Untitled - Eurasian Journal of Family Medicine

Transkript

Euras J Fam Med
EURASIAN JOURNAL OF FAMILY MEDICINE
Avrasya Aile Hekimliği Dergisi
VOLUME CİLT 2 • YEAR YIL 2013 • SUPPLEMENT EK 2 • DECEMBER ARALIK 2013
ISSN: 2147-3161
ABSTRACTS OF THE 4. CONGRESS OF FAMILY MEDICINE WITH INTERNATIONAL CONTRIBUTION
4. ULUSLARARASI KATILIMLI AİLE HEKİMLİĞİ KONGRESİ BİLDİRİ KİTABI
Euras J Fam Med
EURASIAN JOURNAL OF FAMILY MEDICINE
Avrasya Aile Hekimliği Dergisi
VOLUME CİLT 2 • YEAR YIL 2013 • SUPPLEMENT EK 2 • DECEMBER ARALIK 2013
ISSN: 2147-3161
PUBLISHED THREE TIMES A YEAR
Editor-in-Chief
H. Nezih Dağdeviren
Editors
Zekeriya Aktürk
Mehmet Ungan
Serdar Öztora
Ayşe Çaylan
Erdem Birgül
Necdet Süt (Biostatistics Editor)
International Editorial Board
Amanda Barnard (Australia)
Amanda Howe (UK)
Ayfer Gemalmaz (Türkiye)
Bruce LW. Sparks (South Africa)
Chris van Weel (Netherlands)
Christos Lionis (Greece)
Daniel M. Thuraiappah (Malaysia)
Davorina Petek (Slovenia)
Denis Puchain (France)
Dilek Toprak (Türkiye)
Eliezer Alkalay (Israel)
Ersin Akpınar (Turkey)
Esra Saatçi (Türkiye)
Faisal A. Latif Alnasir (Kingdom of Bahrain)
Ferdinando Petrazuoci (Italy)
Füsun Ersoy (Türkiye)
Garth Manning (Thailand)
Howard Tandeter (Israel)
Igor Svab (Slovenia)
Iona Heath (UK)
İlhami Ünlüoğlu (Türkiye)
İsmail Hamdi Kara (Türkiye)
Joao Sequiera Carlos (Portugal)
Johan Wens (Belgium)
John Murtagh (Australia)
Owner: H. Nezih Dağdeviren (On Behalf of ESFAM)
José Miguel Bueno Ortiz (Spain)
Luc Martinez (France)
Luis Pisco (Portugal)
Kamile Marakoğlu (Turkey)
Karen M. Flegg (Australia)
Marius Marginean (Romania)
Mehmet Uğurlu (Türkiye)
Michael Kidd (Australia)
Murat Ünalacak (Türkiye)
Mümtaz Mazıcıoğlu (Türkiye)
Nabil Alkurashi (Saudi Arabia)
Paul Van Royen (Belgium)
Peter Kotanyi (Hungary)
Pinar Topsever (Türkiye)
Richard Hobs (UK)
Richard Roberts (USA)
Sarah Larkins (Australia)
Süleyman Görpelioğlu (Türkiye)
Teresa Pawlikowska (UK)
Tuncay Müge Alvur (Türkiye)
Turan Set (Türkiye)
Valentina Madjova (Bulgaria)
Wesley Fabb (Australia)
Young-Sik Kim (Korea)
Zorayda E. Leopando (Philippines)
Responsible Managing Editor: Serdar Öztora
Editorial Office:
Trakya University Medical Faculty, Department of Family Medicine (Aile Hekimligi),
Balkan Campus, 22030, Edirne, Türkiye
Printed in:
Trakya University Press, Edirne, Turkey
Indexed in:
Index Copernicus International
Turkiye Citation Index
Euras J Fam Med
ORAL PRESENTATIONS
SÖZLÜ BİLDİRİLER
Euras J Fam Med 2013; (Suppl 2): S1
[ABSTRACT:0003]
Babak Nakhostin
Roohi, Aghdas
Sojudi, Mahdi
Khorshidi Hosseni
Ardabil Branch, Islamic
Azad University,
Ardabil, Iran
Magnitude of the smoking problem, knowledge, attitude and practice among family
members of primary school students
OBJECTIVE: The purpose of this study was to collect baseline information about the magnitude of the
smoking problem, knowledge, attitude and practice, among family members of primary school
students in the northwest region of Iran.
METHOD: Of 55680 primary school students (the 3th, 4th and 5th grades), 7.1% of them (n=3954)
were selected using randomized multi-stage cluster sampling. Data collection was conducted in April,
May and June 2011, by means of self-administered two-page questionnaire.
CONCLUSION: A total of 3954 students (57.6% boys and 42.3% girls) with a mean age of 10.46±1.09
years were evaluated. According our data, prevalence of cigarette smoking among fathers was more
than other family members (27.1% versus 17.8%) whereas the prevalence of waterpipe smoking
among fathers and other family members was almost similar (9.2% and 9.7% respectively). None of
smoking type was prevalent among mothers (cigarette: 1% and waterpipe: 1.1%). Considerable
numbers of all understudy students had been exposed to secondhand smoke at home (cigarette: 19.8%
and waterpipe: 7.7%).
DISCUSSION: Considering our study findings, two recommended procedures to prevail the problem
are to provide greater of education about hazards of tobacco consumption among students and their
family; and to legislate new laws by officials for ban of tobacco use at home.
KEYWORDS: Smoking, family members, waterpipe, cigarette.
[ABSTRACT:0005]
AHBS Bilgisayar programlarının geliştirilmesinin aile hekimlerinin erişkin bağışıklama
oranlarına katkısı
Fikret Kurt1,
Faruk Şahin1,
Emine Neşe Yeniçeri2
AMAÇ: Bilgisayar programcıları ile hekimlerin birlikte ortaya koydukları çalışmalarla tıp alanında
çok ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu çalışmada da Aile Hekimlerinin kullandığı bir AHBS
programına eklenen bir sorgulama modülü ile erişkinlerde yapılan aşılama sayılarının artırılması
planlanmıştır.
1Muğla
Merkez 12 No'lu
ASM
2Muğla Halk Sağlığı
Müdürlüğü Bulaşıcı
Olmayan Hastalıklar
Şube Müdürlüğü
YÖNTEM: Çalışmada bir AHBS programına eklenen bir sorgulama modülü ile poliklinik için hekime
başvuran 65 yaş üstü erişkinlere geriye dönük belirlenen periyotlar içinde, bilgileri girilen erişkin
aşısının yapılıp yapılmadığı sorgulanmakta ve yapılmadı ise o kişinin reçetesine belirtilen aşıyı ekleme
konusunda hatırlatma yapmaktadır. Bu çalışmada Muğla ili 48.01.026 No’lu AHB’ye Türkiye’de
influenza aşılama dönemi olarak kabul edilen 01.09.2011-31.12.2011 dönemi ile AHBS programına
sorgulama modülünün eklendiği 01.09.2012-31.12.2012 dönemi verileri karşılaştırılmıştır.
SONUÇ: 01.09.2011-31.12.2011 tarihleri arasında aynı birime 1730 kişi başvurmuştur (mükerrer
kayıtlar çıkarılmıştır).1730 kişiden 514(29.71)’ü 65 yaş üzerinde olup, bu kişilerin 204 (%39.69) ’üne
influenza aşısı yapılmıştır. Yine aynı birime 01.09.2012-31.12.2012 tarihleri arasında 1808 kişi
başvurmuştur(mükerrer kayıtlar çıkarılmıştır).1808 kişiden 625(%34.56)’i 65 yaş üzerinde olup bu
kişilerin 598 (%95.68)’ine influenza aşısı yapılmıştır.Bu çalışmada 01.09.2012-31.12.2012 döneminde
AHBS programına ‘65 yaş üstü erişkin bağışıklama programı’ sorgulama modülünün eklenmesinin
influenza aşılama oranını önemli ölçüde artırdığı saptanmıştır.
TARTIŞMA: Influenza aşılamasının, influenzaya bağlı hastalıklara karşı en etkili yöntem olmasına
karşın birçok toplumda aşılama oranları optimal düzeyde değildir. Bilgisayar programı kullanılarak
hekimlere hatırlatma yöntemi ile aşılama oranları artırılabilmektedir. Bu çalışma ile bilgisayar
programcılığının tıp alanındaki önemi bir kez daha gösterilmiştir. Fakat bu sorgulama modülünün her
AHBS programında olmaması, modülün programda kullanıcı tarafından aktive edilmesinin çok yaygın
olmaması, sorgulama modüllerinin eksik yönlerinin de geliştirilmesi gerektiği ve bu modülün aile
hekimleri tarafından daha çok kullanılabilmesi amacıyla farkındalık çalışmalarının yapılması gerektiği
düşünülmektedir. Program şu an tek bir AHBS firması tarafından kullanılabilmektedir. Hatta yine
bilgisayar programcıları ile ortak hareketle Kronik Hastalığı olanlarda da yaş sınırı olmaksızın aynı
modülde hatırlatma sorguları eklenmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: AHBS programı, erişkin bağışıklama programı, influenza, aşılama.
Şekil 1: SOrgulama ekranı görüntüsü
[ABSTRACT:0019]
Rafaqat Bota
Dow Medical College,
Karachi, Pakistan
Skin cancer knowledge and sun protection behaviors in medical and non-medical university
students in Karachi, Pakistan
OBJECTIVE: To examine skin cancer knowledge and sun protection behaviors in medical and nonmedical university students in Karachi, Pakistan.
METHODS: We surveyed 768 students (16-27 years) at two large public sector universities (401
medical students and 367 non-medical students) in Karachi, Pakistan. Survey data were collected
regarding skin cancer knowledge and sun protection behaviors. Differences between the 2 groups were
compared with chi-squared test.
RESULTS: Of all the respondents, sun exposure as a risk factor for skin cancer was identified by
77.7%, genetics by 44%, ultraviolet radiation by 87.1%, multiple skin moles by 19.1% and fair
complexion by 27.7%. Knowledge of risk factors was greater among the medical students as compared
to the non-medical students. Of the total, 56% of the participants ‘always’ wears sun-protective
clothing, 41.4% ‘always’ wears hat/dupatta, 13.2% ‘always’ seeks shade, 10.5% ‘always’ wears sun
glasses, and 27.9% ‘always or most of times’ apply sunscreen with sun protection factor of >= 15. The
most frequent method of sun protection was found to be wearing sun-protective clothing, which was
significantly more common among the medical students (64.1% vs 47.1%, p<.001); while wearing of
sun-glasses was significantly more common among the non-medical students (15.8% vs 5.7%, p<.
001). In terms of the wearing of hat/dupatta, seeking shade and wearing sunscreen, no significant
difference was evident between medical and non-medical students.
CONCLUSION: University programs for increasing knowledge of skin cancer risk are warranted.
Changing attitude and behaviors regarding exposure and protective measures is increasingly important.
