dergiyi pdf formatında okumak için tıklayınız!

Transkript

dergiyi pdf formatında okumak için tıklayınız!
66
Bu süreli yayın
Özel PEV Liseleri
öğrencileri tarafından
hazırlanmıştır ve ücretsizdir.
Yayın Kurulu
Ceyda ZORBOZAN
Zehra AKINCILAR
Erol YILMAZ
Erdal TURGUT
Berin SOYLU
4
Grafik ve Düzenleme
Çetin BAT
Yazı İşleri Sorumlusu
Mehmet KORKMAZ
İrem TALU
16
18
ÜLKE
Yazıların sorumluluğunu
yazarları üstlenmiştir.
PERDE
38
1
2
Değerli Okur,
Yaşamın her evresinde öğrenme, yenilenme gayreti içinde olan insanoğlunu yaşama bağlayan, güçlü ve
üretken kılan önemli unsurlardandır merak. Merak eden insanların, sorularına bulduğu yanıtlar üzerine kurulup
renklenmiştir dünya. Farkındalığı olan insanlar yüceltmiştir toplumları. Merak edip keşfedenler... Kendilerini gerçekleştirip çevrelerine ışık olmuşlardır. Başarılarıyla tarihe geçmişlerdir. Peki başarının ölçütü
nedir? Neye, kime göre başarılıdır insan? Günümüz koşullarında ne yazık ki sınavları kazanmak, başarının tek ölçütü olarak algılanır. Başarı, sonuçlarla mı ölçülür? İşinde en iyisi olmak,
ünlü olmak, zengin olmak...Peki ya mutlu olmak? Toplum için başarılı olmanın belirlenmiş ölçütleri vardır. Bireyse başarıyı, kendisi için değerli olana göre tanımlar. İstediklerini, kendi
hayallerini gerçekleştirmektir kimileri için başarı. Bana göre başarı yoluna, edinilenlerle çıkılır ve bu yolda güç kaynağı, daha fazlasını edinme isteğidir. Başarı için amaç, tutku
ve çaba gerekir. Özveri gerektiren her işte, bazıları cesaretlerini yitirip yoldan çekilir, bazıları yolunda coşkuyla ilerler; kararlılığın başarıyı getireceğini bilir. Ulu Önder ATATÜRK’ün de dediği gibi vatan, çalışkan insanların omuzlarında yükselecektir. Biz
de çalışan, merak eden, hayalleri olan, hayallerinden vazgeçmeyen, kendini
gerçekleştiren, mutlu gençler yetiştiriyoruz. Dergimizi onlar biçimlendirdi
ve zenginleştirecekler. Çalışmalarının uzun soluklu olması ve yaşamlara
renk vermesi dileğiyle...
PELİN YEREBAKAN SIZLI ÖZEL PEV LİSELERİ
MÜDÜRÜ
Değerli Okur,
Eğitim, birey için sabır isteyen bir süreç. Bu sürecin sağlıklı bir ortamda ve çağın gereklerine göre işlemesi
için biz eğitimciler de yapılabileceklerin en iyisini yapma gayretini göstermekteyiz. Öğrencilerimizi güçlü karakterli,
yapıcı, yaratıcı, üretken, topluma karşı sorumlu kişiler olarak yetiştirmek en büyük idealimiz. Bu idealimizin gerçekleşmesi, öğrencilerimizin okulda edindikleri bilgi donanımı ve bilimsel kazanım yanında, sosyal ve kültürel çalışmalarımıza da bağlı. Okul dergilerinin, bu çalışmalar içinde önemli bir yer tuttuğu tartışılmaz
bir gerçek; çünkü bu tür yayınlar sayesinde insan, çevresini, üyesi olduğu toplumu, geçmişini
tanır. Bütüne baktığında göremediği detayların farkına varır. Dünyadaki gelişmeleri, değişimi fark eder. Bugün,”çevre” denilince akla sadece doğal çevre gelmemelidir. İnsanoğlunun
dünyasında doğa her zaman başrolde olmalıdır; ancak insanın dünyası aynı zamanda kültür dünyasıdır. İnsan, dünyasını kendi biçimlendirip zenginleştirir. Yarattığı çevre de onu
yeniden yaratır. Bu döngü içinde yaşamın yelpazesi rengarenk olur. Özel PEV Liseleri öğrencileri de yaşamın türlü renklerini gözler önüne serme isteğiyle bir dergi hazırlamak için
kolları sıvadı ve ilk sayımız sizleri bekliyor. Öğrencilerimize, çalışmalarından dolayı
teşekkür ediyoruz. Dergimizin bizleri daha iyi yarınlara hazırlaması dileğiyle...
SAYGIN FENLİ ÖZEL PEV LİSELERİ MÜDÜR YARDIMCISI
3
9
.SINIF ÖĞRENCİLERİMİZLE EĞLENCELİ BİR ORYANTASYON
Özel PEV Liseleri ailesine, bu eğitim öğretim yılında katılacak olan öğrencilerimiz için uyum programı
düzenledik. Kahvaltıyla başlayan ve iki gün süren programımızda, öğrencilerimizin Özel PEV Liseleri akademik ve
sosyal yaşantısına uyum sağlamaları için okulumuzun eğitim ve öğretim koşulları, kuralları, öğrenci toplulukları
hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlayan sunumlar; rehberlik servisi tarafından hazırlanan test ve anketler, drama
çalışmaları, açık havada yapılan etkinlik ve yarışmalarla programımızı tamamladık.
4
5
12
.SINIF ÖĞRENCİLERİMİZİN VELİLERİNE
SEMİNER DÜZENLEDİK
Lisemiz, 12.sınıf velilerine yönelik “ÖSYS Bilgilendirmesi ve Bu
Süreçte Velilerin Tutumu” konulu
bir seminer düzenledi. Seminerde,
okulumuz PDR Uzmanı Muhammet
EROĞLU, üniversiteye giriş sisteminin unsurları YGS ve LYS hakkında
genel bilgiler verdi. Ayrıca, alanlara karşılık gelen bölümler, testlerin
katsayı oranları ve Ortaöğretim Başarı Puanı (OBP) ile bilgiler aktardı.
Velilerimizin konuyla ilgili sorularını
yanıtladı. Toplantının ikinci bölümünde sınav sürecinde velilerimizin
çocuklarıyla iletişimini kolaylaştıran ve zorlaştıran etmenlerin neler olabileceği ile sınav kaygısının aile içinde nasıl
yönetilebileceği konuları üzerinde durdu. Toplantı, velilerimizin paylaşımları ile sona erdi.
A
RAMIZA YENİ KATILAN
ÖĞRENCİLERİMİZLE VE
AİLELERİYLE PAZAR
KAHVALTISI
Özel PEV Liseleri yönetici ve öğretmenleri olarak, güneşli bir pazar gününde, Saki Restaurantta 9.sınıf
öğrencilerimize ve ailelerine pazar kahvaltısı düzenledik. Ailelerle öğretmenlerin birbirini tanıma fırsatı bulduğu
kahvaltıda , öğrencilerimiz , ev yaşantıları, arkadaşlarıyla ilişkileri ve onlarla yürütebileceğimiz faaliyetler hakkında konuştuk.
K
ANGURU MATEMATİK YARIŞMASI”NA KATILIYORUZ
Okulumuz bu yıl “Uluslararası Kanguru Matematik Yarışması”na katılıyor. Dünya çapında 60’tan fazla ülkede 6 milyondan fazla öğrenciyle yapılan ünlü matematik sınavı Kanguru’ya artık Türkiye’de de katılmak
mümkün. Başkanlığını, Uluslararası Matematik Olimpiyatları’nda
(IMO) sekreterlik görevi de yapan,
Prof. Gregor Dolinar’ın üstlendiği
derneğin tüm dünyada matematiği sevdirmek amacıyla düzenlediği
sınava Özel PEV Okullarının ilkokul,
ortaokul ve lise öğrencileri de katılıyor. Başvuru için son tarih 6 Kasım 2015 Cuma.
6
7
ÖZEL PEV LİSELERİ ARTIK
“LİSE TEMA” ÜYESİ
Liseli gençlerimizin ekolojik okuryazarlıklarını destekleyecek etkinliklerden oluşan çevre eğitim programı olan “Lise Tema”da artık biz de varız. Gençlerin; doğanın yaşamı nasıl sürdürdüğünü anlayan, sürdürülebilirliği bir yaşam biçimi olarak
benimseyen, kendi çevresinden başlayarak gezegeni ilgilendiren çevre sorunlarına
duyarlı ve çözüme yönelik harekete geçebilen bireyler olmalarına katkıda bulunmak hedefiyle oluşturulan programı uygulamaya koymak için sabırsızlanıyoruz.
8
“GENÇ BAŞARI EĞİTİM VAKFI” ÜYESİYİZ
Genç Başarı Eğitim Vakfı, 1919 yılında Amerika’da kurulan ‘Junior Achievement (JA) /Genç Başarı organizasyonuna bağlı olarak, Türkiye’de 1999 yılında kurulmuştur. Uluslararası Genç Başarı organizasyonun, Brüksel’de bulunan
Genç Başarı Avrupa (JA-YE Europe) merkezine bağlı olarak faaliyet gösteren Genç Başarı Eğitim Vakfı, kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşudur.
Özel PEV Liseleri olarak; ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim düzeyindeki gençlere girişimcilik, ekonomi ve
iş yönetimi eğitimleri ve uygulamalı programlar düzenleyip gençleri küresel ekonomiye hazırlayan ve uygulamalı eğitim
programları ile buluşturarak girişimciliğe teşvik eden bu vakfın üyesi olduk.
ÖZEL PEV LİSELERİ INTERACT İÇİN
KOLLARI SIVADI
Okulumuz, “Rotary”nin sponsorluğunda gençler için hizmet kulübü olup gençlere anlamlı hizmet projelerine zevkle ortak olma fırsatı veren Interact üyesi oldu. Çalışmalar sırasında liderlik yeteneklerini geliştirip yeni arkadaşlar edinen interaktörler,
“Uluslararası Rotary”nin (UR) ve Rotary Vakfının birçok kaynağına ulaşabilmektedir.
Uluslararası Rotary, Interact kulüplerinin gelişmesi için idari desteği sağlamaktadır. Interact sözcüğü, “Uluslararası Hareket” (international action) anlamına gelmektedir ve
bugün yaklaşık 200 000 genç 110 dan fazla ülkeye ait 8700 kulüp çalışmaktadır. Gençler, Interact hizmet etkinliklerinin geniş donanımıyla arkadaşlığı ve uluslararası anlayışı
bütün dünyaya yaymışlardır.
9
ARALIK
Dünya AIDS Günü
(1 Aralık): Dünya AIDS Günü, 1 Aralık tarihi olarak kabul edilmiştir. Bu gün HIV’ in yayılması ve
AIDS hastalığının artışına karşın
bilincin yükseltilmesi amacına adanmıştır. Böyle bir günün varoluşunun
diğer bir amacı ise bu hastalıktan
yaşamını yitirenleri anmak ve onları
onurlandırmaktır.
AYI İÇERISINDEKI ÖNEMLI
GÜN VE HAFTALAR
bul edilmiştir.
Vakıflar Haftası
(3-9 Aralık): Vakıflar Haftası 3 – 9
Aralık tarihleri arasında kutlanan,
temelinde toplum hizmeti sunan
kurumları tanıtmayı amaçlayan bir
etkinliktir. Bu haftada vakıfların
topluma sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda yaptığı katkılar hakkında bilgiler verilmekte, vakıfların
Köleliğin Yasaklanması Günü
işleyişi ile ilgili tanıtımlar yapılmak(2 Aralık): İlk kanunlar İngiltere’de tadır.
ve ABD’de 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1807 yılında çıkarılmış, daha Dünya Madenciler Günü
sonra diğer Avrupa devletleri onla- (4 Aralık): Madencilerin koruyurı izlemişti. Avrupa’da İngiltere’den cu azizesi olarak kabul edilen Santa
sonra köleliği ilk kaldıran Osmanlı Barbara’nın 4 Aralık tarihinde bu
İmparatorluğu’dur. Osmanlı’da kö- mağaraya yerleşmesi ve mağarada
lelik, Sultan Abdülmecid dönemin- çalışmakta olan madencileri koruyor
de 1847’de bir fermanla yasaklanmış- olmasına olan inançla, önce Anadotır. 1926’da Milletler Cemiyeti bütün lu’da daha sonrada Avrupa ve tüm
dünyada köleliği yasaklamış, daha dünyada “Dünya Madenciler Günü”
sonra Birleşmiş Milletler de bu hük- olarak kutlanmaktadır.
mü teyid etmiştir.
Kadın Hakları Günü
Uluslararası Engelliler Günü
(5 Aralık): 5 Aralık 1934 de “Ka(3Aralık): Uluslararası Engelliler dınlara Milletvekili Seçme ve SeçilGünü, 1992 yılından bu yana 3 Ara- me Hakkı” veren yasanın kabulü ile
lık günü Birleşmiş Milletler tarafın- bu tarih Kadın Hakları Günü olarak
dan uluslarararası bir gün olarak ka- kutlanmaya başlamıştır. Yaşamın her
10
alanında yok sayılan kadın, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte önemli siyasi
ve sosyal haklar elde etmiş, toplumsal alanda varlığını ortaya koymuştur.
Dünya İnsan Hakları Günü
(10 Aralık): Birleşmiş Milletler
Antlaşması’nda önemli bir yer tutan
insan hakları, ilk kez 10 Aralık
1948 tarihinde BM Genel Kurulunca
kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ile özel bir düzenlemeye konu olmuştur.
PELİN MERCAN
PAL 10- A
[email protected]
11
BİLİM DALINDA NOBEL ALAN İLK TÜRK AZİZ
SANCAR
Mardin Savur’da 1946 yılında dünyaya gelen Aziz Sancar, DNA çalışmalarıyla bilim
dalında Nobel ödülü alan ilk Türk olarak tarihe geçti. İlköğrenim ve ortaöğrenimini
Mardin’de yapıp İstanbul Üniversitesi mezunu olan Aziz Sancar, Dallas’ta Teksas Üniversitesinde doktorasını, Moleküler Biyoloji dalında, DNA onarımı üzerinde, 1977 yılında
tamamladı. Dr. Sancar Yale Üniversitesinde yine DNA onarımı dalında doçentlik tezini
tamamladı. 1982 yılında UNC Chapel Hill’de Biyokimya ve Biyofizik alanlarında çalıştı.
Burada da DNA onarımı, hücre dizilimi, kanser tedavisi ve biyolojik saat üzerinde çalıştı.
288 makale ve 33 kitap yayımladı. Birçok ödüle layık görülen Dr. Sancar, geçtiğimiz
günlerde kimya alanında Nobel aldı. Ayrıca Dr. Sancar, eşi Gwen Sancar ile Carolina’daki “Türk Evi”nin kurucularıdır. Aziz Sancar, yaptığı çalışmalarla ilgili olarak Temmuz
2014’te şunları söyledi:
‘’Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu, DNA’yı tahrip ediyor ve vücutta bulunan DNA onarım mekanizmaları, o kanser hücrelerinin yaşamasına yol açıyor. Biz bu
mekanizmayı anlamak, aydınlatmak için bir çalışma başlattık. Bu mekanizmayı anlayınca onu ‘inhibe’ edip kanser hücrelerinin normal hücrelerden daha önce öldürülmesini
sağlamaya çalışacağız. DNA onarımı mekanizmasını aydınlatmak, kanser tedavisi noktasında çok önemli. Gayemiz bu mekanizmayı açıklamak.’’ Sancar, bu mekanizmayı 35 yılda
çözdüklerini, ancak bunun hastalara ulaşmasının biraz zaman alacağını ifade etti.
