki sınırlı miktardaki su
kaynakları için önemli bir meseledir. İklim
değişikliğinin etkisiyle su kaynaklarının
azalması ve yeni problemlerin ortaya çıkması tahmin edilen gelişmelerdir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu yarı kurak iklim kuşağında yağışlarda, buna bağlı olarak akışlarda ortaya çıkan dönemsel
dengesizlikleri giderebilmek ve istenilen
zamanda istenilen miktarda suya ulaşabilmek için biriktirme yapıları (barajlar)
zorunlu olmaktadır. Biriktirme tesisleri, yağışların ihtiyaçları karşılamaya yetmediği
dönemlerde birer emniyet unsuru olarak
görev yapmakta ve “su güvenliği”nin de
en önemli unsurlarını oluşturmaktadır.
Suyun olmadığı, ya da havza içi tedbirlerin kafi gelmediği veya ekonomik
olmadığı yerlerde, ikinci seçenek olarak
mümkünse başka bölgelerden su aktarımı gündeme gelmektedir.
Bu alanda ülkemiz Konya Ovası Projesi çerçevesinde Akdeniz’e boşa akan
Su Politikası ve Suyun Ekonomi Politiği Olarak Yapılması Gerekenler
Su kaynaklarımızın
verimini artırmak
için gerekli
yatırımları
zamanında
yapılarak halkın
hizmetine
sokulmalı.
Yukarı Göksu Havzasının suyunu Konya
Kapalı Havzasına aktarmaktadır. Bu proje
ile yılda 414 milyon m3 su Konya kapalı havzasına aktarılacaktır. 17.034 metre
uzunluğundaki Mavi Tünel ve Bağbaşı
Barajı hizmete alınmıştır.
Türkiye’nin, su sektöründe karşılaştığı
meseleler, dünyada son 20 yılda yaşanan
gelişmeleri ve uygulanan yaklaşımları da
dikkate alarak, su kaynakları yönetiminde
yeni yaklaşımlar geliştirmesini gerektirmektedir.
Ülkenin ana gayesi, koordineli kalkınma ve su kaynakları yönetimi ile verimli,
hakkaniyetli ve sürdürülebilir kalkınma
sağlamaktır. Bu politika ilke ve hedefleri
doğrultusunda, şimdiye kadar pek çok
Avrupa Birliği (AB) mevzuatı içselleştirilmiş ve adapte edilmiştir.
Su kullanımında tasarruf sağlanabilmesi için kullanılan suyun kayıt altına alınabilmesi maksadı ile ölçüm sistemleri
kurulmaktadır. Ölçme sistemi olmayan kullanımlarda suyun istenildiği şekilde yönetilmesinin mümkün olmadığı bir gerçektir.
Mevcut su
kaynaklarımız
kirlilik tehdidine
karşı korunmalı
ve bu kaynakların
sürekli bir şekilde
kirlenmeye karşı
izlenmeli.
Mevcut mevzuatımızda pek çok kurum ve kuruluşa su temin ve kullanım
yönünden yetkiler verilmiş olup bu durum ise yönetimde kargaşaya ve menfaat çatışmalarına sebebiyet vermektedir.
Bu olumsuz gidişe son vermek maksadı
ile AB Mevzuatı da göz önünde bulundurularak otoritenin tek olması maksadı
ile; paydaş kamu kurumları, üniversiteler, özel sektör temsilcileri ve diğer sivil
toplum kuruluşlarının katkıları da alınmak
suretiyle yeni bir Su Kanunu Taslağı hazırlanarak meclise sevk edilmek üzere
Başbakanlığa gönderilmiştir.
Önümüzdeki dönemde taslağın kanunlaşması halinde AB tarafından çevre
faslının kapatılması için şart koşulan hususlardan biri de yerine getirilmiş olacaktır. Kanunun çıkması ile, ülkemiz içinde
son derece önemli bir ihtiyaç da karşılanmış olacaktır.
Suyun yerli yerinde kullanılması, ihtiyaçların zamanında yeterli miktar ve evsafta karşılanması, halkımızın daha rahat
ve huzurlu bir şekilde yaşamasına imkân
vereceği gibi zirai mahsul üretiminin artması ile gıda güvenliği de sağlanmış olacaktır.
Enerji açısından konuya yaklaşıldığında, enerji ihtiyaçlarımızın bir bölümünün
yerli ve yenilenebilir bir kaynak olan sudan karşılanması ciddi manada bir döviz tasarrufu yapmak suretiyle buradan
elde edilecek finans kaynağının ülkenin
gelişmesi için başka sahalarda kullanma fırsatını da bizlere verecektir. Ayrıca
güvenli ve güvenilebilir bir su varlığı ise
sanayimizin istikrarlı bir şekilde büyümesine, ülke ekonomisine katkıda bulunmasına imkân sağlayacaktır.
Su, tabiatta yok olmayan, şekil değiştiren, gerekli tedbirlerin alınması halinde tekrar tekrar kullanılabilecek bir
vasfa sahiptir. Gerekli tedbirlerin zamanında alınması halinde ülkemizin suyu
Su israfına
sebebiyet
verecek faaliyetler
zamanında
önlenmeli, bunlar
için gerekli
tedbirleri alınmalı.
Her kesimin
öncelikleri
göz önünde
bulundurularak
hakkaniyetli bir
şekilde suya
erişebilmeleri
sağlanmalı.
daha uzun yıllar milletimizin ihtiyacını
karşılayabilir.
Hayatın başlangıcı olan su; şehirler
ve ülkeler arasında yol alırken, akıp geçtiği yerlerdeki kültürleri, insanları ve medeniyetleri birbirine taşır ve yakınlaştırır.
Bu noktadan yola çıkıldığında ülke olarak
2009 yılında Hükümetimizin büyük desteği ile gerçekleştirdiğimiz ve ana teması
“Farklılıkların Suda Yakınlaşması” olan 5.
Dünya Su Forumu ile suyun birleştirici
gücünü bir defa daha ispat ettik. Suyun
birleştirici gücüne olan inancımızı ortaya
koymak için “Suda Medeniyetlerin Buluşması” konusu, Forum'un bütün bölgesel
toplantılarında ayrı bir başlık olarak ele
alınmıştır.
Türkiye, DSİ Genel Müdürlüğü ile
TİKA vasıtasıyla Afrika ülkeleri başta
olmak üzere bütün dünyada insanların su ihtiyacını karşılamak için işbirliği
yapmakta ve çeşitli içme suyu projeleri
uygulamaktadır. Şu ana kadar Afrika’da
1,6 milyon kişiye temiz içme suyu sağladık.
Biz suyu; istikrar ve kardeşlik için
bir barış vesilesi olarak görüyoruz.
Bu anlayışın bir gereği olarak Türkiye,
suyun bütün dünyada istikrarın tesisine
yardımcı olacak bir işbirliği vasıtası haline gelmesi için elinden gelen gayreti
göstermiştir ve göstermeye de devam
edecektir.
Su herkesin ortak malıdır. Herkes suya
kolayca erişebilmelidir. Genel prensipleri
istikametinde su tek elden yönetilmelidir.
Bu vesileyle;
Başta İTÜ Rektörlüğüne, Vakıf yönetici ve çalışanlarına su konusunda hassasiyet gösterdikleri için suya ve Türkiye su
politikasına yön veren Bakanlığım adına
teşekkür ediyorum.
Su gibi aziz olunuz…
itü vakfı dergisi 17
SU DOSYASI
Su Politikaları ve
Sürdürülebilir Su Yönetimi
Y. Müh. (İnş.) Dursun Yıldız
Su Politikaları Uzmanı
Su Politikaları Derneği Başkanı
[email protected]
Su kaynaklarının yönetimi için yeni metotlar geliştirilirken
su politikalarında da bazı değişiklikler yaşanmıştır. 20. yüzyılın
son çeyreğinde su kaynakları ticarileşmiş, uluslararasılaşmış ve
siyasallaşmıştır. 20. yüzyıl boyunca ekolojik dengeyi çok hırpalayan
insanoğlu 21.yüzyıla girerken su kaynakları yönetimi de dahil olmak
üzere birçok alanda yeni paradigmalar ve yeni modeller arayışına
girmiştir. Bu modellerin uygulamasından istenilen sonuçların elde
edilmesi kolay olmayacaktır. Ancak insanoğlu eğer 22. yüzyıla
ulaşmak istiyorsa, önünde suyu sürdürülebilir kullanmaktan başka
bir yol bulunmamaktadır…
2
1. Yüzyıl su, enerji , gıda ve çevre
güvenliğinin damgasını vuracağı bir
yüzyıl olacaktır. Merkezinde suyun
olduğu bu dört güvenlik kavramı uluslararası su politikaları konusunda yapılması
gereken çalışmaları artırmıştır.
Su sorunu ve uluslararası su politikaları 21. yüzyılın politik ve ekonomik an-
18 itü vakfı dergisi
lamdaki şekillenmesinde önemli bir rol
oynayacaktır. Hızlı nüfus artışı, verimsiz
kullanım, kentlere göç, gelişen sanayi ve
iklim düzensizlikleri sonucunda ulusal su
kaynakları kirli ve yetersiz hale gelmektedir. Sınıraşan yüzey ve yeraltı su kaynaklarının stratejik önemi artmaktadır. Özellikle
dünyanın bazı bölgelerinde suyun sosyal
ve ekonomik gelişmedeki sınırlayıcı etkisinin artması problemleri bir üst boyuta
taşımaktadır. Bu durum suyun ulusal ve
uluslararası kullanım politikalarını (Hidropolitikaları) geçmişten çok daha önemli
kılmaktadır.
Sanayi devrimi ile birlikte uygulanan
sınırsız büyüme modeli, su kaynaklarının
kirlenmesi, artan nüfus ve artan tüketim baskısı, suyun zaman ve mekândaki eşitsiz dağılımı, artan iklim değişimi
etkileri, artan su, enerji ve gıda ilişkisi
dünya çapında su yönetimini uluslararası gündemin ön sıralarına çıkartmış, suyu
da stratejik ve jeopolitik bir kaynak durumuna getirmiştir.
Tüm bu gelişmeler ulusal ve uluslararası hidropolitikayı öne çıkartmış ve
sürdürülebilir su yönetimi modelleri üzerindeki çalışmaları artırmıştır.
Özetle; 20. yüzyılın son çeyreğinde
su kaynakları ticarileşmiş, uluslararasılaşmış ve siyasileşmiştir. 20. yüzyıl boyunca ekolojik dengeyi çok hırpalayan
insanoğlu, 21.yüzyıla girerken su kaynakları yönetimi de dahil olmak üzere
birçok alanda yeni paradigmalar oluşturmuş ve yeni modeller geliştirmiştir.
Su Politikaları ve Su Yönetimi
Su politikaları (water politics) 20 .yüzyılın
son çeyreğinde farklılaşarak ulusal ve
uluslararası ölçekte yeni formlar almıştır.
Su kaynakları yönetiminde su politikaları
daha şeffaf ve katılımcı olurken, su hizmetleri yönetimindeki su politikaları suyu
daha çok bir ekonomik mal olarak gören
bir çizgiye kaymıştır. Uluslararası ölçekte
ise Hidropolitik adlı yeni multidisipliner
bir bilim alanı ortaya çıkmıştır.
Hidropolitik; ülkeler arasında su kaynaklarının kullanımı nedeniyle ortaya
çıkan çıkar ilişkilerini değerlendirerek,
sudan yararlanmaya dönük sosyo-ekonomik, politik ve hukuki önlemlerin
alınmasına yönelik politikaları inceleyen
multidisipliner bir bilim alanıdır. Tüm
dünyada hızla artan nüfus, kirlilik, hızlı
kentleşme ve verimsiz kullanım su kaynakları üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Suyun kısıtlı olduğu bölgelerde bu
durum sınıraşan sular üzerinde ülkeler
arasında anlaşmazlıklara ve gerginliklere neden olmaktadır. 21. yüzyılda suyun
artan stratejik ve ekonomik önemi bu doğal kaynağın uluslararası politikada bir
enstrüman olarak kullanılmasına neden
olmuştur. 20 yüzyıl boyunca dünyada
yeni siyasal sınırların belirlenmesiyle 21.
yüzyıla girerken 273 sınıraşan su havzası ortaya çıkmıştır. Dünya nüfusunun
%40’ı da bu havzalarda yaşar olmuştur.
Bu durum işbirliği olanağı yaratmasının
yanısıra daha çok çatışma potansiyelini
arttırmıştır. Dünyadaki bu gerek işbirliği
gerek çatışma potansiyeli, Hidropolitik
ve strateji konularında disiplinlerarası
araştırma çalışmaları yapılmasını gerekli
kılmıştır.
20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana
özellikle az gelişmiş ülkelerin bütçelerinin yetersizliği, büyük dış borçları gibi
nedenlerle artan finansman sorunları su
talebinin karşılanmasında aksamalara
neden olmuştur. Bu durum üzerinden
hareket edilerek küresel ölçekte özel
sektörün su hizmetlerinde gerek yatırım
gerekse işletme aşamalarında yer almasını sağlayacak modeller oluşturulmuştur. Bu politikaların uygulanmasıyla su
yönetiminin kamu mülkiyeti ve kamu işletmeciliğine dayanan yapısı uluslararası
su politikaları doğrultusunda özel mülkiyet ve işletmeciliğe dayanan bir su yönetimi yapısına dönüşmektedir. 20.yüzyılın
son çeyreğinden bu yana su hizmetleri
yönetimi anlayışında yaşanan değişimle
su kaynakları ticarileşmiş, su politikaları
uluslararasılaşmış ve siyasileşmiştir.
Uluslararası Sular Hukuku ve
Hidropolitik
20. yüzyıla girerken yaklaşık 50 olan ülke
sayısı 21. yüzyıla girerken 190 olmuş ve
273 sınıraşan su havzası ortaya çıkmıştır. Dünya nüfusu geçen yüzyılda üç kat
artmış ve bu nüfusun %40'ı sınıraşan su
havzalarında yaşar olmuştur.
Bu gelişme, 20. yüzyıl ortasından
bu yana, su konusundaki uyuşmazlıkları
giderebilecek ve uzlaşma ortamı yaratabilecek bir hukuk oluşturulması için
çalışmaları başlatmış ancak halen teamül hukuku ve genel hukuk ilkeleri bağlamında evrensel düzeyde tüm ülkeleri
bağlayıcı nitelikte kesin hükümler içeren
bir kurallar sistemi oluşturulamamıştır.
Bu konuda en ileri adım olan BM‘nin
Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı
Amaçlarla Kullanımı Sözleşmesi 1997’de
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucunda kabul edilmiş
ve 35 ülkenin onaylaması ile 2014 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşme gibi
Helsinki Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi, Espoo ve Aarush gibi sözleşmeler ile
bazı AB direktifleri kabul edilse de, evrensel düzeyde tüm ülkelerin veya ülkelerin büyük bölümünden kabul gören bir
kurallar sistemi oluşturulamamıştır.
Su Yönetiminde Yeni Paradigmalar
1970‘li yılların ortalarında geçilmeye çalışılan havza yönetim anlayışından önce,
su talebinin en yakın noktadan bir an
önce ve tek amaçlı projelerle karşılanmasına çalışılmaktaydı. Sanayi devrimi,
hızlı nüfus artışı, kentleşme ile birlikte
hızla artan su talebi ve kirlenme su yönetimini zorlamaya başlamıştır. Bu zorluklar suyu daha etkin bir şekilde kullanabilmek için havzanın bir bütün olarak
ele alınması ve su kaynaklarının bir genel planlama anlayışı ile geliştirilmesinin
önemini ortaya çıkartmıştır.
Havza teriminin coğrafi kullanımı
çok eski olmasına rağmen su kaynakları
planlanmasında bir yönetim birimi olarak
ele alınması oldukça yenidir1.
Su kaynaklarının havza ölçeğinde
klasik planlanmasına ABD’de 1900’lü
yılların başında başlanmış, bu planlama
anlayışı 1950’li yıllardan itibaren de daha
fazla uygulanır olmuştur.
20. yüzyılın son çeyreğinde su yönetiminde çevre duyarlılığı, katılımcılık,
şeffaflık ile su, enerji gıda ve çevrenin
birbirleriyle olan ilişkisi ön plana çıkmıştır. Bütüncül su kaynakları yönetimi ve
uyumlaştırılmış su yönetimi, geliştirilen
iki yeni kurumsal ve yönetsel paradigma
olup su yönetimi sistemindeki eksiklikleri
ortaya koymaları açısından önemlidir.
20. yüzyılın başından bu yana uygulanan temel “klasik havza yönetimi” anlayışına karşı eleştiriler 1970’li yılların
ortalarından itibaren başlamıştır. Artan
su talebi ve azalan su kalitesi nedeniyle son dönemde Bütüncül Su Kaynakları
Yönetimi (BSKY)ve Uyumlaştırılmış Su
Kaynakları Yönetimi modelleri geliştirilmiştir.
Son 40 yılda geleneksel su yönetimi
anlayışından, havza ölçeğinde bütüncül bir su yönetim anlayışında radikal
bir paradigma değişimi olmuştur. Daha
yakın geçmişte ise buna benzer bir değişim “uyumlaştırılmış su yönetimi“ modeli
şeklinde ortaya çıkmıştır. Su Kaynakları
yönetiminde “Uyumlaştırılmış Su Yönetimi”nin öne çıkma nedenleri, küresel
itü vakfı dergisi 19
SU DOSYASI
21. yüzyıl uluslararası su
politikalarının ve sürdürülebilir su
yönetimine yönelik uygulamaların
çok belirleyici olacağı bir yüzyıl
olacaktır. Bunun en temel nedeni
sadece iklim değişikliğinin su
kaynakları üzerindeki olumsuz
etkileri değil su, enerji, gıda ve
çevre arasında artan ilişkidir.
bir çerçeve içinde değerlendirilmesine
olan ihtiyaçtır4. İşte tüm bu kavramı bir
arada ele alıp birbirleriyle olan ilişkilerini sağlayarak birçok amacın bir arada
gerçekleşmesini yönetebilmek çok kolay
değildir, hatta bazı uzmanlar bunun olanaksız olduğunu ileri sürmektedir.
Bazı su uzmanları BSKY’inin gerçek
yaşamla ilgili olmayacak derecede soyut
olduğunu, amaçlar ve değerlerle ilgili
(normatif) ögeler içerdiğini ileri sürmektedir5. Bunun yanı sıra bu kavramın çok
yaygın kullanılan bir kavram olmasına
amaçlamaktadır. Kavramdaki “bütüncül”
rağmen bazı çekici sözcüklerin birleşterimi pek çok amaç arasındaki ilişkiye
atıfta bulunmaktadır. Ancak bu amaçlar
tirilmesinden meydana gelen bir söyzaman zaman birbiri ile çatışabilir. Bu
lemden öteye bir anlam taşımadığı ve
çatışma sektörler arasındaki su tahsisi
BSKY’nin uygulanmasından sağlanacak
ve doğal çevre yaşamı için gerekli su
faydaların gözlemlerle teyit edilmediği,
miktarı gibi alanlarda büyüyecektir. Kısahayata geçirilmesinin çok güç olduğu
savunulmaktadır.
ca neyi elde etmek için neden vazgeçilBunlardan dünyaca ünlü su uzmanı
mesi kararı karmaşık bir sorun olup BSProf. Biswas ise bu tanımda “ekonomik
KY’nin gündemini çok meşgul edecektir.
Suyun Sürdürülebilir Yönetimi
ve sosyal refah” içinde ne gibi unsurların
Su yönetim sisteminin bütüncül bir niSürdürülebilir kalkınma hedefi, ilk kez
yer aldığını, “hakkaniyet” ilkesinin işlev1992’de Rio Dünya Zirvesi’nde ortaya
telik kazanması için, birden fazla sistem
konmuş ve daha sonra çeşitli platformarasındaki karşılıklı etkileşimin dikkate
sel yönden kim tarafından nasıl sağlanaalınması gerekir. Şekil 1’de üç temel
larda genişletilerek ele alınmıştır. En
cağını, “hayati önemi haiz” ve “haiz olsistem arasındaki ilişkiler oklarla temsil
genel anlamıyla sürdürülebilir kalkınma
mayan” ekosistemlerin nasıl ayrılacağını
edilmiştir3. Bunlar; doğal su kaynakları
“Bugünün hedef ve ihtiyaçlarının, gelesorgulamaktadır6.
ve insan faaliyetlerini içeren sistemler ile
Tüm bu eleştiriler ve değerlendircek jenerasyonların hedef ve taleplerini
su yönetim sistemidir.
tehlikeye sokmadan karşılanması; kalmeler dikkate alındığında, Bütüncü Su
Etkili bir Bütüncül Su Kaynakları YöKaynakları Yönetimi’nin birbirini izleyen
kınmanın bu felsefe içinde gerçekleştikararlardan oluşan bir süreç anlamında
rilmesi” şeklinde tanımlanır. Sürdürülebinetimi için, havza içinde kullanıcı bütün
olup açıkça tanımlanmış bir hedefe yösektörlerin ve toplulukların gereksinimlelirlik: “ekonomik”, “sosyal” ve “çevresel”
olmak üzere üç kriter açısından değerri gözönünde bulundurulmalıdır. Bu bağnelik eylem olmadığı görülmektedir. Bulendirilir. Bu kapsamda sürdürülebilir su
lamda, önemli bir husus da, suyun rolünunla birlikte nasıl uygulanacağına ilişkin
yönetimi de ekonomik açıdan verimli,
üzerinde uzlaşılmış yöntem ve kurallar
nün hidrolojik, ekolojik, ekonomik, ticari
sosyal açıdan eşitliği gözeten (hakça),
da bulunmamaktadır. Odendaal’a göre;
ve sosyo-politik boyutlarıyla ele alındığı
çevre açısından sağlıklı” kararların alınsu kaynakları yönetiminde sürdürülebilirdığı, çevresel, ekonomik ve sosyal heliğin sağlanması bir amaç olup, BSKY bu
amaca ulaşmak için araç yani; stratedefler arasında dengenin kurulduğu
bir yönetim olmalıdır.
jidir. Pahl-Wostl ise, BSKY’nin bir
Taşkın
1970’li yılların ortalarından
hedef ortaya koyduğunu ve bu
itibaren klasik havza yönehedefe ulaşmakta “ulusal ve
İnsan faaliyetleri
Su kaynakları
bölgesel koşullara uyan
timi anlayışı, hızla artan
sistemi
sistemi
su yönetimi”nin (adaptitalebin karşılanmasında
Kirlilik
yetersiz kaldığı, talep
ve management) araç
yönetimini dikkate almaolması gerektiğini ileri
Su çevrimi
Su talebi
sürmüştür7.
dığı, ekosistemi korumaSu
kalitesinin
dığı, katılmcı olmadığı
iyileştirilmesi
Su ihtiyacının
ve durağan bir nitelik
Uyumlaştırılmış Su
karşılanması
taşıdığı için eleştirilmeye
Yönetimi (Adaptive
başlanmıştır.
Management)
BSKY2 aslında su kayBelirtilen kavramsal sorunSu yönetim
naklarını
geliştirirken ekolar uyumlaştırılmış su yönetimi
sistemi
(adaptive management) anlayışısistemlere zarar verilmemesini, sürdürülebilir sosyo-ekonomik
nın benimsenmesi gerektiği savının
Şekil 1: Bütüncü Su kaynakları Yönetim Sistemi
ve çevresel kalkınmanın sağlanmasını
ortaya atılmasına neden olmuştur. Bu
iklim değişimi, sosyo-ekolojik sistemin
dinamik özellikleri gibi birçok nedenle su yönetimi ile ilişkili konuların, suyu
baskılayan unsurların ve karmaşanın artmasıdır.
Su yöneticileri, bir dönem yerel ve
katılımcı entegre su yönetimi modelini
sürdürülebilir su yönetiminin başarılabilmesi için en uygun model olarak görmüştür. Ancak bütüncül su kaynakları
yönetimi yerelleşme veya entegrasyonun
sağlanmasında başarılı olamamıştır. Bu
nedenle çalışmalar “Yöneterek öğrenme-Öğrenerek yönetme“ye dayanan
“Bütüncül Uyumlaştırılmış Su Yönetimi”
modeli üzerinde yoğunlaşmıştır.
Bu yeni su yönetimi paradigmaları,
bir geçiş dönemi içinde olan Türkiye’nin
su yönetimini de doğrudan ilgilendirmektedir.
20 itü vakfı dergisi
savı destekleyenlere göre; artık
bütüncül su yönetiminin ne olduğu tartışmaları yerine, mevcut
Planla
Uygula
sistemin nasıl işlemekte olduğu
sorusu önem kazanmaya başlamıştır. Birçok uzmana göre yöneterek öğrenmemiz ve öğrenerek
yönetme sürecine geçmemiz gerekmektedir.
Bu süreç kaçınılmaz olarak
su yönetim deneyimlerinin geUyum Sağla
İzle
liştirilmesi, belirsizliklerin daha
iyi anlaşılabilmesi için bilgi toplanması, su yönetiminde lüzumlu değişiklikleri yapabilmek için
sürekli izleme sisteminin geliştiDeğerlendir
rilmesini gerektirmektedir. Şekil
2’de verilen ve bu çalışmaları
kapsayan
uyumlaştırılmış su
Şekil 2: Uyumlaştırılmış Su Yönetimi
yönetimi ise birbirini takip eden
ancak sürekli gelişen döngüsel bir sisgetirmiştir; bir diğer deyişle 20. yüzyıldatemdir.
ki güvenlik paradigmasını değiştirmiştir.
Özellikle küresel iklim değişikliğinin
Bu gelişmeler uluslararası alanda
su kaynakları üzerinde yaratacağı etHidropolitika kavramını, ulusal alanda
ise Sürdürülebilir Su Yönetimi Kavramı'nı
kilerin belirsizliği su yönetimdeki beliröne çıkartmıştır.
sizlikleri de artırmıştır. Bu belirsizliklerin
Su kaynakları artan nüfus, kentlere
azaltılması için matematik modeller ile
hızlı göç, kirlenme gibi tehditlerin baskısı
su kaynaklarının miktar ve kalite değialtındadır Ancak bütün bunların dışında
şimlerinin araştırılması, bu sonuçların
gerek ulusal gerek uluslararası su yöpilot projeler üzerinde test edilmesi,
izlenmesi ve Şekil 2’de belirtilen dönnetiminin önündeki en büyük tehdit ani
olarak değişmesi beklenen iklim koşullagüye göre, en uygun önlemlerin araştırılması suyun sürdürülebilir kullanımına
rıdır. Bu değişime adaptasyon için bazı
önemli katkılar sağlayacaktır. Ancak,
ülkeler çalışmalara başlamıştır. Ancak
bir matematiksel model kapsamında ele
su sektöründe iklim değişikliğine adapalınabilecek değişkenler sınırlı olduğu
tasyon planlaması kolay olmayıp aksine
için modeller temsil ettikleri toplumsal
çok detaylı bir planlamadır. Çünkü su
ve fiziksel olayların basitleştirilmiş şekaynaklarındaki bir değişiklik tarım, sağkilleri olup sonuçlarının su yönetiminde
lık, enerji ve altyapı gibi diğer sektörleri
deneyim kazanmış bir kurumsal yapı
de etkileyecektir. Su yönetimi sisteminin
tarafından yorumlanması gerekir. Bu da
bu konudaki belirsizliklerden en düşük
sürdürülebilir bir su yönetimi için kuseviyede etkilenmesi için bu belirsizliklerumsal hafıza ve deneyimli insan kaynari azaltacak araştırma çalışmalarına büğı gücünün önemini ortaya çıkarmakyük ihtiyaç vardır.
Bu durum sürdürülebilir su yönetimitadır 8.
nin önüne, bu belirsizliklerin en aza indirilmesi gibi güç bir görev de koymaktadır.
Sonuç ve Değerlendirme
Yapılan çalışmalar ve elde edilen
21. yüzyıl uluslararası su politikalarının
deneyimler sonunda, suyun sürdürülebive sürdürülebilir su yönetimine yönelik
uygulamaların çok belirleyici olacağı
lir yönetimi için bütüncül su kaynakları
bir yüzyıl olacaktır. Bunun en temel neyönetimi anlayışından uyumlaştırılmış su
yönetimine doğru bir eğilim göze çarpdeni sadece iklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki olumsuz etkileri değil
maktadır. Uyumlaştırılmış Bütüncül Su
su, enerji, gıda ve çevre arasında artan
Kaynakları Yönetimi olarak ifade edilen
ilişkidir. Bu durum su güvenliği, gıda gübu yeni metod, kendi içinde sürekli gelivenliği, enerji güvenliği ve çevre güvenşen bir döngüye dayanmaktadır. Bu yöliği kavramlarını birbiriyle ilişkili duruma
netim metodunun en belirleyici özelliği
uygulanabilir özgün çözümler
yaratmaktır. Bunun için bölgeye özgün koşullarla geçmişteki
uygulamaların ve sonuçlarının
bulunabileceği bir kurumsal
hafızaya, deneyimli personele
ve hızlı işleyen etkin bir kurumsal yapıya ihtiyaç duyulmaktadır
Su kaynaklarının yönetimi
için yeni metodlar geliştirilirken su politikalarında da bazı
değişiklikler yaşanmıştır. 20.
yüzyılın son çeyreğinde su
kaynakları ticarileşmiş, uluslararasılaşmış ve siyasallaşmıştır. 20. yüzyıl boyunca ekolojik
dengeyi çok hırpalayan insanoğlu 21.yüzyıla girerken su
kaynakları yönetimi de dahil
olmak üzere birçok alanda yeni paradigmalar ve yeni modellerin arayışına
girmiştir. Bu modellerin uygulamasından
istenilen sonuçların elde edilmesi kolay
olmayacaktır. Ancak insanoğlu eğer 22.
yüzyıla ulaşmak istiyorsa, önünde suyu
sürdürülebilir kullanmaktan başka bir yol
bulunmamaktadır.
Dipnotlar:
1) Özden Bilen “Türkiye’nin Su Gündemi. Su Yönetimi ve AB Su Politikaları”DSİ Genel Müdürlüğü Ankara 2009. s.7.
2) BSKY’nin en sık ilgi verilen tanımı: “Hayati
önemi haiz ekosistemlerin sürdürülebilirliğinden
ödün vermeden, hakkaniyet ilkesi esas alınarak, ekonomik ve sosyal refahın en üst düzeye
çıkarılması için su, toprak ve ilgili kaynakların
eşgüdüm içerisinde geliştirilmesi ve yönetiminin
teşvik edilmesi”dir.
3) M. M. Hufschmidt, “Water Policies for Sustainable Development”, A.K. Biswas, M. Jellau ve
G. Stout (der), Water for Sustainable Development in the 21st Century, Oxford, Oxford University Press, 1993, s. 62.
4) Mostert, E. vd, River Basin Management and
Planning, International Workshop of River Basin
Management, 1999, The Netherlands
5) P. Jeffrey ve M. Gearey, “Integrated Water Resources…”, ss.1-8.
6) Asit K. Biswas, “Integrated Water Resources
Management: A Reassessment”, Water
International, Cilt 29, No 2, Haziran 2004.
7) NeWater, NeWater Report Series No 7…, s. 5
8) Özden Bilen “Türkiye’nin Su Gündemi. Su Yönetimi ve AB Su Politikaları”DSİ Genel Müdürlüğü Ankara 2009. s.30.
itü vakfı dergisi 21
SU DOSYASI
Keban Barajı
Y. Müh. Ali Rıza Diniz
DSİ Genel Müdürü
DSİ yatırımları; tarım,
sanayi, enerji ve hizmet
sektörlerinde büyük önem
taşımakta, gerek gıda
güvenliğinin, gerekse enerji
arz güvenliğinin sağlanması
hususlarında önemli bir
işlev görmektedir. Bu
yatırımlar aynı zamanda
sel gibi afetlere karşı
da vatandaşlarımızın
can ve mal emniyetini
sağlamaktır. DSİ tarafından
hayata geçirilen yatırımlar
yeni iş sahaları ve gelir
getirici faaliyetlere zemin
hazırlayarak ekonomik ve
sosyal yaşama doğrudan
ya da dolaylı olarak etki
etmektedir…
22 itü vakfı dergisi
DSİ
Suya Atılan
İmza
T
ürkiye yarı kurak iklim kuşağında yer
alan ve kullanılabilir su miktarı açısından bakıldığında su stresi altında
olan bir ülkedir. Bu tablo su kaynaklarımızın
rasyonel yönetimini ve verimli kullanımını
zorunlu kılmaktadır. DSİ Genel Müdürlüğümüz bu anlayış çerçevesinde geliştirdiği
projeler ile suyun bir damlasını dahi boşa
harcamayacak şekilde planlanan yatırımları milletimizin hizmetine sunmaktadır. DSİ
yatırımları; tarım, sanayi, enerji ve hizmet
sektörlerinde büyük önem taşımakta, gerek gıda güvenliğinin temini gerekse enerji
arz güvenliğinin sağlanması hususlarında
önemli bir işlev görmektedir. Bu yatırımlar
aynı zamanda sel gibi afetlere karşı da
vatandaşlarımızın can ve mal emniyetini
sağlamaktır. DSİ tarafından hayata geçirilen yatırımlar yeni iş sahaları ve gelir getirici faaliyetlere zemin hazırlayarak ekonomik
ve sosyal yaşama doğrudan ya da dolaylı
olarak etki etmektedir.
DSİ, bu ekonomik ve sosyal fonksiyonunun yanında çevre sektöründe de etkin çalışmalar yürütmektedir. Zira su, içinde bulunduğu ekosistemin en önemli parçasını
linmektedir. Bu bağlamda geriye dönüp
bakıldığında DSİ tarafından 1138 adet baraj ve gölet ile 65 adet hidroelektrik santral
tamamlanarak işletmeye açılmıştır. Bu baraj
ve hidroelektrik santraller arasında dünyanın
en yüksek ve büyük barajları arasına ismini
yazdıran Atatürk, Keban, Karakaya, Altınkaya ve Oymapınar gibi barajlarımız da bulunmaktadır. Son dönemde Deriner, Ermenek
ve Çine barajlarımız hizmete alınmış olup
bu barajlarımız da dünyanın sayılı büyük ve
yüksek barajları arasına girmiştir. Hâlihazırda
inşa halinde olan Yusufeli ve Ilısu Barajlarımız da tamamlandıklarında ülkemizin gurur
kaynağı olarak üst sıralara yerleşeceklerdir.
Atatürk Barajı
Karakaya Barajı
teşkil ettiğinden “su”ya yapılacak yatırımların direk olarak çevreyle etkileşime geçmesi kaçınılmazdır. DSİ Genel Müdürlüğümüz
bu etkileşimin hem ekonomik hem de çevresel olarak müspet neticelere vesile olması yönünde çaba harcamaktadır. “Su”yun
sağlıklı ve temiz bir çevre ile kirletilmemiş
su kaynaklarından elde edilmesinin, hem
ekonomik açıdan hem de ekosistemler
bakımından önemi büyüktür. Bu açıdan yatırımlarımız, koruma-kullanma ilkesi uyarın-
ca insan-doğa-ekonomi dengesinin azami
ölçülerde sağlanmasına yöneliktir. DSİ bu
minvalde son derece mesuliyetli, faziletli
ve bir o kadar da kutsal bir görevi yerine
getirmektedir.
Vatandaşlarımız Bizi Baraj Yapan
Kuruluş Olarak Bilirler
DSİ 4 sektörde faaliyetlerini sürdürmekte
olsa da vatandaşlarımız tarafından daha
ziyade baraj inşa eden kuruluş olarak bi-
Gıda Güvenliğinin Sigortası: DSİ
Esasen baraj ve gölet gibi depolama tesislerimizde biriktirilen sular faaliyetlerimizin çıkış noktasını oluşturmaktadır. Zira bu
tesislerde depoladığımız sulardan tarımsal
sulama, enerji üretimi, içme, kullanma ve
sanayi suyu temini maksadıyla faydalandığımız gibi feyezan akımlarının kontrolünü
sağlayarak taşkın zararlarından da korunmaktayız.
Depolama tesislerimizde biriktirilen sularımızın kullanım miktarı 2015 yılı itibariyle sulama sektöründe 32 milyar m3, içme
suyu sektöründe 7 milyar m3, sanayide 5
milyar m3 olarak hesaplanmıştır. Görüldüğü üzere su kullanımımızda en büyük kalemi tarımsal sulama oluşturmaktadır. DSİ,
bu gerçekten yola çıkarak özellikle 2000’li
yılların başından itibaren sulamada büyük
oranda tasarruf sağlayan modern sulama
sistemlerine geçişi hızlandırmıştır.
Mevcut sulamalarda kanal tipleri hizmet ettikleri alana göre sınıflandırıldığında;
sulamaların % 39 klasik kanal, % 34 kanalet ve % 26 borulu şebekeden oluştuğu
gözlemlenmektedir. Son yıllarda Kuruluşumuzca geliştirilen sulama projelerinde,
basınçlı borulu şebeke kullanımı arttırılmaya çalışılmakta ve borulu sistemler tercih
edilmektedir. Böylece hem su tasarrufu
sağlanmış hem de modern sulama sistemlerinin kullanımı teşvik edilmiş olmaktadır.
Halen % 26 olan borulu şebeke kullanım oranı, yeni yapılacak projeler ve eski
şebekelerin rehabilitasyonu ile % 97’ye
kadar artabilecektir. Zira klâsik sulama metotları yerine yağmurlama ve damla sulama
metotlarının kullanılması halinde randıman
% 60’tan sırası ile % 80 ve % 90’a çıkarılabilmektedir. Bu da % 20 – % 30’luk bir su
tasarrufu demektir.
itü vakfı dergisi 23
SU DOSYASI
Kiğı Barajı
Hasan Uğurlu Barajı
Türkiye’nin yüzölçümü 78 milyon hektar
olup, yapılan etütlere göre; mevcut su potansiyeli ile teknik ve ekonomik olarak sulanabilecek arazi miktarı 8,5 milyon hektar
olarak hesaplanmıştır. Günümüz itibarıyla
ülkemizde 6,1 milyon hektarlık sulamaya
açılmış alanın 3,8 milyon hektarı DSİ tarafından inşa edilmiş modern sulama şebekesine sahiptir.
Türkiye’de ziraî üretimin üçte ikisi DSİ
sulamaları vasıtasıyla gerçekleşmekte olup
24 itü vakfı dergisi
sulama projeleri neticesinde proje alanında gayri safi milli zirai gelir yaklaşık 5 kat
artmaktadır.
Zirai gelişmede su, en önemli girdilerden biridir. Toprakta bitki için gerekli olan
nemi temin ederek verimi artırmanın yanı
sıra, sektörü iklim şartlarından bağımsız kılmakta, ilave istihdam meydana getirmekte,
kırsal alanda gelir dağılımını düzeltmekte,
gübre kullanımına imkân sağlamakta, üretimin çeşitlenmesine ve çimlenme süresinin
DSİ tarafından 1138 adet baraj
ve gölet ile 65 adet hidroelektrik
santral tamamlanarak işletmeye
açılmıştır. Bu baraj ve hidroelektrik
santrallar arasında dünyanın en
yüksek ve büyük barajları arasına
ismini yazdıran Atatürk, Keban,
Karakaya, Altınkaya ve Oymapınar
gibi barajlarımız da bulunmaktadır.
Son dönemde Deriner, Ermenek ve
Çine barajlarımız hizmete alınmış
olup bu barajlarımız da dünyanın
sayılı büyük ve yüksek barajları
arasına girmiştir.
uzunluğuna bağlı olarak birim alandan birden fazla ürün alınmasına imkân vermektedir.
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2011 ve
2013 yılındaki “Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Raporu”na göre su, gıda ve
enerjiye olan talebin önümüzdeki 20 yılda;
%30-%50 oranlarında artması beklenmektedir. Bu çerçevede DSİ, hayata geçirdiği sulama yatırımları ile gıda güvenliği
meselesinin çözümüne büyük katkı sağlamaktadır.
Enerji Arz Güvenliğinin Teminatı:
Hidroelektrik Enerji
Gelecek projeksiyonlarında sorunlu alanlardan bir tanesi de enerji sektörü olarak
gösterilmektedir. Sürekli artan enerji ihtiyacı ve bu ihtiyacı karşılamakta yetersiz kaldığı gibi çevre kirliliğine de sebep olan fosil
kaynakların tükenişi, bütün dünyayı yenilenebilir enerji kaynaklarına yönlendirmiştir.
Ülkemizde de manzara farklı değildir.
Fosil kaynaklar bakımından zengin olmayan ülkemiz enerji ihtiyacının büyük kısmını
ithalat yolu ile karşılamaktır. Bu durum altyapı yatırımlarına aktarılacak kaynaklarımızın yurt dışına çıkmasına sebep olmaktadır.
Bu sebeple tıpkı dünyada olduğu gibi ülkemizde de yerli ve yenilenebilir kaynakların
devreye sokulması konusunda farkındalık
oluşmuş ve bu yönde ivme kazanan çalışmalar çoğalmıştır.
Ülkemiz koşulları göz önünde bulundurulduğunda; topoğrafik yapı, uygun su
kaynaklarımız, ekonomik ve çevresel şartlar,
hidroelektrik enerjinin ülkemiz için alternatifleri arasında en uygun enerji türü olduğunu
ortaya koymaktadır.
Türkiye’de teknik ve ekonomik olarak
değerlendirilebilir hidroelektrik potansi-
yel 160 milyar kWh olarak hesaplanmıştır.
Günümüz itibariyle Türkiye’de (özel sektör
kamu beraber) 529 adet hidroelektrik santral işletmede bulunmaktadır. Bu santraller;
25 109 MW kurulu güce ve toplam potansiyelin % 55’ine karşılık gelen 87 135 GWh
yıllık ortalama üretim kapasitesine sahiptir.
Hidroelektrik potansiyelin enerjiye dönüştürülmesi sürecinde DSİ, bu alanda
oluşturulan 25 109 MW Kurulu gücün 12
369 MW’sini (% 49) gerçekleştirmiştir.
Ülkemizde 2015 yılının ilk 6 ayında
enerji üretiminde fosil kaynakların payı yüzde 66.3, yenilenebilir enerji kaynaklarının
payı ise yüzde 33.7 olarak gerçekleşmiştir.
Yenilenebilir kaynakların içinde hidroelektrik enerjinin payı ise yüzde 83 seviyesine
ulaşmıştır. Bu dönemde hidroelektrik santrallerden 35 milyar kilovat saat enerji üretilmiştir.
DSİ tarafından tamamlandıklarında
büyük bir enerji üretim kapasitesine sahip olacak Ilısu, Yusufeli ve Silvan gibi dev
baraj ve hidroelektrik santrallerin yapımına devam edilmekte olup, Ilısu Barajı’nın
2016, Yusufeli Barajı’nın 2018, Silvan Barajı’nın ise 2017 yılında tamamlanması planlanmaktadır. Bu barajlar tamamlandığında
ekonomiye; Ilısu 965 Milyon TL, Yusufeli
450 Milyon TL, Silvan ise sulamayla birlikte
1 Milyar TL’lik katkı sağlayacaktır.
İçme Suyu Temini İçin Dev Projeler
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, içme
suyu temini hususunda daha önce nüfusu 100 000’i aşan yerleşim yerlerinde
çalışmalarını sürdürmekte iken 1053 sayılı Kanunun 10. maddesinin 1. fıkrasında
yapılan değişiklik ile belediye teşkilatı olan
yerleşim yerlerine içme, kullanma ve sana-
Melen Projesi Boğaz Geçişi
yi suyu sağlanması yönünde yetkilendirilmiştir.
Kuruluşumuzca içme suyu faaliyetlerine başlanılan 1968 yılından bugüne kadar;
38 milyon nüfusa Avrupa Birliği standartları
kalitesinde, bugün için yılda toplam 3,53
milyar metreküp içme suyu sağlanmaktadır. Bir başka deyişle ülkemizin içme, kullanma ve sanayi suyu ihtiyacının yarısından
fazlası DSİ tarafından yapılan içme suyu tesislerinden karşılanmaktadır.
İnşaatı devam edem 45 adet yerleşim
yerindeki tesisler tamamlandığında yaklaşık 23 milyon kişiye daha yılda 1,88 milyar
m3 içme suyu sağlanmış olacaktır.
Plânlama, proje ve inşaat aşamasındaki tesislerin de tamamlanmasıyla yıllık ilave
1,5 milyar m3 içme suyu daha temin edilmiş olacaktır.
33 ilde yapımı tamamlanmış olan 68
adet arıtma tesisinden yılda 2,56 milyar
m3AB standartlarında arıtılmış su üretilerek
halka sunulmaktadır. Ayrıca 23 ilde inşaat
ihale süreci ve/veya inşaatları devam etmekte olan arıtma tesisleri tamamlandığında ilave yılda 0,9 milyar m3 arıtılmış su
sağlanmış olacaktır.
İçme, kullanma ve sanayi suyu temini
hususunda DSİ tarafından gerçekleştirilen
ve bir çok yönüyle ülkemiz ve dünyada
ilkleri hayata geçiren bazı projelerimizden
bahsetmekte fayda bulunmaktadır.
Gerede Tüneli Türkiye’nin 31.592 m’lik
4,5 m çapındaki en uzun tünellerinden biridir. Toplam 31 592 metre uzunluktaki Türkiye’nin en uzun içme suyu maksatlı tüneli
ile; Ankara’nın 2045 yılına kadar olan içme
– kullanma suyu ihtiyacı karşılanacaktır.
Gerede Tüneli ve Regülatörü’nden oluşan Gerede Sistemi inşaatına, 27.12.2010
tarihinde başlanmıştır. Toplam 31 592 m
uzunluğundaki tünel, üç adet Tünel Delme Makinası ile açılmakta olup L=23.378
m kısmı açılarak % 74 fiziki gerçekleşme
sağlanmıştır.
Dünyanın birçok ülkesinin nüfusundan
fazla nüfusa sahip olan İstanbul’un, uzun
vadeli içme ve kullanma suyu ihtiyacını karşılamak amacıyla 4 aşama halinde geliştirilen
Melen Projesi kapsamında inşa edilen Boğaziçi Tüneli, dünyada bir ilki başarmıştır. 5551
itü vakfı dergisi 25
SU DOSYASI
Tarımsal sulama
metre uzunluğunda, bitmiş çapı 4 metre olan
Boğaziçi Tüneli, dünyada ilk kez iki kıtayı birleştiren su tüneli olarak tarihe geçmiştir. Avrupa ile Asya kıtasını suyoluyla birleştiren Boğaziçi Tüneli, deniz seviyesinin 135 metre
altından geçmektedir. Anadolu yakasında
temin edilen suyu Asya yakasından Avrupa yakasına taşımak amacıyla inşa edilen
ve Asya ile Avrupa’yı yeraltından birbirine
bağlayan ilk tünel olan Boğaziçi Tüneli
günde 2,8 milyon m3 suyu yani, Avrupa yakasının şu anda kullandığı suyun 2,5 mislini
Avrupa yakasına taşıyacaktır.
Dünyada bir ilki gerçekleştirilen diğer
bir projemiz KKTC Su Temin Projesidir.
Proje, Dragon çayından; Türkiye tarafı 23 km, deniz geçişi 80 km ve KKTC
tarafı 3 km olmak üzere toplam 106 km
uzunluğundaki hat ile yılda 75 milyon m3
(37,24 milyon m3 tarım, 37,76 milyon m3
içme suyu) suyun KKTC’ye iletilmesini
kapsamaktadır. Projenin tamamlanmasıyla KKTC’nin 50 yıllık içme-kullanma suyu
ihtiyacı karşılanacaktır. “KKTC Su Temini
Projesi”nin en kritik bölümünü deniz geçişi isale hattı oluşturmaktadır. Dünyada
ilk kez uygulanan sistem ile Alaköprü Barajı’nda depolanan su; Türkiye ana kara
parçasının güney kıyısı ile KKTC’nin kuzey kıyısı arasında, en çukur yeri yaklaşık
1430 metre derinliğe sahip bir güzergâh
üzerinde, deniz yüzeyinden 250 metre derinlikte askıda tutulan ve deniz tabanına
26 itü vakfı dergisi
Oymapınar Barajı
halatlar ve ankraj kütleleriyle bağlanan 80
km uzunluğundaki deniz geçişi isale hattı ile KKTC tarafında yapılacak Geçitköy
Barajı’na getirilecektir. 66,5 km’lik Deniz
Geçişi tamamlanmıştır.
Atıksu Toplama ve Arıtma Tesisleri
Çalışmaları
02.11.2011 tarih ve 662 sayılı KHK ile DSİ
Genel Müdürlüğü Atıksu Dairesi Başkan-
lığını kurarak bu sektördeki çalışmalarına
hız vermiştir. Ergene Nehri Havzası Koruma Eylem Planı kapsamında, havzada
nüfusu 10.000’den büyük 12 ilçe belediyesinin ileri biyolojik evsel atıksu arıtma
tesislerinin projelendirme çalışmaları
tamamlanmış olup, 2015 yılı itibariyle
3 tesisin (Edirne Uzunköprü, Kırklareli
Merkez ve Vize) inşaatları tamamlanarak işletmeye alınmıştır. İnşaatları devam
Melen Projesi kapsamında inşa
edilen Boğaziçi Tüneli, dünyada
bir ilki başarmıştır. 5551 metre
uzunluğunda, bitmiş çapı 4 metre
olan Boğaziçi Tüneli, dünyada ilk
kez iki kıtayı birleştiren su tüneli
olarak tarihe geçmiştir. Avrupa ile
Asya kıtasını suyoluyla birleştiren
Boğaziçi Tüneli, deniz seviyesinin
135 metre altından geçmektedir.
KKTC Su Temin Projesi
eden 9 adet tesisin tamamlanmasıyla,
800.000’i aşan nüfusun oluşturduğu günlük 176.000 m3 evsel atıksu kirliliğinin
önüne geçilecek ve Ergene Nehri daha
temiz akacaktır.
Söz konusu projelerde, “atıksuların kazanılarak yeniden kullanılması” konusundaki çalışmalara ağırlık verilmiş ve tüm
tesislerde arıtılmış atıksuyun sulamada
kullanılmasına imkân sağlayacak üniteler
projelendirilmiştir.
DSİ Genel Müdürlüğü olarak sadece
Ergene Nehri Havzasında değil diğer havzalarda da yürüttüğümüz çalışmalarda,
atıksuların yeniden kullanımını ilke edinmiş
bir yaklaşım izlenmektedir.
Çevre
Çevre Kanunu’nda yer alan “Su Kirliliği
Kontrolü” ve “Çevresel Etki Değerlendirmesi” yönetmelikleri uyarınca; diğer kuruluşlarla birlikte kirlilik araştırma projeleri
ve havza bazında su kirlenmesi atlasları
hazırlanmakta, çevre ile ilgili ulusal ve uluslararası kuruluşlarca yapılan çalışmalar
(Barajlar ve Kalkınma Projesi, Çölleşme ile
Mücadele Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi v.b.) izlenmekte, kalitelerinin sürekli olarak kontrolüne yönelik faaliyetler sürdürülmektedir.
Ayrıca Genel Müdürlüğümüzce geliştirilen projeler bünyesinde yer alan tarihî ve
kültürel mirasın korunması yanında sulak
alanlarla ilgili olarak çalışmalar yapılmaktadır. Bu çerçevede yürütülen başlıca projeler şunlardır:
• Mucur-Seyfe Havzası Ekoloji Koruma
Projesi,
• Manyas Projesi,
• Sultansazlığı - Develi Projesi,
• Uzungöl Rehabilitasyon Projesi
• Konya-Çumra III. Merhale Projesi
• (Hotamış sazlıklarının rehabilitasyonu)
• Bafa Gölü Serçin Prizi (Göl Kabartma
Yapısı) Projesi
Taşkın Yönetimi Çalışmaları
Türkiye’de son 20 yılda meydana gelen
taşkınlarda yaklaşık 400 kişi hayatını kaybetmiş, 2,5 milyar TL maddi kayıp yaşanmıştır.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü,
taşkın önleme çalışmalarını faal bir şekilde sürdürmekte olup yağışa bağlı olarak
günlük baraj seviyelerini izlemektedir. DSİ;
yaklaşık 1 400 000 hektar tarım alanında
belirli mertebede taşkın koruma ve kontrolünü sağlamıştır. 2015 yılı itibarıyla DSİ’ce
işletmeye alınan taşkın tesisi yaklaşık 7 bin
adettir.
Bir Kalkınma Projesi: GAP
Güneydoğu Anadolu Projesi ülkemizin
nüfusunun ve yüzölçümünün % 10’unu
teşkil eden bir alanda; hidroelektrik potansiyelimizin % 23’ünü ve tarım potansi-
yelimizin % 20’sini kapsamaktadır. Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımlarından
biri olan ve DSİ tarafından geliştirilen
GAP kapsamında 22 Baraj, 19 Hidroelektrik Santralı, 1,058 milyon hektar sulama alanı, 9 adet içme suyu projesi yer
almaktadır.
GAP yatırım faaliyetlerinin başlamasından bu tarafa toplam sulama alanının %
45’i işletmeye açılmıştır. Enerji projelerindeki gerçekleşme oranı ise % 78’e ulaşmıştır.
İçme suyu projeleri ise %54 oranında gerçekleştirilmiştir.
GAP tamamlandığında Sulama faydası 2,2 milyar, enerji faydası 4 milyar,
İçmesuyu faydası ise 410 milyon dolar
olmak üzere milli ekonomiye yılda toplam 6,61 milyar dolar katkı ve 1 270 000
kişiye doğrudan istihdam imkânı sağlanacaktır.
GAP; Konya Ovası Projesi (KOP), Doğu
Anadolu Projesi (DAP) gibi bölgesel projelere öncülük etmiştir. Bölgesel gelişmenin,
topyekûn ülke kalkınmasına hizmet edeceği gerçeğinden hareketle GAP’ı takiben
birçok bölgesel proje planlanarak çalışmalarına başlanmış ve önemli mesafe katedilmiştir.
2023 Yılı Hedefleri
Yapılan plânlamalara göre 2023 yılında
elverişli su potansiyelimizden maksimum oranda yararlanılması hedeflenmektedir.
2023 Hedefleri:
• 2023 yılı itibariyle ülkemizin sulanabilir
alanı olan 8,5 milyon hektar araziyi sulu
tarıma açmak,
• Ülkemizin ekonomik hidroelektrik potansiyeli olan 160 milyar kWh enerjinin
tamamından faydalanmak,
• 38,5 milyar m3 içme, kullanma ve sanayi suyunu vatandaşlarımızın hizmetine
sunmaktır.
itü vakfı dergisi 27
SU DOSYASI
Türkiye’deki Hidroelektrik Potansiyelin
Değerlendirme Süreci ve Sonuçları
Prof. Dr. İlhan AVCI
İTÜ İnşaat Fakültesi
([email protected])
Günümüzde yeni finans/
yatırım modellerine göre
başvuru yapılan HES adedi
2000’leri aşmıştır. Her ne
kadar “bütün sorumluluk ve
riskler yatırımcı şirkete ait olsa
da”, DSİ’nin bugünkü kadro
ve kapasitesiyle böylesine
büyük bir iş potansiyelinin
yönetilmesinde ciddi zorluklarla
karşılaşacağı açıktır…
28 itü vakfı dergisi
Hidroelektrik Enerji Potansiyeli
B
ir ülkedeki dere, çay ve nehir olarak tanımlanan yüzeysel su kaynaklarındaki toplam hidroelektrik
potansiyel, “teorik/brüt potansiyel”, “teknik yapılabilir potansiyel” ve “ekonomik
yapılabilir potansiyel” olmak üzere üç
farklı şekilde değerlendirilmektedir.Teknik
ve ekonomik yapılabilirliği dikkate alınmadan, mevcut su kaynaklarındaki ortalama
debi ve düşüm yüksekliklerine göre hesaplanan hidroelektrik potansiyel, “teorik/brut potansiyel” olarak tanımlanmaktadır.
DSİ verilerine göre, Türkiye’deki brüt
hidroelektrik potansiyel 433 milyar kWh
düzeyindedir. Bu değer, dünya hirdoelektrik potansiyelinin %1’ine, Avrupa
hidroelektrik potansiyelinin ise %14’üne
karşı gelmektedir.
Ekonomik yapılabilir olması koşulu
göz önüne alınmadan, ülkenin hidroe-
lektrik kaynaklarından teknik yapılabilirliği olanlarının tümünün değerlendirilmesi
durumunda oluşabilecek üretim miktarı
“Teknik Potansiyel” olarak tanımlanmaktadır.
Türkiye’de hesaplanan teknik hidroelektrik enerji potansiyeli 223 milyar
kWh, teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilir potansiyel ise 140 milyar kWh
düzeyindedir. Bu potansiyel, ülkemiz için
ulusal ve yenilenebilir bir enerji kaynağı
olarak çok önemli bir değerdir.
Hidroelektrik Potansiyelin
Değerlendirilme Yöntemleri
Bir akarsuyun hidroelektrik potansiyelinin
değerlendirilmesinde iki yöntem kullanılır.
Bunlardan birisi, akarsuyun üzerinde gölet veya baraj gibi su yapıları inşa ederek
ihtiyaçtan fazla gelen suyu biriktirmek ve
bu potansiyeli kullanarak elektrik enerjisi
üretmek, diğeri de doğrudan akarsuyun
doğal akım miktarını kullanmaktır.
Başlangıçta tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de hidroelektrik santrallar tamamen doğal akışlı olarak inşa edilmişlerdir. Günümüzde bu tür santralların
yerini ağırlıklı olarak biriktirmeli (barajlı) hidroelektrik santrallar almış olmakla
beraber, hidrolik potansiyeli uygun olan
ülkelerde bu doğal akışlı tesislerin inşa
edilmesi ve işletilmesine devam edilmektedir. Ancak, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu tür tesislerin planlanması,
projelendirilmesi ve işletilmesinde henüz
aşılamamış önemli sorunlar bulunmaktadır. Bir ülkenin elektrik enerjisi ihtiyacının
karşılanmasındaki önemi ve katkı oranları
ülkeden ülkeye değişebilmekle beraber
teknik, ekonomik ve politik boyutları olan
bu sorunlar, hemen her ülke için ortak
özellikler taşımaktadır.
Temel Kavramlar ve Sistem Elemanları
Çevirmeli tip nehir santralları genellikle
akarsuyun yukarı ve orta kesimlerinde
yer alırlar. Bu tip santrallarda akarsudan
suyun alınması ve santrala iletilmesi iki
şekilde olabilmektedir. Birinci tipte, sualma yapısı genellikle bir baraj olmakta
ve santral yapısı ya hemen barajın mansabında, veya barajdan çıkan ve basınçlı
çalışan bir galeri/tünel ve cebri borunun
sonunda yer almaktadır.. İkinci tipte ise
su alma yapısı genellikle bir bağlama/
regülatör (kabartma yapısı) olmakta ve
alınan suyun santrala iletilmesi serbest
yüzeyli akımın yeraldığı bir galeri veya
açık kanal ve cebri boru yardımıyla yapılmaktadır. Bunlardan birincisi depolamalı,
ikincisi ise doğal akışlı HES olarak adlandırılmaktadır.
Özellikle yatak eğiminin fazla olduğu
orta ve yukarı (menba) akarsu kesimlerinde planlanan ve inşa edilen bu doğal
akışlı santrallarda, her zaman akarsudan
güvenli bir su alabilmek için iyi tasarlanmış bir sualma yapısına, alınan su içinde
varolan ve türbin, vana gibi santral elemanlarında hasara neden olan katı maddelerin sudan ayrılması için de yine doğru projelendirilmiş çökeltme havuzlarına
ihtiyaç vardır. Özellikle katı madde yükü
fazla olan erozyon bölgesindeki akarsularda bu iki ünite, santralın işletme performansı açısından çok büyük bir öneme
sahiptir. Bu tesislerin yetersiz oluşu veya
işletme-bakım kurallarına uyulmaması
durumunda, sistem elemanlarında çok
önemli aşınma/erezyon ve kavitasyon
Türkiye’de hesaplanan teknik
hidroelektrik enerji potansiyeli
223 milyar kWh, teknik ve ekonomik
olarak değerlendirilebilir potansiyel
ise 140 milyar kWh düzeyindedir.
Bu potansiyel, ülkemiz için ulusal
ve yenilenebilir bir enerji kaynağı
olarak çok önemli bir değerdir.
sorunları ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de
işletmede olan eski ve yeni doğal akışlı
bütün HE santralların bu sorunla karşı
karşıya olduğu bilinmektedir.
Doğal Akışlı Çevirmeli Tip Santralların
Tanımlanması ve Sınıflandırılması
Bir veya birden fazla türbin-jeneratör ünitesi bulunan ve ünitelerin toplam kurulu
gücü 10.000 Kw’dan büyük olanlar “büyük hidroelektrik santral”, bu değerden
küçük olanlar ise “küçük hidroelektrik
santral” olarak adlandırılmaktadır.
Küçük hidroelektrik santralların değişik kriterlere göre sınıflandırılmaları
mümkündür. Ülkelerin ekonomik yapıları
ve hidrolik potansiyellerindeki özelliklerin farklılıklar göstermesi, tüm ülkeler için
standart bir sınıflandırma sistemine gitmeyi engellemektedir. Bu nedenle çeşitli
ülkelerde değişik sınıflandırma sistemleri
kullanılmaktadır. Genellikle sınıflandırmada aşağıdaki kriterler gözönüne alınmaktadır:
1) Enerji Ekonomisi Yönünden
Sınıflandırma
a) Santralın kurulu gücüne göre:
• Gücü 0-100 Kw olan santrallar (mikro),
• Gücü 101-1000 Kw olan santrallar
(mini),
• Gücü 1001-10000 Kw olan santrallar
(küçük)
b) Santralların ulusal şebeke ile
ilişkisine göre:
• Ulusal şebekeden bağımsız izole
santrallar,
• Ulusal şebekeye bağlı santrallar,
• Küçük şebekelere bağlı santrallar
2) Teknik Özelliklere Göre Sınıflandırma
a) Santralda kullanılan suyun
kaynağına göre: Akarsu, göl, pınar,
yapay kanal santralları
b) Düşüm yüksekliğine göre
sınıflandırma: Alçak düşümlü santrallar
(H<15 m), orta düşümlü santrallar
(15 m<H<50 m) ve yüksek düşümlü
santrallar (H>50 m)
Çeşitli ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de küçük hidroelektrik santralların
sınıflandırılması, santralın kurulu gücüne
göre yapılmaktadır. Ancak, ülkelerin ekonomik ve teknolojik özelliklerine göre küçük hidroelektrik tesislerinin tesis gücünün sınırları değişik değerler almaktadır.
Türkiye’de UNİDO tarafından yapılmış
olan sınıflandırma sistemi benimsenmiştir.
Buna göre; 0-100 Kw gücü arasında olanlar mikro, 101-1000 Kw arasında olanlar
mini, 1001-10000 Kw arasında olanlar küçük santrallar olarak kabul edilmiştir.
Hidroelektrik Potansiyelin
Değerlendirilmesinde Tarihsel Gelişim
Dünya’daki durum
Kalkınmanın vazgeçilmez koşulu,
ucuz, yeterli ve olumsuz çevresel etki yaratmayan bir enerji potansiyeline sahip
olmaktır. Bu potansiyel içinde elektrik
enerjisi en kıymetli olanıdır. Ülkelerin hem
kırsal hem de kentsel yaşam koşullarının iyileştirilmesi, sanayinin geliştirilmesi ve üretimin artırılmasında temel öğe
hep elektrik enerjisi olmuştur. Ülkeler, bu
enerjiyi sağlamada önceliği varolan hidroelektrik potansiyelin değerlendirilmesine vermişler ve bu politikalarını günümüze kadar da sürdürmüşlerdir.
Henüz büyük baraj ve hidroelektrik
santral teknolojilerinin gelişmediği yirminci yüzyıl başlarına kadar elektrik enerjisi
üretiminde tek seçenek, doğal akışlı mini
ve küçük hidroelektrik santral uygulamaları olmuştur. Yeni üretim yöntem ve
teknolojileri ile büyük barajlar yanında,
küçük akarsu potansiyelinin değerlendirilmesi ve yakın bölgedeki kırsal kesimin
kalkınmasında kullanılması amacıyla bugün de bu uygulamalar sürdürülmektedir.
Bugün Çin’de küçük hidroelektrik santral
boyutunda 100 binden fazla sayıda tesisin varlığı ve bunların sayılarının hızla artırıldığı gerçeği buna tipik bir örnek oluşturmaktadır. Birleşik Amerika’da da aynı
politika izlenmekte ve bu tür santralların
kurulması, işletilmesi ve elektrik dağıtılmasını üstlenmiş üç bine yakın sayıda
“kırsal kesim elektrifikasyon kooperatifi”
özel bir yasayla desteklenmektedir. Hatta
bu yapılanma ve üretim öylesine önemli
ki, bugün Amerika’da “eğer bu kooperatifler şalteri kapatırlarsa, kırsal kesimin
itü vakfı dergisi 29
SU DOSYASI
Türkiye'de Elektrik Enerjisi Üretiminde Kamu ve Özel Sektörün Payı
%90’ı elektriksiz kalır” gerçeği kabul edilmektedir.
Büyük barajlı hidrolik santrallara veya
termik-nükleer santrallara oranla üretim
miktarları çok düşük kalmakla beraber,
özellikle küçük su kaynaklarını değerlendirmek ve ulusal şebekeden uzak olan
kırsal kesimin kalkınmasını sağlamak
amacıyla hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan tüm ülkeler dün olduğu gibi
bugün de bu küçük hidroelektrik santral
uygulamalarını sürdürmektedirler. Buna
paralel olarak, bu tür tesislerde varolan
planlama, uygulama, bakım ve işletme
sorunlarının giderilmesi yönünde araştırma çalışmaları da devam etmektedir.
Nükleer, termik ve barajlı hidroelektrik
santrallardaki olumsuz çevresel etkilere
karşı Dünya kamuoyunda oluşan tepki ve
duyarlılık karşısında, bu doğal akışlı su
kaynaklarının değerlendirilmesi seçeneğinin gelecek yıllarda daha da öncelik ve
önem kazanacağı bir gerçektir.
Türkiye’de Hidroelektrik Enerji
Planlama ve Üretiminin Tarihsel
Gelişimi
Türkiye’de doğal akışlı ve çevirmeli hidroelektrik santrallar 1926 yılından itibaren kullanılmaktadır. Büyük bir bölümü
1950-1960 yılları arasında inşa edilen
bu tip santralların yapımına 1972 yılına
kadar değişik kuruluşlarca devam edilmiştir. Önceleri enerji üretimi için yaygın
bir biçimde kullanılan küçük hidroelektrik
30 itü vakfı dergisi
santrallar, 1960’lı yıllardan sonra yerlerini
büyük boyutlu baraj ve hidroelektrik santrallara bırakmışlardır. Diğer birçok ülkede olduğu gibi bu gelişim Türkiye’de de
gözlenmiştir. Ancak, gerek süratle artan
enerji talebi, gerekse büyük barajların inşasında karşılaşılan finansman zorlukları
ve olumsuz çevre etkileri karşısında tüm
enerji kaynaklarından yararlanma zorunluluğu ortaya çıkmış ve bunun sonucu
olarak küçük hidroelektrik santrallardan
enerji üretilmesi yeniden önem kazanmaya başlamıştır.
Türkiye’de hidroelektrik potansiyelin
planlanmasında ve yatırımında birinci derecede görevli ve sorumlu olan bugünkü
D.S.İ. ve mülga Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlükleri (EİEİ) kurulmadan
önce, yani 1930 ve 1950’li yıllara kadar,
Özellikle yatak eğiminin fazla
olduğu orta ve yukarı (menba)
akarsu kesimlerinde planlanan
ve inşa edilen bu doğal akışlı
santrallarda, her zaman akarsudan
güvenli bir su alabilmek için iyi
tasarlanmış bir sualma yapısına,
alınan su içinde varolan ve türbin,
vana gibi santral elemanlarında
hasara neden olan katı maddelerin
sudan ayrılması için de yine
doğru projelendirilmiş çökeltme
havuzlarına ihtiyaç vardır.
bu kaynaklardan elektrik üretmek üzere
yatırım yapan kurum ve kuruluşlar olarak,
İller Bankası, ETİBANK, Yerel Belediye
veya Belediyeler Birliği, Kamu Sanayi
Kuruluşları, Tüccarlar Birliği ve İmtiyazlı Ticari Şirketlerin olduğunu görüyoruz.
Daha sonra, önce EİEİ, sonra da DSİ’nin
kurulmasından sonra, bu alandaki yatırımların hemen hemen tamamı kamu
tarafından ve kamu kaynakları veya kredi kullanılarak yapılmaya başlamıştır. Bu
yatırımlar bazen hızlanmış, bazen yavaşlamış ve 1980’li yıllara gelindiğinde de
durma noktasına gelmiştir. Bu yıllardan
itibaren de, dönemin iktidarının benimsediği serbest piyasa ekonomisi ilkeleri
çerçevesinde kamu bu yatırım alanından
çekilmeye başlamış ve bu yatırım alanını
Yap- İşlet- Devret (YİD), Yap- İşlet (Yİ),
Otoprodüktör ve İşletme Deviri (İD) gibi
yeni finans modelleri çerçevesinde özel
sektöre açmıştır.
Böylece, her birinin kendine özgü tanım ve özelliği olan bu modellerin uygulamaya konulması ve beklenen sonuçlara
ulaşılabilmesi amacıyla birçok yasa ve
yönetmelik çıkarılarak hukuki ve idari altyapının oluşturulmasına çalışılmıştır. Bu
yasa ve düzenlemeler ile her bir modelin
tanım ve temel özellikleri alt bölümlerde
kısaca verilecektir. Bundan sonra da,
1984’den günümüze kadar geçen 30 yılı
aşkın süre içinde bu modellerin uygulanması, uygulama sonuçları, kamu ve özel
sektör yönünden başarılı - başarısız yönleri üzerinde durulacaktır.
HES Projelerinin
Gerçekleştirilmesinde Kullanılan
Finans Kaynakları
Bu projelerin gerçekleştirilmesinde gerekli finansman, ya kamu tarafından veya
özel sektör tarafından sağlanabilmektedir. Bunlardan kamunun kullanabileceği
finans kaynakları ile, özel sektör tarafından sağlanacak finansman modelleri
şöyle sıralanabilir:
A. Kamu Finansmanı
Ç Devlet bütçesinden,
Ç Başta Dünya Bankası olmak üzere
uluslararası finans kurumlarından,
Ç Devletler/Hükümetler arası ekonomik
işbirliği çerçevesinde sağlanan kredilerle,
Ç İkili anlaşmalarla.
B. Özel Sektör Finansmanı
Yap-İşlet, Yap-İşlet-Devret veya mevcut HES’lerin
İşletme Devri modelleri çerçevesinde özel sektör tarafından sağlanan öz kaynak
ve ulusal banka kredileri ile;
veyahut yabancı yatırımcılarla şirket ortaklığına gidilerek sağlanan finansman.
Yatırımcı Profili ve
Finans Kaynaklarına
Bağlı Olarak Türkiye’de
Hidroelektrik Enerji
Yatırım ve Üretimi
Kısa Tarihçe:
• 1970 Öncesi: Kamu
Kurumları, Özel İmtiyazlar
ve dağınık uygulamalar dönemi
Türkiye'de Elektrik Enerjisi Kurulu Gücünün Kaynaklara Göre Dağılımı
Bu dönem sonunda çok
sınırlı bir yatırım ve üretim
sağlanabilmiş ve toplam elektrik enerjisi
3 Eylül 2002 tarihinden itibaren uygulamaüretimindeki hidroelektrik enerjinin payı
ya konulmuştur.
%35 düzeylerinde kalmıştır.
• 2003-2005 ve Sonrası: Serbest
• 1970-1982 Arası: Bütünleşme
(Rekabetçi) Piyasa Dönemi
(Yarı Tekel) Dönemi
Özel sektörün beklentileri ve ısrarları
Bu dönem, hem kamu hem de imtiyazlı
sonucunda 2003 yılında yürürlüğe giren
şirketlerin yatırım ve işletmede bir arada
“Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği ve 2005
olduğu dönem olup, ülkedeki toplam elektyılında çıkarılan 5346 sayılı “Yenilenebilir
rik enerji üretim potansiyeli içinde hidroeEnerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretilektriğin payı %53’lere çıkmıştır.
mi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun (YEK)”
• 1982-1983/84 Dönemi:
ile birlikte bu dönemde piyasa daha da
Kamu Tekeli Dönemi
serbestleştirilmiş; su kullanım hakkı antSadece sınırlı kamu yatırımlarının ollaşmasıyla beraber, Özel Sektörün yapaduğu bu dönemde özel sektörün yeni bir
cağı HES’lerden elektrik üretip satabilme
yatırımı olmamıştır.
serbestliği de getirilmiştir.
• 1984-2001 Dönemi: Özel Sektöre
2005 yılından itibaren günümüze kaAçılım Dönemi
dar da yeni finans ve yatırım modellerinin
Yap İşlet Devret (YİD), Yap İşlet (Yİ),
uygulanmasına ilişkin daha birçok yasal
İşletme Hakkı Devri (İHD) ve Otoprodükdüzenleme yapılmıştır.
tör Modellerine işlerlik kazandırıldığı bu
dönemde, özel sektör tarafından yapılan
EPDK Dönemi, Serbest Üretim
çok sınırlı yatırım ve üretim miktarı, kamuve YİD Modelinin Açık Tanımı ve
nun bu modellerden beklentilerine cevap
Günümüzdeki Uygulama Biçimi
verememiştir.
“Elektrik Piyasası Kanunu” nun yürürlüğe
• 2001-2002 Dönemi: Yeni Piyasa
girdiği Mart 2001 tarihinden önce 3096
Dönemi
sayılı Kanun kapsamındaki projeler hariç,
Özel sektörün önünü açan bütün bu
içme-kullanma suyu temini, sulama, eneryasal düzenlemelere rağmen, yatırım ve
ji, taşkın koruma ve drenaj gibi her türlü
üretimde temel kaynak olan “su”yun tahamaca yönelik su ile ilgili bütün projeler
sisi ve kullanım güvencesi ve yatırım-üilk etüt aşamasından işletmeye kadar her
retim-pazarlama/satış konularında özel
kademede Devlet Su İşleri Genel Müdürsektör sürekli bir güvence arayışı içinde
lüğü’nün sorumluluğu kapsamındaydı.
olmuştur. Bu bağlamda, 4628 sayılı Elektİnşaat tamamlandıktan sonra santralın
rik Piyasası Kanunu 3 Mart 2001 tarihinde
işletmesi devir protokolüyle bu alanda uzyürürlüğe girmiş ve yeni piyasa modeli
man kuruluş olan Elektrik Üretim Anonim
Şirketine (EÜAŞ) devredilmekteydi. 4 Ağustos 2002 tarihinde
“Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği” ve 26 Haziran 2003
tarihinde “Su Kullanım Anlaşması Yönetmeliği”nin yürürlüğe girmesiyle birlikte, 4628
sayılı Kanun gereğince DSİ ve
EİE tarafından 2003 yılına kadar çeşitli kademelerde geliştirilmiş olan bütün hidroelektrik
santral projeleri DSİ internet
sayfasında yayımlanarak tüzel
kişilerin başvurusuna açılmıştır.
Kamu tarafından geliştirilmiş olan bu projelerin dışında,
tüzel kişiler tarafından da HES
projeleri geliştirilerek, yatırım
talebiyle DSİ’ye önerilebilmektedir. Bu tür projeler de yine
DSİ internet sitesinde yayınlanarak bir ay boyunca diğer
yatırımcıların da tekliflerine açılmıştırr. Sitede yayınlanan projelere başvuru yapan ve
belirli bir formata göre bir ay içinde proje
öneri/teklif dosyasını DSİ’ye teslim etmiş
olan yatırımcılara, teklif etmiş oldukları projeleri için fizibilite raporlarını hazırlamak
üzere, başlangıçta 6 ay, daha sonraları üç
aylık bir süre verilmiştir.
Yönetmelikte belirlenen süreler içerisinde hazırlanmış olan fizibilite raporları
tüm firmalardan eşzamalı olarak alınmakta
ve yapılan incelemeler sonucunda DSİ’nin
kabul edilebilir bulduğu firmalar Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna (EPDK) lisans almak üzere gönderilmektedir. Eğer
bir proje için birden fazla firma başvurmuş
ve EPDK’ya gönderilmiş ise, DSİ’de yapılan ihaleye kapalı zarf yöntemiyle teklifler
verilmekte ve en yüksek lisans bedelini
(üretilecek enerjinin satışından Kamu’ya
aktarılacak “Kamu Hissesi/ su kullanım bedeli” payı) veren firma lisans almaya hak
kazanmaktadır. Bu hakkı elde eden firma,
Nükleer, termik ve barajlı
hidroelektrik santrallardaki
olumsuz çevresel etkilere karşı
Dünya kamuoyunda oluşan
tepki ve duyarlılık karşısında,
bu doğal akışlı su kaynaklarının
değerlendirilmesi seçeneğinin
gelecek yıllarda daha da öncelik ve
önem kazanacağı bir gerçektir.
itü vakfı dergisi 31
SU DOSYASI
DSİ Genel Müdürlüğü ile üretim lisansı için
önşart olan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) sürecini tamamlayıp “Su Kullanım
Anlaşması”nı imzaladıktan sonra önce
EPDK’dan “yatırım lisansı”, yatırımlar tamamlanıp gerekli kabul işlemleri tamamlandıktan sonar da “üretim lisansı” almaktadır.
Kamu ve Yatırımcı Yönünden YİD
Modelinin Olumlu ve Olumsuz Yönleri
YİD Modelinin Olumlu Olarak Değerlendirilen Yönleri:
• Ülkenin yapmak zorunda olduğu altyapı projeleri için gerekli finansmanın bulunması.
• Yabancı sermayenin ülkeye girişinin
sağlanması.
• Devletin borçlanmaması, toplam yatırım masraflarının ve sermaye kârının proje
tarafından ödenmesi.
• Devletin sadece planlama, ihale ve
denetimi üstlenmesi, projelerin finansman,
yapım ve işletme sorumluluğu ve risklerinin yatırımcı şirkete devredilmesi.
• Projede uygulanabilir ileri teknolojinin
ülkeye getirilmesi.
• Projelerin normal programlanan sürelerden daha kısa sürede bitirilmesi.
• Projelerin optimum faydayı sağlayacak biçimde işletilmesi.
• Sistemin ihale aşamasında rekabete
açık olması.
Yap-İşlet-Devret Modeline Yönelik
Eleştiriler
• Özel sektör tarafından geliştirilen
projelerde , su kaynaklarının havza bütünlüğü içinde entegre planlama ilkesi bulunmamakta ve çok yüzeysel etüt ve çalışmalarla üretilmiş olan bu tür projelerde kamu
Projelerin çevreye olabilecek
önemli etkilerinin göz
önünde tutulması gerekirdi.
Giderilemeyecek çevre sorunları
olan projeler kesinlikle Yapİşlet-Devret projeleri programına
konmamalıdır. Özel sektör
tarafından geliştirilip DSİ’ye
teklif edilen HES projeleri dahil
olmak üzere, bütün projelere
ait Çevresel Etki Değerlendirme
Raporu (ÇED) sürecinin, kamu (DSİ
veya EİE) tarafından yürütülerek
tamamlanmış olması önemlidir.
32 itü vakfı dergisi
yararından çok, yatırımcının ticari kazancı
ön planda tutulmaktadır.
• Enerji amaçlı su kaynağı tahsis ve
kullanım talep ve kararlarında, çevre değerleri ve çevre su hakları yeterince değerlendirilmemekte; suya taraf ve sudan
çıkarı olan grupların karar sürecine katılımları sağlanmamakta ve projenin uygulanması aşamasında kamu- yatırımcı ve
toplum arasında sorunlar yaşanmaktadır.
• Özel sektör tarafından geliştirilmiş
olan projelerin pek çoğu, yatırım yapılmak amacıyla değil, gerçek yatırımcılara
pazarlanmak amacıyla yapılmaktadır. Bu
süreç ve modelde kamu kontrolu yetersiz
kalmaktadır.
• Gerçek yatırımcı olmayan şirketler
tarafından geliştirilen bu projeler için hazırlanan fizibilite/yapılabilirlik raporlarında,
teknik, ekonomik, mali ve çevresel yapılabilirlik analizleri çok yüzeysel düzeyde
yapılmakta ve kamu da bu raporları gerekli
ciddiyet ve titizlikle inceleyemediği için,
bu projeleri yatırıma dönüştürmek isteyen
gerçek yatırımcılar ve kamu bundan zarar
görmektedir.
• Yabancılık unsuru olan proje dökümanlarında uluslararası tahkim istenmektedir
• Yabancı sermaye ve kârın yurt dışına
çıkacağı zaman sorunlar yaşanabilecektir
Özel Sektör ve TÜSİAD’ın Kamu HES
Yatırımlarına Karşı Bakışı
Yeni finans modelleri ile 20 yılı aşkın bir sürede HES yatırımları konusunda beklenen
enerji üretim kapasitesi sağlanamayınca,
kamunun tekrar devreye girme yaklaşımına karşı özel sektör ve TÜSİAD’ın tek yönlü
bakışı, TÜSİAD Enerji Raporu (1998)’de
ilginç bir üslup ve yaklaşımla verilmektedir.
Bu yorum ve değerlendirmeler, aşağıda
aynen yansıtılmaktadır.
‘’ .... Bugün DSİ pek çok projeyi masa
üzerine yatırmış, Amerika ile yapılan enerji anlaşmasına dayanarak, bu santralların
kurulması için Amerikan kredisi ile Amerikan firmalarının konsorsiyumlarına işlerin
ihalesine çalışmaktadır. Böylece, DSİ tarafından inşa ettirilecek santraların daha
sonra TEAŞ’a devredilmesi planlanmıştır.
Alınan kredi de geri ödenecektir. Bu devletçiliktir ve ileride Türkiye’yi zora sokar.
Oysa, büyük küçük her HES’in Yap-İşlet-Devret ya da daha iyisi bir anayasal
ve yasal düzenlemeden sonra Yap-İşlet
modeli ile yerli ve yabancı konsorsiyuma
dayalı özel sektöre yaptırılması; Amerika’dan kredi yerine sermaye transferi
yapılması, kurmaya çalıştığımız liberal
ekonomik düzen için gereklidir. Baraj ve
hidroelektrik santrallarını devletin kurduğu bir ülke olmaktan, özel sektörün kurduğu bir ülke olmaya fikren ve fiilen yönelmeliyiz. Enerjide devletçilik hortlamamak
üzere gömülmelidir. Bırakınız yatırımları
özel sektör yapsın, bırakınız santralları
özel sektör işletsin.
Yürürlükteki YİD Modeline işlerlik kazandırmak için, ya santralın ekonomik
ömrü boyunca ya da belli bir süre için işletmeciye tam mülkiyet hakkı tanınmalıdır.’’
Yeni Finans Modelleri İle Özel Sektör
HES Yatırımlarındaki Mevcut Durum
Modelin uygulamaya konulduğu 1984 yılından 2015 yılına kadar geçen 30 yılı aşkın
sürede özel sektör tarafından gerçekleştirilen / (gerçekleştirilmesi beklenen) HES
sayısı ve üretim miktarı, beklenen düzeyin
çok altına kalmıştır.
Bütün bu arayış ve çabalara karşın,
günümüzde Türkiye’deki toplam elektrik
enerjisi kurlu gücü, üretim kaynakları ve
üretici sektörler arasındaki hidroelektriğin
payı istenen düzeye çıkamamıştır.
