uğur tütüneker hf107

Transkript

uğur tütüneker hf107
Uğur Tütüneker
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editörler
Emre Çelik
Rafet Baran Eryılmaz
Yazarlar
Fırat Topal
Ilgaz Çınar
Kerem Akbaş
Rıdvan Erdem
Uğur Karakullukçu
Geçtiğimiz sezon Akhisar Belediyespor’un kısıtlı bütçesiyle Spor
Toto Süper Lig’de kalma yarışı, taraflı-tarafsız birçok kişinin dikkatini
çekerken; takımın oynadığı oyun ve oluşturduğu intibadan dolayı
da büyük bir sempati ve destek kazanmıştı. Bu sezon ise Akhisar
Belediyespor’a deyim yerindeyse bir kardeş daha geldi. Torku
Konyaspor, geçtiğimiz sezon PTT 1’inci Lig’den çıkma ümitleri
tükenmişken Uğur Tütüneker ile birlikte rüya gibi bir sezon geçirerek
STSL’e merhaba dedi ama hikâye daha bitmedi... Kısıtlı bütçe ve
şartlardan dolayı adım atma konusunda geç kalan Konyaspor’un
bu sezon neler yapabileceğini Uğur Tütüneker ile konuştuk, Konya
ekibini bekleyenleri bir de biz değerlendirdik.
Torku Konyaspor’un yanı sıra bu haftaya damga vuran Ziraat Türkiye
Kupası da sayfalarımızdaki yerini aldı. Önce Fenerbahçe cephesi
turnuvaya veda ederken gündeme damga vuran konu Abdullah
Kığılı’nın ekonomik açıdan Fenerbahçe’nin kârlı çıktığını iddia ettiği
açıklamaların ardından biz de skorlara değil bu demece odaklanmayı
tercih ettik. Ayrıca Reha Kapsal ile yeni bir başlangıç hedefleyen
Şanlıurfaspor’u nelerin beklediğini, La Liga’da ligin dibine demir
atan Real Betis’i, gösterdiği inanılmaz performansla Lille’i tekrar üst
sıralara taşıyan Victor Enyeama’yı ve okuduğunuz zaman oldukça
tanıdık gelecek olan Pohang Steelers’ın inanılmaz şampiyonluk
yolculuğunu da bu sayıda bulabileceksiniz.
Keyifli okumalar,
Emre Çelik
[email protected]
[email protected]
#107 BU SAYIDA
Torku Konyaspor Özel
Uğur Tütüneker
Kısıtlı imkânlara sahip Konyaspor’u STSL’ye taşıyan Tütüneker,
macerasını ve planlarını Hayatım Futbol’a anlattı.
Konyaspor lige tutunabilecek mi?
Geçtiğimiz sezon başlayan Konyaspor’un peri masalı
nasıl devam edecek?
FM efsanesinden Ligue 1 devine
Nijeryalı eldivenin ‘Enyeamametre’ye dönüşme hikayesi...
90+6’da gelen şampiyonluk
Kore Ligi efsanevi bir kapanışa sahne oldu.
Marbella’nın lâneti
Önce Jesus Gil, şimdi de Jose Maria del Nido.
İspanyol devlerinin başkanlarını yakan yer...
Kupa neden değersiz?
“Kupa ekonomik külfet” klişesinin altında yatan gerçekler...
Ne kadar ekmek, o kadar köfte
Real Betis’te yönetim son sırada olmanın faturasını
Pepe Mel’e kesti ama kötü gidişin nedenleri hocadan ibaret değil.
Yine yeniden yeni sayfa
Şanlıurfaspor’da teknik direktörlük görevini devralan
Reha Kapsal’ı çok da parlak bir tablo beklemiyor.
Kerem Akbaş
Ekonomi
HF107
KUPA NEDEN DEĞERSiZ?
Kupa’da devler birer birer dökülürken her biri Ziraat Türkiye Kupası’nın maddi
olarak külfet olduğunu dile getirdi. Peki bu takımlar ne derece haklı?
Ülke futbolundan ayna kullanımında sıkıntı olduğu
için futbolun aktörleri özeleştiri ve hatalardan ders
çıkartma konusunda Avrupalı meslektaşlarının
gerisinde kalmış durumdadır. Tabi ki doğanın
kanunu olarak, bu noktada mukayeseler dengesi
devreye girer; bir yanda kaybettiğimiz, geri
kaldığımız özellik başka bir şekilde ortaya çıkarak
diğerlerinden ayrılır. Bizim futbol dünyamızda en
gelişmiş özelliklerden biridir itibarsızlaştırma.
ne kadar para kazanacağını açıklamadı. Hatta
kupa ödülleri ile ilgili en son açıklama 29.10.2009
tarihinde yapılmış. O günden sonra ajans haberleri
olarak bir takım rakamlar ama bunun resmi bir
karşılığı yok.
Yeni gelen hoca eski hocayı, yeni yönetim eski
yönetimi, rakipler birbirini itibarsızlaştırdıkça kendi
itibarlarının arttığını düşünürler oysa ki birinin
itibarı aynı kalırken diğeri itibarsızlaşır ve genel
ortalamada bir itibar kaybı olur. Ülke futbolunun
bulunduğu seviye itibarsızlaştırmanın bir araç
olarak kullanılmasından kaynaklıdır çokta.
Ziraat Türkiye Kupası (ZTK) da bu ülkede yıllarca
kupadan erken elenenlerin itibarsızlaştırma
çalışmalarından en çok etkilenen organizasyon
oldu. Angarya olarak görülmesinin, kulüplerin
yedek kadrolar ile mücadele etmesinin pek çok
nedeni var. Reytingi yüksek takımlar daha fazla
oynasın diye sürekli değiştirilen statün de bunda
büyük etkisi var.
Galatasaray’ın Gaziantep BB’yi penaltılar sonunda
elemesi sonra, Fenerbahçe, Gaziantepspor,
Trabzonspor ve Beşiktaş kupaya veda edince
pek çok insan kupanın mali getirisi üzerinde
kalem oynatarak giderin gelirden fazla olduğunu
ortaya koyarak bu elenmelerin neredeyse bilerek
olduğunu söylediler. Özellikle sosyal medyada
yapılan hesaplar kitaplar maçtan önce yapılsaydı
daha anlamlı olurdu.
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor ki TFF hiçbir
şekilde 2013-14 sezonunda kulüplerin ZTK’dan
Yukarıdaki tablo 2009-10 yılı gelirlerinin resmi
olarak bildirimi. Şampiyonluk halinde bir kulübün
alacağı para o sezon gruptaki galibiyet sayısına
göre 3 – 3,5 milyon dolar civarına geliyor. 200910 sezonuna göre ödül tutarının belli oranda
arttığını da göz önünde bulundurmak gerekli.
Bunun karşılığı ise 2,2 ila 2,5 milyon avro yapıyor.
Fenerbahçe’nin geçtiğimiz sezon kupada oynayan
oyuncularına ödediği tutar 1,6 milyon avroyu
buluyor. Bunun üstüne kupa primi eklendiğinde ise
ortaya yaklaşık kasadan çıkan 2 milyon avro gibi bir
rakam çıkıyor.
Peki bu kupayı itibarsızlaşmaya yeterli
bir sebep mi?
Kupanın kendi içinde dinamikleri düşünüldüğünde
lig maratonunda yer alamayan, forma şansı
bulamayan oyuncuların resmi maç tecrübesi
yaşadığı, genç oyuncuların maç alışkanlığı
kazandığı bir arena ZTK. Statüsü itibarı ile
Avrupa kupalarında mücadele eden bir takım
için tam anlamı ile angarya ancak bunu mali
değeri üzerinden tartışmak abes. Fenerbahçe,
Aykut Kocaman önderliğinde ligde yer almayan
pek çok oyuncu ile başarılı sonuçlar aldı. Ligde
bir galibiyetin ederi 1 milyon TL’ye ulaşmış
durumda. Kupa maçları ile hazır tuttuğumuz
bir-iki oyuncunun berabere bitecek üç maçın
kazanılmasında rol oynaması durumda ZTK ’nın
marjinal faydası ortaya çıkıyor.
Yukarıdaki listeye bakıldığında görülüyor ki bu
sezon kupayı kaldıracak takım eğer turnuvaya 1’inci
Tur’dan dâhil olmuş ise 3,9 milyon avro kazanacak.
Premier Lig’in geçtiğimiz sezon dağıttığı naklen
yayın geliri ise 1.085 milyon avro. Yani kupa
gelirinin lig yayın gelirine oranı binde 3,5. Yani
Türkiye’de kulüpler ZTK kupasını kazandıklarında
lig yayın gelirinin bin7’sini kasasına koyarken FA
Cup’da durum binde 3,5.
Almanya’da ise kupa şampiyonu 1’inci Tur’dan
şampiyonluğa giden serüven sonunda kasasına
6,25 milyon avro koyamaya hak kazanıyor. Hüseyin
Özkök’ün yaptığı araştırma sonucunda aşağıdaki
tabloya göre Almanya’da kupa ekonomik anlamda
kulüplere bir geri dönüş sağlıyor gibi görünüyor.
Kupanın geleneği de en az ekonomik yönü
kadar önemli. Ne Almanya’da ne de futbolu
beşiği İngiltere’de kupa gelirleri yayın gelirleri ile
oranlandığında Türkiye’den çok çok önde.
Türkiye’de ZTK şampiyonu 3,5 milyon dolar
kazanırken bu toplan Süper Lig yayın gelirinin
ortalama bin’de 7’sine denk geliyor.
Peki İngiltere’de durum nasıl?
Almanya’da kupanın değerli olduğu ligin yayın
geliri üzerinden bakıldığında da ortaya çıkıyor.