KEYWORDS: Skin cancer knowledge, sun protection behavior, medical students, non-medical
students, Pakistan.
[ABSTRACT:0027]
Almoutaz Alkhier
Ahmed
Department of primary
health care, National
Guard Health Affairs WR
Screening and evaluation of risk factors for cardiovascular diseases among Saudi diabetic
patients attending primary health care service
BACKGROUND: Cardiovascular disease is currently the primary cause of morbidity and mortality in
patients with diabetes. For each risk factor present, the risk of cardiovascular death is about three times
greater in people with diabetes than people without diabetes.
OBJECTIVES: To determine the risk factors for cardiovascular disease among patients with type 2
diabetes and stratify the patients into risk categories to develop coronary arteries disease (CAD) based
on the British Joint Societies risk chart and to assess the awareness and implementation of the risk
assessment charts by primary care physicians
METHODS: Cross sectional study was designed. Sixty six diabetic patients were selected randomly by
simple selection, from them 29 were males and 37 were females. Patients' Medical records were
reviewed. The following parameters were detected; blood pressure, lipid profile, weight, height,
smoking and degree of glycemic control. A questionnaire was designed and distributed to randomly
selected physicians working in primary health care assessed their awareness and implementation of
risk assessment charts.
RESULTS: Uncontrolled diabetes was found to be the common risk factor followed by uncontrolled
lipid profile, obesity, uncontrolled systolic blood pressure and smoking. Seven percent of male group
felled in highest risk group in compare with 1% in female group (p<0.05),while 31% in male group
felled in mild risk group in comparison with 90% in female group (p<0.05). Sixty two percent in male
group felled in high risk group in comparison with 9% in female group (p<0.05). Criteria for ranking
in risk class differed between male and female group. Twenty nine physicians out of forty one were
responded to the questionnaire. Twenty two informed that they were aware about risk assessment score
systems. Fourteen physicians informed that they were aware about the BJSs charts but only two
informed that they had used it to assess their patients.
CONCLUSION: Clustering of multi risk factors is a serious event which may raise the risk category of
diabetic patients. For each risk category, the risk factors may differed between male and female
patients. More studies are recommended to study distribution of risk factors between male and female
diabetic patients. Attention should be directed towards raising the awareness about the risk assessment
scoring system and encouraging physicians to use it.
KEYWORDS: Diabetes type 2, risk chart, coronary artery disease.
[ABSTRACT:0028]
Lost and found: the accessory spleen
Calin Bumbulut1,
Andrei Bumbulut2,
Andrea Oprea3
OBJECTIVE: An accessory spleen is an incidental finding of no clinical significance in most patients.
Ultrasound is a widely available, noninvasive, and useful means of diagnosing splenic abnormalities.
1Medical
METHOD: We present an ultrasound detected case of accessory spleen in splenic hilum, at a 56-year
woman with macrocytic anemia; the investigation was performed in our practice. Ultrasound control,
performed 10 months later, kept the previous characteristics.
Civil Society dr
Bumbuluţ-dr Balaj, Satu
Mare, România
2Faculty of Medicine and
Pharmacy, Oradea
University, România
3Faculty of Medicine,
Iuliu Haţieganu
University of Medicine
and Pharmacy, Cluj
Napoca, România
CONCLUSIONS: Ultrasound in family medicine practice proves to be a very useful method, cost,
availability, patient compliance and the results are arguments to equip family physicians with this
imaging technique. Ultrasound is a tool widely available, noninvasive and useful for the diagnosis of
splenic abnormalities. Accessory spleen is a diagnosis that should be considered in clinical situations
such as the one presented here. Pathologic processes affecting the spleen also affect the accessory
spleen, indicating that they have the same developmental origin. As it poses no danger, accurate
diagnosis is necessary to avoid unnecessary treatment.
DISCUSSION: Accessory spleen is present in 16% of patients undergoing contrast-enhanced
abdominal tomography. Their most frequent location (22%) is posteromedial to the spleen;
anterolateral to the upper pole of the left kidney; and lateral, posterior, and superior to the tail of the
pancreas, respectively. In a study, on patients referred for splenectomy, preoperative CT scan detected
AS in 19% of cases, postoperative were found in 22%, in conclusion Accessory spleen can be readily
detected at laparoscopy in the vicinity of the spleen; preoperative CT scan for their detection and
localization may not be necessary. However, one should keep in mind that multiple accessory spleens
may be found in one person and detected by ultrasound. In these special cases CT should be taken into
consideration. Ultrasonography is a widely available, noninvasive, and useful means of diagnosing
splenic abnormalities. A combination of ultrasonic characteristics and clinical data may provide an
accurate diagnosis. If the US appearance alone is not enough, US may also be used to guide biopsy of
suspicious lesions.
Conflict of interest: The authors who have taken part in this study declared that they do not have
anything to disclose regarding funding or conflict of interest with respect to this manuscript.
KEYWORDS: Accessory spleens, diagnosis, abdominal CT, ultrasonography.
Accessory Spleen
S = spleen, SA = accessory spleen, RS = left kidney.
[ABSTRACT:0029]
Calin Bumbulut1,
Constantin Carstea2,
Viorel Radulescu3
1Professional,
Scientific& Medical
Education Department,
Romanian College of
Physicians
2Economic-Social
Department & Health
Insurances, Romanian
College of Physicians
3Department of
Administrative &
Financial-Accounting
Activities, Romanian
College of Physicians
Romanian college of physicians: national report
OBJECTIVE: Presentation of Romanian College of Physicians (RCP), a non-governmental association
in autonomous relationship to any public authority; together with the Romanian Ministry of Health, the
RCP is a competent authority in regulating the medical practice in Romania.
METHOD: Description of RCP role, management, members, goals, relations with other organisations;
situation of GP in Romania, relations with National Insurance Health House, role of GP in Romanian
healthcare system, free practice, remuneration, training and residency, specialisation of FM/GM,
situation after joining EU.
CONCLUSIONS: General medical practice should and can exist on two different levels within the
European countries: either as “basic specific training in GP” or as “specialist”. The free practice is
possible only for the members of the RCP. Romanian GPs are medical specialists in Family Medicine
on the same level as other specialists since 1992. The specialisation of family medicine is equal to the
other medical specialties and should be recognised as such by EU legislation, and primary care should
be considered as a part of health care systems like all others. If we all are going to reach a consensus
on a european curriculum of specialisation in Family Medicine/General Practice, as we are keen,
included in the Professional Qualifications Directive, well, this is going to be a great succes and a
deserved reward for our profession.
DISCUSSION: The RCP has, as its main activity object, the control and supervision of the medical
profession, the application of laws and regulations that rule the liberal exercise of the profession,
representing the interests of its members, the overall of the romanian physicians, keeping and
strengthening their prestige in society. The family physician is the patient's buffer and first contact with
the healthcare system. Most GPs are independent managers and some of them are working in a
partnership or in group practices. The Romanian residency training program takes three years. This
training became mandatory in Family Medicine training after 1993. EU membership in 2007 has
meant for our country a massive loss of specialists, one third of whom were family physicians.
Conflict of interest: The authors declared that they do not have anything to disclose regarding funding,
all three are members in Executive Bureau of RCP which is presented.
KEYWORDS: Non-governmental association, competent authority, family medicine, training,
specialisation
[ABSTRACT:0034]
Management of depression in primary care
Enda Murphy
The WHO recognizes depression as the 2nd largest health concern in the world today. 80% of people
who experience depression will have their GP as their only health resource. This is particularly true in
rural practice where access to mental health services is limited
Successful treatment of depression depends on a holistic combination of lifestyle changes,
pharmacotherapy and psychotherapy best delivered at primary care level.
In order to have relevance for patients, these treatment principles must be translated into each
country’s cultural ideology in order for prejudices to be overcome and for ‘best practice’ guidelines to
be accepted.
This presentation will look at how National Institute of Clinical Excellence (NICE) treatment
strategies can be successfully and easily translated into different Cultural settings leading to very
positive outcomes.
Participants are also invited to bring along case histories for discussion regarding diagnosis and
treatment with the author both at and after the workshop.
General Practitioner
Training Scheme, Health
Service Executive,
Dublin, Ireland
KEYWORDS: Depression, treatment, primary care.
[ABSTRACT:0036]
Enda Murphy
General Practitioner
Training Scheme, Health
Service Executive,
Dublin,Ireland
The practical application of cognitive behavior therapy in general physician’s clinical
practice
The National Institute for Clinical Excellence (NICE) has stated that, for the common mental health
problems that present to General Practitioners, Cognitive Behaviour Therapy (CBT) is the main
evidence-based psychological treatment recommended.
Studies have shown that depression and anxiety account for 93% of the mental health issues seen by
General Practitioners/Primary Care physicians. Unfortunately,very few GP's have received training in
practical psycho therapeutic techniques.
Evidence shows that a simple CBT model can be as effective as the full CBT package and NICE
recommends training for GP's in brief CBT techniques which can be used within the constraints
encountered in a busy primary care setting.
This workshop will focus on providing participants with an insight into how CBT works in practice
along with giving practical skills which can be used by GP/Primary care physicians in the treatment of
panic attacks, anxiety and depression.
Participants are invited to bring along case histories for discussion both in the workshop and after
wards with the presenter.
KEYWORDS: Cognitive behaviour therapy. primary care
[ABSTRACT:0052]
Postherpetik pelvik ağrı: olgu sunumu
Tijen Acarkan,
Hüseyin Nazlıkul
OLGU: 38 yaşında kadın hasta. Vajina ve klitoral bölgede yoğun olmak üzere tüm genital bölgede
şiddetli ağrı. 1 yıl önce geçirilen Herpes simpleks tip 2 enfeksiyonu ile başlayan, lezyonların
iyileşmesine rağmen gelişen nevralji tipi pelvik ağrı. Ağrı tüm pelvis tabanında tarif ediliyor; vajina ve
klitoral bölgede yoğun, devamlı karakterde ve her çeşit ağrı tedavi ajanlarına dirençli.
Özel muayenehane,
İstanbul
FİZİK MUAYENE: 165 cm 55 kg. Şiddetli ağrı sebebi ile sorulara zor cevap veriyor. Cildi ıslak, nemli
ve soluk. Ağrıdan kaynaklı uykusuzluk ve yemek yiyememe sebebi ile kilo kaybı tarif eden hastanın
batın serbest, suprapubik bölge ile başlayan hassasiyeti ve dehidrate görüntüsü mevcut. Bakışları
kaygılı, tedirgin ve yorgun. Solunum sistemi, kardiyovasküler sistem, gastrointestinal sistemde özellik
yok.
TANI: Postherpatik nevralji (pelvialji)
UYGULANAN TEDAVİ: Nöralterapi, akupunktur, manyetik alan kombinasyonu. Nöralterapi %1'lik
lidokain ile yapılan bir enjeksiyon yöntemidir. Torakal 9'dan sakral 5'e kadar quadel enjeksiyonları,
bilateral lumbal 2 trunkus blokajı, pleksus uterovaginalis, sakral epidural, bilateral gangliyon impar
enjeksiyonu ile yapılan nöralterapi yöntemine, kulak akupunkturu ve manyetik alan tedavisi ile sumatif
bir sonuç elde edilmiştir.
