3 9 ! 3 6 9 3 9 9 979 8 9 3 6 6" 9 3 3 7989 3"

Transkript

3 9 ! 3 6 9 3 9 9 979 8 9 3 6 6" 9 3 3 7989 3"
3
379893"
3
9!3 69
399979
89366"9
33!3523"393338393
93 3 "93 !3 99793 9!
3
33"3!35"6693 93
!3 93 !3 0!3 913 !3
!83 "!3 48!3 93 93
993 993 5689!3 6693 083 3 3
!13 9!3 !3 3 9"!3 !233
663 !3 3 3 99993 993
483 !3 3 3 3 7993 83 9893 3 23
5!393!!39!93333"933933"9393
"3 "3 93 99!3 93 43 3 23 53 93
3 3 3 3 3 43 05!3 93
3 9!3 93 9"3 9493 !!3 9493 6663
94933563433!9323333
8833!3!39321
3 98993 93 3 93 3 93 993 69!3
23 "93 3 3 08!13 93 993
73 3 3 "993 93 83 3 893
93 3 943 3 !3 3 4 "3 !3 3 43
973392398399"938938!3!"3
3 3 93 3 9893 !3 !3 !!3 !33
!3!3356!3!339499"9363!3
9383!3333!33
!!3 43 !3 4 "3 3 83 !"3
!399"3 3!39
93"93939933!"3!3"3563
72356!393 839799"933!!3666"3
!9823337"3!338437!833
89933!3!3 9239"33"!9339"333
"93 3 3 !3 83 3 "73 7"3
9499"93 3 893 3 3 43 "883 !"3
93393!33!9356836"2
).-3#+-3
.).-'#(%-#,#+&))%+'%/&$*)
2!$î+!,+!,%ª4!3!2)-ª-%2+%:îªîì"î2,îêî9,%ª(!:)2,!.-)ì4)2
ªì5"!4ª
3!9)ª
2!$î+!,î.ª/+52,!2).!ª!2-!ê!.)$)2
") &&&) ( ' %
() (( ) ( & "& "( )(" ) ( ( " " %()
"( $#& ()
27/02/2010
03
Emine Merdim Yılmaz
CIRQUE DU SOLEIL
[email protected]
BİLDİĞİNİZ SİRKLERE BENZEMEZ
‘Saltimbanco’ gösterisiyle 4 Mart’a kadar İstanbul’da olan Cirque Du Soleil’i
benzerlerinden ayıran akrobasiyi estetik, tasarım ve mühendislikle harmanlaması.
Cirque du Soleil, Guy Laliberté ve Daniel
Gauthier isimli iki sokak göstericisi
tarafından 1984 yılında Kanada’da
kurulan bir sirk. Sirk, Saltimbanco isimli
gösterileri ile hünerlerini sergilemek için
bir süreliğine İstanbul’da bulunuyor.
Fransızca’da saltimbanque yani
akrobattan ismini alan gösterinin teması
çok kültürlülük. Bu temadan yola çıkarak
her şeyin mümkün olduğu kozmopolit bir
kent oluşturulmuş. Sirkin kurucularından
Guy Laliberté, gösteriyi, “1990’larda
göç bir konuydu. Saltimbanco, küm
karakteleri ve renkleri ile şehirlerdeki
kültürel karışımı yansıtıyor. Birbirine
saygı duymak, farklıklarına rağmen
birlikte yaşamak ve çalışmak günümüz
dünyasında önemli bir savaş” diye
özetliyor. İstanbul’a turneye gelen
gösterinin özeti bu şekilde. Peki, Cirque
du Soleil’i bildiğimiz diğer sirklerden
farklı kılan ne? Geçen 27 senelik zaman
zarfından giderek büyüyen kadrosu
ile Cirque du Soleil sadece akrobasi
hareketlerinin yapıldığı bir sirk değil
estetik, tasarım, mühendislik ve
teknolojinin başarı ile harmanlandığı
bir gösteri. Cirque du Soleil’in tasarım
departmanı her bir ayrı gösteri için ayrı
sahne ve ekipman tasarlıyor. Bunları
yaparken iki önemli kriterleri var bir
tanesi estetik diğeri ise güvenlik.
Gösterilerden bir tanesi olan Alegria’da
sahnenin üzeri stilistik kolonları ve
korkulukları ile dev bir kubbe ile kaplı.
Strüktür herhangi bir binayı temsil
etmiyor yalnız kilise ya da hükümet
binalarının üzerini örten kubbe
formu tercih edilerek güçlü bir imaj
oluşturulmaya çalışılmış. Aydınlatmalar,
17. yüzyılın balo salonlarının nostaljik
atmosferini yansıtacak şekilde seçilmiş.
Bir diğer şov olan Varekai de tasarımcılar
3 boyutlu animasyon ve endüstriyel
mühendislik programlarını kullanarak
sihiri altın bir orman yaratmış. 300’den
fazla 4,5 ve 10,5 metre uzunluğundaki
altın ağaçlar, akrobatları taşıyacak
şekilde esnek ve güvenli bir malzemeden
yapılmış. En pahalı şovlardan bir tanesi
olan KÀ için mimar Mark Fisher, Cirque
du Soleil’in yaratıcı ekibiyle iş birliği
yaptı. Fisher’in tasarımı, 1.950 koltukluk
bir oturma alanı, sahne, lobi, soyunma
odaları, prova odaları ve ofislerden
oluşuyor. Şovun iddialı denebilecek
yapısı Matrix gibi dijital efektlerle büyük
başarı kazanmış produksiyonlara karşı bir
tepki sayılabilir. Yaratıcı ekip, her yöne
çevrilebilecek bir sahne tasarlayarak ve
zaman zaman yerçekimsiz gibi görünen
anlar yaratarak, popüler filmlerinin
sersemletici etkisini canlı bir şovda
sergiliyor. Şovun canlı, oyuncuların dijital
değil etten kemikten olması izleyicilerin
adrenalini tepe noktasına çıkarıyor.
Fisher sahneyi, ‘endüstriyel Barok’
görünüme sahip, 4 kat boyunca devam
eden metal kolon ve kirişlerden oluşan
bir tasarım olarak nitelendiriyor. Dört
kat boyunca devam eden platformlar,
gösterinin sahnelendiği ve izleyicilerle
interaktif bir iletişime geçilen
mekanlardan oluşuyor. Yükseklik
duygusunu daha da abartmak için perde
ve tavan yüksekliği arttırılmış.
Aydınlatma tasarımcısı Luc Lafortune,
kolon ve kirişlere 1.800’den fazla
aydınlatma elemanı yerleştirmiş.
Tiyatronun ve parterin boyutları
yüzünden koltukların hepsine stereo ses
elemanları eklenmiş.
Cirque du Soleil’i mimarlık ve tasarım
ile bir noktadan buluşturan sadece
kendi gösterileri değil. Geçtiğimiz yıl,
Şangay’da düzenlenen World EXPO için
Kanada hükümet ile beraber ülkelerinin
pavyonunu tasarladılar. Pavyonun teması
‘The Living City: Inclusive, Sustainable,
Creative’di. Bu iş birliği neticesinde sirk,
pavyon için performans oluştururken,
kültürel programlar geliştirdi.
04
Şanel Şan
[email protected]
DEĞİŞİM ZAMANI GELDİ Mİ?
Bugün, “sanki hep varmış gibi hissettiğimiz” logoların pek çoğu hummalı bir
değişim-dönüşüm sürecinin ürünü. Son dönemde çok rağbet gören ‘kendini
yenileme’ girişimlerine göz atmaya ne dersiniz?
Peki değişim gerekli değil midir?
Uzun yıllar boyunca aynı isim ve logo
ile hafızalara kazınan firmalar değişen
trendler, tüketici beklentileri veya
değişen müşteri profili gibi nedenlerle
değişiklik ihtiyacı duymazlar mı? Bu
normal değil midir? Değişim bir süreçtir.
Eğer süreç içinde değişim gerekli hale
geldiyse, yapılan tüm değişiklikler kabul
edilebilir. Ama değişim tüm kanallara
nüfuz etmelidir aksi takdirde estetik
ameliyattan öteye gidemez. Örneğin
değişen müşteri kitlesi için bir değişime
gidilirken, var olan müşteri kitlesini göz
ardı edemezsiniz.
Eski Logoya Dönüş
Nitekim Amerikalı giyim firması GAP
geçtiğimiz yıl logosunu değiştirdi.
Lacivert bir kutu içinde ince bir fontta
yazan GAP yerine, küçük harflerle
yazan ‘gap’ ve sağ üstüne küçültülmüş
bir kutu. Sonuç tam bir fiyasko! Sosyal
medya ağlarındaki müşteri kitlesinden
gelen çığ gibi tepkiler üzerine GAP
eski logosuna geri döner. Tüketicilerini
dinleyen firmayı alkışlamak gerekir mi,
yoksa aldığı kararın arkasında durup
yeniliğin sindirilmesi konusunda dirençli
durmaları mı gerekirdi bu hep tartışılır
bir konu. Özellikle son dönemde artan
sosyal medya ağlarındaki tepkilerin ne
derece sağlıklı olduğu ve markaların
bu mecralara bu kadar bağımlı olması
profesyonel bir bakış mıdır? Nihayetinde
grafik tasarım özellikle içine pazarlama
unsuru da dahil edilince tamamen ayrı
bir uzmanlık alanı haline geliyor. Henry
Ford’un dediği gibi: “Tüketiciye ne
istediğini sorsaydım bana sadece daha
hızlı bir at yanıtını verirlerdi.”
sadece Starbucks ve Coffee kelimleri logo
dışı bırakılmış. Markanın yakın zamanda
sadece ‘kahve’ satmaktan öte şarap
ve peynir sunumlarına da başlayacağı
düşünülünce süreç içinde gerekli bir
değişiklik olduğuna şüphe yok. Starbucks
CEO’su Howard Schultz değişim için
“Marka ikonu yerini koruyor. Logomuzu
Starbucks mirasına sahip çıkarak
gelecekteki büyümeye hazır hale getirdik”
diyor.
McDonalds ibaresi bir süre sonra yerini
M’nin bilinirliğine bırakmıştı.
Yıldönümü kutlamalarıyla değişen
logolardan biri de Starbucks’a ait.
Logodaki değişim aslında o kadar da
radikal olarak değerlendirilemez. Zira
Benzer bir durumda hepimizin marka
imajı denince ilk aklına gelen isimlerden
biri Mc Donalds’ta da söz konusuydu.
O leziz sarı M harfinin altında yazan
Satışları Artıran Logo
10 YILIN LOGOSU GOOGLE
Ivan Chermayeff ve Tom Geismar
imzalı bazı logolar: National
Geographic, Mobil, NBC, IBM,
Xerox, Arçelik, Aygaz, Tüpraş, Opet,
Demirdöküm, Yapı Kredi...
Pepsi ABD’de geçen yıl “Her şeyi
yenile” sloganıyla değiştirdiği
logosunu Türkiye’de kullanmaya
başlıyor. Keyifli hallerden doğan
diyebileceğimiz bu logo Pepsi’nin asi
duruşunu belki de biraz sevimli hale
getiriyor denebilir.
6 aylık bir çalışma sonunda
tasarlanan VitrA’nın yeni logosu
müşterinin fikirlerini de dikkate alan
bir logo olmuş. VitrA’nın yeni logosu,
Ross Lovegrove tarafından tasarlanan
İstanbul Koleksiyonu’nun lansmanı
ile eş zamanlı kullanılmaya başlandı.
Son 10 yıla damgasını vuran marka/
logo olarak ilk akla gelen ‘google’dır.
Apple markası da genel bilinirliği
etkilemeden kenarı kurt tarafından
yenmiş elma imajına devam edip sadece
renklerini değiştirenlerden. Meşhur
rainbow apple (gökkuşağı elma) yerine,
daha gösterişli biraz daha ağırbaşlı
gümüş renkli elma.
Türkiye’de beyaz eşya denince akla gelen
ilk firma şüphesiz Arçelik. Değişen logosu
yıllardır Koç ailesi şirketlerinin logolarını
tasarlayan grafik tasarım efsaneleri Ivan
Chermayeff ve Tom Geismar imzalı.
Tasarım problem çözmektir diyen ikili
Arçelik için: “Logoyu modernize ettik
çünkü yenilenmesi ve daha ulaşılır
bir imaja sahip olması gerekiyordu.
Yaptığımız araştırmalarda gördük ki
eski logo son derece maskülendi. Ama
beyaz eşyaları satın alan da kadınlardı.
Parayı eşlerinin vermesi fark etmez,
alım kararını veren onlardı. Bu nedenle
kadınları daha çok cezbedecek bir
logo ve kurumsal kimliğe ihtiyaç vardı.
Değişimden sonra Arçelik’in satışları
nitekim arttı” diyorlar.
27/02/2011
05
Eray Çaylı
[email protected]
Mısır, geçtiğimiz günlerde Hüsnü
Mübarek’in yaklaşık 30 yıl süren iktidarını
deviren kitlesel eylemlere tanıklık etti.
Eylemlere her ne kadar birden fazla kent
ve mekân sahne olduysa da, aralarından
biri—Tahrir Meydanı—zaman içinde
bir tür merkez olarak sivrildi. Tahrir’de
toplanan Mübarek karşıtları önceleri
günübirlik eylemlerle yetiniyordu.
Ancak, başkan koltuğunu bırakmamakta
ısrar ettikçe, aleyhinde düzenlenen her
bir eylemin süresi de uzadı. Süreler
uzadıkça, Mübarek karşıtı hareket siyasi
olduğu kadar mekânsal bir öznitelik de
kazandı. Böylece, ‘Tahrir’ ismini bir halkın
bütününün özgürlük mücadelesini ifade
edecek şekilde hafızalara kazıyan süreç
başlamış oldu.
Görünür olabilme ve lojistik kolaylık
gibi kaygılar, kitleleri çoğu kez
eylemlerini belirli bir kentsel mekânda
yoğunlaştırmaya iter. Bu nedenle, kitlesel
eylemlerin tanım itibariyle mekânsal bir
niteliğe sahip olduğu dahi söylenebilir.
Tüm bu savlar Mısır’daki gösteriler için
de geçerliydi elbette. Ancak Tahrir’deki
olayların mekânsal niteliğini asıl ön plana
çıkaran, Mübarek yanlıları ve karşıtlarının
meydan üzerindeki egemenlik mücadelesi
oldu. Mücadeleden galip çıkan Mübarek
karşıtları, ‘meydan’ı bir daha asla boş
bırakmamaya karar verdiler. Kararlarında
öyle ısrarcılardı ki, işi Tahrir’den küçük
ölçekli bir mahalle yaratmaya kadar
vardırdılar. Meydanı adeta kendilerine
göre yeniden tasarlayan göstericilerin
mücadelelerini özgün kılan ve onları
başarıya ulaştıran asıl yaratıcı eylemlilik
de böylece ortaya çıktı.
Kitlesel halk eylemleri, kentsel
bağlamdaki nesne ve mekânların
tasarımcılarının öngördüğü senaryoları
aşacak şekilde kullanıldığı durumlara
iyi bir örnektir: Bir anda kaldırım taşları
cephane, tabelalar kalkan haline gelebilir.
Benzer örnekler Tahrir’de de sıkça
yaşandı; hatta eylemcilerin ‘ev yapımı’
miğferlerindeki yaratıcı cevher tasarım
bloglarının da dikkatinden kaçmadı.
Tasarım çevrelerinin olaylara olan ilgisi
her ne kadar söz konusu miğferlerle
sınırlı kaldıysa da, Tahrir eylemcilerinin
TAHRİR MEYDANI:
İSYANIN ATEŞLEYİCİSİ
Mübarek’i deviren göstericiler başarılarını siyaset kadar Tahrir
Meydanı’na yaptıkları yaratıcı müdahalelere de borçlu.
için eylemciler geceleri tank paletlerinin
içinde uyuyor.
nesne ve mekânlara yaptıkları yaratıcı
müdahaleler bu ve benzeri alışılagelmiş
örneklerle sınırlı değildi.
