Kudüs Gezi Notları - stuttgart din hizmetleri ataşeliği

Transkript

Kudüs Gezi Notları - stuttgart din hizmetleri ataşeliği
02.03.2016 ve 06.03.2016 TARİHLERİ ARASINDA STUTTGART DİN
HİZMETLERİ ATEŞELİĞİ TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN
KUDÜS (MESCİD-İ AKSA) GEZİ NOTLARI
ORGANİZATÖR:
NASUH AYDEMİR
GEZİ NOTLARI:
ALİ AKKAYA
REHBER
MUSTAFA KURTULUŞ / SEFİR TUR
KUDÜS GEZİSİNE KATILANLAR
Dr Bilal Doğan - Safiye Doğan
Suat Okuyan - Derya Okuyan
Yunus Yüksel -Semiha Yüksel
Nasuh Aydemir -Fatma Aydemir
Saniye Akyıldız -Ayşe Akar
Cennet Çengel - Sunay Cise
1
Nadir Baybar - Melek Baybar
Emre Saraoğlu - Derya Gülhansaraoğlu
Zekeriya Aydın - Gülsüm Aydın
Halil İbrahim Etçi - Zehra Etçi
Cumhur Akca - Vahide Akca
İbrahim Işık - Zeynep Işık
Erkan Çetinkaya - Melek Çetinkaya
Özkan Öztürk - Aynur Öztürk
Ali Singil - Güler Singil
Okbidar Erdoğan - Elmas Erdoğan
Keziban Çakır - Ahmet Çakır
Mehmet Ali Yardımcı - Derya Yardımcı
Yasin Doğru - Hava Doğru
Yasir Agâh Doğru - Ahmet Emin Doğru
Mehmet Okur - Sezgin Özkan
Mustafa Özbay - Zülküf Kocabey
Ali Akkaya - Ethem Bayraktar
Cihan Kuzu - Hasan Kalıncı
Kudüs farklı:
Dünyada Kudüs gibi çok dinli ve mabedli başka bir şehir yok
İstanbul ve Hatay sırayı almakta
Kuran'ımızda geçen kıssaların % 70'i burada geçmektedir
Dr. Bilal DOĞAN
"Biz ne harabi, ne harabatiyiz. Bizler kökü mazide olan atiyiz.”
Hüküm ve adil uygulamaları ile tarihte Halife Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubî, Kanuni Sultan
Süleyman, II. Abdulhamit ve 'one minut' söylemi ile makdisi duruşun özgüvenini tahkim eden
Recep Tayyip Erdoğan...
Kısa süreli mahzun bir Kudüs ziyaretinde yadımızda canlanan misyon ve ufuk şahsiyetler...
Şehir hâl diliyle bize bunu haykırırken, karşılaştığımız herkes kâl diliyle de bu hakikati teslim
ediyordu...
Güven Kanunî Surlarında, zaman Abdülhamit’in saatinde kaldı! Ancak, Ümitvar olunuz
saatimiz işliyor...
Suat OKUYAN
2
GEZİYE GENEL BAKIŞ
Birçok insan için en ilgi çeken gezilerin başında Kutsal Mekânları olan geziler gelmektedir.
Bu şehirlerin çoğunun bulunduğumuz yüzyıldan kopuk ve insanı zamanda yolculuğa çıkaran bir
atmosferi vardır. Üstelik çoğu “Açık Hava Müzesi” gibidir. Kudüs ise üç dine ait Kutsal Mekânları
yan yana, iç içe barındırması hasebiyle bu şehirlerin içinde en enteresan olanı…
Kudüs bu sebeple gerçekte Filistin’in, görünürde ise İsrail’in, hem en önemli turizm hem de
başkenti olduğunu iddia ettiği fakat çoğu ülke tarafından resmi olarak tanınmayan şehri…
Kudüs’e uçakla doğrudan ulaşım mümkün değil. Uçakla Tel Aviv’e gidip oradan otele
(Doğu Kudüs) otobüsle geçmek gerekiyor. Kudüs çoğu Avrupa şehrinde olduğu gibi (Biz buna
İspanya-Endülüs Gezisinde de şahit olmuştuk); "Eski Şehir ve Yeni Şehir” olarak ikiye ayrılıyor.
Eski Şehir, Osmanlı Döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan surlarla çevrili. Yeni
Şehir ise diğer Avrupa ülkelerinden farksız…
Kudüs’ün bu diğer şehirlerden en önemli farkı ise bence Eski Şehirden Yeni Şehre geçişteki
hissedilen değişikliğin başka hiçbir şehirde bu kadar kesin ve keskin olmaması… Eski Şehir,
yüzyıllar öncesinden donmuş kalmış ve zamana direnir gibi… Yeni Şehir ise tamamen günümüz
dünyasına ait.
Şehir: Yahudi, Müslüman, Hıristiyan ve Ermeni mahallesi olarak dörde bölünmüş ama
kendi kalıpları içerisine de asla hapsolmamış. Yani Müslüman Mahallesinde bir Sinangog’a,
Yahudi bölgesinde bir camiye yahut bir kiliseye ve bu iki mahallede de bir Camiye rastlamak da
mümkün… Aynı zamanda bunlar birbirine adım mesafesi olarak ta yakın ve iç içe… Bu
mahallelerden birinden bir diğerine geçişte de hiçbir engel yok. Bir mahallede yürürken kendinizi
bir anda diğer mahallede buluyorsunuz. Fakat hangi Mahallede olduğunuzu anlamak çok ta zor
değil... Her mahalle o dinin mensuplarının yaşam karakterini güçlü biçimde yansıtıyor. Müslüman
mahallesinde karşınıza sinagog ta çıksa, yanınızda omuzlarında çarmıh ile yürüyüp geçen Hıristiyan
hacılar da olsa o bölgenin Müslümanlara ait bir mahalle olduğunu anlayabilirsiniz. Adeta sınırları
belli olmayan gizemli bir şehrin içerisinde buluveriyorsunuz kendinizi…
İLGİNÇ BİR TESBİT…
KUDÜS SENDROMU HASTALIĞI
Şehre Hacı Olmak maksadıyla gelen bazı insanlarda kendini şehrin havasına çokça kaptırıp
kendini “peygamber” ya da “kutsal biri olduğunu” zannedenler oluyormuş. Dini halüsilasyonlar,
takıntılar ve aşırı dindarlığa yönelmeyle seyrediyor, şehir terk edildiğinde her şey normale
dönüyormuş. Heinz Herman tarafından adı konulan bu psikolojik rahatsızlığa “Kudüs Sendromu”
deniliyor. (NOT: You Tube’ a Kudüs Sendromu Hastalığı yazarsanız örneklerine rastlayabilirsiniz)
Üç İbrahimi Dini barındıran bu kutsal mekânlara ait tanıtıcı bilgilerle yazımıza devam edelim…
KUDÜS
Kudüs (Arapça: ‫( ا ُ س‬yardım·bilgi), el-Kuds; İbranice: ‫שׁ ַלי ִם‬
ָ ‫( י ְרוּ‬yardım·bilgi),
Yeruşaláyim) Ortadoğu'da bulunan, Dünya’nın en eski şehirlerinden biridir. Filistin ve İsrail ikisi de
Kudüs'ün kendi başkentleri olduğunu iddia etmektedirler. Akdeniz ve Ölü Deniz’in kuzey sınırı
arasında yer almaktadır. Doğu Kudüs’le birlikte düşünüldüğünde, alan ve nüfus olarak, İsrail’in
büyük şehridir. 800.000 üzerinde nüfus ve 125.1 km2 alana sahiptir.
Kudüs, üç Semavi din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam için kutsaldır. Uzun tarihi
boyunca, Kudüs, iki defa yok edildi, 23 defa işgal edildi, 52 defa saldırıya uğradı ve 44 defa ele
geçirilip tekrar kurtarıldı Şehrin en eski bölümüne, İsa’dan önce 4. milenyumda ilk yerleşim
gerçekleşti. 1538’de I. Süleyman hükümranlığı altında, şehri çevreleyen duvarlar inşa edildi. Bugün
bu duvarlar, Ermeni, Hristiyan, Yahudi ve Müslüman olmak üzere dört çeyreğe bölünmüş olan Eski
Şehri (Eski Kudüs) çevrelemektedir Eski Kudüs, 1981 yılında Dünya Mirasları arasına girdi ve
3
ayrıca şehir, Tehlike Altında Olan Dünya Mirasları arasındadır Modern Kudüs, Eski Kudüs’ün
sınırlarını aşarak çok büyümüştür. 3 semavi din içinde kutsal şehir; Kudüs... M.Ö 4000'lere
dayanan, kanlı ve isyankâr tarihi ile birçok yüze, birçok isme sahip bir şehir. Hem Musevilik, hem
Hristiyanlık, hem de Müslümanlık için ayrı ayrı önemlere sahip, bu yüzden de bir türlü
paylaşılamayan ve herkesin hükmetmeye çalıştığı bir şehir.
Kudüs'ün önemini anlamak için tarihine bakmak gerekir. Davut Peygamberin M.Ö 10. yy
‘da İsrail oğullarının 12 Kabilesini birleştirdiği ve eski Yahudi Devleti'ni kurduğu ve başkent olarak
seçtiği yer bugünkü Kudüs’tür. Musa'nın yazmalarının bulunduğu “Kutsal Sandık” şehre
getirilmiş, Süleyman tarafından, Yahudiler için büyük önem taşıyan, Süleyman Mabedi inşa edilmiş
ancak şehir Babil istilasına uğrayınca, Mabed yıkılmıştır. Şehirde yaşayan Yahudiler Babil'e
sürülmüştür. Pers Kralı'nın Babilleri yenmesi ile Yahudiler yeniden şehre dönmüş ve Mabed
yeniden inşa edilmiştir. Şehir Romalılara geçince isyanlar daha çok şiddetlenmiş, Mabed ikinci kez
yerle bir edilmiştir. Yahudilerin Diaspora hayatı, vatandan sürgün yaşam; Kutsal Mabed'in
yıkımıyla başlamıştır.
Şehir Romalılardan Bizanslılara, Bizanslılardan da Araplara geçmiştir. Haçlı Seferleri
sırasında şehirde bulunan Yahudiler ve Müslümanlar katledilmiştir. Şehir daha sonra Memluklerin
ve Osmanlıların egemenliğine girmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Yahudiler Kudüs'e
yeniden dönmeye başlamışlardır. Şehrin etrafı surlarla kuşatılmıştır. Şehir son olarak 1917 yılında
İngilizler‘ in eline geçmiştir. 1948'de İngilizler şehirden çekilirken, İsrail Devleti'nin kurulduğu
ilan edilmiştir. Arap-İsrail Savaşı sonrası Kudüs şehri İsrail Devleti'nin eline geçmiştir, İsrail
Kudüs'ü resmi başkenti ilan etse de Birleşmiş Milletler tarafından devletin resmi başkenti Tel-Aviv
olarak kabul edilir. Nitekim bütün resmi kurumlar ve önemli merkezler Tel-Aviv'de bulunmaktadır.
Her üç din için büyük önem taşıyan kutsal yapılar, şehirde iç içe bulunduğundan, bölge
bu üç din mensubu için de vazgeçilmez bir yer haline gelmiştir ve paylaşılamamaktadır.
Yahudiler için büyük önem taşıyan Kotel -Ağlama Duvarı ya da Batı Duvarı olarak anılır.
Süleyman Mabedinden geriye kalan tek parçadır. Mabed 2. kez yıkıldığında Yahudiler dünyanın
dört bir yanına dağıldığından yıkımı; sürgünü ve vatan hasretini temsil eder, bu yüzden de yeniden
inşası için uğraş vermektedirler.
Harem-i Şerif olarak adlandırılan bölge; Müslümanların kutsal saydığı alandır ve içinde
Mescid-i Aksa (El Aksa) ve Kubbet'üs Sahra kutsal yapılarını barındırır. Mescid-i Aksa Hz.
Muhammed'in miraca yükseldiği yer olarak kabul edilir ve kutsal kitap tarafından en kutsal olarak
nitelenen üç mekândan biridir ve kaynaklarda burada yapılan ibadetin diğer yerlerde yapılanlara
göre daha fazla sevap getireceği yazılıdır. Mescid-i Aksa aynı zamanda Müslümanların ilk kıblesi
olması bakımından da önemlidir. Kubbet'üs Sahra ise, Hz. Muhammed'in miraca yükseldiği Sahra
taşının üzerine yapılmış bir diğer kutsal yapıdır. Yani muallak taşıdır. Aynı taş, Hz. İbrahim'in
oğlunu kurban etmek üzereyken gökten inen koyuna hikâye konu olan taştır. Yine aynı taş; Mahşer
Günü İsrafil'in surunu üstünde üfleyeceğine inanıldığı taştır.
Kudüs Hristiyanlar için de büyük öneme sahiptir. Hristiyan inancına göre İsa'nın
doğduğu, çarmıha gerildiği, na’şının yıkandığı, arşa çıktığı ve yeniden döneceği şehirdir Kudüs.
Golgotha Taşı olarak adlandırılan; kurukafaya benzer bir kayalık üzerinde İsa'nın çarmıha gerildiği
ve tepenin altında gömülü olan Âdem’in kafatasının, İsa'nın kanı ile sulandığı anda tüm insanların
günahlarından arındığı yer, Kudüs'te bulunur. Bugün üzerinde Holy Sepulcher- Yeniden DirilişKilisesi bulunmaktadır. İsa'nın yıkanıldığına inanılan taş her daim ıslak olarak görülebilir.
Hristiyanlığın tüm mezhepleri bu kiliseye sahip olmak için mücadele etmişlerdir. Osmanlı
zamanında çözüm olarak tüm mezheplerin temsilcileri için bir taht yerleştirilmiş ve her biri kutsal
noktaya eşit uzaklıkta konumlandırılmıştır. Kilisenin anahtarı ise bir Müslüman'a verilmiştir.
Osmanlının anlaşamayan Hıristiyan mezheplerinin didişmesini önlemek için aldığı bir karar
4
neticesinde Her gün bu Müslüman aile tarafından açılır ve kapatılır. Hristiyan inanışa göre Kudüs;
tarihin başladığı ve biteceği yerdir.
Kudüs Yahudiler için vatan hasretinin bitmesi ve Mesih'in geri dönüşünü sağlamak için
yerine getirilmesi gereken üç şartı sağlamanın anahtarı, Hristiyanlar için tarihin başladığı ve
biteceği yer, Müslümanlar için ise ilk kıblenin bulunduğu, Hz. Muhammedin Mirac'a yükseldiği
3. kutsal şehirdir. Bu sebeplerle de üç din için de kutsaldır. Yine Kudüs Arapların yaşadığı Doğu
Kudüs ve İsraillilerin yaşadığı Batı Kudüs olarak ikiye ayrılır. İki bölgenin ortasında; surlarla
çevrili, üç semavi din için de kutsal sayılan Eski Kent adı verilen bölge bulunur. Kente giriş 8
kapıdan yapılmaktadır ancak Kubbet'üs Sahra'ya yakın olan kapı -Golden Gate/Altın Kapıkapalıdır, bunun nedeni; Mahşer Günü Mesih'in bu kapıdan içeri gireceği inancıdır ve o güne kadar
kapı kapalı tutulmaktadır.
Kudüs'ü gezmeye en yüksek tepesi Zeytindağı'ndan başlayabilirsiniz. Şehir manzarasını
en iyi görebileceğiniz yer Zeytindağı'dır (Olive Mountain). Altın kubbesi ile Kubbet'üs Sahra ve
16. yy ‘da Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılan şehir surları buradan tüm netliğiyle
görebilir ve şehrin büyüleyici atmosferini hissedebilirsiniz. Aynı zamanda bu bölge Hristiyanlar
için kutsaldır ve İsa'nın havarilerini toplayıp burada kehanetlerini açıkladığına inanılır. Yahudiler
için de, Tanrı'nın mahşer günü ilk bu mezarlardan diriltmeye başlayacağına inandıklarından kutsal
bir bölgedir ve bölge en önemli ve pahalı bir mezarlık olarak kullanılmaktadır.
Müslümanlar için kutsal sayılan Harem-i Şerif bölgesi en görülmesi gereken yerlerdendir.
Ancak içeri girmek için Müslüman olduğunuzu kanıtlamanız gerekiyor. Türk vatandaşları için
pasaport yeterli olsa da batılı görüntüye sahipseniz, sizden bir dua okumanız istenebilir ya da
Kur'an-ı Kerim'den bir kaç soru ile karşılaşabilirsiniz. (Biz böyle bir durum ile karşılaşmadık)
Bayanların başı açık girmesine izin yok. İçeri girmeyi başarırsanız gerçekten büyüleyici iki yapıyı
göreceksiniz. Bunlardan ilki Müslümanlar için ilk kıble olması bakımından büyük önem taşıyan
Mescid-i Aksa diğer adıyla El Aksa. Bir diğeri ise sıklıkla El Aksa ile karıştırılan Kubbet'üs Sahra
yani diğer adıyla Ömer Camii. Altın kubbesi ile göz kamaştıran Kubbet'üs Sahra, Kudüs'ün
manzarasında önemli bir yere sahip. Sahra taşının-Muallak Kayası- üstüne sonradan inşa
edildiğinden ötürü Kubbet'üs Sahra adını alan yapının içi Kütahya çinileri ve Bizans mozaikleri ile
kaplıdır. Sekizgen şeklinde yapılan Kubbet'üs Sahra 691 yılında kutsal taşı korumak amacıyla
yaptırılmıştır. Kubbet'üs Sahra'nın kıble tarafında ise Mescid-i Aksa bulunur. Müslümanların ilk
kıblesi olan ve kutsal kitaba göre üç kutsal mescidden biri kabul edilmiş, burada yapılan ibadet
diğer yerlerde yapılanlardan üstün tutulmuş ve çevresi kutsal sayılmıştır. Harem-i Şerif bu nedenle
Kudüs'ün kalbi olarak nitelenmiştir.
Hristiyanlar için kutsal sayılan; Konstantin tarafından yaptırılan Yeniden Diriliş KilisesiHoly Sepulcher-, Kıpti Kilisesi, Ermeni Kilisesi, Benediktin Papazlar Kilisesi, Saint Georges
Ortodoks Kilisesi, Apostolik Nons Sarayı, içinde her mezhepten kilise barındıran Tüm Uluslar
Kilisesi görülmesi gereken yerler arasında sayılabilir. Tüm Uluslar Kilisesi-Gethsemane- içinde
tüm dünyadan gelen Meryem mozaiklerini görebilirsiniz. Brezilya'dan gelen siyahi Meryem ve
Japonya'dan gelen çekik gözlü Meryem oldukça dikkat çekicidir. Surların içinde yer alan Azize
Meryem'in mezarı da Kudüs'te ziyaret edebileceğiniz yerlerdendir. İsa'nın kanıyla sulandığına
inanılan Golgotha Taşı'nı görebilirsiniz. Bugün üzerinde Holy Sepulcher Kilisesi bulunmaktadır. St.
Mary Magdelena Kilisesi büyüleyici görüntüsüyle Kudüs gezisi içinde görülmesi gereken
yerlerdendir. İsa'nın doğduğu, öldüğü ve yeniden dirileceği şehir olan Kudüs Hristiyanlar için farklı
bir anlama sahiptir.
Yahudiler tarafından Kotel olarak adlandırılan Ağlama Duvarı ve ya Batı Duvarı olarak
da bilinen duvar Kudüs'te görülmesi gereken bir başka kutsal mekândır. Duvarı görmeye her
dinden, her mezhepten ziyaretçiler gelmekte ve çeşitli dilekler dilemektedirler. İbadet için gelen
5
Ziyaretçiler; küçük kâğıtlara yazdıkları dileklerini duvara iliştirirler ve Baş Haham bu dilekleri alıp
Zeytindağına gömer. İnanışa göre buradaki dilekler Tanrı tarafından okunmakta ve
gerçekleştirilmektedir. Ağlama duvarında haremlik–selamlık uygulanmaktadır. Yahudi inancına
göre Kotel; Süleyman Mabedi'nden geriye kalan tek parçadır ve bu yüzden çok kutsaldır. Her
daim burada kutsal kitaptan dualar okuyan ve ibadet eden Yahudiler olduğundan hassasiyet
gösterilmesi gereken bir yerdir. Özellikle Şabat/Sebt günü -Cuma gün batımından Cumartesi
akşam 3 küçük yıldızın belirmesine kadar süren zaman- dindar Yahudilerin ilahiler okuduğu ve
ibadet ettiği gündür, bugünlerde fotoğraf çekmemenizde yarar vardır. Zira dindarlar o gün
elektronik alet kullanımına karşıdırlar. Belli bölümler sadece erkeklere açıktır.
Şehir yasaları gereği, tarihi atmosfer korunmuş ve şehirdeki tüm yapılar Kudüs taşı adı
verilen beyaz taştan inşa edilmiştir. Kudüs tüm tehlikelerine ve gergin atmosferine rağmen
büyüleyici bir güzelliğe sahip, inancınız her ne olursa olsun etkilenmenizin kaçınılmaz olduğu bir
şehirdir. Ancak Filistin özerk bölgesine geçişte ve dönüşte ciddi zorluklarla karşılaşmaktasınız. İki
bölgeyi ayıran devasa duvarda, kontrol noktaları bulunmakta ve Yahudi değilseniz problemlerle
karşılaşmaktasınız. Aynı zorlukları ülkeyi terkelerken de yaşayacağınızı hatırlatmakta fayda var.
Bu yüzden sorguya çekilebileceğinizi hatırlatarak, sakin ve sabırlı olmanızı tavsiye ediyoruz.
FİLİSTİN
Filistin: (Arapça:
, İbranice: ‫פלשתינה‬, Yunanca: Παλαιστίνη), kelimeleriyle ifade
edilir. Doğu Akdeniz'de ve Orta Doğu'da, İsrail topraklarının tamamı ile Gazze Şeridi ve Batı
Şeria gibi Filistinlilerin kontrolündeki toprakları kapsayan coğrafi bölge. Bölgenin sınırları oldukça
tartışmalıdır ve bazı kaynaklar Ürdün'ü de dâhil ederler. Filistin (bazı kaynaklarda bir kısmı), Kutsal
Topraklar olarak bilinir ve Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için kutsaldır. 20. yüzyıldan
beri bölgede Arap ve Yahudi milli unsurlarının mücadelesi devam etmekte, zaman zaman uzun
süreli
şiddete
ve
hatta
savaşa
dönüşmektedir.