Yeni Finans Modelleri ile HES
Yatırımlarında Kamu Adına DSİ’nin
Görev ve Sorumluluğu
Günümüzde yeni finans/yatırım modellerine
göre başvuru yapılan HES adedi 2000’leri
aşmıştır. Her ne kadar “bütün sorumluluk ve
riskler yatırımcı şirkete ait olsa da”, DSİ’nin
bugünkü kadro ve kapasitesiyle böylesine
büyük bir iş potansiyelinin yönetilmesinde
ciddi zorluklarla karşılaşacağı açıktır. Nitekim, son olarak 18 Mayıs 2005 tarihinde
çıkarılan Yenilenebilir Enerji Yasası (YEK)
ve 26 Haziran 2003 tarihinde yayınlanmış
olan “Su Kullanım Anlaşması”na yönelik
yönetmelik ile birlikte HES yatırımı için çok
yoğun bir özel sektör talebiyle karşılaşan
ETKB (DSİ), bir anlamda bu talebi ve piyasayı kontrol etmekte acze düşmüş; kamunun bu yetersizliği ve zaafından yararlanan
pek çok proje/lisans başvuru veya lisans
sahibi şirket, hisse devirleri yoluyla kamu
kaynaklarını ranta dönüştürerek hem modeli işlemez hale getirmiş,hem de iyi niyetli
ve yatırım gücü olan gerçek yatırımcının
önünü tıkamıştır. Ne hazindir ki; bugün bu
devir/satış teklif ve talepleri artık kapalı kapılar arkasında değil de ulusal gazete ilan-
ları ile yapılmakta ve enerji arz güvenliğinin
sağlanması adına bu alanda özel sektör tarafından yapılacak yatırımlara bel bağlayan
kamu yönetimi de hala bu olup bitenlere seyirci kalmaktadır. Su gibi çok değerli kamu
kaynağı üzerinden rant sağlama adına yürütülen bu oyunların önlenmesi ve gerçek
yatırımcının önünün açılması yönünde ne
yazık ki hala herhangi bir düzenleme ve uygulamaya gidilmemektedir.
Sonuç ve Öneriler
Serbest piyasa ekonomisi ilkeleri ve kamu
kaynaklarının yetersiz olması gerekçelerinden yola çıkılarak 1984 yılında başlatılmış
olan ve yeni finans modelleriyle özel sektörden beklenen yatırımlardan daha sağlıklı bir sonuç alınabilmiş olması için:
• Başvuru sahibi firmalar mutlaka ön
seçimden geçirilmeli ve deneyimsiz, teknik yeterlilikleri ve finansman güçleri olmayan firmalardan fizibilite raporunun istenmemesi gerekirdi.
• Kamu eliyle hazırlanmış/hazırlatılmış fizibilite düzeyinde gerekli etüdleri
tamam olmayan projelerin kesinlikle ihale
edilmemesi gerekirdi. Özellikle topoğrafik,
jeolojik, hidrolojik ve çevresel etki değerlendirme etüdlerinin fizibilite düzeyinde
tamamlanmış olmasına özen gösterilmesi
gerekirdi.
• Özellikle özel sektör tarafından geliştirilerek teklif edilmiş olan ve DSİ’nin web
sayfasında yeralan HES projelerinin büyük
bir bölümünün teknik, ekonomik ve çevre-
Su gibi çok önemli stratejik
bir kamu kaynağının yatırıma
dönüştürülmeden rant aracı
olarak kullanılmasının mutlaka
önüne geçilmelidir. Bunun için
gerekli uygulanabilir düzenlemeler
acilen yapılmalı ve kararlılıkla
uygulanmalıdır. Aksi halde, baştan
beri süregelen uygulamalardan
hem kamu, hem de gerçek
yatırımcı özel sektör çok zarar
görecektir.
sel açıdan yapılabilirlik düzeyleri çok düşük, hatta olanaksızdı. Hem arz güvenliği
için yatırım bekleyen kamuyu, hem de salt
ticari/rant amaçlı olarak planlanıp pazarlanmak istenen bu tür projelerin gerçek
yatırımcıyı mağdur etmemesi bakımından
kamunun (DSİ’nin) bu projeleri daha başta
dikkatle incelemesi önemliydi.
• Projelerin çevreye olabilecek önemli
etkilerinin göz önünde tutulması gerekirdi.
Giderilemeyecek çevre sorunları olan projeler kesinlikle Yap-İşlet-Devret projeleri
programına konmamalıdır. Özel sektör tarafından geliştirilip DSİ’ye teklif edilen HES
projeleri dahil olmak üzere, bütün projelere ait Çevresel Etki Değerlendirme Raporu
(ÇED) sürecinin, kamu (DSİ veya EİE) tarafından yürütülerek tamamlanmış olması
önemlidir. Ancak böyle bir süreçten geçerek çevresel yapılabilirliği kanıtlanmış bir
proje hem kamu/toplum hem de yatırımcı
adına yatırım ve işletme/üretim güvencesi
olan bir proje olabilecekti.
• Özel sektör tarafından geliştirilerek
DSİ’ye önerilen ve lisans verilmiş olan
projelere ait ‘’Proje Teklif Dosyası’’, Fizibilite Raporu’’ , ‘’Kesin Proje’’ ve ‘’Uygulama Projeleri’’ni hazırlayacak olan kişi ve
firmaların birçoğunda görülen teknik ve
bilimsel yetersizliklerin, böylesine önemli
projelere olumsuz yansımalarını önlemek
üzere herbir proje aşaması için ‘’Yeterli/
Yetkin Mühendis veya Firma’’ tanımının yapılması ve bunların belgelendirilmesi için
gerekli yasal düzenlemenin bugüne kadar
yapılmamış olması çok büyük bir eksiklik
olarak görülmektedir. Bu eksikliğin giderilmesi, hem kamu haklarının korunması,
hem de bu konuda yeterli bilgiye sahip olmayan yatırımcının yatırım, işletme ve üretim güvenliğinin sağlanması bakımından
çok büyük önem taşımaktadır.
Su gibi çok önemli stratejik bir kamu
kaynağının yatırıma dönüştürülmeden rant
aracı olarak kullanılmasının mutlaka önüne geçilmelidir. Bunun için gerekli uygulanabilir düzenlemeler acilen yapılmalı ve
kararlılıkla uygulanmalıdır.Aksi halde, baştan beri süregelen uygulamalardan hem
kamu, hem de gerçek yatırımcı özel sektör
çok zarar görecektir.
Kaynaklar
AVCI, İ., “Kırsal Kesim Kalkınmasında İtici Bir
Güç: Küçük Hidroelektrik Potansiyel ve Türkiye’deki Durum”, Ölçü, sayfa 50-55, TMMOB
MMO İstanbul Şubesi Nisan 2003.
AVCI, İ., “Küçük Hidroelektrik Tesislerde Planlama-Projelendirme ve İşletme Sorunları”, Prof. Dr.
K.ÇEÇEN’in Anısına, Türkiye’nin Hidroelektrik
Potansiyeli’nin Geliştirilmesi Sempozyumu, İTÜ
İnş.Fak., 11-12 Kasım 1998.
BASMACI, E., “Yeni Dönemde Hidroelektrik
Santraların Özel Sektörce Geliştirilmesi, DSİ
Vakfı, Eylül 2005.
ÖZİŞ, Ü., “Türkiye’nin Su Kuvvetinin Gelişimi”,
Prof. Dr. K. ÇEÇEN’in Anısına: Türkiye’nin Hidroelektrik Potansiyelinin Geliştirilmesi Sempozyumu, Sayfa 47, İTÜ İnş. Fak. , 11-12 Kasım 1998.
DPT, “Onuncu Beş YıllıkBeş Yıllık Kalkınma
Planlı (2014-2018) Enerji Güvenliği ve Verimliliği
Özel İhtisas Komisyonu Raporu”
ÜLTANIR, M., “TÜSİAD Enerji Raporu”, 1998.
TMMOB Makina Mühendisleri Odası “Ocak
2015 İtibariyla Türkiye’nin Enerji Görünümü Raporu”, Şubat 2015.
www.dsi.gov.tr,
www.epdk.gov.tr, www.teuas.
gov.tr, www.tedas.gov.tr, www.teias.gov.tr
itü vakfı dergisi 33
SU DOSYASI
Özet
E
Hidroelektrik Santrallerin
Önemi ve Gerekliliği
Prof. Dr. Atıl BULU
Okan Üniversitesi, Akfırat Yerleşkesi, Tuzla
[email protected]
HES’ler risk taşımayan, hava kirliliği oluşturmayan, iklim
değişikliğine neden olmayan ve doğal çevreyi bozmayan güç
üreticileridir. Aynı zamanda çevreyle uyumlu, temiz, yenilenebilir,
yakıt gideri olmayan, uzun ömürlü (200 yıl), yatırımı geri ödeme
süresi kısa (5-10 yıl), işletme gideri (0.2cent/kWh), dışa bağımlı
olmayan elektrik üreticileridir…
lektrik enerjisi tüketimi o ülkenin kalkınmışlığının bir göstergesidir. DSİ
verilerine göre 2008 yılında kişi başına yıllık elektrik tüketimi 3000 kWh iken,
dünya ortalaması 2500 kWh, gelişmiş ülkelerde 9000 kWhdır. 2008 verileriyle, enerji
üretimimizin % 17’si yenilenebilir kaynak
hidrolik kaynaklardan, % 81’i fosil yakıtları
olarak adlandırılan termik (doğalgaz, linyit,
kömür, petrol) kaynaklardan üretilmektedir.
Rüzgar ve jeotermal kaynaklardan enerji
üretimi, toplam enerji üretimizin % 2’sidir.
HES’ler risk taşımayan, hava kirliliği oluşturmayan, iklim değişikliğine neden olmayan ve doğal çevreyi bozmayan güç üreticileridir. Aynı zamanda, çevreyle uyumlu,
temiz, yenilenebilir, yakıt gideri olmayan,
uzun ömürlü (200 yıl), yatırımı geri ödeme süresi kısa (5-10 yıl), işletme gideri az
(0.2cent/kWh), dışa bağımlı olmayan elektrik üreticileridir. Ülkemizin DSİ verilerine
göre 2020 yılında 550 milyar kWh (%22’si
hidroelektrik) enerji gereksinmesiolacağı hesaplanmaktadır. Teknik ve ekonomik
olarak değerlendirilebilen 140 milyar kWh
hidroelektrik potansiyeli vardır. 2023 yılına
kadar bu kapasitenin kullanımı için 1738
adet HES projesinin devreye sokulması
planlanmıştır.
1. Giriş
Akan suyun gücünden yararlanmak için
ilk yapılan tesisler su çarklarıdır. Binlerce
yıl önce tahtadan yapılan çarklarla suyun
34 itü vakfı dergisi
üretimi 1930 yılında 7 GWh/yıl olup, toplam
elektrik enerjisi üretimindeki payı %7 dir.
Tablo 1’de hidroelektrik enerji üretimi ve
toplam tüketimdeki payı verilmiştir.
Tablo 1’den görüldüğü gibi, hidroelektrik enerji üretimindeki en önemli artış
Sarıyar ve Seyhan barajlarının devreye girmesiyle 1955-60 yılları arasında olmuştur.
2000’li yıllara kadar yağışa bağlı olarak
hidroelektrik enerjinin tüketimdeki payı %
35-40 arasında değişmiştir. 2000 yılında
doğalgaz santrallerinin enerji üretimindeki
payı % 40’lara çıkmış, 2008 yılı verilerine
göre bu oran % 49’dur.
Tablo 1: Hidroelektrik enerji üretimi
ve toplam tüketimdeki payı [2, 3]
Yıl
Hidroelektrik
enerji üretimi
(GWh/yıl)
Toplam
tüketim
(GWh/yıl)
Oran
%
1930
7
106
7
1935
12
213
6
1940
14
397
4
1945
24
528
5
1950
30
790
4
1955
90
1580
6
1960
1001
2815
35
1965
2179
4953
44
1970
3033
8623
35
1975
5904
15623
38
1980
11348
23276
49
1985
12045
34219
35
1990
23148
57543
40
1995
35541
86247
41
2000
30916
124922
25
2005
39561
161956
24
2008
35531
205383
17
kinetik enerjisi kullanılarak tahıl öğütülmesi
ve suyun sulama ve kullanma amacıyla yükseltilmesi sağlanmıştır. [1]. Artukoğlu döneminde 1179 yılında Fırat nehrinin Haburman
kolu üzerinde Çermik’de yapılan köprüde,
değirmentaşını çeviren değirmene su gönderen bir su kanalı bulunmaktadır. [2]
Türkiye’de ilk Hidroelektrik Santral
(HES) 1902 yılında Tarsus’ta yapılan 60
kW’lık santraldir. Birkaç başka küçük santralden sonra, 1929 yılında Trabzon’da 1.1
MW gücünde, 257 m. Düşü yüksekliği ve
0.3 m3/s debi ile yılda 4 milyon kWh enerji
üreten Visera santrali, Cumhuriyet döneminin ilk santralidir. [2]
Atatürk’ün emriyle 1932 yılında Nafia
Vekaletince başlatılan su geliştirme çalışmaları ile 1935 yılında Elektrik İşleri Etüt
İdaresi (EİEİ) kurulmuştur. Düzenli akım
ölçümlerine başlanarak, su kuvvetinden
elektrik enerjisi üretimi sağlayacak plan ve
projelerin hazırlığına girişilmiştir.
2. Hidroelektrik Enerji Üretimi
Trabzon Visera, Aksaray, Antalya ve Konya’da yapılan HES’lerle elektrik enerjisi
Tablo 2: Türkiye’nin Uzun Dönem Elektrik Arz Tahmini [3]
2010
2015
Yağışlı
Santral tipi
MW
Kurak
Milyar kWh
2020
Yağışlı
MW
Kurak
Milyar kWh
Yağışlı
MW
Milyar
kWh
Termik
30583
211
211
45603
314
314
62273
426
Hidroelektrik
18234
62
46
25670
89
60
34076
118
Toplam Arz
48817
273
257
71273
403
374
96349
544
3. Ülkemizin Enerji Durumu
Elektrik enerjisi tüketimi o ülkenin kalkınmışlığının bir göstergesidir. DSİ verilerine
göre ülkemizde 2008 yılında kişi başına yıllık elektrik tüketimi 3000 kWh/y iken, dünya
ortalaması 2500 kWh/y, gelişmiş ülkelerde
8900 kWh/y, Çin’de 827 kWh/y, ABD’de ise
12322 kWh/y değerlerindedir. [4]
2008 yılı verileriyle, enerji üretimimizin
%17’si yenilenebilir kaynak olarak hidrolik
kaynaklardan, % 81’i fosil yakıtları olarak
adlandırılan termik (doğalgaz, linyit, kömür,
petrol) kaynaklarından üretilmektedir. Rüzgar ve jeotermal kaynaklardan enerji üretimi, toplam enerji üretimimizin % 2’sidir.
Ülkemiz enerji gereksinmesini karşılamak için doğalgaz, petrol ve kömür ithal
etmek zorundadır. Ülkemizin artan enerji
gereksinmesi için tamamen ithale dayalı
doğalgaz ile çalışan güç santralleri kurulmuştur. Toplam enerji üretiminde hidroelektriğin payı azalırken (%17), termik
santrallerden üretilen enerji payı (%81)
artmaktadır.
Ülkemiz hızla kalkındığı için enerji gereksinmesi de aynı hızla artmaktadır. 2020
yılında 550 milyar kWh (% 22 si hidroelektrik) enerji gereksinmesi hesaplanmaktadır.
Ülkemizin DSİ verilerine göre teknik ve
ekonomik olarak değerlendirilebilecek 140
milyar kWh hidroelektrik potansiyeli vardır.
2023 yılına kadar bu kapasitenin kullanıma
sunulması için 1738 adet HES projesinin
devreye sokulması planlanmıştır (Tablo
4). Tablo 2’de 2020 yılına kadar ülkemizin
elektrik arz tahmini verilmiştir.
Avrupa Birliği Topluluğu enerji politikalarında yenilenebilir enerji kaynaklarına
(hidroelektrik, rüzgar, güneş ve biokütle)
büyük önem vermektedir. Türkiye’de yürürlükte bulunan enerji politikaları ve ilgili
mevzuat ile AB mevzuatı arasındaki farklı-
itü vakfı dergisi 35
SU DOSYASI
Oymapınar Barajı
Tablo 3: Güç Santrallerinin Birim yatırım Bedelleri [3]
Santralin Yakıt Cinsi
Doğalgaz
Linyit
İthal Kömür
Hidroelektrik
Nükleer
İşletme
Bakım Gideri
(Cent/kWh)
Kurulu Güç
Birim Yatırım Bedeli
($/kW)
0.415
3.61
795
1.5
1.84
1500
1.41
1.97
1325
0.2
0
1200 – 1500
0.78
1
2000
lıkların giderilmesi zorunlu olmuştur.
4. Güç Santrallerinin Karşılaştırılması
Güç santralleri; genel olarak termik (doğalgaz, linyit, ithal kömür, petrol), hidroelektrik
ve nükleer santrallerdir. Bu santrallerin bi-
Ülkemiz enerji gereksinmesini
karşılamak için doğalgaz,
petrol ve kömür ithal etmek
zorundadır. Ülkemizin artan enerji
gereksinmesi için tamamen ithale
dayalı doğalgaz ile çalışan güç
santralleri kurulmuştur. Toplam
enerji üretiminde hidroelektriğin
payı azalırken (%17), termik
santrallerden üretilen enerji payı
(%81) artmaktadır.
36 itü vakfı dergisi
Yakıt
Gideri
(Cent/kWh)
rim yatırım bedelleri Tablo 3’de verilmiştir.
HES’ler risk taşımayan, hava kirliliği
oluşturmayan, iklim değişikliğine neden
olmayan ve doğal çevreyi bozmayan güç
üreticileridir. Aynı zamanda çevreyle uyumlu, temiz, yenilenebilir, yakıt gideri olmayan, uzun ömürlü (200 yıl), yatırımı geri
ödeme süresi kısa (5-10 yıl), işletme gideri
(0.2cent/kWh), dışa bağımlı olmayan elektrik üreticileridir.
5. Ülkemizin Hidroelektrik Potansiyeli
Bir ülkede, ülke sınırlarına ve denizlere kadar bütün doğal akışların %100 verimle
değerlendirilmesi varsayımına dayanılarak
hesaplanan hidroelektrik potansiyel, o ülkenin brüt teorik hidroelektrik potansiyelidir. Topoğrafya ve hidrolojinin bir fonksiyonu olan brüt hidroelektrik enerji potansiyeli
ülkemiz için 433 milyar kWh değerindedir
[5]. Teknik yönden değerlendirilebilir su
kuvveti potansiyeli, bir akarsu havzasının
hidrolektrik enerji üretiminin teknolojik üst
sınırını gösterir. Ülkemizin teknik yönden
Tablo 4: Ekonomik olarak yapılabilir HES projeleri [4]
Proje Durumu
İşletmede
İnşa Halinde
HES
Sayısı
Toplam
Kurulu
Kapasite
(MW)
172
13700
48000
35
Ortalama Yıllık
Üretim
(GWh/yıl)
Oran
(%)
148
8600
20000
14
İnşaatına Henüz başlanmayan
1418
22700
72000
51
Toplam Potansiyel
1738
45000
140000
100
gücü olan 45000 MW, 1738 HES ile ülkenin nehirlerindeki tüm ekonomik hidroelektrik enerji potansiyelinden faydalanma
olanağı doğacaktır.
değerlendirilebilir hidroelektrik enerji potansiyeli 216 milyar kWhdır. Ekonomik olarak yararlanabilir hidroelektrik potansiyel,
beklenen faydaları (gelirleri), masraflarından (giderlerinden) fazla olan su kuvveti
projelerinin hidroelektrik enerji üretimini
gösterir. Ülkemiz için teknik ve ekonomik
olarak değerlendirilebilir potansiyel hidroelektrik enerjisi 140 milyar kWh olarak
hesaplanmıştır [4]. Türkiye’nin teorik hidroelektrik potansiyeli dünya teorik potansiyelinin % 1 i, Avrupa teorik potansiyelinin %
16’sıdır.
DSİ’nin verilerine göre, günümüzde
Türkiye’de 172 adet hidroelektrik santral
işletmede bulunmaktadır. Bu santraller
13700 MW bir kurulu güce ve ekonomik
potansiyelin %35’ine karşı gelen 48000
GWH yıllık ortalama üretim kapasitesine
sahiptir. 8600 MW bir kurulu güç ve toplam potansiyeli %14 olan 20000 GWh yıllık
üretim kapasitesine sahip 148 hidroelektrik santral halen inşa halindedir. Geriye
kalan 72540 GWh/y potansiyeli kullanabilmek için ileride Türkiye’de 1418 HES
yapılacak ve ilave 22700 MW kurulu güçle hidroelektrik santrallerin toplam sayısı
1738 olacaktır. Gelecekte yapılacak HES
ile Türkiye’nin toplam ekonomik kurulu
6. Sonuçlar
a. Ülkemizin enerji gereksinmesi hızla artmakta olup, çevreye zararlı, karbon
salınımı fazla yeni termik santraller yerine,
kullanılabilir hidroelektrik potansiyelin en
kısa zamanda hayata kavuşturulması gereklidir.
b. 2020 yılında enerji tüketiminin % 75’
inin termik santralle karşılanması planlanmaktadır. Doğal gaz santrali yerine çevreye daha duyarlı nükleer santrallerin yapımı
tercih edilmelidir. Ülkemiz bu konuda çevreci baskısından dolayı çok geri kalmıştır.
c. Bugün yapılmakta olan ve proje safhasındaki HES’lerin yapımı çevreci baskısından dolayı durdurulsa, 2023 verilerine
göre 80 milyar Kwh enerjiyi termik santrallarle karşılamak zorunda kalınacaktır.
Bunun için her yıl 15 milyar m3 doğalgaza gereksinme vardır. Dışarıya ödenecek
doğalgaz bedeli her yıl yaklaşık 3 milyar
dolardır.
d. Hidroelektrik santrallerin doğayı katlettiği feryatları doğru değildir. Doğaya ve
çevreye etkisi yok denecek kadar azdır. [4]
e. Yaşayabileceğimiz tek bir dünya vardır. Hepimiz bu dünyamızı ve ülkemizi en
iyi şekilde korumalıyız. Bunu yaparken hem
gelişmiş ülke olmak için çalışmak, doğal
Bugün yapılmakta olan ve proje
safhasındaki HES’lerin yapımı
çevreci baskısından dolayı
durdurulsa, 2023 verilerine
göre 80 milyar Kwh enerjiyi
termik santrallarle karşılamak
zorunda kalınacaktır. Bunun için
her yıl 15 milyar m3 doğalgaza
gereksinme vardır. Dışarıya
ödenecek doğalgaz bedeli her
yıl yaklaşık 3 milyar dolardır.
çevremizi koruyarak enerji üretimimizi artırmak zorundayız. Bu nedenle, enerji santralleri arasında doğaya en az zararlı olan
Hidroelektrik Santrallere karşı çıkmak, en
yumuşak deyişle “abesle iştigal” dir.
Kaynaklar
[1] Bulu, A. (2011): “Hidroelektrik Santrallerin
Önemi Ve Gerekliliği”, Sayı 110, DSİ Teknik Bülten.
[2] Öziş, Ü.(1981): “Anadoluda su kaynaklarının geliştirilmesinin dünü, bugünü, yarını”. Su
ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi Konferansı, DSİ, Ankara.
[3] Öziş, Ü. (1985): “Türkiye’nin hidroelektrik potansiyeli ve enerji üretimi”, Hidroelektrik
Enerji Sempozyumu Tebliğleri, EİEİ, Ankara.
[4] DSİ 2010 yılı ajandası.
[5] http://www.dsi.gov.tr/hizmet/enerji.htm
[6] http://www.eie.gov.tr/turkce/YEK/HES/index_hidrolikenerji.html
itü vakfı dergisi 37
SU DOSYASI
Hidroelektrik Santralların
Çevresel Boyutu
Müh. Buşra Allı, Müh. Cansu Karaca, Dr. Hakan Dulkadiroğlu,
Prof. Dr. Seval Sözen, Prof. Dr. Derin Orhon
ENVIS Çevre ve Enerji Sistemleri Araştırma Geliştirme Ltd. Şti.
Giriş
T
eknolojinin gelişmesi ve sanayileşmenin artması, dünyada giderek artan bir enerji ihtiyacına yol açtı. Bu
ihtiyacı karşılayan fosil yakıt rezervlerinin
azalması, enerjinin pahalı olması, elde edilmesi ve kullanılması sırasında ortaya çıkan
çevre sorunları son yıllarda enerji arayışını
temiz enerji kaynaklarına yönlendirdi. Yenilenebilir ve hammadde bağımlısı olmayan
güneş, rüzgâr, su ve biyokütle enerjileri temiz enerji kaynakları olarak tanımlanıyor.
Temiz enerji kaynakları arasında ön plana çıkan en önemli alternatif su enerjisi. Su
kaynaklarından elde edilen bu enerji hidrolik enerji olarak biliniyor. Su kaynaklarındaki
potansiyel enerjinin elektrik enerjisine çevrilmesi ile hidroelektrik enerji elde ediliyor.
Suyun sahip olduğu potansiyel enerjiden
yararlanarak, mevcut enerjiyi türbin aracılığı
ile mekanik enerjiye çeviren, bu enerjiyi jeneratör vasıtasıyla elektrik enerjisine dönüştüren yapılar da Hidroelektrik Santral (HES)
olarak adlandırılıyor.
Hidroelektrik Santraller, “temiz enerji”
veya "yenilenebilir enerji” kaynağı olarak
çevre kirliliği yaratmadıkları düşüncesi ile
teşvik edilmelerine rağmen, doğal yapıdaki
kaçınılmaz olumsuz etkileri nedeniyle dikkatle yaklaşılması gereken yatırımlar olmak
zorundadır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde
uygulanan HES yapıları tüm çevresel etkiler dikkate alınarak kurulur. Ancak Türkiye’de enerji elde edilmesi yönünde yoğun
bir çaba sarf edilirken, bu yapıların doğayla
olan ilişkileri tümüyle göz ardı ediliyor. Dolayısıyla, sürdürülebilir olmaktan uzaklaşan,
doğaya verdiği zarar sağladığı faydanın çok
üstüne çıkan bu yaklaşımın mutlaka gözden
geçirilmesi gerekir.
Yapısal Özellikler
HES yapısal olarak su alma yapısı (regülatör), su iletim hattı, yükleme havuzu, cebri
38 itü vakfı dergisi
Enerji üretimi, teknolojik etkileri göz önüne alındığında çevreye
etkileri olan bir süreçtir. Su enerjisi enerji üretimi süreçlerinde
“temiz enerji üretimi” kapsamında yer almakla birlikte doğa
ve doğal yapı üzerinde kaçınılmaz etkileri vardır. Enerjiyi ucuz
ya da pahalı üretmek alternatifine karşılık doğa tahribatının ve
verilen çevresel zararların paha biçilmesi mümkün olmayan geri
dönülemez sonuçları olabilir. Bu nedenle "enerji üretimi – çevresel
etkiler" dengesinin kabul edilebilir bir yaklaşım çerçevesinde
korunarak yatırımlara karar vermek gerekir. HES kötüdür demek
yerine bu dengenin gelişmiş ülkelerde görülen örneklerinde olduğu
gibi, sürdürülebilir gelişme- sürdürülebilir çevre olguları korunarak
sağlanmasına çalışılmalıdır…
boru ve santralden oluşur. İnşaat aşamasında birtakım ek yapıları gerektiren HES projeleri ve regülatörlerin ömürleri yaklaşık 50 yıl
olarak öngörülür[1].
Hidroelektrik santraller; nehir veya kanal
üzerine inşa edilen Nehir Tipi Santraller ve
yapay düşü verilerek oluşturulan Depolamalı Santraller olarak ikiye ayrılır. Nehir tipi
santraller yükleme havuzunun kapasitesi ile
sınırlı olup küçük bir su depolama kapasitesine sahiptir. Bu nedenle yalnızca nehirde
enerji üretimi için yeterli debi olduğu sürece
çalışır. Coğrafi yapıdan ve akış rejiminden
doğrudan etkilenen bu tip santrallerde debi
ve düşü en önemli tasarım parametreleridir.
Depolamalı santraller suyun akış yönünde
set kurmak suretiyle suya potansiyel enerjinin kazanılması esasına dayanır.
HES’in işletilmesinde en önemli unsurlardan biri can suyudur. Can suyu ya da çevresel akışnehir ve kıyı bölgesi ekosisteminin
fonksiyonel ve yapısal olarak varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan su miktarıdır [1].
Türkiye’de Hidroelektrik Enerji
Potansiyeli
Türkiye’nin yıllık teorik brüt hidroelektrik
potansiyeli 433 milyar kWh, teknik olarak
değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyeli
ise 216 milyar kWh’tir. Bu potansiyelin 150
milyar kWh/yıl’lık kısmı ise ekonomik olarak
değerlendirilebilir özellikte olup, yeni projelerle birlikte önümüzdeki yıllarda daha da
artış göstererek yaklaşık 170 milyar kWh/
yıl’a ulaşacağı tahmin edilmektedir [2].
Türkiye’nin teknik olarak değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyeli dünya teorik
potansiyelinin %1.5’i, Avrupa potansiyelinin
ise %17.6’sıdır. Ülkemiz bu potansiyeli ile
Avrupa ülkeleri içerisinde Rusya’dan sonra
en büyük potansiyele sahip ikinci ülke konumundadır. Türkiye’de 2014 yılı itibariyle inşaatı başlatılmış olan HES’lerin de işletmeye
alınması ile birlikte yaklaşık 108 milyar kWh/
yıl, henüz inşaatına başlanmamış olan projelerin de devreye girmesi ile birlikte enerji
üretiminde 164 milyar kWh/yıl’a ulaşılacağı
belirtilmektedir (Tablo 1, Grafik 1). Enerji ve
Tabi Kaynaklar Bakanlığı 2023 yılına kadar
ekonomik hidroelektrik potansiyelinin tamamını kullanmayı hedeflemektedir [2].
Türkiye’de yıllık birincil enerji üretimi su,
linyit, taşkömürü, güneş, jeotermal, rüzgar,
doğalgaz, petrol, odun/hayvan/bitki artığı
ve asfaltit kaynaklarından sağlanmakta ve
üretilen yaklaşık 32230 Btep (bin ton eşde-
ğer petrol) enerji içerisinde hidrolik enerjinin
%14 oranında olduğu görülmektedir [3].
6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu
kapsamında özel sektör tarafından gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmekte olan HES
projeleri incelendiğinde (Tablo 2), özel sektörün toplam HES projelerinin sayısal olarak
yaklaşık %85’ini gerçekleştirdiği ve bu yatırımlarla toplam kurulu kapasitenin %62’sini
oluşturduğu görülmektedir [2].Burada dikkat
çekici nokta planlama ve proje aşamasındaki HES’lerin %90’ının özel sektör tarafından yapılacak olmasıdır.
Mevzuat
HES’lere özgü oluşturulan mevzuat bütünüyle santrallerin kurulmasına yöneliktir.
Çevrenin korunması ile ilgili olarak ÇED yönetmeliği bulunmakla birlikte, bu yönetmelikte sadece genel hükümler yer almaktadır.
İlgili mevzuat kurulum, can suyu, sera gazı
emisyonları ve Çevresel Etki Değerlendirmesi özelinde detaylı olarak incelenecektir.
Kurulum
1980’li yıllarda uygulamaya konulan Yap-İşlet (Yİ), Yap-İşlet-Devret (YİD), Otoprodüktör
ve İşletme Devirleri gibi yeni finans ve yatırım
modelleri ile başlatılan enerji/elektrik piyasasındaki özelleştirmeler arasında hem en
çok ilgi hem de bir o kadar toplumsal tepki
çeken,HES’lerin planlama, yatırım ve işletme
adımlarının özelleştirilmesi olmuştur [4].
Türkiye’de HES projelerinin artışını hızlandıran süreç özel sektöre elektrik üretim izninin
verilmesi ile başlamıştır. 19.12.1984 tarih ve
18610 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi,
İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanun ile yerli ve yabancı şirketlere elektrik üretim, iletim ve dağıtım tesisleri
kurma, işletme ve ticaretini yapma izni verilmiş; ayrıca yapılmış veya yapılacak tesislerin
işletme haklarının görevli şirketlere devrine imkan tanınmıştır. Özel sektöre verilen bu yetkiler
sonucunda oluşan elektrik piyasasının düzenlenmesi, denetlenmesi ve elektriğin yeterli,
kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle
uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması amacıyla 4628 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu hazırlanmış ve 3.3.2001 tarihli 24335
mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kapsamda Enerji
Piyasası Düzenleme Kurumu’nun kuruluş ve
görevlerini de tanımlayan 4628 sayılı kanun,
günümüze dek 29 kez değişikliğe uğramış
Tablo 1: Türkiye’de HES projelerinin 2014 yılı itibariyle sayıları ve kapasiteleri [2]
Potansiyel
HES Adedi
Toplam Kurulu
Kapasite (MW)
Ortalama Yıllık Üretim
(GWh/yıl)
İşletmede
503
23694
83046
İnşaat Halinde
143
8137
24779
İnşaatına Henüz Başlanmayan
Toplam
841
16026
56065
1487
47857
163890
* Tüzel kişiler tarafından geliştirilen projeler dahildir.
Tablo 2: Özel sektör tarafından gerçekleştirilen HES projeleri (ülke geneli) [2]
Faaliyet
İşletmede
HES (Adet)
Toplam Kurulu
Kapasite (MW)
362
23694
Özel Sektör (MW)
8994
Ortalama Yıllık Üretim
(GWh/yıl)
31225
İnşaat Halinde
139
8137
6197
18618
Planlama ve Proje
759
16026
14444
50642
1260
47857
29635
100485
Toplam
* 6446 Sayılı Kanun Kapsamında Tüzel Kişiler Tarafından Geliştirilen Projeler Dahildir.
Grafik 1: 2014 yılı itibariyle
hidroelektrik potansiyelden
yararlanma durumu
% 33
16026 MV
% 50
23694 MV
% 17
8137 MV
ve 20.3.2013 tarihinde 6446 sayılı kanuna dönüştürülmüştür.
Böylece 4628 sayılı kanun Enerji Piyasası
Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun, 6446 sayılı kanun ise Elektrik Piyasası Kanunu halini almıştır.
Can Suyu
21.2.2015 tarih ve 29274 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Elektrik
Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak
Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında
Yönetmelik ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanuna dayanarak elektrik piyasasında faaliyet
gösteren şirketlere, HES kurmaları ve işletmeleri için gerekli su kullanım haklarını vermek
üzere düzenlemeler getirilmiştir. Bu yönetmelik gereğince, hidroelektrik üretim tesisi kuran
şirketler, doğal hayatın idamesini sağlayacak
miktarda suyu - can suyu- dere yatağına bırakmakla yükümlüdür.
Yönetmelikte, dere yatağına bırakılacak
can suyu miktarı, HES projesine esas alınan
on yıllık ortalama akımın en az %10’u olarak
saptanmıştır.
Sera Gazı Emisyonları
Sera gazı emisyonlarının azaltılması yönünde
önemli adım olarak 16.2.2005’te yürürlüğe
giren İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi –
Kyoto Protokolü ile oluşturulan “temiz enerji”
borsasında, Türkiye’de mevcut su kaynakları
“temiz enerji kredisi” sağlamak üzere HES’lere ilgiyi arttırmaktadır. Bu sözleşmeye paralel
olarak 8.1.2011 tarihli ve 27809 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanan Yenilenebilir Enerji
Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı
Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile HES projeleri devlet
tarafından desteklenmiştir.
Bu kanunun 8.maddesinde milli park,
tabiat parkı, tabiat anıtı ile tabiatı koruma
alanlarında, muhafaza ormanlarında, yaban hayatı geliştirme sahalarında, özel
çevre koruma bölgelerinde ilgili Bakanlığın,
doğal sit alanlarında ise ilgili koruma bölge
kurulunun olumlu görüşü alınmak kaydıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı
elektrik üretim tesislerinin kurulmasına izin
verilmektedir.
itü vakfı dergisi 39
SU DOSYASI
HES’lerin kurulum ve işletme
sırasında; baraj oluşumunda
doğal yapıya, su kaynaklarına,
yaban hayvanlarına,
biyoçeşitliliğe, su canlılarına,
hafriyat atıkları nedeniyle doğal
alanlara, yerleşik nüfusa, kültürel
mirasa ve sera gazı etkisi
sebebiyle iklime birçok negatif
etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle
HES’lerin çevresel boyutu büyük
öneme sahip olmaktadır.
Şekil 1. Hasankeyf
AYFER ÖZEN
Çevresel Etki Değerlendirilmesi
HES projeleri, incelenen faaliyetin yol
açabileceği bütün negatif çevresel etkilerin ortaya konularak gerekli önlemlerin
alınmasını gerektiren Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği kapsamında bir ölçüde dikkate alınmaktadır. Daha önceden kurulu gücü 25 MW
ve üzeri olan HES’lerden talep edilen
detaylı ÇED çalışması (EK-1 listesi gerekliliği), 25.11.2014 tarihli ve 29186
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ÇED
Yönetmeliği ile 10 MW ve üzeri olan
HES’lerden de istenmeye başlanmıştır.
Kurulu gücü 1-10 MW arasında olan hidroelektrik santraller (EK-2 listesi) daha
sınırlı bir kapsama sahip Proje Tanıtım
Dosyası hazırlamakla yükümlüdür. HES
projelerinin muhtemel negatif çevresel
etkilerinin belirlenmesi, önlenmesi ve en
aza indirgenebilmesi için esas itibari ile
yer seçimini ve buna bağlı olarak doğal
yapıya etkisini ve bunlarla ilgili önlemleri
tanımlayacak ÇED raporlarının hazırlanması gerekmektedir.
Çevresel Etkiler
HES’lerin kurulum ve işletme sırasında;
baraj oluşumunda doğal yapıya, su kaynaklarına, yaban hayvanlarına, biyoçeşitliliğe, su canlılarına, hafriyat atıkları
nedeniyle doğal alanlara, yerleşik nüfusa, kültürel mirasa ve sera gazı etkisi sebebiyle iklime birçok negatif etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle HES’lerin çevresel
boyutu büyük öneme sahip olmaktadır.
40 itü vakfı dergisi
Baraj oluşumunda doğal yapının
bozulması
Baraj oluşumu, karasal ekosistemin sucul ortama dönüştürülmesinin yanı sıra nehir akış
rejiminin önemli ölçüde değişmesine neden
olur. Bu nedenle, baraj oluşturmak için en uygun yer üzerinde çalışılarak seçilmelidir.
Su seviyesinde dalgalanmalar, bitki örtüsünün tahrip edilmesi ile birleşince genellikle baraj ve nehir kıyı şeridinde erozyona
yol açar. Aynı zamanda baraj oluşumu, balıkların doğal ortamında köklü değişikliklere
neden olur. Nehirlerin göl yapılarına dönüştürülmesinden dolayı akış hızı fazla suda
yaşayan balık türleri göl karakterindeki suya
adaptasyon sırasında hasar görür.
Akarsuya bağlı ve etkileşim içinde olduğu karasal ekosistem, biyolojik çeşitlilik ve
suya bağlı tarımsal faaliyetler de kaçınılmaz
olarak zarar görebilir [5].
Su kaynaklarına etkiler
Nehirler yeraltı sularını beslediğinden dolayı
HES kurulumu yapılan nehirlerin beslediği yeraltı su miktarları düşer. Bu durumda
nehirlerin etkileşimde bulunduğu yeraltı su
durumu gerek bitki ve hayvan türlerini gerekse bu sulardan yararlanmakta olan insan
ve insan faaliyetlerini etkiler [6].
Yaban hayvanları üzerindeki etkiler
Suyun iletim boruları ile elektrik üretimi amacıyla taşınımı sırasında bölgedeki yaban
hayvanlarının geçişleri zorlanabilir. Birbiri
ardına yapılan HES’lerde yaban hayvanlarının günlük avlanma, beslenme ya da su
ihtiyaçlarını karşılamak için uzun yollar katetmek zorunda kalmalarına ve mevsimsel
göç sırasında güçlüklerle karşılaşmalarına
neden olur [7].
Biyoçeşitlilik üzerine etkiler
Nehirler, taşıdıkları sedimentler ile deniz kıyılarında verimli tarım arazileri ve biyolojik
çeşitlilik acısından zengin delta yapılarını
oluşturur. Deltalara uyum sağlamış biyolojik
çeşitlilik ve verim bu sediment miktarlarına
bağlıdır. HES işletiminin denizlere taşınan
sediment miktarını kesintiye uğratmasından
hareketle kıyı erozyonu riski artarken, habitat ve biyoçeşitlilik buna bağlı olarak etkilenebilir [7,8].
Birçok balık ve canlı türünün doğası gereği hayatlarının belirli dönemlerinde nehir
boyunca uzun ya da kısa mesafeli olmak
suretiyle gerçekleştirdiği göçlerin içerisinde yaşamsal bir faaliyet olan yumurtlama
göçü de bulunur. HES’lerin bir bileşeni olan
regülatörler (su alma yapısı) su canlılarının
nehir boyunca hareketini kesintiye uğratır.
Üremenin tamamen aksaması balık türünün
habitattan tamamen kaybolması ile sonuçlanabilir [5,8].
Su canlıları üzerindeki etkiler
Akarsuların akış hızının azalması, suyun
havalanmasına ve sudaki çözünmüş
oksijen seviyesinin azalmasına neden
olur. Çözünmüş oksijenin belli bir konsantrasyonun altına düşmesi toplu canlı
ölümlerine sebep olur. HES işletimi suyun sıcaklığının da değişmesine neden
olabildiğinden hassas canlılar olumsuz
etkilenebilir. HES işletiminin yeraltı suyu
miktarını azaltması nedeniyle yeraltı suyunu besleyen nehir civarındaki bitki örtüsü
ve yaşamı ve buna bağlı olan diğer sucul
canlılar da etkilenir [8].
Hafriyat atıklarının etkileri
HES yapımlarında inşaat aşamasında çıkan
hafriyat atıkları ulaşım giderleri, zaman kısıtlaması ve denetim mekanizmalarının eksikliğinden dolayı genellikle dere yataklarına
dökülerek bertaraf edilmektedir. Bunun sonucu olarak sudaki çözünmüş oksijen miktarı azalır, su sıcaklığı artar ve sonuç olarak
canlı hayatında değişiklikler görülür. Bu nedenle, hafriyat atıkları yönetmeliklere uygun
olarak bertaraf edilmelidir ve denetim mekanizmaları gözden geçirilmelidir [8,9].
Yerleşik nüfusa etki
Her HES projesi “yeniden yerleşim uygulaması” gerektirmemekle birlikte, bu uygulama
sosyo-ekonomik açıdan çok hassas bir konudur. Yeniden yerleşim uygulaması; yer değiştirme ve yeniden yerleşim olarak iki temel
süreçten oluşmaktadır. Yeniden yerleşimin
kaçınılmaz olduğu projelerde, bölgede yaşamını ve geçimini sürdüren nüfus olumsuz
yönde etkilenir ve yeni bir ortama uyum sağlamaya zorlanır[5]. Projelerin sosyoekonomik
ve sosyolojik etkilerinin de yatırım öncesi dikkate alınması gerekir.
Kültürel mirasın tahribi
Kültürel miras tarihi, dini, kültürel ve estetik
değeri olan yapıları yansıtır. Doğa manzaraları ve fiziksel çevre de kültürel miras içerisine dahil edilebilir. Barajların oluşturulması
sırasında şelale, kanyon gibi değerli ve ender
yapılar yok olma tehlikesiyle karşılaşır. Doğal
yapıların ve yüksek tarihi değere sahip kültürel özelliklerin korunması için gerekli önlemler
alınmalıdır [5].
Artvin-Hopa’da yaşanan sel felaketi de,
havza üzerinde gerekli inceleme ve değerlendirmeler yapılmayıp doğal yapının
bozulması sonucu ortaya çıkan bir afettir.
Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki
nehirlerin çoğunda sıralı HES’ler ve regülatörler mevcuttur. Art arda kurulan HES’lere
su yetmediği için hepsi kapasitesinin altında çalışmakta, hem su yetersizliği olmakta
hem de elektrik üretimi gerçekleşmemektedir. Art arda yapılan bu HES yatırımlarında kümülatif çevresel etkilerinin ortaya
konması gerekir.
Yortanlı Barajı, İzmir-Bergama ilçe merkezinin 18 km. kuzeydoğusunda Yortanlı
Deresi üzerinde yer alır (Şekil 2). Yaklaşık
iki bin yıllık tarihe sahip Allianoi Antik kenti,
Yortanlı Barajı’nın kapaklarının kapanmasıyla suya gömülmüş durumdadır. Bu durum,
Türkiye’de kültürel mirasın hiçe sayıldığı bir
örnektir. Temiz enerji kaynağı olarak bilinen
HES’lerin Türkiye’deki uygulamaları ne yazık ki temiz olmaktan çıkan, doğal ekosistemi bozan sistemlerdir.
Deriner Barajı, Artvin’de Çoruh Nehri
üzerinde, enerji üretmek amacıyla 1998 yılında inşasına başlanmış bir baraj olup sahip olduğu 249 metre gövde yüksekliği ile
Türkiye'nin en yüksek, Dünya'nın 6. yüksek
barajıdır. Çoruh Nehri vadisinde zeytincilik
faaliyetlerinin en yoğun olduğu alanın büyük
bir kısmı Derine Barajı yapımı nedeniyle sular altında kalmış ve bir kısmı ise yol açmak
için tahrip edilmiştir (Şekil 3a-3b).
Değerlendirme
Suyun kullanımında sürekliliğinin engellenmemesi için, suyun “varlık değeri”nin korunması, diğer bir ifade ile hidrolojik döngünün
doğal ekosistem içindeki temel rolünün kabul edilmesi zorunludur. Bir başka ifade ile,
su kendini yenileyebilen doğal varlık olduğu bilinci ile yenileme potansiyelinin önüne
engel konmadan korunmalıdır. Suyun kullanımında, suyun yenilenme kapasitesinin
korunması temel koşul olmalıdır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, su kaynaklarını korumak ve kullanma planları yapmak
için bütüncül havza planlaması yapmakla
görevlendirilmiştir. Ancak ülkemizde havza
bazında kapsamlı bir planlama mevcut değildir. Havza planlamaları yapılmadan, bölgenin kaynak değerlerinin neler olduğunun
tümü ile tespiti ve bu kaynakların kamu yararı
sağlayacak şekilde nasıl değerlendirilmesi
gerektiği bir karara bağlanmadan sadece
elektrik üretimi amaçlı HES projelerinin yapılmış olması Bakanlığın görevleri ile çelişmektedir. Ayrıca her bir proje noktasal ve tekil bazda değerlendirilmek yerine aynı dere
üzerinde veya havzayı oluşturan farklı akarsu
kollarında planlanan projelerin kümülatif etkilerinin ortaya konması gerekmektedir.
Hidrolojik ve jeolojik özelliklerin doğru
olarak ortaya konması ve mühendislik hesaplamalarının bu değerlere göre yapılması
gerekmektedir. Değerlendirmeler gerekli ölçümlerden uzak sanal değerler ile yapıldığında ileride taşkın başta olmak üzere telafi
Şekil 2. Allianoi antik kenti
Sera gazı etkisi
Sera gazı emisyonları HES’lerin kurulumu,
işletimi, devre dışı bırakılması ve hatta işletilmesi sırasında oluşur. Küçük nehir tipi santraller 1 kWh enerji başına 4.5 -13.6 gr, büyük santraller ise 27.2 gr CO2 eşdeğeri sera
gazı oluşturma potansiyeline sahiptir [7].
Türkiye’deki Yanlış Uygulamalar
Türkiye’deki yanlış HES uygulamalarına bakılacak olursa ilk akla gelen proje, önemli
doğal ve kültürel alanlarından birisi olan Dicle Vadisi’ni ve tarihi Hasankeyf’i etkileyecek
Ilısu Barajı ve HES projesidir. Proje inşaatının
bitmesi durumunda on binlerce insan yeniden yerleşime zorlanacak, Şekil 1’de görülen
Hasankeyf’in olağanüstü kültürel mirası yok
edilecek ve Dicle Nehri tamamen doğallığını
kaybedecektir.
itü vakfı dergisi 41
SU DOSYASI
Kurulu gücü kaç MW olursa
olsun; HES inşaatları sırasında
bitki örtüsünün tahrip edilmesi,
kilometrelerce uzunlukta kanalların
yapılması, boruların döşenmesi,
tünellerin açılması, dolayısıyla
binlerce metreküp hafriyat
çıkarılması söz konusudur. Bu
nedenle HES projeleri için kurulu
güce bakılmaksızın ÇED süreci
zorunlu olmalıdır.
edilemeyecek zararların oluşması kaçınılmazdır. Hatalı yapı beklenen amaca hizmet
edemeyeceği gibi büyük ölçüde can ve mal
kayıplarından oluşan kamu zararının oluşmasına da neden olacaktır. Bu tür yapılara sadece görünen kısmı ile bakılması çok yanlıştır.
Ülkemizde korunan alanlar, enerji yatırımlarının baskısı altındadır. Ulusal ve uluslararası biyolojik çeşitlilik koruma stratejilerinin
köşe taşlarını oluşturan korunan alanlar, yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimi amacıyla kullanılmasına yönelik teşviklere maruz kalarak tehdit altında olmakta ve
ülkemizde doğa koruma-enerji arasındaki
denge büyük çelişkiler yaratmaktadır.
ÇED Yönetmeliği’nde dere yatağına bırakılacak can suyu miktarı, HES projesinde
esas alınan on yıllık ortalama akımın en az
%10’u olarak saptanmış, bu miktarın arttırılıp
arttırılmaması gerektiği ise şirketlerin inisiyatifine bırakılmıştır. Bu miktar sabit bir değer
olarak alınmamalı, doğal ekosistemi bütünsel olarak ele alan çevresel akış yöntemleri
kullanılmak sureti ile farklı nehir sistemleri için
belirlenmelidir.
Kurulu gücü kaç MW olursa olsun; HES
inşaatları sırasında bitki örtüsünün tahrip
edilmesi, kilometrelerce uzunlukta kanalların yapılması, boruların döşenmesi, tünellerin açılması, dolayısıyla binlerce metreküp
hafriyat çıkarılması söz konusudur. Bu nedenle HES projeleri için kurulu güce bakılmaksızın ÇED süreci zorunlu olmalıdır. HES
projelerinin ayrılmaz bir parçası olan elektrik
iletim hatlarının ÇED raporlarına dahil edilmemesi uygulamada çok ciddi bir eksikliktir. İletim hatları HES projelerinin entegre bir
parçasıdır ve bu hatların kurulması süreci,
başta bitki ve üst toprak katmanı olmak üzere alanda pek çok zarara yol açmaktadır. Bu
nedenle iletim hatları kurulumu da ÇED sürecinedahil edilmelidir.
Sonuçta; enerji üretimi teknolojik etkileri göz önüne alındığında çevreye etkileri
42 itü vakfı dergisi
Şekil 3a. Deriner görüntüsü 2012 yılı
Şekil 3b. Deriner görüntüsü 2014 yılı
olan bir süreçtir. Su enerjisi enerji üretimi
süreçlerinde “temiz enerji üretimi” kapsamında yer almakla birlikte doğa ve doğal
yapı üzerinde kaçınılmaz etkileri vardır.
Enerjiyi ucuz ya da pahalı üretmek alternatifine karşılık doğa tahribatının ve verilen
çevresel zararların paha biçilmesi mümkün
olmayan geri dönülemez sonuçları olabilir.
Bu nedenle enerji üretimi – çevresel etkiler dengesinin kabul edilebilir bir yaklaşım
çerçevesinde korunarak yatırımlara karar
vermek gerekir. HES kötüdür demek yerine
bu dengenin gelişmiş ülkelerde görülen örneklerinde olduğu gibi sürdürülebilir gelişme- sürdürülebilir çevre olguları korunarak
sağlanmasına çalışılmalıdır.
Referanslar
[1] Y. Karakoyun & Z. Yumurtacı, Hidroelektrik
Santral Projelerinde Çevresel Akış Miktarının ve
Çevresel Etkinin Değerlendirilmesi, Yıldız Teknik
Üniversitesi, Makina Fakültesi, Makina Mühendisliği Bölümü.
[2] TC Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğü, Faaliyet Raporu, 2014.
[3] E. Koç & M.C. Şenel, Dünyada ve Türkiye’de
Enerji Durumu, Genel Değerlendirme, Mühendis
ve Makina, cilt 54, sayı 639, ss: 32-44, 2013.
[4]I. Avcı. Sınır Tanımayan Özelleştirme Uygulamalarında Öne Çıkan HES’ler ve Kaybolan
Kamu Yararı İlkesi, Mühendislikte Mimarlıkta
Planlamada-Ölçü, Aralık, 2010.
[5] O. Edenhofer, R.P. Madruga, Y.Sokona, K.Seyboth, P.Matschoss, S. Kadner, T. Zwickel, C. von
Stechow, P. Eickemeier, G. Hansen, S. Schlömer,
RenewableEnergy Sources and Climate Change Mitigation, Special Report of theIntergovernmental Panel on Climate Change, Cambridge
UniversityPress, 2012.
[6] O. Doğan, Nehir Tipi Hidro Elektrik Santrallerinin Çevresel Etkileri. Doğal AlabalıkÇalıştayı.
Trabzon, ss:128-134, 2009.
[7]Environmental Impacts of Hydroelectric Power,
Union of Concerned Sciiencists, Sciencefor a healthy planet and safer World.
http://www.ucsusa.org/clean_energy/our-energy-choices/renewable-energy/environmental-impacts-hydroelectric-power.html#.Vhp6rngdLFI
Son bakıldığı tarih: 08/10/2015
[8]10 Soruda Hidroelektrik Santrallar, World WideFund (WWF), 2013.
[9]TC Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Faaliyet Raporu, 2012.
Atatürk Barajı’ndan Harran Ovası’na
sulama için gelen kanallardan
biri; bölgenin en büyük Halaf
yerleşmelerinden Kazane Höyüğü’nü
yarıp geçtiği yer.
Barajlar ve Arkeoloji
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Çağdaş yatırımların kültür varlıklarını yok etmeden
gerçekleşmesi için her şeyden önce ülkemizin kültür envanterinin
hızla gerçekleşmesi ve Valetta Sözleşmesinin gereği olan
planlama, izleme ve koruma kavramlarının yasalarımıza gereği
gibi girmesi gerekmektedir. Sahip olmakla övündüğümüz kültür
varlıklarının gereği olan sorumluluğumuzu ancak bu şekilde yerine
getirebiliriz…
Giriş: Bir Durum Saptaması
İ
nsanlığın 2 milyon yıla yaklaşan sürecinin, son 40 bin yılında insanlar dünyanın
her yerine yayılmış, her yerde iz bırakmıştır. Dolayısıyla Sibirya’dan Afrika çöllerine Okyanusya Adaları'ndan Güney Amerika’ya kadar her yerde arkeolojik kalıntılar
bulunmakta ve bu izler her yıl on binlerce
kazıyla açığa çıkartılmaktadır. Her ne kadar bu şekilde dünyanın farklı yerlerinde
yeni ve şaşırtıcı bilgiler ortaya çıkmaktaysa
da, ülkemiz topraklarının dünya kültür tarihi açısından ayrıcalıklı bir yeri vardır. Diğer
bölgelerden farklı olarak uygarlık tarihinin
en önemli basamaklarının bazıları ve özellikle günümüz uygarlığının temelleri bu topraklarda atılmıştır. Dolayısıyla Türkiye’deki
arkeolojik kazılarla ortaya çıkan bilgi yalnızca bu toprakların geçmişini öğrenmemiz
açısından değil, tüm uygarlık tarihi açısından kritik bir öneme sahiptir. 1968 Keban
baraj alanında kurtarma kazıları başlayıncaya kadar ülkemizin kültür tarihi erken
dönemleri ile ilgili bilgilerimiz, ağırlıklı olarak Erken Cumhuriyet döneminde kazılan
Alacahöyük, Alişar, Troya gibi az sayıdaki
yerleşimden ve uygarlık tarihinin çok küçük
bir dilimini temsil eden anıtsal yapı kalıntıları ile öne çıkan büyük ören yerlerinden
sağlanan verilerle sınırlı kalmıştır. 1950’li
yıllardan itibaren Türk arkeolojisi belirgin bir
durgunluk dönemine girmiştir; oysa o yıllar
bir bilim alanı olarak arkeolojinin dünyada
devrim niteliğinde değişiklik geçirdiği, yeni
yöntem, kavram ve bakış açılarının geliştiği, arkeometri, koruma, kurtarma, kültürel miras yönetimi gibi kavramların ortaya
çıktığı bir dönemdir.Türkiye’de arkeolojik
araştırmaların sınırlı kaldığı bu dönemde
kazılan Çayönü, Çatalhöyük, Can Hasan,
Hacılar ve Yumuktepe gibi önemli buluntu
yerleri “tekil” olarak kaldıklarından ülkemiz
topraklarının uygarlık tarihi içindeki yerinin
algılanmasını sağlayamamışlardır.
Bu süreçte ülkemizi çevreleyen diğer
ülkelerde arkeolojik kazılara büyük bir
önem verilmiş, kazıların sayısı hızla artmış,
itü vakfı dergisi 43
SU DOSYASI
Baraj projeleri ve kurtarma kazılarının 2005 yılı itibariyle durumu.
ortaya çıkan bilgi Anadolu ve Trakya’yı bir
anlamda Balkan-Ege-Yakındoğu kültür tarihinde “ikincil” konumuna düşürmüştür. Bu
durum Keban kurtarma kazılarının getirdiği
ivme ve heyecanla değişmeye başlamış
ve son yıllarda Türkiye’nin hemen hemen
her yerinde yapılan kazıların sayısı hızla
artış göstermiştir. Ancak yine de yapılan
çalışmaların yeterli sayıda olduğunu söyleyecek durumda değiliz; birçok bölgemizin
geçmişi ile ilgili hiçbir bilgimiz yoktur. Halen
ülkemizin tarih öncesi ve ön tarih çağlarında yaşadığı süreci anlayabilmek için çevremizdeki ülkelerde ortaya çıkan sonuçlara
bakmak durumundayız. Başka bir açıdan
baktığımızda, çevremizdeki ülkelerden gelen bilgi, bu topraklara insanların ilk olarak
1.800.000 yıl civarında geldiğini ve günümüze kadar sürekli olarak yaşandığını
göstermektedir (Bounni, 1979). Sorun, bu
sürecin ne kadarını ülkemizdeki verilerle
görebildiğimizdir.
Çağdaşlaşma ve Geçmişi Koruma
İkilemi
Ülkemiz hızlı bir gelişim süreci içindedir;
hemen her yerde çağın gereği olan yapılaşma, küçük yada büyük ölçekli yol, baraj
gibi bayındırlık hizmetleri, bunların gerektirdiği taş ve maden ocakları her yeri kaplamakta, ülkenin her yerinde toprağa müdahale edilmektedir. Ülkemizin taraf olduğu
Malta-Valetta Sözleşmesi’nin bağlayıcı
hükmü, toprağa yapılacak her türlü müdahalenin kültür varlıklarını göz ardı etmeden
gerçekleştirilmesi şeklindedir. Valetta Sözleşmesi, çağın gereği olan yatırımlarla kültür varlıklarını “ya koruma ya yatırım” karşıtlığından çıkartarak bütüncül ve birbirini
44 itü vakfı dergisi
tamamlayan bir anlayışı esas almaktadır.
Bu hüküm aynı zamanda toprağa müdahalenin gerçekleşeceği alanlardaki her türlü
kültür varlığının planlamaya dahil edilmesi,
saptanması, belgelenmesi ve gereğinde
kurtarma kazıları ile geçmişten günümüze
kadar gelebilen bilginin yok edilmeden gelecek kuşaklara aktarımı anlamındadır. Bu
nedenle Valetta Sözleşmesi’ni kabul eden
ülkelerde yeni saptanan kültür varlıklarının
sayısı 10 binleri bulmakta, binlerce arkeolojik yerleşmede kurtarma kazıları yapılmaktadır. Örnek vermek gerekirse, her yıl
Japonya’da binlerce kurtarma kazısı yapılmakta, 1996 yılında ise bu sayı 11.000’i
bulmuştur (Habu ve Fawceet, 1999). İsrail gibi küçük bir ülkede bile bu sayı binin
altına düşmemektedir (Greenberg ve Keinan, 2009). Bu açıdan yapılaşmanın hızlı
bir ivme kazandığı ülkemize baktığımızda
2014 yılında yapılan kurtarma kazılarının
sayısının 203’te kalmış olması üzücü olmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır.
Yukarıda kısaca değindiğimiz gibi ülkemiz toprakları uygarlık tarihinin en önemli
basamaklarının gerçekleştiği bölgelerden
biridir. Kentlerin ve sanayi tesislerinin hızlı
yayılımı; yollar, boru hatları, taş ve maden
ocakları, limanlar ve havaalanları bir kenara bırakılsa da, halen yapımı sürmekte
olan baraj ve baraj gölü sayısı gerçekleşen
kurtarma kazılarının sayısından çok daha
fazladır (Özdoğan, 2000a).
Arkeolojik Dolgular – Uygarlık Tarihinin
Ölü Arşivleri
Tapınak, saray gibi görkemli anıt yapıların
bulunduğu ören yerleri, insanlığın uzun
geçmişinin çok kısa bir süresini temsil eder.
Geçmişin bilgilerinin saklandığı esas arkeolojik dolgular topografyada kolay seçilemeyen “höyük ya da düz yerleşme” şeklindedir. Bunlar eski kültürlerden günümüze
kadar gelen bilgilerin birikiminden oluşan
ölü arşivlerdir. Alışık olmayan bir göz için
höyük doğal bir tepedir; bilim insanları müdahale ettiğinde, arkeolojik kazılar yapıldığında bu ölü arşivdeki veriler “kullanılabilir
Keban Barajı altında kalan Pertek Camisi ve taşımak için sökülmüş hali.
Ilısu Barajı altında kalan Hasankeyf, kale ve Artuklu köprüsünün ayakları.
Ülkemizin taraf olduğu MaltaValetta Sözleşmesi’nin bağlayıcı
hükmü, toprağa yapılacak her türlü
müdahalenin kültür varlıklarını göz
ardı etmeden gerçekleştirilmesi
şeklindedir. Valetta Sözleşmesi,
çağın gereği olan yatırımlarla kültür
varlıklarını “ya koruma ya yatırım”
karşıtlığından çıkartarak, bütüncül
ve birbirini tamamlayan bir anlayışı
esas almaktadır.
bilgi”ye dönüşür, insanlığın ortak hafızasına katkıda bulunur. Bunlar belgelenmeden
yok edilen bir höyük, kopyası olmayan bir
kitaplığın yakılarak yok edilmesi ile aynı anlamı taşır. Bu geri dönüşü olmayan bir tahribattır, bilginin yok edildiği kesindir ancak
neyin yok edildiği kesin değildir. Arkeolojik
belgeme ve kurtarma kazıları yapılmadan
gerçekleşen barajlar gibi bayındırlık hizmetlerine bu açıdan bakmak gerekmektedir (Özdoğan, 2000b).
Ülkemizde Baraj Arkeolojisinin Durumu
1967 yılında Kemal Kurdaş ve Halet Çambel’in öngörüsüyle kurulan Keban Baraj
Gölü Kurtarma Projesi, kısa adıyla “Keban
Projesi”, Türk arkeoloji tarihinde bir devrim
yaratmış, proje kapsamında gerçekleşen
kazılarla bilginin ötesinde Türk arkeolojisine çağdaş arkeolojik yöntemlerin ve kültüre bütüncül bir bakış açısının girmesini
sağlamıştır (Özdoğan, 2013), (Stoop vd.,
1967). Erken Cumhuriyet döneminde yeni
başkent olarak Ankara’nın yapılaşması
bağlamında gerçekleştirilen kurtarma kazıları bir yana bırakılırsa, Keban Projesi’ne
kadar ülkemizde bu bağlamda ciddi bir çalışma yapıldığını söylemek olanaklı değildir
(Morçöl, 2007). Hirfanlı, Seyhan, Sarıyar
gibi barajlar değil kurtarma kazısı, hemen
hemen hiçbir belgeleme yapılmadan gerçekleşmiş; Seyhan Baraj alanındaki ünlü
Augusta Antik kenti, barajın su toplamasından on gün önce gündeme gelerek yüzeydeki bazı eserler müzeye taşınabilmiştir
(Akok, 1960).
Ülkemizin engebeli bir coğrafi yapısı
vardır; bu topografya içinde yerleşmeye
uygun yerler akarsu boyundaki vadilerdir.
Bunlar aynı zamanda baraj ve göletlerin
yapımına en uygun olan yerlerdir. Bu durum ister istemez yatırım-koruma ve bilginin kurtarılması karşıtlığını beraberinde
getirmektedir. Eğer bir barajın yapımı, su-
lama, taşkın önleme ve enerji üretimi açısından zorunlu ise aynı zorunluluğun kültür varlıklarının kurtarılması için de gerekli
olduğunun göz ardı edilmemesi gerekir.
Buna karşın ileri sürülen bir söylem, arkeolojik dolguların baraj sularının altında korunacağı ve ileriki dönemlerde baraj gölleri
alüvyon ile dolup işlevini yitirdikten sonra
yeni gelişen teknolojilerle kazılabileceği,
dolayısıyla bilginin yok olmayacağı şeklindedir. Dünya Baraj Komitesi’nin baraj altında kalan arkeolojik yerlerde yaptığı çalışmalar durumun böyle olmadığını, sürekli
inip çıkan baraj gölü seviyesinin yarattığı
hareketler ve dalga etkisinin çok kısa zamanda arkeolojik dolguları tahrip ettiği, dip
akıntılarının ve özellikle diğer oluşumlara
göre daha yumuşak olan arkeolojik dolgularında balıkların yuvalandığı, dolayısıyla
hiçbir şekilde korunmadığı şeklindedir. Bu
nedenle Misissippi Barajı gibi çok sayıda
arkeolojik yerleşimin suyun altında kaldığı
baraj gölleri çevresinde sürekli olaraktan
“izleme (watch)” uygulanmakta; dalgayla
gelen eski eserler toplanmaktadır. 2002
yılında Keban Barajı su tutmasından yaklaşık 25 yıl sonra o yılki kuraklık nedeniyle
göl seviyesi 30-40 m düştüğünde yaptığımız gezideki gözlemlerimiz de bu durumu
itü vakfı dergisi 45
SU DOSYASI
Adana- Osmaniye’de Ceyhan baraj gölü altında
kalan Haçlı Kontluğu’na ait Kumkale...Kalenin
içi tümüyle kazılmış ancak kale taşınamadan
suyun altında kalmıştır. Kale ülkemizde Haçlı
Kontlukları’nın en özgün yapılarından biriydi.
desteklemektedir. Mimarisi kerpiç olan höyükler hemen hemen tümüyle aşınmış ve
hatta daha önceden yapılan yüzey araştırmalarında varlığı bilinmeyen Neolitik Dönem katmanları açığa çıkmış durumdaydı.
Suyun altında kalan höyüklerin yerlerini
bilen balıkçılar sık aralıklarla buralara ağ
attıklarını ve çok sayıda eser topladıklarını ve düzenli aralıklarla antikacıların bu
eserleri almak üzere bölgeye geldiklerini
belirtmişlerdir. Dolayısıyla baraj göllerinin
arkeolojik dolguları koruduğu söyleminin
kendimizi aldatmanın dışında bir anlamı
yoktur. Bir diğer görüş de kurtarma kazıları için ayrılan ödeneğin barajın maliyetini önemli ölçüde arttırdığı şeklindedir.
Türkiye’nin yaptığı en başarılı ve kapsamlı
kurtarma kazısı olan Keban Projesinde 7
yıl boyunca devletin kurtarma kazıları için
ayırdığı ödeneğin, barajın açılış töreninde
yapılan harcamadan daha az olduğu bu
bağlamda unutulmamalıdır. 2000’li yıllarda Karkamış Baraj Gölü alanında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı’nın kazılara
kalabalık bir heyetle gezmek için yaptığı
bilgilenme gezilerinin gideri bile o yılki bir
kazının bütçesinden daha fazladır.
Tüm bu olumsuzluklara karşın GAP
Projesi kapsamında Fırat ve Dicle üzerinde yapılan baraj alanı kurtarma kazıları,
bölgenin kültür tarihi açısından çok önemli
sonuçlar vermiştir. Bugün ülkemizin Paleolitik Çağ’dan günümüze kadar geçirdiği tüm
kültürel süreci kesintisiz olarak izleyebildi-
46 itü vakfı dergisi
ğimiz yegane yerin Fırat ve Dicle üzerindeki baraj göl alanları olduğunu söyleyebiliriz
(Özdoğan, 2010). Bu da bize barajların
eski toplumların en yoğun yaşama alanı
olan nehir boylarını yok ederken bir yandan da kültür tarihini anlayabilmemiz, öğrenmemiz için eşsiz bir olanak sağladığını
göstermektedir. Önemli olan bu olanağın
doğru olarak kullanılmasıdır.
Keban Baraj Gölü’nün ancak %65’inin
arkeolojik taraması yapılmıştır. Suyun altında kalacak 63 arkeolojik yerleşim yeri,
iki Orta Çağ camisi ve bir Roma dönemi
köprüsü saptanmıştır (Özdoğan, 2006).
Bunlardan yalnızca bir höyük, Pulur Höyüğü tümüyle kazılmış, 10 höyüğün yaklaşık
10-15%, 8 höyüğün çok küçük bir alanı kazılarak belgelenebilmiş, iki cami ve Roma
köprüsü baraj göl alanı dışına taşınarak
kurtarılabilmiştir. Keban’ı izleyen Karakaya
ve Atatürk baraj göl alanlarında saptanan
arkeolojik yerlerin sayısı 580’dir (Özdoğan, 1977). Bunların yanı sıra çok önemli
bir Asur Kaya yazıtı, bir Ortaçağ kalesi,
Roma dönemine ait su yolları, köprüler ve
birçok anıtsal nitelikte sivil mimari örnekleri
ile tarihi mezarlıkların varlığı belirlenmiştir.
Anıt yapıların hiçbiri su alanı dışına taşınamamış, yalnızca 38 arkeolojik yerleşmede
arkeolojik kazı yapılabilmiştir. Suyun altında
kalan arkeolojik yerleşmelerin en önemlisi
kuşkusuz Samsat’tır. 52 m yüksekliğindeki
höyüğün kilometrelerce geniş bir alana yayılan aşağı şehri ile Samsat, Mezopotam-
ya’nın en önemli merkezlerinden biriydi.
Yüzey bulguları Uruk-Sümer dönemine ait
Suriye’deki Ebla Höyüğü’nde olduğu gibi
burada da yazılı belgelerin bulunabileceğini işaret etmekteydi. Kazı çalışmaları Demir
Çağı'na, Samsat Höyüğü’nün Kommagene
Krallığı’nın başkenti olduğu tabakalarına
kadar inebilmiş, daha eski dönemlere ise
ancak küçük sondajlar ile bakılabilmişti. Bu
da bize baraj alanlarındaki kurtarma kazılarının “zamana” gerek duyduğu, kazı çalışmalarının baraj gövdesi inşaatından önce,
barajın yapılma kararı alındıktan hemen
sonra başlaması gerektiğini açık bir şekilde göstermektedir. Aynı zamanda kurtarma kazılarının üniversitelerin yaz tatili ayları
ile sınırlı kalmayıp, diğer ülkelerde olduğu
gibi tüm yıl boyunca sürmesi gerektiği de
tartışılmaz bir durumdur. Halen Fırat üzerinde yapılmakta olan Ilısu Barajı göl alanın-
1967 yılında Kemal Kurdaş ve Halet
Çambel’in öngörüsüyle kurulan
Keban Baraj Gölü Kurtarma Projesi,
kısa adıyla “Keban Projesi”, Türk
arkeoloji tarihinde bir devrim
yaratmış, proje kapsamında
gerçekleşen kazılarla bilginin
ötesinde, Türk arkeolojisine
çağdaş arkeolojik yöntemlerin ve
kültüre bütüncül bir bakış açısının
girmesini sağlamıştır.
Hirfanlı, Seyhan, Sarıyar gibi
barajlar, değil kurtarma kazısı,
hemen hemen hiçbir belgeleme
yapılmadan gerçekleşmiş;
Seyhan Baraj alanındaki ünlü
Augusta Antik kenti, barajın su
toplamasından on gün önce
gündeme gelerek yüzeydeki bazı
eserler müzeye taşınabilmiştir.
Elazığ-Malatya Bölgesi’nde Hititlerin komşusu İsuwa Krallığı’nın başkenti Korucutepe Höyüğü. 1976
yılında Keban baraj gölü yükselirken arkeologların kayıkla sürdürmeye çalıştığı kurtarma kazıları sırasında.
da ODTÜ TAÇDAM Projesinin 2000 yılında
başlatmış olduğu kurtarma kazıları, Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nın yönetiminde oldukça başarılı bir uygulama olarak sürmektedir. Ancak bu başarılı durumun ülkemizde
yapımı süren ya da planlama aşamasında
olan diğer baraj projeleri için de geçerli
olduğunu maalesef söyleyecek durumda
değiliz.
Tahribatın Görülmeyen Yüzü:
Arazi Islah Çalışmaları
Barajlar bağlamında göz ardı edilen bir
husus da, sulama kanalları ve buna bağlı
olarak gelişin “arazi ıslah” çalışmalarıdır.
Barajın kültür varlıkları üzerindeki görünür
etkisi akarsu boyundaki tanımlı bir ovayla
sınırlıdır. Oysa baraj gölünden alınan su,
kanallar ve borularla göl alanı dışında kalan geniş alüvyonlu ovaların sulanması için
kullanılmaktadır. Akaçlama için gerekli olan
kanalların yapımı, suyun en uygun şekilde
kullanımı için arazinin belli bir eğime göre
düzletilmesi ve mekanize tarım, sulama
yapılan ovalarda kültür varlıklarının düzletilmesine yol açmaktadır. Bu, gözle görünmeyen, zaman içinde gelişen bir tahribattır.
Bunun en çarpıcı örneği Harran Ovası’dır;
hiçbir barajın gölü içinde kalmadığı halde
Atatürk Barajı’ndan gelen su nedeniyle
ovadaki kültür varlıkları hemen hemen tümüyle düzleştirilmiş, toprakları ve dolayısıyla Harran Ovası uygarlık tarihinden tümüyle silinmiş durumdadır.
Sonuç - Bazı Çıkarsamalar
Bu yazıyla en kapsamlı yatırım projeleri
arasında yer alan barajlar ile kültür tarihi
arasındaki ilişkiyi, ülkemizdeki durumu
özetleyerek ele almaya çalıştık. Bu bağlamda, karşılaşılan sorun esas olarak
kültür envanterimizin yokluğundan kaynaklanmaktadır. Yasalarımız “tescilli” sitleri, arkeolojik alan olarak tanımlamakta
ve bayındırlık uygulamaları bağlamında
yalnızca bunlar gündeme gelmektedir. Ülkemizdeki tescilli arkeolojik yerlerin sayısı
2015 yılı itibariyle 12.757’dir; buna karşılık
yayınlara giren arkeolojik yerlerin sayısı
yüzbinlercedir (Tekeli, 2000). Barajlar da
dahil olmak üzere her türlü proje, planla-
ma aşamasındayken Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan inşaat alanı içinde arkeolojik
kalıntı olup olmadığı sorulmakta; tescilli
bir yer olmadığı takdirde proje “uygulanabilir” olarak kabul edilmektedir. Her ne
kadar son yıllarda ÇED uygulaması zorunluluğu getirilmiş ise de ender birkaç örnek
dışında bunun ciddi olarak yapıldığını söylemek olası değildir. Sorun, inşaat alanındaki bir arkeolojik kalıntının bazı kimselerin “duyarlılığı” ile iş işten geçtikten sonra
çıkmakta ve yatırımın engellenmesi gibi
bir çözümsüzlüğü beraberinde getirmektedir. Genellikle koruma ve çağdaşlaşma
arasındaki karşıtlık bu duruma geldiğinde kaybeden kültür varlığı olmaktadır.
Bu durumun en vahim örneklerinden biri
Zeugma’da yaşanmıştır. Zeugma’nın varlığı 19.yy ortalarından beri bilinmekte; zaman zaman Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
izniyle araştırma ve kazılar da yapılmıştır.
Zeugma’yı su altında bırakan Birecik Barajı, Keban ile birlikte daha 1966 yılında
planlanmıştır. Zeugma’daki arkeolojik
araştırmalar ise baraj kapsamı dışındaki
alanlarda yoğunlaşmıştı. Zeugma tescilli
değildi, bu nedenle ne DSİ ne de Kültür
ve Turizm Bakanlığı açısından barajın ya-
Atatürk baraj gölü içinde kalan Samsat Höyüğü; kazı alanı höyüğün üst kısmında görülmekte.
Çevresinde surla çevrili Aşağı Şehir içindeki 52 m. yüksekliğindeki höyük.
itü vakfı dergisi 47
SU DOSYASI
İmamoğlu Höyüğü. Karakaya baraj gölü suları yükselirken.
pılmasında hiçbir sakınca yoktu. Zeugma
olayı, baraj inşaatın başlamasından çok
kısa bir süre önce, bir gazetecinin ortaya çıkan mozaikleri görmesiyle gündeme
yansımış ve bu aşamadan sonra kamuoyunda bir duyarlılık gelişmiştir (Özdoğan,
2000c). Oysa Zeugma mozaiklerinin Atatürk Barajı altında kalan Samsatlı ustalar
tarafından yapıldığı bilinmektedir. Samsat’ın büyük bir kısmı gibi Roma yerleşimi de hemen hemen hiç belgelenmeden
suyun altında kalmış; hiç kimse de buna
üzülmemiştir. Benzer bir durum Allianoi’de
yaşanmıştır. Bu bağlamda Ilısu Baraj Gölü
altında kalacak olan Hasankeyf’in de yakın
zamanlara kadar tescil edilmediği, dolayısıyla devlet açısından “yok” sayıldığını da
belirtebiliriz (Ahunbay, 1998). Çağdaş yatırımların kültür varlıklarını yok etmeden gerçekleşmesi için her şeyden önce ülkemizin
kültür envanterinin hızla gerçekleşmesi ve
Atatürk Barajından Harran Ovası’na su getiren tünel.
Valetta Sözleşmesinin gereği olan planlama, izleme ve koruma kavramlarının yasalarımıza gereği gibi girmesi gerekmektedir.
Sahip olmakla övündüğümüz kültür varlıklarının gereği olan sorumluluğumuzu ancak
bu şekilde yerine getirebiliriz.
Kaynakça
Ahunbay, Z., 1998, “DünyaKültürMirasıAçısındanHasankeyfveKurtarılmaOlasılıkları”, Mimarlık
290: 29-34.
Akok, M.,1960, “Augusta ŞehirHarabeleri” V.
TürkTarihKurumuKongresiIX/ 5: 173-182.
Bounni, A., 1979, “Campaign and Exhibition
from the Euphrates in Syria”, D.Freedman (yay.)
Archaeological Reports from the Tabqa Dam
Project-Euphrates Valley, Syria: 1-7. American
Schools of Oriental Research, Cambridge.
Greenberg, R., ve A. Keinan, 2009, Israeli Archaeological Activity in the West Bank 1967-2007. A
Sourcebook. The West Bank and East Jerusalem
Archaeological Database Project. Ostraccon,
Jerusalem.
Habu, J. ve C. Fawcett, 1999, “Jomon Archaeology and the Representation of Japanese Origins”, Antiquity 73.281: 587-593.
Morçöl, Ç., 2007, “Cumhuriyetin İlk OtuzYılında,
ArşivBelgelerinde, Ankara'daYapılanArkeolojikKazıÇalışmaları”, AnadoluMedeniyetleriMüzesi
2006 Yıllığı: 459-498.
Özdoğan, M., 1977, Aşağı Fırat Havzası 1977
Yüzey Araştırmaları. ODTÜ Aşağı Fırat Projesi
Yayınları Seri I, No 2, Ankara.
Özdoğan, M., 2000a, “Cultural Heritage And
Dam Projects in Turkey: An Overview”,http://
www.adb.org/water/topics/dams/pdf/culture.pdf
Özdoğan, M., 2000b, “Türkiye’de Yok Olan Kültürler ve Baraj Gölleri: Sorunlar ve Öneriler”,
GAP Bölgesinde Kültür Varlıklarının Korunması,
Yaşatılması ve Tanıtılması Sempozyumu: 71-84.
GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, GAP
Yayınları Kültür Dizisi no. 3, Ankara.
Özdoğan, M., 2000c, “Türkiye’de Baraj Projeleri
ve Tarihsel Yerleşme Alanları”, E. Özden (yay.)
Zeugma Yalnız Değil, Türkiye'deBarajlarveKültürelMiras: 86-97. Tarih Vakfı, İstanbul.
Özdoğan, M., 2006, “Keban Projesi ve Türkiye'de Kurtarma Kazıları”, V. Tolun ve T. Takaoğlu
(yay.) Sevim Buluç Anı Kitabı: 13-19. Çanakkale
18 Mart Üniversitesi, Çanakkale.
Özdoğan, M., 2010, “Barajların Yok Ederken Kazandırdıkları”, Aktüel Arkeoloji 17: 20-33.
Özdoğan, M., 2013, “Keban Projesinden Arkeometri Ünitesi’ne Türk Arkeolojisinde Çağdaşlaşma Süreci” A.A Akyol ve K.Özdemir (yay.) Türkiye’de Arkeolojinin Ulu Çınarları Prof.Dr. Ay Melek
Özer ve Prof.Dr. Şahinde Demirci’ye Armağan:
43-51. Homer Kitabevi, İstanbul.
Stoop, P. vd., 1967, Doomed by the dam. TürkTarihKurumuBasımevi, Ankara.
Tekeli, İ., 2000, “BüyükProjelerinGeliştirilmesindeveUygulanmasındaTarihBoyutu”, E. Özden
(yay.) Zeugma YalnızDeğil, Türkiye'deBarajlarveKültürelMiras: 170-172. TarihVakfı, İstanbul.
48 itü vakfı dergisi
Tarihi Su Yapıları Açısından
Türkiye’nin Dünyadaki Önemi
Prof. Dr. - Müh. Ünal Öziş
Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir
Birçok uygarlığın kesişme
noktasında yer almış olan
Anadolu'da, evrensel bir
kültür mirası niteliğini taşıyan,
son dört bin yılın hemen her
döneminden kalan, bazıları
günümüzde de işlevini sürdüren
pek çok su yapısı, Türkiye'yi
tarihi su yapıları açısından
dünyanın en zengin ve ilgi çekici
açıkhava müzelerinden biri
kılmaktadır..
İ
nsanlar suyun zararından korunmak ve/
veya sudan yararlanmak amacıyla binlerce yıldan beri çeşitli su yapıları inşa
edegelmişlerdir. En eski su yapıları M.Ö.
III. ve II. binyıllarda, özellikle akarsuların
kontroluna ve sulamaya yönelik olarak,
Nil, Fırat-Dicle, İndus, Huang-He havzalarında gerçekleştirilmiştir.
Aradan geçen binlerce yıllık sürede,
dünyanın çeşitli yörelerinde, birçoğunun
yalnızca kalıntıları bulunan, bazıları işlevlerini günümüzde de sürdüren pek çok su
yapısı, görgül esaslara göre inşa edilegelmiştir.
