THKP-C/HDÖ Ankara Davası Savunması

Transkript

THKP-C/HDÖ Ankara Davası Savunması
THKP-C/HDÖ
ZAFER
BÝZÝM
OLACAKTIR!
[ANKARA DAVASI SAVUNMASI]
ERÝÞ YAYINLARI
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
1
DÖRDÜNCÜ BASKI
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
ZAFER BÝZÝM OLACAKTIR!
ANKARA DAVASI SAVUNMASI
“Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi-Cephesi/Halkýn Devrimci Öncüleri Ankara Davasý Savunmasý”, 27 Ekim 1994 tarihinde Ankara I Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde Munis Özgül tarafýndan okunmuþtur.
Eriþ Yayýnlarý 2004. (Birinci baský: 1995, ikinci baský: 1999, üçüncü baský: Kasým 2001 -Umut Yayýncýlýk-)
ÝÇÝNDEKÝLER
11
GÝRÝÞ
BÝRÝNCÝ BÖLÜM
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
DEVRÝM PROGRAMLARI
15
17
18
20
20
21
23
26
27
31
33
34
36
37
38
38
39
43
45
49
54
56
57
58
61
63
Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi/Halkýn Devrimci Öncüleri
Demokratik Halk Devrimi Programý
I. Halk Ýktidarýnýn Temel Ýlkeleri
II. Halk Meclisi
III. Yerel Yönetimler
IV. Ýþçi Sýnýfý ve Çalýþma Yaþamý
V. Toprak Devrimi, Tarým ve Köylülük
VI. Küçük Esnaf, Zanaatkar ve Özel Meslek Sahipleri
VII. Sanayi ve Ekonomi-Politika
VIII. Toplum ve Toplumsal Yaþam
IX. Kadýn Haklarý ve Devrim
X. Eðitim ve Devrim
XI. Yargý, Yasalar ve Devrim
XII. Silahlý Güçler
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi/Halkýn Devrimci Öncüleri
Sosyalist Devrim Programý
Giriþ
I. Ýnsanlýðýn Tarihsel Geliþimi ve Sýnýflý Toplumlar
II. THKP’nin Nihai Hedefi : Dünya Komünizmi
III. Proletarya Devrimi ve Proletarya Diktatörlüðü
1) Sömürenlerin Baský Aygýtýnýn Parçalanmasý ve
Proletarya Diktatörlüðünün Kurulmasý
2) Kýr/Þehir Çeliþkisinin Çözümlenmesi
3) Maddi-Emek ile Zihni-Emek Arasýndaki
Çeliþkinin Çözümlenmesi ve Kültür Devrimi
4) Toplumsal Yaþamýn Sosyalist Örgütlenmesi
5) Sosyalist Ekonominin Ýnþasý
IV. Sosyalist Ülkeler ve Enternasyonalizm
Sonsöz
ÝKÝNCÝ BÖLÜM
ÜLKEMÝZÝN EKONOMÝK, SÝYASAL VE SINIFSAL TAHLÝLÝ
65
67
85
97
103
Türkiye Toplumu Devrime Gebedir
Sömürge Tipi Faþizm
Oligarþinin “Siyasal Zoru” Emperyalist Ýþgali Yaþatmak Ýçindir
Suni Denge ve Milli Kriz
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKÝYE DEVRÝMÝNÝN YOLU:
POLÝTÝKLEÞMÝÞ ASKERÝ SAVAÞ STRATEJÝSÝ
119
121
126
146
153
175
Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi
Halk Savaþý
Öncü Savaþý
Temel Mücadele Biçimi: Silahlý Propaganda
Tali Mücadele Biçimleri
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
EMPERYALÝZM VE BUNALIM DÖNEMLERÝ
179
181
181
183
193
196
198
202
202
206
216
219
252
Kapitalizmin Sürekli ve Genel Bunalýmý
A- Serbest Rekabetçi Dönemde Buhranlar
B- Emperyalist Dönemde Buhranlar
Kapitalizmin Sürekli ve Genel Bunalýmýnda Deðiþik Dönemlerin
Ayrýlmasý
Birinci Bunalým Dönemi
Ýkinci Bunalým Dönemi
Üçüncü Bunalým Dönemi
a) 1945-58 Dönemi
b) 1958 Sonrasý
Sonuç
III. Bunalým Dönemi Ýçinde Ortaya Çýkan Geliþmeler
Son Geliþmeler ve Yeni-Sömürgecilik
BEÞÝNCÝ BÖLÜM
ULUSAL SORUN VE PROLETARYANIN ÇÖZÜMÜ
271
273
274
274
283
291
325
347
Ulusal Sorun Üzerine
Ulus ve Proletarya
I. Uluslarýn Oluþumu ve Burjuvazi
II. Ulusal-Devletler ve Proletarya
III. Bunalým Döneminde Ulusal Sorunun
Emperyalist Sistem Ýçi “Çözüm” Yollarý
III. Bunalým Döneminde Ulusal Sorunlarýn
Proleter Devrimci Çözüm Yolu
Kürdistan ve Türkiye’de Ulusal Sorun
ALTINCI BÖLÜM
NEDEN SAVAÞIYORUZ?
389
391
Neden Savaþýyoruz?
SONSÖZ
401
BELGELER
403
405
406
407
416
425
427
431
THKP Amblemi
THKC Amblemi
THKP-C/HDÖ GENEL KOMÝTESݒnin 19 No’lu Bildirisi
THKP-C/HDÖ GENEL KOMÝTESݒnin 20 No’lu Bildirisi
THKP-C/HDÖ GENEL KOMÝTESݒnin 21 No’lu Bildirisi
THKP-C/HDÖ GENEL KOMÝTESݒnin 22 No’lu Bildirisi
THKP-C/HDÖ GENEL KOMÝTESݒnin 23 No’lu Bildirisi
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
ZAFER BÝZÝM OLACAKTIR!
ANKARA DAVASI SAVUNMASI
Bu savunma,
Ankara I Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde
1993 tarihinde açýlmýþ olan
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi-Cephesi
Halkýn Devrimci Öncüleri
davasýnda
Munis ÖZGÜL tarafýndan
27 Ekim 1994 tarihinde okunmuþtur.
GÝRÝÞ
“Sýnýflar savaþýnýn giderek keskinleþmesi ülkemizdeki ekonomik, politik ve sosyal krizi iyice þiddetlendirdi.
Öyle ki, bugün toplumun bütün kesimleri, eskisi gibi
yaþamak istememeleri bir yana, patlamaya hazýr bir volkan gibi, bir kývýlcým beklemektedirler. Toplumun bütün
kesimlerini sarsmaya baþlayan bu devrimci kasýrga, genç
militanlara devrim arenasýnda sadece kendilerinin kaldýðýný gösterdi. Bu esen kasýrga, devrimci kavganýn çeþitli
kesimlerinde fedakârca döðüþen genç militanlarýn benliðinde, bilincinde ve kalbinde derin deðiþiklikler yaptý;
her çeþit feodal ve ataerkil iliþkileri parçaladý. Hayat, devrimci pratiðin içindeki iþçi, köylü, öðrenci militanlarý bir
araya getirdi. Böylece, Leninizm temelleri üzerinde, devrimci yoldaþlýðýn oluþturduðu, kelimenin geniþ anlamý
ile proleter devrimci bir örgüt doðdu. Bu örgüt, Türkiye’
deki karþý-devrim cephesinin bütün baský, þiddet ve cebrini göðüsleyerek kýrsal alanlardan fabrikalara, üniversitelere kadar, bütün kesimlerdeki devrimci mücadeleyi yönlendirme gayretleri içinde olanlarýn örgütüdür.”
Ýþte bu örgüt, Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi ve Türkiye
Halk Kurtuluþ Cephesi’dir. Mahir Çayan yoldaþýn 15 Mart 1971’de
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
11
söyle-diði bu sözlerin üzerinden 23 yýl geçti ve bu yýllar içinde savaþ, iniþ- çýkýþlarýyla, kayýplarýyla, kazanýmlarýyla sürdü. 30 Mart 1972
yýlýnda Kýzýldere’de THKP-C’nin önder ve yönetici kadrolarýnýn,
oligarþinin zor güçlerince imha edilmesinden sonra daðýlan örgütsel yapýnýn içinden, onun ideolojik-politik çizgisini sürdürmek
amacýyla yeni bir oluþum ortaya çýkýyordu. Ýþte bu oluþum bir
süre sonra THKP-C/HDÖ (Acilciler) adýný alacak olan örgüttür.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi-Cephesi, tarihsel olarak 196571 yýllarý arasýndaki devrimci mücadele içersinde doðmuþtur. Ülkemizde 50 yýldýr egemen bir güç olmuþ olan revizyonizme ve
oportünizme karþý yürütülen yoðun ideolojik mücadele sürecinde ortaya çýkan THKP-C, 1971 yýlýnda Öncü Savaþýna baþlamýþ ve
o günden bugüne kadar kesintisiz bir biçimde devrimci mücadeleyi sürdürmüþtür.
THKP-C’nin bugüne kadarki savaþýnda onlarca yönetici ve
kadrosu oligarþinin imha operasyonlarýnda katledilmiþlerdir. THKPC’nin kurucusu, yöneticisi ve önderi Mahir Çayan yoldaþ, 1972 yýlýnýn 30 Mart’ýnda Kýzýldere’de yaþamýný yitirirken, oligarþinin THKPC’nin varlýðýndan ve mücadelesinden ne denli korktuðunu da ortaya koymuþtur.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi-Cephesi/Halkýn Devrimci
Öncüleri (THKP-C/HDÖ), kökleri insanlýðýn tarihsel kurtuluþ mücadelesinde olan devrimci örgütlenmelerin ülkemizin somut tarihsel koþullarý içinde ortaya çýkmýþ bir politik-askeri örgütlenme
bütünlüðüdür.
Daha tam ifadeyle, THKP-C/HDÖ, Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi ve Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi olarak, iþçilerin, köylülerin
devrimci örgütlenmesidir. Ülkemizin tarihsel koþullarý ve THKP-C’
nin tarihsel geliþimi nedeniyle örgütümüzün adý Türkiye Halk
Kurtuluþ Partisi-Cephesi/Halkýn Devrimci Öncüleri olarak kullanýlmaktadýr. Özellikle 1974 yýlýndan sonra THKP-C’nin yarattýðý
sempatiyi kendi oportünist amaçlarý için kullanmak isteyen çeþitli
çevrelerin ortaya çýkmasý üzerine, bu çevrelerle olan farklýlýðýn belirtilmesi ve belirlenmesi için örgütümüzün adýna Halkýn Devrimci Öncüleri eklenilmiþtir. Kamuoyunda tanýndýðý adýyla “Acilciler”,
THKP-C’nin gerçek ve tek temsilcisidir.
Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi, emperyalizme ve oligarþiye
karþý mücadelede kararlý ve tek yolun silahlý kurtuluþ savaþý oldu-
12
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ðunu kabul eden unsurlarýn oluþturduðu; din, dil, ýrk, cinsiyet, siyasal düþünce ve ulusal köken farký gözetmeksizin Türkiye topraklarý üzerinde oturan tüm halkýn politik savaþ örgütüdür.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi ise, diyalektik ve tarihi materyalizm temelinde oluþturulan, Marksizm-Leninizmi eylem kýlavuzu
olarak kabul eden proletaryanýn baðýmsýz siyasi savaþ örgütüdür.
Mahir Çayan yoldaþýn kaleme aldýðý Kesintisiz Devrim-I ve
Kesintisiz Devrim II-III adlý yazýlarda ortaya konulduðu gibi, THKPC, Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi’ni devrim stratejisi olarak
kabul etmiþtir. Daha ileride ayrýntýlarýyla ortaya koyacaðýmýz gibi,
Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi, emperyalizme ve oligarþiye karþý
yürütülen devrim mücadelesinin yolunu, rotasýný ortaya koyar ve
bu mücadelede temel mücadele biçimini silahlý propaganda olarak belirler.
THKP-C’nin stratejisine göre, ülkemizde emperyalizme ve
oligarþiye karþý bir Halk Savaþý verilmeksizin politik iktidarýn ele geçirilmesi olanaksýzdýr. Her türlü silah tekeline sahip emperyalizme
ve oligarþiye karþý silahlý bir kurtuluþ savaþýnýn zaferi, düþmaný yenebilecek bir halk silahlý güçlerinin ortaya çýkmasýyla olanaklýdýr.
Ýþte Halk Savaþý, halkýn silahlý gücünün ortaya çýkmasý ve düþmaný
yenilgiye uðratmasýnýn tek yoludur.
Ancak, emperyalizmin III. bunalým döneminin iliþki ve çeliþkileri nedeniyle, ülkemizde Halk Savaþý geçmiþ dönemlerde olduðu
gibi doðrudan yürütülen ve baþlayan bir savaþ süreci deðildir. Halk
Savaþýnýn verilebilinmesi için halk ile oligarþi arasýnda kurulmuþ
olan suni dengenin bozulmasý þarttýr. Ýþte bu bozma eylemi, THKPC’nin 1971’den bu yana yürüttüðü savaþýn, yani Öncü Savaþýnýn
temel hedefidir.
Bu durum 1971 yýlýnda yayýnlanan Türkiye Halk Kurtuluþ
Partisi’nin 1 No’lu Bildirisi’nde þöyle ortaya konulmuþtur:
“Þu anda iktidar mücadelesi yapan Partimiz iktidarý
alabilecek güçte ve aþamada deðildir. Ancak, düzenli
ordular savaþý aþamasýnda bütün yurt çapýnda yönetimi ele geçirmeden söz etmek mümkündür. Ve biz, bugün bu aþamayý yaþadýðýmýzý asla iddia etmiyoruz. Biz
sadece, halkýmýzýn ihtilalci savaþýnýn bu aþamaya gelebilmesi için gerilla savaþýnýn þart olduðunu iddia ediyor
ve bu amaçla dövüþüyoruz.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
13
Ýçinde bulunduðumuz dönem, halk kurtuluþ savaþýnýn þehir gerillasý biçiminde yürütüldüðü dönemdir.
Partimiz, politik savaþýn bu mücadele biçimini belli kurallara baðlamýþtýr. Þehir gerilla savaþýnda hedef, emperyalist güçler, tekelci burjuvazi ve onlarýn köpekleridir.
Bu hedeflere vuran bütün hareketleri destekleyen Partimiz, bu hedeflere yönelmeyen adi gangansterlik niteliðindeki eylemleri þiddetle kýnar.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi bizzat savaþan partizanlardan oluþmaktadýr. Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi,
politik ve askeri liderliðin birliði ilkesini esas almaktadýr.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi’nin önderliðinde yürütülen uzun ve çeþitli ara evrelerden geçen gerilla savaþý,
halkýn gerçek ordusunu doðuracaktýr.
Türkiye ihtilâlinin yolu, Partimizin yoludur. Partimizin yolu, halkýmýzýn kurtuluþ yoludur.”
THKP ve THKC’nin amaçlarý en açýk biçimde programlarýnda ifade edilmiþtir.
14
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
BÝRÝNCÝ BÖLÜM
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
DEVRÝM PROGRAMLARI
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ CEPHESÝ
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
DEMOKRATÝK HALK DEVRÝMÝ PROGRAMI
Ülkemiz yeraltý kaynaklarýndan dýþ ticaretine, ekonomisinden politikasýna, kültüründen sanayisine kadar emperyalizmin
denetimi altýnda bir ülkedir.
Emperyalizme baðýmlýlýk ve onunla iþbirliði yapan yerli tekelci burjuvazi, toprak aðalarý, tefeci tüccar, büyük toprak sahiplerinin, kýsacasý, oligarþinin sömürüsü, ülkenin mevcut yapý içinde kalkýnmasý ve geliþmesi önünde en büyük engeldir.
Ýnsan haklarýnýn hayasýzca çiðnendiði, demokratik hak ve
özgürlüklerin kýsýtlandýðý, engellendiði ve sýk sýk ortadan kaldýrýldýðý ülkemizde demokratik halk devrimi kaçýnýlmazdýr.
Bu devrim mücadelesinde kitlelerin politik savaþ örgütü
olan Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi, baðýmsýz ve demokratik bir
ülke yaratmak amacýyla savaþmaktadýr. Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi’nin zaferi halkýn zaferi olacaktýr ve gerçek bir demokrasinin
ve halk iktidarýnýn kurulmasýný saðlayacaktýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
17
I. HALK ÝKTÝDARININ TEMEL ÝLKELERÝ
Anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrimle kurulacak halk
iktidarý, iþçilerin ve köylülerin, baðýmsýz bir ülkede, insan haklarýna, insan emeðine saygýlý, hukukun üstünlüðünü kabul eden, laik,
toplumsal, devrimci-demokratik iktidarýdýr.
Bu halk iktidarýnda, tüm bireyler temel hak ve özgürlüklere
tam olarak sahip olacaklar ve haklarýný kullanmalarýný ortadan
kaldýran, sýnýrlayan ya da geciktiren her türlü yasa, yasa maddesi,
kararname, genelge, tüzük ve uygulamalar iptal edilecektir.
Halk iktidarýnda:
a) Irk, renk, cins, dil, din, siyasal görüþ ya da düþünce
ve ulusal köken ayrýmý yapýlmaksýzýn tüm yurttaþlar eþittir ve ayný haklara sahiptir.
b) Hiç kimsenin özel yaþamýna, ailesine, konutuna,
özel yazýþma ve haberleþmesine dokunulamaz.
c) Halk devleti sýnýrlarý içindeki her birey, yurttaþlýk
haklarýna sahiptir ve hiç kimse bu haktan yoksun býrakýlamaz.
d) Hiç kimseye, hiç bir nedenle iþkence yapýlamaz;
zulüm, insanlýk dýþý ve onur kýrýcý uygulama yapýlamaz
ve bu nitelikte ceza verilemez.
e) Her yurttaþ, düþüncelerini özgürce ifade etme ve
yayma hakkýna sahiptir. Düþüncelerinden dolayý hiç kimseye ceza verilemez.
f) Her yurttaþ, ülkenin baðýmsýzlýðýný ortadan kaldýrmaya ve halk demokrasisini yýkmaya yönelik olmadýðý
sürece, önceden izin almaksýzýn toplantý düzenleme,
gösteri yapma ve örgütlenme hakkýna sahiptir.
g) Her yurttaþ, ülkenin baðýmsýzlýðýna ve halk demokrasisine karþý olmamak koþuluyla, belli bir siyasal düþünce etrafýnda, önceden izin almaksýzýn, siyasal parti kurma ve partiye üye olma hakkýna sahiptir. Yargý organlarýnýn kararý olmaksýzýn siyasal parti bina ve eklentilerinde arama yapýlamaz, parti faaliyetleri sýnýrlanamaz ve
kapatýlamaz.
h) Hiçbir insan, baský ya da zorla ve de istemediði
iþlerde çalýþtýrýlamaz.
18
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
i) Basýn-yayýn organlarý ile sanat faaliyetleri ve ürünleri üzerinde öndenetim yapýlamaz ve hiçbir biçimde
sansür edilemez.
j) Onaltý yaþýný doldurmuþ, kadýn ve erkek her yurttaþ
seçme hakkýna ve yirmibir yaþýný doldurmuþ, kadýn ve
erkek her yurttaþ seçilme hakkýna sahiptir.
k) Seçimler, her düzeyde genel ve eþit oyla, gizli oyaçýk sayým ilkesine göre yapýlýr.
l) Tüm üst düzey devlet görevlileri, seçimle göreve
getirilir ve seçmenler tarafýndan ayný biçimde görevden
alýnabilirler.
m) Tüm yurttaþlarýn yurtiçi ve yurtdýþý seyahat haklarý hiçbir biçimde ortadan kaldýrýlamaz.
n) Hiçkimseye, hiç bir nedenle ölüm cezasý verilemez.
o) Resmi devlet dili uygulamasý yapýlamaz.
p) Her yurttaþ, tüm hak ve özgürlükleri kullanma,
sosyal ve kültürel faaliyette bulunma, siyasal yönetime
katýlma ve çalýþma hakkýný engelleyen, sýnýrlayan ya da
ortadan kaldýran yasalara ve uygulamalara karþý, yargý
organlarýna dava açma ve ilgili yerlere dilekçe verme
hakkýna sahiptir. Bu giriþiminden dolayý, bu bireyler hakkýnda soruþturma açýlamaz, ceza verilemez.
Baðýmsýz ve baðlantýsýz, demokratik eþitlik ilkesine baðlý, her
türlü ilhaký reddeden bir dýþ politikayý temel alan halk iktidarý, bu
iliþkilerde açýklýk ilkesini uygular. Emperyalizme karþý yürütülen
halk kurtuluþ savaþlarýný, maddi ve manevi olarak destekleyen halk
iktidarý, her türlü emperyalist, saldýrgan ve yaðmacý savaþlara karþý
çýkar.
Halk iktidarý ile, ülkeyi, ekonomik, politik, askeri, kültürel
her alanda tam bir hegemonya altýnda tutan ve sömüren emperyalizmin dayattýðý her türlü uluslararasý ittifaklardan ve paktlardan
çýkýlacaktýr. Emperyalist ülkelerle, açýk ya da gizli, yapýlmýþ her türlü ikili anlaþmalar derhal feshedilecektir; bu ve diðer anlaþmalardan doðan tüm üs ve tesisler kapatýlacaktýr. Oligarþik yönetimin
yapmýþ olduðu tüm gizli antlaþmalar, derhal ve olduðu gibi yayýnlanacaktýr.
Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkýný ve ulusal azýn-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
19
lýklarýn tam hak eþitliðini kabul eden halk iktidarý, ülke sýnýrlarý
içinde bulunan Kürt ulusunun bu haklarýný baðýmsýz devlet, özerklik, federasyon, birlik vb. özgürce kullanmasý için gerekli koþullarý
oluþturur. Kýbrýs sorununun çözümünde tam baðýmsýz ve demokratik bir cumhuriyet kurulmasý esas alýnýr. Hatay ilinin TC’ye katýlmasýnda ortaya çýkan ve süregelen sorunlarýn çözümünde, demokratik yeni bir referandum da dahil olmak üzere, deðiþik biçimler il halkýnýn doðrudan katýlýmýyla ele alýnacaktýr.
Halk iktidarýnýn bu temel ilkelerine baðlý olarak, demokratik bir anayasa ilk Halk Meclisi’nce hazýrlanacak ve halkoyuna sunulacaktýr.
II. HALK MECLÝSÝ
Tüm yasama ve yürütme gücü Halk Meclisi’ne ait olacaktýr.
Halk Meclisi üyelerinin 2/3'ü, halkýn genel ve eþit oyu ile,
gizli oy-açýk sayým ilkesine baðlý olarak yapýlacak tek dereceli seçimle belirlenecektir. Seçilme hakký olan her yurttaþ baðýmsýz olarak
ya da bir siyasal parti adýna seçimlere katýlabilecektir, Halk Meclisi
seçimleri dört yýlda bir yapýlacaktýr.
Halk Meclisi’nin, kalan 1/3 üyesi Genel Halk Konseyi’nin kendi üyeleri arasýndan seçilecek ve görev süreleri iki yýl olacaktýr.
Halk Meclisi’nin tüm üyeleri, görev süresince yasal dokunulmazlýða sahip olacaklardýr.
Halk Meclisi, yürütme gücünü, doðrudan kendi üyeleri arasýndan seçeceði hükümet baþkaný ve yeter sayýda hükümet üyeleri ile kullanacaktýr. Devleti temsil yetkisi, bu seçilmiþ hükümet ve
üyelerine ait olacak ve bakanlýk iþleri komiteler aracýlýðý ile yürütülecektir. Halk hükümeti, tüm faaliyet ve kararlarýndan dolayý Halk
Meclisi’ne karþý sorumlu olacak ve Halk Meclisi tarafýndan görevden alýnabilecektir.
III. YEREL YÖNETÝMLER
Halkýn her düzeyde yönetim ve kararlara katýlýmýný esas alan
demokratik halk iktidarýnda, yerel yönetimlerin halkýn doðrudan
siyasal yönetimine uygun organlar haline getirilmesi için gerekli
düzenlemeler yapýlacak ve devrim sürecinde halkýn öz insiyatifi-
20
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
yle kurulmuþ olan kitle örgütleri yasal kuruluþlar haline getirilecektir.
Bu amaçla, oligarþik dikta yönetiminin uzantýsý olan belediyeler ve muhtarlýk düzeni ve buna baðlý meclisler, kurullar kaldýrýlacaktýr. Yeni yerel yönetimler, halkýn doðrudan oyu ile seçilmiþ halk
komiteleri ve Ýl ya da Ýlçe Halk Konseyleri tarafýndan oluþturulacaktýr.
Ýlçe Halk Konseyleri, halkýn doðrudan oyu ile seçilmiþ halk
komiteleri ile iþçi konseyleri, köy komiteleri, sendikalar, kadýn örgütleri, gençlik örgütleri ve diðer kitle örgütleri temsilcilerinden
oluþacaktýr. Ýlçe Halk Konseyleri’nin ilçe nüfuslarýna göre belirlenecek sayýda gösterecekleri adaylar arasýndan, il halkýnýn genel oyu
ile seçilecek temsilciler, Ýl Halk Konseyleri’ni ve Ýl Halk Konseyleri
de Genel Halk Konseyi’ni oluþturacaktýr.
IV. ÝÞÇÝ SINIFI
VE ÇALIÞMA YAÞAMI
Halk iktidarýnda, her alanda iþçiler ve memurlar için iþgünü
8 saati ve haftalýk çalýþma süresi 40 saati geçemeyecektir. Her
çalýþanýn haftada en az 48 saat ücretli izin hakký ile yýllýk 40 gün
ücretli tatil hakký olacaktýr. Kadýn iþçiler için iþgünü 6 saati ve haftalýk çalýþma süresi 30 saati geçemeyecektir.
Aðýr sanayide, madenlerde ve yýpratýcý iþlerde çalýþan iþçiler
için iþgünü 6 saati ve haftalýk çalýþma süresi 30 saati geçemeyecektir. Bu iþkollarýnda ve iþyerlerinde kadýn emeði kullanýmý yasaklanacaktýr.
Eþit iþe eþit ücret ödenmesi ilkesi getirilecek; sendikasýz ve
sigortasýz iþçi çalýþtýrýlmasý yasaklanacaktýr.
Her iþyerinde, iþçilerin yönetime katýlýmýný saðlayacak ve
giderek tüm yönetimi yürütecek bir sistem kurulacaktýr; iþçilerin
kendilerine iliþkin konularda söz ve karar sahibi olmalarý güvence
altýna alýnacaktýr.
Bu amaçla:
a- Devletleþtirilmiþ ve millileþtirilmiþ sanayi kuruluþlarý ile kollektif devlet çiftliklerinin yönetsel ve mali idaresi, tümüyle iþçilere
býrakýlacaktýr.
Her iþyerinde ve çiftliklerde, iþçilerin gizli oyu ile seçilmiþ
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
21
Ýþçi Komiteleri yönetim organý olarak faaliyet göstereceklerdir. Komite üyeleri iki yýllýk bir süre için seçilecek ve iþçiler tarafýndan
ayný biçimde görevden alýnabilinecektir. Bu komiteler, düzenli aralýklarla ve sürekli olarak, çalýþmalarý hakkýnda iþçilere bilgi vermekle
yükümlü olacaklardýr.
Ýþçi Komiteleri’nin yönetimindeki bu iþyerlerinde yönetici
müdür ve yardýmcý teknik personal, iþçi komiteleri ile Ýl Halk
Konseyi’nin ve sendikalarýn temsilcilerinin oluþturduðu bir kurul
tarafýndan, sözleþmeli ve geçici olarak seçilecektir. Bu yönetici ve
yardýmcý teknik personal iþçi komiteleri’nin saptadýðý politikaya
göre faaliyette bulunurlar.
Ýþyeri Ýþçi Komiteleri, Ýl Ýþçi Komiteleri Konseyi’ni ve bu konseyler de, Genel Ýþçi Komiteleri Konseyi’ni oluþturacaklardýr. Genel
Ýþçi Komiteleri Konseyi, bir bütün olarak sanayi üretiminin ve yönetimin planlanmasýný yapan, genel politikalarý belirleyen ve iþçileri
yasal kurumlarda temsil eden bir organ olarak faaliyet gösterecektir.
b- Özel sanayi kuruluþlarýnda oluþturulacak Ýþçi Komiteleri, iþyerinde çalýþma koþullarýna ve kendilerine iliþkin konularda,
iþverenle eþit haklara sahip katýlým organlarý olacaktýr. Ýþçi alýmý ve
çýkarýmýnda ve disiplin iþlemlerinde, bu komitelerin kararý esas
olacaktýr. Bu iþyerindeki komiteler, kollektif yönetime sahip
iþyerlerindeki iþçi komiteleri ile ayný haklara sahip olarak Ýl ve Genel Ýþçi Komiteleri Konseyleri’nde de yer alacaklardýr.
Halk iktidarýnda, tüm çalýþanlarýn sendika kurma ve sendikaya üye olma hakký olacaktýr. Grev yapma hakký önündeki her
türlü engel kaldýrýlacaktýr, özgür bir toplu sözleþme sistemi kurulacaktýr.
Lokavt yasaklanacaktýr.
Ücretlerin belirlenmesinde, iki çocuklu aile birim alýnarak
yapýlacak ve her yýl yeniden düzenlenecek asgari geçim miktarý
esas alýnacaktýr. Asgari geçim miktarýnýn belirlenmesinde, çaðdaþ
yaþamýn getirdiði gereksinmelerin karþýlanmasýna dayalý nesnel
ölçütler kullanýlacaktýr. Ücretler hiç bir biçimde asgari geçim miktarýnýn altýnda olamayacaktýr ve bu miktar vergi dýþý býrakýlacaktýr.
Gece çalýþmasý sýnýrlandýrýlacak ve ücretli ya da ücretsiz
fazla mesai kaldýrýlacaktýr. Fazla mesai gerektiren zorunlu durumlarda gerekli kurallar, doðrudan çalýþanlarca belirlenecek ve gönül-
22
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
lülük esas olacaktýr.
Tüm çalýþanlar için emeklilik yaþý, kadýnlarda 45, erkeklerde 50 yaþ olarak belirlenecektir. Yýpratma oraný yüksek iþlerde
emeklilik yaþý erkekler için 40, kadýnlar için 35 yaþ olarak belirlenecektir. Her durumda fiilen 20 yýl çalýþmýþ olan erkek ücretliler ile
15 yýl çalýþmýþ olan kadýn ücretliler, yaþ durumuna bakýlmaksýzýn
emekli olma hakkýna sahip olacaklardýr. Emeklilik ödentisinin belirlenmesinde ücretlinin son yýlki net geliri gözönünde tutulacaktýr.
Ýstisnasýz tüm çalýþanlar (özel iþinde bireysel olarak çalýþanlar ile köylüler de dahil) Genel Sosyal ve Saðlýk Sigortasý kapsamýna
alýnacak ve bu sigorta konularý geniþletilecektir. Ayrýca tüm çalýþanlarýn yararlanacaðý iþsizlik sigortasý kurulacaktýr.
Tüm iþçilerin poli-teknik eðitimi yapýlacaktýr. Bu amaçla iþçi
okullarý oluþturulacaktýr.
Çocuk emeði kullanýmý, istisnasýz yasaklanacaktýr.
Her iþyerinde kreþ ya da çocuk yuvalarý kurulmasý zorunlu
olacak ve çalýþanlarýn çocuklarýnýn buralardan ücretsiz olarak
yararlanmasý saðlanacaktýr.
Özel Sanayi Ýþçileri Fonu adý altýnda, geliri sadece özel sanayi iþverenlerinden saðlanacak bir fon kurulacaktýr. Bu fon, özel
iþye- rinde çalýþan iþçilerin iþyerinin kapanmasý ya da iþten çýkarma du- rumunda kullanýlacaktýr. Bu fonun tüm yönetimi Genel
Ýþçi Komiteleri Konseyi’ne ait olacaktýr.
V. TOPRAK DEVRÝMÝ,
TARIM VE KÖYLÜLÜK
Toprak aðalarý, tefeciler, büyük toprak ve sürü sahipleri ve
toprak burjuvazisi dýþýndaki tüm köylü kitlelerini insanca ve çaðdaþ
yaþam koþullarýna kavuþturmak, geri býraktýrýlmýþ bir tarýmsal ekonomiden, ileri ve kollektif bir tarým ekonomisine geçmek amacýyla
toprak devrimi yapýlacaktýr.
Bu amaçla:
a) Özel kiþi ya da þirketlere ait tüm madenler, ormanlar,
korular, meralar, limanlar, liman tesisleri, deniz barýnaklarý; akarsular ve bunlar üzerinde kurulu barajlar, elektrik santralleri, köprüler, deðirmenler; doðal ve baraj gölleri ve bunlar üzerindeki tesisler; sulama ve su göletleri, su kanallarý; petrol baþta olmak üzere
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
23
tüm yeraltý kaynaklarý ve tarým dýþý tüm topraklar millileþtirilecektir.
b) Toprak aðalarýnýn, tefecilerin ve karþý-devrime hizmet
etmiþ ya da yardýmda bulunmuþ kiþilerin, tüm topraklarýna ve
mal varlýklarýna tazminat ödemeksizin el konulacaktýr.
c) Büyük toprak sahiplerinin, toprak burjuvazisinin, büyük
sürü ve sýðýr sahiplerinin tüm topraklarý, mallarý ve tesisleri ile tüm
besicilik ve mandýracýlýk tesisleri ve de balýkçýlýk ve diðer su ürünleri üzerinde kurulmuþ tekellerin tüm mal varlýklarý kamulaþtýrýlacaktýr.
Bütün seralar, meyve ve sebze tesisleri, kurutma kompleksleri vb., özel tarýmsal kurum ve kuruluþlar devletleþtirilecektir.
Bu kamulaþtýrma ve devletleþtirmeler karþýlýðýnda tazminat
ödenmesinde, mülk sahiplerinin ya da ortaklarýnýn devrimci mücadele ve devrim karþýsýndaki tutumlarý esas alýnacaktýr. Karþý-devrimci faaliyetleri, doðrudan ya da dolaylý olarak finanse eden,
düzenleyen kiþi ve kuruluþ ortaklarýna hiçbir biçimde tazminat
ödenmeyecektir.
d) Yukarýda belirtilenlerin dýþýnda kalan özel tarýmsal topraklardan, niteliðine, yerine, ekim konusuna ve koþullarýna baðlý
olarak, sulu arazide 70 dekar, kuru arazide 200 dekarýn üstünde
kalan topraklar millileþtirilecektir. Bu toprak sahiplerine gerçek
deðeri üzerinden, Köy Komiteleri’nce yerinde belirlenecek miktarda bedel ödenecektir.
e) El konulan, millileþtirilen ve kamulaþtýrýlan tarýmsal topraklar, verimli bir üretim yapacak ve üreticinin bakmakla yükümlü olduðu ailesinin gereksinmelerini karþýlayacak miktarda olmak
üzere, belirlenen sýnýrlar içinde, kadýn ve erkek ayrýmý yapýlmaksýzýn, 16 yaþýndan büyük, doðrudan üretici olan topraksýz ve az
topraklý köylülere, bedelsiz olarak ve eþit miktarda daðýtýlacaktýr.
Daðýtýlacak topraklar üzerinde kiracý, ortakçý vb. olarak çalýþan
köylülere öncelik tanýnacaktýr.
f) 1000 dekarýn üzerindeki topraklar, bölünmeksizin kollektif çiftlikler olarak düzenlenecektir. Kamulaþtýrýlan ve devletleþtirilen tarýmsal tesisler, üretim araçlarý, sürüler vb., bu alanlarda
çalýþan ücretli tarým iþçilerinin kollektif yönetiminde düzenlenecektir.
g) Toprak daðýtýlan her köylüye, tarýmsal araçlar, kimyasal
girdiler, tohumlar, uzun vadeli ve faizsiz krediyle halk devletince
24
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
temin edilecektir. Köylülere gerekli tarýmsal bilgi ve eðitim halk
devletince saðlanacaktýr.
h) Köylülerin özgür katýlýmý temelinde demokratik iþleyiþe
sahip köy üretim kooperatifleri ve kollektif çiftlikler kurulmasý teþvik
edilecektir. Bunlara, kadýn ve erkek ayrýmý yapýlmaksýzýn, tüm doðrudan üreticilerin katýlýmý esas alýnacaktýr ve katýlanlarýn yýllýk üretim
gelirleri devlet tarafýndan garanti edilecektir. Bu kooperatif ve çiftlik üyelerine bedelsiz konut temin edilecek ya da konutlarýnýn
bedelsiz yenilenmesi saðlanacaktýr. Kollektif çiftliklere halk devleti, her türlü tarým makinalarýný, kimyasal girdileri, tohumlarý, teknik
bilgi, eðitim ve teknik elemaný bedelsiz olarak temin edecektir.
Köy üretim kooperatifleri ve kollektif çiftliklerin yönetiminde, üyelerin demokratik ve eþit katýlýmý esas olacak, yöneticiler,
üyelerin doðrudan oyu ile seçilecek ve ayný biçimde görevden alýnabilinecektir.
i) Belli merkezlerde, tüm köylülerin yararlanmasý için traktör ve tarým makinalarý istasyonlarý kurulacaktýr. Buralardan bireysel özel üreticiler için yapýlacak bakým ve onarýmlar için hizmet
ücreti alýnmayacaktýr ve buralardan isteyen köylüye maliyet karþýlýðý
tarým makinalarý kiralanacaktýr. Kurulacak Tarým Geliþtirme Merkezlerinden her köylünün yararlanmasý saðlanacaktýr.
j) Tarým ürünlerinin, üreticiler tarafýndan pazarlanabilmesi
amacýyla, kentlerde Tarým Ürünleri Satýþ Merkezleri kurulacaktýr.
Bu merkezlerde üreticiler için gerekli konaklama yerleri bulunacak ve buralardan her köylünün ücretsiz yararlanmasý saðlanacaktýr. Halk devleti, köy üretim kooperatifleri ve kollektif çiftliklerin
ürünlerini, her koþulda satýn alma garantisi verecektir.
k) Her köyde, köye iliþkin ortak topraklarýn, meralarýn, sulama kanallarýnýn, göl ve göletlerin eþit biçimde kullanýmýný saðlamak, köyün geliþimine iliþkin yatýrýmlarý planlamak ve yürütmek,
çeþitli düzeylerde köyü temsil etmek amacýyla Köy Komiteleri kurulacaktýr. Tarýmsal vergi gelirlerinin bir bölümü ile oluþturulacak
Köy Geliþim Fonu, bu komitelerce yönetilecektir. Köy Komiteleri,
belli süreler için, köylülerin doðrudan ve eþit oyu ile seçilecek ve
ayný biçimde görevden alýnabilinecektir.
Ýl düzeyinde Köy Komiteleri Konseyleri oluþturulacak ve
bu konseylerin yönetim kurullarý Genel Köy Komiteleri Konseyi’ni
oluþturacaktýr. Genel Köy Komiteleri Konseyi, ülke çapýnda tarým-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
25
sal üretimin planlanmasýnýn ve köy geliþimine iliþkin plan ve programlarýn yapýldýðý organ olacaktýr.
l) Her türlü toprak ticareti yasaklanacaktýr. Toprak, sadece
devlete satýlabilinecek ve devlet bunlarý gerçek deðerleri üzerinden satýn almakla yükümlü olacaktýr. Baþka alanlarda çalýþmak
isteyen köylü, topraðýný ve tarým aletlerini kollektif çiftliklere devrettiði takdirde, devlet bunlara iþ bulacak ve konut temin edecektir.
m) Tarýmda bireylerin ücretli-emek kullanýmý yasaklanacaktýr. Tarým iþçileri kollektif devlet çiftliklerinde istihdam edilecektir.
n) Alacaklýlarýn tarladaki ürüne hasattan önce elkoyma hakký kaldýrýlacaktýr ve tarým araçlarýnýn, ürünün, tohumun, gübrenin
ve çift hayvanlarýnýn, köylü için üretimini sürdürebilmesi için zorunlu olan bölümüne el konulamayacaktýr.
o) Toprak daðýtýlan köylüler ile kollektif çiftlik üyesi olan
köylülerin ipotek borçlarý ile tefecilere olan tüm borçlarý iptal edilecektir.
p) Yaþamlarýný balýkçýlýk ve diðer su ürünleriyle sürdüren
bireysel üreticiler için, gerekli barýnaklar ve tesisler kurulacak; gerekli üretim araçlarý alýmý için faizsiz kredi verilecek; ürünlerin en
kýsa sürede tüketiciye ulaþtýrýlmasý için gerekli ulaþým araçlarý temin edilecektir. Bu üreticiler, Genel Sosyal ve Saðlýk Sigortasý ile
Ýþsizlik Sigortasý yanýnda, özel deniz kazalarý sigortasýna sahip olacaklardýr. Malülük ya da ölüm durumunda bakmakla yükümlü
olduklarý aile bireylerinin geçimi, barýnmasý ve çocuklarýnýn eðitimi devlet tarafýndan üstlenilecektir.
r) Ýki yýl üstüste ekilmeyen topraklar ile karþý-devrimci faaliyette bulunanlarýn topraklarý, bedel ödenmeksizin kamulaþtýrýlacak
ve kollektif çiftliklere devredilecektir.
s) Tarým ve tarým ürünlerinden alýnacak vergilerin aynî olarak ödenmesi kolaylýðý getirilecektir.
VI. KÜÇÜK ESNAF, ZANAATKAR
VE ÖZEL MESLEK SAHÝPLERÝ
Halk iktidarýnda küçük esnaf ve zanaatkarlarýn birleþik faaliyetleri teþvik edilecek ve bu þekilde örgütlenmiþ çalýþma yerlerindeki devlet kuruluþlarýnýn faaliyetleri sýnýrlandýrýlacaktýr. Bu birlik
üyelerine, devlet, asgari geçim miktarýna eþit bir geliri garanti ede-
26
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
cektir.
Tüm küçük esnaf, zanaatkar ve özel meslek sahipleri Genel Sosyal ve Saðlýk Sigortasý kapsamýna alýnacaktýr. Taþýma ve
ulaþtýrma sektöründe bireysel olarak çalýþanlara kaza sigortasý ile
bakým, onarým ve yenileme sigortasý kurulacaktýr.
Taþýma birlikleri kuran taþýt sürücülerine halk devleti iþ garantisi saðlayacaktýr.
Kent içi ve dýþý yolcu taþýmacýlýðý yapanlarýn, araçlarýnýn mülkiyeti kendilerine ait olmak üzere, kamu kitle taþýma kuruluþlarýna
katýlmalarýna olanak saðlanacaktýr. Özel binek araçlarýnýn, ücretli
sürücülerce ticarette kullanýlmasý önlenecektir. Bu þekilde kullanýlan araçlarýn, ücretli sürücü tarafýndan satýn alýnmasý için gerekli
kredi, öncelikle ve faizsiz olarak temin edilecektir.
Emeklilik hakkýný almýþ her ticari taþýt sahibi sürücü, aracýný cari fiyatlarla devlete devrederek emekliye ayrýlabilecektir. Bu
þekilde emekli olanlarýn, emekli ödentisinde son yýlki geliri esas
alýnacaktýr.
VII. SANAYÝ
VE EKONOMÝ-POLÝTÝKA
Baþta ABD emperyalizmi olmak üzere, tüm emperyalist ülkelerin ve çokuluslu tekellerin açgözlü sömürüsünün ve yerli iþbirlikçilerinin talanýnýn sonucunda ortaya çýkmýþ olan çarpýk ve geri
bir sanayiye sahip ülkemizde, demokratik halk devrimi, gerçek ve
baðýmsýz bir sanayileþme ve ileri bir tarýmsal ekonomi yaratarak,
halkýn yaþam düzeyini sürekli yükseltmek amacýyla, halkýn öz insiyatifine, emeðine ve örgütlü gücüne dayalý bir ekonomik yapý oluþturmaya olanak saðlar.
Halka dayalý, demokratik katýlýmý esas alan ve emeði tüm
deðerlerin yaratýcýsý olarak gören halk iktidarýn ekonomi-politikasý,
herþeyden önce yeni-sömürgeciliðin hýzla tasfiyesini amaçlar. Reformist deðil, devrimci nitelikte olan bu ekonomi-politikanýn yürütülmesinde, halk iktidarý, yeni-sömürgeciliðin tasfiyesi ve oligarþik
sömürünün ortadan kaldýrýlmasý için gerekli önlemleri alacaktýr.
Bu amaçla:
a) Sanayi, tarým, madencilik, mali ve hizmetler sektöründe
yabancý þirketlerin doðrudan yatýrýmlarýna son verilecektir. Bu sek-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
27
törlerde emperyalist ülkelere ait tekelci þirketlerin ve filyallerinin
tüm mal varlýklarý, tazminat ödenmeksizin millileþtirilecektir. Diðer
ülkelere ait þirketlerin mal varlýklarý, gerçekleþtirdikleri kâr transferleri ve ana sermayeleri gözönünde tutularak hesaplanacak bir
tazminat karþýlýðýnda millileþtirilecektir.
b) Ýstisnasýz tüm sektörlerde faaliyet gösteren, yerli tekelci
ve iþbirlikçi sanayi ve ticaret burjuvazisine ait tüm þirketler ve kuruluþlar ile bunlarýn kiþisel ya da ailesine ait mal varlýklarý, tazminat
ödenmeksizin millileþtirilecektir. Bu þirket ve kuruluþlarýn, yabancý þirket ve kuruluþlarla ortaklýk halinde olmalarý durumunda,
yabancý ortaklara hiçbir tazminat ödenmeyecektir. Ýþbirlikçi tekelci burjuvazinin yabancý þirket, kuruluþ ya da devletlerle yapmýþ olduklarý her türlü anlaþma, sözleþme ve garantiler iptal edilecektir.
c) Emperyalist devletlere, þirketlere, mali kuruluþlara ya da
uluslararasý finans kurumlarýna (IMF, Dünya Bankasý, IFC vb.)
oligarþinin özel ya da devlet adýna yapmýþ olduðu, kýsa, orta ve
uzun vadeli her türlü borçlar iptal edilecektir. Diðer ülkelerle yapýlmýþ olan ekonomik ve sosyal amaçlý devlet kredi ve borçlarýnýn
ödenmesinde ise, uzun vadeli bir plan dahilinde, ana para olarak
tasviyesi esas alýnacaktýr. Ancak, Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi’nin
açýk çaðrýsýndan sonra, devrimci savaþ sürecinde bu ülkelerin oligarþinin devletine vermiþ olduklarý ekonomik ve sosyal amaçlý borç
ve krediler hiçbir biçimde ödenmeyecektir.
d) Kimya, madencilik, metalurji, petrol ve petrol ürünleri,
otomotiv, inþaat, askeri malzeme üretimi, ulaþým, haberleþme, ilaç,
tütün, çay üretimi ve diðer temel ihtiyaç maddeleri sektöründe
þirket ve kuruluþlarýn faaliyetlerine son verilecektir. Diðer sanayi
kollarýnda, 30’dan fazla iþçi çalýþtýran tüm þirket ve kuruluþlar devletleþtirilecektir. Bunlara ödenecek tazminat miktarý, Ýþçi Komiteleri’nce belirlenecektir. Halk iktidarýnda karþý-devrimci faaliyette
bulunan ve toplumsal çýkara aykýrý faaliyet sürdüren özel sanayi
kuruluþlarý, tazminat ödemeksizin devletleþtirilecektir.
e) Dýþalým ve dýþsatým devletleþtirilecektir.
f) Tüm özel bankalar, mali kuruluþlar ve özel sigorta kuruluþlarý devletleþtirilecektir. Bunlar ve diðer devlet bankalarý birleþtirilerek tek bir merkez bankasý oluþturulacak ve bu banka ülkedeki
tüm bankacýlýk iþlemlerini yerine getirecektir.
Altýn, gümüþ vb. deðerli madenlerin ticareti sýnýrlandýrýla-
28
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
cak ve bu alanda faaliyet gösteren kuyumcu, sarraf vb. kiþi ve kuruluþlarýn elindeki stoklar kamulaþtýrýlarak Merkez Bankasýna devredilecektir.
g) Lüks tüketim malý üretimine son verilecek ve bu mallarýn ithalatý yasaklanacaktýr.
h) Gece kulübü, bar, pavyon, gazino ve büyük özel maðazalar kapatýlacaktýr.
i) Büyük özel marketler, özel turizm tesisleri devletleþtirilecektir. Deniz kýyýlarýnýn yaðmalanmasýyla yapýlmýþ olan tüm özel
lüks konutlar, villalar vs. kamulaþtýrýlacaktýr.
j) Önemli bir ekonomik gücün ve emeðin yok olmasýna yol
açan bürokrasi yeniden düzenlenecek ve bürokratik iþlemler basitleþtirilecektir.
k) Sanayi ürünlerinde standartlaþmaya gidilecektir.
l) Özel sanayi kuruluþlarýnýn merkezi plana göre üretim yapmalarý saðlanacaktýr. Bu kuruluþlarýn plan hedefleri üstünde üretim
artýþlarý saðlamalarý için gerekli teþvikler yapýlacaktýr. Küçük-sanayiler için, organize sanayi bölgeleri oluþturulacak ve var olanlar yeniden düzenlenecektir. Alýnan bu ekonomik önlemlere paralel olarak merkezi planlamaya özel önem verilecektir.
Alýnan önlemler ve uygulamalarla ortaya çýkacak toplumsal sermaye ve emek-gücü, mevcutlarýyla birlikte merkezi plana
göre kullanýlacaktýr. Merkezi planýn amacý, halkýn genel yaþam
düzeyini sürekli yükseltmek ve bireylerin maddi ve zihni gereksinmelerini karþýlamak olacaktýr.
Merkezi plan þu temel ölçütlere göre yapýlacaktýr:
1) Nüfus artýþý gözönüne alýnarak, bu artýþý aþan düzeyde ve kiþi baþýna düþen miktarý zaman içinde artýran
ve de bunun sürekliliðini güvence altýna alan bir üretim
artýþý saðlamak,
2) Üretimde daha fazla doðal kaynak kullanýlmasýný
saðlamak,
3) Üretimi rasyonelleþtirerek ve demokratik biçimde
örgütleyerek, kaynak baþýna mevcut verimliliði artýrmak,
4) Eskimiþ, aþýnmýþ ve verimliliði düþük fabrika ve
donatýmý yenilemek ve ileri teknoloji kullanmak,
5) Tüketim mallarý üretiminde ileri teknoloji kullanýmýna hýzla ve öncelikle geçmek,
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
29
6) Tarýmsal verimliliði arttýrmak için makinalaþmaya
ve kimyasal girdi kullanýmýna aðýrlýk vermek, üretim kooperatifleri ve kollektif çiftlikler yoluyla büyük üretim alanlarý yaratmak,
7) Temel tüketim mallarý (dayanýklý) üretiminde artýþlar saðlamak amacýyla üretim mallarý üretimine öncelik vermek,
8) Sanayi yatýrýmlarýnda sermaye-yoðun teknikler kullanýlmasýna aðýrlýk vermek,
9) Toplumsal ve kültürel alanlarda, saðlýk, eðitim ve
konut üretimi öncelikli olmak üzere, yatýrýmlarda mevcut kaynaklarý ve emek-gücünü kullanmak,
10) Çalýþma durumundaki tüm bireylere iþ bulmak.
Bu ekonomi-politikanýn uygulanmasýnda, her düzeyde devlet gelirleri olarak vergiler yerinde düzenlenecek ve vergi sistemi
deðiþtirilecektir.
Bu nedenle :
aa) Baþta KDV olmak üzere, tüm vasýtalý vergiler kaldýrýlacaktýr,
bb) Her türlü bürokratik iþlemden alýnan harç ve
resimler kaldýrýlacaktýr,
cc) Gelir vergisinde asgari geçim miktarý vergi dýþý
tutulacak ve bunun üstündeki gelirden artan oranlý vergiler alýnacaktýr. Her durumda, gelir vergisi oranlarý, ücretli iþçiler ve devlet ya da kamu kuruluþunda çalýþanlar için % 20’nin; özel bireysel iþinde çalýþan esnaf, zanaatkar ve özel meslek sahipleri için %25’in; ücretli emek
kullanan esnaf ve zanaatkarlar için %35’in; özel sanayi
kuruluþ sahibi ve hissedarlarýndan %45’in üstünde olmayacaktýr. Tarýmdaki özel üreticilerden, asgari geçim miktarýnýn yýllýk tutarýnýn üstündeki gelirlerinden, Tarým ve
Köy Geliþim vergisi olarak %20 oranýnda tek bir vergi
alýnacaktýr.
dd) Kurumlar vergisi, üçten fazla iþçi çalýþtýran tüm
özel iþyerlerinden, Genel Ýþçi Komiteleri Konseyi’ne baðlý
iþyerlerinden ve büyük tarýmsal iþletmelerden alýnacaktýr. Net ürün geliri üzerinden alýnacak bu vergi %50’yi
geçemeyecektir.
30
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ee) Dýþalým ve dýþsatýma iliþkin vergiler kaldýrýlacaktýr. Ýç ticaretten alýnan vergi oraný %50 olacaktýr.
ff) Miras ve intikal vergisi, mirasýn konusuna baðlý
olarak ve yýllýk asgari geçim miktarý gözönünde tutularak, beþ yýllýk zaman için tahakkuk edecek gelir vergisi,
kurumlar vergisi, emlak vergisi miktarý düþüldükten sonra, kalan kýsým üzerinden %70 olarak alýnacaktýr.
gg) Bireysel mülkiyete ait (kentlerde) seksen metrekarenin üstündeki konutlardan, özel iþyerlerinden, perakende ticaret ve hizmet binalarýndan, deðeri üstünden
ve artan oranlý olarak emlak vergisi alýnacaktýr.
Kiraya verilmiþ bireysel mülkiyete ait konutlardan,
iþyerlerinden, depolardan vb. emlak vergisi yanýnda, yýllýk kira geliri üzerinden, artan oranlý ek gelir vergisi alýnacaktýr.
hh) Özel binek otolarýndan, traktörlerden, motorsikletlerden vb. alýnan Motorlu Taþýtlar Vergisi tümüyle
kaldýrýlacaktýr. Taþýtýn niteliðine ve çalýþma konusuna
baðlý olarak ticarette kullanýlan araçlar ile lüks binek otolarýndan alýnacak Motorlu Taþýtlar Vergisi, sürücüler birliði temsilcileri ile Genel Halk Komiteleri Konseyi temsilcilerinin oluþturacaðý bir kurul tarafýndan belirlenecektir.
VIII. TOPLUM
VE TOPLUMSAL YAÞAM
Halk devleti, toplumun sürekli geliþimini esas alarak, her
düzeyde bireylerin katýlýmýný saðlayan bir toplumsal örgütlenmenin gerçekleþmesi için, her türlü olanaðý toplumun emrine sunmakla yükümlüdür.
Tüm yurttaþlarýn konut sahibi olmasýný hedefleyen halk
devleti, tüm ücretlilerine, mülkiyeti devlete ait olmak üzere, yaþam
boyu yararlanabileceði ve kullanacaðý konutlarý bedelsiz olarak
temin edecektir.
Tüm saðlýk hizmetlerinden her yurttaþýn ücretsiz olarak yararlanmasý saðlanacaktýr. Koruyucu saðlýk hizmetlerine aðýrlýk verilecek ve her bireyin, doðumdan itibaren yýllýk genel saðlýk denetimi
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
31
saðlanacaktýr.
Her yerleþim yerinde yeter sayýda açýk halk yemekhaneleri
ve temizlik merkezleri kurulacaktýr. Buralarýn her türlü araç ve
gereçleri devlet tarafýndan temin edilecek ve yönetimleri Halk Komiteleri’ne býrakýlacaktýr.
Çarpýk kentleþmenin getirdiði sorunlar, yeni, çaðdaþ bir
kent planlamasýyla birlikte ele alýnacak, hýzla çözümlenmesi için
gerekli önlemler alýnacaktýr. Köylerin çaðdaþ toplumsal yaþamdan
uzak ve yalýtýlmýþ niteliklerini ortadan kaldýrmak için gerekli önlemler alýnacak, buna uygun kurumlar oluþturulacaktýr.
Halk iktidarýnda, saðlýklý bir çevre yaratmak temel olacaktýr.
Bu amaçla, emperyalist sömürünün ürünü olan ve çevre kirlenmesine neden olan sanayi kuruluþlarý, termik santraller kapatýlacaktýr. Nükleer santraller kurulmayacak, bu santrallere iliþkin oligarþik yönetimin yapmýþ olduðu her türlü anlaþma derhal
feshedilecek, kurulmuþ olanlar kapatýlacaktýr.
Tüm yurttaþlara gerekli dinlenme ve tatil olanaklarýný, en
ucuz biçimde ve en iyi koþullarda temin etmek amacýyla, dinlenme ve tatil merkezleri kurulacaktýr. Kamu kuruluþlarýnýn düzenleyeceði yurtdýþý gezilerinden tüm çalýþanlarýn eþ ve çocuklarý ile
birlikte eþit biçimde yararlanmasý saðlanacaktýr.
Herkesin ücretsiz olarak yararlanacaðý kültür ve sanat merkezleri kurulacak ve bu amaçlarla kullanýlabilecek binalar, salonlar
ve araçlar kamulaþtýrýlacaktýr. Ayný amaçla, devlete ait binalar, salonlar ve araçlar, bu merkezlerin hizmetine verilecektir. Buralarda
tüm sanatçý ve sanatçý gruplarýnýn ürünlerinin kitlelere ulaþtýrýlmasý
saðlanacaktýr.
Halk iktidarýnda, her çeþit öndenetim ve sansürden arýndýrýlmýþ olarak, sanatçý ve sanatçý gruplarýnýn özgür faaliyetleri için
gerekli önlemler alýnacaktýr. Sanatçýlara ya da sanatçý gruplarýna
maddi ve teknik olanaklar, karþýlýksýz olarak ve hiçbir koþul olmaksýzýn halk devleti tarafýndan saðlanacaktýr. Kültür ve Sanat
Merkezleri’nin yönetimi, sanat emekçilerinin oluþturacaðý örgüte
verilecektir.
Bireylerin düzenli ve saðlýklý spor yapmalarý için gerekli
olanaklar halk devleti tarafýndan saðlanacaktýr. Sporun her dalýnda profesyonellik yasaklanacaktýr. Yetenekli sporcularýn geçimleri,
beslenmeleri, gerekli malzemeleri, çalýþtýrýcýlarý vb. halk devletince
32
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
saðlanacaktýr. Ýnsanlýk onuruna aykýrý spor faaliyetlerinde bulunulmasý yasaklanacaktýr.
Toplumu aþýrý ve lüks tüketime yönelten, tüketiciyi yanýltan
ve kadýnlarý cinsel metalar olarak sunan her çeþit mal ve hizmet
reklamý yasaklanacaktýr.
Her düzeyde, halkýn tüketim kooperatifleri kurmalarý teþvik
edilecek ve halk devleti bu kooperatifler ile üreticiler arasýnda düzenli baðlar kurulmasý için gerekli önlemleri alacaktýr.
12 yaþýna kadar tüm çocuklara günlük olarak ve bedelsiz
taze süt verilmesini saðlayacak olan halk devleti, kreþlerde, çocuk
yuvalarýnda, okullarda bulunmayan çocuklarýn sütlerinin evlerine
teslimini saðlayacaktýr.
Her yerleþim yerinde çocuklar için oyun yerleri, parklar vb.
kurulacaktýr. Eþlerin geçici sürelerle çocuklarýný býrakabilecekleri,
gece ve gündüz her saat görev yapan çocuk bakým birimleri kurulacaktýr. Çocuklarýn temel öðrenim kurumlarýndaki tüm eðitim
araç ve gereçleri devlet tarafýndan bedelsiz olarak saðlanacaktýr.
Toplumun doðru ve saðlýklý haber almasýnda, eðitilmesinde, dinlenmesinde özel bir yere sahip olan radyo ve televizyon yayýnlarýna iliþkin oluþturulacak kurumlarýn yönetsel özerklikleri saðlanacak ve her düzeyde kitle örgütlerinin ve siyasal partilerin eþit yararlanma hakký getirilecektir. Özerk radyo ve televizyon kurumunun yönetici personelinin, doðrudan Genel Halk Konseyi tarafýndan belirlenecek adaylar arasýndan Halk Meclisi’nce atanmasý
saðlanacaktýr.
IX. KADIN HAKLARI
VE DEVRÝM
Halk iktidarýnda, cinsiyet farký gözetmeksizin tüm bireylerin
eþitliði açýk ve net biçimde ortaya konacak ve kadýnlara karþý her
türlü ayrýmcýlýk kaldýrýlacaktýr. Yeni yurttaþlýk yasasýnda kadýnlarýn
özgür olarak eþ seçme, serbest ve tam istemle evlenme ve boþanma hakký kesin güvenceye alýnacak, aile içinde eþlerin eþitliði ilkesi
getirilecektir.
Kadýnlarýn kendi özgür iradeleri ile çocuk sahibi olma ya
da kürtaj yaptýrma haklarý getirilecek ve bu hakkýn kullanýmýný engelleyen sýnýrlamalar kaldýrýlacaktýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
33
Hamilelik ve analýk izni olarak tüm kadýnlara 120 gün ücretli
izin verilecektir. Hamilelik süresince kadýnlara zararlý olduðu saptanan iþlerde çalýþmasý önlenecektir. Halk devleti, kadýna, hamilelik,
loðusalýk, doðum ve doðum sonrasý dönemlerde gerekli hizmetleri ve hamilelik ile emzirme döneminde yeterli beslenmeyi saðlayacak olanaklarý, karþýlýksýz olarak saðlayacaktýr. Emzirme döneminde kadýn çalýþanlara, bir iþgününde ikiden az olmamak üzere, düzenli aralýklarla emzirme molasý verilecektir.
Kadýn çalýþanlarýn güvenlikli koþullarda çalýþmalarý saðlanacaktýr. Saðlýðýna ve doðurganlýðýna zarar verecek iþlerde kadýnlarýn çalýþmasý yasaklanacaktýr. Kadýnlarýn bir iþgününde 20 kilogramdan fazla yük taþýmasý önlenecektir.
Toprak daðýtýmý ve konut temininde kadýnlarla erkeklerin
eþit haklarla yararlanmalarý esas alýnacaktýr.
Kadýnlarýn eviþlerine kölece baðlý kalmalarýný ya da günün
büyük bir bölümünü eviþleriyle geçirmelerini engelleyecek olanaklarýn saðlanmasýna özel önem verilecektir. Bu amaçla, çaðdaþ yaþamýn getirdiði ve eviþini asgariye indiren ev araç ve gereçlerinin, konutla birlikte teslimi saðlanacaktýr.
Her çeþit kadýn ticareti ya da kadýnlarýn meta olarak kullanýmý yasaklanacaktýr. Ticari meta olarak kullanýlmýþ ve belli yaptýrýmlara sokulmuþ kadýnlarýn topluma yeniden kazanýlmasý ve
onurlu bir yaþam sürdürebilmeleri için gerekli önlemler alýnacak,
eðitimleri yapýlacak ve iþ temin edilecektir.
X. EÐÝTÝM
VE DEVRÝM
Halk iktidarýnda, bireylerin bilimsel bilgi, gerçek ve demokratik kültür sahibi olmalarý ve bunu sürekli olarak geliþtirmeleri;
toplumsal ve siyasal olaylarla ilgili olarak bilgilendirilmeleri; ekonomik, toplumsal ve siyasal oluþum ve geliþimin yasalarýný kavramalarý amacýyla, emeðin tüm deðerlerin yaratýcýsý olduðunun
bilincinde, yurttaþlýk hakkýný koruyan ve kullanan, toplu yaþamýn
ve üretmenin evrenselliðini bilen, özgür bireyler olarak yetiþmeleri
için, her düzeyde eðitim ve öðretim parasýz olacaktýr.
Bu amaçla. emperyalizmin dayattýðý ve oligarþinin yürüttüðü, tek biçimli ve emirlere kayýtsýz þartsýz uyan kullar yaratmaya
34
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
yönelik, ezbere dayalý gerici eðitim sistemi kaldýrýlacak ve yerine
demokratik, çoðulcu, katýlýmcý ve üretime yönelik bir eðitim sistemi kurulacaktýr.
Yeni eðitim sistemi, okul öncesi eðitim sýnýflarýndan baþlayarak, 8 yýllýk temel eðitim ve 4 yýllýk orta-öðretim þeklinde olacaktýr.
8 yýllýk temel eðitim tüm bireyler için zorunlu olacaktýr. Sýnýf geçme yerine ders geçme kuralý getirilecek ve ders öðretmenliði kurulacaktýr. Rehber öðretmenlik kurumlaþtýrýlacaktýr. Orta öðretimde üretime yönelik dersler konulacaktýr.
El becerisine dayalý mesleklerdeki çýraklýk uygulamasý kaldýrýlacak, bu mesleklere iliþkin eðitim, orta-öðretimde ders olarak
konulacaktýr. Bu derslerde eðitmenlik yapacak meslek sahiplerine belli bir ücret ödenecek ve asgari kazançlarý devletçe garanti
altýna alýnacaktýr.
Orta-öðretimi bitiren her öðrencinin sýnavsýz olarak üniversite ve yüksek okullara girmeleri saðlanacaktýr. Kurulacak 2 yýllýk
politeknik yüksek okullarla öðrencilerin kýsa sürede üretime katýlmalarýna olanak saðlanacaktýr.
Üniversiteler, gerçek bilimsel ve yönetsel özerkliðe sahip
kurumlar haline getirilecektir.
Üniversite öðrencilerinin, kendilerine iliþkin konularda söz
ve karar sahibi olmalarýný saðlamak ve eðitim planlamasýna katýlmalarý için, demokratik esaslara baðlý Öðrenci Temsilcileri Konseyleri oluþturulacaktýr. Tüm üniversite öðrencilerinin yurt olanaklarýndan ücretsiz olarak yararlanmasý saðlanacak ve çaðdaþ yaþamýn
olanaklarýndan yararlanmayý saðlayacak miktarda kredi ve burs
temin edilecektir.
Okul dýþý ve açýk kitle eðitim kurumlarý oluþturulacaktýr. Eðitim ve öðretimin toplumsal niteliðini ortadan kaldýran ve onu ticarileþtiren tüm özel eðitim kurumlarý, okullar, üniversiteler, dershaneler kapatýlacaktýr.
Her düzeydeki eðitim ve öðretim kurumlarýnda görev yapan öðretmenlere ve öðretim üyelerine, uygun ve saðlýklý konutlar
devlet tarafýndan temin edilecek ve buralardan bedelsiz olarak
yararlanmalarý saðlanacaktýr. Öðretmen ve öðretim üyelerine,
emeklilik durumunda, istedikleri yörede yaþam boyu kullanma
hakkýyla bedelsiz konut temin edilecektir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
35
XI. YARGI, YASALAR
VE DEVRÝM
Hukukun üstünlüðünü ve yargýnýn baðýmsýzlýðýný temel alan
demokratik halk iktidarý, tüm bireylerin ýrk, renk, dil, cins, dini
inanç, siyasal görüþ ya da düþünce ve ulusal köken ayrýmý yapýlmaksýzýn yasalar önünde tam ve gerçek eþitliðini saðlamak amacýyla, baþta ceza yasasý olmak üzere, temel yasalarý, demokratik
hak ve özgürlüklerin kullanýlmasýna olanak tanýyacak biçimde
deðiþtirecektir. Mevcut Medeni Yasa laðvedilecek, demokratik bir
yurttaþlýk yasasý çýkartýlacaktýr.
Halk iktidarýyla birlikte, tüm askeri mahkemeler, sýkýyönetim mahkemeleri ve DGM’ler kapatýlacaktýr. Anayasa Mahkemesi,
Danýþtay, Yargýtay ve Sayýþtay üyeleri dahil olmak üzere, tüm yargýç ve savcýlarýn halkoyu ile göreve getirilmeleri ve ayný biçimde
görevden alýnmalarý esasý getirilecektir.
Ceza yargýlamalarýnda, halkýn doðrudan katýlýmýna dayalý
jürili yargýlama sistemi getirilecektir.
Tüm yasalarýn Anayasa Mahkemesi’nce incelenerek yürürlüðe girmesi saðlanacak ve her yasa için, bireylerin doðrudan
Anayasa Mahkemesi’ne iptal davasý açma hakký getirilecektir. Danýþtay’ýn yürütmeyi durdurma, iptal vb. kararlarýna, yürütmenin
kesin olarak uymasýný saðlayacak düzenlemeler yapýlacaktýr.
Bir suç ile itham edilen her birey, suçluluðu yasal olarak
kanýtlanana ve hüküm giyene kadar masum sayýlmasý esas olarak, bireye en kýsa zamanda yöneltilen suçlamanýn niteliði ve
nedenleri, anladýðý bir dilden ve açýk olarak kendisine bildirilecektir. Sanýða her durumda susma hakký tanýnacaktýr. Sanýk, yargýç
huzuruna çýkarýlmadan ve yargýç kararý olmaksýzýn, 24 saatten
fazla gözaltýnda tutulamayacaktýr.
Her sanýk savunmasýný hazýrlamak için gerekli zaman ve
olanaklara sahip olacak ve savunma hakký, hiçbir biçimle ve süreyle sýnýrlanmýyacaktýr. Sanýk savunmasýndan dolayý ve savunmasýnda ileri sürdüðü düþünceleri nedeniyle cezalandýrýlamýyacaktýr.
Ýlk gözetim anýndan itibaren, yargýlamanýn her aþamasýnda
sanýklarýn avukat bulundurma hakký getirilecektir. Sanýk avukatlarýnýn, yargýlama konusuna iliþkin olmak üzere, savcýlarýn sahip olduðu tüm olanaklardan yararlanmalarý saðlanacaktýr. Devlet, istem-
36
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
leri halinde, her sanýða ücretsiz avukat temin edecektir.
XII. SÝLAHLI GÜÇLER
Halkýn üstünde ve halka karþý bir güç olan, emperyalistlerin ve oligarþinin hizmetinde bulunan ve profesyonel silahlý
personele dayalý silahlý kuvvetler tümüyle tasfiye edilecektir. Halkýn özerk ve istemsel silahlanmasýna dayanan Halk Ordusu, ülkenin iç ve dýþ güvenliðinden sorumlu tek silahlý güç olacaktýr.
Halk Ordusunda görev alanlar, tüm yurttaþlarýn sahip olduðu bütün haklara sahip olacaklardýr.
Halk Ordusu içinde, halk milislerine dayanan ve Halk Konseyleri’ne baðlý bir iç güvenlik sistemi kurulacaktýr. Bu güvenlik
örgütünün üst yöneticileri doðrudan halkoyu ile seçilecek ve ayný
biçimde görevden alýnabilinecektir.
Tasfiye edilen oligarþinin polis ve jandarma gücü ile ordusunda görev yapmýþ profesyonel personelden, insanlýk suçu iþlememiþ, devrime ve halka karþý faaliyette bulunmamýþ ya da Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi’nin açýk çaðrýsý ile görevinden ayrýlmýþ
bulunan yurtsever ve demokrat bireyler, kýdem durumlarý gözönüne alýnarak Halk Ordusu’nda görevlendirilebilinecektir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
37
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
SOSYALÝST DEVRÝM PROGRAMI
GÝRÝÞ
Türkiye sýnýrlarý içinde proletaryanýn siyasal savaþ örgütlenmesi, proletaryanýn öncü müfrezesi olan Türkiye Halk Kurtuluþ
Partisi, dünyanýn her yanýndaki, tüm uluslarýn devrimci proleter
hareketlerinin tarihsel deneyimlerine dayanýr; teorik ve pratik faaliyetlerinde, önkoþulsuz olarak, Marksizmi ve onun emperyalizm
ve proleter devrimler çaðýndaki ifadesi olan Leninizmi eylem kýlavuzu olarak kabul eder.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi, diyalektik ve tarihi materyalizmin mücadelesini ve propagandasýný yapar; gerçekliði devrimci
bir biçimde dönüþtürmek üzere kavramada devrimci yöntem olarak onu kullanýr; burjuva dünya görüþü ile oportünizm ve revizyonizme karþý Marksist-Leninist ilkeler temelinde aktif bir biçimde
mücadele eder; tutarlý proleter sýnýf mücadelesi temelinde proletaryanýn geçici, grupsal, ulusal ve kýsmi çýkarlarýný, onun sürekli,
genel ve uluslararasý çýkarlarýna tabi kýlar.
38
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi, ülkemizde demokratik devrimin tamamlanmadýðý, emperyalizme baðýmlý olduðu ve emperyalizmin yeni-sömürgecilik koþullarýnda kapitalist geliþmenin dýþ dinamikle biçimlendiði gerçeðinden hareketle, proletaryanýn, kesintisiz devrim perspektifine uygun olarak programýný belirlemiþ ve
buna baðlý olarak mücadele edeceðini açýkça ortaya koymuþtur.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi’nin asgari programý, Türkiye Halk
Kurtuluþ Partisi’nin ideolojik, politik ve askeri öncülüðünü esas
alan Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi’nin devrim programý olarak
biçimlendirilmiþtir.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi’nin bu programý, Türkiye Halk
Kurtuluþ Cephesi’nin programý olarak somutlaþan asgari programla organik bir iliþki geliþtirmiþ olmakla birlikte, tüm dünya komünist partileri için geçerli olan temel ilkeleri, görevleri ve yönelimleri
içermektedir. Bu açýdan Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi programý,
yalýn olarak proletaryanýn ulusal/ülkesel bir programý olarak tanýmlanamaz.
Kapitalist sistemin mezar kazýcýlarýnýn, yani devrimci proletaryanýn ülke sýnýrlarý içindeki örgütü olarak Türkiye Halk Kurtuluþ
Partisi’nin programý, proletarya diktatörlüðü uðrundaki mücadelenin devrimci programýdýr, dünya komünizminin mücadele programýdýr.
I. ÝNSANLIÐIN TARÝHSEL GELÝÞÝMÝ
VE SINIFLI TOPLUMLAR
Ýnsanlar varolduklarý andan itibaren yaþamak için mücadele etmiþlerdir. Yaþamak ise, her þeyden önce, yemek, içmek,
barýnmak, giyinmek vb. þeyleri içermektedir. Bir insanýn yaþayabilmesi için gerekli olan ilk ve temel gereksinmeleri bunlardýr. Ýþte
insanýn temel tarihsel eylemi, bu gereksinmelerin karþýlanmasý ve
geliþtirilmesi için gerekli araçlarýn üretimidir, maddi yaþamýn üretimidir.
Bu ilk ve temel gereksinmelerin doyumu, doyurma eylemi
ve doyum araçlarýnýn üretilmiþ olmasý yeni gereksinmelere yol açmýþtýr. Ýlk tarihsel eylem olarak bu yeni gereksinmelerin yaratýlmasý,
herhangi bir dýþsal engel ve içsel bunalýmlar olmadýðý sürece, artan yeni gereksinmeler doðurarak evrenselleþmiþtir. Bu evren-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
39
selleþme, gereksinmelerin, insani gereksinmeler olmalarý þeklinde
olmuþtur.
Ve insanlar kendi yaþamlarýný yeniden üretmek için, bu temel ve yeni gereksinmeleri doyurma eylemi yanýnda, bizzat
kendilerini de yeniden üretmeyi sürdürmüþlerdir.
Böylece insanlar, bir yandan doða ile iliþki içindeyken, diðer yandan kendi aralarýnda bir iliþki geliþtirmiþlerdir. Doðaya karþý
mücadele ya da doðaya egemen olma savaþý, insanlarýn birlikte
faaliyetini zorunlu kýlmýþtýr. Öte yandan kendilerini yeniden üretmeleri, kadýn ile erkek arasýnda bir toplumsal iliþkiyi zorunlu kýlar.
Ýnsanlar, hiçbir zaman yalýtýk, atomize bireyler olarak yaþamak ve
kendi kendilerini üretmek durumunda olmamýþlardýr. Tüm bunlarýn anlamý, insanlarýn varoluþlarýndan itibaren, maddi koþullar
tarafýndan belirlenmiþ bir birliktelik içinde olduklarý ve elbirliði ile
yaþama ve kendilerini üretme durumunda olduðudur.
Ancak insanlarýn kendilerini yeniden üretmelerinden
baþlayarak, doðal eðilimler (fiziksel güç vb.), gereksinmeler, rastlantýlar vb. nedeniyle iþbölümü geliþmeye baþlamýþtýr.
Ýnsanlýk, baþlangýçta, temel ve yeni gereksinmelerin sýnýrlýlýðýna raðmen, bunlarý doyurma araçlarýnýn (üretici güçlerin) az
geliþmiþliði nedeniyle, tüm bireylerin ya da bireysel-ailelerin gereksinmelerini doyuracak durumda deðildi. Böylece geliþen iþbölümü,
az geliþmiþ üretim araçlarýnýn özel mülkiyetiyle birlikte, tek tek bireylerin ya da bireysel-ailelerin çýkarý ile birbirleriyle iliþkide bulunan
tüm bireylerin ya da bireysel-ailelerin çýkarý arasýnda bir çeliþki
ortaya çýkarmýþtýr.
Bu çeliþki, üretici güçlerin, yani gereksinmeleri doyurma
araçlarýnýn az geliþmiþliði nedeniyle çözülememiþ ve giderek çözülmesi “olanaksýz” bir görünüm kazanmýþtýr. Böylece insanlarýn
özel-bireysel çýkarlarý ile ortak-toplumsal çýkarlar arasýnda tam bir
“zýtlýk” bulunduðu ve bunun “insani”, “doðal” ve “tanrýsal” olduðu þeklinde bir bilinç oluþmuþtur.
“Toplumsal güç, yani çeþitli bireylerin iþbölümü ile
belirlenmiþ el birliðinin sonucu olarak bir kaç misline
çýkmýþ olan üretici güçler, bu bireylere, kendilerinin birleþik gücü olarak görünmezler; bunun nedeni, elbirlikteliðinin istemsel deðil, doðal olmasýdýr. Bu üretici güçler onlara, nereden gelip nereye gittiklerini bilmedikleri
40
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ve dýþlarýnda varolan yabancý bir güç olarak görünür;
onlarýn denetleyemedikleri bir güçtür bu; hatta insanýn
iradesinden ve eyleminden baðýmsýz olarak çeþitli
geliþim evrelerinden geçer, bununla da kalmayarak insanýn eylem ve iradesine de yön verir.”
Her yeni üretici güç, sadece mevcut üretici güçlerin niceliksel geniþlemesine deðil, ayný zamanda iþbölümünün bir geniþlemesine de yol açar. Toplumsal ölçekte ilk büyük geliþme (avcýlýk
ve balýkçýlýk yanýnda hayvanlarýn yetiþtirilmesi), giderek topraðýn
iþlenmesine olanak tanýyan araçlarýn ve yöntemlerin geliþmesine
ve böylece tarýmsal üretimin baþlamasýna yol açmýþtýr. Doðal olarak bu geliþmeyle birlikte, bu faaliyet kollarýnda çalýþanlar birbirlerinden ayrýlmaya baþlamýþlardýr. Bu ilk toplumsal iþbölümü, sanayi ve ticari faaliyetlerin ayrýlmasýyla ikinci büyük iþbölümüne yol
açmýþtýr.
Tarým ile sanayi ve ticaretin ayrýlmasýyla, kýr ve kentin ayrýlmasý ve bunlarýn çýkarlarý arasýnda bir çatýþmanýn ortaya çýkmasý
gündeme gelmiþtir.
Giderek yetkinleþen iþbölümü, en açýk biçimine maddiemek ile zihni-emeðin birbirinden ayrýlmasýyla ulaþmýþtýr. Bu andan
itibaren birey, doðduðu andan itibaren belli bir iþbölümüne tabi
olarak, yaþam boyu belli bir konuda faaliyette bulunur hale
gelmiþtir.
Zihni-emeðin maddi-emekten ayrýlmasý, doðrudan üreticilerin her türlü entellektüel ve kültürel faaliyet dýþýna itilmesi ve
düþünsel olarak geri durumda kalmalarýný getirmiþtir. Böylece de,
düþüncesiz eylem ile eylemsiz düþünce ortaya çýkmýþtýr.
Toplumsal gereksinmelerin doðrudan üreticilerinin entellektüel ve kültürel faaliyetin dýþýna itilmesi, onlarýn her türlü yaratýcý
faaliyetini engellemeye baþlamýþtýr. Giderek bu durum, üretimin
geliþtirilmesi ve yönetimine iliþkin her türlü faaliyetin dýþýna itilmelerini kaçýnýlmaz kýlmýþtýr. Çünkü onlar, bunu gerçekleþtirebilecek
bilgi birikiminden yoksun býrakýlmýþlardýr. Sonuçta, insanlarýn
büyük bir çoðunluðu, kendi ürünlerine bile sahip olmayan bireyler olarak ve salt pratik gereksinmelerin çerçevesi içine itilmiþlerdir.
Bu da insani duyularýn giderek bozulmasýný ve yer yer yok olmasýný getirmiþtir. En temel insani gereksinmelerin baþýnda gelen yemek yeme eylemi bile, hertürlü tad alma duyusundan ayrýlmýþ ve
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
41
giderek içgüdüsel (ya da hayvani) bir eylem haline dönüþmüþtür.
Ýnsanlarýn kendi tarihsel eylemlerinin ürünü olan her türlü insani
duyu ve duyu nesneleri, insanlarýn çoðunluðunun dýþýnda bir deðer ve anlam sahibi olmuþtur. Ýnsanlar, kendi emek ürünlerinde
olduðu gibi, bu kendi özgüçlerinden ayrýlmasýyla, kendi geleceklerine tam bir kayýtsýzlýk göstermeye itilmiþlerdir.
“Ýþi bölerek, insan da bölünür. Bir tek faaliyetin yetkinleþmesi, bütün öbür fiziki ve entellektüel yeteneklerin feda edilmesi sonucunu verir. Ýnsanýn bu solup sararmasý, en yüksek geliþmesine manifaktürde eriþen iþbölümü arttýðý ölçüde artar. Manifaktür, sanayiyi tekil parçasal iþlemlerine ayýrýr ve bu iþlemlerden her birini ömür
boyu mesleði olarak tekil bir iþçiye verir, böylece onu
bütün yaþamý boyunca belirli bir parçasal göreve ve bir
akte zincirler. Ýþbölümü sadece iþçileri deðil, ama iþçileri
dolaylý ya da dolaysýz biçimde sömüren sýnýflarý da kendi faaliyetlerinin aleti durumuna düþürür; iþlenmemiþ
zekalý burjuva, kendi öz sermayesi ve kendi öz kâr hýrsýnýn; hukukçu, kendisini baðýmsýz bir güç gibi egemenlik altýna alan kemikleþmiþ hukuk düþüncelerinin; ‘kültürlü sýnýflar’, genel olarak, bir yýðýn yerel önyargý ve küçüklüklerin, kendi öz fizik ve moral miyopluklarýnýn, bir
uzmanlýða uyarlanmýþ bir eðitimden ve –saf bir tembellik de olsa– bu uzmanlýðýn kendisine yaþam boyu zincirlenmelerinden doðan sakatlanmýþlýklarýnýn kölesidirler.”
Tüm çeliþkileriyle iþbölümünün oluþumu ve geliþimi, ayný
zamanda emeðin ve emek ürünlerinin, nicelik ve nitelik olarak
eþitsiz daðýlýmýyla birleþerek insanlar arasýnda özel mülkiyetin ortaya
çýkmasýna yol açmýþtýr. (Bu mülkiyetin ilk biçimi, aile içinde, kocanýn kadýn ve çocuklar üzerindeki egemenliðini saðlayan aile
mülkiyeti olmuþtur.)
Kýsacasý, iþbölümü ile özel mülkiyet birbirine baðlýdýr ve iþbölümü, insanýn pratik faaliyetidir; mülkiyet ise bu faaliyetin ürünüdür.
Ýþte insanlýðýn tarihsel geliþmesinde ortaya çýkmýþ olan köleci
toplum, feodal toplum ve kapitalist toplum, bu antagonist çeliþkilerin belirlediði ve bu çeliþkilerin keskinleþtiði toplumlardýr.
Kapitalist toplum, burjuva toplumu, insanlýðýn son antago-
42
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
nist þeklidir. Bu son antagonist toplumun ortadan kaldýrýlmasýyla
insanlýðýn gerçek ve nihai kurtuluþu gerçekleþecektir.
II. THKP’NÝN NÝHAÝ HEDEFÝ :
DÜNYA KOMÜNÝZMÝ
Proletarya partisi olarak Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi’nin
ulaþmaya çalýþtýðý nihai hedef, tüm dünya proletaryasýyla birlikte
kapitalist dünya sisteminin yerine komünist dünya sistemini geçirmektir.
Tarihsel geliþim sürecinin kaçýnýlmaz sonucu olan komünist toplum, insanlýðýn tek çýkýþ yolu, tek kurtuluþ yoludur. Çünkü
ancak bu toplum, insanlýðýn elde kalmýþ son insani yanlarýný da
yok etmekle tehdit eden ve bir bütün olarak insanlýðýn yok oluþunu maddeleþtirmeye çalýþan kapitalist sistemin temel çeliþkilerini
ortadan kaldýrabilir.
Komünist toplum, toplumun sýnýflara bölünmesine son verir; üretimdeki anarþiyi kaldýrarak, insanýn insan tarafýndan sömürülmesinin bütün biçimlerini ortadan kaldýrýr, uzlaþmaz çeliþkilere
sahip sýnýflarýn yerine emeðin dünya çapýndaki bütünsel birliðini
geçirir; insanlar, ilk kez kendi tarihlerini bilinçli olarak kendileri
yapmaya baþlarlar; sýnýfsal ve ulusal savaþlarda sayýsýz insanýn yaþamýnýn ve insanlýðýn yaratmýþ olduðu tüm insani zenginliklerin
yok edilmesi yerine, insanlarýn bütün yetenek ve emeðini, doðaya
ve doðanýn insanileþtirilmesine, kendi kollektif gücünü geliþtirip
güçlendirmeye yöneltir.
Komünist dünya sistemi, üretim araçlarý üzerindeki özel
mülkiyeti kaldýrýp, bunlarý kamu mülkiyetine dönüþtürmeye paralel olarak, üretimdeki anarþiye, rekabetin yýkýcý egemenliðine,
toplumsal üretimin bencil çýkarlar için geliþmesine son vererek,
insanlarýn insani gereksinmelerine uygun olarak üretimin toplumsal-planlý biçimde dünya çapýnda düzenlenmesine geçer. Böylece
üretimdeki anarþi, üretim bunalýmlarý ve paylaþým savaþlarý kaybolur.
Özel mülkiyetin kaldýrýlmasý, sýnýflarýn yok olmasý, insanýn
insan tarafýndan sömürülmesine son verir. Çalýþma, sömürücü
sýnýflara yarayan bir yaratma iþi olmaktan çýkar. Çalýþmak, salt bir
yaþam aracý olmaktan çýkarak, yaþamýn en baþta gelen insani ge-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
43
reksinmesi durumuna ulaþýr. Yoksulluk ortadan kaybolur, insanlar arasýndaki ekonomik eþitsizlik, ezilen sýnýflarýn sefaleti onlarýn
maddi varoluþlarýndaki genel yoksulluk ortadan kalkar; insanlarýn iþbölümü içindeki hiyerarþileri ve bununla birlikte maddi-emek/
zihni-emek arasýndaki karþýtlýk ortadan kalkar; ve cinsiyetler arasýndaki toplumsal eþitsizliðin bütün izleri silinir. Tüm bunlarla birlikte
ve ayný zamanda, sýnýf egemenliðinin organlarý olan devlet ve devlet zoru söner. Böylelikle her türlü zor kavrayýþý da yokolup gider.
Sýnýflarýn ortadan kalkmasý, sömürücü sýnýflarýn her türlü
entellektüel üretim ve yönetim tekelinin bir daha geri gelmemek
üzere kalkmasýný getirir. Kültür, kiþisel, ulusal ve sýnýfsal farklýlýklarýný yitirerek, herkesin ortak malý haline gelir. Komünist toplumda
üretici güçlerin geliþmesi, bütün insanlarýn yaþam düzeylerinin
yükseltilmesi ve maddi üretime ayrýlan zamanýn büyük ölçüde
azaltýlmasýný mümkün kýlarak kültür alanýnda tarihte eþi görülmemiþ bir çiçek açma dönemini baþlatýr.
Bütün ulusal-devlet sýnýrlarýný parçalayan, tarihlerinde ilk kez
birleþmiþ insanlýðýn bu yeni kültürü, insanlar arasýnda açýk ve temiz iliþkilere dayanacaktýr. Bu nedenle, o, mistisizmi, dini
önyargýlarý ve batýl inançlarý ortadan kaldýracak ve böylelikle zafere ulaþan bilimsel bilginin geliþmesine büyük bir itilim
saðlayacaktýr.
Bu gerçek ve nihai kurtuluþun gerçekliðinde, bireyler için
çalýþma bir yük deðil, bir zevk olacaktýr. Hiç kimse için tek bir özel
faaliyet ya da iþ zorunluluðu olmayacak, herkes istediði her dalda
çalýþabilecektir. Toplum genel üretimi düzenlediði için, insanýn bugün bir þey, yarýn baþka bir þey yapmasý, “sabahleyin avlanmak,
öðleden sonra balýk tutmak, akþam hayvan yetiþtiriciliði yapmak,
yemekten sonra eleþtiri yapmak” mümkün olacaktýr. Birey tüm
bunlarý yaparken, bir avcý, balýkçý, çoban ya da eleþtirmen olmaksýzýn bir zihne de sahip olacaktýr.
Komünist toplumda, insanlar, insanileþtirilmiþ bir doðada,
insani duyulara sahip olarak özgürce yaþamak, üretmek ve gereksinmelerini doyurmak durumunda olacaklardýr. 19. yüzyýl Fransýz
proletaryasýnýn þu ünlü talebinin gerçekleþtiðini bayraklarýna yazacaklardýr:
HERKESTEN YETENEÐÝNE GÖRE,
HERKESE GEREKSÝNMESÝNE GÖRE.
44
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Bu nihai amaç, yani komünist toplum, hiçbir biçimde yerel
düzeyde ya da dar ulusal sýnýrlar içinde gerçekleþemez. Komünist toplum evrensel bir gerçekliktir ve tüm dünya proletaryasýnýn
ortak ve birleþik eylemiyle gerçekleþecektir. Henüz kapitalizm
koþullarýndayken ve hatta kapitalist geliþimin daha alt düzeylerindeyken bile proletarya, böyle bir amaca yönelik olarak tüm
faaliyetlerini birleþtirmek zorundadýr. Bu birleþik hareket, proletaryanýn iktidarda olduðu ülkelerde sosyalizmin inþasýnýn, yani
komünist toplumun önkoþullarýnýn yaratýlmasý faaliyetinin
birleþtirilmesi demektir. Bunun yolu ise, nihai amaca uygun olarak ve bu amaca ulaþmak için tek ve ortak sosyalist programdan
geçer. Ve ancak böyle bir program çerçevesinde, yerel ve ulusal
sýnýrlar içinde faaliyet söz konusu olabilir. Ulusal sýnýrlar içinde
proletarya ve partisinin görevi, bu ortak tek program hedeflerine
uygun olarak ve ona ulaþmak için, kendi ulusal engellerini hýzla
aþmak olacaktýr.
III. PROLETARYA DEVRÝMÝ
VE PROLETARYA DÝKTATÖRLÜÐÜ
Çaðýmýz, emperyalizm ve proleter devrimler çaðýdýr.
Serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüþmesiyle birlikte, üretim araçlarýnýn özel mülkiyeti ile üretimin toplumsal
niteliði arasýndaki çeliþki, sonal olarak çözümlenebilecek boyutta
bir antagonizma kazanmýþtýr. Bu antagonizma, kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýný ortaya çýkararak, sosyalist devrimlerin
nesnel koþullarýný olgunlaþtýrmýþtýr.
Günümüzde kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn III.
dönemi yaþanmaktadýr. I. ve II. bunalým dönemlerinden farklý olarak bu dönemde emperyalizm yeni-sömürgecilik yöntemleriyle
sömürüsünü ve baskýsýný sürdürmektedir. Dünyanýn 1/3’nün emperyalist sömürünün dýþýna çýkmýþ olmasý, emperyalizmin tarihinde en büyük pazar sorunu ile karþý karþýya kalmasýna yol açmýþtýr.
Bir yandan pazar sorunu, diðer yandan pazarlarýn sürekli olarak
devrimlerle yitirilmesi karþýsýnda emperyalizm, artan oranda ekonomisini askerileþtirmiþtir.
Askerileþtirilmiþ ekonomi, III. bunalým döneminde, gerek
emperyalist-kapitalist ülkelerdeki proleter devrimci mücadelele-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
45
rin, gerekse geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin halk devrimlerinin gerçekleþtirilmesinde, proletaryanýn ve ezilen halklarýn karþýsýna büyük bir
emperyalist askeri gücün çýkartýlmasý sonucunu doðurmuþtur. Bu
durum, gerek kapitalizmin iç dinamikle geliþtiði ülkelerde, gerekse bu dinamiðin çarptýrýldýðý geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, proletaryanýn sosyalist devrim yönündeki mücadelesine þiddete dayanan
devrimden baþka bir yol býrakmamaktadýr.
III. bunalým döneminde emperyalizmin yeni-sömürgecilik
metodlarý ve ekonominin askerileþtirilmesi, dünyanýn her yerinde
“barýþçýl mücadele biçimleri”nin yürütülmesini ve bu yolla burjuva iktidarlarýnýn yýkýlmasýný olanaksýz kýlmýþtýr.
Emperyalizmin muazzam askeri gücü karþýsýnda, sosyalist
devrimlerin “barýþçýl” yolunun kazanýlmasý olanaksýzdýr. Bu, proletaryanýn barýþýn, barýþçýl mücadelenin mutlak karþýtý olmasýnýn
bir ürünü deðildir. Proletarya, her zaman böyle bir yolun olmasýný
ister ve buna karþý direnecek son kiþiler, proleterler ve komünistler olmuþtur.
Ancak sýnýf mücadelelerinin tarihi göstermiþtir ki, toplumun
ve insanlýðýn yeniden inþasý, gerçek ve kalýcý kurtuluþu tek bir sýnýf
tarafýndan, proletarya tarafýndan gerçekleþtirilebilinir. Proletarya,
insanlýðýn gerçek ve kalýcý kurtuluþunun nasýl gerçekleþeceði ortaya
konduðu andan itibaren, her zaman ve her yerde burjuvazi tarafýndan bir devrime zorlanmýþtýr.
Zor araçlarý tekelini elinde bulunduran burjuvazi, bu araçlarla, yani þiddet yoluyla varlýðýný korumak ve proletaryanýn insanlýðýn
gerçek kurtuluþuna yönelik tarihsel hareketini engellemek için
çaba göstermiþtir. Bu koþullar altýnda proletaryanýn, burjuvazinin
dayatmalarý karþýsýnda geri çekilmesi, insanlýðýn gerçek ve kalýcý
kurtuluþu amacýndan vazgeçmesi olanaksýzdýr.
Eðer burjuvazi, kendi silah tekeline dayanarak ortaya koyduðu dayatmalardan, kendi kendine uzaklaþabilecekse, bundan
proletarya sadece memnunluk duyar ve bunun kalýcýlýðý koþullarýnda zora baþvurmaktan kaçýnabilir. Ama sadece bu koþulla.
Böyle bir geliþmenin, kapitalizmin ve emperyalizmin nesnel gerçekliði ile çatýþacaðýda açýktýr. Bu nedenle, burjuvazinin böyle bir tutum içine girmesini istemek, ütopya dan baþka bir þey deðildir.
Burjuvazinin zora baþvurmasýnýn, savaþlarýn ortadan kaldý-
46
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rýlmasýnýn tek yolu,bu ülkelerde iktidarýn proletaryanýn eline geçmesidir. Yoksa proletaryanýn tek yönlü olarak, kendisine baðlý ve
kendisinden istenen bir “barýþçýl”lýðý savunmasý olanaksýzdýr. Tersine bir tutum, silah tekeline sahip burjuvazi karþýsýnda proletaryanýn silahsýzlandýrýlmasýndan baþka bir anlama gelmez.
Toplumsal devrimlerin ve insanlýðýn gerçek kurtuluþunun
barýþçýl yollardan olup olmayacaðý nesnel bir sorundur ve öznel
olarak sadece burjuvaziye baðlýdýr ve burjuvazinin sorunudur. Proletarya, tarihsel olarak, burjuvazinin kendisine karþý ilan etmiþ
olduðu savaþý kabul etmekten baþka bir þey yapmamýþtýr ve yapmayacaktýr da.
III. bunalým döneminin iliþki ve çeliþkileri sonucu dünya
proletaryasýnýn ve halklarýnýn devrimci mücadelesinin karþýsýnda
birleþmiþ bir emperyalist güç bulunduðu gerçeði de, artan oranda proletarya enternasyonalizmini gerektirmektedir. Artýk alt
edilmesi gereken, yalnýzca ulusal ya da ülke ölçeðinde egemen
sýnýflar ya da burjuvazi deðil, bir bütün olarak emperyalist sistemdir. Bu ise, tüm yerel ya da bölgesel çeliþkilerin uluslararasý bir boyut kazanmasý demektir. Böyle bir geliþmeden, tek yönlü olarak
yapýlmýþ anlaþmalarla ya da ABD emperyalizmi ile yapýlacak ikili
anlaþmalarla uzak durmak olanaksýzdýr.
Emperyalizm, iktidara geçmiþ proletaryanýn emperyalist ülkelerle doðrudan bir savaþýyla da yok edilemez. Emperyalist
devletler ile proleter devletlerin doðrudan savaþýnýn kaçýnýlmazlýðý
teorisi, son tahlilde, dünya proletaryasýnýn ve emekçi kitlelerinin
gücüne güvenmemenin ifadesidir ve troçkist devrim ihracý teorisinin bir yansýsýdýr.
Emperyalist ülkelerde proletaryanýn zaferi, bizzat bu ülkelerin proletaryasýnýn eseri olacaktýr. Bugün bu ülkelerde mevcut
“komünist” partilerin pasifist ve revizyonist nitelikleri unutularak,
bu ülkelerde proleter devrimlerin gecikmesinin nedenleri açýklanamaz.
Mevcut tarihsel koþullarda emperyalist ülkelerde proletarya devriminin, süreç olarak en son geliþeceði ve gerçekleþeceði
düþüncesiyle, devrimin geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki zaferine bel
baðlamak da, ayný oranda hatalýdýr.
Bugün emperyalist ülkelerde proletarya devriminin nesnel
koþullarý her zamankinden çok daha fazla olgundur. Eksik olan
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
47
öznel koþullardýr ve bunlarýn yaratýlmasý da, herþeyden önce, bu
ülkelerdeki proletarya partilerinin pasifizmden, reformizmden ve
revizyonizmden arýndýrýlmasý ile mümkündür. Bir baþka deyiþle,
bu ülkelerdeki Marksist-Leninistlerin, doðru bir çizgiye sahip olarak yeniden, örgütlenmeleri þarttýr.
Yenmeye cesaret edemeyenlerin zaferden söz etmeye haklarý yoktur.
Zorlu ve kanlý bir iç savaþ olmaksýzýn ya da böyle bir savaþ
olasýlýðý göze alýnmaksýzýn, yani barýþçýl yollarla, emperyalist ülkelerde proletaryanýn iktidarý fethetmesi mümkün deðildir. Böyle bir
iç savaþlarý, salt geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin emekçi halkýnýn katlanmasý gereken bir olgu olarak görmek ve böyle bir savaþý kendi
burjuvazisine karþý yürütmekten kaçýnmak, proletaryaya ve onun
devrimine ihanetten baþka bir þey deðildir.
80’li yýllarda, özellikle Batý-Avrupa’nýn emperyalist ülklerinde yaygýnlaþan nükleer savaþ tehlikesine karþý “barýþçýllýk”, bu
ülkelerde proletaryanýn burjuvaziye karþý mücadelesini olumsuz
yönde etkileyecek boyutlara ulaþmaktadýr. Kurgusal idealizmin perspektifinden bakarak, emperyalist burjuvazinin “çýlgýnlýðý”na dayalý
senaryolar yazýlmasý, bizzat burjuvazinin her ne pahasýna olursa
olsun kendi varlýðýný koruyacaðý anlayýþýný güçlendirmektedir. Ve
her yerde bu senaryolarý destekleyen burjuvazi olmaktadýr.
Emperyalist burjuvazinin nükleer silahlarýný kullanmasýný engellemenin tek yolu, onlarýn ülkesini, savaþýn öncephesi haline
getirmekten geçer. Bu da, bu ülkelerin proletaryasýna, son elli yýlýn en aðýr ve zorlu görevini yüklemektedir. Revizyonist ve pasifist
“komünist” partilerin bu ülkelerde, geri-býraktýrýlmýþ ülke halklarýnýn kanlý savaþlarýnýn zaferleriyle elde ettikleri seçim zaferlerinin
sonu gelmiþtir artýk.
Emperyalist ülkelerin proletaryasýnýn bu parti yöneticilerinin aldatmalarýyla “refahtan pay alma” mücadelesine sokularak
pasifize edilmiþlikleri, bugün dünya proleter devrimci mücadelesinin en önemli engeli durumundadýr.
Ulusal sýnýrlar içinde ya da ülke çapýnda proletarya partilerinin görevi, tek bir program çerçevesinde ve bu programý gerçekleþtirmek için, iktidarý burjuvazinin elinden almaktýr. Bu iktidar mücadelesi, emperyalist ülkelerin birleþik ya da tek tek müdahalesi
koþullarý içinde yürütülecektir. Gerek kapitalizmin iç dinamikle ge-
48
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
liþtiði ülkelerde, gerekse henüz demokratik devrimin tamamlanmadýðý bizim gibi ülkelerde proletarya ve partisi, böyle bir çatýþmaya
girmeksizin sosyalist devrimi ya da sosyalist devrim yolunu gerçekleþtiremiyecektir.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde demokratik halk devriminin, ancak ve ancak proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþebileceði gerçeði de, bu ülkelerin proletaryasýna deðiþik görevler yüklemektedir.
Bizim gibi ülkelerde proletarya ve partisi, kesintisiz devrim
perspektifi içinde demokratik halk devrimi ile sosyalist devrim arasýnda sürekli ve sistemli bir baðlantý kurmak ve asgari program ile
azami program arasýnda organik bir iliþki geliþtirmek zorundadýr.
Yeni-sömürgecilik koþullarýnda geri-býraktýrýlmýþ bir ülke
olan Türkiye’de, Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi, Leninist devrim anlayýþý ile demokratik halk devrimi (anti-emperyalist ve anti-oligarþik
devrim) programýný sosyalist devrim programýyla organik bir baðlantý içinde oluþturmuþtur.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi’nin asgari programý, anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrimle iktidarýn ele geçirilmesinin programýdýr. Bu halk iktidarý, iþçilerin ve köylülerin, baðýmsýz bir ülkede, insan haklarýna, insan emeðine saygýlý, hukukun üstünlüðünü
kabul eden, laik, toplumsal, devrimci-demokratik iktidarý olacaktýr. Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi programý olarak maddeleþen
bu asgari program hedeflerine ulaþýlmasý, Türkiye’de sosyalist devrimin gerçekleþtirilmesi için gerekli koþullarý yaratacaktýr. Ve ancak
bu þekilde sosyalist devrimin barýþçýl gerçekleþmesi olanaklý hale
gelebilir.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi, bu baðlamda, proletaryanýn
ulusal ya da ülkesel düzeyde iktidarý ele geçirdiði her yerde, kapitalizmin geliþme düzeyi ne kadar eþitsiz olursa olsun, þu temel
sorunlarý çözmek için, belirlenmiþ amaçlar doðrultusunda faaliyet gösterilmesinin zorunluluðunu kabul eder:
1) SÖMÜRENLERÝN BASKI AYGITININ PARÇALANMASI
VE PROLETARYA DÝKTATÖRLÜÐÜNÜN
KURULMASI
Dünya çapýnda devletin sönmesine yönelik bir sürecin ilk
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
49
halkasý olarak proletaryanýn görevi, burjuvazinin devlet aygýtýný parçalamaktýr. Ancak bu görev, anarþizmin savladýðý gibi, devletin
hemen yok edilmesi demek deðildir ve olamaz da.
Burjuva devlet aygýtýnýn proletarya tarafýndan parçalanarak
ele geçirilmesi, bürokrasi ve militarizmin köklü bir biçimde
dönüþümünün gerçekleþtirilmesi demektir.
Ýlkin, burjuvazinin özel silahlý adamlarýna dayalý militarist
aygýt laðvedilerek, yerine proletaryanýn özerk silahlý örgütlenmesi
geçirilecektir.
Dünya çapýnda proletaryanýn zaferi gerçekleþmediði sürece, kapitalist-emperyalizm varlýðýný sürdüreceði için, silahlý örgütlenmelerin tüm olarak ortadan kaldýrýlmasý olanaksýzdýr. Gerçek
bir silahsýzlanma ve kalýcý bir barýþ, ancak ve ancak proletaryanýn
dünya çapýndaki zaferi ile olanaklýdýr. O ana kadar, proletarya
kendi iktidarýný, emperyalist saldýrganlýða karþý savunmak zorundadýr. Ancak bu zorunluluk, profesyonel bir silahlý gücün varlýðýnýn
nedeni olarak kabul edilemez.
Ulusal/ülkesel düzeyde iktidarý ele geçiren proleterya, dünya proletaryasýyla aktif bir dayanýþma içinde, kendi ülkesinde ve
ülkesine yönelik her türlü emperyalist saldýrýya karþý tüm emekçilerin istemsel silahlanmasýna dayanmak zorundadýr. Tüm proleter
devrimci savaþlarýn ve halk kurtuluþ savaþlarýnýn gösterdiði gerçeklere dayanarak inþa edilecek bir savunma stratejisi, ancak böyle
bir silahlý örgütlenmeyle baþarýlý olabilir.
Teknolojik geliþmeye baðlý olarak gün be gün konvansiyonel silahlarýný yetkinleþtiren emperyalizme karþý ayný yetkin
silahlarýn üretilmesini tek hedef olarak alan bir savunma sanayi
ve buna dayanan bir silahlý örgütlenme, toplumun sosyalist geliþimini engelleyen büyük çeliþkiler yaratmadan, varlýðýný sürdüremez.
Ýktidarýn proletarya tarafýndan ele geçirildiði koþullarda, “yetkin silah üreticilerinin daha az yetkin silah üreticilerini yeneceði”
belirlemesinin devletler arasý bir savaþ için geçerli olduðu unutularak yapýlacak bir silahlanma ve silahlý örgütlenme, diðer sorunlarýn yanýnda, burjuva devlet aygýtýnýn parçalanmasý önünde önemli engeller oluþturacaktýr. Ayrýca bu tür bir silahlý örgütlenme, sosyalist ülkelerde profesyonel yöneticiler ve uzmanlaþmýþ görevler ortaya çýkartarak, uzun dönemde iþbölümünün daha da yetkinleþmesine neden olabilecektir.
50
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Ýþte bu ve benzeri nedenlerle, daha da önem kazanan militarizmin tasfiyesi yönünde iktidardaki proletaryanýn eylemi, her
zaman ve her yerde, proletaryanýn özerk silahlý örgütlenmesine
dayanmak zorundadýr.
Ýktidarý ele geçiren proletaryanýn diðer temel görevi de, bürokrasiyi daðýtmak olacaktýr.
Bu görev, ilk andan itibaren bürokratik iþlemlerin basitleþtirilmesi eylemi ile, bu görevlere getirileceklerin seçim yoluyla belirlenmesi þeklinde maddeleþecektir. Siyasal yönetim ile diðer toplumsal yönetim faaliyetlerinin kitleselleþtirilmesi söz konusu olacaðýndan, bu basitleþtirme eylemi büyük öneme sahiptir. Bürokratik iþlemlerin basitleþtirilmesi, her düzeyde yönetimin kitleselleþtirilmesi için bir ön koþuldur.
Bu basitleþtirme eylemi, öncelikle, ürünlerin deðerinin belirlenmesi, emeðin üretim topluluklarýna daðýtýlmasý ve emek-zamanýnýn düzenlenmesi yönünden basitleþtirilmiþ bir muhasebe sisteminin kurulmasý demektir.
Üretim araçlarýnýn devlet mülkiyeti haline getirilmesiyle birlikte, üretim sürecine iliþkin tüm bürokratik iþlemler, devlet bürokrasisi içine girmiþ olacaktýr. Böylece kapitalist toplumdaki ikili bürokratik faaliyet, tek bir bürokratik faaliyet olarak, yani devlet faaliyeti olarak birleþerek, olaðanüstü boyutlar kazanma eðilimini
taþýr. Bu nedenle de, bürokratik iþlemlerin basitleþtirilmesi ile bürokrasinin daðýtýlmasý görevleri birleþik olarak ele alýnmak
zorundadýr.
Özel mülkiyete dayalý toplumlardaki devletin baský aygýtýnýn iþlevlerinin bürokrasisi, ilk andan itibaren basitleþtirilerek, bu
iþler bürokratlara özgü bir meslek olmaktan çýkartýlacaktýr. En çok
ve en sýk görülen zimmetleme ve yargýsal iþlemlerin özel bir yere
sahip olduðu hesaba katýlacaktýr. Kiþilerin yazýlý hukuk sözleþmelerine olan baðlýlýklarý ve bu belgelerin yasal kanýt olarak benimsenmesi, burjuva iliþkiler içinde bürokratik iþlemlerin yoðunlaþmasýnýn bir nedeni olduðu gerçeðinden yola çýkarak, hukuki düzenlemeler ivedilikle yapýlacaktýr. Bu düzenlemeler, kiþilerin sözlü
beyanlarýna dayalý bir sistem yönünde ele alýnacaktýr.
Üretimin ve nesnelerin yönetimi ve denetimi, tüm toplum
tarafýndan yapýlmasýnýn saðlanmasýyla, bu iþlerin uzmanlaþmýþ bireyler yoluyla gerçekleþtirilmesine son verilir. Toplumun bunu ya-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
51
pabilmesinin temel önkoþulu, bürokratik iþlemlerin basitleþtirilmesiyse, ikinci önkoþulu da yerinden yönetim ve görevlilerin
seçimle iþbaþýna getirilmeleridir.
Doðrudan üretim sürecine iliþkin defter tutma ise, ürünlerin emek-zamanýna baðlý bir deðer ölçüsü ile yürütülür. Bunlar,
bilgisayar teknolojisindeki geliþmelerle merkezi bir stok deðerlendirme sistemi haline dönüþtürülür. Üretim ile tüketim arasýndaki
gerçek ve tam uyumu saðlamak, üretici güçlerin verimsiz kullanýmýnýn önüne geçeceði için, bu sistemler özel bir öneme sahiptir.
Kapitalist üretim iliþkileri çerçevesinde ortaya çýkmýþ olan veri okuma ve deðerlendirme sistemleri, her düzeyde toplumsal üretim
ve tüketim dengesi saðlayacak hale getirilebilir.
Bilgisayar teknolojisinin bugün maliyetleri düþürerek artýdeðer üretimini artýrmak amacýyla kullanýlmasý, kapitalist üretim
iliþkilerinin bir sonucudur ve doðal olarak, bu araçlarýn toplumsal
amaçlarla kullanýlmasý önünde engel oluþturmaktadýr. Üretimin
toplumsal niteliði ile üretim araçlarýnýn özel mülkiyeti arasýndaki
uzlaþmaz çeliþkinin bu dýþa vurumu, genelde önemli bir yanýlsama yaratmaktadýr.
Bu yanýlsama, kapitalizm koþullarýnda bilgisayarýn uluslararasý planda iliþkilerin düzenlenmesi için bir iletiþim aracý olarak
kullanýlabileceðidir. “Bilim bankalarý”, “tele-konferans”, çok-terminalli bilgisayarlar vb. geliþmeler, bilgisayar teknolojisinden çok,
iletiþim teknolojisindeki geliþmelerle ilintili olduðu unutulmaktadýr. Kapitalist mülkiyet altýndaki fabrikalarýn tek bir merkezi yönetimde birleþtirilmelerinin, mekan olarak gereksizleþmesi, doðrudan özel mülkiyetin gereksizliðini ifade etmektedir. Bu nedenle,
mülk edinilemiyen ya da edinilmesinin kârlýlýðý ortadan kalkmýþ
bilgilerin uluslararasýlaþtýrýlmasý, kapitalizmin ulaþabileceði limitleri belirler.
Bugün üretim araçlarýnda kapitalistin mülkiyet konusu yapmadýðý alanlardaki uluslararasýlaþma çabalarýna bakarak, geleceðe
dönük içsel geliþmelerden söz etmek yanlýþ olacaktýr.
Burjuva devlet aygýtýnýn bu parçalanmasýna paralel olarak
proletaryanýn özerk silahlý örgütlenmesine ve bürokratik iþlemlerin
alabildiðine basitleþtirilmesine dayanan yeni sosyalist devlet, yani
proletarya devleti, çoðunluðun iktidar aygýtýdýr ve çoðunluðun yönetimini ifade eder. Bu devlet ayný zamanda, egemen sýnýf olarak
52
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
örgütlenmiþ proletaryanýn diktatörlüðünün aracýdýr. Proletarya diktatörlüðü, emekçi halk için demokrasidir ve sömürücülerin, halký
ezenlerin, halklarý yüzyýllardýr demokrasiden dýþlamýþ olanlarýn zorla
bastýrýlmasý, demokrasiden dýþlanmasýdýr. Tarihsel olarak “komün”,
“sovyetler” olarak gerçekleþmiþ bulunan bu devlet, siyasal yönetimin kitleselleþtirilmesidir.
Proletaryanýn ve diðer emekçi kitlelerin bulunduðu her yerde oluþturulan komiteler, proletarya iktidarýnýn yönetim gücünü
oluþtururlar. Güçler ayrýmý doktrinin yadsýnmasýna dayanan,
doðrudan yönetimin gerçekleþmesine olanak tanýyacak sayýda nüfusun olduðu yerlerde oluþturulan yerel birimler, proletarya iktidarýnýn gerçek alaný olacaktýr. Bu birimler, kapitalizm koþullarýnda
sýradanlaþtýrýlmýþ belediyelerden farklý olarak, siyasal karar ve yönetim organlarý olarak faaliyet gösterirler. Ayný þekilde yargý organlarý, bu birimlerce seçilmiþ kiþilerce oluþturulur. Böylece yasama ile yürütmenin ve giderek yargýnýn ayrýlýðý ortadan kalkar.
Proletarya iktidarýnda, tüm görevler seçilmiþ komiteler tarafýndan yürütülür ve komiteler faaliyetlerinden dolayý seçmenlerine karþý sorumludurlar. Seçimler, mümkün olan ve toplumsal
faaliyetlerin nesnel koþullarý tarafýndan belirlenen zaman dilimlerinde yenilenir. Seçilmiþ görevliler, görev süresi dolmadan da,
seçmenlerin çoðunluðunun istemi ile geri çaðrýlabilir.
Yerel yönetim komiteleri, bölge düzeyinde konseyler
oluþturarak, birimlerde alýnmýþ kararlarýn ve önerilerin, bölgesel
olarak bütünleþtirilmesini gerçekleþtirirler. Bölge konseyleri de,
dünya sosyalist toplumu kurulana dek, ülke düzeyinde Genel Konseyi (Genel Ýþçi Sovyeti) oluþtururlar. Genel Ýþçi Sovyeti, bölge
konseyleri üyeleri arasýndan, bölgelerde yapýlacak doðrudan
seçimlerle oluþturulur. Ancak bu seçimlerde bölge konseylerinde
yer almamýþ yurttaþlarýn da aday olmalarýný saðlayacak düzenlemeler yapýlýr.
Genel Ýþçi Sovyeti, yasama ve yürütme gücü olarak, ülkenin bütününe iliþkin bir organ niteliðinde olacaktýr. Sürekli çalýþma
durumunda olan Genel Ýþçi Sovyetinde ele alýnacak her öneri,
ilkin yerel birimlerde ve bölge konseylerinde görüþülür. Genel Ýþçi
Sovyeti, bu görüþmeler sonucunda ortaya çýkan kararlarýn birleþtirildiði bir platform görevini de yerine getirir.
Ýlk bakýþta bu yönetim tarzý, hýzlý karar alýnmasýný engelle-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
53
yici gibi görünse de, toplumun genel kurallarý belirginleþtiði ve
yerleþtiði oranda, önemsiz bir sorun olarak kalýr. Ayrýca toplumun
sosyalist örgütlenmesinin yetkinleþmesiyle, insanlar, kendi tarihlerini bilinçli olarak kendileri yapacak durumda olacaklarýndan
“hýzlý karar alma” sorunu ortadan kalkacaktýr. Zaten “özgürlüðün
egemenliði, insanlarýn dýþtan bir zorlamayla çalýþmalarýnýn bittiði
yerde baþlar”.
Proletarya diktatörlüðünde tüm bu faaliyetlerin yanýnda,
burjuva hukukunun aþýlmasý için, gerekli kitlesel eðitimle birlikte
çeþitli düzenlemeler yapýlacaktýr. Özellikle proletaryanýn kapitalizme karþý olumsuz eylemiyle birlikte ortaya çýkmýþ olan bazý yasalar
ve uygulamalarýn, olumlu eylemin geliþmesine paralel olarak yeniden biçimlendirilmesi gerekecektir. Burada olumsuz eylem
sürecinde partiyle birlikte özne olan kitlenin, olumlu eylem döneminde, ayný zamanda nesne haline getirilmesinin hukuksal durumlarý önde tutulacaktýr.
2) KIR/ÞEHÝR ÇELÝÞKÝSÝNÝN ÇÖZÜMLENMESÝ
Dünya çapýnda proletarya iktidarlarýnýn gerçekleþtiði koþullarda nihai çözüme ulaþacak olan kýr/þehir çeliþkisi, proletaryanýn
iktidarý ele geçirdiði her yerde ve ele geçirdiði andan itibaren çözümüne yöneleceði sorunlarýn baþýnda gelir. Bu faaliyette, nihai çözüme baðlý olarak, dünya tarihsel çözüm faaliyetleri öne geçecektir.
Kapitalist sanayileþmenin þehirlerde merkezileþmesi ve þehir
çevresinde yoðunlaþmasý, her þeyden önce önemli bir konut ve
çevre sorunu yaratmýþtýr. Haberleþme ve ulaþým araçlarýnýn az
geliþmiþliðinin ve üretim tekniðinin geri düzeyine denk düþen kapitalist sanayileþme, saðlýksýz sorunlar ve çevre kirlenmesi olarak
belirginleþen sorunlarý, tarih sahnesine çýktýðý andan itibaren
güncelleþtirmiþtir. Doðanýn insanileþtirilmesinin en önemli engeli
olan kapitalist mülkiyet, burada, doðanýn özel tahrip edilmesiyle
daha aðýr sorunlar üretmektedir.
Çeþitli burjuva unsurlarca ileri sürülen çözümler bir yana
býrakýlarak, gerçek yaþam olgularýndan yola çýkýlarak, bu sorunlarýn bilinçli bir çözümüne yönelinecektir. Ulaþýmda meydana gelen
geliþmeler, insanlarýn üretim merkezlerinde yerleþik olarak bu-
54
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
lunmalarýný gereksiz kýldýðý gibi, üretim tekniðindeki geliþmeler üretimin belli merkezlerde toplanmasýný da gereksiz hale, daha bugünden, getirmiþtir. Bugünün teknolojisiyle bile, ulaþým araçlarýnýn
toplumsal mülkiyet altýnda bedelsiz olarak kullanýlmasýyla, bireylerin üretim alanlarýna istediði ve istenilen zamanda ulaþmasý
mümkündür. Öte yandan, ürün ve üretim süreçlerinin faktör içeriklere göre parçalara ayrýlmasý ve her bir parçanýn tek bir ürünmüþcesine, farklý üretim yerlerinde gerçekleþtirilebilecek ölçüde
geliþmesiyle, insanýn iþe gitmesi yerine, iþin insana gelmesi coðrafi
olarak mümkün hale gelmiþtir. Tüm bunlarýn gerçekleþtirilip,
maddeleþebilir olmasý için üretim araçlarý üzerindeki özel mülkiyetin kaldýrýlmasý zorunludur. Aksi halde, bu parçalanma, iþin daha
da bölünmesini getirerek, toplumun içsel olarak çöküþüne yol
açacaktýr.
Sanayinin bazý dallarýnda üretim sürecinin bölünmezliði söz
konusu olduðu oranda, bu üretim dallarý belirli bir merkez olmayý
sürdürecektir. Ancak ulaþým araçlarýndaki geliþme, bu üretim alanlarýnda belli bireylerin faaliyetlerinin yerleþik ve sürekli kýlýnmasýnýn
önüne geçecek olanaklarý saðlamýþtýr.
Sanayi alanýndaki bu geliþmelerin yaný sýra, doðal koþullara
baðlýlýðý en aza indiren tarýmsal üretim tekniklerinin uygulanmasý,
tarýmsal üretimin belirli zamanlarla sýnýrlandýrýlmasýnýn önüne geçilmesini saðlayacaktýr. Kimyasal alandaki geliþmeler, topraðýn verimini deðiþtirebilme olanaðýný saðladýðý için, “tarýmsal elveriþli arazi” arayýþý sona erecektir. Böylece tarýmýn belli alanlarla sýnýrlanmasý aþýlacaktýr.
Bu geliþmeler, sonal olarak, doðanýn insanileþtirilmesi eyleminin parçalarýdýr ve bu eylemin etkinliðine baðlý olarak gerçekleþecektir.
Kapitalist sanayileþmenin kaçýnýlmaz sonucu olarak doðanýn bozulmasý ve çevre kirliliði, toplumun sosyalist örgütlenmesinde en temel sorunlarýn baþýnda gelir. Proletarya iktidara geçer
geçmez, kapitalizmden devraldýðý sanayi kuruluþlarýný bu açýdan
yeniden organize etmek, gerekirse bunlarý kapatmak ya da yerlerini deðiþtirmek gibi bir sorunla karþý karþýyadýr. Geçmiþ dönemde
ivedi bir sorun durumunda olmayan doðanýn bozulmasý ve çevre
kirliliði, kapitalizmin çeliþkilerinin gün be gün derinleþmesiyle, proletaryanýn önüne birincil bir sorun olarak çýkmýþtýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
55
Yine özel mülkiyet konusu olan topraðýn kamu mülkiyeti
haline getirilmesiyle, insanlarýn saðlýklý koþullarda yaþamalarý önündeki engeller tümüyle kaldýrýlacaktýr. Böylece konut sorunu, sonal
olarak çözümlenme koþullarý içinde bulunacaktýr. Kýr ve kentin
ayrýlmasýna dayanan kentleþme ve kent mimarisi, sosyalist toplumda, insanlarýn toplu yaþama gereksinmeleri ile bireysel yaþam
alanlarý arasýndaki uyumla yer deðiþtirecektir. Ýnsanlarýn kendi üretimleriyle yaþam birimlerinin yeniden düzenlenmesi, mevcut kentleri giderek gereksiz hale getirecek ve sözcüðün tam anlamýyla,
bu kentleri birer tarih müzesine ve sanat kültür merkezleri haline
dönüþtürecektir.
3) MADDÝ-EMEK ÝLE ZÝHNÝ-EMEK ARASINDAKÝ
ÇELÝÞKÝNÝN ÇÖZÜMLENMESÝ
VE KÜLTÜR DEVRÝMÝ
Proletarya iktidarý ele geçirdiði andan itibaren, el-emeði ile
kafa-emeði arasýndaki ayrýmýn ifadesi olan uygulamalara son vermeye giriþmek durumundadýr. Doðrudan üreticilerin, üretim araçlarýndan ve ürünlerinden ayrýlmasý ve üretim sürecinin dýþsal olarak bölünmesi nedeniyle, iþin sýradanlaþmasý ve ürünün yabancýlaþmasýnýn önüne geçilecektir. Bu amaçla, tüm bireylerin, bütün
üretim sürecine iliþkin bir eðitimden geçirilmeleri ve bunun bilgisine sahip kýlýnmalarý amacýyla poli-teknik eðitim gerçekleþtirilecektir.
Diðer yandan, entellektüel üretim ve kültür üzerindeki özel
mülkiyet tekeli yýkýlarak, bu alanlarda tüm bireylerin faaliyette bulunmalarý saðlanacaktýr. Her bireyin kendi yeteneklerini geliþtirmesi
için gerekli koþullar saðlanacak, bireylerin zihni faaliyetleri için gerekli her türlü araçtan yararlanmalarý gerçekleþtirilecektir. Bugünden ortaya çýkmýþ olan iletiþim araçlarýndaki geliþmeler, insanlýðýn tarihsel birikiminin ürünü olan her türlü bilgiye ulaþmalarýna olanak saðlayacak durumdadýr.
Mevcut özel mülkiyet iliþkileri içinde “uluslararasý bilgi
deðiþimi”, tümüyle bir aldatmacadan ibarettir. Bu iliþkilerde, insanlarýn zihni üreticiler olarak varolmalarý için gerekli bilgileri içermemektedir. Gerçek geliþmeyi saðlayacak bilgiler “çok gizli” kayýt-
56
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
larý ile kapitalist mülkiyet altýnda tutulmaktadýr. Bu tarzla, bilgi parçacýklarý ne kadar kitleselleþtirilirse kitleselleþtirilsin, burjuvazinin
entellektüel üretim ve yönetim tekelini ortadan kaldýrmamaktadýr
ve hatta bu tekelini daha da yetkinleþtirmektedir. Bu açýdan bugün emperyalist ülke merkezli bilgi deðiþimi ile toplumun sosyalist
örgütlenmesinde gerçekleþecek uluslararasý bilgi deðiþimi temel
bir çatýþký oluþturur.
Yüzyýllar boyu çalýþan sýnýflarýn her türlü entellektüel üretim faaliyetlerinden sürekli olarak dýþlanmýþlýklarý, ezilen sýnýflarýn
evrensel ölçekte kalýcý bir kültürün oluþumuna yönelik çok az veri
biriktirmelerini getirmiþtir. Proletarya iktidarýnda, insanlýðýn tarihöncesi olarak tanýmlanan bu geçmiþin getirdiði kültürün özel-sýnýfsal niteliðini ortadan kaldýrarak, evrensel bir insanlýk kültürünün
yaratýlmasý için gerekli düzenlemeler yapýlacaktýr. Bu evrensel kültürün temeli ise, kendisini sýnýf olarak ortadan kaldýracak olan bir
sýnýfýn, yani devrimci proletaryanýn kültürel birikimidir.
Öz olarak “kültür devrimi” olarak adlandýrdýðýmýz bir toplumsal eylemle evrensel kültürün oluþmasý ve sömürücü sýnýflarýn
biçimlendirdiði kültürel yozluktan kurtulunmasý için gerekli maddi ve entellektüel faaliyetler organize edilecektir. Burada ulusal
kültür öðelerinin kalýcý ve insani yanlarýnýn, proletaryanýn evrensel
nitelikleriyle biçimlendirilmesi esastýr. Özellikle proletaryanýn kapitalist üretim iliþkileri içinde, yalýtýk iliþkiler içine sokulduðu koþullarda geliþtirmeye çalýþtýðý toplumsal yaþam unsurlarýnýn özel bir
deðeri olduðu göz önüne alýnacaktýr.
4) TOPLUMSAL YAÞAMIN
SOSYALÝST ÖRGÜTLENMESÝ
Ýnsanlarýn toplumsal iliþkilerinin baþlangýcý olan kadýn-erkek iliþkisi, toplumun sosyalist örgütlenmesinde her türlü ekonomik çýkardan ve baskýdan arýndýrýlacaktýr.
Karý-koca ailesini, toplumun ekonomik birimi olarak tutan
özel mülkiyetin kaldýrýlmasýyla, kadýn, toplumdaki gerçek yerini
alacaktýr. Cinsler arasýndaki toplumsal farklýlýklar ortadan kaldýrýlacaktýr. Bunun için her þeyden önce, özel eviþi, kamu sanayi haline getirilecektir. Bu da, yerel birimlerde özel eviþi konusu olan
faaliyetlerin kamu faaliyetleri halinde düzenlenmesi demektir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
57
Sosyalist üretim iliþkileriyle hýzla geliþecek olan üretici güçlerin yaratacaðý yeni olanaklarla barýnma, beslenme vb. iþlerin kamu
kuruluþlarýnca yerine getirilmesi, kadýnýn ev iþlerine kölece baðlýlýðýný sona erdirecektir. Buna baðlý olarak aile reisliði kavrayýþý,
kavrayýþ olarak ortadan kalkacaktýr.
Evlilik iþlemleri alabildiðince basitleþtirilecektir. Eþler istedikleri taktirde kendi aile soyadlarýný kullanabileceklerdir. Boþanma
iþlemleri, eþlerin istemi durumunda, evlilik kaydýnýn silinmesiyle,
gerçekleþtirilebilinecektir.
Çocuklar, evlilik içi ya da dýþý ayrýmý yapýlmaksýzýn, eþit haklara sahip olacak ve annenin istemine baðlý olarak nüfusa ana
adýyla kaydedilebilinecektir.
Toplumun sosyalist örgütlenmesinde üretici güçlerin geliþimi, kadýnlarýn her türlü kamu iþinde çalýþmasý için gerekli olanaklarý yaratacaktýr. Eðitimin sosyalist örgütlenmesinin katkýsýyla,
kadýnlar her türlü iþte çalýþma bilgi ve becerisine ulaþacaðý için,
bu alanda hiç bir nesnel engel bulunmayacaktýr. Sanayi ve tarým
üretimi için gerekli emek-gününün kýsaltýlmasýyla birlikte, hizmetler sektörünün alaný ve yeri sürekli geniþleyeceðinden, kadýnlarýn
daha yoðun biçimde toplumsal üretim sürecine katýlmalarý olanaklý
olacaktýr.
Sosyalizmde, yeni bir kuþak yetiþince, yaþamlarýnda bir kadýný asla parayla ya da baþka bir toplumsal güç aracýlýðýyla satýn
almamýþ olacak yeni bir erkekler kuþaðý; kendini, gerçek aþktan
baþka hiçbir nedenle bir erkeðe vermeyecek ya da bunun iktisadi
sonuçlarýndan korkarak kendini sevdiði kiþiye vermekten vazgeçmeyecek olan yeni bir kadýnlar kuþaðý ortaya çýkacaktýr. Ýþte bu
insanlar dünyaya geldiði zaman, bugün onlarýn nasýl davranmalarý gerektiði üzerine düþünülen þeylere hiç kulak asmayacaklar;
kendi pratiklerini ve herkesin davranýþýný yargýlayacaklarý kamuoyunu kendileri yaratacaklardýr.
5) SOSYALÝST EKONOMÝNÝN
ÝNÞASI
Ulusal/ülkesel sýnýrlar içinde iktidarý ele geçiren proletarya,
ekonominin sosyalist inþasýnda, dünya çapýnda sosyalizmin kurulmasý hedefini gözönüne alarak merkezi planlamaya geçecektir.
58
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Dünya çapýnda sosyalizmin kurulmasýnýn olasý uzun zaman almasý durumu, bu hedefin deðerini hiçbir biçimde azaltmayacaktýr.
Hangi düzeyde olursa olsun, sosyalist ekonomi, temel olarak üretim araçlarýnýn toplumsal mülkiyeti ile üretimin toplumsal
niteliðine dayanacaktýr. Dolayýsýyla bireylerin, bu alanda veraset
haklarý olmayacaktýr. Toplumsal üretim ile ürünlerin toplum tarafýndan temellükü, sosyalist üretim iliþkilerinin temelidir. Üretim
araçlarýnýn toplumsal mülkiyete konu olmasýyla birlikte, sanayi ve
tarýmýn yönetimi tümüyle toplum tarafýndan gerçekleþtirilecektir.
Bu da her üretim biriminin doðrudan üreticiler tarafýndan yönetilmesi demektir.
Sosyalist toplumda, bireylerin tek ve sürekli belli bir üretim
dalýnda, tek bir iþle sýnýrlý faaliyetine olanak verilmeyecektir. Bir
baþka deyiþle, bireylerin iþbölümünün yabancýlaþtýrýcý etkisinden
kurtarýlmasý yanýnda, böyle bir yabancýlaþmanýn yeniden üretimine de olanak tanýnmayacaktýr. Bu nedenle poli-teknik eðitimden
geçmiþ bireylerin, deðiþik üretim alanlarýnda ve dallarýnda çalýþmalarý saðlanacaktýr. Bunun yolu ise, genel üretimin bir bütün
olarak toplum tarafýndan planlanmasýndan geçer.
Sosyalist ekonominin temel özelliði merkezi planlama olacaktýr. Merkezi ve toplumsal planlama, bireylerin tek ve sürekli iþkollarýný temsil ederek oluþturduklarý yönetim konseyleri tarafýndan ekonominin merkezi planlanmasýnýn aþýldýðý her yerde ve
oranda gerçekleþtirilir. Tek ve sürekli bir iþkolunda çalýþan birey
düzeyinin aþýlmasý ise, üretimin sanayi ve tarým adý altýnda ayrýþmasýnýn ortadan kaldýrýlmasýyla olanaklýdýr. Bu da, toplumun, belli
sayýda nüfusun oluþturduðu komün örgütlenmesi demektir.
Sosyalist ekonominin uzun dönemdeki temel birimi olan
komünler, ilk dönemde tarým ve sanayi alanlarýnda örgütlenmiþ
kollektif üretim ve yönetim birimlerinin birleþtirilmesiyle oluþturulabilir. Kapitalizmden çýkýldýðý andan itibaren ve çýkýlýr çýkýlmaz
komünlerin kurulmasýna giriþmek, ütopik olduðu kadar, kaynak
ve emek savurganlýðýna yol açtýðý deneyimlerle görülmüþtür. Proletaryanýn iktidarý elegeçirdiði bazý ülkelerde kurulmuþ olan sanayi
ve tarým komünlerinin, birer komün karikatürü olmaktan öteye
gidememiþ olmalarýnýn nedeni de budur.
Tarýmsal üretimin kollektivizasyonu, kollektif çiftliklerden tarým komünlerine doðru geliþim süreci olarak ele alýnacaktýr. Bu
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
59
baðlamda, küçük-üreticilik sorunu, doðrudan tarým komünlerinin oluþturulmasý ve giderek kent ile kýr arasýndaki çeliþkinin aþýlmasýyla orantýlý olarak çözümlenecektir. Ancak, yalýn olarak komünlerin tarýmsal nitelikte kalmalarý, giderek küçük-meta üretiminin daha geniþ ölçekte üretilmesine yol açarak sosyalist inþada
bozulmalara yol açacaðý göz önüne alýnacaktýr. Bu nedenle, tarým komünleri ile sanayi komünlerinin birleþtirilmesi hedefine baðlý
olarak, öncelikle tarým ve sanayi kollektiflerinin düzenli bir iliþkisi
geliþtirilmek zorun dadýr.
Bu süreç sonucunda, kýr/kent çeliþkisinin aþýldýðý yerlerde
ortaya çýkan sanayi, tarým ve hizmetler alanýnda bütünsel ve birleþik faaliyette bulunan toplumsal örgütlenmeler, komünler olacaktýr. Ve ancak toplumun bu komün örgütlenmesine ulaþýlmasýyla, insanlarýn, insanileþtirilmiþ bir doðada, insani duyulara sahip
olarak özgürce yaþamalarý, üretmeleri ve de maddi ve manevi
gereksinmelerini doyurmalarý mümkün olacaktýr.
Böyle bir sonal amaca ulaþmada sosyalist inþanýn mevcut
yarým yüzyýlý aþkýn süredeki deneyiminden yararlanýlacaktýr. Özellikle dünya sosyalist devriminin tamamlanmasýna kadar ülkesel/
ulusal ölçekte yapýlacaklarýn belli bir sýnýrlamaya sahip olacaðý gerçeðinin proletaryanýn bilincine çýkartýlmasý gerektiði, bu deneyimle
ortaya çýkmýþtýr.
Bu sýnýrlýlýk içinde, eðitimden bilimsel ve teknik araþtýrma
geliþtirme faaliyetlerine kadar bir dizi özel sorun, genel çerçevenin geliþme dinamiklerine göre çözümlenmeye çalýþýlacaktýr.
Bu temel çerçeve içinde merkezi-toplumsal planlama, iktidarýn proletaryanýn eline geçmesinden sonraki, belli bir döneme
kadar emekçi halkýn yaþam düzeyini sürekli yükseltmek ve bireylerin maddi ve manevi gereksinmelerini karþýlamak þeklinde
güncelleþecektir. Bu, Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi’nin asgari programýnda ortaya koyulmuþ olan merkezi planlama ölçütlerinin çeþitli düzeylerde geliþtirilmesi demektir.
Özellikle nüfus artýþý gözönüne alýnarak, bu artýþý aþan düzeyde ve kiþi baþýna düþen miktarý zaman içinde artýran ve de bunun sürekliliðini güvence altýna alan bir üretim artýþý saðlanmasýnda, bilimsel ve teknik araþtýrmalara daha yoðun olanak ve katýlým
saðlanacaktýr. Bunun için bilimsel ve teknik araþtýrmalarýn kurumlaþtýrýlmasýyla, buralardan bireylerin yararlanmalarý ve katýlýmlarýný
60
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
saðlamak için gerçekçi düzenlemeler yapýlmasý gerekmektedir.
Araþtýrma ve geliþtirme faaliyetlerinden saðlanan her yeni geliþme,
üretim mallarý üretiminde olduðu kadar tüketim mallarý üretiminde de uygulanacaktýr.
Her yeni biçim deðiþikliðini (nicelik ve nitelik olarak) yansýtacak biçimde tüketim ürünlerinin yaratýlmasý ve bunlarýn tüketilmeleri ile, eski ürünlerin süreç dýþý kalmalarý arasýndaki çeliþki
aþýlacaktýr. Bu da, standartlaþmanýn dinamik ölçülere kavuþturulmasý ile olanaklýdýr. Bir ya da daha fazla sayýda beþ yýllýk kalkýnma
planlarý kapsamýnda sabit kalan tüketim standartlarý anlayýþýna
sapýlmayacaktýr. Her türlü tüketim ürünlerinde, nicel ve nitel deðiþiklikler, ürünün verimliliðini, kullanýmýný ve kullaným istemini artýrýcý olduðu oranda gerçekleþtirilmesi esas alýnacaktýr.
Toplumsal ve kültürel alanlarda, özellikle saðlýk, eðitim ve
konut üretiminde mevcut kaynaklarýn ve emek-gücünün yoðun
kullanýmýndan, geliþmiþ teknoloji kullanýmýna geçilecektir.
Ýþte ulusal/ülkesel sýnýrlar içinde iktidarý ele geçiren proletaryanýn, dünya çapýnda sosyalist toplumun kurulmasý ve sonra
komünist toplumun gerçekleþmesi yolunda yapmasý gereken temel görevler bunlardýr. Bu görevlerin tek tek ülkelerde nasýl yerine
getirileceði, o ülkenin somut tarihsel koþullarýna göre biçim- lenir
ve örgütlenir.
IV. SOSYALÝST ÜLKELER
VE ENTERNASYONALÝZM
Bundan birkaç yýl öncesine kadar dünyanýn pekçok ülkesinde proleterya, deðiþik yollarý izleyerek iktidarý ele geçirmiþ bulunuyordu. Genel olarak “sosyalist ülkeler” olarak adlandýrýlan bu
ülkelerde, birbirinden farklý uygulamalar ve farklý geliþim düzeyleri ortaya çýkmýþtý. Bu farklýlýklar, giderek her proletarya iktidarýnýn
kendine özgü bir yol izlemesi gerektiði düþüncesinin ortaya çýkmasýna yol açmýþtý.
Sosyalist toplumun inþasýnýn yarým yüzyýlý aþkýn süredeki
deneyimi göstermiþtir ki, proletarya iktidarý ele geçirdiði her yerde, varolan diðer proleter iktidarlarýyla sýký bir ortaklýða (elbirliðine)
girmek ve geniþ bir perspektifle ortak ve birleþik planlamalara yönelmek zorundadýr. Aksi halde, sosyalist inþa sürecinde bir dizi
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
61
fiili farklýlýklar ortaya çýkacaktýr ve çýkmýþtýr da.
Bu ortak ve birleþik faaliyetin ilk alaný ulusal sýnýrlarýn ve
ulusal ölçütlerin aþýlmasý olmaktadýr. Proletaryanýn iktidarda olduðu ülkelerin karþý karþýya bulunduklarý en önemli sorun bu olmuþtur.