ENGELLİ DAHİLER
ÜMİDİNİ YİTİRMEYEN İNSAN
CHRİSTY BROWN
23 çocuklu bir ailenin hayatta kalan 13 çocuğundan
biri olan Christy, 5 Haziran 1932’de Dublin’de doğmuştur. Beyin felci ile dünyaya gelmiş ve uzun süre hareket ve
konuşma yetenekleri olmadan yaşamıştır. Doktorlar, başlangıçta C.Brown’un zihinsel olarak özürlü olduğunu düşünmüşlerdir ve öleceğini söylemişlerdir; fakat annesi, C.Brown
‘dan vazgeçmemiştir ve oğlunun eğitilebileceğini düşünmüştür. Çabaları sonuç vermiştir: Christy, sol ayağını kullanarak yazı yazmayı,
resim çizmeyi ve daktilo kullanmayı başarmıştır. Kendi hayat öyküsünü
yazdığı Sol Ayağım
(My Left Foot)
daha sonraları
filme çevrilerek iki
Oscar ödülü almıştır.
“Onun orada
oturup ne hakkında
yazacağını bulamaması ve benim
burada cam kenarında, fikirler beynimde cirit atarken
kalem tutamamam, bende sandalyeden fırlayıp sağa sola
saldırarak koşma isteği uyandırdı.” (Sol ayağım,Christy
Brown)
12
G
ÖRME ENGELLİ RESSAM EŞREF ARMAĞAN
1953 yılında doğan, dünyaca ünlü kör ressamdır. Doğuştan kör olan
Armağan asla bir güneşin doğuşunu görememiştir, çiçeklerin rengini görememiştir, doğayı görememiştir; ama bu, hayal gücünü asla etkilememiştir.
Real Super Humans (Gerçek Süper
İnsanlar) adlı ödüllü belgeselde kendisinden ayrıntılı olarak bahsedilmektedir. Armağan’ın hiçbir şey göremediği
halde resim çizmesine hayran kalan
profesörler Harvard Üniversitesinde
beyin fonksiyonlarını incelemiştir.
Bunun sonucunda Eşref Armağan'ın
bir nesneye dokunduğunda beynindeki görülen cisimlerin algılanması ile
ilgili bölümün harekete geçtiğine şahit
olmuşlardır. Armağan, kendisi gibi
görme engelli eşiyle Türkiye’de yaşamaktadır.
HEVAL BARAN ELÇİN
PFL 9-B
hbelç[email protected]
13
ARCHITECTURAL
The Sedlec Ossuary also known as
the Church of Bones is one of the most
unusual chapels you will ever see.
If you think that you saw everything
in your life, think again!
The Sedlec Ossuary is nothing
spectacular in the outside. It is a small
chapel located in Sedlec, in the suburbs
of Kutna Hora, in the Czech Republic. You
would think that it is just an average old
medieval gothic church.
As you enter the Sedlec Ossuary
though, you will soon realize why it is
one of the most amazing and unique
churches in the world.The Sedlec Ossuary is artistically decorated by more than
40.000 human skeletons.
Thus it is also known as the Church of
Bones or as the Bone Church.
One of the most fascinating artistic
works inside the Sedlec Ossuary is the
big chandelier of bones that lies in the
center of the Church of Bones. The immense chandelier contains at least one
of every human bone.
Another impressive artwork is the
coat of arms of the Schwarzenberg
family that is also made of human bones.
While there are other macabre places to
visit in Europe like the Paris Catacombe,
the Sedlec Ossuary is really unique in
nature.
14
You may wonder how all these bones
ended up being craved in a small chapel
located in the Czech Republic. It all goes
back to 1278 when the King of Bohemia
sent the abbot of the Sedlec Cistercian
Monastery to Jerusalem.
When the abbot came back he brought with himself a jar of soil from the
Golgotha, that was known as the “Holy
Soil”. Soon people from all over the places desired to be buried in Sedlec, thus
the cemetery there had to be expanded.
In the 15th century a Gothic church was built near the cemetery and its
basement was used as an ossuary. The
bones stayed there for centuries till 1870
when a woodcarver named Frantisek
Rint was appointed to place the bones
in order. The result was impressively
shocking.
For more interesting facts, check
out the page dedicated to the history of
Sedlec Ossuary.
If you want to visit this unique masterpiece you can travel to Prague, the
capital of the Czech Republic and from
there you will make a 1 hour trip till
Kutna Hora.
Finally, the Sedlec Ossuary may seem
a macabre place, but while visiting it,
you will most likely not find it to be scary,
but peaceful.
Those 40.000 dead people wished
to be buried in a holy place, that is why
they went to Sedlec in the first place,
and now their bones are right in the
middle of the chapel.
Kaynak: http://sedlecossuary.com/
Burak TURGUT
PAL 11-B
bturgut17@ pev.k12.tr
15
Y
UNAN MİTOLOJİSİ
Mitoloji, “mithos” yani “söylenen ya
da duyulan söz” ve “logos” yani “konuşma” kelimelerinin birleşiminden oluşmuş olup Eski
Yunan’da “geçmişte söylenenlerin tekrar edilmesi”
gibi bir anlam barındırmaktayken zamanla Doğu
dilllerinde “efsane”, Batı dillerinde ise “mit” anlamı
kazanmıştır. Mitoloji kelimesinin Türkçe karşılığı “söylenbilim” veya “söylencebilimi”dir.
Yunan mitolojisi, Yunan tanrıları, tanrıçaları ve kahramanları hakkındaki hikâyelerden oluşan
sözlü edebiyatla yaratılmış ve yaygınlaşmış bir mitolojidir.
Titanlar;Kronos, Lapetos, Okeanos, Hyperion, Krios, Koios. Titanisler; Rhea, Themis, Tethys, Theia,Mnemosyneve Phoebe ancak Uranos
titanları doğar doğmaz Gaia’nın bağrına gömmektedir. Artık bu ağırlığı taşıyamayan Gaia, Uranos’tan
olan oğlu Kronos’un yardımıyla Uranos’u yener ve
çocuklarını özgürlüğüne kavuşturur. Daha sonra
Kronos da kendi oğlu Zeus tarafından Tartarus’a atılarak aynı kaderi paylaşacaktır. Kronos ile Rhea’nın
evliliklerinden Hestia, Demeter, Hera adlarında üç
kızla, Hades, Poseidon, Zeus adlı üç erkek çocuk
dünyaya gelir. Babası Uranüs’e yaptıklarını unutmayan Kronos kendisinin de oğullarından aynı karşılığı göreceğinden korkar ve bu yüzden karısının her
yeni doğurduğu çocuğu yutup karnında saklar. Bu
duruma üzülen Rhea ise Gaia’nın öğütleri ile yalnız
Zeus’u onun elinden kurtarır. Tanrıça, Zeus’u yanına
alarak gecenin karanlığından faydalanarak çabucak
Girit Adasındaki İda Dağı’nın tepesine çıkar. Orada
Gaia, çocuğu alıp bir mağaranın dibine saklar. Rhea
ise geri dönüp bir kocaman taşı kundak bezlerine
sarıp Kronos’a verir. Olgunluk çağına gelince Zeus,
saklandığı mağaradan çıkıp savaşa hazırlanır. İlk iş
olarak yer altı ülkesine gider.Kronos’un hapsettiği kiklopları ve elli başlı, yüz kollu hekatonkheireri
serbest bırakır. Kikloplar ise buna karşılık yıldırımlarını hediye eder.
Evrenin oluşumuyla başlayan Yunan mitolojisiyle ilgili birçok farklı mit olsa da en çok kabul
gören ve inanılan görüş, Hesiodos’un Theogoniasıdır. Hesiodos, Yunan didaktik şiirinin babası diye
anılan ünlü bir ozandır. Efsaneye göre, Helikon yamaçlarında koyun güderken musalar, yani ilham
perileri ona şairlik bağışlamışlardır. Bu yetenek,
onun Yunan ilk çağının Homeros’tan sonraki en büyük epik ozanı olarak kabul edilmesini sağlamıştır.
Kaostan bahsettiği Teogoni (Tanrıların Doğuşu) ile
ilgili olan genel kanı, yazarının Hesiodos olduğu
yönündedir, ancak bu kesinleşmiş bir bilgi değildir. Savaş, kiklopların ve hekatonkheirlerin birlikte devasa büyüklükteki kayaları gökyüzündeki titanlara
savurmasıyla başlar. Bu esnada Zeus da şimşekleri
Hesiodos’a göre, “başlangıçta Khaos vardır”. ile Titanlara saldırır. Sonra da Rhea’nın verdiği kusBir başka deyişle, Yunan mitolojisinde bir çeşit ilkel turucu bir içecek ile Kronos’u yuttuğu tanrıları ve
tanrısal varlık olarak gösterilen Khaos, “düzen”den taşı çıkarmaya zorlar. Titanomachy (Titan - Tanrı
ya da öteki adıyla “evren”den (kosmos) önce gelmiş- savaşları) adlı savaşta Zeus ve kardeşleri, hekatonktir. Bu Khaos nedir pek bilinmez. Belki de bu bilin- heirler ve kikloplarlarla beraber Kronos ile titanmezlik ona Khaos ismini vermiştir. Khaos karışık lara karşı savaşırlar. Sonra da Kronos ve titanları
ve hiçbir şekil almamış olan uçsuz bucaksız boşluğu gökten kovup dünyanın dibine, Tartarus’a atarlar.
ve karanlığı temsil ediyordu ve türevi bakımından, Bu savaşta, Zeus’a karşı savaşan titanlardan biri
“esneyen boşluk” demektir.
olan Atlas, Zeus tarafından gökkubbeyi omuzlarında taşımakla cezalandırırlar.
İlk önce Khaos’tan Toprak Ana-Gaia ve gökyüzü-Uranos oluşmuştur. Başka bir inanışta ise Gaia
ilk önce gökyüzü Uranos’u daha sonra Pontos’u kendisinden çıkarmış, bir başka tabirle doğurmuştur. Gaia ve Uranos’un birleşmesinden Brontes, Steropes ve Arges (Gökgürültüsü, Parıltı ve Şimşek) isimli
üç kiklop doğar. Kikloplar alınlarının ortasında taşıdıkları tek gözleri ile yer altı alevini gökyüzü ateşine dönüştürüyorlardır. İkinci olarak Gaia ve Uranos
elli başlı, yüz kollu Kottos, Briareus ve Gyes (Öfke,
Güç, Dehşet) adlı hekatonkheirleri yarattılar ve nihayet titanlar oluşturulmuştur.
16
Bunların ardından Tanrılar arasında kura çekilir ve Hades’e yer altı, Poseidon’a denizler Zeus’a
ise gökler düşer. Bu savaştan sonra hikmet ve akıl
tanrıçası Metis, Zeus’tan hamile kalır. Zeus ise Gaia’nın ‘‘Metis’in doğuracağı erkek çocuğun iktidarına el koyacak.’’ şeklindeki kehanetine uyarak Metis
hamileyken onu yutar ama çocukları Athena ölmez
ve Zeus’un kafasından doğar. Zeus kızının kendini
affetmesi için ona mızrak, miğfer ve kalkan verir.
Böylece Zeus, kuşaktan kuşağa geçen iktidar lanetini yok eder ve böylece değişmez bir düzen kurar. Bu
*FOTOĞRAF: Gökkubbeyi Taşıyan Atlas
yeni düzende evren Zeus, Zeus’un Hades dışındaki kardeşleri ve bazı çocukları tarafından yönetilir.
Bu tanrı grubuna Olimposlular denir. Olimposlular,
adını Olimpos Dağı’ndan alır. Sayıya yüklenen bu
bakış açısından dolayı Yunan tanrıları da 12 tanedir ve 13 sayısının uğursuzluğuna inanılır. Örneğin
ev ve aile yaşamı tanrıçası Hestia, Zeus’un oğlu, şarap tanrısı Dionisos doğunca taht kavgalarının çıkacağını öngörüp tahtını Dionisos’a bırakır. Olimpos Dağı’nda yaşayan ve tahta sahip olmayan çok
sayıda tanrı ve tanrıça vardır.; fakat bu yeni düzen
Gaia’yı öfkelendirir; çünkü tanrıların savaşıp Tartarus’a attıkları titanlar, gökyüzünü sırtında taşımak
zorunda kalan Atlas ve Kafkas dağlarına zincirlenmiş Prometheus, Gaia’nın çocuklarıdır. Bu yüzden
diğer çocukları Typhon, Ehidna ve gigantlar (devler) Olimpos tanrılarına saldırırlar. Tanrılar bu savaşta birçok gigant ile savaşırlar. Zeus da Typhon ve
Ehidnayla savaşıp onları yener ve Etna Dağı’nın en
dibine kapatır.
Etna Yanardağı, Sicilya’nın doğu kıyısında, Messina ve Catania’ya yakın aktif yanardağ. Avrupa kıtasındaki en yüksek yanardağdır. Şu anki yüksekliği
3.326 m olmakla beraber, zirvedeki püskürmelerle
bu yükseklik zaman zaman değişmektedir.
Popüler Kültürde Yunan Mitolojisi
Yunan mitolojisine inanan insanlar her geçen gün
azalmışsa da yunan mitolojisinden etkilenenler için
bunu söyleyemeyiz.
Devletlerin paralarına figür olarak kullanmasından Disney yapımı Hercules filmine, God of War
video oyunundan Rick Riordan’ın yazdığı Percy Jackson ve Olimposlular Serisi’ne, titanyum elementinden spor markası Nike’a, William Shakespeare’in
Macbeth eserinden Karayip Kalipso Müziği’ne,
uzaydaki sayısız adlandırılmalardan Apollo 16’ya,
Sigmund Freud’un Elektra ve Oidipus komplekslerinden yüzyıllardır doğan çocukların isimlendirilmesinde ve benzeri bir sürü konuda yunan mitolojisinden etkilenilmiştir.
İPAR SELİN DEMİRCİ
PFL 11- A
[email protected]
*FOTOĞRAF: Hades ve Üç Başlı Köpeği Kerberos
17
FAROE ADALARI
Faroe, 18 adadan oluşan ve Danimarka’ya bağlı olan özerk bir bölgedir. 1948 yılında kurulmuş özerk bir yerel yönetime sahiptir. Ülkenin adı kendi dilinde Føroyar’dır.
Keçileri ile meşhur olan bu ülke, keçi ülkesi olarak da anılır. İlginçtir ki bağlı olduğu
Danimarka bir Avrupa Birliği ülkesiyken Faroe Adaları Avrupa Birliği üyesi değildir.
Faroe Adaları 1035 ile 1814 yılları arasında Norveç Krallığı’nın bir parçasıyken
1814 yılında Kiel Antlaşması’yla Grönland ve İzlanda ile Danimarka himayesine girmiştir. Adalar, 1948’ten beri Danimarka’ya bağlı olarak kendi kendini yönetmektedir.
Ekonomisinin büyük bir kısmı balıkçılığa dayalıdır. Sert iklim koşullarından
dolayı ülkenin turizm sezonu çok kısadır. Bu sebeple Faroe Adaları’nı ziyaret etmek
isteyenlere genellikle yaz ayları önerilir.
Ülkenin başkenti Tórshavn’dır. Adaların toplam nüfusu 49.469’dur ve bu ülkede
iyi yaşam koşullarından dolayı ortalama hayat süresi de Türkiye’nin üstündedir. Kadınlar
ortalama 82.8 yıl; erkekler ise ortalama 75.91 yıl yaşamaktadırlar.
Faroe Adalarında Dil
Faroece 20. Yüzyılda Faroe Adaları’nın iki anadilinden biri olarak kabul edildi ve
ticarette, yönetimde, politik hayatta, kültürel yaşamda resmi olarak kullanılmaya başladı. Adaların diğer anadili Dancadır ve Danca, ada halkı tarafından iyi derecede konuşulur, yazılır. Aynı zamanda Norveççe, İsveççe ve İzlandaca da ada halkı tarafından kolayca
anlaşılır ve kullanılır.
Faroece ve Danca Bazı
Türkçe,
Hoş geldiniz
Adın nedir?
Günaydın!
Seni seviyorum.