Bu su yapıları arasında barajlar, kanallar, kargir mecralar, su kemerleri, tüneller,
akarsuları tünel gibi örten yapılar, çeşitli
türde borular, kent hazneleri, sarnıçlar
gibi yapılar bulunmaktadır.
Tarihi su yapıları açısından, özellikle
Roma İmparatorluğu'nun ivmesiyle, Akdeniz'in çevresindeki ülkeler ön plana
Van yöresinde, 56 km uzunluğunda
Şamram kanalı (M.Ö. 800) (Foto: Ü. Öziş).
çıkmıştır. Türkiye gibi bazı ülkeler daha
sonra da bu alanda önemli su yapıları
meydana getirmişlerdir.
Birçok uygarlığın kesişme noktasında
yer almış olan Anadolu'da, evrensel bir
kültür mirası niteliğini taşıyan, son dört bin
yılın hemen her döneminden kalan, bazıları günümüzde de işlevini sürdüren pek
çok su yapısı, Türkiye'yi tarihi su yapıları
açısından dünyanın en zengin ve ilgi çekici açıkhava müzelerinden biri kılmaktadır.
Hitit ve Urartu Dönemleri Su Yapıları
M.Ö.II. binyılın ortalarından, Orta Anadolu’da Hitit döneminden kalma; Uzunyayla’da Karakuyu, Beyşehir yakınında
Eflatunpınar, Ilgın yakınında Köylütolu ve
Yalburt, Boğazkale’de Güneykale, Çorum
yakınında Gölpınar barajları; Konya Ereğlisi yakınında sulama kanalları; Boğazkale’de ilginç bir pınar derleme yapısı gibi
su yapıları bulunmaktadır.
21.yüzyıl başında restore edilen Gölpınar barajı, günümüzde hizmet gören
dünyanın en eski su yapılarından biri niteliğindedir.
M.Ö.I. binyılın ilk yarısından, Doğu
Anadolu’da Urartu döneminden kalma,
Van yöresinde bazı göl ayaklarında ve çeşitli akarsular üstündeki barajlar; Şamram
pınarlarının ve Balıklı Göl’ün sularını ileten
kanallar, Van yakınındaki bazı kehrizler,
sarnıçlar gibi su yapıları bulunmaktadır.
M.Ö. 800’den beri, 56 km uzunluğundaki Şamram kanalı, pek az değişim ve
onarımla, işlevini büyük ölçüde sürdüregelmiştir (Res.1). Urartu barajlarının birçoğundan günümüzde de yararlanılmaktadır.
Helenistik Roma, Bizans Dönemleri
Su Yapıları
M.Ö.I. binyılın ikinci yarısı ile M.S. I. binyılın ilk yarısından, İstanbul, Ege ve Akdeniz bölgelerinde, Helenistik, Roma,
erken Bizans dönemlerinden kalma su
yapıları arasında, uzun mesafeden gelen
suyolları özel önem taşımaktadır.
M.S.4. yüzyılda, Istranca dağlarından
İstanbul’a su ileten 242 km uzunluğundaki suyolu dünyada antik dönemin en uzun
suyoludur. Foça suyolu da 100 km uzunluğuyla önem taşımaktadır.
Bergama, İzmir, Efes, Perge, Hierapolis, Tralleis kentleri de, çoğunluğu M.S.1.2. yüzyıllarda inşa edilmiş, birden fazla
önemli suyolundan beslenmiştir. Doğu
Akdeniz’de Limonlu (Lamas) çayından,
üç ayrı suyoluyla üç antik kente (Uzuncaburç, Olba, Ayaş) su iletilmiştir.
Samsat, Side, Amasya, Alabanda,
Magnesia, Tripolis, Metropolis, Patara ve
daha birçok antik kent uzun suyollarıyla
beslenmiştir.
Bergama’nın Madradağ suyolundaki
kurşun borulu ters sifon 190 m, İzmir’in
Karapınar suyolundaki taş borulu ters sifon 155 m ile dünyada antik dönemin en
büyük basınca dayanmış olan ters sifonlarıdır. Aspendos’un ters sifon yatağı su
itü vakfı dergisi 49
SU DOSYASI
kemerleri 1,7 km ile türünün en uzunlarından biridir.
M.S.4.- 6. yüzyıllarda, kenar uzunlukları 150-250 m mertebesine ulaşan, dönemin en büyük açık ve kapalı sarnıçları
inşa edilmiştir.
Akarsuların üzerini tünel gibi örten
yapıların en ilginç örnekleri Bergama’da,
Nysa’da, Selçuk yakınında Acarlar’da
olup, Bergama çayını örten ikiz yapı herbiri 9 m genişlik ve 7,5 m yükseklikle dünyada antik dönemin en büyüğüdür.
Suyollarında yer alan çeşitli tünellerin ötesinde, Antakya yakınında Çevlik,
Kalkan yakınında Bezirgan tünelleri çok
ilginç olup, Çevlik tüneli 6-7 m mertebesindeki yükseklik ve genişliği ile o dönem
dünyadaki en büyük kesitlerden birine sahip olmuştur (Res.2).
Dünyada ilk su çarkının M.S.4. yüzyılda Cabeira’da (Niksar) inşa edilmiş olduğu ifade edilmektedir.
Roma ve erken Bizans dönemlerinde,
en yükseği 16 m olan, Çevlik, Örükaya,
Çavdarhisar, Böget, Dara gibi bazı barajlar da inşa edilmiştir.
Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri
Su Yapıları
M.S. 11. ila 13. yüzyıllarda, Orta ve Doğu
Anadolu’da Selçuklu döneminde birçok
baraj inşa edilmiş olmakla birlikte, harap
oldukları, Altınapa ve Sille gibi çağdaş
baraj haznelerinde kaldıkları ifade edilmektedir. Kökeninin Urartu’lara dayandığı söylenen, Van yakınındaki Faruk Bendi’nin esasında Selçuklu döneminde inşa
edilmiş olması en kuvvetli olasılıktır.
Konya’da Sahip Ata kanalı, ovanın güneyindeki bazı sulama kanalları, Şanlıurfa’nın bazı suyolları Selçuklu döneminden
kalmadır.
Çermik’te 12. yüzyılda inşa edilmiş
olan taşköprünün, sol sahilde asimetrik
konumdaki yan açıklığından geçip, bir su
değirmenini besleyen kanal da en az aynı
yaşta olmalıdır.
Adını Cizre’den alan El Cezeri’nin hidromekanik aygıtlarla ilgili ünlü kitabının da
12.yüzyılda yazılmış olduğu unutulmamalıdır. M.S. 14. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına uzanan sürede, Osmanlı döneminde,
başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin
çeşitli yerlerinde önemli su yapıları inşa
edilmiştir.
Halkalı yöresi sularını İstanbul’a iletmek üzere, 1450’lerden 1750’lere değin,
50 itü vakfı dergisi
Hatay yöresinde, 6.3 m genişliğinde, 5.8 m.
yüksekliğinde Çevlik su tüneli girişi
(M.S.2.Yüzyıl) (Foto: Ü.Öziş).
toplam uzunluğu 500 km’yi bulan 16 suyolu inşa edilmiştir. Bunların en önemlisi
Sinan’ın 1550’lerdeki Süleymaniye suyolu
olup, 1920’lere kadar hizmet görmüştür.
Edirne’ye su ileten, günümüzde de
büyük bölümü çalışan, toplam 50 km
uzunluğundaki Taşlımüsellim suyolu da
Sinan’ın başka bir önemli yapısıdır.
Osmanlı dönemi suyollarının en önde
geleni, Sinan’ın 1560’larda inşa ettiği,
günümüzde de büyük bölümü çalışan,
toplam 55 km uzunluğundaki Kırkçeşme
suyoludur.
Bu suyolunun üstünden geçtiği üç düzine kadar su kemerinin en görkemlileri
35 m yüksekliğindeki Mağlova (Res.3) ve
Eğri, 710 m uzunluğundaki Uzun, 32 m
yüksekliğindeki Güzelce kemerleridir.
Büyük mühendis ve mimar Sinan’ın bu
üç suyolu, Roma döneminden sonra, 20.
yüzyıla kadar dünyada inşa edilmiş en
önemli su iletim yapılarındandır.
İstanbul’da Kırkçeşme suyolunda, 35 m.
yüksekliğinde Mağlova su kemeri (1564)
(Foto: Ü.Öziş).
İstanbul’un Üsküdar, Taksim, Kilyos
gibi diğer suyolları, Şanlıurfa, Bursa, Çorum, İzmit su getirme sistemleri de ilginç
başka örneklerdir.
1620 ila 1839 arasında, Kırkçeşme
suyolu dört (Topuz, Büyük, Ayvat, Kirazlı),
Taksim suyolu üç (Topuzlu, Valide, Yeni)
kargir barajla takviye edilmiştir. Belgrat ormanlarındaki bu yedi baraj, dönemlerinin
çok ilginç örneklerinden olup, günümüzde de işlevini sürdürmektedir.
19. yüzyılda İstanbul’da Şamlar ve
Elmalı I, Karasu’da Maden barajları inşa
edilmiş; İzmir körfezinin dolmaması için
Gediz yatağı çevrilmiş; Malatya’da Sürgü
sulamasına başlanmıştır.
20. yüzyıl başlarında, Türkiye’de ilk
kez elektrik Tarsus’taki hidroelektrik santralda üretilmiş; Beyşehir bağlaması ve
Çumra sulaması inşa edilmiştir.
Sonuç
Türkiye, dört bin yıllık tarihinin her döneminden kalan, bazıları yüzlerce, hatta binlerce yıldır işlevini sürdüren, baraj, kanal,
kargir mecra, su kemeri, tünel, akarsuyu
tünel gibi örten yapı, farklı türde boru,
Akarsuların üzerini tünel gibi
örten yapıların en ilginç örnekleri
Bergama’da, Nysa’da, Selçuk
yakınında Acarlar’da olup,
Bergama çayını örten ikiz yapı
her biri 9 m genişlik ve 7,5 m
yükseklikle dünyada antik dönemin
en büyüğüdür.
kent haznesi, sarnıç gibi tarihi su yapıları bakımından, dünyanın en önde gelen
açıkhava müzelerinden biri niteliğindedir.
Kaynakça
- (Başka kaynaklar için bu yayınların kaynakça
listelerine bakılması önerilir)
- ÖZİŞ, Ü. (1994): "Su mühendisliği tarihi
açısından Türkiye'deki eski su yapıları". Ankara,
Devlet Su İşleri.
- ÖZİŞ, Ü. (1995): "Çağlar boyunca Anadolu'da
su mühendisliği". İstanbul, İnşaat Mühendisleri
Odası İstanbul Şubesi.
- ÖZİŞ, Ü. (1996): Historical water schemes in
Turkey. "Water Resources Development",
3, 347-383.
- ÖZİŞ, Ü. (1998): Wasserbauten im Laufe
von 4000 Jahren in der Türkei. İstanbul, Renk
Ajans, "In Memoriam - Prof.Dr. Kazım Çeçen Anma Kitabı - Gedenkschrift" (ed.: A. Terzioğlu;
M. Bayazıt), 137-150.
- ÖZİŞ, Ü.; ARISOY, Y.; ALKAN, A.; ÖZDEMİR,
Y. (2007): "Brücken und Wasserbauten aus
seldschukischer und osmanischer Zeit in der
Türkei". Zürich, Spur.
- ÖZİŞ, Ü.; BAYKAN, O.; ATALAY, A.; ARISOY, Y.;
ALKAN, A.; ÖZDEMİR, Y. (2009): "Water
bridging civilizations through four millenia
in Turkey". Ankara, State Hydraulic Works –
İstanbul, 5th World Water Forum .
- ÖZİŞ, Ü.; BAYKAN, O.; ATALAY, A.; ARISOY, Y.;
ALKAN, A.; ÖZDEMİR, Y. (2012): Water works
of four millenia in Turkey. İstanbul, International
Water Association, "3rd IWA Specialized
conference on water and wastewater
technologies in ancient civilizations", 164-171.
- ÖZİŞ, Ü.; BAYKAN, O.; ATALAY, A.; ARISOY,
Y.; ALKAN, A.; ÖZDEMİR, Y. (2014):
Historische Wasserbauten in der Türkei.
“Wasserwirtschaft”, 7/8, 83-86.
- ÖZİŞ, Ü. (2015): Water works through
four millenia in Turkey. İstanbul, European
Water Resources Association, “9th World
Congress, Proceedings”, Keynote Paper 4 &
“Environmental Processes”, 2 (3), 559-573.
itü vakfı dergisi 51
SU DOSYASI
Tarihçe
Ç
Uzay Teknolojileri ve Yüzey Arkeolojisi Entegrasyonu ile
Eski İstanbul’un Roma ve
Bizans Su İkmal Hattının
Araştırılması
Prof. Dr. Derya Maktav
İTÜ İnşaat Fakültesi
Geomatik Mühendisliği Bölümü
Vize’den İstanbul’a su taşıyan, eski Roma’nın en uzun su
ikmal hattı ulusal ve uluslararası düzeyde çok önemli bir kültür
varlığıdır. Bu çalışmada uzay teknolojileri ve yüzey arkeolojisi
yöntemleri birlikte kullanılarak hat, diğer taşıyıcı hatlarla
birlikte bir bütünlük içerisinde görselleştirilerek web tabanlı
bir CBS ortamında ortaya konmuş ve hattın yaklaşık 450 km
olduğu belirlenmiştir. Sistem bugüne kadar ormanlar tarafından
korunmuştur, ancak son zamanlardaki yapılaşmalar sonucu
yavaş yavaş yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı uydu
görüntülerinden de saptanmıştır. Bu mühendislik harikası yapıtlar,
Trakya’da çok geniş bir bölgede yer almaktadır ve buralarda
gündeme gelebilecek her türlü inşaat ve yapılaşmada bu kültür
varlığının zarar görmemesi için önlem alınmalıdır…
52 itü vakfı dergisi
eşitli kaynaklara göre İstanbul’un kuruluş efsanelerinden en yaygın olanı,
İstanbul’un (Byzantion), Yunanistan’daki Megara kentinden gelen göçmenler
tarafından MÖ VII. yüzyılda kurulduğudur.
Rodos’tan gelen Dorlar’ın istilalarından kaçan Megaralıların bir kolu MÖ 680’de bölgeye gelerek Khalkedon’a (Kadıköy, körler kenti) yerleşmiştir. MÖ 660’da ikinci bir Megara
kolu, Byzas adlı başkanlarının önderliğinde
bugünkü Sarayburnu civarına yerleşmiş ve
buraya Byzantium adını vermiştir. Coğrafi
konumu ve stratejik önemi nedeniyle kent sık
sık istilalara uğramıştır. MÖ 74’de Roma İmparatorluğu’na bağlanmış ve 330’da Roma
imparatoru 1. Konstantin (Büyük Konstantin)
tarafından Roma İmparatorluğu’nun başkenti
ilan edilmiştir. 395’de imparatorluk Doğu (Bizans) ve Batı olarak ayrılana kadar başkent
olarak kalmıştır. Kent daha sonra gene birçok istilalara uğramış ve Batı 476’da yıkılmış
Doğu ise 1453’de Türklerin eline geçmiştir.
Her ne kadar günümüzde Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntılar mevcut ise
de çoğu kaybolmuş veya günümüzdeki İstanbul’un toprakları altında kalmıştır. Örneğin
Ortaçağ’a ait günümüze kadar gelebilmiş en
önemli Bizans anıt eserlerinden biri İstanbul
Saraçhane’deki Bozdoğan (Valens) Kemeri’dir. 378 yılında yapımı tamamlanan bu kemer, aslında çok daha büyük bir hidrolik sistemin bileşenlerinden sadece bir tanesidir.
Ayrıca, Trakya’daki doğal su kaynaklarından
kente su sağlayan büyük ve kompleks bir
sistemin en belirgin elemanı olup bir mühendislik harikasıdır. Bu sistem eski Roma’ya ait
bilinen en uzun su ikmal hattı olarak tarihin
en büyük hidrolik mühendisliği yapıtlarından
biridir.
Su Hattının Konumu
Bu su ikmal hattı, Trakya’da Kırklareli’nin Vize
ilçesinin batısında, Soğucak ve Değirmendere mevkiinden başlamaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 240 m civarında olan bu
bölgede bol miktarda su kaynakları bulunmaktadır. Burada görülen ilk galeri izleri Vize
ilçesi yönüne doğru devam etmekte, daha
sonra Çakıllı, Ayvacık, Kavacık, Saray, Binkılıç, Aydınlar, Karamandere, Çiftlikköy, Kalfaköy, Dağyenice, Tayakadın ve Arnavutköy
yerleşimleri civarından geçen su hattı Alibeyköy yakınlarına kadar izlenebilmektedir. Su
ikmal hattının topoğrafik eğimi başlangıçtan
itibaren 0.0006-0.0007'dir.
Projenin Başlangıcı
1990'lı yıllarda İTÜ Hidrolik Anabilim Dalı öğretim üyesi merhum Prof. Dr. Kazım Çeçen
hocamız, arkeolog Celal Kolay ile birlikte bölgede yoğun araştırmalar yapmış ve 242 km
uzunluğundaki bu su ikmal sisteminin bölgedeki varlığını ortaya koymuştur. Ayrıca daha
eskiye dayanan, Dirimtekin’in de konuyla ilgili
çalışmaları bulunmaktadır. Daha sonra, arkeolog Prof. Dr. James Crow, bu bölgede bu
hattın daha net bir biçimde belirlenebilmesi
ve sistemin daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla
yaklaşık 15 yıl arkeolojik çalışmalar yapmış,
Çatalca’nın Danamandıra yöresinden başlayan ve ilk bulunan isale hattına paralel bir
yol izleyen ikinci bir hattın varlığını saptamış,
böylece toplam uzunluğu yaklaşık 350 km’yi
bulan iki ikmal hattı olduğu anlaşılmıştır. Kendisiyle 2006’da biraraya gelerek uzaktan algılama ve CBS yöntemlerinin yüzey arkeolojisi
yöntemleriyle entegre edilerek daha bilimsel
araştırmalar yapılabileceğine ve daha net ve
güncel sonuçlar elde edebileceğimize karar
verdik ve birlikte TÜBİTAK’ın desteklediği çok
disiplinli bir araştırma projesine başladık. Bu
teknik proje her ne kadar 2010’da tamamlandı
ise de, ben bu projenin ancak geniş kapsamlı
bir yönetim planı oluşturulması halinde anlam
kazanacağını ve böylece ulusal ve uluslararası platformlarda çok önemli yaygın etkisi
olacağını düşünüyorum. Ancak ne yazık ki bu
konuda girişimlerimiz şu ana kadar sonuçsuz
kaldı, şimdi ilgili kurumlar konunun önemini biraz anladılar gibi, temaslarımız sürüyor.
Projenin Konusu Hakkında Teknik Bilgi
Bu projede, Trakya’da Kırklareli’nin Vize ilçesinden başlayıp İstanbul’a kadar uzanan,
Romalılar zamanında inşasına başlanan
mühendislik harikası bir su ikmal hattı araştırılmaktadır. Sistem, herhangi bir pompalama
sistemi olmaksızın, sadece arazi eğimi esas
alınarak oluşturulmuştur. Bu hattın uzunluğu,
her ne kadar daha önce yapılan çalışmalarda yaklaşık 250 km olarak ifade ediliyorsa
da, uzay teknolojilerinden de (GPS, uzaktan
algılama uydu verileri ve yöntemleri, vb.) yararlanılarak yapılan çalışmamızda, hattın, diğer taşıyıcı hatlarla birlikte yaklaşık 450 km’yi
bulduğu anlaşılmıştır ki, bu da yeni ve önemli
bir sonuçtur.
Bu çalışmada, öncelikle, hattın bulunduğu
Trakya’daki geniş bölgenin farklı zamanlara ait
IKONOS, QUICKBIRD gibi yüksek mekânsal
çözünürlüklü uydu görüntülerinden yararlandık. Ayrıca bölgedeki arazi örtüsü, arazi kullanımı analizi amacıyla farklı spektral özellik-
lerden de yararlanabilmek için LANDSAT VE
SPOT verilerini de kullandık. Daha sonra, bu
uydu görüntüleri üzerine, arazide belirleyebildiğimiz galeriler, kanallar ve su kemerleri gibi
yapılara ait ölçtüğümüz GPS koordinatlarını,
daha önceki yıllarda ölçülmüş olanları da bizimkilerle entegre ederek dijital olarak işledik
ve böylece sistemi bir bütün olarak oluşturduk. Ayrıca hattın geçtiği bölgede ve etki çevresinde arazi örtüsü, arazi kullanımı sınıflandırması da yaptık. Çünkü su hattı geçiyor, ama
nereden ve nasıl geçiyor? Çevresinde bugün
ne tür yapılar var? Hat için riskler nelerdir
(tarım alanı olabilir, yol olabilir, ormanlık alan
olabilir, yerleşim alanı olabilir, inşaat alanı veya
madencilik alanları olabilir, vb.)? Bu amaçla
dijital görüntü işleme tekniklerinden kontrollü
ve kontrolsüz sınıflandırma tekniklerini kullandık. Buna ek olarak, farklı tarihli uydu verileri
kullanarak hattı içeren bölgedeki arazi örtüsü
ve arazi kullanımının zaman içinde nasıl değiştiğini (change detection) analiz edebildik.
itü vakfı dergisi 53
SU DOSYASI
ni oluşturduğumuzda, bölgenin hat ile birlikte
görselleştirilmesi sağlanmış oldu. Böylece,
çalışmamızda geomatik mühendisliğinde yer
alan güncel teknolojilerin yüzey arkeolojisine
başarıyla uygulanması sağlanmış oldu.
Su Hattının Fiziksel Özellikleri
Geniş bölgede uydu görüntüleri yardımıyla
bölge topoğrafyasına bakıldığında, sistemin
topoğrafya ile uyumlu olduğu görülmektedir.
Hat, bir vadiye ulaştığında, ya eğime göre
tepelerin etrafından dolaşmakta, ya da bir su
kemeri ile karşıya bağlanmaktadır. Sistemi ya
topoğrafyaya çok iyi uyduracak şekilde inşa
edeceksiniz, ya da 450 km boyunca belirli eğimleri koruyacaksınız. Çok uzun bir hat
söz konusu… Yol inşaatı olsa yokuş aşağı
veya yokuş yukarı belli eğimlerde götürebilirsiniz, ama pompalama sisteminin olmadığı bir
yerde suyu yukarı doğru çıkaramazsınız. Bu
nedenle sistem çok sayıda galerilerden, açık
kanallardan ve kemerlerden oluşuyor. Çok
farklı yapılar var, kimisi toprak altında kalmış,
kimisi kısmen yıkılmış, kimisi korunmuş. Saraçhane’deki 1 km uzunluğundaki ve iki kattan oluşan Valens su kemeri işte bu sistemin
bir bileşeni. Tünel şeklinde galeriler var, içinde
rahatça elinizi kolunuzu sallayarak yürüyebilirsiniz. Bu yapıların bir kısmını ve bulundukları
hatları uydu görüntülerinden belirledik, toprak altındaki bazı elemanları da gene uydu
görüntülerinden bitki örtüsü analizleri ile belirledik ve gerektiğinde de yersel çalışmalarla
doğrulama çalışmaları yaptık.
Bizim projeye başladığımız dönemden önceki
dönemlere ait arşiv uydu görüntülerini (onları
da sınıflandırarak), yani 15-20 sene öncesinin
uydu görüntülerini 2009-2010 yıllarına ait sınıflandırılmış uydu görüntüleri ile dijital ortamda karşılaştırdığımızda, yani değişim analizi
yaptığımızda, hattın geçtiği bölgelerdeki arazi örtüsü arazi kullanımı değişimlerini net bir
biçimde belirledik. Örneğin sık bitki örtüsüyle
kaplı bir bölge var ve oradan bu su hattı geçiyor; gördük ki yaklaşık on yıl içinde bu bölge
kömür yatağına dönüşmüş, hattın etrafı da
kömür işletmeleriyle çevrilmiş. Oradaki antik
yapı zarar görmüş demek az... Tamamen yok
olmuş. Daha önceki çalışmalarda bölgeyi çıplak gözle de görmüş olan ekip arkadaşlarımız,
değişimi hayretle ve üzülerek gördü. Çok kısa
sürede gerçekleşen olumsuz yapısal değişimler söz konusu, bu nedenle bir an önce su
54 itü vakfı dergisi
hattının tam olarak ortaya çıkarılması ve çevrede gerekli önlemlerin alınması gerekiyor ki,
bu değerli kültür mirasımız korunabilsin. Ayrıca el GPS’leri ile de ölçümler yaptık, 3D-CBS
ve web tabanlı CBS hazırladık. Bilinen ve yeni
bulduğumuz yapıtların dijital kamera ile yüksek çözünürlüklü görüntülerini aldık ve bunları
da CBS içine aktardık. Uydu görüntüsündeki
hat üzerinde GPS ile belirlediğimiz herhangi
bir noktaya tıkladığımızda bu noktaya girilen
tüm bilgilerin (örn. arkeolojik bilgiler, haritalar,
ortofotolar, GPS değerleri, metinler, vb.) ve
yapıların dijital fotoğraflarının ekranda görselleştirilmesi sağlandı. Dijital arazi modelinin
oluşturulmasında 1:25000 ölçekli dijital HGK
topoğrafik haritalarından ve SRTM uydu verilerinden yararlandık. Ölçtüğümüz tüm verileri
bir CBS kapsamında çok disiplinli bir anlayışla
analiz ettik. Daha sonra dijital arazi modelleri-
İlginç Olaylar
Ben İstanbul’luyum ve Çatalca’ya da piknik
amaçlı birçok kez gitmiştim. Ancak, Çatalca bölgesinin bu kadar sık ormanlarla kaplı
olduğunu doğrusu bilmiyordum. Nitekim
araçlarımız defalarca çamura saplandı ve bir
kaç kez de ormanda kaybolma tehlikesi geçirdik. Yöreyi iyi bilen lokal rehberlerimiz olmasa ve bize baltalarla yol açmasalar ormanda
ilerlememiz pek mümkün olamazdı. İşte bu
noktada uydu verileri ve uzaktan algılama
yöntemlerinin kullanımının ne kadar önemli
ve yararlı olduğu da açık ve net bir biçimde
ortaya çıkıyor. Arazi çalışmalarımız sırasında
keneler tarafından da ısırıldık. Özellikle Kırım
Kongo zehirli kenelerinin medyada sık sık yer
aldığı dönemlere denk geldiği için oldukça sıkıntılı günler geçirdik. Bir de defineciler konusu var… Bunlar kültür miraslarımız için büyük
tehlike. Onlarla da birkaç kez karşılaştık, balık
tutmaya gittiklerini (!) söylediler. Maalesef bu
konuda önlemlerin yeterli olmadığını düşünü-
yorum. Bu da apayrı, üstünde düşünülmesi
gereken önemli bir konu.
dieval Constantinople/Istanbul, Swedish Research
Institute in Istanbul, Urban Mind Workshop, Istanbul, Turkey, 2-6 November 2008 (invited seminar).
Proje Ekibi
Projede aktif olarak çalışan çok disiplinli bir
ekip oluşturuldu. Yüzey arkeolojisi çalışmalarını Edinburgh Üniversitesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof. Dr. James Crow ve İTÜ’den,
aynı zamanda 1990’lı yıllarda Prof. Dr. Kazım
Çeçen ile birlikte çalışan arkeolog Celal Kolay birlikte yürüttü. Uzaktan algılama ve CBS
çalışmalarının yürütücülüğünü Prof. Dr. Derya
Maktav yaptı; hidrolik çalışmalarını Hidrolik
Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr.
Beyhan Yeğen ve Prof.Dr. Bihrat
Önöz birlikte yürüttü. Ayrıca İTÜ
Makine Fakültesi’nden Prof. Dr
Haluk Karadoğan ve Doç. Dr.
Murat Çakan görev yaptı. Projede 6 bursiyer öğrenci çalıştı.
4. Maktav,D., Remote sensing and GIS on the Water
Supply of Byzantine Constantinople and the Anastasian Wall, The University of Edinburgh, School of
History, Classics and Archaeology, Edinburgh, UK,
7-14 March 2009 (invited seminar).
Sonuç
Vize’den İstanbul'a su taşıyan,
eski Roma’nın en uzun su ikmal hattı, ulusal ve uluslararası
düzeyde çok önemli bir kültür varlığıdır.
Bu çalışmada uzay teknolojileri ve yüzey arkeolojisi yöntemleri birlikte kullanılarak hat,
diğer taşıyıcı hatlarla birlikte bir bütünlük içerisinde görselleştirilerek web tabanlı bir CBS
ortamında ortaya konmuş ve hattın yaklaşık
450 km olduğu belirlenmiştir. Sistem bugüne
kadar ormanlar tarafından korunmuş, ancak
son zamanlardaki yapılaşmalar sonucu yavaş
yavaş yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı uydu görüntülerinden de saptanmıştır. Bu
mühendislik harikası yapıtlar Trakya’da çok
geniş bir bölgede yer almaktadır ve buralarda
gündeme gelebilecek her türlü inşaat ve yapılaşmada bu kültür varlığının zarar görmemesi
için önlem alınmalıdır.
Teşekkür
Projeyi destekleyen TÜBİTAK’a teşekkür ederiz. Arazi çalışmalarımız sırasında bize büyük
destek sağlayan yöre halkına teşekkür ede-
riz. Projemizi Prof. Dr James Crow ve Prof.
Dr. Derya Maktav kuratörlüğünde ‘Bir Başkentin Su Yolları’ başlığı ile İstanbul Beyoğlu
Anamed binasında Kasım 2012-Ocak 2013
tarihleri arasında sergileyen Koç Üniversitesi
Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (AnaMed)’ne
teşekkür ederiz. Bu arada,
bizlere mail atarak arazi çalışmalarına tüm öğrencileri ile
birlikte katılarak bize yardımcı
olmak isteyen Çatalca’daki ilkokul öğretmenine de özellikle
teşekkür ederiz. Son olarak da,
bu çok değerli kültür mirasımızı
saklayan ve böylece koruyan
Trakya’daki ormanlarımıza teşekkür ediyoruz, zira eğer onlar
olmasaydı bu muhteşem kültür mirasımız çoktan yok olup gitmiş olacaktı.
Kaynaklar
1. Çeçen,K., Roma suyollarının en uzunu, TSKB,
İstanbul, 1996.
2. Çeçen,K., İstanbul’un Osmanlı dönemi su yolları,
İSKİ, İstanbul, 1999.
3. Maktav,D., Use of remote sensing and GIS for
surface archaeology: water supply system of Me-
5. Maktav,D.; Crow, J.; Kolay,C., Yeğen,B.; Onoz,B.;
Sunar,F.; Coskun,G.; Karadoğan,H.; Çakan,M.;
Akar,I.; Uysal,C.; Güçlüer,D.; Geze,B.; Ince,G., Integration of remote sensing and GIS for archaeological
investigations, 29.EARSeL Symposium, Imagine
Europe, DOI: 10.3233/978-1-60750-494-8-261;
ISBN: 978-1-60750-493-1 (print), 978-1-60750494-8 (online), Chania, Crete, Greece, 15-18 June,
2009.
6. Maktav,D.,Crow,J.,Kolay,C.,Yeğen,B.,Önöz,B.,Sunar,F.,Coşkun,G.,Karadoğan,H.,Çakan,M.,Akar,I.,
Uysal,C.,Güçlüer,D., Geze,B.,Ince,G., 2009, Integration of remote sensing and GIS for archaeological investigations, International Journal of Remote Sensing,
Vol: 30, Nr: 7, pp. 1661-1674, 2009.
7. Maktav, D., Application of remote sensing for
research on the water supply of Medieval Constantinople (Istanbul), Presentation Series of the
Geo-Spatial Technologies, GEO-Kolloquium, Organized in cooperation by the Institute of Geography and Regional Sciences at KFU, the Institute
for Remote Sensing/Photogrammetry and Geoinformation at Graz University of Technology and the
Austrian Society of Surveying and Geoinformation,
Graz, Austria, January 2010 (invited seminar).
8. Uysal,C., İnce,G.; Akar,I., Maktav,D., ,Crow,J.,
The determination and comparison of hydrological
properties of catchment basins from topographic
maps, DTM, ALOS/PRISM, and SRTM DEMs. A
case of part of Roman water supply system, 30.
EARSeL Symposium, pp.447-456, proceedings:
CD (ISBN 978-3-00-033435-1), UNESCO, Paris,
France, 31 May-3 June 2010.
9. Maktav,D., Eski İstanbul’un can damarı su yolları
uzaktan algılama, CBS ve yüzey arkeolojsi entegrasyonu ile netleşti, XYZ Dergi, Ağustos 2011.
Email: [email protected]
http//web.itu.edu.tr/maktavd
itü vakfı dergisi 55
SU DOSYASI
Atatürk Barajı
Mühendislik, Ekonomik ve Sosyal Boyutlarıyla:
Bir Kalkınma Projesi Olarak GAP
Prof. Dr. Doğan Altınbilek
ODTÜ Öğretim Üyesi,
Eski DSİ Genel Müdürü
56 itü vakfı dergisi
GAP, Güneydoğu
Anadolu’da halkın gelir
düzeyini, hayat standardını,
kırsal alandaki üretimi
ve istihdamı artırarak,
ülkemizin sosyal istikrar
ve ekonomik büyüme gibi
kalkınma hedeflerine katkıda
bulunmayı amaçlamaktadır.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel’in ifadesiyle GAP,
“Türkiye Cumhuriyeti’nin en
büyük eseridir” ve ‘Altın çağın
habercisi’dir…
GAP’ın Amacı ve Tarihçesi
G
üneydoğu Anadolu Projesi GAP, odağına insanların refahını ve mutluluğunu alan ve bölgeler arası gelişmişlik
farkını azaltmayı hedefliyen bir kalkınma projesidir. GAP, Fırat ve Dicle Nehirleri üzerinde
yapılacak 22 baraj ve 19 Hidroelektrik santral
ile sulama tesislerinin yanısıra kentsel, kırsal,
tarımsal altyapı, sanayi, eğitim, ulaştırma,
sağlık, konut, turizm ve diğer sektörleri içeren
çok sektörlü, entegre ve sürdürülebilir bir bölgesel kalkınma projesidir. GAP, Güneydoğu
Anadolu’da halkın gelir düzeyini, hayat standardını, kırsal alandaki üretimi ve istihdamı
artırarak, ülkemizin sosyal istikrar ve ekonomik büyüme gibi kalkınma hedeflerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. 9. Cumhur-
başkanı Süleyman Demirel’in ifadesiyle GAP,
“Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük eseridir”
ve ‘Altın çağın habercisi’dir (Turgut, 2000).
İnsanlık tarihinde medeniyetin beşiği olarak
bilinen, Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki ‘Yukarı Mezopotamya’ toprakları verimli olduğu
için ‘Verimli Hilal’ olarak da anılır. GAP projesi
bu bölgedeki Adıyaman, Batman, Diyarbakır,
Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak illerinde toplam 74.000km^2 alanı kapsamaktadır. Yüzölçümü itibariyle ülkemizin
%9,7’lik kısmına ve ülke nüfusunun yaklaşık
%10’luk kısmına sahiptir. Buna karşın ülkemizin yerüstü su kaynaklarının %28’i Fırat ve
Dicle nehirlerinde olup, sulanabilir alanlarının da % 20’si GAP içindedir. 1960’lı yıllarda
EİE’de başlatılan Aşağı Fırat planlama raporları ve DSİ’ce hazırlanan Fırat ve Dicle Havzaları İstikşaf Raporları bu bölgede enerji
ve sulama tesisleri inşaa ederek toprak ve
su kaynaklarının geliştirilmesini öngörmüştür.
1980’li yıllarda bu projelerde çeşitli değişiklikler yapılarak Güneydoğu Anadolu Projesi,
kısaca GAP adı altında toplanmıştır. 1989’da
GAP Kalkınma İdaresi kurulmuş ve 1990’da
GAP Master Plan çalışması yayınlanmıştır
(DPT,1990). GAP Master Plan’ı 1985 yılı itibarıyla bölgede Türkiye nüfusunun %8.5’u yaşarken, gayrisafi milli hasıladan sadece %4
pay aldıklarını, kişi paşına milli gelir düzeyinin
ise Türkiye ortalamasının yarısından az olduğunu tesbit etmiştir. Bölgeyi geri kalmışliktan
kurtarmak için seçilen stratejilerin içinde su
ve toprak kaynaklarının hızlıca geliştirilmesi
ilk önceliklidir. Tarıma dayalı sanayi tesisleri
kurularak, üretilen mamüllerin ihracatı, kaliteli iş gücünün temini, eğitimi ve gerekli alt
yapıların tesisi de planlanmıştır. Master Plan
raporunda GAP’ın bitiş tarihi 2004 yılı olarak
öngörülmüştür.
GAP kapsamındaki projeler hedeflenen
sürede bitirilemediğinden. 2008 yılında GAP
Eylem Planı yürürlüğe konmuş yatırımlar hızlandırılmıştır. 2008-2012 yıllarını kapsayan
GAP Eylem Planında 1.058.000 hektar alanın
sulamaya açılması, ekonomik kalkınma ve
gelişme sağlanması, altyapının ve kurumsal kapasitenin geliştirilmesi hedeflenmiştir.
(DSİ, 2012)
GAP’taki Mühendislik Projeleri
GAP’ın kapsamında DSİ tarafından planlanan sulama, enerji, hizmetler ve çevre amaçlı
13 büyük proje birimi bulunmaktadır. Bu projelerden yedi tanesi Fırat Havzası’nda, altısı
ise Dicle Havzasinda yer almaktadır. Fırat
projelerinin membaındaki Keban barajı pro-
Süleyman Demirel ile nadir bir anı.
Karkamış Barajı temel atma töreni.
jesi 1974 yılında hizmete girdiğinden GAP
kapsamında değildir. Dicle ve Fırat Nehirleri
ve kolları üzerinde 22 baraj ve 19 Hidroelektrik santral yapılarak, 7.500 MW kurulu güç ile
yılda 27 milyar kWh enerji üretimi ve yaklaşık
1.8 milyon hektarlık brüt alanda sulama yapılması hedeflenmektedir. 2008’de açıklanan
GAP Eylem Planı ile ekonomik olarak sulanabilecek alan 1.058 milyon hektar olarak belirlenmiştir.
2015 yılı itibariyle GAP’ta işletme olan
17 adet hidroelektrik santral ile hedeflenen
toplam enerjinin %76’sı üretilmektedir. Sulamaların gerçekleşme oranı ise hedeflenen
toplam alanın %23.2’dir. Enerji projelerinde
sulamalardan daha hızlı gerçekleşme sağlanmıştır. Bunun nedenleri olarak ülkemizin
hızla artan enerji ihtiyacını karşılamak zorunluğu, sulamaların gerçekleşebilmesi için suyun sağlanacağı barajların öncelikle inşaası
gereği ve ödeneklerin yetersizliği nedeniyle
sulama yatırımlarının yapılamaması sayılabilir. İçmesuyu sektöründe, GAP’a dahil olan
toplam 9 şehir ve civarında yaşayan 3,9 milyon insana yılda 510 milyon metreküp içmesuyu sağlanmıştır.
GAP’ta Fırat ana kolu üzerinde yer alan
ve Süleyman Demirel tarafından Fırat’ın ‘altın bilezikleri’ diye adlandırılan beş baraj
sırasıyla Keban, Karakaya, Atatürk, Birecik
ve Karkamış olup, 478 km nehir boyunca
toplam 501 m düşü sağlanmaktadır. Hepsi
işletmede olan Fırat Nehri ana kolundaki barajlar maliyetlerini enerji üretimiyle defalarca
geri ödemişlerdir. Atatürk Barajı, Karakaya
Barajı, Şanlıurfa Tünelleri ve sulama Yukarı
Harran sulama kanalları mühendislik yönünden çok önemli tesisler olup herbiri dünya
sıralamalarında üst sıralarda yeralmaktadırlar. Atatürk Barajı dolgu hacmi nedeniyle
dünyanın en büyük 10 barajı arasındadır.
Atatürk Barajın'dan 328 debiyi Şanlıurfa’ya
taşıyan 26.4 km uzunluğunda 9.5 m kazı
çapında iki adet Şanlıurfa tünelleri dünyanın en uzun sulama tünelleridir. Şanlıurfa
tünellerinin suyunu Mardin’e taşıyacak 204
kapasiteli 86.3 km boyundaki Yukarı Harran
ana kanalı Türkiye’nin bir çok nehrinden
daha büyük debiye sahiptir. Yukarı Harran
Ana Kanal’ının bitiminden sonra başlayan
Aşağı Mardin kanalı ise 134 km uzunluğundadır. Bu iki kanal Atatürk Barajı’nın sularını
toplam 221 km öteye taşıyan önemli mühendislik yapılarıdır.
Dicle Nehri ana kolundaki beş baraj Kralkızı, Dicle, Batman, Ilısu ve Cizre olup, yalnızca
ilk üçü işletmededir. İnşaa halindeki Ilısu barajı
da kret uzunluğu açısından kendi klasmanında
dünyada birinci sıradadır. Tamamlandığında
Dicle Nehri barajları 275 km’lik nehir boyunca
458 m’lik toplam düşü sağlayacaklardır.
Ülkemize enerji ve gıda sağlayan bu dünya çapında eserler halkımızın vergileriyle inşa
itü vakfı dergisi 57
SU DOSYASI
Son yıllarda GAP Bölgesi’nden yapılan
ihracat düzeyinde dikkate değer bir artış
olmuş, 2007 yılında 3,3 milyar dolar olan
ihracat tutarı 2014 yılında 9,2 milyar dolara yükselmiş; Bölge’den yapılan ihracatın
ülke ihracatı içindeki payı %3,1'den %5,9'a
çıkmıştır. Söz konusu dönem itibariyle ülke
ihracatındaki artış %47 olurken, Bölge’den
yapılan ihracat %180 oranında artmıştır.
Türkiye'nin en büyük kargo havalimanı Şanlıurfa’dadır.
Prof. Dr. Doğan Altınbilek Atatürk Barajı'nda.
edildiler. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin
gerçekleştirdiği ve ülkemizin geleceği için
stratejik öneme sahip bu büyük eserleri hepimiz sahiplenmeliyiz ve gurur duymalıyız.
GAP’ın Ekonomik Boyutu
GAP tamamlandığında 1.270.000 kişiye
doğrudan istihdam sağlanacaktır. Ulusal
ekonomiye yılda 6,61 milyar ABD Doları
katkı sağlayacaktır. GAP’ın yıllık enerji faydası 4.0 milyar, sulama faydası 2,2 milyar
ve içmesuyu faydası 410 milyon ABD Doları
olarak hesaplanmıştır.
GAP, ülkenin hidroelektrik enerji üretimine önemli katkı sağlamaktadır. 2014 yılı itibariyle işletmedeki 13 hidroelektrik santral
Bölge’de yılda 20,6 milyar kilovat-saat elektrik üretimi kapasitesi oluşturulmuştur. 2014
yılında ülke genelinde üretilen hidrolik enerjinin yarısı GAP’ta üretilmiştir. Hidroelektrik
santrallerinin işletmeye alınışından 2014
yılı sonuna kadar GAP’ta 403,5 milyar kilovat-saat elektrik enerjisi üretilmiş olup, üretilen bu enerjinin parasal değeri 24,2 milyar
dolardır (1 kWh=6 cent).
GAP kapsamında bugüne kadar 19
baraj tamamlanmıştır. Güneydoğu Anadolu Projesi’nin temel eksenini oluşturan ve
GAP’ın tamamlanmasının ana koşulu olan
sulama yatırımlarında önemli gelişmeler
sağlanmıştır. GAP kapsamında başlangıçta
su depolama yapıları olan barajlar inşa edilmiş ve hidroelektrik santralleri kurulmuştur.
İkinci adımda depolanan suyu sulama alanlarına taşıyacak ana kanalların, daha sonra
58 itü vakfı dergisi
da tarlalara dağıtacak sulama şebekelerinin
yapımı gelmektedir. Yapılan incelemelerde
birim alandaki katma değer sulama sonrası 3 kat artmaktadır. Halen büyük kısmında
sulu tarım yapılan Şanlıurfa-Harran sulamalarında net gelirin sulamadan sonra 5 kat
arttığı, gayri safi milli zirai gelirin ise 6 kat
arttığı gözlenmektedir. Araştırma Enstitüleri’nin araştırmaları sonuçlarına göre sulanan
alanlarda pamuk üretiminin %600, domates üretiminin %700, mercimek üretiminin
%250, buğday üretiminin %90 ve sebze
üretiminin %167 artacağı öngörülmektedir.
Sulama öncesi bölgede üretilmeyen soya,
yer fıstığı, mısır, ay çiçegi gibi ürünler yetiştirilebilecek, ayrıca yağlı tohumlar ve yer
bitkileri ikinci ve hatta üçüncü ürün olarak
üretilmeye başlayacak, böylece tarıma dayalı sanayinin gelişmesi sağlanacaktır.
Sanayi altyapısını geliştirmeye yönelik
7 adet organize sanayi bölgesi (OSB) ve 8
adet küçük sanayi sitesi (KSS) tamamlanmış; Bölge’deki OSB sayısı 17’ye, KSS sayısı ise 36’ya yükselmiştir.
Karkamış Barajı inşaatı.
GAP’ın Sosyal Boyutu
GAP enerji ve sulama projelerinin yanısıra sanayi, ulaşım, kentsel ve kırsal altyapı,
çevre ve sosyal sektörlerin de geliştirilmesini amaçlamıştır. Sosyal sektörde istihdamın
arttırılması, sağlık, eğitim, kapasite arttırılması ve kadınların katılımı amaçlanmıştır.
GAP Bölge Kalkınma İdaresi sosyal alanda
gelişmeler sağlamak için ‘GAP Sosyal Eylem Planı’ kapsamında çok sayıda programı
hayata geçirmiştir. Bu projeler arasında kadınlara eğitim, sağlık, gelir getirici ve istihdam sağlayıcı bilgi ve beceriler sağlamaya
yönelik Çok Amaçlı Toplum Merkezleri (ÇATOM) bölgedeki en başarılı egitim programıdır (Ercin, 2006). GAP’taki 9 ilde faaliyet
gösteren 44 ÇATOM’da 2014 yılı itibariyle
eğitim alan kadınların sayısı 250.000’e ulaşmıştır. Uygulanan diğer projeler arasında
Gençlik ve Kültür Evleri, Halk Sağlığı ve
Okur Yazarlığı, Köy Kütüphaneleri, Kadın
STK’ların güçlendirilmesi sayılabilir. Tüm
çabalara rağmen sosyal hedeflerin gerçekleşmesi Master Plan’da öngörülen düzeyde
değildir.
Güvenlik sorunları nedeniyle bölgedeki
şehirlerin nüfusu hızla artmıştır. Bölge genelinde 2015 yılında işsizlik oranı %15.6’dır.
Bölge’de 2007 yılında 96 hastane ve
toplam 9.980 yatak mevcut iken, 2013 yılında hastane sayısı 122’ye, yatak sayısı
16.364’e yükselmiştir. Böylelikle on bin kişiye düşen hasta yatağı sayısı 20,2’ye yükselmiştir. Bu sağlanan gelişmelere rağmen
Süleyman Demirel ve
Prof. Dr. Doğan Altınbilek
GAP’ta sağlık hizmetleri diger bölgelere
göre geri kalmıştır. Hastane yatağı ve sağlık
personeli konusunda en az gelişmiş bölge
statüsündedir.
GAP Bölgesi’nde 2006 yılından sonra
kurulan 6 üniversite ile birlikte dokuz il de
üniversiteye kavuşmuştur. Bölge’de, tüm
eğitim kademelerindeki okullaşma oranlarında artış olmuştur. Ancak halen kadınların
ve erkeklerin okuma yazma oranı Türkiye
ortalamasının altındadır. Bölgede 25 yaş
üzeri 4 kadından 3’ü okuma yazma bilmemektedir. Gene de kadınların okuma-yazma oranlarının artıyor olması olumlu bir
gelişmedir.
Süleyman Demirel ve GAP
DSİ Genel Müdürü olduktan bir ay sonra,
Sayın Demirel’le 25 Mayıs 1996 tarihinde
Karkamış Barajı’nın temel atma töreninde
şahsen tanışma imkanım oldu. Karkamış
Barajı’nın temel atma töreninden açılışına
kadar Genel Müdür idim. Bu 43 ay içinde Süleyman Demirel, şantiyeye beş kez
geldi ve Karkamış Barajı Türkiye’de rekor
sürede bitirilen barajlardan biri oldu. Karkamış barajının inşasında Sayın Demirel’in
büyük ilgi ve desteğini gördük. Binlerce
işçimiz, mühendislerimiz, yapımcı firma,
tabii ki en başta Sayın Demirel, hepimiz,
‘’Bu barajı biz yaptık’’ diye övündük ve
eserimizi sahiplendik. Bu bağlamda Süleyman Demirel’in Isparta şivesiyle ‘GAP’ı
gaptırmam!’ söylemini anlıyorum ve haklı
Şanlıurfa tünelleri çıkışında.
buluyorum. Kendisi, Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda, Başbakan ve DSİ Genel Müdürü olduğu yıllardaki gibi su işleriyle ilgisini
her zaman sürdürdü. GAP’ın geliştirilmesi
ve bitirilmesi için devamlı uyardı ve destek
verdi. Genel Müdürlüğüm sırasında Sayın
Demirel’le sık görüştük. Çankaya Köşkü’nde kendisine bilgiler arz ettim, notlar hazırladım. Bazen gezilerine katıldım. Bazen
de sorunlarımız olan konularda kendisinden yardım istedim. Örneğin, 1999 yılında
Milli Güvenlik Kurulu GAP’ın 2010 yılında
tamamlanması için bir karar aldı. Bunda
Sayın Cumhurbaşkanımızın önemli rolü olduğunu biliyorum.
Şahsi inancıma göre, gerekli ödenekler
sağlanıp, GAP, Master Plan’da öngörüldüğü tarihde bitirilebilseydi, sulama alanları
işletmeye açılıp, bölgede istihdam ve gelir
attırılabilseydi, bölgede güvenlikle ilgili sorunlar yaşanmayacak veya en az düzeyde
olacaktı.
Sayın Demirel’le Dicle Nehri üzerinde
inşaatı süren Kralkızı, Dicle ve Batman Barajlarını da gezdik. Bu barajlar, on iki yıldır
bitirilememişti. Bunların bir an önce bitirilmesini buyurdu. Gazeteci Yavuz Donat gezinin sonunda Demirel’e “Bir sene sonra bitireceğiz diyorlar. Kim bilir kaç sene sürer?’’
dedi. Demirel de Yavuz Donat’ın elindeki
GAP haritasını alarak, arkasına “Kralkızı ve
Dicle Barajları bir sene sonra bitecektir”
diye yazdı ve imzaladı. Bir yıl içinde barajları tamamladık ve açılış yapmaya gittik.
Açılıştan sonra Yavuz Donat’ın gazetesindeki köşesinde “Elimdeki haritada bir senede
bitecek diye Demirel’in imzası var. Bir yılda
bitti. Demek ki istenirse bitirilebiliyor’’ diye
yazdığını hatırlıyorum.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
GAP için ‘Fevkalade büyük bir mutluluk, bir
ömre değer. Başka bir ömrüm olsa, gene
buraya verirdim. 50 senedir ben bu projeyle
meşgulüm’ demiştir (Turgut, 2005). Süleyman Demirel’in GAP’a ve diğer su projelerine ilgisinin ve sevgisinin canlı tanığıyım.
Ruhu şad olsun, nur içinde yatsın.
Kaynakça
Altınbilek, Doğan, “Water and land resources
development in Southeastern Turkey”, Int. Journal
of Water Resources Development, 13(3):311332, 1997
Altınbilek, Doğan, Cecilia Tortajada, “The Atatürk
Dam in the Context of the Southeastern Anatolian
(GAP) Project”, Impacts of Large Dams: A Global
Assessment, sayfa 171-199, Springer, 2012
Devlet Planlama Teşkilatı, “Güneydoğu Anadolu
Projesi Master Plan Nihai Raporu”, Nippon KoeiYüksel, GAP İdaresi, 4 Cilt, 1990
DSİ Genel Müdürlüğü, “GAP Güneydoğu
Anadolu Projesi – GAP’ın Dünü, Bugünü ve
Yarını”, 144 sayfa, 2012
Erçin A.E., ‘Social and Economic Impacts of
Southeastern Anatolia Project’, Master Tezi,
ODTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2006
Turgut, Hulusi, “GAP ve Demirel”, ABC Basın
Ajansı, Temmuz, 2000
Turgut, Hulusi, “Süleyman Demirel : Bir Ömür
Suyun Peşinde”, 2 Cilt, 2005
itü vakfı dergisi 59
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
İslamköy’de Başlayan Yaşam Öyküsü
“Bir Ömür Suyun Peşinde”
Süleyman Demirel
Ortaokulda; A, B ve C
şubeleri diye üç ayrı şube vardı.
Bizi, C Şubesi’ne verdiler.
A Şubesi’nde memur çocukları,
B Şubesi’nde esnaf ve orta
halli ailelerin çocukları okurdu.
Biz köylüler, C Şubesi’nde
okumaya başladık. Hiçbir zaman
köylülükten dolayı komplekse
kapılmadım.
“Merkep sırtında Isparta’ya gidip,
ortaokula kaydoldum”
00 yıllık Osmanlı-Türk tarihi, Isparta
ilinden beş başbakan çıktığını yazar.
Bunlardan dördü, Osmanlı İmparatorluğu döneminde “Sadrazam” diye adlandırılan başbakanlardır. Tarih sırasına göre;
Kemankeş Ali Paşa, Halil Hamid Paşa, Seyid Ali Paşa ve Hüseyin Avni Paşa “Ispartalı
Sadrazamlar” olarak anılır.
1923 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih oluşuyla birlikte, Anadolu ve
Trakya topraklarında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde ise Isparta’dan çıkan
beşinci Başbakan Süleyman Demirel’dir.
Isparta’nın hemen yanıbaşında bulunan
ve kentin adeta sayfiyesi durumunda
olan Atabey ilçesine yol alırken 17.
km’den itibaren sağa giden yolu takip edecek olursanız, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk “Köylü Başbakan”ı
Süleyman Demirel’in doğup, filizlendiği İslamköy’e ulaşırsınız.
Atabey’le âdeta bütünleşmiş
olan İslamköy de, Anadolu medeniyetleri safında adeta “Ben de
5
varım” diyor. Sırtını dağlara dayamış, bağlık-bahçelik bir ovada mazisiyle övünüp, geleceğe güvenle bakmak isteyen, tok gözlü,
alçakgönüllü insanların yaşqadığı bu şirin
köyde 1 Kasım 1924’te çiftçi bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen Demirel, yetiştiği
toprakların tarihi hakkında şunları söylüyor:
“Biz, doğup büyüdüğümüz beldeye ne
zaman gelmişiz, kesinlikle bilmeyiz. Ancak,
etrafımıza baktığımız zaman Anadolu medeniyetlerinin bütün izlerini görürüz. Grek,
Roma, arkasından Türk-İslam medeniyetinin bütün eserleri bir aradadır. Biz, eski
medeniyetlerin yaşandığı bu topraklara,
Anadolu’nun Türklere açılmasını takiben
gelmişizdir.”
Süleyman Demirel, İslamköy’de “Paşa Dayı” lakabıyla anılan Yahya Demirel
ile Ümmühan Hanım’ın
ikinci evladıdır. Ailenin
ilk evladı merhume
Afife, Cumhuriyet
öncesi dünyaya
gelmiş. Süleyman
Demi-
Süleyman Demirel, ilkokula 1930
yılında İslamköy İlkokulu’nda
başladı, 1935’te mezun oldu.
rel’in ablasıyla aralarında iki yaş vardı. Demirel ailesinin üçüncü evladı Şevket 1926,
dördüncü çocukları Hacı Ali ise 1927 doğumludur.
Göbek adı “Sami” olan Süleyman Demirel,
1930 yılının 11 Kasım günü 6 yaşını tamamladığında köy ilkokulunda öğrenime başlar.
Süleyman Demirel’in sınıf arkadaşı 52
Nuri, öğrencilik yıllarından yaklaşık 30 yıl sonra Başbakan olan arkadaşını şöyle anlatır:
“Süleyman, sınıfımızın en çalışkan
öğrencisiydi. O, bize hiç uymazdı. Yaz
tatilinde bile ders çalışırdı. Hem de çok
usluydu. Uzun yıllar arkadaşlık ettik, aynı
köyde büyüdük, ama hiç kavga etitğini
görmedim.
…Onu, ilkokul sıralarında ya okuldu, ya
da evlerinin penceresinden sokağa bakarken görürdük.
Sonra, aradan yıllar geçti, “Sülü” okumaya gitti. Yalnız yaz tatillerinde köye gelir,
öğrendiklerini bize anlatırdı.
Bir gün babasına, “Atatürk’ün kurduğu
rejime göre siz de mebus (milletvekili) olabilirsiniz” dediğini hiç unutmam. Allah gönlüne göre verdi, babası değil ama, kendisi
oldu…”
1935’te 55 kuruş bir servetti”
Şimdi de, İslamköy İlkokulu’nde 1935 yılında
”Pekiyi” dereceyle mezun olan Süleyman
Demirel’den ortaokul anılarını dinleyelim:
“O yıllarda, unutamadığım hatıra ise, ortaokula kaydolmamdı. Babam, bir merkebe, ben bir merkebe binerek ortaokula kayıt için Isparta’nın yolunu tuttuk. Okula kayıt
için altı adet vesikalık fotoğrafı, 15 kuruşluk
damga pulu, İyi Hal Kağıdı ve Nüfus Hüviyet Cüzdanı gerekliydi. Bunların masrafı 55
kuruş tutuyordu. O günlerde 55 kuruş köylüye servet gibi geliyordu. Babam, o sıkıntılı
döneme rağmen, 55 kuruşu buldu ve beni
ortaokula kaydettirdi.
Ortaokulda; A, B ve C şubeleri diye üç
ayrı şube vardı. Bizi C Şubesi’ne verdiler.
A Şubesi’nde memur çocukları, B Şubesi’nde esnaf ve orta halli ailelerin çocukları
okurdu. Biz köylüler, C Şubesi’nde okumaya başladık. Ben, hiçbir zaman köylülükten
dolayı komplekse kapılmadım. Ben burada, bir devri anlatmaya çalışıyorum.”
Ortaokul ve liseyi sırasıyla Isparta,
Muğla ve Afyon’da okuyan Süleyman Demirel, “Parasız Yatılı” öğrenim gördüğü Afyon Lisesi’nden çok güzel anılarla mezun
oldu. Demirel, Afyon Lisesi yıllarını anlatırken, şunları söyler:
“Memleket hizmetinde bize yön veren,
yol gösteren bu irfan ocağına, saygı ve
şükran ile bağlıyım. Bize, büyük feragat ve
fedakarlıklarla tahsil ve terbiye vermeye
çalışan öğretmenlerimize minnet dolu saygılarımız vardır.”
Örnek Öğrenci: Süleyman
1935 yılında ilkokulu bitirdikten sonra Isparta’da ortaokula kayıt yaptırmaya giden
Süleyman Sami Demirel’in elindeki bir
mektup, kendisinin, öğretmeleri tarafından
daha ilkokul sıralarında keşfedildiğinin bel-
itü vakfı dergisi 61
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
Süleyman Demirel Afyon Lisesi'nde (ön sıra soldan dördüncü).
yolu ile Aydın’a kadar gidecek, oradan da
karayolu kendilerini Muğla’ya ulaştıracaktı.
Isparta Ortaokulu’nun bu başarılı öğrencisi adeta bir protokolle uğurlanıyordu.
İslamköy’den, pansiyona
Şimdi, ‘leyli meccani öğrenci' Süleyman
Demirel’i dinleyelim:
“Muğla’ya altı saatte ulaştık. Artık, devletin öğrencisiydim. Ortaokul son sınıfa
gidecektim. Beni ‘A’ grubuna dahil ettiler.
Bir haftada kendimi ispat ettim. Pansiyon
şartları kötüydü. İki-üç çocuk aynı yatakta
yatıyorduk.
Köyüme başarısız dönemezdim. Ailem,
tırmağı ile sağladığını bana harçlık yapıyordu. Sorumluluk duygum çoktu. Koyver
gitsin, diyebilen bir adam değildim. Hiç demedim ömrümde. İçimde, dünyayı kucaklayıp, kaldırmayı öğrenmiştim.”
O yıllarda Batı Trakya’dan gelen öğrencilerle tanışan Demirel, İslamköy ve Isparta’ya
nazaran daha çok çalışma gereğini görüyor
ve bunu şu cümle ile ifade ediyordu: “Muğla’da, rekabet şartları çok ağırmış…”
1930’lu yılları bilmedikçe,
Türkiye’yi anlamak mümkün değil.
O dönemleri yaşamak şart değil,
bilmek gerekir. Türkiye’nin ne kadar
mesafe aldığını, o yıllara bakarak
görebiliriz. Biz o dönemde hayatın,
bulunduğumuz ortamdan ibaret
olduğunu zannederdik.
gesi niteliğini taşıyor.
Diploması henüz hazırlanmadığı için İlkokul Müdürü Sadık Doğan’ın mektubu ile
Isparta Ortaokulu’na kaydolan Süleyman
Demirel, bu memleketin dağında, taşında
yaşayan insanımızın sefaletini doya doya
içerek köyden şehre geliyordu. Köy okuluna giderken, ısınmak için götürdüğü odun
kütüğünü artık şehir okuluna götürmüyordu. 1930’ların medeni nimetlerinden az da
olsa bir kısmı Isparta’da bulunuyordu.
Süleyman Demirel, öğrenciliğinin ikinci kısmı olan ortaokul dönemini anlatırken
şöyle demektedir.
“Benim çocukluğum, hayatıma istikamet veren olaylarla doludur. Biz, bu fukaralığa karşı isyan etmişizdir. Türk köylüsünün
sefaletine isyan etmişizdir.
‘Acaba bu insanları biz medeniyete kavuşturur muyuz?’ diyerek bir kavganın içine
girdik. Adı, tam manasıyla ‘kavga’dır. Çocukluğumdan kalan hadiselerin en önemlileri 1930’lu yıllardır. 1930’lu yılları bilmedikçe, Türkiye’yi anlamak mümkün değil. O
dönemleri yaşamak şart değil, bilmek gere-
62 itü vakfı dergisi
kir. Türkiye’nin ne kadar mesafe aldığını, o
yıllara bakarak görebiliriz. Biz o dönemde
hayatın, bulunduğumuz ortamdan ibaret olduğunu zannederdik. Çünkü o yıllarda, idare lambası vardı, gazyağı kullanılan lamba
bile lükstü. O dönemlerde köylümüz, hayata
mağlup olmamıştır…”
Süleyman, Isparta’daki ikinci yılını birkaç
arkadaşı ile 1,5 lira aylıkla kiraladıkları evde
geçiriyordu. 1936 yılının sonunda yeni bir
kararın içine giriyor ve leyli meccani (Devlet
parasız yatılı) imtihanına hazırlanıyordu.
Süleyman’la birlikte üç arkadaşı daha
parasız yatılı imtihanını kazanmış, onların
kur’ası Muğla’ya çıkmıştı.
Ispartalı Süleyman, bir yıl önce babası
ile birlikte “İsmet Paşa” tarafından açılışını seyrettiği istasyondan bu sefer ilk defa
kara trene biniyordu. Dört arkadaş demir-
Yeni bir okul, yeni bir ufuk
Ortaokulu başarı ile tamamlayan Süleyman
Demirel, “harp yılları dediğimiz 1940’lı yılların başında, yine “parasız yatılı” olarak
Afyon’da lise öğrenimine geçmişti. Isparta’da başlayıp, Muğla’da devam eden bu
yeni maraton Afyon’da tamamlanacaktı. O
dönemde başarılı öğrencilerinin çokluğu
ile isim yapmış Afyon Lisesi’nin pansiyonuna yerleşen Süleyman Demirel burada da
çalışıyor, başarıyordu…
Gönlünde Yatan Sevda ve...
Süleyman Demirel
“Mühendis Mektebi”nde
1941 yılında Afyon Lisesi’nden başarı ile
mezun olan Süleyman Demirel, yıllardır
gönlünde yatan mühendis olma sevdası
uğruna “Mühendis Mektebi” imtihanında,
4 bin kişi arasından, 150 öğrenci içine dahil oluyordu.
İTÜ öğrencileri 1943-1944 öğretim yılında Prof. Salih Murat Uzdilek ile (S. Demirel 2. sıra sağdan birinci - Y. Müh. Feyyaz Nemlioğlu arşivi).
İstanbul’un Gümüşsuyu semtinde
Yüksek Mühendis Mektebi’nin pansiyonuna yerleşen Süleyman Demirel, altı
yıllık okulun altı yüz öğrenisinden biri
oluyordu. 1945 yılında İstanbul Teknik
Üniversitesi adıyla yeni hüviyetine bürünecek olan bu öğretim kurumu, harp
yıllarındaki yokluk ve kıtlığa rağmen öğ-
rencilerine pek çok imkanı fazlasıyla veriyordu.
Şevket Demirel de İTÜ’de
Süleyman Demirel’den iki yaş küçük olan
kardeşi Şevket Demirel de Denizli Lisesi’nden mezun olup, “Ağa”sının (ağabey)
yolunu tutacak ve 1945 yılında Mühendis
1941 yılında Afyon Lisesi’nden
başarı ile mezun olan Süleyman
Demirel, yıllardır gönlünde yatan
mühendis olma sevdası uğruna
“Mühendis Mektebi” imtihanında,
4 bin kişi arasından, 150 öğrenci
içine dahil oluyordu.
Mektebi imtihanını kazanıp, İstanbul’a gelecekti.
Bu üniversiteliyi tanıdınız mı? İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi’nin İnşaat Fakültesi’ne
“armağanı” diye tanımlanan Süleyman Demirel, arkadaşlarının kucağında...
Şevket Demirel, üniversite yıllarını anlatırken, ağabeyi sayesinde rahat günler
geçirdiğini ifade edip, yarım asra yakın bir
süreden sonra hatıralarını şöyle tazeliyor:
“Harp yılları olmasına rağmen İstanbul’da rahat ve kaliteli bir öğrenim gördük…
Beş senemiz bir arada geçti. İyi bir arkadaş
grubumuz vardı. Derslerimizi hiç aksatmadan yapardık. Ben, mektupçuluk görevini
üstlenmiştim. Ağam kasa idi. Harçlığımızı
eşit olarak harcar, birbirimize borçlanmazdık. Birlikte film seyretmeye ve konserlere
giderdik. Zaman zaman dost, ahbap ziyaretlerimiz olurdu. O dönemde Beyoğlu gezileri meşhurdu. .. Ağam çok muntazamdı.
Derslerinde devamlı not tutar, arkadaşları
tarafından çok sevilirdi. En büyük eğlence-
itü vakfı dergisi 63
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
den
i’n
knik Üniversites
rel’in İstanbul Te
Süleyman Demi
ı.
as
hendislik” diplom
aldığı “Yüksek Mü
mümkün değildi ama, bir yerden sonra
çağın gelişine baktım; lisan çok büyük bir
pencere olacaktı. Elimizde zaten okuyacak kitap filan da yoktu. Kurs masraflarını
kısıtlı harçlığımla karşılardım…
İstikbalin Yüksek Mühendisleri. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi öğrencisi Süleyman
Demirel, fakülte arkadaşlarıyla birlikte mezuniyet yolunda ilerlerken...
miz 5 kuruş vererek konsere gitmekti…”
Süleyman Demirel, üniversite yıllarındaki bir özel merakını şöyle açıklıyor:
“Kardeşim Şevket’le birlikte Teknik Üniversite yurdunda parasız yatılı olarak
birlikte kalırdık. Üniversite yıllarında boş
zamanlarımı Berlitz Lisan Dershanesi’nde
değerlendirirdim. İngilizce bilirdim, okulu
bitirirken. Aslında liselerde İngilizce öğrenmek mümkün değildi. Üniversitede de
Süleyman Demirel 1 Kasım
1924’te Isparta’nın Atabey
ilçesine bağlı İslamköy’de
doğdu. İlköğrenimini doğduğu
köyde tamamlayan Demirel,
ortaokul ve liseyi Isparta ve
Afyon’da bitirdi. Demirel,
Şubat 1949’da İstanbul
Teknik Üniversitesi İnşaat
Fakültesi’nden mezun oldu.
1924
1950
Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde aynı yıl
göreve başlayan Demirel, önce 19491950, daha sonra 1954-1955 yıllarında
Amerika Birleşik Devletleri’nde
barajlar, sulama ve elektrifikasyon
konularında ihtisas yaptı. Seyhan
Barajı’nın yapım çalışmalarında
mühendis olarak görev üstlenen
Demirel, 1954 yılında Barajlar Dairesi
Başkanı, 1955 yılında da Devlet Su
İşleri Genel Müdürü oldu. Pek çok
baraj ve elektrik santralı, sulama tesisi
inşasına nezaret etti.
64 itü vakfı dergisi
Demirel boykota katılıyor
18 milyon insanın yaşadığı Türkiye “yokluk”
çemberini kırmaya çalışırken, Demirel 1946
yılının yaz tatilinde ilk defa işe girip, Isparta
Devlet Hastanesi inşaatında birinci kat kontrolluğu yapıyordu.
Süleyman Demirel’in mezuniyet yılı geldiğinde, son sınıflara “Hararet Makineleri”
adıyla yeni bir ders konuluyor, ancak sekiz ay
sonra diploma almaya hazırlanan Teknik Üniversite’nin 1948 yılı kıdemlileri bu dersi top-
Askerliğini yapmak üzere 1960
yılında bu görevinden ayrılan
Demirel, 1962-1964 yılları
arasında serbest
müşavir-mühendis olarak
çalıştı. Aynı dönemde
Ortadoğu Teknik
Üniversitesi’nde “Su
Mühendisliği” konusunda
dersler verdi.
1960
1964
28 Kasım 1964 tarihinde AP
2. Büyük Kongresi’nce Genel
Başkan seçilen Demirel,
Şubat-Ekim 1965 tarihleri
arasında Suat Hayri Ürgüplü
başkanlığında kurulan
koalisyon hükümetinde
“Başbakan Yardımcısı” olarak
görev aldı.
10 Ekim 1965’te Genel
Seçimler’de başında
bulunduğu Adalet Partisi
seçimleri kazandı. Tek başına
iktidar oldu. Demirel, bu
seçimlerde Isparta Milletvekili
olarak Parlamento’ya girdi ve
“Türkiye’nin 13. Başbakanı”
olarak hükümeti kurdu. Bu
hükümet 4 yıl sürdü.
1965
1969
12 Ekim 1969 tarihindeki Genel
Seçimler’de de Adalet Partisi
yine tek başına iktidar oldu.
Seçimlerin ardından Demirel,
14. T.C. Hükümetini kurdu. 12
Mart 1971 askeri müdahalesi
ile Başbakanlık görevini
bıraktı.
Nazmiye Demirel, her şart ve ortamda eşi
Süleyman Demirel'in en büyük destekçisi oldu.
luca “boykot” ediyorlardı. İçlerinde Süleyman
Demirel’in de bulunduğu öğrenciler, Prof. Fikret Narter’in verdiği derse girmiyordu.
Toplu boykot üniversite camiasında
“olay” niteliğini alıyor, Prof. Narter de “Eğer
bu öğrenciler dersime girmezse, ben de
onlara mezuniyet vizesi vermem!” diyordu.
Boykotçu öğrencilerin gözlerinin yaşına
bakmayan Teknik Üniversite Senatosu, 6 yıl
öğrenim gören son sınıf delikanlılarını mezun etmiyor, onlara acı bir ders veriyordu.
Üniversitede ilk defa olan bir boykota katılmış bulunan Süleyman Demirel
bu olayı şöyle anlatıyor: “Aslında bizim,
1948 senesinin Nisan’ında diploma almamız lazımdı. Fakat bir arıza çıkardılar,
1948 senesi İnşaat Fakültesi’nin 150-200
öğrencisine diploma vermediler. 1949 yılı
Şubatından sonra diploma almaya hak kazandık.
1971 ve 1980 arasında; 1975,
1977 ve 1979’da 3 defa daha
hükümet kurdu. 12 Eylül 1980
Askeri Müdahalesi üzerine
görevden ayrıldı ve 7 sene
yasaklı olarak siyaset dışı kaldı.
6 defa hükümetten gitti, 7 defa
hükümet kurdu.
1971
1987
6 Eylül 1987’de yapılan halk
oylaması ile “yasaklar” halk
tarafından kaldırıldı ve
24 Eylül 1987 tarihinde,
Doğru Yol Partisi Olağanüstü
Kongresi’nde “Genel
Başkanlığa” seçildi.
29 Kasım 1987’de yapılan
Genel Seçimler’de Isparta
Milletvekili olarak yeniden
TBMM’ne girdi.
Bir derse bütün sınıf birden girmediğimiz
için okul idaresi bunu ‘kıyam’ saydı ve o dersi
okutmadan bizi mezun etmedi. O ders de bir
sömestr sonra okundu. Zaten “Hararet Makineleri” diye 16 saatlik kısa bir dersti. 16 saatlik
bir ders için biz, mühendis diploması almakta
8 ay geciktik. Mamafih, mühendislik yapma
hakkımızı, diploma almasak bile kazanmıştık."
1948 yılında Teknik Üniversite’den diploma alamayan Süleyman Demirel, sorumlu
olduğu “Hararet Makineleri” dersine de, arkadaşlarının idare etmesi sayesinde girmeyip, iş hayatına atılıyordu.
Isparta’ya çok yakın bir mesafede işbaşı yapan Süleyman Demirel, bir yandan mesleğinin
tatbikatı üzerine çalışacak, bir yandan da, 1949
yılında gireceği imtihanın hazırlığını yapacaktı.
1948 sonbaharında Demirel’i, üzerine
sorumluluk çökmüş bir halde görüyoruz. 12
Aralık 1948’de ise, nişanlısı Nazmiye Şener
ile İslamköy’de köy düğünü ile evlenir.
Süleyman Demirel, Teknik Üniversite’nin
son sınıfında tek dersten beklerken, Burdur’da bir işe giriyor ve orada sekiz ay çalışıyordu. 1949 yılının başında, İstanbul’a gidip
“Hararet Makineleri” dersinden imtihana giriyor ve başarıp, “Yüksek Mühendis” diplomasını alıyordu.
Diplomasını cebine koyan Süleyman
Demirel, İstanbul’da üçüncü işine giriyordu. Bugünkü adıyla İSKİ olan İstanbul
Sular İdaresi’nde ilk defa “Mühendis” ola-
20 Ekim 1991
seçimlerinden 1. Parti
olarak çıkan Demirel
başkanlığındaki Doğru
Yol Partisi, SHP ile
“koalisyon hükümeti”
kurdu. Bu, Demirel’in
Başbakanlığını yaptığı
“7. Hükümet” oldu.
1991
30 yaşında Genel Müdür,
40 yaşında önce Parti
Genel Başkanı, sonra da
Başbakan olan Demirel,
12 seneye yaklaşan
Başbakanlık görevinde,
“Türkiye’nin kalkınması
ve gelişmesi”ne büyük
hizmetlerde bulundu.
rak görev alan Demirel, Terkos-Kâğıthane
isale borusunun güzergahını aplike etme
(yerleştirme) işinde çalışıyordu. Buradaki görevini 2.5 ay devam ettiren Demirel,
1949 yılı Nisan ayı başında ilk defa başkent Ankara’ya geçip, mecburi hizmetini
tamamlamak, “parasız yatılı”lık borcuna
karşı devletin göstereceği hizmetlerde çalışmak üzere Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) başvuruyor ve “Elektrik İşleri Etüt İdaresi”nde (EİEİ) Proje Mühendisi
olarak işine başlıyor.
Kaynaklar: "Büyük Türkiye'nin Hikayesi", H. Turgut,
ABC Medya A.Ş., 2014.
"Demirel'in Dünyası", H. Turgut, 1. Cilt, ABC Siyaset Dizisi No:5, 1992.
1964 Kasım’ından, 1993
Mayıs’ına kadar geçen
29 sene içerisinde
Demirel, 6 dönem Isparta
Milletvekilliği yaptı.
16 Mayıs 1993 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından
“Cumhurbaşkanı” seçildi.
1993
2000
Demirel, 7 sene süren
Cumhurbaşkanlığı görevini,
16 Mayıs 2000 yılında
tamamladı.
Daha sonra; İsrail-Filistin
arasında çatışma ile ilgili
olarak Kasım 2000’de
kurulan uluslararası “Mitchell
Komisyonu”nun üyesi oldu.
2001 yılında kurulan “Balkan
Siyasi Kulübü”nün kurucu
üyelerindendir.
2001
Nazmiye Demirel ile evli
olan Demirel, İngilizce
bilmektedir. Demirel’in yazdığı
pek çok kitabı, makalesi ve
konuşmaları bulunmaktadır.
Kaynak: "Süleyman Demirel Bir Ömür Suyun Peşinde",
H. Turgut, ABC Medya Ajansı, 2006.
itü vakfı dergisi 65
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
DSİ Genel Müdürlüğü'nden
siyasete uzanan yol...
Demirel, DSİ Genel Müdürü olduğu dönemde Cumhurbaşkanı Celal Bayar'la.
Süleyman - Nazmiye Demirel
1949 yılının Nisan ayında İstanbul Teknik Üniversitesi
diploması elimde, genç bir mühendis olarak mecburi hizmetimi
yapmak üzere Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde görev aldım. İşe,
Gediz Havzası’ndan başladım. Söz konusu havzada, Amerikan
firmaları, mühendislik hizmeti veriyordu.
G
öreve başlayalı henüz 5 ay olmuştu.
E.İ.E.İ. Genel Direktörü Cemil Gökçen, Amerika’ya gideceğimi tebliğ
etti. ABD’nin Sulama ve Enerji İdaresi, Türkiye’den iki mühendisi davet etmiş. İdare de,
ABD’ye gönderilecek mühendislerden biri
olarak beni münasip görmüş.
Bir yıllık program için ABD’ye gittim. Colorado eyaletinin Denver şehrindeki Amerika Sulama ve Enerji İdaresi “Bureau of Reclamation”nda çalışmaya başladım. Burası, 3
bin mühendisin görev yaptığı muhteşem bir
mühendilik teşkilatıydı. Amerika’da kaldığım
süre içinde barajlar, elektrik tesisleri, sulamalar ve kanallarla ilgili tesisleri gezdim.
1950 Ağustos’unda Türkiye’ye döndüm.
Mayıs 1950’de seçimler yapılmış, iktidar ve
devir değişmişti. Bu defa, Adana’daki Seyhan Barajı’nın temel sondajlarına nezaret
etmekle görevlendirildim.
ABD’de mühendislik bakımından çok
şey öğrendim. Onları, ülkeme getirdim ve
uyguladım. DSİ de, Bureau of Reclamation’dan örnek alınarak kurulmuştur.
66 itü vakfı dergisi
1955 yılının Eylül ayında, bu defa eşim
Nazmiye’yle birlikte yeniden Amerika yolunu tuttuk. Bu gezim sırasında, Amerika’nın
nasıl ve neleri yaparak zengin olduğunu, bizim neler yapmamız gerektiği hususundaki
düşüncelerimi geliştirdim.
Demirel, DSİ Genel Müdürü oluyor
Türkiye’ye döndükten sonra, Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü’ne atandım.
DSİ Genel Müdürü olarak beş yıl görev
yaptım. Bu süre içinde çatlayan topraklara
su, çatlayan dudaklara su getirdik. Yeşilin
bozkırla, ışığın karanlıkla savaşından sonra
Anadolu’yu uygarlıkla kucaklaştırdık.”
“Siyasete Atılmadım, Siyasete
Sürüklendim…”
Süleyman Demirel, henüz 30 yaşındayken
DSİ Genel Müdürlüğü’ne getirilmiş, yurt
çapında barajlar hamlesini başlatmıştı. Bu
genç genel müdür, bir yandan barajlar ve
hidroelektrik santrallerinin inşasına öncülük
ediyor, bir yandan da Anadolu insanını “çat-
lamış toprak” çaresizliğinden kurtarmak için
çorak arazilerin sulama projelerini uygulamaya koyuyordu.
27 Mayıs 1960 darbesiyle birlikte DP
iktidarının dönemi kapanıyor, bu arada DSİ
Genel Müdürü Süleyman Demirel de görevden alınıyordu. Demirel, 1960-1961 yılları
arasında askerlik görevini yaptı. 1962’de,
DP’nin yerine kurulan Adalet Partisi Genel
İdare Kurulu’na en çok oyla seçildi. Ardından da, Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Demirel, 1963 yılında yaşanan bazı olaylar nedeniyle siyasete ara verdi. 28 Kasım
1964’te yapılan AP II. Büyük Kongresi’nde
Genel Başkanlığa seçildi.
Demirel, AP Genel Başkanlığına getirilişini anlatırken, “Siyasete atılmadım, sürüklendim…” ifadesini kullanıyordu.
İTÜ mezunu mühendis Süleyman Demirel, siyaset sahnesine atıldıktan kısa bir
zaman sonra 1965 yılında,
40 yaşında Türkiye’nin en
genç başbakanı olarak
görev alıyordu.
Süleyman Demirel, Başbakan...
Fırat'ın Boşa Akan Sularına Gem
Vuruldu
Süleyman Demirel, lideri olduğu Adalet
Partisi’ni iktidara taşımak için hazırlık yaparken, çantasında üç büyük proje vardı.
Bunlardan ilki Keban Barajı, ikincisi İstanbul Boğaziçi Köprüsü ve üçüncüsü de
televizyondu. Başbakan olduktan sonra
birinci sıradaki projenin hayata geçirilmesi
için 12 Haziran 1966’da Fırat’ın boşa akan
sularına gem vuruldu.
Boğaziçi Köprüsü: İki kıta birleşiyor…
Başbakan Demirel, Cumhuriyet tarihimizin en önemli yatırımlarından birisi olan
İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nün temelini de
20 Şubat 1970 Cuma günü attı. Asya ile
Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı...
Avrupa’nın birleşmesi üç yıllık köprü inşaatından sonra gerçekleşecekti. Demirel,
bu büyük projeyi anlatırken şunları söylüyordu: “Artık, tahta köprü devirlerini geride
bıraktık. İnşasına başladığımız Boğaziçi
Köprüsü ve çevre yolları, lüks değildir. Türkiye’yi, bu eserlerle büyüteceğiz.”
Demirel’in Türkiye’ye armağanı:
Televizyon
Süleyman Demirel, iktidara talip olurken,
“Ülkeyi, televizyona kavuşturacağım” taahhüdünde bulundu. Sonra, seçim kazanıp,
Başbakan oldu, Keban Barajı ve Boğaziçi
Köprüsü’nden sonra üçüncü sözünü de,
30 Ocak 1968’de yerine getirdi. TRT’nin
ünlü spikerlerinden Zafer Cilasun, TV ile
ilk haber bültenini, Ankara’nın Necatibey
Caddesi’ndeki bir apartmanın bodrum katına kurulmuş olan stüdyodan sunuyordu.
Süleyman Demirel Türkiye’nin 9.
Cumhurbaşkanı
6 dönem Isparta Milletvekilliği yapan, 7 defa
hükümet kuran ve Başbakanlık yapan, 6
defa hükümetten giden, 7 yıl yasaklı siyasetçi olan Süleyman Demirel,12 yıl Başbakan
olarak ülkeye hizmet etti.
