File
Transkript
File
Ayda Bi’ Saçıyoruz İki Kere İki Beş Güzel kadınları neden sevmeyelim ki? Elfida Yerimden oynayamıyorum Davranamıyorum yaşamaya Ne kadar gülsem de gördüğümde Sahiplendiğimiz ırmakları Bu yerlilik sahte geliyor eskiden beri bana Canım sıkılıyor reddedilmekten Doyasıya küfredememekten inandıklarına Eskiden tarifsiz bir hızla koşabilirdim karanlıkta Göğsüm, ciğerim taptazeydi Şimdiyse çare olmuyor cahilce ürkmek Bilmeden ürkmek Suratına tükürmek aynanın Nasıl da yalancıdır Kendimi bağlamak için secde edişim toprağa Elfida Sana kim vermişse bu ismi Git sarıl ellerine bu iltifat başka Seni duydukça ağrıma gidiyor her gece uyumak Çanlar çekiçler birbirine karışırken Bir ateş yakıp kandıramıyorum gözlerimi akşamdan Yine de ne mutlu Şarkılar söyleyemiyorum başım ağrımayınca Korkmuyormuş gibi yapıyorum duyduğumda hıçkırığını Yalnız paraya ağlayan boğazların kapkara Gecenin alın yazısı mürekkep kara Bunun bir anlamı olmalı Yoksa neden direnelim gözlerimizin kapatılma kararlarına Sen şimdi hangi rüyaya uyuyorsan Bil ki uğruna uyanılacak rüyadır Bu yüzden izin vermeyeceğim bir polis basitliğinde Çakıl taşlarının ayaklarını kanatmasına Senin çocuklarını büyütüyorum Elfida yerin altına doğru Nimetlerini toplasınlar kökümüzün açlıkla Amanvermez Kenan Ölüm kimsenin umrunda değil... Fabrikalarda, çocuklar kefeni ağlayarak dikiyorlar, Bir madencinin ölmesi, hatırlanması gerek... güzel kadınlar hayatı tadıyor. Ve kömür koklayan boğuk sesli adamlar, Acılarını ikiyüz metre derine gömüyor Halk tekelinde sarılmış sigara içmek geceyi aydınlatır. Ve o aydınlıkta, Toprağı terli elleriyle kazan mezarcılar gördüm. Toprak, buram buram ölüm kokuyor. Ayakları çamurdan acımıştı, ağladığımı gördüler. Sabah oldu birden hem de ne sabah, Siyah gözlüklü adamlar vardı. Hem de ne adam Gözlerini saklıyorlardı Ağladıklarını gördüm Hem de ne ağlamak!! eyvallah Burası manitaya şov yeri değil! TAKIMDAN AYRI KOŞU Annesine çaktırmadan fare besleyen, belalı arkadaşlarına prim vermeyip hepsiyle kanka olan, cool görünmeyi hakaret kabul eden, kışın tişört yazın yelek giyen, her boka fantastik isimler takan, sokağın ortasında öylesine çığlık atan, ihtişamlı yalanlar (!) söyleyen çocuklara selam! Bu bir “Burada hiçbir şey yolunda görünmüyor.” raporu. “Sanat kaygılarından arınayım derken saçmalama” korkularından uzak bir dışavurum. Bugün klişeler yok, tabular yok; bugün önyargıların canı cehenneme. -KAOS ANAYASASI Öncelikle ikinci başlıktaki anlatım bozukluğu için özür diliyoruz. Çok diyalektik değil mi ebelemedenelimedeseneke. (Kızılderililerde ‘:P’ın karşılığı) Her neyse… Madde 1 – Tebdil-i Mekan’da ferah vardır. Madde 2 – Lüks araçlara binenlerin şerefine kurban olayım. Madde 3 – Ama onlar adaletin savunuculuğunu yapıyorlarsa hoş görülebilir. Madde 4 – Tebdil-i Mekan sırasında en az 2 km yürümek vaciptir. Madde 5 – İlk üç maddenin değiştirilmesinin teklif edilmesi halinde polisi arayın. Madde 6 – Madde 5’e karşıysan ergensin veya kafa olarak ergenlikten çıkamamışsın. Madde 7 – İlk üç madde sizin olsun. 