Sayı No : 70 PDF İndir
Transkript
Sayı No : 70 PDF İndir
Dosya: SU YAPILARI ve İTÜ’LÜ SÜLEYMAN DEMİREL Prof. Dr. Veysel Eroğlu Y. Müh. Dursun Yıldız Y. Müh. Ali Rıza Diniz Prof. Dr. İlhan Avcı Prof. Dr. Atıl Bulu Müh. B. Allı, Müh. C. Karaca, Dr. H. Dulkadiroğlu, Prof. Dr. S. Sözen, Prof. Dr. D. Orhon Prof. Dr. Mehmet Özdoğan Prof. Dr. Ünal Öziş Prof. Dr. Derya Maktav Prof. Dr. Doğan Altınbilek İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı Yayını EKİM - ARALIK 2015 SAYI 70 Prof. Dr. Ayla Ödekan Prof. Dr. Naci Görür Metin Tükenmez Demİrel’İ Anlatıyorlar: Şarık Tara Erol Üçer Feyyaz Nemlioğlu Turan Alpdemir Olcay Ünver İdris Yamantürk Bülent Tanla Yüksel Erimtan Osman Mörel Recai Kutan Nurettin Koçak A. Nihat Gökyiğit Tuğrul Erkin Çetin Gül Mustafa Özcan Ültanır Esat Kıratlıoğlu Necmettin Cevheri Zeynep Bodur Okyay Feyyaz Berker Ergün Toğrol Şevket Demirel Akad Çukurova Müfit Kulen Akif Özkaldı Aylin Cesur EKİM-ARALIK 2015 | SAYI 70 İmtiyaz Sahibi: İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca Yayın Kurulu: Prof. Dr. Yıldız Sey Y. Müh. Naci Endem Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Mete Tapan Kenan Çolpan Hatice Yazıcı Şahinli Kenan Mete Yazı İşleri Müdürü: Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Koordinatörü: Kenan Mete Reklam ve Halkla İlişkiler: Fahri Sarrafoğlu Grafik Uygulama: Murat Beşiktaş Katkıda Bulunanlar: Osman Keskin, Altan Bal, Dr. Aylin Cesur, Müh. Çetin Gül, Gizem Çinik Yönetim Yeri: İTÜ Vakfı Merkezi İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394 Teşvikiye / İSTANBUL Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71 Faks: 0212 231 46 33 Baskı: Azra Matbaacılık Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi E Blok 1. Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu / İSTANBUL Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27 Yayın Türü: Yaygın, Süreli E-posta: [email protected] www.ituvakif.org.tr Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar yazarlarının görüşünü yansıtmaktadır. Dergiyi ve Yayın Kurulu'nu bağlayıcı nitelik taşımaz. İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu ile alıntı yapılabilir. ........................................................................................................................................................................................................................................... VAKFI DERGİSİ Fotoğraf: Keban Barajı 12 Türkiye’nin Su Politikası: Suyun Ekonomi Politiği 18 Su Politikaları ve Sürdürülebilir Su Yönetimi 22 DSİ: Suya Atılan İmza 28 Türkiye’deki Hidroelektrik Potansiyelin Değerlendirme Süreci ve Sonuçları 34 Hidroelektrik Santrallerin Önemi ve Gerekliliği 38 Hidroelektrik Santralların Çevresel Boyutu 43 Barajlar ve Arkeoloji 49 Tarihi Su Yapıları Açısından Türkiye’nin Dünyadaki Önemi 52 Uzay Teknolojileri ve Yüzey Arkeolojisi Entegrasyonu ile Eski İstanbul’un Roma ve Bizans Su İkmal Hattının Araştırılması 56 Mühendislik, Ekonomik ve Sosyal Boyutlarıyla: Bir Kalkınma Projesi Olarak GAP 60 84 109 115 117 120 137 138 Prof. Dr. Veysel Eroğlu Y. Müh. (İnş.) Dursun Yıldız Y. Müh. Ali Rıza Diniz Prof. Dr. İlhan AVCI Prof. Dr. Atıl BULU Müh. Buşra Allı, Müh. Cansu Karaca, Dr. Hakan Dulkadiroğlu, Prof. Dr. Seval Sözen, Prof. Dr. Derin Orhon Prof. Dr. Mehmet Özdoğan Prof. Dr. - Müh. Ünal Öziş Prof. Dr. Derya Maktav Prof. Dr. Doğan Altınbilek İTÜ'lü Süleyman Demirel Demirel'i Anlatıyorlar Algı-Bilinç-Kültür-Bilgi: Üç Başyapıt Prof. Dr. Ayla Ödekan 1999 Yalova ve Düzce Depremlerinden 16 Yıl Sonra Beklenen Marmara Depremi Prof. Dr. Naci Görür Teknokent Dosyası İTÜ’den Haberler İTÜ Vakfı’ndan Haberler Yayınlar 144 Spor 147 Briç Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş Yazar: Prof. Dr. Ayla Ödekan ISBN: 975-561-252-1 Basım Yılı: 2004 Boyutlar: 27 x 39 cm Cilbent kutu içinde 79 sayfa metin + 108 sayfa rölöve föyleri. 2005 “Yunus al sy Nadi So r Bilimle ı” as Araştırm Ödülü İTÜ Vakfı Yayınları Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları İtuyayinlari.com.tr Online Sipariş: www.1773itu.com Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05 [email protected] Sedat Çetintaş, mimarlık tarihimizde sanatsal ve mimari değeri güçlü rölöve ve restitüsyonların yaratıcısı, 19. yüzyıl kültürü ile beslenmiş 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan bir Cumhuriyet aydını. O, Selçuklu dönemi ile Erken ve Klasik Dönem Osmanlı mimarlığı tutkunu bir ‘Ülkügüder’. Sedat Çetintaş, anıtsal yapıtları çizimleriyle günümüze taşımakla kalmamış, yazılarıyla da mimar olarak toplumsal duyarlılığı sürekli diri tutmuş bir aydın. Ülküsü bir ‘Corpus’ oluşturmak. Amacı doğrultusunda yaklaşık 200 adet rölöve ve restitüsyon üretmiş. Bu ürünlerden 108’i İTÜ Mimarlık Fakültesi Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu kitap da, Sedat Çetintaş’ın bu arşivde yer alan yapıtlarını toplu olarak okuyucuya ulaştırmayı ve araştırmaya açmayı hedefliyor. Buna ek olarak, çizimleriyle tanıdığımız Sedat Çetintaş’ı yazılarından da okuyarak ‘ülkügider’liğinin insancıl boyutlarına da erişme olanağı veriyor. Bu nedenle, kitapta yazar sık sık Çetintaş’ın kendi anlatımlarına yer veriyor. Böylece kendi sözcük ve anlatım dilini okuyucuyla paylaşarak Çetintaş’ın özellikle eski yapıları koruma konusundaki savaşçı kişiliğini açığa çıkarıyor. ‘Sedat Çetintaş’ın inanılmaz rölöveleri karşısısnda insan şaşırıyor. Şaşırmamız rölövelerin insan emeğinin ürünleri oluşundan. Hele bilgisayara dayalı bir tasarım kuşağı içinde olduğumuz günümüzde, bu çizimler doğal olarak inanılmaz geliyor’ diyor, Prof. Dr. Ayla Ödekan. Mühendislik “Best Seller’ı” Cisimlerin Mukavemeti Yenilenmiş 9. Baskı Çıktı… Prof. Dr. Mustafa İnan İTÜ Vakfı Yayınları ISBN: 978-975-7463-05-4 618 sayfa, 16.5x23.5 cm Şubat 2015 İTÜ Vakfı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin efsane hocalarından Prof. Dr. Mustafa İnan’ın İTÜ’ye ve Türkiye’de mühendislik dünyasına son armağanı olan CİSİMLERİN MUKAVEMETİ kitabının 9. Baskısını yayımlamaktan dolayı onur duymaktadır. YENİ İTÜ Vakfı Yayınları Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları İtuyayinlari.com.tr Online Sipariş: www.1773itu.com Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05 [email protected] Özel Fiyatı: 35 TL İlk baskısı 1967 yılında yapılan ve tüm mühendislik dallarının temel dersleri arasında yer alan “mukavemet” konusundaki bu eserin, gerek öğrencilerin ve gerekse mühendislerin göstermiş olduğu ilgi ile aranılırlığı gün geçtikçe artmıştır. Konuları ele alışı ve işleyişi açısından alanındaki yeri tartışılmaz olan bu eserin, öğrenci açısından tek kullanım zorluğu yazım dili idi. Doğal olarak 1960’ların “Türkçesi” ile günümüz Türkçesi arasındaki farklar öğrenciyi zorlamaya başladığı için bu baskıda kitabın bütünlüğü bozulmadan diline günümüz Türkçesi uyarlandı ve buna ek olarak birim sistemi bugün uluslararası birim sistemi olarak kabul edilen (SI) sistemine çevrildi. Bundan sonraki baskılarında son yıllarda “mukavemet” dersi kapsamına alınan birkaç konuyu daha katarak ve uygulamaları çoğaltarak bu eseri iki cilt halinde basmayı tasarlıyoruz. Dileğimiz Mustafa Hoca’nın dileği olan, bu kitabın tüm mühendislere ve mühendislik öğrencilerine ışık tutması ve yol gösterici olmasıdır. Mustafa İnan, akademik hayatı boyunca yayınlamış olduğu makale, bildiri ve kitaplar ile birlikte İTÜ’de mühendislik alanında doktora çalışmalarını başlatmış ve çok sayıda doktora öğrencisi yetiştirmiştir. Bugün mekanik dalındaki çalışmaları ile tüm bilim dünyasında tanınan bilim insanları yetiştiren Mustafa İnan’a bu çalışmaları nedeniyle vefatının ardında TÜBİTAK tarafından “HİZMET ÖDÜLÜ” verilmiştir. Bilimsel yaşamının yanı sıra, edebiyattan sanat ve müziğe, tarihten dilbilgisine kadar geniş bir alanı kapsayan genel kültürü ve bu konuda verdiği çeşitli konferanslarla Prof.Dr. Mustafa İnan’ın ünü bilim alanının dışına da taşmıştır. Tüm yaşamı ve başarıları ile gençlere yüreklendirici örnek olması için TÜBİTAK, Mustafa İnan’ın vefatının ardından yaşamının roman şeklinde yazılması için bir proje önermiştir. Bu proje Prof. Dr. Mustafa İnan’ın eşi Prof.Dr Jale İnan’ın yürütücülüğünde, usta yazarımız Oğuz Atay’ın kalemi ile gerçekleştirilmiş ve “Bir Bilim Adamının Romanı, Mustafa İnan” adı altında basılarak yıllar boyu gençlere yol gösteren bir eser olmuştur. Bu ürünleri satın alarak, İTÜ öğrencilerine BURS sağladığınız için teşekkür ederiz. Merkez : Ayazağa Kampüsü İTÜ Merkezi Derslik Binası giriş katı Maslak 212 276 58 92 Şube : Taşkışla cad. İTÜ Mimarlık Fakültesi No: 2 Taksim 212 244 22 02 İTÜ Vakfı kuruluşu olan 3M ARGE A.Ş. tarafından işletilmektedir. İçerik: İTÜ Vakfı Dergisi 5 kıtada 60 ülkeye yayılan her sayıda özel bir "Dosya ihracatı ve ABD’deki üretimiyle Konusu"nun yanısıra, özgün globalleşen bir yıldız bilimsel makale, araştırma yazıları ve derlemelere; İTÜ’deki tüm disiplinler ve disiplinlerarası konularda güncel bilimsel makalelere; bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve yeniliklerle ilgili haberlere; İTÜ öğretim Bakır İhracatında Lideriz. elemanlarının akademik başarı, yenilikçi proje ve buluş, yayın haberlerine ilişkin metin ve görsel malzeme katkılarına açıktır. Yazı Boyutu: İTÜ Vakfı Dergisi’ne gönderilecek Şirketler Topluluğumuz makaleler 4 sayfa; 1850 sözcük (15 bin karakter) sınırını aşmamalıdır. Dipnotlar ve kaynaklar bu sınırlamaya dahildir. Metin Yazım Özellikleri: Dergiye gönderilecek metin, Microsoft Word programıyla yazılmalı, yazıda 12 punto boyutu kullanılmalı, yazı karakteri olarak Times New Roman veya Arial tercih edilmelidir. Görsel Malzeme: Gönderilen yazıda kullanılacak fotoğraf, şekil, tablo vb. görsel malzemenin sayısı makaleler için 5’i, haberler için 1’i aşmamalıdır. Görsel malzeme, kesinlikle metin içine yerleştirilmemeli, ayrıca iletilmelidir. Renkli, siyah-beyaz fotoğraf görsel gönderilebilir. Görsel malzemenin dijital imaj dosyası olarak JPG, TIFF, PSD formatlarında sunulmalı ve Sarkuysan, 2014 yılında da İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri tarafından verilen “İhracatın Yıldızları Ödülleri”nde “Bakır Teller ve Örme Halatlar İhracatı” kategorisinde 1. sırada yer aldı. İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı Yayını NİSAN - HAZİRAN 2015 www.sarkuysan.com SAYI 68 çözünürlükleri 300 DPI’dan düşük olmamalıdır. Yazar İsmi: Gönderilen makale, haber vb. metinlerde yazar ismi, unvanı ve çalıştığı kurum/görevi belirtilmelidir. Metin Başlığı: Makalelerde başlık bulunmalıdır. Dipnot: Dipnotlar sayfa altında değil, metnin sonunda yer almalıdır. Metin içinde dipnot göndermeleri yer alacaksa, sıra numarası ile belirtilmeli ve metin sonunda da aynı sıra numarası ile yazılmalıdır. Kaynaklar: Metin sonunda yer almalı ve sıra numarası verilmelidir. Metin içinde kaynaklara gönderme varsa, parantez içinde gösterilmelidir. Kaynakça yazım düzeni; yazar soyadı, adı, basım tarihi, yayın adı, çevirmen adı-soyadı, yayınevi, basım yeri şeklinde olmalıdır. Metin ve görsel malzeme elektronik ortamda e-posta ile veya CD’ye kayıtlı olarak, aşağıdaki iletişim adresimize gönderilmelidir. EĞİTİM Doç. Dr. Selçuk Şirin Prof. Dr. Emine Erktin Prof. Dr. Güngör Evren Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Prof. Dr. Lerzan Özkale Prof. Dr. Mehmet Karaca Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu Prof. Dr. Ergün Toğrol Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok Bülent Yalazı Zeynep Afşeören Mevlude Bakır [email protected] veya [email protected] Tel. 0212 291 34 75 – 230 73 71 Bu sayıda Sevgili Okurlar, 70. sayımızın, aramızdan ayrılan Sayın Süleyman Demirel’e ithaf edileceğini bir önceki sayımızda bildirmiştik. Dergimizin kapak dosyasının Su Yapıları olarak belirlenmesi, Türkiye’de su yapıları deyince ilk akla gelen kişinin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in olması çok doğal bir yaklaşım oldu. Sayın Demirel’in bir İTÜ mezunu olarak üniversitemizle ilişkisini hiç kesmemiş olması ve üniversitenin gelişmesindeki katkıları saygıyla karşılanmaktadır. Kapak dosyasını “Su Yapıları ve İTÜ’lü Süleyman Demirel” başlığı ile adlandırarak, ona teşekkürlerimizi sunmak istedik. Okul arkadaşları, aile bireyleri, dostları tarafından gönderilen yazılar onun çeşitli zamanlardaki hayatını anlatıyor. Bu arada, onu anmak isteyen daha bir çok kişinin olduğunu biliyoruz. Ancak, çoktan aşmış olduğumuz dergi kapasitesi daha fazla zorlanamayacağı için bir noktada durmak gerektiğini söylemek zorundayız. Dergimizin Su Yapıları bölümü, konuya farklı açılardan bakan uzmanların yazılarını içeriyor. Ülkelerin yaşam mücadelesinde çok önemli bir yer tutan, kavga ve savaşlara neden olan, medeniyetlerin vazgeçilemez unsuru suyun sağlanması, sürdürülebilirliği, çevre üzerindeki etkileri ve su yapılarının tarihi ve güncel gelişimi, konunun ne kadar çok boyutlu olduğunu gözler önüne seriyor. Bu bölümde; Orman ve Su İşleri Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu konuya, “Türkiye’nin Su Politikası”nı ele alarak kaynakların doğru değerlendirilmesi için neler yapılabileceğini ve özellikle ihtiyaca uygun yeni barajlar yapımının ve su yönetiminin önemine değiniyor. Su yönetimi konusunda bir başka yazı Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız tarafından “Su Politikaları ve Sürdürülebilir Su Yönetimi” başlığı altında uluslararası sular hukuku, su yönetiminde yeni paradigmaların çıkışı ve 1970’li yıllardaki havza yönetimi anlayışının yetersiz kaldığını anlatıyor. Türkiye’de su yapılarının ve su ile ilgili projelerin sahibi olan DSİ’nin çalışmaları, kurumun Genel Müdürü Ali Rıza Diniz tarafından sunuluyor. Anadolu, tarihi su yapıları açısından zengin bir ülke. Prof. Dr. Ünal Öziş, bu zenginliği M.Ö.2000 yılından başlatarak günümüze kadar çeşitli örnekleriyle tanıtıyor ve Türkiye’nin dünyanın en önde gelen açıkhava müzelerinden biri olduğuna işaret ediyor. Su yapılarının tarihi üzerine eğilen bir diğer yazı, İstanbul’daki Roma ve Bizans su ikmal hattı konusunda uzay teknolojileri ve yüzey arkeolojisi entegrasyonu ile araştırma yapan Prof. Dr. Derya Maktav’ın makalesi. Son yıllarda çok tartışılan bir konu olan Hidroelektrik Santrallerin çevre üzerindeki etkileri ENVİS Çevre ve Enerji Sistemleri Ar-Ge şirketi elemanları tarafından ayrıntılı olarak anlatılıyor ve Türkiye’deki yanlış uygulamalar üzerinde duruluyor. 10 itü vakfı dergisi Hidroelektrik enerji konusunda bir başka yazı ise Prof. Dr. İlhan Avcı’nın “Türkiye’deki Hidroelektrik Potansiyelin Değerlendirme Süreci ve Sonuçları” başlığı altında inceleniyor. Prof. Dr. Atıl Bulu ise “Hidroelektrik Santrallerin Önemi ve Gerekliliği” konusundaki yazısında; HES’lerin doğal çevreyi bozmayan, dışa bağımlı olmayan, temiz ve yenilenebilir elektrik üreticileri olduğu görüşünü açıklıyor. Prof. Dr. Mehmet Özdoğan “Barajlar ve Arkeoloji” konulu yazısının girişinde, çağdaş yatırımların kültür varlıklarını yok etmeden gerçekleşmesi için envanterlerin tamamlanması ve uluslararası sözleşmelerin öngördüğü kavramların yasalarımıza girmesine dikkatimizi çektikten sonra, konuyu ayrıntılı olarak inceliyor. Su Yapıları dosyası “Mühendislik Ekonomik ve Sosyal Boyutlarıyla Bir Kalkınma Projesi Olarak GAP” Prof. Dr. Altınbilek’in yazısıyla kapanıyor. İTÜ’lü Süleyman Demirel dosyası “İslamköy’de Başlayan Yaşam Öyküsü" ile Sayın Demirel’i çocukluğundan alarak 10 Mayıs 2008 de 60. Yıl Plaket törenine kadar getiriyor. Daha sonraki sayfalarda yakınlarının anılarını ve/veya görüşlerini içeren söyleşiler yer alıyor. Bu sayımızda, Kapak Dosyası dışında Mimarlık, Deprem ve Spor konularında üç yazı bulunuyor. Prof. Dr. Ayla Ödekan “Algı- Bilinç- Kültür-Bilgi: Üç Başyapıt” adlı yazısında Panteon, Ayasofya ve Sinan’ın Sultan Camileri'ni başlıkta yer alan kavramlar üzerinden inceliyor. Prof. Dr. Naci Görür “1999 Yalova ve Düzce Depremlerinden 16 yıl Sonra Beklenen Marmara Depremi” yazısında, İTÜ Genel Jeoloji Grubu’nca yürütülen araştırmaları ve sonuçları anlatarak, özellikle Marmara Denizi’nin tabanında İstanbul dahil tüm Marmara Bölgesini tehdit eden aktif bir fay sisteminin varlığına işaret ediyor. “Güzel Oyun Futbolun Doğuşu” başlıklı yazısı ile Metin Tükenmez, topla oynanan oyunların tarihine ilgi çekici bir giriş yapıyor. İTÜ ARI Teknokent’in yurt dışındaki ve yurt içindeki başarılı girişimleri, İTÜ öğrencilerinin gerçekleştirdikleri projeler, Savunma Sanayii ile işbirliği, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin kazandığı ödüller dergimizin İTÜ’den Haberler sayfalarında önemle tanıtılıyor. Sonuç olarak bu sayımızın hazırlanmasında katkıda bulunan herkese teşekkür ettiğimizi belirtmekten mutluluk duyduğumuzu bilginize sunuyoruz. Saygılarımızla, Prof. Dr. Yıldız Sey D O S YA SU YAPILARI ve İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL SU DOSYASI Prof. Dr. Veysel Eroğlu Orman ve Su İşleri Bakanı Bakanlık ve DSİ Genel Müdürlüğü olarak çalışmalarımızı uzun vadeli olarak sürdürmekteyiz. Bu çerçevede uygulamaya koyduğumuz Entegre Su Yönetimi çalışması, içme suyu ve sulamaya yönelik olarak hazırladığımız acil eylem planları, sulamada modern sistemlerin kullanılmaya başlaması, hidroelektrik enerji üretiminde önemli adımların atılması, GAP, KOP, DAP, Trakya Gelişim Projesi (TRAGEP), EGEGEP gibi bölgesel projelerin tamamlanması ülkemizin su politikalarına ne kadar önem verdiğinin göstergesidir. Bölgeleri için büyük önem taşıyan bu projeler ile ülkemiz sulama ve ziraatte suyun ekonomi politiği anlamında büyük atılım gerçekleştirecektir… 12 itü vakfı dergisi Türkiye’nin Su Politikası Suyun Ekonomi Politiği B ilinen bir gerçek vardır ki; o da susuz gelişmenin ve kalkınmanın mümkün olmadığıdır. Tarih defterinin yaprakları, medeniyetlerin kurulmasında, gelişmesinde ve hatta bazen de yok olmasında suyun çok önemli bir rol oynadığını yazmaktadır. Mezopotamya’dan Eski Mısır’a, Hindistan’dan Güney Amerika’ya kadar pek çok kültür ve uygarlık, su kenarında kurulmuştur. Su; medeniyetin hem kurucusu, hem taşıyıcısıdır. Yüzyıllar önce bu konuya işaret eden Türk devlet adamı Yusuf Has Hacib “Ev almak istersen komşunu sor, yer almak istersen suyunu sor.” demiştir. Hayatın suyla başladığı, susuz hayatın olamayacağı, geçmişte bütün büyük medeniyetlerin su kenarında kurulmuş olduğu hepimizin bildiği, dünyanın da kabul ettiği bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu ifadeler, suyun dünyamızın yapısı ve canlıların hayatı için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İnsanın vücudunun 2/3’nü su teşkil etmektedir. Su, bu sebeple insan hayatı için vazgeçilmez bir ihtiyaç maddesi olmakla birlikte diğer canlılar için de hayat kaynağıdır. Diğer taraftan canlılar için gıda ihtiyacının karşılanabilmesi de yine suya bağlı bulunmaktadır. Zirai üretimden enerji üretimine, ulaşımdan sanayi üretimine kadar suya ihtiyaç duyulmaktadır. Buna karşılık kontrol edilmediğinde suların taşkına, kuraklığa, salgın hastalıklara, arazinin tuzlanmasına, rüsubat taşınmasına ve erozyona sebep olma gibi birçok olumsuz tarafı da vardır. Bu sebeple suyun bir taraftan faydalı kullanımını sağlarken, diğer taraftan seller gibi suyun zarar veren taraflarının kontrol edilmesi gerekmektedir. Bu maksatla su politikası belirlemede planlama, projelendirme, tatbikat, izleme, denetim, yaptırım, işletme safhalarının birlikte düşünülmesi büyük önem arz etmektedir. Bununla beraber su, yerküredeki en bol yenilenebilir tabii kaynaklardan biri olmasına mukabil, gezegenimizdeki su miktarı değişmemektedir. Malum olduğu üzere, yerküredeki suyun %97,5’nin tuzlu olması sebebiyle insanoğlunun faydalı kullanımı için uygun değildir. Geriye kalan %2,5 oranındaki tatlı suyun neredeyse üçte ikisi kutuplarda bulunmakta ve nihayetinde sadece üçte biri yüzey ve yeraltı suyu kaynakları olarak kullanıma müsaittir. Diğer bir ifadeyle, bütün insanların kullanımına uygun tatlı su miktarı yerküredeki toplam suyun ancak %1’i kadardır. Su olmadan hayatın var olamayacağı düşünüldüğünde su kaynaklarının çok daha dikkatli kullanılmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında su kaynaklarını tehdit eden ciddi meseleler de bulunmaktadır. Dünya nüfusu arttıkça su tüketimi de artmakta, sanayileşme ve artan nüfus dünyadaki su kaynaklarını kirleterek bu kaynaklar üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Özellikle son yıllarda kendini göstermeye başlayan küresel ısınma ve buna bağlı değişen iklim şartları da buna eklendiğinde dünyadaki su kaynakları üzerindeki mevcut baskı daha da artmaktadır. Kaynaklar ne kadar fazla olursa olsun planlı bir su yönetimi sergilenmediği sürece sıkıntı yaşanması kaçınılmazdır. Bu anlayışla su potansiyelimizden teknik ve ekonomik şartlar çerçevesinde optimum düzeyde faydalanmaya çalışmaktayız. İçme, kullanma ve sanayi suyu temini, zirai sulama, taşkın zararlarından korunma ve hidroelektrik enerji üretimi konularında kaynakların dikkatli kullanımı ve sağlanacak denge muhtemel bir su sıkıntısı riskini asgari düzeye indirmektedir. Su kaynaklarımızın son damlasına kadar değerlendirilmesi adına bütün kamu kurum ve kuruluşlarının koordinasyon içerisinde yürüttüğü titiz çalışmalar devam etmektedir. Ancak kaynakların maksimum düzeyde kullanımı yalınızca kamunun alacağı tedbirlerle sağlanamayacaktır. Bunu için sivil toplum kuruluşlarının ve basının üzerine de büyük görevler düşmektedir. Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre itü vakfı dergisi 13 SU DOSYASI ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır. Dolayısıyla Türkiye’nin gelecek nesillerine sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynaklarının çok iyi korunup, akılcı kullanılması gerekmektedir. Herkes bu bilinçle hareket edip, suyu tasarruflu kullanmalıdır. Suyun, tabiatta alternatifi olmayan tek kaynak olduğu unutulmamalı ve vatandaş olarak üzerimize düşen vazifeleri yerine getirmeliyiz. Ülkemizin su politikasında önceliği milli kaynağı olan suyun son damlasına kadar kullanılması ve kaynak israfının önlenmesidir. Yani bir yandan suya yatırım yaparak arzı arttırmak, bir yandan israfı ve gereksiz su kullanımını önleyerek talebi azaltmak. Bütün bu saydıklarımızdan hareketle suyun daha verimli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılması için suyun tek elden yö- 14 itü vakfı dergisi netimi elzem hale gelmiştir. Ülkemizde su ile alakalı mes’ul kurum Orman ve Su İşleri Bakanlığı’dır. Ülkemiz, özellikle suyun en iyi şekilde değerlendirilmesi ve Türkiye’nin su politikalarını doğru belirlemek maksadıyla 2011 yılında sudan sorumlu kurumlar üzerinde yapılanmaya gitmiştir. Bakanlığa bağlı DSİ Genel Müdürlüğü, Türkiye’deki su yatırımlarının planlanması, projelendirilmesi, inşası, bakımı ve onarımı ile işletme faaliyetlerinin koordinasyonundan mes’uldür. Yıllık 10 milyar TL’yi aşan bütçesi ile Türkiye’nin en büyük yatırımcı kamu kurumları arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Bakanlığımız, gerek su politikası, gerekse su kalitesi çalışmalarına da özel önem vermektedir. Bu maksatla 2011 yı- lında, Bakanlık bünyesinde Su Yönetimi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü; havza, taşkın ve kuraklık yönetim planlarını hazırlayıp uygulanmalarını takip etme, Türkiye’nin Avrupa Birliği Su Sektörü uyum faaliyetlerini koordine etme, su kalite izleme çalışmalarını planlama ve koordine etme, havza ölçeğinde alıcı ortam esaslı deşarj standartlarını geliştirme, su mevzuatı çıkarma, iklim değişikliğinin su kaynaklarına etkilerini belirleyerek uyum politikası geliştirme, su ile alakalı kurumlar arası koordinasyonu sağlama gibi vazifeleri yürütmektedir. Yine 2011 yılı içinde Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı, merkezi İstanbul’da olan, Türkiye Su Enstitüsü kurulmuştur. Türkiye Su Enstitüsü; ülkemizin uluslarara- Türkiye’de kullanılabilir yıllık 112 milyar m3 suyun şu anda 44 milyar m3’ünü kullanabiliyoruz. Bu suyun 32 milyar m3’ünü (%73) sulamada, 7 milyar m3’ünü (%16) içme ve kullanma suyu olarak, 5 milyar m3’ünü de (%11) sanayide kullanıyoruz. sı seviyede su politikasını geliştirmek, su ile alakalı uluslararası faaliyetleri izlemek, raporlamak, eğitim vermek, organizasyon yapmak gibi faaliyetleri yürütmek ve aynı zamanda bir düşünce kuruluşu olarak faaliyet göstermek üzere çalışmalarını sürdürmektedir. Ülkemiz coğrafi konumu itibariyle dünyamızın, yarı kurak iklim bölgesindedir. Ülkemizde yıllık ortalama yağış miktarı 643 mm olup, bölgelere ve zamana göre farklılıklar göstermektedir. Misal olarak Orta Anadolu’da yıllık ortalama yağış 250 mm iken Karadeniz’de 2.500 mm’ye kadar ulaşmaktadır. Yıllık ortalama yağış miktarı 501 milyar m3 suya tekabül etmektedir. Toplam kullanılabilir su miktarı ise 112 milyar m3’tür. Do- layısıyla kişi başına düşen yıllık su miktarı 1,435 m3’tür. Bu değer ülkemizin su zengini olmadığını ve su sıkıntısı etkisini hisseden ülkeler arasında telakki edileceğini, kaynaklarını akıllıca ve en yüksek verim ile kullanması durumunda kendi kendine yeteceği anlamına gelmektedir. Türkiye’de kullanılabilir yıllık 112 milyar m3 suyun şu anda 44 milyar m3’ünü kullanabiliyoruz. Bu suyun 32 milyar m3’ünü (%73) sulamada, 7 milyar m3’ünü (%16) içme ve kullanma suyu olarak, 5 milyar m3’ünü de (%11) sanayide kullanıyoruz. Yani suyumuzun yaklaşık dörtte üçünü sulamada kullandığımız için bu alanda yapılacak tasarruf çok önemli hale gelmektedir. Yakın zamana kadar su tahsisleri münferiden yapılmakta iken artık tahsisler havza bazında bütüncül bir yaklaşımla karşılanmakta ve yine ihtiyaçlar incelenmektedir. Suyun yönetiminde, kaynak yönetiminden havza yönetimine geçilmektedir. Bu yönetim tarzında havzadaki bütün ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak ihtiyaç duyulması halinde kaynak geliştirilmesine gidilmekte, bunun mümkün olmaması halinde havzalar arası su aktarımı yapılmak suretiyle ihtiyaçların zamanında karşılanması sağlanmaktadır. Türkiye, yönetilebilir ölçekte 25 su (nehir) havzasına ayrılmıştır. Bunlardan 5 tanesi sınır aşan su havzalarıdır. Ülkemiz Asi ve Meriç havzalarında mansap, Fırat – Dicle, Çoruh ve Aras su havzalarında ise menba konumundadır. Diğer 20 su havzasının tamamı kendi topraklarımızda bulunmaktadır. Ülkemizin ulusal su politikasının ana esaslarını kısaca “su kaynaklarımızı hem kalite hem de miktar olarak korumak ve sularımızın en verimli şekilde kullanılmasını sağlamaktır” şeklinde ifade edebiliriz. Yarı kurak iklim bölgesinde bulunan ülkemizde, yağışların zaman ve miktar açısından büyük farklılıklar arz etmesi depolama tesislerinin yapılmasını zaruri hale getirmiştir. Su probleminin çözüme kavuşturulması yönünde atılacak en önemli adımlardan biri barajların hızla ve ihtiyaca cevap verecek nispette milletimizin hizmetine sunulmasıdır. Barajlar yağışların fazla olduğu, tüketimin az olduğu kış aylarında suyu biriktirerek, yağışların az olduğu, tüketimin fazla olduğu yaz aylarında suyun kullanımını sağlarlar. Bu çercevede son 13 yılda işletmeye aldığımız baraj ve göletlerin çok önemli olduğu kanaatindeyim. DSİ 2003 yılından günümüze kadar 278’i baraj olmak üzere 2.546 adet tesisi tamamlayarak aziz milletimizin hizmetine sunmuştur. Bu tesisler içerisinde baraj, gölet, sulama tesisi, içmesuyu temin tesisi, taşkın koruma tesisleri gibi su yapıları bulunmaktadır. Ülkemizin 249 metre ile en yüksek barajı olan Deriner Barajı, Ermenek Barajı, Borçka Barajı, Muratlı Barajı, Dalaman Akköprü Barajı, Çine Adnan Menderes Barajı gibi sınıfında dünyada örnek gösterilen barajlardan bazılarıdır. Ülkemiz bir ziraat ülkesidir. Dolayısıyla sulama ülkemiz ziraatının gelişmesi için çok önemlidir. Türkiye’de ekilebilir zirai arazi büyüklüğü 280 milyon dekardır. Bu alanın 85 milyon dekarı ekonomik olarak sulanabilir durumdadır. Son yıllarda yapmış olduğumuz sulama hamlesi ile 2014 yılı sonu itibariyle bu alanın 61 milyon dekarını sulanabilir hale getirdik. Yani ekonomik sulanabilir arazilerimizin %72’si sulanabilmektedir. Geriye kalan %28’lik bölüm olan 24 milyon dekarlık bölümde ise inşaat, proje ve planlama çalışmaları devam etmektedir. Ülkemiz, sulamaya açılan alanların artmasıyla birlikte zirai alanda dünyada 7. sıraya kadar yükselmiştir. Ayrıca sulamada önemli ölçüde tasarruf sağlayan modern sulama yöntemlerinin ülke genelinde yaygınlaştırılmasına çalışılmaktadır. Aynı birim suyla, daha fazla zirai alanın sulanmasına imkân veren kapalı yani borulu su iletim sistemleri giderek artan oranda kullanılmaktadır. Geçmiş dönemde iptidai şekilde sulanan alanlar da kapalı sistem sulamaya dönüştürülmektedir. Türkiye, özellikle son 13 yıldır su politikalarını ve suyun akılcı kullanımı konusunda büyük hamleler gerçekleştirmiştir. Bunlardan biri de bilhassa büyük sulama projelerinin dışında kalan alanları sulayan 1000 Günde 1000 Gölet yani Göl-Su Projesidir. Cumhuriyet tarihimizin en önemli sulama projelerinden biri olan bu proje mahiyetinde 1000 günde 1000 adet gölet ve sulama tesisi inşa edilmiştir. 2012-2014 yılları arasında gerçekleştirilen proje ile 1 milyon 700 bin de- itü vakfı dergisi 15 SU DOSYASI kar arazi suya kavuşturulmuştur. 450.000 kişiye istihdam imkânı sağlayan proje ile yılda 1,7 milyar TL zirai gelir artışı sağlanacaktır. 81 ilimiz için hazırladığımız içme suyu eylem planları ile şehirlerimizin 2040, 2050 hatta 2071 yılına kadar olan içmesuyu ihtiyacını planladık. Yaptığımız ilmi çalışmalar neticesinde özellikle 2014 yılında yaşadığımız büyük kuraklıkta dahi şehirlerimizi susuz bırakmadık. İşletmeye aldığımız 77 adet içmesuyu projesi ile 41 milyon vatandaşımıza ilave içmesuyu temin ettik. İstanbul’da Istranca Barajları, Yeşilçay ve Melen Projesi ile şehre kesintisiz su veriyoruz, İzmir’e Gördes Barajı'ndan suyu ilettik, Ankara’da Gerede Sistemi inşaatı hızla devam ediyor, Kars’a, Siirt’e, Mardin’e, Balıkesir’e, Bursa’ya, Sinop’a, Antalya’ya, Konya’ya ve daha pek çok şehrimize içmesuyu sağladık. Günü kurtarmak için değil, ta 2050 yıllarına kadar olan içme suyu ihtiyacını hesaplayarak, ihtiyacı karşılayacak projeleri hayata geçirdik. Dünyada bir ilke imza atarak, ülkemizden KKTC’ye yılda 75 milyon m3 içme suyu sağlayacak, KKTC İçme Suyu Temin Projesini hayata geçiriyoruz. Türkiye tarafında Anamur’daki Alaköprü ve KKTC tarafında Geçitköy Barajları tamamlanmış olup, deniz geçiş hattının son borusu da 2015 Ağustos ayında denize indirilmiştir. Deniz yüzeyinin 250 metre altından askıda borularla suyu yavru vatana iletmek üzere tecrübe çalışmaları başlatılmış ve 28 Ekim’de açılış merasimi yapılmıştır. Boşa akan su kaynaklarımızdan hidroelektrik enerji üretimi için faydalanmak üzere önemli adımlar attık. Ülkemizin teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilir hidrolik potansiyeli 165 milyar kiloWatt.saat olarak hesaplanmıştır. Ancak yapılan yeni çalışmalar, gelişen teknoloji ve maliyetlerin düşmesi neticesinde bu potansiyelin 180–200 milyar kiloWatt.saate çıkabileceğine işaret etmektedir. Ülkemizde cari açığın en büyük sebebinin enerji ithalatından kaynaklandığını biliyoruz. Dolayısıyla boşa akan sularımızı akılcı ve sürdürülebilir bir politikayla daha verimli kullanmak için 2003 yılında Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği’ni çıkardık. Devlet–özel sektör işbirliğini hayata geçirdik. Yönetmelik hidroelektrik üretimini özel sektöre açarak, temiz bir enerji kaynağı olan suyun son damlasına kadar kullanılması imkânına hizmet etmektedir. 16 itü vakfı dergisi Suyun daha verimli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılması için suyun tek elden yönetimi elzem hale gelmiştir. Ülkemizde su ile alakalı sorumlu kurum Orman ve Su İşleri Bakanlığı’dır. Ülkemiz, özellikle suyun en iyi şekilde değerlendirilmesi ve Türkiye’nin su politikalarını doğru belirlemek maksadıyla 2011 yılında sudan sorumlu kurumlar üzerinde yapılanmaya gitmiştir. 2003 yılında, yılda 26 milyar kiloWatt. saat olan hidroelektrik enerji üretimimiz şu anda 87,8 milyar kiloWatt.saat’e yükselmiştir. Böylece 165 milyar kiloWatt.saat potansiyelimizin %53’ü işletmeye alınmıştır. Hedefimiz 2023 yılına kadar bu potansiyelin tamamını devreye almaktır. Öncelikle Bakanlık ve DSİ Genel Müdürlüğü olarak çalışmalarımızı uzun vadeli olarak sürdürmekteyiz. Bu çerçevede uygulamaya koyduğumuz Entegre Su Yönetimi çalışması, içmesuyu ve sulamaya yönelik olarak hazırladığımız acil eylem planları, sulamada modern sistemlerin kullanılmaya başlanılması, hidroelektrik enerji üretiminde önemli adımların atılması, GAP, KOP, DAP, Trakya Gelişim Projesi (TRAGEP), EGEGEP gibi bölgesel projelerin tamamlanması ülkemizin su politikalarına ne kadar önem verildiğinin göstergesidir. Bölgeleri için büyük önem taşıyan bu projeler ile ülkemiz sulama ve ziraatte suyun ekonomi politiği anlamında büyük atılım gerçekleştirecektir. Bir yandan artan nüfus sebebiyle kişi başına düşen su ihtiyacı hızla artmakta diğer yandan, ülkeler ekonomik olarak kullanıma sunulabilecek suları geliştirdikten sonra, artan talebe cevap verebilmek için geleneksel olarak başvurulan kullanım biçimlerinin dışına çıkmak zorunda kalmaktadır. Nüfusun ve çeşitli insan etkinliklerinin artması neticesinde yerüstü ve yeraltı su kaynakları kirlilik tehdidi altına girmektedir. Temiz iken sonradan kirlenen su kaynaklarının yeniden temizlenmesi ise yüksek maliyetler getirmektedir. Bu tehdidi zararsız hale getirmek için yerleşim yerlerinin atıksuyu arıtılarak alıcı ortam standardına getirilerek deşarj edilmesi için gerekli çalışmalar yapılmakta, sanayi tesisleri organize sanayi bölgelerinde topla- narak atık sularının arıtılması sağlanmaktadır. İklim değişikliği de, özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki sınırlı miktardaki su kaynakları için önemli bir meseledir. İklim değişikliğinin etkisiyle su kaynaklarının azalması ve yeni problemlerin ortaya çıkması tahmin edilen gelişmelerdir. Türkiye’nin içinde bulunduğu yarı kurak iklim kuşağında yağışlarda, buna bağlı olarak akışlarda ortaya çıkan dönemsel dengesizlikleri giderebilmek ve istenilen zamanda istenilen miktarda suya ulaşabilmek için biriktirme yapıları (barajlar) zorunlu olmaktadır. Biriktirme tesisleri, yağışların ihtiyaçları karşılamaya yetmediği dönemlerde birer emniyet unsuru olarak görev yapmakta ve “su güvenliği”nin de en önemli unsurlarını oluşturmaktadır. Suyun olmadığı, ya da havza içi tedbirlerin kafi gelmediği veya ekonomik olmadığı yerlerde, ikinci seçenek olarak mümkünse başka bölgelerden su aktarımı gündeme gelmektedir. Bu alanda ülkemiz Konya Ovası Projesi çerçevesinde Akdeniz’e boşa akan Su Politikası ve Suyun Ekonomi Politiği Olarak Yapılması Gerekenler Su kaynaklarımızın verimini artırmak için gerekli yatırımları zamanında yapılarak halkın hizmetine sokulmalı. Yukarı Göksu Havzasının suyunu Konya Kapalı Havzasına aktarmaktadır. Bu proje ile yılda 414 milyon m3 su Konya kapalı havzasına aktarılacaktır. 17.034 metre uzunluğundaki Mavi Tünel ve Bağbaşı Barajı hizmete alınmıştır. Türkiye’nin, su sektöründe karşılaştığı meseleler, dünyada son 20 yılda yaşanan gelişmeleri ve uygulanan yaklaşımları da dikkate alarak, su kaynakları yönetiminde yeni yaklaşımlar geliştirmesini gerektirmektedir. Ülkenin ana gayesi, koordineli kalkınma ve su kaynakları yönetimi ile verimli, hakkaniyetli ve sürdürülebilir kalkınma sağlamaktır. Bu politika ilke ve hedefleri doğrultusunda, şimdiye kadar pek çok Avrupa Birliği (AB) mevzuatı içselleştirilmiş ve adapte edilmiştir. Su kullanımında tasarruf sağlanabilmesi için kullanılan suyun kayıt altına alınabilmesi maksadı ile ölçüm sistemleri kurulmaktadır. Ölçme sistemi olmayan kullanımlarda suyun istenildiği şekilde yönetilmesinin mümkün olmadığı bir gerçektir. Mevcut su kaynaklarımız kirlilik tehdidine karşı korunmalı ve bu kaynakların sürekli bir şekilde kirlenmeye karşı izlenmeli. Mevcut mevzuatımızda pek çok kurum ve kuruluşa su temin ve kullanım yönünden yetkiler verilmiş olup bu durum ise yönetimde kargaşaya ve menfaat çatışmalarına sebebiyet vermektedir. Bu olumsuz gidişe son vermek maksadı ile AB Mevzuatı da göz önünde bulundurularak otoritenin tek olması maksadı ile; paydaş kamu kurumları, üniversiteler, özel sektör temsilcileri ve diğer sivil toplum kuruluşlarının katkıları da alınmak suretiyle yeni bir Su Kanunu Taslağı hazırlanarak meclise sevk edilmek üzere Başbakanlığa gönderilmiştir. Önümüzdeki dönemde taslağın kanunlaşması halinde AB tarafından çevre faslının kapatılması için şart koşulan hususlardan biri de yerine getirilmiş olacaktır. Kanunun çıkması ile, ülkemiz içinde son derece önemli bir ihtiyaç da karşılanmış olacaktır. Suyun yerli yerinde kullanılması, ihtiyaçların zamanında yeterli miktar ve evsafta karşılanması, halkımızın daha rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamasına imkân vereceği gibi zirai mahsul üretiminin artması ile gıda güvenliği de sağlanmış olacaktır. Enerji açısından konuya yaklaşıldığında, enerji ihtiyaçlarımızın bir bölümünün yerli ve yenilenebilir bir kaynak olan sudan karşılanması ciddi manada bir döviz tasarrufu yapmak suretiyle buradan elde edilecek finans kaynağının ülkenin gelişmesi için başka sahalarda kullanma fırsatını da bizlere verecektir. Ayrıca güvenli ve güvenilebilir bir su varlığı ise sanayimizin istikrarlı bir şekilde büyümesine, ülke ekonomisine katkıda bulunmasına imkân sağlayacaktır. Su, tabiatta yok olmayan, şekil değiştiren, gerekli tedbirlerin alınması halinde tekrar tekrar kullanılabilecek bir vasfa sahiptir. Gerekli tedbirlerin zamanında alınması halinde ülkemizin suyu Su israfına sebebiyet verecek faaliyetler zamanında önlenmeli, bunlar için gerekli tedbirleri alınmalı. Her kesimin öncelikleri göz önünde bulundurularak hakkaniyetli bir şekilde suya erişebilmeleri sağlanmalı. daha uzun yıllar milletimizin ihtiyacını karşılayabilir. Hayatın başlangıcı olan su; şehirler ve ülkeler arasında yol alırken, akıp geçtiği yerlerdeki kültürleri, insanları ve medeniyetleri birbirine taşır ve yakınlaştırır. Bu noktadan yola çıkıldığında ülke olarak 2009 yılında Hükümetimizin büyük desteği ile gerçekleştirdiğimiz ve ana teması “Farklılıkların Suda Yakınlaşması” olan 5. Dünya Su Forumu ile suyun birleştirici gücünü bir defa daha ispat ettik. Suyun birleştirici gücüne olan inancımızı ortaya koymak için “Suda Medeniyetlerin Buluşması” konusu, Forum'un bütün bölgesel toplantılarında ayrı bir başlık olarak ele alınmıştır. Türkiye, DSİ Genel Müdürlüğü ile TİKA vasıtasıyla Afrika ülkeleri başta olmak üzere bütün dünyada insanların su ihtiyacını karşılamak için işbirliği yapmakta ve çeşitli içme suyu projeleri uygulamaktadır. Şu ana kadar Afrika’da 1,6 milyon kişiye temiz içme suyu sağladık. Biz suyu; istikrar ve kardeşlik için bir barış vesilesi olarak görüyoruz. Bu anlayışın bir gereği olarak Türkiye, suyun bütün dünyada istikrarın tesisine yardımcı olacak bir işbirliği vasıtası haline gelmesi için elinden gelen gayreti göstermiştir ve göstermeye de devam edecektir. Su herkesin ortak malıdır. Herkes suya kolayca erişebilmelidir. Genel prensipleri istikametinde su tek elden yönetilmelidir. Bu vesileyle; Başta İTÜ Rektörlüğüne, Vakıf yönetici ve çalışanlarına su konusunda hassasiyet gösterdikleri için suya ve Türkiye su politikasına yön veren Bakanlığım adına teşekkür ediyorum. Su gibi aziz olunuz… itü vakfı dergisi 17 SU DOSYASI Su Politikaları ve Sürdürülebilir Su Yönetimi Y. Müh. (İnş.) Dursun Yıldız Su Politikaları Uzmanı Su Politikaları Derneği Başkanı [email protected] Su kaynaklarının yönetimi için yeni metotlar geliştirilirken su politikalarında da bazı değişiklikler yaşanmıştır. 20. yüzyılın son çeyreğinde su kaynakları ticarileşmiş, uluslararasılaşmış ve siyasallaşmıştır. 20. yüzyıl boyunca ekolojik dengeyi çok hırpalayan insanoğlu 21.yüzyıla girerken su kaynakları yönetimi de dahil olmak üzere birçok alanda yeni paradigmalar ve yeni modeller arayışına girmiştir. Bu modellerin uygulamasından istenilen sonuçların elde edilmesi kolay olmayacaktır. Ancak insanoğlu eğer 22. yüzyıla ulaşmak istiyorsa, önünde suyu sürdürülebilir kullanmaktan başka bir yol bulunmamaktadır… 2 1. Yüzyıl su, enerji , gıda ve çevre güvenliğinin damgasını vuracağı bir yüzyıl olacaktır. Merkezinde suyun olduğu bu dört güvenlik kavramı uluslararası su politikaları konusunda yapılması gereken çalışmaları artırmıştır. Su sorunu ve uluslararası su politikaları 21. yüzyılın politik ve ekonomik an- 18 itü vakfı dergisi lamdaki şekillenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Hızlı nüfus artışı, verimsiz kullanım, kentlere göç, gelişen sanayi ve iklim düzensizlikleri sonucunda ulusal su kaynakları kirli ve yetersiz hale gelmektedir. Sınıraşan yüzey ve yeraltı su kaynaklarının stratejik önemi artmaktadır. Özellikle dünyanın bazı bölgelerinde suyun sosyal ve ekonomik gelişmedeki sınırlayıcı etkisinin artması problemleri bir üst boyuta taşımaktadır. Bu durum suyun ulusal ve uluslararası kullanım politikalarını (Hidropolitikaları) geçmişten çok daha önemli kılmaktadır. Sanayi devrimi ile birlikte uygulanan sınırsız büyüme modeli, su kaynaklarının kirlenmesi, artan nüfus ve artan tüketim baskısı, suyun zaman ve mekândaki eşitsiz dağılımı, artan iklim değişimi etkileri, artan su, enerji ve gıda ilişkisi dünya çapında su yönetimini uluslararası gündemin ön sıralarına çıkartmış, suyu da stratejik ve jeopolitik bir kaynak durumuna getirmiştir. Tüm bu gelişmeler ulusal ve uluslararası hidropolitikayı öne çıkartmış ve sürdürülebilir su yönetimi modelleri üzerindeki çalışmaları artırmıştır. Özetle; 20. yüzyılın son çeyreğinde su kaynakları ticarileşmiş, uluslararasılaşmış ve siyasileşmiştir. 20. yüzyıl boyunca ekolojik dengeyi çok hırpalayan insanoğlu, 21.yüzyıla girerken su kaynakları yönetimi de dahil olmak üzere birçok alanda yeni paradigmalar oluşturmuş ve yeni modeller geliştirmiştir. Su Politikaları ve Su Yönetimi Su politikaları (water politics) 20 .yüzyılın son çeyreğinde farklılaşarak ulusal ve uluslararası ölçekte yeni formlar almıştır. Su kaynakları yönetiminde su politikaları daha şeffaf ve katılımcı olurken, su hizmetleri yönetimindeki su politikaları suyu daha çok bir ekonomik mal olarak gören bir çizgiye kaymıştır. Uluslararası ölçekte ise Hidropolitik adlı yeni multidisipliner bir bilim alanı ortaya çıkmıştır. Hidropolitik; ülkeler arasında su kaynaklarının kullanımı nedeniyle ortaya çıkan çıkar ilişkilerini değerlendirerek, sudan yararlanmaya dönük sosyo-ekonomik, politik ve hukuki önlemlerin alınmasına yönelik politikaları inceleyen multidisipliner bir bilim alanıdır. Tüm dünyada hızla artan nüfus, kirlilik, hızlı kentleşme ve verimsiz kullanım su kaynakları üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Suyun kısıtlı olduğu bölgelerde bu durum sınıraşan sular üzerinde ülkeler arasında anlaşmazlıklara ve gerginliklere neden olmaktadır. 21. yüzyılda suyun artan stratejik ve ekonomik önemi bu doğal kaynağın uluslararası politikada bir enstrüman olarak kullanılmasına neden olmuştur. 20 yüzyıl boyunca dünyada yeni siyasal sınırların belirlenmesiyle 21. yüzyıla girerken 273 sınıraşan su havzası ortaya çıkmıştır. Dünya nüfusunun %40’ı da bu havzalarda yaşar olmuştur. Bu durum işbirliği olanağı yaratmasının yanısıra daha çok çatışma potansiyelini arttırmıştır. Dünyadaki bu gerek işbirliği gerek çatışma potansiyeli, Hidropolitik ve strateji konularında disiplinlerarası araştırma çalışmaları yapılmasını gerekli kılmıştır. 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana özellikle az gelişmiş ülkelerin bütçelerinin yetersizliği, büyük dış borçları gibi nedenlerle artan finansman sorunları su talebinin karşılanmasında aksamalara neden olmuştur. Bu durum üzerinden hareket edilerek küresel ölçekte özel sektörün su hizmetlerinde gerek yatırım gerekse işletme aşamalarında yer almasını sağlayacak modeller oluşturulmuştur. Bu politikaların uygulanmasıyla su yönetiminin kamu mülkiyeti ve kamu işletmeciliğine dayanan yapısı uluslararası su politikaları doğrultusunda özel mülkiyet ve işletmeciliğe dayanan bir su yönetimi yapısına dönüşmektedir. 20.yüzyılın son çeyreğinden bu yana su hizmetleri yönetimi anlayışında yaşanan değişimle su kaynakları ticarileşmiş, su politikaları uluslararasılaşmış ve siyasileşmiştir. Uluslararası Sular Hukuku ve Hidropolitik 20. yüzyıla girerken yaklaşık 50 olan ülke sayısı 21. yüzyıla girerken 190 olmuş ve 273 sınıraşan su havzası ortaya çıkmıştır. Dünya nüfusu geçen yüzyılda üç kat artmış ve bu nüfusun %40'ı sınıraşan su havzalarında yaşar olmuştur. Bu gelişme, 20. yüzyıl ortasından bu yana, su konusundaki uyuşmazlıkları giderebilecek ve uzlaşma ortamı yaratabilecek bir hukuk oluşturulması için çalışmaları başlatmış ancak halen teamül hukuku ve genel hukuk ilkeleri bağlamında evrensel düzeyde tüm ülkeleri bağlayıcı nitelikte kesin hükümler içeren bir kurallar sistemi oluşturulamamıştır. Bu konuda en ileri adım olan BM‘nin Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımı Sözleşmesi 1997’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucunda kabul edilmiş ve 35 ülkenin onaylaması ile 2014 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşme gibi Helsinki Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi, Espoo ve Aarush gibi sözleşmeler ile bazı AB direktifleri kabul edilse de, evrensel düzeyde tüm ülkelerin veya ülkelerin büyük bölümünden kabul gören bir kurallar sistemi oluşturulamamıştır. Su Yönetiminde Yeni Paradigmalar 1970‘li yılların ortalarında geçilmeye çalışılan havza yönetim anlayışından önce, su talebinin en yakın noktadan bir an önce ve tek amaçlı projelerle karşılanmasına çalışılmaktaydı. Sanayi devrimi, hızlı nüfus artışı, kentleşme ile birlikte hızla artan su talebi ve kirlenme su yönetimini zorlamaya başlamıştır. Bu zorluklar suyu daha etkin bir şekilde kullanabilmek için havzanın bir bütün olarak ele alınması ve su kaynaklarının bir genel planlama anlayışı ile geliştirilmesinin önemini ortaya çıkartmıştır. Havza teriminin coğrafi kullanımı çok eski olmasına rağmen su kaynakları planlanmasında bir yönetim birimi olarak ele alınması oldukça yenidir1. Su kaynaklarının havza ölçeğinde klasik planlanmasına ABD’de 1900’lü yılların başında başlanmış, bu planlama anlayışı 1950’li yıllardan itibaren de daha fazla uygulanır olmuştur. 20. yüzyılın son çeyreğinde su yönetiminde çevre duyarlılığı, katılımcılık, şeffaflık ile su, enerji gıda ve çevrenin birbirleriyle olan ilişkisi ön plana çıkmıştır. Bütüncül su kaynakları yönetimi ve uyumlaştırılmış su yönetimi, geliştirilen iki yeni kurumsal ve yönetsel paradigma olup su yönetimi sistemindeki eksiklikleri ortaya koymaları açısından önemlidir. 20. yüzyılın başından bu yana uygulanan temel “klasik havza yönetimi” anlayışına karşı eleştiriler 1970’li yılların ortalarından itibaren başlamıştır. Artan su talebi ve azalan su kalitesi nedeniyle son dönemde Bütüncül Su Kaynakları Yönetimi (BSKY)ve Uyumlaştırılmış Su Kaynakları Yönetimi modelleri geliştirilmiştir. Son 40 yılda geleneksel su yönetimi anlayışından, havza ölçeğinde bütüncül bir su yönetim anlayışında radikal bir paradigma değişimi olmuştur. Daha yakın geçmişte ise buna benzer bir değişim “uyumlaştırılmış su yönetimi“ modeli şeklinde ortaya çıkmıştır. Su Kaynakları yönetiminde “Uyumlaştırılmış Su Yönetimi”nin öne çıkma nedenleri, küresel itü vakfı dergisi 19 SU DOSYASI 21. yüzyıl uluslararası su politikalarının ve sürdürülebilir su yönetimine yönelik uygulamaların çok belirleyici olacağı bir yüzyıl olacaktır. Bunun en temel nedeni sadece iklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki olumsuz etkileri değil su, enerji, gıda ve çevre arasında artan ilişkidir. bir çerçeve içinde değerlendirilmesine olan ihtiyaçtır4. İşte tüm bu kavramı bir arada ele alıp birbirleriyle olan ilişkilerini sağlayarak birçok amacın bir arada gerçekleşmesini yönetebilmek çok kolay değildir, hatta bazı uzmanlar bunun olanaksız olduğunu ileri sürmektedir. Bazı su uzmanları BSKY’inin gerçek yaşamla ilgili olmayacak derecede soyut olduğunu, amaçlar ve değerlerle ilgili (normatif) ögeler içerdiğini ileri sürmektedir5. Bunun yanı sıra bu kavramın çok yaygın kullanılan bir kavram olmasına amaçlamaktadır. Kavramdaki “bütüncül” rağmen bazı çekici sözcüklerin birleşterimi pek çok amaç arasındaki ilişkiye atıfta bulunmaktadır. Ancak bu amaçlar tirilmesinden meydana gelen bir söyzaman zaman birbiri ile çatışabilir. Bu lemden öteye bir anlam taşımadığı ve çatışma sektörler arasındaki su tahsisi BSKY’nin uygulanmasından sağlanacak ve doğal çevre yaşamı için gerekli su faydaların gözlemlerle teyit edilmediği, miktarı gibi alanlarda büyüyecektir. Kısahayata geçirilmesinin çok güç olduğu savunulmaktadır. ca neyi elde etmek için neden vazgeçilBunlardan dünyaca ünlü su uzmanı mesi kararı karmaşık bir sorun olup BSProf. Biswas ise bu tanımda “ekonomik KY’nin gündemini çok meşgul edecektir. Suyun Sürdürülebilir Yönetimi ve sosyal refah” içinde ne gibi unsurların Su yönetim sisteminin bütüncül bir niSürdürülebilir kalkınma hedefi, ilk kez yer aldığını, “hakkaniyet” ilkesinin işlev1992’de Rio Dünya Zirvesi’nde ortaya telik kazanması için, birden fazla sistem konmuş ve daha sonra çeşitli platformarasındaki karşılıklı etkileşimin dikkate sel yönden kim tarafından nasıl sağlanaalınması gerekir. Şekil 1’de üç temel larda genişletilerek ele alınmıştır. En cağını, “hayati önemi haiz” ve “haiz olsistem arasındaki ilişkiler oklarla temsil genel anlamıyla sürdürülebilir kalkınma mayan” ekosistemlerin nasıl ayrılacağını edilmiştir3. Bunlar; doğal su kaynakları “Bugünün hedef ve ihtiyaçlarının, gelesorgulamaktadır6. ve insan faaliyetlerini içeren sistemler ile Tüm bu eleştiriler ve değerlendircek jenerasyonların hedef ve taleplerini su yönetim sistemidir. tehlikeye sokmadan karşılanması; kalmeler dikkate alındığında, Bütüncü Su Etkili bir Bütüncül Su Kaynakları YöKaynakları Yönetimi’nin birbirini izleyen kınmanın bu felsefe içinde gerçekleştikararlardan oluşan bir süreç anlamında rilmesi” şeklinde tanımlanır. Sürdürülebinetimi için, havza içinde kullanıcı bütün olup açıkça tanımlanmış bir hedefe yösektörlerin ve toplulukların gereksinimlelirlik: “ekonomik”, “sosyal” ve “çevresel” olmak üzere üç kriter açısından değerri gözönünde bulundurulmalıdır. Bu bağnelik eylem olmadığı görülmektedir. Bulendirilir. Bu kapsamda sürdürülebilir su lamda, önemli bir husus da, suyun rolünunla birlikte nasıl uygulanacağına ilişkin yönetimi de ekonomik açıdan verimli, üzerinde uzlaşılmış yöntem ve kurallar nün hidrolojik, ekolojik, ekonomik, ticari sosyal açıdan eşitliği gözeten (hakça), da bulunmamaktadır. Odendaal’a göre; ve sosyo-politik boyutlarıyla ele alındığı çevre açısından sağlıklı” kararların alınsu kaynakları yönetiminde sürdürülebilirdığı, çevresel, ekonomik ve sosyal heliğin sağlanması bir amaç olup, BSKY bu amaca ulaşmak için araç yani; stratedefler arasında dengenin kurulduğu bir yönetim olmalıdır. jidir. Pahl-Wostl ise, BSKY’nin bir Taşkın 1970’li yılların ortalarından hedef ortaya koyduğunu ve bu itibaren klasik havza yönehedefe ulaşmakta “ulusal ve İnsan faaliyetleri Su kaynakları bölgesel koşullara uyan timi anlayışı, hızla artan sistemi sistemi su yönetimi”nin (adaptitalebin karşılanmasında Kirlilik yetersiz kaldığı, talep ve management) araç yönetimini dikkate almaolması gerektiğini ileri Su çevrimi Su talebi sürmüştür7. dığı, ekosistemi korumaSu kalitesinin dığı, katılmcı olmadığı iyileştirilmesi Su ihtiyacının ve durağan bir nitelik Uyumlaştırılmış Su karşılanması taşıdığı için eleştirilmeye Yönetimi (Adaptive başlanmıştır. Management) BSKY2 aslında su kayBelirtilen kavramsal sorunSu yönetim naklarını geliştirirken ekolar uyumlaştırılmış su yönetimi sistemi (adaptive management) anlayışısistemlere zarar verilmemesini, sürdürülebilir sosyo-ekonomik nın benimsenmesi gerektiği savının Şekil 1: Bütüncü Su kaynakları Yönetim Sistemi ve çevresel kalkınmanın sağlanmasını ortaya atılmasına neden olmuştur. Bu iklim değişimi, sosyo-ekolojik sistemin dinamik özellikleri gibi birçok nedenle su yönetimi ile ilişkili konuların, suyu baskılayan unsurların ve karmaşanın artmasıdır. Su yöneticileri, bir dönem yerel ve katılımcı entegre su yönetimi modelini sürdürülebilir su yönetiminin başarılabilmesi için en uygun model olarak görmüştür. Ancak bütüncül su kaynakları yönetimi yerelleşme veya entegrasyonun sağlanmasında başarılı olamamıştır. Bu nedenle çalışmalar “Yöneterek öğrenme-Öğrenerek yönetme“ye dayanan “Bütüncül Uyumlaştırılmış Su Yönetimi” modeli üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu yeni su yönetimi paradigmaları, bir geçiş dönemi içinde olan Türkiye’nin su yönetimini de doğrudan ilgilendirmektedir. 20 itü vakfı dergisi savı destekleyenlere göre; artık bütüncül su yönetiminin ne olduğu tartışmaları yerine, mevcut Planla Uygula sistemin nasıl işlemekte olduğu sorusu önem kazanmaya başlamıştır. Birçok uzmana göre yöneterek öğrenmemiz ve öğrenerek yönetme sürecine geçmemiz gerekmektedir. Bu süreç kaçınılmaz olarak su yönetim deneyimlerinin geUyum Sağla İzle liştirilmesi, belirsizliklerin daha iyi anlaşılabilmesi için bilgi toplanması, su yönetiminde lüzumlu değişiklikleri yapabilmek için sürekli izleme sisteminin geliştiDeğerlendir rilmesini gerektirmektedir. Şekil 2’de verilen ve bu çalışmaları kapsayan uyumlaştırılmış su Şekil 2: Uyumlaştırılmış Su Yönetimi yönetimi ise birbirini takip eden ancak sürekli gelişen döngüsel bir sisgetirmiştir; bir diğer deyişle 20. yüzyıldatemdir. ki güvenlik paradigmasını değiştirmiştir. Özellikle küresel iklim değişikliğinin Bu gelişmeler uluslararası alanda su kaynakları üzerinde yaratacağı etHidropolitika kavramını, ulusal alanda ise Sürdürülebilir Su Yönetimi Kavramı'nı kilerin belirsizliği su yönetimdeki beliröne çıkartmıştır. sizlikleri de artırmıştır. Bu belirsizliklerin Su kaynakları artan nüfus, kentlere azaltılması için matematik modeller ile hızlı göç, kirlenme gibi tehditlerin baskısı su kaynaklarının miktar ve kalite değialtındadır Ancak bütün bunların dışında şimlerinin araştırılması, bu sonuçların gerek ulusal gerek uluslararası su yöpilot projeler üzerinde test edilmesi, izlenmesi ve Şekil 2’de belirtilen dönnetiminin önündeki en büyük tehdit ani olarak değişmesi beklenen iklim koşullagüye göre, en uygun önlemlerin araştırılması suyun sürdürülebilir kullanımına rıdır. Bu değişime adaptasyon için bazı önemli katkılar sağlayacaktır. Ancak, ülkeler çalışmalara başlamıştır. Ancak bir matematiksel model kapsamında ele su sektöründe iklim değişikliğine adapalınabilecek değişkenler sınırlı olduğu tasyon planlaması kolay olmayıp aksine için modeller temsil ettikleri toplumsal çok detaylı bir planlamadır. Çünkü su ve fiziksel olayların basitleştirilmiş şekaynaklarındaki bir değişiklik tarım, sağkilleri olup sonuçlarının su yönetiminde lık, enerji ve altyapı gibi diğer sektörleri deneyim kazanmış bir kurumsal yapı de etkileyecektir. Su yönetimi sisteminin tarafından yorumlanması gerekir. Bu da bu konudaki belirsizliklerden en düşük sürdürülebilir bir su yönetimi için kuseviyede etkilenmesi için bu belirsizliklerumsal hafıza ve deneyimli insan kaynari azaltacak araştırma çalışmalarına büğı gücünün önemini ortaya çıkarmakyük ihtiyaç vardır. Bu durum sürdürülebilir su yönetimitadır 8. nin önüne, bu belirsizliklerin en aza indirilmesi gibi güç bir görev de koymaktadır. Sonuç ve Değerlendirme Yapılan çalışmalar ve elde edilen 21. yüzyıl uluslararası su politikalarının deneyimler sonunda, suyun sürdürülebive sürdürülebilir su yönetimine yönelik uygulamaların çok belirleyici olacağı lir yönetimi için bütüncül su kaynakları bir yüzyıl olacaktır. Bunun en temel neyönetimi anlayışından uyumlaştırılmış su yönetimine doğru bir eğilim göze çarpdeni sadece iklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki olumsuz etkileri değil maktadır. Uyumlaştırılmış Bütüncül Su su, enerji, gıda ve çevre arasında artan Kaynakları Yönetimi olarak ifade edilen ilişkidir. Bu durum su güvenliği, gıda gübu yeni metod, kendi içinde sürekli gelivenliği, enerji güvenliği ve çevre güvenşen bir döngüye dayanmaktadır. Bu yöliği kavramlarını birbiriyle ilişkili duruma netim metodunun en belirleyici özelliği uygulanabilir özgün çözümler yaratmaktır. Bunun için bölgeye özgün koşullarla geçmişteki uygulamaların ve sonuçlarının bulunabileceği bir kurumsal hafızaya, deneyimli personele ve hızlı işleyen etkin bir kurumsal yapıya ihtiyaç duyulmaktadır Su kaynaklarının yönetimi için yeni metodlar geliştirilirken su politikalarında da bazı değişiklikler yaşanmıştır. 20. yüzyılın son çeyreğinde su kaynakları ticarileşmiş, uluslararasılaşmış ve siyasallaşmıştır. 20. yüzyıl boyunca ekolojik dengeyi çok hırpalayan insanoğlu 21.yüzyıla girerken su kaynakları yönetimi de dahil olmak üzere birçok alanda yeni paradigmalar ve yeni modellerin arayışına girmiştir. Bu modellerin uygulamasından istenilen sonuçların elde edilmesi kolay olmayacaktır. Ancak insanoğlu eğer 22. yüzyıla ulaşmak istiyorsa, önünde suyu sürdürülebilir kullanmaktan başka bir yol bulunmamaktadır. Dipnotlar: 1) Özden Bilen “Türkiye’nin Su Gündemi. Su Yönetimi ve AB Su Politikaları”DSİ Genel Müdürlüğü Ankara 2009. s.7. 2) BSKY’nin en sık ilgi verilen tanımı: “Hayati önemi haiz ekosistemlerin sürdürülebilirliğinden ödün vermeden, hakkaniyet ilkesi esas alınarak, ekonomik ve sosyal refahın en üst düzeye çıkarılması için su, toprak ve ilgili kaynakların eşgüdüm içerisinde geliştirilmesi ve yönetiminin teşvik edilmesi”dir. 3) M. M. Hufschmidt, “Water Policies for Sustainable Development”, A.K. Biswas, M. Jellau ve G. Stout (der), Water for Sustainable Development in the 21st Century, Oxford, Oxford University Press, 1993, s. 62. 4) Mostert, E. vd, River Basin Management and Planning, International Workshop of River Basin Management, 1999, The Netherlands 5) P. Jeffrey ve M. Gearey, “Integrated Water Resources…”, ss.1-8. 6) Asit K. Biswas, “Integrated Water Resources Management: A Reassessment”, Water International, Cilt 29, No 2, Haziran 2004. 7) NeWater, NeWater Report Series No 7…, s. 5 8) Özden Bilen “Türkiye’nin Su Gündemi. Su Yönetimi ve AB Su Politikaları”DSİ Genel Müdürlüğü Ankara 2009. s.30. itü vakfı dergisi 21 SU DOSYASI Keban Barajı Y. Müh. Ali Rıza Diniz DSİ Genel Müdürü DSİ yatırımları; tarım, sanayi, enerji ve hizmet sektörlerinde büyük önem taşımakta, gerek gıda güvenliğinin, gerekse enerji arz güvenliğinin sağlanması hususlarında önemli bir işlev görmektedir. Bu yatırımlar aynı zamanda sel gibi afetlere karşı da vatandaşlarımızın can ve mal emniyetini sağlamaktır. DSİ tarafından hayata geçirilen yatırımlar yeni iş sahaları ve gelir getirici faaliyetlere zemin hazırlayarak ekonomik ve sosyal yaşama doğrudan ya da dolaylı olarak etki etmektedir… 22 itü vakfı dergisi DSİ Suya Atılan İmza T ürkiye yarı kurak iklim kuşağında yer alan ve kullanılabilir su miktarı açısından bakıldığında su stresi altında olan bir ülkedir. Bu tablo su kaynaklarımızın rasyonel yönetimini ve verimli kullanımını zorunlu kılmaktadır. DSİ Genel Müdürlüğümüz bu anlayış çerçevesinde geliştirdiği projeler ile suyun bir damlasını dahi boşa harcamayacak şekilde planlanan yatırımları milletimizin hizmetine sunmaktadır. DSİ yatırımları; tarım, sanayi, enerji ve hizmet sektörlerinde büyük önem taşımakta, gerek gıda güvenliğinin temini gerekse enerji arz güvenliğinin sağlanması hususlarında önemli bir işlev görmektedir. Bu yatırımlar aynı zamanda sel gibi afetlere karşı da vatandaşlarımızın can ve mal emniyetini sağlamaktır. DSİ tarafından hayata geçirilen yatırımlar yeni iş sahaları ve gelir getirici faaliyetlere zemin hazırlayarak ekonomik ve sosyal yaşama doğrudan ya da dolaylı olarak etki etmektedir. DSİ, bu ekonomik ve sosyal fonksiyonunun yanında çevre sektöründe de etkin çalışmalar yürütmektedir. Zira su, içinde bulunduğu ekosistemin en önemli parçasını linmektedir. Bu bağlamda geriye dönüp bakıldığında DSİ tarafından 1138 adet baraj ve gölet ile 65 adet hidroelektrik santral tamamlanarak işletmeye açılmıştır. Bu baraj ve hidroelektrik santraller arasında dünyanın en yüksek ve büyük barajları arasına ismini yazdıran Atatürk, Keban, Karakaya, Altınkaya ve Oymapınar gibi barajlarımız da bulunmaktadır. Son dönemde Deriner, Ermenek ve Çine barajlarımız hizmete alınmış olup bu barajlarımız da dünyanın sayılı büyük ve yüksek barajları arasına girmiştir. Hâlihazırda inşa halinde olan Yusufeli ve Ilısu Barajlarımız da tamamlandıklarında ülkemizin gurur kaynağı olarak üst sıralara yerleşeceklerdir. Atatürk Barajı Karakaya Barajı teşkil ettiğinden “su”ya yapılacak yatırımların direk olarak çevreyle etkileşime geçmesi kaçınılmazdır. DSİ Genel Müdürlüğümüz bu etkileşimin hem ekonomik hem de çevresel olarak müspet neticelere vesile olması yönünde çaba harcamaktadır. “Su”yun sağlıklı ve temiz bir çevre ile kirletilmemiş su kaynaklarından elde edilmesinin, hem ekonomik açıdan hem de ekosistemler bakımından önemi büyüktür. Bu açıdan yatırımlarımız, koruma-kullanma ilkesi uyarın- ca insan-doğa-ekonomi dengesinin azami ölçülerde sağlanmasına yöneliktir. DSİ bu minvalde son derece mesuliyetli, faziletli ve bir o kadar da kutsal bir görevi yerine getirmektedir. Vatandaşlarımız Bizi Baraj Yapan Kuruluş Olarak Bilirler DSİ 4 sektörde faaliyetlerini sürdürmekte olsa da vatandaşlarımız tarafından daha ziyade baraj inşa eden kuruluş olarak bi- Gıda Güvenliğinin Sigortası: DSİ Esasen baraj ve gölet gibi depolama tesislerimizde biriktirilen sular faaliyetlerimizin çıkış noktasını oluşturmaktadır. Zira bu tesislerde depoladığımız sulardan tarımsal sulama, enerji üretimi, içme, kullanma ve sanayi suyu temini maksadıyla faydalandığımız gibi feyezan akımlarının kontrolünü sağlayarak taşkın zararlarından da korunmaktayız. Depolama tesislerimizde biriktirilen sularımızın kullanım miktarı 2015 yılı itibariyle sulama sektöründe 32 milyar m3, içme suyu sektöründe 7 milyar m3, sanayide 5 milyar m3 olarak hesaplanmıştır. Görüldüğü üzere su kullanımımızda en büyük kalemi tarımsal sulama oluşturmaktadır. DSİ, bu gerçekten yola çıkarak özellikle 2000’li yılların başından itibaren sulamada büyük oranda tasarruf sağlayan modern sulama sistemlerine geçişi hızlandırmıştır. Mevcut sulamalarda kanal tipleri hizmet ettikleri alana göre sınıflandırıldığında; sulamaların % 39 klasik kanal, % 34 kanalet ve % 26 borulu şebekeden oluştuğu gözlemlenmektedir. Son yıllarda Kuruluşumuzca geliştirilen sulama projelerinde, basınçlı borulu şebeke kullanımı arttırılmaya çalışılmakta ve borulu sistemler tercih edilmektedir. Böylece hem su tasarrufu sağlanmış hem de modern sulama sistemlerinin kullanımı teşvik edilmiş olmaktadır. Halen % 26 olan borulu şebeke kullanım oranı, yeni yapılacak projeler ve eski şebekelerin rehabilitasyonu ile % 97’ye kadar artabilecektir. Zira klâsik sulama metotları yerine yağmurlama ve damla sulama metotlarının kullanılması halinde randıman % 60’tan sırası ile % 80 ve % 90’a çıkarılabilmektedir. Bu da % 20 – % 30’luk bir su tasarrufu demektir. itü vakfı dergisi 23 SU DOSYASI Kiğı Barajı Hasan Uğurlu Barajı Türkiye’nin yüzölçümü 78 milyon hektar olup, yapılan etütlere göre; mevcut su potansiyeli ile teknik ve ekonomik olarak sulanabilecek arazi miktarı 8,5 milyon hektar olarak hesaplanmıştır. Günümüz itibarıyla ülkemizde 6,1 milyon hektarlık sulamaya açılmış alanın 3,8 milyon hektarı DSİ tarafından inşa edilmiş modern sulama şebekesine sahiptir. Türkiye’de ziraî üretimin üçte ikisi DSİ sulamaları vasıtasıyla gerçekleşmekte olup 24 itü vakfı dergisi sulama projeleri neticesinde proje alanında gayri safi milli zirai gelir yaklaşık 5 kat artmaktadır. Zirai gelişmede su, en önemli girdilerden biridir. Toprakta bitki için gerekli olan nemi temin ederek verimi artırmanın yanı sıra, sektörü iklim şartlarından bağımsız kılmakta, ilave istihdam meydana getirmekte, kırsal alanda gelir dağılımını düzeltmekte, gübre kullanımına imkân sağlamakta, üretimin çeşitlenmesine ve çimlenme süresinin DSİ tarafından 1138 adet baraj ve gölet ile 65 adet hidroelektrik santral tamamlanarak işletmeye açılmıştır. Bu baraj ve hidroelektrik santrallar arasında dünyanın en yüksek ve büyük barajları arasına ismini yazdıran Atatürk, Keban, Karakaya, Altınkaya ve Oymapınar gibi barajlarımız da bulunmaktadır. Son dönemde Deriner, Ermenek ve Çine barajlarımız hizmete alınmış olup bu barajlarımız da dünyanın sayılı büyük ve yüksek barajları arasına girmiştir. uzunluğuna bağlı olarak birim alandan birden fazla ürün alınmasına imkân vermektedir. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2011 ve 2013 yılındaki “Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Raporu”na göre su, gıda ve enerjiye olan talebin önümüzdeki 20 yılda; %30-%50 oranlarında artması beklenmektedir. Bu çerçevede DSİ, hayata geçirdiği sulama yatırımları ile gıda güvenliği meselesinin çözümüne büyük katkı sağlamaktadır. Enerji Arz Güvenliğinin Teminatı: Hidroelektrik Enerji Gelecek projeksiyonlarında sorunlu alanlardan bir tanesi de enerji sektörü olarak gösterilmektedir. Sürekli artan enerji ihtiyacı ve bu ihtiyacı karşılamakta yetersiz kaldığı gibi çevre kirliliğine de sebep olan fosil kaynakların tükenişi, bütün dünyayı yenilenebilir enerji kaynaklarına yönlendirmiştir. Ülkemizde de manzara farklı değildir. Fosil kaynaklar bakımından zengin olmayan ülkemiz enerji ihtiyacının büyük kısmını ithalat yolu ile karşılamaktır. Bu durum altyapı yatırımlarına aktarılacak kaynaklarımızın yurt dışına çıkmasına sebep olmaktadır. Bu sebeple tıpkı dünyada olduğu gibi ülkemizde de yerli ve yenilenebilir kaynakların devreye sokulması konusunda farkındalık oluşmuş ve bu yönde ivme kazanan çalışmalar çoğalmıştır. Ülkemiz koşulları göz önünde bulundurulduğunda; topoğrafik yapı, uygun su kaynaklarımız, ekonomik ve çevresel şartlar, hidroelektrik enerjinin ülkemiz için alternatifleri arasında en uygun enerji türü olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’de teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilir hidroelektrik potansi- yel 160 milyar kWh olarak hesaplanmıştır. Günümüz itibariyle Türkiye’de (özel sektör kamu beraber) 529 adet hidroelektrik santral işletmede bulunmaktadır. Bu santraller; 25 109 MW kurulu güce ve toplam potansiyelin % 55’ine karşılık gelen 87 135 GWh yıllık ortalama üretim kapasitesine sahiptir. Hidroelektrik potansiyelin enerjiye dönüştürülmesi sürecinde DSİ, bu alanda oluşturulan 25 109 MW Kurulu gücün 12 369 MW’sini (% 49) gerçekleştirmiştir. Ülkemizde 2015 yılının ilk 6 ayında enerji üretiminde fosil kaynakların payı yüzde 66.3, yenilenebilir enerji kaynaklarının payı ise yüzde 33.7 olarak gerçekleşmiştir. Yenilenebilir kaynakların içinde hidroelektrik enerjinin payı ise yüzde 83 seviyesine ulaşmıştır. Bu dönemde hidroelektrik santrallerden 35 milyar kilovat saat enerji üretilmiştir. DSİ tarafından tamamlandıklarında büyük bir enerji üretim kapasitesine sahip olacak Ilısu, Yusufeli ve Silvan gibi dev baraj ve hidroelektrik santrallerin yapımına devam edilmekte olup, Ilısu Barajı’nın 2016, Yusufeli Barajı’nın 2018, Silvan Barajı’nın ise 2017 yılında tamamlanması planlanmaktadır. Bu barajlar tamamlandığında ekonomiye; Ilısu 965 Milyon TL, Yusufeli 450 Milyon TL, Silvan ise sulamayla birlikte 1 Milyar TL’lik katkı sağlayacaktır. İçme Suyu Temini İçin Dev Projeler Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, içme suyu temini hususunda daha önce nüfusu 100 000’i aşan yerleşim yerlerinde çalışmalarını sürdürmekte iken 1053 sayılı Kanunun 10. maddesinin 1. fıkrasında yapılan değişiklik ile belediye teşkilatı olan yerleşim yerlerine içme, kullanma ve sana- Melen Projesi Boğaz Geçişi yi suyu sağlanması yönünde yetkilendirilmiştir. Kuruluşumuzca içme suyu faaliyetlerine başlanılan 1968 yılından bugüne kadar; 38 milyon nüfusa Avrupa Birliği standartları kalitesinde, bugün için yılda toplam 3,53 milyar metreküp içme suyu sağlanmaktadır. Bir başka deyişle ülkemizin içme, kullanma ve sanayi suyu ihtiyacının yarısından fazlası DSİ tarafından yapılan içme suyu tesislerinden karşılanmaktadır. İnşaatı devam edem 45 adet yerleşim yerindeki tesisler tamamlandığında yaklaşık 23 milyon kişiye daha yılda 1,88 milyar m3 içme suyu sağlanmış olacaktır. Plânlama, proje ve inşaat aşamasındaki tesislerin de tamamlanmasıyla yıllık ilave 1,5 milyar m3 içme suyu daha temin edilmiş olacaktır. 