BBC ve The New York Times gibi
uluslararası medya kuruluşları Tahrir’deki
eylemleri meydanın detaylı fotoğrafları
ve üç boyutlu bilgisayar modelleri
aracılığıyla takipçilerine bildirdi. Söz
konusu fotoğraf ve modeller, ‘isyanın
vernaküleri’i olarak tanımlanabilecek bir
grup yaratıcı müdahaleyi de belgeliyor.
Eylemciler örneğin meydandaki bir fast
food restoranını hastaneye dönüştürüyor;
ayrıca birçok noktada kurulan sağlık
merkezleri normal şartlarda eylemcilerin
çoğunun erişiminin olmadığı nitelikteki
bir hizmeti onlara bedelsiz olarak
sunuyor. Gösterilere çocuklarıyla birlikte
katılanlar meydanın bir köşesini kreş
işlevi görecek şekilde tasarlıyor. Bir diğer
köşede maddi gücü elvermeyenlerin de
gazeteleri günü gününe takip edebilmesi
için bir basın duvarı oluşturuluyor.
Tahrir’in tam ortasında yer alan
döner kavşaktaki yeşil alana kamp
kuran eylemciler burada geceliyor.
Geridönüşüm noktaları oluşturan bir
grup eylemci, çevre temizliğini de
unutmadıklarını gösteriyor. Makul
fiyatlarla satışı yapılan yiyecek ve
bayrak gibi ürünler meydanda işleyen
bir ekonominin de geliştiğine işaret
ediyor. Tahrir’in bir halk kürsüsü de
var; isteyenler bu kürsüye çıkarak
düşüncelerini kitlelerle paylaşıyor. Ayrıca
ordunun Meydan’a ilerlemesini önlemek
Göstericilerin yaratıcı müdahalelerinin
makro ölçekte de bir takım etkilere neden
olduğu söylenebilir. Bu müdahaleler,
aslında oldukça alışılagelmiş bir
tasarıma sahip meydanın algılanma
biçiminde kökten değişikliklere yol
açıyor. Sözgelimi, benzer meydanlar
planlanırken kitlelere önemli bir referans
noktası olarak sunulan bir anıt Tahrir’de
de bulunmakta. Ne var ki, bu anıtın ve
tasvir ettiği tarihsel kişiliğin eylemciler
için pek önemli olmadığı anlaşılıyor.
Zira eylemciler kendi önemli şahsiyetleri
için yeni anıtlar yaratmakta gecikmiyor.
Gösteriler sırasında öldürülenler için
bir anı duvarı düzenliyor. Görece daha
turistik bir nitelik taşıyan başka bir
anıtı da ‘Mısır’ın kalbi’ adını verdikleri
yerleştirmeyle gerçekleştiriyorlar.
Böylece, eylemcilerin birlikte hatıra
fotoğrafı çektirebileceği bir mimarlık
öğesi de ortaya çıkmış oluyor.
Mübarek karşıtı hareketin asıl güç ve
meşruiyetini, tasarım ve planlama ile
yakından alakalı olduğu öne sürülebilecek
bir eylemlilik sayesinde kazandığı
söylenebilir. Söz konusu eylemlilik,
slogan atmak ve yürüyüş yapmakla
sınırlı kalmıyor; nesneye ve mekâna
ilişkin somut önerilerini hemen ve
oracıkta hayata geçiriyor. İşte Tahrir’i
Tahrir yapan, onu benzerlerinden ayıran
ve başarıya götüren de bu: Başka bir
dünyanın mümkün olduğunu tahayyül
etmekle kalmayıp bunu aynı zamanda
yaratıcı müdahalelerle ispatlamak.
06
MİLANO YOLCUSU KALMASIN
28 ülkede yayımlanan Elle Decoration dergisinin düzenlediği EDİDA ödüllerinin
Türkiye ayağı sonuçlandı. Kazananlar Milano Mobilya Fuarı’ndaki finale katılarak
uluslararası platformda kendini gösterme fırsatı bulacak.
Bu yıl Türkiye’de altıncısı düzenlenen
Elle Decoration Uluslararası Tasarım
Ödülleri’nin final gecesinde toplam 13
kategorinin ödülleri sahiplerini buldu.
Dekorasyon, tasarım ve stil dünyasının
ünlü isimleri Wan-na’da düzenlenen
bu özel davette bir araya geldi.
Dünyanın 28 ülkesinde yayımlanan
ve bir numaralı dekorasyon ve yaşam
stili dergisi olan Elle Decoration’ın
profesyoneller tarafından sıkı takip
edilen uluslararası tasarım ödülü
EDIDA, Türkiye finali ödül töreninde
sektörün pek çok renkli ismini
buluşturdu. Final gecesinin adresi son
zamanların en gözde mekanlarından
biri olan Wan-na’ydı.
Uluslarası çapta gerçekleşen en
büyük tasarım organizasyonlarından
biri olarak kabul edilen bu ödüller
için her ülkenin yayın ekibi,
önceden belirlenmiş olan
kategorilerde en iyileri seçip,
adaylarını uluslararası arenada
yarışmak üzere EDIDA’ya gönderiyor.
2010-2011 Türkiye adayları ise yine
yoğun ve titiz çalışmalar sonucu
belirlendi ve işte bu muhteşem
gecede ödüller sahiplerine sunuldu.
Public’te gerçekleşen ödül töreni,
davetlileri coşturan DJ
performansıyla devam etti.
Ulusal seçmelerde ödül kazanacaklar,
Mayıs 2011’de Milano Mobilya Fuarı
kapsamında gerçeklecek Uluslararası
EDIDA’da en iyiler platformunda ödül
avına çıkacaklar.
EDIDA’nın Galipleri
Mobilyada ‘Holy masa’yla Autoban.
Oturma grubunda ‘Fek’ adlı tasarımla
Derin Sarıyer.
Kumaş kategorisinde Tulu tekstil için
tasarladığı ürünü tasarımıyla Elizabeth
Hewitt.
Aydınlatmada Tepta aydınlatma için
tasarladığı ‘Atlantis’ adlı tasarımıyla
Barlas Baylar.
Masaüstü aksesuarları kategorisinde
Gaio&Gino için tasarladığı ‘Eye
Collection’la Sebastian Bergne.
Duvar kaplaması kategorisinde Kalebodur
adına tasarladığı ‘Cube&Dot’ adlı
tasarımıyla Tamer Nakışçı.
Zemin kaplamada Stepevi adına
tasarladığı ‘Miraje’ adlı tasarımlarıyla
stepevi tasarım ekibi Atilla Kuzu.
Banyo kategorisinde ‘Plus White Station’
adlı tasarımıyla Bora Çakılkaya.
Yatak odası kategorisinde ‘Hendel’ adlı
tasarımıyla Faruk Malhan.
Dış mekan kategorisinde ‘Madam Dakar’
adlı tasarımıyla Ayse Birsel.
Yılın genç yetenek ödülü ‘Domestic’ adlı
tasarımıyla Meriç Kara.
Yılın tasarımcısı olarak Atilla Kuzu.
27/02/2011
07
Türkü Şahin
[email protected]
BİZİM İÇİN ÖZGÜN OLUN!
Fiat’tan Samsung’a alanında söz sahibi firmalarla çalışan ve tasarımda büyük
bir tıkanma yaşandığına inanan Claudio Bellini Officexpo için İstanbul’daydı.
CNR şubat ayında Officexpo Fuarı’nın
ikincisi ile Türk ve dünya tasarımcılarına
kapılarını açtı ve fuarın onur
konuklarından Claudio Bellini’nin de içeri
girmesine vesile oldu. Tasarımdan, bu
sıklıkla kullanılan kelimenin günümüzde
nasıl algılandığına; İtalya’da bir tasarımcı
olmaktan, tasarımın bugün geldiği
noktaya kadar birçok şey konuştuk. İşte
tasarımcı kimliği ve tasarıma bakış açısı
ile kısaca Bellini...
sorup, Fellini, başka bir çok Bellini,
Michelangelo, Da Vinci gibi birçok
yaratıcı isme hayat vermiş İtalya’da
doğmuş olduğunu hatırlattığımızda ise
bir daha dünyaya gelse yine İtalyan
olarak doğmak isteyeceğini, ama
dünya üzerinde çok etkileyici ve
orada bulunduğu vakit zarfında çok
mutlu olduğu şehirler olduğunu
söyleyip New York, Tokyo ve
Melbourn’u örnek veriyor. “Ve daha bir
çoğu…” diye de ekliyor.
Claudio Bellini, 48 yaşında bir mimar
ve tasarımcı. Fiat’tan Samsung
veyaThonet’ye kadar alanında söz sahibi
birçok firma ile çalışıyor. Bu mesleğe
adım atmasındaki en büyük ilham
kaynağı ise, küçük yaşta onun atölyesine
giderken tasarımdan büyülenmeye
başladığı babası ünlü mimar ve tasarımcı
Mario Bellini. Ancak bunu, mesleki
başarısında ona en işe yarayacak kapıları
açan bir fırsattan çok, kendini daha çok
kanıtlamasını gerektiren, önüne açılan
her kapıda “Peki sen kimsin?” değil belki
ama “Burada olmayı hak ediyor musun,
göster bakalım…” dedirten bir olgu olarak
aktarıyor. Çünkü kendini kanıtlamak,
önünüzde herkesin sizi kıyaslayacağı
başarılı bir örnek varken daha da
zorlaşıyor.
Tasarımdan ise bugün bir ağız
dolusu söz edildiğine, ancak ortaya
çok fazla bir şey çıkmadığına
değiniyor yetenekli tasarımcı ve çok
büyük bir tıkanma yaşandığından
yakınıyor. Ortaya çıkan işlerin
çoğunun ego bazlı olduğunu,
tasarımın insanların ihtiyaçlarından
yola çıkmasından ziyade insanların
içgüdülerini tatmin etmeye yaradığını
söylüyor. Sanat yapmaktan daha farklı
görüyor tasarımı, güdülen estetik
kaygılar, ya da tasarımcının
kişiliğinden bir şeyler katması
açısından sanatla benzeştirse de,
müşteri ihtiyaçlarından doğması
açısından da ayırıyor sanattan. Estetiğin
işlevsellikle harmanlandığı akımların
söz sahibi olduğu 20. Yüzyıl başından
günümüze tasarımda çok şeyin
değiştiğine değiniyor.
Bellini’nin severek çalıştığı projeler
genellikle müşteri ile en uyumlu ve dostça
ilişki kurabildikleri, ihtiyaçların en iyi
anlaşıldığı ve insan ilişkilerinin düzgünce
yürütüldüğü projeler oluyor.
Türkiye’nin tarihi ve kültürel açıdan çok
zengin bir yer olduğunu ve tasarımcılara
ilham verecek çok şey barındırdığını
düşünüyor Claudio Bellini. “Avrupa’nın
da daha önce görmediği şeyler ortaya
çıkarmalı Türk tasarımcılar, kendilerinden
yola çıkan özgün ürünler üretmeliler.”
diyor ve ekliyor: “Sadece kendiniz için
değil, bizim için de...” Uzakdoğu’dan da
oldukça etkileniyor, “Başka bir dünya”
diyor ve potansiyelinin çok büyük
olduğuna değiniyor.
Mimari projeleri için orayı
tanımaya yetecek bir süre bulunduğu
şehirler arasında “burada da doğmuş
olmayı, ya da yaşamayı isterdim”
diyebileceği bir tane olup olmadığını
Değiniyor, söylüyor, konuşuyor,
yakınıyor, şöyle düşünüyor, böyle
düşünmüyor ve bu sayfayı işgal ediyor,
çünkü Claudio Bellini, tasarımın tüm
hak ettiklerini yerine getiren, iletişimin
kişisel yeteneklerle birleştiği işler
ortaya koyarak tasarımın evrenselliğine
profesyonelce destek olan bir dünya
tasarımcısı. Sırtlandığı ödüllerse sadece
bir yansıma...
08
Ömer Durmaz
[email protected]
Dünyanın ilk ‘tablet’ bilgisayar gazetesi
“The Daily” geçen aydan itibaren
yayımlanmaya başladı. İnternet
gazetelerinden ya da geleneksel
medyadan farklı bir deneyim sunan ve
günlük çıkan ‘tablet gazete’, sadece
iPad’e özel tasarlandı; basılı bir versiyonu
yok!
Merakla beklenen “The Daily”nin çıkışı,
tablet bilgisayarların satışıyla başlayan
“yazılı basın öldü” tartışmalarını
yeniden alevlendirdi. Gelecekbilimci
Ross Dawson, basılı gazetelerin ülkelere
göre “ölüm” yıllarını dahi açıkladı:
“2040 yılına dek 51 ülkede artık gazete
basılmayacak. Türkiye’de ise gazetelerin
nesli 2036’da tükenecek.”
İnternet gazetesi, basılı gazetenin
rakibi değil destekleyicisi olmuştu.
iPad, Samsung Galaxy gibi tabletler
ise gazetelerin yeni ve güçlü rakipleri.
Ağustos ayında yapılan bir araştırmaya
göre Kindle’dan e–kitap okuyanların
sayısı %68’den %44’e inmiş. iPad’den
kitap okuyanların sayısı ise %16’dan
%32’ye çıkmış. Yani model tabletler
sayesinde Kindle gibi ürünlere de ihtiyaç
kalmayacak. Tablet bilgisayarların
fiyatları zamanla düşeceği için kullanımı
daha da yaygınlaşacak.
Tasarımcı Oliver Reichenstein, iPod’un
müzik endüstrisini kurtardığı gibi iPad’in
de yayın endüstrisini kurtaracağını
söylüyor... Buradan şunu anlamamız
gerekiyor: iPad yayıncılıkta birçok köklü
TEKNOLOJİ
‘ÖĞRENMEYE’
ÇAĞIRIYOR
2040 yılında dek 51 ülkede gazete
basımı son bulacak. Öyleyse kolları
sıvamanın zamanı geldi de geçiyor!
değişime neden olacak!
Gelişmeleri görüp vizyonunu buna
göre belirleyen bazı şirketler, şimdiden
yayınlarının dijital versiyonlarından elde
ettikleri gelirin, fiziksel versiyonlarının
gelirini geçtiğini açıklamış bulunmaktalar.
Bu nedenle iletişim uzmanları ve
gazeteciler, tablet bilgisayarlarla
güçlenen dijital medyanın geleceğinin
parlak olduğu fikrinde birleşiyorlar; ancak
basılı gazetelerin sona ermesi için kat
edilmesi gereken çok yol olduğunu da
belirtiyorlar.
Tablet bilgisayarlar, içeriği tüketicilere
sunarken yeni deneyimlere kapılar açarak
okurların yayınlarla kurdukları ilişkinin
samimiyet oranını artırmaktadır. Tablet
bilgisayar uygulamaları, yayınları iyi
vakit geçirilen bir çokluortam eğlencesi
olarak yeniden tanımlamaktadırlar.
Böylesi bir çokluortam aracı, gazetelerin
okunmasını daha fazla teşvik etmekte,
özellikle gençlerin ilgisini çekmektedir.
Yayınlar içerisine video ya da kullanıcı
deneyimine izin veren etkileşimli
reklamların alınması, diğer okuyucular
arasında sosyal ağ paylaşımlarına olanak
sunması ve mikro–ödeme kolaylıklarıyla
satın alma kararlarını hızlandırması,
dijital yayıncılık için yepyeni bir dönemin
başladığının göstergesidir.
Görsel iletişim tasarımı açısında buradaki
temel soru; iPad gibi tabletlerin, grafik
tasarımcıların işini nasıl etkileyeceğidir!
iPad’in yarattığı kullanıcı deneyimi,
içeriği sunan gazeteciler için neden
önemliyse, içeriğin sunuşunu
tasarlayanlar için de o derece önemlidir.
Sayfa tasarımcısı Mario Garcia’ya göre
bu yeni dönemde haberin dört farklı
versiyonu bulunuyor: “Mobil versiyon,
İnternet versiyonu, Basılı versiyon,
Tablet (iPad) versiyonu.” Garcia’ya
göre geleneksel basın, kimilerinin iddia
ettiğinin aksine yok olmayacak, ama
çevrimiçi ve tablet uygulamalarını
doğru şekilde kullanamayanlar etkilerini
yitirecekler.
Temeller aynı...