Filistin
kelimesinin
kökeni Yunanca Philistia sözcüğüdür
ve Filistinlerin
yurdu anlamına
gelir Antik
Filistinliler (İng: Philistine) MÖ 12. yüzyılda güney sahilinde, Tel Aviv-Yafa ve Gazze arasındaki
küçük bir bölgeyi ele geçirmişler ve ilk kez Antik Yunan yazarlar bu bölge için Philistia ismini
kullanmışlardır. Filistin adı, 2. yüzyılda Romalılar tarafından Suriye Eyaleti'nin güneyini tarif
etmek
amacıyla Suriye
Filistini şeklinde
kullanılmış
ve
yeniden
canlandırılmıştır. Buradan Arapçaya girmiş, en az İslam tarihinin başından beri kullanılagelmiştir.
Roma İmparatorluğu'ndan sonra Filistin adının resmi olarak kullanımı, Osmanlı
İmparatorluğu yıkılıp bölge İngiliz mandası oluncaya kadar ortadan kalktı. İngiliz mandası olan
Filistin, hemen hemen tüm modern İsrail'i, Batı Şeria'yı ve günümüz Ürdün'ü olan Şeria Nehri'nin
doğusunu kaplıyordu. Birleşik Krallık daha sonra Şeria Nehri doğusundaki toprakları ayrı bir idari
yönetim altına aldı. Bu yazıda Antik Filistinlilerin bölgeye yerleştiği MÖ 12. yüzyıldan önceki
halklar da tanımlama kolaylığı açısından zaman zaman Filistin halkı olarak adlandırılmıştır. Bu
durum bir etnik köken belirtmemektedir. Bu bölgeye, özellikle Kudüs'ü geri almak için 8 tane
Haçlı Seferi yapılmıştır. I. Haçlı Seferi'nde kurulan Kudüs Krallığı Memlük Devleti tarafından
1299 yılında yıkılmıştır.
OSMANLI HÂKİMİYETİ
Filistin bölgesi, Haçlı Seferlerinin ardından iki asır boyunca Memlük hâkimiyetinde
kaldı. Yavuz Sultan Selim döneminde, Mercidabık Savaşı’ndaki Osmanlı galibiyeti sonucu 24
Ağustos 1516'da bir kısmı Osmanlı topraklarına katıldı. Bölgenin tamamı ise Kanuni Sultan
Süleyman zamanında Osmanlı hâkimiyetine geçti. Kanuni döneminde İbrahimi dinlerce önemli
olan "Harem-i Şerif" kısmının bakımı yapılarak etrafındaki duvarlar yeniden inşa edildi. Osmanlı
6
Devleti, Filistin’i Suriye sınırları içinde Şam’a bağlı Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed olmak üzere
dört sancağa ayırdı. Daha sonra bu sancaklar Kudüs’e bağlı birer eyalet oldu. Filistin Emiri Cezzar
Ahmet
Paşa döneminde
Mısır’ı
ele
geçiren Fransız İmparatoru Napolyon
Bonapart,
Filistin’in Yafa şehrini aldı. Cezzar Ahmet Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu 1798'de Akka
Kalesi civarında Napolyon’u geri çekilmek zorunda bıraktı.
Osmanlının gerileme döneminde, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa,
Filistin’in tamamını ele geçirdi. Filistin 1840 yılına kadar Mısır’ın yönetimi altında kaldı. Ancak
daha sonra tekrar Osmanlı idaresine geçti. 1877 tarihinde Kudüs Osmanlı merkezine bağlı
bir Mutasarrıflık oldu. Bir yıl sonra ise Nablus ve Akka Kudüs Mutasarrıflığı'na bağlandı. Böylece
Filistin’in kuzeyi Beyrut Valiliği'ne, güneyi ise Kudüs Mutasarrıflığı idaresine bırakıldı. I. Dünya
Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu Filistin’deki 402 yıllık hâkimiyetini
kaybederken çok değer verdiği Kudüs'e zarar gelmemesi için şehri askeri bakımdan boşaltarak
tarihe ve kültüre olan saygısını göz önüne alarak şehir dışında savunma yaptı.
İSRAİL
İsrail (İbranice: ‫ש ָראֵל‬
ְ ִ ‫י‬, Yişra'el; Arapça: % &‫إ)(ا‬, İsrā'īl) ya da resmî adıyla İsrail
Devleti (İbranice: ‫( מדינת ישראל‬yardım·bilgi), Medīnat Yişra'el; Arapça: % &‫ إ)(ا‬./‫دو‬, Dawlat
İsrā'īl), Orta Doğu'da, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği yerde bulunan bir ülke. Coğrafi
olarak, Asya kıtasında bulunur. Batısında Akdeniz, kuzeyinde Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün,
güneyinde ise Mısır, Filistin ve Kızıldeniz ile çevrilidir. Başkenti Knesset (İsrail Meclisi) kararına
göre Kudüs'tür. Ancak bu durum Birleşmiş Milletler tarafından tanınmamaktadır. İsrail'deki
büyükelçilik ve konsoloslukların büyük çoğunluğu, ülkenin finans merkezi olan Tel
Aviv'dedir. İsrail, nüfusunun çoğunluğu Yahudi olan tek devlettir. Uzun ve dar bir şekle sahip olan
İsrail coğrafyası, 470 km uzunluğunda olup, en geniş bölgesi yaklaşık 135 km'dir. Sınırları ve
ateşkes hatları içerisinde kalan toplam yüzölçümü 27.817 km²'dir. İsrail, yaklaşık 8.081.000'lik
nüfusuyla, çeşitli din, kültür ve sosyal geleneklere sahip insanları bir araya getirmiştir. Para
birimi Yeni İsrail Şekeli'dir. İsrail dünyadaki en büyük 43. ekonomiye sahiptir Aynı
zamanda İnsani Gelişme Endeksi'nde Orta Doğu'da ilk sırada yer alır. Asya'da ise beşinci
sıradadır. Basın Özgürlüğü Endeksi'nde İsrail 86. sıradadır.
Tevrat'a göre; Yakup ailesi ile göç ederken, Tanrı'nın bir meleği insan kılığında Yakup'a
görünür. Ailesini nehrin karşısına taşıdıktan sonra Yakup, melek ile gün ağarıncaya kadar güreşir.
Melek, Yakup'u yenemeyeceğini anlayınca ona, 'Beni bırak, gün ağarıyor' der. Fakat Yakup, "Beni
kutsamadıkça seni bırakmam" der. Yakup mücadele eder ve nihayetinde Tanrı'nın meleğini yener.
O da Yakup'u Tanrı'yla mücadele eden ve yenen anlamına gelen İsrail adıyla kutsar. Böylece Tanrı
tarafından Yakup'un adı İsrail olarak değiştirilmiş olur. Bu nedenle Yakup'un soyundan gelenlere
İsrailoğulları denir. Bu olaydan sonra Yakup, Mısır'a göçtüğünde sülalesi İsrailliler olarak anılır.
Yahudiler 19. yüzyılın ikinci yarısında devlet kurma çalışmalarına başladılar. Arz-ı
mev’ut (vad edilmiş topraklar) üzerine devlet kurma çalışmaları ilk önce İngiltere’de görülür.
1848’de İngiliz hükumeti bir genelgeyle Filistin’deki konsoloslarını, Yahudilerin himayesine verdi.
1870’te Yahudi faaliyetlerinin merkezi İngiltere’den Rusya’ya geçti. Siyonist hareketlerin başına
geçen Theodor Herzl, Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması için birçok çalışmalarda
bulundu. Herzl, İngiltere gibi güçlü bir devleti arkasına alarak, gayesine ulaşma çabasındaydı. Herzl
bu kapsamda II. Abdülhamit ile iki kere görüşmüş (İlki 17 Mayıs 1901 ikincisi 4 Temmuz 1902 de
olmak üzere) her ikisinde de bir netice alamamıştır. Siyonistler, devlet olabilmeleri için bir tarım
7
sınıfına ihtiyaçları olduğunu fark ettiler, bununla birlikte Avrupa Yahudilerinin neredeyse tamamı
ticaretle uğraşıyordu, Rusya'da ise tarımla uğraşan Yahudiler mevcuttu. Bu dönemde Rusya'da
Yahudilere karşı -özellikle çiftçi Yahudileri içeren- pogromlar ismiyle bilinen bir dizi katliam
yaşandı. Katliamlara maruz çiftçi Yahudilere, Siyonistler tarafından ülkeyi terk edip Filistin'e
yerleşmeleri teklifi yapıldı. 1870 yılından itibaren çiftçi Yahudiler Filistin toprakları üzerinde
tarımsal yerleşme merkezleri kurmaya başladılar. Bununla birlikte, Rusya'yı terk eden Yahudilerin
birçoğu Avrupa'ya göçtü. 1870-96 yılları arasında Eretz Israel'de on yedi tarım kolonisi kuruldu.
I. Dünya Savaşı sonunda 2 Kasım 1917’de İngiltere dışişleri bakanı Arthur Balfour'un
girişimiyle Balfour Deklarasyonu süreci başlatıldı. Milletler Cemiyeti 1920 yılında, Filistin
üzerinde İngiliz mandasını tanıdı. Bundan sonra kurulan bir Yahudi bürosu İngiltere nezdinde
Yahudi haklarını temsil etmeye başladı. Bundan sonraki yıllarda Siyonistler dünyanın çeşitli
yerlerine dağılmış bulunan Yahudi topluluklarını -devlet kurabilmek için etkili bir nüfus oluşturmak
gayesiyle- Filistin'e göçmeleri için ikna etme çabalarına girişti. Almanya’sının 1930'lardan
1940'ların ortalarına kadar Yahudilere soykırım uygulamaya başlamasıyla Filistin’e büyük bir
Yahudi göçü başladı. Filistin’deki Araplar bu göçe karşı koyduklarından İngiltere, Yahudi
göçlerinin durdurulmasına karar verdi. Bunun üzerine Sion’a bağlı Askeri Yahudi Teşkilatı Hagana,
Filistin’e göç konusunda İngiltere'nin aldığı bu kısıtlayıcı kararı protesto amacıyla silahlı terör
eylemlerine girişti. Filistin yönetimi Nazi liderliği görüşmeler yaptı ve Kudüs müftüsü Almanya'ya
birçok ziyarette bulundu.
Birleşmiş Milletler Paylaşım Planı (1947)
İsrail'in genişlemesi (1940-2000)
Ancak Filistin’e de gizli Yahudi göçleri düzenlenmeye devam edildi. II. Dünya
Harbi'nin müttefiklerin galibiyetiyle bitmesinden sonra, Filistin meselesi son safhasına ulaştı.
İngiltere daha sonra Amerika’nın yardımını sağladıktan sonra, Filistin meselesini Milletlere
götürüp, meselenin çözülmesini istedi. BM, Kasım1947'de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak
üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. Yahudiler bu kararı kabul ederken Araplar
8
reddetti. Kudüs şehrine ise BM denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı. Bu çözüm
Arapları tatmin etmedi. İsrail-Filistin Savaşı başladı. 14 Mayıs 1948'de BM paylaşım planı
uyarınca David Ben-Gurion tarafından İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edildi.
24 saat sonra, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları saldırıya geçerek İsrail topraklarına
girdiler. 1949 yılının ilk aylarında BM nezdinde İsrail ile onunla savaşan Arap ülkelerinin her biri
(o dönemden beri İsrail’le müzakere masasına oturmayı reddeden Irak hariç) arasında doğrudan
müzakereler düzenlendi ve bunların sonucunda bir ateşkes anlaşması imzalandı. Anlaşma uyarınca
sahil şeridi, Celile ve tüm Necef İsrail’e, Yehuda ve Samiriye (Batı Şeria) Ürdün’e, Gazze Mısır
yönetimine ve Kudüs'ün ise Eski Şehir'in de dâhil olduğu doğu kısmı Ürdün’e, batısı da İsrail’e
bırakıldı. İsrail'in Filistinliler ile olan gerginliği ise sürmektedir.
Günümüzdeki durum
İsrail şu an itibariyle, Orta Doğu’da Doğu Akdeniz kıyısındadır. Batısında Akdeniz,
kuzeyinde Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün, güneybatısında Sina Yarımadası ve Gazze vardır.
Ülkenin güney bölgesi, Necef Çölü'nden meydana gelir. Kuzeydoğu kesimi ise Şeria Hendeğine
açılır. Güneydoğuda dik yükseltiler vardır. Lut Gölü bu bölgededir. Akdeniz kıyı bölgesinin kuzey
bölümü Yafa’dan Karmel Dağına kadar uzanarak, Şaran Ovası adını alır. Karmel Dağı'nın
doğusunda Kişon Irmağı vadisi boyunca uzanan Esdradelon Ovası yer alır. Ova, Taberiye Gölü'ne
kadar uzanır. Ürdün Nehri buradan geçerek deniz yüzeyinden 394 m aşağıdaki Lut Gölüne dökülür.
Lut Gölü'nün sadece güneybatı sahili İsrail’indir. İsrail’in doğu bölgeleri dağlıktır. Buralar Şamiriye
ve Yahudiye tepelerinden Necef Dağı'na kadar uzanır. İsrail’in en yüksek noktası 1208 m’lik Nyron
Dağı, Taberiye Gölü'nün kuzeybatısındadır. Golan Tepeleri de kuzeydoğudadır. Şamiriye ve
Yahudiye tepeleri üzerinde Kudüs’ün bulunduğu yaylanın bir kısmı yer alır. İsrail Akdeniz
iklimi etkisi altındadır. Yazları kurak ve sıcak geçer. Yağmur ancak aralık, ocak ve şubat aylarında
yağar. Yıllık ortalama yağış miktarı 1000 mm civarındadır. Yıllık sıcaklık ortalaması yazın 2432 °C arasında, kışın ise 7 ile 16 °C arasındadır. Bu ortalama Necef Çölü'nde 38 °C’yi aşar.
9
Ülke topraklarının yarıdan fazlasını meydana getiren Necef Çölü, çorak volkanik
engebelerle sınırlanmış, geniş bir bozkır ovasıdır. Batı kesiminde kuru yaylalar bulunur. Galilea ve
Carmel’in yüksek tepeleri Halep çamları ve meşe ağaçları ile kaplıdır. En tipik bitki örtüsü Akdeniz
makileridir. Akdeniz kıyı bölgesi verimli ve yeşilliktir. İsrail’de hızlı bir ağaçlandırma çalışmaları
yapılmaktadır. Yabani hayvanlarının soyu gittikçe azalmıştır. Çok çeşitli kuş türleri vardır. İsrail’in
en verimli ve değerli maden yatakları, Lut Gölü bölgesinde bulunan potasyum, sodyum,
magnezyum ve tuz kaynaklarıdır. Bakır, kaya fosfatları, manganez, cam toprağı, kaolin, demir
cevheri, petrol ve tabii gaz Necef’te bulunur. İsrail yaklaşık 32 yıldır koalisyon ile yönetilmektedir
İsrail Devleti'nin bayrağı Musevi dua şalı tallitin deseninden esinlenilmiştir ve rengi
Davud'un Kalkanı'nın (Magen David) rengi olduğuna inanılan mavidir. İsrail Devleti'nin resmi
amblemi Yedi Kollu Şamdan'dır (Menora), bu şamdanın şeklini eski çağlardan beri var olduğu
bilinen moriah isimli yedi dallı bitkiden aldığı söylenir. İki yanındaki zeytin dalları İsrail'in barış
arayışlarını simgeler. Menora'nın kökeni ve anlamı ile ilgili birçok iddia ortaya atılmıştır.
ASKERİ GÜCÜ
İsrail, sadece Umman ve Suudi Arabistan’ın gerisinde olmak üzere GSYİH'sine oranla
en yüksek savunma bütçesine sahip ülkedir. İsrail Savunma Kuvvetleri, İsrail özel kuvvetlerinin tek
askeri kanadıdır ve Genelkurmay Başkanı kabinenin alt-yönetimi ile "Ramatkai"nin başıdır. İSK,
kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşur. 1948 Arap-İsrail Savaşında ülkenin kurulmasından önce
-Haganah önderliğinde- paramiliter grupların birleştirilmesi ile kuruldu. İSK ayrıca Mossad ve
Shabak ile çalışan Askeri Haber alma Yönetiminin (Aman) kaynaklarından yararlanır. Kısa
tarihinde, birçok büyük savaş ve sınır çatışmaları olan İsrail Silahlı Kuvvetleri dünyanın en
deneyimli ordusu olmuştur.
Çoğu İsrailli orduya 18 yaşında katılır. Erkekler 3 yıl ve kadınlar 2 ila 3 yıl hizmet eder.
Zorunlu hizmetten sonra, İsrail erkekleri yedek kuvvetlere katılır ve genellikle kırklı yaşlarına dek
senede bir kaç hafta görev yaparlar. Çoğu kadın ise yedek görevden muaftır. İsrail’in Arap
vatandaşları (Dürziler dışında) ve tam zamanlı dini eğitim alanlar da askeri hizmetten muaftırlar;
Yeshiva öğrencilerinin bu muafiyeti yıllarca tartışma konusu olmasına rağmen çeşitli nedenlerle
askeri hizmetten muaf olmak isteyenler için hastane, okul ve sosyal yardımlaşma hizmetlerini
içeren Sherut Leumi veya ulusal servis bir alternatif oluşturur. Zorunlu askerlik programının bir
sonucu olarak, İSK yaklaşık 176.500 aktif asker ve ek olarak 445.000 yedek ile hizmet verir.
Ulusal ordu, ağırlıklı olarak ülke içinde dizayn edilip üretildiği kadar ithal de edilen
yüksek teknolojili silahlara dayanır. 1967'den beri özellikle Birleşik Devletler kayda değer miktarda
askeri yardım yapmıştır; 2013-2018 yılları arasında yıllık 3,15 milyar Dolarlık yardım yapması
beklenmektedir. Arrow (Ok) füzeleri dünyanın az sayıdaki operasyonel anti-balistik füze
sistemlerinden biridir. İsrail'in Iron Dome (Demir Çatı) anti-füze hava savunma sistemi, Gazze
Şeridindeki Filistinli militerlerin ateşlediği binlerce Kassam, 122 mm Grad ve Fajr-5 ile ağır roket
saldırıları karşısında dünya çapında takdir topladı. Merkava tankları 1979'dan beri hizmettedir.
Mk 4 Merkava aktif koruma sistemi ile donatılmıştır.
10
Yom Kippur Savaşından itibaren İsrail, Casus uydu iletişim ağı geliştirdi. Ofeq
programının sonucunda İsrail bu tür uyduları yerleştirebilen dünyanın yedi ülkesinden biri
oldu. Kuruluşundan beri İsrail GSYİH'nin önemli miktarını savunmaya harcadı. Örnek olarak
1984'de bu miktar GSYİH'nin %24'ydü. 2006'da ise %7,3'e düştü. İsrail'in geniş ölçüde kimyasal ve
biyolojik kitle imha silahlarına sahip olduğuna inanıldığı gibi nükleer silahlara sahip olduğuna da
inanılır. İsrail, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'nı imzalamamıştır ve
nükleer silah kapasitesi hakkında kasıtlı belirsizlik politikasını sürdürmektedir İsrail Irak'ın Scud
füzeleri ile saldırıya uğradığı 1991'deki Körfez savaşı sonrası, Merkhav Mugan olarak
isimlendirilen kimyasal ve biyolojik maddeleri geçirmeyen takviye güvenlik odalarını İsrail’deki
tüm evler için zorunlu kılmıştır. İsrail sürekli olarak çok düşük not aldığı Küresel Barış
Endeksi sıralamasında, 2011 verilerine göre 153 ülke içinde 145inci sıradadır. İsrail dünyanın en
büyük silah ihracatçılarından biridir, 2007'de 4. en büyük silah ihracatçısı olmuştur. NOT: İsrailin
ihraç ettiği silahların büyük çoğunluğu güvenlik nedenleri ile rapor edilmez.
İsrail ekonomisi, yüksek teknolojik araç gereç üretimi, tarım, sanayi, elmas işlemeciliği
ve turizme dayalıdır. Kibbutz adı verilen kommünal tarım çiftlikleri gıda üretiminin tamamına
yakınını gerçekleştirerek ülkenin gıda da kendi kendine yetmesini sağlar. Teknoloji alanında İsrail
ekonomisi dünyanın en hızlı gelişen ülkesidir. Intel, IBM, Motorola, Google gibi firmaların İsrail'de
Ar-Ge merkezleri bulunur, bunun nedeni silikon üretimi için ülkenin elverişli olması ve en önemlisi
kişi başına düşen bilgi teknolojilerinde çalışan sayısının çok yüksek olmasıdır. NASDAQ
endeksinde İsrail Firmaları en çok işlem görenler sıralamasında ABD ve Kanada'dan sonra üçüncü
sırada gelir. İsrail çeşitli güvenlik sorunlarına rağmen sürekli kaliteli insan gücü yetiştirmeye önem
vererek ekonomisinin büyümesini sağlamıştır.
İsrail tarımının temel birimini kibbutzlar teşkil eder. Kibbutz, bir kolektif üretim
teşkilatıdır. Necef Çölü uzun çalışmalardan sonra ekilebilir duruma getirilmiş ve tarımsal üretim
artmıştır. Kibbutz, kolektif çiftlikleri biçiminde teşkilatlanmış olmasına rağmen kooperatif şeklinde
birimler de vardır. Bu birimlere moşavim denir. Tarım bu teşkilatlar tarafından yapılır. İsrail toplam
işgücünün % 6,5’u tarım sektöründe çalışmaktadır. İsrail’de sulama şebekesi çok gelişmiştir.
400.000 hektardan büyük bir alan sulanabilmektedir. Ana tarım bölgesi Eşdraelon’dur. Sahil ovaları
da vadiler kadar verimlidir. Tarım ürünleri; tahıllar, turunçgiller, şekerpancarı, üzüm ve vişnedir.
İsrail’de sanayi hızla gelişmektedir. Yükseliş 1958-1965 yılları arasında gerçekleşmiştir.
Bu dönemde ülke sanayisi % 142 oranında artış göstermiştir. Potasyum ve bakır başlıcalarıdır.
Toplam işgücünün % 33,4’ü sanayi alanında çalışmaktadır. Sanayi bölgeleri Tel Aviv ve Hayfa’da
toplanmıştır. Başlıca sanayi; ilaç, optik, elektrik malzemesi, elmas işletmeciliği, silah sanayisidir.