33 ilde yapımı tamamlanmış olan 68 adet arıtma tesisinden yılda 2,56 milyar m3AB standartlarında arıtılmış su üretilerek halka sunulmaktadır. Ayrıca 23 ilde inşaat ihale süreci ve/veya inşaatları devam etmekte olan arıtma tesisleri tamamlandığında ilave yılda 0,9 milyar m3 arıtılmış su sağlanmış olacaktır. İçme, kullanma ve sanayi suyu temini hususunda DSİ tarafından gerçekleştirilen ve bir çok yönüyle ülkemiz ve dünyada ilkleri hayata geçiren bazı projelerimizden bahsetmekte fayda bulunmaktadır. Gerede Tüneli Türkiye’nin 31.592 m’lik 4,5 m çapındaki en uzun tünellerinden biridir. Toplam 31 592 metre uzunluktaki Türkiye’nin en uzun içme suyu maksatlı tüneli ile; Ankara’nın 2045 yılına kadar olan içme – kullanma suyu ihtiyacı karşılanacaktır. Gerede Tüneli ve Regülatörü’nden oluşan Gerede Sistemi inşaatına, 27.12.2010 tarihinde başlanmıştır. Toplam 31 592 m uzunluğundaki tünel, üç adet Tünel Delme Makinası ile açılmakta olup L=23.378 m kısmı açılarak % 74 fiziki gerçekleşme sağlanmıştır. Dünyanın birçok ülkesinin nüfusundan fazla nüfusa sahip olan İstanbul’un, uzun vadeli içme ve kullanma suyu ihtiyacını karşılamak amacıyla 4 aşama halinde geliştirilen Melen Projesi kapsamında inşa edilen Boğaziçi Tüneli, dünyada bir ilki başarmıştır. 5551 itü vakfı dergisi 25 SU DOSYASI Tarımsal sulama metre uzunluğunda, bitmiş çapı 4 metre olan Boğaziçi Tüneli, dünyada ilk kez iki kıtayı birleştiren su tüneli olarak tarihe geçmiştir. Avrupa ile Asya kıtasını suyoluyla birleştiren Boğaziçi Tüneli, deniz seviyesinin 135 metre altından geçmektedir. Anadolu yakasında temin edilen suyu Asya yakasından Avrupa yakasına taşımak amacıyla inşa edilen ve Asya ile Avrupa’yı yeraltından birbirine bağlayan ilk tünel olan Boğaziçi Tüneli günde 2,8 milyon m3 suyu yani, Avrupa yakasının şu anda kullandığı suyun 2,5 mislini Avrupa yakasına taşıyacaktır. Dünyada bir ilki gerçekleştirilen diğer bir projemiz KKTC Su Temin Projesidir. Proje, Dragon çayından; Türkiye tarafı 23 km, deniz geçişi 80 km ve KKTC tarafı 3 km olmak üzere toplam 106 km uzunluğundaki hat ile yılda 75 milyon m3 (37,24 milyon m3 tarım, 37,76 milyon m3 içme suyu) suyun KKTC’ye iletilmesini kapsamaktadır. Projenin tamamlanmasıyla KKTC’nin 50 yıllık içme-kullanma suyu ihtiyacı karşılanacaktır. “KKTC Su Temini Projesi”nin en kritik bölümünü deniz geçişi isale hattı oluşturmaktadır. Dünyada ilk kez uygulanan sistem ile Alaköprü Barajı’nda depolanan su; Türkiye ana kara parçasının güney kıyısı ile KKTC’nin kuzey kıyısı arasında, en çukur yeri yaklaşık 1430 metre derinliğe sahip bir güzergâh üzerinde, deniz yüzeyinden 250 metre derinlikte askıda tutulan ve deniz tabanına 26 itü vakfı dergisi Oymapınar Barajı halatlar ve ankraj kütleleriyle bağlanan 80 km uzunluğundaki deniz geçişi isale hattı ile KKTC tarafında yapılacak Geçitköy Barajı’na getirilecektir. 66,5 km’lik Deniz Geçişi tamamlanmıştır. Atıksu Toplama ve Arıtma Tesisleri Çalışmaları 02.11.2011 tarih ve 662 sayılı KHK ile DSİ Genel Müdürlüğü Atıksu Dairesi Başkan- lığını kurarak bu sektördeki çalışmalarına hız vermiştir. Ergene Nehri Havzası Koruma Eylem Planı kapsamında, havzada nüfusu 10.000’den büyük 12 ilçe belediyesinin ileri biyolojik evsel atıksu arıtma tesislerinin projelendirme çalışmaları tamamlanmış olup, 2015 yılı itibariyle 3 tesisin (Edirne Uzunköprü, Kırklareli Merkez ve Vize) inşaatları tamamlanarak işletmeye alınmıştır. İnşaatları devam Melen Projesi kapsamında inşa edilen Boğaziçi Tüneli, dünyada bir ilki başarmıştır. 5551 metre uzunluğunda, bitmiş çapı 4 metre olan Boğaziçi Tüneli, dünyada ilk kez iki kıtayı birleştiren su tüneli olarak tarihe geçmiştir. Avrupa ile Asya kıtasını suyoluyla birleştiren Boğaziçi Tüneli, deniz seviyesinin 135 metre altından geçmektedir. KKTC Su Temin Projesi eden 9 adet tesisin tamamlanmasıyla, 800.000’i aşan nüfusun oluşturduğu günlük 176.000 m3 evsel atıksu kirliliğinin önüne geçilecek ve Ergene Nehri daha temiz akacaktır. Söz konusu projelerde, “atıksuların kazanılarak yeniden kullanılması” konusundaki çalışmalara ağırlık verilmiş ve tüm tesislerde arıtılmış atıksuyun sulamada kullanılmasına imkân sağlayacak üniteler projelendirilmiştir. DSİ Genel Müdürlüğü olarak sadece Ergene Nehri Havzasında değil diğer havzalarda da yürüttüğümüz çalışmalarda, atıksuların yeniden kullanımını ilke edinmiş bir yaklaşım izlenmektedir. Çevre Çevre Kanunu’nda yer alan “Su Kirliliği Kontrolü” ve “Çevresel Etki Değerlendirmesi” yönetmelikleri uyarınca; diğer kuruluşlarla birlikte kirlilik araştırma projeleri ve havza bazında su kirlenmesi atlasları hazırlanmakta, çevre ile ilgili ulusal ve uluslararası kuruluşlarca yapılan çalışmalar (Barajlar ve Kalkınma Projesi, Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi v.b.) izlenmekte, kalitelerinin sürekli olarak kontrolüne yönelik faaliyetler sürdürülmektedir. Ayrıca Genel Müdürlüğümüzce geliştirilen projeler bünyesinde yer alan tarihî ve kültürel mirasın korunması yanında sulak alanlarla ilgili olarak çalışmalar yapılmaktadır. Bu çerçevede yürütülen başlıca projeler şunlardır: • Mucur-Seyfe Havzası Ekoloji Koruma Projesi, • Manyas Projesi, • Sultansazlığı - Develi Projesi, • Uzungöl Rehabilitasyon Projesi • Konya-Çumra III. Merhale Projesi • (Hotamış sazlıklarının rehabilitasyonu) • Bafa Gölü Serçin Prizi (Göl Kabartma Yapısı) Projesi Taşkın Yönetimi Çalışmaları Türkiye’de son 20 yılda meydana gelen taşkınlarda yaklaşık 400 kişi hayatını kaybetmiş, 2,5 milyar TL maddi kayıp yaşanmıştır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, taşkın önleme çalışmalarını faal bir şekilde sürdürmekte olup yağışa bağlı olarak günlük baraj seviyelerini izlemektedir. DSİ; yaklaşık 1 400 000 hektar tarım alanında belirli mertebede taşkın koruma ve kontrolünü sağlamıştır. 2015 yılı itibarıyla DSİ’ce işletmeye alınan taşkın tesisi yaklaşık 7 bin adettir. Bir Kalkınma Projesi: GAP Güneydoğu Anadolu Projesi ülkemizin nüfusunun ve yüzölçümünün % 10’unu teşkil eden bir alanda; hidroelektrik potansiyelimizin % 23’ünü ve tarım potansi- yelimizin % 20’sini kapsamaktadır. Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımlarından biri olan ve DSİ tarafından geliştirilen GAP kapsamında 22 Baraj, 19 Hidroelektrik Santralı, 1,058 milyon hektar sulama alanı, 9 adet içme suyu projesi yer almaktadır. GAP yatırım faaliyetlerinin başlamasından bu tarafa toplam sulama alanının % 45’i işletmeye açılmıştır. Enerji projelerindeki gerçekleşme oranı ise % 78’e ulaşmıştır. İçme suyu projeleri ise %54 oranında gerçekleştirilmiştir. GAP tamamlandığında Sulama faydası 2,2 milyar, enerji faydası 4 milyar, İçmesuyu faydası ise 410 milyon dolar olmak üzere milli ekonomiye yılda toplam 6,61 milyar dolar katkı ve 1 270 000 kişiye doğrudan istihdam imkânı sağlanacaktır. GAP; Konya Ovası Projesi (KOP), Doğu Anadolu Projesi (DAP) gibi bölgesel projelere öncülük etmiştir. Bölgesel gelişmenin, topyekûn ülke kalkınmasına hizmet edeceği gerçeğinden hareketle GAP’ı takiben birçok bölgesel proje planlanarak çalışmalarına başlanmış ve önemli mesafe katedilmiştir. 2023 Yılı Hedefleri Yapılan plânlamalara göre 2023 yılında elverişli su potansiyelimizden maksimum oranda yararlanılması hedeflenmektedir. 2023 Hedefleri: • 2023 yılı itibariyle ülkemizin sulanabilir alanı olan 8,5 milyon hektar araziyi sulu tarıma açmak, • Ülkemizin ekonomik hidroelektrik potansiyeli olan 160 milyar kWh enerjinin tamamından faydalanmak, • 38,5 milyar m3 içme, kullanma ve sanayi suyunu vatandaşlarımızın hizmetine sunmaktır. itü vakfı dergisi 27 SU DOSYASI Türkiye’deki Hidroelektrik Potansiyelin Değerlendirme Süreci ve Sonuçları Prof. Dr. İlhan AVCI İTÜ İnşaat Fakültesi ([email protected]) Günümüzde yeni finans/ yatırım modellerine göre başvuru yapılan HES adedi 2000’leri aşmıştır. Her ne kadar “bütün sorumluluk ve riskler yatırımcı şirkete ait olsa da”, DSİ’nin bugünkü kadro ve kapasitesiyle böylesine büyük bir iş potansiyelinin yönetilmesinde ciddi zorluklarla karşılaşacağı açıktır… 28 itü vakfı dergisi Hidroelektrik Enerji Potansiyeli B ir ülkedeki dere, çay ve nehir olarak tanımlanan yüzeysel su kaynaklarındaki toplam hidroelektrik potansiyel, “teorik/brüt potansiyel”, “teknik yapılabilir potansiyel” ve “ekonomik yapılabilir potansiyel” olmak üzere üç farklı şekilde değerlendirilmektedir.Teknik ve ekonomik yapılabilirliği dikkate alınmadan, mevcut su kaynaklarındaki ortalama debi ve düşüm yüksekliklerine göre hesaplanan hidroelektrik potansiyel, “teorik/brut potansiyel” olarak tanımlanmaktadır. DSİ verilerine göre, Türkiye’deki brüt hidroelektrik potansiyel 433 milyar kWh düzeyindedir. Bu değer, dünya hirdoelektrik potansiyelinin %1’ine, Avrupa hidroelektrik potansiyelinin ise %14’üne karşı gelmektedir. Ekonomik yapılabilir olması koşulu göz önüne alınmadan, ülkenin hidroe- lektrik kaynaklarından teknik yapılabilirliği olanlarının tümünün değerlendirilmesi durumunda oluşabilecek üretim miktarı “Teknik Potansiyel” olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’de hesaplanan teknik hidroelektrik enerji potansiyeli 223 milyar kWh, teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilir potansiyel ise 140 milyar kWh düzeyindedir. Bu potansiyel, ülkemiz için ulusal ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak çok önemli bir değerdir. Hidroelektrik Potansiyelin Değerlendirilme Yöntemleri Bir akarsuyun hidroelektrik potansiyelinin değerlendirilmesinde iki yöntem kullanılır. Bunlardan birisi, akarsuyun üzerinde gölet veya baraj gibi su yapıları inşa ederek ihtiyaçtan fazla gelen suyu biriktirmek ve bu potansiyeli kullanarak elektrik enerjisi üretmek, diğeri de doğrudan akarsuyun doğal akım miktarını kullanmaktır. Başlangıçta tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hidroelektrik santrallar tamamen doğal akışlı olarak inşa edilmişlerdir. Günümüzde bu tür santralların yerini ağırlıklı olarak biriktirmeli (barajlı) hidroelektrik santrallar almış olmakla beraber, hidrolik potansiyeli uygun olan ülkelerde bu doğal akışlı tesislerin inşa edilmesi ve işletilmesine devam edilmektedir. Ancak, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu tür tesislerin planlanması, projelendirilmesi ve işletilmesinde henüz aşılamamış önemli sorunlar bulunmaktadır. Bir ülkenin elektrik enerjisi ihtiyacının karşılanmasındaki önemi ve katkı oranları ülkeden ülkeye değişebilmekle beraber teknik, ekonomik ve politik boyutları olan bu sorunlar, hemen her ülke için ortak özellikler taşımaktadır. Temel Kavramlar ve Sistem Elemanları Çevirmeli tip nehir santralları genellikle akarsuyun yukarı ve orta kesimlerinde yer alırlar. Bu tip santrallarda akarsudan suyun alınması ve santrala iletilmesi iki şekilde olabilmektedir. Birinci tipte, sualma yapısı genellikle bir baraj olmakta ve santral yapısı ya hemen barajın mansabında, veya barajdan çıkan ve basınçlı çalışan bir galeri/tünel ve cebri borunun sonunda yer almaktadır.. İkinci tipte ise su alma yapısı genellikle bir bağlama/ regülatör (kabartma yapısı) olmakta ve alınan suyun santrala iletilmesi serbest yüzeyli akımın yeraldığı bir galeri veya açık kanal ve cebri boru yardımıyla yapılmaktadır. Bunlardan birincisi depolamalı, ikincisi ise doğal akışlı HES olarak adlandırılmaktadır. Özellikle yatak eğiminin fazla olduğu orta ve yukarı (menba) akarsu kesimlerinde planlanan ve inşa edilen bu doğal akışlı santrallarda, her zaman akarsudan güvenli bir su alabilmek için iyi tasarlanmış bir sualma yapısına, alınan su içinde varolan ve türbin, vana gibi santral elemanlarında hasara neden olan katı maddelerin sudan ayrılması için de yine doğru projelendirilmiş çökeltme havuzlarına ihtiyaç vardır. Özellikle katı madde yükü fazla olan erozyon bölgesindeki akarsularda bu iki ünite, santralın işletme performansı açısından çok büyük bir öneme sahiptir. Bu tesislerin yetersiz oluşu veya işletme-bakım kurallarına uyulmaması durumunda, sistem elemanlarında çok önemli aşınma/erezyon ve kavitasyon Türkiye’de hesaplanan teknik hidroelektrik enerji potansiyeli 223 milyar kWh, teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilir potansiyel ise 140 milyar kWh düzeyindedir. Bu potansiyel, ülkemiz için ulusal ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak çok önemli bir değerdir. sorunları ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de işletmede olan eski ve yeni doğal akışlı bütün HE santralların bu sorunla karşı karşıya olduğu bilinmektedir. Doğal Akışlı Çevirmeli Tip Santralların Tanımlanması ve Sınıflandırılması Bir veya birden fazla türbin-jeneratör ünitesi bulunan ve ünitelerin toplam kurulu gücü 10.000 Kw’dan büyük olanlar “büyük hidroelektrik santral”, bu değerden küçük olanlar ise “küçük hidroelektrik santral” olarak adlandırılmaktadır. Küçük hidroelektrik santralların değişik kriterlere göre sınıflandırılmaları mümkündür. Ülkelerin ekonomik yapıları ve hidrolik potansiyellerindeki özelliklerin farklılıklar göstermesi, tüm ülkeler için standart bir sınıflandırma sistemine gitmeyi engellemektedir. Bu nedenle çeşitli ülkelerde değişik sınıflandırma sistemleri kullanılmaktadır. Genellikle sınıflandırmada aşağıdaki kriterler gözönüne alınmaktadır: 1) Enerji Ekonomisi Yönünden Sınıflandırma a) Santralın kurulu gücüne göre: • Gücü 0-100 Kw olan santrallar (mikro), • Gücü 101-1000 Kw olan santrallar (mini), • Gücü 1001-10000 Kw olan santrallar (küçük) b) Santralların ulusal şebeke ile ilişkisine göre: • Ulusal şebekeden bağımsız izole santrallar, • Ulusal şebekeye bağlı santrallar, • Küçük şebekelere bağlı santrallar 2) Teknik Özelliklere Göre Sınıflandırma a) Santralda kullanılan suyun kaynağına göre: Akarsu, göl, pınar, yapay kanal santralları b) Düşüm yüksekliğine göre sınıflandırma: Alçak düşümlü santrallar (H<15 m), orta düşümlü santrallar (15 m<H<50 m) ve yüksek düşümlü santrallar (H>50 m) Çeşitli ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de küçük hidroelektrik santralların sınıflandırılması, santralın kurulu gücüne göre yapılmaktadır. Ancak, ülkelerin ekonomik ve teknolojik özelliklerine göre küçük hidroelektrik tesislerinin tesis gücünün sınırları değişik değerler almaktadır. Türkiye’de UNİDO tarafından yapılmış olan sınıflandırma sistemi benimsenmiştir. Buna göre; 0-100 Kw gücü arasında olanlar mikro, 101-1000 Kw arasında olanlar mini, 1001-10000 Kw arasında olanlar küçük santrallar olarak kabul edilmiştir. Hidroelektrik Potansiyelin Değerlendirilmesinde Tarihsel Gelişim Dünya’daki durum Kalkınmanın vazgeçilmez koşulu, ucuz, yeterli ve olumsuz çevresel etki yaratmayan bir enerji potansiyeline sahip olmaktır. Bu potansiyel içinde elektrik enerjisi en kıymetli olanıdır. Ülkelerin hem kırsal hem de kentsel yaşam koşullarının iyileştirilmesi, sanayinin geliştirilmesi ve üretimin artırılmasında temel öğe hep elektrik enerjisi olmuştur. Ülkeler, bu enerjiyi sağlamada önceliği varolan hidroelektrik potansiyelin değerlendirilmesine vermişler ve bu politikalarını günümüze kadar da sürdürmüşlerdir. Henüz büyük baraj ve hidroelektrik santral teknolojilerinin gelişmediği yirminci yüzyıl başlarına kadar elektrik enerjisi üretiminde tek seçenek, doğal akışlı mini ve küçük hidroelektrik santral uygulamaları olmuştur. Yeni üretim yöntem ve teknolojileri ile büyük barajlar yanında, küçük akarsu potansiyelinin değerlendirilmesi ve yakın bölgedeki kırsal kesimin kalkınmasında kullanılması amacıyla bugün de bu uygulamalar sürdürülmektedir. Bugün Çin’de küçük hidroelektrik santral boyutunda 100 binden fazla sayıda tesisin varlığı ve bunların sayılarının hızla artırıldığı gerçeği buna tipik bir örnek oluşturmaktadır. Birleşik Amerika’da da aynı politika izlenmekte ve bu tür santralların kurulması, işletilmesi ve elektrik dağıtılmasını üstlenmiş üç bine yakın sayıda “kırsal kesim elektrifikasyon kooperatifi” özel bir yasayla desteklenmektedir. Hatta bu yapılanma ve üretim öylesine önemli ki, bugün Amerika’da “eğer bu kooperatifler şalteri kapatırlarsa, kırsal kesimin itü vakfı dergisi 29 SU DOSYASI Türkiye'de Elektrik Enerjisi Üretiminde Kamu ve Özel Sektörün Payı %90’ı elektriksiz kalır” gerçeği kabul edilmektedir. Büyük barajlı hidrolik santrallara veya termik-nükleer santrallara oranla üretim miktarları çok düşük kalmakla beraber, özellikle küçük su kaynaklarını değerlendirmek ve ulusal şebekeden uzak olan kırsal kesimin kalkınmasını sağlamak amacıyla hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan tüm ülkeler dün olduğu gibi bugün de bu küçük hidroelektrik santral uygulamalarını sürdürmektedirler. Buna paralel olarak, bu tür tesislerde varolan planlama, uygulama, bakım ve işletme sorunlarının giderilmesi yönünde araştırma çalışmaları da devam etmektedir. Nükleer, termik ve barajlı hidroelektrik santrallardaki olumsuz çevresel etkilere karşı Dünya kamuoyunda oluşan tepki ve duyarlılık karşısında, bu doğal akışlı su kaynaklarının değerlendirilmesi seçeneğinin gelecek yıllarda daha da öncelik ve önem kazanacağı bir gerçektir. Türkiye’de Hidroelektrik Enerji Planlama ve Üretiminin Tarihsel Gelişimi Türkiye’de doğal akışlı ve çevirmeli hidroelektrik santrallar 1926 yılından itibaren kullanılmaktadır. Büyük bir bölümü 1950-1960 yılları arasında inşa edilen bu tip santralların yapımına 1972 yılına kadar değişik kuruluşlarca devam edilmiştir. Önceleri enerji üretimi için yaygın bir biçimde kullanılan küçük hidroelektrik 30 itü vakfı dergisi santrallar, 1960’lı yıllardan sonra yerlerini büyük boyutlu baraj ve hidroelektrik santrallara bırakmışlardır. Diğer birçok ülkede olduğu gibi bu gelişim Türkiye’de de gözlenmiştir. Ancak, gerek süratle artan enerji talebi, gerekse büyük barajların inşasında karşılaşılan finansman zorlukları ve olumsuz çevre etkileri karşısında tüm enerji kaynaklarından yararlanma zorunluluğu ortaya çıkmış ve bunun sonucu olarak küçük hidroelektrik santrallardan enerji üretilmesi yeniden önem kazanmaya başlamıştır. Türkiye’de hidroelektrik potansiyelin planlanmasında ve yatırımında birinci derecede görevli ve sorumlu olan bugünkü D.S.İ. ve mülga Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlükleri (EİEİ) kurulmadan önce, yani 1930 ve 1950’li yıllara kadar, Özellikle yatak eğiminin fazla olduğu orta ve yukarı (menba) akarsu kesimlerinde planlanan ve inşa edilen bu doğal akışlı santrallarda, her zaman akarsudan güvenli bir su alabilmek için iyi tasarlanmış bir sualma yapısına, alınan su içinde varolan ve türbin, vana gibi santral elemanlarında hasara neden olan katı maddelerin sudan ayrılması için de yine doğru projelendirilmiş çökeltme havuzlarına ihtiyaç vardır. bu kaynaklardan elektrik üretmek üzere yatırım yapan kurum ve kuruluşlar olarak, İller Bankası, ETİBANK, Yerel Belediye veya Belediyeler Birliği, Kamu Sanayi Kuruluşları, Tüccarlar Birliği ve İmtiyazlı Ticari Şirketlerin olduğunu görüyoruz. Daha sonra, önce EİEİ, sonra da DSİ’nin kurulmasından sonra, bu alandaki yatırımların hemen hemen tamamı kamu tarafından ve kamu kaynakları veya kredi kullanılarak yapılmaya başlamıştır. Bu yatırımlar bazen hızlanmış, bazen yavaşlamış ve 1980’li yıllara gelindiğinde de durma noktasına gelmiştir. Bu yıllardan itibaren de, dönemin iktidarının benimsediği serbest piyasa ekonomisi ilkeleri çerçevesinde kamu bu yatırım alanından çekilmeye başlamış ve bu yatırım alanını Yap- İşlet- Devret (YİD), Yap- İşlet (Yİ), Otoprodüktör ve İşletme Deviri (İD) gibi yeni finans modelleri çerçevesinde özel sektöre açmıştır. Böylece, her birinin kendine özgü tanım ve özelliği olan bu modellerin uygulamaya konulması ve beklenen sonuçlara ulaşılabilmesi amacıyla birçok yasa ve yönetmelik çıkarılarak hukuki ve idari altyapının oluşturulmasına çalışılmıştır. Bu yasa ve düzenlemeler ile her bir modelin tanım ve temel özellikleri alt bölümlerde kısaca verilecektir. Bundan sonra da, 1984’den günümüze kadar geçen 30 yılı aşkın süre içinde bu modellerin uygulanması, uygulama sonuçları, kamu ve özel sektör yönünden başarılı - başarısız yönleri üzerinde durulacaktır. HES Projelerinin Gerçekleştirilmesinde Kullanılan Finans Kaynakları Bu projelerin gerçekleştirilmesinde gerekli finansman, ya kamu tarafından veya özel sektör tarafından sağlanabilmektedir. Bunlardan kamunun kullanabileceği finans kaynakları ile, özel sektör tarafından sağlanacak finansman modelleri şöyle sıralanabilir: A. Kamu Finansmanı Ç Devlet bütçesinden, Ç Başta Dünya Bankası olmak üzere uluslararası finans kurumlarından, Ç Devletler/Hükümetler arası ekonomik işbirliği çerçevesinde sağlanan kredilerle, Ç İkili anlaşmalarla. B. Özel Sektör Finansmanı Yap-İşlet, Yap-İşlet-Devret veya mevcut HES’lerin İşletme Devri modelleri çerçevesinde özel sektör tarafından sağlanan öz kaynak ve ulusal banka kredileri ile; veyahut yabancı yatırımcılarla şirket ortaklığına gidilerek sağlanan finansman. Yatırımcı Profili ve Finans Kaynaklarına Bağlı Olarak Türkiye’de Hidroelektrik Enerji Yatırım ve Üretimi Kısa Tarihçe: • 1970 Öncesi: Kamu Kurumları, Özel İmtiyazlar ve dağınık uygulamalar dönemi Türkiye'de Elektrik Enerjisi Kurulu Gücünün Kaynaklara Göre Dağılımı Bu dönem sonunda çok sınırlı bir yatırım ve üretim sağlanabilmiş ve toplam elektrik enerjisi 3 Eylül 2002 tarihinden itibaren uygulamaüretimindeki hidroelektrik enerjinin payı ya konulmuştur. %35 düzeylerinde kalmıştır. • 2003-2005 ve Sonrası: Serbest • 1970-1982 Arası: Bütünleşme (Rekabetçi) Piyasa Dönemi (Yarı Tekel) Dönemi Özel sektörün beklentileri ve ısrarları Bu dönem, hem kamu hem de imtiyazlı sonucunda 2003 yılında yürürlüğe giren şirketlerin yatırım ve işletmede bir arada “Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği ve 2005 olduğu dönem olup, ülkedeki toplam elektyılında çıkarılan 5346 sayılı “Yenilenebilir rik enerji üretim potansiyeli içinde hidroeEnerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretilektriğin payı %53’lere çıkmıştır. mi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun (YEK)” • 1982-1983/84 Dönemi: ile birlikte bu dönemde piyasa daha da Kamu Tekeli Dönemi serbestleştirilmiş; su kullanım hakkı antSadece sınırlı kamu yatırımlarının ollaşmasıyla beraber, Özel Sektörün yapaduğu bu dönemde özel sektörün yeni bir cağı HES’lerden elektrik üretip satabilme yatırımı olmamıştır. serbestliği de getirilmiştir. • 1984-2001 Dönemi: Özel Sektöre 2005 yılından itibaren günümüze kaAçılım Dönemi dar da yeni finans ve yatırım modellerinin Yap İşlet Devret (YİD), Yap İşlet (Yİ), uygulanmasına ilişkin daha birçok yasal İşletme Hakkı Devri (İHD) ve Otoprodükdüzenleme yapılmıştır. tör Modellerine işlerlik kazandırıldığı bu dönemde, özel sektör tarafından yapılan EPDK Dönemi, Serbest Üretim çok sınırlı yatırım ve üretim miktarı, kamuve YİD Modelinin Açık Tanımı ve nun bu modellerden beklentilerine cevap Günümüzdeki Uygulama Biçimi verememiştir. “Elektrik Piyasası Kanunu” nun yürürlüğe • 2001-2002 Dönemi: Yeni Piyasa girdiği Mart 2001 tarihinden önce 3096 Dönemi sayılı Kanun kapsamındaki projeler hariç, Özel sektörün önünü açan bütün bu içme-kullanma suyu temini, sulama, eneryasal düzenlemelere rağmen, yatırım ve ji, taşkın koruma ve drenaj gibi her türlü üretimde temel kaynak olan “su”yun tahamaca yönelik su ile ilgili bütün projeler sisi ve kullanım güvencesi ve yatırım-üilk etüt aşamasından işletmeye kadar her retim-pazarlama/satış konularında özel kademede Devlet Su İşleri Genel Müdürsektör sürekli bir güvence arayışı içinde lüğü’nün sorumluluğu kapsamındaydı. olmuştur. Bu bağlamda, 4628 sayılı Elektİnşaat tamamlandıktan sonra santralın rik Piyasası Kanunu 3 Mart 2001 tarihinde işletmesi devir protokolüyle bu alanda uzyürürlüğe girmiş ve yeni piyasa modeli man kuruluş olan Elektrik Üretim Anonim Şirketine (EÜAŞ) devredilmekteydi. 4 Ağustos 2002 tarihinde “Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği” ve 26 Haziran 2003 tarihinde “Su Kullanım Anlaşması Yönetmeliği”nin yürürlüğe girmesiyle birlikte, 4628 sayılı Kanun gereğince DSİ ve EİE tarafından 2003 yılına kadar çeşitli kademelerde geliştirilmiş olan bütün hidroelektrik santral projeleri DSİ internet sayfasında yayımlanarak tüzel kişilerin başvurusuna açılmıştır. Kamu tarafından geliştirilmiş olan bu projelerin dışında, tüzel kişiler tarafından da HES projeleri geliştirilerek, yatırım talebiyle DSİ’ye önerilebilmektedir. Bu tür projeler de yine DSİ internet sitesinde yayınlanarak bir ay boyunca diğer yatırımcıların da tekliflerine açılmıştırr. Sitede yayınlanan projelere başvuru yapan ve belirli bir formata göre bir ay içinde proje öneri/teklif dosyasını DSİ’ye teslim etmiş olan yatırımcılara, teklif etmiş oldukları projeleri için fizibilite raporlarını hazırlamak üzere, başlangıçta 6 ay, daha sonraları üç aylık bir süre verilmiştir. Yönetmelikte belirlenen süreler içerisinde hazırlanmış olan fizibilite raporları tüm firmalardan eşzamalı olarak alınmakta ve yapılan incelemeler sonucunda DSİ’nin kabul edilebilir bulduğu firmalar Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna (EPDK) lisans almak üzere gönderilmektedir. Eğer bir proje için birden fazla firma başvurmuş ve EPDK’ya gönderilmiş ise, DSİ’de yapılan ihaleye kapalı zarf yöntemiyle teklifler verilmekte ve en yüksek lisans bedelini (üretilecek enerjinin satışından Kamu’ya aktarılacak “Kamu Hissesi/ su kullanım bedeli” payı) veren firma lisans almaya hak kazanmaktadır. Bu hakkı elde eden firma, Nükleer, termik ve barajlı hidroelektrik santrallardaki olumsuz çevresel etkilere karşı Dünya kamuoyunda oluşan tepki ve duyarlılık karşısında, bu doğal akışlı su kaynaklarının değerlendirilmesi seçeneğinin gelecek yıllarda daha da öncelik ve önem kazanacağı bir gerçektir. itü vakfı dergisi 31 SU DOSYASI DSİ Genel Müdürlüğü ile üretim lisansı için önşart olan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) sürecini tamamlayıp “Su Kullanım Anlaşması”nı imzaladıktan sonra önce EPDK’dan “yatırım lisansı”, yatırımlar tamamlanıp gerekli kabul işlemleri tamamlandıktan sonar da “üretim lisansı” almaktadır. Kamu ve Yatırımcı Yönünden YİD Modelinin Olumlu ve Olumsuz Yönleri YİD Modelinin Olumlu Olarak Değerlendirilen Yönleri: • Ülkenin yapmak zorunda olduğu altyapı projeleri için gerekli finansmanın bulunması. • Yabancı sermayenin ülkeye girişinin sağlanması. • Devletin borçlanmaması, toplam yatırım masraflarının ve sermaye kârının proje tarafından ödenmesi. • Devletin sadece planlama, ihale ve denetimi üstlenmesi, projelerin finansman, yapım ve işletme sorumluluğu ve risklerinin yatırımcı şirkete devredilmesi. • Projede uygulanabilir ileri teknolojinin ülkeye getirilmesi. • Projelerin normal programlanan sürelerden daha kısa sürede bitirilmesi. • Projelerin optimum faydayı sağlayacak biçimde işletilmesi. • Sistemin ihale aşamasında rekabete açık olması. Yap-İşlet-Devret Modeline Yönelik Eleştiriler • Özel sektör tarafından geliştirilen projelerde , su kaynaklarının havza bütünlüğü içinde entegre planlama ilkesi bulunmamakta ve çok yüzeysel etüt ve çalışmalarla üretilmiş olan bu tür projelerde kamu Projelerin çevreye olabilecek önemli etkilerinin göz önünde tutulması gerekirdi. Giderilemeyecek çevre sorunları olan projeler kesinlikle Yapİşlet-Devret projeleri programına konmamalıdır. Özel sektör tarafından geliştirilip DSİ’ye teklif edilen HES projeleri dahil olmak üzere, bütün projelere ait Çevresel Etki Değerlendirme Raporu (ÇED) sürecinin, kamu (DSİ veya EİE) tarafından yürütülerek tamamlanmış olması önemlidir. 32 itü vakfı dergisi yararından çok, yatırımcının ticari kazancı ön planda tutulmaktadır. • Enerji amaçlı su kaynağı tahsis ve kullanım talep ve kararlarında, çevre değerleri ve çevre su hakları yeterince değerlendirilmemekte; suya taraf ve sudan çıkarı olan grupların karar sürecine katılımları sağlanmamakta ve projenin uygulanması aşamasında kamu- yatırımcı ve toplum arasında sorunlar yaşanmaktadır. • Özel sektör tarafından geliştirilmiş olan projelerin pek çoğu, yatırım yapılmak amacıyla değil, gerçek yatırımcılara pazarlanmak amacıyla yapılmaktadır. Bu süreç ve modelde kamu kontrolu yetersiz kalmaktadır. • Gerçek yatırımcı olmayan şirketler tarafından geliştirilen bu projeler için hazırlanan fizibilite/yapılabilirlik raporlarında, teknik, ekonomik, mali ve çevresel yapılabilirlik analizleri çok yüzeysel düzeyde yapılmakta ve kamu da bu raporları gerekli ciddiyet ve titizlikle inceleyemediği için, bu projeleri yatırıma dönüştürmek isteyen gerçek yatırımcılar ve kamu bundan zarar görmektedir. • Yabancılık unsuru olan proje dökümanlarında uluslararası tahkim istenmektedir • Yabancı sermaye ve kârın yurt dışına çıkacağı zaman sorunlar yaşanabilecektir Özel Sektör ve TÜSİAD’ın Kamu HES Yatırımlarına Karşı Bakışı Yeni finans modelleri ile 20 yılı aşkın bir sürede HES yatırımları konusunda beklenen enerji üretim kapasitesi sağlanamayınca, kamunun tekrar devreye girme yaklaşımına karşı özel sektör ve TÜSİAD’ın tek yönlü bakışı, TÜSİAD Enerji Raporu (1998)’de ilginç bir üslup ve yaklaşımla verilmektedir. Bu yorum ve değerlendirmeler, aşağıda aynen yansıtılmaktadır. ‘’ .... Bugün DSİ pek çok projeyi masa üzerine yatırmış, Amerika ile yapılan enerji anlaşmasına dayanarak, bu santralların kurulması için Amerikan kredisi ile Amerikan firmalarının konsorsiyumlarına işlerin ihalesine çalışmaktadır. Böylece, DSİ tarafından inşa ettirilecek santraların daha sonra TEAŞ’a devredilmesi planlanmıştır. Alınan kredi de geri ödenecektir. Bu devletçiliktir ve ileride Türkiye’yi zora sokar. Oysa, büyük küçük her HES’in Yap-İşlet-Devret ya da daha iyisi bir anayasal ve yasal düzenlemeden sonra Yap-İşlet modeli ile yerli ve yabancı konsorsiyuma dayalı özel sektöre yaptırılması; Amerika’dan kredi yerine sermaye transferi yapılması, kurmaya çalıştığımız liberal ekonomik düzen için gereklidir. Baraj ve hidroelektrik santrallarını devletin kurduğu bir ülke olmaktan, özel sektörün kurduğu bir ülke olmaya fikren ve fiilen yönelmeliyiz. Enerjide devletçilik hortlamamak üzere gömülmelidir. Bırakınız yatırımları özel sektör yapsın, bırakınız santralları özel sektör işletsin. Yürürlükteki YİD Modeline işlerlik kazandırmak için, ya santralın ekonomik ömrü boyunca ya da belli bir süre için işletmeciye tam mülkiyet hakkı tanınmalıdır.’’ Yeni Finans Modelleri İle Özel Sektör HES Yatırımlarındaki Mevcut Durum Modelin uygulamaya konulduğu 1984 yılından 2015 yılına kadar geçen 30 yılı aşkın sürede özel sektör tarafından gerçekleştirilen / (gerçekleştirilmesi beklenen) HES sayısı ve üretim miktarı, beklenen düzeyin çok altına kalmıştır. Bütün bu arayış ve çabalara karşın, günümüzde Türkiye’deki toplam elektrik enerjisi kurlu gücü, üretim kaynakları ve üretici sektörler arasındaki hidroelektriğin payı istenen düzeye çıkamamıştır. Yeni Finans Modelleri ile HES Yatırımlarında Kamu Adına DSİ’nin Görev ve Sorumluluğu Günümüzde yeni finans/yatırım modellerine göre başvuru yapılan HES adedi 2000’leri aşmıştır. Her ne kadar “bütün sorumluluk ve riskler yatırımcı şirkete ait olsa da”, DSİ’nin bugünkü kadro ve kapasitesiyle böylesine büyük bir iş potansiyelinin yönetilmesinde ciddi zorluklarla karşılaşacağı açıktır. Nitekim, son olarak 18 Mayıs 2005 tarihinde çıkarılan Yenilenebilir Enerji Yasası (YEK) ve 26 Haziran 2003 tarihinde yayınlanmış olan “Su Kullanım Anlaşması”na yönelik yönetmelik ile birlikte HES yatırımı için çok yoğun bir özel sektör talebiyle karşılaşan ETKB (DSİ), bir anlamda bu talebi ve piyasayı kontrol etmekte acze düşmüş; kamunun bu yetersizliği ve zaafından yararlanan pek çok proje/lisans başvuru veya lisans sahibi şirket, hisse devirleri yoluyla kamu kaynaklarını ranta dönüştürerek hem modeli işlemez hale getirmiş,hem de iyi niyetli ve yatırım gücü olan gerçek yatırımcının önünü tıkamıştır. Ne hazindir ki; bugün bu devir/satış teklif ve talepleri artık kapalı kapılar arkasında değil de ulusal gazete ilan- ları ile yapılmakta ve enerji arz güvenliğinin sağlanması adına bu alanda özel sektör tarafından yapılacak yatırımlara bel bağlayan kamu yönetimi de hala bu olup bitenlere seyirci kalmaktadır. Su gibi çok değerli kamu kaynağı üzerinden rant sağlama adına yürütülen bu oyunların önlenmesi ve gerçek yatırımcının önünün açılması yönünde ne yazık ki hala herhangi bir düzenleme ve uygulamaya gidilmemektedir. Sonuç ve Öneriler Serbest piyasa ekonomisi ilkeleri ve kamu kaynaklarının yetersiz olması gerekçelerinden yola çıkılarak 1984 yılında başlatılmış olan ve yeni finans modelleriyle özel sektörden beklenen yatırımlardan daha sağlıklı bir sonuç alınabilmiş olması için: • Başvuru sahibi firmalar mutlaka ön seçimden geçirilmeli ve deneyimsiz, teknik yeterlilikleri ve finansman güçleri olmayan firmalardan fizibilite raporunun istenmemesi gerekirdi. • Kamu eliyle hazırlanmış/hazırlatılmış fizibilite düzeyinde gerekli etüdleri tamam olmayan projelerin kesinlikle ihale edilmemesi gerekirdi. Özellikle topoğrafik, jeolojik, hidrolojik ve çevresel etki değerlendirme etüdlerinin fizibilite düzeyinde tamamlanmış olmasına özen gösterilmesi gerekirdi. • Özellikle özel sektör tarafından geliştirilerek teklif edilmiş olan ve DSİ’nin web sayfasında yeralan HES projelerinin büyük bir bölümünün teknik, ekonomik ve çevre- Su gibi çok önemli stratejik bir kamu kaynağının yatırıma dönüştürülmeden rant aracı olarak kullanılmasının mutlaka önüne geçilmelidir. Bunun için gerekli uygulanabilir düzenlemeler acilen yapılmalı ve kararlılıkla uygulanmalıdır. Aksi halde, baştan beri süregelen uygulamalardan hem kamu, hem de gerçek yatırımcı özel sektör çok zarar görecektir. sel açıdan yapılabilirlik düzeyleri çok düşük, hatta olanaksızdı. Hem arz güvenliği için yatırım bekleyen kamuyu, hem de salt ticari/rant amaçlı olarak planlanıp pazarlanmak istenen bu tür projelerin gerçek yatırımcıyı mağdur etmemesi bakımından kamunun (DSİ’nin) bu projeleri daha başta dikkatle incelemesi önemliydi. • Projelerin çevreye olabilecek önemli etkilerinin göz önünde tutulması gerekirdi. Giderilemeyecek çevre sorunları olan projeler kesinlikle Yap-İşlet-Devret projeleri programına konmamalıdır. Özel sektör tarafından geliştirilip DSİ’ye teklif edilen HES projeleri dahil olmak üzere, bütün projelere ait Çevresel Etki Değerlendirme Raporu (ÇED) sürecinin, kamu (DSİ veya EİE) tarafından yürütülerek tamamlanmış olması önemlidir. Ancak böyle bir süreçten geçerek çevresel yapılabilirliği kanıtlanmış bir proje hem kamu/toplum hem de yatırımcı adına yatırım ve işletme/üretim güvencesi olan bir proje olabilecekti. • Özel sektör tarafından geliştirilerek DSİ’ye önerilen ve lisans verilmiş olan projelere ait ‘’Proje Teklif Dosyası’’, Fizibilite Raporu’’ , ‘’Kesin Proje’’ ve ‘’Uygulama Projeleri’’ni hazırlayacak olan kişi ve firmaların birçoğunda görülen teknik ve bilimsel yetersizliklerin, böylesine önemli projelere olumsuz yansımalarını önlemek üzere herbir proje aşaması için ‘’Yeterli/ Yetkin Mühendis veya Firma’’ tanımının yapılması ve bunların belgelendirilmesi için gerekli yasal düzenlemenin bugüne kadar yapılmamış olması çok büyük bir eksiklik olarak görülmektedir. Bu eksikliğin giderilmesi, hem kamu haklarının korunması, hem de bu konuda yeterli bilgiye sahip olmayan yatırımcının yatırım, işletme ve üretim güvenliğinin sağlanması bakımından çok büyük önem taşımaktadır. Su gibi çok önemli stratejik bir kamu kaynağının yatırıma dönüştürülmeden rant aracı olarak kullanılmasının mutlaka önüne geçilmelidir. Bunun için gerekli uygulanabilir düzenlemeler acilen yapılmalı ve kararlılıkla uygulanmalıdır.Aksi halde, baştan beri süregelen uygulamalardan hem kamu, hem de gerçek yatırımcı özel sektör çok zarar görecektir. Kaynaklar AVCI, İ., “Kırsal Kesim Kalkınmasında İtici Bir Güç: Küçük Hidroelektrik Potansiyel ve Türkiye’deki Durum”, Ölçü, sayfa 50-55, TMMOB MMO İstanbul Şubesi Nisan 2003. AVCI, İ., “Küçük Hidroelektrik Tesislerde Planlama-Projelendirme ve İşletme Sorunları”, Prof. Dr. K.ÇEÇEN’in Anısına, Türkiye’nin Hidroelektrik Potansiyeli’nin Geliştirilmesi Sempozyumu, İTÜ İnş.Fak., 11-12 Kasım 1998. BASMACI, E., “Yeni Dönemde Hidroelektrik Santraların Özel Sektörce Geliştirilmesi, DSİ Vakfı, Eylül 2005. ÖZİŞ, Ü., “Türkiye’nin Su Kuvvetinin Gelişimi”, Prof. Dr. K. ÇEÇEN’in Anısına: Türkiye’nin Hidroelektrik Potansiyelinin Geliştirilmesi Sempozyumu, Sayfa 47, İTÜ İnş. Fak. , 11-12 Kasım 1998. DPT, “Onuncu Beş YıllıkBeş Yıllık Kalkınma Planlı (2014-2018) Enerji Güvenliği ve Verimliliği Özel İhtisas Komisyonu Raporu” ÜLTANIR, M., “TÜSİAD Enerji Raporu”, 1998. TMMOB Makina Mühendisleri Odası “Ocak 2015 İtibariyla Türkiye’nin Enerji Görünümü Raporu”, Şubat 2015. www.dsi.gov.tr, www.epdk.gov.tr, www.teuas. gov.tr, www.tedas.gov.tr, www.teias.gov.tr itü vakfı dergisi 33 SU DOSYASI Özet E Hidroelektrik Santrallerin Önemi ve Gerekliliği Prof. Dr. Atıl BULU Okan Üniversitesi, Akfırat Yerleşkesi, Tuzla [email protected] HES’ler risk taşımayan, hava kirliliği oluşturmayan, iklim değişikliğine neden olmayan ve doğal çevreyi bozmayan güç üreticileridir. Aynı zamanda çevreyle uyumlu, temiz, yenilenebilir, yakıt gideri olmayan, uzun ömürlü (200 yıl), yatırımı geri ödeme süresi kısa (5-10 yıl), işletme gideri (0.2cent/kWh), dışa bağımlı olmayan elektrik üreticileridir… lektrik enerjisi tüketimi o ülkenin kalkınmışlığının bir göstergesidir. DSİ verilerine göre 2008 yılında kişi başına yıllık elektrik tüketimi 3000 kWh iken, dünya ortalaması 2500 kWh, gelişmiş ülkelerde 9000 kWhdır. 2008 verileriyle, enerji üretimimizin % 17’si yenilenebilir kaynak hidrolik kaynaklardan, % 81’i fosil yakıtları olarak adlandırılan termik (doğalgaz, linyit, kömür, petrol) kaynaklardan üretilmektedir. Rüzgar ve jeotermal kaynaklardan enerji üretimi, toplam enerji üretimizin % 2’sidir. HES’ler risk taşımayan, hava kirliliği oluşturmayan, iklim değişikliğine neden olmayan ve doğal çevreyi bozmayan güç üreticileridir. Aynı zamanda, çevreyle uyumlu, temiz, yenilenebilir, yakıt gideri olmayan, uzun ömürlü (200 yıl), yatırımı geri ödeme süresi kısa (5-10 yıl), işletme gideri az (0.2cent/kWh), dışa bağımlı olmayan elektrik üreticileridir. Ülkemizin DSİ verilerine göre 2020 yılında 550 milyar kWh (%22’si hidroelektrik) enerji gereksinmesiolacağı hesaplanmaktadır. Teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilen 140 milyar kWh hidroelektrik potansiyeli vardır. 2023 yılına kadar bu kapasitenin kullanımı için 1738 adet HES projesinin devreye sokulması planlanmıştır. 1. Giriş Akan suyun gücünden yararlanmak için ilk yapılan tesisler su çarklarıdır. Binlerce yıl önce tahtadan yapılan çarklarla suyun 34 itü vakfı dergisi üretimi 1930 yılında 7 GWh/yıl olup, toplam elektrik enerjisi üretimindeki payı %7 dir. Tablo 1’de hidroelektrik enerji üretimi ve toplam tüketimdeki payı verilmiştir. Tablo 1’den görüldüğü gibi, hidroelektrik enerji üretimindeki en önemli artış Sarıyar ve Seyhan barajlarının devreye girmesiyle 1955-60 yılları arasında olmuştur. 2000’li yıllara kadar yağışa bağlı olarak hidroelektrik enerjinin tüketimdeki payı % 35-40 arasında değişmiştir. 2000 yılında doğalgaz santrallerinin enerji üretimindeki payı % 40’lara çıkmış, 2008 yılı verilerine göre bu oran % 49’dur. Tablo 1: Hidroelektrik enerji üretimi ve toplam tüketimdeki payı [2, 3] Yıl Hidroelektrik enerji üretimi (GWh/yıl) Toplam tüketim (GWh/yıl) Oran % 1930 7 106 7 1935 12 213 6 1940 14 397 4 1945 24 528 5 1950 30 790 4 1955 90 1580 6 1960 1001 2815 35 1965 2179 4953 44 1970 3033 8623 35 1975 5904 15623 38 1980 11348 23276 49 1985 12045 34219 35 1990 23148 57543 40 1995 35541 86247 41 2000 30916 124922 25 2005 39561 161956 24 2008 35531 205383 17 kinetik enerjisi kullanılarak tahıl öğütülmesi ve suyun sulama ve kullanma amacıyla yükseltilmesi sağlanmıştır. [1]. Artukoğlu döneminde 1179 yılında Fırat nehrinin Haburman kolu üzerinde Çermik’de yapılan köprüde, değirmentaşını çeviren değirmene su gönderen bir su kanalı bulunmaktadır. [2] Türkiye’de ilk Hidroelektrik Santral (HES) 1902 yılında Tarsus’ta yapılan 60 kW’lık santraldir. Birkaç başka küçük santralden sonra, 1929 yılında Trabzon’da 1.1 MW gücünde, 257 m. Düşü yüksekliği ve 0.3 m3/s debi ile yılda 4 milyon kWh enerji üreten Visera santrali, Cumhuriyet döneminin ilk santralidir. [2] Atatürk’ün emriyle 1932 yılında Nafia Vekaletince başlatılan su geliştirme çalışmaları ile 1935 yılında Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİEİ) kurulmuştur. Düzenli akım ölçümlerine başlanarak, su kuvvetinden elektrik enerjisi üretimi sağlayacak plan ve projelerin hazırlığına girişilmiştir. 2. Hidroelektrik Enerji Üretimi Trabzon Visera, Aksaray, Antalya ve Konya’da yapılan HES’lerle elektrik enerjisi Tablo 2: Türkiye’nin Uzun Dönem Elektrik Arz Tahmini [3] 2010 2015 Yağışlı Santral tipi MW Kurak Milyar kWh 2020 Yağışlı MW Kurak Milyar kWh Yağışlı MW Milyar kWh Termik 30583 211 211 45603 314 314 62273 426 Hidroelektrik 18234 62 46 25670 89 60 34076 118 Toplam Arz 48817 273 257 71273 403 374 96349 544 3. Ülkemizin Enerji Durumu Elektrik enerjisi tüketimi o ülkenin kalkınmışlığının bir göstergesidir. DSİ verilerine göre ülkemizde 2008 yılında kişi başına yıllık elektrik tüketimi 3000 kWh/y iken, dünya ortalaması 2500 kWh/y, gelişmiş ülkelerde 8900 kWh/y, Çin’de 827 kWh/y, ABD’de ise 12322 kWh/y değerlerindedir. [4] 2008 yılı verileriyle, enerji üretimimizin %17’si yenilenebilir kaynak olarak hidrolik kaynaklardan, % 81’i fosil yakıtları olarak adlandırılan termik (doğalgaz, linyit, kömür, petrol) kaynaklarından üretilmektedir. Rüzgar ve jeotermal kaynaklardan enerji üretimi, toplam enerji üretimimizin % 2’sidir. Ülkemiz enerji gereksinmesini karşılamak için doğalgaz, petrol ve kömür ithal etmek zorundadır. Ülkemizin artan enerji gereksinmesi için tamamen ithale dayalı doğalgaz ile çalışan güç santralleri kurulmuştur. Toplam enerji üretiminde hidroelektriğin payı azalırken (%17), termik santrallerden üretilen enerji payı (%81) artmaktadır. Ülkemiz hızla kalkındığı için enerji gereksinmesi de aynı hızla artmaktadır. 2020 yılında 550 milyar kWh (% 22 si hidroelektrik) enerji gereksinmesi hesaplanmaktadır. Ülkemizin DSİ verilerine göre teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek 140 milyar kWh hidroelektrik potansiyeli vardır. 2023 yılına kadar bu kapasitenin kullanıma sunulması için 1738 adet HES projesinin devreye sokulması planlanmıştır (Tablo 4). Tablo 2’de 2020 yılına kadar ülkemizin elektrik arz tahmini verilmiştir. Avrupa Birliği Topluluğu enerji politikalarında yenilenebilir enerji kaynaklarına (hidroelektrik, rüzgar, güneş ve biokütle) büyük önem vermektedir. Türkiye’de yürürlükte bulunan enerji politikaları ve ilgili mevzuat ile AB mevzuatı arasındaki farklı- itü vakfı dergisi 35 SU DOSYASI Oymapınar Barajı Tablo 3: Güç Santrallerinin Birim yatırım Bedelleri [3] Santralin Yakıt Cinsi Doğalgaz Linyit İthal Kömür Hidroelektrik Nükleer İşletme Bakım Gideri (Cent/kWh) Kurulu Güç Birim Yatırım Bedeli ($/kW) 0.415 3.61 795 1.5 1.84 1500 1.41 1.97 1325 0.2 0 1200 – 1500 0.78 1 2000 lıkların giderilmesi zorunlu olmuştur. 4. Güç Santrallerinin Karşılaştırılması Güç santralleri; genel olarak termik (doğalgaz, linyit, ithal kömür, petrol), hidroelektrik ve nükleer santrallerdir. Bu santrallerin bi- Ülkemiz enerji gereksinmesini karşılamak için doğalgaz, petrol ve kömür ithal etmek zorundadır. Ülkemizin artan enerji gereksinmesi için tamamen ithale dayalı doğalgaz ile çalışan güç santralleri kurulmuştur. Toplam enerji üretiminde hidroelektriğin payı azalırken (%17), termik santrallerden üretilen enerji payı (%81) artmaktadır. 36 itü vakfı dergisi Yakıt Gideri (Cent/kWh) rim yatırım bedelleri Tablo 3’de verilmiştir. HES’ler risk taşımayan, hava kirliliği oluşturmayan, iklim değişikliğine neden olmayan ve doğal çevreyi bozmayan güç üreticileridir. Aynı zamanda çevreyle uyumlu, temiz, yenilenebilir, yakıt gideri olmayan, uzun ömürlü (200 yıl), yatırımı geri ödeme süresi kısa (5-10 yıl), işletme gideri (0.2cent/kWh), dışa bağımlı olmayan elektrik üreticileridir. 5. Ülkemizin Hidroelektrik Potansiyeli Bir ülkede, ülke sınırlarına ve denizlere kadar bütün doğal akışların %100 verimle değerlendirilmesi varsayımına dayanılarak hesaplanan hidroelektrik potansiyel, o ülkenin brüt teorik hidroelektrik potansiyelidir. Topoğrafya ve hidrolojinin bir fonksiyonu olan brüt hidroelektrik enerji potansiyeli ülkemiz için 433 milyar kWh değerindedir [5]. Teknik yönden değerlendirilebilir su kuvveti potansiyeli, bir akarsu havzasının hidrolektrik enerji üretiminin teknolojik üst sınırını gösterir. Ülkemizin teknik yönden Tablo 4: Ekonomik olarak yapılabilir HES projeleri [4] Proje Durumu İşletmede İnşa Halinde HES Sayısı Toplam Kurulu Kapasite (MW) 172 13700 48000 35 Ortalama Yıllık Üretim (GWh/yıl) Oran (%) 148 8600 20000 14 İnşaatına Henüz başlanmayan 1418 22700 72000 51 Toplam Potansiyel 1738 45000 140000 100 gücü olan 45000 MW, 1738 HES ile ülkenin nehirlerindeki tüm ekonomik hidroelektrik enerji potansiyelinden faydalanma olanağı doğacaktır. değerlendirilebilir hidroelektrik enerji potansiyeli 216 milyar kWhdır. Ekonomik olarak yararlanabilir hidroelektrik potansiyel, beklenen faydaları (gelirleri), masraflarından (giderlerinden) fazla olan su kuvveti projelerinin hidroelektrik enerji üretimini gösterir. Ülkemiz için teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilir potansiyel hidroelektrik enerjisi 140 milyar kWh olarak hesaplanmıştır [4]. Türkiye’nin teorik hidroelektrik potansiyeli dünya teorik potansiyelinin % 1 i, Avrupa teorik potansiyelinin % 16’sıdır. DSİ’nin verilerine göre, günümüzde Türkiye’de 172 adet hidroelektrik santral işletmede bulunmaktadır. Bu santraller 13700 MW bir kurulu güce ve ekonomik potansiyelin %35’ine karşı gelen 48000 GWH yıllık ortalama üretim kapasitesine sahiptir. 8600 MW bir kurulu güç ve toplam potansiyeli %14 olan 20000 GWh yıllık üretim kapasitesine sahip 148 hidroelektrik santral halen inşa halindedir. Geriye kalan 72540 GWh/y potansiyeli kullanabilmek için ileride Türkiye’de 1418 HES yapılacak ve ilave 22700 MW kurulu güçle hidroelektrik santrallerin toplam sayısı 1738 olacaktır. Gelecekte yapılacak HES ile Türkiye’nin toplam ekonomik kurulu 6. Sonuçlar a. Ülkemizin enerji gereksinmesi hızla artmakta olup, çevreye zararlı, karbon salınımı fazla yeni termik santraller yerine, kullanılabilir hidroelektrik potansiyelin en kısa zamanda hayata kavuşturulması gereklidir. b. 2020 yılında enerji tüketiminin % 75’ inin termik santralle karşılanması planlanmaktadır. Doğal gaz santrali yerine çevreye daha duyarlı nükleer santrallerin yapımı tercih edilmelidir. Ülkemiz bu konuda çevreci baskısından dolayı çok geri kalmıştır. c. Bugün yapılmakta olan ve proje safhasındaki HES’lerin yapımı çevreci baskısından dolayı durdurulsa, 2023 verilerine göre 80 milyar Kwh enerjiyi termik santrallarle karşılamak zorunda kalınacaktır. Bunun için her yıl 15 milyar m3 doğalgaza gereksinme vardır. Dışarıya ödenecek doğalgaz bedeli her yıl yaklaşık 3 milyar dolardır. d. Hidroelektrik santrallerin doğayı katlettiği feryatları doğru değildir. Doğaya ve çevreye etkisi yok denecek kadar azdır. [4] e. Yaşayabileceğimiz tek bir dünya vardır. Hepimiz bu dünyamızı ve ülkemizi en iyi şekilde korumalıyız. Bunu yaparken hem gelişmiş ülke olmak için çalışmak, doğal Bugün yapılmakta olan ve proje safhasındaki HES’lerin yapımı çevreci baskısından dolayı durdurulsa, 2023 verilerine göre 80 milyar Kwh enerjiyi termik santrallarle karşılamak zorunda kalınacaktır. Bunun için her yıl 15 milyar m3 doğalgaza gereksinme vardır. Dışarıya ödenecek doğalgaz bedeli her yıl yaklaşık 3 milyar dolardır. çevremizi koruyarak enerji üretimimizi artırmak zorundayız. Bu nedenle, enerji santralleri arasında doğaya en az zararlı olan Hidroelektrik Santrallere karşı çıkmak, en yumuşak deyişle “abesle iştigal” dir. Kaynaklar [1] Bulu, A. (2011): “Hidroelektrik Santrallerin Önemi Ve Gerekliliği”, Sayı 110, DSİ Teknik Bülten. [2] Öziş, Ü.(1981): “Anadoluda su kaynaklarının geliştirilmesinin dünü, bugünü, yarını”. Su ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi Konferansı, DSİ, Ankara. [3] Öziş, Ü. (1985): “Türkiye’nin hidroelektrik potansiyeli ve enerji üretimi”, Hidroelektrik Enerji Sempozyumu Tebliğleri, EİEİ, Ankara. [4] DSİ 2010 yılı ajandası. [5] http://www.dsi.gov.tr/hizmet/enerji.htm [6] http://www.eie.gov.tr/turkce/YEK/HES/index_hidrolikenerji.html itü vakfı dergisi 37 SU DOSYASI Hidroelektrik Santralların Çevresel Boyutu Müh. Buşra Allı, Müh. Cansu Karaca, Dr. Hakan Dulkadiroğlu, Prof. Dr. Seval Sözen, Prof. Dr. Derin Orhon ENVIS Çevre ve Enerji Sistemleri Araştırma Geliştirme Ltd. Şti. Giriş T eknolojinin gelişmesi ve sanayileşmenin artması, dünyada giderek artan bir enerji ihtiyacına yol açtı. Bu ihtiyacı karşılayan fosil yakıt rezervlerinin azalması, enerjinin pahalı olması, elde edilmesi ve kullanılması sırasında ortaya çıkan çevre sorunları son yıllarda enerji arayışını temiz enerji kaynaklarına yönlendirdi. Yenilenebilir ve hammadde bağımlısı olmayan güneş, rüzgâr, su ve biyokütle enerjileri temiz enerji kaynakları olarak tanımlanıyor. Temiz enerji kaynakları arasında ön plana çıkan en önemli alternatif su enerjisi. Su kaynaklarından elde edilen bu enerji hidrolik enerji olarak biliniyor. Su kaynaklarındaki potansiyel enerjinin elektrik enerjisine çevrilmesi ile hidroelektrik enerji elde ediliyor. Suyun sahip olduğu potansiyel enerjiden yararlanarak, mevcut enerjiyi türbin aracılığı ile mekanik enerjiye çeviren, bu enerjiyi jeneratör vasıtasıyla elektrik enerjisine dönüştüren yapılar da Hidroelektrik Santral (HES) olarak adlandırılıyor. Hidroelektrik Santraller, “temiz enerji” veya "yenilenebilir enerji” kaynağı olarak çevre kirliliği yaratmadıkları düşüncesi ile teşvik edilmelerine rağmen, doğal yapıdaki kaçınılmaz olumsuz etkileri nedeniyle dikkatle yaklaşılması gereken yatırımlar olmak zorundadır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde uygulanan HES yapıları tüm çevresel etkiler dikkate alınarak kurulur. Ancak Türkiye’de enerji elde edilmesi yönünde yoğun bir çaba sarf edilirken, bu yapıların doğayla olan ilişkileri tümüyle göz ardı ediliyor. Dolayısıyla, sürdürülebilir olmaktan uzaklaşan, doğaya verdiği zarar sağladığı faydanın çok üstüne çıkan bu yaklaşımın mutlaka gözden geçirilmesi gerekir. Yapısal Özellikler HES yapısal olarak su alma yapısı (regülatör), su iletim hattı, yükleme havuzu, cebri 38 itü vakfı dergisi Enerji üretimi, teknolojik etkileri göz önüne alındığında çevreye etkileri olan bir süreçtir. Su enerjisi enerji üretimi süreçlerinde “temiz enerji üretimi” kapsamında yer almakla birlikte doğa ve doğal yapı üzerinde kaçınılmaz etkileri vardır. Enerjiyi ucuz ya da pahalı üretmek alternatifine karşılık doğa tahribatının ve verilen çevresel zararların paha biçilmesi mümkün olmayan geri dönülemez sonuçları olabilir. Bu nedenle "enerji üretimi – çevresel etkiler" dengesinin kabul edilebilir bir yaklaşım çerçevesinde korunarak yatırımlara karar vermek gerekir. HES kötüdür demek yerine bu dengenin gelişmiş ülkelerde görülen örneklerinde olduğu gibi, sürdürülebilir gelişme- sürdürülebilir çevre olguları korunarak sağlanmasına çalışılmalıdır… boru ve santralden oluşur. İnşaat aşamasında birtakım ek yapıları gerektiren HES projeleri ve regülatörlerin ömürleri yaklaşık 50 yıl olarak öngörülür[1]. Hidroelektrik santraller; nehir veya kanal üzerine inşa edilen Nehir Tipi Santraller ve yapay düşü verilerek oluşturulan Depolamalı Santraller olarak ikiye ayrılır. Nehir tipi santraller yükleme havuzunun kapasitesi ile sınırlı olup küçük bir su depolama kapasitesine sahiptir. Bu nedenle yalnızca nehirde enerji üretimi için yeterli debi olduğu sürece çalışır. Coğrafi yapıdan ve akış rejiminden doğrudan etkilenen bu tip santrallerde debi ve düşü en önemli tasarım parametreleridir. Depolamalı santraller suyun akış yönünde set kurmak suretiyle suya potansiyel enerjinin kazanılması esasına dayanır. HES’in işletilmesinde en önemli unsurlardan biri can suyudur. Can suyu ya da çevresel akışnehir ve kıyı bölgesi ekosisteminin fonksiyonel ve yapısal olarak varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan su miktarıdır [1]. Türkiye’de Hidroelektrik Enerji Potansiyeli Türkiye’nin yıllık teorik brüt hidroelektrik potansiyeli 433 milyar kWh, teknik olarak değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyeli ise 216 milyar kWh’tir. Bu potansiyelin 150 milyar kWh/yıl’lık kısmı ise ekonomik olarak değerlendirilebilir özellikte olup, yeni projelerle birlikte önümüzdeki yıllarda daha da artış göstererek yaklaşık 170 milyar kWh/ yıl’a ulaşacağı tahmin edilmektedir [2]. Türkiye’nin teknik olarak değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyeli dünya teorik potansiyelinin %1.5’i, Avrupa potansiyelinin ise %17.6’sıdır. Ülkemiz bu potansiyeli ile Avrupa ülkeleri içerisinde Rusya’dan sonra en büyük potansiyele sahip ikinci ülke konumundadır. Türkiye’de 2014 yılı itibariyle inşaatı başlatılmış olan HES’lerin de işletmeye alınması ile birlikte yaklaşık 108 milyar kWh/ yıl, henüz inşaatına başlanmamış olan projelerin de devreye girmesi ile birlikte enerji üretiminde 164 milyar kWh/yıl’a ulaşılacağı belirtilmektedir (Tablo 1, Grafik 1). Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı 2023 yılına kadar ekonomik hidroelektrik potansiyelinin tamamını kullanmayı hedeflemektedir [2]. Türkiye’de yıllık birincil enerji üretimi su, linyit, taşkömürü, güneş, jeotermal, rüzgar, doğalgaz, petrol, odun/hayvan/bitki artığı ve asfaltit kaynaklarından sağlanmakta ve üretilen yaklaşık 32230 Btep (bin ton eşde- ğer petrol) enerji içerisinde hidrolik enerjinin %14 oranında olduğu görülmektedir [3]. 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu kapsamında özel sektör tarafından gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmekte olan HES projeleri incelendiğinde (Tablo 2), özel sektörün toplam HES projelerinin sayısal olarak yaklaşık %85’ini gerçekleştirdiği ve bu yatırımlarla toplam kurulu kapasitenin %62’sini oluşturduğu görülmektedir [2].Burada dikkat çekici nokta planlama ve proje aşamasındaki HES’lerin %90’ının özel sektör tarafından yapılacak olmasıdır. Mevzuat HES’lere özgü oluşturulan mevzuat bütünüyle santrallerin kurulmasına yöneliktir. Çevrenin korunması ile ilgili olarak ÇED yönetmeliği bulunmakla birlikte, bu yönetmelikte sadece genel hükümler yer almaktadır. İlgili mevzuat kurulum, can suyu, sera gazı emisyonları ve Çevresel Etki Değerlendirmesi özelinde detaylı olarak incelenecektir. Kurulum 1980’li yıllarda uygulamaya konulan Yap-İşlet (Yİ), Yap-İşlet-Devret (YİD), Otoprodüktör ve İşletme Devirleri gibi yeni finans ve yatırım modelleri ile başlatılan enerji/elektrik piyasasındaki özelleştirmeler arasında hem en çok ilgi hem de bir o kadar toplumsal tepki çeken,HES’lerin planlama, yatırım ve işletme adımlarının özelleştirilmesi olmuştur [4]. Türkiye’de HES projelerinin artışını hızlandıran süreç özel sektöre elektrik üretim izninin verilmesi ile başlamıştır. 19.12.1984 tarih ve 18610 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanun ile yerli ve yabancı şirketlere elektrik üretim, iletim ve dağıtım tesisleri kurma, işletme ve ticaretini yapma izni verilmiş; ayrıca yapılmış veya yapılacak tesislerin işletme haklarının görevli şirketlere devrine imkan tanınmıştır. Özel sektöre verilen bu yetkiler sonucunda oluşan elektrik piyasasının düzenlenmesi, denetlenmesi ve elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması amacıyla 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hazırlanmış ve 3.3.2001 tarihli 24335 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kapsamda Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun kuruluş ve görevlerini de tanımlayan 4628 sayılı kanun, günümüze dek 29 kez değişikliğe uğramış Tablo 1: Türkiye’de HES projelerinin 2014 yılı itibariyle sayıları ve kapasiteleri [2] Potansiyel HES Adedi Toplam Kurulu Kapasite (MW) Ortalama Yıllık Üretim (GWh/yıl) İşletmede 503 23694 83046 İnşaat Halinde 143 8137 24779 İnşaatına Henüz Başlanmayan Toplam 841 16026 56065 1487 47857 163890 * Tüzel kişiler tarafından geliştirilen projeler dahildir. Tablo 2: Özel sektör tarafından gerçekleştirilen HES projeleri (ülke geneli) [2] Faaliyet İşletmede HES (Adet) Toplam Kurulu Kapasite (MW) 362 23694 Özel Sektör (MW) 8994 Ortalama Yıllık Üretim (GWh/yıl) 31225 İnşaat Halinde 139 8137 6197 18618 Planlama ve Proje 759 16026 14444 50642 1260 47857 29635 100485 Toplam * 6446 Sayılı Kanun Kapsamında Tüzel Kişiler Tarafından Geliştirilen Projeler Dahildir. Grafik 1: 2014 yılı itibariyle hidroelektrik potansiyelden yararlanma durumu % 33 16026 MV % 50 23694 MV % 17 8137 MV ve 20.3.2013 tarihinde 6446 sayılı kanuna dönüştürülmüştür. Böylece 4628 sayılı kanun Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 6446 sayılı kanun ise Elektrik Piyasası Kanunu halini almıştır. Can Suyu 21.2.2015 tarih ve 29274 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanuna dayanarak elektrik piyasasında faaliyet gösteren şirketlere, HES kurmaları ve işletmeleri için gerekli su kullanım haklarını vermek üzere düzenlemeler getirilmiştir. Bu yönetmelik gereğince, hidroelektrik üretim tesisi kuran şirketler, doğal hayatın idamesini sağlayacak miktarda suyu - can suyu- dere yatağına bırakmakla yükümlüdür. Yönetmelikte, dere yatağına bırakılacak can suyu miktarı, HES projesine esas alınan on yıllık ortalama akımın en az %10’u olarak saptanmıştır. Sera Gazı Emisyonları Sera gazı emisyonlarının azaltılması yönünde önemli adım olarak 16.2.2005’te yürürlüğe giren İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi – Kyoto Protokolü ile oluşturulan “temiz enerji” borsasında, Türkiye’de mevcut su kaynakları “temiz enerji kredisi” sağlamak üzere HES’lere ilgiyi arttırmaktadır. Bu sözleşmeye paralel olarak 8.1.2011 tarihli ve 27809 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile HES projeleri devlet tarafından desteklenmiştir. Bu kanunun 8.maddesinde milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ile tabiatı koruma alanlarında, muhafaza ormanlarında, yaban hayatı geliştirme sahalarında, özel çevre koruma bölgelerinde ilgili Bakanlığın, doğal sit alanlarında ise ilgili koruma bölge kurulunun olumlu görüşü alınmak kaydıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulmasına izin verilmektedir. itü vakfı dergisi 39 SU DOSYASI HES’lerin kurulum ve işletme sırasında; baraj oluşumunda doğal yapıya, su kaynaklarına, yaban hayvanlarına, biyoçeşitliliğe, su canlılarına, hafriyat atıkları nedeniyle doğal alanlara, yerleşik nüfusa, kültürel mirasa ve sera gazı etkisi sebebiyle iklime birçok negatif etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle HES’lerin çevresel boyutu büyük öneme sahip olmaktadır. Şekil 1. Hasankeyf AYFER ÖZEN Çevresel Etki Değerlendirilmesi HES projeleri, incelenen faaliyetin yol açabileceği bütün negatif çevresel etkilerin ortaya konularak gerekli önlemlerin alınmasını gerektiren Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği kapsamında bir ölçüde dikkate alınmaktadır. Daha önceden kurulu gücü 25 MW ve üzeri olan HES’lerden talep edilen detaylı ÇED çalışması (EK-1 listesi gerekliliği), 25.11.2014 tarihli ve 29186 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ÇED Yönetmeliği ile 10 MW ve üzeri olan HES’lerden de istenmeye başlanmıştır. Kurulu gücü 1-10 MW arasında olan hidroelektrik santraller (EK-2 listesi) daha sınırlı bir kapsama sahip Proje Tanıtım Dosyası hazırlamakla yükümlüdür. HES projelerinin muhtemel negatif çevresel etkilerinin belirlenmesi, önlenmesi ve en aza indirgenebilmesi için esas itibari ile yer seçimini ve buna bağlı olarak doğal yapıya etkisini ve bunlarla ilgili önlemleri tanımlayacak ÇED raporlarının hazırlanması gerekmektedir. Çevresel Etkiler HES’lerin kurulum ve işletme sırasında; baraj oluşumunda doğal yapıya, su kaynaklarına, yaban hayvanlarına, biyoçeşitliliğe, su canlılarına, hafriyat atıkları nedeniyle doğal alanlara, yerleşik nüfusa, kültürel mirasa ve sera gazı etkisi sebebiyle iklime birçok negatif etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle HES’lerin çevresel boyutu büyük öneme sahip olmaktadır. 40 itü vakfı dergisi Baraj oluşumunda doğal yapının bozulması Baraj oluşumu, karasal ekosistemin sucul ortama dönüştürülmesinin yanı sıra nehir akış rejiminin önemli ölçüde değişmesine neden olur. Bu nedenle, baraj oluşturmak için en uygun yer üzerinde çalışılarak seçilmelidir. Su seviyesinde dalgalanmalar, bitki örtüsünün tahrip edilmesi ile birleşince genellikle baraj ve nehir kıyı şeridinde erozyona yol açar. Aynı zamanda baraj oluşumu, balıkların doğal ortamında köklü değişikliklere neden olur. Nehirlerin göl yapılarına dönüştürülmesinden dolayı akış hızı fazla suda yaşayan balık türleri göl karakterindeki suya adaptasyon sırasında hasar görür. Akarsuya bağlı ve etkileşim içinde olduğu karasal ekosistem, biyolojik çeşitlilik ve suya bağlı tarımsal faaliyetler de kaçınılmaz olarak zarar görebilir [5]. Su kaynaklarına etkiler Nehirler yeraltı sularını beslediğinden dolayı HES kurulumu yapılan nehirlerin beslediği yeraltı su miktarları düşer. Bu durumda nehirlerin etkileşimde bulunduğu yeraltı su durumu gerek bitki ve hayvan türlerini gerekse bu sulardan yararlanmakta olan insan ve insan faaliyetlerini etkiler [6]. Yaban hayvanları üzerindeki etkiler Suyun iletim boruları ile elektrik üretimi amacıyla taşınımı sırasında bölgedeki yaban hayvanlarının geçişleri zorlanabilir. Birbiri ardına yapılan HES’lerde yaban hayvanlarının günlük avlanma, beslenme ya da su ihtiyaçlarını karşılamak için uzun yollar katetmek zorunda kalmalarına ve mevsimsel göç sırasında güçlüklerle karşılaşmalarına neden olur [7]. Biyoçeşitlilik üzerine etkiler Nehirler, taşıdıkları sedimentler ile deniz kıyılarında verimli tarım arazileri ve biyolojik çeşitlilik acısından zengin delta yapılarını oluşturur. Deltalara uyum sağlamış biyolojik çeşitlilik ve verim bu sediment miktarlarına bağlıdır. HES işletiminin denizlere taşınan sediment miktarını kesintiye uğratmasından hareketle kıyı erozyonu riski artarken, habitat ve biyoçeşitlilik buna bağlı olarak etkilenebilir [7,8]. Birçok balık ve canlı türünün doğası gereği hayatlarının belirli dönemlerinde nehir boyunca uzun ya da kısa mesafeli olmak suretiyle gerçekleştirdiği göçlerin içerisinde yaşamsal bir faaliyet olan yumurtlama göçü de bulunur. HES’lerin bir bileşeni olan regülatörler (su alma yapısı) su canlılarının nehir boyunca hareketini kesintiye uğratır. Üremenin tamamen aksaması balık türünün habitattan tamamen kaybolması ile sonuçlanabilir [5,8]. Su canlıları üzerindeki etkiler Akarsuların akış hızının azalması, suyun havalanmasına ve sudaki çözünmüş oksijen seviyesinin azalmasına neden olur. Çözünmüş oksijenin belli bir konsantrasyonun altına düşmesi toplu canlı ölümlerine sebep olur. HES işletimi suyun sıcaklığının da değişmesine neden olabildiğinden hassas canlılar olumsuz etkilenebilir. HES işletiminin yeraltı suyu miktarını azaltması nedeniyle yeraltı suyunu besleyen nehir civarındaki bitki örtüsü ve yaşamı ve buna bağlı olan diğer sucul canlılar da etkilenir [8]. Hafriyat atıklarının etkileri HES yapımlarında inşaat aşamasında çıkan hafriyat atıkları ulaşım giderleri, zaman kısıtlaması ve denetim mekanizmalarının eksikliğinden dolayı genellikle dere yataklarına dökülerek bertaraf edilmektedir. Bunun sonucu olarak sudaki çözünmüş oksijen miktarı azalır, su sıcaklığı artar ve sonuç olarak canlı hayatında değişiklikler görülür. Bu nedenle, hafriyat atıkları yönetmeliklere uygun olarak bertaraf edilmelidir ve denetim mekanizmaları gözden geçirilmelidir [8,9]. Yerleşik nüfusa etki Her HES projesi “yeniden yerleşim uygulaması” gerektirmemekle birlikte, bu uygulama sosyo-ekonomik açıdan çok hassas bir konudur. Yeniden yerleşim uygulaması; yer değiştirme ve yeniden yerleşim olarak iki temel süreçten oluşmaktadır. Yeniden yerleşimin kaçınılmaz olduğu projelerde, bölgede yaşamını ve geçimini sürdüren nüfus olumsuz yönde etkilenir ve yeni bir ortama uyum sağlamaya zorlanır[5]. Projelerin sosyoekonomik ve sosyolojik etkilerinin de yatırım öncesi dikkate alınması gerekir. Kültürel mirasın tahribi Kültürel miras tarihi, dini, kültürel ve estetik değeri olan yapıları yansıtır. Doğa manzaraları ve fiziksel çevre de kültürel miras içerisine dahil edilebilir. Barajların oluşturulması sırasında şelale, kanyon gibi değerli ve ender yapılar yok olma tehlikesiyle karşılaşır. Doğal yapıların ve yüksek tarihi değere sahip kültürel özelliklerin korunması için gerekli önlemler alınmalıdır [5]. Artvin-Hopa’da yaşanan sel felaketi de, havza üzerinde gerekli inceleme ve değerlendirmeler yapılmayıp doğal yapının bozulması sonucu ortaya çıkan bir afettir. Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki nehirlerin çoğunda sıralı HES’ler ve regülatörler mevcuttur. Art arda kurulan HES’lere su yetmediği için hepsi kapasitesinin altında çalışmakta, hem su yetersizliği olmakta hem de elektrik üretimi gerçekleşmemektedir. Art arda yapılan bu HES yatırımlarında kümülatif çevresel etkilerinin ortaya konması gerekir. Yortanlı Barajı, İzmir-Bergama ilçe merkezinin 18 km. kuzeydoğusunda Yortanlı Deresi üzerinde yer alır (Şekil 2). Yaklaşık iki bin yıllık tarihe sahip Allianoi Antik kenti, Yortanlı Barajı’nın kapaklarının kapanmasıyla suya gömülmüş durumdadır. Bu durum, Türkiye’de kültürel mirasın hiçe sayıldığı bir örnektir. Temiz enerji kaynağı olarak bilinen HES’lerin Türkiye’deki uygulamaları ne yazık ki temiz olmaktan çıkan, doğal ekosistemi bozan sistemlerdir. Deriner Barajı, Artvin’de Çoruh Nehri üzerinde, enerji üretmek amacıyla 1998 yılında inşasına başlanmış bir baraj olup sahip olduğu 249 metre gövde yüksekliği ile Türkiye'nin en yüksek, Dünya'nın 6. yüksek barajıdır. Çoruh Nehri vadisinde zeytincilik faaliyetlerinin en yoğun olduğu alanın büyük bir kısmı Derine Barajı yapımı nedeniyle sular altında kalmış ve bir kısmı ise yol açmak için tahrip edilmiştir (Şekil 3a-3b). Değerlendirme Suyun kullanımında sürekliliğinin engellenmemesi için, suyun “varlık değeri”nin korunması, diğer bir ifade ile hidrolojik döngünün doğal ekosistem içindeki temel rolünün kabul edilmesi zorunludur. Bir başka ifade ile, su kendini yenileyebilen doğal varlık olduğu bilinci ile yenileme potansiyelinin önüne engel konmadan korunmalıdır. Suyun kullanımında, suyun yenilenme kapasitesinin korunması temel koşul olmalıdır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, su kaynaklarını korumak ve kullanma planları yapmak için bütüncül havza planlaması yapmakla görevlendirilmiştir. Ancak ülkemizde havza bazında kapsamlı bir planlama mevcut değildir. Havza planlamaları yapılmadan, bölgenin kaynak değerlerinin neler olduğunun tümü ile tespiti ve bu kaynakların kamu yararı sağlayacak şekilde nasıl değerlendirilmesi gerektiği bir karara bağlanmadan sadece elektrik üretimi amaçlı HES projelerinin yapılmış olması Bakanlığın görevleri ile çelişmektedir. Ayrıca her bir proje noktasal ve tekil bazda değerlendirilmek yerine aynı dere üzerinde veya havzayı oluşturan farklı akarsu kollarında planlanan projelerin kümülatif etkilerinin ortaya konması gerekmektedir. Hidrolojik ve jeolojik özelliklerin doğru olarak ortaya konması ve mühendislik hesaplamalarının bu değerlere göre yapılması gerekmektedir. Değerlendirmeler gerekli ölçümlerden uzak sanal değerler ile yapıldığında ileride taşkın başta olmak üzere telafi Şekil 2. Allianoi antik kenti Sera gazı etkisi Sera gazı emisyonları HES’lerin kurulumu, işletimi, devre dışı bırakılması ve hatta işletilmesi sırasında oluşur. Küçük nehir tipi santraller 1 kWh enerji başına 4.5 -13.6 gr, büyük santraller ise 27.2 gr CO2 eşdeğeri sera gazı oluşturma potansiyeline sahiptir [7]. Türkiye’deki Yanlış Uygulamalar Türkiye’deki yanlış HES uygulamalarına bakılacak olursa ilk akla gelen proje, önemli doğal ve kültürel alanlarından birisi olan Dicle Vadisi’ni ve tarihi Hasankeyf’i etkileyecek Ilısu Barajı ve HES projesidir. Proje inşaatının bitmesi durumunda on binlerce insan yeniden yerleşime zorlanacak, Şekil 1’de görülen Hasankeyf’in olağanüstü kültürel mirası yok edilecek ve Dicle Nehri tamamen doğallığını kaybedecektir. itü vakfı dergisi 41 SU DOSYASI Kurulu gücü kaç MW olursa olsun; HES inşaatları sırasında bitki örtüsünün tahrip edilmesi, kilometrelerce uzunlukta kanalların yapılması, boruların döşenmesi, tünellerin açılması, dolayısıyla binlerce metreküp hafriyat çıkarılması söz konusudur. Bu nedenle HES projeleri için kurulu güce bakılmaksızın ÇED süreci zorunlu olmalıdır. edilemeyecek zararların oluşması kaçınılmazdır. Hatalı yapı beklenen amaca hizmet edemeyeceği gibi büyük ölçüde can ve mal kayıplarından oluşan kamu zararının oluşmasına da neden olacaktır. Bu tür yapılara sadece görünen kısmı ile bakılması çok yanlıştır. Ülkemizde korunan alanlar, enerji yatırımlarının baskısı altındadır. Ulusal ve uluslararası biyolojik çeşitlilik koruma stratejilerinin köşe taşlarını oluşturan korunan alanlar, yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimi amacıyla kullanılmasına yönelik teşviklere maruz kalarak tehdit altında olmakta ve ülkemizde doğa koruma-enerji arasındaki denge büyük çelişkiler yaratmaktadır. ÇED Yönetmeliği’nde dere yatağına bırakılacak can suyu miktarı, HES projesinde esas alınan on yıllık ortalama akımın en az %10’u olarak saptanmış, bu miktarın arttırılıp arttırılmaması gerektiği ise şirketlerin inisiyatifine bırakılmıştır. Bu miktar sabit bir değer olarak alınmamalı, doğal ekosistemi bütünsel olarak ele alan çevresel akış yöntemleri kullanılmak sureti ile farklı nehir sistemleri için belirlenmelidir. Kurulu gücü kaç MW olursa olsun; HES inşaatları sırasında bitki örtüsünün tahrip edilmesi, kilometrelerce uzunlukta kanalların yapılması, boruların döşenmesi, tünellerin açılması, dolayısıyla binlerce metreküp hafriyat çıkarılması söz konusudur. Bu nedenle HES projeleri için kurulu güce bakılmaksızın ÇED süreci zorunlu olmalıdır. HES projelerinin ayrılmaz bir parçası olan elektrik iletim hatlarının ÇED raporlarına dahil edilmemesi uygulamada çok ciddi bir eksikliktir. İletim hatları HES projelerinin entegre bir parçasıdır ve bu hatların kurulması süreci, başta bitki ve üst toprak katmanı olmak üzere alanda pek çok zarara yol açmaktadır. Bu nedenle iletim hatları kurulumu da ÇED sürecinedahil edilmelidir. Sonuçta; enerji üretimi teknolojik etkileri göz önüne alındığında çevreye etkileri 42 itü vakfı dergisi Şekil 3a. Deriner görüntüsü 2012 yılı Şekil 3b. Deriner görüntüsü 2014 yılı olan bir süreçtir. Su enerjisi enerji üretimi süreçlerinde “temiz enerji üretimi” kapsamında yer almakla birlikte doğa ve doğal yapı üzerinde kaçınılmaz etkileri vardır. Enerjiyi ucuz ya da pahalı üretmek alternatifine karşılık doğa tahribatının ve verilen çevresel zararların paha biçilmesi mümkün olmayan geri dönülemez sonuçları olabilir. Bu nedenle enerji üretimi – çevresel etkiler dengesinin kabul edilebilir bir yaklaşım çerçevesinde korunarak yatırımlara karar vermek gerekir. HES kötüdür demek yerine bu dengenin gelişmiş ülkelerde görülen örneklerinde olduğu gibi sürdürülebilir gelişme- sürdürülebilir çevre olguları korunarak sağlanmasına çalışılmalıdır. Referanslar [1] Y. Karakoyun & Z. Yumurtacı, Hidroelektrik Santral Projelerinde Çevresel Akış Miktarının ve Çevresel Etkinin Değerlendirilmesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Makina Fakültesi, Makina Mühendisliği Bölümü. [2] TC Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Faaliyet Raporu, 2014. [3] E. Koç & M.C. Şenel, Dünyada ve Türkiye’de Enerji Durumu, Genel Değerlendirme, Mühendis ve Makina, cilt 54, sayı 639, ss: 32-44, 2013. [4]I. Avcı. Sınır Tanımayan Özelleştirme Uygulamalarında Öne Çıkan HES’ler ve Kaybolan Kamu Yararı İlkesi, Mühendislikte Mimarlıkta Planlamada-Ölçü, Aralık, 2010. [5] O. Edenhofer, R.P. Madruga, Y.Sokona, K.Seyboth, P.Matschoss, S. Kadner, T. Zwickel, C. von Stechow, P. Eickemeier, G. Hansen, S. Schlömer, RenewableEnergy Sources and Climate Change Mitigation, Special Report of theIntergovernmental Panel on Climate Change, Cambridge UniversityPress, 2012. [6] O. Doğan, Nehir Tipi Hidro Elektrik Santrallerinin Çevresel Etkileri. Doğal AlabalıkÇalıştayı. Trabzon, ss:128-134, 2009. [7]Environmental Impacts of Hydroelectric Power, Union of Concerned Sciiencists, Sciencefor a healthy planet and safer World. http://www.ucsusa.org/clean_energy/our-energy-choices/renewable-energy/environmental-impacts-hydroelectric-power.html#.Vhp6rngdLFI Son bakıldığı tarih: 08/10/2015 [8]10 Soruda Hidroelektrik Santrallar, World WideFund (WWF), 2013. [9]TC Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Faaliyet Raporu, 2012. Atatürk Barajı’ndan Harran Ovası’na sulama için gelen kanallardan biri; bölgenin en büyük Halaf yerleşmelerinden Kazane Höyüğü’nü yarıp geçtiği yer. Barajlar ve Arkeoloji Prof. Dr. Mehmet Özdoğan İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Çağdaş yatırımların kültür varlıklarını yok etmeden gerçekleşmesi için her şeyden önce ülkemizin kültür envanterinin hızla gerçekleşmesi ve Valetta Sözleşmesinin gereği olan planlama, izleme ve koruma kavramlarının yasalarımıza gereği gibi girmesi gerekmektedir. Sahip olmakla övündüğümüz kültür varlıklarının gereği olan sorumluluğumuzu ancak bu şekilde yerine getirebiliriz… Giriş: Bir Durum Saptaması İ nsanlığın 2 milyon yıla yaklaşan sürecinin, son 40 bin yılında insanlar dünyanın her yerine yayılmış, her yerde iz bırakmıştır. Dolayısıyla Sibirya’dan Afrika çöllerine Okyanusya Adaları'ndan Güney Amerika’ya kadar her yerde arkeolojik kalıntılar bulunmakta ve bu izler her yıl on binlerce kazıyla açığa çıkartılmaktadır. Her ne kadar bu şekilde dünyanın farklı yerlerinde yeni ve şaşırtıcı bilgiler ortaya çıkmaktaysa da, ülkemiz topraklarının dünya kültür tarihi açısından ayrıcalıklı bir yeri vardır. Diğer bölgelerden farklı olarak uygarlık tarihinin en önemli basamaklarının bazıları ve özellikle günümüz uygarlığının temelleri bu topraklarda atılmıştır. Dolayısıyla Türkiye’deki arkeolojik kazılarla ortaya çıkan bilgi yalnızca bu toprakların geçmişini öğrenmemiz açısından değil, tüm uygarlık tarihi açısından kritik bir öneme sahiptir. 1968 Keban baraj alanında kurtarma kazıları başlayıncaya kadar ülkemizin kültür tarihi erken dönemleri ile ilgili bilgilerimiz, ağırlıklı olarak Erken Cumhuriyet döneminde kazılan Alacahöyük, Alişar, Troya gibi az sayıdaki yerleşimden ve uygarlık tarihinin çok küçük bir dilimini temsil eden anıtsal yapı kalıntıları ile öne çıkan büyük ören yerlerinden sağlanan verilerle sınırlı kalmıştır. 1950’li yıllardan itibaren Türk arkeolojisi belirgin bir durgunluk dönemine girmiştir; oysa o yıllar bir bilim alanı olarak arkeolojinin dünyada devrim niteliğinde değişiklik geçirdiği, yeni yöntem, kavram ve bakış açılarının geliştiği, arkeometri, koruma, kurtarma, kültürel miras yönetimi gibi kavramların ortaya çıktığı bir dönemdir.Türkiye’de arkeolojik araştırmaların sınırlı kaldığı bu dönemde kazılan Çayönü, Çatalhöyük, Can Hasan, Hacılar ve Yumuktepe gibi önemli buluntu yerleri “tekil” olarak kaldıklarından ülkemiz topraklarının uygarlık tarihi içindeki yerinin algılanmasını sağlayamamışlardır. Bu süreçte ülkemizi çevreleyen diğer ülkelerde arkeolojik kazılara büyük bir önem verilmiş, kazıların sayısı hızla artmış, itü vakfı dergisi 43 SU DOSYASI Baraj projeleri ve kurtarma kazılarının 2005 yılı itibariyle durumu. ortaya çıkan bilgi Anadolu ve Trakya’yı bir anlamda Balkan-Ege-Yakındoğu kültür tarihinde “ikincil” konumuna düşürmüştür. Bu durum Keban kurtarma kazılarının getirdiği ivme ve heyecanla değişmeye başlamış ve son yıllarda Türkiye’nin hemen hemen her yerinde yapılan kazıların sayısı hızla artış göstermiştir. Ancak yine de yapılan çalışmaların yeterli sayıda olduğunu söyleyecek durumda değiliz; birçok bölgemizin geçmişi ile ilgili hiçbir bilgimiz yoktur. Halen ülkemizin tarih öncesi ve ön tarih çağlarında yaşadığı süreci anlayabilmek için çevremizdeki ülkelerde ortaya çıkan sonuçlara bakmak durumundayız. Başka bir açıdan baktığımızda, çevremizdeki ülkelerden gelen bilgi, bu topraklara insanların ilk olarak 1.800.000 yıl civarında geldiğini ve günümüze kadar sürekli olarak yaşandığını göstermektedir (Bounni, 1979). Sorun, bu sürecin ne kadarını ülkemizdeki verilerle görebildiğimizdir. Çağdaşlaşma ve Geçmişi Koruma İkilemi Ülkemiz hızlı bir gelişim süreci içindedir; hemen her yerde çağın gereği olan yapılaşma, küçük yada büyük ölçekli yol, baraj gibi bayındırlık hizmetleri, bunların gerektirdiği taş ve maden ocakları her yeri kaplamakta, ülkenin her yerinde toprağa müdahale edilmektedir. Ülkemizin taraf olduğu Malta-Valetta Sözleşmesi’nin bağlayıcı hükmü, toprağa yapılacak her türlü müdahalenin kültür varlıklarını göz ardı etmeden gerçekleştirilmesi şeklindedir. Valetta Sözleşmesi, çağın gereği olan yatırımlarla kültür varlıklarını “ya koruma ya yatırım” karşıtlığından çıkartarak bütüncül ve birbirini 44 itü vakfı dergisi tamamlayan bir anlayışı esas almaktadır. Bu hüküm aynı zamanda toprağa müdahalenin gerçekleşeceği alanlardaki her türlü kültür varlığının planlamaya dahil edilmesi, saptanması, belgelenmesi ve gereğinde kurtarma kazıları ile geçmişten günümüze kadar gelebilen bilginin yok edilmeden gelecek kuşaklara aktarımı anlamındadır. Bu nedenle Valetta Sözleşmesi’ni kabul eden ülkelerde yeni saptanan kültür varlıklarının sayısı 10 binleri bulmakta, binlerce arkeolojik yerleşmede kurtarma kazıları yapılmaktadır. Örnek vermek gerekirse, her yıl Japonya’da binlerce kurtarma kazısı yapılmakta, 1996 yılında ise bu sayı 11.000’i bulmuştur (Habu ve Fawceet, 1999). İsrail gibi küçük bir ülkede bile bu sayı binin altına düşmemektedir (Greenberg ve Keinan, 2009). Bu açıdan yapılaşmanın hızlı bir ivme kazandığı ülkemize baktığımızda 2014 yılında yapılan kurtarma kazılarının sayısının 203’te kalmış olması üzücü olmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Yukarıda kısaca değindiğimiz gibi ülkemiz toprakları uygarlık tarihinin en önemli basamaklarının gerçekleştiği bölgelerden biridir. Kentlerin ve sanayi tesislerinin hızlı yayılımı; yollar, boru hatları, taş ve maden ocakları, limanlar ve havaalanları bir kenara bırakılsa da, halen yapımı sürmekte olan baraj ve baraj gölü sayısı gerçekleşen kurtarma kazılarının sayısından çok daha fazladır (Özdoğan, 2000a). Arkeolojik Dolgular – Uygarlık Tarihinin Ölü Arşivleri Tapınak, saray gibi görkemli anıt yapıların bulunduğu ören yerleri, insanlığın uzun geçmişinin çok kısa bir süresini temsil eder. Geçmişin bilgilerinin saklandığı esas arkeolojik dolgular topografyada kolay seçilemeyen “höyük ya da düz yerleşme” şeklindedir. Bunlar eski kültürlerden günümüze kadar gelen bilgilerin birikiminden oluşan ölü arşivlerdir. Alışık olmayan bir göz için höyük doğal bir tepedir; bilim insanları müdahale ettiğinde, arkeolojik kazılar yapıldığında bu ölü arşivdeki veriler “kullanılabilir Keban Barajı altında kalan Pertek Camisi ve taşımak için sökülmüş hali. Ilısu Barajı altında kalan Hasankeyf, kale ve Artuklu köprüsünün ayakları. Ülkemizin taraf olduğu MaltaValetta Sözleşmesi’nin bağlayıcı hükmü, toprağa yapılacak her türlü müdahalenin kültür varlıklarını göz ardı etmeden gerçekleştirilmesi şeklindedir. Valetta Sözleşmesi, çağın gereği olan yatırımlarla kültür varlıklarını “ya koruma ya yatırım” karşıtlığından çıkartarak, bütüncül ve birbirini tamamlayan bir anlayışı esas almaktadır. bilgi”ye dönüşür, insanlığın ortak hafızasına katkıda bulunur. Bunlar belgelenmeden yok edilen bir höyük, kopyası olmayan bir kitaplığın yakılarak yok edilmesi ile aynı anlamı taşır. Bu geri dönüşü olmayan bir tahribattır, bilginin yok edildiği kesindir ancak neyin yok edildiği kesin değildir. Arkeolojik belgeme ve kurtarma kazıları yapılmadan gerçekleşen barajlar gibi bayındırlık hizmetlerine bu açıdan bakmak gerekmektedir (Özdoğan, 2000b). Ülkemizde Baraj Arkeolojisinin Durumu 1967 yılında Kemal Kurdaş ve Halet Çambel’in öngörüsüyle kurulan Keban Baraj Gölü Kurtarma Projesi, kısa adıyla “Keban Projesi”, Türk arkeoloji tarihinde bir devrim yaratmış, proje kapsamında gerçekleşen kazılarla bilginin ötesinde Türk arkeolojisine çağdaş arkeolojik yöntemlerin ve kültüre bütüncül bir bakış açısının girmesini sağlamıştır (Özdoğan, 2013), (Stoop vd., 1967). Erken Cumhuriyet döneminde yeni başkent olarak Ankara’nın yapılaşması bağlamında gerçekleştirilen kurtarma kazıları bir yana bırakılırsa, Keban Projesi’ne kadar ülkemizde bu bağlamda ciddi bir çalışma yapıldığını söylemek olanaklı değildir (Morçöl, 2007). Hirfanlı, Seyhan, Sarıyar gibi barajlar değil kurtarma kazısı, hemen hemen hiçbir belgeleme yapılmadan gerçekleşmiş; Seyhan Baraj alanındaki ünlü Augusta Antik kenti, barajın su toplamasından on gün önce gündeme gelerek yüzeydeki bazı eserler müzeye taşınabilmiştir (Akok, 1960). Ülkemizin engebeli bir coğrafi yapısı vardır; bu topografya içinde yerleşmeye uygun yerler akarsu boyundaki vadilerdir. Bunlar aynı zamanda baraj ve göletlerin yapımına en uygun olan yerlerdir. Bu durum ister istemez yatırım-koruma ve bilginin kurtarılması karşıtlığını beraberinde getirmektedir. Eğer bir barajın yapımı, su- lama, taşkın önleme ve enerji üretimi açısından zorunlu ise aynı zorunluluğun kültür varlıklarının kurtarılması için de gerekli olduğunun göz ardı edilmemesi gerekir. Buna karşın ileri sürülen bir söylem, arkeolojik dolguların baraj sularının altında korunacağı ve ileriki dönemlerde baraj gölleri alüvyon ile dolup işlevini yitirdikten sonra yeni gelişen teknolojilerle kazılabileceği, dolayısıyla bilginin yok olmayacağı şeklindedir. Dünya Baraj Komitesi’nin baraj altında kalan arkeolojik yerlerde yaptığı çalışmalar durumun böyle olmadığını, sürekli inip çıkan baraj gölü seviyesinin yarattığı hareketler ve dalga etkisinin çok kısa zamanda arkeolojik dolguları tahrip ettiği, dip akıntılarının ve özellikle diğer oluşumlara göre daha yumuşak olan arkeolojik dolgularında balıkların yuvalandığı, dolayısıyla hiçbir şekilde korunmadığı şeklindedir. Bu nedenle Misissippi Barajı gibi çok sayıda arkeolojik yerleşimin suyun altında kaldığı baraj gölleri çevresinde sürekli olaraktan “izleme (watch)” uygulanmakta; dalgayla gelen eski eserler toplanmaktadır. 2002 yılında Keban Barajı su tutmasından yaklaşık 25 yıl sonra o yılki kuraklık nedeniyle göl seviyesi 30-40 m düştüğünde yaptığımız gezideki gözlemlerimiz de bu durumu itü vakfı dergisi 45 SU DOSYASI Adana- Osmaniye’de Ceyhan baraj gölü altında kalan Haçlı Kontluğu’na ait Kumkale...Kalenin içi tümüyle kazılmış ancak kale taşınamadan suyun altında kalmıştır. Kale ülkemizde Haçlı Kontlukları’nın en özgün yapılarından biriydi. desteklemektedir. Mimarisi kerpiç olan höyükler hemen hemen tümüyle aşınmış ve hatta daha önceden yapılan yüzey araştırmalarında varlığı bilinmeyen Neolitik Dönem katmanları açığa çıkmış durumdaydı. Suyun altında kalan höyüklerin yerlerini bilen balıkçılar sık aralıklarla buralara ağ attıklarını ve çok sayıda eser topladıklarını ve düzenli aralıklarla antikacıların bu eserleri almak üzere bölgeye geldiklerini belirtmişlerdir. Dolayısıyla baraj göllerinin arkeolojik dolguları koruduğu söyleminin kendimizi aldatmanın dışında bir anlamı yoktur. Bir diğer görüş de kurtarma kazıları için ayrılan ödeneğin barajın maliyetini önemli ölçüde arttırdığı şeklindedir. Türkiye’nin yaptığı en başarılı ve kapsamlı kurtarma kazısı olan Keban Projesinde 7 yıl boyunca devletin kurtarma kazıları için ayırdığı ödeneğin, barajın açılış töreninde yapılan harcamadan daha az olduğu bu bağlamda unutulmamalıdır. 2000’li yıllarda Karkamış Baraj Gölü alanında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı’nın kazılara kalabalık bir heyetle gezmek için yaptığı bilgilenme gezilerinin gideri bile o yılki bir kazının bütçesinden daha fazladır. Tüm bu olumsuzluklara karşın GAP Projesi kapsamında Fırat ve Dicle üzerinde yapılan baraj alanı kurtarma kazıları, bölgenin kültür tarihi açısından çok önemli sonuçlar vermiştir. Bugün ülkemizin Paleolitik Çağ’dan günümüze kadar geçirdiği tüm kültürel süreci kesintisiz olarak izleyebildi- 46 itü vakfı dergisi ğimiz yegane yerin Fırat ve Dicle üzerindeki baraj göl alanları olduğunu söyleyebiliriz (Özdoğan, 2010). Bu da bize barajların eski toplumların en yoğun yaşama alanı olan nehir boylarını yok ederken bir yandan da kültür tarihini anlayabilmemiz, öğrenmemiz için eşsiz bir olanak sağladığını göstermektedir. Önemli olan bu olanağın doğru olarak kullanılmasıdır. Keban Baraj Gölü’nün ancak %65’inin arkeolojik taraması yapılmıştır. Suyun altında kalacak 63 arkeolojik yerleşim yeri, iki Orta Çağ camisi ve bir Roma dönemi köprüsü saptanmıştır (Özdoğan, 2006). Bunlardan yalnızca bir höyük, Pulur Höyüğü tümüyle kazılmış, 10 höyüğün yaklaşık 10-15%, 8 höyüğün çok küçük bir alanı kazılarak belgelenebilmiş, iki cami ve Roma köprüsü baraj göl alanı dışına taşınarak kurtarılabilmiştir. Keban’ı izleyen Karakaya ve Atatürk baraj göl alanlarında saptanan arkeolojik yerlerin sayısı 580’dir (Özdoğan, 1977). Bunların yanı sıra çok önemli bir Asur Kaya yazıtı, bir Ortaçağ kalesi, Roma dönemine ait su yolları, köprüler ve birçok anıtsal nitelikte sivil mimari örnekleri ile tarihi mezarlıkların varlığı belirlenmiştir. Anıt yapıların hiçbiri su alanı dışına taşınamamış, yalnızca 38 arkeolojik yerleşmede arkeolojik kazı yapılabilmiştir. Suyun altında kalan arkeolojik yerleşmelerin en önemlisi kuşkusuz Samsat’tır. 52 m yüksekliğindeki höyüğün kilometrelerce geniş bir alana yayılan aşağı şehri ile Samsat, Mezopotam- ya’nın en önemli merkezlerinden biriydi. Yüzey bulguları Uruk-Sümer dönemine ait Suriye’deki Ebla Höyüğü’nde olduğu gibi burada da yazılı belgelerin bulunabileceğini işaret etmekteydi. Kazı çalışmaları Demir Çağı'na, Samsat Höyüğü’nün Kommagene Krallığı’nın başkenti olduğu tabakalarına kadar inebilmiş, daha eski dönemlere ise ancak küçük sondajlar ile bakılabilmişti. Bu da bize baraj alanlarındaki kurtarma kazılarının “zamana” gerek duyduğu, kazı çalışmalarının baraj gövdesi inşaatından önce, barajın yapılma kararı alındıktan hemen sonra başlaması gerektiğini açık bir şekilde göstermektedir. Aynı zamanda kurtarma kazılarının üniversitelerin yaz tatili ayları ile sınırlı kalmayıp, diğer ülkelerde olduğu gibi tüm yıl boyunca sürmesi gerektiği de tartışılmaz bir durumdur. Halen Fırat üzerinde yapılmakta olan Ilısu Barajı göl alanın- 1967 yılında Kemal Kurdaş ve Halet Çambel’in öngörüsüyle kurulan Keban Baraj Gölü Kurtarma Projesi, kısa adıyla “Keban Projesi”, Türk arkeoloji tarihinde bir devrim yaratmış, proje kapsamında gerçekleşen kazılarla bilginin ötesinde, Türk arkeolojisine çağdaş arkeolojik yöntemlerin ve kültüre bütüncül bir bakış açısının girmesini sağlamıştır. Hirfanlı, Seyhan, Sarıyar gibi barajlar, değil kurtarma kazısı, hemen hemen hiçbir belgeleme yapılmadan gerçekleşmiş; Seyhan Baraj alanındaki ünlü Augusta Antik kenti, barajın su toplamasından on gün önce gündeme gelerek yüzeydeki bazı eserler müzeye taşınabilmiştir. Elazığ-Malatya Bölgesi’nde Hititlerin komşusu İsuwa Krallığı’nın başkenti Korucutepe Höyüğü. 1976 yılında Keban baraj gölü yükselirken arkeologların kayıkla sürdürmeye çalıştığı kurtarma kazıları sırasında. da ODTÜ TAÇDAM Projesinin 2000 yılında başlatmış olduğu kurtarma kazıları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yönetiminde oldukça başarılı bir uygulama olarak sürmektedir. Ancak bu başarılı durumun ülkemizde yapımı süren ya da planlama aşamasında olan diğer baraj projeleri için de geçerli olduğunu maalesef söyleyecek durumda değiliz. Tahribatın Görülmeyen Yüzü: Arazi Islah Çalışmaları Barajlar bağlamında göz ardı edilen bir husus da, sulama kanalları ve buna bağlı olarak gelişin “arazi ıslah” çalışmalarıdır. Barajın kültür varlıkları üzerindeki görünür etkisi akarsu boyundaki tanımlı bir ovayla sınırlıdır. Oysa baraj gölünden alınan su, kanallar ve borularla göl alanı dışında kalan geniş alüvyonlu ovaların sulanması için kullanılmaktadır. Akaçlama için gerekli olan kanalların yapımı, suyun en uygun şekilde kullanımı için arazinin belli bir eğime göre düzletilmesi ve mekanize tarım, sulama yapılan ovalarda kültür varlıklarının düzletilmesine yol açmaktadır. Bu, gözle görünmeyen, zaman içinde gelişen bir tahribattır. Bunun en çarpıcı örneği Harran Ovası’dır; hiçbir barajın gölü içinde kalmadığı halde Atatürk Barajı’ndan gelen su nedeniyle ovadaki kültür varlıkları hemen hemen tümüyle düzleştirilmiş, toprakları ve dolayısıyla Harran Ovası uygarlık tarihinden tümüyle silinmiş durumdadır. Sonuç - Bazı Çıkarsamalar Bu yazıyla en kapsamlı yatırım projeleri arasında yer alan barajlar ile kültür tarihi arasındaki ilişkiyi, ülkemizdeki durumu özetleyerek ele almaya çalıştık. Bu bağlamda, karşılaşılan sorun esas olarak kültür envanterimizin yokluğundan kaynaklanmaktadır. Yasalarımız “tescilli” sitleri, arkeolojik alan olarak tanımlamakta ve bayındırlık uygulamaları bağlamında yalnızca bunlar gündeme gelmektedir. Ülkemizdeki tescilli arkeolojik yerlerin sayısı 2015 yılı itibariyle 12.757’dir; buna karşılık yayınlara giren arkeolojik yerlerin sayısı yüzbinlercedir (Tekeli, 2000). Barajlar da dahil olmak üzere her türlü proje, planla- ma aşamasındayken Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan inşaat alanı içinde arkeolojik kalıntı olup olmadığı sorulmakta; tescilli bir yer olmadığı takdirde proje “uygulanabilir” olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar son yıllarda ÇED uygulaması zorunluluğu getirilmiş ise de ender birkaç örnek dışında bunun ciddi olarak yapıldığını söylemek olası değildir. Sorun, inşaat alanındaki bir arkeolojik kalıntının bazı kimselerin “duyarlılığı” ile iş işten geçtikten sonra çıkmakta ve yatırımın engellenmesi gibi bir çözümsüzlüğü beraberinde getirmektedir. Genellikle koruma ve çağdaşlaşma arasındaki karşıtlık bu duruma geldiğinde kaybeden kültür varlığı olmaktadır. Bu durumun en vahim örneklerinden biri Zeugma’da yaşanmıştır. Zeugma’nın varlığı 19.yy ortalarından beri bilinmekte; zaman zaman Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle araştırma ve kazılar da yapılmıştır. Zeugma’yı su altında bırakan Birecik Barajı, Keban ile birlikte daha 1966 yılında planlanmıştır. Zeugma’daki arkeolojik araştırmalar ise baraj kapsamı dışındaki alanlarda yoğunlaşmıştı. Zeugma tescilli değildi, bu nedenle ne DSİ ne de Kültür ve Turizm Bakanlığı açısından barajın ya- Atatürk baraj gölü içinde kalan Samsat Höyüğü; kazı alanı höyüğün üst kısmında görülmekte. Çevresinde surla çevrili Aşağı Şehir içindeki 52 m. yüksekliğindeki höyük. itü vakfı dergisi 47 SU DOSYASI İmamoğlu Höyüğü. Karakaya baraj gölü suları yükselirken. pılmasında hiçbir sakınca yoktu. Zeugma olayı, baraj inşaatın başlamasından çok kısa bir süre önce, bir gazetecinin ortaya çıkan mozaikleri görmesiyle gündeme yansımış ve bu aşamadan sonra kamuoyunda bir duyarlılık gelişmiştir (Özdoğan, 2000c). Oysa Zeugma mozaiklerinin Atatürk Barajı altında kalan Samsatlı ustalar tarafından yapıldığı bilinmektedir. Samsat’ın büyük bir kısmı gibi Roma yerleşimi de hemen hemen hiç belgelenmeden suyun altında kalmış; hiç kimse de buna üzülmemiştir. Benzer bir durum Allianoi’de yaşanmıştır. Bu bağlamda Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan Hasankeyf’in de yakın zamanlara kadar tescil edilmediği, dolayısıyla devlet açısından “yok” sayıldığını da belirtebiliriz (Ahunbay, 1998). Çağdaş yatırımların kültür varlıklarını yok etmeden gerçekleşmesi için her şeyden önce ülkemizin kültür envanterinin hızla gerçekleşmesi ve Atatürk Barajından Harran Ovası’na su getiren tünel. Valetta Sözleşmesinin gereği olan planlama, izleme ve koruma kavramlarının yasalarımıza gereği gibi girmesi gerekmektedir. Sahip olmakla övündüğümüz kültür varlıklarının gereği olan sorumluluğumuzu ancak bu şekilde yerine getirebiliriz. Kaynakça Ahunbay, Z., 1998, “DünyaKültürMirasıAçısındanHasankeyfveKurtarılmaOlasılıkları”, Mimarlık 290: 29-34. Akok, M.,1960, “Augusta ŞehirHarabeleri” V. TürkTarihKurumuKongresiIX/ 5: 173-182. Bounni, A., 1979, “Campaign and Exhibition from the Euphrates in Syria”, D.Freedman (yay.) Archaeological Reports from the Tabqa Dam Project-Euphrates Valley, Syria: 1-7. American Schools of Oriental Research, Cambridge. Greenberg, R., ve A. Keinan, 2009, Israeli Archaeological Activity in the West Bank 1967-2007. A Sourcebook. The West Bank and East Jerusalem Archaeological Database Project. Ostraccon, Jerusalem. Habu, J. ve C. Fawcett, 1999, “Jomon Archaeology and the Representation of Japanese Origins”, Antiquity 73.281: 587-593. Morçöl, Ç., 2007, “Cumhuriyetin İlk OtuzYılında, ArşivBelgelerinde, Ankara'daYapılanArkeolojikKazıÇalışmaları”, AnadoluMedeniyetleriMüzesi 2006 Yıllığı: 459-498. Özdoğan, M., 1977, Aşağı Fırat Havzası 1977 Yüzey Araştırmaları. ODTÜ Aşağı Fırat Projesi Yayınları Seri I, No 2, Ankara. Özdoğan, M., 2000a, “Cultural Heritage And Dam Projects in Turkey: An Overview”,http:// www.adb.org/water/topics/dams/pdf/culture.pdf Özdoğan, M., 2000b, “Türkiye’de Yok Olan Kültürler ve Baraj Gölleri: Sorunlar ve Öneriler”, GAP Bölgesinde Kültür Varlıklarının Korunması, Yaşatılması ve Tanıtılması Sempozyumu: 71-84. GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, GAP Yayınları Kültür Dizisi no. 3, Ankara. Özdoğan, M., 2000c, “Türkiye’de Baraj Projeleri ve Tarihsel Yerleşme Alanları”, E. Özden (yay.) Zeugma Yalnız Değil, Türkiye'deBarajlarveKültürelMiras: 86-97. Tarih Vakfı, İstanbul. Özdoğan, M., 2006, “Keban Projesi ve Türkiye'de Kurtarma Kazıları”, V. Tolun ve T. Takaoğlu (yay.) Sevim Buluç Anı Kitabı: 13-19. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Çanakkale. Özdoğan, M., 2010, “Barajların Yok Ederken Kazandırdıkları”, Aktüel Arkeoloji 17: 20-33. Özdoğan, M., 2013, “Keban Projesinden Arkeometri Ünitesi’ne Türk Arkeolojisinde Çağdaşlaşma Süreci” A.A Akyol ve K.Özdemir (yay.) Türkiye’de Arkeolojinin Ulu Çınarları Prof.Dr. Ay Melek Özer ve Prof.Dr. Şahinde Demirci’ye Armağan: 43-51. Homer Kitabevi, İstanbul. Stoop, P. vd., 1967, Doomed by the dam. TürkTarihKurumuBasımevi, Ankara. Tekeli, İ., 2000, “BüyükProjelerinGeliştirilmesindeveUygulanmasındaTarihBoyutu”, E. Özden (yay.) Zeugma YalnızDeğil, Türkiye'deBarajlarveKültürelMiras: 170-172. TarihVakfı, İstanbul. 48 itü vakfı dergisi Tarihi Su Yapıları Açısından Türkiye’nin Dünyadaki Önemi Prof. Dr. - Müh. Ünal Öziş Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir Birçok uygarlığın kesişme noktasında yer almış olan Anadolu'da, evrensel bir kültür mirası niteliğini taşıyan, son dört bin yılın hemen her döneminden kalan, bazıları günümüzde de işlevini sürdüren pek çok su yapısı, Türkiye'yi tarihi su yapıları açısından dünyanın en zengin ve ilgi çekici açıkhava müzelerinden biri kılmaktadır.. İ nsanlar suyun zararından korunmak ve/ veya sudan yararlanmak amacıyla binlerce yıldan beri çeşitli su yapıları inşa edegelmişlerdir. En eski su yapıları M.Ö. III. ve II. binyıllarda, özellikle akarsuların kontroluna ve sulamaya yönelik olarak, Nil, Fırat-Dicle, İndus, Huang-He havzalarında gerçekleştirilmiştir. Aradan geçen binlerce yıllık sürede, dünyanın çeşitli yörelerinde, birçoğunun yalnızca kalıntıları bulunan, bazıları işlevlerini günümüzde de sürdüren pek çok su yapısı, görgül esaslara göre inşa edilegelmiştir. Bu su yapıları arasında barajlar, kanallar, kargir mecralar, su kemerleri, tüneller, akarsuları tünel gibi örten yapılar, çeşitli türde borular, kent hazneleri, sarnıçlar gibi yapılar bulunmaktadır. Tarihi su yapıları açısından, özellikle Roma İmparatorluğu'nun ivmesiyle, Akdeniz'in çevresindeki ülkeler ön plana Van yöresinde, 56 km uzunluğunda Şamram kanalı (M.Ö. 800) (Foto: Ü. Öziş). çıkmıştır. Türkiye gibi bazı ülkeler daha sonra da bu alanda önemli su yapıları meydana getirmişlerdir. Birçok uygarlığın kesişme noktasında yer almış olan Anadolu'da, evrensel bir kültür mirası niteliğini taşıyan, son dört bin yılın hemen her döneminden kalan, bazıları günümüzde de işlevini sürdüren pek çok su yapısı, Türkiye'yi tarihi su yapıları açısından dünyanın en zengin ve ilgi çekici açıkhava müzelerinden biri kılmaktadır. Hitit ve Urartu Dönemleri Su Yapıları M.Ö.II. binyılın ortalarından, Orta Anadolu’da Hitit döneminden kalma; Uzunyayla’da Karakuyu, Beyşehir yakınında Eflatunpınar, Ilgın yakınında Köylütolu ve Yalburt, Boğazkale’de Güneykale, Çorum yakınında Gölpınar barajları; Konya Ereğlisi yakınında sulama kanalları; Boğazkale’de ilginç bir pınar derleme yapısı gibi su yapıları bulunmaktadır. 21.yüzyıl başında restore edilen Gölpınar barajı, günümüzde hizmet gören dünyanın en eski su yapılarından biri niteliğindedir. M.Ö.I. binyılın ilk yarısından, Doğu Anadolu’da Urartu döneminden kalma, Van yöresinde bazı göl ayaklarında ve çeşitli akarsular üstündeki barajlar; Şamram pınarlarının ve Balıklı Göl’ün sularını ileten kanallar, Van yakınındaki bazı kehrizler, sarnıçlar gibi su yapıları bulunmaktadır. M.Ö. 800’den beri, 56 km uzunluğundaki Şamram kanalı, pek az değişim ve onarımla, işlevini büyük ölçüde sürdüregelmiştir (Res.1). Urartu barajlarının birçoğundan günümüzde de yararlanılmaktadır. Helenistik Roma, Bizans Dönemleri Su Yapıları M.Ö.I. binyılın ikinci yarısı ile M.S. I. binyılın ilk yarısından, İstanbul, Ege ve Akdeniz bölgelerinde, Helenistik, Roma, erken Bizans dönemlerinden kalma su yapıları arasında, uzun mesafeden gelen suyolları özel önem taşımaktadır. M.S.4. yüzyılda, Istranca dağlarından İstanbul’a su ileten 242 km uzunluğundaki suyolu dünyada antik dönemin en uzun suyoludur. Foça suyolu da 100 km uzunluğuyla önem taşımaktadır. Bergama, İzmir, Efes, Perge, Hierapolis, Tralleis kentleri de, çoğunluğu M.S.1.2. yüzyıllarda inşa edilmiş, birden fazla önemli suyolundan beslenmiştir. Doğu Akdeniz’de Limonlu (Lamas) çayından, üç ayrı suyoluyla üç antik kente (Uzuncaburç, Olba, Ayaş) su iletilmiştir. Samsat, Side, Amasya, Alabanda, Magnesia, Tripolis, Metropolis, Patara ve daha birçok antik kent uzun suyollarıyla beslenmiştir. Bergama’nın Madradağ suyolundaki kurşun borulu ters sifon 190 m, İzmir’in Karapınar suyolundaki taş borulu ters sifon 155 m ile dünyada antik dönemin en büyük basınca dayanmış olan ters sifonlarıdır. Aspendos’un ters sifon yatağı su itü vakfı dergisi 49 SU DOSYASI kemerleri 1,7 km ile türünün en uzunlarından biridir. M.S.4.- 6. yüzyıllarda, kenar uzunlukları 150-250 m mertebesine ulaşan, dönemin en büyük açık ve kapalı sarnıçları inşa edilmiştir. Akarsuların üzerini tünel gibi örten yapıların en ilginç örnekleri Bergama’da, Nysa’da, Selçuk yakınında Acarlar’da olup, Bergama çayını örten ikiz yapı herbiri 9 m genişlik ve 7,5 m yükseklikle dünyada antik dönemin en büyüğüdür. Suyollarında yer alan çeşitli tünellerin ötesinde, Antakya yakınında Çevlik, Kalkan yakınında Bezirgan tünelleri çok ilginç olup, Çevlik tüneli 6-7 m mertebesindeki yükseklik ve genişliği ile o dönem dünyadaki en büyük kesitlerden birine sahip olmuştur (Res.2). Dünyada ilk su çarkının M.S.4. yüzyılda Cabeira’da (Niksar) inşa edilmiş olduğu ifade edilmektedir. Roma ve erken Bizans dönemlerinde, en yükseği 16 m olan, Çevlik, Örükaya, Çavdarhisar, Böget, Dara gibi bazı barajlar da inşa edilmiştir. Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri Su Yapıları M.S. 11. ila 13. yüzyıllarda, Orta ve Doğu Anadolu’da Selçuklu döneminde birçok baraj inşa edilmiş olmakla birlikte, harap oldukları, Altınapa ve Sille gibi çağdaş baraj haznelerinde kaldıkları ifade edilmektedir. Kökeninin Urartu’lara dayandığı söylenen, Van yakınındaki Faruk Bendi’nin esasında Selçuklu döneminde inşa edilmiş olması en kuvvetli olasılıktır. Konya’da Sahip Ata kanalı, ovanın güneyindeki bazı sulama kanalları, Şanlıurfa’nın bazı suyolları Selçuklu döneminden kalmadır. Çermik’te 12. yüzyılda inşa edilmiş olan taşköprünün, sol sahilde asimetrik konumdaki yan açıklığından geçip, bir su değirmenini besleyen kanal da en az aynı yaşta olmalıdır. Adını Cizre’den alan El Cezeri’nin hidromekanik aygıtlarla ilgili ünlü kitabının da 12.yüzyılda yazılmış olduğu unutulmamalıdır. M.S. 14. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına uzanan sürede, Osmanlı döneminde, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerinde önemli su yapıları inşa edilmiştir. Halkalı yöresi sularını İstanbul’a iletmek üzere, 1450’lerden 1750’lere değin, 50 itü vakfı dergisi Hatay yöresinde, 6.3 m genişliğinde, 5.8 m. yüksekliğinde Çevlik su tüneli girişi (M.S.2.Yüzyıl) (Foto: Ü.Öziş). toplam uzunluğu 500 km’yi bulan 16 suyolu inşa edilmiştir. Bunların en önemlisi Sinan’ın 1550’lerdeki Süleymaniye suyolu olup, 1920’lere kadar hizmet görmüştür. Edirne’ye su ileten, günümüzde de büyük bölümü çalışan, toplam 50 km uzunluğundaki Taşlımüsellim suyolu da Sinan’ın başka bir önemli yapısıdır. Osmanlı dönemi suyollarının en önde geleni, Sinan’ın 1560’larda inşa ettiği, günümüzde de büyük bölümü çalışan, toplam 55 km uzunluğundaki Kırkçeşme suyoludur. Bu suyolunun üstünden geçtiği üç düzine kadar su kemerinin en görkemlileri 35 m yüksekliğindeki Mağlova (Res.3) ve Eğri, 710 m uzunluğundaki Uzun, 32 m yüksekliğindeki Güzelce kemerleridir. Büyük mühendis ve mimar Sinan’ın bu üç suyolu, Roma döneminden sonra, 20. yüzyıla kadar dünyada inşa edilmiş en önemli su iletim yapılarındandır. İstanbul’da Kırkçeşme suyolunda, 35 m. yüksekliğinde Mağlova su kemeri (1564) (Foto: Ü.Öziş). İstanbul’un Üsküdar, Taksim, Kilyos gibi diğer suyolları, Şanlıurfa, Bursa, Çorum, İzmit su getirme sistemleri de ilginç başka örneklerdir. 1620 ila 1839 arasında, Kırkçeşme suyolu dört (Topuz, Büyük, Ayvat, Kirazlı), Taksim suyolu üç (Topuzlu, Valide, Yeni) kargir barajla takviye edilmiştir. Belgrat ormanlarındaki bu yedi baraj, dönemlerinin çok ilginç örneklerinden olup, günümüzde de işlevini sürdürmektedir. 19. yüzyılda İstanbul’da Şamlar ve Elmalı I, Karasu’da Maden barajları inşa edilmiş; İzmir körfezinin dolmaması için Gediz yatağı çevrilmiş; Malatya’da Sürgü sulamasına başlanmıştır. 20. yüzyıl başlarında, Türkiye’de ilk kez elektrik Tarsus’taki hidroelektrik santralda üretilmiş; Beyşehir bağlaması ve Çumra sulaması inşa edilmiştir. Sonuç Türkiye, dört bin yıllık tarihinin her döneminden kalan, bazıları yüzlerce, hatta binlerce yıldır işlevini sürdüren, baraj, kanal, kargir mecra, su kemeri, tünel, akarsuyu tünel gibi örten yapı, farklı türde boru, Akarsuların üzerini tünel gibi örten yapıların en ilginç örnekleri Bergama’da, Nysa’da, Selçuk yakınında Acarlar’da olup, Bergama çayını örten ikiz yapı her biri 9 m genişlik ve 7,5 m yükseklikle dünyada antik dönemin en büyüğüdür. kent haznesi, sarnıç gibi tarihi su yapıları bakımından, dünyanın en önde gelen açıkhava müzelerinden biri niteliğindedir. Kaynakça - (Başka kaynaklar için bu yayınların kaynakça listelerine bakılması önerilir) - ÖZİŞ, Ü. (1994): "Su mühendisliği tarihi açısından Türkiye'deki eski su yapıları". Ankara, Devlet Su İşleri. - ÖZİŞ, Ü. (1995): "Çağlar boyunca Anadolu'da su mühendisliği". İstanbul, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi. - ÖZİŞ, Ü. (1996): Historical water schemes in Turkey. "Water Resources Development", 3, 347-383. - ÖZİŞ, Ü. (1998): Wasserbauten im Laufe von 4000 Jahren in der Türkei. İstanbul, Renk Ajans, "In Memoriam - Prof.Dr. Kazım Çeçen Anma Kitabı - Gedenkschrift" (ed.: A. Terzioğlu; M. Bayazıt), 137-150. - ÖZİŞ, Ü.; ARISOY, Y.; ALKAN, A.; ÖZDEMİR, Y. (2007): "Brücken und Wasserbauten aus seldschukischer und osmanischer Zeit in der Türkei". Zürich, Spur. - ÖZİŞ, Ü.; BAYKAN, O.; ATALAY, A.; ARISOY, Y.; ALKAN, A.; ÖZDEMİR, Y. (2009): "Water bridging civilizations through four millenia in Turkey". Ankara, State Hydraulic Works – İstanbul, 5th World Water Forum . - ÖZİŞ, Ü.; BAYKAN, O.; ATALAY, A.; ARISOY, Y.; ALKAN, A.; ÖZDEMİR, Y. (2012): Water works of four millenia in Turkey. İstanbul, International Water Association, "3rd IWA Specialized conference on water and wastewater technologies in ancient civilizations", 164-171. - ÖZİŞ, Ü.; BAYKAN, O.; ATALAY, A.; ARISOY, Y.; ALKAN, A.; ÖZDEMİR, Y. (2014): Historische Wasserbauten in der Türkei. “Wasserwirtschaft”, 7/8, 83-86. - ÖZİŞ, Ü. (2015): Water works through four millenia in Turkey. İstanbul, European Water Resources Association, “9th World Congress, Proceedings”, Keynote Paper 4 & “Environmental Processes”, 2 (3), 559-573. itü vakfı dergisi 51 SU DOSYASI Tarihçe Ç Uzay Teknolojileri ve Yüzey Arkeolojisi Entegrasyonu ile Eski İstanbul’un Roma ve Bizans Su İkmal Hattının Araştırılması Prof. Dr. Derya Maktav İTÜ İnşaat Fakültesi Geomatik Mühendisliği Bölümü Vize’den İstanbul’a su taşıyan, eski Roma’nın en uzun su ikmal hattı ulusal ve uluslararası düzeyde çok önemli bir kültür varlığıdır. Bu çalışmada uzay teknolojileri ve yüzey arkeolojisi yöntemleri birlikte kullanılarak hat, diğer taşıyıcı hatlarla birlikte bir bütünlük içerisinde görselleştirilerek web tabanlı bir CBS ortamında ortaya konmuş ve hattın yaklaşık 450 km olduğu belirlenmiştir. Sistem bugüne kadar ormanlar tarafından korunmuştur, ancak son zamanlardaki yapılaşmalar sonucu yavaş yavaş yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı uydu görüntülerinden de saptanmıştır. Bu mühendislik harikası yapıtlar, Trakya’da çok geniş bir bölgede yer almaktadır ve buralarda gündeme gelebilecek her türlü inşaat ve yapılaşmada bu kültür varlığının zarar görmemesi için önlem alınmalıdır… 52 itü vakfı dergisi eşitli kaynaklara göre İstanbul’un kuruluş efsanelerinden en yaygın olanı, İstanbul’un (Byzantion), Yunanistan’daki Megara kentinden gelen göçmenler tarafından MÖ VII. yüzyılda kurulduğudur. Rodos’tan gelen Dorlar’ın istilalarından kaçan Megaralıların bir kolu MÖ 680’de bölgeye gelerek Khalkedon’a (Kadıköy, körler kenti) yerleşmiştir. MÖ 660’da ikinci bir Megara kolu, Byzas adlı başkanlarının önderliğinde bugünkü Sarayburnu civarına yerleşmiş ve buraya Byzantium adını vermiştir. Coğrafi konumu ve stratejik önemi nedeniyle kent sık sık istilalara uğramıştır. MÖ 74’de Roma İmparatorluğu’na bağlanmış ve 330’da Roma imparatoru 1. Konstantin (Büyük Konstantin) tarafından Roma İmparatorluğu’nun başkenti ilan edilmiştir. 395’de imparatorluk Doğu (Bizans) ve Batı olarak ayrılana kadar başkent olarak kalmıştır. Kent daha sonra gene birçok istilalara uğramış ve Batı 476’da yıkılmış Doğu ise 1453’de Türklerin eline geçmiştir. Her ne kadar günümüzde Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntılar mevcut ise de çoğu kaybolmuş veya günümüzdeki İstanbul’un toprakları altında kalmıştır. Örneğin Ortaçağ’a ait günümüze kadar gelebilmiş en önemli Bizans anıt eserlerinden biri İstanbul Saraçhane’deki Bozdoğan (Valens) Kemeri’dir. 378 yılında yapımı tamamlanan bu kemer, aslında çok daha büyük bir hidrolik sistemin bileşenlerinden sadece bir tanesidir. Ayrıca, Trakya’daki doğal su kaynaklarından kente su sağlayan büyük ve kompleks bir sistemin en belirgin elemanı olup bir mühendislik harikasıdır. Bu sistem eski Roma’ya ait bilinen en uzun su ikmal hattı olarak tarihin en büyük hidrolik mühendisliği yapıtlarından biridir. Su Hattının Konumu Bu su ikmal hattı, Trakya’da Kırklareli’nin Vize ilçesinin batısında, Soğucak ve Değirmendere mevkiinden başlamaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 240 m civarında olan bu bölgede bol miktarda su kaynakları bulunmaktadır. Burada görülen ilk galeri izleri Vize ilçesi yönüne doğru devam etmekte, daha sonra Çakıllı, Ayvacık, Kavacık, Saray, Binkılıç, Aydınlar, Karamandere, Çiftlikköy, Kalfaköy, Dağyenice, Tayakadın ve Arnavutköy yerleşimleri civarından geçen su hattı Alibeyköy yakınlarına kadar izlenebilmektedir. Su ikmal hattının topoğrafik eğimi başlangıçtan itibaren 0.0006-0.0007'dir. Projenin Başlangıcı 1990'lı yıllarda İTÜ Hidrolik Anabilim Dalı öğretim üyesi merhum Prof. Dr. Kazım Çeçen hocamız, arkeolog Celal Kolay ile birlikte bölgede yoğun araştırmalar yapmış ve 242 km uzunluğundaki bu su ikmal sisteminin bölgedeki varlığını ortaya koymuştur. Ayrıca daha eskiye dayanan, Dirimtekin’in de konuyla ilgili çalışmaları bulunmaktadır. Daha sonra, arkeolog Prof. Dr. James Crow, bu bölgede bu hattın daha net bir biçimde belirlenebilmesi ve sistemin daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla yaklaşık 15 yıl arkeolojik çalışmalar yapmış, Çatalca’nın Danamandıra yöresinden başlayan ve ilk bulunan isale hattına paralel bir yol izleyen ikinci bir hattın varlığını saptamış, böylece toplam uzunluğu yaklaşık 350 km’yi bulan iki ikmal hattı olduğu anlaşılmıştır. Kendisiyle 2006’da biraraya gelerek uzaktan algılama ve CBS yöntemlerinin yüzey arkeolojisi yöntemleriyle entegre edilerek daha bilimsel araştırmalar yapılabileceğine ve daha net ve güncel sonuçlar elde edebileceğimize karar verdik ve birlikte TÜBİTAK’ın desteklediği çok disiplinli bir araştırma projesine başladık. Bu teknik proje her ne kadar 2010’da tamamlandı ise de, ben bu projenin ancak geniş kapsamlı bir yönetim planı oluşturulması halinde anlam kazanacağını ve böylece ulusal ve uluslararası platformlarda çok önemli yaygın etkisi olacağını düşünüyorum. Ancak ne yazık ki bu konuda girişimlerimiz şu ana kadar sonuçsuz kaldı, şimdi ilgili kurumlar konunun önemini biraz anladılar gibi, temaslarımız sürüyor. Projenin Konusu Hakkında Teknik Bilgi Bu projede, Trakya’da Kırklareli’nin Vize ilçesinden başlayıp İstanbul’a kadar uzanan, Romalılar zamanında inşasına başlanan mühendislik harikası bir su ikmal hattı araştırılmaktadır. Sistem, herhangi bir pompalama sistemi olmaksızın, sadece arazi eğimi esas alınarak oluşturulmuştur. Bu hattın uzunluğu, her ne kadar daha önce yapılan çalışmalarda yaklaşık 250 km olarak ifade ediliyorsa da, uzay teknolojilerinden de (GPS, uzaktan algılama uydu verileri ve yöntemleri, vb.) yararlanılarak yapılan çalışmamızda, hattın, diğer taşıyıcı hatlarla birlikte yaklaşık 450 km’yi bulduğu anlaşılmıştır ki, bu da yeni ve önemli bir sonuçtur. Bu çalışmada, öncelikle, hattın bulunduğu Trakya’daki geniş bölgenin farklı zamanlara ait IKONOS, QUICKBIRD gibi yüksek mekânsal çözünürlüklü uydu görüntülerinden yararlandık. Ayrıca bölgedeki arazi örtüsü, arazi kullanımı analizi amacıyla farklı spektral özellik- lerden de yararlanabilmek için LANDSAT VE SPOT verilerini de kullandık. Daha sonra, bu uydu görüntüleri üzerine, arazide belirleyebildiğimiz galeriler, kanallar ve su kemerleri gibi yapılara ait ölçtüğümüz GPS koordinatlarını, daha önceki yıllarda ölçülmüş olanları da bizimkilerle entegre ederek dijital olarak işledik ve böylece sistemi bir bütün olarak oluşturduk. Ayrıca hattın geçtiği bölgede ve etki çevresinde arazi örtüsü, arazi kullanımı sınıflandırması da yaptık. Çünkü su hattı geçiyor, ama nereden ve nasıl geçiyor? Çevresinde bugün ne tür yapılar var? Hat için riskler nelerdir (tarım alanı olabilir, yol olabilir, ormanlık alan olabilir, yerleşim alanı olabilir, inşaat alanı veya madencilik alanları olabilir, vb.)? Bu amaçla dijital görüntü işleme tekniklerinden kontrollü ve kontrolsüz sınıflandırma tekniklerini kullandık. Buna ek olarak, farklı tarihli uydu verileri kullanarak hattı içeren bölgedeki arazi örtüsü ve arazi kullanımının zaman içinde nasıl değiştiğini (change detection) analiz edebildik. itü vakfı dergisi 53 SU DOSYASI ni oluşturduğumuzda, bölgenin hat ile birlikte görselleştirilmesi sağlanmış oldu. Böylece, çalışmamızda geomatik mühendisliğinde yer alan güncel teknolojilerin yüzey arkeolojisine başarıyla uygulanması sağlanmış oldu. Su Hattının Fiziksel Özellikleri Geniş bölgede uydu görüntüleri yardımıyla bölge topoğrafyasına bakıldığında, sistemin topoğrafya ile uyumlu olduğu görülmektedir. Hat, bir vadiye ulaştığında, ya eğime göre tepelerin etrafından dolaşmakta, ya da bir su kemeri ile karşıya bağlanmaktadır. Sistemi ya topoğrafyaya çok iyi uyduracak şekilde inşa edeceksiniz, ya da 450 km boyunca belirli eğimleri koruyacaksınız. Çok uzun bir hat söz konusu… Yol inşaatı olsa yokuş aşağı veya yokuş yukarı belli eğimlerde götürebilirsiniz, ama pompalama sisteminin olmadığı bir yerde suyu yukarı doğru çıkaramazsınız. Bu nedenle sistem çok sayıda galerilerden, açık kanallardan ve kemerlerden oluşuyor. Çok farklı yapılar var, kimisi toprak altında kalmış, kimisi kısmen yıkılmış, kimisi korunmuş. Saraçhane’deki 1 km uzunluğundaki ve iki kattan oluşan Valens su kemeri işte bu sistemin bir bileşeni. Tünel şeklinde galeriler var, içinde rahatça elinizi kolunuzu sallayarak yürüyebilirsiniz. Bu yapıların bir kısmını ve bulundukları hatları uydu görüntülerinden belirledik, toprak altındaki bazı elemanları da gene uydu görüntülerinden bitki örtüsü analizleri ile belirledik ve gerektiğinde de yersel çalışmalarla doğrulama çalışmaları yaptık. Bizim projeye başladığımız dönemden önceki dönemlere ait arşiv uydu görüntülerini (onları da sınıflandırarak), yani 15-20 sene öncesinin uydu görüntülerini 2009-2010 yıllarına ait sınıflandırılmış uydu görüntüleri ile dijital ortamda karşılaştırdığımızda, yani değişim analizi yaptığımızda, hattın geçtiği bölgelerdeki arazi örtüsü arazi kullanımı değişimlerini net bir biçimde belirledik. Örneğin sık bitki örtüsüyle kaplı bir bölge var ve oradan bu su hattı geçiyor; gördük ki yaklaşık on yıl içinde bu bölge kömür yatağına dönüşmüş, hattın etrafı da kömür işletmeleriyle çevrilmiş. Oradaki antik yapı zarar görmüş demek az... Tamamen yok olmuş. Daha önceki çalışmalarda bölgeyi çıplak gözle de görmüş olan ekip arkadaşlarımız, değişimi hayretle ve üzülerek gördü. Çok kısa sürede gerçekleşen olumsuz yapısal değişimler söz konusu, bu nedenle bir an önce su 54 itü vakfı dergisi hattının tam olarak ortaya çıkarılması ve çevrede gerekli önlemlerin alınması gerekiyor ki, bu değerli kültür mirasımız korunabilsin. Ayrıca el GPS’leri ile de ölçümler yaptık, 3D-CBS ve web tabanlı CBS hazırladık. Bilinen ve yeni bulduğumuz yapıtların dijital kamera ile yüksek çözünürlüklü görüntülerini aldık ve bunları da CBS içine aktardık. Uydu görüntüsündeki hat üzerinde GPS ile belirlediğimiz herhangi bir noktaya tıkladığımızda bu noktaya girilen tüm bilgilerin (örn. arkeolojik bilgiler, haritalar, ortofotolar, GPS değerleri, metinler, vb.) ve yapıların dijital fotoğraflarının ekranda görselleştirilmesi sağlandı. Dijital arazi modelinin oluşturulmasında 1:25000 ölçekli dijital HGK topoğrafik haritalarından ve SRTM uydu verilerinden yararlandık. Ölçtüğümüz tüm verileri bir CBS kapsamında çok disiplinli bir anlayışla analiz ettik. Daha sonra dijital arazi modelleri- İlginç Olaylar Ben İstanbul’luyum ve Çatalca’ya da piknik amaçlı birçok kez gitmiştim. Ancak, Çatalca bölgesinin bu kadar sık ormanlarla kaplı olduğunu doğrusu bilmiyordum. Nitekim araçlarımız defalarca çamura saplandı ve bir kaç kez de ormanda kaybolma tehlikesi geçirdik. Yöreyi iyi bilen lokal rehberlerimiz olmasa ve bize baltalarla yol açmasalar ormanda ilerlememiz pek mümkün olamazdı. İşte bu noktada uydu verileri ve uzaktan algılama yöntemlerinin kullanımının ne kadar önemli ve yararlı olduğu da açık ve net bir biçimde ortaya çıkıyor. Arazi çalışmalarımız sırasında keneler tarafından da ısırıldık. Özellikle Kırım Kongo zehirli kenelerinin medyada sık sık yer aldığı dönemlere denk geldiği için oldukça sıkıntılı günler geçirdik. Bir de defineciler konusu var… Bunlar kültür miraslarımız için büyük tehlike. Onlarla da birkaç kez karşılaştık, balık tutmaya gittiklerini (!) söylediler. Maalesef bu konuda önlemlerin yeterli olmadığını düşünü- yorum. Bu da apayrı, üstünde düşünülmesi gereken önemli bir konu. dieval Constantinople/Istanbul, Swedish Research Institute in Istanbul, Urban Mind Workshop, Istanbul, Turkey, 2-6 November 2008 (invited seminar). Proje Ekibi Projede aktif olarak çalışan çok disiplinli bir ekip oluşturuldu. Yüzey arkeolojisi çalışmalarını Edinburgh Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. James Crow ve İTÜ’den, aynı zamanda 1990’lı yıllarda Prof. Dr. Kazım Çeçen ile birlikte çalışan arkeolog Celal Kolay birlikte yürüttü. Uzaktan algılama ve CBS çalışmalarının yürütücülüğünü Prof. Dr. Derya Maktav yaptı; hidrolik çalışmalarını Hidrolik Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Beyhan Yeğen ve Prof.Dr. Bihrat Önöz birlikte yürüttü. Ayrıca İTÜ Makine Fakültesi’nden Prof. Dr Haluk Karadoğan ve Doç. Dr. Murat Çakan görev yaptı. Projede 6 bursiyer öğrenci çalıştı. 4. Maktav,D., Remote sensing and GIS on the Water Supply of Byzantine Constantinople and the Anastasian Wall, The University of Edinburgh, School of History, Classics and Archaeology, Edinburgh, UK, 7-14 March 2009 (invited seminar). Sonuç Vize’den İstanbul'a su taşıyan, eski Roma’nın en uzun su ikmal hattı, ulusal ve uluslararası düzeyde çok önemli bir kültür varlığıdır. Bu çalışmada uzay teknolojileri ve yüzey arkeolojisi yöntemleri birlikte kullanılarak hat, diğer taşıyıcı hatlarla birlikte bir bütünlük içerisinde görselleştirilerek web tabanlı bir CBS ortamında ortaya konmuş ve hattın yaklaşık 450 km olduğu belirlenmiştir. Sistem bugüne kadar ormanlar tarafından korunmuş, ancak son zamanlardaki yapılaşmalar sonucu yavaş yavaş yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı uydu görüntülerinden de saptanmıştır. Bu mühendislik harikası yapıtlar Trakya’da çok geniş bir bölgede yer almaktadır ve buralarda gündeme gelebilecek her türlü inşaat ve yapılaşmada bu kültür varlığının zarar görmemesi için önlem alınmalıdır. Teşekkür Projeyi destekleyen TÜBİTAK’a teşekkür ederiz. Arazi çalışmalarımız sırasında bize büyük destek sağlayan yöre halkına teşekkür ede- riz. Projemizi Prof. Dr James Crow ve Prof. Dr. Derya Maktav kuratörlüğünde ‘Bir Başkentin Su Yolları’ başlığı ile İstanbul Beyoğlu Anamed binasında Kasım 2012-Ocak 2013 tarihleri arasında sergileyen Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (AnaMed)’ne teşekkür ederiz. Bu arada, bizlere mail atarak arazi çalışmalarına tüm öğrencileri ile birlikte katılarak bize yardımcı olmak isteyen Çatalca’daki ilkokul öğretmenine de özellikle teşekkür ederiz. Son olarak da, bu çok değerli kültür mirasımızı saklayan ve böylece koruyan Trakya’daki ormanlarımıza teşekkür ediyoruz, zira eğer onlar olmasaydı bu muhteşem kültür mirasımız çoktan yok olup gitmiş olacaktı. Kaynaklar 1. Çeçen,K., Roma suyollarının en uzunu, TSKB, İstanbul, 1996. 2. Çeçen,K., İstanbul’un Osmanlı dönemi su yolları, İSKİ, İstanbul, 1999. 3. Maktav,D., Use of remote sensing and GIS for surface archaeology: water supply system of Me- 5. Maktav,D.; Crow, J.; Kolay,C., Yeğen,B.; Onoz,B.; Sunar,F.; Coskun,G.; Karadoğan,H.; Çakan,M.; Akar,I.; Uysal,C.; Güçlüer,D.; Geze,B.; Ince,G., Integration of remote sensing and GIS for archaeological investigations, 29.EARSeL Symposium, Imagine Europe, DOI: 10.3233/978-1-60750-494-8-261; ISBN: 978-1-60750-493-1 (print), 978-1-60750494-8 (online), Chania, Crete, Greece, 15-18 June, 2009. 6. Maktav,D.,Crow,J.,Kolay,C.,Yeğen,B.,Önöz,B.,Sunar,F.,Coşkun,G.,Karadoğan,H.,Çakan,M.,Akar,I., Uysal,C.,Güçlüer,D., Geze,B.,Ince,G., 2009, Integration of remote sensing and GIS for archaeological investigations, International Journal of Remote Sensing, Vol: 30, Nr: 7, pp. 1661-1674, 2009. 7. Maktav, D., Application of remote sensing for research on the water supply of Medieval Constantinople (Istanbul), Presentation Series of the Geo-Spatial Technologies, GEO-Kolloquium, Organized in cooperation by the Institute of Geography and Regional Sciences at KFU, the Institute for Remote Sensing/Photogrammetry and Geoinformation at Graz University of Technology and the Austrian Society of Surveying and Geoinformation, Graz, Austria, January 2010 (invited seminar). 8. Uysal,C., İnce,G.; Akar,I., Maktav,D., ,Crow,J., The determination and comparison of hydrological properties of catchment basins from topographic maps, DTM, ALOS/PRISM, and SRTM DEMs. A case of part of Roman water supply system, 30. EARSeL Symposium, pp.447-456, proceedings: CD (ISBN 978-3-00-033435-1), UNESCO, Paris, France, 31 May-3 June 2010. 9. Maktav,D., Eski İstanbul’un can damarı su yolları uzaktan algılama, CBS ve yüzey arkeolojsi entegrasyonu ile netleşti, XYZ Dergi, Ağustos 2011. Email: [email protected] http//web.itu.edu.tr/maktavd itü vakfı dergisi 55 SU DOSYASI Atatürk Barajı Mühendislik, Ekonomik ve Sosyal Boyutlarıyla: Bir Kalkınma Projesi Olarak GAP Prof. Dr. Doğan Altınbilek ODTÜ Öğretim Üyesi, Eski DSİ Genel Müdürü 56 itü vakfı dergisi GAP, Güneydoğu Anadolu’da halkın gelir düzeyini, hayat standardını, kırsal alandaki üretimi ve istihdamı artırarak, ülkemizin sosyal istikrar ve ekonomik büyüme gibi kalkınma hedeflerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ifadesiyle GAP, “Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük eseridir” ve ‘Altın çağın habercisi’dir… GAP’ın Amacı ve Tarihçesi G üneydoğu Anadolu Projesi GAP, odağına insanların refahını ve mutluluğunu alan ve bölgeler arası gelişmişlik farkını azaltmayı hedefliyen bir kalkınma projesidir. GAP, Fırat ve Dicle Nehirleri üzerinde yapılacak 22 baraj ve 19 Hidroelektrik santral ile sulama tesislerinin yanısıra kentsel, kırsal, tarımsal altyapı, sanayi, eğitim, ulaştırma, sağlık, konut, turizm ve diğer sektörleri içeren çok sektörlü, entegre ve sürdürülebilir bir bölgesel kalkınma projesidir. GAP, Güneydoğu Anadolu’da halkın gelir düzeyini, hayat standardını, kırsal alandaki üretimi ve istihdamı artırarak, ülkemizin sosyal istikrar ve ekonomik büyüme gibi kalkınma hedeflerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. 9. Cumhur- başkanı Süleyman Demirel’in ifadesiyle GAP, “Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük eseridir” ve ‘Altın çağın habercisi’dir (Turgut, 2000). İnsanlık tarihinde medeniyetin beşiği olarak bilinen, Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki ‘Yukarı Mezopotamya’ toprakları verimli olduğu için ‘Verimli Hilal’ olarak da anılır. GAP projesi bu bölgedeki Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak illerinde toplam 74.000km^2 alanı kapsamaktadır. Yüzölçümü itibariyle ülkemizin %9,7’lik kısmına ve ülke nüfusunun yaklaşık %10’luk kısmına sahiptir. Buna karşın ülkemizin yerüstü su kaynaklarının %28’i Fırat ve Dicle nehirlerinde olup, sulanabilir alanlarının da % 20’si GAP içindedir. 1960’lı yıllarda EİE’de başlatılan Aşağı Fırat planlama raporları ve DSİ’ce hazırlanan Fırat ve Dicle Havzaları İstikşaf Raporları bu bölgede enerji ve sulama tesisleri inşaa ederek toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesini öngörmüştür. 1980’li yıllarda bu projelerde çeşitli değişiklikler yapılarak Güneydoğu Anadolu Projesi, kısaca GAP adı altında toplanmıştır. 1989’da GAP Kalkınma İdaresi kurulmuş ve 1990’da GAP Master Plan çalışması yayınlanmıştır (DPT,1990). GAP Master Plan’ı 1985 yılı itibarıyla bölgede Türkiye nüfusunun %8.5’u yaşarken, gayrisafi milli hasıladan sadece %4 pay aldıklarını, kişi paşına milli gelir düzeyinin ise Türkiye ortalamasının yarısından az olduğunu tesbit etmiştir. Bölgeyi geri kalmışliktan kurtarmak için seçilen stratejilerin içinde su ve toprak kaynaklarının hızlıca geliştirilmesi ilk önceliklidir. Tarıma dayalı sanayi tesisleri kurularak, üretilen mamüllerin ihracatı, kaliteli iş gücünün temini, eğitimi ve gerekli alt yapıların tesisi de planlanmıştır. Master Plan raporunda GAP’ın bitiş tarihi 2004 yılı olarak öngörülmüştür. GAP kapsamındaki projeler hedeflenen sürede bitirilemediğinden. 2008 yılında GAP Eylem Planı yürürlüğe konmuş yatırımlar hızlandırılmıştır. 2008-2012 yıllarını kapsayan GAP Eylem Planında 1.058.000 hektar alanın sulamaya açılması, ekonomik kalkınma ve gelişme sağlanması, altyapının ve kurumsal kapasitenin geliştirilmesi hedeflenmiştir. (DSİ, 2012) GAP’taki Mühendislik Projeleri GAP’ın kapsamında DSİ tarafından planlanan sulama, enerji, hizmetler ve çevre amaçlı 13 büyük proje birimi bulunmaktadır. Bu projelerden yedi tanesi Fırat Havzası’nda, altısı ise Dicle Havzasinda yer almaktadır. Fırat projelerinin membaındaki Keban barajı pro- Süleyman Demirel ile nadir bir anı. Karkamış Barajı temel atma töreni. jesi 1974 yılında hizmete girdiğinden GAP kapsamında değildir. Dicle ve Fırat Nehirleri ve kolları üzerinde 22 baraj ve 19 Hidroelektrik santral yapılarak, 7.500 MW kurulu güç ile yılda 27 milyar kWh enerji üretimi ve yaklaşık 1.8 milyon hektarlık brüt alanda sulama yapılması hedeflenmektedir. 2008’de açıklanan GAP Eylem Planı ile ekonomik olarak sulanabilecek alan 1.058 milyon hektar olarak belirlenmiştir. 2015 yılı itibariyle GAP’ta işletme olan 17 adet hidroelektrik santral ile hedeflenen toplam enerjinin %76’sı üretilmektedir. Sulamaların gerçekleşme oranı ise hedeflenen toplam alanın %23.2’dir. Enerji projelerinde sulamalardan daha hızlı gerçekleşme sağlanmıştır. Bunun nedenleri olarak ülkemizin hızla artan enerji ihtiyacını karşılamak zorunluğu, sulamaların gerçekleşebilmesi için suyun sağlanacağı barajların öncelikle inşaası gereği ve ödeneklerin yetersizliği nedeniyle sulama yatırımlarının yapılamaması sayılabilir. İçmesuyu sektöründe, GAP’a dahil olan toplam 9 şehir ve civarında yaşayan 3,9 milyon insana yılda 510 milyon metreküp içmesuyu sağlanmıştır. GAP’ta Fırat ana kolu üzerinde yer alan ve Süleyman Demirel tarafından Fırat’ın ‘altın bilezikleri’ diye adlandırılan beş baraj sırasıyla Keban, Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış olup, 478 km nehir boyunca toplam 501 m düşü sağlanmaktadır. Hepsi işletmede olan Fırat Nehri ana kolundaki barajlar maliyetlerini enerji üretimiyle defalarca geri ödemişlerdir. Atatürk Barajı, Karakaya Barajı, Şanlıurfa Tünelleri ve sulama Yukarı Harran sulama kanalları mühendislik yönünden çok önemli tesisler olup herbiri dünya sıralamalarında üst sıralarda yeralmaktadırlar. Atatürk Barajı dolgu hacmi nedeniyle dünyanın en büyük 10 barajı arasındadır. Atatürk Barajın'dan 328 debiyi Şanlıurfa’ya taşıyan 26.4 km uzunluğunda 9.5 m kazı çapında iki adet Şanlıurfa tünelleri dünyanın en uzun sulama tünelleridir. Şanlıurfa tünellerinin suyunu Mardin’e taşıyacak 204 kapasiteli 86.3 km boyundaki Yukarı Harran ana kanalı Türkiye’nin bir çok nehrinden daha büyük debiye sahiptir. Yukarı Harran Ana Kanal’ının bitiminden sonra başlayan Aşağı Mardin kanalı ise 134 km uzunluğundadır. Bu iki kanal Atatürk Barajı’nın sularını toplam 221 km öteye taşıyan önemli mühendislik yapılarıdır. Dicle Nehri ana kolundaki beş baraj Kralkızı, Dicle, Batman, Ilısu ve Cizre olup, yalnızca ilk üçü işletmededir. İnşaa halindeki Ilısu barajı da kret uzunluğu açısından kendi klasmanında dünyada birinci sıradadır. Tamamlandığında Dicle Nehri barajları 275 km’lik nehir boyunca 458 m’lik toplam düşü sağlayacaklardır. Ülkemize enerji ve gıda sağlayan bu dünya çapında eserler halkımızın vergileriyle inşa itü vakfı dergisi 57 SU DOSYASI Son yıllarda GAP Bölgesi’nden yapılan ihracat düzeyinde dikkate değer bir artış olmuş, 2007 yılında 3,3 milyar dolar olan ihracat tutarı 2014 yılında 9,2 milyar dolara yükselmiş; Bölge’den yapılan ihracatın ülke ihracatı içindeki payı %3,1'den %5,9'a çıkmıştır. Söz konusu dönem itibariyle ülke ihracatındaki artış %47 olurken, Bölge’den yapılan ihracat %180 oranında artmıştır. Türkiye'nin en büyük kargo havalimanı Şanlıurfa’dadır. Prof. Dr. Doğan Altınbilek Atatürk Barajı'nda. edildiler. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçekleştirdiği ve ülkemizin geleceği için stratejik öneme sahip bu büyük eserleri hepimiz sahiplenmeliyiz ve gurur duymalıyız. GAP’ın Ekonomik Boyutu GAP tamamlandığında 1.270.000 kişiye doğrudan istihdam sağlanacaktır. Ulusal ekonomiye yılda 6,61 milyar ABD Doları katkı sağlayacaktır. GAP’ın yıllık enerji faydası 4.0 milyar, sulama faydası 2,2 milyar ve içmesuyu faydası 410 milyon ABD Doları olarak hesaplanmıştır. GAP, ülkenin hidroelektrik enerji üretimine önemli katkı sağlamaktadır. 2014 yılı itibariyle işletmedeki 13 hidroelektrik santral Bölge’de yılda 20,6 milyar kilovat-saat elektrik üretimi kapasitesi oluşturulmuştur. 2014 yılında ülke genelinde üretilen hidrolik enerjinin yarısı GAP’ta üretilmiştir. Hidroelektrik santrallerinin işletmeye alınışından 2014 yılı sonuna kadar GAP’ta 403,5 milyar kilovat-saat elektrik enerjisi üretilmiş olup, üretilen bu enerjinin parasal değeri 24,2 milyar dolardır (1 kWh=6 cent). GAP kapsamında bugüne kadar 19 baraj tamamlanmıştır. Güneydoğu Anadolu Projesi’nin temel eksenini oluşturan ve GAP’ın tamamlanmasının ana koşulu olan sulama yatırımlarında önemli gelişmeler sağlanmıştır. GAP kapsamında başlangıçta su depolama yapıları olan barajlar inşa edilmiş ve hidroelektrik santralleri kurulmuştur. İkinci adımda depolanan suyu sulama alanlarına taşıyacak ana kanalların, daha sonra 58 itü vakfı dergisi da tarlalara dağıtacak sulama şebekelerinin yapımı gelmektedir. Yapılan incelemelerde birim alandaki katma değer sulama sonrası 3 kat artmaktadır. Halen büyük kısmında sulu tarım yapılan Şanlıurfa-Harran sulamalarında net gelirin sulamadan sonra 5 kat arttığı, gayri safi milli zirai gelirin ise 6 kat arttığı gözlenmektedir. Araştırma Enstitüleri’nin araştırmaları sonuçlarına göre sulanan alanlarda pamuk üretiminin %600, domates üretiminin %700, mercimek üretiminin %250, buğday üretiminin %90 ve sebze üretiminin %167 artacağı öngörülmektedir. Sulama öncesi bölgede üretilmeyen soya, yer fıstığı, mısır, ay çiçegi gibi ürünler yetiştirilebilecek, ayrıca yağlı tohumlar ve yer bitkileri ikinci ve hatta üçüncü ürün olarak üretilmeye başlayacak, böylece tarıma dayalı sanayinin gelişmesi sağlanacaktır. Sanayi altyapısını geliştirmeye yönelik 7 adet organize sanayi bölgesi (OSB) ve 8 adet küçük sanayi sitesi (KSS) tamamlanmış; Bölge’deki OSB sayısı 17’ye, KSS sayısı ise 36’ya yükselmiştir. Karkamış Barajı inşaatı. GAP’ın Sosyal Boyutu GAP enerji ve sulama projelerinin yanısıra sanayi, ulaşım, kentsel ve kırsal altyapı, çevre ve sosyal sektörlerin de geliştirilmesini amaçlamıştır. Sosyal sektörde istihdamın arttırılması, sağlık, eğitim, kapasite arttırılması ve kadınların katılımı amaçlanmıştır. GAP Bölge Kalkınma İdaresi sosyal alanda gelişmeler sağlamak için ‘GAP Sosyal Eylem Planı’ kapsamında çok sayıda programı hayata geçirmiştir. Bu projeler arasında kadınlara eğitim, sağlık, gelir getirici ve istihdam sağlayıcı bilgi ve beceriler sağlamaya yönelik Çok Amaçlı Toplum Merkezleri (ÇATOM) bölgedeki en başarılı egitim programıdır (Ercin, 2006). GAP’taki 9 ilde faaliyet gösteren 44 ÇATOM’da 2014 yılı itibariyle eğitim alan kadınların sayısı 250.000’e ulaşmıştır. Uygulanan diğer projeler arasında Gençlik ve Kültür Evleri, Halk Sağlığı ve Okur Yazarlığı, Köy Kütüphaneleri, Kadın STK’ların güçlendirilmesi sayılabilir. Tüm çabalara rağmen sosyal hedeflerin gerçekleşmesi Master Plan’da öngörülen düzeyde değildir. Güvenlik sorunları nedeniyle bölgedeki şehirlerin nüfusu hızla artmıştır. Bölge genelinde 2015 yılında işsizlik oranı %15.6’dır. Bölge’de 2007 yılında 96 hastane ve toplam 9.980 yatak mevcut iken, 2013 yılında hastane sayısı 122’ye, yatak sayısı 16.364’e yükselmiştir. Böylelikle on bin kişiye düşen hasta yatağı sayısı 20,2’ye yükselmiştir. Bu sağlanan gelişmelere rağmen Süleyman Demirel ve Prof. Dr. Doğan Altınbilek GAP’ta sağlık hizmetleri diger bölgelere göre geri kalmıştır. Hastane yatağı ve sağlık personeli konusunda en az gelişmiş bölge statüsündedir. GAP Bölgesi’nde 2006 yılından sonra kurulan 6 üniversite ile birlikte dokuz il de üniversiteye kavuşmuştur. Bölge’de, tüm eğitim kademelerindeki okullaşma oranlarında artış olmuştur. Ancak halen kadınların ve erkeklerin okuma yazma oranı Türkiye ortalamasının altındadır. Bölgede 25 yaş üzeri 4 kadından 3’ü okuma yazma bilmemektedir. Gene de kadınların okuma-yazma oranlarının artıyor olması olumlu bir gelişmedir. Süleyman Demirel ve GAP DSİ Genel Müdürü olduktan bir ay sonra, Sayın Demirel’le 25 Mayıs 1996 tarihinde Karkamış Barajı’nın temel atma töreninde şahsen tanışma imkanım oldu. Karkamış Barajı’nın temel atma töreninden açılışına kadar Genel Müdür idim. Bu 43 ay içinde Süleyman Demirel, şantiyeye beş kez geldi ve Karkamış Barajı Türkiye’de rekor sürede bitirilen barajlardan biri oldu. Karkamış barajının inşasında Sayın Demirel’in büyük ilgi ve desteğini gördük. Binlerce işçimiz, mühendislerimiz, yapımcı firma, tabii ki en başta Sayın Demirel, hepimiz, ‘’Bu barajı biz yaptık’’ diye övündük ve eserimizi sahiplendik. Bu bağlamda Süleyman Demirel’in Isparta şivesiyle ‘GAP’ı gaptırmam!’ söylemini anlıyorum ve haklı Şanlıurfa tünelleri çıkışında. buluyorum. Kendisi, Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda, Başbakan ve DSİ Genel Müdürü olduğu yıllardaki gibi su işleriyle ilgisini her zaman sürdürdü. GAP’ın geliştirilmesi ve bitirilmesi için devamlı uyardı ve destek verdi. Genel Müdürlüğüm sırasında Sayın Demirel’le sık görüştük. Çankaya Köşkü’nde kendisine bilgiler arz ettim, notlar hazırladım. Bazen gezilerine katıldım. Bazen de sorunlarımız olan konularda kendisinden yardım istedim. Örneğin, 1999 yılında Milli Güvenlik Kurulu GAP’ın 2010 yılında tamamlanması için bir karar aldı. Bunda Sayın Cumhurbaşkanımızın önemli rolü olduğunu biliyorum. Şahsi inancıma göre, gerekli ödenekler sağlanıp, GAP, Master Plan’da öngörüldüğü tarihde bitirilebilseydi, sulama alanları işletmeye açılıp, bölgede istihdam ve gelir attırılabilseydi, bölgede güvenlikle ilgili sorunlar yaşanmayacak veya en az düzeyde olacaktı. Sayın Demirel’le Dicle Nehri üzerinde inşaatı süren Kralkızı, Dicle ve Batman Barajlarını da gezdik. Bu barajlar, on iki yıldır bitirilememişti. Bunların bir an önce bitirilmesini buyurdu. Gazeteci Yavuz Donat gezinin sonunda Demirel’e “Bir sene sonra bitireceğiz diyorlar. Kim bilir kaç sene sürer?’’ dedi. Demirel de Yavuz Donat’ın elindeki GAP haritasını alarak, arkasına “Kralkızı ve Dicle Barajları bir sene sonra bitecektir” diye yazdı ve imzaladı. Bir yıl içinde barajları tamamladık ve açılış yapmaya gittik. Açılıştan sonra Yavuz Donat’ın gazetesindeki köşesinde “Elimdeki haritada bir senede bitecek diye Demirel’in imzası var. Bir yılda bitti. Demek ki istenirse bitirilebiliyor’’ diye yazdığını hatırlıyorum. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel GAP için ‘Fevkalade büyük bir mutluluk, bir ömre değer. Başka bir ömrüm olsa, gene buraya verirdim. 