Konunun özü şu ki, “grafik tasarımın
temel ilkeleri” pek de değişmeyecek;
tasarımcılar olarak uymak zorunda
kaldığımız yeni teknolojilerden bağımsız
olarak, tasarım dünyasına hükmetmeyi
sürdürecekler. Asıl soru; tasarımcıların,
yeni teknolojiler ortaya çıktığında hangi
yöntem ve tekniklere uyum sağlaması
gerektiğidir. Örneğin İnternet, grafik
tasarım endüstrisinde tamamen devrim
yaratmıştı. Tasarımcılar yeni beceriler
edinmek zorunda kalmışlardı. Bu nedenle
tasarımcıların, iPad ve onun halefleri
gibi teknolojik aletler için de öğrenmesi
gereken önemli farklılıklar bulunuyor.
Sonuç olarak iletişim tasarımcıları,
tasarımın sürekli değişen ritmine bir kez
daha ayak uydurmak zorunda kalıyorlar.
Ekip çalışmasının ve disiplinlerarası
üretimin daha fazla öne çıktığı dijital
yayıncılığın bu yeni döneminde, görsel
iletişim tasarımcıları için yaratıcılığın
ve teknik yeterliliğinin çıtası tekrar
yükselmekte. Eğer tasarımlarınızla
okuyucuların ya da tüketicilerin gelecekte
de dikkatini çekmek istiyorsanız bu yeni
ortama hızla hakim olmanız gerekiyor!
27/02/2011
09
Dr. Banu Pekol
[email protected]
‘NIPPOLITANO’ BİR TASARIMCI:
ISAO HOSOE
Ünlü tasarımcı Isao Hosoe, Kale için yeni bir projeye imza attı. Origami adını
verdiği koleksiyonu için İstanbul’a gelen Hosoe tasarım yaklaşımını anlattı.
İstanbul Moda Haftası’nın tam ortasında
buluştuk sizinle, yeri gelmişken moda
ile ilgili fikirlerinizi sorarak başlayalım.
Belki de bunu hanımlara sormak lazım,
özellikle de tepeden tırnağa simsiyah
giyinmiş olanlara. Siyah bluzun üzerine
siyah ceket, altına siyah pantolon ve
siyah ayakkabılar. Siyah, siyah ve
yine siyah! Bu siyah merakı çok ilginç
gerçekten. Biliyorsunuz aslında tamamen
siyah giyinmek din görevlilerine has bir
tarz olarak ortaya çıktı, aynı zamanda da
bu renk yas tutmanın bir simgesi. Nasıl
oldu da böyle ciddi ve hatta hüzünlü,
acı ile özdeşleştirilen bir renk modanın
merkezine başarıyla yerleşti ve yıllardır
orada duruyor, sorgulamak lazım bence.
Peki, tasarım modanın neresinde
konumlanıyor?
Bu odanın dışının şu an tamamen moda
ile dolu olduğunu düşünürsek, tasarım da
aslında bir tür moda. Moda bir iletişimdir
aslında. Her zaman ileriye doğru da değil,
bazen geriye doğru işliyor bu iletme
süreci.
Eğitiminizi Japonya’da uzay/uçak
mühendisliği üzerine almışsınız. Bu
alandaki tasarımlarınız hangileri?
Sadece insan bedeninin gücüyle çalışan
tek kişilik bir uçak tasarlamıştık o
zaman, gerçekten de uçabiliyordu. Bu
uçak bir sergi için Milano’ya getirildi,
ama sergi sonrasında –nasıl olduğunu
halen bilmediğim bir sebepten- uçak
kendiliğinden uçup gitti ve kayboldu!
Bu benim tasarımlarımın başlangıç
noktasıydı diyebilirim.
Tasarımın mühendisliğe katkısını bugün
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir örnek vereyim: NASA için çalışmış
bir Koryo Miura adında astrofizikçi var.
Onun origaminin katlama mantığını
kullanarak geliştirdiği ve şimdi ‘Miura
katlaması’ olarak geliştirilen şekil,
Japonya’nın 1995 yılındaki Uzay Uçuşu
Birimi’nin uydularına bağlı büyük güneş
panelleri kullanıldı. Bu tasarım sayesinde
güneş panelleri, uzaya taşınma sırasında
katlanmış oldukları için çok az yer
kaplıyor ve onu uzayda kurmak (veya
tekrar kapatmak) için sadece karşılıklı
uçlardan, tek bir hareketle çekmek
yetiyor. Dolayısıyla hem taşınması hem
de kurulumu kolay bir güneş paneli ortaya
çıkıyor. Bu tasarımdaki 90 derecelik
katlamadan kaçınma şekli aslında
kartezyen düşünce sisteminin dışında
olmaktan kaynaklanıyor. Batı dünyası ve
modern toplum hep kartezyen eğitiliyor,
düşünüyor, tasarlıyor. Japonya’da
origami’de de göreceğiniz gibi en önemli
derece 90 değil. Ara dereceler sayesinde
zigzaglar ve kıvrımların sunduğu farklı
çözümler ortaya çıkıyor.
Seramik tasarımlarımızda da benzer
şekilde origami’den esinleniyoruz.
Seramiklerin aynı zamanda geleneksel
bir özelliği olması da bunda etkili tabii.
Bana özellikle seramiklerin pişirildiği
ocaklar çok etkileyici geliyor. Belirli bir
şekilde içeri giren bir malzeme, müthiş
bir sıcaklığa maruz kalıyor ve bambaşka
bir şey olarak dışarı çıkıyor. Ocakların
bu değiştirme ve dönüştürme kapasitesi
bence büyülü bir özellik, bunu bir Disney
filminde kullanmalılar aslında.
Kartezyen düşünce sisteminin dışına
çıkmanın sunduğu yaratıcı çözümler ne
olabilir?
Bu noktada aklıma New York’taki
Broadway aklıma geliyor. Birbirini 90
derecelik açılarla kesen sokaklardan
oluşmuş, düzenli bir bölge. Ancak
burada bir yer var ki bu dik açılı sokak
düzenini göremiyoruz, sokaklar eğri
büğrü ve karmaşık bir geometriye sahip.
Meğer bu yollar, Kızılderililer orda
yaşadığı dönemde hayvanların yürüyüş
patikalarının genişletilmiş şekliymiş. Bu
bölge günümüzde tiyatro, bar ve kafelerin
yaşadığı yer. Ama sadece bu tür kıvrımlı
yollar görsek de çok heyecanlı olmazdı.
Benim asıl ilgimi çeken bu iki sistemin
beraber yarattığı tezat. Bir tarafın katı, bir
tarafın da değişken olması lazım daima.
Peki, siz katı mısınız değişken mi?
Seramik tasarımında benzer bir esin
kaynağınız var mı?
Bu konuda hep aynı cevabı veriyorum:
“duruma göre değişir”. Baştan cevabı asla
bilmiyorum, hatta öğrencilerime de bunu
öğretmeye çalışıyorum. Karşılaştıklarım
sayesinde bir değişim geçirmeye açığım.
Bir arkadaşım benimle ilgili ‘Nippolitano’
demişti, yani ne Nippon, ne Napoliten,
ama değişim geçirmiş biri olarak her ikisi
birden!
Filozof Charles Sanders Peirce’in
geliştirdiği ‘abduction’ (tahmin etme)
teorisinden etkilendiğinizi ifade
ediyorsunuz, açıklar mısınız?
Bu teori aslında hataların yaratıcı
sonuçlar veya çözümlere yol açabileceğini
savunuyor. Ben de bu tür tahmin veya
tesadüflerin tasarımda yaratıcılık için çok
önemli olduğunu düşünüyorum. Ama tabii
bu sonuçların başarılı olup olmaması da
“duruma göre değişir”.
Tasarımlarınızdaki plastik kullanımını
ekolojik/yeşil çerçevesinde nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Plastiğin neden yapıldığını düşünmek
lazım önce. Plastik, ham petrolden
yapılıyor, ham petrol ise bizden çok önce
var olmuş yaşam formlarının başkalaşım
geçirmiş bedenlerinden oluşuyor. Ama
günümüzde plastik kullanmamak da
mümkün değil. Dolayısıyla plastikten
yapılmış ürünlerin dayanıklı ve uzun süre
kullanılabilir olmasına önem veriyorum,
sonuçta atalarımızı çabucak tüketip
atmak onlara saygısızlık demek...
10
Dr. Banu Pekol
[email protected]
İki hafta önce de olduğu gibi, her
sene sevgililer gününde tasarımcıların
kendilerini daha da zorlaması, daha önce
olmayan hediyeler üretmesi gerekiyor.
Naoto Fukasawa’nın gerçekçi ve anatomik
şekli ile alışılmış hediyelerin arasından
sıyrılan, çikolatadan yapılmış kalbi bu
yılın yeni sevgililer günü hediyeleri
arasında. Eğer çikolata fazla klasik
geliyorsa, alternatif olarak eskiden grafik
tasarımcı olup artık pastacılık yapan Lily
Vanili’nin ‘kanayan’ kalpleri var: kırmızı
kek üzerine şekerli bir üst katman ve son
olarak kiraz ve frenk üzümü suyundan
‘kan’ şerbeti. Londra’ya yolu düşenlerin
satın alabileceği bu kalplerden her
birinden kazanılan ücretin %20’sinin
kanser hastası gençlere destek veren
Trekstock adlı hayır kurumuna aktarılması
bu tasarımı bir anda daha ‘sevimli’
kılıyor. Vanili, yenilebilir tasarımlarını
aslında tüm önemli günler için üretiliyor;
özellikle de Cadılar Bayramı için yaptığı
ürkütücü küçük kek serisi görülmeye
değer.
TASARIM VE YEMEĞİN
TATLI KESİŞİMİ
Pantone kurabiyeler, pastaya dönüşmüş evler... Mutfakta
ise grafik tasarımcılıktan pastacılığa geçenler, endüstriyel
tasarımı yemek üzerinden tanımlayanlar... Tasarımcılar
kendilerine yeni bir çıkış yolu mu arıyor dersiniz?
eaeae
1995’ten beri ‘yemek tasarımı’ yapan
Marti Guixe, bu güne kadar pastaların
üzerinde içeriklerinin oranını
göstermekten, 7 adımda yenilecek ve
ısırma yerleri işaretlenmiş bisküvilere
kadar birçok esprili iş çıkarmış. Guixe’nin
işlerini fotoğraflayan Inga Knölke, 1999
yılında “yemek tasarımcısı, yemekle
çalışıp yemek pişirmek hakkında en
ufak fikri olmayan kişidir” demişti.
Bugün artık sınırların çok daha
belirsizleştiğini söyleyebiliriz. Peyzaj
yönetiminin ardından aşçılık okumuş
olan Melodie & Brenton’ın yaklaşık 52
saatlik bir sürede tasarlayıp, pişirip
süslediği pastanın özelliği, modernizmin
öncü mimarlarından Amerikalı Frank
Lloyd Wright’ın 1935’te yaptığı ünlü
Fallingwater evini kopyalaması.
Bu dönemin geometrik formları
pastacıların işine gelmiş olacak ki, San
Francisco’daki Modern Sanat Müzesi
(MOMA)’nın kafesine gidenler de
müzenin koleksiyonunda gördüğünüz
kimi eserlerin kek şekline dönüştürülmüş
hallerini tadabiliyorlar. Bunlar arasında
en renklisi, Piet Mondrian’ın 1930 tarihli
‘Kırmızı, Mavi ve Sarı ile Kompozisyon’
adlı tablosunun keki.
Tasarım ve tatlıların beraberliği jölede de
kendini gösteriyor: Bompas & Parr ekibi,
Londra’nın önemli mimari eserlerini
jöleden yapmakla kalmayıp, bunları
kendi evinde de tekrarlamak isteyen
meraklılarına bir de tarif kitabı hazırladı.
Kitapta sadece görsellik konusunda
yeniliklerle değil, aynı zamanda da
jölede alışılmamış tatlarla karşılaşıyoruz:
şampanya, çiklet, meyankökü.. ve hatta
karanlıkta parlayan jöle tarifi bile var!
Pantone renk kodlarını t-shirtler,
defterler ve kupalar üzerinde görmeye
alışmışken, şimdi de kurabiyelerde
karşımıza çıktılar. “Bunu neden ben
düşünmedim ki” dedirtecek cinsten, gıda
boyalarının titiz bir karışımıyla ortaya
çıkan bu kurabiyeler, tasarımcı ve çizer
Kim Neill’in mutfağının/stüdyosunun
ürünü.
Özellikle son sene içinde İstanbul’da pek
popüler olan macaron’ların rengârenk
olması onları yeterince sevimli yapıyor
diyebiliriz. Ama bununla yetinmeyip
dükkânın tamamını sattığı tek şey
olan macaronları öne çıkarmak üzere
tasarlamış olan “Theurel&Thomas Maison de Macaron’, bu tatlının
başkenti Paris’te değil, Meksika’da
San Pedro şehrinde! Meksikalı marka
danışmanı şirket Anagrama’nın
tasarladığı dükkân tamamen beyaz
renkte düşünülmüş: tabii ki macaronlar
hariç! Macaron’dan bahsetmişken,
John Galliano’nun önde gelen Fransız
macaron şirketi Laduree’nin gül ve
zencefil tadındaki macaronlarının
kutularını tasarladığını da söylemek
lazım.
Yemeklerde sadece masaya servis
edilenlerin değil, aynı zamanda tariflerin
de bir tasarım içermesi gerektiğine
inanan sanatçı ve illüstratörler bir
araya gelip www.theydrawandcook.
com sitesinde çizimlerini yayınlamaya
başladılar. Yemek tariflerinin sıkıcı
olduğunu düşünenler bir de buradaki
Çin yemeği veya sıcak şarap veya meyve
salatası tarifine bakmalı. Bu yazıyı
okuyup bitirenlerin canı tatlı
çekmişse kabahati tamamen
tasarımın üzerine atıyor, aynı
zamanda da bu yaratıcı işleri yapanlara
“aklınıza/elinize sağlık” diyoruz.
27/02/2011
11
Aslı Ayşen Aydın
[email protected]
Acaba hiç düşündünüz mü “mekân”ın
hayatımızdaki önemi ne kadar? Ev,
ofis, okul, sosyal ve kültürel alanlar
dediğimizde gözünüzün önüne bir anda
sadece duvarlar değil acı ya da tatlı
belirli “an”lar da gelmiyor mu? Üstelik
o mekânda geçirdiğimiz zaman, bu
zamanın sürekliliği ve fiziki koşullarını
da düşündüğümüzde deneyimlerimiz
bakış açımızı ya da ön yargılarımızı
şekillendirmiyor mu?
Ana sınıfından başlayıp yüksek öğretime
kadar devam edersek en az 15 yıl farklı
eğitim kurumlarında zaman geçiriyoruz.
Evrim bu kurumlar için de geçerli olsa
bile ne eğitime katılım ne de hizmet
kalitesinde hâlâ standardizasyon
sağlanabilmiş değil. Gelişmekte olan
ülkeler ekonomik ya da altyapısal
sorunlar nedeniyle düşük kalan eğitime
katılım oranını artırmaya çalışırken,
gelişmiş ülkeler de eğitim kalitesini
yükseltmek için mücadele ediyor. Bu
yüzden Birleşmiş Milletlerin 2015’e
kadar çözmeyi arzuladığı Milenyum
Hedefleri’nin 2. sırasında “eğitim” yer
alıyor.
ÜÇÜNCÜL
ÖĞRETMEN:
MEKÂN
Cannon Design, VS America ve Bruce
Mau Design’ın “Third Teacher” projesine
göre 3 öğretmen var: “Ebeveynler,
akranlar ve fiziksel çevre.”
“Third teacher” projesi de eğitim
sorunlarıyla boğuşan Amerika’dan
doğuyor. Kaliteli bir eğitim için “mekân”ın
ne kadar önemli bir dönüştürücü güce
sahip olduğunu gösteren kitap, herkesin
kolaylıkla uygulayabileceği fikirleri 79
maddede toparlıyor. “Third teacher”
ismini, II. Dünya Savaşı sonrası İtalya’nın
kuzeyindeki Reggio Emilia kasabasında
“eğitim her çocuğun hakkı” fikriyle
yeni bir okul sistemi geliştiren Loris
Malaguzzi’den alıyor. Malaguzzi’ye
göre çocukların 3 öğretmeni bulunuyor:
“Ebeveynler, akranlar ve fiziksel çevre.”