Bundesliga’nın kulüplere dağıttığı ortalama yayın
geliri 394 milyon avro olurken geçtiğimiz sezon,
kupa şampiyonun ödülü %1,5 oranında oluyor.
Ama yayın gelirine bakıldığında ülkemizin iki katı
olmasına rağmen yine çok düşük bir rasyoya sahip.
Kupaların gelenekleri, sürprize açık olmaları, genç
oyuncular için bir vitrin özelliği taşıması, kulüplerin
prestij açısında kupaya önem vermeleri zaten
kupanın ekonomik değerini yukarı taşıyacaktır
ancak yerel kupaların futbol ekonomi pastasındaki
yeri hiçbir zaman yayın gelirlerinin, şampiyonlar
liginin yerini tutmayacak. Ancak kupa sayesinde
parlayan bir futbolcu ile belki de transfer rekoru
kırılacak, ya da kupalara ambargo konulacak.
İtibarsızlaştırılan bir kupanın kimseye yarın
bugünden daha fazla katkısı olmayacaktır.
Süper Lig
Uğur Karakullukçu
HF107
RiSK BUDUR
Konyaspor, riskli ve hücum performansına dayalı oyun yapısıyla beklentilerin
ötesinde puanlar topladı ancak sezon sonu kümede kalma hedefine
ulaşmaları için daha fazlasına ihtiyaçları var.
Konyaspor, Süper Lig’deki ilk maçında Fenerbahçe
karşısında 2-0 geriye düştüğünde bireysel
olarak da takım olarak da maçı çevirebilecek bir
görüntü vermiyordu. İkinci devre ise beklentilerin
dışına çıkıp farklı bir şey yaptılar, Fenerbahçe’nin
üzerine gittiler. Bir penaltı kazandılar. Bu penaltı
Mert Günok’un eldivenlerinde eridi fakat bu
moral bozucu kırılma anına rağmen maç sona
erdiğinde tabelada üstün olan taraf 3-2’lik skorla
Konyaspor’du. Artık Aralık ayına girdiğimiz şu
günlerde Fenerbahçe şampiyonluk adayı tüm
takımlarla oynamasına rağmen bu maç dışında
tek bir yenilgi dahi almadı. Sadece 45 dakikada
Fenerbahçe’ye karşı iki2 farklı geriye düşmesine
rağmen Konyaspor adına maçı kazanabilecek
enerjiyi getiren anahtar kelime ise tekti: Risk.
Konyaspor’u geçen sezon 14 puanda teslim alan
Uğur Tütüneker, kalan 21 maçta takımı 52 puana
ulaştırarak play-off’a sokan, ardından Süper
Lig’e terfi bileti aldıran teknik adam sıfatıyla
başladı sezona. Transfer dönemi dışında geldiği
Konyaspor’da takımın başında çıktığı haftalar baz
alındığında en yüksek puanı toplayan Tütüneker,
bunu üçüncü bölgede daha cüretkar olmalarına ve
önde presi iyi çalışmalarına bağlıyor. “Risk almadan
galibiyet gelmiyor.” diyor ki aslında bu sezon
yaptıkları olumlu işlerin özeti olan Fenerbahçe
maçı da bu sözün bir tezahürü gibiydi.
Madalyonun diğer yüzü
Üçüncü bölgede yaptığı ön presle özellikle
savunmadan çıkma konusunda problemler
yaşayan takımlara karşı önemli bir inisiyatif elde
eden Konyaspor, aldığı beş iç saha galibiyetiyle
gayet başarılı bir grafik çiziyor gözükse de her
riskin bir de karşılığı var elbette. Kadro kalitesi
konusunda sıkıntılar çektiklerini ve 1’inci Lig
kökenli 14 oyuncuyu Süper Lig’e adapte etmeye
çalıştıklarını söyleyen Tütüneker’in ekibi dış
sahada aldıkları tek puanla ligin en kötüsü
konumunda. Ligin tempolu ve coşkulu oynamaya
çalışan ekiplerinin başında gelen, geniş alanda
rakibine cezayı kesmeye müsait oyuncuları
bulunan belki de ilk ekip olan Beşiktaş karşısında
bu zaaf net bir şekilde görüldü ve siyah-beyazlılar
Konya karşısında sezonun en rahat galibiyetini
elde etti. Üçüncü bölgede yaptıkları presin başarısı,
Konyaspor adına maçın sonucunu doğrudan ya
olumlu ya da olumsuz manada etkileyen en önemli
faktör. Madalyonun diğer yüzü bu açıdan Konya
adına can acıtıcı olabiliyor.
Bireysel kalite eksik
Fiziği ve tekniği ile daha üst düzeye sıçrama
potansiyeli olduğu görülen Ömer Ali Şahiner
ile birlikte Recep Aydın, Selim Ay gibi Süper Lig
düzeyinde daha önce düzenli oynamamış isimlerle
13 haftada 16 puan gibi hiç de küçümsenmeyecek
bir performans sergileyen Konyaspor’un devre
arası transfer döneminde aktif olması gerektiği
ise kesin gibi. Uğur hocanın vurgusuyla 14 tane
1’inci Lig kökenli oyuncuya sahip olan Konyaspor,
play-off’lar sonunda Süper Lig’e adını yazdırırken
transferde geç kalmış olmanın yanı sıra
uygulamaya konan yabancı sınırından da net bir
şekilde etkilendi ve yerli bir iskelet oluşturmakta
güçlük çekti. Emektar hücumcuları Erdal Kılıçarslan
ve az önce saydığımız genç isimlerin dışında yerli
rotasyonunu genişletecek, Süper Lig tecrübesine
sahip yerlilere ihtiyaç duydukları aşikar.
Süper Lig’in zorlu ve sert ikliminde hücum temelli
düşüncesiyle altın değerinde puanlar toplayan
Konyaspor için tehlike henüz geçmiş değil. 17’nci
hafta sonunda 20 ve üstü puana ulaşmayı
hedefleyen Konyaspor’un bu puana ulaşması
halinde dahi bu sene yükselmesi muhtemel küme
düşme barajından uzak kalmak için sezon boyu
çaba göstermesi gerektiği bir gerçek. Üstelik
kadro kalitesi küme düşme hattının çok üzerinde
yer alan Kayserispor’un kendini toparlaması
halinde Konya’dan daha nitelikli kadrolara sahip
Gaziantep gibi ekiplerle birlikte Konya’yı zorlaması
olası. Bu sebeple Uğur Tütüneker yönetimindeki
bir yılında üstün bir performans sergileyen
mevcut kadroya Konyaspor yönetiminin yapacağı
takviyeler yeni sezona 42 bin kişilik yeni stadında
girmeye hazırlanan yeşil-beyazlılar için hayati
derecede kritik. Tütüneker’in öğrencileri “Risk
budur.” demeyi sürdürecek ancak bunu daha
nitelikli bir kadroyla yapmadıkları sürece şu ana
kadar sorunsuz giden bu seri onları sene sonunda
kurtarmayabilir.
Uğur Karakullukçu
Röportaj
HF107
CESUR, GERÇEKÇi, MÜTEVAZI
UĞUR TÜTÜNEKER
Süper Lig’e tekrar dönen Konyaspor’a oynatmaya çalıştığı hücum futboluyla
16 puan toplamayı başaran Uğur Tütüneker, Hayatım Futbol’a konuştu.
Konyaspor’a geldiğinde formsuz bir takımı devralıp
beklenmedik bir şekilde önce play-off’a, sonra
Süper Lig’e taşıyan, şimdi de Süper Lig’de başarılı
işler çıkaran Uğur Tütüneker, Türk futbolunda
tanınan bir sima. Uğur hocayla başta Konyaspor
olmak üzere futbolculuk kariyerinden Türk
futbolunun sorunlarına uzanan güzel bir sohbet
gerçekleştirdik. Keyifli okumalar.
Uğur Karakullukçu: Sizi hala futbolculuk
döneminizle hatırlayan çok kişi var. Kulüpler
bazında Türk futbol tarihinin ilk büyük başarısına
imza atan takımın bir parçasıydınız, Şampiyon
Kulüpler Kupası’nda yarı final oynamıştınız.
Nasıl hatırlıyorsunuz o günleri? Xamax maçı
misal?
Uğur Tütüneker: O günler o kadar güzeldi ki
hakikaten, Galatasaray tarihindeki en güzel
günlerdi diye düşünüyorum. Şimdi Şampiyonlar
Ligi var, gruplar var ama bizim zamanımızda statü
değişikti, eleme usulüydü. O dönem biz yarı final
oynadık. Steaua Bükreş maçında hakemler de biraz
sıkıntılıydı, yenseydik Milan ile final oynayacaktık.
Galatasaray o seneler zirve yapmıştı. Ondan sonra
zaten 2000 yılında Fatih hocayla, o dönemin de
önünü açtı. O dönemde Arifler, Hakan Şükürler,
Bülentler hepsi bizim gruba, bizim ekibe gelip
oraları yaşayıp ondan sonra o zirveyi yakaladılar. 15
senelik bir süreçti o, zirvesi de UEFA Kupası’ydı.
Bir de Steaua Bükreş demişken, Hagi’nin golü var
Galatasaray’a… Dikkatinizi çekmiş miydi kim bu
diye?
Hagi’nin o zamanlardan beri ismi vardı ama,
önemli futbolculardan biriydi. Zaten oradan sonra
Avrupa’ya çıktı. Orada çok başarılı olamadı ama
Galatasaray’a geldikten sonra zirve yaptı o da.
Hocam, Türk futboluna damga vuran önemli
gurbetçilerdensiniz aynı zamanda.