50 senedir ben bu projeyle meşgulüm’ demiştir (Turgut, 2005). Süleyman Demirel’in GAP’a ve diğer su projelerine ilgisinin ve sevgisinin canlı tanığıyım. Ruhu şad olsun, nur içinde yatsın. Kaynakça Altınbilek, Doğan, “Water and land resources development in Southeastern Turkey”, Int. Journal of Water Resources Development, 13(3):311332, 1997 Altınbilek, Doğan, Cecilia Tortajada, “The Atatürk Dam in the Context of the Southeastern Anatolian (GAP) Project”, Impacts of Large Dams: A Global Assessment, sayfa 171-199, Springer, 2012 Devlet Planlama Teşkilatı, “Güneydoğu Anadolu Projesi Master Plan Nihai Raporu”, Nippon KoeiYüksel, GAP İdaresi, 4 Cilt, 1990 DSİ Genel Müdürlüğü, “GAP Güneydoğu Anadolu Projesi – GAP’ın Dünü, Bugünü ve Yarını”, 144 sayfa, 2012 Erçin A.E., ‘Social and Economic Impacts of Southeastern Anatolia Project’, Master Tezi, ODTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2006 Turgut, Hulusi, “GAP ve Demirel”, ABC Basın Ajansı, Temmuz, 2000 Turgut, Hulusi, “Süleyman Demirel : Bir Ömür Suyun Peşinde”, 2 Cilt, 2005 itü vakfı dergisi 59 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL İslamköy’de Başlayan Yaşam Öyküsü “Bir Ömür Suyun Peşinde” Süleyman Demirel Ortaokulda; A, B ve C şubeleri diye üç ayrı şube vardı. Bizi, C Şubesi’ne verdiler. A Şubesi’nde memur çocukları, B Şubesi’nde esnaf ve orta halli ailelerin çocukları okurdu. Biz köylüler, C Şubesi’nde okumaya başladık. Hiçbir zaman köylülükten dolayı komplekse kapılmadım. “Merkep sırtında Isparta’ya gidip, ortaokula kaydoldum” 00 yıllık Osmanlı-Türk tarihi, Isparta ilinden beş başbakan çıktığını yazar. Bunlardan dördü, Osmanlı İmparatorluğu döneminde “Sadrazam” diye adlandırılan başbakanlardır. Tarih sırasına göre; Kemankeş Ali Paşa, Halil Hamid Paşa, Seyid Ali Paşa ve Hüseyin Avni Paşa “Ispartalı Sadrazamlar” olarak anılır. 1923 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih oluşuyla birlikte, Anadolu ve Trakya topraklarında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde ise Isparta’dan çıkan beşinci Başbakan Süleyman Demirel’dir. Isparta’nın hemen yanıbaşında bulunan ve kentin adeta sayfiyesi durumunda olan Atabey ilçesine yol alırken 17. km’den itibaren sağa giden yolu takip edecek olursanız, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk “Köylü Başbakan”ı Süleyman Demirel’in doğup, filizlendiği İslamköy’e ulaşırsınız. Atabey’le âdeta bütünleşmiş olan İslamköy de, Anadolu medeniyetleri safında adeta “Ben de 5 varım” diyor. Sırtını dağlara dayamış, bağlık-bahçelik bir ovada mazisiyle övünüp, geleceğe güvenle bakmak isteyen, tok gözlü, alçakgönüllü insanların yaşqadığı bu şirin köyde 1 Kasım 1924’te çiftçi bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen Demirel, yetiştiği toprakların tarihi hakkında şunları söylüyor: “Biz, doğup büyüdüğümüz beldeye ne zaman gelmişiz, kesinlikle bilmeyiz. Ancak, etrafımıza baktığımız zaman Anadolu medeniyetlerinin bütün izlerini görürüz. Grek, Roma, arkasından Türk-İslam medeniyetinin bütün eserleri bir aradadır. Biz, eski medeniyetlerin yaşandığı bu topraklara, Anadolu’nun Türklere açılmasını takiben gelmişizdir.” Süleyman Demirel, İslamköy’de “Paşa Dayı” lakabıyla anılan Yahya Demirel ile Ümmühan Hanım’ın ikinci evladıdır. Ailenin ilk evladı merhume Afife, Cumhuriyet öncesi dünyaya gelmiş. Süleyman Demi- Süleyman Demirel, ilkokula 1930 yılında İslamköy İlkokulu’nda başladı, 1935’te mezun oldu. rel’in ablasıyla aralarında iki yaş vardı. Demirel ailesinin üçüncü evladı Şevket 1926, dördüncü çocukları Hacı Ali ise 1927 doğumludur. Göbek adı “Sami” olan Süleyman Demirel, 1930 yılının 11 Kasım günü 6 yaşını tamamladığında köy ilkokulunda öğrenime başlar. Süleyman Demirel’in sınıf arkadaşı 52 Nuri, öğrencilik yıllarından yaklaşık 30 yıl sonra Başbakan olan arkadaşını şöyle anlatır: “Süleyman, sınıfımızın en çalışkan öğrencisiydi. O, bize hiç uymazdı. Yaz tatilinde bile ders çalışırdı. Hem de çok usluydu. Uzun yıllar arkadaşlık ettik, aynı köyde büyüdük, ama hiç kavga etitğini görmedim. …Onu, ilkokul sıralarında ya okuldu, ya da evlerinin penceresinden sokağa bakarken görürdük. Sonra, aradan yıllar geçti, “Sülü” okumaya gitti. Yalnız yaz tatillerinde köye gelir, öğrendiklerini bize anlatırdı. Bir gün babasına, “Atatürk’ün kurduğu rejime göre siz de mebus (milletvekili) olabilirsiniz” dediğini hiç unutmam. Allah gönlüne göre verdi, babası değil ama, kendisi oldu…” 1935’te 55 kuruş bir servetti” Şimdi de, İslamköy İlkokulu’nde 1935 yılında ”Pekiyi” dereceyle mezun olan Süleyman Demirel’den ortaokul anılarını dinleyelim: “O yıllarda, unutamadığım hatıra ise, ortaokula kaydolmamdı. Babam, bir merkebe, ben bir merkebe binerek ortaokula kayıt için Isparta’nın yolunu tuttuk. Okula kayıt için altı adet vesikalık fotoğrafı, 15 kuruşluk damga pulu, İyi Hal Kağıdı ve Nüfus Hüviyet Cüzdanı gerekliydi. Bunların masrafı 55 kuruş tutuyordu. O günlerde 55 kuruş köylüye servet gibi geliyordu. Babam, o sıkıntılı döneme rağmen, 55 kuruşu buldu ve beni ortaokula kaydettirdi. Ortaokulda; A, B ve C şubeleri diye üç ayrı şube vardı. Bizi C Şubesi’ne verdiler. A Şubesi’nde memur çocukları, B Şubesi’nde esnaf ve orta halli ailelerin çocukları okurdu. Biz köylüler, C Şubesi’nde okumaya başladık. Ben, hiçbir zaman köylülükten dolayı komplekse kapılmadım. Ben burada, bir devri anlatmaya çalışıyorum.” Ortaokul ve liseyi sırasıyla Isparta, Muğla ve Afyon’da okuyan Süleyman Demirel, “Parasız Yatılı” öğrenim gördüğü Afyon Lisesi’nden çok güzel anılarla mezun oldu. Demirel, Afyon Lisesi yıllarını anlatırken, şunları söyler: “Memleket hizmetinde bize yön veren, yol gösteren bu irfan ocağına, saygı ve şükran ile bağlıyım. Bize, büyük feragat ve fedakarlıklarla tahsil ve terbiye vermeye çalışan öğretmenlerimize minnet dolu saygılarımız vardır.” Örnek Öğrenci: Süleyman 1935 yılında ilkokulu bitirdikten sonra Isparta’da ortaokula kayıt yaptırmaya giden Süleyman Sami Demirel’in elindeki bir mektup, kendisinin, öğretmeleri tarafından daha ilkokul sıralarında keşfedildiğinin bel- itü vakfı dergisi 61 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL Süleyman Demirel Afyon Lisesi'nde (ön sıra soldan dördüncü). yolu ile Aydın’a kadar gidecek, oradan da karayolu kendilerini Muğla’ya ulaştıracaktı. Isparta Ortaokulu’nun bu başarılı öğrencisi adeta bir protokolle uğurlanıyordu. İslamköy’den, pansiyona Şimdi, ‘leyli meccani öğrenci' Süleyman Demirel’i dinleyelim: “Muğla’ya altı saatte ulaştık. Artık, devletin öğrencisiydim. Ortaokul son sınıfa gidecektim. Beni ‘A’ grubuna dahil ettiler. Bir haftada kendimi ispat ettim. Pansiyon şartları kötüydü. İki-üç çocuk aynı yatakta yatıyorduk. Köyüme başarısız dönemezdim. Ailem, tırmağı ile sağladığını bana harçlık yapıyordu. Sorumluluk duygum çoktu. Koyver gitsin, diyebilen bir adam değildim. Hiç demedim ömrümde. İçimde, dünyayı kucaklayıp, kaldırmayı öğrenmiştim.” O yıllarda Batı Trakya’dan gelen öğrencilerle tanışan Demirel, İslamköy ve Isparta’ya nazaran daha çok çalışma gereğini görüyor ve bunu şu cümle ile ifade ediyordu: “Muğla’da, rekabet şartları çok ağırmış…” 1930’lu yılları bilmedikçe, Türkiye’yi anlamak mümkün değil. O dönemleri yaşamak şart değil, bilmek gerekir. Türkiye’nin ne kadar mesafe aldığını, o yıllara bakarak görebiliriz. Biz o dönemde hayatın, bulunduğumuz ortamdan ibaret olduğunu zannederdik. gesi niteliğini taşıyor. Diploması henüz hazırlanmadığı için İlkokul Müdürü Sadık Doğan’ın mektubu ile Isparta Ortaokulu’na kaydolan Süleyman Demirel, bu memleketin dağında, taşında yaşayan insanımızın sefaletini doya doya içerek köyden şehre geliyordu. Köy okuluna giderken, ısınmak için götürdüğü odun kütüğünü artık şehir okuluna götürmüyordu. 1930’ların medeni nimetlerinden az da olsa bir kısmı Isparta’da bulunuyordu. Süleyman Demirel, öğrenciliğinin ikinci kısmı olan ortaokul dönemini anlatırken şöyle demektedir. “Benim çocukluğum, hayatıma istikamet veren olaylarla doludur. Biz, bu fukaralığa karşı isyan etmişizdir. Türk köylüsünün sefaletine isyan etmişizdir. ‘Acaba bu insanları biz medeniyete kavuşturur muyuz?’ diyerek bir kavganın içine girdik. Adı, tam manasıyla ‘kavga’dır. Çocukluğumdan kalan hadiselerin en önemlileri 1930’lu yıllardır. 1930’lu yılları bilmedikçe, Türkiye’yi anlamak mümkün değil. O dönemleri yaşamak şart değil, bilmek gere- 62 itü vakfı dergisi kir. Türkiye’nin ne kadar mesafe aldığını, o yıllara bakarak görebiliriz. Biz o dönemde hayatın, bulunduğumuz ortamdan ibaret olduğunu zannederdik. Çünkü o yıllarda, idare lambası vardı, gazyağı kullanılan lamba bile lükstü. O dönemlerde köylümüz, hayata mağlup olmamıştır…” Süleyman, Isparta’daki ikinci yılını birkaç arkadaşı ile 1,5 lira aylıkla kiraladıkları evde geçiriyordu. 1936 yılının sonunda yeni bir kararın içine giriyor ve leyli meccani (Devlet parasız yatılı) imtihanına hazırlanıyordu. Süleyman’la birlikte üç arkadaşı daha parasız yatılı imtihanını kazanmış, onların kur’ası Muğla’ya çıkmıştı. Ispartalı Süleyman, bir yıl önce babası ile birlikte “İsmet Paşa” tarafından açılışını seyrettiği istasyondan bu sefer ilk defa kara trene biniyordu. Dört arkadaş demir- Yeni bir okul, yeni bir ufuk Ortaokulu başarı ile tamamlayan Süleyman Demirel, “harp yılları dediğimiz 1940’lı yılların başında, yine “parasız yatılı” olarak Afyon’da lise öğrenimine geçmişti. Isparta’da başlayıp, Muğla’da devam eden bu yeni maraton Afyon’da tamamlanacaktı. O dönemde başarılı öğrencilerinin çokluğu ile isim yapmış Afyon Lisesi’nin pansiyonuna yerleşen Süleyman Demirel burada da çalışıyor, başarıyordu… Gönlünde Yatan Sevda ve... Süleyman Demirel “Mühendis Mektebi”nde 1941 yılında Afyon Lisesi’nden başarı ile mezun olan Süleyman Demirel, yıllardır gönlünde yatan mühendis olma sevdası uğruna “Mühendis Mektebi” imtihanında, 4 bin kişi arasından, 150 öğrenci içine dahil oluyordu. İTÜ öğrencileri 1943-1944 öğretim yılında Prof. Salih Murat Uzdilek ile (S. Demirel 2. sıra sağdan birinci - Y. Müh. Feyyaz Nemlioğlu arşivi). İstanbul’un Gümüşsuyu semtinde Yüksek Mühendis Mektebi’nin pansiyonuna yerleşen Süleyman Demirel, altı yıllık okulun altı yüz öğrenisinden biri oluyordu. 1945 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi adıyla yeni hüviyetine bürünecek olan bu öğretim kurumu, harp yıllarındaki yokluk ve kıtlığa rağmen öğ- rencilerine pek çok imkanı fazlasıyla veriyordu. Şevket Demirel de İTÜ’de Süleyman Demirel’den iki yaş küçük olan kardeşi Şevket Demirel de Denizli Lisesi’nden mezun olup, “Ağa”sının (ağabey) yolunu tutacak ve 1945 yılında Mühendis 1941 yılında Afyon Lisesi’nden başarı ile mezun olan Süleyman Demirel, yıllardır gönlünde yatan mühendis olma sevdası uğruna “Mühendis Mektebi” imtihanında, 4 bin kişi arasından, 150 öğrenci içine dahil oluyordu. Mektebi imtihanını kazanıp, İstanbul’a gelecekti. Bu üniversiteliyi tanıdınız mı? İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi’nin İnşaat Fakültesi’ne “armağanı” diye tanımlanan Süleyman Demirel, arkadaşlarının kucağında... Şevket Demirel, üniversite yıllarını anlatırken, ağabeyi sayesinde rahat günler geçirdiğini ifade edip, yarım asra yakın bir süreden sonra hatıralarını şöyle tazeliyor: “Harp yılları olmasına rağmen İstanbul’da rahat ve kaliteli bir öğrenim gördük… Beş senemiz bir arada geçti. İyi bir arkadaş grubumuz vardı. Derslerimizi hiç aksatmadan yapardık. Ben, mektupçuluk görevini üstlenmiştim. Ağam kasa idi. Harçlığımızı eşit olarak harcar, birbirimize borçlanmazdık. Birlikte film seyretmeye ve konserlere giderdik. Zaman zaman dost, ahbap ziyaretlerimiz olurdu. O dönemde Beyoğlu gezileri meşhurdu. .. Ağam çok muntazamdı. Derslerinde devamlı not tutar, arkadaşları tarafından çok sevilirdi. En büyük eğlence- itü vakfı dergisi 63 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL den i’n knik Üniversites rel’in İstanbul Te Süleyman Demi ı. as hendislik” diplom aldığı “Yüksek Mü mümkün değildi ama, bir yerden sonra çağın gelişine baktım; lisan çok büyük bir pencere olacaktı. Elimizde zaten okuyacak kitap filan da yoktu. Kurs masraflarını kısıtlı harçlığımla karşılardım… İstikbalin Yüksek Mühendisleri. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi öğrencisi Süleyman Demirel, fakülte arkadaşlarıyla birlikte mezuniyet yolunda ilerlerken... miz 5 kuruş vererek konsere gitmekti…” Süleyman Demirel, üniversite yıllarındaki bir özel merakını şöyle açıklıyor: “Kardeşim Şevket’le birlikte Teknik Üniversite yurdunda parasız yatılı olarak birlikte kalırdık. Üniversite yıllarında boş zamanlarımı Berlitz Lisan Dershanesi’nde değerlendirirdim. İngilizce bilirdim, okulu bitirirken. Aslında liselerde İngilizce öğrenmek mümkün değildi. Üniversitede de Süleyman Demirel 1 Kasım 1924’te Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde tamamlayan Demirel, ortaokul ve liseyi Isparta ve Afyon’da bitirdi. Demirel, Şubat 1949’da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu. 1924 1950 Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde aynı yıl göreve başlayan Demirel, önce 19491950, daha sonra 1954-1955 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nde barajlar, sulama ve elektrifikasyon konularında ihtisas yaptı. Seyhan Barajı’nın yapım çalışmalarında mühendis olarak görev üstlenen Demirel, 1954 yılında Barajlar Dairesi Başkanı, 1955 yılında da Devlet Su İşleri Genel Müdürü oldu. Pek çok baraj ve elektrik santralı, sulama tesisi inşasına nezaret etti. 64 itü vakfı dergisi Demirel boykota katılıyor 18 milyon insanın yaşadığı Türkiye “yokluk” çemberini kırmaya çalışırken, Demirel 1946 yılının yaz tatilinde ilk defa işe girip, Isparta Devlet Hastanesi inşaatında birinci kat kontrolluğu yapıyordu. Süleyman Demirel’in mezuniyet yılı geldiğinde, son sınıflara “Hararet Makineleri” adıyla yeni bir ders konuluyor, ancak sekiz ay sonra diploma almaya hazırlanan Teknik Üniversite’nin 1948 yılı kıdemlileri bu dersi top- Askerliğini yapmak üzere 1960 yılında bu görevinden ayrılan Demirel, 1962-1964 yılları arasında serbest müşavir-mühendis olarak çalıştı. Aynı dönemde Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde “Su Mühendisliği” konusunda dersler verdi. 1960 1964 28 Kasım 1964 tarihinde AP 2. Büyük Kongresi’nce Genel Başkan seçilen Demirel, Şubat-Ekim 1965 tarihleri arasında Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinde “Başbakan Yardımcısı” olarak görev aldı. 10 Ekim 1965’te Genel Seçimler’de başında bulunduğu Adalet Partisi seçimleri kazandı. Tek başına iktidar oldu. Demirel, bu seçimlerde Isparta Milletvekili olarak Parlamento’ya girdi ve “Türkiye’nin 13. Başbakanı” olarak hükümeti kurdu. Bu hükümet 4 yıl sürdü. 1965 1969 12 Ekim 1969 tarihindeki Genel Seçimler’de de Adalet Partisi yine tek başına iktidar oldu. Seçimlerin ardından Demirel, 14. T.C. Hükümetini kurdu. 12 Mart 1971 askeri müdahalesi ile Başbakanlık görevini bıraktı. Nazmiye Demirel, her şart ve ortamda eşi Süleyman Demirel'in en büyük destekçisi oldu. luca “boykot” ediyorlardı. İçlerinde Süleyman Demirel’in de bulunduğu öğrenciler, Prof. Fikret Narter’in verdiği derse girmiyordu. Toplu boykot üniversite camiasında “olay” niteliğini alıyor, Prof. Narter de “Eğer bu öğrenciler dersime girmezse, ben de onlara mezuniyet vizesi vermem!” diyordu. Boykotçu öğrencilerin gözlerinin yaşına bakmayan Teknik Üniversite Senatosu, 6 yıl öğrenim gören son sınıf delikanlılarını mezun etmiyor, onlara acı bir ders veriyordu. Üniversitede ilk defa olan bir boykota katılmış bulunan Süleyman Demirel bu olayı şöyle anlatıyor: “Aslında bizim, 1948 senesinin Nisan’ında diploma almamız lazımdı. Fakat bir arıza çıkardılar, 1948 senesi İnşaat Fakültesi’nin 150-200 öğrencisine diploma vermediler. 1949 yılı Şubatından sonra diploma almaya hak kazandık. 1971 ve 1980 arasında; 1975, 1977 ve 1979’da 3 defa daha hükümet kurdu. 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi üzerine görevden ayrıldı ve 7 sene yasaklı olarak siyaset dışı kaldı. 6 defa hükümetten gitti, 7 defa hükümet kurdu. 1971 1987 6 Eylül 1987’de yapılan halk oylaması ile “yasaklar” halk tarafından kaldırıldı ve 24 Eylül 1987 tarihinde, Doğru Yol Partisi Olağanüstü Kongresi’nde “Genel Başkanlığa” seçildi. 29 Kasım 1987’de yapılan Genel Seçimler’de Isparta Milletvekili olarak yeniden TBMM’ne girdi. Bir derse bütün sınıf birden girmediğimiz için okul idaresi bunu ‘kıyam’ saydı ve o dersi okutmadan bizi mezun etmedi. O ders de bir sömestr sonra okundu. Zaten “Hararet Makineleri” diye 16 saatlik kısa bir dersti. 16 saatlik bir ders için biz, mühendis diploması almakta 8 ay geciktik. Mamafih, mühendislik yapma hakkımızı, diploma almasak bile kazanmıştık." 1948 yılında Teknik Üniversite’den diploma alamayan Süleyman Demirel, sorumlu olduğu “Hararet Makineleri” dersine de, arkadaşlarının idare etmesi sayesinde girmeyip, iş hayatına atılıyordu. Isparta’ya çok yakın bir mesafede işbaşı yapan Süleyman Demirel, bir yandan mesleğinin tatbikatı üzerine çalışacak, bir yandan da, 1949 yılında gireceği imtihanın hazırlığını yapacaktı. 1948 sonbaharında Demirel’i, üzerine sorumluluk çökmüş bir halde görüyoruz. 12 Aralık 1948’de ise, nişanlısı Nazmiye Şener ile İslamköy’de köy düğünü ile evlenir. Süleyman Demirel, Teknik Üniversite’nin son sınıfında tek dersten beklerken, Burdur’da bir işe giriyor ve orada sekiz ay çalışıyordu. 1949 yılının başında, İstanbul’a gidip “Hararet Makineleri” dersinden imtihana giriyor ve başarıp, “Yüksek Mühendis” diplomasını alıyordu. Diplomasını cebine koyan Süleyman Demirel, İstanbul’da üçüncü işine giriyordu. Bugünkü adıyla İSKİ olan İstanbul Sular İdaresi’nde ilk defa “Mühendis” ola- 20 Ekim 1991 seçimlerinden 1. Parti olarak çıkan Demirel başkanlığındaki Doğru Yol Partisi, SHP ile “koalisyon hükümeti” kurdu. Bu, Demirel’in Başbakanlığını yaptığı “7. Hükümet” oldu. 1991 30 yaşında Genel Müdür, 40 yaşında önce Parti Genel Başkanı, sonra da Başbakan olan Demirel, 12 seneye yaklaşan Başbakanlık görevinde, “Türkiye’nin kalkınması ve gelişmesi”ne büyük hizmetlerde bulundu. rak görev alan Demirel, Terkos-Kâğıthane isale borusunun güzergahını aplike etme (yerleştirme) işinde çalışıyordu. Buradaki görevini 2.5 ay devam ettiren Demirel, 1949 yılı Nisan ayı başında ilk defa başkent Ankara’ya geçip, mecburi hizmetini tamamlamak, “parasız yatılı”lık borcuna karşı devletin göstereceği hizmetlerde çalışmak üzere Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) başvuruyor ve “Elektrik İşleri Etüt İdaresi”nde (EİEİ) Proje Mühendisi olarak işine başlıyor. Kaynaklar: "Büyük Türkiye'nin Hikayesi", H. Turgut, ABC Medya A.Ş., 2014. "Demirel'in Dünyası", H. Turgut, 1. Cilt, ABC Siyaset Dizisi No:5, 1992. 1964 Kasım’ından, 1993 Mayıs’ına kadar geçen 29 sene içerisinde Demirel, 6 dönem Isparta Milletvekilliği yaptı. 16 Mayıs 1993 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “Cumhurbaşkanı” seçildi. 1993 2000 Demirel, 7 sene süren Cumhurbaşkanlığı görevini, 16 Mayıs 2000 yılında tamamladı. Daha sonra; İsrail-Filistin arasında çatışma ile ilgili olarak Kasım 2000’de kurulan uluslararası “Mitchell Komisyonu”nun üyesi oldu. 2001 yılında kurulan “Balkan Siyasi Kulübü”nün kurucu üyelerindendir. 2001 Nazmiye Demirel ile evli olan Demirel, İngilizce bilmektedir. Demirel’in yazdığı pek çok kitabı, makalesi ve konuşmaları bulunmaktadır. Kaynak: "Süleyman Demirel Bir Ömür Suyun Peşinde", H. Turgut, ABC Medya Ajansı, 2006. itü vakfı dergisi 65 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL DSİ Genel Müdürlüğü'nden siyasete uzanan yol... Demirel, DSİ Genel Müdürü olduğu dönemde Cumhurbaşkanı Celal Bayar'la. Süleyman - Nazmiye Demirel 1949 yılının Nisan ayında İstanbul Teknik Üniversitesi diploması elimde, genç bir mühendis olarak mecburi hizmetimi yapmak üzere Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde görev aldım. İşe, Gediz Havzası’ndan başladım. Söz konusu havzada, Amerikan firmaları, mühendislik hizmeti veriyordu. G öreve başlayalı henüz 5 ay olmuştu. E.İ.E.İ. Genel Direktörü Cemil Gökçen, Amerika’ya gideceğimi tebliğ etti. ABD’nin Sulama ve Enerji İdaresi, Türkiye’den iki mühendisi davet etmiş. İdare de, ABD’ye gönderilecek mühendislerden biri olarak beni münasip görmüş. Bir yıllık program için ABD’ye gittim. Colorado eyaletinin Denver şehrindeki Amerika Sulama ve Enerji İdaresi “Bureau of Reclamation”nda çalışmaya başladım. Burası, 3 bin mühendisin görev yaptığı muhteşem bir mühendilik teşkilatıydı. Amerika’da kaldığım süre içinde barajlar, elektrik tesisleri, sulamalar ve kanallarla ilgili tesisleri gezdim. 1950 Ağustos’unda Türkiye’ye döndüm. Mayıs 1950’de seçimler yapılmış, iktidar ve devir değişmişti. Bu defa, Adana’daki Seyhan Barajı’nın temel sondajlarına nezaret etmekle görevlendirildim. ABD’de mühendislik bakımından çok şey öğrendim. Onları, ülkeme getirdim ve uyguladım. DSİ de, Bureau of Reclamation’dan örnek alınarak kurulmuştur. 66 itü vakfı dergisi 1955 yılının Eylül ayında, bu defa eşim Nazmiye’yle birlikte yeniden Amerika yolunu tuttuk. Bu gezim sırasında, Amerika’nın nasıl ve neleri yaparak zengin olduğunu, bizim neler yapmamız gerektiği hususundaki düşüncelerimi geliştirdim. Demirel, DSİ Genel Müdürü oluyor Türkiye’ye döndükten sonra, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne atandım. DSİ Genel Müdürü olarak beş yıl görev yaptım. Bu süre içinde çatlayan topraklara su, çatlayan dudaklara su getirdik. Yeşilin bozkırla, ışığın karanlıkla savaşından sonra Anadolu’yu uygarlıkla kucaklaştırdık.” “Siyasete Atılmadım, Siyasete Sürüklendim…” Süleyman Demirel, henüz 30 yaşındayken DSİ Genel Müdürlüğü’ne getirilmiş, yurt çapında barajlar hamlesini başlatmıştı. Bu genç genel müdür, bir yandan barajlar ve hidroelektrik santrallerinin inşasına öncülük ediyor, bir yandan da Anadolu insanını “çat- lamış toprak” çaresizliğinden kurtarmak için çorak arazilerin sulama projelerini uygulamaya koyuyordu. 27 Mayıs 1960 darbesiyle birlikte DP iktidarının dönemi kapanıyor, bu arada DSİ Genel Müdürü Süleyman Demirel de görevden alınıyordu. Demirel, 1960-1961 yılları arasında askerlik görevini yaptı. 1962’de, DP’nin yerine kurulan Adalet Partisi Genel İdare Kurulu’na en çok oyla seçildi. Ardından da, Genel Başkan Yardımcısı oldu. Demirel, 1963 yılında yaşanan bazı olaylar nedeniyle siyasete ara verdi. 28 Kasım 1964’te yapılan AP II. Büyük Kongresi’nde Genel Başkanlığa seçildi. Demirel, AP Genel Başkanlığına getirilişini anlatırken, “Siyasete atılmadım, sürüklendim…” ifadesini kullanıyordu. İTÜ mezunu mühendis Süleyman Demirel, siyaset sahnesine atıldıktan kısa bir zaman sonra 1965 yılında, 40 yaşında Türkiye’nin en genç başbakanı olarak görev alıyordu. Süleyman Demirel, Başbakan... Fırat'ın Boşa Akan Sularına Gem Vuruldu Süleyman Demirel, lideri olduğu Adalet Partisi’ni iktidara taşımak için hazırlık yaparken, çantasında üç büyük proje vardı. Bunlardan ilki Keban Barajı, ikincisi İstanbul Boğaziçi Köprüsü ve üçüncüsü de televizyondu. Başbakan olduktan sonra birinci sıradaki projenin hayata geçirilmesi için 12 Haziran 1966’da Fırat’ın boşa akan sularına gem vuruldu. Boğaziçi Köprüsü: İki kıta birleşiyor… Başbakan Demirel, Cumhuriyet tarihimizin en önemli yatırımlarından birisi olan İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nün temelini de 20 Şubat 1970 Cuma günü attı. Asya ile Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı... Avrupa’nın birleşmesi üç yıllık köprü inşaatından sonra gerçekleşecekti. Demirel, bu büyük projeyi anlatırken şunları söylüyordu: “Artık, tahta köprü devirlerini geride bıraktık. İnşasına başladığımız Boğaziçi Köprüsü ve çevre yolları, lüks değildir. Türkiye’yi, bu eserlerle büyüteceğiz.” Demirel’in Türkiye’ye armağanı: Televizyon Süleyman Demirel, iktidara talip olurken, “Ülkeyi, televizyona kavuşturacağım” taahhüdünde bulundu. Sonra, seçim kazanıp, Başbakan oldu, Keban Barajı ve Boğaziçi Köprüsü’nden sonra üçüncü sözünü de, 30 Ocak 1968’de yerine getirdi. TRT’nin ünlü spikerlerinden Zafer Cilasun, TV ile ilk haber bültenini, Ankara’nın Necatibey Caddesi’ndeki bir apartmanın bodrum katına kurulmuş olan stüdyodan sunuyordu. Süleyman Demirel Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı 6 dönem Isparta Milletvekilliği yapan, 7 defa hükümet kuran ve Başbakanlık yapan, 6 defa hükümetten giden, 7 yıl yasaklı siyasetçi olan Süleyman Demirel,12 yıl Başbakan olarak ülkeye hizmet etti. Süleyman Demirel, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Nisan 1993'teki ölümünün ardından 16 Mayıs 1993'te, TBMM tarafından Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı Demirel, 7 yıllık görevi süresinde Çankaya Köşkü'nde sayısız kabul gerçekleştirdi, 125 ülkeye gitti, yabancı devlet başkanlarını Türkiye'de ağırladı, çok sayıda ili ziyaret etti. Demirel, görevi 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e devrederken, yaşamını "50 yılı aşkın kamu hizmetim, 35 yıllık siyaset hayatım, 7 yıllık Cumhurbaşkanlığım boyunca büyük Türkiye hedefi, demokrasinin ve anayasal kurumların güçlenmesi, demokratik kuralların işlemesi için mücadele ettim" sözleriyle özetledi. Kaynak: "Büyük Türkiye'nin Hikayesi", H. Turgut, ABC Medya Ajansı A.Ş., 2014 Boğaz Köprüsü'nün açılışı. Süleyman Demirel, ilk televizyon yayınında... itü vakfı dergisi 67 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL Mühendis Süleyman Demirel DSİ'yi Örnek Bir Teşkilat Haline Getiriyor DSİ, Çatlamış Toprakla Mavi Gök Arasında Sıkışan İnsanı Suya Kavuşturdu Mühendislik eğitimini seçmemdeki etken, arpa harmanı sonrasında bizim köylülerin, çeşmenin dibine oturup, “O kuruyan yeşil ovaya, şu dağların arkasındaki gölden su gelir mi, gelmez mi?” diye konuşmalarıdır. Allah bize, o dağların arkasındaki suyu, Türkiye ovalarına getirmeyi nasip etti…” “Bir Ömür Suyun Peşinde” kitabından alınan bu satırlar, bir yandan 1930’lu yıllardan itibaren Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma ışık tutarken, bir yandan da Süleyman Demirel’in bu tablo karşısındaki duygularını anlamamızı sağlıyor. Ve eğitimin ardından, suyun peşinden gidip DSİ’de yaptığı çalışmalarla bu tabloyu değiştirmek için verdiği mücadeleyi… Türkiye” den bir tanesiydi; birçok Türkiye’nin ise, birbirinden pek de farkı yoktu. Biz, Cumhuriyet’in birinci nesliyiz. Cumhuriyet’i biz, hemen hemen tümüyle yaşadık. 1920’li yılların Türkiye’si, dağılmış bir imparatorluğun geri kalan parçasındaki, kurtarılabilen bir parçasındaki, yani bugünkü milli hudutlarımız dahilindeki Türkiye’dir. Burasını, kapışılmış olmaktan kurtarmak için, bizden evvelki nesiller, benim babamın temsil ettiği nesiller Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Balkanlar’da, Yemen’de, Kafkasya’da her türlü fedakârlığa katlanmışlardır; çoğu şehit olmuştur. 1920’li yıllarda, hatta 1930’lu yılların başlangıcında, bu yangının hikayelerini dinleyerek büyüdük. Akşam olunca, ocak başında anlatılanlar, hep savaş hikayeleriydi... Rahmetli babam, Çanakkale’ye, Kafkas 1 924 yılında Isparta’nın İslamköy kasabasında doğdum. 1920’li yılları çok iyi hatırlamam, ama 1930’lu yılları hatırlarım. 1930’lu yıllar ile, 1920’li yılların çok büyük farkı olduğu kanaatinde de değilim. Netice itibariyle, benim üzerimde tesiri olan yıllar, 30’lu yıllardır. Ondan sonraki yıllarda benim hayatıma istikamet veren koşullar ise, “benim çocukluğum” diyebileceğim o 1930’lu yıllardaki toplumun içinde yaşadığı koşullardır; benim ailemin, yakınlarımın ve köylümün içinde bulunduğu durumdur. O durum, “Birçok 68 itü vakfı dergisi Keban Barajı. Savaşlarına ve Irak’taki, Suriye’deki savaşlara katılmış, Kurtuluş Savaşı’na katılmış bir kişiydi; her şeyi çok iyi anlatırdı. Biz, okula gidip, tarih dersi okumadan evvel, tarih yapanların dilinden, kahramanlık hikayelerini dinledik. Cumhuriyet Bizim Önümüzü Açtı Aslında o günkü Türkiye’de, bizim yaşadığımız muhitte, zenginlik, kimsenin çok fazla bildiği bir şey değildi. Yoksulluksa, o günlerin damgasıydı. Ancak, benim doğup büyüdüğüm yerde, halk aç değildi. Ama halkın ekonomik şartları tamamen kendi ortamı tarafından dikte edilmişti. Bir avuç toprağı vardı; ekerdi, biçerdi. Yıl iyi giderse, kendisine yiyecek kadar, hayvanlarına yetecek kadar mahsul alırdı. Selçuklular’dan sonra Osmanlı devletinin idaresinde bulunan bu topraklar, Cumhuriyet’e kadar daha çok kendi halinde kalmıştır. Demirel, Eisenhower Vakfı'nın bursiyerleriyle. Demirel 1949'da, Elektrik İşleri Etüt İdaresi'nde çalışırken burslu olarak gittiği ABD'de eşi Nazmiye Demirel ile. İnsanlar, bir barınma sınırı civarında yaşamıştır. Daha sonra dünya değişmiş, Türkiye ve Türkiye’nin halkı, dünyanın değiştiğinin farkına, Cumhuriyetle beraber varmıştır. Cumhuriyet, bizim insanlarımızın yaşadığı şartlardan aldığımız ilhamı, aldığımız itici gücü, aldığımız enerjiyi ülke hizmetine çevirmeye yardımcı olmuştur. Cumhuriyet, bizim önümüzü açmıştır, yollar açmıştır. 1920’li 1930’lu yıllarda, Türkiye karanlıktır. Işık sadece şehir merkezlerinde vardır. Akşam olunca, her taraf karanlıktır. Bizim köyümüzden, vilayetimizin merkezi olan Isparta’nın ışıkları görünürdü. Köylümüz, oradaki ışıkları kıskanmazdı, “Acaba bir gün bizim köyümüzde de ışık olur mu?” diye merak da etmezdi. 1950’li yıllarda, “İşte o şehirde yanan ışık, burada da olacaktır.” dediğimiz zaman, yaşlı kadınların nasıl taaccüp ettiğini (hayrete düştüğünü) hatırlıyorum. Bir türlü inanmadılar, hiç akıllarına sığmadı. 70 Yıl Önce, Anadolu İnsanı Suya Hasretti Biz, köylünün sıkıntılarını, fukaralığını, yoksulluğunu görerek ve bilhassa kurak yıllarda, köylünün içine düştüğü ıstırabı bilerek büyüdük. Bu ülkenin insanı, bizim köylümüz, hayatını topraktan, tabiattan söküp almak gibi bir mücadelenin içindeydi. Bu mücadelede, şartlar eşit değildi. Bir tarafta tabiat, bir tarafta insan vardı. Tabiatın kudreti korkunçtur. İnsanın refah ve saadeti ile, tabiatın huyu, huysuzluğu, zenginliği, cimriliği, cömertliği arasında çok yakın bağlar vardır. Çok iyi hatırlıyorum; 1934 yılıydı, beklenen yağmur yağmamıştı. Yemyeşil bir ova kurumuştu, başak çıkarmadan kurumuştu... Hem köylünün kendisi, hem de hayvanları açtı... Çatlamış toprakla, mavi gök arasında sıkışıp kalan insan, ne yapacaktı? Elini açacak göklere, Allah’a dua edecekti. Yağmur duası, bilhassa bahar aylarının en önemli hadisesiydi. Biz çocuklar, ahalinin peşine takılır, dua edilen belirli yerlere kadar gider, sonra bağırırdık: “Yağmur yağmur yağ ister, Kaşık kaşık bal ister, Ektim umar (çare) tarlasına...” Yağı da, balı da umar tarlasından bekliyor. Ümit ediyor, arzu ediyor. Biz bağırırken, büyükler dua ederlerdi. İnsanlar böylece kader zincirlerini kırmaya çalışırlardı. Bizim büyüklerimiz konuşurdu, “Şu dağların arkasında göl var, dağı bir delebilsek de, gölden su gelse...” diye. Bu hayal gerçekleşti. Ama, bu konuşmaların üzerinden 40 sene geçtikten sonra ancak gerçekleşebildi. İlkokulu bitirdikten sonra, ortaokulu okumak için, şehre gitmemiz lazımdı. Öğretmenlerimiz, okumamız için teşvik ediyorlardı. Babam da, -daha çok askerlik sayesinde- dünya görmüş bir adamdı ve yol vererek, bizi, kendi bilmediği ufukların ötesine attı. “Haydi gidin, okuyun” dedi. Okumak kolay da, nasıl okuyacaksınız? Nihayet bulunduğunuz yerde akşam olunca orta yere bir sofra kuruluyor; o sofrada bir kaşık eksik, bir kaşık fazla fark etmiyor. Dışarı gidince, öyle değil... ...Ve insan, “çağdaş insan” olacaktır Gerek kalkınmışlık, gerek çağdaşlık, gerek refah dediğimiz olay, bir özlem işidir; bunu özlemek lazımdır. Yalnız, bilinmedikçe nasıl özleyeceksiniz? Siz zannediyorsunuz ki; kaderiniz, “bir lokma bir hırka”dan oluşuyor. Cumhuriyet, o kaderi de kırmıştır. Savaş yıllarında, biz evvela Mühendis Mektebi, sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Radyoyu İlk Defa 1936’da Dinledim Anadolu, kendi içine kapalı birçok Türkiye’den ibaretti. Bir tane Türkiye değil, yüzlerce Türkiye ve hepsi de kendi içine kapalı... Cumhuriyet, evvela eğitimi götürmekle, daha sonra buraları şehirlere açmakla ve değişen dünyanın şartlarını biraz biraz getirmekle, bu kapalı sınırları kırmıştır. 1936 yılında bizim köyümüze ilk defa radyo geldi; onu gayet iyi hatırlıyorum. Türkiye’de radyo, 1920’li yıllarda kurulmuştur ama, biz ancak 1936’da başladık radyo dinlemeye... Bir köye, bir radyo... O da, eğer akümülatörü boşalmamışsa... Aksi halde şehre götürülüp doldurulması lazımdı. Akümülatör yoksa, radyo dinlemek de mümkün değildir. Onun için muayyen saatlerde sadece haberler dinlenirdi. Kumaş, henüz yeni girmeye başlamıştı. Kumaş olarak daha çok koyunların yünü kırpılır, eğirilir; o, bir biçimde dokunurdu. Bilhassa erkeklerin giysileri daha çok ondan olurdu. Daha sonraları kumaş girdi. Cumhuriyet’in başını anlatıyoruz; ışığa yabancı bir Türkiye, kumaşa yabancı bir Türkiye, dünyaya kapalı, habere yabancı bir Türkiye... Tabii ki bu Türkiye’nin pek çok yerinde okul yok, okula yabancı bir Türkiye... Bir yerden bir yere gitmek mesele... 1935’de Isparta’ya demiryolu geldi. Babam beni elimden tutup götürdü, 10-11 yaşındaydım. İstasyon meydanında demiryolu açılışını hatırlıyorum; İsmet Paşa geldi nutuk söyledi, o zaman Başbakandı. itü vakfı dergisi 69 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL öğrencisiydik İstanbul’da. O yılların sıkıntılarını biliyoruz. O yılların yöneticileri, Türkiye’yi barış içinde tutmak için büyük bir gayret sarf etmişlerdir. Savaş yılları bittikten sonra, Türkiye yeni bir dünyanın içine girmiştir; bu, 1946’dır. Türkiye, yeni bir dünyanın içine girerken, biz de o dünyayı anlayacak ve o dünyanın getirdiği şartlar içerisinde koşacak yaşa, duruma gelmiştik. 1950’li yıllara girerken, meslek sahibiydim ve devlette hizmet almıştım. Bir genç mühendis olarak bizim idealimiz olan şeyler; Türkiye’nin her tarafına gidilip gelinebilmeliydi, Türkiye’nin ovaları sulanmalıydı; köyleri, kasabaları ışıklanmalı, insanları daha çok, daha iyi işler bulabilmeliydi, Türkiye sanayileşmeliydi. Evvela, Türkiye’nin bütün çocukları okumalıydı. Tabii o günkü şartlarda, bu bizim işimiz değildi, yönetenlerin işiydi. Türkiye karanlıktan kurtulmalıydı. Türkiye’de bozkırla yeşilin savaşı sürdürülmeliydi, bozkır yeşermeliydi. Bir Taşın Üzerinde, Üç Gün Boulder Barajı’nı Seyrettim 1949 yılında, ihtisas için bir yıllığına Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildim. ABD’de, Batı eyaletlerine gittim, Doğu eyaletlerine gittim; mesleğimle ilgili çalışmaları izledim. Orada gördüklerim beni hem çok şevklendirdi, hem de hasta etti. Gördüğüm her medeni eser, “Benim memleketimde niye yok?” diye beni üzüntülere soktu. Hiç unutmuyorum, Las Vegas civarında, Colorado Nehri üzerinde kurulu Boulder Barajı, o zaman Amerika’nın çok övündüğü en büyük tesisti; 1930’lu yıllarda yapılmıştı. O tesisi üç gün seyrettim. Her sabah gidiyor ve bir taşın üzerine oturarak, barajı seyrediyordum. O büyüklükteki bir tesisi, Keban Barajı’nın, temelini 1966 yılında atarak biz yaptık. Ne zaman Keban Barajı’nın üzerinden uçsam ve oralara yolum düşse, aradan yaklaşık 50 sene geçmiş olmasına rağmen, bunları birbirine bağlarım. 1949 Yılında Mühendis Olup, Suyun Peşine Düştüm 1949 yılının Şubat ayında, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun oldum. Birkaç ay İstanbul Sular İdaresi’nde (İSKİ) çalıştım. 70 itü vakfı dergisi Ancak, zorunlu hizmetim vardı. Çünkü devletin okullarında okumuştum. Bu hizmeti yapmak üzere devlete müracaat ettim. Onlar da beni, Elektrik İşleri Etüd İdaresi’ne gönderdiler ve göreve başladım. Elektrik İşleri Etüd İdaresi, ancak on mühendisin çalıştığı bir teşkilattı. 13 yıllık bir mazisi vardı. O zaman ABD’den kalkınma ile ilgili heyetler getiriliyordu. Gelen birinci heyetin üyeleriyle, göreve başladıktan hemen sonra Merzifon ovalarına gittim. Orada, yeraltı suyu etüdleri yaptık. Sonra bir Dakota uçağı ile Trakya’ya gittik, Stoner adında bir ABD’li mühendis ile... California’dan gelen Stoner ile, yeraltı suyu aradık. Ardından, devletin tuttuğu Knappen Tippett Abbet Mc-Carthy Şirketi’nin mühendisleriyle, Gediz Nehri’nin amenajman (doğal kaynakların işletilmesi) planını yapmak üzere Manisa’ya gittim. Gediz Havzası çalışmaları, su mühendisliği bakımından Türkiye’de ilk, nevi şahsına münhasır çalışmalardır. ABD şirketinin başmühendisi Travis’di. Çok iyi bir mühendisti, kendisinden çok şey öğrendim. Bu arada, bir anımı nakletmek isterim: Çok iyi dost olduğum Travis, Irak’ta bir helikopter kazasında ölmüştü. Ertesi gün sekreteri ziyaretime geldi ve Amerikalı mühendisin, üzerinde “C.F. Travis” yazan deri kılıflı hesap cetvelini bana verdi. Dedi ki: “Bay Travis, ‘Çok seyahat ediyorum, başıma her an bir şey gelebilir. Bana bir şey olursa, bu cetveli Süleyman Bey’e ver’ dedi. Cetveli size vererek, isteğini yerine getiriyorum.” Bu cetveli, hala özenle saklıyorum. Manisa’da Amerikalı mühendislerle çalışırken, Ankara’ya çağrıldım. Anka- ra’da bana, bir yardım teşkilatı olan CEA’nın bursuyla görgü ve bilgimi artırmak üzere Amerika’ya gideceğim bildirildi. Eylül 1949’da ABD’ye gittim ve bir yıl kaldım. Eylül 1950’de döndüğümde, Türkiye’de seçim yapılmış ve iktidar değişmişti. Beni doğruca Seyhan Barajı’nın temel etüdleri için Adana’ya gönderdiler. İki ay sonra çağırdılar, Elazığ’da Hazar Gölü Projesi’nin hazırlanması görevini verdiler. Türkiye’nin henüz büyük-küçük santrali yoktu. Su santrali, hemen hemen hiç yoktu. Bir-iki tane ufak yerler vardı, inşa haline de henüz geçilmiş değildi. Bana Elazığ’da, yerden 500 metre yüksekte olan Hazar Gölü’nden elektrik çıkarmak için proje hazırlama görevi verildi. Konu, daha önce incelenmişti ve üzerinde “yapılamazlık” damgası vardı. “Dağ delinmez, dağ çürük. Su tuzlu, nehre verildiği zaman kirletir” denilmişti. Gölde birikmiş olan suyun yeterli olmadığı da öne sürülmüştü. 15-20 sene tartışıldıktan sonra kapatılan bu projeyi yapıp tesisleri açmak, bana nasip oldu. Daha sonra Eğridir Gölü’nün ayağından çıkıp giden suların bataklık haline getirdiği arazinin ıslah projesini yaptım. Kovada Projesi’nde Eğridir Gölü’nün su bilançosunu çıkardım. Bunu, aşağı yukarı 50 sene önce yaptım. O raporlar, bugün de caridir. Beyşehir Gölü’nün su bilançosunu yaptım. Bunların içinden büyük projeler çıktı sonra. Onu, Kovada Santrali izledi. Bu santrali de inşa ettirip açmak, bana kısmet oldu. O zaman Türkiye’nin hayalinde 1 milyon kilovat takatli santral kurmak yoktu. Zaten kursanız, nereye götüreceksiniz elektriği? Kim ne yapacaktı elektriği? Ama biz, o zamanlarda belki Türkiye’nin 2 milyon kilovat elektriği olur, buradan da 10 milyar kilovat/ saat elektrik çıkarırız, hesabını yapıyorduk. 1950 senesinde Türkiye’nin kullandığı bütün elektrik, 789 milyon kilovat/saatti. Halkın, Devletle Köprüsü 1950’de Kuruldu 1950’li yıllar, Türkiye’nin çok enteresan olduğu yıllardır. Türkiye, “çok parti”ye geçmişti. Çok parti, değişik bir idare şeklidir. Çok parti, halkın sesini ortaya koyar. Çok parti, halkın devletle köprüsünü kurar. Bu köprüler kurulmaya çalışılırken de, kırılır dökülür... Çok parti, tabii ki gelenek isteyen bir iştir. Bu çok partili dönem ve halkın hür ira- desine müracaat suretiyle meclislerin ortaya çıkarılması, hükümetlerin buna göre kurulması hadisesi, Türkiye tarihinde yeni bir olaydır ve gerçek demokratik cumhuriyet budur. 1923’de ilan edilen cumhuriyettir, ama 1950’deki demokratik cumhuriyettir. Demokratik cumhuriyet, aslında Cumhuriyet’e güç ve kudret kazandırmıştır. Çünkü, halkın içinde bulunduğu hayat şartlarını dile getirmek ve bunlara çare aramak için yarışanlar, koşuşanlar çıkmıştır. 1950 yılında Türkiye’nin 13 köyünde elektrik vardı. 1 km enterkonnekte şebeke (santrallerin birbiriyle bağlantısını sağlayan sistem) yoktu. Elektrik üreteceksiniz, onu götürecek ve dağıtacaksınız.. Ne üretim tesisi var, ne de dağıtım tesisi... Bizim derdimiz; bütün bu güçlerin içinden çıkmaktı. Taşın Üzerinde Bu Defa Seyhan Barajı’nı Seyrettim O yıllarda Ankara’da oturur-orada da teşkilatımız vardı- ayda bir defa, iki defa, üç defa gider gelir, inşaatın yürütülmesine nezaret ederdim. Tesisi 974 günde tamamladık. 8 Nisan 1956’da Seyhan Barajı’nı hizmete açarken, aşağı yukarı yarım milyon insan vardı. Çukurova’nın o güneşli güzel günü, hala gözümün önünde... Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve tüm bakanlar açılış törenine gelmişler, alan, bir insan seli olmuştu. Adnan Menderes, bana dönüp, “Çıkınız, açılış konuşmasını siz yapınız.” dedi. Kürsüye çıktım ve barajla ilgili teknik özellikleri uzun uzun anlattıktan sonra şunları söyledim: “Bu güzel eserin milletimize ve memleketimize hayırlı olmasını temenni ederim. Projeleri tanzim ve inşaatın kontrollerinde idareye yardım eden Knappen Tippett Abbet McCarthy firmasına, inşaatı yapan Morrison-Garanti firmasına, hava hatları ve muhavvile (transformatör) merkezlerini inşa eden Elin firmasına, Adana-Karaisalı yolunu inşa eden Atman firması ile görev alan Türkiye Ödünç Parayla Seyhan Barajı’nı Kurdu Seyhan Barajı'nın açılış töreninde Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve DSİ Genel Müdürü Süleyman Demirel. 8 Nisan 1956 1950’li yıllarda siyasetin içinde olmadım. Ama, hizmet yarışının ön saflarındaydım. Amerika Birleşik Devletleri’nde mühendislik bilgimi, tecrübemi ilerletip geldikten sonra, elime büyük projeler geçti. Seyhan Barajı bunlardan ilkidir. Seyhan Barajı, Demokrat Parti iktidarının çok önemli bir iddiasıydı ve o dönemde Türkiye’de çok tartışılmıştı. Seyhan Nehri’nin üzerine, Adana’nın 15 km yukarısına bir baraj yapılacaktı. 850 bin dönüm arazi sulanacaktı. O ovaların sulanması için, daha önce nehirden su almak üzere birtakım işler yapılmışsa da, bunların hepsi yarımdı. 18 bin kilovatlık üç ünite planlanmıştı; bir tanesi yedek olacak, iki tanesi kurulacaktı. “18 bin kilovat elektriği Çukurova’da kime satarız?” diye büyük sıkıntılar çektik. Çünkü, tesisin finansmanı için, çıkan elektrik satılmalıydı. Tesisin yapılması için 25 milyon dolar gerekiyordu. Böyle bir parası yoktu Türkiye’nin. Bunu, ödünç almalıydı. Yeni dünya nizamında, bir Dünya Bankası kurulmuştu. Bu Dünya Bankası’nın maksadı, kalkınma projelerini finanse etmekti. “Bu proje neye yarardı? Yani, kendi kendisini öder miydi?” hesaplarının yapılmasının ardından, Dünya Bankası, Türkiye’ye 25 milyon dolar vermeyi kabul etti. Bu 25 milyon dolar, Türkiye’nin bütün ödeme kabiliyetinin yarısı idi. Temel etüt ve sondaj çalışmalarıyla kredisinin sağlanması çalışmalarında aktif görev aldığım barajın inşaatını yürütmek üzere, daha sonra “Barajlar Dairesi Başkanlığı” adını alacak olan “Seyhan Bürosu” kurulmuştu. Bu Büro’nun başına getirildim. Cumhuriyet’in başını anlatıyoruz; ışığa yabancı bir Türkiye, kumaşa yabancı bir Türkiye, dünyaya kapalı, habere yabancı bir Türkiye... Tabii ki bu Türkiye’nin pek çok yerinde okul yok, okula yabancı bir Türkiye... Bir yerden bir yere gitmek mesele... itü vakfı dergisi 71 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL Türk İnsanını, DSİ Genel Müdürü Olunca Tanıdım... Keban Barajı ve Hidroelektrik Santrali'nin Temel Atma Töreni, 12 Haziran 1966 Bu heyecanla, Türkiye’yi bir uçtan bir uca koştuk. Türkiye’yi çok iyi tanıdım. Hem Türkiye’nin coğrafyasını, hem tabii kaynaklarını, hem insanını çok iyi tanıdım. Orada gördük Harran Ovası’ndaki kuşun susuz olduğunu; kuş susuz... Orada gördük Harran Ovası’ndaki insanın susuzluğunu... Orada gördük, sırtında kuyudan su çeken insanları... Orada gördük, kuyuların başında çamur ile suyu ayırmaya çalışan kadınları... Orada gördük, Allah’ın nimeti sudan mahrumiyetin, insanlara verdiği eziyeti... Mardin’in Gülharin köyünde, içinde çamurlu su birikintisi bulunan çukur etrafında toplanan kadınlar, eski bir otomobil lastiğini kova yapmış, onunla sıvıyı çekiyor ve buna “su” diyorlardı. Yalnız, kocaman gözleri meydandaydı. Güzel gözler... Bizim İslamköy’de evin 150 metre ötesinde su çeken anamı hatırlarım. Suyu taşırken, kollarının uzadığını hissederdim. Bu bölgede, insanlar susuzdu... Kuşlar susuzdu... Bütün hayvanlar, toprak susuzdu... Oysa, Palandöken’de eriyen kar suları diğer firmalara teşekkür ederim. Bu eserde hizmeti geçmiş herkese minnettarlığımı ifade ederim.” Konuştuğum kürsünün arkasında Bayar, Menderes, önümde dağ-taş insan... Karşıdan da güneş gözüme doğru geli- 72 itü vakfı dergisi gelirdi yakına kadar. Türkiye’nin en değerli madeni, bu kar sularıdır. Bunu, Türkiye’ye tanıtan benim. 1949 yılında devletin hizmetine girdikten sonra bu hizmete şöyle baktık: Dedik ki; bu devlet, bizi ortaokuldan başlayıp lisede, daha sonra altı sene, yedi sene Mühendis Mektebi’nde okuttu, Amerika’ya kadar gönderdi, bir yere kadar getirdi; bu ödenmeli, bir. İkincisi; her defa yastığa başımızı koyduğumuz zaman, o karanlık köyler ve çorak topraklar, kuru bozkır, yeşilden mahrum insanlar, o fukaralık, o yoksulluk gözümüzün önündedir; bununla savaşılmalı. Bu savaşı bırakmış değiliz, bugün de devam ettiriyorum. Beni buraya getiren odur, 31 yaşında Genel Müdür yapan değil sadece... Mesleğimin henüz başındayken, havza amenajmanı planlaması fikrinin gelişmesi ve uygulamaya geçilmesi için gayret sarfeden öncü grubun içinde bulunmuş, planlama tekniğinin ve amaçlarının yaygınlaştırılması için bilimsel çalışmalarda, takdimlerde yer almıştım. yordu. Önce titrediğimi, sallandığımı hissettim. Ama, bu çabuk geçti. Sanki hiç o heyecanı yaşamamıştım. Konuşmam bitti. Sadece ben konuştum o gün. Tören alanı birden boşaldı... Bir kayanın üstüne oturdum, oradan Barajı ve Seyhan’ı uzun süre izledim. Etrafta kimseler kalmamıştı... Temelden yüksekliği 77.70 metre, talvegden (bir akarsu yatağının en derin noktalarını birleştiren çizgi) yüksekliği 50.70 metre, kret (barajın üst kısmı) uzunluğu 1.955 metre olan barajın, enerji üretimi için dikey eksenli “Francis” tipinde üç türbini (su gücünü enerjiye çeviren makine sistemi) bulunuyor. Türkiye’nin bu büyük eseri tamamlandığı yıllarda, bazı muhalifler, halka olumsuz propagandaya giriştiler. “Topraktan bir baraj yapıldı, yarın köstebekler, Barajın duvarlarına yuva yapmak isterlerse, bu deliklerden yol bulan sular, toprak barajı bir anda yerle bir eder, Adana da sular altında kalır.” şeklindeki olumsuz propaganda, bir süre Adana’da baraj korkusuna yol açtı.1950’li yılların ikinci yarısında, her yağmur yağışında, barajın patlayacağı dedikodusu yayılıyor, çok kişi karamsar yorumlar üretiyordu. Seyhan Barajı’na başladığımız zaman, elimizde bulunan toprak baraj inşaatı, 100-150 bin m3’lük Damsa Barajı idi. Onu da 5-6 senede yapabilir durumdaydık. O zaman “4.5 milyon m3 toprak baraj olur mu?” demeden önce, “Toprak baraj olur mu, olmaz mı?” tartışması yapılıyordu. Seyhan Barajı hakikaten çok güzel bir tesistir. Üç sene gibi kısa bir zamanda bitirilmiş, Türkiye’nin hizmetine girmiştir ve “Türkiye Barajcılığının Modern Okulu” sayılabilecek bir tesistir. Sonra devlet, yeni barajlar yapılmasına karar verdi. Onları da bana havale ettiler. Hayallerimi, 31 Yaşında Gerçekleştirmeye Başladım 50. yıldönümü kutlanan Eisenhower Vakfı bursu ile 1954 yılının eylül ayında ikinci kez ABD’ye gittim, bir yıl sonra döndüm. Türkiye’nin hizmetine hazırlanmamda ABD’ye yaptığım iki gezinin ve yabancı uzmanlarla yaptığım çalışmaların çok büyük önemi vardır. Bu uzmanlarla yaptığım çalışmalar, mesleki tecrübe yanında, ufuk kazandırmıştır. ABD’den döndükten bir süre sonra DSİ Genel Müdürü olarak görevlendirdiler. Ben, Genel Müdürlük istiyor değildim. Bayındırlık Bakanı Keman Zeytinoğlu, ziyaretime gelerek, beni Genel Müdür yapacaklarını bildirdi. Bunun üzerine o günkü Genel Müdür Hikmet Turat’ı arayarak, “Seni götürüp, beni getiriyorlar. Git düzeltebilirsen düzelt.” dedim. Hikmet 1955 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürü olduğum zaman 31 yaşındaydım ve hayallerimi gerçekleştirebileceğim bir sorumluluk düzeyine ve görev fırsatına kavuşmuştum. Çok büyük ve çok güzel bir görevdi; zevkle yaptım. Turat, çok iyi bir insandı. 2003 yılında, 92 yaşında öldü. Ona hep sevgi, saygı duymuşumdur. Çok güzel bir insandı... Genel Müdürlüğüne geldiğim DSİ’nin kapısına, şunu yazdım: “Görevimiz, Tük insanının muhtaç olduğu suyu bulmaktır.” Bu, bir kararlılıktır, determinasyondur. Çocukluğu susuzluk içinde geçmiş bir adam, devletin bu hizmetleri gören yerine “Türk halkının ihtiyacı olan suyu bulacağız.” diye giriyor. Aşağı yukarı benim hayat hikayemin özüdür bu... DSİ, bizim kuruluş olarak yaptığımız ilk büyük iştir. Bugün hala iyi çalışmaktadır. Benim, ilk büyük eserimdir. 1955 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürü olduğum zaman 31 yaşındaydım ve hayallerimi gerçekleştirebileceğim bir sorumluluk düzeyine ve görev fırsatına kavuşmuştum. Çok büyük ve çok güzel bir görevdi; zevkle yaptım. DSİ, Bizim Meslek Gururumuzdur DSİ’yi, ABD’de gördüklerimizden esinlenerek, güçlü bir teşkilat olarak kurduk. Seyhan Barajı açılış töreni. Bu, bizim gururumuzdur. Uzun süreli ve titiz bir çalışma sonucu DSİ Teşkilat Kanunu’nu hazırladık. Bu kanun, içerdiği hükümler sayesinde, bugün de ihtiyaca cevap verir niteliktedir ve güncelliğini kaybetmemiştir. 6200 Sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun, 1953 yılının Aralık ayında yürürlüğü girdi. DSİ’nin yeraltı ve yerüstü sularının zararlarını önlemek, bunlardan çeşitli yönlerden faydalanmak amacıyla kurulduğu belirtilen kanunda, görev ve yetkileri belirlenmişti. Genel Müdürlüğün, bir Genel Müdürün yönetiminde Merkez ve Taşra Teşkilatı’ndan oluştuğu belirtilen Kanun’da, Merkez Teşkilatı’nda bir Genel Müdür Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Demirel'den "Türkiye'nin su sorunu"nu dinliyor. Yardımcısı ile Etüd ve Plan Dairesi, Proje ve İnşaat Dairesi, İşletme Dairesi, İdari İşler Dairesi Reisliklerinin; Teknik, Hukuk, Tarım ve İktisat Müşavirliklerinin; Makine ve Muhasebe Müdürlüklerinin bulunacağı hükme bağlanmıştı. Biz, bir süre sonra Merkez Teşkilatı’na, Barajlar Dairesi’ni, Yeraltı Suları Dairesi’ni, Makine Dairesi’ni, Teknik Araştırma Dairesi’ni ekledik. Esenboğa yolunda, Araştırma Tesislerini kurduk; beton, kimya, toprak ve hidrolik laboratuvarlarını hizmete soktuk. Yeni Bölge Müdürlükleri ihdas ettik. Çalışmalarımızda, hep “Çatlamış toprakla mavi gök arasında kalan halkımız”ın durumunu ölçü olarak aldık. Maksadımız, insanları oradan çıkarmaktı. DSİ kurulduğu zaman, kafi mühendis kadrosu yoktu. Az sayıda mühendisi, 100 kadar teknisyeni vardı. Bugün teknik kadrosu 5000’e ulaşmıştır. Ancak o dönem, mühendisler için altın devirdir. DSİ’de ilk iş olarak raflarda tozlanmış projeleri uygulamaya koymak istedik. “Yap” diyen de vardı, ama para yoktu. Ancak yaptıklarımızın, yeni şeyler yapma imkanı doğurduğunu gördük. Çalışmalarımızı daha da hızlandırdık. 1950’de üç baraj vardı: Çubuk, Gebere ve Porsuk. Porsuk yarımdı. Yapılırken ihbar etmişler, yolsuzluk var diye. Yapanları içeri almışlar, yarım kalan kısımlarda sorun çıkmış. Genel Müdür olunca, oraya gittim. Muharebe meydanı gibiydi. “Bunları temizleyin, tamamlayın” dedim. itü vakfı dergisi 73 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL 31 Yaşında Genel Müdür, 41 Yaşında Başbakan Oldum Ben, Isparta’nın İslamköy’ünden geliyorum. Beni 31 yaşında Genel Müdür, 41 yaşında Başbakan yapan şey şudur: Ben, düşündüğünü her zaman söyleyen biriyim. İnanmadığım hiçbir şeye sahip çıkmadım, inanmadığım hiçbir şeye destek vermedim, her yerde düşündüğümü söyledim. Her aldığım hizmeti çok iyi yaptım. Bu görülmüştü. Seyhan Barajı inşaatı, o günkü idarenin en önemli işiydi; çok parlak bir şekilde başarılmıştır. Türkiye’de birtakım sıkıntılar da oldu sonra, malzeme sıkıntıları şunlar bunlar; onunla birlikte bana havale edilen her şeyi yaptım. Daha önce belirttiğim gibi, benim siyasetle alakam yoktu. Yalnız, o devir Demokrat Parti devriydi ve o devrin başında bir adam vardı. Bu, merhum Menderes’tir. Tabii, merhum Bayar Cumhurbaşkanıdır ama, İcrayı götüren DSİ’de, Önce Köklü Bir İletişim Ağı Kurdum DSİ Genel Müdürlüğü’nde ilk işlerimizden biri de, ihtiyacını duyduğumuz neşriyat konusunda politika tesbiti oldu. Bununla, gerek merkezde, gerek en uzak bölgede görev yapan DSİ ailesinde iletişimi sağlayacak, bir nevi hizmet içi eğitim verilecek, yeni teknolojik gelişmeler izlenebilecek, edinilen yeni bilgiler paylaşılabilecekti. Bu çerçevede “Pazartesi Toplantıları” gelenek haline geldi ve “DSİ Bülteni” çıkarılmaya başlandı. Eğitim denildiği zaman, daha ziyade belirli bir maksat ve programa göre öğrenme ve yetişme akla gelir. İnsan hayatının büyük bir kısmı, bu sebeple okullarda geçer. Herhangi bir teşkilatın, ister kamu, isterse özel sektörde olsun, vazifesini randımanlı bir şekilde görebilmesi, ehil fertlerden müteşekkil olmasına bağlıdır. Hiçbir kademe gözetilmeksizin, herkesin, gördüğü işin ehli olması ve kendi üstündekilerin gördüğü işi öğrenmesi, gayret göstermesi, bu topluluğun müesseriyet derecesi üzerinde önemli bir etkendir. DSİ Genel Müdürlüğü’nde bu hakikati prensip kabul ederek, eğitim konusuna büyük önem verdik. DSİ eğitim politikasının esasını, her DSİ’de, Suyu Arayan İnsanları Eğittik Eğitim, insan hayatında her gün cereyan eden devamlı bir uğraştır. Zira, insan her gün yeni bir şey öğrenir ve böylece, zamanla tecrübe kazanır. 74 itü vakfı dergisi merhum Menderes’ti. Anadolu aşığı bir adamdı. Rahmetli Menderes, sonsuz Türkiye aşkıyla, sonsuz Anadolu aşkıyla dolu bir insandı. Bu ülkenin insanlarını sevenleri, bu ülkenin hizmetlerini canla başla yapmaya çalışanları görmesi lazımdı, gördü. Ben gidip kendisine, “Güneydoğu Anadolu’da kuşlar susuz, insanlar susuz, bu böyle olmaz” dediğim zaman alınmadı, sanki kendisini eleştiriyormuşum gibi bana bakmadı. “Ne yapmak lazım?” dedi. Ben gidip, “Falan yerde bu böyle olmaz” dediğim zaman, yine alınmadı, çünkü biliyordu ki, ben her zaman Türkiye’ye yararlı şeyleri söyleyecektim. kademedeki personelin vazifelerini daha iyi görebilmeleri, bir üst kademeleri doldurabilecek şekilde yetiştirilmeleri, sayısı mahdut bulunan personel ile daha çok iş yapılabilmesini sağlayacak şekilde programlama, yeni ihtisas unsurlarının yetiştirilmesi oluşturuldu. Bu çerçevede, muayyen gayeli dört program uygulandı. DSİ’nin Tüm Teşkilatını Kütüphanelerle Donattık DSİ Umum Müdürlüğü merkezinde Daire ve Fen Heyetleri, taşrada Bölge ve Şube Başmühendislikleri bulunuyordu. Merkezde, personelin yeni gelişmeleri izlemeleri, çalışmaları sırasında ihtiyaç duydukları bilgileri edinebilmeleri için büyük bir kütüphane kurulmuştu. Teşkilatın hemen hemen kökünü teşkil eden Başmühendislikler ise, genellikle birçok kaynak ve imkanlardan uzaktı ve öylece çalışmak mecburiyetindeydiler. Bölge kütüphanelerinin de kurulması gerekiyordu. Bu amaçla bir genelge yayımlayarak teşkilata gönderdik. DSİ Personelini ABD’ye Eğitime Yolladık DSİ, 1950’lerin sonuna doğru, Türkiye’nin en önemli kurumlarından biri haline gelmiş, göğe bakan insanla, kuruyan toprakla suyu buluşturma yolunda büyük işler başarmıştı. Ancak, DSİ’yi daha da büyük işler bekliyordu. Bu yüzden personelinin donanımlı olması, dünyadaki gelişmeleri izlemesi gerekiyordu. Kurum içi eğitimin yanı sıra, DSİ personelinin bilgi ve görgüsünü artırmak, yeni teknik gelişmeleri öğrenmesini sağlamak amacıyla yurt dışında staj yapmasına özen gösterildi. Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatı’nın teknik yardım programı çerçevesinde sağlanan burslarla merkez ve taşra teşkilatında görev yapan personele, ABD’de staj yapma imkanı sağlandı. Staja gönderilecek personelin seçimi, belirlenen kriterlere göre yapılıyordu. Bu kriterler, 1959 yılında, ECA (Dünya Bankası Avrupa ve Orta Asya Teknik Yardım Programı) teknik yardımından faydalanılarak “Sevk ve İdare” konusunda 1960’da ABD’de staja gönderileceklerle ilgili olarak teşkilata gönderdiğim genelgede de bir kez daha belirtildi. DSİ, Kısa Zamanda Modern Teknikle Tanıştı DSİ Umum Müdürlüğü, üstlendiği görevleri yerine getirirken, büyüdü ve gelişti. Ancak, tesisleri eksikti. Tesisler dediğimiz zaman, milyonlarca lira sarfıyla meydana getirilmiş estetik eserler zannedilmesin. Bunlar, DSİ Umum Müdürlüğü’nün fonksiyonlarını ifa edilmesi için lüzumlu, mütevazı, tertipli binalardı. Uygulanan tesis programlarının ana hatlarını, DSİ mensuplarına bir yazı ile duyurdum. DSİ’nin İlk Hedefi: Köylere Temiz İçme Suyu Genel Müdürlüğüm sırasında, teşkilatı, görev ve sorumluluklarını teknik ve planlama çerçevesinde değerlendirerek, disiplinler arası bir çalışma ve işbirliği or- DSİ’yi, ABD’de gördüklerimizden esinlenerek, güçlü bir teşkilat olarak kurduk. Bu, bizim gururumuzdur. Uzun süreli ve titiz bir çalışma sonucu DSİ Teşkilat Kanunu’nu hazırladık. Bu kanun, içerdiği hükümler sayesinde, bugün de ihtiyaca cevap verir niteliktedir ve güncelliğini kaybetmemiştir. tamı haline getirirken, köylere temiz içme suyu için Köy İçme Suyu Dairesi’ni kurduk. Böylece, köylere temiz içme suyu sağlanması konusu müesseseleştirilmiş ve sürekli çalışır hale getirilmiş olur. 1958 yılı sonuna kadar, susuz 33 bin köyden 22 bin 500’üne içme suyu getirilmiş, bunun için köylülerin emeği dahil 300 milyon lirayı aşkın para harcanmıştı. DSİ’nin Faaliyetlerini, Halka, Radyodan Duyurdum 1959 yılının 25, 26 ve 27 Temmuz günleri Ankara Radyosu’nda DSİ’nin faaliyetleri üzerine üç ayrı konuşma yaptım. Bu konuşmalarımdan ilki, Köy İçme Suları üzerineydi. Radyodaki bu ilk konuşmamda, Türk halkına, kana kana içmeye hasret olduğu suyun öyküsünü anlatıyordum. 27 Mayıs İhtilali’nde, DSİ’ye Veda Ettim 27 Mayıs 1960 İhtilali olduğu zaman, ben İspanya’da “Sulama ve Drenaj” konulu uluslararası bir toplantıda Türkiye’yi temsil ediyordum. Ülkemden 25 Mayıs’ta ayrılmıştım. İhtilal haberini alır almaz, Daniş Koper’e telgraf çekerek, dönebileceğimi bildirdim. Daniş Koper, cevaben toplantı sonuna kadar kalmamı bildirdi. 10 Haziran’da Ankara’ya geldim. Havaalanında bazı arkadaşlarım karşıladı. Ertesi gün işime gittim ve Bayındırlık Bakanlığı’na müracaat ederek, görevi bırakacağımı bildirdim ve yerime yeni birini bulmalarını istedim. Böylece hem Bakanı, hem de kendimi rahatlatıyordum. O tarihte askeri idare Sayın Daniş Koper’i Bayındırlık Bakanı yapmıştı. Daha önce, Karayolları Genel Müdürlüğü ve Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarlığı görevlerinde bulunmuştu. Fevkalade değerli bir zat olan Daniş Koper’e askere gideceğimi de söyleyerek, Genel Müdürlük görevimden merkez ve taşra teşkilatında büyük bir şevkle çalışan mesai arkadaşlarıma gönderdiğim bir mesajla ayrıldım. Kaynak Hulusi Turgut, "Süleyman Demirel – Bir Ömür Suyun Peşinde" 2006. (Fotoğraflar: Hulusi Turgut arşivi) itü vakfı dergisi 75 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL İTÜ’lü Süleyman Demirel: “Biz, İTÜ Mezunları Olarak Başımız Dik ve Gururluyuz” 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 2004 yılında İTÜ Ayazağa Kampüsünde Rektör Prof. Dr. Gülsün Sağlamer ile. Bugün İstanbul Teknik Üniversitesi’nin geldiği nokta bizleri sevindirmektedir. Çünkü biz buranın mensupları olarak başımız dik ve gururluyuz. Biz başarının adamlarıyız. Onun için de üniversitemizin hep başarılı olmasını her şeyden çok isteriz. İTÜ çağdaşlaşmanın abidesidir ve Osmanlı İmparatorluğu'nun batıyla, ilim, teknoloji ve felsefeyle irtibat kurmasının başlangıcıdır… 76 itü vakfı dergisi 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bir mezunu olarak duyduğu gururu, İslamköy’den Cumhurbaşkanlığına uzanan yaşamında İTÜ’nün kendisine sağladığı kazanımları ve şükran hislerini bulunduğu her platformda dile getiren, aidiyet duygusu en güçlü mezunların başında gelmektedir. Eğitimin önemine inanmış bir lider olarak, demokratik devletin en önemli kurumlarından üniversitelerin okulu aşan kimliğine vurgu yapan Demirel, bu kurumları toplumun deniz fenerlerine benzeterek, Türkiye’nin yükseköğretim alanındaki gelişme ve atılımlarına destek olmuş, çaba harcamış, sayısız üniversitenin temeline harç koymuştur. 237. Yıl İTÜ Günü Töreni'nde Rektör Prof. Dr. Muhammed Şahin'den plaket alıyor. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 235. Yıl İTÜ Günü töreninde, İTÜ’den mezuniyetinin 60. Yılı nedeniyle Rektör Prof. Dr. Faruk Karadoğan’dan plaket alırken. 10 Mayıs 2008. Bir ülkenin uygarlığa açılan penceresi olarak gördüğü üniversitelerin her biri Demirel için aynı öneme sahip olsa da, kuşkusuz mezunu olduğu İTÜ’nün, onun gönlünde farklı bir yeri vardır. Demirel, gerek siyasetin çeşitli kademelerinde görev yaptığı dönemde, gerek Cumhurbaşkanlığı dönemi ve sonrasında, her zaman İTÜ’nün yanında olmuş, her fırsatta açılış törenleri ve geleneksel İTÜ Günü törenlerine katılmış, bugünkü kampüslerin İTÜ’ye tahsislerinde önemli rol oynamış; üniversiteler tarihinde gerçekleştirilen en büyük bağış projelerinden biri olarak İTÜ 2001 Atılım Projesi’ni başlatmış ve izlemiştir. Dergimizin önceki sayısında, İTÜ eski Rektörü (1996-2004 dönemi) Prof. Dr. Gülsün Sağlamer’in kaleminden yayımladığımız “Değerli Mezunumuz, 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’in Anısına” başlıklı yazıda, Sağlamer, Demirel’in İTÜ’ye sağladığı katkıları şu cümlelerle anlatmıştı: “İstanbul Teknik Üniversitesi’ne kol kanat geren, ilk Başbakanlığı döneminde Maslak Kampüs arazisinin kamulaştırılarak İTÜ’ye verilmesini, son Başbakanlığı döneminde ise 1990’ların başında tahsisleri kaldırılan İTÜ Taşkışla, Gümüşsuyu ve Maçka Kampüsleri’nin tekrar İTÜ’ye tahsislerini sağlayan; Cumhurbaşkanlığı döneminde ise yalnız İstanbul Teknik Üniversitesi’nin tarihinde değil Türkiye üniversiteler tarihinde gerçekleştirilen en büyük bağış projelerinden birini başlatan ve sonuna kadar izleyen Sayın Süleyman Demirel’i biz İstanbul Teknik Üniversiteliler nasıl unutabiliriz ki? İTÜ Maslak Kampüsü’nü Cumhurbaşkanlığı döneminde ve sonrasında açılış törenleri ve Mezunlar Günü’nde her yıl onurlandıran Sayın Demirel’in yaşadığı mutluluğa o törenlere katılan mezunlarımız şahittir. Beni rektörlüğe atadığı 6 Ağustos 1996 tarihinde Sayın Demirel’in kendisi bizzat telefonla aramış, kutlamış ve üniversiteyi iki hafta içinde ziyaret etmek ve projelerimizi dinlemek istediğini söylemişti. Gerçekten de kendileri verdiği tarihte İTÜ Maslak Süleyman Demirel, 237. İTÜ Günü'nde meslekte 60. yılını dolduran İnşaat mezunları ile. Kampüsü’nü onurlandırmış ve projelerimiz hakkında bilgi almış ve sormuştu; “Bu projeleri gerçekleştirmek için ne kadar kaynak lazım?” Ben de en az 20 Milyon USD demiştim. O zaman ufkumuz daha dar, cesaretimiz daha azdı. Ancak 20 Milyon USD diyebilmiştim. Ortak projemiz işte böyle başlamış ve 2004 yılını bitirdiğimizde ayni ve nakdi bağış projemiz 80 Milyon USD’ı aşmıştı. Bu bağışlar altyapı, yurt, burs, laboratuvar, öğrenci merkezi, derslik, kitap, ekipman, akademik ödül, yurtdışı görevlendirme ödeneği, yabancı öğretim elemanlarının daveti için kaynak olmuş ve reformlar bu sayede hayata geçirilebilmiştir. Sayın Demirel, İTÜ 2001 Atılım Projesini başlattığımız 1997 yılında tüm mezunları İTÜ’ye yardıma davet ederken aynen şunları söylemişti; “Değerli Mezunlar, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni yeniden en başta tercih edilen üniversite yapabilmemiz için önemli reformlara ve bu reformları da gerçekleştirebilmek için yeni finans kaynaklarına ihtiyacımız var. Rektörümüz Gülsün Hanım’ın başlattığı bağış programı sizin için büyük fırsattır bu fırsatı kaçırmayıp değerlendirmelisiniz.” 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, her fırsatta İTÜ’ye yaptığı ziyaretler arasında mezunlarla buluştuğu İTÜ Günü törenlerinin ayrı bir yeri vardır. Demirel’e, katıldığı bu törenlerden 10 Mayıs 2008 tarihinde düzenlenen 235. İTÜ Günü’nde mezuniyette 60. Yıl plaketi; 30 Mayıs 1998 tarihinde düzenlenen 225. İTÜ Günü töreninde de mezuniyette 50. Yıl plaketi sunulmuştur. Demirel’in, odak noktasına her zaman İTÜ’yü aldığı ve çağdaş uygarlığa ulaşmada eğitimin önemine değindiği bu konuşmalarından satırbaşları: 29 Mayıs 1998: 225. Yıl İTÜ Günü Töreni ve Demirel’e 50. Yıl Plaketi “...İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 225. Kuruluş Yılı’nı büyük bir coşkuyla, heyecanla ve sevgiyle kutluyoruz. …Bir de yarış başladı Türkiye’de ve dünyada. Dünya globalleşti, sınırlar hemen itü vakfı dergisi 77 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL Buraya gelen arkadaşlarımı da kutluyorum. 60 yıl bu ülkeye hizmet etmiş olmanın mutluluğu içindeyiz. Eğer 60 yıl daha ömrümüz olsaydı, onu da bu ülkeye verirdik. hemen önemini yitirdi. Ve biraz evvel Sayın Rektörümüzün çok veciz şekilde belirttiği gibi, İstanbul Teknik Üniversitesi hep önde gitmeye alışıktı. Yani, iyi bir şey varsa, onda İTÜ damgası vardır, hep öyleydi. Ama, bir yerde yapılan sınavlarda İstanbul Teknik Üniversitesi’ne olan rağbetin azalmış olduğunu görmek, bana, benim hocalarıma ve benim meslektaşlarıma ıstırap verdi. O zaman bir büyük hamle yapılmalıydı. Bu hamle, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni yine şanına layık, ondan evvelki zamanda kazanmış bulunduğu yere, alışmış bulunduğu itibara, ondan evvelki alışmış bulunduğu iltifata getirmeliydi. İşte hamle buydu. Ve bunun için girişilmiş bulunan gayretler, aslında İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bugünkü ortamda yalnız Türkiye’nin değil, ama dünyanın sayılı üniversitelerinden birisi haline getirmesi lazımdı. ...Bugün burada İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezuniyetlerinin 50. Yılı Süleyman Demirel, Ord. Prof. Bedri Karafakioğlu'nun Rektörlüğü döneminde (1965-69) İTÜ'de bir törende. plaketlerini alacak olan meslektaşlarım, 75 senelik Cumhuriyet’in 50 senelik hizmetinde varlar. Bu fevkalade anlamlıdır. ...Evet, burada 50. Yıl plaketlerini bize vereceksiniz, onları alacağız; ama şundan emin olun ki, bundan sonra bize plaket ver- “İTÜ 2001 Atılım Projesi”ne Demirel’den Büyük Destek 30 Mayıs 1997: 224. Yıl İTÜ Günü’nde ‘Atılım Projesi’nin Tanıtımı Cumhurbaşkanı Demirel, 30 Mayıs 1997 tarihinde, İTÜ’nün 224. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle düzenlenen yemeğe katıldı. Demirel, okul arkadaşlarına hitaben yaptığı konuşmada, Rektör Prof. Dr. Gülsün Sağlamer’i, yaptığı çalışmalardan dolayı kutladı ve İTÜ Atılım Projesi’nin desteklenmesini istedi. Demirel, İTÜ’lülere hitaben şu çağrıyı yaptı: “...İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 224. Kuruluş Yıldönümü’nü bugün törenlerle kutladık; bu akşamki toplantı bu törenlerin devamıdır. Değerli Rektörümüz Prof.Dr. Gülsün Sağlamer, hem gündüz yapmış olduğu 78 itü vakfı dergisi konuşmayla, hem de şimdi yaptığı konuşmayla, multivizyonla, bize İstanbul Teknik Üniversitesi’nin gelişimi ve önündeki hedeflerle ilgili çok değerli bilgiler verdiler. Takdim ettiği proje de Atılım Projesi’dir ve gerçekten 2000’li yıllara giren dünyada, Türkiye’nin başka ülkelerle, uygar ülkelerle yarışmasının kaçınılmaz olduğunu hepimiz bildiğimize göre, bu yarışmada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurumlarının her birisine düşen görevi ortaya koymak bakımından da fevkalade değerlidir. Burada takdim edilen proje, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 2000’li yıllara hazırlanması projesidir. Çok derli toplu ve akıllı bir gayreti göstermektedir. Hepinizin takdirini kazandığına şüphem yoktur, güzel meseniz de biz bu zamana kadar yaptığımız gibi yine Türkiye’nin hizmetinde olmaya devam edeceğiz; bütün gönlümüzle, ne kadar enerjimiz varsa onunla, son nefesimize kadar Türkiye’nin hizmetinde olmaya devam edeceğiz. bir projedir ve bu projeyle İstanbul Teknik Üniversitesi, sadece mezun olanların değil, onu sevenlerin istediği şekilde, yine en önde olma hedefine yönelmiştir. Mezunlarından, İTÜ’ye Büyük Destek İTÜ, 5 Aralık 1997 tarihinde çok önemli bir güne tanıklık etti. Üniversiteden mezun olmuş 74 kişinin katkısıyla yapılan ve yapılmakta olan yeni tesisler için Cumhurbaşkanı Demirel’in de katıldığı özel bir tören düzenlendi. ”İstanbul Teknik Üniversitesi 2001 Atılım Projesi Bağış Kampanyası” adı verilen bu etkinliği destekleyen mezunlara, Üniversite Rektörlüğü tarafından şükran plaketleri hazırlandı. Cumhurbaşkanı Demirel, mezun olduğu üniversitede düzenlenen bu anlamlı törendeki konuşmasında, “Bu kabına sığmayan Türkiye’de, benim meslektaşlarımın, her türlü takdirin üstünde paha biçilemez hizmetleri vardır.” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: Süleyman Demirel, İTÜ Radyosu'nda konuşuyor. Süleyman Demirel, 2004 yılında İTÜ'de bir törende. “İTÜ olayı; yapma, başarma ve en iyi şekilde neticelendirme ruhudur” “...İstanbul Teknik Üniversitesi’nin, ondan evvelki Yüksek Mühendis Mektebi’nin, ondan evvelki Mühendis Mekteb-i Alisi’nin, yani isimleri ne olursa olsun, 1773’lerden beri gelen bu büyük ocağın, ilim-irfan yuvasının, Türkiye’nin imar ve kalkınmasında her devirde çok büyük hizmeti olmuştur. ...