Süleyman Demirel, 8. Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın Nisan 1993'teki ölümünün ardından 16 Mayıs 1993'te, TBMM tarafından
Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi.
Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı Demirel,
7 yıllık görevi süresinde Çankaya Köşkü'nde sayısız kabul gerçekleştirdi, 125 ülkeye
gitti, yabancı devlet başkanlarını Türkiye'de
ağırladı, çok sayıda ili ziyaret etti.
Demirel, görevi 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e devrederken, yaşamını
"50 yılı aşkın kamu hizmetim, 35 yıllık siyaset
hayatım, 7 yıllık Cumhurbaşkanlığım boyunca büyük Türkiye hedefi, demokrasinin ve
anayasal kurumların güçlenmesi, demokratik kuralların işlemesi için mücadele ettim"
sözleriyle özetledi.
Kaynak: "Büyük Türkiye'nin Hikayesi", H. Turgut,
ABC Medya Ajansı A.Ş., 2014
Boğaz Köprüsü'nün açılışı.
Süleyman Demirel, ilk televizyon yayınında...
itü vakfı dergisi 67
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
Mühendis Süleyman Demirel DSİ'yi Örnek Bir Teşkilat Haline Getiriyor
DSİ, Çatlamış Toprakla Mavi Gök
Arasında Sıkışan İnsanı
Suya Kavuşturdu
Mühendislik eğitimini
seçmemdeki etken, arpa
harmanı sonrasında bizim
köylülerin, çeşmenin dibine
oturup, “O kuruyan yeşil ovaya,
şu dağların arkasındaki gölden
su gelir mi, gelmez mi?” diye
konuşmalarıdır. Allah bize,
o dağların arkasındaki suyu,
Türkiye ovalarına getirmeyi
nasip etti…” “Bir Ömür Suyun
Peşinde” kitabından alınan
bu satırlar, bir yandan 1930’lu
yıllardan itibaren Türkiye’nin
içinde bulunduğu duruma
ışık tutarken, bir yandan da
Süleyman Demirel’in bu
tablo karşısındaki duygularını
anlamamızı sağlıyor. Ve eğitimin
ardından, suyun peşinden gidip
DSİ’de yaptığı çalışmalarla bu
tabloyu değiştirmek için verdiği
mücadeleyi…
Türkiye” den bir tanesiydi; birçok Türkiye’nin ise, birbirinden pek de farkı yoktu.
Biz, Cumhuriyet’in birinci nesliyiz.
Cumhuriyet’i biz, hemen hemen tümüyle
yaşadık.
1920’li yılların Türkiye’si, dağılmış bir
imparatorluğun geri kalan parçasındaki,
kurtarılabilen bir parçasındaki, yani bugünkü milli hudutlarımız dahilindeki Türkiye’dir.
Burasını, kapışılmış olmaktan kurtarmak
için, bizden evvelki nesiller, benim babamın temsil ettiği nesiller Çanakkale’de,
Kurtuluş Savaşı’nda, Balkanlar’da, Yemen’de, Kafkasya’da her türlü fedakârlığa
katlanmışlardır; çoğu şehit olmuştur.
1920’li yıllarda, hatta 1930’lu yılların
başlangıcında, bu yangının hikayelerini dinleyerek büyüdük. Akşam olunca, ocak başında anlatılanlar, hep savaş hikayeleriydi...
Rahmetli babam, Çanakkale’ye, Kafkas
1
924 yılında Isparta’nın İslamköy kasabasında doğdum. 1920’li yılları çok iyi
hatırlamam, ama 1930’lu yılları hatırlarım. 1930’lu yıllar ile, 1920’li yılların çok
büyük farkı olduğu kanaatinde de değilim.
Netice itibariyle, benim üzerimde tesiri olan
yıllar, 30’lu yıllardır.
Ondan sonraki yıllarda benim hayatıma
istikamet veren koşullar ise, “benim çocukluğum” diyebileceğim o 1930’lu yıllardaki
toplumun içinde yaşadığı koşullardır; benim ailemin, yakınlarımın ve köylümün içinde bulunduğu durumdur. O durum, “Birçok
68 itü vakfı dergisi
Keban Barajı.
Savaşlarına ve Irak’taki, Suriye’deki savaşlara
katılmış, Kurtuluş Savaşı’na katılmış bir kişiydi;
her şeyi çok iyi anlatırdı. Biz, okula gidip, tarih
dersi okumadan evvel, tarih yapanların dilinden, kahramanlık hikayelerini dinledik.
Cumhuriyet Bizim Önümüzü Açtı
Aslında o günkü Türkiye’de, bizim yaşadığımız muhitte, zenginlik, kimsenin çok
fazla bildiği bir şey değildi. Yoksulluksa, o
günlerin damgasıydı. Ancak, benim doğup
büyüdüğüm yerde, halk aç değildi. Ama
halkın ekonomik şartları tamamen kendi
ortamı tarafından dikte edilmişti. Bir avuç
toprağı vardı; ekerdi, biçerdi. Yıl iyi giderse,
kendisine yiyecek kadar, hayvanlarına yetecek kadar mahsul alırdı.
Selçuklular’dan sonra Osmanlı devletinin
idaresinde bulunan bu topraklar, Cumhuriyet’e kadar daha çok kendi halinde kalmıştır.
Demirel, Eisenhower
Vakfı'nın bursiyerleriyle.
Demirel 1949'da, Elektrik İşleri Etüt İdaresi'nde çalışırken burslu olarak gittiği ABD'de eşi Nazmiye Demirel ile.
İnsanlar, bir barınma sınırı civarında yaşamıştır. Daha sonra dünya değişmiş, Türkiye ve
Türkiye’nin halkı, dünyanın değiştiğinin farkına, Cumhuriyetle beraber varmıştır.
Cumhuriyet, bizim insanlarımızın yaşadığı şartlardan aldığımız ilhamı, aldığımız
itici gücü, aldığımız enerjiyi ülke hizmetine
çevirmeye yardımcı olmuştur. Cumhuriyet,
bizim önümüzü açmıştır, yollar açmıştır.
1920’li 1930’lu yıllarda, Türkiye karanlıktır. Işık sadece şehir merkezlerinde vardır. Akşam olunca, her taraf karanlıktır.
Bizim köyümüzden, vilayetimizin merkezi olan Isparta’nın ışıkları görünürdü.
Köylümüz, oradaki ışıkları kıskanmazdı,
“Acaba bir gün bizim köyümüzde de ışık
olur mu?” diye merak da etmezdi. 1950’li
yıllarda, “İşte o şehirde yanan ışık, burada
da olacaktır.” dediğimiz zaman, yaşlı kadınların nasıl taaccüp ettiğini (hayrete düştüğünü) hatırlıyorum. Bir türlü inanmadılar,
hiç akıllarına sığmadı.
70 Yıl Önce, Anadolu İnsanı
Suya Hasretti
Biz, köylünün sıkıntılarını, fukaralığını, yoksulluğunu görerek ve bilhassa kurak yıllarda, köylünün içine düştüğü ıstırabı bilerek
büyüdük.
Bu ülkenin insanı, bizim köylümüz, hayatını topraktan, tabiattan söküp almak gibi
bir mücadelenin içindeydi. Bu mücadelede, şartlar eşit değildi. Bir tarafta tabiat, bir
tarafta insan vardı.
Tabiatın kudreti korkunçtur. İnsanın refah ve saadeti ile, tabiatın huyu, huysuzluğu, zenginliği, cimriliği, cömertliği arasında
çok yakın bağlar vardır. Çok iyi hatırlıyorum;
1934 yılıydı, beklenen yağmur yağmamıştı.
Yemyeşil bir ova kurumuştu, başak çıkarmadan kurumuştu... Hem köylünün kendisi, hem de hayvanları açtı...
Çatlamış toprakla, mavi gök arasında
sıkışıp kalan insan, ne yapacaktı? Elini
açacak göklere, Allah’a dua edecekti.
Yağmur duası, bilhassa bahar aylarının
en önemli hadisesiydi. Biz çocuklar, ahalinin peşine takılır, dua edilen belirli yerlere
kadar gider, sonra bağırırdık:
“Yağmur yağmur yağ ister,
Kaşık kaşık bal ister,
Ektim umar (çare) tarlasına...”
Yağı da, balı da umar tarlasından bekliyor. Ümit ediyor, arzu ediyor. Biz bağırırken,
büyükler dua ederlerdi. İnsanlar böylece
kader zincirlerini kırmaya çalışırlardı.
Bizim büyüklerimiz konuşurdu, “Şu
dağların arkasında göl var, dağı bir delebilsek de, gölden su gelse...” diye. Bu
hayal gerçekleşti. Ama, bu konuşmaların
üzerinden 40 sene geçtikten sonra ancak
gerçekleşebildi.
İlkokulu bitirdikten sonra, ortaokulu
okumak için, şehre gitmemiz lazımdı. Öğretmenlerimiz, okumamız için teşvik ediyorlardı. Babam da, -daha çok askerlik
sayesinde- dünya görmüş bir adamdı ve
yol vererek, bizi, kendi bilmediği ufukların
ötesine attı. “Haydi gidin, okuyun” dedi.
Okumak kolay da, nasıl okuyacaksınız?
Nihayet bulunduğunuz yerde akşam olunca orta yere bir sofra kuruluyor; o sofrada
bir kaşık eksik, bir kaşık fazla fark etmiyor.
Dışarı gidince, öyle değil...
...Ve insan, “çağdaş insan” olacaktır
Gerek kalkınmışlık, gerek çağdaşlık, gerek
refah dediğimiz olay, bir özlem işidir; bunu
özlemek lazımdır. Yalnız, bilinmedikçe nasıl özleyeceksiniz? Siz zannediyorsunuz ki;
kaderiniz, “bir lokma bir hırka”dan oluşuyor. Cumhuriyet, o kaderi de kırmıştır.
Savaş yıllarında, biz evvela Mühendis
Mektebi, sonra İstanbul Teknik Üniversitesi
Radyoyu İlk Defa 1936’da Dinledim
Anadolu, kendi içine kapalı birçok Türkiye’den ibaretti. Bir tane Türkiye değil,
yüzlerce Türkiye ve hepsi de kendi içine kapalı... Cumhuriyet, evvela eğitimi
götürmekle, daha sonra buraları şehirlere açmakla ve değişen dünyanın şartlarını
biraz biraz getirmekle, bu kapalı sınırları kırmıştır.
1936 yılında bizim köyümüze ilk defa radyo geldi; onu gayet iyi hatırlıyorum.
Türkiye’de radyo, 1920’li yıllarda kurulmuştur ama, biz ancak 1936’da başladık
radyo dinlemeye... Bir köye, bir radyo... O da, eğer akümülatörü boşalmamışsa...
Aksi halde şehre götürülüp doldurulması lazımdı. Akümülatör yoksa, radyo
dinlemek de mümkün değildir. Onun için muayyen saatlerde sadece haberler
dinlenirdi.
Kumaş, henüz yeni girmeye başlamıştı. Kumaş olarak daha çok koyunların
yünü kırpılır, eğirilir; o, bir biçimde dokunurdu. Bilhassa erkeklerin giysileri daha
çok ondan olurdu. Daha sonraları kumaş girdi.
Cumhuriyet’in başını anlatıyoruz; ışığa yabancı bir Türkiye, kumaşa yabancı
bir Türkiye, dünyaya kapalı, habere yabancı bir Türkiye...
Tabii ki bu Türkiye’nin pek çok yerinde okul yok, okula yabancı bir Türkiye...
Bir yerden bir yere gitmek mesele...
1935’de Isparta’ya demiryolu geldi. Babam beni elimden tutup götürdü, 10-11
yaşındaydım. İstasyon meydanında demiryolu açılışını hatırlıyorum; İsmet Paşa
geldi nutuk söyledi, o zaman Başbakandı.
itü vakfı dergisi 69
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
öğrencisiydik İstanbul’da. O yılların
sıkıntılarını biliyoruz. O yılların yöneticileri, Türkiye’yi barış içinde tutmak
için büyük bir gayret sarf etmişlerdir.
Savaş yılları bittikten sonra, Türkiye yeni bir dünyanın içine girmiştir;
bu, 1946’dır. Türkiye, yeni bir dünyanın içine girerken, biz de o dünyayı
anlayacak ve o dünyanın getirdiği
şartlar içerisinde koşacak yaşa, duruma gelmiştik.
1950’li yıllara girerken, meslek
sahibiydim ve devlette hizmet
almıştım.
Bir genç mühendis olarak bizim idealimiz olan şeyler; Türkiye’nin her
tarafına gidilip gelinebilmeliydi, Türkiye’nin
ovaları sulanmalıydı; köyleri, kasabaları
ışıklanmalı, insanları daha çok, daha iyi
işler bulabilmeliydi, Türkiye sanayileşmeliydi.
Evvela, Türkiye’nin bütün çocukları
okumalıydı. Tabii o günkü şartlarda, bu bizim işimiz değildi, yönetenlerin işiydi. Türkiye karanlıktan kurtulmalıydı. Türkiye’de
bozkırla yeşilin savaşı sürdürülmeliydi,
bozkır yeşermeliydi.
Bir Taşın Üzerinde, Üç Gün Boulder
Barajı’nı Seyrettim
1949 yılında, ihtisas için bir yıllığına Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildim.
ABD’de, Batı eyaletlerine gittim, Doğu eyaletlerine gittim; mesleğimle ilgili çalışmaları
izledim. Orada gördüklerim beni hem çok
şevklendirdi, hem de hasta etti. Gördüğüm
her medeni eser, “Benim memleketimde
niye yok?” diye beni üzüntülere soktu.
Hiç unutmuyorum, Las Vegas civarında,
Colorado Nehri üzerinde kurulu Boulder
Barajı, o zaman Amerika’nın çok övündüğü en büyük tesisti; 1930’lu yıllarda yapılmıştı. O tesisi üç gün seyrettim. Her sabah
gidiyor ve bir taşın üzerine oturarak, barajı
seyrediyordum. O büyüklükteki bir tesisi,
Keban Barajı’nın, temelini 1966 yılında atarak biz yaptık. Ne zaman Keban Barajı’nın
üzerinden uçsam ve oralara yolum düşse,
aradan yaklaşık 50 sene geçmiş olmasına
rağmen, bunları birbirine bağlarım.
1949 Yılında Mühendis Olup, Suyun
Peşine Düştüm
1949 yılının Şubat ayında, İstanbul Teknik
Üniversitesi’nden mezun oldum. Birkaç ay
İstanbul Sular İdaresi’nde (İSKİ) çalıştım.
70 itü vakfı dergisi
Ancak, zorunlu hizmetim vardı. Çünkü devletin okullarında okumuştum. Bu hizmeti
yapmak üzere devlete müracaat ettim. Onlar da beni, Elektrik İşleri Etüd İdaresi’ne
gönderdiler ve göreve başladım. Elektrik İşleri Etüd İdaresi, ancak on mühendisin çalıştığı bir teşkilattı. 13 yıllık bir mazisi vardı.
O zaman ABD’den kalkınma ile ilgili
heyetler getiriliyordu. Gelen birinci heyetin
üyeleriyle, göreve başladıktan hemen sonra Merzifon ovalarına gittim. Orada, yeraltı
suyu etüdleri yaptık.
Sonra bir Dakota uçağı ile Trakya’ya gittik, Stoner adında bir ABD’li mühendis ile...
California’dan gelen Stoner ile, yeraltı suyu
aradık.
Ardından, devletin tuttuğu Knappen
Tippett Abbet Mc-Carthy Şirketi’nin mühendisleriyle, Gediz Nehri’nin amenajman
(doğal kaynakların işletilmesi) planını yapmak üzere Manisa’ya gittim. Gediz Havzası
çalışmaları, su mühendisliği bakımından
Türkiye’de ilk, nevi şahsına münhasır çalışmalardır.
ABD şirketinin başmühendisi Travis’di.
Çok iyi bir mühendisti, kendisinden çok
şey öğrendim.
Bu arada, bir anımı nakletmek isterim:
Çok iyi dost olduğum Travis, Irak’ta bir helikopter kazasında ölmüştü. Ertesi gün sekreteri ziyaretime geldi ve Amerikalı mühendisin, üzerinde “C.F. Travis” yazan deri kılıflı
hesap cetvelini bana verdi. Dedi ki: “Bay
Travis, ‘Çok seyahat ediyorum, başıma her
an bir şey gelebilir. Bana bir şey olursa, bu
cetveli Süleyman Bey’e ver’ dedi. Cetveli
size vererek, isteğini yerine getiriyorum.”
Bu cetveli, hala özenle saklıyorum.
Manisa’da Amerikalı mühendislerle
çalışırken, Ankara’ya çağrıldım. Anka-
ra’da bana, bir yardım teşkilatı olan
CEA’nın bursuyla görgü ve bilgimi
artırmak üzere Amerika’ya gideceğim bildirildi.
Eylül 1949’da ABD’ye gittim ve
bir yıl kaldım. Eylül 1950’de döndüğümde, Türkiye’de seçim yapılmış
ve iktidar değişmişti. Beni doğruca
Seyhan Barajı’nın temel etüdleri için
Adana’ya gönderdiler. İki ay sonra
çağırdılar, Elazığ’da Hazar Gölü Projesi’nin hazırlanması görevini verdiler. Türkiye’nin henüz büyük-küçük
santrali yoktu. Su santrali, hemen hemen hiç yoktu. Bir-iki tane ufak yerler vardı, inşa haline de henüz geçilmiş değildi. Bana Elazığ’da, yerden
500 metre yüksekte olan Hazar Gölü’nden
elektrik çıkarmak için proje hazırlama görevi verildi. Konu, daha önce incelenmişti
ve üzerinde “yapılamazlık” damgası vardı.
“Dağ delinmez, dağ çürük. Su tuzlu, nehre
verildiği zaman kirletir” denilmişti. Gölde
birikmiş olan suyun yeterli olmadığı da öne
sürülmüştü. 15-20 sene tartışıldıktan sonra
kapatılan bu projeyi yapıp tesisleri açmak,
bana nasip oldu.
Daha sonra Eğridir Gölü’nün ayağından
çıkıp giden suların bataklık haline getirdiği arazinin ıslah projesini yaptım. Kovada
Projesi’nde Eğridir Gölü’nün su bilançosunu çıkardım. Bunu, aşağı yukarı 50 sene
önce yaptım. O raporlar, bugün de caridir.
Beyşehir Gölü’nün su bilançosunu yaptım.
Bunların içinden büyük projeler çıktı sonra.
Onu, Kovada Santrali izledi. Bu santrali de
inşa ettirip açmak, bana kısmet oldu.
O zaman Türkiye’nin hayalinde 1 milyon
kilovat takatli santral kurmak yoktu. Zaten
kursanız, nereye götüreceksiniz elektriği?
Kim ne yapacaktı elektriği? Ama biz, o zamanlarda belki Türkiye’nin 2 milyon kilovat
elektriği olur, buradan da 10 milyar kilovat/
saat elektrik çıkarırız, hesabını yapıyorduk.
1950 senesinde Türkiye’nin kullandığı bütün elektrik, 789 milyon kilovat/saatti.
Halkın, Devletle Köprüsü 1950’de
Kuruldu
1950’li yıllar, Türkiye’nin çok enteresan olduğu yıllardır. Türkiye, “çok parti”ye geçmişti. Çok parti, değişik bir idare şeklidir. Çok
parti, halkın sesini ortaya koyar. Çok parti,
halkın devletle köprüsünü kurar. Bu köprüler
kurulmaya çalışılırken de, kırılır dökülür...
Çok parti, tabii ki gelenek isteyen bir
iştir. Bu çok partili dönem ve halkın hür ira-
desine müracaat suretiyle meclislerin ortaya çıkarılması, hükümetlerin buna göre
kurulması hadisesi, Türkiye tarihinde yeni
bir olaydır ve gerçek demokratik cumhuriyet budur. 1923’de ilan edilen cumhuriyettir, ama 1950’deki demokratik cumhuriyettir.
Demokratik cumhuriyet, aslında Cumhuriyet’e güç ve kudret kazandırmıştır.
Çünkü, halkın içinde bulunduğu hayat şartlarını dile getirmek ve bunlara çare aramak
için yarışanlar, koşuşanlar çıkmıştır.
1950 yılında Türkiye’nin 13 köyünde
elektrik vardı. 1 km enterkonnekte şebeke
(santrallerin birbiriyle bağlantısını sağlayan
sistem) yoktu. Elektrik üreteceksiniz, onu
götürecek ve dağıtacaksınız.. Ne üretim
tesisi var, ne de dağıtım tesisi... Bizim derdimiz; bütün bu güçlerin içinden çıkmaktı.
Taşın Üzerinde Bu Defa Seyhan
Barajı’nı Seyrettim
O yıllarda Ankara’da oturur-orada da teşkilatımız vardı- ayda bir defa, iki defa, üç
defa gider gelir, inşaatın yürütülmesine nezaret ederdim. Tesisi 974 günde tamamladık. 8 Nisan 1956’da Seyhan Barajı’nı hizmete açarken, aşağı yukarı yarım milyon
insan vardı. Çukurova’nın o güneşli güzel
günü, hala gözümün önünde...
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan
Adnan Menderes ve tüm bakanlar açılış törenine gelmişler, alan, bir insan seli olmuştu. Adnan Menderes, bana dönüp, “Çıkınız,
açılış konuşmasını siz yapınız.” dedi.
Kürsüye çıktım ve barajla ilgili teknik
özellikleri uzun uzun anlattıktan sonra şunları söyledim:
“Bu güzel eserin milletimize ve memleketimize hayırlı olmasını temenni ederim.
Projeleri tanzim ve inşaatın kontrollerinde
idareye yardım eden Knappen Tippett
Abbet McCarthy firmasına, inşaatı yapan
Morrison-Garanti firmasına, hava hatları ve
muhavvile (transformatör) merkezlerini inşa
eden Elin firmasına, Adana-Karaisalı yolunu inşa eden Atman firması ile görev alan
Türkiye Ödünç Parayla
Seyhan Barajı’nı Kurdu
Seyhan Barajı'nın açılış töreninde Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve DSİ
Genel Müdürü Süleyman Demirel. 8 Nisan 1956
1950’li yıllarda siyasetin içinde olmadım.
Ama, hizmet yarışının ön saflarındaydım.
Amerika Birleşik Devletleri’nde
mühendislik bilgimi, tecrübemi ilerletip
geldikten sonra, elime büyük projeler
geçti. Seyhan Barajı bunlardan ilkidir.
Seyhan Barajı, Demokrat Parti
iktidarının çok önemli bir iddiasıydı ve
o dönemde Türkiye’de çok tartışılmıştı.
Seyhan Nehri’nin üzerine, Adana’nın 15
km yukarısına bir baraj yapılacaktı. 850
bin dönüm arazi sulanacaktı. O ovaların
sulanması için, daha önce nehirden su
almak üzere birtakım işler yapılmışsa da,
bunların hepsi yarımdı.
18 bin kilovatlık üç ünite
planlanmıştı; bir tanesi yedek olacak,
iki tanesi kurulacaktı. “18 bin kilovat
elektriği Çukurova’da kime satarız?”
diye büyük sıkıntılar çektik. Çünkü,
tesisin finansmanı için, çıkan elektrik
satılmalıydı. Tesisin yapılması için 25
milyon dolar gerekiyordu. Böyle bir
parası yoktu Türkiye’nin. Bunu, ödünç
almalıydı.
Yeni dünya nizamında, bir Dünya
Bankası kurulmuştu. Bu Dünya
Bankası’nın maksadı, kalkınma
projelerini finanse etmekti. “Bu proje
neye yarardı? Yani, kendi kendisini
öder miydi?” hesaplarının yapılmasının
ardından, Dünya Bankası, Türkiye’ye 25
milyon dolar vermeyi kabul etti. Bu 25
milyon dolar, Türkiye’nin bütün ödeme
kabiliyetinin yarısı idi.
Temel etüt ve sondaj çalışmalarıyla
kredisinin sağlanması çalışmalarında
aktif görev aldığım barajın inşaatını
yürütmek üzere, daha sonra “Barajlar
Dairesi Başkanlığı” adını alacak olan
“Seyhan Bürosu” kurulmuştu. Bu
Büro’nun başına getirildim.
Cumhuriyet’in başını anlatıyoruz;
ışığa yabancı bir Türkiye, kumaşa
yabancı bir Türkiye, dünyaya
kapalı, habere yabancı bir
Türkiye... Tabii ki bu Türkiye’nin
pek çok yerinde okul yok, okula
yabancı bir Türkiye... Bir yerden
bir yere gitmek mesele...
itü vakfı dergisi 71
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
Türk İnsanını, DSİ Genel Müdürü
Olunca Tanıdım...
Keban Barajı ve Hidroelektrik Santrali'nin Temel Atma Töreni, 12 Haziran 1966
Bu heyecanla, Türkiye’yi bir uçtan bir
uca koştuk. Türkiye’yi çok iyi tanıdım.
Hem Türkiye’nin coğrafyasını, hem tabii
kaynaklarını, hem insanını çok iyi tanıdım.
Orada gördük Harran Ovası’ndaki
kuşun susuz olduğunu; kuş susuz...
Orada gördük Harran Ovası’ndaki
insanın susuzluğunu... Orada gördük,
sırtında kuyudan su çeken insanları...
Orada gördük, kuyuların başında çamur
ile suyu ayırmaya çalışan kadınları...
Orada gördük, Allah’ın nimeti sudan
mahrumiyetin, insanlara verdiği eziyeti...
Mardin’in Gülharin köyünde, içinde
çamurlu su birikintisi bulunan çukur
etrafında toplanan kadınlar, eski bir
otomobil lastiğini kova yapmış, onunla
sıvıyı çekiyor ve buna “su” diyorlardı.
Yalnız, kocaman gözleri meydandaydı.
Güzel gözler...
Bizim İslamköy’de evin 150 metre
ötesinde su çeken anamı hatırlarım. Suyu
taşırken, kollarının uzadığını hissederdim.
Bu bölgede, insanlar susuzdu...
Kuşlar susuzdu...
Bütün hayvanlar, toprak susuzdu...
Oysa, Palandöken’de eriyen kar suları
diğer firmalara teşekkür ederim. Bu eserde
hizmeti geçmiş herkese minnettarlığımı ifade ederim.”
Konuştuğum kürsünün arkasında Bayar, Menderes, önümde dağ-taş insan...
Karşıdan da güneş gözüme doğru geli-
72 itü vakfı dergisi
gelirdi yakına kadar. Türkiye’nin en değerli
madeni, bu kar sularıdır. Bunu, Türkiye’ye
tanıtan benim.
1949 yılında devletin hizmetine
girdikten sonra bu hizmete şöyle baktık:
Dedik ki; bu devlet, bizi ortaokuldan
başlayıp lisede, daha sonra altı sene,
yedi sene Mühendis Mektebi’nde okuttu,
Amerika’ya kadar gönderdi, bir yere kadar
getirdi; bu ödenmeli, bir.
İkincisi; her defa yastığa başımızı
koyduğumuz zaman, o karanlık köyler
ve çorak topraklar, kuru bozkır, yeşilden
mahrum insanlar, o fukaralık, o yoksulluk
gözümüzün önündedir; bununla
savaşılmalı.
Bu savaşı bırakmış değiliz, bugün de
devam ettiriyorum. Beni buraya getiren
odur, 31 yaşında Genel Müdür yapan değil
sadece...
Mesleğimin henüz başındayken,
havza amenajmanı planlaması fikrinin
gelişmesi ve uygulamaya geçilmesi için
gayret sarfeden öncü grubun içinde
bulunmuş, planlama tekniğinin ve
amaçlarının yaygınlaştırılması için bilimsel
çalışmalarda, takdimlerde yer almıştım.
yordu. Önce titrediğimi, sallandığımı hissettim. Ama, bu çabuk geçti. Sanki hiç o
heyecanı yaşamamıştım.
Konuşmam bitti. Sadece ben konuştum o
gün. Tören alanı birden boşaldı... Bir kayanın
üstüne oturdum, oradan Barajı ve Seyhan’ı
uzun süre izledim. Etrafta kimseler kalmamıştı...
Temelden yüksekliği 77.70 metre, talvegden (bir akarsu yatağının en derin noktalarını
birleştiren çizgi) yüksekliği 50.70 metre, kret
(barajın üst kısmı) uzunluğu 1.955 metre olan
barajın, enerji üretimi için dikey eksenli “Francis” tipinde üç türbini (su gücünü enerjiye
çeviren makine sistemi) bulunuyor.
Türkiye’nin bu büyük eseri tamamlandığı yıllarda, bazı muhalifler, halka olumsuz propagandaya giriştiler. “Topraktan
bir baraj yapıldı, yarın köstebekler, Barajın
duvarlarına yuva yapmak isterlerse, bu
deliklerden yol bulan sular, toprak barajı
bir anda yerle bir eder, Adana da sular
altında kalır.” şeklindeki olumsuz propaganda, bir süre Adana’da baraj korkusuna yol açtı.1950’li yılların ikinci yarısında,
her yağmur yağışında, barajın patlayacağı dedikodusu yayılıyor, çok kişi karamsar
yorumlar üretiyordu.
Seyhan Barajı’na başladığımız zaman, elimizde bulunan toprak baraj inşaatı, 100-150 bin m3’lük Damsa Barajı idi.
Onu da 5-6 senede yapabilir durumdaydık. O zaman “4.5 milyon m3 toprak baraj
olur mu?” demeden önce, “Toprak baraj
olur mu, olmaz mı?” tartışması yapılıyordu. Seyhan Barajı hakikaten çok güzel bir
tesistir. Üç sene gibi kısa bir zamanda
bitirilmiş, Türkiye’nin hizmetine girmiştir
ve “Türkiye Barajcılığının Modern Okulu”
sayılabilecek bir tesistir.
Sonra devlet, yeni barajlar yapılmasına karar verdi. Onları da bana havale
ettiler.
Hayallerimi, 31 Yaşında
Gerçekleştirmeye Başladım
50. yıldönümü kutlanan Eisenhower Vakfı
bursu ile 1954 yılının eylül ayında ikinci
kez ABD’ye gittim, bir yıl sonra döndüm.
Türkiye’nin hizmetine hazırlanmamda
ABD’ye yaptığım iki gezinin ve yabancı
uzmanlarla yaptığım çalışmaların çok
büyük önemi vardır. Bu uzmanlarla yaptığım çalışmalar, mesleki tecrübe yanında,
ufuk kazandırmıştır.
ABD’den döndükten bir süre sonra DSİ
Genel Müdürü olarak görevlendirdiler. Ben,
Genel Müdürlük istiyor değildim. Bayındırlık
Bakanı Keman Zeytinoğlu, ziyaretime gelerek, beni Genel Müdür yapacaklarını bildirdi.
Bunun üzerine o günkü Genel Müdür Hikmet
Turat’ı arayarak, “Seni götürüp, beni getiriyorlar. Git düzeltebilirsen düzelt.” dedim. Hikmet
1955 yılında Devlet Su İşleri
Genel Müdürü olduğum zaman
31 yaşındaydım ve hayallerimi
gerçekleştirebileceğim bir
sorumluluk düzeyine ve görev
fırsatına kavuşmuştum. Çok
büyük ve çok güzel bir görevdi;
zevkle yaptım.
Turat, çok iyi bir insandı. 2003 yılında, 92
yaşında öldü. Ona hep sevgi, saygı duymuşumdur. Çok güzel bir insandı...
Genel Müdürlüğüne geldiğim DSİ’nin
kapısına, şunu yazdım:
“Görevimiz, Tük insanının muhtaç olduğu
suyu bulmaktır.”
Bu, bir kararlılıktır, determinasyondur.
Çocukluğu susuzluk içinde geçmiş bir
adam, devletin bu hizmetleri gören yerine
“Türk halkının ihtiyacı olan suyu bulacağız.” diye giriyor. Aşağı yukarı benim hayat
hikayemin özüdür bu...
DSİ, bizim kuruluş olarak yaptığımız ilk
büyük iştir. Bugün hala iyi çalışmaktadır.
Benim, ilk büyük eserimdir.
1955 yılında Devlet Su İşleri Genel
Müdürü olduğum zaman 31 yaşındaydım
ve hayallerimi gerçekleştirebileceğim bir
sorumluluk düzeyine ve görev fırsatına kavuşmuştum. Çok büyük ve çok güzel bir
görevdi; zevkle yaptım.
DSİ, Bizim Meslek Gururumuzdur
DSİ’yi, ABD’de gördüklerimizden esinlenerek, güçlü bir teşkilat olarak kurduk.
Seyhan Barajı açılış töreni.
Bu, bizim gururumuzdur.
Uzun süreli ve titiz bir çalışma sonucu
DSİ Teşkilat Kanunu’nu hazırladık. Bu kanun, içerdiği hükümler sayesinde, bugün
de ihtiyaca cevap verir niteliktedir ve güncelliğini kaybetmemiştir.
6200 Sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında
Kanun, 1953 yılının Aralık ayında yürürlüğü girdi. DSİ’nin yeraltı ve yerüstü sularının zararlarını önlemek, bunlardan çeşitli
yönlerden faydalanmak amacıyla kurulduğu belirtilen kanunda, görev ve yetkileri
belirlenmişti.
Genel Müdürlüğün, bir Genel Müdürün yönetiminde Merkez ve Taşra Teşkilatı’ndan oluştuğu belirtilen Kanun’da,
Merkez Teşkilatı’nda bir Genel Müdür
Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Demirel'den "Türkiye'nin su sorunu"nu dinliyor.
Yardımcısı ile Etüd ve Plan Dairesi, Proje ve İnşaat Dairesi, İşletme Dairesi,
İdari İşler Dairesi Reisliklerinin; Teknik,
Hukuk, Tarım ve İktisat Müşavirliklerinin;
Makine ve Muhasebe Müdürlüklerinin
bulunacağı hükme bağlanmıştı. Biz, bir
süre sonra Merkez Teşkilatı’na, Barajlar
Dairesi’ni, Yeraltı Suları Dairesi’ni, Makine Dairesi’ni, Teknik Araştırma Dairesi’ni
ekledik. Esenboğa yolunda, Araştırma
Tesislerini kurduk; beton, kimya, toprak ve hidrolik laboratuvarlarını hizmete
soktuk. Yeni Bölge Müdürlükleri ihdas
ettik.
Çalışmalarımızda, hep “Çatlamış
toprakla mavi gök arasında kalan halkımız”ın durumunu ölçü olarak aldık. Maksadımız, insanları oradan çıkarmaktı.
DSİ kurulduğu zaman, kafi mühendis kadrosu yoktu. Az sayıda mühendisi, 100 kadar teknisyeni vardı. Bugün
teknik kadrosu 5000’e ulaşmıştır.
Ancak o dönem, mühendisler için
altın devirdir. DSİ’de ilk iş olarak raflarda tozlanmış projeleri uygulamaya
koymak istedik. “Yap” diyen de vardı,
ama para yoktu. Ancak yaptıklarımızın,
yeni şeyler yapma imkanı doğurduğunu gördük. Çalışmalarımızı daha da
hızlandırdık.
1950’de üç baraj vardı: Çubuk, Gebere ve Porsuk. Porsuk yarımdı. Yapılırken ihbar etmişler, yolsuzluk var diye.
Yapanları içeri almışlar, yarım kalan kısımlarda sorun çıkmış. Genel Müdür
olunca, oraya gittim. Muharebe meydanı gibiydi. “Bunları temizleyin, tamamlayın” dedim.
itü vakfı dergisi 73
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
31 Yaşında Genel Müdür, 41 Yaşında Başbakan Oldum
Ben, Isparta’nın İslamköy’ünden
geliyorum. Beni 31 yaşında Genel
Müdür, 41 yaşında Başbakan yapan şey
şudur: Ben, düşündüğünü her zaman
söyleyen biriyim. İnanmadığım hiçbir
şeye sahip çıkmadım, inanmadığım
hiçbir şeye destek vermedim, her yerde
düşündüğümü söyledim. Her aldığım
hizmeti çok iyi yaptım. Bu görülmüştü.
Seyhan Barajı inşaatı, o günkü
idarenin en önemli işiydi; çok parlak
bir şekilde başarılmıştır. Türkiye’de
birtakım sıkıntılar da oldu sonra,
malzeme sıkıntıları şunlar bunlar;
onunla birlikte bana havale edilen her
şeyi yaptım.
Daha önce belirttiğim gibi, benim
siyasetle alakam yoktu. Yalnız, o devir
Demokrat Parti devriydi ve o devrin
başında bir adam vardı. Bu, merhum
Menderes’tir. Tabii, merhum Bayar
Cumhurbaşkanıdır ama, İcrayı götüren
DSİ’de, Önce Köklü Bir İletişim Ağı
Kurdum
DSİ Genel Müdürlüğü’nde ilk işlerimizden biri de, ihtiyacını duyduğumuz neşriyat konusunda politika tesbiti oldu. Bununla, gerek merkezde, gerek en uzak
bölgede görev yapan DSİ ailesinde iletişimi sağlayacak, bir nevi hizmet içi eğitim verilecek, yeni teknolojik gelişmeler
izlenebilecek, edinilen yeni bilgiler paylaşılabilecekti. Bu çerçevede “Pazartesi
Toplantıları” gelenek haline geldi ve “DSİ
Bülteni” çıkarılmaya başlandı.
Eğitim denildiği zaman, daha ziyade belirli bir maksat ve programa göre
öğrenme ve yetişme akla gelir. İnsan hayatının büyük bir kısmı, bu sebeple okullarda geçer.
Herhangi bir teşkilatın, ister kamu,
isterse özel sektörde olsun, vazifesini
randımanlı bir şekilde görebilmesi, ehil
fertlerden müteşekkil olmasına bağlıdır.
Hiçbir kademe gözetilmeksizin, herkesin, gördüğü işin ehli olması ve kendi
üstündekilerin gördüğü işi öğrenmesi,
gayret göstermesi, bu topluluğun müesseriyet derecesi üzerinde önemli bir
etkendir.
DSİ Genel Müdürlüğü’nde bu hakikati prensip kabul ederek, eğitim konusuna
büyük önem verdik.
DSİ eğitim politikasının esasını, her
DSİ’de, Suyu Arayan İnsanları Eğittik
Eğitim, insan hayatında her gün cereyan
eden devamlı bir uğraştır. Zira, insan her
gün yeni bir şey öğrenir ve böylece, zamanla tecrübe kazanır.
74 itü vakfı dergisi
merhum Menderes’ti. Anadolu aşığı bir
adamdı.
Rahmetli Menderes, sonsuz Türkiye
aşkıyla, sonsuz Anadolu aşkıyla dolu
bir insandı. Bu ülkenin insanlarını
sevenleri, bu ülkenin hizmetlerini canla
başla yapmaya çalışanları görmesi
lazımdı, gördü. Ben gidip kendisine,
“Güneydoğu Anadolu’da kuşlar susuz,
insanlar susuz, bu böyle olmaz” dediğim
zaman alınmadı, sanki kendisini
eleştiriyormuşum gibi bana bakmadı.
“Ne yapmak lazım?” dedi. Ben gidip,
“Falan yerde bu böyle olmaz” dediğim
zaman, yine alınmadı, çünkü biliyordu ki,
ben her zaman Türkiye’ye yararlı şeyleri
söyleyecektim.
kademedeki
personelin
vazifelerini
daha iyi görebilmeleri, bir üst kademeleri doldurabilecek şekilde yetiştirilmeleri, sayısı mahdut bulunan personel ile
daha çok iş yapılabilmesini sağlayacak
şekilde programlama, yeni ihtisas unsurlarının yetiştirilmesi oluşturuldu. Bu çerçevede, muayyen gayeli dört program
uygulandı.
DSİ’nin Tüm Teşkilatını
Kütüphanelerle Donattık
DSİ Umum Müdürlüğü merkezinde Daire ve Fen Heyetleri, taşrada Bölge ve
Şube Başmühendislikleri bulunuyordu.
Merkezde, personelin yeni gelişmeleri
izlemeleri, çalışmaları sırasında ihtiyaç
duydukları bilgileri edinebilmeleri için
büyük bir kütüphane kurulmuştu.
Teşkilatın hemen hemen kökünü teşkil eden Başmühendislikler ise, genellikle birçok kaynak ve imkanlardan uzaktı
ve öylece çalışmak mecburiyetindeydiler. Bölge kütüphanelerinin de kurulması
gerekiyordu. Bu amaçla bir genelge yayımlayarak teşkilata gönderdik.
DSİ Personelini ABD’ye Eğitime
Yolladık
DSİ, 1950’lerin sonuna doğru, Türkiye’nin en önemli kurumlarından biri haline gelmiş, göğe bakan insanla, kuruyan
toprakla suyu buluşturma yolunda büyük
işler başarmıştı. Ancak, DSİ’yi daha da
büyük işler bekliyordu. Bu yüzden personelinin donanımlı olması, dünyadaki
gelişmeleri izlemesi gerekiyordu.
Kurum içi eğitimin yanı sıra, DSİ personelinin bilgi ve görgüsünü artırmak,
yeni teknik gelişmeleri öğrenmesini sağlamak amacıyla yurt dışında staj yapmasına özen gösterildi. Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatı’nın teknik yardım
programı çerçevesinde sağlanan burslarla merkez ve taşra teşkilatında görev
yapan personele, ABD’de staj yapma
imkanı sağlandı.
Staja gönderilecek personelin seçimi, belirlenen kriterlere göre yapılıyordu.
Bu kriterler, 1959 yılında, ECA (Dünya
Bankası Avrupa ve Orta Asya Teknik Yardım Programı) teknik yardımından faydalanılarak “Sevk ve İdare” konusunda
1960’da ABD’de staja gönderileceklerle
ilgili olarak teşkilata gönderdiğim genelgede de bir kez daha belirtildi.
DSİ, Kısa Zamanda
Modern Teknikle Tanıştı
DSİ Umum Müdürlüğü, üstlendiği görevleri yerine getirirken, büyüdü ve gelişti.
Ancak, tesisleri eksikti. Tesisler dediğimiz zaman, milyonlarca lira sarfıyla meydana getirilmiş estetik eserler zannedilmesin. Bunlar, DSİ Umum Müdürlüğü’nün
fonksiyonlarını ifa edilmesi için lüzumlu,
mütevazı, tertipli binalardı. Uygulanan tesis programlarının ana hatlarını, DSİ mensuplarına bir yazı ile duyurdum.
DSİ’nin İlk Hedefi:
Köylere Temiz İçme Suyu
Genel Müdürlüğüm sırasında, teşkilatı,
görev ve sorumluluklarını teknik ve planlama çerçevesinde değerlendirerek, disiplinler arası bir çalışma ve işbirliği or-
DSİ’yi, ABD’de gördüklerimizden
esinlenerek, güçlü bir teşkilat
olarak kurduk. Bu, bizim
gururumuzdur. Uzun süreli ve titiz
bir çalışma sonucu DSİ Teşkilat
Kanunu’nu hazırladık. Bu kanun,
içerdiği hükümler sayesinde,
bugün de ihtiyaca cevap verir
niteliktedir ve güncelliğini
kaybetmemiştir.
tamı haline getirirken, köylere temiz içme
suyu için Köy İçme Suyu Dairesi’ni kurduk. Böylece, köylere temiz içme suyu
sağlanması konusu müesseseleştirilmiş
ve sürekli çalışır hale getirilmiş olur.
1958 yılı sonuna kadar, susuz 33 bin
köyden 22 bin 500’üne içme suyu getirilmiş, bunun için köylülerin emeği dahil
300 milyon lirayı aşkın para harcanmıştı.
DSİ’nin Faaliyetlerini, Halka,
Radyodan Duyurdum
1959 yılının 25, 26 ve 27 Temmuz günleri
Ankara Radyosu’nda DSİ’nin faaliyetleri
üzerine üç ayrı konuşma yaptım. Bu konuşmalarımdan ilki, Köy İçme Suları üzerineydi. Radyodaki bu ilk konuşmamda,
Türk halkına, kana kana içmeye hasret
olduğu suyun öyküsünü anlatıyordum.
27 Mayıs İhtilali’nde, DSİ’ye Veda
Ettim
27 Mayıs 1960 İhtilali olduğu zaman, ben
İspanya’da “Sulama ve Drenaj” konulu
uluslararası bir toplantıda Türkiye’yi temsil ediyordum. Ülkemden 25 Mayıs’ta ayrılmıştım. İhtilal haberini alır almaz, Daniş
Koper’e telgraf çekerek, dönebileceğimi
bildirdim. Daniş Koper, cevaben toplantı
sonuna kadar kalmamı bildirdi.
10 Haziran’da Ankara’ya geldim. Havaalanında bazı arkadaşlarım karşıladı.
Ertesi gün işime gittim ve Bayındırlık Bakanlığı’na müracaat ederek, görevi bırakacağımı bildirdim ve yerime yeni birini
bulmalarını istedim. Böylece hem Bakanı, hem de kendimi rahatlatıyordum.
O tarihte askeri idare Sayın Daniş Koper’i Bayındırlık Bakanı yapmıştı. Daha
önce, Karayolları Genel Müdürlüğü ve
Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarlığı görevlerinde bulunmuştu. Fevkalade değerli
bir zat olan Daniş Koper’e askere gideceğimi de söyleyerek, Genel Müdürlük
görevimden merkez ve taşra teşkilatında
büyük bir şevkle çalışan mesai arkadaşlarıma gönderdiğim bir mesajla ayrıldım.
Kaynak
Hulusi Turgut, "Süleyman Demirel – Bir Ömür
Suyun Peşinde" 2006. (Fotoğraflar: Hulusi Turgut arşivi)
itü vakfı dergisi 75
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
İTÜ’lü Süleyman Demirel:
“Biz, İTÜ Mezunları Olarak
Başımız Dik ve Gururluyuz”
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 2004 yılında İTÜ Ayazağa Kampüsünde Rektör Prof. Dr. Gülsün Sağlamer ile.
Bugün İstanbul Teknik Üniversitesi’nin geldiği nokta bizleri
sevindirmektedir. Çünkü biz buranın mensupları olarak başımız
dik ve gururluyuz. Biz başarının adamlarıyız. Onun için de
üniversitemizin hep başarılı olmasını her şeyden çok isteriz.
İTÜ çağdaşlaşmanın abidesidir ve Osmanlı İmparatorluğu'nun
batıyla, ilim, teknoloji ve felsefeyle irtibat kurmasının
başlangıcıdır…
76 itü vakfı dergisi
9.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
bir mezunu olarak duyduğu gururu, İslamköy’den Cumhurbaşkanlığına
uzanan yaşamında İTÜ’nün kendisine sağladığı kazanımları ve şükran hislerini bulunduğu her platformda dile getiren, aidiyet
duygusu en güçlü mezunların başında
gelmektedir. Eğitimin önemine inanmış bir
lider olarak, demokratik devletin en önemli
kurumlarından üniversitelerin okulu aşan
kimliğine vurgu yapan Demirel, bu kurumları toplumun deniz fenerlerine benzeterek,
Türkiye’nin yükseköğretim alanındaki gelişme ve atılımlarına destek olmuş, çaba harcamış, sayısız üniversitenin temeline harç
koymuştur.
237. Yıl İTÜ Günü
Töreni'nde Rektör Prof.
Dr. Muhammed Şahin'den
plaket alıyor.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 235. Yıl İTÜ Günü töreninde, İTÜ’den mezuniyetinin 60. Yılı
nedeniyle Rektör Prof. Dr. Faruk Karadoğan’dan plaket alırken. 10 Mayıs 2008.
Bir ülkenin uygarlığa açılan penceresi
olarak gördüğü üniversitelerin her biri Demirel için aynı öneme sahip olsa da, kuşkusuz
mezunu olduğu İTÜ’nün, onun gönlünde
farklı bir yeri vardır. Demirel, gerek siyasetin
çeşitli kademelerinde görev yaptığı dönemde, gerek Cumhurbaşkanlığı dönemi ve sonrasında, her zaman İTÜ’nün yanında olmuş,
her fırsatta açılış törenleri ve geleneksel İTÜ
Günü törenlerine katılmış, bugünkü kampüslerin İTÜ’ye tahsislerinde önemli rol oynamış;
üniversiteler tarihinde gerçekleştirilen en büyük bağış projelerinden biri olarak İTÜ 2001
Atılım Projesi’ni başlatmış ve izlemiştir.
Dergimizin önceki sayısında, İTÜ eski
Rektörü (1996-2004 dönemi) Prof. Dr. Gülsün Sağlamer’in kaleminden yayımladığımız “Değerli Mezunumuz, 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’in Anısına”
başlıklı yazıda, Sağlamer, Demirel’in İTÜ’ye
sağladığı katkıları şu cümlelerle anlatmıştı:
“İstanbul Teknik Üniversitesi’ne kol kanat geren, ilk Başbakanlığı döneminde
Maslak Kampüs arazisinin kamulaştırılarak
İTÜ’ye verilmesini, son Başbakanlığı döneminde ise 1990’ların başında tahsisleri kaldırılan İTÜ Taşkışla, Gümüşsuyu ve Maçka
Kampüsleri’nin tekrar İTÜ’ye tahsislerini
sağlayan; Cumhurbaşkanlığı döneminde
ise yalnız İstanbul Teknik Üniversitesi’nin tarihinde değil Türkiye üniversiteler tarihinde
gerçekleştirilen en büyük bağış projelerinden birini başlatan ve sonuna kadar izleyen Sayın Süleyman Demirel’i biz İstanbul
Teknik Üniversiteliler nasıl unutabiliriz ki?
İTÜ Maslak Kampüsü’nü Cumhurbaşkanlığı döneminde ve sonrasında açılış törenleri
ve Mezunlar Günü’nde her yıl onurlandıran
Sayın Demirel’in yaşadığı mutluluğa o törenlere katılan mezunlarımız şahittir.
Beni rektörlüğe atadığı 6 Ağustos 1996
tarihinde Sayın Demirel’in kendisi bizzat telefonla aramış, kutlamış ve üniversiteyi iki
hafta içinde ziyaret etmek ve projelerimizi
dinlemek istediğini söylemişti. Gerçekten de kendileri verdiği tarihte İTÜ Maslak
Süleyman Demirel, 237. İTÜ Günü'nde meslekte 60. yılını dolduran İnşaat mezunları ile.
Kampüsü’nü onurlandırmış ve projelerimiz
hakkında bilgi almış ve sormuştu; “Bu projeleri gerçekleştirmek için ne kadar kaynak
lazım?” Ben de en az 20 Milyon USD demiştim. O zaman ufkumuz daha dar, cesaretimiz daha azdı. Ancak 20 Milyon USD
diyebilmiştim. Ortak projemiz işte böyle
başlamış ve 2004 yılını bitirdiğimizde ayni
ve nakdi bağış projemiz 80 Milyon USD’ı
aşmıştı. Bu bağışlar altyapı, yurt, burs, laboratuvar, öğrenci merkezi, derslik, kitap, ekipman, akademik ödül, yurtdışı görevlendirme
ödeneği, yabancı öğretim elemanlarının daveti için kaynak olmuş ve reformlar bu sayede hayata geçirilebilmiştir. Sayın Demirel,
İTÜ 2001 Atılım Projesini başlattığımız 1997
yılında tüm mezunları İTÜ’ye yardıma davet
ederken aynen şunları söylemişti;
“Değerli Mezunlar, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni yeniden en başta tercih edilen
üniversite yapabilmemiz için önemli reformlara ve bu reformları da gerçekleştirebilmek
için yeni finans kaynaklarına ihtiyacımız var.
Rektörümüz Gülsün Hanım’ın başlattığı bağış programı sizin için büyük fırsattır bu fırsatı kaçırmayıp değerlendirmelisiniz.”
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in,
her fırsatta İTÜ’ye yaptığı ziyaretler arasında
mezunlarla buluştuğu İTÜ Günü törenlerinin
ayrı bir yeri vardır. Demirel’e, katıldığı bu törenlerden 10 Mayıs 2008 tarihinde düzenlenen 235. İTÜ Günü’nde mezuniyette 60. Yıl
plaketi; 30 Mayıs 1998 tarihinde düzenlenen
225. İTÜ Günü töreninde de mezuniyette
50. Yıl plaketi sunulmuştur. Demirel’in, odak
noktasına her zaman İTÜ’yü aldığı ve çağdaş uygarlığa ulaşmada eğitimin önemine
değindiği bu konuşmalarından satırbaşları:
29 Mayıs 1998: 225. Yıl İTÜ Günü Töreni
ve Demirel’e 50. Yıl Plaketi
“...İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 225. Kuruluş Yılı’nı büyük bir coşkuyla, heyecanla ve
sevgiyle kutluyoruz.
…Bir de yarış başladı Türkiye’de ve
dünyada. Dünya globalleşti, sınırlar hemen
itü vakfı dergisi 77
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
Buraya gelen arkadaşlarımı da
kutluyorum. 60 yıl bu ülkeye
hizmet etmiş olmanın mutluluğu
içindeyiz. Eğer 60 yıl daha
ömrümüz olsaydı, onu da bu
ülkeye verirdik.
hemen önemini yitirdi. Ve biraz evvel Sayın
Rektörümüzün çok veciz şekilde belirttiği
gibi, İstanbul Teknik Üniversitesi hep önde
gitmeye alışıktı. Yani, iyi bir şey varsa, onda
İTÜ damgası vardır, hep öyleydi. Ama, bir
yerde yapılan sınavlarda İstanbul Teknik Üniversitesi’ne olan rağbetin azalmış olduğunu
görmek, bana, benim hocalarıma ve benim
meslektaşlarıma ıstırap verdi. O zaman bir
büyük hamle yapılmalıydı. Bu hamle, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni yine şanına
layık, ondan evvelki zamanda kazanmış
bulunduğu yere, alışmış bulunduğu itibara,
ondan evvelki alışmış bulunduğu iltifata getirmeliydi. İşte hamle buydu. Ve bunun için
girişilmiş bulunan gayretler, aslında İstanbul
Teknik Üniversitesi’ni bugünkü ortamda
yalnız Türkiye’nin değil, ama dünyanın sayılı üniversitelerinden birisi haline getirmesi
lazımdı.
...Bugün burada İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezuniyetlerinin 50. Yılı
Süleyman Demirel, Ord. Prof. Bedri Karafakioğlu'nun Rektörlüğü döneminde (1965-69) İTÜ'de bir törende.
plaketlerini alacak olan meslektaşlarım,
75 senelik Cumhuriyet’in 50 senelik hizmetinde varlar. Bu fevkalade anlamlıdır.
...Evet, burada 50. Yıl plaketlerini bize
vereceksiniz, onları alacağız; ama şundan
emin olun ki, bundan sonra bize plaket ver-
“İTÜ 2001 Atılım Projesi”ne
Demirel’den Büyük Destek
30 Mayıs 1997: 224. Yıl İTÜ Günü’nde
‘Atılım Projesi’nin Tanıtımı
Cumhurbaşkanı Demirel, 30 Mayıs 1997
tarihinde, İTÜ’nün 224. Kuruluş Yıldönümü
nedeniyle düzenlenen yemeğe katıldı.
Demirel, okul arkadaşlarına hitaben
yaptığı konuşmada, Rektör Prof. Dr.
Gülsün Sağlamer’i, yaptığı çalışmalardan
dolayı kutladı ve İTÜ Atılım Projesi’nin
desteklenmesini istedi. Demirel, İTÜ’lülere
hitaben şu çağrıyı yaptı:
“...İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 224.
Kuruluş Yıldönümü’nü bugün törenlerle
kutladık; bu akşamki toplantı bu törenlerin
devamıdır.
Değerli Rektörümüz Prof.Dr. Gülsün
Sağlamer, hem gündüz yapmış olduğu
78 itü vakfı dergisi
konuşmayla, hem de şimdi yaptığı
konuşmayla, multivizyonla, bize İstanbul
Teknik Üniversitesi’nin gelişimi ve önündeki
hedeflerle ilgili çok değerli bilgiler verdiler.
Takdim ettiği proje de Atılım Projesi’dir
ve gerçekten 2000’li yıllara giren dünyada,
Türkiye’nin başka ülkelerle, uygar ülkelerle
yarışmasının kaçınılmaz olduğunu hepimiz
bildiğimize göre, bu yarışmada Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin kurumlarının her
birisine düşen görevi ortaya koymak
bakımından da fevkalade değerlidir.
Burada takdim edilen proje, İstanbul
Teknik Üniversitesi’nin 2000’li yıllara
hazırlanması projesidir. Çok derli toplu ve
akıllı bir gayreti göstermektedir. Hepinizin
takdirini kazandığına şüphem yoktur, güzel
meseniz de biz bu zamana kadar yaptığımız gibi yine Türkiye’nin hizmetinde olmaya
devam edeceğiz; bütün gönlümüzle, ne
kadar enerjimiz varsa onunla, son nefesimize kadar Türkiye’nin hizmetinde olmaya
devam edeceğiz.
bir projedir ve bu projeyle İstanbul Teknik
Üniversitesi, sadece mezun olanların değil,
onu sevenlerin istediği şekilde, yine en önde
olma hedefine yönelmiştir.
Mezunlarından, İTÜ’ye Büyük Destek
İTÜ, 5 Aralık 1997 tarihinde çok önemli
bir güne tanıklık etti. Üniversiteden
mezun olmuş 74 kişinin katkısıyla yapılan
ve yapılmakta olan yeni tesisler için
Cumhurbaşkanı Demirel’in de katıldığı
özel bir tören düzenlendi. ”İstanbul Teknik
Üniversitesi 2001 Atılım Projesi Bağış
Kampanyası” adı verilen bu etkinliği
destekleyen mezunlara, Üniversite
Rektörlüğü tarafından şükran plaketleri
hazırlandı. Cumhurbaşkanı Demirel,
mezun olduğu üniversitede düzenlenen
bu anlamlı törendeki konuşmasında,
“Bu kabına sığmayan Türkiye’de, benim
meslektaşlarımın, her türlü takdirin üstünde
paha biçilemez hizmetleri vardır.” dedi ve
sözlerini şöyle sürdürdü:
Süleyman Demirel,
İTÜ Radyosu'nda konuşuyor.
Süleyman Demirel, 2004 yılında İTÜ'de bir törende.
“İTÜ olayı; yapma, başarma ve en iyi
şekilde neticelendirme ruhudur”
“...İstanbul Teknik Üniversitesi’nin, ondan
evvelki Yüksek Mühendis Mektebi’nin, ondan evvelki Mühendis Mekteb-i Alisi’nin,
yani isimleri ne olursa olsun, 1773’lerden
beri gelen bu büyük ocağın, ilim-irfan yuvasının, Türkiye’nin imar ve kalkınmasında her
devirde çok büyük hizmeti olmuştur.
...İstanbul Teknik Üniversitesi olayı, sadece bir meslek eğitimi vermenin ötesinde,
yapma, başarma ve mutlaka en iyi şekilde
onu neticelendirme ruhuydu; bu ruh, ebediyete kadar yaşayacaktır.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bugün
birtakım fiziki noksanları var. Ben, 15 Ağus-
tos 1996 tarihinde, Ayazağa Kampüsü’nü,
geldim, ziyaret ettim, Sayın Rektörümüzle
ve hocalarımızla konuştum. Orada gerçekten çok güzel bir şey meydana getirmişizdir, fakat bazı noksanları var, onlar tamam-
“İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
yalnız Türkiye’de değil, benzeri
kuruluşlar arasında dünyadaki
müstesna yerini ve itibarını
korumaya devam etmesi sizin
işinizdir. Devlet sizinle beraberdir,
Türkiye sizinle beraberdir ve size
her türlü destek verilecektir.”
Demirel'in desteği ile hayata geçirilen "İTÜ 2001 Atılım Projesi"ne yaptıkları katkılar nedeniyle 2004 yılında
"Üstün Hizmet Madalyası" ile ödüllendirilen mezunlardan; (soldan sağa) Erol Üçer, Sedat Üründül ve
Orhan Öcalgiray, Rektör Prof. Dr. Gülsün Sağlamer ile.
“...Bugünkü toplantımız, İstanbul Teknik
Üniversitesi’ne yeni üniteler ekleme ve
İstanbul Teknik Üniversitesi’ni, önüne katıp
götürdüğü programında bir adım daha
ileriye götürmek için yapılmaktadır.
Bir sene kadar evvel, İstanbul Teknik
Üniversitesi’ni cazip kılma, yeniden
Türkiye’deki ve yurt dışındaki benzeri
kurumların, benzeri üniversitelerin
seviyesine getirme, onlarla yarışır ve
tercih edilir duruma getirmek için büyük bir
gayret başlatılmıştır.
Memnuniyetle ifade edeyim ki bu
gayret, üniversitenin kendi içinden gelmiştir.
Üniversitemizin değerli hocaları, değerli
yöneticileri bu ihtiyacı duymuşlar ve çok
lanacak. Bunlar hep önümüzdeki zaman
içerisinde olacak şeylerdir. En ufak bir karamsarlığa kapılmaya gerek yok; çünkü,
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden hiç kimse
bir şey esirgemez, bu mümkün değildir.
Ben, Ayazağa Kampüsü’nün başından itibaren takipçisiyim ve İstanbul
Teknik Üniversitesi’nin fiziki noksanlarını
veya diğer noksanlarını tamamlamak için
her türlü gayreti gösteririz ve onlar da
makul bir süre içerisinde ortadan kalkacaktır; en ufak bir şüpheniz olmasın.
İşin bundan sonrasını yapmak, Sayın
Rektör’ün çağrısına uyarak, değerli hocalarıma aittir. Yani, çağla, çağın gerisinde
kalmama, çağla bütünleşme –bilim bakımından söylüyorum- ve İstanbul Teknik
güzel bir program ortaya koymuşlardır.
Bu program uygulanıyor ve memnuniyetle
görüyoruz ki, bir hayli de mesafe alınmıştır.
Bu kabına sığmayan Türkiye’de, benim
meslektaşlarımın, her türlü takdirin üstünde
paha biçilemez hizmetleri vardır. Ona
devletimin minnet ve şükranlarını her vesile
ile ifade etmek istiyorum.
Bu ülkenin mühendisleri, mimarlarının
yüzde 80’i aşağı yukarı İstanbul
Teknik Üniversitesi’nin mezunlarıdır,
Yüksek Mühendis Mektebi’ni bitirmiş
mühendislerdir; bu ülkenin dağında taşında,
her yerinde izleri vardır. Ve kendimize,
ülkemize güvenelim derken, mühendisler,
mimarlar olarak kendi başarımızdan dolayı
da kendimize güvenelim ve bu güveni hiçbir
zaman kaybetmeyelim.
Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, İstanbul
Teknik Üniversitesi; sadece mühendis,
mimar yetiştiren bir kurum değil, aynı
zamanda bir onur ve gurur kurumudur.
itü vakfı dergisi 79
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
Süleyman Demirel, 1992 yılı İTÜ Günü'nde...
Üniversitesi’nin yalnız Türkiye’de değil,
benzeri kuruluşlar arasında dünyadaki
müstesna yerini ve itibarını korumaya devam etmesi sizin işinizdir. Devlet sizinle beraberdir, Türkiye sizinle beraberdir ve size
her türlü destek verilecektir.”
10 Mayıs 2008: 235. Yıl İTÜ Günü Töreni
ve Demirel’e 60 Yıl Plaketi
"60 yılda Türkiye çok şey yaptı ama yeterli değil. Türkiye'de 1950'de 4 milyon olan
ev sayısı 18 milyona, 400 bin ton çimento
40 milyon tona, 1 milyon kilovat saatten az
...225 sene birikimi olan bizim
üniversitemizin bugün yapmakta olduğu
şey; çağa uyma, 21. asrın mühendislerini,
mimarlarını yetiştirme, 21. asrın Türk
vatandaşlarını yetiştirme; hem mesleğinde
hem her türlü toplumun içerisinde herkesle
yarışabilecek, boy ölçüşebilecek insanları
yetiştirmedir. Burada dil, bilgisayar,
laboratuvar, kitap ve nihayet öğretim
kadroları fevkalade önemli hale geliyor.
Görüyoruz ki, bunların hepsi nazarı dikkate
alınmıştır ve görüyoruz ki burs ve yurt,
fevkalade önemli hale geliyor ve yine
de burada bunların hepsi nazarı dikkate
alınmıştır.
Nitekim bugün yurt, kütüphane ve
kreş temeli atacağız ve bugün laboratuvar
açacağız. Yani, bizim üniversitemizin
söylenildiği şekilde çağdaşlığa ve çağı
yakalamış olmaya doğru attığı adımlar birer
birer somut hale geliyor. Bunları yapacağız ve
sonra döneceğiz, eksik ne kalmışsa onların
hepsine tekrar bakacağız.
80 itü vakfı dergisi
elektrik 36 milyon kilovat saate, 100 bin ton
demir 14 milyon ton demire, yüzde 30 olan
okur-yazar oranı yüzde 90-95'e, 150 dolar
olan milli gelir 7 bin dolara, 21 milyon olan
nüfus 70 milyona, 3 olan üniversite 80 üniversiteye, 30 bin üniversite öğrencisinden
2,5 milyon üniversite öğrencisine yükseldi.
İğneden ipliğe her şeyi satın alan Türkiye,
günümüzde otomobilden uçağa her şeyi yapıyor. Şimdi dünyada otomobil yapan ülkeler
içinde 15. sıradayız. Türkiye, 192 ülke arasında 19. büyük ülke. Bu nasıl oldu? Bunda
mühendisin ve mimarın hissesi var. Bunlar
sizin eseriniz. Bu rakamları onun için verdim. Bu medeniyet, uygarlık mücadelesinde
İTÜ'nün yetiştirdiği mimar ve mühendislerin
katkısı var. Emeği geçenlere devletim adına
teşekkür ediyorum.
Şartlar geçmişe göre daha da zorlaştı.
Acımasız bir rekabet ortamı bulunuyor. Bu
rekabet ortamında ancak bilgi, teknoloji,
moral ve heves bakımından güçlü olanlar
ayakta kalabilecek. Mimar ve mühendisler
refahın teminatı, bir ülkenin fiziki kaynaklarının bekçisidir. Mimar ve mühendisler ekoloji, ekonomi, teknoloji ve demografiyi düşünerek halkın kaynaklarını kullanmalılar.
“Ben, Ayazağa Kampüsü’nün
başından itibaren takipçisiyim ve
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
fiziki noksanlarını veya diğer
noksanlarını tamamlamak için
her türlü gayreti gösteririz
ve onlar da makul bir süre
içerisinde ortadan kalkacaktır;
en ufak bir şüpheniz olmasın.”
1948 mezunları arasından çok parlak
kişiler çıktı...
Aslında bizim 1948 senesinin Nisan’ında
diploma almamız gerekiyordu. Fakat bir
Süleyman Demirel, 226. İTÜ Günü'nde
eski mezunlarla bir arada, 29 Haziran 1999.
...Gelecek yakalanmıştır. Bunu
gayet memnuniyetle karşılıyorum; Sayın
Rektör’ümüzün ve üniversitemizin öğretim
kadrosunun böyle coşkuyla meydana
getirdikleri, kendi kendilerini reforma tabi
tutma projesi başarıya ulaşacaktır. Ve yine
biz bu kurumun mensupları olarak başımız
dik, birincilik iddiamızı yine sürdüreceğiz
ve bu gururumuz devam edecek. Atılan
adımlar çok cesaret verici, ümit vericidir ve
bundan memnuniyet duyuyoruz.
74 arkadaşımızın bu gayeye yönelik
katkılarını takdirle karşılıyorum, evvela bir
meslektaşları olarak takdirle karşılıyorum.
Süleyman Demirel, İTÜ 238. yıl kutlamalarında, 20 Mayıs 2011.
sorun çıkardılar. 1948 senesi İnşaat Fakültesi’nin
150-200 öğrencisine, bir
derse girmediğimiz için
diploma vermediler. 1949
Şubatından sonra diploma
almaya hak kazandık.
1948 mezunları arasından çok parlak kişiler
çıktı. Bunlar hep birbiriyle
gururlanan, birbirini se-
Bu bir İstanbul Teknik Üniversitesi
mensubiyet şuurudur; birincisi bu. İkincisi;
bu Kurum, bu zamana kadar olduğu gibi
Türkiye’ye değerli hizmetler vermeye
devam edecektir, etmelidir. İşte bu da
arkadaşlarımız tarafından fevkalade iyi
kavranmıştır.
Görülüyor ki, üniversite ve mezunları,
bugünkü öğretim kadroları ve bugünkü
öğrencileri tümüyle bir beraberlik, bir
dayanışma ve bir bütünlük ortaya
koymaktadırlar. Bu, üniversitemiz adına çok
güzel bir şey olduğu gibi, ülkemiz adına da
çok güzel bir şeydir, örnek de olmalıdır.
Bu kampanyayı ben birçok üniversitede
yapıyorum. Çünkü gerçekten bir potansiyel
vardır ve bu potansiyel sayesinde her şeyi
devletten bekleyerek değil, ama biraz da
mevcut olan potansiyeli kullanarak, yani
vatandaşlarımızın üniversitelerini, okullarını,
sağlık teşekküllerini
kucaklayarak devletine
yardımcı olmaları ve
ülkenin işlerinin bir an
evvel bitmesini sağlamaya mutlaka destek
vermeleri gerekmektedir.
Tekrar tekrar değerli meslektaşlarıma
teşekkür ediyorum.
Kampanya bitmiş değildir,
kampanya devam ediyor. Ve göreceğiz
ki, önümüzdeki iki sene zarfında,
yani 2001’den önce İstanbul Teknik
Üniversitesi’nin atılım programı bütünüyle
gerçekleşmiş olacaktır. Ondan sonrasını
düşüneceğiz.
Sayın Rektör’ümüz diyor ki, ‘İstanbul
Teknik Üniversitesi mezunlarıyla
övünüyoruz...’ Bu, bizi çok sevindiren
bir şeydir. İstanbul Teknik Üniversitesi
mezunları da mensup oldukları
üniversiteyle övünüyor.
Yine Rektör’ümüz diyor ki, ‘Onlara
güveniyoruz, onları seviyoruz.’ Ben de
ven insanlar oldu. Bu sınıftaki hepimiz
bugünkü ipi göğüsleyemedik. Bazı arkadaşlarımız hakkın rahmetine kavuştu,
ebediyete intikal etti. Huzurunuzda bu
arkadaşlarımın hepsine rahmet diliyorum. Ama buraya gelen arkadaşlarımı
da kutluyorum. 60 yıl bu ülkeye hizmet
etmiş olmanın mutluluğu içindeyiz. Eğer
60 yıl daha ömrümüz olsaydı, onu da bu
ülkeye verirdik. Bizim sınıfta siyasette de
çok başarılı arkadaşlarımız oldu. Siyaset
çok zor bir iştir. Başarı her zaman mümkün değildir. Bazen başarırsınız, bazen
başaramazsınız. Başardığınız zaman
alkışlanırsınız, başaramadığınız zaman
kaşlar çatılır. İşte kaşlar çatıldığı zaman
arkadaşlarınız, dostlarınız üzülür. Sanki kendilerine kaş çatılıyormuş gibi olur.
Ben, sanıyorum ki, epeyce arkadaşlarımı üzdüm ama sevindirdiğim zamanlar da olmuştur. İkisini beraber mütalaa
edin. Üzdüğüm arkadaşlarımdan özür
diliyorum ama şurada bulunmaktan, 60
yıl Türkiye'ye hizmet etmiş, kaynağının
tümünü Türkiye'ye yatırmış bir insan olarak aranızda olmaktan, sizin arkadaşınız
olmaktan gurur duyduğumu ifade etmek
istiyorum.”
Fotoğraflar: İTÜ ve İTÜ Vakfı Arşivi
Kaynak: Hulusi Turgut, “Üniversite ve Demirel”, 2003,
ABC Araştırma Dizisi-No.7,
diyorum ki, nazire olarak söylüyorum;
‘Biz de üniversitemize güveniyoruz,
hocalarımıza güveniyoruz ve üniversitemizi,
hocalarımızı, bu üniversitenin bütün
mensuplarını, öğrencilerimizi seviyoruz.
Demirel’den İTÜ İçin Teşekkür
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel,
İstanbul Teknik Üniversitesi’ne katkıda
bulunan kişi ve kuruluşlara isimlerini tek
tek sıralayarak teşekkür etti. Demirel’in
teşekkür mesajı şöyleydi:
İstanbul Teknik Üniversitesi,
(Gümüşsuyu, Taşkışla, Maçka) ana
binaları, kampüsleri (Maslak, Tuzla),
yurt ve laboratuvar binaları ile, diğer
her türlü tesislerinin yenilenmesine,
birçoğunun yeniden yapılanmasına,
öğretim üyeleri ve öğrencilere burs
verilmesine, pek çok İstanbul Teknik
Üniversitesi mezunu ve İstanbul
Teknik Üniversitesi sevenleri yardımcı
olmuştur. Kendilerine minnet ve şükran
hislerimizi ifade ederiz.
itü vakfı dergisi 81
İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL
Cumhuriyet tarihine tanıklık
Şevket
Demirel
anlatıyor:
Türkiye Cumhuriyeti’nin
9. Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel’in adına Isparta’nın
İslamköy’ünde kurulan
Demokrasi ve Kalkınma
Müzesi’nde sergilenen objeler,
Cumhuriyet tarihimizin son
50 yılının belgelerinden ve
fotoğraflarından oluşuyor…
82 itü vakfı dergisi
“Süleyman Demirel
Demokrasi ve
Kalkınma Müzesi”
I
sparta’ya yaptığımız hizmetlerden biri
de “Süleyman Demirel Demokrasi ve
Kalkınma Müzesi’dir. İslamköy’de kurulan Müze, on yılda tamamlandı. Ülke kalkınması ve demokrasi için 60 yılını veren
Süleyman Demirel’in hayat felsefesi ve
hizmetlerini gelecek nesillere anlatacak
olan bu eserde, bir dönemin Ulusal Bellek’i sergileniyor.
Kişisel yaşamda zenginliğin temeli
olan “biriktirme”, toplumsal hayatta güçlenmenin, çözüm türlerine sahip olmanın
kaynağıdır. Her toplumun tarihini iyi bilmesi, sağlıklı yönelişler için lüzumlu ve
değerli kılavuzdur.
Türkiye, dünyada hakkı olan saygınlığı, kendi gücüne inanan akıllı tutumla
sağlayabilir. Bu konuda “Ulusal Bellek” olan
müzeler, değerli araçlardır.
Türk toplumu, değerli evlatlarını tanıtan
müzeler kurmalı ve
akıllı kullanmalıdır.
Çoğu insanımızın
sürekli yakındığı ulusal
belleğimizin olmadığı
ya da çok zayıf olduğu
kusurumuz,
özellikle
gelişmiş ülkeleri ziyaretimizde gerçeklik kazanmaktadır. Oraların
meydan ve parklarını
süsleyen heykeller, kişiler adına kurulmuş
müzeler, insanı imrendirir.
Tarihimizde büyük hizmetler yapan
büyüklerimizden, adını ölümsüzleştiren
eserlere sahip olanlar çok azdır. İslamiyet’in yontuları, kişilere tapınma algılanması önlenemeyeceğine göre, ulusa
önemli hizmetler yapan kişileri, bugünün
ve geleceğin kuşaklarına tanıtan müzeler
kurulması, ulusal bir görev olmalıdır.
ABD’de Müzeler ve Kütüphaneler
İç içe
ABD’ye gittiğimde beni çok etkileyen
konulardan biri, toplumun belleği saydığım müzelerdi. Bu kurumlar, kuşaklara
geçmişi bilmek, o güne gelene kadar
olanları anlatmak yanında, hizmet eden
evlatlarına toplumun teşekkür ve takdirini
sunmaktadır. Özveri-değer sahibi kişileri
imrendirerek, hizmet kalitesinin gelişmesi
de sağlanmaktadır. Bu açıdan kişiler adına açılan kütüphaneleri ve müzeleri dikkate değer bulup incelemiştim.
ABD’nin ülke tarihinde derin izi olan
bazı Başkanlar adına kurulmuş kütüphaneler şunlardır:
Herber Hoover Kütüphanesi, Franklin
D. Roosevelt Kütüphanesi, Marry S. Truman Kütüphanesi, Dwight D. Eisenhower
Kütüphanesi, John F. Kennedy Kütüphanesi, Nixon Cumhurbaşkanlığı Malzemeleri Evi, Gerald R. Ford Kütüphanesi, Jimmy Carter Kütüphanesi, Ronald Reagan
Kütüphanesi,
ABD’de bu kütüphanelerle müzeler iç
içe durumda sayılabilir. İki kurum, toplumun belleğini oluşturur. Her cumhurbaşkanlığı kütüphanesinde müze vardır. Burada halka programlı bilgi verilir.
Biz de “Süleyman Demirel Külliyesi”
Kuruyoruz
Bölgeye yapılan hizmetleri anlatmaya devam ediyorum. Zira, bunlardan gelecek
nesillerimizin ders alacağı
çok bilgiler vardır. Bunlardan birisi de İslamköy’de,
Süleyman Demirel’in doğum yerinde yaptığımız
“Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi”dir. Demirel Vakfı’na ait
olan bu müze, 10 senede
yapılmıştır.
Ülke kalkınması ve demokrasi için 60 yılını veren
Süleyman Demirel’in hayatı; yurt felsefesi, düşünceleri ebediyete intikali sonrası
yine yaşamalıydı.
Bu düşünce, beni bir hayli araştırmaya
sevketti. Neticede, İslamköy’de ismi “Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi” olan bir külliye yapma kararı aldım. Böy-
Süleyman Demirel Külliyesi’nde neler yer alıyor?
Açılış tarihi: 26 Ekim 2014
17 bin metrekarelik alanda kurulan Külliye’de yer alan müzede, Demirel’in devlet
memurluğuna başladığı 1949 yılından bugüne kadar toplanan çok sayıda belge,
45 bin kitap, 32 bin gazete ve dergi, 126 bin fotoğraf ile Demirel’e yurt içi ve dışında
hediye edilen eşyalar yer alıyor.
Selçuklu ve Osmanlı mimarisi tarzında kubbeli olarak inşa edilen Külliye, 1500
m2’lik bir alanı kaplıyor. Süleyman Demirel Külliyesi’nin içinde yer alan müzede
özellikle Cumhuriyet tarihimizin son 50 yıllık dönemine ait demokrasi ve kalkınma
dönüşümünün belge, bilgi ve fotoğrafları sergileniyor.
İslamköy’deki Süleyman Demirel Külliyesi’nde, Müze’nin yanı sıra, 9.
Cumhurbaşkanı’nın doğup büyüdüğü 1920 yapımı ahşap ve kerpiçten inşa edilmiş,
baba Hacı Yahya Demirel’in adını taşıyan ev de yer alıyor.
Külliyenin diğer bölümleri ise; Demirel Ailesi’nin nineleri Şehriban Hatun adına
yapılmış cami, Süleyman Demirel Özel Arşivi, Süleyman Demirel Kütüphanesi,
Süleyman Demirel Üniversitesi Liderlik Araşırma ve Uygulama Merkezi, Köy Çeşmesi,
İslamköy Çalcatepe’de oluşturulan orman alanı, helikopter pisti ve otoparktan
oluşuyor.
Kaynak: Hulusi Turgut "Büyük Türkiye'nin Hikayesi" 2014, ABC Medya Ajansı A.Ş.
le bir şey yapacağımı kendisine sonradan
söyledim. “Peki, proje senindir, yapabilirsin”
dedi. Bu müze, Ağam Süleyman Demirel’in
beşiğinden, bugüne kadarki çalışmalarının
izlerini kapsıyor;
• İlk ve lise eğitim hayatı,
• Mühendislik tahsili,
• Elektrik Etüt İdaresi’ndeki çalışmaları,
• Siyasi parti hayatı,
• Adalet Partisi Genel Başkanlığı,
• 1965’de 41 yaşında Başbakan oluşu,
• 1971’de Askeri Muhtıra Dönemi,
• Muhalefet yılları,
• 1979 iktidarı,
• 1980’de 12 Eylül İhtilali ve Gelibolu hapsi,
• Zincirbozan hapsi için 1993’de tevkifi,
• Yedi senelik yasaklı dönemi,
• 1987 Referandumunda siyasi yasağının
kalkması,
• 1987’de tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girişi,
• 1991 seçimlerinde tekrar Başbakan seçilmesi,
• 1993’de Cumhurbaşkanı seçilmesi,
• 2000 yılı16 Mayıs’ında görev süresini tamamlayıp, ayrılışı,
• 1990 sonrası yine ülke meseleleriyle yakından ilgilenen çalışmaları, çeşitli ülke
liderlerinden armağan edilen yöresel giysiler, karikatürleri, bazı çalışma biçimleri,
bugünkü teknolojiden istifade edilerek,
mitinglerdeki konuşmaları (sesli-sessiz)
Müzenin açılış takdim diskleri, müze bölümlerini kendi sesiyle anlatan CD’leri vb.
gibi, Ağa’mın bu müzesinin çalışma devamlılığını da temin etmek gerekir.
İşte bunun için bir Vakıf’a ihtiyaç var. Bu
vakfı, “Demirel Vakfı” ismiyle kurduk.
Kaynak: Şevket Demirel, “Hizmette Isparta’yı Seçtim”, 2012 (Yedinci Bölüm’den alıntı.)
itü vakfı dergisi 83
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“İkimiz de Adnan Menderes’in Sevgili Çocuklarıydık”
ÇÇ Dr.Y.Müh. Şarık Tara
Enka Holding Onursal Başkanı
S
üleyman Bey İstanbul Teknik
Üniversitesi İnşaat Fakültesi mezunu,
ben de İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat
Fakültesi mezunuyum. Benden altı yaş
büyük, aynı zamanda okuduğumuzu
sanmıyorum. O mezun olduktan sonra
ben okula başladım sanıyorum. Ama
İTÜ'lüler arasında beş altı sınıf çok büyük
bir fark sayılmaz. Tanışınca yine hemen
bir arkadaşlık, dostluk kolayca kurulur.
Süleyman Bey 1950’li
yıllarda devlet memurluğu
yapıyor ve çok kısa
zamanda devletin en yüksek
kademesine geliyor: Genç
yaşında Devlet Su İşleri
Genel Müdürü oluyor.
DSİ, Devletin yüksek
bütçelerinden birini sarfeden
bir kurumdu. Siyasi iktidarın
da iddalı projeleri vardı.
Demirel çok sayıda baraj
ve sulama projesini hayata
geçirdi.
Devlet Su İşleri mühendis
çalıştıran, müteahhitlerle
iş yapan, şantiyeleri olan
genç bir teşkilattı. Onun
için Süleyman Bey genç
mühendisler tarafından tanınan, bilinen
bir kişiydi. Mühendislerin önünü açmaya
hep itina etmiştir. Gerek Türkiye içinde
gerekse Türkiye dışında herhangi
bir sıkıntı olduğu zaman hep destek
vermiştir.
Kendisiyle tam hangi yıl tanıştım
hatırlamıyorum ama Devlet Su İşleri'nden
ayrıldığı tarihlerdeydi. Sanıyorum ilk
kez İTÜ'lü ortak bir arkadaşımızın
yazıhanesinde karşılaştık. İkimiz de
Adnan Menderes'in sevgili çocuklarıydık,
dolayısıyla hemen birbirimize büyük
sempati duyduk. Zaman içinde birçok
vesileyle bir araya geldik, birçok seyahatte
birlikte olduk, ilişkimiz hep sürdü.
Aramızda güzel bir dostluk gelişti.