İsrail'de inanç turizmi yaygındır. Her yıl İsrail pek çok Müslüman, Hristiyan ve Yahudi
tarafından ziyaret edilir. Ülkede Mescid-i Aksa, Ağlama Duvarı gibi dini yapıların bulunması inanç
turizmini geliştirir. İsrail'de sadece inanç turizmi yoktur. Ülkede arkeolojik yapıların korunması ve
sergilenmesi turist sayısını artırır. Ülkenin ılıman iklimi ve plajları turizm için elverişlidir. İsrail'de
İbranice ve Arapça olmak üzere iki resmî dil vardır. İbranice devlette en çok konuşulan ve
kullanılan dildir Arapça ise İsrail'de sadece Arap azınlıklar tarafından kullanılır. İsrail'de İngilizce
resmî dil değildir fakat tabelalarda İngilizce yer alır. Aynı zamanda okullarda İngilizce eğitimi
verilir. Ne gariptir ki, İsrail devletinin resmi dini yoktur ancak devletin tanımında "Yahudi ve
demokratik" yer alır. Bu durum Yahudilik inancı ile güçlü bir bağlantı oluşturur, aynı zamanda
11
devlet hukuku ile dini hukuk arasında bir çatışma yaratır. Siyasi partiler, büyük ölçüde İngiliz
Mandası döneminde var olduğu gibi din ve devlet arasındaki dengeyi korur. İsrail topraklarında
Musevi inancı hâkimdir. İsrail'de Yahudiler en büyük nüfusu oluştururlar. Yahudilerin kendi
aralarında mezhepsel farklılıkları olabilir. Bazı İsrailliler dinlerine çok bağlıyken bazıları biraz daha
modern olabiliyorlar. İsrail'de yapılan bir sosyal ankette "İnancınızı nasıl tanımlarsınız?" sorusu
yöneltilen Yahudilerin %55'i geleneksel, %20'si laik, %17'si Siyonist, %8'i Haredi Yahudisi olarak
tanımlarken %5'İ kendilerini Ortodoks-radikal Yahudi olarak tanımlar.
Maalesef işgaller ve haksız ilhaklar neticesinde Müslümanlar İsrail'in en büyük dini
azınlığını oluşturmaktadır. Nüfusun %2'si ise Hristiyan'dır Bu Hristiyan nüfusun çoğunluğu yurt
dışından gelen göçmenlerdir İsrail'de Budizm ve Hinduizm inancına mensup insanlarda
vardır Fakat bu inanca mensup insanlar yasa dışı göçle ülkeye geldikleri için İsrail'deki Budist ve
Hindu nüfus tam olarak bilinmemektedir Kudüs, Müslümanlar ve Hristiyanlar için büyük önem
taşır. Batı Duvarı, Tapınak Dağı, Mescid-i Aksa ve Kutsal Mezar Kilisesi Müslüman ve Hristiyanlar
için önemlidir.
İsrail'de eğitim hayatı 15 yıldır. Birleşmiş Milletlere göre halkın %97'si okuryazardır
1953'ten beri okullar devlet tarafından 5'e ayrılmıştır. Bunlar; normal okullar, dini okullar, Ortodoks
okullar, kamu okulları ve Arap okulları. İsrail halkının büyük çoğunluğu normal okullarda eğitim
görmektedir. İsrail'de yaşayan Araplar ise Arap okullarına giderler bundaki en büyük etken sadece
İslam dini ve Arapça eğitiminin Arap okullarında verilmesidir. İsrail'de öğrenciler 3 yaşında okula
başlar ve 18 yaşında öğrenim hayatını bitirirler. Üniversitelere ise sınavla girilir. Times, Higher
Education Jerusalem ve Tel Aviv Üniversitesi dünyanın en iyi 100 üniversitesi listesine eklenmiştir.
KUDÜS NEDEN PAYLAŞILAMIYOR?
Kudüs’ün paylaşılamamasının temelinde, yerleşim bölgelerinin yani Müslüman, Hristiyan
ve Musevi mahalleleri ile kutsal mekânların birbirlerinden net çizgilerle ayrılamıyor olması yatıyor.
Ayrıca bir dinin kutsal mekânları, diğer iki din için de kutsal sayılıyor. Mescid-i Aksa Camii,
Müslümanların olduğu kadar Museviler için de kutsal bir mekânda bulunuyor. Hıristiyanlar için
kutsal olan Kutsal Mezar Kilisesi, iki camiinin ortasında yer alıyor. Ağlama Duvarı, Hz.
Peygamber’in Mirac gecesinde Burak adlı atını bıraktığı yer olarak biliniyor.
Bugün şehirdeki dört mahalleli bölünme (Müslüman, Hıristiyan, Ermeni ve Yahudi
mahalleleri) temelde bu kutsal mekânların etrafında örgütleniyor. Ağlama Duvarı’nın Mescid-i
Aksa’nın batı duvarında olması ve Kamame Kilisesi’ne giden Hıristiyan Haç Rotası (Via
Dolorosa)’nın yine Mescid-i Aksa’nın kuzey sınırından geçmesi, mahallelerin neden iç içe
olduklarını ve paylaşım meselesinin Mescid-i Aksa’yı üzerinde taşıyan Harem-i Şerif (Mabed
Tepesi)’te kilitlendiğini daha iyi anlatıyor. Bu nedenle Yahudiler Harem-i Şerif’ten bahsederken
Kudüs’ün Kalbinin Kalbi anlamına gelen “Lev libo sel Yeruşalim” diyorlar.
Hadisi şerifte zikredilen 3 mescidin bulunduğu şehirlerin içinde mescitleri de içine alan
HAREM BÖLGESİ vardır, bu bölgeler mukaddestir. Hatta Mekke-I Mükerreme ve Medine-I
Münevvere de bu bölgeler hudut olarak belirlenmiş öğleki Ayrı bir belediyelik statüsünde Belediye
başkanları ve bütçeleri vardır. İlk Kıblemiz Kudüs’te surlar ve kapılarla çevrili Harem alanında 4
tane mescit bulunmaktadır;
1.)Mescidi Aksa
2.) Kubbetüssahra (Hz.Ömer Mescidide denir lakin 2.Hz.Ömer Mescidi Hz. Ömer efendimizin
namaz kıldığı farklı bir yer de vardır) 3.)
Burak Mescidi ve 4.) Mervan Mescidi
12
GEZİDE 1.GÜN - 03.02.2016 PERŞEMBE
HALİL KENTİ
Rehberimiz Mustafa Kurtuluş Bey (Sefir Tur) Perşembe akşamından bize sabahleyin
oteldeki oda telefonlarımızın saat 04.00’da çaldırılacağını ve 04.15’te de otelin lobisinde
toplanmamız gerektiğini söylüyordu. Firesiz bir şekilde rehberimizin istediği saatte kaldığımız
otelin (National Hotel, Jerusalem, Israel) lobisinde toplandık. Otelimiz Kudüs’ün en işlek alışveriş
bölgelerinden birinde yer alıyor ve Kudüs’ün Eski Şehrine açılan Herod Kapısına arabayla beş
dakikalık mesafede bulunuyordu. Otel İsa’nın mezarı olduğuna inanılan Bahçe Türbesi’ne
yürüyerek beş dakikalık bir mesafe idi. Tel Aviv Ben Gurion Havaalanından otelimize bizi
götürecek olan otobüs ile 40 dk da ulaşmıştık. Evet, saatlerimiz 04.15’i gösteriyordu ve biz
kahvaltıdan önce (Akdeniz Mutfağının zenginliğinde sunuluyordu burada kahvaltılarımız ve
yemeklerimiz.) Mescid-i Aksa’ya gidip sabah namazlarımızı eda etmenin mutluluğu ile Mescid-i
Aksa’yı ilk defa görmenin heyecanını bir arada yaşayacaktık.
Avrupa’dan ve Almanya’dan Stuttgart Din Hizmetleri Ataşeliği nezdinde yapılan bu
Kudüs ziyareti ile “İlk Ziyaret Edenler” hitabına muhatap olmamız bizi ayrıca “Manevi
Atmosfere” motive ederken, gezinin başlangıcındaki gerginliğimizden de hiçbir eser bırakmamıştı.
Adımlarımız Mescid-i Aksa’ya doğru ilerlerken “Eski Şehir” adeta tüm sıcaklığı ile bizi kendine
doğru çekiyor ve “Tevhid İnancının sevdalıları, Yedi Kıtaya Adaleti ve Hoşgörüsü ile nam salmış
ecdad torunları ve hala atının nal seslerinin hissedildiği Selahaddin Eyyübi’nin yarenleri; Hoş
geldiniz!” diye kulağımıza fısıldıyordu. Üç İbrahimi Dinin dar sokaklarından Mescid-i Aksa’ya
doğru ilerlerken rehberimiz bize geldiğimiz bir yol ayrımının Hıristiyanların Hac yolculuğunun
yapıldığı mekânlar olarak anlatıyordu.
-
Mescid-i Aksaya doğru rehberimizle beraber ilerlerken adeta ikinci rehberimiz de müezzinin o
Medine edası ile okuduğu “Ezan Sesi” idi. Ve ayaklarımız Harem-i Şerifte idi artık! Aman
Allah’ım! Kubbetüs Sahra idi ilk selamımızı alan. Yol arkadaşım (Mustafa Özbay Hocam):
Bu bir rüya olmalı Ali Hocam, yoksa bir hayal mi? Beni omuzlarımdan kavra, şöyle bir titret te
beni, kendime geleyim diyordu… Kıyamazdım hocama ve son veremezdim rüyasına…
Kubbetüs Sahranın hemen önündeki Kubbetüs Silsile’den birkaç adım daha ilerledikten
sonra sola dönüyor Kubbetüs Sahra’yı arkamıza alıyorduk ve artık tüm mütevazılığı ile Mescid-i
Aksa tam karşımızda idi. Adımlarımız, kalbimiz ve tüm benliğimiz Mescid-i Aksay’a doğru akıyor,
Mescid-i Aksa’da bize… Bu Kâbe’deki ve Mescid’i Nebevideki kıldığımız namazlarımızdan sonra
yeryüzünde kılmış olduğumuz en değerli namazlarımızdandı şüphesiz. Rehberimiz namazdan sonra
Mescid-i Aksa’nın içinde bulunan ve üzerinde üç dilde (Arapça, Türkçe, İngilizce) bir Hadis-i
Şerifin bulunduğu kürsü önünde Mescid-i Aksa hakkında bir ön bilgilendirmede bulunmuştu.
MESCİD-İ AKSA
Mescid-i Aksa; Müslümanlarca kutsal kabul edilen mekânlardan üçüncüsü ve ilk
kıblesidir. Kudüs'ün doğusundaki Eski Şehir bölgesinde Mescid-i Aksa'nın adlandırması, surlarla
13
çevrili eski şehrin güney doğu köşesinin en uzak noktasına kadar uzanan, surla çevrili bölge
içerisindeki alanın tamamı için kullanılır. Bu alanın yüzölçümü yaklaşık 144 dönüm olup, Kubbetüs-Sahra, Kıble Mescidi ve sayısı iki yüze ulaşan birçok esere sahiplik eder. "Morya Tepesi" adı
verilen küçük bir tepe üzerine inşa edilmiş olup, Kubbet-üs-Sahra'nın üzerine kurulduğu kaya bu
tepenin en yüksek noktası olarak kabul edilir.
Mescid-i Aksa’da ön bilgi aldığımız mekân
Mescid-i Aksa Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde geçer: "Kulunu (Muhammed'i) bir gece
Mescid-i Haram'dan (Mekke'den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya (Kudüs'e) götüren Allah'ın şânı ne yücedir. Doğrusu O, işitir
ve görür." Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) ise Mescid-i Aksa hakkında şöyle demiştir:
"Yolculuk ancak şu üç Mescid'den birine olur: Benim şu mescidime (Mescid-i Nebevî), Mescid-i
Haram'a ve Mescid-i Aksa'ya." Bu hadis etrafında Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebevî ve Kâbe ile
birlikte üç harem bölgesinden biri olarak kabul edildiği için "Harem-i Şerîf" adını da alır.
Mescid-i Aksa'yı Yahudiler de kutsal kabul etmekte ve bu bölgeye Süleyman'ın inşa
ettiği tapınağa nispetle Tapınak Tepesi adını vermektedirler. Burayı Tapınak bölgesi olarak
gördükleri için, birçok radikal Yahudi grup aynı bölgede yeniden Süleyman Tapınağını inşa etmek
üzere kurumsal çabalar içerisine girmiştir. Bu çabaların bir parçası olarak İsrail Devleti, Mescid-i
Aksa''nın altında, tapınağın kalıntılarını bulmayı amaçlayan arkeolojik kazılara girişmiştir. Mescid-i
Aksa'ya farklı birçok isim verilmiştir. Bunlardan en önemli üç tanesi şöyle sıralanabilir:
1. el-Mescidu'l-Aksâ: "el-Aksâ" kelimesi "en uzak" anlamına gelir. Mescid-i Haram'dan
uzaklığına nispetle ve Mekke'ye en uzak mescit olması itibariyle bu adı almıştır. Bu
isimlendirme, Kur'an-ı Kerîm'deki İsrâ Sûresinin 1. ayetinde de aynı şekilde geçer.
2. el-Beytu'l-Mukaddes: "Mukaddes" kelimesi, "bereketli kılınmış, temiz ve kutsal"
anlamlarına gelir. İslam dünyasından birçok bilgin ve şair bu kelimeyi sıkça kullanmıştır.
3. Beytu'l-Makdis: "el-Mescidu'l-Aksâ" adlandırmasından önce, yaygın olarak bu ifade
kullanılmaktaydı. Hadislerin birçoğunda da Beytu'l-Mukaddes ibaresi geçmektedir. Örnek
olarak, İsra ve Mirac hadisesini anlatırken Peygamber Muhammed şu ifadeleri kullanır:
"Sonra Ben ve Cebrâil beytu'l-makdis'e girdik ve her birimiz orada iki rekât namaz kıldık."
14
İlk İnşa Edilişi: Mescid-i Aksa'nın ilk defa ne zaman inşa edildiği tam olarak
bilinmemektedir. Bununla birlikte Peygamberimiz Hz Muhammed'den (sav) nakledilen hadislerde
bu mescidin, Kâbe inşa edildikten kırk sene sonra inşa edildiği ifade edilir. Ebû Zerr el-Gifârî,
Peygamberimizden şöyle nakleder: ”Yâ Resûlallah! Yeryüzüyünde ilk inşa edilen mescid
hangisidir?” diye sordum. Dedi ki: Mescid-i Haram. ”Sonra hangisidir?” diye sorunca, ”Mescid-i
Aksa” cevabını verdi. Dedim ki: Aralarında ne kadar süre var? Dedi ki: Kırk sene.” Tarihçiler
Mescid-i Aksa'yı ilk defa inşa edenin kim olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun
melekler olduğunu söylerken, diğer bazıları Âdem, oğulları Şît ve Nuh, İbrahim gibi isimleri tercih
etmiştir. Aynı ihtilaf Kâbe'nin inşası için de geçerlidir. İbn Abbas'tan, İbn Hacer elAskalânî'nin Fethu'l-Bârî kitabındaki bir rivayet hem Kâbe hem de Mescid-i Aksâ'yı ilk inşa edenin
Hz. Âdem olduğunu gösterir. Mescid-i Aksa araştırmacılarından Abdullah Marûf, Âdem’in sadece
142 ve 144 dönüm arasında değişen bölgenin sınırlarını çizme anlamında ilk bânî olduğunu belirtir.
Yebûsîler ve İsrailoğulları Dönemi:
M.Ö. 3000'li yıllarda Filistin'e hâkim olan Yebûsîler'in inşa ettiği Güney Duvarı.
Hz. Âdem döneminden sonra, Mescid-i Aksa'yla ilgili tarihi bilgiler giderek silikleşir.
Tarihi verilere göre Kudüs şehrine gelerek yerleşen ilk topluluk Yebûsîler'dir (M.Ö. 3000-1550).
Yebûsîler Kudüs şehrini inşa etmiş ve bu şehre ”Yebûs” adını vermişlerdir. Bazı araştırmacılara
göre Yebûsîlerin eserlerinin kalıntıları Mescid-i Aksa'yı çevreleyen surlarda hala bulunmaktadır. Hz
İbrahim'in Kudüs'e hicreti Yebûsîler'in hâkimiyeti döneminde gerçekleşmiştir. Burada İbrahim,
Mescidi inşa etmiş ve orada namaz kılmıştır. Onu takiben oğlu İshak ve torunu Yakup da buraya
yerleşmiştir. Daha sonra Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa Firavunların yönetimine geçmiştir (M.Ö.
1550-1000). Firavunlar dönemi ertesinde bu bölgeyi el-Amâlika olarak da adlandırılıan Âd ve
Semûd kavimleri ele geçirmiştir.
M.Ö. 995 senesinde ise Davud ve İsrailoğulları Kudüs'ü fethetmiştir. Davud şehri
genişletmiş ve Mescid-i Aksa'yı imar etmiştir. Davud'dan sonra şehrin yönetimi oğlu Süleyman'a
geçmiş ve Süleyman mescidi ikinci defa yenilemiştir. Rivayete göre, bu konuyla ilgili olarak Hz
Muhammed (sav) şöyle demiştir: "Davud'un oğlu Süleyman -selam onların üzerine olsun- Beytu'lMakdis'i inşa etmeyi bitirince, Allah'tan üç dilekte bulunmuştur. Allah'ın hükmüne uygun düşecek
şekilde hüküm vermek, kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat, Mescid-i
Aksa'ya sırf namaz kılmak niyetiyle gelenlerin analarından doğdukları gündeki gibi günahsız hale
gelmeleri. Allah Süleyman'a bunlardan ilk ikisini vermiştir, üçüncü niyazın da kabul edilmiş
15
olmasını ümit ediyorum." Yahudilerin Süleyman'a nispet ederek Tapınak adını verdikleri yer, bu
dönemde inşa edilen yapıdır. Tapınak, Musevi inancının merkezinde bulunan Shiloh, Nov,
ve Givon'da bulunanlarla beraber Hz. Musa'nın buluşma çadırı (taşınabilir Musevi tapınağı) ile yer
değiştirmiştir. Hz. Süleyman'ın vefatıyla, İsrailoğulları'nın 80 yıl süren hâkimiyetleri sona ermiştir.
Tapınaklar Dönemi: Hz. Süleyman'ın vefatından sonra, İsrailoğulları Devleti güneyde
"İsrail Krallığı", kuzeyde ise Kudüs'ü de içeren "Yehuda Krallığı" olmak üzere iki kısma ayrılmış
ve Babillilerin M.Ö. 586 senesinde saldırarak tapınağı yakmalarına kadar devam etmiştir. Babilliler
bu saldırı ertesinde Yahudileri Kudüs'ten çıkararak Babil'e sürmüşlerdir. Bu hadise, Yahudi
tarihinde Babil Sürgünü olarak anılır. Daha sonra Farslar ve Babilliler arasında çıkan bir savaşta
Farslar Babillileri yenilgiye uğratınca, Ezra Kitabı'nda geçtiğine göre Fars Kralı Büyük Cyrus M.Ö.
538 senesinde Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve Tapınağın yeniden inşasına izin
vermiştir. Böylece Yahudiler Kudüs'e geri dönerek ikinci tapınağın inşasına başlamışlar ve M.Ö.
515 senesinde, I. Darius döneminde İkinci Tapınağı tamamlamışlardır. Yaklaşık 500 yıl sonra İkinci
Tapınak, M.Ö. 20 yılında Kral Herod tarafından yeniden tamir ettirilmiş ve daha sonra Herod
Tapınağı olarak anılagelmiştir. Bu tapınak Romalılar tarafından M.S. 70 yılında tahrip edilmiştir.
Her ne kadar Tapınak uzun süre önce tahrip edilmiş olsa da, Batı duvarı hala ayaktadır ve
uzun yıllardan beri tapınak yapısının ayakta kalan tek duvarı olduğuna inanılır. Musevi
Eskatologya'sı Mesih'in gelmesinden önce buraya Tapınağı’n inşa edilmesini planlamaktadır ve bu
yüzden Ortodoks ve Muhafazakâr Musevilik taraftarları bir gün Üçüncü Tapınağın inşa edileceğini
ummakta, bunun için çaba göstermektedir. 30 Ağustos 2007 tarihinde, boru hattı döşenmesi
sırasında İkinci Tapınağın kalıntılarının ortaya çıktığı iddia edilmiştir. Ardından kısa bir süre sonra
Ekim 2007'de arkeologlar tarafından Birinci Tapınağın kalıntılarına da ulaşıldığı öne sürülmüştür.
Bununla birlikte söz konusu kalıntıların kadim tapınakla ilişkisi canlı tartışmaların konusudur.
Ayrıca Müslümanlar Aksa altındaki kazıların ve açılan tünellerin Mescid-i Aksa'yı tehdit ederek
yıkılmasına neden olacağını söyleyerek bu kazılara karşı çıkmaktadırlar. Aksa çevresindeki bu
çalışmalar Uluslararası organizasyonlar tarafından, Dünya Mirası içerisinde yer alan Mescidi Aksa'ya tehdit olarak görüldüğü halde, kazılar günümüzde de devam etmektedir.
Roma ve Bizans Dönemi: Yunanlar Filistin topraklarını işgal etmiş ve M.Ö. 332
civarında Büyük İskender'e, sonra onu takip eden Ptolemaios Hanedanı'na, sonra Selevkos
İmparatorluğu'na tâbi olmuşlardır. Roma İmparatorluğu hükümranlığına kadar bu durum böyle
devam etmiştir. Roma İmparatorluğunun Kudüs'ü yönetmesi için atadığı ve en çok öne çıkan ilk
yöneticilerden biri Hirodes'tir (M.Ö. 37). Hirodes Beytu'l-makdis'i yenilemiş (M.Ö. 20) ve el-Halil
Kapısı'na büyük bir kale inşa etmiştir (Yahudiler bu kapıya bugün Davud Kapısı adını
vermektedir). İslam kaynakları Meryem oğlu İsa'nın, Zekeriya'nın ve onun oğlu Yahya'nın,
Kudüs'ün Hirodes yönetiminde olduğu bu dönemde yaşadığını belirtirler.
İsa'dan sonra yaklaşık M. 300 senesinde Roma İmparatorluğu Batı Roma ve Bizans Doğu
Roma İmparatorluğu olmak üzere ikiye ayrılmış, bu tarihten sonra Bizans İmparatorluğu Kudüs'ün
hâkimiyetini elinde bulundurmuştur. Böylece Kudüs bir Hıristiyan şehri haline gelmiştir.
Hıristiyanların bu dönemde inşa ettiği en önemli yapılardan biri Kudüs'teki Kıyamet Kilisesi'dir.