Üretimin alabildiðine toplumsallaþtýðý ve üretim araçlarýnýn
toplumsal mülkiyetinin bir zorunluluk olduðunun kapitalistler açýsýndan bile görüldüðü bir dünyada, proletarya iktidarlarýnýn ayrýksý
tutumlarý dünya çapýnda sosyalizmin zaferi için en önemli engel
durumuna gelmiþti. Emperyalistler arasý entegrasyonun ürünü
olan ve temelinde artý-deðer sömürüsü yatan uluslararasý emperyalist kuruluþlarýn örgütlenme düzeyinden çok daha geri konumdaki “sosyalist” giriþimler revizyonist nitelikleriyle sosyalizmin engeli haline gelmiþti. “Varþova Paktý” ve “COMECON” adýyla anýlan
bu revizyonist oluþumlar, son tahlilde, NATO ve AT’nin basit bir
takliti görünümündeydiler.
Bugünden yarýna, ülke düzeyinde iktidarý ele geçiren ya da
geçirecek olan proletaryanýn görevlerinden birisi de, bu duraðan
iliþkileri aþmak yönünde faaliyet göstermek iken, revizyonizm yüzünden mevcut duruma boyun eðilmek zorunda býrakýlabilinmiþlerdir. 70 yýllýk sosyalizmin inþasýnýn deneyimi göstermiþtir ki, devrimin eþitsiz geliþimi ile devrim öncesinde ülkelerin eþitsizlikleri,
sosyalist ülkeler arasýndaki iliþkilerde aðýr bir yük ve engel durumuna gelmemesi için, ülke düzeyinde yapýlmasý gerekenlerin hýzla
yerine getirilmesi yanýnda, sosyalist ülkeler arasýnda, coðrafi engelleri de gözeterek, belli bir bütünsel ve birleþik faaliyet yaratýlmasý
bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, ulusal düzeydeki geliþmelerin
uzun süreli belirleyiciliði terk edilmesiyle belirlenmiþtir. Bu faaliyetler, hiçbir biçimde, belli ülkelerin/uluslarýn, belli birkaç konuda
uzmanlaþmalarý ile karýþtýrýlmamalýdýr. Bu amaçla, dün olduðu kadar, gelecekte de, sosyalist ülke insanlarýnda güçlü bir enternasyonalist bilinç saðlanmalý ve bu bilinçle proletaryanýn iktidarda olduðu ülkelerde ulusal dar görüþlülükler ortadan kaldýrýlmalýdýr. Bu
yapýlmadýðý sürece, baþta SSCB olmak üzere, pekçok ülkede ortaya çýkan geliþmeler kaçýnýlmaz olacaktýr.
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi, tüm bunlarýn gerçekleþtirilmesinde proletaryanýn yüksek bir sýnýf bilincine ve uluslararasý sýnýf
disiplinine sahip olunmasýný zorunlu görür. Bunun en önemli
62
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
önkoþulu ise, proletarya partilerinin öncü görevlerini yerine getirme kararlýlýðý ve ustalýðýdýr. Parti ile toplumun ve devletin sosyalist
örgütlenmesi arasýnda organik bir bütünlük kurulmasý zorunludur. Bunun bir yaný partilerin ideolojik düzeylerinin sürekli yükseltilmesi iken, diðer yaný parti yapýlanmasý ile toplumsal ve siyasal
yapýlanma arasýnda bir paralellik kurulmasýdýr.
SONSÖZ
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi, programýnda ortaya koyduðu
genel ve özel hedeflere yönelik mücadelesini, proletaryanýn uluslararasý sýnýf cephesinin bir parçasý olarak gördüðü Türkiye’de,
burjuvazinin kanlý terörüne karþý, proletaryanýn zorunlu, kaçýnýlmaz zaferinden emin olarak, cesaret ve kararlýlýkla yürütür.
Komünistler görüþlerini ve amaçlarýný gizlemeye tenezzül
etmezler. Hedeflerine ancak tüm mevcut toplumsal koþullarýn zorla yýkýlmasýyla ulaþýlabilineceðini açýkça ilan ediyorlar. Varsýn
egemen sýnýflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden baþka kaybedecekleri birþeyleri yoktur.
Kazanacaklarý bir dünya vardýr.
BÜTÜN ÜLKELERÝN ÝÞÇÝLERÝ BÝRLEÞÝNÝZ !
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
63
64
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ÝKÝNCÝ BÖLÜM
ÜLKEMÝZÝN EKONOMÝK, SÝYASAL
VE SINIFSAL TAHLÝLÝ
TÜRKÝYE TOPLUMU DEVRÝME GEBEDÝR
Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi ve Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi, kendi programlarýnda ortaya koyduðu hedefler için savaþmaktadýr. THKP-C’nin savaþý, öncelikle baðýmsýz ve demokratik
bir ülke yaratmayý hedeflemektedir. Bu hedef, açýk biçimde bir
devrim sorunu olarak ortaya çýkmaktadýr. Çünkü mevcut toplumsal düzenin, alt yapýsýndan üst yapýsýna kadar bir bütün olarak
deðiþmesi söz konusudur ve bu deðiþiklik olmaksýzýn, baðýmsýzlýktan ve demokrasiden söz etmek olanaksýzdýr.
Evet, ülkemizin baðýmsýz ve demokratik bir ülke olabilmesi
için devrimden baþka bir yol yoktur.
Bu gerçeði, 26 Ocak 1976 günü Malatya Beylerderesi’nde
þehit düþen Ýlker Akman yoldaþ þöyle belirlemiþtir:
“Emperyalizmin III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, iktisadi evrim feodalizm sürecini aþmýþ,
kapitalizm sürecini yaþamaktadýr. Bu durum, tarihi bir
çözümlemedir ve geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin günümüz-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
67
deki ele alýnýþlarýnda temel hareket noktasý olarak görülmelidir. Hiç þüphesiz, geri-býraktýrýlmýþ ülkeler bir kalýptan çýkmýþ deðillerdir ve her ülke üretici güçlerinin geliþme seviyesine göre ötekilerden farklýlýklar gösterir. Genel olarak ayný karakter içindedirler ve farklýlýklarý kendi
özel durumlarýný belirler. Ancak, özel durumlarda ortaya çýkan farklýlýklar, her ülkenin tarihinden gelen farklýlýklar ile buna uygun düþen biçimde, feodal üretim iliþkilerinin tasfiye derecesidir.
Biz, her geri-býraktýrýlmýþ ülkeyi yakýnen (tarihiyle ve
üretici güçlerinin seviyesiyle) tanýmýyoruz. Bu nedenle,
geri-býraktýrýlmýþ ülkeler üzerine olan genellemelerimiz,
genel olarak emperyalizme özel olarak da ülkemizin yapýsýna yansýyan geneli yakalayabildiðimiz kadar geneldir. Felsefi hareket noktamýz, ‘her özel, geneli içinde taþýr’
olmaktadýr. Özel olarak ülkemiz, genel olarak da geribýraktýrýlmýþ ülkelerde iktisadi evrimin feodal süreci tamamlamasý, tek baþýna bir olgu deðildir. Bu ülkelerde
feodalizmin tasfiyesi, bu tasfiyeye uygun düþen üretici
güçlerin deðiþiminin ve ona uygun bir üst yapýnýn oluþmasý ile tamamlanýr. Geri-býraktýrýlmýþ ülkeler diye tanýmladýðýmýz (bir kýsým görüþlere göre 3. dünya ülkeleri) ülkeler, kapitalizmin bir dünya sistemine dönüþmesi
sürecinde sömürge ülkeler olarak, dünya kapitalizminin üretim iliþkileri içine girmiþlerdir. Bu süreç içinde,
kimi ilkel (aþiretler ve kabileler düzeyinde), kimi feodal
düzeyde, kimi de kapitalizmin tohumlarýnýn yaþadýðý feodalizmden kapitalizme geçiþ aþamasýnda olan ülkelerdir. Bu ülkeler hiç kuþkusuz, emperyalizmin üretim iliþkileri içine girmeseler, kendi iktisadi evrimlerini, tarihi geliþim çizgisine uygun olarak tamamlayacak ülkelerdir.
Ne var ki, emperyalizm bir dünya sistemi olarak ortaya
çýktýðý andan itibaren, bu ülkelerin kendi iktisadi evrimlerine uygun düþen üretici güçleri ve üretim iliþkileri ile
emperyalizmin getirdiði üretim iliþkileri arasýnda bir
‘çatýþma’ ortaya çýkmýþtýr. Bu ‘çatýþma’da üstün gelen
ve kendini kabul ettiren, emperyalist-kapitalist üretim
iliþkileridir. ‘Daha ileri bir üretim iliþkisi, daha geri bir
68
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
üretim iliþkisini tasfiye eder’ genel kuralýna uygun olarak emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri ülkenin geri
olan üretim iliþkilerine üstün gelerek, ülkedeki üretici
güçleri, kendi üretim iliþkilerine göre þekillendirmiþlerdir.
Üretici güçlerin bu ‘þekilleniþi’inde þekillenme, tarihi
geliþime ve toplumun içinde bulunduðu maddi üretim
seviyesine ve de sýnýflarýn hareketine uygun olamadýðýndan, ‘çarpýk’ veya ‘dengesiz’dir. Üretici güçlerin evrimini belirleyen (tayin eden, þekillendiren), o ülkenin kendi toplumsal (iç) dinamiði deðil, emperyalizmin o ülkeye soktuðu emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin (dýþ)
dinamizmidir. Ve bu ülkelerdeki temel çeliþme aslýnda,
bu iki dinamik arasýndaki çeliþmedir.
Bu konuda Mao Tse-Tung þöyle diyor:
‘Üretici güçlerin, pratiðin, ekonomik alt yapýnýn, genellikle ana ve tayin edici rolde belirdikleri doðrudur.
Bunu inkar eden, materyalist deðildir. Fakat belli þartlar
altýnda, üretim iliþkileri, teori ve üstyapý gibi yönler, kendilerini baþ ve tayin edici rolde meydana koyabilirler.
Bunu da kabul etmek gerekir. Üretim iliþkileri deðiþmeksizin üretici güçler geliþemiyorsa, üretim iliþkilerindeki
deðiþme, baþ ve tayin edici rol oynar.’ 1
Bu iki dinamiðin ‘çatýþma’sý, çeliþkinin özdeþliðine uygun olarak, her zaman çatýþma biçiminde görülmez.
Uyuþma biçiminde de görülür. Bu ‘çatýþma’ ve ‘uyuþma’,
birbirinden ayrý olgular deðil, birlikte görülen ve her iki
durumda da görev yapan sýnýflarýn, üretime ve þekillenen toplumsal güçlerine göre ortaya çýkan olgulardýr.
(Burada sýnýflarýn toplumsal gücü, genel olarak toplumsal harekete uygun düþmesiyle belirlenir. Bu nedenle,
gücü belirleyen, niteliktir. Bizim gibi ülkelerde, en güçlü
sýnýf, proletaryadýr.)
Bu iki dinamiðin yönlerini ve unsurlarýný tespit etmek ve bu unsurlarýn, o ülkenin somut þartlarýndaki biçimlerini yakalamak, kýsaca o toplumu kavramak ve geliþmeleri görmek demektir. Bir Marksist-Leninistin göre1
Mao Tse-Tung, Teori ve Pratik, s. 56.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
69
vi de herþeyden önce, bu kavrayýþa ulaþmak olmalýdýr.
Emperyalizmin geri-býraktýrýlmýþ ülkelere soktuðu
üretim iliþkileri, daha önce de açýkladýðýmýz gibi, tarihiiktisadi evrime ters düþen ve üretici güçlerin geliþmesini
engeller niteliktedir. Emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin bu niteliði geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde yok olmaz,
aksine daha çarpýcý bir biçimde ortaya çýkar.
Emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri, rantiye ve parazit niteliðiyle ülke ekonomisi içine girer. Bu iliþkilerin dinamiði, daha fazla deðeri ve emeði, sermayenin ve üretimin yoðunlaþtýðý metropollere götürmek þeklindedir.
Bütün iliþkileri, bu hareketi gerçekleþtirmek için görev
yaparlar. Bütün ‘güç’ler, bu temel görevi yerine getirmek için hareket halindedir. Emperyalizmin üretim iliþkileri öz olarak kapitalist bir nitelik taþýdýðýndan, girdiði
yerlerde kapitalist üretim iliþkilerinin boy atmasýna da
neden olur.
Emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin girdiði ülkede, eðer feodalizmin baðrýndan çýkan kapitalist üretim
iliþkileri varsa veya üretici güçlerin geliþmesi kapitalizme
doðru yönelmiþse, o ülkeye giren dýþ dinamik, kendi
iktisadi ‘güç’lerini (gerekirse bu güçleri askerileþtirerek)
ülkenin kapitalist iliþkilerini kendine tabi kýlmak yolunda kullanýr. Emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri baskýn
çýkar ve geliþmekte olan ülkenin kapitalizmi, emperyalizme baðýmlý hale gelir. Bu durum ayný zamanda, iç dinamiðin çarpýtýlmasýdýr da. Zira, emperyalizmin ülkeye
giriþi olmasa,* iktisadi evrime uygun olarak geliþen kapitalizm ve onun sýnýfý burjuvazi, toplumsal hareketin
lokomotifi olacak ve toplumu daha ileri bir topluma kendi iç dinamikleriyle götürecektir. Ülkede geliþen kapitalizm ve burjuvazi, diðer sýnýflarýn, hatta proletaryanýn da
desteðini alarak, toplumsal dengeyi kuracaktýr. Bu durumdaki burjuvazinin ve kapitalist üretim iliþkilerinin
* Bu tahlil, “soyut” bir tahlildir. Ancak, sorunu “salt” olarak kafalarda billurlaþtýrmak için yapýlmaktadýr. Yoksa, kapitalizmin bir dünya ekonomisi olmasýndan sonra, emperyalist üretim iliþkilerinden uzak bir ülke bulunabileceðini zannetmek veya böyle bir ülke aramak, Robenson Crusoe’yi aramak gibi bir þeydir.
70
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
yönü ileriye doðru ve ülkenin üretici güçlerini geliþtirecek
biçimde mevzilenmiþtir. Ancak, kapitalizmin bir dünya
sistemi olmasýndan (emperyalist-kapitalist üretim iliþ-kilerinin tüm dünyaya yayýlmasýndan) sonra, böyle bir durumdan söz edilemez. Bu nedenle, hangi ülkede olursa
olsun, kapitalizmin bir dünya sistemi olmasýndan sonra, burjuvazinin toplumsal önderliðinden söz edilemez.
Ülkedeki mevcut kapitalist iliþkiler ve burjuvazi, emperyalist-kapitalist iliþkilerle karþýlaþtýktan ve ona tarihi bir
süreç içinde tabi olduktan sonra, ilerici niteliðini yitirmiþ
ve üretici güçleri engeller bir niteliðe bürünerek, iç dinamiðin hareketine karþý olmaya baþlamýþtýr.*
* Emperyalist sisteme dahil olan bir ükede feodal üretim iliþkilerinin ve kapitalist iliþkilerin emperyalist üretim iliþkileriyle olan, çatýþma ve “uyum” þeklinde
görülen karþýlaþmasý, tarihi bir süreçte devam eder ve o ülkenin tarihi yapýsýna
uygun olarak þekillenir. Ýktisadi kökleri olan bu þekillenme, sosyal ve siyasal plana da yansýr. Bu yansýma içinde, ülkenin sýnýflarý da, üretim biçimine ve siyasal
etkinliklerine göre, emperyalizmle ittifak veya çatýþma içinde görünürler.
Hakim sýnýflarýn üretim tarzýna uygun olarak, iktidarda bulunuþ þekillerine
göre, bu ittifaklar biçimlenir. Ancak, hangi ülke için olursa olsun ve ülkedeki
üretim hangi tarzda olursa olsun, hakim sýnýflar emperyalizmle sürecin ilk dönemlerinde mutlaka ittifaklar düzeyinde birleþirler.
Bunun da temel nedeni, emperyalizmin geçirdiði evrelerdir. Emperyalizm,
bir ülkeye kendi üretim iliþkilerini ilk adýmda mutlaka ticaret yoluyla sokar. Bu,
ticaretin karakterinden gelir. Ticaret, kapitalist ekonominin dolaþýmdaki en baþta
gelen elemanteridir.
Üretim iliþkilerinin karakteristiklerini bünyelerinde maddeleþtiren mallar,
dolaþým sürecinde pazarlara ticaret ile girerler. Pazardaki mallar, taþýdýklarý üretim iliþkilerinin “güç”lerini de pazara sokmuþ olurlar.
Emperyalist üretim iliþkilerinin ticaret ve mal ile olan ilk yaygýnlaþmasý, yerini giderek sermayeye býrakýr. Ancak, mallarýn ve ticaretin önemi de ortadan
kalkmaz.
Bu süreç içinde, ülkedeki kapitalist sýnýflar önce ticaret ve mallarýn “gücü”
karþýsýnda giderek iliþkilerindeki rantiye ve parazitlerin esiri olarak “uyum” içine girerlerken, zorunlu ittifaklara da girerler. Ayný þekilde feodaller de, ülkede
geliþen kapitalist iliþkilerin hareketinin emperyalizmin ülkeye girmesi ile yön
deðiþtirmesi veya üzerlerindeki baskýnýn kalktýðý kendi üretim iliþkilerinin serbest býrakýldýðý ölçüde emperyalistlerle ittifak içine girerler.
Emperyalist üretim iliþkileriyle feodal üretim iliþkileri arasýndaki tarihi zýtlýk, sýnýflar planýnda da yansýr ve emperyalizmle feodallerin “uyum”u, ittifaklardan öteye gidemez. Oysa kapitalist sýnýflar, üretim iliþkilerindeki ortak karakterden dolayý, sýnýfsal olarak önce ittifak sonra bütünleþme sürecini yaþarlar. Bu süreç içinde ülkenin kapitalist sýnýflarý, emperyalist üretim iliþkilerinin esiri ola-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
71
Artýk tarihi misyonu elinden kaçýran burjuvazi, baðrýndan çýktýðý feodalizmi ve geri üretim iliþkilerini devrimci bir biçimde tasfiye edemez. Ülkede geliþen emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri feodalizmi tasfiye ediyorsa,
bu tasfiye, üretim iliþkilerinin kendi rantiye ve parazit
iliþkilerine uygunluðu ölçüsünde ve kapitalist iliþkilerin
geri üretim iliþkilerini ‘zorunlu’ çözmesindendir. Ülkenin burjuvazisi ‘siyasal zoru’nu, üretici güçlerin geliþmesi
yönünde feodaller üzerinde deðil, ‘mevcut üretim iliþkilerini’ yaþatmak üzere kullanmaya yönelir. Artýk böyle bir
toplumda, toplumsal dengeden söz edilemez. Toplumda hakim olan, dengesizlik (ya da suni denge) ve kaçýnýlmaz sonuç da, bunalýmdýr.
Bütün bu tarihi geliþmeler, her ülkenin tarihi geliþimi
ve üretici güçlerinin seviyesine göre, belli süreçler içinde biçimlenirler. Ne var ki, hangi biçimlerde oluþursa
oluþsun, emperyalizmin III. bunalým döneminde karakteristik olarak geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ortaya çýkan,
emperyalizme baðýmlý biçimde geliþen ve tasfiye olan
feodalizmdir.
Bu durum, emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin
tüm ülkeyi ve üretici güçlerini kendisine tabi kýldýðý anlamýna gelir. Ancak, emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin o ülkenin kendi üretim iliþkileri halini almasý, ülkedeki iç ve dýþ dinamikler çeliþmesinin ve çatýþmasýnýn
ortadan kalktýðý anlamýna gelmez. Yeni durum, çatýþmada emperyalist ‘güç’lerin kesin egemen olmasý ve
giderek uyumun öne çýkmasý þeklinde bir çözümdür
(sentezdir). Ne var ki, bu yeni durumda, çatýþmanýn ortadan kalktýðý ve yerine uyumun geçtiði þeklindeki bir tahlil, mekanik ve ampirik bir tahlildir. Yeni durumun sentezinde ortaya çýkan, basit bir yer deðiþtirme deðil, aksine, baðýntýlý bir biçimleniþtir. Çatýþma yok olmamýþ, uyumun (önde olan, hakim olan yan) içinde daha büyük
bir dina-miðe yükselmiþtir. Çatýþma azalmamakta, aksirak, o üretim iliþkilerini yaygýnlaþtýrmak ve yaþatmak görevini yerine getirdiði
oranda, nitelik olarak, emperyalizmle aynýlaþýr, ortak karaktere bürünürler.
72
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ne büyümektedir. Toplumsal hareketi belirleyen dinamikler arasý bu çatýþma, üretimin geliþme seviyesine
uygun olarak toplumda yer alan sýnýflararasý çeliþki ve
hareketlerde gizlenmiþtir. Emperyalist üretim iliþkileri,
hayatiyetini devam ettirmek için her þeyden önce bu
sýnýfsal çatýþmaya tavýr almak zorundadýrlar. Çünkü ülkenin kendi iç dina-miðinin (iktisadi evriminin) götürücüsü olan sýnýfýn (proletaryanýn) sýnýfsal hareketi,
çeliþmeyi çözecek niteliktedir.
Bugün geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde (bizde de olduðu
gibi) toplumun kendi iktisadi evriminin kapitalist güçleri, emperyalizmle tam bir uyum içinde emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin yaratýcýsý ve geliþtiricisi olmuþlardýr. Ýktidardaki oligarþi, emperyalizmin ülkedeki varlýk biçimidir. Bu durumda ülkedeki ‘çatýþma’ ve ‘uyum’
ve buna uygun düþen ‘toplumsal denge’yi incelemek
gerekmektedir.
Ülkedeki hakim üretim iliþkisi emperyalist-kapitalist
olduðundan ve feodal üretim iliþkileri tabi kýlýnarak tasfiye olunduðundan, üretim kargaþasý, kapitalizmin o
kendine özgü üretim kargaþasýnýn çok üzerindedir ve
nitelik olarak süreklilik arz etmektedir. Üretimdeki bu
kargaþayý yaratan, temelde, ülkedeki üretici güçlerin emperyalist üretim iliþkilerine tabi bir biçimde nispi olarak
geliþmesidir. Ülkenin iç dinamiði, üretici güçleri, kendi
toplumsal çýkarlarý doðrultusunda geliþtirmek için zorlarken, üretici güçlerin sisteme baðlý bir biçimde (metropollere yönelik) düzenlenmesi, hem üretici güçlerin
serbest geliþmesini engellemekte, hem de üretimde sürekli bir bunalým yaratacak olan bir kargaþa (üretim
anarþisi) doðurmaktadýr. Bu durum, ülke ekonomisinin (emperyalizme baðýmlý olmasýndan gelen) emperyalizmin hastalýklarýndan etkilenmesiyle birlikte, (baðýntýlý olarak) ekonomik bunalýmýn temelini oluþturur. Özetle, o ülkedeki ekonomik bunalýmýn temelinde, ekonomik dengenin ülke içinde deðil, metropollerde tamamlanmasý yatar. Ekonominin (emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin yönlendirdiði) bu hareketi, ülkenin üreti-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
73
ci güçlerinin geliþme hareketiyle çeliþtiðinden, engelleyici niteliktedir.
Ancak, emperyalist üretim iliþkilerinin kapitalist karakteri, III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde iktisadi evrim sürecinin kapitalizm olmasýyla ‘uyum’
gösterir. Bu ‘uyum’, sadece karakterden gelen bir uyumdur ve sadece karaktere özgü oluþu ve hareket yönlerinin farklý oluþu nedeniyle, özünde ‘çatýþma’yý barýndýrýr.
Bu ‘uyum’, üretici güçlerin nispi geliþmesinin maddi
temelini oluþturur. Ne var ki, gene bu ‘uyum’, ülkedeki
toplumsal dengesizliðin nispi denge durumunu saðlar.
Ekonomideki bu göreli denge durumu ise, bu tip ülkelerdeki revizyonizmin ve pasifizmin maddi temelini teþkil
eder. Bu durum gene ayný þekilde, oligarþinin, mevcut
üretim iliþkilerini ‘þekli demokratik ortam’ içinde koruyabilmesinin de maddi temelini oluþturur. Ancak, gene
‘bu durum’dan, ülkede toplumsal bir dengenin oluþtuðu
ve ‘bu durum’un ‘nitelik belirleyicisi’ olduðu sonucu çýkarýlmamalýdýr. Böylesine bir sonuca varmak, revizyonizme ve pasifizme saplanmak olur. Kavranmasý gereken, ‘bu durum’un göreliði ve “þekli uyum”un altýnda
daha büyük bir ‘çatýþma’yý taþýmakta olmasýdýr. Bu
‘uyum’ durumu, tarihi süreçteki yerini, feodalizmin çözülmesine borçludur. Zira, feodalizm çözüldüðü oranda kapitalist iliþkiler yaygýnlaþma imkaný bulur ve ülkenin iç dinamiði (iktisadi evrimi) kapitalizme yönelik olduðundan, tarihi süreçte ‘uyum’ durumunun objektif
koþullarý ortaya çýkar. Özellikle ülkemizde ‘bu durum‘un
kavranmamýþ olmasý, ülkemizde orjinal ‘devrim teorileri’ni çeþitlendirmektedir.
Burada kýsaca durup, ülkemizdeki iç dinamiðin ‘zor’
ladýðý iktisadi evrimin hangi aþamada olduðunu kýsaca
ele alalým. Genel olarak, feodal süreçte olsa bile, iç dinamiðin yönü kapitalizme doðrudur. Bu kaba gerçeði
inkâr etmek, tarihi materyalizme ters düþmek olur. Ancak, iktisadi evrimin yönünün kapitalizm olmasý, devrimden sonra ülke ekonomisinin ‘ülke kapitalizmi’ni kurmanýn þart olduðu anlamýna gelmez. Böylesine bir öner-
74
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
me, ekonomizmin ötesinde, kaba bir evrimcilik olur.
Ýktisadi evrimin dünya çapýnda ulaþmýþ olduðu seviye
(emperyalizm), iktisadi evrimin tarihi yolunun sosyalizm
olduðu ve bu aþamaya geçiþin objektif þartlarýnýn var
olduðu bir dönemdir. Bu tarihi gidiþe ters düþmemek
için, devrimini yapan her ülke mutlaka (kendi üretici
güçlerinin elverdiði ölçüde) sosyalist üretim iliþkilerini
kurmalýdýr. Ancak bu durum, ülkede kapitalist üretim
iliþkilerinin olmayacaðý anlamýna da gelmez. Aksine, proletaryanýn geliþmesi ve diðer sýnýflarý yedekleyebilmesi
için, ülkedeki kapitalist üretim iliþkileri, sosyalist üretim
iliþkilerine tabi bir biçimde, üretici güçlerin sosyalist üretimin tek üretim biçimi olmasýna uygun düþecek þekilde
güçlenmesine kadar (giderek yok oluþ biçiminde)
yaþatýlmalýdýr. Ülkenin kendi iktisadi evriminin kapitalizm yönünde olmasý ise, devrimin burjuva karakterini
simgeler ve devrimin kaçýnýlmaz olarak demokratik devrim olmasýný getirir. Bu anlayýþ, Marksizm-Leninizmin
kesintisiz devrim anlayýþýdýr.
Ülkemizde feodalizmin hemen hemen tasfiye edilmiþ
olmasý, ancak bu tasfiyeye uygun düþen bir nitelikte kapitalizmin geliþmemiþ olmasý, hem yarý-feodal üretim
iliþkilerinin kýsmen yaþamakta olmasýnýn, hem de sýnýfsal olarak feodallerin üstyapýdaki etkinliklerinin maddi
temelini oluþturmaktadýr. Bu çözümlemelerden, ülkedeki ekonomik ve siyasi kargaþanýn nedeninin, emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin devamýný saðlayan hareket ile feodal üretim iliþkilerinin (üstyapýsý ve hatta siyasi etkinlikleri de dahil) hareketi arasýnda çeliþme olduðu
yanýlgýsýna varýlmamalýdýr. Böylesine bir yanýlgý, temel
çeliþmeyi gözden kaçýrmak olduðu gibi, tekelci burjuvaziye misyon yüklemek olur. Bu görüþ, devrim sorunlarýnda karþýmýza tehlikeli (saptýrýcý) bir biçimde çýkar.
Bizim gibi ülkelerde gücünü sistemden alan üretim
iliþkileri, geri üretim iliþkilerine kendini kabul ettirir ve tabi kýlar; ancak bu ‘zor’lamak, bir uzlaþmadýr ve iktisadi
temeldeki bu çeliþme mutlaka sosyal ve siyasal plana
da yansýr. Ülkenin ekonomisi dengesini temelde, sistem-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
75
de bulmasýna karþýlýk, ülkenin iktisadi evriminin zorlamalarýnýn dengesini üretici güçlerin geliþmesinde bulamamasý, buna karþýlýk dýþa baðýmlý yapýnýn getirdiði emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin zorlamasý ile
karþýlanmasý, toplumsal dengeyi sunileþtirir.
Özetle: Ülkemizde dýþ dinamiðin (emperyalizmin), ülkenin iç dinamiðini bozmasý, toplumu dengesizleþtirmiþ
ve kendine uygun düþen bir suni dengeyi oluþturmuþtur.
Þimdi de, ülkemizdeki suni dengeyi ve siyasal zoru
incelemeye geçelim.
Emperyalizmin III. bunalým döneminde yeni-sömürgeciliðin bütün özelliklerinin yansýdýðý ülkemizin tarihi
köklerinden gelen orjinalliði, feodal yapýnýn Osmanlý toplumundan gelen özelliðini yansýtmasý ve geçmiþte sömürge durumunda bir ülke olmamasýnda yatmaktadýr.
Bu iki özellik, ülkemizin içinde bulunduðu yapýnýn genel karakterini deðiþtirmez; ancak, yarý-sömürge oluþum
sürecini ve biçimleniþindeki özelliði verir. Biz burada,
bu özellikten daha çok, geneli ile ilgilendiðimizden, özele fazlaca inmeyeceðiz. Zira ülkemizin geneli kavranmadan, özeli kavranamaz. Özelinden kalkarak açýklama
getirenlerin de gerçekten ‘orjinal’ sonuçlara varmalarý
da bundandýr. Süreç hangi biçimde gerçekleþirse gerçekleþsin ve hangi özellikleri taþýrsa taþýsýn, bugün ülkemizdeki yapý ve içinde bulunduðumuz suni denge, geribýraktýrýlmýþ ülkelerin karakterini taþýr. Toplum, emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerince þekillenmektedir. Emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin ülkenin ekonomisini önce dünya ekonomisine katmasý, daha sonra da
üretime sýzarak onu kontrol altýna almasý sürecinde, iç
dinamik ile geliþmeye çalýþan kapitalist unsurlar hýzla
emperyalizmle uyum içine girmiþler ve üretim iliþkileri
olarak emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin rayýna
oturmuþlardýr. Bu süreç, üretimin metropollere yönelik
geliþmesi, üst yapýnýn emperyalizmin üretim iliþkilerine
göre düzenlenmesi ve ülke burjuvazisinin (giderek)
tekelleþerek (üretim iliþkilerinin kaçýnýlmaz sonucudur
bu) iktidarý ortaklarýyla almasý þeklinde somutlaþmýþtýr.
76
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Bu somutlaþmada iktidar, gerek sýnýfsal, gerekse yönetim olarak, oligarþik bir nitelik almýþtýr.*
Oligarþi, mevcut üretim iliþkilerini devam ettirmek
zorunda olduðundan, toplumun genel hareketinin de
baþýný çekemez. Oligarþinin çekiþi, genel hareketin yönüne ters düþtüðünden, toplumun genel hareketini
götürme durumundaki proleter hareketle çeliþme içindedir. Proleter hareket, toplumu çekmenin objektif temellerini ve dinamiðini taþýr. Bu görevi proletaryaya tarih vermiþtir ve bu, proletaryanýn tarihi misyonudur.
Emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin, ülkenin iktisadi evrimi ile çatýþma ve ‘uyum’ durumu, sýnýfsal plana, oligarþinin baþta proletarya olmak üzere, emekçi
yýðýnlarla çatýþmasý, feodallerle ‘uyum’lu çatýþmasý, köylülükle ‘iktisadi uyum’ çerçevesinde ‘uyum’u þeklinde
yansýr. Oligarþinin feodallerle ve köylülükle olan uyumu, ülkedeki nispi demokratik ortamýn temelini oluþturur.
Ülkedeki nispi demokratik ortam, feodallerin üst yapýsal olarak varlýklarýný sürdürmeleri için gerekli bir ‘demokratik’ ortam olduðu gibi, köylülüðe de o iktisadi
‘uyum’ için gereklidir.
* Oligarþi, kelime anlamý itibariyle, küçük bir zümrenin iktidarý anlamýna
gelir. Ülkemizde de iktidarýn yapýsýnýn neden oligarþik bir nitelik arz ettiðini her
þeyden önce üretimde aramak gerekmektedir. Normal olarak iktisadi evrimini
tamamlama yolunda ilerleyen bir toplumda iktidar eðer iktisadi evrime uygun
düþen bir iktidar ise ve çekici sýnýfýn yönlendiriciliðinde ise, böyle bir iktidarýn
“zümre”leþmesinden deðil, aksine kitleselliðinden söz edilir. Bu durum, köleci
toplumdan tutun, sosyalist topluma kadar böyledir. Eðer bir toplumda oligarþik
iktidardan söz ediliyorsa, oligarþik yapý içersindeki hakim sýnýf veya sýnýflarýn
aslýnda toplumdan (kitlelerden) objektif olarak soyutlanmýþlýðýndan, tecrit edilmiþliðinden söz ediliyor demektir. Bu durum tarihte, Rusya otokrasisi (ki o da bir
çeþit oligarþi idi) için, Ýspanya oligarþisi için geçerli olduðu gibi, bugün metropollerdeki finans-kapital oligarþileri ve geri-býraktýrýlmýþ ülke oligarþileri için de
geçerlidir.
Unutulmamalýdýr ki, oligarþiyi oluþturan sýnýflar, kitlelerden tecrit olmayý kesinlikle istemezler, ne var ki, devam ettirmek zorunda olduklarý üretim iliþki-leri onlarý kitlelerden tecrit eder. Oligarþi bu tecrit oluþunu siyasal zor ile engellemeye çalýþýr. Oligarþinin bu çabasý, toplum dýþý bir üretim iliþkisini (emperyalist) sürdürme gayretleri içinde, toplum dýþý oluþunu siyasal zoru ile kapatma
gayretidir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
77
Tarihi geliþim içinde bu nispi ‘demokratik’ ortamýn
yaþatýlmasýnda feodallerin varlýklarýný üst yapýda devam
ettirme gerekçesi, emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin feodal üretim iliþkisi ile çatýþmasýnýn artmasý ve feodallerin tasfiyesi oranýnda ortadan kalkmaktadýr. Ancak,
bu durumdan dolayý, nispi demokratik ortamýn kaldýrýlma durumlarýnda, tekelci burjuvazinin feodallere tavýr
alýþýný ‘tek baþýna’ ele almak, hele hele ‘uyum’ için buna
baþvurduðunu söylemek, son derece büyük hatadýr.
Böylesine bir hata içinde olmak, bizi oligarþinin yanýna
savurur. (Ülkemiz devrimci pratiðinde bunlarý gördük
ve görmekteyiz.) Bugün ülkemizde nispi demokratik ortamýn yaþamasýnýn temel nedeni, köylülüðün (ve ülkemizde tarihi bir etkinliði olan þehir küçük burjuvazisinin
sosyal ve siyasal olarak) iktisadi ‘uyum’ içinde siyasal
olarak yedeklenmesindendir. Bir baþka deyiþle, ülkemizdeki nispi demokratik ortamýn yaþamasýnýn sýnýfsal temelinde, köylülüðün ikili tavrý yatar. Köylülüðün bu ikili karakterinin kavranamamasý, bizi daima sapmalara sü-rükler. Ülkemizdeki toplumsal dengesizliðin daha iyi kavranabilmesi için bu konu üzerinde biraz duralým.
Köylülüðün ülkemizdeki ikili karakteri, ülkenin iktisadi
evriminin kapitalizme yönelik olmasýyla, emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin ülkenin iç dinamiðine ters düþüþünden kaynaklanýr. Köylülüðün bu ikili karakterinde, devrimci karakter aðýrlýktadýr, hakim olan yandýr.
Köylülüðün, özünde burjuva olmasýna karþýlýk, devrimci bir karakter taþýmasý ve devrime katýlmasý, devrimimizin de burjuva karakterini simgeler. Köylülüðün aslýnda
burjuva olmasýna karþýlýk, devrimci bir karakter taþýmasý,
onun subjektif niyetinden deðil, ülkedeki emperyalizmin yarattýðý objektif temelden gelir. Köylülük, ‘saf’ bir
sýnýf olmayýp, içinde çeþitli katlara (sýnýfsal) ayrýlýr.
Köylülü- ðün bu ayrýþmasý, emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri-nin ülkeye yayýlýþ durumuna ve feodalizmin
çözülüþüne göre biçimlenir. Köylülük genel olarak devrime katýlacaksa da (elbette ki zengin köylülük dýþýnda,
orta köy-lülük kýsmen, küçük ve yoksul köylülük temel),
78
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
içindeki her bir katmanýn da katýlýþ biçimi birbirinden
farklý olacaktýr.
Köylülük her ne kadar burjuva karakter taþýsa da,
ülkenin iktisadi evrimi kapitalizme yönelik olsa da, devrimin ve toplumun çekici sýnýfý olamaz. Bunun da nedeni, isterse kapitalist bir toplumda olsun, geliþmek isteyen üretici güçleri eline alamayacak, onlarý elinden tutup geliþtiremeyecek olmasýndandýr. Aksine, üretici güçler geliþtikçe, köylülük de yok olmaya doðru gidecektir.
Bu durum, köylülüðün gerek devrimde çekici olamamasýnýn, gerekse de devrimden sonra kapitalist iliþkiler
yaþatýlsa dahi, devrimi engelleyecek bir güç olamamasýnýn objektif temelini oluþturur.
Köylülüðün bu yapýsý, onun her dönemde toplumsal denge içinde yedeklenen bir güç olmasýný getirir.
Ýsterse feodalizme karþý mücadele içinde olsun, köylülük
bu mücadelesini baþarýya ulaþtýrabilmek için ya burjuvazinin, ya da proletaryanýn önderliðine ihtiyaç duyar.
Avrupa tarihi büyük burjuva devrimi öncesi sayýsýz köylü
isyanlarý ile dolu olduðu halde, burjuvazinin önderliði
olmadan burjuva devrimini gerçekleþtirememiþtir. Ayný
þekilde, Rusya ve Çin’deki sayýsýz köylü isyanlarý, proletaryanýn önderliði olmadan devrime ulaþamamýþtýr.
Toplumumuzda da köylülüðün ikili karakteri, onun
hem tekelci burjuvaziye hem de proletaryaya yedeklenmesinin temelini oluþturur. Köylülüðün oligarþiye yedeklenmesinin subjektif temelini, mevcut üretim iliþkilerinin
kapitalist karakteri, objektif temelini de feodal üretim
iliþkilerinin çözülmesi ve üretici güçlerdeki nispi geliþme
teþkil eder. Bu ‘uyum’, köylülüðün oligarþiye siyasal olarak yedeklenmesinin ve nispi demokratik ortamýn maddi temelidir. Bu ayný zamanda, sosyal reformizmin de
maddi temelidir. Ne var ki, bu yedeklenme mutlaklaþtýrýlmamalýdýr. ‘Uyum’un çatýþmayý içinde taþýmasý ve
derinleþtirmesi kavranamazsa, revizyonizme düþülmüþ
olur. Ancak, bu ‘uyum’ durumunu kavramamak da, toplumu ve köylülüðü kavramamak anlamýna gelir. ‘Uyum’
un çatýþmayý içinde taþýmasý baðlantýsýndan hareketle,
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
79
‘uyum’ artsýn, çatýþma büyüsün mekanik yorumlamasýna varýlmamalýdýr. Bu mantýk bizi pasifizme ve teslimiyetçiliðe sürükler. Öne çýkartýlmasý ve sarýlýnmasý gereken,
köylülüðün devrimciliðidir. Proletaryanýn en sadýk müttefiki, köylülüktür. Köylülüðün oligarþiye yedekleniþi, talidir. Oysa köylülüðün sýnýfsal hareketinde tayin edici hareketi, emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerine ve özellikle onun ‘güç’lerine karþý olan tepkisidir. Köylü-lük, üretici güçlerin nispi geliþimine yönelerek oligarþiye yedeklenmesinden daha fazla, emperyalist-kapitalist üretim
iliþkilerine tepki göstererek proletaryaya yönelir.
Sýnýfsal olarak oligarþinin hareketine karþýlýk proletaryanýn, köylülüðün ve þehir küçük-burjuvazisinin (genel olarak geniþ emekçi yýðýnlarýnýn) hareketi temelde
çatýþtýðýndan, mevcut üretim iliþkileri içinde toplumsal
dengeden söz edilemez. Söz konusu olan, sürekli bir
dengesizliktir. Bu durum, ülkedeki bunalýmýn sürekliliði
demektir.
Ülkede sürekli bir dengesizliðin olmasý, emperyalistkapitalist üretim iliþkilerinin mevcut durumu devam ettirebilmek için ‘güç’lerini kullanmasýnýn ve ‘denge’yi bu
þekilde kurmaya yönelmesinin objektif temelidir.
Ülkedeki üretici güçlerin geliþme seviyesi, dengesini
metropollerde bulduðundan, oligarþi, üretim iliþkilerini
devam ettirme görevini, siyasal zoru askeri biçimde
maddeleþtirmenin þartlarý içinde yerine getirebilir. Bu
durum, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin ayný zamanda emperyalizmin zayýf halkalarý olmalarý da demektir.”2
Ýlker yoldaþýn þehit düþmeden kaleme aldýðý yazýsýnda ortaya konulan bu iliþki ve çeliþkiler içersinde bulunan ülkemizde
devrim kaçýnýlmazdýr.
Tarihte açýk biçimde görüldüðü gibi, hiçbir egemen sýnýf
kendi sömürü düzenini kendiliðinden tasfiye etmez ve yeni devrimci güçlere iktidarý barýþçýl bir biçimde vermez. Egemen sýnýflar,
her zaman kendilerinin sonsuza kadar yaþayacaklarýný zannederler. Bu nedenle de, devrimci güçlere karþý kesin imha politikasý
2
80
Ýlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Taktiðimiz, Ocak 1976.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
izlerler. Bir baþka deyiþle, onlar kendi düzenlerini sürdürmek ve
korumak amacýyla, her koþulda zora, þiddete baþvururlar.
Mahir yoldaþ Kesintisiz Devrim II-III adlý yazýsýnda þöyle
yazmaktadýr:
“Emperyalizmin iþgali karþý tarafýn zora, þiddete baþvurmasý demektir. Bu ise, silahlý savaþýn objektif þartlarýnýn mevcudiyeti demektir.”
Emperyalizm ve oligarþinin siyasal zoru, emperyalizme baðýmlý bir ülkede kaçýnýlmaz olarak ortaya çýkan bir zordur. Bu zor,
ordusuyla, polisiyle, jandarmasýyla ve her türden mahkemeleri ve
cezaevleriyle vardýr ve bunlar aracýlýðýyla sürdürülür. Çünkü onlar, siyasal iktidarý ellerinde tutmaktadýr ve siyasal iktidar da devlet
demektir. Ve herkesin çok iyi bildiði gibi, devlet, egemen sýnýflarýn
baský aygýtýndan baþka birþey deðildir. Her devlet gibi, bu devlet
de egemen sýnýflarýn diktatörlüðünün açýk ifadesidir. Bu gerçek
bizim gibi ülkelerde çok daha açýk bir biçimde kendisini ortaya
koyar.
Emperyalizme baðýmlý ülkemizde yönetimin olgarþik nitelik kazanmasýyla birlikte ortaya çýkan devlet yapýsý ise, tümüyle oligarþinin niteliðine ve emperyalizmin çýkarýna uygun bir biçimde
yapýlandýrýlmýþtýr. Bizlerin kýsaca oligarþik dikta olarak tanýmladýðýmýz bu biçim, burjuva demokrasisiyle uzaktan-yakýndan iliþkisi
olmayan bir yönetim biçimidir. Bu biçimin en tipik özelliði, emperyalizme baðýmlý olmanýn getirdiði özgünlüðe sahip bir faþist nitelik taþýmasýdýr. Bu nedenden dolayý, oligarþinin ülkemizdeki yönetim biçimine sömürge tipi faþizm diyoruz.
“Emperyalizmin dünya ölçeðinde uygulamak zorunda olduðu zor, ülkede oligarþinin siyasal zoru olarak
somutlaþýr. Ve emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri yaþadýðý sürece, bu siyasal zor da varlýðýný devam ettirecektir. Ve kendisine yönelen her sýnýfsal tavra karþý askeri
bir biçimde maddeleþecektir. Siyasal zorun askeri biçimde maddeleþmesi, ülkedeki dengesizlik nedeniyle, aslýnda sürekli bir niteliktir. Emperyalizmin Türkiye’de bulunmasýndan (gizli iþgalinden) dolayý, iktisadi yapýdaki
dengesizlik, sosyal ve siyasal plana da yansýr. Ýktisadi
planda en rahat bir biçimde mallar üzerinde gözleyebileceðimiz bu durum, sosyal planda, ülkedeki üst yapý
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
81
kurumlarýnda ve kültüründe, siyasal planda da siyasal
zorda somutlaþýr.
Marks, “maddi hayatýn üretim tarzý sosyal, siyasal ve
genel olarak entellektüel hayat sürecini þartlandýrýr” der.
Ülkedeki emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerine uygun olarak geliþen üretim, kendi hayat sürecini de þartlandýrýr. Bu þartlandýrma içinde ortaya çýkan çeliþkilere
ve sýnýflarýn tepkilerine karþý, oligarþinin bir üst belirlenme olan siyasal yaþantýsýný sürdürme þartý, siyasal zorunu kullanmasý (onu kullanmaya zorunlu kýlýnmasý)
þeklindedir.
Siyasal zor, oligarþinin elinde ilk þart olarak, oligarþinin
siyasal hakimiyetini korumasý þeklinde görevini somutlaþtýrýr. Kuþkusuz en önemli araç, devlet aygýtýdýr. Devlet
bu dönemde, hakim sýnýflarýn karakterine bürünerek,
oligarþik devlet niteliðini almýþtýr. Siyasal zorun bu biçimdeki görevi ona, üretim iliþkileri tarafýndan verilmiþtir.
Ve temel görevi, mevcut üretim iliþkilerinin devamýný saðlamayý yerine getirmektir. Bu görevin yerine getiriliþinde
‘zor’un askeri bir biçimde maddeleþmesi ve görünür
olmasý, a) Hakim sýnýflarýn kendi iç çeliþkileri yüzünden
idare edememeleri, b) Geliþen sýnýfsal muhalefetlerin
mevcut üretim iliþkilerini tehdit eder bir nitelik almalarý,
c) Doðrudan doðruya iktidara yönelik bir siyasal alternatifin ortaya çýkmasý durumlarýnda olur. Ülkemizde
özellikle 12 Mart ertesi uygulamalardan sonra, hakim
sýnýflarýn kendi iç çeliþkilerinden dolayý yönetimin askerileþmesi beklenemez. Bu nedenle, siyasal zorun askeri
bir biçimde kendini göstermesi, mevcut üretim iliþkilerine yönelik muhalefetin görüldüðü yerlerde ve oligarþiye
alternatif bir gücün ortaya çýkmasý zamanlarýnda olacaktýr. Bir baþka deyiþle, oligarþi emekçi yýðýnlarýn muhalefetinin topyekün muhalefete dönüþmesine hiçbir zaman izin vermek istemeyecek ve daha mevzi durumlarda iken uygulayacaðý zor ile onu sindirerek, kitleleri pasifize etmeye çalýþacaktýr. Ülkedeki þekli demokratik ortam içinde gündemde olan bu uygulamada oligarþi, gerek nispi demokratik ortamýn maddi koþullarýný kulla-
82
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
narak yapacaðý ideolojik ve politik saptýrmalarla, gerekse de geliþen muhalefeti icazetli sosyalistler ve küçükburjuva demokratlarýna kanalize ederek, mevcut üretim iliþkilerine ve iktidara yönelik siyasal bir nitelik almasýný engellemeye çalýþacaktýr. Ne var ki, bu nispi demokratik ortam içinde, ilk bakýþta demokratik mevzi ve haklar mücadelesi þeklinde görülen bu demokratik muhalefet dahi, bir süre sonra oligarþinin kaçýnýlmaz bunalýmlarý gereði, varlýðý devam ettirilmemesi gereken bir
unsur haline dönüþmektedir. Bu halde oligarþinin siyasal zorunu askeri bir biçimde görüntülemesi, þaþýrtýcý
olmayacaktýr. Böyle bir durumda þaþýran-lar ise, yalnýzca bütün bu uygulamalarý provokasyon olarak gören
küçük-burjuva demokratlarý olacaktýr.
Oligarþinin, proletaryanýn siyasal özgürlüðünü
ortadan kaldýrarak ve emekçi yýðýnlarýn tepkilerini
siyasal zoru ile pasifize ederek yaþantýsýný devam ettirdiði yönetime, oligarþik yönetim veya sömürge tipi
faþizm adý verilir.
Bu yönetim biçimi, metropollerde görülen, ne demokratik ne de faþist yönetimlere benzer. Onlardan
gerek biçim, gerekse de muhteva olarak farklýdýr.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin karakterine özgüdür.*
* Ülkemizde genel olarak bütün teorik çalýþmalar, ya özel durumlarýn içinde boðularak ahkam kesmeler þeklinde, ya da görüntünün yüzeysel tahlilleri
üzerinde biçimsel dogmalar þeklinde inþa edildiðinden, oligarþik yönetim de
hiç bir zaman doðru dürüst kavranamamýþtýr. Ortada bir yýðýn soyut ve biçimsel
faþizm tahlilleri dolaþmaktadýr. Ülkemiz solunda hakim olan genel deðerlendirme þimdiki halde revizyonizmdir), oligarþinin siyasal zorunu askeri bir biçimde
maddeleþtirdiði ve þekli demokratik ortamý ortadan kaldýrdýðý dönemler faþizmdir,
þeklindedir. Biçimsel demokratik ortam içinde mevzi olaylar þeklinde görülenler ise, ya faþizm olarak deðerlendirilir, ya da “anarþist”lerin, “goþist”lerin, “aþýrý”lýklarýn sonucu olarak izah edilir. Her iki deðerlendirmede de söz konusu
olan, felsefi bir hata, idealizmdir. Faþizmi, burjuvazinin subjektif ürünü olarak
gören anlayýþ, onun iktisadi ve sosyal köklerini kavrayamamakta, yalnýz biçimi
görebilmektedir. Bu anlayýþýn sýnýfsal temelini küçük burjuvazi oluþturur. Biçimleri esas alan bu anlayýþýn da, kanýtlarýný benzetmelerde arayacaðý ve örneklerini de tarihin farklý zaman ve mekan þartlarý içinde bulacaðý açýktýr. Bu yöntem,
Marksizmi içi boþ dogmalar haline sokmanýn ve bayaðýlaþtýrmanýn yöntemidir.
Bu durumda olanlar, somutta, ne yapacaðýný bilmeyen ve Godot’u bekleyenler-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
83
Bizim gibi ülkelerde maddi üretimin ve mevcut
üretim iliþkilerinin seviyesine uygun olarak ortaya
çýkan oligarþik yönetim, proleter devrimci hareketin
de karakterini belirler. Bizim gibi geri-býraktýrýlmýþ
ülkelerin karakteri, devrimci savaþý, politikleþmiþ askeri savaþ olarak karakterize eder.”
den pek de farklý bir konumda deðillerdir. Avrupa’daki faþizmin sýnýflarý nasýl
yedeklediði ve kurumsallaþtýrdýðýný kavrayamayan bir görüþ, ülkemizdeki sömürge tipi faþizmin içeriðini de kavrayamaz. Avrupa’daki üretimin aþýrý sosyalleþtirilmesi ve baþka ülkelerin deðerlerine el konulmasý þeklinde iktisadi temelini,
þovenizm þeklinde ideolojik ve politik temelini güçlü iktidar þeklinde küçük
burjuvazinin ve köylülüðün desteðini bulan faþizm ile bizim gibi ülkelerde
doðrudan doðruya emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerini siyasal zoru ile sürdürmek üzere ortaya çýkan faþizm arasýnda içerik olarak fark vardýr. Muhtevadaki bu farklýlýk, elbette ki biçimine de yansýr.
Biçimsel olan benzerlikler ise, küçük burjuva demokratlarýnda ipe sapa gelmez tahlillerle, demokrasi elden gidiyor, serzeniþleri yaratmaktan öte bir anlayýþ
yaratmamaktadýr.
Hele bu küçük burjuva baylarýmýz içinde öyle “demokrat” olanlar vardýr ki,
bunlar proletarya diktatörlüðüne “sosyal faþizm” dahi demektedirler.
84
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
SÖMÜRGE TÝPÝ FAÞÝZM
Devlet bir sýnýfýn diðer sýnýf (ya da sýnýflarýn) üzerinde baský
aygýtýdýr. Yani, devlet zor uygulayýcýsýdýr, zorun ta kendisidir. Bu
nedenle, sömürge tipi faþizm olgusu devletin, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki, fonksiyonu ve görünümüdür.
“Devlet sýnýf karþýtlýklarýný frenlemek gereksiniminden doðduðuna, ama ayný zamanda, bu sýnýflarýn çatýþmasý ortasýnda doðduðuna göre, kural olarak en güçlü
sýnýfýn, ekonomik bakýmdan egemen olan ve bunun sayesinde politik bakýmdan da egemen sýnýf durumuna
gelen ve böylece ezilen sýnýfý boyunduruk altýnda tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sýnýfýn devletidir.”3
Devletin, ekonomik bakýmdan egemen olan sýnýfýn kontrolünde olmasý ve fonksiyonunun sýnýfsal çatýþmalarýn düzeni
yýkmaya yönelmesini (ve yýkmasýný) engellemek olmasý en önemli
3
Lenin, Devlet ve Ýhtilâl, s. 17, Bilim ve Sosyalizm Yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
85
niteliðidir. Devlet bunlarý nasýl yerine getirebilmektedir? Bu, devletin kurumlarýyla gerçekleþir. Bir baþka deyiþle, devlet, yürütmeyasama ve yargý organlarýyla, kendini gerekli kýlan þartlarý yönlendirmeye çalýþýr. Bu, devletin, kendi organlarýyla (kurumlarýyla) siyasal zor uygulamasý demektir. Bu, “kamu gücü ve bu gücün
yaptýrýmý” demektir.
“Kamu gücü ve vergileri ödetmek hakkýný kullanan
memurlar, toplumun organlarý olarak, toplumun üzerinde yer alýrlar.”4
Bu organlar, salt toplumlardaki kültür ve ideolojinin onlara
saðladýðý “saygý” ile görev yapmazlar. Bunlar ayrýca yasalarla düzenlenmiþ bir yaptýrým gücü ile saðlama alýnýr. Böylece, bir yandan
yasalarla güvence altýna alýnmýþ olan kamu gücü, diðer yandan
bu güvenceyi bozanlara karþý, yine yasalara boyun eðilmesini saðlayan kamu organlarý. Ýþte, bürokrasi ve militarizm.
“Bizzat silahlý güç halinde örgütlenen halkla artýk
doðrudan doðruya ayný þey olmayan bir kamu gücü
kuruluþu gelir. Bu özel kamu gücü zorunludur; çünkü,
sýnýflara bölünüþten sonra halkýn özerkli silahlý örgütlenmesi olanaksýz duruma gelmiþtir. Bu kamu gücü, her
devlette vardýr; yalnýzca silahlý adamlardan deðil; ayrýca
bunun maddi eklerinden, gentilice toplumun bilmediði
hapishaneler ve her türlü ceza kurumlarýndan oluþur.”5
Kýsacasý, “devlet, kitlelerin gücünü silahlý ve örgütlü bir azýnlýðýn gücüne baðýmlý kýlan kurumdur.” (Lenin) Bir baþka deyiþle,
devlet, “tüm örgütlenmiþ ve sistemli zor aygýtýdýr.”6
Eðer devletin “örgütlenmiþ ve sistemli zor”un ta kendisi olduðu unutulursa, ortada devlet diye bir þey kalmaz. Bu ayný zamanda devletin, sýnýflý toplumlarda, bir sýnýfýn diktatörlüðünün simgesi, aygýtý olmasý demektir. Devlet biçimi (ki, bunu belirleyen zor
uygulamasýnýn durumudur) ister demokrasi olsun, ister monarþi,
isterse faþizm olsun, her biçimde devlet bir diktatörlük organýdýr.
Toplumsal dengenin mevcut olduðu koþullarda devlet, kamu gücünü mevcut yasalarla saðlar ve böylece toplumdan baðýmsýzlaþýr.
4
5
6
86
Lenin, Devlet ve Ýhtilâl, s. 16
Lenin, age, s. 17
Lenin, age, s. 90
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Bu dönemlerde, devlet yani zor uygulayýcýsý kitlelerden baðýmsýzlaþýr. Çünkü, hakim sýnýfýn (ya da sýnýflarýn) siyasal zoru iktisadi
evrim yönündedir ve iktisadi evrimi hýzlandýrmaktadýr. Yine bu
dönemde, sýnýflar arasý çeliþkiler antagonizma kazanmamýþ olup,
hakim sýnýf (ya da sýnýflar) kitleleri siyasal olarak yedeklemiþtir. Demokratik yönetim olarak da isimlendirilen bu dönemde, devlet
zoru, devlet organlarý ile (kurumlar) yürütülür.
“Fakat her sýnýflý toplumda olduðu gibi, üretici güçlerin toplumsal niteliði ile üretim araçlarýnýn özel mülkiyeti çatýþmaya baþlar, özel mülkiyet ya da mevcut üretim
iliþkileri üretici güçlerin geliþimini engellemeye baþlar.
Ýþte bu andan itibaren devlet, iktisadi evrimi yönlendirmeye baþlar. Bir baþka deyiþle, devlet gücü mevcut düzeni devam ettirme görevini (ki, asli görevidir bu) üstlenir.
Devletin bu dönemde zor uygulamasý, bir yandan
yeni ve ek yasalarý yaratýrken, diðer yandan da zoru askeri biçimde maddeleþtirir. Bu da kaçýnýlmaz olarak devlet biçiminin deðiþmesine yol açar. Bu anlaþýlabilir bir
þeydir. Devlet, zorun sistemli ve örgütlenmiþ aygýtý olduðuna göre, zor uygulamasýnda meydana gelen deðiþim,
kaçýnýlmaz olarak zorun örgütlendirilmesini deðiþtirecektir. Yani, devlet kurumlarýnýn, yeni koþullara uymasý
gerekecektir. Artýk, eskiden olduðu gibi, geniþ halk kitlelerinin üzerinde ‘baðýmsýzlaþan’ devlet kurumlarý mevcut deðildir. Yerini, halk kitleleri üzerinde daha sert ve
yaygýn kurum ve güçlere býrakmýþtýr. Bu yeni bir otorite
kurmak ve bu otoritenin yeni yasa ve kurumlarla güvence altýna alýnmasý demektir. (Geçmiþ dönemlerdeki
yasa ve kurumlarýn saðladýðý otorite, sýnýf çeliþkilerinin
gelmiþ olduðu seviyede yetersizdir.) Artýk, zor, iktisadi
evrime karþý çýkar ve bu durumda, birkaç istisna hariç,
iktisadi evrim karþýsýnda yenik düþer.”7
Siyasal zorun (ya da bunun örgütlenmiþ ve sistemli hali
devletin) iktisadi evrim yönünde olmasý, onu toplumsallaþtýrýr. (Devletin toplumdan baðýmsýzlaþmasý) Kapitalizmin geliþme döneminde burjuvazinin siyasal zoru böyle bir siyasal zordur. Ve tarihi
7
F. Engels, Anti-Dühring, s. 282. Sol Yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
87
görevini yerine getirirken, yani feodallere karþý uygulanan siyasal
zor haklýdýr, tarihin gidiþine uygundur ve iktisadi evrimin yolunu
açmaktadýr.
“Ýktisadi evrimin bu evrelerinde, toplum dengededir. Toplumsal dengeyi saðlayan, iktisadi evrimin götürücüsü olan sýnýfýn, toplumun diðer sýnýflarýný peþine takmýþ olmasý (siyasal olarak yedeklenmesi) ve siyasal zorun, toplumun bu gidiþinden ayrý düþmeyerek toplumu geriye çekmek isteyen sýnýfa karþý görevini yerine
getirerek iktisadi evrime uygun düþmektedir.”8 (Ýlker Akman)
Burjuva demokrasisi olarak adlandýrdýðýmýz bu dönemde
devlet biçimi demokratik devlettir.
Fakat kapitalizmin geliþme dönemi olan bu evrede (serbest rekabetci dönem), toplumsal dengenin olmasý sýnýf çatýþmalarýnýn olmadýðý ve sýnýfýn burjuvaziye kesin yedeklendiði anlamýna
gelmez. Kapitalizmin baðrýnda çiçek açan sosyalist güçler, yeni
bir toplumsal dengeyi oluþturmak için sýnýfsal hareketlerini sürdürürler. Bu da, burjuva diktatörlüðünü açýða çýkarýr. Bir baþka
deyiþle, devlet biçiminin demokratik olmasý, onun özünü ortadan
kaldýrmaz. Öz, burjuvazinin diðer sýnýflar üzerinde diktatörlüðüdür.
Yine de bu dönemlerde, yani toplumsal dengenin var olduðu ve hakim sýnýflarýn siyasal zorunun iktisadi evrim yönünde olduðu dönemlerde, diktanýn mevcudiyeti, siyasal zorun halk
üzerinde askeri biçimde maddeleþmesini getirmez. Siyasal zor,
eski üretim iliþkilerini temsil eden sýnýf (ya da sýnýflar) üzerinde askeri biçimde maddeleþir.*
Serbest rekabetci kapitalizmin emperyalizme dönüþmesiyle
birlikte, artýk demokratik yönetim ilkesi ortadan kalkar. Siyasal zor
(burjuvazinin siyasal zoru) iktisadi evrimi kontrol altýna almaya
yönelmiþtir. Böyle bir toplumda, toplumsal dengeden söz edileÝlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Taktiðimiz.
* Bu demek deðildir ki, halk kitlelerinin hareketleri serbesttir ve askeri biçimde zora maruz kalmaz. Elbette yeni bir toplumsal dengeyi arayan sýnýf hareketleri, burjuvazinin açýk zoruna maruz kalýr. Fakat bu klâsik burjuva diktatörlüðünün demokratik devletteki uygulamasýndan öte gitmez. Zaten yeni toplum
için objektif þartlar yeterli deðildir.
8
88
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mez. O toplum “dengesiz” bir toplumdur.
“Bir toplumda siyasal zor, iktisadi evrimden baðýmsýzlaþmýþ ve iktisadi durumu kontrol etmeye yönelmiþ
ise ve toplum bu þekilde ayakta duruyorsa o toplumdaki denge suni dengedir. Bu bir niteliktir ve bu niteliði
izah etmesi bakýmýndan toplumsal dengeyi (dengesiz
bir dengedir bu) suni denge olarak tanýmlamak yanlýþ
olmayacaktýr.”9 (Ýlker Akman)
Emperyalist dönemde, hakim sýnýfýn (ya da sýnýflarýn) giderek zümreleþmesi belirginleþir. Artýk, hakim sýnýflarýn en irileþmiþ,
zümreleþmiþ kesimi ekonomik ve politik hayatý kontrole alýr. Oligarþi olarak adlandýrdýðýmýz bu kesim, tekelleþmenin ve sýnýf çeliþkilerinin antagonizma kazanmasýnýn bir sonucudur.
“Oligarþinin ortaya çýkýþýnda demek ki, toplumdaki
üretici güçlerin mevcut üretim iliþkileri ile çatýþmaya baþlamýþ olmasý gerekir. Bu çatýþmanýn ekonomik-politik
ve sosyal planlarda yansýmasý sonucunda mevcut egemen sýnýf ya da sýnýflar arasýnda bir bütünleþme ve zümreleþme ortaya çýkar. Bir kýsým unsurlar ekonomik ve
politik olarak tecrit edilirken, ekonomik ve politik egemenlik mevcut sömürücü sýnýflarýn belirli bir kýsmýnýn
elinde yoðunlaþýr. Ýþte, üretici güçlerin geliþiminin mevcut üretim iliþkileri tarafýndan engellendiði dönemden
itibaren ortaya çýkan ve ekonomik ve politik egemenlik
kurarak bu dönemde devlete –ki devletin yapýsý kaçýnýlmaz olarak sýnýfsaldýr– hakim olan egemen sömürücü
sýnýf ya da sýnýflarýn irileþmiþ kesimine OLÝGARÞÝ denir.
Oligarþi zümreleþmek demektir, merkezileþmek demektir ve devletin bu zümrenin denetimi altýna geçmesi demektir. Oligarþinin fonksiyonu da kendini oluþturan sýnýf ya da sýnýflarýn sömürü düzenini biraz daha devam
ettirmek için toplumdaki patlamalarý engellemek ve toplumdaki dengesizliði geçici bir süre için düzenlemektir.”10
Bir baþka deyiþle, oligarþi, üretici güçlerin içinde bulunduðu
9
10
Ýlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Taktiðimiz.
THKP-C/HDÖ, Oligarþi, s. 9.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
89
üretim iliþkilerindeki seviyesinin ve çatýþmalarýn doðal sonucudur.
Artýk iktidar da, gerek sýnýfsal gerekse yönetim olarak, bu þartlara
uygun bir nitelik almak zorundadýr. (Oligarþik yönetim).
“Sanayi devriminden geçmiþ emperyalist-kapitalist ülkelerdeki yönetim de, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki yönetim de oligarþik
yönetimdir.”11 Fakat metropollerdeki toplumsal dengelerle, geribýraktýrýlmýþ ülkelerdeki toplumsal dengeler ayný deðildir. Farklýlýk,
ülkedeki üretici güçlerin gelmiþ olduðu seviyeye ve (ülkedeki) iktidardaki sýnýfýn (ya da sýnýflarýn) durumuna ve kitleleri siyasal olarak
yedekleme ve yedekleme biçimine göre biçimlenir.
Bir kere, emperyalist-kapitalist ülkelerde, kapitalizm iç dinamikle geliþmiþ ve tekelleþme bu geliþimin doðal ve kaçýnýlmaz sonucu olmuþtur. Bunun sonucu olarak oligarþi, finans-kapitalin damgasýný taþýr. (Finans-Oligarþisi).
Ýkinci olarak, finans-oligarþisi üretim iliþkilerinin “güç“lerini
kullanabilecek durumdadýr. Bir baþka deyiþle, üretici güçlerin iç
dinamikle geliþmiþ olmasý, finans-oligarþisine ekonomik “güç” verir. Bu güçler kullanýlarak, kitleler siyasal olarak finans-oligarþisine
yedeklenir. Bilinen kavramlarla, finans-oligarþisi, toplumdaki üretici güçlerin frenlenmiþ haldeki geliþmesinin getirdiði toplumsal
üretim artýþýndan (refah) yararlanabilir. Bu metropoller için (uzun
dönem açýsýndan) sürekli mevcut bir “güç”dür. Lenin bu gerçeði
þöyle belirtiyor:
“... burjuva sofistleri ve sözüm ona sosyal-demokrat
oportünistleri, hisselerin demokratlaþmasýyla ‘sermayenin de demokratlaþacaðýný’, küçük üretimin öneminin
artacaðýný, rolünün büyüyeceðini umuyorlar, oysa, bu
aslýnda mali (finans) oligarþisinin gücünü artýrma yollarýndan biridir.”12
Evet, “hisselerin demokratlaþmasý” finans-oligarþisini güçlendirmenin bir yoludur. Çünkü bir yandan þirket hisseleri, geniþ
kitlelerin eline geçmesi ile kârdan bir miktar pay almalarýný saðlarken; diðer yandan finans-oligarþisine karþý tepkilerini azaltacaktýr.
Bugün bujuva iktisatçýlarýn ABD‘yi “halk kapitalizmi-proletarya kapitalizmi” olarak tanýmlamalarý bunun en açýk örneðidir.
11
12
90
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
Lenin, Emperyalizm, s. 62 Sol Yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Üçüncü olarak, “geçmiþ dönemlerde proletarya ve emekçi
kitleler, uzun süren kanlý mücadelelerle demokratik hak ve özgürlüklerine sahip olmuþlardýr. Emekçi sýnýflar gerek nicelik, gerekse nitelik olarak güçlüdür.”13
Bunlarýn sonucu olarak, oligarþik yönetim, üretici güçlerle
üretim iliþkilerinin çatýþmasýndan dolayý, toplumdaki patlamalarý
engellemek amacýyla kitleleri siyasal olarak yedeklemekten, onlarýn tepkilerini pasifize etmeye kadar çeþitli yöntemler uygular. Kitleleri siyasal olarak yedekleme ve mevcut tepkileri pasifize etme
açýk terör uygulamasý ile (faþizm) olabileceði gibi, mevcut devlet
gücünün kurumlarýnýn (kamu gücü) yaptýrýmýyla da yapabilmektedir. Fakat, milli krizin mevcut olduðu koþullarda devletin mevcut
gücü yetersiz kalacaðýndan, faþizm, finans-oligarþisinin son ve kaçýnýlmaz tercihidir. Çünkü, bu ülkelerde sýnýfsal çeliþkiler sosyalist
devrim için olgundur. Bu anlaþýlabilir bir þeydir. Bu ülkelerde, demokratik devrim tamamlanmýþ olduðundan, toplumsal hareketin
önündeki ilk adým sosyalizmdir. Bu nedenle finans-oligarþisi, bunu
engellemek için son çareyi siyasal zorun askeri biçimde maddeleþmesi ve bunun kurumsallaþmasýnda bulur. Ýktisadi evrimin
yönü faþizmdir. Dimitrov tüm bunlarý þöyle ifade eder:
“(Kapitalistler) devlet gücünü ellerinde tutacak son
yola demokrasiyi ve kitlelerin siyasal hak ve özgürlüklerini tamamen inkar eden faþizme sýðýnýyorlar.”14
“Faþizm, emperyalizm ve sosyal devrim döneminde,
kapitalist burjuvazi ve diktatörlüðünün sýnýf hakimiyeti
sistemidir.”15
“Faþizm, burjuvazinin sýnýf egemenliðinin son aþamasýdýr. Bütün burjuva devletleri eninde sonunda ya bir
hükümet darbesiyle ya da ‘barýþcý’ bir yolla, ya gaddarca ya da tatlý-sert bir biçimde faþizme geçer; geçiþ dönemleri önemli deðildir ve belirli bir ülkenin özel þartlarýna, sosyal yapýsýna, politik güçlerine ve sýnýflararasý dengeye baðlýdýr.”16
13
14
15
16
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
Dimitrov, Faþizme Karþý Birleþik Cephe, s. 10, May Yay.
Dimitrov, age,s. 27.
Dimitrov, age,s. 27.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
91
“Faþizm, finans kapital gücünün ta kendisidir.”17
“(Faþizm) Burjuvazinin -burjuva demokrasisinin- belli
bir sýnýfsal egemenliði içeren devlet biçiminin, bir diðeriyle; açýk terörist diktatörlükle deðiþtirilmesidir.”18
Sanýrýz tüm bunlardan sonra, “son aþama” olan ve kaçýnýlmaz “eninde sonunda” gelen ve burjuvazinin yönetimi olan faþizm anlaþýlabilinir.
Bugün ülkemizde, pek çok faþizm tahlilleri yapýlmýþtýr. Aslýnda biçimsel ve formalizm þeklinde olan bu faþizm tahlilleri, ya
biçimsel özellikleri aþýrý abartmakta, ya da onun özünü, yani neden son aþama olduðunu unutturmaktadýr. Eðer, ülkelerin iktisadi
geliþimleri (geliþmeleri) ve bu geliþimin niteliði (dinamizmin niteliði) dikkate alýnmazsa, deðil günümüzde, geçmiþ sýnýflý toplumlarda da (köleci-feodal) faþizmden söz etmek mümkündür.
Oportünizmin devlet ve faþizmle ilgili tahlilleri incelenecek
olursa bu “dikkatsizlikler” açýkca görülür. Örneðin, oligarþik devlet, demokratik devlet, faþist devlet, vb. Emperyalist dönemde burjuva-demokratik devlet yerini oligarþik devlete býrakmýþtýr. Oligarþik
devlet, demokrasinin finans-kapitale kadar daralmasý demektir.
(Yani, burjuva demokratik yönetiminin emperyalist dönemdeki
görünümü oligarþik devlettir.) Burjuvazinin yönetiminin, er ya da
geç gideceði yer, son aþama faþizmdir. Öyle ise ülkemizde zaman
zaman “faþizm týrmanmaktadýr”!
Görünüþte çok kitabi olan bu tesbit, dünya emperyalist
zincirini homojen bir nitelik olarak düþündüðünden dogmatizmin tipik ifadesidir. Fakat bugün dünyada kapitalizmin iç dinamikle
geliþtiði ülkelerle, bu iç dinamiðin çarptýrýldýðý ülkeler mevcuttur.
Bunlarýn yönetimlerinin, III. bunalým döneminde, oligarþik nitelik
almasý ayný olduklarý ve ayný geliþim, uygulama vb. sahip olduklarý
anlamýna gelmez. Ayrýca, her ülkenin önündeki devrim aþamasý
ayný deðildir. Ki, burjuva demokratik devrimin kapitalizmi geliþtireceði ve bu anlamda emperyalist sömürüye “geri dönme” olasýlýðý
mevcut olan ülkelerle, tek yolun sosyalizm olduðu ülkeler ayný
potaya konamaz.
Üçüncü olarak, faþizm (klâsik faþizm), devrim durumunun
17
18
92
Dimitrov, Faþizme Karþý Birleþik Cephe, s. 47
Dimitrov, age, s. 48
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mevcut olduðu þartlarda, kitlelerin hareket ve tepkilerinin (ki bunlar devrim durumunun somut belirtileridir.) terörle, yani siyasal
zorun askeri biçimde maddeleþtirilmesiyle engellendiði dönemin
yönetim biçimidir. Fakat kapitalist-emperyalist ülkelerde, gerek
kapitalizmin iç dinamikle geliþmesi; gerekse emekci halkýn uzun
ve kanlý mücadeleler ile demokratik hak ve özgürlükleri elde ettiði
ve bunlarýn devlet içinde kurumlar ve yasalarla güvence altýna
alýndýðý ülkelerde, bu uygulama, (siyasal zoru askeri biçimde
maddeleþ- mesi) yönetim biçiminin deðiþmesini gerektirir. Bir
baþka deyiþle, kitlelerin devlet içinde kurumlar ve yasalarla güvence altýna aldýrdýðý (alýnan deðil, aldýrýlan) demokratik hak ve
özgürlükler kaldýrýl- madan, mevcut yönetim terör uygulamasýna
giremez ya da girdi- ði uygulama kendi devlet gücü ile “geri teper”. Bu nedenle, siyasal zorun askeri biçimde maddeleþmesi, bir
yandan kitlelerin demok-ratik hak ve özgürlüklerini güvence altýna alan kurumlarýn ve yasa- larýn kaldýrýlmasý; diðer yandan kendi
uygulamasýnýn “yasallaþtýrýl-masý” için yeni kurum ve yasalarýn
oluþturulmasý þarttýr. Ýþte, bunun sonucu olarak, eski devlet biçimi (örgüt ve iþleyiþi) deðiþtirilip, yeni uygulamaya (zorun bu uygulamasýna) uygun hale getirilmesi söz konusudur. Bu yeni kurumlar, yeni yasalar, yeni fikirler (ideoloji) demektir. Faþizmin kurumlarýyla gelmesi (ki, zorunluluktur) ve yeni devlet biçimi olmasý bundandýr. (Faþizme baþvuru nedeni kitlelerin hareketinin artarak düzeni yýkmaya yönelmesidir. Yani, milli kriz ve bunun sonucu ortaya çýkan devrim durumudur.) Faþizmin olduðu yerde, toplumsal
dengenin açýk terör dýþýnda hiç bir yöntemle saðlanamamasý söz
konusudur.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki durum ise temelden farklýdýr.
Bu farklýlýk en genelde, ülkenin emperyalizme baðýmlý olmasýndan ileri gelir.
Bir kere, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, oligarþi yalnýz finanskapitalin damgasýný taþýmaz. Oligarþi, feodallerin ve toprak burjuvazisinin en irileþmiþ kesimlerini de içinde barýndýrýr.
Ýkinci olarak, varolan yerli tekelci burjuvazi, ülkenin iç dinamiðinin ürünü olmayýp, emperyalizmle baþtan bütünleþerek doðmuþ ve emperyalizmin yarattýðý bir güçtür. Bu anlamda milli niteliði
yoktur. Bu yüzdende milli burjuvazinin ve ülkenin iktisadi evriminin doðal sonucu olan, “son aþamadaki devlet biçimi” olan faþizm
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
93
söz konusu olamaz. Ülkede faþizmden bahsedilebilinirse bu yeni
tip, yani sömürge tipi faþizmdir. Bu konu, yani milli tekelci burjuvazinin mevcudiyeti faþizm için nitelik belirleyicidir. Herþeyden önce
faþizmin devlet biçimi olarak varolabilmesi için, iç dinamiðin ürünü olan, milli tekelci burjuvazinin mevcudiyeti þarttýr. Dimitrov,
Bulgaristan‘ý tahlil ederek, faþizmin oluþmasýnýn kaçýnýlmazlýðýný
kanýtlarken Bulgar burjuvazisini þöyle tanýmlýyor: “Bu ülkelerin
(yarý-sömürge ülkeler diyor Dimitrov) burjuvazisi yabancý sermaye
ile rekabet edebilmek için, proletaryayý her zaman gaddarca sömürmüþ ve köylü kitlelerini soymuþtur.” Bu ifadeden de anlaþýldýðý
gibi, yerli burjuvazi, iç dinamikle (iç dinamik sonucu) oluþmuþ bir
burjuvazidir. Bu anlamda, iktidara yönelik faþizm giriþimini besleyecek bir maddi ve iktisadi temeli, ülke içinde mevcuttur. Bizim gibi, emperyalist hegemonya altýndaki ülkelerde böyle bir temelin
mevcut olmadýðý açýktýr. (Kapitalizmin emperyalizmin taleplerine
uygun (dýþ dinamikle) geliþtirilmiþ olmasý sonucu, yerli tekelci burjuvazinin iþlevi emperyalist talepler yönündedir.)*
Üçüncü olarak, ülkedeki kapitalizm emperyalist taleplere
uygun ve emperyalizmin talep yetersizliðini tatmin için geliþtirildiðinden oligarþi, kitleleri siyasal olarak yedeklemede üretim artýþýnýn
“güç” lerini (ekonomik) kullanamamaktadýr. Bunun sonucu olarak, mevcut feodal yapý çözülüp, “üst yapýda feodal iliþkiler
* Kimileri bu tesbitlerimiz karþýsýnda Bulgaristan gibi (Dimitrov yarý-sömürge demektedir) ülkelerinde emperyalist hegemonya altýnda olduðunu ileri sürerek karþý çýkabilirler. Fakat, yakýndan bakýldýðýnda, Dimitrov‘un tahlil ettiði ülkelerle, geri-býraktýrýlmýþ ülkeler farklýdýr. Herþeyden önce, farklý emperyalist sömürü yöntemleri gündemdedir. Dimitrov yarý-sömürge diye tanýmladýðý Balkanlarý
þöyle tanýmlýyor:
“Balkan ülkeleri ve Macaristan, emperyalizmin birer yarý-sömürgesi durumundadýrlar. Bu ülkeler, emperyalist devletlerin çok geliþmiþ kapitalizminin
güçlü rekabetiyle karþý karþýya kalan, endüstrisi zayýf tarým ülkesidir... Yabancý
pazarlar eriþilmesi oldukca güç, iç pazarlar ise, geniþ kitlelerin düþük satýn alma
gücü yüzünden oldukca sýnýrlýdýr. Ellerindeki olanaklar kapitalizmi istikrarlý ve
üretimi rasyonal bir hale getirmek için sonderece yetersizdir.” Bu þartlar altýnda, “burjuvazi egemenliðini korumayý, kitlelerin devrimci çýkýþýný bastýrmayý, kapitalist istikrara ve rasyonalliðe ulaþmayý, ancak halk kitlelerinin zararýna olacak
bir faþist diktatörlükle baþarabilir.” Bu zayýflýðý ve zaaflarý sonucu bu ülkelerde
“faþizm, yukarýdan-aþaðýya” devlet örgütünün yardýmýyla “gelmiþtir”.
Görüldüðü gibi, Dimitrov‘un yarý-sömürge olarak tanýmladýðý ülkelerle, günümüzdeki geri-býraktýrýlmýþ ülkeler farklýdýr. Bu fark anlaþýlmadan Dimitrov‘un faþizm tanýmlamalarýný ülkemize aktarmak dogmatizmin ta kendisidir.
94
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
muhafaza edilerek (örneðin emeðin feodal sömürüsü sürdürülüp,
feodal ideolojiler muhafaza edilirken) alt yapýda kapitalizm egemen unsur haline gelmiþtir (Pazar için üretim).”* Böylece devletin
yapýsý oligarþik nitelik alýrken, oligarþinin mevcut yapýsýný aynen
yansýtmaktadýr. Oligarþik devlet aygýtý bu ülkelerde, feodal ideoloji
ve kurumlarý; burjuva demokratik kurumlarý; emperyalist sömürüyü garanti altýna alan (alýcý) kurumlardan oluþmaktadýr. Bu kurumlarý ve bunlarýn güvencesi yasalarý belirleyen, ülkedeki sürekli
milli kriz ve oligarþinin durumudur. Gerek oligarþi içindeki sýnýf ve
tabakalar arasýndaki, gerekse oligarþi ile halk arasýndaki çeliþkinin
gelmiþ olduðu seviye, siyasal zorun uygulanýþýný þartlandýrýr. Bu
ülkelerde siyasal zorun askeri biçimde maddeleþmesi sürekli gündemdedir. Bir baþka deyiþle, bu ülkelerde siyasal zor, askeri biçimde somutlaþtýrýlmasý (maddeleþme) koþullarý içinde, bu koþullara
uygun olarak sürdürülür. Ancak siyasal zorun askeri biçimde maddeleþmesi için mevcut koþullarýn derinleþmesi yani olgunlaþmasý
gerekir. Bu ayný zamanda yönetimin de askerileþmesi demektir.
“Siyasal zor, oligarþinin elinde ilk þart olarak oligarþinin siyasal hakimiyetini korumasý þeklinde görevini
somutlaþtýrýr. (oligarþi iç dinamiðin ürünü olmadýðý için,
siyasal iktidarýn elinde olmasý varlýk þartýdýr). Kuþkusuz
en önemli araç devlet aygýtýdýr. Devlet bu dönemde hakim sýnýflarýn karakterine bürünerek oligarþik devlet niteliðini almýþtýr. Siyasal zorun bu biçimdeki görevi ona
üretim iliþkileri tarafýndan verilmiþtir ve temel görevi
mevcut üretim iliþkilerinin (buna ülkedeki kapitalizm iç
dinamikle geliþmediðinden emperyalist üretim iliþkileri
demekteyiz) devamýný saðlamayý yerine getirmektir. Bu
görevin yerine getiriliþinde ‘zor’un askeri biçimde maddeleþmesi ve görünür olmasý: a- Hakim sýnýflarýn kendi
iç çeliþkilerinden idare edememeleri, b- Geliþen sýnýfsal
muhalefetin mevcut üretim iliþkilerini tehdit eder nitelik
almasý, c- Doðrudan doðruya iktidara yönelik siyasal alternatifin ortaya çýkmasý durumlarýnda olur.”19
Ülkemizde özellikle 12 Mart sonrasý uygulamalarda oligarþi
* Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
19
Ýlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Taktiðimiz.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
95
içindeki çeliþkiler sonucu devlet yönetiminde “yönetemezlik” ortaya çýkmýþtýr (“uyumsuz hükümetler” esprisi). Fakat salt bununla
yönetimin askerileþmesi sözkonusu olamaz. Bu nedenle siyasal
zor, askeri yönetim olarak, maddeleþemez. Fakat yine bu dönemlerde mevcut üretim iliþkilerine yönelik muhalefetin ve siyasal iktidar
alternatifinin ülke çapýnda olmamasý hallerinde yönetim yine
askerileþemez. Ancak muhalefetin görüldüðü ve iktidar alternatifinin “ele geçirildiði” yerde (parçada) siyasal zor askeri biçimde
maddeleþtirilir. Bütün açýsýndan ise, bu parçadaki uygulama, demagoji, gözdaðý unsuru olarak kullanýlýr. “Bir baþka deyiþle, oligarþi
emekci yýðýnlarýn muhalefetinin topyekün muhalefete dönüþmesine hiç bir zaman izin vermeyecek ve daha mevzii durumlarda
iken uygulayacaðý zor ile sindirerek kitleleri pasifize etmeye çalýþacaktýr.”
“Oligarþinin proletaryanýn siyasal özgürlüðünü
ortadan kaldýrarak ve emekci yýðýnlarýn tepkilerini
siyasal zor ile pasifize ederek hayatiyetini devam ettirdiði yönetime oligarþik yönetim ya da sömürge tipi
faþizm adý verilir.
Bu yönetim biçimi metropollerde görülen, ne demokratik, ne de faþist yönetimlere benzer. Onlardan
gerek biçim, gerekse muhteva olarak farklýdýr. Geribýraktýrýlmýþ ülkelerin karakterine özgüdür.”20
Evet, iþte, emperyalizmin III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde siyasal zorun sürdürülüþ biçimi ve bunun
koþullandýrdýðý devlet biçimi budur.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, bizim gibi geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, zorun uygulanýþý ve buna göre biçimlenen devlet aygýtýnýn
temel görevi, emperyalist üretim iliþkilerini korumak ve suni dengeyi devam ettirmektir.
20
96
Ýlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Taktiðimiz.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
OLÝGARÞÝNÝN “SÝYASAL ZORU”
EMPERYALÝST ÝÞGALÝ YAÞATMAK ÝÇÝNDÝR
Mahir Çayan yoldaþýn siyasi mücadeleye ýþýk tutan formülasyonunda önemle üzerinde durulmasý gereken, siyasal zor ile
üretim iliþkileri arasýndaki baðýntýnýn somut þartlardaki (emperyalizmin III. bunalým döneminde) biçimleniþini vermiþ olmasýdýr.
“Halk kitlelerinin, özellikle geniþ emekçi yýðýnlarýnýn tepkileri pasifize edilerek, bu tepkilerle oligarþi arasýnda suni bir denge” kurulmuþsa, burada dengeyi yaratan unsur, siyasal zor olmaktadýr. Yani
oligarþinin siyasal zoru, yýðýnlarýn tepkilerini pasifize ederek, mevcut üretim iliþkilerinin devamýný saðlayacak “denge” ortamýný
yaratmaktadýr.
“Ýlkin her siyasal zor, önce toplumsal nitelikte iktisadi bir göreve dayanýr ve ... ortak toplumsal görevlerin
yöneticilerine daha da yabancý kaldýðý ölçüde artar. Ýkinci
olarak, toplumdan baðýmsýz kýlýndýktan sonra siyasal zor,
iki yönde etkili olabilir; ya normal iktisadi evrim yönünde, bu durumda ikisi arasýnda bir çatýþma yoktur. Ya da
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
97
zor, iktisadi evrime karþý çýkar ve bu durumda, birkaç
istisna dýþýnda, iktisadi evrim karþýsýnda yenik düþer.”21
Genel olarak geri-býraktýrýlmýþ ülkeler ve özel olarak da ülkemiz toplumu, siyasal zor ile dengesini bulmaktadýr. Toplumumuzdaki siyasal zoru ortaya çýkaran, oligarþinin “subjektif” niyeti (keyfiyet durumu) deðil, emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin ülkemiz üretici güçleriyle çeliþmesidir. Oligarþinin üstlendiði siyasal zor,
üretim iliþkilerinin ona “zorla” uygulattýðý bir zordur.
Ýktisadi evrimin dünya çapýnda eriþmiþ olduðu seviye, emperyalizmdir. Ve iktisadi evrimin kendi tarihi gidiþiyle çeliþme noktasýna gelmiþ, kendi iç çeliþkisini taþýyan bir seviyededir. Tarihi olarak iktisadi evrimin dünya çapýnda ulaþmak istediði, çizmekte olduðu yolu, sosyalizmdir. Bu anlamdadýr ki, emperyalizm sosyalizmin arifesidir.
Siyasal zorun çaðýmýzda iktisadi evrime uygun düþen evrimi ve iktisadi durum karþýsýnda üstlendiði görev, kapitalizmden
sosyalizme geçiþin tarihidir de.
Her sýnýflý toplumda siyasal zor vardýr. Bu “zor”, üretici
güçlerin, geliþirken kendine uygun düþen üretim iliþkileri çerçevesinde, üretici güçleri ellerinde tutanlara verdiði ve görevi olan bir
zordur. Bu siyasal zorun görevi, üretici güçlerin geliþmesinin yolunu açmaktýr. Üretici güçlerin geliþmesine engel olan, üretici güçlerin eski geliþme durumuna uygun düþen (ama artýk eski olan)
eski üretim iliþkileri olacaðý gibi, üretici güçlerin “eski sahibi” sýnýflar da olabilir. Bu durumlarda, siyasal zor, iktisadi evrime uygun
düþen ve onun yolunu açan görevini yerine getirir. Bu þekilde iktisadi durum, kendi iliþkilerinin yarattýðý siyasal zoru kendi hizmetine sokmuþ, onu toplumsallaþtýrmýþ olur. Kapitalizmin geliþme
döneminde, burjuvazinin siyasal zoru, böyle bir siyasal zordur. Ve
tarihi görevini yerine getirirken, feodallere ve köylülere karþý uygulanan siyasal zor haklýdýr, tarihin gidiþine uygundur ve iktisadi
evrimin yolunu açmaktadýr.
Ýktisadi evrimin bu evrelerinde, toplum dengededir. Toplumsal dengeyi saðlayan, iktisadi evrimin götürücüsü olan sýnýfýn,
toplumun diðer sýnýflarýný peþine takmýþ olmasý (siyasal olarak yedeklemesi) ve siyasal zorun, toplumun bu gidiþinden ayrý düþme21
98
Engels, Tarihte Zorun Rolü, s. 58-59.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
yerek, toplumu geriye çekmek isteyen sýnýfa karþý görevini yerine
getirerek iktisadi evrime uygun düþmesidir.*
Toplum, iktisadi evrimin kendisine görev yüklediði sýnýfýn
tarih treninin baþýný çektiði ölçüde dengesini bulur. Bu toplumda,
iktisadi geliþmenin sürükleyicisi iktisadi evrime (tarih olarak) ters
düþen bir sýnýf olduðu sürece ve siyasal zor toplumdan baðýmsýzlaþtýðý ölçüde (böyle durumlarda siyasal zor kaçýnýlmaz olarak iktisadi evrime ters düþmektedir) o toplum “dengesiz” bir toplumdur.
Bir toplumda siyasal zor iktisadi evrimden baðýmsýzlaþmýþ
ve iktisadi durumu kontrol etmeye yönelmiþ ise ve toplum bu þekilde ayakta duruyorsa, o toplumdaki denge “suni denge”dir. Bu
bir niteliktir ve bu niteliði izah etmesi bakýmýndan, toplumsal dengeyi (dengesiz bir dengedir bu) suni denge olarak tanýmlamak
yanlýþ olmayacaktýr.
Ýktisadi evrimin dünya ölçüsünde ulaþtýðý seviye, emperyalizmdir demiþtik. Þimdi, siyasal zorun, iktisadi evrimin bu seviyesindeki durumuna ve toplumsal dengelere bakalým.
Emperyalist dönemin belirgin özelliði: Üretici güçlerin gelmiþ olduðu seviyeye uygun olarak ortaya çýkan üretim iliþkilerinin,
üretici güçlerle uzlaþmaz zýtlýða varmasýdýr. Bu durumun sýnýfsal
plana yansýmasý, artýk burjuvazinin tarihi treninin lokomotifi olamamasý, aksine, ortaya çýkardýðý sýnýfýn (proletaryanýn) götürücü sýnýf
karakterine sahip olmasýdýr. Ýktisadi evrim artýk öyle bir seviyeye
gelmiþtir ki, geliþmesi için üretici güçlerini baþka bir sýnýfýn, proletaryanýn eline vermesi gerekmektedir. Bu durum ise yeni bir siyasal
durum, farklý bir sistem demektir ki, adý sosyalizmdir.
Emperyalist dönemde üretici güçlerin ürünü olan üretim
* Kapitalizmin geliþme dönemi olan bu evrede (serbest rekabetçi dönem),
toplumsal dengenin olmasý, sýnýf çatýþmalarýnýn olmadýðý vesýnýfýn burjuvaziye
kesin yedeklendiði anlamýna gelmez. Kapitalizmin baðrýnda çiçek açan sosyalist
güçler, yeni bir toplumsal dengeyi oluþturmak için, sýnýfsal hareketlerini sürdürürler. Ancak maddi üretimin geliþkinlik düzeyi ve burjuvazinin misyonunda geliþmekte olmasý, yeni bir toplumsal dengeyi oluþturmanýn objektif þartlarýný yaratmaya elvermez. 1871 Paris Komünü, iþçi sýnýfýnýn objektif þartlar elvermediðinden dolayý baþarýya ulaþamayan, yeni bir toplum yaratmaya yönelik bir atýlýmýdýr. Objektif þartlarýn yeni bir toplumsal dengeyi oluþturmaya elvermemesi,
iþçi sýnýfý hareketinde ütopik ve revizyonist görüþlerin yaygýnlýk kazanmasýnýn
maddi þartlarýný yaratmýþtýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
99
iliþkileri, varlýklarýný devam ettirmek için üretici güçleri baský altýna
almak zorundadýrlar. Bir zamanlar burjuvazinin elinde toplumsal
bir görevi olan siyasal zor, bu kez yine burjuvazinin elinde mevcut
üretim iliþkilerini, üretici güçlere uygun düþen yeni bir biçimde
düzenleme görevini yerine getireceði yerde, engelleyici bir nitelik
olan üretim iliþkilerini devam ettirme görevini üstlenir. Yani topluma yabancýlaþýr. Bu ana çeliþkinin nedeni, burjuvazinin üretim
iliþkilerinin esiri olarak, ileri götürücü lokomotif olma yerine, geriye çekici bir aðýrlýk, posa olmasýndan gelir. Mevcut üretim iliþkileri,
hizmetine koþtuðu siyasal zoru, varlýðýný ona borçlu olan burjuvazinin elinde tarih tekerini geriye çevirmeye zorlarken, toplumu da
yeni bir siyasal zora gebe býrakýr. Bu siyasal zor, proletaryanýn
devrimci zorudur.
Emperyalizmin ortaya çýkardýðý üretim iliþkileri (tekeller, bankalar, borsalar, otomasyon ve sibernetik vb.) burjuvaziyi kýskývrak
baðlar, onu daha çok parazit haline sokar. Ama bu rantiye tekelci
burjuvazinin üretim iliþkileri, gerek iktisadi hayatta, gerekse topluma verdikleri ile, aslýnda burjuvazinin baþýnýn belasýdýr. Onu, her
durumda daha zor durumlara düþürür. Enflasyonuyla, iþsizliðiyle,
anarþisiyle ona ecel terleri döktürür. Ama bu durumda, tekelci
burjuvazinin gayretleri boþunadýr. Tekelci burjuvazi, iktisadi yapýyý
istediði kadar düzenlemeye (çeliþkileri azaltmaya) çalýþsýn, mevcut üretim iliþkileri karþýsýnda yenik düþer ve onun hizmetine girer.
Ve giderek de siyasal zora, onun (üretim iliþkilerinin) gerektirdiði
biçimde, daha çok sarýlýr. Bu nedenle, siyasal zor iktisadi durumu
“kontrol” altýna almaya yönelirken, tekelci burjuvazinin iradesiyle
deðil, üretim iliþkilerinin “zor”lamasý ile görev yapar. Siyasal zorun
topluma yabancýlaþmasý, üretim iliþkilerinin zorlamasýyla olur.
Bu konuda Marks þöyle diyor:
“Varlýklarýnýn toplumsal üretiminde, insanlar, aralarýnda, zorunlu, kendi iradelerine baðlý olmayan iliþkiler
kurarlar; bu üretim iliþkileri, onlarýn maddi üretici güçlerinin belirli bir geliþmesine tekabül eder. Bu üretim
iliþkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapýsýný, belirli toplumsal bilinç þekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapýnýn üzerinde yükseldiði somut temeli oluþturur.”22
Emperyalist dönemin siyasal zoru, iktisadi evrime karþý çýktý-
100
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ðý içindir ki, onunla çatýþma halindedir ve yenilmeye mahkumdur.
Emperyalist dönemin siyasal zoru, her toplumda þu veya
bu þekilde biçimlense de, nitelik olarak aynýdýr. Biçimsel farklýlýklarý, ülkelerin kendi iktisadi evrimlerinin seviyesine göre ortaya çýkar.
Nitelik olarak ayný olmalarý ise, ayný üretim iliþkilerinin (emperyalist üretim iliþkilerinin) gereði olarak ortaya çýkmalarýndan gelir.
Emperyalizmin egemen olduðu her ülkede nitelik olarak ayný olan
siyasal zor ise, gene ayný üretim iliþkileri tarafýndan hizmete sokulur ve gücünü gene ayný iliþkilerden alýr. Üretim iliþkileri siyasal zoru kendi hizmetine almýþ olduðundan, iktisadi “güç”ler giderek
daha artan bir biçimde “zor”un somutlaþtýðý “askeri” plana dönüþürler. Emperyalist ekonominin askerileþmesi, üretim iliþkilerinin
bir zorlamasýdýr ve siyasal zoru sürdürme zorunluluðundan kaynaklanýr. Siyasal zor, askeri mallar üzerinde maddeleþir. Bu konuda
Engels þöyle diyor:
“Zor, bugün ordu ve donanma demektir ve her ikisi
de, hepimizin zararýný çekerek bildiði gibi, tuzluya oturur’.”23
Günümüzde siyasal zor, uçak demektir, füzeler demektir,
tank demektir. Üretim iliþkilerinin dünya çapýndaki geliþkinlik ve
yaygýnlýk düzeyi, siyasal zorun maddeleþtiði askerileþtirmeyi de yaygýnlaþtýrmýþ, adeta bir erek haline sokmuþtur.
Özellikle emperyalist üretim iliþkilerine ekonomik “güç”lerin
yetersiz kaldýðý yerlerde, askeri “güç”ler, üretim iliþkilerinin devam
ettirilmesinin araçlarý olmaktadýr.
Bugün geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde emperyalist üretim iliþkileri, varlýklarýný sürdürebilmelerinin þartýný, siyasal zorun, “askeri”
olarak maddeleþmesinde bulmak zorundadýrlar.
Emperyalist sistem içindeki ve emperyalizmin birer halkasý
haline gelmiþ toplumlarda toplumsal denge, o toplumdaki üretici
güçlerin geliþme seviyesine göre þekillenir. Metropollerdeki toplumsal dengelerle, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki toplumsal dengeler
ayný deðildir. Farklýlýk, ülkelerdeki üretici güçlerin geliþme seviyesine ve buna uygun düþecek biçimde iktidarý elinde tutan sýnýf (veya
22
23
Marks, Ekonomi Politiðin Eleþtirisine Katký, Önsöz.
Engels, Anti-Dühring, s. 277
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
101
sýnýflarýn) diðerlerini siyasal olarak yedeklemesine göre biçimlenir. Ýktisadi evrimin dünya çapýnda ulaþtýðý seviyeden ve üretici
güçlerle üretim iliþkileri arasýndaki evrensel çeliþkiden dolayý, sisteme baðlý bütün toplumlarda nitelik olarak ayný toplumsal dengesizlik var ise de, bu durum her ülkedeki toplumsal dengenin ayný
dengesizlik düzeyinde olduðunu göstermez. Ülkeler arasýndaki bu
farklýlýklar, genel duruma uygun biçimde, ülkelerin özelini belirler.
Özel durumlar, emperyalist zincirin hangi halkalarýnýn kýrýlma durumunda olduðunu ortaya çýkarýr. Sisteme baðlý ülkelerdeki somut
þartlar (üretim düzeyi, üretici güçler), dünya düzeyindeki üretim
iliþkilerine uyumu ve çeliþme derecesine ve toplumun içinde bulunduðu iktisadi evrimin (burada iktisadi evrimden kastedilen, o
ülkenin üretici güçlerinin seviyesine göre þekillenen kendi iç dinamiðini belirleyen iktisadi yapýsýdýr) seviyesine göre þekillenir. Elbette
ki, üretici güçlerin en fazla geliþtiði ve iktisadi evrimin en ileri düzeyde (sosyalizme geçme düzeyinde) olduðu metropol ülkeleriyle
geri-býraktýrýlmýþ ülkeler, ayný somut þartlarda olamazlar. Bu noktada ekonomizme varan düz mantýk, metropol ülkelerinde toplumsal dengesizliðin daha üst düzeyde ve devrimci durum için
somut þartlarýn daha uygun olacaðýný iddia ederse de, durum
böyle deðildir. Bunun da nedeni, devrimci durumun, üretim iliþkileri
ile üretici güçler arasýndaki çeliþkinin çatýþma durumuna ve iktidardaki sýnýfýn (ya da sýnýflarýn) diðerlerini yedeðine alýp almamasýna göre belirlenir. Metropollerde üretim iliþkileri, “güç”lerini diðer sýnýflarýn yedeklenmesi yolunda kullanabildikleri halde, bu
durum, geri-býraktýrýlmýþ ülkeler için hemen hemen imkansýzdýr.
Bu tip ülkelerde üretici güçlerin geliþme seviyesi buna imkan vermez. Aksine, üretim iliþkileri ve üretici güçler arasýndaki çeliþkiyi
keskinleþtirir. Toplumsal dengedeki dengesizlik düzeyi giderek yükselir. Devrimci durum, çatýþmanýn maddi þartlarýný her an içinde
taþýr. Bu nedenle, bu tip ülkelerde siyasal zor, mevcut üretim iliþkilerini devam ettirme görevini, devrimci durumun maddi þartlarýna
karþý, askeri biçimde maddeleþmenin þartlarý içinde yerine getirebilir. Sorun ülkedeki mevcut “siyasal zorun ekonomik durumu”
belirleyemeyeceðini kavrayabilmektir.
102
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
SUNÝ DENGE
VE MÝLLÝ KRÝZ
DENGE KAVRAMLARI ÜZERÝNE
Önce þunu belirtmemiz gerekir ki, denge kavramý mekanik
bir kavramdýr ve durgunluðu ifade etmesi bakýmýndan Marksizm
dýþýdýr. Gerek doðada, gerekse toplumda, diyalektiðin temel yasasýný, hareketin mutlaklýðý teþkil eder. Hareket, diyalektiðin ve Marksizmin özünü oluþturur. Marksizmde hedef, toplumsal hareketi
ve bu hareketin hangi çeliþkilerin ifadesi olduðunu kavramaktýr.
Bununla beraber, toplumsal hareketin belli aþamalarýnda, toplumu oluþturan çeliþkiler yumaðýnda, çeliþkiler ve çeliþkilerin karþýt
yönleri birbirine karþý hareket halinde iken, belli bir uygunluk içine girerler ki, bu durumlara “denge” durumu diyebiliyoruz. Bir
toplumda “denge” durumunun olmasý, toplumsal dinamiðin yok
olmasý, ya da toplumsal hareketin ortadan kalkmasý anlamýna gelmez. Böylesine bir iddia, materyalizmin inkarý olur. Hangi türden
olursa olsun ve ister doðada ister toplumda ele alýnsýn, hiçbir
denge durumu mutlak deðildir ve özünde bir dengesizliðin ifadesidir. Zira her denge, bir hareketin düzenlenmiþ biçimidir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
103
Bu konuda Engels’ten yapacaðýmýz birkaç alýntý konuyu
aydýnlatmaya yeterlidir:
“Denge, hareketten ayrýlamaz. Dünyasal cisimlerin
hareketinde, hareket dengededir ve denge harekettedir (baðýntýlý). Ama tüm özellikle baðýntýlý hareket, yani
burada her cismin hareketi, hareket halindeki bir cismin üzerinde, baðýntýlý hareketsizliðin, dengenin meydana getirilmesi yolundaki çabadýr. Cisimlerin baðýntýlý
bir hareketsizlik içinde bulunmasý olanaðý, dengenin geçici durumlarý olanaðý, madde ve bununla birlikte hayatýn farklýlaþmasý için temel koþuldur.”24
Engels’in burada, doðanýn diyalektiðini incelerken yaptýðý
çözümleme, toplumsal hareketler için de, genel yasasý çerçevesinde geçerlidir. Toplum, sýnýflardan oluþmaktadýr ve toplumdaki
her sýnýf, üretimin belirlediði üretim iliþkileri içinde hareket halindedir. Toplumdaki her sýnýfýn hareketi birbirine baðýntýlýdýr ve bir
dengenin oluþmasý yönünde hareket eder. Toplumdaki her sýnýfýn hareketi, tüm toplumun canlý organizmasý içinde toplumun
genel hareket dinamiðini oluþturur. Sýnýflararasý çeliþkiler, toplumun genel hareket yasasýný çizerler.
“Her bir hareket denge yönünde çaba gösterir, bir
bütün olarak hareket, her dengeyi ortadan kaldýrýr.”25
Toplumda sýnýflarýn baðýntýlý hareketi, üretimin geliþme seviyesine uygun düþecek þekilde dengeler oluþtururlar, ancak
toplumsal hareketin genel dinamiði, bu dengeleri parçalar ve toplum sürekli olarak yeni dengelere ulaþmak yönünde hareket eder.
Toplumun genel hareketini çizerken oluþturduðu denge durumlarýna, “barýþ” dönemleri, ya da evrim dönemleri adý verilir.
Toplumlarýn evriminde, toplumsal denge durumlarý, sýnýflararasý çeliþmelerin ve sýnýflararasý hareketlerin, toplumun genel
hareket çizgisine uygun düþtükleri zaman vardýr. Bu durumlarda
toplumun genel hareketinin (ki bu hareketi belirleyen üretici güçlerdir) lokomotifi olan sýnýfýn çekiþi (ya da bu sýnýfýn hareketi) diðer
sýnýflarýn o sýnýfa (çekici sýnýfa) karþý olan hareketlerine (tepkilerine) üstündür. Toplumsal dengelerin oluþtuðu bir toplumda, den24
25
104
Engels, Doðanýn Diyalektiði, s. 312.
Engels, age, s. 313.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
geleri oluþturan temel belirleyici, toplumun genel hareketinin (ki
buna toplumun iktisadi evriminin hareketi de diyebiliriz), toplumun hakim sýnýfýnýn hareketiyle uygunluk göstermesidir. Aksi
durumlarda ise, toplumsal dengeden söz etmek yerine, toplumsal dengesizlikten söz etmek daha doðru olacaktýr. Ve bu anlamda
olarak da bu tür denge durumlarýna “suni denge” demek yanlýþ
olmayacaktýr. Eðer bir toplumda suni dengenin varlýðýndan söz
ediyorsak, o toplumdaki genel hareketin hakim sýnýfýn hareketiyle
temel çeliþmesinden öte, antagonizmaya varma durumunun olduðunu da ifade ediyoruz demektir.
Unutulmamalýdýr ki, “her denge ancak baðýntýlý ve geçicidir.”26
Suni denge, dengesiz bir toplumda, belli bir süre için denge durumunun oluþturulmasýdýr, yani dengesizliðin düzenlenmiþ
halidir. Konunun kavranýlmasý için en önemli husus budur. Her
denge durumu gibi, suni denge de geçici ve görelidir. Eðer bir
toplumda genel bir denge mevcut ise, orada suni dengeden söz
edilemez. Böyle bir toplumda oluþan genel denge, içsel geliþmeler
sonucu oluþmuþtur ve bu denge yapay (suni) deðil, toplumsal
geliþmenin ürünüdür. Kapitalizmin iç dinamikle geliþtiði ülkelerdeki toplumsal dengeler bu niteliktedir. III. bunalým döneminde
geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki toplumsal yapý (ekonomik, toplumsal ve politik planda) dengesizdir. Bu dengesizlik, sürekli milli krizin
mevcudiyetiyle ifadesini bulur. Bu nedenle milli kriz ile suni denge
birbirine baðlý iki olgudur, birincisi olmadan ikincisi olamaz. Bu
yüzden öncelikle ülkede milli krizin var olup olmadýðýna bakmak
gerekir. Acaba ülkemizde, iddia ettiðimiz gibi, sürekli bir milli kriz
–tam anlamýyla olgun olmasa da– mevcut mudur?
Bilindiði gibi milli kriz, Marksist-Leninist literatürde devrim
durumunun saptanmasýnda ve geliþmesinde kullanýlan bir kavram, bir ölçüttür. Lenin’in formüle ettiði bu kriz silahlý ayaklanma
koþullarýnýn ve anýnýn (momentin) saptanmasýnda temel ölçüttür. Eðer bir ülkede milli bir kriz varsa, bu ülkede halk kitlelerinin
politik iktidarý ele geçirmeleri için silahlý bir harekete giriþmenin
nesnel koþullarý mevcuttur. Aksi halde silahlý eyleme (aksiyon) giriþmek –ki bu ayaklanma biçiminde olabilir– aptallýktan öte, cina26
Engels, Doðanýn Diyalektiði, s. 313.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
105
yettir. (Marksist-Leninistlerin insan yaþamýna verdikleri deðer, bu
saptamayla iyice açýða çýkar.) Cinayettir, çünkü silahlý bir mücadelede, savaþta zafer ve yenilgi kesindir. Ve yenilen taraf pekçok
elemanýný yitireceðinden, uzun süre mücadeleyi sürdürecek gücü
bulamaz. Bu nedenle silahlý bir harekete giriþecek sýnýf, bunun
tüm sonuçlarýna katlanabilecek durumda olmasý gerekir. Düþmanýna durmaksýzýn saldýrmak, onu silahtan arýndýrmak için, sürekli taarruz etmek, böyle bir eylemin temel yasasýdýr. Engels,
“Günümüzde ayaklanma, savaþ türünden bir sanattýr ve kendine aldýrmayan partinin yýkýlmasýna yol açan belirli davranýþ kurallarýna baðlýdýr... Oynadýðýnýz oyunun sonuçlarýný göðüslemeye tamamen hazýr olmadan, asla ayaklanmaya kalkýþmayýnýz. Ayaklanma, deðeri hergün deðiþen son derece belirsiz niceliklerle yapýlan bir çeþit hesaptýr; karþýnýzdaki kuvvetler her türlü örgütlenme,
disiplin ve otorite alýþkanlýðý avantajýna sahip olacaklardýr; onlara
karþý güçlü vuruþlar yapmadýðýnýz sürece, yenilecek ve yok edileceksinizdir. Ýkinci olarak, bir kez ayaklanma yolunu tuttun mu,
son derece kararlý davranacaksýn ve saldýran taraf olacaksýn. Savunma her türlü silahlý ayaklanmanýn ölümü demektir; böylesi,
daha düþmanla boy ölçüþmeden savaþý kaybetmek demektir” derken, silahlý aksiyonun niteliðini açýkça belirtmektedir.
Bir devrim olabilmesi için, bir devrim durumu olmasý þarttýr.
Ve sorun, bu devrim durumunun varlýðýný ve boyutunu saptamaktýr. Öyleyse bir devrim durumunun belirtileri nelerdir?
“1) Egemen sýnýflarýn egemenliklerini eskisi gibi sürdürmelerinin olanaksýzlýðý; ‘üsttekiler’in þu ya da bu buhranýn içine düþmesi, yani egemen sýnýf politikasýnda bir
ayrýlýk meydana gelmesi, ki bu ezilen sýnýflarýn memnuniyetsizliklerini dýþa vurmalarýna fýrsat veren ve isyan etmelerine yol açan bir buhrandýr. ‘Alttakiler’in artýk eskisi
gibi yönetilmek istememeleri genellikle bir devrim için
yeterli deðildir, ayrýca ‘üsttekiler’in de artýk eskisi gibi yönetemez durumda olmalarý gerekir;
2) Ezilen sýnýflarýn sýkýntý ve yoksulluklarýnýn en üst
boyuta ulaþmasý;
3) Bir barýþ zamanýnda sömürülmelerine sessizce
katlanan, fakat ortalýk karýþtýðýnda, hem buhranýn bütün
hal ve þartlarý yüzünden, hem de bizzat ‘üsttekiler’ ta-
106
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rafýndan kendiliðinden tarihi eyleme itilen kitlelerin faaliyetlerinin de önemli ölçüde artmasý.”27
Ama yine de, devrim durumunun mevcudiyeti bir devrime
yol açmaz.
“Yukarda sözü edilen nesnel koþullara, öznel koþullar da katýlýrsa, yani devrimci sýnýfýn, bir buhran döneminde bile kesinkes yýkýlmayan bir iktidarý devirecek kadar güçlü bir devrimci kitle eylemleri meydana getirme
yeteneði de eklenirse, iþte o zaman devrim olur.”28
Lenin, “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalýðý” adlý yapýtýnda devrim durumunu þöyle tanýmlar:
“Devrim durumunda olunmasý için, hem egemen
sýnýflarýn buhraný, hem de tamamýyla milli nitelikte bir
buhranýn var olmasý þarttýr. Sömürülen ve ezilen kitlelerin eskisi gibi yaþamaya devam etmelerinin olanaksýzlýðýný anlamalarý ve deðiþiklik istemeleri devrim için yeterli deðildir; devrim için, sömürenlerin artýk eskisi gibi
yaþamalarýnýn ve yönetmelerinin olanaksýz olmasý da
gerekir. Bu gerçek baþka bir deyiþle þöyle ifade edilebilir: Ezenler gibi, ezilenleri de etkileyen tamamen milli bir
kriz olmaksýzýn devrim olanaksýzdýr.”
Tüm bu tanýmlamalarý Mahir Çayan yoldaþ þöyle özetlemektedir:
“Bir ülkede devrimin objektif koþullarýnýn olabilmesi
için, kapitalizmin dünya çapýndaki genel bunalýmýndan
baþka, o ülkenin kendi milli bunalýmýný yaþamasý gerekmektedir. Leninist ayrýma göre devrim aþamasýnda olunabilinmesi için: a) Ýþçi sýnýfýnýn bilinç ve örgütlenme
seviyesinin yeterli olmasý gerekir (devrimin subjektif
þartlarýnýn olgun olmasý gerekir); b) Ezeni de, ezileni de
etkileyen milli bunalýmýn olmasý þarttýr. Bu milli bunalým, kapitalizmin genel bunalýmýnýn çeliþkilerinin o ülkeye keskin biçimde yansýmasýndan baþka birþey deðildir.”29
27
28
29
Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s. 25.
Lenin, age, s. 25.
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim-I.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
107
Ýþte devrim durumunun temelini oluþturan bu milli krizin,
bir ülkede var olup olmadýðýnýn, eðer varsa düzeyinin ne olduðunun belirlenmesi devrimci öncünün eylemi için büyük öneme
sahiptir. Çünkü milli kriz, “ezilen sýnýflarýn memnuniyetsizliklerini
dýþa vurmalarýna fýrsat veren ve isyan etmelerine yol açan” bir durum yaratýr.
Milli kriz, bir ülkede, ezeni de ezileni de etkileyen ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalýmlarýn derinleþerek tek bir bunalým
halini almasýdýr. Bu nedenle tek baþýna bir ekonomik bunalýmýn
(aþýrý-üretim bunalýmý gibi) varlýðý milli kriz için yeterli deðildir. Ayný
biçimde, tek baþýna bir toplumsal ya da siyasal bunalým milli kriz
olarak deðerlendirilemez. Örneðin, 19. yüzyýl sonlarýnda, Fransa’da
Dreyfus davasýyla baþlayan bunalým ya da 1968’de baþta Fransa
olmak üzere Batý-Avrupa’daki öðrenci hareketlerinin yarattýðý bunalým, bir toplumsal bunalým olmakla birlikte milli kriz deðildir.
Yine, meydana gelen hükümet bunalýmlarý siyasal bunalým olarak, tek baþýna milli kriz yaratmazlar. Eðer bu üç bunalým ayný
anda görülürse, iþte o zaman ülkede milli bir kriz var demektir ve
devrim aþamasýna girilmiþtir.
Bizim gibi ülkelerde kapitalizm iç dinamikle geliþmediði için
çarpýktýr. Bu, ülke ekonomisinin sürekli ve yapýsal bir bunalým
içinde olmasýna yol açar. Ancak bizim gibi ülkelerdeki ekonomik
bunalým, kapitalizmin irsi hastalýðý olan ve belli aralýklarla yinelenen aþýrý-üretim buhranýndan farklýdýr. Yeni-sömürgeciliðin oluþturduðu ekonomik yapý, çarpýk bir sanayileþme (dýþa baðýmlý bir
sanayi) ve geri bir tarýmsal üretim olarak kendini açýða vurur. Sanayi, baþtan emperyalizm tarafýndan, kendi taleplerine uygun olarak
geliþtirilmiþtir ve bu nedenle tekelci nitelikte bir yapýlanmaya sahiptir. Tekelcilik ise, bilindiði gibi arzýn sýnýrlandýrýlmasý olarak kendini
dýþa vurur ve eksik kapasite kullanýmý ile artan oranda iþsizlik demektir. Öte yandan, bu çarpýk sanayi, yeniden üretimi gerçekleþtirebilmek için, ithal edilmesi gereken ve sürekli miktarý artan aramallarýna gereksinmesi vardýr. Bu ara mallarý olmaksýzýn üretimin
sürdürülmesi olanaksýzdýr (yeni-sömürgecilik yöntemlerinin ürünü olan sanayinin temel açmazý). Tümüyle ülke içi tüketime yönelik
olan bu sanayi (hafif ve orta sanayi), artan ithalat için artan oranda dövize gereksinmesi vardýr. Bu döviz ise, ucuz hammadde ve
tarým ürünleri dýþ satýmýyla, yurtdýþýna gönderilmiþ emek-gücüyle
108
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ve artan dýþ borçlanmayla temin edilir. Bunlar uzun dönemde
döviz talebini karþýlayamaz. Ülke sürekli bir dýþ ödemeler dengesi
açýðý içindedir. Sýk sýk bu açýðý kapatmak için, devlet ekonomiye
müdahale etmek durumundadýr. Bu da büyük devalüasyonlara
neden olur. Örneðin 1950 yýlýnda 2,82 TL olan 1 dolar, 1957’de
3,96’ya çýkmýþtýr. 1958’de %320’lik bir devalüasyonla 9 TL olmuþtur.
1970 yýlýnda 1 dolar 15,15 TL iken, 1976’da 16,83; 1977’de 19,63;
1978’de 25,50; 1979’da 47,80; 1980’de 71,40; 1981’ de 125,25; 1982’
de 184,90; 1983’te 219,35 TL olmuþtur. 1986’da 1 dolar 690,75 TL’
ye çýkmýþtýr.
Görüldüðü gibi, 1950 yýlýndan 1987’ye kadar bir devalüasyonlar zinciri yaþanmýþtýr. Bazý yýllarda, 1950-57, 1959-70, 1970-76
arasýnda önemli devalüasyonlar olmamýþ olmasý, durumun sürekli olmadýðýný göstermez. Bu yýllarda, devletin sübvansiyonlarýyla
döviz fiyatlarý sabit tutulmaya çalýþýlmýþtýr. Oysa ayný dönemde,
“serbest döviz piyasasý” denilen Tahtakale’de oluþan döviz fiyatlarý sürekli artýþ göstermiþtir. Bu artýþ belli bir düzeye geldiðinde,
devlet zorunlu olarak TL’yi devalüe etmektedir. Örneðin, 1950-57
arasýnda, devletin ihracata uyguladýðý döviz fiyatlarý, 1953’de 4,20;
1954’de 5,60; 1955’de 4,90; 1956’da 5,18 TL, 1 dolar þeklindedir.
Oysa, 1958 devalüasyonundan önce resmi döviz kuru, 1 dolar
5,96 TL’dir.
Ülkemizde ekonomik bunalýmýn sürekliliðini gösteren diðer bir olgu da enflasyondur. 1970’e kadar enflasyon oraný, genellikle %10 civarýnda sürmüþ ve 1970 sonrasýnda devletin ekonomiye müdahalesine raðmen sürekli yükselerek 1980’de %107 gibi
büyük bir orana varmýþtýr. Bu oran 1986 sonu itibariyle %37 civarýndadýr ve 1970 öncesine göre 3-4 misli fazladýr.
Ekonominin içinde bulunduðu bunalým ve dengesizliðin
en çarpýcý göstergelerinden biri de dýþ ticaret dengesidir. Dengenin sürekli ülke aleyhine olduðunu herkes bilmektedir. Ve yine
dýþ borçlarýn sürekli artýþý ekonomik bunalýmýn diðer bir görüngüsüdür. Yýllar itibarý ile ülkenin dýþ ticaret açýðý, dýþ borç toplamý
ve dýþ borçlarýn Gayri Safi Milli Hasýla’ya oraný þöyledir:
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
109
Dýþ Ticaret Açýðý
1963
1972
1975
1977
1980
1982
1985
(Mil. Dol.)
319
635
3.337
4.043
4.999
3.097
2.975
Dýþ Borçlar
(Mil. Dol.)
830
2.519
3.800
4.800
15.173
16.183
23.000
GSMH
(Mil. Dol.)
7.300
16.839
35.019
44.330
56.351
47.168
28.666
Dýþ Borç/
GSMH
% 11,3
% 14,9
% 10,8
% 10,8
% 26,9
% 34,3
% 80,2
Görüldüðü gibi, dýþ ticaret açýðý sürekli büyümüþtür. 1980
sonrasýnda meydana gelen azalma ise, tümüyle ülkede “ihracat
seferberliði” adý altýnda, satýlabilir her malýn ihracatýyla meydana
gelmiþtir. Ama ayný dönemde dýþ borçlar olaðanüstü artýþ
göstermiþ ve gayri safi milli hasýlanýn % 80,2’sine ulaþmýþtýr. Bu
ayný yýlki devlet bütçesinden % 71 daha fazladýr. Bunun anlamý
ise, ülke nüfusunun % 80’inin, bir yýl boyunca ürettikleri tüm mal
ve hizmetleri, hiçbir biçimde tüketmeyerek yaþayabildikleri takdirde ancak dýþ borçlarýn ödenebileceði demektir. Bir insanýn, açlýk
karþýsýnda ortalama yaþam süresinin 50-60 gün olduðu düþünülecek olursa, dýþ borcun anlamý ortaya çýkar.
Sanýyoruz tüm bunlardan sonra ülkemizde sürekli ve yapýsal bir ekonomik bunalýmýn mevcudiyeti için daha fazla söz söylemeye gerek yoktur. Diðer bunalýmlara geçmeden þunu da belirtelim: Ülkemizdeki ekonomik bunalým sürekli mevcut olmasýna
raðmen, her dönemde ayný þiddette deðildir. Kimi zaman derinleþmekte, kimi zaman göreli bir düzelme olmaktadýr. Ancak hiçbir
zaman ortadan kalkmamaktadýr.
Milli krizi oluþturan toplumsal ve siyasal bunalýmlara gelince. Herþeyden önce bu bunalýmlarýn temelinde ekonomik bunalýmýn yattýðýný belirtelim. Ancak bu, bire bir iliþki deðildir. Yine
de ülkemizde sürekli ekonomik bunalým mevcut olduðundan, görece özerk toplumsal ve siyasal bunalýmlar, sadece milli krizin derinleþmesi baðlamýnda ele alýnabilir. Ülkedeki toplumsal bunalýmýn temel unsuru, ekonomik bunalýmýn ürünü olan iþsizliktir. Ülke
nüfusu açýsýndan, yaklaþýk % 20’ye yakýn bir nüfus iþsizliðin doðrudan sonuçlarýyla yüzyüzedir. Böyle bir ortamda dengeli bir toplumsal yapýdan söz etmek mümkün deðildir. Toplumsal bunalý-
110
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mýn görüngülerini, günlük hayatýn içinde her an bulmak mümkündür. Toplumun kadýnerkek iliþkisinde, aile ve mahalle yaþantýsýnda, bunalýmýn ürünleri hergün üretilmektedir. Kýrdan kente
göçlerle daðýlan aileler, gecekondulardaki sefaletin yarattýðý lümpenlik, suç oranlarý ve nitelikleri, açýk ya da gizli kadýn ticareti, boþanmalar, ekonomik nedenlerle yapýlan akraba evlilikleri ve sakat
doðan çocuklarýn sorunlarý, yetersiz saðlýk hizmetlerinin getirdiði
hastalýklar, yaþlýlýk nedeniyle ortaya çýkan ebeveyn-çocuk iliþkilerindeki bozulmalar vb. Ýþte ülkedeki toplumsal bunalýmýn ifadeleri
bunlardýr.*
Siyasal bunalým ise, ülkemiz solundaki kavram keþmekeþi
içinde ve pasifizm nedeniyle doðru dürüst deðerlendirilememiþ
bir olgudur. Kimi zaman bir hükümet kuruluþunda, kimi zaman
bir gensoruyla baþlayan tartýþmalar, çekiþmeler ve pazarlýklarda,
egemen sýnýflarýn kendi bunalýmlarýný görmek mümkündür. Oligarþinin iç çeliþkilerinin ürünü olan hükümet bunalýmlarýnýn sýklýðý,
siyasal bunalýmýn sürekliliðini gösteren bir olgudur, ama tek olgu
deðildir. Bunun dýþýnda oligarþik devlet aygýtýnýn iþleyiþinde ve kitlelerle iliþkisinde siyasal bunalýmýn ifadelerini bulmak mümkündür.
Egemen sýnýflarýn yönetemezliklerinin dýþa vurumu olan bu olgular siyasal bunalýmýn asýl içeriðini oluþturur. Oligarþinin yönetemezliðinin birer ifadesi olan 27 Mayýs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri
darbeleri bunalýmýn þiddetini göstermektedir. Bu darbeler siyasal
bunalýmýn varlýðý kadar, bozulan ya da bozulmaya yönelen suni
dengenin pekiþtirilmesi giriþimleridir de. Yine sýk sýk duyulan anayasa þikayetleri, deðiþiklik talepleri, siyasal bunalýmýn sürekliliðinin
göstergeleridir. Devrimci mücadeleye karþý geliþtirilen yöntemler,
demokratik kitle örgütlerine ve sendikalara yapýlan baskýlar, engellemeler siyasal bunalýmýn ürünleridir. Diyebiliriz ki, siyasal bunalým, siyasal iliþkilerde, partilerde, parlamentoda, anayasa de* Þüphesiz ülkemizde, hemen herkes, günlük yaþantýsýnda karþýlaþtýðý olaylar ve yaþadýðý sorunlarla, toplumsal bunalýmýn varlýðýný ve boyutunu bilmektedir. Ama genellikle günlük yaþantýnýn kanýksanmasý, günlük maiþet derdi ve bunlarýn yarattýðý alýþkanlýkla, bu olgular pek az önemsenir. Bu alanda yapýlan incelemeler, akademik düzeyde sosyolojik araþtýrmalar olarak kalmaktadýr. Devrimci
propaganda açýsýndan büyük önem taþýmasýna raðmen, toplumsal bunalýmýn
görüngüleri ülkemiz solunda, ya hiç önemsenmemiþ ya da salt soyut ajitasyon
için kullanýlmýþtýr. Silahlý propagandayý temel alan örgüt, bu olgularý geniþ biçimde
ele alýp, iþlemelidir
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
111
ðiþikliklerinde, politik uygulamalarda, askeri darbelerde vb. toplumun en çok gördüðü ve izlediði bir bunalým olarak mevcuttur.
Ýþte bu nedenlerle diyoruz ki, ülkemizde, ekonomik, toplumsal ve siyasal alanlarda sürekli bir bunalým mevcuttur. Milli kriz
olarak, bu bunalým tam anlamýyla olgun deðildir. Olgunlaþmasý
için yapay (suni) engeller kaldýrýlmalýdýr ve bu da devrimcilerin
görevidir.
“Emperyalist hegemonya toplumun kendi iç dinamiði ile geliþmesine engel olduðu için ülke altyapý
iliþkilerinden üstyapýsýna kadar, milli bir kriz içindedir.
Bu milli kriz, tam anlamý ile olgun deðildir. Ancak þu
veya bu ölçüde vardýr. Var olan bu krizin derinleþtirilip
olgunlaþtýrýlmasý, tamamen o ülke devrimcilerine baðlýdýr.
Özetle söylersek, emperyalist hegemonya altýndaki
bütün geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde milli kriz, tam anlamýyla
olgunlaþmýþ olmasa bile mevcuttur. Bu ise devrim durumunun sürekli olarak var olmasý, evrim ve devrim aþamalarýnýn iç içe girmesi, bir baþka deyiþle, silahlý eylemin objektif þartlarýnýn mevcudiyeti demektir.”30
Milli krizin mevcudiyeti, halk kitlelerinin düzene karþý
memnuniyetsizliklerini dýþa vurmalarý için uygun koþullar yaratýr,
onlarýn tepkilerini açýk olarak, isyanlar þeklinde göstermelerine
neden olur. Ancak III. bunalým döneminde emperyalizm bu durumu engellemek için deðiþik yöntemler kullanmaktadýr. Ýþgalini
gizleyen emperyalizm, bu yolla halk kitlelerinin anti-emperyalist
ve millici tepkilerini pasifize etme yoluna gitmiþtir. Diðer taraftan
güçlü merkezi otoriteler oluþturarak, halk kitlelerinin tepkilerini
pasifize etmeye yönelmiþtir. Milli krizin mevcudiyeti, emperyalizm
ve oligarþinin karþý hareketinin maddi temelini oluþturur ve içeriðini belirler. Bu karþý hareketin amacý, milli krizin olgunlaþmasýný
engellemek ve kitlelerin tepkilerinin dýþa vurumunu önlemektir.
Bu da devletin biçimini ve uygulamasýný belirler.
“Bizim gibi ülkelerdeki oligarþik yönetim, rahatlýkla
iþçi ve emekçi kitlelerin demokratik hak ve özgürlüklerinin olmadýðý tam bir dikta yönetimi ile ülkeyi yönetebil30
112
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mektedirler. Buna sömürge tipi faþizm de diyebiliriz.
Bu yönetim, ya klâsik burjuva demokrasisi ile uzaktan
yakýndan iliþkisi olmayan ‘temsili demokrasi’ ile icra edilir (Gizli faþizm) ya da sandýksal demokrasiye itibar edilmeden açýkça icra edilir. Ancak açýk icrasý sürekli deðildir. Genellikle, ipin ucunu kaçýrdýðý zaman baþvurduðu
bir yöntemdir.”31 (Mahir Çayan)
Oligarþik yönetimin tek amacýnýn doðrudan devrimci mücadeleyi ezmek ve yok etmek olduðu sanýlmamalýdýr. Oligarþik
yönetim, fiili ve aktif devrimci güçleri ve onun mücadelesini etkisizleþtirmeye, yok etmeye yöneldiði kadar, devrimin potansiyel güçlerinin geliþmesini ve aktifleþmesini engellemeye yönelik uygulamalara giriþir. Devlet aygýtýnýn temel faaliyeti bu iki güce yöneliktir.
Birinci amaç, devrimci örgütleri yok etmeyi kapsarken, ikincisi suni
dengenin korunmasý olarak belirginleþir, yani kitlelerin düzene
karþý tepkilerinin açýk hale gelmesinin engellenmesi amaçlanýr.
Birinci amacýn gerçekleþmesi ikinci amaca ulaþmayý kolaylaþtýrýr
ve güvenceye alýr; ikinci amaca ulaþýlmasý birinci amacýn gerçekleþmesini çabuklaþtýrýr. Ancak her iki amaç için kullanýlan temel araç
aynýdýr: Siyasal zor.
Sürekli milli krizin mevcudiyeti, halk kitlelerinin düzene
karþý memnuniyetsizlik ve tepkilerinin açýða çýkmasýna olanak tanýr ve isyanlarýna neden olur. Ýþte bu koþullarda, kitlelerin memnuniyetsizlik ve genellikle bilinçsiz tepkileri, siyasal zor ile pasifize edilerek, bu tepkilerle oligarþi arasýnda suni bir denge kurulmuþtur.
Halk kitlelerinin düzene karþý memnuniyetsizlik ve tepkilerinin eyleme dönüþmesi (nesnel koþullarý milli kriz nedeniyle vardýr) suni
denge nedeniyle olamamaktadýr. Bu da doðrudan siyasal zor aracýyla saðlanýr.
Oligarþinin (ve içsel olgu olduðu için ayný zamanda emperyalizmin) siyasal zoru, kendi siyasal iktidarýný ve düzenini korumak
amacýyla uyguladýðý zordur. Bu zor, doðrudan devlet aygýtýnýn niteliði ile bütünleþir. Bilindiði gibi devlet, egemen sýnýflarýn baský (zor)
aygýtýdýr. Siyasal bir kurum olarak devletin uyguladýðý zor, Engels’in
deyiþiyle, “ordu ve donanma demektir”.
Bizim gibi ülkelerde siyasal zor, burjuva demokratik yasal31
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
113
lýk çerçevesiyle sýnýrlanmýþ deðildir. Genel olarak anayasalarda ifadesini bulan yasal çerçeve, burjuva demokrasisi olarak ortaya çýkar. Ama bu çerçeveyi ilk kýran, kendi yasallýðýný ayaklar altýna
alan, her zaman burjuvazi olmuþtur. Demokratik yönetim, burjuva iktidarýnýn temellerini sarsmaya hizmet eder hale geldiði her
yerde, burjuvazi tarafýndan yýkýlmýþtýr. Faþist iktidarlar bunun en
açýk örneðidir. Marks 1848 Fransýz Anayasasý’ný irdelerken, demokratik yönetimin halk kitleleri yönünden anlamýný þöyle belirtir:
“Bu anayasanýn kapsamý en geniþ çeliþkisi þudur:
Anayasa, tutsaklýðýný sürekli kýldýðý sýnýflar olan proletarya, köylüler ve küçük-burjuvaziyi, genel oy aracýlýðýyla siyasal güce sahip kýlýyor. Ve eski toplumsal gücünü onayladýðý burjuvaziden ise bu gücün siyasal garantilerini geri
alýyor. Yönetime demokratik kurallar getirerek, düþman
saflarýný her an zafer elde etmeleri ve burjuva toplumun temellerini tehlikeye sokmalarýna yardým ediyor.”32
Bu durum karþýsýnda, baþta proletarya olmak üzere emekçi
kitlelerin siyasal gücü arttýðý oranda, burjuvazi kendi kurduðu demokratik yönetim ve onun anayasasýný ortadan kaldýrmaya yönelir.
Emperyalist dönemde, kapitalizm tarihsel olarak çöküþ aþamasýna girmesiyle, burjuvazi, her yerde demokratik yönetim ilkelerini,
az ya da çok hýzla terk etmiþ, yerine oligarþik yönetim ilkelerini
geçirmiþtir. Bu yeni ilkelerin temelinde yasama ile yürütme gücü
arasýndaki dengenin yürütme lehine deðiþtirilmesi yatar. Bir baþka
deyiþle, burjuvazi, geçmiþ dönemlerde proletarya ve emekçi kitlelerin uzun süren kanlý mücadeleleriyle kazandýklarý demokratik
hak ve özgürlükleri tümüyle ortadan kaldýracak durumda deðildir. Bu nedenle de parlamenter demokrasinin (genel oya dayalý)
yeni bir düzenlenmesine, siyasal gericiliðe dayalý bir biçimine zorlanmýþtýr. Bu düzenleme, yürütme gücünün, halkýn genel oyu ile
seçilmiþ parlamentoda cisimleþen yasama gücü karþýsýnda daha
çok güçlendirilmesi ve baðýmsýz hareket alanýný geniþletmesi þeklinde olmuþtur. Ancak bu düzenlemeler kapitalist ülkelerde eþzamanlý olmamýþtýr. (Eþitsiz geliþim yasasýnýn ürünü) ABD’de yürütme gücünün yasama karþýsýnda güçlenmesi 1920’lerde tamamlanmýþken, Fransa’da De Gaulle’ün 5. Cumhuriyet’inde (1958
32
114
Marks, Fransa’da Sýnýf Mücadeleleri, s. 67.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
sonrasý) gerçekleþmiþtir. Ýngiltere’de ise yazýlý bir anayasa olmamasý ve Lordlar Kamarasýnýn yasama gücünün bir bölümünü oluþturmasý (halka –avama– karþý bir denge unsurudur), Fransa’daki
gibi bir anayasal düzenlemeye gidilmeden, yürütmeye özel bir güç
saðlanmýþtýr.
Bizim gibi kapitalizmin iç dinamikle geliþmediði ülkelerde
ise, yönetim, hiçbir zaman burjuva demokrasisi olmamýþ ve bunun güvencesi anayasa yapýlmamýþtýr. Bu nedenle oligarþik yönetimin kurulmasýnda fazlaca zorlukla karþýlaþýlmamýþtýr. Ülkemiz tarihsel özellikleri nedeniyle, her zaman güçlü bir merkezi bir otoriteye sahne olmuþ ve bu da güçler ayrýmý ilkesinin uygulanmamýþlýðýyla birlikte mutlak bir yürütme gücü oluþturmuþtur. 1946’dan
sonra baþlayan “çok partili dönem”de, yürütmenin yasama karþýsýndaki bu üstünlüðü sürmüþtür. 27 Mayýs askeri darbesi ile hazýrlanan 61 Anayasasý, kitlesel bir dayanaðý olmamakla birlikte, burjuva anlamda bazý demokratik hak ve özgürlükleri güvenceye alýrken, yürütme gücünü sýnýrlandýrmýþtýr. Dünyadaki geliþmelere ters
görünen bu durum, gene de yasama gücünün güçlendirilmesi
biçiminde olmamýþtýr. 61 Anayasasý, yürütme gücünü, anayasal
bazý özerk (üniversite, TRT vb.) ve baðýmsýz (yüksek yargý organlarý vb.) kurumlar aracýlýðýyla ve bunlar lehine sýnýrlandýrmýþtýr. Böylece ülkemizde yeni bir dönem baþlamýþtýr.
61 Anayasasý’yla, devrimci-milliyetçilerle oligarþi arasýnda nispi bir denge kurulmuþtur. Bu yeni dönem, halk kitlelerinin siyasal
planda aðýrlýklarýný ortaya koyduklarý bir dönemdir. Ancak oligarþi
bu durumun yarattýðý “tehlike” karþýsýnda, anayasayý “lüks” ilan
ederek, 12 Mart askeri müdahalesini tezgahladý. Bu, devrimci-milliyetçilerin ordu içinden tasfiyesi ile, nispi dengenin bozulmasý ve
27 Mayýs’la baþlamýþ olan dönemin sona ermesiydi. 12 Mart döneminde yapýlan anayasa deðiþikliði ile, doðrudan yasama karþýsýnda yürütme güçlendirilmemiþ de olsa, yürütme gücünün denetimi dýþýnda olan özerk kurumlar etkisizleþtirilmiþtir. Bu dönemde oligarþi devlet aygýtýna tamamen egemen olmuþtur. Bir baþka
deyiþle yürütme gücü, militarizm ve bürokrasi ile, tam anlamýyla
oligarþinin denetimine 12 Mart’ta geçmiþtir. Böylece, “kökenini Osmanlý devletinden ve yirmibeþ yýllýk Cumhuriyet dönemi küçük-burjuva yönetiminden alan Türk ordusunun küçük-burjuva
devrimci geleneði artýk son bulmuþ, ordu doðrudan emperyaliz-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
115
min ve oligarþinin sömürgeci politikasýnýn aleti olmuþtur.”33 Ancak
oligarþinin egemenliði, bürokrasi içinde tamamlanmamýþ ve yürütmenin yasama üzerinde kesin üstünlüðü ile pekiþtirilememiþtir.
THKP-C’nin (ve de THKO’nun) silahlý eylemleri ile açýk faþizmin
erken doðum yapmasý, bu geliþmeyi engelleyen temel faktör olmuþtur. Ama oligarþi iþin peþini býrakmamýþ ve 12 Eylül darbesi ile
yarým kalan iþleri halletmeye giriþmiþtir. 12 Eylül döneminde hazýrlanan yeni anayasa ile yürütmenin üstünlüðü pekiþtirilmeye çalýþýlmýþ, yasama gücü etkisizleþtirilmiþ ve özerk ya da baðýmsýz kurumlar tümüyle tasfiye edilmiþtir. (Yine de oligarþi istediði sonucu
alamamýþtýr.)