Evet / Hayır
18
Sözcükler ve Cümleler:
Faroece,
Danca
Vælkomin.
Velkommen
Hvussu eitur tú?
Hvad hedder du?
Góðan morgun!
God morgen
Eg elski teg
Jeg elsker dig.
Ja / Nei
Ja / Nej
Faroe Adaları’nda Coğrafya ve İklim
Adalar yüksek dağlardan oluşur. Sarp dağlarda, çok sık aralıklarla derin vadiler içinden geçen şelaleler
bulunur. Üzerinde hiç ağaç bulunmayan bu dağlar, yılın üçte ikisi yağan yağmurlar sebebiyle yemyeşildir ve
harika manzaralar oluşturmaktadır. Adaların sönmüş volkanik dağdan oluşması ve kuzey kutbuna yakınlığı
sebebiyle rüzgarlı olması, orman oluşumunu engellemektedir. Orman olmadığı için vahşi hayvanlar da bu adalarda yaşayamamakta, bu sebeple bu bitki örtüsünde keyifle yaşayabilecek hayvanlar olan koyunlar gece gündüz
her yerde otlamaktadır. Ağacın olmadığı yemyeşil dağlarda beyaz koyunlar uzaktan birer çiçek gibi görünür.
Ada çok kuzeyde hatta Kuzey Kutbu’na yakın olmasına rağmen sıcak su akıntılarından dolayı ılımandır.
Örneğin, Şubat ayında ortalama düşük sıcaklık 1.3 °C; ağustos ayında 9.2°C’dir. Şubat ayında ortalama yüksek
sıcaklık 5.61 °C; ağustos ayında ise 13.1 °C’dir. Kışları karlı, yazları ise yağmurlu geçer.
Faroe Mutfağı
Faroe adaları, birçok lezzetli çiğ ürüne sahip bir mutfağa sahiptir. Adalarda toprak ürünleri hava koşullarından dolayı sınırlıdır ve çok yavaş büyür. Burada daima taze et bulunur ve deniz ürünleri çok tüketilir. Eğer
bir vejetaryenseniz ve bu ülkede bir tatil planlıyorsanız yemeğinizi de yanınızda getirmelisiniz yoksa aç kalmanız olasıdır.
Koyun ve balina eti en çok tüketilen yiyeceklerin başında gelir. Geleneksel Faroe mutfağında asılarak
rüzgarda kurutulmuş tuzlu et, balık ve kuş, haşlanmış patates ve şalgamla birlikte tüketilir. Aynı zamanda marketlerde hastalıkları önlemek için ithal sebze ve meyve satılmaktadır.
ŞEVKET YENİYOL
PFL 11- A
[email protected]
19
URFA GÖBEKLİTEPE
İnsanlık tarihi hakkında bildiklerimizi yeniden düşünmemizi sağlayacak, yerleşik tarih
anlayışını ve bilgilerini değiştirip, dinler tarihini sorgulatacak, bir kısmımızın varlığından haberi dahi olmadığı bir arkeolojik çalışma 1995
yılından beri Urfa Göbeklitepe’de devam ediyor.
İnşası Milattan önce 10000 yılına uzanan Göbeklitepe tarihteki en eski ve en büyük ibadet
merkezi olarak biliniyor.Ayrıca yerleşik hayata
geçişi temsil eden kültür bitkisi buğdayın atasına da Göbeklitepe eteklerinde rastlanmıştır.
Göbeklitepe’nin coğrafi konumu
Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın 20 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik köyü yakınlarında,
yaklaşık 300 metre çapında ve 15 metre yüksekliğinde geniş görüş alanına hakim bir konumda
yer almaktadır.
En eski yapıttan 7500 yıl daha eskiye ait
Göbeklitepe bu zamana kadar bilinen en eski
yapıt ve tapınaktan 7500 yıl daha eskiye ait. Göbeklitepe’nin keşfine kadar bilinen en eski tapınak ise Malta’da bulunmakta ve 5000 yaşında.
Ayrıca Stonehenge’den 7000, Mısır piramitlerinden ise 7500 yıl daha yaşlı...
Buğdayın atası Göbeklitepe’de
Bölgede yapılan araştırmalar ve elde edilen
bulgular doğrultusunda önemli kültür bitkisi
olan ve yüzlerce genetik varyasyonu bulunan
buğdayın atasının ilk olarak Göbeklitepe eteklerinde yetiştiği ortaya çıkarıldı.
Çiftçinin bulduğu oymalı taşla gelen arkeolojik devrim
1983 yılında tarlasını süren Mahmut Kılıç
tarlada bulduğu oymalı taşı müzeye götürdü fakat eser sıradan bir arkeolojik bulgu olarak Urfa
Müzesi’nde sergilenmeye başlandı. 1963 yılında
ise İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi
ortak bir çalışma yürütmüş, bölgeyi incelemiş
fakat çalışmaların üzerinde durulmamıştır.
Ve çalışmalar 1995 yılında başlıyor
Şanlıurfa müzesi başkanlığında ve Prof. Dr.
Klaus Schmidt’in bilimsel danışmanlığında kazılar başlamıştır. 2007 yılında ise kazı başkanlı-
20
ğına Klaus Schmidt getirilmiştir.
Tarihi tapınakta tarihi hırsızlık
2010 yılında, 40 santimetre boyunda, 25-30
kilogram ağırlığında taştan yapılmış ve üzerinde hayvan figürleri olan insan başı heykelinin
çıkartıldıktan iki gün sonra kazı alanından çalındığı tespit edildi.
Bira için tarım!
Bulgular taş devri insanlarının bira içtiğini
de gösteriyor. Kazılarda şu ana kadar en büyüğü
160 litrelik kapasiteye sahip kireç taşına oyulmuş, altı bira varili bulundu. Klaus Schmidt,
bulgular ışığında, insanoğlunun ekmek için değil, bira uğruna tarıma başladığına, bunun da ilk
kez Urfa’da gerçekleştiğine kanaat getirmiş.
Tarımla değil tapınakla gelen yerleşik hayat
Göbeklitepe, yıllardır tarih derslerinde öğretilen “göçebe toplulukların tarımı öğrenerek yerleşik hayata geçtiği” tezini de çürütüyor. Yerleşik
hayata geçişin çiftçilik ve hayvancılığın ortaya
çıkışıyla birlikte gerçekleştiği düşünülüyordu.
Schmidt’e göre ise avcı ve toplayıcı toplulukların
Göbeklitepe gibi dini merkezlerde sürekli olarak bir araya gelmelerinin sonucunda yerleşik
hayata geçilmiştir. Kalabalık toplulukların ibadet merkezine yakın olma arzusu ve çevrede bu
toplulukların ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde yeterli kaynak bulunmamasından dolayı
insanlar tarıma yönelmişlerdir. Yani tarım yerleşik hayatı getirmemiş, dini mabetlerin etrafında
kalma arzusu sonucunda yerleşik hayat tarımı
getirmiştir.
Göbeklitepe UNESCO Dünya Miras Geçici
Listesi’nde
Göbeklitepe 2011 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Geçici Listesi’ne alınmıştır.
Bilgi
Göbeklitepe’de kazı başkanlığını yürüten
Prof. Dr. Klaus Schmidt geçtiğimiz günlerde yaşadığı kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
“Göbeklitepe’deki kazılarda elde edilen bulgularla, dünyanın bilinen en eski tapınma merkezlerinden birinin bu bölgede olduğunu ortaya
çıkarıldı. Ancak, son kazı çalışmalarıyla tapınma
merkezinin dünyanın en büyük tapınma merke-
zi olduğunu tespit edildi ve yapılan araştırmalarda, Cilalı taş Devrinde yaşamış insanların,
yabani sığır, akrep, tilki, yılan, aslan, yaban eşeği, yaban ördeği ve yabani bitki kabartmalarını
incelediğimizde hayvanlarını evcilleştiremedikleri sonucuna ulaşıldı. Ayrıca, dikili taşların
üzerindeki resimler ve kabartmalar o dönemde
yaşamış olan insanların sanatları hakkında bizlere fikir veriyor.” Buradaki tapınak, dünyanın
bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıyor” Prof. Dr. Klaus Schmidt
Küçük buluntular
Kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan,
mimari dışındaki küçük buluntuların çok büyük bir bölümünü burada çalışanların kullandığı taş aletler oluşturmaktadır. Bunların hemen
hemen tümü çakmaktaşından yapılma aletlerdir. Obsidiyen taş aletler istisnaidir. Bu aletlerde kullanılan obsidiyenin kaynağı çoğunlukla
Bingöl A, B ve Göllüdağ (Kapadokya) olarak
görülmektedir. Bu aletlerde kullanılan taşların,
500 km. mesafedeki Kapadokya’dan, 250 km.
uzaklıktaki Van Gölü’nden, yine 500 km. uzaklıktan, Kuzeydoğu Anadolu’dan olması apayrı
bir bilmeceyi oluşturmaktadır.Taş aletler dışında kireç taşından ve bazalttan oyulma malzeme
de ele geçmiştir. Bunlar çoğunlukla taş kaplar,
taştan yapılma boncuklar, küçük figürinler,
öğütme taşları, havanelleridir.
Diğer buluntular
Çıkarılan toprağın incelenmesinde yabani
buğday türü Einkorn taneleri bulunmuştur. Tahılın evcilleştirilmiş türlerine ilişkin bir bulguya
henüz rastlanmamıştır. Tespit edilen diğer bitki
kalıntıları ise sadece badem ve yerfıstığının yabani türleridir.Hayvan kemiklerine ait buluntular ise çok çeşitli hayvana aittir. İçlerinde en çok
rastlananlar ceylan, yabanıl sığır, toy kuşu’dur.
Bu çeşitliliğe karşın evcil türlere ilişkin bir bulgu yoktur.
Düzenleme ve Koruma
Göbekli Tepe, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu’nun koruması altındadır. Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün 27.09.2005
tarihli ve 422 numaralı kararıyla I. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edilmiştir.
Göbekli Tepe’de sürdürülen kazı çalışmalarının son birkaç senelik uygulamasında, yapıların
ve bölgenin ortaya çıkarıldığı gibi korunmasına
ve sergilenmesine yönelen çalışmalar geliştirilmiştir. Duvarlar ve dikilitaşlar, kumaş, elenmiş
toprak, ahşap konstrüksiyon ve tel örgü hatlarıyla korunmaya çalışılmaktadır. Ancak yine de
uzun dönemde yağmacılığın ve dış çevre koşullarının tehdidi, buradaki yapıların ve arkeolojik
eserlerin özel olarak korunmasını gerektirmektedir. Bu gerekliliğin bir yanıtı olarak, Küresel
Miraslar Fonu, 2010 yılında Göbekli Tepe’nin
korunması için çok yıllıklı bir çalışma programı
yapılacağın açıklamıştır.
Arkeolojik Höyük
Adı: Göbekli Tepe
İl: Şanlıurfa
İlçe: Merkez
Köy: Örencik
Türü: Kutsal alan
Tescil durumu: Tescilli
Tescil No: 422
Tescil Derecesi: I. Derece Arkeolojik Sit
Tescil tarihi: 27.09.2005
Araştırma yöntemi: Kazı
KAYNAKÇA
tr.wikipedia.org
onedio.com
ebrudurupinar.com
M.FATİH BEYRU
11/B 69
mfbeyru17@ pev.k12.tr
21
70’LERİN DÖNÜŞÜ
Moda, XIX. yüzyılda 27 Paris terzisini 100 metrelik kumaştan 11 gün boyunca balo kıyafeti dikmeye
zorlayan şeydir ve moda, sayısız şekilde, özellikle biz
bayanların trendler uğruna ne yapacağımızı bilememize
yol açan ölümcül bir kavramdır. Moda kaynakları, akımları tarih boyunca değişim göstermiş, birçok olaydan etkilenmiştir.
Moda; toplumların, geleneklerin, olayların bir büyülü
aynasıdır. Savaşlar,barışlar,buluşlar,sanat olayları modayı her açıdan etkiler.
68 kuşağı; barış, sevgi, sanatı ve konforlu, tasasız yaşamı
temel alan, hippi topluluğunu ortaya çıkardı. Hippiler,
Fransızca kökenli tasasız, sanatı temel alan rahat yaşam
stili anlamında Bohemian tarzı giyimi benimsedi. İşte
Bohem tarz 70’li yıllar modasının çıkış noktasıydı. Asi,
barış ve sanatsever, tasasız ve bir o kadar asil olan tarz.
50 ve 60’ların çıtı pıtılığı yerine rahatlık ve konfor ön plandaydı ve Maxi-midi-mini boy karışık etekler,
mümkün oldukça yüksek topuklu ayakkabılar, sütun
bacaklar ve hiç olmadığı kadar özgüvenli kadınlar... Aynı
zamanda, 70’lerde makyajda minik değişimler oluyor.
Artık dudaklar değil gözler ön plana çıkıyor.
Canlı renkler, büyük desenler en çok kullanılan-
22
lar arasında. Baklava dilimi, ekose ve allı güllü desenler
göz alıyor. 70’lerin en popüler parçalarından biri İspanyol paça pantolonlar. Bu dönemde hem erkekler hem de
bayanlar İspanyol paça pantolonları sıkça kullanmışlar.
Bayanların üzerinde yakaları uzun, sivri ve kalın manşetli gömlekleri görmek mümkün.
Aksesuarlar, rugan apartman topuklu ayakkabılar çok kullanılıyor. Özellikle bilekten bağlamalı ayakkabılar tercih edilmiş. Ayakkabılar da canlı renklerde.
Makyaj çantasını andıran orta ya da küçük boylarda el
çantaları ya da askılı çantalar vazgeçilmezler arasında.
Bu dönem kısa şort ve elbiselerle giyilen topuklular dikkatimizi çekiyor. Tabii ki hep giyilmiyormuş, maxi
boy elbise ve mini; ama genel olarak baktığımız zaman
bu oranın yüksekliği bizi şaşırtacak dereceye geliyor;
yaptığım araştırmaya göre neredeyse %80 !
Hippilik dönemi olarak anılan 1970’ler tarzı,
günümüz modasındaki yerini yeniden aldı. Bu yıl tam
anlamıyla hippi sezonuydu. Günümüze uyarlanmış şekliyle; saç bantları özellikle çiçeklerden yapılmış olanları,
İspanyol paça pantolonlar, örgü büstiyerler ve kısa şortlarla giyilen kovboy botlar, uzun diz üstü çizmeler...
Şimdi ise, o zamanlar moda olmasa da yeni yeni
çıkan kimono ceketler yıla damgasını vurup dolaplarda
yerini aldı. Kumaşlarda kullanılan etnik desenler sadece
kıyafetlerle sınırlı kalmayıp bandanalarda da kullanıldı.
Bu kıyafetleri tamamlayıcı takılar bulmak hiç de
zor değil! Takılara gelirsek bilezikler bu yaz hiç kullanılmadığı kadar çok kullanıldı. Bol miktarda gümüş renkli
kabartmalı bileklik ve yüzükleri parmaklarınıza takmanızla stilinizi anında bir tık yukarıya taşıyacak kombin
yapmış olursunuz.
Zamanın akım yaratan modacıları:
İtalya’da =Versace,Valentino,Gucci,Armani
Fransa’da= Pierre Balmain, Ungaro, Lagerfeld, Kenzo,Daine Hecpter, Cloude Montana
1970’lerin vazgeçilmezlerinden 15’i
1.Mini çan etekler
2.Büyük tokalı kemerler
3.Platform topuklar
4.Hippiler(çiçek çocuklar)
5.Maxi, mini, midi boy etek ve elbiseler
6.İspanyol paça pantolonlar
7.Disket şapkalar
8.Büyük çiçek desenler ve çiçek taçlar
9.Püsküllü kısa botlar
10.Amerika yerlisi, kovboy tarzı
11.Derin V yaka
12.Gömlek elbise
13.Süet uzun çizme
14.Platform topuklular
15.Renkli peluş kürkler
Şöyle özetleyelim: Her şey üst üste
ve karışık bir görüntü halinde. İşte
YETMİŞLER!