Mescid-i Aksa bu dönemde metruk bir hale gelerek, inşa edilmeden önceki harap konumuna
dönmüştür. 614 senesinde Farslar, Yahudilerin yardımıyla, Bizans güçlerine karşı uzun süren bir
savaş neticesinde Kudüs'ü ele geçirmişlerdir. Bu savaş, Hz Muhammed'in (sav) Mekke'de İslam’ı
tebliğle görevlendirildiği döneme denk gelir. Kur'ân-ı Kerîm söz konusu mücadeleden, Rûm
suresinde şöyle bahseder: "Rumlar (Bizanslılar, Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir
yerde yenilgiye uğradılar. Onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.
Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah
16
dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir." Bu savaştan sonra, M. 624
senesinde Bizanslılar yeniden Kudüs'ü ele geçirdiler. Böylece kuran geleceği de bizi bi,ldirmiştir.
Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) Dönemi: Mescid-i Aksa Hz Muhammed (sav)
döneminde, Müslümanlar için önemli bir özellik kazanmıştır. Çünkü Hicretin birinci yılında (M.
622), Medine'de Müslümanlar yaklaşık 16 ay boyunca Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılmış ve
burayı kıble olarak kabul etmişlerdir. Berâ b. Âzib, bu olayı Efendimizden (sav) şöyle rivayet
etmiştir: "Peygamber Medine'ye geldiğinde on ya da on yedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru
namaz kıldı. Bununla birlikte O, Kâbe'ye yönelmeyi arzu ediyordu. Bunun neticesinde şu ayet nazil
oldu: "(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık
müsterih ol, işte şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. (Bundan böyle namazda)
yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de (ey müminler!) nerede bulunursanız (namazda)
yüzünüzü oraya doğru çevirin. Kendilerine kitap verilmiş olanlar da pekiyi bilirler ki o
Rab'lerinden gelen haktır ve Allah onların yaptıklarından gafil değildir. (Bakara (3), 144)"
Burak Duvarı. Peygamberimiz Mirac yolculuğu sırasında, Burak bineğini bu duvara bağlamıştır.
Mescid-i Aksa Hz Muhammed'in (sav) İsra ve Mirac hadisesi sırasında gerçekleştirdiği
yolculuğun yeryüzündeki gece yolculuğu olarak bilinen İsrâ kısmında yöneldiği yerdir. Bu
yolculuk,
O'nun
peygamberliğinin
3.
senesinde,
Recep
ayının
27.
gecesi
gerçekleşmiştir. Müslümanlar Peygamber'in melek Cebrail eşliğinde, Burak adlı bineğe
binerek Mescid-i Haram'dan yola çıktığını ve Mescid-i Aksa'ya ulaştığını, Burak'ı yukardaki duvara
bağlayarak tüm Peygamberlere imamlık yaptığını ve daha sonra da farklı katlarında Adem,
Yahya, İsa, Yusuf, İdris, Harun, Musa ve İbrahim peygamberlerle buluşacak şekilde göğü kat
ederek miraca çıktığını kabul ederler.
Kudüs'ün Müslümanlarca Fethi: Halife Ebubekir, Hz Muhammed’den sonra
Müslümanların liderliğine geçince Usame b. Zeyd komutasındaki bir orduyu Şam beldesinin fethi
ve İslam'ın bu bölgede tebliğ edilmesi için görevlendirdi. Vefatından önce Hz Peygamber,
Usame'nin ordusunu teçhiz etmişti. Ebubekir'den sonra hilafete geçen Ömer, bu kez Halid b. Velid'i
Şam bölgesinin fethi için görevlendirdiği ordunun komutanlığına getirdi. Bu ordu dâhilinde, Ebu
Ubeyde b. Cerrah Kudüs şehrine kadar ulaştı. Şehri kuşatmasına rağmen, surlar nedeniyle fethi
tamamlayamadı. Çünkü Kudüs ahalisi surları içeriden destekleyerek güçlendirmişti. Hal böyle
olunca Ebu Ubeyde, şehir ahalisi bitkin düşünceye dek Kudüs'ü kuşatma altında tuttu. Kuşatmanın
getirdiği sıkıntılarla baş etmekte zorlanan şehir ahalisi Ebu Ubeyde'ye bir elçi göndererek barış
istedi ve Müslümanların halifesi Ömer'in kendisinin gelerek şehrin anahtarını teslim alması şartıyla
şehri kan dökülmeksizin teslim etmek istediklerini bildirdi. Bu durumda halife Ömer, Hicretin 15.
senesinde (M. 636) Medine'den çıkarak Kudüs'e ulaştı ve şehir ahalisini koruma sözü vererek,
17
"Ömer Ahitnamesi" adı verilen bir ferman yazdı. Bu sırada Patrik Safranius ona eşlik
etmekteydi. Patrik eşliğinde Kıyamet Kilisesi'ne gelen Ömer, buradan Mescid-i Aksa'ya geçti.
Mescid-i Aksa'ya girdiğinde şöyle dedi: "Allahu Ekber! Bu, Allah Resulü'nün bize tarif ettiği
mescittir." Bu sırada Mescid-i Aksa metruk bir tepe halindeydi ve merkezinde büyükçe bir kaya
bulunmaktaydı. Halife Ömer, daha sonra üzerine Kıble Mescidi'nin kurulacağı alana, Aksa
Hareminin güney bölgesine bir mescit inşa edilmesini emretti. Ömer döneminde bu mescit yaklaşık
1000 kişiyi alabilecek ahşap bir yapıdan ibaretti. Bu yapı Emevî halifesi Muaviye b. Ebi
Süfyân dönemine kadar korundu.
Emevîler Dönemi: Hicretin 41. senesinde (M. 661) Emevî Devleti kurulduktan sonra,
Emevîler, Ömer'in Mescid-i Aksa içerisinde inşa ettirdiği Kıble Mescidi'ni yenilemeye giriştiler. Bu
sırada yapı malzemesi olarak ahşap yerine taş kullandılar ve yeni mescidi 3000 kişiyi alacak şekilde
genişlettiler. Mucîruddîn, Mukaddesî ve Suyutî gibi bazı Müslüman tarihçiler, Mescid-i Aksa'daki
en büyük yenileme hareketinin M. 685 senesinde Halife Abdulmelik b. Mervân döneminde
başladığını ve bu yenileme sürecinin sonraki dönemlerde Kubbetu's-Sahrâ'nın inşasına kadar süren
geniş bir zaman dilimini kapsadığını ifade ederler. Bu süreç içerisinde değerlendirilebilecek bir
şekilde, onun oğlu Velid b. Abdulmelik M. 715 senesinde Kubbetu's-Sahra'nın inşasına
başlamıştır. Kubbetu's-Sahra, Mescid-i Aksa'nın merkezinde bulunan ve tepenin en yüksek yerini
teşkil eden kayanın üzerine inşa edilmiş altın bir kubbe ve bu kubbeyi taşıyan bir yapıdan ibarettir.
Müslümanlar Hz Muhammed'in (sav) Mirac'a çıkış sırasında ayak bastığı son yeryüzü parçasının bu
kaya olduğuna inanırlar. Velid b. Abdulmelik, bu kaya üzerine inşa ettirdiği Kubbetu's-Sahra'nın
yapımına başlamadan önce, hemen onun yanında küçük bir kubbe inşa ettirmiş ve bu kubbe daha
sonra "Silsile Kubbesi" olarak anılmıştır. Bu küçük kubbe, büyüğü yapılmadan önce onun bir
örneği olacak şekilde inşa edilmiştir.
Solda Kıble Mescidi, ortada ise Kubbetu's-Sahra Mescidi olmak üzere Mescid-i Aksa panoraması
Depremler ve Mescid-i Aksa'nın yeniden inşası: M. 746 senesinde Mescid-i Aksa,
büyük ölçüde yıkılmasına neden olan bir depreme maruz kalmıştır. Dört sene sonra, Saffâh, Emevî
halifeliğini ortadan kaldırıp M. 750'de Abbâsî Devleti'ni kurmuştur. Saffâh'ın ölümünden sonra
hilafete geçen kardeşi Ebu Cafer el-Mansûr Mescid-i Aksa'yı yeniden inşa etmek istemiştir.
Yeniden inşa faaliyeti M. 771'de sona ermiştir. Bununla birlikte 774'teki bir başka deprem,
Mansûr'un yeniden inşa ettiği bölümlerin büyük bir kısmının tahrip olmasına neden olmuştur.
Bunun bir istisnası Mescid-i Aksa'nın kuzey bölümündeki bir kesimdir. 780'de Halife Muhammed
el-Mehdî binanın yeniden yapılmasını emrederek, binayı ence arttırmış uzunlukça kısaltmıştır.
985'te Coğrafyacı el-Mukaddesî, yenilenmesini tamamlanan mescidin "15 revak ve 15 kapı"
içerdiğini aktarır. 1033'te gerçekleşen başka bir deprem, Mescit'te geniş bir alana yayılan bir tahribe
neden oldu. Fatımî halifesi ez-Zâhir döneminde bu tahripler izale edilerek Mescit 1034 ve 1036
arasında yenilendi. Bu yenileme sırasında Mescit' teki revakların sayısı on beşten yediye indirildi
Haçlılar Dönemi: 1099 yılında, Birinci Haçlı Seferi sırasında Haçlılar Kudüs'ü ele
geçirdiler ve sadece Mescid'i tahrip etmekle kalmayıp, adını da Süleyman Mabedi olarak
değiştirdiler. Haçlılar Mescid-i Aksa'yı ilk olarak Krallık Sarayı ve At Ahırı olarak kullandılar.
Bugün bile, özellikle Kıble Mescidi'nin altında yer alan ve Haçlılar döneminde at ahırı olarak
18
kullanılan Mervan Mescidi'ndeki sütunlarda atların bağlanması için kullanılan delinmiş bölümler
görülmektedir. 1119 senesinde Mescid-i Aksa tamamen tapınak şövalyelerinin merkezi haline
geldi. Bu evre boyunca Mescid bir tapınağa dönüştürülecek şekilde değişikliklere uğradı. Güney
şerefesinin genişletilmesi, Kilise için bir mihrap ve ayırıcı bir duvar inşa edilmesi, yapının önemli
bölümlerine oldukça büyük haçlar ilave edilmesi bu değişikliklerden bir kısmı arasında yer alır.
Aynı bölgede yeni bir manastır ve kilise inşası da bu değişiklikler arasındadır. Ayrıca tapınak
şövalyeleri, yapının batı ve doğu yönlerinde tonozlar inşa ettiler. Bu tonozlardan batı kısmında
bulunanı kadınlar mescidi olarak, doğu kısmında bulunanı ise İslam müzesi olarak kullanılmaktadır
Eyyubiler Dönemi: 1187 yılındaki kuşatma ertesinde Selahaddin Eyyubi Kudüs'ü
Haçlıların elinden geri almayı başardı ve Mescid-i Aksa'da önemli birçok düzenleme ve restorasyon
gerçekleştirdi. Mescid'in yeniden Müslümanların ibadetine açılabilmesi için Selahaddin, haçlıların
mescitteki kalıntılarını temizledi, mescidin zeminini değerli halılarla döşeyerek bunları gül suyu ve
buhurla kokulandırdı. Daha önce Nureddin Mahmud Zengi tarafından 1168-1169 yılları arasında
Mescid-i Aksa için hazırlanmasını istediği, ancak tamamlanması Zengi'nin vefatı ertesinde
gerçekleşen, mükemmel bir ahşap işleme ve geçme tekniğiyle hazırlanmış, ceviz ağacından sedef
kakmalı bir minberi 1187'nin Kasım ayında mescide yerleştirdi. 1218 yılında üç kapıyla birlikte
Mescidin güney revakları, Şam’daki Eyyubi sultanı el-Muazzam tarafından yapıldı. 1345'te ise
Mescid'in doğu tarafında geniş bir alan, Memluk sultanı el-Kâmil'in emriyle taşla döşendi ve iki
kapı muhafızlığı eklendi.
Nureddin Mahmud Zengi'nin yaptırdığı ve Mescid-i Aksa'ya Selahaddin Eyyûbî tarafından
yerleştirilen ve bir Yahudi fanatik tarafından yakılan tarihi minber
Osmanlı Dönemi: Osmanlılar Kudüs'e 1516 yılından 1918'e kadar hükmetmişlerdir.
Kudüs'ün var olan önemi, Osmanlı idaresinde daha da artmış ve ilerleyen dönemlerde Kudüs
doğrudan İstanbul'a bağlı bir mutasarrıflık haline getirilerek Kudüs-i Şerîf adını almıştır. Osmanlılar
Mescid-i Aksa'nın kendisinde büyük yapısal değişikliklere gitmemişlerdir. Bunun yerine "harem-i
şerif"in tamamına önemli ilavelerde bulunmuşlardır. 1516'de Mercidabık zaferiyle Memlukleri
yenilgiye uğratan Yavuz Sultan Selim (I. Selim) Şam beldelerini ve Kudüs'ü ele geçirmiştir. Sultan
Selim 4 Zilhicce 922 / Miladi 1516'da Kudüs'e girmiş ve şehrin âlimleri kendisini karşılamaya
gelerek Mescid-i Aksa ve Kubbetu's-Sahra'nın anahtarlarını ona vermiştir. Sultan I. Selim'in
vefatından sonra tahta geçen, oğlu Kanuni Sultan Süleyman Kudüs'te gerçekleştirdiği inşa
faaliyetlerinin yanı sıra Mescid-i Aksa'ya da önemli ilavelerde bulunmuştur. Kubbetu's-Sahra'nın
19
tüm pencereleri ve dört kapısından üçünü yenilemiş, Silsile Kubbesini de restore ettirmiş, kalenin
batı tarafında bulunan Halil Kapısı'ndaki Kale Camii'ne 1531 yılında bir minare yaptırmıştır.
Sultan Süleyman'ın Mescid-i Aksa'da gerçekleştirdiği en büyük inşa faaliyeti, bugün Aksa Harem
Bölgesinin sınırlarını oluşturan ve bir kısmı Aksa'nın surları olarak hizmet veren şehir surlarını
yenilemesi olmuştur. Sultan Süleyman üç yüz sene boyunca duvarları yıkık bir halde bulunan
surları, beş sene içerisinde yeniden inşa ettirmiştir. İki mil uzunluğuna sahip olan surlar, yaklaşık
12-13 metre yüksekliğe sahiptir. Günümüzde bu surlar üzerinde 24 burç bulunur ve surların, bir
kısmı Mescid-i Aksa'nın kapıları rolü de gören yedi ana kapısı vardır: Amud kapısı, Esbat kapısı,
Meğâribe kapısı, Nebi Davud kapısı, Halil kapısı, Sahire kapısı, Yeni kapı.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılan şehir surları ve Mescid-i Aksa'nın görünüşü
Harem içerisinde 1527'de Kasım Paşa şadırvanı inşa edilmiştir. Ayrıca Harem dâhilinde
çeşitli zamanlarda yapılmış birçok kubbe, dört minare, beş sebil, çok sayıda kuyu ve sarnıç
bulunmaktadır. Harem'de inşa edilen kubbelerden en önemlisi, "kubbetu'n-nebî" adı verilen ve
1538'de tamamlanan yapıdır. Ayrıca Mescid-i Aksa Osmanlı döneminde birkaç kez tamirat
geçirmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman tarafından yapılan onarımıyla ilgili kitabesi XIX. yüzyılın
sonlarında kaybolmuştur. Yapının 1702-1703'te Mahmud Efendi tarafından tamir edildiğini
belgeleyen kitabe ise Mescid'in batısında yer alan İslam Müzesi'nde saklanmaktadır. II.
Mahmud'un 1817-18 tarihli onarımına ait dört kitabeden ikisi günümüzde mevcuttur. Osmanlı
dönemi yenileme faaliyetlerinin en önemlisi Sultan Abdulaziz döneminde gerçekleşmiştir.
M. 1874'de Kubbetu's-Sahra tamir edilmiş, Mescid-i Aksa onarılmıştır. Mescid-i Aksa'da
bu dönemde yapılan tamiratın Emevi halifesi Abdulmelik b. Mervan döneminden sonra yapılan en
büyük tamirat olduğu belirtilir. Bazı uzmanlar bu tamiratın Osmanlı Devleti'nin hazinesinden
büyük miktarlarda saf altına mal olduğu, bunun bazıları tarafından israf sayıldığı ve sultanın
tahttan indirilmesine sebep olduğu görüşündedir II. Abdulhamid tarafından halıları ve kandilleri
yenilenen yapıda, 1922'den başlayarak gerçekleştirilen geniş kapsamlı son onarım çalışmasını
Mimar Kemâleddin Bey yönetmiştir.
Çağdaş Dönem: Kudüs Yüksek İslam Konseyi 1922 senesinde İngiltereli mühendis ve
mimarlar, Mısırlı uzmanlardan oluşan bir heyet ve yerel sorumluları, Mimar Kemaleddin Bey'in
gerçekleştirdiği onarımları gözden geçirmek üzere görevlendirmiştir. 1922-25 seneleri arasındaki bu
onarım ve yenileme çalışmaları, kadim mescidin Emevîler döneminde atılan temellerini
20
güçlendirme ve yenileme, iç temellerin restorasyonu gibi düzenlemeleri içermiştir. Bu
düzenlemelerin amacı mescit üzerindeki ağırlıkları dengeleme amacı taşımıştır. Söz konusu
düzenleme sırasında mescidi çevreleyen surlarda bazı onarımların yanı sıra, mescid içerisindeki
süslemelerin yenilenmesine de girişilmiştir. Bu onarımlar ertesinde Mescid-i Aksa 1927 ve 1937
seneleri arasında çeşitli depremlere maruz kalmış, bu depremler neticesinde oluşan zararlar 1938 ve
1942 yılları arasında çeşitli onarımlarla telafi edilmiştir.
Türkiye'de bulunan Miniatürk Müzesinde Kubbet-us Sahra'nın Küçültüşmüş hali ,İstanbul 2014
Mescidin Yakılması ve Saldırılar: 22 Ağustos 1969 Perşembe sabahında Mescid-i Aksa,
radikal bir Hıristiyan olduğu belirtilen Denis Michael Rohan adlı saldırgan tarafından girişilen bir
kundaklamaya maruz kaldı. Rohan'ın gerçekleştirdiği kundaklama neticesinde Kıble Mescidinin
doğu bölgesindeki kiriş tamamen yıkıldı, ayrıca Nureddin Mahmud Zengi'nin Mescid-i Aksa'yı
Haçlılardan kurtarmadan önce yaptırdığı ve Selahaddin Eyyubi'nin camiye yerleştirdiği tarihi
minber yandı. Rohan ifadesinde, kundaklamanın, Yahudilerin Tapınak Tepesinde bulunduklarını
iddia ettikleri Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşasını kolaylaştıracağını ve bunu da Zekeriya
Kitabı'nda belirtildiğine göre Mesih'in ikinci gelişini hazırlayan yol olarak gördüğünü
belirtti. Rohan'ı böyle bir eyleme yönelten şeyin, abonesi olduğu The Plain Truth gazetesinin
kurucusu ve yazarı Herbert W. Armstrong'un "Yahudiler Jerusalem'i Alın!" başlıklı kışkırtıcı
yazısı olduğu söylenmektedir. Hadise ertesinde hemen Rohan'ın psikolojik açıdan rahatsız olduğu
teşhisi konuldu. 14 Mayıs 1974'te "insani sebepler dolayısıyla ve ailesinin yanında daha ileri
psikiyatrik tedaviler görmesi amacıyla" Avustralya'ya gönderildi
Kundaklama hadisesi üzerine İslam Devletleri Zirvesi aynı yıl içerisinde, Melik Faysal'ın
teşebbüsleriyle Rabat'ta toplanmıştır. Aksa kundaklaması, İslam Konferansı Örgütü'nün (şimdiki
adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı) kurulmasına sebep olan temel sâikler arasında yer almıştır. 1972
senesinde, Mescid-i Aksa onarılmış ve minber Ürdün Kralı'nın mali desteğiyle çoğunluğu Türk
ustalardan oluşan sanatçılar tarafından yeniden yapılmıştır. 80'li yıllarda her ikisi de gizli Gush
Emunim Underground örgütü mensubu olan Ben Shoshan ve Yehuda Etzion Kıble Mescidi ve
Kubbetu's-Sahra'yı bombalama girişiminde bulundu. Etzion her iki mescidin bombalanarak
yıkılmasının, Siyonist oluşumlardaki ruhsal uyanışı doğuracağına ve Yahudilerin sorunlarının
büyük bir bölümünü çözeceğine inanmaktaydı. Ben Shoshan ve Etzion amaçlarının, Mescid-i
Aksa'nın bulunduğu bölge üzerine Üçüncü Tapınağı yeniden inşa etmek olduğunu belirtmişlerdir.
15 Ocak 1988'de Birinci İntifada sırasında Siyonist güçler, Mescid-i Aksa önünde
gösteri yapanlara ateş açmış ve sonrasında Mescid-i Aksa'da namaz kılan kırk kişinin ölümüne
neden olmuştur. 8 Ekim 1990'da, iddia edilen Üçüncü Tapınağın temel taşını yerleştirme
21
amacındaki radikal bir grup Yahudi’nin Mescid-i Aksa'yı "Tapınak Tepesi" ilan etmesini protesto
eden 22 filistinli İsrail polisi tarafından öldürülmüş, 100'den fazlası ise yaralanmıştır.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Günümüze Kadar Yaşanan Olayların Kronolojisi:
21 Ağustos 1969: Radikal bir Hıristiyan olduğu belirtilen ve Yahudilerin Süleyman tapınağını
yeniden inşasının Mesih'in ikinci gelişini hızlandıracağına inandığını söyleyen Denis Michael
Rohan Mescid-i Aksa'yı kundaklama girişiminde bulundu. Nisan 1980'de Meir Kahane,
Mescidi Aksan’ın bir köşesine patlayıcı madde koyarak patlatmaya çalıştı.
8 Nisan 1982'de bir kez daha Mescid-i Aksan’ın ana girişine patlayıcı madde yerleştirildiyse de
cami görevlileri tarafından patlamadan ortaya çıkarıldı.
10 Nisan 1982'de Meir Kahane taraftarı bir grup militan, zorla Mescid-i Aksa'ya girmek istedi.
21 Mart 1983'te Mescid-i Aksay’a gizli bir yoldan girmek için tünel açıldığı tespit edildi.
14 Ocak 1986'da Knesset üyesi bazı parlamenterler askerle Mescid-i Aksay’a girmek istediler.
8 Ekim 1990 tarihinde Mescid-i Aksay’a yönelik saldırıda 30 Filistinli hayatını kaybetti, 800'e
yakını yaralandı.