Yürütme gücünün üstünlüðünün mevcudiyeti ve pekiþtirilmesinin ülkemizdeki anlamý, oligarþik yönetimin önündeki tüm
yasal engelleri “yasal” biçimde aþmasýdýr. 1960-80 yýllarý arasýnda
siyasal zorun kullanýmýnda karþýlaþýlan “yasal” engellerin bu aþýlmasý, suni dengenin sürdürülüþ biçimi açýsýndan önemlidir. Ancak
bu bölüm açýsýndan ele alacaðýmýz yan, ülkemizdeki siyasal zorun
“yasal görünümü” ve bunun burjuva demokrasisi ile uzaktan yakýndan iliþkisi olmamasýdýr. Meydana gelen geliþmeler, tümüyle,
sömürge tipi faþizmin kendine uygun yasal bir kýlýf bulmasýna yöneliktir.
Ýþte her türlü burjuva demokratik hak ve özgürlüklerini
–anayasal olarak var görünse bile– ve insan haklarýný açýkça çiðneyerek ya da yok kabul ederek uygulanan siyasal zor, ülkemizdeki
dengesizliðin düzenlenmesinde, yani suni dengenin yeniden kurulmasý ve sürdürülmesinde temel araçtýr, ama tek araç deðildir.
Ülkemizde suni dengenin kurulmasý ve sürdürülmesinde,
siyasal zorun dýþýnda, kapitalizmin geliþmesinin ürünü olan nispi
refah da bir araç olarak kullanýlýr. Ancak geliþen kapitalizm iç dinamikle geliþmediðinden, bu araç uzun dönemli olarak kullanýlabilir
deðildir. Sýk sýk uygulanan “istikrar tedbirleri”, bu aracýn ne kadar
az kullanýlabilir olduðunu göstermektedir.
Yine halk kitlelerinin mevcut düzene karþý tepkilerinin pasifize edilmesinde kullanýlan bir baþka araç da “sandýksal demokrasi”dir. Düzenin siyasal partileriyle, parlamentosuyla, genel seçimlerle ortaya çýkan araç, halk kitlelerinde düzenin, “düzen içi” olarak
33
116
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
deðiþebileceði “umudu” yaratmaktadýr. Ülkede gerçek bir burjuva demokrasisi mevcut olmadýðýndan ve iþbirlikçi-tekelci burjuvazi
tek baþýna oligarþiyi oluþturamadýðýndan, düzen içi partiler, þu ya
da bu oranda yahut biçimde oligarþinin siyasal taleplerini ifade
ederler. Bu da, oligarþinin –bir bütün olarak da sömürücü sýnýflarýn– siyasal üstünlüðü elinde tutmasýna neden olmaktadýr. Nesnel
olarak siyasal tecrit koþullarý içinde bulunan oligarþi, düzen partileri yoluyla ya da bunlarýn içinde oluþturduðu gruplarla, bu koþullarýn gerçekliðini (siyasal üstünlüðü yitirmek) engellemeye çalýþýr.
Yýpranmýþ yönetimlerin deðiþtirilmesi de ayný amaçla gerçekleþtirilir. (Ancak gene de sorun, oligarþinin çeþitli manevralarla siyasal
üstünlüðü elinde tutmasýnda deðil, bu üstünlüðün devrimci öncü
tarafýndan ele geçirilmemiþ olmasýnda olduðu unutulmamalýdýr.)
Ýlk dönemde suni dengenin kurulmasýnda nispi refah etkin olmuþsa da, tüm süreç açýsýndan siyasal zor temeldir. Oligarþinin siyasal zoru, daha önce belirttiðimiz gibi, “ordu ve donanma
demektir”, yani siyasal zor oligarþinin silahlý güçlerince yürütülür.
Böylece devlet aygýtýnýn kullanýmýna iliþkin bir olgu söz konusudur ve bu yüzden suni dengenin bozulmasý devlet aygýtýna karþý
bir mücadeledir. Diyebiliriz ki, oligarþi suni dengenin var oluþunu,
somut olarak söylersek, sivil ve askeri mahkemeleriyle, ordusu,
jandarmasý, polisi ve sivil silahlý güçleri ile, cezaevleriyle saðlar. Bu
kurumlar ve güçlerle, halk kitlelerine devletin “güçlü” olduðu, “yenilmez” ve “karþý konulmaz” olduðu fikri empoze edilir. Bu fikir,
“devlet gücü” olarak, zor güçlerini her fýrsatta kitlelere göstererek
ve zaman zaman fiilen kitlelerin gözü önünde kullanarak yaratýlýr.
Yeni-sömürgecinin ideali, kuvvetini kullanmamak için göstermektir. Bu da zor güçlerinin devrimciler (kadrolar) üzerinde ve kitle
hareketlerine karþý kullanýlmasý demektir. Mahir Çayan yoldaþ bu
gücün, “yaygara, gözdaðý ve demagojiye” dayandýðýný söylerken,
oligarþinin özgücünün zayýf olduðunu gözönünde tutuyordu. Gerçeklikte oligarþinin zor güçleri sanýldýðý gibi ya da kendi kendine
gösterdiði gibi güçlü deðildir. Elindeki silahlý güçler, herþeyden
önce zorunlu askerlik sistemiyle oluþturulmuþtur. Oligarþinin ordusunun % 80’i, bu sistemle silah altýna alýnmýþ halk kitlesinden
oluþur. Geriye kalanlar ise, oligarþinin paralý askerleri, yani profesyonel silahlý güçleridir (subay, astsubay, polis). Ýþte bu güçler oligarþinin özgücü sayýlýr. Bu gerçek, zorunlu askerlik sisteminin iþle-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
117
mez hale gelmesiyle açýkça görülür.
Suni dengenin korunmasý yönünden siyasal zorun kadro
pasifikasyonu amacýyla kullanýmý en sýk görülen durumdur. Bu
konuda fazlaca söz söylemeye gerek duymuyoruz. Þu açýktýr ki,
oligarþinin bu amaca ulaþmada baþarýlý olmasý, doðrudan devrimcilerin ilkel ve amatör çalýþma tarzlarýna baðlýdýr. Profesyonel devrimcilerden oluþan bir örgüt, bu pasifikasyonu kolayca etkisiz hale
getirebilir.
Kitlelerin düzen sýnýrlarý içindeki, ama devrimcilerin etkisi
ve hatta yönetimi altýndaki hareketleri karþýsýnda kullanýlan zor
ise, suni denge açýsýndan önemli sonuçlar doðurur. Silahlý bir saldýrýya karþý savunmasýz (silahsýz) bir kitle hareketinin oligarþinin
zor güçlerince daðýtýlmasý oldukça kolaydýr. Zaman zaman açýk
zor kullanýmýna (silah kullanýlmasýyla ifadesini bulur) sahne olan
bu kitle hareketleri, sözcüðün gerçek anlamýyla bir “gözdaðý” sahnesine dönüþtürülür (kitle pasifikasyonu).
Oligarþinin siyasal zorunun bu fiili, ama kýsmi uygulamalarý
yanýnda, “kuvvet gösterisine” dayalý uygulamalarý da suni dengenin sürdürülmesinde etkindir. Bu gösterme (fiili kullaným dýþýnda),
resmi bayramlardaki ya da yerel “kurtuluþ günleri” vb. zamanlardaki silahlý güçlerin geçit törenleriyle yapýldýðý gibi, doðrudan silahlý
güçlerin ülke çapýndaki mevzilenmesiyle (konuþlandýrma) de yapýlýr. (Ayný zamanda açýða çýkmýþ tepkilerin pasifize edilmesi açýsýndan da, bu konuþlandýrma önemlidir.)
Söylediklerimizi özetlersek, ülkemizde halk kitlelerinin düzene karþý memnuniyetsizlik ve tepkileri sürekli olarak mevcuttur
ve bunlarý dýþa vurmalarý, isyan etmeleri için nesnel koþullar vardýr (sürekli milli kriz esprisi). Ancak bu memnuniyetsizlik ve genellikle bilinçsiz tepkiler, siyasal zor, nispi refah ve düzen içi kurumlar ve uygulamalarla pasifize edilmiþtir. Böylece tepkiler açýk hale
gelememektedir ve bu tepkiler ile oligarþi arasýnda suni bir denge
oluþmuþtur. Bu suni denge bozulduðu oranda halk kitlelerinin
tepkileri açýk hale gelecektir. Bu açýða çýkmýþ tepkilerin, belli bir
stratejiye baðlý olarak örgütlenmesiyle Halk Savaþý baþlatýlabilinecektir. (Tepkilerin kanalize edilmesi) Bu amaca yönelik mücadelenin silahlý aksiyon yöntemlerini temel almasý kaçýnýlmazdýr ve
bunun nesnel koþullarý mevcuttur. Bu mücadele, halkýn en ileri
ve bilinçli unsurlarýnýn yürüttüðü bir mücadele olacaktýr.
118
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKÝYE DEVRÝMÝNÝN YOLU:
POLÝTÝKLEÞMÝÞ ASKERÝ SAVAÞ STRATEJÝSÝ
POLÝTÝKLEÞMÝÞ ASKERÝ SAVAÞ STRATEJÝSÝ
Bir siyasal örgütün gerçek niteliðinin, onun eyleminin muhtevasýyla belirlendiðini herkes bilir. Ancak eylemin muhtevasýnýn
nasýl belirlendiði, hemen hemen hiç önemsenmeyen ya da daha
sýk yapýldýðý gibi, unutulan bir konudur. Bu da kaçýnýlmaz olarak
eylem biçimlerinin öne çýkmasýna ve bunlara bakarak bir örgütün
niteliðine iliþkin saptamalar yapýlmasýna yol açmaktadýr.
Bir devrimci örgütün eylemine yön veren ve belirleyen,
onun devrim teorisidir. Devrim teorisi ise, yaþanýlan somut tarihsel koþullarda, verili bir ülkede politik iktidarýn nasýl fethedileceðinin
ve kurulacak yeni iktidarýn neler yapacaðýnýn teorisidir. Bu boyutuyla devrim teorisi, ulusal ve uluslararasý düzeyde somut tarihsel
koþullarýn ayrýntýlý bir tahliline dayalý devrim stratejisi ve devrim
programýný içerir.
Devrim stratejisi, mevcut politik iktidarýn ele geçirilmesinin
yolunu, yöntemini, sýnýf güçlerinin mevzileniþini kapsar. Daha tam
deyiþle devrim stratejisi, bir bütün olarak devrimin temel darbesi-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
121
nin yöneltileceði hedefi (stratejik hedef), bu hedefe yönelik olarak
devrimci sýnýf güçlerinin mevzilenmesini (devrimde sýnýflarýn mevzilenmesi), bu hedefe ulaþmada izlenecek rotayý (stratejik rota)
ve kullanýlacak yöntemleri (temel ve tali mücadele biçimlerini)
içerir.
“Strateji savaþ planýný yapar ve öngörülen hedefe
göre ona ulaþýlmasýný saðlayacak bir dizi eylem saptar;
ayrý ayrý seferlerin (harekâtlarýn) planlarýný hazýrlar ve
her birinde verilecek muharebeleri örgütler. Bütün bu
kararlarý, her zaman gerçekleþmeleri mümkün olmayan bir takým varsayýmlara dayanarak almaktan baþka
çare olmadýðýna ve daha ayrýntýlý bir takým tedbirleri önceden almaya imkan bulunmadýðýna göre, strateji orduya muharebe meydanýnda eþlik ederek ayrýntýlara iliþkin
gerekli tedbirleri yerinde almak ve genel planda durmadan deðiþiklikler yapmak gerekeceðinden, bunlara da
yerinde karar verimek zorundadýr. Yani strateji bir an
için bile iþin yakasýný býrakmaz.”34
Diyebiliriz ki, devrim stratejisi bir kez belirlendi miydi, o, artýk tüm süreci yönlendiren temel unsur haline gelir. Somut hareketlerin doðru ya da yanlýþlýðý, bir eylemin uygun olup olmadýðý
hep stratejiye bakýlarak saptanýr. Bir baþka deyiþle, doðru bir devrim stratejisi, tüm devrim sürecine damgasýný vuran bir kýlavuz,
bir hareket tarzýdýr, temel ölçüttür.
Devrimci bir örgütün devrim programý ise, mevcut politik
iktidarýn parçalanarak ele geçirilmesiyle kurulacak devrimci iktidarýn programýdýr. Bu da, týpký devrim stratejisi gibi, somut tarihsel
koþullarýn ayrýntýlý bir tahlilinden çýkar. Devrim programý, devrimci
gücün mevcut iktidara alternatif bir politik güç olmasýnýn olmazsa-olmaz koþuludur. Bu nedenle program (asgari ve azami program olarak) mevcut ekonomik, toplumsal ve siyasal düzene karþý
ve bu düzenin yýkýlmasýnýn amacý olarak ortaya çýkar. Bu amaç
(programýn gerçekleþtirilmesi), ayný zamanda kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi çalýþmasýnýn çerçevesini oluþturur.
Devrim teorisinin bu iki unsuru, yani strateji ve program,
tüm mücadele sürecinde devrimci örgütün eyleminin muhtevasýný
34
122
Clausewitz, Savaþ Üzerine, s. 203-204.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
belirler.
Marksist-Leninist bir örgüt olarak THKP-C/HDÖ, temelleri
“Kesintisiz Devrim II-III”de ortaya konulmuþ Politikleþmiþ Askeri
Savaþ Stratejisi’ni, ülkemizde bugünkü devrim aþamasýnýn stratejisi olarak benimsemiþtir. Bu strateji, herþeyden önce, ülkemizin
tarihsel koþullarýnýn tahlilinden yola çýkarak, demokratik halk devriminin, daha tam deyiþle, anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrimin stratejisidir.
Ülkemiz emperyalizmin hegemonyasý altýnda bulunan ve
yeni-sömürgecilik yöntemleriyle geliþtirilmiþ çarpýk bir kapitalist
ekonomiye sahip, burjuva anlamda demokratik hak ve özgürlüklerin bulunmadýðý geri-býraktýrýlmýþ bir ülkedir. Ýç dinamik, çarpýtýlarak dýþ dinamiðe (emperyalizm) tabi kýlýnmýþ ve bu dýþ dinamikle
“yukardan aþaðý kapitalizm” geliþtirilmiþtir. Bu geliþme ülke içinde
merkezi otoritenin egemen olmasý sonucunu doðurmuþtur. (Oligarþik yönetim)
“‘Yukardan aþaðýya, demokratik devrim’ belli ölçülerde gerçekleþtirilmiþ; üstyapýda feodal iliþkiler genellikle
muhafaza edilirken (emeðin feodal sömürüsü sürdürülüp, feodal ideolojiler muhafaza edilirken) altyapýda
kapitalizm egemen unsur haline gelmiþtir. (Pazar için
üretim) Bu da, bu ülkelerde, hafif ve orta sanayinin kurulmasý ve de yerli tekelci burjuvazinin (emperyalizmin
en gözde müttefiki olarak) oluþmasý ve geliþmesi demektir. Ancak geliþen yerli tekelci burjuvazi, iç dinamikle deðil, emperyalizmle baþtan bütünleþmiþ olarak geliþmiþtir. Böylece I. ve II. genel bunalým dönemlerinde bu
ülkeler için dýþsal bir olgu olan emperyalizm bu dönemde ayný zamanda içsel bir olgu haline gelmiþtir. (Gizli
iþgal esprisi)”35
“Ülke içinde pazarýn geniþlemesine paralel olarak þehirleþme, haberleþme ve ulaþým çok geliþmiþ ve ülkeyi
að gibi sarmýþtýr. Eski dönemlerdeki halkýn üzerindeki
zayýf feodal denetim –emperyalizmin fiili durumu bütün
ülke çapýnda deðil ticari merkezlerde ve ana haberleþme
yerlerindeydi– yerini, çok daha güçlü oligarþik devlet oto35
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
123
ritesine býrakmýþtýr. Oligarþik devletin ordusu, polisi ve
de her çeþit pasifikasyon ve propaganda araçlarý ülkenin her köþesinde egemenliðini kurmuþtur. Bütün bunlara, I. ve II. bunalým dönemlerindekilerle kýyaslanmayacak þekilde, bu ülkelerde emperyalizmin ve oligarþinin
propaganda araçlarýný korkunç seviyeye getirmesini, pasifikasyon yöntemlerini geliþtirmesini ve geçmiþ dönemlerde milli kurtuluþ savaþlarýndan edindiði tecrübeleri
ilave etmek gerekir.
Artýk geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki oligarþik devlet aygýtý, mevcut üretim iliþkilerini –buna ülkedeki kapitalizm
iç dinamikle geliþmediði için, emperyalist üretim iliþkileri
demek yanlýþ olmayacaktýr– uzun bir süre koruyabilecek seviyeye gelmiþ, bu ülkelerdeki halk kitlelerinin, özellikle geniþ emekçi yýðýnlarýnýn tepkileri pasifize edilerek,
bu tepkiler ile oligarþi arasýnda suni bir denge kurulmuþtur. (Bu durum, pasifizmin, revizyonizmin bu ülkelerdeki maddi dayanaðýný teþkil etmektedir.)”36 (Mahir Çayan)
Böyle bir ülkede proletarya partisinin ilk ve yakýn hedefi
sosyalist devrim olamaz. Herþeyden önce sosyalist ekonominin
gerektirdiði geliþmelere ulaþýlabilinmesi için, kaldýrýlmasý gereken
engeller vardýr. Bu engellerin baþýnda ülkenin iç dinamikle geliþmesini engelleyen emperyalizmin iþgali gelir. Yine altyapýda büyük
ölçüde tasfiye olmuþ olsa da, varlýðýný sürdüren feodal iliþkiler diðer bir engel olarak ortaya çýkar. Ayrýca oligarþik yönetim, ülkede
–burjuva anlamda da olsa– demokratik hak ve özgürlüklerin
oluþmasýna, geliþmesine ve kullanýlmasýna engel oluþturarak, toplumun geliþimini frenlemektedir. Bu nedenle baðýmsýz ve demokratik bir ülke yaratmak, bugünkü tarihsel evrede proletarya partisinin ilk ve yakýn hedefi olmaktadýr. Böyle bir ülke, geniþ halk kitlelerinin gerçekleþtireceði bir devrim olmaksýzýn yaratýlamaz. Bu devrim, son tahlilde, burjuva demokratik muhtevada da olsa, çaðýmýzda devrimciliðini yitirmiþ olduðundan bizzat burjuvazi tarafýndan ve onun öncülüðünde yapýlamaz. Bu görev, tüm çaðlarýn en
devrimci sýnýfý olan proletaryaya düþmektedir. Proletarya, kendi
36
124
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
partisinin yönetimi altýnda, emperyalizme ve oligarþiye karþý, baþta
köylülük olmak üzere tüm halk kitlelerini harekete geçirmek ve
demokratik halk devriminde onlara öncülük yapmak göreviyle
karþý karþýyadýr. Ama proletarya, hiçbir zaman bu devrimin kazanýmlarýyla yetinemez. O insanlýðýn gerçek ve tam kurtuluþuna ulaþmak için devrimi kesintisiz kýlar ve sosyalist devrimi gerçekleþtirir.
Ülkemizde anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrimin nesnel koþullarý mevcuttur. Tam anlamýyla olgun olmasa da var olan
milli kriz bunu ifade eder. Devrimin olabilmesi için nesnel koþullarýn
mevcudiyeti yeterli deðildir; ayrýca devrimi yapacak bir güç olmalýdýr. Bu güç ise, bilinçlenmiþ ve örgütlenmiþ halk kitlelerinden
oluþur. Böyle bir güç, merkezi bir önderliðe sahip olmaksýzýn, güçlerini belli noktalarda yoðunlaþtýramaz, güçler arasýnda eþgüdüm
saðlayamaz. Bu merkezi önderlik de politik bir örgüt demektir.
Diyebiliriz ki, ülkemizdeki devrimci mücadelenin zafere
ulaþabilmesi için devrimci bir öncünün mevcudiyeti ve kitlelerin
bilinçli ve örgütlü olmasý þarttýr. Kitleleri bilinçlendirmek, örgütlemek ve harekete geçirmek, doðrudan devrimci öncünün amaçlarýný belirler. Devrimci öncü için ilk sorun, bu amaca nasýl ulaþýlacaðýný belirleme sorunudur. Devrimci öncü, kitleleri nasýl bilinçlendireceðini, nasýl örgütleyeceðini ve hangi biçimde harekete
geçireceðini saptamadan, doðru, tutarlý ve kararlý bir mücadele
yürütemez.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
125
HALK SAVAÞI
Hangi durumda olursa olsun, ilk belirlenecek þey, verili bir
güçle düþmanýn nasýl yenileceði, zafere nasýl ulaþýlacaðýdýr. Bu ise,
doðrudan doðruya devrimci güçler ile düþman güçleri arasýndaki
iliþki tarafýndan belirlenir (güçler dengesi). Anti-emperyalist ve antioligarþik devrim sürecinde, düþmanýn zorla (devrimci þiddetle)
yenilgiye uðratýlmasý zorunludur. Bu zorunluluk devrimci bir savaþýn yürütülmesi demektir. Maddi ve teknik olarak güçlü emperyalizm ve oligarþiye karþý kitlelerin savaþý bir Halk Savaþý olmak zorundadýr. Kýsa ya da uzun bir Halk Savaþý verilmeden, emperyalist
iþgalin sona erdirilmesi ve oligarþik yönetimin yýkýlmasý söz konusu olamaz.
Ülkemizde bir dönem, tartýþmasýz kabul edilen bu zorunluluk, oportünizm tarafýndan her yönden tahrif edilmiþ ve revizyonizmin ideolojik etkisiyle unutturulmuþtur. Bu nedenle bu konuyu
biraz açalým:
126
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Bir ülkede mevcut toplumsal düzenin deðiþtirilmesi nasýl
mümkün olabilir? Herþeyden önce bu soru yanýtlanmak zorundadýr. Bir toplumsal düzen, eðer tarihsel olarak geri ise, yani üretici
güçler ile üretim iliþkileri arasýndaki çeliþki antagonizma kazanmýþsa
deðiþtirilebilinir. Bu nesnel koþullarýn olduðu bir çaðda, bizim gibi
“yoðun bir þehirleþmenin ve gerçek bir sanayileþme deðilse bile,
az çok geliþmiþ bir hafif ve orta sanayinin bulunduðu ülkelerde ...
þehirlerin ideolojik etkisi, barýþçýl usullerle örgütlenmiþ kitle
savaþlarý umudunu” (Che) yaratýr.(abç) (Bu durum ifadesini suni
denge kavramýnda bulur) Ancak bu barýþçýl mücadeleyle, egemen sýnýflarýn ve emperyalizmin ülkede köklü bir deðiþikliði “kabul”
etmesi ve bu deðiþikliði yapacak güçlere politik iktidarý yasal yollarla devretmesi olanaksýzdýr. Bu, dünyada tüm gerçek halk devrimlerinin öðrettiði bir gerçektir. Tersi bir düþünce, halk kitlelerinin sýrtýndan geçinen ve bunun bilincinde olan sömürücülerin
“insan olduklarýnýn bilincine” ulaþtýrýlmasýndan öte bir deðer taþýmaz. Çünkü bu sömürünün nesnelliðinin unutulmasý demektir.
Her zaman üretim iliþkileri, tek tek bireylerin ve sýnýflarýn iradelerinden baðýmsýzdýr ve insanlar bu iliþkilerindeki konumlarýna göre
hareket ederler ve buna uygun bilince sahiptirler. “Ýnsanlarýn bilinci varlýklarýný belirlemez, tam tersine toplumsal varlýklarý bilinçlerini belirler”. (Marks) Küçük bir azýnlýðýn büyük halk kitlelerinin
üzerindeki egemenliðini ortadan kaldýrmanýn tek yolu þiddete dayalý bir devrimle mümkündür.
Toplumlarýn tarihinin gösterdiði gibi, “yeni bir topluma gebe
olan her toplumun ebesi þiddettir”. Egemen sýnýflarýn varlýklarýný
korumak için kullandýklarý zor karþýsýnda, ezilen sýnýflarýn yapabilecekleri ilk ve tek þey bu zoru alt etmektir. Sözün özü, gerçek bir
halk hareketinin zaferi, onun bir devrim yapmasýyla mümkündür
ve devrim bir zor eylemidir.
Bu gerçek, yani devrimin kaçýnýlmazlýðý ve zorunluluðu, bir
adým ötede bunun nasýl yapýlacaðý sorusunu gündeme getirir.
Bugün ülkemizde bu soruya verilen yanýtlarý iki ana bölümde toplamak mümkündür:
Genellikle modern revizyonistlerin (T“K”P, TÝP vb.) bu soruya yanýtýný, yani devrim anlayýþlarýný “sovyetik tip ayaklanma”
olarak formüle etmek mümkündür. Bu anlayýþ, þehirleri temel
alan bir çizgi oluþturur. Bu çizgiye göre, ülkemizdeki politik güç-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
127
ler, kitle haberleþme araçlarý þehirlerde merkezileþmiþtir; ülke nüfusunun büyük bir bölümü þehirlerde oturmaktadýr; devrimin (isterse sosyalist devrimi ilk hedef olarak kabul eden revizyonistler olsun)
temel gücü proletarya olacaktýr ve proletarya þehirlerde bulunmaktadýr.
Ülkemizde kapitalizmin egemen olduðunu kanýtlamaya yönelik tahliller, son tahlilde, þehirlerde bir ayaklanma baþlatarak
politik iktidarýn fethedileceðini ve sonra devrimin kýrlara taþýnacaðýný ileri sürmeye yönelik olarak kullanýlýr. Bunlarýn en büyük dayanaðý Rusya’daki Ekim Devrimi’dir. Ülkede silahlý ayaklanmanýn
nesnel koþullarýnýn mevcut olmadýðýný bildikleri için de, günlerini
sendikal çalýþmayla, burjuva muhalefetiyle ittifak yollarý aramakla
ge çirirler. Bu kesimin þiddetle karþý çýktýðý devrimci saptama ise,
milli krizin –olgun olmasa da– sürekli mevcudiyetidir.
Ayaklanma stratejisi, ülkenin belli baþlý kentlerinde –“sinir
merkezleri”– nesnel ve öznel koþullarýn olgunlaþtýðý bir anda baþlatýlacak bir kitle hareketiyle iktidarýn fethini öngörür. Burada silahlý
ayaklanmanýn yanýnda, ikincil olarak baþka savaþ biçimlerinin gündeme gelmesi önemli deðildir. Diðer silahlý aksiyon yöntemleri,
silahlý ayaklanmayý geliþtirmek ve geciktirmemek koþuluyla kullanýlýr, yani talidir. Bizim gibi emperyalist hegemonya altýnda bulunan
(açýk ya da gizli iþgal) bir ülkede, büyük kentlerde baþlatýlacak bir
silahlý ayaklanma, ilk anda kentlerin iç denetimini saðlasa bile, gerek emperyalist ordularýn müdahalesi, gerekse kýrsal alanlardan
gelen karþý-devrimci güçlerin saldýrýsý karþýsýnda iktidarý uzun süre
elde tutamaz. Ekim Devrimi’nden bugüne yaþanmýþ devrim deneyimleri bunu açýkça kanýtlamýþtýr. Örneðin, Komintern’in direktifiyle 1927’de Çin’de baþlatýlan ayaklanmalar (Kanton, Güz Hasatý
vb.), þehir merkezli bir stratejinin, ayaklanma yönteminin yanlýþlýðýný
gösterir. Keza Ýspanya Ýç Savaþý (özellikle Madrit savunmasý), bir
ya da birkaç þehirde iktidarýn ele geçirilmiþ olmasýnýn yeterli olamayacaðýný göstermiþtir. Daha tek bir þehrin denetimini bile ele
geçirmeden yenilmiþ sayýsýz ayaklanma giriþimleri, dünyanýn pek
çok yerinde görülmüþtür.
Bu gerçekleri çok iyi bilen revizyonistler düþmaný alt edebilecek ve þehirlerin fethini saðlayacak silahlý gücü, kitlelerin dýþýnda
bulmaya yönelirler ve ilk bulduklarý güç de ordu olur. Burjuva
muhalefetiyle ittifak, son tahlilde, mevcut ordunun iktidara el koy-
128
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
masýný –ama “sol” adýna– saðlama çabasýndan baþka birþey deðil-dir. Ülkemizde bunun pek çok örnekleri görülmüþtür.
Düþmanýn askeri gücü karþýsýnda zaferi saðlayabilecek bir
halk silahlý gücü, ancak ve ancak kýrlarda oluþturulabilir. Kýrlarýn
coðrafi yapýsý, geniþliði ve toplumsal yapýsý böyle bir gücün oluþmasý ve geliþmesi için uygun manevra olanaklarý saðlar. Kýrlar,
emperyalizmin ve oligarþinin güçlerinin görece zayýf olduðu yerlerdir. (Zincirin zayýf halkasý esprisi) Kýrlarý temel alarak oluþturulacak bir silahlý halk gücü ve onun mücadelesi ise, bu niteliðine
baðlý bir rota izleyeceði açýktýr ve bu rota kesinlikle ayaklanmayý
temel almaz. Ýþte bu yol, Halk Savaþýnýn zorunluluðu ile, devrimde
zorunlu bir durak oluþuyla çakýþmaktadýr.
Halk Savaþý, genel bir deyim olarak halkýn savaþýdýr, ama
tüm halk (kitle) savaþlarý Halk Savaþý olarak ifade edilemez. Halk
Savaþýnýn ayýrýcý özelliði, maddi ve teknik olarak güçlü düþmana
karþý mutlak siyasi üstünlüðün saðlandýðý koþullarda Halk Ordusu
tarafýndan yürütülen bir savaþýn stratejisini ifade etmesidir. Mao
ve Giap’ýn yapýtlarýnda ayrýntýlý olarak ortaya konan bu strateji, literatürde Uzun Halk Savaþý Çizgisi ya da Stratejisi olarak ifade
edilir. (Günlük kullanýmda bu ifade Halk Savaþý olarak kýsaltýlmýþtýr.)
Halk Savaþý, devrimcilerin, emperyalizm ve iþbirlikçileri karþýsýnda saðladýklarý siyasi üstünlük temelinde yürütülür. Bu herþeyden önce, savaþýn uzatýlmýþ (uzun) savaþ olmasýnýn kaçýnýlmaz
önkoþuludur. Bir baþka deyiþle, halk kitleleri devrimci deðiþim isteðini ortaya koyacak durumda deðilken uzatýlmýþ bir savaþ yürütülemez. Halk Savaþý düþmanýn maddi ve teknik üstünlüðü karþýsýnda
insan unsurunun öne çýktýðý ve belirleyici olduðu bir savaþtýr. Halk
Ordusu sürekli olarak geliþmeden, yani halk kitleleri devrim saflarýna artan oranda katýlmadan, düþmanýn silahlý gücünü yenmek
olanaksýzdýr. Diyebiliriz ki, mutlak siyasi üstünlüðün saðlanmasý,
halk kitlelerinin, emperyalistlerin ve yerli iþbirlikçilerinin siyasal karar ve giriþimlerini desteklemediði, ama öte yandan devrimcilerin
(þüphesiz bu bir örgütlü güçtür) siyasal çözümlerini ve kararlarýný
desteklediði ve hepsinden önemlisi, bu doðrultuda harekete geçtiði durumdur. Bu da, genel olarak kitlelerin bilinçlendirilmesi ve
örgütlenmesi görevi ile çakýþýr.
Halk Savaþý, kýrlarý temel alan bir savaþtýr. Bu, þehirlerin önemi olmadýðý ya da önemsenmediði demek deðildir. Bu Marksist-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
129
Leninist bir formülasyondur.
“Bilindiði gibi, Marksist sýnýf tahlillerinde varýlan sonuçlar daima bu þekilde kýsa formüllerle ifade edilir.
Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao ... gibi bütün ustalar
daima somutun tahlilinden elde ettikleri sonuçlarý, soyut olarak formüle etmiþlerdir.
Bu formülasyonlar bilimsel soyutlamalar olduðu için
kelime yorumuna tabi tutulamazlar. Çünkü bu formülasyonlar nitelik belirleyicileridir. Bir baþka deyiþle Marksist formüller, belli bir tahlilin birkaç kelime ile soyutlanmalarýdýr. Ve bu birkaç kelimelik soyutlama, bütün bir
stratejik görüþü ifade eder.”37 (Mahir Çayan)
Halk Savaþý çizgisi, kýrlarý ve þehirleri diyalektik bir bütün
olarak ele alan ve her iki alanda da savaþýlan bir mücadelenin çizgisidir. Ancak uzun dönemli olarak, yani devrim sürecinin bütünü açýsýndan (stratejik) kýrlar temeldir ve þehirler kýrlara tabidir, talidir. Kýr ve þehrin bu konuþ tarzý, çoðu zaman kelime yorumuna tabi tutularak mekanik biçimde yorumlanmaktadýr.
Temel-tali iliþkisi diyalektik bir iliþkidir ve bir bütün oluþturur. Devrim sürecinin bazý dönemlerinde þehirler ön plana geçebilir, yani
bazý dönemler temel haline gelebilir. Ancak bu sürecin bütünü
açýsýndan temeldir anlamýna gelmez. Bilinçli ve örgütlü bir mücadele geleneðinin olmadýðý ülkemizde mevcut olan kavram kargaþasý bu diyalektik iliþkinin karýþtýrýlmasýna yol açmaktadýr. Öyle
ki, kimileri “madem iliþki diyalektiktir, öyle ise somut durumlara
göre temel-tali iliþkisi deðiþecektir” diyerek, planlý, programlý ve
örgütlü bir mücadelenin yerine, kendiliðindenciliði koyabilmektedirler. Sözcüðün tam anlamýyla, iflah olmaz amatörlerin anlayýþý
olan bu deðerlendirme, gerçek bir savaþ bilincine ya da deneyimine sahip olunmamasýyla çakýþýr.
Bir savaþ –devrimci olsun olmasýn– iki silahlý gücün karþýlýklý
hareketidir. Ve her silahlý güç, savaþýn kurallarýna baðlý olarak, düþman gücünü nasýl yenebileceðini planlar ve buna uygun harekâtlar düzenler, manevralar yapar, güçlerini mevzilendirir vb. Savaþýn
ciddi bir iþ, bir sanat olduðunu kavrayamamýþ bireylerin her akýl
yürütmesi, kaçýnýlmaz olarak savaþ gerçeði ile çatýþacaktýr. Hiçbir
37
130
Mahir Çayan, Devrimde Sýnýflarýn Mevzilenmesi.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ciddi ve gerçek siyasal örgüt, belli bir komuta merkezi olmadan
var olamaz ve bu komuta merkezinin saptadýðý plan ve program
olmadan var olamaz ve amacýna ulaþamaz. Eðer bir yerde plan
ve programdan (genel olarak devrim teorisinden) söz ediliyorsa,
orada, örgütsüz deðil, örgütlü bir mücadele; kendiliðindencilik
deðil, bilinçli eylem söz konusudur. Burada da, sürecin bütünü
açýsýndan, temel-tali, birincil-ikincil durumlar, görevler, güçler, mücadeleler vb. olacaktýr. Bu devrimci mücadelenin ABC’sidir.
Halk Savaþýný yürütecek örgüt, bunun planlarýný yapmadan
savaþa giremez ve zafere ulaþamaz. Bu da uzun vadeli olarak görevleri, hedefleri saptamak, buna yönelik güçlerin düzenlenmesini
gerçekleþtirmek (mevzilenme) demektir. Bunlar, “her mücadele
biçimi gerektiðinde kullanýlýr” ya da “hiçbir mücadele biçimi ilke
olarak reddedilmez” türünden soyutlamalardan ve oportünist manevralardan farklýdýr. Gerçek bir savaþ örgütü, hiçbir devrimci mücadele biçimini ilke olarak da, somut olarak da reddetmez, ama
ciddi bir savaþ örgütü, hangi mücadele biçiminin ne zaman, nerede ve nasýl kullanýlacaðýný saptayan ve buna göre savaþan
örgüttür. Ayný biçimde Halk Savaþýnda kýr ve þehrin birlikte ve birleþik olarak ele alýndýðýný yinelemek yeterli deðildir; sorun, kýr ve
þehrin diyalektik bütünlüðü içinde, temel güçlerimizi nerede toplayacaðýmýzý, düþmanla temel olarak nerede savaþa giriþeceðimizi
ve onlara temel darbemizi nerede vuracaðýmýzý saptamaktýr. Ýþte
bunlar “kýrlar temeldir” formülasyonu ile, belli bir çözümlemeye
ulaþmýþtýr.
“Emperyalizmin iþgalinin varlýðý bizzat karþý tarafýn
zora baþvurmasý demektir. Karþý taraf zora baþvurduðu
için, devrimci temel politika, askeri mücadeleyi esas alýr.
Sýnýflarýn eyleme sokuluþu ve mücadele alanlarýnýn seçiliþi bu politikanýn ýþýðý altýnda olur.
“Halk Savaþý politikleþmiþ bir askeri savaþtýr. Yani,
sosyalistlerin Halk Savaþýndaki temel mücadele metodlarý askeri savaþ metodudur. Bu savaþ klâsik savaþ metoduyla deðil, politikleþmiþ askeri savaþ metoduyla yürütülür. Bu savaþta, bütün demokratik ve ekonomik amaçlý hareketler, kitle gösterileri, vs. bu politikleþmiþ askeri
mücadeleye tabidir. Çalýþma tarzýnda, devrimcileri revizyonist ve oportünistlerden ayýran temel kriter bu-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
131
dur.”38 (Mahir Çayan)
Bu devrimci tesbitlerden çýkan sonuç, stratejik olarak, kýrlarýn temel olacaðýdýr. Bu tespit, her çeþit revizyonizm ve oportünizmin þiddetle karþý çýktýðý bir tesbittir. Onlar, sorunun bu çözümleniþine, “herþeye namlunun ucundan bakýldýðýný” ileri sürerek karþý çýkarlar. Onlara göre, silahlý savaþ, teknik ve taktik bir
sorundur. Bunlarýn bu deðerlendirmeleri, teslimiyetçiliðe ideolojik kýlýf geçirmekten baþka birþey deðildir.
Savaþý ve silahlý güçlerin örgütlenmesini teknik ve taktik bir
sorun olarak görmek, düþmanýn zor güçlerinin niteliðini ve amacýný hiç dikkate almamakla eþdeðerdir. Emperyalizm ve oligarþi,
siyasal zoru kullanarak, halk kitlelerini baský altýnda tutmakta ve
kendi düzenlerine karþý hareketleri bu zor ile yok etmektedir. Bu
siyasal zor, hiçbir biçimde, konjonktürel deðildir ve bu nedenle
de taktik nitelik taþýmaz. Bu siyasal zor uygulamasý, egemen sýnýflarýn baský aygýtýnýn (devlet) niteliðinden kaynaklanýr ve özseldir,
süreklidir.
Daha önce, devrimin zorunluluðunu ele alýrken belirttiðimiz
gibi, egemen sýnýflar, egemenliklerini kendiliðinden ve barýþçýl yollarla terk etmezler. Egemenliklerini “normal” yollardan (yasal
biçimler altýnda ve yasalara dayalý olarak) sürdürme olanaðýný yitiren her sömürücü sýnýf, varlýðýný korumak için artan oranda zora,
þiddete baþvurur. Bu, verili bir toplumda egemen sýnýf için bir var
oluþ sorunu olduðundan, hiçbir biçimde geçici ya da taktik bir
sorun deðildir. Buna itiraz olarak tek söylenebilecek þey, ülkemizdeki egemen sýnýflarýn ve emperyalizmin zora, þiddete (çoðu zaman yasal örgüsünden sýyrýlmýþ olarak) baþvurmadýðý olabilir. Bu
ise, uzun boylu deðerlendirmeye gerek göstermeyecek kadar saçma bir iddiadýr ve bu ülkede yaþayan herkes bunu açýkça bilmektedir. Kim ki, silahlý savaþý (bunun politik içeriðini þimdilik bir yana
býrakýyoruz) taktik bir soruna indirgiyorsa, o, düþmana teslim olmaktan, oligarþinin zor güçleri karþýsýnda halk kitlelerini silahsýz
býrakmaktan öte birþey yapmýyor demektir.
Halk Savaþýnda kýrlarýn temel olmasý, diðer alanlarýn ihmal
edilmesi demek deðildir. Þehirler, özellikle büyük kentler ve kasabalar, düþmanýn komuta organlarýnýn, egemenlik ve baský araçla38
132
Mahir Çayan, Devrimde Sýnýflarýn Mevzilenmesi.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rýnýn yoðunlaþtýðý politik, askeri, ekonomik ve kültürel merkezlerdir. Buralarda düþman kýrsal alanlara göre daha güçlü olmakla
birlikte, politik olarak buralarda da zayýftýr. Düþman, uzun dönemde, herþeyden önce kasabalarý (ilçeleri) devrimci savaþa karþý yürüttüðü saldýrgan savaþý için bir artbölge olarak kullanmak durumundadýr. Bu nedenlerle þehirlerdeki devrimci savaþ önemlidir.
(Birleþik devrimci savaþ esprisi)
“Kýrsal alanlarda saðlam mevziler kurmak, kýrsal ve
kentsel bölgelerin her ikisinde de Halk Savaþýný yürütmek, uygun biçimlerde ve üç stratejik alanýn –daðlar,
ovalar ve kasabalarýn– tümünde düþmana karþý saldýrý
hamlelerini geliþtirmek ve birleþtirmek.”39
Giap’ýn bu sözleri, Lenin’in “ciddi olarak savaþ sürdürmek
için, güçlü ve örgütlü bir arka cepheye ihtiyaç vardýr” deðerlendirmesiyle aynýlýk taþýr. Ýþte kýrlarýn temel alýnmasý, bu güçlü arka
cephenin yaratýlmasýna da olanak saðlar. Bu arka cephe, ayný zamanda, iktidarýn parça parça alýnmasý, adým adým zafere ulaþýlmasý demektir. Gerilla üs bölgeleri, kurtarýlmýþ bölgeler Halk
Savaþýnýn arka cepheleridir ve ayný zamanda halk iktidarýnýn oluþturulmaya baþlandýðý ve oluþturulduðu yerlerdir.
Ülkemizde Halk Savaþýna karþý çýkanlarýn bir itiraz noktasý
da burasýdýr. Onlara göre, ülkemizde, Çin ve Vietnam’da olduðu
gibi bir Halk Savaþý verilemez. Çünkü, bu ülkelerde Halk Savaþý,
kurtarýlmýþ bölgelere dayanýlarak yürütülen bir savaþ olmuþtur;
kýsacasý, kurtarýlmýþ bölgeler yaratýlmadan Halk Savaþý verilemez
demektedirler. Onlara göre, ülkemizin somut tarihsel koþullarýnda kurtarýlmýþ bölgelerin yaratýlmasý olanaksýzdýr. Halk Savaþýný
reddedenler içinde az çok ciddiye alýnabilecek bu anlayýþa göre,
“Mao’nun belirttiði gibi” “kýzýl siyasi iktidarýn” (kurtarýlmýþ bölgeler) kurulabilmesi için, ilk þart “beyaz rejimin savaþ içinde olmasý”dýr. Bu ise, güçlü merkezi otoritenin bulunmadýðý ve yerel
devletçiklerin egemen olduðu I. ve II. bunalým dönemindeki sömürge ve yarý-sömürge ülkeleri için geçerlidir. Yine bu anlayýþa
göre, –“Giap’ýn da belirttiði gibi”– kurtarýlmýþ bölgeler yaratýlmasý
(ve kýrlarýn temel olmasý) için, kýrsal alanlarda kendine yeten bir
ekonomi (otarþik yapý) olmasý þarttýr. Aksi halde, bu bölgeler ku39
Giap, National Liberation War in Vietnam, s. 83.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
133
þatma altýnda, açlýkla yok olmak durumunda kalýr. Bu ise, yani
otarþik bir ekonomi sadece feodalizmin egemen olduðu durumlarda görülür ve ülkemizde kapitalizm egemen olduðundan, tüm
otarþik yapýlar yýkýlmýþtýr.
Bu iddia sahipleri ne kadar güvenilmez olursa olsun, yine
de iddialarý özenle ele alýnmalýdýr. Yaþanýlan olaylar, gerçek bir
Halk Savaþýnýn ülkemizde bilinmediðini göstermiþtir. Düþmaný yenmeye cesaret etmek için, onu nasýl yenebileceðimizi bilmek gerekir.
Bu bilgiden yoksun bir cesaret boþtur, kýrýlmaya mahkumdur.
Evet, III. bunalým döneminde yeni-sömürgecilik yöntemlerinin uygulanmasýyla, eski dönemlerin halkýn üzerindeki zayýf
feodal denetimi, yerini çok güçlü oligarþik devlet otoritesine (merkezi otorite) býrakmýþtýr. Þehirleþme, haberleþme ve ulaþým çok
geliþmiþ ve ülkeyi bir að gibi sarmýþtýr. Bu yüzden, halk kitlelerinin
tepkileri açýk halde bulunduðu dönemde, I. ve II. bunalým döneminde olduðu gibi yerel feodal devletçikleri yýkarak, buralarda kurtarýlmýþ bölgeler (Mao’nun deyimiyle “kýzýl siyasi iktidar”) yaratýlmasý olanaksýzdýr. Ve gene, kurtarýlmýþ bölgelerin yaþayabilmesi
için Mao’nun öngördüðü “beyaz rejimin”, yani egemen sýnýflarýn
kendi içlerinde savaþmalarý olgusu söz konusu deðildir. (Mao,
daha sonra bu deðerlendirmesini terk ederek, kurtarýlmýþ bölgelerin yaþayabilmesini “devrimci bunalýmýn sürekli derinleþmesi”
koþuluna baðlamýþtýr.) Ama sorun, hiçbir biçimde Mao’nun çözümlemelerini aynen alarak, ülkemizde uygulama sorunu deðildir.
(“Mao Zedung düþüncesi” savunucularýnýn dogmatizmi burada
yatar.) Sorun, bir Halk Savaþýnýn verilmesi zorunlu mudur ve Halk
Savaþý –her savaþ gibi– güçlü ve örgütlü bir arka cephe olmaksýzýn yürütülebilinir mi? sorularýnýn yanýtlanmasýdýr.
Halk Savaþýnýn yürütülebilinmesi için “güçlü ve örgütlü bir
arka cephe” oluþturulmak zorundadýr. Bu arka cephe, düþman
denetiminin kýrýldýðý yerlerde oluþturulabilinir. “Kurtarýlmýþ bölge”
olarak bilinen bu arka cephenin yaratýlmasý kadar, sürekliliðinin
saðlanmasý (korunmasý) ve geliþtirilmesi Halk Savaþýnýn amaçlarý
içine girer. Yani Halk Savaþý çizgisi (ya da stratejisi), Giap’ýn deyiþiyle,
“uzatýlmýþ bir savaþýn stratejisidir. Uzatýlmýþ savaþ, tüm yönleriyle, düþmana karþý sürekli bir saldýrý sürecidir. Düþman, bu sü-reçde, parça parça imha edilir, adým adým geri sürülür, küçük küçük darbelerle yere serilir ve stratejik planlarý teker teker baþarýsýz-
134
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
lýða uðratýlýr.”40 (abç)
Görüldüðü gibi, Halk Savaþý, bir bütün olarak, bir savunma savaþý deðil, saldýrý savaþýdýr. Politik iktidarýn fethine yönelik
bir devrimci hareketin niteliði baþka türlü olamaz. Savunma, ancak ve ancak, ele geçirilmiþ bir politik iktidar söz konusu olduðunda stratejinin temelini oluþturabilir. Bunun kurtarýlmýþ bölgeler açýsýndan anlamý ise, bu bölgelerin savunmasýnýn, süreç olarak ve
ülke çapýnda düþmana saldýrmakla ve geriletmekle mümkün olacaðýydý. (Kimilerinin “aktif savunma” olarak ifade ettikleri de budur.) Demek ki, kurtarýlmýþ bölgelerin yaþayabilmesinin ilk koþulu,
onunla eþgüdümlü ülke çapýnda bir saldýrý sürecinin var olmasýdýr. Bir baþka deyiþle, kurtarýlmýþ bölge, ülke çapýndaki mücadeleyle savunulabilinir. Bu ise, Giap’ýn belirttiði gibi, bizatihi Halk
Savaþýnýn sürdürülmesi demektir. Sözün özü, Halk Savaþý stratejisi, kurtarýlmýþ bölgelerin yaratýlmasý, korunmasý ve geliþtirilmesini
kapsayan bir stratejidir. Böylece de Halk Savaþýnýn planlanmasý,
yönetilmesi sorunu ile yüzyüze gelinmektedir.
Tüm bunlardan çýkan sonuç ise, kurtarýlmýþ bölgelerin yaþayabilmesinin koþulunun “beyaz rejimin savaþ içinde olmasý” olmadýðýdýr. Kurtarýlmýþ bölgelerin yaþayabilmesinin koþulu, onun bir
saldýrý stratejisi düþüncesinden yola çýkarak, ülke çapýnda savunulmasý olduðudur. Savaþý sürekli geliþtirmek ise, mutlak siyasi
üstünlüðün ele geçirilmiþ olmasýný gerektirir. Bu siyasi üstünlük
var olduðu sürece, savaþýn geliþtirilmesi için gerekli kitle katýlýmý
(insan gücü) var olacaktýr. Bu en açýk biçimde, siyasi gerçekleri
açýklama kampanyasýyla kitlelerin siyasal olarak kazanýlmasý
(bilinçlendirilmesi) ve bilinçlenmiþ kitlelerin örgütlenmesi ve
harekete geçirilmesi demektir.
Gelelim kurtarýlmýþ bölgelerin yaþayabilmesi için otarþik bir
ekonominin var olmasý gerektiði savýna.
Bilindiði gibi, “kendi kendine yeten ekonomi” anlamýna gelen otarþik düzen, feodal ya da yarý-feodal ülke ekonomilerini tanýmlamak için kullanýlan bir kavramdýr. Buna göre, bu ülkelerde
kapitalist pazar oluþmamýþ olduðundan, ticaret fazla geliþmemiþ
ve meta üretimi ve deðiþimi çok sýnýrlýdýr. Her yöre, kendi yaþamýný
yeniden üretmek için gerekli olan ürünleri kendisi üretir. Kulla40
Giap, National Liberation War in Vietnam, s. 92.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
135
nýlan üretim araçlarý ilkeldir ve bu nedenle ürünlerde önemli bir
fazlalýk ortaya çýkmaz. Üretilmeyen ya da özel beceri isteyen çok
az ürün trampa yolu ile elde edilir. Böyle bir düzen (genel olarak
feodalizm) genellikle Avrupa’da “barbar” kavimlerin saldýrýlarý sonucu daðýlan köleci toplumun ürünüdür. Kendine yeten bir ekonomi içinde bulunan topluluklar, bu saldýrýlara karþý pek az ekonomik sýkýntý çekerek varlýklarýný sürdürebilmektedir (kapalý üretim). Bu topluluklar, geniþ kýrsal alanlarda tarýma dayalý bir üretimde bulunurken, karþýlýklý iliþkileri de çok sýnýrlýdýr. Malikaneler
ya da derebey þatolarý bu oluþumun ifadesidir. Daðýnýk bu topluluklar, zamanla bir kentin etrafýnda toplanarak, yerel devletçikler
oluþturmuþlardýr. (Prenslikler) Yerel devletçikler arasýndaki ekonomik iliþkiler ise, ticaret sermayesi tarafýndan kurulur. Ticaret
sermayesinin geliþmesi, “her yerde, deðiþim deðerleri üretimine
doðru bir eðilim yaratmýþ, hacmini artýrmýþ, çeþitlendirmiþ, kozmopolitleþtirmiþ ve parayý, dünya-parasý haline getirmiþtir.”41 Ticaretin bu niteliði, kapitalizmin geliþmesine hizmet etmiþ ve metapazarý oluþturmuþ, yeni meta eþdeðeri ortaya çýkarmýþtýr. Kýsacasý,
ürünleri meta haline dönüþtürmüþtür (pazar için üretim). Artýk
kapalý ekonomiler yýkýlmýþ, kapitalist pazarýn belirlediði bir meta
üretimi egemen olmuþtur. Ulaþým ve haberleþmenin geliþmesi,
en ücra köylere kadar meta ekonomisinin yayýlmasýna yol açmýþtýr.
Genel olarak feodalizme denk düþen otarþik ekonominin
durumu ve daðýlmasý böyledir. Ancak otarþi, bir ekonomik düzendir ve bu da altyapýsýndan üstyapýsýna kadar bir toplumsal
oluþum yaratýr. Yoksa, þu ya da bu nedenle dýþ dünyaya kapalý ya
da dýþ ticareti sýnýrlý bir ülkenin kendi kendine yeter olmasý, baþka
ülkelerden yardým almamasý durumunda da, otarþik ekonomiden söz etmek pekala mümkündür. Bu boyutuyla, günümüzde
emperyalizmden baðýmsýz geliþme içinde bulunan her ülke ekonomisi, otarþik ekonomi olarak ifade edilebilir. Bu nokta da, Halk
Savaþýna karþý çýkýþýn bu biçiminin ardýndaki amaç açýkça ortaya
çýkmaktadýr. Oportünizm, devrim için savaþmaya cesareti olmadýðýndan, otarþik sözcüðünün bu iki farklý kullanýmýný birbirine
karýþtýrmakta ve böylece kurtarýlmýþ bölgelerin yaþayamayacaðýný
ilan etmektedir. Oysa sözcüðün gerçek ve ekonomist anlamý ola41
136
Marks, Kapital, Cilt: III, s. 347.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rak “kendi kendine yeterlilik” ile üretim tarzýna iliþkin olan ve feoda- lizme denk düþen kapalý ekonominin kendi kendine yeterliliði
ka-rýþtýrýlamaz.
III. bunalým döneminde, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, feodal
anlamda bir otarþik düzen ya da ekonomi mevcut deðildir. Ama
gene de, topraðýn doðal niteliðinden kaynaklanan tarýmsal üretimin özellikleri, her zaman kýrsal topluluklarýn kendine yeterli olmasýna olanak saðlar. Bugün tarýmda makina kullanýmý yaygýnlaþmýþ
ve tarým ürünleri, meta olarak pazarda bir baþka meta ile (sanayi
ürünü olanla) deðiþtirilmektedir. Ülkemizde yaygýn olan köylü aile
tipi küçük-üreticiliðe dayanýr. Küçük-üreticilik ise, genellikle kendi ailesinin temel gereksinimlerini –ki bu aðýrlýklý olarak beslenme,
barýnmayý içerir– kendi üretimi ile saðlar ve ürünün bir kýsmýný
pazara götürür. Pazarda sattýðý ürün, ya mevsim koþullarý nedeniyle, ya da aile içi tüketimi kýsarak elde ettiði fazladýr. Kimyasal
girdiler, makine kullanýmý yoluyla küçük-üreticinin elde ettiði
ürün fazlasý, doðrudan þehirlere (pazara) götürüldüðü için kýrsal
alanlarýn dýþýnda bir alaný ilgilendirir. Küçük-üretim, sözcüðün gerçek anlamýnda kendi kendine yeten bir üretimdir. Ülkemizdeki
kýrsal alanlardaki tarýmsal iþletmelerin (köylü ailesi) 1963 yýlýnda %
86,88’i küçük-üreticiydi. Bu oran 1970’de % 87,51 ve 1980’de %
91,88’dir. Son tahlilde, yoksul köylülük ve küçük köylülük olarak
devrimin temel güçlerini oluþturan bu kesimdir. Diyebiliriz ki, yaygýn küçük-meta üretimi, bizim gibi ülkelerde, kýrsal alanlarda yerel
gereksinmeleri doyuran bir ekonomi oluþturmaktadýr ve bu da
kurtarýlmýþ bölgelerin yaþayabilmesi için yeterlidir. Giap’ýn deyiþiyle,
“yerel gereksinmeleri doyuran ekonomi, maddi ve teknik
olarak üstün bir düþmana karþý bir Halk Savaþýný baþlatmak
ve sürdürmek için özellikle elveriþlidir.”42
Tüm bu gerçeklere raðmen, kurtarýlmýþ bölgelerin sanayi
ürünlerine gereksinmesi olacaðý ve sanayinin de þehirlerde merkezileþtiðini söyleyerek, bazý çekinceler ileri sürülebilir. Bu, doðrudan Halk Savaþýnýn çözmekle yükümlü olduðu sorunlardan biri
olarak ele alýndýðý sürece anlaþýlabilir ve tartýþýlabilir bir sorundur.
Tersi bir tutumla, yani Halk Savaþýnýn reddi amacýyla, bu sorunun
ortaya konulmasý, yukardaki gerçeklerden sonra hiçbir deðer
42
Giap, National Liberation War in Vietnam, s. 64.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
137
taþýmaz. Olsa olsa devrimci mücadeleden kaçmanýn, zorluklardan yýlmanýn kýlýfý olabilir. (THKP-C/HDÖ saflarýnda ortaya çýkmýþ
olan II. sað-sapmanýn durumu böyleydi. Bugün modern revizyonizmin saflarýna katýlmýþ olmalarý, amacýn ne olduðunu açýkça
göstermektedir.)
Halk Savaþýnda yalnýzca kurtarýlmýþ bölgelerin, salt ekonomik nedenlerle sanayi ürünlerine gereksinme duyacaðý ileri
sürülemez. Daha önemli gereksinme, yetkin silahlara ve donatýma iliþkindir. Örneðin tarýmsal makinalar için gerekli mazot, benzin, yedek parça vb. gereksinmesinin þehirlere baðlýlýk yarattýðý ve
bu nedenle de kurtarýlmýþ bölgenin yaþayamayacaðýný söylemek,
silah sanayine sahip olmayan bir ülkenin savaþamayacaðýný söylemekle özdeþtir. Salt, mazot, benzin vb. gereksinmelerden yola
çýktýðýmýzda bile, halk ordusunun savaþ için bunlara –ekonomik
nedenlerin gerektireceðinden kat kat fazla olarak– gereksinmesi
olacaktýr, ama bu gereksinme savaþmamanýn ya da Halk Savaþýnýn
reddedilmesinin gerekçesi olamaz. Halk Savaþý stratejisinin özü,
maddi ve teknik olarak güçlü düþmana karþý savaþmak ve zafere ulaþmaktýr. Traktörler için mazotun vb. kýrsal alanlarda olmadýðýný ileri sürerek Halk Savaþýndan yan çizen zihniyet, mazot
olmadan askeri araçlarýn, tanklarýn vb. çalýþamayacaðýný ileri sürmeyecek kadar da bilinçli bir oportünist zihniyettir. Çünkü onlar,
bu askeri araçlarýn, savaþta, ne zaman ve nasýl kullanýlacaðýný çok
iyi bildikleri gibi, kýrsal alanlardaki kurtarýlmýþ bölgelere dayanarak
zafere ulaþan Vietnam Halk Savaþýný da iyi bilmektedirler. Ve gene
bilirler ki, mazottan önce halk ordusunun bu askeri araçlara, tanklara sahip olmasý gerekir. Ama, deðil kýrsal alanlarýn, ülkemizde
oligarþinin bile bu askeri donaným için dýþa baðýmlý olduðunu,
yani kendi kendine yeter olmadýðýný ve bunun da feodalizmle hiçbir alakasý olmadýðýný onlar çok iyi bildiklerinden, bunlardan söz
etmezler. Bu oportünistler, þehirlerde ayaklanmayla iktidar fethedilse bile, bu askeri araçlarýn dýþardan ya da düþmandan alýnmasý
gerektiðini ve mazot vb. gereksinmelerin karþýlanmasýnýn dýþarýya
baðýmlý olduðunu da bildiklerinden, bunlardan söz etmek ve sorunu çözmek yerine, traktörlerden, traktörün mazotundan söz etmeyi ve sorunun çözümünden kaçmayý yeðlerler.
Görüldüðü gibi, bizim gibi III. bunalým dönemi geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, kurtarýlmýþ bölgelerin yaþayamayacaðýný ve bu
138
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
nedenle Halk Savaþýnýn yanlýþ ve geçersiz olduðunu iddia edenler,
tümüyle devrimin olanaksýzlýðýný ileri sürmekten baþka birþey
yapmamaktadýrlar. Çünkü, Halk Savaþýný reddetmek için ileri sürdükleri her þey, þehirleri temel alan ve silahlý ayaklanma stratejisini
savunanlarýn baþarýya ulaþma olanaðýný ortadan kaldýracak niteliktedir de. Tek farkla ki, kuþatýlmýþ ve “kurtarýlmýþ” kentler açlýk
tehlikesiyle yüzyüze kalabilirken, kuþatýlmýþ kýrlar için bu tehlike
yoktur. (Kurtarýlmýþ bölgelerin, sanayi ürünlerine gereksinme duysa da yaþayabileceðinin en son örneði El Salvador’dur. 1981’den
bu yana kýrsal alanlardaki –ülkenin 1/3’ünde– kurtarýlmýþ bölgeler
FMLN yönetiminde varlýklarýný sürdürmektedir).
Buraya kadar, kurtarýlmýþ bölgelerin nasýl yaþayabileceðini,
bir bakýma Halk Savaþýnýn nasýl sürdürüleceðini gördük. Þimdi,
bu bölgelerin nasýl yaratýlacaðý sorusunu yanýtlayabiliriz. Bu ayný
zamanda, Halk Savaþýnýn nasýl baþlatýlacaðý demektir.
Bu sorun, doðrudan doðruya somut tarihsel koþullara baðlýdýr. Ve bu konularýn doðru deðerlendirilmesiyle çözümlenebilir.
“II. yeniden paylaþým savaþýndan önce, emperyalist
istismar metodu sonucu, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde,
emperyalizmin müttefiki yerli egemen sýnýf feodalizmdi.
(Komprador-burjuvazi emperyalizmin uzantýsýndan baþka birþey deðildir.) ... Emperyalist kontrol ve fiili durum,
genellikle kýyý bölgelerinde, limanlarda, stratejik yerlerde ve ana haberleþme merkezlerindeydi. Merkezi otorite çok zayýftý. Ülkenin ve nüfusun 3/4’ü, kendi aralarýnda da çeliþkileri olan zayýf feodal mahalli devletçiklerin kontrolü altýndaydý. Þehirleþme, ulaþým, haberleþme,
kapitalizm egemen olmadýðýndan zayýftý. Ülke için emperyalizm dýþsal bir olgu, toplumsal süreç de feodal
bir süreçti. Bu yüzden ülkedeki baþ çeliþki, ülkenin ve
nüfusun 3/4’ünü kontrol altýnda tutan zayýf feodal birimler ile yarý-serf durumunda olan köylüler arasýndaydý. (Demokratik mücadele) Köylülerin spontane mücadele ve patlamalarýný örgütleyip, onlara proleter
devrimci bilinci götürerek, proletarya partisinin yönetiminde kurulan köylü ordusu ile zayýf mahalli feodal otoritelerin güçlerini kýrarak üs bölgeleri kurmaya baþlayýp, ülkeyi yavaþ yavaþ denetim altýna almaya
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
139
baþladýklarý evrede, emperyalizm, kendi sömürüsünü
korumak için, ülkeyi bütün olarak iþgal ediyordu. O zaman, ülkenin baþ çeliþkisi emperyalizm ve bir avuç hainin dýþýnda bütün ulus arasýnda olmaktaydý. (Milli mücadele) Ýç savaþ döneminde savaþ, genellikle sýnýfsal
þiarlarla ve sýnýfsal planda yürürken, devrimci milli savaþ
evresinde savaþ, ulusal planda ve ulusal þiarlarla yürümektedir.”43 (abç) (Mahir Çayan)
Bu deðerlendirmeden de anlaþýlacaðý gibi, emperyalizmin
I. ve II. bunalým döneminde, emperyalist hegemonya altýnda olan
ülkelerdeki en önemli olgular, zayýf merkezi otorite, emperyalizmin açýk iþgali ve kitlelerin –özellikle köylülerin– spontane (kendiliðindengelme) mücadele ve patlamalarýdýr. Bu dönemde Halk
Savaþýnýn örgütlenmesi ve kurtarýlmýþ bölgelerin yaratýlmasýnda,
kitlelerin kendiliðindengelme patlamalarý ve isyanlarýnýn örgütlenmesi esastýr. Kitleler, proletarya partisinin önderliðinde ve ulusal
kurtuluþ cephesi içinde büyük birimler halinde örgütlenir. Mücadelenin ilk evresinden itibaren kitlelerin büyük birimler halinde
örgütlenmesi, devrimci çalýþmanýn temelini oluþturur. Mevcut düzene karþý tepkileri açýk halde bulunan, yani düzene karþý kendiliðindengelme isyanlara baþvuran kitleler, örgütlü bir mücadeleye
sokulduklarýnda, ilk deðiþen, ayaklanmalarýn, bilinçli, örgütlü ve
planlý hale dönüþmesidir. Kýrsal alanlarda baþlatýlan yerel ayaklanmalarla, buralardaki mevcut devlet aygýtý parçalanmakta ve
düþmanýn otoritesi yok edilmektedir. (Kurtarýlmýþ bölgeler) Diyebiliriz ki, I. ve II. bunalým döneminde, kurtarýlmýþ bölgeler, düzene
karþý tepkileri açýk halde bulunan kitlelerin kýrsal ayaklanmalarý
yoluyla yaratýlmaktadýr. Ancak bu ayaklanmalar, proletarya partisinin önderliðinde örgütlenmiþ ve az çok düzenli hale getirilmiþ
bir silahlý gücün hareketine paralel olarak yürütülmektedir. Ýlk
evrede, bu silahlý güç gerilla savaþýný temel alarak, silahlý ayaklanmalarý örgütlemekte ve desteklemektedir. Bu sürecin Vietnam’daki geliþimi çok daha öðreticidir.
Vietnam’da, mevcut düzene karþý tepkileri açýk halde bulunan kitlelerin içine giren proleter devrimciler, bu kitle içinde gizli
siyasi üsler oluþturmuþtur. Yani düzene karþý kendiliðinden (bi43
140
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
linçsiz) baþkaldýran ve baþkaldýrma durumunda olan halk kitleleri- nin siyasal olarak kazanýlmasýyla iþe baþlanýlmýþtýr. Kitle içinde,
devrimcilerin siyasal çalýþmasý belli bir düzeye geldiðinde ise, doðrudan iktidarýn ele geçirilmesi mücadelesine giriþilmiþtir. (Mutlak
siyasi üstünlüðün saðlandýðý koþullar) Siyasal olarak kazanýlmýþ
kitlelerin (gizli siyasi üsler) silahlý mücadeleye sokulmalarý için hazýrlýklar ikinci evreyi oluþturur. Giap’ýn, “gizli silahlý üslerin oluþturulmasý” olarak tanýmladýðý bu evrede, siyasal olarak kazanýlmýþ
kitleler, silahlý mücadeleye uygun biçimde örgütlenir ve eðitilir.
Ýþte bu noktada, partinin örgütlediði ilk gerilla birliði harekete geçirilir. (Açýk savaþa giriþ) Gerilla birliðinin temel görevi, kitleleri artan
oranda devrim saflarýna kazanmak (siyasal) ve gelecekteki silahlý
mücadeleye uygun olarak onlarý örgütlemektir. Ho Chi Minh’in
bu ilk gerilla birliðine verdiði “askeri faaliyetten çok politik eyleme
önem verilmesi” ve “silahlý propagandanýn yürütülmesi” talimatlarý bunu ifade eder. “Gizli silahlý üsler” yakýn zamanda baþlatýlacak
olan silahlý ayaklanmanýn merkezleri ve kurtarýlmýþ bölgelerin temelidir. Gerilla savaþýný yürüten örgütlü silahlý güçlerin desteðinde
baþlatýlan ve gizli silahlý üslerdeki kitlelere dayanan kýsmi ayaklanmalar sonucunda, kurtarýlmýþ bölgeler oluþturulmuþtur. Bu
üçüncü evredir. Bu evrede silahlý ayaklanma ile gerilla savaþý birlikte kullanýlýr. (Giap, bu gerilla savaþýna, örgütlü ve planlý bir savaþ
olduðu için “devrimci savaþ” demektedir.) Vietnam Halk Savaþýn’
da silahlý ayaklanma geçici bir yöntem deðil, devrimci savaþý destekleyen ve onunla birlikte kullanýlan bir yöntemdir (tali).
“Ayaklanma, devrimci savaþýn eylem alanýný geniþletir, onu güçlendirir ve giderek yayýlmasýna yol açar; diðer taraftan savaþ, ayaklanma için koþullarý olgunlaþtýrýr
ve yaygýnlaþmasý için olanak saðlar.”44
Vietnam’daki Halk Savaþý, daha hazýrlýk evresinden itibaren, ülke somutuna iliþkin ayrýntýlý bir planýn hazýrlanmýþ olmasý
gerektiðini açýkça tanýtlamaktadýr. Bu plan doðrultusunda, çizilen rotaya uygun olarak savaþ baþlatýlmýþ ve sürdürülmüþtür. Uzatýlmýþ bir savaþýn stratejisi olarak bu plan, kendi içinde mücadelenin nasýl sürdürüleceði, geliþtirileceði ve zafere ulaþacaðýný belirlerken, somut koþullar ve güçler dengesi sürekli irdelenerek pra44
Giap, National Liberation War in Vietnam, s. 63.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
141
tiðe geçirilmiþtir. Öznel koþullar uygun olduðu anda harekete geçirilen gerilla birliði, silahlý ayaklanmalarýn son hazýrlýklarýný tamamlamýþtýr. Bunlarýn hazýr olduðu saptandýðýnda ise, belirlenen yerlerde –gizli silahlý üslerin olduðu yerler– silahlý ayaklanmalar baþlatýlmýþtýr. Ülkenin kuzey bölgesini temel alan bu ayaklanmalar,
gerilla birliklerinin desteðinde kýrsal alanlarda kurtarýlmýþ bölgelerin oluþmasýný saðlarken, diðer yörelerdeki –bunlar somut olarak
belirlenmiþtir– gerilla üs bölgeleri oluþturulmuþtur. Kuzeydeki
kurtarýlmýþ bölge, Halk Savaþýnýn arka cephesi olarak görev yapmýþtýr. Vietnam’da, diðer bölgelerin ele geçirilmesinde de ayný yol
izlenmiþtir, yani koþullar olgunlaþtýðýnda silahlý ayaklanmalarla birlikte, Halk Ordusunun saldýrýsý baþlatýlmýþ ve yeni kurtarýlmýþ
bölgeler yaratýlmýþtýr. Bu son tahlilde, þehirlerin kýrlardan kuþatýlmasý ve fethidir.
Vietnam Halk Savaþý’nýn kendi somut planlamasý ve somut
geliþiminden yola çýkarak, onun genel geliþim çizgisini þöyle özetleyebiliriz:
Ülkede halk kitlelerinin mevcut düzene karþý memnuniyetsizlik ve tepkileri açýk haldedir. Bu nesnel koþullar altýnda, parti
bu tepkileri örgütlemeye giriþir. Kitlelerin siyasal olarak kazanýlmasý, onlara belli bir devrimci programýn ve mücadele yolunun
konulmasý ile bütünleþir. Düþman (emperyalizm ve yerli iþbirlikçileri) nesnel olarak, kitlelerden siyasal olarak tecrit olmuþtur. Sorun
düþmanýn yitirdiði siyasal üstünlüðün devrimciler tarafýndan kazanýlmasýdýr. Böylece kitleler arasýnda gizli siyasi üsler oluþturulur.
Klâsik ve illegal siyasal çalýþma sonucu bireylerin örgütlenmesi
deðildir bu. Bu arada esas olan, kitlelerin büyük birimler halinde
örgütlenmesidir. (Üsler oluþturma esprisi) Ve yine bu kitle örgütlenmesi legal ekonomik ve demokratik örgütlenme de deðildir.
Tersine mevcut iktidarý devirmek ve halk iktidarýný kurmaya yönelik “þiddete dayalý devrim” için yapýlmýþ illegal politik örgütlenmedir. Bu örgütlenmenin önündeki yol “silahlý ayaklanma ve devrimci savaþ”týr. Yani politik örgütlenme, ilk andan itibaren silahlý
mücadeleyi hedef almaktadýr. Ve kitlelerin örgütlenmesi henüz
sovyetler biçiminde deðildir, ama buna yöneliktir.
Gizli siyasi üsler, gerilla birliðinin operasyonlarýna paralel
olarak gizli silahlý üsler haline dönüþtürülür (Gerilla üs bölgeleri). Bu dönüþümün yeterli olduðu saptandýðýnda Halk
142
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Ordusunun –gerilla savaþý temel savaþ biçimidir– askeri harekâtýyla bir- likte baþlatýlan kýsmi silahlý ayaklanmalarla, bu üsler
kurtarýlmýþ bölge haline dönüþtürülür.
Görüldüðü gibi Halk Ordusu, daha ilk gerilla birliði evresinden itibaren, süreçte etkin ve temel güç olarak ortaya çýkmaktadýr.
Ýlk kurtarýlmýþ bölgenin yaratýlmasýyla, daha tam deyiþle, açýk ve
kesin savaþa giriþilmesiyle birlikte Halk Ordusu oluþur. Bu Halk
Ordusu, stratejiye uygun olarak, yani stratejinin öngördüðü görevleri yerine getirecek biçimde örgütlenir. Bu da üç ana bölüm
þeklindedir: a) düzenli birlikler; b) bölgesel birlikler; c) yerel birlikler (gerilla ve milis). Bu þekilde örgütlenmiþ bir silahlý güç olmaksýzýn Halk Savaþý verilemez. (Bkz. Giap: Halk Savaþýnýn Askeri Sanatý)
Ýþte Halk Savaþý öz olarak budur.
Þimdi ülkemiz somutuna girebiliriz. Ülkemizde bir Halk Savaþý verilmesi zorunlu mudur? Bir baþka þekilde sorarsak, ülkemiz
devrim sürecinde Halk Savaþý zorunlu bir durak mýdýr? Bu soruya THKP-C/HDÖ olarak yanýtýmýz olumludur. Yukarda ele aldýðýmýz gibi, ülkemizde Halk Savaþýnýn geçersizliðine yol açacak herhangi özel bir durum mevcut deðildir. Ancak böyle bir savaþýn
verilebilmesi için, gerekli öznel koþullar mevcut mudur? Bir baþka
deyiþle, ülkemizde Halk Savaþýný baþlatmaya ve sürdürmeye olanak saðlayacak koþullar mevcut mudur? Eðer deðilse bu nasýl
yaratý- lacaktýr? Ýþte devrimci öncünün yanýtlamasý gereken soru
budur.
Halk Savaþýnýn baþlatýlabilinmesinin nesnel koþulu, ülkede
sürekli bir milli krizin mevcudiyetidir. Ancak sürekli milli kriz
koþullarýnda Halk Savaþý verilebilinir. Bu ise, yönetenlerin eskisi
gibi yönetemediði ve yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediði koþullarýn mevcuduyeti demektir. Bunun diðer bir ifadesi,
kitlelerin mevcut düzene karþý memnuniyetsizlik ve tepkilerinin mevcut olmasýdýr. Ancak milli krizin varlýðý salt bunla sýnýrlý
deðildir. Ayrýca “bir barýþ zamanýnda sömürülmelerine sessizce
katlanan, fakat ortalýk karýþtýðýnda, hem buhranýn bütün hal ve
þartlarý yüzünden, hem de bizzat üsttekiler tarafýndan kendiliðinden tarihi eyleme itilen kitlelerin faaliyetlerinin önemli ölçüde
artmasý” gerekir. Diðer bir deyiþle, halk kitlelerinin tepkileri açýk
halde olmasý gerekir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
143
Halk Savaþýnýn baþlatýlabilmesi için gerekli öznel koþullar
ise, devrimcilerin mutlak siyasi üstünlüðü saðlamýþ olmasý ve Halk
Savaþýna uygun bir silahlý gücün mevcudiyetidir. Bir baþka deyiþle,
halk kitlelerinin siyasi olarak kazanýlmasý (bilinçlendirme), silahlý
savaþa uygun olarak örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi gereklidir. (Kitlelerin tepkilerinin kanalize edilmesi esprisi).
III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki deðiþimler ve geliþmeler sonucunda oluþturulan suni denge, halk
kitlelerinin düzene karþý memnuniyetsizlik ve tepkilerinin açýk hale
gelmesinin engellenmesi demektir. Yani III. bunalým döneminde,
bu ülkelerde kitlelerin kendiliðindengelme isyanlarý ve patlamalarý söz konusu deðildir; halkýn tepkileri ile oligarþi arasýnda suni
bir denge kurulmuþtur. Bu nedenle Halk Savaþý, I. ve II. bunalým
döneminde olduðu gibi baþlatýlamaz. Oligarþinin siyasal zoru ile
sürdürülen suni dengenin bozulmasý þarttýr. Bu ise, gerekli nesnel
koþullarýn olgunlaþtýrýlmasý demektir.
Genel olarak III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde meydana gelen geliþmeleri daha önce görmüþtük. Bunlarý
þu þekilde özetleyebiliriz:
1) Bu dönemde, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde kapitalizm egemen unsur haline gelmiþtir, ama bu kapitalizm kendi iç dinamiði ile geliþmediðinden çarpýktýr, dýþ
dinamikle (emperyalizm) “yukardan aþaðý” geliþtirilmiþtir ve bu dinamiðin taleplerine göre biçimlenmiþtir.
2) Çarpýk kapitalizm ülke içinde þehirleþmenin, haberleþmenin ve ulaþýmýn geliþmesine paralel olarak
geliþmiþ ve bunlarý daha da yaygýnlaþtýrmýþtýr.
3) Bu ülkelerde güçlü merkezi otorite oluþturulmuþtur.
4) Emperyalist iþgal gizlenmiþtir.
Bu olgular, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki mevcut çeliþkileri
derinleþtirdiði gibi, yeni çeliþkilerin geliþmesine de yol açmýþtýr.
Ülke altyapýsýndan üstyapýsýna kadar tam bir bunalým içindedir.
Ancak bu bunalým tam anlamýyla olgun deðildir. Yani III. bunalým döneminde de, bu ülkelerde milli kriz, tam anlamýyla olgun olmasa da, sürekli mevcuttur. Bu ise, yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri ve yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemedikleri
demektir. Bir baþka deyiþle, geniþ halk kitlelerinin mevcut düzene
144
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
karþý tepkileri mevcuttur ve bu tepkilerini ortaya koymak koþullarý içinde bulunmaktadýrlar. Ülkedeki ekonomik, toplumsal
ve siyasal bunalým, her zaman halk kitlelerinde düzenin deðiþmesi
talebini yaratmakta ve onlarý bu talep doðrultusunda mücadeleye (genellikle bilinçsiz) yöneltmektedir. Diyebiliriz ki, ülkede “kitlelerin faaliyetlerinin önemli ölçüde artmasýnýn” nesnel koþullarý
mevcuttur, ama bu, siyasal zor ile engellenmektedir. (Kitlelerin
tepkilerinin pasifize edilmesi ve suni dengenin kurulmasý). Bu
engel ortadan kaldýrýlmadan –ki yapay bir engeldir– Halk Savaþý
baþlatýlamaz.
Ýþte III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde Halk
Savaþýnýn verilebilmesi için gerekli koþullarý yaratmak amacýyla
yürütülen mücadeleye Öncü Savaþý adý verilir. Kýsacasý Öncü Savaþýnýn amacý, Halk Savaþýnýn verilebilmesi için gerekli koþullarý
yaratmaktýr. Bu ise, suni dengeyi bozarak milli krizi derinleþtirmek
ve halk kitlelerini bilinçlendirip örgütlemek demektir. Bundan sonra sorun, bu amaca ulaþmak için kullanýlacak araçlar ve verilmesi
zorunlu mücadeleleri saptamaktýr. Ama herþeyden önce amaç
açýk ve net biçimde tanýmlanmalýdýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
145
ÖNCÜ SAVAÞI
Öncü Savaþý, en kýsa tanýmýyla, III. bunalým döneminde
geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, bu dönemin ve ülkenin özelliklerine uygun olarak Halk Savaþýný baþlatmak amacýyla, silahlý
propagandayý temel, diðer ekonomik, demokratik ve politik
mücadele biçimlerini tali olarak ele alan halkýn devrimci öncülerinin (Parti ve Cephe kadrolarýnýn) yürüttüðü mücadeledir.
Bu nedenle Öncü Savaþý, anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrim
sürecinde, Halk Savaþý gibi, stratejik nitelikte bir aþamadýr ve baþarýsý
stratejik sonuçlar doðurur.
Halk Savaþýný baþlatmak amacýna yönelik tüm faaliyetlerin
Öncü Savaþýnýn kapsamýný belirlemesi, çok yönlü bir mücadele
yürütülmesi demektir. Bu öylesine bir mücadeledir ki, temelini
Halk Savaþýnýn kitlesel ve örgütsel koþullarýný yaratmak oluþturur
ve diðer amaçlar buna tabidir. Öncü Savaþýný niteleyen ikinci özellik, bu amaçlara ulaþmada kullanýlan temel araca iliþkindir. Bu da
silahlý propagandadýr. Böylece temel açýsýndan, amaç-araç uyu-
146
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mu ortaya çýkar. Silahlý propagandanýn hedefleri, bu durumda,
Halk Savaþýnýn baþlatýlmasýnýn koþullarýný yaratmak olarak belirginleþir. Ama bu hedef, ayný zamanda tali mücadele biçimlerinin
de hedefini oluþturur.
Öncü Savaþýnýn amacý, suni dengeyi bozmak ve halk kitlelerini bilinçlendirmek, örgütlemek ve harekete geçirmek olarak
da ifade edilebilir. Burada örgütlenmenin ve harekete geçirmenin
biçimini belirliyen Halk Savaþýdýr. Yani Öncü Savaþýndaki örgütlenme, Halk Savaþýnýn yürütülmesine uygun örgütlenmeye temel
oluþturacak ve bu örgütlenmeye kitlesel düzeyde geçiþi saðlayacak biçimde olmak zorundadýr. Halk kitlelerinin siyasal olarak
kazanýldýðý koþullarda (tepkileri açýktýr) yürütülecek Halk Savaþý
için silahlý dev-rimci güçlerin üç ana bölümde örgütlenmesinin
gerekli olduðunu daha önce gördük. Öncü Savaþý, bu üç ana bölüm içinde bir silahlý gücün oluþturulmasýna yönelmek zorundadýr.
Bir baþka deyiþle, Öncü Savaþýndaki örgütlenme bu üç birliðin çekirdeði (nüvesi) olmak durumundadýr. Gene ayný biçimde Öncü
Savaþýnýn yoðunlaþtýrýlacaðý alanlar (ki bunu gerilla savaþýnýn operasyon alaný olarak tanýmlýyoruz), gelecekteki (Halk Savaþýndaki)
kurtarýlmýþ bölgelerin ve gerilla üs bölgelerinin oluþturulacaðý alanlar olmak zorundadýr.
Öncü Savaþýnýn amaçlarýnýn belirleniþi, baþlangýçtan itibaren örgütün mevzilenmesinin (stratejik) nerede ve nasýl yapýlacaðýný belirler. Öncü Savaþýnda doðru bir mevzilenme yapýlabilinmesi, demek ki, ülke somutuna iliþkin ayrýntýlý bir tahlili gerekli kýlmaktadýr. Bir baþka deyiþle, Öncü Savaþýnda “nerede olanak varsa orada örgütlenilir” ya da “nerede somut hedef varsa orada
eylem yapýlýr” demek tam bir kendiliðindenciliktir. Bilinçli ve örgütlü bir mücadele süreci olarak Öncü Savaþý, baþlangýçtan
itibaren belirli hedeflere yönelik olarak planlanýr, örgütlenir
ve yürütülür.
Öncü Savaþý, bir yandan suni dengeyi bozma yönünde, yani bozma temelinde yürütülürken, diðer yandan kitleleri bilinçlendirme ve örgütleme çalýþmasý olarak yürütülür. Bu iki amaç birbirine baðlýdýr, ama yine de kendilerine özgü yanlar taþýrlar. Suni
dengeyi bozma amacý, suni dengenin kurulmasýný, korunmasýný
ve pekiþtirilmesini saðlayan koþullarýn ortadan kaldýrýlmasý ve bunun için kullanýlan güçlerin iþlemez hale getirilmesi olarak be-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
147
lirginleþir. Suni dengenin oligarþinin siyasal zoruna dayanmasý nedeniyle, Öncü Savaþý, oligarþinin siyasal zorunu iþlemez hale getirmeyi amaçlar, ama þu ya da bu biçimde deðil, suni dengeyi korumak, sürdürmek ve pekiþtirmek amacýyla kullanýlan siyasal
zorun etkisizleþtirilmesi, iþlemez hale getirilmesi, söz konusudur. Yoksa oligarþinin siyasal zorunu (somut ifadesi olarak tüm
zor güçlerini) bütün olarak ortadan kaldýrmak ya da etkisizleþtirmek Öncü Savaþýnýn amacý olamaz; bu amaç doðrudan Halk Savaþýnýn kapsamýna girer.
Demek ki, Öncü Savaþý aþamasýnda oligarþinin siyasal zorunu ortadan kaldýrmak söz konusu deðildir. Bu evrede bu zorun
belli bir amaçla (suni denge) sýnýrlý kullanýmýný etkisizleþtirmek
amaçlanýr.
Suni denge, siyasal zorla, yani oligarþinin silahlý güçleriyle
toplumsal dengesizliðin düzenlenmesi olduðu gerçeði, ilk görevin
bu güçlerin bu amaçla kullanýmýný engellemek olduðunu tanýtlar.
Bu yüzden Öncü Savaþýnda oligarþinin zor güçlerinin (resmi ve
sivil) faaliyetine özel önem verilir. Oligarþi kuvvetini kullanmamak
için gösterirken, bir bakýma “kuvvet gösterisi” yaparak “yenilmez
ve karþý konulmaz” bir güç olduðunu halk kitlelerinin kafalarýna,
sabit bir fikir olarak yerleþtirmeyi amaçlar. Bu durumda Öncü
Sava-þýný yürüten örgüt, kuvvetini göstermek için kullanmak
zorundadýr. Bu, devrimci örgütün “kitlelere hakim sýnýflarýn baský
örgütünün yüzyýllardýr kafalarýnda þekillendiði gibi olmadýðýný, aslýnda çürük ve kof olduðunu, onun bütün gücünün yaygara, gözdaðý ve demagojiden ibaret olduðunu askeri eylemleriyle” göstermesi demektir. (Kuvvet gösterisi) Bu da herþeyden
önce silahlý devrimci örgütün önemli bir güç olduðunun, yenilmez ve yok edilemez olduðunun gösterilmesi demektir. Bir baþka
deyiþle, devrimci öncünün, mücadelesini (politikleþmiþ askeri
savaþý) sürekli hale getirmesi ve sürdürmesi gereklidir. Bunun
yolu ise, öncünün bir dizi askeri zaferidir.
“Evet, kitlelere, oligarþiye karþý savaþan silahlý devrim
cephesinin güçlü olduðunu göstermemiz, bir bakýma
kuvvet gösterisi yaparak düþmaný yýpratmamýz, moralman çökertmemiz gerekmektedir. Bunun tek yolu öncünün bir dizi askeri zaferleridir. Saðlanan potansiyelin kaybolmamasýnýn, giderek geniþlemesinin tek yolu budur...
148
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Kitle önce silahlý devrim cephesine sempati duyacaktýr.
Ama gözünde büyüttüðü merkezi devlet otoritesinden
dolayý, silahlý devrim cephesinin ezileceði düþüncesi ile
eylemleri tereddüt ve büyük merakla izleyecektir. Gerilla savaþýnýn baþarý ile yürütülmesi üzerine görecektir ki,
silahlý devrim cephesi önemli bir güçtür; yýkýlmaz ve yok
olmaz. O zaman sempatisi güvene dönecektir. Bu ikinci evredir. Güvene dönmesi çoðunluðun desteðinin kazanýlmasý demek deðildir. Ancak gerilla savaþý devamlý
ve istikrarlý kýlýndýktan sonra, güven yavaþ yavaþ desteðe dönecektir.”45 (abç) (Mahir Çayan)
Görüldüðü gibi, oligarþinin siyasal zorunun kadro pasifikasyonu yönünde kullanýmýnýn engellenmesi gerilla savaþýnýn “devamlý ve istikrarlý” hale getirilmesiyle sýký sýkýya baðlýdýr. Bu nedenle de suni dengenin bozulmasýnda birincil dereceden önem taþýr.
Gerilla savaþýnýn devamlý ve istikrarlý kýlýnmasý, kitleler açýsýndan
siyasal ve askeri bir gücün varlýðý demektir. Böylece sürekli ve istikrarlý kýlýnan gerilla savaþý, halk kitlelerine “þikayetlerini iletecekleri” ve iletmelerine deðecek bir güç, bir “kürsü” saðlayacaktýr.
Lenin’in halk kitleleri arasýnda siyasi gerçekleri açýklama (teþhir)
tutkusunun yaratýlmasý için öngördüðü “kürsü” iþte böyle saðlanýr.
Bilindiði gibi Lenin, “Ne Yapmalý?”da kitlelerin bilinçlendirilmesi için geniþ bir siyasi gerçekleri açýklama kampanyasýnýn
yürütülmesi gerektiðini belirtir. Yani, kitlelere mevcut düzenin –
Lenin’in deyiþiyle otokrasinin– siyasal niteliðini göstermek zorunludur. Kitleler, ancak bu yolla siyasal olarak kazanýlabilinir. Ama
siyasi gerçekleri açýklama (teþhir), yalnýzca devrimci öncünün yürüteceði bir faaliyet deðildir, siyasal teþhir halk kitlelerinin katýlýmýyla bir kampanya haline dönüþtürülerek yürütülür. Bu ise, kitlelerin tüm þikayet ve taleplerini bize, yani devrimci öncüye iletmeleri demektir. Lenin, bunun gerçekleþebilmesi için, herþeyden
önce devrimcilerin siyasal bir güç olmalarý ve halk kitlelerine bir
kürsü saðlamasý gerektiðini belirtir. Kitlelerin tüm þikayet ve taleplerini devrimci örgüte iletmeleri, ancak ve ancak bunun bir iþe yaradýðýný görmeleriyle mümkün olacaktýr. Kitlelerin seslerini duyura45
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
149
caklarý bir siyasal kürsü olmadýkça, bunun bir iþe yaramayacaðý
açýktýr. (Ayrýntýlý bilgi için Bkz. Lenin: Ne Yapmalý?)
Gerilla savaþý, ülkemizde halk kitlelerine þikayet ve taleplerini seslendirecekleri (dýþa vuracaklarý) kürsüyü saðlar. Gerilla gücü
politik bir güç olarak ve gerilla savaþý bir “kürsü” olarak ortaya çýkar. Böyle bir güç ve “kürsünün” sürekliliðini saðlamak zorunludur. Halk kitleleri, günlük yaþamlarýnda karþýlaþtýklarý her türlü haksýzlýðý, suistimali, baskýyý, rüþveti, iþkenceyi, zorbalýðý vb. bize iletmelidirler. Ve bu gerçekleþtiði oranda onlarý örgütlemek ve mücadeleye sokmak mümkündür. Bu da gerilla savaþýnýn sürekliliðinin saðlanmasý ve gerilla eylemlerinin zaferi demektir.
Sözün özü, gerilla savaþý siyasi gerçekleri açýklama kampanyasýnýn bir aracý, ama temel aracý olarak kullanýlmasý zorunludur. Bu da iki boyutlu bir mücadele ortaya çýkarýr. Birincisi, doðrudan stratejik hedefin ortaya konulmasý yönünde, örgütlü ve
planlý siyasi gerçekleri açýklama kampanyasýnýn yürütülmesidir.
Yani emperyalizmin ve oligarþinin siyasal teþhir ve tecritine yönelik genel propaganda ve örgütlendirme faaliyeti yürütülür. Ýkinci
olarak, somut koþullarda ortaya çýkan ve halk kitlelerinin bize ilettiði þikayet ve talepleri doðrultusunda mücadele yürütülür. Bu,
kitlelerin doðrudan kendilerinden gelen siyasi teþhir konularýný
kapsar ve taktik eylemleri belirler. Bu ikinci yön birinciye baðlýdýr,
ama burada yapýlacak bir yanlýþlýk kitle kuyrukçuluðuna yol açarak, mücadeleyi kendiliðinden-gelmeciliðe dönüþtürür.
“Kitlelerin ekonomik, demokratik ve siyasal talepleri doðrultusunda eylem koymak” olarak bilinen bu ikinci yön, birinci yönden (stratejik) baðýmsýz olarak ele alýnmasý halinde, kitlelerin
taleplerinin devrimci içeriðini saptamak ve stratejik mücadelenin
parçasý olarak yürütmek olanaksýzlaþýr. Söz konusu olan, kitlelerde uyanan siyasal teþhir tutkusu sonucu bize ilettikleri her konuda (þikayet ve talep olarak) devrimci öncünün eylem yapmasý
deðildir. Böyle bir tutum mücadeleyi yerelleþtirir ve kitleleri pasifize eder. Öncü Savaþýný yürüten örgüt baþlangýçta her yere koþmaz, gücünü aþan hareketlerin içine girmez, güçlerini bölmez.
Bu nedenle, baþlangýçta, genel siyasi hedefler somut durumun
öne çýkardýðý taktik hedefler olarak belirdiði ve geliþtiði biçimiyle ele alýnýr. Yani burada önemli olan, herhangi bir siyasi
gerçeði teþhir etmek deðil, genel siyasi hedefle baðlantýsý açýk ve
150
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
görünür olan bir siyasi gerçeði teþhir etmektir. Öncü Savaþýnýn
geliþimine baðlý olarak, bu teþhir kampanyasý geliþtirilir ve yaygýnlaþtýrýlýr. Öncü Savaþýnýn baþlangýcýnda bu kampanyanýn merkezi ve
ülke çapýnda yürütülmesi esastýr. Yerel nitelikteki siyasi gerçekleri teþhir edecek bir güç ve yapýya ulaþýldýðýnda ve ulaþýldýðý
oranda, genel ve merkezi hareket ile koordineli olarak yerel
siyasi gerçeklere yönelik gerilla eylemleri gündeme gelir. (Ülkemizde, genellikle, silahlý mücadeleyi benimsemiþ oluþumlar yerel
düzeyde örgütlenerek genele geçtikleri için, bu alanda önemli sapmalar ortaya çýkmýþtýr. Bu açýdan bu son nokta özellikle önemlidir.)
Burada þöyle bir soru akla gelebilir: Acaba kitle içinde, ülke
çapýnda belirtilen biçimde bir kampanyanýn yürütülmesi için gerekli zemin var mýdýr? Yoksa bu zemin belirli yerlerle sýnýrlý olarak
mý mevcuttur? Bir baþka deyiþle “somut hedefler” nerelerde ortaya çýkar?
Siyasi gerçekleri teþhir için ülkenin her yerinde ve her kesiminde uygun zemin ve koþullar mevcuttur. Bu, devrimin nesnel
koþullarýnýn mevcut olmasý, toplumun bir devrime gebe olmasýnýn gerçeðinin ifadesidir. Lenin’in deyiþiyle, kim ki ülke çapýnda ve
kitleler arasýnda böyle bir teþhir kampanyasý için gerekli zeminin
olmadýðýný düþünür, o kiþi hiçbir biçimde kitleleri anlamamýþtýr.
Ülke çapýnda uygun zeminin var olmasý, devrimci pratik için yeterli deðildir. Devrimci öncü, bilinçli ve örgütlü bir güç olarak,
böyle bir zeminde, ama ülke çapýnda bir mücadeleyi yürütmek,
yönetmek ve belli hedeflere yöneltmek görevi ile yüzyüzedir. Bu
ise planlý ve programlý bir mücadele demektir. Devrimci örgütün
görevi mevcut düzenin planlý ve örgütlü olarak yýkýlmasýna yönelik mücadeleyi yürütmektir. Her ne kadar tarihsel olarak, kitlelerin kendiliðindengelme isyanlarý ve mücadelesiyle mevcut düzenin yýkýlmasý büyük bir olasýlýksa da, devrimci öncü ne kadar planlý,
programlý ve örgütlü mücadele ederse, böyle bir tarihsel geliþme
karþýsýnda hazýrlýksýz yakalanmaktan kurtulur ve kendiliðindengelme kitle hareketlerini yönlendirebilir ve yönetebilir. (Bkz. Lenin:
Nereden Baþlamalý?) Bu saptama Öncü Savaþýnýn Halk Savaþýna
dönüþmesi açýsýndan da önemlidir. Suni dengenin bozulmasý kitlelerin tepkilerinin açýða çýkmasýna yol açacaktýr. Bu da kitle hareketlerinin kendiliðinden yükselmesi olasýlýðýný tarihsel olarak
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
151
fazlalaþtýrýr. Kitlelerin öncünün eylemleri sonucu, tepkilerini silahlý
ayaklanmalar ve eylemler olarak dýþa vurmalarý söz konusu olacaktýr. Devrimci öncü, bunlarý baþlangýçtan itibaren denetimli ve
örgütlü olarak yaratmasý olanaksýzdýr. Devrim kitlelerin eseridir ve
onlarýn mücadelesiyle gerçekleþir. Devrimci örgütün görevi, böyle
bir geliþmeyi, en kýsa sürede, bilinçli ve örgütlü hale getirmek,
ona öncülük yapmaktýr (açýða çýkmýþ tepkilerin kanalize edilmesi). Öncü Savaþý aþamasýnda kitleler büyük birimler halinde örgütlenmeyeceði için ve de toplumsal ve siyasal geliþmelerin önceden
pozitif bilimlerin kesinliði ile ölçülüp, saptanamayacaðý için, suni
dengenin bozulduðu koþullarda kitlelerin kendiliðinden hareketleri yükselecek ve yaygýnlaþacaktýr. Devrimci öncü, ne kadar
bu süreci bilinçli ve örgütlü olarak yaratmaya yönelirse, bu geliþme
karþýsýnda, kitle hareketini düzenlemesi ve Halk Savaþý stratejisine
uygun örgütlemesi o kadar mümkün olacaktýr. Bu da devrimci
örgütün, Halk Savaþýna iliþkin bir planý ve savaþýn yürütülmesine
uygun bir yapýlanýþý olduðu oranda baþarýlabilinir. Çekirdek halindeki bu yapý etrafýnda kitleler büyük birimler halinde örgütlenir
ve Halk Savaþý yürütülür. Bu yüzden devrimci öncü, her zaman
ve her yerde planlý, programlý ve örgütlü olarak mücadeleyi
geliþtirmeyi ve yürütmeyi amaçlamalýdýr.
Görüldüðü gibi, siyasi gerçekleri açýklama kampanyasý ile
suni dengeyi koruma ve sürdürme amacýyla kullanýlan oligarþinin
siyasal zoruna karþý alýnacak tavýr birbirleriyle doðrudan baðlantýlýdýr. Oligarþinin bu amaçlý siyasal zor uygulamasýna (doðal olarak
zor güçlerine) yönelik gerilla savaþý genel (stratejik) bir siyasi gerçeðin teþhiri de demektir ve diðer siyasi gerçeklerin teþhiriyle
birlikte ele alýnýr. Buna paralel olarak kitleler bilinçlendirilir ve örgütlenir. Ancak bu ana kadar, gene de temel mücadele biçiminin
dýþýna çýkmýþ deðiliz. Oysa Öncü Savaþý kýr ve þehir, silahlý propaganda ve diðer (ekonomik, demokratik, politik) mücadele biçimlerinin diyalektik bir bütün halinde ele alýnmasýný gerektirir. Bu durumda tali mücadele biçimlerinin yeri ve temel mücadele biçimiyle
iliþkisi ortaya konulmalýdýr. Bunun için de, öncelikle temel mücadele biçiminin açýk ve net bir belirlenmesi zorunludur.
152
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Temel Mücadele Biçimi: Silahlý Propaganda
Öncü Savaþýnda kullanýlacak araçlar amaçlara baðlýdýr.
Amaç suni dengeyi bozarak Halk Savaþýný baþlatmak olduðundan
ve bu amaca ulaþmak için oligarþinin siyasal zoruna karþý mücadele yürütmek gerektiðinden, araç devrimci zor olarak ortaya çýkar.
Devrimci zor temel araçtýr (ama tek araç deðildir). Ýþte, bir zor uygulamasý ya da bir savaþ biçimi olarak gerilla savaþýnýn, devrimci
politik amaçlarla, siyasi gerçekleri açýklama kampanyasýnýn bir aracý olarak ele alýnmasýna, yani politik kitle mücadele biçimi olarak
yürütülmesine silahlý propaganda denir. Silahlý propaganda bir
politik mücadele biçimidir ve her mücadele biçimi gibi kendine
özgü bir mekanizmayý gerektirir. Verili bir evrede temel mücadele
biçiminin kendi mekanizmasý devrimci örgütün karakterini belirler.
“Her mücadele biçimi kendine uygun bir tekniði ve
uygun mekanizmayý gerektirir. Nesnel koþullara göre,
parlamenter mücadele baþlýbaþýna mücadele biçimi haline geldiði zaman, partide kaçýnýlmaz olarak parlamenter mücadele mekanizmasýnýn karakteristik çizgileri
daha güçlü biçimde ortaya çýkar. Buna karþýlýk nesnel
koþullar kitlelerin mücadelesini siyasal grevler ve ayaklanmalar þeklinde ortaya çýkardýðýnda, proletaryanýn partisi, bu mücadele biçimlerine hizmet edecek bir mekanizmaya sahip olmalýdýr. Söylemeye gerek yok ki bu,
parlamenter mekanizmadan farklý olarak biçimlendirilmiþ özel bir mekanizma oluþacaktýr.
Öte yandan, sadece proletarya deðil, her sýnýfýn politik bakýmdan yönetici öncülerinin bileþimi, hem bu sýnýflarýn durumuna baðlý, hem de mücadelenin temel biçimine baðlýdýr.”46
Lenin’in belirttiði gibi temel mücadele biçimi, doðrudan örgütün yapýsýný ve bileþimini belirleyecek kadar önemli sonuçlar
doðurur. Bu yüzden silahlý propagandayý temel alan bir örgüt, bu
mücadele biçimine büyük dikkat ve özen göstermek zorundadýr.
Onun gerektirdiði mekanizma, örgüt içinde aðýr basacaktýr.
46 Lenin, Collected Works, C: 11, s. 351.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
153
“Silahlý propaganda, kýr ve þehir gerilla savaþý ile psikolojik ve yýpratma savaþýný içerir.” Bu onun askeri yönünü tanýmlar ve politik amaca göre belirlenir. Unutulmamasý gereken
en önemli nokta, silahlý propagandanýn politik mücadele biçimi
olmasý ve her politik mücadele biçiminde görülen genel özellikleri de taþýmasýdýr. Bugüne kadar tüm politik mücadelelerde görülen
ortak özelliklerden fazlaca söz edilmemiþtir. Çünkü bu özellikler
genel nitelikte olduðundan, bilindiði varsayýlmýþtýr. Ve sorun silahlý
propagandanýn diðer politik mücadele biçimlerinden farkýný, (ayýrýcý özelliklerini) ortaya koyarken, bu genel özelliklerin ikinci planda
kalmasý kaçýnýlmazdýr. Ama ülkemizdeki pratik ve özellikle pragmatizm, genel özelliklerin vurgulanmasýný kaçýnýlmaz kýlmaktadýr.
Politik mücadele biçimi olarak silahlý propagandanýn kendine özgü tekniðini ve mekanizmasýný doðru kavramak için tüm
politik mücadele biçimleri için geçerli olan genel özellikleri bilmek gerekir.
Bilindiði gibi politik mücadele biçimleri, Marksist-Leninist literatürde çok çeþitlidir. Bu çeþitliliði iki ana baþlýk altýnda toplamak mümkündür: a) silahlý aksiyon ve b) barýþçýl (uzlaþýcý deðil)
biçimler. Ama her politik mücadele biçimi, verili bir evredeki devrimci görevlerin yerine getirilmesinin araçlarýdýr. Bu devrimci
görevlerin baþýnda gelen ve her zaman geçerli olan görev kitleleri
bilinçlendirmek ve örgütlemektir. Politik mücadele biçimlerini, genel olarak, verili bir evrede ve bu evrenin koþullarýna baðlý olarak,
kitleleri bilinçlendirme ve örgütlendirme mücadelesinin sürdürülüþü olarak tanýmlayabiliriz. Bu nedenle sorun, kitlelerin nasýl bilinçlendirileceði ve örgütleneceðidir.
Kitlelerin bilinçlendirilmesi, onlara devrimci siyasi bilincin
iletilmesi demektir. Bu bilinç mevcut düzenin niteliðinin sergilenmesi, deðiþmesinin gerekliliðinin anlatýlmasý ve deðiþimin nasýl
olacaðýnýn ortaya konulmasý ile oluþan bir bilinçtir. Daha tam deyiþle, mevcut düzenin ekonomik, toplumsal, politik, kültürel vb.
her alanda teþhiri, deðiþimin neden zorunlu olduðunun sergilenmesi ve nasýl deðiþeceðinin ortaya konulmasý devrimci örgütün
faaliyetinin temel ve genel içeriðidir. Bu faaliyet, propaganda ve
ajitasyon çalýþmasý olarak da ifade edilebilir. Genellikle bu çalýþma,
ajitatörler ve propagandistler ile yürütülür (sözlü). Bunun yanýnda yayýn yolu ile de yürütülebilinir. Ve tüm bu faaliyetler sonucunda
154
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
bilinçlenen kitleler örgütlenir. Lenin bu durumu, siyasi gazete
temelinde þöyle ifade etmektedir: “Bir gazete yalnýzca kollektif bir
propagandacý ve kollektif bir ajitatör deðil, ayný zamanda kollektif
bir örgütleyicidir.”
Lenin’in bu sözleriyle, propaganda ve ajitasyonun doðrudan örgütlenmeye yönelik olduðu ve örgütlenmeyi saðladýðý iyice
açýða çýkmaktadýr. Lenin, siyasi gazeteyi temel araç olarak ele alýr.
(Biz bu mücadele biçimini klâsik politik kitle mücadele biçimi olarak tanýmlýyoruz.) Burada her mücadele biçiminde görülen genel
özellikler belirginleþmektedir: Ajitasyon, propaganda, siyasi eðitim ve örgütlenme. Ýþte silahlý propaganda da, bir politik mücadele
biçimi olarak, herþeyden önce ajitasyon, propaganda, siyasi eðitim ve örgütlenme faaliyetlerini içerir. Ancak klâsik politik kitle
mücadelesinden farklý olarak, araç, bir siyasi gazete deðil, gerilla
savaþýdýr. Bu, silahlý propagandayý diðer mücadele biçimlerinden
ayýran özelliðidir (karakteristiði). Bu nedenle diyoruz ki, gerilla, kollektif bir ajitatör ve kollektif bir propagandacý olduðu kadar,
kollektif bir örgütleyicidir de. Ýþte ülkemizde revizyonistler ve oportünistler bu gerçeði tahrif ederek, bu genel özellikleri salt siyasi
gazeteye özgüymüþcesine ele almýþlar ve buna baðlý olarak da
silahlý propaganda bir askeri mücadele biçimi gibi sunulmuþtur.
Bu durum somutta, silahlý eylem ile gerilla eyleminin, gerilla eylemi ile silahlý propagandanýn karýþtýrýlmasý þeklindeki yanýlgýlara yol
açmýþtýr. Son tahlilde, tüm sað sapmalarýn çýkýþ noktasý olan bu
karýþýklýk sonucunda, silahlý propaganda politik deðil askeri, kitlevi deðil ferdi bir mücadele olarak tanýtýlmaktadýr. Ve çoðu zaman
devrimci unsurlarýn da, konuyu bu þekilde kavramalarýna neden
olmaktadýr.
Öncü Savaþýný yürüten örgüt için sorun, politik mücadele
biçimi olarak silahlý propagandanýn, genel ve özel nitelikleriyle ve
bütünsel olarak ortaya konulmasýdýr. Revizyonistlerin ve oportünistlerin tahrifatlarý ancak bu yolla önlenebilinir.
Silahlý propaganda, gerilla savaþýný araç olarak ele alan
bir politik mücadele biçimidir. Bu araç, yani gerilla savaþý, yürütüldüðü alana ve koþullara göre iki ana bölüme ayrýlýr: Kýr gerilla
savaþý ve þehir gerilla savaþý. Kýr gerilla savaþý, niteliði gereði açýk
savaþtýr ve bu savaþ hareketli gerilla birliði ya da birliklerince yürütülür. Kýr gerilla savaþýnýn bu özelliði, onu þehir gerilla savaþýndan
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
155
ayýran yanýdýr.
Kýr gerilla savaþý, amiyane bilgiyle bir “vur-kaç” savaþý olarak tanýmlanýr. Ama “vur-kaç” taktiði sanýldýðýnýn aksine, ne kýr
gerilla savaþýna özgüdür, ne de genel olarak gerilla savaþýna. Örneðin, bir hareketli savaþ da “vur-kaç” taktiðini uygular. Biz, bu tür
amiyane bilgiye dayalý günlük dilin sözcükleriyle gerilla savaþýnýn
tanýmlanamayacaðýný söylüyoruz. Gerilla savaþý, kýr ve þehir gerillasý olarak, basit ve yalýn bir “vur-kaç” taktiði deðildir. Gerilla savaþý,
bir bütün olarak bir savaþ biçimidir. Bu savaþ biçimi hem yýpratma iþlevini, hem imha görevini yerine getirebilecek özelliklere
sahiptir. Gerilla savaþý bu çok yönlülüðü ve esnekliðiyle, diðer savaþ
biçimleriyle birlikte ele alýnabilir. Düzenli orduya yardýmcý bir güç
olarak gerilla, düþman mevzilerinin gerisinde yýpratma ve imha
eylemlerini gerçekleþtirir. (Halk Savaþýnda, çoðu zaman, gerilla bu
þekilde tali bir yere sahiptir.) Bizim Öncü Savaþý baðlamýnda ele
aldýðýmýz gerilla savaþý, düzenli halk ordusunun bulunmadýðý ve
halk kitlelerinin savaþa fiilen girmediði koþullarda, emperyalizme
ve oligarþiye karþý ve onlarýn denetiminde bulunan bir arazide (kýr
ya da þehir) yürütülen bir savaþ biçimidir. Bu savaþ, Öncü Savaþýnda gerçek ve sabit bir gerilla üs bölgesi olmaksýzýn yürütülür
ve bu nedenle gerilla gücü sürekli hareket halindedir ve yine
düþmanýn kýrsal alanlardaki güçlerine karþý durabilecek bir güçtür (birlik) (kýrsal alanlarda, bu savaþ gücünü hareketli gerilla
birliði olarak tanýmlýyoruz).
Kýr gerilla savaþý alanýnda Latin-Amerika’da ortaya çýkmýþ
yanlýþ anlayýþlarý ele alarak konuyu biraz açalým. Bu yanlýþ anlayýþlarýn baþýnda “sabit üsler teorisi” gelir. Bu teori, Öncü Savaþý ile
Halk Savaþýný birbirine karýþtýrdýðýndan, kýr gerilla savaþýnýn baþlangýçtan itibaren bir gerilla üssüne, daha tam deyiþle söylersek
gerilla üs bölgesine dayanarak yürütülmesi gerektiðini ileri sürer.
Onlara göre, bu gerilla üssü savaþýn arka cephesi olarak ele alýnýr
ve buna göre örgütlenir. Böylece baþlangýçtan itibaren kitleler
büyük birimler halinde (bölge olarak) örgütlenir. Sonuçta gerilla
savaþý, düþman saldýrýlarýnýn baþlamasýyla birlikte bu kitle örgütlerini, üs bölgelerini korumaya yönelir. Ve doðal olarak iþin baþýnda
yok edilir. Che, devrimcileri bu konuda, “gerillanýn arka cephesi,
onun sýrt çantasýdýr” diyerek uyarmýþtýr. Kýr gerilla savaþýnýn hareketliliðinin bu öne çýkýþý, bir baþka hatalý anlayýþýn geliþmesine de
156
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
yol açmýþtýr. R. Debray’ýn formüle ettiði fokoculuk, Che’nin uyarýsýný yanlýþ deðerlendirerek, kýr gerilla savaþýnýn hiçbir ön hazýrlýk
olmaksýzýn ve ülke çapýnda örgütlü bir yapýya dayanmaksýzýn verilebileceði düþüncesine dayanýr. Bu anlayýþa göre, gerilla, bazý teknik hazýrlýktan (malzeme, silah temini, askeri eðitim, malzeme depolarý ve kýsmi arazi bilgisi gibi) sonra kýrsal alanlarda harekete
geçmelidir. Ülkede milli krizin olgun olduðu düþünüldüðünden
(ya da hiç önemsenmediðinden), gerillaya kýsa sürede büyük güçlerin (kitlelerin) katýlacaðý ve Öncü Savaþýnýn hýzla Halk Savaþýna
dönüþeceði beklenilir. Kaçýnýlmaz olarak bu anlayýþla harekete
geçen gerilla, düþmanýn stratejik ve taktik kuþatmasý ile hareketliliðini yitirir ve sonra da yok edilir. (Burada gerillanýn açýk sýnýra sahip olmasý belli bir avantaj olarak görünse de, uzun dönemli bir
avantaj oluþturmadýðý için önemsizdir.)
Diðer bir hatalý anlayýþ da “gizli silahlý propaganda” adý
verilen yöntemde görülür. Bu anlayýþa göre, 3-5-7 kiþilik küçük
silahlý güçler (gerilla da denilebilinir) kýrsal alanlara daðýlýr ve köylüler arasýnda propagandaya giriþirler. Bu faaliyetin ilk döneminde
silahlar gizlenmiþtir. Köylüler arasýna giren bu unsurlar, bir yandan hasat dönemine kadar köylülerle birlikte çalýþýr ve üretime
katýlýrken, diðer yandan araziyi yakýndan tanýrlar. Zamaný geldiðinde silahlarýný alarak, bu faaliyetle örgütlenen köylüleri de yanlarýna
alarak gerilla savaþýna baþlarlar. Bunlar, merkezi bir örgüte baðlý
olarak gerilla savaþýný yürütse de, eldeki silahlý güç, düþmanýn en
küçük silahlý gücünden zayýftýr ve bu da mekanda güçlerin yoðunlaþtýrýlmasý yoluyla bile giderilemez. Son tahlilde Öncü Savaþý ile
Halk Savaþýnýn bir ve tek olarak ele alýnmasýnýn ve milli krizin olgun halde bulunduðu varsayýmýna dayanan bu anlayýþ, Çin ve
Vietnam Halk Savaþý’ nýn dogmatik ele alýnýþýndan baþka birþey
deðildir. Ülkemizde Ý. Kaypakkaya tarafýndan savunulan bu anlayýþ
pratikte tam bir çýkmaza girmiþ ve gerilla savaþý birkaç muhtarýn
öldürülmesinden öteye geçememiþtir. Genellikle amiyane ve eksik bir stratejik bakýþa dayanan bu anlayýþ, 12 Eylül sonrasýndaki
genel daðýnýklýk ve kargaþa döneminde yeniden canlanma olanaðý bulmuþtur. (Pratikte bu çizgiyi yürütenlerin bunun bilincinde
olup olmamalarý hiç önemli deðildir.) Çokluk 3-5-7 ve bazen 1015 kiþilik silahlý gruplara dayanan bu yol, Öncü Savaþýnýn amaçlarý
yönünde önemli bir etkinlik gösteremeden baþarýsýzlýða uðrar. Çok
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
157
sey- rek olarak ve büyük çabalarla bu silahlý gruplar bir araya
getirilerek 30-40 kiþilik bir güç olarak gerçekleþtirilmiþ birkaç eylem
ise, etkileri ne olursa olsun, bu etkiyi örgütleyemez ve zaman içinde de yarattýðý etkinin altýnda ezilir. Etkinin altýnda ezilirler, çünkü
bu etkiyi yaratan harekât, kitlelerde daha üst eylemlerin yapýlmasý
ve sürdürülmesi beklentisi yaratýr. Silahlý güç savaþý týrmandýrmak
zorunda kalýr, ama etkiyi örgütleyemediði için buna uygun güce
sahip deðildir. Diyebiliriz ki bu çizgiyi izleyenler, ya tekrar küçük
gruplara bölünerek savaþý gerileteceklerdir, ya da gerçek bir gerilla birliðine dönüþeceklerdir. Ancak bu ikinci yola girdiklerinde ise,
sorunlarýn ilk oluþumdan ve o ana kadar tasarladýklarýndan çok
farklý olduðunu, var olan tüm bu planlardan vazgeçilmesi gerektiðini göreceklerdir. Bu þekilde topyekün bir deðiþiklik ise eylemleri
durdurmadan gerçekleþtirilemez.
Kýr gerilla savaþýnýn hareketli gerilla birliði temelinde yürütülmesi, sözcüðün gerçek ve tam anlamýyla silahlý propagandanýn
yürütülmesine olanak tanýr. Hareketli gerilla birliði, gelecekteki Halk
Ordusunun –düzenli ordu– çekirdeði olarak, kendi operasyon
alanýnda propaganda, ajitasyon, siyasi eðitim ve örgütleme faaliyetlerini yürütür. Doðrudan gerillalarca yürütülen bu çalýþmalar
sonucunda gerillaya yeni yeni unsurlar katýlýr. Böylece gerilla birliði geniþler, büyür ve buna paralel olarak operasyon alaný geniþletilir, yeni gerilla cepheleri açýlýr. Bu süreçte temel yönetim ilkesi
stratejik merkezi yönetimdir.
“Stratejide merkezileþme ile taktikde merkezden
uzaklaþma... Baþka bir deyiþle, iradede birlik, uygulamada ise çeþitli yöntemlerin kullanýlmasý, parçalarýn, kendilerine vücut veren bütüne baðýmlý olma hali, ve sonuç olarak, bütünü oluþturan çeþitli bileþenlerin hareketlerinde özerk olmasý durumu. En küçükten en büyüðe doðru geliþen ve sanki kendiliðinden oluþuyormuþ
hissini veren bu süreç ... Böyle bir uygulama, tartýþma
götürmez bir merkezi yönetim sistemini içerdiði için ve
subaylarla birliklere eylem özgürlüðü saðladýðý için yararlýdýr. Merkezi yönetim güçlü olduðu oranda, bu yönetimin baþlangýçta saptadýðý strateji kesinlik ve saðlamlýk
kazanacak, dolayýsýyla çeþitli cephelerin ve birliklerin taktik esnekliði de o ölçüde artacaktýr. Eldeki olanaklarýn
158
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ve adamlarýn tek bir üsde yoðunlaþtýrýlmasý, tek bir askeri doktrinin yaygýnlaþmasýný saðlar ve böylece bütün
militanlar savaþýn ateþinde yoðrulur ... Yine bu yoldan,
subaylar belli bir moral, politik ve askeri eðitimden
geçmiþ olur, zamaný gelince de, gerilla yönetimi, bu subaylara, hareketlerini denetlemeye gerek duymaksýzýn,
bir bölgenin ya da bir cephenin stratejik yönetimini rahatça devredebilirler. Çünkü bütün bu elemanlar ayný
eðitimden geçmiþ olduklarýndan, ortak bir ruh halini,
ortak bir taktik ve ortak bir askeri týrmanma politikasýný
benimsemiþlerdir.”47
Silahlý propagandanýn politik mücadele biçimi olarak kýrsal
alanlarda bu sürdürülüþü, görüldüðü gibi bir yandan politik amaçlarý göz önünde tutarken, öte yandan gerilla savaþýnýn geliþimini
hesaba katar. Bu da savaþýn politikleþmiþ askeri savaþ olmasýndan kaynaklanýr. Kýr gerilla savaþý, halk kitlelerinin tüm þikayet ve
taleplerini doðrudan iletecekleri bir güç oluþturur ve onlara gerçek bir “kürsü” saðlar. Böylece kýr gerilla savaþý, düzene karþý tepkilerini açýða vuran ya da vurmak durumunda bulunan kitlelerin
politik mücadele biçimi haline gelir. Ýþte bunlar Öncü Savaþýnýn
temelini oluþturur.
Ancak silahlý propaganda sadece kýrlara özgü bir mücadele biçimi deðildir. Þehir gerilla savaþý temelinde þehirlerde de silahlý
propaganda yürütülebilinir ve yürütülmesi zorunludur. Bu zorunluluk, askeri nedenlerle olduðu kadar ve hatta bundan daha çok
politik amaçlar açýsýndan da mevcuttur. Ama þehirlerin kendine
özgü koþullarý nedeni ile, buralardaki silahlý propagandanýn mekanizmasý, kýrsal alanlardakinden farklýdýr. Bu farklýlýk, en açýk
biçimde kýr gerilla savaþý ile þehir gerilla savaþý arasýndaki farkda
görülebilinir.
Þehir gerillasý, kýr gerillasýnýn aksine, kitlelerle doðrudan, yani
silahlý bir güç olarak araçsýz temas halinde deðildir. Bu nedenle
kitlelerle temas kurmak ve sürdürmek için yardýmcý araçlara gereksinme duyar. (Bildiri, broþür, bülten, duvar yazýsý, pul, afiþ, pankart, ses aygýtlarý, kitle iletiþim araçlarý gibi.) Bu araçlarýn her birinin kullanýmý bir gerilla eylemi olarak düþünülür ve bu anlayýþla
47
Regis Debray, Che’nin Gerillasý, s. 95-96.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
159
yürütülür. Þehir gerillasýnýn gizliliði ile kýr gerillasýnýn açýklýðý arasýndaki fark net biçimde kavranýlmak zorundadýr. Þehirlerde
yürütülen silahlý propaganda, yukardaki nedenlerden dolayý, etkiyi yaratan güç ile etkiyi örgütleyen gücün göreli bir ayrýþmasýna
yol açar. Bir baþka deyiþle etkinin yaratýlmasýyla etkinin örgütlenmesi arasýnda bir eþ zamanlýlýk söz konusu deðildir.
Ýkinci olarak, koþullar olgunlaþtýðýnda þehir gerillasýna kitlesel katýlým söz konusu olamaz; buna katýlým bireyseldir, kadrosaldýr. Bunun anlamý ise, þehir gerillasýnýn zaman içinde bir halk
ordusuna dönüþemeyeceðidir. Koþullarýn olgunlaþtýðý bir evrede
meydana gelen kitlesel katýlým, þehir gerilla savaþlarý yerine þehir
ayaklanmalarýnýn geçmesine yol açar. Bu yüzden, þehir gerilla savaþý, kendi iç evrimiyle ve koþullarýn þehirlerde olgunlaþmasýyla
kitlesel bir hareketi (silahlý ayaklanma vb.) tek baþýna baþlatýp, yürütemez. Bu, ülke çapýndaki geliþmeye baðlý ve kýr gerillasýna tabi
olarak merkezi devrimci örgüt tarafýndan gerçekleþtirilebilinir. Bu
nedenle de, þehir gerilla savaþý kýr gerillasýna tabidir ve ona göre
biçimlenir. Bunun nasýl olacaðý ise, doðrudan stratejik rota ve stratejik hedef tarafýndan belirlenir.
Þehir gerilla savaþýnýn sýnýrlýlýðýna göre biçimlenen þehir silahlý propagandasý, sýk sýk klâsik kitle mücadele biçiminin yürütüldüðü kanýsýný uyandýrarak sað-pasifist anlayýþlarýn ortaya çýkmasýna
yol açmaktadýr. Bu yanýlsama, tali mücadele biçimlerinin etkiyi
örgütlediði, yani bu biçimlerin örgütleyici olduðu, silahlý propagandanýn böyle bir iþlevi olmadýðý, bu nedenle de silahlý eylemle
özdeþleþtiði þeklinde bir sað-sapma oluþturur. THKP-C’nin tarihinde ilk kez 1971-72’de ortaya çýkan bu sað-sapma, ülkedeki revizyonizmin ve pasifizmin örgüt içindeki bir uzantýsýndan baþka birþey
deðildi. Yýllar boyu görülen çeþitli sað-sapmalarýn, az da olsa, bazý
devrimci unsurlarý etkilemelerinin temelinde bu yanýlsama yatar.
Bu yanýlsama, þehirlerde yürütülen silahlý propagandanýn, herþeyden önce kendine özgü eylem biçimleri oluþturmak zorunda
olduðu ve ülkemizde bugüne kadar görünen biçimlerin geçicilik
alanýný oluþturduðunun anlaþýlmamasý demektir. Oluþturulmasý
gereken biçimlerin ülkemizde bilinmiyor ya da uygulanmamýþ olmasý bu gerçekliði deðiþtirmez. Mücadelenin geliþimine paralel
olarak, bugün için bilinmeyen pek çok yeni eylem türlerinin ortaya çýkmasý, tarihsel olarak kaçýnýlmazdýr. Bugün için þehir gerilla
160
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
savaþýnýn dar boyutlu pratiðinin, þehirlerdeki silahlý propagandanýn diðer (tali) politik mücadele biçimleriyle karýþtýrýlmasýna yol
açtýðý söylenebilir. Þehir gerilla savaþýnýn, Öncü Savaþýnýn baþlangýcýnda yeni biçimler yaratacaðý beklenemeyeceði gibi, savaþýn en
üst ve en sert düzeyden baþlatýlmasý da söz konusu deðildir. Öncü
Savaþýna çeþitli nedenlerle þehir gerillasýyla baþlanýlmýþ olmasý
çeþitliliðin engelidir de. Kýr gerilla savaþýnýn baþlatýlmasýna paralel
olarak geliþtirilecek olan þehir gerilla savaþý, o zaman eylem alanýnýn geniþlemesi, eylem hedeflerinin çoðalmasý ve eylem biçimlerinin çeþitlendirilmesi ile yüzyüze gelir. Ama tüm evrelerde geçerliliðini koruyan þehir gerilla savaþýnýn kendi sýnýrlýlýðýdýr.
Þehir gerillasýnýn bu sýnýrlýlýðýný Brezilyalý bir yazar þöyle özetlemektedir:
“Þehir gerillasý gizliliði yüzünden kitlelerden mahrumdur. Kýrlardaki hareketli stratejik birlik zaman içinde
geliþmek için, mekanda geri çekilebilir, çünkü kýr gerilla
savaþý, gerillalara hareketlilikle savaþ için uygun alan seçme olanaðý saðlayan bir yýpratma savaþýdýr. Diðer taraftan þehir gerilla savaþý ise, sadece ayný operasyonlarý
sürekli yineleyebilir. Gizli bir destek üssünden (apartman vb.) yola çýkarak, tekrar çýktýðý noktaya geri dönerek, ayný hedeflere saldýrýr. Güç toplamada bir etken
olan zaman, kýr gerilla hareketinde yavaþ yavaþ güçler
dengesini deðiþtirmek ve sürekli olarak köylü kitlelerinin bölümler halinde katýlýmýyla bir halk ordusu oluþturmak için yararlanabilirken, þehir gerillasý açýsýndan
ayný etkiye sahip deðildir. Silahlý öncü ile kitleler arasýnda sürekli temas olmadýðýna göre, öncü müfrezenin bir
halk ordusuna dönüþmesi þeklinde bir geliþme þehirlerde olmayacaktýr. Bu demektir ki, þehir gerillasý eylemi
bir kitle mücadelesi deðildir. Þehir öncüsü bu yüzden
bir isyan odaðý, yani devrimci kadrolarýn politik-askeri
öncüsü bir örgütü olmasý imkansýzdýr, uzatýlmýþ savaþ
yoluyla bir ayaklanmaya doðru da geliþemez. Þehir gerilla hareketine katýlým bireysel katýlýmdýr; þehir gerilla hareketi yeni kadrolar gerektirir, kitleler deðil.”48
“Ýkinci olarak, kýr gerilla savaþýnýn aksine, þehir silah-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
161
lý mücadelesi gerilla eylemi ile kitle mücadelesini eþzamanlý olarak gerçekleþtiremez.”49
Burada Latin-Amerika’ya özgü terminolojinin getirdiði farklýlýklarý (örneðin “ayaklanma” kavramýnýn özgün içeriði) bir yana
býrakýrsak, þehir gerilla savaþýnýn sýnýrlarýnýn net biçimde sergilendiðini söyleyebiliriz. Ýþte bu sýnýrlýlýk, silahlý propagandanýn þehirlerdeki biçimleniþini belirler ve tali mücadele biçimlerine iliþkin
bazý araçlarýn kullanýmýný gerektirir. Ama bu araçlar, þehir gerilla
savaþýna (temel araç) göre biçimlenir.
Özetlersek, þehirlerde yürütülen silahlý propagandada, etkinin yaratýlmasý ile etkinin örgütlenmesi arasýnda bir eþzamanlýlýk
mevcut deðildir. Þehir gerillasý para, silah ve belgelere el koyma,
sabotaj, þehirlerdeki oligarþik baský güçlerinin taciz edilmesi, pusu
kurma, baskýn, bir semtin iþgali gibi eylemler gerçekleþtirirken,
gizlilik ve eylem süresinin kýsalýðý nedeniyle kitlelere doðrudan hitap edemez. Bunu tali araçlarla (bildiri, bülten, afiþ vb.) gerçekleþtirir ve kitle içinde bulunan kadrolar aracýlýðýyla siyasi eðitimi yürütür, yani katýlýmlarý saðlar. Bu da örgüt içinde yaygýn bir iþ bölümü
ve uzmanlaþmaya neden olur ve doðal olarak kadrolarýn politik
ve askeri görevlere göre ayrýþmasý ortaya çýkar. Böylece kadrolar
arasýnda bir farklýlaþma ve yabancýlaþma gündeme gelerek, örgüt
bütünlüðüne zarar vermeye yönelir. Ayrýca þehir gerilla savaþýnýn
tekniði, belli bir þehirde gerillanýn sayýsýnýn sýnýrlý kalmasýna yol
açar. Yeni katýlýmlarla þehir gerilla savaþýnýn geniþletilmesi olanaksýzdýr. Bu durumda da, yeni kadrolar gereksiz iþlerde kullanýlarak
ya da az güçle yapýlacak bir iþi çok sayýda kadroyla yaparak verimsizleþtirilir. Ýþte þehir gerilla savaþýnýn sýnýrlýlýðýnýn getirdiði bu
olumsuzluklarýn da gösterdiði tek gerçek, þehir gerilla savaþýnýn
kýr gerilla savaþýna baðlý olmasý gerektiði ve kýr gerilla savaþýndan
baðýmsýz olarak geliþemeyeceðidir. (Bu, baðýmsýz geliþtirilemez demek deðildir. Þehir gerillasý, þüphesiz kýr gerillasýna baðlý olmaksýzýn
geliþtirilebilinir, ama sonuç tam bir yýkým olur. Ülkemizde bunun
sayýsýz örneklerini yaþadýk, ama gene de 1962 yýlýnda Venezüella’da
yaþanýlanlar öðreticidir.) Þehir silahlý propagandasýyla örgütlenen
ve giderek sayýsý artan yeni unsurlarýn kýr gerillasý içinde mevzilen48
49
162
J. Quartim, The Dictatorship and Armed Struggle in Brazil, s. 179-180.
J. Quartim, The Dictatorship and Armed Struggle in Brazil, s. 13.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
dirilmesi kaçýnýlmazdýr.
Böylece kýr ve þehir gerilla savaþý temelinde silahlý propagandanýn durumunu görmüþ bulunuyoruz. Ancak yine de silahlý
propagandanýn politik yaný yeterince açýklýða kavuþturulmamýþ
olarak durmaktadýr. Pratikte çalýþan kadro için önemli bir konu
olan bu yan, son tahlilde Öncü Savaþýnýn amacýnýn somutlaþtýrýlmasý demektir.
Öncü Savaþýnýn amacýný, suni dengeyi bozmak ve Halk Savaþýna uygun olarak kitleleri bilinçlendirip örgütlemek olarak ifade
ettik. Bu iki yön, birbirine baðlý olarak, gerilla savaþýnýn (kýr ve þehir)
amaçlarýný ifade eder, yani onun politikleþmiþ niteliðini oluþturur.
Suni dengeyi bozma amacý, bu dengeyi korumaya ve sürdürmeye yönelik olan oligarþinin siyasi zoruna karþý alýnacak tavýr
olarak belirginleþir ve bu da en açýk biçimiyle oligarþinin zor güçlerine (resmi ya da sivil) ve bu gücün faaliyetlerine karþý mücadelede
ortaya çýkar. Bu tavrýn hangi biçimde ortaya çýkacaðý somut durum tarafýndan belirlenir. Örneðin 1 Mayýs 1977’de meydana gelen
kitle katliamý somut bir durumdur ve bu durum karþýsýnda alýnacak tavýr (gerilla eylemi olarak) suni dengeyi bozmaya yönelik
olacaktýr. Ama “nasýl bir eylem yapýlmalýdýr” sorusunun yanýtý ancak bu somut durum tarafýndan belirlenir. Bu somut durum, salt
olayýn boyutlarýný kapsamaz, ayrýca o koþullardaki güçler dengesini ve devrimin stratejik rotasýnýn neresinde bulunduðunu da içerir. Öte yandan, her durumda emperyalizmin iþgali ve sömürüsü,
oligarþinin niteliði, amaçlarý, politikasý, sömürü yöntemleri kitlelere anlatýlmak ve gösterilmek zorundadýr. Son tahlilde kitlelerin
siyasi eðitimi, bilinçlendirilmesi olan bu görev, devrimci öncünün
genel ve sürekli görevidir. Yine de bu görev, soyutun propagandasý, teorik çözümlemelerin öðretilmesi demek deðildir. Bu görev,
somut olaylardan (örneðin zamlar, vergi artýrýmý, ekonomik kararlar, çýkartýlan yasalar, baskýlar vb.) yola çýkarak yerine getirilir. Sözün
özü, genel ve sürekli görev olarak siyasi gerçekleri açýklama kampanyasý, örneðin “ülkemizde emperyalist iþgal var” þeklinde genel
ve soyut bir kampanya deðil, bu olgunun somut görünümlerinin
teþhirine dayalý bir kampanyadýr. Devrimin stratejik hedeflerini ifade eden ve buna yönelen somut gerçekler nereden bulunabilir
diye düþünmek tam bir çaresizlik ve bilinçsizlik ifadesidir. Þöyle
çevresine bakan herkes, mevcut düzenin hergün, her saat, her
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
163
dakika bu gerçekleri ürettiðini görecektir. Bir öðrenci eylemine
yönelik bir uygulamada, bir mahkeme kararýnda, bir parlamento
tutanaðýnda, vergi dairesinde, tapu iþlemlerinde, banka kredilerinde, bir toplu iþ sözleþmesinde, tarým ürünlerinin taban fiyatlarýnda, hammadde dýþ satýmlarýnda, bir devlet ihalesinde vb. bu gerçekleri bulmak mümkündür. Ve biz devrimci öncü olarak, bu
gerçekleri, býkmadan, usanmadan teþhir etmek, ortaya koymak
ve anlamlarýný kitlelere anlatmak zorundayýz. Bu görevi, kýrda ve
þehirde, temel olarak gerilla savaþýný yürüterek ve gerilla eylemleriyle birlikte yerine getirmek zorundayýz ve yerine getireceðiz. (Ancak Öncü Savaþýnýn belli bir evresine kadar, bu gerçeklerin, ülke
çapýnda ve tüm kitleyle olan baðlantýsý açýk olanlarýný öne çýkarmak söz konusudur. Bazý yerel aðýrlýklý gerçekler, ilk anlarda istense bile, gerilla savaþý açýsýndan belli bir hedef oluþturmayabilecektir. Bu yönetimsel ve somut planlamaya iliþkin bir konu olduðu
için daha fazla ele almayacaðýz.)
Evet, kitleleri bilinçlendirmenin yolu siyasi gerçekleri teþhir
etmekten geçer ve bilinçlenen kitleler, birey düzeyinden baþlanarak örgütlenir. Ama bu örgütlenme, þu ya da bu biçimde deðil,
Halk Savaþýný baþlatmak ve yürütme amacýna uygun olarak yapýlýr. Yine de tüm bunlar Öncü Savaþýnýn bir yönüdür. Ýkinci yön
(ikincil deðil) suni dengeyi bozmaktýr. Bu da Öncü Savaþýnýn geliþtirilmesi, yaygýnlaþtýrýlmasý ve Halk Savaþýna dönüþtürülmesi demektir. Bu yön gerilla savaþýnýn planlanmasýyla baðlantýlýdýr ve bu
planda, örgütlenen bireylerin nasýl mevzilendirileceði sorusunu
yanýtlar.
Oligarþinin siyasal zoruna yönelik savaþa, þehir gerillasýyla
baþlanýlmýþtýr. Bunun nesnel ve öznel nedenlerini daha önceki
yazýlarýmýzda ifade ettiðimiz için yinelemeyeceðiz. Burada þehir
gerilla savaþýnýn nasýl kavranýldýðýný, yanlýþ anlayýþlarla birlikte ele
alarak, ortaya koymakla yetineceðiz.
Evet, Öncü Savaþýna þehir gerillasýyla baþlanýlmýþtýr, ancak
bu þehir gerillasý “metropol gerillasý” deðildir. “Þehir fokoculuðu”
olarak da bilinen büyük kent (metropol) gerillacýlýðý þehir gerilla
savaþýný (teoride ne derse desin) tek savaþ biçimi olarak ele alan
bir anlayýþtýr. Kimi zaman tali politik mücadele biçimlerinin öneminin yadsýnmasýyla birlikte görülen bu tek boyutlu ve tek mekanlý
anlayýþ, büyük kentlerde yürütülen gerilla savaþýnýn, suni dengeyi
164
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
bozacaðý ve böylece Öncü Savaþýnýn hýzla Halk Savaþýna dönüþeceði koþullarý oluþturacaðýný düþünür. Bu nedenle de, oldukça
uzun süreli bir þehir gerilla savaþýndan sonra kýr gerillasýna geçmek ve Halk Savaþýný baþlatmaktan söz edilir. (Çoðu zaman kentlerde “kurtarýlmýþ bölgeler” yaratma ile yaþam süresinin sonuna
gelinir.) Bu þekilde ele alýnan þehir gerilla savaþý, büyük kentlerle
sýnýrlý –çoðu zaman tek bir kentle– ve temel olarak buralardaki
baský güçlerine karþý bir açýk savaþ haline dönüþür. Bu çizgi, silahlý eylemin kendi kendine propagandasýný yapacaðýný düþünerek,
silahlý propagandayý yalýn bir gerilla eylemine indirger ve ekonomik-demokratik kitle örgütleriyle (legal) ya da bunlar içinde politik
çalýþma ile örgütlenmeye çalýþýr. Herþeyden önce devlet otoritesinin ülke çapýnda ve merkezi olduðunu, suni dengenin ülke çapýnda bozulmasý gerektiðini (milli –ulusal– kriz esprisi) kavrayamamýþ
olan bu militan “sol” çizgi, kýrsal mücadelede görülen “fokoculuðun” kentsel yansýsýndan baþka birþey deðildir ve sol kendiliðindenciliktir. (Zaten bu çizginin teoride savunduðu kýr gerillasý tam
anlamýyla kýrsal “fokoculuk”tan baþka birþey deðildir.)
Bizim þehir gerilla savaþýna bakýþýmýz, doðrudan krizin milli
niteliði ile suni dengenin ülke çapýnda olmasýna dayanýr. Þehir gerilla savaþý birkaç büyük kentle sýnýrlý ve bu kentlerde yürütülen
savaþ biçimi olarak ele alýnamaz. Bu savaþ, gerilla savaþý tekniðine
(taktiðine) uygun her þehirde yürütülebilir ve yürütülmek zorundadýr. Bu nedenle, ülkemizde, hemen hemen tüm il merkezleri ile
nüfusu ve alaný belli bir düzeyin üstünde olan ilçelerde þehir gerilla savaþý yürütülebilinir. Ancak tek tek il merkezlerinin ya da büyük
ilçelerin kendi yerel (iç) koþullarý, yapýlacak eylemlerin biçimini,
kullanýlacak gücü belirler. Ýþte bu þekilde ele alýnan þehir gerillasý
ile Öncü Savaþýna baþlanýlmýþtýr. Biz bu durumu, bu ele alýþ tarzýmýzýn ayýrýcý özelliklerini belirtmek için, “þehir gerilla savaþý taktikleriyle ülke çapýnda” eylem yapmak olarak formüle ettik.
Bu Öncü Savaþýnýn ilk evresidir. Bu evre, ülke çapýnda örgütlenmiþ gücün, gerilla savaþýný öðrendiði, gücünü denediði, kitlelere savaþçý bir örgütün varlýðýnýn duyrulduðu, daha üst ve daha
sert silahlý eylemlerin yadýrganmayacaðý bir ortamýn yaratýldýðý ve
kýr gerilla savaþýnýn hazýrlýklarýnýn yoðunlaþtýrýldýðý bir evredir. Bu
evredeki gerilla eylemleri taciz ve tahrip eylemleri biçimindedir.