İstanbul Teknik Üniversitesi olayı, sadece bir meslek eğitimi vermenin ötesinde, yapma, başarma ve mutlaka en iyi şekilde onu neticelendirme ruhuydu; bu ruh, ebediyete kadar yaşayacaktır. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bugün birtakım fiziki noksanları var. Ben, 15 Ağus- tos 1996 tarihinde, Ayazağa Kampüsü’nü, geldim, ziyaret ettim, Sayın Rektörümüzle ve hocalarımızla konuştum. Orada gerçekten çok güzel bir şey meydana getirmişizdir, fakat bazı noksanları var, onlar tamam- “İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yalnız Türkiye’de değil, benzeri kuruluşlar arasında dünyadaki müstesna yerini ve itibarını korumaya devam etmesi sizin işinizdir. Devlet sizinle beraberdir, Türkiye sizinle beraberdir ve size her türlü destek verilecektir.” Demirel'in desteği ile hayata geçirilen "İTÜ 2001 Atılım Projesi"ne yaptıkları katkılar nedeniyle 2004 yılında "Üstün Hizmet Madalyası" ile ödüllendirilen mezunlardan; (soldan sağa) Erol Üçer, Sedat Üründül ve Orhan Öcalgiray, Rektör Prof. Dr. Gülsün Sağlamer ile. “...Bugünkü toplantımız, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne yeni üniteler ekleme ve İstanbul Teknik Üniversitesi’ni, önüne katıp götürdüğü programında bir adım daha ileriye götürmek için yapılmaktadır. Bir sene kadar evvel, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni cazip kılma, yeniden Türkiye’deki ve yurt dışındaki benzeri kurumların, benzeri üniversitelerin seviyesine getirme, onlarla yarışır ve tercih edilir duruma getirmek için büyük bir gayret başlatılmıştır. Memnuniyetle ifade edeyim ki bu gayret, üniversitenin kendi içinden gelmiştir. Üniversitemizin değerli hocaları, değerli yöneticileri bu ihtiyacı duymuşlar ve çok lanacak. Bunlar hep önümüzdeki zaman içerisinde olacak şeylerdir. En ufak bir karamsarlığa kapılmaya gerek yok; çünkü, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden hiç kimse bir şey esirgemez, bu mümkün değildir. Ben, Ayazağa Kampüsü’nün başından itibaren takipçisiyim ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nin fiziki noksanlarını veya diğer noksanlarını tamamlamak için her türlü gayreti gösteririz ve onlar da makul bir süre içerisinde ortadan kalkacaktır; en ufak bir şüpheniz olmasın. İşin bundan sonrasını yapmak, Sayın Rektör’ün çağrısına uyarak, değerli hocalarıma aittir. Yani, çağla, çağın gerisinde kalmama, çağla bütünleşme –bilim bakımından söylüyorum- ve İstanbul Teknik güzel bir program ortaya koymuşlardır. Bu program uygulanıyor ve memnuniyetle görüyoruz ki, bir hayli de mesafe alınmıştır. Bu kabına sığmayan Türkiye’de, benim meslektaşlarımın, her türlü takdirin üstünde paha biçilemez hizmetleri vardır. Ona devletimin minnet ve şükranlarını her vesile ile ifade etmek istiyorum. Bu ülkenin mühendisleri, mimarlarının yüzde 80’i aşağı yukarı İstanbul Teknik Üniversitesi’nin mezunlarıdır, Yüksek Mühendis Mektebi’ni bitirmiş mühendislerdir; bu ülkenin dağında taşında, her yerinde izleri vardır. Ve kendimize, ülkemize güvenelim derken, mühendisler, mimarlar olarak kendi başarımızdan dolayı da kendimize güvenelim ve bu güveni hiçbir zaman kaybetmeyelim. Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, İstanbul Teknik Üniversitesi; sadece mühendis, mimar yetiştiren bir kurum değil, aynı zamanda bir onur ve gurur kurumudur. itü vakfı dergisi 79 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL Süleyman Demirel, 1992 yılı İTÜ Günü'nde... Üniversitesi’nin yalnız Türkiye’de değil, benzeri kuruluşlar arasında dünyadaki müstesna yerini ve itibarını korumaya devam etmesi sizin işinizdir. Devlet sizinle beraberdir, Türkiye sizinle beraberdir ve size her türlü destek verilecektir.” 10 Mayıs 2008: 235. Yıl İTÜ Günü Töreni ve Demirel’e 60 Yıl Plaketi "60 yılda Türkiye çok şey yaptı ama yeterli değil. Türkiye'de 1950'de 4 milyon olan ev sayısı 18 milyona, 400 bin ton çimento 40 milyon tona, 1 milyon kilovat saatten az ...225 sene birikimi olan bizim üniversitemizin bugün yapmakta olduğu şey; çağa uyma, 21. asrın mühendislerini, mimarlarını yetiştirme, 21. asrın Türk vatandaşlarını yetiştirme; hem mesleğinde hem her türlü toplumun içerisinde herkesle yarışabilecek, boy ölçüşebilecek insanları yetiştirmedir. Burada dil, bilgisayar, laboratuvar, kitap ve nihayet öğretim kadroları fevkalade önemli hale geliyor. Görüyoruz ki, bunların hepsi nazarı dikkate alınmıştır ve görüyoruz ki burs ve yurt, fevkalade önemli hale geliyor ve yine de burada bunların hepsi nazarı dikkate alınmıştır. Nitekim bugün yurt, kütüphane ve kreş temeli atacağız ve bugün laboratuvar açacağız. Yani, bizim üniversitemizin söylenildiği şekilde çağdaşlığa ve çağı yakalamış olmaya doğru attığı adımlar birer birer somut hale geliyor. Bunları yapacağız ve sonra döneceğiz, eksik ne kalmışsa onların hepsine tekrar bakacağız. 80 itü vakfı dergisi elektrik 36 milyon kilovat saate, 100 bin ton demir 14 milyon ton demire, yüzde 30 olan okur-yazar oranı yüzde 90-95'e, 150 dolar olan milli gelir 7 bin dolara, 21 milyon olan nüfus 70 milyona, 3 olan üniversite 80 üniversiteye, 30 bin üniversite öğrencisinden 2,5 milyon üniversite öğrencisine yükseldi. İğneden ipliğe her şeyi satın alan Türkiye, günümüzde otomobilden uçağa her şeyi yapıyor. Şimdi dünyada otomobil yapan ülkeler içinde 15. sıradayız. Türkiye, 192 ülke arasında 19. büyük ülke. Bu nasıl oldu? Bunda mühendisin ve mimarın hissesi var. Bunlar sizin eseriniz. Bu rakamları onun için verdim. Bu medeniyet, uygarlık mücadelesinde İTÜ'nün yetiştirdiği mimar ve mühendislerin katkısı var. Emeği geçenlere devletim adına teşekkür ediyorum. Şartlar geçmişe göre daha da zorlaştı. Acımasız bir rekabet ortamı bulunuyor. Bu rekabet ortamında ancak bilgi, teknoloji, moral ve heves bakımından güçlü olanlar ayakta kalabilecek. Mimar ve mühendisler refahın teminatı, bir ülkenin fiziki kaynaklarının bekçisidir. Mimar ve mühendisler ekoloji, ekonomi, teknoloji ve demografiyi düşünerek halkın kaynaklarını kullanmalılar. “Ben, Ayazağa Kampüsü’nün başından itibaren takipçisiyim ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nin fiziki noksanlarını veya diğer noksanlarını tamamlamak için her türlü gayreti gösteririz ve onlar da makul bir süre içerisinde ortadan kalkacaktır; en ufak bir şüpheniz olmasın.” 1948 mezunları arasından çok parlak kişiler çıktı... Aslında bizim 1948 senesinin Nisan’ında diploma almamız gerekiyordu. Fakat bir Süleyman Demirel, 226. İTÜ Günü'nde eski mezunlarla bir arada, 29 Haziran 1999. ...Gelecek yakalanmıştır. Bunu gayet memnuniyetle karşılıyorum; Sayın Rektör’ümüzün ve üniversitemizin öğretim kadrosunun böyle coşkuyla meydana getirdikleri, kendi kendilerini reforma tabi tutma projesi başarıya ulaşacaktır. Ve yine biz bu kurumun mensupları olarak başımız dik, birincilik iddiamızı yine sürdüreceğiz ve bu gururumuz devam edecek. Atılan adımlar çok cesaret verici, ümit vericidir ve bundan memnuniyet duyuyoruz. 74 arkadaşımızın bu gayeye yönelik katkılarını takdirle karşılıyorum, evvela bir meslektaşları olarak takdirle karşılıyorum. Süleyman Demirel, İTÜ 238. yıl kutlamalarında, 20 Mayıs 2011. sorun çıkardılar. 1948 senesi İnşaat Fakültesi’nin 150-200 öğrencisine, bir derse girmediğimiz için diploma vermediler. 1949 Şubatından sonra diploma almaya hak kazandık. 1948 mezunları arasından çok parlak kişiler çıktı. Bunlar hep birbiriyle gururlanan, birbirini se- Bu bir İstanbul Teknik Üniversitesi mensubiyet şuurudur; birincisi bu. İkincisi; bu Kurum, bu zamana kadar olduğu gibi Türkiye’ye değerli hizmetler vermeye devam edecektir, etmelidir. İşte bu da arkadaşlarımız tarafından fevkalade iyi kavranmıştır. Görülüyor ki, üniversite ve mezunları, bugünkü öğretim kadroları ve bugünkü öğrencileri tümüyle bir beraberlik, bir dayanışma ve bir bütünlük ortaya koymaktadırlar. Bu, üniversitemiz adına çok güzel bir şey olduğu gibi, ülkemiz adına da çok güzel bir şeydir, örnek de olmalıdır. Bu kampanyayı ben birçok üniversitede yapıyorum. Çünkü gerçekten bir potansiyel vardır ve bu potansiyel sayesinde her şeyi devletten bekleyerek değil, ama biraz da mevcut olan potansiyeli kullanarak, yani vatandaşlarımızın üniversitelerini, okullarını, sağlık teşekküllerini kucaklayarak devletine yardımcı olmaları ve ülkenin işlerinin bir an evvel bitmesini sağlamaya mutlaka destek vermeleri gerekmektedir. Tekrar tekrar değerli meslektaşlarıma teşekkür ediyorum. Kampanya bitmiş değildir, kampanya devam ediyor. Ve göreceğiz ki, önümüzdeki iki sene zarfında, yani 2001’den önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nin atılım programı bütünüyle gerçekleşmiş olacaktır. Ondan sonrasını düşüneceğiz. Sayın Rektör’ümüz diyor ki, ‘İstanbul Teknik Üniversitesi mezunlarıyla övünüyoruz...’ Bu, bizi çok sevindiren bir şeydir. İstanbul Teknik Üniversitesi mezunları da mensup oldukları üniversiteyle övünüyor. Yine Rektör’ümüz diyor ki, ‘Onlara güveniyoruz, onları seviyoruz.’ Ben de ven insanlar oldu. Bu sınıftaki hepimiz bugünkü ipi göğüsleyemedik. Bazı arkadaşlarımız hakkın rahmetine kavuştu, ebediyete intikal etti. Huzurunuzda bu arkadaşlarımın hepsine rahmet diliyorum. Ama buraya gelen arkadaşlarımı da kutluyorum. 60 yıl bu ülkeye hizmet etmiş olmanın mutluluğu içindeyiz. Eğer 60 yıl daha ömrümüz olsaydı, onu da bu ülkeye verirdik. Bizim sınıfta siyasette de çok başarılı arkadaşlarımız oldu. Siyaset çok zor bir iştir. Başarı her zaman mümkün değildir. Bazen başarırsınız, bazen başaramazsınız. Başardığınız zaman alkışlanırsınız, başaramadığınız zaman kaşlar çatılır. İşte kaşlar çatıldığı zaman arkadaşlarınız, dostlarınız üzülür. Sanki kendilerine kaş çatılıyormuş gibi olur. Ben, sanıyorum ki, epeyce arkadaşlarımı üzdüm ama sevindirdiğim zamanlar da olmuştur. İkisini beraber mütalaa edin. Üzdüğüm arkadaşlarımdan özür diliyorum ama şurada bulunmaktan, 60 yıl Türkiye'ye hizmet etmiş, kaynağının tümünü Türkiye'ye yatırmış bir insan olarak aranızda olmaktan, sizin arkadaşınız olmaktan gurur duyduğumu ifade etmek istiyorum.” Fotoğraflar: İTÜ ve İTÜ Vakfı Arşivi Kaynak: Hulusi Turgut, “Üniversite ve Demirel”, 2003, ABC Araştırma Dizisi-No.7, diyorum ki, nazire olarak söylüyorum; ‘Biz de üniversitemize güveniyoruz, hocalarımıza güveniyoruz ve üniversitemizi, hocalarımızı, bu üniversitenin bütün mensuplarını, öğrencilerimizi seviyoruz. Demirel’den İTÜ İçin Teşekkür 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne katkıda bulunan kişi ve kuruluşlara isimlerini tek tek sıralayarak teşekkür etti. Demirel’in teşekkür mesajı şöyleydi: İstanbul Teknik Üniversitesi, (Gümüşsuyu, Taşkışla, Maçka) ana binaları, kampüsleri (Maslak, Tuzla), yurt ve laboratuvar binaları ile, diğer her türlü tesislerinin yenilenmesine, birçoğunun yeniden yapılanmasına, öğretim üyeleri ve öğrencilere burs verilmesine, pek çok İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu ve İstanbul Teknik Üniversitesi sevenleri yardımcı olmuştur. Kendilerine minnet ve şükran hislerimizi ifade ederiz. itü vakfı dergisi 81 İTÜ'LÜ SÜLEYMAN DEMİREL Cumhuriyet tarihine tanıklık Şevket Demirel anlatıyor: Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in adına Isparta’nın İslamköy’ünde kurulan Demokrasi ve Kalkınma Müzesi’nde sergilenen objeler, Cumhuriyet tarihimizin son 50 yılının belgelerinden ve fotoğraflarından oluşuyor… 82 itü vakfı dergisi “Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi” I sparta’ya yaptığımız hizmetlerden biri de “Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi’dir. İslamköy’de kurulan Müze, on yılda tamamlandı. Ülke kalkınması ve demokrasi için 60 yılını veren Süleyman Demirel’in hayat felsefesi ve hizmetlerini gelecek nesillere anlatacak olan bu eserde, bir dönemin Ulusal Bellek’i sergileniyor. Kişisel yaşamda zenginliğin temeli olan “biriktirme”, toplumsal hayatta güçlenmenin, çözüm türlerine sahip olmanın kaynağıdır. Her toplumun tarihini iyi bilmesi, sağlıklı yönelişler için lüzumlu ve değerli kılavuzdur. Türkiye, dünyada hakkı olan saygınlığı, kendi gücüne inanan akıllı tutumla sağlayabilir. Bu konuda “Ulusal Bellek” olan müzeler, değerli araçlardır. Türk toplumu, değerli evlatlarını tanıtan müzeler kurmalı ve akıllı kullanmalıdır. Çoğu insanımızın sürekli yakındığı ulusal belleğimizin olmadığı ya da çok zayıf olduğu kusurumuz, özellikle gelişmiş ülkeleri ziyaretimizde gerçeklik kazanmaktadır. Oraların meydan ve parklarını süsleyen heykeller, kişiler adına kurulmuş müzeler, insanı imrendirir. Tarihimizde büyük hizmetler yapan büyüklerimizden, adını ölümsüzleştiren eserlere sahip olanlar çok azdır. İslamiyet’in yontuları, kişilere tapınma algılanması önlenemeyeceğine göre, ulusa önemli hizmetler yapan kişileri, bugünün ve geleceğin kuşaklarına tanıtan müzeler kurulması, ulusal bir görev olmalıdır. ABD’de Müzeler ve Kütüphaneler İç içe ABD’ye gittiğimde beni çok etkileyen konulardan biri, toplumun belleği saydığım müzelerdi. Bu kurumlar, kuşaklara geçmişi bilmek, o güne gelene kadar olanları anlatmak yanında, hizmet eden evlatlarına toplumun teşekkür ve takdirini sunmaktadır. Özveri-değer sahibi kişileri imrendirerek, hizmet kalitesinin gelişmesi de sağlanmaktadır. Bu açıdan kişiler adına açılan kütüphaneleri ve müzeleri dikkate değer bulup incelemiştim. ABD’nin ülke tarihinde derin izi olan bazı Başkanlar adına kurulmuş kütüphaneler şunlardır: Herber Hoover Kütüphanesi, Franklin D. Roosevelt Kütüphanesi, Marry S. Truman Kütüphanesi, Dwight D. Eisenhower Kütüphanesi, John F. Kennedy Kütüphanesi, Nixon Cumhurbaşkanlığı Malzemeleri Evi, Gerald R. Ford Kütüphanesi, Jimmy Carter Kütüphanesi, Ronald Reagan Kütüphanesi, ABD’de bu kütüphanelerle müzeler iç içe durumda sayılabilir. İki kurum, toplumun belleğini oluşturur. Her cumhurbaşkanlığı kütüphanesinde müze vardır. Burada halka programlı bilgi verilir. Biz de “Süleyman Demirel Külliyesi” Kuruyoruz Bölgeye yapılan hizmetleri anlatmaya devam ediyorum. Zira, bunlardan gelecek nesillerimizin ders alacağı çok bilgiler vardır. Bunlardan birisi de İslamköy’de, Süleyman Demirel’in doğum yerinde yaptığımız “Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi”dir. Demirel Vakfı’na ait olan bu müze, 10 senede yapılmıştır. Ülke kalkınması ve demokrasi için 60 yılını veren Süleyman Demirel’in hayatı; yurt felsefesi, düşünceleri ebediyete intikali sonrası yine yaşamalıydı. Bu düşünce, beni bir hayli araştırmaya sevketti. Neticede, İslamköy’de ismi “Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi” olan bir külliye yapma kararı aldım. Böy- Süleyman Demirel Külliyesi’nde neler yer alıyor? Açılış tarihi: 26 Ekim 2014 17 bin metrekarelik alanda kurulan Külliye’de yer alan müzede, Demirel’in devlet memurluğuna başladığı 1949 yılından bugüne kadar toplanan çok sayıda belge, 45 bin kitap, 32 bin gazete ve dergi, 126 bin fotoğraf ile Demirel’e yurt içi ve dışında hediye edilen eşyalar yer alıyor. Selçuklu ve Osmanlı mimarisi tarzında kubbeli olarak inşa edilen Külliye, 1500 m2’lik bir alanı kaplıyor. Süleyman Demirel Külliyesi’nin içinde yer alan müzede özellikle Cumhuriyet tarihimizin son 50 yıllık dönemine ait demokrasi ve kalkınma dönüşümünün belge, bilgi ve fotoğrafları sergileniyor. İslamköy’deki Süleyman Demirel Külliyesi’nde, Müze’nin yanı sıra, 9. Cumhurbaşkanı’nın doğup büyüdüğü 1920 yapımı ahşap ve kerpiçten inşa edilmiş, baba Hacı Yahya Demirel’in adını taşıyan ev de yer alıyor. Külliyenin diğer bölümleri ise; Demirel Ailesi’nin nineleri Şehriban Hatun adına yapılmış cami, Süleyman Demirel Özel Arşivi, Süleyman Demirel Kütüphanesi, Süleyman Demirel Üniversitesi Liderlik Araşırma ve Uygulama Merkezi, Köy Çeşmesi, İslamköy Çalcatepe’de oluşturulan orman alanı, helikopter pisti ve otoparktan oluşuyor. Kaynak: Hulusi Turgut "Büyük Türkiye'nin Hikayesi" 2014, ABC Medya Ajansı A.Ş. le bir şey yapacağımı kendisine sonradan söyledim. “Peki, proje senindir, yapabilirsin” dedi. Bu müze, Ağam Süleyman Demirel’in beşiğinden, bugüne kadarki çalışmalarının izlerini kapsıyor; • İlk ve lise eğitim hayatı, • Mühendislik tahsili, • Elektrik Etüt İdaresi’ndeki çalışmaları, • Siyasi parti hayatı, • Adalet Partisi Genel Başkanlığı, • 1965’de 41 yaşında Başbakan oluşu, • 1971’de Askeri Muhtıra Dönemi, • Muhalefet yılları, • 1979 iktidarı, • 1980’de 12 Eylül İhtilali ve Gelibolu hapsi, • Zincirbozan hapsi için 1993’de tevkifi, • Yedi senelik yasaklı dönemi, • 1987 Referandumunda siyasi yasağının kalkması, • 1987’de tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girişi, • 1991 seçimlerinde tekrar Başbakan seçilmesi, • 1993’de Cumhurbaşkanı seçilmesi, • 2000 yılı16 Mayıs’ında görev süresini tamamlayıp, ayrılışı, • 1990 sonrası yine ülke meseleleriyle yakından ilgilenen çalışmaları, çeşitli ülke liderlerinden armağan edilen yöresel giysiler, karikatürleri, bazı çalışma biçimleri, bugünkü teknolojiden istifade edilerek, mitinglerdeki konuşmaları (sesli-sessiz) Müzenin açılış takdim diskleri, müze bölümlerini kendi sesiyle anlatan CD’leri vb. gibi, Ağa’mın bu müzesinin çalışma devamlılığını da temin etmek gerekir. İşte bunun için bir Vakıf’a ihtiyaç var. Bu vakfı, “Demirel Vakfı” ismiyle kurduk. Kaynak: Şevket Demirel, “Hizmette Isparta’yı Seçtim”, 2012 (Yedinci Bölüm’den alıntı.) itü vakfı dergisi 83 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “İkimiz de Adnan Menderes’in Sevgili Çocuklarıydık” ÇÇ Dr.Y.Müh. Şarık Tara Enka Holding Onursal Başkanı S üleyman Bey İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi mezunu, ben de İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi mezunuyum. Benden altı yaş büyük, aynı zamanda okuduğumuzu sanmıyorum. O mezun olduktan sonra ben okula başladım sanıyorum. Ama İTÜ'lüler arasında beş altı sınıf çok büyük bir fark sayılmaz. Tanışınca yine hemen bir arkadaşlık, dostluk kolayca kurulur. Süleyman Bey 1950’li yıllarda devlet memurluğu yapıyor ve çok kısa zamanda devletin en yüksek kademesine geliyor: Genç yaşında Devlet Su İşleri Genel Müdürü oluyor. DSİ, Devletin yüksek bütçelerinden birini sarfeden bir kurumdu. Siyasi iktidarın da iddalı projeleri vardı. Demirel çok sayıda baraj ve sulama projesini hayata geçirdi. Devlet Su İşleri mühendis çalıştıran, müteahhitlerle iş yapan, şantiyeleri olan genç bir teşkilattı. Onun için Süleyman Bey genç mühendisler tarafından tanınan, bilinen bir kişiydi. Mühendislerin önünü açmaya hep itina etmiştir. Gerek Türkiye içinde gerekse Türkiye dışında herhangi bir sıkıntı olduğu zaman hep destek vermiştir. Kendisiyle tam hangi yıl tanıştım hatırlamıyorum ama Devlet Su İşleri'nden ayrıldığı tarihlerdeydi. Sanıyorum ilk kez İTÜ'lü ortak bir arkadaşımızın yazıhanesinde karşılaştık. İkimiz de Adnan Menderes'in sevgili çocuklarıydık, dolayısıyla hemen birbirimize büyük sempati duyduk. Zaman içinde birçok vesileyle bir araya geldik, birçok seyahatte birlikte olduk, ilişkimiz hep sürdü. Aramızda güzel bir dostluk gelişti. Demirel, Türkiye'nin siyasi hayatına, ekonomik ve sosyal gelişimine imzasını atmıştır. Yarım asra yakın bu ülkeye hizmet etmiştir, hizmeti 84 itü vakfı dergisi büyüktür. Süleyman Bey, Türkiye'de demokrasinin yerleşmesi için büyük sabır ve gayret göstermiştir. Bu yönüne her zaman hayranlık duydum. Ayrıca, Türkiye'nin kalkınması için büyük çaba gösteren Demirel suyun, enerjinin ülke kalkınmasındaki öncelikli yerini iyi teşhis etmiş ve buna uygun politikalar geliştirip uygulamış bir liderdir. "Barajlar Kralı" unvanını gerçekten haketmiştir. Demirel Türkiye'nin özel sektör öncülüğünde gelişmesine yürekten inanıyordu. Bunun için özel sektörün de Demirel ülkemizin dış ekonomik ilişkilerinin gelişmesine büyük katkı yapmıştır. Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefine samimi bir şekilde sahip çıkmıştır, Türkiye'nin dışa açılması konusunda çok çalışmış, radikal kararlara imza atmıştır. gelişmesi için gayret göstermiştir. Hatta, pek bilinmez ama TÜSİAD'ın kurulması da Demirel'in fikridir. Şöyle ki; 1971 yılı başında aziz dostum Muzaffer Gazioğlu beni aradı ve Demirel'in Turgut Gülez'den genç işadamlarının bir dernek kurmasına yardımcı olmasını istediğini söyledi. Turgut Gülez, Teksas Üniversitesi'nden arkadaşı olan Muzaffer Gazioğlu'na Demirel'in bu arzusunu iletmişti. Yani TÜSİAD kuruluşunu Demirel'e borçludur. Süleyman Demirel bana, 1977 yılında İstanbul Belediye Başkanlığı adaylığı teklif etti, kabul etmedim. Şimdi doğru olmak lazım; kabul etmememin sebeplerinden biri o sırada Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok kuvvetli olmasıydı. Belki oy çoğaltırdım, ama kazanma ihtimalim çok azdı. Fakat politikaya girmiş olurdum, iyi mi olurdu, kötü mü bilemeyeceğim ama Demirel'in bana güvenini teyit eden bu teklif hoş bir anı olarak aklımdadır. Enka'nın çeşitli faaliyetlerinde, yurtiçinde ve dışında, temel atma törenleri olsun, açılışlar olsun her zaman yanımızda olmuştur. Demirel ülkemizin dış ekonomik ilişkilerinin gelişmesine büyük katkı yapmıştır. Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefine samimi bir şekilde sahip çıkmıştır, Türkiye'nin dışa açılması konusunda çok çalışmış, radikal kararlara imza atmıştır. 24 Ocak Kararları'nın mimarı her ne kadar Turgut Özal ise de unutulmamalıdır ki bu kararlar Demirel'in başbakanlığında alınmıştır. 24 Ocak Kararları alınması gereken kararlardı ve alındı. Bu çok heyecan vericiydi; liberal ekonomiye geçeceğiz, dışa açılacağız, ihracat yapacağız, ihracata teşvik vereceğiz, başkasına muhtaç olmadan kendimizi idare edeceğiz... Bence 24 Ocak Kararları’nın en önemli yanı bu politikaların ciddi bir şekilde uygulamaya konulmasıdır. Daha önceleri de benzer ekonomik önlem paketleri hazırlanmış ancak kâğıt üzerinde kalmıştı. Ama bu kez öyle olmadı. Demirel, Turgut Bey'e yetki verdi ve cesaretle uygulamaya koydu. Süleyman Bey, hem başbakanken hem de cumhurbaşkanı olduğu zaman dış ekonomik ilişkilerin gelişmesi için bizleri, işadamlarını, İş Konseyleri’nin ve DEİK'in çalışmalarını çok destekledi, sürekli yardımcı oldu, önümüzü açtı. Kendisini her zaman sevgiyle, saygıyla ve şükranla anıyorum. Günümüzde, ülkemizin sosyal ve ekonomik kalkınmasına katkı sağlayan hangi yapı ve tesis konusuna, hangi yol, fabrika, havaalanı veya limanı, demiryolu, şehir ve köy elektrifikasyonu, okul ve üniversite gibi konulara bakarsak bakalım, onun katkısını, onun teşvikini veya doğrudan onun imzasını görürüz. Prof. Dr. Muhammed Şahin ve Süleyman Demirel Erol Üçer'e "2011 Altın Arı Ödülü" nü sunuyor. “Su gibi aziz olunuz” ÇÇ Dr.Y.Müh. Erol Üçer GAMA Holding Onursal Başkanı S ayın Demirel ile ilk tanışma dönemimiz İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarında başlamıştı. Benden birkaç yıl öndeydi. O yıllarda da arkadaşlar arasında özel nitelikleriyle kendisini kabul ettirmişti. İTÜ'den mezun olduktan sonra, bir süre Devlet Su İşleri (DSİ)'nde çalışmıştım. O dönemde kendisi DSİ Genel Müdürü idi. İlişkilerimiz, genel müdür-mühendis düzeyinde oldu. O yıllarda DSİ'de önemli atılımlar başlatıldı ve ben mesleki açılardan çok kıymetli bilgi ve deneyim edindim. Ancak, benim DSİ'deki dönemim, özel sektöre katılma kararım nedeniyle kısa sürdü ve ayrıldım. Müteakip yıllarda, İTÜ mezunu iki arkadaşımla birlikte GAMA şirketini kurduk ve müteahhitlik işleri yapmaya başladık. 1966 yılında, Çukurova Elektrik Şirketi’nin işvereni olduğu, 100 MW gücündeki Mersin Termik Santralı’nın yapımını GAMA üstlenmiş, 1969 yılında teslim etmişti. Sayın Demirel, çevre halkının katılımıyla düzenlenen açılış töreninde GAMA ve proje ile ilgili bizi onurlandıran konuşmalar yapmıştı. Kendisinin, ülkemiz su kaynaklarının değerlendirilmesine verdiği önem bilinmektedir. Bu konuda iki büyük su projesini, onun Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde gerçekleştirdik. Bunlardan birincisi Fırat Nehri üzerindeki Birecik Barajı, diğeri ise Kocaeli'ndeki Yuvacık Barajı ve Su Temini Projeleridir. Birecik Barajı'nda "Temel Atma" törenimizi, Yuvacık Projesi'nde ise "Hizmete Açma" törenimizi onurlandırmıştı. Bu törenlerde, projelerin gerçekleştirilmesinde emeği geçenler için kullandığı "Su gibi aziz olunuz!" sözleri halen kulaklarımda çınlamaktadır. Ayrıca Trakya Bölgesi’nde Marmara Ereğlisi'nde yaptığımız elektrik santralinin hizmete açılış töreninde de benden ve arkadaşlarımdan övgü ile bahsetmesi bizleri gururlandırmıştır. Sayın Süleyman DEMİREL'i, siyasi makamlarda bulunduğunda, işimiz gerektirdiğinde veya kendisinin bir emri olduğunda ziyaret etmişimdir. Ancak, bu makamlardan ayrıldığında, daha sık olmak üzere evinde görüşmüşümdür. Tüm bu görüşmelerimde, onu, yüreği vatan sevgisiyle dolu, ülkesinin sosyal ve ekonomik kalkınmasını yakından izleyen, bu arada, dünyadaki gelişmelerden de uzak kalmayan ve çok okuyan bir siyaset ve devlet adamı olarak gördüm. Bir diğer unutamadığım hizmeti de İTÜ'nün gelişmesine olan katkısıdır. Kendisi, biz İTÜ mezunlarını bir araya getirerek, önemli bir bağış kampanyasını başlatmış, günümüzdeki İTÜ'nün sahip olduğu birçok tesisin gerçekleştirilmesini sağlamıştır. Şu hususu önemle belirtmek isterim: Günümüzde, ülkemizin sosyal ve ekonomik kalkınmasına katkı sağlayan hangi yapı ve tesis konusuna, hangi yol, fabrika, hava alanı veya limanı, demiryolu, şehir ve köy elektrifikasyonu, okul ve üniversite gibi konulara bakarsak bakalım, onun katkısını, onun teşvikini veya doğrudan onun imzasını görürüz. Hizmetleri çok büyüktür. Köy çocukluğuyla başlayan hayatı, Cumhurbaşkanlığı gibi yüksek makamlara ulaşmıştır. Cumhuriyet rejiminin bir özelliği olan bu durumu kendisi daima takdirle anmış, Cumhuriyetimizin yılmaz bir savunucusu olmuştur. Siyaset ve devlet hayatımızda yeri doldurulmayacak bir boşluk bırakarak aramızdan ebediyen ayrılmıştır. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın. itü vakfı dergisi 85 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “Beni maden ocağında bırakmazsın değil mi?” Ç Ç Y. Müh. Feyyaz Nemlioğlu, İTÜ’48 Sınıf Arkadaşı D emirel, üniversitede çok muntazam bir öğrenciydi. Bütün derslere girer, dersleri düzenli takip ederdi. Oldukça da ciddiydi, arada espriler yapardı. Mezuniyetten sonra herkes bir yere gitti ancak, bizim hiçbir zaman birbirimizle bağımız kopmadı; periyodik sınıf toplantıları, sınıf gezileri düzenleyerek her fısatta bir araya geldik, arkadaşlığımız, dostluğumuz derinleşti, günümüze kadar geldi. Mezuniyetin ardından, 1950-54 yılları arasında Zonguldak Kozlu’da Uzun Mehmet kuyuları tünel inşaatında proje ve şantiye mühendisliği yaptım. Aynı yıllarda Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde proje mühendisi olarak görev yapan Demirel’in, çalıştığım projeyi merak edip, Zonguldak’a ziyaretime geldi. Demirel, maden ocağına inmek istediğini söyleyince, beraberce kovaya bindik. O yıllarda şimdiki gibi asansör kabinler yoktu, maden ocaklarına büyük çelik kovalarla iniliyordu. Yaklaşık 100 metre kadar aşağıya ineceğimizi söyleyince, Demirel’in, “Beni aşağıda bırakmazsın değil mi?” diye şaka yaptığını hatırlıyorum. Süleyman Demirel, DSİ yıllarında mühendislik mesleğini yürütüp, sonra siyasete atılsa da, mühendislik onun için çok önemli, adeta hayata bakış açısını biçimlendiren meslekti. Ne zaman bir araya gelsek, daha çok Isparta’dan, barajlardan, yürütülen projelerden bahseder, bizi baraj inşaatlarını görmeye davet ederdi. Siyasete atılıp, Başbakanlık yaptığı dönemlerde ve sonrasında Cumhurbaşkanlığı dönemde sınıf arkadaşları olarak bizlerin de içinde olduğumuz projeleri, yürüttüğümüz çalışmaları merak eder, yakından izler, bilgi alırdı. Bizim grubumuzun enteresan tarafı; bir araya geldiğimizde siyaset konuşmazdık, tek konuştuğumuz konu projeler ve mühendislikti, siyaset hep ikinci planda kalırdı. Mühendislik mesleği Demirel için o kadar önemli ve ön plandaydı ki; 1970’li yıllarda kızım Jülide, ODTÜ İşletme Fakültesi’nde öğrenci iken birlikte ziyaretine gitmiştik. Demirel, Jülide’nin İşletme okuduğunu öğrenince hayretle karşılamış, neden mühendislik seçmediğini sormuştu. O, her zaman, mühendis olan bizlerin çocuklarının da mühendisliği seçmelerini arzu ederdi. Süleyman Demirel, İTÜ 1948 mezunları ile Ankara Anadolu Kulübü'nde 1985 yılındaki sınıf toplantısında. (Fotoğraf: İTÜ 48'liler 50. Yıl Albümü, Feyyaz Nemlioğlu arşivi). "Dürüsttü, kimseyi aldatmaz, menfaati için kullanmazdı" ÇÇ Y. Müh. Turan Alpdemir, İTÜ'48 Sınıf Arkadaşı 1 942 yılı İ.Y.M.M. Öğretim yılı başlama merasimi… Herkes mutlu, ama içlerinde o sene imtihanla girip kazananlar merakla ve heyecanla bekliyorlar. Açılıştan sonra İnşaat Bölümü toplu halde bir amfiye götürüldü ve tedrisat başladı. O yıl başına kadar bütün sınıf birbiriyle tanışmış ve kaynaşmıştı. Grup arkadaşlıkları kurulmuştu. Süleyman bütün sınıfın gözbebeği arkadaşı idi. Mütevazi, sakin, münakaşalara katılmayan, derslerde 86 itü vakfı dergisi dikkatli idi, projeleri ile meşgul olur veya okurdu. Derslerden müşkülatı olanların yardım isteklerini reddetmezdi. Üçüncü sınıfta sınıf ihtisas kollarına ayrıldı. Su konusunu seçen yalnız iki kişi idi. Süleyman ve ben… Üç yıl boyunca branş özel derslerinde yalnız iki kişi idik. Bu bizi candan iki arkadaş yapmış, kaynaşmış, düşünce ve eylemde bir olmuştuk. Artık aramızda sır yoktu. 1949 Şubat ayında sınıfımız zayiatsız mezun oldu. Süleyman, mezun olurken, mükemmel bir dindar, kafası öğrendiklerini süzgeçten geçirerek güçlü hafızasına kaydetmiş, mesleğinde iyi bir öğrenim almış ve İngilizcesini geliştirmiş genç bir mühendisti. Mutlu idi, artık milleti için hayalini kurduğu çalışmalara başlayabilirdi. “GAP’ı hem mühendislik, hem de ekonomik ve insani kalkınma yönleriyle kavramış bir devlet adamı” söyledi. Hemen arkasından da büyük GAP haritasının önüne geçip, projenin nasıl planlandığını, Keban’la ilgili anılarını ve GAP’taki baraj ve sulama sistemlerinin özelliklerini irticalen ve rakamları da vererek anlattı. Daha sonar bizimle bir süre sohbet etti, eğitim ve önceki profesyonel deneyimimizi sordu ve baraj gezisini tamamlayarak ayrıldı. Bu, Demirel’in teknik bilgi derinliği ve devlet adamlığı ile ilk karşılaşmam idi. 1991 Mart ayında, GAP idaresi başkanı oldum. Ekim 1991’de yapılan seçimleri kazanan Demirel Başbakan olarak 49. Hükümeti kurdu. Bürokrasi deneyimim uzun olmamakla birlikte, hükümet değişikliklerinde, üst düzey yönetimde değişiklik geleneğinin uygulanacağı konusunda fazla bir kuşkum yoktu. Kısa bir sure sonar Başbakanlığa çağrıldım. Demirel7in yanında Ekrem ahmetli Süleyman Demirel ile ilk Ceyhun, Necmettin Cevheri, Ömer karşılaşmam l989 yılınnda, DPT’ye Barutçu vardı. Bana ismimle hitap etti ve bağlı, Şanlıurfa’da yerleşik GAP Proje iki yıl önceki brifingi hatırlatıp, GAP’la Yönetim Biriminin Direktörü olduğum ilgili olarak kendilerini güncellememi dönemde oldu. Demirel, muhalefet istedi. Toplantı bittiğinde de elimi sıktı ve lideri idi ve GAP’a geleceği haberi birlikte çalışacağımızı söyledi. Başbakanlık’tan biz ve DSİ’nin Atatürk Demirel Başbakan, daha sonra Barajı’ndaki Bölge Müdürlüğü'ne Cumhurbaşkanı olarak GAP İdaresi’nin iletilmişti. Beraberindeki heyetle baraja çalışmalarını yakından izledi ve büyük gelecek, DSİ Bölge Müdürü’nden barajla destek oldu. Kendisi ile bu dönemde ilgili, benden de GAP’ın sosyo-ekonomik ve Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan ve bölgesel kalkınmaya ilişkin yönleriyle sonra sayısız diyebileceğim anılarım, ilgili brifing alacak ve daha sonar barajı GAP’taki küçük sulama projelerinden, gezecekti. hükümetlerarası forumlara uzanan Dönemin siyasal iklimi çok yelpaze içinde çok fazla seyahatim yumuşak değildi ve rahmetli oldu. GAP’ı hem mühendislik, hem Demirel, projenin yeterince hızlı de ekonomik ve insani kalkınma gitmediği konusunda daha önce yönleriyle kavramış, bunu bir yandan demeçler vermişti. Brifing çok ulusal, diğer yandan da küresel kötü gidebilirdi… perspektife oturtabilen, Türkiye için Otobüs, Bölge Müdürlüğü'nde değer ve önemini en iyi bilen devlet yolcuları indirdi. Bölge Müdürü ve adamı idi. ben, otobüsün kapısında kendisini Yazımı, rahmetli Demirel’in karşıladık ve doğrudan brifing GAP’a olan sevgisinin, bu tanımların salonuna geçildi. Sunuşlarımızı ötesinde, kelimelerle anlatmakta Suya Dayalı Kalkınma Projelerinde Amerika Deneyimleri konulu yaptık. Demirel, bizi kesmeden zorlandığım bir bağlılık olduğunu, çalıştay katılanlarını Köşk’te kabulde. (14 Ocak 2000). İçlerinde dinledi. Daha sonar yanımıza birinci elden ve uzun yıllar boyunca TVA, Arizona ve Kaliforniya projeleri temsilcilerinin de olduğu ABD’li katılımcılara, bir ABD haritası getirtip, onları şaşırtacak gelip ellerimizi sıktı, çok memnun gözlemlemiş olmanın verdiği gurur ayrıntıyla anlatmıştı. olduğunu ve bilgilerini tazelediğini ve duygularla bitiriyorum. ÇÇDr. İnşaat Y. Müh. Olcay Unver Eski GAP İdaresi Başkanı R Mezuniyetten sonra o Elektrik Etüd İdaresi’ne girdi. Ben de Karayolları’nda işe başladım. O, 1949’da ABD’ye gönderildi, ben de 1950 yılında. Süleyman dönünce DSİ'de çalışıyordu, devamlı Ankara’da idi. Ben ise Anadolu projelerinde çalışıyordum, karşılaşmamız ender olurdu ama dostluğumuz hasretle artardı. Sonra, Barajlar Md., DSİ Genel Müdür oldu. Bana ihtiyacı olduğu zaman tereddütsüz “evet” dedim. Artık ben DSİ’de Fen Heyeti Müdürü, o ise Genel Müdürdü, Sayın Demirel’di. Varto depreminde tekrar göreve çağırdı beni. İcra Heyeti Başkanı olarak yokluklarda çok ağır bir hizmetin başına getirdi. Bu hizmet devam ederken, evvela Afet İşleri Genel Müdürü sonra da Bakanlık Müsteşarı yaptı. Sayın Demirel bu hizmetlerimde bir kere bile durum sormadı. Onunla o dört senede yalnızca özel günlerde görüşür ve yalnızca hasret giderirdik. İşimi tamamladığım zaman ayrıldım. Bana telefonla dahi “niçin” diye sormadı. Çünkü, anlayışlı, iyi, temiz kalpli ve nazikti. Mükemmel din bilgisi olan bir dindardı ama şov yapmazdı. Allah’a olan büyük inancı, sevgi ve korkusu onun davranışlarında öne çıkmıştı. Dürüsttü, kimseyi aldatmaz, oyalamaz, menfaati için kullanmazdı. Vicdan sahibi, çok okuyan, çok düşünen biriydi. Sonra, sayın saygın Reisicumhurum oldu. Ama o dostlarını hiç unutmayandı, vefalı idi. Bunu, 2011 yılında geçirdiğim ağır hastalık sırasında, hastalığımı duyunca durumumu yakından takip etmesi ve gerekenlerin yapılmasını sağlaması ile iyice anladım. 2.5 ay sonra hastaneden –yardımla da olsa yürüyerekçıkıp evime kavuşunca, ona bir teşekkür mektubu yazdım. O mektuba verdiği cevaptaki satırlar onun yaşamının çok özetlenmiş halidir. O, artık ebediyete tevdi edildiği Demirel Külliyesi’nde geleceğin genç nesilleri ile kucaklaşacaktır. Bu aziz millet sana “Baba” dedi. Ruhun şad olsun benim aziz arkadaşım, can dostum. Ruhun şad olsun. itü vakfı dergisi 87 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “Kendini halka adamış İTÜ’lü Süleyman Demirel” ÇÇ Y. Müh. İdris Yamantürk, İTÜ’52 GÜRİŞ Holding Başkanı İ stanbul Teknik Üniversitesi’nde aynı yıllarda okumamıza rağmen, Süleyman Demirel adını, DSİ’de müteahhitlik yapmaya başladığım 1958 yılında duydum. Kendisi ile 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, 15 Haziran 1960 günü tanıştık. 1954 yılında kurulan DSİ (Devlet Su İşleri)’nin Genel Müdürlüğü için adam arayan zamanın başbakanı Adnan Menderes’e birileri, Amerika’da staj yapmakta olan Süleyman Demirel’in adını vermiş. Bu, kapının açılmasına vesile olur ve 31 yaşındaki Demirel DSİ Genel Müdürü olarak, ağabey dediği birçok meslektaşının da bulunduğu bir idarenin başında, kusursuz bir yönetim ile genç yaşında liderliğini ispat etme fırsatını yakalar. Bu, onun yıldızının parladığı an olmuştur. Toz yutmamak için ağzımıza mendil kapadığımız yollarda gece-gündüz giderek işleri takip eden bir Genel Müdür, yetişsinler diyerek genç mühendisleri kadroya ve ihtiyaca bakmadan işe alıp eğiten bir lider olarak tanınır. 1950-1960’lı yıllarda devlet kuruluşlarında ve özel sektörde kalkınmanın direksiyonunda daha ziyade İTÜ’lüler vardı. Bu meyanda Süleyman Demirel halkın çaresizliğini yenmeye çalışanların başında geliyordu. Kısa sürede; içecek suyu, yürüyecek yolu, idare lambasına koyacak gaz yağını, çocuğuna okulu, hastasına doktoru bulamayan bir halkın ümidi olmuştu. 1960 ihtilalinde, “Büyük Barajlar “ kongresine katılmak üzere İspanya’da idi ve 1960 Haziran başlarında yurda döndü. 15 Haziran 1960 günü, sekreterinden iş görüşmesi yapacağımı söyleyerek randevu alıp makamına gittim. İlk defa karşılaştığım DSİ Genel Müdürü’ne “Benim işim yok. Ancak bu 88 itü vakfı dergisi ihtilal kazığını yiyecek miyiz?“ diyerek söze başladım. İlk defa görüştüğüm bir insanın, Sn. Süleyman Demirel’in, o anda ne düşündüğünü bugün de bilmiyorum. Ancak o günden sonra sık sık görüştük. Konularımız hep Türkiye oldu. Demokrasi, kalkınma, halkın fukaralığı, eğitim gibi hususlar bizim konularımızdı. Ülkenin nimetlerini paylaşmak hiçbir zaman bizim konumuz olmadı. Süleyman Demirel o günlerde askerlik hizmetini yapmak üzere DSİ Genel Müdürlüğü’nden ayrıldı. Askerlikten sonra, memur olarak bir daha devlete dönmedi. 1961 yılında Ankara’da Ulus İşhanı’nda bir yazıhanede iş hayatına atıldı. Aslında işten çok gelip gidenlerle hemhal oluyordu. Demokrasi arayışı içinde olan halkın siyaset noktalarından biri ve en önemlisi idi. Daha sonra Kızılay civarında Menekşe Sokak 12 No.lu apartmana taşındı. Ben ve benim gibi düşünenler onu siyasete ısındırmıştık. Menekşe Sokak’taki yazıhanesi iş yerinden çok bir nevi karargah idi. Yerli yabancı insanlarla dolup taşıyordu. Böyle günlerde kimisi “Biz ne yapacağız?” der, kimisi de “Şimdi ne olacak?” der. Biz “ Ne olacak?” bekleyişi içinde değildik. Bir şeyler yapabilmek istiyorduk. Günümüzde de “Şimdi ne yapacağız?” diye kendi kendimize sormanın zamanıdır. Adalet Partisi’nin kuruluşu, Süleyman Demirel, Sadettin Bilgiç, Makine Yüksek Mühendisi Mehmet Turgut’un da içinde ve önünde bulunduğu bir grubu çok ilgilendiriyordu. Demirel, Org. Ragıp Gümüşpala’nın ölümünden sonra yapılan kongrede Adalet Partisi Genel Başkanlığı’na seçildi. Bütün hesaplarını, ihtilalcilere rağmen, iktidar olmak için yapıyordu. 1965 yılının ilk aylarında İnönü Hükümeti’nin güvensizlik oylarını düşünen Demirel, kendisi henüz milletvekili olmadığı için, Suat Hayri Ürgüplü Başkanlığında kurulan hükümette Başbakan Yardımcısı olarak görev alarak, Başbakanlık yoluna ilk harcı koymuştu. Artık, mühendis ve idareci olarak yaptığı hizmetlere, devlet adamı olarak daha geniş ve büyük hizmetler yapmanın yolunu aralamıştı. “6 defa gittim, 7 defa geldim”diyerek kimseye düşmanlık telkin etmeden, her gelişinde büyük hizmetler etti. Türkiye’nin okullarında, yollarında, barajlarında kısaca bayındırlık eserlerinde İTÜ’lerin emeği büyüktür. Bunların başında da Sn. Demirel olduğunu söylemek yanlış olmaz. Cumhuriyetimizin bir fazileti yanında fırsat eşitliğini yurdun en ücra köşelerindeki halka götürmesi, fakir ve orta halli çocukları devlet imkanları ile eğiterek devletimizin başına getirmesidir. Süleyman Demirel’in Türk milletinin zenginleşmesi için verdiği emekler, adeta bir savaş idi. Bu konudaki bir sözü, onun arzularını en güzel şekilde anlatmaktadır: “Zengin kaynakların fakir bekçileri olmak istemiyoruz.” Süleyman Demirel’i ve ülkemize hizmet etmiş olup ebediyete intikal etmiş tüm vatanseverleri rahmetle anıyorum. “Güniz sokaktan, buyur sen de ye…” ÇÇ Bülent Tanla 22. Dönem Milletvekili S üleyman Demirel siyasetle buluştuğu günden bu yana olmasa bile, en azından Adalet Partisi Genel Başkanı seçildikten sonra sürekli gündemde kalmış, her yönüyle kamuoyunun ilgi ve merakına konu olmuştur. Ancak, insani yönleri üzerinde çok az durulmuş yakınlarınca yansıtılan çok önemli özellikleri gündelik politikanın toz dumanı arasında yeterince açığa çıkmamıştır. Sayın Demirel’i, son yıllarında eski siyaset arkadaşlarından Talat Asal’ın ardından söylediği gibi “bilinmeyen bir meçhule” yolcu ettikten sonra bu yönlerine daha fazla eğilmek durumundayız. Bu zorunluluk, kendisiyle olduğu kadar gelişigüzel itip kakmaya çok meraklı olduğumuz her kesimden insanımızla helalleşmemizin de gereğidir. Mesleki vesilelerle Süleyman Bey’in yakınında olma, kahvaltı masasına oturma ayrıcalığına kavuşmuş bir kimseyim. Orada siyasetçi Demirel’in değil, insan Demirel’in meziyet ve inceliklerini gözleme fırsatları elime geçti. Demirel’in hayatı, eşi Nazmiye Hanım’ın vefatından sonra artık hayat değildi. Fark ettirmemeye çalışsa da bütün neşesi, yaşama sevinci, direnme gücü kaybolmuştu. Yine de, onun için yaşamak, siyaset ve sorumluluk demekti. Ve bu ilkesinin gereğini sonuna kadar yerine getirdi. Demirel çantasına dosyaları yerleştiriyor, kendisinden önceki dönemi ima ederek, “her şeyi karmakarışık etmişler” diyerek, espriden de eleştiriden de taviz vermiyordu. Bana dönerek, “Beyaz Saray ile konuşur gelirim bu benim vazifem. Ancak orada Broadway kaldırımlarında Nazmiye Hanım’ın elini tutup yürümediğim sürece ABD’ye gitmiş sayılmam” dedi. 1992 içinde olmalı, o sırada başbakandı; ertesi gün, Başkan Baba Bush’un daveti üzerine ABD’ye gidecekti. Bir pazar gecesi Güniz Sokak’ta üst kattaki misafir odasındaydık. Bir köşede iki kırmızı pasaport, yanında zarf içinde de devletin seyahat için verdiği harcırah duruyordu. Yurt dışına gidecek herhangi bir vatandaştan farkı yoktu. Demirel çantasına dosyaları yerleştiriyor, kendisinden önceki dönemi ima ederek, “her şeyi karmakarışık etmişler” diyerek, espriden de eleştiriden de taviz vermiyordu. Bana dönerek, “Beyaz Saray ile konuşur gelirim bu benim vazifem. Ancak orada Broadway kaldırımlarında Nazmiye Hanım’ın elini tutup yürümediğim sürece ABD’ye gitmiş sayılmam” dedi. Başbakanlığı zamanında bir gün de o sıralarda eskisiyle birlikte kullanılan yeni Başbakanlık binasındaydık. Sekreterini aradı: “Bana Nazmiye’yi arar mısın?” diye sordu. Sonra da Nazmiye Hanım’a, “Hemen geliyorum. Bülent de misafirim” dedi. Öğle yemeğine eve gidiyordu… Benimle kahvaltı yaparken yanına kimseyi almaz, tabağıma bizzat kendisi servis yapardı. Süleyman Bey kahvaltıyı hızla yapar, kendisine sunduğum araştırma raporunu okumadan önce mutlaka ve her zaman, “Durum senin pencerenden nasıl görünüyor?” diye sorardı. Demirel konuşurken, ben kahvaltıya devam ederdim. “ Şu zeytin Neşet ustanın ağacından, peynir keçiden” diyerek devam ederdi. Kendisine her gün Çankaya’da hazırlanmış poğaça dahil mükellef kahvaltılık gelir, ancak o Güniz Sokak’tan, evden getirdiklerini tercih eder, “Güniz Sokak’tan, buyur sen de ye” derdi. Cumhurbaşkanlığı döneminde ben milletvekiliydim. Kahvaltı yaptıktan sonra saat dokuz olmadan beni gönderirdi: “Sen de bir kamu görevlisisin, mesaiden çalamayız.” Sofrasında bir keresinde; içinde İzmir üzümü bulunan gül reçeli vardı. “Bunu Nazmiye yaptı” diyordu. O nefis reçeli o gün tatmak imkânını bulmuştum. Son zamanlarda görüşmeye gittiğimde bütün hijyen tedbirlerine başvurulduğunu görürdüm. Ayakkabılara galoş geçirilir, ellere ilaçlı krem ve ilaç sürülürdü. Bir defasında reçeli hatırlattım kendisine. Doktoru Aylin Hanım'a, “Bu reçeli ablamın kızı Sabiha Abla yaptı. Arayın da bir kavanoz da Bülent için yapsın...” Ben sağlığına zarar gelmesin diye reçelden yemesini istemiyordum. Doktoru Aylin Hanım, “Ben hem ilaç veririm, hem de yedirmesini bilirim” dedi. Ismarladığı o gül reçeli gelmedi... Sabiha Abla vefat etmişti. Ama Isparta gülü ve İzmir üzümü alıp o nefasette olmasa bile o reçeli yaptıracağım. Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle, “Başkanların yaşadığı yer halka açık olmalı” demiş. Güniz Sokak’taki ev de şimdi müze olarak hazırlanıyor. Doktor Aylin Hanım özenle ilgileniyor. Belki bu yazı üzerine içinde İzmir üzümü bulunan gül reçelleri piyasaya çıkar. Ama siz yine de Nazmiye Hanımların, Sabiha Ablaların yaptığını yiyin. itü vakfı dergisi 89 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “Her ziyaretimden sonra, kendisinden, iyimser ve huzurlu olarak ayrılmışımdır.” ÇÇY. Müh. Yüksel Erimtan, İTÜ’51 Erimtan Müşavirlik Taahhüt Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı B en Su Mühendisi değilim, Teknik Üniversitenin Yol Bölümü'nden 1951 yılında mezun bir inşaat mühendisiyim. Kısa bir süre devlet dairelerinde çalıştıktan sonra serbest hayata geçtim. Sayın Cumhur Başkanımız ile ilk gıyabi tanışmam, benim 1946 yılında İTÜ’ye girdiğim yıl oldu.Tahsil süresi evvelden 6 yıl olan okulumuzun öğrenim süresi o yıl 5 yıla indirilmişti. Geçen yıl mezun olacak olan öğrenciler, devam etmedikleri tek bir ders nedeni ile mezun olamayıp bir yıl daha,kalan o ders için Üniversiteye geliyorlardı. Bu mezunlara sonra, 7 yıllık mezunlar dendi. Bu öğrencilerden birisi de Sayın Demirel’miş. Benim öğrenime başladığım yıldan mezun olduğum yıl boyunca, kendisinden hep “Bir öğrenci Süleyman varmış, kendisine çoban Sülü derlermiş; tüm tahsil süresince meccanen okumuş. İTÜ’ye girmiş, not tutmadan hocaların derslerini dinler, sonradan arkadaşlarına o dersi tekrar anlatırmış; meşhur hocamızdan birisinin yanlışını bulmuş; arkadaşlarının pek çoğuna değişik şekillerde destek olmuş” diye bahsedilirdi. O yıllarda kendisi ile tanışma fırsatım olmadı. 1956 sonrasında DSİ’ye çalışmak için müracaat ettim. Bana, müracaat eden mühendislerin tayinlerine, müracaat edenle mülakat yaparak, Genel Müdürün şahsen karar verdiği söylenip bir tarih verildi. O gün ilk defa kendisi ile tanıştım. İngilizce bildiğimi öğrenince, (o tarihlerde devlet daireleri arasında muvafakat olmadan bir mühendisi başka bir devlet dairesi işe alamıyordu.) “Ben muvafakat alırım, sen pazartesi işe başla” diyerek beni DSİ’ye tayin etti. DSİ Barajlar Dairesi, Ekonomik Baraj Yüksekliği Tayin Dairesinde işe başladım. Sayın Demirel her hafta bir gün, DSİ’deki bütün daireleri ziyaret ederdi. Bir gün Barajlar Dairesi’nin, Ekonomik Baraj Yüksekliği Tayin Bölümü'ndeki odamıza da gelip, yapılan işin ne olduğunu, beklenen bilgi varsa ne olduğunu sordu. İlk ziyaret gününde adım ile bana hitap etti. Sorularını sordu gitti. ikinci hafta üzerinde 90 itü vakfı dergisi çalıştığımız barajlar hakkında, bir hafta evvel sorduğu konular hakkında son durumun ne olduğunu detayları ile tekrar sordu. Başlangıçta ben, kendisi not alıyor diye düşündüm. Sonraki ziyaretlerinde aynı durum tekrar etti. Anladım ki kendisinin muazzam güçlü, hayran olunacak, inanılmaz bir hafızası var. DSİ de çalıştığım sürede şunları gördüm: Türkiye’de baraj yapılması muhtemel noktalar belirlenmiş ve Türkiye haritası üzerinde kırmızı iğne ile işaretlenmişti. Ayrıca bu yerlerde su ölçüm istasyonları ayrı bir renkte iğne ile işaretlenmişti. Gene, bu baraj sulama maksadı ile de kullanılacaksa, sulayacağı araziler de belirlenmişti. Bütün bu tespitler, Sayın Demirel’in Amerika Birleşik Devletleri'ne özel bir bursla gittiğinde, bir havza etüdünün nasıl yapıldığının kendisi tarafından müşahade edilmesinin sonucudur. O tarihlerde DSİ hiçbir devlet dairesinde görmediğim bir aktivite ile, bir arı kovanı gibi çalışıyordu. Ülkemiz, Sayın Demirel’in DSİ Genel Müdürlüğü ile, barajlar inşa ederek sulama ve enerji üretme hamlesini yapmıştır. O yüzden kendisine “Barajlar Kralı” gibi bir lakap takılmıştır. Ben DSİ’den ayrılırken, niçin ayrılmak istediğimi öğrendikten sonra bana, “Sen, serbest çalışacak birisin” diyerek başarılar dilediğini hiç unutmadım. 1960 yılında görevinden ayrılıp, serbest hayata atılacağı günlerde, GAMA’da başımıza geçerek bize destek olmasını teklif ettiğimizde, yeni bir teşebbüsü olduğunu ama kendisini GAMA’nın bir müşaviri olarak gösterebileceğimizi söyledi. Tekrar siyasete dönene kadar kendisini şirketimiz GAMA’da, bir diğer ünlü ağabeyimizle beraber müşavirimiz olarak gösterdik. Kendisinin en yakın sınıf arkadaşlarından biri olan ve beni çok iyi tanıyan rahmetli Hasan Vardar, çok yakın arkadaşım bir ağabeyim idi. Herhalde beni Sayın Cumhur Başkanımıza anlatmış olmalı ki, yaşamımız boyunca, bazen kendisinin talebi, bazen benim ricam ile bazen üçümüz, sonradan ben yalnız bir araya gelirdik. Bazen saatler süren derin sohbetler ile durum değerlendirmeleri yapardık. Ben yaşam süresince kendisi ile bir araya gelme fırsatını bulmuş biriyim. İnanılmaz hafıza gücüne, ekonomik, sosyal her konudaki derin bilgisine, dünya ve siyasi konulardaki çeşitli değerlendirmelerine, pek çok defa yaptığı analizlere, bazen benimle beraberken ziyaretine gelen kişileri de yanımıza aldığında, onlarla olan konuşmalarına, ziyaretçiler gittikten sonraki sohbetlerimiz sırasında, gelenlerle olan geçmişteki berrak anılarına hep hayran kalmışımdır. Ve her zaman, her ziyaretimden sonra, kendisinden, iyimser ve huzurlu olarak ayrılmışımdır. Son ziyaretimde “Gel Yüksel, senle şu konuyu mühendisçe değerlendirelim” demiş, derin bir mantıkla konunun analizini yapmış, fikrimi sorduktan sonra, “Ancak şu faktör bu konuyu çözecektir” diyerek konuyu sonuçlandırmıştı. Sayın Cumhur Başkanı ile dostluk dışında hiçbir siyasi birlikteliğim olmadı. Benim kendisine “Hiçbir iş yapmayan hiç hata yapmaz, çok iş yapan binde bir bile hata yapsa bir hata yapar, siz de çok iş yaptınız hatalarınız olmuş mudur?” diye sorduğumda ve bazı misaller verdiğimde, samimiyetle “Olmuştur” demiştir. Ve bazılarının nedenlerini izah da etmiştir. Pek çok defa her konu hakkında, o konu ile ilgili bir hikaye anlatır ve kahkaha atardık. 9’uncu Cumhurbaşkanımızın Başkanlık görevi süresince, CUMHUR’un BAŞI olarak mükemmel bir devlet adamlığı örneği sergilediğini, kendisini tanıyanlar gibi önceki siyasi aktivitelerini tenkid edenler bile hayranlık ve takdirle karşılamışlardır. Mümtaz Devlet Adamı Sayın 9.cu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’i saygı ile anıyor kendisine Yüce Yaratan’dan rahmet diliyorum. “Cumhuriyetin 50 Yılında Süleyman Demirel Var…” ÇÇ Y. Müh. Osman Mörel, İTÜ’48 Sınıf Arkadaşı B izim sınıf liseyi 1942’de bitirdi. O zamanki ismiyle “İstanbul Yüksek Mühendis Okulu’nun 1942-1943 senesi için açtığı giriş imtihanını kazanan 150 kişi, bu okulun 1. sınıfında mühendislik öğrenimine başladı. O zamanki okul İnşaat, Makina, Elektrik ve Mimari şubelerinden ibaretti ve 6 senelik öğrenimden sonra Yüksek Mühendis olarak mezun olunurdu. 4 şubenin hepsi de Gümüşsuyu’nda bugün Makina Fakültesi’nin bulunduğu tek binada idi; yatılı, yatısız toplam öğrencileri 600 kadardı. Afyon Lisesi’nden mezun olan Süleyman Demirel, okula girdi ve Makina şubesini tercih etti. Kısa bir süre sonra tercihini değiştirerek İnşaat Şubesine geçti. Mezuniyetimiz dolayısıyla çıkardığımız geleneksel yıllıkta bu değişiklikten “Makina Fakültesi’nin İnşaat Fakültesi’ne muazzam bir hediyesidir” diye bahsedilecekti. Demirel bütün öğrenimi boyunca yatılı okumuştur. Biz, Yüksek Mühendis Okulu’nun 1. sınıfını 1942-43, 2. sınıfını 1943-44 ders senesinde okuduk. Özel bir kanunla, okulumuz 1944’te lağvedildi ve yerine İstanbul Teknik Üniversitesi kuruldu. Müdür, rahmetli Tevfik Taylan Rektör oldu. Şubeler Fakülte oldu, başlarındaki hocalar Dekan oldular. Hepsi iyi de, bu arada 6 senelik öğrenim süresi 5 seneye indirilince biz başarı ile bitirdiğimiz 2. sınıftan sonra 3. sınıf olacağımıza tekrar 2. sınıf olduk. Yönetim, üniversiteye dönüş hazırlıklarına daha önce başladığı için 1943 lise mezunlarından giriş imtihanında yüksek not alan ilk 40 kişiyi doğrudan 2. sınıfa aldı. Bu arkadaşlarımızla, Yüksek Mühendis Okulu’nun 2. sınıfını beraber okuduk. Necmettin Erbakan’la Demirel’in sınıf arkadaşlığı böyle başladı. Demirel 6 sene, Erbakan 5 senede mezun oldular. Aslında bizim İnşaat Fakültesi’ni bitiren arkadaşlarımız 6 senede değil, 6,5 senede mezun oldular. Bu, ayrı bir hikayedir… Süleyman Demirel, kısa zamanda arkadaşları arasında sakin ve vakur davranışları, efendiliği, uzlaştırmacı hareketleri ve çalışkanlığı ile temayüz etti ve bu hasletleri 6 sene boyunca artarak devam etti. 6 sene boyunca kimseyle sesini yükselterek tartıştığını duyan, gören olmadı. Etrafında 7-8 kişilik bir yakın arkadaş grubu oluştu. Bunlar etütte ders çalışmaları sırasında anlamadıkları bahisleri sorarlar ve Demirel hepsine ayrı ayrı anlatırdı; hiçbirine, “Ben şimdi Ali’ye anlattım, o sana anlatsın!” demez, aynı şeyleri bir defa da soran o arkadaşına anlatırdı. Yazılı imtihanlarda bu grup etrafını sarmış olarak otururlardı. Hastalıkları sebebiyle devamlarını ve proje çalışmalarını aksatan arkadaşlarının projelerini yaparak sene kayıplarını önlemiştir. Demirel, mezuniyetinden sonra 29 yaşında Barajlar Dairesi Başkanı, 30 yaşında DSİ Genel Müdürü, 40 yaşında Başbakan oldu, 7 sene Cumhurbaşkanlığı yaptı. Cumhuriyetin 50 senesinde Demirel vardır ve hep ön plandadır. Zaman ve yorgunluk bilmeyen bir çalışma azmiyle, engin bir memleket ve insan sevgisiyle, güçlü bir bilgi birikimiyle ve şaşırtıcı bir zekâ ve hafıza gücüyle hizmet etti. Hatırası milletimiz için azizdir. Kaybı anında ve son yolculuğunda bütün ülkeye yayılan teessür dalgası ne kadar samimi idi! İnsanlarımızın birçok öfke ve çaresizlik anlarında, “Ah, Demirel 10-15 yaş genç olsaydı!” cümlesi umumi bir hasret ifadesi oldu. Demirel, Genel Müdürlük ve Başbakanlıkta hizmet verirken, sınıf arkadaşlarını sorumlu mevkilere getirmekten hiç çekinmedi; genç yaşlarında onları Genel Müdür, Müsteşar, Bakan yaptı. Onlar da bu tercihlere liyakatlarını ispat ettiler, büyük dürüstlük ve başarı ile görev yaptılar. Eski Rektörümüz Sayın Gülsün Sağlamer, Dergimizin bundan evvelki sayısında Demirel’in çok güçlü bir aidiyet duygusuyla İTÜ’ye yaptığı büyük hizmetleri teferruatı ile yazdı. Bu hizmetler İTÜ’nün büyümesi ve yücelmesi yolunda çok önemli kilometre taşlarıdır. Taşkışla ve Maçka Kampüsleri’nin İTÜ’ye yasal olarak kazandırılması bunlar arasındadır. Bu iki kampus için bir bilgi notu düşmekten kendimi alamadım: İTÜ’yü Demirel’den iki sene sonra bitiren bir başka mezunumuz da Başbakan, daha sonra Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu zat, Taşkışla’yı ve Maçka Kışlası’nı İTÜ’den alarak, otel ve borsa binası yapmak için çok ısrarlı bir mücadele başlattı. “Bir mezunumuz bunu nasıl yapabiliyor?” diye hep hayretler içinde kaldım. Bu binalar Üniversite’ye tahsis edildikleri zaman birer harabe halinde idiler. Üniversite, bunları bugünkü mamur hallerine getirmek için çok büyük gayretler sarfetti. Dönemin ve bazı öğretim üyeleri büyük bir dayanışma örneği göstererek binaları teslim etmediler, sonraki süreçte hukuki yollarla bu mücadeleyi sürdürdüler. Karşı kuvvetler (!) binaları fiilen işgale teşebbüs ettiler. Hocalarımız nöbet tuttular. Sonunda bir eski mezunumuza karşı zafer (!) kazanıldı. Bu olay, bütün ayrıntılarıyla İTÜ Vakfı Dergisi’nin çeşitli sayılarında yayımlandı… Bu yazıda Nazmiye Hanım’dan bahsetmemek bir büyük eksiklik olurdu. Nazmiye Hanım, Demirel’in beşik kertiği idi, mezun olunca hemen evlendiler. Nazmiye Hanım, Demirel’in hayatının en büyük şansı idi, bir huzur ve güvenlik unsuru idi. Uzun süren sıkıntılı hastalığına Demirel büyük üzüntülerle, tevekkülle katlandı, vefatı adeta bir yıkım oldu. Demirel’in hayatını Cumhuriyetimizden, onun 50 senelik bir döneminden ayırarak irdelemek mümkün değil. Siyasetin tabiatı gereği şöyle veya böyle hükümler verilebilir ama, hiç tartışılmayacak olan onun insan ve memleket aşkı, birçok faydalı eserin banisi olması, siyasete yeni bir üslup, yeni bir tarz getirmiş olmasıdır. Sevgili kardeşime ve aziz dostuma Allahtan rahmet dilerim. itü vakfı dergisi 91 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “Mühendis Demirel” ÇÇ Y. Müh. Recai Kutan, İTÜ’52 Eski Bakan, ESAM Genel Başkanı M ühendis Demirel’i ilk defa Teknik Üniversiteye girdiğim 1947 yılında görmüştüm. Demirel ve sınıf arkadaşları o dönemde kendilerini “7 İnşaat Öğrencileri” olarak takdim etmekteydiler. Üniversiteye girdiklerinde eğitim süresi 6 yıl imiş. Mezuniyete yakın üniversite yönetimi, okutulması unutulmuş bir tek ders için bir yıl daha okuyacakları kararını verince sınıfın adı “7 İnşaat” olmuş. Demirel ve arkadaşlarının koridorlarda rahat rahat dolaşmalarına, günde sekiz saat ders yükü altında olan bizler hep imrenerek bakardık. 1952 yılında mezun olup DSİ’de göreve başladığımda, EİEİ’de çalışmakta olan Turgut Özal arkadaşımı ziyaretimde, o kurumda çalışmakta olan Demirel ile de tanışmıştım. Demirel o sırada, inşaatına benim de sonradan yakın ilgi gösterdiğim, Elazığ Hazar Gölü HES Projesi’ni hazırlamakta idi. Bir süre sonra Turgut Özal’dan, Demirel’in Eisenhover bursuyla Amerika’ya gittiğini duymuştum. Demokrat Parti Hükümeti, baraj projeleri için bir hamle başlatınca Demirel, DSİ’de Barajlar Dairesi Başkanlığı’na getirildi. O dönemin en önemli baraj projesi “Adana-Seyhan Barajı” idi. Birkaç yıl sonra Demirel çok genç yaşında DSİ Genel Müdürü olarak tayin edildi. 1955 yılından 1960 Askeri Darbesi’ne kadar Genel Müdür olan Demirel, DSİ teşkilatında değerli bir teknik kadroyla birlikte çok önemli değişiklikler gerçekleştirdi. DSİ’de Amerika’daki DSİ tipi bir teşkilat olan “Bureau of Reclamation” benzeri bir teşkilatlanma yapıldı. DSİ’de ciddi anlamda bir meslek içi eğitim, yurtdışı eğitim hamlesi başlatıldı. Organize edilen bir eğitim merkezinde teşkilatın yardımcı teknik eleman eksikliği giderildi. Böylece Türkiye’nin en güçlü ve en organize teknik kadrosu oluşturuldu. Her kademedeki DSİ personeli için “Sevk ve İdare” seminerleri de düzenlendi. Devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın “Bizim su müdürü” dediği Demirel döneminde, yabancı uzmanlardan daha çok kendi teknik kadromuzla, ülkenin su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi için büyük projelere girişildi. Bu yüzden bazı çevreler sonradan Mühendis Demirel’i “Barajlar Kralı” olarak takdim ettiler. “Mamur, müreffeh, büyük ve demokrat Türkiye hedefimizdi, bu hedefe koştuk” ÇÇ Y. Müh. Nurettin Koçak Kutlutaş Holding Yön.Kur.Bşk. S ayın Süleyman Demirel 1949 senesinde İTÜ İnşaat Fakültesinden mezun oldu. Ben de o sene İTÜ İnşaat Fakültesine girdim. Dolayısıyla üniversitede ağabeyliği dışında hiç tanışıklığımız olmadı. Ancak, ileriki yıllarda Barajlar Dairesi Başkanlığı ve DSİ Genel Müdürlüğü yıllarında uzaktan da olsa çok takip ettik. 1965 yılından itibaren çok daha yakından ilgilenmişizdir. Sayın Demirel’in, ülkemizin su potansiyelini, elektrik üretimine ve sulamaya çevirme hamlesini çok merakla ve övünçle takip etmişizdir. Sayın Demirel’in kurduğu bütün hükümetlerin programlarında, sanayi kalkınmasının öncelikli olması, ülkemiz için son derecede kıymetli olmuş ve özel sektörün de buna iştiraki ile ülkenin pek çok ihtiyaçları yerli olarak üretilmiştir. Bir sanayi kuracaksanız en mühim konu, ihtiyacınız 92 itü vakfı dergisi olacak enerjinin devamlılığıdır. Buna İnanmak son derece teşvik edici bir unsurdur. Sanayi kalkınmasında çok yoğun bir program uygulanmış, pek çok fabrikanın yanında çok adette enerji santralları da inşa edilmiştir. Bu sıkı program Türkiye’yi bugünkü ihracat potansiyeline getirmiştir. Yine barajlar, GAP projesi ve sulama projelerinin yapılması ülkede üretimin daha verimli bir noktaya gelmesini sağlamıştır. Bir ara ülkemizde kalkınma hızı % 7’yi geçmiştir. Bütün bu başarılı çalışmalardan sonra, Sayın Demirel, “Türkiye, dünyada yiyecek ithal etmeyen 6, giyecek ithal etmeyen 7 ülkeden birisidir” diyebilmiş, biz de uluslararası ziyaretlerde bilhassa Uzak Doğu’da bunu kullanmışızdır. Sayın Demirel’e 2013 yılında yazdığım bir mektuba cevaben, “Mamur, müreffeh, büyük ve demokrat Türkiye hedefimizdi, bu hedefe koştuk” diyorlardı. Bir İTÜ’lü olarak, kalkınmamızda müteahhit ve sanayici olarak vazife aldık. Ülkemizin mamur, müreffeh , demokrat bir noktaya ulaşmasından çok büyük mutluluk ve övünç duymuşumdur. Yine Sayın Demirel’in, “Başbakanlık makamına 6 kere gidip 7 kere geldim” demesi, ülkemiz insanının verilen değerli hizmetleri her zaman çok iyi özümsediğinin bir göstergesidir. Ülkemizin petrolü, gazı yok ama, insanının çalışkan, başarılı olmasını ve mühimsenecek imkânlarımızı görerek geleceğimiz için çok ümitvarım. Ülkemizi bu noktalara getirenlere sevgi, saygı ve minnetlerimi sunarım. "Doğa ve Su Dostu Süleyman Demirel" Hayrettin Karaca ve Nihat Gökyiğit ÇÇ A. Nihat Gökyiğit TEKFEN Holding ve TEMA Vakfı Kurucu Onursal Başkanı 1 992 yılında TEMA Vakfı'nı kurma kararımızı, bir yurtdışı seyahatinde Başbakan Demirel’e arzetme fırsatını bulmuştum. “Türkiye’nin çok meselesi var ama en önemli sorunlarından biri de toprak erozyonudur. Siz hazırlığınızı yapın, İstanbul’a gelir Vakfın açılışını yaparım” dedi. Demirel, açılış konuşmasında su ve rüzgar erozyonunun, dünyadaki durumundan başlayarak Türkiye’deki sebepleri ve tahribatını çok büyük maharetle anlattı. “İlk yıllar bu konuda bilgilendirme ve eğitime yoğunlaşın, halkı bilinçlendirerek desteğini almaya gayret ediniz; sorunlarınız olunca bana gelmede tereddüt etmeyin. Çok önemli bir misyon için büyük bir mücadeleye girdiğinizi unutmayın” diyerek sözlerini bitirdi. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel sivil toplum kuruluşlarını hep himaye etmiş, sorunlarına çare bulmada ve etkinliklerini başarılı kılmada yardımcı olmuştur. TEMA ile ilgili örneklerin bir kaçından söz etmek istiyorum. 1997 yılında finansman darlığı ile karşılaşmıştık. Çare olarak Süleyman Bey’in bir şapkasını da açıkartırmaya koyarak İstanbul’da bir kaynak geliştirme yemeği düzenlemeyi düşünüyorduk. Toplantıyı onun himayesinde yapma izni için kendisini ziyaret ettik. “Ne himayesi, toplantıyı Çankaya’da ben bizzat yaparım. Siz bana davet listesini getirin” dedi. Demirel işadamları ile yapılan bu yemekli toplantıyı bizzat idare ederek TEMA faaliyetleri ve tanıtımı için büyük destek sağladı. Orman Bakanlığı işbirliği ile “10 Milyar Meşe Tohumu Toprakla Buluşuyor” projemizi Cumhuriyetimizin 75.yılında başlayıp 100.yılında tamamlamak üzere ele almıştık. Demirel’e bundan bahsedince törenin Çankaya’da başlamasını önerdi. İlk meşe palamutları Demirel’in açış konuşması ile Çankaya Köşkü bahçesine ekildi. Törene katılan resmi zevatın yanı sıra davetliler arasında bulunan yabancı misyon şefleri ve elçiler sayesinde proje uluslararası ün kazandı. Toprak-Su Teşkilatı tarafından 1962 yılında Konya-Karapınar’da Çölleşme ile Mücadele Projesi başlatılmıştı. Bölgeye uyumlu bitkiler ile rüzgar perdesi geliştirmeyi esas alan proje dünya ölçeğinde bir başarı öyküsü idi. Ancak son yıllarda 1997 yılında finansman darlığı ile karşılaşmıştık. Çare olarak Süleyman Bey’in bir şapkasını da açık artırmaya koyarak İstanbul’da bir kaynak geliştirme yemeği düzenlemeyi düşünüyorduk. ihmal edilen projenin tanıtılarak yeni girişimlere hem örnek hem de teşvik olması için 19 Haziran 1999’da bölgede bir şölen düzenledik. Bu etkinlik konusunda büyük destek veren Cumhurbaşkanı Demirel, davetimizi şu sözler ile kabul etmişti: “Bu projeyi ülkemiz doğasının korunması açısından önemli buluyorum. Dünyaya örnek olan Türk bilim adamları ve mühendislerinin başarısını duyurmak ve onlara milletçe şükran duygularımızı ifade etmek üzere seve seve katılırım.” Bu tanıtım şöleni sayesinde TEMA iş muhitinden destek alarak yeni alanlarda benzer uygulamalar yapma imkanı buldu. Sovyet döneminde dünyadan saklı tutulan Aral Gölü çevre felaketine ait bir belgesel için destek olma kararı almıştım. Aral gölünü besleyen iki nehrin pamuk üretim alanlarına çevrilmesini esas alan bu çok büyük su projesinin yanlışlarını belirtecek olan belgesel Demirel’in de ilgisini çekiyordu. Ancak Sovyet dönemi alışkanlıkları devam ettiğinden bu ücra yerlere giriş çıkış izni işin en zor tarafı idi. Demirel’in göle kıyısı olan Kazakistan, Özbekistan ve pamuk üreten Türkmenistan Başkanları ile çok yakın ilişkisi sayesinde onlara gönderdiği birer mektupla sorun çözülmüştü. Belgesel Lahey, Tokyo ve İstanbul Su Kongrelerinde gösterime alındığı gibi, bir ders kitabı gibi dolaşmaya devam ediyor. Daha sonra Aral projesinden alınacak dersleri de taşıyan GAP belgeselinin hazırlanmasında da Demirel değerli görüşlerini bizden esirgemedi. Belgeseldeki konuşmasında GAP projesi için dünyanın sayılı büyük projelerinden biri olduğunu belirttikten sonra sözlerini şöyle noktalamıştır: “Şimdi diyecekler ki siz Türkiye Cumhuriyeti olarak bu topraklarda ne yaptınız? Efendim, Hititler şunu yaptı, Urartular bunu yaptı, Romalılar şunu yaptı. Hepsi bu topraklarda oralarda duruyor. Selçuklular hanlar yaptılar, kervansaraylar yaptılar. Osmanlılar cami yaptı, köprü yaptı. Siz ne yaptınız? Gururla gösterebileceğimiz projelerden biri GAP projesidir. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin bu topraklara olan önemli bir borcunu ödemesidir. ” itü vakfı dergisi 93 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “Aferin, İyi Kopya Çekmişsin!” Özellikle beton dökülürken içine bir anı mesajı bırakmasına memnun oldu. Tören tamamlandı. Ben kendisini uğurlarken elimi tuttu, kulağıma eğildi, “Aferin, iyi kopya Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman çekmişsin!” dedi. Ben de, “Sayenizde efendim!” Demirel’in aramızdan ayrılışının ilk yılı diyebildim. içinde, önce anmak amacıyla İTÜ Vakfı’nın Basit görünen bu işin bile böyle ayrıntıları hazırladığı bu dergide benim de birkaç anıma yer ile planlanması bana hep ders olmuştur. Ayrıca, verilmesinden dolayı onur duydum. Ben onun basit bir törenin, seneler önce hazırladığı bir üstün niteliklerini belirtmek için değil, sırf onu bir kılavuza uygun olduğunu hatırlaması ile beni hep kez daha hatırlamamız için yazıyorum… etkilemiştir. 1968 yılında Doğu Anadolu’daki ısınma Diğer bir anım da, yine bir madencilik sorununu çözmek için bir başlangıç olarak, tesisinin yapımı ile ilgilidir. 1973 yılında kuruluş bölgedeki düşük nitelikli linyit kömürlerinden aşamasındaki Kümaş Kütahya Manyezit briket yapmak kararlaştırılmış. Bu kararın İşletmeleri Genel Müdürlüğü görevine getirildim. ilk basamağı olarak da bir briket fabrikası Çok zor bir dönemdi. En basit inşaat malzemesini kurulması uygun görülmüş. bile bulamıyorduk. Tesisi bir Bölge halkına da bu kararı an önce bitirmemiz lazımdı kanıtlamak için derhal bir ancak, planlanan hızda temel atma töreni ile işe ilerleyemiyorduk. Bakanlık, girişilmesi uygun görülmüş. ortaklar, kreditörler devamlı Sonuçta bu projeyi başlatmak olarak tesisin ne zaman görevi de bana verildi. Apar tamamlanacağını soruyordu. topar yaz tatilimi keserek İşimizi tamamlamak, daha Erzurum’a geldim. Şehirde doğrusu testlere başlamak Vali ve Belediye Başkanı dahil, için gereken kritik malzemeyi herkes bana yardımcı olmak bir kez daha tespit ettik. için çalışıyor. Elimde birkaç 80 cm çapında, spiral Almanca kitap, işe koyuldum. kaynaklı 800 m boruya acil Önce fabrika için çok uygun ihtiyacımız vardı. Porsuk bir yer seçtik. Seçtiğimiz Çayı’ndan su alamadıkça, arsanın ortasında da yarı yıkık sanayi testlerine başlamamız bir depo binası var. Büyüklüğü mümkün değildi. Bu sıkıntımızı bizim işimize uygun, nitekim Sayın Demirel’e duyurduk. hala bu amaçla kullanılıyor… Beni çağırttı, makamına Temel atma töreni işin kabul etti. Fabrika’nın niye başlangıç noktası. Törenin bitmediğini sordu. Ben de 800 Erzurum Briket Fabrikası Temel Atma Töreni, 1968 (Tuğrul Erkin soldan ikinci) bitimine kadar yapılacak işleri m su borusuna ihtiyacımız sıraladım. Her etabı ayrıntıları olduğunu ancak, hiçbir ile izliyorum. Soruları ağabeylerimize iletiyorum, yerde bulamadığımızı söyledim. Sümerbank Bakanlar geride kalmıştı. Fazla beklemeden onların telefonla verdikleri bilgileri uyguluyorum. Mannesman’la konuşup konuşmadığımı sordu. törene geçtik. Tören ilerledikçe yatıştı, yüzü Önümdeki önemli sorulardan biri de şu; Hemen her gün Cavit Bey’i aradığımı, onlarda da yumuşadı, ilgisi arttı, sohbeti uzattı. O ara Demirel’in bu törenlere verdiği önem… Buna saç olmadığını söyledim. Genel Müdür Cavit Bey’i program da kendisine yakın gelmeye başladı. mukabil ben o güne kadar hiçbir temel atma aramalarını söyledi, bulamadılar. Onun üzerine törenine gitmemiştim. Bırakın gitmemiş olmayı, bana gerekeni yapacağını söyledi ve yaptı da… görmemişim bile. O günkü yetersiz haberleşme 15-20 gün sonra borular geldi, tesis tamamlandı. Onun yurt dışındaki ve koşulları altında her gün Ankara’dan bilgi almaya Teknolojik testlere başladık, iyi sonuçlar aldık. yabancılar nezdindeki itibarını uğraşıyorum. Ortalıkta her kafadan bir başka ses Açılışa hazırdık… yakından görmüş bir kimseyim. çıkıyor. Kim ve hangi sırada konuşacak, ne ikram Kendilerini, açılışa davet için Yönetim Kurulu edilecek gibi bir yığın ayrıntı… Derken Ankara’dan Özellikle Sovyetler Birliği Üyeleriyle ziyarete gittik. “Nasıl? Bitirdiniz mi?” hayırlı bir haber geldi. Sayın Demirel DSİ’de dağıldıktan sonra o bütün Türk dedi. “Evet, efendim” dedim. “Senden sonra, çalışırken, o da bu sorunlarla karşılaşmış olmalı istemiş olduğun 800 m spiral kaynaklı boruyu uluslarının AKSAKAL’ı oldu. ki, bir temel atma kılavuzu hazırlamış. Bu habere alabildim, Genel Müdür Cavit Bey’le görüştüm, Bütün sorunlarını ona açtılar çok sevindim. Sıra kılavuzu bulmaya geldi. kendisine rica ettim. O da gerekeni yapmış, bana ve akıl aldılar. Bugün maalesef Sonuçta kılavuz bulundu ve bana gönderildi. bildirdi.” Bu, en az 6 ay önceki bir olaydı. Çok Kılavuz mükemmeldi, içinde her sorunun cevabı onun aramızdan ayrılmasıyla bu şaşırmıştım. Bir sanayi tesisinin tamamlanması vardı. Törenler yatırımın büyüklüğüne göre bağ koptu. Artık sıradan bir ülke için gösterdiği çabayı ve hiçbir şeyi unutmayan tasnif ediliyor, ona göre düzenleniyordu, her şey hafızası, onu farklı kılan niteliklerdi. olduk. ÇÇ Y. Müh. Tuğrul Erkin İTÜ’61 DEİK-Avrasya İş Konseyleri Eski Başkanı 9. 