SONUÇ: İlk seans sonrasında ağrılarında %50 azalma, 5. tedavisi sonrasında ağrıları tamamen ortadan
kalktı. Bir yıl takibinde nevraljisi tekrarlamadı.
YORUM: -40ile -90 mV'luk sağlıklı hücre dinlenme potansiyeli hastalanan hücrede düşer ve ileti
kaybolur. Tüm lokal anestezik maddeler hücre aksiyon potansiyelini -290 mVoltluk gücü ile hücreyi
hiperpolarize eder ve yeniden -40ile -90 mV'a yani ileti yapabileceği potansiyele ulaşır; hücreyi
yeniden çalışır hale getirir. Lokal anestezik maddeler ile sağlanan bu ileti regülasyonu ilgili segmente
yapılan quadellar ve segmentin innervasyonunu sağlayan gangliyon uyarısı ile ilgili vakada olduğu
gibi pelvis bölgesinin vejetatif sinir sistemi inervasyonu, perfüzyonu ve lenfatik sirkülasyonu
düzenlenerek; sempatik inervasyonunu L2-4 ve parasempatik inervasyonunu S2-4 seviyesinden alan
pelvisin otonom liflerine yerleşmiş olan Herpes Simpleks virüsünün postenflamatuar süreçte yarattığı
vejetatif disfonksiyona bağlı nevralji tablosu, nöralterapi enjeksiyonları sayesinde regüle olmuştur.
TARTIŞMA: Nöralterapi bedenimizdeki 500 bin km'lik vejetatif sinir sisteminin regülasyonunu
sağlayan ve her türlü tedavi ile kombine kullanılabilen modern çağın tedavi yöntemidir.
ANAHTAR KELİMELER: Akupunktur, alternatif tedavi, ağrı, nevralji, nöralterapi, nelvik ağrı,
tamamlayıcı tıp.
[ABSTRACT:0054]
Hüseyin Nazlıkul1,
Demet Erdoğan2
1Muayenehane
Hekimi,
Fulya- İstanbul
2Muayenehane Hekimi,
4. Levent - İstanbul
Dirençli migren vakalarında akupunktur ve nöralterapi ile çözüm mümkün mü?
Migren, ataklar halinde ortaya çıkan bir baş ağrısı türüdür. Ataklar 4 saat ile 72 saat arasında sürebilir.
Ataklar arasında kişi kendini tamamıyla normal hisseder ancak bir sonraki atağın endişesi içindedir.
Migren, hem kişinin kendisi hem de yakınlarının yaşam kalitesini bozan bir sağlık sorunudur. İş gücü
kaybı nedeniyle de ülke ekonomisine de yük getirmektedir. Migren tedavisinde gelişmeler olsa da
ilaçlar çoğunlukla semptomatik tedavidir ve ağrıyı an itibarıyla ortadan kaldırmakta ancak atakları
tamamıyla yok edememektedir. Komplementer tıp ile migrene yaklaşım sebebe yöneliktir. Amaç
migren şikayetlerini ortaya çıkaran nedeni bulmak, onu etkisizleştirmek, regüle etmek diğer bir deyişle
dengelemektir.
Kullanılan Tamamlayıcı Tıp Yöntemleri::
• NÖRALTERAPİ: Terim olarak, vücudun kendi nörovejetatif sistemini kullanarak etkili olan bir
tedaviyi ifade eder. Bu yöntemde lokal anestezikler (% 0,5-1 lidokain) kullanılır. Nöralterapi modern
bir regülasyon tedavisidir. Modern tıp ile doğal tamamlayıcı tedaviler arasında bir köprü oluşturur.
Kullanılan lokal anestezik ve uygulama teknikleri ile modern tıp ile yakın dururken, tanı ve tedavide
bütünsel bakış açısı ile de bir tamamlayıcı tıp yöntemidir. Her türlü tedavi ile kombine olarak
kullanılabilir. Mevcut klinik çalışmalar ve olgu sunumları akut ve kronik ağrıda, fonksiyonel
hastalıklarda, CRPS gibi vejetatif rahatsızlıklarda ve kronik inflamasyonda etkili olduğunu
göstermektedir.
• AKUPUNKTUR: Ağrı yolakları üzerinde etkisi olduğu özellikle de başağrıları üzerinde etili olduğu
hakkında pek çok yayın bulunmaktadır.Akupunktur’un bilinen başlıca etkileri; ağrı giderici –
analjezik, homeostazis, sedasyon yapıcı, gevşeme sağlayıcı, immün modülatör ve vasodilatasyon
yapıcı etkileri olarak sayılabilir.
• FİTOTERAPİ: Bugün modern fitoterapide ilaç haline getirilmiş fitoterapötikler kullanılmaktadır.
Tıbbi fitoterapide standardize edilmiş etkisi kanıtlanmış, ilaç haline getirilmiş bitki preparatları
kullanılmaktadır.Akupunktur ve nöralterapi ile dirençli migren vakalarında başarılı sonuçlar almak
mümkündür. Bunlara ek olarak fitoterapik preparatların kullanımı da mümkündür.
ANAHTAR KELİMELER: Migren, akupunktur, nöralterapi.
[ABSTRACT:0057]
Aile hekimlerinin aile danışmanlığı uygulamaları ile ilgili görüşleri
Kenan Taştan1,
Turan Set1,
Yasemin Çayır1,
Zeliha Cansever2
AMAÇ: Bu çalışmada Türkiye’deki aile hekimlerinin, aile danışmanlığı ile ilgili görüşlerinin
değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
1Atatürk
Üniversitesi,
Tıp Fakültesi Aile
Hekimliği Anabilim
Dalı, Erzurum
2Atatürk Üniversitesi,
Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi
Anabilim Dalı, Erzurum
YÖNTEM: Çalışma Haziran 2013 tarihinde Türkiye’deki aile hekimleri arasında kesitsel olarak
yapıldı. Araştırmacılar tarafından geliştirilen, aile hekimlerinin demografik özelliklerini ve aile
danışmanlığı ile ilgili görüşlerini sorgulayan anket katılımcılara internet üzerinden uygulandı. Toplam
421 katılımcının sonucu analiz edildi.
BULGULAR: Katılımcıların yaş ortalaması 41,7±7,2 yıldı. Cinsiyet dağılımı %67,1’i erkek (n=281)
ve %32,9’u kadın (n=138) şeklindeydi. Katılımcıların %79,0’u (n=324) aile hekimlerinin aile
danışmanlığı eğitimi almaları gerektiğini, %21,0’i (n=86) bu eğitimin alınmasının gerekmediğini
belirtti. “Aile hekimleri aile danışmanlığı hizmeti sunmalı mı?” sorusuna katılımcıların %65,1’i
(n=269) evet cevabını verirken, %34,9’u (n=144) hayır cevabı verdi. “Aile danışmanlığı eğitimi
alanlara pozitif performans uygulanmalı mı?” sorusuna ise katılımcıların %75,7’si (n=312) evet,
%24,3’ü (n=100) hayır dedi. Katılımcılara “Belli sayıda aile hekiminin nüfusuna hizmet vermek üzere
aile danışmanları tahsis edilmeli mi?” diye sorulduğunda ise %85,8’i (n=356) evet derken, %14,2’si
(n=59) hayır cevabını verdi (Grafik 1).
TARTIŞMA: Aile hekimlerinin çoğunluğu aile danışmanlığı eğitimi alınması gerektiğini ve aile
danışmanlığı hizmetini de kendilerinin vermesi gerektiğini düşünmektedirler. Bu durum aile içi
problemlerine yeterli çözüm üretememelerine bağlı olabilir. Aile hekimleri aile danışmanlığı hizmetini
sunmaları halinde pozitif performansa yansıması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu durum aile
danışmanlığı gibi kapsamlı bir konuyla ilgilenmek zorunda kalmalarının bir karşılığı olması
gerektiğini düşündüklerini göstermektedir. Katılımcılar, aile danışmanlarının istihdam edilmesini
gerektiğini düşünmektedirler. Aile içi problemlerin giderek artması aile hekimlerinin bu konudaki iş
yükünü artırmıştır. Bu nedenle belirli sayıda nüfusa aile danışmanlarının tahsis edilmesi, hem aile
hekimlerinin iş yükünü azaltacak, hem de aile danışmanlığı konularında profesyonel destek sağlanmış
olacaktır.
SONUÇ: Aile danışmanlığı konusunda eğitim almak isteyen aile hekimlerine eğitim verilmesi ve
sundukları hizmetin pozitif performansa yansıması bu hizmetin daha etkin verilmesine katkıda
bulunabilir. Ayrıca nüfusa göre aile danışmanı istihdam edilmesi bu hizmetin daha yaygın ve etkili
olarak verilmesi açısından faydalı olacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: Aile hekimi, aile danışmanlığı, eğitim.
Grafik: Aile hekimlerinin aile danışmanlığı ile ilgili görüşleri
POSTER PRESENTATIONS
POSTER BİLDİRİLER
[ABSTRACT:0009]
Study of relationship between prenatal care and demographic characteristics of pregnants
Nasrin Aliramaei,
Simin Nazarian
Nazarian, Ladan
Teyfori Teyfori
INTRODUCTION: During the past 20 years, new technology has been introduced to assess the fetus
ante partum, including electronic fetal monitoring, sonography and amniocentesis, with the fetus
emerging as a patient in utero. Prevention of morbidity as well as mortality is now the goal.
The goal of prenatal care is to help the mother maintain her well-being and achieve a healthy out come
for herself and her infant.
Faculty of Nursing and
midwifery-Kurdistan
University of medical
science -Sanandaj
METHODS: This research was a descriptive and analytical study. The research community includes
pregnant women referred to somaie center.The data collecting based on goals and easy method. The
questionnaires were filled out through interview and analyzed using the statistical softeware SPSS.
RESULTS: The obtained results showed that most of the units under study (high school) 32.8%,
homemaker 95.5%, under 18 years married 43.3%.The most refer were the first trimester.There was a
significant statistical relationship between age married,age less 35 years, level of educational husbands
with prenatal care.
DISCUSSION: Pregnant women had been difficulties such as nausea and vomiting, burning,
constipation, back pain, increase vaginal secretion, efficacy of prenatal care also depends on the
quality of care provided by the caretaker.
KEYWORDS: Prenatal care, pregnant, women.
[ABSTRACT:0010]
Nasrin Aliramaei1,
Kian Zobeiry2
1Faculty
of nursing and
midwifery-Kurdistan
University of medical
science - Sanandaj
2Iran
university of
medical science-Tehran
Body mass index associated with the number of pregnancies in women referred to health
centers Sanandaj
INTRODUCTION:. Obesity is created for any reason, should be treated as a chronic disease. Based on
results of research conducted, the most appropriate body mass index is below 25. Pregnant women are
considered among the most vulnerable groups of any population. Pregnant women are suffering from a
variety of problems during the ninth month of pregnancy. Most discomfort caused by physical and
physiological changes of pregnancy.