15. Madde kalksın yeter. Madde 8 – Yetmez ama evet. Madde 9 – Evet ama neden? (live to work to live to work to live) Madde 10 – Hadi bize gidek yar. Madde 11 – Kasımda aşk yalan. Mart ayında gerçek. Madde 12 – Bizim kediler anarşist oldu. Mart’ı beklemiyor gavur tohumları. (cehennem kütükleri) Madde 13 – Bu maddeyi büyüyünce anlarsınız. (Yukarıdakini değil bunu) Madde 14 – Sevgililer Günü’nüz kutlu olsun. Madde 15 – Penguenler asla ölmez. K.A’lı not: Sage Francis – Escape Artist, Love the Lie; Judas Priest – Hell Patrol, Lowkey – Terrorist, Immortal Technique – Rich Man’s World (%1), Aesop Rock – None Shall Pass, Guns N’ Roses – Riad N’ The Bedouins, Army of The Pharaohs – Gun Ballad. “Yazıdan sonra bunlar iyi gidiyor.” dediler ben onların yalancısıyım. K. A’sız not: Arada kalmak, arada kalmaktır. Uzatmanın alemi yok. Uzun Hikaye (a.k.a. Vermeyince Mabud) demodern kalkmaya yeltendiğim sırada gelip biraz sağımda kalan karton parçasına oturdu. açık bir çay söyledi. çay geldiğinde bi buçuk küp şeker attı. şeker sanki hiç çözülmeyecekmiş gibi karıştırıyordu çayını. kaşığın bardağa değince çıkarttığı ses kulaklarımda çınladı uzun süre. dişiyle kırdığı şekerin bir yarısı çayında, diğer yarısı sigarasının ısıttığı ağzında eriyordu bu esnada. bende çay söyledim boş kalmamak için. çaycı bir işhanının en alt katındaydı. işhanının pencerelerine iniyordu güneş yavaş yavaş. çaycı sokağın karşısını kiralamamıştı ama kaldırıma yayılmış bir kaç karton parçasına belediye çalışanları bir şey demezdi. güneş iyice alçalmış ve pencerelerden yansıyıp gözümü almaya başlamıştı. gözlerim sokaktan ve onun ayakucundaki çantasından her ayrılışında mutlaka pencerelere kayıyordu. mevsim kıştı ama hava, bahar muamelesi yapılması için belki, sıcaktı. ceket giymiştim ve kollarını sıvama gereği duymuştum. ceketimin küçük bir cebinde bir wilhelm tell hikayesi kitabı taşıyordum. sayfalardaki on iki punto yazıya odaklanmayı denedim. ama yine de çantasına sokağa ve pencerelere kaçamak bakışlar atıyordum, sonra tekrar sararmış sayfalar. çayım giderek soğuyordu bu esnada, ama aklıma bile gelmiyordu. o ise bu esnada oturduğunda yarım olan sigarasını tazelemiş, çayınıysa yarılamıştı. çayını da tazeler mi acaba diye düşündüğümü farkettim sonra. telefonum çaldı sonra. ‘yalnız kalmaya gelmiyor’ bu devirde diye geçirdim içimden. bir arkadaşımdı arayan. bir yere çağırıyordu beni ısrarla. reddetmek zor değildi, ama hatır meselesi işte. çayımı elime aldığımda soğuduğunu farkettim ve büyük bir yudumla bitirdim. tadı, bayatlığından olsa gerek, acıydı. üç çayın hesabını ödeyip kalktım. düşüncelerim hala o’nda çantasında ve o çaycıdaydı. telefonum olmasaydı dördüncü çayımı ve beşinci sigaramı içiyor olabilirdim. ve çakmağının gazının bitmesini ya da ciddi bir çay tiryakisi olmasını umabilirdim. bunları düşündükçe modernleşme süreci girdi kafama. cep telefonları bir ihtiyaç olarak bize sunulmuştu ve