İngiltere’de 2006’da kurulan British
Council for School Environments’ın
hedefi de ülkedeki okulları baştan aşağı
değiştirerek mekânları mükemmel
öğrenme alanlarına dönüştürmek.
2008’de başlattıkları “Big School
Makeover” Projesi basit bir renovasyon
çalışması gibi görülse de sosyal
paydaşların katılımcılığını sağlamak,
daha davetkâr ve keyifli mekânlar
yaratmak ve sosyal etkiyi artırmak adına
büyük bir paylaşımı içeriyor.
Alternatif yaklaşımlardan bir diğeri ise
Bali’de John Hardy’nin kurduğu “Green
School”... Sadece 2 yıl önce kurulmuş
olan okul “Geleceğin Yeşil Liderleri”nin
yetiştirilmesini hedeflerken eğitim modeli
ile de sürdürülebilirlik için eşsiz bir
örnek oluşturuyor. “Green School”, ana
sınıfından liseye kadar Bali’nin yemyeşil
coğrafyasında duvarsız bambu evlerde
doğayla iç içe bir eğitim sistemi sunuyor.
Danimarka’da doğan ve 2005’ten bu yana
küresel sorunlara tasarım aracılığıyla
çözüm bulmuş fikirleri ödüllendiren
INDEX: genç tasarımcıları da unutmuyor.
Halen okuyan veya yeni mezunların
katılabildiği 2010 yılındaki yarışmanın
ana teması eğitim, alt başlığı da
gelişmekte olan ülkelerde eğitime katılımı
kolaylaştırmaktı. Şubat 2011’de François
Verez and Ane Eguiguren’e ödülü
getiren “Teddy Bag”, çalışma masasına
dönüştürülebilen modüler bir sırt çantası.
Temel ihtiyaçları karşılaması ve hareket
kabiliyeti sınırlı olan sınıfa mobilite
katması açısından ürün tam da “Third
teacher”ın dikkat çektiği sadelik ve kolay
uygulanabilirliği içeriyor.
Proje, Cannon Design, VS America ve
Bruce Mau Design’ın ortak çalışması...
Cannon Design, 1958’den beri yapı
ve iç mimariye yönelik projeler
yürütürken, VS America 110 yıllık
deneyimiyle eğitim sektörü için mobilya
üreten liderler arasında. Bruce Mau
Design ise kurucusunun yayınladığı
“Incomplete Manifesto” ile dikkat
çeken multidisipliner bir ofis. Bu üçlü
güçlerini birleştirerek mekân ile öğrenme
arasındaki ilişki ve bu ilişkinin nasıl
bir çarpan etkisi yaratabileceği üzerine
çeşitli fikir önderleriyle bir araya
geliyor. Görüşleri alınanlar arasında
TED (Technology Entertainment Design)
sayesinde tanıdığımız “The Element”
kitabının yazarı ve danışman Sir Ken
Robinson, bilim insanı ve çevreci David
Suzuki, her daim inovatif ve öncü Dyson
markasının kurucusu James Dyson
bulunuyor.
Bu kadar zengin bir bakış açısı eğitimin
geleceğine yönelik önemli bir yol
planı çiziyor. Sekiz bölümde toplanan
bu öneriler ergonomiden yaratıcı
düşünmeye, sürdürülebilirlikten
dijitalleşmeye kadar çeşitli başlıkları
kapsıyor. Üstelik, değişimin en
Amerikan Mimari Vakfı’nın yürüttüğü
“Great Schools by Design” çalışması da
daha kaliteli bir eğitim sürecinin mimari
olarak nasıl kolaylaştırabilecekleri
üzerine çalışmalar yürütüyor. İngiliz
hizmet tasarımı ajansı Engine Design’ın
hükümet tarafından desteklenen
“Building Schools for the Future” için
yürüttüğü çalışmada ise yapıdan önce
çocuğun eğitimi ve sosyal hayatını
şekillendiren sistem adımlara ayrılıyor.
Öğrencinin her yaş döneminde yaptığı
etkinlikler, faaliyetler, ihtiyaç ve
arzuları göz önünde bulundurularak
“mekân”ın nasıl tasarlanacağı için taslak
oluşturuluyor.
önemli ölçütlerinden biri olarak
demokratikleşmeyi ve çocukların
katılımını gösteriyor.
Mesela genç nüfusun daha çevreci
olabilmesi için atılabilecek temel
adımlardan biri eğitim alınan mekânların
LEED prensiplerine göre inşa edilmesi
olarak değerlendiriliyor. “Third teacher”,
altyapı sisteminin şeffaflaştırılması
ile çocukların gerçek dünya hakkında
daha bilinçli olmalarının sağlanacağına
inanırken, rahatlığı ve dayanıklılığı
sağlayan masa ve sandalyelerin
sınıftaki konsantrasyonu ne kadar
artırılabileceğini de ispatlıyor.
Şanı kıtaları aşmış nice tasarımcılarla
çalışarak ödül kazanan mekânlar
yaptırmak mümkün. Ancak bilgi
paylaşımının demokratikleştiği bir
ortamda yaşıyoruz. Bu yüzden “iyi bir
yaşam herkesin hakkıdır”ı savunan
multidisipliner takımlar tasarımcılarla
bir araya gelerek çözüm üretiyor. İçinde
yaşadığı toplumun sorununu fark edip
bunları ortadan kaldırmak için çalışanlara
düşen görev de gelişmeleri yakından
takip etmek ve kendilerine en uygun olan
alternatifi hızla uygulamaya geçirmek.
Çünkü daha iyi bir dünya ne olursa olsun
mümkün...
12
Seda Kayım
MODAYA LÜK
[email protected]
Diane von
Fürstenberg
Claridge’s, Londra
MİMARLIK MI K
Karl Lagerfeld
Moda dünyasının “baskı kraliçesi”
Belçika asıllı Diane von Fürstenberg –
ya da popüler akronimi ile DvF, iç mekan
tasarımı işine, neredeyse otuz yıldır sadık
müşterilerinden olduğu Londra, Mayfair
adresli Clarigde’s ile atıldı. “İflah olmaz
bir gezgin” olarak projeye “konuğun
gözünden” yaklaştığını ifade eden ikonik
anvelop jarse elbiselerin tasarımcısı,
Claridge’s için süit ve stüdyoları kapsayan
10 adet odayı, imzası olan neon renklere
ve iri desenlere büründürdü. Kendi sözleri
ile otelin Art Deco resmiliğini güncelleyen
ve onu “bir fantezi” haline getiren
Fürstenberg’in, Clarigde’s ile ilk işbirliği
ise aslında bu değildi: DvF’in 2009 sezon
arası koleksiyonu ilhamını, tam olarak da
bu otelin atmosferinden alıyordu.
– Schlosshotel im
Grünewald, Berlin
Versace Palazzo
Moschino
Chanel’in arkasındaki eksantrik ve
egosantrik beyin Karl Lagerfeld’in, 1912
yılında Kaiser Wilhelm’in “sağ kolu”
Dr. Walter Pannwitz tarafından inşa
ettirilen bu şatoyu elden geçirmesinin,
bir tür “tencere-kapak” ilişkisi ortaya
koyduğu söylenebilir. Görkem delisi ve
sansasyon meraklısı tasarımcının, imza
attığı tüm koleksiyonlarda kendisini
hissettiren neo-gotik ve barok eğilimlerini
dışa vurması için, varaklı çerçeveler ve
ahşap duvar panoları ile donatılmış bir
saray yavrusundan daha uygun bir ortam
düşünülebilir mi? Sonuç: Asistanlarını
müzayedeler ile antikacılar arasında
koşuşturmuş bir Lagerfeld’in dönem
tabloları, cibinlikli yataklar, ışıltılı avizeler
ve eskitilmiş görünümlü aynalar ile
süslediği desatüre soğuklukta mekanlar…
Versace, Gold Coast Avustralya
Maison Moschino,
Milano
Moda tasarımcısı imzalı ilk otel olmanın
haklı gururunu yaşayan Palazzo Versace,
2000 yılından bu yana, markanın lüks
ve pırıltılı yaşam tarzını konukların
“gözüne sokuyor”. 2008’de Donatella
Versace’nin gözetiminde 8 milyon TL’lik
bir renovasyondan geçen 205 odalı, saray
unvanlı tatil köyünde, ev tekstilinden çatal
bıçağa, banyo aksesuarından halıya kadar
yer gök Versace marka. Yüksek fiyatları
nedeniyle; “Versace’yi yaşamak mı,
giymek mi daha kârlı?” sorusunu akıllara
getiren otelde, markanın tasarımları
dışında ancak, şaşaalı antikalara yer
açılmış. Avustralya’yı uzak bulan lüks
tutkunları, bu yıl tamamlanacak Palazzo
Versace Dubai’yi beklemek durumunda…
Mizahi tasarımlarıyla ünlü moda(d)evi
Moschino, “Cheap&Chic” üslubunu,
2010’da Milano’da açılan Maison
Moschino’ya da yansıttı. 1840 tarihli gar
binasını 65 odalı bir otele dönüştüren
Moschino kreatif direktörü Rosella
Jardini; masallardan ilham aldı. Moda
tutkunlarını mest edecek elbise formlu
aydınlatma elemanları otelin dört yanına
serpiştirilirken, aynı form kimi zaman
şık bir yatak başına dönüşüyor. Ağaç
ve sarmaşıkların iç mekana taşındığı,
pasta ve kurabiyelerin yatak üstlerine
konuşlandığı otel, konuklarını “tavşan
deliğinden içeri çekmekte” kararlı.
Hoşunuza giden objelerin satışa sunuluyor
olması da cabası!
Moda tasarımcılarının maharetli ellerini d
pazar teşkil ediyor. Modanın “iktidar evleri”
sektörü, prestij anlayışını sağlamlaştıraca
ortaya “hautel couture” konsepti çıkıveriyo
Christian Lacroix
Hotel Notre Dame,
Paris
İflası resmileşen Christian Lacroix
modaevi, markanın namını tasarım
otelleri ile sürdürüyor. Paris’e
kazandırdığı eksantrik butik oteller, Hotel
Bellechasse ve Hotel du Petit Moulin’in
ardından, Notre Dame Katedrali’ne nazır
400 yıllık bir yapıya sihirli değneğini
dokunduran Lacroix; “Melekler”, “İlahi
Bahçe” gibi temalar üzerinden gotik
katedrale göndermede bulunuyor. Tüm
zamanların ve kültürlerin kesişiminde
bir “patchwork” yaratmak istediğini
vurgulayan tasarımcı, tarihi havayı çağdaş
üslupla harmanlıyor. Halılarda Ortaçağ
yol kaplamalarının, duvarlarda Rönesans
resimlerinin kullanıldığı otel, misafirlerini
zamandan soyutlayarak onlara iç yolculuk
deneyimi vaadediyor…muş.
27/02/2011
13
KS VE PRESTİJİ
KAZANDIRACAK?
değdirdiği otel konsepti, yeni yükselen bir
” için konaklama ve ağırlama odaklı hizmet
ak taze bir pazarlama aracı haline geliyor;
or. Mimarizm ekibi konuyu masaya yatırdı.
Philip Treacy
G Hotel, İrlanda
Giorgio Armani
Armani Hotel, Dubai
Armani’nin New York’tan Şangay’a
ulaşması planlanan otel zincirinin ilk
halkası, “dünyanın en yüksek binası”
unvanlı Burj Khalifa içinde açıldı.
Gökdelenin 37 katını kaplayan otel, 5
yıllık bir süreçte ve bizzat Giorgio Armani
tarafından tasarlandı. Modacının imzası
sayılabilecek minimalist tasarımsal
çizgiler, pastel renkler ve bolca “Armani
Casa” ürünü ile donatılmış işletme,
bir yandan da yapının görgüsüzlük
mertebesinden kötü şöhretine, üstelik
“zebra desenli ahşap panel”lerin
anlatamayacağı bir züppelikle eklemlendi:
her bir misafir için “kişiye özel yaşam
koçları”nın atanacağı belirtildi.
Oscar de la
Renta Puntacana
Resort, Dominik
Cumhuriyeti
Louis Vuitton
Cheval Blanc,
Courchevel
Lüks tüketim ürünleri grubu Moët-HennessyLouis Vuitton’un başkanı Bernard Arnault’nun
mülkiyetindeki Cheval Blanc, Fransa’nın
meşhur kayak merkezi Courchevel’de
bulunuyor. Lüksün simgesi Louis Vuitton
söz konusu olunca, mütevazı dağ oteli
konsepti de sofistike bir hal alıyor doğal
olarak. Cheval Blanc’ın kapasitesi 34 oda
ile sınırlandırılarak, mekanlar bol keseden
kullanılmış. Zira böyle güzide bir butik
otelde hamam, jakuzi ve saunanın eşlik
ettiği geniş yüzme havuzuna, Givenchy Kar
Spa’sına, Louis Vuitton, Christian Dior, Marc
Jacobs butiklerine yer vermemek olmazdı.
Galyalılara özgü “joie de vivre”i (yaşama
sevinci) temel alan otelin 2010 Noel ağacını
John Galliano tasarlamıştı.
Pek çok ünlü kadının popüler kültüre
kazınmış imajlarına eşlik eden, hatta o
anları ikonlaştıran şapkaların yaratıcısı
Philip Treacy’nin imzalı G Hotel,
ziyaretçilerin tasarımcının sürreal
dünyasına davet edildiği bir mekan…
Kafalarına kah ıstakoz kah güneş sistemi
konduruverdiği görece çirkin kadınların
gizemli, tehditkar veya zarif yanlarını
şapkalar aracılığı ile ortaya çıkaran
Treacy, bu otel için de benzer güzergahı
takip ediyor: Banliyöde, üstelik ticari bir
park ortasında konumlanan çekicilikten
uzak bir binayı, müşterileri “etkilemek,
eğlendirmek ve en önemlisi şaşırtmak”
üzere hipnotik etkili Warhol halılar, fuşya
renkte duvarlar ve kitsch mobilyalar ile bir
araya getirerek olağanüstüleştiriyor.
Missoni Hotel
Missoni, Edinburgh
Markanın alamet-i farikası olan zarif
çizgiler ve dalgaların hakim olduğu
“Missoni Home” koleksiyonu, Edinburgh
eski kent merkezindeki Hotel Missoni’de
tam anlamıyla görücüye çıkıyor. Yatak
odalarında siyah-beyaz dokular türkuaz,
sarı, yeşil gibi canlı renklerle dengeli
Missoni geometrisini tekrarlarken;
banyoda markanın havlu stoku ile
sarmalanıyorsunuz. Ürünleri eve
götürmeniz de mümkün. Tabi makul bir
ücret karşılığında… Edinburgh Kalesi
ve tarihi Royal Mile mahallesine bakan
otele, bu yıl içinde Kuveytli bir kardeş
beklenirken; müstakbel Missoni otelleri
arasında Antalya-Belek’in de ismi geçiyor.
Ülkenin Tortuga sahilinde 60
kilometrekarelik bir alana yayılan tatil
köyü ve golf merkezine ait 15 ultra lüks
villaya imza atan Oscar de la Renta, hem
bir Dominik asıllı hem de bölgenin uzun
süredir sakini olarak kendi topraklarına
yatırım yapıyor. Haute couture ustası,
anatomi ve renk bilgisini ise manzara
ve peyzaj ile yarışmayan, onlara bir
anlamda serenat yapan dinginlikte
mekanlar kurgulayarak aktarıyor. Ancak
mekan tasarımlarının “şık ve tropik”
olarak nitelendirilmesi, üstüne üstlük
“50’lerin Küba’sı” benzetmesine nail
olması, bir nebze akıl karışıklığı yaratıyor.
Burada, “tropik” kelimesinin ananaslı,
yanar-dönerli ve yoğun esanslı klişe
çağrışımlarını bekleyen tüm balayı
meraklılarına duyurulur…
14
Esra Tonguç Yıldırım
[email protected]
Reklamlar, yönlendirmeler, dükkan
tabelaları, cephe kaplamaları, dev ışıklı
panolar ve daha birçoğu bize bir şeyler
anlatmaya çalışıyorlar. Nereye gittiğimizi
veya gidebileceğimizi, ne yapmamız
veya yapmamamız gerektiğini onlardan
takip ediyoruz. Bir yandan kanunlarla
denetlenmeye çalışılsalar da diğer
yandan—özellikle kamusal alanda—
yayılıyorlar. Artık dünyanın birçok
yerinde ilgili kurumlar bu konuya özen
gösteriyorlar.