İLERYA BALIKOĞLU
PFL 11- A
[email protected]
23
TİYATRO
Tiyatro, bir öyküyü, sahne olarak ayrılmış bir yerde, oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatıdır. Tiyatro sözcüğü Yunancada “seyirlik yeri” anlamına gelen “theatron”dan türetilmiş, dilimize İtalyancadaki teatro
sözcüğünden geçmiştir. Günümüzde modern bir tiyatro binası başlıca üç bölümden oluşur: 1 - İzleyicilerin oturarak oyunu izlediği oditoryum; 2 - Oyunun sergilendiği sahne; 3 - Sahnenin iki kenarında ve arkasında, çeşitli
dekor ve gereçlerin bulunduğu sahne arkası yada kulis.
TÜRK TİYATROSU
Türk tiyatrosu, Anadolu uygarlığını oluşturan çeşitli toplumların, Anadolu’ya göç eden Türklerin atalarının
ve İslam dünyasının kültürel birikimine dayanan, hem Doğu hem de Batı kaynaklı etkileri içeren bir seyirlik geleneği üstünde gelişmiştir.
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU
Geleneksel Türk tiyatrosu; seyirlik, köy oyunları ve halk tiyatrosu geleneğini içerecek bir biçimde, hem sözsüz, hem de söze dayanan dramatik nitelikli oyunlar için kullanılmaktadır. Seyirlik köy oyunları eski Ön Asya uygarlıklarının bolluk törenleri ile Anadolu’ya göç etmiş Türklerin atalarının kültüründe yer alan şaman törenlerinin
birleşiminden oluşmuştur. Seyirlik köy oyunlarının yanında, gene şaman kültüründen izler taşıyan köy kuklası da
bugün varlığını sürdürmektedir. Şii kültürünün ürünü olan taziye geleneğinin izleri de kırsal kesimde muharrem
törenlerinde anlatı düzeyinde görülür. Daha çok kentsel kesimde gelişmiş olan halk tiyatrosu geleneği içinde söze
dayalı türlerin başında meddah, kukla, Karagöz ve ortaoyunu yer almaktadır. Doğu kökenli çok eski tür olan Türk
kuklası Avrupa kukla sanatının etkisi altında da kalarak gelişimini 19. yüzyılın sonuna değin sürdürmüştür. Geleneksel Türk tiyatrosunun gerek kırsal, gerekse kentsel kesimde görülen türlerinin ortak özelliklerinin başında,
yazılı bir metne değil doğaçlamaya dayanması ve belirli bir tiyatro yapısı ya da sahne gerektirmesi gelir. Şarkı, dans,
söz oyunları ve taklit geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez öğeleridir. Geleneksel Türk tiyatrosu, 19. yüzyılın
gerçekçi benzetmeci Avrupa tiyatrosunda yansıyan “kapalı biçim” anlayışının tam tersine, “açık biçim” özellikleri
gösterir. Geleneksel Türk tiyatrosunun temel öğesi güldürüdür. Geleneksel Türk tiyatrosunda oyun kişilikleri tip
düzeyindedir, karakter boyutuna ulaşmaz. Bu tiyatronun bir başka özelliği de sürekli bir sergileme düzenine bağlı
olmayıp bayram, düğün, sünnet vb. çeşitli toplumsal olaylar içinde yer almasıdır. Meddahlık Türklerde Orta Asya’dan bu yana var olan öykü anlatma geleneğinin İslam kültüründeki benzer gelenekle birleşmesiyle gelişmiş, son
biçimini 16. yüzyılda kahvehanelerin açılmasıyla almıştır. Türk halk tiyatrosu geleneğinin en önemli ürünleri olan
Karagöz ve ortaoyunu ise özellikle büyük kentlerde yaygınlaşmıştır. Karagöz yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında kalan Avrupa topraklarında da etkili bir tür olarak var olmuştur. Bugün kullanılan adıyla
kayıtlara ilk kez 1834’te geçmiş olan ortaoyunu, halk tiyatrosunun en gelişmiş türüdür. Karagöz, kukla, meddah
oyunlarıyla başka yerli seyirlik öğelerin bir bileşimi sayılabilecek ortaoyununun daha önceki yüzyıllarda da kol
oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, yeni dünya oyunu gibi adlar altında var olduğu bilinir. Ortaoyunu ile Rönesans dönemi İtalyan halk tiyatrosu commedia del’arte arasındaki hem adlarına hem de yapılarına ilişkin benzerlik
ise bütün araştırmacılarca kabul edilmektedir. 19.yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında altın çağını yaşayan
ortaoyunu, Tanzimat’ta benimsenmeye başlayan Batı modelindeki tiyatro ile uzun süre yarışmış, Cumhuriyet’ten
sonraysa öbür geleneksel türlerle birlikte silinmeye yüz tutmuştur.
24
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSUNUN
ÖLÜMSÜZ ÜÇ İSMİ
EROL GÜNAYDIN
Tiyatroya Galatasaray Lisesi bünyesinde başlayan Günaydın, 1955’te Haldun Dormen Cep Tiyatrosunda “Papaz Kaçtı” adlı oyun ile profesyonel aktörlük hayatına
başlamıştır. 1960’ta ilk sinema filminde oynayan Erol
Günaydın, elli yıllık bir süre içinde çok sayıda filmin
ve tiyatro oyununun yanı sıra TRT’de yayınlanan Çiçek
Taksi adlı dizide de oynadı. Nasreddin Hoca tiplemesi, meddah gösterileri, Ayı Yogi seslendirmesi ve canlandırdığı diğer pek çok karakter, onun günümüzde en
tanınan ve kıdemli aktörlerinden biri haline gelmesini
sağlamıştır.Gazeteci-yazar Emine Algan tarafından birkaç aylık süre içinde kendisiyle gerçekleştirilmiş bir nehir-söyleşi 2007 yılında “İki Kalas Bir Heves” başlığı altında
kitaplaştırılmıştır.
Rol Aldığı Tiyatro Oyunları
•
Namussuzum ki Namusluyum : Nokta Tiyatrosu
•
Uzun Donlu Kişot : Ferhan Şensoy - Orta Oyuncular - 2005
•
Soyut Padişah : Ferhan Şensoy - Orta Oyuncular
•
İstanbul’u Satıyorum : Ferhan Şensoy - Orta Oyuncular
•
Kahraman Bakkal Süper Markete Karşı : Ferhan Şensoy - Orta Oyuncular
•
Yaygara Yetmiş : Erol Günaydın
•
Devr-i Süleyman : Aydın Engin - Genar Tiyatrosu - 1968
•
Yolcu : Nazım Hikmet - Genar Tiyatrosu - 1967
•
Kalbin Sesi - Halkın Gözü : Peter Shaffer - Kent Oyuncuları - 1964
•
Martı : Anton Çehov - Kent Oyuncuları - 1963
•
Ayı Masalı : Dormen Tiyatrosu - 1962
•
Altın Yumruk : Dormen Tiyatrosu - 1962
•
Müfettiş : Nikolay Gogol - Dormen Tiyatrosu - 1959
•
Zafer Madalyası : Thomas Heggen\Joshua Logan - Dormen Tiyatrosu - 1958
•
Duvarların Ötesi : Turgut Özakman - Dormen Tiyatrosu - 1957
•
Klopatra’nın Mezarı : Cevat Fehmi Başkut - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1956
•
Papaz Kaçtı : Phillip King - Dormen Tiyatrosu - 1955
25
GAZANFER ÖZCAN
Saim Gazanfer Özcan Türk tiyatro ve sinema sanatçısıdır. İlkokulu Cihangir Firuzağa İlkokulunda, ortaokulu Beyoğlu Ortaokulunda, liseyi ise Vefa Lisesinde okudu. Lisedeyken oynadığı
“Hisse-i Şayia” adlı oyundaki Bican Efendi rolüyle tiyatroyla tanıştı. Şehir Tiyatrolarının “çocuk bölümü”ne katıldı. 1955 yılında Komedi Tiyatrosunda oynanan Mahallenin Romanı oyunu
tiyatro yaşamının dönüm noktası oldu. Bu oyunda rahatsızlanan Reşit Gürzap’ın yerine sahneye çıkıp başarılı olunca kadroya
girdi. 1962 yılına kadar hem çocuk tiyatrosunda hem yetişkin
oyunlarında görev aldı. 1962 yılında Gönül Ülkü ile evlendi
ve “Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Tiyatrosu”nu kurdu. 1950’li
1960’lı yıllarda çok sayıda sinema filminde de rol alan Gazanfer
Özcan, uzun bir süre sinemaya ara verdikten sonra 2000 yılında
çevrilen Komiser Şekspir filmi ile sinemaya döndü. Pek çok
dizide de rol aldı. Kuruntu Ailesi adlı dizideki Hüsnü Kuruntu rolü ile tanındı, pek çok yapımda ailenin babası rolünü üstlendi. Avrupa Yakası adlı dizideki Tahsin Bey rolü ile de “baba”
rolünü sürdürdü. Avrupa Yakası dizisinde 2004 - 2009 yılları
arasında üst üste 5 sezon başrol oynadı.Nisan 2010 tarihinde
Kadıköy Belediyesi Kozyatağı Kültür Merkezi’ndeki Gazanfer
Özcan Sahnesi’ni hizmete sundu. Gazanfer Özcan, 1998 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığınca verilen “devlet
sanatçısı” unvanına sahipti.
Rol Aldığı Tiyatro Oyunları
•
Yeter Artık
•
Sülüman Bacanak
•
Koca Eşşek
•
Aşk Mektubu
•
5 Milyona Kim Ölmez?
•
Nerden Nereye
•
Karım Gene Doğurdu
•
Hanımlar Terzihanesi
•Deli
•
Maymun Gözünü Açtı
•
Karımın Nişanlısı
•
Öp Babanın Elini
•
Aşk Çorbası
•
Yağmurdan Kaçarken
•
Karımla Evleniyorum
•
Oh Olsun
26
NEJAT UYGUR
Öğretmen bir annenin ve subay bir babanın üç çocuğundan
ortancası olan Uygur, Kilisli sanatçı İsmail Dümbüllü tarafından
keşfedilmiş ve meşhur edilmiştir. Eğitimini Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde tamamlamıştır. İlkokulu Siirt, Ezine ve İntepe’de okumuş ve
bu dönemde tiyatroya müsamerelerle başlamıştır. Sarıyer, Çanakkale
ve Manisa’da ortaokulu tamamladıktan sonra Güzel Sanatlar Akademisinin Heykel bölümüne girmiş; fakat mezun olamamıştır.1943
yılında Sarıyer Halkevinde başladığı boksla beraber spora karşı ilgisi
artmıştır. Atletizm ve su topu dışında iyi de bir at binicisidir. 1950 yılında Necla Uygur ile hayatını birleştirmiştir.
Tiyatroya profesyonel anlamda 1949’da “Nejat Uygur Tiyatrosu” ile adım atmıştır. Nejat Uygur, düşündüğü ilk mesleğin tiyatro olmadığını belirtmiştir.” Çocukluğumda pilot olacağımı düşünürdüm.
Hatta hiç unutmam Manisa’da olduğumuz yıllarda, yatak çarşaflarını
alıp yüksek bir yerden aşağı atlamayı planlamıştım. Tecrübe pilotu
olarak önce ağabeyim atladı ve ayağını kırdı. Ağabeyim Zeki Ayhan
Uygur, Amerika’da ünlü bir beyin cerrahı şimdi. Onunla gurur duyuyorum.” Sanatçı tiyatro tutkusunun doğuşunu şöyle anlatır: “Benim gençliğimde herkeste Amerika’ya gitmek gibi
çok yoğun bir istek vardı. Bu yüzden liman cüzdanı çıkarttım ve gemici oldum. Hiç unutmam, bir Panama şilebinde çalıştım. Gemide kimsenin canı sıkılmazdı. Onlara fıkralar anlatır, taklitler yapardım. Herkes çok gülerdi. Sonra
askere gittim, orada da arkadaşlarımı çok güldürürdüm. Giderek insanların yüzünü güldürmek bende tutku oldu.
Sonra da tiyatro başladı zaten.”
13 yıl süren Anadolu turneleri sürecinde sırasıyla Ahmet, ikiz kardeş olan Süheyl ile Süha, Kemal, Behzat adlı beş
erkek çocukları dünyaya gelmiştir. Süheyl ve Behzat babalarının deyimiyle “Armut ağacının dibine düşmüş.” ve
tiyatrocu olmuşlardır.
1998 yılında Kültür Bakanlığınca verilen “devlet sanatçısı” unvanını almıştır.
Rol Aldığı Tiyatro Oyunları
•
Alo Orası Tımarhane mi?
•
Aman Özal Duymasın
•
Benim Annem Evden Neden Kaçtı?
•
Cibali Karakolu
•Hanedan
•
Hastane mi Kestane mi?
•Kaynanatör
•
Miğferine Çiçek Eken Asker
•
Minti Minti
•
Sizinki Can da Bizimki Patlıcan mı?
•
Son Umudum Milli Piyango
•
Şeyini Şey Ettiğimin Şeyi
•
Şeytandan 29 Gün Evvel Doğan Çocuk (Minti Minti 2)
•Zamsalak
AYBEGÜM AYDOĞAN
PAL 11-B
[email protected]
27
DÜNYA LİDERİ
ATATÜRK
O, bugün de sarı saçları, mavi gözleri ve güçlü liderliğiyle bilinmektedir. O, Türkiye’yi bağlılık ve bağımlılıktan
kurtararak, başarılı bir devlet adamı ve aynı zamanda üstün nitelikli bir asker olarak ün kazanmıştır bütün dünyada. Üstelik bu sadece geçici bir ün değildir; çünkü o, asla unutulmamış ve unutulmayacak tek adam, Mustafa
Kemal Atatürk’tür.
Bu sözler harfi harfine doğru olmakla birlikte, Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatabilmek için bir o kadar eksik,
yetersiz; çünkü biz Atatürk’ü sadece tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: “Asker Atatürk” ya da “Devlet Adamı Atatürk” olarak... Oysa onu anlatmak ne sözcüklere sığar ne de bu yazıyı okuyabileceğiniz beş dakikaya; bu yüzden biz
bu yazıda onu, ona farklı bir açıdan bakmanızı sağlayabilecek birkaç anıdan yola çıkarak anlatmak istedik.
Atatürk, yılın değil asrın lideri olmayı başarabilmiş, sadece halkının değil bütün dünyanın nabzında canlılığını koruyabilmiş tek liderdir. Hatta Norveç’te insanlar bir olay ya da durum karşısında umutsuz kaldıklarında,
“Atatürk gibi düşünmek.” deyimini kullanmaktadır. Ünlü araştırmacı Prof. İlknur Güntürkün’ün dediği gibi, Türkçenin bu deyime Norveççeden daha fazla ihtiyacı olduğunu anlamak hiç de zor değildir.
Ve günlerden bir gün, yıl 1976, UNESCO, üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümle aynen
şöyledir: “Bugün, UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.” Öneri ise 152
üyesi olan UNESCO’nun tüm üyelerince Atatürk’ün 100.doğum gününün aynı anda kutlanmasıdır. Birden İsveç
delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler: “Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var, hepsinin doğum gününü böyle
28
mi kutlayacağız?” Bu sözlere karşı Rus delegesi ayağa fırlar, hiç hazırlıksız
bir şekilde yumruğunu masaya vurup 152 ülkenin delegelerine aynen şunları söyler: “Genç delege arkadaşım, hatırlatmak isterim ki Atatürk, dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı, her problemimizde çare olarak görmeliyiz.”