Haklarını yememek lazım, İlyas Tüfekçi, Erhan
Önal, Erdal Keser, sonra da ben geldim. Ben
biraz kapalı kutu geldim, Bayern’den geldim
ama orada çok oynama fırsatı bulamamıştım. İki
yabancı hakkı vardı o zaman, altyapıdan A takıma
gelmiştim ama Türkiye’ye geldikten sonra zirve
yaptığımı söylemem lazım.
Bir de PSV eşleşmesi var ondan bir sene önce, o
sene şampiyon olan PSV’yi yenen tek takımken
elenmiştiniz. Babam çok anlatır o maçı,
tribündeymiş.
Zaten orada benim eski takım arkadaşım Soren
Lerby vardı, Danimarkalı. 3-0’lık maçtan sonra
beni “Geçmiş olsun.” gibilerinden teselli etmeye
çalıştı. İki hafta sonra görüşürüz dedik, burada 2-0
biten öbür maçtan sonra o da şaşkın haldeydi. Bu
maçı, turu nasıl kurtardılar, onlar da bilmiyordu.
Hatta bana dedi ki “Bu tribünler ne böyle!” O gün
Galatasaray taraftarına hayran kalarak gittiler.
O da önemli başarılarımızdan biriydi. O sene
biliyorsun namağlup şampiyon oldu PSV, bir tek
bize yenildiler. Belki biz onları eleyebilseydik biz de
başarılı olabilirdik. Futbolun, Galatasaray’ın önüne
açılıdığı senelerdi.
‘‘Roma maçında itme
yüzünden atılmadım’’
Futbolculuk hayatınızda hiç keşke dediğiniz
bir an oldu mu? Roma maçında bir kırmızı kart
pozisyonunuz vardı, Carboni ile geçen?
Carboni… (sessizlik) Şimdi bunu kimseye
anlatamıyorum, tabii çok uzun seneler geçti
üstünden. Onun, benim ayağıma bilerek basışı
var orada. Ben de onu ittim. Bundan dolayı
kırmızı kartı vermedi bana ama… Ben iki pozisyon
önce Hassler ile kapıştım. Hassler de hakem
de Alman olduğu için onla olan diyaloğumuzu
duydu hakem. “Bir daha böyle bir şey olursa
farklı davranırım.” dedi, iki pozisyon sonra beni
attı. Aslında kırmızılık bir pozisyon değildi. Biraz
önyargı vardı önceki pozisyondan. Aslında Hassler
ile Almanca kapışmamdan dolayı biraz taktı diye
düşünüyorum.
Geçen sezon Konyaspor’u 14 puanda teslim
alıp 52 puanla play-off’a sokmuştunuz, kendi
döneminizde 1’inci Lig’in lideriydiniz. Bu kadar
çabuk etki etmenizin sebebi neydi, ne yaptınız
takıma gelince?
Geçen sene Konya’ya geldiğimde aslında
planlarımızı bu sene için yapmıştık birlikte. Bu
sene ligi zorlayabildiğimiz kadar zorlarız, seneye
iyi bir kadro kurup çıkmaya oynarız derken
sürpriz bir Süper Lig serisi geldi. 52 puanla playoff’a çıktık, orada en moralli takım bizdik. O
moralle de finalde Manisaspor’u yenerek Süper
Lig’e geldik.
‘‘Üçüncü bölgeyi seviyorum’’
Bir takımın başına sonradan gelmek zor
bir iş, transfer yapmadan müdahele etmek
durumundasınız. Ne yaptınız takımın başına
gelince?
Biliyorsun, üçüncü bölgeyi seven bir adamım.
Futbolculuğum da öyleydi. Öne çıkmak, baskılı
oynamak gerekir diye düşünüyorum. Bunları
çocuklarla paylaştık, idmanlarda üçüncü bölgeyi
çalışmaya başladık. Biraz daha ileride oynamaya,
baskı kurmaya başladıkça daha iyi olduğumuzu
dşünüyorum.
Peki Süper Lig’de mevcut durumunuz…
Bu sene bizim sıkıntılı senemiz. Bütçe açısından
çok büyük değerleri alamıyoruz ama normal
bir bütçemiz var diyebliriz. 13-14 kişilik 1’inci
Lig’den kalma futbolcularımız var. Onları da
değerlendirmemiz lazım. Bu çocuklar bu işleri
başardı. Onları göndermek haksızlık olurdu, bunu
yapmadık. Bu mücadeleye oyuncularımızla girdik.
Çok iyi mücadele ediyoruz şu an. 16 puanımız
var. Fazlası da olabilirdi. İyi futbol oynamaya
çalışıyoruz, zaman zaman skora yansıtamıyoruz.
İlk yarı hedefimiz 20 puan ve üstü. Şöyle 2-3
transferle de daha iyi bir takım haline gelebiliriz.
Biraz cesaretli olduğunuz zaman bunun sonucunu
alıyorsunuz.
Galatasaray maçında yaptığınız pres de planlı
bir durum o zaman, beklere ve stoperlere baskı
yaparak bir gol buldunuz.
Biz o bölgeyi çok çalışıyoruz. Takım olarak oyunu
oraya yıkmaya çalışıyoruz. Benim kendi özelliğim
buydu, ben de ona inanıyorum. Tabii ki zaman
zaman üstün takımlara karşı, büyük takımlara
karşı arkada kalıyorsun, mecbursun. Birinci ve
ikinci bölgeleri de çalışıyoruz tabii ama benim en
sevdiğim bölge üçüncü bölge, ileride baskı… İki
hafta önce Antalyaspor’a karşı mesela bunu çok
iyi uyguladık, galip geldik. Gittikçe bu mantalite
oturuyor.
İç sahada çok başarılı sonuçlar aldınız, beş
galibiyetiniz var Konya’da bu sene. Konya çok
taraftar baskısıyla anılan bir şehir de değil, bir
teknik adam olarak iç saha-dış saha farkını nasıl
görüyorsunuz? Bir takımı neden bu kadar etkiler
deplasmanda oynamak?
Sanki şöyle gözüküyor, şu an deplasmanda
kapalı oynuyoruz sanılıyor, hiç alakası yok.
Elazığ maçımız vardı mesela; ilk yarı tamamen
hükmedip üçüncü bölgede oynadığımız bir maçtı.
5-6 tane net pozisyonumuz vardı, atamadık,
olmuyor. İçeride Bursa maçımız var misal; çok iyi
oynayıp 1-0 mağlup olduk. 3 topumuz direkten
döndü. Biz iç saha dış saha ayırmadan oynamaya
çalışıyoruz. Deplasmanda da mesela Antep maçı
3-3 bitti, güzel maç oldu. Biz aynı mantaliteyi
oynamaya çalışıyoruz. Tabii her zaman oyunu 90
dakika forse edemeyiz ama ben takımı itmeye,
önde oynatmaya çalışıyorum. Bu aslında büyük
takımlara karşı risk ama maçı almak için bu riskleri
almak lazım.
‘‘Kolay kolay yerli oyuncu bulunmuyor’’
Sezon başında transferde zorlanan bir
görüntünüz vardı sanki, hatta bir röportajınızda
“İnşallah gelen yabancılar iyi çıkar” demiştiniz.
Türkiye’de transferlerin son dakikaya bırakılması
en çok sizin gibi teknik direktörleri etkiliyor
herhalde.
Etkilemez olur mu? Bizim transferlerimiz
Ağustos’ta oldu. O şansımız da olmadı bizim bu
sene, millet ligi bitirdikten iki hafta sonra bizim
durumumuz belli oldu play-off’ta. O dönem
transferi hiç düşünemedik. Yerli futbolcu bu sene
piyasada hiç yok. Santrfor almak istiyorsun, kimse
elindeki oyuncuyu bırakmak istemiyor. Dolayısıyla
biraz sıkıntılar oldu. Bunu en çok yaşayan
takımlardan bir tanesi bizdik. En iyileri dediğin gibi,
Avrupa’da altı ay önceden gidiyor. Önümüzdeki
sene bunları yaşamamaya çalışacağız.
Yabancı statüsü sizi de etkiledi o zaman.
Kesinlikle öyle. Yerlilerin değeri arttı ve istediğin
adamları da öyle kolay kolay bulamıyorsun artık.
Transferin son günlerinde Djalma ve Gekas
gibi Türkiye Ligi’nde geçen sezon performans
göstermiş oyuncuları aldınız. Hazır oluyorlar gibi
yavaş yavaş.
Talebimizi son dakikada yapabildik. Hazırlık
dönemimiz iki ay, onlar son dakikada gelmese
onlarla birlikte çalışma imkanı, yaşama imkanı
çok daha iyi olabilirdi. Bu işler altı haftada, sekiz
haftada olur mu deniyor. Millet İngiltere’de
beş senelik mukaveleler imzalıyor. 17 senedir,
25 senedir orada olan hocalar var. Ben tabii 17
sene demiyorum ama haftalarla da beklentiye
girmemek, uzun vadeli düşünmek lazım.
Brezilyalı bir teknik adamın röportajında
okumuştum, futbola çok para girince
yönetimlerin de beklentileri çok arttı, teknik
adamlar olarak her an iş korkusu yaşıyoruz,
sadece kısa vadeli düşünebiliyoruz demişti. Siz
ne dersiniz bu konu hakkında, Türkiye’de de işler
böyle sanki.
Kesinlikle. Sadece ben de değil, bütün teknik
adamlar. Yine söylüyorum, oturmuş takımlar
amenna. Hatta onlar bile sene içinde sıkıntılar
yaşayabiliyor. İki senenin şampiyonu Galatasaray
bile yaşayabiliyor. Drogbalar, Sneijderler, bunların
adapte olması kolay olmuyor. 7-8-10 hafta, bunlar
zaman değil. 14 tane 1’inci Lig’den oyuncumuz
gelmiş. Çocukların hepsi için yeni bir lig. Herkes
için yeni bir ortam. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
Sonuçta çocuk oyuncağı değil, çocuklar yeni yeni
ısınmaya başladı. Biz de bu süreci aşağıya çekmeye
çalışıyoruz ama bu lige alışmaları zaman alacaktı.