28 Eylül 2000 tarihinde Ariel Şaron çok sayıda İsrail askerinin ve polisinin koruması eşliğinde,
normalde Müslüman olmayanların girişine izin verilmeyen Mescid-i Aksay’ı ziyaret etmesiyle
pek çok çevre tarafından "provokasyon" olarak nitelendirildi. Filistinlilerde infial yaratıp
şiddetli protesto gösterileri olan "İkinci İntifada" (ayaklanma) patlak verdi ve beş yıl sürdü.
Mescid-i Aksa resmen Ürdün Evkaf Bakanlığı yönetimi altındadır. Ama İsrail Devleti Kudüs'ü
ilhak ettiğini iddia ettiği için efektif yönetim İsrail devleti tarafından yapılmaktadır.
Ekim 2009’dan itibaren İsrail yönetimi Mescid-i Aksa'ya girişi engellemiş ve Gayrimüslimler
in (müslüman olmayanlar) girişine izin verilmemektedir. Bu yasak halen devam etmektedir.
Bu bilgilerden sonra otelimize dönüyor ve kahvaltımızı yapıyorduk. Saat 08.30 da gezi
otobüsümüze biniyor ve Halil Kentine hareket ediyorduk.
Otobüsümüz “Sultan Süleyman Caddesinden” geçerken rehberimiz bize: Süleyman
Mağarasını gösteriyor ve bu mağaradan çıkardığı taşlardan Kubbetüs Sahradaki ceylan resmini
yaptığını anlatıyordu. Yavuz Sultan Selim’in “Sebil Havuzundan” da bahsediliyordu.
EL-HALİL KENTİ 03.02.2016 PERŞEMBE
22
El Halil (İbranice: ‫ ; ֶחבְרוֹן‬Hebron), Batı Şeria'daki %15-%20 oranında İsrail işgal
bölgesinde bir şehirdir. Resmi olarak Filistin'e bağlı Musevilerin 4 kutsal şehrinden biridir ve
120.000 Filistinli, 600 İsrailli yaşıyor. Rakımı 931 metredir. Kudüs'ün 35 km güneyinde yer
alır. Üzümü, limon tuzu ve cam üflemeleriyle ünlüdür. Eski şehir merkezi, dar sokakları, düz damlı
evleri ve eski pazarları ile simgeleşmiştir. Şehirde iki Filistin üniversitesi vardır. Rabbimizin
"halilim" dediği ulu peygamberi Hz. İbrahim’i bağrında barındıran Batı Şeria'da bulunan El-Halil
kentine gidiyoruz. Zeytin dağında gördüklerimizin etkisi devam ederken bunu devamla bizi
heyecanlandıran yolculukta göreceklerimiz merak konusu olurken Filistin topraklarında olmanın
yanı sıra Hz. İbrahim (as)’ın, Hz. Sara annemizin, Hz. İshak (as)’ ın, Hz. Rıfka annemizin, Hz.
Yakup (as)’ ın, Hz. Laika annemizin ve Hz. Yusuf (as)’ın kabirlerini ziyaret ediyoruz. Ve tabii ki
bunları muhafaza eden Halilurrahman Camiini....
23
"El-Halil kelimesi "yakın dost" anlamına gelir. Şehir adını Hz. İbrahim (a.s.)'den
almaktadır. Nitekim Hz. İbrâhim (a.s.) "Halilurrahman (Rahman'ın yakın dostu)" olarak anılırdı.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Allah, İbrahim'i kendisine yakın dost
edinmişti." (Nisâ, 4/125) Hz. İbrâhim (a.s.) bir süre bu şehirde kaldığından ve kendisi için burada
bir mabet inşa ettiğinden dolayı şehir de ona nispetle Medinetu'l-Halil (el-Halil'in şehri) olarak
adlandırıldı. Daha sonra baştaki "Medine" kelimesi unutuldu ve şehrin adı el-Halil olarak kaldı. Bu
şehirde Hz. İbrahim (a.s.)'in dışında da birçok peygamber hayat sürmüştür. Batı Şeria’nın bu kenti,
Kudüs’ün 32 km. güneybatısı ile Gazze’nin 55 km. doğusunda yer alan suyu bol, toprağı verimli bir
arazi üzerine kurulmuştur.
Milattan önce II. binyılın ilk yarısında Kenânîler tarafından kurulmuş olan bu şehir, -dört ayrı
yerleşim merkezinin birleşmesi sonucu oluştuğundan dolayı- önceleri “Dört Köy” manasına gelen
“Kiryât Arba” adıyla anılmıştır. Daha sonra da İbranicede birlik, beraberlik manasına gelen
“Hebron” adı verilmiştir bu kente. Daha sonra da halk arasında Ahd-i Atik’te Hz. İbrahim için
kullanılan ve “Allah’ın dostu” manasına gelen “Halîlürrahman” adıyla anılmış. Bu isim konusunda
bulduğum ilgi çekici bir bilgi de Peygamberimizden (S.A.V.) yapılan rivayetlerden.
Peygamberimizin ashaptan Temîmed-Dârî’ye -bu şehir henüz Müslümanlar tarafından ele
geçirilmeden önce- bu şehirdeki bazı arazileri iktâ ettiğini bildiren rivayetlerde “Habrûn, Mertûm,
Beyt Aynûn, Beyt İbrahim” isimleri geçmekteymiş. Bu isimlerin Kiryât Arba’yı yani dört şehri
meydana getiren merkezlerin o dönemdeki isimleri olduğu sanılıyormuş. (Mustafa L. Bilge, Halîl,
İstanbul: DİA, 1997, c. 15, s.s. 305–307.)
Bu gün kullanılan “el-Halil” ismi ise “Halîlürrahman” kelimesinin kısaltılmış hali. Bu
şehir de Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslâmiyet’te mukaddes sayılmaktadır. Müslümanlarca Mekke,
Medine ve Kudüs’ten sonra en çok itibar edilen dördüncü şehirdir. Haçlı Seferleri’nden beri de
Kudüs’le birlikte Mekke ve Medine gibi “Haremeyn-i Şerîfeyn” adıyla anılmıştır. El-Halil kentinin
en bereketli en işlek bir yer olduğunu söyleyen rehberimiz, Yahudilerin bilhassa cami çevresini
önce tek tek daha sonra toplu olarak ziyaret ederek zamanla işgalci anlayışla Yahudi ibadethanesine
çevirdiğini belirtince yüreklerimiz yandı. Milattan önce 3500 yıllarına dayalı kuruluşunun
üzerinden sayısız peygamber, sayısız millet ve sayısız savaşlarla halen çilenin, yetim kalmışlığın,
garipliğin ve Yahudilerin hedefinde olmayan devam eden El-Halil'e götüren sokaklarda ilerlerken
yeni yapılanmaya başlamış, bakımsız tek tük katlardan oluşan evleri görüyoruz. Toprak yine
bereketini sunmuş her yer yemyeşil. Doğa her şeye rağmen verimini gösterirken Filistinli
24
çocukların el sallamasıyla bir başka gerçek gözümüze takılıyor. Bize umutla, sevinçle bakan
tesettürlü kızlar ve geleceğin delikanlıları çocuklar, işgalci zulmün ezikliği içinde okula gidiyordu.
HAREMÜ’L-HALİL'e gireceğimiz yere geldiğimizde otobüslerden indik. Yüksek yere
kurulu olan Halilibrahim Camiinin yolu dik bir yokuş. Etrafımızı da Filistinli çocuklar sarıveriyor.
Sadakanın en nezaketlisini sunuyoruz onlara…Cami girişindeki Yahudi Polisinin kurduğu
turnikeden geçerek Harem-ül Halil'e doğru yürümeye başladık. Saatlerimiz 10.00’u gösterdiğinde
artık Halil Mescidinde idik.
SAAT 12.30
YUNUS (as) MESCİDİ ve HALHUL KÖYÜ
“Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi) lerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
Böylece kuraya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu, oysa o
kınanmıştı.” (Saffat Suresi, 139–142) Hz. Yunus peygamber olarak gönderildiği kavmini terk
etmişti. Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, binmiş olduğu gemide yolcular arasında kura çekilmiş
ve kura sonucunda onun denize atılmasına karar verilmişti. Yine Kuran'da bildirildiğine göre,
denize atılan Hz. Yunus, dev bir balık tarafından yutulmuştur. Balığın karnında iken pişmanlık
duyan Hz. Yunus, Allah'a şöyle dua etmiştir:
Senden başka ilah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum. (Enbiya Suresi, 87)
Allah ise Hz. Yunus'un samimi duasına karşılık onu mucizevî bir biçimde kurtarmıştır:
Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle
kurtarırız. (Enbiya Suresi, 88) Hz. Yunus'u Allah daha sonra da itaatli bir kavmin başına
geçirmiştir:
"Onu yüz bin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (Peygamber olarak) gönderdik. Sonunda
ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık." (Saffat Suresi, 147–148)
SAAT 15.00
BEYTLAHM VE BEŞİK KİLİSESİ
M.Ö 2000’li yıllarda Kanani aşireti tarafından kurulan kent, sakinlerinin bereket tanrısının
ismiyle kurulmuş. Bereket tanrısı Lihama’nın evi anlamına gelen Beyti Lihama günümüze kadar
fazla değişmeden kente isim olmaya devam etmiş. Hazreti Yakup Halil şehrine giderken hanımı
Rahil burada oğlu Bünyamin’i dünyaya getirdikten sonra vefat ettiğinden, burada toprağa verilmiş.
Ama Beytlahm asıl ününü Beşik kilisesinden almaktadır. Çünkü Hazreti İsa burada dünyaya
25
gelmiştir. Hazreti Meryem hamile iken Nasıra şehrinden buraya hicret etmiş, şehirde kalacak yer
bulamayınca yakındaki mağaraya sığınmış ve aynı yerde doğum yapmış. Bizans döneminde bu
mağaranın üzerine büyük bir kilise yapılmış.
Hazreti Ömer’in Kudüs’ü fethinden sonra Patrik Sophronius tarafından buraya getirildiği
ve hazreti Ömer’in Beşik Kilisesi’nin 100 metre ilerisindeki alanda namaz kıldığı bilinmektedir.
Müslümanlar daha sonra buraya bir cami inşa etmişler. Hazreti Süleyman şehrin güneyinde su
bentleri inşa ederek Kudüs’e buradan su getirtmiştir.
Beytlahm, işgal altındaki Filistin’in kan ağlayan kentlerinden biridir. Birkaç yıl önce
başlatılan utanç duvarı Beytlahm’ın girişinden geçmektedir. Beytlahm, Küdüs’e bir mahallesi kadar
yakın. Birbiriyle birleşmiş bu iki kentin arasını duvarla örmenin sebebi, Beytlahm deki Müslüman
nüfusun yoğunluğudur. Duvar; mahalleleri, akrabaları hatta aileleri bölmüştür. Beytlahm’a
giderken İsrail kontrol noktasından geçerek kente giriş yapabiliyorsunuz. Dünyanın ayakta duran
tek utanç duvarını geçerken farklı bir dünyaya ayak basıyor gibiyiz. İsrail hâkimiyetindeki Batı
Kudüs’ten geçip, Beytlahm’a girdiğinizde bir üçüncü dünya kentine gelmiş gibi hissediyorsunuz.
Beşik kilisesinin kapısı önündeyiz..
II.Abdülhamit’in medeniyetlere ibret olacak bir başka icraatı ile yüzleşiyoruz burada.
Beşik Kilisesi Roma prensesi Helena tarafından yaptırılmış. Dindarlığı ile bilinen Prenses Helena,
Roma’nın Kudüs’e ne kadar değer verdiğini Hıristiyanların dünya üzerindeki en kutsal iki mekânı
olan Kıyamet ve Beşik Kilisesinin ikisini de yaptırarak göstermiş. Beşik kilisesinin bir diğer
özelliği, bütün Hıristiyan mezheplerin Hazreti İsa’nın doğum yerinin burası olduğundan hem fikir
olmaları. Müslümanlar da kendi kaynaklarındaki bilgiler ışığında, buranın Hazreti İsa’nın doğum
yeri olabileceğini düşünüyorlar. Dünya üzerindeki Hıristiyanlar yüzyıllar boyunca buraya gelerek
ibadet etmişler. Fakat zamanla Hıristiyan toplumunda inanç zafiyetleri oluşmuş. Kiliseye gelen asil
ve zenginler binek hayvanlarının üzerinden inmeyerek Kiliseyi ziyaret etmeye başlamışlar. Bir
Hıristiyan mabedi olmasına rağmen, II. Abdühlamit’in gönlü, Hazreti İsa’ya yapılan bu saygısızlığa
razı olmamış. Asil ve zengin Hıristiyanlar yapılan bütün uyarılara da uymayınca, büyük sultan
çareyi giriş kapısını küçültmede bulmuş. Özüne dokunulmadan yapılan küçültmenin ardından, artık
insanlar bırakın binek hayvanlarıyla girmeyi, 140 cm boyundaki bu kapıdan rükuya eğilerek
girebiliyor.
Hazreti İsa’nın bulunduğu mağara Kilisenin içerisinde bulunuyor. Mağaraya
merdivenlerden inilerek girilebiliyor. 15-20 kişinin sığabileceği büyüklükteki Mağaraya inilen geniş
alan Hıristiyanlığın bütün mezheplerine açık. Kilisenin geriye kalan bölümleri ayrı ayrı mezheplere
ayrılmış. Her mezhebin müntesipleri kendi bölümünde ibadet ediyor.
26
Beytlahm’da Hıristiyan nüfus da var. Adım başı kiliselere rastlamak mümkün. Beytlahm Batı Şeria
sınırları içerisinde yer almaktadır. Batı Şeria, Filistin’de Ürdün nehrinin batısı anlamına gelen
coğrafik bir adlandırmadır. Küdüs’te oturan farklı statüye sahip Filistinlilerin dışında (burada
yaşayanlar İsrail vatandaşı özelliğine sahip) 1.5 milyon civarında Filistinli Batı Şeria’da
yaşamaktadır. Batı Şeria doğuda Ürdün’e, batıda ise Küdüs’ün Selahaddin-i Eyyübi caddesine
sınırdır. Batı Şeria’nın belli başlı kentleri Halil, Beytlahm ve Eriha kentleridir. Kendi içinde sözde
özerk bir yapıda bulunan bu kentler tamamen İsrail denetimindedir. İsrail buralarda kuş
uçurmamaktadır. İsrail; giriş ve çıkışlarını kontrol altında tuttuğu ve her cadde ve sokağına asker ve
polis yerleştirdiği Batı Şeria’nın sözde özerk statüsünü dış dünyayı susturma amaçlı bir diplomatik
koz olarak kullanmaktadır. Bu kentlerde iç güvenlikten sorumlu Filistin Özerk Yönetimine ait
Filistinli polisler de bulunmaktadır. Ancak bunlar kendi içlerindeki asayişten sorumludurlar ve
fazlaca yetkileri yoktur.
Beşik kilisesinin hemen karşısındaki Ömer bin Hattab Camii
ZEYTİN DAĞI-- SAAT 17.15
Hıristiyanlık inancına göre burası, Tur Dağı’dır. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yerdir. Burada
birçok kilise bulunmaktadır. Mescidi Aksan’ın tam karşısına düşen tepedir. Yahudilere göre,
Kıyamet günü Cennete ilk ve en erken bu tepeye defnedilmiş olanlar girecektir. Bu yüzden bu tepe
kutsaldır ve bu mezarlık dünyanın en pahalı mezarı konumundadır.
27
Bu dağ, Kudüs için ruhla ceset gibi stratejik bir konuma sahiptir. Kudüs’ün gerek fethi,
gerekse işgali hep bu tepeden gelen ordular tarafından yapılmıştır. Ayrıca Hz. Davut’tan Hz.
İsa’ya kadar bütün peygamberler tarafından pek çok önemli olay burada cereyan etmiştir. Hz.
Davut, M.Ö. 1049 yılında Kudüs’ün fetih ateşini ilk olarak Zeytin Dağı’nda yakmıştır.
Hz. İsa, M.S. 30 yılında havarileri ile birlikte bu dağa çıkar, sohbet ederdi. Yahudiler,
Hz. İsa’yı öldürmek için tuzak kurduklarında İsa(a.s.), Zeytin Dağı’na çıktı. Zeytin Dağı, asıl
olarak Müslümanların nazarında mukaddes ve mühim bir dağdır. Tin suresinin ‘İncire ve
zeytine, Sina dağına ve bu emniyetli şehre yemin olsun ki…” mealindeki ilk ayetlerinde geçen”
zeytin” ifadesi bir rivayete göre bu dağa işaret etmektedir. Kudüs’ün fethi sırasında Hz. Ömer,
bir süre bu dağda ikamet etmiştir. Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyubi’nin askerlerinden şehit
düşenler burada bulunmaktadır. Meşhur sahabi Selman-ı Farisi’nin türbesi Zeytin Dağı’ndadır.
28
Hz. Meryem’in mezarı da Zeytin Dağı eteğinde Bab-ı Esbat tarafında yer olmaktadır. Burada
Prenses Helenan’nın yaptırdığı ” Cismaniye” adında bir kilise vardır.
SELMAN-I FARİSİ
Resulullah efendimizin arkadaşlarının ileri gelenlerinden. Silsile-i aliyye adıyla bilinen
veliler silsilesinin ikinci halkasını teşkil eder. Aslen İranlı olup, İsfehan yakınlarında Cey köyünde
doğdu. Önce Mecusi, daha sonra Hıristiyan, sonra da Müslüman oldu. Mabeh bin Buzahşah olan
ismini, Resulullah efendimiz, Selman olarak değiştirdiler. “Farisi (İranlı)” nispetiyle birlikte
Selman-ı Farisi adıyla anıldı. Selmanü’l-Hayr lakabı ve Ebu Abdullah künyesiyle tanındı. 655
(H.35) senesinde vefat etti. Yaşı hakkında çeşitli rivayetler vardır.
Selman-ı Farisi (ra), Cey köyünün en zengini olan Buzahşah bin Mursilan’ın biricik
çocuğuydu. Ona çok düşkün olan babası, kendisini evden dışarı salmazdı. Oğluna, kendi mecusi
inançlarını eksiksiz öğretip, evde devamlı yanan bir ateşe secde ile ibadetini yaptırırdı. Selman-ı
Farisi gençlik çağına gelince, araziyi tanıyıp, sahip oldukları malları görmesi için babası tarafından
dışarı çıkarıldı. Arazilerinin yakınındaki kilisedeki rahiplerin ibadeti dikkatini çekti. Onların
görünmeyen bir Allah’a ibadet etmelerinin, ateşe tapmaktan daha üstün olduğunu anladı. Tarlalara
gitmeyi bırakıp orada rahipleri seyirle meşgul oldu. Rahiplerden bu dinin aslının Şam’da olduğunu
ve bir müddet sonra oraya bir kervan gideceğini öğrendi. Eve geç kalınca, babası onun
Hıristiyanlığa olan meylini öğrenip elini kolunu bağlayarak eve hapsetti. Fakat o, davasından
vazgeçmeyip rahiplerin bahsettiği kervanın hareket gününde evden kaçarak Şam’a gitti.
Orada Hıristiyanların en büyük âliminden Hıristiyanlığı öğrendi ve kilisede hizmet etmeye
başladı. Fakat bu kimse insanların emniyetini istismar ediyor, fakirler için getirilen sadakaları
kendisi için biriktiriyordu. Ölünce yedi küp altın ve gümüş biriktirmiş olduğu görüldü. Onun yerine
ilim ve zühd sahibi bir rahib geçti. Uzun yıllar onun hizmetinde bulunan Selman-ı Farisi ra, onun
ölüm hastalığında; “Ey benim efendim! Uzun zamandan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim.
Çünkü siz Allahü tealanın emirlerine itaat ediyorsunuz ve men ettiklerinden kaçıyorsunuz. Siz vefat
ettiğiniz zaman ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersiniz?” diye sordu. O da “Oğlum! Şam’da
insanları ıslah edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni ifsat eder. Fakat Musul’da bir zat vardır. Ona
gitmeni tavsiye ederim.” dedi. O zat vefat edince Şam’dan Musul’a gitti ve tarif edilen zatı buldu.
Başından geçenleri anlattı. Onun hizmetine girdi. Bu âlim de diğeri gibi çok kıymetli, zahid, abid
bir kimseydi. Vefat zamanı yaklaşınca, aynı soruları ona da sordu. Nusaybin’de bir zatı tavsiye etti.
29
O vefat ettikten sonra derhal Nusaybin’e gitti. Bahsedilen kimseyi bulup yanında kalmak istediğini
söyledi. Bir müddet de onun hizmetinde bulundu. Bu zat da, vefat etmek üzere iken, Amuriye’de
bulunan başka bir kimseyi tarif etti. Vefatından sonra Selman-ı Farisi oraya gitti. Uzun bir zaman da
onun yanında kaldı. Vefatı yaklaşınca kendisini birine havale etmesini rica etti. “Vallahi şimdi
böyle bir kimse bilmiyorum. Fakat ahir zaman Peygamberinin gelmesi yaklaştı. O, Araplar
arasından çıkar, vatanından hicret edip, taşlık içinde hurması çok bir şehre yerleşir. Hediyeyi kabul
eder, sadakayı kabul etmez, iki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır.” diyerek Resulullah
efendimizin hususiyetlerini saydı.
Selman-ı Farisi, Amuriye’deki hocası vefat edince, bir iş bulup çalıştı. Arabistan’a gitmek
için hazırlık yaptı. Sahibi olduğu koyun vs. gibi hayvanları vererek bir kervanla Arabistan’a doğru
yola çıktı. Fakat kervancılar, ihanet ederek onu Vadiyü’l-Kura’da bir Yahudi’ye köle olarak sattılar.
Hurma bahçelerinin mevcudiyetinden ahir zaman Peygamberinin geleceği yerin burası olduğunu
zannettiyse de, içi ısınmadı. Bilahare Yahudi, onu amcasının oğluna sattı. Yeni sahibi Yahudi’yle
Medine’ye gitti. Bu şehri sanki önceden görmüş gibiydi. Kalbi ısındı. Âhir zaman Peygamberinin
gelmesini beklemeye başladı. Bir gün kendisini satın alan Yahudi’nin bahçesinde bir hurma ağacı
üzerinde çalışıyordu. Sahibi, yanında biriyle konuşuyordu. Bir ara; “Evs ve Hazrec kabileleri helak
olsunlar. Mekke’den bir kimse geldi. Peygamber olduğunu söylüyor” dediler. Bu sözleri işitince
kendinden geçip az kalsın ağaçtan yere düşüyordu. Hemen aşağı inip, o şahsa; “Ne diyorsun?” dedi.