UNESCO tarihinde ilk ve tek olarak hiç negatif ve çekimser oy
almadan 152 ülke metne imza atar ve o İsveç delegesi imzanın atıldığı gün
mikrofona gelip aynen şunları söyler: “Ben Atatürk’ü inceledim, bütün ülkelerden özür diliyor, ilk imzayı ben atıyorum.” İşte o muhteşem belge diyor
ki:
“ATATÜRK KİMDİR? ATATÜRK, ULUSLARARASI ANLAYIŞ, İŞ BİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLİŞTİRMİŞ BİR DEVRİMCİ, SÖMÜRGECİLİK
VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ
ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU.”
Bir filozof der ki: “Bir ülke için ölçüt aradığınız zaman, o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin.” Sanıyorum ki ölçüt arayan ülkelere bundan daha güzel bir yanıt verilemeyecektir.
Atatürk’le ilgili anılardan biri de Haiti’de geçer. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır.
Haiti’ye baktım, haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996’da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan
hitabe diyor ki:“Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anlamış ve değerlerini
uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm.”
Peki Mustafa Kemal Atatürk neden dünya lideridir? Bu sorunun da yanıtı oldukça basit. ATATÜRK “Ben
topraklarınızı kurtardım askeri bir dehayım.” deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve hangi sınırın lideri ise, o sınırların içerisinde ne var ise taşından toprağına hepsinin sorumluluğunu
omuzlarında hissetmiştir de onun için bugün dünya lideridir.Sayısız örneklerinden biri de şudur:
O günün Ankara’sı kurak, çorak bir köymüş. Çankaya’dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece
bir tek iğde ağacı varmış. ATATÜRK o iğde ağacının önünden geçişlerinde hep arabasını durdurur, iner ve o iğde
ağacına selam verirmiş. “Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle?”, “Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var”. Yani “Niye
şaşırıyorsunuz?” der gibiymiş ve bir gün yanında bulunan arkadaşına “İşte bu benim...” derken bakmış ki ağaç
yok ortada. Hemen inip “Ne yaptınız bu ağaca?” demiş. “Paşam, yolu genişletmek için mecburduk, kestik o ağacı”.
demişler. “Yahu!” demiş. “Bana sorsaydınız bu ağacı kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum.” Daha fazla dayanamayıp arabasına binmiş, şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Bir tek iğde
ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlı olan o iğde ağacının
da sorumluluğu Mustafa Kemal’in omuzlarındadır da onun için. Tarihte onun ağladığı anlara çok nadir rastlanır.
İşte böyle yönleri de vardır Atatürk’ün. İnsan okuyup araştırdıkça anlıyor aslında Mustafa Kemal’e neden Atatürk
dediğimizi. O kadar çok sevmiş ki Türkiye’yi, Türk olmayı, insan olmayı ve insanları... Büyük Önder Atatürk’ün
gözünde, bizim topraklarımızda yaşayan herkes hiçbir ayrım olmaksızın Türk’tü ve o koca yürekli adam şu sözüyle
bunu en iyi şekilde özetlemiştir:
“Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk ve ebediyen Türk olarak kalacaktır. Türkiye Türklerindir!”
ATATÜRK, 2 Eylül 1921
DEREN ERDEMİR
PFL 11-A
[email protected]
29
WORLD LEADER ATATÜRK
He is known for his blond
hair, blue eyes and leadership
skills. He saved Turkey from
foreign dependency and
became known as a successful national leader and
qualified soldier around
the world. His fame is
not temporary because
he is Mustafa Kemal
Atatürk who has
never been forgotten and will never
be.
These
words are not
only true but
also not
enough to
describe
Mustafa
Kemal Atatürk. We only know him
as a leader and a great soldier but he
is a lot more than we can explain in
this article that you can read in five
minutes. So instead of describing
him, we decided to gather some of
his memoirs in order to show the
other sides of him.
Atatürk managed to become
the leader of the century and he
is not just a leader of his country
but also respected around world.
In Norway, when people are hopeless in a bad situation, they use the
phrase ‘think like Atatürk’. Famous
researcher Prof. İlknur Güntürkün
says that Turkish language needs
this phrase more than Norwegian.
Atatürk was also revered
in international organizations. In
order to commemorate a previousmilestone, the 100th anniversary, in
1976 UNESCO members were given
a recommendation that“All of the
projects UNESCO works on today
originate from Mustafa Kemal.” The
suggestion wasthat on his 100th
birthday the 152 members of UNESCO should celebrate Atatürk at the
same time.Suddenly, the Swedish
delegate stood up and said: “There are many statesmen in the
30
world,
arewe
going to
celebrate
all of
their birthdays thisway?” To these sarcastic words, the Russian delegatejumped
up to his feet, pounded
the table withhis fist, and
said the following to the
delegates from152 member
countries:
“Maybe our young delegate
will remember thatAtatürk is
not just any world statesman,
forgetcommemorating him for
one year, every countryshould
look to him for a solution to every
problem.”
For the firstand only time in
UNESCO history, there were nodissenting votes, nobody abstained
from voting,and 152 countries
signed the resolution. On theday of
the signature, the Swedish delegate
took themicrophone and said:“I
have examined Atatürk, I apologize
to all ofthe countries and will be the
first to sign.” The Resolution on the
Atatürk Centennial as follows:
Convinced that personalities
who worked for understanding and
cooperation between nations and
international peace will be examples
for
future
generations,
Recalling
that
the
hundredth anniversary of
the birth of Mustafa Kemal
Atatürk will be celebrated
in 1981, Knowing that he
was an exceptional reformer
in all fields relevant to the
competence of UNESCO,
Recognizing in particular
that he was the leader of
the first struggle given
against colonialism
and imperialism, Recalling
that he was the remarkable
promoter of the sense of
understanding between
peoples and durable
peace between the
nations of the world
and that he worked
all his life for the
development of
harmony and
cooperation
between people without
distinction
of color, religion and
race, It is
decided
that
UNESCO
should
collaborate in
1981 with
the Turkish
Government on both
intellectual
and technical
plans
for an
international
colloquium
with
the aim of acquainting the
world with the various
aspects of the personality
and deeds of Atatürk whose
objective was to promote
world peace, international
understanding and respect
for human rights.”
A philosopher
said: “If you want a
criterion for a country, examine that country’s
greatest leader.” I believe
that there is no better
answer.
One of the anecdotes about Atatürk
happens in Haiti. In
1996,President of
Haiti died. He left
a will before he
died. He saidhis
wish is to have
the following
written on his
gravestone:
“I died
happy because my
entire
life I
under-
stood
and
followed
Turkey’s
leader
Mustafa
Kemal
Atatürk.”
Why is
Mustafa Kemal
Atatürk a world
leader? The answer is
quiet simple. He didn’t
say “I’m a military genius
who saved your country”
and take a back seat. He
wore his civilian clothes and
felt the responsibility of his
country from end to end on
his shoulders. That’s why today
Mustafa Kemal is a world leader.
Here is one of the countless examples:
Back in the day Ankara was
a barren village. From Çankaya to
the parliament, there was only one
silverberry tree on the way. Every
time Atatürk passed that tree, he
stopped and saluted. People next
to him asked “Dear Pasha, what
are you doing?” and he said “It is a
soldier of the fruit I eat, the shadow
I take shelter in, the air I breathe.
Just like any other soldier, it deserves to be saluted.” as if he was
asking “Why are you surprised?”.
One day he was about to show
the tree to a friend, he realized
that the tree no longer exists.
He asked “What happened
to the tree?”. They said
“We had to cut it down
in order to widen the
road.”. And then he
said “If you asked me,
I would have found
a way to save it.”
He couldn’t bare
anymore and
went to his car
and started
crying in
front of
his friend
and his
driver.
Do you
think he did that just for the tree?
No. Because he felt the responsibility of that tree which survived on
the land that he saved from war on
his shoulders. In history, there are
rare occasions that he cried. This is
another unknown side of Atatürk.
When you research about Atatürk,
you understand better why we call
him the Father of Turks. He loved
Turkey, being a Turk, being a human and people so much. For him,
everybody who lived in this country
was Turkish and that man with a
big heart summarized it by saying:
“This country was Turkish
in the past, is Turkish today and will
be Turkish forever. Turkey belongs
to Turks.”
GİZEM YILDIRIM
PFL 11 -A
gyıldırı[email protected]
31
ROBERT NESTA “BOB” MARLEY ( 6 Şubat 1945 - 11 Mayıs 1981)
Bob Marley Jamaikalı bir ‘’raggae’’ sanatçısıydı. Aynı zamanda söz yazarı müzisyen ve gitaristti. Ayrıca bu
dalların hepsinde uluslararası bir üne ulaşmayı başarmıştı. 1963 yılında ‘’ The Wailers’’ adında bir müzik grubu
kurmuş ve müzik hayatına başlamıştı. Sıra dışı tarzı ve vokal stiliyle dünyanın birçok yerinden dinleyici kazanmıştı. The Wailers Lee Scratch Perry ile beraber ilk raggae albümlerinden birini çıkarmıştı. The Wailers, 1974 yılında
dağıldıktan sonra Marley, kariyerine solo söyleyen bir sanatçı olarak devam etti ve ilk kendi albümü Exodus’ u
1977 yılında çıkardı. Bu albüm bütün dünya tarafından çok beğenildi. Bob Marley bu albüm sayesinde en çok satan
sanatçı seçildi(75 milyon kaset). Bob, “Rastafari” adında bir kuruluşun üyesiydi ve bu kuruluşun duyduğu inanç,
şarkılarının ruh halini de etkilemişti.
Marley ve Neville Livingston (Bunny Wailer olarak da bilinir.) çocukluk arkadaşlarıydı. İlkokul ve ortaokulda birlikte müzik yapmaya başlamışlardı. Marley 12 yaşındayken Nine Mile kasabasını annesiyle terk etmişti
ve Trenchtown’ a taşınmışlardı. Bir süre sonra Bunny Wailer’ın babası ve Bob Marley’in annesinin Pearl adında bir
kızları olmuştu. Bu kız hem Bob un hem de Bunny’nin kız kardeşiydi. Bob ve Bunny artık anne ve babaları yüzünden aynı evde yaşamaya başladıkları için müzik çalışmaları git gide derinleşmişti. Şu an dinlenen r&b müzik
türünün temellerini atmış sayılabilirlerdi. Bundan bir süre sonra Marley, kendini Bunny ile beraber bir müzik grubunda buldu. Aynı zamanda arkadaşları Peter Tosh Beverley kelsi ve Junior Breathwaite da bu grubun üyeleriydi.
Marley ve diğer arkadaşları herhangi bir enstrüman çalmıyorlardı. Sadece vokal olarak uyumlu bir şekilde söylü-
32
yorlardı. Higgs onlara bu konuda yardım etmek için can atıyordu ve bir yandan Marley’ e gitar çalmasını öğretiyordu. Attığı bu temeller sayesinde Bob Marley ileride dünyanın en çok satan raggae albümünü çıkaracaktı.
Bob Marley uzun bir süre Rastafari hareketine üyeydi. Bu grubun kültürü raggaenin gelişmesi için bir
anahtardı. Bu, raggae müziği -Jamaika’daki kendi sosyal bölgelerinden çıkartıp uluslararası müziklerin arasına
katmıştı. Bob bir röportajında Rastafari hakkında şunları söylemişti.
Muhabir: Bize rastafari üyesi olmanın nasıl bir şey olduğunu açıklar mısın biraz?
Marley: İnsanlara derdim ki aynı kalın ve bilin ki Etiyopya’nın majesteleri, imparatoru Haile Selassie yüce olandır.
Biliyor musun, İncil, Babil gazetesi, ben ve çocuklar böyle söylüyor. Anlamıyorum insanlar daha ne istiyor, ne kadar açıklama istiyor? Beyaz tanrı. Tanrı zenci olarak gelecektir. Gerçek budur.
Bob Marley reggae tarzının kilit noktası olan Rastafari hareketindendi. Marley Rastafari’nin lideri haline
geldi ve Reggae’yi Jamaica’dan çıkartıp uluslararası üne sahip bir müzik haline getirdi. Biyografilerine göre, Twelve
Tribes Mansion’a bağlıydı. O “Tribe of Joseph” diye bilinen Rastafari mezhebindendi; çünkü şubatta doğmuştu.
(Rastafarinin 12 mezhebi 12 ayrı ayda doğanlar tarafından oluşur).Gerçek Rastalar (Rasta = Rasta dinine inanan
insan) Ital adını verdikleri inanç ile et yemezler. Yani Bob Marley vejetaryen idi. Marley bunu kendi notlarında
belirtmiştir. Marley Etiyopya Ortodoks Hıristiyan Kilisesi tarafından 4 Kasım 1980’de Kingston, Jamaika’da vaftiz
edildi. ROBERT NESTA “BOB” MARLEY
Robert Nesta “Bob” MARLEY, OM (6 February 1945 – 11 May 1981) was a Jamaican reggae singer, song
writer, musician, and guitarist who achieved international fame and acclaim.Starting out in 1963 with the group
The Wailers, he forged a distinctive songwriting and vocal style that would later resonate with audiences worldwide. The Wailers would go on to release some of the earliest reggae records with producer Lee Scratch Perry. After
the Wailers disbanded in 1974 Marley pursued a solo career that culminated in the release of the album Exodus in
1977, which established his worldwide reputation and produced his status as one of the world’s best-selling artists
of all time, with sales of more than 75 million records. He was a committedRastafari who infused his music with a
sense of spirituality.
Marley and Neville Livingston (later known as Bunny Wailer) had been childhood friends in Nine Mile.
They had started to play music together while at Stepney Primary and Junior High School. Marley left Nine Mile
with his mother when he was 12 and moved to Trenchtown, Kingston. Cedella Booker and Thadeus Livingston
(Bunny Wailer’s father) had a daughter together whom they named Pearl, who was a younger sister to both Bob
and Bunny. Now that Marley and Livingston were living together in the same house in Trenchtown, their musical
explorations deepened to include the latest R&B from American radio stations whose broadcasts reached Jamaica,
and the new Ska music. The move to Trenchtown was proving to be fortuitous, and Marley soon found himself in
a vocal group with Bunny Wailer, Peter Tosh, Beverley Kelso and Junior Braithwaite. Marley and the others didn’t
play any instruments at this time, and were more interested in being a vocal harmony group. Higgs was glad to
help them develop their vocal harmonies, although more importantly, he had started to teach Marley how to play
guitar—thereby creating the bedrock that would later allow Marley to construct some of the biggest-selling reggae
songs in the history of the genre.[
Bob Marley was a member for some years of the Rastafari movement, whose culture was a key element in
the development of reggae. Bob Marley became an ardent proponent of Rastafari, taking their music out of the
socially deprived areas of Jamaica and onto the international music scene. He once gave the following response,
which was typical, to a question put to him during a recorded interview:
Interviewer: “Can you tell the people what it means being a Rastafarian?”
Marley: “I would say to the people, Be still, and know that His Imperial Majesty, Emperor Haile Selassie of Ethiopia is the Almighty. Now, the Bible seh so, Babylon newspaper seh so, and I and I the children seh so. Yunno? So I
don’t see how much more reveal our people want. Wha’ dem want? a white God, well God come black. True true.”
AccordingtoMarley’sbiographers, he affiliatedwiththe TwelveTribesMansion, one of the Mansions of Rastafari. He was in thedenominationknown as “Tribe of Joseph”, because he wasborn in February (each of thetwelvesectsbeingcomposed of membersborn in a differentmonth). He sign if iedthis in his album line rnotes, quoting
the portion from Genesis thatincludes Jacob’sblessingto his son Joseph.Shortlybefore his death, Marley was baptisedinto Christianity by Archbishop AbunaYesehaq of the EthiopianOrthodoxChurch in Kingston, Jamaica, on 4
November 1980.
GÖRKEM ÖZBAY
PFL 10-A
[email protected]
33
SADELİK
Sadelik fotoğraf ile aktarılacak mesajın kafa karıştırmadan izleyiciye
ulaşmasını sağlar. Eğer objeye veya
modele yakınsanız, arka planda
dikkat dağıtacak kalabalığın olmasından kaçının. Örneğin arkadaşınızın portre fotoğrafını çekecekseniz bir duvarın önünü tercih
edebilirsiniz.