Bu ligde 10 olur, 12 olur, 14 olur, benim için önemli
değil. Önemli olan lige tutunmak.
Konya şehrinde yeni stadyum inşaatı da sürüyor,
Mart 2014’te açılacak deniyor.
Bu sene sonu bitecek. Mart’a yetişir mi bilmiyorum
ama yeni sezona orada başlarız. 42 bin kişilik,
Türkiye’nin en önemli statlarından birini yapıyorlar.
Konya gelişmekte olan bir şehir. Basınıyla,
taraftarıyla, idarecisiyle… Bu sene ligde kalabilirsek
biz önümüzde sene ekonomi açısından da stat
açısından da daha iyi konuma geliriz.
‘‘Rakiplerimizi iki hafta izliyoruz’’
Size has bir soru soracak olursam, Uğur
Tütüneker bir hafta boyunca ne yapar?
Rakibinize nasıl hazırlanıyorsunuz, size yardımcı
olan bir ekip var mı? Nasıl bir etüt sürecinden
geçiyorsunuz?
Bizim bir izleme komitemiz var. İki hafta önceden
rakipleri incelemeye başlıyoruz. Bir iç saha,
bir dış saha maçını izleyip bize raporluyorlar.
Zaten ben de izliyorum. Az çok takımlara hakim
oluyoruz. Dolayısıyla rakiplerimizin hangi stilde,
hangi mantalitede oynadığını, defansta nasıl bir
yaklaşım sergilediğini bu analizlerle öğrenip buna
göre kendi oyunumuza önem vererek gardımızı
alıyoruz.
Hem Süper Lig’de hem 1’inci Lig’de takım
çalıştırdınız. İki ligde teknik adamlık yapmak
arasında ne gibi farklar var, iki ligin zorlu tarafları
neler?
1’inci Lig daha çok mücadele üzerine kurulu bir
lig. PTT 1’inci Lig’de kurduğumuz takımlar hep
mücadelecidir. Hücum açısından da kuvvetli olmalı.
İki tarafı da götürebilmelisiniz. Süper Lig daha
çok tecrübeye dayalı. Her yönden çok kuvvetli
olmalısınız. Süper Lig’in kalitesi yüksek, teknik
açıdan daha iyi.
Hocam İstanbul’da da takımlar çalıştırdınız,
Anadolu’da da… Konya daha sakin bir şehir
İstanbul’a göre. Bunun ne gibi artıları, eksileri var
size göre? Transferde ya da oyuncuları tutarken
zorluk yaşıyor musunuz, çok fark ediyor mu?
Tabii, yabancı oyuncular şehir olarak İstanbul’u
tercih ediyorlar. İstanbul’daki imkanları Konya’da
da, Trabzon’da da, Kayseri’de de, Urfa’da da
bulamazsınız. Herkesin kendine göre bir avantajı
var, dezavantajı var. Futbolcu transferlerini
de karakterlerine göre yapmakta fayda var.
Yaşantısı daha serbest yabancılar da var. Tabii ki
yaşantısı daha cafcaflı şehirleri daha çok severler.
Futbolcusuna bağlı. Şimdi yanlış bir şey söylemiş
olmayayım, Trabzon’u ya da diğer şehirleri tenkit
içi asla söylemiyorum. Bu şehirlerin kendilerine has
yapıları vardır, bu anlamda söylüyorum.
Ülke futbolu olarak hak ettiğimiz yerde miyiz
peki, bu kadar ekonomik imkanlar varken?
2000 yılından beri bir-iki kez çeyrek final
dışında Şampiyonlar Ligi’nde ilerileri göremedik.
Fenerbahçe de UEFA’da gitti geçen sene. Onun
haricinde Avrupa platformunda hiç yokuz.
Paralara baktığımız zaman bu platformlarda
her sene olmamız lazım. Şampiyonlar Ligi’nde
en az çeyrek final... Oralarda olmamız lazım.
Milli takımlarda turnuvalarda olmamız lazım.
Yanlış anlama, hocaları falan suçlamıyorum, biz
olarak diyorum. Hepimizin sorunu. Buralarda
bulunursak o tecrübeler bize geri dönecek. Avrupa
Şampiyonaları, Dünya Kupaları’nda yer almamız
gerek.
Son olarak Kasımpaşa’da iki dönem çalıştınız,
zaman zaman takımla çok iyi işler de yaptınız.
Ben de maçlarınızı izlemeye geliyordum ara ara.
Hatta Kasımpaşa semtinde hala sevildiğiniz
söylenir. Onlar da lige çok iyi başladı, neler
söylemek istersiniz onlar için?
Ben bir kere ikinci, bir kere de üçüncü olarak
bıraktım Kasımpaşa’yı. İlkinde kendi tercihimle
ayrıldım, ikincisinde yönetim karar aldı ama
taraftarla aramız hep iyi oldu. Sırf Kasımpaşa’da
değil, hiçbir yerle sorunum olmadı ama
Kasımpaşa’da taraftarla aram çok iyiydi. Şimdi
tesisinden tut, futbolculara kadar iyi yatırımlar da
yaptılar şimdi. Allah yollarını açık etsin.
Rıdvan Nicolas Erdem
Fransa
HF107
FM EFSANESiNDEN
LIGUE 1 DEVİNE
Ligue 1’ın forvetleri Lille’in kalecisi Vincent Enyeama’nın radarından sıyrılıp,
ağları bulmakta bir hayli zorlanıyorlar. Nijeryalı eldivenin ‘Enyeamametre’ye
dönüşme hikayesi...
Vincent Enyeama sezon başından bu yana
Lille’de gösterdiği performansla göz kamaştırıyor.
Takımının gol yollarındaki eksikliğini kalesinde
devleşerek kapatan Nijeryalı file bekçisi, iki maç
sonra Fransa lig tarihinde en uzun süre kalesini
gole kapatan kaleci olabilir.
Son olarak Marsilya maçında Gignac’ın üç şutunu
çıkaran başarılı file bekçisi için işler aslında bu
sezon başına kadar çok da iyi gitmiyordu. Bugün
31 yaşında olan ve bir Football Manager fenomeni
haline gelen Vincent Enyeama’nın kariyerine kısaca
bir göz atalım.
Enyeama ülkesi Nijerya’nın Kaduna şehrinde
dünyaya geldi. 1982 doğumlu kaleci kariyerine
Enyimba Aba takımında başlasada, bu kulüpteki
macerası kısa sürdü ve hemen ertesi yıl FC
Heartland’a transfer oldu. Bu takımda yıldızını
parlatan solak kaleci, 2004/2005 sezonunun devre
arasında Israil ligi takımlarından Bnei Yehuda Tel
Aviv’e 700.000 euro karşılığında transfer oldu.
Bu takımda yalnızca bir sezon forma giydi. Ertesi
yıl daha büyük bir takım olan Hapoel Tel Aviv’e
giden Enyeama burada nihayet dikiş tutturur ve
2011 temmuz ayına kadar Hapoel forması giyer.
Piyasa değeri 2 milyon euro civarı olmasına karşın
sözleşmesi yenilenmeyen Enyeama, bedelsiz bir
şekilde Lille’e Fransa’ya gelir. Burada da teknik
direktör Rudi Garcia tarafından Landreau’nun
yedeği yapılan Enyeama çok fazla forma şansı
bulamayınca, sezon sonu 1 yıllığına yine İsrail’e,
Maccabi Netanya takımına kiralık olarak gönderilir.
İsrail’de formasını giydiği 3.takım olan Netanya’da
19 lig 8 playoff maçına çıkan tecrübeli kaleci sezon
sonunda Lille’e geri döner ve peri masalı başlar...
kullanıp bir daha o formayı vermemeniz lazım.
Saha oyuncuları gibi oyuna sonradan dahil olma
gibi bir lüksünüz yok sakatlık olmadığı müddetçe.
Lille takımı geçtiğimiz sezon avrupa kupalarına
gidemeyince takım kemer sıkma politikasına
gitti. Öyle ki, bir çok yıldız oyuncuyla yollar ayrıldı.
Emektar kaleci Landreau ile devre arasında yollar
ayrılırken, sezon sonu Payet, Thauvin, Chedjou,
Pedretti gibi isimlere de teşekkür edildi. Kiradan
döndükten sonra bir anda Steeve Elana ile Barel
Mouko’nun önünde birinci kaleci olan Enyeama,
imkansızlıklar yüzünden René Girard tarafından
birinci kaleci ilan edildi.
Bugün Enyeama 31 yaşında ve piyasa değeri 3
milyon euro. 1,82 boyunda kısa sayılabilecek bir
kaleci fakat çabukluğu onu tıpkı Fabien Barthez
gibi avantajlı kılıyor. Bana kalırsa bu iştahla rahat
bir 7-8 sene daha forma giyebilir. Lille’in de paraya
ihtiyacı var, sezon sonu iyi bir fiyata satabilir.
Ne kadar enteresan değil mi? Öyle veya böyle
bir şekilde oyuncu satıp ekonomik durumlarını
toparlayabiliyorlar bu adamlar. Aslında işin
temelinde şu yatıyor; potansiyeli olan oyuncu
kullanma kabiliyeti. Bir futbolcunun potansiyeli
varsa, onu sergileyecek alanı sağlamak kulüplere
kalıyor.