Sahibi bir tokat vurdu ve “Neyine lazım ki soruyorsun, sen işine bak!” dedi.
Akşam olunca bir miktar hurma alıp, hemen Kuba’ya vardı. Resulullah’ın yanına girip;
“Sen salih bir kimsesin, yanında fakirler vardır. Bu hurmaları sadaka getirdim” dedi. Efendimiz
yanında bulunan Ashaba; “Geliniz, hurmayı yiyiniz.” buyurunca, yediler. Kendisi asla yemedi.
İçinden; “İşte birinci alamet budur. Sadaka kabul etmiyor” dedi. Eve döndü. Sonraki günlerde, bir
miktar hurma daha alıp, Resulullah’a gitti ve; “Bu, hediyedir.” diyerek takdim etti. Bu defa
yanındaki Ashapla birlikte yediler, “İşte ikinci alamet budur.” dedi. Götürdüğü hurma yirmi beş
tane kadardı. Hâlbuki yenen hurma çekirdekleri bini buluyordu. Resulullah efendimizin mucizesiyle
hurma artmıştı. Kendi kendine; “Bir alametini daha gördüm.” dedi. Resulullah’ın yanına tekrar
varışında bir cenaze defnediyorlardı. Nübüvvet mührünü görmeyi arzu ettiği için yanına yaklaştı.
Peygamber efendimiz onun muradını anlayıp, gömleğini kaldırdı. Mübarek sırtı açılınca Nübüvvet
mührünü görür görmez varıp öptü ve ağladı. O anda Kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oldu.
Sonra da Resulullah’a uzun yıllardan beri başından geçen hadiseleri bir bir anlattı. Haline taaccüp
30
edip, bunu Ashab-ı kirama da anlatmasını emir buyurdu. asha-ı kiram toplanınca, başından
geçenleri onlara da anlattı. Selman-ı Farisi, iman ettiği zaman Arap lisanını bilmediği için tercüman
istemişti. Gelen Yahudi tercüman, Selman-ı Farisi’nin Peygamber efendimizi medh etmesini aksi
şekilde söylüyordu. O esnada Cebrail aleyhisselam gelip, hazret-i Selman’ın sözlerini doğru olarak
Resulullah’a bildirdi. Durumu Yahudi anlayınca, Kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.
Selman-ı Farisi Müslüman olduktan sonra, köleliği bir müddet daha devam etti.
Peygamberimizin; “Kendini kölelikten kurtar ya Selman!” buyurması üzerine, sahibine gidip, azad
olmak istediğini söyledi. Buna zorla razı olan Yahudi, üç yüz hurma fidanı dikerek, yetiştirip hurma
verir hale gelmesi ve kırk rukye altın vermesi şartıyla kabul etti. Bunu Resulullah’a haber verdi.
Efendimiz Ashabına; “Kardeşinize yardım ediniz” buyurdu. Onun için üç yüz hurma fidanı
topladılar. Resulullah efendimiz; “Bunların çukurlarını hazır edip, tamam olunca, bana haber ver.”
buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince, Resulullah teşrif edip, kendi eliyle fidanları dikti. Bir
tanesini de hazret-i Ömer dikmişti. Ömer’in (ra) diktiği hariç hepsi, Allahü Teâlâ’nın izniyle, o sene
hurma verdi. Resulullah efendimiz, o bir taneyi de söküp, kendi mübarek eliyle yeniden dikti ve
diktiği anda hurma verdi. Fakat kırkk rukye altını bulamamışlardı.
Resulullah efendimiz gazaların birinden tavuk yumurtası kadar bir altın getirmişti.
“Selman-ı Farisi adlı mükatib köle (efendisiyle hürriyetine kavuşmak için belli miktarda anlaşan
köle) nerededir?” diye sordu. Selman-ı Farisi gelince, Resulullah altını verip; “Bu altını al! Borcunu
öde.” buyurdu. “Ya Resulallah! Bu altın, Yahudi’nin istediği ağırlıkta değil.” diyince, alıp, mübarek
dilinin üzerine sürdü; “Al bunu! Allahü teala bununla senin borcunu öder.” buyurdu. Selman-ı
Farisi, o altını tartınca, tam istenilen ağırlıkta geldi. Götürüp sahibine verip kölelikten kurtuldu.
Medineli olmadığı için, Resulullah efendimiz onu, hazret-i Ebu Derda ile kardeş yaptı. Hendek
Savaşından itibaren bütün gazalara katıldı. Daha öncekilere, köle olduğu için katılamamıştı.
Bedr ve Uhud Savaşından sonra, Medine üzerine üçüncü defa yürüyen müşriklere karşı
nasıl bir savunma yapılması gerektiği istişare ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği
Hendek Savaşında Selman-ı Farisi, Resulullah sav me hendek kazmak suretiyle, savunma yapmayı
teklif etti. Onun teklifi kabul edilip, hendek kazıldığı için bu savaşa, Hendek Savaşı denildi.
Selman-ı Farisi, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yeman, Nu’man bin Mukarrin ile Ensar’dan
altı kişinin bulunduğu bir grupla beraber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zattı. Hendek
kazma işinde gayet mahir ve becerikliydi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Cabir bin
Abdullah; “Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri, vaktinde
kazıp bitirdiğini gördüm” buyurmuştur. Hazret-i Selman’ın çalışmasına Kays bin Sa’sa’nın gözü
değmiş ve Selman birden bire yere yıkılmıştı. Eshab-ı kiram hemen Resulullah’a koşmuş ve ne
yapmaları lazım geldiğini sormuşlardı. Peygamber efendimiz; “Kays bin Sa’sa’ya gidin. Selman
için bir kabta abdest alsın. Abdest suyu ile Selman yıkansın. Su kabı, Selman’ın arkasından baş
aşağı çevrilsin” buyurmuştur. Eshab-ı kiram, Peygamberimizin buyurduğu gibi yapınca, Selman-ı
Farisi bulunduğu halden kurtulmuş, kendine gelmişti.
Peygamberimiz, Hendek Savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı, Selman-ı Farisi’ye,
Selman-ül-Hayr, “Hayırlı Selman” adını verdi. Selman-ı Farisi Müslüman olup, kölelikten
kurtulduktan sonra, geçimini sağlamak için, ince hurma dallarından sepet örüp satardı. Kazancının
bir kısmını da fakirlere sadaka verirdi. Resulullah efendimizin yakınlarından olup, bazı geceler
31
huzurunda bulunarak baş başa saatlerce sohbetinde kalırdı. Kalbinde Allah ve Resulullah aşkından
başka zerre kadar bir şey bulunmayan Selman-ı Farisi dünya malı olarak kendisine gelen her şeyi
Allah rızası için dağıtırdı. Elinde mal bulundurmazdı. Hazret-i Âişe buyuruyor ki: “Selman-ı Farisi
geceleri uzun zaman Resulullahla beraber kalır ve sohbetinde bulunurdu. Neredeyse Resulullah’ın
yanında bizden fazla kalırdı. Peygamberimiz; “Allahü teala bana dört kişiyi sevdiğini bildirdi ve bu
dört kişiyi sevmemi emretti. Bunlar; Ali, Ebu Zerr-i Gıfari, Mikdad ve Selman-ı Farisi” buyurdular.
Hazret-i Ebu Bekr devrinde, Medine’den ve hazret-i Ebu Bekr’in sohbetlerinden bir an
ayrılmayan Selman hazret-i Ömer zamanında İran fethine katıldı. İslam ordusunun büyük zaferlere
kavuştuğu bu seferlerde Selman-ı Farisi’nin çok büyük hizmetleri oldu. İranlı olduğundan, onlar
hakkında pek çok malumat sahibiydi. İranlıları kendi lisanlarıyla dine davet ediyor, onlara
İslamiyet’i anlatıyordu. İranlılar savaşlarda fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana kadar fil
görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selman, fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl
öldürüleceğini İslam askerlerine gösterdi. İran’ın Medayin şehri alınınca, hazret-i Ömer onu şehre
vali tayin etti. İlmi, basireti, vazifesindeki adaleti ve nezaketiyle Medayin halkı tarafından çok
sevilip sayıldı. Böylece İslamiyet orada süratle yayıldı. Çok sade bir hayat süren Selman-ı Farisi,
hazret-i Osman devrinde hastalandı. Kendisini ziyarete gelen Sa’d bin Ebi Vakkas’a artık dünyadan
ayrılacağını ve bütün servetinin bir kase (tas), bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibaret olduğunu
söyledi. Eshab-ı kiramdan ziyarete gelenler nasihat isteyince, onlara hasta olduğu halde devamlı
nasihatte bulundu. 655 (H.35) te Medayin’de vefat etti. Kabri Medayin yakınlarında, Selman-ı Pak
denilen yerdedir. Türbe ve camisi, Osmanlı sultanı ve Bağdat fatihi, Dördüncü Murad Han
tarafından yeniden inşa edilmiştir.
Selman-ı Farisi, Peygamber efendimizden altmış civarında hadis-i şerif rivayet etmiştir.
Bunlardan otuz kadarında, Buhari ve Müslim ittifak edip, kitaplarına almışlardır.
İlim öğrenmeyi çok seven Selman-ı Farisi, Resulullah efendimizden sonra hazret-i Ebu Bekr’in
sohbetlerini hiç kaçırmadı. Onun feyz ve bereketlerine ziyadesiyle kavuştu. Onun ilminin durumunu
çok iyi bilen hazret-i Ali; “Ona öncekilerin ve sonrakilerin ilmi verilmiştir. Ondaki ilme erişilmez”
ve “O, dibi bulunmaz bir deryadır” buyurmuştur. Öğrendiklerini öğretmek için, büyük gayret
sarfeden Selman-ı Farisi radıyallahü anh çok alim yetiştirdi. Ebu Said el-Hudri, İbn-i Abbas, Evs
bin Malik onun talebeleri arasındaydı. Ebu Hüreyre ondan hadis-i şerif rivayet etmiştir. Tabiinin
büyüklerinden ve o zaman Medine’de Fukaha-i seb’a denilen, yedi büyük alimden biri olan, Kasım
bin Muhammed bin Ebi Bekr de, Selman-ı Farisi’nin talebelerinden olup, ders ve sohbetlerinde
kemale gelmiş ve Silsile-i aliyye büyüklerinin dördüncü halkasını teşkil etmiştir.
Selman-ı Farisi bir gün yanında misafiri olduğu halde, Medayin’den çıktı. Yolda
karınları acıktı. Yiyecek bir şeyleri de yoktu. Orada geyikler ve kuşlar vardı. Selman-ı Farisi bir
geyikle bir kuşu yanına çağırınca, ikisi de geldi. Onlara; “Bu kimse benim misafirimdir. Sizi ona
ikram etmek istiyorum.” buyurdu. Geyik ve kuş hiç itiraz etmediler. Onları kesip yediler. O zat bu
işe çok şaştı ve “Ey efendim! Geyik ve kuşu çağırdığınızda hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben
buna hayret ettim.” dedi. Selman o zaman; “Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allahü
Teâlâ’ya itaat eder ve hiç günah işlemezse, her şey ona itaat eder.” buyurdu.
RABİATÜL ADEVİYYE
Hz. Rabia-tül Adeviyye (İlk Kadın Evliya) Tabiin devrinde yetişen büyük hanım
evliyalardandır. Dünyaya düşkün olmaması ve ibadetleriyle meşhur bir hanımdır. Basra’da doğdu.
32
Ailenin dördüncü çocuğu olduğundan ismini bu manaya gelen RABİA koydular. Babası çok fakir
olduğundan o doğduğu gece evinde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Annesi çok ağlayıp
mahzun olmuştu. O gece babası rüyasında Peygamberimizi (sav) gördü ve kızının büyük bir kimse
olacağı müjdelenip, Basra beyine bir kâğıda; ‘Her gece Rasulullah’a yüz salavat getirdin, dün gece
unuttun, bunun için bu kâğıdı getirene 400 dinar ver diye yazıp götürmesini söyledi. Bunun üzerine
babası böylece yazıp götürdü. Basra beyi memnuniyetle on bin kızıl altın verip, onlara hep yardımcı
olacağını söyledi. Bundan sonra rahatlayıp kızlarını büyüttüler.
Rabia-i Adeviyye biraz büyüyünce anne ve babası öldüler, kız kardeşleri dağıldı.
Basra’da kıtlık baş gösterdi. O da bir ihtiyara hizmete yani köleliğe başladı öyle ki bir gece ;’Ya
Rabbi, biliyorsun ki benim arzum senin emirlerine uymaktır. Eğer iş benim elimde olsa sana
ibadetten bir an geri kalmazdım fakat ihtiyara hizmet ettiğim için sana gereği gibi ibadet
edemiyorum derken efendisi bunları duydu ve onun nasıl bir kişi olduğunu anlayarak azad etti ve
kabul ederse ona hizmet edebileceğini söyledi. Ancak Rabia-i Adeviyye kabul etmeyerek onun
yanından ayrıldı. Günlerini sürekli ibadetle geçirirdi, geceleri de ibadet ederdi.
Kefenini daima yanında taşır, namazını üzerinde kılardı. Kefenini yanına almadan
gezdiğini, konuştuğunu kimse görmedi. Çok oruç tutardı. Bir defasında bir hafta yiyecek bulamadı,
sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi, nefsine eziyet ettiğini düşünürken kapı çaldı. Bir tabak
yemek geldi, mum almaya gitmişti ki döndüğünde kedinin yemeğini döktüğünü gördü. Su bardağını
almaya gitti mum söndü içmek isterken bardak düştü kırıldı. O da ‘Ya Rabbi, bu zavallı kulunu
imtihan ediyorsun, fakat acizliğimden sabredemiyorum! Diyerek ah çekti. Bu ahtan neredeyse ev
yanacaktı. Bir ses duyuldu. Ey Rabia, istersen dünya nimetlerini üstüne saçayım fakat gamımı
alayım. Çünkü benim gamım ile dünya bir arada bulunmaz! Bu sözü işitince şöyle dua etti; ‘Ya
Rabbi, beni seninle meşgul eyle ve senden alıkoyacak işlere beni bulaştırma!
Bir gece yarısı yine kalkmış Rabbiyle baş başayken arkadan biri yaklaşmış onun
münacatını dinliyor. ’Allah’ım gece oldu sevgililer sevgililerinin yataklarına gittiler. Aşık maşuk
şimdi sarmaş dolaş. Benim MAŞUKUM SENSİN! BENDE KALKTIM SENİN YANINA
GELDİM! Sana çeşitli şeyleri şefaatçi olarak arz ediyorum. Benim sevgimde bir hayli
derindir…İsteğim, dileğim çoktur. Aşığın maşuktan istediği her şeyi istiyorum. Aşkımı şefaatçi
değil, senin bana olan alakanı şefaatçi yapıyorum!!!!!’ Dikkat ediniz bu emin bir kalbin ifadesidir.
’Allah’ın sizi ne kadar sevdiğini öğrenmek istiyorsanız onu ne kadar sevdiğinize bakın’ O öyle çok
öyle delicesine seviyordu ki Rabbinin de onu ne kadar sevdiğini bildiğinden kendi sevgisini değil
Rabbinin ona olan sevgisini şefaatçi yapıyordu. Rabia-tül Adeviyye son derece tevekkül ve sabır ve
her türlü güzel ahlaka sahip, dünyaya değer vermeyen yani düşkün olmayan, Rabbinin rızasından
başka bir şey düşünmeyen, gece ve gündüzünü ona ibadet ve tefekkürle geçiren, hayatı boyunca çok
işkence ve eziyet görmesine rağmen imanından dönmeyip sabreden, kısacası gözlerine Rabbinin
33
hayalinden başka hayal girmeyen çok yüce bir kadın evliyadır. Doğumu bilinmemektedir. 752′de
Kudüs civarında vefat etmiştir. Allah bizi onun şefaatine nail eylesin.
HZ.RABİA-TÜL ADEVİYYE HAKKINDA
Bir gece namaz kılmak için seccadesini serer. Namazını bitirdikten sonra şöyle bir duada
bulunur; Ya rabbi! şu vakitte bir çok kimse uyudu, bir çoğu sevdiğine gitti, bende sana geldim,
çünkü benim sevdiğim sensin. Sonra zikre başladı ve seccade üzerinde zikir çekerken uyuyakaldı.
Bir hırsız girdi evine biraz sonra, bakındı sağına soluna, oldukça az ve eski eşyaların olduğu fakir
birinin eviymiş bu ev diye düşündü. Ama bir kaç parça eşya almadan çıkmak olmaz diye düşündü
Torbasına doldurduğu bir kaç parça eşya ile tam evden çıkacakken birde baktı ki kapı yok! Az önce
girdiği kapı hiçbir yerde yoktu, her yer duvardı. Aldıklarını bıraktı ve tekrar çevresine baktı, kapı
orada duruyordu. Tekrar torbasına doldurdu eşyaları ve tekrar baktı ki kapı yine yoktu!
Bu işlemi tam 3 kez tekrarladı. Tam o esnada duvarlar dalga dalga yarılarak dedi ki;
Ey hırsız! Sevilen uyudu ama seven ayakta! Hırsız kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu
Daha sonra Zeytin Dağından panoramik olarak seyrettiğimiz Mescid-i Aksan’ın ve
Kubbetüs Sahranın akşamın loş ışığında fotoğrafını çektikten sonra otelimize dönüş yapıyoruz.
Selman-ı Farisiyi ziyaret ettiğimiz mescidin bahçesindeki Filistinli Çocuklar
04.03.2016 CUMA SAAT 08.30
MESCİD-İ AKSA VE AVLUSU
34
BABUN MEĞARİBE KAPISI:
Peygamber Efendimiz (sav)’ in Mescid-i Aksay’a girdiği kapıdır. Hz Ömer’de bu kapıdan
girdi ve buraya ait bilgileri edindi.
Mescid-i Aksa ve Romalılardan kalan kalıntılar
MESCİD-İ BURAK
Ağlama Duvarı’nın hemen arkasındaki bu küçük mescit, Hz. Muhammed’in (as) bineği
Burak’ı bağladığı yere kurulmuştur. Peygamber’imizin ifadesiyle Burak, bütün peygamberlerin
atlarını bağladıkları halkaya bağlanmıştır. Burak Mescidinin duvarında bu hakikatin hatırasını yâd
eden bir demir halka bulunur.
Burak Mescidine iniyoruz
SÜLEYMAN MABEDİ (SAAT 09.15):
Mescid-i Aksa’nın alt katındayız. Bulunduğumuz yeri Hz Davut (as) ilk mescid olarak
yapıyor. Duvarlar yıkılınca arsa sahibine altın verilerek alınıyor. Davut (as) duvarları tekrarinşa ediyor
ve oğlu Hz Süleyman (as) duvarların yarısından sonrasını yapıyor. Buradaki üç direk Süleyman
Mabedinin burası olduğuna işaret eder. Bu mabette cinlerin çalıştığının delili düvardaki uzunluğu 4
metreye yakın olan sütun şeklindeki taşlardır.
35
Süleyman ve Davut Mabedinin ilk yapılan alt katı
HZ MERYEM’İN MİHRABI (SAAT10.00):
Yine bulunduğumuz alt katta Hz Meryem’in bulunduğu mekân vardır. Meryem annemiz
Hz Zekeriya (as)’ın himayesine veriliyor. Bu mekân Hz Meryem’in inzivaya çekildiği yerdir. Hz
Meryem’in teyzesi Elisabeth Zekeriya (as)’ın eşi olduğunun ve onun çocuğunun olmadığının
bilgisini de burada rehberimizden öğrenmiş oluyoruz.
MESCİD-İ MERVAN:
Mescid-i Aksa Camiinin Kıble yönüne göre sol yanında Emevi Halifesi Mervan
tarafından yaptırılan Mervan mescididir. Bu mescid 3,000 kişiliktir. Duvarlarının alt kısmı ve üst
kısmına baktığımız zaman eski ve yeni yapı kendini göstermektedir.
36
BABUT TEVBE VE RAHMET KAPILARI:
Tövbe ve Rahmet Kapıları; Bu iki kapı mescidi aksanın doğu surunda bulunmaktadır.
Bu kapılara doğru uzun merdivenler uzanmaktadır. Bunlar büyük ve yüksek binanın içinde
bulunuyor. Kapılar şuan kapalı durumdadır. Kapıların Hz. Ömer, Selahattin Eyyubi veya Osmanlı
döneminde kapatıldığı rivayet edilmektedir. Fakat daha çok Osmanlı zamanında kapatıldığı öne
sürülmektedir. Çünkü kapıların kapatılma tarzı Osmanlıya benzemektedir. Kapıların ilk ismi tövbe
ve rahmettir, ancak Hıristiyanlar altın kapısı olarak değiştirmişlerdir.
KUBBETÜS SAHRA (SAAT 10.30) (ARKADAKİ)
Kudüs haremindeki kutsal kaya üzerinde yer alan Emevî Halifesi Abdülmelik b.
Mervân'ın yaptırdığı, ortası kubbeli sekizgen yapı. İslâm mimarisinin bilinen İlk kubbeli
eserlerindendir ve Kudüs'ün fethinden sonra Hz. Ömer tarafından yaptırılan mescidin yerine inşa
edildiği için daha çok Batılılar tarafından Ömer Camii olarak da tanınır. Binanın üzerinde bulunduğu kutsal kaya (sahre, hacerü'l-muallak) rivayete göre Hz. Musa'nın kıblesidir (Taberî, XXVI,
183) ve Resûl-i Ekrem'in kıble değişikliğiyle ilgili ayetler gelinceye kadar namaz kılarken yöneldiği
37
Kudüs'ten maksadın da o olduğu söylenir. (Taberi, II, 4) Yahudi geleneğinde sahrenin Süleyman
Mâbedi'nin Kudsü'l-akdes bölümünün temelini teşkil ettiği, dünyanın ortasında bulunduğu, Nuh'un
gemisinin tufandan sonra onun üstüne oturduğu ve üzerinde Hz. İbrahim'in kurban kestiği, Hz.
Davud'un tövbe ettiği gibi değişik inanışlar vardır. Kitâbı Mukaddes yorumunda sahrenin Süleyman
Mâbedi'nin tamamının veya yalnız kurban sunulan mezbahanın temelini oluşturduğu kabul edilir.