94 itü vakfı dergisi düşünülmüştü. Ben, derhal hazırlıkları bu yöne çevirdim. Örneğin; kurbanlık koç ne renk olacak, kaç tane olacak, kasap 2 tane olacak, beyaz muşamba önlük giyecekler, bıçaklar keskin ve iki tane olacak, güneşe ve yağmura karşı iki tane sundurma yapılacak, elektrik kesilmesine karşı yedek jeneratör ve hepsinden önemlisi hoparlör, nitelik ve nicelikleri ile belirtiliyor… Elimizdeki imkanlar ile bu kılavuza uymaya çalıştık. Sonuçta gün geldi. Ben çok heyecanlıyım. Biliyorum ki, bütün aksaklıkların sorumlusu ben olacağım. Hava, şansımıza iyi gitti. Bizden önce bir başka kuruluşun da töreni var. Ancak, öyle bir kaos yaşandı ki, Demirel kızdı, töreni terk etti ve arabasına binip bize yöneldi. Zar zor yetiştim ve “Hoşgeldiniz” diyebildim. Bütün bunlarla birlikte insan sevgisi, vatandaşla kısa sürede kurduğu ilişki ve dostluk, onların sorunlarını çözmek için gösterdiği çaba ve deneyimlerini gelecek nesillere taşıma çabası bunun örnekleridir. Son olarak açılışını yaptığı Süleyman Demirel Müzesi, tecrübelerini ve anılarını bütün ayrıntılarıyla gelecek nesillere armağan eden bir eserdir. Onun yurt dışındaki ve yabancılar nezdindeki itibarını yakından görmüş bir kimseyim. Özellikle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra o bütün Türk uluslarının AKSAKAL’ı oldu. Bütün sorunlarını ona açtılar ve akıl aldılar. Bugün maalesef onun aramızdan ayrılmasıyla bu bağ koptu. Artık sıradan bir ülke olduk. Ondan kalan binlerce sayfa anı, rapor bugün Avrasya ile iş yapan, araştırma yapan kişilerin hizmetindedir. Yazımı tamamlarken, onun kıvrak zekasını ve espri yeteneğini belirleyen bir ufak anımı daha sizlerle paylaşmak isterim. Bir gün, Güniz Sokak’taki evinde kendisini ziyaret etmiştim. Biz daha konularımıza girmeden, sekreter hanım randevusuz bir grubun ziyarete geldiğini söyledi. Sayın Demirel de ayak üstü bir görüşme yapabileceğini söyledi. Gruptakiler, muhtarlarıyla birlikte içeri geldiler. Demirel hepsinin elini sıktı, hatırını sordu. Köyle ilgili birkaç sorunları vardı. Onlara yol gösterdi veya tanıdıklarına gönderdi. Bu arada muhtarın özel bir derdi olduğu ve anlatmak istediği belli oluyordu. Sıra ona gelince, Demirel, “Nasılsın muhtar, baban nasıl? Ben onun doktoru ile görüşüyorum, iyileşiyormuş ancak, taburcu olmak istiyormuş. Hastahanede ona zorla yer buldum, acele etmesin.” dedi. Muhtar ısrarını sürdürdü. "Köye gelirse temiz hava, doğal yiyecekler falan var" dedi. Demirel söylemedikçe taburcu etmiyorlarmış, dolayısıyla muhtar ısrar ediyor. Demirel en sonunda sinirlendi ve muhtara, “Yahu muhtar, görmeyeli sen tıbbiyeyi mi bitirdin? Tabi ki herkes gülmeye başladı. Muhtar da mahçup, vedalaşıp gitti. Odada yalnız kaldık. Demirel bana, “Babası kanser, ama bilmiyorlar. Evde hiç bakamazlar” dedi. Bu da onun insani yönü. Kendisini rahmetle anıyorum. “Bir soruya 25 dakikalık cevap” Sayın Cumhurbaşkanımız, en son olarak mühendisliğimin dışında sanatçı kimliğimle İTÜ Evi’nde verdiğim resitale gönderdiği kutlama yazısı ile zerafetini ve inceliğini gösterdi. ÇÇ Çetin Gül, İTÜ’90 DSİ Genel Müdürlüğü S ayın Cumhurbaşkanımızı çocukluğumdan beri politik yaşamından bilmekle birlikte, hem İTÜ’den mezun, hem de 25 yıldır DSİ Genel Müdürlüğü’nde görev yapan bir mühendis olarak ortak yanlarımız sebebiyle ayrıca takdir etmekteydim. Daha öncesinde öğrenciliğim ve mühendisliğim sırasında bir çok yerde Sayın Cumhurbaşkanımızın çeşitli konferanslarını dinleme olanağına ve şansına sahip olmakla birlikte, üyesi bulunduğum Ankara İstanbul Teknik Üniversiteliler Birliği Derneği her yıl Beyefendiyi davet eder ve Sayın Süleyman Demirel, kalabalığa hitaben değerli konferansını İTÜ üyelerine, bütün basın, medya mensuplarına ve konuklarına takdim ederdi. Her konferansın sonunda misafirlerden soru alınırdı. Sayın Cumhurbaşkanımızın Ankara İTÜ Evi’nde en son konferansını verdiği 13 Şubat 2010 tarihinde ülkemiz ve kamuoyu Kozmik Oda, Ergenekon, Balyoz vb. gibi davalarla çalkalanmakta, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin değerli komutanlarının hapse atıldığı, kimsenin bu konuları pek dile getirmeye cesaret etmediği karmaşık bir süreç yaşamaktaydı. İşte tam bu konferansın bitimine yakın, benim tüm konuklar basın, medya ve kameraların önünde Sayın Cumhurbaşkanımıza kendimi tanıtarak, Zat-ı Şahanelerinin ülkemizde 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 dahil tüm tarihi yaşayan en tecrübeli ve birikimli devlet adamı olarak, ordu, siyaset ve toplum ilişkilerindeki bu yeni süreci nasıl değerlendirdiği yönünde sorduğum soru salon ve sayın Cumhurbaşkanımız tarafından pek takdirle karşılandı. Sayın Cumhurbaşkanımızın ciddi devlet adamlığı tecrübesi ile soruya verdiği yaklaşık 25 dakikalık cevap TV, radyo ve basında günlerce konuşuldu. Sayın Cumhurbaşkanımız kendi ifadesi ile benim hitabet, nezaket ve cesaretimi tebrik etti. Sonrasında ise Demokrasi tarihimizle özdeş Güniz Sokak’taki konutunda beni ve eşimi kabul buyurdu ve unutulmaz güzel bir sohbetimiz oldu. Ben de kendisine ve hanımefendiye bir kitap ve CD armağan ettim. Sayın Cumhurbaşkanımız, en son olarak mühendisliğimin dışında sanatçı kimliğimle İTÜ Evi’nde verdiğim resitale gönderdiği kutlama yazısı ile zarafetini gösterdi. Vefatının ardından ben de bir vatandaş olarak cenaze merasiminde bulundum. Kendisini ve hizmetlerini saygıyla anıyorum. Ruhu şad olsun. itü vakfı dergisi 95 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR İnönü’nün aradığı Su Mühendisi 41 yıl sonra bulunuyor!... ÇÇ Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır Ankara Üniversitesi 9. Cumhurbaşkanımız, Türkiye’nin bu yıl kaybettiği duayen devlet adamı, sadece Su Mühendisliği değil, Türkiye’nin Kalkınma Mühendisliği’nin en büyük önderi rahmetli Süleyman Demirel ile Çankaya Köşkü’nde başlayan dostluğumuzun anıları bir sayfaya sığacak gibi değil. Türkiye’nin enerji tarihçesi üzerine hazırladığım, “Süleyman Demirel’in Anı ve Yorumlarıyla Siyasetin İçinde Enerji Tarihçemize Bakış” adlı kitabımız için ilk söyleşimizi 17 Ocak 2000 tarihinde Çankaya Köşkü’nde yapmıştık. Henüz yayımlanmamış olan bu kitabın yanısıra enerji, ekonomi ve siyaset üzerine Dünya Enerji (2000-2004) dergisi ve ardından EkoEnerji (2007-2011) dergisinde yayımlanan pek çok röportajımız oldu. Son 10 yıllık süreçteki siyasi görüşleri ise, yine henüz yayımlanmamış bulunan “Demirel Anlatıyor: Türkiye’yi Yönetebilmek” adlı söyleşi kitabımızda yer alıyor. Kendileriyle yapma mutluluğuna eriştiğim röportajların bana kazandırdığı en büyük anım; röportajlarımın özeniyle gazeteciliğimi beğenmeleri ve 96 itü vakfı dergisi akademik yanımı içeren enerji politikası konusundaki bilgilerime değer veren övgüleriyle sınav kazanmış öğrenci mutluluğu duymam olmuştur. Burada Enerji Tarihçesi kitabımızdan kısa bir alıntıyla, Su Mühendisliği konusunda bir anlatımını İTÜ Vakfı Dergisi okurlarına sunmak istiyorum. “Cumhuriyetimizin ilk kalkınma yılları, Türkiye kömürünün yanısıra su kaynaklarını değerlendirme arzusundadır, ama bunun için gerekli kredileri bulamaması bir yana, mühendisleri de yoktur. 1935 yılında o günkü unvanıyla Başvekil İsmet İnönü, Diyarbakır’ı ziyaret eder. Bu ziyarette el yazısıyla kendi not defterine, vaki talepleri dinledikten sonra şu notu düşer: ‘Belediyenin elektriği. Belediye Bankası’ndan istikraz istiyorlar. Su mühendisi istiyorlar (Nafia’ya yazılacak). Kurak Anadolu. Sadece Su Mühendisliği değil, Türkiye’nin Kalkınma Mühendisliği’nin en büyük önderi rahmetli Süleyman Demirel ile Çankaya Köşkü’nde başlayan dostluğumuzun anıları bir sayfaya sığacak gibi değil. susuzluktan ve su mühendisi eksikliğinden yanıyor’. 2 Temmuz 1935 Salı, Diyarbakır (İsmet İnönü, Defterler / 1919-1973, Cilt 1)”. İnönü’nün aradığı o su mühendisi ve arkadaşları, o yıllarda daha ilkokullarda okumaktadırlar. Kuşkusuz, Türkiye’de su mühendisi denilince akla gelen ilk isim, 9’uncu Cumhurbaşkanı olmadan önce Barajlar Kralı unvanını kazanan Süleyman Demirel oluyordu. Ancak, İkinci Dünya Savaşı başladığında Süleyman Demirel 15 yaşında ortaöğretim öğrencisidir. O yokluk yılları içerisinde tahsilini sürdürme çabasındadır. Daha küçük yaşlarda su ve enerji konularına merak sarmıştır. Kendisi bu anısını, “30’lu yıllarda babamla birlikte değirmene giderdik. Bizim köyümüzün üstünden bir dere akar gelir, kasabamızın içinden geçer. Onun üstünde 6-7 tane değirmen vardı. İlkokul çağında o su değirmenlerini çok merakla seyrederdim… Ve o su değirmeni hiç aklımdan çıkmamıştır. Sonra o su değirmeninden elektrik çıkarıldığını 40’lı yıllarda bir yerde gördüm. Aklım hep oraya gitti” diyerek anlatmıştı. Savaşın sonuna doğru genç Demirel, kazandığı bursla İstanbul Teknik Üniversitesi’ne inşaat mühendisliği tahsili yapmaya gider. O günlere ilişkin olarak merakını şöyle anlatıyor: “Okumaya başladık. Mühendislik okuduğumuz 6 sene boyunca; üçüncü, dördüncü ve beşinci sınıflara geldiğimiz zaman, hidrolik dersleri ve hidroelektrik dersleri okuduk. O zaman daha çok merak sardım bu işe. Yani, benim bir taraftan elektriğe merakım olduğu gibi, sulamaya da merakım vardır. Çünkü, içinden geldiğim topraklar susuzluktan çatlamış topraklardı. O topraklara, acaba bir hayatiyet götürebilir miydik?.. Bir de akşam olunca o karanlığa... Anam, gaz lambasını silerken gözümün önündedir… Neyse, anam da babam da, köylü de elektriği gördü. Daha sonra 45 bin köyün köylüsü elektriği gördü”. Genç Demirel, o günlerde heyecanlıydı, ama kaderin onu Türkiye’nin kalkınmasının başmimarı yapacağından da habersizdi. İsmet Paşa’nın aradığı su mühendisi oraya 41 yıl sonra, 1976’da Karakaya Barajı’nın temelini atmak için gelecekti. Karakaya’nın temelinin atılışından 39 yıl sonra o temeli atan usta eller, ne acıdır ki dünyada değil… “Türkiye’nin Efsanesi İTÜ’lü Süleyman Demirel” ÇÇ Dr. Jeoloji Müh. Esat Kıratlıoğlu Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı R ahmetli Demirel’i 1955 yılında tanıdım. Ağabeyim DP milletvekili idi. Sayın Demirel’in ailesine ait, Buğday Sokak’ta üç katlı bir ev vardı. O binanın üst katında rahmetli Demirel, orta katında da ağabeyim kiracı olarak oturuyordu. Avusturya Graz Üniversitesi’nde Jeoloji Fakültesi’ni bitirdim. Aynı üniversitede doktora yapıyordum. 1955 yılı yaz ayında ağabeyimde kaldım ve rahmetli Demirel ile tanıştım. O zaman DSİ Barajlar Dairesi Reisi idi. 1958 yılında, yanında doktora yaptığım Prof.Dr. Karl Metz’i, MTA Genel Müdürlüğü, Jeolojik araştırmalar yapmak için Türkiye’ye davet etti, hoca beni de yanında getirdi. Araziye çıkmadan önce, geldiğimiz Ankara’da, ağabeyim, Hoca’nın, o tarihte DSİ Genel Müdürü olan Sayın Demirel’i tanımasını istedi. Makamına gittik. Sayın Demirel, duvardaki Türkiye haritası üzerinde, Türkiye’nin su durumu hakkında bilgi verdi. Sayın Demirel’in yanından ayrıldıktan hemen sonrda, Hoca bana “Esat, bu adam insanüstü bir varlıktır!” dedi ve ilave etti. “Haritanın başında bana izahat verirken, kafadan yüzlerce rakam söyledi. Kendi kendime “Amma da atıyor ha!” dedim, sonra da söylediği rakamlardan üç tanesini ezberledim. Konuşmasının sonunda “ Şuradaki rakamlar ne idi?” diye sordum; rakamları virgülüne kadar tekrarladı… Sayın Demirel, ileriki yıllarda bir gün bana da dedi ki, “Esat, bir kitabı iki kere okursam ezberlerim.” Rahmetlinin hafıza gücü inanılmaz ve benzersizdi. 1963 yılında politikaya Nevşehir Belediye Başkanı olarak başladığımda, o Adalet Partisi Genel Başkan Yardımcısı idi. Adalet Partisi Genel Başkanı Gümüşpala vefat edince de, 1964 yılında üç çetin adaya karşı mücadele vererek Genel Başkan seçildi. Sayın Demirel AP Genel Başkan Yardımcısı iken, Meşrutiyet Cadddesi’ndeki AP Genel Merkezi, 27 Mayıs ihtilalcilerinin teşvikiyle, birtakım militanlarca basıldı. Daha sonra da çeşitli gruplardan rakipleri, “Korktu, şapkasını aldı, kaçtı!” diye istismar ettiler. Eğer korkak olsa idi, daha büyük tehlikelerin muhatabı olması gereken AP Genel Başkanlığını yürekten isteyerek, gerçek bir mücadele sonunda elde etmezdi. Sayın Demirel’in beni getirdiği İller Bankası Genel Müdürü olarak bürokraside, 1969’dan itibaren de Cumhurbaşkanı seçildiği 1993 yılına kadar politikada, onunla milletvekili, parti grup başkan vekili, bakan, genel başkan yardımcısı olarak en yakınında oldum. Cumhurbaşkanlığından ayrıldığı 2000 yılından, vefatına kadar da birlik ve beraberliğimiz, onun bana karşı sevgisi, benim ona karşı saygım hiç azalmadı. Rahmetli Demirel, bir Türkiye sevdalısı ve yatırım tutkunuydu. Sayın Demirel, 1965’te Başbakan olduğu zaman, Türkiye’nin 37.000 köyünün yalnız 264’ünde elektrik vardı. 1980 ihtilali ile ayrıldığımızda, köylerimizin % 75’ine elektrik geldi, geriye kalanın tamamı da inşaat halindeydi. 1950 yılında Türkiye’nin ürettiği enerji yalnız jeneratörlerle idi ve 785 milyon KWH idi. Gerek DSİ Genel Müdürü, gerekse Türkiye’nin sulanabilir arazisinin 8.5 milyon hektar arazisinde, 1,8 milyon hektarını sulayan ve 23 milyar KWH enerji üreten GAP, Sayın Demirel’in eseridir. GAP için şöyle söylemiştir: “Büyük bir mutluluk! Bir ömre değer, başka bir ömrüm olsa buraya verirdim. 50 senedir ben bu proje ile meşgulüm.” Başbakan olarak Sayın Demirel, barajlar, HES ve Termik Santraller inşa ederek 1980 sonunda elektrik üretimini 30 milyar KWH’e çıkardı ve 100 milyar KWH üretecek tesislerin yapımına ise ya başlanmış, ya da yapımı bitmek üzere idi. Kıyaslama için; 35 sene sonra 2015’de üretilen elektrik 261 milyar KWH’dir. Atatürk Barajı’nın 1980 Ağustos ayında ihalesi, İngiliz, İsviçre ve Alman firmalarına interkonnekte sistemi dahil ihale edildi, temeli atılacaktı. Sayın Demirel, bana Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı olarak dedi ki, “Esat, Türkiye’nin en büyük eseri Cumhuriyet’tir, Cumhuriyet’in en büyük eseri ise Atatürk Barajı’dır, temelini Cumhuriyet Bayramı’nda atalım…” 12 Eylül 1980 ihtilali oldu, iş durdu ve temeli tam iki sene sonra, bizim şartlarımız ve kredilerimizle atıldı. Türkiye’nin sulanabilir arazisinin 8.5 milyon hektar arazisinde, 1,8 milyon hektarını sulayan ve 23 milyar KWH enerji üreten GAP, Sayın Demirel’in eseridir. GAP için şöyle söylemiştir: “Büyük bir mutluluk! Bir ömre değer, başka bir ömrüm olsa buraya verirdim. 50 senedir ben bu proje ile meşgulüm.” Türkiye’nin ilk nükleer santrali Akkuyu da, Sayın Demirel zamanında 1980’de Fin-İsveç konsorsiyumuna kendi kredisi ile yaptırma imkanı sağlandı. Konsorsiyumun kabul yazısı, Bakanlığıma 11 Eylül 1980’de geldi. Ertesi gün Sayın Demirel’e müjdeyi verecektim; 12 Eylül ‘de ihtilal oldu ve iş durdu. Kıyaslama için; 1980’de anlaşmamız 1000 MW 1 milyar dolardı, şimdi aynı yerde 4800 MW ve 30 milyar dolardır. Yanı tam altı misli pahalı… 35 sene sonra nükleer enerji santralini ancak yaptırma durumuna geldik. Sayın Demirel’in zamanında 3500 km duble yol, 27 bin km asfalt yol, 22.500 km stabilize yol yapıldı. Bir kıyaslama; 2002 yılında Türkiye’nin 49.993 km asfalt yolu, 6877 km duble yolu vardı; 2014’te ise duble yol, eski duble yolun ilavesi ile 17.000 km oldu. Asfalt yolun 10.000 km’si, bu arada duble yol için kullanıldı; asfalt yol ise 2014’te 40.000 km’ye düştü. Şu andaki mevcut tüm petrol rafinerileri ve BOTAŞ, Süleyman Demirel’in eseridir. İskenderun Demir-Çelik, Seydişehir Alüminyum, Karadeniz Bakır İşletmeleri Sayın Demirel’in eseridir. Bir yenisi daha yapılmadı… Tüm köylerimizin içme suları Sayın Demirel’in zamanında tamamlandı. Şu andaki Türkiye’nin devletçe yapılmış olan tüm altyapı tesisleri aşağı yukarı Sayın Demirel’in eseridir. Ayrıca, özel sektör bugünkü imkanlarına Sayın Demirel’in sayesinde kavuşmuştur. Şu anda devlet artık yatırım yapmıyor, devletin yerine tüm yatırımları ise artık bu özel sektör yapmaktadır. Sayın Demirel, vatan için hayatını hiçe sayan büyük bir vatanperver ve cesaret sembolü idi. Sayın Demirel, herkesin ittifakla değerlendirdiği, tarafsız, örnek teşkil edecek bir Cumhurbaşkanlığı yapmıştır. Sayın Demirel, bu milletin yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından bir tanesidir. Benim aziz Başkanım, sana Allah rahmet eylesin, huzur içinde uyu. itü vakfı dergisi 97 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR Devlet Adamı ve Su Mühendisi Süleyman Demirel ÇÇ Necmettin Cevheri Eski Bakan ve Başbakan Yardımcısı M erhum Cumhurbaşkanımız DEMİREL ile yol arkadaşlığı bahtiyarlığına erişmem, 28 Kasım 1964 tarihinde Adalet Partisi Genel Başkanı seçilmesiyle başlar. AP Urfa İl Başkanı olarak Teşkilatımla birlikte, Partimizin 2. Büyük Kongresinde onun arkasında durmuştuk. 1965 seçimlerinde Parlamento'ya intisabımızla birlikte, siyasi beraberliğimiz pekişerek devam etmiştir. Bu siyasi beraberlik, 16 Mayıs 1993 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilmesine kadar kesintisiz biçimde sürmüştür. Son siyasi görüşmemiz de, Cumhurbaşkanı seçildiği günün sabahı Hacı Bayram Camiinde kıldığımız sabah namazını müteakip olmuştur. Anayasamızın emrettiği tarafsız Cumhurbaşkanı statüsüne tam manasıyla sadık kalarak görev yaptığı sürede birlikteliğimiz, memleket meseleleri üzerinde istişareler yaparak sürmüştür. Merhum Cumhurbaşkanımızla dostluk ve muhabbetimiz, 28 Kasım 1964’ten, 17 Haziran 2015 tarihinde bizleri bu dünyada bırakarak ebedi âleme intikaline kadar hiç eksilmemiştir. Yarım asırlık bu dönemde, iktidarı, muhalefeti, darbeyi, siyasi yasağı birlikte gördük. Hem üzüntüyü hem sevinci paylaştık. Kimi gün kaybı, kimi gün siyasi zaferi, bazen kadir bilmezliği, çoğu zaman da gerçek vefayı, kâh yalnızlığı kâh omuzlara alınmayı beraberce yaşadık. Merhum Cumhurbaşkanımızın siyasi dehası, üstün kabiliyeti ve memleketin her meselesine vukufdâr olması bütün dünya tarafından bilinmekte ve kabul edilmektedir. Ne var ki onun mühendisliği ve teknik konulara hâkimiyeti de, öncekiler kadar takdire şayandır. Bugün dahi çok önemli bir bilim yuvası olan İstanbul Teknik Üniversitesi’ne 1940’lı yılların şartlarında ulaşması, başarıyla okuyup İnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun olması, ona çok önemli ufuklar açmıştır. Parlak eğitimini teknik yetenekleriyle birleştirmesi sayesinde, 20’li yaşlarında Seyhan Baraj inşaatı projesinin başına geçmiş, 30’lu yaşlarında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü sorumluluğunu alabilmiştir. Başarılı mühendisliği, dirayetli idareciliği, Demokrat 98 itü vakfı dergisi Merhum Cumhurbaşkanımızın vefatı itibariyle GAP’ın enerji projelerinin gerçekleşme oranı yüzde 75’lerde olmakla birlikte, sulama projeleri ne yazık ki yüzde 40’lara erişebilmiştir ancak. Sulama yatırımlarındaki bu gecikmelerin ve ihmallerin onu pek üzdüğünü ifade edebilirim. Parti iktidarının ve Başvekilimiz Merhum MENDERES’in de dikkatini çekmiştir, taltif ve takdire mazhar olmuştur. Merhum Cumhurbaşkanımızın, bürokratik ve siyasi hayatının belki de en önemli gündem maddesi hep insanımızın ve memleket topraklarının suya kavuşturulması olmuştur. Bu onun bitmez tükenmez sevdasıydı. Hakkın rahmetine kavuştuğu güne kadar onu terk etmeyen bir hasretiydi. Merhum Cumhurbaşkanımız, Türkiye’nin ekonomik olarak sulanabilir 8,5 milyon hektar tarım arazisinin hâlâ 2,9 milyon hektarının sudan mahrum olmasını kendine hep dert edinmiştir. Oysa 5,61 milyon hektar arazinin bugün sulanıyor olmasında en büyük pay, hiç şüphesiz Merhum Cumhurbaşkanımızındır. Siyaset insanı ve bürokrat olarak büyük sulama projelerinin altında hep onun imzası vardır. Suya hasret toprakları suyla buluşturmak hülyası, Merhum Cumhurbaşkanımızın ileri siyasi döneminde, modern usullerle toprağın suyla buluşturulması idealine dönüşmüştü. Artık barajlardaki, göletlerimizdeki, yer altındaki suyun her ne suretle olursa olsun toprağa dökülmesi yeterli değildi. Bunun, toprağın yapısını bozmaksızın, su kaynaklarını israf etmeksizin ve havanın nispi nem dengesini koruyarak yapılması gerekliydi. Onun için de, yağmurlama ve damla sulama şeklindeki basınçlı sulama usulleri kullanılmalı, yeni projeler bu teknolojiye göre hayata geçirilmeliydi. Karık usulü, salma usulü gibi geleneksel sulama şekillerinin halen toplam sulamalar içinde yüzde 80’lerde olmasını da, düzeltilmesi ve tersine çevrilmesi gereken bir oran olarak kabul etmekteydi. Merhum Cumhurbaşkanımızın mühendislik ve siyaset hayatındaki en önemli yeri bana göre Güney Doğu Anadolu Projesi işgal eder. Onun bu projeye ne kadar meftun olduğuna yakından şahit olmak bana da nasip olmuştur. 13 Proje demetinden oluşan, 22 baraj, 19 hidroelektrik santral inşası ile 1 milyon hektar arazinin sulanmasının, 27 milyar kWh hidroelektrik enerjisi üretilmesinin hedeflendiği Güney Doğu Anadolu Projesi, büyük ölçüde Merhum Cumhurbaşkanımızın eseridir diyebiliriz. Bu projeye emek veren, destek sağlayan diğer insanların hakkını da inkâr etmemek kaydıyla, etüt, planlama ve hayata geçirilmesinde Merhumun en büyük pay sahibi olduğu tartışmasızdır. Merhum Cumhurbaşkanımızın vefatı itibariyle GAP’ın enerji projelerinin gerçekleşme oranı yüzde 75’lerde olmakla birlikte, sulama projeleri ne yazık ki yüzde 40’lara erişebilmiştir ancak. Sulama yatırımlarındaki bu gecikmelerin ve ihmallerin onu pek üzdüğünü ifade edebilirim. Eğer Merhum 2000 yılından sonra da Devlet ve siyaset hayatında icra mevkiinde olsaydı, GAP’ın sulama projelerindeki gerçekleşmeler de en az enerji projelerinin seviyesinde olurdu. Merhumun, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak büyük emekleri olan Konya Ovası Projesinde halen işletmeye açılan sulama alanının 397 bin hektarla yüzde 36’da, Doğu Anadolu Projesinde ise 360 bin hektar olarak yüzde 30’da kalmasını ciddi bir kayıp olarak görmekteydi. Cumhurbaşkanımız Merhumun içinde her zaman kor gibi yanan toprağı suya kavuşturma arzusuna pek çok hadisede şahit olmuşumdur. Bunlardan beni en çok etkileyen bir tanesini nakletmek gerekirse, GAP’ın en önemli merhalelerinden biri olan Urfa Tünellerinin 1977 yılındaki temel atma töreni öncesi yaşanan bir diyaloğu ifade etmek isterim. Başında olduğu Koalisyon Hükümeti döneminde, 3 Nisan 1977 tarihinde Urfa Tünelleri'nin temeli atılacaktı. Tarihi bir olaydı. Urfa Havaalanı o zaman gelen kalabalık heyeti taşıyan uçakların inişine müsait olmadığı için, Merhum Cumhurbaşkanımız Gaziantep Havaalanı'na inmiş; kendisini orada karşılamıştık. Arabaya bindik, kendisi makam aracının arka sağında oturuyor, yanında ortada ben vardım. Benim solumda da Faruk Sükan’ın bacanağı ve Urfa Valisi olan Rafet Üçelli oturuyordu. Merhum, yapacağı konuşmanın yazılı olduğu metni “Bak, mahalli olarak ilave edilecek bir şey var mı” diyerek bana verdi. Ben o uzun konuşmayı okumaya devam ederken, Gaziantep mıntıkasını geçmiş, Urfa hudutlarından içeri girmiştik. Solumdaki Vali Bey’le konuşuyorlardı. Tabii konu GAP, su, Fırat, Harran’dı. Bir ara Merhum Cumhurbaşkanımızın Vali Bey’e şunu söylediğine şahit oldum ve okumayı keserek dikkat kesildim. "Demirel Ülke Sevdalısı Bir Devlet Adamıydı" Ç Ç Zeynep Bodur Okyay Kale Grubu Başkanı B odur Ailesi ve Kale Grubu Şirketleri olarak bir dost olarak gördüğümüz 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’i kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşadık. Ülkemizin sanayileşmesinde ve kalkınmasında büyük emeği bulunan Sayın Demirel’in hepimizde emeği, eşsiz hatıraları vardır. Bu ülke için taş üstüne taş koymak isteyen herkese el uzatmış bir memleket sevdalısıydı rahmetli Süleyman Demirel. Temel atma törenlerimizi, fabrika açılışlarımızı, Seramik Bayramlarımızı defalarca onurlandırmış, manevi desteğini hiç eksik etmemişti. Hoşgörülüydü... Nüktedan kişiliği ile siyasi tarihimizin en önemli karakterlerinden biriydi. Kurucumuz İbrahim Bodur, Demirel’in vefatının ardından yaptığı açıklamada “Türkiye’nin kalkınması ve halkımızın refaha erişmesi için büyük emek vermiş, hizmetleri ve eserleri her zaman hatırlanacak olan ve yakın dostluğu ile bizleri daima onurlandırmış, değerli devlet adamı 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’i kaybetmiş olmanın ailece derin üzüntüsü içerisindeyiz. Merhuma Yüce Allah’tan rahmet, kederli ailesine, yakınlarına ve milletimize başsağlığı dileriz” dedi. Aile Dostu Kale Grubu’nun hemen her önemli gününde Bodur Ailesi’nin yanında “Biliyor musunuz Vali Bey, benim bugün siyasetteki misyonum bitiyor, hatta hayattaki misyonum bitiyor” diyordu. Yani ben bunun için yaşıyorum demek istemişti. Kendi tayin ettiği Valisine siyasi propaganda yapmayacağına göre, bu sözün içtenlik ve duygu yükünden muazzam etkilemiştim. “Çatlayan toprakla mavi gök arasında, Allahtan başka kimsesi olmayan sessiz ve sahipsiz milyonların sahibi olacağız” sözü, dilinden ve gönlünden hiç ama hiç düşmedi. Merhum Cumhurbaşkanımızın mühendis, bürokrat, siyasetçi ve devlet adamı olarak bu ülkeye yaptığı hizmetler, bıraktığı dev eserler bu satırlara sığmayacağı gibi, yazının konusu da değildir. Bunlar milletin hafızasında ve gönüllerde yerini almıştır zaten. Burada ifade edeceğim husus şudur ki, vatandaşımızın boğazından geçen her damla temiz içme suyu, mübarek vatan toprağına akan her katre sulama suyu, ebedi alemde Merhum Cumhurbaşkanımızı takip edecek, sevabına sevap katacaktır. olan Süleyman Demirel, 2007’de yapılan bir röportajda Bodur Ailesi ile uzun yıllara dayanan dostluğunu şöyle anlatmıştı: “Kale Grubu aslında Türkiye’de başarının hikâyesidir. Bence Sayın İbrahim Bodur’u Türkiye iyi tanımalıdır. 1928 doğumlu Sayın Bodur, 27 yaşında şirket kuruyor, 29 yaşında yani 1957’de Çanakkale Seramik’i kuruyor. Gençler için çok önemli bir olay. İbrahim Bodur’u çok yakından tanımak imkânım olmuştur. Dostumdur, arkadaşımdır. Türkiye’ ye yaptığı hizmetler dolayısıyla kendisini hep sevdim, severim. Sevilecek de bir adamdır.’’ Seni Unutmayacağız 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’e karşı son vazifemizi Bodur Ailesi ve Kale Grubu Şirketleri adına eşim Osman Okyay, yöneticilerimiz Süleyman Bodur ve Kemal Sözen ile birlikte Isparta’daki cenaze törenine katılarak yerine getirdik. Süleyman Demirel’e bir kez daha Allah’tan rahmet, bütün Türkiye’ye ve ailesine sabır diliyorum. itü vakfı dergisi 99 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “TÜSİAD ve DEİK gibi, görev almış olduğum tüm diğer STK’larda her zaman yanımızda olmuştur.” ÇÇ Y. Müh. Feyyaz Berker Tekfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı S ayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık görevleri süresince, demokrasi ve uygarlık alanında vermiş olduğu mücadele yadsınamaz. Bu uğurda alınmış olan önemli kararlar neticesindeki örnek teşkil edecek olan çalışmaların, açmış olduğu Demokrasi Müzesi sayesinde gelecek nesillere aktarılacak olması gurur verici olmuştur. Mühendislik mesleğinin yanı sıra, devlet adamı olarak her konuda bilgi ve görüş sahibi olması sebebiyle, 1985 yılında Vehbi Koç Bey’in başkanlığında kurulmuş olan TAPV’deki çalışmalarımıza destek vermiş, TÜSİAD ve DEİK gibi görev almış olduğum tüm diğer STK’larda her zaman yanımızda olmuştur. Kuruluşundan itibaren 10 yıl Başkanlığını yapmış olduğum TÜSİAD’ın anılarının derlendiği kitapların hazırlanması esnasında da değerli katkılarını esirgemeyen Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, kitap tanıtımı vesilesiyle verilen davette yapmış olduğu konuşmayı sizlere aktarmak isterim. 100 itü vakfı dergisi Şunu evvela tespit edeyim ki; TÜSİAD bir sivil toplum örgütüdür. Yani, elinde mucizeleri olan bir kuruluş değildir. Bir çoğulcu demokraside sivil toplum örgütlerinin fevkalade önemli yeri vardır. “Değerli misafirler, sevgili kardeşim, aziz arkadaşım Feyyaz Berker bu toplantıyı tertipledi. Kendisine çok teşekkür ediyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Şunu evvela tespit edeyim ki; TÜSİAD bir sivil toplum örgütüdür. Yani, elinde mucizeleri olan bir kuruluş değildir. Bir çoğulcu demokraside sivil toplum örgütlerinin fevkalade önemli yeri vardır. Bu örgütler kurulduğu zaman, devleti idare etmeye kalkmazlar. Bu örgütlerin gayet tabii ki bir nüfuzu olacaktır. Ama bunlar daha çok toplumun işlemesine, devletin işlemesine yardımcı olurlar. Sivil toplum örgütleri vazgeçilmezdir demokraside. TÜSİAD da bunlardan birisidir. Hangi şartlar içerisinde, ne zaman kurulmuştur, kurulduğu günden itibaren buraya kadar nasıl gelinmiştir? Sayın Feyyaz Berker’in teşebbüsüyle iki kitap hazırlanmıştır. Bu çeşit hizmetleri yapacak olan herkesin bundan yararlanacağını da sanıyorum. Geçmişte yapılmış olan hataları tekrarlamamak için onları bilmek lazımdır. Doğrular nedir, eğriler nedir onları bilmek gerekir. Tecrübe önemlidir ve herkese lazımdır. Kendisini böyle bir teşebbüsünden dolayı takdirle karşılıyor ve tebrik ediyorum.” Yine kuruluşundan itibaren Yönetim Kurulunda görev aldığım ve 1986 Aralık’ta fiilen kurulmuş olan, 1988 başında ise mevzuatı Odalar Birliği Yönetim Kurulu’ndan geçen DEİK kitabının hazırlığı esnasında, kendisi ile yapılan röportajda yer alan düşüncelerini ise aşağıdaki gibi ifade etmiştir. “DEİK bir ihtiyaçtan doğuyor. Hangi ihtiyaçtan doğuyor? Artık piyasa ekonomisi uygulanacağına göre, Türk ekonomisini dünyaya entegre etmek için aktörler sadece devletin memurları ise bu yürümez. O zaman ne olacaktır? Ülkenin girişimcisi hem iç sahnede, hem dış sahnede rol alacaktır. Bilhassa Türkiye’nin üretimini dışarıda pazarlamak, dışarıdaki üretimi Türkiye’ye getirmek, dışardan sermaye getirmek, Türkiye’yi daha iyi tanıtmak, dışarıdaki ülkelerin - ki bu muamelede bulunduğunuz ülkelerin hepsi hemen hemen piyasa ekonomisine sahip ülkeler – ekonomisini devlet değil, özel teşebbüs erbabı yürüttüğünden, onlarla ve onların kuruluşları ile temas içerisinde olmak, Türk iş adamlarını dışarıya açmak... Bir de Türkiye’nin teşebbüs gücünü harekete geçirerek dışarıya açmak ve dışarının teşebbüs gücünü de Türkiye’ye getirmek. Bu, DEİK’in ana fonksiyonudur ve çok önemli bir adımdır. DEİK, böyle bir ihtiyaçtan doğmuştur. Doğrudan doğruya devletçilikten piyasa ekonomisine geçmenin kurumlarından birisidir DEİK.” “Süleyman Demirel, mühendis olarak takdir ve hayranlık uyandıran bir ‘efsane’ idi…” ÇÇ Prof.Dr. Ergün Toğrol İTÜ İnşaat Fakültesi, B.Ü. Eski Rektörü B ir zamanlar, liselerin yetiştirdiği en iyi öğrencilerin yükseköğretimdeki adresi İstanbul Teknik Üniversitesi idi. O günlerin mezunlarının siyasette ve birçok alanda önder olmalarını, başarılarını başka nasıl açıklayabiliriz. Yedi İnşaat ünlü bir sınıftı. Altı yıllık öğrenimi yedi yılda tamamlamışlardı. Programdaki bir dersin (Termodinamik) öğretim üyesi görevle yurt dışında olduğu için ders verilememiş, katı uygulanan yönetmelik, öğrencilerin mezun olabilmeleri için, öğrenimlerini bir yıl uzatıp bu eksik dersi vermeleri zorunluluğu getirmişti. Süleyman Demirel ile ilgili ilk “efsane” yedi inşaat mezunu oluşu idi (1949). Daha sonra, Devlet Su İşleri Genel Müdürü olarak meslekî faaliyetleri ve yarattığı geniş çevresi ile tanındı. Mühendis olarak takdir ve hayranlık uyandıran bir “efsane” idi. Siyasete girmesi belki de toplumda bıraktığı olumlu izlenimin beklenen bir sonucu oldu. İlk Başbakan olduğu dönemde, İstanbul Teknik Üniversitesi bir arayış içinde idi. Ankara’da, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, yeni bir anlayışla kurulmuştu. Bu gelişme, İTÜ'nün de bir kampüsü olması gerektiği kanısını ortaya çıkarmıştı. Üniversitemiz mezunu yeni Başbakan’a başvurulmuş, Ayazağa’dan Boğaziçi Üniversitesi Etiler Kapısı’na kadar olan geniş bir alanın tahsisi sağlanmıştı (Şimdi bu alanın bir bölümü Hisarüstü, bir bölümü Armutlu mahalleleridir.) Konuşma yapmaya davet edilince kaçmaz, her zaman ilgi ile dinlenen konuşmalar yapardı. Yanında taşıdığı, yaklaşık 10 cm boyunda 5 cm genişliğinde kartonlar vardı. Kendisinden önce yapılan konuşmalarda işlenen konular hakkında kısa notlar alır, sonra konuşmasını, bu notlara bakmadan, ama işlenen konular üstünde yapardı. Geniş bir kültürü ve olay hafızası vardı. Konu ne olursa olsun söyleyecek sözü ve yapıcı düşünceleri vardı. Üniversitede sınıflarda, bazen konulara arkadaşlarından daha hâkim öğrenciler olur, daha zayıf olan arkadaşlarına yardım ederler. Süleyman Demirel’i insan ilişkilerinde, konuyu bilmeyenlere anlatan olgun öğrenci davranışında gördüm. Birlikte bulunduğu İlk Başbakan olduğu dönemde, İstanbul Teknik Üniversitesi bir arayış içinde idi. Ankara’da, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, yeni bir anlayışla kurulmuştu. Bu gelişme, İTÜ'nün de bir kampüsü olması gerektiği kanısını ortaya çıkarmıştı. Üniversitemiz mezunu yeni Başbakan’a başvurulmuş, Ayazağa’dan Boğaziçi Üniversitesi Etiler Kapısı’na kadar olan geniş bir alanın tahsisi sağlanmıştı. (Şimdi bu alanın bir bölümü Hisarüstü, bir bölümü Armutlu mahalleleridir.) insanlar ile kendisi arasında sınır kendiliğinden oluşuyordu. Siyaset zaman zaman zorlukları da içerir. Gazetelerde Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile aralarının bozuk olduğu haberleri yayınlanıyordu. Bir tesadüf, kendisi ile başbaşa kaldık. Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın böyle bir tartışma içinde olmalarından rahatsız olduğumuzu söyledim. Cevabı ilginçti: “Sen gazetelerin yazdığına bakma, ben gerektiğinde akşam Köşk’e telefon açıyorum.” Ekonomik durumdan şikâyetlerin olduğu bir dönemde, kendisi ile gene başabaşa görüşme olanağı buldum. Pergelin açılmasından söz konusu ettim. Hemen siyasetçi şapkasını giydi. Türkiye’de sermaye birikimi için bunun gerektiğini savunmaya başladı. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciler, Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP) konusunda bir seri konferans düzenlemişti. Birinci konuşmacı Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dı. Haritalar ve bol teknik bilgi içeren akademik, güzel bir konuşma yaptı. Onbeş gün sonra Başbakan Süleyman Demirel’in aynı konuda yapacağı konuşmayı dinlemeye gelenler, konuşma saatinden önce, salonu doldurmuştu. Birden bir haber geldi: “Sayın Başbakan yanında 150 kişiyle birlikte bahçe kapısından girdi!” Salonda sahne dahil kıpırdayacak yer kalmadı. Çok ilgi ile dinlenen, zaman zaman öğrencilerin alkışları ile kesilen, öğrencilerin soruları ile karşılıklı, neşeli görüşmelere dönen bir konferans izledik (25 Mayıs 1989). Son Başbakanlığını kutlamak için İstanbul’daki Rektör arkadaşlar randevu aldık, Ankara’ya gittik. Başbakanlık’ta o zamana kadar görmediğimiz bir hareketlilik vardı. 1520 kişilik kutlama heyetlerinin biri gidip diğeri geliyordu. Bir an, bu kadar sevilmenin yorucu olduğunu düşündüm. Süleyman Demirel çok sevilen, güvenilen bir siyaset adamı idi. Toplumun gözünde ulaştığı yere, çalışarak gelmişti. Sahip olduğu tevazu, hoşgörü ve insanî değerler onu unutulmaz bir önder, örnek bir siyasetçi yapmıştı. itü vakfı dergisi 101 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “Süleyman Şah, Fırat’ta Boğuldu; Süleyman Demirel de Fırat’ı Boğdu...” Türkiye’nin nehirleri, dereleri, toprakları ve insanları için çok hayırlı bir görevlendirmeydi bu. Azgın sulara gem vurmaya, barajlar yapılmaya başlandı. Fakat, 1960 askerî darbesi geldi. Ağabeyim, genel müdürlükten ayrıldı. DSİ, on yıllık Demokrat Parti iktidarının icraatında en büyük etkenlerden biriydi. Ağabeyim, bu yüzden haksız baskılara uğradı. O dönemde ülke, siyasi çalkantılar ve korkular içindeydi. “Barajlar Kralı”, 40 Yaşında Önce AP Genel Başkanı, Ardından da Türkiye’nin En Genç Başbakanı Oldu ÇÇ Y.Müh. Şevket Demirel İTÜ '50 Göltaş Çimento A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı A ğabeyim Süleyman Demirel, Isparta’nın İslâmköy’ünde kerpiç bir evde 1924 yılının bir sonbahar günü, anam Ümmühan, pekmez tavasını savururken dünyaya gelmiş. Çatlamış topraklarında, sararmış ekinlerine yağmur dualarıyla Allah’tan bereket isteyen bir köydü burası; İslâmköy!.. Çanakkale, Suriye, Sarıkamış ve Kafkas Cephelerinden sonra Millî Mücadele’de, kendi atıyla savaşa katılan babamız Yahya Çavuş’un biri kız, dört çocuğundan ilk erkek evlâdıydı. Sıkıntılar içinde yüzleri buruşmuş, ayak topukları yarık, yetiştirdiği tütünü gazete kağıdına sarıp içen, devletin istediği vergileri, kazan ve tavası ile ödeyen köylülerin dertlerini yaşayarak ve dinleyerek büyüdü. Amerika’daki Boulder Barajı’nı Seyrederken Türkiye’deki Çatlamış Toprakları Düşünüyordu Yoksulluk, fukaralık, çaresizlik kol geziyordu. Gencecik insanlar, “Karnı ağrıdı” diye ölüp, gidiyordu. Bu insanların dertlerinden kurtulmak mümkün değil miydi? 102 itü vakfı dergisi Bu amaçla okudu ve bir mücadeleye başladı. Başarılarla dolu ilk, orta ve lise öğreniminden sonra, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni “İnşaat Yüksek Mühendisi” olarak bitirdi. Devlette, mühendis olarak göreve başladı; Elektrik İşleri Etüt İdaresi de Onu Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde su mühendisliği üzerine ihtisas çalışmalarına gönderdi. Ağabeyim, Colorado Nehri üzerinde bir mühendislik şaheseri olan Boulder Barajı ve Elektrik Santralı’nı bir kaya üzerinden seyrederken, herhalde İslâmköy’ün ve Türkiye’nin çatlamış toprakları, karanlık köy ve şehirlerinde, çarıklı, eli nasırlı köylüleri gözünün önüne getirmişti. Kulağına uzaktan sesler geliyordu... Neydi o sesler? “Biz de buralar gibi olsak” diyorlardı... Henüz 31 Yaşındayken, DSİ Genel Müdürü Oldu Ülkenin Azgın Sularına, Gem Vurmaya Başladı Yurda döndüğünde, ülkenin baraj, enerji ve sulama meselelerini üstlenen devlet örgütünde sorumluluk aldı. O örgüt, daha sonra “Devlet Su İşleri” olarak geliştirildi. Ağabeyim Süleyman Demirel, henüz 30 yaşında iken bu büyük dairenin ilk genel müdürü olarak atandı. 27 Mayıs 1960 İhtilali sonrası, Demokrat Parti’nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi’nin I. Büyük Kongresi’nde en yüksek oyu alıp, Genel Başkan Yardımcısı seçildi. 1964 yılında da, AP’nin II. Büyük Kongresi’nde Genel Başkanlığa getirildi. Ülke basınında da “Barajlar Kralı” ilan edildi. Bu, bir “sevgi üniforması”ydı. AP, 1965 yılının sonbaharında yapılan Milletvekili Genel Seçimleri’nde yüzde 53 oy oranıyla TBMM’ye “İktidar Partisi” olarak girince, Sayın Süleyman Demirel, 40 yaşında ilk hükümetini kurdu. Dolayısıyla, Türkiye’nin en genç başbakanlarından oldu. Bundan sonra, büyük, mâmur ve müreffeh Türkiye’yi yaratmak için büyük bir gayretle emek vermeye başladı. “Yoksulluk, fakirlik ve çaresizlik, benim ülkemin kaderi olmamalıdır”, ana felsefesiydi. Ülke, her alanda kalkınma istiyordu. “Herkes Okuyacak; Şehirde Ne Varsa, Köyde de O Olacak” İdealini, Büyük Ölçüde Gerçekleştirdi Sanayide, tarımda, sağlıkta, eğitimde ve ulaşımda yüzyılların ihmalinin giderilmesi bekleniyordu. Sayın Demirel’in Üstlendiği Başbakanlık erdemli, büyük bir görevdi. Beklenen görevler zordu ama, başarılmaz değildi. Böyle inandı, çalışmaya koyuldu ve büyük başarının yolunu açıp, ülkeye sulamalar, barajlar, fabrikalar, enerji tesisleri, yollar, havaalanları, limanlar, sağlık ve eğitim tesisleri ile üniversiteler kazandırdı. İstanbul’da, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan ilk Boğaz Köprüsü’nü pek çok muhalifine rağmen yaptırdı. İnsanların “çimerek”, hay- İstanbul’da, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan ilk Boğaz Köprüsü’nü pek çok muhalifine rağmen yaptırdı. İnsanların “çimerek”, hayvanların yüzerek geçtiği nehir geçitlerini, modern köprülerle donattı. Harran ovalarında su ararken ölüp, yere düşen kuşlara ve fakir insanlara hizmet için Fırat’ı yatağından yüzlerce metre yukarı taşıyıp, sulamalara ve enerjiye yöneltti. vanların yüzerek geçtiği nehir geçitlerini, modern köprülerle donattı. Harran ovalarında su ararken ölüp, yere düşen kuşlara ve fakir insanlara hizmet için Fırat’ı yatağından yüzlerce metre yukarı taşıyıp, sulamalara ve enerjiye yöneltti. “Süleyman Şah, Fırat’ta boğuldu; Süleyman Demirel de Fırat’ı boğdu” Keban Barajı’nın temeli atılırken, Elazığ halkı, işte böyle sesleniyordu. Türkiye’nin, sulanabilir arazisinin yarısı sulandı. Bunlar için barajlar, göletler, yeraltı suları ve göller devreye sokuldu. “Herkes okuyacaktır.” ve “Şehirde ne varsa, köyde de o olacaktır.” ideali, büyük ölçüde gerçek oldu. Köylünün kentinde sadece iki orta okul varken, şimdi her kasabasında orta okul, lise kuruldu. Elektriksiz, susuz, yolsuz, telefonsuz ve televizyonsuz köy kalmadı. Bu arada, her yerleşim birimi, sağlık merkezine kavuştu. Malda, mülkte hiç gözü olmadı. Çünkü hep, millet ve devlet için çalıştı. 50 yıllık hizmet süresinde, büyük dar boğazlarla karşılaştı. 7 defa iktidar oldu, 6 defa muhalefete düştü. On yıllık siyaset yasağını, 7 yıl sonra bir referandumla aşıp, tekrar Meclis’e girdi. 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel, Büyük Atatürk’ü Daima Rehber Aldı Ağabeyim, 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel, 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında, yarım asır boyunca ülkesinin hizmetinde bulundu. • 5 yıl Genel Müdürlük, • 21 yıl Milletvekilliği, • 21 yıl Parti Genel Başkanlığı, • 12 yıl Başbakanlık, • 7 yıl Cumhurbaşkanlığı, • 10 yıl Muhalefet Liderliği yaptı. Fotoğraflar: Hulusi Turgut Arşivi 7 yıl süren siyasi yasaklılık döneminde, hep demokrasiyi savundu. Büyük Atatürk’ü daima rehber aldı. O’nun gösterdiği hedefe, sadakatle bağlı kaldı. Kısacası; Cumhuriyetin ve demokrasinin simgesi ve ülkenin bütün vatandaşlarına örnek oldu. Ağabeyim Süleyman Demirel’in, İslâmköy’ün kerpiç evinden, kerpiç okulundan, uygar bir mücadele ile başbakanlığa ve cumhurbaşkanlığına ulaşabilmesi büyük olaydı. Bu yol, herkese açıktır... İTÜ’lü Cumhurbaşkanımız, “Üniversitelerimiz; Milletimizin Deniz Fenerleridir” Diyordu Cumhurbaşkanımız, 1965 yılında başbakanlık görevine başladığı sırada, ülke çapında sadece İstanbul ve Ankara Üniversiteleri ile İstanbul Teknik Üniversitesi faaliyetteydi. Atatürk, ODTÜ, Karadeniz Teknik ve Ege Üniversiteleri ise kuruluş aşamasındaydı. Sayın Demirel, Türkiye’nin üniversitelerini şöyle tanımlıyordu: “Üniversitelerimiz; milletimizin deniz fenerleridir.” Evet, o deniz fenerlerinden birisi de, mezunları arasında bulunduğumuz İstanbul Teknik Üniversitesi’ydi. Hem başbakanlığı, hem de cumhurbaşkanlığı döneminde, kendi Üniversitesiyle yakından ilgilendi. Yeni tesislere kavuşması için çok büyük çaba harcadı. Bunun için, özel sektörde önemli konumlara gelmiş olan mezunlarını göreve çağırdı. Kısacası Cumhurbaşkanı Demirel, İTÜ’nün çağdaş bir yapıya sahip olması için adeta seferber oldu. İşte o seferberlik sırasında “Yapıda, bizim de tuğlamız bulunsun” misali, Maslak Kampüsüne “Şevket Demirel Yurt Binası” armağan ettik. Bütün bu çabalar, Üniversitemiz ile helalleşmek içindi. Bu vesile ile İTÜ’lü ağabeyim, Cumhurbaşkanımız, merhum Süleyman Demirel’i rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum. itü vakfı dergisi 103 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “Denge adamı, çözüme derhal odaklanabilen pratik zekâ…” ÇÇ Y. Müh. Akad Çukurova İTÜ’ lüler Birliği Derneği Eski Başkanı S ayın Süleyman Demirel, son 50 yıllık siyasi hayatımızın en önemli aktörlerinden biri, belki de birincisidir. Ancak siyasi kişiliği kadar mühendisliği ve bilhassa suculuğu öne çıkar. O dönemde mühendis yetiştiren tek üniversite İTÜ olduğu için Demirel'in mühendisliği hep İTÜ ile birlikte anılmış, kendisi de gerek İTÜ ile gerekse Derneğimizle ilişkisini sürekli ve sıcak tutmuştur. Bizim Derneğimiz, yani eski ismiyle Türk Yüksek Mühendisleri Birliği, bugünkü adıyla İstanbul Teknik Üniversiteliler Birliği (kısa adı Birlik) İTÜ’lülerin en eski ve köklü örgütü olduğu için, Cumhurbaşkanlığı ve sonrası döneminde bizimle çok yakın ve sıcak ilişkileri olmuştur. Sayın Demirel, Derneğimizin tek onur üyesidir ve bu unvan Cumhurbaşkanlığı döneminde oybirliği ile verilmiştir. Dernek ve Vakıf yöneticilerimiz her yıl kendisini gerek Cumhurbaşkanlığı makamında, gerekse Güniz Sokak’ta ziyaret etmeyi gelenekselleştirmişler ve Cumhurbaşkanlığı sonrasında her yıl bir kez "Cumartesi Söyleşileri" kapsamında kendisini İTÜ Evi’nde konuşmacı olarak ağırlayarak onun, görüş, düşünce ve anılarını üyelerimizle paylaşmasını sağlamışlardır. 104 itü vakfı dergisi Sayın 9. Cumhurbaşkanımızın Derneğimize gelişi bayram gibi olurdu; Derneğimizin bulunduğu Büklüm Soka’taki evlerin pencerelerine çıkan komşular, "Hoş geldiniz Sayın Demirel" diye tezahürat yaparlar, o da, meşhur şapkasını sallayarak karşılık verirdi. İTÜ Evi’nin giriş katında düzenlediğimiz "Gümüşsuyu Restoran"ın açılışını da Sayın 9. Cumhurbaşkanımız gerçekleştirmişti. Konferans salonundaki toplantılardan birinde bir üyemizin "Geriye dönüp baktığınızda, hiç hata yapmış olduğunuzu düşünüyor musunuz?" şeklindeki sorusuna "Çok… Ancak, şuna emin olunuz ki, hepsini vatanım ve milletim için en doğrusudur diye inanarak yaptım." diye cevap vermişti. Sayın Demirel ilk başbakan olduğunda ben Üniversite son sınıftaydım. İTÜ’lü başbakan sıfatıyla İTÜ Bayramı kutlamalarına katıldılar ve Maçka’daki konferans salonunda bir konuşma yaptılar. Bizler de önceden hazırladığımız pankartları açarak protesto gösterisinde bulunduk. Polis salonda müdahalede bulunmadı, tören sonunda sokakta müdahele etti. Sanıyorum seçerek birkaç kişiyi aldı, kısa süre sonra bıraktı. Ertesi gün gazetecilerin sorusuna karşılık Sayın Demirel, kendisini protesto edenlerin Teknik Üniversiteli olmadığını, gözaltına alınanlar arasında hiçbir Teknik Üniversiteli’nin bulunmadığını söyledi. Şimdi geriye baktığımda, yıllar önce bile daha fazla hoşgörü, sevgi ve anlayış olduğunu görüyorum. Buna şiddetle ihtiyacımız var; zira gençlik demek heyecan demektir, insanlar zamanla değişiyor, olgunlaşıyor, görüşler ve değer yargıları değişebiliyor. Yıllar önce, gençliğinde Başbakan Demirel'i protesto eden ben, Sayın Demirel'in Cumhurbaşkanlığındaki ilk yıllarına paralel olarak başlayan, İTÜ’lüler Birliği Derneği’ndeki 18 yıllık aktif yöneticik dönemimde , sayın 9. Cumhurbaşkanımızı daha yakından tanıma imkanını bulduktan sonra, siyasal düşüncelerimde hiçbir değişiklik olmadığı halde, ona hayran olabiliyorum ve sonsuz saygı duyabiliyorum. Sanıyorum 1996 yılıydı. Her yıl bir balo düzenleyerek Teknik Üniversite camiasını buluşturmayı planladık. Sayın Demirel Cumhurbaşkanıydı, kendisini onur konuğu olarak davet ettim ve programına uygun olan tarihi belirlemelerini arzettim. Galiba çok yoğundu ki, bir süre beklettikten sonra yakın bir tarihi bildirdiler. Ancak o tarih için büyük otellerin hepsi doluydu. Durumu anlatarak tarihi biraz öteleyip öteleyemeyeceğimizi sordum. Bir an düşündüler ve "Bizde yapalım" dediler. Ve biz, İTÜ’ lüler Birliği Derneği, benim hatırladığım ilk balomuzu Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı salonlarında yaptık. Çok görkemli bir gece oldu, çok gururlandık. Yeni seçilmiş olan Rektörümüz ve YÖK başkanı da konuğumuz oldular. Sayın Demirel, sonraki balolarımızı hep onurlandırdılar, ta ki sağlık sorunları oluşuncaya kadar. Bu toplantılar bir süreden beri artık yapılmıyor. İTÜ Geliştirme Vakfı’nın, yürürlükte bulunan Vakıf Senedi uyarınca Vakıf başkanının Rektör olması gerekirken, eski rektörün Vakfın başkanlığını bırakmak istememesi sebebiyle bu Vakıf çerçevesinde 2004 yılında yaşanan tartışmalar, hem Üniversitemizin saygınlığına hem de Vakıf faaliyetlerinin yürütülememesine ve hizmetin zarar görmesine yol açar boyutlara geldiğinden, Dernek olarak duruma müdahale etmek gereğini hissettik. Camiamızın bazı saygın abilerinin de teşvikiyle, sorunu çözmek için arabuluculuğa niyetlendik. Durumu Sayın Demirel'e arzettim, zaten önceden gelişmelerden bilgi sahibi idiler. Onaylarını aldım, tarafları, Sayın Demirel'in başkanlığında ve arabuluculuğunda Gümüşsuyu Restoranımızda toplanarak konuyu tartışmaya ve bir anlaşma zemini aramaya davet ettik. Eski Rektör Gülsün Hanım ekibinden sadece Sayın Erol Üçer toplantıya katılacağını bildirince, eşitlik sağlamak için karşı gruptan da sadece bir kişinin katılmasını kararlaştırdık. Gümüşsuyu Restoran'ı kapattık; bir yuvarlak masada, ortada Sayın Demirel, bir tarafında Sayın Erol Üçer, öbür tarafında sayın Rektör Faruk Karadoğan, karşısında, evsahibi ve gözlemci olarak ben oturduk. İki saat süresince hem yemek yedik, hem de taraflar tartıştılar. Konferans salonunda yapılacak sohbet toplantısının vakti yaklaşmıştı… Sonunda Sayın Demirel, "Bir anlaşma sağlayamayacağımız hususunda anlaşmış bulunuyoruz!" diyerek masadan kalktı; konferans salonuna yöneldi. Camiadaki grupsal şartlanmışlık öylesine yoğundu ki, o denge adamı, çözüme derhal odaklanabilen pratik zeka, siyasal deha, iki tarafı da kırmayacak bir çözümün olanaksızlığını görmüş, herhangi bir öneride veya yönlendirmede bulunmaktan vazgeçmişti. Derneğimizin onursal üyesi, Sayın 9. Cumhurbaşkanımız, bir süredir zorunlu olarak Derneğimizdeki sohbetlerden bizi mahrum bırakmıştı. Onunla, Türk siyasi hayatı son büyüğünü de kaybetmiş olmaktadır. İTÜ camiası da, Türk politika dünyası da, onu çok özleyecek ve arayacaktır. “DSİ’de Personele Geniş Ufuklar ve Hedefler Veren Bir Lider” ÇÇY. Müh. Mustafa Müfit Kulen, İTÜ’50 Eski DSİ Genel Müdürü (1974-1976) Ü lkemizin ve milletimizin kalkınmasında en önemli rolü bulunan su kaynakları gelişmesinin gerçekleştirilmesi, genç Cumhuriyetimiz, devletimizce kurulmuş olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmekte idi. Bu hizmetin yapılmasında en önemli unsurun bilgili, tecrübeli ve çalışkan bir kadronun oluşturulması, eldeki personel ve imkanların kısıtlılığı nedenleri ile beklenen ve ümit bağlanan sonuçların yerine getirilmemiş oluşu doğal idi. 1955 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürü olarak atanan enerjik, ileriyi gören ve geniş perspektifi olan genç bir mühendis merhum Süleyman Demirel’in Devlet Su İşleri’nin başına gelmesi ile o güne kadar atılım yapılması dönemine girilmişti. Yeni Genel Müdürümüz olan enerjik, uzun vade görüşü bulunan ve mesleki yeteneklere açık, personele geniş ufuklar ve hedefler veren bir lidere kavuşan Devlet Su İşleri, kuruluşunda yeni bir atılım başlatmıştır. Sayın Genel Müdürümüzün kadrosuna su kaynaklarının geliştirilmesinden, ülkenin su potansiyelinin belirlenmesi, bu kaynakların geliştirilmesinde değişik alternatiflerin ekonomik teknik ve mali rantabilitesinin çıkarılması, yeni sistemlerin irdelenmesi ve ülke imkanları ile nasıl karşılanacağına dair çalışmaların yapılması, değerlendirilmesi düzeni, bütün çalışma guruplarımızca benimsenmeye başlanılmıştır. En önemli anlayış, Genel Müdürümüz tarafından, su kaynakları geliştirilmesinde yapılan planlama çalışmalarında o zamana kadar kullanılmayan metaplanlama çalışmalarına geçilmesi olmuştur. Su kaynakları geliştirilmesinde sadece kağıt üzerinde yapılan, özellikle sulama projelerinin teknik, ekonomik ve mali yönden projelerin fizibilite çalışmaları ile proje çözümü yapılması, projelerin sıralandırılması yerine, projelerin uygulanmasında, sıralandırma ve projelerinin önceliklerinin seçilmesi, projeden faydalanacak vatandaşların projeye olan ilgisi, toplumun projeye yönelik davranış biçimi gibi yönlerin değerlendirilmesi, projede rekreasyon gereksinimlerinin belirlenmesi, doğa ve balıkçılık yönlerinin incelenmesi konuları ele alınmaya ve değerlendirilmeye başlanmıştır. Artık sadece inşaat mühendislerinin çalışmaları yerine makina, elektrik elektronik, ziraat, orman mühendisleri ile, ekonomist, finansal uzmanlar, sosyoloji, davranış biçimi, pazarlama uzmanları ve diğer disiplin uzmanları aynı projede müşterek çalışarak, planlamadan, metaplanlama yapılması yoluna geçilmiştir. Merhum Süleyman Beyefendi, bu çalışma düzenini kurmaya ve bunun uygulanmasına öncülük etmiş ve bu projenin fizibilite raporunu bizzat kendisi inceleyerek eksiklerinin tamamlanmasını sağlamıştır. Kendisi, çalışanlarının sosyal hayatını yakından takip eder, öğütler verir ve mümkün olan çareleri bulur idi. Bir ufak hatıramı arz etmek isterim: 1976 yılı, DSİ Bölge Müdürleri toplantısını her yıl olduğu gibi şereflendirmiş ve Genel Müdür olarak kendisine yıllık program ile o zaman aktüel olan Aşağı Fırat Projesi'ne ait yapmakta olduğumuz çalışmaları arz etmiş idim. Kendisi çok memnun kalmış ve toplantı sonrasında çalışma arkadaşları ile Genel Müdürlük odasına teşrif etmiş ve bana “Müfit, bu projede ben de mühendis olarak çalışmak ve size yardım etmek isterim, beni kadronuza alır mısın?” demişler idi. Ben “Efendim, bu bizim için onurdur ancak, bizim talebimiz, zat-ı alinizin Başbakan olarak bize direktiflerinizi iletmeniz ve tıkandığımız yerlerde bize yardımcı olmanızı dileriz.” demiştim. Sayın Süleyman Demirel’in , ülkemiz için pek çok hizmetleri geçmiştir. Ben sadece onun emrinde mühendis ve Genel Müdür olarak ona hizmette kusur etmediğimi ve kendisini hep rahmetle yad ettiğimi söylemek isterim. itü vakfı dergisi 105 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR “DSİ Türkiye’nin bir gurur organizasyonudur” ÇÇ Y. Müh. Akif Özkaldı Orman ve Su İşleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı 9 . Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’in benim için birkaç açıdan önemi vardır. Öncelikle kendisi mezunu olduğum İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunudur. Sayın Cumhurbaşkanımız ile bir diğer ortak yönüm ise; ABD‘de eğitim almış olmasıdır. Kendisi İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden 1949'da mezun olduktan sonra aynı yıl Elektrik İşleri Etüd İdaresinde göreve başlamış, Sulama ve elektrik konularında araştırma yapmak üzere ABD'ye gönderilmiştir. Yurda dönmesinin ardından, kendisine "Barajlar Kralı" unvanını getirecek Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne atanmıştır. Barajlar Dairesi Başkanlığından sonra 1955'te Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'ne getirilen Sayın Demirel, 4. Genel Müdür olarak, çok sayıda baraj ve sulama projesini hayata geçirmiştir. Genel Müdürlük yaptığı dönemde özellikle barajlar konusunda büyük atılımlar yapılmış, o günlerde ülkemizin kalkınması için ihtiyaç duyulan enerji ihtiyacını sağlamak üzere Hidroelektrik Santrallar, Sulama tesisleri, İçmesuyu tesisleri inşaa edilmeye başlanmış, ülkemizin en büyük Entegre Kalkınma Projesi olan Güneydoğu Anadolu Projesi'nin (GAP) ilk temelleri atılmıştır. O yıllarda bizzat kendisinin kaleme aldığı Hidrolik El Kitabı, DSİ mühendislerine halen faydalı olmaya devam etmektedir. DSİ Genel Müdürü olduğum 2011 yılında benim de çok önem verdiğim GAP Projesi'nin geçmişten geleceğe tarihçesini anlatan "GAP Kitabı" hazırlattım. Kitap tamamlandıktan sonra Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel’i Güniz Sokak’taki evinde ziyaret ettim. Kendisine hem yeni hazırladığımız GAP kitabını hem de diğer yayınlarımızdan takdim ettim. O andaki mutluluğu daima hatırımdadır. Kendisi eserden dolayı teşekkür ettikten sonra halen takip ettiği bazı DSİ projeleri hakkında benden bilgi aldı. Hafızasının ne kadar güçlü olduğunu, projeleri ne kadar 106 itü vakfı dergisi yakından takip ettiğine hayretle o gün şahit oldum. O günkü sohbetimizde bana “DSİ, Türkiye’nin bir gurur organizasyonudur ve Türkiye DSİ gibi bir teşkilâta sahip olduğu için gurur duymalıdır, nitekim duyuyor. DSİ Teşkilâtı geçen 57 yıl zarfında kazanmış olduğu tecrübeyle ülkemize önemli hizmetler vermeye devam edecektir. Halihazırdaki birikim çok önemlidir. Türkiye bu birikimden faydalanmalıdır. DSİ denildiği zaman, gurur verici işler akla gelir. 57 yıl içerisinde DSİ büyük bir teşkilât olmuştur” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Benim dönemimde DSİ’nin gerek bölgelerde gerekse de merkezinde Etüd Plan Dairesi’nde 3 – 4 mühendis vardı. İnşaat Dairesi’nde aşağı yukarı 6 kişi vardı. Ben çok sayıda mühendis aldım. Bunları iyi eğittik ve sonradan bu mühendisler teşkilâtı taşıyacaklardır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü sadece inşaat mühendisleri ve su mühendislerinden müteşekkil bir teşkilat olmamalıydı; ziraat mühendisleri, ziraat ekonomistleri, orman mühendisleri de bunun içine girmeliydi. Ziraat mühendisleri, orman mühendisleri teşkilât içerisine tarafımdan konulmuştur. Ayrıca iktisat okumuş gençler bu teşkilatın içine girmeliydi, girdiler de. Sonra zaman içerisinde biz DSİ Teşkilâtı geçen 57 yıl zarfında kazanmış olduğu tecrübeyle ülkemize önemli hizmetler vermeye devam edecektir. Halihazırdaki birikim çok önemlidir. bir taraftan havza amenejmanlarına girdik yani yabancı mühendislere yaptırdığımız işleri kendimiz yaptırmaya başladık, onlardan da gene yararlanmaya devam ettik. Elimizde epeyce amenajman projesi geçti. 60’lı yıllardan sonra da yaptırdığımız en önemli proje Dicle – Fırat Havzası Projesi’dir.” Buradan da anlıyoruz ki DSİ, bugünkü güçlü hale gelirken o yıllarda imkansızlıklar içerisinde çok başarılı çalışmalar yapmıştır.” dedi. DSİ’nin bugün de çok büyük faaliyetler yerine getirdiğini vurgulayan Demirel; ”Avrupa’nın yedinci en büyük barajı olan Ermenek Barajı ve HES’in, dünyanın kendi kategorisinde altıncı yüksek barajı olan Deriner Barajı ve HES’in, kendi kategorisinde Avrupa’nın en yüksek barajı olan Çine Adnan Menderes Barajı ve HES’in tamamlandığını; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne, Akdeniz’e Döşenecek Askıdaki Boru Hattı ile Su İletimi Projesinde ciddi adım atıldığını; sulama, hidroelektrik enerji, tarım, kırsal ve kentsel altyapı, ormancılık, eğitim ve sağlık gibi sektörleri kapsayan GAP’ta ciddi ilerlemeler sağlandığını, sulama suyu ve içme suyu temini kapsamında tünel projelerinde de ciddi çalışmalar gerçekleştirildiğini; dünyanın ve ülkemizin sayılı uzun tünellerinin ülkemize kazandırıldığını, Afrika ülkelerine de altyapı desteği verildiğini görmekten büyük mutluluk duyuyorum.”dedi. Ben de kendisine ülkemize büyük yatırımlar ve kalkınmaya ciddi ivme kazandırmış bir şahsiyetle bir arada bulunmaktan, engin bilgi ve tecrübelerinden yararlanmaktan büyük gurur duyduğumu ifade ettim. Kendisi ile daha önce Ankara Büklüm Sokak’taki İTÜ Evi’nin bir programında yine birlikte olmuştum. O zaman da kendi arkadaşlarına olan ilgisi ve muhabbeti beni çok etkilemiştir. Bizler için DSİ Genel Müdürümüz, eski Başbakanımız ve 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’i ülkemize kazandırmış olduğu ve burada sayamayacağımız kadar çok sayıdaki hizmetlerinden dolayı rahmetle ve minnetle anıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Mensubu Olmaktan Gurur Duyduğu İstanbul Teknik Üniversitesi ÇÇ Dr. Aylin Cesur 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Özel Doktoru ve Başdanışmanı T ürkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1924 yılında Isparta’nın İslamköy’ünde doğdu. Hayatına şekil veren, doğduğu köyün ve Anadolu’nun koşullarıydı. Çocukluğu, Kurtuluş Savaşı’nda ve Çanakkale’de savaşan babasının kahramanlık hikayelerini dinleyerek ve Cumhuriyet’in kurulmasında milletimizin fedakarlıklarını öğrenerek geçti. Mühendislik eğitimini seçmesindeki nedeni; “arpa harmanı sırasında, İslamköylülerin; “Şu kuruyan yeşil ovaya, Palatır’ın ardından (karşı dağların arkasından) su gelir mi-gelmez mi” arayışları olduğunu söylerdi. Okula gitmezken anasının eve taşıdığı sularla kollarının uzadığını düşündüğünü ve bundan o yaşta büyük ıstırap duyduğunu da anlatırdı. Su mühendisi olma kararı, eğitimi sırasında gelişecekti; ancak, temelleri çok küçük yaşlarda atılmıştı. Köyü ve büyük şehirler dışında Türkiye’nin her yeri karanlıktı. Köylülerin o dönemde,“acaba ışık bizim köye gelir mi” diye merak bile edemeyecek kadar umutsuz olduklarını anlattığında,“peki siz de mi umutsuzdunuz” diye sordum; şöyle yanıtladı: “İçimden şöyle diyordum: O şehirde yanan ışık, burada olacak; anamın ve köylülerin uzayan kollarına da Palatır’ın ardından gelecek su, derman olacak, bir yolu vardır bunun! Biz, köylünün ıstırabını, fukaralığını bilerek büyüdük. Allah bize, o dağın arkasındaki suyu getirmeyi nasip etti. Yalnız o ovaya değil, Türkiye’mizin pek çok ovasına getirdik suyu! Önce okuyacaktık. Savaş yıllarında, önce Mühendis Mektebi, sonra İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi olduk, geldiğimiz şartları değiştirme ve yoksulluğa, fukaralığa karşı mücadele etme gücünü de önce okuduğumuz okuldan aldık”. 1949’da İTÜ’den mezun olduğunda ideali, Türkiye’nin her tarafına gidilebilmesiydi. Tüm ovalar sulanmalıydı. Köyler, kasabalar ışıklanmalı ve aydınlanmalıydı. Türkiye sanayileşmeliydi. Bütün bunların olabilmesi için öncelik, tüm çocukların okuyabilmesiydi. İTÜ’nden mezun olmasıyla birlikte, Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde göreve başladı. EİEİ, Atatürk’ün Celal Bayar’a söylediği “gölet” yapma projesinin ardından, 1936’da kurulmuştu. 1949’da ABD’ye devlet tarafından gönderilen ilk Türk Mühendisi oldu. Üç gün boyunca bir taşın üzerine oturarak incelediği ve bizde de olmalı diye hedeflediği Colarado şehrindeki Boulder Barajı’nı anlatmıştı. Seyhan Barajı’nın yapımında mühendis olarak bulundu. 1954’de DSİ Barajlar Dairesi Başkanı oldu. 1954-1955 yılları arasında da ABD’de barajlar, sulama ve elektrifikasyon konularında ihtisas yaptı. Oradaki aldığı eğitimin en önem verdiği parçasının ise; “refahın, sadece altyapı hizmetleri ile değil, aynı zamanda refah getirdiğiniz insanların hür ve serbest olmasından geçtiğinin önemini anlaması” olduğunu söylerdi. 1955’de de 30 yaşında iken Genel Müdürü olduğu DSİ’nin kapısına; “Görevimiz; Türk insanının muhtaç olduğu suyu bulmaktır” yazdı ve o suyu buldu. 1950 yılında nüfusumuzun % 80’inin yaşadığı 40 bin köyün 33 bininde temiz içme suyu yoktu. İlk hedefi, köylere içme suyu götürmek oldu. O günlerde gittiği Bolu’nun Ömerefendi Köyü’nde köylüden içme suyu getirmelerini istemiş. Rengi sapsarıymış ve gırtlağı da yakıyormuş. Yine Uşak’ın Karahallı ve Uluğbey köylerinde de insanlarla hayvanlar aynı yerden, kıştan kalma su birikintisinden su içmek mecburiyetindelermiş. Anadolu’daki bu çaresizliği üzülerek anlatırdı. Kendisini Baraj yapmaya götüren sebep ise, acı kurağın, zifiri karanlığın ıstırabından milletini kurtarmaktı. Üçüncü önemli görevi sulama idi. “Türkiye’de sulama yapmak, coğrafi, içtimai ve iktisadi bir zarurettir” diyordu. 1965 Yılında Başbakan oldu ve siyaset hayatı boyunca Türkiye’nin her yerine su, elektrik ve okul-üniversite götürme hedefini hep en önde tuttu. Kendisini siyasete itenin ise, 1960 öncesi başladığı işlerin yarım kalması olduğunu söylerdi. Rüyası; “Büyük Türkiye” idi. “Eğitimden sağlığa, sanayileşmeden tarıma, sulamadan enerjiye, iletişimden ulaşıma projelerle bezenmiş bir Türkiye”. 1965-71 yılları, Türkiye’nin en parlak dönemi oldu ve % 5 enflasyon ve % 7 kalkınmayı sağlayarak, Keban Barajı’na, Boğaziçi Köprüsü’ne ve pek çok elektrik santrali ile fabrikalara, yollara ve dev eserlere imza attı. Ardından Karakaya, Atatürk, Birecik Barajı ve Urfa Tüneli, Fındıklı Barajı, Karkamış Barajı, Deriner Barajı ve yüzlercesine… ‘Barajlar Kralı’ unvanını aldı. Hizmete başladığı 1950 Türkiye’sinin Soldan sağa: Prof. Dr. Gülsün Sağlamer, Dr. Aylin Cesur, Süleyman Demirel, Prof. Dr. Muhammed Şahin ve Semra Özal 237. İTÜ Günü töreninde, 20 Mayıs 2011. itü vakfı dergisi 107 DEMİREL'İ ANLATIYORLAR su-hidroelektrik potansiyeli bilinmiyordu. Toprakları susuz, insanları susuz, ülke karanlıktı, 13 köyünde elektrik vardı. Seller, ovalara, şehirlere zarar veriyordu. 50 yılda 578 Baraj ve gölet inşa eden DSİ ile haklı olarak gurur duydu. 260 milyon tarım ve 85 milyon dönüm sulanabilen arazisi ile 135 elektrik santrali ve sulardan elde edilebilen 45 milyar kwh elektriğiyle, 212’si büyük 562 barajı ve 1000’e yakın göleti ile yine gurur duydu. Bataklıkları nasıl kuruttuklarını, su taşkınlarından şehirleri, köyleri nasıl korunur hale getirdiklerini, 25 bin köye getirdikleri içme suyunu anlatırken gözleri parlar, 35 bin köyün tümüne götürülen elektriği anlatırken övünürdü. Keban Barajı’nın üzerinden 50 sene sonra dahi uçakla geçerken, Boulder Barajı’nda taşın üzerinde oturduğu o günleri anımsar ve hislenirdi, sevinçle gözleri dolardı. Bana bakardı, ne düşündüğünü bildiğimi bilir ve mutluluğunu paylaştığımızı görerek huzurla gülümserdi. Sayın Cumhurbaşkanı’mıza göre GAP; Cumhuriyet Türkiyesi’nin en büyük eseridir. Dünyadaki kalkınma projelerinin en büyüklerinden biri olan GAP, odağına insanın refahını ve mutluluğunu alan, Dicle ve Fırat üzerinde 22 baraj ve 10 hidroelektrik santrali ve sulama tesislerinin yanı sıra, kentsel, kırsal, tarımsal altyapı, sanayi, eğitim, ulaştırma, sağlık, konut, turizm ve diğer sektörleri de içine alan, entegre bir projedir. 27 km.lik bir nehir uzunluğundaki Bozova-Urfa Tüneli ile de GAP, Türkiye’nin en büyük nehrinin suyunu Urfa’nın omuzundan Güneydoğu’nun ovalarına akıtan, susuzlukla, yoksullukla, işsizlikle, cahillikle ve çaresizlikle mücadelenin abide eserlerindendir! Sayın Cumhurbaşkanı’mızın tabiriyle; “Altın Çağın Habercisi’dir, Tanrı katında kabul edilmiş bir yağmur duasıdır ve Türkiye birliğinin çimentosudur”. GAP için şöyle derdi: “GAP, benim için fevkalade büyük bir mutluluk. Bir ömre değer. Başka bir ömrüm olsa gene buraya verirdim, 50 senedir ben bu proje ile meşgulüm”. “Büyük Türkiye” hamlesinin gayreti bu topraklarda verilecek, bilgi konacak, para konacak, demir konacak, çimento konacak en önemlisi bu güzel topraklara sevda konacak” dediği topraklara hepsini koydu. Yine kendi ifadesiyle “Dağları değil, çağları deldi” ve ardından Atatürk Barajı geldi. 1992’de işletmeye açılan Atatürk Barajı’ndan ‘Dünyanın İncisi’ olarak söz eden Süleyman Demirel O’nu; Türk Milleti, Mühendis ve 108 itü vakfı dergisi İTÜ’nün, hizmetine verdiği 60 bin mühendis ve mimarı ile ülkenin imar ve inşasına katkısındaki alın terini her platformda anlattı. Tüm çalışma masalarında İTÜ damgalı rozetleri, kitapları önüne ve tüm makam odalarında İTÜ diplomasını tam karşı duvarına ve rozeti de yatağının başucuna koydu. Teknisyenleri, İşçileri, Müteahhitleri’nin gururu olarak ifade etti. Kalkınmayı hedefledi; kalkınmanın hedefi ise, insanın refahı ve mutluluğu idi; ülkenin imar ve inşası ile gelecek mutluluğu..“Ülkenin her köşesinde tek bir garip kişi ve tek bir ücra köşe bırakmamak” hedefi. Büyük mühendislik projeleri ile mümkün olacak bu hedefin amacına ulaşması için gayret sarf etti ve sayısız altyapı hamleleri ile bunu mümkün hale getirdi. Edirne’den Hakkari’ye asfalt yollarla, otoyollarla donattığı ülkemizin her yerine, hava meydanları, limanlar, üniversiteler, demir-çelik, kağıt, gübre, tekstil, maden fabrikaları, rafineriler, Boğaz KöprüsüKöprüler, Bolu Tüneli-tüneller, tersaneler, hastaneler yapılmasını sağladı. Uluslararası arenada ülkesini her alanda en iyi şekilde temsil etti ve geleceğin temel taşı uluslararası anlaşmalara belirleyici aktör olarak imza attı. Cumhuriyetin en güzel eseri saydığı “üniversiteler” ise bu topraklara bu hizmetleri yapacak mimar ve mühendisler yetiştirecekti. 