Kariyeri boyunca beklediği bu şansı iyi
değerlendirmeye kararlı görünen file bekçisi, bu
sezon son Marsilya maçı dahil olmak üzere 16
maça çıktı ve kalesinde sadece 4 gol gördü. Son
olarak 5.hafta Nice karşısında 0-2 yenildikleri
maçta gol yiyen Enyeama o gün bugündür topu
filelerinden alıp arkaşlarına teslim etmiyor. 1035
dakikadır gol yemeyen Nijeryalı, Marsilya maçının
6.dakikasından itibaren geçtiğimiz sezon Paris
Saint Germain kalecisi Salvatore Sirigu’nun elde
ettiği 949 dakika gol yememezlik ünvanını geride
bıraktı ve artık rekor için önünde sadece bir tek
isim kaldı: Gaetan Huard.1993 yılında Bordeaux
forması giyen Gaetan Huard, ocak ile nisan ayları
arasında gol yemeyerek bir rekora imza atmış ve
kalesini tam 1176 dakika gole kapatmıştı.
Bu arada hatırlatmakta fayda var, Vincent
Enyeama’nın Lille ile olan kontratı 30.06.2014
tarihinde sona erecek. Şimdiden menajeri ile
irtibata geçilse, 30 Aralık 2013’ten itibaren kendisi
ile anlaşma hakkınız var. Bir şey bildiğimden
değil benimki öneri sadece, Muslera sakatlanınca
gördük Galatasaray’ın yaşadığı sıkıntıları. Muslera
dünya kupasında oynayacak, Enyeama’da
orada boy gösterecek. İkisi de milli takımlarının
birinci kalecisi. Şimdiden Enyeama ile sözleşme
imzalansa, Kupadan sonra da iyi bir bonservise
Muslera satılsa karlı bir iş olur sanki... Muslera
kötü olduğu için değil, hazır piyasası varken
Enyeama gibi bir kaleciyi bedavaya alıp bir iki
sene sonra yine iyi bir meblağ karşılığı satabilme
fırsatını kullanabilmek için...
141 dakikası kaldı Enyeama’nın, eğer bu süre
zarfında da gol yemezse tarihe geçecek. Değeri
geç anlaşılan isimlerden biridir benim neznimde.
Yazının başında ifade ettiğim gibi, Enyeama bir
Football Manager fenomenidir, zaten beni takip
eden ve benim gibi düşünen bir çok kişi biliyordu
bu ismi. Neden mi bu yaşa kadar patlamadı? Onu
biraz da kendisine sormak lazım. Hemen peşin
hükümlü olup “tipik afrikalı” dememek gerekir,
zira mevkisi itibariyle kendini ifade etme şansı son
derece kısıtlı. Kaleciyseniz elinize geçen ilk fırsatı
İlla Galatasaray alacak diye bir şey yok tabi, Onur’u
kendisinden daha büyük bir takıma göndererek
bonservisinden para kazanma şansı olan
Trabzonspor’da kovalayabilir Vincent Enyeama’yı.
Landreau ve Garcia ayrıldı,
kale Vincent’a kaldı
Benden demesi, ya Lille ile yeni sözleşme
imzalayacak ya da daha iyi bir takıma bedelsiz
gidecek bu yaz. Dünya Kupasına az kaldı, plazma
fiyatlarını takibe almakta fayda var. Kaleci için
maç seyretmek ayrı bir zevktir.
Emre Çelik
İspanya
HF107
MARBELLA’NIN LÂNETi
Yaklaşık 140 binlik küçük bir yerleşim yeri olan Marbella, İspanyol futbolundaki
en büyük skandalların sebebi olmaya devam ediyor.
Atletico Madrid’in 90’lı yıllarda hem zirveye
çıkması hem de dibi görmesi, aslında bir bakıma
kulübün başkanı olan Jesus Gil’in hayatının futbola
yansımasıydı. Saygı duyulan, sevilen, ve bir o
kadar da korkulan bir isim olan Gil, bir bakıma
nevi şahsına münhasır kişiliğiyle İspanya’nın Al
Capone’u nu oynuyordu. Tıpkı onun gibi kişiliği
sayesinde bir anda ortalığı kasıp kavurarak zirveye
çıkmış, elde ettikleriyle asla doymamış, sonunda
da bir anda dibi görmüştü. Fakat Jesus Gil’in
hikâyesi, Al Capone’unkinin aksine, üzerinden
yıllar geçmesine rağmen insanların hayatını, hatta
doğrudan La Liga’yı etkilemeye devam ediyor.
1971’te iki senedir hapiste yatan bir adamın serbest
bırakılması ve bizzat General Franco tarafından
özür dilenmesiyle birlikte İspanyollar ilk defa
Jesus Gil ismini tanıdı. Hapisten çıktıktan sonra
bir süre ortalarda görünmeyen Gil, 80’lerde ise
vakt-i zamanında hapis yatmasına sebep olan
inşaat işine, İspanya’nın güneyindeki Marbella’yı
neredeyse baştan aşağı yeniden yapılandırmaya
kendini verdi. Aslında bir bakıma ileride
yükselmesini sağlayacak serveti oluşturuyordu
ama o servetin hem kendisinin hem de La Liga’nın
başına bela olacağının farkında değildi. Aslında
küçüklüğünde Athletic Club taraftarıydı ama
futbola bambaşka bir yerden, ilk adımını yakın
arkadaşı Vicente Calderon sayesinde atıp 1981’de
Atletico Madrid’e üye olarak, girişini yaptı.
Kaçınılmaz adımı ise 1987’de attı ve Atletico
Madrid’in başkanlığına seçilerek futbol dünyasına
giriş yaptı. Kulübün efsane ismi Jose Luis
Aragones’nin yerine Arjantin’i 1978’de Dünya
Kupası’nda zirveye taşıyan Cesar Luis Menotti’yi
takımın başına, Paulo Futre’yi o yaz takıma
katarak ‘geliyorum’ diyen Gil, verdiği demeçlerle,
sözünü sakınmayan kişiliğiyle, otoritesiyle ve
futbol dışındaki hayatıyla da bir anda La Liga’daki
diğer kulüp başkanlarından ayrıldı. 1991’de bir
jakuzinin içerisinde yaptığı ‘Las Noches de Tal y Tal’
isimli televizyon programının yanı sıra aynı sene
kısaltmasının adının baş harflerini oluşturduğu
Grupo Independiente Liberal’i de kurarak siyasete
de adım atmıştı. Verdiği bir demeçte “Bu ünle
tanrı bile olabilirim.” demişti. 1991’e kadar her şey
normal, daha doğrusu yasaldı. Fakat Marbella
sayesinde servetini elde eden Jesus Gil’in 1991’de
elleriyle yarattığı Marbella’ya belediye başkanı
seçilmesiyle bütün hikaye tersine döndü.
Ya şampiyonluk ya şampiyonluk
Atletico Madrid ile şampiyonluk yaşama
takıntısından dolayı ilk yanlış adımı da 1990’da
sponsorluk için kendi ayarladığı anlaşmayla
birlikte attı. Atletico Madrid’in forma sponsoru
Marbella idi ve hem kulüp hem de Marbella’yı
Gil yönetiyordu. Fakat bu aradaki ‘garip’
bağlantının sırları yıllar sonra ortaya çıkacaktı,
Gil’in takıntısından dolayı durdurulamaz bir hâle
geldiğinde. Zaten Gil, 1993/94 sezonunda forma
sponsoru anlaşmasını Antena 3 ile yaparak da o
dönem hakkında oluşan ‘acaba’ları bir nebze olsun
yok etmeyi başarmıştı.
Gil, politikaya da girince medyadan elini ayağını
çekti ama medyaya malzeme olmaktan hiçbir
zaman kaçamadı. Fakat Gil durmuyordu.
Neredeyse 5 ayda bir teknik direktörü değiştiriyor,
her transfer döneminde 10’larca yeni ismi takıma
dâhil ediyor, Atletico Madrid’in karşısında duran
herkese saldırıyor, rakipler hakkında ırkçı ve
cinsiyetçi demeçler bile veriyordu. Bu konudaki
görüşü son derece netti: “Parayı ben veriyorum.
Getirdiğim teknik adamlar da benim her türlü
isteğimi yerine getirmek zorunda.” Hatta 1996’da
La Liga Organizasyonu’nun düzenleyicisi olan
LFP’nin binasında görüşülen yayın hakları
anlaşmasında tepesi atmış ve Compostela
Başkanı José María Caneda’ya resmen saldırmıştı.
Gergindi, takım şampiyonluğa gidiyordu ne de
olsa. Nitekim Radomir Antic, o sezon Gil’e en
büyük hediyeyi verdi ve takımı hem La Liga
hem de Copa del Rey şampiyonu yaptı. Ama Gil
bununla hiçbir zaman yetinmeyecekti.
Marbella işi karışıyor
1994-96 arası Marbella ile yapılan anlaşmanın
ardından Gil, 1997’de üçüncü kez yönettiği iki
farklı yapıyı birleştirdi. Fakat artık amiyane tabirle
işin suyunu da çıkarmaya başlamıştı. Nitekim
konu 1999’da da ilk kez yargıya taşındı. Ardı
arkası kesilmeyecek mahkemeler bir taraftan
başlarken bir taraftan da Marbella-Atletico
Madrid arasındaki ‘hortum’ kesildi. Atleti, küme
düştü; Gil, 2002’de ilk cezası olan 6 aylık hapis
cezasını aldı. Ayrıca Mahkeme, Gil’in Marbella’daki
görevine de son verdi. Gil, forma sponsorluğu
anlaşmasında yaklaşık 3 milyon avro aklamaktan
dolayı cezalandırılmıştı ama ilerideki davaların
boyutları çok daha büyüktü.