Brezilya’nın en kalabalık kenti olan
São Paulo’da, 1 Ocak 2007 itibarıyle
açık alanlardaki reklamlar tamamen
yasaklandı. Şehirdeki tabela ve
billboardların hepsi kaldırıldı hatta el
ilanlarının dağıtılması bile yasaklandı.
Dükkan tabelaları minimalist bir şekilde
yeniden düzenlendi, artık dükkanların
önlerine on metrede bir en fazla 1,5
metrelik ilan koymaya izin veriliyor.
Doğal olarak, reklam verenler ve reklam
ajansları bu uygulamalara karşı büyük bir
savaş başlattılar. 2007 yılının başında
herkesin umudu kestiği reklam endüstrisi
şekil değiştirdi ve adeta yeniden doğdu.
Reklam verenler, şimdiye kadar açıkhava
reklamlarına harcadıkları parayı yeni
alanlara kaydırma eğilimindeler.İç
mekanlarda veya toplu taşıma araçlarında
kullanılan dijital reklamlar ve internet
reklamları canlandı.
Peki başka yerlerde neler oluyor?
İngiltere’de de kırsal alanlara
reklam panolarının koyulması yasak.
Amerika’daki dört eyalet, Vermont,
Alaska, Hawaii ve Maine de aynı
şekilde doğal alanlara dev reklamların
koyulmasını yasaklıyor. Birleşik
Devletler’de gittikçe daha fazla kent yol
kenarlarındaki dijital ilan panolarını
yasaklıyor. Tabii ki bunun öncelikli sebebi
güzellik kaygısı değil. Sebep, 10 saniyede
bir değişen görsellerin sürücülerin
dikkatini dağıtması ve kazalara yol
açması.
Bizdeki duruma gelince... Şehirlerimizi
şu vakitten sonra çarpık yapılaşmanın
olumsuzluğundan koruyamasak da, ufak
dokunuşlarla buraları daha yaşanabilir
kılabiliriz. İstanbul-Arnavutköy’de,
Arnavutköy Belediyesi Zabıta Müdürlüğü
tarafından 2010’da başlatılan
uygulamada tabela, tente, siperlik ve
ŞEHİR DEMEK
KAOS DEMEK
OLMAYABİLİR!
Kamusal alanlarda aklını korumak her
geçen gün zorlaşırken dünyanın dört bir
yanında tabelalara savaş açılıyor.
müştemilat gibi görsel kirliliğe neden
olan hiçbir oluşuma izin verilmiyor.
Esnafın işyeri dışına, yayaların kullandığı
kaldırımlara ve alanlara ürün ve tabela
koyması yasak. Arnavutköy Zabıta
Müdürlüğü, kişisel reklama göz yumulan
yerlerde çok çirkin bir görsel kirliliğin
yaşandığını, Arnavutköy’de 6 bine yakın
tabelanın sökülme işleminin yapıldığını
belirtiyor.
Bornova Belediyesi ise, cadde ve
sokaklardaki tabela kirliliğine savaş
açtı. Başkan Sırrı Aydoğan’ın talimatı
ile belediye ekipleri tarafından bazı
bölgelerde tabela kirliliğine karşı
çalışma başlatıldı. Belediye ekipleri,
öncelikle trafik akışının yoğun olduğu ana
yollarda sürücülerin dikkatini dağıtan,
kaldırımlara gelişi güzel monte edilen
reklam tabelaları ve pankartların hepsini
temizledi.
Beyoğlu Belediyesi kentsel tasarım
atölyesine gelince... Güzel Beyoğlu
çalışmaları 4,5 yıldır sürdürmekte. Atölye,
Başkan yardımcısı Mimar İlhan Turan
yönetiminde mimar, restoratör ve şehir
planlamacılardan oluşan 15 kişilik ekibin
çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor.
Beyoğlu Belediyesi Kentsel Tasarım
Atölyesi 20 cadde/bölge de çalışmalarını
devam ettirirken, şu ana kadar, yaklaşık
5000 yapı cephesinde düzenleme
yapıldığı belirtiliyor. Projelerin hazırlık
döneminde çalışma yapılacak bölge halkı
ile ilişki kurularak onların kendi içlerinde
organize olmaları sağlanıyor. Bölgedeki
tüm yapıların tesbitleri yapıldıktan sonra
görüntü kirliliğine neden olabilecek
tabela, klima, anten..vs gibi ögeler
ortadan kaldırılıyor. Belediyenin
başlattığı uygulama ile tüm dükkanların
tabelalarının koyu renk ahşap desenli bir
yüzey üzerinde pirinç harflerle yazılacak
şekilde değiştirildiğini de hatırlatmak
gerek. Bina cephelerinde boya rengi,
tabela dizaynı, tente şekilleri - rengi
vb. bina dış cephesine ait tüm detaylar,
Kentsel Tasarım Atölyesi’nin denetiminde
yapılıyor.
Görünen o ki, hem sivil toplum
kuruluşlarına, hem şehir planlamacılara,
hem reklam dünyasına, hem turizm
sektörüne hem de en önemlisi bireysel
olarak bizlere çok iş düşüyor.
27/02/2011
15
Pelin Özgen
[email protected]
GÖLCÜK’E YENİ BİR YAŞAM ALANI
Koç Holding, Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi’nin kapılarını
açtı. Mimarisiyle dikkati çeken projenin altında Tece Mimarlık imzası yatıyor.
Kocaeli’ndeki Ford Otosan Fabrikası ile
on yıldır Gölcük’te faaliyet gösteren Koç
Holding, Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan
Kültür ve Yaşam Merkezi’ni Devrim Erbil
resim sergisi ile açtı.Sanayi Bakanı Nihat
Ergün ile Koç Holding Şeref Başkanı
Rahmi M. Koç’un katıldığı açılışta
konuşma yapan Vehbi Koç Vakfı Yönetim
Kurulu Başkanı Semahat Arsel “Büyük
şirketler özellikle büyük sanayi kuruluşları
faaliyette bulundukları yerlerde öncelikle
bölge halkının genel ekonomik ve sosyal
yaşantısına olumlu katkıda bulunmalıdır.”
diyerek merkezin açılış hikayesini anlattı.
Gölcük’te Ford Otosan arazisine komşu,
1999 Gölcük depreminin fay kırığı ve
paralelindeki yolun arasında geçtiğimiz
ay açılışı gerçekleşen Merkez, TeCe
Mimarlık tarafından Koç Holding
çalışanlarına ve çevre halkına hizmet
vermek amacıyla tasarlandı.Sosyal yaşam
merkezinin programı, spor salonları,
konferans salonu, özel toplantı salonları,
hobi atölyeleri, sergi salonu, gözlem
kulesi ve açık spor alanlarını içeren yapı
Koç Holding’in “Ülkem İçin” projesi için
gerçekleştirildi.
Program, 4715 metrekare kapalı alana
sahip tesiste TeCe Mimarlık tarafından
2245 metrekare spor merkezi, 2740
metrekaresi kültür merkezi olmak üzere
iki ayrı kitle halinde çözümlenmiş.
Arsanın geometrisinin ve manzaranın da
şart koşmasıyla tüm ana kullanım alanları
kuzeye doğru yönlenmiş.
Projenin detayları ve tasarımın
çıkış noktalarını TeCe Mimarlık’ın
ortakları Tülin Hadi ve Cem İlhan’a
sorduk; “Arazideki büyümüş ağaçların
korunması, olabildiğince geniş yeşil
alan bırakılması, yapının tabiatla
ahengi önemli çıkış noktaları oldu. Bu
kararlar, yapıların yeşil alan içindeki
konumlanması, aralarında kalan
mesafenin belirlenmesi, geometrisinin
biçimlenmesi kadar malzeme seçimlerini,
tuğla, ahşap ve bakırın kullanımını
da yönlendirdi. Yüzey tasarımlarında,
gerek dış cepheler gerekse iç cephelerde
tabiatta rastlanabilecek, benzerlik ve
değişkenliğin yarattığı türden dokular
elde edilmeye çalışıldı. Örneğin
cephedeki degrade renkli tuğlalar hem
yüz değil de ileri geri yerleştirilerek
uygulandı veya konferans salonunun
kaplamaları inceli kalınlı döşendi. Bu
durumu birlikte çalıştığımız tasarımcı
arkadaşlarımızdan biri “düzensizliklerin
düzeni” olarak tanımladı.
Yapının peyzajında, yeşertilen yüzeyler
ve yürüme, toplanma alanları haricinde
yapay müdahalelerden kaçınıldı. Yere
özgü floranın mevsimsel değişimlerinin
rahatça algılanabilmesi, beraberinde
yapıları yıl boyunca farklı etkilere
büründüreceği göz önünde tutuldu.
Zeminin yumuşaklığı bodrum kat
yapılmasına izin vermeyip, genelde
bodrumlarda halledilen bir çok meselenin
çatılara taşınması gerektirdi. Böylelikle
yapı bodrumu çatısında bir kitle haline
geldi. Yapının teknik donanımında enerji
geri kazanımı elbette üzerinde durulan bir
konu oldu.
24 metre yüksekliğindeki gözlem kulesi,
fabrika açığında yer alan kuş gölü’nün,
çok önemli bir doğal tarih haline gelen
fay kırığı hattının, Gölcük’ün denizden
Bursa’ya doğru uzanan tepelerinin,
Ford Otosan fabrikasının gözlenmesine
imkan veren, yapıların kararlı yataylığını
düşeylikle dengeleyen bir unsur oldu.”
16
Bikem İbrahimoğlu
[email protected]
KUTUNUN DIŞINDAN,
MODANIN İÇİNDEN...
Müzik, politika, teknolojide söyleyecek sözü çok oldu
Kaliforniya’nın; artık modada sözü alıyor... Moda tarihine
farklı bir perspektiften bakmaya başlıyor.
Clint Eastwood’dan Marilyn Monroe’ya
sayısız sinema oyuncusunun ve MCM’ den
Walt Disney’e birçok stüdyonun doğum
yeri, müziğe Red Hot Chilli Peppers ve Jim
Morrison’u, politikaya Hoover, Reagan ve
Richard Nixon’ı, ayrıca Google, Facebook,
Apple, Hewlett Packard gibi firmaları ve
teknolojileriyle bizleri 21. yüzyıla taşıyan
Kaliforniya, modaya bugünlerde nasıl
bakıyor? Yine bir nevi kutunun dışından;
modanın tarihine dönüp bugün için yeni
perspektifler yakalayarak.
San Francisco Legion of Honor
müzesinde Belçikalı sanatçı Isabelle de
Borchgrave’in “ Pulp Fashion” *sergisi
en ünlü tablolardaki en güzel elbiselerin
kağıttan yapılmış kopyalarıyla bir moda
tarihi turu. Kumaş deyip geçtiğimiz,
aslında son derece değerli el dokumaları,
danteller ve işlemeler kağıt üzerine
ince ince resmedildiği, inanılmayacak
derecede kumaş görünümü kazandığı
ve bizi hayretlere düşürdüğü için
onlara tekrar gerçek değerini
veriyoruz. Tekstilin resmedilip ,müzede
sergilenerek sanat statüsüne çıkarıldığı
başka bir perspektif bu.
Sonbahar/kıs 2012 New York moda
haftası dönüşü, Amerikan Harper’s
Bazaar’in editörlerinden Tatiana
Sorokko’yla San Francisco’da
görüştüğümüzde bize bugün önemli
olanın aynen ressamın tablosuna şöyle
bir çekilip uzaktan baktığı gibi modaya
da belli bir mesafeyle bakmak olduğunu
söylüyor. Çünkü mesafe koymak, anlam
yüklemektir diyor. Moda dünyasında
söz sahibi bu çok renkli kişilik açılan
Rusya’nın 80’lerde dünyaya ihraç
ettiği ilk top model. Sorokko mankenlik
kariyerini, Phoenix sanat müzesi ile
Moskova moda müzesinde vintage
koleksiyonunu hem sergileyerek hem
kendi giyerek başka bir noktaya taşıdığı
gibi, modada podyum ve müze vitrini
arasında canlı köprüyü kuruyor, stilini
ciddi moda söylemine dönüştürerek
tasarımcı, stilist, manken, kürator
karışımından oluşan yeni bir hibrid
yaratıcılık anlayışına öncülük ediyor.
Sorokko’ya göre kişisel yorumlar
kıyafetlerden daha önemli çünkü kişiyi
kendi özgün yaratımı haline getiriyor.
İlk takipçisi Guinness biralarının varisi
Daphne Guinness ve New York F.I.T de
Eylül ayında açılacak kendi kıyafetlerinen
oluşan100 parçalık vintage/moda sergisi .
Tatiana Sorokko gelecek kış sezonunun,
iyimserlik, umut ve enerji vermek
adına çok renkli ve tamamen giyilebilir
modellerden oluştuğundan (burada
favori modacısı Ralph Rucci nin kırmızı
tonlarına değinmeden geçemiyor) ancak
modanın gidişatında ufukta ne yeni
bir form, yeni bir korse ya da siluet
gözükmediğinden bahsediyor. İnsanlar
giyilebilir, uçmadan satın alınabilir,
gerçek kıyafetler istiyor. Haute couture’ün
yerini artık vintage kıyafetler alıyor.
Yenilik,daha ince ama daha sıcak yünlü,
daha dökümlü şifon, daha hafif organza
gibi yaratıcı kumaş teknolojilerinde
yatıyor.
Olağanüstü modeller ise her zaman
icin “zamansız”. Günümüzde en büyük
çaba, zamansız, mükemmel kıyafetler
yaratabilmek. Bugün herkesin aradığı,
10 yıl sonra da rahatça giyerim
dedirten “instant classic” yani anında
klasikleşecek modeller yakalamak.
İşte bu noktada Sorokko’nun dünyası,
“”işadamı modacı” konseptinin yaratıcısı
ancak sinema aşkının Los Angeles ‘a
demir attırtığı , teksaslı modacı Tom
Ford’la buluşuyor. 6 yıllık Post-Gucci
kozmetik, gözlük, Savile Row kesim
erkek giyim Hollywood’da prodüktörlük/
yönetmenlik macerasının ardından
kadın modasına sonunda el atan seksi
tasarımcı, ilk kadın giyim butiğini,
Oscar’lardan birkaç gün önce ( kırmızı
halıda Beyoncé tarafından temsil
edileceği fısıltıları arasında) Rodeo
Drive’da açıyor. Gerçek giysilerden
uzaklaşmiş olduğumuzu anlatan
Tom Ford giyilebilir, kaliteli ve seksi
tasarımlarıyla piyasada yok olmuş
bir değeri geri getirmeye çalışıyor.
Bir kadının yalancı ve pahalı yerine
gerçek değeri olan, 5 dakikada bir
modası geçeceğine 10, 20 hatta daha
çok yıl giyebileceği ardından da kızına
aktarabileceği kıyafetler almak istediğini
anlatıyor. Alexander McQueen sanatçı,
ben ticari modacıyım diyen Ford,
isteğinin değişik yaştan ve fizikten,
birbirinden farklı ancak kendine özgü bir
stile sahip, detaylardan zevk alan gerçek
kadınlar için güzel elbiseler yaratmak
olduğunu söylerken aslında “instant
classic” ten bahsediyor. Mr.Ford modada
en yeni olan klasik kaliteli gelenektir
rüzgarını estiriyor. Şöyle ki, haute
couture evlerinin eskiden yaptiği gibi
koleksiyonu son dakikaya kadar basından
gizli tutarak, önce müşterilerine “
arkadaş ünlü” mankenlerle tanıtıyor,
yoksa koleksiyonun yüz görünümlüğü
ile modellerin mağazaya girmesi
arasında geçen 6 ayda çoktan yeni
olma özelliklerini kaybettikerinden
bahsediyor.