Demirel, Türkiye'nin siyasi hayatına,
ekonomik ve sosyal gelişimine
imzasını atmıştır. Yarım asra yakın
bu ülkeye hizmet etmiştir, hizmeti
84 itü vakfı dergisi
büyüktür. Süleyman Bey, Türkiye'de
demokrasinin yerleşmesi için büyük
sabır ve gayret göstermiştir. Bu yönüne
her zaman hayranlık duydum. Ayrıca,
Türkiye'nin kalkınması için büyük çaba
gösteren Demirel suyun, enerjinin ülke
kalkınmasındaki öncelikli yerini iyi teşhis
etmiş ve buna uygun politikalar geliştirip
uygulamış bir liderdir. "Barajlar Kralı"
unvanını gerçekten haketmiştir.
Demirel Türkiye'nin özel sektör
öncülüğünde gelişmesine yürekten
inanıyordu. Bunun için özel sektörün de
Demirel ülkemizin dış ekonomik
ilişkilerinin gelişmesine büyük katkı
yapmıştır. Avrupa Birliği'ne tam
üyelik hedefine samimi bir şekilde
sahip çıkmıştır, Türkiye'nin dışa
açılması konusunda çok çalışmış,
radikal kararlara imza atmıştır.
gelişmesi için gayret göstermiştir. Hatta,
pek bilinmez ama TÜSİAD'ın kurulması
da Demirel'in fikridir. Şöyle ki; 1971 yılı
başında aziz dostum Muzaffer Gazioğlu
beni aradı ve Demirel'in Turgut Gülez'den
genç işadamlarının bir dernek kurmasına
yardımcı olmasını istediğini söyledi.
Turgut Gülez, Teksas Üniversitesi'nden
arkadaşı olan Muzaffer Gazioğlu'na
Demirel'in bu arzusunu iletmişti. Yani
TÜSİAD kuruluşunu Demirel'e borçludur.
Süleyman Demirel bana, 1977
yılında İstanbul Belediye Başkanlığı
adaylığı teklif etti, kabul etmedim. Şimdi
doğru olmak lazım; kabul etmememin
sebeplerinden biri o sırada Cumhuriyet
Halk Partisi’nin çok kuvvetli olmasıydı.
Belki oy çoğaltırdım, ama kazanma
ihtimalim çok azdı. Fakat politikaya
girmiş olurdum, iyi mi olurdu, kötü mü
bilemeyeceğim ama Demirel'in bana
güvenini teyit eden bu teklif hoş bir anı
olarak aklımdadır.
Enka'nın çeşitli faaliyetlerinde,
yurtiçinde ve dışında, temel
atma törenleri olsun, açılışlar
olsun her zaman yanımızda
olmuştur.
Demirel ülkemizin
dış ekonomik ilişkilerinin
gelişmesine büyük katkı
yapmıştır. Avrupa Birliği'ne
tam üyelik hedefine samimi
bir şekilde sahip çıkmıştır,
Türkiye'nin dışa açılması
konusunda çok çalışmış,
radikal kararlara imza atmıştır.
24 Ocak Kararları'nın mimarı
her ne kadar Turgut Özal ise de
unutulmamalıdır ki bu kararlar
Demirel'in başbakanlığında
alınmıştır. 24 Ocak Kararları
alınması gereken kararlardı ve
alındı. Bu çok heyecan vericiydi; liberal
ekonomiye geçeceğiz, dışa açılacağız,
ihracat yapacağız, ihracata teşvik
vereceğiz, başkasına muhtaç olmadan
kendimizi idare edeceğiz... Bence 24
Ocak Kararları’nın en önemli yanı bu
politikaların ciddi bir şekilde uygulamaya
konulmasıdır. Daha önceleri de benzer
ekonomik önlem paketleri hazırlanmış
ancak kâğıt üzerinde kalmıştı. Ama bu
kez öyle olmadı. Demirel, Turgut Bey'e
yetki verdi ve cesaretle uygulamaya
koydu.
Süleyman Bey, hem başbakanken
hem de cumhurbaşkanı olduğu zaman
dış ekonomik ilişkilerin gelişmesi için
bizleri, işadamlarını, İş Konseyleri’nin
ve DEİK'in çalışmalarını çok destekledi,
sürekli yardımcı oldu, önümüzü açtı.
Kendisini her zaman sevgiyle, saygıyla ve
şükranla anıyorum.
Günümüzde, ülkemizin sosyal
ve ekonomik kalkınmasına katkı
sağlayan hangi yapı ve tesis
konusuna, hangi yol, fabrika,
havaalanı veya limanı, demiryolu,
şehir ve köy elektrifikasyonu,
okul ve üniversite gibi konulara
bakarsak bakalım, onun katkısını,
onun teşvikini veya doğrudan onun
imzasını görürüz.
Prof. Dr. Muhammed Şahin ve Süleyman Demirel Erol Üçer'e "2011 Altın Arı Ödülü" nü sunuyor.
“Su gibi aziz olunuz”
ÇÇ Dr.Y.Müh. Erol Üçer
GAMA Holding Onursal Başkanı
S
ayın Demirel ile ilk tanışma
dönemimiz İstanbul Teknik
Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarında
başlamıştı. Benden birkaç yıl öndeydi.
O yıllarda da arkadaşlar arasında özel
nitelikleriyle kendisini kabul ettirmişti.
İTÜ'den mezun olduktan sonra,
bir süre Devlet Su İşleri (DSİ)'nde
çalışmıştım. O dönemde kendisi DSİ
Genel Müdürü idi. İlişkilerimiz, genel
müdür-mühendis düzeyinde oldu. O
yıllarda DSİ'de önemli atılımlar başlatıldı
ve ben mesleki açılardan çok kıymetli
bilgi ve deneyim edindim. Ancak, benim
DSİ'deki dönemim, özel sektöre katılma
kararım nedeniyle kısa sürdü ve ayrıldım.
Müteakip yıllarda, İTÜ mezunu iki
arkadaşımla birlikte GAMA şirketini
kurduk ve müteahhitlik işleri yapmaya
başladık. 1966 yılında, Çukurova Elektrik
Şirketi’nin işvereni olduğu, 100 MW
gücündeki Mersin Termik Santralı’nın
yapımını GAMA üstlenmiş, 1969 yılında
teslim etmişti. Sayın Demirel, çevre
halkının katılımıyla düzenlenen açılış
töreninde GAMA ve proje ile ilgili bizi
onurlandıran konuşmalar yapmıştı.
Kendisinin, ülkemiz su kaynaklarının
değerlendirilmesine verdiği önem
bilinmektedir. Bu konuda iki büyük
su projesini, onun Başbakanlık ve
Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde
gerçekleştirdik. Bunlardan birincisi
Fırat Nehri üzerindeki Birecik Barajı,
diğeri ise Kocaeli'ndeki Yuvacık
Barajı ve Su Temini Projeleridir.
Birecik Barajı'nda "Temel Atma"
törenimizi, Yuvacık Projesi'nde
ise "Hizmete Açma" törenimizi
onurlandırmıştı. Bu törenlerde,
projelerin gerçekleştirilmesinde emeği
geçenler için kullandığı "Su gibi aziz
olunuz!" sözleri halen kulaklarımda
çınlamaktadır. Ayrıca Trakya Bölgesi’nde
Marmara Ereğlisi'nde yaptığımız elektrik
santralinin hizmete açılış töreninde de
benden ve arkadaşlarımdan övgü ile
bahsetmesi bizleri gururlandırmıştır.
Sayın Süleyman DEMİREL'i, siyasi
makamlarda bulunduğunda, işimiz
gerektirdiğinde veya kendisinin bir emri
olduğunda ziyaret etmişimdir. Ancak,
bu makamlardan ayrıldığında, daha sık
olmak üzere evinde görüşmüşümdür.
Tüm bu görüşmelerimde, onu, yüreği
vatan sevgisiyle dolu, ülkesinin
sosyal ve ekonomik kalkınmasını
yakından izleyen, bu arada, dünyadaki
gelişmelerden de uzak kalmayan ve
çok okuyan bir siyaset ve devlet adamı
olarak gördüm.
Bir diğer unutamadığım hizmeti de
İTÜ'nün gelişmesine olan katkısıdır.
Kendisi, biz İTÜ mezunlarını bir
araya getirerek, önemli bir bağış
kampanyasını başlatmış, günümüzdeki
İTÜ'nün sahip olduğu birçok tesisin
gerçekleştirilmesini sağlamıştır.
Şu hususu önemle belirtmek
isterim: Günümüzde, ülkemizin
sosyal ve ekonomik kalkınmasına
katkı sağlayan hangi yapı ve tesis
konusuna, hangi yol, fabrika, hava
alanı veya limanı, demiryolu, şehir ve
köy elektrifikasyonu, okul ve üniversite
gibi konulara bakarsak bakalım, onun
katkısını, onun teşvikini veya doğrudan
onun imzasını görürüz. Hizmetleri çok
büyüktür.
Köy çocukluğuyla başlayan
hayatı, Cumhurbaşkanlığı gibi
yüksek makamlara ulaşmıştır.
Cumhuriyet rejiminin bir özelliği olan
bu durumu kendisi daima takdirle
anmış, Cumhuriyetimizin yılmaz bir
savunucusu olmuştur.
Siyaset ve devlet hayatımızda yeri
doldurulmayacak bir boşluk bırakarak
aramızdan ebediyen ayrılmıştır.
Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum.
Nur içinde yatsın.
itü vakfı dergisi 85
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“Beni maden ocağında
bırakmazsın değil mi?”
Ç Ç Y. Müh. Feyyaz Nemlioğlu, İTÜ’48
Sınıf Arkadaşı
D
emirel, üniversitede çok muntazam
bir öğrenciydi. Bütün derslere
girer, dersleri düzenli takip ederdi.
Oldukça da ciddiydi, arada espriler
yapardı. Mezuniyetten sonra herkes
bir yere gitti ancak, bizim hiçbir
zaman birbirimizle bağımız kopmadı;
periyodik sınıf toplantıları, sınıf gezileri
düzenleyerek her fısatta bir araya geldik,
arkadaşlığımız, dostluğumuz derinleşti,
günümüze kadar geldi.
Mezuniyetin ardından, 1950-54 yılları
arasında Zonguldak Kozlu’da Uzun
Mehmet kuyuları tünel inşaatında proje ve
şantiye mühendisliği yaptım. Aynı yıllarda
Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde proje
mühendisi olarak görev yapan Demirel’in,
çalıştığım projeyi merak edip, Zonguldak’a
ziyaretime geldi. Demirel, maden ocağına
inmek istediğini söyleyince, beraberce
kovaya bindik. O yıllarda şimdiki gibi
asansör kabinler yoktu, maden ocaklarına
büyük çelik kovalarla iniliyordu. Yaklaşık
100 metre kadar aşağıya ineceğimizi
söyleyince, Demirel’in, “Beni aşağıda
bırakmazsın değil mi?” diye şaka yaptığını
hatırlıyorum.
Süleyman Demirel, DSİ yıllarında
mühendislik mesleğini yürütüp, sonra
siyasete atılsa da, mühendislik onun
için çok önemli, adeta hayata bakış
açısını biçimlendiren meslekti. Ne
zaman bir araya gelsek, daha çok
Isparta’dan, barajlardan, yürütülen
projelerden bahseder, bizi baraj
inşaatlarını görmeye
davet ederdi. Siyasete
atılıp, Başbakanlık yaptığı
dönemlerde ve sonrasında
Cumhurbaşkanlığı
dönemde sınıf
arkadaşları olarak bizlerin
de içinde olduğumuz
projeleri, yürüttüğümüz
çalışmaları merak eder,
yakından izler, bilgi alırdı. Bizim
grubumuzun enteresan tarafı; bir araya
geldiğimizde siyaset konuşmazdık,
tek konuştuğumuz konu projeler ve
mühendislikti, siyaset hep ikinci planda
kalırdı.
Mühendislik mesleği Demirel için o
kadar önemli ve ön plandaydı ki; 1970’li
yıllarda kızım Jülide, ODTÜ İşletme
Fakültesi’nde öğrenci iken birlikte
ziyaretine gitmiştik.
Demirel, Jülide’nin İşletme
okuduğunu öğrenince
hayretle karşılamış, neden
mühendislik seçmediğini
sormuştu. O, her
zaman, mühendis olan
bizlerin çocuklarının da
mühendisliği seçmelerini
arzu ederdi.
Süleyman Demirel, İTÜ 1948 mezunları ile Ankara Anadolu Kulübü'nde 1985 yılındaki sınıf toplantısında.
(Fotoğraf: İTÜ 48'liler 50. Yıl Albümü, Feyyaz Nemlioğlu arşivi).
"Dürüsttü, kimseyi aldatmaz, menfaati için kullanmazdı"
ÇÇ Y. Müh. Turan Alpdemir, İTÜ'48
Sınıf Arkadaşı
1
942 yılı İ.Y.M.M. Öğretim yılı başlama
merasimi… Herkes mutlu, ama içlerinde
o sene imtihanla girip kazananlar merakla ve
heyecanla bekliyorlar. Açılıştan sonra İnşaat
Bölümü toplu halde bir amfiye götürüldü ve
tedrisat başladı. O yıl başına kadar bütün
sınıf birbiriyle tanışmış ve kaynaşmıştı. Grup
arkadaşlıkları kurulmuştu. Süleyman bütün
sınıfın gözbebeği arkadaşı idi. Mütevazi,
sakin, münakaşalara katılmayan, derslerde
86 itü vakfı dergisi
dikkatli idi, projeleri ile
meşgul olur veya okurdu.
Derslerden müşkülatı
olanların yardım isteklerini
reddetmezdi. Üçüncü sınıfta
sınıf ihtisas kollarına ayrıldı.
Su konusunu seçen yalnız iki
kişi idi. Süleyman ve ben…
Üç yıl boyunca branş özel
derslerinde yalnız iki kişi idik.
Bu bizi candan iki arkadaş
yapmış, kaynaşmış, düşünce
ve eylemde bir olmuştuk.
Artık aramızda sır yoktu.
1949 Şubat ayında sınıfımız
zayiatsız mezun oldu.
Süleyman, mezun olurken,
mükemmel bir dindar, kafası
öğrendiklerini süzgeçten
geçirerek güçlü hafızasına
kaydetmiş, mesleğinde iyi bir
öğrenim almış ve İngilizcesini
geliştirmiş genç bir mühendisti.
Mutlu idi, artık milleti için
hayalini kurduğu çalışmalara
başlayabilirdi.
“GAP’ı hem mühendislik, hem de ekonomik ve insani
kalkınma yönleriyle kavramış bir devlet adamı”
söyledi. Hemen arkasından da büyük
GAP haritasının önüne geçip, projenin
nasıl planlandığını, Keban’la ilgili anılarını
ve GAP’taki baraj ve sulama sistemlerinin
özelliklerini irticalen ve rakamları da
vererek anlattı. Daha sonar bizimle
bir süre sohbet etti, eğitim ve önceki
profesyonel deneyimimizi sordu ve baraj
gezisini tamamlayarak ayrıldı.
Bu, Demirel’in teknik bilgi derinliği ve
devlet adamlığı ile ilk karşılaşmam idi.
1991 Mart ayında, GAP idaresi
başkanı oldum. Ekim 1991’de yapılan
seçimleri kazanan Demirel Başbakan
olarak 49. Hükümeti kurdu. Bürokrasi
deneyimim uzun olmamakla birlikte,
hükümet değişikliklerinde, üst düzey
yönetimde değişiklik geleneğinin
uygulanacağı konusunda fazla bir kuşkum
yoktu. Kısa bir sure sonar Başbakanlığa
çağrıldım. Demirel7in yanında Ekrem
ahmetli Süleyman Demirel ile ilk
Ceyhun, Necmettin Cevheri, Ömer
karşılaşmam l989 yılınnda, DPT’ye
Barutçu vardı. Bana ismimle hitap etti ve
bağlı, Şanlıurfa’da yerleşik GAP Proje
iki yıl önceki brifingi hatırlatıp, GAP’la
Yönetim Biriminin Direktörü olduğum
ilgili olarak kendilerini güncellememi
dönemde oldu. Demirel, muhalefet
istedi. Toplantı bittiğinde de elimi sıktı ve
lideri idi ve GAP’a geleceği haberi
birlikte çalışacağımızı söyledi.
Başbakanlık’tan biz ve DSİ’nin Atatürk
Demirel Başbakan, daha sonra
Barajı’ndaki Bölge Müdürlüğü'ne
Cumhurbaşkanı olarak GAP İdaresi’nin
iletilmişti. Beraberindeki heyetle baraja
çalışmalarını yakından izledi ve büyük
gelecek, DSİ Bölge Müdürü’nden barajla
destek oldu. Kendisi ile bu dönemde
ilgili, benden de GAP’ın sosyo-ekonomik
ve Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan
ve bölgesel kalkınmaya ilişkin yönleriyle
sonra sayısız diyebileceğim anılarım,
ilgili brifing alacak ve daha sonar barajı
GAP’taki küçük sulama projelerinden,
gezecekti.
hükümetlerarası forumlara uzanan
Dönemin siyasal iklimi çok
yelpaze içinde çok fazla seyahatim
yumuşak değildi ve rahmetli
oldu. GAP’ı hem mühendislik, hem
Demirel, projenin yeterince hızlı
de ekonomik ve insani kalkınma
gitmediği konusunda daha önce
yönleriyle kavramış, bunu bir yandan
demeçler vermişti. Brifing çok
ulusal, diğer yandan da küresel
kötü gidebilirdi…
perspektife oturtabilen, Türkiye için
Otobüs, Bölge Müdürlüğü'nde
değer ve önemini en iyi bilen devlet
yolcuları indirdi. Bölge Müdürü ve
adamı idi.
ben, otobüsün kapısında kendisini
Yazımı, rahmetli Demirel’in
karşıladık ve doğrudan brifing
GAP’a olan sevgisinin, bu tanımların
salonuna geçildi. Sunuşlarımızı
ötesinde, kelimelerle anlatmakta
Suya Dayalı Kalkınma Projelerinde Amerika Deneyimleri konulu
yaptık. Demirel, bizi kesmeden
zorlandığım bir bağlılık olduğunu,
çalıştay katılanlarını Köşk’te kabulde. (14 Ocak 2000). İçlerinde
dinledi. Daha sonar yanımıza
birinci elden ve uzun yıllar boyunca
TVA, Arizona ve Kaliforniya projeleri temsilcilerinin de olduğu
ABD’li katılımcılara, bir ABD haritası getirtip, onları şaşırtacak
gelip ellerimizi sıktı, çok memnun
gözlemlemiş olmanın verdiği gurur
ayrıntıyla anlatmıştı.
olduğunu ve bilgilerini tazelediğini
ve duygularla bitiriyorum.
ÇÇDr. İnşaat Y. Müh.
Olcay Unver
Eski GAP İdaresi Başkanı
R
Mezuniyetten sonra o Elektrik Etüd
İdaresi’ne girdi. Ben de Karayolları’nda
işe başladım. O, 1949’da ABD’ye
gönderildi, ben de 1950 yılında.
Süleyman dönünce DSİ'de çalışıyordu,
devamlı Ankara’da idi. Ben ise Anadolu
projelerinde çalışıyordum, karşılaşmamız
ender olurdu ama dostluğumuz hasretle
artardı. Sonra, Barajlar Md., DSİ Genel
Müdür oldu. Bana ihtiyacı olduğu
zaman tereddütsüz “evet” dedim. Artık
ben DSİ’de Fen Heyeti Müdürü, o ise
Genel Müdürdü, Sayın Demirel’di. Varto
depreminde tekrar göreve çağırdı beni.
İcra Heyeti Başkanı olarak yokluklarda
çok ağır bir hizmetin başına getirdi.
Bu hizmet devam ederken, evvela Afet
İşleri Genel Müdürü sonra da Bakanlık
Müsteşarı yaptı. Sayın Demirel bu
hizmetlerimde bir kere bile durum
sormadı. Onunla o dört senede yalnızca
özel günlerde görüşür ve yalnızca hasret
giderirdik. İşimi tamamladığım zaman
ayrıldım. Bana telefonla dahi “niçin” diye
sormadı. Çünkü, anlayışlı, iyi, temiz kalpli
ve nazikti. Mükemmel din bilgisi olan
bir dindardı ama şov yapmazdı. Allah’a
olan büyük inancı, sevgi ve korkusu onun
davranışlarında öne çıkmıştı. Dürüsttü,
kimseyi aldatmaz, oyalamaz, menfaati için
kullanmazdı. Vicdan sahibi, çok okuyan,
çok düşünen biriydi. Sonra, sayın saygın
Reisicumhurum oldu. Ama o dostlarını
hiç unutmayandı, vefalı idi. Bunu, 2011
yılında geçirdiğim ağır hastalık sırasında,
hastalığımı duyunca durumumu yakından
takip etmesi ve gerekenlerin yapılmasını
sağlaması ile iyice anladım. 2.5 ay sonra
hastaneden –yardımla da olsa yürüyerekçıkıp evime kavuşunca, ona bir teşekkür
mektubu yazdım. O mektuba verdiği
cevaptaki satırlar onun yaşamının çok
özetlenmiş halidir. O, artık ebediyete tevdi
edildiği Demirel Külliyesi’nde geleceğin
genç nesilleri ile kucaklaşacaktır. Bu aziz
millet sana “Baba” dedi. Ruhun şad olsun
benim aziz arkadaşım, can dostum. Ruhun
şad olsun.
itü vakfı dergisi 87
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“Kendini halka adamış İTÜ’lü Süleyman Demirel”
ÇÇ Y. Müh. İdris Yamantürk, İTÜ’52
GÜRİŞ Holding Başkanı
İ
stanbul Teknik Üniversitesi’nde aynı
yıllarda okumamıza rağmen, Süleyman
Demirel adını, DSİ’de müteahhitlik
yapmaya başladığım 1958 yılında
duydum. Kendisi ile 27 Mayıs 1960
darbesinden sonra, 15 Haziran 1960
günü tanıştık.
1954 yılında kurulan DSİ (Devlet Su
İşleri)’nin Genel Müdürlüğü için adam
arayan zamanın başbakanı
Adnan Menderes’e birileri,
Amerika’da staj yapmakta
olan Süleyman Demirel’in adını
vermiş. Bu, kapının açılmasına
vesile olur ve 31 yaşındaki
Demirel DSİ Genel Müdürü
olarak, ağabey dediği birçok
meslektaşının da bulunduğu
bir idarenin başında, kusursuz
bir yönetim ile genç yaşında
liderliğini ispat etme fırsatını
yakalar.
Bu, onun yıldızının
parladığı an olmuştur.
Toz yutmamak için
ağzımıza mendil kapadığımız
yollarda gece-gündüz giderek
işleri takip eden bir Genel
Müdür, yetişsinler diyerek
genç mühendisleri kadroya ve ihtiyaca
bakmadan işe alıp eğiten bir lider olarak
tanınır.
1950-1960’lı yıllarda devlet
kuruluşlarında ve özel sektörde
kalkınmanın direksiyonunda daha ziyade
İTÜ’lüler vardı. Bu meyanda Süleyman
Demirel halkın çaresizliğini yenmeye
çalışanların başında geliyordu. Kısa
sürede; içecek suyu, yürüyecek yolu,
idare lambasına koyacak gaz yağını,
çocuğuna okulu, hastasına doktoru
bulamayan bir halkın ümidi olmuştu.
1960 ihtilalinde, “Büyük Barajlar “
kongresine katılmak üzere İspanya’da
idi ve 1960 Haziran başlarında
yurda döndü. 15 Haziran 1960 günü,
sekreterinden iş görüşmesi yapacağımı
söyleyerek randevu alıp makamına
gittim.
İlk defa karşılaştığım DSİ Genel
Müdürü’ne “Benim işim yok. Ancak bu
88 itü vakfı dergisi
ihtilal kazığını yiyecek miyiz?“ diyerek
söze başladım.
İlk defa görüştüğüm bir insanın,
Sn. Süleyman Demirel’in, o anda ne
düşündüğünü bugün de bilmiyorum.
Ancak o günden sonra sık sık görüştük.
Konularımız hep Türkiye oldu.
Demokrasi, kalkınma, halkın fukaralığı,
eğitim gibi hususlar bizim konularımızdı.
Ülkenin nimetlerini paylaşmak hiçbir
zaman bizim konumuz olmadı.
Süleyman Demirel o günlerde
askerlik hizmetini yapmak üzere
DSİ Genel Müdürlüğü’nden ayrıldı.
Askerlikten sonra, memur olarak bir
daha devlete dönmedi.
1961 yılında Ankara’da Ulus
İşhanı’nda bir yazıhanede iş hayatına
atıldı. Aslında işten çok gelip gidenlerle
hemhal oluyordu. Demokrasi arayışı
içinde olan halkın siyaset noktalarından
biri ve en önemlisi idi.
Daha sonra Kızılay civarında
Menekşe Sokak 12 No.lu apartmana
taşındı. Ben ve benim gibi düşünenler
onu siyasete ısındırmıştık. Menekşe
Sokak’taki yazıhanesi iş yerinden çok
bir nevi karargah idi. Yerli yabancı
insanlarla dolup taşıyordu.
Böyle günlerde kimisi “Biz ne
yapacağız?” der, kimisi de “Şimdi ne
olacak?” der. Biz “ Ne olacak?” bekleyişi
içinde değildik. Bir şeyler yapabilmek
istiyorduk.
Günümüzde de “Şimdi ne
yapacağız?” diye kendi kendimize
sormanın zamanıdır.
Adalet Partisi’nin kuruluşu, Süleyman
Demirel, Sadettin Bilgiç, Makine Yüksek
Mühendisi Mehmet Turgut’un da içinde
ve önünde bulunduğu bir grubu çok
ilgilendiriyordu.
Demirel, Org. Ragıp Gümüşpala’nın
ölümünden sonra yapılan kongrede
Adalet Partisi Genel Başkanlığı’na
seçildi. Bütün hesaplarını, ihtilalcilere
rağmen, iktidar olmak için
yapıyordu. 1965 yılının ilk
aylarında İnönü Hükümeti’nin
güvensizlik oylarını düşünen
Demirel, kendisi henüz
milletvekili olmadığı için, Suat
Hayri Ürgüplü Başkanlığında
kurulan hükümette Başbakan
Yardımcısı olarak görev alarak,
Başbakanlık yoluna ilk harcı
koymuştu.
Artık, mühendis ve idareci
olarak yaptığı hizmetlere,
devlet adamı olarak daha geniş
ve büyük hizmetler yapmanın
yolunu aralamıştı. “6 defa
gittim, 7 defa geldim”diyerek
kimseye düşmanlık telkin
etmeden, her gelişinde büyük
hizmetler etti.
Türkiye’nin okullarında, yollarında,
barajlarında kısaca bayındırlık
eserlerinde İTÜ’lerin emeği büyüktür.
Bunların başında da Sn. Demirel
olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Cumhuriyetimizin bir fazileti
yanında fırsat eşitliğini yurdun en ücra
köşelerindeki halka götürmesi, fakir
ve orta halli çocukları devlet imkanları
ile eğiterek devletimizin başına
getirmesidir.
Süleyman Demirel’in Türk milletinin
zenginleşmesi için verdiği emekler,
adeta bir savaş idi. Bu konudaki bir
sözü, onun arzularını en güzel şekilde
anlatmaktadır:
“Zengin kaynakların fakir bekçileri
olmak istemiyoruz.”
Süleyman Demirel’i ve ülkemize
hizmet etmiş olup ebediyete intikal
etmiş tüm vatanseverleri rahmetle
anıyorum.
“Güniz sokaktan, buyur sen de ye…”
ÇÇ Bülent Tanla
22. Dönem Milletvekili
S
üleyman Demirel siyasetle buluştuğu
günden bu yana olmasa bile, en
azından Adalet Partisi Genel Başkanı
seçildikten sonra sürekli gündemde
kalmış, her yönüyle kamuoyunun ilgi
ve merakına konu olmuştur. Ancak,
insani yönleri üzerinde çok az durulmuş
yakınlarınca yansıtılan çok önemli
özellikleri gündelik politikanın toz dumanı
arasında yeterince açığa çıkmamıştır.
Sayın Demirel’i, son yıllarında eski
siyaset arkadaşlarından Talat Asal’ın
ardından söylediği gibi “bilinmeyen
bir meçhule” yolcu ettikten sonra
bu yönlerine daha fazla eğilmek
durumundayız. Bu zorunluluk, kendisiyle
olduğu kadar gelişigüzel itip kakmaya
çok meraklı olduğumuz her kesimden
insanımızla helalleşmemizin de gereğidir.
Mesleki vesilelerle Süleyman Bey’in
yakınında olma, kahvaltı masasına oturma
ayrıcalığına kavuşmuş bir kimseyim.
Orada siyasetçi Demirel’in değil, insan
Demirel’in meziyet ve inceliklerini gözleme
fırsatları elime geçti.
Demirel’in hayatı, eşi Nazmiye
Hanım’ın vefatından sonra artık hayat
değildi. Fark ettirmemeye çalışsa da
bütün neşesi, yaşama sevinci, direnme
gücü kaybolmuştu. Yine de, onun için
yaşamak, siyaset ve sorumluluk demekti.
Ve bu ilkesinin gereğini sonuna kadar
yerine getirdi.
Demirel çantasına dosyaları
yerleştiriyor, kendisinden önceki
dönemi ima ederek, “her şeyi
karmakarışık etmişler” diyerek,
espriden de eleştiriden de taviz
vermiyordu. Bana dönerek, “Beyaz
Saray ile konuşur gelirim bu benim
vazifem. Ancak orada Broadway
kaldırımlarında Nazmiye Hanım’ın
elini tutup yürümediğim sürece
ABD’ye gitmiş sayılmam” dedi.
1992 içinde olmalı, o sırada
başbakandı; ertesi gün, Başkan Baba
Bush’un daveti üzerine ABD’ye gidecekti.
Bir pazar gecesi Güniz Sokak’ta üst
kattaki misafir odasındaydık. Bir köşede
iki kırmızı pasaport, yanında zarf içinde
de devletin seyahat için verdiği harcırah
duruyordu. Yurt dışına gidecek herhangi bir
vatandaştan farkı yoktu.
Demirel çantasına dosyaları
yerleştiriyor, kendisinden önceki dönemi
ima ederek, “her şeyi karmakarışık
etmişler” diyerek, espriden de eleştiriden
de taviz vermiyordu. Bana dönerek,
“Beyaz Saray ile konuşur gelirim bu
benim vazifem. Ancak orada Broadway
kaldırımlarında Nazmiye Hanım’ın elini
tutup yürümediğim sürece ABD’ye gitmiş
sayılmam” dedi.
Başbakanlığı zamanında bir gün de o
sıralarda eskisiyle birlikte kullanılan yeni
Başbakanlık binasındaydık. Sekreterini
aradı: “Bana Nazmiye’yi arar mısın?”
diye sordu. Sonra da Nazmiye Hanım’a,
“Hemen geliyorum. Bülent de misafirim”
dedi. Öğle yemeğine eve gidiyordu…
Benimle kahvaltı yaparken yanına
kimseyi almaz, tabağıma bizzat kendisi
servis yapardı. Süleyman Bey kahvaltıyı
hızla yapar, kendisine sunduğum
araştırma raporunu okumadan önce
mutlaka ve her zaman, “Durum senin
pencerenden nasıl görünüyor?” diye
sorardı. Demirel konuşurken, ben
kahvaltıya devam ederdim. “ Şu zeytin
Neşet ustanın ağacından, peynir keçiden”
diyerek devam ederdi. Kendisine her gün
Çankaya’da hazırlanmış poğaça dahil
mükellef kahvaltılık gelir, ancak o Güniz
Sokak’tan, evden getirdiklerini tercih eder,
“Güniz Sokak’tan, buyur sen de ye” derdi.
Cumhurbaşkanlığı döneminde ben
milletvekiliydim. Kahvaltı yaptıktan sonra
saat dokuz olmadan beni gönderirdi:
“Sen de bir kamu görevlisisin, mesaiden
çalamayız.”
Sofrasında bir keresinde; içinde İzmir
üzümü bulunan gül reçeli vardı. “Bunu
Nazmiye yaptı” diyordu. O nefis reçeli o
gün tatmak imkânını bulmuştum.
Son zamanlarda görüşmeye gittiğimde
bütün hijyen tedbirlerine başvurulduğunu
görürdüm. Ayakkabılara galoş geçirilir,
ellere ilaçlı krem ve ilaç sürülürdü. Bir
defasında reçeli hatırlattım kendisine.
Doktoru Aylin Hanım'a, “Bu reçeli ablamın
kızı Sabiha Abla yaptı. Arayın da bir
kavanoz da Bülent için yapsın...”
Ben sağlığına zarar gelmesin diye
reçelden yemesini istemiyordum. Doktoru
Aylin Hanım, “Ben hem ilaç veririm, hem
de yedirmesini bilirim” dedi.
Ismarladığı o gül reçeli gelmedi...
Sabiha Abla vefat etmişti. Ama Isparta
gülü ve İzmir üzümü alıp o nefasette
olmasa bile o reçeli yaptıracağım.
Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle,
“Başkanların yaşadığı yer halka açık
olmalı” demiş. Güniz Sokak’taki ev de
şimdi müze olarak hazırlanıyor. Doktor
Aylin Hanım özenle ilgileniyor.
Belki bu yazı üzerine içinde İzmir
üzümü bulunan gül reçelleri piyasaya
çıkar. Ama siz yine de Nazmiye
Hanımların, Sabiha Ablaların yaptığını
yiyin.
itü vakfı dergisi 89
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“Her ziyaretimden sonra, kendisinden, iyimser ve
huzurlu olarak ayrılmışımdır.”
ÇÇY. Müh. Yüksel Erimtan, İTÜ’51
Erimtan Müşavirlik Taahhüt Ticaret A.Ş.
Yönetim Kurulu Başkanı
B
en Su Mühendisi değilim, Teknik
Üniversitenin Yol Bölümü'nden 1951
yılında mezun bir inşaat mühendisiyim. Kısa
bir süre devlet dairelerinde çalıştıktan sonra
serbest hayata geçtim.
Sayın Cumhur Başkanımız ile ilk gıyabi
tanışmam, benim 1946 yılında İTÜ’ye
girdiğim yıl oldu.Tahsil süresi evvelden 6 yıl
olan okulumuzun öğrenim süresi o yıl 5 yıla
indirilmişti. Geçen yıl mezun olacak olan
öğrenciler, devam etmedikleri tek bir ders
nedeni ile mezun olamayıp bir yıl daha,kalan
o ders için Üniversiteye geliyorlardı. Bu
mezunlara sonra, 7 yıllık mezunlar dendi. Bu
öğrencilerden birisi de Sayın Demirel’miş.
Benim öğrenime başladığım yıldan mezun
olduğum yıl boyunca, kendisinden hep “Bir
öğrenci Süleyman varmış, kendisine çoban
Sülü derlermiş; tüm tahsil süresince meccanen
okumuş. İTÜ’ye girmiş, not tutmadan hocaların
derslerini dinler, sonradan arkadaşlarına o
dersi tekrar anlatırmış; meşhur hocamızdan
birisinin yanlışını bulmuş; arkadaşlarının pek
çoğuna değişik şekillerde destek olmuş” diye
bahsedilirdi.
O yıllarda kendisi ile tanışma fırsatım
olmadı.
1956 sonrasında DSİ’ye çalışmak için
müracaat ettim. Bana, müracaat eden
mühendislerin tayinlerine, müracaat edenle
mülakat yaparak, Genel Müdürün şahsen
karar verdiği söylenip bir tarih verildi.
O gün ilk defa kendisi ile tanıştım.
İngilizce bildiğimi öğrenince, (o tarihlerde
devlet daireleri arasında muvafakat olmadan
bir mühendisi başka bir devlet dairesi işe
alamıyordu.) “Ben muvafakat alırım, sen
pazartesi işe başla” diyerek beni DSİ’ye tayin
etti.
DSİ Barajlar Dairesi, Ekonomik Baraj
Yüksekliği Tayin Dairesinde işe başladım.
Sayın Demirel her hafta bir gün, DSİ’deki
bütün daireleri ziyaret ederdi. Bir gün Barajlar
Dairesi’nin, Ekonomik Baraj Yüksekliği Tayin
Bölümü'ndeki odamıza da gelip, yapılan işin
ne olduğunu, beklenen bilgi varsa ne olduğunu
sordu.
İlk ziyaret gününde adım ile bana hitap
etti. Sorularını sordu gitti. ikinci hafta üzerinde
90 itü vakfı dergisi
çalıştığımız barajlar hakkında, bir hafta evvel
sorduğu konular hakkında son durumun ne
olduğunu detayları ile tekrar sordu.
Başlangıçta ben, kendisi not alıyor diye
düşündüm. Sonraki ziyaretlerinde aynı durum
tekrar etti. Anladım ki kendisinin muazzam
güçlü, hayran olunacak, inanılmaz bir hafızası
var.
DSİ de çalıştığım sürede şunları gördüm:
Türkiye’de baraj yapılması muhtemel
noktalar belirlenmiş ve Türkiye haritası
üzerinde kırmızı iğne ile işaretlenmişti.
Ayrıca bu yerlerde su ölçüm istasyonları ayrı
bir renkte iğne ile işaretlenmişti. Gene, bu
baraj sulama maksadı ile de kullanılacaksa,
sulayacağı araziler de belirlenmişti. Bütün bu
tespitler, Sayın Demirel’in Amerika Birleşik
Devletleri'ne özel bir bursla gittiğinde, bir
havza etüdünün nasıl yapıldığının kendisi
tarafından müşahade edilmesinin sonucudur.
O tarihlerde DSİ hiçbir devlet dairesinde
görmediğim bir aktivite ile, bir arı kovanı gibi
çalışıyordu.
Ülkemiz, Sayın Demirel’in DSİ Genel
Müdürlüğü ile, barajlar inşa ederek sulama ve
enerji üretme hamlesini yapmıştır. O yüzden
kendisine “Barajlar Kralı” gibi bir lakap
takılmıştır.
Ben DSİ’den ayrılırken, niçin ayrılmak
istediğimi öğrendikten sonra bana, “Sen,
serbest çalışacak birisin” diyerek başarılar
dilediğini hiç unutmadım.
1960 yılında görevinden ayrılıp, serbest
hayata atılacağı günlerde, GAMA’da
başımıza geçerek bize destek olmasını teklif
ettiğimizde, yeni bir teşebbüsü olduğunu
ama kendisini GAMA’nın bir müşaviri olarak
gösterebileceğimizi söyledi. Tekrar siyasete
dönene kadar kendisini şirketimiz GAMA’da,
bir diğer ünlü ağabeyimizle beraber
müşavirimiz olarak gösterdik. Kendisinin
en yakın sınıf arkadaşlarından biri olan ve
beni çok iyi tanıyan rahmetli Hasan Vardar,
çok yakın arkadaşım bir ağabeyim idi.
Herhalde beni Sayın Cumhur Başkanımıza
anlatmış olmalı ki, yaşamımız boyunca,
bazen kendisinin talebi, bazen benim ricam
ile bazen üçümüz, sonradan ben yalnız bir
araya gelirdik. Bazen saatler süren derin
sohbetler ile durum değerlendirmeleri
yapardık. Ben yaşam süresince kendisi ile bir
araya gelme fırsatını bulmuş biriyim.
İnanılmaz hafıza gücüne, ekonomik,
sosyal her konudaki derin bilgisine,
dünya ve siyasi konulardaki çeşitli
değerlendirmelerine, pek çok defa yaptığı
analizlere, bazen benimle beraberken
ziyaretine gelen kişileri de yanımıza
aldığında, onlarla olan konuşmalarına,
ziyaretçiler gittikten sonraki sohbetlerimiz
sırasında, gelenlerle olan geçmişteki
berrak anılarına hep hayran kalmışımdır.
Ve her zaman, her ziyaretimden sonra,
kendisinden, iyimser ve huzurlu olarak
ayrılmışımdır.
Son ziyaretimde “Gel Yüksel, senle
şu konuyu mühendisçe değerlendirelim”
demiş, derin bir mantıkla konunun analizini
yapmış, fikrimi sorduktan sonra, “Ancak
şu faktör bu konuyu çözecektir” diyerek
konuyu sonuçlandırmıştı.
Sayın Cumhur Başkanı ile dostluk
dışında hiçbir siyasi birlikteliğim olmadı.
Benim kendisine “Hiçbir iş yapmayan
hiç hata yapmaz, çok iş yapan binde bir
bile hata yapsa bir hata yapar, siz de çok
iş yaptınız hatalarınız olmuş mudur?” diye
sorduğumda ve bazı misaller verdiğimde,
samimiyetle “Olmuştur” demiştir. Ve
bazılarının nedenlerini izah da etmiştir.
Pek çok defa her konu hakkında, o konu
ile ilgili bir hikaye anlatır ve kahkaha atardık.
9’uncu Cumhurbaşkanımızın Başkanlık
görevi süresince, CUMHUR’un BAŞI olarak
mükemmel bir devlet adamlığı örneği
sergilediğini, kendisini tanıyanlar gibi
önceki siyasi aktivitelerini tenkid edenler
bile hayranlık ve takdirle karşılamışlardır.
Mümtaz Devlet Adamı Sayın 9.cu
Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’i
saygı ile anıyor kendisine Yüce Yaratan’dan
rahmet diliyorum.
“Cumhuriyetin 50 Yılında Süleyman Demirel Var…”
ÇÇ Y. Müh. Osman Mörel, İTÜ’48
Sınıf Arkadaşı
B
izim sınıf liseyi 1942’de bitirdi. O
zamanki ismiyle “İstanbul Yüksek
Mühendis Okulu’nun 1942-1943 senesi
için açtığı giriş imtihanını kazanan 150
kişi, bu okulun 1. sınıfında mühendislik
öğrenimine başladı. O zamanki okul
İnşaat, Makina, Elektrik ve Mimari
şubelerinden ibaretti ve 6 senelik
öğrenimden sonra Yüksek Mühendis
olarak mezun olunurdu. 4 şubenin hepsi
de Gümüşsuyu’nda bugün Makina
Fakültesi’nin bulunduğu
tek binada idi; yatılı,
yatısız toplam öğrencileri
600 kadardı.
Afyon Lisesi’nden
mezun olan Süleyman
Demirel, okula girdi ve
Makina şubesini tercih
etti. Kısa bir süre sonra
tercihini değiştirerek
İnşaat Şubesine
geçti. Mezuniyetimiz
dolayısıyla çıkardığımız
geleneksel yıllıkta bu
değişiklikten “Makina
Fakültesi’nin İnşaat Fakültesi’ne
muazzam bir hediyesidir” diye
bahsedilecekti. Demirel bütün öğrenimi
boyunca yatılı okumuştur.
Biz, Yüksek Mühendis Okulu’nun 1.
sınıfını 1942-43, 2. sınıfını 1943-44 ders
senesinde okuduk. Özel bir kanunla,
okulumuz 1944’te lağvedildi ve yerine
İstanbul Teknik Üniversitesi kuruldu.
Müdür, rahmetli Tevfik Taylan Rektör
oldu. Şubeler Fakülte oldu, başlarındaki
hocalar Dekan oldular. Hepsi iyi de, bu
arada 6 senelik öğrenim süresi 5 seneye
indirilince biz başarı ile bitirdiğimiz 2.
sınıftan sonra 3. sınıf olacağımıza tekrar
2. sınıf olduk.
Yönetim, üniversiteye dönüş
hazırlıklarına daha önce başladığı için
1943 lise mezunlarından giriş imtihanında
yüksek not alan ilk 40 kişiyi doğrudan 2.
sınıfa aldı. Bu arkadaşlarımızla, Yüksek
Mühendis Okulu’nun 2. sınıfını beraber
okuduk. Necmettin Erbakan’la Demirel’in
sınıf arkadaşlığı böyle başladı. Demirel
6 sene, Erbakan 5 senede mezun
oldular. Aslında bizim İnşaat Fakültesi’ni
bitiren arkadaşlarımız 6 senede değil,
6,5 senede mezun oldular. Bu, ayrı bir
hikayedir…
Süleyman Demirel, kısa zamanda
arkadaşları arasında sakin ve vakur
davranışları, efendiliği, uzlaştırmacı
hareketleri ve çalışkanlığı ile temayüz etti
ve bu hasletleri 6 sene boyunca artarak
devam etti. 6 sene boyunca kimseyle
sesini yükselterek tartıştığını duyan,
gören olmadı. Etrafında 7-8 kişilik bir
yakın arkadaş grubu oluştu. Bunlar etütte
ders çalışmaları sırasında anlamadıkları
bahisleri sorarlar ve
Demirel hepsine ayrı ayrı
anlatırdı; hiçbirine, “Ben
şimdi Ali’ye anlattım, o
sana anlatsın!” demez,
aynı şeyleri bir defa
da soran o arkadaşına
anlatırdı. Yazılı
imtihanlarda bu grup
etrafını sarmış olarak
otururlardı.
Hastalıkları
sebebiyle devamlarını
ve proje çalışmalarını
aksatan arkadaşlarının
projelerini yaparak sene kayıplarını
önlemiştir. Demirel, mezuniyetinden
sonra 29 yaşında Barajlar Dairesi
Başkanı, 30 yaşında DSİ Genel Müdürü,
40 yaşında Başbakan oldu, 7 sene
Cumhurbaşkanlığı yaptı.
Cumhuriyetin 50 senesinde Demirel
vardır ve hep ön plandadır. Zaman ve
yorgunluk bilmeyen bir çalışma azmiyle,
engin bir memleket ve insan sevgisiyle,
güçlü bir bilgi birikimiyle ve şaşırtıcı
bir zekâ ve hafıza gücüyle hizmet etti.
Hatırası milletimiz için azizdir. Kaybı
anında ve son yolculuğunda bütün ülkeye
yayılan teessür dalgası ne kadar samimi
idi! İnsanlarımızın birçok öfke ve çaresizlik
anlarında, “Ah, Demirel 10-15 yaş genç
olsaydı!” cümlesi umumi bir hasret ifadesi
oldu.
Demirel, Genel Müdürlük ve
Başbakanlıkta hizmet verirken, sınıf
arkadaşlarını sorumlu mevkilere
getirmekten hiç çekinmedi; genç
yaşlarında onları Genel Müdür, Müsteşar,
Bakan yaptı. Onlar da bu tercihlere
liyakatlarını ispat ettiler, büyük dürüstlük
ve başarı ile görev yaptılar.
Eski Rektörümüz Sayın Gülsün
Sağlamer, Dergimizin bundan evvelki
sayısında Demirel’in çok güçlü bir
aidiyet duygusuyla İTÜ’ye yaptığı
büyük hizmetleri teferruatı ile yazdı. Bu
hizmetler İTÜ’nün büyümesi ve yücelmesi
yolunda çok önemli kilometre taşlarıdır.
Taşkışla ve Maçka Kampüsleri’nin
İTÜ’ye yasal olarak kazandırılması bunlar
arasındadır. Bu iki kampus için bir bilgi
notu düşmekten kendimi alamadım:
İTÜ’yü Demirel’den iki sene sonra bitiren
bir başka mezunumuz da Başbakan, daha
sonra Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu zat,
Taşkışla’yı ve Maçka Kışlası’nı İTÜ’den
alarak, otel ve borsa binası yapmak için
çok ısrarlı bir mücadele başlattı. “Bir
mezunumuz bunu nasıl yapabiliyor?” diye
hep hayretler içinde kaldım. Bu binalar
Üniversite’ye tahsis edildikleri zaman birer
harabe halinde idiler. Üniversite, bunları
bugünkü mamur hallerine getirmek için
çok büyük gayretler sarfetti. Dönemin ve
bazı öğretim üyeleri büyük bir dayanışma
örneği göstererek binaları teslim
etmediler, sonraki süreçte hukuki yollarla
bu mücadeleyi sürdürdüler. Karşı kuvvetler
(!) binaları fiilen işgale teşebbüs ettiler.
Hocalarımız nöbet tuttular. Sonunda bir
eski mezunumuza karşı zafer (!) kazanıldı.
Bu olay, bütün ayrıntılarıyla İTÜ Vakfı
Dergisi’nin çeşitli sayılarında yayımlandı…
Bu yazıda Nazmiye Hanım’dan
bahsetmemek bir büyük eksiklik olurdu.
Nazmiye Hanım, Demirel’in beşik kertiği
idi, mezun olunca hemen evlendiler.
Nazmiye Hanım, Demirel’in hayatının en
büyük şansı idi, bir huzur ve güvenlik
unsuru idi. Uzun süren sıkıntılı hastalığına
Demirel büyük üzüntülerle, tevekkülle
katlandı, vefatı adeta bir yıkım oldu.
Demirel’in hayatını Cumhuriyetimizden,
onun 50 senelik bir döneminden ayırarak
irdelemek mümkün değil. Siyasetin
tabiatı gereği şöyle veya böyle hükümler
verilebilir ama, hiç tartışılmayacak olan
onun insan ve memleket aşkı, birçok
faydalı eserin banisi olması, siyasete
yeni bir üslup, yeni bir tarz getirmiş
olmasıdır.
Sevgili kardeşime ve aziz dostuma
Allahtan rahmet dilerim.
itü vakfı dergisi 91
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“Mühendis Demirel”
ÇÇ Y. Müh. Recai Kutan, İTÜ’52
Eski Bakan, ESAM Genel Başkanı
M
ühendis Demirel’i ilk defa Teknik
Üniversiteye girdiğim 1947 yılında
görmüştüm.
Demirel ve sınıf arkadaşları o dönemde
kendilerini “7 İnşaat Öğrencileri” olarak
takdim etmekteydiler. Üniversiteye
girdiklerinde eğitim süresi 6 yıl imiş.
Mezuniyete yakın üniversite yönetimi,
okutulması unutulmuş bir tek ders için
bir yıl daha okuyacakları kararını verince
sınıfın adı “7 İnşaat” olmuş. Demirel ve
arkadaşlarının koridorlarda rahat rahat
dolaşmalarına, günde sekiz saat ders yükü
altında olan bizler hep imrenerek bakardık.
1952 yılında mezun olup DSİ’de göreve
başladığımda, EİEİ’de çalışmakta olan
Turgut Özal arkadaşımı ziyaretimde, o
kurumda çalışmakta olan Demirel ile de
tanışmıştım. Demirel o sırada, inşaatına
benim de sonradan yakın ilgi gösterdiğim,
Elazığ Hazar Gölü HES Projesi’ni
hazırlamakta idi. Bir süre sonra Turgut
Özal’dan, Demirel’in Eisenhover bursuyla
Amerika’ya gittiğini duymuştum.
Demokrat Parti Hükümeti, baraj
projeleri için bir hamle başlatınca Demirel,
DSİ’de Barajlar Dairesi Başkanlığı’na
getirildi. O dönemin en önemli baraj
projesi “Adana-Seyhan Barajı” idi. Birkaç
yıl sonra Demirel çok genç yaşında
DSİ Genel Müdürü olarak tayin edildi.
1955 yılından 1960 Askeri Darbesi’ne
kadar Genel Müdür olan Demirel, DSİ
teşkilatında değerli bir teknik kadroyla
birlikte çok önemli değişiklikler
gerçekleştirdi. DSİ’de Amerika’daki
DSİ tipi bir teşkilat olan “Bureau of
Reclamation” benzeri bir teşkilatlanma
yapıldı.
DSİ’de ciddi anlamda bir meslek içi
eğitim, yurtdışı eğitim hamlesi başlatıldı.
Organize edilen bir eğitim merkezinde
teşkilatın yardımcı teknik eleman eksikliği
giderildi. Böylece Türkiye’nin en güçlü ve
en organize teknik kadrosu oluşturuldu.
Her kademedeki DSİ personeli için
“Sevk ve İdare” seminerleri de düzenlendi.
Devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın
“Bizim su müdürü” dediği Demirel
döneminde, yabancı uzmanlardan daha
çok kendi teknik kadromuzla, ülkenin su
ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi için
büyük projelere girişildi. Bu yüzden bazı
çevreler sonradan Mühendis Demirel’i
“Barajlar Kralı” olarak takdim ettiler.
“Mamur, müreffeh, büyük ve demokrat Türkiye
hedefimizdi, bu hedefe koştuk”
ÇÇ Y. Müh. Nurettin Koçak
Kutlutaş Holding Yön.Kur.Bşk.
S
ayın Süleyman Demirel 1949 senesinde
İTÜ İnşaat Fakültesinden mezun oldu.
Ben de o sene İTÜ İnşaat Fakültesine girdim.
Dolayısıyla üniversitede ağabeyliği dışında
hiç tanışıklığımız olmadı.
Ancak, ileriki yıllarda Barajlar Dairesi
Başkanlığı ve DSİ Genel Müdürlüğü yıllarında
uzaktan da olsa çok takip ettik. 1965 yılından
itibaren çok daha yakından ilgilenmişizdir.
Sayın Demirel’in, ülkemizin su
potansiyelini, elektrik üretimine ve sulamaya
çevirme hamlesini çok merakla ve övünçle
takip etmişizdir. Sayın Demirel’in kurduğu
bütün hükümetlerin programlarında, sanayi
kalkınmasının öncelikli olması, ülkemiz
için son derecede kıymetli olmuş ve özel
sektörün de buna iştiraki ile ülkenin pek çok
ihtiyaçları yerli olarak üretilmiştir. Bir sanayi
kuracaksanız en mühim konu, ihtiyacınız
92 itü vakfı dergisi
olacak enerjinin devamlılığıdır. Buna İnanmak
son derece teşvik edici bir unsurdur. Sanayi
kalkınmasında çok yoğun bir program
uygulanmış, pek çok fabrikanın yanında
çok adette enerji santralları da
inşa edilmiştir. Bu sıkı program
Türkiye’yi bugünkü ihracat
potansiyeline getirmiştir.
Yine barajlar, GAP projesi
ve sulama projelerinin yapılması
ülkede üretimin daha verimli bir
noktaya gelmesini sağlamıştır.
Bir ara ülkemizde kalkınma
hızı % 7’yi geçmiştir. Bütün
bu başarılı çalışmalardan
sonra, Sayın Demirel, “Türkiye,
dünyada yiyecek ithal etmeyen 6, giyecek
ithal etmeyen 7 ülkeden birisidir” diyebilmiş,
biz de uluslararası ziyaretlerde bilhassa Uzak
Doğu’da bunu kullanmışızdır.
Sayın Demirel’e 2013 yılında yazdığım bir
mektuba cevaben, “Mamur, müreffeh, büyük
ve demokrat Türkiye hedefimizdi, bu hedefe
koştuk” diyorlardı.
Bir İTÜ’lü olarak, kalkınmamızda
müteahhit ve sanayici olarak vazife
aldık. Ülkemizin mamur,
müreffeh , demokrat bir
noktaya ulaşmasından çok
büyük mutluluk ve övünç
duymuşumdur. Yine Sayın
Demirel’in, “Başbakanlık
makamına 6 kere gidip
7 kere geldim” demesi,
ülkemiz insanının verilen
değerli hizmetleri her zaman
çok iyi özümsediğinin bir
göstergesidir. Ülkemizin
petrolü, gazı yok ama, insanının çalışkan,
başarılı olmasını ve mühimsenecek
imkânlarımızı görerek geleceğimiz için çok
ümitvarım.
Ülkemizi bu noktalara getirenlere sevgi,
saygı ve minnetlerimi sunarım.
"Doğa ve Su Dostu Süleyman Demirel"
Hayrettin Karaca ve Nihat Gökyiğit
ÇÇ A. Nihat Gökyiğit
TEKFEN Holding ve TEMA Vakfı Kurucu
Onursal Başkanı
1
992 yılında TEMA Vakfı'nı kurma
kararımızı, bir yurtdışı seyahatinde
Başbakan Demirel’e arzetme fırsatını
bulmuştum. “Türkiye’nin çok meselesi
var ama en önemli sorunlarından biri de
toprak erozyonudur. Siz hazırlığınızı yapın,
İstanbul’a gelir Vakfın açılışını yaparım”
dedi.
Demirel, açılış konuşmasında su
ve rüzgar erozyonunun, dünyadaki
durumundan başlayarak Türkiye’deki
sebepleri ve tahribatını çok büyük maharetle
anlattı.
“İlk yıllar bu konuda bilgilendirme ve
eğitime yoğunlaşın, halkı bilinçlendirerek
desteğini almaya gayret ediniz; sorunlarınız
olunca bana gelmede tereddüt etmeyin.
Çok önemli bir misyon için büyük bir
mücadeleye girdiğinizi unutmayın” diyerek
sözlerini bitirdi.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
sivil toplum kuruluşlarını hep himaye etmiş,
sorunlarına çare bulmada ve etkinliklerini
başarılı kılmada yardımcı olmuştur. TEMA
ile ilgili örneklerin bir kaçından söz etmek
istiyorum.
1997 yılında finansman darlığı
ile karşılaşmıştık. Çare olarak
Süleyman Bey’in bir şapkasını da
açıkartırmaya koyarak İstanbul’da
bir kaynak geliştirme yemeği
düzenlemeyi düşünüyorduk.
Toplantıyı onun himayesinde yapma
izni için kendisini ziyaret ettik.
“Ne himayesi, toplantıyı
Çankaya’da ben bizzat yaparım. Siz
bana davet listesini getirin” dedi.
Demirel işadamları ile yapılan
bu yemekli toplantıyı bizzat idare
ederek TEMA faaliyetleri ve tanıtımı için
büyük destek sağladı.
Orman Bakanlığı işbirliği ile “10 Milyar
Meşe Tohumu Toprakla Buluşuyor”
projemizi Cumhuriyetimizin 75.yılında
başlayıp 100.yılında tamamlamak üzere
ele almıştık. Demirel’e bundan bahsedince
törenin Çankaya’da başlamasını önerdi. İlk
meşe palamutları Demirel’in açış konuşması
ile Çankaya Köşkü bahçesine ekildi. Törene
katılan resmi zevatın yanı sıra davetliler
arasında bulunan yabancı misyon şefleri
ve elçiler sayesinde proje uluslararası ün
kazandı.
Toprak-Su Teşkilatı tarafından 1962
yılında Konya-Karapınar’da Çölleşme
ile Mücadele Projesi başlatılmıştı.
Bölgeye uyumlu bitkiler ile rüzgar perdesi
geliştirmeyi esas alan proje dünya ölçeğinde
bir başarı öyküsü idi. Ancak son yıllarda
1997 yılında finansman darlığı
ile karşılaşmıştık. Çare olarak
Süleyman Bey’in bir şapkasını da
açık artırmaya koyarak İstanbul’da
bir kaynak geliştirme yemeği
düzenlemeyi düşünüyorduk.
ihmal edilen projenin tanıtılarak yeni
girişimlere hem örnek hem de teşvik olması
için 19 Haziran 1999’da bölgede bir şölen
düzenledik. Bu etkinlik konusunda büyük
destek veren Cumhurbaşkanı Demirel,
davetimizi şu sözler ile kabul etmişti:
“Bu projeyi ülkemiz doğasının
korunması açısından önemli buluyorum.
Dünyaya örnek olan Türk bilim adamları ve
mühendislerinin başarısını duyurmak ve
onlara milletçe şükran duygularımızı ifade
etmek üzere seve seve katılırım.”
Bu tanıtım şöleni sayesinde TEMA iş
muhitinden destek alarak yeni alanlarda
benzer uygulamalar yapma imkanı buldu.
Sovyet döneminde dünyadan saklı
tutulan Aral Gölü çevre felaketine ait bir
belgesel için destek olma kararı almıştım.
Aral gölünü besleyen iki nehrin pamuk üretim
alanlarına çevrilmesini esas alan bu çok
büyük su projesinin yanlışlarını belirtecek
olan belgesel Demirel’in de ilgisini çekiyordu.
Ancak Sovyet dönemi alışkanlıkları devam
ettiğinden bu ücra yerlere giriş çıkış izni işin
en zor tarafı idi. Demirel’in göle kıyısı olan
Kazakistan, Özbekistan ve pamuk üreten
Türkmenistan Başkanları ile çok yakın ilişkisi
sayesinde onlara gönderdiği birer mektupla
sorun çözülmüştü. Belgesel Lahey, Tokyo ve
İstanbul Su Kongrelerinde gösterime alındığı
gibi, bir ders kitabı gibi dolaşmaya devam
ediyor.
Daha sonra Aral projesinden alınacak
dersleri de taşıyan GAP belgeselinin
hazırlanmasında da Demirel değerli
görüşlerini bizden esirgemedi. Belgeseldeki
konuşmasında GAP projesi için dünyanın
sayılı büyük projelerinden biri olduğunu
belirttikten sonra sözlerini şöyle
noktalamıştır:
“Şimdi diyecekler ki siz Türkiye
Cumhuriyeti olarak bu topraklarda
ne yaptınız? Efendim, Hititler
şunu yaptı, Urartular bunu yaptı,
Romalılar şunu yaptı. Hepsi bu
topraklarda oralarda duruyor.
Selçuklular hanlar yaptılar,
kervansaraylar yaptılar. Osmanlılar
cami yaptı, köprü yaptı. Siz ne
yaptınız? Gururla gösterebileceğimiz
projelerden biri GAP projesidir.
Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin bu
topraklara olan önemli bir borcunu
ödemesidir. ”
itü vakfı dergisi 93
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“Aferin, İyi Kopya Çekmişsin!”
Özellikle beton dökülürken içine bir anı mesajı
bırakmasına memnun oldu.
Tören tamamlandı. Ben kendisini uğurlarken
elimi tuttu, kulağıma eğildi, “Aferin, iyi kopya
Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman
çekmişsin!” dedi. Ben de, “Sayenizde efendim!”
Demirel’in aramızdan ayrılışının ilk yılı
diyebildim.
içinde, önce anmak amacıyla İTÜ Vakfı’nın
Basit görünen bu işin bile böyle ayrıntıları
hazırladığı bu dergide benim de birkaç anıma yer
ile planlanması bana hep ders olmuştur. Ayrıca,
verilmesinden dolayı onur duydum. Ben onun
basit bir törenin, seneler önce hazırladığı bir
üstün niteliklerini belirtmek için değil, sırf onu bir
kılavuza uygun olduğunu hatırlaması ile beni hep
kez daha hatırlamamız için yazıyorum…
etkilemiştir.
1968 yılında Doğu Anadolu’daki ısınma
Diğer bir anım da, yine bir madencilik
sorununu çözmek için bir başlangıç olarak,
tesisinin yapımı ile ilgilidir. 1973 yılında kuruluş
bölgedeki düşük nitelikli linyit kömürlerinden
aşamasındaki Kümaş Kütahya Manyezit
briket yapmak kararlaştırılmış. Bu kararın
İşletmeleri Genel Müdürlüğü görevine getirildim.
ilk basamağı olarak da bir briket fabrikası
Çok zor bir dönemdi. En basit inşaat malzemesini
kurulması uygun görülmüş.
bile bulamıyorduk. Tesisi bir
Bölge halkına da bu kararı
an önce bitirmemiz lazımdı
kanıtlamak için derhal bir
ancak, planlanan hızda
temel atma töreni ile işe
ilerleyemiyorduk. Bakanlık,
girişilmesi uygun görülmüş.
ortaklar, kreditörler devamlı
Sonuçta bu projeyi başlatmak
olarak tesisin ne zaman
görevi de bana verildi. Apar
tamamlanacağını soruyordu.
topar yaz tatilimi keserek
İşimizi tamamlamak, daha
Erzurum’a geldim. Şehirde
doğrusu testlere başlamak
Vali ve Belediye Başkanı dahil,
için gereken kritik malzemeyi
herkes bana yardımcı olmak
bir kez daha tespit ettik.
için çalışıyor. Elimde birkaç
80 cm çapında, spiral
Almanca kitap, işe koyuldum.
kaynaklı 800 m boruya acil
Önce fabrika için çok uygun
ihtiyacımız vardı. Porsuk
bir yer seçtik. Seçtiğimiz
Çayı’ndan su alamadıkça,
arsanın ortasında da yarı yıkık
sanayi testlerine başlamamız
bir depo binası var. Büyüklüğü
mümkün değildi. Bu sıkıntımızı
bizim işimize uygun, nitekim
Sayın Demirel’e duyurduk.
hala bu amaçla kullanılıyor…
Beni çağırttı, makamına
Temel atma töreni işin
kabul etti. Fabrika’nın niye
başlangıç noktası. Törenin
bitmediğini sordu. Ben de 800
Erzurum Briket Fabrikası Temel Atma Töreni, 1968 (Tuğrul Erkin soldan ikinci)
bitimine kadar yapılacak işleri
m su borusuna ihtiyacımız
sıraladım. Her etabı ayrıntıları
olduğunu ancak, hiçbir
ile izliyorum. Soruları ağabeylerimize iletiyorum,
yerde bulamadığımızı söyledim. Sümerbank
Bakanlar geride kalmıştı. Fazla beklemeden
onların telefonla verdikleri bilgileri uyguluyorum.
Mannesman’la konuşup konuşmadığımı sordu.
törene geçtik. Tören ilerledikçe yatıştı, yüzü
Önümdeki önemli sorulardan biri de şu;
Hemen her gün Cavit Bey’i aradığımı, onlarda da
yumuşadı, ilgisi arttı, sohbeti uzattı. O ara
Demirel’in bu törenlere verdiği önem… Buna
saç olmadığını söyledim. Genel Müdür Cavit Bey’i
program da kendisine yakın gelmeye başladı.
mukabil ben o güne kadar hiçbir temel atma
aramalarını söyledi, bulamadılar. Onun üzerine
törenine gitmemiştim. Bırakın gitmemiş olmayı,
bana gerekeni yapacağını söyledi ve yaptı da…
görmemişim bile. O günkü yetersiz haberleşme
15-20 gün sonra borular geldi, tesis tamamlandı.
Onun yurt dışındaki ve
koşulları altında her gün Ankara’dan bilgi almaya
Teknolojik testlere başladık, iyi sonuçlar aldık.
yabancılar nezdindeki itibarını
uğraşıyorum. Ortalıkta her kafadan bir başka ses
Açılışa hazırdık…
yakından görmüş bir kimseyim.
çıkıyor. Kim ve hangi sırada konuşacak, ne ikram
Kendilerini, açılışa davet için Yönetim Kurulu
edilecek gibi bir yığın ayrıntı… Derken Ankara’dan
Özellikle Sovyetler Birliği
Üyeleriyle ziyarete gittik. “Nasıl? Bitirdiniz mi?”
hayırlı bir haber geldi. Sayın Demirel DSİ’de
dağıldıktan sonra o bütün Türk
dedi. “Evet, efendim” dedim. “Senden sonra,
çalışırken, o da bu sorunlarla karşılaşmış olmalı
istemiş olduğun 800 m spiral kaynaklı boruyu
uluslarının AKSAKAL’ı oldu.
ki, bir temel atma kılavuzu hazırlamış. Bu habere
alabildim, Genel Müdür Cavit Bey’le görüştüm,
Bütün sorunlarını ona açtılar
çok sevindim. Sıra kılavuzu bulmaya geldi.
kendisine rica ettim. O da gerekeni yapmış, bana
ve akıl aldılar. Bugün maalesef
Sonuçta kılavuz bulundu ve bana gönderildi.
bildirdi.” Bu, en az 6 ay önceki bir olaydı. Çok
Kılavuz mükemmeldi, içinde her sorunun cevabı
onun aramızdan ayrılmasıyla bu
şaşırmıştım. Bir sanayi tesisinin tamamlanması
vardı. Törenler yatırımın büyüklüğüne göre
bağ koptu. Artık sıradan bir ülke
için gösterdiği çabayı ve hiçbir şeyi unutmayan
tasnif ediliyor, ona göre düzenleniyordu, her şey
hafızası, onu farklı kılan niteliklerdi.
olduk.
ÇÇ Y. Müh. Tuğrul Erkin İTÜ’61
DEİK-Avrasya İş Konseyleri Eski Başkanı
9.
94 itü vakfı dergisi
düşünülmüştü. Ben, derhal hazırlıkları bu yöne
çevirdim. Örneğin; kurbanlık koç ne renk olacak,
kaç tane olacak, kasap 2 tane olacak, beyaz
muşamba önlük giyecekler, bıçaklar keskin ve
iki tane olacak, güneşe ve yağmura karşı iki tane
sundurma yapılacak, elektrik kesilmesine karşı
yedek jeneratör ve hepsinden önemlisi hoparlör,
nitelik ve nicelikleri ile belirtiliyor…
Elimizdeki imkanlar ile bu kılavuza
uymaya çalıştık. Sonuçta gün geldi. Ben çok
heyecanlıyım. Biliyorum ki, bütün aksaklıkların
sorumlusu ben olacağım. Hava, şansımıza iyi
gitti. Bizden önce bir başka kuruluşun da töreni
var. Ancak, öyle bir kaos yaşandı ki, Demirel kızdı,
töreni terk etti ve arabasına binip bize yöneldi.
Zar zor yetiştim ve “Hoşgeldiniz” diyebildim.
Bütün bunlarla birlikte insan sevgisi,
vatandaşla kısa sürede kurduğu ilişki ve dostluk,
onların sorunlarını çözmek için gösterdiği çaba
ve deneyimlerini gelecek nesillere taşıma çabası
bunun örnekleridir.
Son olarak açılışını yaptığı Süleyman
Demirel Müzesi, tecrübelerini ve anılarını bütün
ayrıntılarıyla gelecek nesillere armağan eden
bir eserdir. Onun yurt dışındaki ve yabancılar
nezdindeki itibarını yakından görmüş bir
kimseyim. Özellikle Sovyetler Birliği dağıldıktan
sonra o bütün Türk uluslarının AKSAKAL’ı oldu.
Bütün sorunlarını ona açtılar ve akıl aldılar. Bugün
maalesef onun aramızdan ayrılmasıyla bu bağ
koptu. Artık sıradan bir ülke olduk.
Ondan kalan binlerce sayfa anı, rapor bugün
Avrasya ile iş yapan, araştırma yapan kişilerin
hizmetindedir.
Yazımı tamamlarken, onun kıvrak zekasını
ve espri yeteneğini belirleyen bir ufak anımı
daha sizlerle paylaşmak isterim. Bir gün, Güniz
Sokak’taki evinde kendisini ziyaret etmiştim.
Biz daha konularımıza girmeden, sekreter
hanım randevusuz bir grubun ziyarete geldiğini
söyledi. Sayın Demirel de ayak üstü bir görüşme
yapabileceğini söyledi. Gruptakiler, muhtarlarıyla
birlikte içeri geldiler. Demirel hepsinin elini sıktı,
hatırını sordu. Köyle ilgili birkaç sorunları vardı.
Onlara yol gösterdi veya tanıdıklarına gönderdi.
Bu arada muhtarın özel bir derdi olduğu ve
anlatmak istediği belli oluyordu. Sıra ona gelince,
Demirel, “Nasılsın muhtar, baban nasıl? Ben
onun doktoru ile görüşüyorum, iyileşiyormuş
ancak, taburcu olmak istiyormuş. Hastahanede
ona zorla yer buldum, acele etmesin.” dedi.
Muhtar ısrarını sürdürdü. "Köye gelirse temiz
hava, doğal yiyecekler falan var" dedi. Demirel
söylemedikçe taburcu etmiyorlarmış, dolayısıyla
muhtar ısrar ediyor. Demirel en sonunda
sinirlendi ve muhtara, “Yahu muhtar, görmeyeli
sen tıbbiyeyi mi bitirdin? Tabi ki herkes gülmeye
başladı. Muhtar da mahçup, vedalaşıp gitti.
Odada yalnız kaldık. Demirel bana, “Babası
kanser, ama bilmiyorlar. Evde hiç bakamazlar”
dedi. Bu da onun insani yönü.
Kendisini rahmetle anıyorum.
“Bir soruya 25 dakikalık cevap”
Sayın Cumhurbaşkanımız, en
son olarak mühendisliğimin
dışında sanatçı kimliğimle
İTÜ Evi’nde verdiğim resitale
gönderdiği kutlama yazısı ile
zerafetini ve inceliğini gösterdi.
ÇÇ Çetin Gül, İTÜ’90
DSİ Genel Müdürlüğü
S
ayın Cumhurbaşkanımızı
çocukluğumdan beri politik
yaşamından bilmekle birlikte, hem
İTÜ’den mezun, hem de 25 yıldır DSİ
Genel Müdürlüğü’nde görev yapan
bir mühendis olarak ortak yanlarımız
sebebiyle ayrıca takdir etmekteydim.
Daha öncesinde öğrenciliğim ve
mühendisliğim sırasında bir çok yerde
Sayın Cumhurbaşkanımızın çeşitli
konferanslarını dinleme olanağına ve
şansına sahip olmakla birlikte, üyesi
bulunduğum Ankara İstanbul Teknik
Üniversiteliler Birliği Derneği her
yıl Beyefendiyi davet eder ve Sayın
Süleyman Demirel, kalabalığa hitaben
değerli konferansını İTÜ üyelerine,
bütün basın, medya mensuplarına
ve konuklarına takdim ederdi. Her
konferansın sonunda misafirlerden
soru alınırdı.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Ankara
İTÜ Evi’nde en son konferansını
verdiği 13 Şubat 2010 tarihinde
ülkemiz ve kamuoyu Kozmik
Oda, Ergenekon, Balyoz vb. gibi
davalarla çalkalanmakta, Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin değerli komutanlarının
hapse atıldığı, kimsenin bu konuları
pek dile getirmeye cesaret etmediği
karmaşık bir süreç yaşamaktaydı.
İşte tam bu konferansın bitimine
yakın, benim tüm konuklar basın,
medya ve kameraların önünde Sayın
Cumhurbaşkanımıza kendimi tanıtarak,
Zat-ı Şahanelerinin ülkemizde 27
Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül
1980 ve 28 Şubat 1997 dahil tüm tarihi
yaşayan en tecrübeli ve birikimli devlet
adamı olarak, ordu, siyaset ve toplum
ilişkilerindeki bu yeni süreci nasıl
değerlendirdiği yönünde sorduğum
soru salon ve sayın Cumhurbaşkanımız
tarafından pek takdirle karşılandı.
Sayın Cumhurbaşkanımızın ciddi
devlet adamlığı tecrübesi ile soruya
verdiği yaklaşık 25 dakikalık cevap TV,
radyo ve basında günlerce konuşuldu.
Sayın Cumhurbaşkanımız kendi
ifadesi ile benim hitabet, nezaket ve
cesaretimi tebrik etti. Sonrasında ise
Demokrasi tarihimizle özdeş Güniz
Sokak’taki konutunda beni ve eşimi
kabul buyurdu ve unutulmaz güzel bir
sohbetimiz oldu. Ben de kendisine ve
hanımefendiye bir kitap ve CD armağan
ettim. Sayın Cumhurbaşkanımız, en
son olarak mühendisliğimin dışında
sanatçı kimliğimle İTÜ Evi’nde verdiğim
resitale gönderdiği kutlama yazısı ile
zarafetini gösterdi. Vefatının ardından
ben de bir vatandaş olarak cenaze
merasiminde bulundum. Kendisini ve
hizmetlerini saygıyla anıyorum. Ruhu
şad olsun.
itü vakfı dergisi 95
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
İnönü’nün aradığı Su Mühendisi
41 yıl sonra bulunuyor!...
ÇÇ Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır
Ankara Üniversitesi
9.
Cumhurbaşkanımız, Türkiye’nin
bu yıl kaybettiği duayen devlet
adamı, sadece Su Mühendisliği değil,
Türkiye’nin Kalkınma Mühendisliği’nin
en büyük önderi rahmetli Süleyman
Demirel ile Çankaya Köşkü’nde başlayan
dostluğumuzun anıları bir sayfaya sığacak
gibi değil.
Türkiye’nin enerji tarihçesi üzerine
hazırladığım, “Süleyman Demirel’in Anı
ve Yorumlarıyla Siyasetin İçinde Enerji
Tarihçemize Bakış” adlı kitabımız için
ilk söyleşimizi 17 Ocak 2000 tarihinde
Çankaya Köşkü’nde yapmıştık. Henüz
yayımlanmamış olan bu kitabın yanısıra
enerji, ekonomi ve siyaset üzerine Dünya
Enerji (2000-2004) dergisi ve ardından
EkoEnerji (2007-2011) dergisinde
yayımlanan pek çok röportajımız oldu. Son
10 yıllık süreçteki siyasi görüşleri ise, yine
henüz yayımlanmamış bulunan “Demirel
Anlatıyor: Türkiye’yi Yönetebilmek” adlı
söyleşi kitabımızda yer alıyor.
Kendileriyle yapma mutluluğuna
eriştiğim röportajların bana kazandırdığı
en büyük anım; röportajlarımın
özeniyle gazeteciliğimi beğenmeleri ve
96 itü vakfı dergisi
akademik yanımı içeren enerji politikası
konusundaki bilgilerime değer veren
övgüleriyle sınav kazanmış öğrenci
mutluluğu duymam olmuştur. Burada
Enerji Tarihçesi kitabımızdan kısa bir
alıntıyla, Su Mühendisliği konusunda bir
anlatımını İTÜ Vakfı Dergisi okurlarına
sunmak istiyorum.
“Cumhuriyetimizin ilk kalkınma yılları,
Türkiye kömürünün yanısıra su kaynaklarını
değerlendirme arzusundadır, ama bunun
için gerekli kredileri bulamaması bir yana,
mühendisleri de yoktur. 1935 yılında o günkü
unvanıyla Başvekil İsmet İnönü, Diyarbakır’ı
ziyaret eder. Bu ziyarette el yazısıyla kendi
not defterine, vaki talepleri dinledikten sonra
şu notu düşer:
‘Belediyenin elektriği. Belediye
Bankası’ndan istikraz istiyorlar. Su mühendisi
istiyorlar (Nafia’ya yazılacak). Kurak Anadolu.
Sadece Su Mühendisliği
değil, Türkiye’nin Kalkınma
Mühendisliği’nin en büyük önderi
rahmetli Süleyman Demirel ile
Çankaya Köşkü’nde başlayan
dostluğumuzun anıları bir sayfaya
sığacak gibi değil.
susuzluktan ve su mühendisi eksikliğinden
yanıyor’.
2 Temmuz 1935 Salı, Diyarbakır
(İsmet İnönü, Defterler / 1919-1973, Cilt 1)”.
İnönü’nün aradığı o su mühendisi ve
arkadaşları, o yıllarda daha ilkokullarda
okumaktadırlar. Kuşkusuz, Türkiye’de su
mühendisi denilince akla gelen ilk isim,
9’uncu Cumhurbaşkanı olmadan önce
Barajlar Kralı unvanını kazanan Süleyman
Demirel oluyordu. Ancak, İkinci Dünya
Savaşı başladığında Süleyman Demirel
15 yaşında ortaöğretim öğrencisidir. O
yokluk yılları içerisinde tahsilini sürdürme
çabasındadır.
Daha küçük yaşlarda su ve enerji
konularına merak sarmıştır. Kendisi bu
anısını, “30’lu yıllarda babamla birlikte
değirmene giderdik. Bizim köyümüzün
üstünden bir dere akar gelir, kasabamızın
içinden geçer. Onun üstünde 6-7 tane
değirmen vardı. İlkokul çağında o su
değirmenlerini çok merakla seyrederdim…
Ve o su değirmeni hiç aklımdan çıkmamıştır.
Sonra o su değirmeninden elektrik
çıkarıldığını 40’lı yıllarda bir yerde gördüm.
Aklım hep oraya gitti” diyerek anlatmıştı.
Savaşın sonuna doğru genç Demirel,
kazandığı bursla İstanbul Teknik
Üniversitesi’ne inşaat mühendisliği tahsili
yapmaya gider. O günlere ilişkin olarak
merakını şöyle anlatıyor:
“Okumaya başladık. Mühendislik
okuduğumuz 6 sene boyunca; üçüncü,
dördüncü ve beşinci sınıflara geldiğimiz
zaman, hidrolik dersleri ve hidroelektrik
dersleri okuduk. O zaman daha çok merak
sardım bu işe. Yani, benim bir taraftan
elektriğe merakım olduğu gibi, sulamaya
da merakım vardır. Çünkü, içinden geldiğim
topraklar susuzluktan çatlamış topraklardı.
O topraklara, acaba bir hayatiyet götürebilir
miydik?.. Bir de akşam olunca o karanlığa...
Anam, gaz lambasını silerken gözümün
önündedir… Neyse, anam da babam da,
köylü de elektriği gördü. Daha sonra 45 bin
köyün köylüsü elektriği gördü”.
Genç Demirel, o günlerde heyecanlıydı,
ama kaderin onu Türkiye’nin kalkınmasının
başmimarı yapacağından da habersizdi.
İsmet Paşa’nın aradığı su mühendisi oraya
41 yıl sonra, 1976’da Karakaya Barajı’nın
temelini atmak için gelecekti. Karakaya’nın
temelinin atılışından 39 yıl sonra o temeli
atan usta eller, ne acıdır ki dünyada değil…
“Türkiye’nin Efsanesi İTÜ’lü Süleyman Demirel”
ÇÇ Dr. Jeoloji Müh. Esat Kıratlıoğlu
Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
R
ahmetli Demirel’i 1955 yılında tanıdım. Ağabeyim DP milletvekili idi. Sayın Demirel’in
ailesine ait, Buğday Sokak’ta üç katlı bir ev
vardı. O binanın üst katında rahmetli Demirel,
orta katında da ağabeyim kiracı olarak oturuyordu. Avusturya Graz Üniversitesi’nde Jeoloji
Fakültesi’ni bitirdim. Aynı üniversitede doktora
yapıyordum. 1955 yılı yaz ayında ağabeyimde kaldım ve rahmetli Demirel ile tanıştım. O
zaman DSİ Barajlar Dairesi Reisi idi.
1958 yılında, yanında doktora yaptığım
Prof.Dr. Karl Metz’i, MTA Genel Müdürlüğü,
Jeolojik araştırmalar yapmak için Türkiye’ye
davet etti, hoca beni de yanında getirdi.
Araziye çıkmadan önce, geldiğimiz Ankara’da,
ağabeyim, Hoca’nın, o tarihte DSİ Genel
Müdürü olan Sayın Demirel’i tanımasını istedi.
Makamına gittik. Sayın Demirel, duvardaki
Türkiye haritası üzerinde, Türkiye’nin su
durumu hakkında bilgi verdi. Sayın Demirel’in
yanından ayrıldıktan hemen sonrda, Hoca
bana “Esat, bu adam insanüstü bir varlıktır!”
dedi ve ilave etti. “Haritanın başında bana
izahat verirken, kafadan yüzlerce rakam
söyledi. Kendi kendime “Amma da atıyor ha!”
dedim, sonra da söylediği rakamlardan üç
tanesini ezberledim. Konuşmasının sonunda
“ Şuradaki rakamlar ne idi?” diye sordum;
rakamları virgülüne kadar tekrarladı… Sayın
Demirel, ileriki yıllarda bir gün bana da dedi ki,
“Esat, bir kitabı iki kere okursam ezberlerim.”
Rahmetlinin hafıza gücü inanılmaz ve
benzersizdi.
1963 yılında politikaya Nevşehir Belediye
Başkanı olarak başladığımda, o Adalet Partisi
Genel Başkan Yardımcısı idi. Adalet Partisi
Genel Başkanı Gümüşpala vefat edince de,
1964 yılında üç çetin adaya karşı mücadele
vererek Genel Başkan seçildi. Sayın Demirel
AP Genel Başkan Yardımcısı iken, Meşrutiyet
Cadddesi’ndeki AP Genel Merkezi, 27 Mayıs
ihtilalcilerinin teşvikiyle, birtakım militanlarca
basıldı. Daha sonra da çeşitli gruplardan
rakipleri, “Korktu, şapkasını aldı, kaçtı!” diye
istismar ettiler. Eğer korkak olsa idi, daha büyük
tehlikelerin muhatabı olması gereken AP Genel
Başkanlığını yürekten isteyerek, gerçek bir
mücadele sonunda elde etmezdi.