(Günlük dilde bunlar bombalama, kurþunlama eylemleri olarak
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
165
ifade edilerek sýradanlaþtýrýlmýþtýr.) Eylemlerin merkezi bir harekât
olarak planlanmasý esastýr. Yerel eylemler, ancak merkezi plana
uygun olarak ve iç koþullarý elveriþli þehirlerde yapýlýr. Bu evredeki
silahlý eylemler, profesyonel olmayan ve yetkin bir askeri eðitimden geçmemiþ herkesin gerçekleþtirebileceði kadar yalýn ve teknik
olarak geliþkin, ama basit eylemlerdir. Eylemlerin merkezi bir harekât olarak planlanmasý ve senkronize (eþzamanlý) gerçekleþtirilmesi nedeniyle, yarattýðý etki, eylemin biçiminden baðýmsýzdýr ve
büyüktür. Geniþ kesimlerin bu tür harekâtlarla askeri olarak eðitilmesi mümkün olur.
Ýkinci evre, gene þehir gerilla savaþý baðlamýnda gerçekleþir,
ancak bu kez gerilla eyleminin niteliði ve niceliði artmýþtýr. Bu evreyi, ilk evreden ayýrmak için “kýr gerilla savaþý taktikleriyle þehir
gerillasý” olarak tanýmlýyoruz. Bu evrede, devrimci öncü eðitimini
ta- mamlar. Ancak bu evrede, ilk evrenin eylem biçimleri terkedilmez. Taciz ve tahrip (sabotaj) temelinde þehir gerilla savaþý tekniðiyle ülke çapýnda eylemler sürdürülürken, devrimci öncünün
merkezi gücü kýr gerillasý tekniði ile þehir gerilla savaþýný yürütür.
Bu savaþ tekniði, biçim olarak “metropol gerillasý” ile benzeþlik
gösterse de, amaç ve örgütlenme olarak ondan farklýdýr. Bu evrede merkezi silahlý güç, daha üst ve daha sert silahlý eylemlere yönelmiþtir ve þehirlerle sýnýrlý olarak taciz, tahrip ve imha eylemlerine giriþir.
Üçüncü evre, þehir gerilla savaþýndan kýr gerilla savaþýna
geçiþ niteliðindedir. Bu evrede, kýr gerilla savaþýnýn hazýrlýklarý son
kez denetimden geçirilir ve yeterli olup olmadýðý sýnanýr (güç denemesi). Bu evre, “þehir gerilla savaþý taktikleri ile kýr gerillasý” açýk
savaþa son hazýrlýk evresidir. Bu evrenin savaþ tekniðini, “þehir
gerilla savaþý taktikleri ile kýr gerillasý” olarak tanýmlýyoruz. Bu evrede de, ilk iki evredeki faaliyetler ve teknikler sürdürülür ve geliþtirilir,
yani þehir gerilla savaþý geliþtirilmeye baþlanýr. Ama artýk gerilla savaþý, fiilen ve resmen kýrsal alanlarda da yürütülmektedir.
Dördüncü evre, kýr gerilla savaþýnýn baþlatýlmasýdýr. Daha
tam deyiþle, hareketli gerilla birliði bu evrede harekete geçirilir.
Bu dört evre, genel olarak “Kesintisiz Devrim II-III”de formüle edilmiþ olan stratejik rotanýn ilk iki evresine denk düþer. Bilindiði gibi “Kesintisiz Devrim II-III”de dört aþamalý formülasyonun ilk iki evresi þöyledir:
166
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
“Birinci aþama: Þehir gerillasýný yaratma,
Ýkinci aþama: Þehir gerillasýný geliþtirme.
Kýr gerillasýný yaratma ve kuvvet gösterisi.
Bu iki aþamada savaþýn psikolojik yýpratma yönü
aðýr basacaktýr.”
Ýþte yukarda ifade ettiðimiz dört evre, stratejik rotanýn bu
iki aþamasýna denk düþer ve bunlarýn ayrýntýlaþtýrýlmýþ halidir. Stratejik düzeyde ifade edilen çok yönlü mücadele bu þekilde olgunlaþýr ve pratiðe geçirilir. Þehir gerillasýnýn geliþtirildiði ve kýr gerillasýnýn yaratýldýðý evrede –bizim ayrýntýlaþtýrýlmýþ evrelendirmemizde
dördüncü evre– Öncü Savaþý teorisi ile pratiði arasýnda tam bir
aynýlýk ortaya çýkar. Bir baþka deyiþle bu evrede, Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi’nde ifade edilen diyalektik bütünlükler oluþur.
Öncü Savaþýnýn küçükten büyüðe, basitten karmaþýða doðru geliþimi böyle ilerler.
Kýr gerillasýnýn yaratýldýðý evrede, devrimci silahlý güçler üç
ana bölüm halinde örgütlenmiþ durumda bulunur.
Birinci bölüm, Öncü Savaþýnýn temel dinamiði olarak ve
merkezi güçlere dayalý hareketli gerilla birliðince oluþturulur. Hareketli gerilla birliði, somut ülke koþullarýna göre saptanmýþ belli
bir operasyon alanýnda faaliyet gösteren silahlý propaganda gücüdür. Bu birlik bir yandan suni dengeyi bozma yönünde hareket
ederken, öte yandan doðrudan (araçsýz olarak) operasyon alanýndaki kitlelerle temas kurarak, siyasi gerçekleri açýklar, onlara
siyasi bilinç iletir, siyasi eðitimlerini yapar ve örgütler. Bu birlik, gelecekteki Halk Ordusunun düzenli birliklerinin çekirdeðidir.
Ýkinci silahlý güç tipi, gerilla birliðinin operasyon alaný dýþýndaki kýrsal ve kentsel alanlarda örgütlenmiþ bölgesel gerilla gücüdür. Bu güç, kentlerde kýr gerilla savaþý tekniði ile (taktiði ile) þehir
gerillasýný (ikinci evrenin temel savaþ yöntemi) ve kýrlarda þehir
gerilla savaþý tekniði ile kýr gerillasýný (üçüncü evrenin temel savaþ
yöntemi) yürütür. Tüm faaliyetlerinde hareketli gerilla birliðine tabidir ve hareketli gerilla birliði ile maddeleþen stratejik merkezi
komutaya baðlýdýrlar. Yeni gerilla cephelerinin açýlmasýnda bu silahlý güçlerin eylemleri özel bir yere sahiptir ve kýr gerillasý dýþýndaki
örgütlenmeyi gerçekleþtirir. Halk Savaþý evresinde Halk Ordusunun
bölgesel birliklerinin nüvesi bu güçlerdir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
167
Üçüncü tip silahlý güç ise, ülkenin her yerinde (kýr gerillasýnýn operasyon alaný da dahil) gerilla eylemlerini sürdüren yerel
ve mahalli silahlý güçlerdir. Bu güçler, basit, ama etkin þehir gerilla
savaþý taktikleriyle savaþýr ve gelecekteki milis ve yerel gerilla bu
güçlerce oluþturulur.
Bu üç tip silahlý güç, son tahlilde, þehir ve kýrýn diyalektik
bütünlüðünü gerçekleþtirir. Þehir silahlý güçleri olarak yerel ve bölgesel güçler, þehirlerde ve þehirlerin niteliðine uygun olarak silahlý
propagandayý yürütürler. Burada þehirlerde yürütülen silahlý propagandanýn özgül durumundan kaynaklanan tali araçlarýn kullanýmýna iliþkin güçlerin de, bu örgütlenme içinde yer alacaðý unutulmamalýdýr. Kýrsal silahlý güçler ise, hareketli gerilla birliði, bölgesel
ve yerel silahlý güçler olarak savaþý sürdürürler.
Gelinen evrede –dördüncü evre– Öncü Savaþýnýn kýr gerilla savaþý temelinde bu çok yönlü yürütülüþünde aðýrlýk suni dengenin bozulmasý amacýndadýr. Bu da, bir yandan oligarþinin siyasal zorunun açýk uygulamalarýna karþý tavýr alýnmasý þeklinde, somut durumlarca belirlenen bir savaþ olurken; diðer yandan bu
siyasal zorun genel durumuna ve zor güçlerinin genel mevzilenmesine karþý yürütülür (taktik ve stratejik harekâtlar). Daha önce
suni dengeyi ele alýrken gördüðümüz gibi, bu ikinci yan uzun süreli
(uzatýlmýþ) bir savaþýn amacýdýr ve doðrudan oligarþinin zor güçlerinin mevzilenmesine (konuþlanýþ) baðlý olarak planlanýr, yürütülür.
Bu nedenle de tüm savaþ planlarýnýn temelidir ve stratejik rotayý
belirler.
Bu savaþ planlarý yapýlýrken, herþeyden önce oligarþinin
silahlý güçlerinin ülkemizdeki konuþlanýþýnýn (mevzilenme) LatinAmerika ülkelerinden farklý olduðu göz önünde tutulmak zorundadýr. Latin-Amerika’da bu konuþlanma, kolonyalizm döne- minden
kalma ve son tahlilde feodal bir örgütlenmeye dayanýr. Buradaki
örgütlenmede, askeri güçler þehir merkezlerinde konuþlanmýþtýr
ve þehir bu askeri garnizonun çevresinde oluþmuþtur. Böylece silahlý güçler (askeri garnizon) kent içinde mutlak egemen konumundadýr. Bu konuþlandýrma, Öncü Savaþýnda yoksul halk kitleleriyle temas kurmada bir avantaj saðlarken, kentlerin ele geçirilmesi evresinde önemli bir dezavantaj oluþturur.
Ülkemizde ise, oligarþinin askeri örgütlenmesi, kent merkezli bir garnizon örgütlenmesi þeklinde deðildir. Bu durumun ya-
168
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ratacaðý sorunlar karþýsýnda geliþtirilen yöntem ise, kent merkezlerinde polis teþkilatýný güçlendirmek þeklinde olmuþtur. Ordu
birlikleri ise, genellikle kent dýþýnda mevzilenmiþtir. Bu durum, kentlerin kýsa sürede kuþatýlmasýna olanak saðladýðý gibi, kentlere karþý
bir saldýrý durumunda da savunmayý dýþarda yapma ve savaþý
buralarda kabul etme þeklinde bir savaþ anlayýþý oluþturmaktadýr.
Bu örgütlenmenin en önemli yaný, kentlerde baþlatýlacak
bir kitle ayaklanmasýnýn kolayca silah elde etmesini engellemesi
ve ayaklanan kentin kolayca kuþatma altýna alýnabilinmesidir. Þüphesiz bu “avantaj”, kentlere yönelik dýþ saldýrý ile kent-içi ayaklanmanýn koordinasyonu karþýsýnda, kendi kendini yok eden bir avantajdýr. Doðrudan yabancý iþgale karþý oluþturulan ve köklerini 191922 Kurtuluþ Savaþý’nda bulan bu kent dýþý savunma (mevzi savaþ)
kenti ve kentlileri arka cephe olarak kullandýðý oranda etkili olma
þansý vardýr. Bundan öte bir Halk Savaþýnda, kýrsal alanlarda geliþen
bir Halk Ordusu karþýsýnda tamamen etkisiz kalýr. Kentlerdeki kitleler siyasal olarak devrim saflarýna kazanýldýðý durumda, bu kent
dýþý askeri mevzilenme, oligarþinin zor güçlerinin iki ateþ arasýnda
kalmasýna ve yok olmasýna neden olan bir handikap oluþturur.
Yine de bu mevzilendirmenin hiç iþe yaramaz olduðunu düþünmek yanlýþtýr. Özellikle kent dýþýnda mevzilenmiþ askeri birliklere
yönelik kýsmi ya da yerel saldýrýlar durumunda, açýk ve geniþ bir
arazide mevzilenilmiþ olmasýnýn avantajý ortaya çýkar. Bir baþka
deyiþle, bu garnizonlarýn tekil ve cephesel saldýrýyla ele geçirilmesi
oldukça güçtür. Ama ayný oranda yýpratýlmasý çok kolaydýr. ABD’nin
Vietnam savaþýndaki askeri mevzileniþi, büyük ölçüde bu biçimdeydi ve Halk Savaþý karþýsýnda ne kadar etkisiz olduðu açýkça görülmüþtür. Özellikle bu mevzilenme, taciz eylemleriyle büyük bir
psikolojik yýpratmaya yol açtýðý ve askeri birlikleri garnizon sýnýrlarý
içine kapanmaya ittiði gözlenmiþtir.
Ülkemizde oligarþinin askeri örgütlenmesinin bu biçimi, salt
kentlere ve düzenli orduya iliþkin deðildir. Kýrsal silahlý güç olarak
jandarma örgütlenmesi de ayný biçimde mevzilenmiþtir. Kýrsal alanda jandarma karakollarý köy dýþýnda ve ulaþým yerleri üzerinde
konuþlanmýþtýr. Bu nedenle köy içi denetim, doðrudan devletin
mülki yönetimine baðlý muhtarlýk ve ihtiyar heyeti yoluyla saðlanýr.
Bir baþka deyiþle, köylerde, oligarþi ile iþbirliði yapan insanlara dayalý bir iç denetim vardýr. Genellikle büyük toprak sahiplerine, zen-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
169
gin köylüye, tefecilere ve tüccarlara baðlý olan bu kiþiler, köy içindeki oluþumu izlemek ve askeri güçlere (jandarma) bildirmekle
görevlidirler.
Kýrsal alanlarda genel denetimi saðlamaya yönelik ve köydýþý konuþlanmýþ jandarma örgütlenmesi (doðu ve güney-doðu
bölgelerinde görüldüðü gibi), kýsa sürede etkisizleþir ve karakol
sistemi olarak çöker. 8-10 kiþiden oluþan köy jandarma karakolu
sistemi, gerilla birliði tarafýndan kolayca etkisizleþtirilebilineceðinden, hýzla garnizon düzenine geçilmektedir. Bu da kentdýþý (il ve
ilçeler olarak) ordu örgütlenmesinden farklý deðildir. Zaten jandarmanýn iç yapýlanýþýnda, bu düþünülerek, köy karakollarý, ilçe
dýþýndaki ve bölük düzeyinde (80-100 kiþi) jandarma merkezlerine baðlanmýþtýr. Gerilla savaþýnýn ilk anýndan itibaren karakollar
hýzla terk edilerek –bilinçli bir çekiliþ– bu güçler kent merkezlerine yerleþtirilir. Bu da, buralardaki gücün sayýsal artýþý demektir.
Özetlersek, oligarþinin silahlý güçleri (ordu, jandarma) kentlerde, ama dýþýnda mevzilenmektedir ya da kýsa sürede bu düzeni
almaktadýr. Bu onlarýn stratejik mevzilenmesidir. Bu durum, kýr
gerilla savaþýna karþý hareketli ve motorize birlikler kullanýlmasý
þeklinde görünür olur. Kýrsal denetimin, stratejik bir kuþatmayla
saðlanmasý bu mevzilenmenin amacýdýr. Bu ilk anda, gerilla güçlerinin kýrsal alanlarda görece rahat etme ve barýnma olanaðýna sahip
olmasý þeklinde bir geliþme saðlar. Ama stratejik kuþatma içinde
olunduðu için gerilla operasyon alanýný kolay kolay terk edemez,
geniþletemez ve lojistik destek saðlayamaz. Bunlarý gerçekleþtirse
bile, eski duruma gelmesi zorlaþýr. Havadan yapýlan keþifler ve
köy-içi denetim yoluyla (muhtarlýk, ispiyonculuk ya da son haliyle
“köy koruculuðu” vb.) yeri tespit edilen gerillalar motorize birlikler ve uçarbirlik harekâtýyla mekan olarak (taktik planda) kuþatýlýr
ve parça parça yok edilir. Bu uygulamada, oligarþinin zor güçleri
için en etkin araçlar helikopterler ve kara ulaþým araçlarý olmaktadýr. Gerilla birliði, ilk dönemde oligarþinin bu hava gücüne karþý
kolay ve etkin bir savunma yöntemi geliþtirmek zorundadýr. Ayrýca kara ulaþýmý iþlemez hale getirilmeli ve köy-içi denetim etkisizleþtirilmelidir. Ancak bu þekilde baský güçlerinin mekanda güçlerini
yoðunlaþtýrmasý önlenebilir. Buna paralel olarak oligarþinin stratejik kuþatmasý, onun kendi güçlerinin stratejik kuþatýlmasýna dönüþtürülmek zorundadýr. Bu da kent-dýþý mevzilerin sürekli tacizi
170
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ile saðlanýr.
Tüm bu uygulama içinde politik yönü aðýr basan yön köyiçi denetimdir. Bu denetimi etkisizleþtirmede, doðrudan gerilla
birliðinin faaliyeti kadar, bir bütün olarak devrimci örgütün diðer
faaliyetleri de önemli bir yere sahiptir. Bu konuyu biraz açalým:
Kýrsal alanlarda oligarþinin gücünü ve stratejik kuþatmasýný
saðlayan köy-içi denetim ya da örgütlenme, herþeyden önce sýnýfsal özelliklere sahiptir. Muhtar, ihtiyar heyeti ya da “köy korucularý”
olarak yapýlan bu örgütlenmenin dayanaðýný kýrsal egemenlerin
ekonomik gücü oluþturur. Seçim yoluyla iþbaþýna gelen muhtarlar, hangi partiye baðlý olursa olsun, son tahlilde köyün içinde
bulunduðu ekonomik iliþkilere göre belirlenir. Genellikle tarým proletaryasý, yoksul köylüler ve az topraklý köylülerin oluþturduðu
köylerdeki muhtarlar bu sýnýfsal yapýya iliþkin kiþilerdir ve çokluk
sosyal-demokrat partilere baðlýdýrlar. Böyle köylerde köy-içi denetimin kolayca etkisizleþtirileceði ve üstelik ele geçirilebilineceði
düþünülebilinir, ama büyük ölçüde eksik ve hatalý bir düþüncedir.
Bu tip köyler, herþeye raðmen salt bu sýnýflardan oluþmaz. Yani
homojen deðildir. Sayýsal olarak az da olsa orta-köylü ya da zengin-köylü bulunur. Bunlar nicelik olarak da az olduklarýndan, genel
oya dayalý seçimlerde kendilerine baðlý adamlarýn iþbaþýna gelmelerini her zaman saðlayamazlar. Bu nedenle köy-içi denetim,
bu köylerde, bizzat bu köylüler tarafýndan saðlanýr. Genellikle pazar için üretim yapan orta ve zengin köylü, bucak ya da ilçelerle
sürekli temas halindedir. Bu temas ekonomik olduðu kadar siyasal bir iliþki þeklindedir. Normal zamanlarda (gizli faþizm) siyasal
iliþkilerini doðrudan siyasal partilerle sürdürürler. Bunlar 80 öncesinde AP, MHP, CGP ve MSP iken, bugün ANAP ve DYP ile yürütülmektedir. (Bu RP’nin bunun dýþýnda olduðu demek deðildir.
Bu parti bugün için sýnýrlý güçte olduðundan ifade etmedik. Ayný
þekilde CHP ya da bugünkü sosyal-demokrat partiler de bazý yörelerde ayný iþlevi üstlenmektedir. Konuyu genel düzeyde ele
aldýðýmýz için, bunlar þimdilik ihmal edilebilir nicelikler sayýlabilir.)
Köy-içi geliþmeler, bu partilerin yerel yöneticilerine, neredeyse düzenli biçimde iletilir. Bu partilerin yerel yöneticileri, büyük ölçüde
kasabalarýn (bucak ve ilçe olarak) “eþrafýndan”dýr ve kaymakam,
savcý, jandarma komutaný ve hükümet tabibi ile yakýn temas halindedirler.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
171
Ülkemizdeki 36.000 köyün büyük çoðunluðunda yaygýn
küçük-meta üretimi yapýldýðýndan, orta ve zengin köylüler ile büyük
toprak sahiplerinin, toprak aðalarýnýn, tefecilerin ve tüccarlarýn
gücü etkin durumdadýr. Yukarda ele aldýðýmýz köylerin dýþýnda
kalan köylerde –ki çoðunluðu oluþturur– muhtarlar ve ihtiyar heyetleri, doðrudan “kýr” egemenleri tarafýndan belirlenir ve bunlarýn
iç çeliþkilerine göre deðiþir. Bu köylerde nüfusun çoðunluðunu
yoksul ve az topraklý köylüler oluþturmasýna raðmen, köyün ekonomik iliþkileri diðer kesimlerin elindedir ve var oluþlarý bu kesimlere baðlýdýr. (Çeliþkiler çok keskindir.) Genellikle kentlere yoðun
göç söz konusudur ve bu da kýr egemenlerince belirlenir. Bu köylerde üretimde makina kullanýmý fazladýr. Gene de bu tip köyler,
her bölgede ayný özellikler göstermezler. Feodal iliþkilerin tasfiye
olmadýðý bölgelerde bu tip köyler, toprak aðalarýnýn denetiminde
olduðu için, köy içi denetim köy nüfusunun tamamý kýr yoksullarýndan oluþsa da ayný biçimde örgütlenir.
Bu tip köyler –ister kapitalist iliþkilerin az geliþtiði yerler olsun– kýrsal alanlarda gericiliðin merkezleri olarak belirginleþir ve
oligarþinin gelecekteki köy sivil silahlý güçleri olarak örgütlenme
potansiyelinin en yüksek olduðu yerlerdir.
Oligarþinin köy-içi denetimini kýrmak ve giderek bu denetimin devrimci örgütün (somut olarak söylersek gerilla birliðinin)
eline geçmesinin teoride ifadesi mutlak siyasal üstünlüðün ele
geçirilmesidir. Bu baðlamda kýrsal alanlarda yürütülecek silahlý
propaganda, Öncü Savaþýnýn baþlangýcýndan itibaren (ve hatta
hazýrlýk aþamasýndan da) sýnýfsal yaný aðýr basan bir içeriðe sahip
olmalýdýr. Köylülerle kurulan her temasda, kýrsal alandaki ekonomik iliþkiler kadar, bu alandaki politik iliþkiler ve nitelikleri anlatýlmalý
ve devrimin ekonomik programý iþlenmelidir. Þüphesiz bu faaliyet, oligarþinin zor güçlerine karþý yürütülen harekâtla birlikte ele
alýnýr. (Politikleþmiþ askeri savaþ esprisi) Ýþte silahlý propagandanýn niteliði pratikte bu þekilde biçimlenir.
Oligarþinin köy-içi denetimi, ister muhtarlýk aracýlýðýyla, isterse doðrudan kýr egemenleri tarafýndan saðlansýn, her durumda
köylerin kentlerle (bucak ve ilçeler olarak) olan baðlarýna baðlý olduðu göz önünde tutulmalýdýr. Bu baðlar, ekonomik iliþkiler olarak
(pazar iliþkisi) “doðal” bir görünüm içinde olabilir. Ya “üretici”
olarak ürününü pazara götürür ya da “tüccar” olarak ürünü ye-
172
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rinde satýn alýr. Ýkinci olarak kentle bað, doðrudan haberleþme ve
ulaþým yoluyla saðlanýr. Haberleþme, son geliþmelerle otomatik
telefon sistemi ve telsiz baðlantýsý olarak gündeme gelirken, ulaþým
askeri birliklerin devriye sistemine dayanýr. Ýþte bu iki baþlýk altýnda topladýðýmýz bu baðlarýn denetime alýnmasý ya da tümden kesilmesi, gerilla savaþý için birincil dereceden önemlidir. Bu konuda sýk sýk düþülen hata ya da yanlýþ anlayýþ, köy içi denetimi saðlayan ya da saðladýðý sanýlan ve bilgileri resmi yolla kente ulaþtýran
kiþilerin yok edilmesi ya da yok edilmesi gerektiði þeklindedir. Bu
anlayýþ ya da uygulama, herþeyden önce devrimin sýnýfsal iliþkilerini
ve sýnýf güçlerini gözden kaçýrdýðý için, devrimci mücadelenin kitle baðlarýný yok edecek nitelik taþýr.
Oligarþik devlet aygýtýnýn köylerdeki uzantýsý olarak muhtarlar ve ekonomik iliþkilerin uzantýsý olarak orta ve zengin köylüler
(ve kimi zaman küçük-meta üreticileri) bir denetim mekanizmasý
içinde yer alýrlar. Ama bu kiþileri yok etmek, mekanizmayý yok
etmek demek deðildir. Çünkü yok edilen her kiþi yerine, para ile
satýn alýnarak da olsa, yeni biri kolayca bulunacaktýr. Ekonomik
olarak güçlü oligarþi için bu fazlaca önemli deðildir. Unutulmamasý gereken nokta, para ile satýn alýnan kiþilerin devrimin temel
güçlerine ait sýnýflardan geleceðidir. Bu nedenle de, köy-içi denetim mekanizmasýnýn tahribi ile buna iliþkin kiþilerin yok edilmesine
özel bir dikkat göstermek gereklidir. Yoðun bir propagandayla
mekanizmanýn niteliði teþhir edilmelidir ve mekanizmanýn iþlemesi
engellenmelidir. Kiþilere yönelik öldürme eylemleri, ancak bu
amaçlara ulaþýlmasý açýsýndan büyük öneme sahip olduðu koþullarda gündeme gelebilir. Öncü Savaþý aþamasýnda kitleler büyük
birimler halinde örgütlenmeyeceði için, köy içi denetimin ele geçirilmesinde kiþilerin yok edilmesine dayanýlamaz. Bu durum ancak
Halk Savaþýna geçiþ döneminde ve Halk Savaþýnda uygulanýr. (Bu
konuda Vietnam Halk Savaþý pratiði açýktýr.)
Bu konuda son olarak “cezalandýrma” ya da “muhbirlerin
öldürülmesi” anlayýþlarýna iliþkin birkaç söz söylemek istiyoruz.
Genellikle günlük dilden gelen bu deyimler, siyasal amaçlarýn silinmesine, muðlaklaþmasýna yol açan bir mantýk oluþturmaktadýr.
Bu mantýk, her suç iþleyenin (devrim mücadelesiyle ilgili olsun ya
da olmasýn) devrimciler tarafýndan mutlaka cezalandýrýlacaðý (öldürüleceði) ve cezalandýrýlmasý gerektiði þeklindedir. Oysa ki silahlý
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
173
devrimci mücadele suçlularýn yargýlanmasý ve devrimciler de “cellatlar” deðildir. Tarihsel ve toplumsal niteliðinin, sonal durumlarýnýn
bu kaba materyalist yorumu, devrimci yargý ve adalet anlayýþýna
ters sonuçlar yaratacaktýr. Yozlaþan “halk mahkemeleri” bunun
tipik örneðidir. Ama bundan öte, daha büyük ve kalýcý sonuçlar
da doðurur. Bu da devrimcilerin er ya da geç suçlularý cezalandýracaðý beklentisidir. Devrimciler açýsýndan, belli bir dönem için
önemli bir geliþme olan bu kitlesel algýlayýþ, uzun dönemde kitlelerin herþeyi devrimcilerden beklemesi þeklinde pasif bir tutuma
yol açar. Ülkemizde her muhbir, her iþkenceci, her faþist katil, her
itirafçýnýn, devrimciler tarafýndan “cezalandýrýlmasý” gerektiði anlayýþý öylesine yaygýndýr ki, bunun bir bütün olarak devrim sorunu
olduðu unutulmaktadýr ve sonuç, bu eylemlerin yapýlmamýþ olmasý, devrimcilerin prestij kaybýna ve kitlelerin güvenini (ve devrimci
kadrolarýn da öz güvenini) yitirmesine neden olabilmektedir. Bu
nedenle kitlelere, devrimcilerin ilkeleri doðru ve açýk biçimde anlatýlmalýdýr. Kaba ajitatif sözlerle yanýlgýlar ve yanlýþ kanýlar uyandýrýlmamalýdýr. Her zaman ve her yerde devrimciler kitlelere doðrularý söylemek zorundadýr. Bizlerin öncüler olduðumuz, ama devrimci öncüler olduðumuz ve kendilerinin, yani halkýn devrimci
öncüleri olduðumuz onlara anlatýlmalýdýr.
Ama bir gerçeði tekrar tekrar vurgulamak zorunludur: Devrimciler, devrime ve halka karþý þuç iþleyen her kiþinin peþinde
olacaktýr. Onlarýn suçlarýný gizlemelerine, kendilerini toplum içinde var etmelerine asla izin vermeyecektir. Her muhbir, her iþkenceci, her faþist katil, her itirafçý devrim ve halk karþýsýnda suçludurlar ve bu suçlarýndan dolayý yargýlanacaklar ve cezalandýrýlacaklardýr. Onlarýn yargýlanacaklarý yer, gerçek devrimci halk mahkemeleri olacaktýr. Tek tek onlarýn cezalandýrýlmalarý, devrim
sürecinde ortaya çýkan durumlara baðlýdýr. Ancak her durumda
halk içinde barýndýrýlmayacaklar ve er ya da geç, sadece devrimciler tarafýndan deðil, ama asýl olarak devrimci halk tarafýndan
cezalandýrýlacaklardýr.
Ýþte bu þekilde savaþan ve buna göre örgütlenen devrimci
öncü, suni dengenin bozulmasýyla ortaya çýkacak kendiliðinden
kitle hareketlerini (isyanlar vb.) kolayca denetime alabilir ve örgütleyebilir. Eþitsiz ve sýçramalý geliþim yasasýnýn gösterdiði gibi, devrimci mücadele, ülkenin her yerinde eþit biçimde ve eþ zamanlý
174
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
olarak geliþemez. Yürütülen Öncü Savaþý, bazý bölgelerde hýzla
geliþirken, diðer bölgelerde daha yavaþ seyredebilir. Ama yukarda
ortaya koyduðumuz biçimde örgütlenmiþ devrimci öncü, tüm
bunlarý gözeterek oluþturulmuþ stratejik rotasýna uygun olarak
savaþýný sürdürerek, eþitsiz geliþimin avantajlarýndan da yararlanýr. Ve yine gelinen evrede –dördüncü evre– silahlý propaganda
dýþýndaki diðer mücadele biçimleri de (tali mücadele biçimleri)
tam olarak yürütülür hale gelecektir. Þimdi bu tali mücadele biçimlerinin ne olduðunu ve stratejik rotaya uygun olarak nasýl ele alýndýðýný görelim.
Tali Mücadele Biçimleri
Devrimci öncü, Öncü Savaþý aþamasýnda, Halk Savaþýný baþlatmak amacýyla sürdürdüðü mücadelesinde, devrimci nitelikte
her türlü aracý kullanýr, her çeþit kitle mücadelesini yönlendirmeye
çalýþýr. Ancak bu keyfi, öznel biçimde deðil, nesnel ve tarihsel olarak düzenlenir. Temel mücadele biçiminin silahlý propaganda
olarak belirlenmesinin nedenlerini daha önce gördük. Silahlý propaganda dýþýndaki mücadele biçimleri kaçýnýlmaz olarak, temele
tabidir, yani talidir. Bu tali mücadele biçimlerini ise üç bölümde
ele alacaðýz.
Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi’ne göre, politik düzeyde
tali mücadele biçimi klâsik politik kitle mücadelesidir. Bu mücadele biçimi en açýk ve geliþmiþ olarak Rus devrim mücadelesinde
kullanýlmýþ ve temel çarpýþma biçimi olarak ele alýnmýþtýr. Bu mücadele biçiminin evrim aþamasýna iliþkin olarak doðru bir tahlilini
Lenin’in, hemen hemen tüm yapýtlarýnda bulmak mümkündür.
Klâsik politik kitle mücadele biçimi, siyasi gerçekleri açýklama kampanyasýnýn bir aracý olarak (ama temel araç) illegal siyasi
gazeteyi ele alan bir mücadele biçimidir ve dolayýsýyla barýþçýl mücadele biçimidir, evrim aþamasýna iliþkindir. Lenin’in “haftalýk olarak yayýnlanmasý ideal” olduðunu düþündüðü bu siyasi gazete,
kitlelerin ve kadrolarýn siyasi eðitimi için de kullanýlan bir araç durumundadýr. Siyasi gazetenin yayýnlanmasý ve daðýtýlmasý baþlý baþýna belli bir örgütsel faaliyet olarak ele alýnýr ve buna özgü bir
mekanizma oluþturulur. Bir siyasi gazete, bir daðýtým þirketi (yasal) aracýlýðýyla satýlan bir yayýn deðildir. Devrimci siyasi gazetenin
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
175
daðýtýmý, örgüt kadrolarýnca yerine getirilir ve bu daðýtým doðrudan kitlelerle temas kurulmasýný saðlar, yani gazete kitlelerle temas
kurmanýn bir aracý durumundadýr. Ülke çapýnda yayýnlanan siyasi gazete, bu þekilde, ülke çapýnda örgütlenmenin temel halkasý
ve temel aracý olur. Partinin merkez yönetiminde yapýlmýþ görev
bölümüne uygun oluþturulmuþ yazý kurulu, gazetenin tüm politikasýný belirler, yazýlarý hazýrlar ve yayýnlar. Gazeteler, ülke çapýnda,
nakil görevi gören kadrolar aracýlýðýyla daðýtýlýr. En küçük yerleþim
birimine kadar ulaþtýrýlan gazete, buralardaki profesyonel kadrolar aracýlýðýyla kitlelere ulaþtýrýlýr. Ancak görev bununla bitmez. Gazetenin kitleye ulaþmasý, onun gazeteyi okuyarak kendi kendilerine bilinçleneceði demek deðildir. Bu nedenlerle birimlerde gazete
okuma gruplarý oluþturulur. Bu gruplar –iþyeri temelinde– parti
üyesinin denetimi altýnda ve gazete, broþürler vb. temelinde siyasi
eðitim yaparlar ve eðitim sonucunda bireyler kadrolaþtýrýlýr. (Profesyonel ya da düz kadro olarak) (Bu çalýþmaya “kitle içinde parti
çalýþmasý”da denilir.) Yine de siyasi gazetenin iþlevi burada sona
ermez. Siyasi gazete partinin saptadýðý doðrultuda ve somut olaylar
etrafýnda siyasi gerçekleri teþhir eder. Bu gerçekler kadrolar tarafýndan –sözlü olarak da– kitlelere ulaþtýrýlýr. Bu noktada sözlü ajitasyon ve propaganda için, siyasi gazete yönlendirici unsur
durumundadýr. Bunlardan sonra kitlesel siyasi grevler, mitingler,
fabrika iþgalleri vb. gündeme gelir.
Ýþte klâsik politik kitle mücadelesi adýný verdiðimiz bu mücadele biçimi, Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi’nde tali mücadele
biçimi olarak ele alýnmaktadýr. Ancak unutulmamasý gereken, temel mücadele biçimi silahlý propaganda olduðu için, klâsik politik
kitle mücadelesi, kapitalizmin iç dinamikle geliþtiði ülkelerde evrim döneminde yürütüldüðü haliyle deðil, temele tabi olarak
biçimlenir ve yürütülür.
Tali mücadele biçimlerinin diðer düzeyi ise, ekonomik mücadeledir. Bu mücadele iþçi sýnýfýnýn sendikal mücadelesi olarak
en yetkin düzeye ulaþýr. Mesleki düzeyde –iþbölümüne baðlý olarak– ekonomik gerçeklerin, Lenin’in deyimiyle “fabrikalardaki
yaþamýn” teþhirine dayalý olan ekonomik mücadele, elle tutulur,
gözle görülür sonuçlar vaat eden somut talepler doðrultusunda
yürütülür. Bu açýdan, uzun vadeli bir mücadele olan politik mücadeleden farklýdýr ve farklý örgütlenmeyi gerektirir. Sendikalar, mes-
176
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
lek odalarý, kooperatifler, birlikler vb. ekonomik mücadele örgütleridir. Bunlar mümkün olduðu kadar geniþ olmalý ve kendi alanýndaki tüm kitleyi kucaklamayý amaçlamalýdýr. Bu örgütler nitelik
olarak gevþek (lose) ve açýk örgütlerdir. Özellikle iþçi sýnýfý açýsýndan, ekonomik mücadele ve onun örgütlenmesi –sendikalar–
kendiliðinden ulaþýlabilinecek bilinç ve örgütlenme düzeyini ifade
ettiði için de önemlidir. Ancak hiçbir biçimde siyasi mücadeleyle
ve siyasi örgütle karýþtýrýlamaz. “Ekonomizm”, özsel olarak bu
karýþtýrmanýn ürünüdür.
Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi’ne göre tali mücadele
biçimlerinin üçüncü ana bölümü ise demokratik mücadeledir.
Ülkemizde en çok sözü edilen ve o oranda da karýþtýrýlan mücadele biçimi de budur. Marksist-Leninist literatürde, demokratik
devrim mücadelesi ile demokratik mücadele birbirinden, amaç
ve biçim olarak ayrýlmýþtýr. Demokratik devrim mücadelesi siyasi
bir mücadele, iktidar mücadelesi iken, ikincisi ise düzen sýnýrlarý
içinde, ama bu sýnýrlarý zorlayan, geniþleten ve bu nedenle evrimci bir mücadeledir. Biz tali mücadele biçimi olarak bu ikinci biçimdeki demokratik mücadeleyi ele alýyoruz. Bu baðlamdaki demokratik mücadele, düzenin iliþkileri içinde, ama mesleki deðil
sýnýfsal düzeyde, yasama ve yürütmeye iliþkin konularda düzenleme yapmak, katýlýmý saðlamak, kýsmi deðiþtirme ve iyileþtirmeler
gerçekleþtirmek ve egemen sýnýflarla, –onlara dokunmaksýzýn– siyasal ve hukuksal eþitliði saðlamak için yürütülen mücadeledir.
(Bu mücadele, yasal ve yarý-yasal örgütlenmelerle yürütülür.) Demokratik devrim için deðil, demokratik reformlar için yürütülen
bir mücadele olarak belirginleþir. Örneðin ekonomik mücadelenin yürütülmesi önünde engeller oluþturan yasalarýn ya da sendikalar yasasýnýn deðiþtirilmesi talebi ve bu yöndeki mücadele ile
iþçilerin doðrudan fabrika yönetimine –mali ve yönetsel– katýlýmý
talebi ve mücadelesi farklýdýr. Birinci talep ve mücadele, iþçilerin
yasama ve yürütme gücü üstünde etki kurmak olarak düzen içi
nitelikteyken, ikincisi doðrudan bu güçlerin –yasama ve yürütme– el deðiþtirmesine baðlý; yani devrim mücadelesine iliþkindir.
Ýþte bu üç mücadele biçimi Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi’ne göre tali biçimlerdir ve silahlý propagandaya göre biçimlenir. Devrimci örgüt, tali mücadele biçimlerini de yürütür, yönetir
ve yönlendirir, ancak bunu temel mücadele biçimini geliþtirmek
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
177
ve geciktirmemek koþulu ile yapar. Bu nedenle baþlangýçta her
yere koþmaz, gücüyle orantýlý olarak tali mücadele biçimlerini yürütür ve gücün geliþimine baðlý olarak geliþtirir, yaygýnlaþtýrýr. Bu
þekilde tali mücadele biçimlerini ele alan örgüt, baþlangýçtan itibaren bu alanlarda gerekli planlamalar yapar, politikalar saptar,
gerekli hazýrlýk ve düzenlemeleri gerçekleþtirir ve gücüyle orantýlý
olarak da bu alanda kadrolarý mevzilendirir.
Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi’ni devrim stratejisi olarak kabul eden THKP-C/HD֒nün temel ve tali mücadele biçimlerine bakýþý, öz olarak böyledir.
178
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
EMPERYALÝZM
VE BUNALIM DÖNEMLERÝ
KAPÝTALÝZMÝN
SÜREKLÝ VE GENEL BUNALIMI
A- Serbest Rekabetçi Dönemde Buhranlar
Kapitalizmin üretici güçleri geliþtirdiði, toplumda burjuva
anlamda da olsa refah saðladýðý dönemlerde kapitalizmin temel
çeliþkisi (üretimin sosyal niteliði ile üretim araçlarýnýn özel mülkiyeti arasýndaki çeliþki) ancak ekonomik buhran dönemlerinde
keskinlik kazanýr. Serbest rekabetçi dönemde yaklaþýk olarak her
on yýlda bir tekrarlanan periyodik ekonomik buhranlarýn baþlamasý
için gerekli þartlar Marks tarafýndan belirtilmiþtir.
“Fakat, makineleþmiþ endüstrinin aðýrlýðýný bütün ulusal endüstri üzerinde duyuran bir etki yapabilecek derecede kök saldýðý, endüstrinin bu duruma gelmiþ olmasý dolayýsýyla dýþ ticaretin iç ticareti önem itibarýyla
geri býrakmaya baþladýðý, dünya piyasasýnýn yeni dünyada, Asya ve Avusturalya’da birbiri peþi sýra gittikçe daha
geniþ alanlara el attýðý ve nihayet dünya piyasasýnda boy
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
181
gösteren sanayici ülkelerin yeterli bir sayýya ulaþtýðý andan, ilk olarak iþte bu andan itibaren, bir diðerini izleyen safhalarý yýllar olan, daima genel bir buhranla sonuçlanan, birinin sonu bir yenisinin baþlangýcý olan ve
durmadan yenilenen devirler (zyklus, cycle) görülmeye
baþlanmýþtýr.”50
Böylece bütün kapitalist dünyayý saran ilk iktisadi buhran
1847-48’de olmuþtur. Bu kriz 1848 devriminin temel nedenidir.
Bu dönemde Marks ve Engels kapitalizmin son saatinin geldiðini,
kapitalizmin bu buhrandan kurtulamayacaðýný, bütün Avrupa’da
proletarya iktidarýnýn uzun mücadeleler sonucunda da olsa kurulucaðýný düþünüyorlardý.
1850 sonrasýnda ise Marks ve Engels 1848 yenilgisini devrimin objektif þartlarýnýn yetersizliðine baðlarlar:
“Burjuva toplumunun üretici güçlerinin, burjuva
iliþkileri çerçevesi içinde mümkün olan olanca hýz ve
bereketiyle geliþtiði bu genel refah döneminde gerçek
bir devrim söz konusu olamaz. Böyle bir devrim, ancak
þu iki etkenin, modern üretim güçleriyle burjuva üretim
biçimleri çatýþtýklarý zaman mümkündür.”51
“Tarih bizi ve bizim gibi düþünenlerin hepsini haksýz
çýkardý. Avrupa kýtasýnda, ekonomik geliþme durumunun, o zaman, kapitalist üretimin ortadan kalkmasýna
imkan verecek þekilde olgunlaþmaktan çok uzak olduðunu gösterdi. Bunu 1848’den itibaren bütün kýtayý kaplayan ve Fransa, Avusturya, Polonya, Macaristan ve son
olarak Rusya’da büyük sanayiin gerçekten kökleþmesini
saðlayan Almanya’yý birinci sýnýf bir sanayi ülkesi haline
getiren ekonomik devrim yoluyla ispatladý.”52
Serbest rekabetçi dönemde kapitalizmin temel çeliþkisi ekonomik buhran dönemlerinde keskinlik kazanýr. Bu dönemde proletarya ileri bir atýlýmla iktidarý ele geçirse bile, buhrandan sonra
kapitalizm üretici güçleri (burjuva iliþkileri çerçevesi içinde) bütün
hýzýyla geliþtirdiðinden ve böylece genel bir refaha ulaþtýðýndan ik50
51
52
182
Marks, Kapital, Cilt: I, s. 404, Odak yay. [Fransýzca baskýya ek.]
Marks, Ekonomi Politiðin Eleþtirisine Katký, Sunuþ, s. 9.
Engels, Fransa’da Sýnýf Mücadeleleri, Önsöz, s. 15-16.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
tidarda kalamaz, kaçýnýlmaz olarak yenilir. Serbest rekabetçi dönemde devrimin objektif þartlarý yoktur.
“... üretimin sosyal niteliði ile üretim araçlarýnýn özel
mülkiyeti arasýndaki çeliþki antagonizma kazanmadan,
kapitalizm üretici güçleri geliþtirme imkanlarýna sahipken, kapitalizmin devrevi ekonomik krizleri bir devrime
yol açamazlar.”53
B- Emperyalist Dönemde Buhranlar
1870 sonrasýnda kapitalizm oldukça barýþçý bir geliþim dönemine girdi.
“Bu evre, kapitalizmin üretici güçleri geliþtirdiði, kamçýladýðý ve burjuva anlamda refahý saðladýðý, tek kelimeyle kapitalizmin gürbüzleþtiði bir evredir. Fakat, her geliþen, güçlenen þey gibi, kapitalizm de bu süre içinde,
kendi zayýflýðýný, çürüklüðünü de geliþtirdi ve güçlendirdi. Bir baþka deyiþle, kapitalizm bir yandan yükselirken,
öte yandan hýzla kokuþmaya, asalaklaþmaya, tekelleþmeye yöneliyordu.”53
Serbest rekabetçi kapitalizmin 20. yüzyýl baþlarýnda tekelci
kapitalizme dönüþünün tamamlanmasý iki temele dayanýr:
a) Üretimin ve sermayenin yoðunlaþarak tekellerin ve mali
sermayenin ekonomiye hakim olmasý,
b) Dünyanýn emperyalist ülkeler arasýnda paylaþýmýnýn tamamlanmasý.
“Kapitalizmin bundan önceki ‘barýþçý’ döneminden
þimdiki emperyalist döneme geçiþin neye dayandýðýný
hatýrlayalým: Serbest rekabet, tekelci kapitalist bileþikler
meydana getirdi ve dünya paylaþýldý. Bu iki gerçeðin (...)
dünya ölçüsünde önemi vardýr.”54
Tekelci kapitalizm döneminde üretim sürecinin örgütlenmesi, buna karþýlýk üretim araçlarýnýn mülkiyetinin özel ellerde
yoðunlaþmasýnýn artmasý sonucu kapitalizmin temel çeliþkisi (üretimin sosyal niteliðiyle üretim araçlarýnýn özel mülkiyeti arasýndaki
53
54
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim-I.
Lenin, Proletarya Ýhtilâli ve Dönek Kautsky, s. 31
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
183
çeliþki) keskinlik kazanýr. Serbest rekabetçi dönemin aksine temel çeliþki sadece ekonomik buhran dönemlerinde deðil, her
dönemde kendini þiddetle hissettirir. Bunun nedeni tekeldir, tekelin üretici güçlerin geliþimini engelleyerek yavaþlatmasýdýr.
Bir veya birkaç tekel bütün piyasaya hakim olduðunda yüksek kârlar serbest rekabetçi dönemin aksine üretim araçlarý geliþtirilip mallar ucuzlatýlarak deðil, üretim sýnýrlandýrýlarak elde edilir.
“Tekel fiyatlarý saptandýðýnda, geçici bir süre için bile
olsa, belirli bir noktaya kadar teknik ilerlemenin uyarýcýlarý ortadan kalkar ve teknik ilerlemenin arkasýndan
diðer alanlardaki ilerleme de yavaþlar ve böylece ekonomik alanda, teknik ilerlemenin yapay olarak yavaþlatýlmasý mümkün olur.” (Lenin) 55
Tekelci kapitalizm döneminde temel çeliþkiden kaynaklanan üç çeliþki de keskinlik kazanýr:
1- Tekellerle Halk Arasýndaki Çeliþki:
Serbest rekabetçi dönemde mallar deðerleri üzerinden satýlýr. Bunun nedeni hiçbir iþletmenin piyasada hakimiyet kuramamasý, dolayýsýyla malýn fiyatýný belirliyememesidir. Çok sayýda küçük iþletme piyasada kendiliðinden oluþan fiyatý kabul eder. Teknolojiyi geliþtirerek mallarý daha ucuz üretmek ve böylece daha
fazla kâr saðlamak için kýyasýya bir rekabet vardýr.
Tekelci kapitalizm döneminde ise birkaç tekel bütün piyasaya hakimdir. Tekeller arasýndaki rekabet, genellikle fiyat rekabeti
þeklinde deðil, reklam, yeni modeller bulmak, hammadde kaynaklarýný ele geçirmek vb. biçiminde yürür. Serbest rekabetçi dönemde artý-deðeri gerçekleþtirme (mallarý satma) rekabetinde üretim
teknolojisini geliþtirmek esas faktör iken, tekelci dönemde bu kaybolmuþtur. Rekabet baþka metodlarla yürütülür.
Birkaç tekel piyasaya hakim olunca ve böylece malýn fiyatýný büyük ölçüde belirleyince ve fiyat rekabeti de ortadan kalkýnca
mallar deðerlerinin çok üzerinde fiyatlarla, tekel kârý ile satýlýr. Böylece sadece küçük kapitalistler ve iþçi sýnýfýndan deðil, bütün halktan tekellere doðru genel olarak deðer transferi gerçekleþir. Tekelci kapitalizm döneminde tekellerle bütün halk arasýndaki çeliþkinin þiddetlenmesinin maddi temeli budur.
55
184
Akt. Marksizm-Leninizmin Ýlkeleri-II, s. 94, Yar yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
2- Emperyalistlerle Sömürge Ülkeler Arasýndaki Çeliþki:
Tekelci dönemde emtia ihracýna dayanan eski tip sömürgecilik yerini sermaye ihracýna dayanan emperyalist sömürgeciliðe
býrakýr. Sermaye ihracý sömürge ülkelerde kapitalizmi (çarpýk
biçimde de olsa) geliþtirir, mevcut bütün çeliþkileri keskinleþtirir.
Sömürge ülkelerde ulusal bilincin geliþimi hýzlanýr. Sermaye ihracý
sayesinde metropollerde geliþimi önlenen çeliþkiler bütün þid-detiyle sömürge ülkelerde açýða çýkarlar.
“Ýhraç edilmiþ sermaye, ihraç edildiði ülkelerde kapitalizmin geliþimini etkiler, hýzlandýrýr. Böylece sermaye
ihracý, ihracatçý ülkelerdeki geliþmeyi bir parça durdurma eðilimi taþýsa da, bunun, bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine ve geniþlemesine geliþtirmek pahasýna olduðunu unutmamalý.”56
3- Emperyalist Ülkeler Arasýndaki Çeliþki:
Bu çeliþkinin derinleþmesinin iki nedeni vardýr: a) Dünyanýn paylaþýlmasý bitmiþtir, yeryüzünde nüfuz bölgelerine ayrýlmayan, sömürülmeyen toprak kalmamýþtýr. b) Kapitalist ülkeler arasýndaki eþitsiz ve sýçramalý geliþim sonucu, kapitalist geliþim sürecinde
diðerlerine göre nispeten geri bir ülke sýçramalý geliþimle ötekilere yetiþebilir. Emperyalist ülkeler arasýnda deðiþen güçler dengesi
sonucu sömürgelerin yeniden paylaþýmý zorunlu olur. Dünyanýn
paylaþýmý bittiðinden bunun tek yolu yeniden paylaþým savaþlarýdýr.
Sonuç olarak tekelci kapitalizm döneminde:
1- Üretimin sosyal niteliðinin artmasý, buna karþýlýk üretim
araçlarýnýn mülkiyetinin özel ellerde daha da yoðunlaþmasý sonucu temel çeliþki keskinleþir,
2- Üretici güçlerin geliþimi engellendiðinden keskinleþen temel çeliþki sürekli olarak kendini hissettirir.Üretici güçleri burjuva
iliþkileri içinde de olanca hýz ve bereketi ile geliþtiremeyen kapitalizm çürümeye ve çözülmeye baþlar. Kapitalizmin kendi zýttýnýn
varlýðýnýn objektif þartlarý bir bütün olarak kapitalist sistemde artýk
mevcuttur. Lenin kapitalizmin tekelci dönemde keskinleþen çeliþkilerini saydýktan sonra þöyle der: Emperyalizm sosyalist devrimin
arifesidir.
3- Tekelci kapitalizm döneminde temel çeliþkinin þiddetlen56
Lenin, Emperyalizm, s. 81.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
185
mesi ve süreklilik kazanmasý ve temel çeliþkiden kaynaklanan baþlýca üç çeliþkinin (tekellerle halk arasýnda, emperyalistlerle sömürge
ülkeler arasýnda ve emperyalist ülkeler arasýndaki çeliþki) keskinlik kazanmasý sonucu kapitalizm çözülme, çürüme ve kendi zýttýný
(sosyalizmi) doðuran aþamaya girer. Kapitalizmin tekelci dönemde girdiði bu yeni evreye genel bunalým dönemi denir. Genel bunalým kesikli deðil, süreklidir; bu anlamda tekelci dönem kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmlar çaðýdýr.
“Emperyalizm aþamasýnda, kapitalizm kaçýnýlmaz bir
þekilde, genel bir bunalým devresine girer.
... belirli aralýklarla tekrarlanan bunalýmlar (ekonomik buhran kastediliyor) kapitalizmin irsi hastalýðýdýr. ‘Genel bunalým’ ise toplumsal bir sistem olarak kapitalizmi
yere vurmasýyla diðerlerinden ayrýlýr. Bu, devamlý bir durumdur ve belirleyici özelliði kapitalizmin sürekli olarak
çözülmesi, ekonomik, politik ve ideolojik bütün güçlerinin içten zayýflamasýdýr.”57
Sürekli ve genel bunalým kavramlarý Mahir Çayan yoldaþ
tarafýndan “Kesintisiz Devrim-I”de incelenmiþtir. Ancak günümüz
þartlarýnda bu inceleme yeterli olmaktan uzaktýr ve baþlýca üç yönden tamamlanmasý gerekmektedir: 1- Sürekli ve genel kavramlarýnýn açýklanmasý, buhran ve bunalým kavramlarýnýn ayrýlmasý, 2Sürekli ve genel bunalýmda bir dönemin bitiþini, diðer bir dönemin
baþlangýcýný nelerin belirlediði, 3- Sürekli ve genel bunalýmýn özelliklerinde meydana gelen deðiþimler.
“Kesintisiz Devrim-I“de sürekli ve genel bunalým çeþitli biçimlerde açýklanýr:
1- “Bilindiði gibi, kapitalizm sürekli buhrana, emperyalist dönemde girmiþtir.”
2- “... (Marks) kapitalizmin devrevi buhranlarýný ve
sistemin genel buhranýný Kapital’de etraflý bir þekilde
inceledi.”
3- “... kapitalizm gerçekten sürekli (genel) buhranlar
dönemine yani emperyalist aþamaya girene kadar.”
4- “... kapitalizm sürekli ve genel bunalýmlarýný yaþamaya baþlayacaðý dönem baþlýyordu.” (emperyalist dö57
186
Marksizm-Leninizmin Ýlkeleri-II, s. 110.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
nem)
Üçüncü cümlede sürekli ve genel ayný anlamda, dördüncü
cümlede farklý anlamlarda kullanýlmaktadýr. Bir, üç ve son cümlelere göre kapitalizm sürekli ve genel buhrana emperyalist dönemde girmiþtir. Ýkinci cümlede ise Marks Kapital’de genel buhraný incelediðine göre genel (ve ayný anlamda kullanýlýrsa) sürekli
buhranýn serbest rekabetçi dönemde de var olmasý gerekir.
“Kesintisiz Devrim-I”de buhran ve bunalým ayný anlamda
kullanýlmaktadýr. Bu ise pasifistlere tahrifat için önemli bir malzeme saðlamakta; bunalým, buhran ve kriz özdeþleþtirilerek Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi’ni savunanlar Troçkizmle suçlanmaktadýr (emperyalist sistem sürekli kriz içinde ise, bir bütün olarak
dünya devriminin objektif þartlarý mevcuttur. Bu anlamda Troçkizm, Leninist tek ülkede de devrimin olabileceði teorisini reddeder.)
Bunalým, buhran ve kriz þöyle tanýmlanabilir: Kapitalizm tekelci dönemde sürekli ve genel bunalýmlar çaðýna girmiþtir. Bunalým ekonomik, politik, askeri nedenlerle derinleþtiði zaman buhranlar ortaya çýkar. Bir bunalým dönemi birden fazla buhraný içerebilir. Kriz ise buhran iyice olgunlaþtýðý, tepe noktasýna ulaþtýðý
zaman ortaya çýkar. Kriz dönemi kapitalizmin yýkýlmasýnýn objektif þartlarýnýn en olgun olduðu dönemdir. Birinci ve ikinci yeniden
paylaþým savaþlarý ve 1929 ekonomik buhraný kapitalist sistemde
derin bir kriz doðurmuþtur. Buna karþýlýk 1958’deki ekonomik buhran genel bunalýmý derinleþtirmiþ (buhrana yol açmýþ) ancak bir
kriz doðurmamýþtýr.
Lenin 1908’de kapitalist bunalýmýn sürekliliðini ve bunalýmýn tek tek krizlerden farkýný þöyle anlatýr:
“Kapitalizm krizlerin baþýný çekmektedir (teker teker ekonomik ve politik krizlerin yaný sýra kapitalist sistem bütünüyle de bir çöküþ içindedir).”58
Mahir Çayan yoldaþ bunalým ve buhraný ayný anlamda kullanmakla birlikte, konuya da þöyle açýklýk getirmektedir. (Kesintisiz
Devrim I-II-III’ü eleþtiren pasifistler doðal olarak bu noktaya dikkat etmezler):
“Sürekli buhran, kesiksiz buhran deðildir. Bu, kapi58
Lenin, Revizyonizm Üzerine, s. 64, Koral yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
187
talizmin öldürücü buhranýnýn zaman zaman kesilmesi
fakat yok olmamasý demektir. Bir baþka deyiþle, kapitalizmin ölüm döþeðine girmesi, zaman zaman komadan
çýkmasý, düzelmesi ama döþekten kalkamamasýdýr.”
Bunalým süreklidir, buhran ve kriz ise kesiklidir. Bunalým zaman zaman derinleþerek buhran ve krizleri doðurur.
Kapitalizmin tekelci dönemde sürekli ve genel bunalýmlar
çaðýna girmesi olgusu ülkemizde sað-oportünizm tarafýndan Marksist lafýzlar kullanýlarak çarpýtýlmýþ, sorunun özü anlaþýlmaz hale
getirilmiþtir. Pasifizmin sürekli ve genel bunalým kavramýný çarpýtmasý baþlýca üç temele dayanýr:
1- Genel Bunalým Kavramýný Çarpýtma
“Emperyalist dönemde artýk buhranlar genel ve evrenseldir, emperyalizmin bizatihi kendisi bir buhrandýr.
Bu yüzden, kapitalizm, emperyalist döneme girmesi ile
ayný zamanda genel bir buhrana da girmiþtir, can çekiþmeye baþlamýþtýr diyoruz.” (...)
“Ekonomik kriz, önce politik kriz þeklinde ve en sonunda da en üst ve korkunç biçimine, savaþa dönüþmüþtür. Emperyalistler arasý eþitsiz geliþmenin ve dünyanýn yeniden paylaþýlmasý meselesinin yol açtýðý savaþ
kapitalizmin buhranýnýn genel bir hal aldýðýnýn, eskisi gibi tek tek ülkeleri deðil, artýk bütün kapitalist sistemi ayný anda alt üst ettiðinin en açýk bir göstergesiydi.”59
Genel buhran, buhranýn bütün kapitalist sisteme yayýlmasý
ve tek tek ülkelerle sýnýrlý kalmamasý biçiminde tanýmlanmaktadýr.
Bu durumda ise genel buhranýn baþlýca bütün kapitalist ülkeleri
etkisi altýna alan ve 1848 devrimlerini doðuran 1847 dünya sanayi
ve ticaret kriziyle baþlamasý gerekir. Genel buhran kavramýndaki
bu çarpýtmanýn yaný sýra, önce kapitalizmin emperyalist döneme
girmesiyle genel bir buhrana girdiði söylenmekte (buhranýn baþlangýç tarihi 1905); sonra ise genel buhranýn birinci yeniden paylaþým savaþýyla baþladýðý savunulmaktadýr.
Genel bunalým kavramýný çarpýtma nedensiz deðildir, ikinci bir çarpýtmanýn temelidir.
2- Genel Bunalýmý Ekonominin Devresel Hareketine Ýndir59
188
Kapitalizmin Genel Buhraný, Kitle, Sayý: 31.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
gemek
Genel bunalýmla serbest rekabetçi dönemdeki buhranlar
arasýndaki baþlýca farkýn, bunalýmýn kelimenin gerçek anlamýyla
genel (bütün sisteme yayýlan) niteliðinden doðduðu kabul edildikten sonra genel bunalýmý ekonominin devresel hareketine indirgemek fazla zor deðildir.
“Buhranlar 150 yýldýr sürüyor ve kriz eskisi gibi kapitalist üretim sürecinin çeliþmelerinin geçici olarak çözülebilmesinin objektif olarak gerekli þartý olmaya devam
ediyor. Buhranlar gene devri bir þekilde geliþiyor ve kapitalizm, geliþmesini gene Marks ve Engels’in koyduklarý gibi sürdürüyor (...)”60
Tekelci kapitalist dönemdeki bunalým, ekonominin devresel hareketine özdeþleþtirildikten sonra þöyle deniyor:
“Bilimsel ve teknolojik ilerleme, araþtýrma ve geliþtirme harcamalarýnýn artmasý, yeni makine ve tekniklerin
sanayiye uygulanma sürecinin kýsalmasý, bütün bunlar
fabrika ve iþletmelerin makine ve donanýmlarýný yenileme süresini kýsaltmýþ, 1914’e kadar 7-10 yýl olan yenileme ve dolayýsýyla buhran devirlerinin süresini 1914-45
arasýnda 6-7 yýla düþürmüþ, günümüzde ise 3-4 yýla kadar indirmiþtir. 61
Marks serbest rekabetçi dönemde devresel hareketin süresinin (iki buhran arasýndaki süre) sabit sermayenin yenilenmesi
ile belirlendiðini söyler. Serbest rekabetçi dönemde ekonomik
buhranlar üretici güçlerin yenilenmesiyle aþýlýr. Ve devresel buhranlar sabit sermayenin yenilenme süresine uygun olarak, yaklaþýk
her on yýlda bir tekrarlanýr.
Tekelci dönemde ise üretici güçlerin geliþimi yavaþlatýldýðýndan kapitalizm ekonomik buhranlardan sabit sermayeyi önemli
ölçüde yenileyerek çýkamaz. Ekonomik buhran serbest rekabetçi
döneme göre süreklilik kazanýr (sürekli durgunluk eðilimi, refah
döneminde de tam istihdamýn saðlanamamasý vb.). Tekelci dönemde kapitalizm üretici güçlerin geliþimini frenlediðinden genel
bir bunalýma girer. Genel bunalým ekonominin devresel hareke60
61
Kapitalizmin Genel Buhraný, Kitle, Sayý: 31.
agy, Kitle, Sayý: 31.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
189
tinden nispi olarak baðýmsýzdýr. Kapitalist sistemde ekonomik buhranlar ekonominin devresel hareketi sonucu ortaya çýkarlar. Nispi baðýmsýzlýk devrenin canlanma ve refah dönemlerinde de genel
bunalýmýn varlýðý biçiminde anlaþýlmalýdýr. Kapitalizm tekelci dönemde üretici güçleri burjuva iliþkileri çerçevesi içinde bile olanca
hýz ve bereketiyle geliþtiremediðinden, serbest rekabetçi dönemdekine benzer bir refaha ulaþamaz.
Kapitalizmin genel bunalýmý sürekli bir durumdur ve bu
anlamda ekonominin devresel hareketinden nispi olarak baðýmsýzdýr, ancak devri hareket de genel bunalýmý etkiler. Devrenin
durgunluk ve çöküþ aþamalarý genel bunalýmý derinleþtirerek buhranlarý ve krizleri doðurur.
Pasifistlere göre ise serbest rekabetçi dönemde de tekelci
dönemde de buhran sadece ekonominin devresel hareketinden
kaynaklanýr. Emperyalist dönemde ekonomik buhranlarýn daha
sýk görülmesinin nedeni ise bilimsel ve teknolojik devrimdir. Böylece sabit sermayenin yenilenme süresi kýsalmaktadýr. Serbest rekabetçi dönemde üretim araçlarýný 10 yýlda bir yenileyen kapitalizm,
tekelci dönemde ayný þeyi 6-7 yýlda yapabilmektedir. Böylece pasifist devrim teorisinin temellerini atayým derken yolunu þaþýran
bu küçük-burjuva sonunda tekelci dönemde üretici güçlerin daha
da hýzlý geliþtiði neticesine varýr!
Mahir Çayan yoldaþ sürekli ve genel bunalýmýn devresel
harekete indirgenemeyeceðini, bu çok önemli olguyu “Kesintisiz
Devrim-I”de þöyle belirtir:
“Marks ve Engels 1850 sonbaharýnda yanýlgýlarýný anladýlar (...) ve bunalýmýn devrevi bir bunalým olduðunu
söylediler. Daha kapitalizm sürekli ve kesintisiz bunalýmlar dönemine girmemiþti.”
Sürekli ve genel bunalýmýn devresel hareketle özdeþleþtirilmesi çok önemli üçüncü çarpýtmaya temel olur.
3- Sürekli Bunalýmýn Reddedilmesi
Pasifizm genel bunalýmý (çarpýtýlmýþ biçimde) kabul eder,
sürekli bunalýmý ise reddeder. Pasifistler sürekli bunalýmý, sürekli
kriz olarak anlarlar. Onlar, Lenin’in tekelci dönemde bir bütün
olarak kapitalist sistemde devrimin ojektif þartlarý mevcuttur sözünü hiç anlamamýþlardýr. Devrimin objektif þartlarýnýn sistem ölçüsünde sürekli mevcut olmasý, özünde, sürekli ve genel buna-
190
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
lýmdan kaynaklanýr. Birini kabul etmeden diðerini savunmak olamaz.
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn ekonominin
devrevi hareketinden nispi baðýmsýzlýðý Politikleþmiþ Askeri
Savaþ Stratejisi’nin temelidir. Genel bunalým emperyalist sistemin
tümünde sürekli olarak mevcuttur. Ancak bunalýmýn tek tek ülkelere yansýma biçimi o ülkenin iç yapýsýyla belirlenir. Leninist proletarya devriminin dünya ölçüsünde eþitsiz geliþimi veya devrimin
tek ülkede gerçekleþebileceði teorisinin özü budur.
Sürekli ve genel bunalýmýn birinci ve ikinci bunalým dönemlerinin sömürge ve yarýsömürge veya üçüncü bunalým döneminin geri-býraktýrýlmýþ ülkelerine, saptýrýlan iç dinamik sonucu
þiddetle yansýmasýyla ülkede sürekli buhran (veya henüz olgunlaþmamýþ da olsa sürekli milli kriz) ortaya çýkar; evrim ve devrim aþamalarý iç içe girer.
Genel bunalým kavramýnýn çarpýtýlmasý, böylece genel bunalýmýn devresel harekete indirgenmesi ve sonuçta sürekli bunalýmýn reddedilmesi ise, bütün sað-oportünist teorilerin temelidir. Böylece devresel hareketin refah ve çöküþ aþamalarýna göre
evrim ve devrim dönemlerinin ayrýlmasý mümkün olur.
Ülkemizdeki çeþitli oportünist fraksiyonlar sorunun temelinin burada yattýðýný anladýklarýndan kapitalizmin genel bunalýmýndan (bunu da çarpýtarak) bahseder, sürekliliði ise reddederler.
Onlara göre, “bu genel buhran ekonomik krizlerin siyasal bir yansýmasýndan baþka bir þey deðildir.” Görünüþte ne kadar masum
ve kitaba uygun bir deðerlendirme; öyle ya bütün buhranlar son
tahlilde ekonomik buhrana dayanýr. Aslýnda pasifizmin bütün ideolojik temeli bu masum deðerlendirmenin altýnda yatmaktadýr.
Kapitalizmin genel bunalýmý ekonominin devresel hareketine indirgenince, bunalým da sürekliliðini kaybeder ve devresel olur;
durgunluk ve özellikle çöküþ aþamalarýnda kendini þiddetle hissettirir, toparlanma ve refah dönemlerinde ise refah mevcut deðildir. Bir bütün olarak emperyalist sistemin bunalýmý böylece sürekli olmaktan çýkartýlýr ve devrevi bir nitelik alýr. Bu devrevi bunalýmda elbetteki sömürge, yarý-sömürge veya geri-býraktýrýlmýþ ülkelere ancak ekonominin durgunluk ve özellikle çöküþ aþamalarýnda
þiddetle yansýr. Böylece bu ülkelerdeki buhran da sürekli deðil,
devrevi bir nitelik kazanýr. Bu durumda evrim ve devrim aþamalarý-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
191
nýn iç içe geçmesini saðlayan objektif koþullar ortadan kalkar.
Evrim ve devrim aþamalarý birbirinden kesin çizgilerle ayrýlabildikten sonra da Halk Savaþýný reddetmek, iþçi sýnýfýný devrimin temel
gücü kabul ederek þehirlerde kýsa sürecek bir ayaklanma ile devrimin baþarýya ulaþacaðýný savunmak fazla zor deðildir.
192
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
KAPÝTALÝZMÝN
SÜREKLÝ VE GENEL BUNALIMINDA
DEÐÝÞÝK DÖNEMLERÝN AYRILMASI
“Emperyalizmin üçüncü bunalým dönemi gibi bir
kavramýn anti-marksist niteliði açýktýr. Emperyalizmin bunalým dönemleri diye bir þey olamaz, çünkü emperyalizmin bizatihi kendisi bir buhrandýr. Emperyalizmin bunalým dönemleri yoktur, kapitalizmin genel bunalýmý
vardýr.”62
Pasifizmin bunalým dönemleri üzerindeki görüþü iþte budur: Emperyalizmin kendisi bir bunalýmdýr, o halde emperyalizmin
bunalým dönemlerinden bahsedilemez. Sorunun özünü kavramak yerine kelimelerle uðraþmak oportünizmin temel karakteridir.
Kapitalizm, emperyalist aþamaya girmesiyle birlikte asalak
ve hastalýklý bir niteliðe bürünmüþtür. Bu yanýyla emperyalizm,
ortaya çýkýþ nedenleriyle birlikte kapitalizmin çöküþü demektir ve
bizatihi bir bunalýmdýr. Ancak kapitalizmin bunalýmýný bu kadar
“kabaca” açýklamak ve bunalýmý “saflaþtýrmak” Marksizm-Leni62
Türkiye’de Sol Sapma, Ýlke, Sayý: 16, s. 85.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
193
nizmi inkardýr. Somut þartlarýn somut tahlilini yapmamak demektir. Eðer Marksizm-Leninizm bir eylem kýlavuzu ise, emperyalizmi
devamlý gözlemek ve somut tahlillerini yaparak içinde bulunduðu
durumun ayýrtedici özelliklerini ortaya çýkarmak gerekir.
Aslýnda pasifistler de bunalým dönemlerinden bahsederler
ve hatta baþlýca üç bunalým dönemi olduðunu bile söylerler. Amaç
emperyalizmi incelemek deðil, “iþi kitabýna uydurmaktýr”, herkesin söylediði bir þeyi bilinçsizce tekrarlamaktýr. Pasifistler emperyalizmin tekelci kapitalizm olduðundan, emperyalist dönemde kapitalizmin asalaklaþma ve çöküþ dönemine girdiðinden, dünyanýn
bir avuç tekel tarafýndan sömürüldüðünden vb. bahsederler. Bunlar emperyalizmin deðiþmeyen ve deðiþmeyecek genel özellikleridir.
Pasifistlere göre emperyalizm hakkýnda bu kadar çok (!)
þey bilmek yeter. Emperyalizmin deðiþmeyen “genel” özelliklerinin yaný sýra deðiþen özelliklerini –emperyalist sömürünün sürdürülüþ biçimi (metropollerde ve sömürgelerde), emperyalist ülkeler arasýndaki iliþkiler, emperyalistlerle sosyalist ülkeler ve ulusal
kurtuluþ savaþlarý arasýndaki iliþkiler–, yani bunalým dönemlerini
incelemek, pasifistlere göre, emperyalizmin özünün deðiþtiðini savunmaktýr.Aslýnda onlar suçlarýnýn telaþý içindedirler. Pasifistlerin
sürekli ve genel bunalýmý çarpýtmalarý gibi, bunalým dönemlerinin
incelenmesinden de kaçýnmalarý nedensiz deðildir. Emperyalist
dönem kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmlar çaðýdýr. Ancak
emperyalist dönem içinde de emperyalizmin deðiþen özellikleriyle belirlenen bunalým dönemleri vardýr. Emperyalizmin bunalým
dönemlerinin ayýrtedici özellikleri þu kriterlerle açýklanabilir:
1- Emperyalist sömürünün sürdürülüþ biçimi (metropollerde ve sömürgelerde):
Emperyalizmin bir dünya sistemi olmasý ve içine düþtüðü
bunalýmdan sistem içindeki tedbirlerle kurtulmaya çalýþmasý sömürü biçimlerinin de, dönemlere göre ayýrtedici farklýlýklara uðramasýna neden olmuþtur (sömürünün özü deðil, biçimi deðiþir).
Bu olgu, üretimin ve sermayenin yoðunlaþma derecesine uygun
düþecek biçimde gerçekleþir.
2- Emperyalistler arasý çeliþkinin durumu:
Emperyalistler arasý çeliþki her dönemde mevcuttur. Ancak bu çeliþki askeri ve teknolojik üstünlüðe, sosyalist sistem ve
ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn gücüne ve sermayenin yoðunlaþma
194
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
derecesine göre çeþitli biçimler alýr.
3- Emperyalizmle alternatif ve potansiyel güçler arasýndaki durum:
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn özele þiddetle
yansýmasý ve ortaya çýkan milli krizin doðru deðerlendirilmesiyle
kapitalizmden sosyalizme geçiþ gerçekleþir. Bu geçiþ, kapitalizmin
temel çeliþkisinden, bu çeliþkinin aldýðý çeþitli biçimlerden ve onun
çeþitli yansýmalarýndan kaynaklanýr. Ancak bu sorunun sadece
bir yönüdür, kapitalizmin içinden doðan sosyalizm, sonucu olduðu çeliþkileri etkiler. Emperyalizmin etki alanýný daraltarak temel
çeliþkiyi þiddetlendirir ve onun çeþitli yansýmalarýný deðiþtirir (emperyalizmin etki alanýnýn daralmasý geniþ anlamda düþünülmelidir.
Bu sosyalist ülkeler ve devam eden ulusal kurtuluþ savaþlarý gibi
sadece mevcut tehlikeyi deðil, emperyalist-kapitalist metropollerde geliþen sýnýf mücadelesini ve geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde henüz
geniþ halk kitleleri içinde yayýlamamýþ, oluþum halindeki anti-emperyalist, anti-oligarþik mücadeleyi ve kitlelerin büyük huzursuzluðu gibi potansiyel bir tehlikeyi de içerir.)
Bu üç unsurun sentezi emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþini belirler. Emperyalizmin herhangi bir bunalým döneminin açýklanmasý, emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþinin
açýklanmasý demektir.
Emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþini belirleyen
üç ana unsur iki temele indirgenebilir: Birincisi, sistemin iç dinamiðinin geçirdiði evrimdir. Bu evrim emperyalist sömürünün sürdürülüþ biçimine, metropollerdeki sýnýf çatýþmasýna, emperyalist
ülkeler arasýndaki iliþkilere ve emperyalistlerle sömürge ülkeler
arasýndaki iliþkilere yansýr. Ýkincisi, emperyalist sistemin iç dinamiðinden doðan sosyalist ülkelerin ve ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn
bu iç dinamiði etkilemeleridir. Bu iki ana unsurun sentezi emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþ modelini ortaya koyar. (Þüphesiz her model gibi, burada da ikincil unsurlar ihmal edilir. Emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþinin genel özellikleri birinci
plana çýkartýlýr, münferit sapmalar bu genel özellikleri deðiþtiremeyeceðinden ihmal edilir. Örneðin III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ bir ülkede herhangi bir nedenle açýk iþgalin uygulanmasý, sistem bir bütün olarak ele alýndýðýnda, bu dönemde emperyalist iþgalin gizlenmesi (gizli iþgal) olgusunun önemini azaltmaz.)
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
195
Zaman içinde iki ana unsurun deðiþimi ve bu deðiþimin
yansýmalarý sonucu yeni bir iþleyiþ modeli ortaya çýkar. Bu model
eskinin yöntemleri, iliþkileri vb. ile geniþ ölçüde açýklanamýyorsa,
emperyalizmin bunalým dönemlerinde bir dönem bitmiþ, yenisi
baþlamýþtýr.
Sað-oportünizm bu konuda þaþkýn ördekten farksýzdýr. Bir
bunalým döneminin bitiþini, diðerinin baþlangýcýný neyin belirlediðini tutarlý bir biçimde açýklayamaz. Bir yandan sürekli ve genel
bunalýmý ekonominin devrevi hareketine indirger, diðer yandan
genel bunalýmýn baþlangýç tarihinin 1917 olduðunu söyler (halbuki
bu durumda genel bunalýmýn 1847’de baþlamasý gerekir). Saðoportünizm bir yandan genel bunalýmýn üçüncü döneminde olduðumuzu söyler ve böylece her dönemin birden fazla devresel hareketi içerdiðini kabul eder (bunun zorunlu sonucu sürekli ve genel bunalýmýn devresel harekete indirgenemeyeceðidir); diðer yandan bunun aksini savunur. Ýþte oportünizmde ilke istikrarý diye
birþeyin olmamasý, pasifizmini gizlemek için görünüþte doðruyu
savunup meselenin özünü tahrif etmesi, yýlan gibi kývrýlýp her þekle
girmesi esprisi budur.
Pasifistlerin emperyalizmin deðiþmeyen, “genel” özelliklerinden bahsetmeleri, bunalým dönemlerini ise incelemeye yanaþmamalarý nedensiz deðildir. Bunalým dönemlerinin incelenmesi,
emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþindeki deðiþmeleri açýða
çýkarýr. Bu deðiþim kaçýnýlmaz olarak proletaryanýn çarpýþma biçimlerine yansýr, yeni örgütlenme ve mücadele yöntemlerini doðurur.
Objektif þartlarýn zorunlu kýldýðý yeni mücadele ve örgütlenme yöntemlerini inkârýn en kýsa yolu ise yeni þartlarýn varlýðýný inkâr etmektir. Emperyalizmin sadece deðiþmez özellikleri olduðunu, bunalým dönemlerini incelemenin gereksiz olduðunu savunmaktýr.
Birinci Bunalým Dönemi:
Birinci bunalým dönemi tekellerin ve mali sermayenin ekonomiye hakim olduðu ve dünyanýn emperyalist ülkeler arasýnda
paylaþýlmasýnýn tamamlandýðý 1903’de baþlar.
Kapitalizm 20. yüzyýlýn baþlarýndan itibaren genel bir bunalýma girer. Genel bunalým kapitalizmin kendi iç dinamiðinden, onun
kendi iç çeliþkilerinden kaynaklanýr. Serbest rekabetçi kapitaliz196
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
min tekelci kapitalizme dönüþerek genel bir bunalýma düþmesi;
çöküþ, çürüme ve yokoluþ dönemine girmesi devrimin objektif
þartlarýnýn sistem ölçüsünde mevcudiyeti olarak görünür. Bu sürekli bir durumdur ve bu anlamda da kapitalizm sürekli ve genel
bunalýma girmiþtir.
1903’de baþlayan bu döneme, kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn birinci dönemi veya emperyalizmin birinci bunalým dönemi veya kýsaca birinci bunalým dönemi denir.
Emperyalizmin bu ilk bunalým döneminde ekonomik olarak Ýngiltere dünyanýn hakimi durumundadýr. Eþitsiz geliþme kanunu gündemdedir ve emperyalistler çeþitli kamplara ayrýlmýþtýr
(1914’de dünyayý yeniden paylaþmak için savaþa baþlayan emperyalist ülkeler iki ayrý kampta toplanmýþtý. Bu kamplarýn oluþumu
1904’de baþlar). Sosyal bunalým derinleþmektedir. Avrupa ve Amerika’da iþçi sýnýfý hareketi baþarý kazanmaktadýr. Ancak kapitalizmin
19. yüzyýlýn son yirmi yýlýný kapsayan barýþçý geliþme dönemi iþçi
sýnýfý içinde revizyonizmin güçlenmesini saðlamýþtýr. Bunalýmýn
derinleþerek dünya çapýnda krize dönüþtüðü 1914’de Avrupa prolaterya hareketi oportünizm tarafýndan geniþ ölçüde pasifize
edilmiþtir. Avrupa prolaterya hareketinin liderleri Marks ve Engels’in
serbest rekabetçi dönem için savunduklarý tezlere dört elle sarýlmýþlardýr, kapitalizmin içinde bulunduðu aþamayý kavrayamamýþlardýr. Oysa 1905 Rus devrimi kapitalizmin çöküþ aþamasýnda olduðunu ve devrimler çaðýnýn baþladýðýný gösteren önemli bir olaydýr. 1917 devrimi ise sosyal devrimler çaðýnýn açýldýðýný belgeleyen
ve yanlýþ emperyalizm tahlili üzerine oturtulan revizyonizmin iflasýný ortaya koyan bir kanýttýr.
1917 öncesinde emperyalist sistemde devrimin objektif
þartlarý sürekli olarak mevcuttur. Ancak devrimin objektif þartlarýnýn mevcudiyeti mutlaka devrimin olmasýný gerektirmez. 1917 Rus
devriminde objektif ve subjektif faktörler birleþmiþ ve böylece emperyalizme karþý sürekli bir alternatif doðmuþtur. Kapitalizmin iç
çeliþkilerinden doðan sosyalizm bu iç çeliþkileri etkiler. 1917 devrimi öncesinde kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmý sadece sistemin iç çeliþkilerinden kaynaklanýyordu ve süreklilik genel bunalýmýn sürekliliði anlamýndaydý.
1917 sonrasýnda ise süreklilik, sadece kapitalizmin genel
bunalýmýnýn sürekliliði olarak açýklanamaz. Kapitalizmin bunalýmý
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
197
artýk sadece iç dinamikten kaynaklanmaz. Kapitalizmin içinden
doðan sosyalizm ve ulusal kurtuluþ savaþlarý sistemin üzerinde
sürekli bir baský oluþturur. 1917 Devrimi bu anlamda hem bunalýmýn sürekliliðini kanýtlayan hem de bunalýmýn sürekliliðine
yeni bir muhteva kazandýran bir olaydýr.
Birinci bunalým dönemi 1. yeniden paylaþým savaþý içinde,
özellikle 1917 Rus devrimi ile sona erer.
Ýkinci Bunalým Dönemi:
Emperyalizmin bunalýmýnda bir dönemin bitiþini ve yeni
bir dönemin baþlangýcýný belirleyen tarih genellikle sembolik olmaktan öteye bir anlam taþýmaz. Önemli olan tarih deðil, sistemin
yeni iþleyiþ biçimini kavramaktýr. Herhangi bir tarihte yeni bunalým döneminin özellikleri birdenbire ortaya çýkmaz, eskinin özellikleri ise birdenbire kaybolmaz. Bu yönden yeni bir bunalým dönemin baþlangýç tarihi, yeni dönemin özelliklerinin oluþmasýnda
veya bir önceki dönemde mevcut ancak belirgin olmayan özelliklerin öne çýkmasýnda baþlýca etken olan olaylarýn tarihine göre
belirlenir.
Ýkinci bunalým döneminin baþlýca özellikleri þunlardýr:
a) Emperyalizme karþý sürekli alternatifin doðuþu:
1917 Sovyet Devrimi ile dünyada emperyalizme karþý ilk sürekli alternatif doðar. Sovyet devrimi sonucu dünyanýn 1/6’i emperyalist sömürünün dýþýna çýkmýþ ve çoðunlukla Sovyetler Birliði’nin
etkisinde kalarak yeni ulusal kurtuluþ savaþlarý doðmuþ veya var
olanlar daha da güçlenmiþtir. Ýlk sosyalist ülkenin doðuþu ve ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn hýz kazanmasý kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýný derinleþtirmiþ ve sürekliliðe yeni bir muhteva kazandýrmýþtýr. Ancak Sovyetler Birliði ve kurtuluþ savaþý veren ülkler
emperyalizmi geriletmek ve etkisini sýnýrlandýrmakla birlikte henüz
sisteme karþý büyük bir tehlike olmaktan uzaktýr. Kapitalizmin iç
dinamiðinden doðan sosyalizmin ve ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn
bu iç dinamiði etkilemesi henüz belirgin derecede aðýrlýk kazanmamýþtýr.
b) Ekonomik buhranýn önemli ölçüde aðýrlaþmasý:
Tekelci kapitalizmin savaþ sýrasýnda kýsa bir buhrandan sonra 1929’da dört yýl süren aðýr bir buhrana düþtü. Kapitalizmin ta-
198
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rihinde geçirdiði bu en aðýr ekonomik buhran onu dünya çapýnda büyük bir krize götürdü. 1901-1913 arasý 100 olarak alýndýðýnda
kapitalist dünyanýn sanayi üretim endeksleri 1913’de 121, 1929’da
176 iken 1932’de 114’e düþtü.63 Buhrandan sonra da kapitalizm
bir süre kendini toparlayamadý. Sanayi üretimi ancak 1938’de
1929’daki seviyesinin üstüne çýkabildi.
Ekonomik buhranýn önemli ölçüde derinleþmesinin baþlýca
iki nedeni vardýr: Birincisi, savaþ ve savaþ sonrasý dönem kapitalizmin talep yetersizliðine geçici olarak çözüm getirir. Savaþ ekonomisi ve savaþ sonrasýnda üretim araçlarýnýn yenilenmesi kapitalist
ekonomiyi canlý tutar. Savaþýn etkisi geçtikten sonra ise kapitalist
ekonominin bütün iç çeliþkileri özellikle üretim fazlasý sorunu kendini þiddetle hissettirir. Ýkincisi, dünyanýn 1/6’inde sosyalist iktidarýn
kurulmasýý sonucu tekelllerin sömürü alanýnýn daralmasýdýr.
c) Tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizmine dönüþmesi:
1929 buhranýnda kapitalist ekonominin Say kanunu gereðince kendiliðinden bir iþleyiþe sahip olmadýðý anlaþýldý. Ekonomiye geniþ ölçüde devlet müdahalesinin zorunluluðu açýða çýktý.
1. yeniden paylaþým savaþýnda belirtileri gözlenen tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizmine dönüþümü II. bunalým döneminde tamamlandý. Tekellerle devletin bütünleþmesi ve devletin
artan oranda ekonomiye müdahalesi çeþitli biçimlerde ortaya çýktý
(ABD‘de 1923-33 krizinin etkilerini hafifletmek için uygulanan New
Deal politikasý, Almanya ve Ýtalya’da faþizm).
d) Emperyalist ülkeler arasýndaki güçler dengesinin deðiþimi:
I. Yeniden paylaþým savaþýnýn sonunda sömürgeler galip
ülkelerin yararýna yeniden paylaþýldý. ABD’nin gücü yavaþ yavaþ
Ýngiltere’ninkini aþmaya baþladý.
Görüldüðü gibi II. bunalým döneminin baþlýca bütün özellikleri dolaylý ve doðrudan I. yeniden paylaþým savaþý ve Sovyet
Devrimiyle ilgilidir.
Ýlk sosyalist ülkenin kurulmasý ve ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn hýz kazanmasý, ekonomik buhranýn aðýrlaþmasý, emperyalist
ülkeler arasýndaki güçler dengesinin deðiþimi ve tekelci kapitaliz63
E. Varga, 20. Yüzyýl Kapitalizmi, s. 40.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
199
min tekelci devlet kapitalizmine dönüþmesi sonucu emperyalist
sistemin bir bütün olarak iþleyiþ biçimi deðiþir.
Dünyanýn 1/6’inin emperyalist sömürüden kurtulmasý ve
ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn geliþmesi sonucu emperyalizm artýk
dünyadaki eski rakipsiz güç deðildir. Bu olgu dünyadaki güçler
dengesini ve bu güçler arasýndaki çatýþmayý önemli ölçüde etkiler. Bunun en açýk örneði II. yeniden paylaþým savaþýdýr. Ýkinci
savaþ birincide olduðu gibi sadece emperyalist ülkeler arasýnda
olmamýþtýr. Üç cephede birden sürmüþtür. Emperyalist ülkeler
arasýnda, emperyalistler ve Sovyetler Birliði arasýnda ve emperyalistlerle sömürge ülkeler arasýnda.
Birinci yeniden paylaþým savaþý kapitalizmin bunalýmýný geçici olarak çözmüþ ancak savaþýn etkisi geçince bunalým aðýr bir
buhrana dönüþmüþtür. Ýkinci bunalým döneminde tekelci kapitalizm devletle bütünleþerek, yeni sömürü ve egemenlik yöntemleriyle ayakta kalabilmiþtir. ABD’de New Deal politikasý, Almanya
ve Ýtalya’da faþizm ve en geniþ anlamda uygulanmasý III. bunalým
döneminde gerçekleþecek olan enflasyonist politika ve militarizm
tekelci kapitalizmin ayakta kalabilmek için uyguladýðý yeni sömürü
ve egemenlik biçimlerinin ürünüdür. Kýsaca, tekelci kapitalizmin
tekelci devlet kapitalizmine dönüþmesinin ürünüdür.
II. bunalým dönemi II. yeniden paylaþým savaþýnýn sonunda, 1945’de biter.
Bu arada, kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn içeriði
ve bunalým dönemlerinin baþlangýç ve bitiþ tarihleri konusunda
Sovyetler Birliði’nin görüþüne de deðinmek gerekir.
“Kapitalizmin genel buhraný iki aþamada geliþti ve
bir üçüncüsüne girdi. Birinci aþama, Birinci Dünya Savaþý
içinde baþladý ve özellikle Ekim Devrimi sýrasýnda en
belirgin hale geldi. Ýkinci aþama, Ýkinci Dünya Savaþýnýn
ve Avrupa ve Asya ülkelerinde baþlayan sosyalist devrimlerin seyri içinde açýlýp yayýldý. 50 yýllarýnýn ikinci yarýsýnda dünya kapitalizmi genel buhranýnýn yeni üçüncü
aþamasýna girdi.”64
Bu görüþe göre birinci bunalým dönemi 1917-45, ikinci bunalým 1945-58, üçüncü bunalým dönemi de 1958 sonrasýný kapsar.
64
200
Nikitin, Ekonomi Politik, s. 215. Sol yay. 3. Baský
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Bunalým dönemlerinin tarihlerinin farklý saptanmasýnýn temeli genel bunalýmýn içeriðinin farklý deðerlendirilmesinde yatar:
“Kapitalizmde ekonomik buhranlar, metalarýn bir
aþýrý üretimi buhranýdýr; toplumun politik hayatýný belirgin bir þekilde etkileyeceði açýk olmakla birlikte, sadece
ekonomik alanda geliþir. Kapitalizmin genel buhraný,
kapitalist ülkedeki hayatýn her kesimini, ekonomik alaný
olduðu kadar, politik alaný da kapsar; ve bu, can çekiþen
kapitalizmle tarih sahnesinde beliren sosyalizm arasýndaki mücadeleyle nitelenir. Kapitalizmden sosyalizme
geçiþ, kapitalizmin genel buhranýnýn asýl muhtevasýdýr.”65
Kapitalizmin genel bunalýmýnýn asýl muhtevasý serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüþmesi ve böylece
kapitalizmin çürüme, asalaklaþma ve kendi zýttýný doðurma aþamasýna girmesi deðil de kapitalizmden sosyalizme geçiþ ise; genel
bunalým 1917 Sovyet Devrimi ile baþlar. Genel bunalýmýn bu tanýmýna göre I. bunalým döneminin 1917’de baþlamasý doðrudur,
ancak tanýmýn kendisi eksiktir.
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmý 1903’de baþlar. 1917’
de kapitalizmden sosyalizme geçiþin gerçekleþmesi ile süreklilik
yeni bir muhteva kazanýr. Bunalýmýn özünün kapitalizmden sosyalizme geçýþ olduðunu savunmak, sadece bunalýmýn kazandýðý yeni
muhtevayý görmek, ondan öncesini, yani kapitalizmden sosyalizme geçiþi hazýrlayan dönemi gözden kaçýrmak demektir.
65
Nikitin, Ekonomi Politik, s. 215, Sol Yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
201
ÜÇÜNCÜ BUNALIM DÖNEMÝ
Emperyalizmin III. bunalým dönemi kendi içinde iki ayrý
döneme ayrýlýr:
a) 1945-58 Dönemi
Bu dönemin baþlýca özellikleri þunlardýr:
1- Dünya sosyalist sisteminin kurulmasý, ulusal kurtuluþ
savaþlarýnýn dev boyutlara ulaþmasý:
Kapitalizm tarihinin hiçbir döneminde bu kadar hýzla gerilememiþ, darbe üstüne darbe yememiþtir. Dünya sosyalist sisteminin kuruluþu ve zafere ulaþan sömürge kurtuluþ savaþlarý bütün
dönem boyunca devam etmiþtir. Savaþýn içinde Doðu-Avrupa’da
sosyalizmin zaferini savaþtan sonra 1948’de Kuzey Kore, 1949’da
Çin Devrimlerinin kesin zaferi ve 1954’de Dien Bien Fu zaferiyle
Fransýzlarýn Kuzey Vietnam’ý boþaltmalarý izlemiþtir. 1958 Küba
Devrimi’nin zafere doðru ilerlediði yýllardýr. Afrika’da bazý ülkeler
gerçek baðýmsýzlýklarýný kazanmýþlardýr. Dünyanýn diðer sömürge
202
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ülkelerinde ise ulusal kurtuluþ hareketlerinin daha fazla yükselmesini önlemek amacýyla emperyalistler ülkedeki açýk iþgallerine
son vererek geri çekilmiþlerdir. Eski-sömürgecilik yerini yenisömürgecilik metodlarýna býrakmaya baþlamýþtýr.
2- Emperyalist ülkelerin sürekli ve resmi olarak örgütlenmeleri:
1944 yýlýnda Bretton Woods’da Uluslararasý Para Fonu (IMF)
ve Dünya Bankasý’nýn kurulmasýna karar verildi. Dünya Bankasý
savaþta yýkýlmýþ kapitalist ülkelere ve geri-býraktýrýlmýþ ülkelere imar
ve kalkýnma kredisi saðlayacak; IMF ise dolara baðlý olarak kurulacak olan yeni altýn kambiyo standardýnýn iþleyiþini garanti altýna
alacak ve sýk sýk meydana gelen kur deðiþmelerinin emperyalist
bloku tehdit eder bir nitelik kazanmasýný önlemeye çalýþacaktýr.
Hiçbir ülke IMF’e danýþmadan parasýnýn deðiþim oranýný
deðiþtiremeyecektir.
Uluslararasý finans kurumlarýnýn faaliyetlerinin doðru deðerlendirilmesi, bu kurumlarýn emperyalist ülkeler arasýnda yapýlmýþ
herhangi bir ittifaktan çok farklý olduðunun anlaþýlmasýyla mümkündür. II. yeniden paylaþým savaþýndan önce de emperyalist
ülkeler arasýnda çeþitli ittifaklar kurulurdu. Genellikle saldýrmazlýk
paktý þeklinde olan bu ittifaklar temelde geniþ bir ekonomik
iþbirliðine dayanmazdý.
Uluslararasý finans kurumlarý, emperyalist ülkelerden
bazýlarýnýn diðerlerine karþý kurduklarý bir ittifak deðildir. Bu
kurumlar tüm emperyalist ülkelerin biraraya gelip dünyanýn
ekonomik ve politik geliþimini kontrol edebilme çabasýný yansýtýr. Emperyalist ülkeler tarihlerinde ilk kez resmi ve sürekli
olarak örgütlenmektedir.
Uluslararasý finans kurumlarý, emperyalist ülkelerin temelde geniþ ekonomik iþbirliðine dayanan politik örgütleridir. Savaþta
yýkýlan kapitalist ülkelere imar kredileri vererek bu ülkelerde sosyalizmin zaferini engellemeye çalýþmýþ, geri-býraktýrýlmýþ ülkelere
kalkýnma kredisi adý altýnda çeþitli krediler vererek bu ülkelerin
sosyalist bloka katýlmasýný önlemeye, bu ülkelerin ekonomik ve
politik geliþimini kontrol altýna almaya çalýþmýþtýr.
Emperyalist ülkelerin resmi ve sürekli olarak örgütlenmelerinin temel nedeni sosyalist sisteme ve ulusal kurtuluþ savaþlarýna
karþý bir bütün olarak karþý durmak zorunluluðunu duymalarýdýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
203
(Emperyalist sistemin iç dinamiðinden doðan sisteme karþý sürekli alternatifin bu iç dinamiðin geliþimini etkilemesi, emperyalist ülkelerin birliðe zorlanmasý.)
3- Emperyalist ülkeler arasýndaki çeliþkilerin geçmiþe
göre çok azalmasý; ABD’nin emperyalist blok içindeki mutlak
hegemonyasý:
Emperyalist sistem tarihinin hiçbir döneminde, 1945-58 arasýnda olduðu kadar birlik ve uyum içinde bulunmamýþtýr. Emperyalist blokta ABD’nin mutlak hegemonyasý altýndaki bu bütünleþme
baþlýca üç temele dayanýr:
a) ABD hariç diðer bütün emperyalist ülkeler savaþtan geniþ
ölçüde yýkýlmýþ olarak çýkmýþlardýr. ABD’ye karþý hiçbir alternatif
yoktur.
b) Dünya sosyalist sisteminin varlýðý ve geniþleyen ulusal
kurtuluþ savaþlarýna karþý emperyalist blokun jandarmalýðýný ancak ABD yapabilirdi. Baþta Ýngiltere olmak üzere diðer bütün emperyalist ülkeler sömürgelerinin denetimini fazla zorluk çýkartmadan ABD’ye býrakmýþlardýr.
c) II. yeniden paylaþým savaþýndan sonra emperyalist ve
sosyalist bloklar arasýndaki soðuk savaþ, Batý-Avrupa’daki komünist partilerinin gücü ve kitlelerin büyük potansiyeli dikkate alýndýðýnda savaþta yýkýlan Batý-Avrupa ve Japonya’nýn kýsa sürede
imarý gerekir. ABD sosyalizm denizinde bir ada olarak kalmak istemiyorsa, yýkýlan kapitalist ülkelerin imarýný kýsa sürede gerçekleþtirmek zorundadýr.
Emperyalist ülkeler arasýndaki bütünleþmede ABD’nin kesin hegemonyasý pratikte iki þekilde yansýr:
Birincisi, uluslararasý finans kurumlarýndaki oy oranlarýdýr.
Bu kurumlarda oy oranlarý ekonomik güce göre saptanýr, dolayýsýyla yönetim tamamen emperyalist ülkelerin elindedir. 1947’de
ABD toplam oylarýn % 35,07’sine sahiptir.
ABD’nin emperyalist blok içindeki hegemonyasýný yansýtan
ve bu hegemonyayý sürdürme aracý olarak kullanýlan esas unsur
dolarýn rezerv para oluþudur. 1944’de Bretton-Woods’da dolarla
altýn arasýnda sabit bir deðiþim oraný saptandý, yani dolar altýna
eþdeðer kabul edildi. Dolarýn rezerv para oluþu sadece ABD için
deðil, bütün emperyalist blok için büyük önem taþýmaktadýr. Dolar ABD’ nin dýþýnda dörtlü bir fonksiyona sahiptir:
204
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Birincisi: Altýn üretimi emperyalist ülkeler için büyük önem
taþýyan dünya ticaretinin geliþiminin gerisinde kalmaktadýr. Dolarýn altýna eþdeðer kabul edilmesi uluslararasý likidite sorununa
çözüm getirmiþtir.
Ýkincisi: Savaþta yýkýlan kapitalist ülkeler ABD mallarýna ve
sermayesine muhtaçtýr. Bu dönemde kapitalist ülkelerin tümünde, özellikle Batý-Avrupa’da belirgin bir dolar kýtlýðý görülmektedir.
ABD’ nin sermaye ihracý diðer emperyalist ülkelerin imarýnda
önemli rol oynamýþtýr.
Üçüncüsü: Emperyalist blok içinde her yönden rakipsiz kalan ABD zorunlu olarak sistemin jandarmalýðýný da yüklenmiþtir.
Sosyalist blokun üslerle çevrilmesi ve sürekli savaþ tehdidi altýnda
tutulmasý, ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn bastýrýlmaya çalýþýlmasý, ilerici yönetimlerin devrilmesi ve genel olarak dünya çapýnda karþý-devrimin organizasyonu ABD tarafýndan gerçekleþtirilmiþtir. Bütün bu faaliyetlerin finansmaný ABD’nin 1971’e kadar sürekli fazla
ile kapanan dýþ ticaret dengesiyle saðlanamazdý; tek çýkar yol sürekli ödemeler dengesi açýðýdýr (yani dünya piyasasýna karþýlýðýnda
mal ve hizmet sürmeksizin dolar sürmektir, karþýlýksýz para basmaktýr). Bu ise ancak ellerinde dolar bulunan ülkelerin karþýlýðýnda
ABD’den mal ve hizmet talep etmeleriyle mümkündür; dolarýn rezerv para olmasý bunu saðlamaktadýr.
Dördüncüsü: Sürekli dýþ ödemeler dengesi açýðýnýn mümkün oluþu ABD’ye karþýlýksýz dolar basarak diðer emperyalist ülke
ekonomilerine sýzma, onlarý ele geçirme olanaðý vermektedir. Bu
durum, özellikle 1958’den sonra ABD sermayesinin Batý-Avrupa’yý
istilasý þeklinde kendini göstermiþtir.
4- Ekonomik buhranýn hafiflemesi:
1945-58 arasý sürekli bir savaþ dönemidir; emperyalizm darbe üstüne darbe yemiþ ve sürekli gerilemiþ, sürekli pazar kaybetmiþtir. Ancak dünyanýn 1/3’ünün sosyalist bloka dahil olmasý emperyalizmin ekonomik buhranýna bu dönemde yansýmamýþtýr.
Bunun nedeni kapitalist üretimin savaþ sonrasý yýllarda sýnýrsýz
olarak geniþlemesidir. Emperyalizm 1945-58 arasýnda bütün sisteme yayýlan ciddi bir ekonomik buhranla karþýlaþmamýþtýr.
Savaþtan sonra emperyalist ülkelerin çoðu yýkýlmýþtý. ABD’de
ise savaþ sýrasýnda üretim araçlarý üretimi amortisman için gerekli
seviyenin çok altýna düþtüðünden üretim araçlarý yýpranmýþtýr. Üre-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
205
tim yýkýlanlarý ve yýprananlarý yenilemek için hýzla geliþti, dev boyutlara ulaþtý. 1950’lerde ABD’de üretimin talebi iyice aþtýðý anlaþýldý,
buhran belirtileri gözlendi. Bu yýllarda Kore Savaþý sayesinde ABD
buhraný ucuz atlattý. Savaþtan sonra ise otomasyon olarak isimlendirilen bir dizi bilimsel ve teknik devrimin gerçekleþmesi ve bunun üretim araçlarýnda nispi bir yenilenmeye yol açmasý sonucu
kapitalist üretim talepten nispi olarak baðýmsýz 1958’e kadar ciddi
bir buhranla karþýlaþmadan büyüdü. II. yeniden paylaþým savaþý
ve sonrasýnda muzaffer dünya halklarýnýn emperyalizme darbe
üstüne darbe indirmesi, onu geriletmesi ve pazarlarýný daraltmasý
etkilerini bütün þiddetiyle 1958 ekonomik buhraný ve sonrasýnda
hissettirdi.
b) 1958 Sonrasý
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn 1958 sonrasýndaki özelliklerinin temeli 1945-58 dönemine dayanýr; ancak bu
özelliklerin tüm boyutlarýyla geliþmesi 1958 sonrasýnda olmuþtur.
1- Uluslararasý finans kurumlarýnýn faaliyetlerinde meydana gelen deðiþim:
Uluslararasý finans kurumlarý emperyalist ülkelerin dünyanýn ekonomik ve politik geliþimini yönlendirmek ve özellikle sömürge ülkeleri denetlemek amacýyla kurduklarý geniþ ekonomik
iþbirliðine dayanan politik örgütlerdir. Bu kurumlarýn faaliyetinin
ilk döneminde sömürge ülkelerden çok, savaþta yýkýlmýþ kapitalist
ülkelerin imarýna ve sosyalizmin bu ülkelerdeki zaferini önleme
çabasý aðýrlýk kazanmýþtýr.
Dünya Bankasý kredileri faaliyetinin ilk beþ yýlýnda (194752) özellikle Avrupa’ya yönelmiþti. Bu dönemde verilen 1392
milyon dolar kredinin 699 milyonu Batý-Avrupa’ya verilmiþtir.66 Ayný
dönemde Avusturalya’ya 100 milyon verilmiþ, Japonya ise 1953’
den sonra kredi almaya baþlamýþtýr. Bu dönemde geri-býraktýrýlmýþ
ülkelere verilen kredilerde bir Amerikan örgütü olan AID daha
etkilidir.
1956’da geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde özel sektörle birlikte sanayi yatýrýmlarý yapmak amacýyla IFC’nin, 1961’de özellikle en fakir
66
206
World Bank Since Bretton-Woods, s. 65.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ülkelere kredi veren IDA’nýn faaliyete geçmesiyle Dünya Bankasý’nýn kredileri geri-býraktýrýlmýþ ülkelere yöneldi.
2- ABD’nin diðer emperyalist ülkelere yaptýðý sermaye
ihracýndaki deðiþim:
1958’e kadar ABD’nin özellikle Batý-Avrupa’ya yardýmýnýn
temel nedeni bu ülkelerde sosyalizmin zaferini önlemek iken; 1958
sonrasýnda amaç Batý-Avrupa ülkelerinin ekonomilerine sýzma ve
onlarý ele geçirme olmuþtur. 1958 sonrasýnda ABD’nin diðer emperyalist ülkelere yaptýðý sermaye ihracýnýn amacýnda meydana
gelen bu deðiþimin temelleri ABD sermayesinin Batý-Avrupa’ya geniþ ölçüde girmesini saðlayan Marshall yardýmýyla atýlmýþtýr.
1958 sonrasýnda ABD sermayesi Batý-Avrupa’yý adeta istila
etmiþtir. 1950’de Batý-Avrupa’da 1.7 milyar dolar olan ABD yatýrýmlarý 1970’de 24.5 milyara çýkmýþtýr.
3- Çokuluslu þirketlerin geliþimi:
II. yeniden paylaþým savaþý süresince emperyalist ülkelerde
sermaye temerküzü arttý; buna karþýlýk dünyanýn 1/3’ünde sosyalizmin kurulmasýyla pazarlar daraldý. Savaþ sonrasýnda emperyalist
ülkelerin çoðu yýkýldýðýndan aþýrý temerküz sadece ABD için önemli
bir sorundu ve diðer ülkelere sermaye ihracý yoluyla giderebiliyordu. Baþlangýçta sadece ABD’yi ilgilendiren sorun yeniden onarým
sürecinin tamamlanmasýyla bütün emperyalist ülkeler için geçerli
oldu. Artýk esas olarak I. ve II. bunalým dönemleri için geçerli olan,
þirketlerin çoðunluðu ulusal sýnýrlar içinde tamamlanan üretim
sürecinde, genellikle tek mal üretmeleri, ayrýca ülke dýþýna mal ve
sermaye ihraç etmeleri sermaye temerküzünün ulaþtýðý seviyenin
ortaya çýkardýðý sorunlara çözüm getirmemektedir. Þirket artýk
kendi tarihini aþmalýdýr. O, belli bir ürünü belli bir bölgede satmak
için kurulmuþ ve büyümüþtür. Artýk her iki sýnýrlamayý da aþmak
ve kendine yeni ürünler ve yeni bölgeler þeklinde yeni pazarlar
bulmak zorundadýr. Tekelci kapitalizm þartlarýnda toplam kâr oranýný düþürmemek amacýyla sermaye sürekli olarak bir malýn üretimi
için yatýrýlmaz. Tekeller üretimi maksimum kârý gerçekleþtirecek
biçimde ayarlarlar, bu durumda biriken sermaye zorunlu olarak
deðiþik mallarýn üretimi için kullanýlýr. Çeþitli mal üretmek, ayný zamanda bir malýn üretiminde meydana gelebilecek ani talep dalgalanmalarýna karþý þirketleri koruyan bir sigortadýr. Çeþitli ülkelerde üretim birimleri kurulmasý ise, çeþitli mal üretmek gibi teme-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
207
linde þirketlerin kârlarýný korumak ve yükseltmek amacýndan
kaynaklanmaktadýr. Bir malýn çeþitli parçalarý hangi ülkede daha
ucuza üretilebilecekse orada yapýlýr.
Çokuluslu þirket sadece baþka ülkelerde þubeleri olan
þirket deðildir.
“Çokuluslu þirket olmak için yalnýz yabancý ülkelerde faaliyet göstermek yetmez. Özellik ‘yönetici kadrolarýn, pazarlama, üretim ve araþtýrma ile ilgili mevcut alternatiflere göre, dünyanýn neresinde, ne yapýlmasý gerektiði konusunda temel kararlarý almasýnda’ yatmaktadýr.”67
Sermayenin ulusal sýnýrlarý aþmasý ve çokuluslu þirketler III.
bunalým dönemine özgü deðildir. I. ve II. bunalým dönemlerinde
de dýþ ülkelere mal ve sermaye ihracý yapýlýrdý; ayýrýcý nitelik dýþ ülkelerde üretim birimlerinin kurulmasý; üretimin çokuluslaþmasýdýr. Þirketlerin kazanç kaynaklarýnda meydana gelen deðiþim
bunu açýkça gösterir: 1914’de uluslararasý þirketlerin % 90 yatýrýmý
mali kazanç (portfolio) ile ilgilidir. II. yeniden paylaþým savaþý sonrasýnda mali kazanç yatýrýmlarý yerini doðrudan yatýrýma býrakmýþtýr. 1970’ lere varýldýðýnda doðrudan yatýrým tüm yatýrýmlarýn %75’ine
ulaþmýþtýr.
Çokuluslu þirketler özellikle 1958’den sonra hýzla geliþmiþtir.
Yabancý ülkelerdeki ortaklýklar bu geliþimin göstergesi olarak ele
alýnýrsa, ABD’deki 187 çokuluslu tekelin yabancý ülkelerde imalat
sanayindeki ortaklýklarý toplam olarak 1901’de 47, 1929’da 467,
1950’de 988, 1958’de 1891 iken bu sayý 1967’de 3646’ya ulaþmýþtýr.
Çokuluslu þirketlerin incelenmesi emperyalist sistemin günümüzdeki iþleyiþinin anlaþýlmasý bakýmýndan önemlidir; ama bu
hiçbir zaman “söz konusu dev þirketleri ve bunlarýn çýkarlarýný
sistematik biçimde inceleyerek günümüz emperyalizminin nasýl
iþlediðini en iyi biçimde anlayabiliriz” demek deðildir.
Çokuluslu þirketlerin geliþimi emperyalist ülkeler arasýndaki bütünleþmeden ayrý olarak kavranamaz. Deðiþik ülkelerde
üretim birimlerinin kurulabilmesi emperyalist ülkeler arasýnda, ithalat ve ihracatýn serbestleþtirilmesini, sabit döviz kurlarýný, kârlarýn,
üretim araçlarýnýn, personelin ve teknik bilginin ülkeden ülkeye
serbest transferini gerekli kýlar. Üretimin çokuluslaþmasý kredinin
67
208
P. Sweezy, Çokuluslu Þirketler, Yeni Adýmlar, Sayý: 19-20, s. 41
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
de çokuluslaþmasýný, dolayýsýyla çeþitli uluslararasý finans kurumlarýnýn varlýðýný zorunlu kýlar. Böylece emperyalist ülkelerde
sermaye temerküzünün ulaþtýðý seviyenin zorunlu sonucu olarak
doðan, emperyalist ülkeler arasýndaki bütünleþme sonucu geliþen
çokuluslu þirketler ayný zamanda bu bütünleþmeyi güçlendirirler.
Deðiþik ülkelerde kurulan üretim birimleri uluslararasý iþbölümünün artmasýný ve ulusal sermayelerinin iç içe girmesini saðlar.
Çokuluslu þirketler bankalardan baðýmsýz olarak ele alýnamaz. Ancak banka-þirket iliþkilerinde III. bunalým döneminde bazý
deðiþimler olmuþtur. I. bunalým döneminde banka-þirket iliþkilerinde ve bütünleþmede bankalar aðýr basarken, günümüzde þirketler
daha aðýr basmaktadýr. Bu ülkemizde oportünizmin en çok tahrif
ettiði konulardan biridir.
4- Dört aþamalý devresel hareketin iki aþamaya inmesi:
Devletin ekonomiye müdahalesi ve tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizmine dönüþmesi özellikle 1929’daki büyük
buhrandan sonra hýz kazanmýþtýr. Devletin savaþ durumu ve aðýr
bir buhranýn dýþýnda, normal dönemlerde de ekonomiye aktif
müdahalesi II. yeniden paylaþým savaþý öncesinde baþlarsa da, tekelci devlet kapitalizminin ekonomi üzerindeki etkileri en iyi biçimde 1945 sonrasý ve özellikle 1958 ekonomik buhraný incelenerek
anlaþýlabilir.
Devletin ekonomiye müdahalesi genellikle büyük devlet sipariþleri biçiminde kendini gösterir ve bu sipariþler çoðunlukla
savaþ malzemeleri için yapýlýr. Bunun böyle olmasý zorunludur,
çünkü verimli sektörlere yapýlacak sipariþler nasýl satýlacaðý bilinmeyen üretim fazlasýný artýrmaktan baþka sonuç vermez. Sadece
silah imalatý kitlelerin tüketim gücünden baðýmsýz olarak uzun
süre geliþebilir. Devlet müdahalesi ve ekonominin askerileþtirilmesi
birbirinden çýkar ve birbirini etkiler.
Bunun sonucu, ekonominin askerileþtirilmesi sadece
“silahlanma yarýþýnýn neticesi” veya “soðuk savaþýn bir yan ürünü”68 olarak açýklanamaz. Ekonominin askerileþtirilmesi, sadece
sistemin varlýðýna yönelen tehlikenin deðil, sistemin kendi iç dinamiðinin de zorunlu kýldýðý bir olgudur.
Ekonominin askerileþtirilmesi çoðunlukla bütçe açýðý ve
68
E. Mandel, Marksist Ekonomiye Giriþ, s. 79.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
209
devlet borçlarý ile finanse edilir (vergiler yoluyla finansman satýn
alma gücünü azaltacaðýndan talep yetersizliðini daha da artýrýr),
ekonominin askerileþtirilmesi devlet borçlarýnýn büyümesine, bütçe açýklarýna ve sürekli enflasyona yol açar.
“Eðer bütçe açýðý yoluyla finanse edilen kamu yatýrýmlarý verimli alanlara yöneltilmiþse, halkýn eline geçen
para ya da paramsý (bono, senet, vb.) þeylerin karþýlýðýnda
kararlý bir tempoda artan bir mal hacmi de bulunacak
demektir. Fakat eðer kamu harcamalarý verimli alanlara
yöneltilmemiþse, bu paralarla askeri malzeme ve ‘benzeri emtia’ üretilmiþse, devlet harcamalarýnýn açýk bütçe
yoluyla finansmaný, halkýn elindeki para (ya da paramsý
þeyler) ile pazardaki mallar arasýndaki dengenin gittikçe
daha da bozulmasýna yol açacaktýr. Bu da, eninde sonunda, sürekli olarak artan bir enflasyon tehdidi yaratacaktýr.”69
Emperyalizmin üçüncü bunalým döneminde aðýrlýk kazanan ekonominin askerileþtirilmesi, tekellerin çeþitli ülkelerde
çeþitli mallar üreterek kârlarýný geçmiþe göre oldukça garanti
altýna almalarý, ekonomiye artan oranda devlet müdahalesi,
sürekli enflasyon ve yeni-sömürgecilik metodlarý, emperyalist
ülkelerde ekonominin devrevi hareketinde deðiþiklikler yapmýþtýr. Klâsik cycle’nin dört aþamasý (durgunluk, çöküþ, canlanma, refah) durgunluk ve canlanma olarak ikiye inmiþtir.
“ABD ekonomisi, savaþ sonrasý dönemde dört ekonomik buhranla karþýlaþtý. Ancak bu buhranlarda alýþýlagelen devre (cycle) evrelerinin sýrasý deðiþmiþ, bazý evreler kaybolmuþtur. Örneðin buhrandan toparlanmaya
geçiþ durumu, çöküntü evresine uðramadan sýk sýk meydana gelmektedir.
Toparlanma refah durumuna girmesi gerekirken,
doðrudan doðruya yeni bir buhranla sonuçlanýyor. Birçok hallerde buhrana geçiþ uzun bir durgunluk döneminden sonra ortaya çýkýyor. Buhran, geçmiþteki örneklerinden daha yavaþ geliþmektedir.”70
69
70
210
P. Baran, Büyümenin Ekonomi Politiði, s. 250-251.
Nikitin, Ekonomi Politik, s. 224.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Kapitalist ekonomide klâsik bir buhran tüketim mallarý sektöründe baþlar ve giderek üretim mallarý sektörüne yayýlýr, ikinci
sektördeki buhran birincidekini daha da derinleþtirir ve buhran
yayýlýr ve derinleþir. Buhranýn derinleþmesi, genellikle tüketim mallarý sektöründe ortaya çýkan buhranýn üretim mallarý sektörünü
þiddetle etkilemesine (üretim mallarýna olan talebin birden düþmesine) baðlýdýr.
“Buna karþýlýk, ilk tenkisattan ve özel yatýrýmlardaki
ilk indirimlerden itibaren devlet organlarý giderlerini artýrýrlarsa, buhrandaki bu ilerleme durdurulur.”71
“... 1957-58 buhranýnýn ilk dokuz ayýnda sanayi üretimi %13,1 (1929-30 dünya ekonomik buhranýnýn ilk dokuz ayýnda %15,3), dayanýklý tüketim mallarý için sipariþ
toplamý ise %20 (1929’da % 26,5) düþmüþtü. Derhal yapýlan enflasyoner para emisyonu ve zaten çok olan devlet ve askeri harcamalar ABD’yi yeniden 1929 durumuna düþmekten kurtardý.”72
1957’de 44.4 milyar dolar olan ABD savunma harcamalarý,
1963-64’de 56.8 milyara yükseldi. Askeri harcamalardaki bu
yükseliþ özellikle ekonominin buhrandan en fazla etkilenen sektörlerini (üretim mallarý sektörünü) etkiledi, bu sektöre ek talep
yarattý. 1958’de hükümet harcamalarýnýn maden, çeþitli makineler, elektronik endüstrisi vb. gibi üretim mallarý sektörünün çeþitli
kollarýndaki toplam üretim içinde payý (24 kalem mal içinde) %
2.9 ile % 86.7 arasýnda deðiþmektedir.
“Bununla beraber, devlet herhangi bir munzam satýn alma gücü yaratamaz. Demek ki resesyon ne kadar
þiddetli ise ‘ikame’ satýn alma gücünün yaratýlmasý o
kadar gerekli olur ve enflasyon yaratýcý eðilimlerin patlak vermesine yol açar. Kapitalizmin çöküþ çaðýnda devletin karþýsýna çýkan ikilem buhran ile enflasyon arasýndaki seçmedir. Ýkincisi belirlenmedikçe (artmadýkça) birincisi önlenemez.”73
Sonuç olarak, II. yeniden paylaþým savaþýndan sonra
71
72
73
E. Mandel, Marksist Ekonomi El Kitabý, Cilt: II, s. 266, Ant yay.
E. Mandel, Avrupa Amerika’ya Karþý, s. 123-4, Köz yay.
E. Mandel, Marksist Ekonomi El Kitabý, Cilt: II, s. 267, Ant yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
211
ortaya çýkan ve bütün boyutlarýyla geliþen deðiþimlerin tümü
(devlet harcamalarýnýn büyüklüðü, çokuluslu þirketler, yenisömürgecilik) buhranýn þiddetinin daha uzun bir süre içine
yayýlmasýný saðlar. Çöküþ dönemi daha az kötü, refah dönemi
daha az iyi olur. Dört aþamalý klâsik cycle iki aþamaya iner,
dolayýsýyla devrenin süresi kýsalýr.
“Emperyalizmin genel bunalýmýnýn çeþitli evrelerinde de buhranlarda bir deðiþiklik görülmektedir. II. Dünya Savaþýndan sonra buhranlar daha yumuþaklaþmýþ,
fakat daha da bir süreklilik kazanmýþtýr. Nitekim II. Dünya Savaþýndan önce burjuva ekonomi literatüründe
‘dep-resyon’ denilen bunalýmlara savaþtan sonraki dönemde ‘durgunluk’ adý verilmektedir. Tekelci devlet kapitalizminin ve sermayenin uluslararasýlaþmasýnýn vardýðý düzey sonucu, buhranlarýn sýklýðý artmýþ, dalgalanmalarýn boyutlarý küçülmüþtür.”74
III. bunalým döneminde devresel hareketlerin süresinin kýsalmasýný ve dolayýsýyla ekonomik buhranýn geçmiþe göre daha
az þiddetli, ancak daha sürekli oluþunu üretim araçlarýnýn hýzla
yenilenmesine baðlayanlar vardýr. Örneðin, Mandel’e göre üretim
araçlarýnýn sürekli yenilenmesine yol açan bilimsel ve teknik devrim soðuk savaþýn bir yan ürünüdür ve dolayýsýyla iktisat dýþý bir
kaynaktýr.
Marks’ýn Kapital’in III. cildinde açýkladýðý gibi, sabit sermayenin yenilenme süresi devresel hareketin uzunluðunu belirler.
Bilimsel ve teknik devrim serbest rekabetçi dönemde 7-10 yýl olan
devreyi bugün 4-5 yýla indirmiþtir.
Mandel burada çok þeyi birbirine karýþtýrmýþtýr. Birincisi,
bilimsel ve teknik devrim sadece sosyalist sistemin varlýðýndan (silahlanma ve sosyalist sistemle yarýþ) kaynaklanmaz, o ayný zamanda emperyalist ülkelerde sermaye temerküzünün ve üretimin
yoðunlaþmasýnýn, buna karþýlýk talebin dünya ölçüsünde düþmesinin yarattýðý bir zorunluluktur. Günümüzde üretime uygulanan
bilimsel ve teknik buluþlarýn bir kýsmý, ilk kez savaþ endüstrisinde
bulunmuþtur; ancak, günümüzde tekellerin bilimsel ve teknik
araþtýrma için yaptýklarý büyük masraflarý ihmal ederek bilimsel ve
74
212
Günümüzde Emperyalist Sömürü Mekanizmasý, s. 12, TÝB yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
teknik devrimi tamamen silahlanmanýn yan ürünü olarak görmek de yanlýþtýr.
Mandel’in görüþüne göre, sürekli bilimsel ve teknolojik devrim sonucu emperyalist ülkelerde II. yeniden paylaþým savaþý sonrasýnda üretim araçlarý her 4-5 yýlda bir geniþ ölçüde yenilenmiþtir.
Bu tamamen yanlýþtýr. Bilimsel ve teknolojik devrim sabit sermayenin amortismaný ve üretimi aþýrý ölçüde artýrmamak þartýyla tekeller tarafýndan üretim sürecine kýsýtlý biçimde uygulanýr. 1958’de
ABD’de yapýlan bir araþtýrma fabrika donanýmýnýn 1/3’ünden az
bir kýsmýnýn çaðdaþ olduðunu göstermiþtir. (1950-58’in otomasyon dönemi olduðunu belirtelim)
Sürekli bilimsel ve teknolojik devrimin deðerlendirilmesindeki en büyük hata, bilimsel ve teknik buluþlarýn çoðunlukla üretim
araçlarýnda uygulandýðý görüþünde yatar. Tekeller yeni buluþlarý
üretim araçlarýnda toplam kârýn düþmemesi þartýyla uygularlar.
Günümüzde sürekli bilimsel ve teknolojik devrimin sonucu
olan yeni buluþlar daha çok tüketim araçlarýnda uygulanmaktadýr.
Sürekli bilimsel ve teknolojik devrimin sürdürülmesi ve sonuçlarýndan faydalanýlmasý tekeller arasýnda önemli bir rekabet
unsurudur. Yeni buluþlar üretim araçlarý üzerinde, üretimi fazla
artýrmayacak dolayýsýyla yeni pazar sorunu yaratmayacak þekilde,
yani çok kýsýtlý biçimde uygulanýr. Yeni buluþlarýn tüketim araçlarýnda geniþ ölçüde uygulanmasýnýn nedeni ise bunun tekellerin
pazar sorununu hafifletmede kullanýlabilmesidir. En son buluþlarýn geniþ ölçüde uygulandýðý kitle tüketim mallarý hem bu
mala ek bir talep yaratýr; hem de ayný buluþu uygulamakta geç
kalan diðer tekellerin pazarlarýný daraltarak piyasadaki talebi yeni
mala kanalize eder.
Sürekli bilimsel ve teknolojik devrim tekeller tarafýndan geniþ ölçüde üretim araçlarýna uygulanarak pazar sorununu daha da aðýrlaþtýrmak için deðil, tüketim araçlarýna uygulanarak pazar sorununu hafifletmek amacýyla kullanýlýr.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde pasifist devrim teorisinin temeli
evrim ve devrim aþamalarýnýn birbirinden ayrýlmasýnda yatar. Bunun için birinci adým kapitalizmin bunalýmýnýn sürekli deðil kesikli
olduðunu savunmaktýr. Böylece sistemin kesikli bunalýmý geri-býraktýrýlmýþ ülkelere kesikli biçimde yansýr ve böylece evrim ve dev-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
213
rim aþamalarýnýn birbirinden kesin çizgilerle ayrýlabilmesi için gerekli objektif þart (pasifist devrim teorisinin temeli) gerçekleþmiþ
olur. (!)
Emperyalist sistemin bunalýmýnýn sürekli deðil kesikli oluþu,
meselenin özü tahrif edilerek, bunalým devresel harekete indirgenerek saðlanýr. Bunun için ise devresel hareketin deðiþik aþamalarý
arasýnda büyük farklar olmalýdýr (böylece durgunluk ve özellikle
çöküþ aþamasý devrim dönemi, toparlanma ve refah aþamasý ise
evrim dönemi olacaktýr). Ekonominin devresel hareketinin özelliklerinin deðiþmesi ve devrenin çeþitli aþamalarý arasýndaki farkýn azalmasý elbetteki bu yönden pasifistlerin hiç hoþuna gitmez;
deðiþimi inkar ederler veya daha iyisi hiç bahsetmezler. Çünkü
onlarýn bütün devrim teorisinin temeli burada yatmaktadýr.
5- Yeni-sömürgecilik:
Emperyalizmin III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkeleri ilgilendiren en önemli deðiþim yeni-sömürgecilik metodlarýdýr. Yeni-sömürgecilik baþlýca dört unsura dayanýr:
a- Sömürge ülkelerdeki feodal yapý kapitalizm yukardan
aþaðýya ve emperyalizme baðýmlý olarak geliþtirilerek deðiþtirilir,
b- Bu süreç içinde emperyalizmin en gözde müttefiki olarak yerli tekelci burjuvazi geliþtirilir,
c- Geliþen tekelci burjuvazi baðýmsýz olarak deðil, emperyalizmle baþtan bütünleþmiþ olarak geliþtiðinden III. bunalým
döneminde emperyalizm içsel bir olgu haline gelir, emperyalist iþgalin biçimi deðiþir. (Gizli iþgal)
d- Sermaye ihraç ve transferlerinin terkibi deðiþtirilir. (Geniþ
bilgi için bkz. Kesintisiz Devrim II-III)
Kýsaca açýkladýðýmýz bu stratejinin genel bir deðerlendirmesi yapýlacak olursa emperyalizmin sorunlarýna bir ölçüde çözüm getirdiði görülür. Dýþarýya baðýmlý olarak geliþtirilen kapitalizm sonucu iç pazar geniþletilmiþ, ülkenin özellikle tekniði ve hammaddesi dýþarýdan gelen dayanýklý tüketim mallarý sanayinde ihtisaslaþma saðlanmýþ ve hatta bu mallarýn emperyalist ülkelerin iç
tüketimleri için gerekli kýsýmlarý bile bu ülkelere býrakýlmýþtýr. Buna
karþýlýk emperyalist ülkeler büyük sermaye ve ileri teknoloji gerektiren, kâr oraný yüksek mallarýn üretiminde ihtisaslaþmýþlardýr. Bunlar genellikle geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde üretilen mallarýn yatýrým
ve ara maddelerini oluþturmaktadýr.
214
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde geniþletilen pazar ve dayanýklý
tüketim mallarýna dayalý sanayileþme emperyalistlerin üretiminde
ihtisaslaþtýklarý ileri teknoloji ve büyük sermaye gerektiren yatýrým
ve aramallarýna olan ihtiyacý artýrmýþtýr. Böylece emperyalistler pazar sorununu bir ölçüde halledebilmiþlerdir.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde kapitalizmin yukardan aþaðýya
ve dýþa baðýmlý olarak geliþtirilmesinde çeþitli yöntemler kullanýlmýþtýr. Bu yöntemler ülkelere göre deðiþmekle birlikte, ayný temelden kaynaklanmaktadýr. Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde kapitalizmin
geliþtirilmesinde ilk adým tarýmýn modernleþtirilmesi ve bazý altyapý tesislerinin yapýlmasýdýr. Böylece ülkenin pazar ekonomisine
açýlmasý hýzlanýr ve ilerde yapýlacak sanayi yatýrýmlarý için gerekli
temel hazýrlanýr. Yerli hakim sýnýflarýn baþlýcalarý (feodaller-tefeci
bezirgan-büyük ticaret ve sanayi burjuvazisi) kapitalizmin dýþa baðýmlý olarak geliþtirilmesinden faydalanýrlar; emperyalizm ülkeye
giriþinde bu sýnýflarýn tümüyle ittifak kurar.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde kapitalizmin yukardan aþaðýya
geliþtirilmesi bu ülkeler için dikkatle incelenmesi gereken sonuçlara
yol açar. Klâsik kapitalist geliþim modelinde tarýmýn modernleþmesi, sanayi kapitalizminin hýzla ilerlemeye baþladýðý dönemde
gerçekleþir. Tarýmsal makineler, gübre vb. sanayi tarafýndan tarýma saðlanacaktýr. Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ise, mevcut cýlýz sanayi
emperyalizmin kontrolü sonucu gerçek bir sanayi kapitalizmine
dönüþemez; ancak tekniði ve hammaddeleri dýþardan gelen dayanýklý tüketim mallarýnda ihtisaslaþabilir. Tarýmýn modernleþtirilmesi
için gerekli makine, gübre vb. ülkedeki sanayi tarafýndan saðlanamaz; alýnan çeþitli kredilerle dýþardan ithal edilir. Böylece tarýmda
feodal iliþkiler çözülür, feodaller tarým burjuvazisi haline gelirken,
diðer yandan tarýmda büyük nüfus fazlasý ortaya çýkar; ancak sanayi bu nüfus fazlasýný emebilecek geliþme düzeyinin çok gerisinde
kalýr. Bu geliþim kendini en açýk biçimde köylerden þehirlere akýnda ve þehirlerde gecekondu mahallelerinin yaygýnlaþmasýnda gösterir. Diðer yandan dayanýklý tüketim mallarý sanayinin kurulmasý
ve bazý alt yapý tesislerinin tamamlanmasý ülkeyi gerçek sanayi kapitalizmi yolunda ilerletmez; çünkü çeþitli sanayiler için gerekli
üretim mallarý, patent haklarý ve bazý hammaddeler dýþardan saðlanýr. Sonuç: Bazý alanlarda saðlanan geliþimin diðer alanlarda
önlenmesi, çarpýk bir geliþim modeli.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
215
“Bir kapitalist sistemin geliþmesi için bazý temel alt
yapý tesislerini kurup olgunlaþtýrma iþine, karþý konulmaz bir enerji ile dört elle sarýlan Batý emperyalizmi, bugünkü az geliþmiþ ülkelerin, baþka alanlardaki geliþim
ve olgunlaþmalarýný da ayný gücünü kullanarak engellemiþtir.”75
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde kapitalist geliþmenin özel bir çarpýklýðý vardýr. Bu çarpýklýk ülkenin iç dinamiðinin saptýrýlmasýndan,
dýþa göre belirlenmesinden doðar. Ýç dinamiðin geliþimi bazý yönlerde emperyalist ülkelerin çýkarlarýna uygun olarak aþýrý ölçüde
geliþtirilirken, diðer yönlerde geliþim engellenir. Böylece ortaya çarpýk bir kapitalizm, kanserli bir büyüme çýkar.
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmý saptýrýlan iç dinamik sonucu geri-býraktýrýlmýþ ülkelere þiddetle yansýr ve henüz
olgunlaþmamýþ da olsa sürekli bir kriz ortaya çýkar. Ülkede
henüz olgunlaþmamýþ da olsa sürekli bir milli krizin varlýðý,
evrim ve devrim aþamalarýnýn iç içe girmesi, silahlý eylemin
objektif þartlarýnýn mevcudiyeti demektir.
SONUÇ
Emperyalizmin III. bunalým dönemi kendi içinde iki ayrý
döneme ayrýlýr: 1945-58 savaþ sonrasý restorasyon dönemi olarak
adlandýrýlabilir. Emperyalizm bu dönemde darbe üstüne darbe
yemesi ve sürekli gerilemesine raðmen, ekonomik alanda genel
bir refah yaþamýþtýr. Bunun nedeni ikinci yeniden paylaþým
savaþýnýn etkilerinin giderilmesinde, Kore Savaþýnýnýn ve üretim
araçlarýnýn nispi yenilenmesine yol açan otomasyonun ekonomi
üzerinde yarattýðý itici etkide yatar. Bu dönemde emperyalist sistemin bunalýmý esas olarak iç dinamikten kaynaklanmaz; sistem
dýþ baský neticesi dünya ölçüsünde geniþ bir politik krize düþer.
Politik kriz, ülkelerin peþpeþe emperyalist bloktan kopmasý ve
bütün þiddetiyle süren soðuk savaþ biçiminde görünür.
1958’de bütün emperyalist sisteme yayýlan ekonomik
buhran, savaþ sonrasý restorasyon döneminin tamamen sona erdiðini gösterir. Emperyalizm II. yeniden paylaþým savaþý ve son75
216
P. Baran, Büyümenin Ekonomi Politiði, s. 288.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rasýnda yediði darbelerin ve kaybettiði pazarlarýn etkisini bütün
þiddetiyle hisseder. Ekonomik buhran þiddetlenir, ancak dört aþamalý devresel hareketin iki aþamaya inmesi sonucu ekonomik
buhranýn þiddeti zamana yayýlýr. Bu nedenle geçmiþe göre daha
yumuþak ancak daha sürekli bir görünüm kazanýr. Sürekli ve genel bunalýmýn ekonomik buhrandan etkilenmesi geçmiþe göre
azalýr.
III. bunalým döneminde emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþinde þu deðiþmeler olmuþtur:
1- Emperyalizmle, alternatif ve potansiyel güçler arasýndaki durum:
Dünya sosyalist sisteminin kurulmasý ve ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn hýz kazanmasý sonucu kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnda sadece genel bunalým derinleþmez; süreklilik olgusu
da ikinci kez yeni bir muhteva kazanýr.
I. bunalým döneminde süreklilik, genel bunalýmýn sürekliliði anlamýndaydý. II. bunalým döneminde süreklilik sadece genelin
sürekliliði anlamýnda deðildir; emperyalizme karþý sürekli bir alternatif de mevcuttur. III. bunalým döneminde ise, emperyalizme karþý mevcut sürekli alternatif artýk sistemin iç iþleyiþini
belirgin derecede etkilemektedir. Bu durum en açýk biçimde
emperyalist ülkelerin birliðe, bütünleþmeye zorlanmasýnda yansýr. Görüldüðü gibi her yeni bunalým dönemi sadece genel bunalýmý derinleþtirmemekte, ayný zamanda sürekliliðe de yeni bir muhteva kazandýrmaktadýr.
Emperyalizmin III. bunalým döneminde alternatif gücün
(sosyalist sistem ve ulusal kurtuluþ savaþlarý) güçlenmesinin yaný
sýra, emperyalizmin tarihinde ilk kez potansiyel tehlike de belirgin biçimde güç kazanmýþtýr. Emperyalistlerin yeni-sömürgecilik
metodlarýný uygulamalarýnýn bir nedeni pazar ihtiyacý ise, diðer
bir nedeni de emperyalist iþgali gizleyerek ve merkezi devlet otoritesini güçlendirerek sömürge ülke halklarýnýn hýzlanan uyanýþýný
yavaþlatma çabasýdýr.
2- Emperyalistler arasý çeliþkinin durumu:
III. bunalým döneminde emperyalist ülkeler tarihte ilk kez
resmi ve sürekli olarak örgütlenirler; emperyalistler arasý belli bir
bütünleþme gerçekleþir. Bu bütünleþme iki nedene dayanýr: Sosyalist blok ve ulusal kurtuluþ savaþlarýna bir bütün olarak karþý
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
217
çýkma zorunluluðu ve sermaye temerküzünün ulaþtýðý seviye sonucu sermayenin çokuluslaþmasýnýn bir zorunluluk haline gelmesi.
Bu iki nedenden dolayý III. bunalým döneminde emperyalistler
arasý zýtlýklarýn askeri plana yansýma olanaðý kalmamýþtýr.
3- Emperyalist sömürünün sürdürülüþ biçimi (sömürgelerde ve metropollerde):
Emperyalist sömürünün sürdürülüþ biçiminde bu dönemde baþlayan baþlýca üç deðiþim olmuþtur: Sürekli enflasyon, sermayenin çokuluslaþmasý ve yeni-sömürgecilik. Emperyalizmle alternatif ve potansiyel güçler arasýndaki ve emperyalist güçler arasýndaki çeliþkinin durumundan soyutlanamayacak olan emperyalist
sömürünün yeni sürdürülüþ biçimleri, daha üst düzeye çýkmýþ
emperyalizmin problemlerini daha fazla tatmin etmeye dayanmaktadýr.
III. bunalým döneminde alternatif ve potansiyel gücün emperyalist sistemin iç dinamiðini belirgin derecede etkilemesi ve
hatta yönlendirmesi, emperyalist ülkeler arasýndaki bütünleþme
ve emperyalist sömürüyü sürdürme yöntemlerindeki deðiþim sonucu emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþ biçimi deðiþmiþtir. Bu deðiþim en belirgin yansýmasýyla kýsaca þöyle açýklanabilir:
Emperyalist ülkeler arasýndaki dünyayý yeniden paylaþma mücadelesi yerini emperyalist sistemden kopmalarý önleme
çabasýna býrakmýþtýr. Emperyalizm artýk kendi iç kanunlarýndan
çok, o kanunlardan doðan, ancak onu etkileyen sosyalist sistem,
ulusal kurtuluþ savaþlarý ve potansiyel tehlikenin zorlayýcý etkisi altýndadýr. Alternatif ve potansiyel tehlike emperyalist sistemin iç iþleyiþini önemli ölçüde belirlemektedir.
218
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
III. BUNALIM DÖNEMÝ ÝÇÝNDE
ORTAYA ÇIKAN GELÝÞMELER
Emperyalizmin III. bunalým döneminin baþlýca özellikleri
kýsaca özetlenirse: Emperyalist blokun ABD hegemonyasý altýnda
bütünleþmesi ve bu bütünleþmeden kaynaklanan çeþitli sonuçlar,
sos-yalist bloka karþý yürütülen soðuk savaþ, devresel hareketin
özelliklerinin deðiþmesi ve ekonomik buhranýn eskiye göre þiddetinin azalmasý, buna karþýlýk süreklilik kazanmasý ve yeni-sömürgecilik metodlarýdýr.
Emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþini kavrayabilmek için sadece bu özellikleri bilmek yetmez. Kapitalizmin sürekli
ve genel bunalýmýnda yeni dönemlerin baþlayýþ ve bitiþi iki temel
unsurda; sistemin iç dinamiði ve sistemin iç dinamiðinden doðan ancak bu iç dinamiði etkileyen, sistemin hareket alanýný daraltan unsurlarda meydana gelen deðiþimlerin sentezi ile belirlenir. Yeni bir bunalým döneminin temel özellikleri bir önceki dönemin içinden doðar; onun temel özelliklerinin deðiþimlerinden veya
tali planda olanlarýn birincil olmasýndan kaynaklanýr. Emperyalist
sistemin bir bütün olarak iþleyiþini kavrayabilmek için her dönemin temel özelliklerinin zaman içinde nasýl bir evrim geçirdiðini
ve bu evrimin muhtemel sonuçlarýný da iyi anlamak gerekir.
Emperyalizmin III. bunalým dönemi incelenirken genellikle
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
219
bu dönemin temel özellikleri incelenir, bu özelliklerde meydana
gelen deðiþimlerden bahsedilmez. Bunun nedeni III. bunalým dönemi emperyalizmin son bunalým dönemi olacaktýr yanlýþ yargýsýna
dayanmaktadýr. Bu düþünceye göre emperyalizmin bunalým dönemlerinin çözümü (bir dönemin sona eriþi ve yeni bir dönemin
baþlamasý) ancak yeniden paylaþým savaþlarý sonucu gerçekleþir.