marx’ın deyimiyle zincir haline gelmişti. bunları düşünürken buruk bir kızgınlıkla otobüs durağına ilerliyordum. kısık sesle ‘zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok’ diyerek. Kanto Birazdan okuyacağınız yazı gerçek bir hayat öyküsünden olduğu gibi aktarılmıştır. Okyanusların en dibinde yaşayan bir grup su yosunundan kalan artıklardanmış artık o da okyanusal kayaçların yapısına katılacağı ana her gün bir adım daha yaklaştığının diğer tüm yosunlar gibi o da ne yazık ki farkındaydı. Hâlbuki böyle olacağına hiçbir zaman ihtimal vermezdi o en umutsuz anlarında dahi. Her zaman dayandığı kum tanelerinin ona sahip çıkacağını ve onu besleyeceği kanısındaydı. Sanki bu dünyanda hiçbir canlının bir başkasının özüne yolculuk etmek zorunda olduğunu bilmezden gelir gibi. Nikaragua kıyılarına yakın olduğu zamanlar geliyordu hep aklına. Ne güzel günlerdi. Suyun güneş gören kısımlarında en yakın dostları kum tanelerine dayanarak geçirdiği o keyifli zamanlar… Şikayet ettiği yakındığı şeyler gelince aklına deliye dönüyordu. Ve bir de belki de şu anki konumuna gelmesinde en büyük etken olan o saçma salak hayali… “Denizin güneşle buluştuğu sınırda kendini ikisinin arasına bırakmak.” Ne gereksiz bir hayaldi. Zaten ne geldiyse onun yüzünden geldi başına. Kum taneleri her daim sahip çıkardı ona. Korur kollardı. Her bir canlının eksilttiği lifleri tamamlamak için azimle çalışırlardı. Yeter ki o solmasın, yeter ki o yara almasın. Ama o bunun kıymetini bilmedi ki hiç. Ah onlara da sürekli bu hayalinden bahsederdi. Evet evet kesinlikle onun bu halinin sebebi o hayaldi. Nerden gelmişti o aklına, kim sokmuştu bir fikri yoktu ancak, bulursa ona bir çift lafı vardı. En sonunda bir gün o salak hayal uğruna kum tanelerinden kopmayı ve sözüm ona “özgürlüğe” doğru yol almayı kafasına koydu ve yaptı da. Başlarda her şey çok güzeldi. O ilk buluşma anı mesela. Hissettikleri, o eşsiz manzara. Ancak her şeyin bir sonu olabileceğini atlıyordu. Gelen ilk dalga ile kıyıya vurdu ve daha sonra nefes alamamaya başladı ve bir dalga darbesi daha bir tane, bir tane daha ve böyle sürüp gitti. İlk başlarda anlamlandıramasa da en sonunda dibe battığının farkındaydı artık… Her şey bir hayal bir umutla başlamıştı. Ancak geriye sadece kimilerine göre takdir-i ilahi’nin, kimilerine göre doğal seleksiyonun ona göre ise gerçek dünyanın ağır yenilgisi ve büyük bir hayal kırıklığı kalmıştı. Elizabeth Üçgenin Laneti 3. Kattan Düşüp İntihar Eden Bir Çocuğa Ağıttır. Saat: 05.10 Odanın içi buz gibi ama asıl çalar saat titretti onu. Yine güneşten önce uyandı. Nefret ederdi bu törenden. Çabucak bitmesi için küfretti. Soğuk kazağı geçirdi üstüne. Kırmızıydı, soluk. Soba akşamdan kalmaydı. Odunların ilk çıtırtısına uyanmayalı yıllar olmuştu ve kahvaltı yapmayalı. Anahtarını yokladı. Önce boyası dökük demir kapı, sonra gıcırtılı bahçe kapısı… Amma gürültülüydü, mahalleyle uyum içinde. Hele de bu saatlerde; fırınlara doğru yol alan simitçiler, inşaata giden babalar, işten dönen fahişeler… Yarı aydınlık sokaklar, yarım kalan esneme. Yarım saat yürüyüş, üç kuruş ücretin yarısını yatırdığı dolmuş. Ve fabrika. Saat: 11.25 Hay tüküreyim böyle kapıya. Elimi acıttı be. Çekil lan çekil. İki paspas çekeceksiniz işgal ettiniz pezevenkler. Ooo günaydın bayanlar. Kural neydi güzelim: “Daha yumuşak sesle, daha güzel gülümseme, daha hızlı parmaklar, daha çok para!”