METHODS: This is a descriptive – analytical research and researcher had chosen the research
environment as cluster sampling method geographically. Information was gathered through a
questionnaire made, regular interview and measured weight and height of 300 women referred to
health centers.
RESULTS: Results showed BMI was 47% overweight and 24% obesity and severe obesity. Were only
7.1% low-weight. There was also significant correlation between BMI with age and parity. The
majority of women age with 26.7% was between 25-20 years and the most of them were married
(90.3%). Their job housewife (80%). Majority with 39.7% had primary education up to sixth. With
66.3% did not mention a specific disease. Results also showed with 69.7% number of pregnancies was
2-1 times.
DISCUSSION: Today, with the emphasis on population control and birth limitation, gradually the role
of women have been less important in the family collection of children, increasing family size.
According to these results, 47% of women were overweight, and 24% were obese and severely obese.
Due to poor awareness of pregnant women seems necessary development and execution of educational
programs and prenatal care.
KEYWORDS: Body mass index, number of pregnancies.
[ABSTRACT:0011]
Nasrin Aliramaei1,
Kian Zobeiry2
1Faculty
of Nursing and
Midwifery- Kurdistan
University of Medical
Science, Sanandaj, Iran
2Iran University of
Medical Science, Tehran,
Iran.
Prevalence of diabetes and hypertension and its association with depression in the elderly
retired employees in Sanandaj City, Iran
INTRODUCTION: One of the major problems threatening the elderly and their families is mental
health disorders. Stress in the elderly make their quality of life is being torn apart. Also, people with
chronic disease at high risk of depression, which often responds to treatment. Reduced social support
from family and community is one of the risk factors for depression
METHODS: This descriptive study, an analysis and includes all employees were aged over 65 years of
age. Environmental Research Institute retirees were included. The purpose of sampling and censusa
and 384 patients were enrolled with their desire. Data gathered by questionnaire in two parts: Part I;14
questions characterize and profile Hamilton Depression test with 24 questions.For data analysis using
computer software SPSS of descriptive and inferential statistics were used and X2.
RESULTS: Results showed the majority were male (91.9%) with the majority of the 35.9% age
(80-76) years. Also, 26% had disease; the majority of 40.2% with heart disease and high blood
pressure, and 29.9% had diabetes. 43.5% in depressed border and 28.6% depression, and only 4.2%
had severe depression. Between depression and age, sex was a significant relationship but with
diabetes and high blood pressure p= 0.002, relationship was no significant.
DISCUSSION: The results showed that among 384 elderly depression existe since population aging is
going to and to create new issues psychological and physical diseases such as diabetes have high blood
pressure and identify the causes and factors to be considered.
KEYWORDS: Depression, diabetes, high blood pressure, elderly.
[ABSTRACT:0012]
Roxana Yaghmaei,
Farokh Rad
Kurdistan University of
Medical Science,
Sanandaj, Iran
Evaluation of women with hirsutism in dermatology clinic in Sanandaj in 2 year period
INTRODUCTION: Determination of the causes of hirsutism in hirsute patients who referred to
dermatologic clinic in Sanandaj from 2003 till the end of 2004. Hirsutism is the growth of coarse
terminal hair in a male pattern distribution in females.
METHODS: This is a cross sectional study comprising 180 hirsute patients in Sanandaj, (2003-2004).
The method of sampling was census and the data were collected by use of questionnaires. The patients
were interviewed and examined. Relevant tests and sonography of ovaries were requested. The data
collected, were analyzed by means of SPSS and chi square tests.
RESULTS: Menstrual irregularities, acne vulgaris, family history of hirsutism and hair loss were
detected in 36.1%, 37.7%, 47.8% and 26.7% of the patients, respectively. Regarding Para clinical
Tests, high serum levels of testosterone, prolactin, DHEA-SO4 were detected in 15%, 6%, 11%
respectively and 3% of patients had high urine level of cortisol. 62.7% of patients had mild hirsutism,
chin was the most common site of involvement (47.7%). No significant relationship between the age
of the patients and severity of hirsutism was observed ( p=0.000).
CONCLUSION: It has been stated that polycystic ovary syndrome is the most common cause of
hirsutism, but in our study, most patients had the idiopathic type of disease. Therefore factors such as
genetics, nutrition, and inappropriate use of medicines and lack of suitable diagnostic facilities may be
regarded as possible explanations for the results of this study.
KEYWORDS: Hirsutism, polycystic ovary syndrome, acne vulgaris.
[ABSTRACT:0013]
Prevalence of pediculus capitis in primary school students
Roxana Yaghmaei,
Farokh Rad
BACKGROUND AND OBJECTIVE: Pediculus capitis is a worldwide problem and is still a common
disease in some countries. Although pediculus capitis can occur in all ago groups, it is more prevalent
among children of primary school age group and especially in girls. In this study, the prevalence of
pediculus capitis and the factors influencing its prevalence in primary school female students in
Sanandaj in year 2005 is evaluated.
Medical Science,
Sanandaj, Iran
MATERIAL-METHODS: In this study, 600 female students at the level of primary girls school that
were chosen randomly in different parts of Sanandaj and in every school 50 students were chosen by
chance and examined. The major criterion of diagnosis were detection of the mature parasite or its egg
(nit) on the hair of students. The information obtained by this physical examination and the
demographic information about all students were recorded in separate questionnaires. Then the
information was analyzed by SPSS and chi – square and T test statistical tests.
RESULTS: Among the 600 girls, 46 (7.7%) has pediculus capitis. There are no meaningful correlation
between the rate of infestation and the length of hair t occupation and the level of education of fathers,
but there is a statistical correlation between rate of infestation and the level of education of mothers.
CONCLUSION: Student's parents and teachers will be trained about this problem and be ways of
spread of louse in family and school in order to limit breakout of infestation. Therefore the
complications and expenditure of treatment of the disease will be reduced.
KEYWORDS: Pediculus, student, Sanandaj.
[ABSTRACT:0014]
Roxana Yaghmaei,
Farokh Rad
medical science,
Sanandaj, Iranı
A study on frequency of skin complications in diabetic patients referring to dermatological
clinic in Sanandaj in 2009
INTRODUCTION: Glucose is the major source of energy for most mammalian cells. However
abnormally high levels of glucose, as seen in diabetes, may lead to development of chronic
complications. The aim of this study was to determine the frequency of skin complications in diabetic
patient visited in dermatologic clinics in Sanandaj.
METHODS: Study population included all diabetic patients (134 patients) during the first six month of
2009. They were examined and the data concerning their dermatologic status were collected and
introduced in SPSS, with software and analyzed by means of descriptive statistics.
RESULTS: 38 patients (28.4%) were male and 96 (71.6%) were female. The mean age of the patients
was 54.5% years (sd=12) with an age range of 14 to 79 years. 48 patients (35.8%) had no skin
problem. While 86 patients (64.2%) had one of the skin complications. Pruritus was the most common
skin complication, order skin problems detected in our patients in order of frequency were hair loss,
chronic ulcers, vitiligo, genital pruritus, candidiasis and leg ulcer.
CONCLUSION: It seems that the prevalence of skin complication in diabetic patients in our study is
similar to those of other studies in the world, but the severity of the skin problems in our patients was
less than that of other studies which may be due to good management of diabetes in our patients.
KEYWORDS: Diabetes mellitus, skin complications.
[ABSTRACT:0015]
Kian Zobeiry1,
Nasrin Aliramaei2
1Iran
University of
Iran
2Kurdistan University of
Medical Science,
Sanandaj, Iran
Depression after the stroke
INTRODUCTION: Depression frequently in patients with brain disorders, neurological disorders,
especially cerebral vessels occurs. Statistics have shown for the individual patient depression diet
control, accurate set of physical activities. See your doctor regularly, keeping the other criteria,
treatment, reduced, and lack of cooperation in the implementation of measures leading treatment.
Therefore, the medical team with the first step in the field of cognitive Ysty Risk factors of depression
after stroke attack have sufficient knowledge.
METHODS: Study a descriptive-analytical study is to assess depression in patients with CVA clients
after discharge in the Medical Center of Sanandaj were towhid. Information on two occasions early in
the admission and after 1 till 2 months of disease using a questionnaire (21 question test Beck and 11
demographic questions) were collected and statistical analysis ed.
RESULTS: Test Beck admission 69% healthy and 31% require some degree of mild depression and
had to consult with a physician, but after two months of healthy patients, 21% and 79% had some
degree of mild to severe depression. Significant relationship between demographic characteristics (age,
education, speak disorder, the previous history of stroke attack, the need to assist others in doing daily)
and depression were observed.
DISCUSSION: The fact that stroke is one health problem worldwide and as one of the most
debilitating factors is considered, can be on your person, family, community to put a negative effect. In
addition to the exorbitant costs of treatment to patients with mental disorders, which clearly can be
seen in older people.
KEYWORDS: Depression, stroke.
[ABSTRACT:0016]
Studying level of anxiety in clients with diabetes who referred to medical center towhid
Sanandaj
Kian Zobeiry1,
Nasrin Aliramaei2
INTRODUCTION:. Diabetes mellitus is a condition in which the pancreas no longer produces enough
insulin or cells stop responding to the insulin that is produced, so that glucose in the blood cannot be
absorbed into the cells of the body. Patient’s requiring long–term are often concerned about the
unpredictability of the illness and the disruption of their lives. Clients may experience anxiety as the
result of a specific medical condition, as a result of treatment for a specific medical condition or as a
result of changes in employment or life style due to a medical condition. Thus the nurse needs to give
the patient and family the opportunity to express feeling of anger and concern over the limitations that
the disesase and treatment impose and over possible financial problems and job insecurity.
1Iran
University of
Iran
2Kurdistan University of
Medical Science,
Sanandaj, Iran
METHODS: This research is descriptive–analytic and the research society contains all clients with
diabetes who refer to the research place the number of samples 198 and tool used is a questionaire
containing 2 parts. 12 individual characteristics, and also Hamilton questionaires. The information was
completed and the scord and the statisticaly analyzed.
RESULTS: The findings showed that the most samples were housewife (57%) and (93%) married,
(86%) with diploma and mostly for 1-5 years who had diabetes history, age was between 31-40 years
(66%). Regarding finding anxiety level 10% had low, 69% had middle, 21% light, also between
demographic charachteristics and level of anxiety was shown a significant relationship.
DISCUSSION: Regarding significant statistical relationship between personal information with level
anxiety, obtained in this study. thus, clinical nures especialists, psychological, and social worker may
be helpful in assisting the patient and family to cope with the change brought about by diabetes and its
treatment.
KEYWORDS: Diabetes, anxiety.