1/3 KURALI
1/3 kuralı yıllardır kullanılan ve
belki de kompozisyon kurallarının
en önemlisidir. 1/3 kuralı fotoğraf karesini yatay ve dikey olarak
3 eşit parçaya bölen hayali çizgiler
çizerseniz. Eğer asıl çekmek istediğiniz objeyi (insan, ev, ağaç, çiçek
vb.) şekilde kırmızıyla işaretlenmiş
4 noktadan birine koyup fotoğrafı
çekerseniz, tam ortaya koyduğunuz
halinden çok daha etkileyici olacaktır. Yatay çizgilerden herhangi
birine ufuk çizgisini yerleştirebilirsiniz örneğin.
34
ÇERÇEVE KULLANMA
Çerçeveye alma, fotoğraftaki özneyi daha da anlamlandırmak için
çevredeki öğeleri kullanarak bir
çerçeve yaratma anlamına gelir.
Uzaktaki bir binayı bulunduğunuz
odanın penceresini de kadraja alarak çekmek veya manzara çekerken
bir köşede ağaç dalları ve gövdesi
bulundurmak çerçeve kullanmaya
girer. Ama bunu yaparken odağın
istediğiniz yerde (çerçevede veya
öznede) olmasına dikkat edin. Bu
arada küçük bir not, eğer çerçeveniz
öznenizden daha karanlıksa bırakın öyle kalsın. Doğal bir paspartu
olacaktır.
BAKIŞ VE YÜRÜYÜŞ BOŞLUĞU
Fotoğraflanan kişiler için bir bakış boşluğu bırakılmalıdır. Fotoğrafta hareket eden kişi veya nesnenin karenin
dışına çıkıyormuş gibi görünmesi istenmeyen bir durumdur ve hareketin bitmekte olduğunu gösterir. Bakış yönü
ve yürüyüş boşluğu bırakılarak fotoğrafta bir hareketlilik, dinamizm oluşturulabilir. Fotoğraf karesi içinde yer
alacak konuların hareketlerinin ne yöne doğru olduğu / olacağı bilgisi fotoğrafta anlaşılabilir olmalıdır.
PERSPEKTİF
Fotoğraf makinesinin çalışması, insan gözünün görmesine çok benzer. Fotoğraf makinelerinin insan görüşünden farkı, insanın iki gözü varken fotoğraf makinesinin bir tek objektifi olmasıdır. İki gözle görüş bizim derinliği
algılamamızı sağlar. Tek objektifle iki boyutlu, bir başka deyişle eni ve boyu olan bir düzlem üzerinde, üçüncü
boyut yanılsaması oluşturulmaya çalışılır. Fotoğrafta oluşturulacak üçüncü boyut yanılsaması bizim derinliği algılamamızı sağlar. Bilindiği gibi uzaktaki nesneler küçük görülür, küçülen boyutlar bize perspektif bilgisini verir.
Perspektif kullanılarak vurgulanmak istenen konu ön plana çıkartılabilir.
35
36
MEHMET KORKMAZ
PFL 11- A
[email protected]
37
OKUDUKLARIMIZDAN KİTAP
ÖNERİLERİ
NUTUK (MUSTAFA KEMAL ATATÜRK):
Yurdumuzun parçalanıp
işgal edildiği günlerden başlayarak
Türk tarihinde bir dönüm noktası
olan İstiklal Savaşı’nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve inkılapların yapılışını anlatan Nutuk,
siyasi ve milli tarihimizin değerli bir
kaynak eseridir. Atatürk’ün kendi
kaleminden çıkan bu eser, tarihi
bir hitabeye dayandığı için “Nutuk”
adını almıştır. Nutuk, ulusu ülkenin
geleceğini belirleyecek olan birlik
ilkesi etrafında bilinçlendirip kenetlendirerek, milli irade ve milli
hakimiyet kavramlarının harekete
dönüştürülmesi yoluyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşundan
Cumhuriyetin ilanına kadar uzanan
başarılı bir tarihi akışın öyküsüdür.
Nutuk yalnız dünümüzü anlatmakla
kalmayıp yakın tarihimizden alınan
ibret dolu tecrübelerle, milli varlığımızın bugününe de yarınına da ışık
tutabilen bir değer taşımaktadır.
38
FAHRENAİT 451 (RAY BRADBURY):
Belirsiz bir gelecekte, özel
yanmaz giysileriyle itfaiyeciler, kimi
evlere düzenledikleri baskınlarda
içinde su yerine gazyağı bulunan
hortumlarla evlerde ele geçirdikleri
kitapları yakarlar. ‘İtfaiyeciler‘in tek
görevi budur. İşini seven bir itfaiyeci’ olan Guy Montag, bir gün bir
genç kızla karşılaşınca kafasında o
güne kadar hiç sorgulamadığı sorular uyanmaya başlar. Kitaplar nasıl
şeyledir, insanların birlikte yanmayı
bile göze aldığı bu kitaplarda neler
vardır? Montag artık işini, eşini ve
tüm yaşamını başka bir gözle değerlendirmeye başlar. Kitapları düşünür
ve her kitabın arkasında bir insanın varlığını duyumsar; çünkü her
kitabı bir insan düşünüp yaratmıştır.
Montag bundan sonra, yakmak için
girdiği evlerden kitap çalmaya başlar
ve gelişen olaylar sonucunda yasa
dışı, aranan bir suçlu durumuna
düşer.
BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT
( GEORGE ORWELL):
Partinin dünya görüşü, onu
hiç anlayamayan insanlara çok daha
kolay dayatılıyordu. Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı;
çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir
kuşun bedeninden sindirilmeden
geçip gitmesi gibi yuttuklarından
geriye bir şey kalmıyordu.
George Orwell’in kitabı Bin Dokuz
Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur.
Bireyselliğin yok edildiği, zihnin
kontrol altına alındığı, insanların
makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü bir dünya düzeni, romanda
inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince
ayrıntısına kadar kurgulanmıştır.
Geçmişte ve günümüzde dünya
sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar
gerçekçi bir romandır Bin Dokuz
Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir
zaman yitirmeyen bir başyapıttır;
yalnızca yarına değil, bugüne de
ilişkin bir uyarı çığlığıdır. KÜRK MANTOLU MADONNA(SABAHATTİN ALİ):
“Her gün, daima öğleden
sonra oraya gidiyor, koridorlardaki
resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır,
fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl
hedefine varmak isteyen adımlarımı
zorla zapt ederek geziniyor, rastgele
gözüme çarpmış gibi önünde durduğum “Kürk Mantolu Madonna”yı
seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya
kadar orada bekliyordum.”
Kimi tutkular rehberimiz
olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi
sarar. Sorgulamadan peşlerinden
gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların
görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında
güçlü bir tutkunun resmini çiziyor.
Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın
uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular
soruyor.
UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN
MACERALARI – SU ( BUKET
UZUNER):
Gazeteci Defne Kaman, bir
yaz akşamı bindiği vapurda arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolur.
Onu aramakla görevli Komiser Ali
Ümit ile arkadaşı Sahaf Semahat
kendilerini aniden tuhaf olaylar ve
esrarengiz semboller arasında bulurlar. Bir yandan kendi hayatlarını
sakatlayan yasak ve tabulara rağmen
ayakta kalmaya çalışırken, kayıp gazeteci Defne Kaman’ın peşinde nefes
nefese bir maceraya sürüklenirler.
Buket Uzuner, SU romanında bütün canlı varlıkları eşit
değerde kabul ederek doğayı ve
yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık’a (Şamanlık) selam
ederken, okurları hem eko-feminist
bir okumaya, hem de 1000 yıl önce
Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen (Mutluluk
Bilgisi) KUTADGU BİLİG ŞİFRESİ
ile zihin oyunlarına davet ediyor.
CEYLİN ÇALIŞKAN
PAL 10- B
ccalı[email protected]
39
PERDE
B
Vizyondaki Filmler
Sizler için bu ayın göze çarpan filmlerini seçmeye çalıştım. Eğer dikkate alır ve izlerseniz, umarım
sizleri hayal kırıklığına uğratmamış olurum.
MARSLI:
Ülkemizde yakında zamanda yayımlanmış ‘’Marslı’’ kitabından uyarlanan film, ekim ayında vizyona girdi.
Ben de dahil olmak üzere; okurları tarafından tam not alan kitabın, sinemada başarılı olup olamayacağı merak
konusuydu. Kitaplardan uyarlanan filmlerin çoğu zaman kitabına kıyasla başarısız olduğu bir gerçek. Bu film için
de benim görüşüm bu yönde; fakat tüm kitabı iki buçuk saate sığdırmanın mümkün olmadığının farkındayım. Bilimkurgu filmlerinin ünlü yönetmeni Ridley Scott’un elinden çıkan bir filmin ne kadar kötü olabileceği de tartışma
konusu.
Filmin konusuna gelirsek; Mars’ta araştırma yapmak için gönderilen bir grup astronot, şiddetli bir fırtınaya
maruz kalır. Fırtına sırasında öldü zannedilen Mark Watney, görev iptal edilerek orada bırakılır; fakat Mark hayattadır ve koca bir gezegende yapayalnız kalmıştır. Film Mark’ın sınırlı şartlarda aklını ve dayanıklılığını kullanarak
hayatta kalmaya çalışması ve Mark’ın hayatta olduğunu fark eden NASA’nın çalışmaları arasında gidip gelmektedir.
Genellikle bu tür filmlerde karanlık bir atmosfer çizilir ve trajedi üzerinden film, izleyenlere yansıtılmaya
çalışılır; ancak bu filmde hem Mars’ta hem de Dünya’da umut vardır. Bu yönüyle film, izleyenler için gerilim sebebi
olmayacaktır diyebilirim.
Marslı, izlenmesi gereken bilimkurgu filmlerinin başında yer alıyor. Harcadığınız zamana ve paraya değeceğini düşünüyorum. Şimdiden iyi seyirler…
FRANKENSTEİN:
Gerilim severlerin memnun
olabileceği türden
bir film olmuş.
Daha önce aynı
öykünün
filmlerinin çekilmiş olması bana göre
bir eksi olsa da bu
film bunu artıya
dönüştürebilir gibi
duruyor. Fragmanlardan anladığım
kadarıyla fantastik
olan bu filmi olabildiğince gerçeğe uyarlamaya çalışmışlar. İzlenmeye değer diyebilirim. Merakla bekliyorum.
40
AÇLIK OYUNLARI: ALAYCI KUŞ BÖLÜM2:
Efsane seri sona
doğru yaklaşıyor…
On üç mıntıkanın
on üçü de birlik
olmuş ve başkente
yöneliyorlar. Seri,
ya mıntıkaların zaferi ve yönetimin
çökmesiyle sonuçlanacak ya da bu
ayaklanma onların
sonlarını getirecek.
Bir yıldır heyecanla
beklediğimiz film
sonunda geldi fakat
Açlık Oyunları serisi bittiği için üzülmüyor da değilim. Umarım son, benim ve hayranlarının beklediği gibi gerçekleşir…
BU SAYIYA ÖZEL
Michelle herkes gibiydi. Tek farkı, dünyasının siyah olmasıydı…
Film, sekiz yıl boyunca kör ve sağır olarak yaşayan küçük kızın hayatına bir öğretmenin girmesiyle, kapkaranlık dünyasının aydınlanmasını konu ediniyor. Michelle’in;
öğretmeni eşliğinde yaşamını yavaş yavaş anlamlandırmaya çalışması, azmi ve yaşamın
amacına olan tutkusu, onu bu karanlıktan çekip çıkarıyor. Siyah, bize çaba ve umut ile
her şeyin başarılabileceğini, üstesinden gelinmeyecek hiçbir şeyin olmadığını fısıldıyor
aslında. Aynı zamanda, öğretmeni Debraj’ın küçük kıza olan güveni ve başarabileceğine
olan inancı izleyenleri derinden etkiliyor.
Film, gerçek bir öyküden konu edinilmiş. Bu hayatı yaşayan binlerce insan var
ve hepsi aslında bizim gibiler. Helen Keller da onlardan biri. Hayatın ona sunduğundan
hep daha fazlasını isteyip başarmanın hazzını duyumsayan... Hangimiz beş lisan biliyor,
hangimiz bir dizi makale ve kitap yazabiliyoruz ki?
Türünde, şu ana kadar izlediğim en iyi film olduğunu söylemeden geçmemeliyim. Yirmi sekiz ödül ve üç dalda Oscar kazanmasının bunun kanıtı olduğunu düşünüyorum.
Herkes engelli olarak doğmayabilir; ama herkes birer engelli adayıdır. Bana kalırsa, bunu unutmamamız ve onlara elimizden geldiğince yardımcı olmamız gerek.
‘’Senin dünyan farklı Michelle. Sen farklısın. Sen, sen farklısın ve farklı olduğun
için gurur duyuyorsun.’’
İREM TALU
PFL 11- A
[email protected]
41
BEN MESAJLARI
İ
nsanlar, his ve düşüncelerini anlatabilmek için iletişime girmek zorundadırlar. Hepimiz hayatımızda arkadaşlarımızın, akrabalarımızın ve komşularımızın hoşlanmadığımız davranışlarını onlara bildirmek zorunda kalmışızdır.
Bunu yaparken de epey zorlanmışızdır; çünkü olumsuz bir tavrı karşı tarafa bildirmek risklidir. Karşı tarafı incitebiliriz, onda nefret hissinin uyanmasına vesile olabiliriz veya ters bir tepkiyle karşılaşabiliriz. İşte bu durumlarda
iletişimin etkili olabilmesi için bazı metotlar kullanırız. Bunlardan birisi de “ben mesaj”larıdır.
Ben mesajının geniş çerçevede tanımını yapabilmek için “sen mesajı” ile birlikte ele almamız gerekmektedir. Ben
mesajı, karşı tarafın olumsuz bir davranışını ona bildirirken ilgiyi kendi üzerimize çekip ben merkezli his ve düşüncelerimizin aktarılmasıdır. Burada sen mesajının tersi kullanılır. Sen mesajı ise, davranışta bulunanın davranışını
kendi kusur ve noksanlıklarından kaynaklandığını hissettirilmesidir.
Örnek:
Çocuklardan birisi sınıfa geç kaldığı zaman öğretmen, çocuğun geç kalma davranışının sonucunun kendi üzerindeki tesirini anlatır. Yani çocuğa “senin geç kalman ve dersi bölmen ile benim dikkatim dağılıyor, konsantrasyonum
bozuluyor. Dersi yeterli verimlilikte anlatamıyorum, arkadaşların da dersi eksik anlıyor.” türünden bir mesaj “ben”
mesajıdır. Burada öğretmen davranışın sonucunun kendi üzerindeki tesirini anlattı; fakat şu şekilde de söyleyebilirdi. “Senin sınıfa geç kalmanın asıl sebebi, senin terbiyesizliğin ve tembelliğinden kaynaklanıyor. Bir daha sınıfa geç
kalma!”
Yukarıda iki tür mesaj gördük. İlk mesajda davranışın sonucu anlatanı kendi his ve düşüncesi çerçevesinde karşı tarafa yönelinmeden anlatıldı. Burada çocuğa karşı taraftaki insanların durumları anlatılarak çocuğun empati duygusuna vurgu yapıldı. Bu durumda çocuk, kendisini öğretmen ve arkadaşlarının yerine koymaya başlar. Çocuk, empati
duygusunun kışkırtılmasıyla hatasını anlar, hatasını daha kolay kabul eder ve davranışını düzeltebilir.