. Hah ha! Boşuna almadık değil mi bu yeni bilgisayarları. Canım, söyle sabah kahvemi. Rezervasyon tamam değil mi? Ne, nasıl unuttun? Ne diye oturuyorsun kızım burada? Neyse neyse hemen ara oteli, akşam sekize iki kişi. Ha luxsuit odalardan da bir gece. Evet, buyurun odama geçelim. Tamam, anlıyorum seni mesleğini yapmak istiyorsun. Üç dil de biliyormuşsun. Ama güzelim şey hanımefendiciğim. Siz de takdir buyurursunuz ki bu vaziyette ön planda bulunamazsınız. Yanlış anlamayın benim de annem türbanlı hem biz dindar bir müesseseyiz. Sizi görmek beni mutlu eder ama bizimde üstümüzde adamlar var. Eh napalım ekmek kapısı… Aslında arşivde bulunabilirsiniz, asgariye birkaç yüz daha ekledik mi… Dur canım hemen celallenme, istersen çay kahve olayını da halledersin. Çaycının ücret de sana devrolur. Şşşt! Yavaş çek o kapıyı. Bak ya karıya bak. Neyini beğenmedin lan, mis gibi paranın! Tövbe tövbe… Saat 14.45 Çabucak kavradı elini. Çekiştirerek çıkardı okul bahçesinden. Küçük kız, annesinin minimal haliydi. Özenli saçlar, kürklü kaban, parlak çizmeler ve mutsuz surat. Yokuşu koşar adım indiler ve yavaşladılar. — Anne neden yürüyoruz bugün? (kız ürkek) — Aptal şoför, arabayı bakıma vermiş güya… Sen yedin mi gönderdiğim sandviçi? Parmesanlı söylemiştim. ( kızgın ve çatlak ses) — (korkarak) Şey… Anne ben onu köpeğe yedirdim. Görsen o kadar güzeldi. Çok da açtı. Aslında beraber yedik bir o, bir ben. Hem de teşekkür etti. Yanaklarımı yal… — (ani bir çığlık) Neeee! Bir de anlatıyor rahat rahat, rezilliğini. O mikrop dolu yaratıklara yemek yedirdin ha. O öğretmenlerine sorarım ama. Bu ne canım. Biz kime emanet ediyoruz çocuklarımızı. Kime para ödüyoruz. — (kız titrer) Ann... — Konuşma. Hem köpek beslemek için mi özel sipariş yemekleri hazırlatıyoruz ha? Biz senin için uğraşalım, yaptığına bak. Kızım köpek istiyorsan söylersin, işte petshop. Hangi cins istersen alırız, güzel kıyafetlerini mamalarını falan. Daha ne? Küçük kız, kafasını biraz daha gömdü kürkünün içine. Cebinde kalan susamları silkeledi kaldırıma. Bunlar da serçelere… Saat 20.05 Terden ıpıslak olmuştu gömlekleri. Yüzleri yanmıştı, toz topraktan da simsiyahtı. Zaten esmer doğardı ameleler. Asla sahip olamayacakları evleri yaparlardı. Ya da ancak temizlikçi olarak girebilecekleri plaza inşaatları… Hani 70’lerin işçi tasvirleri vardır ya, halt etmemişler işte. Öyleydi bu insanlar. Çok katlı binaların tepesinde harç karıp tütün içerlerdi. Aslında baksalar aşağıdan, nasıl da korkarlardı. — Sıraya geçin lan. Nasıl da koşuyonuz paraya ha. Gün boyu kaldırmazsınız kıçınızı, ohh bi de tütün keyfi! Al