[ABSTRACT:0017]
R. Rafaqat Bota
Karachi, Pakistan
Frequency of hepatitis B and C in surgical patients, civil hospital, Karachi
BACKGROUND: Hepatitis B and C are serious health problems worldwide. Infections with hepatitis
B and C virus have been escalating in Pakistan and it has reached in endemic state. This study was
carried out to determine the frequency of hepatitis B and C in surgical patients.
METHODS: This cross-sectional study was conducted in Civil Hospital Karachi. Total 662 patients
admitted in surgical department were approached. All patients were screened for HBsAg and antiHCV using immunochromatography ICT. The information about risk factors was also assessed. The
data was analyzed on SPSS 17.
RESULTS: Out of 662, 325 (49.1%) were males and 337 (50.9%) were females. Mean age of patients
was 37.52. Hepatitis B surface antigen (HBsAg) was positive in 19 (2.9%) and Hepatitis C (anti-HCV)
in 45 (6.8%) patients. HBsAg was positive in 12 (63.15%) males and 7 (36.84%) females, whereas
anti-HCV was positive in 21 (46.66%) males and 24 (53.33%) females. The results show that out of 19
positive patients for HBsAg, 17 (89.47%) have history of intravenous injections and out of 45 antiHCV, 44 (97.77%) have the same history. The other major risk factors found were blood transfusion,
sexual contacts, blood donation, ear-nose piercing, dental procedure and barber shave.
CONCLUSION: The study suggests a moderate to high prevalence of hepatitis B and hepatitis C in
surgical patients. Routine serological screening prior to surgery should be made mandatory so that
health care workers especially surgeons can take precaution before surgery.
KEYWORDS: Hepatitis B and C, prevalence, surgical patients, screening.
[ABSTRACT:0018]
Rafaqat Bota
Karachi, Pakistan
Knowledge and self-perceived practices regarding infection control among nursing students
of a tertiary care hospital
BACKGROUND: Health care-associated infections (HAIs) are a major cause of preventable illness
and deaths. Risk in developing countries is 20 folds more than in developed countries. Nurses can play
a dominant role in infection prevention and control. Therefore this study aimed to assess knowledge
and self- perceived practices regarding infection control among nursing students.
METHODS: A cross-sectional study was conducted at a tertiary care hospital. Questionnaire
comprising demographic characteristics, a knowledge part and a practice part was used to interview
nursing students. Data was analyzed on SPSS Version 17.
RESULTS: Total 241 students were interviewed among them 41.5% were males and 58.5% females.
Among all the students 80.9% were aware of the fact that there are certain guidelines by WHO on hand
washing, but only 20.3% performed 6 steps completely. Only 53.1% students were aware of the term
Health-care Associated Infections (HAIs). Risk of transmitting a HAI was thought to be increased due
to lack of hand washing before and after procedures by 67.2%, unhygienic environment of hospital by
63.1%, lack of glove usage by 53.1% and lack of appropriate disinfectant procedures by 38.6% of the
students.
CONCLUSION: Knowledge about common health-care associated infections, hand hygiene and other
infection control practices were found inadequate. Steps should be taken to improve infection control
knowledge and practices with particular emphasis on nurses.
KEYWORDS: Health-care associated infections; infection control practices; hand washing; nursing
students.
[ABSTRACT:0020]
Knowledge, awareness and perception regarding Dengue fever among university students of
Interior Sindh
Rafaqat Bota
BACKGROUND: Dengue Fever is one of the most common arthropod borne viral disease of humans.
It has become a major public health problem worldwide. It is estimated that 50 million cases of dengue
fever occur yearly. This study aimed to assess the knowledge and perception of dengue fever among
university students of interior Sindh.
Karachi, Pakistan
METHODS: The cross-sectional study conducted among university students of interior Sindh during
the period of April to June 2012. Four hundred fifty students were surveyed, among them 46.5% were
males and 53.5% were females. A structured pre tested questionnaire was used to assess the knowledge
of dengue fever. The collected data was analyzed using SPSS version 17.
RESULTS: Of all the participants, 43.4% male and 51% reported they heard about dengue, 22.1%
male and 36.5% females (p<0.001) agreed with “Aedes” mosquito as cause for dengue fever. Aedes
mosquito is “A small dark mosquito having white stripes on its leg” reported by 54.8% of students.
Aedes mosquito breed in the “Flowing dirty water” by 14.1%, “Flowing clean water” by 19%
(p<0.001), “Standing dirty water” by 38.1% and “Standing clean water” by 47.6% (p<0.003). Dengue
mosquito usually bites at “Dusk” by 44.7% (p=0.002) at “Dawn” by 51% and at “Night” by 21%
(p<0.001). Regarding symptoms of Dengue fever, “Prolonged high fever” reported by 52.6%,
“Muscular pain” by 39.6% (p=0.009), “Bleeding” by 41.3% (p=0.001), “Headache, nausea and
vomiting” by 44.7% (p=0.001).
CONCLUSION: Due to severe lack of knowledge different educational programs are needed to
increase the knowledge and awareness regarding Dengue fever.
KEYWORDS: Dengue fever; university students; educational programs.
[ABSTRACT:0024]
Egyptians’ mothers versus teachers’ reaction toward communication disorders among
Arabic-speaking nursery schools’ children
Samar Elhuseini
Elsayeed,
Tamer Samir Abou
Elsaad,
Heba Gad Allah Ali
BACKGROUND: Communication is a process of interchange thoughts, opinions, or information by
speech, writing, or signs from a sender to a receiver via some medium towards a mutually accepted
goal or direction. Communication skills are central to a child’s social-emotional and psychological
development and even the most minor impairments can have a negative effect.
Egypt
METHODS: The aim of this study was to compare Egyptians’ mothers and teachers’ reaction toward
communication disorders among Arabic-speaking nursery schools’ children. A cross sectional
comparative research design was used and the study was included 852 nursery schools’ children’s
mothers who were three-to less than six years old, both male and female from different social classes
with consideration to the local native language and their 12 teachers.
RESULTS: The results of the present study indicated that there was significant difference between
mothers’ and teachers’ awareness about speech disorders as p< 0.001, in relation to mothers’ and
teachers’ reaction toward idiopathic DLD, learning difficulties, articulation errors resonance disorder
and dysfluency; 379 mothers out of 852 and 11 out of 12 teachers who reported those disorders among
their children showed significant differences as p ranged from 0.001 to < 0.001.
KEYWORDS: Mothers versus teachers’ reaction, communication, communication disorders.
[ABSTRACT:0026]
Characteristics of bone mineral density of lumbar spine and femur in healthy men at one
hospital in Korea
Sunwook Hwang
Catholic University St.
Paul`s hospital, Seoul,
Korea
OBJECTIVE: As the prevalence of osteoporosis in men are increasing, the mortality and morbidity of
fracture is higher than in women nowadays. But there are few studies about BMD in Korean men. So
we measured BMD at lumbar spine and femur to find the difference and discordance rate between
lumber spine and femur with age.
METHOD: From January 2000 to May 2008, we measured height, weight and BMD of different
skeletal sites by DEXA in 314 subject. The subjects had no history of diseases and fracture. Factors
affecting BMD was analyzed via ANOVA, Chi square test and Pearson Correlation.
CONCLUSION: The BMD of L1, L2, L3, L4, Femur neck, Ward triangle, and Trochanter was
1.003±0.160, 1.086±0.175, 1.137±0.182, 1.180±0.193, 0.935±0.133, 0.740±0.163, and 0.819±0.113,
respectively. The prevalence of osteopenia and osteoporosis increased with age. L2 spine and any site
of femur showed negative correlations with age. The discordance rate between lumbar spine and femur
was 43.9%. The BMD of L3,L4 spine was low in smoking men.
DISCUSSION: The BMD of L2 spine and all sites of femur decreased with age, but other lumbar
spine showed no correlations and that would be due to higher osteophytes in men. The prevalence of
osteoporosis was highest in their 70`s. Discordance rate was 43.9%, and diagnostic rate by femur
increased with age. So it might be useful to check BMD over 70, and to monitor BMD of femur with
increasing age. The BMD of lumbar spine is low in smoking men.
KEYWORDS: Bone mineral density, osteoporosis, lumbar, femur.
[ABSTRACT:0031]
Sareh Keshvarzi1,
Seyed Mehdi
Ahmadi2
Quality of life among healthy elderly (65 years and older) who refer to family medicine
OBJECTIVES: The increasing aged population has recently become a focus of interest in developing
countries. Many changes occur as people enter old age, and these changes may at times decrease
quality of life. The aims of our study were to evaluate the quality of life (QoL) of elderly people in
Shiraz city, the center of Fars province of Iran.
1Department
of
Epidemiology, School of
Health and Nutrition,
Shiraz University of
Medical Sciences,
Shiraz, Iran
2Health Policy Research
Center, Shiraz University
of Medical Sciences,
Shiraz, Iran
METHODS: A cross-sectional study was conducted in 2010 with 114 randomly selected participants
aged 65 to 90. The instrument used was the Persian version of WHOQOL-BREF questionnaire.
Inferential statistics were done using SPSS (version16) software. Domains derived from standardized
interviews with elderly residents for age, gender, activities of daily living functioning, cognitive
functioning.
RESULTS: The study consisted of 60 males (42%) and 83 females (58%) with mean (± SD) ages of
74.1 ± 6.5 and 75.2 ± 6.9 respectively. The highest scores were observed in the social relationships
domain (14.18 ± 2.49) and psychological health domain (13.21 ± 1.99), respectively. However, the
lowest scores were found in the environment (12.41 ± 1.46) and physical domain (12.69 ± 2.30),
respectively. The means scores of different dimensions of QoL were similar between men and women.
CONCLUSION: The findings suggest that physical, psychological, social and environmental domains
of quality of life need to be evaluated among elders. While aging is an unpreventable physiological
state, determining and solving the problems of elderly people might improve their quality of life.
KEYWORDS: Quality of life, healthy elderly, family medicine.
[ABSTRACT:0032]
Malnutrition in geriatric in national family medicine plan: Assessment of nutritional status
and anthropometric variables of the healthy elderly in Iran
Sareh Keshvarzi1,
Seyed Mehdi
Ahmadi2
OBJECTIVES: The elderly population is increasing worldwide, which warrants their nutritional status
assessment more important. Moreover malnutrition is common in the geriatric population so a cross
sectional study was conducted to survey the nutritional status and anthropometric variable of healthy
elderly in Iran.
1Department
of
Medical Sciences,
Shiraz, Iran
2Health Policy Research
Shiraz, Iran
METHODS: This was a cross-sectional study with a sample of 185 generally healthy free-living
elderly (60.9 years of age mean+SD; 103 men and 85 women) from Shiraz city (south of Iran).The
nutritional status of elderly was evaluated using the Mini Nutritional Assessment. Anthropometric
measurements (weight, height, waist, hip, MAC) were measured and BMI and WHR were calculated
from these measurements following WHO standard procedures test.