Fakat ikinci mesajda ise, çocuğun doğrudan şahsına bir saldırı olduğu için çocuğun buradan yanlış yorumlara gitmesi ihtimal dahilindedir. Öğretmenin çocuğun şahsiyetine söz söylemesi çocuğun gururunu incitecektir. Öğretmen
haklı da olsa çocuğun incinmiş olması, hatasını kabullenmesini zorlaştıracaktır. Bu durumda çocuk öğretmenine
karşı sert ve ön yargılı bir tutuma gider. Hatta belki de öğretmenin bu davranışından hoşlanmadığını fark ederek
intikam almak için bu davranışını bilinçli olarak tekrarlayacaktır. Öğretmenle çocuk arasında bir güven eksikliği
olduğundan derslere de gerekli dikkati göstermeyecektir.
42
Bütün bu olumsuzluklar göz önüne alınarak “sen” mesajı yerine “ben” mesajı kullanmaya dikkat edilmelidir. Fakat
her zaman da ben mesajının kullanılması doğru değildir. Bazı çocuklar, ben mesajının verdiği mesajı anlamakta
zorluk çekebilirler. Karşı taraftaki insanı pasif olduğu için ben mesajı kullandığı hükmüne varabilirler. İçlerinde
bulundukları durum onların doğru algılamasını zorlaştırır. Bu durumda çocuğa sen mesajının kullanılması daha
doğrudur. Çocuğu bu şekilde sarsarak paradigmasını kırmalı ve kendi hatası üzerinde düşünmeye yönlendirmeliyiz.
Yukardaki örneğe tekrar dönelim. Çocuk geç kaldığında öğretmen çocuğa birkaç kere ben mesajı ile iletişimde bulunur; fakat bu, çocukta vurdumduymazlık oluşturabilir. Öğretmenini pasif ve korkak olarak değerlendirebilir. İşte
bu durumda çocuğun kusur ve noksanlığı gösterilerek yani “sen mesajını” kullanarak çocukta bir sarsıntı meydana
getirmek gerekebilir.
Ben mesajının çatısı nasıl kurulur?
Hoş olmayan hislerimizi karşı tarafa iletmemizin asıl sebebi karşı tarafın davranışının sonucundan kaynaklanır.
Yani davranışın sonucunun bizi engellemesidir. Çocuk eğer izinli olarak geç kalsaydı buna hazırlıklı olduğumuzdan
bu davranışın sonucu bizi rahatsız etmeyecekti. Fakat haberimizin olmadığı bir ortamda böyle bir davranışın sonucu hem biz hem de sınıfı rahatsız etti. Çocuğa ben mesajında sonuç gösterilmelidir. Çatı buna göre kurulur.
Ben mesajının üç kısmı vardır :
a)
b)
c)
Bizi engelleyen davranışı açıklamalıyız,
Davranışın bizde uyandırdığı hissi anlatmalıyız,
Davranışın sonucunu anlatmalıyız.
Yukardaki örneği bu formata uyduracak olursak;
Davranışın açıklanması:
Geç kaldığın zamanlar bizde uyandırdığı hisler:
Benim ve sınıfın dikkati dağılıyor ve benim konsantrasyonum bozuluyor.
Davranışın sonucu:
Bu benim verimimi düşürüyor ve sınıfın dersi anlamasını zorlaştırıyor.
Bazen bu çatı tamamen bu şekilde oluşturulmayabilir, hisler anlatılmayabilir; fakat sonuç her zaman gösterilmelidir.
Yaşamın her alanında bu basit teknikle ilişkilerimizi çok daha güçlü duruma getirirken kendimizi de daha iyi ifade
etme şansını yakalamış oluruz.
MUHAMMET EROĞLU
ÖZEL PEV LİSELERİ
PDR UZMANI
[email protected] 43
ÖĞRENCİ
LERİMİZİNKALEMİNDEN
LERİMİZİNKALEMİNDEN
KORUMAKTIR VAZIFEMIZ CUMHURIYETI
Özgürlük ve eşitliktir adı,
Atamızdan aldık biz bu şanı
Az dökülmedi, bu uğurda şehitlerin kanı
Korumaktır vazifemiz cumhuriyeti, vatanı.
Ey oğul, ey kardeşim ver elini birleşelim!
Cumhuriyet ateşinin kıvılcımlarını birlikte üleşelim
Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Laz, Çerkez yani herkes
Korumaktır vazifemiz cumhuriyeti, vatanı.
Çağdaşlık, aydınlık, hepimizin olsun mutluluk
Karanlığın kapılarını açtırmayalım artık
Adaleti, demokrasiyi , hürriyeti, hakkı
Korumaktır vazifemiz cumhuriyeti, vatanı.
Hep bizimle olsun bilim, bizimle olsun sanat, kültür
Yürüyelim Mustafa Kemal yolunda gümbür gümbür
Her zaman, her yerde, her koşulda
Korumaktır vazifemiz cumhuriyeti, vatanı.
TÜRKÜSU SARICA
PAL 10-A
[email protected]
EMPATİ OLMADAN...
Empati, diğer deyişle eşduyum, bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da
davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir.
Bebekler üzerinde yapılan incelemelere göre,
doğuştan empati yeteneğimiz yüksek olmakla birlikte, uygun şartlarda hızla kaybedilebilir. İnsanların
gittikçe kaybettikleri bu davranış, günümüzde en çok
aranan özelliğe dönüşmüş durumda. Gözümüzün
önünde sırayla empati yoksunu sosyopatlara (antisosyal kişilik bozukluğu) dönüşen insanlara karşı
tek yapabildiğimiz şey, dönüşümlerini izleyip kendi
dönüşümümüzü beklemek oluyor. İçimizdeki duygular yok olurken benliğini kaybetmiş topluluk olma
yolunda ilerliyoruz. Bizi uyarmaya çalışan farkındalık
sahibi insanlara cam bir ekran arkasından bakıyoruz.
Aynı evi paylaşırken bile birbirlerini önemsemeyen, bencil insanlar artarken ülkemizde nasıl birlik
olabileceğimizi düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Kalabalıklar içinde yalnızız. Paylaşamadığımız duygular içimizde birikiyor. Sorunlarını çözemez hale
gelen insanlar çevremizi sarıyor. Kendinden başkasını düşünmeyen bilgisizler giderek artıyor ve duyarlı
insanları kendileri gibi olmaya zorluyor. Önlem
almamız için bağıran insanları duymuyoruz. Kişilik
bozukluğunun yol açtığı kaos ortamına sessizce izin
veriyoruz.
SUDE EYLÜL KARA
PFL 10-B
[email protected]
MODA
Dış çevreyi algılamaya başladığımızdan beri bazı şeyler tarafından uyarılmaya başladık. Bunlar sayesinde
kişiliğimiz, zekâmız gelişti, biz oluştuk. Daha farkında bile olmadığımız pek çok özellik kazandık. Gelişen ve değişen dünya şartlarında dünyaya gelen nesil yani biz, dünyada fazlaca yer verilen bir unsura maruz kaldık, modaya. Gerçekten bizim neslimiz acımasız yetişti her ne kadar önemli olan iç güzellik olsa da, insanları dış görüşüne,
giyimine göre yargılar olduk. Peki, bize bunu yaptıran şey neydi? Moda.
Moda bana eskiden beğendiğim şeyleri, beğenmememe neden olan, bazen de gerçekten beğenmediğim
bazı tarz kıyafetlerin ben farkında bile olmadan hoşuma gitmesine neden olan şeydi. Peki, moda denilen şey bunu
bize nasıl yapıyor? Fikirlerimi değiştirip beğenmediğim şeyleri bana nasıl beğendirtiyor?
Bahsettiğim, özenmenin dışında gelişen gerçek bir beğeniyi nasıl oluşturuyor? Bir düşünelim; bir giysiyi
hemen her gün görmeye alıştığımızda gerçekten gözümüze hoş gelir. Örneğin; günlük hayatımızda evde, arabada,
sokakta, her yerde, her şekilde reklamlara maruz kalıyoruz. Bunun bilinçaltımızı nasıl etkilediğini anlatmama bile
gerek yok. Tabii ki bunların ötesinde insanın beğenisi pek çok unsura bağlı olarak değişebilir. Yine de bizim beğenilerimizin yönetilebilir olduğunu düşünmek rahatsız edici.
FEYZA BERCA ŞENTÜRK
PFL 10-B
fbercasentü[email protected]
44
45
KÖRLİNG
Körling, 42×4,3 metrelik buzdan bir pist (ring) üzerinde oynanan olimpik bir takım oyunudur. En basit şekilde anlatacak olursak oyunun amacı, granitten yapılmış dairesel taşı buz üzerinde kaydırarak hedefin merkezinde
durdurmaktır. Buz üzerinde iç içe geçmiş halkalardan oluşan hedefe “ev” adı verilir. Pistin iki ucunda olan 3,66 m
çapındaki evin; oyun hattı olan hogdan uzaklığı 6,4 m, evlerin birbirlerinde uzaklığı 34,7 m’dir. Puan, evin merkezine karşı takımdan daha yakına taş atarak kazanılır. Hassaslık seviyesi ve kazanmak için ortaya konan stratejik
düşüncenin karmaşık yapısı nedeniyle curling “buz üstü satranç” olarak adlandırılır. Körling, Ortaçağ İskoçya’sında
icat edildi. Renfrewshire’deki Paisley Manastırı binalarının yanında buz üstünde taşlarla Şubat 1541’de yapılmış bir
yarışmanın yapıldığı bilinmektedir. 1565’te Baba Pieter Brueghel Flaman köylüleriyle körling oynarken resmedilmiştir. O yıllarda İskoçya ve bugünkü Benelüks ülkelerinin sıkı kültürel ve ticari bağları bulunmaktaydı. Bu gerçek, golf tarihinde de kendini göstermektedir. İlk kez 1924 Kış Olimpiyatları’nda bir olimpik spor olarak yer alan
körling, 1998 Kış Olimpiyatları’ndan beri olimpiyatlarda resmî spor olarak yer almaktadır. Körlingte bir maç on
oyun sonundan ibarettir. Eğlence için genelde 8 veya 6 sonla oynanır. Bir (oyun) son(u) her iki takımın tüm oyuncularının iki atış hakkını, toplam 16 kayayı kullanmasıdır. Eğer 10 (oyun) son(u) bittiğinde eşitlik varsa bir son
daha tie break (uzatma) eli olarak oynanır. Bu uzatma eli de beraberliği bozamamış ise beraberlik bozulana kadar
son oynanmaya devam edilir. Kazanan tüm sonlar bittiğinde en fazla puana sahip olan takım kazanır. Herhangi
bir seviyedeki karşılaşmada tüm sonlar bitmeden kaybeden takımın kazanma şansı kalmasa bile maçı terk etmesi
uygun değildir. En çekişmeli turnuvalarda 8 son tamama ermeden kaybeden takımın terk etmesine izin verilmez.
Çekişmeli turnuvalarda kaybeden takımın “taşlarının bitmesi” ile maç sona erer; bu da sonuncu kaybeden takımın
elindeki taşların beraberliğe yetecek olandan az kalmasına verilen addır. Uluslararası yarışmalarda her taraf kendine verilen 73 dakikada tüm atışlarını tamamlamalıdır. Ayrıca her takımın her 10 sonda iki adet 60 saniye mola
hakkı vardır.
SELÇUK DABİS
PFL 9-A
[email protected]
46
47
ANTİVİRÜS
Doğru bilinen yanlışlardan başlayalım ;
Öncelikle %100 güvenlik diye bir şey yoktur.
Bilgisayara deepfreeze kurdum, güvendeyim diye bir şey de yoktur.
Bilgisayara keyscrambler zemana firewall + 5 anti kurdum %100 güvendeyim diye bir şey hiç yoktur. :)
----------------------------------------Neyse... Şimdi konuya başlayalım.
2015 Ağustos Ayı
(Sonuçlar sadece zararlı yazılımı tanıyıp tanımamasına göre
sıralanmıştır.)
Aklınızdan şöyle bir şey geçiyor olabilir. Ben üstteki paralı
Avlerin internetten crackini/
keygenini bulup kullanırım.
Ne yazık ki günümüzde keygen/crack yapımcıları da en
az sizin kadar akıllı.Yaptıkları
çoğu keygen/crack Av’ın kendi yaptıkları zararlı yazılımı
görmemesini sağlıyor veya arka
planda BitCoin miner dediğimiz, sizin bilgisayarınızı adeta
bir zombi haline getiriyor; fakat
siz psikolojik olarak kendinizi
rahatlattığınız için bunu fark
edemiyorsunuz. (Sonra niye
çalındı Facebook’um? :))
Listeyi yorumlamak gerekirse;
Avast’ın bedava versiyonu birçok şirketin paralı sürümünden daha iyi bir konumda ama özellikleri diğerlerine
göre kısıtlı.Üstteki dediklerimi de dikkate alarak bilgisayara Avast kurmak en mantıklı seçenek olacaktır. Antivürüsleri arabalar gibi düşünebilirsiniz.Her arabanın iyi bir özelliği vardır; ancak hiçbir araba 4/4’lük değildir.
İçinde insan faktörü bulunan her sistemin hacklenmesi mümkündür. Undetecting, yani yaptığımız zararlı yazılımı Avlerden gizleme denilen bir olay vardır. Bu, çoğu zaman manuel olarak da yapılsa paralı şifreleme programları tarafından da yapılabilir.(Bkz.Google Amca-->Private crypter)
Size verebileceğim en güzel tavsiye saçma sapan, kaynağını bilmediğiniz sitelerde dolaşmayın. İnternetten Crackli oyun/program vb. indirirken Virustotal ve jotti taramalarına bakın. Mümkün olduğunca güvenilir sitelerden indirmeye çalışın.
Anubis ve Malwr nedir ?
Üstte demiştim; undetecting yaptığımız zararlı yazılımı tamamen gizleyebiliyoruz diye. Peki bu siteler ne işe
yarar?Bu sitelerin virustotal ve jottiden kısaca online av tarama sitelerinden farklı olarak yaptıkları şey, dosyayı
av programlarına taratmak yerine dosyanın ne haltlar karıştırdığını analiz etmek. Dosyanın nerede ne oluşturduğunu, nerelere eriştiğini, regeditte ne gibi düzenlemeler yaptığı, dışarıya bağlantı veriyorsa bu bağlantının ip
numarası gibi çeşitlendirilebilir.
EKİN ABALIOĞLU
PFL 11-A
eabalı[email protected]
48
antivirus
antivirus
Let‘s start with false facts that we think are true;
First of all there is no such thing as 100% security.
There is no such thing as installing deep freeze and thinking you are safe.
There is no such thing as installing Keyscrambler Firewall +5 anti and thinking you are 100% safe.
Okey let‘s start our topic.
August 2015
(Results are sorted only based on the recognition of the harmful software.)
There could be something going through your mind like this: I’m going to find the cracks/keygens of
the AVs from the internet and use them. But today’s keygen/crack producers are as clever as you.
The keygen/cracks they made don’t detect their own harmful software or in the background they are using
your computer as a BitCoin miner and transform your pc into a Zombie. But because you are psychological
relieved you don’t even notice. (And then you wonder why your Facebook account got hacked).
If we are going to make a comment about this list;
Avast’s free version is better than most companies’ paid versions but still lacks
some features. And if you are going to use my advice, buying avast is the best
option. Think of anti-viruses as if they are cars. Every car has good features but none of them is
perfect.
Any system with human factors can be hacked. There is something called undetecting. It
is hiding the harmful programs we made from AVs. You can do this manually or via paid
programs. (For example: Uncle Google-->Private crypter.)
The best advice I can give you is don’t go to sites that you don’t know. If you are going to download cracked games or programs, look at the virustotal and
jotti scans. Try using the most reliable sites.
What are anubis and malware?
As I said above, we can make harmful programs undetected. But what are these sites used for? These sites
search what these programs are doing instead of just scanning them
like virustotal or jotti internet AVs. It can detect where the file was
made, where it can gain accesses, if it got any outside source, the IP of
it and the kind of changes it made to the regedit.