Sayın Demirel’in beni getirdiği İller Bankası
Genel Müdürü olarak bürokraside, 1969’dan
itibaren de Cumhurbaşkanı seçildiği 1993
yılına kadar politikada, onunla milletvekili,
parti grup başkan vekili, bakan, genel başkan
yardımcısı olarak en yakınında oldum.
Cumhurbaşkanlığından ayrıldığı 2000 yılından,
vefatına kadar da birlik ve beraberliğimiz, onun
bana karşı sevgisi, benim ona karşı saygım hiç
azalmadı.
Rahmetli Demirel, bir Türkiye sevdalısı ve
yatırım tutkunuydu. Sayın Demirel, 1965’te
Başbakan olduğu zaman, Türkiye’nin 37.000
köyünün yalnız 264’ünde elektrik vardı. 1980
ihtilali ile ayrıldığımızda, köylerimizin % 75’ine
elektrik geldi, geriye kalanın tamamı da inşaat
halindeydi. 1950 yılında Türkiye’nin ürettiği
enerji yalnız jeneratörlerle idi ve 785 milyon
KWH idi. Gerek DSİ Genel Müdürü, gerekse
Türkiye’nin sulanabilir arazisinin 8.5
milyon hektar arazisinde, 1,8 milyon
hektarını sulayan ve 23 milyar KWH
enerji üreten GAP, Sayın Demirel’in
eseridir. GAP için şöyle söylemiştir:
“Büyük bir mutluluk! Bir ömre
değer, başka bir ömrüm olsa buraya
verirdim. 50 senedir ben bu proje ile
meşgulüm.”
Başbakan olarak Sayın Demirel, barajlar,
HES ve Termik Santraller inşa ederek 1980
sonunda elektrik üretimini 30 milyar KWH’e
çıkardı ve 100 milyar KWH üretecek tesislerin
yapımına ise ya başlanmış, ya da yapımı
bitmek üzere idi. Kıyaslama için; 35 sene
sonra 2015’de üretilen elektrik 261 milyar
KWH’dir. Atatürk Barajı’nın 1980 Ağustos
ayında ihalesi, İngiliz, İsviçre ve Alman
firmalarına interkonnekte sistemi dahil ihale
edildi, temeli atılacaktı. Sayın Demirel, bana
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı olarak
dedi ki, “Esat, Türkiye’nin en büyük eseri
Cumhuriyet’tir, Cumhuriyet’in en büyük eseri
ise Atatürk Barajı’dır, temelini Cumhuriyet
Bayramı’nda atalım…” 12 Eylül 1980 ihtilali
oldu, iş durdu ve temeli tam iki sene sonra,
bizim şartlarımız ve kredilerimizle atıldı.
Türkiye’nin sulanabilir arazisinin 8.5 milyon
hektar arazisinde, 1,8 milyon hektarını sulayan
ve 23 milyar KWH enerji üreten GAP, Sayın
Demirel’in eseridir. GAP için şöyle söylemiştir:
“Büyük bir mutluluk! Bir ömre değer, başka bir
ömrüm olsa buraya verirdim. 50 senedir ben
bu proje ile meşgulüm.”
Türkiye’nin ilk nükleer santrali Akkuyu da,
Sayın Demirel zamanında 1980’de Fin-İsveç
konsorsiyumuna kendi kredisi ile yaptırma
imkanı sağlandı. Konsorsiyumun kabul yazısı,
Bakanlığıma 11 Eylül 1980’de geldi. Ertesi
gün Sayın Demirel’e müjdeyi verecektim; 12
Eylül ‘de ihtilal oldu ve iş durdu. Kıyaslama
için; 1980’de anlaşmamız 1000 MW 1 milyar
dolardı, şimdi aynı yerde 4800 MW ve 30
milyar dolardır. Yanı tam altı misli pahalı…
35 sene sonra nükleer enerji santralini ancak
yaptırma durumuna geldik. Sayın Demirel’in
zamanında 3500 km duble yol, 27 bin km
asfalt yol, 22.500 km stabilize yol yapıldı. Bir
kıyaslama; 2002 yılında Türkiye’nin 49.993 km
asfalt yolu, 6877 km duble yolu vardı; 2014’te
ise duble yol, eski duble yolun ilavesi ile
17.000 km oldu. Asfalt yolun 10.000 km’si,
bu arada duble yol için kullanıldı; asfalt yol
ise 2014’te 40.000 km’ye düştü. Şu andaki
mevcut tüm petrol rafinerileri ve BOTAŞ,
Süleyman Demirel’in eseridir. İskenderun
Demir-Çelik, Seydişehir Alüminyum,
Karadeniz Bakır İşletmeleri Sayın Demirel’in
eseridir. Bir yenisi daha yapılmadı…
Tüm köylerimizin içme suları Sayın
Demirel’in zamanında tamamlandı. Şu andaki
Türkiye’nin devletçe yapılmış olan tüm altyapı
tesisleri aşağı yukarı Sayın Demirel’in eseridir.
Ayrıca, özel sektör bugünkü imkanlarına
Sayın Demirel’in sayesinde kavuşmuştur. Şu
anda devlet artık yatırım yapmıyor, devletin
yerine tüm yatırımları ise artık bu özel sektör
yapmaktadır.
Sayın Demirel, vatan için hayatını hiçe
sayan büyük bir vatanperver ve cesaret
sembolü idi.
Sayın Demirel, herkesin ittifakla
değerlendirdiği, tarafsız, örnek teşkil edecek
bir Cumhurbaşkanlığı yapmıştır.
Sayın Demirel, bu milletin yetiştirdiği en
büyük devlet adamlarından bir tanesidir.
Benim aziz Başkanım, sana Allah rahmet
eylesin, huzur içinde uyu.
itü vakfı dergisi 97
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
Devlet Adamı ve Su Mühendisi Süleyman Demirel
ÇÇ Necmettin Cevheri
Eski Bakan ve Başbakan Yardımcısı
M
erhum Cumhurbaşkanımız DEMİREL
ile yol arkadaşlığı bahtiyarlığına
erişmem, 28 Kasım 1964 tarihinde Adalet
Partisi Genel Başkanı seçilmesiyle başlar.
AP Urfa İl Başkanı olarak Teşkilatımla
birlikte, Partimizin 2. Büyük Kongresinde
onun arkasında durmuştuk. 1965
seçimlerinde Parlamento'ya intisabımızla
birlikte, siyasi beraberliğimiz pekişerek
devam etmiştir. Bu siyasi beraberlik, 16
Mayıs 1993 tarihinde Cumhurbaşkanı
seçilmesine kadar kesintisiz biçimde
sürmüştür. Son siyasi görüşmemiz de,
Cumhurbaşkanı seçildiği günün sabahı
Hacı Bayram Camiinde kıldığımız
sabah namazını müteakip olmuştur.
Anayasamızın emrettiği tarafsız
Cumhurbaşkanı statüsüne tam manasıyla
sadık kalarak görev yaptığı sürede
birlikteliğimiz, memleket meseleleri
üzerinde istişareler yaparak sürmüştür.
Merhum Cumhurbaşkanımızla dostluk
ve muhabbetimiz, 28 Kasım 1964’ten, 17
Haziran 2015 tarihinde bizleri bu dünyada
bırakarak ebedi âleme intikaline kadar hiç
eksilmemiştir. Yarım asırlık bu dönemde,
iktidarı, muhalefeti, darbeyi, siyasi yasağı
birlikte gördük. Hem üzüntüyü hem sevinci
paylaştık. Kimi gün kaybı, kimi gün siyasi
zaferi, bazen kadir bilmezliği, çoğu zaman
da gerçek vefayı, kâh yalnızlığı kâh
omuzlara alınmayı beraberce yaşadık.
Merhum Cumhurbaşkanımızın siyasi
dehası, üstün kabiliyeti ve memleketin
her meselesine vukufdâr olması bütün
dünya tarafından bilinmekte ve kabul
edilmektedir. Ne var ki onun mühendisliği
ve teknik konulara hâkimiyeti de, öncekiler
kadar takdire şayandır.
Bugün dahi çok önemli bir bilim
yuvası olan İstanbul Teknik Üniversitesi’ne
1940’lı yılların şartlarında ulaşması,
başarıyla okuyup İnşaat Yüksek Mühendisi
olarak mezun olması, ona çok önemli
ufuklar açmıştır. Parlak eğitimini teknik
yetenekleriyle birleştirmesi sayesinde,
20’li yaşlarında Seyhan Baraj inşaatı
projesinin başına geçmiş, 30’lu yaşlarında
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
sorumluluğunu alabilmiştir. Başarılı
mühendisliği, dirayetli idareciliği, Demokrat
98 itü vakfı dergisi
Merhum Cumhurbaşkanımızın
vefatı itibariyle GAP’ın enerji
projelerinin gerçekleşme oranı
yüzde 75’lerde olmakla birlikte,
sulama projeleri ne yazık ki yüzde
40’lara erişebilmiştir ancak. Sulama
yatırımlarındaki bu gecikmelerin ve
ihmallerin onu pek üzdüğünü ifade
edebilirim.
Parti iktidarının ve Başvekilimiz Merhum
MENDERES’in de dikkatini çekmiştir, taltif
ve takdire mazhar olmuştur.
Merhum Cumhurbaşkanımızın,
bürokratik ve siyasi hayatının belki
de en önemli gündem maddesi hep
insanımızın ve memleket topraklarının suya
kavuşturulması olmuştur. Bu onun bitmez
tükenmez sevdasıydı. Hakkın rahmetine
kavuştuğu güne kadar onu terk etmeyen
bir hasretiydi.
Merhum Cumhurbaşkanımız,
Türkiye’nin ekonomik olarak sulanabilir
8,5 milyon hektar tarım arazisinin hâlâ 2,9
milyon hektarının sudan mahrum olmasını
kendine hep dert edinmiştir. Oysa 5,61
milyon hektar arazinin bugün sulanıyor
olmasında en büyük pay, hiç şüphesiz
Merhum Cumhurbaşkanımızındır. Siyaset
insanı ve bürokrat olarak büyük sulama
projelerinin altında hep onun imzası vardır.
Suya hasret toprakları suyla
buluşturmak hülyası, Merhum
Cumhurbaşkanımızın ileri siyasi
döneminde, modern usullerle toprağın
suyla buluşturulması idealine dönüşmüştü.
Artık barajlardaki, göletlerimizdeki, yer
altındaki suyun her ne suretle olursa
olsun toprağa dökülmesi yeterli değildi.
Bunun, toprağın yapısını bozmaksızın, su
kaynaklarını israf etmeksizin ve havanın
nispi nem dengesini koruyarak yapılması
gerekliydi. Onun için de, yağmurlama ve
damla sulama şeklindeki basınçlı sulama
usulleri kullanılmalı, yeni projeler bu
teknolojiye göre hayata geçirilmeliydi.
Karık usulü, salma usulü gibi geleneksel
sulama şekillerinin halen toplam sulamalar
içinde yüzde 80’lerde olmasını da,
düzeltilmesi ve tersine çevrilmesi gereken
bir oran olarak kabul etmekteydi.
Merhum Cumhurbaşkanımızın
mühendislik ve siyaset hayatındaki
en önemli yeri bana göre Güney Doğu
Anadolu Projesi işgal eder. Onun bu
projeye ne kadar meftun olduğuna
yakından şahit olmak bana da nasip
olmuştur. 13 Proje demetinden oluşan,
22 baraj, 19 hidroelektrik santral inşası
ile 1 milyon hektar arazinin sulanmasının,
27 milyar kWh hidroelektrik enerjisi
üretilmesinin hedeflendiği Güney Doğu
Anadolu Projesi, büyük ölçüde Merhum
Cumhurbaşkanımızın eseridir diyebiliriz.
Bu projeye emek veren, destek sağlayan
diğer insanların hakkını da inkâr etmemek
kaydıyla, etüt, planlama ve hayata
geçirilmesinde Merhumun en büyük pay
sahibi olduğu tartışmasızdır. Merhum
Cumhurbaşkanımızın vefatı itibariyle
GAP’ın enerji projelerinin gerçekleşme
oranı yüzde 75’lerde olmakla birlikte,
sulama projeleri ne yazık ki yüzde
40’lara erişebilmiştir ancak. Sulama
yatırımlarındaki bu gecikmelerin ve
ihmallerin onu pek üzdüğünü ifade
edebilirim. Eğer Merhum 2000 yılından
sonra da Devlet ve siyaset hayatında
icra mevkiinde olsaydı, GAP’ın sulama
projelerindeki gerçekleşmeler de en az
enerji projelerinin seviyesinde olurdu.
Merhumun, Başbakan ve
Cumhurbaşkanı olarak büyük emekleri
olan Konya Ovası Projesinde halen
işletmeye açılan sulama alanının 397
bin hektarla yüzde 36’da, Doğu Anadolu
Projesinde ise 360 bin hektar olarak yüzde
30’da kalmasını ciddi bir kayıp olarak
görmekteydi.
Cumhurbaşkanımız Merhumun içinde
her zaman kor gibi yanan toprağı suya
kavuşturma arzusuna pek çok hadisede
şahit olmuşumdur. Bunlardan beni en çok
etkileyen bir tanesini nakletmek gerekirse,
GAP’ın en önemli merhalelerinden biri olan
Urfa Tünellerinin 1977 yılındaki temel atma
töreni öncesi yaşanan bir diyaloğu ifade
etmek isterim.
Başında olduğu Koalisyon Hükümeti
döneminde, 3 Nisan 1977 tarihinde
Urfa Tünelleri'nin temeli atılacaktı.
Tarihi bir olaydı. Urfa Havaalanı o
zaman gelen kalabalık heyeti taşıyan
uçakların inişine müsait olmadığı için,
Merhum Cumhurbaşkanımız Gaziantep
Havaalanı'na inmiş; kendisini orada
karşılamıştık. Arabaya bindik, kendisi
makam aracının arka sağında oturuyor,
yanında ortada ben vardım. Benim
solumda da Faruk Sükan’ın bacanağı ve
Urfa Valisi olan Rafet Üçelli oturuyordu.
Merhum, yapacağı konuşmanın yazılı
olduğu metni “Bak, mahalli olarak ilave
edilecek bir şey var mı” diyerek bana
verdi. Ben o uzun konuşmayı okumaya
devam ederken, Gaziantep mıntıkasını
geçmiş, Urfa hudutlarından içeri girmiştik.
Solumdaki Vali Bey’le konuşuyorlardı.
Tabii konu GAP, su, Fırat, Harran’dı. Bir
ara Merhum Cumhurbaşkanımızın Vali
Bey’e şunu söylediğine şahit oldum
ve okumayı keserek dikkat kesildim.
"Demirel Ülke Sevdalısı Bir
Devlet Adamıydı"
Ç Ç Zeynep Bodur Okyay
Kale Grubu Başkanı
B
odur Ailesi ve Kale Grubu Şirketleri
olarak bir dost olarak gördüğümüz
9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman
Demirel’i kaybetmenin derin üzüntüsünü
yaşadık.
Ülkemizin sanayileşmesinde ve
kalkınmasında büyük emeği bulunan
Sayın Demirel’in hepimizde emeği,
eşsiz hatıraları vardır. Bu ülke için taş
üstüne taş koymak isteyen herkese
el uzatmış bir memleket sevdalısıydı
rahmetli Süleyman Demirel. Temel
atma törenlerimizi, fabrika açılışlarımızı,
Seramik Bayramlarımızı defalarca
onurlandırmış, manevi desteğini hiç eksik
etmemişti. Hoşgörülüydü... Nüktedan
kişiliği ile siyasi tarihimizin en önemli
karakterlerinden biriydi.
Kurucumuz İbrahim Bodur, Demirel’in
vefatının ardından yaptığı açıklamada
“Türkiye’nin kalkınması ve halkımızın refaha
erişmesi için büyük emek vermiş, hizmetleri
ve eserleri her zaman hatırlanacak
olan ve yakın dostluğu ile bizleri daima
onurlandırmış, değerli devlet adamı 9.
Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman
Demirel’i kaybetmiş olmanın ailece derin
üzüntüsü içerisindeyiz. Merhuma Yüce
Allah’tan rahmet, kederli ailesine, yakınlarına
ve milletimize başsağlığı dileriz” dedi.
Aile Dostu
Kale Grubu’nun hemen her önemli
gününde Bodur Ailesi’nin yanında
“Biliyor musunuz Vali Bey, benim bugün
siyasetteki misyonum bitiyor, hatta
hayattaki misyonum bitiyor” diyordu.
Yani ben bunun için yaşıyorum demek
istemişti. Kendi tayin ettiği Valisine
siyasi propaganda yapmayacağına göre,
bu sözün içtenlik ve duygu yükünden
muazzam etkilemiştim.
“Çatlayan toprakla mavi gök arasında,
Allahtan başka kimsesi olmayan sessiz ve
sahipsiz milyonların sahibi olacağız” sözü,
dilinden ve gönlünden hiç ama hiç düşmedi.
Merhum Cumhurbaşkanımızın
mühendis, bürokrat, siyasetçi ve
devlet adamı olarak bu ülkeye yaptığı
hizmetler, bıraktığı dev eserler bu
satırlara sığmayacağı gibi, yazının
konusu da değildir. Bunlar milletin
hafızasında ve gönüllerde yerini almıştır
zaten. Burada ifade edeceğim husus
şudur ki, vatandaşımızın boğazından
geçen her damla temiz içme suyu,
mübarek vatan toprağına akan her katre
sulama suyu, ebedi alemde Merhum
Cumhurbaşkanımızı takip edecek,
sevabına sevap katacaktır.
olan Süleyman Demirel, 2007’de
yapılan bir röportajda Bodur Ailesi
ile uzun yıllara dayanan dostluğunu
şöyle anlatmıştı: “Kale Grubu aslında
Türkiye’de başarının hikâyesidir.
Bence Sayın İbrahim Bodur’u Türkiye
iyi tanımalıdır. 1928 doğumlu Sayın
Bodur, 27 yaşında şirket kuruyor,
29 yaşında yani 1957’de Çanakkale
Seramik’i kuruyor. Gençler için çok
önemli bir olay. İbrahim Bodur’u çok
yakından tanımak imkânım olmuştur.
Dostumdur, arkadaşımdır. Türkiye’ ye
yaptığı hizmetler dolayısıyla kendisini
hep sevdim, severim. Sevilecek de bir
adamdır.’’
Seni Unutmayacağız
9. Cumhurbaşkanımız Süleyman
Demirel’e karşı son vazifemizi Bodur
Ailesi ve Kale Grubu Şirketleri adına
eşim Osman Okyay, yöneticilerimiz
Süleyman Bodur ve Kemal Sözen ile
birlikte Isparta’daki cenaze törenine
katılarak yerine getirdik. Süleyman
Demirel’e bir kez daha Allah’tan
rahmet, bütün Türkiye’ye ve ailesine
sabır diliyorum.
itü vakfı dergisi 99
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“TÜSİAD ve DEİK gibi, görev almış olduğum tüm
diğer STK’larda her zaman yanımızda olmuştur.”
ÇÇ Y. Müh. Feyyaz Berker
Tekfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı
S
ayın Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel’in Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık
görevleri süresince, demokrasi ve
uygarlık alanında vermiş olduğu
mücadele yadsınamaz. Bu uğurda
alınmış olan önemli kararlar
neticesindeki örnek teşkil edecek olan
çalışmaların, açmış olduğu Demokrasi
Müzesi sayesinde gelecek nesillere
aktarılacak olması gurur verici olmuştur.
Mühendislik mesleğinin yanı sıra,
devlet adamı olarak her konuda bilgi
ve görüş sahibi olması sebebiyle,
1985 yılında Vehbi Koç Bey’in
başkanlığında kurulmuş olan TAPV’deki
çalışmalarımıza destek vermiş, TÜSİAD
ve DEİK gibi görev almış olduğum tüm
diğer STK’larda her zaman yanımızda
olmuştur.
Kuruluşundan itibaren 10 yıl
Başkanlığını yapmış olduğum
TÜSİAD’ın anılarının derlendiği
kitapların hazırlanması esnasında da
değerli katkılarını esirgemeyen Sayın
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in,
kitap tanıtımı vesilesiyle verilen davette
yapmış olduğu konuşmayı sizlere
aktarmak isterim.
100 itü vakfı dergisi
Şunu evvela tespit edeyim
ki; TÜSİAD bir sivil
toplum örgütüdür. Yani,
elinde mucizeleri olan bir
kuruluş değildir. Bir çoğulcu
demokraside sivil toplum
örgütlerinin fevkalade önemli
yeri vardır.
“Değerli misafirler, sevgili kardeşim,
aziz arkadaşım Feyyaz Berker bu
toplantıyı tertipledi. Kendisine çok
teşekkür ediyor, hepinizi sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum.
Şunu evvela tespit edeyim ki;
TÜSİAD bir sivil toplum örgütüdür.
Yani, elinde mucizeleri olan bir kuruluş
değildir. Bir çoğulcu demokraside
sivil toplum örgütlerinin fevkalade
önemli yeri vardır. Bu örgütler
kurulduğu zaman, devleti idare etmeye
kalkmazlar.
Bu örgütlerin gayet tabii ki bir
nüfuzu olacaktır. Ama bunlar daha
çok toplumun işlemesine, devletin
işlemesine yardımcı olurlar. Sivil
toplum örgütleri vazgeçilmezdir
demokraside. TÜSİAD da bunlardan
birisidir. Hangi şartlar içerisinde, ne
zaman kurulmuştur, kurulduğu günden
itibaren buraya kadar nasıl gelinmiştir?
Sayın Feyyaz Berker’in
teşebbüsüyle iki kitap hazırlanmıştır.
Bu çeşit hizmetleri yapacak olan
herkesin bundan yararlanacağını da
sanıyorum. Geçmişte yapılmış olan
hataları tekrarlamamak için onları
bilmek lazımdır. Doğrular nedir,
eğriler nedir onları bilmek gerekir.
Tecrübe önemlidir ve herkese lazımdır.
Kendisini böyle bir teşebbüsünden
dolayı takdirle karşılıyor ve tebrik
ediyorum.”
Yine kuruluşundan itibaren
Yönetim Kurulunda görev aldığım ve
1986 Aralık’ta fiilen kurulmuş olan,
1988 başında ise mevzuatı Odalar
Birliği Yönetim Kurulu’ndan geçen
DEİK kitabının hazırlığı esnasında,
kendisi ile yapılan röportajda yer alan
düşüncelerini ise aşağıdaki gibi ifade
etmiştir.
“DEİK bir ihtiyaçtan doğuyor.
Hangi ihtiyaçtan doğuyor? Artık piyasa
ekonomisi uygulanacağına göre,
Türk ekonomisini dünyaya entegre
etmek için aktörler sadece devletin
memurları ise bu yürümez. O zaman
ne olacaktır? Ülkenin girişimcisi hem
iç sahnede, hem dış sahnede rol
alacaktır. Bilhassa Türkiye’nin üretimini
dışarıda pazarlamak, dışarıdaki üretimi
Türkiye’ye getirmek, dışardan sermaye
getirmek, Türkiye’yi daha iyi tanıtmak,
dışarıdaki ülkelerin - ki bu muamelede
bulunduğunuz ülkelerin hepsi hemen
hemen piyasa ekonomisine sahip
ülkeler – ekonomisini devlet değil,
özel teşebbüs erbabı yürüttüğünden,
onlarla ve onların kuruluşları ile temas
içerisinde olmak, Türk iş adamlarını
dışarıya açmak... Bir de Türkiye’nin
teşebbüs gücünü harekete geçirerek
dışarıya açmak ve dışarının teşebbüs
gücünü de Türkiye’ye getirmek. Bu,
DEİK’in ana fonksiyonudur ve çok
önemli bir adımdır. DEİK, böyle bir
ihtiyaçtan doğmuştur. Doğrudan
doğruya devletçilikten piyasa
ekonomisine geçmenin kurumlarından
birisidir DEİK.”
“Süleyman Demirel, mühendis olarak takdir ve
hayranlık uyandıran bir ‘efsane’ idi…”
ÇÇ Prof.Dr. Ergün Toğrol
İTÜ İnşaat Fakültesi, B.Ü. Eski Rektörü
B
ir zamanlar, liselerin yetiştirdiği en iyi
öğrencilerin yükseköğretimdeki adresi
İstanbul Teknik Üniversitesi idi. O günlerin
mezunlarının siyasette ve birçok alanda
önder olmalarını, başarılarını başka nasıl
açıklayabiliriz. Yedi İnşaat ünlü bir sınıftı. Altı
yıllık öğrenimi yedi yılda tamamlamışlardı.
Programdaki bir dersin (Termodinamik)
öğretim üyesi görevle yurt dışında olduğu
için ders verilememiş, katı uygulanan
yönetmelik, öğrencilerin mezun olabilmeleri
için, öğrenimlerini bir yıl uzatıp bu eksik dersi
vermeleri zorunluluğu getirmişti. Süleyman
Demirel ile ilgili ilk “efsane” yedi inşaat
mezunu oluşu idi (1949).
Daha sonra, Devlet Su İşleri Genel
Müdürü olarak meslekî faaliyetleri ve yarattığı
geniş çevresi ile tanındı. Mühendis olarak
takdir ve hayranlık uyandıran bir “efsane” idi.
Siyasete girmesi belki de toplumda bıraktığı
olumlu izlenimin beklenen bir sonucu oldu.
İlk Başbakan olduğu dönemde, İstanbul
Teknik Üniversitesi bir arayış içinde idi.
Ankara’da, Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
yeni bir anlayışla kurulmuştu. Bu gelişme,
İTÜ'nün de bir kampüsü olması gerektiği
kanısını ortaya çıkarmıştı. Üniversitemiz
mezunu yeni Başbakan’a başvurulmuş,
Ayazağa’dan Boğaziçi Üniversitesi Etiler
Kapısı’na kadar olan geniş bir alanın tahsisi
sağlanmıştı (Şimdi bu alanın bir bölümü
Hisarüstü, bir bölümü Armutlu mahalleleridir.)
Konuşma yapmaya davet edilince
kaçmaz, her zaman ilgi ile dinlenen
konuşmalar yapardı. Yanında taşıdığı,
yaklaşık 10 cm boyunda 5 cm genişliğinde
kartonlar vardı. Kendisinden önce yapılan
konuşmalarda işlenen konular hakkında kısa
notlar alır, sonra konuşmasını, bu notlara
bakmadan, ama işlenen konular üstünde
yapardı. Geniş bir kültürü ve olay hafızası
vardı. Konu ne olursa olsun söyleyecek sözü
ve yapıcı düşünceleri vardı.
Üniversitede sınıflarda, bazen konulara
arkadaşlarından daha hâkim öğrenciler
olur, daha zayıf olan arkadaşlarına yardım
ederler. Süleyman Demirel’i insan ilişkilerinde,
konuyu bilmeyenlere anlatan olgun öğrenci
davranışında gördüm. Birlikte bulunduğu
İlk Başbakan olduğu dönemde,
İstanbul Teknik Üniversitesi bir
arayış içinde idi. Ankara’da, Orta
Doğu Teknik Üniversitesi, yeni
bir anlayışla kurulmuştu. Bu
gelişme, İTÜ'nün de bir kampüsü
olması gerektiği kanısını ortaya
çıkarmıştı. Üniversitemiz mezunu
yeni Başbakan’a başvurulmuş,
Ayazağa’dan Boğaziçi Üniversitesi
Etiler Kapısı’na kadar olan geniş bir
alanın tahsisi sağlanmıştı. (Şimdi
bu alanın bir bölümü Hisarüstü, bir
bölümü Armutlu mahalleleridir.)
insanlar ile kendisi arasında sınır kendiliğinden
oluşuyordu.
Siyaset zaman zaman zorlukları da
içerir. Gazetelerde Cumhurbaşkanı Turgut
Özal ile aralarının bozuk olduğu haberleri
yayınlanıyordu. Bir tesadüf, kendisi ile
başbaşa kaldık. Cumhurbaşkanı ile
Başbakan’ın böyle bir tartışma içinde
olmalarından rahatsız olduğumuzu söyledim.
Cevabı ilginçti: “Sen gazetelerin yazdığına
bakma, ben gerektiğinde akşam Köşk’e
telefon açıyorum.”
Ekonomik durumdan şikâyetlerin
olduğu bir dönemde, kendisi ile gene
başabaşa görüşme olanağı buldum. Pergelin
açılmasından söz konusu ettim. Hemen
siyasetçi şapkasını giydi. Türkiye’de sermaye
birikimi için bunun gerektiğini savunmaya
başladı.
Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciler,
Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP)
konusunda bir seri konferans düzenlemişti.
Birinci konuşmacı Cumhurbaşkanı Turgut
Özal’dı. Haritalar ve bol teknik bilgi içeren
akademik, güzel bir konuşma yaptı. Onbeş
gün sonra Başbakan Süleyman Demirel’in
aynı konuda yapacağı konuşmayı dinlemeye
gelenler, konuşma saatinden önce, salonu
doldurmuştu. Birden bir haber geldi: “Sayın
Başbakan yanında 150 kişiyle birlikte
bahçe kapısından girdi!” Salonda sahne
dahil kıpırdayacak yer kalmadı. Çok ilgi ile
dinlenen, zaman zaman öğrencilerin alkışları
ile kesilen, öğrencilerin soruları ile karşılıklı,
neşeli görüşmelere dönen bir konferans
izledik (25 Mayıs 1989).
Son Başbakanlığını kutlamak için
İstanbul’daki Rektör arkadaşlar randevu aldık,
Ankara’ya gittik. Başbakanlık’ta o zamana
kadar görmediğimiz bir hareketlilik vardı. 1520 kişilik kutlama heyetlerinin biri gidip diğeri
geliyordu. Bir an, bu kadar sevilmenin yorucu
olduğunu düşündüm.
Süleyman Demirel çok sevilen, güvenilen
bir siyaset adamı idi. Toplumun gözünde
ulaştığı yere, çalışarak gelmişti. Sahip
olduğu tevazu, hoşgörü ve insanî değerler
onu unutulmaz bir önder, örnek bir siyasetçi
yapmıştı.
itü vakfı dergisi 101
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“Süleyman Şah, Fırat’ta Boğuldu;
Süleyman Demirel de Fırat’ı Boğdu...”
Türkiye’nin nehirleri, dereleri, toprakları
ve insanları için çok hayırlı bir görevlendirmeydi bu.
Azgın sulara gem vurmaya, barajlar yapılmaya başlandı. Fakat, 1960 askerî darbesi
geldi. Ağabeyim, genel müdürlükten ayrıldı.
DSİ, on yıllık Demokrat Parti iktidarının
icraatında en büyük etkenlerden biriydi.
Ağabeyim, bu yüzden haksız baskılara uğradı. O dönemde ülke, siyasi çalkantılar ve
korkular içindeydi.
“Barajlar Kralı”, 40 Yaşında Önce AP
Genel Başkanı, Ardından da Türkiye’nin
En Genç Başbakanı Oldu
ÇÇ Y.Müh. Şevket Demirel İTÜ '50
Göltaş Çimento A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı
A
ğabeyim Süleyman Demirel,
Isparta’nın İslâmköy’ünde kerpiç bir
evde 1924 yılının bir sonbahar günü, anam
Ümmühan, pekmez tavasını savururken
dünyaya gelmiş.
Çatlamış topraklarında, sararmış ekinlerine yağmur dualarıyla Allah’tan bereket
isteyen bir köydü burası; İslâmköy!..
Çanakkale, Suriye, Sarıkamış ve Kafkas
Cephelerinden sonra Millî Mücadele’de,
kendi atıyla savaşa katılan babamız Yahya
Çavuş’un biri kız, dört çocuğundan ilk erkek
evlâdıydı.
Sıkıntılar içinde yüzleri buruşmuş, ayak
topukları yarık, yetiştirdiği tütünü gazete kağıdına sarıp içen, devletin istediği vergileri,
kazan ve tavası ile ödeyen köylülerin dertlerini yaşayarak ve dinleyerek büyüdü.
Amerika’daki Boulder Barajı’nı
Seyrederken Türkiye’deki Çatlamış
Toprakları Düşünüyordu
Yoksulluk, fukaralık, çaresizlik kol geziyordu. Gencecik insanlar, “Karnı ağrıdı” diye
ölüp, gidiyordu. Bu insanların dertlerinden
kurtulmak mümkün değil miydi?
102 itü vakfı dergisi
Bu amaçla okudu ve bir mücadeleye
başladı. Başarılarla dolu ilk, orta ve lise öğreniminden sonra, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni “İnşaat Yüksek Mühendisi” olarak bitirdi.
Devlette, mühendis olarak göreve başladı; Elektrik İşleri Etüt İdaresi de Onu Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde
su mühendisliği üzerine ihtisas çalışmalarına gönderdi.
Ağabeyim, Colorado Nehri üzerinde bir
mühendislik şaheseri olan Boulder Barajı ve
Elektrik Santralı’nı bir kaya üzerinden seyrederken, herhalde İslâmköy’ün ve Türkiye’nin
çatlamış toprakları, karanlık köy ve şehirlerinde, çarıklı, eli nasırlı köylüleri gözünün
önüne getirmişti.
Kulağına uzaktan sesler geliyordu...
Neydi o sesler?
“Biz de buralar gibi olsak” diyorlardı...
Henüz 31 Yaşındayken, DSİ Genel
Müdürü Oldu Ülkenin Azgın Sularına,
Gem Vurmaya Başladı
Yurda döndüğünde, ülkenin baraj, enerji ve
sulama meselelerini üstlenen devlet örgütünde sorumluluk aldı. O örgüt, daha sonra
“Devlet Su İşleri” olarak geliştirildi. Ağabeyim
Süleyman Demirel, henüz 30 yaşında iken bu
büyük dairenin ilk genel müdürü olarak atandı.
27 Mayıs 1960 İhtilali sonrası, Demokrat
Parti’nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi’nin I. Büyük Kongresi’nde en yüksek oyu
alıp, Genel Başkan Yardımcısı seçildi. 1964
yılında da, AP’nin II. Büyük Kongresi’nde
Genel Başkanlığa getirildi. Ülke basınında
da “Barajlar Kralı” ilan edildi. Bu, bir “sevgi
üniforması”ydı.
AP, 1965 yılının sonbaharında yapılan
Milletvekili Genel Seçimleri’nde yüzde 53
oy oranıyla TBMM’ye “İktidar Partisi” olarak girince, Sayın Süleyman Demirel, 40
yaşında ilk hükümetini kurdu. Dolayısıyla,
Türkiye’nin en genç başbakanlarından oldu.
Bundan sonra, büyük, mâmur ve müreffeh
Türkiye’yi yaratmak için büyük bir gayretle
emek vermeye başladı.
“Yoksulluk, fakirlik ve çaresizlik, benim
ülkemin kaderi olmamalıdır”, ana felsefesiydi. Ülke, her alanda kalkınma istiyordu.
“Herkes Okuyacak; Şehirde Ne Varsa,
Köyde de O Olacak” İdealini, Büyük
Ölçüde Gerçekleştirdi
Sanayide, tarımda, sağlıkta, eğitimde ve
ulaşımda yüzyılların ihmalinin giderilmesi
bekleniyordu. Sayın Demirel’in Üstlendiği Başbakanlık erdemli, büyük bir görevdi.
Beklenen görevler zordu ama, başarılmaz
değildi. Böyle inandı, çalışmaya koyuldu
ve büyük başarının yolunu açıp, ülkeye sulamalar, barajlar, fabrikalar, enerji tesisleri,
yollar, havaalanları, limanlar, sağlık ve eğitim tesisleri ile üniversiteler kazandırdı.
İstanbul’da, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan
ilk Boğaz Köprüsü’nü pek çok muhalifine
rağmen yaptırdı. İnsanların “çimerek”, hay-
İstanbul’da, Avrupa’yı Asya’ya
bağlayan ilk Boğaz Köprüsü’nü pek
çok muhalifine rağmen yaptırdı.
İnsanların “çimerek”, hayvanların
yüzerek geçtiği nehir geçitlerini,
modern köprülerle donattı. Harran
ovalarında su ararken ölüp, yere
düşen kuşlara ve fakir insanlara
hizmet için Fırat’ı yatağından
yüzlerce metre yukarı taşıyıp,
sulamalara ve enerjiye yöneltti.
vanların yüzerek geçtiği nehir geçitlerini,
modern köprülerle donattı. Harran ovalarında su ararken ölüp, yere düşen kuşlara ve
fakir insanlara hizmet için Fırat’ı yatağından
yüzlerce metre yukarı taşıyıp, sulamalara ve
enerjiye yöneltti.
“Süleyman Şah, Fırat’ta boğuldu;
Süleyman Demirel de Fırat’ı boğdu”
Keban Barajı’nın temeli atılırken, Elazığ
halkı, işte böyle sesleniyordu.
Türkiye’nin, sulanabilir arazisinin yarısı
sulandı. Bunlar için barajlar, göletler, yeraltı
suları ve göller devreye sokuldu.
“Herkes okuyacaktır.” ve “Şehirde ne
varsa, köyde de o olacaktır.” ideali, büyük
ölçüde gerçek oldu.
Köylünün kentinde sadece iki orta okul
varken, şimdi her kasabasında orta okul, lise
kuruldu. Elektriksiz, susuz, yolsuz, telefonsuz ve televizyonsuz köy kalmadı. Bu arada,
her yerleşim birimi, sağlık merkezine kavuştu.
Malda, mülkte hiç gözü olmadı. Çünkü
hep, millet ve devlet için çalıştı. 50 yıllık
hizmet süresinde, büyük dar boğazlarla
karşılaştı. 7 defa iktidar oldu, 6 defa muhalefete düştü. On yıllık siyaset yasağını,
7 yıl sonra bir referandumla aşıp, tekrar
Meclis’e girdi.
9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman
Demirel, Büyük Atatürk’ü Daima
Rehber Aldı
Ağabeyim, 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel, 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında, yarım asır boyunca ülkesinin hizmetinde
bulundu.
• 5 yıl Genel Müdürlük,
• 21 yıl Milletvekilliği,
• 21 yıl Parti Genel Başkanlığı,
• 12 yıl Başbakanlık,
• 7 yıl Cumhurbaşkanlığı,
• 10 yıl Muhalefet Liderliği yaptı.
Fotoğraflar: Hulusi Turgut Arşivi
7 yıl süren siyasi yasaklılık döneminde, hep demokrasiyi savundu. Büyük
Atatürk’ü daima rehber aldı. O’nun gösterdiği hedefe, sadakatle bağlı kaldı. Kısacası; Cumhuriyetin ve demokrasinin
simgesi ve ülkenin bütün vatandaşlarına
örnek oldu.
Ağabeyim Süleyman Demirel’in, İslâmköy’ün kerpiç evinden, kerpiç okulundan,
uygar bir mücadele ile başbakanlığa ve
cumhurbaşkanlığına ulaşabilmesi büyük
olaydı.
Bu yol, herkese açıktır...
İTÜ’lü Cumhurbaşkanımız,
“Üniversitelerimiz; Milletimizin Deniz
Fenerleridir” Diyordu
Cumhurbaşkanımız, 1965 yılında başbakanlık görevine başladığı sırada, ülke
çapında sadece İstanbul ve Ankara Üniversiteleri ile İstanbul Teknik Üniversitesi
faaliyetteydi. Atatürk, ODTÜ, Karadeniz
Teknik ve Ege Üniversiteleri ise kuruluş
aşamasındaydı.
Sayın Demirel, Türkiye’nin üniversitelerini şöyle tanımlıyordu:
“Üniversitelerimiz; milletimizin deniz
fenerleridir.”
Evet, o deniz fenerlerinden birisi de,
mezunları arasında bulunduğumuz İstanbul Teknik Üniversitesi’ydi. Hem başbakanlığı, hem de cumhurbaşkanlığı döneminde, kendi Üniversitesiyle yakından
ilgilendi. Yeni tesislere kavuşması için
çok büyük çaba harcadı. Bunun için,
özel sektörde önemli konumlara gelmiş
olan mezunlarını göreve çağırdı. Kısacası
Cumhurbaşkanı Demirel, İTÜ’nün çağdaş
bir yapıya sahip olması için adeta seferber oldu. İşte o seferberlik sırasında “Yapıda, bizim de tuğlamız bulunsun” misali,
Maslak Kampüsüne “Şevket Demirel Yurt
Binası” armağan ettik. Bütün bu çabalar,
Üniversitemiz ile helalleşmek içindi.
Bu vesile ile İTÜ’lü ağabeyim, Cumhurbaşkanımız, merhum Süleyman Demirel’i rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum.
itü vakfı dergisi 103
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“Denge adamı, çözüme derhal
odaklanabilen pratik zekâ…”
ÇÇ Y. Müh. Akad Çukurova
İTÜ’ lüler Birliği Derneği Eski Başkanı
S
ayın Süleyman Demirel, son 50
yıllık siyasi hayatımızın en önemli
aktörlerinden biri, belki de birincisidir.
Ancak siyasi kişiliği kadar mühendisliği ve
bilhassa suculuğu öne çıkar. O dönemde
mühendis yetiştiren tek üniversite İTÜ
olduğu için Demirel'in mühendisliği hep
İTÜ ile birlikte anılmış, kendisi de gerek
İTÜ ile gerekse Derneğimizle ilişkisini
sürekli ve sıcak tutmuştur. Bizim
Derneğimiz, yani eski ismiyle Türk Yüksek
Mühendisleri Birliği, bugünkü adıyla
İstanbul Teknik Üniversiteliler Birliği (kısa
adı Birlik) İTÜ’lülerin en eski ve köklü
örgütü olduğu için, Cumhurbaşkanlığı
ve sonrası döneminde bizimle çok
yakın ve sıcak ilişkileri olmuştur.
Sayın Demirel, Derneğimizin tek onur
üyesidir ve bu unvan Cumhurbaşkanlığı
döneminde oybirliği ile verilmiştir.
Dernek ve Vakıf yöneticilerimiz her
yıl kendisini gerek Cumhurbaşkanlığı
makamında, gerekse Güniz Sokak’ta
ziyaret etmeyi gelenekselleştirmişler ve
Cumhurbaşkanlığı sonrasında her yıl bir
kez "Cumartesi Söyleşileri" kapsamında
kendisini İTÜ Evi’nde konuşmacı olarak
ağırlayarak onun, görüş, düşünce
ve anılarını üyelerimizle paylaşmasını
sağlamışlardır.
104 itü vakfı dergisi
Sayın 9. Cumhurbaşkanımızın
Derneğimize gelişi bayram gibi olurdu;
Derneğimizin bulunduğu Büklüm
Soka’taki evlerin pencerelerine çıkan
komşular, "Hoş geldiniz Sayın Demirel"
diye tezahürat yaparlar, o da, meşhur
şapkasını sallayarak karşılık verirdi.
İTÜ Evi’nin giriş katında düzenlediğimiz
"Gümüşsuyu Restoran"ın açılışını da Sayın
9. Cumhurbaşkanımız gerçekleştirmişti.
Konferans salonundaki toplantılardan
birinde bir üyemizin "Geriye dönüp
baktığınızda, hiç hata yapmış olduğunuzu
düşünüyor musunuz?" şeklindeki
sorusuna "Çok… Ancak, şuna emin
olunuz ki, hepsini vatanım ve milletim için
en doğrusudur diye inanarak yaptım." diye
cevap vermişti.
Sayın Demirel ilk başbakan
olduğunda ben Üniversite son sınıftaydım.
İTÜ’lü başbakan sıfatıyla İTÜ Bayramı
kutlamalarına katıldılar ve Maçka’daki
konferans salonunda bir konuşma
yaptılar. Bizler de önceden hazırladığımız
pankartları açarak protesto gösterisinde
bulunduk. Polis salonda müdahalede
bulunmadı, tören sonunda sokakta
müdahele etti. Sanıyorum seçerek birkaç
kişiyi aldı, kısa süre sonra bıraktı. Ertesi
gün gazetecilerin sorusuna karşılık
Sayın Demirel, kendisini protesto
edenlerin Teknik Üniversiteli olmadığını,
gözaltına alınanlar arasında hiçbir
Teknik Üniversiteli’nin bulunmadığını
söyledi. Şimdi geriye baktığımda, yıllar
önce bile daha fazla hoşgörü, sevgi
ve anlayış olduğunu görüyorum. Buna
şiddetle ihtiyacımız var; zira gençlik
demek heyecan demektir, insanlar
zamanla değişiyor, olgunlaşıyor, görüşler
ve değer yargıları değişebiliyor. Yıllar
önce, gençliğinde Başbakan Demirel'i
protesto eden ben, Sayın Demirel'in
Cumhurbaşkanlığındaki ilk yıllarına
paralel olarak başlayan, İTÜ’lüler Birliği
Derneği’ndeki 18 yıllık aktif yöneticik
dönemimde , sayın 9. Cumhurbaşkanımızı
daha yakından tanıma imkanını
bulduktan sonra, siyasal düşüncelerimde
hiçbir değişiklik olmadığı halde, ona
hayran olabiliyorum ve sonsuz saygı
duyabiliyorum.
Sanıyorum 1996 yılıydı. Her yıl bir balo
düzenleyerek Teknik Üniversite camiasını
buluşturmayı planladık. Sayın Demirel
Cumhurbaşkanıydı, kendisini onur
konuğu olarak davet ettim ve programına
uygun olan tarihi belirlemelerini
arzettim. Galiba çok yoğundu ki, bir
süre beklettikten sonra yakın bir tarihi
bildirdiler. Ancak o tarih için büyük
otellerin hepsi doluydu. Durumu anlatarak
tarihi biraz öteleyip öteleyemeyeceğimizi
sordum. Bir an düşündüler ve "Bizde
yapalım" dediler. Ve biz, İTÜ’ lüler
Birliği Derneği, benim hatırladığım ilk
balomuzu Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı
salonlarında yaptık. Çok görkemli bir
gece oldu, çok gururlandık. Yeni seçilmiş
olan Rektörümüz ve YÖK başkanı da
konuğumuz oldular. Sayın Demirel,
sonraki balolarımızı hep onurlandırdılar,
ta ki sağlık sorunları oluşuncaya kadar.
Bu toplantılar bir süreden beri artık
yapılmıyor.
İTÜ Geliştirme Vakfı’nın, yürürlükte
bulunan Vakıf Senedi uyarınca Vakıf
başkanının Rektör olması gerekirken,
eski rektörün Vakfın başkanlığını
bırakmak istememesi sebebiyle bu Vakıf
çerçevesinde 2004 yılında yaşanan
tartışmalar, hem Üniversitemizin
saygınlığına hem de Vakıf faaliyetlerinin
yürütülememesine ve hizmetin zarar
görmesine yol açar boyutlara geldiğinden,
Dernek olarak duruma müdahale
etmek gereğini hissettik. Camiamızın
bazı saygın abilerinin de teşvikiyle,
sorunu çözmek için arabuluculuğa
niyetlendik. Durumu Sayın Demirel'e
arzettim, zaten önceden gelişmelerden
bilgi sahibi idiler. Onaylarını aldım,
tarafları, Sayın Demirel'in başkanlığında
ve arabuluculuğunda Gümüşsuyu
Restoranımızda toplanarak konuyu
tartışmaya ve bir anlaşma zemini aramaya
davet ettik. Eski Rektör Gülsün Hanım
ekibinden sadece Sayın Erol Üçer
toplantıya katılacağını bildirince, eşitlik
sağlamak için karşı gruptan da sadece
bir kişinin katılmasını kararlaştırdık.
Gümüşsuyu Restoran'ı kapattık; bir
yuvarlak masada, ortada Sayın Demirel,
bir tarafında Sayın Erol Üçer, öbür
tarafında sayın Rektör Faruk Karadoğan,
karşısında, evsahibi ve gözlemci olarak
ben oturduk. İki saat süresince hem
yemek yedik, hem de taraflar tartıştılar.
Konferans salonunda yapılacak
sohbet toplantısının vakti yaklaşmıştı…
Sonunda Sayın Demirel, "Bir anlaşma
sağlayamayacağımız hususunda anlaşmış
bulunuyoruz!" diyerek masadan kalktı;
konferans salonuna yöneldi. Camiadaki
grupsal şartlanmışlık öylesine yoğundu
ki, o denge adamı, çözüme derhal
odaklanabilen pratik zeka, siyasal deha,
iki tarafı da kırmayacak bir çözümün
olanaksızlığını görmüş, herhangi bir
öneride veya yönlendirmede bulunmaktan
vazgeçmişti.
Derneğimizin onursal üyesi, Sayın 9.
Cumhurbaşkanımız, bir süredir zorunlu
olarak Derneğimizdeki sohbetlerden bizi
mahrum bırakmıştı. Onunla, Türk siyasi
hayatı son büyüğünü de kaybetmiş
olmaktadır. İTÜ camiası da, Türk politika
dünyası da, onu çok özleyecek ve
arayacaktır.
“DSİ’de Personele Geniş Ufuklar ve
Hedefler Veren Bir Lider”
ÇÇY. Müh. Mustafa Müfit Kulen,
İTÜ’50
Eski DSİ Genel Müdürü (1974-1976)
Ü
lkemizin ve milletimizin kalkınmasında
en önemli rolü bulunan su kaynakları
gelişmesinin gerçekleştirilmesi, genç
Cumhuriyetimiz, devletimizce kurulmuş olan
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından
yürütülmekte idi.
Bu hizmetin yapılmasında en
önemli unsurun bilgili, tecrübeli
ve çalışkan bir kadronun
oluşturulması, eldeki personel
ve imkanların kısıtlılığı nedenleri
ile beklenen ve ümit bağlanan
sonuçların yerine getirilmemiş
oluşu doğal idi. 1955 yılında
Devlet Su İşleri Genel Müdürü
olarak atanan enerjik, ileriyi
gören ve geniş perspektifi olan genç bir
mühendis merhum Süleyman Demirel’in
Devlet Su İşleri’nin başına gelmesi ile o güne
kadar atılım yapılması dönemine girilmişti.
Yeni Genel Müdürümüz olan enerjik, uzun
vade görüşü bulunan ve mesleki yeteneklere
açık, personele geniş ufuklar ve hedefler
veren bir lidere kavuşan Devlet Su İşleri,
kuruluşunda yeni bir atılım başlatmıştır.
Sayın Genel Müdürümüzün kadrosuna
su kaynaklarının geliştirilmesinden,
ülkenin su potansiyelinin belirlenmesi,
bu kaynakların geliştirilmesinde değişik
alternatiflerin ekonomik teknik ve
mali rantabilitesinin çıkarılması, yeni
sistemlerin irdelenmesi ve ülke imkanları
ile nasıl karşılanacağına dair çalışmaların
yapılması, değerlendirilmesi düzeni, bütün
çalışma guruplarımızca benimsenmeye
başlanılmıştır.
En önemli anlayış, Genel Müdürümüz
tarafından, su kaynakları geliştirilmesinde
yapılan planlama çalışmalarında o zamana
kadar kullanılmayan metaplanlama
çalışmalarına geçilmesi olmuştur.
Su kaynakları geliştirilmesinde sadece
kağıt üzerinde yapılan, özellikle sulama
projelerinin teknik, ekonomik ve mali yönden
projelerin fizibilite çalışmaları ile proje
çözümü yapılması, projelerin sıralandırılması
yerine, projelerin uygulanmasında,
sıralandırma ve projelerinin önceliklerinin
seçilmesi, projeden faydalanacak
vatandaşların projeye olan ilgisi, toplumun
projeye yönelik davranış biçimi gibi yönlerin
değerlendirilmesi, projede rekreasyon
gereksinimlerinin belirlenmesi, doğa ve
balıkçılık yönlerinin incelenmesi konuları ele
alınmaya ve değerlendirilmeye başlanmıştır.
Artık sadece inşaat mühendislerinin
çalışmaları yerine makina,
elektrik elektronik, ziraat, orman
mühendisleri ile, ekonomist,
finansal uzmanlar, sosyoloji,
davranış biçimi, pazarlama
uzmanları ve diğer disiplin uzmanları
aynı projede müşterek çalışarak,
planlamadan, metaplanlama
yapılması yoluna geçilmiştir.
Merhum Süleyman Beyefendi,
bu çalışma düzenini kurmaya ve bunun
uygulanmasına öncülük etmiş ve bu projenin
fizibilite raporunu bizzat kendisi inceleyerek
eksiklerinin tamamlanmasını sağlamıştır.
Kendisi, çalışanlarının sosyal hayatını
yakından takip eder, öğütler verir ve
mümkün olan çareleri bulur idi.
Bir ufak hatıramı arz etmek isterim:
1976 yılı, DSİ Bölge Müdürleri toplantısını
her yıl olduğu gibi şereflendirmiş ve Genel
Müdür olarak kendisine yıllık program ile
o zaman aktüel olan Aşağı Fırat Projesi'ne
ait yapmakta olduğumuz çalışmaları arz
etmiş idim. Kendisi çok memnun kalmış ve
toplantı sonrasında çalışma arkadaşları ile
Genel Müdürlük odasına teşrif etmiş ve bana
“Müfit, bu projede ben de mühendis olarak
çalışmak ve size yardım etmek isterim, beni
kadronuza alır mısın?” demişler idi. Ben
“Efendim, bu bizim için onurdur ancak,
bizim talebimiz, zat-ı alinizin Başbakan
olarak bize direktiflerinizi iletmeniz ve
tıkandığımız yerlerde bize yardımcı olmanızı
dileriz.” demiştim.
Sayın Süleyman Demirel’in , ülkemiz için
pek çok hizmetleri geçmiştir. Ben sadece
onun emrinde mühendis ve Genel Müdür
olarak ona hizmette kusur etmediğimi
ve kendisini hep rahmetle yad ettiğimi
söylemek isterim.
itü vakfı dergisi 105
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
“DSİ Türkiye’nin bir gurur organizasyonudur”
ÇÇ Y. Müh. Akif Özkaldı
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı
9
. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman
Demirel’in benim için birkaç açıdan
önemi vardır. Öncelikle kendisi mezunu
olduğum İstanbul Teknik Üniversitesi
İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunudur.
Sayın Cumhurbaşkanımız ile bir
diğer ortak yönüm ise; ABD‘de eğitim
almış olmasıdır. Kendisi İstanbul Teknik
Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden 1949'da
mezun olduktan sonra aynı yıl Elektrik
İşleri Etüd İdaresinde göreve başlamış,
Sulama ve elektrik konularında araştırma
yapmak üzere ABD'ye gönderilmiştir.
Yurda dönmesinin ardından, kendisine
"Barajlar Kralı" unvanını getirecek
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne
atanmıştır. Barajlar Dairesi
Başkanlığından sonra 1955'te Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü'ne getirilen
Sayın Demirel, 4. Genel Müdür olarak,
çok sayıda baraj ve sulama projesini
hayata geçirmiştir.
Genel Müdürlük yaptığı dönemde
özellikle barajlar konusunda büyük
atılımlar yapılmış, o günlerde ülkemizin
kalkınması için ihtiyaç duyulan enerji
ihtiyacını sağlamak üzere Hidroelektrik
Santrallar, Sulama tesisleri, İçmesuyu
tesisleri inşaa edilmeye başlanmış,
ülkemizin en büyük Entegre Kalkınma
Projesi olan Güneydoğu Anadolu
Projesi'nin (GAP) ilk temelleri atılmıştır.
O yıllarda bizzat kendisinin kaleme aldığı
Hidrolik El Kitabı, DSİ mühendislerine
halen faydalı olmaya devam etmektedir.
DSİ Genel Müdürü olduğum 2011
yılında benim de çok önem verdiğim
GAP Projesi'nin geçmişten geleceğe
tarihçesini anlatan "GAP Kitabı"
hazırlattım. Kitap tamamlandıktan sonra
Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel’i Güniz
Sokak’taki evinde ziyaret ettim. Kendisine
hem yeni hazırladığımız GAP kitabını hem
de diğer yayınlarımızdan takdim ettim.
O andaki mutluluğu daima hatırımdadır.
Kendisi eserden dolayı teşekkür ettikten
sonra halen takip ettiği bazı DSİ projeleri
hakkında benden bilgi aldı. Hafızasının ne
kadar güçlü olduğunu, projeleri ne kadar
106 itü vakfı dergisi
yakından takip ettiğine hayretle o gün
şahit oldum.
O günkü sohbetimizde bana “DSİ,
Türkiye’nin bir gurur organizasyonudur ve
Türkiye DSİ gibi bir teşkilâta sahip olduğu
için gurur duymalıdır, nitekim duyuyor. DSİ
Teşkilâtı geçen 57 yıl zarfında kazanmış
olduğu tecrübeyle ülkemize önemli
hizmetler vermeye devam edecektir.
Halihazırdaki birikim çok önemlidir.
Türkiye bu birikimden faydalanmalıdır.
DSİ denildiği zaman, gurur verici işler
akla gelir. 57 yıl içerisinde DSİ büyük bir
teşkilât olmuştur” diyerek sözlerini şöyle
sürdürdü:
“Benim dönemimde DSİ’nin gerek
bölgelerde gerekse de merkezinde Etüd
Plan Dairesi’nde 3 – 4 mühendis vardı.
İnşaat Dairesi’nde aşağı yukarı 6 kişi vardı.
Ben çok sayıda mühendis aldım. Bunları
iyi eğittik ve sonradan bu mühendisler
teşkilâtı taşıyacaklardır. Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğü sadece inşaat
mühendisleri ve su mühendislerinden
müteşekkil bir teşkilat olmamalıydı;
ziraat mühendisleri, ziraat ekonomistleri,
orman mühendisleri de bunun içine
girmeliydi. Ziraat mühendisleri, orman
mühendisleri teşkilât içerisine tarafımdan
konulmuştur. Ayrıca iktisat okumuş
gençler bu teşkilatın içine girmeliydi,
girdiler de. Sonra zaman içerisinde biz
DSİ Teşkilâtı geçen 57 yıl
zarfında kazanmış olduğu
tecrübeyle ülkemize önemli
hizmetler vermeye devam
edecektir. Halihazırdaki
birikim çok önemlidir.
bir taraftan havza amenejmanlarına girdik
yani yabancı mühendislere yaptırdığımız
işleri kendimiz yaptırmaya başladık,
onlardan da gene yararlanmaya devam
ettik. Elimizde epeyce amenajman projesi
geçti. 60’lı yıllardan sonra da yaptırdığımız
en önemli proje Dicle – Fırat Havzası
Projesi’dir.” Buradan da anlıyoruz ki DSİ,
bugünkü güçlü hale gelirken o yıllarda
imkansızlıklar içerisinde çok başarılı
çalışmalar yapmıştır.” dedi.
DSİ’nin bugün de çok büyük
faaliyetler yerine getirdiğini vurgulayan
Demirel; ”Avrupa’nın yedinci en
büyük barajı olan Ermenek Barajı ve
HES’in, dünyanın kendi kategorisinde
altıncı yüksek barajı olan Deriner
Barajı ve HES’in, kendi kategorisinde
Avrupa’nın en yüksek barajı olan
Çine Adnan Menderes Barajı ve
HES’in tamamlandığını; Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’ne, Akdeniz’e
Döşenecek Askıdaki Boru Hattı ile
Su İletimi Projesinde ciddi adım
atıldığını; sulama, hidroelektrik
enerji, tarım, kırsal ve kentsel altyapı,
ormancılık, eğitim ve sağlık gibi
sektörleri kapsayan GAP’ta ciddi
ilerlemeler sağlandığını, sulama suyu
ve içme suyu temini kapsamında
tünel projelerinde de ciddi çalışmalar
gerçekleştirildiğini; dünyanın ve ülkemizin
sayılı uzun tünellerinin ülkemize
kazandırıldığını, Afrika ülkelerine de
altyapı desteği verildiğini görmekten
büyük mutluluk duyuyorum.”dedi.
Ben de kendisine ülkemize
büyük yatırımlar ve kalkınmaya ciddi
ivme kazandırmış bir şahsiyetle bir
arada bulunmaktan, engin bilgi ve
tecrübelerinden yararlanmaktan büyük
gurur duyduğumu ifade ettim.
Kendisi ile daha önce Ankara Büklüm
Sokak’taki İTÜ Evi’nin bir programında
yine birlikte olmuştum. O zaman da kendi
arkadaşlarına olan ilgisi ve muhabbeti
beni çok etkilemiştir. Bizler için DSİ Genel
Müdürümüz, eski Başbakanımız ve 9.
Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman
Demirel’i ülkemize kazandırmış olduğu
ve burada sayamayacağımız kadar çok
sayıdaki hizmetlerinden dolayı rahmetle
ve minnetle anıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel ve Mensubu Olmaktan Gurur Duyduğu
İstanbul Teknik Üniversitesi
ÇÇ Dr. Aylin Cesur
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in
Özel Doktoru ve Başdanışmanı
T
ürkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel, 1924 yılında
Isparta’nın İslamköy’ünde doğdu. Hayatına
şekil veren, doğduğu köyün ve Anadolu’nun
koşullarıydı. Çocukluğu, Kurtuluş Savaşı’nda
ve Çanakkale’de savaşan babasının
kahramanlık hikayelerini dinleyerek ve
Cumhuriyet’in kurulmasında milletimizin
fedakarlıklarını öğrenerek geçti.
Mühendislik eğitimini seçmesindeki
nedeni; “arpa harmanı sırasında,
İslamköylülerin; “Şu kuruyan yeşil ovaya,
Palatır’ın ardından (karşı dağların arkasından)
su gelir mi-gelmez mi” arayışları olduğunu
söylerdi. Okula gitmezken anasının
eve taşıdığı sularla kollarının uzadığını
düşündüğünü ve bundan o yaşta büyük
ıstırap duyduğunu da anlatırdı. Su mühendisi
olma kararı, eğitimi sırasında gelişecekti;
ancak, temelleri çok küçük yaşlarda atılmıştı.
Köyü ve büyük şehirler dışında
Türkiye’nin her yeri karanlıktı. Köylülerin o
dönemde,“acaba ışık bizim köye gelir mi”
diye merak bile edemeyecek kadar umutsuz
olduklarını anlattığında,“peki siz de mi
umutsuzdunuz” diye sordum; şöyle yanıtladı:
“İçimden şöyle diyordum: O şehirde yanan
ışık, burada olacak; anamın ve köylülerin
uzayan kollarına da Palatır’ın ardından
gelecek su, derman olacak, bir yolu vardır
bunun! Biz, köylünün ıstırabını, fukaralığını
bilerek büyüdük. Allah bize, o dağın
arkasındaki suyu getirmeyi nasip etti. Yalnız
o ovaya değil, Türkiye’mizin pek çok ovasına
getirdik suyu! Önce okuyacaktık. Savaş
yıllarında, önce Mühendis Mektebi, sonra
İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi olduk,
geldiğimiz şartları değiştirme ve yoksulluğa,
fukaralığa karşı mücadele etme gücünü de
önce okuduğumuz okuldan aldık”.
1949’da İTÜ’den mezun olduğunda ideali,
Türkiye’nin her tarafına gidilebilmesiydi.
Tüm ovalar sulanmalıydı. Köyler,
kasabalar ışıklanmalı ve aydınlanmalıydı.
Türkiye sanayileşmeliydi. Bütün bunların
olabilmesi için öncelik, tüm çocukların
okuyabilmesiydi.
İTÜ’nden mezun olmasıyla birlikte,
Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde göreve başladı.
EİEİ, Atatürk’ün Celal Bayar’a söylediği
“gölet” yapma projesinin ardından, 1936’da
kurulmuştu.
1949’da ABD’ye devlet tarafından
gönderilen ilk Türk Mühendisi oldu. Üç
gün boyunca bir taşın üzerine oturarak
incelediği ve bizde de olmalı diye
hedeflediği Colarado şehrindeki Boulder
Barajı’nı anlatmıştı.
Seyhan Barajı’nın yapımında mühendis
olarak bulundu. 1954’de DSİ Barajlar Dairesi
Başkanı oldu. 1954-1955 yılları arasında da
ABD’de barajlar, sulama ve elektrifikasyon
konularında ihtisas yaptı. Oradaki aldığı
eğitimin en önem verdiği parçasının ise;
“refahın, sadece altyapı hizmetleri ile değil,
aynı zamanda refah getirdiğiniz insanların hür
ve serbest olmasından geçtiğinin önemini
anlaması” olduğunu söylerdi.
1955’de de 30 yaşında iken Genel
Müdürü olduğu DSİ’nin kapısına; “Görevimiz;
Türk insanının muhtaç olduğu suyu
bulmaktır” yazdı ve o suyu buldu.
1950 yılında nüfusumuzun % 80’inin
yaşadığı 40 bin köyün 33 bininde temiz
içme suyu yoktu. İlk hedefi, köylere içme
suyu götürmek oldu. O günlerde gittiği
Bolu’nun Ömerefendi Köyü’nde köylüden
içme suyu getirmelerini istemiş. Rengi
sapsarıymış ve gırtlağı da yakıyormuş.
Yine Uşak’ın Karahallı ve Uluğbey
köylerinde de insanlarla hayvanlar aynı
yerden, kıştan kalma su birikintisinden su
içmek mecburiyetindelermiş. Anadolu’daki
bu çaresizliği üzülerek anlatırdı.
Kendisini Baraj yapmaya götüren sebep
ise, acı kurağın, zifiri karanlığın ıstırabından
milletini kurtarmaktı.
Üçüncü önemli görevi sulama idi.
“Türkiye’de sulama yapmak, coğrafi, içtimai
ve iktisadi bir zarurettir” diyordu.
1965 Yılında Başbakan oldu ve siyaset
hayatı boyunca Türkiye’nin her yerine su,
elektrik ve okul-üniversite götürme hedefini
hep en önde tuttu. Kendisini siyasete itenin
ise, 1960 öncesi başladığı işlerin yarım
kalması olduğunu söylerdi.
Rüyası; “Büyük Türkiye” idi. “Eğitimden
sağlığa, sanayileşmeden tarıma, sulamadan
enerjiye, iletişimden ulaşıma projelerle
bezenmiş bir Türkiye”.
1965-71 yılları, Türkiye’nin en parlak
dönemi oldu ve % 5 enflasyon ve % 7
kalkınmayı sağlayarak, Keban Barajı’na,
Boğaziçi Köprüsü’ne ve pek çok elektrik
santrali ile fabrikalara, yollara ve dev eserlere
imza attı. Ardından Karakaya, Atatürk, Birecik
Barajı ve Urfa Tüneli, Fındıklı Barajı, Karkamış
Barajı, Deriner Barajı ve yüzlercesine…
‘Barajlar Kralı’ unvanını aldı.
Hizmete başladığı 1950 Türkiye’sinin
Soldan sağa: Prof. Dr. Gülsün Sağlamer, Dr. Aylin Cesur, Süleyman Demirel, Prof. Dr. Muhammed Şahin ve Semra
Özal 237. İTÜ Günü töreninde, 20 Mayıs 2011.
itü vakfı dergisi 107
DEMİREL'İ ANLATIYORLAR
su-hidroelektrik potansiyeli bilinmiyordu.
Toprakları susuz, insanları susuz, ülke
karanlıktı, 13 köyünde elektrik vardı. Seller,
ovalara, şehirlere zarar veriyordu. 50 yılda
578 Baraj ve gölet inşa eden DSİ ile haklı
olarak gurur duydu. 260 milyon tarım ve 85
milyon dönüm sulanabilen arazisi ile 135
elektrik santrali ve sulardan elde edilebilen
45 milyar kwh elektriğiyle, 212’si büyük 562
barajı ve 1000’e yakın göleti ile yine gurur
duydu. Bataklıkları nasıl kuruttuklarını, su
taşkınlarından şehirleri, köyleri nasıl korunur
hale getirdiklerini, 25 bin köye getirdikleri
içme suyunu anlatırken gözleri parlar, 35 bin
köyün tümüne götürülen elektriği anlatırken
övünürdü.
Keban Barajı’nın üzerinden 50 sene
sonra dahi uçakla geçerken, Boulder
Barajı’nda taşın üzerinde oturduğu o günleri
anımsar ve hislenirdi, sevinçle gözleri dolardı.
Bana bakardı, ne düşündüğünü bildiğimi
bilir ve mutluluğunu paylaştığımızı görerek
huzurla gülümserdi.
Sayın Cumhurbaşkanı’mıza göre
GAP; Cumhuriyet Türkiyesi’nin en büyük
eseridir. Dünyadaki kalkınma projelerinin en
büyüklerinden biri olan GAP, odağına insanın
refahını ve mutluluğunu alan, Dicle ve Fırat
üzerinde 22 baraj ve 10 hidroelektrik santrali
ve sulama tesislerinin yanı sıra, kentsel,
kırsal, tarımsal altyapı, sanayi, eğitim,
ulaştırma, sağlık, konut, turizm ve diğer
sektörleri de içine alan, entegre bir projedir.
27 km.lik bir nehir uzunluğundaki
Bozova-Urfa Tüneli ile de GAP, Türkiye’nin en
büyük nehrinin suyunu Urfa’nın omuzundan
Güneydoğu’nun ovalarına akıtan, susuzlukla,
yoksullukla, işsizlikle, cahillikle ve çaresizlikle
mücadelenin abide eserlerindendir! Sayın
Cumhurbaşkanı’mızın tabiriyle; “Altın Çağın
Habercisi’dir, Tanrı katında kabul edilmiş
bir yağmur duasıdır ve Türkiye birliğinin
çimentosudur”.
GAP için şöyle derdi: “GAP, benim için
fevkalade büyük bir mutluluk. Bir ömre değer.
Başka bir ömrüm olsa gene buraya verirdim,
50 senedir ben bu proje ile meşgulüm”.
“Büyük Türkiye” hamlesinin gayreti bu
topraklarda verilecek, bilgi konacak, para
konacak, demir konacak, çimento konacak
en önemlisi bu güzel topraklara sevda
konacak” dediği topraklara hepsini koydu.
Yine kendi ifadesiyle “Dağları değil, çağları
deldi” ve ardından Atatürk Barajı geldi.
1992’de işletmeye açılan Atatürk Barajı’ndan
‘Dünyanın İncisi’ olarak söz eden Süleyman
Demirel O’nu; Türk Milleti, Mühendis ve
108 itü vakfı dergisi
İTÜ’nün, hizmetine verdiği 60 bin
mühendis ve mimarı ile ülkenin
imar ve inşasına katkısındaki alın
terini her platformda anlattı. Tüm
çalışma masalarında İTÜ damgalı
rozetleri, kitapları önüne ve tüm
makam odalarında İTÜ diplomasını
tam karşı duvarına ve rozeti de
yatağının başucuna koydu.
Teknisyenleri, İşçileri, Müteahhitleri’nin
gururu olarak ifade etti.
Kalkınmayı hedefledi; kalkınmanın hedefi
ise, insanın refahı ve mutluluğu idi; ülkenin
imar ve inşası ile gelecek mutluluğu..“Ülkenin
her köşesinde tek bir garip kişi ve tek bir
ücra köşe bırakmamak” hedefi. Büyük
mühendislik projeleri ile mümkün olacak bu
hedefin amacına ulaşması için gayret sarf etti
ve sayısız altyapı hamleleri ile bunu mümkün
hale getirdi.
Edirne’den Hakkari’ye asfalt yollarla,
otoyollarla donattığı ülkemizin her yerine,
hava meydanları, limanlar, üniversiteler,
demir-çelik, kağıt, gübre, tekstil, maden
fabrikaları, rafineriler, Boğaz KöprüsüKöprüler, Bolu Tüneli-tüneller, tersaneler,
hastaneler yapılmasını sağladı. Uluslararası
arenada ülkesini her alanda en iyi şekilde
temsil etti ve geleceğin temel taşı uluslararası
anlaşmalara belirleyici aktör olarak imza attı.
Cumhuriyetin en güzel eseri saydığı
“üniversiteler” ise bu topraklara bu hizmetleri
yapacak mimar ve mühendisler yetiştirecekti.
100’ün üzerinde üniversitenin kurulmasınagelişmesine imza attı. Kendisinin her fırsatta
belirttiği gibi; İTÜ bunların en başında
geliyordu. Hür üniversite, Türkiye’yi dünyanın
20 teknoloji üreten ülkesinden biri haline
getirecek çağdaş atılımlara imza atan
gençleri 21. yüzyıla uğurlayacaktı.
Beş sene DSİ Genel Müdürü, 10 sene
mühendis, 21 sene milletvekili, yedi kere
hükümet kurarak, 12 sene Başbakan ve
ardından da yedi sene Cumhurbaşkanı
olarak hizmet ettiği ömrünün çoğunda ve her
gününe şahit olduğum için şeref duyduğum
sonraki 15 yılında da hedefinden ayrılmadan
kendi çizgisinde demokrasi ve kalkınma
yolundaki hizmetlerine devam etti.
Büyük Atatürk’ün kurduğu Türkiye
Cumhuriyeti’nin bir çağdaşlık projesi
olduğunun her fırsatta altını çizdi; demokrasiye
ve Cumhuriyet’e sadakat istedi. Türkiye’nin
Birlik ve beraberliğinin, kardeşliğinin, millet
iradesinin üstünlüğünün, sosyal devletin,
kalkınmışlığın, hürriyetin, adaletin, eşitliğin,
din ve vicdan hürriyetinin, laik-demokratik
Cumhuriyet’in savunucusu oldu.
İğneden ipliğe her şeyi satın alan bir
ülkeden, kendine yetecek kadar altyapısı,
inşa gücü, sanayi tesisi ve eğitim kurumu
olan bir ülke olmasını sağladığı milletine
hizmet için ömrünü adadı. Hukukun
üstünlüğüne inandı.
Türkiye’nin girişimci gücünün ve beyin
sermayesinin önemini yılmadan anlatarak,
“Büyük Türkiye Davası”nda pay sahibi
olmalarına öncülük etti. Türkiye’nin AB’ne
girmesinin önünü açtı. Bir ömür; daha hür,
daha demokrat, daha zengin, daha güçlü ve
mamur bir Türkiye hedefine koştu.
Bir Anadolu çocuğunun Cumhurbaşkanı
makamına kadar yükseldiği 90 yıllık ömrü ile
Türk Gençliği’ne ve elbette haklı olarak en çok
da İTÜ’lülere gurur duyacakları bir örnek oldu.
Çankaya Köşkü’nü, halkla devletin kucaklaştığı
bir mekân haline getirdi ve seçildiği gün verdiği
sözünü tutarak, ülkenin her köşesinin ve
kişisinin Cumhurbaşkanı oldu.
Ülkeyi karanlıktan, insanları susuzluktan
kurtarmak için verdiği ömrünün 50 senesini,
bir ömrü daha olsa adayacağı bu hizmetleri
yapabilmesinde, “mensubu olmaktan gurur
duyduğunu” her defasında üzerine basarak
belirttiği İstanbul Teknik Üniversitesi’nden
aldığı mühendislik eğitimi ile bağdaştırdı
ve tüm bu dönemlerde de üniversitesinin
gelişimine katkıda bulundu. İTÜ’nün,
hizmetine verdiği 60 bin mühendis ve mimarı
ile ülkenin imar ve inşasına katkısındaki alın
terini her platformda anlattı. Tüm makam
odalarında İTÜ diplomasını karşı duvarına,
İTÜ damgalı rozetlerini çalışma masasına ve
yatağının başucuna koydu.
Geçmişini geleceğinin teminatı olarak
gösterdiği İTÜ’ni, cazibe merkezi bir eğitim
kurumu olarak devamı için, İTÜ’lülerin
gelecekteki kadrolarının gayretlerine
aşağıdaki sözleriyle emanet etti:
“İTÜ’lü olmak; Türkiye’nin en köklü
Üniversitesi’nde eğitim almak; Türkiye’nin
en donanımlı akademisyenleri tarafından
hayata hazırlanmak; gündemi izleyen
değil-gündemi yaratan olmak; çağdaş bilgi
ve teknoloji ile donanmak; cesareti ve ileri
görüşlülüğü ile değişimin öncüsü bir lider
olmak; yenilikçi, katılımcı, yaratıcı olmak;
durmadan araştırmak, incelemek, öğrenmek,
eleştirmek, paylaşmak; yaşamı, mesleği ve
üniversitesi ile gurur duymaktır. Benim için
bunlara ilaveten, kendine güven demektir.”
MİMARLIK
Resim 1: Panteon,
dış görünüş (Tolga
Birkandan).
Algı-Bilinç-Kültür-Bilgi:
Üç Başyapıt
Prof. Dr. Ayla Ödekan
İTÜ Mimarlık Fakültesi
Kültür yereldir, bu nedenle farklılaşır; ancak bilgi evrenseldir.
Panteon, Ayasofya ve Sinan’ın Sultan Camileri işlevsel olarak
aynı amaca yöneliktirler. Üçü de içinde bulundukları toplumun
ibadet yapılarıdır. Ancak biri pagan toplumuna, ikincisi Hıristiyan
toplumuna ve üçüncüsü Müslüman toplumuna hizmet vermek için
tasarlanmıştır. Her biri hem dinsel hem de dünyevi güçle yüklüdür
ve ait oldukları kültürleri simgeleyecek gücü taşırlar…
H
erhangi bir ürünün biçimlenmesi
uzun bir tasarım süreci sonucunda
gerçekleşir ve bir tasarımın gerçekleşebilmesi de onu üreten kişinin donanımıyla
dolaysız ilişkilidir. Kişinin tasarımını eşsiz bir
yaratıya dönüştürebilmesi için her şeyden
önce “bir şeye dikkatini yönelterek o şeyin
bilincine varması”1 gerek. Algı ve bilinci besleyecek olan toplumun kültürel birikimi ve
var olduğu zamanın düşünsel ve teknik bilgi
birikimidir. Kuşkusuz tüm bunların bileşeni
tasarımın özgün ve eşsiz olmasına gidecek
yolu belirler. Mimarlıkta tasarımı oluşturan
bileşenler, tüm diğer tasarım alanlarından
daha çeşitli ve dinamiktir. Bu bileşenlerin her
birindeki değişim mimarlık tasarımına yansır.
Kültür yereldir, bu nedenle farklılaşır; ancak bilgi evrenseldir. Panteon, Ayasofya ve
Sinan’ın Sultan Camileri işlevsel olarak aynı
itü vakfı dergisi 109
MİMARLIK
Resim 5: Panteon, oculus, iç mekâna süzülen ışık
(Tolga Birkandan) .
Resim 2: Panteon, plan-kesit, Edmund Thomas,
Monumentality and the Roman Empire. Architecture
in the Antonine Age, Oxford University Press, 2007.
Resim 3: Panteon, strüktür malzeme katmanları.
(Martin Thorpe, Roma Mimarlığı Çev. Rıfat Akbulut,
Homer Kitabevi, İstanbul, 2002).
Resim 4: Panteon, iç mekân (Tolga Birkandan)
amaca yöneliktirler. Üçü de içinde bulundukları toplumun ibadet yapılarıdır. Ancak
biri pagan toplumuna, ikincisi Hıristiyan toplumuna ve üçüncüsü Müslüman toplumuna
hizmet vermek için tasarlanmıştır. Her biri
hem dinsel hem de dünyevi güçle yüklüdür
ve ait oldukları kültürleri simgeleyecek gücü
taşırlar.
Dünyevi güç olarak Panteon Hadrianus’la Roma’nın, Hagia Sophia Iüstinianus’la
Bizans’ın, Sinan’ın Sultan Camileri Kanuni
ve Yavuz Selim’le Osmanlının gücünün simgeleridir. Yarattıkları motivasyon ve üretikleri
110 itü vakfı dergisi
işlev-strüktür-malzeme çözümleriyle bu üç
iddialı yapı aynı zamanda bir diğeri için bilgi kaynağı olmuş ve mimarlığın gelişmesine
katkıda bulunmuşlardır.
Tüm Tanrıların Tapınağı Panteon (126)
Son yapılan araştırmalara göre, bazı çatlaklar saptanmış olmasına karşın Panteon,
ibadet yapısı olarak, 2. yüzyıldan günümüze
işlevini sürekli koruyabilmiş bir yapıdır. Özellikle bu boyutlarda bir yapının inşaat tekniği
günümüz mühendislerinin ilgisini çeken bir
konudur. 19. yüzyılda mimarlıkta betonarme
kullanımı hem sağlamlık hem de mekân tasarımı açısından çığır açmıştır. Oysa, 43,3 m.
Çapında betonarme olmayan kagir kubbesiyle Panteon’u 19. yüzyıldan önce geçen
olmamıştır. Günümüzde de bu özel yerini
korur.
Panteon’un tarihçesi belirsizlikler taşır.
Birçok konu tartışmaya açıktır. Günümüzdeki
yapı üçüncü yapı olarak kabul edilir. Efsaneye göre ilk yapı Roma kentinin kurucusu
Romulus’un göğe uçtuğu yerde, bugünkü
ticaret merkezi Campo Marzo’da yapılmıştır.
Romulus’un göğe bir kartal yardımıyla çıktığı
ve Tanrılarla buluştuğu da belirtilir. Son araştırmalarda cephe alınlığında bazı deliklere
rastlanmış ve burada bir kartal kabartması
olabileceği yorumu yapılmıştır. İlk yapının
Roma’nın tanrıları Jupiter, Minerva, Saturn,
Mars vb. için yapılan ritüeller ve törenlere
ev sahipliği yaptığı anlaşılıyor. Günümüzdeki Panteon’un cephesinde sütun baştabanında yer alan yazıta dayanarak bir grup
tarihçi, ilk yapının tasarımını ve inşaatını gerçekleştirenin Marcus Vipsanius Agrippa (İ.Ö.
63-12) olduğunu ileri sürer. Agrippa, Marcus
Antonius ve Kleopatra’ya karşı Actium savaşında (İ.Ö. 31) kazandığı zaferin ardından
imar etkinliklerine girişir. Agrippa Hamamları,
Neptune Bazilikası ile birlikte Panteon’u inşa
ettirir. O dönem yapısı hakkında fazla bilgi
yoktur. T- planlı olduğu düşünülmekte ise de
son yapılan araştırmalar daire planlı bir yapı
olabileceği üzerinde durmaktadır.
Agrippa’nın yaptırdığı yapının 80 yılında
yanmasının ardından ikinci yapı İmparator
Domitianus tarafından yenilenir. O da 110
yılında yanar. Yapı günümüzdeki şeklini Publius Aelius Hadrianus (118-126) zamanında
alır ve tapınak tüm tanrılara adanır (Pan-theos). (Resim 1) Tanrı heykelleri iç mekânda
duvarda açılmış nişlerin içine yerleştirilmiştir. Tanrılara kurban edilen hayvanların dumanları ise kubbenin merkezinde oculus
Resim 6. Ayasofya, dış görünüş (Ödekan Arşivi)
olarak adlandırılan açıklıktan göğe Tanrılar
mekânına karışır. Baş tabanda bulunan küçük bir yazıtta Panteon’un 202 yılında Septimius Severus (145–211) ve oğlu Caracalla
(188-217) tarafından onarıldığı yazılıdır. 312
yılında Roma İmparatorluğu’nda Hıristiyanlığın kabul edilmesinden sonra kullanılmayan
yapı 609 yılında Bizans İmparatoru Phocas
tarafından Papa IV. Boniface’ye verilmesiyle
bu kez kiliseye dönüştürülerek Hıristiyan dininin kullanımına açılan ilk Roma tapınağı olmuş ve Bakire Meryem ve Havariler’e (Santa
Maria ad Martyres) adanmıştır. Rönesanstan
sonra da ressam Raphael Sanzio ve Annibale Carracci, heykeltraş Arcangelo Corelli,
mimar Baldassare Perruzi gibi birçok ünlünün mezarlarını da barındırmaktadır.