‘Fashioning Fashion’
Gelenek deyince Los Angeles’ in ünlü
müzesi LACMA’nin (Los Angeles County
Museum), Renzo Piano tarafından
tasarlanan süper modern, süper cool
yeni binasının ilk sergisi “Fashioning
Fashion” adlı1700-1915 yılları Avrupa
modası gelenek ve siluetleri. Tozlu
bir moda tarihi sergisinden cok öte,
müze mankenleri üzerinde sergilenen
işlemeli uzun elbiseleriyle Amerikan
Vogue’unun Eylül sayısına, editörü
Lisa Love eşliğinde, gayet havalı bir
şekilde konuk olduğu gibi, Evliya Çelebi
misali dünyanın dört tarafını yılda 32
koleksiyon hazırlamak için karış karış
gezen John Galliano’ ya arşivlerini
açarak, asistanlarının tek tek her kıyafeti
fotograflamaları sayesinde yeni bir ilham
oluşturuyor.
Kaliforniya; çılgın, çağdaş, kural tanımaz,
yeni projelerin ve hikayelerin ülkesi, taze
bir bakış için modayı işte böyle bir zaman
perspektifine oturtuyor.
27/02/2011
17
Gözde Severoğlu
[email protected]
‘ÖDÜLLERİN ÖDÜLÜ’
Diğer ödül sistemlerindeki gibi başvuru yapamıyorsunuz, ancak aday
gösteriliyorsunuz. Onlarca farklı kategorideki yüzlerce ürünle yarışıyorsunuz.
Aday olmak bile motivasyonu artırıyor, ürünün başarısı bir kez daha tescilleniyor;
daha yenilerini, iyilerini tasarlamak için harekete geçiriyor kaleminizi...
Adaylar; Red Dot, IF, Observeur gibi
uluslararası tasarım ödülleri almış, 5
yıldan eski olmayan ürün ve iletişim
tasarımları arasından davet ediliyor.
Alman Ekonomi ve Teknoloji Bakanlığı
ve Alman Tasarım Konseyi bu 41 yıllık
organizasyonu birlikte yürütüyor
ve ¨Ödüllerin Ödülü¨ Designpreis
Deutschland 5’i altın, 20’si gümüş
olmak üzere iki kategoride de sadece 25
tasarıma veriliyor.
Ürün tasarımında
5 Altın ödül
Sergileme alanında herkese göz kırpan,
rengiyle ve formuyla dikkat çeken,
50’lerdeki 300 SL modelinin DNA’sından
referanslar taşıyan, markanın günümüz
çizgisi önemsenerek tasarlanmış
Mercedes Benz SLS AMG Altın ödüle
layık görülenlerden. Yenilikçi fikrin, el
işçiliği ile bilinen malzemeler kullanılarak
zekice ürünleştirildiği Gemse baston ve
basit bir alüminyum ekstrüzyondan farklı
uzunluk ve açılarda kesilerek üretilen EVE
bilezikler Altın’lar arasında.
Çocuklar için kalite, güvenlik ve
rahatlık önemsenerek tasarlanmış,
boyu ayarlanabilir, basit ve etkileyici
detaylarla çözümlenmiş araç koltuğu
Concord Transformer T de Altın ödülüne
layık görüldü. Bir diğer Altın ödül
ise var olan malzemeler kullanılarak
elde edilen fonsksiyonel tasarımlara
mükemmel bir örnek niteliğindeki Flip
Box Premium’un oldu. Yalıtım amaçlı
kutularda ihtiyaç duyulan taşıma ve
kilitleme gibi fonksiyonel detayların,
kullanılan malzemenin avantajı ile
kendi geometrisinde çözümlenmesi
ödülü getirdi. Kutu, kolay taşınabilir
ve dayanıklı olmanın yanında geri
dönüştürülebilir.
20 Gümüş ödül
Geometrik oyunlar, basit çözümlemeler,
malzemenin veya üretim yönteminin
potansiyeli ya da kullanım alışkanlıkları
önemsenerek tasarlanmış 20 ürün.
Ödüllerden birisi Theatrum’un. Süsü
olmayan, uyumlu ve günümüz şehir
mobilyalarına, oyun alanlarındaki ve
spor merkezlerindeki banklara iyi bir
alternatif niteliğindeki sosyalleşme,
eğlenme ve oturma alanı. Açık ev
sistemlerinde kullanıma uygun Turn,
360° dönebilen ve istediğiniz açıda
sabitleyebileceğiniz bir şömine. Tek elle
açılan kapağı, hava çıkışının kolaylıkla
sağlanması ve bünyesindeki depolama
alanı ayırt ediciliğini destekliyor ve ödüle
layık görülüyor. Astec b.1000, mimar
ve içmimarlara mekanın bölünmesi
ve kullanım alanları ile ilgili fırsatlar
sunan, üzerinde çerçevesi veya ek
bir parçası bulunmayan bölücü cam
paneller ödül alan ürünler arasında.
Yenilikçi bir havluluğa sahip, dayanıklı
jel kaplı mermer döküm malzemeden
üretilen AXOR URQUIOLA lavabo da
ödüllendiriliyor. EVA SOLO’nun sebze
yıkamak ve kurutmak için, en temel
santrifüj hareketinden referansla
tasarlanan Salad Spinner, markaya bir
gümüş kazandırıyor.
Ödül alan diğer ürünler arasında BMW
5 serisi üst segment otomobil, hafif
ve su geçirmez dağ botu, katlanabilir
elektrikli bisiklet, Rösle’nin az yer
kaplayan süzgeci, formu fonksiyonelliğini
destekleyen ergonomik ofis koltuğu
On, basit bir yöntem ile üretilen, hafif
ve kolay istiflenen Nobody sandalye ve
Bosch’un malzemede farklılık yarattığı
ankastre fırını yer alıyor.
MG Tasarım Başardı
Melih Gürleyik ve Seyman Çay’ın SOLA
markası için tasarladığı yatay, dikey
ve eğimli bir iç ya da dış ortamda
hizalamaya fırsat veren dönen lazer
ölçüm cihazı Trigon da Gümüş ödüle
layık görülenler arasında. Üç malzemenin
birlikte kullanımı cihazı dirençli kılmış;
üçgen yapısı ise alışılagelmiş ¨lazer
gölgesi¨ni azaltmaya fırsat veriyor.
Banat ve Oya Design
ödüle aday
Banat, Kunter Şekercioğlu tarafından
tasarlanan Acrobat diş fırçasıyla,
Oya Akman hem Snow White hem de
White porselen bardaklarıyla adaylar
arasındaydı. Ambiente Fuarı’nda
sergilenen ödül almış tasarımların
yanında, aday gösterilen tasarımlar
arasından oluşturulan seçkiye de yer
verilmişti. Bu seçkinin içerisinde 2011
yılına dek farklı ürünleri ile toplamda 5
Kez aday gösterilen Oya Akman’ın her iki
bardağı da yer aldı.
Ergonomi, fonksiyonellik, yenilikçilik,
kullanım kolaylığı, tasarımın genel
konsepti, marka değeri, estetiği, ekolojik
uygunluğu ve kalitesi gibi kriterlerin
değerlendirildiği ödül sistemine
önümüzdeki senelerde daha fazla
tasarımımızın aday gösterilmesini ve ödül
sahibi olmayı diliyoruz.
18
Banu Binat
[email protected]
İZMİR’DE DE ‘HERKES İÇİN TASARIM’
29 ocak-5 Şubat tarihleri arasında
genç mimar adayları İzmir’de
gerçekleşen Ulusal Mimarlık Öğrencileri
Buluşması’nda bir araya geldi. Farklı
atölye çalışmaları, konferans, panel
gibi etkinlerin içinde TAG Platform’un
yürüttüğü bir çalışmada “herkes için
tasarım” konusu, üç gün boyunca
tasarımcıların gözüyle ele alındı.
İzmir’deki buluşmada ilk gün,
Türkiye’nin EIDD üyeliği ile “Nasıl bir
sürece girmeliyiz?” üzerine bir tartışma
başlatıldı. 85 mimarlık öğrencisinin
katıldığı söyleşide, Türkiye’deki
tasarım üretimi ve tüketimi konusunda
umutsuzluğa kapılmadan, sadece
toplumu bu konuda bilinçlendirerek
farkındalık yaratılabileceği aktarıldı.
Genç tasarımcıların “herkes için tasarım”,
“herkes” ve “tasarım” kavramlarını
sorgulamaya başlamasıyla da farkındalık
kampanyası için ilk adım atılmış
oldu. Öncelikle yaşadığımız çevrede
karşılaşılan tasarım hatalarına dikkat
çekildi. Tasarımın nasıl suç işleyebileceği
tartışıldı.
İkinci gün başlayan atölye çalışmalarında
amaç, toplumda farkındalık yaratacak
kampanyalar kurgulamaktı. Öğrenciler
kendi aralarında gruplar oluşturarak
kampanyalarında odaklanacakları
konuları belirlediler. İlk grup, “Herkes
için tasarım mümkün müdür?” ve “Herkes
derken kimlerden bahsediyoruz?”
sorularına yanıt aradıktan sonra, herkes
için tasarımın mümkün olacağı, ancak
optimum tasarımın, uygun zamanda
Genç mimar adayları, Ulusal Mimarlık
Öğrencileri Buluşması’nda konferans
ve panel gibi etkinliklerin içinde ‘herkes
için tasarım’ konusunu ele aldı.
uygun kullanıcı için yapılması gerektiği
sonucuna vardı.
İkinci grup, tasarımcıların
yaptıkları tasarımlarla kullanıcıları
yönlendirebileceklerini,
bilinçlendirebileceklerini savundu. Grup
ayrıca, farklı farklı tarif edilen kullanıcı
grubunun aslında tek bir grup olduğunu,
bu yüzden tasarımcının esnek tasarım
yapabilmesi gerektiğini anlattı.
Üçüncü grup, bilinçlendirmenin ‘amaç’
olması gerektiğini savundu. Böyle bir
farkındalık kampanyasında kullanıcıların
kampanyanın odak noktası olması
gerektiğinin altını çizdi.
Dördüncü grup, tasarımcıların toplumla
empati kurması gerektiğine olan
inancını vurguladı. Grup, insanların
farkındalığını artırmak için toplumun
geneline hitap eden TV dizileri, dizi
karakterleri, radyo programları, reklam
alanlarının kullanılması gerektiğini
savundu. Beşinci grup ise toplumda
farkındalık yaratmak için abartma yoluyla
dikkatleri çekmeyi önerdi. Alışılmış
durumlara insanları bir anda şaşırtarak
dikkat çekmenin ve biraz da provakatif
olmanın daha doğru olacağını savundu.
beşinci grup, kurulacak bir öğrenci ağı ile
tüm Türkiye’de aynı anda yapılacak iyi
planlanmış provokatif bir hareketin çok
ses getireceğine olan inançlarının altını
çizdi.
Projenin başındaki TAG Platform, 2012
sonbaharında İKSV’nin düzenleyeceği
ilk Tasarım Bienali’ne hazırlık sürecinde
toplumda tasarım konusunda farkındalık
yaratacak etkili bir kampanyanın tasarım
ortamına ve toplumsal kaliteye büyük
katkısı olacağını düşünüyor. Mimarlık
öğrencileriyle başladıkları bu çalışmanın
devamı için Nisan ayında İstanbul’da
toplanacak olan TAG Platform; Haziran
ayında Eskişehir’de mimarlık öğrencileri
buluşmasında kampanyanın hayata
geçirilmesini planlıyor. Tüm tasarımcıları,
hepimizi engelleyen tasarımları birlikte
eleştirmeye, konuya dikkat çekmek
üzere üretim yapmaya ve herkes için
tasarım fikrinin yaygınlaşmasına katkıda
bulunmaya çağırdıklarını da ekleyelim...
Gelişmeleri bloglarından takip
edebilirsiniz.
http://www.herkesicintasarim.blogspot.com
Serap Alp Demirel
[email protected]
İSTANBUL’UN 100 GRAFİK
TASARIMCISI VE İLLÜSTRATÖRÜ
Ömer Durmaz’ın hazırladığı kitap, Türkiye’de grafik tasarım
ve illüstrasyon alanlarıyla ilgili zengin bilgiler içeriyor.
Grafik tasarımcı/editör Ömer Durmaz,
“100 Grafik Tasarımcısı ve İllüstratörü”
adlı kitabı kaleme alırken, usta tasarımcı
İlhan Bilge yayının danışmanlığını
üstlendi. Ortaya önemli bir başvuru
kaynağı çıktı.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kültür A.Ş.’nin katkılarıyla hazırlanan
“İstanbul’un 100’leri” kitap dizisinde
şimdiye kadar İstanbul’un 100 Ressamı,
İstanbul’un 100 Ailesi, İstanbul’un 100
Esnafı, İstanbul’un 100 Kütüphanesi,
İstanbul’un 100 Şiiri, İstanbul’un 100
Fotoğrafçısı, İstanbul’un 100 Yazarı,
İstanbul’un 100 Sokağı, İstanbul’un
100 Filmi, İstanbul’un 100 Ağacı,
İstanbul’un 100 Gravürü gibi alanlarda
kitap yayınlandı. İstanbul’u eksene
alan söz konusu çerçevede, grafik
tasarımcılar ve illüstratörler İstanbul’un
100 Grafik Tasarımcısı ve İllüstratörü
adlı eserde bu dizideki yerini aldı.
Yayın, grafik tasarım ve illüstrasyonun
Türkiye’deki serüveninde, İstanbul
ekseni üzerinden “tarihsel süreçte” öne
çıkan aktörleri inceledi. Okuyucular,
kitap sayesinde birçok grafik tasarımcı
ve illüstratör ile tanışacak ve bu alanda
Türkiye’deki önemli gelişmelerin bilgisini
edinebilecek.
Mart Ayında raflarda
Başvuru kaynağı niteliği taşıyan
“İstanbul’un 100’leri” kitap dizisinde
yer alan “100 Grafik Tasarımcısı ve
İllüstratörü” yayınının editörlüğünü
Ömer Durmaz, yayın danışmanlığını ise
İlhan Bilge üstlendi.
İçerik konu başlıkları arasında “Grafik
adıyla ilk dersi kim vermiş?”, “Özgün
baskıresim deyimini kim bulmuş?”,
“Öncü kadın resimlemecimiz kimmiş?”,
“Cumhuriyet döneminin başlangıcında
yurtdışına grafik tasarım eğitimi almaya
kim gönderilmiş?”, “İlk grafik tasarım
kitabını kim yazmış”, “Bilinen ilk grafik
tasarım sergisini kim açmış” gibi merak
uyandıran kısımlar bulunuyor.
Kitap Tasarımı Tuğrul Peker ve Eray
Kula’ya ait olan yayın, Mart ayından
itibaren raflarda yerine alacak. Esere
İstanbul Kitaplığı’ndan ya da www.
istanbulkitapcisi.com sitesinden
ulaşılabiliyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı, ilgi gören “İstanbul’un 100’leri”
kitap dizisinden sonra “Sırada İstanbul’un
1000’leri var” sözleriyle bir başka büyük
projenin de sinyallerini veriyor.
27/02/2011
19
Murad Babadağ
[email protected]
ŞEHRİN MÜLKSÜZLERİ
Bir kentin sahibi kimdir dersiniz? “Şehrin Mülksüzleri”, bu sorunun cevabını
ararken mülksüz tanımını geniş bir yelpazede yapıyor.
Günümüzde gelişmiş ülkelerin büyük
şehirlerinde bile görülebilen Paul
Virilio’nun dromoman’i de sayılabilecek
mülksüz bir kitle, minimal koşullarda
varoluş mücadelesi veriyor. Özellikle
küreselleşen dünyada daha da acımasız
hale gelen sistem, bu kurbanlarını
tam olarak öğütmüyor, sanki diğer
gruplara ibret-i alem olması adına göz
önünde tutuyor ve bu durumla tehdit
ediyor. Dünyaca bilinen belli başlı
belgesel kanallarında yapılan gelecek
kehanetlerinde bu mülksüz kitlenin çok
daha artacağı öngörülüyor. Bu artışın
yanında temiz su sıkıntısı ve beslenme
problemleri de aynı kanallarda bağıra
bağıra ifşa edilirken küçük ölçekli
projeler haricinde gelişmiş toplumların
neredeyse tamamı bu olası problemleri
görmezden geliyor ancak değişen küresel
iklimde sert geçen kışlarda bir çok evsizin
sokakta donarak öldüğüne şahit olunuyor.