100’ün üzerinde üniversitenin kurulmasınagelişmesine imza attı. Kendisinin her fırsatta belirttiği gibi; İTÜ bunların en başında geliyordu. Hür üniversite, Türkiye’yi dünyanın 20 teknoloji üreten ülkesinden biri haline getirecek çağdaş atılımlara imza atan gençleri 21. yüzyıla uğurlayacaktı. Beş sene DSİ Genel Müdürü, 10 sene mühendis, 21 sene milletvekili, yedi kere hükümet kurarak, 12 sene Başbakan ve ardından da yedi sene Cumhurbaşkanı olarak hizmet ettiği ömrünün çoğunda ve her gününe şahit olduğum için şeref duyduğum sonraki 15 yılında da hedefinden ayrılmadan kendi çizgisinde demokrasi ve kalkınma yolundaki hizmetlerine devam etti. Büyük Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin bir çağdaşlık projesi olduğunun her fırsatta altını çizdi; demokrasiye ve Cumhuriyet’e sadakat istedi. Türkiye’nin Birlik ve beraberliğinin, kardeşliğinin, millet iradesinin üstünlüğünün, sosyal devletin, kalkınmışlığın, hürriyetin, adaletin, eşitliğin, din ve vicdan hürriyetinin, laik-demokratik Cumhuriyet’in savunucusu oldu. İğneden ipliğe her şeyi satın alan bir ülkeden, kendine yetecek kadar altyapısı, inşa gücü, sanayi tesisi ve eğitim kurumu olan bir ülke olmasını sağladığı milletine hizmet için ömrünü adadı. Hukukun üstünlüğüne inandı. Türkiye’nin girişimci gücünün ve beyin sermayesinin önemini yılmadan anlatarak, “Büyük Türkiye Davası”nda pay sahibi olmalarına öncülük etti. Türkiye’nin AB’ne girmesinin önünü açtı. Bir ömür; daha hür, daha demokrat, daha zengin, daha güçlü ve mamur bir Türkiye hedefine koştu. Bir Anadolu çocuğunun Cumhurbaşkanı makamına kadar yükseldiği 90 yıllık ömrü ile Türk Gençliği’ne ve elbette haklı olarak en çok da İTÜ’lülere gurur duyacakları bir örnek oldu. Çankaya Köşkü’nü, halkla devletin kucaklaştığı bir mekân haline getirdi ve seçildiği gün verdiği sözünü tutarak, ülkenin her köşesinin ve kişisinin Cumhurbaşkanı oldu. Ülkeyi karanlıktan, insanları susuzluktan kurtarmak için verdiği ömrünün 50 senesini, bir ömrü daha olsa adayacağı bu hizmetleri yapabilmesinde, “mensubu olmaktan gurur duyduğunu” her defasında üzerine basarak belirttiği İstanbul Teknik Üniversitesi’nden aldığı mühendislik eğitimi ile bağdaştırdı ve tüm bu dönemlerde de üniversitesinin gelişimine katkıda bulundu. İTÜ’nün, hizmetine verdiği 60 bin mühendis ve mimarı ile ülkenin imar ve inşasına katkısındaki alın terini her platformda anlattı. Tüm makam odalarında İTÜ diplomasını karşı duvarına, İTÜ damgalı rozetlerini çalışma masasına ve yatağının başucuna koydu. Geçmişini geleceğinin teminatı olarak gösterdiği İTÜ’ni, cazibe merkezi bir eğitim kurumu olarak devamı için, İTÜ’lülerin gelecekteki kadrolarının gayretlerine aşağıdaki sözleriyle emanet etti: “İTÜ’lü olmak; Türkiye’nin en köklü Üniversitesi’nde eğitim almak; Türkiye’nin en donanımlı akademisyenleri tarafından hayata hazırlanmak; gündemi izleyen değil-gündemi yaratan olmak; çağdaş bilgi ve teknoloji ile donanmak; cesareti ve ileri görüşlülüğü ile değişimin öncüsü bir lider olmak; yenilikçi, katılımcı, yaratıcı olmak; durmadan araştırmak, incelemek, öğrenmek, eleştirmek, paylaşmak; yaşamı, mesleği ve üniversitesi ile gurur duymaktır. Benim için bunlara ilaveten, kendine güven demektir.” MİMARLIK Resim 1: Panteon, dış görünüş (Tolga Birkandan). Algı-Bilinç-Kültür-Bilgi: Üç Başyapıt Prof. Dr. Ayla Ödekan İTÜ Mimarlık Fakültesi Kültür yereldir, bu nedenle farklılaşır; ancak bilgi evrenseldir. Panteon, Ayasofya ve Sinan’ın Sultan Camileri işlevsel olarak aynı amaca yöneliktirler. Üçü de içinde bulundukları toplumun ibadet yapılarıdır. Ancak biri pagan toplumuna, ikincisi Hıristiyan toplumuna ve üçüncüsü Müslüman toplumuna hizmet vermek için tasarlanmıştır. Her biri hem dinsel hem de dünyevi güçle yüklüdür ve ait oldukları kültürleri simgeleyecek gücü taşırlar… H erhangi bir ürünün biçimlenmesi uzun bir tasarım süreci sonucunda gerçekleşir ve bir tasarımın gerçekleşebilmesi de onu üreten kişinin donanımıyla dolaysız ilişkilidir. Kişinin tasarımını eşsiz bir yaratıya dönüştürebilmesi için her şeyden önce “bir şeye dikkatini yönelterek o şeyin bilincine varması”1 gerek. Algı ve bilinci besleyecek olan toplumun kültürel birikimi ve var olduğu zamanın düşünsel ve teknik bilgi birikimidir. Kuşkusuz tüm bunların bileşeni tasarımın özgün ve eşsiz olmasına gidecek yolu belirler. Mimarlıkta tasarımı oluşturan bileşenler, tüm diğer tasarım alanlarından daha çeşitli ve dinamiktir. Bu bileşenlerin her birindeki değişim mimarlık tasarımına yansır. Kültür yereldir, bu nedenle farklılaşır; ancak bilgi evrenseldir. Panteon, Ayasofya ve Sinan’ın Sultan Camileri işlevsel olarak aynı itü vakfı dergisi 109 MİMARLIK Resim 5: Panteon, oculus, iç mekâna süzülen ışık (Tolga Birkandan) . Resim 2: Panteon, plan-kesit, Edmund Thomas, Monumentality and the Roman Empire. Architecture in the Antonine Age, Oxford University Press, 2007. Resim 3: Panteon, strüktür malzeme katmanları. (Martin Thorpe, Roma Mimarlığı Çev. Rıfat Akbulut, Homer Kitabevi, İstanbul, 2002). Resim 4: Panteon, iç mekân (Tolga Birkandan) amaca yöneliktirler. Üçü de içinde bulundukları toplumun ibadet yapılarıdır. Ancak biri pagan toplumuna, ikincisi Hıristiyan toplumuna ve üçüncüsü Müslüman toplumuna hizmet vermek için tasarlanmıştır. Her biri hem dinsel hem de dünyevi güçle yüklüdür ve ait oldukları kültürleri simgeleyecek gücü taşırlar. Dünyevi güç olarak Panteon Hadrianus’la Roma’nın, Hagia Sophia Iüstinianus’la Bizans’ın, Sinan’ın Sultan Camileri Kanuni ve Yavuz Selim’le Osmanlının gücünün simgeleridir. Yarattıkları motivasyon ve üretikleri 110 itü vakfı dergisi işlev-strüktür-malzeme çözümleriyle bu üç iddialı yapı aynı zamanda bir diğeri için bilgi kaynağı olmuş ve mimarlığın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Tüm Tanrıların Tapınağı Panteon (126) Son yapılan araştırmalara göre, bazı çatlaklar saptanmış olmasına karşın Panteon, ibadet yapısı olarak, 2. yüzyıldan günümüze işlevini sürekli koruyabilmiş bir yapıdır. Özellikle bu boyutlarda bir yapının inşaat tekniği günümüz mühendislerinin ilgisini çeken bir konudur. 19. yüzyılda mimarlıkta betonarme kullanımı hem sağlamlık hem de mekân tasarımı açısından çığır açmıştır. Oysa, 43,3 m. Çapında betonarme olmayan kagir kubbesiyle Panteon’u 19. yüzyıldan önce geçen olmamıştır. Günümüzde de bu özel yerini korur. Panteon’un tarihçesi belirsizlikler taşır. Birçok konu tartışmaya açıktır. Günümüzdeki yapı üçüncü yapı olarak kabul edilir. Efsaneye göre ilk yapı Roma kentinin kurucusu Romulus’un göğe uçtuğu yerde, bugünkü ticaret merkezi Campo Marzo’da yapılmıştır. Romulus’un göğe bir kartal yardımıyla çıktığı ve Tanrılarla buluştuğu da belirtilir. Son araştırmalarda cephe alınlığında bazı deliklere rastlanmış ve burada bir kartal kabartması olabileceği yorumu yapılmıştır. İlk yapının Roma’nın tanrıları Jupiter, Minerva, Saturn, Mars vb. için yapılan ritüeller ve törenlere ev sahipliği yaptığı anlaşılıyor. Günümüzdeki Panteon’un cephesinde sütun baştabanında yer alan yazıta dayanarak bir grup tarihçi, ilk yapının tasarımını ve inşaatını gerçekleştirenin Marcus Vipsanius Agrippa (İ.Ö. 63-12) olduğunu ileri sürer. Agrippa, Marcus Antonius ve Kleopatra’ya karşı Actium savaşında (İ.Ö. 31) kazandığı zaferin ardından imar etkinliklerine girişir. Agrippa Hamamları, Neptune Bazilikası ile birlikte Panteon’u inşa ettirir. O dönem yapısı hakkında fazla bilgi yoktur. T- planlı olduğu düşünülmekte ise de son yapılan araştırmalar daire planlı bir yapı olabileceği üzerinde durmaktadır. Agrippa’nın yaptırdığı yapının 80 yılında yanmasının ardından ikinci yapı İmparator Domitianus tarafından yenilenir. O da 110 yılında yanar. Yapı günümüzdeki şeklini Publius Aelius Hadrianus (118-126) zamanında alır ve tapınak tüm tanrılara adanır (Pan-theos). (Resim 1) Tanrı heykelleri iç mekânda duvarda açılmış nişlerin içine yerleştirilmiştir. Tanrılara kurban edilen hayvanların dumanları ise kubbenin merkezinde oculus Resim 6. Ayasofya, dış görünüş (Ödekan Arşivi) olarak adlandırılan açıklıktan göğe Tanrılar mekânına karışır. Baş tabanda bulunan küçük bir yazıtta Panteon’un 202 yılında Septimius Severus (145–211) ve oğlu Caracalla (188-217) tarafından onarıldığı yazılıdır. 312 yılında Roma İmparatorluğu’nda Hıristiyanlığın kabul edilmesinden sonra kullanılmayan yapı 609 yılında Bizans İmparatoru Phocas tarafından Papa IV. Boniface’ye verilmesiyle bu kez kiliseye dönüştürülerek Hıristiyan dininin kullanımına açılan ilk Roma tapınağı olmuş ve Bakire Meryem ve Havariler’e (Santa Maria ad Martyres) adanmıştır. Rönesanstan sonra da ressam Raphael Sanzio ve Annibale Carracci, heykeltraş Arcangelo Corelli, mimar Baldassare Perruzi gibi birçok ünlünün mezarlarını da barındırmaktadır. Panteon bataklık bir alanda inşa edilmiştir. Judland arkeoloji Enstitüsü’nün incelemesinden anlaşıldığı kadarıyla zemin mavimsi bir nehir kilidir. Bu sorun yaratmıştır; o nedenle temelin yapım sürecinin sonuna doğru kuzey-güney eksende çatlamalar oluşmuştur. Ayrıca tapınağın oturduğu zemin de düz değildir. Temeli sağlamlaştırmak için Romalı ustalar bir ikinci kuşak oluşturmuşlardır ve temel bir kaya kadar sert duruma getirilmiştir. Günümüz Panteon’una ön cephesindeki üç dizi korent başlıklı granit sütunla oluşturulmuş portico’dan geçilerek girilir. Eski yapıdan kalan bu bölümde 3. dizinin en önünde 8, diğer iki dizide 4’er sütun vardır. 3. yüzyıl yapısından günümüze bazı tahripler olmuştur. Yapının dışındaki mermer parçaları eksilmiştir. Sütun başlıklarından bazıları British Museum’da sergilenmektedir. 17. yüzyılda VIII. Urban (1623-1644) portico’nun bronz tavanını söktürmüş ve bronzların bir bölümü Castel Sant’Angelo surunda kullanılmıştır. Alınlıkta kabartmaların olduğu izlerden anlaşılmaktadır. Kabartmada bir kartal figürü belirir. Portico’dan geçtikten sonra 43,3 m. çapında bir yarım küreyle sonlanan daire planlı bir rotundoya geçilir. (Resim 2) 21,65 m. yükseklikte olan rotundoyla kubbe arasındaki ilişki çok etkilidir. Kubbe merkezinden 43,3 m. olan iç mekânın yüksekliği kubbe çapına eşittir. Böylece, iç mekânda bir küre tasarlanmıştır. 4,535 metrik ton ağırlığında kagir kubbenin yükleri 6,4 m. genişlikteki kasnaktan 8 payeye aktarılır. Kubbenin kalınlığı tabanda 6,4 m. den oculus’ta 1,2 m. iner. Kubbe- de kullanılan malzemelerle de yükseldikçe ağırlık azalır. En sonda oculus açıklığı kubbe yükünü tamamen hafifletmiş olur. (Resim 3) Payelerin aralarında diagonallerde dikdörtgen planlı, giriş dışında eksenlerde ise yarım yuvarlak planlı nişler vardır. (Resim 4) Girişteki niş kare planlıdır. Nişlerin önlerinde ikişer sütun bulunur. Kubbeden gelen yükler ayrıca duvar içinde dizilen kemerlerle aşağıya doğru dağıtılmıştır. Kubbe 28 kemer ve 5 dizi yatay çemberden oluşan kare kasetlerle bezelidir. Genelde duvar ve döşemede daire ve kareler iç tasarımın bezeme düzenini kurgular. (Resim 5) Kutsal Bilgelik: AYASOFYA (532-537) Günümüzdeki yapı Bizans döneminde yapılmış üçüncü kilisedir. Konstantius tarafından yapılan ilk Kilise (360), Büyük Kilise (Megale Ekklesia) diye anılmaktaydı. Birinci Ayasofya sütunlu bazilika planlı, ahşap çatılıdır. 404 isyanı sırasında yakılarak tahrip olmuştur. Kilisenin tahrip olmasının ardından, İmparator II. Theodosius bugünkü Ayasofya’nın yerine, ikinci Ayasofya’yı yaptırmıştır (415). Bu kilise de bazilika planlı, beş nefli ve ahşap çatılı bir yapı idi. Bu yapıda 532’de itü vakfı dergisi 111 MİMARLIK Nike ayaklanmasında yakılmıştır. Üçüncü Ayasofya’nın inşasına ise kısa bir süre sonra İmprator Justinianus emriyle yeniden başlanmıştır. (Resim 6) Görkemli bir kilise yapımı hedeflenen üçüncü Ayasofya’da kilisenin inşası için Milet’li matematikçi İsodorus ile Tralles’li fizikçi Anthemius görevlendirilir. Ordodoks dininin en büyük kilisesi olan yapı aynı zamanda imparatorların taç giyme törenlerindede kullanılmıştır. Yapımına 532’de başlanan üçüncü Ayasofya 537’de tamamlanmıştır ve Kutsal Bilgelik’e (Hagia Sophia) adanmıştır. İnşaatta kullanılacak malzemeyi üretmek yerine imparatorluk topraklarında bulunan yapılardan yararlanılmıştır. Kısa sürede inşaatın tamamlanmış olmasının nedeni olarak hazır malzemelerden yararlanılmış olması düşünülmektedir. Örneğin, Efes’teki Artemis Tapınağı, Mısır’daki Güneş Tapınağı, Lübnan’daki Baalbek Tapınağı. Kaplama ve sütunlarda kullanılan taşlar kırmızı porfir Mısır, yeşil porfir Yunanistan, beyaz mermer Marmara Adası, sarı taş Suriye. kara taş İstanbul kökenlidir. 558 tarihindeki depremde kilisenin ana kubbesi ve doğu bölümü etkilenir. Onarım çalışması Miletli İsodorus’un yeğeni genç İsodorus’a verilir. Bu çalışmalarda depremin etkisi dikkate alınarak önlemler alınmıştır. Kubbe eğrisi kubbe tabanından başladığı için yük dağılımı zayıf olan kubbe bu kez 6.25 m. yükseltilmiş ve hafif malzemelerle çözümlenmiştir. Ayrıca kubbenin dışa doğru itme gücünü karşılayacak kuzey ve güney duvarları dikleştirilmiştir; onarım 562 yılında tamamlanmıştır. Ancak önemli bir deprem bölgesinde olan Ayasofya, 869 ve 989 depremlerinden de etkilenmiş, İmparator II. Basil Agine ve Ani’deki büyük kiliseleri inşaa eden Ermeni mimar Trdat’a katedrali onartmıştır. Ayasofya 6 yıl süren onarım çalışmasından sonra yeniden 994’te açılmıştır. Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Venedik Cumhuriyeti’nin Doçu Henricus Dandolo komutasındaki Haçlılar Konstantinopolis’i ele geçirip kiliseyi yağmalamışlardır. Bu olayın ardından Ayasofya Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüşmüştür (12041261). Konstantinopolisi 1261’de Bizans ele geçirince Ayasofya Ortodoks dinine hizmet etmeye başlamıştır. Ancak yapı çok harap durumdadır. Bu nedenle, 1317’de imparator II. Andronikos Palaiologos imparator olduktan sonra onarım çalışmalarını başlatmıştır. Kuzey ve doğu kısımlarına 4 adet destek 112 itü vakfı dergisi Resim 7: Ayasofya, plan ( Heinz Kahler, Hagia Sophia, Frederick A. Praeger, Publishers, New York, 1967 ) Resim 8: Ayasofya, iç mekândan görünüş (Ödekan Arşivi) duvarı yapılır. 1344 depreminde kubbede çatlaklar belirir, 1346 depreminde de çeşitli bölümler çöker. Bu kez mimar Astras ve Peralta tarafından onarıma başlanır (1354). 1453 yılında İstanbul Osmanlıların eline geçince Ayasofya camiye çevrilir. 1935 yılında müze olana kadar cami olarak kullanılır. Osmanlı ve cumhuriyet dönemlerinde de onarımlara devam edilmiştir. Hıristiyan mimarisinde ibadet mekânının planı olarak bazilikal plan seçilmiştir. Bazilikal plan şeması orta ve yan neflerden oluşur ve bu tür kiliselerde örtü eğik çatıdır. Ayasofya mimarları bu plan şemasında kub- beyi merkezde egemen kılmak istemişler ve bazilikal şema ile merkezi mekânı birleştirerek kubbeli bazilika diye tanımlanacak bir Bizans kilise şemasını oluşturmuşlardır. (Resim 7) Orta nefin örtüsü kubbe ve yarım kubbe olmuştur. Orta nef ayrıca çeyrek kubbelerle örtülü exedralarla diagonallerde genişletilmiştir. Yan neflerde ise çapraz tonozlu mekân birimleri dizilidir.Kubbe ile örtülü orta nef imparator ve din adamlarına aittir ve törenler burada geçekleştirilir. Yan nefler ve galeri izleyicilere ayrılmıştır. İç mekânda kubbeyle örtülü merkezi birim kubbe kasnağındaki 24 adet pencereden gelen ışıkla aydınlanır. (Resim 8) Ayrıca kuzey ve güneyde kubbeyi taşıyan ana kemer yayının içini örten duvar yüzeyinde dizilen pencereler de merkezi birimdeki ışık kaynağına katkıda bulunur. Toplanma, Bir Araya Gelme/Namaz Kılma Mekânı: ŞEHZADE CAMİSİ (1543-48) Şehzade Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan’ın ilk erkek çocuğudur. Şiirlerinden anlaşılacağı gibi en sevdiği çocuğudur. (Resim 9) Bir şehzadeye cami yaptırmak Osmanlı tarihinde görülmemiş bir durumdur. Osmanlı devlet mantığı içinde bir şehzadeye bu büyüklükte bir cami yapılmasının uygun olmadığı vurguluyan D. Kuban külliyeyi Kanuni’nin kendisi için yapımına başlatmış olabileceği olasılığını düşünmekte ve yapım sürecinde Şehzade Mehmed’in ölümü üzerine çok sevdiği oğluna adamış olabileceğini bir varsayım olarak belirtmektedir.2 Caminin yapımı için Tezkiretü’l Bünyan 1543 tarihini verir. Kıble kapısındaki yazıtta ise yapımına 1544’te başlandığı ve 1548’de bittiği görülür. Külliyenin içinde avlu ve ibadet mekânı eşit iki kareden oluşur. (Resim 10) Plana kare ve dikdörtgenlerden oluşan kesin bir geometrik kurgu egemendir ve iç mekânın ana öğesi kubbedir. Kubbe dört ayak tarafından taşınır. (Resim 11) Ortadaki kare planlı hacım yarım kubbeler ve çeyrek kubbelerle örtülü dikdörtgen planlı hacimlerle dört yöne doğru açılmaktadır. Kare alanın köşeleri de küçük kubbelerle geçilmiştir. Böylece iç mekân boşluğu dört ayakla kesintiye uğramaktadır. Tüm ibadet mekânı zemine kadar inen pencere dizileriyla aydınlanır. İç mekân dış mekândan kopartılmamıştır. Belli bir düzeye kadar pencere aralarında kalan duvar yüzeyi çini panolarla bezelidir. Üst yapıda kalemişi bezeme kullanılmıştır. Resim 9: Şehzade Camisi, dış görünüş (Ödekan Arşivi) Değerlendirme Konumuzun üç yapısı üç ayrı çağın sıradışı başyapıtlarıdır. Panteon Antik Çağ’ın, Ayasofya Ortaçağ’ın, Şehzade Camisi Rönesans Çağı’na aittir. Genelde, özellikle Ayasofya ile Sultan Camileri, boyutsal ve etki açısından yarıştırılırlar. Bu tür yargılar, yaratıldıkları zamanın olanakları ve deneylerden elde edilen bilgi birikimi düşünülmeden yalnızca kişisel etkilenmeler sonucunda varılan kararlardır. Panteon’un (126) öncüleri görkemli antik çağ yapıtlarıdır. Hadrianus imparator olduktan sonra imparatorluğun hemen hemen tüm eyaletlerini dolaşmıştır. Bu onun geniş bir anıtsal mimarlık kültürüne sahip olduğunu gösterir. Çok yönlü entelektüel bir kişi olduğu söylenir. Özellikle bir philhellenism tutkunu ve mimarlığa özel ilgi duyan bir imparatormuş ve Roma’yı Atina’ya benzetmek istediği için kentte imar etkinliklerini başlatmış ve Panteon’un tasarımına da katkıda bulunmuştu. Rönesans mimarı Michelangelo Panteon için duyduğu hayranlığı “insan yapımı olamaz, melekler tarafından yapılmış olmalı” cümlesiyle tanımlamıştır. Hadrianus’un adını ölümsüzleştiren ve zamanında ve sonraki yıllarda ününü korumuş bu anıt, kuşkusuz 6. Yüzyılda Roma’dan sonra tüm Akdeniz İmparatorluğunu elde eden Bizans İmparatoru Justinianus’un hayalinde de erişilmesi gereken bir örnek olarak varlığını koruyordu. Her ne kadar imparatorlukta çok tanrılı inanç terk edilerek tek tanrılı din kabul edilmişse de, o da Roma geleneklerini sürdüren bir liderdi. Ataları Doğu Roma İmparatorlarıydı. Tanrının yeryüzünde vekili niteliğini 6. yüzyılda da korumaktaydı. O nedenle, zamanının iki büyük bilim insanına bu görevi verdi. Tralles'li fizikçi Anthemius ve Milet'li matematikçi İsidorus 6. yüzyılın strüktür ve teknik bilgilerini zorlayarak, hıristiyan dininin uzunlamasına ibadet mekânına, tıpkı Panteon’da olduğu gibi, Tanrısal mekânı simgeleyen kubbeyle örtülü hacmı yerleştirerek ikinci Akdeniz İmparatorluğunun anıtsal yapısını gerçekleştirdiler. İbadet mekânında İmparator halkıyla birlikte aynı kilisede bulunuyor ve dinsel törene katlıyordu, ama bazilikal planlı kilisenin orta nefi imparator ve mahiyetine ayrılmıştı ve orta nefte ilahi güçle dünyevi güç bütünleşiyordu. Bu anlamlı mekâna katılan mermer ve mozaik bezeme de bütünleşmeye katkıda bulunuyordu. Kubbenin merkezinde Pantokrator İsa mozaiği, daha aşağılarda havarilerle ilgili mozaikler bu soyut mekânda yerlerini almışlardı. Anlam ve biçim ilişkisi başarıyla kurulmuştu ama o günkü tasarımcılar depremle ilgili bilimsel verilerden yoksundular. Toplum depremin oluş nedenini yaygın olarak “İnsanların günahlarından dolayı Tanrı’nın ilahi adaleti ile insanları cezalandırması” olarak algılıyordu3. Şehzade Camisi, Sinan’ın anıtsal nitelikte mekân araştırması deneylerinden ilkidir. Kuşkusuz hem anlamsal hem de strüktürel olarak anıtsal yapı örneği karşısında durmaktadır. Ayrıca da, Ayasofya cami olarak kullanılmaya başlandığı için, içinde de yaşayarak mekânın anlamsal etkisini sürekli algılamıştır. Yapının görkemini yalnızca duyumsamamış, ayrıca ayrıntılarda dolanıp tasarımının ussal çözümlemesini kavramıştır. Uyarlama yetisi16.yüzyıl tasarımcısı olarak güçlü ve zayıf noktalarını analiz ederek değerlendirdiği Şehzade Camisi’ni izleyen yapılarında ürettiği çözümlerde de izlenmektedir. İlk Beyazıd Camisi’nde (1506) denenen Ayasofya’nın kubbe-yarım kubbe ilişkisinin uyarlamasını Süleymaniye Camisi’nde denemiştir. En son denemesi Selimiye’de 8 ayağa oturan tek kubbeyle örtülü hacımdır. İç mekânın bütünlüğünü bozan desteklerden arınmış, duvarlara alınmış 8 destekli kubbe strüktü- itü vakfı dergisi 113 MİMARLIK Resim 11: Şehzade Camisi, iç mekân (Ödekan Arşivi) Resim 10: Şehzade Camisi Plan- Kesit ( M. Sözen v.d., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, İstanbul, 1975) rüyle Selimiye, Ayasofya’dan çok, Panteon’la karşılaştırılacak bir başyapıttır. Kanuni Sultan Süleyman’ın onu Şehzade Camisi’nin yapımı için görevlendirdiğinde Üçüncü Akdeniz İmparatorluğunun Sultanı için, tıpkı İkinci Akdeniz İmparatorluğunun önderi Justinianus'da olduğu gibi, bir başyapıt üretmesi gerektiğinin farkındaydı ve doğal olarak onun da hesaplaşacağı örnek Ayasofya olacaktı. İlk anıtsal yapı denemesinde bunu başarıyla denemiş ve Şehzade Camisi’ni izleyen Süleymaniye ve Selimiye’de deneylerini doruk noktasına taşımıştır. Ayasofya’nın Şehzade Camisi’nde en önemli etkisi mekân çözümlemesinde görülür. Hıristiyan ibadet biçiminde gereken alt yapıda uzunlamasına mekâna üst yapıdaki merkezi mekânın oturtulması Ayasofya yapımında ve onarımlarında çalışan mimarlar için önemli bir sorundu. Anthemius ve İsodorus’un yaptığı kubbe tabanı dolaysız ana kemerlere oturmaktaydı ve bu nedenle kuzey-güney ekseni üzerinde itme gücünü karşılayacak destekleme zayıf kalıyordu. Kubbe her yönden aynı derecede destek görmesi gereken bir örtü öğesidir. Bu nedenle, genç İsodorus kubbe biçiminde değişiklik yapıp kubbeyi 6.5 m. yükselterek itme gücünü düşeye almaya çalışmıştı. Sonraki depremlerde de zarar gören yapıya bu kez payandalar eklemek gerekti. Sinan’ın anıtsal nitelikte bir cami inşa ederken ilk düşünmesi gereken konu çok sayıda insanın saflar halinde kıble duvarına paralel dizilerek namaz kılabileceği bir 114 itü vakfı dergisi mekânın tasarımıdır. Anadolu Türk mimarlığında 11. Yüzyıldan itibaren kubbe, örtü öğesi olarak giderek önem kazanmış ve Osmanlıda da mekânın ana öğesi olarak gelişme göstermiştir. Üç Şerefeli, Fatih ve Beyazıd Camileri Şehzade Camisi’nden önceki denemelerdir. Sinan Şehzade Camisi’nde özgün bir denemeyi gerçekleştirmiştir. Dört yönde yarım kubbelerle destekleyerek kubbenin eğrisel örtüsünü dış duvarlara kadar taşımıştır. İç mekânda yalnızca ana kubbeyi destekleyen dört ayak kalmıştır. Böylece içerde etkili bir iç mekân birliği yaratılmıştır. Pencere dizileri sayıca çoğalır ve zemine kadar iner. Aydınlık iç mekân dış mekâna açılır. Çini ve kalemişi duvar yüzeylerini anlamlandırır. Kubbe merkezineceli sülüs hat kullanılarak "Besmele” ile başlayarak “Fatiha Suresi” yazılmıştır. Mekânda mistisizm kaybolmuştur ama kutsallık egemendir. Sinan Ayasofya’da kubbe ve yarım kubbe ilişkisini yorumladığı gibi geçiş öğeleri, galeriler, uçan payandalar ve kuleler gibi öğeleri de değerlendirmesini bilmiş onları cami tasarımına uyarlamaya çalışmıştır. 4 İç mekândaki bu geometrik kurgu dış yapının dengeli plastik yapısına da yansır. Dışarda revaklarla hafifletilmiş, ancak sağlam bir kütle görünümü kazanır. Şehzade Camisi’nde mekân düzenlemesi ve plastik değerler konusunda getirdiği yeni yaklaşımlar dışında Süleymaniye Camisi’nde “boşluk rezonatörü“ ve keten kaplama kullanarak akustik düzeninde de önemli bir denemeye imzasını atmıştır. 1889 yıllık Panteon, 1478 yıllık Ayasofya ve 467 yıllık Şehzade Camisi Roma ve İstanbul’da Akdeniz imparatorluklarının herbirinin simge yapıları bu üç başyapıt bir diğeri için hem motivasyon kaynağı hem de bilgi kaynağı olarak varlıklarını korumaktadırlar. Panteon, San Pietro ve Paris Panteon gibi Avrupa mimarisini gelişmesini sürekli etkilemiştir. Ayasofya Bizans mimarlığında tek örnek olarak kalmıştır. Bunun temel nedeni kültürel farklılaşmadır. Justinianus dönemi Bizans’ın Altın Çağı diye anılır. Bu durum hıristiyan kültürü içinde Roma sivil iktidar güçünün ağırlıklı olduğu bir dönemdir. 6. Yüzyılı izleyen yüzyıllarda Bizans İmparatorluğunda toplumda ağırlık Hıristiyan kültürünün egemenliğine doğru kaymıştır. Sivil iktidar gücünün yerini kilise almıştır. Bu nedenle, tasarım anlayışı farklılaşmış ve kilise mimarlığında İsa simgesi taşıyan yunan haçı planlı şema kullanılır olmuştur. Yapılan kiliseler de küçük boyutlu yapılardır. Ayasofya’nın yinelenmesine gerek kalmamıştır. Sinan’ın Sultan Camileri’nin Osmanlı mimarlığı gelişme çizgisi içinde özellikle tek kubbeyle örtülü mekân çözümlemesine katkısı olmuştur. Batılılaşma dönemi yapısı Nuruosmaniye’de de bunu görmek olasıdır. Ne yazık ki Sultan Camileri, günümüz cami tasarımında kaynak değil, taşıdığı değerler kavranmadan “kopya”lanacak örnekler olarak durmaktadır. Kaynaklar 1) tdk.gov.tr 2) D.Kuban, Osmanlı Mimarisi,Yem Yayın, 2007, 270-73 3) M. Bakır, “Doğa Olayı mı, Tanrı’nın Gazabı mı: Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar?” Eğitim, İTÜ Vakfı Yayını, 68, 2015, 58-60 4) M. Ahunbay-Z.Ahunbay, “Structural Influence of Hagia Sophia on Ottoman Architecture,”Hagia Sophia from the Age of Justinian to the Present, Cambridge University Press, Cambridge, 1992, 179-194. DEPREM Prof. Dr. Naci Görür Bilim Akademisi Üyesi İTÜ Genel Jeoloji Grubunca koordine edilen ve yürütülen çalışmaların sonucunda şu önemli işler yapılmış ve sonuçlara ulaşılmıştır: Marmara Denizi’nin tabanında İstanbul dahil tüm Marmara Bölgesini tehdit eden aktif bir fay sistemi vardır. Bu çalışmalar sırasında bu sistem ayrıntılı bir biçimde tanımlanmış ve haritalanmıştır… 1999 Yalova ve Düzce Depremlerinden 16 Yıl Sonra Beklenen Marmara Depremi Bugüne Kadar Yapılan Deprem Araştırmaları 999 depremlerinden hemen sonra Sismik-1, Çubuklu, Le Suroit, Odin Finder, Urania, Le Nadir, Marion Dufrasne ve L’Atalante gibi yerli ve yabancı gemilerle Marmara Denizi’nde deprem araştırmaları yapıldı. Bu araştırmalar ağırlıklı olarak İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji grubu tarafından yabancı partnerleriyle birlikte yürütüldü. 2003 senesine kadar TÜBİTAK’ın da bu çalışmaların koordine edilmesine büyük katkıları oldu. Çok maliyetli olan araştırmalar tamamen yurtdışı kaynaklarla finanse edildi. Maalesef, Türk hükümetleri herhangi bir katkıda bulunmadı. Görev tanımı içerisinde deprem araştırmaları olan kurumlar da bu çalışmalardan uzak durdu. Bu uzak duruş, maalesef, İTÜ’nün 1 son iki yönetimince de sergilendi. Dünyanın en ileri deprem araştırmalarının yapıldığı bu proje ne İTÜ Rektörlüğünce ne de Deprem Araştırma Enstitüsü’nce sahiplenildi. Beklenen Marmara depremiyle ilgili uluslararası standartlarda bilimsel veriler bu çalışmalarla üretilirken, birçok kişi ve kurum bu verilerden yararlanmadan, araştırmaya dayalı olmayan ve kendinden menkul görüş ve bilgilerle işi idare ettiler. Maalesef, aynı tutum bugün de devam etmektedir. Deprem Araştırmalarının Sonuçları İTÜ Genel Jeoloji Grubunca koordine edilen ve yürütülen çalışmaların sonucunda şu önemli işler yapılmış ve sonuçlara ulaşılmıştır: Marmara Denizi’nin tabanında İstanbul dahil tüm Marmara Bölgesini tehdit eden aktif bir fay sistemi vardır. Bu çalışmalar sırasında bu sistem ayrıntılı bir biçimde tanımlanmış ve haritalanmıştır (Şekil 1). Fay sisteminin bazı kesimlerinde gaz (metan) ve tatlı su çıkışlarının olduğu gözlenmiş ve sistem içerisinde gazhidrit (donmuş Metan) oluşumuna da rastlanmıştır. Deniz tabanında faylar boyunca gaz ve su çıkışlarının sürekli olarak izlenmesi önemlidir. Bu akışkanlar depremin ilk başlayacağı arz kabuğu içerisindeki derinliklerden fay düzlemlerini kullanarak deniz tabanına ulaşmaktadırlar. Bu nedenle deprem başladığında kabuk içerisinde olması muhtemel fiziksel ve kimyasal değişimlerden etkilenirler. Diğer bir deyişle, bu akışkanların deprem öncesi ve sonrası fiziksel ve kimyasal özelliklerinde belirgin değişimler olabilir. Eğer bu özellikler deprem öncesinde sürekli itü vakfı dergisi 115 DEPREM olarak takip edilirse süreç içerisinde görülebilecek ani değişimler gelmekte olan depremin ayak sesleri diye algılanabilir. Sürekli takip ancak deniz tabanında kurulacak olan “denizaltı gözlem istasyonları” vasıtasıyla yapılabilir. Bu istasyonlar akışkanların çeşitli fiziksel ve kimyasal özelliklerini deniz tabanında ölçebilen ve karaya ileten sensörlerden ibarettir (Şekil 2). İTÜ Genel Jeoloji ekibi, yabancı ortaklarıyla birlikte bu konuda da ayrıntılı çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar Avrupa Birliği’nin ESONET (European Observatory Network) ve EMSO (European Multidisciplinary Seafloorand Water Column Observatory) projeleri kapsamında yapılmıştır. Çalışmalar sonunda deniz altı gözlem istasyonlarının kaç tane ve nasıl olacağı ve nerelere konulması gerektiği saptanmıştır. Ama ne yazık ki, diğer araştırmalarda olduğu gibi, bu konuda da yetkililerden herhangi bir destek alınamamıştır. DPT ve TÜBİTAK’a verilmiş olan projeler reddedilmiştir. Yetkililerin ve afetle ilgili kurumların bu duyarsız davranışlarının nedeni ne olursa olsun şu gerçeği hiç unutmamalıdırlar: Marmara Bölgesi denizden kaynaklanacak olan bir deprem tehdidi altındadır ve bilimsel araştırmalar bu tehlikenin er veya geç kapıyı çalacağını göstermektedir. Depreme Hazırlık ve Rant Odaklı Kentsel Dönüşüm Bu bilimsel gerçeğe rağmen kentlerimiz depreme karşı yeterince hazırlıklı değildir. Esasen son Artvin, Hopa olaylarının da açık bir şekilde gösterdiği gibi, heyelan, kuraklık, vb. iklim değişiminden kaynaklanan doğal afetlere karşı da hazırlıklı oldukları pek söylenemez. Bunun pek çok nedeni var. Bu nedenleri özellikle İstanbul için sıralarsak yoğun göçü, nüfus artışını, plansız şehirleşmeyi, politik yaptırım eksikliğini ve yerel yönetim sorunlarını (yetki ve kaynak yetersizliği, uzman teknik eleman azlığı, afetlerle ilgili bilgi, bilinç ve deneyim noksanlığı, gerekli ekip ve ekipman azlığı, vb.) söyleyebiliriz. 1999 depremlerinden sonra İstanbul’da ve deprem kuşağındaki birçok kentimizde bir takım önlemler alındı ve bazı hazırlıklar yapıldı. Alınan önlemler ağırlıklı olarak inşaat işleriyle ilgili oldu. Yapı denetimi, zemin etüdü daha ciddiye alındı ve bunlar için çeşitli kontrol mekanizmaları geliştirildi. Özellikle İstanbul’da 116 itü vakfı dergisi Şekil 1: Marmara Denizi’nin dibindeki fay sistemi Boğaz üzerindeki köprüler ile çeşitli viyadük ve tünellerde güçlendirme yapıldı, resmi binalar elden geçirildi. Ancak, bütün bunlara rağmen deprem beklenen bir kentte olması gereken boyutta ve ciddiyette hazırlık yapılmadı. Depreme hazırlık sadece yapı stokuna indirgendi ve bu iş bir müteahhitlik projesi şeklinde algılandı. Hal böyle olunca da depreme hazırlığın adı “kentsel dönüşüm” oldu. Bu anlayış rantı gündeme getirdi ve hazırlıklar (veya kentsel dönüşüm!) doğal olarak rantın yüksek olduğu alanlara kaydı. Başka bir deyişle, hazırlık için deprem riski yüksek olan yerlere girmek yerine getirisi yüksek olan yerlere girildi. Bunun başlıca sebebi de dönüşümün maddi kaynağının belediyelerce imar teşviklerine bağlanmış olmasıdır. Bundan da anlaşılacağı gibi, doğru yerde doğru bir deprem hazırlığı yapılamadı. Halbuki kentsel dönüşüm semtlerin karşı karşıya olduğu tehlike ve risk sıralamasına göre yapılsaydı durum elbette ki çok daha farklı olurdu. Deprem Odaklı Gerçek Kentsel Dönüşüm Kent ölçeğinde doğru bir depreme hazırlık için en başta yapılması gereken üç şey vardır: Tehlike analizi, risk analizi ve risk azaltma çalışmaları… Tehlike analizi; deprem etütlerini, tehlike veri tabanlarının hazırlanmasını, mikro-bölgeleme çalışmalarını ve ayrıntılı zemin etütlerini içerir. Risk analizi; risklerin belirlenmesi, duyurulması, mekânsal dağılımlarının tespit edilmesi, önlem önceliklerinin belirlenmesi ve senaryo çalışmalarını kapsar. Risk Şekil 2: Deniz altı istasyonuna konulacak sensör sistemi. azaltma çalışmaları ise; gerekli politika ve stratejilerin belirlenmesini, risk azaltma stratejik planlarının hazırlanmasını, doğru arazi kullanımını, afete duyarlı yerleşim planlaması yapılmasını, yapısal ve yapısal olmayan önlemlerin alınmasını, etkin yapı denetimini, yapı stoğunun ve altyapının güçlendirilmesini, kentsel sakınım ve dönüşüm planlamasını ve risklerin transferi ve paylaşımını kapsar. Bu işlemler yapıldıktan sonra ancak güvenli bir deprem odaklı kentsel dönüşüm yapılabilir. Yoksa bugün yapıldığı gibi bir kenti depreme hazırlamak sadece yapı stokunun depreme güvenli bir hale dönüştürülmesiyle olmaz. Kentin insan, altyapı, çevre ve yönetim anlayışının da afetle baş edebilir hale getirilmesi gerekir. Bu da ancak kentte yaşayan herkesin yönetimle bütünleşip bir seferberlik havasıyla iş ve güç birliği yapmasıyla olur. TEKNOKENT DOSYASI İTÜ ARI Teknokent’teki 8 Firma Daha Amerika Kapısını ITU GATE İle Açtı İ TÜ ARI Teknokent’in girişimcileri yurtdışına taşıyarak uluslararası birer markaya dönüşmeleri adına desteklediği ITU GATE Programı’nın 2. döneminde seçilen 8 firma daha Chicago ve San Francisco’ya giderek uluslararası yatırımcılarla tanıştı. 13 Temmuz’da toplam 16 firma arasından seçilen 8 yazılım firması, Ağustos’un ilk haftasıyla birlikte ITU ARI Teknokent’in ofisinin bulunduğu Chicago 1871’in yanı sıra San Francisco’da Rocket Space kuluçka merkezine gitti. Burada uluslararası yatırımcılar, girişimciler ve akademisyenlerle tanışan firmalar, kendilerini tanıtma ve yeni işbirlikleri kurma fırsatı buldu. ITU GATE süreci ITU GATE sürecine seçilen firmalara öncelikle, ABD pazarına giriş stratejileri, pazar araştırması, ürünün rekabetçi avantajlarını konumlandırma, hikayeleştirme, fiyat ve gelir modeli gibi pek çok konuyu kapsayan 2 aylık bir eğitim sunuluyor. Bu hızlı ve kapsamlı eğitimle birlikte firmalar özellikle pazarlama alanındaki yeteneklerini geliştiriyor. Eğitim sonunda aralarında yatırımcıların da bulunduğu bir jüriye sunumlarını gerçekleştiren firmalar arasından seçim yapılıyor. Seçimin ardından başarılı bulunan firmalar 1 ay ABD kampına alınıyor. ABD serüveni boyunca firmalara iş geliştirme faaliyetlerinde danışmanlık hizmeti sunuluyor. Girişimciler Amerika’da Chicago ve San Francisco’da kuluçka merkezlerine giderek burada uluslararası yatırımcılarla, akademisyenlerle ve girişimcilerle tanışma imkanı yakalıyor. ITU GATE girişimci firmalara sunduklarıyla “hızlandırma programı” kavramını tam anlamıyla karşılıyor. Halihazırda bir iş planı doğrultusunda faaliyetlerini yürüten firmaların katıldığı ITU GATE’in 3.dönemine başvurular ise 7 Ağustos’a kadar http://itugate.com/tr adresi üzerinden yapıldı. ITU GATE’in 2. Döneminde Amerika’ya gitmeye hak kazanan 9 firma: AppAnalytics: Mobil uygulamalarda kullanıcı davranışını ölçümlemek ve kullanıcı deneyimini iyileştirmek için analitik servisini sunuyor. Bilgera: Hızlı tüketim ürünleri alanında mobil saha satış otomasyon platformları ile firmaların saha operasyonlarında daha verimli çalışmalarına olanak tanıyor. Boni: Görme engellilere yönelik navigasyon gibi fiziksel mekan ve nesnelerle etkileşim kurabilen mobil uygulamalar üretiyor. Evam: Büyük veri ve hızlı veriyi analiz ederek işletmelerde kullanıcıların anlayabileceği hale getiriyor. Böylelikle müşteri davranışlarının gerçek zamanlı takibine olanak tanıyarak firmaların ileriye dönük stratejilerini oluşturmasına olanak tanıyor. Gullseye: Limanların daha iyi yönetilmesini sağlayarak verimliliği artıran yazılım geliştiriyor. i2i Systems: GSM operatörlerinin yanlış faturalandırma ve ücretlendirme sorunlarını ortadan kaldıran yazılımlar üzerinde çalışıyor. Segmentify: E-ticaret ve içerik sağlayıcı firmaların ziyaretçilere özel kampanyalar ve ürünler sunmasına yardımcı olan yazılımlar üretiyor. Sestek: Ses biyometrisi, sesli yönlendirme, ses sentezi ve konuşma analizi gibi ses odaklı işlemleri gerçekleştiren teknolojiler üretiyor. itü vakfı dergisi 117 TEKNOKENT DOSYASI İTÜ ARI Teknokent ve İTÜNOVA TTO, TÜBİTAK MARTEK ile İşbirliği Protokolü İmzalandı Türkiye’de Girişimcilik Ekosisteminin önde gelen aktörlerinden TÜBİTAK MARTEK, İTÜNOVA TTO ve İTÜ ARI Teknokent işbirliğine gitme kararı aldı. Her üç kurumun da marka bilinirliklerinin ve mevcut faaliyet kabiliyetlerinin arttırılması amacı ile 26 Ağustos 2015 tarihinde üç kurum kendi aralarında işbirliği protokolü imzaladılar. Ülkemizin köklü ve alanlarında ciddi çalışmaları bulunan TÜBİTAK MARTEK, İTÜNOVA TTO ve İTÜ ARI Teknokent arasındaki protokolün, kurumların vizyon paylaşımına olanak sağlaması hedefleniyor. İmzalanan protokol ile DemoDay (Girişimci - yatırımcı buluşmaları) etkinliklerinde üç kurumun da bünye ve ağlarında bulunan yatırımcılar ile anlaşmalı kurumları desteklemesi amaçlanıyor. İTÜNOVA TTO ve İTÜ ARI Teknokent yöneticileri, mevcut firmalarının ihtiyaçları doğrultusunda muafiyetlerle beraber seri üretim yapılabilmesi için; Türkiye’deki Teknoparklar içinde tek olan TÜBİTAK MARTEK TEKSEB (Teknoloji Serbest Bölgesi) hakkında bilgilendirildi. Ayrıca protokol imza töreninde, TÜBİTAK Marmara Teknokent Genel Müdür Dr. Orhan ÇÖMLEK, İTÜNOVA TTO Genel Müdürü Dr. Ercan ÇİTİL ve İTÜ ARI Teknokent Genel Müdür Yardımcısı Gökçe TABAK kendi kurumları hakkında bilgi vererek, ekiplerinin işbirliğini derinleştirebilmeleri adına çalışılmasını talep ettiler. İmzalanan protokol kapsamında, Horizon 2020 konusunda ortak proje yazılması da hedefleniyor. İTÜ GATE Programıyla ABD’ye giden Boni, bu pazarda ilk satışını gerçekleştirdi İTÜ ARI Teknokent’in girişimcileri yurtdışına taşıyarak uluslararası birer markaya dönüşmeleri adına desteklediği ITU GATE programıyla ABD’ye giden 8 firma, projeleriyle ABD’li yatırımcıların dikkatini çekti. Bu firmalar arasında yer alan Boni, ABD pazarındaki ilk satışını da bu seyahat sırasında gerçekleştirdi. ITU GATE kapsamında öncelikle Chicago 1871 kuluçka merkezine giden ITU GATE firmalarından Boni, görme engellilerin iç mekanlarda rahatça yönlerini bulmalarını sağlayan Loud Steps ürününün satışını da 1871’e gerçekleştirmiş oldu. Bu satış ile Boni, 1871’e hem Beacon altyapısı kuracak hem de Loud Steps’i geliştirme platformu 118 itü vakfı dergisi ile birlikte içerde yer alacak beacon ağına entegre edecek. 2011 yılında kurulan ve Ar-Ge çalışmalarını İTÜ Elektronik Haberleşme Bölümünde gerçekleştiren Boni, fiziksel mekan ve nesnelerle etkileşim kurabilen mobil uygulamalar üzerine odaklanıyor. Bu alanda, AVM, havaalanı, hastane ya da kamu binaları gibi, halka açık yapılar için farklı hizmetler geliştiriyor. ABD gezisine katılan diğer İTÜ GATE firmalarıyla birlikte Chicago’nun ardından San Francisco RocketSpace kuluçka merkezine giden Boni’nin hedefinde, ürününü daha fazla kurum ve yatırımcıya tanıtmak, satışın yanısıra, ABD yolculuğunda kalıcı bir iş ağı kurmak yer alıyor. İTÜ ARI Teknokent Firması Bilgera, ABD’de Social Enjoyment ile iş ortağı oldu İTÜ ARI Teknokent’in girişimcileri yurtdışına taşıyarak uluslararası birer markaya dönüşmeleri adına desteklediği İTÜ GATE programıyla ABD’ye giden 8 firma Ameri- kalı yatırımcıların gözdesi oldu. İTÜ GATE programı kapsamında Ağustos başında ABD’ye giden ve ayağının tozuyla ilk satışını gerçekleştiren Boni’nin ardından, Bilgera Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Zirvesi'nde İkincilik İTÜ ARI Teknokent'in! da önemli bir anlaşmaya imza attı. Bilgera, gluten ya da sülfid gibi zararlı maddelerden arındırılmış dünyanın en sağlıklı alkol üreticisi Social Enjoyments’ın iş ortağı oldu. Özellikle hızlı tüketim ürünleri alanında sunduğu otomasyon platformu ile en etkin satış sürecinin sağlanmasına olanak tanıyan Bilgera, bu işbirliği sonucu Social Enjoyments'ı ABD’deki ilk müşterisi olarak da portföyüne ekledi. Bilgera, sunduğu Repzone Platformu ile satış ve dağıtım organizasyonunun mobil platformlardan izlenmesine olanak tanıyor. Bu sayede saha operasyonlarına anında müdahale edilebiliyor. Bu da bütçe takibinden, raporlamaya firmanın satış sürecini en düşük maliyet ve en yüksek verim ile gerçekleştirmesine olanak tanıyor. İTÜ GATE programı kapsamında Amerika’ya giden firmalar, 20 Ağustos’ta İTÜ ARI Teknokent’in kendi ofisinin de olduğu Chicago 1871’de, 28 Ağustos’ta ise San Francisco RocketSpace kuluçka merkezinde Demo Day’e katıldılar. Bu etkinliklerde daha fazla yatırımcı ile buluşarak uluslararası bir firma olmanın kapısını araladılar. Bilgera hakkında daha fazla bilgi için: http://www.bilgera.com.tr/ İTÜ ARI Teknokent Bitirme Tasarım Projesi Ödülleri 2016 İTÜ ARI Teknokent, 2015 - 2016 öğretim yılından başlamak üzere, her bir öğretim yılı için lisans mezuniyet aşamasındaki son sınıf İTÜ öğrencilerine yönelik yepyeni bir yarışma başlatıyor. Bu yarışmanın amacı, öğrencilerin bölümlerinden mezun olurken gerçekleştirmekte oldukları mezuniyet projelerindeki yenilikçilik ve girişimciliklerini vurgulamak, bu projelerini hayata geçirmek yolunda onları desteklemek ve mezun olurken ödüllendirmelerini sağlamaktır. İTÜ ARI Teknokent, 2014 yılı Performans Endeks Sonuçları'nda Teknokent olarak “Teknoloji Geliştirme Bölgeleri” sıralamasında bu yıl bir sıra daha yükselerek ikinci oldu. İTÜ ARI Teknokent, Teknoloji ekosistemimize katkı sağlamaya, gelişip, geliştirmeye ve ülkemizle beraber yükselmeye devam edecek. Ödüller: Yarışmanın birincisi 20.000 TL Yarışmanın ikincisi 10.000 TL Yarışmanın üçüncüsü 5.000 TL nakit ödül kazanacaktır. itü vakfı dergisi 119 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ Ailesi’nin ürettiği, güneş enerjisiyle çalışan ilk aile arabası görücüye çıktı… İ TÜ'nün akademik kadrosu liderliğinde, İTÜ Güneş Arabası Ekibi'nin tasarlayıp ürettiği Türkiye'nin güneş enerjisiyle çalışan ilk aile arabasıı "Aruna"nın sponsorları İTÜ'de bir araya geldi. Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ev sahipliğinde gerçekleşen davete; İstanbul Vali Yardımcısı Engin Durmaz, ana sponsorlardan Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Dursun Özbek, Galatasaray Genel Sekreteri Fatih İşbecer ve diğer sponsor temsilcileri katıldı. Davete katılan İstanbul Vali Yardımcısı Engin Durmaz’a ve sponsorlara teşekkür eden Rektör Karaca, “Çoğu İTÜ mezunu olan saygın iş adamlarının sponsorlu- 120 itü vakfı dergisi İTÜ Güneş Arabası Ekibi’nin tasarlayıp ürettiği, Türkiye’nin güneş enerjisi ile çalışan ilk aile arabası “Aruna”nın sponsorları, İTÜ’de bir araya geldi. ğunda, İTÜ’nün vizyoner akademik kadrosunun liderliğinde, İTÜ öğrencilerinin elinden çıkan, Türkiye’nin güneş enerjisiyle çalışan ilk aile arabası Aruna ile karşınızda olmaktan mutluyum. Bugün, “Aruna”ya verdiği desteklerden dolayı sponsorlarınıza teşekkür etmek üzere biraraya geldik. Üniversitemiz içinde de “Yeşil Kampüs” anlayışı ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz. İnsana ve doğaya saygı duyan bu anlayışı bilimsel altyapımız, teknolojik olanaklarımız ve güçlü akademik kadromuz ile sürdürüyoruz ve ilk’leri gerçekleştirmeye devam ediyoruz. Yeşil enerji üzerine çalışan başka takımlarımız ve projelerimiz de var. Bu projelerle de sponsorlarımızın desteği ile yeni başarılar kazanacağımıza inanıyorum” dedi. Davete katılmaktan büyük mutluluk duyduğunu dile getiren Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Dursun Özbek, “Bir İTÜ’lü olmanın gururunu yaşıyorum. Bizler elimizden geldiğince genç arkadaşlarımıza destek olacağız” dedi. Savunma Sanayii Araştırmacıları İTÜ'de Yetişiyor 2 Galatasaray Spor Kulübü Başkanı İTÜ mezunu Dursun Özbek, İTÜ Güneş Arabası Ekip Kaptanı Burak Oklar'ı tebrik etti. “En çok kupaya sahip güneş arabası ekibiyiz” İTÜ Güneş Arabası Ekibini temsilen konuşan Burak Oklar da “İTÜ demek bilim demek, teknoloji demek, teknik imkân ve 242 yıllık birikim demek. Geleceğin alternatif enerjisi ile çalışan araçlar üretmek, yerli otomobil üretimine destek vermek ve alternatif enerjinin günlük hayatta uygulanabilir olduğunu göstermek amacıyla bundan 11 yıl önce ilk arabamızı ürettik. En çok kupaya sahip güneş arabası ekibi olarak ilk hedefimiz, önümüzdeki günlerde çıkacağımız Türkiye turunu başarıyla tamamlamak” dedi. Konuşmaların ardından, Aruna ilk kez davetlilerin huzuruna çıktı. “Aruna”, kilometrede 1 kuruşluk enerji harcıyor… Ortalama 70 kilometre hızla, 5 liraya, 500 kilometre yol gidecek… Üniversite öğrencilerinden oluşan ve 11 yılda yaptığı 7 arabayla 19 kupa kazanan İTÜ Güneş Arabası Ekibi, Türkiye'nin güneş enerjisi ile çalışan, ilk 4 kişilik aile arabasını üretmenin gururunu yaşıyor. Aruna, yerli otomobil üretimine destek vermek ve alternatif enerjinin günlük hayatta uygulanabilir olduğunu göstermek amacıyla tasarlandı. İTÜ’nün çeşitli fakültelerinde okuyan 25 kişilik ekip, üniversitenin imkânlarını kullanarak ürettiği ilk aile arabası ile önce, Türkiye turuna çıkacak ardından da Ekim ayında gerçekleşecek “World Solar Challenge” yarışmasına katılmak üzere Avustralya’ya gidecek. 42 yıllık birikimi ile İTÜ, Savunma Sanayii’nde de öncü rol üstleniyor. Üniversite-sanayi işbirliğinin güzel bir örneği olan SAYP kapsamında 300 bin araştırmacı yetiştirilmesi planlanıyor. İTÜ – Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM) – Roket Sanayii ve Ticaret AŞ (ROKETSAN) ve FNSS Savunma Sistemleri AŞ (FNSS) arasında Savunma Sanayii İçin Araştırmacı Yetiştirme Programı (SAYP) kapsamında işbirliği protokolü imzalandı. 21 Ağustos 2015 Cuma günü saat 08.30’da İTÜ Rektörlüğü Senato Toplantı Odası’nda imzalanan protokol törenine Savunma Sanayii Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Demir, İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, ROKETSAN Genel Müdür Yardımcısı Dr. Sartuk Karasoy, FNSS Savunma Sistemleri Genel Müdürü Kadir Nail Kurt çok sayıda akademisyen ve yönetici katıldı. "Aynı zamanda bir İTÜ’lü olarak burada olmaktan da mutluluk duyuyorum” Törende konuşan Savunma Sanayii Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Demir, “Savunma sanayisi ülkenin bilim, teknoloji ve sanayisinden bağımsız düşünülemez. Hedeflerimize ulaşmak için teknoloji tabanının oluşturulması ve teknolojik ilerlemenin sağlanması için bilim adamları ve araştırmacılara olan ihtiyacımız çok fazla. Üniversite-sanayi işbirliğinin güzel bir örneği olan SAYP kapsamında 300 bin araştırmacı yetiştirilmesini planlıyoruz. Bu bağ- lamda daha önce başka üniversitelerle yaptığımız bu işbirliğine İTÜ ile işbirliğimizi de ekliyoruz. Aynı zamanda bir İTÜ’lü olarak burada olmaktan da mutluluk duyuyorum” dedi. “Her zaman mezunlarımızın Ankara’ya gitmesinden yakınırdık. Şimdi ise Ankara bizimleproje yürütmek ve iş birliği içine girmek için İstanbul’a geldi.” Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, “242 yıldır aralıksız eğitim yapan, ülkenin modernleşmesi açısından markalaşmış bir yapıya sahip olan İTÜ için, bu tür projeler her zaman önemli bir yere sahip”dedi. Üniversite, sanayi işbirliğinin önemini vurgulayan Karaca, “Her zaman mezunlarımızın Ankara’ya gitmesinden yakınırdık. Şimdi ise Ankara bizimle proje yürütmek ve iş birliği içine girmek için İstanbul’a geldi. Bu bize gurur verdi” diye konuştu. Konuşmaların ve törene katılan firmaların sunumlarının ardından işbirliği protokolünün imzaları atıldı. İTÜ Rektörlüğü’nde gerçekleşen törenin ardından, İTÜ ARI Teknokent binasında da İTÜ - Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI) ve SSM arasında “Döner Kanat Teknolojileri Merkezi (DKTM)” kapsamında onayı verilen projelerin imza töreni gerçekleştirildi. Savunma Sanayii alanında faaliyet gösteren ROKETSAN ve FNSS şirketlerinde çalışan ve aynı zamanda İTÜ’de lisansüstü eğitim gören/görecek öğrencilere yönelik araştırma projeleri gerçekleştirilmesi planlanan SAYP’ın amaçları arasında şunlar yer alıyor: • Savunma sektörünün öncelikleri doğrultusunda, Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın yönlendirmesiyle, Savunma Sanayii şirketleri ile üniversite arasındaki bilgi transferinin daha sistematik hale getirilmesi, • Savunma Sanayii şirketlerinde çalışanlar tarafından İTÜ’de yapılan lisansüstü tezlerin, şirketlerin Ar-Ge ihtiyaçlarına yönelik şekilde yapılandırılması ve savunma sektörünün öncelikli alanlarına yönlendirilmesi, • Lisansüstü eğitim alacak öğrencilerin, Savunma Sanayii şirketleri tarafından sağlanan olanaklara, savunma alanında nitelikli Ar-Ge elemanı yetiştirilmesi. itü vakfı dergisi 121 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ'den İstihdama Yönelik Yeni Bir Araştırma Raporu İTÜ Bilim, Mühendislik ve Teknolojide Kadın Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi (İTÜ BTM-KAUM) ve Levy Ekonomi Enstitüsü tarafından hazırlanan “Sosyal Bakım Hizmetlerine Kamu Yatırımının İstihdam, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Yoksulluğa Etkileri: Türkiye Örneği” adlı araştırma raporu 18 Eylül 2015 Cuma günü gerçekleştirilen tanıtım toplantısında sunuldu. İTÜ Maçka Kampüsü Sosyal Tesisleri’nde gerçekleşen tanıtım toplantısı İTÜ Kadın Araştırmaları Merkezi ve Levy Ekonomi Enstitüsü işbirliği, ILO Türkiye Ofisi, UNDP Türkiye Ofisi, UNDP Avrupa ve Orta Asya Bölge Ofisi, UN Women Avrupa ve Orta Asya Bölge Ofisi ve Aydın Doğan 122 itü vakfı dergisi Vakfı desteği ile gerçekleştirildi. İTÜ BTM-KAUM Müdürü Prof. Dr. Fatma Arslan, Aydın Doğan Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Candan Fetvacı, ILO Türkiye Ofisi Direktör Vekili, Program ve İdari İşler Sorumlusu Özge Berber Ağtaş, UNDP Avrupa ve BDT İstanbul Bölge Ofisi Direktörü Rastislav Vrbensky, UN Women Avrupa ve Orta Asya Direktörü ve Türkiye Temsilcisi IngibjorgGisladottir’in de aralarında bulunduğu çok sayıda davetli katıldı. Kız öğrenci ve kadın akademisyen varlığının üniversitemizde giderek arttığını belirten Prof. Dr. Fatma Arslan “Gerek merkezimizde gerekse üniversitemizde toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesi ve kadınların güçlenmesine yönelik araştırma, eğitim ve uygulama çalışmaları yapıyoruz. Merkezimizde yürütülen faaliyetlerle, bölümlerde uygulanan programları, araştırmaları toplumsal cinsiyet bakış açısıyla tamamlamak ve zenginleştirmek amacıyla destek sağlamayı hedefliyoruz” diye konuştu. Çocuk Bakım Hizmetlerine Kamu Yatırımı 719.000 Yeni İstihdam Kazandıracak Toplantıda sunumu gerçekleştirilen “Sosyal Bakım Hizmetlerine Kamu Yatırımının İstihdam, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Yoksulluğa Etkileri: Türkiye Örneği” isimli raporda, kadın istihdamını arttırmak için kadınları zorunlu eve bağlayan çocuk bakım hizmetlerinde Türkiye'nin OECD seviyesine çıkarılması öneriliyor. Raporda Türkiye’nin erken çocukluk bakım ve okul öncesi eğitim kurumlarına kayıt oranlarında OECD ortalamasına ulaşmak için gündüz bakım merkezleri ve anaokullarına yapılacak ek 20,7 milyar TL’lik bir kaynak tahsisinin sağlayacağı yeni istihdam fırsatlarının yanında toplumsal cinsiyet eşitliği, gelir ve yoksulluk etkileri de değerlendiriliyor. Bu bağlamda yapılacak yatırımların, 719 bin yeni istihdam yaratabileceği belirtiliyor. Araştırma kapsamında yapılan tahminlere göre bu büyüklükte yapılacak bir yatırımın, inşaat sektörüne yapılacak eşit orandaki bir yatırımdan 2,5 kat daha fazla istihdam saylayabileceği öngörülüyor. Ayrıca erken çocukluk bakımı ve okul öncesi eğitime yapılacak ek harcamalarla bu sektörde ve dolaylı yollardan diğer sektörlerde yaratılan işlerde kadınların payı %73, inşaat sektöründe ise sadece %6 olarak tahmin ediliyor. Ulusal Jeodezi ve Jeofizik Birliği Toplantısı İTÜ’de Yapıldı Türkiye Ulusal Jeodezi ve Jeofizik Birliği (TUJJB) 2015 Yılı İkinci Olağan Konsey Toplantısı, 18 Eylül 2015 tarihinde İTÜ’nün ev sahipliğinde gerçekleştirildi. İTÜ Rektörlüğü Senato Odası’nda düzenlenen toplantıya, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Harita Genel Komutanı ve TUJJB Temsilci Kurum Başkanı Tümgeneral Burhanettin Aktı ile akademisyenlerden ve askeri yetkililerden oluşan birlik temsilcileri katıldı. Toplantı öncesi Tümgeneral Burhanettin Aktı, Rektörümüz Prof.Dr. Mehmet Karacayı makamında ziyaret etti. Tümgeneral Aktı, Ayazağa ve Gümüşsuyu Yerleşkelerinin uydu görüntülerinden oluşan haritalar ile Elazığ ilimize ait jeoloji kabartma haritasını rektörümüze takdim etti. Rektörümüz Mehmet Karaca’da Aktı’ya kendisinin de yayın kurulunda olduğu “İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz” isimli kitabı hediye etti. Ziyaretin ardından toplantıya geçildi. Toplantıda, TUJJB 2015 Yılı bütçe görüşmelerinin yanı sıra TUJJB komisyon başkanlıkları tarafından komisyonların 2015 yılı faaliyetleri hakkında bilgiler sunuldu. Uluslararası Jeodezi ve Jeofizik Birliği (IUGG)’nin 26’ncı genel toplantısına katılım ve Türkiye’nin “IUGG 2023 Yılı Toplantısı” na ev sahipliği hakkında görüşmeler gerçekleştirildi. Akademisyenlerin konsey üyelerine yaptığı proje sunumlarının ardından emeklilik nedeniyle görev süresi dolan üniversite temsilcisi konsey üyelerine anı şiltlerinin sunulması ile toplantı sona erdi. Tokyo Tarım ve Teknoloji Üniversitesi Heyeti İTÜ'de Tokyo Tarım ve Teknoloji Üniversitesi (TUAT) Rektör Yardımcısı Prof. Kazuhiro Chiba ve beraberindeki heyet, İTÜ’lülerle buluştu. Önümüzdeki dönemlerde gerçekleştirilebilecek potansiyel işbirlikleri hakkında görüş alışverişinde bulunmak üzere İTÜ GİNOVA’yı ziyaret eden, TUAT İnovasyon Geliştirme Merkezi Direktörü Prof. Chiba, yeni akademik yılın ilk seminerinde konuşmacı olarak yer aldı. İTÜ GİNOVA Müdürü Prof. Dr. Şebnem Burnaz, Müdür Yardımcısı Dr. Zeynep Erden Bayazıt ve Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Nihan Yıldırım’ın da hazır bulunduğu seminerin öncesinde Prof. Burnaz, kısa bir açılış konuşması yaptı. Ardından Prof. Chiba, Japon Tarzı İnovasyon başlıklı seminerde inovasyona dayalı araştırmanın gerekliliğine, Japon akademik ve iş dünyasının inovasyon yaklaşımlarına ve Türkiye ile Japonya arasındaki potansiyel işbirliklerinin önemine değindi. İTÜ Arı Teknokent’i ziyaret eden TUAT heyeti, Teknokent bünyesindeki yeni girşimler hakkında bilgi aldı. Son olarak Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Japon heyetini makamında ağırladı. Görüşmede geleceğe yönelik daha kapsamlı bir işbirliği hakkında çalışmalara başlandığı kaydedildi. itü vakfı dergisi 123 İTÜ'DEN HABERLER THY-İTÜ ve Boeing’in işbirliği ile sürdürülen “Hava Taşımacılığı Yönetimi Yüksek Lisans Programı” ilk mezunlarını verdi Boeing [NYSE: BA], Türk Hava Yolları ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), 39 Türk Hava Yolları yöneticisinin ve yönetici adayının “Hava Taşımacılığı Yönetimi Yüksek Lisans Programı”’ndan mezuniyetini kutladı. Program 2013 yılında Boeing, İTÜ ve Türk Hava Yolları ortaklığında, ülkenin hızla büyüyen havacılık sektörüne başarıyla yön vermelerini ve küresel havacılık endüstrisinde etkili bir role sahip olmalarını sağlamak üzere, Türk Hava Yolları’nın gelecek vadeden yöneticilerine ve yönetici adaylarına liderlik ve yönetim becerileri kazandırmak amacıyla başlatıldı. Törende konuşan Türk Hava Yolları Genel Müdür Yardımcısı (Yatırım ve Teknoloji) Dr. Ahmet BOLAT , “Dünyadaki tüm diğer havayolu şirketlerinden daha fazla ülkeye uçan ve daha fazla uluslararası sefer gerçekleştiren Türk Hava Yolları, kıtalar arası köprüler kurmanın yanı sıra kültürel, ticari ve ekonomik ilişkiler geliştirilmesine büyük katkı sağlamaktan ve böylelikle de uluslararası entegrasyonun daha da ileri götürülmesine destek olmaktan gurur duyuyor. Türk Hava Yolları olarak Türkiye üzerinden geçen trafik- 124 itü vakfı dergisi ten önemli bir pay yakalamayı hedefledik ve bu amaca uygun stratejiler geliştirdik. Bugün İstanbul küresel bir uçuş merkezi olma konusunda önemli bir mesafe kaydetmektedir. Türk Hava Yolları, tıpkı saygıdeğer program ortaklarımız Boeing ve İTÜ gibi küresel bir markadır. Havacılık endüstrisinin yükselen yıldızıyız. Başarılarımıza yenilerini eklemeye devam edebilmek için katılan ve başarıyla İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca tamamlayan yöneticilerimizin ve yönetici adaylarımızın yönetim becerilerinin verimliliğini artıran bu programın, biz uzun vadeli hedeflerimizi gerçekleştirmeye devam ederken, Türkiye’nin gelecekteki havacılık sektörü liderlerinin mesleki becerilerine önemli bir katkı yapacağına inanıyorum. Bir parçası olmaktan gurur duyduğum İTÜ’nün bir mezunu olarak, İTÜ’den yüksek lisans derecesi almaya hak kazanan genç meslektaşlarımı kutluyor ve küresel havacılık sektörünün geleceğini şekillendirmede önemli bir role sahip olacaklarına yürekten inanıyorum” dedi. Boeing Ticari Uçaklar Avrupa Bölgesi Satış Başkan Yardımcısı Todd Nelp, “Havayolu Taşımacılığı Yönetimi Yüksek Lisans Programının ilk mezunlarını görmekten çok büyük gurur duyuyor ve tüm mezunların gelecekte havayolu şirketlerindeki kariyerlerinde başarılı olmalarını diliyoruz. Türkiye’nin havacılık endüstrisi büyümeye devam ederken, Türk Hava Yolları ve İTÜ ile birlikte yürüttüğümüz bunun gibi programlar, sektörün gelecekteki başarılarına ve gelecekteki yöneticilerine yapılan önemli yatırımlardır. Biz de Boeing olarak Türkiye’nin geleceğine yapılan bu yatırımda bir payımızın olmasından gurur duyuyoruz.” değerlendirmesinde bulundu. İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca da konuyla ilgili olarak, “İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi, Türkiye’nin havacılık ve uzay ile ilgili en eski ve en büyük akademik kuruluşudur. İki yıl önce İTÜ, Türk Hava Yolları ve Boeing Türk havacılığı için çok önemli bir programda bir araya geldi. Akademik Program çerçevesinde öğrencilerin, 2 yıl boyunca ülkenin hızla gelişen hava taşımacılığını yönetmek üzere gerekli becerilerle donatıldığını aktaran Karaca, ”İTÜ’de sunulan bilimsel altyapı, teknoloji ve beraber çalıştığı dünya çapındaki üniversitelerden gelen konunun uzmanı 18 akademisyenin katkılarıyla program yürütüldü. İTÜ 'Yerden göğe kadar bilim, teknoloji, mühendislik' anlayışı ile eğitim vermeye ve Ülkemizdeki ilk’leri gerçekleştirmeye devam edecektir. Bilim ve teknoloji konusunda her zaman bir adım önde olan İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nin şimdiki hedefi tüm altyapı çalışmasını tamamladığımız “Havacılık Enstitüsünü” İTÜ’ye kazandırmaktır. Henry Ford’un demiş olduğu gibi, ‘Bir araya gelmek bir başlangıç, birlikte kalmak bir ilerleme, birlikte çalışmak bir başarıdır.’ Buradan hareketle, bu başarıda katkısı bulunan tüm tarafları kutluyor ve bilhassa programa olan bağlılıklarından dolayı 39 İTÜ mezununu tebrik ediyorum ”diyerek sözlerini noktaladı. Hava Taşımacılığı Yönetimi Yüksek Lisans Programı: Bölgede bir ilk olan yüksek lisans programı içinde, ABD’deki Massachusetts Institute of Technology, İngiltere’deki Cranfield University ve Kanada’daki University THY Genel Müdür Yardımcısı Dr. Ahmet Bolat Boeing Ticari Uçaklar Uluslararası İş Geliştirme Genel Müdürü Jay Campbell of British Columbia’dan akademisyenleri bulunduruyor. Bunun yanı sıra, akademik ortaklarla birlikte çalışan Boeing Ticari Uçaklar Network ve Filo planlama grubu ile Ekonomik Analiz grubu uzmanları, program katılımcıları için bazı derslere başkanlık edip, eğitim veriyor. Akademik program boyunca katılımcılar; havayolu yönetiminin temelleri, havacılık ekonomisi, havacılık hukuku ve mevzuata uygunluk yönetimi konularında eğitim alırken aynı zamanda havalimanı planlaması ve yönetimi ile hava taşımacılığı sözleşmeleri gibi konularda modüler seçme imkânına sahip oldu. Programdaki derslerin her biri gerçek hayatta havayolu şirketi yöneticilerinin karşı karşıya kalabileceği sorunların çözümünü içeren örnek olay incelemeleri ile desteklendi. Adayların mezuniyet projeleri ise, Türk Hava Yol- ları ile ilgili bir sorunun analizi ve çözüm önermeleri üzerinden oluştu. Türk Hava Yolları Hakkında: 1933 Yılında 5 uçaktan oluşan mütevazı bir filo ile kurulan Star İttifakı üyesi Türk Hava Yolları, bugün 290 (yolcu ve kargo) uçaklık filosu ile 229 uluslararası, 48 yurtiçi olmak üzere dünyada 277 noktaya uçan, 4 yıldızlı havayolu şirketi. 2015 yılı Skytrax değerlendirmesine göre Türk Hava Yolları, art arda olmak üzere 5. kez “Avrupa’nın En İyi Havayolu Şirketi”, 7. kez “Güney Avrupa’nın En İyi Havayolu Şirketi” seçildi. 2010 yılında dünyanın “En İyi Ekonomi İkram Servisi”, 2013 yılında ise “En İyi Business Class İkram Servisi”, , 2014’te “En İyi Business Class İkram Servisi” ödüllerini elde eden Türk Hava Yolları bu yıl da Skytrax değerlendirmesinde dünyanın ve “En İyi Business Class Özel Yolcu Salonu İkramı” ve “En iyi Business Class Özel Yolcu Salonu” ödüllerine lâyık görüldü. Boeing Hakkında Boeing, Türkiye ile 70 yıla yakın süredir devam eden ve karşılıklı fayda yaratan uzun soluklu bir işbirliği içinde bulunmakta. Boeing, ticari ve askeri alanda uçak ve servisleriyle hizmet verirken, Türk havacılık endüstrisinin de güvenilir bir iş ortağı olmaya devam ediyor itü vakfı dergisi 125 İTÜ'DEN HABERLER BENA Türkiye, İTÜ Çatısı Altında Balkan Çevre Topluluğu (BENA) Türkiye Ofisi, İTÜ Çevre ve Şehircilik Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde açıldı. Balkan ülkeleri işbirliği ile kurulmuş olan, Balkan çevre ve kültürünün korunması üzerine çalışmalar yürüten BENA Türkiye Ofisine İTÜ ev sahipliği yapıyor. Mimarlık Fakültesi, Çevre ve Şehircilik Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde gerçekleşen açılış törenine, BENA Başkanı Prof. Dr. Fokion K. Vosniakos, BENA Başkan Yardımcısı Dr. Caner Zambak, İTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın ve BENA Türkiye Başkanı ve İTÜ Peyzaj Mimarlığı öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Cengiz Yıldızcı katıldı. İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ile BENA başkanı Prof.Dr. F.K. Vosniakos arasında imzalanan anlaşma gereği BENA Türkiye sorumluluğuna Prof. Dr. Ahmet Cengiz Yıldızcı getirildi. BENA Türkiye Başkan Yardımcısı da Peyzaj Mimarlı- ğı Bölüm Başkanı Doç. Dr. Hayriye Eşbah Tunçay oldu. Çok sayıda uluslararası kongre, konferans ve eğitim düzenleyen 1998 yılından beri faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşu olan BENA, Türkiye Ofisi’nde çevre ve kültürün korunması üzerine çalışmalar yürütülecek. Türkiye’de çevre, ekoloji, şehircilik, mimarlık alanlarında çalışmalar yürüten akademisyen, kamu kurumu ve özel kuruluşların etkileşimi sağlanacak. Ofis açılışında konuşan BENA Başkanı Prof. Dr. Fokion K. Vosniakos ofisin; öğrenci değişimi, uluslararası kongrelerin düzenlenmesi ve işbirliği açısından oldukça faydalı olacak bir bağlantı olarak değerlendirdi. “Yeşil Kampüs” projesine sahip bir üniversite ile işbirliği yapmanın ne kadar önemli olduğunu vurguladı. Birlikte “Yeşil Kampüs ”’ten ziyade yeşil konsept anlayışını benimseyerek ilişkilerin yürütüleceğinin önemini belirtti. Açılışa katılan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın “Geçmişin mirası, gelecek için yapılan çalışmaların itici gücü olması anlayışı ile 3 yıl önce yola çıktık ve “Yeşil Kampüs” projesini başlattık. Üniversitemizde, “Yeşil Kampüs” projesi ile doğaya ve insana saygı gösteren bir anlayışı benimsedik. Amacımız kampüs içinde doğal hayatı koruyarak insana ve çevreye saygılı bir bilinç oluşturmak. İnanıyorum ki Balkan Çevre Topluluğu Türkiye Ofisi ile birlikte İstanbul Teknik Üniversitesi daha fazla değerli projeye imza atacak” dedi. Balkan Çevre Topluluğu BENA 1998’de kurulmuş Balkan ülkelerinin çevre ve kültürünün korunması ile görevli uluslararası bir bilimsel sivil toplum kuruluşudur. Günümüzde 4000’den fazla aktif üyesi olan dernek, üyeleri arasında bilgi alışverişini sağlamak, araştırma projelerini sunmak, problemlere getirilen çözümleri tartışarak uluslararası düşünce havuzunu geliştirmek amaçlı çevrebilimcileri bir araya getiren kongreler düzenlemektedir. Yunanistan, Romanya, Hırvatistan, Arnavutluk, Sırbistan, Bulgaristan, Makedonya ve Türkiye ile 70’in üzerinde bilimsel organizasyon gerçekleştiren BENA, uzmanları ile çevre kirliliği(hava, su, toprak, tarım, sanayi), ekoloji, risk değerlendirmesi, atık yönetimi, radyoaktivite, temiz teknolojiler, çevre eğitimi, çevre mevzuatı, yönetim ve bilişim ile çevre sorunlarına sağlık etkisi ve bilgisayarlı uygulamaları üzerine çalışmalar yürütmektedirler. Prof. Dr. Yusuf Yağcı’ya IUPAC'de Asli Üyelik Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yusuf Yağcı, International Union of Pure and Applied Chemistry (IUPAC) in Polymer Division'a 2016 -2017 yılları için asli üye seçildi. Prof.Dr. Yağcı, 2014-15 yıllarında da ön üye olarak görev yapmaktaydı. Dünya’da bütün Kimya dallarının uluslararası temsilcisi olan IUPAC, kimyasal maddelerin isimlendirilmelerinin bir düzen içinde olmasını sağlıyor.Kimya bilimine dair gelişmeleri ve yönlendirmeleri üstle- 126 itü vakfı dergisi nen IUPAC, aynı zamanda konferanslar düzenleyerek üye ülkelerdeki kimyacılar arasında sürekli işbirliğini teşvik etmeyi amaçlıyor. Prof. Dr. Yusuf Yağcı, TÜBİTAK Teşvik (1989), TÜBİTAK Bilim (1994), Türkiye Kimya Derneği Şeref Ödülü (2002), Elsevier Scopus Ödülü (2007), Japonya Polimer Derneği Uluslararası Bilim Ödülü (2008), Elginkan Vakfı Teknoloji Ödülü (2008), COMSTEC İslam Ülkeleri Bilim Ödülü (2010) gibi ödüllerin sahibidir. Ayazağa Yerleşkesi'nde Öğrenci Kayıtları 2015 ÖSYS ile İTÜ ailesine yeni katılan öğrenciler, geçen senelerde olduğu gibi, Ayazağa Yerleşkesinde yer alan Süleyman DemirelKültürMerkezi’ne gelerek kayıt işlemlerini gerçekleştirdi. “İlklerin Üniversitesine Hoş Geldiniz” yazısıyla Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde karşılanan öğrencilerimize ilk gün Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca eşlik etti. Karaca, kayıt alanında öğrencilerle ve aile- leriyle birebir ilgilendi. Yeni kayıt olan öğrenciler, İTÜ Kimliklerini Rektörün elinden aldı. Öğrenci Kulüplerinden Karşılama Öğrenci İşleri Dekanlığı ve Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı tarafından yürütülen kayıt işlemlerinin ilk günü Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi, Makina Fakültesi, Elektrik – Elektronik Fakültesi Fen – Edebiyat Fakültesi ve Maden Fakültesi öğrencilerinin kayıtları yapıldı. Öğrencilerin kayıt işlemleri 10 dakika gibi kısa bir sürede sorunsuz bir şekilde gerçekleştirildi. İTÜ Kültür ve Sanat Birliğine bağlı öğrenci kulüpleri de yeni gelen öğrencileri ilk gün yalnız bırakmadı. Öğrenciler, Kültür-Sanat, Uzmanlık ve Spor kulüplerinin temsilcilerinin bulunduğu masalardan, kulüp faaliyetleri ve üyelikleri hakkında bilgi edindi. İTÜ’de İlk Defa E-Kayıt Bu sene ilk defa uygulanan e-kayıt ile 900 civarında öğrenci evlerinin rahatlığında kayıtlarını tamamladı. 5 Ağustos 2015 tarihine kadar e-devlet üzerinden veya fakültelere gore belirlenen günlerde yerleşkeye gelerek yapılan işlemlerle yaklaşık 3 bin 200 öğrencinin kayıtları tamamlandı. Toplu Taşıma İçin İTÜ'den Akıllı Malzemeler İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi bünyesinde İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA) desteğiyle “Tekstil Tabanlı Kompozit İleri Teknoloji ve İnovasyon Merkezi” kuruluyor. İTÜ ve İETT Genel Müdürlüğü, TEMSA, İstanbul Sanayi Odası ve İTÜNOVA iştirakleriyle yürütülecek projenin koordinatörlüğünü Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi’nden Prof. Dr. Nuray Uçar üstleniyor. 