Bazı İslâm kaynaklarında sahre Beytül-makdis olarak tarif edilir. Hz. Ömer, barış
yoluyla Kudüs'ü ele geçirince Kâ'b el-Ahbâr'ın delaletiyle Yahudiler tarafından çöplük haline
getirilen sahrenin yerini bulup temizletmiş, bizzat kendisi de eteğinde toprak taşıyarak bu çalışmaya
katılmıştır. (İbn Kesîr, VII, 57)
(Muallak Taşı üstten görünüm)
(Muallak Taşının Altındayız)
Kubbetü's-Sahre, tarihi boyunca bölgeye hâkim olan hemen her hükümdardan büyük
ilgi ve saygı görmüş, özenle tamir ettirilmiştir. Bilhassa Eyyûbî sultanları kendi elleriyle sahrenin
tozunu alır, mescidi süpürür ve gül suyu ile yıkarlardı. Bunlardan el-Melikü'1-Azîz Osman, sahrenin etrafına ahşap bir korkuluk yaptırdı. Memlükler'den I. Baybars 1270'te yıkılan kısımları tamir
ettirdi ve dış duvar mozaiklerini yeniledi. 1318'de Muhammed b. Kalavun kubbenin içini altın
yaldız ve mozaiklerle yeniden dekore ettirip dışını da kurşunla kaplattı. Berkuk, güney kapıdan
girince göze çarpan mahfeli yaptırdı; el-Melikü'z-Zâhir Çakmak yıldırım düşmesi sonucu yanan
kubbesini onarttı. Kayıtbay ise kapılarını üzerlerine kabartma motifler işlenmiş bakır levhalarla
38
kaplattı. Osmanlılar zamanında Kanunî Sultan Süleyman tarafından çok köklü biçimde tamir
ettirilmiş ve harap olan dış mozaik kaplama çinilerle değiştirilerek pencerelere alçı revzenler
yerleştirilmiştir. İmar faaliyeti III. Murad. I. Abdülhamid, II. Mahmud, Sultan Abdülmecid, Sultan
Ab-dülaziz ve II. Abdülhamid tarafından da devam ettirilmiş, özellikle II. Abdülhamid büyük
masraflarla zemine değerli İran halıları döşetmiş, ortaya görkemli bir kristal avize astırmış ve
eskiyen çinileri yeniletmiştir. 1948 Eylül ve Ekim aylarında atılan bombalardan kuzeybatı pencereleri zarar gören Kubbetü's-Sahre, bugün de zaman zaman Filistinlilerle İsrail askerlerinin
çatışmaları sırasında tehlikeli durumlara düşmektedir.
KUBBETÜL SİLSİLE (SAAT 10.50) (ÖNDEKİ)
Abdulmelik bin Mervan tarafından 685 ile 688 yılları arasında yaptırıldı. Kubbenin hacmi
küçük, mihrabı ve on bir köşesi bulunmaktadır. Rehberimizin anlattığına göre; Peygamber
Efendimiz burada karşılanmıştır. Burası Hz Süleyman’ın yedi harikulade olaydan birinin
gerçekleştiği yerdir. İki Yahudi’nin hak arama hikâyesinden dolayı semadan buraya inen zincirin bu
hikâye sonucunda zincirin kaybolduğunu anlatıyor bize… Yine Osmanlı da görev yapan kadıların
burada hüküm verdiği bilgisini bize aktarıyor rehberimiz. Hz Süleyman’ın da burada hüküm
verdiğini, buranın altında yaptırdığı havuza suçluların düştüğünü bu kubbenin altında anlattı.
KUBBETÜNNEBİ:
39
Peygamber Efendimizin tüm peygamberlere namaz kıldırdığı yer olarak bilinmektedir. Bu hatıranın
anısında burada bu kubbe vardır.
KUBBETÜLMİRAC:
Peygamber Efendimizin miraca çıkmadan önce beklediği yer olarak bilinmektedir. Bu hatıranın
anısına burada bu kubbe bulunmaktadır.
KUBBETÜLERVAH (RUHLAR KUBBESİ
Bütün temiz ruhların burada toplandığı rehberimiz tarafından bize anlatılıyor. Burası bütün temiz
ruhların burada toplanıp namaz kıldıkları yerdir.
40
KUBBETÜLHIZIR:
Hızır aleyhisselamın Zeviyetül hızır tarafından gelerek durduğu yerdir. Bu hatıranın anısına buraya
bu isim verilerek kubbe inşa edilmiştir.
ZAVİYETÜLHIZIR:
Kubbetül hızırın bulunduğu yere gelirken Hızır (as) ın kullandığı yol ve girdiği kapıya denir.
HAREM-İ ŞERİFİN TABANINDAKİ SECCADE GÖRÜNÜMÜNDEKİ ALAN:
Burası da Hızır (as)’ın ermişlerle beraber namaz kıldığı ve ermişlere namaz kıldırdığı
yer olarak kabul edilir. Rehberimiz Harem-i Şerifin avlusunu bu şekilde bize anlattıktan sonra
41
Cuma namazını Mescid-i Aksa’da kılıp tekrar buluşmak üzere Cuma namazı sonrasına kadar
gezimize böylece ara vermiş oluyoruz
CUMA NAMAZI SONRASI (SAAT 13 10)
AĞLAMA DUVARI - YAHUDİ BÖLGESİNDEYİZ
Yahudilerin, Süleyman aleyhisselamın Kudüs'te yaptırdığı Beyt-ül-Makdis (Mescid-i
Aksa) den kaldığına inandıkları ve kutsal kabul ettikleri duvar. Yahudilerin ha-Kotel ha-Ma'aravi
(batı duvar) dedikleri bu duvar zamanla Hıristiyanlığın tesiriyle "Ağlama Duvarı" olarak
adlandırılmıştır. Yaklaşık 485 m uzunluğunda olan Ağlama Duvarı, toprak seviyesinin üstünde
yirmi dört büyük taş sırası ile yer altında kalan on dokuztaş sırasından meydana gelir. Yüksekliği
toprak seviyesinden itibaren 18 m olup 6 metresi mabed alanının seviyesini aşmaktadır. Taşlardan
bazılarının uzunluğu 12 m, yüksekliği 1 m, ağırlığı ise 100 tondan fazladır. 1967 Arap-İsrail (Altı
Gün) Savaşına kadar sadece 30 metrelik kısmı ibadet için kullanılmaktaydı. Bugünkü haliyle
duvarın en üstünde bulunan on bir sıra, İslami dönemden kalmadır. Geri kalan kısım ise hazret-i
Süleyman zamanından kalma olmayıp Herod (Hirodes) dönemi mimari özelliklerini taşımaktadır.
On iki kabileye ayrılmış olan İsrailoğulları Süleyman aleyhisselamın vefatından sonra iki
devlete ayrıldılar. On kabile İsrail devletini, diğer iki kabile ise Yahuda devletini kurdular.
Azgınlaşarak hak yoldan ayrıldılar ve taşkınlık ettiler. Gadab-ı İlahiye uğradılar. İsrail devleti M.Ö.
721'de Asuriler, Yahuda Devleti de M.Ö. 586'da Babilliler tarafından yıkıldı. Asuriler, Babil
42
Devletini işgal etti. M.Ö. 587'de Asuri Hükümdarı Buhtunnasr Kudüs'ü yakıp, yıktı. Yahudilerin
çoğunu öldürdü, kalanlarını da Babil'e sürdü. İran hükümdarı Şireveyh, Asurileri yenince
Yahudilerin tekrar Kudüs'e dönmelerine izin verdi. Yahudiler M.Ö. 520 senesinden sonra Mescid-i
Aksay’ı yeniden imar ettiler. Önce Perslerin, sonra da Makedonyalıların idaresi altında yaşadılar.
M.Ö. 63 senesinde Kudüs, Roma kumandanı Pompey tarafından işgal edildi. Pompey de Yahudileri
dağıttı, şehri ve Mescid-i Aksa'yı yaktı, yıktı. Böylece Yahudiler, Roma Devleti hâkimiyetine
girdiler. M.Ö. 20 senesinde Romalıların Filistin'deki Yahudi Valisi Herod, Mescid-i Aksa'yı eski
ölçüleri daha da genişleterek yeniden yaptırdı.
Yahudiler daha sonra Roma hâkimiyetine isyan ettiler. M.Ö. 70 yılında Romalı
kumandan Titüs, Kudüs'ü tamamen yaktı, yıktı. Şehri viraneye çevirdi. Beyt-i Mukaddes (Mescid-i
Aksa) de yandı. Sadece batı duvarı kaldı. Sonra Titüs'ün yaptırdığı ve 120 yılındaki tamiratta bu
duvarın aynen kaldığı kabul edilir. Kudüs'ün doğu kesiminde Kubbetü's-Sahra Camiinin de
bulunduğu Harem-i şerifin batı tarafında Tyropean Vadisinin kayalık tabanı üzerinde yer Alan
Ağlama Duvarı, M.S. 1. yüzyıldan itibaren Yahudiler tarafından Mukaddes kabul edilmeye
başlandı. Yahudilerin önünde ibadet ettikleri bu duvar, Kudüs'ün ve Beyt-i mukaddesin yakılıp
yıkılışını; esir olarak Romalılar tarafından başka ülkelere sürülüşlerini anmak; hatıralarını tazeleyip,
kinlerini bilemek; mabede yeniden kavuşup Yahudi hâkimiyetini kurmak hayali içinde dua ve
gözyaşı ile yaslarını sürdürmelerini sağlamıştır. Bu duvar yüzyıllarca Yahudilerdeki milli ve dini
şuuru ayakta tutmuştur. Yahudilerin inanışına göre, "Bu duvar yıkılmayacak ve Rab, mabedin batı
duvarını asla terk etmeyecektir."
İlk zamanlarda duvarın yanında herhangi bir ibadet yeri yapılmamış, hatta Yahudilerin
Kudüs'e girmeleri bile yasaklanmıştı. Fakat Ağlama Duvarı muhafaza edilmiş ve Mescid-i Aksa
tamir edilmişti. Kudüs İslam hâkimiyetine girdikten sonra, Yahudiler serbestçe Kudüs'e
girebilmişler ve ibadet edebilmişlerdir. Ağlama Duvarı önüne gelerek dua etmişlerdir. Osmanlıların
Kudüs'ü fethetmelerinden ve İspanya'dan kovulan Yahudilerin Kudüs'e göçme veya burayı ziyaret
etme imkânının doğmasından sonra Ağlama Duvarı Yahudiler için devamlı bir dua yeri haline
gelmiştir. Osmanlılar, Yahudileri himaye ettikleri gibi Mescid-i Aksa'yı ve Ağlama Duvarını da
tamir ettirip, yıkılmaktan korumuşlardır. Bölgede Yahudi nüfusunun artmasından sonra Yahudiler
Ağlama Duvarı önüne, sıralar, masalar koymak ve o bölgedeki evleri yıkmak istediyseler de
Müslümanlar buna mani oldular. 1929’da Ağlama Duvarı sebebiyle Müslümanlarla Yahudiler
arasında olaylar çıktı. Birleşmiş Milletler Cemiyeti tarafından kurulan bir heyet, duvarın
Müslümanların mülkiyetinde olduğuna ve Yahudilerin orada dua edebileceklerine karar verdi.
Resmin solunda Yahudilerin Mescid-i Aksa’nın altına kazdıkları tünel girişleri bulunmaktadır
43
1948 senesinde Kudüs'ün doğu kesiminin Ürdün'ün eline geçmesi üzerine Yahudilerin bu
duvarı ziyaret etmeleri yasaklandı. 1967 Arap-İsrail Savaşında Kudüs'ün doğu yakasının İsrail
tarafından işgal edilmesi üzerine bu hadiseyi asker sivil bütün Yahudiler duvarın önünde büyük bir
coşkuyla kutladılar. 2000 yıllık İsrail rüyasının gerçekleştiğini ilan ettiler. Daha sonra ise duvarın
bulunduğu bölgedeki mahalle yıkılarak geniş bir alan açıldı. Ağlama Duvarını Süleyman as’mın
yaptırdığı mabedden bir kalıntı olarak kabul ettikleri kutsal bir mekan sayan Yahudiler, mabedin
yıkılış yıl dönümü olmak üzere çeşitli vesilelerle dua ederler. Yahudilerin en büyük hedefi, bu
mabedin eski ölçülerine göre yeniden yapılmasıdır. Beyt-i Mukaddesin eski ölçülerle yeniden
yapılabilmesi için bugünkü Kubbetü's- Sahranın ve Mescid-i Aksa'nın yıkılması gerekmektedir.
Hz DAVUT (AS) IN KABRİNİ ZİYARET
Ağlama duvarının ardından tamamen Yahudi bölgesinde bulunan ve Kudüs Zion dağında
medfun olan Hz Davut (as)’ın kabrini ziyaret ediyoruz. Erkekler başlarında takke olmadan içeri
alınmıyor. Yahudilerin elinde bulunan bu yere her din mensubu ziyarette bulunuyor. Hz Davut’un
kabri Yahudi dini simgeleri ile süslü. Ziyaretimizi Yaptıktan sonra çıkış koridorunda Yahudilerin en
önemli dini sembollerinden biri olan şamdan var. Resimlerle süslenen bu mekânın gezilmesi de bu
şekilde sonlanmış oluyordu.
KUDÜS BAŞKONSOLOSUMUZ MUSTAFA SARNIÇ BEY’İN DAVETLİSİYİZ
Gezimiz esnasında Kudüs Başkonsolosluk makamında oturan Büyükelçi Mustafa Sarnıç
Bey’in davetlisi olarak konsolosluk binasına gittik.. Biz misafirlerine yemek ikramında da bulunan
Başkonsolosumuz bir değerlendirme konuşması da yaptı. “-Almanya’dan ve hatta Avrupa’dan
Stuttgart Din Hizmetleri Ataşeliği öncülüğünde Türkler tarafından organize edilen ve Kudüs’e
ziyaretçi olarak gelen ilk kafile sizsiniz” dediğinde gezi kafilesinin yüreklerindeki heyecanını
gözlerinde hissettim. Harflerimin, kelimelerimin ve cümlelerinin yetersizliği içinde bu duyguyu
sizlere aktarmaya çalışsam da nafile… Nakıslığı gidermenin tek çaresi de o an da o mekânda
olmaktı sanırım… Bu duyguyu yaşatan Rabbime sonsuz Hamd-ü Senalar olsun. Mekânın
şartlarından ve görevdeki zorluklardan da bahsetti. Bizlerin Almanya’dan ilk gezi kafilesi olarak
gerçekleştirdiğimiz Kudüs ziyaretinin buralar ve buradaki insanlar için önemine işaret eden Sayın
Büyükelçimiz bunun arkasının artarak devam edeceğine inancının tam olduğunu da belirtirken bu
sıcak karşılama ve ziyaretin sonunun da yaklaştığının habercisi son yudumlamalarla bitirdiğimiz
kahve ve çaylarımız olmuştu. Bu anı hep beraber birkaç resim karesinde ölümsüzleştirerek
konsolosluk binasının önünde bizi beklemekte olan otobüsümüze bindik ve Kıyamet Kilisesine
doğru yol almaya başladık.
44
KIYAMET KİLİSESİ (SAAT 14.10):
Geniş bir avluya girdik. Kasvetli bir kilisenin önünde durduk. Rehberimiz anlatmaya
başladı. Arkadaşlar! Burası Kıyamet kilisesidir. Diğer bir ismi de Gamama kilisesidir. Gamama,
çöplük demektir. Şu gördüğünüz haç İsa Peygamberin çarmıha gerildiği haçtır. Kilisedeki Hristiyan
mezhepler sevap kavgasına girince büyük karışıklıklar ortaya çıkmış, onlarca insan ölmüştür.
Osmanlı Padişahı Abdülmecid bir ferman yayınlayarak kimin ne iş yapacağını kimin nereyi
temizleyip temizlemeyeceğini milimi milimine bizzat ben belirleyip bunlara uymayanın da kafasını
uçuracağım demiştir. İşte yedi düvele Rahmet okutan ecdat bu olsa gerek.
Karşı duvarda pencere önündeki merdivenin hikâyesi de şöyledir.
Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülaziz zamanında bu kilisede yıllarca mezhep din
adamları arasında yetki kavgaları olmuş değişik mezhep din adamlarından “on beş” din adamı
ölmüş. Bu çekişmeler İstanbul’a kadar ulaşmış. Padişah bir ferman yazdırmış. Ferman Kudüs’e
ulaşınca kilisenin meydanına gelen münadiler seslenmişler. Padişahımızın fermanıdır! Kim
45
fermanımı duya, her işini bıraka ve oldukları yer de kalalar… Bu ferman okunmaya başlanınca
herkes kilisenin avlusunda toplanıp kıpırdanmadan dinlemeye başlamışlar. Lakin kilisenin üst katın
da merdivenle camlara tırmanmış temizlik yapan bir Rahip olduğu yerde çakılmış kalmış. Ferman
Padişahtan gelmiş. Kıpırdamak veya farklı bir iş yapmak kimin haddine! Ferman okunmuş ve
gereği uygulanmaya başlanmış. Kilisenin bütün bakımı ve çalışanların maaşı Osmanlıdan
gitmektedir. Lakin Kilisenin Ermeni Papazı olduğu yerden aşağı inememiş hatta kıpırdayamamış.
Uzun uğraşlar sonunda onu indirmişler. Fakat merdiven 159 yıldır halen olduğu yerde duruyor.
Kiliseye girince sağ tarafta İsa Peygamberin çarmıha gerilip ölüme terk edildiği ve
öldürülünce de çöplüğe atıldığı yer vardır. Burada teneşir yeri ve dirilip göğe çıktığı mekân
sebebiyle de bu kilise şu anda dünyada Hristiyanlarca en kutsal mabet olarak kabul edilmektedir.
Ayrıca burada çarmıha gerildiği ve ölümünden sonra çöplüğe atıldığı yeri öpüp secde edip saygı
gösteriyorlar. Görünürde ise Yahudiler İsa Peygambere böyle dehşetli işkencelerde bulunmuşlar.
Hz ÖMER MESCİDİ:
Hz Ömer, Kudüs’ü Şerife geldiği zaman Kıyamet kilisesinde karşılanmış ve şehrin
anahtarı kendisine teslim edilmiş. Namaz vakti gelince Hıristiyan din adamları namaz kılması için
kiliseye davet etmişler. Lakin Hz Ömer daha sonra Müslümanların burasını Camiye çevirecekleri
endişesini dile getirerek bu teklifi bunu kabul etmemiş. Kilisenin yanı başında boş arazide namazını
ikame etmiş. Daha sonra namazı ikame ettiği yere bu mescit yapılmış.
Hz. Ömer (ra)’ın cihana adaleti ile nam salması boşuna değilmiş… Daha sonraları Selahaddin
Eyyübi Hazretleri de buraya bir minare yaptırıyor. Burası Ömer Mescidi olarak anılıyor.
05.03.2016 CUMARTESİ
GEZİYE BAŞLAMA SAATİ 07.20
Sabah namazımızı Mescid-i Aksa’da kılıyoruz. Aslında bu mübarek vaktin bitmesini kimse
istemiyordu. Çünkü bu Mescid-i Aksa’yı son ziyaretimiz ve son sabah namazımız idi. O da bu
sabah diğer sabahlardan farklı olarak biz misafirlerini boynu bükük karşılamıştı. Ah Mescid-i Aksa;
zulmün altındaki vakar duruşun ne kadar çok yakışmış sana... Bu heybetli duruş ne kadar çok
saldırmalarına rağmen o kadar da çok korku salmış kin ve nefret saçan yüreklere… Bu öyle bir
korku ki, en son teknolojinin ulaştığı gölge bile güven vermiyor onlara… “İnanıyorsanız
46
üstünsünüz” ilahi fermanını bir zırh gibi kalbine işlemiş olan Filistinli gencin intifada
heyecanına tanıklık etmek bahtiyarlığının nasip olduğu bu mekânlara veda etmenin vakti
yaklaşmıştı artık… Son bir kez daha açıldı bu mukaddes kubbenin altında eller Semaya…
Ya Rabbi! Kabir azabından, cehennem azabından, ölüm şiddetinden, hayat ibtilasından
ve deccalin fitnesinden sana sığınıyoruz. Zulmedenin şerrinden sana sığınıyoruz. Birliğimizi,
dirliğimizi, beraberliğimizi bozan her türlü iç ve dış mihrakların, Siyonist emellerin kurmuş
olduğu tuzakların şerrinden sana sığınıyoruz. Filistinli kardeşimin imanı gibi iman, terör
karşısında Müslüman Türk kardeşimin sabrı gibi sabır, ezilen tüm mazlumların arkasında
dimdik duran devlet adamlarımızın sebatı gibi sebat istiyoruz ya Rabbi. Üç İbrahimi dinin
yaşandığı şu kutsal mekanlara, adaleti, hoşgörüyü, insanlığı aşılayan Peygamber ve sahabe
anlayışını, Hz Ömer’in adaletini, ecdadımızın geçer akçe dünya görüşünü bizler vasıtası ile
yeniden nasip eyle Ya Rabbi.. Amiinn!.. Amiinn!..
Kahvaltı için yüreğimizi Mescid-i Aksa’da bırakarak otelimize geldik. Aynı zamanda
çantalarımızı da hazırladık. Otobüsümüzün bagajına yerleştirdik. Çünkü gezi sonunda artık
otobüsümüz bizi havaalanına bırakacaktı. Yolculuğumuz esnasında rehberimiz yol boyunca
gördüklerimizi bize anlatmaya devam ediyordu. Ürdün vadisi sağ tarafımızda, Batı Şeria vadisi de
sol tarafımızda bize eşlik ediyordu. Yavaş yavaş deniz seviyesinden aşağı sanki dünyanın
merkezine doğru iniş yapıyorduk. Rehberimiz bu inişin kulaklarımıza basınç yapabileceği
hususunda bizleri uyarıyordu. Çünkü yeni gezi hedefimize ulaştığımızda deniz seviyesinden 450
metre aşağıya inmiş olacaktık. Rehberimiz bu seviyede dört mevsim tarım yapılabilir diyordu.
Sahra’da: 10 derece sıcaklık artar. Mahalli Sahrada yani sahra vadisi mavi bir levha ile kendisini
gösteriyordu. Bu, deniz seviyesinden aşağıya doğru inişimizin habercisi idi.
LUT GÖLÜ (ÖLÜ DENİZ) DÜNYANIN DİBİ:
Yarısı İsrail, yarısı Ürdün sınırında kaldığından iki ülke için de en çok turist çeken
yerlerden biri olan deniz seviyesinin 450 metre altındaki Lut Gölü, suyundaki yararlı mineraller
nedeniyle, çevresindeki Otel-Spa ve çeşitli konaklama tesisleri ile yılın her ayı dolu oluyormuş.
Ayrıca yine göldeki mineraller ile bölgedeki volkanik çamurdan elde edilen kozmetik ürünlerin
fabrika satış mağazaları da bu çevrede. Zamanımızın darlığından dolayı biz yol kenarında duruyor
ve Lut gölünü uzaktan seyrediyor ve resimliyorduk.