I. bunalým I. savaþla, II. bunalým II. savaþla çözülmüþtür. III. yeniden paylaþým savaþý çýkmayacaðýna göre III. bunalým çözülemez;
yani III. bunalým dönemi emperyalizmin en son bunalým dönemi
olacaktýr.
Bunalým ancak savaþla çözülür görüþü bilimsel bir görüþ
deðildir, sadece görünüþte olan bir þeyi belirtmek yani görünüþe
kanmaktýr. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnda bir dönemin
bitiþini ve yeni bir dönemin baþlangýcýný sistemin iç dinamiðindeki
ve bu iç dinamikten doðan alternatif ve potansiyel gücün bu iç dinamiði etkilemesi, bu iki unsurun sentezi belirler. Yeniden paylaþým
savaþlarý kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn krize dönüþtüðü
dönemlerdir. Kriz döneminin alt üst oluþlarý içinde emperyalist
sistemin bir bütün olarak iþleyiþinde henüz tali planda olan unsurlarýn öne çýkmasý hýzlanýr. Kriz bir önceki bunalým dönemi
içinde oluþan unsurlarý öne çýkarýr, eski özelliklerin çerçevesini
parçalar. Emperyalizmin artýk olgunlaþan bir bunalým dönemi kriz
vasýtasýyla hýzla yeni bir bunalýma dönüþür. Bir bunalým dönemi
baþka bir bunalým dönemine dönüþerek çözüme ulaþýr.
Yeniden paylaþým savaþlarý emperyalist sistemin bir bütün
olarak iþleyiþi içinde eski unsurlarýn yanýnda oluþan yeni özellikleri (yeni iliþki, sömürü ve tahakküm biçimlerini) hýzla öne çýkarýr.
Ancak bu, savaþ olmazsa yeni özellikler öne çýkmaz anlamýna gelmez; sadece çözüm çok daha yavaþ ve farkedilmesi oldukça güç
biçimde olur. III. bunalým döneminin en uzun bunalým dönemi
olmasýnýn temel nedeni III. yeniden paylaþým savaþýnýn olmamasýdýr. Ancak gerek emperyalist sistemin iç dinamiðinin geliþimi ve
gerekse alternatif ve potansiyel gücün sistem üzerinde yaptýðý etki
sonucu sistemin içinde yeni özellikler oluþmakta ve bunlar emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþinde yavaþ da olsa bir
deðiþime yol açmaktadýr.
III. bunalým döneminin temel özellikleri zaman içinde nasýl
bir geliþim göstermiþtir?
220
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
1- ABD’nin emperyalist blok içindeki kesin hegemonyasýnýn kaybolmasý
Bretton-Woods’da dolarýn rezerv para kabul edilmesi, emperyalist ülkeler arasýndaki bütünleþmenin ve bu bütünleþmedeki
ABD hegemonyasýnýn açýk bir göstergesidir. Dolar ABD dýþýnda,
emperyalist sistemi korumak ve sistem içinde ABD egemenliðini
yaymak amacýyla kullanýlmýþtýr. Dolarýn ikili fonksiyonu pratikte
sosyalist ülkelerin üslerle çevrilmesi, ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn
bastýrýlmaya çalýþýlmasý, ilerici yönetimleri devirme çabalarý ve ABD
sermayesinin diðer emperyalist ülkelere sýzmasý, þirketleri ve önemli sektörleri ele geçirmesi þeklinde somutlaþmýþtýr. Dolarýn özellikle
birinci fonksiyonu ABD’den büyük ölçüde dolar çýkýþýný gerekli
kýlar. Bu durumda 1971’e kadar daima fazla ile kapanan ABD dýþ
ticaret dengesi ve yatýrým gelirleriyle ülkeden dolar çýkýþý dengelenemez, tek çare sürekli dýþ ödemeler dengesi açýðýdýr, piyasaya
mal ve hizmet sürmeden yani karþýlýksýz olarak dolar basmaktýr.
Böylece ABD’den mal ve hizmet karþýlýðý dolar alan diðer ülkeler,
dolar rezerv para olduðundan bununla ABD’den mal ve hizmet
talep etmemektedirler ve böylece dolaylý olarak ABD’nin çeþitli faaliyetlerinin finansmanýný saðlamaktadýrlar (özellikle diðer emperyalist ülkeler için geçerli). Dolarýn rezerv para oluþudur ki, ABD’nin
gittikçe büyüyen bir dýþ ödemeler dengesi açýðý vermesini mümkün kýlmýþtýr.
Bretton-Woods’da ABD, 35 dolar karþýlýðýnda bir ons altýn
ödemeyi kabul etmiþti. “1948’de tüm kapitalist dünyanýn (özel ellerdeki hariç) resmi altýn yedekleri toplam 32.5 milyar dolardý.
Bunun 24.3 milyar dolarlýk bölümü ABD’nin elindeydi.”76
1960’da ABD dýþýndaki dolar miktarý ABD’nin rezervlerini
(altýn ve diðer ülkelerin paralarý) aþtý. Sonraki yýllarda ABD rezervlerinin azalýþý ve ülke dýþýndaki dolar miktarýnýn artýþý devam etti.
1968’de ABD’nin rezervleri 15.7 milyar iken, ülke dýþýndaki dolar
miktarý 41.9 milyardý. ABD’nin artýk dolar karþýlýðýnda altýn ödeyemeyeceði kuþkusu altýna hücumu baþlattý. Altýn fiyatlarý yükseldi
ve enflasyon sonucu zaten bozulmuþ olan dolarýn altýn paritesi
iyice düþtü. Buhran 1968’de ikili altýn fiyatýnýn kabulü ve hükümetlerin serbest piyasada altýn satýþýný durdurmalarýyla geçici olarak
76
Kapitalizmin Ekonomi Politiði, s: 329, Bilim yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
221
çözüme baðlandý.
1967 ve sonrasýnda Vietnam Savaþý nedeniyle ülkeden dolar çýkýþý arttý. Büyüyen dýþ ödemeler dengesi açýðýna ABD’nin 20.
yüzyýlda ilk kez verdiði dýþ ticaret açýðý da eklenince özellikle Avrupa’da ellerinde büyük miktarda dolar bulunanlar onu saðlam paralarla deðiþtirme yoluna gittiler. Ülkeden ülkeye serseri mayýn gibi dolaþan milyarlarca dolar Avrupa ekonomileri üzerinde büyük
bir baský oluþturdu. Buhran dolarýn altýna çevirilebilirliðinin feshi
ve dolarýn devalüasyonu ile geliþti. ABD’nin gerilemesi dünya sanayi üretimi ve dünya ihracatýndaki payýnýn düþüþü ile de
somutlaþtý. Dolarýn çöküþü, ticaret açýðý ve istatistiklerde de açýkça görülen pek çok gerileme ABD’nin iyice gerilediði, emperyalist
ülkeler ara-sýnda denge kurulduðu kanýsýný uyandýrdý. Buradan
giderek III. yeniden paylaþým savaþý bekleyenler bile çýktý. Bütün
boyutlarýyla ele alýnýp incelendiðinde ise, sorunun hiç de bu kadar basit olmadýðý görülür.
Dolarýn durumunun sarsýlmasýndaki baþlýca etken sürekli
dýþ ödemeler dengesi açýðýdýr. ABD dýþýndaki emperyalist ülkeler
karþýlýksýz dolar basýmýnýn durdurulmasýný yani ödemeler dengesi açýðýnýn kapatýlmasýný isteyebilirlerdi ve bunu kendi paralarýný
dolarý kurtarmak amacýyla revalüe etmeden veya dalgalanmaya
býrakmadan ve 1971’de deðil de ABD döviz rezervlerinin ülke dýþýndaki dolar miktarýnýn altýna düþtüðü 1960’da isteyebilirlerdi. Halbuki
1971’de bile hiçbir ülke ABD’den dýþ ödemeler dengesi açýðýný
tamamen kapatmasýný istememiþtir. Açýðýn en büyük nedeni ülke
dýþýndaki askeri harcamalar olduðundan, ABD’den ödemeler dengesi açýðýný kapatmasýný istemek; sosyalist bloku saran üslerin
boþaltýlmasýný, ulusal kurtuluþ savaþlarýna müdahaleden vazgeçmesini, ilerici rejimlere karýþýlmamasýný istemek demektir. Bu dolarlar sadece ABD’nin deðil, diðer bütün emperyalist ülkelerin çýkarlarýný korumak amacýyla harcanmýþtýr. Sorun dolarýn ABD dýþýndaki ikili fonksiyonu arasýndaki çeliþkiden doðmaktadýr. ABD dýþýndaki emperyalist ülkeler dolarýn bütün emperyalist sistemin korunmasý amacýyla kullanýlmasýna deðil, özel olarak ABD’nin diðer
ülke ekonomileri içine sýzma, onlarý ele geçirme aracý olarak kullanýlmasýna karþýdýr.
Dolarýn ABD dýþýndaki ikili fonksiyonu arasýndaki çeliþkiyi
M. Magdoff þöyle anlatýr:
222
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
“Amerika Birleþik Devletlerinin ödemeler dengesinde son yirmi yýlda bir veya iki yýl hariç daima bir açýk olmuþtur ve bu açýk kapanacaða benzememektedir. Bunun kapitalizm tarihinde bir eþi yoktur. Yirmi yýl gibi bir
süre geçmeden çok önce herhangi baþka bir ülke ve II.
dünya savaþýndan sonraki hakimiyetine sahip olmayan
bir ABD uluslararasý pazar mekanizmasýnýn disiplinine
uymak zorunda kalýrdý. Pazar mekanizmasýnýn bu disiplini neyi gerektirirdi? ABD hükümeti tarafýndan deflasyonist tedbirlerin alýnmasý gerekirdi. Bu tedbirlerle iþsizlik
oraný artacak ve ekonomik durum aþaðý doðru çekilecekti. Tam tersine olarak, Amerika Birleþik Devletleri
1950’ler ve 1960’ lar boyunca uluslararasý ödemeler açýðýný kapatmak için herhangi etkili bir tedbir almadan
kendi refahýný sürdürebilmiþtir. ABD’nin refahý sürekli
ödemeler dengesi açýðý yaratan faaliyetlerle devam ettirilmiþtir.
Bütün bu geliþimin düðüm noktasý, diðer kapitalist
ülkelerin isteyerek veya istemeyerek ABD dolarýný altýn
gibi iþe yarar olarak kabul etmeleri gerçeðindedir.
Diðer endüstrileþmiþ ülkelerin ABD dolarýný altýn yerine kabul etmek zorunluluðunda olmaktan pek memnun olmadýklarýný anlamak için mali haberleri çok dikkatli okumaya gerek yoktur. Gerçekten de önemli sürtüþmeler var olmuþtur ve hala devam etmektedir. Bütün
bunlara raðmen bu durumu kabul etmelerinin çeþitli
nedenleri vardýr. Ýlk olarak sandalý fazla sallarlarsa bütün
merkez bankacýlarýnýn mali zorluklar denizine batacaðýndan korkmaktadýrlar. Ýkinci olarak, ABD’nin ekonomik gücüne olan güven gün geçtikçe sarsýlmasýna raðmen bu gücün etkisi altýndadýrlar. Sonuncu olmakla beraber, önemi az olmayan diðer bir nokta da ABD’nin askeri gücü ve bütün dünyadaki mevcudiyetidir. Gerçekte ABD dünya emperyalist sisteminin sürdürülmesi için
en büyük sorumluluðu üstlenmiþtir. Ýlk önce Batý Avrupa’daki sosyal devrimleri önlemek için buralara silah,
ordu ve Marshall Planý yardýmý gönderdi. Dünyanýn her
yerinde deniz ve hava üsleri kurdu. Bu üsler Sovyetler
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
223
Birliði ve Çin’i çevrelemekten öte, üçüncü dünyada askeri müdahale veya gerçek müdahale (iþgal) için bir
tehdit görevi de yerine getirmektedir.
Buna göre Japonya’yý da içeren Batý dünyasýnýn ‘güvenliðinin’ saðlanmasýnda temel askeri güç ABD tarafýndan temin edilmektedir. Bu durumun kaçýnýlmaz þartý
ABD’nin dolar borçlarý için yeterli altýn karþýlýðý saðlayamamasýna raðmen ABD dolarlarýnýn rezerv para rolünün isteksiz olarak kabulüdür. Ve bu kaçýnýlmaz þartýn
sonuçlarýndan biri de ABD iþadamlarýnýn Batý-Avrupa
ülkelerinde yatýrým yapar ve Avrupa þirketlerini satýn alýrken gerçekte diðer kapitalist ülkelerin ABD’ye açtýklarý
kredi ile ödeme yapmalarýdýr.”76a
ABD ile Batý-Avrupa ülkeleri arasýndaki dolar sorunu özellikle 1968’den sonra önem kazanmýþ; deðeri durmadan düþen
(dolarý sarsan önemli etkenlerden biri de ABD’deki enflasyon
oranýnýn diðer emperyalist ülkelerden yüksek oluþudur), ülkeden
ülkeye geçerek saðlam paralarla deðiþtirilen milyarlarca dolar Avrupa merkez bankalarýnýn baþ belasý olmuþtur. Kapitalist para sisteminde 1968’de ortaya çýkan buhranýn günümüze kadar çözülememiþ olmasýnýn temelinde de ayný çeliþki yatmaktadýr. Yeni para
sistemi nasýl olursa olsun ABD emperyalist blokun jandarmasý olarak kalacaktýr; ama gücünü ve bunun getireceði avantajlarý diðer
emperyalist ülkelere karþý kullanmamalýdýr. Ýçinden çýkýlmaz gibi
görünen bu ikilem ABD’ye askeri önderliði saðlayan þeyin ne olduðu araþtýrýldýðýnda çözülür. Bu etken ABD’nin ekonomik gücüdür.
ABD ile diðer emperyalist ülkelerin ekonomik gücünün karþýlaþtýrýlmasý uzun ve detaylý bir incelemeyi gerektirir. Biz sadece
sorunun temelini açýklýða kavuþturacak birkaç gösterge üzerinde
duracaðýz. Bunlar emperyalist ülkelerin karþýlýklý yatýrýmlarý, þirket
büyüklükleri ve teknolojik önderliktir.
II. yeniden paylaþým savaþýndan sonra emperyalist blokta
meydana gelen deðiþimleri sadece yeni-sömürgecilik metodlarýna indirgeyerek emperyalist ülkeler arasýndaki bütünleþmeyi gözden kaçýranlar, emperyalist ülkeler arasýndaki artan ticaret ve yatý76a
224
Magdoff, Çaðdaþ Kapitalizmin Bunalýmý, s. 242-243.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rým hacmini bir türlü anlayamazlar. Emperyalist ülkelerin geri-býraktýrýlmýþ ülkelere yaptýðý ihracat 1960’da 21.8, 1965’de 27, 1970’de
41.9 milyar dolar iken; birbirlerine yaptýklarý ihracat ayný tarihlerde 60.2, 95.7, ve 172.5 milyar dolardýr. Ayný þekilde 1966 sonunda
emperyalist ülkelerin geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki toplam yatýrýmlarý 27.2 milyar iken, birbirlerine yaptýklarý toplam yatýrým 54.8 milyar
dolardýr. Birinci tür yatýrýmlarýn 16.8 milyarý, ikinci tür yatýrýmlarýn
ise 37.7 milyar dolarý (% 69’u) ABD’ye aittir. ABD’nin tüm yabancý
ülkelere yaptýðý toplam yatýrýmlarýn % 60.6’sý Kanada ve Batý-Avrupa’da toplanmýþtýr.76b
Bu durum hiçbir þekilde çaðdaþ Troçkistlerin emperyalist
sistem içinde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin eski önemlerini kaybettikleri iddiasýný doðrulamaz. Emperyalist blok içindeki yatýrým ve
ticaretin emperyalist ülkeler arasýnda yoðunlaþmasý sermaye birikiminin ve üretimin ulaþtýðý temerküz sonucu uluslararasý iþbölümünün artmasý ve çeþitli ülkelerde üretim birimlerinin kurularak üretimin çokuluslaþmasýndan kaynaklanýr. Diðer emperyalist
ülkelere yapýlan yatýrýmlar ileri teknoloji ve büyük sermaye gerektirdiðinden ve üretimin çokuluslaþmasý çoðunlukla emperyalist
ülkeler arasýnda olduðundan bu yoðunlaþma görülmektedir.
Emperyalist ülkelerin karþýlýklý yatýrýmlarýnýn büyüklüðü, sistem içinde hangi ülkenin egemen olduðunun açýk bir göstergesidir.
Ortak Pazar ülkeleri, Avrupa’daki sanayi mallarýnýn %60’ýnýn ABD
sermayesine dayandýðýný, 1958-70 arasýnda ABD’nin Avrupa’ daki
yatýrýmlarýnýn altý kat artarak 180 milyar liraya çýktýðýný (Ýsviçre ve
Lüksemburg’daki ABD yatýrýmlarý hariç), buna karþýlýk ABD’deki
Ortak Pazar yatýrýmlarýnýn 1971’de ancak 60 milyar lira olduðunu
açýklamýþtýr.
ABD sermayesinin Batý-Avrupa’ya sýzmasý, önceden de belirtildiði gibi, II. yeniden paylaþým savaþý sonrasýnda yardým programlarýyla saðlanmýþtýr. Batý-Avrupa ekonomilerine sýzma ve onlarý ele geçirme özellikle 1958’den sonra hýzlanmýþtýr.
“ABD’de bu dönemde, elektroniðin (ilk elektronik beyinler), tepkili uçaklarýn, kimyanýn yeni branþlarýnýn bilimsel-teknik temelinde coþkun bir geliþim gözleniyor.
Bununla beraber, Batý-Avrupa’ya yapýlan ABD ‘yardýmý’
76b
Çokuluslu Tekeller ve Uluslararasý Tekelci Sermaye, s: 34, TÝB yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
225
tamamiyle baþka alanlarda yoðunlaþtýrýlmýþtý ki kömür
ve metalürji sanayileri, demiryollarý sanayi vb. ‘tekrardan canlandýrýlýrken’ yeni branþlarýn kurulmasý için hiçbir çabada bulunulmamýþtý. Yavaþ yavaþ, bizzat ‘ortaklaþma’ ilkesinin gerçek anlamýnýn belirginleþtiði görülmekteydi. Bu ilkenin gerçek anlamý, ultra-modern tekniklerin maksimum üretim hacminin ABD’de yoðunlaþmasý,
nispeten eskimiþ ve basit malzeme üretiminin ABD’nin
sýnýrlarý dýþýnda yer almasýydý. Böylece de, ulusal planda
olduðu gibi, uluslararasý planda da, üretim güçlerinin
geliþimine set çeken ve emperyalizme özgü çürüme eðilimlerini somut olarak ortaya çýkaran ve derinleþtiren
tekelin, Leninist karakteristiði modern koþullarda doðrulanmaktaydý. Fakat Waþington’un bu politikasýnýn emperyalist rakipleriyle çatýþmýþ olmasý ve çatýþ/maya devam etmesi doðaldýr. ABD ileri üretim branþlarýndaki hakimiyetini güçlendirme politikasýna karþý artan direncin
üstesinden gelmek için, 50’li yýllarýnýn sonlarýna doðru
bir tedbirler sistemini yürürlüðe koymuþtur. Batý-Avrupa’daki kitlesel Amerikan özel sermaye yatýrýmlarý, bundan böyle açýkça yayýlmacý bir karakter göstermeye ve
ileri üretim branþlarýnda stratejik noktalarý ele geçirme
ve rakiplerinin ya ayaðýný kaydýrmayý, ya da kendisine
baðýmlý kýlmayý hedeflemeye baþlamýþtýr.”77
ABD’nin uyguladýðý sýzma ve ele geçirme politikasýnýn sonucu þudur:
“...Fransýz sanayinin %12’si, B. Alman sanayinin %33’
ü, Ýngiliz sanayinin % 50’si ABD þirketlerinin elindedir.
(...) Fakat, daha da önemli olan ABD þirketlerinin kimya,
elektronik, makine, taþýt araçlarý gibi, sanayinin en dinamik, geliþme hýzýnýn en yüksek olduðu dallarda egemenliðinin artýyor olmasýdýr. Þöyle ki, toplam olarak AET
sanayinin % 15’i ABD firmalarýnýn elinde olduðu halde,
çok ileri teknoloji ve büyük sermaye yatýrýmý gerektiren,
geliþmesi dinamik sanayi dallarýnda (uçak ve uzay araçlarý, kimya, plastik, elektrik makineleri, elektronik gibi) ABD
77
226
Emperyalistler Arasý Rekabetin Yeni Bir Aþamasý, Ürün, Sayý: 9, s. 63-64.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
firmalarý kontrolündeki üretim, bu dallardaki toplam
üretimin % 60-80’ine varmaktadýr.”78
Ýþte oportünistlerce her þekle sokulan, içinde III. yeniden
paylaþým savaþýnýn tohumlarýný taþýdýðý iddia edilen ABD-AET iliþkisi
bu durumdadýr.Emperyalist ülkelerin ekonomik güçlerini yansýtan ikinci etken çeþitli ülkelerde üretim ve yatýrým yapan büyük
þirketlerdir. 1973’de dünyanýn en büyük 50 çokuluslu þirketinin
24 tanesi ABD merkezlidir. (Ýlk on içinde 8 tanesi)
Buraya kadar ABD’nin üstünlüðünü gösteren verileri inceledik; sorunun temelini kavrayabilmek için bizzat ekonomik üstünlüðün nereden kaynaklandýðýný da anlamak gerekir. Temel etken ABD’de sermaye birikiminin ulaþtýðý seviyedir. ABD’deki
sermaye temerküzünün diðer emperyalist ülkelerden yüksek oluþu ABD merkezli þirketlerin daha büyük üretim birimleri kurabilmeleri, riskli ve masraflý araþtýrmalara girerek teknolojik önderliði
ele geçirmelerini, kolay kredi bulabilmelerini (dolarýn rezerv para
olmasýyla birlikte düþünüldüðünde), dýþ ülkelerde daha kolayca
yatýrým ve üretim yapabilmelerini mümkün kýlar. ABD merkezli
þirketler daha “güvenilir” olduklarýndan Avrupa bankalarýndan bile
kolayca kredi alabilmektedirler.
“Amerikan tröstlerine Avrupalý þirketlerin elinden pazarlarýný almak yada onlarý satýn almak için sermaye
ödünç verenler Avrupalý bankalardýr. Ve Avrupalý bankalar bunu ‘Amerikancý’ olduklarý için deðil, ama yalnýzca Amerikan tröstleri onlara daha çok güvenlik, daha
yüksek faizler veya kâr marjlarý verdikleri için yapmaktadýrlar.”79
Banka ve sanayi sermayelerinin bütünleþmesinde 20. yüzyýlýn baþýndan beri hiçbir deðiþiklik olmadýðýný iddia eden pasifistlerimiz acaba bu durumu nasýl açýklayacaklardýr? Avrupa ülkelerindeki finans-kapitalin bir parçasý olan Avrupalý bankalar, Avrupa
þirketlerine deðil, ABD þirketlerine kredi vermektedirler. Bu durum (burada emperyalist ülkeler arasýnda bütünleþme temeli
üzerinde düþünülmesi gereken) þirketlerin nispi baðýmsýzlýðýný kanýtlamaz mý? Ýþte oportünizmin ustalardan mekanik aktarmalar
78
79
G. Kazan, 100 Soruda Ortak Pazar ve Türkiye, s. 59-60.
E. Mandel, Avrupa Amerika’ya Karþý, s. 116.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
227
yaparak yüzündeki devrimci maskesini korumaya çalýþmasý, diðer yandan da gerçekleri tahrif etmesi, meselenin temelini çarpýtmasý esprisi budur.
Önemli sayýda Avrupa kapitalisti sermayelerini Avrupa’da
yatýrmaktansa, Avrupa’da yatýrým yapan ABD þirketlerinin hizmetine vermeyi tercih etmektedir. Ve ileri teknolojiye ve büyük kaynaklara sahip ABD þirketleri karþýsýnda AET þirketleri, diðer AET þirketleriyle deðil ABD þirketleriyle birleþmektedirler.
“On yýldan fazla bir deneyin gösterdiði gibi, bu politika, Amerika’nýn Avrupa’daki pozisyonlarýný hiçbir þekilde zayýflatmadýðý gibi, tam tersine bu pozisyonlarýn pekiþmesine etkin olarak katkýda bulunmuþtur. Ortak Pazar
çerçevesi içinde, üye ülkelerin tekelleri arasýndaki iliþkilerin geniþlediðinin ve güçlendiðinin görüldüðü elbette ki
doðrudur. Fakat, ayný zamanda ABD sermayesinin Avrupa ekonomisine, gitgide daha hýzlý ve daha yoðun bir
biçimde nüfuz ettiði de görülmektedir. Bunun, tayin edici göstergesi, Avrupalýlar arasý birleþmelerin sayýsýnýn,
Avrupa ve Amerikan þirketleri arasýndaki birleþmelerin
sayýsýndan iki defa daha yavaþ artýþýdýr.”80
ABD’nin teknolojik önderliði en iyi þekilde patent, rüçhan
hakký ve lisans ödemelerinde görülebilir. ABD merkezli tekellere
yapýlan patent ve benzeri ödemeler 1967’de 1.531, 1970’de 2.203,
1973’de 3.200 milyon dolar iken; ABD tekellerinin diðer ülkelerdeki tekellere yaptýðý benzeri ödemeler ayný yýllarda 166, 225 ve 335
milyon dolardýr.
ABD’nin teknolojik önderliði ileri sermaye temerküzünden
kaynaklanan ve bu temerküzü artýran diðer bir olguya, yüksek askeri harcamalara ve dolayýsýyla askeri önderliðe sýkýca baðlýdýr.
Üretimde uygulanan bilimsel ve teknik buluþlarýn küçümsenemeyecek bir bölümü ilk kez silah sanayindeki araþtýrma ve üretim
sonucu bulunmaktadýr.
“ABD þirketlerinin büyük çapý ve büyük sermaye güçleri, bu þirketlerin son zamanlarda eriþtikleri teknolojik
liderliði açýklayan faktörlerin en önemlileridir. Bu þirketler, araþtýrma ve geliþtirme için Batý-Avrupalý rakiplerin80
228
Ürün, Sayý: 9, s. 73.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
den çok daha büyük harcamalar yapabilmektedirler.
Ama bu, günümüzdeki teknolojik liderliðin tek nedeni
deðildir. Bu konuda, baþka iki faktörün de önemli payý
vardýr: ABD’nin muazzam askeri harcamalarý ve BatýAvrupa’nýn en iyi bilim adamlarýnýn ABD’ye gittikçe artan sayýda göç etmeleri.”81
ABD’nin gerileyiþi artýk daha somut temellere oturtulabilir:
ABD geçmiþte emperyalist blokun ekonomik, politik ve askeri lideriydi ve bu liderlik hegemonya biçimindeydi. Günümüzde
ABD’nin askeri ve teknolojik önderliði sürmektedir, ancak ekonomik yönden diðer emperyalist ülkelere karþý olan üstünlüðü geçmiþe göre azalmýþtýr. Bu durum pratikte ABD’nin dünya sanayi
üretimi ve ihracýndaki payýnýn düþmesiyle, verimlilik artýþýnýn yavaþlamasýyla, diðer bazý emperyalist ülkelerdeki enflasyon oranýnýn
ABD’dekinden daha düþük olmasýyla, dolarýn durumunun sarsýlmasý ve ABD rezervlerinin hýzla azalýþýyla kendini gösterir. Geç-miþte
dünya ticaret ve sanayi üretiminde mutlak hakim olan ABD günümüzde iç pazarýný korumak amacýyla zaman zaman gümrük
duvarlarýný yükseltme gereðini duymaktadýr. Ekonomik düzeydeki bu gerileme politik düzeye de yansýmýþtýr; artýk diðer emperyalist
ülkeler ABD’nin politik kararlarýný kayýtsýz þartsýz desteklememektedir. Ancak ABD’nin gerileyiþini de fazla büyütmemek gerekir.
Teknolojik ve askeri önderlik ABD’ye geçmiþte olduðu gibi mutlak
olmasa bile nispi bir üstünlük saðlamaktadýr. ABD’nin emperyalist
blok içindeki liderliðini ve denetimini geçmiþe göre daha dolaylý
yoldan sürdürmesi pratikte, çeþitli sürtüþmelere raðmen diðer emperyalist ülkelerin son tahlilde ABD’nin dümen suyundan ayrýlamamasý, son sözü ABD’nin söylemesi biçiminde yansýr.
Emperyalist blok içindeki yeni güç dengesinin bütün boyutlarýyla kavranmasý, yeni dengeyi kanýtlayan verileri sýralamaktan
öteye, sorunun tarihsel bir incelenmesini gerektirir. ABD’yi gerileten ve diðer emperyalist ülkeleri ilerleten temel faktörler nelerdir?
Eþitsiz geliþim kanununun varlýðýndan bahsetmek yetersizdir; sorun bizzat bu kanunun günümüzde nasýl iþlediðinin anlaþýlmasýdýr.
Emperyalist ülkeler arasýndaki eþitsiz geliþim kanunu, geliþimi nispeten geri olan bir ülkenin sýçramalý bir geliþimle diðerle81
E. Mandel, Avrupa Amerika’ya Karþý, s. 38.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
229
rine yetiþebileceðini öngörür; böylece emperyalistler arasýnda bozulan güç dengesi yeniden paylaþým savaþlarýný zorunlu kýlar, I. ve
II. bunalým dönemlerinde herhangi bir emperyalist ülkenin gücü,
onun ulusal sýnýrlar içindeki gücüyle deðerlendirilirdi (geniþ bir
sömürgeler sisteminin kurulabilmesi de, son tahlilde, ulusal sýnýrlar içindeki güce baðlýdýr). Günümüzde de sorunu bu þekilde deðerlendirenler emperyalist ülkeler arasýndaki bütünleþmeyi gözden kaçýrmaktadýr. Dünya sosyalist blokunun varlýðý ve geliþen
ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn baskýsý ve üretimin ve sermayenin aþýrý
temerküzü sonucu gerçekleþen emperyalist blok içindeki bütünleþme ülkelerin güçlerinin ulusal sýnýrlara göre deðerlendirilmesini
geçersiz kýlmaktadýr. Günümüzde emperyalist bir ülkenin gerçek gücünün anlaþýlmasý ancak bütün olarak emperyalist sistemin incelenmesiyle mümkündür. Dolayýsýyla ulusal sýnýrlara göre
düzenlenen bir takým veriler sýralanarak eþitsiz geliþme kanununun
günümüzde de aynen geçmiþte olduðu gibi iþlediði kanýtlanamaz.
“1963-1972 arasýnda, ABD’nin dünya sanayi üretimindeki payý %44.9’dan %40.8’e düþtü. Ýngiltere’ninki %8.5’
den %5.8’e, Federal Almanya’nýnki ise %9.5’ den % 8.5’e
düþmüþtür. Bu arada Japonya’nýn payý ise %5.4’den
%9.5’e yükseliyordu.
Bu veriler modern kapitalizmin ne kadar eþitsiz bir
geliþim içinde olduðunu göstermektedir.”82
“Uluslararasý kapitalist pazarlardaki durum son derece esnektir. Batý-Avrupa ve Japonya sanayilerini yeniden kurup geniþleterek Amerikan tekellerine ciddi rakipler olmuþtur. Sonuçta, ABD’nin dünya ihracatýndaki
payý 1947’de %32.5 iken 1972’de %13.4’e düþmüþtür.
Ortak Pazar ülkelerinin payý 1959’ da %26’dan 1970’de
%32.1’e ayný süre içerisinde Japonya’nýn payý ise %3’den
%7’ye çýkmýþtýr.”83
Emperyalist bloktaki bütünleþme, uluslararasý iþ bölümünün artýþý ve üretim sürecinin çok uluslaþmasý soruna bu þekilde
yaklaþýmý geçersiz kýlar. Batý-Avrupa sanayisi içinde ABD’nin gücü, özellikle stratejik sektörlerin önemli kýsmýnýn ABD’nin kont82
83
230
Kapitalizmin Ekonomi Politiði, s. 324, Bilim yay.
age, s. 325, Bilim yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rolünde olmasý Batý-Avrupa’nýn güçlenmesinde ABD’nin önemli
payý olduðunu açýkça ortaya koyar. (Ayný durum Japonya ve
Kanada için de geçerlidir.) Ýtiraz olarak II. yeniden paylaþým savaþýndan önce de diðer emperyalist ülkelerin Almanya’ya silah satarak onu güçlendirdikleri söylenebilirse de; ancak artýk söz konusu olan þey sadece ticaret ve sermaye ihracý deðil, baþka ülkelerde
üretim birimlerinin kurulmasýdýr.
Çokuluslu þirketlerin geliþimi emperyalist blok içinde yeni
bir tür rekabet ortaya çýkarmýþtýr. Bir malýn ve malýn çeþitli parçalarýnýn sistem içinde nerede daha ucuz olacaksa orada üretilmesi,
artýk iç pazarý elde tutmak için dýþ ülkelerde üretim birimlerinin
kuruluþunu zorunlu kýlmaktadýr. ABD merkezli çokuluslu þirketler
dýþarýda daha ucuza imal ettikleri bazý mallarý ABD’ye ihraç ederek
iç pazardaki rakipleriyle etkin biçimde rekabet etmektedir.
“Birçok durumda ise, ABD þirketlerinin dýþ filyalleri
ABD’ye büyük çapta ihracat yapan kuruluþlar arasýndadýr. Doðrudan yatýrýmla kurulmuþ þirketlerin 1957 yýlýnda (þirketler arasý petrol satýþlarý hariç) bulunduklarý ülke dýþýna sattýklarýnýn toplam deðeri 32 milyar dolardýr.
Bu deðerin 3.5 milyar dolardan fazlasý (yüzde 11) ABD’ye
ihraç edilmiþtir. 1957 yýlýnda ABD ithalatýnýn 13.2 milyar
dolar olduðu düþünülürse, bu deðerin %25’inden fazlasýnýn ABD þirketlerinin dýþ filyallerince temin edilmiþ olmasý hayli çarpýcý bir olgudur. 84
Böylece günümüzde emperyalist bir ülkenin gücünü ulusal sýnýrlar içinde kalarak anlamaya çalýþmak, ABD örneðinde olduðu gibi ülkenin gerilemesinde bizzat o ülke sermayesinin ve þirketlerinin önemli rolü olduðu sonucunu vermektedir. ABD’nin gücü
bütün sistem içinde deðerlendirildiðinde diðer emperyalist ülkelerin geliþmesi sonucu ABD’nin gerileyiþinin istatistiklerin gösterdiklerinden daha az olduðu ortaya çýkacaktýr. Ancak somutta görülen durum hiç böyle deðildir. ABD 1971’de 20. yüzyýlda ilk kez ticaret dengesini açýkla kapatmýþ ve bir süre ithalatý vergilendirmek
zorunda kalmýþtýr. ABD teknolojik önder olduðu halde üretimde
verimlilik artýþý yavaþlamýþ ve ABD hegemonyasýnýn açýk yansýmasý
olan dolar çökmüþtür. ABD’nin gerileyiþi emperyalist ülkeler arasýn84
P. Sweezy, Çokuluslu Þirketler, Yeni Adýmlar, Sayý: 19-20, s. 36.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
231
daki çeliþkilerle diðer emperyalist ülkelerin sýçramalý bir geliþimle
ABD’ye yetiþmesiyle açýklanamaz. ABD’yi gerileten esas faktör,
dünya sosyalist sistemi ve daha da önemlisi, ulusal kurtuluþ
savaþlarýdýr.
Dolarýn çöküþündeki en önemli iki faktör sürekli ödemeler
dengesi açýðý ve ABD’deki enflasyon oranýnýn diðer bazý emperyalist ülkelerden daha yüksek olmasýdýr. 1971’deki ticaret dengesi
açýðýna kadar ABD’nin sürekli ödemeler dengesi açýðý vermesinin
tek nedeni askeri harcamalardýr. Bu harcamalar Avrupa’daki ABD
askerleri, sosyalist blokun üslerle çevrilmesi, ulusal kurtuluþ
savaþlarýnýn bastýrýlmasý, ilerici yönetimlerin devrilmesi vb. amacýyla yapýlmaktadýr. Ve esas olarak son iki amaç askeri harcamalarýn büyük kýsmýný yutmaktadýr. (Örneðin 1967’deki açýðýn en azýndan % 40’ý Vietnam Savaþý’nýn sonucudur.)85 Ýtiraz olarak ABD’den
özellikle diðer emperyalist ülkelere yapýlan yoðun sermaye ihracýnýn da ödemeler dengesi açýðýnda önemli bir bölümünü oluþturmasý gerektiði söylenebilir. Bu görüþ iki yönden geçersizdir: Birincisi, ABD’nin toplam dýþ yatýrýmlar geliri sermaye ihracýndan daha
fazladýr. Ýkincisi, Batý-Avrupa ülkeleri ellerindeki muazzam dolar
stoklarý karþýlýðýnda ABD’den altýn yada döviz talep etseler bile, bu
durum ABD için ancak kýsa vadede kötü sonuçlara yol açar. Uzun
dönemde ise ABD’nin sahip olduðu yabancý ülkelerdeki üretim
birimleri ve hisse senetleri sonucu yalnýz Batý-Avrupa deðil, diðer
bütün emperyalist ülkeler ABD’ye borçlu olacaklardýr. Bu nedenle sermaye ihracýndan kaynaklanan bir ödemeler dengesi açýðý
uzun dönemde zayýflýk deðil, güç belirtisidir.86
ABD ödemeler dengesi açýðý ülkenin Vietnam Savaþý’na giriþiyle daha da artmýþtýr. Vietnam Savaþý ABD ekonomisini de olumsuz yönde etkilemiþtir. 1965-70 arasýnda ABD imalat sanayindeki
verimlilik artýþý 1960-65 dönemine göre %50 yavaþlamýþtýr. Temel
neden Vietnam Savaþý’dýr; birçok fabrikanýn tam kapasitede çalýþmasý sonucu daha az verimli fabrikalar üretime tekrar katýlmýþ ve
verimli yatýrýmlara yöneltilebilecek kaynaklar savaþ araçlarý üretimi için kullanýlmýþtýr.87 1964 yýlýnda ABD ekonomisi boom döne85
86
87
232
Sweezy-Magdoff, The Dynamics of U. S. Capitalism, s. 160.
E. Mandel, Decline of The Dollar, s. 38.
E. Mandel, Decline of The Dollar, s. 8.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mindeydi ve esas itici güç askeri masraflardan deðil özel yatýrýmlarýn artmasýndan geliyordu. 1966’da durum deðiþti. Askeri harcamalar 1966’nýn ilk yarýsýnda 54 milyar iken, 1966’nýn üçüncü çeyreðinde 59 milyar dolara çýktý. (1964 fiyatý ile) Bu durumda askeri
masraflardaki artýþ GSMH’daki büyümenin yarýsýdýr. 1966’nýn ikinci yarýsýnda savaþýn ekonomi üzerinde boom etkisi baþladý.88 Vietnam Savaþý’na giriþ ekonomisindeki refah dönemini bir süre daha
suni olarak devam ettirdi. Örneðin 1964 ile (ABD’nin Vietnam Savaþý’na girmesinden önceki yýl) 1969 arasýnda ülkede askeri masraflar %58.6 artarken, fabrika ve donatým için yapýlan harcamalar da
%58.2 artmýþtýr.89 Burada askeri harcamalardaki artýþýn ekonomi
üzerindeki itici gücü açýkça görülmektedir. Suni olarak devam ettirilen boom ülkedeki büyük grevlerle birleþince (bilindiði gibi boom
döneminde grevler çok daha etkilidir) 1960-65 döne-minde üretim sanayindeki iþçilerin nominal ücretleri yýlda %3.7 artarken,
1965-70 döneminde artýþ %6 olmuþtur.90
ABD’deki enflasyon oranýnýn artýþý da Vietnam Savaþý ile yakýndan ilgilidir. 1965 ile 1971 Mayýs’ý arasýnda dev askeri harcamalarý
karþýlamak amacýyla piyasaya aþýrý miktarda kaðýt para çýkarýlmýþtýr.
Bu dönemde ABD’de dolaþýmdaki kaðýt para miktarý 42 milyardan 57 milyar dolara çýkmýþtýr.91
ABD ekonomisinin savaþ sayesinde devam eden refah dönemi uzun sürmedi. Vietnam savaþý kýsa sürede ekonomi üzerinde
yýkýcý etkisini gösterdi. Verimlilik artýþýnýn düþmesi, nominal ücretlerin artýþý ve artan enflasyon oraný diðer emperyalist ülkelerin
geçmiþe göre daha etkin olan rekabeti ile birleþince ABD 20. yüzyýlda ilk ticaret açýðýný verdi. 1965’de 4.7 milyar fazla ile kapanan ticaret dengesi, 1971’de 2 milyar dolar açýk verdi.
ABD hegemonyasýnýn somuta yansýmasý dolarýn rezerv para
oluþudur. Dolarýn yýkýlýþý onun genel olarak ikili fonksiyonu arasýndaki çeliþkinin þiddetlenmesinden kaynaklanýr. ABD parasý olarak
dolar, ülke içinde aðýr krizlere karþý bir silah olarak, enflasyonist
politikayý yürütme aracý olarak kullanýlýr; bu durumda dolar sü110.
88
M. Kalocky, The Last Phase in The Transformation of Capitalism, s. 108-
89
Sweezy-Magdoff, The Dynamics of U. S. Capitalism, s. 169.
E. Mandel, Decline of The Dollar, s. 8.
Kapitalizmin Ekonomi Politiði, s. 334.
90
91
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
233
rekli deðiþken (düþen) bir deðere sahip olmalýdýr. Dolarýn rezerv
para oluþu ise mümkün olduðu kadar sabit bir deðeri gerektirir.92
Dolarýn deðerindeki düþüþ, diðer emperyalist ülkelerin paralarýnýn
de-ðer kaybetmesinden az olduðu sürece çeliþki þiddetlenmemiþtir. Ödemeler dengesindeki açýðý artýran, ülke içinde enflasyonu körükleyen, verimliliði düþüren Vietnam Savaþý bu çeliþkiyi þiddetlendiren en önemli etkendir.
“Vietnam Savaþý olmasaydý bu hegemonya daha oldukça uzun bir süre devam edebilirdi. Amerika’nýn uluslararasý durumunun gerçekten zayýflamasý, Vietnam Savaþý’na 1965 yýlýndan sonra ABD’nin karýþmasýnýn boyutlarýnýn büyümesi ile baþlar. 60’larýn ikinci yarýsýnda ülkenin iyi durumdaki ticaret dengesi sürekli olarak kötüleþti
ve temel nedeni ülke dýþýnda askeri harcamalar olan
ödemeler dengesi açýðýnýn büyümesi, dolarýn kapitalist
dünyanýn rezerv para olma durumunu sarstý. Halbuki
dolarýn bu durumu ABD hegemonyasýnýn çarpýcý aracý
ve açýða vuruluþu idi.”93
O halde ABD ile diðer emperyalist ülkeler arasýndaki
güç dengesinin bozulmasýný hýzlandýran, ABD’nin mutlak üstünlüðünü nispi üstünlüðe çeviren temel etken emperyalist ülkeler
arasýndaki eþitsiz geliþim deðil, geri-býraktýrýlmýþ ülke halklarýnýn (özel olarak Vietnam halkýnýn) mücadelesidir. Aslýnda
bu durum, günümüzdeki baþ çeliþkinin (emperyalist ülkeler
ile, özel olarak emperyalist blokun jandarmasý ABD ile, geribýraktýrýlmýþ ülke halklarý arasýndaki mücadele) somuta yansýmasýndan baþka birþey deðildir. Ýþte (geniþ anlamda düþünülmesi gereken) kapitalizmden sosyalizme geçiþin, sistemin
iç dinamiðinden doðan sisteme karþý sürekli alternatifin bu iç
dinamiði etkilemesi esprisi budur. Bundan dolayý, deðil kapitalizmin sürekli ve genel buhraný, özel olarak ekonomik buhran
bile, sadece kapitalizmin iç dinamiðiyle anlaþýlamaz.
“Dünya kapitalist ekonomisinin geliþimi günümüzde yalnýzca kapitalizmin iç ekonomik yasalarýnca yönetilmemektedir, giderek artan bir ölçüde sosyalist sistem
90
93
234
E. Mandel, Decline of The Dollar, s. 105.
Sweezy-Magdoff, 1970’lerde Emperyalizm, s. 28.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
tarafýndan, güç dengesinin sosyalist sistemden ve sosyalizmden yana deðiþmesi tarafýndan etkilenmektedir.”94
Günümüzde aktüellik kazanan III. yeniden paylaþým savaþýnýn çýkýp çýkmayacaðý sorusuna artýk açýklýk getirebiliriz. II. yeniden
paylaþým savaþýndan sonra emperyalist ülkelerde sermaye temerküzünün yoðunlaþmasý, buna karþýlýk pazarlarýn daralmasý ve dünya sosyalist sistemi ve geliþen ulusal kurtuluþ savaþlarý karþýsýnda
emperyalist blok tarihinde ilk kez resmi ve sürekli olarak örgütlenmiþtir. Baþlangýçta ABD’nin kesin hegemonyasý altýnda olan bu
bütünleþme sonucu uluslararasý iþbölümü ve karþýlýklý sermaye
yatýrýmlarý artmýþ, üretimin çokuluslaþmasý geniþ ölçüde gerçekleþmiþtir. Bunun sonucu, emperyalist ülkelerin güçlerinin esas olarak
ulusal sýnýrlar içinde deðerlendirilmesi günümüzde artýk geçersizdir; emperyalist sistemin bütününün göz önüne alýnmasý gerekir.
Bu temelden hareketle, günümüzde emperyalist ülkeler arasýndaki iliþkilerde, çeliþki-bütünleþme diyalektiðinde aðýr basan unsur pasifistlerin iddia ettiði gibi çeliþki deðil, bütünleþmedir. Hakim unsurun çeliþki olduðunu iddia etmek, emperyalist ülkeler
arasýndaki eþitsiz geliþim kanununun iþleyiþ biçiminin emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþi tarafýndan deðil de,
tersini savunmak olur.
Emperyalist ülkeler arasýndaki iliþkilerde, çeliþki-bütünleþme
diyalektiðinde bütünleþmenin aðýr basmasý hiçbir zaman emperyalizmin saldýrgan karakterinin deðiþtiði, emperyalizmin çeliþkilerini savaþlara ihtiyaç duymadan halledebildiði anlamýna gelmez;
sadece artýk savaþýn da çeliþkileri halledemeyeceði anlamýna
gelir, çünkü yeni bir paylaþým savaþý emperyalizmin sonu olacaktýr. Günümüzde geri-býraktýrýlmýþ ülke halklarýyla emperyalistler
arasýnda II. yeniden paylaþým savaþýný aratmayacak savaþlar sürerken, emperyalist ülkeler arasýnda yeni bir paylaþým savaþýnýn çýkamayacaðýný söyleyenlere karþý emperyalizmin saldýrgan karakterinin kaybolduðu iddia ediliyor diyerek yaygara koparmak ancak
þarlatanlarýn yapacaðý iþtir. Bu sözde Maocularýn devrim için savaþmaya niyeti olmadýðý için, emperyalizmin saldýrgan yüzünü en iðrenç biçimde açýða çýkartan ve dünyanýn her yerinde süren kurtuluþ savaþlarý da tabii ki onlarý ilgilendirmez.
94
Kapitalizmin Ekonomi Politiði, s. 336.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
235
Emperyalist ülkeler arasýndaki çeliþki-bütünleþme diyalektiðinde bütünleþmenin aðýr basmasý ve bu bütünleþme içinde de
ABD’nin geçmiþte mutlak, günümüzde ise nispi egemenliðini kurmasý pasifistlerin iddia ettiði gibi diðer emperyalist ülkelerin ABD’
nin sömürgesi olduðu anlamýna gelmez. Emperyalist ülkeler arasýndaki çeliþkilerin artýk hiçbir önemi kalmadýðý anlamýna ise hiç
gelmez. Aslýnda bu sözde teorik yazý üzerinde bu kadar durmak
bile lüzumsuzdur. Emperyalist blok içindeki bütünleþmeden, kapitalizmi iç dinamikle geliþmiþ diðer emperyalist ülkelerde ABD’nin
kendine baðýmlý bir tekelci burjuvazi oluþturduðu savunuluyor
sonucunu çýkarmak için, kiþinin ya aptal ya da pasifist olmasý gerekir.
Emperyalist ülkelerin belli ölçüde bütünleþmeleri ve aralarýndaki çeliþkilerin askeri plana yansýmamasý Kautsky’nin ultra-emperyalizm teorisinin doðrulandýðý anlamýna da gelmez. Ultra-emperyalizm, emperyalistlerin aralarýnda anlaþarak dünyayý barýþ içinde birlikte sömürmeleri demektir. Günümüzde ise, emperyalist
ülkeler arasýndaki çeliþkiler kaybolmamýþ, sadece alternatif ve potansiyel gücün durumu sonucu çeliþkinin askeri plana yansýma
olanaðý kaybolmuþtur. Emperyalistler ultra-emperyalizm teorisinde iddia edildiði gibi kendiliklerinden deðil, zorunlu olarak bütünleþmektedir.Özetlersek, günümüzde emperyalistler arasý yeni bir
paylaþým savaþýnýn çýkamayacaðý üç temele dayanýr:
1- Emperyalist sisteme karþý güçlü bir alternatifin sürekli
varoluþu ve bunun emperyalist ülkeleri birlikte hareket etmeye
zorlamasý,
2- Emperyalist sistemdeki bütünleþmenin uluslararasý iþbölümünü hýzlandýrmasý, yabancý ülkelerde üretim birimlerinin kurulmasý. (ABD, Batý-Avrupa’da neyi tahrip edecektir; çoðunluðu
stratejik sektörlerde olan ve hisse senetlerine veya bizzat mülkiyetine sahip olduðu üretim birimlerini mi?)
Mahir Çayan yoldaþ “Kesintisiz Devrim II-III”de emperyalistler arasýnda yeni bir savaþýn çýkmamasýný iki nedene baðlar:
Sosyalist sistemin ve ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn gücü ve nükleer
silahlarýn insanlýðý yok edecek seviyeye gelmesi. Bu nedene emperyalist ülkeler arasýnda üretim temeline dayanan bütünleþmeyi
ve eþitsiz geliþim kanununun deðiþen niteliðini de eklemek gerekir.
236
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
3- ABD’nin emperyalist blok içindeki mutlak üstünlüðünün nispi üstünlüðe dönüþmesi, ABD’nin zayýflamasý birincil
olarak emperyalistler arasý eþitsiz geliþme kanununun iþlemesi
sonucu gerçekleþmediðinden emperyalist blok içinde ABD’ye
karþý güçlü bir alternatif ortaya çýkamamýþtýr. (Örneðin, diðer
bütün emperyalist ülkelerin toplam askeri gücü ABD’nin yanýnda
çok zayýf kalmaktadýr) Zaten III. yeniden paylaþým savaþýnýn kaçýnýlmazlýðý konusunda bin dereden su getirenlerin, bu savaþýn kimlerin arasýnda çýkabileceði konusunda hiçbir fikirleri olmamasý da
bundandýr.
Günümüzde emperyalist ülkeler arasýnda yeni bir paylaþým savaþý çýkma ihtimalinin bulunmamasý gelecekte de ayný
durumun geçerli olacaðý anlamýna gelmez. Ancak bir nokta kesindir: Emperyalistler arasýndaki çeliþkilerin þiddetlenmesinde
eþitsiz geliþme kanununun rolü ikincildir; günümüzde bu kanun klâsik biçimde iþlememektedir. Bu çeliþkiyi þiddetlendirecek
olan temel unsur, pazarlarý daraltan, en güçlü emperyalist ülkeleri zayýflatan ulusal kurtuluþ savaþlarýdýr. Çeliþkinin þiddetlenmesiyle emperyalist ülkeler arasýnda biçimi önceden bilinemeyecek bir savaþ çýkabilir. Bize düþen, emperyalistler arasýndaki çeliþki derinleþecek diye beklememek, Halk Savaþlarýný
yaygýnlaþtýrarak çeliþkiyi derinleþtirmektir.
2- Ekonomik Buhranýn Aðýrlaþmasý
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn III. dönemi içinde ortaya çýkan önemli deðiþmelerden ikincisi ekonomik buhranýn aðýrlaþmasýdýr. III. bunalým döneminde ekonomik buhranlarýn þiddeti azalmýþ, buna karþýlýk buhran geçmiþe göre süreklilik
kazanmýþ, klâsik dört aþamalý cycle iki aþamaya inmiþtir (durgunluk ve toparlanma). Böylece kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn ekonomik buhrandan etkilenmesi geçmiþe göre nispi olarak azalmýþtýr.
Günümüzde ise, ekonomik devrevi hareketinde durgunluk döneminin sarsýcý etkisi artmýþtýr; bunun nedeni emperyalizmin þiddetli buhranlara karþý kullandýðý alternatiflerden birisi olan
enflasyonist politikanýn geri tepmesi, ya enflasyon ya da buhran
ikileminin kaybolmasýdýr. Enflasyon ve buhran artýk birlikte görülmektedir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
237
Fiyat artýþlarý ve ekonomik buhran ilk kez 1958’de birlikte
görülmüþtür.
“Emperyalist-kapitalist sistemin girdiði son bunalýmda ise bir deðiþiklik söz konusudur: Fiyat artýþlarý bunalýmla bir arada geliþmektedir. Halbuki 1957-58 bunalýmýna kadar buhranlarda genel fiyat düzeyi düþmekte
idi. Ýlk kez Ýkinci Dünya Savaþýndan sonra en önemli
bunalým olan 1957-58 bunalýmýnda üretimde ve istihdamda büyük bir düþüþ ile genel fiyat düzeyinde bir
artýþ bir arada görülmüþtür.”95
1958’de ekonomik buhranla beraber görülen fiyat artýþlarý
enflasyonist politikanýn artýk eskisi kadar geçerli olmadýðýný gösteriyordu; buna raðmen tekelci kapitalizm enflasyonist tedbirlerle
buhrandan çýkabildi. Günümüzde ise fiyat artýþlarý, 1958’in aksine
büyük boyutlara ulaþmýþtýr. Buhrandan kurtulmak için enflasyon
silahýnýn geniþ ölçüde kullanýlmasý fiyatlarý daha da artýrýp buhraný derinleþtirecektir.
Keynesci enflasyonist politika aðýr ekonomik buhranlara
karþý bir süre baþarýyla kullanýlmýþtýr. Yüksek devlet harcamalarýna (bunlarýn önemli bölümü silahlanma için kullanýlmaktadýr)
dayanan bu uygulama buhranýn geliþimini belli bir aþamada durdurma çabasýna dayanmaktadýr. Kapitalist ekonomide buhranlar,
genellikle tüketim mallarý sektöründe baþlar ve üretim mallarý sektörüne sýçrayarak geliþir. Buhranýn þiddetini ikinci sektöre yansýma
derecesi tayin eder. Özellikle bu dönemde çok artýrýlan devlet harcamalarý ve para emisyonu üretim mallarýna talep yaratarak buhranýn bu sektörü etkileme derecesini azaltýr, buhran dondurulur.
“... son on yýllarýn deneyi, ekonomiyi suni olarak canlandýrmak için kullanýlan enflasyonist tekniklerin ve tekelci kapitalizmin çeliþkilerini çözemeyeceðini ve de esas
olarak belli baþlý durgunluk eðilimini tersine çeviremeyeceðini yeterli kanýtlarla göstermiþtir. Gerçekte, ticari durgunluklarý hafifletmek ve iþler yaratmak için kullanýlan
yöntemler yeni çarpýklýklarýn ve dengesizliklerin doðmasýna yardým eder ki, bu da daima enflasyonist tedbirleri
davet eder ve tüm ekonomiyi bu uyarýlara düþkün hale
95
238
Günümüzde Emperyalist Sömürü Mekanizmasý, s. 12, TÝB yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
getirir.”96
Kapitalist ekonomi aðýr krizlerden kurtulabilmek için gittikçe daha fazla desteðe, suni uyarýlara ihtiyaç duyar. Ancak enflasyonist nitelikte bir satýn alma gücünün yaratýlarak buhranýn dondurulmasý ancak enflasyon oraný düþük olduðu zaman mümkündür. Herhangi bir dýþ etken olmadýðý takdirde, özel ve kamu borçlarýnýn büyümesiyle artan enflasyon, yýllarca süren borç birikimi
sonucu ekonomiyi tehdit eder duruma gelmiþtir. Artýk devlet harcamalarýný daha fazla artýrmak veya geniþ ölçüde para emisyonuna
baþvurmak geçerli çözümler olmaktan çýkmýþtýr. Bu olgu kendini
en açýk biçimde ABD’de faiz oranýnýn yükselmesi biçiminde
göstermiþtir. Durgunluk döneminde düþmesi gereken faiz oraný,
enflasyon oranýnýn yükselmesi ve Federal Rezerv Bürosu’nun para
arzýný kýsýtlamasý sonucu artmaktadýr.
Günümüzde emperyalist ülkelerde kendini gösteren ekonomik durgunluðun silahlanma harcamalarýnýn oldukça yüksek
bir seviyede olduðu sýrada ortaya çýkmasý, ekonominin askerileþtirilmesinin de kapitalizmi kurtaramayacaðýný açýkça ortaya koymuþtur; aslýnda bu durum enflasyonist uygulamanýn iflasýnýn yansýmasýndan ibarettir.
Emperyalist ülkelerde 1974 baþlarýnda ortaya çýkan ekonomik durgunluðun yeni özelliklerini kasýtlý olarak yanlýþ deðerlendiren, buhraný aþýrý ölçüde büyüten buhran spekülatörleri türemiþtir ülkemizde. Ýddiaya göre, emperyalizmin tarihinde böyle buhran görülmemiþtir. Sorun, sürekli ve genel bunalým yönünden ele
alýnsaydý doðru olabilirdi; ancak ekonomik buhranýn oluþturduðu
ve oluþturacaðý þartlarýn milli bunalýmýn þartlarýný oluþturacaðý iddia edildiðinden, sorun, temelde ekonomik bunalým yönünden
ele alýnmaktadýr.
Amaç gerçeklerin bilimsel analizi deðil de çýðýrtkanlýk olunca, ekonomik bunalýmýn analizinden doðal olarak bazý yeni metodlar bulunur. Önce üretimde, hisse senetlerinin deðerlerinde
düþüþ, iþsizlik ve enflasyon oranýnýn artýþý gibi rakamlar, araya yükselip yükselip de birden düþen cinsinden birkaç da grafik yerleþtirilir
ve ekonomik konularda fazla bilgisi olmayan bir okuyucu da bu
dehþet verici kanýtlar karþýsýnda ekonomik buhranýn ne kadar
96
H. Magdoff, Enflasyon Üzerine, Aþama, Sayý: 2, s. 9.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
239
aðýrlaþtýðýný hemencecik anlar (!)
1974 baþlarýnda emperyalist sistemde kendini hissettiren
ekonomik buhran metropoller açýsýndan bilimsel olarak incelendiðinde gerçeðin hiç de böyle olmadýðý görülür. Buhran tüketim
mallarý sektöründe baþlamýþ ve özellikle dayanýklý tüketim mallarý
satýþý düþmüþtür. ABD’de ev yapýmý Ekim 1972’den beri %50, oto
üretimi ise 1974’ün ilk dokuz ayýnda geçen yýlýn ayný dönemine
göre %25 düþmüþtür.97 Tüketim mallarý sektöründe baþlayan buhran iþsizliði artýrýr ve bu sektörün donatým mallarýna olan talebi
düþer. Ancak birinci sektörde buhran baþladýðý halde ikinci sektörde üretim bir süre daha eski seviyesinin altýna düþmez; bunun
nedeni geçmiþte verilen sipariþlerdir, üretim mallarý üretiminin
uzun bir süre almasýdýr. “Sipariþ verildiði anda, sipariþin gerçekleþtiði
an arasýndaki gecikme, buhranýn hazýrlanmasýnda önemli bir rol
oynar.”98
Donatým mallarýna olan talep yavaþ deðil aniden düþer, fabrikalar kapanýr ve iþsizlik artar. Ýkinci sektördeki buhran birinci
sektördekini daha da aðýrlaþtýrýr ve buhran derinleþerek devam
eder. Buhranýn þiddeti ikinci sektöre yansýma derecesine baðlýdýr.
1974’de ABD’de toplam mal ve hizmet arzý azaldýðý halde,
sermaye mallarý için yapýlan harcamalar artýþ göstermiþtir. (Sabit fiyatlarla) Harcamalar sadece geçmiþ sipariþlere ait deðildir,
yeni istekler de halen artmaktadýr.99 1975 içinde, üretim araçlarýnda modernleþme eðiliminin güçlü kalmasý veya pek az düþme
göstermesi beklenmektedir. Tüketim mallarý sektöründe baþlayan
buhranýn üretim mallarý sektörüne ne ölçüde yansýyacaðý henüz
belli deðildir; buhran iki aþamalý cycle teorisine uygun olarak oldukça yavaþ geliþmektedir. Sadece artan enflasyon oraný sonucu
durgunluk etkileri geçmiþe göre daha fazla þiddetlenmiþtir.
3- Dünya Pazarlarýnýn Önemli Ölçüde Geniþlemesi
Emperyalizmin III. bunalým dönemi içinde meydana gelen
önemli deðiþimlerden üçüncüsü emperyalist-sosyalist blok
iliþkilerinin geliþmesidir.
97
98
99
240
U. S. News and World Report, 11 Kasým 1974.
E. Mandel, Marksist Ekonomi El Kitabý, Sayý: 2, s. 65, Ant yay.
Fortune, Haziran 1974, s. 32.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
II. yeniden paylaþým savaþýndan sonra dünya pazarlarýnýn
1/3’ünün emperyalizmin kontrolü dýþýna çýkmasý, özellikle savaþta
yýkýlan emperyalist ülkelerin imarýnýn tamamlanmasý ve 1958 buhranýndan sonra, kendini þiddetle hissettirmiþtir. Ýçeride ekonomisini askerileþtirilmesi, üretim sürecinin çokuluslaþmasý ve geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin emperyalizmin güdümü altýnda pazar ekonomisine açýlmasý, talep yetersizliðine çare olmuyor ve sonunda kaçýnýlmaz olarak tekeller arasýnda pazar elde etme savaþý sertleþiyordu. Emperyalizme yeni ve geniþ pazarlar gerekti. Bu pazarlar dünyanýn 1/3’ünü kaplayan ve sürdürülen soðuk savaþ sonucu çeþitli
ticaret kýsýtlamalarýyla geniþ ölçüde emperyalist dünya pazarlarýnýn dýþýna çýkan sosyalist ülkelerden baþkasý olamazdý.
Böylece 1969’dan itibaren “bloklar arasý barýþ”, “yumuþama” gibi deyimler emperyalistler tarafýndan sýk sýk kullanýlýr oldu.
Emperyalizm için barýþ sorunu aslýnda pazar sorunudur. Emperyalizmin yeni pazarlar kazanmasýna ve mevcut pazarlarý geniþletmesine yarayacaðý için barýþ istemektedir. Dünya ticaret hacminin geniþlemesi ve karþýlýklý anlaþmalarla emperyalistlerin sosyalist
blokun iç pazarýna girmeleri büyük önem taþýmaktadýr; bunun
için gerekirse bazý tavizler de verebilir. (Sovyetler Birliði’nin ABD
dýþ ticaretinde en ayrýcalýklý ülke durumuna getirilmesi, Taiwan’ýn
bir kenara itilmesi gibi) Böylece emperyalistler önlerinde açýlan
bu geniþ pazar sayesinde nispi olarak ferahlayacaklardýr. Bloklar
arasý yumuþama kapitalizmle sosyalizm arasýndaki mücadelenin
durduðu anlamýna gelmez; sadece mücadelede bazý biçim deðiþiklikleri olmuþ, sosyalist bloka karþý uygulanan ticaret kýsýtlamalarýnýn çoðu kaldýrýlmýþ, dünya ticaret hacminin büyümesi saðlanmýþtýr.
Sosyalist ve emperyalist blok arasýnda geliþen ticaretin yapýsý çok önemlidir. Sosyalist ülkelerin ileri teknolojiye, emperyalist
ülkelerin ise üretim sürecini rahatlatacak hammaddelere ve artýdeðeri gerçekleþtirmeye ihtiyacý vardýr. Sosyalist ülkeler, emperyalistlere çeþitli hammaddeler satmakta, karþýlýðýnda yiyecek maddeleri, makineler ve iþlenmiþ ürünler almaktadýr. Bu tür ticaretin
doðal sonucu, bloklar arasýndaki ticaret dengesinin geniþ ölçüde
emperyalist blok lehine kapanmasýdýr. Örneðin, 1973’de ABD’nin
Sovyetler Birliði ve Çin ile yaptýðý ticaret ABD lehine 2 milyar dolar
fazla ile kapanmýþtýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
241
1969’de Comecon-AET ticaretinin yapýsý incelenecek olursa: Makineler, kimyasal maddeler ve ulaþtýrma malzemeleri Comecon’un ithalatýnýn %82’sini; yiyecek, hammadeler ve yakýtlar
ise ihracatýn %60’ýný meydana getirmektedir. Ayný durum Sovyetler Birliði-ABD ticareti için de geçerlidir, tek fark ABD’nin büyük
miktarda tarým ürünleri ihracýdýr. 1973’de ABD’nin Sovyetler Birliði’ne ihracatý 1.171 milyon dolar (809 milyon yiyecek ve içecek,
195 milyon makine, 16 milyon kimyasal maddeler, 151 milyon
diðerleri), ithalatý ise 208 milyon dolardýr. (112 milyon hammaddeler, 76 milyon pet rol ve ürünleri, 20 milyon kürk ve elmas)
Geniþleyen ticaret hacmi sosyalist ülkelerin çeþitli tekellerle
yaptýklarý üretim birimleri kurma anlaþmalarý düþünüldüðünde
önemsiz kalmaktadýr. Bir ABD þirketiyle gübre fabrikasý kurulmasý
için yapýlan tarihin kaydettiði en büyük anlaþma (8-20 milyar dolar) sadece bir örnektir.
Çin Halk Cumhuriyeti ile emperyalist blok arasýndaki ticaret de benzer bir durum gösterir.
1950-1971 arasýnda Çin-ABD ticareti azdýr. 1971 Mayýs’ýnda
ABD, Çin için konan ticaret kýsýtlamalarýnýn bir kýsmýný kaldýrdý.
Þubat 1972’de Nixon’un Pekin ziyaretinden sonra Çin-ABD ticareti geniþlemeye baþladý. 1971’de toplam 5 milyon dolar olan ticaret
hacmi, 1972’de 92.3 milyon dolara yükseldi. (60 milyon dolar ABD’
nin ihracatý) Ayrýca Çin, ABD’den 190 milyon dolarlýk çeþitli uçaklar almýþ ve ABD tekellleriyle üretim birimleri kurulmasý için
anlaþmalar imzalamýþtýr.
ABD-Çin ticaretinde tarým ürünleri önemli yer tutmaktadýr.
1972’de 60 milyonluk ABD ihracatýnýn 33 milyonu buðday, 23 milyonu mýsýr, 2 milyonunu da bitkisel yað satýþlarýdýr. Þubat 1973’de
Çin’in 78 milyon dolar deðerinde pamuk aldýðý açýklandý; bu 1973’
de ABD’nin bütün dünyada satmayý planladýðýnýn %10’udur. Ýki
hafta sonra Çin 17 milyonluk bir alým daha yaptý.
ABD ekonomisi yýllardýr tarýmsal ürün fazlasýnýn sýkýntýsýný
çekmektedir. ABD tarým ürünleri, AET ülkelerinin kendi tarým ürünlerini korumak için koyduklarý gümrük duvarlarý sonucu bu ülkelere girememektedir. Zaman zaman bu gümrük duvarlarýnýn
kaldýrýlmasý için iþi açýk tehdide kadar vardýrmaktadýr. ABD Sovyetler Birliðinin büyük tahýl ithalatý ile birlikte düþünüldüðünde
Çin’in tarým ürünleri almasýnýn ABD ekonomisinde nasýl bir fer-
242
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ahlama yaratacaðý açýktýr. (Örneðin, 1972’de Sovyetler Birliði ABD
tarým üretiminin 1/4’ünü satýn almýþtýr)
ABD-Sovyetler Birliði ticaret anlaþmalarýnýn feshedilmesi ticaretin geliþimini engellemeyecektir. Sovyetler Birliði artan ticaret
hacminden yanadýr; ABD için ise sorun büyük önem taþýmaktadýr ve ABD gerekirse daha fazla taviz verecektir.
4- Yeni-Somürgecilikte Deðiþim
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn III. döneminde
ortaya çýkan deðiþmelerden bizi en çok ilgilendiren geri-býraktýrýlmýþ ülkelerle ilgili olanýdýr.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde uygulanan yeni-sömürgecilik
metodlarý kýsa sürede baþlýca iki sorunla karþýlaþmýþtýr: Birincisi,
halk kitlelerinin durumuyla ilgilidir. III. bunalým döneminde yenisömürgecilik metodlarýyla emperyalizm kitlelerin günlük somut
hayatýndan geniþ ölçüde çekilmiþ, varlýðýný gizleyebilmiþtir. Ancak
III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde uygulanan yöntemler emperyalizmin eski sorunlarýný bir dereceye kadar çözmüþ,
yerine eskilerinden hiç de daha az tehlikeli olmayan yeni sorunlar
getirmiþtir. Ülkede emperyalizme baðýmlý olarak yukardan aþaðýya
geliþtirilen kapitalizm, üretici güçlerin geliþimini iç dinamiðin doðrultusundan saptýrarak dýþa baðýmlý kýlmýþtýr. Saptýrýlan iç dinamiðin
sonucu kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmý ülkeye þiddetle yansýmakta ve henüz olgunlaþmamýþ olsa bile ülke altýndan en üstüne
kadar sürekli kriz içinde yaþamaktadýr. Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki sürekli kriz ve bundan kaynaklanan kitlelerin yüksek potansiyeli emperyalizm için büyük tehlikedir.
Ýkinci sorun, ülkedeki iç pazarýn daha fazla geniþletilmesi
ve buna baðlý olarak emperyalizmle yerli hakim sýnýflar arasýndaki
ittifakta meydana gelen deðiþimlerdir. Emperyalizm baþlangýçta
ülkedeki hakim sýnýflarýn tümüyle ittifak kurar. Baþlangýçta tekelci
burjuvazi henüz güçsüz olduðundan feodaller ve ticaret burjuvazisinin çeþitli kesimleri ittifak içinde emperyalizmin temel dayanaðý
olurlar. Zaman içinde tekelci burjuvazi emperyalizmin en gözde
müttefiki olarak geliþir; emperyalizmle baþtan bütünleþmiþ olan
iþbirlikçi-tekelci burjuvazi içinde, sanayi burjuvazisi aðýr basar.
Bu aðýr basýþ iki temelden kaynaklanmaktadýr: Birincisi, ül-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
243
kede dýþa baðýmlý olarak kapitalizmin geliþtirilmesi ve dayanýklý
tüketim mallarý üreten bir sanayinin kurulmasý (donatým mallarý,
temel bazý maddeler ve patent haklarý dýþardan gelir).
Ýkincisi, geliþtirilen kapitalizm ve geniþletilen iç pazar bir süre
sonra öyle bir seviyeye gelmiþtir ki, iç pazarýn hakim sýnýflar arasýndaki uyum veya pek az sürtüþme devam ettirilerek daha fazla geniþletilmesi artýk olanaksýzdýr. Ülkedeki feodal iliþkiler geniþ ölçüde tasfiye edilmiþ, merkezi devletin otoritesi yayýlmýþ ve tekelci
burjuvazi sanayi mallarý daðýtým örgütünü kurmuþtur; artýk feodaller ve özellikle ticaret burjuvazisinin bir kýsmý iç pazarýn geniþlemesini engellemekte ve yerli tekelci burjuvazinin zararýna artý-deðerin bir kýsmýna el koymaktadýr. Hakim sýnýflar içindeki hiyerarþinin
yeniden düzenlenmesi gereklidir; bazý sýnýflarýn etkinliðinin azalmasý bazýlarýnýn ise tamamen silinmesi gerekmektedir. Bu düzenlemeden en çok toprak aðalarý ve aracý-tefeci zarar görür; ancak
ülkenin durumuna göre iþin ucu tarým ve büyük ticaret burjuvazisine kadar uzanabilir. Emperyalizmle bütünleþmiþ olarak güçlenen
tekelci burjuvazi içindeki hakim unsuru oluþturan sanayi burjuvazisi diðer sýnýflar üstünde etkinlik kurmaya, sömürüyü kendi lehine
disipline etmeye, iç pazarýn daha fazla geliþimini önleyen engelleri
ortadan kaldýrmaya çalýþýr.
Sanayi burjuvazisi emperyalizmle bütünleþmiþ olarak
geliþtiðinden, ülkedeki kapitalizm gerçek bir sanayi kapitalizmi olmadýðýndan, sömürüyü kýsa sürede diðer sýnýflar aleyhine
disipline edecek güce tek baþýna sahip deðildir. Bu durumda
iki alternatif vardýr: Birincisi, uzun dönemde diðer sömürücü
sýnýflarla anlaþarak, onlarýn çýkarlarýný da geniþ ölçüde gözeterek gerekli düzenlemeleri yapmak; bu durumda iç pazarýn
geniþlemesi oldukça yavaþ olacaktýr. Ýkincisi ise, tekelci sanayi
burjuvazisinin kendisine (dolayýsýyla emperyalizme) kýsa süreli
de olsa yeni destekler bulmasýdýr, bunlar orta ve küçük-burjuvazi olabilir.
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn III. döneminde
geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde özünde reformist bir strateji uygulanmýþtýr. Ülkede kapitalizmin dýþa baðýmlý olarak geliþtirilmesi ve
gerçekleþtirilen bazý reformlar yerli hakim sýnýflarýn bütünüyle birlikte yürütülmüþtür. Günümüzde ise ülkede geliþtirilen kapitalizmin
ve geniþletilen iç pazarýn ulaþtýðý seviye, kýsa dönemde iç pazarýn
244
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
hýzla geliþtirilmesinin sýnýflar arasýnda uyum veya pek az sürtüþme
ile gerçekleþtirilmesini olanaksýz kýlmaktadýr. Ülkede, ayný zamanda saptýrýlan iç dinamik sonucu en altýndan en üstüne kadar bütün
alanlarda henüz olgunlaþmamýþ da olsa bir sürekli milli kriz içindedir. Artýk ülkedeki kapitalizmin sosyal zýtlýklarý daha az artýrýcý,
daha dengeli biçimde geliþtirilmesi söz konusudur. Emperyalistler bu ikili amaca ulaþmak için tarým ve tarým dýþý küçük üreticiliði destekleyeceklerdir. Bütün tarihi geliþim sürecinde küçük
üreticiliði tasfiye etmeye çalýþmýþ olan tekelci kapitalizm can
çekiþmesini biraz daha uzatmak için geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde
küçük üreticiliði destekleyecektir.
Bu stratejinin temelinde, tarýmda ve tarým dýþýnda (geribýraktýrýlmýþ ülkelerde nüfusun çoðunluðu genellikle tarýmda
toplandýðýndan) özellikle tarýmda, küçük üreticiliðin desteklenmesi, onlarýn kooperatifler ve diðer vasýtalarla örgütlenerek
tekelci sermayeye baðlanmasý ve böylece küçük üreticiliðin
ömrünün uzatýlmasý, yani proleterleþme sürecinin yavaþlatýlmasý
yatar. Böylece ülkede kapitalizmin daha dengeli, sosyal zýtlýklarý
daha az artýrýcý biçimde geliþtirilmesi mümkün olacaktýr. Ýþbirlikçitekelci burjuvazi ve özel olarak tekelci sanayi burjuvazisi toprak
ve tarým reformu, vergi reformu, üretim ve tüketimin daha örgütlü þekle getirilmesini (kooperatifleþme) savunacaktýr. Bu reformlar
emperyalizmin koyduðu sýnýrlar içinde yapýldýðýnda ona zarar deðil fayda getirir.
Böylece tekelci sanayi burjuvazisi yüzüne ilerici ve reformcu maskesini takarak ve küçük üreticiliðin desteklenmesi
ve örgütlenmesini saðlayacak reformlarý savunarak orta ve
küçük-burjuvaziyi yanýna çekecek ve böylece yeni uygulamaya
karþý direnen hakim sýnýflarýn diðer kesimlerine karþý etkin
biçimde mücadele edebilecektir. Emperyalizm-yerli hakim sýnýflar ortaklýðý böylece emperyalizm-yerli tekelci sanayi burjuvazisi ve orta ve de küçük burjuvazinin desteðine dönüþecek;
geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde reformizmin sosyal tabaný deðiþecektir.
Bu uygulama esas olarak ülkede dýþa baðýmlý olarak geliþtirilen kapitalizmin belli bir seviyeye geldiði (Türkiye de buna dahildir) ülkeler için geçerlidir. Emperyalizmin ülkeye geniþ ölçüde
giriþi ve kapitalizmin geliþtirilmesinin nisbeten geri olduðu ülkeler-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
245
de küçük üreticiliðin desteklenmesi, kapitalizmin sosyal zýtlýklara
daha az yol açýcý ve daha dengeli geliþtirilmesi amacýna yönelmiþtir.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde emperyalizmin yeni stratejisi en
iyi biçimde Dünya Bankasý programý ve verilen krediler incelenerek anlaþýlabilir. Emperyalist ülkelerin tarihinde ilk kez resmi ve
sürekli olarak örgütleniþini temsil eden Dünya Bankasý, faaliyetinin ilk 5 yýlýnda (1947-52) esas olarak yýkýlan emperyalist ülkelerin
onarýmý amacýyla kredi vermiþtir.
1959’da IFC ve 1961’de IDA’nýn kurulmasý ve 1968’den sonra
emperyalist ülkelere verilen kredilerin çok azalmasýyla Dünya Bankasý faaliyetini tamamen geri-býraktýrýlmýþ ülkelere yöneltmiþtir.
Bu dönemde ABD’nin ekonomik gücünün zayýflamasýyla
AID kredileri de çok azalmýþ ve Dünya Bankasý’ndaki oy oranlarý
ülkelerin ekonomik gücüne göre ayarlandýðýndan ABD bu örgütteki eski etkinliðini kaybetmiþtir. ABD oylarýnýn toplam içinde
yüzdesi 1947’de 35,07 iken, 1972’de 23,24’dür. 1972’de Dokuzlu
AET’nin oy oraný ise 27,80’dir. Böylece Dünya Bankasý ABD’nin oy
oranýnýn azalmasýyla gerçek anlamda bütün emperyalistlerin çýkarlarýný temsil eden bir örgüt olmuþtur.
Dünya Bankasý’nýn kredilerinin birinci amacý geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki bazý alt yapý tesislerini tamamlamak ve böylece iç
pazarýn geniþletilmesi ve sanayi yatýrýmlarý için ilk adýmlarý atmaktýr.
“... Dünya Bankasý kredilerinin büyük kýsmýnýn enerji üretimi ve ulaþýma ayrýldýðýný açýklayan bu görüþ (1950),
1970’de deðiþmiþtir (...) Bu konuda çok þey yapýlmýþtýr
ancak daha fazla yatýrým hala gerekmektedir.”100
Dünya Bankasý kredilerinin geliþiminde sadece Banka ve
AID’ yi incelemek yeterlidir. Bütünüyle sanayi kredileri veren IFC’
nin rolü küçüktür. (30.6.1971’e kadar verilen toplam kredi 19.953
milyondur. IFC’nin payý ise 200 milyon dolardýr.)
Dünya Bankasý ve IDA’nýn günümüze kadar, deðiþik dönemlerde geri-býraktýrýlmýþ ülkelere baþlýca amaçlarla verdikleri krediler incelenecek olursa: (Rakamlar toplam içindeki yüzdeyi göstermektedir)
1963’e kadar
1964-68
1969-73
1974
100
246
World Bank Since Bretton-Woods, s. 460.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Tarým
Endüstri
Enerji
Ulaþým
8,6
14
35
38
12,3
12
29
29
20
14
17,5
25
22
17,5
18
22
Tarýma verilen kredilerdeki belirgin artýþ açýkça görülmektedir. 1963’e kadar önemsiz olan tarým kredileri, 1974’de ulaþým
için verilenle birlikte toplam kredilerin en büyük bölümünü oluþturmaktadýr.
“Genel stratejide tarýmýn aðýrlýk kazanmasýnýn nedenleri: Ýþsizliðin ve þehirleþmenin artýþý ve bir dizi sosyal,
politik, ekonomik ve teknolojik deðiþme ile yaratýlan sorunlardýr.”101
Geliþimden saðlanacak faydalarý özellikle toplumun fakir
tabakalarý arasýnda yayacak projelere önem verilmiþtir.
Tarýmsal kredilerin yapýsý da önemlidir; daha önceleri kredilerin çoðunluðu genellikle zengin çiftçilerin iþine yarayan sulama
için gerekli baraj ve kanal yapýmýna ayrýlmýþken, þimdi de çiftçilik
faaliyetlerine yönelmiþtir. Kredilerden fakir küçük çiftçilerin faydalanmasýna özellikle dikkat edilmektedir. 1968-72 arasýnda 5 hektardan az topraða sahip olanlar için uygulanan tarýmsal projelerin
yüzdesi 17’den 50’ye, 10 hektardan az topraða sahip olanlar için
yüzde 37’den 67’ye çýkmýþtýr. Buna karþýlýk 100 hektardan fazla
topraða sahip olanlar için yüzde 17’den 4’e düþmüþtür. Bu rakamlar tarýmsal kredilerin esas olarak kime yöneltildiðini açýkça
ortaya koymaktadýr.
Emperyalizmin geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde uyguladýðý bu
yeni yöntemi ülkemize gelen bir Dünya Bankasý uzmaný da doðrulamýþtýr:
“Dünya Bankasýnýn kredi daðýtýmýnda gelir daðýlýmýnýn yeni bir kýstas olduðunu söylemek tam doðru deðil.
Ancak bu intibaý veren olay Dünya Bankasýnýn son güvernörler toplantýsýnda banka baþkaný Mc. Namara’nýn
yaptýðý yýllýk konuþma olmuþtur. Bu konuþmada geliþmekte olan ülkelerden büyük bir grubun geliþmenin
101
World Bank / IDA-Annual Report, 1971, s. 7.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
247
meyvalarýndan tam olarak faydalanamadýklarý, bunun
için geliþme politikasýnda nüfusun imkanlardan faydalanamayan kýsmýna yönelmiþ özel bir gayret gösterilmesi gerektiði ifade edilmiþtir. Ve buna paralel olarak
da Banka’da gelir daðýlýmý kriteri proje deðerlendirilmesi içinde daha ciddi bir kriter olarak kullanýlmaya baþlanmýþtýr (...) Fakat biz ayrýca, Dünya Bankasýndan nüfusun
en az gelir alan %40’ýnýn durumunu incelemeye baþladýk, çeþitli ülkelerde ve bu grubun gelirinin artýrýlmasý ve
gelirinin artýrýlmasý sýrasýnda daha verimli olarak istihsale katýlmalarýný araþtýrma yoluna girdik. Bu, þöyle bir netice ortaya çýkardý: Geliþmekte olan ülkelerde tipik olarak en az geliri olan %40 ya tarýmda topraksýz olarak,
tarým iþçisi olarak bulunuyor, yahut, tarýmdan endüstriye geçiþ yeri olan inþaat sektöründe bulunuyor. Zaman
zaman istihdam edilen bir iþçi olarak, veyahut gizli iþsiz
olarak büyük þehirlerde yýðýlmýþ olarak bulunuyor.”102
Emperyalizmin geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde uyguladýðý bu
yeni strateji karþýsýnda özellikle pasifistlerimiz derin bir þaþkýnlýk
içindedir. Bir yandan 12 Mart sonrasýnda ülkemizde oynanan oyunu doðru kavrayarak, eylemlerini sürdüren ve tekelci sanayi
burjuvazisinin orta ve küçük-burjuvazinin desteðini kazanmak için
oynadýðý oyunu bozan silahlý devrim hareketine saldýrýrlar; diðer
yandan da yeni stratejinin baþ uygulayýcýsý 11 Bakaný burjuva reformisti ya da küçük burjuva radikali olarak deðerlendirirler.
Emperyalizmin sol gösterip sað vururken pasifistlerimiz de saðlarýný sollarýný þaþýrmýþlardýr!
Ülkemizde tekelci sanayi burjuvazinin bir teorisyeni yeni
uygulamayý sosyalist geçinenlerden daha iyi anlamýþtýr:
“... ileri toplumlarda tarým en büyük boyda iþletmelere
dönüþtürülürken geri toplumlarda küçük üreticilik stratejisinin benimsenmesi, hiç kuþkusuz, köylülüðün siyasal etkinliðine gösterilen tepkinin sonucudur. Dünya
Bankasý araþtýrmasý, Batýda adeta bir anlayýþ deðiþikliðini
belirtir. Toprak reformu sloganýnýn benimsenmesi, yoksul üreticinin desteklenmesi, topraksýz köylüye iþ ve top102
248
A. Karaosmanoðlu ile Sohbet - Özgür Ýnsan, Sayý: 16, s. 21.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rak verilmesi gibi ilkeler yakýn yýllara kadar yalnýz sol uygulamalar sayýlmýþlardýr.”103
Tarýmýn ve özel olarak küçük üreticiliðin desteklenmesi esas
olarak 1968’den sonra uygulandý. Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde Dünya Bankasý adýna araþtýrmalar yapan Pearson Komisyonu ayrýca
kooperatifçiliðin de desteklenmesi gerektiðini belirtti. 1969’ dan
itibaren geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin herbiri için geliþme planý hazýrladý. Dünya Bankasý baþkaný yeni geliþme planýnýn nasýl uygulanmasý gerektiðini þöyle anlatýr:
“Sonuç olarak, geliþen ekonomilerin kritik sorunu
geliþim derecesi deðil, geliþmenin niteliðidir. Hýzla geliþmek isteyen bu ülkelerde nüfusun en fakir %40’ý geniþ
ölçüde ihmal edilmiþtir. O halde bu hükümetlerin görevi geliþme planlarýný yeniden ayarlamak ve böylece halklarýnýn bu en fakir ve en kalabalýk kýsmýnýn durumunu
iyileþtirmektir. Hükümetler ekonomik geliþmeden fedakârlýk yapmadan bunu yapabilirler. Ancak gerekli insan
ihtiyaçlarý konusunda (beslenme, barýnak, saðlýk, eðitim, iþ sahibi olmak) pek az kiþiye yararý dokunan bazý
dar ve imtiyazlý sektörlerde gerileme pahasýna olsa bile
büyüme hedefleri tespit etmeye hazýr olmalýdýrlar.
Geliþmekte olan ülkelerde ekonomik gücün daðýlýmýný saðlayacak toprak, vergi, kredi, bankacýlýk reformlarý gereklidir.”104
Emperyalizmin geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde uyguladýðý bu yeni strateji deðiþik ülkelerde deðiþik biçim alýr. Yeni stratejinin uygulanmasýnýn demokratik görünümlü bir yönetim altýnda yapýlmasý
ideal olmakla beraber zorunlu deðildir. Günümüzde bu yeni strateji Afrika ülkelerinden Brezilya’ya ve Türkiye’ye kadar deðiþik
yönetim biçimlerinin mevcut olduðu pek çok ülkede uygulanmaktadýr. Yeni stratejinin uygulanmasýnda þu anda iki özellik görülmektedir: Birincisi, uygulama çok esnektir. Emperyalizm ülkedeki
duruma göre bazen reformizmin sosyal tabanýnýn deðiþimi için
gerekli uygulamalara bütün gücü ile giriþmekte, bazen de tasfiye
etmek ya da etkisini azaltmak istediði sýnýflarla olan ittifakýný sür103
104
A. Gevgilili, Batý Köylüyü Destekliyor.
One Hundred Countries Two Billion People, s. 11.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
249
dürmektedir. Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde uygulanan yeni strateji
yaygýnlýk kazanmakla birlikte henüz tam bir kararlýlýk kazanmamýþtýr. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn günümüzde çok
aðýrlaþmasý ve geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki devrimci hareketlerin
güçlenmesi ve her ülkede ortaya çýkabilecek beklenmeyen olaylar sonucu yeni stratejide zaman zaman geriye dönüþler olmakla
birlikte, uzun dönemde yeni uygulama kesinlikle aðýr basacaktýr.
Yerli egemen sýnýflarýn bir bölümünün direnmesi halinde bile bu
uygulama yürütülecektir. Dünya Bankasý baþkaný yeni stratejinin
emperyalizmin daha geniþ pazarlar ihtiyacýndan çok politik yönden gerekli olduðunu açýkça söylemektedir:
“Pek az çok zengin ve ümitsiz derecede fakir pek
çok olduðunda ve aralarýndaki fark kapanmaktan
çok geniþlediðinden artýk reformun politik maliyeti
ve ayaklanmanýn politik tehlikesi arasýnda seçim yapýlmasý gerekir. Sosyal adalet sadece ahlaki bir zorunluluk deðildir. Ayný zamanda politik bir zorunluluktur da.”105
Emperyalizmin geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki yeni stratejisinin uygulamada ikinci özelliði, birincisine baðlý olarak, uygulamanýn ülke çapýnda deðil bölgesel olmasýdýr. Bunun nedeni tasfiye
edilmek veya etkisi azaltýlmak istenen hakim sýnýflarýnýn bir kesiminin direniþi ve ülkede hýzla yeni politik düzenlemelere geçiþin
þartlarýnýn olmamasýdýr. Ancak küçük üreticiliðin desteklenmesi
ve örgütlenmesi ülke içinde seçilmiþ bazý bölgelerde geniþ ölçülerde uygulanmakta, yapýlan bazý reformlar ve düzenlemelerle bölge
halkýnýn potansiyeli, düzene karþý hoþnutsuzluðu hiç olmazsa bir
süre için düþürülmeye çalýþýlmaktadýr. Yeni uygulama için seçilen
bölgeler ya özellikle stratejik yerlerdir veya Guetamala ve
Kolombiya’da olduðu gibi gerillalarýn baþlýca faaliyet alanlarýdýr.
leri
V. Emperyalizmin Yeni Baský, Sýzma ve Kontrol Yöntem-
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn III. döneminde
ortaya çýkan geri-býraktýrýlmýþ ülkelerle ilgili (reformizmin sosyal
tabanýnýn deðiþmesinin yanýsýra) diðer bir olgu da, bir ülkenin
105
250
One Hundred Countries Two Billion People, s. 12.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
belli bir bölgede emperyalizm adýna ekonomik sýzma, denetim ve
müdahele görevini yüklenmesidir. Bu üçlü amaç, bazen Brezilya
gibi tek bir ülke ile gerçekleþtirilebileceði gibi, çeþitli ülkeler arasýnda da bölünebilir. Örneðin, 1970’li yýllarda Orta-Doðu’da ekonomik
sýzma aracý Türkiye iken, denetim ve müdahale aracý Ýran’dý.
Bazen “alt-emperyalizm” olarak da adlandýrýlan bu olgu temelinde gizli iþgalin bölgesel uygulanmasý yatar. Emperyalizmin
tek tek ülkelerde ortalýktan çekilmesinin, varlýðýný gizlemesinin bölgesel olarak geniþletilmiþ þeklidir.
Ne var ki, “alt-emperyalizm” olgusu, süreç içersinde geliþmemiþ, tersine þiddetlenen ekonomik buhran ve Ýran ile Brezilya’daki geliþmelerle dumura uðramýþtýr. Dolayýsýyla bu olgu, artýk
emperyalizm için bir ideal olarak vardýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
251
SON GELÝÞMELER
VE YENÝ-SÖMÜRGECÝLÝK
Genel kural olarak, kapitalist-emperyalist ülkelerde ekonomik buhranlar derinleþmeye yöneldiðinde, bir dizi “kriz teorileri”
ortaya atýlýr. Bu öylesine bir kural haline gelmiþtir ki, son yirmi yýlda görülen iki büyük ekonomik buhran döneminde yapýlan tüm
tahliller hep bu “kriz teorileri”ni kanýtlamak için kullanýlýr olmuþtur.
Ýlk bakýþta kriz teorileri mevcut durumun bir tahlili gibi görünse de, kapitalizmin yapýsal sorunlarýyla ilgili olduðu için, ayný
zamanda, ayný dönemde nelerin yapýlabileceðinin belirlenmesidir. Daha tam deyiþle, ekonomik buhranlarýn derinleþmeye yöneldiði dönemlerde yapýlan “kriz teorileri”, buhranlarýn çözümünü
içermek durumundadýr. Ama kapitalizmin ekonomik, toplumsal
(sosyal) ve politik bunalýmlarýnýn ve bu bunalýmlarýn derinleþmesi
durumlarýnýn tahlili, her zaman iki yöne sahip olmaktadýr. Birinci
yön, kapitalizmin çerçevesi içinde bunalýmlarýn geliþimi ve çözümü; ikinci yön ise, kapitalizmin çerçevesi dýþýnda bunalýmlarýn
252
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
çözümü. Ýþte bu iki farklý ve birbirine zýt yönler, ayný zamanda kriz
teorilerinin içeriðini oluþturur.
Kapitalizmin çerçevesi içinde bunalýmlarýn geliþiminin irdelenmesi ve bundan belli sonuçlarýn çýkartýlmasý, tüm burjuva
ekonomistlerinin temel uðraþýsý durumundadýr. 1929 Dünya ekonomik buhraný döneminde ortaya atýlan kriz teorilerinden Keynesci teorinin uygulama alaný bulmasý bu baðlamdaki tahlil ve
çözümlemelerin bir görüngüsüsdür. Ayný þekilde 1980 dünya ekonomik buhraný döneminde Friedmancý kriz teorisinin popülerliði
de ayný özelliklere sahip olmasýndan kaynaklanmaktadýr.
Marksist-Leninistler için, kapitalist bunalýmlar mevcut durumun doðru bir tahlilinin yapýlmasý için gerekli olduðu kadar, bunalýmlarýn yarattýðý ya da yaratacaðý durumlarýn devrimci mücadele
sürecinde ne yönde etkide bulunacaðýnýn belirlenmesi açýsýndan
da gereklidir. Marks, 1850 yýlýnda “Yeni bir devrim, ancak yeni bir
bunalýmýn ardýndan gelebilir. Ama biri ne kadar kesinse, öteki de
o kadar kesindir.” derken, devrim ile kapitalizmin bunalýmlarý arasýndaki iliþkiyi kesin bir biçimde ifade etmiþ bulunmaktadýr.
Marksist-Leninist tahliller, burjuva ekonomistleriyle ayný olgulardan yola çýkýlmasýna karþýn, bu olgularýn yorumlanmasýnda
temelden farklýdýr. Bu nedenle, kimi zaman burjuva ekonomist
tahliller Marksist-Leninist bir tahlilmiþçesine kullanýlabilinmektedir. Böylece, devrimci mücadele burjuva ekonomik tahlillerine tabi
kýlýnabilmektedir. Bu tabiyet, çoðu zaman burjuva ekonomist görüþlerin “sol” bir görünüm altýnda sunulmasýyla birlikte ortaya
çýkmaktadýr. 1980’lerde açýk biçimde görüldüðü gibi, isimlerinin
baþýnda “Prof.” ünvaný bulunan kimi ekonomistlerin kriz teorileri
ve tahlilleri “sol” etiketle sunulmuþ ve bunun sonucu olarak 1980
ekonomik buhranýnýn çarpýk bir kavranýþý solda egemen olmuþtur.
Ýlhan Tekeli, A. Savaþ Akad, Çaðlar Keyder gibi ekonomistlerin kriz
tahllileri, F. Fröbel, J. Heinrichs, O. Kreye, Wallerstein gibi “Batýlý”
ekonomistlerin tahlilleriyle birleþtirilerek ülkemizde egemen kýlýnmýþtý.
Ayný dönemde politika alanýnda Gramsci’nin “keþfedilmesi”
bir rastlantý deðildi. Gramsci’ nin “sivil toplum” üzerine yaptýðý belirlemeler (politik toplumun, yani iktidarýn fethinden önce sivil toplumda hegemonya kurmak gibi) ile bu ekonomist tahliller arasýnda paralellik bulunuyordu. Emperyalist ülke ideologlarýnýn
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
253
teorilerinin, bu yolla ülkemizde egemen kýlýnmasýyla birlikte, solda tam bir ideolojik çürüme ortaya çýkmasý da kaçýnýlmaz olmuþtu.
1980 döneminde sözünü ettiðimiz ekonomistler aracýlýðýyla yaygýn olarak kabul edilen kavramlar “ihracata yönelik sanayileþme”, “yeni ekonomik düzen”, “kapitalizmin yapýsal krizleri”
ve “birikim dönemleri” olmuþtur.
Bilineceði gibi, “ihracata yönelik sanayileþme”, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde var olduðu kabul edilen “ithal ikameci sanayileþme”ye karþýt olarak sunulmuþtu. Oysa, “ihracata yönelik sanayileþme”, emperyalizmin 1980’de içine girdiði ekonomik krizin (derinleþmiþ buhran) faturasýnýn geri-býraktýrýlmýþ ülkelere öddettirilmesinden baþka birþey deðildi. “Ýhracata yönelik sanayileþme”
adý altýnda, emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerinin içine
girdiði týkanýklýðýn aþýlmasý esas alýnmýþtý. Yeni-sömürgecilik yöntemleri, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde dýþa baðýmlý bir sanayileþmenin
yaratýlmasýyla birlikte yürütülüyordu. Dýþa baðýmlý bu sanayileþme,
kaçýnýlmaz olarak geri-býraktýrýlmýþ ülke ekonomilerinin sürekli dýþ
ödemeler dengesi açýðý vermesi demekti. 1980 dünya ekonomik
buhranýyla birlikte, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin dýþ borçlarý en üst
düzeye çýkmýþ ve geri ödenmesi hemen hemen olanaksýz hale
gelmiþti. Ýþte bu borçlarýn tasfiye edilebilmesi için geri-býraktýrýlmýþ
ülkelerin ellerindeki herþeyi satmalarý gerekiyordu. Böylece elde
edecekleri dövizler, emperyalist ülkelere olan borçlarýn ödenmesini saðlayacak ve emperyalist ülke ekonomileri de bu “taze para”
ile ekonomik buhranýný aþabilecekti. “Ýhracata yönelik sanayileþme”, bu amaçla ortaya atýlmýþýr. Bu teorinin sol görünüm altýnda
geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde sunulmasý ise, sadece ideolojik niteliktedir. Amaç, bu ülkelerdeki toplumsal muhalefeti, bir yandan
zorun askeri biçimde maddeleþtirilmesiyle baský altýnda tutmak, diðer yandan ideolojik olarak saptýrmaktý.
Yine ayný dönemde ortaya atýlan “yeni ekonomik düzen”
kavramý ve teorileri (ki ülkemizde bunun savunucularýnýn baþýnda
Çaðlar Keyder ve A. Savaþ Akad gelmekteydi), 1990 sonrasýnda
Amerikan emperyalizminin açýkça ilan ettiði “yeni dünya düzeni”
nin ilk ideolojik oluþumu olarak metropollerde biçimlendirilmiþti.
“Yapýsal krizler” ya da “birikim dönemleri” teorileri de, hemen hemen benzer tarzda ideolojik saptýrma araçlarý olarak sunulmuþtur. Ancak bunlar diðer iki kavrama göre daha teorik ve
254
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
uzun dönemli kavramlar olduðu için, etkileri daha kalýcý olmuþtur.
Emperyalist ekonomilerin son iki yýldýr karþý karþýya olduklarý durgunluk bu kavramlarýn ve bunlarla oluþturulan teorilerin ne denli
etkili olduðunu bir kez daha ortaya çýkarmýþtýr. Son dönemde yapýlan kimi ekonomik tahlillerde bu kavramlarýn temel iþlevi taþýdýðý
görülmektedir.
Ýþte bu olgunun en son örneði Özgür Gündem sayfalarýnda “Krizin Açýk Tanýmý” baþlýðýyla þöyle ifade edilmektedir:
“Kapitalizmin tarihinde iki tür krize rastlanýlýyor. Toplumsal sabit sermayenin yenilenmesi ve toplam arz ile
toplam talep arasýnda uyuþmazlýklar dolayýsýyla ortaya
çýkan çevrimsel krizler. 19. yüzyýlda yaklaþýk 7-10 yýllýk
aralarla, günümüzde ise biraz daha sýk yaklaþýk 4-5 yýllýk
aralýklarla ortaya çýkmaktadýr. Bu tür krizler, genellikle
kýsa sürerler ve etkileri bakýmýndan daha çok hafiftirler.
Buna karþýlýk ekonominin varolan teknolojik temelinin
bütünden yenilenmesinin gündeme geldiði ve etkileri
çok daha derinden hissedilen bir ikinci kriz türü mevcuttur. Kapitalizmin tarihinde yaklaþýk 25-30 yýllýk canlý
birikim dönemlerinin ayný uzunlukta daralma ve depresyon dönemlerinin izlenmesi biçiminde ortaya çýkan
‘uzun dalgalar’ bu krizlerin temelidir. Bu dalgalarýn daralma dönemlerine denk düþen krizlere genel kriz ya da
büyük kriz adý verilir. Genel krizlerde kapitalizm sadece
ekonomik alanda deðil, toplumsal ve politik yaþamýn
bütün alanlarýnda derin sarsýntýlar ve deðiþimler yaþar.
1974’den beri içinde yaþadýðýmýz dönem, dünya kapitalizmi için böyle genel bir kriz dönemidir.”106
Yazarýn herhangi bir amaç gütmediði varsayýlacak olursa,
bu “taným” sadece “bilgi” olarak ele alýnabilir. Böyle bir “bilgi” ise,
herþeyden önce nesnel olmak zorundadýr. Ama “taným” hiç de
nesnel bir özelliðe sahip deðildir. Dolayýsýyla bu “taným”dan yola
çýkacak her tahlil baþtan sakatlanmýþ olacaktýr.
Kapitalizm üretim araçlarýnýn özel mülkiyetine dayanan bir
üretim tarzý olarak kendi içinde sürekli bir dengesizlik ve bunalým
üretir. Kapitalist üretimin niteliði gereði (kâr için üretim) ekonomi
106
Ercan Kýlýç, Soðuk Savaþ Sonrasý Kapitalizm, Özgür Gündem, 25.1 1994.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
255
devrevi olarak buhranlarla yüz yüze kalýr. “Kapitalizmin irsi hastalýðý” olarak tanýmlanan bu ekonomik buhranlar, sözcüðün tam
anlamýyla “aþýrý üretim buhranlarý”dýr. Kapitalist üretimde tek tek
alanlarda görülen “aþýrý üretim buhranlarý”, kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmesiyle birlikte genel nitelik kazanmýþtýr. Bu
nedenle kapitalizmde ekonomik buhranlar (aþýrý üretim buhranlarý) kapitalizmin egemen olduðu tüm alanlarda kendisini ortaya
koyar, yani genel niteliktedir.
“Fakat, makineleþmiþ endüstrinin aðýrlýðýný bütün
ulusal endüstri üzerinde duyuran bir etki yapabilecek
derecede kök saldýðý, endüstrinin bu duruma gelmiþ
olmasý dolayýsýyla dýþ ticaretin iç ticareti önem itibarýyla
geri býrakmaya baþladýðý, dünya piyasasýnýn yeni dünyada, Asya ve Avusturalya’da bir biri peþi sýra gittikçe daha
geniþ alanlara el attýðý ve nihayet dünya piyasasýnda boy
gösteren sanayici ülkelerin yeterli bir sayýya ulaþtýðý andan, ilk olarak iþte bu andan itibaren, bir diðerini izleyen safhalarý yýllar olan, daima genel bir buhranla sonuçlanan, birinin sonu bir yenisinin baþlangýcý olan ve
durmadan yenilenen devirler (zyklus, cycle) görülmeye
baþlanmýþtýr.”107
Serbest rekabetçi kapitalizm koþullarýnda (ki yukarda aktardýðýmýz “taným”da “19. yüzyýl” olarak ifade edilmektedir)
ekonominin devrevi hareketi 7-10 yýllýk bir dönemi kapsar. Bu döneme cycle ya da çevrim adý verilir.
Bir cycle (çevrim), bu evrede, dört aþamadan oluþur: durgunluk, çöküþ, canlanma ve refah (boom). Durgunluk ve çöküþ
aþamasýnda kapitalist üretim hemen hemen durur ve bu evrelerden çýkýþ koþullarý, serbest rekabetçi dönemde, sabit sermayenin
yenilenmesiyle ortaya çýkar. Üretim sürecine yeni makine ve tekniklerin uyarlanmasýyla yenilenen sabit sermaye, kâr oranlarýný
yukarýya çeker. Buhran ve çöküþ aþamalarýnda aþýrý üretim ortadan kalktýðý için, kapitalist üretim daha yoðun ve hýzla artar.
Marks’ýn sözleriyle söylersek, “burjuva toplumunun üretici
güçlerinin, burjuva iliþkileri çerçevesi içinde mümkün olanca hýz
ve bereketiyle geliþtirdiði” genel refah dönemi kapitalizm koþulla107
256
Marks, Kapital, Cilt: I, s. 404, Odak yay.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rýnda böyle ortaya çýkar.108
Ancak her durumda aþýrý üretim buhranlarý, kapitalizmin
temel çeliþkisini (üretimin toplumsal niteliði ile üretim araçlarýnýn
özel mülkiyeti arasýndaki çeliþkiyi) keskinleþtirir. Serbest rekabetçi
dönemde kapitalizm üretici güçleri geliþtirdiðinden, temel çeliþkinin keskinleþmiþ olmasý devrim durumu ortaya çýkarmaz. Marks’ýn
deyiþiyle, bu dönemde “gerçek bir devrim söz konusu olamaz”.109
Ekonomik buhran sonrasýnda sabit sermayenin yenilenmesi, ayný
zamanda yeni teknolojinin üretime uygulanmasý demektir. Serbest rekabetçi kapitalizm tekelci kapitalizme dönüþmesiyle birlikte
ortaya çýkan sürekli ve genel bunalým ise, üretici güçler ile kapitalist üretim iliþkileri arasýndaki çeliþkinin antagonizma kazanmasýyla
ortaya çýkmýþtýr. Dolayýsýyla aþýrý üretim buhranlarýndan farklýdýr.
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmý (ya da emperyalizmin bunalým dönemleri) kapitalizmin temel çeliþkisinden kaynaklanan bir dizi çeliþkinin keskinleþmesine yol açar. Böylece sosyalist devrimin nesnel koþullarýnýn ortaya çýkýþýnýn ifadesidir. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn varlýðýnýn devrimlerin nesnel
koþulunu ortaya çýkarmasý bu bunalýmýn asýl içeriðidir. Dolayýsýyla
bu bunalýmýn kendi içinde kesikli olduðu ya da dönemsel olarak
(örneðin 25-30 yýl gibi) ortaya çýktýðýný iddia etmek, sosyalist devrimlerin nesnel koþullarýnýn dönemsel olarak ortaya çýktýðýný ileri
sürmekle özdeþtir. Ýþte bu nedenle burjuva ekonomistleri “sol”
görünüm altýnda kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýný çarpýtýrlar ve onu kesikli olarak sunmaya gayret ederler. Bu ayný zamanda
tüm pasifist devrim teorilerinin ideolojik kaynaðý durumundadýr.
Daha önce belirttiðimiz gibi, 1980’lerde geniþ biçimde ekonomik ve güncel yazýnda ortaya çýkan “kriz” teorileri böylesine bir
özellik taþýmaktaydý. Burjuva iktisadýndan devriklenen bu “kriz”
teorilerinin temelinde, kapitalist “birikim” ve bu birikimin “dönemsel olarak” kendini yeniden yenilemesi oturtulmaktaydý. Bu dönemde bu teorinin sunucularýndan Ç. Keyder þöyle yazýyordu:
“Kapitalist dünya ekonomisinin tarih içindeki seyri
devrevi hareketle olur. Bu hareketler uzun büyüme devrelerinin, yine uzun bunalým devrelerini takibinden olu108
109
Marks, Ekonomi Politiðin Eleþtirisine Katký, s. 9.
Marks, age, s. 9.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
257
þur. Her uzun büyüme dönemi öncekine oranla, farklý
bir dünya iþbölümü, farklý teknolojik baðlar, farklý kontrol ve aktarým mekanizmalarý, farklý bir kurumsal yapý
getirir. O kadar ki, biz bu dönemleþmeyi kapitalizmin
geliþmesi içinde birbirini takip eden ‘birikim tarzlarý’ olarak da algýlayabiliriz. Ýlginç olan bu devrevi hareketlerin
veya birikim tarzlarýnýn yerleþip çözülmesinin, son iki
yüzyýlda bayaðý düzenli bir zamanlama ile gözlendiði.
Genel olarak söylenen bütün devrenin yaklaþýk 50 yýl
sürdüðü; yani yaklaþýk 25 yýllýk bir büyümenin arkasýndan yaklaþýk 25 yýllýk bir bunalým döneminin geldiði(dir).”110
Görüldüðü gibi, Ç. Keyder, daha 1983’de kapitalizmin “kriz”
lerinin teorisini yaparken, 1994’de teori yapmaya kalkanlardan çok
daha bütünsel bir “taným”a sahiptir. Bu nedenle Özgür Gündem’de E. Kýlýç’ýn kriz “taným”ýnýn kulakta kalmýþ bir teoriye ait olduðunu söylemek pek yanlýþ olmayacaktýr.
Gerek Ç. Keyder’in, gerekse E. Kýlýç’ýn benimsedikleri bu
“uzun dalgalar” halinde ortaya çýkan ve “birikim dönemleri” olarak adlandýrýlan bu “büyük kriz”e biraz daha yakýndan bakalým:
Bu kriz teorilerinin bütün çýkýþ noktasý 1920’lerde, gerek
Marksist araþtýrmacýlarýn, gerekse burjuva iktisatçýlarýnýn kapitalizmin bunalýmlarýnýn yasalarýný bulmaya yönelmeleriyle ortaya atýlan
çeþitli deðerlendirmelerdir. Bunlar içinde en çok sözü edileni Sovyet ekonomisti N. D. Kondratiev’in dönemlemesi olmuþtur.
“Kondratiev dönemlemesi” olarak da bilinen bu dönemleme, kapitalist pazardaki fiyat hareketlerinden yola çýkarak, ekonomik buhranlar ve siyasal olaylarla bu fiyat hareketlerinin bir iç
baðlantýsý olup olmadýðýný araþtýrmaya dayanmaktadýr. Ýncelemelerini 1925 yýlýna kadar sürdüren Kondratiev, 20-25 yýllýk ekonomik
geliþme yýllarýný, yine ayný zaman süresinde ekonomik gerileme
dönemlerinin izleyebildiðini söylemiþtir.
Kondratiev’in incelemelerinin 1990’lara kadar geniþletilmiþ
bir modelinde görüleceði gibi, bu 50'þer yýllýk “uzun dalga”lar, neredeyse düzenli bir ritimde ortaya çýkmaktadýr. Ýþte 1980 dünya
ekonomik buhraný döneminde burjuva ekonomistlerin dört elle
110
258
Çaðlar Keyder, Toplumsal Tarih Çalýþmasý, s. 320.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
sarýldýklarý “uzun dalgalar” teorisinin dýþ görünüþü böyledir.
Ama yakýndan bakýldýðýnda, kapitalizmin evriminin ayný biçimlerde geliþmediði görülmektedir. Herþeyden önce serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüþmesiyle birlikte, kapitalist dünya ekonomisinin iþleyiþinde bazý deðiþiklikler olmuþtur.
Lenin’in “Emperyalizm” kitabýnda açýk biçimde sergilediði bu deðiþiklikler, kaçýnýlmaz olarak “uzun dalgalar”ýn içeriðinde deðiþiklikler
ortaya çýkarmýþtýr. Bu deðiþikliðin en temel unsuru, kapitalizmin
üretici güçleri eskisi gibi ve eski tarzda geliþtiremediði, bu güçlerin
geliþtiricisi olmaktan çýktýðýdýr. Bu nedenle tekelci aþamada, kapitalizmin sürekli ve genel bunalýma girdiði kesin bir belirleme olmuþtur. Bu bunalým, kapitalist ekonominin devrevi hareketinden
görece baðýmsýzdýr. Bu nedenle, bu sürekli ve genel bunalýmýn
kendi içindeki evrimi ile ekonominin devrevi (çevrimsel) hareketi
arasýnda bire bir iliþki kurulamaz.
Ama bu tekelci aþamada kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn kendi içinde evrilmediði demek deðildir. Bu bunalým kendi
içinde evrilmekte ve yer yer biçimsel deðiþimlere uðramaktadýr.
Ýþte bu deðiþimlere baðlý olarak, sürekli ve genel bunalýmýn deðiþik
evrelerinden (dönemlerinden) söz etmek olanaklý olmaktadýr.
“Emperyalizmin III. bunalým dönemi” belirlemesi iþte bu evrelemenin bir ifadesidir.
Kondratiev’in dönemlemesinde de görüleceði gibi, kapitalist ekonominin devrevi hareketi ile sürekli ve genel bunalým ayný
þey deðildir. Bu nedenle de, “uzun dalgalar” teorisi, sadece kapitalizmin kendi bunalýmlarýný kendisinin ve kendi kendine aþacaðýnýn düþüncesini yaygýnlaþtýrmaya yönelik bir ideolojik saptýrma olmaktadýr.
Tekelci aþamada kapitalizmin içine girdiði sürekli bunalýmýn asýl içeriði, kapitalizmin üretici güçlerin geliþiminde sürekli bir
engel niteliði kazanmasýdýr. Böyle bir süreçte, kapitalizmin temel
çeliþkisi giderek keskinlik kazanmaktadýr. Ancak yukarda da belirttiðimiz gibi, bu süreç düz bir çizgi izlememektedir. Sürekli ve
genel bunalýmýn deðiþik dönemlerinin ortaya çýkmasý, emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþinin biçimsel deðiþiklikleriyle
baðlantýlýdýr.
Sözün özü, emperyalist dönem kapitalizmin sürekli ve genel bunalýmlar çaðýdýr. Ancak emperyalist dönem içinde de em-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
259
peryalizmin deðiþen özellikleriyle belirlenen bunalým dönemleri
vardýr. Daha öncede ele aldýðýmýz gibi, emperyalizmin bunalým
dönemlerinin ayýrt edici özellikleri þu kriterlerle açýklanabilir:
1- Emperyalist sömürünün sürdürülüþ biçimi,
2- Emperyalistler arasý çeliþkinin durumu,
3- Emperyalizmle alternatif ve potansiyel güçler arasýndaki
durum.
Bu üç unsurun sentezi emperyalist sistemin bir bütün olarak iþleyiþini belirler ve buna göre bunalým dönemlerinin
tanýmlanmasý olanaklý olur. Bu belirlemeler ýþýðýnda bu güne kadar emperyalizmin bunalým dönemleri þunlardýr:
a) I. bunalým dönemi (1903-1917)
b) II. bunalým dönemi (1917-1945)
c) III. bunalým dönemi (1945 sonrasý)
Bu dönemlerin her biri kendi içinde birden çok ekonomik
çevrime sahne olmuþtur. Bu nedenle de bu dönemler ile ekonominin devrevi hareketi arasýnda bire bir iliþki kurulamaz.
Bunalým dönemlerinin belirlenmesinin devrim durumu ve
devrimci stratejiyle olan iliþkisi nedeniyle, bu konuda yapýlan her
türlü çarpýtma ya da yanlýþlýk, doðrudan proletaryanýn ve partisinin mücadelesinde sonuçlar doðuracak nitelikte olduðu için, gerek revizyonistler, gerekse burjuva ideologlarý bu konuyu sürekli
belirsizlikler içinde tutmak isterler. 1980 dünya ekonomik buhraný sýrasýnda yeniden ortaya atýlan “birikim modeline göre dönemleme” teorilerinin kapitalizmin kendi “yapýsal bunalým”ýný kendisinin aþacaðý anlayýþýyla birlikte varedilmiþ olmasýnýn nedeni de budur.
Bu nedenledir ki, günümüzde kapitalist dünya ekonomisinin metropollerden geliþerek derinleþen yeni ekonomik buhranýyla
birlikte, ayný çarpýk bunalým teorilerinin gündeme sokulmasý beklenilmelidir.
Emperyalizmin bunalýmlarýnýn varlýðý, sistemin bütününde
devrimlerin nesnel koþullarýnýn mevcudiyeti demektir. Bir bunalým döneminde ortaya çýkan ekonomik buhranlar, bunalýmýn derinleþmesi üzerinde etkide bulunur. Ama bunalýmýn ortaya çýkardýðý bir dizi çeliþki ve iliþki, ekonominin devrevi hareketinden görece
baðýmsýz olarak geliþtiðinden, devrim durumunun geliþmesi ekonomik buhranlarla bire bir iliþkilendirilemez. Aksi halde dönemsel
260
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
olarak ortaya çýkan ve günümüzde devrenin süresinin kýsalmasý
koþullarýnda, bu anlayýþlar devrimci mücadelenin sürekli bir çaba
ve kararlýlýk gerektirmeyeceði düþüncesinin yayýlmasýna neden
olur. Bunun sonucu ise, ekonomik buhranýn derinleþtiði evrelerde mücadelenin yükseltilmesi gerektiði ve buhranýn etkisinin azalmasýna paralel geri çekilme döneminin baþladýðý þeklinde pasifist
bir anlayýþtýr.
Bugün kapitalist dünya ekonomisinin buhraný yeni bir durgunluk evresine girmiþtir. Pasifist teorilere göre, bu evrede (ki birkaç yýl sürecektir) mücadele yükseltilmeli ve “yüklenilmelidir”. Aksi
halde “tren kaçacaktýr”.
Görüleceði gibi, kapitalist ekonominin aþýrý üretim buhranlarýna göre devrimci mücadeleyi yönlendirmek isteyenler yýllar
önce ortaya çýkmýþlardýr. Onlar, gerek 1974 buhranýndan, gerekse 1980 buhranýndan derslerini almasalar da, bunlara pek kulak
asan kalmamýþtýr. Ýþte, 1980 dünya ekonomik buhraný, bu nedenledir ki, “uzun dalgalar” teorisinin yapýlmasýný getirmiþtir. Tüm
amaç, kapitalizmi evrensel bir sistem olarak insanlarýn bilincine
yerleþtirmektir. Böylece kitlelere, kapitalizmin kendi bunalýmlarýný
“yeni birikim modeli” ile çözebileceði beklentisi yerleþtirilir. Oysa
sözü edilebilecek bir þey varsa, o da, emperyalizmin sürekli ve genel bunalýmýnýn, onun yok oluþ sürecinde olduðunun göstergesi
olduðudur. Ve kapitalizm, ancak bir devrimler zinciriyle yeni bir
bunalým dönemine girmeden ortadan kaldýrýlamamýþ olursa, yeni
bir bunalým dönemine, “yeni birikim modeli” ile deðil, diðer iki
temel iliþki ve çeliþkiyle birlikte yeni sömürü biçimlerinin ortaya
çýkmasýyla birlikte girecektir. Bu da sömürünün olmadýðý bir dünya için mücadeleyi daha da þiddetlendirmekten baþka birþeye
yaramayacaktýr.
Bu gerçekler 1994 baþlarýnda ortaya çýkan olgularla bir kez
daha tanýtlanmaktadýr.
1994 yýlbaþýndan itibaren ekonomide görülen “anormallikler”, birbiri ardýna yapýlan devalüasyonlar ve dolarýn 16.000’den
40.000 liraya fýrlamasýyla “para bunalýmý” ya da mali kriz denilen
yeni bir döngüye girdi. Birbiri ardýna iflas eden TYT Bank, Ýmpexbank ve Marmarabank mali krizin boyutlarýnýn ne denli geniþ olduðunu gösterdi. Ancak ekonomik buhranýn bu görüngüleri ülkedeki bunalýmý bütün olarak sergilemekten de uzaktý. Sadece
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
261
iflas eden bankalara yüksek faiz için yatýrýlmýþ devlet paralarý bile,
bunalýmýn politik boyutlarý da bulunduðunu gösteriyordu. Ayný
þekilde TYT Bank, Ýmpexbank ve Marmarabank ile Türk-Ýnvest,
binlerce insanýn küçük tasarruflarýnýn (ve de umutlarýnýn) bir kalemde yok edildiði yerler olarak bunalýmýn sosyal niteliðini de
göstermektedir. Ülkemizdeki sorun, ne salt ekonomik bir buhrandýr, ne de “güven eksikliði”nden kaynaklanan bir “para bunalýmý”
dýr. Bu bunalýmýn adý, ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarý kapsayan milli krizdir. Yönetenleri de, yönetilenleri de, ezeni de ezileni de
etkileyen bu milli (ulusal) krizin temelinde ise, ülkemiz ekonomisindeki çarpýklýk yatar. Ancak bu çarpýklýðýn nedeni ise, ülkenin
emperyalizme baðýmlýlýðýdýr. Bu yüzden ülke ekonomisinin emperyalizme baðýmlý olmasýndan gelen çarpýklýðý, emperyalist ülkelerdeki buhranlarýn ülkeye aktarýlmasýný saðlamaktadýr. Bir baþka
deyiþle, ülkemizdeki ekonomik buhranýn temel nedeni, ülke ekonomisinin dengesini ülke içinde deðil, emperyalist metropollerde
tamamlamasýdýr.
Emperyalizmin III. bunalým dönemi olarak tanýmladýðýmýz
günümüz koþullarýnda, yeni-sömürgecilik yöntemleri emperyalist
sömürünün biçimini belirlemektedir. Yeni-sömürgecilik yöntemleri tam olarak kavranýlmadan, deðil günümüzdeki ekonomik
buhranlar, daha önceki on yýllardaki ekonomik buhranlarý bile
açýklamak olanaksýzdýr. Ülkemiz solunda sýk sýk unutulan ya da
unutturulan bu durum, ayný zamanda ülkenin emperyalizme baðýmlýlýðýnýn ifadesidir. Emperyalizme olan baðýmlýlýk bir bütün olarak
ülkedeki geliþmelerin temel yönünü belirler. Ýþte bu temel yön
içinde yeni-sömürgecilik yöntemlerinin iþleyiþi, mevcut tüm sorunlarýn belirleyicisi durumundadýr.
Yeni-sömürgecilik yöntemlerinin temelinde emperyalizmin
kendisine yeni pazarlar açmasý, mecvut pazarlarýný geniþletmesi
yatar. Yani yeni-sömürgecinin amacý, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde
iç pazarýn geniþletilmesidir. Bu pazar geniþletmenin bir yaný, emperyalizme baðýmlý bir sanayi yaratmakken, diðer yaný kapalý ekonomik birimleri yýkarak buralarý pazara açmaktýr.
Emperyalizm, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde iç pazarý geniþletmek için, kendisine baðýmlý orta ve hafif sanayilerin kurulmasýna
yönelik finansmaný ilk dönemde doðrudan kendisi saðlamýþtýr.
Bu amaçla “proje kredileri” adý altýnda sadece kendi çýkarlarýna
262
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
uygun yatýrýmlarýn yapýlmasý için geri-býraktýrýlmýþ ülkeleri borçlandýrmýþtýr. Bu borçlar emperyalizme baðýmlý sanayi kuruluþlarýnýn
kurulmasýnda kullanýlmasýna karþýn, tümüyle geri-býraktýrýlmýþ ülke
devletleri tarafýndan garanti altýna alýnmýþtýr. Bir baþka deyiþle, “devlet garantisine sahip borçlar” olarak verilen krediler, bir yandan
emperyalist tekellerin ve iþbirlikçi burjuvazinin aç gözlü sömürüsü için gerekli temelleri saðlarken, diðer yandan ülkenin tüm kaynaklarý, borçlara verilen devlet garantisi ile emperyalizme ipotek
edilmektedir.
Yeni-sömürgecilik yöntemlerinin bu iþleyiþinde, nakit sermaye olarak aktarýlan paranýn “proje kredisi” olarak emperyalist
tekeller ve onun iþbirlikçileri tarafýndan kullanýlýrken, devlet kasasýna tek bir dolar bile girmemektedir. Emperyalist ülkeden gelen
kredi, iþbirlikçi burjuvazi eliyle yatýrým için gerekli makine ve donanýmýn emperyalist ülkelerden satýn alýnmasý için kullanýldýðýndan,
tüm iþlemler sadece kaðýt üzerinde gerçekleþmektedir. Bu baðlamda emperyalist ülkelerden gelen krediler, ülke içinde dolaþýma
girmemektedir. Emperyalist tekellerin (ve tabi iþbirlikçi burjuvazinin) yapacaðý bütün iþ, yatýrýmýn tamamlanmasý ve üretime geçerek ürünleri iç pazara sürmesidir. Bu ürünlerin satýn alýnabilinmesi için gerekli talep, doðrudan emperyalizme baðýmlý ülkenin
devleti tarafýndan yaratýlacaktýr. Bir yandan emperyalizme baðýmlý
ülke devleti, emperyalist ülkenin yatýrýmlarýný yüksek gümrük duvarlarýyla korumaya alýrken, ilk büyük tüketici olarak bu yatýrýmlarýn
ürünlerinin alýcýsý olur. Örneðin ülkemizde oto sanayinde açýk biçimde görüldüðü gibi, üretilen otomobiller uzun bir süre devlet
tarafýndan saðlanan kredilerle üst düzey devlet memurlarýna ve
subaylara satýlmýþtýr. (OYAK-Renault iþbirliði) Böylece devlet, yüksek maliyetle elde ettiði kaynaklarýný, çok düþük faizlerle
emperyalist tekellerin mallarýnýn satýn alýnmasý için tüketmek durumunda kalmaktadýr. Öte yandan devletin elinde bulundurduðu
temel sanayi kollarýndaki ürünler (özellikle demir-çelik), ayný tekellerin daha düþük maliyet-daha yüksek kâr saðlamalarý amacýyla
maliyet fiyatlarýnýn altýnda bu sanayi kuruluþlarýna girdi olarak satýlmaktadýr. Diðer yandan iç pazarda emperyalist tekellerin ürünlerine daha fazla talep saðlamak amacýyla, yüksek taban fiyatlarý,
yüksek maaþlar devreye sokulmaktadýr. Ülkenin milli gelirindeki
gerçek artýþlarla karþýlanmayan bu talep artýrýcý uygulamalar, dev-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
263
let bütçesinin sürekli açýk vermesiyle somutlaþmaktadýr. Ekonomistlerin subvansiyon adýný verdikleri bu uygulama, doðrudan emperyalist sömürüden ve ülkenin emperyalizme baðýmlýlýðýndan
kaynaklanmaktadýr.
Öte yandan emperyalizme baðýmlý sanayi, emperyalist ülkelerden artan oranda ithalat yapýlmasýný zorunlu hale getirmektedir. Emperyalizme baðýmlý sanayinin her üretim artýþý, ayný oranda ithalatýn artmasýný getirdiðinden, ülke ekonomisi, sürekli
ödemeler dengesi açýðý ile yüz yüze kalmaktadýr.
Gerek devlet bütçesinin sürekli açýk vermesi, gerekse dýþ
ödemeler dengesinin sürekli ülke aleyhine olmasýnýn ürünü ise,
sürekli enflasyon ve sürekli döviz sorunudur. Bir baþka deyiþle,
enflasyon ve döviz sorunu, emperyalizme baðýmlý ülkelerin sürekli gündemindedir ve bu olmaksýzýn ekonominin iþlemesi olanaksýzdýr. Artan enflasyon oranlarý ve artan dýþ borçlar geri-býraktýrýlmýþ
ülkelerin emperyalizme baðýmlý kýlýnmasý sonucu ortaya çýkan bir
bedel olmaktadýr.
Emperyalist ülkelerdeki ekonomi kendi “normal” iþleyiþi
içinde olduðu dönemlerde, bu sorunlar geri-býraktýrýlmýþ ülkelere
verilen yeni borçlarla belli bir denetim altýnda tutulabilinse de,
emperyalist ülke ekonomilerinin buhrana girmesiyle birlikte denetimden çýkmaktadýr. 1960 sonrasýnda emperyalist ekonomilerin,
özellikle Amerikan ekonomisinin askerileþtirilmesiyle birlikte ekonomik buhranýn þiddetinin azaltýlmasý ve zamana yayýlmasý (ekonominin devrevi hareketinin iki aþamaya inmesi) görece uzun bir
süre bu çarklarýn önemli ve bütünsel bir sorunla karþýlaþmadan
iþlemesini getirmiþtir. Zaman zaman tek tek geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ortaya çýkan sorunlar ise, yerel düzeyde IMF’nin “istikrar
tedbirleri paketi” ile giderilmeye çalýþýlmýþtýr. Ve her zaman bu
uygulamanýn siyasal sonucu askeri darbeler olmuþtur. Ve her askeri darbe de, emperyalizme baðýmlý bir ekonominin ortaya çýkardýðý toplumsal ve siyasal sorunlarýn, siyasal zorun askeri biçimde
maddeleþtirilmesiyle geçiþtirilmesinin aracý olarak kullanýlmýþtýr.
Brezilya bu konuda tipik bir örnektir.
Brezilya’nýn yakýn tarihi nerdeyse tüm geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin tarihi gibidir. 1929 dünya ekonomik buhraný koþullarýnda
“himayecilik” politikalarýnýn uygulandýðý bir dönemde bir askeri
darbe ile iktidara gelen Vargas, azçok geliþmiþ tüm geri-býraktýrýlmýþ
264
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ülkelerde olduðu (ve olacaðý) gibi “devletçilik” politikasýnýn yürütücüsü olmuþtur. Devlet, bir kollektif kapitalist gibi, birbiri ardýna
temel sanayi kuruluþlarý ve alt yapý tesisleri (demir-çelik fabrikalarý, barajlar, yollar vb.) oluþtururken, öte yandan da yerli bir burjuva
kesiminin oluþmasý için geniþ teþviklere giriþmiþtir.
Ancak II. yeniden paylaþým savaþýndan sonra Amerikan tekelleri (baþta otomobil tekelleri, Chreysler, GM, Ford) Brezilya’da
fabrikalar kurmaya baþlamýþlardýr. 1957 ekonomik buhraný koþullarýnda Brezilya ekonomisi yüksek enflasyon ve ödenemeyen
dýþ borç yükü ile tam bir çýkmaza girdiðinde IMF devreye girmiþtir.
Ancak mevcut hükümetlerin IMF’ nin koþullarýný kabul etmemeleri üzerine Nisan 1964’de yapýlan bir darbeyle sivil hükümet devrilmiþ ve askeri yönetim kurulmuþtur. Ocak 1965’de IMF ile askeri
yönetim “stand-by” anlaþmasý imzalamýþtýr.
IMF ile yapýlan “stand-by” anlaþmasý alýnacak “istikrar tedbirlerini” þu þekilde sýralýyordu:
a) “Talep enflasyonu” olarak tanýmlanan enflasyonu sýnýrlamak amacýyla sýký para politikalarý ve “gerçekçi faiz oranlarý”
uygulamasý,
b) Bütçe açýklarýný kapatmak amacýyla kamu harcamalarýnýn kýsýtlanmasý ve vergi gelirlerinin artýrýlmasý,
c) Daha önceki sivil hükümetlerin koyduðu fiyat denetimlerinin kaldýrýlmasý, yani fiyatlarýn serbest býrakýlmasý,
d) Ücret artýþlarýnýn sýnýrlandýrýlmasý,
e) Ödemeler dengesi açýðýnýn kapatýlmasý ve bu amaçla
“gerçekçi kur politikalarý”nýn uygulanmasý,
f) Ýhracatýn teþvik edilmesi ve ithalatýn liberasyonu.
Ancak 1965’de IMF’nin Brezilya’ya dayattýðý “istikrar tedbirleri” bunlarla sýnýrlý deðildir. Bu tedbirler paketinin en önemli
halkasý ise “denationalization”, yani Vargas döneminde kurulmuþ
olan sanayi kuruluþlarýnýn satýlmasýdýr. Bugün ülkemizde en çok
konuþulan konu olarak “özelleþtirme” Brezilyalýlarýn karþýsýna “gayri-millileþtirme” olarak 1964 askeri darbesiyle birlikte çýkmýþtýr.
Brezilya’ya emperyalizmin dayattýðý bu “özelleþtirme” uygulamasýnýn ana nedeni, emperyalist finans kuruluþlarýnýn Brezilya’ya verdikleri kredileri tahsil etmek istemeleridir. Böylece emperyalist tekeller, devlet garantisindeki borçlarýný tahsil ederken, öte yandan
da çok düþük fiyatlarla temel sanayi kollarýndaki birçok devlet
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
265
kuruluþunu satýn alma olanaðý bulmuþlardýr.
Brezilya’da adý çok açýk biçimde ifade edildiði gibi “gayrimillileþtirme” olan “özelleþtirme”, yeni-sömürgecilik uygulamalarýnýn kaçýnýlmaz bir geliþim evresine denk düþmektedir. Emperyalizmin içsel bir olgu olmasýnýn en açýk görünümü olan bu uygulama, ülkedeki iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin güçlenmesiyle açýklanamaz. Böyle bir uygulamanýn gündeme getirilebilinmesi için, geribýraktýrýlmýþ ülkelerdeki devrimci ve millici hareketlerin bastýrýlmýþ
olmasý þarttýr. Yoksa emperyalizm için, “gayri-millileþtirme” her
dönemde bir amaçtýr. Zaten bu uygulamanýn Brezilya’da 1965’de
gündeme getirilmesine raðmen, ülkemizde 1985’lerin beklenilmesi
bunu açýkça göstermektedir.
Ülkemizde IMF aracýlýðýyla emperyalizmin dayattýðý “istikrar
tedbirleri”, hiçbir zaman, gerek Brezilya’da uygulananlardan, gerekse diðer geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde uygulananlardan pek farklý
olmamýþtýr. 24 Ocak Kararlarý’nda açýk biçimde görülen bu durum, “istikrar tedbirleri”nin, son tahlilde, emperyalist ekonomilerin
içinde bulunduklarý ekonomik durgunlukla baðlantýlý olduðunu
gösterir.
Bizim gibi ülkelerin ekonomik dengeleri, ülke içinde deðil,
dýþýnda, yani emperyalist metropollerde ortaya çýkar. Bu nedenle,
geri-býraktýrýlmýþ ülke ekonomileri, her koþulda emperyalist ekonomilerin durumu tarafýndan belirlenir. 1994 yýlbaþýndan bu yana
ülkemizde ortaya çýkan geliþmeler de bunu bir kez daha tanýtlamýþtýr.
1994 Ocak ayýndan itibaren dolarda meydana gelen büyük
deðiþiklik, bankalarýn iflasýn eþiðine gelmeleri, yapýlan devalüasyonlar, Fransa ve Ýngiltere’de üç yýl önce baþlayan, son iki yýlda Almanya’yý içine alan ve giderek Japonya’yý da etkilemeye baþlayan
ekonomik durgunlukla baðlantýlýdýr.
Emperyalist ekonomilerdeki durgunluk, kendi iç pazarlarýnda meta satýþlarýndaki düþüþle birlikte baþlamýþtýr. Tüketim
mallarý sektörünü bir bütün olarak kapsamayan ilk durgunluk
belirtileri, 1980 dünya ekonomik buhranýndan sonra büyük yatýrýmlara sahne olan elektronik metalar alanýnda ortaya çýkmýþtýr.
Giderek diðer dayanýklý tüketim mallarý sektörünü etkisi altýna alan
durgunluk geldiði noktada banka kredilerinin geri ödenmesinde
önemli sorunlar yaratmaya baþlamýþtýr. Ýþte emperyalist finans ku-
266
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ruluþlarýnýn geri-býraktýrýlmýþ ülkelere kredileri kýsmalarýnýn ve eski
kredileri geri ödemelerini talep etmelerinin nedeni bu geliþme olmuþtur.
Ancak emperyalist ülkelerin içinde bulunduklarý durgunluðu kontrol altýnda tutabilmek için uyguladýklarý temel politika, düþük maliyetle üretim yaparak, meta fiyatlarýný aþaðý çekmektir. Maliyetlerin aþaðýya çekilmesi için kendi ülkelerinde uygulayabilecekleri her türlü tedbiri devreye sokarken, dýþ pazarlardan çok daha
düþük maliyetle hammadde ya da yarý-mamül madde alma yollarýný denemektedirler. Bu amaçla ellerinde bulunan kaynaklardan
birisi daðýtýlmýþ SSCB iken, diðeri de geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdir.
Özellikle demir-çelik ürünleri ile doðal enerji kaynaklarý (kömür,
doðal gaz vb.) açýsýndan Rusya ve çevresi ülkeler emperyalist tekellere kýsa vadede önemli avantajlar saðlayacaðý düþünülmektedir.
Burada geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin iþlevi ise, düþük fiyatlý tüketim mallarý ile emperyalist ülkelerin iç pazarlarýndaki talep
daralmasýný aþmayý saðlamak ve dýþ borç ödemelerini yaparak
emperyalist finans kuruluþlarýnýn içine girdikleri likidite sorununu
aþmalarýný saðlamaktýr. Zaten geri-býraktýrýlmýþ ülkelere de, en düþük fiyatlarla ürünlerini ihraç etmekten baþka da þeçenek býrakýlmamýþtýr.
5 Nisan’da Çiller Hükümeti’nin ilan ettiði ekonomik istikrar
tedbirlerinin tüm hükümleri, yukarda ortaya koyduðumuz konularla ilintilidir. Bir baþka deyiþle, 5 Nisan Kararlarý klâsik IMF istikrar
tedbirleri olarak, emperyalist sistemin bütün olarak iþleyiþiyle baðlantýlý bir uygulamaya denk düþmektedir. Bu yüzden, kararlarýn
“IMF ile görüþme yapýlmadan” alýnmýþ ve daha sonra IMF’ye gidilmesi hiçbir ekonomik ve politik deðere sahip deðildir. Sýradan bir
iktisatçýnýn bile ezbere bildiði IMF istikrar tedbirlerinin, IMF tarafýndan özel bir yazý haline getirilmesi hiç de gerekli olmamaktadýr.
DYP-SHP koalisyon hükümetinin 5 Nisan Kararlarý’ný IMF’ye danýþmadan aldýklarý yönündeki “övünme”leri, sadece kitlelerin IMF’
ye duyduklarý tepkileri pasifize etmeyi amaçlayan bir demagojidir.
5 Nisan Kararlarý’nýn klâsik IMF istikrar tedbirleri olmasýna
raðmen, ülkemiz için yeni uygulama olan kýsmý KÝT’lerin tasfiye
edilmesidir. Bu tasfiye ediliþ, 1965’lerin Brezilyasýnda uygulanan
gayri-millileþtirme ile birlikte, bir baþka özelliðe de sahiptir. Halký-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
267
mýzýn da çok iyi bildiði gibi KÝT’lerin “özelleþtirilmesi” söz konusu
deðildir. Söz konusu olan verimli KÝT’lerin yabancý tekellere satýlmasý, yani “yabancýlaþtýrýlmasý”dýr. Bu yanýyla 1965 Brezilyasýndaki
uygulamalar gündemdedir. Ancak diðer yandan, bazý KÝT’lerin kapatýlmasý gündeme alýnmýþtýr. Ýþte bu yön uygulamanýn yeni kýsmýdýr. “Bazý KÝT’lerin kapatýlmasý”, yani demir-çelik sanayi, kömür
ve tekstil sanayi kuruluþlarý baþta olmak üzere bazý KÝT’lerin kapatýlmasý, bugün emperyalist ülkelerin, özellikle de AT ülkelerinin
içinde bulunduklarý durgunlukla baðlantýlýdýr. Almanya ve Fransa’nýn demir-çelik ve kömür sektöründe faaliyet gösteren pek çok
fabrika ve maden ocaðýný kapatmayla yüz yüze olduklarý bir ortamda, Türkiye’ye bu sanayilerin kapatýlmasýný dikte ettirebilmesi
yeni bir olanak saðlamýþtýr.
Ýlk dönemde aðýrlýklý olarak daðýtýlmýþ SSCB devletlerinden
ucuz demir-çelik ve kömür alarak kendi maliyetlerini düþürmeyi
hesaplayan bu emperyalist ülkeler, kendi ülkelerindeki iþçi hareketlerinin yükselmesi karþýsýnda geri adým atmak durumunda kalmýþlardýr. Ýþte tam bu sýrada Türkiye’deki ekonomik buhran derinleþmiþtir. Daha önce AT ile yoðun iliþki içinde olan ve bu emperyalist ülkelerin (özellikle de Alman emperyalizminin) iþbirlikçisi
olan Ýshak Alaton aracýlýðýyla gündeme getirilen kömür madenlerinin kapatýlmasý (ki bu ilk adýmdýr), bu ülkelerden ithalat
yapýlmasýný getirecekti. Bu da, Almanya ve Fransa’nýn kendi madenlerini kapatmadan, dünya standartlarýna göre yüksek maliyetli
kendi kömürlerinin ve demir-çelik ürünlerinin ülkemize satýlmasý
demekti. Böylece emperyalizm, bir yandan kendi ülkelerindeki sosyal huzursuzluðu da en aza indirirken, daðýtýlmýþ SSCB devletlerinden alacaðý ucuz hammadde ile kendi maliyetlerini aþaðýya çekebilecekti.