RESULTS: From the total subjects entered the study, 43.62% were depressed which 48.01% of them
were malnourished or at risk of malnutrition. GDS had a significant negative dependence with the
MNA for the entire sample (r=-0.58, p<0.0001). However, there was no significant correlation between
age and GDS or MNA scores. Moreover, the mean GDS scores differed significantly between men and
women (p<0.05), and prevalence of depression was higher among women.
CONCLUSION: According to the mini-nutritional assessment classiﬁcation 64.4%, 31.9% and 3.7%
of the participants were assessed as well-nourished, at-risk of malnutrition, and malnourished,
respectively. The malnutrition rate increased with age(r=0.17). In terms of body mass index, 66% of
the elderly had values >=25 kg/m2. Those with body mass index of >=25 kg/m2 differ in terms of
gender (55.3% in men and 78.8% in women).
KEYWORDS: Malnutrition, national family medicine plan, healthy elderly.
[ABSTRACT:0033]
Seyed Mehdi
Ahmadi1,
Sareh Keshavarzi2,
Zhaleh Refahi3,
Kamran B.
Lankarani1
1Health
Policy Research
Shiraz, Iran
2Department of
Medical Sciences,
Shiraz, Iran
3Department of
Psychiatry, Azad
University of Medical
Sciences, Shiraz, Iran.
The geriatric depression scores on nutritional status and anthropometric indices in elderly
population
OBJECTIVES: Malnutrition and depression are highly prevalent in the elderly and can lead to
unfavorable outcomes. The aims of current study were to determine the association between
malnutrition and depression and also to find any correlation of depression with some anthropometric
indices, cognitive abilities in free living elderly residents of Shiraz, Iran.
METHODS: Using cluster sampling in a cross-sectional design, 337 elderly subjects (193 females)
participated in this study. Depressive symptoms and nutritional status were determined by the Geriatric
Depression Scale (GDS) and the Mini-Nutritional Assessment (MNA) scores questionnaires
respectively. Anthropometric indices were measured all in standard situations. Pearson correlation
coefficients were calculated for linear relations between variables.
RESULTS: From the total subjects entered the study, 43.62% were depressed which 48.01% of them
were malnourished or at risk of malnutrition. GDS had a significant negative dependence with the
MNA for the entire sample (r=-0.58, p<0.0001). However, there was no significant correlation between
age and GDS or MNA scores. Moreover, the mean GDS scores differed significantly between men and
women (p<0.05), and prevalence of depression was higher among women.
CONCLUSION: The results of the present study revealed high prevalence of depression and
malnutrition among old subjects. Moreover, depression was associated with worsening of nutritional
status. The mechanism of this association needs further study.
KEYWORDS: Geriatric Depression Scale (GDS), Mini-Nutritional Assessment (MNA),
anthropometric indices, depression, nutritional status.
[ABSTRACT:0035]
Ahmet Beştepe1,
Yasemin Çelik2,
Gülbahar Beştepe2
1Afyonkarahisar
Merkez
2 Nolu Sağlık Ocağı
2Afyon Kocatepe
Üniversitesi Sağlık
Yüksekokulu
Adölesan döneminde olan öğrencilerin yeterli ve dengeli beslenme hakkındaki bilgi
düzeylerinin değerlendirilmesi
AMAÇ: Bu çalışma, adölesan dönemde olan öğrencilerin yeterli ve dengeli beslenme hakkındaki bilgi
düzeylerinin değerlendirilmesi amacıyla belirleyici olarak yapılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Araştırmanın örneklem grubunu, Afyonkarahisar il merkezinde bulunan
sosyo-ekonomik durumu iyi olan ailelerin çocuklarının eğitim gördüğü Zafer Koleji ve Osmanbey
Koleji ile sosyo-ekonomik durumu daha kötü olan ailelerin çocuklarının eğitim gördüğü Büyük
Kalecik Ortaokulu öğrencileri oluşturmaktadır. Çalışmaya 160 öğrenci katılmış, izinli yada soruları
cevaplamak istemeyenler çalışmaya alınmamıştır. Verilerin toplanmasında, 22 sorudan oluşan anket
formu kullanılmıştır.Belirtilen okullarda çalışma yapmak için okul müdürlerinden gerekli izinler
alınmıştır. Verilerin istatistiksel değerlendirmesi, SPSS programında frekans, yüzde dağılımı ve ki-kare
testi kullanılarak yapılmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya katılan öğrencilerin 87'si (%51.3) erkek ve 78'i (% 48.8) kız öğrencidir.
Öğrencilerin 121'i (%75.6) ortaokul ve 39'u (%24.4) lise öğrencisidir. Yaş dağılımları incelendiğinde,
öğrencilerin 98'inin (%61.3) 12-14 yaş grubunda, 60'ının (%37.5)15-17 yaş grubunda olduğu
bulunmuştur. Buna göre, yaş ile sağlıklı beslenme arasında anlamlı bir fark bulunmuş ve 12-14 yaş
aralığındaki öğrencilerin daha bilinçli olduğu sonucuna varılmıştır (p<0,05). Yine bu paralelde
ortaöğretim öğrencilerinin lise öğrencilerine göre daha sağlıklı beslenme tablosu gösterdikleri
belirlenmiş istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0,05). Öğrencilerin 131'inin (%81.9)
annesinin çalışmadığı, bu öğrencilerin 82'sinin, (%63.1) annesi çalışan öğrencilere göre daha sağlıklı
beslendikleri belirlenmiş ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0,05). Ailelerin gelir
düzeyleri incelendiğinde, 57'sinin (%35.6) 3000 TL ve üzeri ve 50'sinin (%31.3) 1000 TL ve altı aylık
gelire sahip oldukları belirlenmiştir. Gelir düzeyi, 3000 TL ve üzeri olanların, gelir düzeyi 1000 TL ve
altı olanlara göre daha bilinçli olduğu belirlenmiş ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur
(p<0,05). Çalışmaya katılan öğrencilerin, 67'sinin (%30.6) her gün abur cubur yemekten hoşlandığı,
32'sinin (%41.9) yemeklerin tadına bakmadan tuz kattığı sonucuna varılmıştır. Öğrencilerin boy-kilo
değerlendirmesinin ortalama değerlerde olduğu belirlenmiştir.
SONUÇ: Okullarda beslenme konulu eğitimler planlanmalı ve uygulamalı olarak işlenmesi sağlanmalı
ve bu konunun önemi uzmanlar tarafından benimsetilmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: Dengeli beslenme, sosyoekonomik durum, bilgi düzeyi.
[ABSTRACT:0039]
Kenan Taştan1,
Turan Set1,
Yasemin Nur
Makas1,
Ayşegül Hülakü2,
Tuğba Tekşan2
1Atatürk
Üniversitesi,
Tıp Fakültesi, Aile
Hekimliği Anabilim
Dalı, Erzurum
2Atatürk Üniversitesi,
Tıp Fakültesi, Erzurum
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalışan doktorların hipnoterapi ile ilgili eğitim
durumları ve bilgi edinme kaynakları
AMAÇ: Bu araştırmamızda Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalışan doktorların hipnoterapi ile
ilgili eğitim durumları ve bilgi edinme kaynaklarını değerlendirmeyi amaçladık.
GEREÇ-YÖNTEM: Araştırma 2013 yılında Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesinde yapıldı. Hastanede
görev yapan ve çalışmaya katılmayı kabul eden öğretim üyesi ve araştırma görevlilerine demografik
özelliklerini, hipnoterapi ile ilgili eğitim durumları ve bilgi edinme kaynaklarını sorgulayan bir anket
uygulandı. Toplam 147 kişi çalışmaya davet edildi ve 103 anket değerlendirildi.
BULGULAR: Katılımcıların %67’si (n=69) araştırma görevlisi, %33’ü (n=34) öğretim üyesiydi.
Bunlardan “Hipnoterapi eğitimi aldınız mı?” sorusuna %7.8’i (n=8) evet cevabı verdi. “Hipnoterapi
hakkında eğitim almak ister miydiniz?” sorusuna ise %55.3 (n=57) katılımcı evet cevabı verdi.
Katılımcıların hipnoterapi ile ilgili bilgi kaynakları sorgulandığında %58.3’ü (n=60) medyayı
(televizyon, gazete vb.), %42.7’si (n=44) interneti, %27.2’si (n=28) kitap ve dergileri, %18.4’ü (n=19)
bilimsel toplantılar ile eğitim programlarını ve %19,4’ü (n=20) diğer kaynakları kullandığını belirtti.
Araştırma görevlilerinin hipnoterapi ile ilgili bilgi kaynağı olarak medyayı kullanma oranı %71 (n=49)
iken, bu oran öğretim üyelerinde %32.4 (n=11) idi (Ki kare=13.990; p<0.001). Yine bilgi kaynağı
olarak kitap ve dergiyi kullanma oranları araştırma görevlilerinde %20.3 (n=14) iken, bu oran öğretim
üyelerinde %41.2 (n=14) olarak saptandı (Ki kare: 5,020; p=0.025). Hipnoterapi hakkında bilgi
kaynağı olarak internet, bilimsel toplantılar ve eğitim programları ile diğer kaynakları kullanma
oranları açısından araştırma görevlileri ile öğretim görevlileri arasında anlamlı bir fark yoktu (p>0.05).
SONUÇ: Hipnoterapi ile ilgili eğitim alan hekim sayısının çok düşük olmasına karşın katılımcıların
yarısının eğitim almak için istekli olduğu görüldü. Hipnoterapi konusunda bilgi kaynağı olarak
katılımcıların en çok medyayı kullandığı tespit edildi. Bu durum hipnoterapinin medyatik bir konu
olmasına bağlanabilir. Bilgi kaynağı olarak araştırma görevlilerinin çoğunluğunun medyayı, öğretim
üyelerinin ise kitap ve dergiyi kullandıkları görülmüştür. Bu durum öğretim üyelerinin bilimsel
kanıtlara daha fazla yönelmesinden kaynaklanmış olabilir. Hipnoterapi konusunda kanıta dayalı ve
yapılandırılmış eğitim programları düzenlenmesi hipnoterapinin daha etkili ve alternatif bir tedavi
yöntemi olarak kullanılması açısından faydalı olacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: Hipnoterapi, eğitim, doktor.
[ABSTRACT:0040]
Gülseren Oktay1,
Muhammet Oktay2
1Tokat
Merkez
Altıyüzevler Aile Sağlığı
Merkezi
2Tokat Merkez Bağlar
Aile Sağlığı Merkezi
Aile sağlığı biriminde iki yılı aşkın sürede doğan bebeklerin doğum ağırlığını etkileyen
faktörler
AMAÇ: Bebeğin doğum kilosu perinatal morbidite ve mortaliteyi etkileyen faktörlerin en
önemlilerinden biridir. Doğum kilosu 2500-4000 gr. arasında olan bebekler normal olarak; 2500 gr.
altında olanlar ise düşük doğum ağırlıklı olarak kabul edilmektedir.