lan al, 40 lira. Elli mi? Paşama da bak sen. Beğenmiyosan gelmezsin oğlum yarın. Bi iş becerdiğiniz yok zaten, iki tuğlayı herkes taşır. Nasıl? Dinleyin ağalar! Hah ha! Güldürdün lan bizi, sivri zekâ. Okuyaydın ya sen, bak bak sendika diyo. Nah sendika. Sendikalar bi boka yaramaz oğlum, o sendika başkanları da aha bu binanın bi katından oturacaklar. Yok 12 saatmiş, yok emekçiymiş… Peeh… Öğrenirsin koçum, öğreneceksin. Şimdi al paranı ikile! İstiklal Sallantıda! ***intihar teşebbüslerinin toplum tarafından desteklendiği bir ülkede karma egonomi vardır. Xweser Sumud Durdu zamansızca bir kalp Konuştuğu diller arasında En aşığı fransızca Yolun senli kısmını aşan ben Nefesi buzul çağı Bir tortul bitkisini Çenesinden öper Anımsatır bu Kısa parmaklarını Şakaklarımda gezdirmeni Elinden tutup. Bugün Amerika kaç hayat kurtarmıştır Cevabı Kaç hayatın amerikayı kurtardığı kadardır. Kaç hayatım! Bir ziggurat ve 3. Üncü katı Seks yapmaya zorluyor bizi bu gezegende Kukla oyunu gibi;. Seni tesadüfe bağladım Dilim içindeki o karanlık iklimde zorluyor herşeyi Özellikle ay sızdırmayan aynanda geçişsiz bir fiili Meksika uzakta fakat Sevgilim Sinirini geçmeliyiz şimdi Seni kukla yapmak zorundayım Organlarınızı çıkaralım Saçlarımızı cımbızlayalım en mahrem bölgelerimizden Seni yatıracağımız masayı Herhangi dördüncü Bacağından birinin intikamından korumak için İntihar mektubunu da kullandım Tüm vasiyetler avukatların olsun! İşim bittikten sonra ‘79 model bir giyotini Traş olmaya alet etmek Kadavranı kallavi bir zigguratın temeline Gömmek kadar kutsaldır. Sanırım burnuma afgan afyonu bağladım Kanıyordu Kokun hep esrarlı gelmiştir de zaten Organlarını saçlarına bağlamak ise Bir tesadüfün Allah’tan Geleceğine inanmak kadar zor, Bu galaksinin köhne bir köşesinden sıvıştık diyelim Federaller geliyor haydi sevişelim Biliyorum Çocuk yapmama hakkına sahibim Ve Allah’ım Kefaretin yarısı şimdi diğer yarısı İş bittikten sonra. Oyuncuklu boncuklu bir kolye Mavi ortalı 'V' şeklinde boynunu Eminim benden daha çok sevmiştir. Altta toprak üstü ot Üstü ben onun üstü sen Tepemizde yedi kat bişey Sonunda, hiçbirinin adını bilipte Sana hava atamadığım yıldızlar. Üstü gene sen onun. Dönmece kurgusunda saatsiz kollar Bir düğmem vardı o da koptu Üstü gömlek, altı çıplak. Cemal Bir zigguratın 3. Katından düşüp intihar etmek Kendi içinde ne kadar tutarlıysa Tanrım Yine bir zigguratın üçüncü katında kukla oynatmak O denli müslümancadır. ‘maça kızı en güzel karttır en güzel kız maça kızıdır‘ bir şihirbazın son gösterisi bak şimdi iyi izle beni son numaram senin için işte bu elimle atıyorum izmariti ve şu elimde duruyor bir deste iskambil Son birkaç gündür neresinden kessem hayatı her seferinde saçları dalgalı, gözleri kara, maça kızı çıkıyor karşıma.. ayakta işeyen adam Bir çocuğun intihar girişimini Karantina Altına almak adına Teslim olmalıyız şimdi! Şimdi her şey biraz mayhoş Işıkları açalım Burası Kuklaları kullanma kılavuzunu Okumak için Biraz Loş! M.a