Aynı zamanda Dünya’nın en tuzlu üçüncü gölü olması nedeniyle de neredeyse hiç kıpırdamadan bel
hizasının biraz üzerinde bir yere kadar batmadan suda durabilmek mümkündür. Göle Lut Gölü
isminin verilmesinin nedeni ise; Hz. Lut’un peygamber olarak gönderildiği Lut Kavmi’nin yaşadığı
Sodom ve Gomore şehirlerinin, bu gölün altında kaldığına dair olan inançtır. Kuran’-ı Kerim’de
Araf ve Hicr Surelerinde bu konu hakkında şu ayetler yer almaktadır;
47
‘Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı
hayâsız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? “Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere
yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.”… Ve onların üzerine bir (azap)
sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkârların uğradıkları sona bir bak işte. (Araf Suresi, 80-84)
Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık. Elbette
bunda ‘derin kavrayışa sahipleri için gerçekten ayetler vardır. O (şehir de) gerçekten bir yol üstünde
(hala) durmaktadır. Elbette, bunda iman edenler için gerçekten ayetler vardır. (Hicr Suresi, 74-77)
Bu şehirlerin sular altında kaldığı ile ilgili tam olarak netleşmiş veriler yoktur. Ancak
Kuran-ı Kerim’de yazılanlardan ve tarih bilgilerinden yola çıkılarak bölgede yer alan volkanik
kalıntılar, deprem izleri, çoraklaşmış toprak ve kraterlerin oluşumu gibi birçok detay incelenmiş ve
şehrin bu gölün altında yer aldığına kanaat getirilmiştir. Ölü Deniz’in tuz oranı nedeniyle burada
yüzmek oldukça ilgi çekici bulunur. Bunun yanı sıra buradaki çamurun ve göl suyunun ise birçok
cilt sorununa iyi geldiği ve şifalı olduğu söylenir. Hatta birçok kozmetik firması buradaki çamuru
bazı ürünlerinin içeriğine karıştırmaktadır
MUSA (AS) KÜLLİYESİ:
Kudüs sol tarafımızda kaldı. Yolumuz sarp dağlık bölgelerden geçiyor. Ne ot ne de kaya
kum tepeleri gibi dağlık bölgenin arasında ki derin vadide açılmış otobanda gidiyoruz. Bir
kavşaktan sağa ayrıldık. Bizim Anadolu’muzda ki bakımsız köy yolu gibi bir yolda ilerliyoruz.
İçim de inanılmaz bir heyecan var. Gittiğimiz yer “Kuyikelimullah’ı Musa’nın” yeridir.
Edep etmek gerektir. Hatta Yahudi milletinin en büyük peygamberidir. Yeri çok bakımlı allı
pulludur diye hayal ederken Ağrı da İshak paşa sarayı gibi gözüme göründü. Yine çöl yine
yapayalnız bir peygamber önümüz de duruyordu. Etrafı mezarlık bir alan için de etrafı surlarla
çevrilmiş gibi büyük bir medresenin içinde bir mescit ve küçük bir minare var. Görür görmez
diyorsunuz ki, buraya ecdadımızın eli değmiş. O güzel peygamber, Allah ile konuşan, ömrünün
büyük bölümünü Firavunun sarayında geçiren ve netice de Kenan diyarında Şuayip Peygambere
çoban olan güzel insan burada yatıyor. Milletinden ayrılıp Tur dağına çıkan, ON emir ile geri gelen,
kısa bir süre de müşrik olan kavmi ile de mücadele eden “Allah ile beraber ama insanlar arasında
yalnız adam” burada yine yalnız yatıyor. Etrafı tamamen mezbelelik bir şekil de Müslüman
Mezarlığı ile çevrili.
48
İçeri girdik. Bizi iki katlı geniş avlulu bir medrese karşıladı. Giriş sol tarafında bir mescit
ve için de yalnız adam Hz Musa (as) yatıyor. Yahudiler her peygamberi abluka altına almış. Ama
buraya hiç önem vermemiş. Sadece Musa peygamberin buradaki çilesi bile Kuranı Kerimi
destekliyor ve hak kitap olduğunu ispatlıyor. Yahudiler, sağlığında Hz Musa’yı nasıl yalnız
bıraktılarsa ölümünde de yalnız bırakmışlar. Yahudiler paranın geleceği yerlere bakıyorlar. Manevi
duygularla onların hiç işi olmuyor. Her şeyleri maddeden oluşmuş. Hz Musa (as)’ı da derin bir
saygı ile ziyaret ediyor ve tekrar yola koyuluyoruz.
ERİHA KENTİ: (SAAT 12.45) ve CÜREYZE AĞACI:
Cüreyza Ağacı
Eriha kentine giderken yolumuzun üzerinde bir Eriha Çınar ağacı var idi. İncil’de yazdığı
üzere “ İsa Eriha’dan geçerken onu görmek isteyen zengin, vergi toplama şefi Zacchaeus kısa boylu
olduğu için kalabalıktan onu göremiyor ve bu ağacın tepesine tırmanıyor.” Otobüsümüzden
inmeden fotoğrafını çektik ve yolumuza devam ettik. Bu adamın isminin Cüreyze diye de
bilinmesinden dolayı ağaca da bu isim veriliyor. Hz İsa’nın bu şahsın evinde de kaldığı söylenir. Hz
İsa Eriha’daki manastırda uzun bir müddet kaldıktan sonra bu ağacın dibine gelirmiş.
49
Ve Eriha’dayız. Otobüsümüz hâkim bir tepede durdu. Tam karşımızda Temptation
(ayartma, yoldan çıkarma) Dağı. Burada yine yerden 350 m yükseklikteki bir Rum Ortodoks
Manastırı olan Qarantal Manastırı bulunuyor. İsa vaftiz olduktan sonra bu dağdaki mağaralara gelir
ve burada 40 gün 40 gece açlık çeker. Bu süreçte şeytan ona devamlı görünür ve onu baştan
çıkarmaya çalışır. İsa tüm bu ayartmalara karşı koyar ve en sonunda şeytan gider, diğer melekler de
İsa’ya yemek getirir. Bu manastır 1895 yılında yapılmıştır. Bu dağ ile bizim aramızda teleferikler
gidip geliyor bu dağa teleferikler sayesinde seferler yapılıyordu. İçimde teleferiğe binme isteği
uyansa da vaktimiz buna müsaade etmiyordu.
Yuşa (as)’ın kabrinden bahsediyor rehberimiz. Fakat biz o tarafa da geçmiyoruz. Hz Musa
Yuşa (as)’a: “- Benden sonra Kudüs’ü fethedeceksin” diyor. Yuşa (as) Eriha’ya gelir. Altı ay geçer
fakat bir türlü bir birlik sağlayamaz. En sonunda ganimet saklayan birinden haberdar olur. Sorun
halledilir ama hazırlık bitişi savaş zamanı cumartesiye denk gelir. Cumartesi harp yapamam Ya
Rabbi! Der ve güneşin batmaması için dua eder. Güneş bu yüzden gereken zamanda batmaz.
Eriha da ki İsa as bir müddet kaldığı yerde yapılan manastır
Yehud bölgesinde yolculuğumuz devam ediyor..
Batıya doğru Akka’ya ve Hayfa’ya doğru ilerliyoruz. Yolculuk esnasında İsrail’in tarım
arazileri arasında ilerliyor ve ecdadın yapmış olduğu Hicaz Demir Yolunu seyrediyoruz. Ancak
burada neredeyse 60-70 km iki tarafı verimli arazi olan muhteşem bir vadide ilerliyoruz. İsrail en
güzel hurma bahçelerini burada oluşturmuş ki dünyada eşi yok. Harika da hurması var.
Rehberimiz bu yolda ilerlerken şöyle bir bilgi aktarıyor: Rusya’dan gelen bir Yahudi
buradaki geniş ve verimli toprakları on bin altın karşılığında satın almış. Bu bölge Filistinlilerin
başkenti konumunda idi. Burada yüzde otuz Nasrani, yüzde yetmişini ise Arap Müslümanlar
bulunuyordu. Hz Meryem annemizin hamilelik müjdesini aldığı yerdeki haberin anısına yapılan
çeşmeyi görüyoruz.
HİCAZ DEMİRYOLUNUN HALA KULLANILIYOR OLMASI ÖNMELİ
Hatta İsrail bakım ve yenileme yaparak aynı hatlardan iletişim sağlamaya devam etmektedir.
Ancak çok güzel ve verimli arazilerden geçen demiryollarında hala ecdadın istasyon binalarını da
görünce insan bir hoş olmaktadır.
50
Hicaz Demiryolu
AKKA KALESİ VE HAYFA ŞEHRİ (SAAT 14.00):
Adeniz kıyısındayız… Cami ve türbeler ile muhteşem kale tam deniz kenarındalar.
CEZZAR AHMET PAŞA ve SÜLEYMAN PAŞA: Cezzar Ahmet Paşa Camii
51
Fransız Kralı Napolyon’a karşı Akka Kalesini başarı ile savunan büyük Türk
kumandanıdır. 1789 yılında Mısır’ı işgal eden Napolyon Bonapart’ın anlaşmak için ileri sürdüğü
teklifleri reddedince, Bonapart Akka Kalesini kuşatmıştır. Ancak Cezzar Ahmed Paşanın emrindeki
3000 kişilik Nizam-ı Cedid askerinin müdafaada gösterdikleri azim ve maharet neticesinde,
Napolyon ilk defa burada yenilmiştir. Bunun üzerine; “Akka mukavemet etmeseydi belki Şark
İmparatoru olurdum.” demekten kendini alamamıştır. Hayat hikâyesi kısaca şöyledir
:
Bosnalı olup doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. İstanbul’a gelerek Sadrazam
Hekimoğlu Ali Paşanın hizmetine girmiştir. Ali Paşa II. Mısır valiliğinden azl edilince, Mısır’da
kalarak meşhur Ali Beyin kölesi Abdullah Beyin hizmetine girmiştir. Bahire kaşifliğine atanan
Ahmed, orada Bedevilere karşı olan muharebelerde galip gelmiş ve çok kan dökmüş olduğundan,
kasap anlamına gelen “Cezzâr” lakabı verilmiştir. Fakat bir müddet sonra Ali Beyin öc almasından
korkarak, İstanbul’a kaçmıştır. Sonra da Şam Vâlisi Osman Paşanın hizmetine girerek Tahir Ömer,
Zeydan ve Şahab aileleriyle yapılan mücadelede başarı göstermiştir. 1775 yılında kendisine
Beylerbeyi rütbesi verilmiş, 1 yıl sonra da Sayda valiliğine tayin edilmiştir.
Suriye’de emniyeti sağlayan ve 1780 yılında Emirü’l-Haclık ile Şam eyaletine tayin olunan
Ahmed Paşa, gerek Sayda ve gerekse Şam valiliği zamanında Akka Kalesinde oturmuştur. Burada
kuvvetli bir ordu kuran Ahmed Paşa, küçük bir donanma da yaptırarak adeta bağımsız bir şekilde
hareket etmiştir. Bununla beraber bu sırada “Vehhabi meselesi” önem kazandığından kendisi Şam
52
valiliği ile beraber Vehhabilere karşı serdar tayin olmuştur. Fakat hastalığı sebebiyle vazifeye
gitmeyerek, kölesi Süleyman Paşayı gönderen Cezzar, 1804 yılında Akka’da hayatını kaybetmiştir.
HAİFA ŞEHRİ VE BAHAİLİK TARİKATININ MEKÂNI (Saat 16.30-17.00 ARASI):
Hayfa (İbranice: ‫ ;חיפה‬Arapça: َ ْ َ ), İsrail'in kuzeyinde ve ülkenin üçüncü büyük şehridir.
İsrail'de yoğun olarak Arap nüfus barındıran bir kenttir. Kutsal Kitaplarda (Ahd-i Atik, Tevrat) adı
geçmiştir. İbraniler, Romalılar, Araplar,Haçlılar, Osmanlılar Hayfa'yı yönetimlerinde tutmuşlardır.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın kenti tekrar ele geçirmesi öncesinde Hayfa 1799'da Napolyon
Bonapart tarafından da işgal edilmiştir. Kutsal Kitaplarda geçen Kermil Dağı da Hayfa'dadır. Bu
dağda Hristiyanlık, Müslümanlık için kutsal bir kalıntı olan İlyas Peygamberin mağarası vardır.
Ayrıca bu dağ yamaçlarında Bahai Dininin Dünya Merkezi ile güzelliğiyle tanınmış bahçeleri ve
terasları vardır. İran kökenli ve İslam’ı kötü gösteren bu tarikata bu kadar imkân verilmesi hem de
Filistinli Müslümanların onca cefa ve zulüm gördüğü İsrail’de çok manidardır.
Hayfa bahaii tapınağı ve merkezi ile muhteşem bahçesi
YAFA ŞEHRİ VE MAHMUDİYE CAMİİ:
Yafa, (İbranice: ‫י ָפוֹ‬, Arapça: 4َ 4َ6veya Japho, Jaffa, Joppa) Dünya'nın en eski yerleşim
merkezlerinden biri kabul edilen İsrail'deki bir liman şehridir. Yafa, günümüzde Tel Aviv şehrinin
bir parçası olarak kabul edilmekte ve tam adı Tel Aviv-Yafa olarak geçmektedir. Yunus
Peygamber, Süleyman Peygamber ve Aziz Peter hikâyeleri ile meșhur șehirdir.
YAFA SAAT KULESİ:
Yafa Saat Kulesi (Migdal HaŞaon Yafo) İsrail'de Osmanlı döneminde dikilmiş yedi saat
kulesinden biridir. Diğerleri Safed, Akka, Nasıra, Hayfa, Nablus ve Kudüs 'e dikilmiştir fakat
bunlardan sonuncusu şu anda ayakta değildir. Yafa Saat Kulesi antik şehir olan Tel Aviv’e bağlı
Yafa'nın kuzey girişinde, Yefet Sokağı'nda bulunur. Kireç taşından yapılmış kulede iki adet saat ve
bir de 1948 Arap-İsrail Savaşında ölen İsraillilerin anısına plaket bulunur. Osmanlı Sultanı II.
Abdülhamit'in hüküdarlığının 25. yıldönümü şerefine inşa edildi. İnşaat Joseph Bey Moyal
önderliğinde yerel Araplar ve Yahudilerin destekleriyle yapıldı. Kulenin temeli Eylül1900'de atıldı.
İki yıl içinde ilk iki kat tamamlanıp üçüncü kata başlandı. 1903'te saat kulesi tamamlandı.
Akka'daki Khan al-Umdan kulesine benzetilen yapı da aynı amaçla dikilmişti. Kule dikilmeden
53
önce üzerinde bulunduğu meydan 19.yy'da hükümet binalarının, ekonomi merkezlerinin ve ulaşım
bağlantılarının bulunduğu önemli bir mekândı. Mahmud Cami'ye giden yolda bulunan polis
istasyonunun yerine dikilen saat kulesi kireç taşından yapılmış, üç katlı ve iki saatlidir. 1965'te
restorasyonu yapılan Yafa Saat Kulesi'ne yeni saatler konulup Yafa'nın tarihini anlatan Arie
Koren'in renkli cam mozaiki eklendi. Uzun bir süre bakımsız kalan saat 2001'de gece ışıkları
eklendi. 2005-06'te ise tekrar bakımdan geçen kulenin etrafındaki sokaklara trafik düzeni oturtuldu.
2004'te İsrail'in 1.3 Şekellik pullarına konu oldu. Bu "Osmanlı saat kuleleri pul serisinde Safed,
Akka, Hayfa ve Kudüs'teki saat kuleleri kullanıldı. Üzerinde Osmanlı Tuğrası da mevcuttur.
YAFA MAHMUDİYE (ULU) CAMİ:
Yafa'da ayakta kalabilmiş bir kaç camiden biri. Külliye olarak inşa edilmiş muhteşem bir
mimarî. Diyanet İşleri Başkanlığının Kudüs programında yer alan ibadethanelerden biri olan
Yafa'daki Mahmudiye Camiinin bir diğer adı da Yafa Ulu Camiidir. Osmanlı Mahmut Paşa cami
adıyla da bilinen Mahmudiye Camii Yafa’nın en büyük ve en önemli camisidir.
54
Caminin bitişiğindeki boş arsanın etrafı çevrilmiş ve büyükçe bir tanıtım levhası asılmış. Arsanın
Mahmudiye Camii’nin de içerisinde bulunduğu külliyeye ait olma ihtimali çok yüksek. Buraya giriş
katında küçük dükkânlar ve üst katlarında daireler bulunmaktadır. 1812 yılında Sultan II. Mahmud
zamanında yaptırılmıştır. Duvar tarafından yola bakan, kitabesi hala görülen, Sultan II. Mahmut
tuğralı çok yüzlü Osmanlı Çeşmesi, Yafa'da atalarımızdan geriye kalan narin bir eserlerdendir. Yafa
gezisinden sonra kentin mutfağını tüm sıcaklığı ile bize sunan bir lokanta da akşam yemeğimizi
yiyoruz ve geri dönüş yolculuğunu başlatmak üzere otobüslerimize binip havaalanına doğru hareket
ediyoruz.
Tarihi osmanlı çesşmesi Yafa
SAAT:21.30
TEL AVİV BEN GURİON HAVAALANINDAYIZ
Otobüsümüz bizi havaalanın girişinde bıraktı. Çantalarımızı aldık. Rehberimiz ve otobüs
şoförümüzle vedalaştık. Vize işlemleri esnasında pasaportunda Hac veya Umreden dolayı Suudi
Arabistan vizesi olan hocalarımız ve bizimle beraber geziye katılan cemaatimize aşırı incelemeye
tabii tutarak zorluk çıkarmak istediler. Rehberimizin hem girişte hem de çıkışta bize yaptığı uyarılar
doğrultusunda hareket ettik ve bagajlarımızı teslim ettiğimiz ve biletlerimizi aldığımız bölüme
geçtik. Bu tecrübede şunu hatırlatmakta fayda görüyorum; Özellikle gezi dönüşünde havaalanına
çok erken gelmenin (en az iki saat önceden) büyük faydası var. Gece saat 01.00 itibari ile Tel
Aviv’den İstanbul’a hareket ettik. Gece (sabaha karşı) 03.30 gibi de ulaştığımız İstanbul Atatürk
Havaalanında beş saatlik bir bekleyişten sonra (Saat 08.40) Stuttgart havaalanına doğru
yolculuğumuz başlamış oldu. Sabah saat 10.00 gibi Stuttgart havaalanına gelerek Kudüs gezimizi
de böylece bitirmiş olduk.
55
KUDÜS GEZİSİ HAKKINDA GENEL BİR DEĞERLENDİRME
Yol dahil beş günlük gezinin her dakikası dolu dolu geçti. Yafa’da (Tel Aviv) şehir turu,
Hasan Paşa Camii, Sultan Abdülhamid’in yaptırdığı saat kulesi, Kıyamet Kilisesi, Ağlama Duvarı,
Burak Mescidi, Lut kavminin helak olduğu yeri gördük. Ölü Deniz (Lut Gölü), Hz. Musa’nın (as)
kabri, Eriha Şehri, Hz. Davud’un kabri, Zeytin dağı, Selman-ı Farisî ve Rabiat-ül Adeviyye’nin
makamları, Halilürrahman Camiinde; Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakup ve Hz. Yusuf (hepsine
selam olsun) peygamberlerin ve zevcelerinin kabirleri, Beytüllahim şehrinde Hz. İsa (as) doğduğu
yer olan Kutsal Doğuş Kilisesi ve karşısındaki Hz Ömer (ra) camii… Ve birçok yeri ziyaret ettik.
Hepsinin de ayrı bir hatırası ve ayrı bir güzelliğine şahit olduk.
-Harem-i Şerif (Mescid-i Aksa’nın bulunduğu mekân) ‘in maneviyatı ile buluşmanın doyumsuz
tadını hissettik. Bizde derin izler bırakan bu mekanı, Filistinli Kardeşlerimizi ve Kudüs’ü mahzun,
garip, bir okadar da mütavazi bulduk, hüzünlü bedenlerle ayrılırken, yüreğimizi oraya hediye ettik...
-Kitabi bilgi ile Görsel bilgi arasındaki uçurumu net bir şekilde müşahede etme imkânı bulduk.
Buradaki insanlar; Farklı dini, dili ve kültürü bir arada yaşamak istiyor. Fakat İsrail’in kadim
tutumu buna izin vermiyor.
-Tevhid inancının sağladığı birliği ve dirliğini, Peygamber efendimizin merhametini, Hz Ömer’in
adaletini, Selahaddin Eyyübi’nin vakarlı duruşunu, Osmanlının hoşgörüsünü, Kudüs’ün Arnavut
Kaldırımlı taş sokaklarında yürürken attığımız her adımda hissettik. Hepsinden önemlisi de bu
kutlu kıyamın yeniden tekrar bizlerle mümkün olabileceğinin farkına vardık. Çünkü Filistinli
Kardeşlerimizin Güvenli Bir Liman Olarak Gördükleri Tek Müslüman Ülkeyiz
-Vatansızlığın ve bayraksızlığın ne demek olduğunu iliklerimize kadar hissettik. Sık sık tur
düzenlemenin şart olduğunu fark ettik
ALİ AKKAYA
EBERSBACH AN DER FİLS
DİN GÖREVLİSİ
Gezi notlarımızı Suat OKUYAN Bey’in bu mekânların tesiri ile yazdığı şiiri ile bitirelim.
Nice nice soylu rehber,
Geldi geçti bu topraklardan nice asil peygamber...
Zemin kucakladı, gök şahit oldu,
Nebiler nebisi kutlu resulün imameti ile varlık şeref buldu!
Nicedir gölgesinde silahların,
Kavruk teniyle mü'min yürekler ümmetin yükünü taşır oldu!
Yetişir artık demir büken bir Davud!
Neredesin ey Saltanat-ı Süleyman?
Muhtaçtır kulların tecelliye el- Eman!
Beşikten makbere, makberden mahşere akan bu güzergâhta;
Haykırır her bir minaresinden Kudüs:
Haydin Kurtuluşa! Haydin Kurtuluşa!
Ve yankılanır herbir duvarında, taşında:
Allahu Ekber! Allahu Ekber!
Gelir mi adaleti ve kudreti ile fatih bir Ömer?
Yada Selahaddin yine! diyerek ümmet yol gözler...
Ey Muin! Dilimizde duadır Zünnun dilinde vücûd bulan o hitab,
Gül artık yüzüne ümmetin inayetinle ya Rab!
56

Benzer belgeler