Bu çalışmada aile sağlığı biriminde doğum tarihi Şubat 2011-Mayıs 2013 olan bebeklerin doğum
ağırlığını etkileyen faktörleri incelemeyi amaçladık
YÖNTEMLER: Bu çalışma Tokat Merkez Altıyüzevler Aile Sağlığı Merkezi 60.01.011 aile sağlığı
biriminde yapıldı. Bu çalışmada; doğum tarihi Şubat 2011-Mayıs 2013 dönemleri arasında olan 110
bebeğin annelerinin gebelik dosyaları retrospektif olarak tarandı. Gebe-bebek kartlarından annenin
yaşı, öğrenim durumu, yaşadığı yer, ek hastalık varlığı, paritesi, doğum öncesi takip sayısı, doğumun
şekli, bebeğin cinsiyeti, gestasyon süresi ve bebeğin doğum ağırlığı kaydedildi.
SONUÇ: Çalışmaya katılan 110 gebenin yaş ortalaması 28.8±5.7 olup okur-yazar olmayan yoktu,
vakaların 15’i (%13.6) köyde ve 95’i (%86.4) merkezde yaşamaktaydı. Araştırmadaki bebeklerin
doğum ağırlığı 3267±441 gr arasındaydı. Düşük doğum ağırlıklı bebek sıklığı %5.4 olarak bulundu.
Bu çalışmada doğum ağırlığı üzerine annenin yaşının, öğrenim durumunun, yaşadığı yerin, ek hastalık
varlığının ve bebeğin cinsiyetinin anlamlı bir etkisi olmadığı görüldü (p>0.05). Takip sayısının doğum
ağırlığı üzerine etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Takip sayısı artıkça doğum ağırlığının arttığı
görüldü (p<0.001, r=0.851).
TARTIŞMA: Düşük doğum ağırlığıyla dünyaya gelen bebekler mortalite açısından normal doğum
ağırlıklı bebeklere göre daha büyük risk altındadır Bu çalışmada takip sayısı arttıkça doğum ağırlığının
arttığı saptandı (p<0.000, r=0.851). Sonuç olarak; yapacağımız düzenli takiplerle hem anne hem de
bebek sağlığı korunabileceği aşikardır. Birinci basamak hizmeti sunan aile hekimlerin hasta sayısının
azaltılması birlikte herkese yeterli düzeyde ulaşılabilir ve temel görevimiz olan koruyucu sağlık
hizmetleri daha etkin hale getirilebilir
ANAHTAR KELİMELER: Doğum ağırlığı, gebelik takibi, aile sağlığı birimi.
[ABSTRACT:0043]
Rize ili 23 nolu aile sağlığı biriminde takip edilen gebelerde erken doğum ve abortus
prevalansı
Derya Kılıç Köksal,
Arzu Kaya
Sağlık Bakanlığı Rize 23
nolu Aile Sağlığı Birimi,
Rize
GİRİŞ: Gebelik haftası 20’nin altında ve 500 gr’dan düşük olan gebelik materyali abortus olarak
adlandırılır. Son adet tarihi (SAT)’ne göre 37.gebelik haftası dolmadan meydana gelen doğumlar ise
erken doğum olarak adlandırılırlar. İmmatürite preterm bebeklerin yaşatılabilmesini zorlaştırmakla
birlikte gelecekteki yaşam kalitelerini etkilemekte, bundan dolayıda fiziksel ve entellektüel gelişimleri
zamanında doğmuş yaşıtlarına göre geri kalmaktadır.
AMAÇ: Preterm doğumların ve abortusların önceden belirlenebilmesi ve önlenebilmesi aile hekimliği
için en önemli konularındandır. Bu amaçla aile sağlığı birimimde takip ettiğimiz gebeler arasında
abortus ve erken doğum yapanların özellikleri geçmişe dönük tarandı. Elde edilen verilerle erken
doğuma ve abortusa neden olan risk faktörleri belirlenmeye çalışıldı.
YÖNTEM: Rize ili merkez 23 nolu aile sağlığı birimi kesin kayıtlı 3616 kişiyi takip etmektedir. Bu
polikliniğe 31.01.2009–16.05.2013 tarihleri arasında 273 gebe takip edilmiştir. Takipte elde edilen
verileri değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Takip edilen 273 gebeliğin 12’i abortusla, 6’sı ise erken doğum ile sonuçlanmıştır.
Abortusların 2'i aynı gebede gerçekleşmiştir. Erken doğanlardan 5’i yaşamıştır. 1’i ise anne karnında
kalp atımı durduğu için gebelik sonlandırılmıştır. Erken doğum nedenlerinin eklampsi, ikiz gebelik ve
Rh uyuşmazlığı olduğu bulunmuştur. Abortus olan gebelerin genel özellikleri taranıldığında bulunan
sonuçlar sıralanmıştır. 2’si 35 yaş üstü gebelikti, 1’i 1. derece akraba evliliği, 1’inde Rh uyuşmazlığı
ile pıhtılaşma bozukluğu olduğu ve 1’inin ise sigara içicisi olduğundan spontan abortus gerçekleştiği
gözlenmiştir. 1’inde anne karnında bebeğin büyümediği gözlendiğinden ve ve 1’inde de annedeki
hipertiroidi nedeniyle anne isteği ile terapotik abortus gerçekleştirilmiştir. Hipertiroidili aynı gebeninin
bu şekilde gerçekleşen 2 abortusu oluşmuştur. Diğer abortus gerçekleşen 4 olguda herhangi bir özellik
saptanmamıştır.
TARTIŞMA: Son yıllarda yenidoğan dönemindeki bakım olanaklarının gelişmesi ile bebeklerin
prognozunda önemli gelişmeler olmasına rağmen, preterm doğum oranlarında azalma elde
edilememiştir. Ancak preterm doğumlarda ve abortus oranlarında azalma olmamıştır.
SONUÇLAR: Erken doğan veya abortusla sonuçlanan olguların hepsinde mevcut olan ortak bir özellik
bulunamamıştır. Genetik özelliklerinin, kronik hastalıklarının ve alışkanlıklarının sonucu olarak
gebeliklerinin normal seyrinde devam etmediği gözlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: Prematürite, abortus, preterm bebek.
Yıllara göre abortus ve erken doğum dağılımı
Abortus
Erken doğum
Yıllık toplam doğum sayısı
2009
2
1
44
2010
4
-
52
2011
2
2
61
2012
4
3
58
2013 -
-
20
Takip edilen sürede olguların yıllara göre dağılımı verilmiştir. Halen gebeliği devam eden 20
gebe de çalışmaya dahildir. Toplam 273 gebe izlenmiştir.
[ABSTRACT:0045]
Derya Kılıç Köksal1,
Vaner Köksal2
1Sağlık
Bakanlığı Rize
23 nolu Aile Sağlığı
Birimi, Rize
2Recep Tayyip Erdoğan
Üniversitesi Tıp
Fakültesi Nöroşirurji
Anabilimdalı, Rize
Baş ağrısı olan olgularda HT ve anksiyete varlığının araştırılması
Baş ağrısı kişinin yaşam kalitesini oldukça fazla etkileyebilen bir yakınmadır. Aynı zamanda biz aile
hekimleri ve nörolojik bilimlerle ilgilenen doktorların en sık karşılaştığı yakınmalardan biridir. Birçok
nedenle ortaya çıkabilirler. En sık görülen ‘migren türü baş ağrıları’’dır. Bunun yanı sıra ‘gerilim tipi
baş ağrıları’’ ve ‘küme baş ağrıları’’ şeklinde türleri de vardır. Baş ağrısının, literatürde depresyon ve
anksiyete bozuklukları ile hipertansiyona sıklıkla eşlik ettiği bildirilmektedir.
Özellikle baş ağrısı ve psikiyatrik hastalıklar sık birliktelik gösterirler. Ancak aralarındaki ilişki tam
anlaşılmış veya aydınlatılmış değildir. Eşlik eden psikiyatrik bozukluk, kişilik özellikleri ve stres
faktörleri psikolojik etkenlerle birlikte baş ağrısı tetiklenebilir, ağrının süresi uzayabilir ya da şiddeti
oldukça fazla artabilir. Sebebi ne olursa olsun baş ağrısının kendiside kişi için bir stres kaynağı
oluşturabilir. Fakat ağrının kişideki ifadesi ruh haline göre farklılıklar gösterebilir. Sonuç olarak baş
ağrısı psikiyatrik bozuklukların yansıması olarak yada hipertansiyon gibi gerçek organik bir basınç
artışının sonucu olarak da ortaya çıkabilir.
Biz çalışmamızda baş ağrısı olan olgularda her 2 patolojinin varlığını araştırdık. Dermografik
özelliklerini inceledik. Hem hipertansiyon hem depresyonun birlikteliğine baktık.
ANAHTAR KELİMELER: Baş ağrısı, migren, depresyon, hipertansiyon.
[ABSTRACT:0046]
Bir aile hekimliği birimine kayıtlı 65 yaş üzeri erişkinlerin influenza aşısı yaptırmama
nedenleri
Fikret Kurt1,
AMAÇ: Bu çalışmada, bir aile hekimliği birimine kayıtlı 65 yaş üzeri nüfusun tümüne influenza aşısı
önerilmesine rağmen bir kısmının aşı yaptırmaması üzerine bu kişilerin aşı yaptırmama nedenlerinin
araştırılması amaçlanmıştır.
Emine Neşe Yeniçeri2
1Yerkesik Aile
Sağlığı
Merkezi Muğla
2Muğla Halk Sağlığı
Müdürlüğü Bulaşıcı
Olmayan Hastalıklar
Şube Müdürlüğü
YÖNTEM: Bu çalışma, 2012 yılında, kesin kayıtlı nüfusu 3483 ve 65 yaş üzeri 776 kişi (%22.27)
nüfusu olan Muğla Merkez Yerkesik Aile Sağlığı Merkezi 48.01.025 No’lu Aile hekimliği biriminde
yapılmıştır. Türkiye’de influenza aşılama dönemi olan 01.09.2012-31.12.2012'de 48.01.026 No’lu
AHB’ye poliklinik hizmetleri için başvuruda bulunan 1539 kişinin 496’sı 65 yaş ve üzeridir (mükerrer
kayıtlar çıkarılmıştır). Bu dönemde poliklinik hizmeti için başvuruda bulunan 408 kişi aşı yaptırmayı
kabul ederken, 88 kişi (%21.56) kabul etmemiştir. Aşı yaptırmayı kabul etmeyen 88 kişiye, önceden
hazırlanmış (kişilerin aşı yaptırmak istememelerine ilişkin) 20 neden/durumdan oluşan anket formunu
doldurmaları istenmiştir. 88 kişinin 61’i (%69.31) bu anket formunu doldurmayı kabul etmiştir.
Kişilerden, anket formunda bulunan aşı yaptırmayı istememelerine ilişkin 20 nedenden, kendisine en
yakın nedeni seçmeleri ve işaretlemeleri istenmiştir.