Panteon bataklık bir alanda inşa edilmiştir. Judland arkeoloji Enstitüsü’nün incelemesinden anlaşıldığı kadarıyla zemin mavimsi
bir nehir kilidir. Bu sorun yaratmıştır; o nedenle temelin yapım sürecinin sonuna doğru
kuzey-güney eksende çatlamalar oluşmuştur.
Ayrıca tapınağın oturduğu zemin de düz değildir. Temeli sağlamlaştırmak için Romalı ustalar bir ikinci kuşak oluşturmuşlardır ve temel
bir kaya kadar sert duruma getirilmiştir.
Günümüz Panteon’una ön cephesindeki
üç dizi korent başlıklı granit sütunla oluşturulmuş portico’dan geçilerek girilir. Eski yapıdan kalan bu bölümde 3. dizinin en önünde
8, diğer iki dizide 4’er sütun vardır. 3. yüzyıl
yapısından günümüze bazı tahripler olmuştur. Yapının dışındaki mermer parçaları eksilmiştir. Sütun başlıklarından bazıları British
Museum’da sergilenmektedir. 17. yüzyılda
VIII. Urban (1623-1644) portico’nun bronz
tavanını söktürmüş ve bronzların bir bölümü
Castel Sant’Angelo surunda kullanılmıştır.
Alınlıkta kabartmaların olduğu izlerden anlaşılmaktadır. Kabartmada bir kartal figürü
belirir.
Portico’dan geçtikten sonra 43,3 m. çapında bir yarım küreyle sonlanan daire planlı bir rotundoya geçilir. (Resim 2) 21,65 m.
yükseklikte olan rotundoyla kubbe arasındaki ilişki çok etkilidir. Kubbe merkezinden 43,3
m. olan iç mekânın yüksekliği kubbe çapına
eşittir. Böylece, iç mekânda bir küre tasarlanmıştır.
4,535 metrik ton ağırlığında kagir kubbenin yükleri 6,4 m. genişlikteki kasnaktan
8 payeye aktarılır. Kubbenin kalınlığı tabanda 6,4 m. den oculus’ta 1,2 m. iner. Kubbe-
de kullanılan malzemelerle de yükseldikçe
ağırlık azalır. En sonda oculus açıklığı kubbe
yükünü tamamen hafifletmiş olur. (Resim 3)
Payelerin aralarında diagonallerde dikdörtgen planlı, giriş dışında eksenlerde ise yarım yuvarlak planlı nişler vardır. (Resim 4)
Girişteki niş kare planlıdır. Nişlerin önlerinde
ikişer sütun bulunur. Kubbeden gelen yükler
ayrıca duvar içinde dizilen kemerlerle aşağıya doğru dağıtılmıştır. Kubbe 28 kemer ve 5
dizi yatay çemberden oluşan kare kasetlerle
bezelidir. Genelde duvar ve döşemede daire
ve kareler iç tasarımın bezeme düzenini kurgular. (Resim 5)
Kutsal Bilgelik: AYASOFYA (532-537)
Günümüzdeki yapı Bizans döneminde yapılmış üçüncü kilisedir. Konstantius tarafından
yapılan ilk Kilise (360), Büyük Kilise (Megale
Ekklesia) diye anılmaktaydı. Birinci Ayasofya
sütunlu bazilika planlı, ahşap çatılıdır. 404 isyanı sırasında yakılarak tahrip olmuştur.
Kilisenin tahrip olmasının ardından,
İmparator II. Theodosius bugünkü Ayasofya’nın yerine, ikinci Ayasofya’yı yaptırmıştır
(415). Bu kilise de bazilika planlı, beş nefli
ve ahşap çatılı bir yapı idi. Bu yapıda 532’de
itü vakfı dergisi 111
MİMARLIK
Nike ayaklanmasında yakılmıştır.
Üçüncü Ayasofya’nın inşasına ise kısa
bir süre sonra İmprator Justinianus emriyle
yeniden başlanmıştır. (Resim 6) Görkemli
bir kilise yapımı hedeflenen üçüncü Ayasofya’da kilisenin inşası için Milet’li matematikçi
İsodorus ile Tralles’li fizikçi Anthemius görevlendirilir. Ordodoks dininin en büyük kilisesi
olan yapı aynı zamanda imparatorların taç
giyme törenlerindede kullanılmıştır.
Yapımına 532’de başlanan üçüncü
Ayasofya 537’de tamamlanmıştır ve Kutsal
Bilgelik’e (Hagia Sophia) adanmıştır. İnşaatta kullanılacak malzemeyi üretmek yerine
imparatorluk topraklarında bulunan yapılardan yararlanılmıştır. Kısa sürede inşaatın tamamlanmış olmasının nedeni olarak
hazır malzemelerden yararlanılmış olması
düşünülmektedir. Örneğin, Efes’teki Artemis Tapınağı, Mısır’daki Güneş Tapınağı,
Lübnan’daki Baalbek Tapınağı. Kaplama
ve sütunlarda kullanılan taşlar kırmızı porfir
Mısır, yeşil porfir Yunanistan, beyaz mermer
Marmara Adası, sarı taş Suriye. kara taş İstanbul kökenlidir.
558 tarihindeki depremde kilisenin ana
kubbesi ve doğu bölümü etkilenir. Onarım çalışması Miletli İsodorus’un yeğeni
genç İsodorus’a verilir. Bu çalışmalarda
depremin etkisi dikkate alınarak önlemler
alınmıştır. Kubbe eğrisi kubbe tabanından
başladığı için yük dağılımı zayıf olan kubbe
bu kez 6.25 m. yükseltilmiş ve hafif malzemelerle çözümlenmiştir. Ayrıca kubbenin dışa doğru itme gücünü karşılayacak
kuzey ve güney duvarları dikleştirilmiştir;
onarım 562 yılında tamamlanmıştır. Ancak
önemli bir deprem bölgesinde olan Ayasofya, 869 ve 989 depremlerinden de etkilenmiş, İmparator II. Basil Agine ve Ani’deki büyük kiliseleri inşaa eden Ermeni mimar
Trdat’a katedrali onartmıştır. Ayasofya 6 yıl
süren onarım çalışmasından sonra yeniden
994’te açılmıştır.
Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Venedik
Cumhuriyeti’nin Doçu Henricus Dandolo komutasındaki Haçlılar Konstantinopolis’i ele
geçirip kiliseyi yağmalamışlardır. Bu olayın
ardından Ayasofya Roma Katolik Kilisesi’ne
bağlı bir katedrale dönüşmüştür (12041261). Konstantinopolisi 1261’de Bizans ele
geçirince Ayasofya Ortodoks dinine hizmet
etmeye başlamıştır. Ancak yapı çok harap
durumdadır. Bu nedenle, 1317’de imparator
II. Andronikos Palaiologos imparator olduktan sonra onarım çalışmalarını başlatmıştır.
Kuzey ve doğu kısımlarına 4 adet destek
112 itü vakfı dergisi
Resim 7: Ayasofya, plan ( Heinz Kahler, Hagia
Sophia, Frederick A. Praeger, Publishers, New
York, 1967 )
Resim 8: Ayasofya, iç mekândan görünüş
(Ödekan Arşivi)
duvarı yapılır. 1344 depreminde kubbede
çatlaklar belirir, 1346 depreminde de çeşitli bölümler çöker. Bu kez mimar Astras ve
Peralta tarafından onarıma başlanır (1354).
1453 yılında İstanbul Osmanlıların eline geçince Ayasofya camiye çevrilir. 1935 yılında
müze olana kadar cami olarak kullanılır. Osmanlı ve cumhuriyet dönemlerinde de onarımlara devam edilmiştir.
Hıristiyan mimarisinde ibadet mekânının planı olarak bazilikal plan seçilmiştir.
Bazilikal plan şeması orta ve yan neflerden
oluşur ve bu tür kiliselerde örtü eğik çatıdır.
Ayasofya mimarları bu plan şemasında kub-
beyi merkezde egemen kılmak istemişler ve
bazilikal şema ile merkezi mekânı birleştirerek kubbeli bazilika diye tanımlanacak
bir Bizans kilise şemasını oluşturmuşlardır.
(Resim 7) Orta nefin örtüsü kubbe ve yarım
kubbe olmuştur. Orta nef ayrıca çeyrek kubbelerle örtülü exedralarla diagonallerde genişletilmiştir. Yan neflerde ise çapraz tonozlu
mekân birimleri dizilidir.Kubbe ile örtülü orta
nef imparator ve din adamlarına aittir ve törenler burada geçekleştirilir. Yan nefler ve
galeri izleyicilere ayrılmıştır.
İç mekânda kubbeyle örtülü merkezi
birim kubbe kasnağındaki 24 adet pencereden gelen ışıkla aydınlanır. (Resim 8) Ayrıca kuzey ve güneyde kubbeyi taşıyan ana
kemer yayının içini örten duvar yüzeyinde
dizilen pencereler de merkezi birimdeki ışık
kaynağına katkıda bulunur.
Toplanma, Bir Araya Gelme/Namaz
Kılma Mekânı: ŞEHZADE CAMİSİ
(1543-48)
Şehzade Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan’ın ilk erkek çocuğudur. Şiirlerinden anlaşılacağı gibi en sevdiği
çocuğudur. (Resim 9) Bir şehzadeye cami
yaptırmak Osmanlı tarihinde görülmemiş bir
durumdur. Osmanlı devlet mantığı içinde bir
şehzadeye bu büyüklükte bir cami yapılmasının uygun olmadığı vurguluyan D. Kuban
külliyeyi Kanuni’nin kendisi için yapımına
başlatmış olabileceği olasılığını düşünmekte ve yapım sürecinde Şehzade Mehmed’in
ölümü üzerine çok sevdiği oğluna adamış
olabileceğini bir varsayım olarak belirtmektedir.2 Caminin yapımı için Tezkiretü’l Bünyan
1543 tarihini verir. Kıble kapısındaki yazıtta
ise yapımına 1544’te başlandığı ve 1548’de
bittiği görülür.
Külliyenin içinde avlu ve ibadet mekânı eşit iki kareden oluşur. (Resim 10) Plana
kare ve dikdörtgenlerden oluşan kesin bir
geometrik kurgu egemendir ve iç mekânın
ana öğesi kubbedir. Kubbe dört ayak tarafından taşınır. (Resim 11) Ortadaki kare planlı
hacım yarım kubbeler ve çeyrek kubbelerle
örtülü dikdörtgen planlı hacimlerle dört yöne
doğru açılmaktadır. Kare alanın köşeleri de
küçük kubbelerle geçilmiştir. Böylece iç
mekân boşluğu dört ayakla kesintiye uğramaktadır. Tüm ibadet mekânı zemine kadar
inen pencere dizileriyla aydınlanır. İç mekân
dış mekândan kopartılmamıştır. Belli bir düzeye kadar pencere aralarında kalan duvar
yüzeyi çini panolarla bezelidir. Üst yapıda
kalemişi bezeme kullanılmıştır.
Resim 9: Şehzade Camisi, dış görünüş (Ödekan Arşivi)
Değerlendirme
Konumuzun üç yapısı üç ayrı çağın sıradışı
başyapıtlarıdır. Panteon Antik Çağ’ın, Ayasofya Ortaçağ’ın, Şehzade Camisi Rönesans
Çağı’na aittir. Genelde, özellikle Ayasofya ile
Sultan Camileri, boyutsal ve etki açısından
yarıştırılırlar. Bu tür yargılar, yaratıldıkları zamanın olanakları ve deneylerden elde edilen bilgi
birikimi düşünülmeden yalnızca kişisel etkilenmeler sonucunda varılan kararlardır. Panteon’un (126) öncüleri görkemli antik çağ yapıtlarıdır. Hadrianus imparator olduktan sonra
imparatorluğun hemen hemen tüm eyaletlerini
dolaşmıştır. Bu onun geniş bir anıtsal mimarlık
kültürüne sahip olduğunu gösterir. Çok yönlü
entelektüel bir kişi olduğu söylenir. Özellikle
bir philhellenism tutkunu ve mimarlığa özel ilgi
duyan bir imparatormuş ve Roma’yı Atina’ya
benzetmek istediği için kentte imar etkinliklerini başlatmış ve Panteon’un tasarımına da katkıda bulunmuştu. Rönesans mimarı Michelangelo Panteon için duyduğu hayranlığı “insan
yapımı olamaz, melekler tarafından yapılmış
olmalı” cümlesiyle tanımlamıştır.
Hadrianus’un adını ölümsüzleştiren ve zamanında ve sonraki yıllarda ününü korumuş
bu anıt, kuşkusuz 6. Yüzyılda Roma’dan sonra
tüm Akdeniz İmparatorluğunu elde eden Bizans İmparatoru Justinianus’un hayalinde de
erişilmesi gereken bir örnek olarak varlığını koruyordu. Her ne kadar imparatorlukta çok tanrılı inanç terk edilerek tek tanrılı din kabul edilmişse de, o da Roma geleneklerini sürdüren
bir liderdi. Ataları Doğu Roma İmparatorlarıydı.
Tanrının yeryüzünde vekili niteliğini 6. yüzyılda
da korumaktaydı. O nedenle, zamanının iki
büyük bilim insanına bu görevi verdi. Tralles'li
fizikçi Anthemius ve Milet'li matematikçi İsidorus 6. yüzyılın strüktür ve teknik bilgilerini zorlayarak, hıristiyan dininin uzunlamasına ibadet mekânına, tıpkı Panteon’da olduğu gibi,
Tanrısal mekânı simgeleyen kubbeyle örtülü
hacmı yerleştirerek ikinci Akdeniz İmparatorluğunun anıtsal yapısını gerçekleştirdiler. İbadet mekânında İmparator halkıyla birlikte aynı
kilisede bulunuyor ve dinsel törene katlıyordu,
ama bazilikal planlı kilisenin orta nefi imparator ve mahiyetine ayrılmıştı ve orta nefte ilahi
güçle dünyevi güç bütünleşiyordu. Bu anlamlı
mekâna katılan mermer ve mozaik bezeme de
bütünleşmeye katkıda bulunuyordu. Kubbenin
merkezinde Pantokrator İsa mozaiği, daha
aşağılarda havarilerle ilgili mozaikler bu soyut
mekânda yerlerini almışlardı.
Anlam ve biçim ilişkisi başarıyla kurulmuştu ama o günkü tasarımcılar depremle ilgili
bilimsel verilerden yoksundular. Toplum depremin oluş nedenini yaygın olarak “İnsanların
günahlarından dolayı Tanrı’nın ilahi adaleti ile
insanları cezalandırması” olarak algılıyordu3.
Şehzade Camisi, Sinan’ın anıtsal nitelikte mekân araştırması deneylerinden ilkidir.
Kuşkusuz hem anlamsal hem de strüktürel
olarak anıtsal yapı örneği karşısında durmaktadır. Ayrıca da, Ayasofya cami olarak kullanılmaya başlandığı için, içinde de yaşayarak
mekânın anlamsal etkisini sürekli algılamıştır.
Yapının görkemini yalnızca duyumsamamış,
ayrıca ayrıntılarda dolanıp tasarımının ussal
çözümlemesini kavramıştır. Uyarlama yetisi16.yüzyıl tasarımcısı olarak güçlü ve zayıf
noktalarını analiz ederek değerlendirdiği
Şehzade Camisi’ni izleyen yapılarında ürettiği çözümlerde de izlenmektedir. İlk Beyazıd
Camisi’nde (1506) denenen Ayasofya’nın
kubbe-yarım kubbe ilişkisinin uyarlamasını Süleymaniye Camisi’nde denemiştir. En
son denemesi Selimiye’de 8 ayağa oturan
tek kubbeyle örtülü hacımdır. İç mekânın
bütünlüğünü bozan desteklerden arınmış,
duvarlara alınmış 8 destekli kubbe strüktü-
itü vakfı dergisi 113
MİMARLIK
Resim 11: Şehzade Camisi, iç mekân (Ödekan Arşivi)
Resim 10: Şehzade Camisi Plan- Kesit ( M. Sözen
v.d., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, İstanbul, 1975)
rüyle Selimiye, Ayasofya’dan çok, Panteon’la
karşılaştırılacak bir başyapıttır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın onu Şehzade
Camisi’nin yapımı için görevlendirdiğinde
Üçüncü Akdeniz İmparatorluğunun Sultanı
için, tıpkı İkinci Akdeniz İmparatorluğunun
önderi Justinianus'da olduğu gibi, bir başyapıt üretmesi gerektiğinin farkındaydı ve
doğal olarak onun da hesaplaşacağı örnek
Ayasofya olacaktı. İlk anıtsal yapı denemesinde bunu başarıyla denemiş ve Şehzade
Camisi’ni izleyen Süleymaniye ve Selimiye’de deneylerini doruk noktasına taşımıştır.
Ayasofya’nın Şehzade Camisi’nde en
önemli etkisi mekân çözümlemesinde görülür. Hıristiyan ibadet biçiminde gereken alt
yapıda uzunlamasına mekâna üst yapıdaki
merkezi mekânın oturtulması Ayasofya yapımında ve onarımlarında çalışan mimarlar
için önemli bir sorundu. Anthemius ve İsodorus’un yaptığı kubbe tabanı dolaysız ana
kemerlere oturmaktaydı ve bu nedenle kuzey-güney ekseni üzerinde itme gücünü karşılayacak destekleme zayıf kalıyordu. Kubbe
her yönden aynı derecede destek görmesi
gereken bir örtü öğesidir. Bu nedenle, genç
İsodorus kubbe biçiminde değişiklik yapıp
kubbeyi 6.5 m. yükselterek itme gücünü düşeye almaya çalışmıştı. Sonraki depremlerde de zarar gören yapıya bu kez payandalar
eklemek gerekti.
Sinan’ın anıtsal nitelikte bir cami inşa
ederken ilk düşünmesi gereken konu çok
sayıda insanın saflar halinde kıble duvarına paralel dizilerek namaz kılabileceği bir
114 itü vakfı dergisi
mekânın tasarımıdır. Anadolu Türk mimarlığında 11. Yüzyıldan itibaren kubbe, örtü
öğesi olarak giderek önem kazanmış ve Osmanlıda da mekânın ana öğesi olarak gelişme göstermiştir. Üç Şerefeli, Fatih ve Beyazıd Camileri Şehzade Camisi’nden önceki
denemelerdir. Sinan Şehzade Camisi’nde
özgün bir denemeyi gerçekleştirmiştir. Dört
yönde yarım kubbelerle destekleyerek kubbenin eğrisel örtüsünü dış duvarlara kadar
taşımıştır. İç mekânda yalnızca ana kubbeyi destekleyen dört ayak kalmıştır. Böylece
içerde etkili bir iç mekân birliği yaratılmıştır.
Pencere dizileri sayıca çoğalır ve zemine
kadar iner. Aydınlık iç mekân dış mekâna
açılır. Çini ve kalemişi duvar yüzeylerini anlamlandırır. Kubbe merkezineceli sülüs hat
kullanılarak "Besmele” ile başlayarak “Fatiha Suresi” yazılmıştır. Mekânda mistisizm
kaybolmuştur ama kutsallık egemendir.
Sinan Ayasofya’da kubbe ve yarım kubbe ilişkisini yorumladığı gibi geçiş öğeleri,
galeriler, uçan payandalar ve kuleler gibi
öğeleri de değerlendirmesini bilmiş onları
cami tasarımına uyarlamaya çalışmıştır. 4 İç
mekândaki bu geometrik kurgu dış yapının
dengeli plastik yapısına da yansır. Dışarda
revaklarla hafifletilmiş, ancak sağlam bir
kütle görünümü kazanır.
Şehzade Camisi’nde mekân düzenlemesi ve plastik değerler konusunda getirdiği yeni yaklaşımlar dışında Süleymaniye
Camisi’nde “boşluk rezonatörü“ ve keten
kaplama kullanarak akustik düzeninde de
önemli bir denemeye imzasını atmıştır.
1889 yıllık Panteon, 1478 yıllık Ayasofya
ve 467 yıllık Şehzade Camisi Roma ve İstanbul’da Akdeniz imparatorluklarının herbirinin
simge yapıları bu üç başyapıt bir diğeri için
hem motivasyon kaynağı hem de bilgi kaynağı olarak varlıklarını korumaktadırlar. Panteon, San Pietro ve Paris Panteon gibi Avrupa mimarisini gelişmesini sürekli etkilemiştir.
Ayasofya Bizans mimarlığında tek örnek
olarak kalmıştır. Bunun temel nedeni kültürel
farklılaşmadır. Justinianus dönemi Bizans’ın
Altın Çağı diye anılır. Bu durum hıristiyan
kültürü içinde Roma sivil iktidar güçünün
ağırlıklı olduğu bir dönemdir. 6. Yüzyılı izleyen yüzyıllarda Bizans İmparatorluğunda
toplumda ağırlık Hıristiyan kültürünün egemenliğine doğru kaymıştır. Sivil iktidar gücünün yerini kilise almıştır. Bu nedenle, tasarım
anlayışı farklılaşmış ve kilise mimarlığında
İsa simgesi taşıyan yunan haçı planlı şema
kullanılır olmuştur. Yapılan kiliseler de küçük
boyutlu yapılardır. Ayasofya’nın yinelenmesine gerek kalmamıştır. Sinan’ın Sultan Camileri’nin Osmanlı mimarlığı gelişme çizgisi
içinde özellikle tek kubbeyle örtülü mekân
çözümlemesine katkısı olmuştur. Batılılaşma
dönemi yapısı Nuruosmaniye’de de bunu
görmek olasıdır. Ne yazık ki Sultan Camileri,
günümüz cami tasarımında kaynak değil,
taşıdığı değerler kavranmadan “kopya”lanacak örnekler olarak durmaktadır.
Kaynaklar
1) tdk.gov.tr
2) D.Kuban, Osmanlı Mimarisi,Yem Yayın, 2007,
270-73
3) M. Bakır, “Doğa Olayı mı, Tanrı’nın Gazabı mı:
Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar?” Eğitim, İTÜ
Vakfı Yayını, 68, 2015, 58-60
4) M. Ahunbay-Z.Ahunbay, “Structural Influence
of Hagia Sophia on Ottoman Architecture,”Hagia
Sophia from the Age of Justinian to the Present,
Cambridge University Press, Cambridge, 1992,
179-194.
DEPREM
Prof. Dr. Naci Görür
Bilim Akademisi Üyesi
İTÜ Genel Jeoloji Grubunca
koordine edilen ve yürütülen
çalışmaların sonucunda
şu önemli işler yapılmış ve
sonuçlara ulaşılmıştır: Marmara
Denizi’nin tabanında İstanbul
dahil tüm Marmara Bölgesini
tehdit eden aktif bir fay
sistemi vardır. Bu çalışmalar
sırasında bu sistem ayrıntılı
bir biçimde tanımlanmış ve
haritalanmıştır…
1999 Yalova ve Düzce Depremlerinden 16 Yıl Sonra
Beklenen
Marmara Depremi
Bugüne Kadar Yapılan Deprem
Araştırmaları
999 depremlerinden hemen sonra Sismik-1, Çubuklu, Le Suroit,
Odin Finder, Urania, Le Nadir, Marion Dufrasne ve L’Atalante gibi yerli ve
yabancı gemilerle Marmara Denizi’nde
deprem araştırmaları yapıldı. Bu araştırmalar ağırlıklı olarak İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji grubu tarafından
yabancı partnerleriyle birlikte yürütüldü.
2003 senesine kadar TÜBİTAK’ın da bu
çalışmaların koordine edilmesine büyük
katkıları oldu. Çok maliyetli olan araştırmalar tamamen yurtdışı kaynaklarla finanse edildi. Maalesef, Türk hükümetleri
herhangi bir katkıda bulunmadı. Görev
tanımı içerisinde deprem araştırmaları
olan kurumlar da bu çalışmalardan uzak
durdu. Bu uzak duruş, maalesef, İTÜ’nün
1
son iki yönetimince de sergilendi. Dünyanın en ileri deprem araştırmalarının yapıldığı bu proje ne İTÜ Rektörlüğünce ne
de Deprem Araştırma Enstitüsü’nce sahiplenildi. Beklenen Marmara depremiyle ilgili uluslararası standartlarda bilimsel
veriler bu çalışmalarla üretilirken, birçok
kişi ve kurum bu verilerden yararlanmadan, araştırmaya dayalı olmayan ve kendinden menkul görüş ve bilgilerle işi idare ettiler. Maalesef, aynı tutum bugün de
devam etmektedir.
Deprem Araştırmalarının Sonuçları
İTÜ Genel Jeoloji Grubunca koordine edilen ve yürütülen çalışmaların sonucunda
şu önemli işler yapılmış ve sonuçlara ulaşılmıştır: Marmara Denizi’nin tabanında
İstanbul dahil tüm Marmara Bölgesini
tehdit eden aktif bir fay sistemi vardır. Bu
çalışmalar sırasında bu sistem ayrıntılı bir
biçimde tanımlanmış ve haritalanmıştır
(Şekil 1).
Fay sisteminin bazı kesimlerinde gaz
(metan) ve tatlı su çıkışlarının olduğu
gözlenmiş ve sistem içerisinde gazhidrit
(donmuş Metan) oluşumuna da rastlanmıştır. Deniz tabanında faylar boyunca
gaz ve su çıkışlarının sürekli olarak izlenmesi önemlidir. Bu akışkanlar depremin
ilk başlayacağı arz kabuğu içerisindeki
derinliklerden fay düzlemlerini kullanarak deniz tabanına ulaşmaktadırlar. Bu
nedenle deprem başladığında kabuk içerisinde olması muhtemel fiziksel ve kimyasal değişimlerden etkilenirler. Diğer bir
deyişle, bu akışkanların deprem öncesi
ve sonrası fiziksel ve kimyasal özelliklerinde belirgin değişimler olabilir. Eğer
bu özellikler deprem öncesinde sürekli
itü vakfı dergisi 115
DEPREM
olarak takip edilirse süreç içerisinde görülebilecek ani değişimler gelmekte olan
depremin ayak sesleri diye algılanabilir.
Sürekli takip ancak deniz tabanında kurulacak olan “denizaltı gözlem istasyonları”
vasıtasıyla yapılabilir. Bu istasyonlar akışkanların çeşitli fiziksel ve kimyasal özelliklerini deniz tabanında ölçebilen ve karaya
ileten sensörlerden ibarettir (Şekil 2).
İTÜ Genel Jeoloji ekibi, yabancı ortaklarıyla birlikte bu konuda da ayrıntılı
çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar Avrupa Birliği’nin ESONET (European Observatory Network) ve EMSO (European
Multidisciplinary Seafloorand Water Column Observatory) projeleri kapsamında
yapılmıştır. Çalışmalar sonunda deniz altı
gözlem istasyonlarının kaç tane ve nasıl olacağı ve nerelere konulması gerektiği saptanmıştır. Ama ne yazık ki, diğer
araştırmalarda olduğu gibi, bu konuda da
yetkililerden herhangi bir destek alınamamıştır. DPT ve TÜBİTAK’a verilmiş olan
projeler reddedilmiştir. Yetkililerin ve afetle ilgili kurumların bu duyarsız davranışlarının nedeni ne olursa olsun şu gerçeği
hiç unutmamalıdırlar: Marmara Bölgesi
denizden kaynaklanacak olan bir deprem
tehdidi altındadır ve bilimsel araştırmalar
bu tehlikenin er veya geç kapıyı çalacağını göstermektedir.
Depreme Hazırlık ve Rant Odaklı
Kentsel Dönüşüm
Bu bilimsel gerçeğe rağmen kentlerimiz
depreme karşı yeterince hazırlıklı değildir.
Esasen son Artvin, Hopa olaylarının da
açık bir şekilde gösterdiği gibi, heyelan,
kuraklık, vb. iklim değişiminden kaynaklanan doğal afetlere karşı da hazırlıklı oldukları pek söylenemez. Bunun pek çok
nedeni var. Bu nedenleri özellikle İstanbul
için sıralarsak yoğun göçü, nüfus artışını,
plansız şehirleşmeyi, politik yaptırım eksikliğini ve yerel yönetim sorunlarını (yetki
ve kaynak yetersizliği, uzman teknik eleman azlığı, afetlerle ilgili bilgi, bilinç ve
deneyim noksanlığı, gerekli ekip ve ekipman azlığı, vb.) söyleyebiliriz.
1999 depremlerinden sonra İstanbul’da ve deprem kuşağındaki birçok
kentimizde bir takım önlemler alındı ve
bazı hazırlıklar yapıldı. Alınan önlemler
ağırlıklı olarak inşaat işleriyle ilgili oldu.
Yapı denetimi, zemin etüdü daha ciddiye
alındı ve bunlar için çeşitli kontrol mekanizmaları geliştirildi. Özellikle İstanbul’da
116 itü vakfı dergisi
Şekil 1: Marmara Denizi’nin dibindeki fay sistemi
Boğaz üzerindeki köprüler ile çeşitli viyadük ve tünellerde güçlendirme yapıldı, resmi binalar elden geçirildi. Ancak,
bütün bunlara rağmen deprem beklenen
bir kentte olması gereken boyutta ve
ciddiyette hazırlık yapılmadı. Depreme
hazırlık sadece yapı stokuna indirgendi
ve bu iş bir müteahhitlik projesi şeklinde algılandı. Hal böyle olunca da depreme hazırlığın adı “kentsel dönüşüm”
oldu. Bu anlayış rantı gündeme getirdi
ve hazırlıklar (veya kentsel dönüşüm!)
doğal olarak rantın yüksek olduğu alanlara kaydı. Başka bir deyişle, hazırlık için
deprem riski yüksek olan yerlere girmek
yerine getirisi yüksek olan yerlere girildi.
Bunun başlıca sebebi de dönüşümün
maddi kaynağının belediyelerce imar
teşviklerine bağlanmış olmasıdır. Bundan da anlaşılacağı gibi, doğru yerde
doğru bir deprem hazırlığı yapılamadı.
Halbuki kentsel dönüşüm semtlerin karşı
karşıya olduğu tehlike ve risk sıralamasına göre yapılsaydı durum elbette ki çok
daha farklı olurdu.
Deprem Odaklı Gerçek Kentsel
Dönüşüm
Kent ölçeğinde doğru bir depreme hazırlık için en başta yapılması gereken üç
şey vardır: Tehlike analizi, risk analizi ve
risk azaltma çalışmaları… Tehlike analizi;
deprem etütlerini, tehlike veri tabanlarının
hazırlanmasını, mikro-bölgeleme çalışmalarını ve ayrıntılı zemin etütlerini içerir.
Risk analizi; risklerin belirlenmesi, duyurulması, mekânsal dağılımlarının tespit
edilmesi, önlem önceliklerinin belirlenmesi ve senaryo çalışmalarını kapsar. Risk
Şekil 2: Deniz altı istasyonuna konulacak
sensör sistemi.
azaltma çalışmaları ise; gerekli politika ve
stratejilerin belirlenmesini, risk azaltma
stratejik planlarının hazırlanmasını, doğru
arazi kullanımını, afete duyarlı yerleşim
planlaması yapılmasını, yapısal ve yapısal
olmayan önlemlerin alınmasını, etkin yapı
denetimini, yapı stoğunun ve altyapının
güçlendirilmesini, kentsel sakınım ve dönüşüm planlamasını ve risklerin transferi
ve paylaşımını kapsar.
Bu işlemler yapıldıktan sonra ancak
güvenli bir deprem odaklı kentsel dönüşüm yapılabilir. Yoksa bugün yapıldığı
gibi bir kenti depreme hazırlamak sadece
yapı stokunun depreme güvenli bir hale
dönüştürülmesiyle olmaz. Kentin insan,
altyapı, çevre ve yönetim anlayışının da
afetle baş edebilir hale getirilmesi gerekir.
Bu da ancak kentte yaşayan herkesin yönetimle bütünleşip bir seferberlik havasıyla iş ve güç birliği yapmasıyla olur.
TEKNOKENT DOSYASI
İTÜ ARI Teknokent’teki
8 Firma Daha Amerika
Kapısını ITU GATE İle Açtı
İ
TÜ ARI Teknokent’in girişimcileri yurtdışına taşıyarak uluslararası birer markaya dönüşmeleri adına desteklediği ITU
GATE Programı’nın 2. döneminde seçilen
8 firma daha Chicago ve San Francisco’ya
giderek uluslararası yatırımcılarla tanıştı.
13 Temmuz’da toplam 16 firma arasından seçilen 8 yazılım firması, Ağustos’un
ilk haftasıyla birlikte ITU ARI Teknokent’in
ofisinin bulunduğu Chicago 1871’in yanı
sıra San Francisco’da Rocket Space kuluçka merkezine gitti. Burada
uluslararası yatırımcılar, girişimciler ve akademisyenlerle tanışan firmalar, kendilerini tanıtma ve yeni işbirlikleri
kurma fırsatı buldu.
ITU GATE süreci
ITU GATE sürecine seçilen
firmalara öncelikle, ABD pazarına giriş
stratejileri, pazar araştırması, ürünün rekabetçi avantajlarını konumlandırma, hikayeleştirme, fiyat ve gelir modeli gibi pek çok
konuyu kapsayan 2 aylık bir eğitim sunuluyor. Bu hızlı ve kapsamlı eğitimle birlikte firmalar özellikle pazarlama alanındaki
yeteneklerini geliştiriyor. Eğitim sonunda
aralarında yatırımcıların da bulunduğu bir
jüriye sunumlarını gerçekleştiren firmalar
arasından seçim yapılıyor.
Seçimin ardından başarılı bulunan firmalar 1 ay ABD kampına alınıyor. ABD
serüveni boyunca firmalara iş geliştirme
faaliyetlerinde danışmanlık hizmeti sunuluyor. Girişimciler Amerika’da Chicago ve
San Francisco’da kuluçka merkezlerine
giderek burada uluslararası yatırımcılarla,
akademisyenlerle ve girişimcilerle tanışma
imkanı yakalıyor. ITU GATE girişimci firmalara sunduklarıyla “hızlandırma programı”
kavramını tam anlamıyla karşılıyor.
Halihazırda bir iş planı doğrultusunda faaliyetlerini yürüten firmaların katıldığı
ITU GATE’in 3.dönemine başvurular ise 7
Ağustos’a kadar http://itugate.com/tr adresi üzerinden yapıldı.
ITU GATE’in 2. Döneminde Amerika’ya
gitmeye hak kazanan 9 firma:
AppAnalytics: Mobil uygulamalarda
kullanıcı davranışını ölçümlemek ve kullanıcı deneyimini iyileştirmek için analitik servisini sunuyor.
Bilgera: Hızlı tüketim ürünleri alanında
mobil saha satış otomasyon platformları ile
firmaların saha operasyonlarında daha verimli çalışmalarına olanak tanıyor.
Boni: Görme engellilere yönelik navigasyon gibi fiziksel mekan ve nesnelerle
etkileşim kurabilen mobil uygulamalar üretiyor.
Evam: Büyük veri ve hızlı
veriyi analiz ederek işletmelerde kullanıcıların anlayabileceği
hale getiriyor. Böylelikle müşteri
davranışlarının gerçek zamanlı
takibine olanak tanıyarak firmaların ileriye dönük stratejilerini
oluşturmasına olanak tanıyor.
Gullseye: Limanların daha
iyi yönetilmesini sağlayarak verimliliği artıran yazılım geliştiriyor.
i2i Systems: GSM operatörlerinin yanlış faturalandırma ve ücretlendirme sorunlarını ortadan kaldıran yazılımlar üzerinde
çalışıyor.
Segmentify: E-ticaret ve içerik sağlayıcı firmaların ziyaretçilere özel kampanyalar
ve ürünler sunmasına yardımcı olan yazılımlar üretiyor.
Sestek: Ses biyometrisi, sesli yönlendirme, ses sentezi ve konuşma analizi gibi
ses odaklı işlemleri gerçekleştiren teknolojiler üretiyor.
itü vakfı dergisi 117
TEKNOKENT DOSYASI
İTÜ ARI Teknokent ve İTÜNOVA
TTO, TÜBİTAK MARTEK ile İşbirliği
Protokolü İmzalandı
Türkiye’de Girişimcilik Ekosisteminin önde
gelen aktörlerinden TÜBİTAK MARTEK,
İTÜNOVA TTO ve İTÜ ARI Teknokent işbirliğine gitme kararı aldı.
Her üç kurumun da marka bilinirliklerinin ve mevcut faaliyet kabiliyetlerinin
arttırılması amacı ile 26 Ağustos 2015 tarihinde üç kurum kendi aralarında işbirliği
protokolü imzaladılar. Ülkemizin köklü ve
alanlarında ciddi çalışmaları bulunan TÜBİTAK MARTEK, İTÜNOVA TTO ve İTÜ ARI
Teknokent arasındaki protokolün, kurumların vizyon paylaşımına olanak sağlaması
hedefleniyor.
İmzalanan protokol ile DemoDay (Girişimci - yatırımcı buluşmaları) etkinliklerinde üç kurumun da bünye ve ağlarında
bulunan yatırımcılar ile anlaşmalı kurumları
desteklemesi amaçlanıyor.
İTÜNOVA TTO ve İTÜ ARI Teknokent
yöneticileri, mevcut firmalarının ihtiyaçları
doğrultusunda muafiyetlerle beraber seri
üretim yapılabilmesi için; Türkiye’deki Teknoparklar içinde tek olan TÜBİTAK MARTEK TEKSEB (Teknoloji Serbest Bölgesi)
hakkında bilgilendirildi.
Ayrıca protokol imza töreninde, TÜBİTAK Marmara Teknokent Genel Müdür Dr.
Orhan ÇÖMLEK, İTÜNOVA TTO Genel Müdürü Dr. Ercan ÇİTİL ve İTÜ ARI Teknokent
Genel Müdür Yardımcısı Gökçe TABAK
kendi kurumları hakkında bilgi vererek,
ekiplerinin işbirliğini derinleştirebilmeleri
adına çalışılmasını talep ettiler.
İmzalanan protokol kapsamında, Horizon 2020 konusunda ortak proje yazılması
da hedefleniyor.
İTÜ GATE Programıyla ABD’ye giden Boni,
bu pazarda ilk satışını gerçekleştirdi
İTÜ ARI Teknokent’in girişimcileri yurtdışına taşıyarak uluslararası
birer markaya dönüşmeleri adına
desteklediği ITU GATE programıyla
ABD’ye giden 8 firma, projeleriyle
ABD’li yatırımcıların dikkatini çekti.
Bu firmalar arasında yer alan Boni,
ABD pazarındaki ilk satışını da bu
seyahat sırasında gerçekleştirdi.
ITU GATE kapsamında öncelikle Chicago 1871 kuluçka merkezine giden ITU GATE firmalarından
Boni, görme engellilerin iç mekanlarda rahatça yönlerini bulmalarını
sağlayan Loud Steps ürününün
satışını da 1871’e gerçekleştirmiş
oldu.
Bu satış ile Boni, 1871’e hem
Beacon altyapısı kuracak hem de
Loud Steps’i geliştirme platformu
118 itü vakfı dergisi
ile birlikte içerde yer alacak beacon ağına entegre edecek.
2011 yılında kurulan ve Ar-Ge
çalışmalarını İTÜ Elektronik Haberleşme Bölümünde gerçekleştiren
Boni, fiziksel mekan ve nesnelerle
etkileşim kurabilen mobil uygulamalar üzerine odaklanıyor. Bu alanda, AVM, havaalanı, hastane ya da
kamu binaları gibi, halka açık yapılar için farklı hizmetler geliştiriyor.
ABD gezisine katılan diğer İTÜ
GATE firmalarıyla birlikte Chicago’nun ardından San Francisco
RocketSpace kuluçka merkezine
giden Boni’nin hedefinde, ürününü daha fazla kurum ve yatırımcıya
tanıtmak, satışın yanısıra, ABD yolculuğunda kalıcı bir iş ağı kurmak
yer alıyor.
İTÜ ARI Teknokent Firması
Bilgera, ABD’de Social Enjoyment
ile iş ortağı oldu
İTÜ ARI Teknokent’in girişimcileri yurtdışına taşıyarak uluslararası birer markaya
dönüşmeleri adına desteklediği İTÜ GATE
programıyla ABD’ye giden 8 firma Ameri-
kalı yatırımcıların gözdesi oldu. İTÜ GATE
programı kapsamında Ağustos başında
ABD’ye giden ve ayağının tozuyla ilk satışını gerçekleştiren Boni’nin ardından, Bilgera
Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Zirvesi'nde
İkincilik İTÜ ARI Teknokent'in!
da önemli bir anlaşmaya imza attı. Bilgera,
gluten ya da sülfid gibi zararlı maddelerden
arındırılmış dünyanın en sağlıklı alkol üreticisi Social Enjoyments’ın iş ortağı oldu.
Özellikle hızlı tüketim ürünleri alanında sunduğu otomasyon platformu ile en
etkin satış sürecinin sağlanmasına olanak
tanıyan Bilgera, bu işbirliği sonucu Social
Enjoyments'ı ABD’deki ilk müşterisi olarak
da portföyüne ekledi.
Bilgera, sunduğu Repzone Platformu
ile satış ve dağıtım organizasyonunun
mobil platformlardan izlenmesine olanak
tanıyor. Bu sayede saha operasyonlarına anında müdahale edilebiliyor. Bu da
bütçe takibinden, raporlamaya firmanın
satış sürecini en düşük maliyet ve en
yüksek verim ile gerçekleştirmesine olanak tanıyor.
İTÜ GATE programı kapsamında Amerika’ya giden firmalar, 20 Ağustos’ta İTÜ
ARI Teknokent’in kendi ofisinin de olduğu
Chicago 1871’de, 28 Ağustos’ta ise San
Francisco RocketSpace kuluçka merkezinde Demo Day’e katıldılar. Bu etkinliklerde daha fazla yatırımcı ile buluşarak
uluslararası bir firma olmanın kapısını araladılar. Bilgera hakkında daha fazla bilgi
için: http://www.bilgera.com.tr/
İTÜ ARI Teknokent
Bitirme Tasarım Projesi
Ödülleri 2016
İTÜ ARI Teknokent, 2015 - 2016 öğretim
yılından başlamak üzere, her bir öğretim
yılı için lisans mezuniyet aşamasındaki
son sınıf İTÜ öğrencilerine yönelik yepyeni bir yarışma başlatıyor. Bu yarışmanın amacı, öğrencilerin bölümlerinden
mezun olurken gerçekleştirmekte oldukları mezuniyet projelerindeki yenilikçilik
ve girişimciliklerini vurgulamak, bu projelerini hayata geçirmek yolunda onları
desteklemek ve mezun olurken ödüllendirmelerini sağlamaktır.
İTÜ ARI Teknokent, 2014 yılı Performans
Endeks Sonuçları'nda Teknokent olarak
“Teknoloji Geliştirme Bölgeleri” sıralamasında bu yıl bir sıra daha yükselerek
ikinci oldu. İTÜ ARI Teknokent, Teknoloji
ekosistemimize katkı sağlamaya, gelişip,
geliştirmeye ve ülkemizle beraber yükselmeye devam edecek.
Ödüller:
Yarışmanın birincisi 20.000 TL
Yarışmanın ikincisi 10.000 TL
Yarışmanın üçüncüsü 5.000 TL nakit ödül
kazanacaktır.
itü vakfı dergisi 119
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ Ailesi’nin ürettiği, güneş
enerjisiyle çalışan ilk aile
arabası görücüye çıktı…
İ
TÜ'nün akademik kadrosu liderliğinde,
İTÜ Güneş Arabası Ekibi'nin tasarlayıp
ürettiği Türkiye'nin güneş enerjisiyle
çalışan ilk aile arabasıı "Aruna"nın sponsorları İTÜ'de bir araya geldi.
Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ev sahipliğinde gerçekleşen davete; İstanbul
Vali Yardımcısı Engin Durmaz, ana sponsorlardan Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Dursun Özbek, Galatasaray Genel
Sekreteri Fatih İşbecer ve diğer sponsor
temsilcileri katıldı.
Davete katılan İstanbul Vali Yardımcısı
Engin Durmaz’a ve sponsorlara teşekkür
eden Rektör Karaca, “Çoğu İTÜ mezunu
olan saygın iş adamlarının sponsorlu-
120 itü vakfı dergisi
İTÜ Güneş Arabası Ekibi’nin tasarlayıp ürettiği,
Türkiye’nin güneş enerjisi ile çalışan ilk aile arabası
“Aruna”nın sponsorları, İTÜ’de bir araya geldi.
ğunda, İTÜ’nün vizyoner akademik kadrosunun liderliğinde, İTÜ öğrencilerinin
elinden çıkan, Türkiye’nin güneş enerjisiyle çalışan ilk aile arabası Aruna ile
karşınızda olmaktan mutluyum. Bugün,
“Aruna”ya verdiği desteklerden dolayı
sponsorlarınıza teşekkür etmek üzere
biraraya geldik. Üniversitemiz içinde de
“Yeşil Kampüs” anlayışı ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz. İnsana ve doğaya
saygı duyan bu anlayışı bilimsel altyapımız, teknolojik olanaklarımız ve güçlü
akademik kadromuz ile sürdürüyoruz ve
ilk’leri gerçekleştirmeye devam ediyoruz.
Yeşil enerji üzerine çalışan başka takımlarımız ve projelerimiz de var. Bu projelerle de sponsorlarımızın desteği ile yeni
başarılar kazanacağımıza inanıyorum”
dedi. Davete katılmaktan büyük mutluluk duyduğunu dile getiren Galatasaray
Spor Kulübü Başkanı Dursun Özbek, “Bir
İTÜ’lü olmanın gururunu yaşıyorum. Bizler elimizden geldiğince genç arkadaşlarımıza destek olacağız” dedi.
Savunma Sanayii
Araştırmacıları İTÜ'de Yetişiyor
2
Galatasaray Spor Kulübü Başkanı İTÜ mezunu
Dursun Özbek, İTÜ Güneş Arabası Ekip Kaptanı
Burak Oklar'ı tebrik etti.
“En çok kupaya sahip güneş arabası
ekibiyiz”
İTÜ Güneş Arabası Ekibini temsilen konuşan Burak Oklar da “İTÜ demek bilim demek, teknoloji demek, teknik imkân ve 242
yıllık birikim demek. Geleceğin alternatif
enerjisi ile çalışan araçlar üretmek, yerli
otomobil üretimine destek vermek ve alternatif enerjinin günlük hayatta uygulanabilir
olduğunu göstermek amacıyla bundan 11
yıl önce ilk arabamızı ürettik. En çok kupaya sahip güneş arabası ekibi olarak ilk
hedefimiz, önümüzdeki günlerde çıkacağımız Türkiye turunu başarıyla tamamlamak”
dedi. Konuşmaların ardından, Aruna ilk kez
davetlilerin huzuruna çıktı.
“Aruna”, kilometrede 1 kuruşluk enerji
harcıyor… Ortalama 70 kilometre hızla,
5 liraya, 500 kilometre yol gidecek…
Üniversite öğrencilerinden oluşan ve 11 yılda yaptığı 7 arabayla 19 kupa kazanan İTÜ
Güneş Arabası Ekibi, Türkiye'nin güneş
enerjisi ile çalışan, ilk 4 kişilik aile arabasını üretmenin gururunu yaşıyor. Aruna, yerli
otomobil üretimine destek vermek ve alternatif enerjinin günlük hayatta uygulanabilir
olduğunu göstermek amacıyla tasarlandı.
İTÜ’nün çeşitli fakültelerinde okuyan 25 kişilik ekip, üniversitenin imkânlarını kullanarak ürettiği ilk aile arabası ile önce, Türkiye
turuna çıkacak ardından da Ekim ayında
gerçekleşecek “World Solar Challenge”
yarışmasına katılmak üzere Avustralya’ya
gidecek.
42 yıllık birikimi ile İTÜ, Savunma
Sanayii’nde de öncü rol üstleniyor.
Üniversite-sanayi işbirliğinin güzel
bir örneği olan SAYP kapsamında 300 bin
araştırmacı yetiştirilmesi planlanıyor.
İTÜ – Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM) – Roket Sanayii ve Ticaret AŞ
(ROKETSAN) ve FNSS Savunma Sistemleri AŞ (FNSS) arasında Savunma Sanayii İçin Araştırmacı Yetiştirme Programı
(SAYP) kapsamında işbirliği protokolü
imzalandı.
21 Ağustos 2015 Cuma günü saat
08.30’da İTÜ Rektörlüğü Senato Toplantı
Odası’nda imzalanan protokol törenine
Savunma Sanayii Müsteşarı Prof. Dr. İsmail
Demir, İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, ROKETSAN Genel Müdür Yardımcısı
Dr. Sartuk Karasoy, FNSS Savunma Sistemleri Genel Müdürü Kadir Nail Kurt çok
sayıda akademisyen ve yönetici katıldı.
"Aynı zamanda bir İTÜ’lü olarak
burada olmaktan da mutluluk
duyuyorum”
Törende konuşan Savunma Sanayii Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Demir, “Savunma
sanayisi ülkenin bilim, teknoloji ve sanayisinden bağımsız düşünülemez. Hedeflerimize ulaşmak için teknoloji tabanının
oluşturulması ve teknolojik ilerlemenin
sağlanması için bilim adamları ve araştırmacılara olan ihtiyacımız çok fazla. Üniversite-sanayi işbirliğinin güzel bir örneği
olan SAYP kapsamında 300 bin araştırmacı yetiştirilmesini planlıyoruz. Bu bağ-
lamda daha önce başka üniversitelerle
yaptığımız bu işbirliğine İTÜ ile işbirliğimizi de ekliyoruz. Aynı zamanda bir İTÜ’lü
olarak burada olmaktan da mutluluk duyuyorum” dedi.
“Her zaman mezunlarımızın Ankara’ya gitmesinden yakınırdık. Şimdi ise
Ankara bizimleproje yürütmek ve iş birliği
içine girmek için İstanbul’a geldi.”
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, “242
yıldır aralıksız eğitim yapan, ülkenin modernleşmesi açısından markalaşmış bir
yapıya sahip olan İTÜ için, bu tür projeler
her zaman önemli bir yere sahip”dedi.
Üniversite, sanayi işbirliğinin önemini vurgulayan Karaca, “Her zaman mezunlarımızın Ankara’ya gitmesinden yakınırdık.
Şimdi ise Ankara bizimle proje yürütmek
ve iş birliği içine girmek için İstanbul’a geldi. Bu bize gurur verdi” diye konuştu.
Konuşmaların ve törene katılan firmaların sunumlarının ardından işbirliği
protokolünün imzaları atıldı. İTÜ Rektörlüğü’nde gerçekleşen törenin ardından, İTÜ
ARI Teknokent binasında da İTÜ - Türk
Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI) ve
SSM arasında “Döner Kanat Teknolojileri
Merkezi (DKTM)” kapsamında onayı verilen projelerin imza töreni gerçekleştirildi.
Savunma Sanayii alanında faaliyet
gösteren ROKETSAN ve FNSS şirketlerinde çalışan ve aynı zamanda İTÜ’de lisansüstü eğitim gören/görecek öğrencilere
yönelik araştırma projeleri gerçekleştirilmesi planlanan SAYP’ın amaçları arasında şunlar yer alıyor:
• Savunma sektörünün öncelikleri
doğrultusunda, Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın yönlendirmesiyle, Savunma
Sanayii şirketleri ile üniversite arasındaki
bilgi transferinin daha sistematik hale getirilmesi,
• Savunma Sanayii şirketlerinde çalışanlar tarafından İTÜ’de yapılan lisansüstü tezlerin, şirketlerin Ar-Ge ihtiyaçlarına yönelik şekilde yapılandırılması ve
savunma sektörünün öncelikli alanlarına
yönlendirilmesi,
• Lisansüstü eğitim alacak öğrencilerin, Savunma Sanayii şirketleri tarafından
sağlanan olanaklara, savunma alanında
nitelikli Ar-Ge elemanı yetiştirilmesi.
itü vakfı dergisi 121
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ'den İstihdama Yönelik
Yeni Bir Araştırma Raporu
İTÜ Bilim, Mühendislik ve Teknolojide
Kadın Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi (İTÜ BTM-KAUM) ve Levy
Ekonomi Enstitüsü tarafından hazırlanan “Sosyal Bakım Hizmetlerine Kamu
Yatırımının İstihdam, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Yoksulluğa Etkileri: Türkiye Örneği” adlı araştırma raporu 18
Eylül 2015 Cuma günü gerçekleştirilen tanıtım toplantısında sunuldu.
İTÜ Maçka Kampüsü Sosyal Tesisleri’nde gerçekleşen tanıtım toplantısı İTÜ Kadın Araştırmaları Merkezi ve Levy Ekonomi Enstitüsü işbirliği,
ILO Türkiye Ofisi, UNDP Türkiye Ofisi, UNDP Avrupa ve Orta Asya Bölge Ofisi, UN Women Avrupa ve Orta
Asya Bölge Ofisi ve Aydın Doğan
122 itü vakfı dergisi
Vakfı desteği ile gerçekleştirildi.
İTÜ BTM-KAUM Müdürü Prof. Dr.
Fatma Arslan, Aydın Doğan Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Candan Fetvacı, ILO
Türkiye Ofisi Direktör Vekili, Program ve
İdari İşler Sorumlusu Özge Berber Ağtaş, UNDP Avrupa ve BDT İstanbul Bölge Ofisi Direktörü Rastislav Vrbensky,
UN Women Avrupa ve Orta Asya Direktörü ve Türkiye Temsilcisi IngibjorgGisladottir’in de aralarında bulunduğu çok
sayıda davetli katıldı.
Kız öğrenci ve kadın akademisyen
varlığının üniversitemizde giderek arttığını belirten Prof. Dr. Fatma Arslan
“Gerek merkezimizde gerekse üniversitemizde toplumsal cinsiyet eşitliğinin
geliştirilmesi ve kadınların güçlenmesine
yönelik araştırma, eğitim ve uygulama
çalışmaları yapıyoruz. Merkezimizde yürütülen faaliyetlerle, bölümlerde uygulanan programları, araştırmaları toplumsal
cinsiyet bakış açısıyla tamamlamak ve
zenginleştirmek amacıyla destek sağlamayı hedefliyoruz” diye konuştu.
Çocuk Bakım Hizmetlerine Kamu
Yatırımı 719.000 Yeni İstihdam
Kazandıracak
Toplantıda sunumu gerçekleştirilen
“Sosyal Bakım Hizmetlerine Kamu Yatırımının İstihdam, Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği ve Yoksulluğa Etkileri: Türkiye
Örneği” isimli raporda, kadın istihdamını arttırmak için kadınları zorunlu
eve bağlayan çocuk bakım hizmetlerinde Türkiye'nin OECD seviyesine çıkarılması öneriliyor.
Raporda Türkiye’nin erken çocukluk bakım ve okul öncesi eğitim kurumlarına kayıt oranlarında OECD ortalamasına ulaşmak için gündüz bakım
merkezleri ve anaokullarına yapılacak
ek 20,7 milyar TL’lik bir kaynak tahsisinin sağlayacağı yeni istihdam fırsatlarının yanında toplumsal cinsiyet
eşitliği, gelir ve yoksulluk etkileri de
değerlendiriliyor. Bu bağlamda yapılacak yatırımların, 719 bin yeni istihdam
yaratabileceği belirtiliyor. Araştırma
kapsamında yapılan tahminlere göre
bu büyüklükte yapılacak bir yatırımın,
inşaat sektörüne yapılacak eşit orandaki bir yatırımdan 2,5 kat daha fazla
istihdam saylayabileceği öngörülüyor.
Ayrıca erken çocukluk bakımı ve okul
öncesi eğitime yapılacak ek harcamalarla bu sektörde ve dolaylı yollardan
diğer sektörlerde yaratılan işlerde kadınların payı %73, inşaat sektöründe
ise sadece %6 olarak tahmin ediliyor.
Ulusal Jeodezi ve Jeofizik Birliği
Toplantısı İTÜ’de Yapıldı
Türkiye Ulusal Jeodezi ve Jeofizik Birliği
(TUJJB) 2015 Yılı İkinci Olağan Konsey
Toplantısı, 18 Eylül 2015 tarihinde İTÜ’nün
ev sahipliğinde gerçekleştirildi.
İTÜ Rektörlüğü Senato Odası’nda düzenlenen toplantıya, Rektör Prof. Dr. Mehmet
Karaca, Harita Genel Komutanı ve TUJJB
Temsilci Kurum Başkanı Tümgeneral Burhanettin Aktı ile akademisyenlerden ve askeri
yetkililerden oluşan birlik temsilcileri katıldı.
Toplantı öncesi Tümgeneral Burhanettin
Aktı, Rektörümüz Prof.Dr. Mehmet Karacayı
makamında ziyaret etti. Tümgeneral Aktı,
Ayazağa ve Gümüşsuyu Yerleşkelerinin
uydu görüntülerinden oluşan haritalar ile
Elazığ ilimize ait jeoloji kabartma haritasını
rektörümüze takdim etti. Rektörümüz Mehmet Karaca’da Aktı’ya kendisinin de yayın
kurulunda olduğu “İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz” isimli kitabı
hediye etti. Ziyaretin ardından toplantıya
geçildi. Toplantıda, TUJJB 2015 Yılı bütçe
görüşmelerinin yanı sıra TUJJB komisyon
başkanlıkları tarafından komisyonların 2015
yılı faaliyetleri hakkında bilgiler sunuldu.
Uluslararası Jeodezi ve Jeofizik Birliği
(IUGG)’nin 26’ncı genel toplantısına katılım
ve Türkiye’nin “IUGG 2023 Yılı Toplantısı”
na ev sahipliği hakkında görüşmeler gerçekleştirildi.
Akademisyenlerin konsey üyelerine
yaptığı proje sunumlarının ardından emeklilik nedeniyle görev süresi dolan üniversite
temsilcisi konsey üyelerine anı şiltlerinin sunulması ile toplantı sona erdi.
Tokyo Tarım ve Teknoloji Üniversitesi Heyeti İTÜ'de
Tokyo Tarım ve Teknoloji Üniversitesi
(TUAT) Rektör Yardımcısı Prof. Kazuhiro
Chiba ve beraberindeki heyet, İTÜ’lülerle
buluştu.
Önümüzdeki dönemlerde gerçekleştirilebilecek potansiyel işbirlikleri hakkında
görüş alışverişinde bulunmak üzere İTÜ
GİNOVA’yı ziyaret eden, TUAT İnovasyon
Geliştirme Merkezi Direktörü Prof. Chiba,
yeni akademik yılın ilk seminerinde konuşmacı olarak yer aldı. İTÜ GİNOVA Müdürü
Prof. Dr. Şebnem Burnaz, Müdür Yardımcısı
Dr. Zeynep Erden Bayazıt ve Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Nihan Yıldırım’ın da hazır
bulunduğu seminerin öncesinde Prof. Burnaz, kısa bir açılış konuşması yaptı.
Ardından Prof. Chiba, Japon Tarzı İnovasyon başlıklı seminerde inovasyona
dayalı araştırmanın gerekliliğine, Japon
akademik ve iş dünyasının inovasyon
yaklaşımlarına ve Türkiye ile Japonya arasındaki potansiyel işbirliklerinin önemine
değindi. İTÜ Arı Teknokent’i ziyaret eden
TUAT heyeti, Teknokent bünyesindeki yeni
girşimler hakkında bilgi aldı.
Son olarak Rektör Prof. Dr. Mehmet
Karaca, Japon heyetini makamında ağırladı. Görüşmede geleceğe yönelik daha
kapsamlı bir işbirliği hakkında çalışmalara
başlandığı kaydedildi.
itü vakfı dergisi 123
İTÜ'DEN HABERLER
THY-İTÜ ve Boeing’in işbirliği ile sürdürülen
“Hava Taşımacılığı Yönetimi Yüksek Lisans
Programı” ilk mezunlarını verdi
Boeing [NYSE: BA], Türk Hava Yolları ve
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), 39 Türk
Hava Yolları yöneticisinin ve yönetici adayının “Hava Taşımacılığı Yönetimi Yüksek
Lisans Programı”’ndan mezuniyetini kutladı. Program 2013 yılında Boeing, İTÜ
ve Türk Hava Yolları ortaklığında, ülkenin
hızla büyüyen havacılık sektörüne başarıyla yön vermelerini ve küresel havacılık
endüstrisinde etkili bir role sahip olmalarını sağlamak üzere, Türk Hava Yolları’nın
gelecek vadeden yöneticilerine ve yönetici adaylarına liderlik ve yönetim becerileri kazandırmak amacıyla başlatıldı.
Törende konuşan Türk Hava Yolları
Genel Müdür Yardımcısı (Yatırım ve Teknoloji) Dr. Ahmet BOLAT , “Dünyadaki
tüm diğer havayolu şirketlerinden daha
fazla ülkeye uçan ve daha fazla uluslararası sefer gerçekleştiren Türk Hava Yolları, kıtalar arası köprüler kurmanın yanı
sıra kültürel, ticari ve ekonomik ilişkiler
geliştirilmesine büyük katkı sağlamaktan
ve böylelikle de uluslararası entegrasyonun daha da ileri götürülmesine destek
olmaktan gurur duyuyor. Türk Hava Yolları olarak Türkiye üzerinden geçen trafik-
124 itü vakfı dergisi
ten önemli bir pay yakalamayı hedefledik
ve bu amaca uygun stratejiler geliştirdik.
Bugün İstanbul küresel bir uçuş merkezi olma konusunda önemli bir mesafe
kaydetmektedir. Türk Hava Yolları, tıpkı
saygıdeğer program ortaklarımız Boeing ve İTÜ gibi küresel bir markadır. Havacılık endüstrisinin yükselen yıldızıyız.
Başarılarımıza yenilerini eklemeye devam edebilmek için katılan ve başarıyla
İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca
tamamlayan yöneticilerimizin ve yönetici
adaylarımızın yönetim becerilerinin verimliliğini artıran bu programın, biz uzun
vadeli hedeflerimizi gerçekleştirmeye
devam ederken, Türkiye’nin gelecekteki havacılık sektörü liderlerinin mesleki
becerilerine önemli bir katkı yapacağına
inanıyorum. Bir parçası olmaktan gurur
duyduğum İTÜ’nün bir mezunu olarak,
İTÜ’den yüksek lisans derecesi almaya
hak kazanan genç meslektaşlarımı kutluyor ve küresel havacılık sektörünün geleceğini şekillendirmede önemli bir role
sahip olacaklarına yürekten inanıyorum”
dedi.
Boeing Ticari Uçaklar Avrupa Bölgesi Satış Başkan Yardımcısı Todd Nelp,
“Havayolu Taşımacılığı Yönetimi Yüksek
Lisans Programının ilk mezunlarını görmekten çok büyük gurur duyuyor ve tüm
mezunların gelecekte havayolu şirketlerindeki kariyerlerinde başarılı olmalarını
diliyoruz. Türkiye’nin havacılık endüstrisi
büyümeye devam ederken, Türk Hava
Yolları ve İTÜ ile birlikte yürüttüğümüz bunun gibi programlar, sektörün gelecekteki
başarılarına ve gelecekteki yöneticilerine
yapılan önemli yatırımlardır. Biz de Boeing olarak Türkiye’nin geleceğine yapılan
bu yatırımda bir payımızın olmasından
gurur duyuyoruz.” değerlendirmesinde
bulundu.
İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca da konuyla ilgili olarak, “İTÜ Uçak ve
Uzay Bilimleri Fakültesi, Türkiye’nin havacılık ve uzay ile ilgili en eski ve en büyük
akademik kuruluşudur. İki yıl önce İTÜ,
Türk Hava Yolları ve Boeing Türk havacılığı için çok önemli bir programda bir
araya geldi. Akademik Program çerçevesinde öğrencilerin, 2 yıl boyunca ülkenin
hızla gelişen hava taşımacılığını yönetmek üzere gerekli becerilerle donatıldığını aktaran Karaca, ”İTÜ’de sunulan bilimsel altyapı, teknoloji ve beraber çalıştığı
dünya çapındaki üniversitelerden gelen
konunun uzmanı 18 akademisyenin katkılarıyla program yürütüldü. İTÜ 'Yerden
göğe kadar bilim, teknoloji, mühendislik'
anlayışı ile eğitim vermeye ve Ülkemizdeki ilk’leri gerçekleştirmeye devam edecektir. Bilim ve teknoloji konusunda her
zaman bir adım önde olan İTÜ Uçak ve
Uzay Bilimleri Fakültesi’nin şimdiki hedefi
tüm altyapı çalışmasını tamamladığımız
“Havacılık Enstitüsünü” İTÜ’ye kazandırmaktır. Henry Ford’un demiş olduğu gibi,
‘Bir araya gelmek bir başlangıç, birlikte
kalmak bir ilerleme, birlikte çalışmak bir
başarıdır.’ Buradan hareketle, bu başarıda katkısı bulunan tüm tarafları kutluyor
ve bilhassa programa olan bağlılıklarından dolayı 39 İTÜ mezununu tebrik ediyorum ”diyerek sözlerini noktaladı.
Hava Taşımacılığı Yönetimi Yüksek
Lisans Programı:
Bölgede bir ilk olan yüksek lisans programı içinde, ABD’deki Massachusetts Institute of Technology, İngiltere’deki Cranfield University ve Kanada’daki University
THY Genel Müdür Yardımcısı Dr. Ahmet Bolat
Boeing Ticari Uçaklar Uluslararası İş Geliştirme
Genel Müdürü Jay Campbell
of British Columbia’dan akademisyenleri
bulunduruyor. Bunun yanı sıra, akademik
ortaklarla birlikte çalışan Boeing Ticari
Uçaklar Network ve Filo planlama grubu ile Ekonomik Analiz grubu uzmanları,
program katılımcıları için bazı derslere
başkanlık edip, eğitim veriyor. Akademik
program boyunca katılımcılar; havayolu
yönetiminin temelleri, havacılık ekonomisi, havacılık hukuku ve mevzuata uygunluk yönetimi konularında eğitim alırken
aynı zamanda havalimanı planlaması ve
yönetimi ile hava taşımacılığı sözleşmeleri gibi konularda modüler seçme imkânına sahip oldu. Programdaki derslerin
her biri gerçek hayatta havayolu şirketi
yöneticilerinin karşı karşıya kalabileceği
sorunların çözümünü içeren örnek olay
incelemeleri ile desteklendi. Adayların
mezuniyet projeleri ise, Türk Hava Yol-
ları ile ilgili bir sorunun analizi ve çözüm
önermeleri üzerinden oluştu.
Türk Hava Yolları Hakkında:
1933 Yılında 5 uçaktan oluşan mütevazı
bir filo ile kurulan Star İttifakı üyesi Türk
Hava Yolları, bugün 290 (yolcu ve kargo) uçaklık filosu ile 229 uluslararası, 48
yurtiçi olmak üzere dünyada 277 noktaya uçan, 4 yıldızlı havayolu şirketi. 2015
yılı Skytrax değerlendirmesine göre Türk
Hava Yolları, art arda olmak üzere 5. kez
“Avrupa’nın En İyi Havayolu Şirketi”, 7.
kez “Güney Avrupa’nın En İyi Havayolu
Şirketi” seçildi. 2010 yılında dünyanın
“En İyi Ekonomi İkram Servisi”, 2013 yılında ise “En İyi Business Class İkram
Servisi”, , 2014’te “En İyi Business Class
İkram Servisi” ödüllerini elde eden Türk
Hava Yolları bu yıl da Skytrax değerlendirmesinde dünyanın ve “En İyi Business
Class Özel Yolcu Salonu İkramı” ve “En
iyi Business Class Özel Yolcu Salonu”
ödüllerine lâyık görüldü.
Boeing Hakkında
Boeing, Türkiye ile 70 yıla yakın süredir
devam eden ve karşılıklı fayda yaratan
uzun soluklu bir işbirliği içinde bulunmakta. Boeing, ticari ve askeri alanda
uçak ve servisleriyle hizmet verirken,
Türk havacılık endüstrisinin de güvenilir
bir iş ortağı olmaya devam ediyor
itü vakfı dergisi 125
İTÜ'DEN HABERLER
BENA Türkiye, İTÜ Çatısı Altında
Balkan Çevre Topluluğu (BENA) Türkiye Ofisi, İTÜ Çevre ve
Şehircilik Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde açıldı.
Balkan ülkeleri işbirliği ile kurulmuş olan,
Balkan çevre ve kültürünün korunması
üzerine çalışmalar yürüten BENA Türkiye
Ofisine İTÜ ev sahipliği yapıyor. Mimarlık
Fakültesi, Çevre ve Şehircilik Uygulama
ve Araştırma Merkezi’nde gerçekleşen
açılış törenine, BENA Başkanı Prof. Dr. Fokion K. Vosniakos, BENA Başkan Yardımcısı Dr. Caner Zambak, İTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın ve BENA
Türkiye Başkanı ve İTÜ Peyzaj Mimarlığı
öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Cengiz Yıldızcı katıldı. İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet
Karaca ile BENA başkanı Prof.Dr. F.K. Vosniakos arasında imzalanan anlaşma gereği BENA Türkiye sorumluluğuna Prof. Dr.
Ahmet Cengiz Yıldızcı getirildi. BENA Türkiye Başkan Yardımcısı da Peyzaj Mimarlı-
ğı Bölüm Başkanı Doç. Dr. Hayriye Eşbah
Tunçay oldu.
Çok sayıda uluslararası kongre, konferans ve eğitim düzenleyen 1998 yılından
beri faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşu
olan BENA, Türkiye Ofisi’nde çevre ve kültürün korunması üzerine çalışmalar yürütülecek. Türkiye’de çevre, ekoloji, şehircilik,
mimarlık alanlarında çalışmalar yürüten
akademisyen, kamu kurumu ve özel kuruluşların etkileşimi sağlanacak.
Ofis açılışında konuşan BENA Başkanı
Prof. Dr. Fokion K. Vosniakos ofisin; öğrenci değişimi, uluslararası kongrelerin düzenlenmesi ve işbirliği açısından oldukça
faydalı olacak bir bağlantı olarak değerlendirdi. “Yeşil Kampüs” projesine sahip bir
üniversite ile işbirliği yapmanın ne kadar
önemli olduğunu vurguladı. Birlikte “Yeşil
Kampüs ”’ten ziyade yeşil konsept anlayışını benimseyerek ilişkilerin yürütüleceğinin önemini belirtti.
Açılışa katılan Rektör Yardımcısı Prof.
Dr. Ali Fuat Aydın “Geçmişin mirası, gelecek için yapılan çalışmaların itici gücü
olması anlayışı ile 3 yıl önce yola çıktık ve
“Yeşil Kampüs” projesini başlattık. Üniversitemizde, “Yeşil Kampüs” projesi ile doğaya ve insana saygı gösteren bir anlayışı benimsedik. Amacımız kampüs içinde doğal
hayatı koruyarak insana ve çevreye saygılı
bir bilinç oluşturmak. İnanıyorum ki Balkan
Çevre Topluluğu Türkiye Ofisi ile birlikte
İstanbul Teknik Üniversitesi daha fazla değerli projeye imza atacak” dedi.
Balkan Çevre Topluluğu
BENA 1998’de kurulmuş Balkan ülkelerinin
çevre ve kültürünün korunması ile görevli
uluslararası bir bilimsel sivil toplum kuruluşudur. Günümüzde 4000’den fazla aktif
üyesi olan dernek, üyeleri arasında bilgi
alışverişini sağlamak, araştırma projelerini
sunmak, problemlere getirilen çözümleri
tartışarak uluslararası düşünce havuzunu geliştirmek amaçlı çevrebilimcileri bir
araya getiren kongreler düzenlemektedir.
Yunanistan, Romanya, Hırvatistan, Arnavutluk, Sırbistan, Bulgaristan, Makedonya
ve Türkiye ile 70’in üzerinde bilimsel organizasyon gerçekleştiren BENA, uzmanları
ile çevre kirliliği(hava, su, toprak, tarım,
sanayi), ekoloji, risk değerlendirmesi, atık
yönetimi, radyoaktivite, temiz teknolojiler,
çevre eğitimi, çevre mevzuatı, yönetim ve
bilişim ile çevre sorunlarına sağlık etkisi ve
bilgisayarlı uygulamaları üzerine çalışmalar
yürütmektedirler.
Prof. Dr. Yusuf Yağcı’ya IUPAC'de Asli Üyelik
Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yusuf Yağcı, International Union of Pure and Applied Chemistry
(IUPAC) in Polymer Division'a 2016 -2017
yılları için asli üye seçildi. Prof.Dr. Yağcı,
2014-15 yıllarında da ön üye olarak görev
yapmaktaydı.
Dünya’da bütün Kimya dallarının uluslararası temsilcisi olan IUPAC, kimyasal
maddelerin isimlendirilmelerinin bir düzen
içinde olmasını sağlıyor.Kimya bilimine
dair gelişmeleri ve yönlendirmeleri üstle-
126 itü vakfı dergisi
nen IUPAC, aynı zamanda konferanslar
düzenleyerek üye ülkelerdeki kimyacılar
arasında sürekli işbirliğini teşvik etmeyi
amaçlıyor.
Prof. Dr. Yusuf Yağcı, TÜBİTAK Teşvik (1989), TÜBİTAK Bilim (1994), Türkiye Kimya Derneği Şeref Ödülü (2002),
Elsevier Scopus Ödülü (2007), Japonya
Polimer Derneği Uluslararası Bilim Ödülü (2008), Elginkan Vakfı Teknoloji Ödülü
(2008), COMSTEC İslam Ülkeleri Bilim
Ödülü (2010) gibi ödüllerin sahibidir.
Ayazağa Yerleşkesi'nde Öğrenci Kayıtları
2015 ÖSYS ile İTÜ ailesine yeni katılan
öğrenciler, geçen senelerde olduğu gibi,
Ayazağa Yerleşkesinde yer alan Süleyman
DemirelKültürMerkezi’ne gelerek kayıt işlemlerini gerçekleştirdi.
“İlklerin Üniversitesine Hoş Geldiniz”
yazısıyla Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde karşılanan öğrencilerimize ilk gün
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca eşlik etti.
Karaca, kayıt alanında öğrencilerle ve aile-
leriyle birebir ilgilendi. Yeni kayıt olan öğrenciler, İTÜ Kimliklerini Rektörün elinden aldı.
Öğrenci Kulüplerinden Karşılama
Öğrenci İşleri Dekanlığı ve Öğrenci İşleri
Daire Başkanlığı tarafından yürütülen kayıt
işlemlerinin ilk günü Gemi İnşaatı ve Deniz
Bilimleri Fakültesi, Makina Fakültesi, Elektrik – Elektronik Fakültesi Fen – Edebiyat
Fakültesi ve Maden Fakültesi öğrencilerinin
kayıtları yapıldı. Öğrencilerin kayıt işlemleri
10 dakika gibi kısa bir sürede sorunsuz bir
şekilde gerçekleştirildi.
İTÜ Kültür ve Sanat Birliğine bağlı öğrenci kulüpleri de yeni gelen öğrencileri
ilk gün yalnız bırakmadı. Öğrenciler, Kültür-Sanat, Uzmanlık ve Spor kulüplerinin
temsilcilerinin bulunduğu masalardan, kulüp faaliyetleri ve üyelikleri hakkında bilgi
edindi.
İTÜ’de İlk Defa E-Kayıt
Bu sene ilk defa uygulanan e-kayıt ile 900
civarında öğrenci evlerinin rahatlığında kayıtlarını tamamladı. 5 Ağustos 2015 tarihine
kadar e-devlet üzerinden veya fakültelere
gore belirlenen günlerde yerleşkeye gelerek yapılan işlemlerle yaklaşık 3 bin 200
öğrencinin kayıtları tamamlandı.
Toplu Taşıma İçin İTÜ'den Akıllı Malzemeler
İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı
Fakültesi bünyesinde İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA) desteğiyle “Tekstil Tabanlı Kompozit İleri Teknoloji ve
İnovasyon Merkezi” kuruluyor.
İTÜ ve İETT Genel Müdürlüğü,
TEMSA, İstanbul Sanayi Odası ve
İTÜNOVA iştirakleriyle yürütülecek
projenin koordinatörlüğünü Tekstil
Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi’nden Prof. Dr. Nuray Uçar üstleniyor.
1 milyon 400 bin TL bütçeye sahip
proje İSTKA tarafından destekleniyor.
Tekstil Tabanlı Kompozit İleri Teknoloji ve İnovasyon Merkezi’nde, İETT
başta olmak üzere tüm toplu taşıma araçlarında ve kompozit ürünlerin kullanıldığı
diğer sanayilerde kullanılmak üzere malzemeler üretilecek. Çevre dostu yaklaşımla
tekstil tabanlı hafif kompozit malzemeler,
tekstil tabanlı ısı ve ses yalıtım malzemeleri
ve çok fonksiyonlu kumaşlar geliştirilecek.
ti-bakteriyellik, kir iticilik, UV dayanımı
ve yüzey aşınma dayanımı gibi akıllı
ve çoklu fonksiyonel özellikler olacak.
Merkezde toplu taşıma araçlarının yüksek
ağırlığının neden olduğu yakıt tüketimini ve
emisyon miktarının azaltılmasına yönelik
çalışmalar yapılacak. Geliştirilecek malzemelerde ısı yalıtımı, ses yalıtımı ve yangına
dayanıklılık özelliklerinin yanı sıra; tekstil tabanlı kumaşlarda da adaptif ısı kontrolü, an-
Akıllı Malzemeler Üretilecek
Geliştirilecek hafif kompozit malzemelerle toplu taşıma araçlarındaki
araç motor sesi minimuma indirilecek, ses yalıtım özelliği sağlanacak
ve gürültü kirliliği önlenecek. Özellikle yaz aylarında havaların ısınması ve
taşıt içinin soğutulması için harcanan
enerji, malzemelerde kullanılacak ısı
yalıtım özelliği sayesinde azaltılmış
olacak.Ayrıca toplu taşıma kullanan
çocuklar ve çocuklu yolcular için modifiye
edilmiş koltuk sistemi ile hem güvenlik önlemleri alınmış olacak hem de konforlu yolculuk yapmaları sağlanmış olacak.Taşıtlar
içinde kullanılacak malzemelerin güç tutuşur özellikte olması sağlanacak ve böylece
güvenlik açısından önlem alınmış olacak.
itü vakfı dergisi 127
İTÜ'DEN HABERLER
“Hocaların Hocası” Prof. Dr. Sadık Kakaç’a,
Luikov Madalyası Verildi
sel çalışmalara üstün katkıları sebebiyle”
Prof. Dr. Kakaç'ı ödüllendirdiğini açıklayan
ICHMT, Luikov Madalyasını daha önce
ABD’li, İngiliz, Rus, Alman, Avustralyalı, Japon, İtalyan, Bosna Hersekli ve Hintli bilim
insanlarına vermişti. Prof. Dr. Kakaç, Luikov
Madalyasını ICHMT Başkanı Prof. Dr. K.
Hanjalic’in elinden aldı.
İTÜ Makine Fakültesi mezunu Prof. Dr. Sadık Kakaç, “Isı ve transferi konusundaki
bilimsel çalışmalara üstün katkıları sebebiyle” bu güne kadar dünyada 16 bilim
insanına verilen Luikov Madalyası ile ödüllendirildi
“Hocaların Hocası” olarak bilinen İTÜ
Makine Fakültesi mezunu ve halen TOBB
ETÜ Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Sadık KAKAÇ, 1979 yılından bu yana dünyada 16 bilim insanına verilen Luikov Madalyasını Sarajevo’da düzenlenen uluslararası toplantıda törenle aldı.
Aldığı bu yeni ödül nedeniyle kendisiyle görüştüğümüz Prof. Dr. Sadık Kakaç,
Prof. Dr. Sadık Kakaç kimdir?
Mühendislik, araştırma ve geliştirme alanında bir çok eseri bulunan Kakaç, İTÜ Makine Fakültesi’nden 1955 yılında mezun oldu.
ABD M.I.T.’de Yüksek Lisans, University of
“2014 yılında, Isı Transferi konusunda, bu
değerli ödülün, ilk defa bir Türk'e verilmiş
olması da ayrıca bir önem taşıyor ve Cumhuriyetimizin kurduğu eğitim sistemi ile
Anadolu'da ilk, orta, ve lise okuyarak gelip,
İTÜ de ne kadar değerli eğitim gördüğümüzü göstermesi bakımımdan çok önem
taşıyor, hocalarımı hep, minnet ve şükranla
anıyorum…” dedi.
Isı transferi konusundaki yayınları başta
ABD olmak üzere dünyanın birçok üniversitesinde ders kitabı olarak okutulan Prof.
Dr. Kakaç, Uluslararası Isı ve Kütle Transferi Merkezi’nin (ICHMT) iki yılda bir verdiği
Luikov Madalyasını alan ilk Türk bilim insanı oldu. “Isı ve transferi konusundaki bilimManchester’de Doktora yaptı. İTÜ’de 1967
yılında Doçentliğe, 1960-1980 arası görev
yaptığı ODTÜ’de 1971’de Profesörlüğü
yükseltildi. 1980’den sonra 28 yıl, Amerika
Birleşik Devletleri’nde Miami Üniversitesi’nde çalışan Kakaç, ardından
Türkiye’ye geri dönüş yaptı.
“Kakaç Sayısı”nın mucidi
Prof. Dr. Kakaç, bilim dünyasında, iki-fazlı ısı transferi alanında yapmış olduğu katkılardan
dolayı, kaynama ile ısı transferinde önemli olan boyutsuz bir
parametreye, ‘Kakaç Sayısı’ adı
verilmiştir.
128 itü vakfı dergisi
Luikov Madalyası’nın önemi
A.V. Luikov, ısı ve enerji konusunda yayın
ve araştırmaları ile dünyaca tanınmış Rus
bilim insanıdır. 1910 yılında doğan ve 1976
yılında hayata gözlerini yuman Luikov,
1967 yılında ICHMT’nin kurulmasına büyük katkı sağlamıştı. Luikov’un vefatından
3 yıl sonra ICHMT, Luikov Madalyasını ısı
transferi konusunda bilimsel çalışmalara
katkı sağlayan tüm dünyadan değişik bilim
insanlarına vermeye başladı. Ödülün 17’incisini Türkiye’den Prof. Dr. Kakaç aldı.
Prof. Dr. Kakaç, anısına konulan ödülü kazandığı Luikov hakkında “Luikov’un
yazdığı ‘Isı İletiminin Teorisi’ adlı kitabın
İngilizcesini 1958 yılında okuyarak çok
şey öğrendim ve etkilendim. Seneler sonra
1970’lerde ben de değişik bir yaklaşımla
‘Isı İletimi’ adlı kitabımı yazdım. Bu kitabımın 4. baskısı dünyada birçok üniversitede
ders kitabı olarak kabul edildi ve halen en
popüler ders kitabıdır” dedi.
Onlarca ödülden biri…
1989 yılı Alexander von Humboldt Ödülü
(Almanya), 1994 yılı Türk-Amerikan Bilim
Adamları Birliği Bilim Ödülü, 1997 yılı Amerika Makina Mühendisleri Birliği (ASME) Isı
Transferi Ödülü, 1997 yılı Uluslararası Isı
ve Kütle Transferi Merkezi (ICHMT) Hizmet
Ödülü, 1999 yılı ODTÜ Prof. Dr. Mustafa
N. Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı Hizmet
Ödülü sahibi olan Sadık Kakaç'a 1998
yılında Ovidius Üniversitesi tarafından
(Romanya), 1999 yılında Reims Üniversitesi tarafından (Fransa) Onur Doktorası
verilmiştir. Sadık Kakaç 2000 yılı TÜBİTAK
Hizmet Ödülü sahibidir. 2013 yılında Uluslararası Mühendislik Eğitimi ve Araştırma
Teşkilatı’nın (INEER) ‘Dünya Çapında Liderlik Ödülü’nü kazanan Prof.Dr. Sadık
Kakaç’ın, uluslararası çapta 20 civarında
ödülü bulunuyor.