Ýþte AT ülkelerinin içinde bulunduklarý durgunluk, 5 Nisan
Kararlarý’nda demir-çelik ve kömür sanayindeki KÝT’lerin kapatýlmasý þeklinde yansýmýþtýr. Bu yansýma, ayný zamanda AT ülkelerinin
IMF içindeki artan aðýrlýðý ile baðlantýlýdýr. Bu yönüyle 5 Nisan Kararlarý, ülkemizin emperyalizmin açýk pazarý haline getirilmesinin yeni
bir evresini ifade etmektedir. 1994 baþýnda patlak veren “para bunalýmý” yeni-sömürgecilik yöntemlerinin ürünü olan ve ayný zamanda yeni-sömürgecilik yöntemlerinin týkanmasýný ifade eden bir
ekonomik buhrandýr. Ve artýk yeni-sömürgeciliðin de emperyaliz-
268
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mi kurtaramayacaðý görülmektedir. Ancak yeni bir uygulama da
ortaya çýkmamýþtýr. Doðal olarak, emperyalizm, sorunlarýný yenisömürgecilik çerçevesinde çözmek zorundadýr. Bu zorunluluk,
kendilerine alternatif bir gücün bulunmadýðý, anti-emperyalist hareketlerin güçten düþtüðü bir dönemin iliþki ve çeliþkileri içinde
biçimlenmektedir. Ve ayrýca emperyalist ülkeler arasýndaki entegrasyonun yeni biçimleriyle de belirlenmektedir. 5 Nisan Kararlarý’nda görüldüðü gibi, Amerikan emperyalizmi yanýnda Alman emperyalizminin de içinde bulunduðu ekonomik durgunluðun gerekleri doðrudan ifadesini bulmaktadýr. Bu açýdan 5 Nisan Kararlarý’na karþý mücadele, topyekün emperyalist ülkelerin somut çýkarlarýna karþý mücadele olarak somutlaþmaktadýr. Kýsacasý, 5 Nisan Kararlarý’na karþý mücadele, anti-emperyalist mücadelenin
ta kendisidir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
269
270
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
BEÞÝNCÝ BÖLÜM
ULUSAL SORUN VE
PROLETARYANIN ÇÖZÜMÜ
ULUSAL SORUN ÜZERÝNE
Bugün ülkemizin en temel sorununun devrim sorunu olduðu ve bu devrimin emperyalizmin III. bunalým döneminin iliþki ve
çeliþkileri çerçevesinde gerçekleþtirilmesi gerektiði her türlü tartýþmanýn dýþýndadýr. Bu süreçte, güncel olarak karþýmýza çýkan en
önemli sorunlardan birisi de ulusal sorundur. Bir baþka deyiþle,
bugün ülkemizde bir Kürt ulusal sorunu mevcuttur ve bu sorunun
anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrim çerçevesinde çözümlenmesi, gerçek ve kalýcý bir çözüm sürecinin baþlatýlabilinmesi için
zorunludur. Sorunun özü, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkýna sahip olmasýdýr, yani kendi siyasal geleceðini belirleme hakkýna sahip olmasýdýr. Daha ileride ayrýntýlarýyla ortaya koyacaðýmýz gibi, bu sorunun sadece devrimle çözümlenmesi diye bir durum söz konusu deðildir. Emperyalist sistem içinde ve emperyalizmle uzlaþarak da bu sorunun kýsmi bir çözümlenmesi olanaklýdýr. Ancak demokratik halk devrimi çerçevesinde çözümlenmediði sürece, ulusal sorunlarýn gerçek ve kalýcý çözümlenmesine
yönelmek olanaksýzdýr. Ama her durumda Kürt ulusunun kendi
kaderini tayin hakkýna sahip olmasý, çözümün temelini oluþturur.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
273
Ülkemizde karmakarýþýk hale getirilmiþ olan ve MarksistLeninist bir perspektiften uzak tutulan bu sorunu tarihsel olarak
ortaya koymak gerekmektedir.
ULUS VE PROLETARYA
Ulus, insanlýk tarihindeki geliþmenin kapitalist evresinde ortaya çýkmýþ bir toplumsal-tarihsel örgütlenmedir. Stalin’in tanýmlamasýyla, “ulus, tarihsel olarak oluþmuþ, kararlý bir dil, toprak, iktisadi yaþam ve kendini kültür ortaklýðýnda dile getiren ruhsal biçimlenme birliðidir”.111 Tarihsel bir olgu olarak ulus ve buna iliþkin sorunlarýn kavranabilmesi ve çözümlenmesi için, herþeyden önce
tarihin materyalist biçimde ele alýnmasý zorunludur.
“Herhangi bir toplumsal sorun incelendiðinde, o
sorunun, belirli tarihsel sýnýrlar içinde formüle edilmesi,
ve eðer özel olarak bir ülke söz konusuysa (örneðin
belli bir ülke için ulusal program gibi) o ülkeyi öteki ülkelerden ayný tarihsel dönem içinde ayýrteden özelliklerin hesaba katýlmasý, Marksist teorinin kesin bir gereðidir.”111a
Tarih, “birbirinden ayrýlmýþ kuþaklarýn ardýllýðý, tüm önceki
bir kuþak tarafýndan diðerine kolayca aktarýlmýþ malzemeler, sanayi fonlarý, üretici güçlerin kullanýmý ve dolayýsýyla bir taraftan
tamamýyla deðiþim koþullarý içindeki geleneksel etkinliðini sürdürmesi, diðer taraftan tamamiyle deðiþilmiþ bir etkinlikle eski kuþaklarýn deðiþtirilmesinden baþka birþey deðildir”. (Marks) Bu nedenle tarihsel süreçler süreklilik gösterir. Marksizmin tarihi, bu
baðlamda, kesintisiz bir süreç olarak ele almasý, ulus ve ulusal sorunun bu kesintisiz sürecin belli bir evresine iliþkin olarak ele alýnmasý gerektiðini gösterir.
I. ULUSLARIN OLUÞUMU VE BURJUVAZÝ
Ulus, tarihsel bir olgu ve yükselen kapitalizmin ürünüdür.
Bu nedenle burjuvaziyle birlikte ortaya çýkmýþtýr ve burjuvazinin
111
111a
274
Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, s: 15.
Lenin, Uluslarýn Kaderlerini Tayin Hakký, s. 60.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
feodalizme karþý mücadelesiyle ilintilidir. Bu açýdan toplumun ulus
olarak örgütlenmesi ile toplumun feodal örgütlenmesi arasýnda
açýk bir karþýtlýk vardýr. Bu yüzden toplumun feodal örgütlenmesinin ne olduðu bilinmeden ulusal örgütlenmenin anlaþýlmasý olanaksýzdýr.
Feodalizm, köleci toplumlarýn “barbar kavimleri”nin saldýrýlarý ile ortaya çýkmýþ sosyo-ekonomik bir oluþumdur. Feodalizmin
temel özelliði, onun kýrsal niteliði, kýrsal alanlardaki büyük feodal
toprak mülkiyeti ile bunlarýn serfler tarafýndan iþlenmesidir.
“Nasýl ki, antik çað kentten ve küçük bölgelerden
baþladýysa, orta çað da (feodalizm) kýrlardan baþlamýþtýr.
Bu farklý baþlangýç noktasý, ayný zamanda geniþ topraklar üzerinde serpilmiþ ve fetihler yüzünden artýk artmayan nüfusun seyrekliðiyle de belirlenmiþtir. Yunan ve
Roma’nýn tersine feodal geliþme bu yüzden geniþ bölgeler üstünde baþlar, Roma fetihleriyle hazýrlanýr ve onlarla birlikte tarýmýn ilk yayýlmasý gerçekleþir. Roma Ýmparatorluðunun son yüzyýllarý ve barbarlar tarafýndan
fethedilmesi üretici güçlerin önemli bir kýsmýnýn yok olmasýna yol açmýþtýr; tarým gerilemiþ, pazar bulunamadýðýndan sanayi çökmüþ, ticaret ölmüþ yada ciddi biçimde bozulmuþ, kýr ve kent nüfusu artmamýþtýr. Bu koþullar
ve fetih örgütlenme tarzý, Cermen militarist kurumun
etkisiyle birlikte, feodal mülkiyetin geliþmesini belirlemiþtir. Kabile ve komünal mülkiyet gibi, bu da bir topluluða (communite) dayanýr, ama doðrudan üretici sýnýf,
antik toplumlarda olduðu gibi köleler deðil, serfleþtirilmiþ
küçük köylülerdir. Feodalizm geliþir geliþmez, burada
da kentlerin antagonizmasý ortaya çýkar. Toprak sahiple-rinin hiyerarþik yapýsý ve iþbirlikçi ücretli silahlý adamlar, serf üzerinde soylularýn iktidarýný kurdular. Bu feodal örgütlenme, antik komünal mülkiyet kadar, esas üretici sýnýfa karþý bir birlikti, ama birliðin biçimi ve doðrudan üreticilerle iliþkileri, üretimin farklý koþullarý nedeniyle ay- rýydý. Toprak sahiplerinin bu feodal yapýsý, toplu
mülkiyet biçiminde kentlerdeki ticaretin feodal örgütlenmesine tekabül eder. Burada mülkiyet, her bireyin
emeðinde esas olarak içerilir. Soyguncu-soylularýn bir-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
275
liðine karþý birleþme zorunluluðu, sanayicilerin ayný zamanda bir tüccar olduðu bir çaðda, topluluða ait kapalý
bir pazar gereksinmesi, geliþen kentlere sürü halinde
yýðýlan kaçak serflerin büyüyen rekabeti, tüm ülkenin
feodal yapýsý; iþte bunlar beraberinde loncalarý getirdi.
Bireysel zanaatçýnýn derece derece biriken küçük-sermayesi ve nüfus artýþýna göre sabit sayýlarý, kýrlardakine
benzer bir hiyerarþiyi, kentlerde de usta-çýrak iliþkisiyle
oluþturmaya baþladý.Geniþ bölgelerin feodal krallýk altýnda toplanmasý, kentler için olduðu kadar, toprak soyluluðu için de bir zorunluluktu. Bu yüzden yönetici sýnýf soyluluðun örgütlenmesinin tepesinde her yerde bir
monark (kral vb.) vardý.”112
Ýþte burjuvazinin karþý karþýya olduðu tarihsel miras, bu feodal üretim iliþkileri temelinde oluþan siyasal üst yapýsýyla bütün
feodal toplumdur. Kapitalizm ve dolayýsýyla burjuvazi, feodalizmin baðrýnda ve onun gözenekleri içinde ortaya çýkmýþ ve geliþmiþtir. Burjuva iliþkilerinin ortaya çýkmasý ve geliþmesi, kapitalizmin altyapýda geliþmesi demektir. Geliþen burjuva toplumu, her
toplum gibi kendisini örgütlemek zorundaydý. Marks-Engels, 17.
ve 18. yüzyýl Ýngiliz ve Fransýz yazarlarýnýn kullandýðý kavramla “sivil toplum” olarak ele alýnan burjuva toplumunu þöyle tahlil
ediyorlardý:
“Sivil toplum (burjuva toplum), üretici güçlerin geliþmesinin belirli bir evresinde bireylerin tüm maddi iliþkilerini kucaklar. O, verili bir evrede tüm ticari ve sinai yaþamý kucaklar ve öyle ki, devleti ve ulusu aþar; yine de
diðer taraftan kendini yeniden dýþ iliþkilerinde ulus olarak ortaya koymak ve içsel olarak da kendini devlet olarak örgütlemek zorundadýr.
‘Sivil toplum’ deyimi, 18. yüzyýlda mülkiyet iliþkileri
kendilerini Antik ve Ortaçað topluluklarýndan kurtardýðý
zaman ortaya çýktý. Böylece sivil toplum yalnýz burjuvazi
ile geliþir; tüm çaðlarda devletin ve geri kalan idealistik
(yani düþünsel, ideolojik) üstyapýnýn temelini oluþturan,
doðrudan üretim iliþkilerinden doðan, evrilen toplum112
276
Marks-Engels, Alman Ýdeolojisi, s. 32-33.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
sal örgütlenme yine de her zaman bu adla belirtilmiþtir.”113
“Alman Ýdeolojisi” adlý yapýtlarýnda sorunu böyle koyan
Marks ve Engels, ilerki yýllarda toplumun ve üretim sürecinin ayrýntýlý bir tahlilini yaparak, burjuvaziyi ortaya çýkaran ve onunla birlikte var olan toplumsal örgütlenmeye kapitalizm adýnýn verilmesinin daha uygun olduðunu saptamýþlardýr. Kapitalizmin geliþmesi
ve kendisini dýþ iliþkilerinde ulus olarak örgütlemesi süreci, feodalizme karþý burjuvazinin mücadelesiyle birlikte yürümüþtür.
Burjuvazinin feodal ayrýcalýklarýn kaldýrýlmasý istemi, onun kapitalist üretim iliþkileri önünde feodal üstyapýnýn engelleyici niteliðiyle
ilintilidir.
“Batý-Avrupa’nýn Cermenler tarafýndan istilasý, yavaþ
yavaþ o zamana kadar benzeri görülmemiþ bir karmaþýklýða sahip toplumsal ve siyasal bir hiyerarþi kurulmasý
nedeniyle, bütün eþitlik fikirlerini yüzyýllar için ortadan
kaldýrdý; ama, ayný zamanda, bu istila Batý ve Orta Avrupa’yý tarih hareketi içine çekti, ilk kez olarak sýkýþýk bir
uygarlýk bölgesi, ve bu bölge içinde, ilk kez olarak, birbirlerini etkileyen ve baþarýsýzlýkta birbirlerine dayanan
ve herþeyden önce ulusal nitelikte bir devletler sistemi
yarattý. Böylece, bu istila, üzerinde daha sonraki çaðlarda insanlarýn eþit deðerinden, insan haklarýndan sözedilebildiði tek alaný hazýrlýyordu.”114
Feodalizmin baðrýnda kapitalizmin geliþmesi, 17. yüzyýla kadar kendine özgü bir siyasal üstyapý ile tamamlanamamýþtýr. Bu
döneme kadar feodal siyasal üstyapý ile burjuva (kapitalist) iliþkiler
bir arada, karmaþýk bir iliþkiler aðý oluþturarak varlýklarýný sürdürmüþlerdir. Feodalizmden kapitalizme tam geçiþin gerçekleþmesinin uzun bir zaman almasý, bu geçiþ döneminde gelecekte yeni
sorunlarýn ortaya çýkacaðýný gösteren iliþkileri yaratmýþtýr. Ýþte ulusal sorun açýsýndan bu iliþkiler özel bir yere sahiptir. Örneðin 15.
yüzyýlda Batý-Avrupa’yý saran “para hýrsý” deniz aþýrý keþiflerin yapýlabilmesi için seferlerin düzenlenmesine neden oluyordu. Gerçekte bu “para hýrsý” feodalizmin, içten kapitalizm tarafýndan na113
114
Marks-Engels, Alman Ýdeolojisi, s. 53.
Engels, Anti-Dühring, s. 189.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
277
sýl aþýndýrýlmýþ ve kemirilmiþ olduðunu göstermekteydi.Böyle baþlayan deniz aþýrý keþif seferleri, yepyeni bir sorun ortaya çýkarýyordu.
Bunun nedeni, denizaþýrý faaliyetlerin herþeyden önce feodal ya
da yarý-feodal biçimler altýnda yapýlmasýydý. Zaten “ana kýta”da
siyasal üstyapý feodal nitelikteydi. Feodalizmin özsel olarak “toprak kazanma” amacý ile “para hýrsý” birbirleriyle baðdaþmaz bir
çeliþki yaratýyordu. Böylece feodal üstyapý tarafýndan düzenlenen
(toprak kazanma amacýyla), ama burjuva bir sanayiyle gerçekleþtirilen (para-meta kazanma hýrsý) denizaþýrý topraklarýn fethi olayýný
yaratmýþtý. Gelecekte kapitalizmin devralacaðý tarihsel mirastan birisi de bu denizaþýrý topraklarýn iþgal edilmesiydi.
Diðer taraftan toplumun feodal örgütlenmesi, feodal beyler arasýnda bitmez tükenmez savaþlara yol açýyordu. Bunlar karþýsýnda halk kitleleri, özellikle de serf statüsündeki köylüler, kendi
istemlerinin gerçekleþmesi için birbirleriyle dayanýþma içine girerken (ki bunun temel aracý dildir), diðer taraftan güçlerini birleþtirmeye (ki bunun temeli topraktýr) baþladýlar. Belirli bir dili konuþan
bireylerin, belirli toprak üzerinde toplanmalarý, kentlerde sanayinin geliþmesiyle birlikte önemli bir geliþme gösteriyordu. Kýrsal
alanlardaki daðýnýk nüfus, kentlerde biraraya geliyordu.
“Dil gruplarý bir kez sýnýrlandýrýldýktan sonra, bu gruplarýn devletlerin kuruluþu için temel veriler hizmeti görmeleri, milliyetlerin uluslar durumuna gelmek üzere geliþmeye baþlamalarý doðaldý...Gerçi tüm ortaçað boyunca, dilsel ve ulusal sýnýrlar birbirleriyle örtüþmekten uzak
kalmýþlardýr; ama, belki Ýtalya dýþýnda, her milliyet gene
de Avrupa’da büyük bir özel devlet tarafýndan temsil
edilmiþtir ve ulusal devletler kurma yolunda kendini durmadan daha açýk ve daha bilinçli bir biçimde gösteren
eðilim, ortaçaðýn belli baþlý ilerleme kaldýraçlarýndan birini oluþturur.”115
“Bu genel karýþýklýk içinde, krallýðýn, ilerleme ögesi
olduðu açýktýr. Krallýk, düzensizlik içinde düzeni, düþman devletler biçimindeki ufalanma karþýsýnda oluþma
durumundaki ulusu temsil ediyordu. Feodalitenin yüzeyinde oluþan tüm devrimci ögeler, bundan ötürü, kral115
278
Engels, Anti-Dühring, s. 601.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
lýk ne denli onlara dayanmak zorunda idiyse, o denli
krallýða dayanmak zorunda idiler.”116
“Tüm devrimci ögeler” içinde en önemli kesim, þüphesiz
burjuvaziydi. Burjuvaziyle krallýðýn bu “uzlaþmasý”, doðrudan kapitalist üretim iliþkilerinin kendine ait siyasal bir üstyapý kuramamýþ
olmasýyla biçimlenmiþtir. “Toplum, gitgide daha burjuva duruma
gelirken, devlet rejimi feodal kaldý.”117 Feodal devletçiklere karþý
krallýkla burjuvazinin ittifaký, giderek “baðýmsýz devletler”in oluþmasý anlamýna geliyordu. Ancak bunlar, gerçek anlamda burjuva
devletler deðildi. Yani ulusal-devlet olarak oluþmamýþlardý.
Feodal aristokrasi, ekonomik planda kendi üretim iliþkilerinin, kapitalizm tarafýndan yok edilmesi karþýsýnda, kendi ayrýcalýklarýný koruyabilmek amacýyla elindeki tek ve son silaha, siyasal zora, silahlý adamlarýna baþvurmaktan baþka yapacak bir þeyi
yoktu. Bu durumda kendisi de bir feodal-yerel güç olan krallýk ile
uzlaþan burjuvazi, krallýðýn feodal aristokrasiye karþý mücadelesinde önemli bir güç olarak siyasal alanda ortaya çýkýyordu. Bunun
ilk ürünü, krallýðýn burjuvazinin ekonomik gücü ile kendini sýnýrlayan feodal ordulardan kurtulmasý oldu. 14. yüzyýldan itibaren Avrupa’da krallar kendilerine yeni ordular kurmaya baþladýlar. Bu
ordular doðrudan kentlerdeki “yurttaþlar”ýn askere alýnmasý ile
kuruluyordu ve eski feodal ordularý oluþturan feodal beylerin kendi
özel silahlý adamlarýna dayanan askerlik sistemi terkediliyordu.
Genellikle topraktan kopartýlan köylüler (özellikle de kaçak serfler) bu yeni ordunun temelini oluþturuyordu. Ordunun tüm donatýmý ise, burjuvazi tarafýndan, sanayi tarafýndan saðlanýyordu. 14.
yüzyýlda top barutu ve topçuluðun Araplar tarafýndan Avrupa’ya
getirilmesi, krallýðýn feodal-yerel otoritelere karþý zaferini garantileyecek yeni bir araç saðlamýþtý. Doðal olarak top ve barut üretilmek
zorundaydý ve bu da doðrudan sanayi demekti. Bu ayný zamanda
sanayinin geliþmesi için de önemli bir itici güç oluþturuyordu. Krallýða zorunlu olarak gereksinme duyan burjuvazi, bu yolla krallýðý
kendisine baðýmlý kýlýyordu. 14. yüzyýl sonlarýnda yerel feodal aristokrasi, büyük ölçüde sindirilmiþ, yerel ayrýcalýklarý sýnýrlandýrýlmýþ
durumdaydý. Bu görece düzen, “düzensizlik içinde düzen”, yeni
116
117
Engels, Anti-Dühring, s. 602.
Engels, age, s.. 602.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
279
bir savaþýn geliþmesine yol açýyordu: Krallýða karþý burjuvazinin
savaþýmý.
Yerel feodal otoriteleri belirli oranda sindiren veya sýnýrlandýran krallýklar, giderek düzenli ordularýný beslemek amacýyla artan
oranda paraya gereksinme duymaya baþlamasýyla, burjuvazi ile
çatýþmasý gündeme geliyordu. Feodal krallýðýn gereksinmesi olan
para, ancak kýrsal ve kentsel alanlardan alýnan vergilerin artýrýlmasý ile saðlanabilirdi. Bu da savaþýn ekonomik temelini ortaya
koyuyordu. Artýk toplumdaki tüm ayrýcalýklarýn kaldýrýlmasý istemi, burjuvazinin genel istemi olarak belirginleþiyordu. Krallýk
biçiminde örgütlenmiþ olan feodal üstyapýnýn yýkýlabilmesi için,
onun silahlý gücünün, silah tekelinin yýkýlmasý þarttý.
Ýþte bu tekel, bir yandan kentlerde, feodal ayrýcalýklarýn gözeneklerinden oluþan burjuva silahlý güçleriyle, öte yandan krallýk
ordusunda bulunan köylülerin karþý hareketi ile ortadan kaldýrýldý. Burada kentlerdeki burjuvazi ile köylülük arasýnda kurulacak
bir birlik, mevcut feodal üstyapýnýn yýkýlmasýný getirecekti. Bu en
açýk biçimde feodal aristokrasi ve kraliyet dýþýndaki tüm topluluðun birliðinin kurulmasý demekti. Bu birlik, ancak belirli bir sýnýfýn (burjuvazi) kendi özsel çýkarlarýný yalýn bir biçimde ifade etmeksizin, topluluðun genel çýkarý olarak ortaya koyabilmesi ile
olanaklýdýr.
Tüm ayrýcalýklarýn kaldýrýlmasý istemi ile ortaya çýkan burjuvazinin, feodalizme karþý yürütülen mücadelenin baþýna geçmesi
böylece gerçekleþmiþtir. Bu durum kendisini, bir topluluk içersinde ayrýcalýklarýn tümden kaldýrýlmasý olarak ulusal bilincin
oluþmasýyla belirginleþmiþtir. Böylece ulus tüm feodal ayrýcalýklarýn ortadan kaldýrýldýðý bir topluluk olarak ortaya çýkmaktadýr. Bu
andan itibaren feodalizme karþý yürütülen her mücadele, her hareket “ulusal hareket” olarak tanýmlanmaya baþlandý.
“Bütün dünyada kapitalizmin feodalizme karþý nihai
zaferi dönemi, ulusal hareketlerle ilgili olmuþtur. Bu hareketlerin iktisadi temeli, meta üretiminin tam zaferini
saðlamak için yurtiçi pazarý ele geçirmek zorunda olmasý, ayný dili konuþan bir halkýn yaþadýðý bölgeleri siyasal
bakýmdan birleþtirme zorunda olmasý gerçeðinde yatar
ve bu dilin geliþmesini ve edebiyatta kök salmasýný önleyen bütün engeller ortadan kaldýrýlmalýdýr.”118 (Lenin)
280
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Feodalizme karþý mücadelede ortaya çýkan milliyetçilik, burjuvazinin demokratik istemleriyle bütünleþerek, onun bir ideolojisi
haline gelmiþtir.
Burjuva anlamda demokrasi, tüm ayrýcalýklarýn kaldýrýlmasý
ya da bir kesim için konulmuþ olan haklarýn tüm kesimler için de
geçerli hale getirilmesi þeklinde belirginleþiyordu. Böylece kendinden önceki toplumlardan olumlu yanlarýn alýndýðý ve bunlara yenilerin eklendiði yepyeni bir toplum ortaya çýkýyordu. Burjuva demokrasisi olarak bu yeni oluþum, kendini burjuva hukukunda
ifade ediyordu.
Bu noktada burjuvazinin olumsuz eylemi ile olumlu eylemi
açýklýk kazanmaktadýr. Burjuvazinin feodalizme karþý “tüm ayrýcalýklarýn kaldýrýlmasý istemi” olarak “eþitlik” istemi, ayrýcalýklarýn olmamasý gerektiði anlamýnda, tüm geçmiþ tarihi “olumsuz” olarak
niteler. Bu anlamda olumsuz bir eylemdir. Bu temelde baþlayan
burjuva devrimleri, olumsuz bir eylem olarak tüm halkýn birleþik
eylemini oluþturabilmektedir (ulusal). Bu da “olumlu içerik yokluðu
ve tüm geçmiþi açýkça yadsýma biçimi nedeniyle, büyük bir devrim tarafýndan ayakta tutulmaya”119 gereksinme duyar. Bu nokta
en açýk biçimiyle Fransýz Devrimi’nde görülmüþtür.Fransa’da 1793’
den 1794’e kadar süren “terör” dönemi bu olumsuz eylemin ifadesidir. Tümüyle burjuvazinin formüle ettiði “tüm ayrýcalýklarýn
ortadan kaldýrýlmasý”na dayanan “eþitlik” ve “demokrasi” için, eskinin tümüyle yok edilmesi Fransýz burjuva devriminde “terör” yoluyla gerçekleþtirilmeye çalýþýlmýþtýr. Ama bu “terör” burjuvazi için,
burjuvazisiz bir halk hareketi olarak ortaya çýkmýþtýr.
“Her iki devrimde de, (Ýngiliz ve Fransýz devrimleri
kastediliyor) hareketin gerçek öncüsünü oluþturan sýnýf burjuvaziydi. Proletarya ve kentlilerin burjuvaziye dahil olmayan katmanlarý, ya henüz burjuvazininkinden
ayrý çýkarlara sahip deðillerdi, ya da henüz baðýmsýz olarak geliþmiþ sýnýflar ya da sýnýflarýn alt-bölümlerini oluþturmuyorlardý. Bundan ötürü, örneðin Fransa’da, 1793’
den 1794’e kadar olduðu gibi, burjuvaziyle karþý karþýya
geldiklerinde, burjuvaziye özgü bir biçimde olmasa bile,
118
119
Lenin, Uluslarýn Kaderlerini Tayin Hakký, s. 55.
Engels, Anti-Dühring, s. 517.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
281
yalnýzca burjuvazinin çýkarlarýnýn gerçekleþmesi için mücadele verdiler. Tüm Fransýz terörizmi, burjuvazinin düþmanlarýyla, mutlakiyet ile, feodalizm ile ve darkafalýlýk ile
avamca hesaplaþmaktan baþka birþey deðildi.”120
Bir ulusal devrimin, olumsuz eylem döneminde, kendi
amaçlarýný gerçekleþtirebilmesi için sonuna kadar sürdürülmesi,
proletaryanýn devrim okulunda öðrendiði ilk tarihsel ders oluyordu. Proletaryanýn burjuva devrimlerini desteklemesindeki yan, iþte
bu olumsuz eyleme iliþkindir.
Ancak ilk büyük burjuva devrimleri döneminde proletarya,
Marks’ýn belirttiði gibi henüz “ayrý çýkarlara sahip” bir sýnýf durumunda deðildi. Kaçýnýlmaz olarak devrim sonucunda iktidar burjuvazinin elinde kaldý. Ama bu durum burjuvazinin saf iktidarý olarak, feodalizmin uzun yýllar elinde tuttuðu kadar güçlü ve yalýn bir
iktidar olarak ortaya çýkmamýþtýr. Hareketin genel ve ulusal niteliði
nedeniyle, burjuvazi, kendi yalýn iktidarýný kuramamýþtýr. Bu da
feodalizmden devraldýðý mirasla ilintilidir. Böylece kurulan burjuva-ulusal devletin biçimi belirlenmiþtir.
Artýk “burjuvazi, nüfusun, üretim araçlarýnýn ve mülkiyetin
daðýnýk durumuna giderek daha çok son veriyor. Nüfusu biraraya toplamýþ, üretim araçlarýný merkezileþtirmiþ ve mülkiyeti birkaç
elde yoðunlaþtýrmýþtýr. Bunun zorunlu sonucu, siyasal merkezileþme oldu. Ayrý çýkarlara, yasalara, hükümetlere ve vergi sistemlerine sahip baðýmsýz ya da birbirleriyle gevþek baðlara sahip
eyaletler, tek bir hükümete, tek bir hukuk düzenine, tek bir ulusal
sýnýf çýkarýna, tek bir sýnýra ve tek bir gümrük tarifesine sahip tek
bir ulus içinde biraraya geldiler.”121
Bu dönem, “feodalizmin ve mutlakiyetin yýkýlýþý dönemi, ulusal hareketlerin ilk kez yýðýn hareketleri haline geldikleri ve basýn
aracýlýðýyla, temsili kurumlara katýlma vb. yoluyla halkýn bütün
sýnýflarýnýn þu ya da bu biçimde politikaya çekildiði burjuva demokratik toplum ve devletlerin kuruluþu dönemi”dir.122
Bu andan itibaren tarihte ulusal-devletler egemen bir duruma gelmiþlerdir. Bu kaçýnýlmazlýðý Lenin þöyle ifade etmektedir:
120
121
122
282
Marks-Engels, Seçme Yapýtlar, Cilt: I, s. 171.
Marks-Engels, Komünist Manifesto, Seçme Yapýtlar, Cilt: I, s. 137.
Lenin, Uluslarýn Kaderlerini Tayin Hakký, s. 60.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
“... her ulusal hareketin eðilimi, modern kapitalizmin
gereksinmelerinin en iyi þekilde karþýlanabileceði ulusal
devletlerin oluþumuna doðru bir eðilimdir. En derin iktisadi etkenler bizi bu amaca doðru sürükler, ve bundan ötürü bütün Batý-Avrupa için, hayýr, bütün uygar
dünya için kapitalist dönemin tipik, normal devleti, ulusal devlettir.”123
II. ULUSAL-DEVLETLER VE PROLETARYA
Ulusal-devletlerin ortaya çýkmasý beraberinde üç yeni olgu
yaratmýþtýr.
Birincisi, ulusal-devlet sýnýrlarýnýn çizilmesidir. Bu, toprak
sorunu olarak kapitalist biçimde ortaya çýkan bir olgudur. Ulusal
sýnýrlarýn belirlenmesi, çeþitli devletler arasýnda uzun yýllar süren
“sýnýr anlaþmazlýklarý” sorununu ortaya çýkararak “ulusal-devletler” arasý bir savaþ olgusunu yaratmýþtýr. Feodal nitelikte toprak
ilhaklarý yerini kapitalist ulusal-devletlerin toprak ilhaklarýna
býrakmýþtýr.
Ýkinci olgu, burjuvazinin “olumlu eylemi“nin baþlamasýdýr.
Feodal üstyapýnýn ele geçirildiði yerde burjuvazi, kendi düzenini
kurmak için devleti biçimlendirmeye baþlamýþtýr. Bu olgu, bir yandan proletaryanýn “olumsuz eylemi”ni ortaya çýkarýrken, diðer
yandan burjuvazi içinde çýkarlarýn ayrýþmasýný getirmiþtir. (Bir bütün olarak burjuvaziyi ifade eden “tiers-etat”ýn ayrýþmasý.) Büyük
burjuvazi olarak kapitalistler ellerindeki ekonomik gücü kullanarak, diðer burjuva unsurlar üzerinde egemenlik kurmuþtur. Bunu
yapabilmek için, gerektiðinde ülkesindeki eski feodal aristokrasi
ile uzlaþmýþtýr. Bunun olmadýðý yerlerde ise baþka bir ülkenin desteðini almýþtýr. Böylece ulusal sorun uluslararasý bir sorun haline
dönüþmeye baþlamaktadýr.
Üçüncü olgu íse, ulusal-devletler kurulur kurulmaz, yani
burjuvazi iktidarý ele geçirir geçirmez, karþýt bir gücün, proletaryanýn siyasal hareketinin ortaya çýkmasýdýr.
“... burjuvazi, feodal burjuvazi krizalitinden çýktýðý, ortaçað zümresi modern sýnýf haline dönüþtüðü andan
123
Lenin, Uluslarýn Kaderlerini Tayin Hakký, s. 55.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
283
baþlayarak, burjuvazinin gölgesi olan proletarya, ona
durmadan ve kaçýnýlmaz bir biçimde eþlik edecektir. Ve
ayný biçimde, proleter eþitlik istemleri de burjuva eþitlik
istemlerine eþlik edecektir. Sýnýf ayrýcalýklarýnýn kaldýrýlmasý burjuva isteminin ortaya konduðu andan itibaren,
bunun yanýsýra, sýnýflarýn kendisinin kaldýrýlmasý proleter istemi, önce ilkel hýristiyanlýða dayanarak, dinsel bir
biçim altýnda, sonra burjuva eþitlik teorilerinin ta kendilerine dayanarak ortaya çýkar. Proleterler, burjuvazinin
önerisini hemen benimserler: eþitlik yalnýzca görünüþte,
yalnýzca devlet alanýnda deðil, ekonomik ve toplumsal
alanda da gerçek olarak kurulmalýdýr. Ve özellikle Fransýz burjuvazisinin, Büyük Devrimden baþlayarak, yurttaþ
eþitliðini birinci plana koymasýndan sonra, Fransýz proletaryasý, ekonomik ve toplumsal eþitlik isteyerek, ona
hemen yanýt verdi; eþitlik, Fransýz proletaryasýnýn özel
savaþ çýðlýðý haline geldi.”124
Ulusal-devletler, kurulduðu her yerde ve kurulduðu anda,
burjuvazi ile proletarya arasýndaki sýnýf mücadelesini tarihsel hareketin birinci maddesi haline getirir.
“Eski toplumun hâlâ yetenekli olduðu en yüksek
kahramanlýk çabasý, ulusal bir savaþtýr; ve þimdi ulusal
savaþýn, hükümetlerin, sýnýf mücadelesini geciktirmeye
yönelik, ve bu sýnýf mücadelesi, iç savaþ biçiminde patlak verir vermez bir yana atýlan, katýksýz bir aldatmaca
olduðu da tanýtlanmýþtýr. Sýnýf egemenliði, kendini artýk
ulusal bir üniforma altýnda gizleyemez; ulusal hükümetler, proletaryaya karþý ancak bir bütün oluþtururlar.”125
Uluslarýn ve ulusal-devletlerin oluþumu ve geliþimi özetle
böyledir. Burada ulusun oluþumu ve ulusal-devletlerin kuruluþunun kapitalizmle, burjuvaziyle olan baðlantýsý açýk biçimde görülmektedir. Yine görülmektedir ki, ulusal-devletlerin kuruluþu proletarya ile burjuvazinin mücadelesini gündemin birinci maddesi haline getirmektedir. Bu yakýn iliþki, 19. yüzyýl ortalarýnda gecikmiþ
burjuva devrimleri sorunu ile birlikte daha belirgin olarak görül124
125
284
Engels, Anti-Dühring, s. 192.
Marks, Fransa’da Ýç Savaþ, Seçme Yapýtlar, Cilt: II, s. 288-89.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
müþ ve proletaryanýn siyasal tutumu da buna göre biçimlenmiþtir.
Artýk insanlýk tarihinin yeni bir safhasý baþlamaktadýr. Bu, burjuvazi ile proletaryanýn sýnýf mücadelesine sahne olan kapitalist
toplumdur.
Kapitalist üretim iliþkileri, tarihsel olarak iki zýt eðilimi içinde
barýndýrýr. Birincisi, ulusal bir pazara gereksinme duymasý ve bu
baðlamda ulusal-devletlerin kuruluþunu saðlamasýdýr. Ýkinci yön
ise, kapitalist üretim iliþkilerinin üretim güçlerinin artan geliþimi ve
üretimin artan toplumsallaþmasý ile, uluslararasý pazarlara gereksinmesi olmasý ve bu nedenle tüm ulusal kapalýlýðý, ulusal dargörüþlülüðü yýkmadan var olamamasýdýr. Bu konuda “Komünist Manifesto”da þöyle denilmektedir:
“Ürünleri için sürekli geniþleyen bir pazar gereksinmesi, burjuvaziyi, yeryüzünün dört bir yanýna kovalýyor.
Her yerde barýnmak, her yere yerleþmek, her yerle baðlantýlar kurmak zorundadýr.
Burjuvazi, dünya pazarýný sömürmekle, her ülkenin
üretimine ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere boðarak, sanayinin ayaklarý altýndan, üzerinde durmakta olduðu ulusal temeli çekip aldý.
Eskiden kurulmuþ olan bütün ulusal sanayiler yýkýldýlar
ve hâlâ da her gün yýkýlýyorlar. Bunlar, kurulmalarý bütün
uygar uluslar için bir ölüm-kalým sorunu haline gelen
yeni sanayiler tarafýndan, artýk yerli hammaddeleri deðil, en ücra bölgelerden getirilen hammaddeleri iþleyen
sanayiler, ürünleri yalnýzca ülke içinde deðil, yeryüzünün her kesiminde tüketilen sanayiler tarafýndan yerlerinden ediliyorlar. O ülkenin üretimi ile karþýlanan eski
gereksinmelerin yerini, karþýlanmalarý uzak ülkelerin ve
iklimlerin ürünlerini gerektiren yeni gereksinmeler alýyor. Eski yerel ve ulusal kapalýlýðýn ve kendi kendine yeterliliðin yerini, uluslarýn çok yönlü iliþkilerinin, çok yönlü karþýlýklý baðýmlýlýðýn aldýðýný görüyoruz. Ve maddi üretimde olan zihinsel üretimde de oluyor. Tek tek uluslarýn zihinsel yaratýmlarý, ortak mülk haline geliyor. Ulusal
tek yanlýlýk ve darkafalýlýk giderek olanaksýzlaþýyor ve sayýsýz ulusal ve yerel yazýnlardan ortaya bir dünya yazýný
çýkýyor.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
285
Burjuvazi, bütün üretim araçlarýndaki hýzla iyileþme
ile, son derece kolaylaþmýþ haberleþme araçlarý ile, bütün uluslarý, hatta en barbar olanlarý bile, uygarlýðýn içine çekiyor. Ucuz meta fiyatlarý, bütün Çin Sedlerini yerle bir ettiði, barbarlarýn inatçý yabancý düþmanlýðýný teslim olmaya zorladýðý aðýr toplar oluyor. Bütün uluslarý,
yoketme tehdidiyle, burjuva üretim biçimini benimsemeye zorluyor; onlarý uygarlýk dediði þeyi benimsemeye,
yani bizzat burjuva olmaya zorluyor. Tek sözcükle, kendi hayalindekine benzer bir dünya yaratýyor.
Burjuvazi, kýrý kentlerin egemenliðine soktu. Çok büyük kentler yarattý, kentsel nüfusu, kýra kýyasla, büyük
ölçüde artýrdý, ve böylece, nüfusun oldukça büyük bir
kýsmýný kýrsal yaþamýn bönlüðünden kurtardý. Kýrý kentlere nasýl baðýmlý kýldýysa, barbar ve yarýbarbar ülkeleri
de uygar olanlara, köylü uluslarý burjuva uluslara, Doðuyu Batýya baðýmlý kýldý.”126
Bu durumu Engels, bir baþka yerde ulusal-devlet düzeyinde þöyle ifade etmektedir:
“Orta-çaðýn sonundan itibaren, tarih, büyük ulusaldevletlerden oluþmuþ bir Avrupa’ya doðru ilerlemekteydi. Yalnýzca böyle ulusal devletler, egemen Avrupa burjuva sýnýfý için normal siyasal çerçeveyi oluþturmaktadýr,
ve ayrýca bunlar, uluslarýn, uyumlu uluslararasý iþbirliðinin saðlanmasý için, –ki bu yoksa proletarya yönetimi
var olamaz– vazgeçilmez önkoþullardýr. Eðer uluslararasý barýþ saðlanacaksa, önce, kaçýnýlmasý mümkün
bütün ulusal sürtüþmeler giderilmeli, her halk baðýmsýz
ve kendi evinin efendisi olmalýdýr. Böylece, ticaretin, tarýmýn, sanayinin ve bunlarla birlikte, burjuvazinin toplumsal üstünlüðünün geliþmesiyle, ulusal duygu, her yerde geliþti, parçalanmýþ ve ezilmiþ uluslar, birlik ve baðýmsýzlýk istediler.”127
Daha ilerki yýllarda Lenin, kapitalizmin bu iki zýt eðilimini ele
almýþ ve þöyle ifade etmiþtir:
126
127
286
Marks-Engels, Seçme Yapýtlar, Cilt: I, s. 135-136.
Engels, Tarihte Zorun Rolü, s. 60.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
“Kapitalizm, geliþmesi sýrasýnda, ulusal sorun konusunda iki tarihsel eðilim gösterir: Birincisi, ulusal yaþamýn
ve ulusal hareketlerin uyanýþýdýr, her türlü ulusal baskýya karþý mücadele, ulusal-devletlerin yaratýlmasýdýr. Ýkincisi, uluslar arasýnda her türlü iliþkilerin geliþmesi ve çoðalmasýdýr, ulusal çitlerin yýkýlmasý ve sermayenin, genel
olarak iktisadi yaþamýn, siyasetin, bilimin vb. enternasyonal birliðinin yaratýlmasýdýr.
Bu iki eðilim, kapitalizmin evrensel yasasýný oluþturur.
Kapitalist geliþmenin baþlangýcýnda birinci eðilim egemendir, ikinci eðilim olgunlaþmýþ olan ve sosyalist bir
topluma dönüþmeye doðru yolalan kapitalizmin niteliðidir.”128
Kapitalizmin geliþmesinin baþlangýcýnda ortaya çýkan ulusal hareketler ve ulusal-devletler, 1648 Ýngiliz ve 1789 Fransýz Devrimi’yle burjuvazinin ulusal temelde iktidarý ele geçirmesiyle birlikte
açýk biçim almýþtýr. Bu iki devrim, burjuva demokratik devrimleri
olarak kapitalizmin dünya çapýnda ekonomik geliþiminin siyasal
geliþimiyle tamamlanmasý için ilk büyük temeli saðlamýþtýr. Diðer
büyük temel ise, ABD’nin Ýngiltere’den ayrýlarak “baðýmsýz devlet”
haline gelmesidir. I. Napolyon döneminde Fransýz Devrimi’nin
bütün kýta çapýnda yaygýnlaþtýrýlmaya çalýþýlmasý (burjuvazinin devrim ihracý dönemi), tüm Avrupa’daki mevcut dengeleri (statüyü)
alt-üst etmiþ, ulusal sorunu içinden çýkýlmaz bir hale getirmiþtir.
Ama kapitalizmin geliþmesi buna karþýn sürmüþ ve dünya çapýnda kapitalizmin egemenliði saðlanmýþtýr.
Genel olarak 1825 ekonomik buhranýyla kapitalizmin bir
dünya sistemi olduðu yýllarda, tarihsel geliþmenin getirdiði yeni
sorunlar ortaya çýkmýþtýr.
Bu sorunlarýn genel olarak Avrupa çapýnda burjuva devrimlerinin tamamlanmamýþlýðýndan kaynaklandýðý söylenebilir. Bir
baþka deyiþle, feodaliteye karþý burjuvazinin kesin zaferi olarak
burjuva demokratik devrimleri kýta çapýnda tamamlanmamýþtý.
(Gecikmiþ burjuva devrimleri sorunu).
Ýkinci olarak, gecikmiþ burjuva devrimleri 1815 sonrasý Avrupa’sýnda deðiþik bir siyasal iktidarlara iliþkin bir sorun haline
128
Lenin, Uluslarýn Kaderlerini Tayin Hakký, s. 25.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
287
gelmiþtir. 1815’de Napolyon’un Waterloo’da yenilgisiyle birlikte,
Avrupa’ nýn siyasal yapýsý yeni bir biçim kazanmýþtýr. 1822 yýlýndaki
Rus-Osmanlý savaþý ile birlikte, bu yeni durum, karmaþýk bir Avrupa siyasal düzeni ve iliþkileri yaratmýþtýr.
1825 yýlý itibariyle Avrupa’da deðiþik devlet biçimleri görülmektedir. Bunlar içinde burjuvazinin kesin ve tam zaferini ifade
eden demokratik cumhuriyet, Ýsviçre dýþýnda mevcut deðildir. Hemen her yerde feodal devletler (krallýk) yeniden güçlenmiþ ve kýta
çapýnda egemen siyasal güç haline gelmiþlerdir. Bu olgu, burjuvazi içindeki farklýlaþma ve ayrýþmanýn netleþmesini, büyük burjuvazinin (kapitalistler) siyasal iliþkiler alanýný “avam”a karþý aristokrasi ile paylaþmasýný ya da tümüyle aristokrasiye terk etmesini ifade
ediyordu. Tüm devlet sýnýrlarý Waterloo’nun ve Rus-Osmanlý
savaþýnýn galipleri tarafýndan belirlenmiþti. Böylece yapay, ulusaldevletler ortaya çýkmýþ ve tarihsel olarak belli bir düzeye gelmiþ
ulusal-topluluklar parçalanmýþtýr. Büyük oranda gelecek savaþlara
göre “tampon devletler” yaratmaya dayanan bu bölünme, toprak
ilhaklarýný içinden çýkýlmaz bir kargaþa ile meþrulaþtýrmaya yönelmiþtir. Napolyon ordularýnýn önünde Avrupa çapýnda uluslarýn
daðýlmasý ile birleþen bu olgu, ulusal sorunun yeni içeriðini ortaya
çýkarýyordu.
Ulusal sorunun bu yeni içeriði, daðýlmýþ, bölünmüþ ya da
birliðini yitirmiþ uluslarýn yeniden örgütlenmesi ve ulusal hareketlerin yayýlmasý ile nitelenebilir. Bu durumda genel olarak iki tip
ulusal-topluluk ortaya çýkmýþtýr:
a) Kapitalizmin geliþtiði ve egemen üretim iliþkisi olduðu
ulusal-topluluklar (ya da sadece uluslar),
b) Feodal ya da yarý-feodal üretim iliþkileri içinde olan ulusal-topluluklar (ya da sadece köylü uluslar)
Her iki durumda da ulusal birliðin saðlanmasý ve ulusaldevlet olarak bunun maddeleþtirilmesi gündemdedir. Ancak birincisinde, bunun ekonomik temeli güçlüyken (kapitalizm); ikincisinde ya çok zayýftýr ya da hemen hiç yoktur. Böylece birinci tip
ulusal-topluluklarda ulusal hareket bugünün sorunu iken, ikincilerinde “yarýnýn” sorunu durumundadýr. Birincisinde, burjuvazinin
ulusal hareket karþýsýndaki konumu gündemdeyken; ikincisinde,
henüz gerçek bir ulusal geliþme için maddi temel yoktur.
Böylece burjuva demokratik devrimi evrensel bir düzeye
288
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
yükseliyordu. Bu, doðrudan 1789-1793 arasýndaki Fransýz Devrimi’yle ortaya çýkan bütünsel bir sosyal ve siyasal düzenleme (yeniden yapýlanma) anlamýna geliyordu. Bir baþka deyiþle, ulusal-devlet
örgütlenmesinin mevcut olduðu Batý-Avrupa ülkelerinde burjuva
demokratik devrimin tamamlanmasý sorunu, demokratik cumhuriyet istemi ile bütünleþerek, bu istemle nitelenebilir hale gelmektedir.
Kapitalizmin fazla geliþmediði “baðýmsýz devletler”de ise,
burjuva demokratik devrim, birincil olarak feodalizmin tasfiyesi
ve kapitalizmin egemenliðinin saðlanmasý olarak ön plana geçmektedir. Bunun siyasal üstyapýsýnýn ulusal-devlet olarak biçimlenmesi ve ulusal-devletin biçimi, her ülkenin burjuvazisinin durumuna, burjuvazi içindeki farklýlaþmanýn geldiði düzeye ve ülkenin
dýþ baðýmlýlýðýnýn oluþturduðu diðer ülkenin niteliðine baðlýdýr. Bu
ülkelerde burjuvazi, genel olarak aristokrasi ile uzlaþmasýný esas
alan bir meþruti monarþi için çalýþabilmektedir.
Feodalizmin egemen olduðu ülkelerde ise tümüyle kapitalizmin geliþmesi sorunu gündemdedir ve burjuvazinin siyasal iktidarý ele geçirme sorunu henüz bu ülkelerde gündeme girmemiþtir. Bu da, bu ülkelerin Batý-Avrupa ile olan baðýmlýlýk iliþkisinin belirleyiciliðini ifade eder. (Sömürge ve yarý-sömürge ülkeler)
Bunlarýn dýþýnda Avrupa’nýn yeni siyasal düzenlenmesinde
yer almayan, yani ulusal-devletine sahip olmayan uluslar vardý. Bu
uluslar için “baðýmsýzlýk”, yani baðýmsýz bir devlete sahip olma
birincil sorun olarak ortaya çýkmýþtýr.
19. yüzyýlýn ilk çeyreðinde Avrupa’da ortaya çýkan bu durum, yine de tüm tabloyu ortaya koymaktan uzaktýr. Sorun yine
de ülkeden ülkeye deðiþen olasýlýklar olmaktadýr. Örneðin, birinci
durumda ele alýnabilecek bir ülke olan Almanya, ulusal birliðin
saðlanmasý ve merkezileþmiþ bir devlet örgütlenmesi sorunuyla
yüz yüzeyken; Fransa’da devlet biçimi sorunu birincil sorun olmaktaydý (Demokrasinin yeniden kazanýlmasý sorunu). Böylece
sözcüðün günümüzdeki anlamýyla ulusal sorun, tek bir çözüme
baðlý olmayan, her somut tarihsel dönemde ve her özel ülke için
ayrý ayrý ele alýnmasý gereken bir sorun olarak ortaya çýkýyordu.
Özetlersek, burjuvazi kendi devrimini yaptýðý bu dönemde,
burjuvazi geliþmekte, kapitalizm yükselmekte ve dünya sistemi haline dönüþmekteydi. Burjuvazi altyapýda kapitalizmin geliþmesine
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
289
ve feodalizme karþý egemenlik kurmasýna paralel olarak, siyasal
üstyapýda buna uygun deðiþikliði gerçekleþtirmek amacýyla, köylüleri ve þehirli kitleleri kendi etrafýnda (ulusal çýkar etrafýnda)
birleþtirerek, feodalizme son darbeyi vurur (burjuva demokratik
devrim espirisi). Ve bu andan itibaren, belirli bir toprak üzerinde
burjuva egemenliði kurulmuþ olur. Bu ayný zamanda uluslaþma
sürecinin tamamlanmasý ve ulusal-devletin kurulmasý demektir.
Bu açýdan ele alýndýðýnda, bir bütün olarak burjuvazinin
feodalizme karþý devrimci demokratik mücadele içinde bulunduðu ilk dönem 17. yüzyýldan baþlar ve 19. yüzyýlýn ilk çeyreðinde
sona erer. Bu dönemin ayýrt edici özelliði, bir bütün olarak kapitalizmin dünya çapýnda egemen üretim iliþkisi haline gelmesidir. Bir
baþka deyiþle, bu dönem, kapitalizmin ve dolayýsýyla burjuvazinin
dünya çapýnda egemenliðinin sarsýlmaz bir biçimde saðlandýðý
bir dönemdir.
Bu dönemde ulusal sorun, doðrudan uluslaþma sorunu
olarak ortaya çýkar ve feodal üstyapýnýn burjuva demokratik devrimiyle dönüþtürülmesine dayanýr. Burjuvazi bu dönemde,
feodalizmi devirdiði her yerde demokratik cumhuriyet idealini hayata geçirir. Böylece ulus olmanýn önündeki feodal engeller kaldýrýlmakta, devlet demokratik cumhuriyet olarak yeniden örgütlenmektedir (ulusal- devlet olarak). Burjuvazi belli bir toprak üzerinde
(ki buna eski feodal devlet sýnýrlarý demek pek yanlýþ olmayacaktýr) feodalizme karþý tüm toplumsal sýnýf ve tabakalarý birleþtirerek
demokratik devrimi gerçekleþtirdiði için, ulusal sorun, bir iç sorun
olmakta ve iç geliþmeyle çözümlenmektedir. Zaten ulus, doðrudan bu demokratik devrimlerin bir ifadesidir.
“Bütün dünyada ulusal hareketler, her zaman böyle
bir devrimin doðal sonucu olmuþtur, olmaktadýr.”129
129
290
Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluþ Savaþlarý, s. 133.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
III. BUNALIM DÖNEMÝNDE
ULUSAL SORUNUN
EMPERYALÝST SÝSTEM ÝÇÝ “ÇÖZÜM” YOLLARI
Daha önce ele aldýðýmýz gibi, serbest rekabetçi dönemde
meydana gelen eþitsiz geliþmeler sonucunda, özellikle 1848 sonrasýnda, Avrupa’da ulusal sorun ortaya çýkmýþtýr.
1848’lere kadar ulusal sorun, topluluklarýn iç sorunu, demokratik burjuva devriminin yapýlmasý sorunu olarak belirginleþirken, bazý uluslarýn diðer uluslarý egemenliði altýna almasý, topraklarýný ilhak etmesi, ulusal sorunu özel bir sorun haline getirmiþtir.
Böylece, bir baþka ulus tarafýndan egemenlik altýnda tutulan ulusun diðer uluslarla eþit haklara sahip olmasý istemi ortaya çýkmýþtýr.
(Uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký) Bu dönemde, “ezilen ulus”,
kapitalist açýdan az çok geliþmiþ, ulusal birliðini saðlamýþ, ancak
bunu devlet olarak örgütleme olanaðýna sahip deðildir. Böylece
ulusal boyunduruða karþý mücadele olarak ulusal hareketler ortaya
çýkmýþtýr. Bu hareketlerin temel özelliði, “ezilen ulus” burjuvazisinin kendi ulusal pazarýný elde etmesidir. Bu dönemde ulusal sorun,
ulusal boyunduruða karþý bir mücadele sorunu olarak, burjuva
ulusal hareketlerinin ortaya çýkýþýyla belirlenmektedir. Bu uluslar,
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
291
devlet kurma hakký dýþýnda genel olarak kapitalist üretim iliþkileri
içinde bulunmaktadýr. Emperyalizmin ortaya çýkýþý ve geliþimi içinde, özel bir sorun olarak ortaya çýkan ulusal sorun, varlýðýný bir
süre daha devam ettirmiþtir. Böylece I. bunalým döneminde de,
ulusal sorun, ulusal boyunduruða karþý savaþ gibi özel bir sorun
olarak ortaya çýkýyordu.
Emperyalizmin bunalýmýnýn II. döneminde, dünyada ilk proleter iktidarýnýn kurulmasýyla birlikte, ulusal sorun, yalýn bir biçimde
“ezilen uluslar” sorunu olmaktan çýkmýþtýr. I. paylaþým savaþýndan
sonra Avrupa’da, geçmiþ dönemin “ezilen uluslar”ýnýn devlet olarak örgütlenme olanaðýný kazanmalarý ve sömürgelerde, yarý-sömürgelerde ulusal hareketlerin ortaya çýkmasý, yeni, geniþlemiþ
bir ulusal sorunun dýþa vurumlarýydý.
Artýk, “ulusal sorun, ulusal boyunduruða karþý savaþ gibi
özel bir sorun olmaktan çýkýyor, uluslarýn, sömürgelerin ve yarýsömürgelerin emperyalizmden kurtuluþu genel sorunu haline geliyor.” (Stalin)
Bir baþka deyiþle, ulusal boyunduruða karþý mücadele sorunu genel olarak emperyalist sömürüden kurtuluþ sorununun bir
parçasý haline gelmiþtir. Yani, geçmiþ dönemde demokratik devrimin bir parçasý olan ulusal boyunduruða karþý mücadele, bugün emperyalizme karþý mücadelenin bir parçasý haline gelmiþtir.
Bu en açýk biçimiyle, tek baþýna ve özel olarak ele alýnmýþ
bir ulusal baskýnýn, ulusal boyunduruktan kurtulma sorununun
söz konusu olamayacaðýdýr. “Bugün –diyor Stalin– ulusal sorunun özü, sömürgeler ve baðýmlý milliyetler halk yýðýnlarýnýn mali
sömürüye karþý, bu sömürgeler ve milliyetlerin, egemen milliyetin
emperyalist burjuvazisi tarafýndan siyasal köleleþtirilmesi ve kültürel kiþiliksizleþtirilmesine karþý mücadelededir.”130
Görüldüðü gibi, “ulusal sorun, hiç de, kesin olarak mutlak,
deðiþmez bir þey deðildir. Mevcut rejimin dönüþümü genel sorununun bir parçasý olduðu için, ulusal sorun, tamamen toplumsal
koþullar, ülkede kurulmuþ olan iktidarýn niteliði ve genel olarak,
toplumsal geliþmenin tüm seyri tarafýndan belirlenir.”131
130
131
292
Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu, s. 274.
Stalin, age, s. 87.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Ulusal sorunun bu tarihsel geliþimi, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký sorununun, genel demokratik sorunun bir parçasý olmaktan çýktýðýný, daha o günden sosyalist, genel proleter
devriminin tamamlayýcý parçasý durumuna geldiðini göstermektedir. Ve Türkiye’de ulusal sorun açýsýndan bu durum özel öneme
sahiptir.
Ulusal sorunun, ulusal boyunduruða karþý mücadele þeklindeki özel sorun olmaktan çýkarak, genel olarak emperyalist sömürüden kurtuluþ sorununun bir parçasý haline gelmesi, dolayýsýyla proletarya devrimi genel sorununun bir parçasý, proletarya
diktatörlüðü sorununun bir parçasý olmasý, ulusal baský ve ulusal
eþitsizliðin yeni bir boyutunu tanýmlar. Artýk ulusal boyunduruk,
bir bütün olarak ulusal sorunu oluþturmamaktadýr, tersine bu
sorun, yani ulusal boyunduruk artýk emperyalist sömürüden kurtuluþ sorununun bir parçasý durumundadýr. Ulusal sorunun bu
yeni konuþ tarzý, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn yeni,
sosyalist yorumu ile birleþerek, proletaryanýn ulusal sorun karþýsýndaki tutumunu belirlemektedir.
I. ve II. bunalým döneminde, sömürgelerde ve yarý-sömürgelerde, ulusal boyunduruk, ulusal baský ile emperyalist hegemonya birbirine baðlý bir bütün oluþtururlar. Yeni paylaþým savaþýnýn
gündemde olduðu bu dönemlerde, “devlet kurma hakký”na sahip
ve bu hakkýný “baðýmsýz” devlet olarak kullanmýþ uluslar için bile
ulusal sorun varlýðýný sürdürmektedir. Paylaþým savaþý, doðrudan
sömürgelerin yeniden paylaþýmý sorunu olarak ortaya çýksa da,
“baðýmsýz” uluslarýn sömürgeleþtirilmesini de içermektedir. Ve dolayýsýyla ulusal sorun bunlar açýsýndan çözümlenmemiþ durumdadýr. Nitekim II. paylaþým savaþýnda görüldüðü gibi, I. paylaþým savaþýndan sonra kurulmuþ olan Avrupa’nýn ulusal-devletleri ve eski
ulusal-emperyalist devletler, baþka bir emperyalist ülkenin ordularýnýn iþgaline uðramýþlar ve baðýmsýzlýklarýný yitirmiþlerdir. Avrupa’da, faþist Alman iþgali, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn kesin ihlâli ve bu hakka sahip uluslarýn bunu yitirmeleri ile sonuçlanmýþtýr. Bu da en açýk biçimiyle uluslar içinde, sömürgeler
ve yarý-sömürgeler gibi, ulusal sorunun emperyalist sömürüden
kurtuluþ sorunu haline geldiðini göstermektedir. II. paylaþým savaþýnda emperyalist sömürü, emperyalist iþgal, özellikle Avrupa
açýsýndan ve Kuzey Afrika için faþist Alman emperyalizmi, Asya ül-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
293
keleri için militarist Japon emperyalizmi olarak ortaya çýkmaktadýr. Emperyalist ülkeler arasýnda bir bölünmenin bulunduðu bir
dönemde, emperyalist sömürünün böylesine parçalý görünümü
özel tarihsel koþullarla birleþerek ulusal sorunu, faþizme karþý, faþistemperyalist ülkelere karþý savaþ þeklinde bir sorunla birleþtirmiþtir.
Böylece faþizmin yýkýlmasý, II. paylaþým savaþý süresinde, ulusal
sorunun çözümünü getirecek bütünü oluþturmaktadýr. Ve dolayýsýyla belli bir ülkenin kurtuluþu sorunu, genel olarak faþizmin yýkýlýþý sorununa tabi olmaktadýr.
Bu koþullar altýnda, proletarya, nerede bulunursa bulunsun,
temel olarak faþizme karþý mücadeleyi öne çýkarmýþtýr. Bu onun
kendi öz sýnýfsal mücadelesinden vazgeçtiði demek deðildir. Ancak faþizmin dünya çapýnda ortaya çýkardýðý sorun, proletaryanýn
iktidar mücadelesinin en önemli engeli durumundadýr. Bu nedenle proletaryanýn, her ülkede, anti-faþist birleþik cephenin kurulmasý yönünde faaliyet göstermesi gündeme gelmiþtir. Kaçýnýlmaz
olarak anti-faþist birleþik cephe, sadece proletarya ve köylülükten
oluþmamaktadýr. Birleþik cephe, her ulus içindeki, faþist iþgalciler
ve iþbirlikçiler dýþýnda kalan tüm ulusal sýnýflarý kapsamak durumundadýr. Bu açýk olarak anti-faþist milli burjuvaziyle proletaryanýn
tek bir cephede savaþa girmeleri demektir. Ancak bu, cephe içersinde proletaryanýn baðýmsýz siyasal örgütlenmesinin özenle
korunmasýný ve hatta bu cephede proletaryanýn hegemonyasýnýn
kurulmasý görevini de beraberinde getirmektedir.
Sözün özü, II. paylaþým savaþý döneminde ulusal sorun, þu
ya da bu ulusun, sömürgenin ya da yarý-sömürgenin tek baþýna
kurtuluþu sorunu durumunda deðildir. Bu dönemde ulusal sorun,
faþizme karþý mücadele sorunu haline gelmiþtir ve her türlü ulusal kurtuluþ istemi bu genel soruna baðlýdýr, bu genel sorunun bir
parçasýný oluþturmaktadýr. Bu da uluslarýn kendi kaderlerini tayin
hakkýnýn anti-faþist bir mücadelenin zaferi sorunu haline gelmesi
demektir. Böylece tek tek sýnýfsal ve ulusal sorunlarýn, faþist emperyalizme karþý mücadele genel sorununa tabi olmasý ortaya
çýkmaktadýr. Örneðin, Çin’de ÇKP ile Koumintang arasýnda kurulan “milli cephe”, Japon emperyalizmine karþý bir cephe durumundadýr ve son tahlilde genel anti-faþist birleþik cephenin bir parçasýný oluþturmaktadýr. Bu olgu da, demokratik devrimin çýkarlarýnýn
genel anti-faþist mücadelenin çýkarlarýna tabi kýlýnmasý olarak orta-
294
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ya çýkmaktadýr. Proletarya açýsýndan, bu olgu ayrýca dünyadaki
tek ve ilk sosyalist ülkenin faþist emperyalist iþgalden kurtarýlmasý
sorunu olarak da ortaya çýkar.
II. paylaþým savaþýndan sonra, faþist Almanya’nýn ve Japon
emperyalizminin yenilgisiyle birlikte iþgal altýndaki ülkelerin ulusal
sorunlarýnýn çözümü gündeme gelmiþtir. Bu çözüm, faþist emperyalist ülkelerce iþgal edilmiþ, ilhak edilmiþ uluslarýn yeniden
baðýmsýz devlet olarak örgütlenmelerinin gerçekleþtirilmesi olarak birincil planda ortaya çýkmýþtýr. Bu çözüm, bazý özgül biçimler
altýnda Avrupa uluslarýnýn kendi kaderlerini belirleme hakkýný elde
etmeleri ile saðlanmýþtýr. Böylece bazý uluslar emperyalist sistem
içinde “ulusal-baðýmsýz” devletler olarak örgütlenirken, bazýlarý da
(Doðu-Avrupa ülkeleri) sosyalist sistem içinde devlet olarak örgütlenmiþlerdir. II. paylaþým savaþý sonrasýnda uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn yeni içeriði açýk biçimde ortaya çýkmýþtýr.
Artýk yalýn bir devlet kurma hakký olarak uluslarýn kaderlerini tayin
hakkýndan söz etmek olanaksýzdýr. Uluslarýn kendi siyasal kaderlerini tayin etmelerinde, artýk sistemler gündemdedir. Uluslar için,
artýk “ayrýlma hakký”, “ayrý devlet kurma hakký”, sistemlere baðlý
bir hak haline gelmiþtir.
III. bunalým döneminde, uluslarýn kendi kaderlerini tayin
hakkýnýn, “uluslarýn ve sömürgelerin emperyalist sistemden ayrýlma, emperyalizmden baðýmsýz devletler kurma hakký” þeklinde
belirginleþmesi söz konusudur. Bu, Stalin’in daha 1921 yýlýnda ortaya koyduðu Marksist-Leninist saptamanýn gerçekliðidir. (Bilindiði
gibi, Stalin o tarihte, bu belirginleþmeyi slogan düzeyinde ele
almaktadýr.)
Ýþte uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký, bu anlamýyla,
“genel demokratik hareketin bir parçasý olmaktan çýkýyor” ve kesinkes “sosyalist, genel proleter devriminin tamamlayýcý bir parçasý
durumuna” geliyor. Bu da uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn, bir devrim sorunu, devrimin zaferi sorunu haline gelmesi
demektir.
Diyebiliriz ki, III. bunalým döneminde her türlü ulusal baskýnýn, ulusal boyunduruðun ortadan kaldýrýlmasý, yani ulusal sorunun hangi özel görünüm altýnda olursa olsun gerçek, kalýcý ve
sürekli çözümü, ancak, bu gerçek anlamýyla (proleter devrimci
anlamýyla) uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn tanýnmasýyla
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
295
çözümlenebilir.
Ýþte proletaryanýn, her yerde ve her zaman savunduðu ve
gerçekleþtirdiði uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký budur. Bu
ayný zamanda, “uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn eski burjuva demokratik yorumu bir düþ olmasý, devrimci anlamýný yitirmesi” (Stalin) demektir.
Burada, Marksist-Leninistler açýsýndan önemli bir sorun ortaya çýkmaktadýr. Bu da emperyalizm tarafýndan savunulan, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn eski burjuva yorumuna karþý
mücadele etmektir.
8 Ocak 1918 yýlýnda ABD baþkaný Wilson’un açýkladýðý “yeni
uluslararasý iliþkiler ilkeleri”, bu eski burjuva demokratik yorumun
emperyalist aþamada ilk açýk ifadesi olmuþtur. Genel olarak SSCB’
de somutlaþan uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn devrimci
savunusuna karþý emperyalist burjuvazinin ortaya koyduðu bir
“alternatif” olan bu “yeni” ilkeler, III. bunalým döneminde emperyalist ülkeler arasýndaki sürekli ve resmi örgütlenmelerle birlikte,
genel bir olgu haline gelmiþtir. II. bunalým döneminde, sadece bir
emperyalist ülke burjuvazisinin, ve üstelik sýnýrlý oranda, yani eski
baðýmsýz uluslar için ortaya koyduðu anlayýþýn, III. bunalým döneminde dünya çapýnda bir olgu haline gelmesi, Marksizm-Leninizmin buna karþý mücadelesinin genel niteliðini ortaya koyar.
1918’de Wilson tarafýndan ortaya konan, eski burjuva anlamýyla uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký, özsel olarak emperyalist sistem içinde ulusal sorunlarýn çözümünü içermektedir.
Böylece emperyalist sistemden, salt ve yalýn ulusal nedenlerle meydana gelebilecek kopuþlarýn önüne geçilmek istenmektedir. Wilson tarafýndan ortaya konulan bu anlayýþ, “Wilson Doktrini” olarak bilinmektedir. Bu doktrinin, ya da emperyalist ülkelerin benimsediði anlamýyla “Wilson Ýlkeleri”nin beþinci maddesi þöyledir:
“Tüm sömürge sorunlarý özgürce, tam dürüstlük ölçüsü içinde ve mutlak þekilde tarafsýz çözüme baðlanacaktýr. Söz konusu çözüm için, þu ilkenin kesinlikle gözetilmesi gerekmektedir. Egemenliðe iliþkin tüm sorunlarýn çözümünde yerli halklarýn çýkarlarý, hükümetlerin
isterleriyle –bu isterler dayanaklý olsa bile– eþit önemde
gözönüne alýnacak ve hükümetlerin isterleri ayrýntýlarýyla saptanacaktýr.”
296
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
14. maddesi ise þöyle demektedir:
“Büyük ve küçük devletlerin siyasal baðýmsýzlýklarýný
ve ulusal bütünlüklerini karþýlýklý olarak garanti altýna
almak amacýyla, özel statüleri olan bir uluslar birliðinin
en kýsa zamanda kurulmasý için gerekli çalýþmalara hemen baþlanýlacaktýr.”
Görüldüðü gibi, Wilson tarafýndan ortaya konulan “ilkeler”
uluslarýn kaderlerini tayin hakkýnýn, devrimci niteliðinin ortadan
kaldýrýlmasýna, sulandýrýlmasýna dayanmaktadýr. Ve kurulmasý istenen “uluslar birliði”, bunun yürütülmesini ve çözümlerin kalýcý
kýlýnmasýný saðlayacaktýr.
III. bunalým döneminde ABD’nin mutlak hegemonyasýnýn
ortaya çýkmasýyla gerçekleþtirilen “Birleþmiþ Milletler” ve onun kuruluþ ilkeleri, Wilson’un ortaya koyduðu uluslarýn kendi kaderlerini
tayin hakkýnýn emperyalist burjuva yorumunun, dünya çapýnda
egemen olmasýný getirmiþtir. Ýþte III. bunalým döneminde eski sömürgecilik sisteminin tasfiyesi, bu anlayýþ temelinde gerçekleþtirilmiþtir. Kaçýnýlmaz olarak, bu þekilde bir kendi kaderini belirleme,
uluslarýn yeni sorunlarla yüz yüze gelmelerini saðlamaktan öte bir
iþe yaramamýþtýr. Günümüzde varlýðýný sürdüren pek çok ulusal
sorun, bu emperyalist yorumun ve uygulamanýn çözücü olmadýðýný ortaya koymuþtur. Ancak buna karþýn hâlâ uluslar için bir çözüm olarak görünmektedir.
Sömürgelerin tasfiyesinde, “yerli halkýn çýkarý” ile “hükümetlerin isterleri”nin “eþit önemde göz önüne alýnmasý”, “yerli
halkýn” belli bir toprak üzerinde “devlet”e sahip olmasýný saðlamakla birlikte, olasý ulusal birleþmelerin engellenmesini, uluslarýn
bölünmesini getirmiþtir. Sözcüðün tam anlamýyla “yapay ulusaldevletler” ortaya çýkmýþtýr.
Emperyalizmin çýkarlarýna uygun (“hükümetlerin isterleri”)
olarak gerçekleþtirilen ulusal sorun çözümleri, herþeyden önce
büyük ulusal-topluluklarýn bölünmesini getirmiþtir. Bu bölünme,
parçalardaki “devletlerin siyasal baðýmsýzlýklarýnýn ve ulusal bütünlük lerinin” uluslararasý bir kuruluþca (Birleþmiþ Milletler) güvence
altýna alýnmasýyla birlikte, parçalarýn birbirinden uzaklaþmalarýna
yol açmýþtýr. III. bunalým döneminde, Birleþmiþ Milletler aracýlýðýyla saðlanan “güvencenin”, Kore Savaþý’nda açýk bir uygulamasý
görülmüþ, ancak 1960’lardan itibaren bu “güvence” iþe yaramaz
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
297
hale gelmiþtir. Bu durum kaçýnýlmaz olarak emperyalizmin ikili
anlaþmalarý ya da askeri paktlarýyla yeni “güvenceler” yaratmasýný
getirmiþtir. (Bu konuda sosyalist ülkelerin tutumlarý belirleyici
olmuþtur.)
Yeni-sömürgecilik yöntemleriyle birleþen bu uygulama, geribýraktýrýlmýþ ülkeler için de ulusal sorunlarýn çözümlenmesini
saðlamaktan uzaktýr. Kendine özgü koþullarý olmasýna raðmen,
Hindistan bu konuda en tipik örnek durumundadýr. Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, genel olarak toplumsal sürecin feodalizm olduðu
koþullarda fazlaca önemli olmayan bazý ulusal farklýlýklarýn, yenisömürgecilk uygulamalarýyla birlikte geliþmiþ olmasý, emperyalizmin ortaya koyduðu çerçeve içinde ulusal sorunlarýn çözülemeyeceðini göstermiþtir. III. bunalým döneminde görülmüþtür ki, emperyalizmden gerçek anlamda baðýmsýzlýðý elde etmeden ve demokratik bir yönetim kurulmadan ve proletaryanýn öncülüðü olmaksýzýn hiçbir ulusal sorun çözümlenemez. Tersine yeni ulusal
sorunlarýn ortaya çýkmasý kaçýnýlmazdýr. Bugün ulusal baskýlar varlýðýný sürdürmektedir, ancak geçmiþ dönemden farklý bir biçim
kazanmýþtýr.
I. ve II. bunalým döneminde, ulusal baský ile emperyalizm
doðrudan (araçsýz) ilintiliyken, bugün sömürgelerin tasfiyesi ve
yapay ulusal-devletlerin kurulmasýyla, ulusal baský yerelleþmiþ, devletlerin “iç sorunu” görünümü kazanmýþtýr. Bu durum en açýk biçimde Filistin’de ve Kürdistan’da görülmektedir. Geçmiþte
Filistin’deki ulusal baský ve ulusal boyunduruk, doðrudan Ýngiliz
emperyalizmine baðlýydý. Bugün ise, Ýsrail devletinin kurulmasý,
bu baskýyý yerelleþtirmiþ, içsel bir duruma getirmiþtir. Artýk eski
dönemde olduðu gibi Ýngiliz emperyalist burjuvazisinin Filistin halkýna karþý ulusal baskýsý deðil, yahudi devletinin siyonizminin (yahudi milliyetçiliði) ulusal baskýsý gündemdedir. Ayný þekilde Kürdistan’da, özellikle Güney Kürdistan’da, eski dönemde Ýngiliz ve
kýsmen Fransýz emperyalizminin iþgali bulunuyordu ve ulusal baský
emperyalist sömürü ile doðrudan ve açýk biçimde ilintiliydi. (Açýk
iþgal esprisi) II. paylaþým savaþýndan sonra Ýran’ýn yeniden “baðýmsýz devlet” haline gelmesi, Irak’ta krallýðýn kurulmasý ve Suriye
devletinin ortaya çýkmasýyla birlikte, Kürtler üzerindeki ulusal baský, bu devletlerin dayanaðý olduklarý uluslarýn milliyetçiliðinin baskýsý
haline dönüþmüþtür. Emperyalist iþgalin gizlenmesi sonucu orta-
298
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ya çýkan bu durum, günümüzde ulusal sorunlarýn diðer önemli
halkasýný oluþturmaktadýr. Bu durum (olgu) ülkemiz açýsýndan
önemli olduðu için üzerinde biraz duralým:
Bilindiði gibi, yeni-sömürgecilik, eskisömürgecilik yöntemlerinden farklý olarak sermaye ihracýnýn yeni bir durumunu ifade
eder. Geçmiþ dönemlerde, emperyalizm nakit sermaye ihracý ile,
ülkelerdeki hammadde kaynaklarýný iþletiyor, onlarý sömürüyordu. Tüm sanayi yatýrýmlarý, sömürgelerde ve yarý-sömürgelerde
emperyalizmin elindeydi ve nakit sermaye ihracýna dayanýyordu.
Bu ekonomik iliþkiler, kendisini I. ve II. bunalým döneminde, dünyanýn toprak olarak paylaþýlmasý ile bütünleþtirmekteydi. Yani ulusal-devletlerin sömürgeleþtirilmesi, sömürgelerin emperyalist sömürgeler haline dönüþtürülmesi ulusal topraklarýn emperyalist
güçler tarafýndan iþgali ile birlikte geliþiyordu. Emperyalizm, bu
ulusal-topluluklar için ve sömürge halklar için dýþsal bir olgu ve iþgali açýk askeri nitelikteydi. Böylece uluslarýn ve sömürgelerin siyasal ilhaký, ekonomik sömürüyü ucuzlatan bir unsur durumundaydý.
III. bunalým döneminde emperyalist sömürünün sürdürülüþ
biçimi deðiþmiþtir. Yeni-sömürgecilik yöntemleri olarak tanýmladýðýmýz bu yeni emperyalist sömürü biçimi, esas olarak ihraç edilen
sermayenin terkibindeki deðiþiklikle gerçekleþtirilmiþtir.
“Sermayenin 5-6 elemaný arasýnda yeni bir oran yaratýlmýþtýr. Þöyle ki, savaþ öncesi nakit sermaye ihracý,
sermayenin isim, patent hakký, yedek parça, teknik bilgi, teknik eleman, vs. gibi diðer elemanlarýna kýyasla çok
daha fazla yer tutarken, savaþ sonrasý dönemde, özellikle 1960’dan sonra bu iþleyiþ tersine dönmüþ, nakit
sermaye ihracýnýn dýþýndaki sermayenin yukarda özetlediðimiz elemanlarý aðýrlýk kazanmýþtýr.”132
Böylece, sömürgeciliðin tasfiyesi ile eski sömürgelerde kurulan devletler, dýþa baðýmlý bir kapitalistleþme sürecine girmiþlerdir. Bu yolla emperyalizmin yitirdiði pazarlarýn yarattýðý talep yetersizliði belli oranda giderilmeye çalýþýlmýþtýr. Böylece, “daha az
masrafla, daha geniþ pazar olanaðý” ortaya çýkmýþtýr. Bu, eskiden ekonomik sömürüyü (ilhaký) ucuzlatan siyasal ilhakýn eski
132
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
299
önemini yitirmesi demektir. Dolayýsýyla eski sömürgelerin tasfiyesinde hiçbir sakýnca ortaya çýkmamaktadýr. Bu da uluslarýn kendi
kaderlerini tayin hakkýnýn, emperyalizm tarafýndan, emperyalist sistem içinde ayrý devlet kurma hakký þeklinde formüle
edilmesini getirmiþtir.
“Yeni-sömürgeci metodlarýn temelinde, emperyalist
tekellerin aç gözlü sömürü politikasýna cevap verecek
þekilde, sömürge ülkelerde meta pazarýnýn geniþletilmesi, yukardan aþaðýya kapitalizmin bu ülkelerdeki hakim üretim biçimi olmasý, merkezi güçlü otoritenin egemen olmasý sonucunu doðurmuþtur.”133
“Yukardan aþaðý kapitalizmin” geliþtirilmesi, doðal olarak
“yukarýnýn”, yani üst-yapýnýn, özel olarak da bu yapýnýn en temel
unsuru olan devletin, emperyalizmin denetimi altýnda olmasýný ve
bu devletin yaratýlacak pazar üzerinde kesin egemenliðini zorunlu kýlar. Kapitalizmin normal iktisadi evriminde, temelde egemenliðin, siyasal üst-yapýda, devlet alanýnda feodal egemenliðin sona
erdirilmesiyle tamamlanmasý süreci, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde tümüyle tersine dönmüþtür. Emperyalizmin isteklerine uygun olarak
belli bir meta pazarýnýn yaratýlabilinmesi için, herþeyden önce bu
pazarýn sýnýrlandýrýlmasý zorunludur. Yaratýlacak bir meta pazarý,
belli bir topraðý ve bu topraklar üzerinde belli bir devletin egemenliðini zorunlu kýlmaktadýr.
Sömürgelerde devlet (pazar) sýnýrlarý emperyalizm tarafýndan belirlenmiþtir. Burada pazarlarýn eski paylaþýmý ile ortaya çýkan
sýnýrlar belli oranda korunmakla birlikte, emperyalist sömürünün
sürdürülmesine en elveriþli arazi parçasý belli bir devlet topraðý
olarak belirginleþmiþtir. Yarý-sömürgelerde ise, durum biraz daha
deðiþik olmuþtur. Bu ülkeler feodal nitelikte olmakla birlikte,
“görünüþte baðýmsýz” bir devlete ve devlet sýnýrlarýna sahiptir. Bu
anlamda emperyalizmin sömürgelerde gerçekleþtirmek durumunda olduðu olgular, bu ülkelerde hazýr bulunmaktadýr. II. paylaþým
savaþýnda savaþ alanýnýn dýþýnda kalmýþ yarý-sömürgeler, savaþ
sonrasýnda önemli bir statü deðiþikliðine uðramamýþlardýr. Bu durumda bulunan ülkeler Latin Amerika’da Arjantin, Brezilya, Þili gibi
eski “baðýmsýz” ülkeler ile Ýspanya, Portekiz ve Türkiye’dir.
133
300
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Belirlenmiþ sýnýrlar üzerinde devlet otoritesinin egemen kýlýnmasý, sömürgeler açýsýndan olduðu kadar yarý-sömürgeler açýsýndan da bir zorunluluktur. Bu durum merkezi otoritenin güçlendirilmesiyle gerçekleþtirilmiþtir. Belirlenmiþ bir toprak üzerinde
merkezi devlet otoritesinin egemenliði, yukardan aþaðý kapitalizmin geliþtirilmesinin ön koþuludur. Ýþte devlet sýnýrlarý içinde ortaya
çýkan ulusal baskýnýn temelinde, emperyalizmin bu yeni-sömürgecilk yöntemleri yatmaktadýr.
Devlet otoritesinin güçlendirilmesi, merkezileþtirilmesi
herþeyden önce eski dönemin feodal parçalanmýþ siyasal yönetimine son vermeyi gerektirmektedir. Bu durumda devrimci niteliðini
yitirmiþ burjuvazinin bulduðu çözüm ikilidir:
Birinci çözüm yolu, feodal parçalanmýþlýðý göz önüne alarak sömürgelerin devletleþtirilmesi ya da yerel yahut bölgesel
feodal siyasal otoritelerin devletleþtirilmesidir. Genel olarak OrtaDoðu ve Afrika’da kullanýlan bu yöntem, en açýk biçimiyle Arap
feodal topluluklarýnýn feodal egemenliðe göre devletleþtirilmesinde
görülür. Ve bu devletler, hemen hemen tüm Arap topluluklarýnda
krallýk þeklinde olmuþtur. Feodal siyasal yönetim açýsýndan krallýðýn uygun bir biçim oluþturduðu açýktýr. Fas Krallýðý, Ürdün Krallýðý,
Irak Krallýðý, Suriye Krallýðý, Suudi Arabistan Krallýðý, Arap Emirlikleri, Umman Krallýðý, Yemen Krallýðý, Libya Krallýðý emperyalizmin
II. paylaþým savaþýndan sonra Arap feodal toplumunda gerçekleþtirdiði yapay devletlerdir. Afrika’da ise, genellikle aþiretler düzeyinde
devlet egemenlikleri paylaþtýrýlmaya çalýþýlmýþtýr. Ancak kabile iliþkilerinin, sömürge koþullarýyla birleþerek varlýklarýný sürdürmüþ
olmalarý, bir devlet içinde birden çok kabilenin varlýðýný getirmiþtir.
Bu da Afrika devletlerinde kabileler arasý iktidar savaþýný gündeme getirmiþtir. Ve çoðu zaman bu savaþ, “ulusal” bir bayrak altýnda
yürütülmeye çalýþýlmýþtýr.
1950’lerin ortalarýna doðru emperyalizmin ulusal sorunu
çözümleyiþ tarzý, yani sömürgeler sorununu çözümleyiþ biçimi,
devlet sýnýrlarý içinde, bir iç sorun olarak krallýða karþý bir mücadele ortaya çýkarmýþtýr. Krallýk yönetimine karþý cumhuriyet istemi,
bu dönemde, bu ülkeler için ulusal bir sorun olarak ortaya çýkmaktadýr. Milli burjuvazi, henüz emperyalizmle bütünleþmiþ durumda deðilken, ya da iþbirlikçi burjuvazi henüz palazlanma durumundayken ortaya çýkan bu ulusal sorun, Batý-Avrupa’da Ýngi-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
301
liz ve Fransýz Dev-rimlerinde ortaya çýkan ulusal sorunla benzerlikler göstermektedir. Gerçek ulusal-devletlerin kuruluþu, bu
baðlamda, feodal parçalanmýþlýða son veren bir burjuva demokratik devrimin sonucu olmuþtur. Yeni devletlerde ise, genelde ulusal bölünmüþlük, “devletler” þeklinde olduðu için, feodal parçalanmýþlýða son vermek þeklinde iç sorun mevcut deðildir. Bu sorun,
uluslararasý bir sorun, emperyalizmle mücadele sorunu durumundadýr. Ülke içi sorun feodalizmin tasfiyesi olarak ortaya çýkmaktadýr.
Gerçekte ise, emperyalizmden baðýmsýzlaþmaksýzýn feodalizmin
tasfiyesi (devrimci tarzda) söz konusu olamayacaktýr. Bu açýdan
da feodal krallýða karþý cumhuriyet istemi görünüþte içsel, gerçekte ise uluslararasý bir sorun durumundadýr.
Özetle söylersek, II. paylaþým savaþýndan sonra devletleþtirilen eski sömürgelerde ulusal sorun çözümlenmemiþ durumdadýr. Buralarda ulusal sorun, demokratik devrimin tamamlanmasý sorununun bir parçasý olarak belirginleþmektedir. Ancak
demokratik devrimin tamamlanmasý, feodal devletin destekçisi,
“güvencesi” durumunda bulunan emperyalizmden ayrýlmaksýzýn
gerçekleþtirilemeyecektir. Böylece demokratik devrim sorunu, yalýn
bir içsel sorun olarak anti-feodal nitelikte deðil, anti-emperyalist
nitelikte bir devrim sorunu olarak ortaya çýkar. Bu da geçmiþ dönemlerde yarý-sömürge ülkelerde ortaya çýkan (Çin Devrimi örneði)
devrim sorunu ile aynýdýr. (Böylece eski sömürge ve yarý-sömürge ayrýmý ortadan kalkmýþ olmaktadýr.) Bu ülkelerde ulusal sorun,
anti-feodal ve anti-emperyalist bir devrimle çözümlenebilecek bir
sorun olmaktadýr ve bu devrimin sonucunda gerçek ulusal-devletler kurulabilir. Ulusal sorunun, bu dönemde, yeni devletlerde
ulusal demokratik devrim sorununun bir parçasý olmasý bu þekilde
ortaya çýkmaktadýr. Doðal olarak uluslarýn kendi kaderlerini tayin
hakký, emperyalist sistemden ayrýlma, emperyalizmden baðýmsýz
devlet kurma hakký olarak belirginleþmektedir. Bu hakkýn elde
edilmesi, bu ülkelerde, gerektiðinde parçalanmýþ ulusun birliðinin
saðlanmasý için de temel niteliktedir. Çünkü uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký, ayrý devlet kurma hakký yanýnda, parçasý olmak istedikleri uluslarla, ulusal-devletlerle birleþme hakkýný da içerir.
Böylece Marksist-Leninistlerin ortaya koyduðu anlamda
uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký, bu ülkelerin ulusal sorun-
302
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
larýnýn çözümü için temel teþkil etmeye devam etmektedir. Ancak
burada altý çizilmesi gereken yan, ulusal sorunun özel bir sorun
olarak ayrý ele alýnmasý deðil, genel olarak ulusal demokratik devrim sorununun bir parçasý olarak ele alýnmasýdýr. Böyle bir devrim,
proletarya devrimi genel yolunun içindedir. Ve böyle bir devrim
olmaksýzýn ulusal sorun çözümlenemez.
Ýþte bu Marksist-Leninist deðerlendirme, doðruluðunu, 1950
sonrasýnda Arap ülkelerinde ortaya çýkan küçük-burjuva milliyetçi
iktidarlarýyla bir kez daha tanýtlamýþtýr.
Sömürgelerin emperyalizm tarafýndan ve kendi taleplerine
uygun olarak tasfiyesi, yapay ulusal-devletlerin kurulmasýnýn dünya çapýnda ulusal sorunu çözememesi, kendisini “eþitli ulusal
hareketlerin ortaya çýkmasýyla göstermiþtir. Özellikle yeni devletlerde, nüfus içinde çoðunluðu oluþturan küçük-burjuvazinin baþlattýðý ulusal hareketler, ulusal sorunun çözülmemiþliðinin kanýtý
olduðu gibi, yeni ulusal sorunlarýn da dýþavurumudur. Arap ülkelerinde devrimci-milliyetçilerin iktidarlarýnýn ulusal sorunu ele alýþ
tarzý, doðrudan doðruya bunun bir iç sorun olarak görülmesinden ileri gelmektedir. Siyasal üst-yapýda meydana gelebilecek bir
deðiþikliðin, yani devlet biçiminin deðiþmesinin ulusal sorunu da
çözeceði düþüncesi küçük-burjuva milliyetçiliðinin tipik ifadesidir.
Küçük-burjuvazinin ulusal sorunu, ülke içi ve feodal siyasal egemenliðe iliþkin bir sorun olarak görmesi, onun hareketlerinin sýnýrlarýný belirlemektedir. Yukarda belirttiðimiz gibi, bu ülkelerde ulusal sorun, emperyalizmden baðýmsýz demokratik bir
cumhuriyet kurma sorunu durumundadýr. Ve bu amaçla yapýlacak bir devrimi zorunlu kýlar.
III. bunalým döneminde sömürgeler ile yarý-sömürgeler
arasýndaki farklarýn en aza inmesi, bunlarýn ulusal sorunlarýnýn
benzer nitelik kazanmasýný getirmiþtir. Bazýlarýnda, yerel feodal güçlere göre belirlenmiþ sýnýrlara baðlý olarak ulusal-topluluðun parçalanmasý, parçalanmýþ ulusal-topluluklarýn ulusal sorununu ortaya çýkarýrken; bazýlarýnda geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki ulusal-topluluklara iliþkin bir ulusal sorun ortaya çýkarmýþtýr. Ama her durumda ulusal sorun, ülkenin emperyalizmden baðýmsýzlaþmasý
ve demokratik devrimin yapýlmasý genel sorununun bir parçasý
olarak ortaya çýkmaktadýr.
Diyebiliriz ki, günümüzde ulusal sorun kendisini iki düzey-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
303
de ortaya koymaktadýr: Birinci düzeyde ulusal sorun, parçalanmýþ
uluslarýn ve ulusal-devletlerin birliði sorunudur; ikincisi ise, belirli
devlet sýnýrlarý içindeki özellikle geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde “eþitli
ulusal-topluluklarýn karþý karþýya olduðu ulusal baskýdan, ulusal
eþitsizlikten doðan sorundur.
Ýþte günümüzde proletaryanýn çözmek zorunda olduðu,
kendi “olumlu eylemi”ni ortaya koyacaðý ulusal sorun bunlardýr.
Proletaryanýn kendi devriminin genel yolu içinde çözeceði bu ulusal sorunlar, proletarya partisinin asgari ve azami programýnýn
konusu olarak ortaya konur.
Proletarya ve partisi açýsýndan, ulusal sorunlarýn çözümünde esas olan, her zaman ve her yerde proletaryanýn sýnýf çýkarlarý
ve proleter sýnýf mücadelesidir.
Proletarya, ulusal köken ayrýmý yapmaksýzýn, dünyanýn her
yerinde tek bir sýnýf düþmanýyla, burjuvaziyle yüzyüzedir. Bu açýdan mücadelesi, burjuvaziye karþý ve onu devirmek amacýyla yürütülür. Ancak proletarya insanlýðýn gerçek kurtuluþunu saðlayacak tek devrimci sýnýf olarak faaliyetini sýnýflarýn ortadan kaldýrýlmasýna kadar sürdürür.
Ýþte ulusal sorunlarýn çözümü ve ulusal hareketler proletarya açýsýndan, kendi sýnýf mücadelesinin bir parçasý olarak bu
þekilde ortaya çýkar. Ulusal sorunlar, her zaman ve her yerde proletarya için kendi sýnýfýnýn iktidarý sorunundan sonra gelir, ikincildir.
Bu sorunun çözümünü “ikincil dereceye koymak, bu mücadelenin çýkarýnadýr.”(Lenin) Bu, ulusal baskýya karþý mücadele sorununun, proletarya için, genel olarak sýnýfsal baskýya karþý mücadele
sorununa tabi olmasý, ve bu ikincil sorunun çýkarlarýna göre belirlenmesi söz konusudur. Her yerde ve her zaman proletaryanýn
kendi sýnýf örgütlenmesi ve sýnýf mücadelesinin temel alýnmasý
Marksist-Leninistler için temel bir görevdir. Diðer sorunlar, genel
olarak demokrasinin tüm sorunlarý ve buna yönelik örgütlenmeler bu temel göreve tabidir.
Proletarya için tek doðru ve tutarlý perspektif budur. Çünkü, ulusal sorunun, proletarya devriminden önce mi, yoksa sonra
mý çözümleneceði sorunu, somut tarihsel koþullara, konjonktürel geliþmelere, uluslararasý duruma vb. baðlýdýr. Tarihsel olarak,
ulusal sorun, gerçek ve kalýcý biçimde proletarya devrimiyle çözümlenecektir. O zamana kadar bu sorunun çözümlenmemiþ ola-
304
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rak kalmasý olasýdýr.
Bu durumda, proletarya kendi iktidar mücadelesini yürütür ve örgütler. Proletarya kendi iktidar mücadelesini yürütürken,
mevcut tüm toplumsal ve ulusal sorunlarýn çözümünü amaçlar
ve kendi iktidarýyla bunlarýn nasýl çözümleneceðini ortaya koyar.
Ve bunlarý, mücadelesinin baþlangýcýnda ilan eder. Bu, proletaryanýn bilinen ve tarihsel olarak denenmiþ bayraðýdýr.
Söz konusu olan, ulusal baský, ulusal eþitsizlikse, proletarya, kendi iktidar mücadelesinde, bunlara karþý mücadeleyi de gündemine alýr (kendi olumlu eylemiyle birlikte) ve bu mücadeleyi
kendi iktidar mücadelesine tabi kýlmaya çalýþýr.
Bu tutum hiçbir biçimde, bazý sorunlarýn, bazý demokratik
haklarýn (ulusal haklar gibi) proletarya devriminin genel yolu dýþýnda, proletaryanýn iktidar koþullarý dýþýnda çözümlenemez, “elde
edilemez” demek deðildir. Tersine bu tutum, proletaryanýn, kendi
iktidarýnda bu sorunlarýn çözümlenmesinin, elde edilmesinin nasýl olacaðýný gösterir. Ancak proletarya, kendi sýnýf çýkarlarý için,
kendi iktidarý için örgütlenmiþ ve mücadele eder durumdaysa,
ortaya çýkabilecek deðiþik olasýlýklar karþýsýnda, kendi sýnýf çýkarlarýný koruyabilir ve kendi iktidar mücadelesini sürdürebilir. Ve ancak
böyle bir proletarya, ulusal sorun gibi tali ve parçasal bir sorunun,
kendi devriminin genel yolu dýþýndaki çözümlerini, geliþmelerin
zorla dayattýðý çözümleri, kendi çýkarlarýna en uygun ve demokratik biçimde gerçekleþtirilmesini isteyebilir ve bunun için mücadele edebilir. Aksi halde proletaryanýn eli kolu baðlý kalýr ve her
türlü ulusal çýkarlar için (burjuva nitelikte) kullanýlýr hale gelir. Bu
da, sonal olarak, dünya proletaryasýnýn mücadelesinin karþýsýna,
“ulusal” bir bayrak altýnda, kendi burjuvazisinin hizmetinde çýkmasý demektir. Hiçbir Marksist-Leninist bunu kabul edemez, buna
izin ve- remez.
Ulusal sorunun, genel ve özel olarak, proletarya devriminin
genel yolu dýþýnda, proletaryanýn iktidar koþullarý dýþýnda, eski tarzda çözümlenme olasýlýðý vardýr. Birinci olasýlýk tarihsel olarak ne
kadar fazla olursa olsun, ikinci olasýlýk mevcuttur ve deðiþik olgularda da açýkça görülmektedir. Bu olasýlýk karþýsýnda, proletarya,
kendi sýnýf tutumunu, emekçi halkýn çýkarýna en uygun biçimde
ortaya koymak ve bu amaçla mücadele etmek durumundadýr.
Ýþte bu son durum, proletaryanýn kendi devriminin genel
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
305
yolu dýþýndaki ulusal hareketler ve çözümler karþýsýnda takýnacaðý tavýr sorunu olarak belirginleþir. Bir baþka deyiþle, proletaryanýn
“muhalefet” koþullarý altýndaki tutumu söz konusudur. Ve proletaryanýn “koþullamasý” iþte burada ortaya çýkar. Bu ise, ulusal sorunlarýn ve ulusal hareketlerin, her tarihsel durumda somut olarak ele alýnmasýný, irdelenmesini, tahlil edilmesini zorunlu kýlar.
Genel olarak ulusal sorunun, proletarya devriminin genel
yolu içinde çözümlenmesinin ötesinde ortaya çýkan geliþmeler,
proletarya ve partisi için, bunlarýn proletaryanýn sýnýf mücadelesine nasýl tabi kýlýnacaðý sorununu da yaratýr. Bu özel sorun, emperyalizm koþullarýnda ve emperyalist hegemonya altýndaki ülkelerde reformlar ve demokratik haklar için verilcek mücadelenin,
sosyalist devrim mücadelesine nasýl baðlanacaðý genel sorununun içindedir. Çünkü Lenin’in belirttiði gibi, “ulusal kaderi tayin
hakký, demokratik bir istek olmaktan baþka bir þey deðildir; ilke
olarak, öteki demokratik isteklerden farklý deðildir.”
“Emperyalizm de bütün demokratik istemler, siyasal bakýmdan elde edilmelerinin zor oluþu ya da bir dizi
devrimlere baþvurmaksýzýn elde edilemeyiþleri anlamýnda ‘eriþilemez’ istemlerdir.”
Bu açýdan sorun, þu þekilde belirginleþmektedir: III. bunalým döneminde demokratik hak ve özgürlüklerin bir parçasý olan
uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký, proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþtirilecek bir devrim olmaksýzýn “elde edilebilir”,
“gerçekleþebilir” bir hak ve istem midir?
Burada ilk önemli nokta genel olarak bir devrimden deðil,
proletaryanýn öncülüðündeki belirli bir devrimden yola çýkýlmasýdýr. Bu baðlamda proletaryanýn ulusal sorunu kendi iktidar koþullarýnda, kendi olumlu eylemi ile nasýl çözümleyeceðini ele almadan, bunun dýþýndaki durumlarý, varsa “çözüm” yollarýný ele almak
gerekmektedir.
III. bunalým söneminde bu dýþ yollarý üç baþlýk altýnda ele
alabiliriz:
a) “Ulusal” burjuvazinin öncülüðünde ulusal sorunun
çözümü:
III. bunalým döneminde emperyalizmin yeni-sömürgecilik
yöntemleri, herþeyden önce geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ya da bu
ülke içindeki ulusal-topluluklar arasýnda ulusal, yani iç dinamikle
306
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
kapitalizmin geliþmesini olanaksýz kýlmýþtýr. Ýç dinamikle (ulusal)
geliþen kapitalizmin olmayýþý, ulusal burjuvazinin geliþmesini engelleyerek, bu sýnýfýn kendi devriminde öncülük etmesi ya da
katýlmasý sorununu ortadan kaldýrmýþtýr. Yeni-sömürgecilik koþullarýnda geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki burjuvazi “ulusal” nitelikte deðildir, baþtan emperyalizmle bütünleþmiþtir ve onun iþbirlikçisidir.
Che’nin deyiþiyle, “bugün için, tayin edici unsur, emperyalizm ve
milli burjuvazi cephesindeki kaynaþmadýr”. Bu, geri-býraktýrýlmýþ
ülkelerdeki burjuvazinin “milli” ve “devrimci” niteliðini yitirmesidir. Dolayýsýyla kendi devrimini yapamaz ve ulusal-devrimci bir
hareket ortaya çýkaramaz.
Bunun ulusal sorun açýsýndan anlamý, yerli burjuvazinin
gerçek bir ulusal hareket oluþturamayacaðý demektir. Ýþbirlikçi
burjuvaziyle emperyalizm arasýndaki çeliþkiyi, mutlak bir çeliþki,
uzlaþmaz bir çeliþki olarak ele almak yanlýþtýr. Ancak bu iþbirlikçitekelci burjuvazinin, zaman zaman “ulusal çýkar”dan söz etmeyeceði, “ulusal haklar”dan söz etmeyeceði demek deðildir. Ve hatta
bunu öyle bir yere getirebilir ki, açýk bir “anti-emperyalist ulusal
hareket” görünümü kazandýrabilir. Genellikle bu durum iþbirlikçitekelci burjuvazi içindeki çeliþkilerin ürünü olarak ortaya çýkabilmektedir. Çok-uluslu geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, bu çýkar çeliþkisi,
zaman zaman ulusal-topluluk farklýlaþmasýyla çakýþabilir ve böyle
durumlarda açýk bir “ulusal hareket” gündeme gelebilir. Bu durumda “ezilen ulus” konumu, iþbirlikçi-tekelci burjuvazi fraksiyonlarý içinde bir güç aracý olarak kullanýlmasý gündeme gelir. Böylece “ezilen ulus” iþbirlikçi burjuvazisi, oligarþi içinden çýkarak, kendi
“ulusal” devletini kurma talebinde bulunabilir. Bu talep, özsel olarak “ezilen ulus” burjuvazisinin (iþbirlikçi ve emperyalizmle baþtan
bütünleþmiþ) emperyalist devletlerin, kendisinin “ayrýlma talebi”ni
desteklemesi giriþimleriyle birleþerek uluslararasý bir sorun haline
gelebilir. Emperyalizmin bu durum karþýsýndaki ilk tutumu, oligarþi
içindeki çeliþkiyi çözümleme þeklindedir. Genel olarak askeri ve
stratejik çýkarlarýný göz önüne alan emperyalizm, uygun gördüðü
koþullarda, böyle bir istemi destekleyebilmektedir. Çoðu zaman
hareketin geliþme düzeyine baðlý olarak ilk tutumunu sürdürür.
Bu konuda emperyalizmin Filistin sorununda takýndýðý tutum oldukça açýktýr.
Emperyalizm, böyle bir hareket karþýsýnda, “kültürel özerk-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
307
lik”ten, “azýnlýk haklarý”ndan, “bölgesel özerklik” temelinde federatif çözüm ve ayrýlmanýn gerçekleþtirilmesine kadar deðiþik çözüm yollarýný el altýnda tutar. Ancak burada ortaya konulmasý
gereken husus, bu çözümlerin hiçbirinin uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký ile iliþkisi bulunmadýðýdýr.
Emperyalizmin, ulusal temelde ortaya çýkan oligarþi içi
çeliþkilerin çözümünde özellikle “bölgesel özerklik”i kabul ediyor
görünmesi, sýk sýk ulusal sorunun özünün unutulmasýna yol açmaktadýr. Özellikle “ayrýlma”, “ayrý devlet kurma”nýn emperyalizm
tarafýndan, bu durumda “kabul edilemez” olduðunu düþünmek
bu yanýlgýnýn temelidir. Oysa genel olarak uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký “bölgesel özerkliði” içerir ve proletarya bu çözümü önsel olarak reddetmediði gibi, çoðu durumda çokuluslu
devletler için öngörür de. Emperyalizmin “bölgesel özerklik” temelinde bir federatif çözümü desteklediði koþullarda, sorunun özünü
unutarak takýnýlacak bir tavýr, her zaman “ulusal” iþbirlikçi burjuvazinin güçlenmesine yardým edecektir.
Sorunun özü, emperyalizmin, çok-uluslu geri-býraktýrýlmýþ
ülkelerde ulusal sorunun çözümünde uluslarýn kendi kaderlerini
tayin hakkýný tanýmamasýdýr. Emperyalizm için “ayrýlma”, “ayrý devlet kurma”ya varan her çözüm yolu, bir ulusal hakla, “ezilen ulus”a
iliþkin bir demokratik hakla baðlantýlý deðildir ve olmamalýdýr. Emperyalizmin bütün tutumu, Wilson doktrininde ortaya konulduðu
gibi, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn tahrif edilmesine
dayanýr. Dolayýsýyla uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký olarak
demokratik bir hakkýn tanýnmadýðý koþullarda, kendi çýkarlarýna
uygun çözümü ortaya koymasý gündemdedir. Bu yüzden uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn hangi koþullarda ve nasýl
kullanýlacaðý sorunu ile hiçbir iliþkisi yoktur. Emperyalizmin tüm
tutumu, sözde uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný tanýrmýþcasýna görünerek, pratikte bu hakkýn nasýl kullanýlacaðýný kendi çýkarlarýna göre belirlemesinden baþka birþey deðildir.
“Eskiden, uluslarýn kendi kaderlerini tayin etme hakkýna sahip olmalarý ilkesi, genellikle yanlýþ yorumlanýrdý;
bu ilke, uluslarýn özerklik haklarý derecesine düþürüldüðüne sýk sýk tanýk olunurdu.”134
134
308
Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu, s. 235.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
“Eskiden ulusal sorun, reformist bir görüþ açýsýndan, ayrý, baðýmsýz bir sorun olarak sermayenin iktidarý,
emperyalizmin devrilmesi, proletarya devrimi genel sorununa baðlanmadan dikkate alýnýrdý... Ulusal sorun, sömürgeler sorunu, sessizce, kendiliðinden, proletarya devriminin ana yolu dýþýnda, emperyalizme karþý devrimci
bir mücadele olmaksýzýn çözümleneceði dolaylý olarak
kabul ediyordu.”135
Ýþte emperyalizmin, özel olarak ABD emperyalizminin bugün sorunu ele alýþ tarzý, Stalin’in sözünü ettiði bu çerçeve içinde,
“burjuva anlamda” uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký ile sýnýrlýdýr. Kesinkes proletaryanýn savunduðu uluslarýn kendi kaderlerini
tayin hakký ile iliþkili deðildir.
Bu durum karþýsýnda, proletarya, herþeyden önce, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn tanýnmasýný istemelidir ve
tanýnmasý yönünde mücadele etmelidir. Böyle bir hakkýn, doðrudan ya da dolaylý tanýnmýþlýðý koþullarýnda nasýl kullanýlacaðý
sorununun, sadece ve sadece ulusal-topluluðun kendisine ait olduðunun ortaya konulmasý gerekir. Doðal olarak da, proletaryanýn
savunduðu uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn elde edilmesi bir devrim sorunu olarak ortaya çýkmaktadýr. Aksi halde, proletaryanýn kendi ulusu içinde, bu hakkýn deðiþik çözümlerinin
koþullara baðlý olarak uygulanabilmesi için yapabileceði pek birþey
olmayacaktýr. Lenin’in, Norveç’in Ýsveç’ten ayrýlmasý konusunda
ortaya koyduðu gibi, böyle bir hak söz konusu olmazsa, her düzeyde proletaryanýn enternasyonalizmi ulusal çýkarlara feda edilmiþ
olacaktýr.
Görüldüðü gibi, III. bunalým döneminde emperyalist hegemonya altýndaki ülkelerde, burjuvazi gerçek anlamda “ulusal”
ve “devrimci” niteliðe sahip deðildir, gerçek ulusal-devrimci bir
hareket ortaya koyamaz ve uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký
temelinde ulusal sorunun deðiþik çözüm yollarýný tanýmayý kabul
edemez. Onlar için, “ezilen ulus” sorunu tümüyle oligarþi içi bir
sorun durumundadýr ve oligarþi içi çeliþkiler eski dönemin ulusal
burjuvazisinin “egemen ulus” burjuvazisine karþý mücadelesi olarak ele alýnamaz.
135
Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu, s. 235.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
309
b) Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde egemen sýnýflar arasý
iliþkinin ve çeliþkinin bir sonucu olarak ortaya çýkan ikinci yol
feodaliteye iliþkindir:
Oligarþi içindeki büyük toprak sahipleri ile iþbirlikçi-tekelci
burjuvazi arasýnda ya da bir bütün olarak oligarþi ile oligarþý dýþý
feodal kalýntýlar arasýndaki çeliþki, çok-uluslu geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde “ulusal” bir görünüm kazanabilmektedir. III. bunalým döneminde kapitalizmin yukardan aþaðý geliþtirilmesi, yani dýþ dinamik ile (emperyalizm) geliþtirilmesi, devlet sýnýrlarý içinde feodalizmin çözülmesine yol açmaktadýr. Bir baþka deyiþle, genel olarak
emperyalizmin baþlangýçta ittifak kurduðu feodal egemen sýnýflarýn ekonomik olarak güçsüzleþmesi ve tasfiye olmasý söz konusudur. Tarihsel olarak geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde çarpýk kapitalizmin geliþmesi, oligarþi içinde çeþitli tasfiyelere yol açma ve artan
oranda iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin, özel olarak tekelci-sanayi
burjuvazisinin güçlenmesini saðlayarak oligarþiyi tek baþýna oluþturmasý (tabii baþtan bütünleþmiþ olduðu için emperyalizmle birlikte) yönünde bir eðilim ortaya çýkarmaktadýr. “Oligarþi” broþürümüzde ve “Gramsci Üzerine” yazýmýzda ayrýntýlý biçimde ortaya
koyduðumuz bu eðilim, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde feodal kesimlerin, siyasal planda devlet üzerindeki etkinliklerini yitirmeleri sonucunu doðurmaktadýr. Feodal egemen sýnýflarýn oligarþiyle, özel
olarak da iþbirlikçi-tekelci burjuvaziyle “çatýþma-uyum” iliþkisinde
bu açýk biçimde görülür. (Bu konuda somut bir deðerlendirme
için bkz: Mevcut Durum ve Devrimci Taktiðimiz-I, THKP-C/HDÖ
yayýnlarý)
Bu geliþme, feodal egemen sýnýflarýn “çarpýk kapitalizme”
karþý mücadelesini ortaya çýkarmaktadýr. Tarihsel olarak kapitalist
üretim iliþkileri tarafýndan tasfiye olan feodalizm, her zaman kapitalizme karþý mücadele etmiþtir. Bu mücadelesi, iktisadi evrime
karþý feodal siyasal zor þeklinde geliþtiði eski dönemlerde, burjuva
demokratik devrimlere yol açmýþtýr. Kapitalizm karþýsýnde kimi zaman feodal sýnýflar “uzlaþmayý” kabul etmiþlerdir. Bu koþullarda
Almanya’da olduðu gibi yukardan aþaðý demokratik devrim gündeme gelmiþtir. Ancak III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ
ülkelerde egemen olan kapitalizm, devrimci tarzda geliþmediðinden çarpýktýr ve temelinde emperyalizmin istemleri ve çýkarlarý
yatmaktadýr. Bu koþullar altýnda feodal sýnýflarýn geliþen kapita-
310
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
lizm karþýsýndaki tutumlarý, kaçýnýlmaz olarak anti-emperyalist bir
görünüm kazanmaktadýr. Geçmiþ dönemlerde sömürgelerde ortaya çýkan feodal direniþin anti-emperyalist niteliði de bu þekilde
belirginleþmiþtir.
Çokluk toprak aðalarý, tefeci-tüccar ve feodal iliþkiler içinde bulunan kent küçük-burjuvazisi (esnaflar), geri-býraktýrýlmýþ
ülkelerde anti-emperyalist, anti-kapitalist ve anti-tekelci görünümde bir mücadele içinde olmalarýnýn nedeni budur. Bu sýnýflarýn
hareketinin yaygýnlýðý ve gücü, kapsadýðý kesimlerin nüfus içindeki niceliði kadar, oligarþi içinde iþbirlikçi-tekelci burjuvazi ile “uyum”
saðlama koþullarýna baðlýdýr. Ancak, bu hareketin her zaman açýk
mücadele þeklinde olacaðýný düþünmek de yanlýþtýr. “Çatýþmauyum” iliþkisinde “uyum” koþullarýnýn önde olmasý, mücadeleyi
legal devlet çerçevesinde sýnýrlandýrmaktadýr. Bu da, bu kesimlerin “demokratik” bir görünüm kazanmalarýyla çakýþýr. Gerçekte
“siyasal demokrasi” ile uzaktan yakýndan iliþkileri yoktur. Ama nüfus içinde belli bir niceliðe sahip olduklarý için, “temsili demokrasi”
bu kesimlerin parlamentoda yer almalarýný olanaklý kýlmakta ve
bu yolla devlet üzerinde etkilerini sürdürme olanaðýný elde etmektedirler. Temsili demokrasinin (gerçek burjuva demokrasisiyle
uzaktan yakýndan iliþkisi olmayan bir demokrasidir bu -gizli faþizm) bulunmadýðý ülkelerde bu kesimlerin mücadelesi çoðu durumda
yasa-dýþý bir faaliyet ve örgütlenmeye dönüþmektedir.
Bu kesimlerin hareketi, çok-uluslu geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde de, tek uluslu (homojen) geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde de “ulusal” bir niteliðe bürünebilmektedir. Dolayýsýyla her türden sýnýfsal
farklýlýklarýn aþýlmasýný saðlayabilecek bir ideoloji, bu hareketin üst
yapýsýný oluþturur. Genel olarak, dinsel ideolojiler, bu kesimler
açýsýndan hareketin bütünselliðini kurmaya hizmet eder ve feodal sömürücü sýnýflarýn özel çýkarlarýnýn gizlenmesine yardýmcý olur. Sýnýfsal farklýlýklarýn tek bir “ulusal çýkar” ile bütünleþtirilmesine dayanan burjuva milliyetçiliði gibi, bu feodal hareket de,
feodalizmin çýkarlarýný “dinsel çýkar” temelinde genel bir çýkar olarak sunar. Bu boyutu ile, burjuva milliyetçiliðinin sýnýrlarýný aþarak
uluslararasý bir duruma geçer. Bir baþka deyiþle, bu hareketin
dinsel ideolojisi, sýnýfsal çýkarý “dinsel çýkar” haline dönüþtürdüðü
gibi, ulusal çýkarlarý da ayný duruma getirir. Böylece ulusal sorunda belli bir “çözüm” yolunu ve belli bir “olumlu eylemi” içerir. Bu
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
311
da onu genel olarak burjuva milliyetçiliðinden, özel olarak da
iþbirlikçi tekelci burjuvazinin “milliyetçiliðinden” ayýran temel noktadýr.
Diyebiliriz ki, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ortaya çýkan dinsel
ideoloji ile bütünleþmiþ feodal hareket, kendi ideolojik çerçevesi
içinde, hem özel ulusal sorunu hem de parçalanmýþ uluslar sorununu ortaya koyar. Bu boyutu ile proletaryanýn sorunu ele alýþý ile
çakýþýr. Ama ortaya koyduðu “çözüm” ile kendi niteliðini ve proletaryanýn çözümü ile olan farklarýný belirginleþtirir.
Özellikle emperyalist hegemonya altýndaki ülkelerde dinsel
farklýlýða sahip olan toplumlarda büyük güç oluþturabilen bu feodal hareket, özellikle “müslüman ülkelerde” kendine elveriþli bir
zemin bulmaktadýr. Günümüzde Ýran’da iktidarý ele geçirmiþ olan
bu hareket, genel olarak teokratik devlet kurma temelinde ulusal
sorunun çözümünü ele alýr. Özellikle emperyalist üretim iliþkilerinin getirdiði iliþki ve çeliþkilerin etkilediði tüm kesimlerin (özellikle
proletarya ve kent küçük-burjuvazisi) arasýnda bu hareket, güçlü
bir anti-emperyalist “ulusal” hareket ortaya çýkarabilmektedir. Bu
hareketin en önemli yaný, her türlü ulusal sorunu, emperyalist
üretim iliþkilerinin tasfiyesi (feodalizm lehinde) genel sorununa
baðlama yeteneðidir. Bu boyutuyla ilerde göreceðimiz gibi, küçükburjuva milliyetçi hareketlerin olduðu kadar, Marksist-Leninist
hareketin de çözmeye yöneldiði sorunlarý, onlarýn yaklaþýmlarýna
benzer bir biçimde ele alýr. Kitle güçlerinin temelini köylülüðün
oluþturmasý ve proletaryayla kent küçük-burjuvazisini kapsayabilme özelliðiyle, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde proletaryanýn öncülüðünde demokratik halk devriminin temel gücüyle ilgili bir sorun yaratmaktadýr.
Bu feodal-dinci ya da Stalin’in deyiþiyle söylersek, “feodalmilliyetçi” hareketin, ulusal sorunun çözümünde “teokratik devlet”i
temel almasý, onun gerici özelliðini açýkça ortaya çýkarmaktadýr.
Ulusal sorunu, demokratik bir biçimde çözmekten uzak oluþuyla
uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný kesinkes dýþtalar. Ve doðal olarak bu hakkýn “teokratik devlet kurma hakký” olarak anlaþýlmasýný ister.
I. ve II. bunalým döneminde, sömürge ve yarý-sömürge ülkelerde toplumsal süreç feodalizm olduðundan, yani feodal üretim
iliþkilerinin egemen olmasý nedeniyle, böyle bir hareketin “ulusal”
312
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
görünüm kazanmasý olanaksýzdý. III. bunalým döneminde ise, geribýraktýrýlmýþ ülkelerde çarpýk da olsa kapitalizmin egemen olmasý,
ülke içinde feodalizmin gerici bir tarzda da olsa tasfiyesi ile birlikte, köylülüðün sýnýfsal ayrýþmasýný artýrmýþ, burjuvazi ile proletarya
arasýndaki çeliþkiyi görece olarak keskinleþtirmiþtir. Bu da ülke
içinde yapay ve yukardan aþaðý kurulu “ulusal birliðin” bozulmasý
demektir. Ýþte, egemenliðini yitiren feodal sömürücü sýnýflarýn
günümüzdeki etkinliðinin iktisadi temeli budur. Böylece geçmiþ
dönemde gücü sýnýrlý olan bu feodal tepkinin yarattýðý hareket,
günümüzde önemli bir güce ulaþabilmektedir. Yine eskiden gerici özelliðini anti-kapitalist tutumuyla açýkça ortaya koyan bu hareket, günümüzde yeni-sömürgecilik koþullarýnda anti-emperyalist, yabancý düþmanlýðý (gavur alerjisi) temelinde (emperyalist üretim iliþkilerine karþý olup) “ilerici”, “ulusal” bir görünüm kazanabilmektedir. Bu da proletarya açýsýndan, geçmiþ dönemlerle kýyaslanmayacak ölçüde önemli ve sadece ulusal sorunla sýnýrlý olmayan bir sorun yaratmaktadýr. Özellikle çok-uluslu geri-býraktýrýlmýþ
ülkelerde, “ezilen ulus” proletaryasý açýsýndan ulusal sorunun demokratik olmayan her türlü çözümünün reddi düzeyinde özel bir
görev ortaya çýkarmaktadýr. Genel olarak da, geri-býraktýrýlmýþ ülke
proletaryasý açýsýndan, emperyalist üretim iliþkilerinin ortadan kaldýrýlmasýnýn bir demokratik halk devrimi sorunu olduðunun ortaya
konulmasý göreviyle somutlaþmaktadýr.
Konunun daha açýk hale gelmesi için eðitim konusunu,
demokratik eðitimi örnek olarak alabiliriz. Bilindiði gibi, eðitim sorunu ya da eðitimin demokratikleþtirilmesi sorunu, diller üzerindeki
ulusal baskýnýn kaldýrýlmasý sorunuyla ilintilidir. Bu açýdan demokratik eðitim istemi, diller üzerindeki baskýnýn sona erdirilmesinin
“olumlu eylemi” olarak ortaya çýkar. Marksist-Leninist literatürde
“demokratik devlet” çerçevesinde eðitim sorunu, Lenin tarafýndan þöyle formüle edilmiþtir:
“Bütün uluslarýn iþçileri için tek bir eðitim siyaseti
vardýr: Yerli dilin özgürlüðü ve demokratik ve laik eðitim.”136
Lenin’in bu tesbitinin, “teokratik devlet” çerçevesindeki bir
çözümle ne derecede baðdaþmaz olduðu açýktýr.
136
Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluþ Savaþlarý, s: 175.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
313
Diyebiliriz ki, feodal sömürücü sýnýflarýn dinsel ideolojiyle
yürüttükleri hareket, özsel olarak proletaryanýn tarihsel-sýnýfsal mücadelesiyle çeliþir. Proletarya, feodalizmin kesin olarak tasfiye
edildiði koþullarda kendi devrimini yapabilir. Onun mücadelesi
anti-kapitalist olmak durumundadýr. Ve böyle bir mücadele ancak anti-feodal bir mücadele sürecinden sonra olanaklýdýr. Antifeodal mücadele ayný zamanda feodal ideolojilere karþý mücadeleyi zorunlu kýlar. Bu açýdan, burjuvazinin kendi devrimini yapmadýðý koþullarda, demokratik devrimin öncüsü olacak olan proletarya feodal sýnýflara karþý mücadele etmek durumundadýr. Onlarýn
ulusal sorunlarý “teokratik devlet” çerçevesindeki çözüm çabalarýnýn karþýsýna çýkmak, proletaryanýn olduðu kadar, her demokratýn
da görevidir. Feodal sýnýflarýn eski ekonomik ve siyasal güçlerini
yitirmeleri karþýsýnda ortaya koyduklarý hareketin anti-demokratik
yanýný ve çözümlerinin gerici özelliklerini, taktik bazý amaçlarla
görmezlikten gelerek, özel olarak da ulusal baskýya karþý yürütülen mücadelede bir müttefik olarak görmek, dar bir milliyetçi bakýþ
açýsý olduðu kadar, anti-Marksist bir tutumdur da. Bu konuda Komintern’in II. Dünya Kongresinde almýþ olduðu kararý yeniden
anýmsatalým:
“Daha çok geri kalmýþ, aðýrlýkla feodal veya pederþahi
ya da pederþahi-köylü nitelikteki uluslara ve devletlere
iliþkin olarak, þunlarýn gözönünde bulundurulmasý gereklidir:...
b) Din adamlarýnýn, hýristiyan misyonerlerinin ve benzer ögelerin gerici, orta-çað etkilerine karþý mücadele
kesin zorunludur.
c) Avrupa ve Amerikan emperyalizmine karþý kurtuluþ mücadelesini, Osmanlý ve Japon emperyalizminin,
soyluluðun, büyük toprak sahiplerinin, din adamlarýnýn
vb. gücünün artýrýlmasýyla baðdaþtýrmaya çalýþan panislamizme, pan-asyatik harekete ve benzeri akýmlara karþý mücadele de zorunludur.
d) Geri kalmýþ ülkelerde büyük toprak sahiplerine
ve feodalizmin bütün biçimlerine ve kalýntýlarýna karþý
köylülerin giriþtiði mücadelenin desteklenmesi de zorunludur. Herþeyden önce köylü hareketine mümkün olduðunca devrimci bir nitelik kazandýrmaya çalýþýlmalý,
314
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mümkün olan yerlerde köylüleri ve bütün sömürülenleri sovyetelerde örgütlemeli(dir).”137
III. bunalým döneminde de, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde feodal kalýntýlarýn (eski egemen sýnýf öðelerinin) hareketinin, anti-emperyalist yanýnýn, özünde her türlü kapitalist geliþmeye karþý olma
oluþturduðunu unutarak, emperyalizm ve iþbirlikçi burjuvazi ile
feodal kalýntýlarýn birbirinden uzaklaþmasýnýn karþý-devrim cephesinde bir bölünme yaratmasýný abartarak, anti-feodal mücadeleyi geçici olarak durdurmak ya da ikincil bir sorun olarak ele almak, proletaryanýn demokratik devrimdeki öncülüðünün ortadan
kaldýrýlmasýyla özdeþtir. Doðal olarak bu tutum, anti-feodal unsurlarýn (proletarya, kent küçük-burjuvazisi ve esas olarak da köylülük) oligarþiye siyasal olarak yedeklenmesine de yol açabilecektir.
I. ve II. bunalým döneminde emperyalizmin dýþsal bir olgu
ve egemen sýnýfýn da feodaller olduðundan ulusal mücadele ile
sýnýfsal (anti-feodal) mücadele birbirinden kesin çizgilerle ayrýlabiliniyordu. Bu dönemlerde, bu ülkelerdeki baþ çeliþki, ülkenin ve
nüfusun 3/4'ünü kontrolu altýnda tutan zayýf feodal birimler ile
yarý-serf durumundaki köylülük arasýndaydý. (Demokratik mücadele). Anti-feodal sýnýfsal mücadelenin geliþimine paralele olarak,
bu dönemlerde emperyalizm kendi sömürgesini korumak için
ülkeyi bütün olarak iþgal ediyordu. O zaman ülkenin baþ çeliþkisi
emperyalizm ve bir avuç hain dýþýnda bütün ulus arasýnda olmaktaydý. (Ulusal mücadele). Ýç savaþ döneminde savaþ, genellikle
sýnýfsal þiarlarla (toprak devrimi, demokratik devrim) ve sýnýfsal
planda (anti-feodal) yürürken, devrimci ulusal savaþ evresinde,
savaþ ulusal planda ve ulusal þiarlarla yürütülür.
III. bunalým döneminde ise, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde toplumsal süreç feodal süreç deðildir. Emperyalizm de sadece dýþsal
bir olgu deðildir. Zayýf mahalli otorite yerini, bizzat emperyalizmin
de içinde yer aldýðý güçlü oligarþik devlet otoritesine býrakmýþtýr.
Ülkedeki egemen sýnýflarýn en büyüklerinin oluþturduklarý bir oligarþi mevcuttur. Bu yüzden baþ çeliþki oligarþi ile halk arasýndadýr. Oligarþi içinde bizzat emperyalizm yer aldýðý için devrimci
savaþ sadece sýnýfsal planda (anti-oligarþik) yürümeyecektir. Savaþ
sýnýfsal ve ulusal planda yürüyecektir. Þüphesiz emperyalist ordu137
Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluþ Savaþlarý, s. 391.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
315
lar savaþta bizzat yer alana kadar sýnýfsal yan aðýr basacaktýr. (Daha
geniþ bilgi için bkz: Kesintisiz Devrim II-III)
Ancak sýnýfsal yanýn anti-oligarþik olmasý sýk sýk bazý hatalý
anlayýþlarýn ortaya çýkmasýna yol açmaktadýr. Genellikle ülkemizde oldukça sýk karýþtýrýlan bu durumu burada kýsaca belirtelim:
III. bunalým döneminde kapitalizmin yukardan aþaðý geliþtirilmesi, geçmiþ dönemlerde olduðu gibi, demokratik devrimi antiemperyalist ve anti-feodal çerçeveyle sýnýrlamayý olanaksýz kýlmýþtýr.
Eski dönemin MDD ile bu dönemin demokratik halk devrimi
arasýndaki farklýlýk, ülkedeki toplumsal sürecin niteliði ile emperyalizmin iþgal biçimi tarafýndan belirlenmektedir. Ülkede çarpýk
kapitalizmin egemen olmasý, feodalizmin tümüyle tasfiye edildiði
anlamýna gelmemektedir. Emperyalist üretim iliþkileri ile iç dinamikle geliþmiþ kapitalizm arasýndaki temel fark da burada ortaya
çýkmaktadýr. Dolayýsýyla emperyalist üretim iliþkilerinin tasfiyesi, sözcüðün tam anlamýyla kapitalist üretim iliþkilerinin tasfiyesi demek
deðildir.
Kýsacasý, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde proletaryanýn öncülüðündeki demokratik devrim, anti-oligarþik mücadele kapsamýnda
anti-feodal mücadeleyi de gerektirir. Doðal olarak bu anti-feodal
mücadelenin dinamikleri, her türlü feodal iliþkiye, sömürüye, harekete ve güce karþý mücadelenin dinamikleridir.
Yine proletarya açýsýndan feodal hareketin, tarihsel, ekonomik, siyasal ve ideolojik gericiliði yanýnda, emperyalizmle uzlaþabilir olma özelliði de önemlidir. Tarihsel süreç, emperyalizmin
talep yetersizliðini gün be gün artýrýrken, diðer yandan pazarlarýný
yitirmesini getirmektedir. Bu koþullar altýnda kapalý üretim birimlerinin pazar için üretime açýlmasý emperyalizm için bir zorunluluktur. Bu, onun feodal sýnýflarla olan çeliþkisinin maddi temelidir.
Ama öte yandan pazarlarýný yitirmesi olgusu, yani proletaryanýn
devrimci mücadelesi karþýsýnda feodalizmle uzlaþmakta- dýr. Bu
iki zýt hareket, emperyalizm açýsýndan yaþamsal öneme sahip olan
pazarlarýný kesin olarak yitirme tehlikesi karþýsýnda kendisinin
uzlaþma noktalarýný açýða çýkartmaktadýr. Emperyalizmin feodal
sýnýflarla en elveriþsiz koþullarda gerçekleþtireceði bir uzlaþma bile,
pazarlarýnýn tümüyle yitirilmesi tehlikesi karþýsýnda önemsiz
kalmaktadýr. Bugün Ýran ile ABD emperyalizminin iliþkilerinde görüldüðü gibi, en elveriþsiz koþullarda bile, pazarýn tümüyle yitiril-
316
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mesinden daha elveriþlidir. Ve Ýran örneðinde olduðu gibi, emperyalizm, gerektiðinde iktidarý feodal sýnýflara tümüyle býrakabilmektedir. Daha alt düzeydeki uzlaþma ise, 12 Eylül koþullarýnda
olduðu gibi, devrimci mücadeleye karþý dinsel temelde bir antikomünist hareket olarak feodal sýnýflara geniþ hareket olanaðý yaratmaktadýr.
Tüm bunlar, bir kez daha devrimci niteliðini yitirmiþ burjuvazinin, feodalizm ve demokratik hak ve özgürlükler karþýsýndaki
konumunu açýða çýkarmaktadýr.
Özetlersek, dinsel ideolojiyle harekete geçen ve “ulusal” bir bayrak altýnda toplanan feodal sýnýf hareketinin ulusal
sorunun her türlü demokratik çözümünü reddettiðini söyleyebiliriz. Bu açýdan bu hareket için uluslarýn kendi kaderlerini
tayin hakkýnýn mutlak bir hak þeklinde ele alýnmasý önem kazanmaktadýr. Dolayýsýyla bu hakkýn içerdiði “ayrýlma” ve “ayrý
devlet kurma hakký”, onlar için “feodal” ya da “teokratik” bir
devlet kurma hakký olarak bir deðeri vardýr. Ýþte proletarya,
uluslarýn kendi kaderini tayin hakkýný savunurken, bu tür saptýrmalara karþý mücadele etmek durumundadýr. Ve dolayýsýyla
bu anlamda uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn söz
konusu olamayacaðýný açýkça ortaya koymalýdýr. Buna karþý
mücadele etmeyen bir “ezilen ulus” proletaryasý gerçek demokratik görevlerini yerine getiremez. Bununla mücadele etmek
ise, ancak uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný, bu hakkýn içerdiði deðiþik çözüm yollarýyla ele almaktan geçer. Bir baþka deyiþle,
proletarya enternasyonalizmi, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn, bu hakkýn içerdiði bir yolun kullanýmý ile mutlaklaþtýrmak ya
da özdeþleþtirmek þeklindeki emperyalist ve feodal anlayýþlarla
mücadele etmek zorundadýr.
c) Günümüzde proletarya devriminin genel yolu dýþýndaki ulusal sorunlarýn “çözüm” yolu olarak ortaya çýkan üçüncü
yol, küçük-burjuva milliyetçiliðine iliþkindir:
Emperyalist dönemde I. ve II. bunalým döneminin sömürge ve yarý-sömürge ülkeleri ile III. bunalým döneminin geri-býraktýrýlmýþ ülkelerinde küçük-burjuvazi nüfusun önemli bir kesimini
oluþturur. Temel olarak emperyalizmin sermaye ihracý ile ortaya
çýkan bu ülke küçük-burjuvazisi, III. bunalým döneminde yukardan aþaðýya kapitalizmin geliþimi ile nüfusun çoðunluðunu oluþ-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
317
turmaktadýr. Geçmiþ dönemlerde (toplumsal süreç feodal iken)
nüfusun çoðunluðunu köylülerin oluþturmasýndan farklý olan bu
durum, bu dönemde küçük-burjuvazinin çeþitli politik hareketlerine yol açmýþtýr. Ulusal sorunun dünya çapýndaki ikili durumu,
yani “parçalanmýþ uluslarýn birleþtirilmesi” ve uluslarýn kaynaþtýrýlmasý sorunu ile devlet örgütlenmesine iliþkin hiçbir hakka sahip
olmayan uluslarýn sorunu, küçük-burjuvazinin milliyetçi hareketinde özel bir yere sahiptir. Ancak küçük-burjuvazinin milliyetçi
hareketi, her ulusal-toplulukta ya da ülkede ayný biçimde ortaya
çýkmaz. Genellikle emperyalizmin açýk iþgal koþullarýnda, yani sömürge ülkelerde, küçük-burjuvazinin sol kanadýnýn güçlü bir ulusal (anti-emperyalist) hareket yaratma yeteneði görülmüþtür. Genellikle proletaryanýn örgütsüz ya da yetersiz kaldýðý koþullarda,
küçük-burjuvazinin milliyetçilik temelinde anti-emperyalist (ya da
anti-sömürgeci) tavýr alýþý, ulusal kurtuluþ savaþýna dönüþerek ülkenin baðýmsýz bir devlete sahip olmasýný getirebilmektedir. Proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþmeyen (yani küçük-burjuvazinin
öncülüðünde gerçekleþen) bir ulusal kurtuluþ savaþý, “sömürge
ulusun” sorununu devrimle, anti-emperyalist bir devrimle çözümleyebilmektedir. Hareketin burjuva muhtevasý, bazý durumlarda
anti-feodal mücadeleye de yol açabilmektedir. Bu da anti-emperyalist ve anti-feodal bir devrim yaratarak, ulusal sorunu, belli bir
biçimde çözümleyebilmektedir. 1956-62 Cezayir ulusal kurtuluþ
savaþý, böyle bir hareketin III. bunalým döneminin ilk evresindeki
somut örneðidir.
Küçük-burjuvazinin ulusal sorun karþýsýndaki tutumunu belirleyen milliyetçiliði, III. bunalým döneminde, genellikle I. bunalým
döneminde ortaya çýkmýþ olan pan-islamizm, pan-slavizm, pantürkizm, pan-helenizm, pan-afrikanizm ve pan-asyatik türden ýrka,
dile ve kültüre dayalý milliyetçiliðin küçük-burjuvazi tarafýndan yeni
tarihsel koþullarda sahiplenilmesi ve biçimlendirilmesi olarak tanýmlayabiliriz. Stalin’in ifade ettiði gibi, burjuvazinin geminin bordasýndan attýðý “ulus” ve “milliyetçilik” bayraðýný, her zaman olduðu gibi, küçük-burjuvazi yeniden yükseltmektedir. (Serbest rekabetçi kapitalizm koþullarýnda “demokrasi” ve “demokratik cumhuriyet” karþýsýnda küçük-burjuvazinin tutumu aynýdýr.) III. bunalým döneminde ulusun bölünmüþlüðü (ayrý devletler olarak ya da
ayrý devletler içinde) karþýsýnda yeni bir küçük-burjuva milliyetçi-
318
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
liðinin, eski sloganlarla ortaya çýkmasý kaçýnýlmazdý.
III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ortaya
çýkmýþ olan ulusal sorun, yani “yapay olarak parçalanmýþ uluslarýn birleþtirilmesi” sorunu, küçük-burjuva milliyetçiliði yanýnda deðiþik olgular da ortaya çýkarmýþtýr. Özellikle geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde dýþ dinamikle geliþen kapitalizm, bir yandan iþbirlikçi (tekelci)
burjuvazinin güçlenmesine yol açarken, diðer yandan egemen sýnýflar ittifakýndan, yani oligarþiden tasfiyeleri gündeme getirmektedir. Bu, oligarþi içindeki çeliþkiler ve oligarþi ile dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki çeliþkiler düzeyini belirler.
Daha önce gördüðümüz gibi, yeni-sömürgecilik yöntemlerinin uygulanmasýnda ilk adým, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde feodal
sýnýflar ile emperyalizm arasýnda bir iþbirliði ya da ittifak kurmak
yönünde atýlmýþtýr. Bu iþbirliði baþtan emperyalizmle bütünleþmiþ
burjuvazi ile feodal sýnýflarýn ittifaký olarak somutlaþýr. Ülkeden ülkeye deðiþmekle birlikte, iç ticaret burjuvazisi, özellikle yarý-sömürgelerde bu ittifakýn içinde yer alýr. Ancak burada en önemli halka,
bu iç ticaret burjuvazisinin emperyalizmin eski sömürgeci yöntemlerine uygun iliþkiler içinde ortaya çýkmýþ olmasýdýr. Yoksa iç
dinamikle kapitalizmin geliþtiði ülkelerde olduðu gibi, bu iç ticaret
burjuvazisi, sözcüðün tam ve devrimci anlamýyla tüccar-kapitalist
deðildir. Bu nedenle iç ticaret burjuvazisi iç (ulusal) bir pazarýn yaratýcýsý ve ulusal baðlarýn kurucusu olamaz. I. ve II. bunalým dönemindeki komprador burjuvazi sayýca azdýr ve emperyalizmin yenisömürgecilik uygulamalarýyla iþbirlikçi-tekelci burjuvazi haline
dönüþmüþtür. Bu durumda, eski dönemdeki iþlevlerini yerine getirmek üzere ortaya çýkan tüccar kesimi, günümüzdeki iç ticaret
burjuvazisini oluþturmaktadýr. Komprador burjuvazi döneminde
emperyalizmin mamül mallarýnýn ülke içinde daðýtýmý, ülkenin iç
kesimlerinde kýsmi anlamda feodal tüccarlarla gerçekleþtirilirdi.
“Tefeci-bezirgan” olarak tanýmlanan bu kesim, özsel olarak feodal iliþkilerin içindeki ticareti ellerinde tutarlardý. Ýþbirlikçi-tekelci
burjuvazinin ortaya çýkmasý ile bu tefeci-bezirgan kesim, sözcüðün yeni anlamýyla iç ticaret burjuvazisi haline gelmiþtir. Bunlarýn
ilk dönemdeki iþlevleri, yeni-sömürgecilik yöntemleriyle, iþbirlikçitekelci burjuvazinin metalarýnýn ülke içinde daðýtýmýný yapmaktýr.
Bunlar eski dönemden kalma iliþkiler olarak feodal üretim iliþkileri
içinde ortaya çýkan metalarýn dolaþýmýyla da ilgilendiklerinden,
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
319
geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, ayný zamanda tarým ürünlerine dayalý
bir ihracatý da gerçekleþtirirler. Bu yolla iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin gereksinme duyduðu döviz gelirlerini elinde toplayan ticaret
burjuvazisinin bir kýsmý, tekelleþerek oligarþi içinde emperyalizmin iþbirlikçisi haline dönüþür. Tekelci ticaret burjuvazisi, böylece
iç ticaret burjuvazisinin en büyüklerinden oluþurken, ayný zamanda geri kalanlardan da ayrýlýr.
Ýþte III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde egemen sýnýflarýn bileþimi ve çeliþkileri bu þekilde ortaya çýkmaktadýr.