SONUÇ: Anket sonucuna göre influenza aşısını yaptırmayı reddeden 61 kişiden 41’inin (%67.21) tıbbi
nedenlerden(hasta olduğum için) dolayı aşı olmayı reddettiği, 61 kişiden 5'inin (%8.20) ise influenza
aşısının faydası olduğuna inanmadığı için aşıyı kabul etmediği saptanmıştır. Yine 61 kişiden 4’ünün
(%6.56) influenza aşısının neden olduğu hastalıklara yakalanmayacaklarına inanmaları nedeniyle,
3’ünün (%4.92) ise aşıya ihtiyaçlarının olmadığını düşünmeleri nedeniyle aşıyı kabul etmedikleri
saptanmıştır.
TARTIŞMA: İnfluenzanın neden olduğu hastalıkların morbidite, mortalite ve sağlık harcamaları ile
önemli ilişkisi vardır. Aşılama oranlarının düşük seyretmesinin en sık nedeni hastaların ve sağlık
çalışanlarının aşılama konusunda farkındalıklarının yeteri kadar olmayışından kaynaklanmaktadır. Aile
hekimliği, bireye yönelik birincil koruma kapsamında aşılama ve farkındalık çalışmalarının
yürütülmesinde kritik role sahiptir. Ülkemizde, kişilerin influenza aşısı yaptırmama nedenlerine ilişkin
yeterince çalışma bulunmamaktadır. Buna yönelik farklı bölgelerde ve daha geniş çaplı çalışmalara
ihtiyaç olduğu, ayrıca kişilere yönelik influenza aşısı hakkında bilgilendirme çalışmalarının artırılması
gerektiği düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: Aile Hekimliği, bilgi, influenza aşısı, tutum.
Aşılama Reddetme Nedenleri Grafik
[ABSTRACT:0047]
Dr. Andrea
Kronenthaler,
Hanna Hiltner, Dr.
Manfred Eissler
Devision of General
practice, Eberhard Karls
University, University
Hospital Tuebingen,
Tuebingen, Germany
Some data on general practitioners in Germany, problems and emerging scenarios
In Germany there is free choice of medical practitioner. Usually, people do visit their general
practitioner as first contact person in medical concerns. These general practitioners (GPs) need to be
members of the Association of the Statuatory Health Insurance Practitioners (ASHIP). Each of the 17
German federal states has its own ASHIP. ASHIPS are responsible for securing the primary health care
supply (by regulation the number of physicians per region) and for the payoff of GPs’ remunerations.
There is about one physician per 1400 inhabitants. The yearly average income before tax is 180
thousand euro (56% earn less).
In Germany, there are 60000 general practitioners. About 30% of them work in group practices. The
proportion of women is 39% (average proportion among all medical disciplines is 40%). For instance,
Baden-Württemberg, one of the biggest federal states, has about 5300 GPs.
Eighty five percent of the German population (corresponding to 70 million people) is insured by the
Statuatory Health Insurance (SHI). SHI is mainly financed by working population. Yearly total
expenditure of the SHI accounts for 170 billion euro that includes approximately 28 billion euro
physicians’ fees. A good portion of these fees (36%) is paid to GPs (11 billion euro).
Substantial purposes of forecasted shortage of medical supply by GPs are age structure (almost one
third of GPs is 60 years and older) and little incentive to take up residence in rural (or structurally
weak) areas. For the latter, low income, high workload, and low interest in general practice and field of
activity of GPs among students and resident physicians.
The organisation of primary health care varies with political, economical and epidemiologic
differences. For instance, in Turkey fundamental changes are taking place. In particular older people
with Turkish origin who have lived and worked in Germany for years spend substantial time both in
Turkey and Germany. This is attended by medical care in the two countries. In Germany, 3 million
people are of Turkish origin, and 1,6 million people of Turkish origin have Turkish citizenship.
Increasing demand of exchange of medical information can be expected. For that, knowledge of the
Turkish and German organisation of general practitioners will be necessary for dealing with this
emerging scenario.
KEYWORDS: German general practitioner, German family practice, Germany health care system,
health care Germany, health insurance.
[ABSTRACT:0049]
Damilya
Nugmanova1,
Nadezhda Nurkina1,
Alma Nurtazina3,
Elena Uzhegova1,
Ludmila Sokolova1,
Ludmila
Astashkina2,
Meirimgul
Nurmanova2,
Irina Stafyeva1
1Family
Medicine
Faculty, Kazakh National
State Medical University,
Almaty, Kazakhstan
2Kazakhstan Association
of Family Physicians,
Almaty, Kazakhstan
3General Practice
Faculty, Semei State
Medical University,
Semei, Kazakhstan
Arterial hypertension care quality improvement interventions have improved management of
the registered patients in pilot primary care facilities
INTRODUCTION: Kazakhstan Association of Family Physicians is implementing in 2010-2013 a
Project «Empowering the community to reduce and manage hypertension in Atyrau Oblast» with
Tengizchevroil LLP grant.
METHODS: Interventions in pilots: primary health care (PHC) workers direct and distance trainings,
continuous quality improvement (CQI) activities, follow-up mentoring visits, and limited equipment
supply. Hypertensive (HTN) patient charts review was provided 3 times: before intervention (819
charts), in the end of 2011 (718), and in December 2012 (779 charts) in 9 pilot and 11 control urban
and rural facilities. Quality of diagnostics (cardiovascular risk factors detection and appropriate set of
diagnostic tests and procedures), quality of AH management (patients’ follow-up, BP, BMI, and some
tests control, number of follow-up visits) and quality of HTN treatment were assessed.
RESULTS: There were positive changes in evidence-based vs. non-evidence-based medications
prescription and duration of treatment. Use of beta-blockers in HTN patients with ischemic heart
disease has increased in pilot facilities by 35%. In control facilities prescriptions of these medications
decreased by 4.1%. Rate of ACE inhibitors prescriptions for AH patients with heart failure (HF)
increased in comparison with 2012 year. In pilot polyclinic #2 this number reached 100%, and in pilot
Issatay rayon has increased by 12%. In control polyclinic #4 ACE inhibitors prescriptions increased
less (3.9%). Nay, in control rural Makhambet rayon prescriptions of ACE inhibitors for HF patients
decreased from 33% to 25%. Indication of the HTN treatment duration has increased in city pilot
facilities from 21 to 52% and in rural – from 0 to 6% vs control facilities, where there was modest
increase in the city: from 5 to 10% and decrease in rural from 14 to 5%. There were no significant
changes with cardiovascular risk factor assessment and non-pharmacological treatment prescription.
Number of HTN patients who reached target BP was better in pilots (31 and 14% in urban and rural
facilities respectively) than in control (9 and 6%, respectively) facility.
CONCLUSİON: PHC providers in pilot facilities after several CQI interventions including clinical
trainings started prescribing better pharmacological treatment. BP control has improved but wasn’t
sufficient. There were many drawbacks with cardiovascular risk assessment that can be overcome with
continuation of the interventions.
KEYWORDS: Arterial hypertension, primary health care, health quality, quality improvement
interventions.
[ABSTRACT:0050]
Dr. Andrea
Kronenthaler1,
Christina Werner2,
A. Yüsra Yılmaz3,
Hanna Hiltner1, Dr.
Manfred Eissler1
1Tübingen
Unikliniği,
Aile Hekimliği Bölümü,
Österbergstr. 9, 72074
Tübingen, Almanya
2Köln Üniversitesi,
Pedagoji Bölümü,
Gronewaldstr. 2, 50931
Köln, Almanya
3Tübingen Üniversitesi
İlahiyat Bölümü,
Rümelinstr. 27, 72074
Tübingen, Almanya
Almanya’daki ilk yabancı işçi neslinde bulunan Türk göçmenlerin memleket bağı
AMAÇ: Şu sıra Almanya`da göçmen kökenli 16 Milyon civarında insan yaşamakta. Bunun büyük bir
bölümünü %18.5 (2.5 Milyon civarı) Türk veya Türk kökenli göçmenler oluşturuyor. Yabancı işçi
olarak geldiler ve beklenti dışı gelenlerin çoğu vatanlarına geri dönmeyip yaşamlarını burada kurdular.
Aynı zamanda hala geniş bir memleket bağlılığı kendilerinde mevcut. Bu bağlamda merak edilen nokta
bu yabancı işçi neslinin hangi memleket anlayışını taşıdığıdır. Bir diğer hedef ise başka hangi
meselelerin adı geçen ülkenin vatan bağını korumakta olduğunu götermektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bakım araştırma projesi bağlamında Tübingen Üniversitesi 13 Türk göçmeni
ile Türkçe dilinde Witzel`e [3] göre sorun odaklı röportaj gerçekleştirdi.
Genel soruların yanı sıra yaşlı kesimlerde Almanya ve Türkiye içerisindeki bakım düşüncesi hakkında
sorular yer aldı.
SONUÇLAR: Araştırma sonuçları görüşme yapılan göçmenlerin %77sinin ilerleyen yaşlarda
ikametgâh olarak Almanya’yı gördüklerini gösteriyor. Soruların yöneltildiği kişiler her şeyden önce
Almanya’da ev sahipliği, Almanca dilini konuşma seviyesi ve Almanya’daki oturum süresi (ø 39,4
sene) sebebi ile Almanya’ya büyük bir bağımlılık tanımlıyorlar. Almanya için anavatan hissiyatı daha
çok Almanya’da yaşayan çocuklarda bulunmaktadır. Soruları cevaplayan kişilerin çoğunluğu
Almanya’da kalma nedeni olarak burada bulunan sağlık hizmeti ve Almanya’nın sosyal güvenliğini
sayıyorlar. Türkiye’ye olan anavatan hissiyatı en çok yaşam kalitesi ile biçimleniyor. Sıcak hava, doğa
ve kişisel bağlar neden olarak sayılıyor. Soruların yöneltildiği kişiler bu şekilde anavatanlarına büyük
bir bağlılık beslemekteler ve bu neden kendilerini gel-git düşüncesine yöneltiyor. Araştırmalarda yer
alan kişilerin sadece ender bir kısmı kendilerini Almanya toplumunun bir parçası olarak görüyorlar.
TARTIŞMA: Araştırma projesinin sonuçları Türk göçmenlerin anavatan hissiyatı bağlamında vatan
kelimesinin belirli bir ülkeyle bağdaştırılmadığını bilakis vatanın kültür geleneklerinde ve münferit
kişilerde bulunduğunu göstermektedir. Türk göçmenlerin çoğunluğu gelecek nesiller ile birlikte kendi
ebedi yaşam merkezlerini Almanya olarak gördüklerinden dolayı Alman toplumu göçmenlerin
Almanya’ya olan duygusal bağlarını kuvvetlendirmeleri ve kültürel kimliklerinin sorun olmadığını
göstermeleri önemli bir noktadır.
ANAHTAR KELİMELER: Vatan, yabancı isçiler, Türk göçmenler, temelli dönüş, Almanya, Türkiye.

Untitled - Eurasian Journal of Family Medicine

Transkript

Benzer belgeler

EFDAL PRIVATE KINDERGARTEN 2009