Emin Alper’e Venedik’ten
“Jüri Özel Ödülü”
İTÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Görevlisi Dr.
Emin Alper, 72. Venedik Film Festivali’nde
“Abluka” isimli filmiyle Jüri Özel Ödülünü
aldı.
Venedik’in Lido Adası’nda yapılan ve dünyanın en
eski film festivali olan
Venedik Film Festivali
kapsamında
dünyaca
ünlü yönetmenlerle “Altın
Aslan Ödülü” için yarışan
Emin Alper “Abluka” isimli
filmi ile Jüri Özel Ödülüne
layık görüldü. Alper’in yönetmenliğini yaptığı filmde,
terör olaylarının artmasıyla
birlikte güvenlik ablukasına alınan bir gecekondu
mahallesinde yaşayan iki kardeşin paranoyalarla dolu yaşamına değiniliyor. Film,
Venedik’ten sonra Uluslararası Toronto Film
Festivali’nde de görücüye çıkacak.
2003 yılından beri İTÜ İnsan ve Toplum
Bilimleri Bölümü’nde akademisyenlik ya-
pan Emin Alper, profesyonel sinema
kariyerinin yanında aynı zamanda
çeşitli dergilerde yazarlık da yapıyor. Emin Alper’in sinema geçmişinde Mektup(2005) ve Rıfat(2006)
kısa metrajlı filmler olarak, Tepenin
Ardı(2012) ve Abluka’da (2015) uzun metrajlı filmler olarak yer alıyor. Alper, Tepenin
Ardı isimli filmi ile de 2012 yılında ulusal ve
uluslararası alanda 16 ödül almıştı.
Emin Alper, İTÜ’de halen Modernitenin
Oluşumu, Modern Türkiye Tarihi, Dünya Tarihi derslerini vermektedir.
Yrd. Doç. Dr. Seda Aksoy Esinoğlu’na
TÜBİTAK Teşvik Ödülü
Yrd. Doç. Dr. Seda Aksoy Esinoğlu, 2015 yılı “TÜBİTAK Teşvik Ödülü”ne layık görüldü.
İTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi, Fizik Mühendisliği
Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Seda Aksoy
Esinoğlu “Katıhal fiziği alanında, kalorik etkilerin
incelenmesi ve intermetalik alaşımların yapısal
ve manyetik özellikleri konularındaki uluslararası düzeyde üstün nitelikli çalışmaları” nedeniyle
2015 yılı “Temel Bilimler dalında TÜBİTAK Teşvik
Ödülü”ne layık görüldü. Dr. Seda Aksoy Esinoğlu,
Manyetizma, Nötron Kırınımı ve Nanomanyetizma
alanlarında çalışmalarını yürütüyor.
Yrd. Doç. Dr. Tufan Kumbasar’a “Best Paper” Ödülü
Elektrik-Elektronik Fakültesi, Kontrol ve Otomasyon Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd.Doç. Dr. Tufan Kumbasar, katıldığı uluslararası konferansta “Revisiting KM Algorithms: A
Linear Programming Approach” başlıklı çalışmasıyla “Best Paper” ödülünü aldı.
Bulanık Küme kuramının 50.yılının kutlandığı
"2015 IEEE International Conference on Fuzzy
Systems (FUZZ-IEEE 2015)" 2-5 Ağustos 2015
tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşti. Konferansta Tip-2 Bulanık sistemler için yeni bir tip
indirgeme yaklaşımı öneren çalışmasıyla ödül
alan Kumbasar ayrıca konferans kapsamında
düzenlenen "Fuzzy Logic Control: Past, Present
and Future" isimli paneled konuşmacı olarak da
yeraldı.
itü vakfı dergisi 129
İTÜ'DEN HABERLER
AIAA Uçak Motoru Tasarım
Yarışmasından Üçüncülük
Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi, Uçak Mühendisliği Bölümü öğrencilerinden oluşan Muta Genesis
Takımı, Amerikan Havacılık
ve UzayEnstitüsü (AIAA) ve
Amerikan Makine Mühendisleri OdasıUluslararası Gaz Türbin
Enstitüsü (ASME-IGTI) tarafından
ortaklaşa düzenlenen motor tasarım yarışmasında üçüncü oldu.
Yarışmada Üniversitemizi, UçakMü-
hendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç.
Dr. Onur Tunçer ve Muta Genesis takım
üyeleri Mohamad Barada, Utku Çaylan,
Tim Roos ve Alberto M. Contreras temsil etti.
Genesis isimli motor tasarım projeleri ile yarışmaya katılan İTÜ takımı toplam puanlarının % 70'ini hazırladıkları
rapordan, kalan kısmını ise gerçekleştirdikleri sunumdan aldı. Raporların
değerlendirilmesi sonucu seçilen beş
finalist arasında yer alan takım, Amerika'nın Orlando kentinde düzenlenen
51. Joint Propulsion Conference etkinliğinde jüri üyelerinin karşısında tasarımlarını sundu.
Yarışmanın 2015 yılı konsepti yeni
nesil Airbus A380 & A 350 ve Boeing
787 uçaklarında 2025 yılı ve
ötesinde
kullanılması
öngörülen ultra yüksek by-pass oranlı
turbofan
motorların
kavramsal tasarımlarının geliştirilmesi
olarak belirlendi. Takım üyeleri projelerinde kullandıkları
yenilikçi seramik
matris kompozit
malzeme teknolojisinin çekirdek motorun ısıl verimini
arttırdığını ve bu sayede çekirdek
motorun ultra yüksek by-pass oranlı motorun fanını kolaylıkla çevirebildiğini, ayrıca tasarımda kullandıkları
yeni yakıt ve gürültü azaltıcı teknolojiler sayesinde motorun baz motor olarak
kullanılan Trent 100 ve Trent XWB motorlarına nazaran çok daha çevreci özellikleri olduğunu belirtti.
Horizon 2020’de İTÜ Koordinatörlüğünde İkinci Proje
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd.Doç. Dr. Mustafa Altun’un projesi, Avrupa Birliği Horizon 2020 Marie Skodowska Curie Araştırma Programları ve Bursları, Araştırma ve Yenilikçilik DeğişimProgramı (Research
and Innovation Staff Exchange Scheme-RISE)
2015 çağrısı kapsamında desteklenmeye değer
görüldü.
İTÜ Öğretim Üyesi Mustafa Altun’un, “Sy-
130 itü vakfı dergisi
nthesis and Performance Optimization of a
Switching Nano-crossbar Computer- (NANOxCOMP)” adlı projesinin toplam bütçesi 725.500
EURO, İTÜ bütçesi ise 270.000 EURO’dur.
Söz konusu projede, bir tane sanayi alanından ve yedi tane akademi alanındanolmak
üzere toplamda 8 ortak yer alıyor. Proje “İTÜ
Nanoelektronik ve Hesaplama Grubu/Lab'ı “tarafından yürütülüyor.
İTÜ ve Boeing, Öğrenci
Tasarımlarını Ödüllendirdi
İTÜ ve Boeing Türkiye’de insansız hava aracı tasarım eğitimi konusunda ortak bir çalışmaya imza atarak, Türkiye’nin yedi farklı
bölgesinden gelen üniversite öğrencilerinin
tasarladığı en başarılı insansız hava araçlarını ödüllendirdi.
İTÜ ev sahipliğinde Boeing’in destekleri ile bu yıl ilk kez düzenlenen “Üniversitelerarası İnsansız Hava Aracı Tasarım
Eğitimi ve Yarışması” 31 Ağustos - 5 Eylül
tarihlerinde İTÜ Stadyumu’nda gerçekleştirildi.
Yarışmaya, Türkiye’nin 7 bölgesini temsilen seçilen Akdeniz Üniversitesi, Ege
Üniversitesi, Fırat Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi, Uludağ
Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde farklı disiplinlerde öğrenim gören
öğrencilerden oluşan ekipler katıldı. 32
öğrenci, İTÜ’nün uçak tasarımı, aerodinamik ve uçuş kontrolü alanlarında uzman
profesörlerinden, asistanlarından ve teknik
personelinden yedi günlük teknik ve uygulamalı eğitim aldı.
Eğitimin sonunda öğrenciler sekiz ayrı
takım halinde, kendi mini uçaklarını tasarladılar. Masrafları proje tarafından karşılanan elektronik malzemeler kullanarak
bu uçakların üretimini gerçekleştirdiler.
Öğrenciler tarafından tasarlanan ve üretilen insansız hava araçları, projenin son
gününde düzenlenen gösteri uçuşunda
sergilendi.
“En İyi İnsansız Hava Aracı Tasarım
Ödülü” Akdeniz Üniversitesi’nin
Dereceye giren takımlara ödülleri 6 Haziran 2015 Pazar günü Uçak ve Uzay
Bilimleri Fakültesi TAV Konferans Salonu’nda düzenlenen törenle takdim edildi.
Akdeniz Üniversitesi’nden katılan takımın tasarladığı İHA birinci olurken, Fırat Üniversitesi ve Ege Üniversitesi sırasıyla ikincilik ve üçüncülük ödülünü aldı.
Birinci olan takım 10.000 TL para ödülü
kazanırken, ikinci ve üçüncü olan takımlar sırasıyla 5.000 TL ve 2.500 TL para
ödülü kazandı.
Törende konuşan, Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. İbrahim Özkol, Türkiye’nin en
köklü akademik kuruluşlarından olan
İTÜ ve Boeing tarafından düzenlenen
üniversitelerarası insansız hava aracı tasarım eğitimi ve yarışmasının amacının
gençlerin havacılığa ilgisini çekmek ve
sektörde fark yaratacak bir adım atmak
olduğunu belirtti ve “İTÜ ve Boeing’in
havacılık sektörünün çeşitli alanlarında
birlikte çalışıyor olması, üniversite-endüstri işbirliğinin güzel bir örneğidir.
Türkiye’nin yedi bölgesinden katılan tüm
takımları ve yarışmada dereceye giren
takımları kutluyorum. Bu tür faaliyetlerin devamlılığının sektörün gelişimi açısından önemli olduğunu düşünüyorum”
dedi.
Boeing Türkiye ve Kuzey Afrika Strateji, Sanayi ve Kamu İlişkileri Yardımcı
Direktörü Filiz Hayırlı Tepebaşı ise “İTÜ
ile olan işbirliğimizin kapsamı her geçen
gün genişlemeye devam ediyor. Bu eğitim ve yarışma sayesinde bir uçak tasarımı ve üretimi için gereken en temel araçların sağlanmasına katkıda bulunmaktan
ve havacılığın geleceğine yönelik kalifiye
işgücünü desteklemekten gururluyuz”
şeklinde konuştu.
Kazanan takımlar ödüllerini, Rektör
Yardımcısı Prof.Dr. İbrahim Özkol, Boeing International Türkiye Kuzey Afrika
Strateji Sanayi ve Kamu İlişkileri Yardımcı Direktörü Filiz Hayırlı Tepebaşı, UUBF
Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Gökhan
İnalhan, Yard. Doç. Dr. Hayri Acar ve Dr.
Uğur Özdemir’den aldı.
itü vakfı dergisi 131
İTÜ'DEN HABERLER
Mühendisler Kariyer Planlarını İTÜ’de Şekillendirdi
İstanbul Teknik Üniversitesi Kariyer Merkezi, Kariyer ve Yetenek Yönetimi Derneği
ile birlikte düzenlediği, mühendislik mesleğine özel ulusal ölçekli ilk kariyer fuarı
Türkiye Mühendislik Kariyer Fuarı (TÜMKAF) 5-6 Ekim 2015 tarihlerinde Ayazağa
Kampüsü’nde gerçekleştirdi.
Devlet ve Vakıf Üniversiteleri’nin yanı
sıra, Kariyer Merkezleri ve Mezun Dernekleri’nin de desteğiyle TÜMKAF’ta; mühendislik, sanayi ve teknoloji alanında faaliyet
gösteren sektörünün öncü firmaları, kamu
teknoloji kuruluşları, meslek odaları, ülkemizin 37 farklı üniversiteden 7000’e yakın
nitelikli mühendis adayları ile buluştu. Bu
yıl ilk defa gerçekleşmesine rağmen; şirketler ve mühendis adayları yüksek katılım
gösterdi.
Arçelik, Bosch, Çalık Enerji, Hema
Endüstri, Kale Kilit, Sanko Holding, Türk
Ekonomi Bankası, Türksat, Vestel’in sektör ana sponsorluklarını üstlendiği TÜMKAF’a, ulusal ve uluslararası 62 firma katıldı.
Rektör Karaca: “Öğrencilerimizin kariyer
planlamalarına destek oluyoruz.”
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, fuara katılan firmaların stantlarını ziyaret ederek firma
yöneticileri ve öğrencilerle bir araya geldi.
Karaca, bu sene ilki gerçekleştirilen fuarla ilgili olarak “Ulusal ve uluslararası birçok
firmayı bir araya getirdik ve öğrencilerimizle
buluşturduk. Amacımız öğrencilerimize ve
mühendis adaylarına iyi bir kariyer imkânı
sağlamak. Aslında buna benzer
etkinlikler
yarıyıl
döneminden sonra
Şubat-Mart gibi yapılıyordu. Biz bunu
öğrenciler, döneme
başlamadan evvel
branşlarıyla
ilgili
işlere daha çok kanalize olsunlar diye
öne çektik. Fuara,
Türkiye genelindeki tüm üniversite
öğrencilerini davet
ettik, fuara katılımdan ve ilgiden memnunuz.
Fuarda emeği geçen İTÜ Kariyer Merkezine
teşekkür ederim” şeklinde konuştu.
Mülakat ile İş ve Staj Fırsatları
İki gün süren fuar; mühendislik öğrencileri,
yeni mezunlar ve kariyerinde yenilik arayan
deneyimli mühendisler için önemli bir fırsat
yarattı. Fuarda, sektörel gelişmeler, fırsatlar,
ihtiyaç duyulan işgücü profili ve merak edilen başka birçok konu firma yetkilileri tarafından aydınlatıldı. Fuarın sonunda katılımcılar,
sektörler ve firmalar ile ilgili detaylı bilgi edinmekten ve ilk elden özgeçmişlerini paylaşmaktan son derece memnun olduklarını dile
getirdiler. Samimi bir iletişim ortamında gerçekleşen etkinlikte mühendisler kariyerleriyle ilgili, firmalar ise işe alım politikalarıyla ilgili
önemli kazanımlar sağlamış oldu.
Bakü Mühendislik-MimarlıkÜniversitesi Öğrencileri İTÜ’de
İTÜ ile Azerbaycan Mühendislik-Mimarlık Üniversitesi arasındaki işbirliği protokolü kapsamında, Bakü’den gelen 30 öğrenciye, Yabancı
Diller Yüksekokulu’nda 128 saat Genel İngilizce kursu düzenlendi.
1-28 Temmuz 2015 tarihleri arasında gerçekleşen kurs, öğrencilerin İngilizce konuşma, yazma, okuma ve dinleme becerilerini geliştirmeleri çerçevesinde dilbilgisi altyapıları ile
kelime haznelerini güçlendirmek üzere tasarlandı. İTÜ’nün ayrıcalıklı yerleşkelerini ve sosyal yaşamını yakından tanıma fırsatı elde eden
öğrenciler eğitim sonunda başarı sertifikalarını
alarak kardeş ülkeAzerbaycan’a uğurlandı.
132 itü vakfı dergisi
Yer Bilimlerinde Üniversite-Sanayi
İşbirliği Sempozyumu ve Öğrenci
Bitirme Tasarım Projeleri Sergisi
İTÜ Maden Fakültesi Dekanlığı tarafından organize edilen “Yerbilimlerinde Üniversite-Sanayi İşbirliği Sempozyumu ve
Öğrenci Bitirme Tasarım Projeleri Sergisi”
İTÜ Maden Fakültesi İhsan Ketin Konferans Salonu ve Fuayesinde gerçekleştirildi. Sempozyum ve serge, İTÜ Maden
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Arslan’ın,
Maden Fakültesi’nin Ar-Ge ve eğitim çalışmalarını, Üniversite-Sanayi İşbirliği ve öğ-
renci tasarım projelerinin önemini içeren
sunumuyla başladı ve iki oturum şeklinde
gerçekleşti. Prof.Dr. Sezai Kırıkoğlu’nun
başkanlığını yaptığı birinci oturumda; Maden Fakültesi’nin İşbirliği içerisinde olduğu şirketlerden Gümüştaş Madencilik Ticaret A.Ş adına Kimya Müh Erdal Güldal,
Yapı Merkezi AR-GE Bölümü adına Prof.Dr.
Ergin Arıoğlu ve Kazan Soda A.Ş.-Ciner
Grubu adına Jeoloji Müh. Faruk Sülüki ve
Maden Yük.Müh. Günay Çakmakçı Şirket
Ar-Ge çalışmalarını ve fakülte ile ortaklaşa
gerçekleştirdikleri projeleri sundular.
Prof.Dr. Gülçin Özurlan Ağaçgözgü’nün başkanlığında yapılan ikinci oturumda; Maden Mühendisliği Bölümü’nden
Faruk Fırat Sarıkaya, Jeoloji Mühendisliği
Bölümü’nden Müge Yazıcı, Jeofizik Mühendisliği Bölümü’nden Sarper Celasun,
Petrol ve Doğalgaz Mühendsiliği Bölümü’nden Recep Bakar, Mücahit Yıldız,
Orhan Yamaç ve Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü’nden Tülin Damla Bilgiç
Bitirme Tasarım Projelerini Tükçe/İngilizce
olarak sundular. Bitirme Tasarım Projeleri
Sergisi’nde de her bölümden beş öğrenci
poster şeklinde projelerini sergilediler.
İTÜ Radyosu 70. Yaşını
Küresel Canlı Yayında Kutladı
Bu yıl 70. yaşını kutlayan Türkiye’nin ilk üniversite radyosu İTÜ Radyosu, 2 Ekim 2015'te
gerçekleşen "World CollegeRadioDay" etkinliğine 3. kez katıldı. 24 saat süren küresel
canlı yayında İTÜ Radyosu, hazırladığı 1 saatlik özel programla 18.00-19.00 saatleri arasında yayında olou. Etkinlik, 43 ülkeden 700
üniversite radyosunda yayınlandı.
Türkiye'nin ilk üniversite radyosu olan
ve halen 3 kanaldan yayın yaparak geniş
bir dinleyici kitlesi ile buluşan İTÜ Radyosu, uluslararası yayıncılık arenasında üniversitemizi temsil etti.
Bu yıl 70. yaşını kutlayan olan İTÜ Radyosu, 2 Ekim'de gerçekleşen "World CollegeRadioDay" etkinliğine 3. kez katıldı.
24 saat süren küresel canlı yayında
İTÜ Radyosu, hazırladığı 1 saatlik özel prog-
ramla 18.00-19.00 saatleri arasında yayında
oldu.
Etkinlik, 43 ülkeden 700 üniversite
radyosunda yayınlandı. Yayın maratonu
ABD'den başlayarak Venezüella, Meksika, Kolombiya, Şili, İspanya, Hong Kong,
İsveç, İtalya, Birleşik Arap Emirlikleri,
Türkiye, İngiltere, Fransa, İsrail, Hindistan ve Kanada'dan öğrenci radyolarının
programlarına yer verdi ve ardından tekrar
ABD 'ye dönerek son buldu.
2012 yılında düzenlenmeye başlayan
küresel radyo yayınına, İTÜ Radyosu geçen yıl ikinci kez katılmış ve 3 Ekim 2014’te
Türkçe ve İngilizce anonslar eşliğinde bir
saatlik canlı yayın gerçekleştirmişti.
İTÜ Radyosu’nu dinlemek için:
http://radyo.itu.edu.tr/
itü vakfı dergisi 133
İTÜ'DEN HABERLER
Kazakistan Festivalinden Konservatuvar’a Ödül
Kazak Hanlığının 550. kuruluş yıldönümü
nedeniyle düzenlenen Uluslararası "Gasırlar (Asırlar) Sazı" Halk Çalgı Orkestraları
Festivali ve Yarışmasında İTÜ Türk Musiki
Devlet Konservatuarı adına katılan Türk
Halk Müziği topluluğu, en iyi üç ekipten
biri seçildi.
Almaata’daki festivalin yarışma bölümünde, jüri üyesi olarak görev yapmak
üzere davet edilen öğretim üyemiz Doç.
Cihan Yurtcu, açılış konserinde Kazakistan’ın dünyaca ünlü “Sazgen Sazı Halk Etnografi Orkestrası” ile solist olarak sahne
aldı. Festivalin ana programı olan yarışma
bölümünde ve Gala konserinde ise konservatuarımızın THM Topluluğu ilgi odağı
olan bir performans sundu.
İTÜ Rektörlüğü’nün desteği ve Konservatuar Müdürü Prof. Adnan Koç ile Öğr.
Gör. Gülaram Baltayeva koordinatörlüğünde festivale katılan, Sedat Solakoğlu, Öğr.
Gör. Dr. Deniz Güneş, Araş. Gör. Erhan
Uslu, öğrenciler Sezgin Yaman, Ufuk Şim-
şek, Tugay Dilber ve İTÜ mezunu Yaman
Hadi’nin katılımıyla oluşturulan İTÜ TMDK
THM TOPLULUĞU, Kazakistan’da düzenlenen bu önemli uluslararası etkinlikte Türkiye’yi başarıyla temsil etti.
Kazak medyasının en prestijli haber
kanalı KABAR TV ve Kazakistan haber
ajansı KAZMEDYA tarafından da büyük
ilgi gören ekibimiz, festivalin yarışma bölümünde Kazak seyircilere ve farklı ül-
İTÜ’den bir başarı daha…
Dünya kadın satrancının yükselen yıldızı
olarak kabul edilen Zhansaya Abdumalik
“Dünya Genç Kadınlar Şampiyonası”’nda, 13 maçta 9,5 puanla, 2-3 sıraları alarak, averajla üçüncü oldu.
İTÜ Spor Kulübü sporcusu olan Zhansaya, henüz 15 yaşını doldurmamış olmasına karşın çok başarılı bir geçmişe sahip.
Kariyerinde; 2 kez “Dünya Yaş Grupları
Şampiyonu”, 2 kez “Asya Şampiyonu”, 2
kez “Dünya Gençler İkincisi” olan Zhansaya, bu yıl da “Dünya Gençler Üçüncü-
134 itü vakfı dergisi
sü” olarak başarılarına bir yenisini daha
ekledi. Rusya’da Khanty –Mansysk bölgesinde 1-14 Ağustos 2015 tarihlerinde
düzenlenen “Dünya Gençler Şampiyonası” uzun yıllardır gerçekleştiriliyor. 20 yaş
altında kadın ve açık kategoride düzenlenen yarışmada çok sayıda ülke katılım
gösteriyor. Zhansaya 13 tur olan şampiyonayı çok uzun süre lider olarak götürmesine karşılık son 3 turda rahatsızlanması
nedeniyle yarışmayı üçüncü olarak bitirdiğini söyledi.
kelerden gelen jüri üyelerine etkileyici
bir sürpriz yaptı. Kazakistan’da “Küy”ün
(enstrümantal halk ezgilerinin) atası olarak tanınan ünlü besteci Kurmangazı'nın
en sevilen küy’lerinden birisi olan "ADAY"ı,
ekibimiz, Kazaklar’ın en önemli halk çalgılarından Dombıra’yı da kullanarak hazırladığı bir mizansenle, üstelik Dombıra tekniğini bağlamalara aynen adapte ederek
başarıyla icra etti.
Bu performansından dolayı Kazaklar'ın ve jüri üyelerinin tamamının takdirini kazanan ve ödül alan ekibimiz, Gala
konserinde tüm grupların birlikte çalması
planlanan bu eserde, jürinin ve organizasyon komitesinin isteği üzerine, katılımcı 40
orkestranın önünde sahnede yer aldı ve
Kazak-Kırgız-Özbek-Uygur müzisyenlerden oluşan 150 kişilik dev orkestraya liderlik etti. Bu icrası ile dinleyiciden büyük
alkış alan İTÜ TMDK THM topluluğu, ülkemiz ve üniversitemizi uluslararası alanda
büyük bir başarıyla temsil etti.
SEKTÖR HABERLERİ
Doğuş İnşaat’tan Çevreye Duyarlı
Artvin Barajı
DemirDöküm’den Akıllı,
Yeni Kombi: Nitron Plus
DemirDöküm, çift mikro işlemcili
elektronik kart ile kombide daha
akıllı ve güvenli bir dönem başlatıyor. “Akıllı, konforlu, güvenli,
Nitron Plus Tabii ki!" sloganıyla tüketici karşısına çıkan Nitron Plus
Kombi, 3 yıldızlı verim sınıfıyla
maksimum ve minimum çalışmada bile yüksek enerji tasarrufu
sağlıyor. NitronPlus’ın yeni nesil
dijital program saati ev yaşamını
düzenlemede büyük kolaylık sağlıyor, kullanıcı ne zaman ne kadar
sıcaklık isterse kendini ona ayarlıyor. Otomatik fan hızıyla ise düşük
ısıda ideal yanma sağlıyor.
Programlanabilir özelliğiyle ve özel tasarlanmış kumanda
paneliyle kullanıcı ne zaman isterse, evi o zaman ısınıyor. Dijital
saatiyle, kullanıcının tercihine göre haftanın istenen günleri ve
günün belli saatlerine ayarlanarak otomatik ısı artışı sağlayan
Nitron Plus, Solar NTC uyumlu oluşu sayesinde ise güneş enerjisi sistemlerine kolayca bağlanabiliyor.
Kale’ye Üç Ödül Birden
Kale, bu yıl 13’üncüsü düzenlenen ‘Altın
Örümcek Web Ödülleri’nde, her kullanıcının kendi banyosunu tasarlayabildiği
‘Kale360.com’ ve ‘Kale.com.tr’ web
sitesi ile üç ödül birden kazandı. İnternet’in Oscar’ı olarak da adlandırılan
‘Altın Örümcek’te finale kalan Kale360.
com, ‘En İyi Web Sitesi’ seçilerek büyük
ödüle layık görülürken, ‘Perakendecilik/
Mağazacılık’ kategorisinde de birincilik
ödülünün sahibi oldu. Ayrıca Kale Yapı
Ürünleri Grubu’nun seçkin ürünlerinin yaratıcı tasarımlarla sunulduğu web sitesi ‘Kale.
com.tr’ de, ‘Perakendecilik/Mağazacılık’ kategorisinde ikincilik ödülünü aldı.
Artvin Barajı 332 MW gücündeki 2 adet hidroelektrik santralin faaliyete
geçmesi ile yılda 1 milyar 26 milyon kWh (kilovatsaat) enerji üretecek,
Bu rakam, ülkenin kurulu hidroelektrik enerji üretim gücünün %1,5 ‘ini
oluşturuyor. İşletmeye alındıktan sonra ülke ekonomisine katkılarının
yanı sıra, baraj inşaatı süresince sağladığı istihdam olanakları ile bölge
insanına ve ülkenin dört bir yanından gelen teknik kadrolara katkıda bulunan Artvin Barajı, Doğuş İnşaat’ın tamamladığı 19. baraj projesi olup,
bir özelliği de çevreye duyarlı bir proje olması. Bu kapsamda yapılan
çalışmalar Doğuş İnşaat yetkilileri tarafından şu şekilde ifade ediliyor:
Artvin Barajı ve Hidroelektrik Santrali projesi kapsamında düzenli
olarak arıtma tesislerinin bakımları yapılmış; saha genelinde toz ölçümleri ve baca gazı emisyon ölçümleri yapılarak standart değerlerinin kontrolü sağlanmıştır. Çevreye verilen etkiyi azaltmak için beton atıklarının
dereye deşarjı önlenmiş, tüm atıkların bertarafı lisanslı firmalar tarafından gerçekleştirilmiştir. Proje faaliyetlerine ilişkin sulak alan koruma
izinleri alınmıştır. Artvin Barajının bir kısmının “Çoruh Vadisi Yaban Hayatı
Geliştirme Bölgesi”nde yer alması sebebiyle yaban hayatının takibi, geliştirilmesi ve çeşitliliğin korunması amaçlı gözlem, envanter sayımı ve
benzeri uygulamalar yapılmış; “Zeytin Dalı Hikayesi” Projesi’ne destek
verilerek rezervuar altında kalan zeytin türlerinin korunması ve genç aşılı
yeni zeytin bahçeleri oluşturulmasına olanak tanınmış.
ZyXEL WAC6500 ile Kablosuz Ağlarda
Optimum Performans!
ZyXEL’in akıllı anten teknolojisine sahip Wi-Fi
Erişim Noktası çözümü WAC6500, yüksek performanslı internet erişiminin ciddi bir ihtiyaç
olduğu yoğun kullanıcılı ortamlarda bile maksimum hız ve kesintisiz bağlantı imkanı sağlıyor.
Telekom servis sağlayıcılarından küçük ve orta
boy işletmelere ve ev kullanıcılarına kadar çok geniş bir skaladaki
müşteri tabanı için hem kablolu hem de kablosuz internet çözümleri
sunan dünyanın lider ağ çözümleri firması ZyXEL, pazarın ihtiyaçlarına özel ürünler geliştirmeye devam ediyor. ZyXEL’in bir süre önce
pazara sunduğu WAC6500 Serisi Akıllı Anten Wi-Fi Erişim Noktası,
Wi-Fi erişim noktalarında geleneksel olarak kullanılan antenlerin
performansını 2 katına çıkartan bir akıllı anten teknolojisi sayesinde,
kapsama gücünü ve kapasitesini artırıyor. Bu erişim noktası çözümü ayrıca enterferans dayanıklılığını da bir üst seviyeye çıkartıyor.
itü vakfı dergisi 135
SEKTÖR HABERLERİ
Soyak Kristalkule
Soyak Kristal Kule’ye Ödül
Pei Cobb Freed ve HAS Mimarlık ortaklığında tasarlanan 168 m. yüksekliğinde Soyak
Kristal Kule, en iyiler arasına girdi.
Dünyanın dört bir yanından gökdelenler ve nefes kesen mimari projeler platformu Emporis’in dünya çapında 300’den
fazla gökdelen arasından 2014 yılı için seçilen en iyi 10 bina listesinde İstanbul’daki
''Soyak Kristalkule'' 7. sırada yer aldı.
Yapılar hakkında küresel bir bilgi sağlayıcısı olan Emporis’in her yıl düzenlediği
“Gökdelen Ödülü” yarışmasında projeler,
yıl içerisinde tüm dünyada gerçekleştirilen
ve yarışmanın kriterlerine uygun proje bilgilerinin yer aldığı kendi veritabanı üzerinden seçildi. Tasarım ve işlevselliği bir araya getiren en iyi mimar ve projeyi seçmek
amacıyla yapılan yarışmada en iyi 10 proje,
Emporis editörlerinin oluşturduğu jüri tarafından yapılan oylamalar sonucu belirlendi.
Soyak Kristalkule, Soyak Holding tarafından Levent’teki kendi arsası üzerinde
geliştirilmiş ve 2011 yılında başlanılan inşaat 2014 yılında tamamlanmıştır. Projenin
mimari tasarımı, ünlü Mimar Henry Cobb
önderliğindeki NewYork’tan Pei Cobb Freed & Partners (PCF&P) ile yerel mimar
olarak HAS Mimarlık Ltd. tarafından yapılmıştır. Projenin strüktür tasarımı yine USA
menşeli Thorton Tomasetti, mekanik ve
elektrik tasarımı ise Jaros Baum & Bolles
tarafından yapılmış olup, yerel proje ayağında Balkar, Enmar ve Dinamik yer almıştır. Proje yönetimini ise uluslararası ARUP
yürütmüştür. Ulusal ve uluslararası uzmanların katılımıyla, geniş bir ekibin işbirliğiyle
tasarlanan Soyak Kristalkule’de, çağdaş
mimarlık ilkeleri ve teknoloji en yenilikçi ve
sürdürülebilir biçimde uygulanmıştır.
Suha Özkan’dan Mimarlık Kültürüne Armağan
'Bodrum Mimarlık Kitaplığı'
Mimar Suha Özkan ve eşi Yasemin Aysan'ın kişisel girişimleri ile oluşturularak
mimarlık kültürümüze armağan edilen
Bodrum Mimarlık Kitaplığı açıldı.
Dünya Mimarlık Birliği Kurucu Başkanı
Prof. Dr. Suha Özkan, Bodrum’daki yüz yıllık bir evi, restore ederek, “Mimarlık Kitaplığı”nı kurdu. ODTÜ’de uzun
yıllar sürdürdüğü öğretim üyeliği görevinin ardından emekli
olup Bodrum’a yerleşen Suha
Özkan, Bodrum Çarşı Mahallesi’ndeki yüz yıllık bir evin
doğal dokusunu bozmadan
136 itü vakfı dergisi
restore etti. Prof. Dr. Özkan, mimar eşi Yasemin Aysan ile birlikte 48 yıllık mesleki
hayatları boyunca biriktirdikleri binlerce
kitap, belge ve proje arşivini derleyerek
Bodrum Mimarlık Kitaplığı’nda meraklıların
kullanımına sundu. Kitaplığın,
hafta içi belirli saatler arasında randevu sistemi ile hizmet
vereceği belirtildi.
15 bin kitap, 20 bin belge...
Özkan, “Koleksiyonumuzdaki kitapların tamamı 15 bin.
Buraya sadece 10 bin kitabı
yerleştirdik. 20 bin kadar da
belge var. Mimarlık belgesi,
çizimler, gravürler, eski yapıtlar mevcut”
dedi. Mesleki alanda kitap bağışı yapmak
isteyenlere açık olduklarını belirten Özkan,
inceleme ve değerlendirmelerin ardından
bağış yapılan kitapları da düzenleyerek
kullanıma sunacaklarını söyledi.
Ağa Han Mimarlık Ödülü’nün yöneticiliğini yaptığı uzun yıllar boyunca İsviçre’de
yaşayan Suha Özkan, kişisel girişimlerle
oluşturduğu bu kitaplığın Türkiye’de tek
olduğunu belirterek, “Alt kattaki toplantı
salonu ve büro olarak kullanılacak mekanların yanısıra üst kattaki dört odanın
her biri temalar üzerine düzenlendi. Birini
Bodrum’a ayırmayı düşünüyoruz. Bodrum’a ve mahallelerine ait mimari verilerin
ve düzenlemelerin yer alacağı bir bölüm
olacak. Biri süreli yayınlar, diğerinde de
mimarlık tarihi ve sanat yapıtları yer aldı.
Diğer odada şimdilik eğilemediğimiz belgeler yığılı. Genellikle mimarlık öğrencileri, mimarlar ve meslek adamlarına yönelik,
ama sanat ve diğer konularda kitaplarımız
da var. Meraklısı her zaman gelebilir.” dedi
Doğan Hasol’un ismi de
Bodrum Kitaplığı’nda
Mimarlık Kitaplığı’ndaki birimlerden Süreli Yayınlar Odası’na “Doğan Hasol”un adı
verildi. Suha Özkan, Kitaplık’taki bu odayı,
mimarlık alanında verdiği eserler, yaptığı
katkılar ve yayımladığı Türkiye’nin en uzun
soluklu dergisi YAPI adına Doğan Hasol’a
adadıklarını söyledi.
İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER
İ
TÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler
Komitesi, Ekim başında yaptığı toplantıda
2015-2016 döneminde gerçekleştireceği
etkinlikler için yol haritasını belirledi. Komite,
yeni dönemdeki çalışmalarını, Haziran’da
yapılan Genel Kurul’da yeniden bu göreve
seçtiği Zeliha Dilek başkanlığında yürütüyor.
Dilek, daha önceki yıllarda başkanlık görevini
birkaç defa üstlenerek başarı ile yürütmüştü.
Düzenlediği çeşitli kültürel-sosyal etkinlikten sağladığı gelirle her yıl ortalama 200
öğrenciye karşılıksız eğitim bursu vermekte
olan Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi,
gönüllü faaliyetlerinde 27. yılını geride bıraktı. Gelecek umudumuz gençlerimize daha
fazla katkıda bulunmak için başta konserler
olmak üzere, yurtiçi ve yurdışı geziler, briç
ders ve turnuvaları, kermes, yoga, resim eğitimi gibi etkinlikleri her yıl aynı heyecan duygusu ve motivasyonla organize eden Komite
üyeleri, İTÜ’de sosyal-kültürel ortama da katkıda bulunuyor.
Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, 9
Ekim’de gerçekleştirdiği toplantıda her yıl
yinelenen etkinliklerin yanısıra öğrencilerin
barınma sorununa da odaklandı. Anadolu’dan gelip, kalacak yer bulamayan çok
zor durumdaki öğrenciler için geçici çözüm
Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi'nden
“Burs Kampanyası”na
Katkı Çalışmaları
olarak konteyner temin edilmesini gündeme
alan Komite bu konuda girişimlerde bulunma
kararı aldı. Burs Komitesi’ne başvuran Yaz
Okulu’ndan iki kız öğrenciye burs, bir öğrenciye de bilgisayar alındı.
Bu yıl, Komite’nin bursiyer öğrencilerinden 26’sı mezun oldu. Mevcut bursiyerlerin
yanısıra, yeni öğretim yılında burs talebinde
bulunan 80 öğrencinin başvurusu Burs Komitesi tarafından
değerlendirmeye alındı. Yeni
kurulan “Nazlı Özkara Burs
Fonu” ise yakın zamanda hayata veda eden Nazlı’nın hem
anısını yaşatacak, hem de öğrencilere katkı sunacak.
Konserler:
Komite’nin
müzikseverleri farklı sesler ve
ezgilerle buluşturduğu konser
etkinlikleri, yeni sanatçı ve
gruplarla bu dönemde de devam edecek.
Briç: Zihin sporu Briç ders ve turnuvaları, her geçen gün yeni katılımcılar ve
profesyonellerle milli briççi Süleyman Kolata’nın öğreticiliğinde sürüyor; turnuvalar
sonucu kazanılan madalya ve kupalar heyecan yaratıyor.
Gezi: Günübirlik aylık gezilerin yanısıra, yurtdışı gezilerinin ilk rotası Sicilya ve
Güney İtalya olacak.
Resim Dersleri: Yıllardır
devam eden resim dersleri,
içindeki yeteneği keşfetmek
isteyen, renklerle mutlu olup,
sanat kültürü edinmek isteyenler için bir fırsat sunuyor.
Yoga: Yoğun çalışma temposunun ve günlük yaşamın
getirdiği stresten kurtulmak,
aklı, bedeni ve ruhu arıtmakla
mümkün.
Komite’nin etkinlikleri arasında talep gören
etkinliklerden biri olan Yoga, fiziksel dinamizmin yanında, ruhsal gelişmeye ve
farkındalığa katkı sağlamayı amaçlıyor.
Giysi Odası: Öğrencilerin giysi ihtiyacı başta olmak üzere, mutfak ve ev gereçleri ihtiyacını karşılamaya yönelik hizmet
veren Giysi Odası yıllardır önemli bir soruna çözüm üretiyor. Kişi ve kuruluşlardan
bağış yoluyla temin edilen ürünler ücretsiz
veya sembolik ücretlerle İTÜ öğrencisine
sunuluyor.
itü vakfı dergisi 137
YAYINLAR
Yaşamın Evrimi
Fikrinin Darwin Döneminin
Sonuna Kadarki Kısa Tarihi
Prof. Dr. Celâl Şengör
Essentials of Research Paper
Writing
Dilek Vidana Tavaşoğlu
Süeda Albayrak
Suzan Arıman
Bu kitap APA tarzında akademik makale yazımını öğretmeyi amaçlamaktadır.
Araştırma safhasını pratik ipuçları ile
anlatan kitap akademik bir araştırma yazısının veya tezin hazırlanmasındaki evreleri örnekleriyle açıklamaktadır. Kitabın
hedefleri yazılı bir belgeyi değerlendirip
yorumlama yeteneği kazandırmak, teknik
kelime hazinesini zenginleştirmek, akademik kaynaklar ile aşinalığı artırmak, akademik araştırma yazısı hazırlama
sürecini ortaya koymak ve araştırma yazısı yazarken dikkat edilmesi gereken etik kurallara dikkat çekmektir. Kitabın yazarları İstanbul Teknik Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulunda İleri İngilizce (İngilizce 201) dersi
veren okutmanlardır. Öncelikli olarak İTÜ öğrencilerinin tez yazma derslerinde kullanılmak üzere hazırlanan bu kitap, akademik makale ve tez yazımı
sürecini ayrıntıları ile öğrenmek isteyen herkes için faydalı bir rehber kitaptır.
Charles Darwin’in evrim kuramı tüm bilim
tarihinin en önemli düşünsel ürünlerinden
biridir. Darwin’den sonra insanın hem kendine hem de içinde yaşadığı ve bir parçası olduğu doğaya bakışı çok temelli
bir değişime uğramıştır. Darwin ile birlikte
insanlık çok daha rasyonel düşünmeye
başlamıştır. Ancak evrim fikri Darwin’in
değildir. Darwin yaşamın evrimi için yalnızca akılcı ve gözlemle denetlenebilir, yani bilimsel bir mekanizma bulmuştur.
Evrim fikri ise bilimsel düşüncenin kendisi kadar eskidir ve onun gibi günümüz Türkiye’sinin sınırları içindeki eski Miletos şehrinde M. Ö altıncı yüzyılda
doğmuştur. Evrim kuramı eski Yunan doğa felsefecilerince tartışılmış, Orta
Çağ’da İslam bilginlerince geliştirilmiştir. Avrupa’da onyedinci yüzyılda başlayan bilimsel yeşermenin çerçevesinde yaşamın belirli bir yönde geliştiği
düşüncesi de yaygın olarak ele alınmıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri
hem biyolojinin hem de jeolojinin gözleme dayanan sağlam temellere oturtulmasıdır. Bu kitap, evrim fikrinin Darwin döneminin sonuna kadarki tarihsel
gelişmesini hem biyolojik hem de jeolojik çerçevede ele almaktadır.
İTÜ Vakfı Yayınları
ISBN: 978-605-4778-12-6 Bas›m Y›l›: 2015
Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm
192 sayfa, Karton Kapak
Elektromagnetik Alan
Teorisinin Temelleri
Prof. Dr. Mithat İdemen
İTÜ Vakfı Yayınları
ISBN: 978-975-7463-24-5 Bas›m Y›l›: 2015
21 x 29,7 cm
240 sayfa, Karton Kapak
Planlamada Sayısal Yöntemler
Prof. Dr. Vedia Dökmeci
Şehirlerin sağlıklı ve etkin olarak planlanması, mevcut fiziksel ve sosyo-ekonomik
yapının araştırılması, eğilimlerin ortaya
konması ve geleceğin doğru olarak tahmin edilebilmesine bağlıdır. Zamanımızda
bilgisayar tekniklerinin yoğun bir biçimde
kullanılması, bu alanda ihtiyaç duyulan sayısal yöntemlerin geliştirilmesine yardımcı
olmuştur. Bu kitapta, şehir sistemlerinin ve
planlama problemlerinin incelenmesinde
kullanılan matematiksel modeller açıklanmıştır. Bu modeller şehir nüfusunun ve gereksinilen tesislerin öngörülmesinde, şehirlerin gelişme yönlerinin ve sosyal yapılanmasının belirtilmesinde, ulaşım ağı
ve arazi kullanımı değerlendirilmesinde, sanayi ve sosyal tesislerin ve yeni iş
merkezlerinin etkin bir biçimde yer seçiminde kullanılmaktadır. Bu modellerin
çözüm yöntemleri açıklanmış ve uygulama örnekleri verilmiştir.
Yazarın 1970-1997 yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde vermiş olduğu
derslerin notları esas alınarak hazırlanmış
bulunan bu kitap, öğrenciye Elektromagnetik Teori’yi modern bir görüşle tanıtmayı amaçlamaktadır. Kitabın bu konuda
yazılmış klasik kitaplardan farkı, özellikle,
elektromagnetik olayın distribüsyon niteliği
ile rölativistik niteliğini belirgin biçimde ön
plana çıkarmasındadır. Böylece, bir yandan, değişik fizik bünyeye sahip ortamların
arakesit yüzeyinde gözlenen süreksizlikler matematik teoremlerin geçerlilik
koşulları çiğnenmeden belirlenebilmekte, diğer yandan da, birbirine göre
düzgün hareket halinde bulunan gözlemcilerin aynı olayı nasıl gözleyeceği,
konuya uzak görünen varsayımlara ihtiyaç duyulmadan açıklanabilmektedir.
Bu görüşle, Özel Rölativite Teorisi Elektromagnetik Teori’nin bir alt bölümüne dönüşmekte ve kolay bir biçimde anlaşılır hale gelmektedir. Kitap, Elektromagnetik Teori’nin temel kavramlarını kavramaya yardımcı olan, gereksiz
matematik güçlüklerden uzak, çok sayıda problem içermektedir. Bu haliyle
hem lisans hem de yüksek lisans derslerinde esas veya yardımcı kitap olarak
izlenebilecek düzeydedir.
İTÜ Vakfı Yayınları
İTÜ Vakfı Yayınları
ISBN: 978-605-4778-16-4 Bas›m Y›l›: 2015
16,5 x 23,5 cm
176 sayfa, Karton Kapak
ISBN: 978-605-4778-12-6 Bas›m Y›l›: 2015
Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm
256 sayfa, Karton Kapak
138 itü vakfı dergisi
Şarık Tara Anlatıyor
Çiğdem Tüzün
Doğan Kitap
Eylül 2015, Türkçe
314 sayfa
Karton Kapak
16,5x23 cm
Şarık Tara, hem Enka’yı bir dünya şirketi
yapmak için hem de ülkemiz ve dünya barışına katkıda bulunmak için yaptıklarını anlattığı “Şarık Tara Sınırların Ötesinde” isimli
kitabından sonra, hayat hikayesini anlattığı
ikinci bir kitapla karşımızda. Tara, bu kitabın amacını şu şekilde anlatıyor; “Hayat
hikayemi anlatmadaki amacım başımdan
geçen hadiseleri gelecek kuşaklara, özellikle gençlere aktarmaktır. Okudukları taktirde
nasıl başarılı olabileceklerine bir miktar yardım eder diye düşündüm.
Bana öğretilenler içinden en iyilerini seçmek, bunlardan azami ölçüde yararlanmak, en iyi şekilde uygulamak ve gençlere
aktarmak benim gayem olmuştur. Hayatım
boyunca bunu kendime vazife edindim. Bu
yaklaşım iş hayatımı da çok olumlu etkiledi.
Bu kitabın da hayatım boyunca biriktirdiklerimin gençlere aktarılmasında iyi bir araç
olacağını umuyorum."
“1930 yılında Üsküp’te doğdum. Ailemin
imkânları genişti, mürebbiyeler ve hizmetliler arasında el üstünde tutularak
büyüdüm. Güzel bir çocukluk yaşadım. İkinci Dünya Savaşı başlayınca ailem
beni 12 yaşındayken Bulgar pasaportuyla İstanbul’a dayımın yanına gönderdi. Birdenbire varlıktan adeta yokluğa yuvarlandım. Ailem ancak iki yıl sonra
yanıma gelebildi. İstanbul’da zor şartlar altında yaşamımızı sürdürdük. Annem, babam bu dönemde birçok şeyden fedakârlık ettiler ama çocuklarının
eğitiminden asla. Bizim iyi bir eğitim almamız için ellerinden geleni yaptılar.
Lise yıllarından itibaren ben de çalışarak aile bütçesine katkıda bulundum.
İnşaat mühendisi olmak istiyordum, onun için İTÜ’yü tercih ettim. İTÜ’lü olmak
benim bütün hayatımın gidişatını belirledi. 1957 yılında sınıf arkadaşım, yakın
dostum ve eniştem Sadi Gülçelik’le birlikte Enka’yı kurdum. Enka’yı bir dünya
şirketi yapmak için çok çalıştım ve muvaffak oldum."
Başka Peron
İletişim:
www.baskaperon.com
[email protected]
İTÜ Öğrencilerinin Çıkardığı
Edebiyat Dergisi
Başka Peron'un 7. Sayısı Çıktı!
Başka seslerin ortak durağı
Başka Peron 7. sayısı ile huzurlarınızda. “Deli, Ritim ve Renk”
kapak konusu üçlemesi ile bu
ay sizleri delidolu, rengarenk bir
dünyaya çağırıyor.
İçerik incelemeler, öyküler ve şiirlerle zenginleştirilmiş durumda.
Deliliğin dünyasının kapısını aralayacağınız, ritmi yüksek bir sayı
daha sizlerle!
Başka Peron dergisini Mephisto,
FiLBooks, İTÜ Ayazağa Fan Fan
Cafe, Sahaflar Çarşısı ve İmge
Kitabevi’nde satışta.
Anadolu’nun Gözyaşları
Yurtdışına Götürülmüş
Tarihi Eserlerimiz
“Anadolu’nun Gözyaşları”, büyük çoğunluğu 1830-1922 yılları arasında, Anadolu’nun
çeşitli bölgelerinden, farklı yöntemlerle götürülmüş, günümüzde Avrupa ve ABD’deki
müzelerde sergilenen tarihi eserlerimizin, bugüne dek hazırlanmış en kapsamlı envanterini sunuyor. Yaşar Yılmaz, kendisine yönelttiği
“Yurtdışında kaç tarihi eserimiz var; yurtdışına
götürülmüş eserlerimize ilişkin bir çalışma var
mı?” sorularına yanıt ararken başladığı araştırma sonucunda bu eserlerin peşine düştü.
Yılmaz, çoğunluğu Batı’da bulunan, Anadolu’dan gitmiş eserlere sahip müzeleri tek tek
gezerek bu envanteri derledi. Yılmaz, amatör
Yaşar Yılmaz
bir araştırmacı tutkusuyla çıktığı bu yolda, yoYEM Yayın
ğun emek ve özveri göstererek 10’dan fazla
Haziran 2015
ülkede, 50’yi aşkın müzede araştırma yaptı.
Türkçe
Üç yıl süren bu seyahatleri boyunca Anado312 sayfa
lu topraklarından götürülmüş ve günümüzde
Pleksi kapak
birçok Batı müzesine büyük zenginlik katan
16x23 cm
tarihi eserleri yerinde inceleyerek envanter
numaralarıyla belgeledi. Söz konusu eserlerin
Batılılarca keşfi, taşınma öyküleri ve ülkemizdeki tarihi eser algısı, Osmanlı’nın son döneminde Anadolu’da keşif ve kazı
çalışmaları yürütmüş yabancı gezgin ve araştırmacıların notlarından, günlüklerinden, tarihi belgelerden yararlanılarak anlatılıyor.
Modernizmden Postmodernizme Geçiş Sürecinde
Loft Mimarisi ve
İstanbul’daki Yansımaları
Sınai üretim biçiminde yaşanan köklü bir dönüşümle birlikte terk edilen kent
merkezindeki imalathane ve depo alanlarının, bambaşka bir gereksinim karşılanması adına, var olan koşullar ve zorunluluklar içerisinde dönüşerek yeniden işlev kazanmasıyla ortaya çıkan bir konut tipinin adı loft. İlk ortaya çıktığı
yer de New York. Kitap da buradan başlıyor. Niçin ve nasıl ortaya çıktığını,
bunun ekonomik, kültürel ve sosyolojik arka planını ve zaman içerisinde aldığı biçimleri ele alıyor. Bu biçimlerden hareketle loft tipolojisinin temel mimari
ölçütlerini ve ortaya çıkan loft türlerini saptıyor. Ardından, yapının bir meta
haline gelmesiyle uğradığı kavramsal
dönüşümü, genel bir modernite-postmodernite tartışması eksenine oturtarak irdelemeye ve sonunda İstanbul
özeline yoğunlaşarak sonuçlarını somut
örneklerle tanımlamaya çalışıyor.
Ece Ceylan Baba
Editör: Bahar Demirhan
Tasarım: Utku Lomlu
YEM Yayın, Nisan 2015,
200 sayfa, Karton Kapak,
16,5x23 cm
itü vakfı dergisi 139
YAYINLAR
İTÜ VAKFI YAYINLARI
‹TÜ VAKFI, ‹TÜ Maçka Kampüsü, Sosyal Tesisler / Teşvikiye - ‹stanbul
Bilgi ve ‹letişim: 0212 230 73 71 - 232 57 62 - 291 34 75 / [email protected]
Gemi İnşaatı ve Deniz
Teknolojisi Mühendisliği
Tarihi - 2015
Reşat Baykal
40 TL
Matematik 1 Teoremler,
İspatlar, Problemler - 2008
Mehmet Ali Karaca
25 TL
Otomatik Konteyner
Terminalleri ve Terminal
Yönetim Bilgi Sistemleri - 2015
Yavuz Keçeli
Volkan Aydoğdu
18 TL
Kompleks Değişkenli
Fonksiyonlar Teorisi - 2008
Mithat İdemen
15 TL
Cisimlerin Mukavemeti
Yenilenmiş 9. Baskı - 2015
Mustafa İnan
35 TL
Uçuşun Yüzüncü Yılında
Modern Aerodinamiğin
Temelleri - 2006
Ülgen Gülçat
17 TL
Lineer Sınır-Değer
Problemleri ve Özel
Fonksiyonlar - 2015
Mithat İdemen
25 TL
Writing Research Papers 2.baskı, 2006
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
15 TL
Enstrüman Yapım
Eğitiminde Oransal
Ölçeklendirme - 2015
Eren Özek
15 TL
Muallim
İsmail
Hakkı Bey ve
Yazıları ve
Rölöveleriyle
Musiki
Tekamül- Dersleri
2006
Sedat Çetintaş
2004
Nermin
Kaygusuz
Editör: Ayla
Ödekan
150
10 TL
TL
İstanbul İçin Öngörüler - Taarla
İTÜ Mimari Tasarım Araştırma
Laboratuvarı Çalışmaları - 2014
Editörler: Ayşe Şentürer
Nurbin Paker - Özlem Berber
Aslıhan Şenel
25 TL
Mimarlıkta Değerlendirme
2004
Mete Tapan
10 TL
Teknik İngilizce
2014. 5. Baskı
Pamela Edis
15 TL
Mimarlıkta Estetik
Değerlendirme - 2014
Mete Tapan
10 TL
Theory and Practice of Ship
Handling - 2014
Kinzo Inoue
50 TL
İTÜ Tarihçesi
Kazım Çeçen
10 TL
Müzikoloji ve Kaynakları
2014 2. Baskı
Yrd. Doç. Dr. Recep USLU
17 TL
Analiz Dersleri - 1993
Ratıp Berker
10 TL
ORFF Yaklaşımı, Elementer
Müzik ve Hareket Eğitimine
Giriş - 2014
Atilla Coşkun Toksoy
15 TL
Gemi Formunun
Hidrodinamik Dizaynı
Kemal Kafalı
10 TL
Ebrunun Mermer Yüzü - 2014
Hikmet Barutçugil
150
TL
İstanbul Boğazı Güneyi ve
Haliç’İn Geçe Kuvaterner
Dip Tortulları
Engin Meriç
10 TL
İstanbul Teknik Üniversitesi
ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013
İstanbul Teknik Üniversitesi ve
Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013
150
TL
YENİ ÇIKANLAR:
Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi
İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik
Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013
Aydın Eken
50 TL
Planlamada Sayısal
Yöntemler - 2. Baskı, 2015
Prof. Dr. Vedia Dökmeci
15 TL
Matematik I Çözümlü
Problemleri - 7. Baskı, 2013
Ayşe Peker Dobie
22 TL
Elektromagnetik Alan
Teorisinin Temelleri Yenilenmiş 4.Baskı, 2015
Prof. Dr. Mithat İdemen
17 TL
Essentials Of Research
Paper Writing - 3.baskı,
2015
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
19 TL
Yaşamın Evrimi Fikrinin
Darwin Döneminin Sonuna
Kadarki Kısa Tarihi - 2.Baskı, 2015
Prof. Dr. Celâl Sengör
20 TL
Diferansiyel Denklemler
2010
Faruk Güngör
25 TL
Dalga Kırınımında Analitik
Yöntemler Cilt:I-II - 2011
Alinur Büyükaksoy,
Gökhan Uzgören,
Ali Alkumru
25 TL
Elektromagnetik
Alan Teorisi Çözümlü
Problemleri Cilt:I-II - 2009
Gökhan Uzgören, Alinur
Büyükaksoy, Ali Alkumru
35 TL
Lineer Cebir Çözümlü
Problemleri - 2009
Mehmet Ali Karaca
15 TL
140 itü vakfı dergisi
İTÜ Vakfı Yayınları Satış Noktaları:
İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi)
www.1773itu.com (on-line)
Seçkin Yayıncılık
Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi)
PAN Yayıncılık
YEM Kitapevi
Pandora
EDGE Akademi (Ankara)
Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected]
İstanbul Teknik Üniversitesi
ve Mühendislik Tarihimiz
Editör: Prof. Dr.
Mehmet Karaca
2. Baskı
Matematik I
Teoremler, İspatlar,
Problemler
Y. Doç. Dr.
Mehmet Ali Karaca
2. Baskı
esi Fen ve Mühendislik
atik 1 dersinin notlarndan
ölçüde gerekli olan teorik
zora sralanmş çözümlü
ar kapsayacak biçimde
ümlerinin birinci snfnda
umarm.
MATEMAT‹K I ÇÖZÜMLÜ PROBLEMLER‹ / Ayşe Peker Dobie
Teknik Üniversitesi Fennde tamamlayan Ayşe
. Doç. Dr. olarak görev
Yazıları ve
Rölöveleriyle
Sedat Çetintaş
Prof. Dr. Ayla Ödekan
Essentials of
Research Paper
Writing
Dilek Vidana Tavaşoğlu
Suzan Arıman
Süeda Albayrak - 3. Baskı
Ord. Prof. Ata Nutku Türk
Gemi İnşaatı Endüstrisi ve
Mühendislik Eğitiminin
Önderi
Y. Müh. Aydın Eken
Theory and Practice of Ship
Handing
Kinzo Inoue
Elektromagnetik
Alan Teorisinin
Temelleri
Prof. Dr. Mithat İdemen
Yenilenmiş 4. Baskı
Mimarlıkta
Değerlendirme
Prof. Dr. Mete Tapan
Cisimlerin Mukavemeti
Prof. Dr. Mustafa İnan
Yenilenmiş 9. Baskı
Lineer Sınır-Değer
Problemleri ve Özel
Fonksiyonlar
Prof. Dr. Mithat İdemen
MATEMAT‹K I
ÇÖZÜMLÜ PROBLEMLER‹
7. BASKI
Ayşe Peker Dobie
limit ve süreklilik
türev ve uygulamalar
integral ve uygulamalar
integrasyon teknikleri
9 789757 463115
Matematik I
Çözümlü Problemleri
Y.Doç.Dr.
Ayşe Peker Dobie
7. Baskı
Teknik İngilizce
Pamela Edis
5. Baskı
Yaşamın Evrimi Fikrinin
Darwin Döneminin Sonuna
Kadarki Kısa Tarihi
Prof. Dr. Celâl Sengör
2.Baskı,
Planlamada
Sayısal Yöntemler
Prof. Dr. Vedia Dökmeci
2. Baskı
Diferansiyel
Denklemler
Prof. Dr. Faruk Güngör
4. Baskı
itü vakfı dergisi 141
YAYINLAR
İTÜ Vakfı Yayınları Satış Noktaları:
İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi)
www.1773itu.com (on-line)
Seçkin Yayıncılık
Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi)
PAN Yayıncılık
YEM Kitapevi
Pandora
EDGE Akademi (Ankara)
Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected]
Gemi İnşaatı ve Deniz
Teknolojisi Mühendisliği
Tarihi - 2015
Prof. Dr. Reşat Baykal
Otomatik Konteyner
Terminalleri ve Terminal
Yönetim Bilgi Sistemleri - 2015
Doç. Dr. Yavuz Keçeli
Doç. Dr. Volkan Aydoğdu
ORFF Yaklaşımı, Elementer
Müzik ve Hareket Eğitimine
Giriş - 2014
Yrd. Doç. Dr. Atilla Coşkun
Toksoy
Ebrunun Mermer Yüzü
2014
Hikmet Barutçugil
Kompleks Değişkenli
Fonksiyonlar Teorisi - 2008
Prof. Dr. Mithat İdemen
Uçuşun Yüzüncü Yılında
Modern Aerodinamiğin
Temelleri - 2006
Prof. Dr. Ülgen Gülçat
142 itü vakfı dergisi
Enstrüman Yapım
Eğitiminde Oransal
Ölçeklendirme - 2015
Yrd. Doç. Dr. Eren Özek
İstanbul İçin Öngörüler - Taarla İTÜ
Mimari Tasarım Araştırma Laboratuvarı
Çalışmaları - 2014 Editörler:
Prof. Dr. Ayşe Şentürer, Doç. Dr. Nurbin
Paker, Araş. Gör. Özlem Berber
Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Şenel
Müzikoloji ve Kaynakları
2014 2. Baskı
Yrd. Doç. Dr. Recep USLU
Dalga Kırınımında Analitik
Yöntemler Cilt:I-II - 2011
Prof. Dr. Alinur Büyükaksoy
Prof. Dr. Gökhan Uzgören
Prof. Dr. Ali Alkumru
Elektromagnetik
Alan Teorisi Çözümlü
Problemleri Cilt: I-II - 2009
Prof. Dr. Gökhan Uzgören
Prof. Dr. Alinur Büyükaksoy
Prof. Dr. Ali Alkumru
Lineer Cebir Çözümlü
Problemleri - 2009
Yrd. Doç. Dr.
Mehmet Ali Karaca
Writing Research Papers 2.baskı, 2006
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
Mimarlıkta Estetik
Değerlendirme - 2014
Prof. Dr. Mete Tapan
Muallim İsmail Hakkı
Bey ve Musiki Tekâmül
Dersleri
Prof. Nermin Kaygusuz
‹TÜ VAKFI YEN‹ YAYINLARI - Denizcilik Sektörü Kitapları
Ord. Prof. Ata Nutku - Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi
ve Mühendislik Eğitiminin Önderi
Y. Müh. Aydın Eken
Bas›m Y›l›: 2013
Boyutlar: 17 x 24,5 cm
Sayfa Sayısı: 592
İTÜ’de sivil gemi mühendisliği eğitiminin kurucusu ve Türkiye’de gemi yapılamaz denen
bir ortamda çelik gemi yapımını gerçekleştiren Ord. Prof. Ata Nutku’nun hayatı ve gemi
inşaatı endüstrisine yaptığı katkılar “Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi
ve Mühendislik Eğitiminin Önderi” ismi ile kapsamlı bir eser olarak yayımlandı.Bir deniz
subayı olarak mesleğe başlayan Ata Nutku’nun yaşamı etrafında yine bir deniz subayı
olan; babası Süleyman Nutki, amcası Ali Rıza Seyfioğlu ve ağabeyi Emrullah Nutki’nin
Donanmamıza yaptığı katkılar, Ata Nutku’nun öncülüğünde Cumhuriyet sonrası Türk Gemi
İnşa Endüstrisi ve İTÜ çatısı altında Gemi İnşa Mühendisliği Eğitiminin kuruluş ve gelişimi
bu çalışmada ayrıntılı olarak yer alıyor.Y. Müh. Alb. Aydın Eken tarafından hazırlanan “Ord.
Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi” kitabı, üç
yıl süren bir araştırmanın, titiz ve sabırlı bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıktı.
Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Tarihi
Prof. Dr. Reşat Baykal
Bas›m Y›l›: 2015
Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm
Sayfa Sayısı: 432
Ülkemizde gemi inşaatı mühendisliği eğitimi, 1773 yılında kurulan Mühendishâne-i Bahrî-i
Hümâyûn’la askeri bir eğitim kurumu olarak başlayıp, 1944’de İTÜ bünyesinde sivil mühendislik alanına yönelmiştir. Bu kitapta, gemi inşaatı eğitiminin 1773 yılından, günümüzde İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nde; “Gemi İnşaatı ve Gemi Makinaları
Mühendisliği” ile “Gemi ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği” eğitiminin verildiği son şekline
gelinceye kadarki; değişim ve gelişmeler tarih sırasıyla ve yazılı belgelere dayalı olarak
belirtilmektedir. Ayrıca başlangıçtan günümüze kadar değişik idari görevlerde bulunanlar, öğretim üyeleri, öğretim görevlileri ve araştırma görevlileri ile idari ve teknik personel,
listeler halinde sıralanmıştır. Böylece kitap; belgeli bilgilerin, geçmişin karanlık sayfaları
arasında kaybolması yerine, ilgililerin bilgisine özenle sunmayı amaçlamaktadır.
Otomatik Konteyner Terminalleri
ve Terminal Yönetim Sistemleri
Doç. Dr. Yavuz Keçeli / Doç. Dr. Y. Volkan Aydoğdu
Bas›m Y›l›: 2015
Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm
Sayfa Sayısı: 144
Limanlarda elleçlenen kargo miktarının sürekli artış halinde olması, çevre limanlarla yaşanan yoğun rekabet, müşterilerin artan performans ve bilgi talepleri liman operasyonlarında bilişim ve iletişim teknolojilerinin kullanımını adeta zorunlu kılmıştır. Son yılarda liman
otomasyonu ve liman bilişim sistemleri konularında da önemli değişiklikler olmuştur. Elinizdeki bu kitap, konteyner terminallerinin otomasyonu konusunda Türkçe olarak yazılmış
olan ilk eser olup, ülkemizde bu konularda araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunan
araştırmacı ve akademisyenlere bir kaynak teşkil edecektir. Dünya limanlarında kullanılan
otomasyon ve bilişim sistemlerinin sistematik olarak incelendiği bu kitap, yazarlarının yoğun olarak 2006-2008 yılları arasında Güney Kore’de araştırma görevlisi olarak çalıştıkları
yıllarda gördükleri dersler, yer aldıkları araştırma ve geliştirme projeleri, katıldıkları seminerler, saha çalışmaları ve edindikleri tecrübelerden derlenmiştir.
SPOR
Güzel Oyun
Futbolun Doğuşu (1)
Metin Tükenmez
İTÜ Beden Eğitimi Bölümü
Oyunun ve dolayısıyla
oyun- yaşam ilişkisinin
yaratıcısı olan insanoğlu, çok
eski çağlardan beri yuvarlak
cisimlerle ya da bugünkü adıyla
top oyunlarına olağanüstü bir
ilgi duymuştur. 1,5 milyon yıl
önce yaşamış homo erektusların
bile oyun oynadığını, bugünkü
stadyum parkuru benzeri bir
alanda koşu yapan homo
erektusların içinde, tam tur
koşmayanların oyunbozanlık
yaptığı için oyundan atıldığını
bilmekteyiz…
B
ugün Avrupa Futbol Birliği’nin
(UEFA) başkanlık görevini yürüten
Fransızların efsane futbolcusu Michel Platini “oynayan bir dünya güzeldir”
dedi 1998 yılında. Gerçekten de yaşam
enerjisinin fazlalığından kurtulmak için
düzen yaratmak ve bu düzen içerisinde
eğlenmek anlamına gelen oyunun, yaşamın boşluklarını doldurmak gibi insani bir yapısı olduğuna önceki yazılarımda değinmiştim. Oyunun ve dolayısıyla
oyun- yaşam ilişkisinin yaratıcısı olan in-
144 itü vakfı dergisi
sanoğlu, çok eski çağlardan beri yuvarlak cisimlerle ya da bugünkü adıyla top
oyunlarına olağanüstü bir ilgi duymuştur.
1,5 milyon yıl önce yaşamış homo erektusların bile oyun oynadığını, bugünkü
stadyum parkuru benzeri bir alanda koşu
yapan homo erektusların içinde, tam tur
koşmayanların oyunbozanlık yaptığı için
oyundan atıldığını bilmekteyiz.
Bilindiği gibi tarihsel olayları arkeoloji
bilimi, karbonlu maddeleri radyokarbon
testinden geçirerek gün ışığına çıkartırlar. Binlerce hatta milyonlarca yıl içinde
kemirgenler ya da doğanın diğer yaşam
unsurlarının birbirlerine karıştırdığı maddelerin ayırımını ya da yaşını ise daha
yeni bir yöntem olan hızlandırıcı kütle
spektrometresi ile saptarlar.
Henüz adının tam olarak belirlenmediği, çok eski çağlarda insanların yuvarlak
cisimlerle oynamaktan hoşnut oldukları,
mağara duvarlarına çizilen resimlerden
ya da kabartmalardan anlaşılmaktadır.
Topla oynanan oyunların tarihi söz konusu olduğunda çok çeşitli tartışmalar olmasına karşın günümüzden sekiz bin yıl
önce Türklerin Orta Asya maden çağını
açtıkları dönemlerde bile ayakla oynanan
bir oyunun varlığını öğrenmekteyiz. La
Tartirie adlı eserinde Hiuan adlı bir Çinli
toplumbilimcinin şu sözleri yer almaktadır: “Çok eski çağlarda Orta Asya’daki
Tsankda (geniş, düz arazi M.T.) kadın ve
erkeklerden kurulu karma takımlar, tapınakların avlularında sık sık ayak topu oynarmış. Bu oyunda topa elle dokunmak
yasaktır. Ayak ya da kafa ile topu karşıt
tarafa geçirirlerdi”. Hiuan Türk kadınlarının savaşçı ve cesur olmalarını bu oyuna
bağlamıştır. Ne var ki, günümüzden sekiz
bin yıl önce Türk denilen bir kavramdan
söz etme tartışma konusudur. Türk ya da
Törük denilen adlandırmanın 2000 yıl önceye dayandığı tarihçiler tarafından söylenmektedir. Orta Asya’da oynanan, adına tekmelemek anlamına gelen “tepük”
denilen oyunun Türklere dayandırılması,
sonradan futbolun tarihsel gelişimini yerli
yerine koymak anlamında, Orta Asya’dan
gelen dağınık toplulukların Türkleşme süreciyle ilişkilendirilmiş olabilir.
Futbolun Avrupa’da ilk oynandığı yer
ve tarihi konusunda farklı fikirler çatışmaktadır. Fransızlar bu oyunun Normanlar tarafından İngiltere’ye götürüldüğünü
İngilizler ise kendi buluşları olduğunu,
İtalyanlar Roma çağında ülkelerinde “calcio” adı altında, Yunanlar ise Isparta döneminde “episkiros” adı altında oynandığını öne sürerler. Ancak şurası gerçek ki,
futbol 12. yüzyıldan başlamak koşuluyla
İngiltere’de yaygınlaşmaya başladı. Ortaçağ ve modern Avrupa’da top oyunları
halka özgü ve kaba bir özelliğe sahipti.
Yazılı kurallar olmaksızın, geleneksel kurallara göre oynanmaktaydı.
Bir Fransız oyunu: La soule
19. yüzyıla değin Bretagne ve Picardie
bölgelerinde yaygın olarak oynanan bu
halk oyununun geçmişi, kırsal ve endüstri öncesi toplumların geleneklerine
dayanmaktadır. Oynanış tarzına bakıldığında, nasıl ortaya çıktığı belli olmayan,
dinselliğe dayalı bir boyutu olduğu anlaşılmaktadır. La soul, iki komşu köyün
gençlerini ya da aynı cemaatin bekârları
ile yeni evlilerini karşı karşıya getiriyordu.
Soylular bu oyunu ara sıra oynarlardı. Taraflar içine ot, talaş gibi maddeler doldurulmuş ya da sorgun ağacından yapılmış
bir tür top olan soule’ü rakip takıma karşı
hareket ettirmeye çalışırlardı. Oyunun kesin kuralları yoktu. Esnek, yazılı kurallara
dayanmayan yalnızca geleneğin meşru
kıldığı bu uygulamalar son derece yavaş
bir gelişim gösteriyordu. Katılımcıların sayısı, oyunun süresi hatta oyun sahasının
Futbolun Avrupa’da ilk
oynandığı yer ve tarihi
konusunda farklı fikirler
çatışmaktadır. Fransızlar bu
oyunun Normanlar tarafından
İngiltere’ye götürüldüğünü
İngilizler ise kendi buluşları
olduğunu, İtalyanlar Roma
çağında ülkelerinde “calcio”
adı altında, Yunanlar
ise Isparta döneminde
“episkiros” adı altında
oynandığını öne sürerler.
sınırları bile kesin olarak belirlenmemişti.
Oyuncular tüm fiziksel güçlerini kullanarak soule’ün üzerine çullanıyor ve topla
birlikte ilerlemek amacıyla elleri ve ayaklarıyla birbirlerine girişiyorlar. Oyuncular
farklı görevlere göre sınıflandırılmıyor
yalnızca güç ve hız hesaba katılıyordu.
Henüz bir taktik ve mevki anlayışı yoktur.
Oyun, taraflardan birinin topu önceden
kararlaştırılmış alana getirmesiyle sona
erer.
Ortaçağ İngiltere’sinde de bu tür
popüler top oyunlarına rastlanıyordu.
Shakespeare’in Kral Lear’inde karakterlerinden biri şöyle haykırır: ”Seni beş
para etmez ayaktopçusu”… Oyuncular,
topu rakip kaleye atmak amacıyla dört bir
yana doğru amansız koşular çıkartmaya
ve hatta nehirleri aşmaya dayanan “hurling” oyununu oynuyorlardı. Bu tür oyunlarda zamanla, görevlerin kısmen de olsa
sınıflandırılmasına ve birtakım taktiklerin
hayata geçirilmesine başlandı. Her takımın kanat oyuncularının, mücadelenin
sınırlarını belirlemek amacıyla topu zaptetmeye çalışan atlılar tarafından çevrelenmesi de bu gelişmenin sonuçlarından
biridir.
Rönesans İtalya’sında Bolonya ve
Floransa’da, topa ayakla müdahale edilen “guico del calcio” adlı bir oyun oynanıyordu. Paskalya ya da karnaval bitiminde oynanan calcio, kesin çizgilerle
belirlenmiş ve küçültülmüş alanlar içinde
itü vakfı dergisi 145
SPOR
Modern sporlar neden İngiltere’de
ortaya çıktı? Bu sorunun yanıtının,
İngiltere’de başlayan sanayi devrimi
ve endüstrileşmeyle yakın ilişkisi
var. 1930’dan başlamak üzere
İngiltere’nin endüstrileşmesinin de
etkisiyle, Public School’larda, top
oyununun uygulanmasında kesin
bir dönüşümü beraberinde getiren
bir değişim süreci başlar.
oynanan kentli bir oyundu. Sahanın iki uç
çizgisi hedef nokta olarak belirlenmişti.
Oyuncuların topu ellerinde taşımasına
izin veriliyordu. Görev dağılımları ve kolektif oyunun ilk belirtileri üstünkörü de
olsa ortaya çıkmaya başlamıştı: Calcio
modern futbolun ilk işaretlerini veriyordu.
Top oyunlarına başka yerlerde de rastlamak olanaklıydı. Örneğin Japonya ve Kızılderililerde…
Top oyunlarının sporlaşması…
Modern sporlar neden İngiltere’de ortaya
çıktı? Bu sorunun yanıtının, İngiltere’de
başlayan sanayi devrimi ve endüstrileşmeyle yakın ilişkisi var. 1930’dan başlamak üzere İngiltere’nin endüstrileşmesinin de etkisiyle, Public School’larda,
top oyununun uygulanmasında kesin bir
dönüşümü beraberinde getiren bir değişim süreci başlar. Toplumun istikrarı,
burjuvazinin yükselişiyle sarsıntıya uğramıştır. Burjuvazi, öğrenciler arasında
yaygın olan “güç gösterisiyle egemenlik kurma” sistemi zararına, öğretmen
yetkesinin yeniden yapılandırılmasına
kadar varan derin bir dönüşüm geçiren
kolejler üzerindeki denetimini genişletir.
Angaryalar azalır, öğrenciler arasındaki
ilişkiler düzene girer; böylelikle kolejler
barışa kavuşur. Rugby College’in yöneticisi Thomas Arnold, 1828-1840 tarihleri
arasında bu türden bir reformu sessizce
yürütür.
Kolejlerde yapılan reformlar sonucunda ortaya çıkan yatışma, yazılı ve
belirli kurallara dayanan, eskiye göre
daha az şiddetli ve kişilik yapısını güçlendirmeye yönelik bir özdenetim sağlayan bir oyunun yaratılması için gerekli
koşulları hazırlar. Ama iki ayrı biçimiyle
modern futbolun doğmasına Arnold’un
kuşağından sonra gelen yöneticiler önderlik ederler.
146 itü vakfı dergisi
İTÜ Spor Kulübü’nden Birgül Erken
Türkiye Şampiyonu...
İTÜ Spor Kulübü sporcusu Birgül Erken,
21-22 Ağustos 2015 tarihlerinde Kaş’ta
gerçekleşen Serbest Dalış Türkiye
Şampiyonasında birinciliği elde etti.
Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu
tarafından Antalya’nın Kaş ilçesinde
düzenlenen Türkiye Serbest Dalış Paletli
Ağırlık ve Küp Apnea Şampiyonasında
İTÜ Sualtı Sporları Spor Kulübü adına
yarışmaya katılan Milli Sporcu Birgül
Erken, “küp apnea” dalında 149.8 metre
ile birinci oldu ve Türkiye şampiyonluğunu
elde etti.
Tüm yarışmalara katılarak 4 altın
madalya ile Türkiye Şampiyonluğunu
kazanan Erken, ayrıca küp apnea dalında
Türkiye rekorunu kırdı. Dinamik Apnea,
Statik Apnea, Paletsiz Dinamik Apnea,
Küp Apnea branşlarında altın madalya,
Hız Apnea branşında Gümüş madalya
alan Erken, 2015 yılının en çok madalya
alan sporcusu oldu.
2014 yılından beri İTÜ Sualtı Sporları
Spor Kulübü bünyesinde spor yaşamına
devam eden Birgül Erken, aynı zamanda
Türk Dili ve Edebiyat öğretmenliği ve
sualtı fotoğrafçılığı yapıyor. Sualtı sporları
dalında en çok ödüle sahip olan Erken’in
hedefi dünya şampiyonasında yarışarak
rekor kırmak.
BRİÇ
Hazırlayan : Süleyman Kolata
[email protected]
Briç Turnuvaları
Merhaba sevgili briçseverler,
2015 Türkiye Kulüplerarası Şampiyonası 22-27 Ağustos 2015
tarihlerinde Trabzon’da yapıldı. 64 takımın katılımıyla başlayan turnuvada grup ve nakavt maçlarının ardından sıralama şöyle gelişti.
1. ÇAYYOLU BRİÇ SPOR KULÜBÜ : Süleyman Kolata – İsmail Kandemir – Nafiz Zorlu – Ali Uçar – Levent Özgül – Tayfun
Özbey – Özgür Göksel – Alpay Özalp.
2. MERSİN BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE SPOR : Ahmet Kahraman – Zafer Şengüler – Karol Diyab – Tevfik Gürkan – Tuğbars
Bozkurt – Serhan Antalyalı – Tony Rusev – Kalin Karaivanov – Hristo Hristov.
3. VEFA SPOR KULÜBÜ : Hakan Ziya Atilla – Mehmet Şakirler
– Orhan Ekinci – Osman Özcan – Enver Köksoy – Yalçın Atabey –
Emre Kaya – Yusuf Kahyaoğlu – Orhan Aker.
3. AYLAN KURDİ : Mehmet Karkin – Mehmet Aksu – Halil Tacir
– Serhun İnal – Ali Çelik – Seyfettin Aknar.
İkili turnuvanın sonuçları :
1. Zafer Şengüler - Fikret Aydoğdu %63,34
2. Turgay Sesyılmaz - Murat Molva %59,05
3. Başak Kütük - Ömer Kızılok
%58,33
Kadın 1 Gaye İnal - Dilek Yavaş
%52.70
Karışık 1 Can Yılmazbayhan Şükriye Merze %53.37
Senyör 1 Eftal Daşkan - Kemal
Özsin %51.95
Patton Takımlar 1.si Yılankıran
İkili Turnuva 1.leri Zafer Şengüler – Fikret Aydoğdu
Kulüplerarası Şampiyonu ÇAYYOLU Takımı
9. Akçakoca Palamut Briç Festivali 17-18 Ekim tarihlerinde yapılacaktır.
31. Mersin Briç Festivali 9-13 Eylül 2015 tarihlerinde Mersin
Macit Özcan Spor Tesislerinde gerçekleştirildi. Türkiye’nin en
geniş katılımlı festivallerinden olan ve 31.si düzenlenen turnuva,
patton takımlar turnuvası ve ikili turnuva şeklinde gerçekleşti. Patton Takımlar turnuvasına 46 takım katılırken ikili turnuvaya 156 çift
katıldı.
Patton takımlar Turnuvasının sonuçları :
1. YILANKIRAN : Süleyman Kolata – Salim Yılankıran – Mehmet Sırıklıoğlu – Merter Boybek – Cengiz Şeker – Fikret Ak.
2. VURGUN : Tahsin Vurgun – Kutluhan Ünal – Orkunt Kesikbaş – Duran Bağlı – Neşe Serin – Mesut Tekin.
2015 Doğu – Güneydoğu Anadolu Açık İkili Şampiyonası 1011 Ekim 2015 tarihleri arasında Gaziantep’te yapılacaktır.
Ayrıca, 2015 Cumhuriyet İkili Turnuvası’nın 31 Ekim – 1 Kasım
tarihlerinde yapılması planlanırken, genel seçimler nedeniyle 2425 Ekim tarihlerinde İstanbul’da yapılacaktır.
itü vakfı dergisi 147
BRİÇ
Doğunun bütün eli koz kaldığı için, ortağının alıcı karolarına çakmak zorunda kalır ve yerdeki RV pike 2 el daha verir. Oynayan elden
5 koz + yerden 2 koz + 2 trefl + 1 karo alarak on el almış olur.
Bu oyun 100 üzerinden 92 puanla kazanılarak biter.
Elimiz Bodrum Festivali’nden 1. el
Herkes Zonda
Dağıtan: Kuzey
RV4
Sinema ve Briç dünyasının uluslararası şöhreti Ömer
Şerif’ten bir el:
10543
A76
RQV
K
ARV872
B -----
Q8762
----- D
Q96
Q10432
R
74
A652
AR95
G
K
R95
A10953
A10
-
V954
B -----
AQV10763
----- D
62
Q8
AR
G
V985
10983
İ. DOĞAN
S. KOLATA
Batı KuzeyDoğu
Güney
-
1TREFLPAS
1PİK
2KÖRPAS PAS
2PİK
3KÖR3PİK PAS
PAS
Kör as atağına çakan Kolata, trefl oynadı. Trefl asını alan Doğu
kör oynadı. Oynanan köre çakan dekleran trefl ile yere geçti ve tekrar köre çaktı. Elde kalan dekleran üçüncü tur trefl ile yere geçerken
Batıdan defos geldi. Yerdeyken karo asını da alan dekleran, son
körü oynayıp elden çaktı. Koz asını çekip, karo ile dışarı çıktığı zaman durum şöyle idi:
RV
RV
Q8
K
-
-
-
76
B -----
B -----
Q876
----- D
Q8
A
V9
K
6
----- D
A10
-
önemsiz
Konuşmalar o zamanki teknoloji ve bilgiler ışığında yapılıp
7NT’ya (7 pik değil) gelinmişti. 12 el gözüken bu elde Ömer Şerif
son 4 karta kadar pikleri ve büyük körleri çekerek oynadı.
Herkeste dörder kart varken son pikini oynarken durum şuydu:
G
-
önemsiz
G
V98
10
148 itü vakfı dergisi
Son piki oynayıp yerden karo onlusu attı. Ama artık Kuzeyin
atacak kartı kalmadı. Karo yerse eldeki dam sağlanacak, trefl
yerse, yerdeki vale sağlanacak.
ALKIŞLAR BÜYÜK USTAYA...

Benzer belgeler