1991-95 arası Marbella Belediyesi’nden firmalarına
20 milyon avro aktardığı iddia edilen dava,
belgelerin kaybolmasından dolayı ertelendi ama
1992’de Atletico Madrid’i kurumsallaştırırken
yaptığı usulsüzlükten dolayı 3,5 yıldan kaçamadı.
Gil, bir çok mahkemenin devam ettiği anda
2004’te kalbine yenik düştü ama yol arkadaşları
Gil’in yaptıklarının bedelini ödemeye devam ediyor.
Gil’in sol kolu Sevilla’da
2001-02 sezonunda La Liga’ya geri dönen Sevilla,
sezonu sekizinci bitirmişti. Takımda her şey
yolunda gidiyor ve dört gözle başkanlık seçimleri
bekleniyordu. Sandıktan çıkan genç sayılabilecek
yeni başkan Del Nido, seçimi kazanmasını sağlayan
büyük vaatlerini bir bir yerine getiriyor ve Sevilla
için çıtayı her geçen sene yükseltiyordu. Bunu
yaparken kulübün kağıt üzerindeki borcunu da
kapatıyordu. Fakat Del Nido’nun kötü bir şöhreti
de vardı. Del Nido, Jesus Gil’in ve Gil’in sağ kolu
olan ve ardından Marbella Belediye Başkanlığı’nı
devralan Julián Muñoz’un bir dönem avukatlığını
yapmıştı. Bir başka ifadeyle Gil’in ikinci adamıydı.
Aradan geçen yıllara ve Sevilla ile yaşadığı UEFA
Kupası zaferlerine rağmen de hakkında oluşan bu
önyargıyı bir türlü kırmayı başaramamıştı. Öyle
ki iki sene önce Avrupa’nın beş büyük liginde en
kötü yayın geliri dağılımına sahip La Liga’da gerçek
bir çözüm önerisi sunup “Barça ve Real Madrid
dışındaki takımlarla yeni bir havuz oluşturma”
fikrini öne sürdüğünde kimse Del Nido’ya
güvenemedi. Haklılardı da.
Jesus Gil’in fitili ateşlediği Marbella Davaları’nda
sonuçlar açıklanırken ‘baba’ların hiyerarşisi de
bozulmadı. Gil’in ardından sağ kolu Julián Muñoz,
2011’de suçlu bulundu ve 7,5 sene hapis cezasına
mahkum edildi. Sıra Del Nido’ya gelmişti; aynı yıl
Del Nido da 8 sene hapis cezasına çarptırıldı ama
Temyiz Mahkemesi’ne gitme hakkını kullandı.
Nitekim Temyiz Mahkemesi, dün kararını açıkladı:
Del Nido’nun, yani 2002’den bu yana Sevilla’nın
başkanlığını yapan isim, 1999-2003 yılları arasında
Marbella’da Jesus Gil ve Julián Muñoz’un yaptığı
yolsuzluğa göz yumduğu, bu yolsuzluk için gerekli
hukuki ortamı ayarladığı ve bu işin bir parçası
olduğu için 7,5 sene hapis cezasına çarptırıldı.
Marbella’nın lâneti, yaklaşık 14 senedir La Liga’nın
devlerini etkilemeye devam ediyor. Jose Maria del
Nido’nun cezasının ardından yeni davalar açılacak
mı, Del Nido da tıpkı ‘ağabey’leri gibi kulübüne
para aktardı mı zaman gösterecek. Fakat Del
Nido’nun ardından yaptığı “Sevilla’daki görevimi
bırakmayacağım.” açıklamasının ardından Del
Nido’nun oğlunun bizzat yönetimde devralacağı,
hatta başkanlığa bile geçebileceği iddiası
gösteriyor ki La Liga bir süre daha Marbella’nın
lânetiyle yaşamaya devam edecek.
Ilgaz Çınar
1.Lig
HF107
YiNE YENiDEN YENi SAYFA
Ne saha içinde ne saha dışında ne de kulübede istikrarı bir türlü
tutturamayan Şanlıurfaspor, Reha Kapsal ile yeni bir sayfa daha açtı.
Yakın geçmiş zamanı kıyısından köşesinden
hatırlayarak günümüze doğru yolculuğa çıkmamız
lazım. Mehmet Şahan’ın akilane ve tutarlı
transfer politikası sonrası Şanlıurfaspor transfer
dönemlerinin en renkli ekibi olmuş lakin 2. lig
kategorisinde meraklı futbol severler hariç çok
da dikkat çekmemişti. Bucaspor ile güzel bir
hikaye yazan Kemal Kılıç göreve geldikten sonra
Şanlıurfaspor ciddi rakamlarla sükseli transferler
yapmıştı. Oluşturulan kadro için ‘rahat rahat
yükselirler’ yorumu ligin çetin şartlarında karaya
toslamış ve devre arası transfer dönemi yine
oldukça hareketli geçirilmişti. Sezon sonuna
doğru Balıkesirspor’un tüm ümitlerini Bugsaşspor
maçında bırakması ile Şanlıurfaspor kategori
atlamıştı.
2012/13 sezonu başlangıcında da bir önceki
sezon transfer dönemi mumla aratılmadı ve
Şanlıurfaspor kulüp binası karşılıklı fesihler ve
yeni imza törenleri ile Urfa’nın gözde mekanları
arasında yer aldı. Hatta transfer edilen bazı
futbolcular sezon başlamadan gönderildi. Bu
trafiği anlatmamızın sebebi, Şanlıurfaspor’un
içinde bulunduğu ve hatta geçen sezon içine
düştüğü bunalımlı durumu anlatabilmek içindi.
Bu sezonun başlangıcında da hemen hemen
aynı tutarsızlık kulübe hakim oldu. İçinde
bulunduğumuz Aralık ayında üçüncü teknik
direktör ile çalıştıklarını söylemek yeterli olacaktır.
Sezon başı idari/sportif direktör konusunda dahi
sıkıntılar yaşayan ve muhtemelen Burak Puhaloğlu
ile mahkeme salonlarında koz paylaşacak olan
Şanlıurfaspor için reçetenin nasıl yazılacağı önem
kazandı. Reha Kapsal son gelen Ankaraspor
yenilgisi sonrası ‘daha çok çalışmamız lazım’
demecini verdi. Sıkıntıların bir kısmı burada
başlayabilir. Reha Kapsal’ın antrene teknikleri ve
maç öncesi idari kararlarına bu coğrafyada her
futbolcunun uyabileceğini söylememiz zor. Hatta
evvel zaman içerisinde bir sohbet esnasında bir
forvet oyuncusu “Hoca sürekli kampa alıyor ve
idmanlar sonrası sıkıntı yaşıyoruz. Maçlara 3 gün
kala kampa girmek bizi geriyor” demişti. Reha
hocanın teoride ve pratikte özellikle ülke şartları
düşünülür ise sıkıntı yaşadığı çok açık. Kadronun
da uyumsuzluğu ve henüz devre arası gelmeden
fesihlerin yaşanması problemleri arttırmakta.
Kilit Sankoh
Öncelikli olarak ligin kalan haftalarında azami
puan almaya çalışacak olan ekibin işi fikstüre
baktığımızda sıkıntılı durmakta. Aktif dinleme
olarak tanımlayacağımız 10 günlük süre
sonrasında rakipler Adanaspor (dış saha) ,
Mersin İdman Yurdu (iç saha) ve Orduspor (dış
saha) ile karşılaşacaklar. Bu zorlu seri öncesi
müsabaka oynamamak futbol ilmine ters gelse
de muhakkak şans zira Şanlıurfaspor oyuncu
yapısı birkaç istisna dışında duygusal olarak oyuna
küsen karakterlerden oluşmakta. Reha Kapsal’ın
sıkı idman yerine öncelikle oyuncular üzerinde
rahatlamayı sağlayacak çalışmalar yapması
şart diye düşünmekteyim. Bu rehabilitasyon
sürecinde takım iskeletini de kafasında muhakkak
oluşturacaktır. Bu noktada tercih edilecek
oyuncular arasında benim gözüme ilk çarpan
isim Alfred Sankoh. Sierra Leone’li milli oyuncu
Afrika kıtasının bütün dezavantajlarını (fiziki ve
duygusal) geride bırakmış durumda zira oyuncu
neredeyse bütün eğitim sürecini Norveç’te kuzey
disiplini ile tamamladı. Geldiği takım Stromgodset
de ise Storflor, Kovacs gibi tecrübeli ve Abu,
Keita gibi genç yetenekler ile oynama şansı
buldu. Burada yaşadığı sıkıntı ise şu: Sankoh o
takımın hücum bağlantılarında çok önemli ve
aktif rol üstlenmekte ve gerektiği zaman iki ceza
sahası arasında oynamaktaydı. Transfer olduğu
zaman ise bu iklimin idefiks yapısının kurbanı
Sankoh & Banahene
oldu zira çoğu kişi siyahi orta saha oyuncularını
anlamsız deyim “ön libero” zannetmekte ve o
bölgede fizik şartları ile avantaj sağlayacağını
sanmakta. Reha Kapsal Sankoh ile yapacağı
birebir görüşme sonrası oyuncunun Stromgodset
günlerine dönüş yapmasını sağlayabilecek
değişikliği yapar ise takım içi kurguda bir adım
öne geçecektir. Reha Kapsal’ın ekibini Sankoh’un
önceki takımında oynadığı 4-3-3 formasyonu
varyasyonlarında oynatacağını düşünür isek
önem kazanacak diğer oyuncular İsmail Haktan
Odabaşı ve Yasin Avcı olacaktır. Son Ankaraspor
müsabakasında ters ayaklı oyuncu oynatmak
prensibinin işe yaramadığını da düşününce kanat
organizasyonlarının en azından 3 maçlık periyotta
İsmail ve Yasin’e teslim edilmesi gerektiğini
düşünüyorum. Bek kademesinde ise Onur
Güney ve Abdülhamit şimdilik katkı sağlayacak
oyuncular olarak durmakta. Onur Akbay ve Ozan
Tahtaişleyen ile Mehmet Ayaz omurganın diğer
parçaları olara bu süreci en az kayıpla atlatabilecek
omurganın parçaları olarak gözükmekte.