1 milyon 400 bin TL bütçeye sahip proje İSTKA tarafından destekleniyor. Tekstil Tabanlı Kompozit İleri Teknoloji ve İnovasyon Merkezi’nde, İETT başta olmak üzere tüm toplu taşıma araçlarında ve kompozit ürünlerin kullanıldığı diğer sanayilerde kullanılmak üzere malzemeler üretilecek. Çevre dostu yaklaşımla tekstil tabanlı hafif kompozit malzemeler, tekstil tabanlı ısı ve ses yalıtım malzemeleri ve çok fonksiyonlu kumaşlar geliştirilecek. ti-bakteriyellik, kir iticilik, UV dayanımı ve yüzey aşınma dayanımı gibi akıllı ve çoklu fonksiyonel özellikler olacak. Merkezde toplu taşıma araçlarının yüksek ağırlığının neden olduğu yakıt tüketimini ve emisyon miktarının azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılacak. Geliştirilecek malzemelerde ısı yalıtımı, ses yalıtımı ve yangına dayanıklılık özelliklerinin yanı sıra; tekstil tabanlı kumaşlarda da adaptif ısı kontrolü, an- Akıllı Malzemeler Üretilecek Geliştirilecek hafif kompozit malzemelerle toplu taşıma araçlarındaki araç motor sesi minimuma indirilecek, ses yalıtım özelliği sağlanacak ve gürültü kirliliği önlenecek. Özellikle yaz aylarında havaların ısınması ve taşıt içinin soğutulması için harcanan enerji, malzemelerde kullanılacak ısı yalıtım özelliği sayesinde azaltılmış olacak.Ayrıca toplu taşıma kullanan çocuklar ve çocuklu yolcular için modifiye edilmiş koltuk sistemi ile hem güvenlik önlemleri alınmış olacak hem de konforlu yolculuk yapmaları sağlanmış olacak.Taşıtlar içinde kullanılacak malzemelerin güç tutuşur özellikte olması sağlanacak ve böylece güvenlik açısından önlem alınmış olacak. itü vakfı dergisi 127 İTÜ'DEN HABERLER “Hocaların Hocası” Prof. Dr. Sadık Kakaç’a, Luikov Madalyası Verildi sel çalışmalara üstün katkıları sebebiyle” Prof. Dr. Kakaç'ı ödüllendirdiğini açıklayan ICHMT, Luikov Madalyasını daha önce ABD’li, İngiliz, Rus, Alman, Avustralyalı, Japon, İtalyan, Bosna Hersekli ve Hintli bilim insanlarına vermişti. Prof. Dr. Kakaç, Luikov Madalyasını ICHMT Başkanı Prof. Dr. K. Hanjalic’in elinden aldı. İTÜ Makine Fakültesi mezunu Prof. Dr. Sadık Kakaç, “Isı ve transferi konusundaki bilimsel çalışmalara üstün katkıları sebebiyle” bu güne kadar dünyada 16 bilim insanına verilen Luikov Madalyası ile ödüllendirildi “Hocaların Hocası” olarak bilinen İTÜ Makine Fakültesi mezunu ve halen TOBB ETÜ Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadık KAKAÇ, 1979 yılından bu yana dünyada 16 bilim insanına verilen Luikov Madalyasını Sarajevo’da düzenlenen uluslararası toplantıda törenle aldı. Aldığı bu yeni ödül nedeniyle kendisiyle görüştüğümüz Prof. Dr. Sadık Kakaç, Prof. Dr. Sadık Kakaç kimdir? Mühendislik, araştırma ve geliştirme alanında bir çok eseri bulunan Kakaç, İTÜ Makine Fakültesi’nden 1955 yılında mezun oldu. ABD M.I.T.’de Yüksek Lisans, University of “2014 yılında, Isı Transferi konusunda, bu değerli ödülün, ilk defa bir Türk'e verilmiş olması da ayrıca bir önem taşıyor ve Cumhuriyetimizin kurduğu eğitim sistemi ile Anadolu'da ilk, orta, ve lise okuyarak gelip, İTÜ de ne kadar değerli eğitim gördüğümüzü göstermesi bakımımdan çok önem taşıyor, hocalarımı hep, minnet ve şükranla anıyorum…” dedi. Isı transferi konusundaki yayınları başta ABD olmak üzere dünyanın birçok üniversitesinde ders kitabı olarak okutulan Prof. Dr. Kakaç, Uluslararası Isı ve Kütle Transferi Merkezi’nin (ICHMT) iki yılda bir verdiği Luikov Madalyasını alan ilk Türk bilim insanı oldu. “Isı ve transferi konusundaki bilimManchester’de Doktora yaptı. İTÜ’de 1967 yılında Doçentliğe, 1960-1980 arası görev yaptığı ODTÜ’de 1971’de Profesörlüğü yükseltildi. 1980’den sonra 28 yıl, Amerika Birleşik Devletleri’nde Miami Üniversitesi’nde çalışan Kakaç, ardından Türkiye’ye geri dönüş yaptı. “Kakaç Sayısı”nın mucidi Prof. Dr. Kakaç, bilim dünyasında, iki-fazlı ısı transferi alanında yapmış olduğu katkılardan dolayı, kaynama ile ısı transferinde önemli olan boyutsuz bir parametreye, ‘Kakaç Sayısı’ adı verilmiştir. 128 itü vakfı dergisi Luikov Madalyası’nın önemi A.V. Luikov, ısı ve enerji konusunda yayın ve araştırmaları ile dünyaca tanınmış Rus bilim insanıdır. 1910 yılında doğan ve 1976 yılında hayata gözlerini yuman Luikov, 1967 yılında ICHMT’nin kurulmasına büyük katkı sağlamıştı. Luikov’un vefatından 3 yıl sonra ICHMT, Luikov Madalyasını ısı transferi konusunda bilimsel çalışmalara katkı sağlayan tüm dünyadan değişik bilim insanlarına vermeye başladı. Ödülün 17’incisini Türkiye’den Prof. Dr. Kakaç aldı. Prof. Dr. Kakaç, anısına konulan ödülü kazandığı Luikov hakkında “Luikov’un yazdığı ‘Isı İletiminin Teorisi’ adlı kitabın İngilizcesini 1958 yılında okuyarak çok şey öğrendim ve etkilendim. Seneler sonra 1970’lerde ben de değişik bir yaklaşımla ‘Isı İletimi’ adlı kitabımı yazdım. Bu kitabımın 4. baskısı dünyada birçok üniversitede ders kitabı olarak kabul edildi ve halen en popüler ders kitabıdır” dedi. Onlarca ödülden biri… 1989 yılı Alexander von Humboldt Ödülü (Almanya), 1994 yılı Türk-Amerikan Bilim Adamları Birliği Bilim Ödülü, 1997 yılı Amerika Makina Mühendisleri Birliği (ASME) Isı Transferi Ödülü, 1997 yılı Uluslararası Isı ve Kütle Transferi Merkezi (ICHMT) Hizmet Ödülü, 1999 yılı ODTÜ Prof. Dr. Mustafa N. Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı Hizmet Ödülü sahibi olan Sadık Kakaç'a 1998 yılında Ovidius Üniversitesi tarafından (Romanya), 1999 yılında Reims Üniversitesi tarafından (Fransa) Onur Doktorası verilmiştir. Sadık Kakaç 2000 yılı TÜBİTAK Hizmet Ödülü sahibidir. 2013 yılında Uluslararası Mühendislik Eğitimi ve Araştırma Teşkilatı’nın (INEER) ‘Dünya Çapında Liderlik Ödülü’nü kazanan Prof.Dr. Sadık Kakaç’ın, uluslararası çapta 20 civarında ödülü bulunuyor. Emin Alper’e Venedik’ten “Jüri Özel Ödülü” İTÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Emin Alper, 72. Venedik Film Festivali’nde “Abluka” isimli filmiyle Jüri Özel Ödülünü aldı. Venedik’in Lido Adası’nda yapılan ve dünyanın en eski film festivali olan Venedik Film Festivali kapsamında dünyaca ünlü yönetmenlerle “Altın Aslan Ödülü” için yarışan Emin Alper “Abluka” isimli filmi ile Jüri Özel Ödülüne layık görüldü. Alper’in yönetmenliğini yaptığı filmde, terör olaylarının artmasıyla birlikte güvenlik ablukasına alınan bir gecekondu mahallesinde yaşayan iki kardeşin paranoyalarla dolu yaşamına değiniliyor. Film, Venedik’ten sonra Uluslararası Toronto Film Festivali’nde de görücüye çıkacak. 2003 yılından beri İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde akademisyenlik ya- pan Emin Alper, profesyonel sinema kariyerinin yanında aynı zamanda çeşitli dergilerde yazarlık da yapıyor. Emin Alper’in sinema geçmişinde Mektup(2005) ve Rıfat(2006) kısa metrajlı filmler olarak, Tepenin Ardı(2012) ve Abluka’da (2015) uzun metrajlı filmler olarak yer alıyor. Alper, Tepenin Ardı isimli filmi ile de 2012 yılında ulusal ve uluslararası alanda 16 ödül almıştı. Emin Alper, İTÜ’de halen Modernitenin Oluşumu, Modern Türkiye Tarihi, Dünya Tarihi derslerini vermektedir. Yrd. Doç. Dr. Seda Aksoy Esinoğlu’na TÜBİTAK Teşvik Ödülü Yrd. Doç. Dr. Seda Aksoy Esinoğlu, 2015 yılı “TÜBİTAK Teşvik Ödülü”ne layık görüldü. İTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi, Fizik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Seda Aksoy Esinoğlu “Katıhal fiziği alanında, kalorik etkilerin incelenmesi ve intermetalik alaşımların yapısal ve manyetik özellikleri konularındaki uluslararası düzeyde üstün nitelikli çalışmaları” nedeniyle 2015 yılı “Temel Bilimler dalında TÜBİTAK Teşvik Ödülü”ne layık görüldü. Dr. Seda Aksoy Esinoğlu, Manyetizma, Nötron Kırınımı ve Nanomanyetizma alanlarında çalışmalarını yürütüyor. Yrd. Doç. Dr. Tufan Kumbasar’a “Best Paper” Ödülü Elektrik-Elektronik Fakültesi, Kontrol ve Otomasyon Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç. Dr. Tufan Kumbasar, katıldığı uluslararası konferansta “Revisiting KM Algorithms: A Linear Programming Approach” başlıklı çalışmasıyla “Best Paper” ödülünü aldı. Bulanık Küme kuramının 50.yılının kutlandığı "2015 IEEE International Conference on Fuzzy Systems (FUZZ-IEEE 2015)" 2-5 Ağustos 2015 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşti. Konferansta Tip-2 Bulanık sistemler için yeni bir tip indirgeme yaklaşımı öneren çalışmasıyla ödül alan Kumbasar ayrıca konferans kapsamında düzenlenen "Fuzzy Logic Control: Past, Present and Future" isimli paneled konuşmacı olarak da yeraldı. itü vakfı dergisi 129 İTÜ'DEN HABERLER AIAA Uçak Motoru Tasarım Yarışmasından Üçüncülük Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi, Uçak Mühendisliği Bölümü öğrencilerinden oluşan Muta Genesis Takımı, Amerikan Havacılık ve UzayEnstitüsü (AIAA) ve Amerikan Makine Mühendisleri OdasıUluslararası Gaz Türbin Enstitüsü (ASME-IGTI) tarafından ortaklaşa düzenlenen motor tasarım yarışmasında üçüncü oldu. Yarışmada Üniversitemizi, UçakMü- hendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Onur Tunçer ve Muta Genesis takım üyeleri Mohamad Barada, Utku Çaylan, Tim Roos ve Alberto M. Contreras temsil etti. Genesis isimli motor tasarım projeleri ile yarışmaya katılan İTÜ takımı toplam puanlarının % 70'ini hazırladıkları rapordan, kalan kısmını ise gerçekleştirdikleri sunumdan aldı. Raporların değerlendirilmesi sonucu seçilen beş finalist arasında yer alan takım, Amerika'nın Orlando kentinde düzenlenen 51. Joint Propulsion Conference etkinliğinde jüri üyelerinin karşısında tasarımlarını sundu. Yarışmanın 2015 yılı konsepti yeni nesil Airbus A380 & A 350 ve Boeing 787 uçaklarında 2025 yılı ve ötesinde kullanılması öngörülen ultra yüksek by-pass oranlı turbofan motorların kavramsal tasarımlarının geliştirilmesi olarak belirlendi. Takım üyeleri projelerinde kullandıkları yenilikçi seramik matris kompozit malzeme teknolojisinin çekirdek motorun ısıl verimini arttırdığını ve bu sayede çekirdek motorun ultra yüksek by-pass oranlı motorun fanını kolaylıkla çevirebildiğini, ayrıca tasarımda kullandıkları yeni yakıt ve gürültü azaltıcı teknolojiler sayesinde motorun baz motor olarak kullanılan Trent 100 ve Trent XWB motorlarına nazaran çok daha çevreci özellikleri olduğunu belirtti. Horizon 2020’de İTÜ Koordinatörlüğünde İkinci Proje Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç. Dr. Mustafa Altun’un projesi, Avrupa Birliği Horizon 2020 Marie Skodowska Curie Araştırma Programları ve Bursları, Araştırma ve Yenilikçilik DeğişimProgramı (Research and Innovation Staff Exchange Scheme-RISE) 2015 çağrısı kapsamında desteklenmeye değer görüldü. İTÜ Öğretim Üyesi Mustafa Altun’un, “Sy- 130 itü vakfı dergisi nthesis and Performance Optimization of a Switching Nano-crossbar Computer- (NANOxCOMP)” adlı projesinin toplam bütçesi 725.500 EURO, İTÜ bütçesi ise 270.000 EURO’dur. Söz konusu projede, bir tane sanayi alanından ve yedi tane akademi alanındanolmak üzere toplamda 8 ortak yer alıyor. Proje “İTÜ Nanoelektronik ve Hesaplama Grubu/Lab'ı “tarafından yürütülüyor. İTÜ ve Boeing, Öğrenci Tasarımlarını Ödüllendirdi İTÜ ve Boeing Türkiye’de insansız hava aracı tasarım eğitimi konusunda ortak bir çalışmaya imza atarak, Türkiye’nin yedi farklı bölgesinden gelen üniversite öğrencilerinin tasarladığı en başarılı insansız hava araçlarını ödüllendirdi. İTÜ ev sahipliğinde Boeing’in destekleri ile bu yıl ilk kez düzenlenen “Üniversitelerarası İnsansız Hava Aracı Tasarım Eğitimi ve Yarışması” 31 Ağustos - 5 Eylül tarihlerinde İTÜ Stadyumu’nda gerçekleştirildi. Yarışmaya, Türkiye’nin 7 bölgesini temsilen seçilen Akdeniz Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Fırat Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde farklı disiplinlerde öğrenim gören öğrencilerden oluşan ekipler katıldı. 32 öğrenci, İTÜ’nün uçak tasarımı, aerodinamik ve uçuş kontrolü alanlarında uzman profesörlerinden, asistanlarından ve teknik personelinden yedi günlük teknik ve uygulamalı eğitim aldı. Eğitimin sonunda öğrenciler sekiz ayrı takım halinde, kendi mini uçaklarını tasarladılar. Masrafları proje tarafından karşılanan elektronik malzemeler kullanarak bu uçakların üretimini gerçekleştirdiler. Öğrenciler tarafından tasarlanan ve üretilen insansız hava araçları, projenin son gününde düzenlenen gösteri uçuşunda sergilendi. “En İyi İnsansız Hava Aracı Tasarım Ödülü” Akdeniz Üniversitesi’nin Dereceye giren takımlara ödülleri 6 Haziran 2015 Pazar günü Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi TAV Konferans Salonu’nda düzenlenen törenle takdim edildi. Akdeniz Üniversitesi’nden katılan takımın tasarladığı İHA birinci olurken, Fırat Üniversitesi ve Ege Üniversitesi sırasıyla ikincilik ve üçüncülük ödülünü aldı. Birinci olan takım 10.000 TL para ödülü kazanırken, ikinci ve üçüncü olan takımlar sırasıyla 5.000 TL ve 2.500 TL para ödülü kazandı. Törende konuşan, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İbrahim Özkol, Türkiye’nin en köklü akademik kuruluşlarından olan İTÜ ve Boeing tarafından düzenlenen üniversitelerarası insansız hava aracı tasarım eğitimi ve yarışmasının amacının gençlerin havacılığa ilgisini çekmek ve sektörde fark yaratacak bir adım atmak olduğunu belirtti ve “İTÜ ve Boeing’in havacılık sektörünün çeşitli alanlarında birlikte çalışıyor olması, üniversite-endüstri işbirliğinin güzel bir örneğidir. Türkiye’nin yedi bölgesinden katılan tüm takımları ve yarışmada dereceye giren takımları kutluyorum. Bu tür faaliyetlerin devamlılığının sektörün gelişimi açısından önemli olduğunu düşünüyorum” dedi. Boeing Türkiye ve Kuzey Afrika Strateji, Sanayi ve Kamu İlişkileri Yardımcı Direktörü Filiz Hayırlı Tepebaşı ise “İTÜ ile olan işbirliğimizin kapsamı her geçen gün genişlemeye devam ediyor. Bu eğitim ve yarışma sayesinde bir uçak tasarımı ve üretimi için gereken en temel araçların sağlanmasına katkıda bulunmaktan ve havacılığın geleceğine yönelik kalifiye işgücünü desteklemekten gururluyuz” şeklinde konuştu. Kazanan takımlar ödüllerini, Rektör Yardımcısı Prof.Dr. İbrahim Özkol, Boeing International Türkiye Kuzey Afrika Strateji Sanayi ve Kamu İlişkileri Yardımcı Direktörü Filiz Hayırlı Tepebaşı, UUBF Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Gökhan İnalhan, Yard. Doç. Dr. Hayri Acar ve Dr. Uğur Özdemir’den aldı. itü vakfı dergisi 131 İTÜ'DEN HABERLER Mühendisler Kariyer Planlarını İTÜ’de Şekillendirdi İstanbul Teknik Üniversitesi Kariyer Merkezi, Kariyer ve Yetenek Yönetimi Derneği ile birlikte düzenlediği, mühendislik mesleğine özel ulusal ölçekli ilk kariyer fuarı Türkiye Mühendislik Kariyer Fuarı (TÜMKAF) 5-6 Ekim 2015 tarihlerinde Ayazağa Kampüsü’nde gerçekleştirdi. Devlet ve Vakıf Üniversiteleri’nin yanı sıra, Kariyer Merkezleri ve Mezun Dernekleri’nin de desteğiyle TÜMKAF’ta; mühendislik, sanayi ve teknoloji alanında faaliyet gösteren sektörünün öncü firmaları, kamu teknoloji kuruluşları, meslek odaları, ülkemizin 37 farklı üniversiteden 7000’e yakın nitelikli mühendis adayları ile buluştu. Bu yıl ilk defa gerçekleşmesine rağmen; şirketler ve mühendis adayları yüksek katılım gösterdi. Arçelik, Bosch, Çalık Enerji, Hema Endüstri, Kale Kilit, Sanko Holding, Türk Ekonomi Bankası, Türksat, Vestel’in sektör ana sponsorluklarını üstlendiği TÜMKAF’a, ulusal ve uluslararası 62 firma katıldı. Rektör Karaca: “Öğrencilerimizin kariyer planlamalarına destek oluyoruz.” Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, fuara katılan firmaların stantlarını ziyaret ederek firma yöneticileri ve öğrencilerle bir araya geldi. Karaca, bu sene ilki gerçekleştirilen fuarla ilgili olarak “Ulusal ve uluslararası birçok firmayı bir araya getirdik ve öğrencilerimizle buluşturduk. Amacımız öğrencilerimize ve mühendis adaylarına iyi bir kariyer imkânı sağlamak. Aslında buna benzer etkinlikler yarıyıl döneminden sonra Şubat-Mart gibi yapılıyordu. Biz bunu öğrenciler, döneme başlamadan evvel branşlarıyla ilgili işlere daha çok kanalize olsunlar diye öne çektik. Fuara, Türkiye genelindeki tüm üniversite öğrencilerini davet ettik, fuara katılımdan ve ilgiden memnunuz. Fuarda emeği geçen İTÜ Kariyer Merkezine teşekkür ederim” şeklinde konuştu. Mülakat ile İş ve Staj Fırsatları İki gün süren fuar; mühendislik öğrencileri, yeni mezunlar ve kariyerinde yenilik arayan deneyimli mühendisler için önemli bir fırsat yarattı. Fuarda, sektörel gelişmeler, fırsatlar, ihtiyaç duyulan işgücü profili ve merak edilen başka birçok konu firma yetkilileri tarafından aydınlatıldı. Fuarın sonunda katılımcılar, sektörler ve firmalar ile ilgili detaylı bilgi edinmekten ve ilk elden özgeçmişlerini paylaşmaktan son derece memnun olduklarını dile getirdiler. Samimi bir iletişim ortamında gerçekleşen etkinlikte mühendisler kariyerleriyle ilgili, firmalar ise işe alım politikalarıyla ilgili önemli kazanımlar sağlamış oldu. Bakü Mühendislik-MimarlıkÜniversitesi Öğrencileri İTÜ’de İTÜ ile Azerbaycan Mühendislik-Mimarlık Üniversitesi arasındaki işbirliği protokolü kapsamında, Bakü’den gelen 30 öğrenciye, Yabancı Diller Yüksekokulu’nda 128 saat Genel İngilizce kursu düzenlendi. 1-28 Temmuz 2015 tarihleri arasında gerçekleşen kurs, öğrencilerin İngilizce konuşma, yazma, okuma ve dinleme becerilerini geliştirmeleri çerçevesinde dilbilgisi altyapıları ile kelime haznelerini güçlendirmek üzere tasarlandı. İTÜ’nün ayrıcalıklı yerleşkelerini ve sosyal yaşamını yakından tanıma fırsatı elde eden öğrenciler eğitim sonunda başarı sertifikalarını alarak kardeş ülkeAzerbaycan’a uğurlandı. 132 itü vakfı dergisi Yer Bilimlerinde Üniversite-Sanayi İşbirliği Sempozyumu ve Öğrenci Bitirme Tasarım Projeleri Sergisi İTÜ Maden Fakültesi Dekanlığı tarafından organize edilen “Yerbilimlerinde Üniversite-Sanayi İşbirliği Sempozyumu ve Öğrenci Bitirme Tasarım Projeleri Sergisi” İTÜ Maden Fakültesi İhsan Ketin Konferans Salonu ve Fuayesinde gerçekleştirildi. Sempozyum ve serge, İTÜ Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Arslan’ın, Maden Fakültesi’nin Ar-Ge ve eğitim çalışmalarını, Üniversite-Sanayi İşbirliği ve öğ- renci tasarım projelerinin önemini içeren sunumuyla başladı ve iki oturum şeklinde gerçekleşti. Prof.Dr. Sezai Kırıkoğlu’nun başkanlığını yaptığı birinci oturumda; Maden Fakültesi’nin İşbirliği içerisinde olduğu şirketlerden Gümüştaş Madencilik Ticaret A.Ş adına Kimya Müh Erdal Güldal, Yapı Merkezi AR-GE Bölümü adına Prof.Dr. Ergin Arıoğlu ve Kazan Soda A.Ş.-Ciner Grubu adına Jeoloji Müh. Faruk Sülüki ve Maden Yük.Müh. Günay Çakmakçı Şirket Ar-Ge çalışmalarını ve fakülte ile ortaklaşa gerçekleştirdikleri projeleri sundular. Prof.Dr. Gülçin Özurlan Ağaçgözgü’nün başkanlığında yapılan ikinci oturumda; Maden Mühendisliği Bölümü’nden Faruk Fırat Sarıkaya, Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden Müge Yazıcı, Jeofizik Mühendisliği Bölümü’nden Sarper Celasun, Petrol ve Doğalgaz Mühendsiliği Bölümü’nden Recep Bakar, Mücahit Yıldız, Orhan Yamaç ve Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü’nden Tülin Damla Bilgiç Bitirme Tasarım Projelerini Tükçe/İngilizce olarak sundular. Bitirme Tasarım Projeleri Sergisi’nde de her bölümden beş öğrenci poster şeklinde projelerini sergilediler. İTÜ Radyosu 70. Yaşını Küresel Canlı Yayında Kutladı Bu yıl 70. yaşını kutlayan Türkiye’nin ilk üniversite radyosu İTÜ Radyosu, 2 Ekim 2015'te gerçekleşen "World CollegeRadioDay" etkinliğine 3. kez katıldı. 24 saat süren küresel canlı yayında İTÜ Radyosu, hazırladığı 1 saatlik özel programla 18.00-19.00 saatleri arasında yayında olou. Etkinlik, 43 ülkeden 700 üniversite radyosunda yayınlandı. Türkiye'nin ilk üniversite radyosu olan ve halen 3 kanaldan yayın yaparak geniş bir dinleyici kitlesi ile buluşan İTÜ Radyosu, uluslararası yayıncılık arenasında üniversitemizi temsil etti. Bu yıl 70. yaşını kutlayan olan İTÜ Radyosu, 2 Ekim'de gerçekleşen "World CollegeRadioDay" etkinliğine 3. kez katıldı. 24 saat süren küresel canlı yayında İTÜ Radyosu, hazırladığı 1 saatlik özel prog- ramla 18.00-19.00 saatleri arasında yayında oldu. Etkinlik, 43 ülkeden 700 üniversite radyosunda yayınlandı. Yayın maratonu ABD'den başlayarak Venezüella, Meksika, Kolombiya, Şili, İspanya, Hong Kong, İsveç, İtalya, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye, İngiltere, Fransa, İsrail, Hindistan ve Kanada'dan öğrenci radyolarının programlarına yer verdi ve ardından tekrar ABD 'ye dönerek son buldu. 2012 yılında düzenlenmeye başlayan küresel radyo yayınına, İTÜ Radyosu geçen yıl ikinci kez katılmış ve 3 Ekim 2014’te Türkçe ve İngilizce anonslar eşliğinde bir saatlik canlı yayın gerçekleştirmişti. İTÜ Radyosu’nu dinlemek için: http://radyo.itu.edu.tr/ itü vakfı dergisi 133 İTÜ'DEN HABERLER Kazakistan Festivalinden Konservatuvar’a Ödül Kazak Hanlığının 550. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen Uluslararası "Gasırlar (Asırlar) Sazı" Halk Çalgı Orkestraları Festivali ve Yarışmasında İTÜ Türk Musiki Devlet Konservatuarı adına katılan Türk Halk Müziği topluluğu, en iyi üç ekipten biri seçildi. Almaata’daki festivalin yarışma bölümünde, jüri üyesi olarak görev yapmak üzere davet edilen öğretim üyemiz Doç. Cihan Yurtcu, açılış konserinde Kazakistan’ın dünyaca ünlü “Sazgen Sazı Halk Etnografi Orkestrası” ile solist olarak sahne aldı. Festivalin ana programı olan yarışma bölümünde ve Gala konserinde ise konservatuarımızın THM Topluluğu ilgi odağı olan bir performans sundu. İTÜ Rektörlüğü’nün desteği ve Konservatuar Müdürü Prof. Adnan Koç ile Öğr. Gör. Gülaram Baltayeva koordinatörlüğünde festivale katılan, Sedat Solakoğlu, Öğr. Gör. Dr. Deniz Güneş, Araş. Gör. Erhan Uslu, öğrenciler Sezgin Yaman, Ufuk Şim- şek, Tugay Dilber ve İTÜ mezunu Yaman Hadi’nin katılımıyla oluşturulan İTÜ TMDK THM TOPLULUĞU, Kazakistan’da düzenlenen bu önemli uluslararası etkinlikte Türkiye’yi başarıyla temsil etti. Kazak medyasının en prestijli haber kanalı KABAR TV ve Kazakistan haber ajansı KAZMEDYA tarafından da büyük ilgi gören ekibimiz, festivalin yarışma bölümünde Kazak seyircilere ve farklı ül- İTÜ’den bir başarı daha… Dünya kadın satrancının yükselen yıldızı olarak kabul edilen Zhansaya Abdumalik “Dünya Genç Kadınlar Şampiyonası”’nda, 13 maçta 9,5 puanla, 2-3 sıraları alarak, averajla üçüncü oldu. İTÜ Spor Kulübü sporcusu olan Zhansaya, henüz 15 yaşını doldurmamış olmasına karşın çok başarılı bir geçmişe sahip. Kariyerinde; 2 kez “Dünya Yaş Grupları Şampiyonu”, 2 kez “Asya Şampiyonu”, 2 kez “Dünya Gençler İkincisi” olan Zhansaya, bu yıl da “Dünya Gençler Üçüncü- 134 itü vakfı dergisi sü” olarak başarılarına bir yenisini daha ekledi. Rusya’da Khanty –Mansysk bölgesinde 1-14 Ağustos 2015 tarihlerinde düzenlenen “Dünya Gençler Şampiyonası” uzun yıllardır gerçekleştiriliyor. 20 yaş altında kadın ve açık kategoride düzenlenen yarışmada çok sayıda ülke katılım gösteriyor. Zhansaya 13 tur olan şampiyonayı çok uzun süre lider olarak götürmesine karşılık son 3 turda rahatsızlanması nedeniyle yarışmayı üçüncü olarak bitirdiğini söyledi. kelerden gelen jüri üyelerine etkileyici bir sürpriz yaptı. Kazakistan’da “Küy”ün (enstrümantal halk ezgilerinin) atası olarak tanınan ünlü besteci Kurmangazı'nın en sevilen küy’lerinden birisi olan "ADAY"ı, ekibimiz, Kazaklar’ın en önemli halk çalgılarından Dombıra’yı da kullanarak hazırladığı bir mizansenle, üstelik Dombıra tekniğini bağlamalara aynen adapte ederek başarıyla icra etti. Bu performansından dolayı Kazaklar'ın ve jüri üyelerinin tamamının takdirini kazanan ve ödül alan ekibimiz, Gala konserinde tüm grupların birlikte çalması planlanan bu eserde, jürinin ve organizasyon komitesinin isteği üzerine, katılımcı 40 orkestranın önünde sahnede yer aldı ve Kazak-Kırgız-Özbek-Uygur müzisyenlerden oluşan 150 kişilik dev orkestraya liderlik etti. Bu icrası ile dinleyiciden büyük alkış alan İTÜ TMDK THM topluluğu, ülkemiz ve üniversitemizi uluslararası alanda büyük bir başarıyla temsil etti. SEKTÖR HABERLERİ Doğuş İnşaat’tan Çevreye Duyarlı Artvin Barajı DemirDöküm’den Akıllı, Yeni Kombi: Nitron Plus DemirDöküm, çift mikro işlemcili elektronik kart ile kombide daha akıllı ve güvenli bir dönem başlatıyor. “Akıllı, konforlu, güvenli, Nitron Plus Tabii ki!" sloganıyla tüketici karşısına çıkan Nitron Plus Kombi, 3 yıldızlı verim sınıfıyla maksimum ve minimum çalışmada bile yüksek enerji tasarrufu sağlıyor. NitronPlus’ın yeni nesil dijital program saati ev yaşamını düzenlemede büyük kolaylık sağlıyor, kullanıcı ne zaman ne kadar sıcaklık isterse kendini ona ayarlıyor. Otomatik fan hızıyla ise düşük ısıda ideal yanma sağlıyor. Programlanabilir özelliğiyle ve özel tasarlanmış kumanda paneliyle kullanıcı ne zaman isterse, evi o zaman ısınıyor. Dijital saatiyle, kullanıcının tercihine göre haftanın istenen günleri ve günün belli saatlerine ayarlanarak otomatik ısı artışı sağlayan Nitron Plus, Solar NTC uyumlu oluşu sayesinde ise güneş enerjisi sistemlerine kolayca bağlanabiliyor. Kale’ye Üç Ödül Birden Kale, bu yıl 13’üncüsü düzenlenen ‘Altın Örümcek Web Ödülleri’nde, her kullanıcının kendi banyosunu tasarlayabildiği ‘Kale360.com’ ve ‘Kale.com.tr’ web sitesi ile üç ödül birden kazandı. İnternet’in Oscar’ı olarak da adlandırılan ‘Altın Örümcek’te finale kalan Kale360. com, ‘En İyi Web Sitesi’ seçilerek büyük ödüle layık görülürken, ‘Perakendecilik/ Mağazacılık’ kategorisinde de birincilik ödülünün sahibi oldu. Ayrıca Kale Yapı Ürünleri Grubu’nun seçkin ürünlerinin yaratıcı tasarımlarla sunulduğu web sitesi ‘Kale. com.tr’ de, ‘Perakendecilik/Mağazacılık’ kategorisinde ikincilik ödülünü aldı. Artvin Barajı 332 MW gücündeki 2 adet hidroelektrik santralin faaliyete geçmesi ile yılda 1 milyar 26 milyon kWh (kilovatsaat) enerji üretecek, Bu rakam, ülkenin kurulu hidroelektrik enerji üretim gücünün %1,5 ‘ini oluşturuyor. İşletmeye alındıktan sonra ülke ekonomisine katkılarının yanı sıra, baraj inşaatı süresince sağladığı istihdam olanakları ile bölge insanına ve ülkenin dört bir yanından gelen teknik kadrolara katkıda bulunan Artvin Barajı, Doğuş İnşaat’ın tamamladığı 19. baraj projesi olup, bir özelliği de çevreye duyarlı bir proje olması. Bu kapsamda yapılan çalışmalar Doğuş İnşaat yetkilileri tarafından şu şekilde ifade ediliyor: Artvin Barajı ve Hidroelektrik Santrali projesi kapsamında düzenli olarak arıtma tesislerinin bakımları yapılmış; saha genelinde toz ölçümleri ve baca gazı emisyon ölçümleri yapılarak standart değerlerinin kontrolü sağlanmıştır. Çevreye verilen etkiyi azaltmak için beton atıklarının dereye deşarjı önlenmiş, tüm atıkların bertarafı lisanslı firmalar tarafından gerçekleştirilmiştir. Proje faaliyetlerine ilişkin sulak alan koruma izinleri alınmıştır. Artvin Barajının bir kısmının “Çoruh Vadisi Yaban Hayatı Geliştirme Bölgesi”nde yer alması sebebiyle yaban hayatının takibi, geliştirilmesi ve çeşitliliğin korunması amaçlı gözlem, envanter sayımı ve benzeri uygulamalar yapılmış; “Zeytin Dalı Hikayesi” Projesi’ne destek verilerek rezervuar altında kalan zeytin türlerinin korunması ve genç aşılı yeni zeytin bahçeleri oluşturulmasına olanak tanınmış. ZyXEL WAC6500 ile Kablosuz Ağlarda Optimum Performans! ZyXEL’in akıllı anten teknolojisine sahip Wi-Fi Erişim Noktası çözümü WAC6500, yüksek performanslı internet erişiminin ciddi bir ihtiyaç olduğu yoğun kullanıcılı ortamlarda bile maksimum hız ve kesintisiz bağlantı imkanı sağlıyor. Telekom servis sağlayıcılarından küçük ve orta boy işletmelere ve ev kullanıcılarına kadar çok geniş bir skaladaki müşteri tabanı için hem kablolu hem de kablosuz internet çözümleri sunan dünyanın lider ağ çözümleri firması ZyXEL, pazarın ihtiyaçlarına özel ürünler geliştirmeye devam ediyor. ZyXEL’in bir süre önce pazara sunduğu WAC6500 Serisi Akıllı Anten Wi-Fi Erişim Noktası, Wi-Fi erişim noktalarında geleneksel olarak kullanılan antenlerin performansını 2 katına çıkartan bir akıllı anten teknolojisi sayesinde, kapsama gücünü ve kapasitesini artırıyor. Bu erişim noktası çözümü ayrıca enterferans dayanıklılığını da bir üst seviyeye çıkartıyor. itü vakfı dergisi 135 SEKTÖR HABERLERİ Soyak Kristalkule Soyak Kristal Kule’ye Ödül Pei Cobb Freed ve HAS Mimarlık ortaklığında tasarlanan 168 m. yüksekliğinde Soyak Kristal Kule, en iyiler arasına girdi. Dünyanın dört bir yanından gökdelenler ve nefes kesen mimari projeler platformu Emporis’in dünya çapında 300’den fazla gökdelen arasından 2014 yılı için seçilen en iyi 10 bina listesinde İstanbul’daki ''Soyak Kristalkule'' 7. sırada yer aldı. Yapılar hakkında küresel bir bilgi sağlayıcısı olan Emporis’in her yıl düzenlediği “Gökdelen Ödülü” yarışmasında projeler, yıl içerisinde tüm dünyada gerçekleştirilen ve yarışmanın kriterlerine uygun proje bilgilerinin yer aldığı kendi veritabanı üzerinden seçildi. Tasarım ve işlevselliği bir araya getiren en iyi mimar ve projeyi seçmek amacıyla yapılan yarışmada en iyi 10 proje, Emporis editörlerinin oluşturduğu jüri tarafından yapılan oylamalar sonucu belirlendi. Soyak Kristalkule, Soyak Holding tarafından Levent’teki kendi arsası üzerinde geliştirilmiş ve 2011 yılında başlanılan inşaat 2014 yılında tamamlanmıştır. Projenin mimari tasarımı, ünlü Mimar Henry Cobb önderliğindeki NewYork’tan Pei Cobb Freed & Partners (PCF&P) ile yerel mimar olarak HAS Mimarlık Ltd. tarafından yapılmıştır. Projenin strüktür tasarımı yine USA menşeli Thorton Tomasetti, mekanik ve elektrik tasarımı ise Jaros Baum & Bolles tarafından yapılmış olup, yerel proje ayağında Balkar, Enmar ve Dinamik yer almıştır. Proje yönetimini ise uluslararası ARUP yürütmüştür. Ulusal ve uluslararası uzmanların katılımıyla, geniş bir ekibin işbirliğiyle tasarlanan Soyak Kristalkule’de, çağdaş mimarlık ilkeleri ve teknoloji en yenilikçi ve sürdürülebilir biçimde uygulanmıştır. Suha Özkan’dan Mimarlık Kültürüne Armağan 'Bodrum Mimarlık Kitaplığı' Mimar Suha Özkan ve eşi Yasemin Aysan'ın kişisel girişimleri ile oluşturularak mimarlık kültürümüze armağan edilen Bodrum Mimarlık Kitaplığı açıldı. Dünya Mimarlık Birliği Kurucu Başkanı Prof. Dr. Suha Özkan, Bodrum’daki yüz yıllık bir evi, restore ederek, “Mimarlık Kitaplığı”nı kurdu. ODTÜ’de uzun yıllar sürdürdüğü öğretim üyeliği görevinin ardından emekli olup Bodrum’a yerleşen Suha Özkan, Bodrum Çarşı Mahallesi’ndeki yüz yıllık bir evin doğal dokusunu bozmadan 136 itü vakfı dergisi restore etti. Prof. Dr. Özkan, mimar eşi Yasemin Aysan ile birlikte 48 yıllık mesleki hayatları boyunca biriktirdikleri binlerce kitap, belge ve proje arşivini derleyerek Bodrum Mimarlık Kitaplığı’nda meraklıların kullanımına sundu. Kitaplığın, hafta içi belirli saatler arasında randevu sistemi ile hizmet vereceği belirtildi. 15 bin kitap, 20 bin belge... Özkan, “Koleksiyonumuzdaki kitapların tamamı 15 bin. Buraya sadece 10 bin kitabı yerleştirdik. 20 bin kadar da belge var. Mimarlık belgesi, çizimler, gravürler, eski yapıtlar mevcut” dedi. Mesleki alanda kitap bağışı yapmak isteyenlere açık olduklarını belirten Özkan, inceleme ve değerlendirmelerin ardından bağış yapılan kitapları da düzenleyerek kullanıma sunacaklarını söyledi. Ağa Han Mimarlık Ödülü’nün yöneticiliğini yaptığı uzun yıllar boyunca İsviçre’de yaşayan Suha Özkan, kişisel girişimlerle oluşturduğu bu kitaplığın Türkiye’de tek olduğunu belirterek, “Alt kattaki toplantı salonu ve büro olarak kullanılacak mekanların yanısıra üst kattaki dört odanın her biri temalar üzerine düzenlendi. Birini Bodrum’a ayırmayı düşünüyoruz. Bodrum’a ve mahallelerine ait mimari verilerin ve düzenlemelerin yer alacağı bir bölüm olacak. Biri süreli yayınlar, diğerinde de mimarlık tarihi ve sanat yapıtları yer aldı. Diğer odada şimdilik eğilemediğimiz belgeler yığılı. Genellikle mimarlık öğrencileri, mimarlar ve meslek adamlarına yönelik, ama sanat ve diğer konularda kitaplarımız da var. Meraklısı her zaman gelebilir.” dedi Doğan Hasol’un ismi de Bodrum Kitaplığı’nda Mimarlık Kitaplığı’ndaki birimlerden Süreli Yayınlar Odası’na “Doğan Hasol”un adı verildi. Suha Özkan, Kitaplık’taki bu odayı, mimarlık alanında verdiği eserler, yaptığı katkılar ve yayımladığı Türkiye’nin en uzun soluklu dergisi YAPI adına Doğan Hasol’a adadıklarını söyledi. İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER İ TÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, Ekim başında yaptığı toplantıda 2015-2016 döneminde gerçekleştireceği etkinlikler için yol haritasını belirledi. Komite, yeni dönemdeki çalışmalarını, Haziran’da yapılan Genel Kurul’da yeniden bu göreve seçtiği Zeliha Dilek başkanlığında yürütüyor. Dilek, daha önceki yıllarda başkanlık görevini birkaç defa üstlenerek başarı ile yürütmüştü. Düzenlediği çeşitli kültürel-sosyal etkinlikten sağladığı gelirle her yıl ortalama 200 öğrenciye karşılıksız eğitim bursu vermekte olan Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, gönüllü faaliyetlerinde 27. yılını geride bıraktı. Gelecek umudumuz gençlerimize daha fazla katkıda bulunmak için başta konserler olmak üzere, yurtiçi ve yurdışı geziler, briç ders ve turnuvaları, kermes, yoga, resim eğitimi gibi etkinlikleri her yıl aynı heyecan duygusu ve motivasyonla organize eden Komite üyeleri, İTÜ’de sosyal-kültürel ortama da katkıda bulunuyor. Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, 9 Ekim’de gerçekleştirdiği toplantıda her yıl yinelenen etkinliklerin yanısıra öğrencilerin barınma sorununa da odaklandı. Anadolu’dan gelip, kalacak yer bulamayan çok zor durumdaki öğrenciler için geçici çözüm Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi'nden “Burs Kampanyası”na Katkı Çalışmaları olarak konteyner temin edilmesini gündeme alan Komite bu konuda girişimlerde bulunma kararı aldı. Burs Komitesi’ne başvuran Yaz Okulu’ndan iki kız öğrenciye burs, bir öğrenciye de bilgisayar alındı. Bu yıl, Komite’nin bursiyer öğrencilerinden 26’sı mezun oldu. Mevcut bursiyerlerin yanısıra, yeni öğretim yılında burs talebinde bulunan 80 öğrencinin başvurusu Burs Komitesi tarafından değerlendirmeye alındı. Yeni kurulan “Nazlı Özkara Burs Fonu” ise yakın zamanda hayata veda eden Nazlı’nın hem anısını yaşatacak, hem de öğrencilere katkı sunacak. Konserler: Komite’nin müzikseverleri farklı sesler ve ezgilerle buluşturduğu konser etkinlikleri, yeni sanatçı ve gruplarla bu dönemde de devam edecek. Briç: Zihin sporu Briç ders ve turnuvaları, her geçen gün yeni katılımcılar ve profesyonellerle milli briççi Süleyman Kolata’nın öğreticiliğinde sürüyor; turnuvalar sonucu kazanılan madalya ve kupalar heyecan yaratıyor. Gezi: Günübirlik aylık gezilerin yanısıra, yurtdışı gezilerinin ilk rotası Sicilya ve Güney İtalya olacak. Resim Dersleri: Yıllardır devam eden resim dersleri, içindeki yeteneği keşfetmek isteyen, renklerle mutlu olup, sanat kültürü edinmek isteyenler için bir fırsat sunuyor. Yoga: Yoğun çalışma temposunun ve günlük yaşamın getirdiği stresten kurtulmak, aklı, bedeni ve ruhu arıtmakla mümkün. Komite’nin etkinlikleri arasında talep gören etkinliklerden biri olan Yoga, fiziksel dinamizmin yanında, ruhsal gelişmeye ve farkındalığa katkı sağlamayı amaçlıyor. Giysi Odası: Öğrencilerin giysi ihtiyacı başta olmak üzere, mutfak ve ev gereçleri ihtiyacını karşılamaya yönelik hizmet veren Giysi Odası yıllardır önemli bir soruna çözüm üretiyor. Kişi ve kuruluşlardan bağış yoluyla temin edilen ürünler ücretsiz veya sembolik ücretlerle İTÜ öğrencisine sunuluyor. itü vakfı dergisi 137 YAYINLAR Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin Sonuna Kadarki Kısa Tarihi Prof. Dr. Celâl Şengör Essentials of Research Paper Writing Dilek Vidana Tavaşoğlu Süeda Albayrak Suzan Arıman Bu kitap APA tarzında akademik makale yazımını öğretmeyi amaçlamaktadır. Araştırma safhasını pratik ipuçları ile anlatan kitap akademik bir araştırma yazısının veya tezin hazırlanmasındaki evreleri örnekleriyle açıklamaktadır. Kitabın hedefleri yazılı bir belgeyi değerlendirip yorumlama yeteneği kazandırmak, teknik kelime hazinesini zenginleştirmek, akademik kaynaklar ile aşinalığı artırmak, akademik araştırma yazısı hazırlama sürecini ortaya koymak ve araştırma yazısı yazarken dikkat edilmesi gereken etik kurallara dikkat çekmektir. Kitabın yazarları İstanbul Teknik Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulunda İleri İngilizce (İngilizce 201) dersi veren okutmanlardır. Öncelikli olarak İTÜ öğrencilerinin tez yazma derslerinde kullanılmak üzere hazırlanan bu kitap, akademik makale ve tez yazımı sürecini ayrıntıları ile öğrenmek isteyen herkes için faydalı bir rehber kitaptır. Charles Darwin’in evrim kuramı tüm bilim tarihinin en önemli düşünsel ürünlerinden biridir. Darwin’den sonra insanın hem kendine hem de içinde yaşadığı ve bir parçası olduğu doğaya bakışı çok temelli bir değişime uğramıştır. Darwin ile birlikte insanlık çok daha rasyonel düşünmeye başlamıştır. Ancak evrim fikri Darwin’in değildir. Darwin yaşamın evrimi için yalnızca akılcı ve gözlemle denetlenebilir, yani bilimsel bir mekanizma bulmuştur. Evrim fikri ise bilimsel düşüncenin kendisi kadar eskidir ve onun gibi günümüz Türkiye’sinin sınırları içindeki eski Miletos şehrinde M. Ö altıncı yüzyılda doğmuştur. Evrim kuramı eski Yunan doğa felsefecilerince tartışılmış, Orta Çağ’da İslam bilginlerince geliştirilmiştir. Avrupa’da onyedinci yüzyılda başlayan bilimsel yeşermenin çerçevesinde yaşamın belirli bir yönde geliştiği düşüncesi de yaygın olarak ele alınmıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri hem biyolojinin hem de jeolojinin gözleme dayanan sağlam temellere oturtulmasıdır. Bu kitap, evrim fikrinin Darwin döneminin sonuna kadarki tarihsel gelişmesini hem biyolojik hem de jeolojik çerçevede ele almaktadır. İTÜ Vakfı Yayınları ISBN: 978-605-4778-12-6 Bas›m Y›l›: 2015 Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm 192 sayfa, Karton Kapak Elektromagnetik Alan Teorisinin Temelleri Prof. Dr. Mithat İdemen İTÜ Vakfı Yayınları ISBN: 978-975-7463-24-5 Bas›m Y›l›: 2015 21 x 29,7 cm 240 sayfa, Karton Kapak Planlamada Sayısal Yöntemler Prof. Dr. Vedia Dökmeci Şehirlerin sağlıklı ve etkin olarak planlanması, mevcut fiziksel ve sosyo-ekonomik yapının araştırılması, eğilimlerin ortaya konması ve geleceğin doğru olarak tahmin edilebilmesine bağlıdır. Zamanımızda bilgisayar tekniklerinin yoğun bir biçimde kullanılması, bu alanda ihtiyaç duyulan sayısal yöntemlerin geliştirilmesine yardımcı olmuştur. Bu kitapta, şehir sistemlerinin ve planlama problemlerinin incelenmesinde kullanılan matematiksel modeller açıklanmıştır. Bu modeller şehir nüfusunun ve gereksinilen tesislerin öngörülmesinde, şehirlerin gelişme yönlerinin ve sosyal yapılanmasının belirtilmesinde, ulaşım ağı ve arazi kullanımı değerlendirilmesinde, sanayi ve sosyal tesislerin ve yeni iş merkezlerinin etkin bir biçimde yer seçiminde kullanılmaktadır. Bu modellerin çözüm yöntemleri açıklanmış ve uygulama örnekleri verilmiştir. Yazarın 1970-1997 yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde vermiş olduğu derslerin notları esas alınarak hazırlanmış bulunan bu kitap, öğrenciye Elektromagnetik Teori’yi modern bir görüşle tanıtmayı amaçlamaktadır. Kitabın bu konuda yazılmış klasik kitaplardan farkı, özellikle, elektromagnetik olayın distribüsyon niteliği ile rölativistik niteliğini belirgin biçimde ön plana çıkarmasındadır. Böylece, bir yandan, değişik fizik bünyeye sahip ortamların arakesit yüzeyinde gözlenen süreksizlikler matematik teoremlerin geçerlilik koşulları çiğnenmeden belirlenebilmekte, diğer yandan da, birbirine göre düzgün hareket halinde bulunan gözlemcilerin aynı olayı nasıl gözleyeceği, konuya uzak görünen varsayımlara ihtiyaç duyulmadan açıklanabilmektedir. Bu görüşle, Özel Rölativite Teorisi Elektromagnetik Teori’nin bir alt bölümüne dönüşmekte ve kolay bir biçimde anlaşılır hale gelmektedir. Kitap, Elektromagnetik Teori’nin temel kavramlarını kavramaya yardımcı olan, gereksiz matematik güçlüklerden uzak, çok sayıda problem içermektedir. Bu haliyle hem lisans hem de yüksek lisans derslerinde esas veya yardımcı kitap olarak izlenebilecek düzeydedir. İTÜ Vakfı Yayınları İTÜ Vakfı Yayınları ISBN: 978-605-4778-16-4 Bas›m Y›l›: 2015 16,5 x 23,5 cm 176 sayfa, Karton Kapak ISBN: 978-605-4778-12-6 Bas›m Y›l›: 2015 Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm 256 sayfa, Karton Kapak 138 itü vakfı dergisi Şarık Tara Anlatıyor Çiğdem Tüzün Doğan Kitap Eylül 2015, Türkçe 314 sayfa Karton Kapak 16,5x23 cm Şarık Tara, hem Enka’yı bir dünya şirketi yapmak için hem de ülkemiz ve dünya barışına katkıda bulunmak için yaptıklarını anlattığı “Şarık Tara Sınırların Ötesinde” isimli kitabından sonra, hayat hikayesini anlattığı ikinci bir kitapla karşımızda. Tara, bu kitabın amacını şu şekilde anlatıyor; “Hayat hikayemi anlatmadaki amacım başımdan geçen hadiseleri gelecek kuşaklara, özellikle gençlere aktarmaktır. Okudukları taktirde nasıl başarılı olabileceklerine bir miktar yardım eder diye düşündüm. Bana öğretilenler içinden en iyilerini seçmek, bunlardan azami ölçüde yararlanmak, en iyi şekilde uygulamak ve gençlere aktarmak benim gayem olmuştur. Hayatım boyunca bunu kendime vazife edindim. Bu yaklaşım iş hayatımı da çok olumlu etkiledi. Bu kitabın da hayatım boyunca biriktirdiklerimin gençlere aktarılmasında iyi bir araç olacağını umuyorum." “1930 yılında Üsküp’te doğdum. Ailemin imkânları genişti, mürebbiyeler ve hizmetliler arasında el üstünde tutularak büyüdüm. Güzel bir çocukluk yaşadım. İkinci Dünya Savaşı başlayınca ailem beni 12 yaşındayken Bulgar pasaportuyla İstanbul’a dayımın yanına gönderdi. Birdenbire varlıktan adeta yokluğa yuvarlandım. Ailem ancak iki yıl sonra yanıma gelebildi. İstanbul’da zor şartlar altında yaşamımızı sürdürdük. Annem, babam bu dönemde birçok şeyden fedakârlık ettiler ama çocuklarının eğitiminden asla. Bizim iyi bir eğitim almamız için ellerinden geleni yaptılar. Lise yıllarından itibaren ben de çalışarak aile bütçesine katkıda bulundum. İnşaat mühendisi olmak istiyordum, onun için İTÜ’yü tercih ettim. İTÜ’lü olmak benim bütün hayatımın gidişatını belirledi. 1957 yılında sınıf arkadaşım, yakın dostum ve eniştem Sadi Gülçelik’le birlikte Enka’yı kurdum. Enka’yı bir dünya şirketi yapmak için çok çalıştım ve muvaffak oldum." Başka Peron İletişim: www.baskaperon.com [email protected] İTÜ Öğrencilerinin Çıkardığı Edebiyat Dergisi Başka Peron'un 7. Sayısı Çıktı! Başka seslerin ortak durağı Başka Peron 7. sayısı ile huzurlarınızda. “Deli, Ritim ve Renk” kapak konusu üçlemesi ile bu ay sizleri delidolu, rengarenk bir dünyaya çağırıyor. İçerik incelemeler, öyküler ve şiirlerle zenginleştirilmiş durumda. Deliliğin dünyasının kapısını aralayacağınız, ritmi yüksek bir sayı daha sizlerle! Başka Peron dergisini Mephisto, FiLBooks, İTÜ Ayazağa Fan Fan Cafe, Sahaflar Çarşısı ve İmge Kitabevi’nde satışta. Anadolu’nun Gözyaşları Yurtdışına Götürülmüş Tarihi Eserlerimiz “Anadolu’nun Gözyaşları”, büyük çoğunluğu 1830-1922 yılları arasında, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden, farklı yöntemlerle götürülmüş, günümüzde Avrupa ve ABD’deki müzelerde sergilenen tarihi eserlerimizin, bugüne dek hazırlanmış en kapsamlı envanterini sunuyor. Yaşar Yılmaz, kendisine yönelttiği “Yurtdışında kaç tarihi eserimiz var; yurtdışına götürülmüş eserlerimize ilişkin bir çalışma var mı?” sorularına yanıt ararken başladığı araştırma sonucunda bu eserlerin peşine düştü. Yılmaz, çoğunluğu Batı’da bulunan, Anadolu’dan gitmiş eserlere sahip müzeleri tek tek gezerek bu envanteri derledi. Yılmaz, amatör Yaşar Yılmaz bir araştırmacı tutkusuyla çıktığı bu yolda, yoYEM Yayın ğun emek ve özveri göstererek 10’dan fazla Haziran 2015 ülkede, 50’yi aşkın müzede araştırma yaptı. Türkçe Üç yıl süren bu seyahatleri boyunca Anado312 sayfa lu topraklarından götürülmüş ve günümüzde Pleksi kapak birçok Batı müzesine büyük zenginlik katan 16x23 cm tarihi eserleri yerinde inceleyerek envanter numaralarıyla belgeledi. Söz konusu eserlerin Batılılarca keşfi, taşınma öyküleri ve ülkemizdeki tarihi eser algısı, Osmanlı’nın son döneminde Anadolu’da keşif ve kazı çalışmaları yürütmüş yabancı gezgin ve araştırmacıların notlarından, günlüklerinden, tarihi belgelerden yararlanılarak anlatılıyor. Modernizmden Postmodernizme Geçiş Sürecinde Loft Mimarisi ve İstanbul’daki Yansımaları Sınai üretim biçiminde yaşanan köklü bir dönüşümle birlikte terk edilen kent merkezindeki imalathane ve depo alanlarının, bambaşka bir gereksinim karşılanması adına, var olan koşullar ve zorunluluklar içerisinde dönüşerek yeniden işlev kazanmasıyla ortaya çıkan bir konut tipinin adı loft. İlk ortaya çıktığı yer de New York. Kitap da buradan başlıyor. Niçin ve nasıl ortaya çıktığını, bunun ekonomik, kültürel ve sosyolojik arka planını ve zaman içerisinde aldığı biçimleri ele alıyor. Bu biçimlerden hareketle loft tipolojisinin temel mimari ölçütlerini ve ortaya çıkan loft türlerini saptıyor. Ardından, yapının bir meta haline gelmesiyle uğradığı kavramsal dönüşümü, genel bir modernite-postmodernite tartışması eksenine oturtarak irdelemeye ve sonunda İstanbul özeline yoğunlaşarak sonuçlarını somut örneklerle tanımlamaya çalışıyor. Ece Ceylan Baba Editör: Bahar Demirhan Tasarım: Utku Lomlu YEM Yayın, Nisan 2015, 200 sayfa, Karton Kapak, 16,5x23 cm itü vakfı dergisi 139 YAYINLAR İTÜ VAKFI YAYINLARI ‹TÜ VAKFI, ‹TÜ Maçka Kampüsü, Sosyal Tesisler / Teşvikiye - ‹stanbul Bilgi ve ‹letişim: 0212 230 73 71 - 232 57 62 - 291 34 75 / [email protected] Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Tarihi - 2015 Reşat Baykal 40 TL Matematik 1 Teoremler, İspatlar, Problemler - 2008 Mehmet Ali Karaca 25 TL Otomatik Konteyner Terminalleri ve Terminal Yönetim Bilgi Sistemleri - 2015 Yavuz Keçeli Volkan Aydoğdu 18 TL Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi - 2008 Mithat İdemen 15 TL Cisimlerin Mukavemeti Yenilenmiş 9. Baskı - 2015 Mustafa İnan 35 TL Uçuşun Yüzüncü Yılında Modern Aerodinamiğin Temelleri - 2006 Ülgen Gülçat 17 TL Lineer Sınır-Değer Problemleri ve Özel Fonksiyonlar - 2015 Mithat İdemen 25 TL Writing Research Papers 2.baskı, 2006 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 15 TL Enstrüman Yapım Eğitiminde Oransal Ölçeklendirme - 2015 Eren Özek 15 TL Muallim İsmail Hakkı Bey ve Yazıları ve Rölöveleriyle Musiki Tekamül- Dersleri 2006 Sedat Çetintaş 2004 Nermin Kaygusuz Editör: Ayla Ödekan 150 10 TL TL İstanbul İçin Öngörüler - Taarla İTÜ Mimari Tasarım Araştırma Laboratuvarı Çalışmaları - 2014 Editörler: Ayşe Şentürer Nurbin Paker - Özlem Berber Aslıhan Şenel 25 TL Mimarlıkta Değerlendirme 2004 Mete Tapan 10 TL Teknik İngilizce 2014. 5. Baskı Pamela Edis 15 TL Mimarlıkta Estetik Değerlendirme - 2014 Mete Tapan 10 TL Theory and Practice of Ship Handling - 2014 Kinzo Inoue 50 TL İTÜ Tarihçesi Kazım Çeçen 10 TL Müzikoloji ve Kaynakları 2014 2. Baskı Yrd. Doç. Dr. Recep USLU 17 TL Analiz Dersleri - 1993 Ratıp Berker 10 TL ORFF Yaklaşımı, Elementer Müzik ve Hareket Eğitimine Giriş - 2014 Atilla Coşkun Toksoy 15 TL Gemi Formunun Hidrodinamik Dizaynı Kemal Kafalı 10 TL Ebrunun Mermer Yüzü - 2014 Hikmet Barutçugil 150 TL İstanbul Boğazı Güneyi ve Haliç’İn Geçe Kuvaterner Dip Tortulları Engin Meriç 10 TL İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 150 TL YENİ ÇIKANLAR: Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013 Aydın Eken 50 TL Planlamada Sayısal Yöntemler - 2. Baskı, 2015 Prof. Dr. Vedia Dökmeci 15 TL Matematik I Çözümlü Problemleri - 7. Baskı, 2013 Ayşe Peker Dobie 22 TL Elektromagnetik Alan Teorisinin Temelleri Yenilenmiş 4.Baskı, 2015 Prof. Dr. Mithat İdemen 17 TL Essentials Of Research Paper Writing - 3.baskı, 2015 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 19 TL Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin Sonuna Kadarki Kısa Tarihi - 2.Baskı, 2015 Prof. Dr. Celâl Sengör 20 TL Diferansiyel Denklemler 2010 Faruk Güngör 25 TL Dalga Kırınımında Analitik Yöntemler Cilt:I-II - 2011 Alinur Büyükaksoy, Gökhan Uzgören, Ali Alkumru 25 TL Elektromagnetik Alan Teorisi Çözümlü Problemleri Cilt:I-II - 2009 Gökhan Uzgören, Alinur Büyükaksoy, Ali Alkumru 35 TL Lineer Cebir Çözümlü Problemleri - 2009 Mehmet Ali Karaca 15 TL 140 itü vakfı dergisi İTÜ Vakfı Yayınları Satış Noktaları: İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi) www.1773itu.com (on-line) Seçkin Yayıncılık Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi) PAN Yayıncılık YEM Kitapevi Pandora EDGE Akademi (Ankara) Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected] İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz Editör: Prof. Dr. Mehmet Karaca 2. Baskı Matematik I Teoremler, İspatlar, Problemler Y. Doç. Dr. Mehmet Ali Karaca 2. Baskı esi Fen ve Mühendislik atik 1 dersinin notlarndan ölçüde gerekli olan teorik zora sralanmş çözümlü ar kapsayacak biçimde ümlerinin birinci snfnda umarm. MATEMAT‹K I ÇÖZÜMLÜ PROBLEMLER‹ / Ayşe Peker Dobie Teknik Üniversitesi Fennde tamamlayan Ayşe . Doç. Dr. olarak görev Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş Prof. Dr. Ayla Ödekan Essentials of Research Paper Writing Dilek Vidana Tavaşoğlu Suzan Arıman Süeda Albayrak - 3. Baskı Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi Y. Müh. Aydın Eken Theory and Practice of Ship Handing Kinzo Inoue Elektromagnetik Alan Teorisinin Temelleri Prof. Dr. Mithat İdemen Yenilenmiş 4. Baskı Mimarlıkta Değerlendirme Prof. Dr. Mete Tapan Cisimlerin Mukavemeti Prof. Dr. Mustafa İnan Yenilenmiş 9. Baskı Lineer Sınır-Değer Problemleri ve Özel Fonksiyonlar Prof. Dr. Mithat İdemen MATEMAT‹K I ÇÖZÜMLÜ PROBLEMLER‹ 7. BASKI Ayşe Peker Dobie limit ve süreklilik türev ve uygulamalar integral ve uygulamalar integrasyon teknikleri 9 789757 463115 Matematik I Çözümlü Problemleri Y.Doç.Dr. Ayşe Peker Dobie 7. Baskı Teknik İngilizce Pamela Edis 5. Baskı Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin Sonuna Kadarki Kısa Tarihi Prof. Dr. Celâl Sengör 2.Baskı, Planlamada Sayısal Yöntemler Prof. Dr. Vedia Dökmeci 2. Baskı Diferansiyel Denklemler Prof. Dr. Faruk Güngör 4. Baskı itü vakfı dergisi 141 YAYINLAR İTÜ Vakfı Yayınları Satış Noktaları: İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi) www.1773itu.com (on-line) Seçkin Yayıncılık Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi) PAN Yayıncılık YEM Kitapevi Pandora EDGE Akademi (Ankara) Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected] Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Tarihi - 2015 Prof. Dr. Reşat Baykal Otomatik Konteyner Terminalleri ve Terminal Yönetim Bilgi Sistemleri - 2015 Doç. Dr. Yavuz Keçeli Doç. Dr. Volkan Aydoğdu ORFF Yaklaşımı, Elementer Müzik ve Hareket Eğitimine Giriş - 2014 Yrd. Doç. Dr. Atilla Coşkun Toksoy Ebrunun Mermer Yüzü 2014 Hikmet Barutçugil Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi - 2008 Prof. Dr. Mithat İdemen Uçuşun Yüzüncü Yılında Modern Aerodinamiğin Temelleri - 2006 Prof. Dr. Ülgen Gülçat 142 itü vakfı dergisi Enstrüman Yapım Eğitiminde Oransal Ölçeklendirme - 2015 Yrd. Doç. Dr. Eren Özek İstanbul İçin Öngörüler - Taarla İTÜ Mimari Tasarım Araştırma Laboratuvarı Çalışmaları - 2014 Editörler: Prof. Dr. Ayşe Şentürer, Doç. Dr. Nurbin Paker, Araş. Gör. Özlem Berber Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Şenel Müzikoloji ve Kaynakları 2014 2. Baskı Yrd. Doç. Dr. Recep USLU Dalga Kırınımında Analitik Yöntemler Cilt:I-II - 2011 Prof. Dr. Alinur Büyükaksoy Prof. Dr. Gökhan Uzgören Prof. Dr. Ali Alkumru Elektromagnetik Alan Teorisi Çözümlü Problemleri Cilt: I-II - 2009 Prof. Dr. Gökhan Uzgören Prof. Dr. Alinur Büyükaksoy Prof. Dr. Ali Alkumru Lineer Cebir Çözümlü Problemleri - 2009 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Karaca Writing Research Papers 2.baskı, 2006 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman Mimarlıkta Estetik Değerlendirme - 2014 Prof. Dr. Mete Tapan Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekâmül Dersleri Prof. Nermin Kaygusuz ‹TÜ VAKFI YEN‹ YAYINLARI - Denizcilik Sektörü Kitapları Ord. Prof. Ata Nutku - Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi Y. Müh. Aydın Eken Bas›m Y›l›: 2013 Boyutlar: 17 x 24,5 cm Sayfa Sayısı: 592 İTÜ’de sivil gemi mühendisliği eğitiminin kurucusu ve Türkiye’de gemi yapılamaz denen bir ortamda çelik gemi yapımını gerçekleştiren Ord. Prof. Ata Nutku’nun hayatı ve gemi inşaatı endüstrisine yaptığı katkılar “Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi” ismi ile kapsamlı bir eser olarak yayımlandı.Bir deniz subayı olarak mesleğe başlayan Ata Nutku’nun yaşamı etrafında yine bir deniz subayı olan; babası Süleyman Nutki, amcası Ali Rıza Seyfioğlu ve ağabeyi Emrullah Nutki’nin Donanmamıza yaptığı katkılar, Ata Nutku’nun öncülüğünde Cumhuriyet sonrası Türk Gemi İnşa Endüstrisi ve İTÜ çatısı altında Gemi İnşa Mühendisliği Eğitiminin kuruluş ve gelişimi bu çalışmada ayrıntılı olarak yer alıyor.Y. Müh. Alb. Aydın Eken tarafından hazırlanan “Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi” kitabı, üç yıl süren bir araştırmanın, titiz ve sabırlı bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıktı. Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Tarihi Prof. Dr. Reşat Baykal Bas›m Y›l›: 2015 Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm Sayfa Sayısı: 432 Ülkemizde gemi inşaatı mühendisliği eğitimi, 1773 yılında kurulan Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn’la askeri bir eğitim kurumu olarak başlayıp, 1944’de İTÜ bünyesinde sivil mühendislik alanına yönelmiştir. Bu kitapta, gemi inşaatı eğitiminin 1773 yılından, günümüzde İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nde; “Gemi İnşaatı ve Gemi Makinaları Mühendisliği” ile “Gemi ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği” eğitiminin verildiği son şekline gelinceye kadarki; değişim ve gelişmeler tarih sırasıyla ve yazılı belgelere dayalı olarak belirtilmektedir. Ayrıca başlangıçtan günümüze kadar değişik idari görevlerde bulunanlar, öğretim üyeleri, öğretim görevlileri ve araştırma görevlileri ile idari ve teknik personel, listeler halinde sıralanmıştır. Böylece kitap; belgeli bilgilerin, geçmişin karanlık sayfaları arasında kaybolması yerine, ilgililerin bilgisine özenle sunmayı amaçlamaktadır. Otomatik Konteyner Terminalleri ve Terminal Yönetim Sistemleri Doç. Dr. Yavuz Keçeli / Doç. Dr. Y. Volkan Aydoğdu Bas›m Y›l›: 2015 Boyutlar: 16,5 x 23,5 cm Sayfa Sayısı: 144 Limanlarda elleçlenen kargo miktarının sürekli artış halinde olması, çevre limanlarla yaşanan yoğun rekabet, müşterilerin artan performans ve bilgi talepleri liman operasyonlarında bilişim ve iletişim teknolojilerinin kullanımını adeta zorunlu kılmıştır. Son yılarda liman otomasyonu ve liman bilişim sistemleri konularında da önemli değişiklikler olmuştur. Elinizdeki bu kitap, konteyner terminallerinin otomasyonu konusunda Türkçe olarak yazılmış olan ilk eser olup, ülkemizde bu konularda araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunan araştırmacı ve akademisyenlere bir kaynak teşkil edecektir. Dünya limanlarında kullanılan otomasyon ve bilişim sistemlerinin sistematik olarak incelendiği bu kitap, yazarlarının yoğun olarak 2006-2008 yılları arasında Güney Kore’de araştırma görevlisi olarak çalıştıkları yıllarda gördükleri dersler, yer aldıkları araştırma ve geliştirme projeleri, katıldıkları seminerler, saha çalışmaları ve edindikleri tecrübelerden derlenmiştir. SPOR Güzel Oyun Futbolun Doğuşu (1) Metin Tükenmez İTÜ Beden Eğitimi Bölümü Oyunun ve dolayısıyla oyun- yaşam ilişkisinin yaratıcısı olan insanoğlu, çok eski çağlardan beri yuvarlak cisimlerle ya da bugünkü adıyla top oyunlarına olağanüstü bir ilgi duymuştur. 1,5 milyon yıl önce yaşamış homo erektusların bile oyun oynadığını, bugünkü stadyum parkuru benzeri bir alanda koşu yapan homo erektusların içinde, tam tur koşmayanların oyunbozanlık yaptığı için oyundan atıldığını bilmekteyiz… B ugün Avrupa Futbol Birliği’nin (UEFA) başkanlık görevini yürüten Fransızların efsane futbolcusu Michel Platini “oynayan bir dünya güzeldir” dedi 1998 yılında. Gerçekten de yaşam enerjisinin fazlalığından kurtulmak için düzen yaratmak ve bu düzen içerisinde eğlenmek anlamına gelen oyunun, yaşamın boşluklarını doldurmak gibi insani bir yapısı olduğuna önceki yazılarımda değinmiştim. Oyunun ve dolayısıyla oyun- yaşam ilişkisinin yaratıcısı olan in- 144 itü vakfı dergisi sanoğlu, çok eski çağlardan beri yuvarlak cisimlerle ya da bugünkü adıyla top oyunlarına olağanüstü bir ilgi duymuştur. 1,5 milyon yıl önce yaşamış homo erektusların bile oyun oynadığını, bugünkü stadyum parkuru benzeri bir alanda koşu yapan homo erektusların içinde, tam tur koşmayanların oyunbozanlık yaptığı için oyundan atıldığını bilmekteyiz. Bilindiği gibi tarihsel olayları arkeoloji bilimi, karbonlu maddeleri radyokarbon testinden geçirerek gün ışığına çıkartırlar. Binlerce hatta milyonlarca yıl içinde kemirgenler ya da doğanın diğer yaşam unsurlarının birbirlerine karıştırdığı maddelerin ayırımını ya da yaşını ise daha yeni bir yöntem olan hızlandırıcı kütle spektrometresi ile saptarlar. Henüz adının tam olarak belirlenmediği, çok eski çağlarda insanların yuvarlak cisimlerle oynamaktan hoşnut oldukları, mağara duvarlarına çizilen resimlerden ya da kabartmalardan anlaşılmaktadır. Topla oynanan oyunların tarihi söz konusu olduğunda çok çeşitli tartışmalar olmasına karşın günümüzden sekiz bin yıl önce Türklerin Orta Asya maden çağını açtıkları dönemlerde bile ayakla oynanan bir oyunun varlığını öğrenmekteyiz. La Tartirie adlı eserinde Hiuan adlı bir Çinli toplumbilimcinin şu sözleri yer almaktadır: “Çok eski çağlarda Orta Asya’daki Tsankda (geniş, düz arazi M.T.) kadın ve erkeklerden kurulu karma takımlar, tapınakların avlularında sık sık ayak topu oynarmış. Bu oyunda topa elle dokunmak yasaktır. Ayak ya da kafa ile topu karşıt tarafa geçirirlerdi”. Hiuan Türk kadınlarının savaşçı ve cesur olmalarını bu oyuna bağlamıştır. Ne var ki, günümüzden sekiz bin yıl önce Türk denilen bir kavramdan söz etme tartışma konusudur. Türk ya da Törük denilen adlandırmanın 2000 yıl önceye dayandığı tarihçiler tarafından söylenmektedir. Orta Asya’da oynanan, adına tekmelemek anlamına gelen “tepük” denilen oyunun Türklere dayandırılması, sonradan futbolun tarihsel gelişimini yerli yerine koymak anlamında, Orta Asya’dan gelen dağınık toplulukların Türkleşme süreciyle ilişkilendirilmiş olabilir. Futbolun Avrupa’da ilk oynandığı yer ve tarihi konusunda farklı fikirler çatışmaktadır. Fransızlar bu oyunun Normanlar tarafından İngiltere’ye götürüldüğünü İngilizler ise kendi buluşları olduğunu, İtalyanlar Roma çağında ülkelerinde “calcio” adı altında, Yunanlar ise Isparta döneminde “episkiros” adı altında oynandığını öne sürerler. Ancak şurası gerçek ki, futbol 12. yüzyıldan başlamak koşuluyla İngiltere’de yaygınlaşmaya başladı. Ortaçağ ve modern Avrupa’da top oyunları halka özgü ve kaba bir özelliğe sahipti. Yazılı kurallar olmaksızın, geleneksel kurallara göre oynanmaktaydı. Bir Fransız oyunu: La soule 19. yüzyıla değin Bretagne ve Picardie bölgelerinde yaygın olarak oynanan bu halk oyununun geçmişi, kırsal ve endüstri öncesi toplumların geleneklerine dayanmaktadır. Oynanış tarzına bakıldığında, nasıl ortaya çıktığı belli olmayan, dinselliğe dayalı bir boyutu olduğu anlaşılmaktadır. La soul, iki komşu köyün gençlerini ya da aynı cemaatin bekârları ile yeni evlilerini karşı karşıya getiriyordu. Soylular bu oyunu ara sıra oynarlardı. Taraflar içine ot, talaş gibi maddeler doldurulmuş ya da sorgun ağacından yapılmış bir tür top olan soule’ü rakip takıma karşı hareket ettirmeye çalışırlardı. Oyunun kesin kuralları yoktu. Esnek, yazılı kurallara dayanmayan yalnızca geleneğin meşru kıldığı bu uygulamalar son derece yavaş bir gelişim gösteriyordu. Katılımcıların sayısı, oyunun süresi hatta oyun sahasının Futbolun Avrupa’da ilk oynandığı yer ve tarihi konusunda farklı fikirler çatışmaktadır. Fransızlar bu oyunun Normanlar tarafından İngiltere’ye götürüldüğünü İngilizler ise kendi buluşları olduğunu, İtalyanlar Roma çağında ülkelerinde “calcio” adı altında, Yunanlar ise Isparta döneminde “episkiros” adı altında oynandığını öne sürerler. sınırları bile kesin olarak belirlenmemişti. Oyuncular tüm fiziksel güçlerini kullanarak soule’ün üzerine çullanıyor ve topla birlikte ilerlemek amacıyla elleri ve ayaklarıyla birbirlerine girişiyorlar. Oyuncular farklı görevlere göre sınıflandırılmıyor yalnızca güç ve hız hesaba katılıyordu. Henüz bir taktik ve mevki anlayışı yoktur. Oyun, taraflardan birinin topu önceden kararlaştırılmış alana getirmesiyle sona erer. Ortaçağ İngiltere’sinde de bu tür popüler top oyunlarına rastlanıyordu. Shakespeare’in Kral Lear’inde karakterlerinden biri şöyle haykırır: ”Seni beş para etmez ayaktopçusu”… Oyuncular, topu rakip kaleye atmak amacıyla dört bir yana doğru amansız koşular çıkartmaya ve hatta nehirleri aşmaya dayanan “hurling” oyununu oynuyorlardı. Bu tür oyunlarda zamanla, görevlerin kısmen de olsa sınıflandırılmasına ve birtakım taktiklerin hayata geçirilmesine başlandı. Her takımın kanat oyuncularının, mücadelenin sınırlarını belirlemek amacıyla topu zaptetmeye çalışan atlılar tarafından çevrelenmesi de bu gelişmenin sonuçlarından biridir. Rönesans İtalya’sında Bolonya ve Floransa’da, topa ayakla müdahale edilen “guico del calcio” adlı bir oyun oynanıyordu. Paskalya ya da karnaval bitiminde oynanan calcio, kesin çizgilerle belirlenmiş ve küçültülmüş alanlar içinde itü vakfı dergisi 145 SPOR Modern sporlar neden İngiltere’de ortaya çıktı? Bu sorunun yanıtının, İngiltere’de başlayan sanayi devrimi ve endüstrileşmeyle yakın ilişkisi var. 1930’dan başlamak üzere İngiltere’nin endüstrileşmesinin de etkisiyle, Public School’larda, top oyununun uygulanmasında kesin bir dönüşümü beraberinde getiren bir değişim süreci başlar. oynanan kentli bir oyundu. Sahanın iki uç çizgisi hedef nokta olarak belirlenmişti. Oyuncuların topu ellerinde taşımasına izin veriliyordu. Görev dağılımları ve kolektif oyunun ilk belirtileri üstünkörü de olsa ortaya çıkmaya başlamıştı: Calcio modern futbolun ilk işaretlerini veriyordu. Top oyunlarına başka yerlerde de rastlamak olanaklıydı. Örneğin Japonya ve Kızılderililerde… Top oyunlarının sporlaşması… Modern sporlar neden İngiltere’de ortaya çıktı? Bu sorunun yanıtının, İngiltere’de başlayan sanayi devrimi ve endüstrileşmeyle yakın ilişkisi var. 1930’dan başlamak üzere İngiltere’nin endüstrileşmesinin de etkisiyle, Public School’larda, top oyununun uygulanmasında kesin bir dönüşümü beraberinde getiren bir değişim süreci başlar. Toplumun istikrarı, burjuvazinin yükselişiyle sarsıntıya uğramıştır. Burjuvazi, öğrenciler arasında yaygın olan “güç gösterisiyle egemenlik kurma” sistemi zararına, öğretmen yetkesinin yeniden yapılandırılmasına kadar varan derin bir dönüşüm geçiren kolejler üzerindeki denetimini genişletir. Angaryalar azalır, öğrenciler arasındaki ilişkiler düzene girer; böylelikle kolejler barışa kavuşur. Rugby College’in yöneticisi Thomas Arnold, 1828-1840 tarihleri arasında bu türden bir reformu sessizce yürütür. Kolejlerde yapılan reformlar sonucunda ortaya çıkan yatışma, yazılı ve belirli kurallara dayanan, eskiye göre daha az şiddetli ve kişilik yapısını güçlendirmeye yönelik bir özdenetim sağlayan bir oyunun yaratılması için gerekli koşulları hazırlar. Ama iki ayrı biçimiyle modern futbolun doğmasına Arnold’un kuşağından sonra gelen yöneticiler önderlik ederler. 146 itü vakfı dergisi İTÜ Spor Kulübü’nden Birgül Erken Türkiye Şampiyonu... İTÜ Spor Kulübü sporcusu Birgül Erken, 21-22 Ağustos 2015 tarihlerinde Kaş’ta gerçekleşen Serbest Dalış Türkiye Şampiyonasında birinciliği elde etti. Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu tarafından Antalya’nın Kaş ilçesinde düzenlenen Türkiye Serbest Dalış Paletli Ağırlık ve Küp Apnea Şampiyonasında İTÜ Sualtı Sporları Spor Kulübü adına yarışmaya katılan Milli Sporcu Birgül Erken, “küp apnea” dalında 149.8 metre ile birinci oldu ve Türkiye şampiyonluğunu elde etti. Tüm yarışmalara katılarak 4 altın madalya ile Türkiye Şampiyonluğunu kazanan Erken, ayrıca küp apnea dalında Türkiye rekorunu kırdı. Dinamik Apnea, Statik Apnea, Paletsiz Dinamik Apnea, Küp Apnea branşlarında altın madalya, Hız Apnea branşında Gümüş madalya alan Erken, 2015 yılının en çok madalya alan sporcusu oldu. 2014 yılından beri İTÜ Sualtı Sporları Spor Kulübü bünyesinde spor yaşamına devam eden Birgül Erken, aynı zamanda Türk Dili ve Edebiyat öğretmenliği ve sualtı fotoğrafçılığı yapıyor. Sualtı sporları dalında en çok ödüle sahip olan Erken’in hedefi dünya şampiyonasında yarışarak rekor kırmak. BRİÇ Hazırlayan : Süleyman Kolata [email protected] Briç Turnuvaları Merhaba sevgili briçseverler, 2015 Türkiye Kulüplerarası Şampiyonası 22-27 Ağustos 2015 tarihlerinde Trabzon’da yapıldı. 64 takımın katılımıyla başlayan turnuvada grup ve nakavt maçlarının ardından sıralama şöyle gelişti. 1. ÇAYYOLU BRİÇ SPOR KULÜBÜ : Süleyman Kolata – İsmail Kandemir – Nafiz Zorlu – Ali Uçar – Levent Özgül – Tayfun Özbey – Özgür Göksel – Alpay Özalp. 2. MERSİN BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE SPOR : Ahmet Kahraman – Zafer Şengüler – Karol Diyab – Tevfik Gürkan – Tuğbars Bozkurt – Serhan Antalyalı – Tony Rusev – Kalin Karaivanov – Hristo Hristov. 3. VEFA SPOR KULÜBÜ : Hakan Ziya Atilla – Mehmet Şakirler – Orhan Ekinci – Osman Özcan – Enver Köksoy – Yalçın Atabey – Emre Kaya – Yusuf Kahyaoğlu – Orhan Aker. 3. AYLAN KURDİ : Mehmet Karkin – Mehmet Aksu – Halil Tacir – Serhun İnal – Ali Çelik – Seyfettin Aknar. İkili turnuvanın sonuçları : 1. Zafer Şengüler - Fikret Aydoğdu %63,34 2. Turgay Sesyılmaz - Murat Molva %59,05 3. Başak Kütük - Ömer Kızılok %58,33 Kadın 1 Gaye İnal - Dilek Yavaş %52.70 Karışık 1 Can Yılmazbayhan Şükriye Merze %53.37 Senyör 1 Eftal Daşkan - Kemal Özsin %51.95 Patton Takımlar 1.si Yılankıran İkili Turnuva 1.leri Zafer Şengüler – Fikret Aydoğdu Kulüplerarası Şampiyonu ÇAYYOLU Takımı 9. Akçakoca Palamut Briç Festivali 17-18 Ekim tarihlerinde yapılacaktır. 31. Mersin Briç Festivali 9-13 Eylül 2015 tarihlerinde Mersin Macit Özcan Spor Tesislerinde gerçekleştirildi. Türkiye’nin en geniş katılımlı festivallerinden olan ve 31.si düzenlenen turnuva, patton takımlar turnuvası ve ikili turnuva şeklinde gerçekleşti. Patton Takımlar turnuvasına 46 takım katılırken ikili turnuvaya 156 çift katıldı. Patton takımlar Turnuvasının sonuçları : 1. YILANKIRAN : Süleyman Kolata – Salim Yılankıran – Mehmet Sırıklıoğlu – Merter Boybek – Cengiz Şeker – Fikret Ak. 2. VURGUN : Tahsin Vurgun – Kutluhan Ünal – Orkunt Kesikbaş – Duran Bağlı – Neşe Serin – Mesut Tekin. 2015 Doğu – Güneydoğu Anadolu Açık İkili Şampiyonası 1011 Ekim 2015 tarihleri arasında Gaziantep’te yapılacaktır. Ayrıca, 2015 Cumhuriyet İkili Turnuvası’nın 31 Ekim – 1 Kasım tarihlerinde yapılması planlanırken, genel seçimler nedeniyle 2425 Ekim tarihlerinde İstanbul’da yapılacaktır. itü vakfı dergisi 147 BRİÇ Doğunun bütün eli koz kaldığı için, ortağının alıcı karolarına çakmak zorunda kalır ve yerdeki RV pike 2 el daha verir. Oynayan elden 5 koz + yerden 2 koz + 2 trefl + 1 karo alarak on el almış olur. Bu oyun 100 üzerinden 92 puanla kazanılarak biter. Elimiz Bodrum Festivali’nden 1. el Herkes Zonda Dağıtan: Kuzey RV4 Sinema ve Briç dünyasının uluslararası şöhreti Ömer Şerif’ten bir el: 10543 A76 RQV K ARV872 B ----- Q8762 ----- D Q96 Q10432 R 74 A652 AR95 G K R95 A10953 A10 - V954 B ----- AQV10763 ----- D 62 Q8 AR G V985 10983 İ. DOĞAN S. KOLATA Batı KuzeyDoğu Güney - 1TREFLPAS 1PİK 2KÖRPAS PAS 2PİK 3KÖR3PİK PAS PAS Kör as atağına çakan Kolata, trefl oynadı. Trefl asını alan Doğu kör oynadı. Oynanan köre çakan dekleran trefl ile yere geçti ve tekrar köre çaktı. Elde kalan dekleran üçüncü tur trefl ile yere geçerken Batıdan defos geldi. Yerdeyken karo asını da alan dekleran, son körü oynayıp elden çaktı. Koz asını çekip, karo ile dışarı çıktığı zaman durum şöyle idi: RV RV Q8 K - - - 76 B ----- B ----- Q876 ----- D Q8 A V9 K 6 ----- D A10 - önemsiz Konuşmalar o zamanki teknoloji ve bilgiler ışığında yapılıp 7NT’ya (7 pik değil) gelinmişti. 12 el gözüken bu elde Ömer Şerif son 4 karta kadar pikleri ve büyük körleri çekerek oynadı. Herkeste dörder kart varken son pikini oynarken durum şuydu: G - önemsiz G V98 10 148 itü vakfı dergisi Son piki oynayıp yerden karo onlusu attı. Ama artık Kuzeyin atacak kartı kalmadı. Karo yerse eldeki dam sağlanacak, trefl yerse, yerdeki vale sağlanacak. ALKIŞLAR BÜYÜK USTAYA...