Emperyalizm ve iþbirlikçi-tekelci burjuvazi (sanayi ve ticaret burjuvazisi olarak), geliþen gücüne paralel olarak, bir yandan oligarþi
içindeki sýnýflarý ekonomik olarak kendine tabi kýlarken, öte yandan bu sýnýflarýn ekonomik temellerini ortadan kaldýrmaya yönelir.
Bu faaliyet ve karþý faaliyetlerde deðiþik yöntemler kullanýlsa da,
özsel olarak köylülüðün ve küçük-burjuvazinin siyasal olarak yedeklenmesi en önemli amaç durumundadýr.
Ýþbirlikçi-tekelci burjuvazi, henüz bunu baþaramadýðý koþullarda, küçük-burjuvazinin devrimci milliyetçi hareketleri karþýsýnda tavýrsýz kalmayý tercih etmektedir. Bu, küçük-burjuvazi ile
oligarþi arasýnda nispi bir denge durumu yaratmaktadýr. Küçükburjuvazinin feodalizme karþý olan tepkisi ve mücadelesi, çoðu
zaman oligarþi içinde iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin “tarafsýzlýðý” ile
bütünleþmektedir. Emperyalizm ve yerli tekelci burjuvazinin küçükburjuva milliyetçi hareketleri karþýsýndaki “tarafsýzlýðý”, uzun dönemde bu hareketin kendi çýkarlarýna uygun olmasýndandýr. Özellikle toprak aðalarý ile tefecilere karþý küçük-burjuvazinin baþarýsý,
kýsa dönemde iþbirlikçi-tekelci burjuvaziye kýsmi zararlar verse de,
uzun dönemde onun için önemli bir engelin (feodal kalýntýlarýn)
ortadan kaldýrýlmasýný saðlayacaktýr. Ve yine, bu yolla, bir süre için
de olsa yeni devletleþmiþ sömürgelerde ve yarý-sömürgelerde, devlet olanaklarýnýn feodal sýnýflarca paylaþýlmasýnýn önü alýnmýþ
olunmaktadýr.
Ýþte Arap ülkelerinde ortaya çýkan BAAS rejimleri, bu tür
geliþmenin ürünüdür. “Arap ulusu”nun ayrý devletler içinde bölünmüþlüðünü ortadan kaldýrmak amacýyla yola çýkan küçük-burjuva
milliyetçilerinin, ilkin Mýsýr’da askeri bir darbeyle iktidarý ele geçirmeleri, devlet olanaklarýndan yararlanabilir duruma gelmelerini
saðlamýþtýr. Daha ilerki yýllarda Irak ve Suriye’de ayný biçimde
320
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
küçük-burjuva milliyetçilerinin iktidara geçmesi, “nihai amaç”ýn
gündeme gelmesine yol açmýþtýr: Birleþik ve tek bir Arap ulusal
devleti.
Herþeyden önce tek bir ulusal pazar yaratýlmasý, amacý yönünden burjuvazinin çýkarýnadýr. Ancak III. bunalým döneminin
özellikleri ve iliþkileri, “Arap ulusal burjuvazisi”nin bütünselliðini
ve de devrimci niteliðini yitirmesi sonucunu verdiðinden, kesinkes bu kesimin bu harekete katýlmasý söz konusu olmamýþtýr. Bu
durumda küçük-burjuva milliyetçilerinin yapabileceði tek þey,
birleþebilen devletlerin siyasal olarak birleþtirilmesi, siyasal ortak
yönetim organlarýnýn kurulmasýdýr. Bu yeni bir “milli” burjuvazi
yaratýlmasýndan baþka bir anlama gelmeyecektir. (1923 sonrasýnda Türkiye’de ortaya çýkan durum gibi. Ancak Türkiye açýsýndan
bu dönemde uluslararasý konjonktürün, özel bir yeri vardýr. 1929
genel ekonomik buhraný gibi.)
Bu yol, sistem dýþýnda, ama kapitalizmin çerçevesi içinde
kalarak ulusal sorunu çözmeye çalýþmak demektir. Bunun olanaksýzlýðý kýsa sürede ortaya çýkmýþtýr. SBKP revizyonizminin “kapitalist
olmayan yol tezi”, bir süre için Arap milli burjuvazisinin yarattýðý
boþluðu, özel olarak sermaye birikimi eksikliðini doldurmaya hizmet ettiyse de, bir süre sonra yeni sorunlar yaratarak iþe yaramaz
hale gelmiþtir.
Milli burjuvazinin, devrimci ve milli niteliðini yitirdiði koþullarda (yeni-sömürgecilik koþullarýnda) SSCB’nin “enternasyonalist”
yardýmýnýn iþe yaramaz hale gelmesi iki olumsuz sonuç yaratmýþtýr.
Birinci olarak, SSCB içinde önemli bir ekonomik sorun yaratmýþtýr.
Bu, küçük-burjuva rejimlere yapýlan yardýmlarýn proletaryaya anlatýlmasýnda karþýlaþýlan güçlüklerle birleþtiðinden, yardýmýn içeriðinin deðiþmesini kaçýnýlmaz kýlýyordu. Öte yandan, bu tür yardýmýn, henüz iktidarý ele geçirmemiþ, ama halk kurtuluþ savaþýný
yürüten örgütlere ve halklara yapýlmamasý, komünist hareket içinde yeni bir ideolojik bölünmeyi getirmiþtir. En bilinen boyutuyla
SBKP ile ÇKP arasýndaki ayrýlýk bu noktada uzlaþmaz bir hale gelmiþtir. SSCB’nin (SBKP’nin) “destek” konusunda “devlet olmayý”
esas almasý, kaçýnýlmaz olarak proletaryanýn öncülüðünde yürütülen halk kurtuluþ savaþlarýnýn enternasyonalist yardýmdan uzak
kalmasýna neden olmuþ ve pek çok hareketin yenilmesine dolaylý
olarak hizmet etmiþtir. Ýkinci olarak, SSCB’nin yardýmý, küçük-bur-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
321
juva milliyetçi iktidarlarýn bulunduðu ülkelerde, milliyetçiliðin antikomünizmle birleþmesini somut hale getirmiþtir. Milliyetçiliðin burjuva içeriði ve onun komünizm karþýsýndaki tarihsel konumu, giderek “her türlü süper güce” karþý “ulusal” baðýmsýzlýðýn savunulmasý temeline oturmuþtur. Bu ülkelerde küçük-burjuva milliyetçi iktidarlarýnýn yeni yöneliminde de bu yön belirleyici olmuþtur.
SSCB’nin ekonomik ve askeri yardýmlarýnýn etkisizleþmesi
ile birlikte, “çok devletli uluslar” sorununun küçük-burjuva ve revizyonist çözümünün bu iflasýyla, yeni bir arayýþ ortaya çýkmýþtýr:
Bloksuzlar hareketi. Bu hareket, özünde iflas etmiþ bir ulusal çözümün kendini kurtarmak için yaptýðý son giriþimdir. Gelinen noktada, küçük-burjuvazi iktidarý ya proletaryaya býrakacaktýr ya da emperyalizme teslim olacaktýr. Bu durumda “üçüncü yol” olarak “baðlantýsýzlýk” hareketi ortaya çýkmýþtýr.
Küçük-burjuvazinin bu yeni çözüm yolu, “tüm-ulus” planýnda gerçekleþtirilmeyen baðýmsýz geliþmeyi tüm geri-býraktýrýlmýþ
ülkeler düzeyinde gerçekleþtirmeye dayanmaktadýr. (“Üçüncü
dünya ülkeleri” kavramýnýn asýl içeriði budur.) Bu giriþim kaçýnýlmaz olarak anti-emperyalist bir temel üzerinde yükselmek zorundaydý. Daha tam deyiþle, küçük-burjuva milliyetçiliði temelinde yükselen anti-emperyalizm, bu yolun temelini oluþturmaktadýr. Ama
yine de kapitalist çerçeve içinde bir çözüm arayýþýdýr. Böylece Mýsýr-Hindistan-Yugoslavya’nýn birleþik hareketi ile (Nasýr-Nehru-Tito)
“Bloksuzlar” hareketi ortaya çýkmýþtýr. Daha önce gördüðümüz
gibi, küçük-burjuvazinin ulusal sorunun çözümünde gelebileceði
en son nokta olan bölgesel-coðrafi esasa dayalý federasyon, bu
hareket içinde özel bir biçim kazanmaktadýr. Özellikle Balkanlarda 1912’den itibaren ortaya atýlan ve 1945-55 arasýnda yeni bir
içerikle hazýrlýklarý yapýlan Balkan Federasyonu (Balkan Devletleri
Federasyonu) burada ilkeler yönünden esas alýnmýþtýr. Özellikle
Yugoslavya Komünist Partisi’nin savunduðu bu tez, Yugoslavya
ile SSCB arasýndaki iliþkilerin sona ermesiyle birlikte tam bir küçükburjuva tezi haline gelmiþtir.
Lenin’in “federatif cumhuriyet” konusundaki düþünceleri
bu konuda açýklayýcýdýr. Lenin, bu konuda federasyonu, kapitalizmin çerçevesi dýþýnda proletarya iktidarlarýnýn bulunduðu sosyalist
cumhuriyetlerin tek bir merkezi devlet haline gelmesi için (geçiþ
biçimi) geçici bir biçim olarak kabul etmektedir. Balkan savaþýyla
322
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Osmanlý Ýmparatorluðunun daðýlmasýnýn sonucu ortaya çýkan ve
emperyalist devletlerce kurulan küçük Balkan devletlerinin, proletaryanýn iktidar mücadelesinde bir engel oluþturacaðý açýktýr.
Bu koþullar altýnda, Balkanlarda, anti-emperyalist bir Balkan Federasyonu giriþimi desteklenmektedir. Ancak Ekim Devrimi’nden
sonra, proletarya iktidarýnýn gerçek hale gelmesiyle birlikte, bu
çözüm “Balkan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Federasyonu” olarak geliþtirilmiþtir. III. bunalým dönemine kadar bu çözüm varlýðýný
korumuþ ve Balkanlarda ilk proleter iktidarlarýnýn kurulmasýyla
(Yugoslavya ve Bulgaristan) yeniden gündemin baþýna geçmiþtir.
Bulgaristan ve Yugoslavya komünist partileri (Dimitrov ve Tito) bu
konuda somut adýmlar atýlmasýný kararlaþtýrýrlar. Bu sýrada Yunanistan’da iç savaþ sürmektedir. Ve bunun zaferle sonuçlanmasýyla birlikte, gerçek ve tam anlamýyla bir Balkan federatif çözümü
ortaya çýkabilecektir. Bu bakýþ açýsýyla Yugoslavya, Yunanistan Komünist Partisi’ni askeri olarak desteklemeyi sürdürür. Ancak Stalin
ve SBKP, her iki düzeyde de olumsuz tutum takýnýr. Stalin ve SBKP,
Balkan Federasyonu’nun kurulmasýnýn “zaman” açýsýndan uygun
olmadýðýný, gelecek bir zamana ertelenmesini önerir. Bu öneri,
Bulgaristan Komünist Partisi’nce kabul edilmiþ, ama Yunanistan
Komünist Partisi’nin önderliðindeki halk güçlerinin iç savaþý yitirmeleri bu giriþimin sona ermesine yol açmýþtýr. Bu olgu, yukarda
belirttiðmiz gibi, “bloksuzlar hareketi”ne belli bir temel teþkil ederken, diðer yandan proletaryanýn, müttefikleriyle birlikte de olsa,
iktidara geçtiði ülkelerin ulusal sorunu gerçek ve kalýcý çözüme
ulaþtýrmalarý açýsýndan da önem taþýmaktadýr. (Bu ikinci yaný ilerde daha ayrýntýlý olarak ele alacaðýz.)
Ýþte küçük-burjuvazinin kabul edebileceði düzeye indirgenmiþ coðrafi-bölgesel federasyon çözümü, Tito tarafýndan, küçük-burjuvazinin iktidarda bulunduðu ülkelere aktarýlmýþtýr. Bu,
tümüyle, “tüm-ulus” (pan-national) için devletler federasyonu düzeyine indirilerek, bölünmüþ uluslar ve bu uluslarýn küçük-burjuva
milliyetçileri için uygun bir araç saðlamýþtýr. Böylece bu þekilde,
küçük-burjuvazinin ulusal sorunu çözüm yolu “demokratik” ve
“sosyalist” bir içeriðe büründürülmüþtür.
Tarihsel olarak Arap ülkelerinde ortaya çýkan küçük-burjuva iktidarlarý ve onlarýn çözüm önerileri, 1958 sonrasýnda emperyalizmin dünya çapýnda yeni-sömürgecilik uygulamalarýný ge-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
323
niþletmesine paralel olarak, yeni bir anlayýþýn kitleler gözünde deðer
kazanmasýna yol açmýþtýr. Bu deneyimle halk kitleleri, “büyük ulusal-devletler”in “gerçekleþemez” ve “iþe yaramaz” olduðu þeklinde
bir anlayýþa kaymýþlardýr. Bu anlayýþ, kaçýnýlmaz olarak II. paylaþým
savaþýndan sonra sömürgeciliðin tasfiyesiyle ortaya çýkan statünün (Birleþmiþ Milletler güvencesinde) benimsenmesi sonucunu
doðurmuþtur. Artýk her ulus için bir devlet deðil, her devlet için bir
ulus (yapay-bölünerek) gündemdedir. Bu durum, özde yenisömürgecilik koþullarýnda ulusun aþýlmasýdýr. Ama ayný zamanda
yaygýn bir biçimde bölgeciliðin ortaya çýkmasýdýr da. Burjuvazinin
yükseliþ döneminde, onun feodalizme karþý mücadelesinde ortaya çýkan ulus, eski bölgecilik karþýsýnda kazandýðý zaferini, bu kez
kendi elleriyle geri vermektedir. (Partikülarizm) Bu, son tahlilde,
kapitalizmin siyasal olarak çözülmesi demektir, yani ulus temelinde oluþan burjuva siyasal birliði ve iktidarý artýk çözülmektedir. Diyebiliriz ki, küçük-burjuva milliyetçiliði, ulus temelinde toplumlarýn kuruluþ ve geliþmesinin tamamlanmýþlýðýnýn tanýtý olarak bu
dönemde tarih sahnesinde yer almýþtýr. Ve artýk dünya çapýnda
“ulus” ya da “milliyetçilik” görünümü altýnda tam bir bölgecilik
egemen hale gelmiþtir.
324
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
III. BUNALIM DÖNEMÝNDE
ULUSAL SORUNLARIN
PROLETER DEVRÝMCÝ ÇÖZÜM YOLU
YA DA PROLETARYANIN “OLUMLU EYLEMݔ
Proletarya ve partisi açýsýndan ulusal sorunun, sürekli ve
kalýcý çözümü esastýr. Bu ise “uluslarýn aþýlmasý”, yani ulusal
farklarýn ortadan kaldýrýlmasý nihai amacýdýr. Bir baþka deyiþle,
proletaryanýn ulusal sorun karþýsýndaki nihai tutumu, toplumlarýn
ulusal esasa göre ayrýlmalarýnýn, ulusal esasa göre örgütlenmelerinin sona erdirilmesine yöneliktir.
“Siyasal iktidarý ele geçiren proletaryanýn ulusal soruna iliþkin siyaseti ... burjuvaziyi devirmek için verdikleri
devrimci savaþta, bütün uluslarýn iþçileriyle köylülerinin birbirine kaynaþmasý ve gerçekten yaklaþmasýný durup dinlenmeden saðlamaktýr.”138 (abç)
Böylece “proletaryanýn partisi olarak sosyal-demokrat parti, halklarýn ya da uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký yerine,
her ulus içindeki proletaryanýn kendi kaderinin tayin hakkýna
geçerlik kazandýrmayý kesin temelli görevi sayar.”139
138
139
Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluþ Savaþlarý, s. 346.
Lenin, age, s. 12.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
325
Proletarya ve partisinin temel ve kalýcý görevi olarak belirginleþen uluslarýn ortadan kaldýrýlmasý görevi, birden ve tek giriþimle gerçekleþtirilebilinir olmadýðý için, kendi içinde deðiþik evreleri içermesi kaçýnýlmazdýr. Ýþte temel ve genel amaç açýsýndan,
uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký ve emekçi halkýn kendi kaderini tayin hakký bu ara evreleri ifade etmektedir. Kapitalizmin
eþitsiz geliþim yasasý göstermiþtir ki, proletarya devrimi zamandaþ
olmayacaktýr. Proletarya devrimi önce bir ya da birkaç ülkede
gerçekleþecektir. Diðer ülkeler bir süre kapitalizm ya da kapitalizm öncesi iliþkiler içinde kalacaklardýr. Bu durum proletaryanýn
örgütlenmesini ve iktidar mücadelesinin “form”unu belirlemektedir.
Bu form, yani “ulusal” biçim, belli bir devleti ve devlet sýnýrlarýnýn esas alýnmasý olarak belirginleþir. Böylece proletaryanýn,
ya da daha genel bir ifade ile emekçi halkýn kendi kaderlerini
tayin hakký ile uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký, proletaryanýn mücadelesinde belli bir yere sahip olmaktadýr.
Bugün uluslaþma, ulusal haklara sahip olma þeklinde bir
ulusal sorun emperyalist-kapitalist ülkeler için mevcut deðildir. Bu
ülkelerde proletaryanýn kendi kaderini tayin hakký gündemdedir.
Bu, kesinkes ulusal bir soruna iliþkin deðildir. Ve uluslarýn kendi
kaderlerini tayin hakký gibi burjuva demokratik bir hak olarak ele
alýnamaz.
Yine sosyalist ülkeler açýsýndan ise, ulusal sorun, uluslarýn
kaynaþtýrýlmasý temelinde genel bir sorun durumundadýr ve burada emekçi halkýn kendi kaderini tayin hakkýnýn elde edildiði
koþullarda çözüm gündemdedir.
Genel olarak ulusal sorun, sömürgeler sorunu haline dönüþmesiyle birlikte, emperyalist hegemonya altýndaki tüm ülke
ve uluslara iliþkin bir sorun olarak belirginleþmiþtir. Stalin’in sözleriyle, “emperyalist sömürüden kurtuluþ genel sorunu” olarak
tüm geri-býraktýrýlmýþ ülkeler için ulusal sorun mevcuttur. Ama
bu, III. bunalým döneminin iliþki ve çeliþkilerine göre yeniden biçimlenmiþtir.
Hemen hemen en çok ihmal edilen ya da “unutulan” bu
belirleme, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, proletaryanýn anti-emperyalist mücadelesi ile her türden milliyetçi hareketi birbirinden ayýran
temel ölçütlerden birini oluþturmaktadýr.
326
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
III. bunalým döneminde, eski-sömürgecilik sisteminin çöküþü ve sömürgelerin tasfiyesi, ilkin, emperyalist hegemonya altýndaki ülkeler arasýnda eski tip farklýlýklarý ortadan kaldýrmýþtýr. I. ve II.
bunalým döneminde sömürge ve yarý-sömürge ayrýmý, temel olarak, emperyalist sömürü altýndaki ülkelerin, görünüþte de olsa
baðýmsýz “devlet”e sahip olup olmamasýna dayanýyordu. Bugün
bu fark ortadan kalkmýþtýr. Birkaç istisna dýþýnda eski sömürgeler,
devlet olarak örgütlenmiþlerdir. Yeni-sömürgecilik yöntemlerinin
uygulanmasýyla emperyalist iþgal gizlenmiþtir. Böylece eskiden olduðu gibi sömürgelerin genel sorunu ile yarý-sömürgelerin sorunlarý arasýndaki fark ortadan kalkmýþtýr.
Ýþte III. bunalým döneminde sömürge ve yarý-sömürge ülkeler açýsýndan eski tip farklarýn ortadan kalkmasý, emperyalist sömürü ve hegemonya altýndaki tüm ülkelerin geri-býraktýrýlmýþ ülkeler olarak tanýmlanmasýný gerekli kýlmýþtýr.
Bugün geri-býraktýrýlmýþ ülkeler için ulusal sorun emperyalizmin ekonomik, sosyal, politik, askeri ve kültürel hegemonyasýnýn sona erdirilmesi olarak belirginleþmektedir. Bu
boyutu ile, ulusal sorun uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn
çerçevesi içinde çözümlenemez. Bir baþka deyiþle, geri-býraktýrýlmýþ ülkeler için emperyalist hegemonyanýn yeni biçiminden dolayý
sadece siyasal kaderi tayin, yani emperyalist-kapitalist devletten baðýmsýz bir siyasal örgütlenmeye (devlete) sahip olma
sorunu yoktur. Üstelik bu düzeyde bir sorun, ulus açýsýndan söz
konusu da deðildir. Görünüþte baðýmsýz devlete (siyasal örgütlenmeye) sahip olduðu için uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký
eski anlamýyla ulus açýsýndan elde edilmiþtir ve üstelik kullanýlmýþtýr
da. Ama gerçekten baðýmsýz bir devlet sorunu, emperyalizmden
baðýmsýz “tam baðýmsýz” bir devlete sahip olma sorunu, böyle bir
devlete sahip olma hakký sorunu vardýr. Ve bu özsel olarak emekçi
halk için büyük bir deðere sahiptir. Yani emperyalizmden ekonomik, sosyal, siyasal, askeri ve kültürel baðýmsýzlýk sorunu,
emekçi halkýn kendi kaderlerini tayin hakkýyla çakýþmaktadýr.
III. bunalým döneminde, ulusal demokratik devrimler (milli
demokratik devrim) dönemi, artýk sona ermiþtir. Ulusal sorun, yani uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký, þu ya da bu “ezen ulus”
tan ayrýlma, ayrý devlet kurma hakký olarak deðil, emperyalizmden ve emperyalist sömürüden (eski ve yeni-sömürgecilikten)
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
327
kurtulma ve bu çerçevenin dýþýnda devlet kurma hakký sorunu
haline gelmiþtir. Bu hak ayný zamanda gerçekten baðýmsýz devletin yaþama hakkýný da içerir. “Halk cumhuriyeti” olarak ortaya çýkan bu yeni devletlerin bileþimi de deðiþmiþtir. II. bunalým döneminde “ulusal birleþik cephe” temelinde kurulan “halk cumhuriyetleri”, III. bunalým döneminde “halk kurtuluþ cephesi” temelinde
kurulan “halk cumhuriyetleri”ne dönüþmüþtür. Yani “halk” artýk
ulusal burjuvaziyi kapsamamaktadýr. Bu, burjuva demokratik devrim kavramýnýn kesin ve nihai olarak aþýlmasýdýr. Ve “ulusal-devlet”
sorununun burjuva anlamýný kaybetmesidir.
II. bunalým döneminde sömürge ve yarý-sömürge ülkelerde burjuva demokratik devriminin anti-emperyalist ve antifeodal nitelikte bir ulusal demokratik devrim biçimini aldýðýný daha
önceki bölümlerde görmüþtük. III. bunalým döneminde ise, yenisömürgecilik koþullarýnda demokratik devrim, sözcüðün tam
anlamýyla demokratik halk devrimi halini almýþtýr. Demokratik halk
devrimi, bu dönemde anti-emperyalist ve anti-oligarþik niteliktedir ve “ulusal-devlet” ancak böyle bir devrimin sonucunda kurulabilir. Ancak buradaki ulusallýk burjuvazinin dýþýnda, proletaryanýn
öncülüðünde gerçekleþtirilen yeni tip ulusallýktýr. Bu ise, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ulusal burjuvaziyle her türlü ittifakýn ortadan
kalkmýþlýðýna denk düþer (burjuvazinin devrimci ve milli niteliðini
yitirmesi esprisi).
Diyebiliriz ki, III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde bir hareketin ulusal ve demokratik niteliðinin eski burjuva
anlamýyla ele alýnmasý olanaksýzdýr. Artýk hareketin “ilericiliði” nin,
“devrimciliði”nin ve “demokratikliði”nin ölçütü, onun soyut ulusal taleplerde bulunmasýna ve bunlara yönelmesine bakýlarak
deðerlendirilemez. Bir hareketin ilerici, ulusal, devrimci, demokrat olabilmesi için temel ölçüt, onun anti-emperyalist ve anti-oligarþik niteliðe sahip olup olmadýðýnda aranmalýdýr.
Ýþte III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, halk
kurtuluþ savaþlarýnýn ve demokratik (ulusal) devrimin yeni içeriði
böyledir. Marksist-Leninistler bu içeriðe sahip her türlü hareketi
desteklemek durumundadýr. Burada proletaryanýn ve partisinin
öncülüðü temel ve somut ölçüt olarak ortaya çýkmaktadýr. Daha
tam deyiþle, III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde
proletarya ve partisinin görevi, köylülükle birlikte demokratik
328
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
halk devrimini yapmaktýr. Bu, demokratik halk iktidarlarýnýn
kurulmasý olarak ulusal sorunun yeni çözümüdür. Bu, emperyalist sömürünün dýþýna çýkarak, kapitalizmin çerçevesi dýþýnda
yeni bir baðýmsýzlýk biçimidir. Eskiden kapitalizmin çerçevesi
dýþýnda tek çözümün proletarya diktatörlüðü ile mümkün olduðu
düþünülürdü. Bugün, artýk proletarya diktatörlüðü genel yolu üzerinde ve bu yol içinde yeni bir çözümün demokratik halk devrimiyle saðlanabileceði ortaya çýkmýþtýr. Bu, kapitalizmin iç dinamikle geliþmediði, emperyalist hegemonya altýndaki ülkelerde proletarya diktatörlüðünün kurulmasýnýn gerekli koþullarýnýn kapitalizmin çerçevesi dýþýnda gerçekleþtirilmesidir.
Bu dönemde uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký, yani
ayrýlma ve ayrý devlet kurma hakký, emperyalist sistemden ayrýlma ve bu temelde halk devletini kurma hakký olarak belirginleþmektedir. Bu yeni devlet, iþçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüðü olarak halk cumhuriyeti biçimindedir. Bu, sýnýfsal
yanýn ulusal yana aðýr basmasý demektir. Eski dönemde, “ulusaldevletler”in temeli olan ulusal birlik, bu yeni tip devlette, eski biçimi
ve içeriðiyle mevcut deðildir. Daha önce belirttiðimiz gibi, bu ulusal kurtuluþ hareketlerinin yeni içeriðidir. Artýk eski içeriði ile (milli
burjuvazinin içinde yer aldýðý) ulusal birleþik cephe temelinde
yürütülen ulusal kurtuluþ hareketleri ve ulusal demokratik devrimin (MDD) gerçekleþtirilmesi, ulusal-devlet kurulmasý sürecinin
muhtevasý deðiþmiþtir. Bu, eski MDD’nin dar muhtevasýyla antiemperyalist ve anti-oligarþik devrimin geniþ muhtevasý arasýndaki
deðiþime denk düþer. Bu nedenle, bu deðiþimi tanýmlamak açýsýndan, halk kurtuluþ mücadelesinin, halk kurtuluþ cephesi temelinde yürütülerek, demokratik halk devriminin yapýlmasý ve
bu devrimle halk-devletinin (demokratik halk cumhuriyeti) kurulmasýndan söz etmek gereklidir. Bu, proletaryanýn geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde uðruna mücadele edeceði içeriði belirlemektedir
ve doðal olarak uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký çerçevesi
dýþýna taþmaktadýr.
Bu durum, emekçi halkýn kendi kaderlerini tayin hakký sorununu ortaya çýkarmaktadýr. Bu sorun, en açýk biçimde emperyalist sistemin mevcut olduðu koþullarda böyle bir hakkýn “elde
edilebilirliði” sorusunun yanýtlanmasýný gerektirmektedir. II. yeniden paylaþým savaþý sonrasýnda Doðu-Avrupa’da kurulan “halk
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
329
cumhuriyetleri” bunun “gerçekleþebilir” olduðunu göstermiþtir.
Yine Kore, Vietnam, Küba, Angola, Etiopya, Laos, Kamboçya ve
en son olarak da Nikaragua devrimlerinin gösterdiði gibi, sosyalist
ülkelerin etkin müdahalesiyle birleþen halk savaþýnýn zaferiyle
bu hak elde edilebilmektedir.
Bugün özellikle Nikaragua ve Angola’da emekçi halkýn kendi
kaderlerini tayin hakký sorunu en açýk biçimde ortaya çýkmýþtýr.
Görüldüðü gibi, III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ
ülkelerde “emperyalist sömürüden kurtuluþ genel sorunu” olarak ulusal sorun, emekçi halkýn kendi kaderini tayin hakký ile çözümlenmek durumundadýr. Ancak bunun gerçekleþebilmesi için,
herþeyden önce, burjuva demokratik anlamda uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn elde edilmiþ olmasý þarttýr. Böylece geribýraktýrýlmýþ ülkelerde çok-uluslu devletlerdeki ulusal sorunlar ve
çözümü açýða çýkmaktadýr.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, özellikle eski-sömürgelerde
uluslaþma süreci kendi tarihsel evrimini izleyememiþtir. Bu nedenle, Marksist-Leninist literatürde Stalin tarafýndan tanýmlandýðý
biçimiyle “modern ulus” bu ülke topluluklarý için geçerli deðildir.
Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde kapitalizm devrimci tarzda geliþmediði
için, gerçek bir ulusal pazar ortaya çýkmamýþtýr. Var olan iç pazar, yukardan aþaðýya, emperyalizmin istemlerine uygun olarak
geliþtirilmiþtir. Dolayýsýyla ulusal nitelikte deðildir. Ýç pazarýn tüm
iliþkileri ve dengeleri, uluslararasý düzeyde ortaya çýkmaktadýr ve
kendi iç dengesi mevcut deðildir. Doðal olarak mevcut tüm dengeler dýþsaldýr. Ülke açýsýndan yapay dengelerdir. Bu suni dengenin
en önemli aracý da emperyalist ülkelerden saðlanan dýþ borçlardýr (krediler vb.). Bu nedenle, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde gerçek
anlamda bir kapitalist iktisadi yaþam birliði yoktur. Bunun sonucu
olarak devlet sýnýrlarý içindeki eþitsiz geliþim kapitalist nitelikte deðildir. Bazý bölgeler çarpýk kapitalizmin yarattýðý ekonomik iliþkiler
(iktisadi yaþam) içindeyken, bazý bölgeler feodal ya da yarý-feodal
iliþkiler içinde bulunmaktadýr. Dolayýsýyla bu geri bölgelerde feodal iliþkiler temelinde bir iktisadi yaþam ortaya çýkmaktadýr. Bu
bölgelerin diðer bölgelerle entegrasyonu, daha tam deyiþle, bu
bölgelerin emperyalist üretim iliþkileri temelinde iktisadi yaþam
birliðine katýlmalarý, temel olarak devlet gücüyle, yani siyasal zorla saðlanmaktadýr.
330
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Ýþte bu devlet gücü (oligarþik dikta), yani siyasal zor, din ya
da dil-kültür farklýlýklarýna sahip topluluklarýn bulunduðu bazý geribýraktýrýlmýþ ülkelerde, bu topluluklarýn üzerinde kullanýlmasýyla
ulusal baský biçimini almaktadýr. Bu feodal ya da yarý-feodal iktisadi yaþam içindeki bölge topluluklarý üzerindeki devlet zoru, onlarýn birleþmelerini saðlamaktadýr. Ama iktisadi yaþam birliðine dayalý
bir uluslaþma ve ulusal bilinç oluþumu söz konusu deðildir. Ýþte
bu iktisadi temeldeki eksiklik, oligarþik zorun uygulanmasýyla, bölge-topluluklarýnýn ulusal bilince ulaþmalarýný saðlamaktadýr. Böylece sözcüðün geniþ anlamýnda bir ulusal hareket ortaya çýkmaktadýr. Feodal temelde bir iktisadi yaþam üzerinde yükselen
bu ulusal hareket, 19. yüzyýlýn burjuva ulusal hareketlerinden olduðu kadar, ulusal-devrimci hareketlerden de farklýdýr. Deyim yerindeyse, bu durum “burjuvazisiz” bir uluslaþmayý gündeme getirmektedir. Bu nedenle Komintern’in 1920’de ortaya koyduðu gibi,
gerçek ulusal birliðin proletarya tarafýndan devrimci bir mücadele yoluyla saðlanmasýndan baþka bir yol kalmamaktadýr.
Çok-uluslu geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde feodal ve yarýfeodal
iktisadi iliþkiler içinde bulunan topluluklarýn uluslaþmasý ve ulusal
birliðinin kurulmasýnda proletaryanýn tarihsel rolü bu þekilde açýða çýkmaktadýr. Ancak bu ülkelerde, “ulusal” proletarya nicelik
olarak az ve büyük oranda yukardan aþaðýya kapitalizmin geliþtiði
bölgelerde bulunmaktadýr. “Ulusal-topluluk” topraklarýnda meydana gelen yoksullaþma, mülksüzleþtirme ve proleterleþme süreci,
“ulus” köylülüðünün çözülmesi ve kapitalist merkezlerde toplanmasýný getirmektedir. Ve bu merkezler ulusal-topluluðun topraklarýnýn dýþýnda bulunmaktadýr. (Örneðin, Türkiye’de Kuzey Kürdistan
bölgesindeki köylülüðün yoksullaþmasý ve proleterleþmesi, metropollere yönelik bir göç yaratmaktadýr. Ve Kürt köylüleri buralarda proleterleþmektedir.)
Genel olarak kapitalizmin geliþmesi, eski dönemlerde de
çok-uluslu feodal devletlerde ayný biçimde sonuçlar doðurmuþtur.
Örneðin Çarlýk Rusyasý’nda kapitalizmin geliþmesi, Petersburg gibi
sanayi merkezlerinde çeþitli ulustan köylülerin toplanmasýna ve
proleterleþmesine yol açmýþtýr. Lenin, “Rusya’da Kapitalizmin Geliþmesi”nde, Doðu-Avrupa’daki boþ topraklarý doðu ve güney Rusya’
dan göçleri tahlil ederken, bu durumu ortaya koyuyor. Ancak Çarlýk
Rusyasý’nda her ulusal-topluluk içinde de, zayýf da olsa iç dinamik-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
331
le geliþen bir kapitalizm ve bunun sonucu olarak ulusal-burjuva
sýnýfý bulunmaktadýr. Bu özellik de, her ulusal-toplulukta kapitalist
bir iktisadi yaþam birliðinin saðlanmasýna olanak tanýmaktadýr.
Çarlýk Rusyasý’nda devlet gücü, Rus burjuvazisinin diðer ulus
burjuvazisi üzerinde bir zor aracý iþlevi de görmesi, III. bunalým
döneminin geri-býraktýrýlmýþ ülkelerinde oligarþinin ulusal-topluluðun feodal kesimler üzerinde bir ulusal-baský aracý olmasýyla
karýþtýrýlmamalýdýr. Çok-uluslu geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, “ezilen
ulus” kendi kapitalist iç pazarýna sahip deðildir. Ve dolayýsýyla burjuva ulusal hareketi söz konusu olmamaktadýr. Bu ise, Çarlýk
Rusyasý uluslarýndan ve ulusal hareketlerinden temel farklýlýðýdýr.
Ýþte I. bunalým dönemindeki Çarlýk Rusyasý gibi çok-uluslu
bir kapitalist ülke ile III. bunalým döneminin çok-uluslu geri-býraktýrýlmýþ ülkeleri arasýndaki bu temel farklýlýklar ve benzerlikler, proletaryanýn ulusal sorun karþýsýndaki tutumunu belirlemektedir.
Çarpýk da olsa kapitalizmin geliþmesi sonucunda, ulusal
ya da dinsel kökenleri farklý köylülerin, belli sanayi merkezlerine
göçü ve buralarda proleterleþmeleri tarihsel olarak proletaryanýn
“ulusal” farklýlýklarý kendi sýnýfsal özellikleriyle aþmasýna olanak tanýr. Böylece geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, proletaryanýn tek ve merkezi bir örgütlenmeye sahip olmasýnýn maddi koþullarý ortaya
çýkmaktadýr. Üstelik ayrý ayrý “ulusal iç pazarlar” bulunmadýðý için,
bu, geçmiþ dönemlerden çok daha olgun durumdadýr.
Ýster tek dil ve kültür birliðine sahip homojen devlet olsun,
ister “çok-uluslu” devlet olsun, tüm geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde gerçek ve “modern” uluslar mevcut deðildir. Bu toplumlar için uluslaþma süreci tamamlanmamýþtýr. Devlet olarak siyasal örgütlenmeye sahip olmayan topluluklar için, bu sürecin tamamlanmasý,
baðýmsýz devlet kurma hakký ile bütünleþmektedir. Bu topluluklar
için “devlet”e sahip olma ile uluslaþma sürecinin tamamlanmasý
çakýþmaktadýr. Bir baþka deyiþle, uluslaþma sürecinin tamamlanabilmesi için devlet örgütlenmesi sorunu çözümlenmek zorundadýr. Bu uluslaþma süreci, kaçýnýlmaz olarak, anti-feodal niteliktedir ve demokratik devrimi zorunlu kýlmaktadýr.
Kapitalizmin çerçevesi dýþýnda ve emperyalist sistemden
ayrý olarak uluslaþma sürecinin tamamlanmasý, doðrudan bu ulusal-topluluklardaki proletaryanýn ve partisinin mücadelesini gerektirmektedir. Bu mücadelede proletaryanýn öncülüðü esastýr.
332
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Bir baþka deyiþle, bu ülkelerde proletarya tek bir süreçte ikili
görevle karþý karþýyadýr (kesintisiz devrim esprisi). Bu durumda
uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýnýn elde edilmesi, proletaryanýn öncülüðünde anti-emperyalist bir kurtuluþ savaþýyla mümkündür (halk kurtuluþ savaþý). Burada ulus ile halk bir ve ayný olmaktadýr. Böylece ulusal-topluluk için uluslaþma ve ulusun kendi
kaderini tayin hakký, demokratik halk devrimi sorununun bir
parçasýdýr.
III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki ulusal
sorunlarýn çözümünde proletaryanýn “olumlu eylemi” doðrudan
sorunun genel ve somut durumuna baðlýdýr. Görünüþte baðýmsýz
devlet örgütlenmesine sahip ulusal-topluluklar açýsýndan ulusal
sorun, emperyalist sömürüden kurtulma sorunu olarak belirginleþmektedir. Ülkedeki egemen sýnýf ya da sýnýflar ittifaký demokratik
devrimin önündeki diðer (içsel) engel durumundadýr. Ancak demokratik devrim, anti-emperyalist yanýn yanýnda yalýn bir anti-feodal yan olarak sýnýrlandýrýlamaz. Ülkede kapitalizm yukardan
aþaðý geliþtirildiðinden ve tekelci burjuvazi baþtan emperyalizmle
bütünleþerek geliþtiðinden, demokratik devrim, eski burjuva muhtevasýndan uzaklaþmýþtýr. Geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde demokratik
devrim, artýk bir halk devrimi niteliðini almýþtýr ve dolayýsýyla feodal kalýntýlar baþta olmak üzere demokratik devrimin önündeki
tüm engellerin kaldýrýlmasýna yöneliktir. Bu boyutu ile anti-oligarþik devrim gündemdedir. Böylece anti-emperyalist ve anti-oligarþik
stratejik hedeflere yönelik demokratik halk devrimi ile ülkenin
baðýmsýzlýðýný elde etmesi ve demokratik devrimini tamamlamasý
mümkündür.
“Çok-uluslu” geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ise, genel toplumsal sorun, tüm diðer geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde aynýdýr. Farklý olan
noktasý, bu ülkelerin homojen bir ulusal-topluluða sahip olmamasýdýr. Ancak bu ülkelerde her ulusal-topluluk açýsýndan iç dinamikle geliþen bir kapitalizm bulunmadýðýndan, ayrý ulusal (iç) pazarlar mevcut deðildir. Devlet sýnýrlarý içinde ortaya çýkan tek “ulusal” pazar mevcuttur. Ama bu pazar dýþ dinamikle geliþtirilmiþ bir
kapitalizmin pazarý olduðu için, sözcüðün tam anlamýyla ulusal
nitelikte deðildir. “Ýç pazar” diyebileceðimiz bu pazarýn, tüm dengeleri içsel deðil, dýþsaldýr ve emperyalist metropollerdeki dengelere
baðlýdýr. Kapitalizm devrimci bir tarzda geliþmediðinden, yani em-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
333
peryalizm tarafýndan yeni-sömürgecilik yöntemleriyle geliþtirildiðinden, kapitalistler, feodaller ve iç ticaret burjuvazisinin dýþsal etmenlerle ittifaký gündemdedir. Ýþte oligarþi kavramýnýn içeriði
budur.
Birden çok ulusal-topluluða sahip geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde oligarþi tek bir ulusal-topluluðun üyelerinden oluþmamaktadýr.
Oligarþide egemen olan yan sýnýfsallýktýr ve bu ülkelerde tek bir
sýnýfýn damgasýný taþýmaz. Farklý ulusal-topluluk üyelerinin oligarþi
içinde yer alýþlarý, doðrudan ülkedeki kapitalizmin (çarpýk) geliþme
ritmine ve geliþme düzeyine baðlýdýr. Emperyalizmin bu ülkelerdeki varlýðý (yeni-sömürgecilik yöntemleriyle), bir yandan kendisiyle
baþtan bütünleþmiþ iþbirlikçi ve tekelci burjuvazinin yaratýlmasýný
ve geliþtirilmesini içerirken, diðer yandan feodal egemen sýnýflar
ile iç ticaret burjuvazisinin tedrici tasfiyesini içermektedir. Bu tasfiye iki yönlüdür: Bir yandan geliþen meta ekonomisine baðlý olarak
feodal sýnýflarýn ve ticaret burjuvazisinin belli unsurlarý mülksüzleþtirilirken; diðer yandan bunlar içinden en irileri (büyük toprak
sahipleri, büyük sürü sahipleri, büyük tefeciler, büyük tüccarlar)
emperyalist üretim iliþkilerinin içine entegre edilmektedir. Bu entegrasyon kaçýnýlmaz olarak oligarþi içindeki ulusal farklýlýklarýn ikincil
plana geçmesine yol açmaktadýr.
Eski ulusal topluluklarýn ticaret burjuvazisi, feodal üretim
iliþkilerinin çerçevesi dýþýna çýkarak yukardan aþaðý geliþen kapitalizmin çerçevesi içinde yer almaya yöneltilmektedir. Belli bir süre
eski baðýmsýz (görece özerk) konumunu sürdüren ticaret burjuvazisi, bu dönem boyunca eski iliþkileri içinde geliþen kapitalist
üretimin ürünlerinin daðýtýmýný saðlamaktaydý. Zaman içinde tekelci burjuvazinin gücünün artmasýna paralel olarak, bir yandan
tekelci burjuvazinin doðrudan uzantýsý durumuna gelen bazý ticaret burjuvalarý tekelleþerek oligarþi içinde kalýrken, bazýlarý hýzla
tasfiye ediliyorlardý. Þüphesiz bu süreç, her zaman düz bir hat
izlememektedir. Zaman zaman geri dönüþler olabilmektedir, ama
yine de süreç belirttiðimiz yönde ilerlemek durumundadýr.
Ayný durum çeþitli ulusal topluluklara mensup feodal egemen sýnýflar için de geçerlidir.
Diyebiliriz ki, çok-uluslu geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde egemen
sýnýflar, kendi içinde zümreleþmiþ, asalaklaþmýþ belirli bir azýnlýðýn
oluþturduðu oligarþi haline gelmiþtir. Ve bu oligarþi içinde ulusal
334
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ayrým ikincildir. Diðer sömürücü sýnýflar ise, oligarþi dýþýnda býrakýlmýþ ve oligarþi ile sürekli bir çatýþma içindedirler. Bu çatýþmanýn
içeriði, bu sýnýf üyelerinin oligarþi içinde yer alma istemleriyle belirlenmektedir. Bu açýdan bu çatýþma ulusal nitelikte deðildir ve
ulusal baský ile belirlenmemiþtir.
Bu tür geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde egemen ve sömürücü sýnýflar arasýndaki bu iliþki karþýsýnda her ulusal-topluluk üyesi ezilen
sýnýflarýn durumu benzerlikler göstermektedir. Genel olarak ayný
sýnýfsal sömürü ile yüz yüze olan bu topluluk üyeleri, bir bütün
olarak oligarþi karþýsýnda halký oluþturmaktadýr. Tek tek her ulusal-topluluðun genel çýkarý ile bir bütün olarak devlet sýnýrlarý içinde
halkýn genel çýkarý bir ve aynýdýr. Bu boyutu ile halkýn birliðinin
saðlanmasý halkýn kurtuluþu genel sorununu oluþturmaktadýr. Ýþte
bu ülkelerde proletarya ve partisinin “olumlu eylemi” bu noktada, yani halkýn birliðinin saðlanmasý noktasýnda ortaya çýkar. Ve
bu birliðin temellerini ifade eder. (Demokratik devrimde proletaryanýn hegemonyasý sorunu).
Proletarya tarafýndan gerçekleþtirilebilecek böyle bir birlik,
(proletarya ile birlikte) köylülük ve þehir küçük-burjuvazisinin sýnýfsal olarak örgütlenmesine dayanmak durumundadýr. Böylece
“uluslar arasýndaki dikilmiþ olan ulusal engeller nasýl yýkýlabilir,
bu emekçileri olabildiðince birbirine yakýnlaþtýrmak ve onlarý daha
saðlam bir biçimde birleþtirebilmek için ulusal kapalýlýk nasýl ortadan kaldýrýlabilir?” sorularý somut olarak yanýtlanabilecektir.
Proletarya açýsýndan, uluslar arasýndaki engelleri belli bir
devlet sýnýrlarý içinde aþma sorunu, herþeyden önce uluslar arasýndaki eþitsizliðin ortadan kaldýrýlmasýyla olanaklýdýr. Bu eþitsizlik
sadece siyasal eþitsizlik olarak deðil, ayný zamanda ekonomik, sosyal ve kültürel farklýlýklara dayanan bir eþitsizliði de içerir. Bu durumda proletarya, tüm ulusal-topluluklar karþýsýnda ayný konumda
bulunmak durumundadýr. Siyasal olarak eþit olmayan uluslarýn
ya da ulusal topluluklarýn kaynaþtýrýlmasý olanaksýzdýr. Demokratik halk devrimi diðer temel demokratik hak ve özgürlüklerin yanýnda, bu eþitsizliði de çözmek durumundadýr. Bunun çözümü
ise, uluslarýn siyasal olarak eþit haklara sahip olmalarýdýr ve belli
bir devlet sýnýrlarý içinde bulunan uluslarýn siyasal hak eþitliði saðlanmasý zorunludur. Bunun anlamý, uluslarýn kendi kaderini tayin
hakkýnýn gündeme girmesidir. Bu hakka, yani siyasal kaderini be-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
335
lirleme hakkýna sahip olmayan, siyasal bir örgütlenmeye, yani devlet örgütlenmesine sahip olmayan ulusal-topluluklar açýsýndan
böyle bir örgütlenme hakkýnýn tanýnmasý, proletaryanýn öncülüðündeki demokratik halk devriminin hedefleri içerisindedir. Ancak
proletarya eski dönemlerde olduðu gibi, demokratik devrimde
sadece olumsuz eylemle yetinemez. Çünkü devrim ancak onun
önderliði altýnda yürütülecek olursa kalýcý sonuçlar verebilir. Bu
ise, öncünün kendi “olumlu eylemi”ni ortaya koymasý demektir.
Proletaryanýn olumlu eylemi, daha mücadelenin baþlangýcýnda
ortaya konacaktýr ve bu onun demokratik devrim programý olarak (asgari program) somutlaþýr.
Çok-uluslu bir ülkede proletaryanýn demokratik devrim
programý, doðrudan doðruya ulusal esas gözetmeksizin, sýnýfsal
düzeyde proletaryanýn öncülüðünde bir halk iktidarýnýn kurulmasýný kapsamak durumundadýr. Bu program, her düzeydeki demokratik hak ve özgürlüklerin gerçekleþtirilmesine iliþkindir ve bunlarýn özgürce kullanýmý için gerekli önlemlerin alýnmasýný içerir. Ancak bu program, eski burjuva demokratik ya da ulusal-demokratik devrim programlarýndan farklý olarak, emekçi halkýn kendi
kaderini tayin hakkýný kapsar ve bu hakkýn emekçiler tarafýndan
istenildiði gibi kullanýlmasýnýn güvenceye alýnmasýný gözetir.
Burada kavranýlmasý gereken temel halka, halkýn birliði temelinde gerçekleþtirilen demokratik halk devriminin “ortak düþmana karþý ortak mücadele” þeklinde bir tez temelinde ortaya
çýkmamasýdýr. Siyasal ittifaklar açýsýndan ortaya çýkan ve son tahlilde farklý sýnýflarýn ayrý örgütlenmelerinin birleþik hareketini esas
alan “ortak düþmana karþý ortak mücadele” tezi, burada proletaryanýn öncülüðünde, yani hiçbir ulusal köken ve sýnýr tanýmayan
bir sýnýfýn öncülüðünde, halkýn birleþik hareketinin yaratýlmasý ile
yer deðiþtirir. “Yukardan birleþik cephe” olarak da tanýmlayabileceðimiz, deðiþik sýnýflarýn siyasal örgütlerinin birleþik halk cephesi
yerine, doðrudan proletarya partisinin öncülüðünde halkýn doðrudan siyasal örgütlenmesi olarak halk kurtuluþ cephesi gündemdedir. Ýþte proletaryanýn ulusal sorun karþýsýndaki ilk “olumlu eylemi”, bu kurtuluþ cephesinin kurulmasýyla ve bu cephe içinde
ortaya çýkacaktýr. Bu boyutuyla halk kurtuluþ cephesi, eski dönemlerin ulusal kurtuluþ cephelerinden farklýdýr.
Proletaryanýn ulusal sorun karþýsýndaki diðer olumlu eyle-
336
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mi ise, sosyalist ve halk devrimlerinin tek ülke sýnýrlarýný aþtýðý bir
dönemde, ama emperyalizmin ve kapitalizmin dünya çapýnda varlýðýný sürdürdüðü koþullarda emekçi halkýn kendi kaderini tayin
hakký temelinde uluslarýn devlet sýnýrlarýnýn ötesinde birleþtirilmeleri ve ulusal engellerin aþýlmasýna iliþkindir. Bu ayný zamanda parçalanmýþ uluslarýn sorununun da olumlu çözümünü içerir.
Uluslarýn birleþtirilmesi ve kaynaþtýrýlmasýnda 1917 yýlýndan
bu yana Sovyetler Birliði’nde uygulanan sosyalist sovyetik federasyon biçimini daha önce görmüþtük. Þimdi ise, sosyalist devrim
sürecinde olmakla birlikte, sözcüðün gerçek anlamýnda sosyalist
ekonominin inþasýnda geliþmeler olmamýþ ya da çok az olmuþ
halk cumhuriyetlerinin birleþtirilmesi sorununu ele alacaðýz. Ancak bu ele alýþýmýz, verili halk cumhuriyetlerini deðil, daha henüz
demokratik devrimini tamamlamamýþ, geri-býraktýrýlmýþ ülkeler açýsýndan, proletaryanýn bugünden yarýna ulusal sorunlarýn çözümüne iliþkin olumlu eylemini içermektedir.
Yukarda gördüðümüz gibi, çok-uluslu geribýraktýrýlmýþ ülkeler açýsýndan da, birden çok yapay devlete bölünmüþ ya da parçalanmýþ ulusal-topluluklarýn bulunduðu geribýraktýrýlmýþ ülkeler
açýsýndan da ortaya koyabileceðimiz yeni ve devrimci çözüm, halk
cumhuriyeti ve halk cumhuriyetleri federasyonudur. Bu çözüm
yolunun asýl içeriði, ulusal temelin aþýlmasý ve proletaryanýn kesintisiz devrim perspektifine uygun olarak belirlenmesidir. Teorik ve
pratik olarak geliþtirilmemiþ olan bu yeni çözüm, Latin-Amerika’da
Küba Devrimi’yle ve Asya’da Vietnam Devrimi’yle ortaya çýkmýþtýr.
Bu çözümün buralarda ortaya çýkmasý tarihsel bir temele
sahiptir. Latin-Amerika’da yabancý iþgallere karþý Latin-Amerika çapýnda ortak mücadeleler, ayný þekilde Çin-Hindi’ndeki ortak
mücadeleler bu tarihsel temeli oluþturmaktadýr. (Latin-Amerika’da
Bolivar, Jose Marti, Tupac-Amaru hareketleri; Vietnam, Laos, Kamboçya’daki Çin hanedanlarýna ve Fransýz sömürgecilerine, Japon
militaristlerine karþý yürütülen ortak mücadeleler.)
Somutta Che ve Ho Chi Minh tarafýndan ortaya atýlmýþ yeni
çözümün temel ilkeleri þunlardýr:
a) Yeni içeriði ile her ulusun kendi kaderlerini tayin
hakkýnýn tanýnmasý, yani ayrý ve baðýmsýz devlet kurma hakkýnýn tanýnmasý. Bu, yukarda belirttiðimiz biçimde, yani demokratik halk devrimi ile elde edilen baðým-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
337
sýz devlet (halk cumhuriyeti biçiminde) kurma hakký
olarak belirginleþmektedir. Proletaryanýn ve partisinin
önderliðinde gerçekleþtirilen birleþik iþçi-köylü (halk) cephelerinin iktidarý esastýr.
b) Bu hakkýný ayrý devlet kurma olarak kullanmayan halk cumhuriyetlerinin bölgesel federasyonu. Bu federasyonda ulusal eþitlik deðil, eski “devlet” sýnýrlarý içindeki iþçilerin ve köylülerin eþitliði esas alýnmaktadýr.
c) Bu federasyon yoluyla bölgede sosyalizme geçiþ
için birleþik bir ekonominin (demokratik halk ekonomisi olarak) yaratýlmasý.
d) Sosyalizme geçiþ koþullarýnýn oluþmasýna paralel
olarak tek bir merkezi proletarya (sosyalist) cumhuriyetinin kurulmasý.
Görüldüðü gibi, bu çözüm, proletaryanýn kesintisiz devrim
esprisi içinde ikili tarihsel görevine denk düþen bir ulusal çözüm
yolu olarak da düþünülmüþtür. Ve “sosyalist (sovyet) federasyonu” bu çözümde bir “geçiþ” biçimi olarak ortaya çýkmaktadýr.
Daha önceki evrede (demokratik halk iktidarýnda) bunu gerektiren koþullar ortadan kaldýrýldýðýndan, böylesine bir geçiþ gereksiz
olmaktadýr.
Ho Chi Minh ve Che tarafýndan ortaya atýlan ve savunulan
bu çözüm, herþeyden önce geliþtirilmemiþ ve terkedilmiþ olarak kalmýþtýr. Bunda pek çok etken rol oynamýþsa da, teorik planda
en önemli sorun devrimin eþitsiz geliþimine iliþkin olanýdýr, yani
devrimlerin zamandaþ olamayacaðý tezi, burada nitelik belirleyici
durumdadýr. Bu teorik sorunun, komünist hareketin merkezi
iþleyiþinin olmadýðý ve üstelik önemli ayrýlýklarýn bulunduðu bir
dönemde çözümlenmesi olanaksýzdýr. Çünkü böyle bir çözümleme, son tahlilde, proletaryanýn birleþik hareketini (ulus çerçevesini
aþarak) gerektirmektedir. Bu nitelikteki bir çözümün, proletaryanýn komünist hareketinin bölündüðü bir dönemde, teorik olarak
belli bir ülkede çözümlenmiþ olsa da, pratik olarak gerçekleþtirilemeyeceði açýktýr. (Nitekim Hindi-Çin’inde Vietnam ile Kamboçya
arasýndaki birleþik hareketin en önemli engeli SBKP ile ÇKP arasýndaki ayrýlýk olmuþtur.)
Bu yeni çözüm yoluna iliþkin olarak ilk adým, Ho Chi Minh
önderliðinde kurulan “Hindi-Çin Komünist Partisi” örgütlenmesi-
338
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
yle atýlmýþtýr. Bu örgütlenme, bir bütün olarak Hindi-Çin’in Fransýz
emperyalizminin sömürgesi durumunda bulunmasýyla ilintiliydi.
Ancak II. yeniden paylaþým savaþýnda Hindi-Çin’in Japonlar tarafýndan iþgali koþullarýnda önemli bir engelle karþýlaþmaksýzýn
varlýðýný sürdürebilen bu parti, savaþ sonunda Japonya’ nýn yenilgisiyle birlikte devlet iktidarýnýn somut olarak kurulmasý sorunu
ortaya çýktýðýnda, devlet sýnýrlarý açýsýndan aþýlmaz bir engel yaratmýþtýr. SSCB’ nin bu dönemdeki politikasý ile çeliþtiði için de uygulama þansý kalmamýþtýr. 1965’den sonra ABD’nin Vietnam savaþýný
“domino teorisi”ne uygun olarak Laos ve Kamboçya’ya yaymasý,
yeniden bu konunun canlanmasýna olanak sað lamýþtýr. Özellikle
Kuzey Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti’nin varlýðý ve Güney Vietnam’da kurulan “Ho Chi Minh Yolu”nun üç ülkeyi kapsamasý,
gelecek için olumlu bir geliþme saðlayacak nitelik taþýyordu. 1975
sonrasýnda ise, Kamboçya’da Kýzýl Kmer yönetiminin devrim
anlayýþý (program olarak) ile Vietnam Ýþçi Partisi’nin devrim anlayýþý
arasýndaki farklýlýk, günümüze kadar Ho Chi Minh’in 1930’larda
attýðý ilk adýmýn geliþmesine olanak tanýmamýþtýr. 1980 sonrasýnda ise, bu kez de sosyalist ülkelerin karþýlýklý iliþkileri ve birleþik bir
sosyalist ekonomi yaratýlmasý konusundaki tutarsýzlýklarý ve farklýlýklarý daha sonraki olumsuzluðun ana noktasýný oluþturmaktadýr.
Bu yeni ulusal sorunun, yani “parçalanmýþ uluslar” sorununun çözümünü içeren yolun diðer giriþimi Latin-Amerika’da
Küba Devrimi’yle ortaya çýkmýþtýr. Che’de simgeleþen bu giriþim,
Latin-Amerika çapýnda bir birleþik devlet kurmayý amaçlamaktadýr. Burada herhangi bir ulus ya da uluslar deðil, doðrudan “LatinAmerikalýlýk” esas alýnmaktadýr. OLAS bildirisinde ifade edildiði gibi,
bu Amerika, Rio Bravo’nun güneyinden Malvinas adalarýna kadar
uzanan tüm kýtayý kapsamaktadýr. Bu konuda en önemli adým,
Küba’nýn OLAS Kongresi’ni toplamasýyla atýlmýþtýr. Latin-Amerika
Birleþik Devleti, bir devrim sorunu olarak ele alýnmakta ve bir bütün
olarak Latin-Amerika devriminin yapýlmasýný öngörmekteydi. Bunun ilk örgütlenmesi olarak OLAS (Latin-Amerika Dayanýþma
Örgütü) kýta çapýnda tüm Marksist-Leninistler ile devrimci-milliyetçileri (ve örgütlerini) tek bir devrim stratejisi ve devrim programý temelinde birleþtirmeyi hedef almaktaydý. Bunun örgütü ELN
(Ulusal Kurtuluþ Örgütü) olacaktý. Che’nin ünlü “kýtasal devrim”
adýný verdiði bu mücadele her türlü ulusal-devlet sýnýrlarýnýn mü-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
339
cadelenin baþlangýcýndan itibaren yadsýnmasýna dayanmaktaydý.
Ve bu mücadelede ulusal burjuvazi tümüyle mücadelenin dýþýnda
býrakýlýyordu (iþbirlikçi burjuvazi esprisi). Böylece devrimin stratejik hedefi, anti-emperyalist ve anti-oligarþik olmaktaydý. Böylece
gerçekleþecek bir devrimin sonucunda Latin-Amerika bütününde merkezi bir halk cumhuriyeti kurulacaktý. Bu devrimin birinci
aþamasýdýr. Bu andan itibaren devrim sürekli kýlýnarak Latin-Amerika çapýnda sosyalist devrim gerçekleþtirilecek ve Latin-Amerika
Sosyalist Cumhuriyeti kurulacaktý.
Gerçek anlamda Küba Devrimiyle canlanan enternasyonalizm bu çözümün temelini oluþturmaktadýr. Bu çözüme baþta
Latin-Amerika’nýn resmi revizyonist Komünist (!) Partileri þiddetle
karþý çýkmýþlardýr. Bu durum OLAS Kongresi’nde Bolivya KP’si
dýþýnda –ki onlarda gözlemci olarak– hiçbir KP’nin katýlmamasýyla açýða çýkmaktadýr. (Þüphesiz bu ayný zamanda SBKP’ nin bu
konudaki tutumunu da ifade etmektedir.) Teorik düzeyde resmirevizyonist KP’ler “ulusal burjuvazi” ve ulusal-devlet sýnýrlarý
açýsýndan eleþtiriler yapmaktaydýlar. Bunlara göre, ulusal burjuvazi geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde henüz devrimci niteliðini yitirmemiþti
ve anti-emperyalist bir ulusal hareket içinde yer alabilirdi. Bu nedenle temel devrimci görev, ulusal demokratik cepheyi oluþturmaktý. Öte yandan, emperyalizm tarafýndan belirlenmiþ ve yaratýlmýþ da olsa, aradan geçen 70 yýl, Latin-Amerika’daki devletler
içinde, belli bir “ulus” bilinci yaratmýþ ve Latin-Amerika kitlelerini
birbirinden uzaklaþtýrmýþtý. Bu son noktada KP’lerin eleþtirisi oldukça üstü kapalý, deyim yerindeyse bilinçsizce ileri sürülen bir
sav durumundaydý. Sonuç olarak, resmi-revizyonist KP’ler, LatinAmerika’daki her devleti, homojen bir ulusal-devlet olarak ele alýp,
devrimci mücadelenin buralarla sýnýrlandýrýlmasý gerektiðini düþünüyorlardý. Bunu aþan her düþünce ve eylem, onlara göre, “maceracýlýk”tý!
Latin-Amerika KP’lerinin karþý çýkýþ noktalarýndan bir diðeri
de, demokratik devrimi, proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþtirilecek bir devrim olarak deðil, tüm ulusun gerçekleþtireceði bir
dev-rim olarak ele almalarýydý. Bu açýdan anti-emperyalist mücadele ile anti-kapitalist mücadele arasýnda kesin sýnýrlar çekilmeye
çalýþýlýyordu. Daha önce gördüðümüz gibi, bunlar anti-kapitalist
mücadele ile anti-oligarþik mücadele arasýndaki iliþkiyi doðru
340
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
biçimde kavramadýklarý gibi, anti-emperyalist mücadelenin antikapitalist mücadele tarafýndan içerildiði savýyla anti-emperyalist
mücadeleyi tümüyle devrimci-milliyetçilere, yani küçük-burjuvaziye býrakmaktaydýlar. Diðer taraftan da, devrimin yolu konusunda
silahlý mücadelenin ve kýrsal alanlarýn temel alýnmasý, bu revizyonist örgütlere göre, tümüyle “maceracýlýk”tý.
Bu ve benzeri engellere raðmen OLAS kongresi gerçekleþtirilmiþ ve pratik örgütlenme için ileri adýmlar atýlmýþtýr. Bunda Küba
Devrimi’nin kýta çapýnda kazandýðý olaðanüstü prestiji etkin
olmuþtur. Ancak atýlan adýmlar bununla sýnýrlý býrakýlmamýþ, “bloksuzlar” hareketi ile baðlantý kurularak bunun karþýsýnda alternatif
bir örgütlenme oluþturulmaya çalýþýlmýþ ve Tricontinental Konferansý düzenlenerek bu konuda somut adýmlar atýlmýþtýr. Tüm bu
giriþimlerin yanýnda eylemli giriþimlerde gerçekleþtirilmiþtir. 1964
yýlýnda Kongo savaþýnda Che’nin yönetimindeki Küba’lýlarýn
Afrika’ya gitmeleri ve savaþta yer almalarý bu konudaki ilk büyük
adým olmuþtur. Ancak burada da (týpký teorik düzeyde olduðu
gibi) SSCB’nin olaya müdahalesi gündeme gelmiþ ve sonuçta Che
ve gerillalarý Kongo’ dan ayrýlmýþlardýr. Ýkinci eylemli giriþim de
Bolivya’da gerçekleþtirilmiþtir. “Ýki, Üç Daha Fazla Vietnam” sloganý ile baþlayan Bolivya hareketi, Che’nin öldürülmesiyle kesilmiþ
ve zaman içinde yavaþ yavaþ dumura uðramýþtýr. Daha ilerki yýllarda Küba dýþýnda bazý giriþimler olduysa da, bunlar herhangi bir
devletin desteðine sahip olmadýklarý için kalýcý olamamýþlardýr
(MLN, FMLN, MÝR, ECR ve ELN’nin Birleþik Koordinasyon Komitesi kurmasý).
Ulusal sorunun demokratik halk devrimiyle çözümlenmesi
yolunda Çin Devrimi’nin zaferi sonrasýnda (1949) ortaya çýkan geliþmeler genel olarak böyledir. Ancak bunlar dünya proleter hareketinin, dolayýsýyla proletaryanýn birleþik ve merkezi bir
örgütlenmesinin bulunmadýðý bir dönemde geliþtirilemediði gibi,
yeni çözümler de tartýþýlamamýþtýr.
1957-58 dünya kapitalist ekonomik buhranýyla birlikte, emperyalizmin iþleyiþindeki deðiþmelerin her yönden belirginleþmiþ
olmasý, ulusal sorunlarýn, anti-emperyalist bir kurtuluþ savaþýyla
(Halk Savaþýyla) zafere ulaþacak demokratik halk devrimleriyle
çözümlenmesi sorunu haline gelmesiyle yeni çözüm formüle edilebilir olmuþtur. Bu çözüm, Halk Savaþýný, zayýf bir halkýn, maddi
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
341
ve teknik olarak güçlü bir düþmana karþý (emperyalizm ve iþbirlikçileri), siyasal üstünlük temelinde verilmesi ile ilintilidir. Bu konuda
somut tarihsel koþullarý sergileyen en önemli olgu Vietnam Savaþý’dýr.
1960 sonrasýnda ABD emperyalizminin fiilen savaþa girmesi Vietnam Savaþýnýn, 15 yýl süreyle uluslararasý sorunlarýn baþýnda
yer almasýný getirmiþtir. Gerçek boyutlarýyla emperyalizm koþullarýnda bir ülkenin baðýmsýzlýðýnýn ve bu baðýmsýzlýðý elde etmesinin ne anlama geldiði görülmüþtür. Bir baþka deyiþle, bir ulusun,
kendi kaderini tayin hakkýný elde etmesinin, bir bütün olarak emperyalist sistemle savaþmasýna yol açmasý olgusu, bu hakkýn proleter demokratik anlamda tanýmlanmasýna olanak saðlamýþtýr. Vietnam halk savaþýnýn tanýtladýðý gibi, artýk burjuvaziyi ilgilendiren
ulusal-devlet ya da baðýmsýzlýk deðildir. Dolayýsýyla, tam anlamýyla kapitalizmin çerçevesi dýþýnda ve proletaryanýn hegemonyasý altýnda kendi kaderini tayin hakký gündemdedir. Demokratik devrim mücadelesi baþlangýçtan itibaren proletaryanýn
öncülüðünde yürütülmelidir. Yerli (ulusal) burjuvazi her açýdan
emperyalizmle bütünleþmiþtir ve emperyalizmin desteði ile bir ulusal-devlet örgütlenmesine sahiptir. Güney Vietnam Devrimi, açýkça
iki ulusun, iki ulusal-devletin savaþý olarak baþlamýþ ve ABD emperyalizminin katýlýmýyla uluslararasý bir savaþ haline gelmiþtir.
Vietnam savaþý, ulusal tanýmýnýn yeni ve proleter demokratik içeriði ile eski ve burjuva içeriði (ama emperyalist ve oligarþik
biçimiyle) arasýndaki farký netleþtirmiþtir.
Bu yeni ve proleter demokratik içeriði ile ulus, kesinkes
“sosyalist ulus” tanýmýyla karýþtýrýlmamalýdýr. “Sosyalist ulus”, tam
anlamýyla sosyalist bir devletin sýnýrlarý içindeki halk kitlesini tanýmlayan bir kavramdýr. “Sosyalist ulus”, “kapitalizmin devrilmesinden sonra burjuvazinin ve onun milliyetçi partilerinin tasfiyesinden sonra, sovyet rejiminin kurulmasýndan sonra, eski burjuva
uluslarýnýn temeli üzerinde oluþan ve geliþen sovyet ulusu”dur.
(Stalin) Ancak yine de ulusun yadsýnmasý olarak, sosyalizmin dünya çapýnda zaferinin saðlanmasý açýsýndan, bu taným yeni bir
içerik elde ettiði baðlamda kullanýlabilir olmaktadýr. Stalin, bu yeni
içeriði, “ulusal kültür”ü tanýmlarken þöyle belirtiyordu:
“Ereði yýðýnlarý enternasyonalizm anlayýþý içinde eðitmek ve proletarya diktatörlüðünü pekiþtirmek olan, içe-
342
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
riði bakýmýndan sosyalist ve biçimi bakýmýndan ulusal
bir kültür.”140
Ama yine de “sosyalist ulus”, ulus kavramý ile ilintili olduðu
için terminolojik bir sorun yarattýðý da unutulmamalýdýr. Bu ve
benzeri terminoloji sorunlarý üzerine Engels þöyle demektedir:
“Bununla birlikte okuru, gene de bir güçlükten kurtarabilmiþ deðiliz: bazý terimlerin yalnýz günlük yaþamda
deðil, ekonomi-politikte kullanýlan anlamýndan farklý anlamda kullanýlmasý. Ama bu, kaçýnýlmazdý. Bir bilimin
her yeni yönü, bu bilimin teknik terimlerinde bir devrim
içerir. Hemen hemen her yirmi yýlda bir, terminolojisinin tümü köklü olarak deðiþen ve bir dizi farklý adlar
almamýþ tek bir organik bileþim bulmanýzýn zor olduðu
kimya biliminde, bu, en iyi biçimde görülür... Ayrýca, modern kapitalist üretimi, insanlýðýn iktisat tarihinde yalnýzca bir geçiþ aþamasý olarak gören bir teorinin, bu
üretim biçimine deðiþmez ve sonsuz gözüyle bakan yazarlarýn alýþkýn olduklarý terimlerden farklý terimler kullanmak zorunda kalacaðý apaçýktýr.”141 (abç)
Burada konuyu biraz daha açmak için, Stalin’in ele aldýðý
yeni içeriði ile “ulusal-kültür” konusuna deðinelim. Bu tanýmlanan
kavram gerçekte proletarya kültürü kavramýnýn kýsmi ve özgül
kullanýmýný içermektedir. Sosyalizmin tek ülkede inþasý koþullarýnda, sözcüðün tam anlamýyla (enternasyonalist anlamda) bir
proleter kültürü oluþturulamaz. Ýþte bu özgül durum, kendi ifadesini terminolojide “sosyalist içerikli ulusal-kültür” tanýmlamasýnda
bulmaktadýr. Ayný þekilde, tek ülkede sosyalizm, uluslarýn yadsýnmasýný ve uluslarýn enternasyonalist olarak kaynaþtýrýlmasýný saðlayamayacaðý gerçeði de, özgül olarak kendisini “sosyalist ulus” kavramý ile ifade etmektedir.
Bizim sözünü ettiðimiz yeni ve proleter demokratik içerikli
ulus, “sosyalist ulus” deðildir. Bu, III. bunalým döneminde her yönden geliþmiþ olan burjuva ulusun ilk aþýlmasý düzeyine denk düþmektedir. Burada geliþmemiþ ya da dýþ dinamikle geliþtirilmiþ kapitalizm koþullarýnda ortaya çýkan sýnýflar bileþimi olarak ulus gün140
141
Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, s. 336.
Engels, Ýngilizce Baskýya Önsöz, Kapital, Cilt: I, s. 37.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
343
demdedir. Bu “ulus” içinde kapitalistler ve feodal sýnýflar bulunmazlar. Ama öte yandan da, “sosyalist ulus”un bileþenleri ola- rak
anti-kapitalist sýnýflarla sýnýrlý deðildir. Bu “ulus”, proletarya ile birlikte köylülük ve þehir küçük-burjuvazisini içeren bir bileþimdir.
Bu baðlamda, burjuva anlamda ulusu aþar; çeþitli uluslardan belirli sýnýflarý kapsar. Bu nedenle yeni ve proleter demokratik içerikli
ulus ile halk özdeþleþir ve dolayýsýyla yeni içeriði ile “ulusal-devlet”
ve ulusal hareket kavramlarý yerine halk devleti ve halk kurtuluþ
hareketi kavramýný kullanmak daha doðrudur. Bu durum Lenin’in
ortaya koyduðu “burjuva demokratik” tanýmýnýn yerine “ulusaldevimci” tanýmýný kullanmasý þeklindeki tarihsel evrimin III. bunalým dönemindeki biçimleniþidir. Bu konuda Lenin’in söylediklerini anýmsatalým:
“Geri ülkelerdeki burjuva-demokratik hareket sorununu özellikle vurgulamak istiyorum. Bu sorun bazý görüþ ayrýlýklarýna yol açmýþtýr. Komünist Enternasyonal’in
ve komünist partilerin, geri ülkelerdeki burjuva-demokratik hareketi desteklemeleri gerektiðini ifade etmenin,
ilke ve teori açýsýndan doðru mu, yanlýþ mý olduðunu
tartýþtýk. Görüþmemizin sonunda, ‘burjuva demokratik
hareketten’ çok, ulusal devrimci hareketten söz etmeye
oybirliðiyle karar verdik ... Burjuva-demokratik hareketten söz edersek, reformcu ve devrimci hareketler arasýndaki bütün farklýlýklarý ortadan kaldýrmýþ olacaðýmýz
itirazý öne sürülmüþtür. Oysa emperyalist burjuvazi, boyunduruk altýndaki ülkelerde de reformcu bir hareket
aþýlamak için elinden gelen her þeyi yaptýðý için, geri ve
sömürge ülkelerde bu farklýlýk son zamanlarda çok
açýkça gözler önüne serilmiþtir. Sömüren ülkelerin burjuvazisiyle, sömürge ülkeler burjuvazisi arasýnda belli
bir rapprochement* görülmektedir. Öyle ki, ezilen ülkeler burjuvazisi, sýk sýk –belki hemen her durumda– bir
yandan ulusal hareketi desteklerken, bir yandan da emperyalist burjuvaziyle tam bir uyuþum içindedir, yani bütün devrimci hareketlere ve devrimci sýnýflara karþý
emperyalist burjuvaziyle güçbirliði yap-maktadýr. Bu
* Rapprochement: birbirine yakýnlaþma ya da uzlaþma.
344
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
durum, komisyonda reddedilemeyecek biçimde kanýtlandý ve biz, tek doðru davranýþýn, söz konusu farklýlýðý
dikkate alarak, hemen her durumda ‘burjuva-demokratik’ terimi yerine, ‘ulusal-devrimci’ terimini koymak olduðuna karar verdik. Bu deðiþikliðin önemi þuradadýr: Komünistler olarak biz, sömürgelerdeki burjuvakurtuluþ hareketlerini, bu hareketler ancak gerçekten
devrimci olduðu ve bizim, sömürülen yýðýnlarla köylüleri devrimci bir ruhla örgütleyip eðitme çalýþmalarýmýzý
engellemediði ölçüde desteklemeliyiz ve destekleyeceðiz.”142 (abç)
Lenin’in 1920 yýlýnda sorunu bu biçimde ele alýþý, III. bunalým döneminde çok daha belirginleþmiþ olgularla birlikte deðerlendirilmek durumundadýr. Bu da, yukarda ortaya koyduðumuz
tanýmlamanýn tarihsel olarak ne kadar doðru olduðunu kanýtlar.
Bugün artýk, emperyalist burjuvaziyle “güç birliði” ve “uzlaþma”
içinde olan “sömürülen ülke burjuvazisi” deðil, emperyalizmle baþtan bütünleþmiþ iþbirlikçi-tekelci burjuvazi gündemdedir. Artýk
emperyalizmden baðýmsýz bir kapitalist geliþme ve milli burjuvazinin oluþmasý ve geliþmesi olanaðý kalmamýþtýr. Bu konu ayný zamanda bir ulusun ayrýlma istemini kimin dile getireceði sorununa
da açýklýk getirmektedir. Her durumda emperyalizmle uzlaþmýþ
ve dahasý onunla bütünleþmiþ olan burjuvazinin bu istemi dile
getirmesi, proletarya tarafýndan kesinkes kabul edilemez bir durum olduðu artýk yeterince açýða çýkmýþtýr. II. bunalým döneminde
bir hareketin gerçekten ulusal hareket olmasýnýn ölçütü olan “devrimci” niteliði, III. bunalým döneminde proletaryanýn öncülüðünde
yürütülen devrimci bir hareket olarak ortaya çýkmaktadýr.
Ancak yine de ulus ve milliyetçilik “bayraðý”nýn anti-emperyalist mücadele açýsýndan halk kitleleri üzerinde etkisinin sürdüðü
göz önüne alýnmalýdýr. Bu açýdan emperyalizmin halk kitlelerini
aldatmasýnýn önüne geçmek gerekmektedir. 1975 sonrasýnda, özellikle 1980’den itibaren ABD emperyalizminin yükselttiði milliyetçilik
hareketlerinin, artýk geçmiþ dönemlerin burjuva-demokratik hareketleri olmadýklarý, özsel olarak bölgecilik esasýný getiren partikülarizm olduðu ortaya konulmalýdýr.
142
Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluþ Savaþlarý, s. 404-405.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
345
Sözün özü, Vietnam Devrimi’nin tanýtladýðý gibi, artýk burjuva anlamda ulus olarak kapitalizmin çerçevesi dýþýna çýkarak kendi
kaderlerini tayin etmek olanaksýzlaþmýþtýr. Artýk anti-feodal ve
anti-sömürgeci ulusal devrimler dönemi kapanmýþtýr; anti-emperyalist ve anti-oligarþik halk devrimleri dönemi açýlmýþtýr.
Emperyalist hegemonya altýndaki ülke halklarý (uluslarý) için
tam ve gerçekleþebilir kurtuluþ yolu budur ve proletarya için
bu ülkelerde bu yolun dýþýnda sosyalizme geçme olanaðý kalmamýþtýr.
Ama yine de, tarihsel geliþim, her zaman olduðu gibi, eski
dönemden devraldýðý bazý ulusal sorunlarýn çözümlenmesini gerektirmektedir. Ancak yine de, bu tarihsel geliþmeler, artan oranda
çok-uluslu bir devlet içindeki proletaryanýn ve diðer emekçi halk
kitlelerinin, ulusal ayrýma dayanmayan birleþik bir örgütlenmesi
ve mücadelesi gündemdedir. Geçmiþ dönemlerde Lenin’in sözünü ettiði proletaryaya iliþkin örgütlenme ilkesi, artýk diðer emekçi
kitleler için de geçerlidir. “Tarihin geçirdiði bütün deðiþimler boyunca, burjuvazinin (bugün için emperyalizmin-b.n) birey olarak devletlerin sýnýrlarýnda meydana getirdiði deðiþiklikler ne olursa olsun”143 belli bir devlet sýnýrlarý içinde halkýn birleþik ve tek bir mücadelesi ve örgütlenmesi zorunludur. Artýk belirli bir devlet sýnýrlarý
içinde gücü kýrýlmasý gereken, sadece belli bir “ulusal-devlet” deðil, bir bütün olarak emperyalizmdir. Yeni-sömürgecilikle birlikte,
emperyalist hegemonya altýndaki ülkelerde ortaya çýkan güçlü
merkezi otorite (oligarþik yönetim), bu sýnýrlar içindeki ulusal-topluluklarýn iþçi ve köylülerinin birleþik mücadelesini daha da zorunlu
hale getirmiþtir. III. bunalým döneminde, eski dönemden kalma
ulusal sorunlarýn çözümü ve demokratik halk devriminin baþarýsý
ancak bu þekilde gerçekleþtirilebilinir. (Diðer yol emperyalizmle
bütünleþmekten geçer ve emperyalizmin askeri ve stratejik çýkarlarýyla ilintilidir.) Bu, ayný zamanda Lenin’in belirttiði kapitalizmin
iki tarihsel eðiliminden ikincisinin ön plana geçmesi demektir. Ancak yine de bunlar, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný ortadan kaldýrmamaktadýr. Bu hak, artýk sözcüðün tam anlamýyla antiemperyalist niteliktedir. Bu nedenle anti-sömürgeci bir hedef bu
dönemde dar ve belirsiz bir slogan haline dönüþmüþtür.
143
346
Lenin, Uluslarýn Kaderlerini Tayin Hakký, s. 99.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
KÜRDÝSTAN
VE TÜRKÝYE’DE ULUSAL SORUN
Buraya kadar, ulusal sorunlar karþýsýnda proletaryanýn tutumunun deðiþik tarihsel dönemlerde ve farklý ülkelerde nasýl ortaya
konulduðunu gördük. Bu bölümde, ülkemizdeki ulusal sorun
karþýsýnda proletaryanýn ve partisinin, yani Marksist-Leninistlerin
tutumunu ortaya koyacaðýz. Ancak sorunun alýþýlagelen bir yolla,
yani salt, Türkiye’de ulusal sorunun “Kürt sorunu” kýsmýný ve bunun çözümünü ele almayacaðýz. Sorunu, ilkin genel olarak Kürdistan sorunu çerçevesinde ele alacak ve sonra Türkiye’deki Kürt
ulusal sorununun çözümünü ele alacaðýz.
Þüphesiz böyle bir rota, alýþýlagelen yaklaþýmlardan farklýdýr ve dolayýsýyla kolayca yadýrganabilecektir. Ama ulusal sorunlar
karþýsýnda, proletaryanýn ve partisinin tutumu ve çözüm yollarý
açýsýndan bakýldýðýnda, bunun tek doðru yol olduðu görülecektir.
Bir baþka deyiþle, bizim çýkýþ noktamýz sýnýfsaldýr ve proletarya
devriminin gerçekleþtirilmesi amacýyla enternasyonalisttir. Marksist-Leninist partilerin uluslararasý birliðinin ve örgütünün (Enternasyonal) mevcut olduðu dönemlerle kýyaslandýðýnda sorunun ele
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
347
alýnmasýndaki zorluklar hemen görülecektir. Ülkemizde herhangi
bir “sol” örgütün, dünyanýn herhangi bir yerindeki, bölgesindeki
ya da ülkesindeki sorunlarla ilgilenmesi ve bunlar hakkýnda doðruyanlýþ bir þeyler ortaya koymasý sýk sýk görülen bir durumdur.
Ama sorun Kürdistan olduðunda ayný çevrelerde tam bir suskunluk hüküm sürmektedir.
Kürdistan genel sorununu oldukça yüzeysel ve çoklukla
“Orta-Doðu devrimci mücadelesi” çerçevesinde somut bir sorun
olarak ele alan sol örgütlenmeler için, sorunu Türkiye’deki ulusal
sorunla sýnýrlamak ve bunu yalýn bir Kürt sorunu haline dönüþtürmek kolay bir yol haline gelmiþtir. “Þovenizm”, “pasifizm”, “Kemalizm” vb. suçlamalara muhatap olmamak gibi kimi endiþelerle,
ya da 12 Eylül sonrasýnda örgütsel yapýlarýný yitirmelerinin getirdiði zayýflýklarý gizlemek amacýyla “Kürt örgütleri”ni kendi baþlarýna
býrakmak ve bol keseden “destek mesajlarý” yayýnlamak günümüzde bir moda haline gelmiþtir.
Bugün Stalin’in en bilinen deðerlendirmelerini bile yüksek
sesle söylemek baþlý baþýna bir sorun durumundadýr. Stalin’in 1905
Devrimi’nin yenilgisinden sonra söylediði þu sözleri yeniden okuyalým:
“Rusya’da karþý-devrim dönemi yalnýzca ‘yýldýrým ve
gökgürültüsü’nü deðil, ama hareket karþýsýnda düþ kýrýklýðýný, ortak güçlere inançsýzlýðý da getirdi. Önceleri ‘parlak bir geleceðe’ inanýlmýþtý, ve insanlar, milliyetlerinden
baðýmsýz olarak, birlikte savaþýyorlardý: Her þeyden önce
ortak sorunlar! Daha sonra içe bir kuþku girdi ve insanlar, herkes kendi ulusal yuvasýna dönmek üzere, birbirlerinden ayrýlmaya baþladýlar: Kimse kendinden baþka
kimseye güvenmesin! Her þeyden önce ‘ulusal sorun’...
Bu güç zamanda, sosyal-demokrasiye büyük bir görev düþüyordu: milliyetçiliðe saldýrmak, yýðýnlarý ‘genel
salgýn’dan korumak. Çünkü bunu, milliyetçiliðin karþýsýna enternasyonalizmin denenmiþ silahýný, sýnýflar mücadelesinin birlik ve bölünmezliðini çýkartarak, sosyaldemokrasi, ve yalnýzca sosyal-demokrasi yapabilirdi. Ve
milliyetçilik dalgasý ne kadar yükselirse, sosyal-demokrasinin sesi de, Rusya’nýn tüm milliyetleri proleterlerinin
kardeþliði ve birliði yararýna, o kadar yüksek olmalýydý.
348
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Bu durumda, milliyetçi hareketle doðrudan doðruya çatýþan çevre-bölge sosyal-demokratlarý, özel bir sarsýlmazlýk örneði göstermeliydiler.”144
Ve 1905 Devrimi’nin yenilgisinden sonra Rusya’da gerçekleþtirilemeyen bu görev, ülkemizde de gerçekleþememiþtir. Daha
dün ve hatta bugün Afganistan sorunu karþýsýnda Marksizm-Leninizm adýna, eðer kendileri olsaydý Afganistan’da neler yapacaklarýný sýralayan “sol” örgütlerin, Kürdistan sorunu karþýsýnda
somut birþeyler söylemek yerine sessiz kalmalarý kolayca anlaþýlabilir mi? Bir Kamboçya sorunu ortaya çýktýðýnda Pol Pot yönetiminin “devrimci” tutumunu ya da “karþý-devrimci” uygulamalarýný
tek tek ele alan, eleþtiren ya da Vietnam’ýn desteðiyle Pol Pot yönetiminin devrilmesini “emperyalist bir tutum” olduðundan tutun
da, “enternasyonalist bir görev”in yerine getirildiðine kadar her
düzeyde fikirler ileri süren bir “sol”un, Kürdistan devrimi sorunu
karþýsýnda kayýtsýz kalmalarý nasýl açýklanacaktýr? Nikaragua’da iktidarý ele geçirmeden önce “goþist, anarþist, küçük-burjuva maceracýlarý” olarak ilan edilen FSLN’nin, iktidarý ele geçirdikten sonra
nasýl “küçük-burjuva milliyetçi” bir örgüt olduðunu, programlarla, pratik uygulamalarla ve üstelik çoðu zaman “burjuva basýný”
diye yüzgeri ettikleri iletiþim kaynaklarýndan elde ettikleri bilgilerle
kanýtlamaya çalýþanlar ve dahasý FSLN’nin “devrimci” ve “Marksist-Leninist” bir örgüt olmasý için neleri yapmasý gerektiðini, neredeyse madde madde sýralayanlarýn, FSLN’ye “akýl veren”lerin, sýra
Kürdistan’a geldiðinde, “her ulusun proletaryasý ve örgütleri kendi devrim yollarýný belirlemekte özgürdür” demeleri ne kadar anlaþýlýr bir tutumdur?
Emperyalist-kapitalist ülkelerdeki Marksist-Leninist hareketin revizyonizm ve Avrupa-Komünizmi karþýsýnda nasýl bir tutum
takýnmalarý gerektiðini, teorik ve felsefi yazýlarla ortaya koyan Türkiye sol örgütlerinin, Kürdistan’daki Marksist-Leninist hareketin
ne olmasý gerektiði konusunda en genel sözlerle yetinmelerini
açýklamak da olanaksýzdýr.
Bugün dünya çapýnda örgütlü, merkezi tek bir MarksistLeninist örgüt yoktur. Bu durum, tek tek ülke sýnýrlarý içinde örgütlenen Marksist-Leninistlerin, dünyanýn çeþitli sorunlarýný belli bir
144
Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, s. 7-10.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
349
düzen ve sistem içinde ele almasý, tahlil etmesi ve sonuç olarak
baðlayýcý kararlarla çözümlenmesi olanaðý olmadýðý demektir. Kaçýnýlmaz olarak kendine Marksist-Leninist diyen her kiþi ve örgüt,
bu sorunlarý ayrý ayrý ele almak ve az çok çözümlemek zorunda
kalmaktadýr. Ve doðal olarak bu tahliller yüzeysel, çözümler ise
yetersiz olmaktadýr. Üstelik doðru bir çözüm ortaya konulsa bile,
bunu uygulamaya sokacak hiçbir araç da mevcut deðildir. Yýllar
boyu legal ve yarý-legal dergilerde, yayýn organlarýnda ortaya konulmuþ çeþitli tahlil ve çözümler irdelenecek olursa, karþýmýza
tam bir kargaþa, keþmekeþ ve tutarsýzlýk çýkacaktýr.
Þüphesiz Türkiye solunda az çok “tutarlý”, ama yalnýzca revizyonizmde tutarlý örgütlenmeler de mevcuttur. Örneðin SBKP
çizgisini izleyen ya da izlediðini savlayan çevreler bu tür tutarlýlýðý
az çok sergilemiþlerdir. Onlarýn tüm tahlil ve çözümlemeleri, uluslararasý düzeyde SBKP ve “kardeþ KP”lerde yapýlmýþ olduðundan,
her yeni durumun ve deðiþikliðin ideolojik ve teorik gerekçeleri
de buralardan saðlanabilmiþtir. SSCB’de yayýnlanan “Sosyalizmin
Sorunlarý” ya da “Dünya Sorunlarý” gibi süreli yayýnlarý izlemek ve
bunlarý Türkçe’ye çevirip yayýnlamak, onlar için yeterli olmuþtur.
Ayný durum, bir dönem ÇKP çizgisini izleyen çevreler için de geçerliydi.
Ama bu iki uluslararasý revizyonist ve oportünist çizgi dýþýnda kalan tüm Marksist-Leninist unsurlar, sorunlarý ayrýca tek tek
ele almak zorundaydýlar. Ýþte bu zorunluluk, ulusal sorunlar karþýsýnda, dünya çapýnda proleter enternasyonalizmi temelinde
Marksist-Leninist tutumu belirleme þeklinde özelleþmektedir. Ýþte
bu baðlamda ve koþulda daha önceki bölümlerde yaptýðýmýz belirlemeler ýþýðýnda Kürt ulusal sorununu ele alabiliriz.
Bir bütün olarak Kürt ulusunun karþýsýndaki temel sorunlar, ulusal-devlet kurma hakkýna sahip olmak ve demokratik devrimi gerçekleþtirmektir. Bu iki görev, sistemin bütününde devrimci niteliðini yitirmiþ bir burjuvazinin bulunduðu bir tarihsel koþullar
içinde yerine getirilmek durumundadýr. Birbirinden ayrýlmaz bu
iki görevin yerine getirilmesi tümüyle proletaryanýn ve Kürt ulusunun çýkarýnadýr. Ancak bu görevlerin birbirinden ayrýlmasý, bölgede yeni bir küçük-burjuva milliyetçilerinin egemenliðinde bir devlet
kurulmasýndan baþka bir anlama gelmeyecektir. Bu ise Kürt emekçi halkýnýn ve proletaryasýnýn (bir bütün olarak bölge uluslarýnýn
350
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
proletaryasýnýn) çýkarlarýna ters düþecektir.
Kürt ulusal sorunu karþýsýnda proletaryanýn ve partisinin
görevi, Kürdistan tanýmýnýn ortaya koyduðu gerçekleri açýklamak,
Kürt halkýna bu görevlerin ayrýlmazlýðýný göstermek, bilinçlendirmek ve bu görevlerin yerine getirilmesi için örgütleme olacaktýr.
Ve ancak bu sayededir ki, proletarya, Kürt ulusal hareketinin öncüsü olabilir.
Her bir parçasýnýn kendi özgül koþullarý olmakla birlikte,
bir bütün olarak Kürt ulusunun ulusal baskýlardan kurtulmasý ve
kendi kaderini tayin hakkýna sahip olmasý demek, bulunduklarý
topraklar üzerinde “idari ve askeri” olarak egemen olmasý demektir. Böyle bir egemenlik, bugün için “idari ve askeri” olarak
egemen olan güçlerin egemenliklerini yitirmeleriyle mümkündür.
Bu nedenle mevcut egemenliðin dayanaklarý belirlenmek zorundadýr. Bu ayný zamanda, Kürt ulusunun üzerindeki baskýlarýn ve kendi
kaderlerini belirleme haklarýnýn gaspedilmesinin nedenlerinin belirlenmesi demektir.
Bugün, bu dayanaklarýn baþýnda emperyalizm ve onun yenisömürgeciliði gelmektedir. Emperyalizmin etkinliðinin, küçük-burjuva milliyetçi hareketleri tarafýndan sýnýrlandýrýlmýþ olduðu Suriye
ve Irak ile ABD emperyalizmi ile iliþkilerini sýnýrlandýrmýþ olan
Ýran’da, bu dayanak kendisini açýk biçimde ortaya koymamaktadýr. Suriye ve Irak’ta Baas rejimlerinin kurulmasý ve bu küçük-burjuva milliyetçi iktidarlarýnýn SSCB ile yakýn iliþki içinde bulunmasý,
uzun süre emperyalizm olgusunun Kürt ulusal sorununun dýþýnda
görülmesine yol açmýþtýr. Bu da sosyalizmin Kürt ulusal örgütlerinin üzerindeki prestijini büyük ölçüde sarsmýþtýr. Öyle ki, bazý Kürt
örgütleri (ki hemen tamamý milliyetçi-feodal örgütlerdir) bu olgunun görünüþüne bakarak AT ve ABD emperyalizminden destek
arama yoluna girmektedirler. Özellikle 1974 yýlýnda Irak Kürtleri’nin
Barzani önderliðinde Irak Baas iktidarýna karþý savaþýnda bu durum çok açýk biçimde ortaya çýkmýþtýr.
Gerçekte ise, Baas rejimleri emperyalizme karþý belli bir tavýr alýþ içinde bulunsalar da, bu tavýrlarý emperyalist sistemden ayrýlmayý ifade etmemektedir. SBKP revizyonizminin ideolojik saptamalarýyla, “kapitalist olmayan yol tezi” ile ilerici küçük-burjuva milliyetçi iktidarlarýnýn anti-emperyalist bir iktidar olarak sunulmasý
söz konusudur. Gerçekte ise, bu tür küçük-burjuva iktidarlarýnýn
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
351
anti-emperyalizmi, milliyetçilik tabanýnda geliþtiði için, kendisini ulusallýk içinde anti-feodal yanla bütünleþtiremediði için ve emperyalizmi sadece dýþsal bir olgu olarak ele aldýðý için uzun dönemde
emperyalizmin çýkarlarýna hizmet etmektedir. Özellikle yukardan
aþaðý kapitalizmi geliþtirmeleri ve belli oranda burjuvazinin ortaya
çýkmasý, alt-yapý yatýrýmlarýnýn devlet tarafýndan büyük oranda yerine getirilmesi, kapitalizmin geliþimi için oldukça büyük olanaklar
saðlamaktadýr. Bu koþullar altýnda emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerinin uygulamaya sokulabilmesi, bu ülkelerin bir süre
sonra yeniden emperyalist-kapitalist sistemle her alanda iliþkiye
girmelerini getirecektir. (1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu
konuda önemli bir örnektir. Keza Nasýr sonrasýnda Mýsýr’da meydana gelen geliþmeler son tarihsel örneði teþkil etmektedir.)
Marksist-Leninist hareket içinde revizyonizmin uzun yýllar
yönlendirici bir güç olarak varlýðýný sürdürmesi, Kürt sorununun
bir parçasýný oluþturan Baas rejimleri karþýsýnda yanlýþ tavýrlarýn
ortaya çýkmasýna yol açmýþtýr. Özellikle revizyonizmin emperyalizmi I. ve II. bunalým döneminde olduðu gibi dýþsal bir olgu olarak
ele almasý ve tavýrlarýný buna göre belirlemesi, Baas yönetimlerine
gereðinden çok misyon yüklenmesini getirmiþtir. Dolayýsýyla antiemperyalist yan, ABD ve diðer emperyalist ülkelerin askeri üslerinin
mevcut olup olmayýþýna göre belirlenir olmuþtur.
“Ülkemizdeki revizyonist ve pasifistler, emperyalizmin II. yeniden paylaþým savaþýndan sonra istismar metodlarýnda yaptýðý deðiþikliði yani ekonomik, politik, ideolojik ve askeri gizli iþgal esprisini gözden kaçýrarak, emperyalizmin eski sömürü metodunun aðýrlýklý olduðu
dönemlerdeki geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin devrimcilerinin
yaptýðý gibi, emperyalizmi dýþsal bir olgu kabul edip,
onunla hakim sýnýflarý kalýn çizgilerle ayýrmaktadýrlar. Ýster baþ çeliþkiyi feodalizmle köylüler arasýnda tespit eden
oportünistler olsun, ister yerli tekelci burjuvazi ile emekçi
kitleler arasýnda tespit eden oportünistler olsun, bu tespitleri ile Amerikan emperyalizminin ekmeðine yað sürmektedirler. Amerikalý iþgalcilerin bizzat kendileri bütün
güçlerini kullanarak, her çeþit ince metodlarý kullanarak iþgallerini gizlemeye çalýþmaktadýrlar. Bu kesin ayrýmlý tespit, Amerikalý emperyalistlerin bu yöndeki gay-
352
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
retlerini ‘soldan’ takviye etmekten baþka birþey deðildir.”145
Bu devrimci saptamanýn doðruluðunu zaman içinde nasýl
tanýtladýðýný uzun boylu ortaya koymaya gerek yoktur. Ama yine
de Suriye ve Irak’taki Baas rejimlerinin, bazý özel durumlarýna raðmen, öz olarak ayný olduklarýný ortaya koymak gerekir. (Özellikle
bunlar arasýndaki pratik farklýlýklarý abartarak, bölgede devrimci
güçlerin önemli bir destek gücü olarak Suriye’nin öne çýkarýlmasý
koþullarýnda bu önemlidir.) Bu iki ülke de, milliyetçilik tabanýnda
anti-emperyalist bir tavýr alan küçük-burjuva iktidarlara sahiptirler. Ancak bunlarýn milliyetçiliði, Pan-Arap milliyetçilik olarak, bütünsel bir niteliðe sahiptir. Parçalanmýþ ve her bir parçasýnda ayrý
devletler olarak örgütlenmiþ Arap ulusal-topluluðunun bütünleþtirilmesi amacýný güden Baas milliyetçiliði bu amacý gerçekleþtiremediði oranda ülke içinde artan bir baský ve sömürü ortamý yaratmak
durumundadýr. Öte yandan bu olgu, parçalanmýþ ulus sorunu
karþýsýnda proletaryanýn, burjuva anlamda bütünsel bir ulusaldevlet yaratma yerine (yani sýnýflý, yeni ve güçlü bir burjuva devlet
yaratma yerine), kendi çözümünü ortaya koymasý karþýsýnda da
önemli bir engel oluþturmaktadýr.
Ve yine III. bunalým döneminde emperyalizmin eski-sömürgecilik yöntemlerinin yerine yeni-sömürgecilik yöntemlerini ikame
ettiði koþullarda, küçükburjuva milliyetçiliðinin anti-emperyalizminin ilerici özelliði eskisi gibi belirlenemez. Bu nedenle I. ve II.
bunalým döneminde tek baþýna milliyetçilik tabanýnda anti-emperyalist tavýr alýþ ilerici nitelikteyken, III. bunalým döneminde böylesine yalýn bir tavýr alýþ sadece bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü
I. ve II. bunalým döneminde emperyalist devletlerin siyasi ilhaklarý,
ekonomik sömürü için zorunlu bir temel oluþturmaktaydý. Emperyalizmin bu dönemlerde sömürge ve yarý-sömürge ülkelerde
askeri ve idari yönetimi mevcuttu (açýk iþgal esprisi). Günümüzde
ise, emperyalizm siyasi ilhaklara baþvurmaksýzýn, ülkeleri ve uluslarý ekonomik olarak ilhak edebilmektedir. Ýþte bu deðiþen iliþkilerin
en tipik biçimi Suriye ve Irak’ta görülmektedir.
Suriye’nin Hafýz Esat yönetiminde ülkenin dýþ ticaretinin
önemli ölçüde SSCB ile olduðu sanýlýr. Oysa emperyalizmin yeni145
Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
353
sömürgecilik yöntemleri açýsýndan, dýþ ticarette özel olarak ithalat
önem kazanmaktadýr. Bu açýdan ele alýndýðýnda, Suriye’nin emperyalist ülkelerden yaptýðý ithalatýn önemli bir yere sahip olduðu
görülmektedir. Örneðin, 1983 yýlýnda Suriye’nin 4 milyar dolarlýk
ithalatýnda AET-ABD ve Japonya’nýn payý %43,4’tür. Bu ülkelere
Suriye’nin ihracatý ise, toplam içinde %30,5’tir. Bu mutlak olarak
Suriye’nin emperyalist ülkelerle ticaretinde 1.366 milyon dolar açýk
vermesi ile sonuçlanmýþtýr. Bu 1983 yýlýnda Suriye’nin dýþ ticaret
açýðýnýn %52’sini oluþturmaktadýr. Bunun ödemeler dengesinde
kapatýlabilinmesi için artan oranda bir dýþ borçlanma kaçýnýlmazdýr. Ve bu dönemde Suriye’nin dýþ borçlarýnýn toplamý 2.300 milyon
dolardýr. Buna raðmen 1983 yýlýnda Suriye’nin ödemeler dengesi
800 milyon dolar açýk vermiþtir. (Karþýlaþtýrma olmasý için ayný yýl
içinde Türkiye’nin durumunu belirtelim: 1983 yýlýnda Türkiye’nin
dýþ ticaret açýðý 2.900 milyon dolardýr. Ödemeler dengesi açýðý ise,
1.400 milyon dolardýr.)
Ayný durum Irak için de geçerlidir. 1980 sonrasýnda savaþ
koþullarýnda bulunduðu için, daha eski bir dönemin verilerini ele
alacak olursak, örneðin 1978 yýlýnda Irak’ýn ithalatýnda AET-ABD
ve Japonya’nýn payý % 66, 8’dir. Bu ülkelerin Irak’ýn ihracatýndaki
paylarý ise %56, 9’dur. Mutlak rakamlar açýsýndan Irak’ýn dýþ ticareti, petrol nedeniyle fazlalýk vermektedir. Bu durum Irak’ý Suriye’ye
göre görece daha az dýþa baðýmlý göstermektedir.
Görüldüðü gibi, Suriye ve Irak’ta emperyalist ülkelerin tek
bir askeri bulunmamasýna karþýn, emperyalizmle yoðun bir iliþki
içinde bulunmaktadýrlar. Ancak bu ülkelerde dýþ ticaret devletleþtirilmiþ olduðundan, emperyalist ülkelerle yapýlan ticaret, özel olarak ithalat, ülke içinde emperyalizmle baþtan bütünleþmiþ tekelci
bir burjuvazinin geliþmesini engellemektedir. Ama öte yandan yeni-sömürgecilik açýsýndan temel öneme sahip olan dayanýklý tüketim mallarý ithalatý serbest durumdadýr. Özellikle beyaz eþya ve
otomotiv sektörü açýsýndan bu ithal serbestliði, emperyalist ülkelerin doðrudan ihracat yapmasýna olanak tanýmaktadýr. Böylece
Suriye ve Irak emperyalist ülkeler için önemli bir pazar olma niteliðini sürdürmektedir. Zaten emperyalizm için önemli olan pazar
sorununu çözümlemektir. Bunun mutlak olarak iþbirlikçi-tekelci
burjuvaziyle geniþlemiþ pazar koþullarý içinde olmasý gerekmemektedir.
354
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Emperyalizmin yeni-sömürgecilik uygulamalarýnýn bu ülkelerde bu biçimde sýnýrlandýrýlmýþ olmasý, ülke içinde iþbirlikçi-tekelci sanayi burjuvazisinin geliþmesini engellemektedir. Ama buna
karþýn küçük-burjuvazinin feodalizmle belli bir ittifaka girmesi ortaya çýkmaktadýr. Zaten tersi bir tutum, küçük-burjuva milliyetçi iktidarýn yaþam süresini kýsaltacaktýr. Dýþ ticaretin devlet kuruluþlarý
aracýlýðýyla yapýlmasý, ülke içinde iktidar dýþý bir ticaret burjuvazisinin geliþmesini de engellediði görülmektedir. Ama bu, iç ticaret
burjuvazisinin iktidarla bütünleþmesini ve büyük bir güç haline
gelmesini getirmiþtir. Ýç ticaret burjuvazisi ise, henüz kapitalist meta
ticareti ile ilgili deðildir. Ýç ticaret burjuvazisi, geleneksel olarak feodalizm koþullarýnda ve feodalizmle birlikte geliþen tüccar durumundadýr (bezirganlar). Yaptýðý bütün iþ, feodal üretim iliþkileri
içinde üretilen ürünleri, doðal koþullara baðlý olarak meydana gelen artýþlar yoluyla pazara götürmek durumundadýr. Ve devlet iktidarýnýn küçük-burjuvazinin elinde bulunmasý önemli ölçüde bürokrat bir burjuva sýnýfýnýn ortaya çýkmasýna yol açmýþtýr. Bu durum, iktidar olanaklarýndan yararlanarak bazý küçük-burjuva unsurlarýn zenginleþmesini saðlamýþtýr. Bu ülkelerde yoðun biçimde
görülen rüþvetler ve suistimallerin altýnda iktidarýn küçük-burjuva
niteliði yatmaktadýr.
Bugün Suriye ve Irak, ekonomik bakýmdan emperyalizmin
önemli bir pazarý durumundadýr. Ancak küçük-burjuva milliyetçiliðinin gücü, siyasal alanda görece baðýmsýz bir konum oluþturmaktadýr. Bunun sonucu Suriye’deki Kürt topluluðu üzerindeki
ulusal baský sýnýrlý ve örtük durumdadýr. Irak’ta ise, ekonominin
petrole dayalý olmasý ve petrol bölgesinin Kürt topluluðunun yaþadýðý ya da sýnýrlarýnda bulunduðu yerler olmasý nedeniyle, ulusal
baský, zaman zaman askeri savaþ durumuna kadar uzanmaktadýr. Küçük-burjuva milliyetçilerinin Irak’ta krallýðý devirmelerinden
sonra, Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) yasallaþmasý, Kürtlerin Irak sýnýrlarý içinde belli bir özerklik elde etmeleri yönünde
geliþmeler ortaya çýkarmýþtýr. Bu geliþmede özellikle SSCB’nin iktidarý desteklemesi özel bir öneme sahiptir. Ancak Irak Baas yönetimi, özerk Kürt bölgesinin sýnýrlarý ve özerkliðin boyutlarý konusunda oldukça kesin bir tutum takýnmýþtýr. Yukarda belirttiðimiz
gibi, bu tutum Irak ekonomisinin petrole dayalý niteliðinden kaynaklanmakta ve Arap milliyetçiliði ile geliþtirilmektedir. Eylül 1961’de
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
355
Baas yönetiminin Kürtlere verdiði özerklik “sözünün” gerçek bir
hukuki temele oturtulmamasý ve sürüncemede býrakýlmasý üzerine, Barzani yönetiminde KDP ayaklanmasý baþlamýþtýr. Bu savaþ
durumu, SSCB’nin aktif tutumuyla sona erdirilmekle birlikte, özerklik sorunu fiili iliþkilerle ve kýsmi yasallýkla çözümlenmeye çalýþýlmýþtýr.
Irak’ta petrolün bulunmasý, doðal olarak Kürt sorununun
demokratik ve barýþçýl bir çözümünü zorunlu olarak Arap milliyetçilerine dayatmýþtý. Ama bunda Kürt küçük-burjuvazisinin örgütlü ve uzun bir mücadele deneyimine sahip olmasý da etkin
unsur durumundadýr. Ancak Irak petrolünün emperyalist ülkeler
ekonomisi açýsýndan, özellikle AT açýsýndan büyük bir önemi bulunmaktadýr. Bu nedenle petrol alanlarýnýn Araplar’ýn elinde bulunmasý ya da bulunmamasý emperyalist ülkeleri birincil dereceden
ilgilendirmektedir.
Diyebiliriz ki, bugün için Suriye’de açýk olmamakla birlikte
yakýn gelecekte açýklýk kazanacak durumuyla ve daha görünür
haliyle Irak’taki Kürt topluluðu üzerindeki ulusal baskýnýn temelinde, bu ülkelerdeki Arap topluluðunun emperyalizmle olan iliþkileri yatmaktadýr. Zaten tarihsel olarak, bu ülkelerde Kürtler’in
bölünmüþlüðünün sorumlusu da emperyalizmdir.
Ýran’a gelecek olursak, 1979 yýlýnda Þah yönetiminin devrilmesi ve yerine mollalarýn iktidara gelmelerinin yarattýðý yeni durumu ele almak gerekmektedir. Çünkü Þah döneminde Ýran’ýn,
emperyalizmin, özellikle Amerikan emperyalizminin en gözde müttefiki olduðu, tüm dünya tarafýndan bilinmektedir. Amerikan emperyalizmi Ýran’da yeni-sömürgecilik yöntemlerini uygulamaya
baþladýðý andan itibaren ve uygulamayý geliþtirdiði oranda, ülke
içinde önemli bir muhalefetle karþý karþýya kalmýþtýr. Bu muhalefet, 1950-60’larda büyük oranda yeni kentlerde bulunan þehir küçük-burjuvazisinden kaynaklanýyordu. Milliyetçilik temelinde ortaya
çýkan bu muhalefet, Ýran’ýn çokulusluluðu ile þekillenerek, demokratik unsurlarý da bünyesinde barýndýrýyordu.
Ýran’da yeni-sömürgecilik, ilk dönemde petrole dayalý sanayilerin kurulmasý ile sýnýrlý iken, zaman içinde Amerikan emperyalizminin talep yetersizliðine baðlý olarak aðýrlýklý bir duruma gelmiþtir. Yeni-sömürgeciliðin tüm geri-býraktýrýlmýþ ülkeler içindeki
geliþmeleri Ýran’da da görülmüþtür. Amerikan ekonomisinin aske-
356
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rileþtirilmesinin ürünü olan devletlerin silahlandýrýlmasý uygulamasý
ve bölgede emperyalizmin önemli bir askeri gücü ve müttefiki
olan bir ya da birkaç ülkenin ortaya çýkarýlmasý, Ýran açýsýndan
özel bir öneme sahip olmuþtur. Büyük petrol gelirlerinin ülke içinde ekonomik ve toplumsal geliþme için kullanýlmasý, Ýran’ýn güçlü
bir kapitalist ülke olmasýna yol açabilecekti. Bu ise, emperyalizm
koþullarýnda olanaksýz bir durumdur. Böyle bir geliþme ancak emperyalist sistemden ayrýlma ile mümkündür. Ama proletarya devriminin genel yolu dýþýnda bunun ortaya çýkabilmesi ülkede güçlü
bir ulusal burjuvazinin bulunmasýný gerektirir. Oysa III. bunalým
döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ulusal burjuvazi emperyalizmle baþtan bütünleþmiþtir. Bu ise burjuvazinin ulusal niteliðini
(devrimci niteliði ile birlikte) yitirmesi demektir.
Ýran’ýn büyük petrol gelirleri, doðrudan emperyalist ülkelerden satýn alýnan askeri araçlara harcanmýþtýr. Böylece Ýran, emperyalizmin askeri metalarý için büyük bir pazar özelliði kazanmýþtýr.
Ama bu pazarýn da belli oranda tüketim gücü bulunmaktadýr.
Ýþte bu sýnýrlýlýk, Ýran’ýn kaçýnýlmaz olarak yeni-sömürgeciliðin tüm
boyutlarýyla uygulama alaný haline gelmesini uzun bir zaman sonra getirmiþtir. Özellikle 1974 petrol bunalýmýndan sonra emperyalizm, Ýran’da iç tüketimi artýrmak ve kapalý ekonomik birimleri pazar için üretim yapar hale getirmek için giriþimlerde bulunmasýný
Þah’tan istemiþtir. Þah’ýn “Ak Devrim” adýný verdiði bu kapitalizmi
yukardan aþaðý geliþtirme uygulamasý, bir yandan kýrsal alanlara
yeni yollarýn yapýlmasý, sulama kanallarýnýn açýlmasý gibi alt-yapý
yatýrýmlarýna yönelirken; diðer yandan da orta ve hafif sanayinin
kurulmasý ile ortaya çýkmýþtýr.
Ýran’da o güne kadar süregelen egemen sýnýflar ittifaký emperyalizmin bu dayatmasýyla birlikte büyük oranda bozulmak durumundaydý. Özellikle emperyalizmin feodalizmle kurduðu ittifak
bu geliþmenin en önemli engeli durumundaydý. Amerikan emperyalizmi bu engelin kent küçük-burjuvazisinin yedeklenmesi
temelinde aþýlabileceðini düþünmekle birlikte, buna tali bir önem
veriyordu. Böylece Þah yönetimi bir yandan feodal egemenlerle
iliþkilerini önemli bir noktaya getirirken; þehir küçük-burjuvazisini
yedeklemek gibi bir uygulama içine girmemiþti. Ve böyle bir uygulamanýn baþarý þansý da oldukça azdý. Bu koþullarda Þah’ýn tüm
gücü, emperyalizmin tam denetimi altýnda bulunan kendine bað-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
357
lý askeri güçler olmaktaydý. En önemli iç sorun olarak Kürt sorunu da 1974 Kürt-Arap savaþýyla önemli ölçüde çözümlendiði düþünülüyordu.
1974 sonrasýnda Ýran’da uygulamaya konulan yenisömürgecilik yöntemlerinin kýrsal alanlarda feodal iliþkilerle çatýþmasý,
geliþen süreci tümüyle belirleyecek önemdeydi. Yukardan aþaðý
kapitalizmin geliþtirilmesi, dolayýsýyla feodalizmin tasfiyesinin, kýsmi uzlaþmalar ve zor uygulamalarýyla gerçekleþtirilebilineceði düþüncesi, 1979 yýlýnda tümüyle iflas etmiþ olarak tarihin çöplüðüne
atýlmýþtýr. Ýþbirlikçi burjuvazinin gerçek bir demokratik devrimi yapamayacaðý ve bunu yeni-sömürgecilik koþullarýnda ve bu yolla
yapabilmesinin olanaksýz olduðu 1979 yýlýnda Þah’ýn ülkeyi terk
etmesiyle açýða çýkmýþtýr.
Bugün emperyalizmin açýkça kabul ettiði gibi, Þah’ýn ülke
içindeki gücü ve denetimi yanlýþ hesaplanmýþtýr. Feodalizmin
direniþi ve örgütlülüðünün göz önüne alýnmamasýndan kaynaklanan bu “hesap hatasý”, gerçekte, demokratik devrim dýþýnda
feodalizmin tasfiyesinin olanaksýz olduðunu göstermektedir.
“Ak Devrim”, kapalý feodal ekonomik birimlerin yýkýlarak
pazar iliþkileri içine çekilmesini, yeni kurulan hafif ve orta sanayi
kuruluþlarý için yeni emek-gücü bulunmasýný amaçlarken, tarýmda kapitalizmin geliþtirilmesine özel bir aðýrlýk vermiþtir. “Toprak
reformu” Þah’ýn en büyük propaganda unsuru olarak kullanýlmaya çalýþýlmýþtýr. Ancak feodalizmin kýrsal alanlardaki gücü ve
içsel örgütlenmesi daðýtýlamamýþtýr. Özellikle çokuluslu Ýran’da feodalizmi tek bir halka olarak ele almak olanaksýzdýr.
Ýran nüfusunun %97,8’i müslüman dinine mensup olmakla birlikte tek bir ulustan oluþmamaktadýr. Nüfusun çoðunluðunu
oluþturan Farslar, toplam nüfus içinde %45’i oluþturmaktadýrlar.
Feodal iliþkiler içinde bulunan Azeriler nüfusun %16’sýný, Kürtler
% 8,1’ini oluþturmaktadýrlar. Geri kalan nüfus ise (%30,9) çeþitli
azýnlýk topluluklardan oluþmaktadýr.
Bu toplumsal yapýda özellikle Azeriler, Kürtler ve diðer azýnlýklar nüfusun çoðunluðunu oluþturmaktadýrlar. Bunlarýn en önemli yaný, üzerlerindeki ulusal baskýya, dil baskýsýna, din baskýsýna vb.
karþýsýnda kendilerini kapalý bir toplumsal yapý içinde tutuyor olmalarýdýr. Bir baþka deyiþle, bunlar feodal iliþkiler içinde, feodal
bir siyasal yönetim koþullarýnda yaþayan ve böylece görece özerk
358
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
durumda bulunan kesimlerdir. Feodalizmin yukardan aþaðýya tasfiye edilmesi demek, bunlar üzerindeki ulusal baskýnýn büyük
oranda artacaðý demektir. Bunu kendi tarihsel deneyimleriyle çok
iyi bilen halk “Ak Devrim”e karþý tavýr almak durumundaydý. Öte
yandan feodalizmin tasviyesine giriþilmesi feodal egemen sýnýf açýsýndan bir var oluþ sorunu durumundaydý. Bu koþullar altýnda
deðiþik ulusal-topluluk üyesi feodal sýnýf üyeleri, gerek sýnýfsal, gerekse ulusal planda muhalefeti yükseltebilme olanaðýna sahipti.
Bundan sonra bütün sorun, bu deðiþik feodal muhalefet kesimlerinin birliðini saðlamakta toplanýyordu. Burada kesinkes bir ulusal
birlik söz konusu deðildir Bunun milliyetçilik temelinde gerçekleþtirilmesi olanaksýzdý. Çünkü çok-uluslu bir ülke durumunda bulunuyordu. Bu olanaksýzlýk küçük-burjuvaziyi Ýran’da sorunun
çözümünde bir güç olmaktan çýkarmýþtýr. Öte yandan böyle bir
birliði proletaryanýn saðlayabilmesi olanaksýzdý. Çünkü proletarya
da burjuvazi kadar feodalizmin tasfiyesini gerçekleþtirecek bir güç
durumundadýr. Genel olarak bir Ýran ulusu bulunmadýðý ya da
oluþmadýðý koþullarda ulusal birlik saðlama yönündeki her türlü
çabanýn sonuçsuz kalacaðý ortadadýr. Bu durumda proletarya ve
partisi doðrudan doðruya demokratik halk devrimini örgütlemek
ve bu amaçla halkýn birliðini saðlamak zorundaydý. Ama ulusaltopluluklarýn feodal iliþkileri ve onlar üzerindeki çeþitli ulusal baskýlar proletarya ve partisinin görevlerini zorlaþtýrýcý unsurlar durumundaydý. Tarihsel olarak burjuvazinin kendi devrimini yaparak
aþtýðý sorunlarýn proletaryanýn önüne çýkmasý, görece zayýf bir kapitalizm koþullarýnda bile büyük güçlükler içerir.
Bu koþullar altýnda, gerek feodal muhalefeti birleþtirecek,
gerekse halk kitlelerinin tepkilerini toplayacak tek güç dinsel ideolojiyle ortaya çýkabilmiþtir. Daha önceki bölümde gördüðümüz
gibi, dinsel ideoloji bu koþullarda önemli bir “alternatif” durumundadýr. Ulusal-topluluklarýn ulusal hareketlerini baðýmsýz kýlmaksýzýn,
feodal sýnýfýn özel çýkarlarýna tabi kýlmaya hizmet edebilen bu ideoloji, Þii mezhebinin içsel iliþkileriyle kendisini maddeleþtirecek
koþullar bulabilmiþtir Þiiliðin belli oranda gizliliðe dayanan dinsel
ayinleri ve bunlarýn yapýldýðý tekke, zaviye vs. mekanlar, bu faaliyetin temelini oluþturmuþtur. Diyebiliriz ki, Þiilerin içsel örgütleniþi,
bu dönemde Ýran’da tek kitle örgütlenmesi durumundadýr.
Dinsel temelde örgütlenen düzene muhalefetin temelinde,
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
359
yeni-sömürgeciliðe karþý feodal sýnýflarýn direniþi yatmaktadýr. Yukardan aþaðýya geliþtirilmeye çalýþýlan kapitalist üretim iliþkileri
karþýsýndaki feodalizmin direniþi kaçýnýlmaz olarak anti-emperyalist nitelik almaktadýr. Ancak bunun anti-emperyalizmi tümüyle
sýnýfsal nitelikte çýkara dayalý olduðu için anti-kapitalist özellikleri
içinde taþýmaktadýr. Böylece sýnýfsal ve ulusal planda emperyalizme ve kapitalizme karþý olan sýnýflarýn tümünü kapsayacak bir nitelik taþýmaktadýr. Ancak daha önce belirttiðimiz gibi, burada görülen anti-emperyalizm, gerçek anti-emperyalizmden farklýdýr ve
feodal egemen sýnýflarýn tavrý olarak belirginleþmektedir. Bu açýdan özel olarak gerici niteliktedir.
Ýran’da 1979 yýlýnda halk kitlelerinin bütünsel katýlýmýyla
Þah’ýn iktidarýnýn sona erdirilmesinden sonra iktidar bir süre için
halk hareketinin çeþitli örgütlerinin ortak iktidarý olarak sürmüþtür.
Ancak bu þekilde görece “ikili iktidar” koþullarýnda uzun süre bulunulmasý olanaksýzdýr. Ve nitekim bir süre sonra yeni düzen ve
iktidar ortaya çýkmýþtýr. Bunda en etkin kesim, kaçýnýlmaz olarak
en örgütlü kesim olmak durumundadýr. Bu kesim de, dinsel temelde örgütlenmiþ olan feodal muhalefettir.
Ýran’daki rejimin niteliði böylece feodal olmuþtur. Bu ayný
zamanda proletaryanýn örgütlerinin daðýtýlmasý ve yok edilmesine paralel olarak pekiþmiþtir. Bu açýdan bakýldýðýnda da iktidarýn
karþý-devrimci niteliði kolayca görülebilir.
Ýran’da feodalitenin yeniden egemenlik kurmasý, ulusal sorunlarýn çözümü açýsýndan önemli bir deðiþiklik getirmemiþtir. Þah
döneminde olduðu gibi, ulusal-topluluklar karþýsýnda molla yönetimi de, tümüyle uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný reddetmek þeklinde ortaya çýkmaktadýr. Dinsel ideoloji açýsýndan “ulusal çýkar” deðil, “ümmet çýkarlarý” esastýr. Bu açýdan feodal sýnýflarýn
çýkarlarýna uygun tutum için gerekli ideolojik temel bulunmuþ
olmaktadýr. Molla yönetimi kendi kaderlerini tayin hakkýný talep
etmeyen ulusal-topluluklar için “yaþama” koþullarý saðlamaktadýr. Tersi tutum içinde bulunan ulusal-topluluklar ise, zor yoluyla
ve “Allah adýna” baský altýna alýnmak durumundadýr.
Diyebiliriz ki, Ýran’da feodalitenin yeniden siyasal iktidara
sahip olmasýyla birlikte, ulusal sorun karþýsýnda feodalizmin tutumu belirgin olarak ortaya çýkmýþtýr. Ulusal baskýnýn ardýndaki diðer
bir gücün feodalizm olduðu Ýran’da açýkça görülmüþtür. Her-
360
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
þeyden önce feodalizmle ulus birbirleri ile uyumlu bir bütün oluþturmaz. Devletin feodal örgütlenmesiyle ulusal örgütlenmesi tümüyle birbirine karþýttýr ve birbirlerini dýþtalarlar. Bu açýdan feodal
egemen sýnýflar ulusal-devlete özsel olarak karþýdýrlar. (Ama bu,
onlarýn devlete karþý olduklarý anlamýnda yorumlanmamalýdýr. Feodalizm ile devlet birbirleriyle çeliþmez, ama ulusal-devlet feodalizmin yadsýnmasýna baðlý olarak ortaya çýkar.)
Diðer taraftan ulusal sorun bir köylü sorunudur. Yani köylülüðün feodalizmden kurtuluþu sorunudur. Ancak öte yandan
da ulusal-topluluklar, çoðunluk ulusun köylülüðünün tutuculuðu
ve milliyetçiliðinden kaynaklanan bir ulusal baskýyla karþý karþýyadýrlar. Ve Kürt topluluðu açýsýndan özellikle Ýran’da bu milliyetçilik (isterse “dinsel” ideolojiyle üstü örtülmüþ olsa bile) büyük
öneme sahiptir. Bu olgu, ulusal hareketlerin feodalizm karþýsýndaki
tutumunun belirlenmesi açýsýndan oldukça önemlidir.
Bilindiði gibi, iç dinamikle kapitalizmin geliþtiði Çarlýk Rusyasý’nda, devlet feodal-askeri nitelikteydi. Bu, demokratik devrimin
gerçekleþtirilmesi sorununu Rus toplumu açýsýndan birincil tarihsel görev olarak ortaya çýkartmaktaydý. Çarlýk Rusyasý’nda tüm
ulusal baskýlarýn arkasýnda devletin bu feodal niteliði bulunuyordu. Rus burjuvazisi kendi devrimini yapmaktan uzaklaþmýþtý, yani
devrimci niteliðini büyük oranda yitirmiþ bulunuyordu. Bu durum
demokratik devrimin yapýlmasý görevini proletaryanýn omuzlarýna yüklerken, diðer yandan da Rus burjuvazisinin feodalizmle uzlaþmasýný getiriyordu. Ýþte bu uzlaþma, Rusya’yý bir “uluslar hapishanesi” haline getirmiþti.
Rus feodal-askeri devleti, bir yandan kendi sýnýrlarý içindeki
ulusal-topluluklarý baský altýnda tutmak; öte yandan yeni uluslarý
baský altýna almak zorundaydý. Bu onun var oluþ sorunuydu. Çarlýk Rusyasý’nda ulusal baský ve ilhaklar, devletin var oluþ sorunu
olduðu için temel nitelikteydi. Moskova’da oturan Çar’ýn, ülke çapýnda egemenliðini sürdürebilmesi için, yeni ekonomik kaynaklara
gereksinmesi olduðu kadar, mevcut kaynaklarý en yoðun biçimde kullanmaya ihtiyacý bulunuyordu. Birincisi, uluslarýn Çarlýk
tarafýndan baský altýnda tutulmasý ve toprak olarak ilhakýný gerektirirken; ikincisi, Rusya’daki uluslarýn baský altýna alýnmasýný ve
ulusal hareketlerin yok edilmesini gerektiriyordu.
Devletin feodal niteliði gereði, kapitalist üretime dayalý bir
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
361
devlet gelirinin bulunmayýþý en temel olgulardan birisiydi. Feodal
Rus toprak sahipleri ise, artan gereksinmelerini karþýlayabilmek
için köylüleri (yarý-serf statüsünde köylüleri) artan oranda sömürmek zorundaydý. Tarýmsal üretimin feodal niteliði ile ürünlerin
metalaþtýrýlmasý arasýndaki çeliþki, ancak kapitalist tarým üretimi
ile aþýlabilirdi. Bu ise feodalizmin tasfiyesinden baþka birþey deðildir. Ýþte feodalizmin devrimci tarzda tasfiye edilmediði koþullarda,
geliþen kapitalizm karþýsýnda feodal egemen sýnýfýn tek gelir kaynaðý toprak ve buradaki temel üretici güç olan köylülük olmaktadýr.
Bunun köylülük açýsýndan anlamý ise, çalýþma gününün uzun olmasý ve zor unsurunun artan oranda uygulanmasýdýr. Bu durum,
Rus olmayan köylülük üzerinde ise, doðrudan ulusal baský olarak
ortaya çýkmaktadýr. Lenin, 1914 yýlýnda ulusal sorunu irdelerken
“asýl sorun ... Rus mujiðidir”146 diyerek, bu gerçeðin altýný çizmektedir. Ve gene ayný yerde Lenin, en büyük tehlikenin “Rus mujiðinin
milliyetçiliði” olduðunu belirtir.
Ulusal sorun ile köylülüðün iliþkisi, özel olarak da feodalizmin egemen olduðu toplumlarda ulusal baskýnýn feodalizmle olan
baðlarý, Kürt ulusal sorununda dikkate alýnmasý gereken en temel
olgulardan birisidir. Çoðunluk ulusunun emperyalist üretim iliþkileri içinde olduðu koþullarda, ulusal sorun ile köylülüðün iliþkisi
bazý özellikler taþýmaktadýr. Bilindiði gibi, ulusal sorun son tahlilde
köylü sorunudur. Bu, feodal baðlardan kurtulan köylülüðün toprak istemi ile birlikte geliþir ve kapitalizmin tarýmda geliþmesine
paralel olarak mülksüzleþen köylülerin, baðýmsýz ulusal-devlete
sahip olma ile toprak sorununun çözümü arasýnda doðrudan bir
iliþki görmeleriyle, eyleme dönüþür. Bu boyutlarýyla ulusun kendi
kaderini tayin istemi köylülerin toprak istemi ile çakýþýr. Uzun dönemde bunun köylüler için kurtuluþ olmadýðý açýktýr, ama bunun
kalýcý olmayýþýný onlara gösterecek olan gene proletarya ve partisinden baþkasý deðildir. Ulusal hareketin gerçek ve kalýcý bir çözüme ulaþmasýnýn tek yolu, günümüzde proletaryanýn ulusal hareketin önderliðini yapmasýna baðlýdýr. Aksi halde küçük-burjuvazi
baþta olmak üzere deðiþik sýnýflar tarafýndan köylülük yedeklenecektir. Ýþçi-köylü ittifakýnýn ulusal-topluluk temelinde kurulabilmesi
için bu yedekleme durumunun ortadan kaldýrýlmasý zorunludur.
146
362
Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluþ Savaþlarý, s. 147.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Bu ise köylülüðün toprak isteminin doðru bir biçimde çözümlenmesi ile mümkündür.
Feodal-aþiret iliþkileri içinde bulunan Kürt köylülerinin toprak sorunun baðýmsýz bir devlet içinde çözümlenmesinin, ancak
feodalizmin tasfiyesi ile mümkün olabileceði gerçeði, ulusal hareketin kaçýnýlmaz olarak anti-feodal nitelik almasýný zorunlu kýlar.
Aksi halde köylülüðün, milliyetçilikle ya da dinsel ideolojiyle silahlanmýþ olarak, çeþitli devletlerin kuruluþundan sonra görüldüðü
gibi topraklarýnýn diðer devletlerin aleyhine geniþletilmesi istemini
ortaya koymasýna yol açacaktýr. Bu ise ulusal-devletler arasýnda
“sýnýr anlaþmazlýklarý”yla baþlayan bir savaþ sürecinin yaþanmasý
demektir. Anti-feodal devrim gerçekleþtirilmediði sürece, ulusaldevletin bu yönde eðilim göstermesi kaçýnýlmaz olacaktýr. (Þüphesiz
bunun yaþam bulabilmesi için baþka etmenlerin ortaya çýkmasý
gerekir. Bu etmenler, ulusal-devletler arasýndaki güç dengesinin
biri lehine bozulmasýný saðladýðý oranda, “yayýlmacý” bir amaç olarak pratikte yaþam olanaðý bulabilecektir. Ýran-Irak savaþý açýk bir
görüngüdür.)
Bu olgunun diðer yönü de, çoðunluðu oluþturan ulus köylülerinin emperyalist üretim iliþkilerinin geliþmesine paralel olarak
mülksüzleþtirilmeleriyle ilintilidir. Mülksüzleþmenin hýzlandýðý
koþullarda, topraktan kopan köylülerin kentlere göçleri toplumsal bunalýmýn derinleþmesini getirecektir. Bu durumdaki yarý-proleter unsurlarýn deðiþik sýnýflar tarafýndan yedeklenmeleri gündemdedir. Proletarya ve partisinin bu konuda etkin olduðu koþullarda
geliþim devrim yönünde olacakken, küçük-burjuvazi ve oligarþi
tarafýndan yedeklendiði koþullarda karþý-devrimci ve þovenist bir
güç ortaya çýkacaktýr. Mülksüzleþtirilmiþ köylülerin (çoðunluk
ulus), azýnlýk ulusunun köylülerinin toprak istemlerini desteklemesi olanaklýdýr ve bu onlarýn köylü kitlesi olarak ortak tavýrlarýný
açýða çýkartýr. Ancak ayný olgu ters yönde etkide bulunur. Bu ters
yöndeki etki, azýnlýk ulusunun “baðýmsýz devlet” istemi ile mevcut
devlet sýnýrlarý içindeki bazý topraklarýn “kaybedilmesi” endiþesi
þovenistler için önemli bir propaganda olanaðý yaratýr. Ve böyle
bir istemle yola çýkan ulusal hareketin ezilmesi ve de ulusal-topluluðun soykýrýmý noktasýna kadar uzanan bir yenilgisiyle, mülksüzleþtirilmiþ köylüler için yeni topraklar saðlayacaðý düþüncesinin
yaygýnlaþmasý olasýdýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
363
Her iki ulusal-topluluk açýsýndan köylülüðün bu ikili karakteri proletarya ve partisinin mücadelesi açýsýndan önemli bir yere
sahiptir. Bu ikili karakteri gözetmeyen Marksist-Leninistler, her zaman süreçte ikilemlerle karþý karþýya kalacaklardýr.
Özetlersek, Kürt topluluðunun bölünmüþlüðü temelinde,
kendi kaderlerini tayin etme hakkýný elde etmeleri ve bu hakký
gerektiðinde “birleþik ve baðýmsýz bir Kürdistan devleti” yönünde
kullanmalarý yalýn bir ulusal mücadele ile sýnýrlandýrýlamaz. Herþeyden önce “birleþik ve baðýmsýz bir Kürdistan devleti”nin kurulabilmesinin önündeki içsel engellerin ortadan kaldýrýlmasý gerekir.
Bu içsel engellerin birincisi her parçada emperyalist üretim iliþkileri
ile bütünleþmiþ (iþbirlikçi) burjuvazidir. Ýkinci olarak (ikincil deðil),
Kürt toplumunda egemen üretim iliþkisinden gelen egemen sýnýftýr. Bu sýnýf emperyalist dönemin özelliklerine göre biçimlenmiþ
feodal niteliktedir. Diyebiliriz ki, “birleþik ve baðýmsýz bir Kürdistan
devleti”nin kurulabilmesi için, iþbirlikçi-burjuvazi ile feodal egemen sýnýf tasfiye edilmelidir. Bu gerçekleþtiði oranda Kürdistan’ýn
birleþik bir devlete sahip olmasý olanaklýdýr.
Bu temel gerçek karþýsýnda proletarya ve partisinin görevi,
bu sürecin bütününe iliþkin bir programý ortaya koymaktýr. Bu
program demokratik halk devrimi programý olarak anti-feodal ve
anti-oligarþik nitelikte olacaktýr. Anti-oligarþik yön, Kürt burjuvazisinin içinde bulunduklarý devlet sýnýrlarý içindeki yerli oligarþiler
içinde yer almalarýndan kaynaklanýr ve onlarý oligarþinin diðer unsurlarýndan ayýrmak olanaksýzdýr. Bunlarýn oligarþi dýþýna çýkabileceklerini düþünmek, yani ulusal harekete katýlacaklarýný düþünmek
tümüyle yanlýþtýr. Böyle bir düþünce emperyalist dönemde, özel
olarak da III. bunalým döneminde burjuvazinin devrimci niteliðini
az da olsa koruduðu anlayýþýna dayanýr ki, bu tümüyle bir yanýlsamadýr.
Burada Kürt hareketinin proletarya öncülüðünde yürütülüþ
koþullarýný irdelerken, onun ulusal niteliði ile sýnýfsal niteliði arasýndaki zorunlu birleþmeyi ortaya koymak kaçýnýlmazdýr. Bugün
kavranýlmasý gereken en önemli halka budur. Bu açýdan demokratik halk devrimi sorununun anti-feodal ve anti-oligarþik yönünü
belirginleþtirmek gerekmektedir.
III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde emperyalist üretim iliþkilerinin egemenliði anti-feodal devrim sorununun
364
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
daha geniþ bir kapsamda ele alýnmasýný getirmiþtir. Ülkede kapitalizmin yukarýdan aþaðýya geliþmesiyle ortaya çýkan iþbirlikçi-tekelci burjuvazi (emperyalizmin temel dayanaðý olarak), feodalizmle
ittifak kurarak bir oligarþi oluþturmuþtur. I. ve II. bunalým döneminde olduðu gibi, emperyalizmin temel dayanaðý olan burjuvazi kesinkes komprador nitelikte deðildir. Bu açýdan emperyalizmin dýþsal bir olgu olduðu koþullarda feodalizmle kurduðu ittifak ve bu
ittifak içinde komprador burjuvazinin yer alýþ biçimi burada mevcut deðildir. Ýþbirlikçi-tekelci burjuvazi, kimi zaman eski komprador burjuvazinin bir dönüþümü, kimi zaman bazý feodal toprak
sahiplerinin burjuvalaþtýrýlmasý, kimi zaman ise orta-burjuvazinin
iþbirlikçi haline getirilmesi ile oluþmuþtur. Hangi kökene sahip olursa olsun, tümünün ortak özelliði burjuvalaþmalarýnda emperyalizm ile bütünleþmelerinin belirleyici olmasýdýr. Ýlk dönemde oligarþi
içinde belirleyici ve aðýr basan unsur feodal sýnýftýr. Bu sýnýf emperyalizmin çeþitli kredi ve yardýmlarýyla iþbirlikçi burjuvaziyle birlikte
egemenliði paylaþmayý kabul etmiþtir. Burada emperyalizmin ekonomik gücü ile askeri zoru, çeþitli ülkelerde deðiþik biçimlerde
kullanýlmakla birlikte esas belirleyiciler durumundadýr.
Ülke içinde kapitalizmin geliþmesine paralel olarak iþbirlikçi
burjuvazinin güçlenmesi, oligarþi içindeki dengeleri deðiþtirme yönünde etkiler yapmaya baþlamýþtýr. Bunun sonucu ise, feodal
egemen sýnýfýn oligarþi içinden tasfiye edilmesidir. Bu tasfiye onlarýn devlet üzerindeki etkinliklerini yitirmeleriyle sonuçlanýr. Böylece
oligarþi içinden tasfiye edilen feodal egemen sýnýf kesimleri antioligarþik bir tutum içine girmektedirler. Ama bu, feodalizmin gerçek ve tam tasfiyesi demek deðildir. Özellikle üstyapýda feodal iliþkiler ve feodal ideoloji korunur. Bir baþka deyiþle, devletin feodal
örgütlenmesi belli oranda varlýðýný korur. Bunun “temsili demokrasi” koþullarýnda anlamý ise, “koalisyon hükümetleri”dir. Oligarþinin gücü, hem geliþtirilen kapitalizmden, hem de belli oranda
korunan feodalizmden kaynaklanýr. Oligarþi içinde feodalizme karþý alýnan tedbirler devrimci nitelikte, yani burjuva demokratik devrimine iliþkin bir konumda olmadýðý için, bu tasfiye hareketinin
proletarya tarafýndan desteklenmesi sözkonusu deðildir. Ama öte
yandan salt tasfiye edildikleri için anti-oligarþik tavýr içine giren
feodal kesimlerin de desteklenmesi sözkonusu deðildir. Proletaryanýn bu konudaki tutumu özsel olarak her iki kesime de karþý
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
365
olmaktýr. Oligarþi ile feodal egemen sýnýf arasýnda belli bir farklýlaþma ortaya çýktýðýnda meydana gelen yanýlgýlar hep bu tutumun
gözardý edilmesinden kaynaklanýr.
Özellikle ülkemizde, geçmiþ dönemde oligarþi içinde feodal egemen sýnýf bir bütün olarak yer aldýðý için anti-oligarþik devrim
ile anti-feodal devrim arasýnda bir ayrýlýk ortaya çýkmamýþtýr. Ama
bazý ki oldukça önemli orandafeodal unsurlarýn tasfiyesi, oligarþinin giderek daha da azýnlýk haline geliþi, solda anti-feodal yan ile
anti-oligarþik yan arasýndaki ayrýlmaz baðýn gözden kaçýrýlmasýna
yol açmýþtýr. Oysa anti-oligarþik yan, tümüyle anti-feodal yaný içermektedir, ama sadece bununla sýnýrlý deðildir. Ayrýca emperyalist
üretim iliþkilerine karþý tutumu da içerir. Bu nedenle geçmiþ dönemlerin anti-feodal demokratik devrimlerinden daha geniþ kapsamlýdýr.