Arajntin’de bir gecede 9 evsiz insan
donarak öldüğünü biliyoruz. Ülkemiz
kanunlarında -4 derece ve altında evsizler
devletin himayesine alınıyor ancak
sadece geçen kış, bu ısı limitinin üzerinde
, sokakta yaşayan 2 evsiz vatandaşımız
hayatını donarak kaybetti.
İnsanoğlunun yerleşik düzene geçtiği
ilk günden beri sistemle uyum
sağlayamayanların veya bunu tercih
etmeyenlerin varlığı bilinir. Hatta
Antik Yunan’da Platon (üretime ve
tabi ki yüksek verimli tüketime katkısı
bulunmayan) bu tür insanların toplanıp
bir adaya götürülerek toplumdan tecrit
edilmeleri gerektiğini bile savunmuştur.
Zaman içinde batı kültürü bu tür insanları
dışlarken ve bu grubu potansiyel suçlu
olarak yaftalarken doğu kültürlerinde
tam tersi bir yaklaşımla imaretlerde
ve aşevlerinde yemek sağlanır ve
yaşamlarını sürdürmelerinde yardımcı
olunur(du). Ortaçağ ve sonrasının Avrupa
kentinin ise kendi “mülksüzler’inden
kurtulmak istediği tarih kitaplarında yer
alır. Vergi bile veremeyecek düzeyde
bir gelir durumuyla hayata tutunan,
Latince’de proles (zürriyet) ve proletarius
(zürriyetinden gayrı bir şeyi olmayan)
adıyla anılan bu grubun üretimden özgür
olduğu ancak bu özgürlüğün bedelini
tecrit edilerek ve dışlanarak ödediklerine
şahit olunur .
Klasik Osmanlı sisteminde ise tam
aksine, Antik Roma’dakine benzer
biçimde , barındırılıp beslenirler.
Özellikle en büyük ve en kalabalık kent
olan İstanbul’da devasa boyutlarda
olduğunu tahmin ettiğimiz bir “artık
nüfus” görünürde hayır sahipleri,
gerçekteyse kamu kaynakları aracılığıyla
düpedüz “iaşe ve ibate” edilir. Bu
durumdan sadece sisteme uymayan
insanlar değil, aynı zamanda yaşam
alanları yine yine aynı tehdit tarafından
gaspedilen diğer canlılar da etkilenirler.
Yaşam hakları farklı bir çok senaryo ile
gaspedilip yok sayılır.
Oysa çok da eski sayılmayacak geçmiş
zamanlarda -tam tersine- bu tür şehir
mülksüzleri sahiplenilir, yaşamlarının
kolaylaştırılması adına yardımlarda
bulunulur, yaşam düzenine mümkün
olduğunca dokunulmamaya çalışılırdı.
Evlerin veya kamu yapılarının bir
köşesine kuşevi yapılır, diğer sokak
hayvanları da ihmal edilmezlerdi.
Bu bilgiler ışığında, yaşanılabilir kentsel
projesi kavramı içinde bu dışlanmış
grubun , yaşama katılmaları sağlanması
ve bu amaçla tasarımlar yapılması
gerektiği aşikar. Şehrin mülksüzlerinin
en azından temel yaşam ihtiyaçlarının
karşılanması veya yaşam mücadeleleri
kolaylaştırılması için temizliği, taşınması
ve üretilmesi kolay barınaklar ve
kolay bulunabilir temiz su kaynakları
sağlanmalıdır.
Bu maksatla geliştirilen “Şehrin
Mülksüzleri” projesi, yakın zamanda
hayata geçmeyi bekliyor. Projenin önerisi;
konuyla ilgilenen her tasarımcının bir
ücret ve karşılık beklemeden bu işi
mesleğinin ve insanlığa olan borcunun
bir ifadesi olarak düşünüp tasarımlar
yapması , daha önceden oluşturulmuş
olan bir web sitesinde bu tasarımların
bir havuz içerisinde toplanması. Bu
şekilde toplanan tasarımlar , sponsor
bulunduğunda veya yerel yönetimler
konuyla ilgilenip bir uygulama yapmak
istediklerinde önlerinde olacak , hangi
ürünün kime ait olduğunu bilmeden
bütçelerine ve hedeflerine uygun ürünü
seçip uygulayabilecekler. Sitesine sadece
izinli kurum ve kuruluşlar erişebilecekler,
bu erişim için bir abone bedeli ödenecek.
İlk bakışta akla gelen olası problemler
düşünüldüğünde tasarımcı katılımı azlığı,
yerel yönetimlerin ve özel kuruluşların
dikkatlerini çekmek gibi sıkıntılar
olabileceği tahmin ediliyor. Ancak
tasarım eğitimi veren yüksekokullarla
yapılacak işbirliği ilk sıkıntıyı çözmesi
beklenenler arasında. Bireysel çabalarla
hazırlanmış ilk örneklerin dikkat çekici
bir sunumu ise diğer iki sıkıntıyı ortadan
kaldıracak gibi görünüyor. Böylece
sorumluluklarını bilen tasarımcılar,
yerel yöneticiler ve şirketler, içinde
bulundukları topluma daha da faydalı
olmak için birlikte çalışabilecekler...
Daha önce sahip olduğumuz ve zamanla
unuttuğumuz değerlerimize geri dönerek
bu tür bir projede yer almak mesleki etik
sorgularının da tekrarına yol açacak.
20
Türkü Şahin
[email protected]
AB Türkiye Kültür Köprüleri Projelerinden
bir yenisine daha bu kez İstanbul Moda
Akademisi’nde olmak üzere imza atıldı.
Geçtiğimiz yıldan beri Kültür Köprüleri
çerçevesinde edebiyat, sinema, moda,
müzik, sahne tasarımı dallarında birçok
panel düzenlenirken İMA, Milano Trienal
Vakfı ve Müzesi Direktörü ve Milano
Politeknik Üniversitesi Endüstri Tasarımı,
Sanat, Moda Tasarımı ve İletişim Bölüm
Başkanı Arturo Dell’Acqua Bellavitis ve
AB-Türkiye Kültür Köprüleri Programı
kültür elçilerinden ünlü moda tasarımcısı
Atıl Kutoğlu’nu program bünyesinde
buluşturdu. Bellavitis ve sekiz farklı
üniversitenin öğrencileriyle İMA’da atölye
çalışmaları yapan Atıl Kutoğlu ile, 15
Şubat’ta İMA sanat yönetmeni ve moda
tasarım programı lideri Oylum Öktem
moderatörlüğünde gerçekleşen seminer
sonrası tasarıma ve kültürel aktarıma dair
hoş bir sohbet gerçekleştirdik.
KÜLTÜR
KÖPRÜLERİ
İstanbul Moda Akademisi, AB-Türkiye
Kültür Köprüleri Projeleri’nin sonuncusuna
ev sahipliği yaparak Atıl Kutoğlu va Arturo
Dell’Acqua Bellavitis’i buluşturdu.
Koleksiyonlarınızda Türk ve
Osmanlı motiflerinden sıklıkla
faydalanıyorsunuz. Peki insanın
kültürüne ve tarihine hissettiği
yakınlıkla özgüvenini nasıl
bağdaştırırsınız? Ve başarılı bir
tasarımcı olmakta özgüvenin rolü nedir?
Atıl Kutoğlu: Burada çok güzel
açıklamışsınız zaten. Bence, bir
tasarımcının, yetiştiği toprakların
köklü kültürlere ev sahipliği yapmış
olması, özgüveninin güçlü olmasında
çok etkili. Ben kariyerime başlarken,
Avrupa’da sergilediğim ilk defilelerde,
kendi kültürümüzden aldığım ilhamı
modern çizgilerle, Avrupalı, dünyalı
kadına ulaştırmaya çalıştım. Kendimi
Avrupa’daki meslektaşlarımdan şanslı
kabul ediyordum baştan beri ve bunu
hep koleksiyonlarımla ispat ettim.
Bana ilk koleksiyonumu üretmem ve
sergilememde yardımcı olan Viyana
Belediye Başkanı’nın eşi benimle ilk
tanıştığında ‘Siz Türk olamazsınız!’
demişti. Avusturya’da bazı kimseler de ‘
İsminizi değiştirmeden kariyer yapmanız
çok zor.”demişlerdi, ama ben bu durumu
dezavantaj olarak görmedim hiç. Tersine,
özgün bir kimliğim olduğu için hep
mutluluk duydum. İyice tanındıktan sonra
tüm dünyada insanlar ‘İsminiz ne kadar
fonetik, bu özel bulunmuş bir sanatçı adı
mı?’ diye sormaya başladılar!!
Bellavitis: Kültürünü bilirsen,
geliştirebilirsin de. Özgüven de hem
bununla ilintili hem de bağımsız olarak
çok önemli bir olgu. Bu güne kadarki en
başarılı öğrencilerim belki en yetenekli
olanlar değildi, ama kendine en çok
güvenen ve kendini en iyi şekilde tanıtan,
dışadönük olanlardı.
Kültür köprüleri projesine katılmaya
nasıl karar verdiniz ve Avrupa Türkiye
sosyokültürel ilişkilerine ne gibi
yenilikler getirmesini öngörüyorsunuz?
A. K. : AB ile Türkiye’yi birbirine
kaynaştırıcı her türlü projeye destek
veriyorum. Kültür köprüleri de çok
akıllıca düşünülmüş, güzel bir proje.
Ben projenin başından beri içinde olan
biriyim. Avusturya’daki konumumdan
dolayı, orada ve Almanya’da, Türkiye’yle
ilgili her konuda fikir alınan, televizyon
programlarına davet edilen biriyim, hem
de Türkiye’de AB ve Avusturya ile ilgili
konularda aynı durumdayım. Yani bir
nevi kültür köprüsü görevini üstlenmiş
durumdayım, Her ne kadar modacı da
olsam, madem böyle bir görev bana
yükleniyor, burada da bana düşenleri
ciddi bir sorumlulukla yerine getirmeye
çalışıyorum. IMA’daki programın hedefi,
IMA ve diğer üniversitelerden moda
öğrencilerini, AB ile fikir alışverişine ve
ortak proje üretmeye teşvik etmek. Güzel
yol aldığımızı düşünüyorum bu projede.
Genç tasarımcılara ne gibi tavsiyeler
vermek istersiniz?
A. K. : Genç modacılara, kendilerine
güvenmelerini, ama ‘antenlerinin’ her
zaman açık olmasını, çevreleriyle sıkı bir
fikir alışverişinde olmalarını, çizgileri
konusunda ise tasarımlarıyla bir kimlik
bulmaya ve o kimliği geliştirmeye çaba
sarf etmelerini öneririm. Zorluklardan
yılmamalarını, bir de modayı, kumaşıyla,
reklamıyla, akademik boyutuyla
çok yönlü olarak düşünmelerini ve
sevdikleri alanlara yönelerek kendilerini
geliştirmelerini ve verimli olmalarını
öneririm.
Bellavitis: Önceden el işleri ikinci sınıf
sayılabilirdi belki, ancak günümüzde bir
tasarımcı için çok büyük önem taşıyor.
Ve kültürümüzden gelişen el emeğini
kesinlikle göz ardı etmememiz gerekir.
Örneğin Sardunya’da el işçiliği, seramik
yapılan atölyeleri ziyaret ediyorum ve
onlarla tasarım detaylarını paylaşıyorum.
İstediğim renkleri, detayları onlara
söyleyerek bugüne kadar yapıyor
oldukları işlere tasarım katarak, onları
da işin içine katmış oluyorsunuz. Türkiye
de kültürel anlamda çok zengin bir
memleket, yaralanılacak çok şey var.
Günlük yaşantınız doktor, avukat, ya da
mühendis değil de tasarımcı olmaktan
nasıl etkileniyor?
Bellavitis: Öncelikle tasarıma oldukça
yatırım yapıyorsunuz. Ayrıca tatil yapmak
sadece gezdiğin şehirlerin binalarına
bakmak ya da sokakları gezmek olmuyor,
kültürü hissetmek için farklı yollara
başvuruyorsunuz. El işçiliği yapılan
atölyeleri bu kadar geziyor, tekniklerini
bu denli inceliyor olmazdım...
27/02/2011
21
Burçin Ünaldı
[email protected]
Moda dünyası tarihinde böyle bir çok
vedaya tanık oldu, moda bir daha asla
aynı olamaz dedirtecek türden vedalar,
ama moda zaten hiç bir zaman aynı
olmayı sevmedi. Moda endüstrisinin
eşsiz prensi, Alexander McQueen örneğin,
ansızın veda etmeyi seçenlerdendi.
Moda tasarımının en sanat halini, düşleri
kıyafetler aracılığıyla anlatma işini belki
de en güzel yapan, içindeki karanlıkları,
perileri, girdapları ve melekleri podyuma
fışkırtan McQueen 11 Şubat 2010’da
hayata veda etti. Ve moda tam bir yıldır
düşlerden bir adım uzakken baktık ki
veda bazen anlaşılmaz olabiliyordu.
Moda dünyasında beklenen ama bu
defa da küskün gelen bir veda ise
kırmızı rengin vaftiz babası sayılan
Bay Valentino Garavani’nin vedasıydı.
“Finito is finito” derken, bir daha moda
dünyasıyla işim olmaz beyan eden
Bay Valentino’nun sureti veda etse de
hayaleti şirketi dürtmeye devam etti!
Bir iki halefini beğenmeyip, bir şekilde
değiştirten Garavani, sonunda yine
kendisi altında çalışmış iki genç yeteneği
Valentino’nun başına getirdi. Anladık
ki “veda” her zaman külliyen bir veda
olmak zorunda değil...
Bir de gönüllü, düpedüz planlı, programlı
vedalar gördü moda dünyası! Mesela Tom
Ford 2004 yılında artık kadın giyimini
bıraktığını ve kadın modası adına tasarım
yapmayacağını açıklamıştı. Kısacası
VEDA HİÇ MODA OLMADI
Veda...Kimi zaman beklenmedik, ansızın; kimi zaman dönüşü
muhteşem olan türden; kimi zaman isteyerek, yanında derin
bir nefes; kimi zaman istemeden, gözyaşlarıyla gelen.
adam “kadınlara” veda etmişti! “Yok yok
olamaz”, “hayır canım kısa bir aradır”lar
kısa sürede duyduklarının basbayağı
bir veda olduğunu anladı. Bu veda tam
tamına 6 yıl sürdü, yine de mutlu son
kapıyı çaldı, bu veda böyle bitti. Gördük
ki bazı vedalar daha büyük başlangıçlar
için gerekli.
1997’de ise tam da moda dünyasının
zirvesindeyken hiç de bir yere gitmeyi
düşünmeyen Gianni Versace hunhar
bir vedaya zorlandı. Vurulduğunda
50 yaşında kimseye veda edememiş,
kimsenin de vedasını kabullenemediği
büyük bir yetenekti. Anladık ki veda
ederken bir kaç kelime söyleyebilmek,
bir kez olsun daha dokunabilmek,
koklayabilmek tarifsiz.
O halde belki bu vedanın sonunda bir
kaç kelime gelir maillerle, bir kez daha
koklanır şu saman sayfalar, hatta güzelce
katlanır, kitaplıkta saklanır... Belki.
Şanel Şan
[email protected]
MÜZEDE TASARIM BULUŞMASI
İstanbul Tasarım Bienali ön etkinliği için 4 önemli isim İstanbul’da buluşacak.
İstanbul Tasarım Bienali ön etkinlikleri
ses getirecek isimlerle Şubat ayında da
devam ediyor, tasarım dünyasından 4
önemli isim İstanbul Tasarım Bienali için
İstanbul Modern’e geliyor.
“Neden Tasarım?” soru başlığı altında
farklı alanlardaki yaratıcı mesleklerin
bütününde “tasarım” konusunu ele
alarak çeşitli görüşlerin ifade edildiği
platformlar oluşturmayı amaçlayan
İstanbul Tasarım Bienali’nin konukları:
Vitra Tasarım Müzesi’nin kurucusu, Vitra
Tasarım Vakfı Başkanı Alexander von
Vegesack, IKEA tasarımcısı Sigga Heimis,
Londra merkezli Architecture+Design
stüdyosunun kurucusu İçmimar Sevil
Peach ve Hermès markasının geçtiğimiz
Aralık ayına dek Tasarım Direktörlüğü’nü
üstlenen Gabriele Pezzini.