Sonuç olarak devre arası yine bir hareketlilik
olacak ama öncesinde Reha Kapsal’ın
saha içi teknşk ve saha dışı idari becerileri
Şanlıurfaspor’un bu seneki rotasını belirleyecek.
Fırat Topal
Diğer Ligler
HF107
90+6’DA GELEN ŞAMPiYONLUK
2013 Güney Kore Ligi’nde şampiyon geçtiğimiz Pazar günü belli oldu. Pohang
Steelers, şampiyonluğu, lider Ulsan’a karşı 90+6’da bulduğu golle kazandı.
Efsane şekilde biten sezonu masaya yatırdık.
Güney Kore’de profesyonel bir ligin kurulması
ve bugünkü sistemine oturması bir hayli zaman
aldı ki bugün hala en iyi lig formasyonuna
ulaşabilmek için federasyon çaba harcıyor. 1983’te
beş kulübün katılımı ile kurulan ligde, ülkedeki
endüstri holdingleri, otomobil üreticileri, bankalar,
elektronik sektörünün lider fabrikalarının finanse
ettiği takımlar yer alıyordu. Hatta tamamen
Hristiyan futbolcu ve teknik ekipten oluşan
Hallelujah FC ligin ilk şampiyonu oldu. Yıllar
geçtikçe finansal desteği veren firmaların bazıları
ortamdan çekildiler, bazıları sponsor değiştirdi veya
takımları başka şehirlere taşıdılar. Örneğin 2002
yılında Tınaz Tırpan’ın da teknik direktörlüğünü
yaptığı Bucheon SK takımı, Yukong Elephants
olarak 1995’e kadar Seul’de mücadele etti. 1989’da
da lig şampiyonluğu yaşadıktan sonra, Dünya
Kupası organizasyonu planları çerçevesinde
1996’da Bucheon’a taşınıp orada da 10 sene
boyunca kaldı. Takım 2005’te Jeju’ya taşındı
ve ismini Jeju United olarak değiştirdi. Ancak
SK Energy firması hiçbir zaman sponsorluktan
çekilmedi. Şu an LG, Samsung, Hyundai gibi ünlü
firmaların ligde finanse ettikleri takımlar var.
Hatta demir-çelik endüstrisi kurumu POSCO ve
Hyundai’nin iki takımı var: Pohang Steelers ile
Chunnam Dragons ve Ulsan Hyundai ile Jeonbuk
Hyundai Motors.
Kıtanın en başarılı futbol ülkesi
Kulüp sayısı Dünya Kupası’ndan sonra düzenli
olarak artarak 2011 sezonunda 16 takıma ulaştı.
Ancak federasyon, bu artışın ardından ligdeki
takım sayısını tekrar azaltmaya karar verdi ve bu
sezon başında 14’e düşen takım sayısı gelecek
sezondan itibaren 12 olacak. Lig formatında
da yıllar içinde önemli değişiklikler oldu. Önce
çift devreli lig usulü ile başlayan sistem, iki
ayrı devrenin sezon sonunda bir kere daha
karşılaştıkları sisteme döndü. Ardından takım
sayısı giderek artınca normal sezonun ardından ilk
altı sırayı alan takımların eleme usulüyle birbiriyle
karşılaştığı sisteme geçildi ve nihayet 2012
sezonunda, İskoçya’nın en tipik örneğini verdiği,
normal sezon sonunda ligin alt ve üst tablolarının
şampiyonluk ve düşme grubu olarak 2’ye ayrıldığı,
birbirleriyle çift devreli olarak oynadıkları play-off
sistemi uygulamaya kondu. Gelecek sezon lig
12 takımla devam ettiğinde İskoçya’daki sistem
tamamen kopyalanmış olacak.
Güney Kore takımları, ligin giderek daha
profesyonel bir hale gelmesiyle kıta çapında da
önemli başarılar gösterdiler. 1995’e kadar Asya
Şampiyonlar Ligi’nde hiçbir başarısı bulunmayan
ülke takımları, o yıldan sonra tam 10 şampiyonluk
elde etti ve bu alanda en yakın rakipleri olan Japon
takımlarının önündeler. Ayrıca Pohang Steelers
da üç şampiyonluk ile bu kupayı en çok kazanan
takım.
At başı giden sezon
Normal sezonun genelinde Pohang Steelers,
Ulsan Hyundai, Jeonbuk Hyundai Motors ve
Incheon United zirveye ortak olmaya çalıştılar ama
özellikle sezonun yarısı geçildikten sonra Ulsan
ve Pohang zirvede yalnız kalmaya başladılar. Son
üç sezonda iki şampiyonluk yaşayan FC Seoul
ise Asya Şampiyonlar Ligi’nde finale kadar giden
koşusu sebebiyle lige ağırlığını çok fazla koyamadı.
Öyle ki play-off şampiyonluk grubuna dahi son
haftalarda dahil olabildiler. Play-off ise tamamen
tepedeki ikili arasında geçti ki bu iki takım dışında
başka hiçbir ekip 14 hafta boyunca üçüncülükten
yukarıda yer alamadı. Doğrusu tepedeki ikili de
ligin son iki haftasına kadar sürekli kazandılar.
Ulsan, yakaladığı 5 puanlık farkla şampiyonluğa
doğru gidiyordu. Derken felaketin habercisi
37’nci haftada gerçekleşti. Ulsan, ligde hiçbir
iddiası olmayan Busan deplasmanına gittiğinde
şampiyonluğu ilan etmeyi düşünüyordu. Maçın
70’inci dakikası geçildiğinde de 1-0 öndeydiler.
Ama önce Lee Jung-Ho ardından da 80’inci
dakikada oyuna giren Brezilyalı topçu Fagner’in
golleriyle 2-1 mağlup oldular. Steelers, FC Seoul’ü
kendi evinde 3-1 mağlup edip puan farkını ikiye
indirdi ve umudunu son haftaya taşıdı.
Efsane final
1 Aralık 2012 Pazar günü TSİ 09:00 sularında Güney
Kore futbol tarihinin en heyecanlı, en dramatik,
en sansasyonel sezon finalinin son düdüğü
çalmıştı. Ulsan’ın Munsu Stadyumu’nda oynanan
mücadelede ev sahibine beraberlik yetiyordu. 90
dakika dolduğunda bunu başarmışlardı aslında.
Ama kayıp zaman olarak yedi dakika işaret
edildiğinde, konuk ekip son kurşununu atmak için
rakip kaledeydi. 90+5’te frikik kazandı Steelers.
Kaleci dışında bütün oyuncular rakip sahaya
dolduklarında top ceza sahasına doğru süzüldü.
Yere düştüğünde ise bir bomba etkisi yarattı
ve tam 19 futbolcunun ceza sahasında olduğu
karambolde topa vuran isim 80’inci dakikada
oyuna giren Shin Young-Jun oldu. Kırmızı-siyahlı
futbolcular ve taraftarlar adeta kendilerinden
geçerken 2005’ten sonra şampiyonluğa çok
yaklaşan Ulsan cephesi yıkıldı. Öyle ki, 19 golle
takımın en golcü oyuncusu Kim Shin-Wook
şampiyonluk için sahaya koşmaya hazırlanıyordu,
zira bu maçta cezalı olarak takımını yalnız
bırakmıştı. Hakem son düdüğü çaldığında Pohang
son iki haftada 5 puan geriden gelerek şampiyon
olmuş, kulübün 40’ıncı yılında dubleyi yapmış
(Ekim ayında Güney Kore Federasyon Kupası’nın
da sahibi oldular), aynı zamanda Kore tarihinde
duble yapan ilk takım olmuşlardı.
Steelers’in hocası Hwang Sun-Hong Güney Kore
futbolunun unutulmaz isimlerinden. 1994, 1998
ve 2002 Dünya Kupası’nda milli formayı giyen,
milli takım tarihinin en golcü ikinci ismi olan
teknik adam, kulübe kariyerinin en iyi sezonunu
geçirmiş oldu. Sezon başında yabancı futbolcu
transferini, sistemine uymayacakları gerekçesi
ile istemediğinde bir hayli eleştiri almıştı ama
Pohang Steelers ligin yabancı futbolcusu olmayan
tek takımı olarak şampiyonluğa ulaştı. Bunu
K-League tarihinde başaran ilk takım oldular.
Ayrıca şampiyonluk sayısını beşe çekip FC Seoul’ü
yakaladılar. Seongnam Ilhwa Chunma bu alanda
yedi şampiyonlukla lider durumda, ancak yedi
sezondur şampiyonluk göremiyorlar.
Altı sezondur FC Seoul forması giyen Karadağlı
Dejan Damjanović, üst üste üçüncü kez gol
krallığını kazandı. Ulsanlı Kim Shin-Wook’un da
19 golü var ancak Karadağlı’nın maç başına gol
ortalaması daha yüksekti. Shin-Wook’un Ocak
ayında Avrupa kulüplerinden birisine transfer
olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Şampiyonluk
maçına çıkan iki takım dışında Jeonbuk Hyundai
Motors ve FC Seoul gelecek sezon ülkelerini Asya
Şampiyonlar Ligi’nde temsil edecekler. Daegu
FC ve Daejeon Citizen ligden düşerken, 12’nci
Gangwon FC ve 2’nci Lig şampiyonu Sangju
Sangmu gelecek sezon ligde mücadele edecek
son takımı belirlemek için baraj maçı oynayacaklar.