“Bizim gibi ülkelerdeki oligarþik dikta ise sadece finans kapitalin damgasýný taþýmamaktadýr. Çünkü ülkedeki kapitalizm, kendi iç dinamiði ile deðil, ‘yukardan
aþaðýya’ geliþtirilmiþtir. Dolayýsýyla yerli tekelci burjuvazi,
daha baþtan, çekirdek halindeyken emperyalizmle bütünleþerek geliþmiþtir. (Emperyalizm içsel bir olgu durumuna geldiði için bu oligarþi içindedir.) Ancak bu geliþen
tekelci-burjuvazi tek baþýna emperyalizmle ittifakýný sürdürecek, emperyalist üretim iliþkilerini muhafaza edecek güçte deðildir. Dolayýsýyla, yabancý ve yerli tekellere
zorunlu olarak baðlý olan toprak burjuvazisi ve feodal
kalýntýlarla yönetimi paylaþmaktadýr.”147
Kürt ulusal-topluluðu açýsýndan, bu olgu, kendisini parçalarda farklý biçimlerde ortaya koyar. Türkiye, Ýran, Irak ve Suriye, bir
bütün olarak geribýraktýrýlmýþ ülkeler olmalarýna karþýn, birbirlerinden görece farklýlýklar taþýr ve her bir ülkedeki egemen sýnýflar
ittifaký deðiþik biçimlerde ortaya çýkmaktadýr. Bu eþitsiz geliþim,
kendisini en açýk biçimde oligarþinin bileþiminde ortaya koyar. Bu
ayný zamanda her bir ülkedeki iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin geliþim
düzeyindeki farklýlýktýr. Bu ülkeler içinde Kürt ulusal-topluluðunun,
nüfus olarak en fazla olduðu Türkiye, diðerlerinden görece farklý
iliþkiler ve çeliþkiler içerir. Bu açýdan Türkiye diðer ülkelerin tarih147
366
Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
sel olarak geliþimlerinin, devrim dýþý koþullarda nasýl bir yol izleyeceðinin göstergesidir.
Türkiye’deki Kürt ulusal-topluluðu içinde feodalizm önemli oranda çözülme sürecindedir. Bu çözülme, sýnýr bölgelerinden
iç kesimlere doðru gidildikçe artmaktadýr. III. bunalým döneminin
özelliklerinden dolayý Kürt burjuvazisi, baþtan emperyalizmle bütünleþmiþ olarak geliþmiþtir. Bu açýdan kesinkes ulusal niteliðe sahip deðildir. Ancak Kürt burjuvazisinin emperyalizmle bütünleþmesi, ulusal-devlet örgütlenmesine sahip olunmadýðý için, bazý özgül
koþullarla gerçekleþmiþtir. Yani Kürt burjuvazisinin ortaya çýkýþý
ve emperyalizmle bütünleþmesi, tümüyle Türkiye oligarþisi içinde
ve onun aracýlýðýyla olmuþtur. Bu konuda tipik örnek olarak Toprak Holding gösterilebilir.
Toprak Holding, Diyarbakýr’ýn Lice ilçesinden Toprak ailesine aittir. Holdingin sahibi Halis Toprak, Kürt aþiret reislerinden biri
olup, 1968 yýlýnda elinde bulunan servetin bir kýsmýyla Adana’daki
Paktaþ tekstil fabrikasýný satýn almasýyla burjuvalaþmaya baþlamýþtýr.
1980’lere kadar orta büyüklükte bir tekstil iþletmesi olan Paktaþ,
1976 yýlýnda I. MC’nin iktidarý döneminde, dýþardan uzun vadeli
krediyle makinalar alma olanaðýna kavuþmuþtur. Alýnan yeni tekstil makinalarýyla Paktaþ-II kurulmuþ ve üretim büyük oranda artmýþtýr. 1978 yýlýnda Ecevit hükümeti döneminde bu borçlanma
için saðlanan “kur garantisi”nin (devlet garantisidir) kaldýrýlmasýyla Toprak ailesi büyük bir borç altýna girmiþtir. 1979 yýlýnda 2 milyar
olan borçlarý, 1986 yýlýnda 35 milyarý devlete, 7 milyarý piyasaya olmak üzere 42 milyarlýk bir borçu bulunuyordu. Bu koþullar altýnda
Özal hükümeti, Paktaþ’ýn 25 milyar liraya hazine tarafýndan satýn
alýnmasýný saðlayarak borçlarýn ödenmesini saðladý. Ve daha sonra çýkartýlan “faiz silme operasyonu” ile de faizler ortadan kaldýrýlarak, Toprak þirketlerinin tüm borçlarý ortadan kaldýrýlmýþ oldu.
1986 yýlý itibariyle Toprak Holding’in 16 þirketi bulunmaktadýr. Bu
þirketler kaðýt, seramik, armatür, ampul pazarýnda önemli bir yere
sahiptirler.
Halis Toprak’ýn büyümesinde Türkiye devletinin rolü açýk
biçimde görülmektedir. Diðer taraftan bu geliþme feodal-aþiret
ailesi durumunda bulunan Toprak ailesinin kendi içinde parçalanmasýný da getirmiþtir. Baþlangýçta tüm aileye ait olan Paktaþ’ýn satýlmasýyla, bugün holding tüm aileyi temsil etmemektedir. Oligarþi
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
367
ile olan iliþkileri hiçbir þeyi gizleyemeyecek kadar açýktýr. Örneðin
sýhhi tesisat sektöründe diðer tekelci kuruluþlarla (Eczacýbaþý ve
ECA) fiyatlarý ortak olarak belirlemektedirler.
Tarýmda ise, büyük toprak sahipleri tümüyle oligarþi içinde
yer almaktadýrlar. Bu konuda Bitlis ve Van’daki Gaydalý ve Kartal
aileleri tipik örnektir. Yine bir dönem oldukça çok sözü edilen
Bucak ailesi de bütünleþmeye iliþkin bir baþka örnektir.
Tarýmdaki büyük toprak mülkiyeti ve bu topraklar üzerinde makinalý tarýmýn yapýlmasý, feodalizmin devrimci olmayan tarzda tasfiyesinin ürünleri durumundadýr. Ancak burada toprak sahipliðinin feodal niteliði, yani aþirete iliþkin oluþu, Lenin’in sözünü ettiði “emek-hizmeti sistemi”nin varlýðý ile tanýmlanabilir. Aþiret iliþkilerinin egemenliði, yani “kiþisel baðýmlýlýk” iliþkisinin egemenliði,
doðrudan büyük topraklar üzerinde kapitalist geliþimin sýnýrlarýný belirlemektedir. Ama ayný zamanda bu geliþme tarýmda feodalizmin artan oranda çözülmesini de getirmektedir. Son yýllarda tarýmdan sübvansiyonlarýn kaldýrýlmasý, büyük ölçüde küçük-üreticilerin yoksullaþmasýný getirdiði için, büyük topraklar üzerinde yeni
bir ücretlilik sisteminin doðmasýna yol açmýþtýr.
Bu olgular, Türkiye’deki Kürt burjuvazisinin iþbirlikçi niteliði
ile büyük feodal toprak sahiplerinin oligarþi içinde yer alýþlarýný
belirginleþtirmektedir. Kürt ulusal-topluluðu içinde tarýmsal üretime elveriþli büyük topraklarýn mülkiyetine sahip kesim nüfusun
çok küçük bir azýnlýðýný oluþturduðu bir gerçektir. Buna bakarak,
bunlarýn ulusal hareket karþýsýnda özel bir yere sahip olamayacaðý ileri sürülebilir. Oysa özel mülkiyete dayalý her sýnýflý toplumda
egemen sýnýflarýn sayýsal azlýðý genel bir durumdur ve bundan daha çok þeyi de kapsar. Egemen sýnýfýn gücü hiçbir zaman nüfus
içindeki sayýsý ile ilintili deðildir. Egemen sýnýfýn ekonomik ve siyasal gücü onun sayýsallýðýnýn ötesindedir. Onlar ekonomik alandaki
egemenliklerini siyasal yönetim ve askeri güç tekeli aracýlýðýyla sürdürürler. Bu sýnýflarýn III. bunalým döneminde geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde ulusal ve devrimci niteliðini yitirmiþ olmasý her türlü tartýþmanýn dýþýndadýr. Ama bu kesimin, varlýðýný sürdüren feodal iliþkiler
aracýlýðýyla, yani “kiþisel baðýmlýlýk” yoluyla (aþiret reisi statüsü yoluyla) bulunduklarý yerdeki halk üzerinde büyük bir güce ve etkiye
sahip olduklarý da unutulmamalýdýr. Örneðin Bitlis ve Van’da sözü
edilen büyük toprak sahiplerinin etkisi, doðrudan seçim sonuçla-
368
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
rýna yansýyabilmektedir.
Ancak Kürt ulusal-topluluðu içindeki geliþmeler sadece
bunlarla sýnýrlý deðildir. Yukarda sözünü ettiðimiz kesimler dýþýnda
kalan büyük bir feodal sýnýf kesimi de bulunmaktadýr. Bunlarýn
Kürt köylüleriyle (aþiret mensuplarý) olan iliþkilerinde geçici bir biçim olarak köylülerin aþiret reislerine (ki ayný zamanda topraðýn
ve köylülerin evlerinin mülkiyetine sahiptirler) baðýmlýlýðý, pazar
için üretimin geliþmesine paralel olarak geçici biçimler ortaya çýkarmýþtýr. Lenin’in “emek-hizmet sistemi” olarak tanýmladýðý bu
biçim, köylülerin aþiret reisine “kiþisel baðýmlýlýðý”ný öngerektirmektedir. Bu durumda kaçýnýlmaz olarak “iktisadi baský” ile “iktisadi baský dýþýnda baský”yý az ya da çok gerektirmektedir. Türkiye’deki Kürt aþiretlerinin içinde aþiret reisliðinin konumu, bir yandan feodal mülkiyeti kiþisel mülkiyet haline getiren yasalar tarafýndan, diðer yandan aþiret reisinin silahlý adamlarý aracýlýðýyla saðlanmakta ve sürdürülmektedir. Ama merkezi otoritenin artan gücü
bu durumda geçici biçimler de ortaya çýkarmýþtýr. Eski feodal dönemlerde, aþiret reisi, aþiret üyelerinin tüm uyuþmazlýklarýnýn tek
çözücüsü durumundaydý. Bir bakýma yargý hakký doðrudan aþiret
reislerine ait bulunuyordu. Vergilendirme de doðrudan aþiret reisleri aracýlýðýyla yapýlýyordu. Ancak geliþen çarpýk kapitalistleþme
koþullarýnda köylüler, bir yandan aþiret üyesi olarak “emek-hizmeti” içinde bulunurken, diðer yandan devletin vergi ve yargý sistemi ile iliþki içinde bulunmaktadýrlar. Böylece aþiret reisleri, devlet
ile aþiret üyeleri arasýnda aracý durumuna geçmektedir. Geniþ ölçüde yerleþik duruma geçmiþ olan Kürt aþiretlerinin yönetici ailesinin,
kentlere yerleþmesi bu aracýlýk iþlemlerinin yapýlabilmesini olanaklý kýlmýþtýr. Bu sürecin egemen olduðu yerlerde aþiret üyeleri,
“emek-hizmeti sistemi” ile köylülük haline dönüþmüþ olur. Aþiret
reislerinin aþiretin bulunduðu kýrsal alanlarýn dýþýna çýkmalarý, ayný
zamanda üyelerin hýzla “baðýmsýz köylü” sýnýfý olmaktan sýnýfsal
ayrýþmaya uðramýþ köylülük haline dönüþmesini de getirmektedir. Aþiret iliþkilerini feodal bey/köylü iliþkisinden farklý kýlan “kanbaðý” “emek-hizmeti sistemi”ni daha da özelleþtirmektedir. Ancak feodalizmin çözülmesi ilkin aþiret tipi iliþkileri, kendi içinde
karý-koca ailesi þeklinde dönüþüme zorlamýþtýr. Bu da büyük oranda “kiþisel baðýmlýlýk” iliþkisinin, “kanbaðý” dýþýnda, tarihsel olarak
ortaya çýkmýþ olan feodal baðýmlýlýk halinde ortaya çýkmasýný
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
369
saðlamýþtýr. Bu da artan oranda “iktisadi baský dýþýnda baský”yý
kaçýnýlmaz kýlmaktadýr. Bu baskýnýn yukardan aþaðý kapitalizmin
geliþmesinin getirdiði çözülme koþullarýndaki artýþý, feodal aþiret
reislerinin devletle olan iliþkilerini yoðunlaþtýrmaya yöneltmektedir. Burada ulusal yan, tümüyle sýnýfsal yanýn gerisine itilmiþtir.
Böylece yukardan aþaðý kapitalizmin geliþimi ile tasfiye olan feodal iliþkiler feodal-aþiret reislerinin gücünü azaltýrken, diðer yandan
baskýyý artýrmaktadýr. Ama zaman zaman feodalizmin tasfiyesi, feodal-aþiret iliþkisi içindeki köylülerin yoksulllaþmasýný feodal-aþiret
reisinin yoksullaþmasýyla birlikte getirmektedir. Bu durumda da
karþýlýklý iliþkilerde önemli bir çözülme ortaya çýkmaktadýr. Böylece her düzeyde “emek-hizmeti sistemi” kendisini gösterecek duruma gelmiþtir.
“Herþeyden önce, meta ekonomisindeki büyüme,
emek-hizmeti sistemi ile çatýþýr, çünkü sonuncusu doðal ekonomiye, deðiþmeyen tekniðe, toprak beyi ile köylü
arasýnda kopmaz baðlara dayanýr. Bu nedenledir ki, bu
sistem, eksiksiz biçimiyle, tümüyle uygulanamaz bir sistemdir ve meta ekonomisinde ve ticari tarýmdaki her
ilerleme bunun uygulanabilme koþullarýný sarsar.”148 (Lenin)
Bu sarsma, ilkin toprak beyinin emek-hizmetine ödediði
paranýn azalmasý ile kendini gösterir. Ürünün iyi olmamasý, pazarda yüksek fiyat bulmamasý vb. gerekçelerle bu ödeme en aza indirilebilir. Bu yarý-serf durumundaki köylülerin “refah”ýnýn artan
oranda azalýþý, daha da yoksullaþmasý sonucunu doðurarak, bu
kitlenin mevcut düzene karþý tepkisini yoðunlaþtýrýr. Ancak üstyapýnýn feodal niteliði ya da feodal ideolojilerin varlýðýný sürdürmesi,
bu tepkileri kapitalist geliþmeye ve somutta makinalara yöneltir.
Çokluk bu, kent küçük-burjuvazisiyle çatýþmaya ulaþýr. (Ayný þekilde proletaryayla da çatýþma ortaya çýkar.)
Eðer feodal bey, siyasal iliþkiler alanýnda gücünü yitirmiþse,
bu koþullarda, köylülerin tepkisi siyasal yönetime ve somutta hükümete (ve partisine) yönelir. Toplam nüfus içinde azýnlýk durumunda bulunan ulusal-topluluklar açýsýndan bu durum ulusal
tepkiye dönüþebilir. Burada “kiþisel baðýmlýlýk” içindeki köylünün,
148
370
Lenin, Rusya’da Kapitalizmin Geliþmesi, s. 181.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
bu baðýmlýlýktan kurtulma istemi ile kurtuluþ yolu arasýndaki çeliþki,
doðrudan siyasal alana ve siyasal bilince iliþkindir. “Ýktisadi baský
dýþýndaki baský”nýn devletle olan baðýnýn açýða çýktýðý koþullarda ki devrimci mücadeleyle bu olanaklýdýr- feodal egemen sýnýf “ulusal-devlet” istemini öne çýkarabilir. Feodalitenin “ulusal-devlet” istemi, tümüyle feodal devlete iliþkindir. Kendisinin mevcut devlet
karþýsýnda yitirdiði gücünü ancak böyle bir biçim altýnda geri alabileceðini görmüþtür. (Ulusal sorunun bu þekilde çözümlenmesinin olanaksýzlýðý karþýsýnda bu feodal kesimler, burjuva ideolojisi olarak milliyetçiliði kendilerine bayrak edinebilirler ve demokrat
görünmeye özel bir önem verirler. Ancak bunlar tümüyle biçimsel olduðu için, bu gerçekler köylülük tarafýndan açýk biçimde
görüldüðü koþullarda, köylülerin küçük-burjuvaziyle ve proletarya ile çatýþmasý, yerini ittifaka býrakýr.)
Tüm bu iliþki ve çeliþkileri ile bir bütün olarak Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkýna sahip olmasý, proletaryanýn iktidar mücadelesi açýsýndan önemli bir yere sahip olmaktadýr. Böyle
bir hakka sahip olan Kürt ulusu, deðiþik parçalardaki eþitsiz geliþmeyi aþtýðý oranda proletarya devriminin genel yoluna tam olarak
girmiþ olacaktýr. Ancak parçalardaki eþitsiz geliþim ve topluluðun
deðiþik bileþimlerinin mevcudiyeti, Kürt ulusunun kendi kaderini
tayin hakkýný bir bütün olarak elde etmelerini zorlaþtýrmaktadýr.
“Birleþik, demokratik ve baðýmsýz” bir Kürdistan’ýn kurulmasý doðrudan proletarya devriminin genel yolu içinde olanaklýdýr.
Bu nedenle, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkýný elde etmesi, proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþtirilecek bir devrimle olanaklýdýr. Böyle bir devrimin anti-emperyalist ve anti-oligarþik niteliði, kaçýnýlmaz olarak bölgedeki tüm halk güçlerinin
ayný yöndeki hareketiyle bütünleþmeyi zorunlu kýlmaktadýr.
Bugünkü koþullarda “baðýmsýz ve demokratik bir Kürdistan” sorunu, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkýnýn önüne
geçecek biçimde ortaya konamaz. Ulusun kendi kaderini belirli
bir tarzda tayinini önkoþullayan böyle bir tutum, kaçýnýlmaz olarak devrim dýþý çözüm yollarýnýn aranmasýný getirecektir. Kürt ulusunun parçalanmýþlýðý ve bölgedeki eþitsiz geliþim koþullarýnda,
proletarya ve partisinin her bir ulusal-devlet sýnýrlarý içinde demokratik halk devriminin gerçekleþtirilmesi için yaptýðý mücadeleler, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkýný ve “baðýmsýz ve
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
371
demokratik Kürdistan”ýn kurulabilmesinin koþullarýný yaratabilecektir. Bu açýdan Kürt ulusundan gelen Marksist-Leninistler bulunduklarý ülke sýnýrlarý içinde proletaryanýn birleþik ve merkezi
örgütlenmesi içinde yer almak ve demokratik halk devriminin gerçekleþtirilmesi için mücadele etmek durumundadýrlar.
Bu tutum, her zaman Kürt ulusu üzerinde çeþitli oyunlarýn
oynanmasýnýn ve ulusal hareketin deðiþik amaçlar için (sýnýfsal da
olabilir) kullanýlmasýnýn önüne geçilebilecektir. Baþka biçimler altýnda geliþtirilecek her türlü birleþik mücadeleler (ittifaklar) genel
olarak demokratik devrim sürecinde kesintilere yol açabilecektir.
Özellikle Türkiye’de demokratik halk devriminin bir Halk Savaþýyla
zafere eriþmesi yolunda yapýlacak bu tür hatalar Halk Savaþýnýn
kesintiye uðramasýna ya da önemli yenilgiler almasýna yol açabilecektir. Proletarya ile köylülüðün Kürt köylülüðü açýsýndan ittifakýný,
salt uluslarýn kendi kaderini tayin hakký ile sýnýrlandýrmak, doðrudan milliyetçiliðin köylü kitlesini yedeklemesi sonucunu doðuracaktýr. Böyle bir durumda, Halk Savaþý sürecinin belli bir evresinde halk güçlerinin bölünmesine neden olabilecek ve bir kesiminin
savaþý terketmesine yol açabilecektir. Böyle bir durum proletaryanýn her iki düzeyde de öncülüðünü ortadan kaldýracaktýr. Baðýmsýz
ve demokratik bir Kürdistan gerçekliði, ancak bölgedeki önemli
bir demokratik devrim ile olanaklýdýr. Bu açýdan proletarya ve partisinin görevi, demokratik devrim programýnda ulusun kendi kaderini tayin hakkýna sahip olmasýnýn yer aldýðý geniþ bir perspektif
içinde proletarya ve köylülüðün sýnýfsal ittifakýný saðlamak zorundadýr. Böyle bir ittifak ise, ayrý örgütlenmeyi önsel olarak dýþlar. Proletaryanýn ve Marksist-Leninistlerin görevlerini, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakký ve bu hakký belli bir biçim altýnda kullanmasý
ile sýnýrlandýrmak, tüm burjuva ve küçük-burjuva milliyetçilerinin
çýkarýnadýr. Proletarya köylülükle kuracaðý ittifakla demokratik devrimi tamamlamak ve hýzla sosyalist devrime geçmek durumundadýr. Kürt halkýnýn gerçek kurtuluþu ancak bu yolla olanaklýdýr.
Bugün herbir parçadaki Kürt küçük-burjuvazisi de, oligarþilerle bütünleþememiþ ve tasfiye olan feodal egemen kesimler
de, “baðýmsýz bir Kürdistan” isteminde bulunmaktadýrlar. Bu istemin bizzat proletarya ve partisi tarafýndan önselsiz kabul edilebilecek ve gerçekleþtirilecek bir istem olarak ele alýnmasý olanaksýzdýr.
Ayrýlmayý mutlaklaþtýran bu istem, proletaryanýn sonal olarak ulu-
372
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
su aþan mücadelesiyle çeliþir. Proletarya ve partisi, kendi öncülüðünde böyle bir mutlak amaç için mücadele yürütemez. Proletarya, ulusun kendi kaderini tayin hakký ile bu hakkýn hangi koþullarda
nasýl kullanýlacaðýný birbirinden ayýrmak durumundadýr. Birincisi
genel demokratik bir hak iken, ikincisi koþullara baðlý olarak bu
hakkýn kullanýmýný içermektedir.
Özellikle Türkiye’de proletarya ve partisi demokratik halk
devrimi için mücadele etmek durumundadýr. Bu mücadelede proletaryanýn öncülüðü sorunu özel bir deðere sahiptir. Devrimin Halk
Savaþý ile zafere eriþmesi, iktidarýn parça parça alýnmasýný gerektirecektir. Bu parça parça iktidar koþullarýnda, ayrýlýkçý tutumu ya
da “ayrýlma, ayrý devlet kurma”yý mutlaklaþtýran anlayýþlar, doðrudan proletaryanýn mücadelesine zarar veren sonuçlar doðurabilir.
Bu koþullar altýnda Kürt Marksist-Leninistlerinin propagandada
temel almalarý gereken yan, demokratik halk devrimi ve Halk Savaþýnýn zaferi olmak zorundadýr. Türkiye sýnýrlarý içinde ulusal ayrým
gözetmeksizin proletarya ve köylülüðün çýkarlarýnýn bir ve tek olduðunun anlatýlmasý gerekmektedir. Kürt proletaryasýnýn ve köylülüðünün, ulusal baský yanýnda, daha sürekli bir olgu olarak sýnýfsal
ezilmiþliðinden kurtuluþunun bu þekilde gerçekleþebileceðini ortaya koymak ve örgütlemek en temel sorundur. Çünkü emperyalizmin III. bunalým döneminde, küçük ya da büyük tüm uluslarýn
baðýmsýzlýðý, ancak demokratik halk devrimi ile olanaklý olmasý
gerçeði kavranmadan, ulusal sorunun kalýcý çözümü olanaksýzdýr.
Kürt küçük-burjuvazisinin ve köylülüðünün, tüm parçalarda tek ve sürekli müttefiki proletaryadan baþkasý olamaz. Özellikle
küçük-burjuva milliyetçilerinin iktidarda bulunduðu ülkelerde bu
gerçek açýk biçimde ortaya çýkmýþtýr. Feodal-dinsel iktidarýn bulunduðu Iran’da ise, Kürt ulusunun kendi kaderini belirlemesi (ki
bu belirleme diðer Kürt ulusu üyeleriyle birleþmeyi de içerir) antifeodal bir devrimi kaçýnýlmaz kýlmaktadýr. Feodal molla yönetiminin
yýkýlmasý bu açýdan bir zorunluluk durumundadýr. Ama tüm bu
ülkelerde, her zaman Kürt feodalleri ve küçük-burjuvazisi iktidardaki sýnýfla uzlaþma arayýþý içinde olmuþlardýr. Bu arayýþ Kürt ulusunun bütünü için deðil, belli bir sýnýfýn çýkarý içindir. Marksist-Leninistler bu gerçeði kavramak ve buna karþý mücadele etmek zorundadýr. Aksi halde 1980 ortalarýnda olduðu gibi, iki ulusal-devlet
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
373
arasýndaki haksýz bir savaþýn, geniþleyerek Kürt ulusunu kapsayacak hale getirilmesi gündeme gelecektir.
Özellikle Ýran-Irak savaþýnda, her iki taraf, Kürt “kozunu”
kullanma çabasý içine girmiþtir. Bu çaba, kendilerini ilgilendirmeyen ve her iki tarafýn yayýlmacý ideolojilerinin ürünü olan bir savaþta
Kürt proletaryasý ve köylülerinin savaþa çekilmesi içindir. Böyle
bir savaþta proletarya ve partisi kesinkes taraf durumunda deðildir ve bu savaþta genel olarak kendi ülkelerinin yenilgisi için çaba
sarfetmek durumundadýr. Böyle bir savaþta savaþýn olasý galibini
belirleyerek, onun saflarýnda savaþa girmek yoluyla Kürt ulusunun
kendi kaderini tayin hakkýný elde edebileceðini düþünmek, tümüyle
ulusa ihanetle özdeþtir. I. yeniden paylaþým savaþýnda Avrupa’da
görülen bu tür politikalar, “ezilen ulus” burjuvazisinin uzlaþmacý
politikasýnýn ifadesi olarak ortaya çýkmýþtýr. Ýran-Irak savaþýnda bu
politikayý izlemeye kalkan kesim, küçük-burjuva milliyetçilerinden
baþkasý deðildir. Bunlar savaþan her iki ülkedeki iktidarlarýn niteliðini ve bu iktidarlarýn savaþ amaçlarýný görmezlikten gelmek
eðilimindedirler. Her iki ülkenin petrol dýþý üretime dayalý bir ekonomilerinin olmamasý, bugün için ulusal-devletin ikisi açýsýndan
bir savaþ durumu yaratsa da, yarýn bunun baþka uluslara da yöneleceðini kesinlikle unutmamak gerekir.
Savaþ koþullarýnda kendi kaderini tayin hakkýna sahip olmayan bir ulusun yada bu hakka görünüþte sahip olsa bile geri olan
bir ulusun, bir tarafýn yanýnda, kendi ulusunun savaþa girmesini
istemesi, savaþan ulusal-devletlerin özsel çýkarlarýna hizmetten öte
bir anlam taþýmayacaktýr. Bu ayný zamanda kendi kaderini belirleme hakkýný sýnýrlamaktan ya da tümüyle yitirmekten öte bir sonuç
veremez. Ýran-Irak savaþýnda “taraf olma” tutumunun ilk somut
sonucu Halepçe katliamýdýr. Bu katliamý yapanlar kadar, yapýlmasýna yol açanlar da suçludur. Ve bu baðlamda Ýran molla yönetiminin
önemli bir suçu bulunmaktadýr. Öte yandan bu sonuca “taraf olmak” politikasýyla yol açan Kürt örgütleri de bundan sorumlu tutulmak zorundadýr.
Bugün Kürt ulusunun yaþadýðý ülkelerde proletaryanýn
öncülüðünde gerçekleþtirilecek bir devrim için koþullarýn en olgun olduðu yer Türkiye’dir. Türkiye sýnýrlarý içinde büyük bir Kürt
nüfusu bulunmasýna karþýn, ulus çapýnda etkin bir küçük-burjuva milliyetçi hareketi bulunmamaktadýr. Kürt küçük-burjuvazisi,
374
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
feodal iliþkilerin dýþýna çýktýðý oranda, sýnýfsal bir mücadele içine
girmektedir. Geleneksel olarak yerel güç durumunda olan feodaller ise, etkisizleþme durumlarýna baðlý olarak, ya oligarþi ile uzlaþmýþtýr ya da dinsel ideoloji etrafýnda toplanmýþtýr.
Kuzey Kürdistan’da bu olgularýn getirdiði olumlu öðelerin
devrimci mücadele açýsýndan önemi büyüktür. Özellikle yeni-sömürgecilik yöntemlerinin Türkiye genelinde geliþmesine paralel
olarak, Kürt feodal sýnýflarýnýn eski güçlerini yitirmeleri önemli bir
“dini” hareket yaratmýþtýr. “Dinsel ideoloji”nin etkisini Türkiye’de
yapýlan son genel seçim sonuçlarýnda bile görmek mümkündür.
1987 Kasým Genel Seçimleri’nde “dini” parti görünümüne en fazla sahip olan Refah Partisi (RP)’nin genel oy ortalamasý %6,9’dur.
Bu partinin, ülke çapýnda en yüksek oy oranýna ulaþtýðý yerler
Diyarbakýr I. ve II. seçim çevreleri ile Siirt’tir. (Sýrasýyla %22,7; %28,6;
%24,7.) En yüksek oy oranýný elde ettiði Diyarbakýr II. seçim çevresi þu ilçeleri kapsamaktadýr: Dicle, Hani, Lice, Kulp, Hazro, Silvan
ve Bismil. Eski Kürt feodal egemenlerinin (aþiret düzeyinde özellikle) mülksüzleþmeleri ya da en azýndan tam bir mülksüzleþmeye
ulaþmadan büyük kentlere göç etmiþ kesimlerinin bulunduðu yerlerde “dinsel ideoloji”, tarikatlar düzeyinde etki saðlamaktadýr. Aþiretlerin bu tarz daðýlmasý koþullarýnda, topraktan kopan aþiret
üyesi köylüler, sanayi merkezlerinden daha çok, bölgesel düzeyde, kent ve kasabalarda toplanmýþlardýr. “Dinsel ideoloji”nin
tarikatlar düzeyinde maddeleþmesinin nesnesi olan bu insanlar,
iç dinamikle geliþen bir kapitalizmin bulunmayýþý nedeniyle, sanayide emek-gücü olarak ya da yedek emek-gücü deposu olarak yer
alamamýþlardýr. Öte yandan, geleneksel-kapalý tarýmsal üretimden
kopan köylülerin, kent ve kasabalara göçü sonucu ortaya çýkan
sorunlarýný çözecek, kendilerine belli oranda geçim araçlarý saðlayacak, ne “beyi”, ne de “devleti” vardýr. Böylece onlar belli oranda
sahipsiz kalmýþlardýr. Ýþte bu konumda, bu insanlarla doðrudan
ve geleneksel yolla bað sahibi olan “din adamlarý”, onlar üzerinde
yönetici ve yönlendirici bir güç haline gelmektedirler. 12 Eylül koþullarýnda ülke çapýnda örgütlü ve faal bir küçük-burjuva reformist
partinin bulunmayýþý, tarihsel olarak bölgedeki Kürt küçük-burjuvazisinin milliyetçi hareketinin cýlýzlýðý ile birleþerek, bu “dinsel”
gücü, “tek güç” haline getirmektedir.
Dinsel ideolojilerin gerek sýnýflarý, gerekse uluslarý inkâr eden
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
375
içeriði karþýsýnda, proletaryanýn devrimci mücadelesi ve örgütlenmesi, gerek mevcut devletle somutlaþan toplumsal düzene, gerekse “dinsel ideoloji”ye karþý gerçek tek alternatif güç durumundadýr. Dinsel ideolojinin mezhepler düzeyinde deðil de, tarikatlar
düzeyinde etkinlik saðlamasý da, devrimci mücadele açýsýndan
diðer bir olumlu öðeyi oluþturur.
Pragmatik bir anlayýþla, daha tam bir ifadeyle söylersek,
“fiili iliþkiler” kavrayýþýyla, somutun geliþim dinamiklerini deðil de,
fiili-aktüel güç iliþkisine ve bu iliþkilerin görece kalýcýlýðýna dayanarak Türkiye Kürdistan’ýnda bu olgularý ele almak ve buna göre
politikalar ve ittifaklar oluþturmak yanlýþtýr. Bu yanlýþlýk, giderek,
“dinsel ideoloji”nin örgütlenmesi olan tarikatlarýn kitlesel bir politik güç olarak maddeleþmesinin soldan meþrulaþtýrýlmasýna ulaþacaktýr. Bunun anlamý ise, anti-feodal hedeflerden (“taktik gereði”
(!)) vazgeçmektir. (Zaten mezheplere bölünme ve bunun ötesinde tarikatlara ayrýþma, tümüyle feodal iliþkilerin ürünüdür. Her
biri belli bir feodal yerel gücün çýkarýný ifade eder.)
Tüm bu gerçeklere karþýn, çeþitli “güvensizlikler”i ya da devrimci mücadelenin önemli bir darbe yemesini gerekçe göstererek,
proletarya adýna ayrý mücadeleyi öne çýkarmak, proletaryayý diðer sýnýflarýn çýkarlarýna tabi kýlmaktan öte deðer taþýmayacaktýr.
Bu konuda özel olarak Amerikan emperyalizminin yaklaþýmý
önemli göstergeler vermektedir.
Deðiþik küçük-burjuva milliyetçi örgütlerinin emperyalizmle uzlaþma çabalarý, günümüzde Amerikan emperyalizminin Kürt
sorunu karþýsýndaki tutumu ile açýða çýkmaktadýr.
Amerikan emperyalizminin Kürt sorununu, “uluslararasý bir
sorun”, ama emperyalist sistem içinde tutulacak ve çözülecek bir
sorun olarak ortaya konulmasýndan büyük yararý bulunmaktadýr.
Özellikle Filistin küçük-burjuvazisinin, son yýllardaki uzlaþmacý politikasý, etkin bir örnek durumundadýr. Bu politika, ulusal sorunun
“uluslararasý bir sorun” haline getirilmesi ve bu yolla özel uluslararasý konferansta çözümlenmesi þeklinde özetlenebilir. Böyle bir
çözüm, daha önce gördüðümüz gibi, Amerikan emperyalizminin
uluslarýn kendi kaderini tayin hakký konusunda geliþtirdiði “Wilson Prensip”ine tam olarak uygun bulunmaktadýr. Ancak ABD
emperyalizmi için buradaki temel, emperyalist sistemdir.
Bugün Irak’ta etkin ve önder güç durumunda olan Kürt
376
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
küçük-burjuvazisi bu yolla sorunun çözümlenmesini planlamaktadýr. Bu plan, Amerikan emperyalizmi açýsýndan, Kuzey Irak’ta (Güney Kürdistan) kurulacak “baðýmsýz” bir Kürdistan’ý da içermektedir. Baþtan emperyalizme (yeni-sömürgecilik yöntemleriyle) baðýmlý “baðýmsýz Kürdistan”, ayný zamanda, Türkiye’deki Kürt sorununun da çözümü olacaktýr. Türkiye’deki Kürt ulusu, bu koþullar
altýnda, “ulusal azýnlýk” statüsüne kavuþturulacaktýr. (Bu statü, son
tahlilde, “kültürel özerklik”ten baþka birþey deðildir.) Bu, doðrudan Kürt proletaryasýnýn ve köylülüðünün milliyetçiliðe teslim edilmesi demektir. Böyle bir planda NATO’nun güneydoðu sýnýrlarý
önemli bir koz olarak küçük-burjuvazi tarafýndan kullanýlmak istenmektedir. Bu da, Türkiye’deki Kürt topluluðu üzerine pazarlýk
edilmesi ile eþ anlamlýdýr. (Güney Kürdistan’da örgütlenmiþ küçükburjuva hareketlerinin, Türkiye Kürdistaný’ndaki sol örgütlerle, özel
olarak da PKK ile yaptýklarý ya da yapmayý düþündükleri ittifaklarýn altýnda bu pazarlýk olanaðýný elde tutma isteði yatmaktadýr.)
Bu koþullar altýnda, proletaryanýn tutumu açýk biçimde ortaya çýkmaktadýr. Koþulsuz olarak, Kürt ulusunun kendi kaderini
tayin hakkýna sahip olmasý þarttýr. Bu hakkýn pazarlýk konusu yapýldýðý koþullarda, proletarya, bu hakkýn koþulsuz olarak tanýnmasýný savunmak durumundadýr. Bu ise, proletaryanýn öncülüðünde bir devrimci mücadelenin program ve mücadele hedefi olarak
ortaya çýkar. Bugün bu olanak, en güçlü biçimde Türkiye’de mevcuttur. Bu yüzden Marksist-Leninistler, tüm ilkelere ve deðerlere
aykýrý biçimde oluþturulmuþ olan ayrý örgütlenmeleri sona erdirmelidirler. Bu görev, diðer parçalardaki Kürt ulusal hareketinin
geleceði açýsýndan da büyük önem taþýmaktadýr.
Ancak proletaryanýn öncülüðünde demokratik halk devrimi mücadelesinin geliþmediði yerlerde ortaya çýkan ya da çýkacak
olan ulusal hareketler karþýsýnda, proletaryanýn tutumu da belirlenmek zorundadýr. Bu tutum, doðrudan, uluslarýn kaderlerini
tayin hakký ile ilintilidir ve bu temelde olacaktýr. Ancak bu hareketlerin desteklenmesi, III. bunalým döneminin iliþki ve çeliþkileri tarafýndan belirlenen koþullara baðlýdýr. Bu koþullamalarý, þöyle sýralayabiliriz:
a) Tutarlý bir demokratik hareket olmalýdýr. Bir baþka
deyiþle, hareketin anti-feodal niteliðinin bulunmasý gerekir;
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
377
b) Emperyalizme, özellikle onun yeni-sömürgeciliðine karþý olmalýdýr;
c) Ulusal bir hareket olarak, kendine komünist ya
da sosyalist bir görünüþ verme çabalarýnda bulunmamalýdýr;
d) Komünistlerin kendi özgül amaçlarý doðrultusunda, özellikle iþçi ve köylü kitlelerini bilinçlendirme, örgütlendirme faaliyetlerini ve mücadelelerini engellememelidir.
Bu koþullarla, salt Kürt ulusal devrimci hareketini deðil, dünyanýn her yerindeki ulusal hareketleri desteklemek sözkonusudur.*
Ancak burada, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki, yani görünüþte
baðýmsýz devletlere sahip ülkelerdeki anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrimci mücadelelerin desteklenmesini bu çerçevenin dýþýnda ele aldýðýmýzý belirtmek gerekmektedir. Bu tür mücadeleler,
doðrudan doðruya proletaryanýn öncülüðünde yürütüleceðinden,
bunlarýn desteklenmesi, proletaryanýn enternasyonalist ilkeleri
temelinde olacaktýr.
Bu iliþkiler altýnda Türkiye’deki proleter devrimci hareket,
herþeyden önce Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkýna sahip
olmadýðý koþullarda, meydana gelmiþ sýnýfsal ayrýþmayý göz önüne almak zorundadýr. Küçük-burjuvazi, bu sýnýfsal ayrýþma koþullarýnda tek güvenilir müttefikin proletarya olduðunu görmüþtür.
Ancak kýrsal alanlarda, küçük köylüler, özel iliþkiler ve “kiþisel
baðýmlýlýk” nedeniyle, gerek kent küçük-burjuvazisine, gerekse
proletaryaya iyi gözle bakmamaktadýr. Bu kesimin devrimci harekete sokulabilmesinin yolu, sýnýfsal durumunun ortaya konulmasý
ve özel iliþki ve baðýmlýlýklarýnýn kýrýlmasý ile olanaklýdýr. Bu ise, anti-feodal mücadele demektir.
Tüm bunlar, Türkiye Kürtleri açýsýndan kendi kaderini tayin
hakkýný demokratik halk devrimine baðlý kýlmaktadýr. Stalin’in
deyiþiyle, “devrimsiz” bu hakkýn elde edilmesi olanaksýzdýr. Böyle
bir devrim, ancak Türkiye’de oligarþinin yýkýlmasýyla olanaklýdýr.
* Burada Stalin’in “emperyalist baský koþullarýnda ulusal hareketlerin devrimci niteliði, harekette kesinkes proleter unsurlarýn varlýðýný, hareketin demokratik bir temelinin varlýðýný gerektirmez” saptamasýnýn emperyalizmin açýk iþgal
koþullarýna iliþkin olduðu unutulmamalýdýr.
378
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Bu da, Kürt ulusal sýnýflarýnýn demokratik halk devrimi amacýna
yönelik olarak Türkiye bütünündeki devrimci sýnýflarla ittifakýný gerektirir.
Ancak böyle bir ittifakýn kurulmasý proletaryanýn öncülüðünde olanaklýdýr. Çünkü emperyalist dönemde, özel olarak da
III. bunalým döneminde uluslarýn kurtuluþu proletarya devriminin genel yolu üzerinde olunduðu takdirde gerçekleþebilir.
Proletaryanýn Kürt ulusal sorunu karþýsýndaki tutumu bu
þekilde belirginleþmektedir.
Bu tutumu þu þekilde özetleyebiliriz:
a) Kürt ulusal sorunu, eski-sömürgecilik sisteminin
tasfiye edildiði koþullarda bile çözümlenmeden kalmýþ
bir sorundur.
b) Uluslarýn ortaya çýkýþýndan bu yana, Kürt ulusu,
kendi kaderini tayin hakkýna sahip olmamýþtýr.
c) Bu nedenle, 1923’lere kadar, büyük oranda Osmanlý feodalitesinin içinde kalan Kürt topluluðu, bu tarihten itibaren çeþitli ulusal-devletler arasýnda bölünmüþtür.
d) Bölünmüþ Kürt ulusu, her bir parçadaki ulusaldevletin erken ya da geç oluþumuna, oluþum biçimine
ve sosyo-ekonomik yapýnýn geliþim düzeyine baðlý olarak ve bu iliþkilerin içinde varlýklarýný sürdürmüþlerdir.
e) Her parçadaki eþitsiz geliþim, bütün açýsýndan kýsmi oranda feodalizmin çözülmesini getirmekle birlikte,
Kürt ulusu bütününde egemen sýnýf iliþkisi feodalizmdir.
f) Parçalarýn eþitsiz geliþimi ve merkezi devlet otoritelerinin olaðanüstü güçlendirilmiþ olmasý nedeniyle,
parçalar arasýndaki fiili farklýlýklar büyümektedir. Bu, artan oranda iktisadi yaþam birliðinin kurulmasýný geciktirmekte ve engellemektedir.
g) Parçalar arasýndaki eþitsizlikler ve iktisadi yaþam
birliðinin bulunmayýþý nedeniyle, her parçanýn, baðlý tutulduðu devlet sýnýrý içindeki ekonomik, sosyal, siyasal
vb. iliþki ve çeliþkilerden birincil düzeyde etkilenmesi ve
ayný þekilde etkide bulunmasý gündemdedir. Her bir parça baðlý bulunduðu devlet bütünündeki milli krizle
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
379
doðrudan baðlantý içindedir. Dolayýsýyla, her bir ülkedeki milli krizin boyutu ve etkisindeki farklýlýk, parçalarda
farklý geliþmelere ve dinamiklere yol açmaktadýr. Sýnýrlarý hangi düzeyde ele alýnýrsa alýnsýn, Kürdistan bütününde ve yalnýzca Kürdistan ölçeðinde tek bir milli krizden sözedilemez. Bu nedenle, herhangi bir parçadaki
iliþki ve çeliþkileri belirleyen milli krizin derinleþmesi ya
da gerilemesi, diðer parçalardaki iliþki ve çeliþkiler üzerinde doðrudan etkiye sahip olamayacaktýr. Bu olgu,
her parçada farklý tahlillerin gündeme gelmesinin maddi temelidir.
h) Her bir parçada deðiþik sýnýflar ya da sýnýf ittifaklarý iktidarda bulunduðundan, her parçadaki mücadelenin hedefleri deðiþmektedir.
i) Ancak, tüm parçalarda emperyalizmin az ya da
çok egemen unsur olmasý, tüm parçalarda anti-emperyalist bir mücadeleyi zorunlu kýlmaktadýr.
j) Özellikle feodalizmin yukardan aþaðýya çözülmesinin en yoðun olduðu Türkiye’de, Kürt egemen sýnýflarýyla Türkiye oligarþisini kesin çizgilerle birbirinden ayýrmak olanaksýzdýr.
k) Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkýný elde
etmesi, bir yandan proletaryanýn öncülüðünde ulusal
(halk) birliðinin kurulmasýný zorunlu kýlarken, öte yandan demokratik halk devrimi genel hedefine ulaþýlmasýný gerektirir.
l) Birleþik, merkezi, baðýmsýz ve demokratik bir Kürdistan devleti, uzun ve çeþitli ara aþamalardan geçen
bir süreçte oluþabilir. Parçalarda tarihsel olarak ortaya
çýkan fiili eþitsizlik yanýnda, önemli dil ve kültür sorunlarý bulunmaktadýr. Her bir parçadaki ulusal-topluluðun
kendi kaderini tayin hakkýný elde etmesi zamandaþ olmayacaktýr. Emperyalistlerarasý çeliþkilerin askeri plana
yansýma olanaðý olmadýðýndan, böyle bir zamandaþlýk,
ancak bölgede büyük bir devrim ya da ayaklanma ortaya çýktýðýnda olasýdýr.
m) Türkiye’deki Kürt köylülüðü içindeki sýnýfsal farklýlaþmanýn geldiði boyut, diðer parçalarla kýyaslanama-
380
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
yacak boyuttadýr. Bu geliþmenin köylülerin kendilerini
“kiþisel baðýmlýlýk”tan kurtulmasýný saðlayamadýðý her
yerde, devrimcilerin görevi, bu baðýmlýlýðý ortadan kaldýrmak olmalýdýr. Bu ise, genel siyasal zorun dýþýnda,
bölgesel olarak, “iktisadi baský dýþý baský” güçlerinin bertaraf edilmesiyle mümkündür.
n) Türkiye’de çarpýk kapitalizmin geliþme alanlarý,
proletarya saflarýndaki ulusal farklýlýðý hýzla ortadan kaldýrmaktadýr. Bu ise, proletaryanýn birleþik örgütlenme
ve mücadelesinin maddi temelinin olgun olduðunu
gösterir.
o) Ulusal ayrým gözetmeksizin, proletaryanýn öncülüðünde demokratik halk devrimi, Kürt köylüsünün de
çýkarýnadýr ve ulusal ayrým gözetmeksizin, böyle bir devrim için iþçi-köylü ittifakýný gerçekleþtirmek zorunludur.
Böyle bir devrim, sýnýfsal çeliþkilerin belli bir çözüm platformu olduðu gibi, ulusal sorunun çözüm platformudur da.
ö) Demokratik halk devrimi ile kurulacak halk iktidarý, her ulustan iþçilerin ve köylülerin iktidarý olacaktýr.
Bu iktidar, vakit kaybetmeksizin, Kürt ulusunun kendi
kaderini tayin hakkýný tanýyacak ve bu hakkýn tam ve
eksiksiz kullanýmý için her türlü önlemi alacaktýr.
p) Bu hakkýn, devrim koþullarýnda nasýl kullanýlacaðý
tümüyle Kürt ulusuna ait olacaktýr.
r) Kendi kaderini tayin hakkýný, ayrýlma yönünde kullanmadýðý koþullarda bölgesel özerklik, Sovyet deneyiminin ýþýðýnda en geliþmiþ biçimiyle saðlanacaktýr.
Marksist-Leninistlerin ve emekçi halkýn birleþik ve merkezi
örgütlenmesi ve mücadelesi, bu açýdan stratejik bir sorun ve zorunluluk olarak ortaya çýkmaktadýr. Taktik ittifaklarýn olumsuz stratejik
sonuçlar yaratmamasý için de, bu kaçýnýlmazdýr. Aksi halde, halk
güçleri dýþýndaki güçlerle iliþki ön plana geçecek ya da kurulacak
ittifaklarda devrimin ilkelerinden ve programýndan tavizler verilecektir.
Þüphesiz böyle bir merkezi ve birleþik örgütlenme belli ilkeler, programlar ve devrimci strateji temelinde ortaya çýkabilir ve
gerçekleþtirilebilinir.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
381
Biz bu baðlam içinde, proletaryanýn merkezi ve birleþik örgütlenmesinin temellerini þu þekilde ortaya koyuyoruz:
1) Türkiye sýnýrlarý içindeki tüm Marksist-Leninistlerin tek ve merkezi bir örgütü olarak proletarya partisi
esastýr. Bu Parti, Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi’dir. Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi’nin azami programý burada
temel belirleyici durumundadýr. Bu program, doðrudan
sosyalist devrim ve sosyalizmin inþasýna iliþkin anti-revizyonist niteliktedir.
2) Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi içinde, her proletarya partisinde olduðu gibi kesinkes ulusal köken ayrýmý
yapýlmaz ve bu ayrýmý doðurucu uygulamalar gerçekleþtirilemez.
3) Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi, kesintisiz devrim esprisi içinde, Türkiye sýnýrlarý içinde demokratik halk devriminin gerçekleþtirilmesi ve hýzla sosyalist devrime geçilmesi þeklinde kesintisiz ve aþamalý bir devrim anlayýþýna
sahiptir.
4) Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi, bugünkü tarihsel
aþamada, Türkiye’yi emperyalizmin hegemonyasý altýnda bulunan geri-býraktýrýlmýþ bir ülke olarak deðerlendirir. Geri-býraktýrýlmýþlýðýn temelinde iç dinamiðin çarpýtýlarak dýþ dinamiðe baðlanmasý yatmaktadýr. Ülkede
eþitsiz ve dengesiz bir kapitalist geliþme bulunmaktadýr.
(Bu kapitalizm toplumun iç dinamiði ile geliþmediðinden
çarpýktýr.)
5) Emperyalizmin III. bunalým döneminin iliþki ve
çeliþkileri, Türkiye’de emperyalizmi içsel bir olgu haline
getirmiþtir. Bu, görünüþte Türkiye’de “baðýmsýz” bir ulusal-devlet olduðu anlayýþýný yaratmýþtýr. Ancak yeni-sömürgecilik iliþkileri içinde Türkiye emperyalizme tam baðýmlý bir ülkedir. Dolayýsýyla baðýmsýzlýk sorunu mevcuttur.
6) Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi, bu dönemde Türkiye’de egemen sýnýflar ittifakýnýn iþbirlikçi-tekelci burjuvazi, büyük toprak sahipleri, büyük tefeciler ile feodal
kalýntýlarýn en irilerinden oluþtuðunu saptamýþtýr. Bu oligarþi içinde feodal kalýntýlar, bölgesel geliþmenin eþit-
382
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
sizliðine baðlý olarak þu veya bu oranda yer almaktadýrlar.
7) Türkiye, esas olarak iki ulustan oluþmaktadýr. Nüfusun %80’ini oluþturan Türkler ile %16’sýný oluþturan
Kürtler sözcüðün burjuva anlamýnda uluslaþma sürecini tamamlayamamýþlardýr. Ve ulusal burjuvazinin geliþme olanaklarýnýn ortadan kalktýðý III. bunalým döneminde uluslaþma, proletaryanýn öncülüðünde ve proleter
anlamda gerçekleþecektir.
8) Türkiye’de her iki ulusal-topluluk içinde, milliyetçi
hareketler mevcuttur. Ancak Türk milliyetçi hareketi tümüyle gerici, faþist niteliktedir ve ýrkçýlýk ile bütünleþmiþtir ve emperyalizmin denetimindedir. Kürt ulusal-devrimci hareketi ise, küçük-burjuva milliyetçiliðinin zayýf
gücü karþýsýnda etkin bir unsur olarak çýkamamaktadýr. Dolayýsýyla Kürt ulusunun ulusal istemlerine proletaryadan baþka bir sýnýfýn yanýt vermesi olanaksýzdýr. Buna karþýlýk, çözülen feodalizm, Kürt ulusal-topluluðu içinde feodal ideolojileri yaygýnlaþtýrarak dinsel bir muhalefet olarak var olmaktadýr. Bu dinsel harekette aðýr basan unsur, ulusal yan deðil, sýnýfsal yandýr. Bu da feodal
egemen sýnýfýn bütünsel çýkarý olarak belirginleþmektedir.
9) Bugüne kadar Kürtler üzerindeki ulusal baskýnýn
temelinde emperyalizm, oligarþi ve feodalizm bulunmaktadýr. Oligarþi içinde iki ulusun burjuvazisini birbirinden ayýrmak olanaksýzdýr. Oligarþi, gerçek bir ulusaldevlet içinde, iç dinamikle geliþmiþ bir kapitalizmin ürünü olan finans oligarþisi olmadýðý için “Türk ulusal burjuvazisini”de temsil etmemektedir. Türkiye’de burjuvazi
baþtan emperyalizmle bütünleþmiþ olarak geliþtiðinden
ulusal niteliðini oluþumundan itibaren yitirmiþtir. Ayný
durum Kürt burjuvazisi için de geçerlidir. Bu yüzden
burjuvaziyi ulusal kökene göre ayýrmak ve bir kimlik vermek yanlýþtýr.
10) Bugün Türkiye’de burjuvazi ulusal ve devrimci
nitelikte bulunmadýðýndan, kendi devrimini yapamaz.
Bu görev tümüyle proletaryaya ve müttefiklerine
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
383
kalmýþtýr (demokratik halk devrimi esprisi). Demokratik
halk devrimi, proleter anlamda uluslaþma demektir ve
bu açýdan da burjuva demokratik devrimden ayrýlýr. Bu
devrim, yalnýzca yerli egemen sýnýflara karþý deðil, ayný
zamanda emperyalizme de karþýdýr. Dolayýsýyla emperyalist sistemden kesin olarak ayrýlmayý amaçlar. Bu açýdan ulusal niteliktedir. Ancak bu ulusallýk iþçilerin ve
köylülerin, þehir küçük-burjuvazisinin oluþturduðu halk
ile çakýþýr. Bu halkýn dýþsal tanýmlamasý olarak ulus ortaya çýkmaktadýr. Ancak bu, ayný zamanda ulusun yeni
bir aþýlma biçimidir de.
11) Türkiye’de gerçekleþtirilecek demokratik halk devrimi, Türk ve Kürt uluslarý arasýndaki hak eþitsizliðini
ortadan kaldýracaktýr. Ancak bu eþitsizliðin siyasal planda ortadan kaldýrýlmasý, yani Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkýna sahip olmasý tek baþýna yeterli deðildir. Bu hakkýn kalýcý ve sürekli olabilmesi ancak emperyalist sistemden kesin kopuþu zorunlu kýldýðýndan bu
hak tüm Türkiye emekçi halkýnýn (Türk ve Kürt emekçilerinin) kendi kaderini tayin hakký ile birlikte ele alýnmak
durumundadýr. Demokratik halk iktidarýnda ulusun kendi kaderini tayin hakký, emekçi halkýn kendi kaderini
tayin hakkýnýn önüne ve karþýsýna konamaz.
12) Türkiye’deki Kürt ulusal-topluluðunun kendi kaderini tayin hakkýna sahip olmalarý, bir bütün olarak
Kürt ulusal sorununun çözümlenmesi demek deðildir.
Diðer parçalardaki Kürt ulusal-topluluðunun da kendi
kaderini tayin hakkýna sahip olmasý zorunludur. Birleþik
ve demokratik, baðýmsýz bir Kürdistan, Kürt ulusunun
tarihsel olarak uzun yýllar ayrý parçalarda yaþamasýnýn
getirdiði engellere sahiptir. Parçalarda deðiþik ulusal baskýlarla ve ulusal kültürlerin sýnýrlamalarýyla belirlenmiþ,
bir Kürt ulusal kültürünün, bütünsel ve en geliþmiþ hale
getirilmesi ulusal sýnýrlarýn aþýlmasý için de gereklidir. Dolayýsýyla proletaryanýn çýkarýna uygundur.
13) Herþeye karþýn Kürt ulusunun ayrýlma hakký hiçbir biçimde sýnýrlandýrýlamaz. Bu hakkýn ne zaman ve
nasýl kullanýlacaðýnda, Kürt emekçi halkýnýn istemi esas
384
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
alýnacaktýr. Ancak yine de, devrim sonrasýnda, Kürt
emekçi halký çeþitli biçimlerde ayrýlma hakkýný “baðýmsýz bir devlet” yönünde kullanma istemini ortaya koyabilir. O koþullarda da, genel olarak emekçi halkýn çýkarlarýna ters düþse bile, bu isteme karþý hiçbir biçimde
zora baþvurulmayacaktýr.
14) Kürt ulusal-topluluðu parçalara bölünmüþ ve
aralarýnda fiili eþitsizlikler bulunduðundan, kendi kaderini tayin hakkýný nasýl kullanacaðý konusunda, herbir
parçadaki ulusal-topluluðun ayrý ayrý belirlemede bulunmalarý, emekçi halkýn çýkarýna olacaktýr. Parçalardan
herhangi birinin “ayrýlma”, ayrý devlet “kurma” isteminde bulunduðunda, bu istem bütünsel olarak ele alýnmalýdýr.
15) Türkiye’de kurulacak olan halk iktidarýnda, gerçek bir bölgesel özerklik ve yerel yönetim temelinde,
merkezi ve birleþik bir halk cumhuriyeti içinde yer almak, tümüyle Kuzey Kürdistan halkýnýn vereceði karara baðlýdýr. Bu amaçla, demokratik halk iktidarýnýn kuruluþunun ilk anýndan itibaren Kürt ulusuna kendi kaderini tayin hakký tanýnarak, bu hakký özgürce kullanabilmeleri için gerekli organlar ve kurumlar oluþturulacaktýr. Oluþturulacak organlar ve kurumlarýn ilk görevi,
bu hakkýn nasýl kullanýlacaðýný belirlemek olacaktýr. Bu
amaçla sadece Kürt ulusunun katýlacaðý demokratik bir
referanduma gidilecektir.
16) Türkiye sýnýrlarý içinde merkezi ve birleþik bir halk
cumhuriyetinin içinde yer alma isteminin gerçekleþmesi
koþullarýnda, geniþ bir bölgesel özerklik temelinde Kürt
halkýnýn kendi içsel örgütlenmesi gerçekleþtirilecektir.
17) Halk iktidarýnda, tarihsel olarak birleþik ve merkezi bir yönetime geçiþ biçimi olarak koþullarýn dayatmasýyla uygulanýlmýþ olan federatif yönetim yeniden
gözden geçirilerek, daha geliþkin biçimlerin bulunmasý
ve uygulanmasýna yönelinilecektir. Federasyonun zaman içinde ortaya çýkardýðý uluslararasý bütünleþmeyi
engelleyici ya da geciktirici nitelikleri göz önüne alýnarak iþçilerin ve köylülerin demokratik devrimci yöneti-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
385
minin kurulmasýna giriþilecektir.
18) Kürt ve Türk ulusunun Türkiye sýnýrlarý içinde fiili
eþitsizliklerinin emekçi halk düzeyinde fazla büyük olmamasý, ekonominin dýþ dinamikle geliþmiþ olma özelliði,
ulusal kültürün Türk tarafýnda görece geliþmiþliði vb. dikkate alýnarak emekçi halkýn enternasyonalist kültürüne
yönelik geliþmelere aðýrlýk verilecektir.
19) Halk iktidarý, önsel olarak iþçileri, köylüleri ve kent
küçük-burjuvazisini kapsadýðýndan, bu iktidar koþullarýnda küçük ve orta mülk sahibi ulusal sýnýf ve tabakalara
karþý bütünsel, ama zora dayalý olmayan politikalar belirlenecektir.
20) Tüm olarak her iki halkýn iþçilerinin ve köylülerinin mücadelesi ile kurulacak olan halk iktidarý Türkiye
halkýnýn iktidarý olacaktýr. Bu amaca yönelik olarak mücadelenin Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi’nin önderliðinde Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi tarafýndan yürütülmesi esastýr.
21) Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi, ulusal köken ayrýmý yapmaksýzýn halkýn demokratik devrim amacýna yönelik savaþýnýn politik örgütlenmesidir. Türkiye Halk
Kurtuluþ Cephesi, halkýn, yurtseverlik ve enternasyonalizm temelinde anti-emperyalist ve anti-oligarþik politikaskeri örgütlenmesidir. (Ýþçi, köylü ve küçük-burjuvazi).
22) Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi içinde genel ve
burjuva anlamda ulusal seksiyon örgütlenmesi yerine,
halk iktidarýnýn parça parça ele geçirileceði gerçeði gözönüne alýnarak, halk-bölge örgütlenmesine aðýrlýk verilecektir. Her düzeyde dillerin eþitliði esasýna göre yayýn
yapýlacaktýr. Kurtarýlmýþ bölgelerde yalýn bir ulusal eðitim sistemi yerine, iki ulusun emekçi halkýnýn birleþik ve
merkezi yönetiminin kurulabilmesine uygun bir eðitim
sis- temi uygulanacaktýr. Bu amaçla Kürt halkýnýn bulunduðu bölgelerde Türkçe ikinci dil olarak öðretilirken,
Türk halkýnýn bulunduðu bölgelerde Kürtçe ikinci dil
olarak öðretilecektir.
Bu amaçla Kürtçe eðitim ve öðretim için kullanýþlý ve
uygun bir sistem bulunmasý için özel bir çaba gösterile-
386
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
cektir. Tarihsel olarak kendi dillerinde eðitim ve öðretim
yapma olanaðýna sahip olmadýklarý için Kürt halkýnýn
eðitimine ve dilinin geliþtirilmesine öncelik verilecektir.
Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi, iktidar mücadelesi
sürecinde programýnda yazýlý ilkelere uygun olarak ulusal halk eðitimi için gerekli düzenlemeleri yapacaktýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
387
388
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ALTINCI BÖLÜM
NEDEN SAVAÞIYORUZ?
NEDEN SAVAÞIYORUZ?
Bugün burada bir mahkeme sürecinde bulunuyoruz. Tarihte her zaman olduðu gibi, ezilenlerin, sömürülenlerin mücadelesi egemen sýnýflarýn baskýsý, zoru ve þiddeti ile yüz yüzedir. Ýþte
bu mahkeme sürecin de, insanlýðýn bu tarihsel kurtuluþ mücadelesinin bir evresini temsil etmektedir. Tarihte her zaman olduðu
gibi, sömürücü sýnýflar, halk kitlelerini baský altýnda tutarken, kendi güçlerini alabildiðine büyük ve yýkýlmaz göstermeye çabalarlar.
Bu yolla kitlelerin korku ve paniðe kapýlarak, onlarý yýkmaya, yönetimlerini sona erdirmeye yönelemeyecekleri varsayýlýr. Ýþte
siyasal mahkemelerin tarihsel iþlevi, kitlelerde böyle bir korku ve
panik yaratmak ve bunu sürekli kýlmaktýr. Bunu yaparken, her
zaman “ibreti alem” hedefi önde tutulur. Özellikle halkýn en ileri
kesimlerine, yani devrimcilere yönelik baský ve þiddet, kitlelerin
korku ve paniðini sürekli kýlacak tarzda ele alýnýr. Bu nedenle, tarihte her zaman en aðýr baský ve þiddete, en aðýr cezalara çarptýrýlanlar hep devrimciler olmuþtur. Çünkü onlar halkýn devrimci ön-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
391
cüleri olarak, tüm tarihsel haksýzlýklarýn, baskýlarýn, yoksulluklarýn,
sömürünün ve bunlarýn nasýl ortadan kaldýrýlacaðýnýn bilincindedirler ve bu yolda hiçbir karþýlýk gözetmeksizin savaþmaktadýrlar.
Dolayýsýyla egemen sýnýflarýn baský ve þiddetinin yoðunlaþtýrýldýðý
kesimler de onlar olmaktadýr.
Þöyle günümüze kýsa bir bakýþ bile, bu gerçekleri açýk bir
biçimde ortaya koyacak bir dizi olgu sunmaktadýr.
Görüldüðü gibi, tüm yapýlanlar, sömürü düzeninin devamýný saðlamaya yöneliktir. Bu amaçla halk kitleleri sindirilip, pasifize
edilirken, onlarýn devrimci öncüleri katledilmekte, iþkencelerden
geçirilmektedir. Yüzyýllardýr süren bu uygulamalar, günümüzde
“anti-terör stratejisi” adý altýnda gizlenmeye çalýþýlmaktadýr. Bu stratejiyi bir zamanlarýn anlý ve þanlý genelkurmay baþkanlarýndan
Necdet Uruð þöyle ifade etmektedir:
“Bu strateji anarþistleri, halktan fiziki ve psikolojik olarak tecrit ederken, halktan personel, malzeme ve istihbarat desteði almalarýný önleyebilmelidir. Psikolojik harekât, bu stratejinin büyük bölümünü teþkil etmeli ve
ayaklanmayý yok etmesi kadar mani de olabilmelidir.
Anarþistlerin teþkilatlarýný ve yönetici kadrosunu bertaraf etmek veya tesirsiz hale getirmek bu stratejinin temel ilkesi olmalýdýr. Her ayaklanma hareketinin nüvesini teþkil eden ve ekseriyetle küçük bir grubun oluþturduðu merkezi yönetici kadrosu (liderler) çok iyi gizlenmesine raðmen, meydana çýkartýlmalý, yok edilmeli ya da
baþka þekillerde tesirsiz hale getirilmelidir. Vurucu tedhiþ
unsurlarýnýn (kuvvetlerinin) yok edilmesi stratejinin formüle edilmesinde dikkate alýnacak diðer bir unsurdur.
Bu unsurlar üzerinde baský, öncelikle polis ve diðer güvenlik kuvvetlerince sürdürülür. Ve zayiat vermelerine,
ikmal maddelerinin tahribine, morellerinin bozulmasýna çalýþýlýr. Bu arada strateji, anarþistlere eylemlerini gönüllü olarak durdurmalarý hususunda ikazda bulunan
müsbet programlarý da ihtiva etmelidir.” (Nejdet Uruð’un
4 Aralýk 1979 tarihinde Sýkýyönetim Komutanlarý toplantýsýna sunduðu rapor)
Evet, amaç, devrimcileri kitlelerden tecrit etmek, kitleleri devrimcilere yardým etmekten uzak tutmak ve bu yolla devrimci mü-
392
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
cadelenin geliþimini engellemektir. Ama unutulan bir gerçek vardýr: Bu mücadele, devrimciler tarafýndan yürütülse de onlarýn yarattýðý bir mücadele deðildir. Bu mücadele, insanlýðýn, baskýya, sömürüye, ezilmeye karþý olan bir mücadelesidir ve devrimciler bu mücadelenin tarihsel olarak bilincinde olan ve bu bilinçle mücadeleyi örgütlü bir biçimde sürdürmeye yönelen insanlardýr. Bu
nedenle, halkýn devrimci öncüleri ne denli imha edilmeye çalýþýlýrsa
çalýþýlsýn, hiçbir zaman tükenmeyecektir. Çünkü onlar halktýr ve
halklar tarihin yapýcýlarýdýr. “Biz halkýz, yeniden doðarýz ölümlerden” sözü de bu gerçekliði ifade eder.
Oligarþinin devrimci örgütlere yönelik polis operasyonlarý
sonucunda yüzlerce devrimci yaþamýný yitirdi. Ama özellikle 1991
yýlýndan itibaren polis operasyonlarý, sözcüðün tam anlamýyla, imha operasyonlarý olarak yoðun bir biçimde sürdürülmektedir. Her
polis operasyonu sonrasýnda yapýlan “resmi” devlet açýklamalarýnda devrimcilerin “teslim ol” çaðrýsýna uymadýklarý özenle iþlenirken, “yargýsýz infaz” deðerlendirmeleri basýnda ve demokratik kitle örgütlerinde geniþ ölçüde yer almaktadýr. Ancak gerek “sol”
adýna yapýlan açýklamalar, gerekse solda yapýlan deðerlendirmeler,
her durumda olaylarý sýradan bir polisiye “vak’a” haline getirmektedir. Bu da gerek devrimci unsurlarýn, gerekse kitlelerin bilincini
bulanýklaþtýrmakta ve devrimci mücadele ile olan baðlarýný belirsizleþtirmektedir.
“Yargýsýz infaz” olarak adlandýrýlan polis operasyonlarýnýn
gerçekliði herkes tarafýndan tam olarak bilinmelidir.
Konunun özü, ülkemizdeki oligarþik yönetimin niteliðinde
yatmaktadýr.
Emperyalizme baðýmlý çarpýk bir ekonomiye sahip olan ülkemizde, oligarþi kendi siyasal yönetimini temel olarak siyasal zor
ile sürdürmektedir. Siyasal zor ise, doðrudan oligarþik devlet aygýtýnýn (polis, asker vb.) kullanýlmasý ile somutlaþýr. Oligarþi kitlelerin
tepkilerini pasifize edebilmek için, yani suni dengeyi korumak ve
sürdürmek için siyasal zorunu sürekli gündemde tutmak zorundadýr. (Bu, ayný zamanda ülkemizde devrimci silahlý eylemlerin nesnel
koþullarýnýn varlýðýnýn bir ifadesidir.)
Oligarþi, suni dengeyi korumak ve sürdürmek için tüm zor
güçlerini kullanmakta ikircikli davranmaz. Ýþte polis operasyonlarýnýn temel gerçekliði burada bulunmaktadýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
393
Oligarþinin 12 Eylül darbesi, ülkemizin tarihsel geliþimi içinde iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin devlete kesin olarak egemen olmasýný getirmiþtir. Bu dönemden itibaren oligarþinin en temel sorunu, hükümetlerle deðiþmeyecek tek bir politikanýn uygulanmasý
olmuþtur.
Bu durum, THKP-C/HDÖ tarafýndan 1987 yýlýnda yayýnlanan
“Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi ve Devrimci Taktiðimiz” yazýsýnda þöyle ifade ediliyordu:
“Ýþbirlikçi-tekelci burjuvazinin oligarþiyi tek baþýna
oluþturacaðý bir süreçte uygulanacak ‘tek politika’, herþeyden önce halkýn devrimci mücadelesine karþý bir politika olacaktý. Bu genel ve sürekli bir pasifikasyon ve depolitizasyon politikasýnýn ‘devlet politikasý’ haline getirilmesi demektir. Sürekli egemen sýnýflarýn baský aygýtý olarak devlet, her zaman ve her yerde, devrimci mücadeleyi engellemeye ve yok etmeye yarayan bir araçtýr. Ancak buradaki genel amaç, 1980 Türkiye’sinde, hükümet
deðiþiklikleriyle deðiþen uygulama farklýlýklarýnýn ortadan
kaldýrýlmasýdýr.”
Günümüzde oligarþinin polis operasyonlarýnýn 12 Eylül dönemini aratmayacak þekilde sürdürülmesi bu politikanýn
egemenliðini ifade eder. Þüphesiz böyle bir politikanýn sürekli kýlýnabilinmesi, baþka bir dizi deðiþimle –ki hepsi de oligarþinin devlete kesin olarak egemen olmasýyla baðlantýlýdýr– birlikte olmuþtur.
Bu deðiþimler þu þekilde özetlenebilir:
Birinci geliþme, tekelci burjuvazinin aracýsýz olarak faaliyet
göstermesidir.
Ýkinci olarak, tekelci burjuvazinin ekonomik gücünün, her
alanda “adam satýn almaya”, yani rüþvete dayalý bir politika için
kullanýlmasýdýr. Bu, özellikle ekonomik ve siyasal düzeyde, tekelci
burjuvazi için engel oluþturan güçlerin ya da fraksiyonlarýn sözcüsü ya da yetkili kiþilerinin parayla satýn alýnmasý ve böylece bu
güçlerin daðýtýlmasý demektir. (Bir çeþit “böl ve yönet” politikasý.)
Üçüncü geliþme, tekelci sanayi ve ticaret burjuvazisinin oligarþi içinde önemli bir tasfiye hareketinin tamamlanmasý ve bütün
olarak devlet üzerinde –militarizm ve bürokrasi– mutlak bir egemenlik kurmasýdýr.
Dördüncü geliþme ise, emperyalistler arasý entegrasyonun
394
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
(bütünleþme) iþbirlikçi-tekelci burjuvaziye yansýmasýdýr. Bu da ABD
emperyalizminin ülke üstündeki hegemonyasýný tartýþýlmaz hale
getirmiþtir. Emperyalistler arasý çeliþkinin 80’lerdeki bu durumu
ve entegrasyonun yeni kombinezonlarý, iþbirlikçi-tekelci burjuvazi
içinde görülen yalýn karþýtlýklarý (örneðin Koç-Sabancý çeliþkisi ile
ABD-AET çeliþkisi arasýnda kurulan kaba benzetmede olduðu gibi)
ortadan kaldýrmýþtýr.
Ýþte bu deðiþimler temelinde oligarþik yönetim suni dengeyi korumak ve sürdürmek için siyasal zor temelinde devlet güçlerini
kullanmaktadýr.
Oligarþik yonetim için, her dönemde devrimci mücadeleyi
sýnýrlandýrmak ya da belli bir süre için etkisizleþtirmek esastýr. Tüm
uygulamalarýn (ki bunlar arasýnda ekonomik uygulamalar da bulunmaktadir. Örneðin “toplu konut fonu” gibi) bu yönde geliþtirilmesi 12 Eylül ile birlikte saðlanan depolitizasyonun varlýðý ile
bütünleþtirilmiþtir. Özellikle 12 Eylül döneminde devlet terörünün
kitleye yönelik kullanýmý, günümüzde kadro pasifikasyonu ile birlikte yeniden kitlelerin bilincinde üretilmeye çalýþýlmaktadýr. ANAP
hükümetleri döneminde “12 Eylül öncesine döneriz” demagojisi,
1991 yýlýndan itibaren 12 Eylül sonrasý uygulamalarýnýn canlý tutulmasýyla yer deðiþtirmiþtir. Ama her durumda oligarþinin resmi zor
güçlerinin kadro pasifikasyonu için kullanýmý esas olmuþtur.
Teknokratlara dayalý devlet görevlileri sistemi (uzmanlaþma)
büyük ölçüde yerleþtirilmiþtir.Her düzeyde profesyonel görevlilerin iþbaþýna getirildiði ve devlet iþlerinin bunlarca yönetildiði (müsteþarlýklar, danýþmanlýklar) bir sistem uygulanmaktadýr. Ama asýl
önemli geliþme, oligarþik devlet aygýtýnýn iç savaþ koþullarýna göre
biçimlendirilmeye çalýþýlmasýdýr.
Bu alandaki düzenlemelerin en önemlisi, polis ve jandarma örgütlenmesine iliþkin olanýdýr. Bu düzenlemenin esasý, kýrsal
ve kentsel alanlarda faaliyet gösterecek, yüksek atýþ gücüyle donatýlmýþ hareketli birliklerin oluþturulmasýdýr. Bu güçlerin oluþturulmasýnýn temel felsefesi, silahlý devrimci hareketi oluþum halindeyken bulup yok etmektir. Kendi deyiþleriyle, temel ilke, “anarþistlerin teþkilat ve yönetici kadrosunu bulup bertaraf etmek ya da tesirsiz hale getirmek” ve “vurucu tedhiþ unsurlarýnýn yok edilmesi”
dir. Sözcüðün tam anlamýyla, bu birliklerin amacý, kadro pasifikasyonudur. Ancak bu pasifikasyon, kesin biçimde imha hareketi
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
395
olarak düþünülmektedir.
“Yargýsýz infaz” olarak adlandýrýlan devlet terörü, yukarda
ifade ettiðimiz strateji temelinde sürdürülmektedir.
En yaygýn deyiþle “kontra-gerilla” güçleri olarak, “karþý-ayaklanma taktikleri”ni yürüten bir güç kullanýlmaktadýr. Bu güç gerektiðinde, CIA’nýn “ayaklanma”yý bastýrma yöntemlerine uygun olarak doðrudan halk kitlelerine karþý da kullanýlacaktýr. Böylece 80
öncesindeki faþist milis örgütlenmenin yerini, doðrudan polis teþkilatý bünyesinde oluþturulmuþ bu özel müfrezeler almýþtýr. “Antiterör timleri” olarak adlandýrýlan bu müfreze üyeleri “en acýmasýz”
yöntemleri kullanabilecek, “gözünü kýrpmadan” insan öldürebilecek profesyonel katiller olarak yetiþtirilmektedir. Bu müfreze üyelerinin MHP’li faþist milislerle olan benzerlikleri açýkça görülebilir,
ama onlardan farklarý profesyonelleþtirilmiþ katiller olmalarý ve “resmi devlet gücü” olarak biçimlendirilmeleridir. Bunlar gerçek birer
faþisttirler, ama “baþbuðlarý” deðiþmiþtir; artýk söz konusu olan
Türkeþ deðil, doðrudan iþbirlikçi-tekelci burjuvazi ve ABD emperyalizmidir.
Devrimci kadrolarýn “imhasý”, ayný zamanda kitlelere yönelik bir gözdaðý olmaktadýr.
Amaç, kitle pasifikasyonunu kadro pasifikasyonu yoluyla
(ki bunun aracý ise kadrolarýn imhasýdýr) gerçekleþtirmektir. Latin-Amerika’daki uygulamalar bu amacýn ortaya çýkardýðý sonuçlar
bakýmýndan oldukça öðreticidir.
“Askeri diktatörlükten sonra demobilizasyon gelmiþti, kanlý iktidarýn uzun yýllarýndan sonra insanlar artýk
zorla ilgili, ‘devrimci zorla’ da ilgili bir þey istemiyorlar.
Demokrasi içinde iyi bir yaþama olan ümitleri kýsa sürede boþluða düþmesine raðmen, memnuniyetsizlikleri
henüz isyana dönüþmüyor, daha çok azim kýrýklýðýna,
yýlgýnlýða ve dört duvar arasýna çekilmeye dönüþüyor.
Bir devrimin olabilirliðine artýk kimse inanmýyor gibi. Askerlerin terörü insanlarýn beyinlerinde derin izler býraktý. Ýþkence sadece bilgi almaya hizmet etmemiþti ki, sorgulamadan da iþkence yapýlmýþtý ya da saçma sorular
sorulmuþtu. Hedef tutukluyu kýrmak, aþaðýlamak, onu
insanlýðýndan yoksun býrakmak, kimliðini yok etmekti...
Ýþkencenin kurbaný sadece tutuklu deðildi, böylece tüm
396
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ailesi ve sosyal çevresi de cezalandýrýlýyordu.” 149
12 Eylül döneminde yaygýn bir biçimde uygulanan “devlet
terörü”, Latin-Amerika örneðinde görüldüðü gibi, kitle pasifikasyonu ve depolitizasyon için kullanýlmýþtýr. Sözcüðün tam anlamýyla,
oligarþi 12 Eylül öncesinde bozulmaya yönelen suni dengeyi yeniden kurabilmek için terörünü olaðanüstü seviyede artýrmýþ ve
yaygýnlaþtýrmýþtý.
Bugün de, oligarþi, ayný amaçla ve ayný stratejiyle, suni dengeyi bozmaya yönelik devrimci silahlý mücadeleyi kadrosal düzeyde
imha ederek, olasý bir kitle hareketini engellemeye çalýþmaktadýr.
Ancak günümüzde oligarþinin imha hareketi, 12 Eylül döneminin
zihinlerde býraktýðý izleri güçlendirmeyi ön plana almýþtýr. Burada
aðýrlýklý hedef kesim 12 Eylül döneminin terörüne maruz kalmýþ
ve bunun ürünü olarak pasifize edilmiþ, güçsüzlüðe düþmüþ eski
sol unsurlar ve þehir gerillasýna sempati duyan kitlelerdir. Oligarþinin amacý, eski sol unsurlar açýsýndan, bu kesimlerin düzen içinde
umduklarýný bulamamalarý karþýsýnda yeniden harekete geçmelerini önlemek deðildir. Bu kesim açýsýndan amaç, bu unsurlarýn
silahlý devrimci mücadele ile aralarýna düþünsel bir mesafe koymalarýný saðlamaktýr. Latin-Amerika’da “Project Democracy” olarak
adlandýrýlan Amerikan emperyalizminin yeni taktiklerinin bu kesimler için cazip kýlýnmasý tek baþýna yeterli olmamaktadýr. Dolayýsýyla kadro pasifikasyonunda imha operasyonlarý öne geçirilerek
bu kesimlerin devrimci mücadeleden uzak tutulmasý gerekli olmaktadýr.
Burjuva demokrasisiyle uzaktan yakýndan bir ilgisi bulunmayan “demokrasi” koþullarýnda bulunulmasýnýn getireceði “mal
ve can güvenliði”, bu taktikte özel bir yere sahip kýlýnmýþtýr. Devrimci örgüt üyelerinin þu ya da bu oranda barýndýrýlmasýnýn bile
“can güvenliðini” tehlikeye soktuðunun gösterilmesi, gerillayý yok
etmek için “suyun kurutulmasý”nýn bir yolu olmuþtur. Bu baðlamda, polis operasyonlarýnýn imha amacý, þehir gerillasýnýn kitlesinden tecrit edilmesini hedeflemektedir de.
Oligarþinin siyasal zorunun, suni dengenin korunmasý ve
sürdürülmesindeki belirleyiciliði gün geçtikçe artarken, þehir gerillasýna yönelik operasyonlar da yoðunlaþmakta ve çeþitlenmek149
Weber, Gerilla Bilanço Çýkarýyor, s. 31-32.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
397
tedir. Þehir gerillasýna þu ya da bu oranda sempati gösteren kesimlerin üzerinde yaratýlmaya çalýþýlan panik havasý, þehir gerillalarýnýn ailelerine yönelik “rehin alma” yöntemleriyle birlikte sürdürülmeye baþlanýlmýþtýr. Özellikle, þehir gerillasýnýn, polis operasyonlarý sýrasýnda, oligarþinin zor güçlerine karþý gerçekleþtirebileceði
eylemler bu yolla engellenmeye çalýþýlýrken, þehir gerillasý bireysel
olarak baský altýna alýnmak istenmektedir. Genel olarak psikolojik
savaþýn bir parçasý olan bu yöntemler þehirlerde yürütülen polis
operasyonlarýnda giderek yaygýn olarak kullanýlmaya baþlanýlmýþtýr.
Evlerde “karakol kurma” olarak bilinen eski yöntem þehir
gerillasýnýn barýndýðý yerlerle sýnýrlandýrýlýrken, bu yeni biçim olasý
örgütsel iliþki aðýndaki her mekaný kapsamaktadýr. Amaç, þehir
gerillasýný yakalamaktan çok iliþkileri “terörize etmek” ve þehir gerillasýnýn aile iliþkilerini “rehin” olarak kullanmaktýr. Bu biçimin diðer
yaný ise, þehir gerillasýna yönelik operasyonlarýn yönünün belirlenmesinde bireysel ailelerin yasal giriþimlerini sýnýrlamak ya da
belli bir süre için engellemektir. Bu da iþkenceye karþý demokratik
bir tepkinin zamanýnda ortaya çýkmasýný engellemektedir. (Bu yolla ayrýca demokratik kitle örgütlerinin giriþimleri de geciktirilmektedir.)
Oligarþinin siyasal zorunun þehir gerillasýna yönelik kullanýmýnda izlediði diðer yöntem ise, þehir içi trafiðin denetlenmesidir.
En geniþ ölçekte Uruguay’da Tupamarolara karþý kullanýlan bu
yöntem, günün herhangi bir saatinde ve herhangi bir yerde yollarýn kesilerek arama yapýlmasý þeklinde olmaktadýr. Burada amaç,
deþifre olmuþ þehir gerillasýný yakalamayý içermekle birlikte, asýl
olarak þehir gerillasýnýn hareketliliðini azaltmaktýr. “Kuþatma durumu” olarak da ifade edilen bu yöntem, kitlelerin tepkilerinin en
aza indirildiði ve depolitizasyonun varolduðu koþullarla ilintilidir.
Oligarþinin “anti-terör stratejisi”, günümüz koþullarýnda geniþ ölçekli bir seferberliði gerektirmeyecek koþullara da sahip olmuþtur. Eski dönemde þehir gerillasýna yönelik operasyonlarýn
kýsmi ve parçasal boyutta sürdürülemez olduðu koþullarda ilan
edilen sýkýyönetim bu stratejinin uygulanma zorunluluðundan
doðarken, bu durum son yýllarda deðiþmiþtir. “Dýþ düþman”a yönelik askeri güç bulundurma, çoðu durumda “iç savaþ koþullarýna
uygun” bir yapýlanmaya geçmede oligarþiyi zorlarken, SSCB’nin
daðýtýlmýþlýðý koþullarýnda daha kolay olabilmektedir. Önemli sayý-
398
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
da askeri personel gerillaya karþý seferber edilebilinmekte ve daha
çok sayýda özel eðitimli personel yetiþtirilebilinmektedir. 1980 öncesinde 2. þube ya da “aðýr suç masasý” timleriyle operasyon yapabilen oligarþinin zor güçleri, günümüzde sadece operasyonlar için
eðitilmiþ polisler kullanabilmektedir. Bu polislerin tek görevi vardýr: Þehir gerillasýný imha etmek.
Bu görev, egemen sýnýflarýn baský aygýtý olarak devletin temel iþlevinin maddeleþmiþ halidir. Baský, zor aygýtý olarak devlet,
kendine baðlý “özel adam müfrezeleri” ile egemen sýnýfýn egemenliðini koruma ve sürdürme görevine sahiptir. Bu görevin somut hedeflerde kendisini maddeleþtirmiþ olmasý, devlet gücünün
deðiþimi gibi deðerlendirilemez. Bu nedenle, günümüzdeki polis
operasyonlarýný salt bir “yargýsýz infaz” olayý olarak tanýmlamak
zorun öznesini ve nesnesini karýþtýrmaya neden olacaktýr. Zorun,
siyasal niteliði ve oligarþik devlet aygýtý ile baðlarý kesinkes ortaya
konulmak zorundadýr. Oligarþi tüm iþkencelerin ve imha operasyonlarýnýn varedicisidir ve onun düzeni içinde tüm zor aygýtýnýn
unsurlarý (ister polis, isterse asker olsun) kitleye ve devrimcilere
yönelik her türlü imha hareketinden ve iþkenceden birinci dereceden sorumludurlar.
Oligarþinin “anti-terör stratejisi”ne karþý devrimci görev, bu
stratejinin dayanaklarýný teker teker ortadan kaldýrmakla sýnýrlý deðildir. Devrimci görev, oligarþinin bu stratejik planýný iþlemez hale
getirmek için uygun taktikleri kullanmaktýr. Bu taktikler, þehir gerilla savaþýnýn sýnýrlýlýðý ile belirlenen bir çerçevede doðru devrimci
askeri týrmanma politikasýný geliþtirmeye dayanmak zorundadýr.
Oligarþinin zor güçlerine yönelik devrimci silahlý eylemler bu baðlamda taktiklerde özel bir yere sahip olacaktýr.
Diðer yandan oligarþinin þehirlere aðýrlýk veren bu stratejisinin “topyekün savaþ” anlayýþýndan kaynaklandýðý unutulmamalýdýr. “Topyekün savaþ”, II. yeniden paylaþým savaþýnda Hitler tarafýndan tüm mantýðý ile kullanýlmýþtýr. Bu mantýk, savaþta kesinkes
bir cephe ve askeri güçler sýnýrlamasýný dýþlar. Bir askeri cephenin
gücünün onun ard-cephesiyle belirlenmesi gerçeði, faþizm için
tüm ülkenin bir savaþ alaný olarak ilan edilmesini getirmiþtir. “Topyekün savaþ”a göre “düþman” asker, sivil herkestir. Sadece askeri
tesisler, askeri barýnaklar, askeri fabrikalar deðil, tüm evler, fabrikalar, tarlalar vb. askeri hedefler olarak ele alýnmasý ve buralarýn
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
399
imhasý “topyekün savaþ” anlayýþýnýn en temel görüngüleridir. II.
yeniden paylaþým savaþýndan sonra Amerikan emperyalizmi tarafýndan devrimci savaþlara karþý uygulanýlan bu “topyekün savaþ”
Halk Savaþlarýna karþý geliþtirilmiþtir. Bu nedenle ülkemizde
oligarþinin stratejisi, sadece þehir gerillasýný deðil, her türden devrimci, demokratik ve ilerici kiþi ve hareketleri de kapsamýna almaktadýr.
Ýþte oligarþinin “anti-terör stratejisi” “topyekün savaþ” anlayýþýna göre biçimlendirildiðinden, buna karþý devrimci tutum tüm
halkýn seferber edilmesiyle bütünleþir. Bu görev kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi görevi ile çakýþýr. Ancak oligarþinin
her alanda yürüttüðü bu savaþa karþý ayný biçimle ve ayný alanlarda yanýt vermek devrimci savaþýn karakteri ile çeliþir. Devrimci savaþ, bir halk savaþý olmak durumundadýr ve onun tarihsel hareketi, ancak onun tarihsel amacý ile belirlenir. Bu tarihsel amaç,
günümüz koþullarýnda, emperyalizmin ve oligarþinin iktidarýný yýkmak ve yerine halk iktidarýný kurmak olarak somutlaþýr. Bu amaca
yönelik devrimci savaþ, kendi tarihsel haklýlýðý içinde düþmanýn
zor (askeri) güçleri ile sivil güçlerini birbirinden ayýrmanýn tarihsel
sorumluluðunu taþýyacaktýr. Ve bu sorumlulukla oligarþinin tüm
stratejik planlarý teker teker baþarýsýzlýða uðratýlacak ve halkýn devrimci iktidarý kurulacaktýr.
400
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
SONSÖZ
Devrimciler, her zaman ve her yerde, milyonlarca ezilen,
sömürülen, baský gören kitleler için, ölümden iþkenceye dek her
türlü karþý-devrimci þiddete maruz kalmayý önsel olarak kabul etmiþlerdir ve bu uðurda savaþmýþlardýr.
Evet, içinde bulunduðumuz Öncü Savaþý sürecinde pek çok
yoldaþýmýz þehit düþtü. Örgütümüzün ilk Merkez Yöneticileri ve
Genel Komite üyeleri diðer yoldaþlarýyla birlikte þehit düþerken,
silahlarýnýn elden ele geçeceðinden bir an bile þüphe duymadýlar.
Onlar, Halkýn Devrimci Öncüleri olarak, emperyalizme ve
oli- garþiye karþý yürütülen savaþta, tarihsel sorumluluklarýnýn bilinciyle büyük bir özveri ve kararlýlýk göstermiþlerdir.
Onlar, proletaryanýn sosyalizme doðru giden zafer yürüyüþünde, kýzýl mücadele bayraðýný kanlarýyla sulayarak, halkýmýzýn
ve THKP-C/HD֒nün onuru olmuþlardýr.
Ýþte bu nitelikte savaþçýlara sahip ve proletaryanýn devrimci
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
401
ilkelerini her þeyden üstün tutan bir savaþ örgütü olan Türkiye
Halk Kurtuluþ Partisi-Cephesi/Halkýn Devrimci Öncüleri’nin saflarýnda yer almak büyük bir ONUR’dur.
Bizler bu onuru taþýmaktan kývanç duyuyoruz.
Bu köhne düzeni katliamlarla sürdürmeye ve kaçýnýlmaz
sonunu geciktirmeye çalýþan oligarþinin, emekçi halkýmýz ve onun
devrimci öncüleri üzerindeki baský kurumlarýndan biri olan DGM’
lerin vereceði “cezalar” bizleri asla yýldýramayacaktýr.
Tarihin birçok kez tanýtladýðý ve tanýtlayacaðý gibi, emperyalizm ve oligarþiler er ya da geç döktükleri kanda boðulacaklar ve
“bu kan denizinin ufkundan kýzýl bir güneþ doðacaktýr”.
Marksizm-Leninizmin ve Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi’nin ilkeleri ýþýðýnda, savaþý kurtuluþa kadar sürdüreceðiz.
Zafer bizim olacaktýr!
Yaþasýn THKP-C/HDÖ
YAÞASIN ÖNCÜ SAVAÞI!
YAÞASIN HALK SAVAÞI!
KURTULUÞA KADAR SAVAÞ!
402
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
DAVASI TUTSAKLARI ADINA
MUNÝS ÖZGÜL
27 EKÝM 1994
BELGELER
THKP Tüzüðü Madde 31:
THKP’nin amblemi
þehir ve kýr proletaryasýný simgeleyen orak-çekiç;
anti-revizyonist çizgiyi simgeleyen kalaþnikof
ve zaferi simgeleyen kýzýl yýldýzdýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
405
THKC Tüzüðü Madde 27:
THKC’nin amblemi,
zaferi simgeleyen kýzýl yýldýz üstünde,
silahlý kurtuluþ savaþý simgeleyen çapraz iki kalaþnikoftan
oluþur.
406
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
THKP-C/HDÖ
GENEL KOMÝTESݒnin
19 No’lu Bildirisi
ÝÞÇÝLER!
KÖYLÜLER!
ÝLERÝCÝ, YURTSEVER VE DEMOKRAT
TÜM HALKIMIZA!
Ülkemizde yýllardýr süren yoksulluklar, haksýzlýklar, yolsuzluklar, siyasi baskýlar, iþkenceler, kitle katliamlarý ve birbirini izleyen
askeri darbeler süreci son bir yýldýr yeni bir döneme girmiþ bulunmaktadýr.Bu yeni dönemi, sýnýrlý ve yasaklý bir siyasal yönetimin
“sivil” görünüm altýnda, halka karþý yeni baskýlar ve düþmanlýklar
dönemi olarak nitelemek yanlýþ olmayacaktýr. Sömürücü sýnýflarýn yüzyýllar boyu süregelen egemenliðinin bu yönetimi, bugün,
halk kitlelerinden “fedakârlýklar” istemektedir. “Demokrasi”nin
“yavaþ yavaþ” geliþtirileceði demagojisi ile her türlü baskýya, iþkenceye, haksýzlýða ve katliamlara “sessiz” kalýnmasý istenmektedir.
12 Eylül faþist yönetimine “sivil” görünüm kazandýrýlmasý ve bu
“sivil” yönetimin her türlü propaganda ve pasifikasyon araçlarýný
kullanarak, kendisini “tek alternatif” olarak sunmasýyla baþlayan
süreç “SS Kararnamesi” ile gerçek yüzünü açýkca ortaya koymuþtur. Ve son Kuveyt sorunu karþýsýndaki iþbirlikçi politikalarla ABD’
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
407
nin uþaklýðý ve köpekliði yapýlýrken, ülke içinde emekçi halk üzerindeki baský ve þiddet doruða çýkartýlmýþtýr. Ama bu noktada da
duramýyacaðý açýktýr. Orta-Doðu’da “barýþý korumak” paravanasý
altýnda ABD emperyalizminin bölgedeki jandarmalýðýna soyunan
ve “stratejik iþbir- liði” öneren oligarþik yönetim varabileceði en
son noktaya doðru gitmektedir.
Bizler, THKP-C/HDÖ olarak, bir kez daha bazý gerçekleri ortaya koymak istiyoruz.
Yýllardýr ülkemiz emperyalizmin, özellikle Amerikan emperyalizminin sömürüsü altýndadýr. Bu emperyalist sömürü, bir avuç
yerli iþbirlikçinin oluþturduðu oligarþi tarafýndan sürdürülmektedir. Sizler gün be gün bu sömürünün sonuçlarýný yaþadýnýz ve yaþamaya devam ediyorsunuz. Sadece 12 Eylül askeri darbesinden
günümüze kadar geçen süreyi kýsaca bir düþününüz.
Eðer iþçiyseniz, sendikal haklarýnýzýn ellerinizden nasýl alýndýðýný anýmsayýnýz. Devrimci örgütlerin faaliyetlerini sürdürdükleri
ve mücadele edildiði koþullarda nelerin elde edilebildiðini anýmsayýnýz. Ýþçi sendikalarý kapatýlmýþ ya da faaliyetleri sýnýrlandýrýlmýþtýr. Ýþçiler ve iþçi sendikalarýný politikadan uzak tutabilmek için
yasa üzerine yasa çýkarýlmýþtýr.
Kendi çýkarlarýný savunan ve kendilerinin yönetiminde sýnýf
sendikasý kurmalarý olanaksýz hale getirilmiþtir. Buna karþý yapýlacak giriþimlerin ise, devletin zor güçleriyle, yani polisi, ordusuyla
bastýrýlacaðý her fýrsattan yararlanýlarak ilan edilmiþtir. Ýþçilerden
istenen tek þey “sessiz kalmalarý”dýr, baskýlar karþýsýnda “kaderlerine” küsüp oturmalarýdýr. Yeni bir toplum kurmaya yetenekli devrimci sýnýf olarak iþçi sýnýfýnýn devlet zoruyla toplumsal ve siyasal
sorunlardan uzak tutulmasý, emperyalizmin ve oligarþinin baský
düzenini sürdürebilmesinin en önemli koþuludur.
Ýþte bu sömürücü sýnýflar ve onlarýn siyasal yöneticileri, geçen yýlýn Mart ayýnda Kürt ulusal sorununu bahane ederek çýkarttýklarý “SS Kararnamesi” ile iþçilerin bir kez daha “vatanperver” olmalarýný, her türlü baský ve zülme “gözlerini kapamalarýný” istemiþlerdir. Buna dayanarak ve baskýlarý yoðunlaþtýrarak, derinleþen ekonomik, sosyal ve siyasal krizin bedelini bir kez daha iþçilere ödetmekten kaçýnmamýþlardýr. “SS Kararnamesi” yayýnlanýr yayýnlanmaz, grevlerin “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklanmasý, ardýndan
Zonguldak maden iþçilerinin haklý direniþlerinin, oligarþinin polisi
408
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ve ordusu tarafýndan kurulan barikatlarla kýrýlmasý ve pasifize edilmesi ve yüzbinlerce iþçinin iþinden atýlmasý, son örneklerden bazýlarýdýr. Bu dönemde “savaþa hayýr” diyenler kurþunlanmýþ, gözaltýna alýn- mýþ, tutuklanmýþ, iþkenceye maruz býrakýlmýþ ve ülkenin
her yerinde oligarþi baský ve terörünü yoðunlaþtýrmýþ, son aylarda
onlarca devrimci, demokrat ve yurtsever iþkencehanelerde hunharca katledilmiþtir.
Ýlk bakýþta Kürt ulusal sorunu ile iþçilerin ücret artýþlarý için
mücadeleleri arasýnda doðrudan bir iliþki yokmuþ gibi görünmektedir. Ama oligarþik yönetim bunlar arasýndaki iliþkiyi çok iyi bilmektedir. Onlarýn istediði baþkalarýnýn sorunlarýyla ilgilenmeyen,
kendi halinde insanlarýn bulunduðu “sessiz” bir toplum yaratmaktýr. Bunu gerçekleþtirebildikleri sürece, birbirlerinden kopmuþ, birbirlerinin sorunlarýyla ilgilenmeyen insanlarý kolayca baský altýna
alabileceklerini çok iyi bilmektedirler. Ayný devlet baskýsý altýnda
ve ayný toplum içindeki insanlarýn birbirleriyle ilgilenmez hale getirilmeleri “böl ve yönet” politikasýnýn amacýdýr da.
Her türlü ulusal baský altýnda, anadillerini bile konuþmalarýna, yazmalarýna olanak tanýnmayan Kürt halkýnýn, verimsiz topraklar üzerinde, feodal baskýlar altýnda, yoksulluk sýnýrlarý içersinde ya- þamlarýný sürdürmek durumundaki Kürt köylülerinin, “SS
Kararnamesi” ile topraklarýndan nasýl kopartýlýp sürülmeye çalýþýldýðý orta- dadýr. Onlarýn yoksulluðu ve açlýðý, ayný zamanda, iþçilerin
her an isten atýlma tehditleriyle birlikte varedilmektedir. Böylece
iþçilere, bir yandan az bir ücretle yetinmeleri “öðüt”lenirken, diðer
yandan Kürt halkýna yönelik baskýlara kayýtsýz kalmalarý saðlanmak istenmektedir. Ayný þekilde, topraðýndan, köyünden, mezrasýndan sürülmüþ Kürt köylülerinin büyük kentlerdeki iþsizliði ve
sefaleti, çalýþan iþçilere karþý kullanýlmak istenmektedir.Ayný durum ülkenin her yanýndaki köylüler için de geçerlidir.
24 Ocak kararlarý ile sistemli olarak yoksullaþtýrýlan köylüler, topraklarýný terke zorlanmaktadýr. Ýster Batý’da olsun, ister Doðu’da olsun ayný yoksulluk içinde tutulmaktadýrlar. Ellerinden yok
pahasýna alýnan ürünleri, ülke dýþýnda yok pahasýna satýlarak elde
edilen dövizlerle iþbirlikçi burjuvazinin daha da zenginleþtirilmesi
saðlanmaktadýr.
Ýlericiler, yurtseverler ve demokratlar ise, ayný safsatalarla
sessizliðe itilmek istenmektedir. Onlar, “anarþi ve terör” demago-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
409
jisiyle, ülkemizde hiç bir zaman varolmamýþ “demokrasi”nin
“koruyucularý” olmaya çaðrýlmaktadýrlar.
Bugüne kadar “anarþi ve terör” demagojisiyle, “silaha silahla
karþýlýk vermek” paravanasý altýnda silahlý devrimci örgütler etkisizleþtirilmeye çalýþýlmýþtýr. Oysa halka karþý silaha, zora, þiddete
baþvuranlar bizzat kendileri olmuþtur. Onar yýllýk aralarla askeri
darbeler düzenleyerek iþkenceleri ve baskýlarý yoðunlaþtýranlar
kendileri olmuþtur. Yüzlerce silahsýz ve sivil insaný sokak ortasýnda öldürtenlerin kendileri olduðunu gizlemeye çalýþmaktadýrlar.
Zorunlu askerlik yasasýyla silah altýna alýnmýþ gençleri, bir avuç
profesyonel subay yönetiminde halka karþý kullandýklarý unutulmamýþtýr.
Son olarak ise, Saddam rejiminin Kuveyt’i iþgal etmesi karþýsýnda baþta Amerikan emperyalizmi olamak üzere, çeþitli emperyalist ülkelerin yürüttükleri savaþ kampanyasýna Türkiye
oligarþisi gönüllü olarak katýlmýþtýr. Uluslararasý geleneksel ve hukuki iliþkileri pervasýzca çiðneyen Saddam rejiminin Kuveyt’i iþgalini
kullanan Amerikan emperyalizmi Orta-Doðuda eski gücünü yeniden kazanmak peþindedir. Bu amaçla, diðer emperyalist güçlerle
birlikte, Irak’ýn kentlerine onbinlerce ton bomba yaðdýrarak onbinlerce sivil insaný vahþice katletmekten çekinmemiþlerdir. Türkiye oligarþisi ve onun politik yöneticileri (baþta T. Özal ve ANAP
hükümeti) ise, emperyalizmin “en güvenilir” iþbirlikçisi olduklarýný göstermek için harekete geçerek, deðiþik yöntemlerle çözümlenebilecek bir sorunu kuvvet gösterisine çeviren emperyalizmin
tüm isteklerini kabul etmiþlerdir. Kendilerine bir miktar para verilmesi için, Türkiye topraklarýný ABD’ye peþkeþ çekerek, ülkeyi ABD’
nin silah deposuna çevirmiþlerdir. Para karþýlýðýnda Türkiye halkýnýn, gerekirse paylaþmacý ve yayýlmacý bir savaþa sokulabileceði
gösterilmiþtir. Birleþmiþ Milletler Güvenlik Konseyi kararlarýný paravan yapan Türkiye oligarþisi ve onun politik yöneticileri, bir kaç
milyar dolar için binlerce insaný öldürtmekten çekinmeyeceklerini göstermiþler ve emperyalistlerin yayýlmacý ve paylaþýmcý emellerine hizmet etmek için, yurdumuzun tüm topraklarýný bir saldýrý
üssü haline getirerek Irak’ta gerçekleþtirilen kitlesel katliamlarýn
sorumluluðuna ortak olmuþlardýr.
Böyle bir toplumda, geleceðe umutla bakabilmenin tek güvencesi silahlý devrimci örgütlerdir. Milyonlarca emekçiyi, çalýþaný
410
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
hiçe sayarak, kendi çýkarlarý için herþeyi yapmayý göze alan bu
iþbirlikçiler iyi bilinmelidir.
Bunlar kimlerdir?
Onlarý çok iyi tanýyorsunuz.
Onlar, hergün televizyona çýkýp þaklabanlýk yaparak sizlerin gözüne girmek isteyenlerdir.
Onlar, iþçilerin, köylülerin ve diðer çalýþanlarýn daha fazla
ekonomik istekte bulunmalarýný engellemek için “aile planlamasý”
seferberliði ilan edenlerdir.
Onlar, bir avuç generalin uþaklýðýnda her türlü demokratik
hak ve özgürlüklerin yok edilmesini saðlayabileceklerini sananlardýr.
Onlar, hukukun üstünlüðünü, demokratik haklarý sadece
kendileri için kabul eden, gerektiðinde kendi parlamentolarýný kapatan, gerektiðinde onu iþlemez hale getiren iki yüzlülerdir.
Onlar, daha dün MESS içinde kendilerine uþaklýk eden Özal’ý
piyasaya sürenlerdir.
Onlar, halký yanýltmak için bir dizi parti kurdurtanlar ve onlarý paralarýyla besleyenlerdir.
Onlar, TÜSÝAD, MESS, TÝSK gibi kuruluþlarla kendilerini gizlemeye çalýþanlardýr.
Onlar, kendilerine uþaklýk edenler aracýlýðýyla ülkemizin zenginliklerini babalarýnýn malýymýþcasýna yabancýlara satanlardýr.
Onlar, Koçlar, Sabancýlar, Eczacýbaþýlarý, Berkerler, Garihler, Kamhiler, Enka, Profilo, Tekfen gibi holdinglerdir.
Onlarýn arkasýnda Amerikan dolarlarý, Japon yenleri, Alman
marklarý, Ýngiliz sterlinleri, Fransýz franklarý vardýr. Eðer bunlar yeterli olmazsa, NATO’suyla, IMF’siyle, Dünya Bankasý’yla hazýr ve
nazýrdýrlar.
Ýþte ülkemizdeki tüm baskýlarýn, yoksulluklarýn, zulmün,
haksýzlýklarýn, eþitsizliklerin asýl sorumlusu bunlardýr. Bunlarýn görünüþte silahlarý yoktur. Ama beþ yýldýzlý generalleriyle herþeyi yapabileceklerini sanmaktadýrlar. Türkiye halkýný bölenler de, Kürt halký
üze- rindeki baskýyý sürdürenler de onlardýr.
Batýda Kürt gençlerini ordu üniformasýyla halka karþý kullanan, doðuda Türk gençlerini ayný þekilde halka karþý kullananlar
da onlardýr.Onlar, parayla satýn alýnmýþ uþaklarýyla, silahlarýyla, askerleriyle, polisiyle vardýrlar. Onlarýn en büyük korkusu, silahlanmýþ
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
411
ve örgütlenmiþ halktýr. Bunu engellemek için her yola baþvurmaktadýrlar.
Egemen sýnýflar, bugün, “sivil” görünüm altýnda baskýlarýný
meþrulaþtýrmak istemektedirler. Böyle bir meþruiyete “provokasyon” teorileriyle zemin hazýrlamak asla kabul edilemez. Hele ki
“SS Kararnamesi” ile, ülke çapýnda ve Kürt halký üzerinde gerçekleþtirilen baský ve katliamlara “yasal” görünüm verilmek istendiði
bir dönemde, suskunluk, bunlarla suç ortaklýðý yapmakla eþdeðerdir. Ve böyle bir dönemde, suskun kalanlarýn devlet zoru kendilerine yöneldiðinde yapacaklarý hiçbir þeyleri kalmayacaktýr.
Bizler, gerçek bir demokrasinin kurulmasýnýn koþullarýnýn,
oligarþinin silahlý güçlerinin daðýtýlmasý, iþkence ve katliamlarýn sorumlularýnýn, savaþ kýþkýrtýcýlarýnýn cezalandýrýlmasý ve her türlü
anti-demokratik yasa ve kurumlarýn tasfiye edilmesinden geçtiðini söylüyoruz. Bunun tek yolu halkýn silahlý örgütlenmesine dayanan bir mücadeleyle gerçekleþtirilecek demokratik halk devrimidir.
Bizler, THKP-C/HDÖ olarak, emperyalizmden baðýmsýz ve
gerçek bir demokrasinin kurulmasýna kadar silahlý mücadeleyi
sürdüreceðimizi açýkca ilan ediyoruz. Baðýmsýz, demokratik ve ulusal eþitliðe dayalý bir ülke yaratma mücadelesinde, elimizdeki tüm
olanaklarý sonuna kadar kullanacaðýmýz bilinmelidir. Baðýmsýz, demokratik ve ulusal eþitliðe dayalý bir ülke yaratma yönündeki mücadelede yasal ya da yasa-dýþý, silahlý ya da silahsýz her türlü mücadelenin gerekliliðini vurgulayarak, bu mücadeleye katýlan her
ke- simin isteklerine gerekli duyarlýlýðý göstereceðimizi söylüyoruz.
Ancak hiç kimse bizlerden “sivil” görünüm altýnda da olsa,
baskýlarýn yoðunlaþtýrýlmasý karþýsýnda sessiz kalmamýzý istememelidir ve beklememelidir. Bizler, THKP-C/HDÖ olarak, egemen
sýnýflarýn yýllardýr sürdürdükleri zoruna, þiddetine ve silahýna silahla karþý konulmasýnýn þart olduðunu söylüyor ve bu amaçla savaþýyoruz. Onlarýn her türlü demagojisine, gözdaðýna ve yaygarasýna bakýlmaksýzýn, baskýlara karþý çýkmak, direnmek, mücadele
etmek ve savaþmak, her ilerici, devrimci, yurtsever ve demokrat
yurttaþýn hakký ve görevidir.
Bu hak sýradan bir yasal olanaðýn kullanýlmasý gerekçesiyle, ya da birkaç yasal yayýn çýkartmak pahasýna bir yana býrakýlamaz. Tüm toplumun geleceði tehlikedeyken, tek tek kiþilerin gele-
412
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
ceklerinden söz etmek anlamsýzdýr.
Kamuoyunda “Acilciler” olarak bilinen örgütümüz, bu
amaçla savaþýný kurtuluþa kadar sürdürecektir. (Son yýllarda kendilerini “Acilciler” olarak tanýtan bazý unsurlar ortaya çýkmýþtýr.
Bunlarýn örgütümüzle hiçbir iliþkisi bulunmamaktadýr. 1975 yýlýndan beri fiilen savaþ içinde bulunan örgütümüzün adýný taþýmayan
hiçbir açýklama, bildiri, yayýn ve faaliyetin bizlerle ilgisi olmadýðýný
bir kez daha belirtelim.)
Bu amaçlarla ve bu hedeflere yönelik olarak Kýzýldere’de
þehit düþen THKP-C ve THKO savaþçýlarýnýn anýlarýna atfen “30
Mart Kýzýldere Harekâtý” düzenlenmiþtir. Bu harekâta iliþkin silahlý
eylemler ekte açýklanmýþtýr.
YAÞASIN ÖNCÜ SAVAÞI
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
YAÞASIN HALK SAVAÞI
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
KURTULUÞA KADAR SAVAÞ!
THKP-C/HDÖ
3 Nisan 1991
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
413
EK:
26 Mart-2 Nisan 1991 tarihleri arasýnda, “30 Mart-Kýzýldere
Harekâtý”nda þu silahlý eylemler gerçekleþtirilmiþtir:
Ýstanbul’da
*** Mecidiyeköy : SHELL Genel Müdürlüðü
*** Maltepe
: TOYOTA Fabrikasý
*** Bakýrköy
: INTERBANK Þubesi
*** Kadýköy
: ÝÞ Bankasý Þubesi
*** Bakýrköy
: ANAP Ýlçe binasý
Ankara’da
*** Kýzýlay
: Dýþiþleri Bakanlýðý Ek binasý
*** Kolej
: RENAULT-MAÝS yetkili satýcýsý
*** Kýzýlay
: OYAK Sigorta temsilciliði
Ýzmir’de
*** ABD Konsolosluðu
*** CITIBANK Þubesi
*** INTERBANK Þubesi
Adana’da
*** AKBANK Merkez Þubesi
Balýkesir’de
*** Hükümet Konaðý
Zonguldak’da
*** Türkiye Taþ Kömürü Kurumu (TTK) Genel Müdürlüðü
Kayseri’de
*** Arçelik-BEKO-NORDMENDE-HITACHI Ýç Anadolu Bölge Temsilciliði
bombalanmýþtýr.
Ayrýca Ocak 1991 ayý içersinde:
Ankara’da
*** Bakanlýklar: Alarko Holding Doðal Gaz Isý Sistemleri
Þirketi ve þirkete ait bir otomobil
Adana’da
*** AKBANK Yüzevler Þubesi bombalanmýþtýr.
414
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
415
THKP-C/HDÖ
GENEL KOMÝTESݒnin
20 No’lu Bildirisi
ÝÞÇÝLER,
KÖYLÜLER,
ÝLERÝCÝ, YURTSEVER VE DEMOKRAT TÜM HALKIMIZA !
Demokratik hak ve özgürlüklerin hiçbirine, hiçbir zaman
tahammül edememiþ olan oligarþinin askeri darbesinin üzerinden 12 yýl geçti. Bu yýllar içinde üç genel seçim ve iki yerel seçim
yapýldý. 20 Ekim seçimlerinin üzerinden yaklaþýk bir yýl geçti. Ama
ülkemizde deðiþen hiçbir þey olmadý. Oligarþi, her zamanki tutumuyla halkýn sýkýntýlarýný görmezlikten gelmeye ve bu sýkýntýlarý
gidermek için yapýlan her türlü giriþimi engellemeye ve haklar için
mücadeleleri bile zor ile durdurmaya devam etti. Gün geldi “Nevroz” olaylarý kullanýldý, gün geldi “terörist saldýrýlar”dan söz edildi.
Ve böylece dikkatleri kendisinden ve halkýn çekmekte olduðu sýkýntýlardan uzaklaþtýrmaya çalýþtý.
Her yýl olduðu gibi, bu yýl da 12 Eylül yaklaþýrken, “terör”
demagojisini ve askeri darbe “tehdidi”ni kullanarak insanlarý sindirmeye çabaladý.
416
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Daha bir yýl önce seçim meydanlarýnda, 12 Eylül sonrasýndaki çeþitli hükümetlerin, özellikle de ANAP hükümetlerinin yaptýðý
“yolsuzluklardan ve bunlarýn siyasal sorumlusu T. Özal’ýn “indirilmesi”nden söz edilirken, bugün “demokratikleþme”nin nasýl engellendiði günlük basýnda sýk sýk yer almaktadýr.
12 Eylül askeri darbesinin oligarþi adýna gerçekleþtirmiþ olduðu katliamlar, iþkenceler, haksýzlýklar, baskýlar ve yolsuzluklar
bir yana býrakýlmýþ, tüm dikkatlerin “teröre” ve “Kürt sorununa”
yöneltilmesi saðlanmaya çalýþýlmaktadýr.
En küçük demokratik hak ve özgürlüðün kullanýlmasýna
olanak tanýnmadýðý, düzenin bozukluðunu, kötülüðünü ortaya
koymanýn “teröristlik” olarak ilan edildiði bir ülkede, birilerinin
ortalýkta “demokrasi havarisi” gibi dolaþmasý olanaksýzdýr.
50 yýlý aþkýn süre önce çýkartýlmýþ bir Ceza Muhakemeleri
Usulü Yasasýnýn en küçük bir maddesinin bile deðiþtirilemediði,
deðiþtirilmesinin her türlü yol denenerek engellendiði bir ortamda, insanlarýn devlet karþýsýnda hiç bir güvencelerinin bulunmadýðý
açýktýr. Oligarþinin her yönden denetimine aldýðý devlet, sadece
bir avuç parababasýnýn istemleri doðrultusunda hareket ederken,
ayný zamanda emperyalizmle, özellikle de Amerikan emperyalizmiyle kurduklarý iþbirlikçi iliþkilerle ayakta durmaktadýr.
Ýnsanlarýn özgür ve mutlu bir yaþam sürmelerinin en doðal
haklarý olduðu unutturularak, yapýlmýþ birkaç silahlý eylemin ya
da Kürt ulusal hareketinin içinde barýndýrdýðý bazý kavrayýþ biçimlerinin ortaya çýkardýðý bazý sorunlar “en temel insan hakký yaþama
hakkýdýr” demagojisi egemen kýlýnmak için kullanýlmaya çalýþýlmaktadýr. Böylece halka “yaþadýðýnýza dua edin, özgürlüðü ve ekmeði ne yapacaksýnýz” denilebilmektedir.
Devletin tüm olanaklarýnýn, baþta emperyalistler olmak üzere, tüm parababalarý tarafýndan sonuna kadar kullanýldýðý bir ülkede, insanlarýn korku içine itilmeleri ve bu yolla sessiz kalmaya
zorlanmalarý ilk kez görülen bir olay deðildir ve sonuncusu da olmayacaktýr. Onlar, halkýn mevcut düzeni deðiþtirmeye, yýkmaya
yönelmelerini engellemeye çalýþmaktadýrlar. Bu nedenle de, yaptýklarýný gizlemek için her yolu denemektedirler.
Ulusal paranýn hiçbir deðerinin kalmadýðý, hemen hemen
her þeyin dövizle, yani dolarla, markla hesaplandýðý bir ülkede insanlarýn ne yapacaklarýný bilemez hale getirilmeleri de doðaldýr.
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
417
Ulusallýðýn milliyetçilikten ayrýþtýrýlamadýðý, emperyalistlerle iþbirliði
yapmanýn “çaðýn gereði” olarak kavratýldýðý bir dönemde baðýmsýzlýk, özgürlük, demokrasi hiç bir þey ifade etmemeye baþlayabilmektedir.
“Çekiç Güç” adý altýnda emperyalist ordularýn ülke topraklarý üzerinde istedikleri gibi hareket edebilmeleri, son derece doðal
ve alýþýlmýþ bir olay gibi halka sunulabilmiþtir. Kendi ulusal haklarýný elde edebilmenin yolunun emperyalistlerle anlaþmaktan ve
onlarla iþbirliði yapmaktan geçtiðini düþünen kimi “ulusalcýlarýn”
basýnda sürekli yer aldýðý bir ülkede, emperyalist sömürünün tüm
haksýzlýklarýn, yoksulluklarýn, baskýlarýn, nedeni olduðunun unutturulmasý son derece kolay olabilmektedir.
Þimdi de sivil halkýn zarar görmesine ya da yaþamýný yitirmesine yol açan bazý silahlý eylemleri kullanarak “önce terör, sonra
demokrasi” diyebilmektedirler.
Bizler, daha 1971 yýlýnda THKC’nin 1 nolu bildirisinde devrimci silahlý mücadelenin kurallarýný ortaya koyarken þöyle diyorduk:
“THKC, kendi saldýrý noktalarý dýþýnda kalan hedeflere yönelen ve halkýn saflarýna da zarar veren hiçbir
maceraperestin ve gangasterin sorumluluðunu üzerine almaz ... Bu gibi olaylarý þiddetle kýnar”.
Bizler, baþta Amerikan emperyalizmi olmak üzere emperyalist hedeflere, oligarþiye ve onun temsilcilerine, zalimlere, iþkencecilere ve halk düþmanlarýna yönelik her harekete ise saygý duyar
ve destekleriz.
Hiçbir biçimde devrimci silahlý mücadelenin ifadesi olamayacaðý belirtilmiþ olan eylemlerin, demagojik biçimde kullanýlabilinmesi, oligarþinin gerçek amaçlarýný gizleme çabasýndan baþka birþey deðildir.
Dün olduðu gibi, bugünde ülkemizde temel sorun baðýmsýzlýk, demokrasi ve yaþam koþullarýnýn iyileþtirilmesidir.
Baðýmsýzlýðý hiçe sayanlarýn, demokrasiyi bir pazarlýk konusu yapanlarýn, halkýn yaþam koþullarýnýn iyileþtirilmesini kendilerinin zenginliklerinin azalmasý olarak görenlerin bu ülke için, halk
için yapabilecekleri hiçbir þeyleri yoktur. Yaptýklarý ise, ellerinde
tuttuklarý devleti kendilerini daha da zengin etmek için kullanmak
ve halkýn sýrtýndan kazandýklarýný halka geri verilmesini isteyenleri
418
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
devlet zoruyla yok etmektir.
Ýþte yolsuzluk dosyalarý!
Bugün hemen hiç kimse büyük iddialarla ortaya çýkanlara
bu yolsuzluklarýn ne olduðunu sormamaktadýr.
Kendilerinin yaptýðý ve halka zorla kabul ettirdikleri kendi
anayasa hükümlerini bile bir yana býrakarak, kendi yakýnlarý aracýlýðýyla kurdurduklarý özel televizyonlar hergün insanlarýn karþýsýnda durmaktadýr. “Tek bir dikili aðacý bile olmayan” Özal hanedanýnýn nereden bulduklarý belirsiz paralarla çevirdikleri iþler
ortadadýr. Bunlar yetmezmiþ gibi, yeni “baba”larýyla anlaþarak yeni
televizyonlar kurabilmektedirler.
Devlet kuruluþu olan Emlak Bankasý’nýn nasýl talan edildiði,
bu yolla kimlerin zengin ve daha zengin edildiði aylarca gazetelerde yazýlmýþken, bunlarýn sorumlulularý “Cumhurbaþkaný Danýþmaný” yapýlabilinmiþtir.
Döviz karaborsacýlýðý yoluyla zenginleþmenin bir aracý gibi
kullanýlan Ýmar Bankasý’nýn yasadýþý iþleri bir yana býrakýlmýþ ve
STAR-1 televizyonu aracýlýðýyla yaptýðý þantajlara ses çýkarýlmamýþtýr.
Bunlar yetmezmiþ gibi, Ýmar Bankasý ne olduðu belirsiz rivayetlerle, binlerce kiþinin vadeli mevduatlarýný çekmelerini saðlayarak milyarlarca dolarlýk faiz kazancý saðlayabilmesine de göz yumulmuþtur.
Özallarla birlikte halkla alay eden, insanlara þantaj yapan
STAR-1 televizyonunun birden bire anti-Özalcý kesilmesinin arkasýnda yatan pazarlýklar halktan gizlenmektedir.
“Ben KÝT’ler sayesinde zengin oldum” diyebilen S. Sabancý’nýn açýktan kendi hýrsýzlýðýný ifade etmesi bile, bir faziletmiþ gibi
sunulmaktadýr.
Herkesin bildiði gibi, Sabancý Holdingin varlýðýnýn temeli
BOSSA’dýr ve BOSSA’nýn temeli SÜMERBANK’týr. SÜMERBANK ise,
halkýn yýllar boyu sýkýntýlar çekerek ödediði vergilerle kurulmuþ
devlet kuruluþudur, yani KÝT’tir. Ve böylece halkýn cebinden milyarlarca lira Sabancýlar tarafýndan çalýnmýþtýr. Sabancýnýn kýzýnýn
SÜMERBANK eski Genel Müdürlerinden birisinin oðlu ile evlendirilmesi bu hýrsýzlýðýn nerelere uzandýðýný göstermektedir. Ve bu
yüzsüzlükler yetmezmiþ gibi, nikah þahitliðini T. Özal ile Rahmi
Koç yapmýþtýr.
Ülkedeki enflasyonun önemli bir nedeni olan ünlü otoyol
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
419
yapýmlarýnýn kimlere nasýl verildiði günlerce basýnda iþlendiðini
herkes bilmektedir. STFA, TEKFEN, KUTLUTAÞ ve ENKA yabancý
ortaklarýyla birlikte trilyonlarca lirayý zenginliklerine katmaya devam etmektedirler. Ama yapýlan sadece otoyol deðildir. Maliyetler
þiþirilmekte, olmayan sermayeler devlet bankalarýndan “kredi” adý
altýnda alýnmaktadýr. Bu þirketler kendi öz sermayelerinden tek
kuruþ kullanmadan trilyonlarca lirayý “kâr” diye öz sermayelerine
dahil ederken, gerekirse halkýn seçtiði yöneticileri tehdit edebilmektedirler. Hatta yaptýklarý iþleri bitirmeyerek daha fazla para
sýzdýrmaya çalýþmaktadýrlar. Ýstanbul Galata Köprüsünün inþasýnda
ortaya çýkan gecikmeler bunun bir örneðidir. Daha fazla para alabilmek için inþaatý bitirmeyen STFA holding, yerel yöneticileri halkla
karþý karþýya getirmenin hesaplarýný bile yapabilmiþlerdir.
Deðil konuþmaya, sokaða çýkmaya bile yüzleri olmamasý
gerekenler, bugün ülkenin “en zenginleri” olarak tanýtýlmýþ, ülkenin “en önemli insanlarý” olarak sunulmuþtur.
Bunlar düzenin çürümüþlüðünün, kokuþmuþluðunun sadece küçük örnekleridir. Ve kendi düzenlerini sadece ve sadece
zorla, þiddetle ayakta tutabileceklerini çok iyi bilmektedirler. Gene
iyi bilmektedirler ki, kendi zor ve þiddet politikalarý devrimci zor ile
yok edilecektir. Bu nedenledir ki, tüm güçleriyle silahlý devrimci
mücadeleye saldýrmakta ve bu mücadeleyi her yolu deneyerek
halkýn gözünde deðersiz kýlmaya çalýþmaktadýrlar.
“Her yerde bombalar patlýyor, her yerde silahlar atýlýyor,
bunun sonu nereye gidecek” endiþesine sokarak pasifize etmeye
çalýþmaktadýrlar.
Korkuya, yýlgýnlýða, paniðe gerek yoktur. Onlardan kurtulmanýn tek yolu silahlanmaktan, onlarýn ellerindeki silahlarý almaktan geçmektedir. Kendi sömürülerini, düzenlerini silahla koruyan ve sürdürenler, ancak silahla gideceklerdir. Bunun baþka bir
yolu yoktur.
Baðýmsýzlýk, demokrasi ve ekonomik kalkýnma, öncelikle
halkýn sýrtýndaki bu asalaklarýn temizlenmesiyle mümkündür. Ve
bu, ancak halkýn silahlý bir güç olarak onlarýn karþýsýna dikilmesiyle gerçekleþebilir.
Emperyalizm ve oligarþiye karþý Öncü Savaþýný kendi stratejik rotasýna uygun olarak sürdüren THKP-C/HDÖ, halkýn sýrtýndan
geçinen bu asalaklarý teþhir etmek ve yolsuzluklarýn hasýr altý edil-
420
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
mesi çabalarýna kamuoyunun dikkatini çekmek için “Eylül Harekâtý” düzenlemiþtir. Bu harekâta iliþkin devrimci silahlý eylemler
ekte açýklanmýþtýr.
YAÞASIN ÖNCÜ SAVAÞI
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
YAÞASIN HALK SAVAÞI
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
KURTULUÞA KADAR SAVAÞ!
THKP-C/HDÖ
10.00/23 Eylül 1992
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
421
EK:
22-23 Eylül 1992 günü gerçekleþtirilen “Eylül Harekâtý”nda
emperyalistlerin ve oligarþinin yolsuzluklarýna yönelik olarak
aþaðýdaki hedefler bombalanmýþtýr:
Ýstanbul’da:
*** Þiþli: American Express
*** Gayrettepe: Bank of Boston
*** Eminönü: ÝMPEKS Bank
*** Bakýrköy: KOÇ-American Bank
*** Bakýrköy: Coca-Cola Yönetim Merkezi
*** Topkapý: TOYOTA
*** Koþuyolu: STFA Grup Yönetim Merkezi
*** Taksim: ETAP Marmara
*** Merter: ASELSAN
*** Merter: ÝÞ Bankasý
*** Karaköy: AKBANK Genel Merkezi
*** Zincirlikuyu: Garanti-Halk Sigorta Genel Müdürlüðü
*** Altunzade: Þark Sigorta Genel Müdürlüðü
Ankara’da:
*** Ulus : PÝLSA
*** Ulus : Yüksel Ýnþaat
*** Ulus : Emlak Bank Ýç Anadolu Böl. Baþ.
Adana’da:
*** Emlak Bank Reþatbey Þubesi
*** AKBANK Merkez Þubesi
Balýkesir’de:
*** AKBANK Þubesi
Manisa’da:
*** ÝÞ Bankasý Þubesi
Muðla’da:
*** ÝÞ Bankasý Þubesi
Zonguldak’da:
*** Emlak Bank Gazipaþa Þubesi
422
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Ayný harekât sýrasýnda oligarþinin sürdürdüðü katliamlar
ve cinayetlere karþý aþaðýdaki hedefler tahrip edilmiþtir:
Ýstanbul’da:
*** Selimiye - I. Ordu Komutanlýðý Merkezi
Ankara’da:
*** Mamak - Askerlik Þubesi
Adana’da:
*** Emniyet Müdürlüðü
Ýzmir’de:
*** Ege Deniz Saha Komutanlýðý
*** Ýzmir Merkez Komutanlýðý
Bursa’da:
*** Bursa Trafik Bölge Þübe Müdürlüðü
*** KKK Ýç Tedarik Bölge Komutanlýðý
Balýkesir’de:
*** Orduevi
Ýskenderun’da:
*** Þükrü Kanatlý Askeri Kýþlasý
Soma’da:
*** Ýlçe Jandarma Komutanlýðý
Manisa’da:
*** Hükümet Konaðý
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
423
424
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
THKP-C/HDÖ
GENEL KOMÝTESݒnin
21 No’lu Bildirisi
Yýllardýr Etopya ve Somali’de süregelen açlýða, Kürt halkýnýn
ezilmesine seslerini çýkartmayanlar ve bizzat bunun sorumlusu
olanlar, bugün Birleþmiþ Milletler kisvesi altýnda ve “insani yardým” paravanasýyla saldýrý üsleri oluþturmaktadýrlar. Amerikan emperyalizminin tüm emperyalistler adýna Çekiç Güç adý altýnda oluþturduðu saldýrý gücünü ülkemiz topraklarýnda barýndýran oligarþi,
þimdi de ABD’nin, Ýngiliz ve Fransýz emperyalistleriyle birlikte
Somali’de bir saldýrý üssü oluþturulmasýna asker göndererek aktif
bir biçimde katýlmýþtýr. “Ýnsanlýk” adýna yapýldýðý iddia edilen bu
emperyalist saldýrganlýða ve yayýlmacýlýða karþý THKP-C/HDÖ tarafýndan 20.12.1992 günü,
*** ABDAnkara Büyükelçiliði
*** Ýngiltere Ankara Büyükelçiliði
*** Fransa Ankara Büyükelçiliði
*** T. C. Baþbakanlýðý
*** T. C. Dýþiþleri Bakanlýðý Türkiye Ýþbirliði ve Kalkýnma
Ajansý
bombalanmýþtýr.
YAÞASIN ÖNCÜ SAVAÞI
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
YAÞASIN HALK SAVAÞI
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
KURTULUÞA KADAR SAVAÞ!
THKP-C/HDÖ
14.00 / 21.12.1992
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
425
426
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
THKP-C/HDÖ
GENEL KOMÝTESݒnin
22 No’lu Bildirisi
ÝÞÇÝLER,
KÖYLÜLER,
ÝLERÝCÝ, YURTSEVER VE DEMOKRAT TÜM HALKIMIZA!
DYP-SHP hükümeti 500 gününü tamamlamaya yaklaþýrken
ülkemizde herþey olduðu gibi kalmýþtýr. Yolsuzluklarla, suistimallerle, rüþvetlerle ve iþkencelerle mücadele edeceðini ilan ederek
iþbaþýna gelen hükümet, birkaç göstermelik icraattan baþka birþey
yapmamýþtýr. Ülkemizde hala yolsuzluklar sürmekte; yolsuzluklarla servet yapanlar servetlerine servet katmakta; iþkenceciler ellerini
kollarýný sallayarak dolaþmakta; devlet adýna devletin polisi cinayetlerini sürdürmektedir.
Ülkemiz her geçen gün Amerikan emperyalizminin çýkarlarýna daha da angaje olmakta, Amerikan emperyalizminin “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar” yeni sömürü alanlarý oluþturmasýna hizmet ettirilmektedir. Amerikan emperyalizmi bunlarla da yetinmeyerek faþist katliamlarýn birinci dereceden sorumlusu ve yürütücüsü Türkeþ’le gizli anlaþmalar yapmaktadýr.
Ýmar Bankasý, Adabank, ÝnterStar gibi bir dizi banka ve þirket
sahibi Uzanlar ANAP iktidarlarý döneminde yaptýklarý servetlerini,
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
427
DYP-SHP hükümeti ile daha da büyütürken, iki ANAP’lý bakanýn
“Yüce Divana” sevk edilmeleri sadece görüntüyü kurtarmaktan
ibarettir.
Þeriatçýlar devlet desteðinde yaþatýlýp cinayetler iþlerken, Ýnsan Haklarý Derneði üyeleri ve yöneticileri gece yarýsý evlerinden
alýnarak sokak ortasýnda kurþunlandýðý, “terörist” diye hergün yüzlerce kiþinin sorgudan geçirildiði, iþkence edildiði bir ülkede
demokrasinin, demokratik haklarýn varlýðýndan söz etmek sadece halký aldatmak demektir.
Devrimcilerin bu çürümüþ, kokuþmuþ ve kanlý düzene karþý
verdikleri mücadele katliamlarla durdurulmaya çalýþýlýrken, her türden polis cinayetleri gün be gün artmaktadýr. On aylýk çocuðunun
gözü önünde katledilen anne ve babalarýn kanlý vücutlarý basýnda yer alýrken, Koçlar, Sabancýlar semirmeye devam etmektedirler.
Onlar, Koçlar, Sabancýlar, kýsacasý oligarþi tüm bunlarýn sorumlusu ve planlayýcýsýdýrlar. Ve onlar, halkýmýzýn devrimci savaþýyla
yok olmaya mahkumdurlar.
Bizler THKP-C/HDÖ olarak, gerçek baðýmsýzlýðýn ve demokrasinin kurulabilmesinin tek yolunun emperyalizmin ve onun iþbirlikçilerinin iktidarýnýn yýkýlmasýyla olanaklý olduðunu söylüyor ve
bu amaçla savaþýyoruz. Savaþýmýz emperyalizmin ve oligarþinin
terörü ne kadar artarsa artsýn kurtuluþa kadar sürecektir.
Savaþýmýzýn bugünkü evresinde THKP-C/HDÖ olarak 15
Mart 1993 günü “15 Mart Harekâtý”ný gerçekleþtirmiþ bulunuyoruz. Bu harekâtta gerçekleþtirilen silahlý eylemler ekte açýklanmýþtýr.
YAÞASIN ÖNCÜ SAVAÞI
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
YAÞASIN HALK SAVAÞI
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
KURTULUÞA KADAR SAVAÞ!
THKP-C/HDÖ
11.00/15 Mart 1993
428
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
429
EK:
15 Mart 1993 günü gerçekleþtirilen “15 Mart Harekâtý”nda
emperyalistlerin ve oligarþinin rüþvet, suistimal, yolsuzluk, cinayet
ve terör politikalarýna karþý aþaðýdaki hedefler bombalanmýþtýr:
Ýstanbul’da:
***
***
***
***
***
***
Mecidiyeköy
Mecidiyeköy
Karaköy
Karaköy
Merter
Merter
: Þiþe-Cam Holding Genel Müdürlüðü
: Garanti Bankasý
: Faisal Finans
: Türk Sýnai Kalkýnma Bankasý
: Pepsi-Cola þirketi
: Akbank
Ankara’da:
*** Kýzýlay : Ýþ Bankasý Kýzýlay Þubesi
*** Kýzýlay : Akbank Kýzýlay Þubesi
Adana’da:
*** Akbank Merkez Þubesi
*** TOFAÞ Bölge Bayiliði
Zonguldak’da:
*** Ýþ Bankasý Þubesi
*** Akbank Þubesi
Bursa’da:
*** Koç Holding-KOÇTAÞ Teþhir ve Satýþ Maðzasý
*** Türk Demir-Döküm A.Þ Temsilciliði
Balýkesir’de:
*** Anafartalar Polis Karakolu
*** Ýþ Bankasý Þubesi
Manisa’da:
*** Ýmar Bankasý Þubesi
430
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
THKP-C/HDÖ
GENEL KOMÝTESݒnin
23 No’lu Bildirisi
ÝÞÇÝLER,
KÖYLÜLER,
ÝLERÝCÝ, YURTSEVER VE DEMOKRAT TÜM HALKIMIZA!
9 Mayýs 1993 Pazar günü saat 12.00’yi gösterirken Ýstanbul’un Fatih semti
silah sesleriyle yankýlandý. Silah sesleri
kesildiðinde halk ne
olduðunu öðrenmek için yavaþ yavaþ toplanmaya
baþladý. Fýsýltýyla birbirleriyle konuþuyorlardý. Kimse ne
olduðunu sormuyordu. Herkesin bildiði tek þey bir devrimcinin daha öldürüldüðüydü.
Ama kimdi bu devrimci? Son günler-
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
431
de sürekli söylendiði gibi “yargýsýz infaz” mý yapýlmýþtý? Yoksa devrimci bir savaþçýnýn oligarþinin resmi faþist güçlerine karþý söylenebilecek son sözü mü söylenmiþti: KURTULUÞA KADAR SAVAÞ!
Evet, 9 Mayýs günü henüz geldiði evin kapýsý “anti-terör timi”
adý verilen katil sürüsü tarafýndan otomatik silahlarýn atýþlarý arasýnda kýrýlýrken AÐADEDE SARIKAYA belindeki tabancasýný çekmekte
duraksamadý. Þarjörü bitirdiðinde, evden çýkartmaya hazýrlandýðý
Kalaþnikov ve Uzi’ye uzandý. Ýþte o anda faþist polis timinin hedef
gözetmeyen mermileriyle þehit düþtü.
Aðadede yoldaþ kimdi?
“Dede”, içimizden biriydi. Yolda, çarþýda, dolmuþta, otobüste vb. her yerde gördüðümüz, yanýndan geçerken günlük yaþamýn bezginliði, yorgunluðu ile þöyle bir bakýp geçtiðimiz bir insandý. Yolda çocuklarla þakalaþan, onlara gülümseyen her birimiz
gibiydi. 1977’de devrimci mücadeleye girdiðinde halkýnýn kurtuluþu için uzun, zorlu bir savaþ sürecine adým attýðýnýn bilincindeydi.
1977-79 yýllarý arasýnda Kars bölgesinde örgütsel faaliyette
bulunan “Dede”, bu dönemde faþist milis güçlere karþý örgütümüzün gerçekleþtirdiði silahlý eylemlerde yer aldý. MHP Kars Ýl Baþkanýnýn cezalandýrýlmasý eylemine katýldý.
12 Eylül askeri darbesi koþullarýnda oligarþi tarafýndan tutsak edildi. 1986 yýlýna kadar Selimiye, Metris, Saðmalcýlar ve Erzurum Askeri Cezaevlerinde yattý.
1986 yýlýnda tutsaklýðý sona erer ermez pratik örgütsel faaliyet içinde yer aldý. THKP-C/HD֒nün 1991-93 yýllarý arasýnda gerçekleþtirdiði “Mart Harekâtý” (1991); “Eylül Harekâtý” (1992); “15
Mart Harekâtý” (1993) içinde yer aldý. THKP-C/HDÖ Ýstanbul Ýl Komitesi üyesi olan “Dede” yoldaþ, bir þehir gerillasý olarak savaþýn
tüm zorluklarýna ve olanaksýzlýklarýna raðmen üstlendiði görevleri
yerine getirmede tereddüt etmedi.
Ve “Dede”yi her zaman Che’nin þu sözleriyle anýmsayacaðýz:
Ölüm,
Nereden ve nasýl gelirse gelsin
Silahlarýmýz elden ele geçecekse,
Savaþ sloganlarýmýz kulaktan kulaða yayýlacaksa,
Ve baþkalarý savaþ ve zafer naralarýyla
Ve de makineli tüfek sesleriyle
432
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
Cenazelerimize aðýt yakacaksa
Hoþ geldi, safa geldi.
Sözün özü, o, Halkýn Devrimci Öncüleri’nden biriydi.
YAÞASIN ÖNCÜ SAVAÞI
TÜRKÝYE HALK KURTULUÞ PARTÝSÝ-CEPHESÝ
YAÞASIN HALK SAVAÞI
HALKIN DEVRÝMCÝ ÖNCÜLERÝ
KURTULUÞA KADAR SAVAÞ!
THKP-C/HDÖ
10 Mayýs 1993
THKP-C/HDÖ
Zafer Bizim Olacaktýr!
[Ankara Davasý Savunmasý]
433

Benzer belgeler

roni marguiles ve bu gidis iyi degil

roni marguiles ve bu gidis iyi degil 1980 öncesinde sol içindeki silahlı çatışmalara birdenbire gelinmedi. Küçük küçük olayların birikimi sonucu gelindi. Olaylar birikir, derken bir gün birisi silahı çeker ve sonuçta herkes kaybeder. ...

Detaylı