Tasarım alanında kurumsal başarıları
ile öne çıkmış bu dört isim, 25 Şubat
Cuma günü 18:00-20:30 arasında
İstanbul Modern’de gerçekleşecek
toplantıda “Neden Tasarım” sorusunu
masaya yatırarak katılımcıların soruları
cevaplayacaklar.
Alexander von Vegesack
Endüstriyel mobilya tasarımı
koleksiyoncusu Alexander von Vegesack,
Boppard am Rhein’da yer alan Thonet
müzesinin kurucularından. Vegesack’in
Rolf Fehlbaum’la birlikte 1989 yılında
kurduğu Vitra Tasarım Müzesi, yirmi
yılı aşkın bir süredir dünyanın önde
gelen mobilya ve içmimari tasarımlarını
içeren koleksiyonuyla en önemli tasarım
müzelerden biri kabul ediliyor. 22 yıldır
Vitra Tasarım Müzesi’nin Direktörlüğü’nü
üstlenen Alexander von Vegesack,
İstanbul Tasarım Bienali’nin Uluslararası
Danışma Kurulu üyeleri arasında da yer
alıyor.
Gabriele Pezzini
2006 yılından geçtiğimiz Aralık ayına
dek Hermès markasının tasarım
direktörlüğünü üstlenmiş olan tasarımcı
Gabriele Pezzini, İtalyan ve uluslararası
şirketlerle ortak çalışıyor ve birçok
üniversitede ders veriyor. 1991 yılında,
1997’ye kadar çalıştığı ve yönetici olduğu
Fransız Allibert Şirketi’nin uluslararası
tasarımcılar takımının bir üyesi olan
Belçika doğumlu Pezzini, 1999’da
Milano’da kendi stüdyosunu açmış ve
araştırma projelerine geri dönmüş.
Birkaç yıldır, günlük hayatın objelerinin
algılanması üzerine analizleri ve teorileri
üzerine sergiler düzenliyor.
Sevil Peach
Pek çok önemli projede rol aldıktan sonra,
1994 yılında Londra merkezli, SevilPeach,
Architecture+Design stüdyoyu kuran iç
mimar Sevil Peach de Danışma Kurulu
üyeleri arasında yer alıyor. Vitra’ya
düzenli olarak yeni ofis konseptleri ve
ürünleri yaratımlarında danışmanlık
yapan ve Avrupa ve ABD’nin dört bir
yanında ofisler, showroomlar ve sergiler
tasarlayan Peach, Sony, Mexx, Deloitte,
Microsoft gibi pek çok uluslararası firma
için projeler tasarlıyor.
Sigga Heimis
Endüstri ve ürün tasarımını birçok farklı
alanında çalışan Sigga Heimis, IKEA/
İsveç’te yedi yıl boyunca tasarımcı
olarak çalıştıktan sonra Danimarka’da
Fritz Hansen’in Tasarım Müdürü olarak
görev yapmış. Şu anda tamamen kendi
stüdyosundaki çalışmalarına odaklanan
Sigga Heimis’in en büyük tutkularından
biri, dünya çapında farklı tasarım
okullarıyla birlikte çalışmak.
Ücretsiz olarak gerçekleştirilecek bu
buluşma tasarımla ilgilenen herkese açık
olacak. Türkçe-İngilizce simültane çeviri
yapılacak etkinlik ile ilgili bilgi almak
isteyenlerin [email protected]
adresine e-mail göndermeleri yeterli.
22
Özgül Öztürk
GENÇ FİKİRLER
I-DECO’DA BULUŞACAK
Tüm yaşam alanlarına dair özgün dekorasyon, mobilya ve tasarım fikirlerinin
buluştuğu i-deco İstanbul Dekorasyon, Mobilya ve Tasarım Fuarı, genç
tasarımcılara yenilikçi tasarımlarını sergileme imkanı sunuyor.
Dekorasyonu tasarımla bütünleştiren
600 marka, 03-06 Mart 2011 tarihleri
arasında CNR EXPO İstanbul’da yapılacak
i-deco Fuarı’nda boy gösterecek. Özel
tasarım mobilyalardan duvar kağıtlarına,
ev tekstilinden aydınlatmaya kadar
tüm mekan ihtiyaçlarını karşılayan
dekorasyon ürünleri bu fuarda bir araya
geliyor. İç mimarların en çok ziyaret
ettiği fuar olan i-deco İstanbul’da, yerli
ve yabancı iç mimarlar, dekoratörler,
taahhüt firmaları ve yaşam alanlarında
şıklık ve konfor arayan tüketiciler
aradıkları her şeyi bulabilecek. Has Halı,
Bretz, Stella Polare, Laluce, Derin Design,
Galeri Haaz, Efa Tasarım ve Alaman
İçmimarlık gibi markaların katılımıyla
gerçekleştirilecek organizasyon yeni
projelerin ve ticari oluşumların itici gücü
olmasıyla da dikkat çekiyor.
CNR Holding kuruluşlarından İstanbul
Fuarcılık tarafından İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, İstanbul Turizm Atölyesi
ve Endüstriyel Tasarımcılar Meslek
Kuruluşu’nun desteğiyle düzenlenen
i-deco İstanbul genç ve deneyimli
tasarımcıların birbirinden yeni ürünlerine
de sahne olacak. Genç fikir sahiplerinin
I-Deco’dan en büyük beklentisi ise
tasarımlarının firmalarla buluşup
üretilmesi.
ERDENİZ KURT
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi, İç mimarlık bölümünde
öğrenim gören Erdeniz Kurt çağımızın
yaşam ve çalışma alanlarındaki en
büyük ihtiyaç olan fonksiyonel ve rahat
mobilyalarıyla I-Deco’da olacak. Kurt,
I-Deco Fuarı’nın yaratıcı tasarımların
üretime geçmesi için önemli fırsatlar
yarattığına dikkat çekiyor.
LÜTFİ BÜYÜKTOPBAŞ
Yaptığı tasarımlarla bugüne kadar yurtiçi
ve yurtdışından 12’den fazla ödül alan
Lütfi Büyüktopbaş, uluslararası tasarım
bloklarında sergilenen tasarımlarıyla IDeco’da yer alacak. I-Deco’daki Genç
Tasarımcılar bölümünde tasarımın
duayenlerinin yerine geçecek isimlerin
sergilendiğini ifade eden Büyüktopbaş,
“Ayrıca I-Deco’nun genç tasarımcılarla
firma sahiplerini bir araya getirmesi beni
cezbediyor” diye konuşuyor.
HATİCE ŞAN
Kalabalık yerlerdeki bekleme alanları
için, eczane, banka, gözlükçü ve kuyumcu
gibi bekleme yapılan iş yerleri için
ürettiği Lotus isimli bekleme koltuğunu
ve gözü rahatsız etmeden aydınlatma
elamanını I-Deco’da sergileyecek
olan Hatice Şan da I-Deco’nun genç
tasarımcılara büyük fırsatlar sunduğunun
altını çiziyor.
TARIK KORKMAZ- EZGİ VARDAR ERCAN KITIL
Üç sınıf arkadaşı, 2 yıldan bu yana
“bir masa etrafında toplanıp tasarım
yapıyor”. Yeni dünyalar kurmak için
düzlem oluşturduklarını ve bu
düzlemi üç ayakta sabit kıldıklarından
dem vuruyorlar. “Bizim de tasarım
dünyasına katacaklarımız olduğunu,
bizim de buralarda biryerlerde
olduğumuzu anlatmaya, bizim de
çizeceklerimiz olduğunu göstermeye
çalışıyoruz. Tasarımlarımıza
birer hikaye katmaya çalışıp
kağıtları karalıyor ve birşeyler
ortaya çıkartıyoruz. I-Deco bu
tasarımlarımızın hayata geçmesi
için bir fırsat.” diyorlar.
27/02/2011
23
Serap Alp
[email protected]
Good Design
Tarsus Logo
Tasarım
“Bir Kent Logosunu
Arıyor” sloganıyla
düzenlenen “Tarsus
Logo Yarışması” Tarsus
Belediyesi sponsorluğunda
gerçekleşiyor. Tarsus’u
yansıtabilecek ve zamanla
bir Tarsus markasının
oluşmasına katkıda
bulunabilecek özgün bir
Tarsus Logosu oluşturmayı
amaçlayan yarışmaya,
katılımcıların logo
tasarımlarını 1 Mart 2011
tarihine kadar, “Yarışmacı
Eser Katılım Dilekçesi” ile
göndermeleri isteniyor.
Yarışmanın ödülleri ise;
birinciye 15.000 TL
ve 1.000 TL’lik 4 ayrı
mansiyon ödülü olarak
belirlenmiş.
Eco-siklet
2011
Turgutreis Belediyesi
ve Çatal Ada Sanat,
Çevre ve Turizm
Derneği, tüm üniversite
öğrencilerini ‘Eco-siklet
2011 Yarışması’na davet
ediyor. Yarışmacılardan
deniz bisikleti veya
kano tipi “insan gücü
ile çalışan deniz aracı”
tasarlamaları isteniyor.
2 kişilik tasarım takımı
olarak su sporuna uygun,
1 kişiyi taşıyabilen,
turistik faaliyette
kullanabilen; ayak
gücüyle kullanılan deniz
bisikleti tipi araçlar ve
kol gücüyle kullanılan
kano/sal tipi araçlar
kabul ediliyor. Jürisinde
Murat Armağan’ın
bulunduğu yarışmaya
başvuru için son tarihi 15
Nisan 2011.
Derin koleksiyonun
tasarımlarından birisi
olan FEK oturma
ünitesi Chicago
Mimarlık ve Tasarım
Müzesi’nin verdiği
Good Design (Chicago)
ödülünü kazandı.
Aynı zamanda Derin,
mobilya kategorisinde
ödül kazanan tek Türk
markası oldu. Good
Design Ödülleri,Chicago
Athenaeum Mimarlık
ve Tasarım Müzesi’nin
Avrupa Mimarlık Sanat
Tasarım ve Kentsel
Çalışmalar Merkezi ile
işbirliği neticesinde
gerçekleşiyor. FEK
oturma ünitesi, Chicago
Athenaeum Müzesi’nin
Good Design sergisi
kapsamında Haziran
2011’de Chicago’da
sergilenecek.
DESIGN
CHALLENGE
İTÜ Endüstriyel Tasarım
Bölümü öğrencisi
Cansu Akarsu 2 projesi
ile INDEX: DESIGN
CHALLENGE 2010
yarışmasına katıldı.
PadBack ve kendisi gibi
öğrenci olan arkadaşı
Eun Jung Lee ile ortak
Soap Shish isimli
projeleri finale kalan 7
proje arasına girmeyi
balşardı. PadBack
projesi Afrika’da kız
çocuklarının okulu
terk etme sebeplerinin
başında “adet” dönemi
geldiğinden ürün hem
kız çocuklarının en
temel ihtiyacını sağlıklı
ve çevreci bir şekilde
karşılıyor hem de yerel
üreticilere iş imkânı
doğuruyor.
Aşkın Tadı
“Aşkın Damakta Kalan
Tadı” sergileri, 3.
yılında da izleyicilerini
çok farklı ve sürprizli
işlerle buluşturuyor. 12
Şubat’ta Beyoğlu Karşı
Sanat’ta, 13 Şubat’ta
Balat Camhane’de açılan
sergiler, Şubat sonuna
kadar devam ediyor.
Bu yıl 2 farklı mekânda
gerçekleştirilen sergilerde
izlenebilen, okunabilen,
dokunulabilen hatta
yenilebilen ve giyilebilen
eserler var. İstanbul
Concept’in organizasyonu
ve Işık Gençoğlu’nun
kuratörüğünde gerçekleşen
sergilerin mekanları ve
temaları şöyle: Beyoğlu
Karşı Sanat’ta “Dinler Arası
Sevdalı Aşk Şarkıları”,
Balat Camhane’de, “13
Şubat’lar Bizimdir”.
Afişler ve
İkonlar
Afişler ve İkonlar 20042009 Sergisi, Mimar
Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi, Güzel
Sanatlar Fakültesi, Grafik
Tasarım Bölümü’nün
eğitim kadrosunda
öğretim üyesi olan Sinan
Niyazioğlu’na ait. Sergi
açılışı ve sergi söyleşisi
6 Mart 2010 tarihinde K2
Sanat Merkezi İzmir’de
saat 17:30’da yapılacak.
Sergide yer alan afişler,
genç bir tasarımcının
sorunsallaştırdığı ya
da bizzat içinde yer
aldığı, tasarım, sanat,
edebiyat, tarih ve
fizik disiplinlerine ait
etkinlikler için 2004–
2009 yılları arasında
ürettiği işleri içeriyor.
Turkeybuild
İstanbul
Yapı-Endüstri Merkezi
(YEM) tarafından
34 yıldır sektör
profesyonellerinin
bir araya getiren ve
Balkanlar, Rusya ve
BDT ülkeleri, Orta Doğu
ve Kuzey Afrika’yı
kapsayan bölgenin en
büyük yapı malzemeleri
fuarı özelliğindeki
Yapı Fuarı/Turkeybuild
İstanbul, 27 Nisan –
1 Mayıs 2011 tarihleri
arasında Tüyap Fuar
ve Kongre Merkezi’de
gerçekleşecek. 81.000
metrekare alanda
gerçekleşecek fuarda
bir gelenek haline gelen
olan “Amacına Uygun
Düzenlenmiş Stand
Ödülleri” ise bu yıl “Altın
Mıknatıs” başlığıyla
sahiplerini bulacak.
Kadınca
Kodlar
Tasarım Parkı
etkinliklerine bir
yenisini ekliyor. Dünya
Kadınlar Günü’ne ithaf
edilen “Tasarımda
Kadınca Kodlar Sergisi”,
endüstriyel tasarımcı,
içmimar, mimar, grafiker,
moda tasarımcısı
kadınların eserlerine
yer veriyor. Sergi
katılımcıları arasında
Gamze Güven, Oya
Akman, Alev Ebuzziya,
Aslı Kıyak, Bahar Korçan,
Mehtap Obuz gibi isimler
bulunuyor. Kadının
tasarımdaki yerini ve
önemini vurgulamak
amaçlı düzenlenen
serginin küratörü, aynı
zamanda Tasarımparkı
kurucusu tasarımcı
Nursema Öztürk.
IFF Başlıyor
Arabesque
Grotesque
CNR tarafından
gerçekleştirilen ve moda
sektörünün en köklü
fuarı olan İstanbul
Fashion Fair, 03-06
Mart 2011 tarihleri
arasında CNREXPO’da
düzenleniyor. Avrupa,
Rusya ve Ortadoğu’dan
birçok firmanın moda
ve hazır giyim alımı
için tercih ettiği
İstanbul Fashion Fair’in
(IFF), vize sorununun
kaldırılmasıyla
yoğun talep görmesi
bekleniyor. İstanbul
Fashion Fair’in moda ve
hazır giyim sektörünün
gelişmesine sağladığı
destek, organize moda
perakendeciliğinin
gelişmesini sağlamayı
hedefliyor.
Kale Tasarım
Merkezi (KTM)’nin
gerçekleştirdiği,
tasarımın farklı
disiplinlerinden
profesyoneller ile
üniversite öğrencilerini
bir araya getiren KTM209
Buluşmaları’nda yeni
dönemin ilk konuğu
tasarımcı ve küratör Ali
Bakova. 3 Mart Perşembe
KTM’de gerçekleşecek
atölye çalışmasında,
“Arabesque Grotesque”
başlığı altında, yakın
gelecek için tasarım
konseptlerinin nasıl
belirleneceği üzerinde
durulacak. www.
kaletasarimmerkezi.com
adresinden veya KTM’nin
facebook başvuru
yapılabilir.
Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık;
Emre Senan, Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye
Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran
Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş
Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Müdürü: Devrim Peker Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar
için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Hürriyet Medya Towers İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 449 65 27
[email protected], [email protected] Radikal’in ücretsiz ekidir.
) %% % " % + "% & / % % . % !,'),%,#
% / .& - .& ." .%)/ &.&
)/ . *000$ / "%&) "% +%$+ &)#
/ )% ), %% & &+/ )',%%/
# #)%

Benzer belgeler