KAAN ÇİĞDEM
PAL 11-A
kcigdem17@ pev.k12.tr
49
KONSERLER
Haluk Levent
02.12.2015
YER: imagine cafe
Koray Avcı
06.12.2015
YER: imagine cafe
Hüsnü Arkan
04.12.2015
YER: imagine cafe
Fazıl Say
28.12.2015
YER: EGS Kongre ve Kültür Merkezi
Zakkum
11.12.2015
YER: imagine cafe
Kaan Tangöze
15.12.2015
YER: EGS Kongre ve Kültür Merkezi
BASKETBOL
Sinpaş Denizli Basket – Final Gençlik
24.11.2015
Sinpaş Denizli Basket – İstanbul DSİ
12.12.2015 TİYATRO
Tersine Dünya
Tüm mahalleliye yaka silktiren Bitirim leyla yine bir gece yarısı naralar atarak mahalleye girer. Neye uğradığını bilemeyen mahalle halkı öfkeyle uyanır ve ortalık karışır. Olaya mahalle bekçileri el koyar. Bu kez yakayı kurtaramayan Bitirim Leyla, mahalle bekçisine hakaretten içeri atılır. Bitirim
Leyla içerideyken, namuslu bir ev erkeği olan kocasını ve delikanlı oğlunun
namussuz kadınların eline düşmesini dert eder. Cezaevinden çıkıp merakla
mahalleye dönen Bitirim’in başına bakalım neler gelecek... Orhan Kemal’in
aynı adlı romanından sahneye uyarlanan Oyunda kadın-erkek kimlikleri
tersine çevrilerek sistemin çarpıklıkları ortaya konuyor.
04 Aralık Cuma 20:00
05 Aralık Cumartesi 20:00
05 Aralık Cumartesi 14:00
YER: Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi
50
Bizim Yunus
Sormuşlar Derviş’e,
Hayat nedir?
Demiş ki Derviş;
Hayat gelip geçen bir gölgedir, hayat bilmecedir. Attığın her adım bir hece, çözene gündüz, çözmeyene gece.
Peki sevgi nedir?
Derviş;
Gönül sevdiğini bulmuş ise başkasını anar mı hiç. BEN ve SEN gafletini aşıp BİZ olanların rızkıdır AŞK…
Tekrar sorarlar, bu şiirleri nasıl yazıyorsun böyle..?
Derviş cevap verir;
Aklımda sevdiğim olunca kelimeler gökten düşüyor yüreğime.
Evreni tanımak istiyorsan onu yeniden içinde kurman gerek, Yûnus gibi…
27 Kasım Cuma 20:00
28 Kasım Cumartesi 20:00
28 Kasım Cumartesi 14:00
YER: Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi
Türkmen Düğünü
Çatalçeşme Oda Tiyatrosu’nda sergilediği Türkmen Düğünü adlı oyun ile perdelerini açan Denizli Büyükşehir
Belediyesi Genç Denizli Tiyatro Kulübü, Türkmen geleneğini devam ettiren iki aile arasındaki kız isteme ve düğün
hikayesini sahneye taşıdı. Aşk Terapisi
Sıradan bir terapist olan Sorgun günün birinde ilkokul aşkıyla ilginç şekilde karşılaşır. Olaylar bundan sonra akıl
almaz halde gelişmeye başlar. Meraklı ve oğlunu evlendirmek isteyen annesiyle ve muayenehaneye gelen garip tiplerle başa çıkmaya çalışan Sorgun sonunda kararını ne yönde verecek? Finalini seyircinin belirlediği oyunu Hülya
ve Macit Koper kaleme aldı. Kaçırmamanız gereken bir komedi haline geldi.
29 Kasım 20:00
YER: EGS Kongre ve Kültür Merkezi
Ferhangi Şeyler
Ferhan Şensoy’un 7 Mart 1987’den beri aralıksız oynadığı tek kişilik gösterisi, gündelik herhangi olayların Ferhanca bir mizah penceresinden değerlendirilmesidir.
17 Aralık 20:30
YER: EGS Kongre ve Kültür Merkezi
ŞULE AKAN
PFL 11- A
[email protected]
51
BİLİYOR MUSUNUZ?
*Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bütün gömlekleri beyazdı.
*Türk kahvesinin misafire suyla ikram edilmesi bir Osmanlı geleneğidir. Misafir önce suyu içerse aç olduğu anlaşılır, kendisine yiyecek sunulurdu.
*Galatasaray Kulübünün kurucusu Ali Sami YEN, hakem olarak 14 Fenerbahçe maçı yönetmiştir.
*İnsanların %76’sı bir ürün alırken cüzdanındaki bozuk paraları harcıyorsa
ürünü bedavaya almış hissine kapılıyor.
*Yahudiler, ayinlerinde günahlarını bir erkek keçiye yükler, arınmak için o
erkek keçiyi uçurumdan atarlardı. Dilimize “günah keçisi” deyimi oradan
gelmektedir.
*Dostoyevski en ünlü kitaplarını, içki ve kumar borcunu ödemek için yazmıştır.
*Sosyal ve özel ilişkilerdeki tartışmalar %10 farklı görüşlerden, %90 yanlış
ses tonu kullanımından çıkar.
*Reşat Nuri GÜNTEKİN’in “Çalıkuşu” eseri, Atatürk’ün başucu kitaplarındandı.
*Charlie Chaplin, “Charlie Chaplin’e Kim Daha Çok Benziyor?” yarışmasına
katılmış ve ekrandaki yüzüne diğer yarışmacılardan daha az benzetilmiştir.
*Ağlarken gözyaşı ilk sağ gözden süzülürse sebebi mutluluk, sol gözden
akarsa acıdır.
*Şeker , tuz, fast food sağlığa zararlı. Üzülmeyin; üzüntü hepsinden daha
zararlı. :)
BERK ALTIN
PFL 11-A
baltı[email protected]
52
PİŞKİN OTEL
PİŞKİN TİC. TUR. A.Ş.
Hacikaplanlar Mh. Atatürk Cd. No:10 Pamukkale / Denizli
Tel: 0258 264 5648 - 0258 264 9293-94 Fax: 0258 264 92 95
e-mail: [email protected]
www.piskinotel.com
DEĞERLİ TAŞLAR
AKUAMARİN
En kıymetli taşlardan olması sonucu taklidi en fazla yapılan taşlardan biridir. Şeffaflık derecesi, içinin temizliği ve
renginin koyuluk derecesi taşın değerini arttırır. Solunum yolları rahatsızlıklarına, boğaz ağrılarına, astım ve tiroid
bezi rahatsızlıklarına iyi gelir. Bunun yanında psikolojik faydalar da sağlar. Cesareti ve inancı arttırarak insanı yüreklendirir. Bereket ve uğur taşıdır.
AVENTURİN
Aventurin denildiğinde ilk olarak akla yeşil aventurin gelir; çünkü genellikle yeşil tonlarında bulunur. Fiziksel
güçle canlılığı arttırır. Mutlu hissetmek için kullanılabilecek bir taştır. Kalp sağlığına ve strese karşı olumlu etkileri
vardır.
AZURİT
Farklı yapılarda bulunan bir taştır. Çoğunlukla bakır yataklarında bulunur. Göz yorulmalarına iyi gelir. Eğer sırt
üstü yatıp gözlerinize azurit taşı koyarsanız yarım saat içerisinde faydasını görebilirsiniz. Kişinin duygularını ve
düşüncelerini rahatça ifade edebilmesini sağlarken konuşkanlığı artırır. Düşünceleri berraklaştırır.
ÇEROİT
Yeni bulunan taşlardan biridir. Mor ve lila renkleriyle Ametist’e benzeyen fakat opak olan bir taştır. Duyma bozukluklarına ve baş ağrılarına iyi gelir. Uykusuzluğa da yardımcıdır. Kişideki güven duygusunu arttırır.
FLORİT
Şeffaf ve yarı şeffaf halde bulunabilir. Sarı, kırmızı, yeşil, pembe, mavi, menekşe, mor ve beyaz renklerde olabilir.
Baş ağrılarına iyi gelir. Mutsuzluk ve rahatsız edici düşüncelere karşı destek olur. Düşüncelerin kesinleşmesini sağlar. Konsantrasyonu arttırır ve sezgileri güçlendirir.
GARNET
Sekiz yüzlü ve genellikle kırmızısı bilinen kristaldir. Çeşitli renklerde ve şeffaf, yarı şeffaf halde bulunurlar. Kırmızı
renklisi lal taşı olarak da bilinir. Bedeni kuvvetlendirir ve canlandırır. Bel ağrılarını geçirmeye yardımcı olur.
HAVLİT
Gerçek rengi beyazdır; ancak piyasada maviye boyanmış halini turkuaz adıyla görürüz. Kalsiyum dengesini sağlar.
Diş ve kemikler için olumlu etkileri vardır. Bencilliği kaybettirir. Huzur ve sakinlik verir.
KALSEDON
Kadıköy anlamına gelen kalkedon ismi dolayısıyla Kadıköy taşı olarak da bilinir. Göz ile ilgili problemlerin geçirilmesinde kullanılır. Duygusal dengeyi sağlar. Değişikliklere alışmayı kolaylaştırır. İletişim yeteneğini güçlendirerek
insanların duygu ve düşüncelerini cesurca ifade etmelerini sağlar.
KALSİT
Sertlik derecesi düşük olduğu için takılarda kullanılmaz. Çalışmayan çakraları harekete geçirerek çakraların dengelenmesini sağlar. Ortamdaki negatif enerjiden arınmak için kullanılabilir. Kişinin kendisiyle barışık olmasını sağlayan koruyucu bir taştır. Öğrenme yeteneğini de geliştirir. Bu özelliği ile öğrencilere fayda sağlayabilecek bir taştır.
PERİDOT
Beden ve zihin dengesini sağlar. Doku bozulmalarını engeller. Kalp, pankreas, dalak ve ciğer üzerinde olumlu etkileri vardır. Kaygının azalmasını sağlar. Kişinin yaşam enerjisinin ve canlılığının korunmasına yardımcı olur. Çevreyle iletişimi mükemmelleştirerek kıskançlık, egoistlik ve aşırı duygusallık gibi duyguların kaybedilmesini sağlar.
BEYZA KAYA
PFL 9-B
[email protected]
54
Tel: 258 268 6200 | Faks: 258 268 9700
www.bintat.com.tr
55
Koç ( Aries ) 21 Mart – 20
Nisan: Koçlar ateş grubundadır. Liderlik özlerinde vardır.
Uğurlu renkleri kor
kırmızısı ve nar çiçeğidir. Ayın
başlarında sevgi doludur.
Ayın ortalarında ise gizemli
durumlar gözlemci ve araştırmacı olmaya itecek koçları. Ayın sonunda yapacakları
açıklamaları dosdoğru söylemeli, karışık hale getirmemeliler.
İkizler (Gemini) 21 Mayıs –
21 Haziran: İkizler hava grubundandır. Yardımseverdirler.
Uğurlu renkleri sarı, gri ve
mavidir. Bu ay söyleyeceklerini iyi tartmalılar. Yanlış anlaşılabilirler. Ayın ikinci haftasında herkes bir telaş
içindeyken soğukkanlılıklarını
koruyacaklar. Ayın sonlarında
her şeye itiraz etme eğiliminde olacaklar.
Aslan ( Leo ) 23 Temmuz – 22
Ağustos: Ateş grubundandır.
Plan yapmada doğuştan yeteneklidirler.
Uğurlu renkleri altın sarısı ve
orkidedir. Ayın ilk haftalarında yeni şeyler deneyebilirler.
Ayın ortalarında kararlarını
verirken sezgilerinizle hareket etmeliler. Ayın sonlarına
doğru beklentileri karşılanmayabilir.
Terazi (Libra) 23 Eylül – 23
Ekim: Ateş grubundandır.
Her durumda ölçülü davranır.
Uğurlu renkleri Açık pembe,
açık mavidir. Ayın başlarında
dinlenmek isteyebilirler. Dış
görünüşlerinde değişiklikler
yapabilirler. Hiç huyları
olmamasına rağmen, kibirli
tavırlar sergileyebilirler. Ayın
sonlarında eğitim, bilişim ya
da seyahat gündemde olabilir.
56
Yay (Sagittarius) 23 Kasım 21 Aralık: Ateş grubundandır.
Düşünme üstün yetenekleridir. Uğurlu renkleri mor ve
koyu mavidir. Ayın başlarında
yaptıkları hareketlerle çevrelerindekileri şaşırtabilirler. Ay
ortalarında kendilerine güvenleri artıyor ve ilerlemeleri kolaylaşıyor. Ayın sonunda
çevrelerinden destek ve onay
alabilirler.
Kova (Aquarius) 21 Ocak 18 Şubat: Hava grubundandır. Sağduyuludurlar. Uğurlu
renkleri koyu mavi ve laciverttir. Ayın başlarında Kovalar
şaşırtıcı gelişmelere açıklar.
Ayın ortaları giriştikleri her
işte başarılı olacakları
bir dönem. Ayın son haftasında, tuhaf gelişmeler yaşanabilir. Olayları çok fazla sorgulamamakta fayda var.
Boğa (Taurus) 21 Nisan - 20
Mayıs: Gurubu topraktır. Dost
canlısıdırlar ve koruyucudurlar. Uğurlu renkleri pembe,
gök mavisi ve koyu yeşildir.
Olumlu ilişkiler kurabilecekleri bir ay. Kendilerine zaman
ayırıp dinlenmek isteyebilirler. Çevredekileri farklı bir
gözle görmeye başlayabilirler.
Ayın sonlarında, arkadaşları
Boğalara yardımcı olabilirler. Yengeç (Cancer) 22 Haziran
- 22 Temmuz: Grubu sudur.
Sabırlı ve merhametlidirler.
Uğurlu renkleri beyaz ve gümüş rengidir. Ayın başlarında,
sıcak ve konforlu ortamlarda
vakit geçirmeyi veya evle ilgilenmek isteyebilirler.
Yaratıcılık gerektiren işler
Yengeçleri mutlu edebilir.
Ayın sonlarında, sağlıklarına
önem vermeye başlayacaklar.
Başak (Virgo) 23 Ağustos - 22
Eylül: Toprak grubundadır.
Disiplinlidirler. Uğurlu renkleri sarı, açık mavi ve kobalt
mavisidir. Aya olumlu düşünerek girmeleri durumunda,
her şeyin olumlu gelişeceğine
şahitlik edebilir Başaklar. Ayın
son on günü, sözlerinde durmakta ya da randevularına
yetişmekte zorlanabilirler.
Akrep (Scorpio) 24 Ekim - 22
Kasım: Su grubundandır. Sezgileri çok kuvvetlidir. Uğurlu
renkleri kor kırmızısı ve siyahtır. Başardıkları şeyler, Akreplerde koşturarak sevinçlerini paylaşmak veya etrafındakileri neşelendirmek
istemelerine yol açabilir. Ayın
sonlarında yaşadıkları yerdeki sorunları çözmek isteyebilirler.
Oğlak (Capricorn) 22 Aralık 20 Ocak: Toprak grubundandır. Kararlarının arkasında dik
durur. Uğurlu renkleri kurşuni, koyu kahverengidir. Endişeli ruh halleri, sağlamcılıkları ilerlemelerini engelliyor
olabilir. Ay ortalarında planlar
yapabilirler.
Ayın sonlarında sabırlarının
sınanması söz konusu olabilir.
Yalnız kalmak isteyebilirler.
Balık (Pisces) 19 Şubat - 20
Mart: Grubu sudur. Şefkatlidir. Uğurlu renkleri yeşil, gümüş rengidir.
Bu ay bazı konularda ilerleme
sağlayabilirler. Katılacakları
aktivitelerde yaratıcılıkların gösterme
fırsatı bulabilirler. Ancak ayın
sonlarında, hayallere dalabilirler. Yanıltıcı durumlara karşı
tedbirli olmalılar.
58
59
60
61
62
63
64

Benzer belgeler