Emre Çelik
İspanya
HF107
iSTiKRÂRSIZLIĞIN iSTiKRÂRI
Betis’te yönetim faturayı Pepe Mel’e kesti fakat bu karar kulübün kümede
kalmasına yetmeyebilir.
Jose Mourinho’nun 20 Mayıs 2013’te Real
Madrid’deki görevini bırakmasının ardından La
Liga’nın ‘teknik adam istikrarı’ konusunda öne
çıkarabileceği tek bir örnek kalmıştı. 2010’da
Liga Segunda’da mücadele eden Betis’te teknik
direktörlük koltuğuna oturan, takımı ait olduğu
La Liga’ya taşıyan ve bununla da yetinmeyerek
geçtiğimiz sezon elde ettiği başarının ardından
Avrupa Ligi biletini cebine koyan Mel, La Liga’da
yönettiği takımın başına geçen en eski hocaydı. Ta
ki geride bıraktığımız Pazartesi gecesi Real Betis
Başkanı Miguel Guillén’in yaptığı açıklamaya kadar.
Miguel Guillén, acil toplanan yönetim kurulu
toplantısının ardından basın mensuplarının
karşısına geçti ve “Yönetim Kurulu olarak konuyu
derinlemesine değerlendirdik ve Pepe Mel ile
yollarımızı ayırma kararı aldık. Bu karar son derece
üzücü ve acı verici fakat takımı son sıradan
kurtarmak için dinamikleri değiştirmemiz şarttı.
Yönetim Kurulu adına Pepe Mel’e yaklaşık 4
senedir yaptığı iş için teşekkür ediyorum. Göreve
geldiğinden bu yana çok güzel anlar yaşattı ve
bütün benliğini işine verdi ama futbol bu. Başka
çaremiz yoktu.” diyerek topu takıma ve oyunculara
attı. Şöyle ki, ilk etapta ya Miguel Guillén ve ekibi
ya da taraftarların gönlünde taht kuran Pepe
Mel, Real Betis’e veda edecekti. İlk veda Mel’den
geldi ama bu hamle Miguel Guillén’i gerçekten
kurtarmayabilir.
Para, para, para
Real Betis, 2012-13 sezonuna deyim yerindeyse
felâket bir biçimde başladı. Bir önceki sezon
rakiplerin korktuğu bir ekip olan Betis, ilk üç
haftayı galibiyetsiz geçtikten sonra dört haftada
iki galibiyet elde etti ama ardından felâketten
de kötü bir sürece girdi. Yeşil-beyazlılar, kötü
sonuçlara rağmen sahada iyi bir oyun oynuyor,
taraftarları bir şekilde memnun ediyor, rakiplerine
kesinlikle ezilmiyordu. Fakat bir türlü beklenen
o galibiyet gelmiyordu. Tamı tamına altı haftalık
hasretin ardından gelen Endülüs Derbisi’nde
Sevilla karşısında alınan farklı mağlubiyet, ve
ardından da küme düşmeme yarışındaki Rayo
karşısındaki beraberlik; Betis’in geride kalan
15 haftada sadece 10 puanla son sıraya demir
atmasına yol açmıştı. Evet, Guillén’in imâ ettiği
gibi ‘güzel futbol karın doyurmuyor’du. Fakat
Betis’in kalite olarak da belli bir seviyenin altında
olması, buna da yönetimin olmayan transfer
politikasının yol açması unutulmamalı.
Mel, geçtiğimiz sene kiralık Dorlan Pabon-Joel
Campbell ikilisinin yanı sıra Alvaro Vadillo, José
Antonio “Nono” Delgado, Juan Carlos, Adrian,
Alejandro Pozuelo gibi oyuncularla iyi bir harman
yakalamayı başarmış ve bu isimleri takımın
lideri ilân ettiği Beñat Etxebarria’nın etrafında
toparlayarak iyi bir sentez elde etmişti. Bu isimlere
ilerideki tecrübeli ve yetenekli Jorge Molina-Ruben
Castro ikilisinin de eklenmesiyle birlikte Real Betis,
özellikle hızlı ve yetenekli hücumcuları, düzgün
ayaklı orta sahaları sayesinde üçüncü bölgede
son derece üretken, çok hızlı hücuma çıkabilen
ve rahatlıkla gol bulan bir görünüme girmişti.
Oyuncuların yanı sıra Pepe Mel’in takımın başında
geçmesinden itibaren ısrarla uygulamaya çalıştığı
‘hücuma yönelik sistem’ de bu oyuncuların maçtan
maça daha tehlikeli birer silaha dönüşmesine yol
açmıştı. Doğal olarak da hem başarı geldi hem de
Mel, oynattığı futbolla taraftarların gönlüne girdi.
Lâkin İspanya’da hemen hemen bütün kulüpleri
vuran ekonomik kriz, bu yaz transfer dönemi
Pepe Mel’in de elini kolunu bağlayınca işler bir
anda tersine döndü. Betis, La Liga standartlarının
üzerindeki kalecisi Adrian’ı West Ham’a,
savunmanın önünde ‘pis işleri yapan’ savaşçısı
Juan Carlos Garrido
José Alberto Cañas’ı Sevilla’ya, takımın beyni
Beñat Etxebarria’yı Athletic Club’a, takımın iki pire
hücumcusu Alejandro Pozuelo ve Jonathan Pereira
sırasıyla Swansea ve Villarreal’e gitti. Ayrıca geçen
sene takımda kiralık olarak forma giyen Joel
Campbell, Dorlan Pabon ve Rubén Pérez de ayrıldı.
Fakat Betis, bu isimlerin yerini dolduramadı.
Adam akıllı tek para harcamasını Xavi Torres’e
yapan Betis yönetimi, Torres dışında kiralık ve
bedelsiz oyunculara yöneldi. Kısacası takımda
doğrudan forma giyen oyuncuların %50’si ayrıldı
ama Betis yönetimi izlemekle kaldı. Bu isimlerin
gidişinin yanı sıra takımın en önemli gol silahı
Ruben Castro’nun sakatlığından ötürü sadece üç
lig maçında forma giyebilmesi de eklenince Betis’in
çöküşü kaçınılmaz oldu.
Top yine yönetimde
Betis’teki düşüşün en büyük sebebi mali kaynaklı
sorunlar olsa da Pepe Mel’in de bu süreçte
hataları yok değil. Hücum futbolu ekolünün
temsilcilerinden biri olan Mel, elindeki malzemeyi
iyi analiz edemedi ve takımına açık bir futbol
oynatmayı sürdürdü. Hatta bunu dev ekiplere
karşı bile uyguladı. Barcelona’dan dört gol yiyen
Betis, maç boyunca hiçbir zaman geri çekilmedi
ve savunma hattını sürekli 25-30 metre civarında
kurdu. Yaşlı, yavaş ve hamle zamanları ağır olan
isimlerden oluşan Betis savunması da doğal olarak
bu futbolla geride kalan 15 haftada La Liga’nın
kalesinde en fazla gol gören üçüncü ekibi oldu. Bu
istatistiğe bir de 15 haftada atılan yalnızca 14 gol
eklenince - lig 17’ncisi - bu tablo kaçınılmaz oldu.
Mel, bu süreçte biraz daha dengeli, Osasuna ve
Granada örneklerinde olduğu gibi daha güvenli
bir futbolu tercih etseydi belki de görevini hâlâ
sürdürecekti.Pepe Mel’den görevi devralan Juan
Carlos Garrido, özellikle bu noktaya eğilecektir.
Hatta değişikliğin getirdiği enerjiyle Betis’in 2-3
hafta iyi sonuçlar alması da olası. Savunmaya
ağırlık vermesi, hatta orta saha bloğundan bile
genellikle en fazla iki ismin hücumlara katılmasını
istemesi, Betis’in kolay gol yeme problemini de
çözebilir. Lâkin Garrido’nun profili ve son olarak
küme düşürdüğü Villarreal’de ortaya koyduğu
tablo düşünülürse Betis’in işi hiç de kolay değil.
Daha çok ‘isimli’ futbolcularla çalışmayı seven ve
takımını profiller üzerine kuran Garrido’nun elinde
bir defa böyle bir oyuncu mevcut değil. Sakatlıktan
kurtulan Ruben Castro, üçüncü bölgede lig seviyesi
üstünde bitiricileri tercih eden ve genellikle
hücumda iki santrfor kullanarak çeşitliliği buradan
sağlamaya çalışan Garrido’nun elini biraz olsun
rahatlatacaktır ama uzun vadede krizi çözmesi
zor. Kısacası tek çıkar yol, Betis yönetiminin ara
transferde elini cebine atması olacak ki iyi bir çift
yönlü orta saha ile iki ortalama kenar oyuncusu
transferi olmazsa Betis’in işi gerçekten çok çok zor.

Benzer belgeler

HF171 - Hayatım Futbol

HF171 - Hayatım Futbol olmasına rağmen yine çok düşük bir rasyoya sahip. Kupaların gelenekleri, sürprize açık olmaları, genç oyuncular için bir vitrin özelliği taşıması, kulüplerin prestij açısında kupaya önem vermeleri ...

Detaylı

röportaj - WordPress.com

röportaj - WordPress.com üzerine gittiler. Bir penaltı kazandılar. Bu penaltı Mert Günok’un eldivenlerinde eridi fakat bu moral bozucu kırılma anına rağmen maç sona erdiğinde tabelada üstün olan taraf 3-2’lik skorla Konyas...

Detaylı